15 minute read
YÖNETİM
ACAR BALTAŞ
Yeni Normların Dünyasında Yetkinlik ve Sorumlulukların Değişimi
Advertisement
PROF. DR. ACAR BALTAŞ
Gerçek kriz, bilinen çözümlerin sorunu çözmek için yeterli olmadığı durumlara verilen isimdir. Biz de bütünüyle böyle bir süreçten geçtik ve hala da krizin, belki hiç olmadığımız kadar içindeyiz. Geride bıraktığımız süreçte yıldırım hızıyla yaşadığımız değişiklikler; evden çalışma ve evden eğitim oldu. Sağlık kaygılarının yol açtığı yeni koşullarda bu iki uygulama, başlangıcında tereddüt ve aksamalar olsa da günler içinde aşıldı ve “yeni norm” olarak kabul gördü. Yönetim zihniyeti nedeniyle düşünülmesi bile söz konusu olmayacak birçok kurumda, uzaktan çalışma tam zamanlı veya kısmen hayatın parçası oldu. Hiç şüphesiz uzaktan çalışmak ve yönetmek de birçok beceri gibi hem kurumlar, hem de bireyler açısından “gelişme alanı” içinde sayılacak “yeni bir yetkinliktir”. Evden çalışma yetkinlikleri Evden çalışmak başlangıçta birçok kişi için önemli ölçüde memnuniyetle karşılandı. Ancak bazıları için ev koşullarının yeterince elverişli olmaması, bazıları için ise sosyalleşme ihtiyacından kaynaklanan nedenlerle tercih edilen bir uygulama olmadı. Hogan ve arkadaşlarının bildirdiğine göre, evden çalışmaya yatkın kişilerin, güvenilir, özenli, düşünceli ve anlayışlı, değişimi ve günlük stres faktörlerini yöneten, sorumluluk alan ve verimli çalışan insanlar olduğu görülmüş. Bu kişilerin yetkinlikleri olarak şunlar saptanmıştır: n Uygun motivasyon, tutum ve özdenetim becerilerini içerir. Davranışlar: Kendi programını yapmak, uygun motivasyon düzeyini korumak, dürtülerini denetlemek, iş ve özel yaşam sınırlarını çizmek. n Güvenilir olmak ve zamanında çalışmayı içerir. Davranışlar: Zaman sınırlamaları ve kalite standartları konusunda güven vermek, dikkatli ve özenli olmak. n Yeni fikirler, yaklaşımlar ve stratejilere yönelmeyi içerir. Davranışlar: Yeni durum, ortam ve süreçlere uyum sağlamak, yeni uygulamalar ve teknolojileri kullanmaya istekli olmak. n Hedefleri ekibe iletmeyi, etkin ve olumlu iletişim sürdürmeyi içine alır. Davranışlar: Proaktif ve amaca odaklı iletişim kurmak, açık ve anlaşılır olmak, ilgili olan kişileri iletişim döngüsünde tutmak. n Hedefleri gerçekleştirmek için iş birliğine dayalı ilişkiler geliştirmeyi içerir. Davranışlar: Sosyal bağlantılar kurmak, ilişki kurmayı teşvik etmek, karşısındaki kişinin önem verdiği konuya önem verdiğini hissettirmek. Pandeminin ne zaman biteceği ve özlenen eski normale dönüş için yeşil ışığın yanmasını ne kadar daha bekleyeceğimiz şu sırada henüz belirli değil. Bu nedenle sabırsızlık göstermek, sıkılmak ve önlemleri abartılmış bularak ve bunları göz ardı ederek yaşamak, sadece bireysel risk içermiyor, aynı zamanda çevreye karşı da sorumsuzluk anlamını taşıyor. Ayrıca başkalarının hayatını ve sağlığını tehlikeye atan davranışlar, sadece ülkemizde değil dünyadaki örnekleriyle her gün televizyon ekranlarından, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, evlerimize geliyor. Özlemi çekilen hayata dönüşü de geciktiriyor.
Bugünkü gibi bilimin insanlara yardım edemediği koşullarda ileriyi görmek için sanat yardımcı olabilir. Gelin bakalım edebiyat bize gelecek hakkında nasıl bir ipucu veriyor? Edebiyattan bir ders Albert Camus öğrencilik yıllarımda entelektüel olduğunu göstermek isteyen gençlerin kendilerini okumak zorunda hissettikleri ve okurken zorlandıkları bir yazardı. “Veba” bu dönemde okuma listemin ilk sıralarında yer alan ancak alt metnini çözemediğim bir kitaptı. Romanın konusu 1940’lı yıllarda Cezayir’in Oran kentinde yaşanan veba salgınıydı. Kentin papazı Tanrı’nın, günahlarının bedelini ödemesi gerekenleri bu yolla aldığına inanıyor ve duruma karşı çıkılmasının nafile olduğunu, yapılması gerekenin boyun eğmek olduğunu söylüyordu. Kentin doktoruysa bilimi ve direnmeyi temsil ediyor ve mücadele ediyordu. Zaman içinde günahkâr olması düşünülemeyecek masum çocukların da ölmeye başlaması vebaya direnişte tüm safları birleştiriyordu. Bu süreç içinde insanlar korkudan sadece fiziksel değil, duygusal bir uzaklaşma içine de giriyordu. Camus için veba mikrobu insanların duyarsızlığını, bilinçsizliğini ve benmerkezciliğini; kısacası içlerindeki kötülüğü temsil ediyordu. Ona göre insanlar bu duygularını terk etmedikçe bu mikrop (bugün virüs) insanlık için tehdit olmaya devam edecekti. Salgın süresinde evlerine kapanıp dua eden, günahları için tövbe eden ve farklı bir insan olmaya söz verenler salgının bitmesiyle kapandıkları karantinaya vicdanlarını bırakıyor, sokaklara dökülüp kutlamalara katılıyor ve hızla eski alışkanlıklarına dönüyordu. Gece yarısından iki saat önce iki gün için ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında yaşanan izdiham, insanın bildiklerini dakikalar içinde unutarak kendini ve başkalarını tehlikeye atabildiğini gösterdi. Bir kere daha anladık ki, bilgi davranışı değiştirmiyor ve medeniyetin cilası çok ince. Eskiden kendine benzemeyenleri dışlayan ve onlardan uzaklaşan insanlar, herkesin birbirinden ve sevdiklerinden korktuğu bir dünyada yaşamaya başladılar. “Dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenler yaşamsal tehlike ve birbirlerine bulaştırdıkları korku ortadan kalktığında yukarda sıraladığımız sisteme dönük sınırlamaların ötesinde bastırılmış duyguların coşkusuyla eski alışkanlıklarına ve dünyaya zarar veren tüketim alışkanlıklarına geri dönecek ve Camus’nün 80 yıl öncesini anlattığı “Veba” romanında olduğu gibi bütün tövbelerini unutacaklar. Yurttaşlık bilinci ve sorumluluklarımız Hayat değişimlerle dolu. Bu değişimleri yönetme biçimimizse bizi şekillendiriyor ve dönüştürüyor. Bu dönüşümün ne yönde olacağı, herkesin özünde ve cevherinde var olan iyilik ve kötülük ikileminde neyi beslediğine bağlı oluyor. İçinden geçtiğimiz süreç hepimizi dönüştürecektir. Neye dönüştüreceğiyse herkesin yaptığı tercihe göre değişecektir. Geçen yüzyılın başında Lord Mounten sistemli bir devlet yapısı için “Kanun ve Davranış” adlı makalesinde üç alan tanımlamıştır. n Özgür seçim alanı: Bireylerin tercihlerini diledikleri gibi kullandıkları, istediklerini yaptıkları alan n Yasaların egemenlik alanı: Sınırları kanunlarla tanımlanmış alan (ve bu iki alanın ortasında kalan) n Gönüllü itaat alanı: Bireylerin özgür iradeleriyle kendileri için yararlı ve kolay olandan vazgeçmesi. Birinci alan, kişinin kendi tercihine göre istediğini yapmakta özgür olduğu özel alandır. İkincisinde kişinin yapacakları ve yapamayacakları yasalarla tanımlanmıştır. Üçüncüsü, polis zoru olmaksızın bireylerin yasalara gönüllü olarak uydukları alandır. Bu alan her toplumda yurttaşlık bilinci tarafından şekillenir. Ülkemizde ve dünyanın bazı yerlerinde günümüzde yaşadığımız sorun bu noktada düğümleniyor. Gönüllü itaat anlayışının egemen olduğu toplumlarda insanlar yolu kısaltmak için bir meydandaki çimene basmazlar ve bunun için “çimenlere basılmaz” levhasına ihtiyaç duymazlar. Benzer şekilde günümüzde de pandemi sebebiyle yapılan kısıtlamalara vatandaşlık bilinci olan bir kişi, ceza almamak için değil, gönüllü olarak uyum gösterir. Ülkemizin insanlarının gösterdiği zaaf, yurttaşlık bilincinin çok zayıfladığına işaret ediyor. Tarihinin fedakârlıklarla ve cesaret hikâyeleri ile dolu olduğuna inandığımız Türk Milletinin bu anlayışı göstermesini beklemek aşırı bir talep olmasa gerek. Yurttaşlık bilinci bir yönüyle ortak değer sistemine sahip olarak, tasada ve sevinçte birlik olmayı; diğer yönüyle de toplum için yararlı olanı kişisel çıkar ve rahatlığının önüne koymayı gerektirir. Sadece coronavirüsü yenmek için değil, birlik ve beraberlik içinde yaşamak için de zayıflayan yurttaşlık bilincini oluşturmaya çalışmamız gerekiyor. Sonuç Toplumların gelişmesi ancak ödedikleri bedellerin karşılığı olur. Dayanışmayı bencilliğin üzerine çıkarmayan toplumlar çok daha ağır bedeller ödemek zorunda kalır. Bu pandemi nedeniyle toplum olarak ödediğimiz bedelin karşılığının, evden çalışma ve eğitim imkânının, hayatımıza olumlu katkı yapması ve bunun hem verimliliği yükselten, hem de yaşama konforunu geliştiren bir fırsat sunmasını umuyorum. Pandeminin bireysel yaşamlarımıza, ekonomiye ve sosyal hayata getirdiği yükün hafiflemesi yurttaşlık bilincinin gelişmesi sonucunda kurallara uyumla gerçekleşecektir.
RÜŞTÜ BOZKURT
Daron Acemoğlu’ndan Ufuk Akçiğit’e, Güven Sak’tan İlahiyatçı Mustafa Çağrıcı’ya, adını burada sayamadığımız onlarca düşünen insanımız, toplumsal enerjinin maddi ve kültürel zenginliğe dönüşmesinin üç koşuluna vurgu yapıyor: “Çeşitlilik, esneklik ve kapsayıcılık”.
Çeşitlilik, esneklik ve kapsayıcılığı toplumsal yaşamın derinliklerine sindirecek olan araçlar da “sivil toplum inisiyatifleridir”. STK’lar kendi üyelerinin hak ve çıkarlarını koruyan ve kollayan iç örgütlenmelerdir.
STK’ların etkili olmaları, maddi ve kültürel zenginlik üretiminde değer katmaları; bağımsız, bağlantısız, sağlam belge ve bilgiye dayalı kaliteli fikir üretmelerine bağlıdır.
Rüştü BOZKURT
Ülkemizdeki STK’ların etkinliklerini azaltan, işlevlerinden saptıran eğilimleri tartışmayı deneyeceğiz: Önce, “her gem vurulanın küheylan olmadığı” gözlemini paylaşalım. İkincisi, “kendinle aşırı meşgul olmanın ayrıştırıcı özünü” sorgulayalım. Üçüncüsü, “yargılama ile sorgulamayı ayırabilen bilinç” üzerinde duralım. Dördüncüsü, “çeşitlilik, esneklik ve kapsayıcılık” olgunluğunun anlamını tartışalım. Beşincisi, yapılan işleri karşılaştırırken “metot eksikliğinin sapmalarını” anlatmaya çalışalım. Altıncısı, “suçu başkasında arama kolaycılığının” etkilerini değerlendirelim. Yedincisi de “özgüvenin yarattığı hoşgörünün” etkilerine ilişkin düşüncelerimizi paylaşalım.
Ülkemizdeki STK’ların etkinliklerini azaltan, işlevlerinden saptıran eğilimleri tartışmayı deneyeceğiz: Önce, “her gem vurulanın küheylan olmadığı” gözlemini paylaşalım. İkincisi, “kendinle aşırı meşgul olmanın ayrıştırıcı özünü” sorgulayalım. Üçüncüsü, “yargılama ile sorgulamayı ayırabilen bilinç” üzerinde duralım. Dördüncüsü, “çeşitlilik, esneklik ve kapsayıcılık” olgunluğunun anlamını tartışalım. Beşincisi, yapılan işleri karşılaştırırken “metot eksikliğinin sapmalarını” anlatmaya çalışalım. Altıncısı, “suçu başkasında arama kolaycılığının” etkilerini değerlendirelim. Yedincisi de “özgüvenin yarattığı hoşgörünün” etkilerine ilişkin düşüncelerimizi paylaşalım. Her gem vurulan küheylan değildir Genellemeler yapmanın sakıncalı bir tutum olduğunu biliyoruz. Yine de bütün STK yöneticilerinin değil, bazı STK yöneticilerinin, seçimle iş başına gelse de “Her gem vurulan küheylan değildir” atasözünü doğrulayan tutumlarına sıklıkla rastlamak, konuyu tartışmaya açmamızı gerektiriyor. STK yöneticisi olmanın temel işlevi, temsil ettiği grubun, üretim ağındaki karşılıklı etkileşimde, hak ve çıkarlarını korumak, kollamak ve ilerletmektir. STK yöneticisi de kim olduğunu öne çıkarmadan, temsil ettiği grup için ne yaptığını öne çıkarmalıdır. Bir STK’nın yöneticisi seçilmek elbet ki onurlu bir iştir. Seçimi etkileyen değişkenleri de dikkate alarak, yöneticinin itibarını asıl artıran, onun meslek grubu için ortaya koyduğu plan ve projelerin hayata taşınması düzeyidir. Neredeyse 100 yıldır bu ülkede teşvik sistemleri geçerlidir. Bir STK yöneticisi, kendi meslek grubunun teşvik sisteminde hak ettiğini alamadığını söylüyorsa, suçlu yaratarak taraftar konsolide etme yerine, öncelikle neyi eksik yaptığını sorgulamalıdır. Sadece eleştirerek, suçlu arayarak, düşman yaratarak işimizi tam ve doğru yapmayız. Asıl önemli olanı, kendimizi sorgulamaktır. Kendi içimize yolculuk yapmak, işimizin verimini artıran en etkili yoldur. Kuşkusuz, yaptığı işin bilincinde olan, işin gereklerini ayrıntılarıyla bilen, stratejik, taktık ve operasyonel anlamda başarılı işlere imza atan STK yöneticilerimiz de var. Tersine, mesleki sorunları ayrıntılarıyla bilme yerine, seçildiği koltuğu popülist bir anlayışla kullanan, kerameti kendinden menkul gösterişi, işinden ve işlevinden daha önde tutan STK yöneticilerimizin sayıları da az değil. Kendinle aşırı meşguliyet tuzaktır Kendi meslek grubunun sorunlarını çözmek için bağımsız plan, proje üretmek STK yönetimlerinin varlık nedenidir. Bazı STK yöneticilerinin, her şeyi eksiksiz ve en iyi yaptığına aşırı vurgu yapan tavırları kendilerini ana amaçtan ve sorumluluklardan uzaklaştırmaktadır.
STK yöneticileri için en tehlikeli yol, kendi bildikleri ve yaptıklarının eleştirilemez olduğu duygusuna kendilerini kaptırmalarıdır. Kendinle aşırı meşguliyet tuzakları, yöneticileri, en küçük eleştiriyi kişiselleştirme eğilimine götürmektedir. Yapılan bir eleştiriye, sağlam belge ve bilgiye dayalı karşı gerekçelerle yanıt verme yerine, hemen suçlayıcı tavır koyma yolunu seçmeye neden olmaktadır. Sosyal ve ekonomik yaşamda, hiç bir kötülüğün çıplak gezmediğini, üstüne mutlaka bir kutsal şal örtüğünü bilenler için “yetmezliğin itişi ve ihtirasın çekişiyle” hareket eden STK yöneticilerini ayırt etmek zor değildir. STK yöneticiliği, kendinle aşırı meşguliyet yerine, “çeşitlilik, esneklik ve kapsayıcılık” yolunda yüründüğü zaman önemlidir, değerlidir ve anlamlıdır. Yargılama ve sorgulamayı ayırma bilinci Ülkemizdeki bazı STK yöneticilerinde gözlediğimiz eğilimlerden bir başkası, “yargılama ve sorgulamayı” ayırma bilincindeki yetersizliktir. Yazı yazmak dahil, her alanda “yargılama” yapma, “kesin hükme” varmaktır. Kesin hüküm, “suçluyu” ve “suçsuzu” işaret etmektir. Yargılama yapabilmemiz için, “delillerimizin” tam ve yeterli olması ilk ardımdır. İlk adım yetmez, kanaatlerimizin berrak, bilgilerimizin net, hükmümüzün adil olması da gerekir. Sorgulama ise bir hükme varmak değil, bir “gerçekliği” aramaktır. Sorgulama, “bilimsel kuşkuyu” zihnimizde her zaman diri tutmaktır. Sorgulama, “aklımızı başkasına emanet etmeden”, karşılaştığımız sorunu yaratan etkenleri aramaktır; bulmaktır. Sorgulama, olup biteni anlama ve anlamlandırmak için “zamana kıymak” ve “emek harcamaktır”. Ahlak emek ister; sorgulama da bizi ahlaklı olmaya götüren aydınlık yoldur. Ülkemizde bazı STK yöneticilerinin “yargılama ve sorgulamayı ayırma bilincindeki eksiklik” çok masum karşı görüşleri bile hemen mahkum eden ölçüsüzlüğüne taşır. Sorgulamayı bütün örgütlerde yaygınlaştırmak ve derinleştirmek ivedi sorunumuzdur. Çeşitlilik, esneklik ve kapsayıcılık Gem vurulanın kendini küheylan sanması, kendinle aşırı meşguliyet tuzakları, yargılama ve sorgulamayı ayırma bilincindeki yetersizlikler bazı STK yöneticilerini varlık sebepleri olan “çeşitlilik, esneklik ve kapsayıcılıktan” uzaklaştırmaktadır. Çeşitlilik insan olmanın, toplum olarak bir arada yaşamının doğasında vardır. İnsanlar, tornadan çıkmış türdeş eşya değildir. Her insanının düşüncesinde nesnel ölçüler kadar, öznel tercihler de var olacaktır. Toplumsal yaşamın “sosyal mesafe ayarı” bu nedenle önemlidir; etkilidir ve sonuç alıcıdır. Çeşitlilik, doğamızda vardır; teknolojik gelişmelerin ulaştığı bugünkü düzeyin artırdığı olgulardan biridir. Çeşitlilik, ancak esnek bir tutumla dengelenebilir. Dengeli bir gelişme için çeşitliliği yaratan bütün aktörlerin hak ve çıkarlarını korumak, birlikte iş yapmayı meşrulaştırmak için kapsayıcı tutum etkili bir araçtır. STK yöneticilerini değerlendirirken; çeşitlilik, esneklik ve kapsayıcılık bağlamında davranışlarını izlemek gerekir. Çağımızın bu üç temel dinamiğini içselleştirmemiş bir davranış biçimi, yöneticiyi, STK’ların yapı, işlev ve kültürlerine aykırı yol ve yöntemlere sürükler. Bu açıdan bakarak, ülkemizdeki STK yönetimlerinin, oluşmakta olan yeni dünya düzenine ne ölçüde uyumlu olduğunu sorgulamalıyız. Metot eksikliğinin sapmaları Ülkemizdeki bazı STK yöneticilerinde gözlenen bir önemli eksiklik de iş yaparken “metot” konusuna gerekli özeni göstermemeleridir. STK yöneticileri, kendi meslekleriyle ilgili bilgileri paylaşırken, verilerin hangi metotla değerlendirildiğini belirtmekten kaçınır. STK’ların taleplerinin haklılığını siyasi iradeye, bürokrasiye, kendi meslek mensuplarına, medyada haber ileten ve yorum yapanlara, genel olarak ilgili kamuoyuna açıklamalar yaparken, metotlarını belirtirlerse, karşılıklı “birbirini anlama” düzeyi yükselir. Metot belirlenmezse, paylaşılan bilgileri, herkes kendine göre yorumlar; ortaya ortak bir dil, ortak bir düşünce, hayata taşınacak bir proje çıkarmak güçleşir. STK yöneticilerinin sağlıklı saha verisi -küçük veri-, ayıklanmış ve ehlileştirilmiş büyük veri, işe yarar verilerden yeni bir ürün ya da iş yapma metodu odaklanmaları, mesleki verimliliği artırdığı gibi, ülke kaynaklarını etkin kullanılmasının yollarını da açar. Gözlemlediğimiz kadarıyla, ülkemizde bazı STK yöneticilerinin metot konusunu ciddiye almamaları, işletme özelinde ve ülke
Gözlemlerimizde eksiklik varsa tamamlayarak, yanlışlar varsa düzelterek, ülkemizdeki STK’ların işlevlerini daha üst düzeye çıkarmaya katkı yapabiliriz. Aktardığımız gözlemlerin eksiklerini tamamlamaya, yanlışlarını düzeltmeye yönelik katkılara saygı duyarız. Alınganlık yapma zamanı değildir; sorunlarımıza ortak çözümler bulma zamanıdır.
genelinde verimliliklerin düşük olmasına katkı yapmaktadır. Bu açıdan baktığımızda, STK yönetimlerinin metot konusunu önce kendi mensuplarına, sonra ülke iş dünyasına anlatmaları için ciddi bir işbirliğine ihtiyaçları vardır. Suçu başkalarında arama kolaycılığı Bazı STK yöneticilerinin varlık nedenlerine uyumlu olmalarını engelleyen bir başka tutum, suçu başkasında arama kolaycılığıdır. Bütün toplumlarda, geniş anlamıyla seçim örgütlenmesi ağlarında karşılıklı çıkarlar çatışması vardır. Siyasi irade, bürokrasi, iş dünyası, medya ve diğer toplum kesimlerinin karşılıklı çıkar dengelerini kurmak, yönetişimin temel sorunudur. Ülkemizde bazı STK yöneticilerinde sadece talep sıralayan, alternatif çözüm önerileri sunmayan, tutarlı bir metotla karşılaştırma yapmayan, güven yaratmayı önemsemeyen açıklamalar yaparak gündemde kalma eğilimini de yararlı olmayan bir tutumdur. Suçu başkasında arama kolaycılığı sadece STK’lar için geçerli değildir; toplumsal bir olgu olarak varlığını sürdürmektedir. Örgütlü bir güç olmanın araçları olan STK’larda yöneticilerin suçu başkasında arama kolaycılığına prim vermemeleri beklenir. Beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlarla karşılaşıldığında, önce kendimizden kaynaklanan etkenleri sorgulamalıyız. Kuşkusuz, kendini sorgulamak erdemlerin en büyüğüdür. STK yöneticilerinin de kolaycı yolu seçme yerine, eksikliğin neden kaynaklandığını, hangi boşlukların beklenen hedeflere ulaşılmasını engellediğini araştırmaları üretken bir tutum olacaktır. Özgüvenin yarattığı hoşgörü Suçu başkasında arama bir özgüven eksikliğidir. Prof. Dr. Halil İnalcık’ın Osmanlı’da kültürel dönüşümleri analiz ettiği makalelerinde, İmparatorluğun güçlü olduğu dönemde, inançlara, ırklara, içerdeki görüş farklılıklarına daha hoşgörülü olunduğunu; gerileme süreçlerinin hızlanmasına paralel olarak, özgüven eksikliğinin arttığını ve suçlu arama eğiliminin güçlendiğini aktarır. Bazı STK yöneticilerinin “Sütten çıkmış ak kaşık” tavrı, önemli bir eksikliktir. Hem kendi sektörleri için hem de ülke ekonomisi için boşluklar büyümesine katkı yapmaktadır. Özgüven artırmanın yolu, işimizle ilgili sağlıklı verilere sahip olmak, verileri analiz ederek etkili çözümler üretecek yolları bulmaktır. Bu açıdan, ülkemizdeki bütün STK’lar sorumludur. STK’ların özgüven eksikliği nedeniyle daralan hoşgörünün olumsuz etkilerini de sorgulayarak, farklı yol ve yöntemler aramasının zamanıdır. Ne kadar çok sorgularsak, varsayımlarımız o kadar bizi hedeflerimize taşıyacak zihni modeller kurgulamamıza yardımcı olur. Sorgulama korkuları kırmak, işimizde başarılı olmanın gerek şartıdır. Hep birlikte, özgüven artırmak ve hoşgörümüzün kapsama alanını genişletmek zorundayız. Sonuç Bu deneme kapsamında yaptığımız sapmalar, bir suçlu yaratma çabası değildir. Hepimizin gözleri önünde gelişmeler yaşanmaktadır; gelişmeler karşısında değerlendirme yaparak alternatif çözümler üretmek de ortak sorumluluğudur. Gözlemlerimizde eksiklik varsa tamamlayarak, yanlışlar varsa düzelterek, ülkemizdeki STK’ların işlevlerini daha üst düzeye çıkarmaya katkı yapabiliriz. Aktardığımız gözlemlerin eksiklerini tamamlamaya, yanlışlarını düzeltmeye yönelik katkılara saygı duyarız. Alınganlık yapma zamanı değildir; sorunlarımıza ortak çözümler bulma zamanıdır. Ülkemizin bütün sorunlarında olduğu gibi, STK yönetimlerinin tutum ve davranışlarını da yargılamadan sorgulamaya ihtiyacı vardır. Kimseyi mahkum etmeden, işlerimizde yarattığımız boşlukları doldurmak, daha sağlam zeminlerde ilerlemek zorundayız. İnanıyoruz ki, buradaki düşünceler uygun üslupla sorgulanır; düşünceler çeşitlendirilir, esneklikler artırılır ve kapsayıcı anlayışın sınırları genişletilir. O zaman hep birlikte kazanır; yaşamımızı daha kolay hale getiririz.
Avrasya Ambalaj İstanbul Fuarı’nın Yeni Tarihi: 20-23 Ekim 2021
Dünyanın ve bölgesinin en kapsamlı ve etkili fuarlarından biri olan Avrasya Ambalaj İstanbul 26. Uluslararası Ambalaj Endüstrisi Fuarı, planlanan 21-24 Ekim 2020 tarihleri yerine 20-23 Ekim 2021 tarihlerinde Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi'nde düzenlenecek.
ASD Ambalaj Sanayicileri Derneği ve REED TÜYAP Fuarcılık işbirliğinde, Ambalaj Makinecileri Derneği (AMD), Esnek Ambalaj Sanayicileri Derneği (FASD), Etiket Sanayicileri Derneği (ESD), Karton Ambalaj Sanayicileri Derneği (KASAD), Metal Ambalaj Sanayicileri Derneği (MASD), Oluklu Mukavva Sanayicileri Derneği (OMÜD) ve Sert Plastik Ambalaj Sanayicileri Derneği (SEPA) destekleri ile organize edilen, 1000’in üzerinde katılımcısı ve 60 binin üzerinde ziyaretçisi ile Avrasya Ambalaj İstanbul Fuarı, Dünyanın ve bölgesinin en kapsamlı ve etkili ticari platformlarından biridir. 2020 yılında katılımcılara ve ziyaretçilere Avrasya Ambalaj İstanbul Fuarı’nda, her sene görmeye alışkın oldukları, birbirini tamamlayan ürün çeşitliliğinin ve anahtar teslim çözümlerin sunulamayacağı ön görülerek, katılımcılar
119 ülkeden 64.233 ziyaretçi 4 gün boyunca tek çatı altında.
AMBALAJ ÜRÜNLERİ AMBALAJ MAKİNELERİ GIDA İŞLEM MAKİNELERİ İÇECEK SIVI GIDA TEKNOLOJİLERİ AMBALAJ BASKI OLUKLU MUKAVVA - KARTON AMBALAJ ÜRETİMİ VE KONVERTİNG TEKNOLOJİLERİ
25. Avrasya Ambalaj İstanbul Fuarı sonuç raporundan.
ve sektör temsilcileri ile yapılan birebir görüşmeler doğrultusunda, Fuar, yeni tarihi olan 20-23 Ekim 2021’de gerçekleştirilecektir. 2021 için 600 firma yerini şimdiden onayladı Avrasya Ambalaj İstanbul Fuarı, 2021 yılında, sektörlerinde uzun vadeli rekabet üstünlüğü sağlamak ve stratejik iş ortaklıkları aramak için en uygun pazarı seçmek isteyen katılımcıları bünyesine katarak yola daha güçlü devam ediyor. Katılımcıların geri bildirimlerini de değerlendirilerek, mevcut yerlerini korumak isteyen firmalar için en iyi iş modeli hazırlandı. Fuar, böylece yeni ihracat pazarlarına açılmak ve mevcut pazar paylarını artırmak isteyen firmalar için etkin bir ticaret platformu olarak hizmet vermeyi sürdürüyor. Yeni Nesil Fuarcılık ile 365 gün ticaret fırsatı Tüyap Fuarcılık Grubu, dijital dönüşüme yaptığı yatırımlarıyla Yeni Nesil Fuarcılık Uygulamaları kapsamında alıcı ve satıcıları bir araya getiren MyTüyap dijital platformu ile yıl boyu kesintisiz ticaret bağlantıları sağlıyor. Web ve mobilden erişilebilen platformlar ile katılımcılar; ürün ve hizmetlerini 365 gün sergileme,
akıllı B2B eşleştirme sistemi ile ilgili alıcılara ulaşma ve fuar süresiyle sınırlı olmayan iletişim kanalları fırsatı yakalıyorlar. Fuarı ziyaret edecek olan sektör profesyonelleri ise gerçek zamanlı iç mekan navigasyonu, detaylı katılımcı arama, temassız kartvizit değişimi, fuar takvimi ve e-yaka kartı özellikleriyle eşsiz ve kolay bir fuar deneyimi sunan MyTüyap platformu ile tek tıkla ihtiyaçlarını yönetebilecekler. Ticaret için en etkin platform Türkiye ambalaj sektörünün kalitesi, hızı, fiyat ve önemli jeopolitik konumunun avantajı sebebiyle, Avrasya Ambalaj İstanbul Fuarı uluslararası pazarlardan yoğun ilgi görmeye devam ediyor. Yerel ve uluslararası katılımcılarını, nitelikli sektör profesyonelleri ile buluşturacak olan Fuar, 2021 yılında da önemli işlere ve iş birliklerine ev sahipliği yapmaya devam edecek. 20-23 Ekim 2021’de Tüyap İstanbul’da düzenlenecek Avrasya Ambalaj İstanbul Fuarı hakkına detaylı bilgi almak için www.packagingfair.com web sitesini inceleyebilirsiniz.