BİZ BİR AİLEYİZ SAYI 13

Page 1

AİLE Biz bir aileyiz

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yayınıdır.

Yıl 4

| Ocak Şubat Mart 2016 | 13

Ü Ç AY D A B İ R YAY I M L A N A N K Ü LT Ü R V E S A N AT D E R G İ S İ

Dosya

YAŞLILIK

BAŞARIYA GÖTÜREN AİLE İKİ FARKLI ANA BABA TAVRI Doğan CÜCELOĞLU

Türk Sinemasında

Aile Filmleri Necati BULUT

Dünyaca Ünlü İki Savaşla

Tarih Yazan Topraklar: Gelibolu, Çanakkale, Troya Saffet Emre TONGUÇ



Editörden

“Biz Bir Aileyiz” Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yayınıdır. Üç ayda bir yayımlanır. Derginin Sahibi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adına Doç. Dr. Mustafa DURMUŞ Editör ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ulviye ESEN Yayın Kurulu Doç.Dr. Mustafa DURMUŞ İrfan ÇAYBOYLU Serpil PENEZ ŞAHİN Metin ÜNAL Dr. Dursun AYAN Samet CEYHAN Ozan İLTER Hakan AYDIN Aysun TÜRÜT Oya TANYERİ Handan ARSLAN Ulviye ESEN Danışma Kurulu Mehmet ERSOY Ebubekir ŞAHİN Ayşe KARDAŞ Mustafa KARAMAN Dr. Muhammet ÖRNEK Ahmet OKUR Gülser USTAOĞLU Gamze AYRIM Faik YILDIRIM Kenan ÖNALAN Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN Doç. Dr. Ayşe Sezen SERPEN Doç. Dr. Cengiz ÖZBESLER Hümeyra ŞAHİN Dr. Murat YILMAZ İdare Adresi Söğütözü Mah. 2177. Sok. A Blok No: 10 Çankaya/Ankara Yapım

artı5medya

arti5medya.com Tel: +90 312 286 13 00 Kurumsal iletişim Koordinatörü Muhammed Furkan SUNGUR Görsel Yönetmen Gürkan AKBAŞ Redaktör Necati BULUT Fotoğraf Muhammed Musab SUNGUR, Bilal KONUK Basım Yeri Elma Teknik Basım Matbaacılık Basım Tarihi ve Baskı Adedi 18.03.2016, 4000 Adet Yazıların hukukî sorumluluğu yazarın kendisine aittir. Yayınlanmasını istediğiniz yazı, inceleme ve eleştirileriniz için: bizbiraileyiz@aile.gov.tr Dijital Dergi İçin: kutuphane.aile.gov.tr/sayfa/bizbiraileyiz

Merhaba değerli okurlar Büyük bir sevinç ve heyecanla dergimizin 13. sayısını sizlere sunuyoruz. Ne mutlu ki, dergimiz hem kurum içinden hem de kurum dışından yazarlarımızın katkılarıyla büyümeye ve gelişmeye devam ediyor. Bu sayımızda Bakanlığımızın en önemli faaliyet alanlarından yola çıkarak hazırladığımız dosya konumuzu; hayatımız sürdükçe mutlaka geçeceğimiz bir yol, günün birinde muhakkak uğrayacağımız bir durak olan “Yaşlılık” olarak belirledik. Bu içerikte dün ile bugün arasında köprü kuran, toplumumuzun bellekleri; kültürümüzü ve değerlerimizi yarınlara taşımamızı sağlayan en değerli varlıklarımız olan yaşlılarımızı ve yaşlılık kavramını irdelediğimiz yazıları bulacaksınız. Dosya konusu kapsamında Bakanlığımızın uyguladığı Sosyal Politikalar, Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Programı, Yaşlı Hakları ve Hukuku, Aktif Yaşlanma, Yaşlı Destek Programı (YADES) konuları Bakanlığımız Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından ele alındı. Dosya konumuza ek olarak Sayın Doğan Cüceloğlu’nun “Başarıya Götüren Aile” yazısı anne-babalara sağlıklı bir aile ortamında çocuk yetiştirmenin yollarını göstermekte… Hayatının tüm olumsuzluklarını olumluya çeviren ve zorlu yaşam koşullarını değiştirmeye çabalayan Gülizar Ölmez ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide ise başarıya giden yolda umudun önemini siz kıymetli okuyucularımıza bir kez daha hatırlatmak istedik. Bakanlığımız uzmanlarından Dursun Ayan’ın “Bir Krem Reklamı Üzerine Notlar” ve Oya Tanyeri’nin “Fasulyeye Mektup” adlı yazıları da keyifle okuyacağınızı düşündüğümüz bölümlerden… Bakanlığımız Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığınca düzenlenen seminer programına davet ettiğimiz ve değerli bilgilerini bizlerden esirgemeyen Sayın Prof. Dr. Yakup Çelik’in “Kültür, Tarih ve Edebiyat Bağlamında Çanakkale” sunumundan yansıyanları bulacağınız içerik ve tarihçi, seyahat yazarı, araştırmacı Sayın Saffet Emre Tonguç’un “Dünyaca Ünlü İki Savaşla Tarih Yazan Topraklar” yazısıyla İstiklal mücadelemize altın harflerle yazılan Çanakkale Zaferimizi ve bağımsızlığımız için körpe bedenlerini toprağa veren vatan evlatlarını yeniden yâd etmek istedik. Necati Bulut’un kaleme aldığı ve az çok hepimizin hafızasında yer etmiş olan 1970’ler aile sinemasından önemli örneklerin incelendiği; sadece aile komedi filmlerine değil dönem Türkiye’sinin sosyokültürel dokusuna da değinen “Türk Sinemasında Aile Filmleri” başlıklı makale, sinema ve sosyoloji ilişkisini başarıyla sentezlemiş nüktedan bir çalışma… Günlük yaşamda çelişki, paradoks, dilemma gibi birbirine yakın anlamlar taşıyan kavramların insani ilişkilere yanlış yansıması noktasında oluşan karmaşalara odaklanan Prof. Dr. Üstün Dökmen’in “Çelişkilerimiz ve İkilemlerimiz” adlı yazısı da keyifle okuyacağınızı düşündüğümüz aktüel içerikler olarak sayımızda yer edindiler. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürü Sayın Arif Sami Seymenoğlu tarafından kaleme alınan “Türkiye’de Kadın Kooperatifçiliği Hareketi ve Önemi” isimli inceleme çalışması ise kadın ve aile teması çerçevesinde kooperatifçilik faaliyetinin önemine değinmekte… Okurken eğleneceğinizi, yer yer duygulanıp bilgileneceğinizi umduğumuz bu dopdolu sayımızla sizleri baş başa bırakıyor bir sonraki sayı için şimdiden heyecanla çalışmaya başladığımızı bilmenizi istiyoruz. İyi okumalar…

Ulviye ESEN


içindekiler Türkiye’de Kadın Kooperatifçiliği

Hareketi ve Önemi Arif Sami SEYMENOĞLU

7

4

DOSYA YAŞLILIK

BAŞARIYA GÖTÜREN AİLE İKİ FARKLI ANA BABA TAVRI Doğan CÜCELOĞLU

14 Sosyal Polikitamızda Yaşlılık

10

Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Programı

Umutla Mutluluk Arasında Bir Hayat

Gülizar Ölmez

Muhammed Furkan SUNGUR

30

Yaşlı Hakları ve Hukuku Aktif Yaşlanma Yaşlı Destek Programı

Bir Krem Reklamı Üzerine Notlar Dursun AYAN


AİLE

| Ocak Şubat Mart 2016 | 13

34

Türk Sinemasında

Aile Filmleri

39 Dünyaca Ünlü İki Savaşla

Necati BULUT

Tarih Yazan Topraklar: Gelibolu, Çanakkale, Troya Saffet Emre TONGUÇ

44

FASULYEYE

MEKTUP 49

‘KÜLTÜR, TARİH VE EDEBİYAT BAĞLAMINDA ÇANAKKALE’

Oya TANYERİ

Prof. Dr. Yakup ÇELİK

55

51

YAŞLIVE EVİ

Prof. Dr. Üstün DÖKMEN

Doç. Dr. Asuman DOĞAN

KUTÜ’L-AMÂRE ZAFERİ’NİN 100. YILINDA KENDİMİZİ HATIRLAMAK Orhan NEÇARE

Çelişkilerimiz İkilemlerimiz

61

64

EKMEĞİN BESİN DEĞERİ


4 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Yaşam

>

B a ş a r ı y a G ö t ü r e n A i l e İ k i F a r k l ı A n a B a b a Ta v r ı

Doğan CÜCELOĞLU

BAŞARIYA GÖTÜREN AİLE İKİ FARKLI ANA BABA TAVRI

Çocuk kendi içinde bütünlüğünü oluşturan, kendi deneyimleriyle öğrenen, keşfettiği değerler ve öğrendikleri bilgiler çerçevesinde kendi ‘iyi’ ve ‘doğru’larını bularak davranışlarını seçen, yöneten bir ‘küçük insan’dır. Gelişimi için en iyi yöntem onunla insan insana sohbet içinde olmaktır. >>

İki tür ana baba düşünün: Biri çocuğun düşünce ve duygularının gelişmesine önem verir; diğeri ise çocuğun görünüş, konuşuş ve davranışının biçimlenmesine. Biri gelişmeyi, diğeri kalıplamayı önemser. Çocuğun duygu ve düşünce gelişmesine önem veren ana baba, çocuğu şöyle görür: Çocuk kendi içinde bütünlüğünü oluşturan, kendi deneyimleriyle öğrenen, keşfettiği değerler ve öğrendikleri bilgiler çerçevesinde kendi ‘iyi’ ve ‘doğru’larını bularak davranışlarını seçen, yöneten bir ‘küçük insan’dır. Gelişimi için en iyi yöntem onunla insan insana sohbet içinde olmaktır. Çocuğun görünüş, konuşuş ve davranışının biçimlenmesine önem veren ana baba ise şöyle düşünür: Bu çocuğun sorumlusu benim: ona neyi, ne zaman, nasıl giyeceğini, söyleyeceğini ve yapacağını benim öğretmem gerekir. Onun terbiyesi için en iyi yöntem onu gözetleyen, denetleyen, nasihat eden, onun korktuğu, çekindiği bir ana-babalık yapmaktır. Duygu ve düşünceyi geliştirmeyi önemseyen ana baba çocuğun çevresindeki insanların farkındalıklarının ve yaşattığı değerlerin çocuğu etkilediğini bilir; bu farkındalıkların ve değerlerin ‘geliştirici’ olmasına özen gösterir. Güzel Türkçe konuşulan ortamda büyüyen çocuk

Geliştiren ana babanın çocuğu bir şahsiyet olarak yetişirken, kalıplayan ana babanın çocuğu kaçınılmaz olarak sürüden biri, bir kültür robotu olarak topluma katılır.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 5

Gerçek şu ki, içinde yetiştiği ortamda kararlar verilirken çocuk farkında olarak ya da olmayarak sürekli gözlemler yapar ve kendine göre sonuçlar çıkarır. Evet, ‘ailede kararlar verilirken kimleri ne kadar hesaba alınıyor,’ çocuk gözler ve kendine model alır. güzel Türkçe konuşur. Ona, “evladım, doğru ve güzel Türkçe konuş” diye nasihat etmeye gerek yoktur. Çocuğun görünüş, konuşuş ve davranışının biçimlenmesine önem veren kalıplayan ana baba ise kendi davranış, duygu ve düşüncelerine, çocuğun içinde yetiştiği ortama önem vermez, çocuk üzerine odaklanır. Çocuğun çevresindekiler küfürlü ve argo konuşurken, yalan söylerken o çocuğuna nasihat etmeye önem verir: “güzel konuş, yalan söyleme” diye nasihat eder. Geliştiren ana babanın çocuğu bir şahsiyet olarak yetişirken, kalıplayan ana babanın çocuğu kaçınılmaz olarak sürüden biri, bir kültür robotu olarak topluma katılır.

ÇOCUK YETİŞTİRMENİN İKİ YOLU Bir ana baba çocuğunu ya korkutup utandırarak ya da sevip yüreklendirerek büyütür. Korkutup utandırarak büyüten kendine itaat eden, sözünden çıkmayan çocuk ister. Sevip yüreklendiren ‘doğru’ ve ‘yanlış’ seçimlerin ne olduğunu bilen insan yetiştirmeye özen gösterir. İlkinde ‘doğru’ ve ‘yanlış’ yapmak sorumluluğunu içinde duymayan, ikincisinde ise inandığı değerler çerçevesinde ‘doğru’ ve ‘yanlış’ davranışından sorumluluğu içinde duyan insanlar yetişir. İlkinde ana baba korku ve utandırmayı sık sık kullanarak çocuğun üzerinde baskı kurmaya dikkat eder. O nedenle çocukla pek yakınlaşmaz, sevdiğini pek belli etmez; çocuğun kendilerinden korkmasını ve çekinmesini çocuk yetiştirmenin gerekli bir öğesi olarak görür. Onların gözünde en iyi evlat, hiç sorgulamadan ananın babanın beklediğini ve dediğini aynen yapan, sorgusuz sualsiz itaat eden evlattır.

Korkutularak, utandırılarak yetiştirilen çocuk, korku ve utançtan bunalmış ve öfke içindedir; kimse görmediği zaman her türlü ‘yanlış’ı yapmaktan zevk alır. Çocuklarını sevgiyle büyütenler onların olabileceklerinin en iyisi olması için emek verir, zaman harcarlar. Çocuklara öğretmeye çalıştıkları ‘doğru’ları önce kendi yaşamlarında, düşünce ve davranışlarında yaşarlar. Çocuğun gelişen vicdanının iç disiplin kaynağı olmasına önem verirler. Sevgi ile yetiştirilen çocuk yaşam heyecanı ve şevkle doludur; yaşamının en önemli tanığının kendisi olduğunu keşfetmiştir; ortamda kimse olsun ya da olmasın, kendine saygısı onu ‘doğru’ davranmaya yöneltir. İlki bir kültür robotu, ikincisi bir şahsiyet yetiştirir.

Bana göre en sağlıklı aile ortamı, hem kendini hem de ilişki içindeki diğerlerini düşünerek seçimlerini yapıp karar veren ‘biz’ bilincinde insan yetiştiren ortamdır. ÇOCUK NASIL KARAR VERİYOR? Çocuk karar verme işini sadece ana babasına mı bırakıyor? ‘Ben bilmem, siz bilirsiniz,’ tavrı içinde mi? Yoksa aktif olarak kendi seçimlerini dile getirip, hesaba alınmak istiyor mu? Sizin çocuğunuz nasıl olsun istersiniz? “Benim çocuğum hesaba alınmak istiyor ve ben böyle olmasını istiyorum” dediğinizi duyar gibiyim. Çocuğunuz kendi seçimlerini dile getirip, kendi seçimleriyle kararını verirken, sadece kendini mi düşünsün, yoksa aileden, arkadaşlardan, çevreden diğer insanları da hesaba katsın mı?


6 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Yaşam

>

B a ş a r ı y a G ö t ü r e n A i l e İ k i F a r k l ı A n a B a b a Ta v r ı

Gerçek şu ki, içinde yetiştiği ortamda kararlar verilirken çocuk farkında olarak ya da olmayarak sürekli gözlemler yapar ve kendine göre sonuçlar çıkarır. Evet, ‘ailede kararlar verilirken kimleri ne kadar hesaba alınıyor,’ çocuk gözler ve kendine model alır.

bir tavır içinde yaşamı elinden geldiği kadar sömürür ve bununla gurur duyar. Sömürdüğü ve gasp ettiği için suçluluk duymaz, hatta çevresindekilerin kendisini takdir etmesini bekler. ‘Benim kafam iyi çalışır; enayileri sömürmek benim hakkım’ diye düşünür.

Evet, bu model alma sürecinin sonunda hayatından sorumluluk almayan, kendi hayatıyla ilgili önemli kararları başkalarına bırakan, ‘siz bilirsiniz efendim’ bilincinde, kendini güçsüz gören insanlar yetişebilir.

Biz bilinci içinde yaşama bakan kişi, yaşamla ilişkisinde adil olmaya özen gösterir. Bu ilişki insanlarla, hayvanlarla, ağaçla, doğayla olabilir. Adil olmaya, hakkını almaya ve hakkını vermeye özen gösterir. Biz bilincinin olduğu yerde hakkaniyet duygusu vardır ve insanlar birbirine güven duyar.

Ya da, bu model alma sürecinin sonucunda, başkalarını yok sayan, sadece kendini düşünen, ‘en iyisini ben bilirim’ bilincinde insanlar yetişebilir. Bana göre en sağlıklı aile ortamı, hem kendini hem de ilişki içindeki diğerlerini düşünerek seçimlerini yapıp karar veren ‘biz’ bilincinde insan yetiştiren ortamdır. Kendini aciz gören yaşama dilenci tavrı içinde bakar; sürekli yalvarma ve beklenti içinde hayatta kalabileceğine inanmıştır. Ben bilincinde, sadece kendini düşünen kişi, gasp eden

Evet, çocuklarımız karar verirken kimleri hesaba alıyorlar, farkında olalım. Bugün içinde yaşadığımız toplumda güven var mı, gördüklerimizden ve duyduklarımızdan mutlu muyuz? Unutmayalım insanlarımız bu ülkenin ana babaları tarafından yetiştirilmiş, öğretmenleri tarafından eğitilmiştir. Doğan Cüceloğlu’nun konuyla ilgili kaynak kitapları: 1- İçimizdeki Biz (Remzi Kitabevi) 2- Gerçek Özgürlük (Remzi Kitabevi) 3- Öğretmen Olmak Bir Can’a Dokunmak (Prof. İrfan Erdoğan ile birlikte- Final Yayıncılık) Yazı kaynak: http://www.dogancuceloglu.net/


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 7

Arif Sami SEYMENOĞLU Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürü

Türkiye’de Kadın Kooperatifçiliği

“ >>

Hareketi ve Önemi

Gelişmekte olan hemen hemen her ekonomide olduğu gibi Türkiye’de de istihdamdan yoksullukla mücadeleye, kadınların sosyal yaşamda daha görünür hale gelmesinden bölgesel kalkınmaya kadar birçok sorunun çözümünde kilit rol oynayacağı aşikârdır. Kadınların iş gücüne katılımının ulusal ekonomilerin büyümesinde oynadığı rol tartışmasız büyük önem arz etmektedir. Gelişmekte olan bir ekonomi olan Türkiye’de nüfusun yarısını oluşturan kadınların iş gücüne katılımı, hem kadının statüsünün iyileştirilmesi hem de sürdürülebilir bir kalkınma adına başta devlet olmak üzere ekonominin tüm aktörlerince teşvik edilmelidir. Türkiye’de kadınların iş gücüne katılımı 2004 yılından itibaren sürekli bir artış göstermekle birlikte TÜİK verilerine göre 2015 yılında, % 31,5 olarak gerçekleşmiştir(TUİK, 2016). Önümüzdeki yıllarda bu oranın daha da artması adına önemli bir işlev görmesi beklenilen kadın kooperatifleri, özellikle ekonomik açıdan güçsüz durumdaki kadınların bir araya gelerek güçlenmesini sağlayacaktır. Bu işlevleri göz önüne alındığında söz konusu kooperatiflerin, gelişmekte olan hemen hemen her ekonomide olduğu gibi Türkiye’de de istihdamdan yoksullukla mücadeleye, kadınların

sosyal yaşamda daha görünür hale gelmesinden bölgesel kalkınmaya kadar birçok sorunun çözümünde kilit rol oynayacağı aşikârdır.

Kadın Kooperatifleri Hareketinin Başlangıcı Kadın kooperatifçiliği hareketi ülkemizde 2000’li yılların başında kadın işgücünün ekonomiye kazandırılması, kadınların sosyal ve kültürel faaliyetlerinin geliştirilmesi, korunması, desteklenmesi ile sağlıklı ve gelişmiş bir çevrede yaşamalarının sağlanması amacıyla kadın girişimciler tarafından başlatılmıştır. İlk kadın kooperatifi ise 1999 yılında yaşanan deprem sonrasında Marmara Bölgesi’nde kurulmuştur. Kadın girişimcilerin talepleri doğrultusunda tabandan gelen bir hareketle kurulmaya başlanan kadın kooperatifleri, faaliyet gösterdikleri bölgenin hem sosyal hem de ekonomik açıdan gelişimine katkıda bulunarak sosyal kalkınma


8 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Yaşam

>

Türkiye’de Kadın Kooperatifçiliği Hareketi ve Önemi

Kadın kooperatifleri, kadınlara kendi yaşam dinamiklerine uygun işlerde çalışma imkânı da sunduğundan, kadınların tam zamanlı bir işte çalışmalarının önündeki “işin gereklilikleri”, “kişisel veya ailevi sebepler” ve “tam zamanlı bir iş bulamamak” gibi engelleri azaltmanın yanı sıra faaliyet gösterdikleri piyasaya da olumlu katkılarda bulunmaktadır. anlamında çözüm geliştirmekte önemli rol oynamaktadır. Kadınların sosyal ve ekonomik yaşamda daha fazla yer almasına imkân sağlayan kadın kooperatiflerinin sayısı ülkemizde giderek artmaktadır. Haziran 2016 itibariyle Bakanlığımızca kuruluşuna izin verilen 138 kadın kooperatifinin 2000’in üzerinde ortağı bulunmaktadır (GTB, 2016). Bu bilgi yalnız kadınların ortak olabileceği yönündeki ortaklık şartı ile birlikte değerlendirildiğinde kadın kooperatiflerinin 2000’den fazla kadına istihdam sağladığı sonucuna varılacaktır. Kadın kooperatifleri, kadınlara kendi yaşam dinamiklerine uygun işlerde çalışma imkânı da sunduğundan, kadınların tam zamanlı bir işte çalışmalarının önündeki “işin gereklilikleri”, “kişisel veya ailevi sebepler” ve “tam zamanlı

bir iş bulamamak” gibi engelleri azaltmanın yanı sıra faaliyet gösterdikleri piyasaya da olumlu katkılarda bulunmaktadır.

Faaliyet Alanları ve Fonksiyonları Kadın Kooperatifleri düşük sermayeli kadın girişimcileri bir araya getirip, emeğini tek elden pazarlayamayan kadınlar için topluca ürün ya da hizmet arzı sunabilmeyi, uygun fiyata ham madde ve girdi teminini, elde edilen gelirlerin ortakların muameleleri oranında dağıtılması ile ortaklarına ekonomik menfaatler sağlayıp, istihdamı artırarak bölgesel kalkınmaya da katkıda bulunur. Ayrıca, demokratik yönetimi öğretip, ortakların ifade yeteneklerini geliştirerek kendi yöneticilerini seçme ve kendilerini yönetme imkânı da sunarak, sosyal iletişimi güçlendirerek iş birliğini artırır.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 9

Kadın kooperatifi hem üretim hem de yönetim süreçlerinde aktif görev alırlar. Bu gibi önemli süreçlerde aktif yürütülen görevlerin kooperatif ortağı kadınların özgüvenini arttıracağı yadsınamaz bir gerçektir. Özgüvenli kadınlar ise dayanışma içerisinde çalışıp üretecek, pazarlayıp gelir elde edecek ve böylece kendi ayakları üzerinde durma şansı yakalayacaktır. Şüphesiz ki bu durum kadınların ekonomik, kültürel, sosyal ve aile içi statülerini olumlu yönde etkileyecektir.

Kadın Kooperatifleri; • •

• • • • •

El becerileri için eğitici kurslar düzenlemek, Geleneksel gıda ürünlerinin üretimi ve pazarlanması (kırmızı pul biber, salça, tarhana, reçel, marmelat, yöresel pastalar vb.), Lokantacılık, Engelli eğitimi ve bakımı, Okul öncesi eğitim, Kadınların el emeği ile ürettikleri (giyim, süs eşyaları, takılar, hediyelik eşya vb.) ürünlerin pazarlanması, Ortaklarına yönelik sosyal etkinlikler düzenlemesi,

gibi çeşitli alanlarda faaliyet göstermektedir.

Kadın Kooperatiflerinin Sosyo-ekonomik Hayata Katkıları Kadınların güçlendirilmesi ancak, sosyal ve ekonomik alanda kadınlara başta devlet olmak üzere sosyo-ekonomik alanın tüm güçlü aktörleri tarafından pozitif ayrımcılık sağlanması ile gerçekleştirilebilir. Kadın kooperatifleri aracılığıyla kısıtlı olanaklarla üretim yapan kadınlar bir araya gelir ve birlikte oluşturdukları imkânlar ile standartlara uygun, daha sağlıklı koşullarda üretim yapma fırsatına sahip olurlar. Üretim ve pazarlama eğitimlerini de aldıktan sonra ürünlerini daha sistemli bir şekilde üretip pazarlayarak bir yandan rekabet edebilirliklerini ve dolayısıyla faaliyetlerinin devamını temin ederken, bir yandan da bölge ekonomisine olumlu katkılar sağlarlar. Söz konusu eğitimler kadınlara mesleki beceriler edindirmenin yanı sıra kadın iş gücünün kalitesini ve doğal olarak da bu girdi ile oluşturulan ürünün talebini arttıracaktır. Tüm bunlara ek olarak kadın kooperatifleri

kadınlara güvenli iş ortamı, sağlık sigortası ve emeklilik gibi imkânları olan kalıcı işler sağlarken, devlete de özellikle kadın emeğine dayalı sektörlerdeki kayıt dışı ekonominin önüne geçme imkânı sunar. Sonuç olarak, tabandan gelen bir hareketle kurulan kadın kooperatifleri makro düzeyde istihdam, yoksullukla mücadele, kayıt dışı ekonominin engellenmesi, bölgesel kalkınma gibi hususlarda devlete katkı sağlarken, mikro düzeyde ise kooperatif ortağı kadınlara daha yüksek gelir elde etme, daha uygun koşullarda çalışma, sosyal haklardan yararlanma ve mesleki eğitim gibi imkânlar sunar. Bunun sonucunda yukarıda da değinildiği üzere sosyal özgüven ile birlikte kendi ayakları üzerinde durma imkânı bulan kadınlar sayesinde, aile kurumunun ekonomik refahı da artacaktır. Refah ve huzur içindeki aileler ise müreffeh bir toplumun temel taşlarını oluşturacaktır. Kaynakça Türkiye İstatistik Kurumu, sayı:21567, 23.03.2016. www.tuik.gov.tr. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü Bilgi İşlem Kayıtları (KOOPBİS),Temmuz 2016


10 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Söyleşi

>

Umutla Mutluluk Arasında Bir Hayat: Gülizar Ölmez

Muhammed Furkan SUNGUR

Umutla Mutluluk Arasında Bir Hayat

Gülizar Ölmez ile Umutsuzluktan Başarıya Giden Hayatı Üzerine Söyleşi

Gülizar’ı kimseye muhtaç etmeyecek başlangıcın ilk dokunuşu, Sosyal Destek Programı’nın (SODES) desteklediği takı tasarımı kursu olmuş. Bu tip projelerin çoğunda olduğu gibi burada da meslek edindirmenin yanında kursiyerlere günlük harçlık verilmiş. Gülizar bu harçlıklarla birlikte yaptığı takıları da satarak kendisi için bir akülü sandalye parası biriktirmeyi başarmış. Artık kimseye minnet etmeden istediği yere gidebilen Gülizar için hayat böylece daha da kolaylaşmış.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

>>

Engel kavramını doğru anlamak ve anlatmak için kitabî tanımına ya da lügatlere şöyle bir göz attığımızda herhangi bir sonuca ulaşmayı zorlaştıran pürüz veya sonuca ulaşmak için çözülmesi gereken olay veya durumların kastedildiğini görüyoruz. Bu durumda engelli birey, sonuca varmak için kendisine lazım olan yetinin kısıtlı olduğu kişidir. Bu tanımlamadaki can alıcı nokta ‘’yetinin kısıtlı olması’’ kavramıdır kanaatimce. Aslında başarmak isteyen bir insanın bu motivasyonunun karşısında aşılmayacak gerçekçi hiç bir engel yoktur. Engelli kavramını bedenen veya zihnen kısıtlılık içerecek manada kullandığımız zaman, toplumumuzdaki engelli sayısının bir hayli fazla olduğunu söylememiz mümkündür. Ancak engelli olma mevhumunu sadece beden ve zihin kavramları ile sınırlamak yanlış olacaktır. Çünkü hemen herkesin farklı alanlarda da olsa engelleri vardır. Örneğin insanlara ‘’hayır’’ dememiz gereken zamanlarda ‘’hayır’’ diyememek bir bakıma engel sayılabilir. Yükseklik korkusundan dolayı, balkonda zaman geçirememek, uçak, asansör vs. kullanamamak da bir çeşit engeldir. Tanımın içeriğindeki ifadelere yeniden bakarsak yani bir bakıma sonuca ulaşmayı zorlaştıran pürüzler olarak bu tasnife uygun durumlardır. Bu saydıklarımızın hayatın akışını ters düz eden engeller olamaması, bu gibi sorunları engel tanımı içine sokmamamıza neden olmaktadır. Engelli olmak, özellikle birçok toplumda aciz, yardıma muhtaç, eksik, vasıfsız gibi sıfatlarla özdeş bir durum olarak algılanır. Engelli bir insan, hiçbir zaman doktor, mühendis, öğretmen, anne, baba, dost, eş, kadın ya da erkek, yani toplumsal herhangi bir rol ya da unvana sahip olamaz gibi kanaatler yanlış ve sakıncalı yargılardır. O her şeyden önce engellidir, bireysel kimliği engelli oluşu ile sınırlıdır gibi yanlış yargılarla tasnif edilmişlerdir. Yaşamı boyunca, var olma sürecinde bireysel ve toplumsal kimliğini tanımlayan sözcüklerin tümü, toplumun gözünde engelli kimliğinin yanında gerçek anlamına kavuşabilir. Zaten kendisi değil toplum, daha ilk basamakta onun ne yapıp yapamayacağına karar vermiştir, o sınırlar içinde yaşamını sürdürebilir.

AİLE 11

Aslında engelli olmak, böyle düşünen toplumlarda bir anlamda “yok” ile eş değerdir. Gülizar Ölmez hayatının büyük bir bölümünde bu tip ön yargılarla, türlü çeşitli zorluklarla geçirmiş bir isim. 41 yaşında, sekizi öz dokuzu üvey toplam on yedi kardeşi var. Babasından ayrı annesi ve 8 kardeşiyle birlikte Şırnak’ta yaşıyor. Evin geçimi ise Gülizar’ın omuzlarında. 2 yaşına kadar sağlıklı bir çocukken yanlış yapılan bir iğne sonucu, tekerlekli sandalyeye mahkûm olan genç bir kadın. Eminim hayatınızda bu soruyla defalarca kere karşılaşmışsınızdır yine eminim artık cevaplamaktan da sıkılmışsınızdır. Fakat engeli olan bireylerin özellikle de bu bir kadınsa hayatı toplumsal bir statüye kavuşma serüveni içeren sizin gibi biriyle söyleşi yaparken sormalıyım. Engeliniz nasıl oluştu, yani doğuştan mıydı? Ben küçükken bir hastalık geçirmişim 2 yaş civarında gerçekleşiyor bu olay. Hastaneye götürmüşler iğne yazmışlar orada. Bu iğne tedavisine bir süre devam edilmesi gerektiğini de söylemişler. Bizimkiler hastane uzak olduğu için her gün götürüp getiremeyiz diye düşünüp çevreden bunu yapabilecek birilerini arayıp sormuşlar. Mahalledeki bir kadın da ben yapabilirim deyince beni ona götürüp getirmeye başlamışlar. Bu sırada tabii yetkin biri olmadığı için yanlış bir uygulama yapmış sanırım ve sonuç olarak iğne yapıldıktan bir süre sonra felç olmuşum. Felç olan sadece bacakları olmamış Gülizar’ın bu olay bütün ruhunu da hapsetmiş. O kadar etkilenmiş ki yıllarca evden çıkmamış. 15 yaşına kadar neredeyse onu sokakta gören bile olmamış.


12 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Söyleşi

>

Umutla Mutluluk Arasında Bir Hayat: Gülizar Ölmez

Önceki tasarım deneyimi ve el becerisindeki yatkınlıkla kurs öğretmenlerinin ve çevresindeki arkadaşlarının hayranlığını kısa sürede kazanan Gülizar, öğrenmeye olan merakıyla, etrafına yaydığı pozitif enerjiyle girdiği her ortama kısa sürede adapte olmayı başarmış. 15 yaşına gelene kadar ben hiç sokağa çıkmadım sayılır, utanırdım. Arkadaşlar acıyarak bakacaklar diye düşünürdüm. Yaş itibariyle çocukluktan genç kızlığa geçiş döneminde böyle şeyleri olması gerekenden çok daha fazla önemsiyor insan. Başka birine muhtaç olma durumu da ayrı bir zorluk tabii. Bundan sonra inşallah kimseye muhtaç olmam. Gülizar’ı kimseye muhtaç etmeyecek başlangıcın ilk dokunuşu, Sosyal Destek Programı Sodes’in desteklediği takı tasarımı kursu olmuş. Bu tip projelerin çoğunda olduğu gibi burada da meslek edindirmenin yanında kursiyerlere günlük harçlık verilmiş. Gülizar bu harçlıklarla birlikte yaptığı takıları da satarak kendisi için bir akülü sandalye parası biriktirmeyi başarmış. Artık kimseye minnet etmeden istediği yere gidebilen Gülizar için hayat böylece daha da kolaylaşmış. Eskiden ben kendime güvenmezdim bir şey yapamam beceremem diye düşünürdüm. Ama evden çıkıp sosyal hayata karışma gücünü ve cesaretini kendimde bulduğumdan beri asıl engelin kişinin düşüncesinde olduğunu öğrendim. Bu kendime güvenin de ilk kıvılcımı oldu. Özellikle aile ortamında da bana pek güvenmezlerdi. Bu tür kurslara, meslek edindirme faaliyetlerine, sosyal destek projelerine katılma fikriyle adım attığımda, sen başaramazsın uğraşma diye düşünüyorlardı. Zamanla bendeki değişimi gördükçe onlar da sevinmeye, bana inanmaya başladılar.

Takı tasarımıyla uğraşmaya karar verdiğimde yaptığım ilk tasarım ürününü anneme götürmek gibi bir fikir oluştu bende. Hazırladım kendisine götürdüm; önce inanamadı ama sonra çok mutlu oldu. Takı tasarımıyla uğraşmaya başladıktan sonra hayatında büyük değişiklikler olan Gülizar aldığı tadın peşini bırakmamış, gümüş işleme ve gümüş tasarımı alanlarında da bilgilenmek istemiş. Önceki tasarım deneyimi ve el becerisindeki yatkınlıkla kurs öğretmenlerinin ve çevresindeki arkadaşlarının hayranlığını kısa sürede kazanan Gülizar, öğrenmeye olan merakıyla, etrafına yaydığı pozitif enerjiyle girdiği her ortama kısa sürede adapte olmayı başarmış.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

“Ümit, mutluluktan alınmış bir miktar borç gibidir.”

Üreten biri olmak, hayatını idame ettirme noktasında kendi kendine yetmek hatta bununla da yetinmeyip ailesine ve topluma karşı olan sorumluluklarını da fazlasıyla yerine getirebilen bir birey olabilmek sizin için neler ifade ediyor? Hayatımı değiştirme konusunda böyle bir güç ve kararlılık göstermemiş olsaydım şimdi ne yapardım diye düşünüyorum zaman zaman. Benim durumumda olan pek çokları gibi evde oturacaktım, dışarı çıkamayacaktım. Okumam mümkün olmayacaktı. Bu dünyada kendi kararlarını kendi alan mutlu insanlardan biri olamayacaktım. Kendi ihtiyaçlarımı göremeyecek kendi ayaklarımın üstünde duramayacaktım. Karar vermek ve pencereden baktığım hayata katılma isteği sayesinde kendine güven duymanın ne demek olduğunu öğrendim. Kendimi işe yarar gördüm ne bileyim. Her geçen zaman kendime daha çok güveniyorum her şeyi başaracağıma inanıyorum. Sorunuza gelirsek de hissettiğim sadece başarmanın verdiği mutluluk.

AİLE 13

Josef Joubert

Gülizar Ölmez, engelinin sadece fiziksel bir zorluk olduğunu bu durumun hayallerine, umutlarına engel olamayacağına karar verip yıllarca saklandığı evinden çıkmış, hayata karışmak için bacaklarıyla yürümeye değil başarılarla güçlü adımlar atmaya ihtiyacı olduğunu görmüş. Azmi ve cesareti tıpkı ilk adımını atan bebekler gibi Gülizar’ın gözlerine fer, dizlerine derman, hayallerine renk olmuş. O, şu an Cizre Engelsiz Hayat Derneği Başkanlığının yanı sıra kendi tasarımlarını sattığı bir iş yerine de sahip. Hayal ettiği tasarımları başka insanları süslerken dernek çalışmalarında bir zamanlar kendi gibi olan insanlara engelin sadece kötü bir düşünceden ibaret olduğunu anlatmaya devam ediyor. Aslına bakarsanız ümit etmeye başlayarak mutlu olmanın yollarını bulan Gülizar Ölmez’in hayatı ünlü Fransız deneme yazarı Josef Joubert’in sözünü hatırlatan bir hikâyeden farksız: “Ümit, mutluluktan alınmış bir miktar borç gibidir.”


14 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Dosya

>

S o s y a l P o l i t i k a m ı z d a Ya ş l ı l ı k

YAŞLILIK Sosyal Polikitamızda Yaşlılık

Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Programı Yaşlı Hakları ve Hukuku Aktif Yaşlanma Yaşlı Destek Programı


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 15

Coşgun GÜRBOĞA Daire Başkanı

Güher Can VURAL

Aile ve Sosyal Politikalar Uzman Yardımcısı

Sosyal Politikamızda >> GİRİŞ

YAŞLILIK

Günümüze kadar gelinen süreçte dünyada sadece ekonomik anlamda dönüşümler yaşanmamış, toplumlar sosyal anlamda da bir dönüşüme uğramıştır. Bu sosyal dönüşümün en önemli merkezi “aile” kurumu olmuştur ( Taşçı, 2010: 181). Ailenin en tecrübeli ve bilgili üyeleri olan yaşlılar da değişen sosyal yapıdan payını almış ve çekirdek aile içerisinde yer bulamayan ailenin yaşlı üyeleri, toplum içerisinde sosyal desteğe ihtiyacı olan bireyler konumuna gelmiştir. Eski dönemlerde, sayıları az olan bu yaşlı bireyler “yaşlanan nüfus” ile Avrupa’da büyük bir orana sahiptir ve gelecek dönemlerde Türkiye’de de toplam nüfus içerisinde önemli büyüklükte orana sahip olacaktır. Gelişmekte olan diğer ülkeler gibi ülkemizde de gelecek yıllarda nüfusun yaşlanması söz konusudur. TÜİK’in “Türkiye’de İstatistiklerle Yaşlılar” çalışmasında, 65 yaş ve üstü nüfus oranı 2013 yılında %7,7 iken, nüfus projeksiyonlarına göre 2023 yılında % 10,2, 2050 yılında %20,8, 2075 yılında ise %27,7’ye yükseleceği öngörülmektedir (TÜİK, 2013:1). Sosyal politikamızda dezavantajlı gruplardan biri olan yaşlıların değişik risklere karşı toplumda güvence altına alınması ve sosyal ve ekonomik yaşama tam katılımının sağlanması ülke gerçeklerine göre oluşturulması esastır. Bu bağlamda, ülkemizde yaşlı nüfusun artması, huzurevine yatmak için uzun süre beklemesi, hastane yataklarının

uzun süre işgal edilmesi ve bu nedenle de sağlık harcamalarının artması, yaşlıların bakım gereksinimlerinin karşılanmasındaki yetersizlik, bakım hizmetlerinin kamu kaynakları ile finansmanında zorlanma ve aile bireylerinin bakım hizmetlerindeki payında azalma gibi sebeplerle yaşlı politikaları konusunda değişim ihtiyacı belirmiştir. Bahsi geçen sebeplere dayanarak, sosyal politikaların ülke ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi söz konusu olmuştur.


16 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Dosya

>

S o s y a l P o l i t i k a m ı z d a Ya ş l ı l ı k

Yaşlılık konusunda yeniden düzenlenen politikaların başarılı olup olmadığını da tespit etmek gereklidir. Bu anlamda, oluşturulan sosyal politikaların başarılı olup olmadığını anlamak için politikaların uygulanması aşamasından sonra doğru bir şekilde değerlendirilmesi de gereklidir. Uygulanan politikaların istenen sonuçları elde etmede ne kadar etkin olduğu ve uygulamada ne gibi kusurlara sahip olduğu tespit edilemediği takdirde, sosyal politikaların etkililiğinden bahsedilemez (Veenhoven, 2002: 33; akt. Çolak ve Özer, 2015:118). Yaşlılık da sosyal politika kapsamında doğru değerlendirilmesi gereken bir uygulama alanıdır (Çolak ve Özer, 2015:118).

ULUSAL DÜZEYDE POLİTİKALAR Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması ile ülkemizde ilk defa mevzuatta yaşlılık alanına yönelik çalışmalar yapılmış ve bir genel müdürlüğün adı olmuştur. Böylece, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yaşlılara yönelik sosyal politikaların uygulanması hususunda; Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün yetkisi bulunmaktadır. Ülkemizde yaşlılar politikasının temel esasları belirlenirken, yaşlılığın tüm tezahürleri ve boyutları dikkate alınmalıdır. (Aktif) yaşlılar politikası, geleneksel anlamda sadece yaşlılara (maddi) yardım politikası olarak algılanmamalıdır (Aysoy,2005). Genel Müdürlük yetkisi dâhilinde, 2013 yılında Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planında öncelikli üç konuya göre düzenlenmiş olup bunlar; yaşlılar ve kalkınma, yaşlılıkta sağlık ve refahın sağlanması, olanaklar sunan destekleyici ortamların sağlanmasıdır. 2013-2015 yılları arasında uygulanan Ulusal Yaşlanma Uygulama Programı, 64. Hükümet Programı çerçevesinde 6 madde ile revize edilmiştir. Ulusal düzeyde uygulanan politikalarda geleneksel ve kültürel yapımıza uygun, yaşlıların ihtiyaç ve taleplerine cevap verebilecek nitelikte hizmetlerin geliştirilmesi ve uygulanması hedeflenmiştir. Bu kapsamda, evde bakım hizmetleri, yaşlı yaşam evleri, kısa süreli kurum

Ulusal düzeyde uygulanan politikalarda geleneksel ve kültürel yapımıza uygun, yaşlıların ihtiyaç ve taleplerine cevap verebilecek nitelikte hizmetlerin geliştirilmesi ve uygulanması hedeflenmiştir. Bu kapsamda, evde bakım hizmetleri, yaşlı yaşam evleri, kısa süreli kurum bakımı, sürekli bakım kurumları gibi hizmet modelleri planlanmıştır. bakımı, sürekli bakım kurumları gibi hizmet modelleri planlanmıştır. Politikalarımızda, işbirliğine dayanan özel sektör, gönüllü kuruluşlar eksenli hizmetin sunumu, sosyal sorumluluk bilinci geliştiren ve bireyin kapasitesine yatırımı öngören düzenlemeler, aile-hane odaklı hizmet, yaşlının sosyal çevresine tercihine göre hizmetin sunumu ve aile içinde desteklenen yaşlı benimsenmiştir. Devlet olarak, önceden kamu idaresi merkezli hizmet sunumu gerçekleştirilirken işbirliğine dayalı özel sektör, gönüllü kuruluşlar eksenli hizmet sunumu gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Sadece yaşlının korunmasına dayalı düzenlemeler yerine sosyal sorumluluk bilinci geliştirme ve bireyin kapasitesine yatırımı öngören düzenlemeler, sosyal politikalarımızda ve mevzuatımızda yer alacaktır. Yalnızca yaşlı bireyleri kapsayan hizmetler yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması ile birlikte aile-hane odaklı hizmetlere geçilmiştir. Yaşlı bireylere tek tip hizmet sunumu yapılması ve yaşlıyı toplumdan dışlayan kurum yapısı yerine yaşlının sosyal çevresine tercihine göre hizmet sunumu gerçekleştirilmektedir. Bu anlamda, belediyelerin hizmetleri, evde bakım ve evde destek hizmetleri, yaşlı yaşam evlerinin açılması, yaşlılar için gündüzlü bakım hizmetleri, sosyal yardımlar örnek olarak verilebilir. Korunmaya muhtaç yaşlı anlayışı yerine; Bakanlık olarak politikalarımızda aile içinde desteklenen yaşlı anlayışına geçilmiştir. 2022


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 17

Yaşlılık alanında aktif sosyal politikanın oluşturulmasında tedavi edici anlayıştan daha çok önleyici yaklaşım, parasal kaynakların ve insan kaynaklarının ortak kullanımı, sağlık ve sosyal bakımın entegrasyonu önemlidir. Sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında, 557916 kişi yaşlılık yardımı almaktadır. Sosyal yardımlar ve bakım hizmetlerinin değerlendirilmesinde fiziksel yetersizliğe göre değerlendirme yerine, yaşlıların ihtiyacına göre değerlendirme (sosyal haklar) yapılmaktadır. Bireye sosyal yardıma dayalı yaklaşım yerine hane bazlı sosyal hizmet yaklaşımı benimsenmiştir. “Aktif Yaşlanma Strateji Belgesi Taslağı”nın oluşturulması ile pasif yaşlı yerine aktif-üretken bir birey olarak yaşlıların toplum içerisinde yaşamlarını sürdürmeleri sosyal politikalarımızın öncelikleri arasındadır. Yaşlılık alanında aktif sosyal politikanın oluşturulmasında tedavi edici anlayıştan daha çok önleyici yaklaşım, parasal kaynakların ve insan kaynaklarının ortak kullanımı, sağlık ve sosyal bakımın entegrasyonu önemlidir. Ayrıca, personel standartlarının düzenlenmesi ve ekip elemanlarına eğitim sağlanması, bakım konusunda yaşlının da içinde olduğu ortak karar alma anlayışı, iş ve aile yaşamını uyumlaştırma politikaları Bakanlığımız tarafından benimsenmiştir. Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak, yaşlıların acil ihtiyaçlarında sağlık, bakım ve sosyal desteğe en kısa zamanda ulaşabilmesi, mutlu, huzurlu ve güvenli ev ortamının sağlanması, bağımsız yaşam sürdürmelerine destek olunması gündemimiz içerisinde yer almaktadır. İletişim, gönüllülük, nesiller arası dayanışma ile toplumsal ilişkilerin güçlendirilmesi, böylelikle toplumsal katılımcılığın ve yardımlaşmanın teşvik edilmesi, kendini gerçekleştirme imkânlarının üretkenlik potansiyelinin ortaya çıkarılması ile sağlanması, yaşlanmanın ve ileri yaşlılığının itibarlı, onurlu ve güven içerisinde yaşanmasının sağlanması çalışmaları planlanmaktadır. Yaşlı bakımı konusunda ise, yaşlının da içinde yer aldığı bir karar alma süreci ve tedavi edici anlayıştan ziyade koruyucu hizmetlerin yer aldığı ve yaşlıların isteklerine cevap veren modeller benimsenmiştir. Bakanlığımızın yapılanma sürecinde; site tipi, avlu tipi ve sokak tipi olmak

üzere 3 farklı huzurevi modeli oluşturulmuş olup, yatırım kapsamında 2015 yılında 11 huzurevimizin açılış işlemleri gerçekleştirilmiştir. Yaşlı bakım hizmetlerine yönelik orta vade hedeflerimizde; alzheimer-demans, ruhsal engelli yaşlılar için ihtisaslaşmış yaşlı bakım modelleri, yaşlıların bireysel ihtiyaçları dikkate alınarak, öncelikle evlerinde ve ailelerinin yanında evde destek ve evde bakımla desteklenmeleri, yeterli gelmiyorsa gündüzlü bakım ve yatılı bakım hizmetlerinden yararlandırılması, yaşlılarımızın ve ailelerinin faydalanabileceği sosyal dayanışma ve sosyal danışmanlık hizmetlerinin arttırılması, her türlü bakım hizmetlerinin niteliği ve ihtiyaca cevap verebilirliğinin arttırılması yer almakta olup, uzun vadeli olarak ise; yaşlı bakım hizmetlerinin yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları ağırlıklı olarak yerel ihtiyaçlar dikkate alınarak verilmesi, Bakanlığın politika, strateji ve hizmet esaslarını belirleyen, düzenleyen, izleyen ve rehberlik eden, denetleyen ve geliştiren-dönüştüren bir rol üstlenmesi planlanmaktadır.

SONUÇ Sonuç olarak; yaşam süresinin uzaması ve toplumun giderek yaşlanması yaşlılık konusundaki sosyal politikaları ön plana çıkarmıştır. Bu kapsamda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı başta olmak üzere birçok kurum kuruluş, özel sektör rol üstlenmiştir. Verilen hizmetler, günümüz koşulları dikkate alınarak; ancak ülke gerçekleri göz ardı edilmeden geleneksel ve kültürel yapımıza uygun modeller ile hayata geçirilmiştir. Böylece, yaşlıların sosyal ve ekonomik anlamda güçlendirilmesi sağlanmıştır. Kaynakça Aysoy, M. (2005). Sosyal Politika ve Yaşlılık. I. Ulusal Geriatrik Fizyoterapi Kongresi. İzmir. Çolak, M. ve Özer, Y.E. (2015). Sosyal Politika Anlamında Aktif Yaşlanma Politikalarının Ulusal ve Yerel Düzeydeki Analizi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt: 14 Sayı :55. S. 115-124. Taşçı, F. (2010). Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar: İsveç, Almanya, İngiltere ve İtalya Örnekleri. Çalışma ve Toplum. S.175-198 TÜİK (2013). Türkiye’de İstatistiklerle Yaşlılar.


18 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Dosya

>

Türkiye’de Yaşlıların D urumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Program ı

İpek KELBAŞ

Aile ve Sosyal Politikalar Uzman Yardımcısı

Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Programı >>

Dünya ülkeleri ile birlikte Türkiye’de insan ömrünün uzamasıyla birlikte yaşlı nüfusun sayısı giderek artmaktadır. Doğurganlığın azalması ve daha iyi yaşam şartlarının oluşması ile birlikte yetişkin nüfus yaşlanmakta ve yaşlanan bir ülke konumuna gelmekteyiz. Bu durum yaşlı nüfusa verilecek olan hizmetin önemini de arttırmaktadır. Uluslararası düzeyde yaşlı bireyler için yapılan çalışmalara bakıldığında; yaşlıların yaşam kalitesinin geliştirilmesi amacıyla yaşlı kişilerin haklarına ilişkin bağlayıcı tedbirler alınmasını öngören bir insan hakları sözleşmesi oluşturulması hedeflenmiştir. Bu anlamda ilk defa 1982 yılında Viyana’da yaşlanma ve yaşlılık ile ilgili politikaları belirlemek adına 1. Yaşlılık Asamblesi düzenlenmiştir. Asamblede kabul edilen “Viyana Uluslararası Yaşlanma Eylem Planı” Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilerek onaylanmış ve beş başlık altında öneriler sunulmuştur. Bunlar; bağımsız yaşam, katılımcılık, bakım, onurlu yaşam ve kendini gerçekleştirmedir. 8-12 Nisan 2002 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından Madrid’de düzenlenmiş olan 2. Yaşlılık Asamblesinde ise, yaşlı nüfusun yaşam kalitelerinin iyileştirilmesi, topluma entegrasyonları, geçim ve sağlık problemleri ile tüm yaş gruplarını kapsayan politikalar oluşturulması yönünde “Uluslararası Eylem Planı” hazırlanmıştır.

Düzenlenen her iki asamblede küresel ölçekte öneriler sunulmuştur. Viyana Eylem Planı daha çok gelişmiş ülkelere vurgu yaparken, Madrid Eylem Planı ise daha çok gelişmekte olan ülkelere vurgu yapmıştır. Bu gelişmeleri yakından takip eden ülkemizde kendi geleneklerinden aldığı güçle yaşlılık alanında yapılan çalışmalara ağırlık vermiştir. Bunun en iyi göstergesi ise; Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (DPT), Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (SHÇEK) ve konu ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının katkı ve katılım sağlayarak hazırlamış oldukları, uzun vadede tedbirleri içeren ve tavsiye kararında olan “Türkiye’de


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 19

Uluslararası düzeyde yaşlı bireyler için yapılan çalışmalara bakıldığında; yaşlıların yaşam kalitesinin geliştirilmesi amacıyla yaşlı kişilerin haklarına ilişkin bağlayıcı tedbirler alınmasını öngören bir insan hakları sözleşmesi oluşturulması hedeflenmiştir. Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı” olmuştur. DPT Müsteşarlığı Sosyal Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü’nün koordinatörlüğü ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun iş birliği çerçevesinde Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, çeşitli kamu kurum ve kuruluşları, üniversite ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan “Ulusal Komite” Nisan 2004 yılında başlattığı çalışmalarını 2005 yılında tamamlamış ve “Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı”nı hazırlamıştır. Söz konusu bu eylem planı, Yüksek Planlama Kurulu’nun 01/03/2007 tarihli kararı ile kabul edilmiştir. Bu raporda Türkiye’deki yaşlıların mevcut durumu analiz edilerek, ülkemizdeki yaşlılık profili ile ülkenin demografik yapısı incelenmiş, yaşlı nüfusun durumuna ve gelişimine ilişkin analizler yapılmış, yaşlılara götürülen hizmetler, uygulanan politikalar ve uluslararası taahhütler ortaya konularak ülkemizdeki yaşlılar ile ilgili eylemler belirlenmiştir. Eylemleri içeren bölümde ise; Yaşlılar ve Kalkınma, Yaşlılıkta Sağlık ve Refahın Artırılması ve Yaşlılıkta Olanaklar Sunan, Destekleyici Ortamların Sağlanması’na yönelik ana başlıkları içeren alt eylemler önerilerek ilgili taraflara yön gösterilmiştir. 2013 yılında ise yaşlanma ulusal eylem planından hareketle 2013-2015 yıllarını kapsayan Ulusal Yaşlanma Eylem Planı Uygulama Programı hazırlanmıştır. Bu program kapsamında birçok farklı kurum ve kuruluşun sorumlu olduğu toplamda 32 eyleme yer verilmiştir. 3 yıllık bu dönemde belirlenmiş olan eylemlere yönelik yapılan çalışmalar Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirilmiştir. 64. Hükümet programında da yer alan Ulusal Yaşlanma Eylem Programı Uygulama Programının etkililiğinin arttırılmasına yönelik öncelikli olarak belirlenmiş olan eylemlerin 2016 yılı için yaşlı bireylerin ihtiyaçları doğrultusunda daha etkili uygulanabilmesi amacıyla 32

madde revize edilmiş ve ilgili kamu kurum ve kuruluşlarla birlikte üniversite ve STK’lere bildirilmiştir. Revize edilen maddeler ise; 1. Y aşlılara götürülecek hizmetlerin planlanabilmesi ve etkili olarak yürütülebilmesi için veri tabanındaki verilerin analizi ve değerlendirilmesi çalışmaları her yıl kamuoyu ile paylaşılacak olup mevcut durum tespiti amacıyla araştırmalar yapılacaktır. 2. Yaşlıların ihtiyaçlarının karşılanmasında sürdürülebilirliğin sağlanması amacıyla, bakım hizmetleri kriterlerinin belirlenmesine yönelik yaşlıya sunulan bakım hizmetlerindeki performans göstergelerine dayanılarak sunulan yatılı ve gündüzlü hizmetlerin etkinliği arttırılacaktır. 3. Konutların, yaşlıların gündelik hayatlarını kolaylaştıracak şekilde (kendi ortamlarında yakınlarıyla yaşaması sağlanarak) planlanması için gerekli düzenlemelerle, sosyal yardımların ihtiyaç sahibi tüm yaşlılara ulaşması sağlanacaktır. 4. Yaşlılık döneminde karşılaşılan sorunları en aza indirmek, yaşlıların yaşamlarını kolaylaştırmak, aktif ve sağlıklı yaşlanmalarını sağlamak amacıyla Kentleri “Yaşlı Dostu” hale getirmek için çalışmalar yapılacaktır. 5. Yaşlılara verilen hizmetlerin kalitesinin arttırılması amacıyla sağlık çalışanları ve bakım veren personele eğitim imkânı sağlanacak ve bu kapsamda nitelikli ve yeterli sayıda yaşlı bakım elemanı istihdam edilecektir. 6. Yaşlının otoritesinin, bilge, üretken özelliklerinin ve diğer önemli katkılarının toplum tarafından tanınmasının sağlanması amacıyla yaşlılık ve yaşlılar hakkında toplumsal farkındalık oluşturabilmek için yazılı ve görsel medyada konu ile ilgili çalışmaların yapılması teşvik edilecektir. Bu eylemler çerçevesinde yapılan genel çalışmalara baktığımızda;


20 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Dosya

>

Türkiye’de Yaşlıların D urumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Program ı

2013 yılında ise yaşlanma ulusal eylem planından hareketle 2013-2015 yıllarını kapsayan Ulusal Yaşlanma Eylem Planı Uygulama Programı hazırlanmıştır. Bu program kapsamında birçok farklı kurum ve kuruluşun sorumlu olduğu toplamda 32 eyleme yer verilmiştir. 3 yıllık bu dönemde belirlenmiş olan eylemlere yönelik yapılan çalışmalar Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirilmiştir. •

• •

Yaşlılık ve Emeklilik Araştırması için 2016 yılına ilişkin Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesinde toplam 1 milyon TL kaynak planlanmıştır. Yaşlılara yönelik uzun süreli kurum bakımı (huzurevi) gibi tek bir hizmet modeli sunulması yerine hizmet çeşitliliği sağlanarak alternatif bakım modellerinin yaşlıların talep ve ihtiyaçları doğrultusunda evde bakım/ destek, evde sağlık, gündüzlü dayanışma, gündüzlü bakım, yaşlı apartmanı, yaşlı siteleri, yaşlı yaşam evleri, kısa veya uzun süreli kurum bakımı vb. hizmet modellerinin geliştirilmesine yönelik YADES (Yaşlılara Destek Programı) başlatılmıştır. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce; Yoksul yaşlıların ekonomik olarak karşılanabilir konutlarda yaşamasına yönelik “Barınma Yardımları” kapsamında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından oturulamayacak derecede eski, bakımsız ve sağlıksız evlerde yaşayan, 3294 sayılı Kanun kapsamında fakir ve muhtaç durumda olan yaşlı (65 yaş ve yukarısı) kişilere ev yapım ve onarım için Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kaynakları ile destek verilmektedir.

Ev yapım yardımlarında kişilerinin adlarına kayıtlı müstakil bir tapuya sahip olmaları gerekmektedir. Fon kurulunca betonarme ev yapımı için kişi başı azami 25.000.-TL tahsis edilirken prefabrik ev yapımı için bu tutar azami 20.000.-TL’dir. Ev onarım yardımlarında, müstakil tapu kaydı bulunan başvuru sahipleri için kişi başı azami tahsisat tutarı 15.000.-TL olup 7.500.-TL’ye kadar olan ev onarım taleplerinde tapu kaydı şartı aranmamakta, bu kişilerin onarımını talep ettikleri konutta en az 5 yıldır ikamet ettiklerine dair muhtar onaylı taahhütname ibraz etmeleri ve bu durumun Vakıf Mütevelli Heyet kararı ile teyit edilmesi gerekmektedir Erişilebilirlik çalışmaları kapsamında kamu binaları, park ve bahçeler ve çevre düzenlemelerinin engellilerin yanı sıra yaşlılar, gaziler ve hamileler içinde uygun hale getirilmesine yönelik düzenlemeler devam etmektedir.

Ulusal Yaşlanma Eylem Planı Uygulama Programının revize edilen 6 maddesine ilişkin ilgili kamu kurum kuruluşları ile birlikte üniversitelerin ilgili bölümleri ve STK’lerin da katılımı ile yaşlılık alanında farkındalık oluşturulmuş ve bu alanda önemli çalışmalar elde edilmiştir.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

Yaşlı

AİLE 21

Mehmet Kürşat ALDEMİR Sosyal Çalışmacı

Hakları ve Hukuku

Dünyada ve ülkemizde çocuk hakları gibi yaşlılara yönelik bir haklar bildirgesi henüz bulunmamaktadır. Ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 26 Temmuz - 6 Ağustos 1982 tarihleri arasında toplanan “Dünya Yaşlılar Asamblesi”nde günümüzde yaşlı hakları olarak değerlendirilen yaşlı ilkeleri belirlenerek ilan edilmiştir.


22 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

>>

Dosya

>

Ya ş l ı H a k l a r ı v e H u k u k u

Yaşlılık dönemi, bireyin fiziksel, zihinsel ve sosyal yetilerinin zayıflamaya başladığı dönemi ifade etmektedir. Yaşlılık döneminde bedensel, sosyal ve ekonomik nedenlere bağlı olarak muhtaçlık artabilmekte ve sosyal yardım ve sosyal hizmetler bir ihtiyaç olarak ortaya çıkabilmektedir (Emiroğlu, 1995). Bu durum, yaşlıların haklarının ve hukukun korunması ihtiyacını da ortaya çıkarmaktadır. Dünyada ve ülkemizde çocuk hakları gibi yaşlılara yönelik bir haklar bildirgesi henüz bulunmamaktadır. Ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 26 Temmuz - 6 Ağustos 1982 tarihleri arasında toplanan “Dünya Yaşlılar Asamblesi”nde günümüzde yaşlı hakları olarak değerlendirilen yaşlı ilkeleri belirlenerek ilan edilmiştir. Birleşmiş Milletler tarafından 2002 yılında toplanan “2. Dünya Yaşlılar Asamblesi”nde ise “Uluslararası Yaşlanma Eylem Planı” ilan edilerek bir nevi yaşlı haklarını belirleyen ve yaşlıların sorunlarını çözmeyi ve aktif, mutlu ve refah içinde bir yaşam sürmelerini amaçlayan hedefler belirlenmiştir. (DURAL ve CON, 2011). Hak sözcüğü, Türk Dil Kurumu tarafından “adalet, pay, ücret, doğru, gerçek vb.” anlamlarda değerlendirilmiştir. Hak sözcüğü, “hak edilen” anlamına da gelmektedir. (TDK Web Sayfası Erişim:26.07.2016). Yaşlı hakları kavramı, yaşlı haklarının korunması için sorumlu kişi ve mercilere sorumluluk da yüklemektedir. Bu nedenle, yaşlı haklarının ilan edilmesi ve uluslararası camiada kabul görmesi giderek artan yaşlı toplumun mağduriyetler yaşamasına engel olabilecektir. Yaşlı haklarına temel oluşturacağı düşünülen yaşlı ilkeleri “bağımsızlık, katılım, bakım, kendini gerçekleştirme ve itibar” olarak beş başlık altında toplanmıştır. Bu ilkeler, yaşlı bireylerin hürriyetlerinin kısıtlanmaması, toplumsal yaşama aktif katılım sağlamalarına imkân verilmesi, gerektiğinde nitelikli sosyal ve tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanmaları, mutlu olabilecekleri şeyleri yapabilmeleri ve kendilerine saygı ve değer gösterilmesi hususlarını kapsamaktadır.(TURYAK Web Sayfası: Erişim:24.07.2016). Yaşlıların hukuki düzenlemelerle de haklarının korunması

önem arz etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları açısından hukuki düzenlemelerin başında Anayasa gelmektedir. Anayasanın 10. Maddesi ile herkesin kanun önünde eşit olduğu vurgulanmıştır. Anayasanın 10. Maddesine 2010 yılında, “(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz” hükmü getirilmiştir. Bu düzenlemeyle, yaşlıların sorunlarının çözümlenmesi ve yaşam kalitelerinin yükseltilmesi amacıyla yapılabilecek her türlü düzenleme yasal zemine kavuşturulmuştur. Anayasanın 61. Maddesinin üçüncü paragrafında “Yaşlılar, devletçe korunur. Yaşlılara devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir” denilmektedir. Bu hüküm yaşlıların korunması, yaşamlarının kolaylaştırılması ve haklarının teminine ilişkin sorumluluğu ortaya koymuştur. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin(Tarihi: 3/6/2011, No: 633) Bakanlığın görevlerini düzenleyen 2. Maddesinin “d” bendinde yaşlıların toplumsal sorunlardan korunması


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 23

Yaşlıların haklarının korunması, yaşam kalitelerinin yükseltilmesi ve sorunlarının çözümlenmesi evrensel ve ulusal düzenlemelerle belirlenmiştir. Evrensel insan hakları belgelerinden ve yaşlı ilkelerinden yola çıkılarak belirlenecek yaşlı haklarının, yaşlıların toplum içindeki konumunu daha da güçlendireceği düşünülmektedir. amacıyla politika ve strateji belirlenmesi, sosyal hizmet ve yardımların yürütülmesi, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile gönüllü kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlanması yükümlülüğü tanımlanmıştır. Yine aynı maddenin “g” bendinde, “…korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç çocuk, kadın, engelli ve yaşlıların tespiti, bunların korunması, bakımı, yetiştirilmesi ve rehabilitasyonlarını sağlamak üzere gerekli hizmetleri yürütmek, bu hizmetler için gündüzlü ve yatılı sosyal hizmet kuruluşları kurmak ve işletmek.” hükmü yer almaktadır. Buna göre, Bakanlık yaşlıların sosyal sorunlarının çözümüne yönelik sosyal hizmet ve yardımların sunumunda yetkili kılınmıştır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin(Tarihi: 3/6/2011, No: 633) 10. Maddesi ile Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün görevleri tanımlanmıştır. Bu maddenin bütününe bakıldığında, yaşlıların onları etkileyen her türlü sorundan korunması, sorunlarının çözümüne yönelik sosyal hizmet ve sosyal yardımların yürütülmesi, politika ve stratejiler geliştirilmesi, hizmet modelleri geliştirilmesi, yaşlıların sosyal ortamlarından ayrılmadan desteklenmesi, yaşlıların toplumla bütünleşerek aktif ve üretken bir yaşam sürmelerinin sağlanması ve bu kapsamda her türlü kurum ve kuruluşla işbirliği yapılması sorumluluğu bahse konu Genel Müdürlüğe verilmiştir (mevzuat@org.tr: Erişim:25.07.2016). Sosyal Hizmetler Kanunu(K.No:2828) ile de yaşlılara sunulacak sosyal hizmetler yasal olarak düzenlenmiştir. Bu Kanunun 1. Maddesinde “Bu Kanunun amacı; korunmaya, bakıma veya yardıma ihtiyacı olan aile, çocuk, engelli, yaşlı ve diğer kişilere götürülen sosyal hizmetlere ve bu hizmetleri yürütmek üzere kurulan teşkilatın kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklar ile faaliyet ve gelirlerine ait esas ve usulleri düzenlemektir” ifadesine yer verilmiştir. Kanunun 3. Maddesinin “e” bendinde “İhtiyacı Olan Yaşlı; sosyal veya ekonomik yönden yoksunluk içinde olup korunmaya,

bakıma ve yardıma ihtiyacı olan yaşlı statüsündeki kişi” olarak tanımlanmıştır. Kanunun diğer maddelerinde yaşlılara yönelik sosyal hizmet modelleri tanımlanmıştır. Bu kanunda yer alan Ek Madde 11 ile (Ek: 6/2/2014 - 6518/24 md.) geliri olmayan yaşlılara harçlık verilmesi hüküm altına alınmıştır (cucukhizmetleri@aile.gov.tr Erişim:27.07.2016). Görüldüğü üzere, yaşlıların haklarının korunması, yaşam kalitelerinin yükseltilmesi ve sorunlarının çözümlenmesi evrensel ve ulusal düzenlemelerle belirlenmiştir. Evrensel insan hakları belgelerinden ve yaşlı ilkelerinden yola çıkılarak belirlenecek yaşlı haklarının, yaşlıların toplum içindeki konumunu daha da güçlendireceği düşünülmektedir. Ülkemizde son yıllarda yapılan düzenlemeler ve üretilen hizmetlerin yaşlıların yaşamını kolaylaştırdığı görülmektedir ancak özellikle yaşlı istismarının önlenmesi konusunda yasal düzenlemelere ihtiyaç olduğu tespiti yapılmaktadır (DUYAN, 2008). Yapılacak çalışmalarla, yaşlı istismarının önlenmesi, yaşlıların toplumun tüm kesimleriyle uyum içinde aktif bir yaşam sürmelerinin sağlanması temel hedef olarak yorumlanabilir. Yaşlıların haklarının korunduğu ve geliştirildiği bir refah toplumuna ulaşmak dileğiyle… Kaynakça DURAL, Baran ve CON, Gülçin. Türkiye’de Sosyal Devlet ve Yaşlı Hakları Üzerine Bir İnceleme: Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu Bildirisi 2011. DUYAN, Gülsüm.(2008), Yaşlı İstismarı “Psikolojik, Sosyal ve Bedensel Açıdan Yaşlılık” PEGEM Akademi. EMİROĞLU Vedia (1995), Yaşlılık ve Yaşlının Sosyal Uyumu. Genişletilmiş ikinci baskı, Ankara. http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK. GTS.57975c994ed454.73185759 (Erişim:26.07.2016). http://www.turyak.org.tr/2011--1.html.( Erişim:24.07.2016) TC. Anayasası(1983). http://www.mevzuat.gov.tr/ MevzuatMetin/1.5.2709.pdf (Erişim:24.07.2016) TİED.(Bila Tarih). Yaşlılık Hukuku. Türkiye İşçi Emeklileri Derneği Yayımıdır. 2828 No’lu Sosyal Hizmetler Kanunu, http://cocukhizmetleri. aile.gov.tr/data (Erişim:27.07.2016). 633 No’lu KHK http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/4.5.633.pdf (Erişim:25.07.2016)


24 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Dosya

>

A k t i f Ya ş l a n m a

Betül TAMKOÇ

Aile ve Sosyal Politikalar Uzman Yardımcısı

AKTİF YAŞLANMA

>>

Yaşlılık, yaşamın diğer evreleri gibi doğal, kaçınılmaz ve tüm insanlar için geçerli olan bir durumdur. Günümüzde sağlık ve teknoloji alanlarındaki ilerlemelere bağlı olarak insanlar daha kaliteli koşullarda yaşamını sürdürmekte ve ortalama yaşam beklentisi giderek yükselmektedir. Bu

durumun doğal bir sonucu olarak yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı giderek artmaktadır. Doğurganlığın azalması ve daha iyi yaşam şartlarının oluşması ile birlikte ülkemizde yetişkin nüfus yaşlanmakta ve biz de yaşlanan bir ülke konumuna gelmekteyiz.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 25

Aktif yaşlanma politikaları yalnızca yaşlı bireylere yönelik uygulamalar değil aksine tüm bireyler ve yaş gruplarına yönelik uygulamaları içeren kişilerin potansiyellerini ortaya çıkararak onların fiziksel, zihinsel ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hali içerisinde olmalarını sağlamaya yönelik uygulamalardır. Gerek dünyada gerekse Türkiye’de son zamanlarda yapılan çalışmalar, geleceğin en önemli konusunun yaşlanma üzerine olacağını göstermektedir (Peştereli, 2015, s.363). Yaşlanma ile ortaya çıkan sorunları en başında önleyebilmek veya etkilerini azaltabilmek için bireyin sağlıklı bir yaşam sürmesini ve aktif yaşlanmasını sağlamak oldukça önemlidir. Yaşlı bireylerin ve ailelerinin sorunlarla karşılaşmasının toplumsal ve sosyal olarak olumsuz sonuçlarını önlemek için “aktif yaşlanma” yaklaşımı önem kazanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü aktif yaşlanmayı “İnsanlar yaşlandıkça hayat kalitelerini iyileştirmek amacıyla bu kişilere yönelik sağlık-bakım, katılım, koruma ve güvenlik konusundaki fırsatların en üst düzeye çıkarılması süreci” olarak tanımlamaktadır (http://apps.who.int/iris/ bitstream/10665/67215/1/WHO_NMH_NPH_02.8.pdf). Aktif yaşlanma ilk olarak ihtiyaç temelli yaklaşımla açıklanmış ve bu doğrultuda stratejiler geliştirilmiştir. Ancak daha sonra aktif yaşlanma hak temelli yaklaşım çerçevesinde değerlendirilmeye başlanmış ve uygulamalar bu çerçevede şekillenmeye başlamıştır. Aktif yaşlanma denildiğinde akla ilk gelen yaşlı bireyler ve onlara yönelik uygulamalar olmaktadır oysa bu durum hem aktif yaşlanma kavramının içeriğini hem de uygulamaların hedef kitlesini daraltmaktadır. Oysa aktif yaşlanma politikaları yalnızca yaşlı bireylere yönelik uygulamalar değil aksine tüm bireyler ve yaş gruplarına yönelik uygulamaları içeren kişilerin potansiyellerini ortaya çıkararak onların fiziksel, zihinsel ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hali içerisinde olmalarını sağlamaya yönelik uygulamalardır.

Aktif yaşlanma politikaları, özünde sağlık, katılım ve güvenlik başta olmak üzere yaşlıların yaşam kalitesini arttırmayı hedeflemektedir (Çolak ve Özer, 2015). Aktif yaşlanma politikaları aracılığıyla yaşlı bireylere sağlık, topluma katılım, istihdam ve güvenlik açısından fırsatlar sunmak amaçlanmaktadır. Her birey ve aile yaşamının bütün dönemlerini her yönden tam bir iyilik hali içerisinde geçirebilmek için plan yapmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle bütün toplumu içine alacak aktif yaşlanma politikalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Aktif yaşlanma politikalarına etki eden nedenleri sosyal, kültürel, fiziksel, kişisel, davranışsal, sağlık ve sosyal hizmetler şeklinde sıralamak mümkündür. Türkiye sayısal olarak yaşlı nüfus yapısına sahip olan ülkelere kıyasla genç bir nüfus yapısına sahip görünse de yaşlı sayısı oldukça fazladır. Yaşlı nüfusta meydana gelen artış dünya genelinde yaşlılık konusunda sosyal politikalar yapılmasını zorunlu bir hale getirmiştir. Bu kapsamda bakım ve rehabilitasyon anlamında ciddi gelişmeler yaşanmıştır. Ancak şu bir gerçektir ki yaşlılara yönelik olarak geliştirilen sosyal politikaların yalnızca bakım ve rehabilitasyon ile sınırlandırılması yeterli değildir. Bu nedenle yaşlılıkla ilgili yapılan politikaların ve uygulamaların aktif yaşlanma anlayışı çerçevesinde değerlendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Bazı özel politika alanları ile bağlantılı olan aktif yaşlanma istihdamın korunması, fakirliğin azalması, sağlık ve refahın artması gibi birçok olguyla ilişkilidir. Zaman zaman özel amaçlara odaklansa da; yaşlıların hayatlarını her açıdan etkileyen bu politikaların büyük bir kısmı Aktif Yaşlanma Endeksi (AYE) projesi adı altında toplanmıştır.


26 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Dosya

>

A k t i f Ya ş l a n m a

Türkiye sayısal olarak yaşlı nüfus yapısına sahip olan ülkelere kıyasla genç bir nüfus yapısına sahip görünse de yaşlı sayısı oldukça fazladır. Yaşlı nüfusta meydana gelen artış dünya genelinde yaşlılık konusunda sosyal politikalar yapılmasını zorunlu bir hale getirmiştir.

Yaşlı bireylerin aktif ve sağlıklı yaşlanmaya yönelik kullanılmayan potansiyellerini ölçen bir araç olan Aktif Yaşlanma Endeksi ile yaşlı bireylerin ne düzeyde bağımsız yaşadıkları, ücretli istihdama ve sosyal aktivitelere katıldıkları ve aktif yaşlanma kapasiteleri ölçülmektedir. İstihdam, topluma katılım, bağımsız, sağlıklı ve güvenli yaşam ve aktif yaşlanma için kapasite ve destekleyici çevre olmak üzere dört ana başlıktan oluşan AYE yirmi iki belirteçten oluşmaktadır. İlk üç başlık ile ülkelerin aktif yaşlanma konusundaki başarı düzeyleri ölçülmekte iken dördüncü başlık olumlu sonuçlar alınması için başlanması gereken noktayı göstermektedir. Aktif Yaşlanma Endeksi ile ilgili çalışmalar Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu (UNECE), TÜİK ve Bakanlığımız işbirliğinde yürütülmektedir. Yaşlanmaya yönelik hizmetler kapsamında Bakanlığımızın mevcut faaliyetleri ise; yaşlılarımızın her türlü engel, ihmal ve dışlanmaya karşı toplumsal hayatta ayrımcılığa uğramadan ve etkin biçimde katılmalarını sağlamak üzere hazırlanmış olan Ulusal Yaşlanma Uygulama Programı, 60 yaş üzerindeki sosyal ve/veya ekonomik yönden yoksunluk içinde olup korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç olan kişilere bakım hizmeti

sunan Huzurevleri, yerleşim merkezlerinde toplumla iç içe, aile ortamına uygun Yaşlı Yaşam Evleri, 2022 sayılı Kanun gereğince 65 yaşını doldurmuş yaşlılara ve engel oranı %40’ın üzerinde olan engellilere sosyal yardım uygulamaları kapsamında aylık bağlanması şeklinde sıralanabilir. Ayrıca aktif yaşlanmaya yönelik olarak Bakanlığımız koordinesinde “İşgücü Piyasasına Aktif Katılım, Topluma Katılım ve Bağımsız Yaşam” olmak üzere üç ana başlıktan oluşan “Aktif Yaşlanma Strateji Belgesi Taslağı” oluşturulmuş olup konuyla ilgili çalışmalara sorumlu Bakanlıklar, Belediyeler, Yerel Yönetimler, Üniversiteler ve Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği içerisinde devam edilmektedir. Aktif yaşlanmanın sağlanması ile birlikte insanlar daha sağlıklı yaşlanacak, çalışma hayatında aktif kalmaya devam edecek ve bu durumun doğal bir sonucu olarak topluma katılım artacaktır. Kaynakça Peştereli, E. (2015). Yaşlı Dostu Kentler Sempozyumu. Ankara. Çolak, M. Ve Özer, Y. (2015). Sosyal Politika Anlamında Aktif Yaşlanma Politikalarının Ulusal ve Yerel Düzeydeki Analizi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 14(55): 115-124. İstatistiklerle Yaşlılar, 2015. Erişim: 12 Temmuz 2016, http://www.tuik.gov.tr/ PreHaberBultenleri.do?id=21520 İstatistiklerle Yaşlılar, 2014. Erişim: 12 Temmuz 2016, http://www.tuik.gov.tr/ PreHaberBultenleri.do?id=18620 Active Ageing A Politica Framework. (t.y). Erişim: 12 Temmuz 2016, http:// apps.who.int/iris/bitstream/10665/67215/1/WHO_NMH_NPH_02.8.pdf 2012 Avrupa Aktif Yaşlanma ve Nesiller Arası Dayanışma Yılı Hakkında Bilgi Not. (t.y). Erişim: 12 Temmuz 2016http://www.ab.gov.tr/files/SBYPB/Sosyal%20Politika%20ve%20%C4%B0stihdam/aktif_yaslanma_bilgi_notu.pdf


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 27

Yaşlı Destek

Bülent KARAKUŞ Sosyal Çalışmacı

Programı (YADES)

Yaşlı Destek Programı (YADES) Türkiye’de ikamet eden ve hizmete ihtiyaç duyan 65 yaş üstü yaşlıların korunması ve desteklenmesi ile biyopsikososyal bakıma ihtiyacı olanların yaşadıkları mekânlarda gerekli olan bakımlarının yapılarak yaşamlarının kolaylaştırılmasını ve bu hizmetlerin ülke genelinde yaygınlaştırılmasını amaçlayan, konuyla ilgili hizmetlerin bütünleşik ve standardize edilerek kaynak israfının ve olası olumsuz diğer sorunların önüne geçilmesini amaçlayan, alan uygulamalarını destekleyen programdır. Dünya ülkelerinde yaşanan gelişmeye paralel olarak ülkemizde de yaşam koşullarındaki genel iyileşme yanında, sağlık ve bakım hizmetlerinin iyileşmesi gibi etmenlerle, toplumumuzda yaşlı insanlarımızın sayısı artmakta olup ülkemiz de yaşlı toplumlar sınıfına girmiştir. Bu çerçevede yaşlılarımıza yönelik hizmetlerin daha da geliştirilmesi öncelikler arasına girmekte olup bu durum yaşlılara yönelik hizmetlerin sunumunda huzurevi gibi uzun süreli yatılı kurum bakımı hizmeti yanında, evde bakım veya gündüzlü bakım gibi koruyucu önleyici nitelikleri de olan hizmetler ile diğer alternatif hizmet modellerinin yaygınlaştırılmasını da zorunlu kılmaktadır. Gündüzlü bakım ve evde bakıma destek hizmetleri yaşlılarımızın ve yakınlarının da öncelikli tercihi olup bu yönüyle daha insani, demokratik ve ekonomik hizmet modeli olması dolayısıyla da öncelik arz etmektedir. Ülkemize oranla yaşlı sayısının daha fazla olduğu ve yaşlılara yönelik bakım hizmetlerinin ilerlemiş olduğu Avrupa Birliği ülkelerine bakıldığında, öncelik sırasına göre evde bakım/

destek, evde sağlık, gündüzlü dayanışma, gündüzlü bakım, yaşlı apartmanı, yaşlı siteleri, yaşlı yaşam evleri, kısa veya uzun süreli kurum bakımı vb. hizmet modellerinin bölgesel farklılıklar da dikkate alınarak planlandığı ve uygulandığı görülmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da bu çerçevede uluslararası gelişmeleri de esas alarak, ülkemizin değerlerine uygun olarak, tüm yaşlılarımıza hizmet üretmeye ve yurdun her köşesine ulaşmaya gayret etmektedir. Bu çerçevede yaşlılarımıza yönelik bakım ve destek hizmetlerinin öncelikle yaşlıların sosyal çevrelerinden koparılmadan, aileleri yanında desteklenerek sunulmasının öncelik hedef haline getirilmesi amaçlanmaktadır. Buna karşın ülkemizde yaşlılara yönelik daha çok uzun süreli kurum bakımı (huzurevi) hizmeti verildiği, diğer alternatif hizmet modellerinin yeterince geliştirilemediği görülmektedir. Bu çerçevede, sosyal ve kültürel nedenlerle kimi yaşlılarımız ve aileleri ile toplumumuzun bir kısmı


28 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Dosya

>

Ya ş l ı D e s t e k P r o g r a m ı

YADES programının uygulanması için büyükşehir belediyelerinden gelecek olan projelerin incelenmesi ve değerlendirilmesinin ardından sürecin 2016 yılında hızla başlatılması ve ilerleyen yıllarda konuyla ilgili mevzuatın genişletilerek daha çok büyükşehir ve il/ilçe belediyelerine yaygınlaştırılarak, ülke genelini kapsayacak şekilde genişletilerek sürdürülmesi planlanmaktadır. tarafından da direnç görebilen ve daha maliyetli olan uzun süreli kurum bakımı ihtiyacının önlenmesi/azaltılması ve bakım maliyetinin düşürülmesi anlamında da koruyucu önleyici bir işlev üstlenen gündüzlü bakım ve kısa süreli bakım ile evde bakıma destek hizmetlerinin ülkemizde geliştirilerek yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bu tespit ve ihtiyaçtan hareketle, ülkemizde az sayıda belediye tarafından ve sınırlı bir şekilde verilen gündüzlü ve evde bakıma destek hizmetlerinin, uzun süreli kurum bakımına alternatif olarak ve yaşlıların ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması amacıyla yapılacak çalışmalarda kullanılmak üzere Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından son yıllarda yapılan hazırlık ve ön çalışmalar sonucunda 2016 yılı bütçesinde konuyla ilgili somut gelişme sağlanmıştır. Bu çerçevede 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa ekli (E) işaretli cetvelin 75 inci sıra maddesinde yer alan 4.125.000 TL ödeneğin; Türkiye’de ikamet eden ve hizmete ihtiyaç duyan 65 yaş üstü yaşlıların korunması ve desteklenmesi ile biyopsikososyal bakıma ihtiyacı olanların yaşadıkları mekânlarda gerekli olan bakımlarının yapılarak yaşamlarının kolaylaştırılması amacıyla Yaşlı Destek Programı (YADES) kapsamında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde Büyükşehir Belediyelerinin hazırlayacakları ve Valilikler tarafından teklif edilecek projeler için kullandırılması öngörülmüştür. Yaşlı Destek Programı (YADES) Türkiye’de ikamet eden ve hizmete ihtiyaç duyan 65 yaş üstü yaşlıların korunması ve desteklenmesi ile biyopsikososyal bakıma ihtiyacı olanların yaşadıkları mekânlarda gerekli olan bakımlarının yapılarak yaşamlarının kolaylaştırılmasını ve bu hizmetlerin ülke genelinde yaygınlaştırılmasını amaçlayan, konuyla ilgili hizmetlerin bütünleşik ve standardize edilerek kaynak israfının ve olası olumsuz diğer sorunların önüne geçilmesini amaçlayan alan uygulamalarını destekleyen programdır.

633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesinin (f) ve (g) bentleri ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa ekli (E) işaretli cetvelin 75 inci sıra maddesine ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 9 uncu maddesine dayanılarak, konuyla ilgili yürütülecek çalışmalara dair 2016 Yılı Yaşlı Destek Programı (YADES) Projesi Uygulama Usul Ve Esasları hazırlanmış olup bu kapsamda gerçekleştirilecek olan yaşlılara yönelik evde bakıma destek ve evde bakım hizmetleri ile projeler içerisinde yer alması planlanan hizmetler şunlardır: Yaşlılara yönelik evde bakıma destek ve evde bakım hizmetleri: Yaşlıların bakımı ile ilgili olarak hane halkının tek başına veya komşu, akraba gibi diğer destek unsurlarına rağmen yetersiz kaldığı durumlarda yaşlılara evde yaşamlarını devam ettirebilmeleri için yaşam ortamlarının iyileştirilmesi, günlük yaşam faaliyetlerine yardımcı olunması amacıyla sunulan sosyal, fiziksel, psikolojik destek hizmetleridir.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

Bu çerçevede gerçekleştirilecek olan projelerde yer alan öncelikli hizmetler ise şunlardır; 1) Psikososyal destek hizmetleri: Yaşlı ile yaşlının bakımını üstlenen kişilerin veya birlikte yaşadığı kişilerin ihtiyaç duyduğu psikososyal destek çalışmaları, 2) Evde teknik destek hizmetleri: İlgili teknisyenin yetki alanına giren elektrikli ev aletleri, sıhhi tesisat, boya, küçük onarım gibi konularda yedek parça vesaire malzemenin yaşlı tarafından alınarak bakım ve onarımlarının yapılması ile gerektiğinde yönlendirme yapılması, 3) Mobil ekip oluşturulması: Hizmetin sunulması için yaşlının ikamet adresine ve hizmet yerine ulaşımı sağlayıp hizmeti sunacak olan personel, araç ve gerecin temin edilerek, hareketliliğinin sağlanması ve proje kapsamında, evde sağlık desteğine ihtiyaç duyan yaşlıların ilgili kurum ve hizmetlere ulaşımının sağlanması, 4) Koordinasyon merkezi kurulması: Çağrı araçları veya doğrudan yapılan başvuruların karşılandığı ve kayda alındığı, talep ve ihtiyaçlara yönelik hizmet sunumunun organize edildiği, gerekli yönlendirme ve koordinasyonun sağlandığı ilgili belediyeye veya belediyenin ilgili birimine bağlı olarak kurulan merkezin oluşturulması. Proje içerisinde yer alabilecek diğer destekleyici faaliyet ve hizmetler de şunlardır: 5) Koordinasyon merkezi kontrolünde çağrı merkezi kurulması, 6) Gündüzlü dayanışma, farkındalık/bilinçlendirme hizmetleri, sosyal kültürel faaliyetler, eğitimler ve kurs hizmetleri, danışmanlık ve yönlendirme hizmetleri, 7) Gündüzlü bakım hizmetleri, 8) İl genelinde, yaşlılara ilişkin evde bakım ihtiyacı da dâhil yaşlı bakım ihtiyacı verilerinin de yer aldığı yaşlı veri tabanının oluşturulması,

AİLE 29

9) Koruyucu ve önleyici hizmetlerin niteliğinin yükseltilmesine ve yaygınlığının artırılmasına yönelik hizmetler, Proje kapsamında, evde sağlık desteğine ihtiyaç duyan yaşlılar ilgili kurum ve hizmetlere yönlendirilerek, hizmet almaları sağlanabilecektir. YADES programıyla yaşlı bakımında uzun süreli kurum bakımından ziyade kültürel yapımıza da daha uygun olan evde bakıma destek ve gündüzlü bakım hizmetlerinin geliştirilmesi ve hizmetin yaşlılarımızın yaşadığı yerlerde kendilerine daha kolay ulaşabilecek olan yerel yönetimlerce verilmesi ve bu amaçla belediyelerin hizmetlerinin desteklenmesi amaçlanmaktadır. Bu kapsamda toplumun her kesimiyle işbirliği içerisinde olunacak, belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve YADES kapsamında yapılacak projelere katkı sağlayacak tüm kesimler yaşlıların yararı için birlikte çalışacaktır. YADES Programının sağlıklı bir şekilde başlatılması ve yürütülmesi için programın tanıtımı ve bilgilendirme çalışmaları çerçevesinde Yaşlılar Haftasında 22 Mart 2016 tarihinde Ankara’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, ilgili kurum ve kuruluşlar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, valilikler, belediyeler ve basın temsilcilerinin katılımıyla YADES Programı Tanıtım Toplantısı gerçekleştirilmiştir. 2425 Mayıs 2016 tarihlerinde ise program dahilindeki projeler konusunda Antalya ilinde YADES Programında görev alacak olan büyükşehir belediyesi personeline YADES programı ve proje hazırlama eğitimi verilmiştir. Ülkemizde yaşlılara yönelik hizmetler açısından önemli bir adımı oluşturan YADES programının uygulanması için büyükşehir belediyelerinden gelecek olan projelerin incelenmesi ve değerlendirilmesinin ardından sürecin 2016 yılında hızla başlatılması ve ilerleyen yıllarda konuyla ilgili mevzuatın genişletilerek daha çok büyükşehir ve il/ilçe belediyelerine yaygınlaştırılarak, ülke genelini kapsayacak şekilde genişletilerek sürdürülmesi planlanmaktadır.


30 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Tarih

>

Bir Krem Reklamı Üzerine Notlar

Dursun AYAN

Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

>>

Bir Krem Reklamı Üzerine Notlar Yapılması pek çok emek ve özen isteyen işler vardır, bunlar zaman zaman hayatın kendisidir. Böyle işleri ve hayat tarzlarını anlatmak için “zor zanaat” denilir. Aile için de böyle şeyler söylenir. Evet, analık ve babalık zor zanaattır. Bu eski deyimler, ifadeler yanına öğrencilik de zor zanaattır, evlat olmak da zor zanaattır dersek itiraz eden olmaz

sanıyorum. Evet, zor zanaat hayatın bir ucundan tutup bir ömür sürmek… İç dünyamız, ideallerimiz böyle ama bir de dış dünya var; suret, görünüş, etki, imaj, cemal, endam, kisve, takı, aksesuar, bezenme… Özetle güzellik, görünüş; gençlerin


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 31

Gazete ve dergi resimlerinden, reklâmlarından yüzümüze gülümseyen hanımlar ve reklam içerikleri de dönemin beden ve güzellik kültürüne ilişkin bilgiler veriyordu. Bunlar gündelik hayatın tarihi ve sosyolojisi açısından önemli olduğu kadar dönemin güzellik malzemelerinin (kozmetik ya da eski tabirle güzellik müstahzarları) imalatı, ithalatı ve pazarlamasına ilişkin iktisadi ve ticari bilgiler verebiliyor, reklâm tasarımları ve kullanılan görsellerin durumu hakkında da bizleri düşündürüyordu. yeni kullanmaya başladığı ifadeyle “şekil”… Bu gündelik sözlerden 25 yüzyıl önceye Aristo’ya geri gidersek onun da madde ve form dediğini biliyoruz. Gündelik hayatı felsefeye bağlayan da böyle şeyler, hele bir de estetik felsefe işin içine girince güzelliğin düşünce tarihindeki derinlikleri daha da belirginleşmektedir. Güzellik eskiden beri, felsefi olarak önemli olduğu kadar uygulama ve düşünceyi hayata geçirme kadar da önemli olmalı. Bunu arkeolojiden yakın tarihe kadar izleyebiliyoruz. Güzellik malzemelerinin konulduğu kaplar, küpeler, kolyeler, gerdanlıklar, bilezikler hemen hemen arkeoloji müzelerimizin en vazgeçilmez sergilik malzemeleridir. Müzeleri gezerken, biz erkeklerin yanında bir kadın olmasa da söz konusu malzemelerin içinden bir müze rehberi gibi çıkan muhayyel hanımlar, bizi gezdirir ve çağlar arasında biri diğerine devrederek en son müzenin kapısında tarihten çıkartıp gündelik hayata yeniden devreder. Arkeoloji müzelerindeki bu durum böyleyken tarih müzelerinde de mücevheratın envai türlüsü arz-ı endam eden hanım sultanlarla, hasekilerle, kadın ağalarla tarihin büyülü bulutları arasında şekillenir. Yolunuz yabancı ülke müzelerine düşerse benzer bir havayı kraliçelerle, prenseslerle, konteslerle düşünmek mümkün. Dönelim Anadolu’dan alınan tarih kesitleri olan etnografya müzelerine; her bölgeden bir gelinlik kız, görkemli bir Anadolu kadını bizi bezemelerin, süslerin, takıların, bindallıların, fermenelerin dünyasında dolaştırır ve müzenin kapısında sizden ayrılır. Müzelerden çıkıp antikacıları gezmeye koyulduğunuzda da güzellik malzemelerinin ve aksesuarların hatırı sayılır bir nicelikte hatta nitelikte olduğu görülür. Bununla da

bitmiyor, sahaflardaki kitaplar ama daha da çok dergi ve gazete reklamları ile bu görsel geziyi sürdürmek mümkün. Reklâmları tıp dergilerinden izlemek de tıp ve eczacılık tarihine yolumuzu çıkartır. Evlilik, düğün, aile, çocuklar ve kadınlar ile ilgili bazı eski fotoğraf ve belgeleri de epeydir sahaflardan takip ediyor, hâlim elverdikçe de alıyorum. Bu fotoğraflar ve yayınlar içinde bazıları güzellik ve süslenme ile ilgili olarak müzelerdeki konuyu takip ediyor, tarih nerede ise dört bin yıl kadar bugüne doğru yaklaşıyordu. Gazete ve dergi resimlerinden, reklâmlarından yüzümüze gülümseyen hanımlar ve reklâm içerikleri de dönemin beden ve güzellik kültürüne ilişkin bilgiler veriyordu. Bunlar gündelik hayatın tarihi ve sosyolojisi açısından önemli olduğu kadar dönemin güzellik malzemelerinin (kozmetik ya da eski tabirle güzellik müstahzarları) imalatı, ithalatı ve pazarlamasına ilişkin iktisadi ve ticari bilgiler verebiliyor, reklâm tasarımları ve kullanılan görsellerin durumu hakkında da bizleri düşündürüyordu. Özellikle son yıllarda daha çok beden kültürü bağlamında spor ve kozmetiğin gündeme geldiği ve akademik bir konu olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda düşünülürse güzellik üzerinden hareketle bugünden tarihin erken dönemlerine doğru bir okuma ve araştırma izleğinin oluşabileceği ortadadır. Bu yazıda araştırma ikinci koşunda, ancak daha çok okuyucuya böyle bir izleği hatırlatmak istedik. Okuyucunun bu okumalarını nereye kadar sürdüreceği, hangi çağda hangi ülkede bırakacağı kendisine kalmıştır. Bu nedenle yazının satırlarına dönersek güzelliği incelemek de zor zanaat. Büyük bir tarihi ve sosyolojik birikimin bugün yaşatılması; bunun için bir ideal benimseyip hatta zaman


32 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Tarih

>

Bir Krem Reklamı Üzerine Notlar

zaman da hatırı sayılır masraflara katlanılarak bu idealin beden var olduğu sürece yaşatılması gerçekten zor zanaat. Güzellik malzemelerinin Türkiye’de de dünyada olduğu gibi hatırı sayılır bir piyasası var ve bu piyasa alışveriş yapanların gelir düzeyleri ne olursa olsun, insanlar hangi sınıftan, tabakadan olursa olsun herkese hitap ediyor. Erkeklerin tıraş kremleri ve kolonyaları da işin içine katılırsa piyasanın hacmi ve güncelliği kendini gösteriyor. Para ve masraf da önemli ama görkem de gösteriş de önemli. Hatta “beden kültürü” denilen araştırma ve inceleme konusu sağlıklı ve güzel görünme olgularıyla spor bilimlerinden tıp bilimlerine disiplinler arası bir alanı da oluşturmaktadır. Bu yazıda, sözü biraz uzattım, ama geçen İstanbul’da uğradığım sahaflardan birisinden aldığım gazete reklâmını sizlerle paylaşmak istedim. Daha önce tarih konularında dergimizde bir şeyler yazıyordum ama bu sefer bir güzellik kremi reklâmı ve bu reklâmı veren eczane hakkında bazı bilgileri sizlere sunacağım. Görüntü belli zaten, ama eski harflerle yazılan reklâmı beraberce okumaya çalışalım. Sonra da bu reklâmla ilgili bazı notlar düşerek yazıyı sonlandıralım.

EKREM NECÎB Eczay-ı Tıbbiye Deposu – İstanbul’da Yeni Postahane Karşısında Telefon İstanbul 78 Yirmi Senelik Türk Müessesesidir Anadolu’nun her tarafında muhabirleri vardır Avrupa’nın en meşhur fabrikalarıyla temasdadır, Fotoğraf malzemesi, alat-ı tıbbiye ve ipançiyariye, kolonya suları, türlü müstahzarat-ı tıbbiyesi (Riyat) Katran-ı Hakkı, Keşiş Dağı Suyu, Bira Hülasası, Pertev Müstahzaratı

YAĞSIZ GÜZELLİK KREMİ Cilde teravet bahşeder. Yağsızlığı ve istimali hasebiyle bil cümle emsallerine faiktir.

Güzellik malzemelerinin konulduğu kaplar, küpeler, kolyeler, gerdanlıklar, bilezikler hemen hemen arkeoloji müzelerimizin en vazgeçilmez sergilik malzemeleridir. Hanımlar ve beyler cildinizi daima taze ve yumuşak bulundurmak istiyorsanız bu kremden kullanınız Müstahzar-Necdet Ekrem Deposu: Yeni Postahane karşısında Ekrem Necib Ecza Deposu Bilumum eczahanelerde bulunur.

Reklâm Açıklamaları İstanbul’da ilk eczanenin Bahçekapı’da (Sirkeci/Yeni Cami civarı) 1757 yılında açıldığı, adının ise “İki Kapılı Eczahane”


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

olduğu bilinmektedir. Yaklaşık yüz yıl sonra eczane sayısı 60’a çıkmıştır. İlk eczacılık okulunun Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliyeyi Şahane’de bir sınıf olarak 1839 yılında açılmış daha sonra eczacılık ve tıp tarihi içinde eğitim süresi uzatılarak bu günkü müfredat ve eğitim programlarına kadar bir evrim geçirmiştir. Ama belirtmek gerekir ki güzellik müstahzarları o zamandan bu yana eczanelerin satış listesinde yer almıştır. Bu reklâmı veren Ekrem Necib Ecza Deposu’nun sahibi tek bir kişi gibi algılansa da M. Ekrem ve H. Necib adlı iki kişinin eczanesi olduğu, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar Osmanlı Ecza Deposu adıyla çalıştığını sonra adını Ekrem Necib diye değiştirdiğini öğreniyoruz. 1920–1923 yılları arasında Anadolu’ya düzenli sevkiyat yaptığı biliniyor ki bu durumu reklâmın ilerleyen satırlarında “Anadolu’nun her tarafında muhabirleri vardır” şeklinde görüyoruz. 1 Yirmi yıllık Türk Müessesidir derken ecza deposunun en azından (reklâm verilen gazetenin tarihi belli olmadığı için eski harflerden hareketle) 1850’lerden sonra açılmış olması gerekir. Ecza deposunun telefon numarasının iki haneli olduğu görülüyor. 1909’da İstanbul’da ilk kez kurulan manuel telefon santrali ile hizmet verdiği anlaşılıyor ki telefon santrali de reklâm adresinde yer alan Yeni Postane binasında kurulmuştur. Firmanın (müessesenin) Avrupa teknolojisini takip ettiği de reklâmda dikkat çeken bir diğer unsur. Bahsedilen Yeni Postahane bir ara İstanbul Radyoevi olarak (1927–1936) da hizmet vermiş 1905’de Mimar Vedat Tek tarafından planı çizilerek inşaatı başlamış ve 1909’da tamamlanmıştır. Amaç Posta ve Telgraf Nezareti Binası olmasıdır. Bugün PTT Müzesi olarak kullanılan bina İstanbullular tarafından son elli yıl içinde daha çok Büyük Postane olarak bilinmiştir. Bu reklâm bir güzellik kremi reklâmı olsa da ecza deposunun sattığı ve/veya dağıtımını yaptığı diğer ürünler de reklâmda yer almaktadır. Fotoğraf malzemesi: akla fotoğraf makineleri gelse de fotoğraf filmlerinin banyo 1

Ayten Arıkan, “Tolga Eczanesi: Ecz. Murat Özdoğan’nın Türk Eczacılık Tarihi Koleksiyonu”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, cilt XII, sayı. 1, yıl. 2010, (s. 75-103).

AİLE 33

edilmesi için kullanılan kimyasalların satışı söz konusudur. Bu yıllarda fotoğraf makinesi kullanımı ve fotoğrafçıların dükkân açtığı anlaşılmaktadır. Alat-ı tıbbiye demekle tıbbi araç gereçler kastedilirken ispançiyariye denilerek de ecza malzemesi kastedilmektedir. Bunun yanında kolonyaların bugünkü gibi o zamanlar da eczanelerde satıldığı anlaşılmakta ve bunun yanında tıbbi ürünlerin (üretimlerin) satıldığı ve yine önemli bir öksürük pastili markası olan Katran Hakkı yer almaktadır. Bu marka biraz açıklamaya muhtaç, şöyle ki; İbrahim Hakkı Katran Bey o zamanlar bir öksürük pastili üretmiş ve ticari marka olarak Katran Hakkı olarak bilinmiştir. Bugün sokaklarda dağıtımı yapılan ya da bakkal ve marketlerden aldığımız sular gibi özel sular o zamanlarda Keşiş Dağı’ndan (yani bugünkü adıyla Uludağ) gelen suların da ecza depolarında satıldığı bilinmektedir. Bira hülasası da satılan ürünler listesinde görülürken, dönemin en ünlü kremi olarak bilinen ve hemen hemen bütün ev hanımlarının çamaşır ve bulaşıktan sonra o zamanın şartlarında ellerine sürdükleri bir krem olarak belirtiliyor. Renkli süslü teneke kutu içinde ve iki kenarından bastırılarak açılan bir kapağı vardır. Pertev müstahzaratı denildiğine göre Pertev firmasının başka ürünleri satış listesinde bulunmaktadır. Reklâmın asıl kısmı olan YAĞSIZ GÜZELLİK KREMİ kısmındaki ifadeler, yalnız o dönemin Türkçesi açısından bir iki açıklama dışında kolay anlaşılır durumdadır. Bugünkü dille yeniden yazılırsa: Yağsız güzellik kremi cilde tazelik verir, yağsızlığı ve kullanışı bakımından diğer bütün emsallerinin üzerindedir. Hanımlar ve beyler cildinizi daima taze ve yumuşak bulundurmak istiyorsanız bu kremi kullanınız. Necdet Ekrem Ürünü. (Burada bir yazım hatası olmalı Necib yerine Necdet yazılmış olmalı çünkü ecza deposu böyle bilinmektedir).


34 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Sanat

>

Türk Sinemasında Aile Filmleri

Necati BULUT Senarist - Yazar

Türk Sinemasında

Aile Filmleri

Taşradan Şehre Göç, 1970’lerin Sosyoekonomik Yapısı

>>

Aile, toplumsal gövdenin molekül dokusudur ve sağlıklı bir toplumsal organizma için sağlıklı dokular gereklidir gibi genel geçer ve sosyolojik tanımlar yapmak mümkün olsa da ailenin biçimi ve yapısı değişken ve oldukça dinamik kavramlardır. Tanım ve nitelik olarak toplumdan topluma ve hatta aynı toplum içinde zamansal ya da mekânsal olarak farklılıklar göstermektedir. Aile kurumu, içinde yer aldığı toplumsal, kültürel çevrenin niteliklerine göre

hem yapısal hem de işlevsel olarak değişebilmektedir. Bu farklılıklar aile içi ilişkileri aile bireylerinin birbirine karşı konumlanışını da etkilemektedir. Değişme süreci içinde bulunan toplumlarda, bu değişmeden ailenin yapısı, aile içi ilişkiler ve akrabalık ilişkileri de etkilenmektedir. Aile sosyal ilişkilerin en küçük ve en temel birimi olarak işlevleri, biçimleri, ekonomik faaliyetleri ve de aile içindeki liderlik konumları itibariyle zaman içinde değişime uğramaktadır.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 35

Demografik obezite olarak terminolojiye kattığımız bu kavram stabilden dinamiğe doğru ilerleyen kitle hareketliğini kapsamaktadır. Böylece gecekondulaşma yaygınlaşmış, kente göç edenler büyükşehirlerin etrafını saran mekanlarda, yepyeni bir yaşam tarzı kurmaya başlamışlardır. Kırsalın ve kentin kendine özgü gelenekleri sarsılmaya başlamış, toplumun günlük yaşamı, değerleri, tutum ve davranışları hızlı bir yozlaşma sürecine girmiştir. En nihayet yeni tüketim alışkanlıkları gözlenmeye başlanmıştır. Özellikle kırsal alandan kentlere göç eden, tarımsal yapıdan kopan kadının, iş / güç biçimlerinde ve emeğinin değerlendirilme sürecinde ortaya çıkan değişiklikler aile içi ilişkileri yakından etkilemektedir. Böyle bakılınca 1960 - 1970 dönemi sürecinde yaşanan değişimin kentleşme, endüstrileşme, ekonomik şartlar, mülkiyet ilişkileri gibi temel belirleyicilerinin o dönemki aile yapısını etkilememesi olanaksızdır. Hem ülkemiz hem de bulunduğumuz coğrafya olan Avrasya özelinde 1960 sonrasında ekonomik açıdan köklü bir değişim yaşanmıştır. Bölgemizde ithal ikameci ekonomi sonrası, sanayileşmenin hızlandığı görülmüştür. Buna eşlik edecek şekilde tarımda makineleşme ve toprak kaybı, nüfus artışı, kırsal kesimde iş gücünün açığa çıkışı, iç göçleri hızlandırmış ve çarpık kentleşme sürecinin bir sorun olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Demografik obezite olarak terminolojiye kattığımız bu kavram stabilden dinamiğe doğru ilerleyen kitle hareketliğini kapsamaktadır. Böylece gecekondulaşma yaygınlaşmış, kente göç edenler büyükşehirlerin etrafını saran mekânlarda, yepyeni bir yaşam tarzı kurmaya başlamışlardır. Kırsalın ve kentin kendine özgü gelenekleri sarsılmaya başlamış, toplumun günlük yaşamı, değerleri, tutum ve davranışları hızlı bir yozlaşma sürecine girmiştir. En nihayet

yeni tüketim alışkanlıkları gözlenmeye başlanmıştır. Bu dönemi, sinema sanatı çerçevesinde ele alacak olursak, kentleşme ve mekânsal yapıdaki değişime ilişkin bulguların genel bir değerlendirilmesi ancak bu sosyokültürel izahlar çerçevesinde anlamlanabilmektedir. Göçle köyden kente gelen nüfusun kentteki yerleşim tarzı gecekondu adı verilen yerleşme biçimini ve gecekondu ailesini ortaya çıkarmıştır. Ancak bu geçiş özelliklerini barındıran yapı, ne köy ailesinin ne de kent ailesinin özelliklerini tam anlamıyla taşımamaktadır. Melez bir yapı özelliği göstermektedir. Gecekondunun kırsal özelliklerin ve kırla ilişkilerin yitirilmediği bir yaşama ortamı oluşturduğunu düşünürsek, tespitlerimizin ayağı daha sağlam yere basacaktır kanaatindeyim. Bu yapı içerisinde aileler çoğunlukla çekirdek ailelerden oluşmakla birlikte, geçici geniş aile tipine de rastlanmaktadır. Bu komün birlikteliğin mecburi bir geçiş özelliği olması ekonomik şartların zorunlu kıldığı bir durumdur. Değişen ekonomik şartlar hiç kuşkusuz baba-oğul ilişkisini de etkilemiştir. Geleneksel geniş aile, baba otoritesine ve karar yetkisine dayanırken, çözülmelerle birlikte bu ilişki de deforme olmuştur. Özellikleri bakımından her ne kadar çekirdek aile görünümü


36 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Sanat

>

Türk Sinemasında Aile Filmleri

Filmde Kahramanmaraş’tan İstanbul’a daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak umuduyla göçen bir ailenin dramı anlatılır. Aile taşrada birbirine destek olan, bir diğerini koruyup kollayan bir yapıdayken büyük şehrin kışkırttığı heveslerin peşinde sahip oldukları tüm değerleri tehlikeye atarlar. taşısa da, köy kökenli ailenin ekonomik açıdan akrabalarıyla işbirliğini sürdürdüğü ve bu anlamda da geniş aile özelliği taşıdığı görülmektedir. Toplumsal ve ekonomik yapıdaki değişim doğal olarak aile içi ekonomik işbölümünü de etkilemiştir. Ücretli ve tarım dışı emeğin artması nedeniyle erkek emeği, aile dışındaki işletmelere yönelirken, kadın emeği aile içi işlerde kalmıştır. Ayrıca önceden yaşlı kuşak lehine olan ekonomik güç dengesinin de değiştiği görülmektedir. Ailelerin yaratılma ve sürdürülmelerinin çoğu kez birincil mülkiyet ve iş ilişkileri tarafından şekillendirilmekte olduğunu da ifade etmek gerekir. Her yıl artan köylü nüfusun çoğunluğunun tarımsal alandan başka kesimlere yönelmesi işletmelerin daha da parçalanmasına yol açmaktadır. Artan nüfusun doğal olarak toprak ihtiyacı genişlemekte, bunun sonucunda da toprakta verim azalmakta ve gizli işsizlik ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra aileyi geçindirmeye yetecek kadar toprağı olmayanlar da kentlere göç etmiştir.

TÜRK SİNEMASINDAKİ YAKLAŞIMLAR Kentleşmenin başlıca nedenlerinden olan iç göç olgusuna ana tema olarak 1964 yapımı Gurbet Kuşları’nda önemli bir yer verilmiştir. Orhan Kemal’in 1962 yılında yayımlanan aynı adlı romanından uyarlanan filmin senaryosu Halit Refiğ ve Orhan Kemal’e aittir. “… Bu şehri fethetmek hayaline kapılmak hatanın başlangıcıydı. Sırt sırta verip çalışacağımıza herkes kendi havasına daldı. Kendimizden hiçbir şey katmadan bu şehrin nimetlerinden istifadeye kalktık. İşte bunun için başaramadık” sözleri film karakterlerinin ağzından dökülürken ailede başlayan morfolojik (yapısal) bozulma toplumun hemen zengin olma, sınıf atlama takıntısına da taşlama özelliği içermektedir. Konunun başlangıcı az evvel değindiğimiz “göç” temeline dayanır. Filmde Kahramanmaraş’tan İstanbul’a daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak umuduyla göçen bir ailenin dramı anlatılır. Aile taşrada birbirine destek olan, bir diğerini koruyup kollayan bir yapıdayken büyük şehrin

kışkırttığı heveslerin peşinde sahip oldukları tüm değerleri tehlikeye atarlar. İşlerini, umutlarını hatta namuslarını… Evin en küçük kardeşi Kemal’de gördüğümüz itidal ise onu hayata karşı dinamik tutar. O, taşı toprağı altın kente karşı temkinli olan tek aile ferdidir. Diğerleri kısa yoldan paraya hücum seçeneğini benimseyip yozlaşarak kültürel şok yaşarken o, kendine yatırım yapıp üniversite okumayı tercih eder. Haybeci ise senaryonun bütününde kurnazlığın temsilcisidir. Yolunu bulur, ekonomik olarak sınıf atlar fakat bu yüzeysel bir bakıştır. Kentli olmayı asla beceremez, arada ve eşikte kalmışlığın kötü, kaba bir karikatürüne dönüşür. İmitasyon bir kentlidir. “Bak beyim sana iki çift lafım var; koskoca adamsın, paran var, pulun var, her şeyin var, binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca çoluğu çocuğu, karda kışta, sokakta aç bırakmak?” repliğiyle hafızalarımıza yer etmiş bir film olan 1975 yapımı Bizim Aile ise kentte ayakta kalabilmek için direnen basit, neşeli, sıcak bir aile ortamına örnektir. Yetişkin üç çocuk annesi Melek Hanım ile dört çocuk babası Yaşar Usta’nın hikâyesidir Bizim Aile. Hayat şartlarına direnmeye çalışan ne köylü ne kentli ama hem geçim dertleriyle hem çocuklarıyla uğraşan yarım ailelerdir. Yaşar Usta ile aynı fabrikada çalışan Talat Usta ve eşi onları ikna ederek bir araya getirmeyi ve evlenmelerini sağlarlar. Fakat Yaşar Usta ve Melek Hanım, kendi çocuklarına yeni kardeşlerinden bir türlü bahsedemezler. Ta ki kendi aralarında gerçekleştirdikleri nikâhın ardından kiracı olan Yaşar Usta’nın Melek Hanım’ın evine taşındığı güne kadar. Zaten yeni bir insanın hayatlarına girmesinden rahatsız olan çocuklar, bir de yeni kardeşlerin ortaya çıkmasıyla birlikte derhal çatışma ortamına girerler. Osmanlı konaklarını andıran evde odalar paylaşılamaz, özel kullanım alanlarını kapma yarışı didişme ve sıkıntılar doğurur. Ailenin güçlü ve manevi bir yapı olduğu temasının ortaya çıkışı dramatik yapıda çatışma figürü olarak hikâyeye dâhil olan sanayici Saim Bey’dir. Melek Hanım’ın büyük oğlu


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 37

hiç. Gözümde bir pul kadar Ferit’in okuldan arkadaşı ve değerin yok. Ama şunu iyi nüfuslu bir sanayicinin kızı bil; ne oğluma, ne gelinime, olan Alev’in babasıdır ve hiçbir şey yapamayacaksın. kızının alt/orta sınıfa tâbi bir Yıkamayacaksın, ailenin oğluyla olan ilişkisini dağıtamayacaksın! Mağlup onaylamamaktadır. Kızının edemeyeceksin bizi. Çünkü Ferit’le münasebetini kesmesini biz birbirimize parayla pulla ister, sözünün dinlenmediğini değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler fark edince kaba kuvvete bile birbirimizi seviyoruz. Biz bir başvurur ama başaramaz. Alev aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. babasının tüm baskılarına “Bak beyim sana iki çift lafım var; koskoca adamsın, Bunu yıkmaya senin gücün rağmen evi terk ederek Ferit paran var, pulun var, her şeyin var, binlerce kişi yeter mi sanıyorsun? Dokunma ve ailesinin sıcak yuvasına çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle artık aileme. Dokunma sığınır. Kızının kendisini ezip oynamak? Yakışır mı bunca çoluğu çocuğu, çocuklarıma, dokunma geçerek evlenmesine kızan karda kışta, sokakta aç bırakmak?” gelinime, dokunma oğluma…” sanayici Saim Bey nüfusunu da kullanarak aileye baskı Hafızalarımızda turşu suyu yapmaya başlar. Önce yüzünden çıkmış bir karı koca kavgası olarak yer eden Neşeli fabrikanın gözbebeği diye adlandırılan kırk yılın Yaşar Günler filmi ise 1978 yapımıdır. Büyük şehirde turşuculuk Ustasını tazminatsız işinden çıkarttırır, sonra yıkılmak yaparak tutunmaya çalışan altı çocuklu Kazım Efendi ile üzere olduğu bahanesiyle aileyi oturdukları evlerinden Saadet Hanım’ın hikâyesidir. Sıradan ama iyi insanların zorla tahliye ettirir. Olaylar ve haksızlıklar karşısında dünyasını anlatılır. Basit bir aile içi huzursuzluk, anlamsız kenetlenen üvey kardeşler birbirlerine ve ailelerine destek şekilde büyür ve tartışma maksadını aşarak Kazım Efendi’nin olmaya başlarlar. Tam bir aile olmuşlardır artık. Saim Bey, çocuklarından üçünü yanına alarak evi terk etmesiyle istemeden de olsa, kentin kenarında yaşama tutunmaya sonuçlanır. Aile böylece parçalanmıştır, ta ki yıllar sonra çalışan bu insancıkların kenetlenmesine, birbirlerini tesadüfî bir şekilde ayrı olan kardeşlerden ikisinin yolları daha çok sevmelerine vesile olmuştur. Hikâyedeki kesişene kadar. Ailenin her iki bölünmüş tarafıyla da dramatik çözülmenin başladığı ve Saim Bey’in iyi insanları diğerlerinin haberi olmadan görüşen Ziya Amca sayesinde mutluluklarıyla baş başa bırakmaya karar verdiği sahne ise kardeş olduklarını öğrenen gençler, diğer kardeşleriyle de Türk sinema tarihinin en kült sahnelerinden biriyle başlar. bir araya gelmeye hatta ailelerini tekrar toparlamaya karar Yaşar Usta Saim Bey’in holdingine gider ve muhatabının verirler. Fakat kendi tabirleriyle iki inatçı keçi olan Kazım cevap bile veremediği şu uzun ve kült tiradı atar: Efendi ile Saadet Hanım’ı bir araya getirmek o kadar kolay olmayacaktır. Senaryosu, Türk sinema tarihinin en önemli “Sen! Büyük patron! Milyarder! Fabrikalar sahibi Saim yazarından olan Sadık Şendil’e ait olan Neşeli Günler Bey, sen mi büyüksün? Hayır! Ben büyüğüm. Ben Yaşar ailenin önemi, aile içinde duyulan güven duygusu ve aile Usta. Sen benim yanımda bir hiçsin anlıyor musun bir

Ama şunu iyi bil; ne oğluma, ne gelinime, hiçbir şey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın! Mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz.


38 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Sanat

>

Türk Sinemasında Aile Filmleri

huzuru meselelerinin altını çizerek mutlu sonla biter. Filmde dramatik aksiyonun merkezinde yer alan ve komik unsurunu sırtlayan karakter olan Ziya Amca’nın (Şener Şen) çocuklara anlattığı absürt ve gerçeklik sınırlarını zorlayan (!) maceralar sanırım Türk sinema tarihinin en komik ve en unutulmaz epizotlarından biridir.

Kazım Efendi: “Ziyaaaaaa!!!”

Çocuklardan Biri: “Başka nerelere gittin Almanya’da Ziya Amca?”

Kazım Efendi: “Ziyaaa çakıyla aslan mı öldürdün?”

Ziya Amca: “Aslan avına gittim…” Kazım Efendi: “Ziyaaa, deminden beri çocuklara atıp tutuyorsun ama artık sabrım kalmadı, Almanya’da aslan ne gezer?” Ziya Amca: “Olmaz olur mu abi? Tabii Afrika’daki kadar bol değilse de işte üç beş tane bulunur. Alman aslanı Alman…” (çocuklara anlatmaya devam eder) Ha nerde kalmıştım. Cipten indik, etrafa dağıldık... Elimde tüfek ağır ağır ilerliyorum. Derken birden onu gördüm.” Çocuklar: “Neyi gördün?” Ziya Amca: “Neyi olacak aslanı… Birkaç metre ötemdeydi. Böyle şey olamaz Allah Allah!!! Boyu on metre…” Kazım Efendi: “Ziyaaa!!!” Ziya Amca: “On metre değilse de 5 metre var.”

Ziya Amca: “Yani işte aslan kadar aslan… Çektim tüfeği bastım... Tık... Tüfekte kurşun yok. Allah’tan üstümde çakı var. Hemen çektim çakıyı açtım, atladım aslanın üstüne. Karnına böyle tak tak tak…”

Ziya Amca: “Öldürdüm, öldürdüm abi ya… Bacaklarını ayırdım aslanın…” Kazım Efendi: “Yeter! Palavralarınla çocukların aklını karıştırmasana!” Referanslar SCOGNAMİLLO Giovanni, Türk Sinema Tarihi, Kabalcı Yayınevi, 2003 İstanbul EVREN Burçak, Türk Sinemasında Yeni Konumlar, Broy Yayınları, 1990 İstanbul AKÇURA Gökhan, Aile Boyu Sinema, Yapı Kredi Yayınları, 1995 İstanbul KAPLAN Neşe, Aile Sineması Yılları 1960’lar, Es Yayınları, 2004 İstanbul YAŞARTÜRK Gül Çekirdek Ailenin Kâbusları: 2000’li Yıllar Türkiye Sineması’nda Çekirdek Aileye Değişen Bakış, Maltepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi Dergisi, 2014 Güz, 1(1) GÜÇHAN Gülseren, Toplumsal Değişme ve Türk Sineması, İmge Kitabevi, 1992 Ankara ABİSEL Nilgün, Türk Sineması Üzerine Yazılar, Phoenix Yayınevi, 2005 Ankara GARNETT Lucy M. J. Türkiye’nin Kadınları ve Folklorik Özellikleri, Oğlak Bil. Kitaplar 2009


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 39

Saffet Emre TONGUÇ

Tarihçi- Seyahat Yazarı- Profesyonel Rehber Konuşmacı

Dünyaca Ünlü İki Savaşla

Tarih Yazan Topraklar: Gelibolu, Çanakkale, Troya

Troya Savaşı’nı anlattığı başyapıtı İlyada, batıda asırlar boyu İncil’den sonra en çok okunan kitap olmuş. İkinci destan ise binlerce Türk askeri tarafından 18 Mart 1915’ten sonra yazılmış. Hem Troyalılar, hem Türkler vatanları uğruna bu topraklarda can vermişler.

Güney Marmara Kalkınma Ajansı (GMKA)


40 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

>>

Gezi

>

Tarih Yazan Topraklar

Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi boyunca yüzlerce destan yazılmış ama bir bölge var ki bu destanlardan aslan payını kapmış. Dünyanın en önemli boğazlarından biri olan Çanakkale, tüm dünyanın tarihini önce Troya, ardından da I. Dünya Savaşı ile değiştirmiş. İlk destanın hikâyesini İzmirli kör ozan Homer aktarmış insanlığa. Troya Savaşı’nı anlattığı başyapıtı İlyada, batıda asırlar boyu İncil’den sonra en çok okunan kitap olmuş. İkinci destan ise binlerce Türk askeri tarafından 18 Mart 1915’ten sonra yazılmış. Hem Troyalılar, hem Türkler vatanları uğruna bu topraklarda can vermişler. Bu bölgenin bu kadar önemli olması stratejik konumundan kaynaklanıyor. İstanbul ve Çanakkale olmasa dünyanın en

Güney Marmara Kalkınma Ajansı (GMKA)

büyük gölü olacak olan Karadeniz’e yegâne giriş ve çıkış noktaları olmaları boğazları tarih boyunca hep önemli kılmış. Adı Yunanca ‘güzel şehir’ anlamına gelen Gelibolu yarımadası, Asya kıtasında kalan Çanakkale’yle birlikte boğazın iki yakasını oluşturuyor. Adı batı dillerinde bölgede daha önce yaşamış bir kral dolayısıyla Dardanelles diye geçen 70 kilometrelik bu boğazda, Fatih Sultan Mehmed tarafından en dar bölgede yaptırılan Kilitbahir (Denizdeki Kilit) ve şimdi askeri müze olarak kullanılan Çimenlik Kaleleri bulunuyor. I. Dünya Savaşı’nda müttefik güçlerine geçit vermeyen Çanakkale Boğazı bir çağa imzasını atmış bir liderin de dehasını gösterdiği yer olmuş. O zamanlar 19. İhtiyat Tümeni Komutanı olan Yarbay Mustafa Kemal’in


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

yıldızı Çanakkale Savaşı ile tüm dünyada parlamış ve anlaşılmış ki: ‘Çanakkale geçilmez’ Siz dünyada vatanını ele geçirmek için gelen bir düşmanın adını o bölgeye veren herhangi bir ülke gördünüz mü? Anzak askerlerinin karaya ilk çıktıkları yer olan koyun adı Anzak, yabancılara ait mezarlıkların çoğu da Lone Pine, Courtney’s Post gibi isimler taşıyor. Her sene 25 Nisan’da binlerce Anzak torunu Gelibolu’ya gelip Şafak Töreni’ne katılıyor ve geçmişte dedeleri savaşan insanlar kol kola barış şarkıları söylüyorlar. Anzak Koyu’nda Atatürk’ün bu savaşta hayatını kaybeden Anzaklar için kâğıda döktüğü ve dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, 1934 yılında bu bölgeye gelen ilk Anzak grubuna okuduğu cümleler de tarihe şahitlik ediyor. İnsan bir kez daha 20. yüzyıla damgasını vurmuş bu dehaya şapka çıkarıyor: “Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar: Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar: Gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Bizim Çanakkale, yabancıların ise Gelibolu dedikleri savaşın olduğu alan bugün yüz binlerce insanın ziyaret ettiği 33 bin hektarlık bir milli park. C.E.W Bean’in Avustralya resmi tarihini anlatan Anzak Destanı’nda bu savaşla ilgili ilginç satırlar var: “Gelibolu Savaşı’nın Avustralya ve Yeni Zelanda ulusal yaşamı üzerindeki etkisi kaybolmayacak kadar derindir. Her iki devlete ait sevk birlikleri genç olmalarına ve daha sonraları daha büyük ve daha fazla kayıplar verilen savaşlarda yer almış olmalarına rağmen hiçbirisi onlarla bu kadar özdeşleşmemiştir. Hiç şüphesiz millet olma bilinci 25 Nisan 1915’te doğmuştur.” Evet, her iki ülke için de Gelibolu bir milattı. O yüzden de her 25 Nisan’da çok sayıda Aussie denilen Avustralyalı ile

AİLE 41

Kiwi denilen Yeni Zelandalı Gelibolu’ya törenlere katılmaya geliyor ve bu ülkeler çok yüksek düzeyde temsil ediliyor. Geçtiğimiz senenin 90. yıl olması daha fazla katılıma yol açtı. Yaklaşık 20 bin civarında insan soğuğa aldırmadan geceden beklemeye başladılar. Törenlere Prens Charles’dan Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark’a, Avustralya Başbakanı John Howard’dan en güçlü rakibi Kim Beazley’e çok sayıda insan katıldı. Şafak Töreni’nden sonra, saat 10.00 civarında Lone Pine mezarlığında Avustralyalıların, ardından da Conk Bayırı’nda savaş sırasında kısa bir süre bu bölgeyi ele geçiren Yeni Zelandalıların töreni yapılıyor. Türk askerleri için tören ise Çanakkale Şehitliği’nde gerçekleştiriliyor. Bu talihsiz savaş esnasında 500 bin müttefik askeri, vatanlarını cansiperane savunan yaklaşık aynı sayıda Türk askeri ile savaştı. Şiddetli çatışmaların sürdüğü yaklaşık sekiz ay boyunca 86 bini Türk olmak üzere 130 bin kişi hayatını kaybetti.

DÜNYANIN OLABİLECEK EN UZAK YERLERİNDEN Gelibolu yarımadasında şehitliklerin olduğu bölgenin girişinde Kabatepe Müzesi bulunuyor. Müzede savaşla ilgili çok sayıda belge, fotoğraf ve malzeme var. Askerlerin mektupları insanın içini acıtıyor. Bu bölgedeki Arıburnu ve Anzak Koyu en sık ziyaret edilen yerlerden. Yarımadada İngiliz Milletler Topluluğu Savaş Mezarları Komisyonu tarafından bakımı yapılan 31 savaş mezarlığının yarıdan fazlası Anzak bölgesinde yer alıyor. Conk Bayırı’na doğru çıkarken en önemli mezarlıklardan biri ‘yalnız çam’ anlamına gelen Lone Pine’da bulunuyor. Özellikle Avustralyalı askerlere ait mezarların bulunduğu bu yerin tam ortasındaki çam ağacı savaş zamanında da varmış. Bu bölgede Türk mevzilerini ve tünellerini de görebiliyorsunuz. Biraz yukarıda ise 57. Alay Şehitliği ve Anıtı var. 25 Nisan 1915’teki ilk saldırılarda görev yapan 57. Alay şehitlerinin mezarlarının girişinde 1994’te 108 yaşındayken ölen gazi Hüseyin Kaçmaz’ın heykeli bulunuyor. 1992’de dikilen devasa boyutlardaki heykel ise Mehmetçik Anıtı adını taşıyor.


42 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Gezi

>

Tarih Yazan Topraklar

En tepedeki Conk Bayırı Anzakların hep asıl hedefi olmuş ve sadece 8-10 Ağustos 1915’te çok kısa bir süre Yeni Zelandalılar tarafından ele geçirilmiş. Burada bulunan Yeni Zelanda Milli Anıtı’nın üzerinde ‘Dünyanın Olabilecek En Uzak Yerinden’ yazıyor. Aynı yerde bulunan Atatürk Anıtı’nın üzerinde Atamızın bir şarapnel parçasından, saatine isabet etmesi sayesinde nasıl kurtulduğu anlatılıyor. Roma mitolojisine de kaynaklık etmiş Yunan mitolojisinde Anadolu’da geçen çok sayıda olay var. Tanrıların o meşhur Olympos Dağı’ndan ülkemizde ondan fazla bulunuyor, Bursa’daki Uludağ ve Antalya’daki Tahtalı akla ilk gelenlerden. Mitolojiyle başlayıp gerçeğe uzanan Troya Savaşı’nın hikâyesini dünyada bilmeyen yok gibi. Batıda her öğrenci Güzel Helen’in sebep olduğu savaşın hikâyesini okur ama yıllar süren bu savaşın geçtiği yerin Türkiye’de olduğunu bilmez! Hadi gelin Homer’in destanı içinde kaybolalım. İlion olarak da geçen Troya’nın kralı Priam’ın oğlu Paris doğduğunda, kâhinler krala oğullarının şehre felaket getireceğini söylerler ve zavallı çocuk İda (Bugünkü adıyla Kaz) Dağları’na bırakılır. Mitolojiye göre dünyanın ilk güzellik yarışmasında üç tanrıçadan birini seçme görevi Baştanrı Zeus tarafından Paris’e verilir. Kendisine dünyanın en güzel kadını Helen’i teklif eden güzellik tanrıçası ödülün de sahibi olur. Sparta Kralı Menelaus’un karısı Helen kaçırılıp Troya’ya getirilir. Menelaus, karısını ve şerefini kurtarmak için ordularıyla beraber Troya’ya yelken açar. Bu destanda, Yunan tarafında Agamemnon, Aşil, Odysseus, Patroklus ve Nestor, Troya tarafında ise Priam ve oğulları Paris ile Hektor gibi önemli savaşçılar vardır. On yıl süren savaşta iki taraf da bir sonuç elde edemez. En sonunda Yunanlılar bir hileye başvururlar, geri çekiliyormuş gibi yapar, Troya’nın kapısına da tahta bir at bırakırlar. Zafer sarhoşluğuna, içkinin getirdiği de eklenince Troya halkı sızar, kalır. Gerçek zaferse şehrin içine alınan atta saklanan Yunanlı askerlerin olur. Bu olaydan sonra Batı dillerine bir atasözü girer: ‘Hediye veren Yunanlılara dikkat edin.’ Diğer bir teoriye göre de denizlerin tanrısı Poseidon aynı

zamanda depremlerin de yaratıcısıdır. On sene sonunda bir depremde, Yunanlılar yıkılan şehir surlarından içeriye girince, Poseidon’a olan şükranlarını göstermek için anıtsal bir ahşap at heykeli dikerler. Troya tarih boyunca çok sayıda şehrin birbiri üstüne kurulduğu bir yerleşim. Beş bin yıllık bir süreçte dokuz farklı şehir kurulmuş, savaşın geçtiği dönem ise altıncı şehir ve İ.Ö. 1250 yılları. Şehir Büyük İskender’den Sezar’a çok sayıda tarihin altın sayfalarında yer alan lidere ev sahipliği yapmış. Atalarının Troya Savaşı’ndan sonra Roma’ya gelip Roma İmparatorluğu’nu kuran kişiler olduğuna inanan imparatorlar, Küçük Asya ziyaretlerinde Troya’ya muhakkak uğramışlar. Konstantin bir ara yeni başkenti için İstanbul yerine burayı düşünmüş, sonra vazgeçmiş. İstanbul’u fethettikten sonra Troya’ya gelen Fatih ise Asyalıların Yunanlılardan intikamını asırlar sonra kendisinin aldığını dile getirmiş. Sonra da unutulup gitmiş Troya, insanlar bir efsane olarak bakmışlar bu isme, ta ki Schliemann adında bir adam ortaya çıkana kadar.

GEZERKEN HAYAL GÜCÜNÜZÜ HAREKETE GEÇİRİN Troya’nın öyküsü çok büyüleyici ama şehirdeki kalıntılar özellikle Efes ve Bergama gibi ören yerlerini gördükten sonra geliyorsanız biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Bunu fark eden Turizm Bakanlığı 70’li yıllarda en azından insanlar onun resmini çeksinler diye, girişe bir at dikmiş. Troya filmindeki at ise Çanakkale’deki sahilde duruyor ve kesinlikle çok daha güzel. 1996 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınan Troya’da yapmanız gereken hayal gücünüzü kullanmak ve baktığınız eserlerin binlerce yıldır burada olduğunu düşünmek. Şehirdeki kazılar 1988’den beri Tübingen Üniversitesi tarafından yürütülüyor. Kazı Başkanı geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz adı Troya’yla bütünleşen, hatta Türk vatandaşı olup Osman adını alan Manfred Korfmann’dı. Şehrin yerini bulup ilk kazmayı sallayan ise Kaliforniya’daki ‘Altına Hücum’ döneminde zengin olan Alman kökenli Heinrich Schliemann… Homer’in yazdıklarının gerçek olabileceğini


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 43

Surlardan başlayıp şehrin etrafında bir yuvarlak çizdiğinizde değişik dönemlerden kalma yapılar görüyorsunuz. Şehirde eski bronz çağından tutun Yunan ve Roma dönemine kadar farklı mimarilerde eserler var. Schliemann’ın kazdığı yerde 5000 yıllık uzun evleri, hemen yanında 4500 yıllık şehrin girişindeki rampaları görüyorsunuz. Toprağın içinde bulacağınız deniz kabukları da şehrin daha önce denize daha yakın olduğunu ve Çanakkale Boğazı’nın girişini kontrolü altında bulundurduğunu gösteriyor.

Güney Marmara Kalkınma Ajansı (GMKA)

düşünüp, Osmanlı İmparatorluğu’na gelen Schliemann, Sultan Abdülaziz’in izniyle kazılara daha doğrusu katliama başlıyor. Tek amacı var: Hazineyi bulmak. Bunun için de yatay kazılar yapacağına, bodoslama dalıyor antik şehre ve amacına da ulaşıyor. Hazineye ulaştığı gün tüm işçilere izin veriyor ve karısı Sofia ile beraber bulduklarını önce Yunanistan’a götürüp, değişik ülkelere pazarlamaya çalışıyor ama sonra Alman milliyetçiliği ağır basıyor ve elindekileri Almanya’ya veriyor. II. Dünya Savaşı’nda kaybolan hazine, 1993’te Rusya’da ortaya çıkıyor! Bugün Puşkin Müzesi’nde sergilenen tüm değerli eserlerin fotoğraflarını çekebiliyorsunuz. Tek yasak iki ülke arasında diplomatik krize sebep olan Troya hazinelerinde. Troya o kadar bereketli bir yer ki, bugün dünyada elli değişik müzede şehirden çıkarılanlar sergileniyor. Surlardan başlayıp şehrin etrafında bir yuvarlak çizdiğinizde değişik dönemlerden kalma yapılar görüyorsunuz. Şehirde eski bronz çağından tutun Yunan ve Roma dönemine kadar farklı mimarilerde eserler var. Schliemann’ın kazdığı yerde 5000 yıllık uzun evleri, hemen yanında 4500 yıllık şehrin girişindeki rampaları görüyorsunuz. Toprağın içinde

bulacağınız deniz kabukları da şehrin daha önce denize daha yakın olduğunu ve Çanakkale Boğazı’nın girişini kontrolü altında bulundurduğunu gösteriyor. Sunağın olduğu kısımda ise tanrılara hayvanlar kurban edilip seferlere öyle başlanmış. Troya’daki Odeon (Küçük Tiyatro) ise şehrin aslında fazla bir nüfusa sahip olmadığının ispatı.

TÜRKİYE’NİN AVUSTRALYA’DAKİ FAHRİ ELÇİSİ Gelibolu Yarımadası hakkında bilgi sahibi olmama yardımcı olan en önemli insanlardan biri Grethe Knudsen. İlk geldiği yıl olan 1988’de ülkemize hayran kalan Grethe, Avustralya’da Türkiye’nin fahri elçiliğini yapıyor ve her sene çok sayıda Avustralyalı’yı ‘Muhakkak görmelisiniz!’ diye topraklarımıza sürüklüyor. 1999 depreminden sonra evinde yaptığı bir müzayedede hatırı sayılır bir miktar parayı toplayıp, depremde zarar görenlere yollamıştı. Doktora tezini Gelibolu’ya gelen Avustralyalılar üzerine yapan Grethe, bu savaşı iki ülkenin dostluğuna neden olan en büyük olay olarak görüyor. Yeni yazdığı romanı da Türkiye’de geçen bu başarılı edebiyatçının bu seferki konusu ise üç yıl kadar Assos’ta yaşayan ünlü filozof Aristo’nun kızının hayatı.


44 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Etkinlik

>

‘ K ü l t ü r, Ta r i h v e E d e b i y a t B a ğ l a m ı n d a Ç a n a k k a l e ’

Necati BULUT Senarist - Yazar

‘KÜLTÜR, TARİH VE EDEBİYAT BAĞLAMINDA ÇANAKKALE’

Her Çarşamba Bir Konu Seminerleri Prof. Dr. Yakup ÇELİK*

>>

Çanakkale’yi sizlerle ders anlatır gibi sohbet eder gibi konuşalım istiyorum. Konferans havası yerine yüz yıl önceye gidip neler yaşandı biraz tartışarak, biraz duygulanarak o dönemi anmak, yâd etmek istiyorum. Bu çerçevede sohbet tarzında geçmesi benim her zaman tercihim olmuştur. Öncelikle Çanakkale için Birinci Dünya Savaşı yıllarına gitmemiz gerekiyor. Tabii daha da öncesinde özellikle Osmanlı Rus Savaşları’nda 1877 – 1878’den sonra Osmanlı hem kendi içinde siyasi çalkantılar içine girmiş hem de dış siyasette inanılmaz bir prestij kaybına uğramıştı. Ve o meşhur tabir ile hasta adam imgesi gittikçe belirginleşmişti. Daha öncesindeki Kırım Savaşı’nı hatırlamak lazım tabii

Güney Marmara Kalkınma Ajansı (GMKA)

ama peşinden gelen Teselya Savaşı tam bir kenetlenmeydi. Gönüllüler ordusu tabirini kullanmak istiyorum bu mücadele için; bir dirilişin ilk belirtisiydi Teselya Savaşı. Osmanlı’da ilk defa gönüllüler savaşa katılıyordu. Toplumsal direniş halk nezdinde çok öne çıkmıştı. Ancak savaş meydanında kazandığımız bir muharebeyi masada kaybetmiştik. Halk nezdinde moral motivasyon olarak çöküntüye neden olan Teselya Savaşı, edebiyat ve fikir hayatında dediğim gibi bir tür dirilişin simgesi haline gelmişti. Hemen peşinden dünya siyasi arenasında tüm prestijimizin sarsıldığı bir dönemde Trablusgarp ve Balkan Savaşları geldi. Trakya’da kalan son topraklarımızı


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 45

Birinci Dünya Savaşı’nın dünya siyasetine bıraktığı sonuçların yüzde doksanı Osmanlı topraklarının paylaşılması üzerinedir. Bu da savaşın esas amaç ve yorumlarının kaynağını anlamamız bakımından önemli bir tespittir. vermenin yanı sıra Balkanlar’daki son hükümranlığımız da son buluyordu. Böylece 1400lerden, 1500lerden itibaren Osmanlı’nın en çok yatırım yaptığı bölgeler elimizden gitmiş oldu. Tabii bu bir devlet için, bir toplum için inanılmaz bir moral çöküntüsüydü. Bunları başlangıçta anlatmamın sebebi halkın hangi moral bozukluğu, hangi bezginlik içinde Çanakkale Savaşları’na katıldığını daha iyi anlayabilmemiz açısındandı. Ancak askerlerden oluşan bir yönetim olan İttihat ve Terakki kendini bu anlamda güçlü hissediyordu açıkçası. Akabinde bir şekilde Osmanlı savaşa girmiş oldu. Burada tarihin geleceğe yönelik inanılmaz bir ders olması hasebiyle şu soruyu kendi içimizde sorgulamamız gerekmektedir. Savaşa girmeli miydi, girmemeli miydi? Tarih bir nehir yatağında akan sudur ve her zaman kendini yeniler; bu açıdan her dönem için yorumlanmaya açık, önemli bir ilim dalıdır tarih. Yeniden Fransız İhtilali’ni yeniden İstanbul’un Fethi’ni yazmamızın nedeni de budur. Geçen zaman içinde bakış açılarımız zenginleşir, görüş ufkumuz değişir. Edebiyatın tarih ile olan münasebeti ise fiktif (kurmaca) yapı ve kurgu ile yeniden vakaları sorgulama imkanı sunmasıdır. Bizim konumuz özelinde tekrar değinecek olursak Çanakkale bu bağlamda hem tarihin hem de edebiyatın çok önemli bir malzemesi olarak her dem önümüzde durmaktadır. Savaşa girme zorunluluğumuza geri dönersek; bir noktada zorundaydık, çünkü Balkanlar’da Afrika’da prestijimizi kaybetmiştik, bu savaş anaforundan belki ayakta çıkabilirsek kaybettiğimiz bu prestijimizi geri kazanabilirdik. Bir ve en önemlisi kendimizi içinde bulduk, çünkü paylaşılacak olan bizim topraklarımızdı. İkincisi Almanlara güvendik. Birinci Dünya Savaşı’nın dünya siyasetine bıraktığı sonuçların yüzde doksanı Osmanlı topraklarının paylaşılması üzerinedir. Bu da savaşın esas amaç ve yorumlarının kaynağını anlamamız bakımından önemli bir tespittir.

Tabii ben bu çerçevede hepimizin az çok tarihi vakalarını bildiğimiz Çanakkale Savaşları’nın oluşunu, cephelerini anlatıp bilgi tazelemenin dışında vakanın toplum nezdinde yarattığı fikir anaforuna değinmek istiyorum. Halk nezdinde, toplum nezdinde nasıl karşılandı? İnsanlar neler söylediler, anaların yüreği nasıl sızladı? Gençler neler hissetti? İnsani duyarlılık bakımından bu savaşın aksi bizde nasıl oldu? İnsanlık tarihinde Çanakkale’nin bıraktığı en önemli izleri herhâlde burada aramak lazım diye düşünüyorum. Çünkü tarih kitapları insani ayrıntıların üzerinde hiç durmazlar. Ama tarihi yapanlar da inanlardır. Savaş meydanlarının en önemli kahramanları da insanlardır, yine aynı meydanlarda sessiz sedasız bir karınca gibi ölen isimsiz kahramanlar da insanlardır. Bu noktada yatan hikâyeler tarih ilminin pek değinmediği konular inanılmayacak kadar da zengindir. Bu noktadan bir geçiş yaparak değinmek istediğim bizim klasik edebiyatımızda Gazavâtnâmeler vardı. Yani padişah savaşa gidiyor, padişahın yaşadığı savaş üzerine bu türe tâbi eserler yazılıyordu. Kaldı ki bu konuda kapsamlı çalışmalar


46 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Etkinlik

>

‘ K ü l t ü r, Ta r i h v e E d e b i y a t B a ğ l a m ı n d a Ç a n a k k a l e ’

da yapılmadı henüz. Bu eserlerde insana ait içerikten ziyade bir savaş methiyesi ortaya çıkardı. Yani bir noktada resmi tarih hüviyeti taşırdı. Ancak Osmanlı – Rus Savaşı’ndan önce Kırım Savaşı’nda türküler yakıldı. Mesela “Sivastopol önünde yatar gemiler…” gibi. İnsanlar savaş gibi dramatik aksiyonlar karşısında duygularını anlattılar, şehit anaları ağıtlarını yaktı. Yani insani dram hayatın içinden beslenmeye başlamıştı. Daha öncesinde edebiyatımızda romantizmin de etkisiyle tarihin resmi işlevi konumlanmıştı, ülkelerin yaşadığı tarihi vakalar bu çerçevede ele alınıyordu. Osmanlı – Rus Savaşı da hem şiirlere hem romanlara konu olmuştur. Mesela “Başımıza Gelenler” diye bir roman vardır (Mehmed Arif Bey), burada baştan sona 93 Harbi diye bilinen 1877 – 78 Osmanlı Rus Savaşı anlatılır. Bir de Mithat Cemal Kuntay’ın “Üç İstanbul” romanı vardır, bu eserde romanın kahramanı Osmanlı – Rus Savaşı’nı anlatır. Romanın içinde Parçalanan Vatan diye bir başka roman yazılmaktadır, konusu bu dramatik savaşı barındırır. Bu çerçeveden baktığımızda da görüyoruz ki Osmanlı – Rus Savaşı toplumda inanılmaz yaralar açmıştır. Günümüzde çok tartışılan Abdülhamit’in İstibdat Dönemi diye adlandırılan süreç vardır. 1878 – 1908 yıllarını kapsayan bu otuz yıllık süreç edebiyatta kendini

çok net hissettirir ancak bu noktada şunu da belirtmek gerekir Abdülhamit, Osmanlı – Rus Savaşı’ndan sonra dağılmak üzere olan ülkeyi biraz da elde tutabilmek için I. Meşrutiyet’i iptal ediyor. II. Meşrutiyet’in gelmesine nihayet müsaade ediyor. Bunları tartışırken başta da değindiğim gibi bugünün dikkatiyle bakmamız lazım, tarih bize bu yeni bakış açılarını geliştirme imkânları veriyor. Bu gibi eserlere dikkat ettiğimizde üzerinde durdukları savaşın yıkıcılığıdır. Eğer siz var olma savaşınızı kaybediyorsanız, ülke itibarını kaybediyorsanız, insanlarınıza özgü değerler de kendiliğinden kayboluyor. Bakanlığın en önemli konusu olduğu için söylüyorum, bir aileyi düşünün maddi durumu bozuluyorsa, baba çalışmaktan eve gelemiyorsa ya da yokluktan eve ekmek giremiyorsa, orada ahlaki bir zafiyet çok geçmeden başlayacaktır. Ahlaki çöküntü bu durumu takip ederek geliyor. Eğer bir ülke, bir tarafından çökmeye başlıyorsa, insan trajedisi de hemen beraberinden geliyor. Bu trajediler birbirine bağlı toplumu yavaş yavaş çözülmeye başlatacaktır diyebiliriz. Neye doğru götürür bu durum? Sadece kendi çıkarını düşünen bir topluma doğru… Ama yine Mithat Cemal Kuntay’ın bir mısrasında geçtiği gibi “Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta, Çekmez kürenin sırtı o tabût-ı cesîmi” bu vatan yine de ölmüyor her zaman ayağa kalkacak bir güç buluyor. Mehmet Âkif’in Çanakkale Şehitleri şiirine değinecek olursak; orada tam bir Çanakkale panoraması vardır. Batılı ülkelerin niyetini ve bunun karşısındaki düşüncesini söyler. Sonra savaş meydanına iner ve orada şehit olmuşlar için kendi düşüncesini yazar. En nihayetinde onlara dua ederek bitirir. Âkif’in edebiyat-ı manevisine sirayet etmiş olan mesele ise medeniyet maskesine bürünmüş ama mazlum milletleri ezen bir Batı anlatımı, Çanakkale gerçeğinde de karşımıza çıkar. Bunu en iyi İstiklal Marşı’nda ve daha pek çok şiirinde görebilirsiniz. Bin dokuz yüz onlu yıllarda Gaspıralı ile birlikte hareket etmektedir, onun düşüncelerini takip eder. Süleymaniye Kürsüsü’nde şiirinde ondan da mülhem vardır. Özellikle Rusya’da ezilen Türkler ve Müslümanların yanında


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 47

yer almak ister. Ancak Gökalp’in düşünceleri ona biraz uçuk gelir. Bu fikirlerden sıyrılarak İslam birliğini teklif eder. Ezilen Müslümanların kurtarılması noktasında elinden geleni yapar. Bu anlamda Âkif her zaman ama her zaman ezilen insanların yanında olmuştur. Çanakkale Şehitleri’nde şöyle der; Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! ... “En yoğun orduların dördü beşi birden yükleniyorlar”, sözü burada çok önemlidir. Kimin üzerine geliyorlar ve niçin geldikleri bile meçhul… Ama bu çıkar kaygısı bütün dünyayı perişan ediyor. Ve bunu medeniyet adına yapıyorlar, Âkif’in en nefret ettiği şey de bu aslında. En başta söylediğimize tekrar geliyoruz; Batı her halükarda üstümüze gelecekti çünkü çıkarları bu doğrultudaydı. Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı!” Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Diyerek devam eden bölümde Avrupalıyı neye benzettiği nasıl his yoksunu olduğunu çok etkili bir dil ile anlatır. Bu his yoksunu güruhun kendi vatandaşıyla değil asker olarak topladığı kalabalık bir kozmopolit tebaa ile geldiğini, onları yem olarak kullandığını anlamamızı istiyor. Bunu daha da aşağılayıcı bir durum olarak gördüğünü şiirin içindeki hiddetten de anlıyoruz. Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ! “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” benzetmesi bu kez “Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl / Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl” ifadesinde vücut buluyor. Aslında Berlin Hatıraları’nda ve Fatih Kürsüsünde şiirlerinde hatta daha pek çok şiirinde de mesela Gölgeler’de şunu anlatır; Batı örnek alınmalıdır, nesiyle örnek alınmalı? Siz kendi insanı, ahlaki olgunluğunuzu koruyarak, bilimini ve insani düzenini örnek almalısınız. Dürüstlük ve çalışkanlık Batı’da varsa o Batı’dan alınacaktır diye düşünür. Kurtuluş reçetesi olarak da bir an önce gençlerimizin Avrupa’ya eğitime tahsile gitmelerini önerir. Fakat orda kalmamalılar geri dönmeliler diye de ekler. Savaş meydanını tasvir ettiği bölümse gerçekten sinematografik bir görsel dizayn ile anlatılır. Bir savaş meydanı sanırım bundan daha güzel tasvir edilemez.

Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;


48 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Etkinlik

>

‘ K ü l t ü r, Ta r i h v e E d e b i y a t B a ğ l a m ı n d a Ç a n a k k a l e ’

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.

Son tahlilde seminerimizin adı gibi yani “Kültür, Tarih ve Edebiyat Bağlamında Çanakkale” konusunun üzerinden gidersek, ben bir edebiyatçı olarak edebi metinlerle ülkenin gerçeklerinin daha çok hissedileceğini düşünmekteyim. Refik Halit Karay, Sait Faik Abasıyanık, Reşat Nuri

Batı, hala Japonya’ya atılan atom bombasını konuşuyor (elbette ki o da korkunç bir olaydır) ama sanırım şu şiirde kuvvetli metaforlarla anlatılan savaşın da atom bombasından bir farkı olmadığını görmüşsünüzdür. Hilal olarak anlatılan metaforik bir yaklaşımdır anlaşıldığı üzere. Hilal sadece bir bayrak olarak düşünülmemeli koskoca bir mazi ve bir milletin tüm manevi değerleri olarak da ele alınmalıdır.

Güntekin hatta Kemal Tahir, Orhan Kemal (Eskici ve

Devamında bütün yer ve göğün şehitler ile kaplandığını anlattığı belki de şiirin en görkemli bölümüne de değinmeden edemem.

korkmazlar ondan sonra. Çünkü geride bıraktıkları, her

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,

şehit çocuğu bir iki günlük nafaka için kuşunu satmaktadır.

Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi; “O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi. Âsım’ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Oğulları’nda mesela) savaş gazilerinin, savaşta şehit olan askerlerin ailelerini işler. O dönemlerde onlara hiç sahip çıkamamışız biliyor musunuz? Hepsi sersefil olmuşlardır. Ama aynı dönemin karaborsacılık, tefecilik yapanları baş tacı edilmişler. Bu bizim büyük dramımızdır. Bununla yüzleşebilirsek insanlar şahadet şerbetini içmekten hiç insan için önemlidir. Bu dramı Reşat Nuri’nin çok basit gibi görünen “Kuş Yemi” isimli hikâyesinde bile görürsünüz. Bir Bunlar o dönemin trajedisi olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. Sözlerimi tamamlamadan önce belki de Çanakkale ve kurtuluş mücadelemiz bağlamında en önemli sözlerimi de eklemeliyim; tüm bu dağınık milli ruh halimizi Kuvâyi Milliye ruhu ile toparlayan da Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Burada inanılmaz bir feraset ve başarı hikâyesi yatmaktadır. Çok değerli ve destansı boyut kazanan bu milli şuurun, en önemli kahramanıdır.

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Çanakkale’yi edebi eserlerde aramak ve konuşmak benim

için çok değerliydi, hepinize teşekkür ederim.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

*Prof. Dr. Yakup ÇELİK

“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.

Yıldız Teknik Üniversitesi

Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 49

Oya TANYERİ

Türk İşaret Dili Tercümanı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü

FASULYEYE

MEKTUP

Hayaller kurmaya başladık senin üzerine. Mesela bizim hayatımızda neleri etkileyecektin merak edip düşünmeye başladık. Komik olan da bu ya daha hiçbir şeye benzetemediğimiz sen haftalar öncesinden yaptığımız tatil planımızı bozmuştun bile. Kim bilir daha neleri değiştirecektin hayatımıza dair.


50 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

>>

Yaşam

>

Fasulyeye Mektup

Öyle küçüktün ki öyle kendi halinde ve umarsız. Aslında hiçbir şeye benzemiyordun ama işte ille de bir şey söylemek gerekiyordu hitaben. Alay dolu bakışlarımızla ilk fotoğrafını incelerken Fasulye! dedik birden. Evet, sadece şekilsiz bir fasulyeye benziyordun. Heyecan vermiştin. Umut getirmiştin. Buruk bir hüzün de yoktu diyemem bu mutluluğun içinde. Korkularımız gizli kalmıştı o hüznün arkasında. Ama yine de umudun habercisiydin sen. Hayaller kurmaya başladık senin üzerine. Mesela bizim hayatımızda neleri etkileyecektin merak edip düşünmeye başladık. Komik olan da bu ya daha hiçbir şeye benzetemediğimiz sen haftalar öncesinden yaptığımız tatil planımızı bozmuştun bile. Kim bilir daha neleri değiştirecektin hayatımıza dair. Biz böyle heyecanla sarmalamışken seni, peki sen neden sevmedin bizi? Neden bu kadar çabuk vazgeçtin bizden? Üç hafta önce beklenmedik sürprizinle doğan güneşi yine beklenmedik şekilde soldurdun o hastane odasında. Gidişin de gelişin kadar muhteşem oldu be Fasulye. Kızgınım belki de sana. Çünkü ben bugün, bu kadar sevdiğim mesleğimi senin yüzünden yapmak istemedim. Ben bugün okuyabiliyor olmak istemedim elimdeki sonuç kâğıdında yazan “ex” yazısını, anlamamış olmak için. Ben bugün görüyor olmak istemedim o kâğıda bakmamak için. Ben bugün anneni görmek istemedim, konuşmak zorunda kalmamak için. Ve ben bugün ilk defa çeviri yapmak istemedim anlaşmayı sağlamak için. Doktor hiç susmasın istedim. Hep konuşsun, cümleler uzasın, zaman geçsin sonra sorun yok evinize gidebilirsiniz desin istedim. Söylemedi… Bunların hiç birini söylemedi. Cümlesi sadece 2 kelimeden oluşmuştu. Göz göze geldiğimiz an kadar donuk, ruhsuz iki kelime. “Yatış yapacağız!” Dinlenmek için yatın diyor olmasını istedim. Ama ben bugün çok şey istedim be

Fasulye, olmadı. Kalp durmuş dedi boş bakışlarımı doldurmaya çalışırken. Sonra gözlerimdeki korkuyu gördü normal bu dedi. “Normal” !!! Söylemek nasıl da normal gelmişti. Ama değildi. Bu hiç normal değildi. Biz sadece moraran tenimize merhem kullanıp kullanamayacağımızı öğrenmek için gelmiştik. Çünkü sen zaten oradaydın bize gelmiştin bu kadar çabuk gitmeye karar vermiş olamazdın. Ve bir saniyemi bile almayacak olan arkamı dönmemin zorunluluğu kara bulut gibiydi. Anneni görmek istemiyordum gözlerine bakmak istemiyordum. Doktora baktım hala soğuktu bakışları, sonra aniden annene baktım sanki anlamıştı belki de hissetmişti ama korkuyordu. Sonra kurabileceğim en uzun cümleyi kurarak aslında sadece kalbi durmuş demek istedim. Diyemedim. Ben diyemedim ama annen anladı yine de tekrar etmemi istedi. Bu da benim payıma düşendi. Tekrarı biraz daha kısa yaptım söyledim ya da belki söylemişimdir. Bilmiyorum! Her yer sessizdi sadece ellerim hareket ediyordu ama annen anladı, o an orada olan muayene olmak için gelen ve merak dolu bakışlarla hareketlerimi izleyen bütün kadınlar anladı. Ben anlamadım be fasulye… Söylesene neden sevmedin bizi?


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 51

Prof. Dr. Üstün DÖKMEN

Çelişkilerimiz İkilemlerimiz >>

Çelişkiler ve ikilemler, farkında olduğumuz ve olmadığımız sıkıntılar yaratır. Çelişkilerimizi fark ettiğimiz, ikilemlerimizden rahatsız olmadığımız zaman, stresle baş etmemiz ve gelişmemiz kolaylaşır. ÇELİŞKİ, İKİLEM Günlük yasamda çelişki, ikilem, dilemma, paradoks kavramlarını genelde yanlış kullanıyoruz, birbirinin yerine kullanıyoruz. Örneğin bazen “Hangisini seçeceğim konusunda çelişkiye düştüm”, bazen de “İkilem içinde olduğunun farkında değil” diyoruz. Sanırım böyle dediğimiz zaman, çelişki ve ikilem kavramlarını birbirine karıştırmış oluyoruz. Konumuz çelişkilerimiz ve ikilemlerimiz. Dilemma ve paradoks kavramları için felsefe sözlüklerine bakılabilir. (“Ben adalıyım; bütün adalılar yalan söyler” demek bir dilemma sayılabilir. “Bir okun hareket noktasıyla hedefi arasında sonsuz nokta vardır; sonsuz noktayı kat etmek ise sonsuz zaman alır; bu yüzden bir ok hedefine hiçbir zaman ulaşamaz” demek ise galiba bir paradoksal düşüncedir.) Simdi çelişki ve ikilem kavramları arasındaki farka bakalım. Galiba doğrusu şu: Doğada ya da insan zihninde zıtlıkların birlikte bulunması bir çelişki sayılabilir. (Bir tezin antitezini içermesi bir çelişki sayılabilir.) İnsan, sahibi olduğu çelişkili


52 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Kişisel Gelişim

>

düşüncelerin genelde farkında değildir, ikilem ise iki farklı davranıştan hangisine yönelmek gerektiği konusunda sıkıntı, kararsızlık çekmek demektir. Sahip olduğumuz çelişkili düşüncelerin, davranışların genelde farkına varmayız, ikilemde ise farkında olduğumuz bir kararsızlık söz konusudur. Bir dostunuzu hem seviyor hem de kızıyorsanız ve bu iki zıt duyguya/düşünceye birlikte sahip olduğunuzun farkında değilseniz, bu durumu bir “çelişki” olarak adlandırmaktan yanayım. Benzer şekilde, belirli bir olay karsısında üzgün olduğunuz halde sevinmiş gibi davranıyorsanız ve bu tezadı fark etmiyorsanız, yine çelişki içinde olduğunuzu düşünebiliriz. Ama eğer bir arkadaşınızı sevip sevmediğinize bir türlü karar veremiyorsanız veya iki meslekten hangisini seçeceğinize karar veremiyorsanız, bir “ikilem” içinde olduğunuz kanısındayım.

Çelişkilerimiz İkilemlerimiz

Çoğunlukla alttaki çelişkiler, görünürdeki bir takım ikilemleri yaratır. Bu durumda, çelişkilerimizi fark etmekten, ikilemlerimizi ise çözmekten söz edebiliriz. Çelişkiler ve ikilemler, farkında olduğumuz ve olmadığımız sıkıntılar yaratır. Çelişkilerimizi fark ettiğimiz, ikilemlerimizden rahatsız olmadığımız zaman, stresle baş etmemiz ve gelişmemiz kolaylaşır. Bazen bir işi hem yapmak istersiniz hem yapmamak istersiniz; hem çalışmak istersiniz hem çalışmak istemezsiniz. Bu ikileminizi “can sıkıcı bir saçmalık” olarak adlandırırsanız sıkıntınız artar. Ama bu ikileminizin yaşamın doğal bir parçası olduğunu düşünürseniz, onunla uzlaşma/çözme şansınız artar. Tamamen çelişkisiz, ikilemsiz olmak pek mümkün değil. Fazlaca çelişkiye, ikileme sahip olmak ise sorun yaratabilir, ruh sağlığını bozabilir. Bunlara belirli miktarda sahip olmak, ancak yerine göre fark etmek, yerine göre baş etmeyi öğrenmek galiba en sağlıklısı. İkilemler yaşamın ayrılmaz bir parçası, ikilemlerden arınmış bir dünya mümkün görünmüyor. İkilemler, çelişkiler kimi zaman canımızı sıksa da, toplumların, bireylerin gelişmesi için bazen itici güç oldukları da bir gerçek. İkilemler yaşamın ayrılmaz bir parçası. İkilemlerden arınmış bir dünya mümkün görünmüyor. Sadece canlılar, insanlar için değil, belki nesneler dünyası için de geçerli ikilemler. Aynı anda hem maksimum karmaşaya hem de minimum enerjili bir duruma ulaşmak isteyen sistemler, bir uzlaşma noktasına ulaştıklarında (fiziksel, kimyasal, biyolojik açıdan denge sağlandığında) gezegenler, yaşamlar ortaya çıkıyor belki. İkilemler evrenin her köşesinde olabilir (olmayabilir de); ancak canlılar, özellikle insanlar, ikilemlere girmekten ötürü acı çekiyorlar. İnsanın görevi, ikilemlerini fark etmek, bunları yaşamın doğal bir parçası kabul etmek, çözebileceklerini çözmek, çözemediklerine ise uyum sağlamak olmalıdır.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 53

İkilemler yaşamın ayrılmaz bir parçası. İkilemlerden arınmış bir dünya mümkün görünmüyor. BUZUN İÇİNDE ATEŞ VAR MI? Eski Yunan’dan bu yana hemen her şeyin kendi zıddını içinde barındırdığı görüsü var. Bu görüşten hareketle acaba şöyle düşünebilir miyiz? Buzun içinde ateş vardır. Nasıl mı? Elinize alacağınız bir buz kalıbı oksijen ve hidrojen atomlarından oluşmaktadır. Atom çekirdeklerinin etrafında dönen elektronlar ise yüksek enerjili cisimcikler, bir anlamda küçük ateşlerdir. Buz, bize göre buzdur. Ancak, eğer elektronların bilinci olsaydı, her halde buz olduklarını düşünmezlerdi. Bu düşünceden hareketle, dalındaki bir yaprağın aslında alev alev yandığını, ama bizim onu yeşil gördüğümüzü ileri sürebiliriz. Galiba doğada zıtlıklar iç içe. Eğer böyleyse, insan zihninde birtakım zıtlıklar bulunması doğal. O halde zihnimizi veya dış dünyayı çelişkilerden ve bunların uzantısı olan ikilemlerden arındırmak yerine, onları fark etmek, onlarla birlikte yaşamayı öğrenmek daha doğru olsa gerek. Çelişkiler, ikilemler yaşamın, yaşamlarımızın önemli bir parçası.

Trafikte “Yahu, her arabada bir ya da iki kişi var; niçin dört komşu birleşip aynı araçla gitmiyor?” diyen arkadaşlarım olur bazen. Bunu söylediği sırada arabasında biz de iki kişiyizdir. Bu çelişkinin farkında değildir. Trafik niçin tıkanır? Metro yoktur, demiryolu azdır, karayolları yetersizdir, apartmanların park yeri yoktur... Bir de ülkemizde trafikteki araç sayısı hızla artmaktadır. Araç sayısının artması, bir açıdan, insanların en azından bir bölümünün parası olduğu anlamına gelir. Bu arabaları alacak kadar parası olanlar, her halde paralarının tümünü bir arabaya yatırmazlar. Başka alanlarda da harcarlar ve/veya israf ederler. Böylece ekonomi canlanır. Bu canlılık pek çoğumuzun cebine para olarak girer, ancak farkında değilizdir.

ÇELİŞKİLERİMİZE BİRKAÇ ÖRNEK

Bankacısınız diyelim; araba alsınlar diye insanlara düşük faizli kredi verirsiniz. Onlar da bakarlar kredi iyi, arabaları alırlar. Ondan sonra sizin trafik tıkanıyor diye sinirlenmeniz bir çelişki mi, değil mi? Bir zamanlar Bursa’da trafik çok kötüydü. Otomobil üreticisi bir firmada çalışan bir arkadaşımla birlikte trafikteydik, çok sinirlendi. Ben de ona “Niye sinirleniyorsun, bu arabaları siz yapıyorsunuz. Kapatın firmayı iki yıl, trafik rahatlar” dedim. “Allah saklasın” diye karşılık verdi. “O zaman sıkılma; trafik tıkandığında ‘Çok şükür, önüm arkam, sağım solum müşteri’ demelisin” dedim. Rahatladı mı bilmiyorum ama sanırım bir çelişkisini görmek ona ilginç geldi.

Diyelim ki arabanızda veya bir otobüstesiniz. Trafik tıkandı, bekliyorsunuz, işe geç kaldınız. Kızar mısınız? Sanırım pek çoğunuz “evet” dersiniz. Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü türünden günleri anlamsız, gereksiz buluyor musunuz? Sanırım pek çok kişi bu soruya da “evet” diyecektir. Bu sorulara “evet” dediğiniz zaman, farkında olmadan bir çelişki sergilemiş, adeta bindiğiniz dalı kesmiş olursunuz. Bakınız niçin: Trafik tıkandığı zaman, tıkayanlara kızıyorsanız, trafiği tıkayan ögelerden birisi de sizsiniz. Bu yüzden kendinize de kızmalısınız, ama muhtemelen farkında değilsiniz.

Anneler günü, sevgililer günü gibi günlerin temel amacı ekonomiyi canlandırmak olmalı. Ekonomideki canlanma, araba satışları gibi hepimizin cebine katkı sağlıyor. (Ekonomideki canlanmanın getirileri olduğu gibi götürüleri de var belki; büyük bir ihtimalle ekonomideki canlanma çelişkisini de içinde taşıyor. Ekonomideki buzun içinde de ateş olabilir. Yasam göründüğünden daha karmaşık.) En azından yüzeydeki bu katkıyı fark etmiyoruz. Çiçekçi, yıl içindeki en büyük ciroyu anneler gününde yapıyor, parasını götürüp bankaya yatırıyor. Ondan sonra da hem çiçekçi hem bankacı anneler gününü gereksiz buluyorlar.

Doğada çelişkiler vardır, insanın çelişkileri/ikilemleri olması da doğaldır. Bu yüzden, çelişkisiz, ikilemsiz olmak değil, onları fark etmek, onlarla uzlaşmak bir fazilet sayılmalıdır.


54 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Kişisel Gelişim

>

Çelişkilerimiz İkilemlerimiz

Kendimizi çok önemser ama beğenmeyiz. Örnek: Düğün dernek olur, fotoğrafçı fotoğrafımızı çeker; az sonra basar, getirir. Elimize fotoğrafımızı alınca genel tavrımız sudur: Yalnızca ortada gözüken kendimize bakarız ama onu da beğenmeyiz. “Ay, ne kötü çıkmışım, uf ne biçim bakmışım” deriz. MODA Moda konusunda, insana özgü, insanca bir çelişki sergileriz. Hem modaya uygun giyinmek isteriz hem de giydiğimiz başka kimsenin üzerinde olmasın isteriz. Bu bir ikilemdir. (Gerçi moda tasarımcısı, hem modaya uygun hem tek olan kıyafetler tasarlayabilir; ama toplumun çoğunluğu böyle “hem benzeyen hem benzemeyen” giysiler talep ettiğinde, herkesin bu isteğini karşılamak, herhalde çok güç olacaktır.)

KİŞİSEL DEĞERİMİZ Kendimizi çok önemser ama beğenmeyiz. Örnek: Düğün dernek olur, fotoğrafçı fotoğrafımızı çeker; az sonra basar, getirir. Elimize fotoğrafımızı alınca genel tavrımız sudur: Yalnızca ortada gözüken kendimize bakarız ama onu da beğenmeyiz. “Ay, ne kötü çıkmışım, uf ne biçim bakmışım” deriz. Kendimizi çok önemser ama beğenmeyiz. Galiba bu tavrımız, kendimizi yeterince kabullenmemekten kaynaklanıyor. Kendimizi kabullendiğimizde, kendimizle barışık olduğumuzda, fotoğraflarımıza daha rahat bakabileceğiz. Kendimizi kabullenme sıkıntısından doğan önem verme ama aynı anda beğenmeme tavrımız, kendimize ve yaşama objektif bakmamızı zorlaştırıyor. Çevremizdeki insanlarla, yakınlarımızla sorunlar yasamaya başlıyoruz. İnsanlar, özellikle gençler, ana babalarını çok önemserler önemsemiyor izlenimini verseler de, içten içe çok önemserler ama onları kolay kolay beğenmezler, sürekli

eleştirirler. Ana babalarda bulunabilecek en küçük kusur, gençleri öfkelendirir.

ANA BABALAR VE ÇOCUKLAR ARASINDA BİR BENZERLİK Psikologlar, özellikle gelişim psikologları, ergenlik dönemiyle ilgili olarak sunu sıklıkla vurgularlar: Ergenlik döneminin özelliklerinden birisi, gencin bazı ikilemler içinde olmasıdır. Bunlardan birisi, gencin ana babasına hem çok önem vermesi, onlarla özdeşim kurması ama aynı zamanda onları eleştirmesi, onlarla çatışmasıdır. (Ergen, kendine özgü bir kimlik oluşturabilmek için bu ikilemi yasamak zorundadır.) Bugüne kadar ben de, ana babaya çok önem verip onlarla özdeşim kurmanın ama aynı zamanda onları eleştirmenin, ergenlik dönemine özgü bir özellik olduğunu düşünüyordum. Fakat bir süredir şunu fark etmeye başladım: Ana babalar da benzeri bir ikilem sergiliyorlar; çocuklarını hem çok seviyorlar, onlara önem veriyorlar hem de onları çok eleştiriyorlar, beğenmiyorlar. Ergenler ile ana babalar arasındaki bu benzerliğin üzerinde düşünmeye ve araştırma yapmaya değer olduğu kanısındayım. Söz konusu ikilem, belki de yalnızca ergenlere özgü değil, herkes için geçerli. Dürüst olma yollarından birisi, içimizdeki duyguları sansürlemeden dışarıya ifade etmektir. İkilemlerimiz olabilir; ikilemleri ifade etmek de bir dürüstlüktür. Kaynak Prof. Dr. Üstün Dökmen, Küçük Şeyler, Sistem Yay. İstanbul 2004


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 55

Doç. Dr. Asuman DOĞAN

Ankara Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi

YAŞLIVE EVİ Yaşam kalitesi, iyi sağlık standardı için anahtar rol oynamaktadır. İleri yaş kişilerde sağlık standardını yükseltmek; günlük yaşamında bağımsız olmak, yüksek bilişsel ve fiziksel düzey ve yaşama aktif katılım ile ilişkili görünmektedir.


56 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

>>

Eğitim

>

Ya ş l ı v e E v i

Yaşlılık, insan yaşamının en duyarlı ve kaçınılmaz bir dönemidir. Yaşlanmayla birlikte vücutta meydana gelen değişimler yaşlının yaşama ve çevre koşullarına uyumunu azaltmaktadır. Uyum geliştirmedeki bedensel ve ruhsal kısıtlılıklar düşme riski, kazalar ve bunlara bağlı sakatlık ve ölüm oranını artırmaktadır. Bu nedenle yaşlının ortama değil, çevre ve yaşama koşullarının yaşlıya uydurularak, yaşam kalitesinin artırılması planlanmalıdır. Yaşlı nüfusun; günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız olması, fonksiyonel düzeylerinin artırılması sosyal yaşamın dışında değil, sosyal yaşamın bir parçası olması için; yaşadığı ortamlar ve çevrede bir takım düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Bu bölümde evde (huzurevi/tesis) yaşlının hayatını kolaylaştıracak, bağımsızlığını artıracak, düşme ve kazaları önlemeye yardımcı düzenlemelerden

bahsedilecektir. Çünkü yaşlılarda düşme, en sık yaralanma nedenidir. Altmış beş yaş üzeri bireylerin yaklaşık üçte biri her yıl en az bir kez düşme deneyimi yaşamaktadır. Türkiye’de yaralanmaların çoğunluğunun evde meydana geldiği; kazaların oluş nedenleri incelendiğinde büyük kısmına bilgisizlik, tedbirsizlik, ihmal gibi önlenebilir insan hatalarının sebep olduğu görülmüştür. Oysa evde yapılacak küçük düzenlemeler ve destekler ile kazalar ve bunlara bağlı yaralanmaların önemli ölçüde azaltılacağı belirtilmektedir. Yaşlı güvenliğinde en önemli koruyucu uygulamalardan biri yaşa bağlı olarak ortaya çıkan fizyolojik yetersizlikleri gidermeye yönelik yardımcı araçların (işitme aygıtı, gözlük, baston vb.) sağlanmasıdır. Gözlüklerin camları çizik, kırık olmamalı, temiz olmalı ve çerçevesinin burun üzerine, sapının kulak arkasına tam oturması sağlanmalıdır. Baston, tripot (üçayaklı baston) ve walker (yürüteç) gibi kullanılacak destekler; vücut ağırlığının bir kısmını alır, yer ile temas yüzeyini genişletir ve dengenin sağlanmasında, düşmelerin önlenmesinde çok yararlıdır. Bu nedenle yaşlıların sağlık durumlarına göre devamlı ya da yürüyüşlerde ve alışverişlerde kullanması önerilir. Bu desteklerin elle tutulan bölümleri avuç içine yerleşebilir nitelikte, gövdesi sağlam, uç kısımları kaymayacak maddeden yapılmalıdır.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

Güvenlik Listesi •

Acil telefon numaraları (ambulans, itfaiye vb.) her telefona yapıştırılmalıdır.

Rakamları kolayca seçilen telefonlar tercih edilmelidir.

Mümkünse telefonlar her odaya yerleştirilmelidir. Düşme durumunda yerden uzanabilecek mesafede olmalıdır.

Kapı kolları içerden kolay açılmalı güvenlik açısından dışardan kolay açılmaya izin vermeyecek şekilde olmalıdır.

İlaçlar güvenli, direkt ışık almayan serin yerlerde ve kendi kutularında tutulmalıdır.

Yanlış ilaç kullanımının engellenmesi amacıyla ilaç kutularının üzerine çeşitli uyarı bilgileri yazılmalıdır.

Zemine kayabilecek özellikte olan halı, kilim vb. serilmemelidir.

Halı, kilim vb. kenarları takılıp, düşmeye ve kaymaya yol açabilecek biçimde veya kıvrılmış durumda olmamalıdır.

Aydınlatma için kullanılan aletler temiz ve iyi durumda olmalıdır.

Elektrik, telefon vb. kablolar açıkta ve takılmaya, düşmeye yol açabilecek biçimde olmamalıdır.

Yangın riskine neden olabilecek elektrik kablolarının üzerine aşınma ve zedelenmeye yol açacak eşya konmamalıdır.

Elektrik fiş ve prizleri (topraklı) geceleri acil durumlarda kolayca görünebilecek özellikte (ışınımlı, ışıklı vb.) olmalıdır.

Elektrik kabloları mutfak, banyo gibi su kullanılan alanlarda elektrik çarpmasını önleyici özellikte olmalıdır.

Mümkünse ev ya da çalışma alanlarında yangın alarmı kullanılmalıdır.

AİLE 57

Ev zemini, özellikle ıslak alanlar kolayca kayabilecek materyalden yapılmamalıdır.

Evlerde çocuk oyuncakları, bilyeler, kolayca yuvarlanarak kaymaya yol açabilecek malzemeler ortalıkta bırakılmamalıdır.

Kullanılmayan, fazlalık ya da dağınıklık yapan eşyalar mümkün olduğu kadar azaltılmalıdır.

Yaşlıların yatakta sigara içmesi engellenmelidir.

Küllükler derin ve çok az miktarda su konulmuş olmalıdır.

Ayak tabanı kaydırmaz terlik ya da ayakkabı giyilmelidir.

Yangın merdiveni ya da acil çıkış kapıları olmalıdır.

Ayrıca düşmelerden korunmak için uyarı işaretleri konulabilir, düşme; genellikle, bir eşyaya takılmak, yerden bir cismi eğilerek almak, uzanmaya çalışmak, bir eşya üstünde denge kaybı ve kaymak şeklinde olabilmektedir. Yaşlılık döneminde olan bir aile veya kişinin konut ihtiyacı daha genç aile veya kişinin ihtiyacından farklılık göstermektedir. Bu amaçla merdiven, antre, mutfak, oturma odası, yatak odası ve banyo - tuvalet gibi mekanlar ile ilgili çözümler hazırlanmıştır.

Konut içi düzenlemeler; •

• •

Kapı genişlikleri en fazla 100cm, en az 80cm olmalıdır. Bütün kapılar eşiksiz olmalıdır. Kapı üzerlerinde kavraması kolay tutma kolları bulunmalıdır. Apartman giriş sahanlıkları yeteri kadar aydınlatılmış olmalıdır. Posta kutusu, kapı zili ve elektrik düzeneğine ilişkin her türlü düğme ve priz yerden en fazla 90-100cm yükseklikte olmalı. Karanlıkta görülecek fosforlu düğmeler tercih edilmelidir. Asansör kabini minimum 110 x 140cm ölçülerinde ve kolaylıkla ulaşılabilir mekanlarda olmalı, ara katlara konulmamalıdır.


58 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Eğitim

>

Ya ş l ı v e E v i

Antre; •

Mobilyalar, yaşlıların düşme ve çarpma riskini azaltmak için duvarlar boyunca ve alanın köşesine yerleştirilmelidir. Yaşlı bireyin dinlenmesine olanak sağlamak amacıyla kapıya yakın olarak yerleştirilmiş bir oturma yeri bulunmalıdır. Elbiselerini ve bastonu asmak için kolay ulaşılabilen farklı yükseklikli askılar olmalıdır.

Merdivenler; •

Merdivenlerin başında ve sonunda elektrik düğmeleri olmalıdır. Mümkünse hareketli cisme duyarlı (sensörlü) lambalar kullanılmalıdır. Basamaklar eşit aralıkta ve yükseklikte olmalı ve takılmaya neden oluşturacak çıkıntılar ve uygunsuz basamak uygulamaları (döner merdiven) olmamalıdır.

• • • •

Tutamaklar ve uzun merdivenlerde dinlenmek için sahanlık olmalıdır. Merdivenlerin basamak yüksekliği 14cm, basamak uzunluğu ise 28 - 30cm’yi geçmemelidir. Basamaklarda kaymayan malzemeler kullanılmalıdır. Görme derinliğinde algılama bozukluğuna yol açacak desenli döşemeler halı ve kilimler kullanılmamalıdır.

Mutfak; • • •

İyi aydınlatma ve havalandırma/baca olanağı bulunmalıdır. Çalışma tezgahı yeterli yükseklikte ve uzunlukta olmalı. Mutfak dolabının raf yüksekliği, alta bir şey koymadan uzanabilmek için, maksimum 150cm olmalıdır (ideali 140cm olmasıdır). Alt dolapların


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

minimum raf yüksekliği 40cm’dir. Tekerlekli sandalye kullanan yaşlılar için tezgah altı sandalyenin girmesi için boş olmalıdır.

Masa ayakları düşme ve takılmaları engellemek için dışarıya çıkıntılı olmamalıdır. Masaların kenarları keskin olmamalıdır.

Kullanılan ocak, şofben gibi araçların düğmelerinin açık ve kapalı konumları belirgin olmalı, rahat görülebilmelidir.

Mutfakta kullanılan elektrikli araçların kabloları lavaboya veya ocağa yakın olmamalıdır. Ocak ve fırınların yakınında kolayca tutuşabilecek maddeler ve cisimler olmamalıdır.

Doğal gaz kullanılıyorsa alev ya da arıza anında otomatik gaz kesim sistemi olmalıdır.

Yatak Odası; •

İyi aydınlatma ve havalandırma olanağı bulunmalıdır.

Yatak odası, banyo ve tuvalet birbirine yakın planlanmalıdır.

AİLE 59

Sık kullanılan giysi ve eşyalar ulaşılabilecek yerlerde bulunmalı, tabure/sandalye üzerine çıkmadan kolaylıkla ulaşılabilmelidir. Elbise dolaplarının kapaklarında, kavraması kolay kulpların kullanılması ve kapakların açılmasıyla otomatik yanan lambalar tercih edilmelidir. Yatak odası mobilyaları yaşlının tekerlekli sandalye, koltuk değneği ya da bastonu ile rahatça dolaşabileceği şekilde düzenlenmelidir. Yataktan kolay ulaşılan mesafede; yatak başı lamba, telefon, bardak, ilaçlar gibi önemli maddeleri koyabilecek küçük sabit masa/ komodin olmalıdır.

Oturma Odası; • •

Mobilyalar; mekan geniş, ferah olacak şekilde yerleştirilmelidir. Mobilya döşemeleri kolay yanmayan, kaygan olmayan kumaşlardan yapılmalı, canlı renkler kullanılmalıdır. Sandalye ve kanepeler sağlam ve güvenli olmalı, çok yüksek ya da çok derin olmamalı, kolaylıkla kalkılabilmelidir.


60 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

• • •

Eğitim

>

Ya ş l ı v e E v i

Elektrik kabloları yürünen alanlarda olmamalı, kenarlarda ve sabitlenmiş olmalıdır. Sehpalar ortada durmamalı, koltuklar arasına yerleştirilmelidir. Halılar kaygan, kenarı düşmeye neden olacak şekilde kalkık, kıvrık olmamalı, görme derinliğini yanıltacak karışık desenli olmamalıdır.

Banyo ve Tuvalet; •

• • • • • •

Tuvalet, duş, banyo küveti yakınında tutunma barları bulunmalıdır. Tutunma kolları duvarda yatay eksende iyi sabitlenmiş olmalıdır. Tutunma barlarının çapı 4-5cm olmalı ve zeminden 90-100cm yükseklikte yerleştirilmelidir. Giriş ve çıkışlarda düşmelere neden olabileceğinden küvetten kaçınılmalıdır. Oturaklı duş sistemi tercih edilmelidir. Armatürler kolay açılır kapanır özellikte olmalıdır. Elektrikli aletler kullanılmadığı zaman fişleri prizden çıkarılmalıdır. Banyoda havalandırma sistemi ve sıcak kaynağı güvenliği olmalıdır. Banyo dolapları ve havalandırma sistemleri eşya üzerine çıkmada, ulaşılabilecek yükseklikte olmadır. Banyo kapısı mekanı daraltmamak için dışarıya açılmalıdır. Banyo zemini kaymaz, ışık ile parlamayan özellikli malzemeden yapılmalı ve döşemeler ıslak bırakılmamalıdır.

Zemin ile duvar rengi kontrast oluşturacak şekilde farklı renklerden yapılmalıdır.

Kaymayan terlikler kullanılmalıdır.

Yaşlılarda kıyafet seçiminde de özen gösterilmeli, etek boyları ve kol boyları uzun, geniş, iş yaparken takılmaya neden olacak şekilde olmamalı, rahat, vücudu çok sıkı sarmayan pamuklu kumaştan yapılmalıdır. Ayakkabılar hafif materyalden, ortopedik ve altı kaymayacak şekilde olmalıdır. Yararlanılan Başlıca Kaynaklar Evci ED, Ergin F, Beser E. Home Accidents in the Elderly in Turkey. Tohoku J. Exp. Med. 2006; 209: 291-301. Erel SS, Bilgin O. Yaşlıların Konuta İlişkin Tercih ve Beklentilerinin İncelenmesi. Ev Ekonomisi Dergisi. 1992; 8 (5 ): 61-68. Nüve Matbaası. Ankara. Erkal S. Kırıkkale ovacık mahallesinde yaşayan 65yaş ve üzeri kişilerin ev kazaları ile karşılaşma durumlarının ve kaza nedenlerinin incelenmesi. Türk Geriatri Dergisi 2005; 8 (1): 17-21 Güner P, Güler, Ç. Yaşlıların Ev Güvenliği ve Güvenlik Listesi, Turkish Journal of Geriatrics 2002: 5 (4): 150-154. Home safety check-list. fall prevention Project, Pima Council on Aging Tucson.http://www.cdc.gov/ncipc/falls/fallprev4.pdf Erişim tarihi; 03.08.2009. Herkes için Ulaşılabilirlik Seminer notları. TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve OFD (omirilik Felçliler Derneği) yayını İstanbul, Haziran 2001. İlçe AÖ, İlçe AC, Dıramalı A. Yaşlılarda ev kazalarının önlenmesi ve ev kazalarının önlenmesine yönelik iç mekan çözümlemeleri. http://www. sdergi. hacettepe.edu.tr/aiciad Erişim tarihi 28 ekim 2008. Kutsal YG. Ev Güvenliği. Sağlıklı Yaşlanma. Geriatri Derneği. 2005b. Öncü Basımevi, Ankara. s:189-192. Şafak Ş, Erkal S, Çopur S. Yaşlılıkta Sağlıklı Konut ve Kazalar, ÖZ-VERİ Dergisi 2005, Cilt: 2 Sayı: 2. Tezcan S, Aslan D, Yardım N, ve ark. Ankara ili Altındağ Merkez 1 No’lu Sağlık Ocağı bölgesinde Kaza sıklığının saptanması ve kazaların bazı faktörlerle ilişkisinin Belirlenmesi. Ege Tıp Dergisi, Cilt 40, Sayı 3, Eylül-Aralık 2001, s165-175 Topaç Ş. Gata Eğitim Hastanesinde Rutin İncelemeye Tabi Tutulan Yaşlı Bireylerde Ev Kaza Sıklığı, Kaza Özellikleri ile Nedenleri ve Bunun Yaşadıkları Konut Özellikleri İle İlişkisi. Hemşirelik Programı Yüksek Lisans Tezi, 2002, Ankara


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

AİLE 61

Orhan NEÇARE

Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Uzman Yardımcısı

KUTÜ’L-AMÂRE ZAFERİ’NİN 100. YILINDA KENDİMİZİ HATIRLAMAK

Bu zafer Osmanlı için büyük bir moral kaynağı oluşturmuş birçok yerde kutlamalar yapılmıştır. Mamafih Kut zaferi, Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Almanya ve Avusturya’nın başkentleri Berlin ve Viyana’da sevinç gösterilerine neden olmuş ve şehirler bayraklarla donatılmıştır. Peşte, Sofya gibi diğer müttefiklerin başkentlerinde de coşkulu kutlamalar gerçekleştirilmiştir.

>>

Atomu parçalayan, DNA’nın yapısını çözen, evrene ilişkin bilgisini her geçen gün arttıran insan, acaba kendini yeteri kadar tanıyor mu? İnsan fiziksel özelliklerine ilişkin bilgisini epey bir arttırmasına rağmen, kendine ilişkin duyusal ve duygusal özelliklerini yeterince bilememektedir. İnsan karmaşık bir varlıktır. İnsan olarak kendimizi bilmemiz, ilk olarak bir insan olmanın ne demek olduğunu anlamaktan geçer. İkinci olarak da insanın biz olduğumuzu yani başka kimse olmadığımızı bilmektir. İnsana ve onun geçmişine doğru yapılan yolculuk, sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşımla sınırları ve yöntemi belirlenmiş bir disiplin alanı olan tarih bize kendimizi tanıma imkânı sunar. Tarih, kişinin kendine olan bilgisini ortaya çıkarmasını sağlar. Kolektif bir bellek sağlar ve insanların kendilerine ve içinde bulundukları toplumdaki kimlik kavramlarını ve geleceğe ilişkin beklentilerini oluşturmalarına olanak oluşturan deneyimlerin toplamını insana kazandırır. Kişinin bugününü ve geleceğini anlamasının yolu, geçmişine bakmasıdır. Bu da tarih sayesinde olur. Düşünerek, keşfederek, ilişkilendirerek, fikir üreterek ve günümüze ait çıkarımlarda bulunmakla

tarih ilmine yararlanılabilir. Nasıl ki hafızasını yitirmiş bireyin yaşantısında aksaklıklar meydana gelirse, toplumsal hafızasını yitirmiş uluslarda da sıkıntılar yaşanması kaçınılmazdır. Bu minvalde, mümbit ve bereketli toprakların insanları olarak bizler kendimizi tanımalıyız. İçimizdeki potansiyelin farkında olmalıyız. Güçlü yönlerimiz kadar zayıf yönlerimizi de bilmeliyiz. Eksilerimiz kadar artılarımızı da öğrenmeliyiz. Tarihimize iyisiyle kötüsüyle bütüncül yaklaşımlarla, ibret alarak bakmalıyız. Her şeyden önce iyisiyle kötüsüyle bu tarihin bize ait olduğunu idrak etmeliyiz. Her bir olayı kendi önemi içerisinde değerlendirmeli ve bu dengeyi iyi kurmalıyız. Son bir asırlık tarihimize baktığımızda bu dengeyi pekiyi kuramadığımız aşikâr. Güneş yılı esasına dayanan miladi takvime göre 1914–1918 arasında cereyan eden Batılıların “First World War” olarak adlandırdıkları bizim ise I. Dünya Savaşı demekten daha ziyade Harb-i Umumi ya da I. Alman Savaşı olarak nitelendirmemiz gereken bu hazin ve yıkıcı


62 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Tarih

>

Kutü’l-Amâre Zaferi’nin 100. Yılında Kendimizi Hatırlamak

savaşta birçok cephede mücadele etmek zorunda kaldık. Memalik-i Mahrusa-i Şahane olan Osmanlı Devleti, bu savaşa bir oldubitti ile dâhil edilmişti. Balkan Savaşı’nın acı hatıraları henüz taptaze idi. Yoksulluk ve yoksunluk içinde olduğumuz gerçeği göz ardı edilmişti. Osmanlı Devleti’nin elinde kendine ait bir piyade tüfeği dahi yoktu. Kaldı ki ilk yerli piyade tüfeğimiz olan MPT-76 henüz birkaç yıl önce Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine girerek kullanılmaya başlanmıştır. Buna rağmen bu ülkenin çocukları büyük bir mücadele örneği gösterdiler. Osmanlı Devleti, Çanakkale’de, Filistin’de, Irak’ta, Kars’ta, Galiçya’da daha birçok bölgede mücadele etmiştir. Çanakkale’de büyük bir mücadele örneği gösterilmiştir. En az onun kadar önemli bir mücadele de Irak Cephesi’nde Kutü’l-Amâre’de sergilenmişken ve Çanakkale Zaferi hep hatırlanırken Kutü’l-Amâre Zaferi son yıllara kadar hatırlanmamış ve toplumun belleğinin bir parçası olmaktan uzak kalmıştır. Oysaki 13 general, 481 subay ve

13.300 er ile birlikte Charles Townshend’in komutasındaki İngiliz tümeni, beş ay süren muhasara sonunda, 29 Nisan 1916 tarihinde Osmanlı kuvvetlerince esir alınmıştır. Çanakkale’de Osmanlı ordusu müdafaada iken burada müdafaada kalan İngiliz ordusu olmuştur. Askerî birlikler açısından bakıldığında Kut’u Çanakkale ile kıyaslamak pek doğru olmasa da; stratejik açıdan bakıldığında İngilizlerin hedefleri ve Osmanlı ordusunun bu hedefleri durdurma başarısı açısından şüphesiz çok mühim bir muharebedir. Kûtü’l-Amâre’de İngiliz kuvvetleri ile birebir savaşılmış ve doğruda İngilizlere karşı önemli bir zafer kazanılmıştır. Bu durum sadece İngiltere kamuoyunda büyük etkilere yol açmamış ve İngilizler için büyük darbe olmamış ayrıca diğer İtilaf Kuvvetleri basınında da geniş bir şekilde yankı bulmuş ve İtilaf Devletleri halklarında da büyük moral bozukluğuna neden olmuştur. Bu zafer Osmanlı için büyük bir moral kaynağı oluşturmuş birçok yerde kutlamalar yapılmıştır.


13 | Ocak Şubat Mart 2016 |

Mamafih Kut zaferi, Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Almanya ve Avusturya’nın başkentleri Berlin ve Viyana’da sevinç gösterilerine neden olmuş ve şehirler bayraklarla donatılmıştır. Peşte, Sofya gibi diğer müttefiklerin başkentlerinde de coşkulu kutlamalar gerçekleştirilmiştir. Günümüzde olduğu gibi o zamanda da Arap coğrafyası zengin petrol yataklarına sahipti. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren petrolün “önemli bir enerji kaynağı” olduğu biliniyordu. Ayrıca Mezopotamya’dan geçmekte olan Fırat ve Dicle Nehirleri arasında kalan alanda tarım potansiyeli hala hayli yüksektir. İngilizlerin Irak Cephesi’ni açmalarının temelinde İran Körfezi yakınlarındaki petrol yataklarının İngiltere için hayati öneme sahip olması yatar. Zira bu cephe müşkül haldeki müttefiki rahatlatmak ya da düşman devletinin birinin en hayati ve stratejik noktasını hedef almak için açılmamıştı. Irak, başta tarihi ve stratejik olmak üzere birçok bakımdan İngiltere için önemliydi ki, henüz Osmanlı Devleti’nin savaşa girmediği bir tarih olan Ekim 1914 başlarında; Britanya Hint ordusu 6. Tümenine mensup bir tugay asker, General Delamain komutasında, Bombay’dan gizlice Basra Körfezi civarına sevk edilmişti bile. İngilizlerin, Osmanlı Devleti savaşa girdikten hemen sonra 7 Kasım 1914’te Basra Körfezi’nden karaya asker çıkarmasıyla Irak Cephesi açılmış oldu. İngilizlerin hedefinde, Irak’ın kalbi Bağdat vardı. İngilizler bunun çok kolay olacağına ve Bağdat’ı kısa sürede ele geçireceklerine inanmış olmalıydılar ki İngiliz basını, General Townshend’i “Bağdat Fatihi” olarak ilan etmişti bile. Fakat Osmanlı kuvvetleri; Bağdat yakınlarında, Selman-ı Pak’ta Bağdat yolunu kontrol altına almış ve burada, 22 – 26 Kasım 1915’te meydana gelen çatışmalarda İngilizleri mağlup etmişti. Bu mağlubiyet üzerine İngilizler, geriye doğru çekilerek Kutü’l-Amâre’de savunmaya geçtiler ve burayı kuvvetlendirerek sağlamlaştırma yoluna gittiler. Buna rağmen Charles Townshend’in komutasındaki İngiliz tümeni, beş ay süren muhasara sonunda, 29 Nisan 1916 tarihinde, komuta kademesiyle beraber Osmanlı kuvvetlerince esir alındı.

AİLE 63

Bu kadar önemli bir zaferin daha sonraki dönemde “unutulmuş” olması üzücüdür fakat son yıllarda kamuoyu gündemine gelmiş olması sevindiricidir. Neyse ki Kutü’lAmâre Zaferi’nin kazanılmasından 100 yıl sonra olsa da Irak Cephesi ve Kutü’l-Amâre ülke kamuoyunda yer almaya başlamış, konuyla ilgili birçok faaliyet gerçekleştirilmiş ve halen gerçekleştirilmektedir. Bu faaliyetlerden biri de 28 – 29 Nisan 2016 tarihleri arasında Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Mardin Artuklu Üniversitesi ve Bağcılar Belediyesi işbirliğinde Mardin’de düzenlenen “Kutü’l-Amâre Zaferi’nin 100. Yılı Münasebetiyle I. Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi Uluslararası Sempozyumu” olmuştur. Başarısızlıklarımızı ve başarılarımızı bilmek kendimizi keşfetmemiz ve potansiyelimizin farkında olmak açısından önemlidir. Bu coğrafyanın ve toplumun insanları olarak Kutü’l-Amâre Zaferi’ni kutlarken, geleceğe daha emin adımlarla ilerleyeceğiz. Son olarak, içlerinde Nurettin ve Ali İhsan Beyler gibi İstiklal Savaşımızda da önemli hizmetleri olan Irak Cephesi’nde görev yapan askerlerimizi, komutanlarımızı saygıyla yâd ediyorum. Cavit Paşa’yı, Süleyman Askeri Bey’i, Nurettin Bey’i, Ali İhsan Bey’i ve Halil Paşa’yı ve şehit ve gazi olan vatan evlatlarımızı rahmetle anıyorum.


64 AİLE | Ocak Şubat Mart 2016 | 13 >

Eğitim

>

Ekmeğin Besin Değeri

TMO Genel Müdürlüğü

EKMEĞİN BESİN DEĞERİ Temel besin maddesi olan tahıllar; buğday, arpa, pirinç, mısır, çavdar ve yulaf gibi taneli bitkiler ve tohumlarından oluşmaktadır. Bu ürünlerden de un, ekmek, bulgur, yarma, gevrek ve benzeri ürünler imal edilmektedir. Tahıllarda A ve C vitamini hemen hemen hiç yoktur. Ancak tahıllar, B12 vitamini hariç vücudun enerji metabolizmasında görevli olan, yetersizliğinde sinir ve sindirim sistemi bozukluklarına neden olan B1 (tiamin) vitamininin başlıca kaynağıdır ve diğer B grubu vitaminler bakımından da zengindir. Antioksidan özelliği olan E vitamini, tahıl tanelerinin yağ içeren kısmında bulunur. E vitamininin kalp hastalıkları, sindirim sistemi bozuklukları ile prostat ve akciğer kanserine yakalanma riskini azalttığı araştırmalarla desteklenmektedir. Özellikle tam tahıl ürünü içeren besinler zengin birer posa kaynağıdır ve posa; bağırsak hareketlerini artırarak kabızlığı önler, kan kolesterolünün azaltılmasına katkıda bulunur ve bağırsak kanserine karşı koruyucudur. Ayrıca kan şekerini düzenleyerek tokluk hissi

oluşturduğundan obezite ile mücadelede de önemlidir. Günlük tahıl grubu tüketimi bireylerin özelliklerine, alışkanlıklarına, yaşam ve çalışma biçimlerine ve diyetlerinin bileşimine göre değişmektedir. Yetişkin kadın ve erkeğin günlük ortalama gereksinmeleri düşünüldüğünde 300 gr ekmek; günlük alınması gereken enerjinin % 30-36’sını, demirin % 12-48’ini, proteinin % 39-42’sini, kalsiyumun % 9-57’sini, B1 vitamininin % 27-63’ünü, B2 vitamininin % 1230’unu ve niasinin % 15-27’sini karşılamaktadır. Tahıl grubunun sağlığa olan yararlarının yanı sıra, Türk Obezite Derneği tarafından yapılan “Türkiye’de Beslenme Alışkanlıkları ve Fiziksel Hareketlilik Düzeyi Saptama Araştırması” sonuçlarına göre, Türk toplumunun tüm besin grupları içerisinde en çok ekmek tükettiği ve bireylerin çoğunun ekmek tüketiminde bilinçli tercih yapmadığı görülmektedir. Oysaki tam tahıl grubundan olan ekmeğin sağlık üzerindeki faydalarından yararlanabilmek için diyette doğru ekmeğin yeterli miktarda tüketilmesi gerekmektedir.

EKMEK İSRAFINI ÖNLEMEK İÇİN EVDE NELER YAPILABİLİR? • • •

İhtiyaçtan fazla ekmek alınmamalıdır. Ekmeğin dilimlenerek tüketilmesi israfın azaltılmasını sağlayacaktır. Kurumuş ekmekler; fırında, ekmek kızartma makinesinde veya kaynamakta olan tencerenin üzerindeki süzgece yerleştirilerek tüketime uygun hale getirilebilir. Bayat ekmekler, galeta unu veya kurutulmuş ekmek içi şeklinde, uygun yemeklerde kullanılabilir.

Kaynak Bayat Ekmekli Yemek Tarifleri, İkinci Baskı, Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü www.ekmekisrafetme.com



Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı eydb.aile.gov.tr

Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü

Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü

Şehit Yakınları ve Gaziler Dairesi Başkanlığı

sosyalyardimlar.aile.gov.tr

ailetoplum.aile.gov.tr

cocukhizmetleri.aile.gov.tr

eyh.aile.gov.tr

kadininstatusu.aile.gov.tr

sehityakinlari.aile.gov.tr

www.aile.gov.tr


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.