AVLU #1

Page 1



Bilginin paylaştıkça daha değerli olduğunu biliyor ve paylaşarak uzayıp giden zincirin halkasını oluşturmaktan mutluluk duyuyoruz. Amacımız fikirlerimizi ve anlatmak istediklerimizi aktaracağımız bir platform oluşturarak biz öğrenciler arasındaki ağı örmektir. Öğrenmenin, keşfetmenin ve hissetmenin sınırları yoktur. Sonu olmayan bu yolculuğu keyifli ve verimli geçirmek ise bizim elimizdedir. Okurken keyif almanız dileğiyle! ‘‘Avlu’’ Dergisi Ekibi

3


Genel Yayın Yönetmeni Zehra Betül Yeşilkaya

Dergi Tasarımı Dovran Gazakov

Editörler

Şahin Işık Zehra Betül Yeşilkaya

Kapak Tasarımı Şeyda Akçimen

Sosyal Medya Şahin Işık

Yazarlar

Türkan Moralı Şahin Işık Yılmaz Can Çiçek Zehra Betül Yeşilkaya Eslem Saraçoğlu Ayşe Nur Demir Fatma Nur Yıldız Ayşe Tunca İrem Sezer

İletişim avludergisi@gmail.com www.instagram.com/avludergisi

4


İçindekiler

Modern Mimarlığın Öncülerinden: Ludwig Mied van der Rohe………………………………6-7 İznik Elmalı Köyü Yolculuğum…………………………………………………………………………………8-9 XVII. YY Roma’sından Osmanlı Mimarisine…………………………………………………………….10-11 Ustasından Mimarlık-Hasan Sözüneri………………… …………………………………… 12-13, 18-19 Etkinlik Takvimi……………………………………………………………………………………………………..16-17 Pet Şişelerden Köy Yapmak …………………………………………………………………………………. 20 Ekoloji ve Sürdürülebilirlik……………………………………………………………………………………..21 Engelliye Engel “Erişilemez” Mimarlık……………………………………………………………………22-23 Yarışma Duyuruları……………………………………………………………………………………………….24-25 İnci Küpeli Kız………………………………………………………………………………………………………. 26 Mimarlık Sözlüğü………………………………………………………………………………………………….27 Oku- İzle- Gör……………………………………………………………………………………………………….28-29

5


Biyografi

Modern Mimarlığın Öncülerinden:

Ludwig Mies van der Rohe Zehra Betül YEŞİLKAYA Uludağ Üniversitesi Mimarlık Öğrencisi https://cdn.4archive.

Yirminci yüzyılda modern mimarlık çizgisini şekillendiren isimler düşünüldüğünde şüphesiz akla ilk modern çağın öncülerinden Mies Van der Rohe gelecektir. Malzemeyi açığa çıkarıp sadeliğin içindeki işlevselliği keşfederek, detayların oluşturduğu zenginliği gözler önüne sermiş “Tanrı detayda gizlidir.” cümlesiyle tasarımlarını tercüme etmiştir. İki yüzün üzerinde eseri olan Ludwig Mies, yaptığı projelerde tasarımı bir bütün olarak görmeyi amaçlamıştır. Mimari görüşünün en iyi yansıması haline gelmiş “Az çoktur.” cümlesi günümüzde Mies’in adından daha çok aklımızda yer edinmiştir. Ona göre mimari mekân yaşanmalı, etrafta dikkatimizi dağıtarak asıl olana odaklanmamızı engelleyen her türlü karmaşıklığı uzaklaştırmalı ve en yalın halini keşfetmeliyiz. Arındırdığımız her şey mekânın özüne inmemize sağlayacak bir bağlam oluşturup bizi ona ulaştıracaktır. Ludwig Mies, beş çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak 27 Mart 1886’da Almanya’nın Aachen kentinde dünyaya geldi. Yerel bir Katolik okulunda eğitimine başladı. Ardından Geverbeschule Ticaret Okulu’nda mesleki eğitimini aldı. Taş ustası olan babasının yanında, atölyelerde çalışarak kazandığı deneyimlerin etkisini ileride gerçekleştirdiği projelerde kullandığı ince taş, tuğla, krom gibi malzemelerin seçiminde takındığı hassas tavrında hissettirmiştir. Alçı süsleme ve duvarcılık atölyelerinde çalışmıştır. On üç yaşına geldiğinde, Berlin’e taşınarak mobilya tasarımcısı ve mimar olan Bruno Paul ile tanıştı ve onunla çalışmaya başladı. Paul’un gereksiz süslemelerden uzak, sade ve zarif tasarımları, çırakları ve öğrencileri üzerinde etkili olmuştur. Mies çıraklık yaptığı bu dönemde mobilya çizimleri de yaparak yeteneğini pekiştirdi. Peter Behrens, Mies ’in ilk tasarımı olan Riehl Evi’ni gördüğünde ondan etkilendi ve ofisinde çalışması için teklifte bulundu. Ofiste çalıştığı süreçte, Behrens’in de etkisiyle Walter Gropius ve Le Corbusier’ı tanıma imkânına da sahip oldu. 1913 yılına geldiğinde ise Lichterfel’de kendi ofisini açtı. Bu dönemde düşünceleri ve mimari kişiliği oluşmaya başlayan Mies, aynı yıl zengin bir sanayicinin kızı Adele Auguste Bruhn ile evlendi ve birlikteliklerinden Dorothea, Marianne ve Watrout isimlerinde üç kızları oldu. Mies’in hayatını bölümlere ayıracak olursak şüphesiz I. Dünya Savaşı önemli bir dönüm noktası olurdu. 1914 yılında patlak veren savaş kariyeri için bir bekleme süreci oluşturdu. Mies, Balkanlar’da Alman ordusunda yer alarak ordu için köprü ve yol inşaalarına yardımcı oldu. Savaştan döndüğünde mimarlık hayatında önemli yer edinecek olan gökdelenler ile ilgili araştırmalar yaparak çalışmalarına başladı. 1920’li yıllara geldiğimizde Theovan, Doesburg, Werner Groeft, El Lissitzky ve beraberinde fikirleri ile tanıştı. Mimarlık hakkındaki teorik fikirleri, yeni arayışlara girerek farklı yönlerde hareketlenme6

ye başladı. Bu dönemde eşi Adele ile ayrıldılar. 1921 yılında Friedrichstrasse Gökdelen yarışmasına ‘Cam Gökdelen’ projesi ile girdi. İhlal ettiği birkaç kural ve radikal konsepti sebebiyle kazanamadı fakat aklında çelik ve cam malzeme kullanarak oluşturduğu modernist yaklaşımın konuşulmasını sağladı. Mies, işlevsel kaygılarını minimalist kesişimler ile pekiştirip camı ön plana çıkararak tarzını oluşturuyordu. Çelik strüktürün üzerinde kullandığı muhafaza görevindeki cam, deri-kemik mimarisi olarak adlandırıldı. ‘Novembergruppe’ adlı çağdaş sanatçılar topluluğuna katılarak 1925 yılına kadar sergilerini yönetmiş, aynı yıl ‘Gestaltung’ adlı derginin kurucuları arasında yer almıştır. Yine bu yıllarda çıraklıktan profesyonelliğe yönelen gelişim ve değişiminin bir sonucu olarak, annesinin soyadı olan ‘Rohe’yi adına eklemiştir. 1924 yılında mimar ve mobilya tasarımcısı olan Lilly Recich ile ortaklık kurmuş ve ABD’ye taşınıncaya kadar ortaklıkları devam etmiştir. 1929 yılında Uluslararası Fuar için modern mimari akımın temsilcisi haline gelmiş ve Almanya’nın savaş sonrası duruşunu yansıtan Barcelona Pavyonu ’nu tasarlamıştır. Aynı zamanda pavyona özel olarak Barcelona sandalyesini de tasarlayarak yapıları ile olduğu kadar mobilya tasarımı konusundaki başarısı ile de adından söz ettirmiştir. Fuarın ardından yıkılan pavyon günümüzde yeniden inşa edilmiş hali ile


ziyaret edilebilmektedir. Ludwig Mies, işlev ve biçimin sürekli uyum içinde olamayacağını, farklı ele alınması gerektiğini savunmuştur ve tasarımlarında esnek kullanıma öncelik vermiştir. ‘Evrensel alan’ olarak nitelendirdiği Chicago’da yer alan SR. Crown Hall’de Mies’in mimari tarzını okuyabilirken, esnek kullanım düşüncesine en güzel örnek yine o olacaktır. Çelik iskelet taşıyıcılar, hafif ve hareketli duvarlar ile mekânı bölerek gereksinim duyulan duruma adapte edecek şekilde tasarlamıştır. Cam tercih ederek iç ve dış mekân arasında amaçladığı çözünmeyi sağlamak istemiş, sınırları ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Bu düşüncesini Dr. Edith Farnsworth için Illinois’te hafta sonu evi olarak tasarladığı Farnsworth Evi’ndeki şeffaflık ve askıda durma halinde de hissetmekteyiz. 1952 yılında malzeme seçiminde yine çelik, cam ve alüminyum malzemeleri tercih ettiği Lake Share Drive Apartmanları’nda, kare ve dikdörtgen prizmalarını kullanmak konusundaki yaklaşımını gözlemleyebiliriz. Bu apartmanlarda hayal ettiği biçimi, dış mekânı soyutlamayan cam duvarlar ve yatayda akışı sağlayan mekanlar ile sağlamak istemiştir. 1938’de IIT öğrencilerine yaptığı açılış konuşmasında Mies, mimarların en temel mimari unsurlara nasıl yaklaşması gerektiği konusunu

zümler getirir.” söyleminde bulunmuştur. Nazi Almanya’sında zorlaşan çalışma koşulları ve gerçekleştiremediği projeleri onu ABD’ye taşınma fikrine itmiş, 1937 yılının sonlarına doğru Chicago’ya yerleşerek, Illinois Institue of Technology’de Mimarlık bölümünün başına geçmiştir. Kampüsü tasarlamış ve yeni yapılar inşa etmiştir. Amerika’da hayal ettiği ve şehri dolduran gökdelenleri hayata geçirme imkânı bularak Almanya’da bulamadığı büyük ölçekte çalışma şansını elde etmiştir. 1944 yılında ABD vatandaşı olmuştur. Böylece kariyerinin ilk yarısını tamamladığı Almanya’dan sonra 1969 yılındaki ölümüne kadar çalışmalarını Chicago’da sürdürmüştür. İki yüzü aşan eserlerinden, fikirlerinden ve hayatından uzun uzun bahsetmek istesem de Mies kulağıma fısıldıyor: Az çoktur.

federicoeugeniomarino.blogspot.com.tr

www.archdaily.com

tartışmıştır. Materyal, birincil öneme sahipti ve şöyle demiştir: “Her şeyin, malzemenin kendisine değil, onu nasıl kullandığımıza bağlı olduğunu hatırlamalıyız. Ayrıca, yeni malzemelerin üstün olması şart değildir. Her malzeme sadece bizim yaptığımız şeydir.” 1954 yılında New York’ta tasarladığı Seagram Binası Mies’in ilk gökdeleni olmuştur. Modernizmin ifadelerini gördüğümüz ve zarafeti hissettiğimiz otuz sekiz katlı bir ofis binası, dönemin en maliyetli projelerinden olmuştur. Ofis alanlarının dekorasyonu Phillip Johnson tarafından yapılmıştır. Mies bu yapısıyla ilgili “Seagram Binası inşa edeceğim diğer binaların hiçbirinden farklı olmamalıydı. Düşüncem ya da yönelimim temiz strüktür ve konstrüksiyondur. Bu tek bir yapıya ilişkin değildir, benim tüm mimarlık problemlerine yaklaşımımdır.” Mies Van Der Rohe gökdelenler ile ilgili “Gökdelenler kendilerini, inşaat süresince kaba strüktür dokuları ile ele verir. Dev çelik örgü etkileyici gözükür. Dış duvarlar yerine koyulmaya başladığında, tamamen sanatsal tasarıma dayanan strüktürel sistem, anlamsızlık kaosunun ve entipüften formların arkasına saklanır. Bu eski formların sorunlarını çözmekle uğraşmak yerine, çok yeni sorunların niteliğinden yeni formlar geliştirmeliyiz. Dış duvarlar yerine bina iskeletini hafiflettiği için bugün daha kullanışlı olan cam kullanıldığında, yeni strüktür prensiplerini net bir şekilde görebiliriz. Cam kullanımı yeni çö-

www.archdaily.com

www.archdaily.com

www.archdaily.com

7


Gezi Günlüğü

İZNİK ELMALI KÖYÜ YOLCULUĞUM Yılmaz Can ÇİÇEK

Uludağ Üniversitesi Mimarlık bölümü Öğrencisi

Ana rahminden dünyaya gözlerimizi açmamızla başlar ilk yolculuğumuz. Ait olduğumuz yerden uzaklaşmakla… Sonra dünyadaki yolculuklarımız, keşiflerimiz başlar. Önce kendini, sonra yolları keşfetmekle… Ne kendini keşfetmek, ne de yolları keşfetmek biter. Ta ki toprakta bir fidan, havada bir kül tanesi oluncaya kadar. Her konuda olduğu gibi alt tabakadan başlamak benim için de farzdı. Bu yüzden önce yaşadığımız mahalleyi keşfetmekle başladım. Evden yola çıktım. Bingöl Sokak, Meriç Sokak, Ümit Sokak… Evleri tanıdım, kişileri tanıdım. Hanife teyzeyi, Mehmet amcayı, Melek ablayı… Akşam ezanı okundu, bitti yolculuğum. Yolculuk kısaydı. Gün de. Döndüm başladığım yere, ait olduğum yere, eve. Yıllar geçti, arkadaşlar edindim. Yoldaşlar… Yola çıktıklarım arttıkça yollarım da arttı. Mahalleleri keşfetmeye başladım, başladık. Başka sokaklar, başka insanlar, başka evler, başka çeşmeler, başka ağaçlar… Yaşımla beraber içimdeki keşfetme merakı da büyüyordu. Ama içimdeki çocuk için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Biraz tebessüm…

Fotoğraflar: Yılmaz Can ÇİÇEK

Sonra yaşadığım şehri keşfetmeye başladım. Coğrafya atlaslarından ilçelerini öğrendim şehrimin mesela, ya da şehir merkezindeki tarihi eserleri, nasıl ulaşabileceğimi, çevre köylerden yürüyerek kendi köyüme gelmeyi öğrendim. Yolculuğun başlangıç yeri aynı, farklı olansa varış yeri ve oraya ulaşma şeklinden başka bir şey değildi. Belki yaya, belki araçla; sadece keşfetme hissi dolu bir amaçla... Büyüdüm ve şehirleri keşfetmeye başladım. Yolculuklarım bazen doğuya, bazen batıya oldu. Evden uzaklaşmaktaydım. Ama aksine kendine yakınlaşmakta. İller keşfettim: Ankara, Kayseri, Şanlıurfa, Eskişehir… İller keşfediyorum: Ankara, Kayseri, Şanlıurfa, Eskişehir… İller keşfedeceğim: Ankara, Kayseri, Şanlıurfa, Eskişehir… Bazen yalnız, bazen yoldaşlarla. Biliyorum senin de hikayen aynı. “Şimdi yola çıkma zamanı, şimdi keşfetme zamanı” Keyifli okumalar. 8


Gezi Günlüğü

21.04.2018 Cumartesi günü iki yoldaş (Ben ve Ahliddin), yıllar önce TRT’de izlediğim “Ahşap Camiler” adlı belgeselde yer alan İznik’teki Elmalı Köyü Camii’ni görmek için yola çıktık. Açıkçası köye ulaşımı hiç araştırmamıştık. Telefonumuzdaki harita uygulamasıyla yolu takip eder, otostop ile gideriz diye düşünerek, Görükle’den parmak kaldırmaya başladık. Aslında uzak bir yerlere otostop çekmek her ikimiz için de bir ilkti. İnsanlar bizi araçlarına almaktan çekinmesinler diye, havanın da uygun olacağını düşünerek cırt kırmızı renkte sweatshirtümü giymiştim. Hırlı hırsız olsak bile kolay tanıyabilecekleri bir renkti. Yaklaşık on on beş dakika bekledikten sonra beyaz bir araç durdu. Ve Bursa-İstanbul yol ayrımına kadar bizi bırakabileceğini söyledi. Yolda muhabbet ederken amcamız içinden geldiğini söyleyerek bize yemek yiyelim diye yüz lira verdi. Daha sonra bizi yol ayrımında bıraktı. Burada yaklaşık yirmi dakika bekledik ve yabancı plakalı, Suriyeli bir sürücü bizi aldı. Ahliddin, Arapça konuşabildiği için kolayca anlaşabildik. Yalova’ya gideceğini, bizi Gemlik-İznik yol ayrımında bırakabileceğini söyledi. Dediği gibi yol ayrımında araçtan ayrıldık. Otostop çekerken üzerimdeki kırmızıdan dolayı “kırmızının gücü adına” deyip, bu renkteki araçların durmasını diliyordum. Yol ayrımında kırmızı bir araç durdu ve bizi İznik’e yirmi kilometre kala, köylerinde bıraktı. O gün İznik’te maraton koşusu vardı. Kardeşi de maratonda koştuğu için eşiyle birlikte İstanbul’dan buraya gelen Başaran Abi de köyden bizi aldı. İznik’e kadar bırakabileceklerini beklerken, köyden bahsedince; akşam beşe kadar vakitlerinin olduğunu, bize eşlik edebileceklerini, geri beraber dönebileceğimizi söylediler. Gerçekten Hızır imdadımıza yetişmişti. Her iki yanda zeytinliklerle başlayan yolculuğumuz; sık ormanlarla, sedirlerle, diğer iğne yapraklı ve geniş yapraklı ağaçlarla, sürekli yükselerek devam etti. Sansarak Köyü’nü geçtikten sonra Samanlı Dağları’nın eteklerinde yer

alan ama Alpler’deymiş hissi veren (Alpler’e gitmediğim için sadece görsel anlamda bu hissi veriyor.), Karadeniz yavrusu Elmalı Köyü’ne ulaştık. Ahşap çitlerle çevrili, sarı kır çiçekleriyle bezeli otlaklar, boyunlarında çıngıraklarıyla otlanan inekler, tavuklar, açığından koyusuna köyü çevreleyen yemyeşil ağaçlar, serçesinden bülbülüne çeşit çeşit kuş sesleri, Gürcü yerlisi köylünün yaptığı ahşap evler, dağların bağrından kopup gelen minik dereler, şehir ortamında bulamadığımız tertemiz hava, bolca oksijen; ama en çok da: İç huzur. Kısacası “duyusal şölen”. Bunlar ahşap caminin dışındakiler. Bin sekiz yüz seksen dört tarihinde, Trabzonlu ustalar tarafından tamamen ahşap (minare; ardış ve meşe, cami; meşe ve çam), malzemelerin birbirine geçme yöntemiyle (kurtboğazı veya çantı tekniği), çivisiz yapılmış caminin içine girdiğinizde sizi muazzam bir ahşap kokusu karşılıyor. Bir dakika! Bu koku bana çok tanıdık. Sanırım oturduğumuz evde çam ağacından yapılmış gömme dolapları nemli bir bezle sildiğimizde çıkan kokuya benziyor. Acaba caminin tavanının çam ağacından yapılmasıyla bağlantısı olabilir mi? Bence de evet. Ama girişin sağında yer alan, her iki cephe boyunca uzayan mahfil katına çıkan; dar basamaklı, korkuluksuz bu merdiven hiç tanıdık değil. Keza özenle işlenmiş ahşap oymalar ve tavan göbeği de değil. Özgün oldukları için belki de. Yapının ustası tarihi bir iz bıraktı belki ama benim kalbime çok iz bıraktı. Yolculuğum camiyi ve çevresini keşfetmekle son buldu. Köyden İznik’e aynı araçla ulaştık. Oradan da akşam oluyor, araçlar da az geçiyor, yolda kalmayalım diye Bursa minibüslerine bindik. Ve döndük başladığımız yere, ait olduğumuz yere, eve.

9


Tarih

Fotoğraflar: Eslem SARAÇOĞLU

Hepimizin az çok kulak aşinalığı olan bir kelime “rönesans” ama daha nice akım vardır ki çoğumuz hiç mi hiç duymamış, duyanlarsa ilgilenmemiş. Bazen bir şeye ilgi duymak için bir duyumuzdan daha fazlasına ihtiyacımız oluyor, sadece birinden duymak veya sadece fotoğrafını görmek yeterli olmuyor. Bu yüzden teoriden çok uygulama derslerini seviyoruz sanırım. Benim gibi bir tarih öğrencisi için de öğrenmeye oldukça açık ve keyifli bir alternatif mevcut, gezmek. İstanbul’a çoğumuz gitmişizdir, belki birkaç defa belki birçok defa. Ben birçok defa gidenlerden olmama rağmen hala görmediğim çok fazla yer var çünkü katıldığım turlar beni sürekli aynı rotalara sürükledi. Şikayetçi değilim hepsi birbirinden değerli eserler ve her yeni görüşümde gözümde farklılaşıyorlar. Ama ya görmediklerim? Ne kaçırdığımı geçen yaz fark ettim. Şimdi size bir fotoğraf betimleyeceğim eminim aklınızda canlanacak görüntü, anlatmaya çalıştığım fotoğrafın tıpatıp aynısı olacak; sağ odak noktasında bir insan (belki o sensin, belki arkadaşın) hemen arkası deniz, solunda dalgalanan sandallar, yukarısında saraya benzer bir yapı ama minareleri var, yapının arkasında da uzunca boğaz köprüsü, “Ortaköy”. Çoğu ziyaretçinin o noktada fotoğraf çekinip arkasındaki başyapıtın içini görmeden uzaklaştığını fark etmek benim için büyük hayal kırıklığı. Yapının geçmişine bakarsak, Büyük Mecidiye Cami’den önce de yine aynı konumda cami bulunuyormuş ancak caminin kullanılamayacak durumda olduğunu düşünen 1. Abdülmecid, yerine yeni bir cami yaptırmak üzere eski camiyi yıktırmış. Yeni caminin yapımında kendisi de bulunmuş, caminin duvarlarında bulunan Allah, Muhammed levhalarıyla, minberin üstündeki oyma Kelime-i Tevhid yazılarını bizzat kendisi yazmıştır. Camideki minarelerin şerefelerinin altında kullanılan iri kabartma akont yaprakları ise İstanbul’da tek örnek olarak altın yaldızlarla boyanmış. Tüm bunların mimarı olarak Osmanlı mensubu Ermeni asıllı mimar Nigoğos Balyan gösteriliyor. Mimar caminin iç kısmında pembe mozaikler kullanmış.

10

1. Abdülmecid namaz kılmak için bu camiyi de tercih etmiş, deniz yoluyla ulaşım sağlayıp hünkâr mahfiline yapılan deniz kapısından kolayca girip çıkabilmiş. Hünkâr için yapılan kapılar, caminin girişindeki iki taraflı merdivenler güvenlik için düşünülmüş ve döneme uyumlu tasarlanmış. Peki ben bu camiyi neden anlatıyorum? Çünkü bu cami benim gördüğüm en farklı, en estetik cami. Bu farkın nedeni de caminin Rönesans’a tepki olarak ortaya çıkan Barok tarzı mimari ile inşa edilmiş olması. Tıpkı Dolmabahçe Sarayı gibi. Bu akımda ışık çok çok önemli ve yarım daireler fazlaca kullanılıyor, barok mimarlar sütunları sanki duvar değil de bir heykel şekillendiriyormuş gibi yapılandırıyorlar. Caminin içine girdiğinizde ne demek istediğimi çok net anlıyorsunuz. Kocaman dairesel camlar, ince motifler, pembe mozaiğin vermiş olduğu atmosfer, pencerelerden giren ışığın yansımaları her şey o kadar muazzamdı ki... İlk girdiğimde caminin kullanım dışı olduğunu, sergi alanına çevrildiğini düşündüm çünkü ilk defa bu kadar aydınlık bir cami görüyordum. Ama şu an hala ibadethane olarak kullanılıyor. Süleymaniye gibi camilerde iç mekanda olduğunuzu direk hissediyorsunuz çünkü renkler ağır, ışık az, pencereler dar planlanmış, bu durumun nedeni Osmanlı mimarisindeki maveraünnehir etkisi, bu etki 18. yy geç dönem Osmanlı mimarisinde yerini batı etkisine bırakmış. İşte zamanla barok mimariyi Osmanlı’daki mimarlar böyle işlemiş. Dışarısında fotoğraf çekinmeyin demiyorum ama içerisini de çok geç olmadan bir görün derim. Rönesans’a karşı Barok mimari, peki Barok mimariye karşı ne? Derseniz barok, ampir, rokoko hepsini harmanlayan Nusretiye Cami sizleri bekliyor!

Eslem SARAÇOĞLU Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğrencisi


Tarih

XVII. YY Roma’sından Osmanlı Mimarisine

11


Ustasından Mimarlık

- ‘‘İnsan yaşamının alışkanlıkları ve yaşam biçimine göre yaşamı kurgulayan, teknolojilere göre bunu yeniden planlayan ve geliştiren bir meslektir. İnsanlık var oldukça var olacaktır.’’

Ulusal ve uluslararas devam ettiren; turizm iş merkezi, toplukonu projeleri ile adından Mimarlık Firmas Hasan SÖZÜNE tanıya

Mimar Hasan SÖZÜNERİ

1. Öncelikle sizi tanımak için eğitiminiz ve bugüne kadarki mesleki gelişiminiz hakkında bilgi verebilir misiniz? Öncelikle hoş geldiniz. Bu dönemde çok sık röportaj veriyoruz, bazı yerlere konuşmacı olarak katılıyoruz ama mimarlık öğrencileriyle yapılan bu tür röportajları hep çok önemserim. 1960 Gemlik doğumluyum. Mesleki hayatım Gemlik’te başladı. İlköğretim, orta öğretim, liseyi Gemlik’te okudum. Lisede okurken de mahallemizin büyüklerinden iki inşaat mühendisini ofisinde çalışmaya başladım. Mesleki hikayem oraya dayalı. Görevim; sabah büroyu açmak, akşam büroyu kapatmak, masaları silmek, çay söylemek, çöp kovasını dökmek, bankaya gitmek, evrak toplamak vs. oldu. Liseye başlarken bilgisayarlar filan yoktu. Kalem, kağıtla masada çizim yapılıyordu. Kendimi boş vakitlerimde çizimi merak ederek, çizim yapmak için onlara yardım ederken buldum. Öncelikle şablon ile yazı yazmaya, ölçü yazmaya, alan hesabı yapmaya başladım. Bir sene sonra kendimi betonarme proje çizerken buldum ve mesleğe girmeye niyetlendim. Üniversite sınavım iyi geçmedi. On sekizinci tercihim olan Jeofizik Mühendisliğini kazandım fakat hep aklımda mimarlık vardı. İkinci sene tekrar çalıştım, sınavlara hazırlandım ve mimarlığı kazandım. O zamanlar ismi Devlet Güzel Sanatlar Akademisi olan, günümüzün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ni kazandım. Kaleme, kâğıda ve resme yatkınlığım nedeniyle keyifli ve başarılı bir öğrencilik dönemim oldu. Yüksek lisansım için İstanbul Teknik Üniversitesi’nde sınava girip kazandım. Orada başladım ama Mimar Sinan Üniversitesi’nden sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nin eğitimi farklı bir üslup olarak çıktı karşımıza ve İTÜ’de mutlu olmadık. Bir sene sonra tekrar sınava girip yüksek lisans yapmak için Mimar Sinan Üniversitesi’ne girdik. Yüksek lisansımı da kendi okulumda bitirmiş oldum. Öğrencilikte çalışmış olmanın faydasını okulu bitirdiğimde gördüm. Bunun için tüm meslek arkadaşlarıma ve talebelere, mimarlık öğrencilerine, okuldayken mutlaka yaz tatillerinde ve boş zamanlarında çalışmalarını öneriyorum. Bu bilgiye ne zaman ulaştılar ise ya da ne zaman bu imkânı elde ettiler ise o zaman çalışmaya başlamalarını öneriyorum. Ben üniversitede her hafta sonunu iş yerinde çalışarak geçirdim. Yani her hafta sonum okula ait değildi. İstanbul’dan Gemlik’e gelip, buradaki büroda çalışıyordum. Okulu bitirince bunun faydasını gördüm. Okulu bitirdikten bir gün sonra Mimarlar Odasına ve Vergi Dairesine kayıt oldum. Büromu açtım. Çünkü işlerin nasıl ilerlediğini biliyordum. Onun için çalışmayı tüm arkadaşlarımıza ve size öneriyorum çocuklar. Gemlik’te başlayan mimarlık hikayemiz Gemlik dışında projeler ve tasarımlarla devam etti. Sonra merkezimizi Bursa’ya taşıdık. Buraya 12

geldiğimizde -yaklaşık yirmi yıldır Bursa’dayız- ben, yardımcı teknik arkadaşım, bir de idari işlere bakan yardımcım vardı. Şu anda ofisimizde otuzun üstünde arkadaşımız ile, yirmi iki tanesi meslektaşımız olmakla birlikte, çalışmalarımızı yürütüyoruz. 2. Mimarlığa bakış açınızı özetler misiniz? Sizin için mimarlık ve mimarlık mesleği ne ifade ediyor? İnsanlığın varoluşundan bu yana dünyada üç tane meslek var. Çok önemli ve insan hayatını direkt ilgilendiren meslekler. Bunlar; hukuk, tıp ve mimarlık. Üçü de çok değerli ve insan hayatının çok önemli tarafını tutan mesleklerdir. Biri direkt sağlıkla ilgili, varoluşla ilgili. Biri insan hakları, ifade özgürlüğü, hukukla, kul hakkıyla ilgili. Diğeri de barınma ile ilgili dalını oluşturan üç ana meslektir bunlar. Onun için bu üç ana meslekten birinin üyesi olmaktan da onur duyuyorum. Mimarlık direkt yaşamı kurgular. İlk insan var olduğu andan itibaren karnını doyurmak ve barınmak dışında başka şeyi yoktu. Karnını doyurmak, barınmak, üremek ve hayatını devam ettirmekti insanların her şeyi. Karnını doyurduktan sonra, tek mekânlı bir yapıyla(megaron) korunma ve barınma ile başlayan mekân anlayışı mimarlık sayesinde günümüz kentlerini mega kentlere, metropollere, ülke tasarlamaya hatta dünya dışına çıkıp uzayda, gökyüzünde uzay istasyonları ya da Mars’ta Ay’da kentler planlamaya giden bir durum ortaya çıktı insanlık tarihinde. Bu da Mimarlık sayesinde gelişti. Dolayısıyla insanlık var olduğu sürece vazgeçilmez bir meslektir. İnsan yaşamının alışkanlıkları ve yaşam biçimine göre yaşamı kurgulayan, teknolojilere göre bunu yeniden planlayan ve geliştiren bir meslektir. İnsanlık var oldukça var olacaktır. 3. Mimar Hasan Sözüneri ve Sözüneri Mimarlık olarak sizi diğer mimarlardan ve mimarlık ofislerinden ayıran en belirgin özellikleriniz nelerdir? Her mimarda mesleğe karşı bir sevgi olduğunu düşünüyorum. Bu işin sevgisiz olmadığını vurgulamak istiyorum. Bu diğer ofislerin de sevgisiz olduğu anlamına gelmiyor. Birincisi mesleğimi çok sevmek, ikincisi ciddiye almak. Tüm yeni arkadaşlarıma da buna öneririm. Eğer mesleğinizi ciddiye alırsanız, sizi de ciddiye alırlar. Eğer mesleğinizi ciddiye almaz ve onun gerekliliklerini yerine getirmezseniz, mesleki olarak sizi de ciddiye almazlar. İnsan olarak ciddiye alırlar, toplumda bir yeriniz olur, atmosferiniz olur, sosyal ilişkileriniz olur ama mesleki ağırlığınız için mutlaka mesleğinizi ciddiye almanız ve ona gereken önemi vermeniz gerekir. Bu gereken önem ne-


Ustasından Mimarlık

sı alanda çalışmalarını m, sağlık, sanayi, spor, ut ve kentsel dönüşüm söz ettiren Sözüneri sı’nın kurucusu ERİ’Nİ yakından acağız. Röportaj: Ayşe TUNCA Fatma Nur YILDIZ

Uludağ Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğrencileri

dir? Mesleği sevmenin dışında mesleğe karşı olan ilginizin ve merakınızın hiç yok olmaması, sürekli araştırmanız, dünyada var olan değişimleri ve mimarideki gelişimleri sürekli takip etmeniz, ilgi ve merakla birlikte çok çalışmanız ve hayatımızın bir parçası haline getirmeniz lazım. Ben mimarlığı çok sevmemin yanında, işimi çok ciddiye alırım. Mesela her sabah büroyu açan yardımcımızdan sonra ilk ben gelirim. Tüm ekip arkadaşlarım benden sonra gelir. Çoğunlukla en son da ben çıkarım. Her sabah yaptığım işlerden biri yerel ve ulusal gazetelere çok kısa baktıktan sonra, ki bu beş dakikayı geçmez, birkaç mimarlık sitesini incelerim. Bunu bu sabah yaptım, yarın sabah da yapacağım. Ve literatürü çok iyi takip ederim. Çok sayıda dergi takip ediyorum. Mesela bunlar bugün geldi (ofisteki masasında bulunan çok sayıdaki dergiyi göstererek). İspanya’da son dönemde yapılmış yapılarla ilgili dergiler. Tüm meslektaşlarıma ve yeni arkadaşlara da -şimdi elinizde internet diye bir değer var- mutlaka literatürü çok iyi takip etmelerini tavsiye ediyorum. Bizim özelliğimizi; mesleğimizi çok sevmek, ciddiye almak, ciddi olmanın gerekliliklerini yerine getirmek, ilgili ve meraklı olmak, araştırma yapmak ve çok çalışmak olarak özetleyebilirim. 4. Mesleki hayatınızda bir dönüm noktası oldu mu? Tabii, oldu. Birincisi sınavı kazanıp mimarlık fakültesine girerek oldu. Dönüm noktaları farklı farklı çocuklar. Bizim okulu bitirdiğimiz dönemlerde hocalarımızdan biri Türkiye’nin en büyük inşaat firmalarından birinde çalışıyordu. Okuldan iki tane talebeyi o firmada staj yapmak için seçmişti. Bize de bunu beyan etmişti. O dönemde okulu bitirip de çok önemli inşaat firmasında hemen işe başlamak çok önemli bir şeydi. Biz okulu bitirmeden bir ay önce inşaat firması battı, dağılıp gitti. Dağılmasaydı ben o kadar serbest çalışmayı isteyen biri olmama rağmen hocamı kıramayacağım için muhtemelen orada profesyonel olarak çalışmaya başlardım diye düşünüyordum. Bu hayatın akışıyla, yazgıyla ilgili bir durum. Yolumuzu seçmekle ilgili böyle bir durum var. Tüm mimarlık öğrencileri okulu bitirdiği zaman en önemli kavşak noktalarından biri bu olur. Çok fazla seçeneğiniz olacak önünüzde. Bazıları serbest çalışmayı düşünecek. Serbest çalışma çok fazla dala sahip; tasarımcı olarak bir ofis açmak, bir dekorasyon firmasında görev almak, bir inşaat firmasında şantiyeci olmak, bir pazarlama firmasında çalışmak, bir malzeme geliştirme firmasında çalışmak ya da kendi ofisini açmak… Hepsi serbest çalışmanın yolları. Profesyonel olarak yurtdışına gitmek, akademik kariyer yapmak, okulda kalmak, kamuya girmek belediye ya da devlete ait bir kurumda görev almak gibi çok sayıda alternatif

ile karşılaşacaksınız. Kafanız bu alternatiflerle dolu olacak ve okulu bitirdiğiniz altı aylık dönem meslek hayatınızdaki ikinci kavşak noktası olacak. O verdiğiniz karar çok önemli olacak. Dolayısıyla bende bu tesadüfi olayla serbest çalışma, kendi ofisimi açma yoluna girmiş oldum. Sonra meslek hayatımda gördüm ki ister ufak ister büyük olsun her proje aslında bir dönüm noktası. Bursa’da ve Bursa dışında çok önemli projeler yaptık. Ufak projelerde yaptık. Benim ilk projesini çizdiğim ve inşa edilen bina üç katlı yığma kagir karışımı bir binaydı. O dönem betonarme inşaat asansörü vs. yoktu. Betonlar teneke ile on beş-yirmi kişilik usta ekibi sırtında, üçüncü kata kadar yapılan bir iş iskelesi ve merdiven ile çıkıp iniyordu. Karınca misali. Ama bu proje benim için çok önemli bir projeydi. Başında durdum, gittim, uygulanıp uygulanmadığını inceledim. Yani her proje aslında mimar için bir öğrenme kapısı ve bir dönüm noktasıdır. Mesleki dönüm noktası ise mesleği seçmem ve serbest çalışmayı tasarımcı olarak gerçekleştirmem diyebilirim. 5. Tasarladığınız projelerde en çok nelere dikkat edersiniz? Olmazsa olmazlarınız nelerdir? Hangi proje olursa olsun, başlamadan önce mutlaka bir literatür tararım. Olmazsa olmaz birincisi meseleyi doğru analiz etmek. Arazi ve coğrafi şartları, araziyle ilgili bilgileri eksiksiz elimin altında bulundurmak. Arazinin eğimi, yönü, imar şartları, kodları, girişi, çıkışı, yol ilişkileri, işverenin talep ettiği işin fonksiyon ilişkileri, mekân kurguları. Eğer bir projede arazi verilerini doğru elde etmez, ne istendiğini doğru kurgulamaz, tasarımla ilgili bir senaryo geliştiremezseniz, altından bina da yapsanız o bina iyi bir bina olmaz. Pahalı bir bina olur ama iyi bir bina olmaz. Araziyi, proje konusunu, işveren isteklerini ve standartlarını mutlaka iyi analiz etmeliyiz. Tüm bunların dışında bir de standartlar dediğimiz dikkat etmemiz gereken bir alan var. O standartları ikiye ayırıyoruz. Birincisi Neufert’e filan bakıyorsunuz ya çocuklar; basamak yüksekliği şu olacak, merdiven bu olacak, oda genişliği, kapı böyle açılacak gibi bilgiler. Onun dışında bir de mesleki standartlar var. Yangın mevzuatı; bu kadar aralıkta kapı açmak zorunda, on sekiz basamaktan sonrasında sahanlıksız merdiven olmaz, yangın kapıları dışa açılır, iki saat yangına dayanım gibi. Bir de belediye mevzuatı var. Bu kadar metreden daha yüksek bina yapamazsınız, çıkmanız bu kadar olacak gibi çok önemli standartlar var. Araziyi çok iyi tanımak, işveren istekleri ve ihtiyaç programını sağlıklı belirlemek, mekân ve fonksiyon ilişkilerini çok iyi kurgulamak ve yapıya kimlik kazandırırken tematik bir yaklaşımda bulundurmak bizim projelerde çok dikkat ettiğimiz ve olmazsa olmazımız dediğimiz başlıklardır. 6. Şimdiye kadar yaptığınız önemli projelerden ve son dönemde gerçekleştirdiğiniz ve devam eden projeler hakkında bilgi verebilir misiniz? Çocuklar şimdiye kadar önemli proje olarak neler yaptığımıza bakacak olursak: Gemlik’teki hikayemizde çok sayıda konut projesi gerçekleştirdik. Ama ufak boyutlarda, bitişik nizam dediğimiz iki arsa arasında kalmış, az katlı binalarla başlayan; daha sonra Gemlik’teki dönemde ilkokul, ortaokul projeleriyle devam eden bir serüvenimiz oldu. Mesela doksan dokuz depreminden önce bizim planladığımız Muammer Ağım Gemlik Devlet Hastanesi Türkiye’nin ilk çok katlı çelik yapısıdır. Deprem kaygısı yok, yedi katlı çelik bir hastane. Buna benzer farklı projelere de el attık. Hep o cesareti görüp, özgüveni taşıyıp, çalışma, mesleği sevme, tatilleri de boşa geçirmeme, araştırıcı, merak edici, ilgi duyucu kişilik de yatıyor işin arkasında. Ki bu hala benim için devam eden bir öğrenim sürecidir. Geçen gün ofisteki arkadaşlarımla toplantı yaptım. Onlara “Hepinizin iyi bir mimar olmak için çok çalışması lazım” dedim. Ama arkasından şunu da söyledim “Ben de iyi bir mimar olmak için görüyorsunuz ki her gün çok çalışıyorum”. Yani iyi mimar olmanın sonu yok. “Ben iyiyim mimar oldum oturayım.” dediğiniz gün

13


Ustasından Mimarlık geri kaldınız demektir. Sürekli araştırmaya incelemeye devam etmeniz lazım. Önemli projeleri başlıklara ayırırsak ilk olarak Muammer Ağım Gemlik Devlet Hastanesi, ne kadar önemli bir projeydi. Yedi katlı bir çelik proje yapınca dedim ki “Ben ne kadar önemli bir proje yaptım.” Toplam inşaat alanı 7000 ile 8000 metrekare arasındaydı. Ama daha sonra on binlerce metrekarelik projeler yaptık. Mesela Bursa Adalet Kampüsü şu anda bizim tasarladığımız bir proje, 373000 metrekare toplam inşaat alanı var. Ya da yaptığımız Sur Yapı Alışveriş Merkezi 200 bin metrekareye yakın. Yaptığımız çok teknolojik projeler de oldu. Mesela Ankara’da bir kamu kuruluşuna ait bir arşiv binası çizdik. Şöyle kategorize edeyim; projelerin bazılarında tasarım çok fazla öne çıkarken (tasarım kararları, yapının formu, fonksiyon ilişkileri, estetik kaygılar), bazı yapılarda ise bu kaygıların önüne geçen bazı teknik kaygılar oluşur. Onu çözmek en önemli madde haline gelir çocuklar. Çizdiğimiz arşiv binası otuz altı milyonluk klasör kapasiteli devletin bir arşiviydi. Oradaki en önemli konu o arşivde saklanan materyalin, kanunların belirlediği on yıllık ıslak imzalı belge saklama süresi boyunca sağlam bir şekilde muhafaza edilmesidir. Bir arşivde ne aklınıza gelir? Yanmaması aklınıza gelir değil mi? Yangını neyle söndürürsünüz? Su ile söndürürsünüz. Yakmak ile ıslak imzalı bir evrakı ıslatmak aynı şeydir. Mesela bu binada gazlı söndürme sistemleri kullanıldı. Bu yeni teknoloji için depolara gaz tesisatı döşendi. Yangın çıktığı zaman üst kottan verilen havadan daha ağır olan gaz aşağı doğru oturup, aşağıdan da kapıların altında bulunan panjurlardan oksijeni dışarıya tasfiye edip -oksijensiz ortamda ateş olmayacağından- yangını önleyen bir sistem kullanıldı. Bu şekilde gazla söndürüldüğünde evrakın ıslanması engellendi.

Bunlar dışındaki önemli projelerimiz Bursa’daki bazı AVM’ler, Bursa Stadyumu, Sheraton Otel, bazı önemli ofis binaları, onun ötesinde üniversiteye giderken sağ tarafta üçgen formunda bir elektrik firmasına ait bina bulunuyor. Bu binadaki açıları değerlendirerek üst tarafta fotovoltaik paneller yerleştirildi. Elektrik firması olduğu için buna bir reklam değeri de katması adına kendi elektriğini üreten bir bina tasarlandı. Bu da tasarladığımız farklı projelerden biridir. Bunun dışında tasarımını yaptığımız okullar bulunuyor. Okula giderken sağ tarafta gördüğünüz Sınav Koleji ve daha ilerde bulunan Mektebim Koleji, Bademli bölgesindeki Kültür Okulları, Uludağ Üniversitesi kampüsünde bulunan İnşaat Mühendisliği Fakültesi. Bunların dışında son zamanında yaptığımız enteresan projelerden biri olan Bursa Uzay ve Havacılık Merkezi(GUHEM) projesini daha önce duydunuz mu? Buttim Fuar Merkezinin yakınında yapılan bu projeyi gidip görmenizi tavsiye ederim. Bu proje formuyla ve yapı tekniği ile farklı bir binadır. Buna benzer değişik binalar çizmeyi; farklı, cesaretli formlar kullanmayı da seviyoruz (3. maddedeki cevabınıza bunu da eklemeliyiz). Farklı, şaşırtan, ilgi ve merak uyandıran formları kullanmayı seviyoruz. Şu an inşaatı devam 14

etmekte olan Bursa Organize Sanayi Bölgesi Elif Cami var. Burada kubbeyi tanımlamak istedik. Geleneksel motiflere de yer verdik. Minarenin bir özelliği var. Artık ezan okunurken hiçbir hoca minareye çıkmadığı için, şerefeye gerek olmadığından, minarede bunu kullanmadık. Cenaze namazları, cuma namazları çoğunlukla dış mekânda kılındığı için gölgelik alanlara ihtiyaç duyulur. Görüyorsunuz en önemli camilerimizde Ulu Cami’de, Emir Sultan’da namaz yerlerinde belediyelerin tenteleri bulunuyor. Halbuki bu planlanması gereken bir şeydir ve biz bu tasarımımızda planladık. Burada “hayat ağacı” dediğimiz kuvvetli bir kolon var ve yaklaşık 1500 metrekarelik alanı kaplayan bir saçak var. Bu saçak diğer kenarlardan da taşınıyor. Bu mekân cenaze namazı, teravih namazı gibi namazlarda gölgelik ve serin alan sağlayacak tasarımımızda. Bakın kitlesel maketinde de Uludağ’daki Sanatoryum Binası var (masada bulunan kitle maketini gösteriyor). Burası Emin Onat’ın bir projesidir. Emin Onat’ı biliyorsunuz, Mimarlar Odası’nın bir numaralı üyesi ve aynı zamanda Anıtkabir’in mimarıdır. Türkiye’nin yetiştirdiği en genç profesör olmuş mimarlardandır. Yıllardır burası tahrip olmuştu ve yok olmak üzereydi. Ticaret Odasının müdahalesi ile burası bir eğitim merkezine dönüştürülüyor. Buranın projesini hazırladık. Mevcut yapıyı aynen koruyarak bu yapının yanına güncel ihtiyaçları ekledik. Bir başka projemiz de Sheraton- Aloft Hotel. Uluslararası zincir otellerden biridir. Bursa’da uluslararası zincire sahip Sheraton, Hilton, Crowne Plaza var. Bir de son dönemde merkezde Holiday Inn yapıldı. Hilton ve Crowne Plaza’nın mimarları İstanbul asıllı ofislerdir. Bursa’ya yapılan ilk uluslararası zincir otel projesini yaptık. Büro olarak da şöyle bir misyon yüklenmeye ve geliştirmeye çalışıyoruz; Bursa’da da dünya standardında çok önemli projelerin üretilebileceği, yapılabileceği çok sayıda mimari ofislerinin olduğu iddiasındayız. Ve bu iddia ile birlikte işimizi de ciddiye alarak İstanbul’da da projeler yapıyoruz. Bir diğer projemiz de Kumova Moda Bademli Projesi. Bu bir konut projesidir. Koza ve ipek, Bursa için çok önemlidir. Türkiye’de koza ve ipek dendiğinde Bursa akla gelir. Çin’den başlayan İpek Yolu Anadolu’da Bursa’da son bulur. Sonra Avrupa’ya, İstanbul’a gider. Koza formunda bir binanın Bursa’ya çok yakışacağını iddia ettik ama o zaman proje olmadı ve onaylanmadı. Kozanın hikâyesi de belediyecilikle örtüşür. Kozayı biliyorsunuz, böcek kozasını örer ve sonra içinde ölür. Fedakârlık vardır. Çalışkanlık vardır. Bu uygulanmamasına üzüldüğümüz bir projedir. Bu proje de bizim İstanbul’da çizdiğimiz inşaatı tamamlanan, Beylikdüzü’nde 2400 konutluk bir sitedir. (İstanbul Prestij Park Beylikdüzü). Bu da Bursa’da bir Termal Kür projesi. (Maketleri göstermeye devam ederek.) Bursa’da Kültür Park’ın altında İpekiş Fabrikası vardı, oraya yaptığımız bir proje. Bu Proje ise Kültür Okullarının Bademli Kampüsü. Bu binanın da inşaatı tamamlandı. Bu binaların cephe renklerinin farklılığı biri ilkokul biri ortaokul biri lise olduğu içindir. Her biri için ayrı oyun alanları, bahçe tasarlandı. Arazide bunu zorluyordu, kot farkı vs. yüzünden. Binaların böyle yer almasının sebebi ise sınıfların batı güneşine sırtını dönmesi. Projenin


Ustasından Mimarlık alanını arazi tanımlıyor. Bu ise Matlı İdari Binası, Yalova yolunda bulunuyor. Bir ofis binası olarak farklı malzemenin, farklı teknolojinin kullanıldığı, ikinci cephesi bulunan, merkezde çekirdeği bulunan dairesel kesitli başarılı bir plandır. Bu da şu anda inşaatı devam eden Adalet Kampüsü Projesi. Bu proje de bugüne kadar alışık olduğumuz adliye binalarına uymayan bir mimari kullandık. Son dönemde yaptığımız projelerden stadyum var. Stadyumun karşısında bir proje çalışıyoruz şu anda. Üniversite yakınlarındaki Mektebim Okulları.

Bu da Aşkabat’ta yaptığımız bir proje, Türkmenistan’da, bu projede yöresel etkileri de göreceksiniz. Yöresel etkileri hiç ihmal etmeyin. İnsanın fizyonomisine bile etki ediyor yöresel işaretler. Mesela Afrika’daki esmer oluyor, kuzeydeki sarı oluyor. Bu farklılıklar diline bile etki ediyor. Yapılara etki etmez mi? Bir yerde yaptığınız yapı başka bir yerde geçerli olmayabilir. Mesela Türkmenistan’da devlet başkanı her binada Türkmen Yıldızı bulunmasını istiyor. O renklerin kullanılmasını istiyor. Bakın buradaki havuzlar vesaireler bu şekilde. İklimsel etkiler vesaire dışında buna benzer yöresel işaretlerin de mutlaka hesap edilmesi lazım. Bakın Uzay Havacılık Merkezi bu çocuklar, burası çocuklara

uzayı anlatacakları bir merkez olacak. Bu zeplin -biliyorsunuz uzay hava araçlarından biri- form olarak onu kullandık. Farklı formları seviyoruz dedik ya, koza, timsah, zeplin gibi. Onlar proje tematik bir yaklaşım, bir kimlik kazandırmak ve kenti de biraz neşelendirmek amacıyla yani hep resmi, kübik binalar yerine daha eğrisel formda ya da konuyla ilgili formları temaları hatırlatan binalar. Dış yüzeyindeki bu noktalar galaksinin, yıldız kümelerinin gerçek işaretleri. Gece bunlar bir yanıp bir sönecekler. Buradaki ışık oyunları ile de yine Bursa’nın dikkat çekici yapılarından biri olacak. Bu zeplinin boyu seksen metre. Düşünün bir stadyumda bir kaleden bir kaleye mesafe yüz beş- yüz sekiz metre civarındadır. Yirmi sekiz metre de yüksekliği olacak. Bunun içi tamamen boş, en alt kattan çocuklar asansöre binecekler, çok yavaş çıkan yuvarlak bir asansör. Etrafında insanların ilk dönemine ait ilkel fotoğraflar görerek yavaş yavaş yukarı çıkacaklar. Gökyüzünün gizemine, galaksiye çıkmış gibi karanlık bir ortama çıkacaklar. Orada yıldızlar yanacak. Biz öyle kurguladık, bakalım ne olacak. Cephedeki çizgilerde yıldız kaymasını figür edecek. Gece oradan ışıklar geçecek, yıldız kayıyormuş gibi. Aynı zamanda bunların fonksiyonları da var. Mesela cephede bunun böyle yükselmesinin sebebi, arkasında merdiven ve asansörün çıktığı yer, onun üs-

tünde de bazı tesisat alanları var. Yani her form aynı zamanda bir iş görmeli. Bu sizin rektörlük binanız çocuklar. Bu rektörlük binasında

da yine isteneni, işverenin taleplerini mutlaka mimar olarak göze almanız gerekir. Yani mimaride hayır ben bunu böyle istemiyorum illa böyle yapacağım demek de mümkün. Ama bu tür kamusal binalarda mutlaka işverenin isteklerini dikkate almanız lazım. Biz bu istekleri kendi mimari yorumumuz ve mimari bakışımızla harmanlayıp bir sonuca gitmek istiyoruz. Yine geleneksel mimarinin talebi söz konusu. Biz onu nasıl yorumladık, burada yine bir taç kapımız vardı. Arkatlarımız bulunuyor. Uludağ Üniversitesi’nin logosunda Yeşil Türbe’nin çinileri bulunuyor. Dış cephede onları kullandık. Dış cephesine bir ikinci cephe kapladık ve burada da yine Uludağ Üniversitesi’nin logosunda bulunan Yeşil Türbe’nin çini motiflerini kullandık. Sonuçta böyle modern çizgilere sahip hem de geleneksel motifleri içinde taşıyan bir bina ortaya çıktı. Bunun inşası da yakın zamanda başlayacak. Bu ise Uludağ Üniversitesi kütüphane binası. Binanın üzerin-

deki pencere boyutunu değiştirmek ya da sıvasını, boyasını değiştirmek o binayı hafızalardan silmeyecek. Biz oraya yeni bir yaklaşımda bulunduk. Yapının dışını ikinci bir cephe ile sardık. Bu cephe üstüne dünyada var olan tüm figürleri yerleştirdik. Ve onların arkasında bir ışık yaktık. Gece bir mücevher kutusuna benzemesini hedefledik. Çünkü içinde bilgi var ve bilgi en değerli mücevher, öyle bir hikâye koyduk. Yanına da okuma salonu yaptık. Şu anda kaba inşaatı bitti biliyorsunuz, içinde yine ufak bir avlu var. Ama bu ikinci cepheyi sanırım şu anda yapmayı düşünmüyorlar, daha sonra burayı da yaparlarsa çok güzel olur aslında. Burası da öğrencilerin kafe olarak kullanılacakları alan. Ardından İnegöl’deki Mobilium’a gittiniz mi? Oradaki projemizde müşterilerin tüm mobilya ihtiyaçlarını bir kapıdan girip sağlamaları amaçlandı. Yanına da bir otel koyduk. 7. Mimar Hasan Sözüneri olarak şu anda dünyada ve Türkiye ‘de mimarinin gelişimini ve Türkiye’de üretilen projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Çocuklar, mimari teknolojinin gelişimi, insan yaşamının, yaşam alışkanlıklarının değişimi ile birlikte mimari de kabuk değiştiriyor. Teknolojinin gelişimi mimariye iki türlü yansıyor. Röportajın devamı 18. sayfada

15




Ustasından Mimarlık Birincisi inşaatta kullanılan malzeme teknolojisi. Çok yeni malzemeler, çok yüksek vasıflı malzemeler söz konusu oluyor. Nedir bu? Eskiden kemer yapmamızın sebebi taşla açıklık geçemiyorduk, kemer yapıyorduk ama şimdi onlarca yüzlerce metre açıklık geçebilecek malzemeler üretiliyor ya da çok yüksek vasıflı malzemeler üretiliyor. İkincisi mimari ürünün çıkışında bilgisayar programları bilgisayarlı tasarım vs. kullanıyoruz. 1978 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde dediler ki “Bilgisayar gelmiş, çizim bilgisayarla yapılacak.” Dedik ki, “Biz nasıl bilgisayarla çizim yapacağız?” Bilgisayar bilmiyoruz ki o zaman. Gittik İstanbul Teknik Üniversitesi’ne. Fotokopi makinesine benzer üç dört tane makine. O zaman mimarlıkta kullanılan bilgisayar, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bir tane vardı. Şimdi bizim büromuzda otuz beş kırk tane bilgisayar var. Hepimizin cebinde, laptopunda ya da el telefonunda bunu üretmek mümkün. Dünyada var olan öz kaynakların da değeri anlaşıldı. Sürdürülebilir, ekolojik enerji verimliliğine sahip binaların, geri dönüşümlü malzemelerin kullanıldığı binaların ve yaşam alışkanlıklarına göre yapıların tasarlanması. Herhalde birkaç yüzyıl önce büyük yeraltı treni istasyonlarından, dev havaalanlarında ya da yer altı tünellerinden bahsetmek ne kadar anlamsız olurdu değil mi? Yani nüfusu, teknolojinin, yaşam alışkanlıklarının gelişimi mimariyi çok yakından etkiliyor. Çağımızın mimarideki yönelişi sürdürülebilir mimarlık dediğimiz ekolojik çözümleri öneren doğal materyallerin kullanıldığı; günışığının, rüzgârın, suyun ve toprağın doğru kullanıldığı, insan yaşamını ve insanı öne çıkaran tasarımlar son dönemde önem kazandı ve daha da önem kazanacak. 8. Bursa’nın simgesi olarak değerlendirilen Timsah Arena Stadyumu hakkında meslektaşlarınızdan ve Bursa kamuoyundan gelen geri dönüşler nelerdir?

Çocuklar bu projenin hikâyesinden başlamak lazım bu işe. Bursa’da bir stadyum yapılması düşünüldüğü zaman o dönemde Türkiye’de ilk olarak, Kayseri’de Kadir Has Stadyumu yapılmıştı. Büyükşehir Belediye Başkanı’nın Kadir Has Stadyumu’nu yapan mimarları Bursa’ya davet ettiğini öğrendik ve stadyum projesinin de o arkadaşlar tarafından hazırlanılmasının düşünüldüğünü öğrendik. Bursa’dan biz, İlkay İntaş, Recai Coşkun, eski mimarlar odası başkanımız Şenol Şimşek, İstanbul’dan bir ofis, Türkmenistan’da iş yapan bir ofis ile dokuz tane proje belediyeye hazırlandı ve verildi. Belediye bunların içinden tasnifte bulundu ve bu projeleri dörde düşürdü. İnternet ortamında ve basında yayımlayıp kamuoyunun beğenisine sundu. İnsanlar internetten girip oyladılar. Dokuz tane projeden seçilen dört proje içinde kamuoyu yoklaması sonucunda bizim projemiz Bursa ve Bursaspor tarafından beğenildi, yapılmasına karar verildi. O dönem Bursaspor, sportif başarısı sonucu iki sene sonra şampiyon oldu ve o dönemde Bursaspor logosunda var olan timsah figürü ve her golden sonra timsah yürüyüşü yapmaları ön plandaydı. Spor yapılarında da takımların logolarının kullanılması gibi hikâyelerin dünyada da çok örnekleri var. Çin’de Olimpiyat Stadyumu kuş yuvası şeklindedir, bilirsiniz. Dünya’da çok sayıda takım figürüyle, kent figürüyle ilişkili stadyumlar inşa edilmiştir. Son dönemde yapılan 2014 Dünya Şampiyonası, Avrupa Şampiyonasında yapılan tüm stadyumlarda buna benzer figürler görebilirsiniz. Dolayısıyla biz de böyle bir figürden hareket ettik. 18

Aslında stadımız kafa kısmı hariç tamamında UEFA standartlarında düzene sahipken, bir alanında şov yapmak için burada takım taraftarlarının çıkıp fotoğraf çektirecekleri; içinde restoran, müze, kulüp mağazalarının, ufak bir cep sinemasının ve hediyelik eşya satış yerlerinin bulunduğu bir şov alanı olarak planladık ve çok beğeni aldı. İnşa edilmeye başlamadan önce de dünyada heyecan uyandıran on stattan biri seçildi ki bu kategori bizim müracaat ettiğimiz bir seçim değildi. İngiltere de spor yazarlarının oluşturduğu bir platformun seçtiği değerlendirmenin sonucuydu. O seçilme stadın diğer dokusuna bakınca, bu işin değeri çıkıyor ortaya. Aslında formuyla ve tematik yaklaşımıyla çok güçlü mesaj veren cesaretli bir projedir. Ama çocuklar şöyle de bir şanssızlığı oldu projenin. Bizim mesleğimiz, siz de yaşayacaksınız bunu, ressamlık, heykeltıraşlık gibi ya da grafik tasarımcı arkadaşlarımız gibi bir meslek değil. Ressam resmini yaptığı zaman, duvara astığında işi bitmiş oluyor. Heykeltıraş her şeyiyle kendisi yapıyor. Biz proje çiziyoruz, çizdiğimiz proje bir başkaları tarafından inşa ediliyor ve bu inşaat sürecinde çoğu zaman mimar dâhil olamıyor ya da ilgili mevzuat, yapının inşaatında projede tasarlanmış olan hedefe gidişi mümkün kılmıyor. O nedenle formu ve detaylarıyla, tribün düzeni, koltukların sahayı görüş açıları konusunda Türkiye’de en fazla standartlara uyan stadyum. Sahayı görmede kırk üç bin koltuğun hiçbiri istenilen standardın dışında değildir. Son dönemde yapılan çoğu stadyumda yüzde üç, beş koltuk kapasitesi sahayı istenilen standartta göremez. Kale arkası tribünlerimiz çok özeldir. Mesela bu kafa Türkiye’nin en büyük konsoluydu biz planladığımızda, ihale dosyasında da öyle. Yaklaşık yirmi sekiz metre altında hiç mesnet olmadan çıkan bir konsoldu. Şimdi altına kolon diktiler inşaatında. Sonuçta bu tür bir inşaat tüm belediyenin, o dönemin belediye başkanının iyi niyetli çabalarına rağmen hak ettiği inşaat kalitesine ulaşamadı. Stadyum etrafında ve altında bizim tasarımda çözdüğümüz ticari alanları, kafeleri, restoranları, mağazaları idari nedenlerle açamadıkları için şu an kent yaşamına katılamayan bir halde. Kent içinde maç saatleri dışında insansız bir kent alanı gibi duruyor. Bizi çok rahatsız eden bir şey bu tabi. Tasarımın da dışında o uygulama. Aşağıdaki ticari alanlar, sinemalar, kafeler, sporcu sağlığı merkezi, mağazalar ve içerideki alanlar kullanıma açıldığında stadyum etrafındaki boş alanlarla birlikte kent yaşamına katılacak. Çünkü burada kentin en büyük parklarından biri oluştu. Yanda Mihraplı parkıyla ilgili alanlar planlanıp, yanındaki dereyle birlikte kent yaşamına katıldığında gerçek tasarımda öngördüğümüz hale gelmiş olacak. O zaman ifadesi daha da değişecek. Şu andaki kullanılmayan alanlar tasarımcı olarak bizi de çok üzüyor tabi. Tasarımla ilgili kısmına geldiğimiz zaman, tabi iki boyutu var işin. Böyle cesaretli bir formun mesleki platformlarda eleştiri alması da kaçınılmaz bir şey. Taraftar ve stadın kullanıcıları. Buna görsel anlamda kentliler de dâhil. Aldığımız olumlu yorumlar ve eleştiriler, olumsuz eleştirilere karşı çok daha fazla. Yapılan kamuoyu yoklamasında da yüzde seksenler civarında bir sonuç aldık. Ama biz mimari ekip olarak ses çıkaracak projeler de yapmayı seviyoruz. Yani suya sabuna dokunmayan, tasarım ölçeğinde ve etkisiz projeler değil. Ben buradayım diyen cesaretli projeler yapmayı seviyoruz. Olumsuz yorumları da göze almaya hazırız. Paris’teki Eyfel Kulesini biliyorsunuz. Yapıldığında çok büyük eleştiriler aldı. Yıkılması için imza kampanyası yapıldı. Şu an da ise Paris deyince Eyfel akla geliyor. 9. Türkiye’deki mimarlık eğitimi konusundaki görüşleriniz nelerdir? Sizce iyi olduğu veya eksik olduğu yönler nelerdir? Çocuklar, tabii son dönemde yüzün üzerinde, yüz yirmi civarında mimarlık okulu var. Biz de mimarlık ofisleri olarak stajyerler vasıtasıyla eğitimin nasıl olduğunu çok iyi gözlemleyebiliyoruz. Bazı vakıf üniversitelerinden gelen talebelerde yeterli eğitimin çok uzağında kaldıklarını maalesef görüyoruz. Bu çok süratli bir şekilde okul sayısının artmasıyla da izah edilebilir. Sizin okulunuz ilk on içerisinde. Uludağ Üniversitesi


Ustasından Mimarlık eğitim olarak da iyi okullardan biri. Sayı çok olunca da talebe kabul etmek zorundalar. Eskiden mimarlığa ilk elli bin, ilk yüz bin içerisinden talebeler girerken; altı yüz bin içinde ya da beş yüz bin içinden bile öğrenci kabul eden okullar ortaya çıktı. Sizin okulunuzda çok sayıda profesör hocanız, doçent hocanız, kürsünüz varken; profesörsüz, doçentsiz okul var. Eğitimimiz iyi değil. Daha az sayıda okul, daha nitelikli hoca, daha nitelikli talebeleri hak eden bir meslek mimarlık. Hele Türkiye gibi şehirleşme hikâyesini tamamlamamış, hala daha inşa edilen ülkelerde çok önemli. Bunun acısını çok fazla çekiyoruz. Bu iş toplam kaliteyle ilişkili. Bir de okullarımızda, bizim iyi okullarda bile grup çalışmalarına yeterince önem verilmiyor. Yurtdışında çok iyi mimarlık okullarındaki öğrenim biçimlerini inceliyorum, ne yapıyorlar diye. Ekip olarak çalışıyorlar çünkü mimarlık bir ekip çalışması, tek başına değil. Büromda otuz tane çok değerli ekip arkadaşım var benim, yani her projenin ayrı sorumlu ekibi var. Onlarla birlikte projeyi tartışıyorum, geliştiriyorum, projenin bir parçası oluyorum, konsept kararlarını veriyorum ya da onaylıyorum ama ekip çalışması. Ekip çalışmasının daha öne çıkarılması lazım. 10. Başarılı bir mesleki kariyer oluşturmak isteyen mimar adaylarına önerileriniz nelerdir? Mesleği sevmeleri. Her meslek için geçerli bu. Mesleğini sevmeyen bir doktor iyi bir doktor olamaz. Mimarlıkta daha da önem kazanıyor çünkü mimarın eseri, mimarın kişiliğiyle ve ruhuyla arasında bir bağ oluşturuyor. Sevmeden iyi sunum çıkmaz ortaya çocuklar. Başlangıçta da söylediğim gibi işini ciddiye almak. Mutlaka işinizi ciddiye almalısınız. O ciddiye almanın gereğini yerine getirmelisiniz. Yani nedir o? Bilginizi tamamlamak, ilgi duymak, merak etmek, gayret etmek, araştırmak, incelemek ve bütün bunlarla birlikte de dayanıklı olmak. Çünkü bir seneyle de olmayacak şu an yaşadıklarınız. Kırkıncı seneye geldim, hala devam ediyor. Dayanıklı olmalısınız çocuklar. Seveceksiniz, ciddiye alacaksınız, merak ve ilginizi asla köreltmeyeceksiniz. Literatür tarayacaksınız ve çok çalışacaksınız. Hayat biçimi haline getireceksiniz mesleğinizi, o zaman çok keyif alırsınız. O zaman cumartesi günü çalışmak da yormaz, üzmez. Pazar günü çalışmak da üzmez sizi.

19


Sürdürebilirlik ve Ekoloji

PET ŞİŞELERDEN KÖY YAPMAK Robert BEZEAU Şahin IŞIK

Uludağ Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğrencisi

Bezeau, Panama’nın Bocas del Toro bölgesinin büyük derdi olan plastik pet şişelerle ilgilenen doğasever bir girişimci. Bezeau‘nun hikâyesi de burada başlıyor yani başıboş pet şişelerden. Robert Bezeau bu soruna akıllı ve çevreci tutumuyla çok geçmeden çok iyi bir çözümle bulmayı başardı. Plastik pet şişelerden evler… Peki, bu işe neden ve nasıl başladı? Adada haftada iki kez kamyonlarla pet şişe toplayan Bezeau başta bu şişeleri geri dönüştürmek amacıyla topluyordu. Daha sonra topladığı plastik pet şişeleri farklı bir şekilde değerlendirmeyi düşündü. Daha önce bu konularda deneyimi olan Bezeau aklına gelen yaratıcı bir fikirle “pet şişeden evler “yolculuğuna başladı. Aklına gelen fikir şuydu: Pet şişeleri metal kafeslere dizip tasarlayacağı evlerde yalıtım malzemesi olarak kullanmak. Bütün bu yapıların duvarları çelik kafesler içine doldurulan plastik şişelerle inşa etmek. Rijitlik ve görüntüyü sağlamak için birkaç santimlik çimento sıva kullanmak. Su ve elektrik tesisatları, pencereler ve kapılar, depo gibi tüm evlerde bulunan unsurlar bu yapılarda da aynı şekilde yer vermek. Bezeau daha sonra bu işi daha da genişleterek kurduğu ekiple okyanusta, sahil kenarlarında kısacası adanın her yerinden pet şişeleri toplayarak hayal ettiği köyün temellerini atmaya başladı. Peki, metal, beton ve plastikten yapılan bir yapı nasıl olurda çevreci ve yaşanılabilir olabiliyor? Şöyle açıklayalım o zaman: Plastik pet şişeler normal şartlar altında doğada on dört on beş bin yılda yok oluyor. Okyanusta, ormanda kısacası doğanın her yanında çok büyük kirliliğe neden oluyor ve bu da karbon izini silinmeyecek dereceye getiriyor. Anlayacağınız plastik pet şişeler doğada başıboş bırakıldığında büyük bir tehlike fakat Bezeau’ nın bunları tasarımında kullanması bu olumsuz durumu büyük ölçüde azaltıyor. Yararları sadece bunlarla sınırlı kalsaydı yine büyük başarı olurdu Bezeau için. Şimdiye kadar çevre açısından konuştuk birde bu evleri kullananlar için sağlayacağı yararları sayalım: Sıcaklık farkını sağlıyor, boşluklu yapısı nedeniyle doğal havalandırmayı sağlıyor ve tel kafeslerle oluşturduğu esnek sistem sayesinde depreme karşı dayanıklılık sağlıyor. Metal, beton ve plastikten oluşan bir yapı nasıl oluyor da doğa ve insan dostu haline gelmiş anlamış olduk. Bezeau, tüm bu olayları şu sözle özetliyor diyebiliriz “ One Man’s Trash is Another Man’s Condo” yani bir adamın çöpü başka bir adamın evi. Birazda Plastic Bottle Villace(Plastik Şişe Köyü)’den bahsedelim. Üç yüz elli bin metrekarelik bir alana kurulu olan köyde yüz yirmi ev, hobi bahçeleri, butikler, küçük parklar ve yoga alanları olması planlanıyor. Henüz üç tanesi tamamlanmış

20

olan evlerin her birinde ortalama on bin pet şişe kullanıldı. Evler ortalama doksan ile iki yüz elli metrekare arasında değişen ölçülerde inşa ediliyor. Bir veya iki katlı olan bu yapıların şimdiye kadarki maliyetlerini karşılayan Bezeao geri kalan yapıların inşasını destek alarak yapmayı planlamaktadır. İnşa edilen evlerin tasarımı kullanıcı istekleri doğrultusunda değiştirilebilmektedir. Bezeau bu konuda yerel üç mimardan destek almaktadır. Bezeau, aslında yaptıklarıyla doğadan insanlık adına özür diliyor. Bunu da belki şöyle ifade edebiliriz Plastikleşen dünyaya elastikleşen çözümler. “Bezeau ve Şişeleri”

Görseller: www.plasticbottlevillage-theline.com


Sürdürebilirlik ve Ekoloji

EKOLOJİ VE SÜRDÜREBİLİRLİK

takdirde böyle sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Ekolojide iki temel yaklaşım vardır. Bütünsellik yaklaşımı ve indirgemeli yaklaşımı. Doğa parçalarının birbirleriyle olan ilişkilerini inceleyen bütünsellik yaklaşımı; parçaların tek tek ele alındığı yaklaşım da indirgemeli yaklaşımdır. Peki mimaride ekolojiklik ve sürdürülebilirlik nasıl sağlanabilir? Bu ilkelere dayanan yapılar yaparak sağlanabilir. Enerji etkin kullanımı inceleyecek olursak; enerji etkin kentsel tasarımlar yapılabilir. Yürüyen kentler, taşıt trafiğini minimize eden ve toplu taşıma kullanımının maksimum olduğu tasarımlar yapmak; Pasif sistemlerden en iyi yararlanmak için arsaya iyi yerleşmek. (Pasif sistem: Güneş) Alternatif enerji kaynaklarını (rüzgâr, su, biyoyakıt, jeotermal) kullanmak; enerji kullanımı minimum olan malzemelerin seçimi yapmak sürdürülebilir yapılar yapmakta önemli bir

Türkan MORALI

Uludağ Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğrencisi

Ekoloji ve sürdürülebilirlik, benzer amaçlar uğruna çalışan kavramlardır ancak ekoloji, sürdürülebilirlikten yaklaşık yüz yıl önce getirilmiş bir tanımdır. Bu kavramları tanımsal olarak ve kısaca inceleyecek olursak ekoloji; canlıların birbirleri ve çevreleriyle olan ilişkileridir. Bu tanım bin sekiz yüz seksen dokuz yılında getirilmiştir. Sürdürülebilirlik ise çeşitlilik ve üretkenliğin devamlılığını sağlarken, daimî olabilme yeteneğini korumak olarak tanımlanır. Bu tanım da bin dokuz yüz seksen yedi yılında getirilmiştir. Tanımların tarihi çok eskilere dayanmasa da değer verileni koruma içgüdüsü insanların var oluşundan bu yana devam etmektedir. Bir şeyleri koruma içgüdüsünü ortaya çıkaran da sevgidir. Sürdürülebilirlik ve ekoloji; yaşam, insan ve diğer canlıları, günümüz kuşaklarını ve geçmiş kuşakları birbirine bağlayıp; aralarında süreklilik sağlamak için çalışır. 1848’de Seattle atfedilen konuşma: ‘’Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl alıp satarsın? Bu fikir bize yabancıdır. Havanın tazeliğinin, suyun ışıltısının sahibi biz değilsek, bunları nasıl satın alabilirsiniz? Yeryüzünün bir parçası halkım için kutsaldır. Parlayan her bir çam taprağı, her bir kumsal, karanlık ormanın buğusu, uçuşup vızıldayan her bir böcek halkımın anılarında ve deneyimlerinde kutsaldır. Ağaçların gövdesinde dolaşan özsuyu, Kızıldereliler’in anılarını taşımaktadır. Biz bunu biliriz: Yeryüzü insana değil, insan yeryüzüne aittir. Biz bunu biliriz. Her şey ailemizi birleştiren kan gibi bağlıdır. Her şey birbirine bağlıdır.’’ Kızıldereliler, doğaya duydukları saygı ve sevgi ile bilinen bir topluluktur. Geçmişte insanların doğaya, doğa bileşenlerine taptığı dahi görülür. Ancak dünya, Endüstri Devrimi’nden sonra sayısız teknolojik gelişmeler yaşamış ve insanlar doğa kaynaklarını savurganca kullanmıştır. Bu savurganlık yeryüzünün taşıma kapasitesini zorlamıştır. ‘’Varlığımızın sürdürülebilirliği, yeryüzünün bizlere kaynak sağlama, atıklarımızı ve kirliliği yok etme kapasitesi dahilinde yaşamamız ve faaliyetlerimizi sürdürmemizle mümkündür.’’ Bu sebeple koruma fikri mimariye de yansıtılmalıdır. Mimaride bir yapının hazırlık, yapım, kullanım ve ölüm süreçlerinin hepsi doğanın enerjisini kullanır. Yapılar ömürleri süresince doğa sorunlarına katkı sağlamaktadır. En fazla enerji kullanan aşama kullanım aşamasıdır. Bu sebeple yapı, tasarım aşamasından itibaren doğaya zarar vermeyecek ya da en az zararı verecek şekilde düşünülmelidir. ‘’Dünya ekonomisi her gün, binalar, fabrikalar ve tarım faaliyetleri aracılığıyla, gezegenimizin 10.000 yılda depoladığı enerjiyi tüketmektedir.’’ Bu da bina ve diğer yapılarımızı ekoloji ilkelerine uygun yapmamızın önemini göstermektedir. Kullanılan enerji dünyadaki tüm canlı türlerini etkilemektedir. Birçok canlı türünün nesli tükenmiştir. Yaptığımız her faaliyet yeryüzünün taşıma kapasitesi içinde gerçekleşmelidir, aksi

adımdır. Sonuç olarak, yaptığımız işte kullandığımız enerjinin çokluğu ve doğaya verdiği zarar reddedilemez. Verilen zararın en aza indirilmesi de ekolojinin temelini oluşturur. Belli ilkere uyarak doğaya verdiğimiz zararı en aza indirebilir, doğanın bize sunduğu enerjiden enerji üretebiliriz. Elephant and Castle Master Plan Mimar: Norman Foster Yıl: 2000 Alan:200 Hektar Yer: Londra Şehrin en büyük kentsel kalkınma projesidir. Yer altı ve üstünde birçok toplu ulaşım imkânı sağlanmış ve enerji etkinliğini sağlamakta büyük bir öneme sahip olmuştur. Kamuya açık alanlarda araç trafiği engellenmiştir. Büyük bir AVM yerine bolca yeşil alan kullanılmıştır.

Kaynakça: Sürdürülebilir Mimarlık- Ayşin Sev Yeryüzü Demokrasisi- Vandana Shiva Görseller: www.bodrumtesisatcilik.com www.raf.com.tr www.etseq.urv.es

21


ENGELLİLER HAFTASI ENGELLİYE ENGEL ’ERİŞİLEMEZ’’ MİMARLIK

www.gaiadergi.com

İrem SEZER Uludağ Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencisi

Dergimizin ilk sayısından merhabalar! Dergimizin sizlere merhaba dediği tarihler, ülkemizde engelliler haftası olarak kutlandığı için (10-16 Mayıs); bu sayımızda ben de bir mimar adayı olarak bu hassas konu hakkındaki düşüncelerimi ve duyarlı vatandaşlar olarak hepimizin engelliler hakkında bilmesi gereken en önemli noktaları paylaşacağım. Bu yazının içeriğinde engele en büyük engel olan mimarinin aslında nasıl işlemesi gerektiğinden bahsedeceğim. Umarım, düşüncelerim mimar adaylarına, mimarlara ve siz değerli okuyucularımıza engellilere karşı daha sağduyulu olmanız açısından yol gösterici olur, iyi okumalar! İlk olarak engelli kelimesinin tanımından bahsederek başlamak istiyorum. Birleşmiş Milletler Genel Kurul’unun kabul ettiği Sakat Kişilerin Hakları Bildirgesi’nde engelli tanımı “Normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar” şeklinde yapılmıştır. Bu tanımdan yola çıkarak engelli bireylerin teorik olarak bizlerden hiçbir farkı olmadığını söylemek mümkün, bu yüzden onları başkalaştırmanın, toplumdan uzaklaştırmanın yanlış olduğu kanısındayım. Aksine, toplumda engelli bireylerin bulunmasını desteklemeli, hayatın her alanında onların da faal olmasını sağlamalıyız. Bunu başarmanın başlıca yolu ise, mimarlar ve mimar adayları olarak onlara erişilebilir bir çevre sunmak ve tasarımlarımızı evrensel yapmaktır. Engelli tanımından bahsettikten sonra, ne tür bir engele sahip olursa olsun, ne kadar yüzdelik dilimi kapsarsa kapsasın engelli bireylerin sahip olduğu en temel haklara değinmek istiyorum. Ülkemizde ve dünyada hem kamusal dış mekanlarda hem de bina içlerinde ulaşım zorluklarının fazla olması,

www.trkrai.com

22

engellilerin sahip olduğu hakları özgürce kullanamamasına ve gündelik yaşama dahil olamamasına sebebiyet vermektedir. Engelli bireylerin sahip olduğu eğitim hakkı, kamu kuruluşlarına erişim hakkı maalesef yapılan yanlış mimari düzenlemeler yüzünden engelli bireylerin

erişimlerini kısıtlamaktadır. Bu durumların önüne geçmek için engelli haklarını koruyan bir imar yasası elbette mevcut. Yasayla korunan haklar olmasına rağmen, engellilerin zor olan hayatını daha da zorlamaya başlayan mimari eksikliği gidermek, engelli bireylere özgürce hareket imkânı sunmak, yani erişilebilir mimari kavramını tam anlamıyla uygulamak gerekmektedir. Peki, tam anlamıyla sağlanamayan erişilebilirlik için bizler başka neler yapabiliriz? Kamusal dış mekanların kalitesi yalnızca; sürdürülebilir kullanım, mekân kalitesi ve güvenlikle belirlenmemeli, bu kriterlere ek olarak, tüm bireyler için eşit kullanım hakkı sunuyorsa gerçekten kaliteli bir mekân olarak nitelendirilmelidir. Örneğin, bir parkta; yerler tertemiz, banklar rahat ve konforlu, ebeveynler güvenlik kaygısı olmadan çocuklarının rahatça oynamasına izin veriyorsa, muhtemelen o mekân kaliteli olarak


düşünülür. Peki ama engelli bir birey oraya ulaşabiliyor mu? Ulaştığı takdirde, rahat hareket etmesi için uygun zemin mevcut mu? Kent mobilyaları ona hitap ediyor mu? Bunlar dikkate alınmadan kaliteli görülen mekân, eğer bu kriterlere yanıt vermiyorsa; başarılı bir mekân değildir. Erişilebilir ve evrensel mekân niteliği ne yazık ki taşımıyorsa, o mekân kalitesizdir. Bunun yanı sıra iç mekanlarda da günlük hayata uygun belirlenen boyutların standartlardan öte, herkese

hitap edecek şekilde tasarlanması gerekmektedir. İdeal tefriş boyutları değiştirilmeden fonksiyonları arttırılarak tek bir obje olarak herkese hizmet edecek şekilde tasarlanmalıdır. Yani iç mekanlarda da tefrişler, evrensel olarak tasarlanmalıdır. Sadece tefrişler değil, kapı donatıları gibi en ufak ayrıntılar bile herkese uygun olarak konumlandırılmalıdır. Yalnızca kamusal dış mekanlarda ya da iç mekanlarda değil, binalara ulaşım sağlayan rampaların ve

www.diversitytoday.co.uk

thirdforcenews.org.uk

merdivenlerin de tüm bireyler için erişilebilir mimariye uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Örneğin; engelli bireyin en temel hakkı olan eğitim için ilgili kamusal kuruluşa erişimi için her okulda, ya da kamusal mekanlara erişimini sağlamak için; hastane, adliye, emniyet gibi kamu kuruluşlarında, hatta ve hatta hayatta herkes her şeyle karşılaşabileceği için, tüm kurum ve kuruluşlarda uygun ölçü ve eğimdeki rampalar, uygun malzeme seçimleri göz önüne alınarak zorunlu hale getirilmelidir. Yapabileceğimiz en temel mimari düzenlemelerin yanı sıra, öncelikle biz mimarlar ve mimar adayları evrensel tasarımın, erişilebilirliğin öneminin farkına varmalı, erişilebilir engelsiz çevre için çaba sarf etmeliyiz. Yasal olarak düzenlenen engelli haklarını da korumalı ve imar yasasına uyarak tasarımlarımızı hayata geçirmeliyiz. Sadece mimari anlamda değil, engellilerin toplu taşımalara erişimi, sokaklarda rahat hareket edememesi üzerinde de çalışmalar yapılmalı, engelliler için hayatı yalnızca bina içlerinde ya da açık kamusal alanlarda değil; hayatın her alanında kolaylaştırmayı hedeflemeliyiz. Bu doğrultuda mimar ve mimar adaylarının yanı sıra, hepimizin hassas olması gereken bu konu hakkında bilinçlenmeli, bizden teorikte hiçbir farkı olmayan engelli kardeşlerimiz için daha yaşanılabilir bir dünya yaratmayı hedeflemeliyiz. Onlara bir engel de biz olmayalım! www.devturkiye.org

www.betonciceklik.net

23


Yarışmalar Barilla Pavilion Uluslararası Yarışması Organizatörler Barilla Grubu Son Gönderim Tarihi: 01.06.2018 00:00 Yer: Pedrignano, Parma, İtalya Yarışma, hem yeni ortaya çıkan tasarımcıların hem de yerleşik firmaların mimari tasarımlarını Pedrignano’da yeni birçok işlevli binanın tasarımı için üretmek ve Barilla ile yakın işbirliği içinde projeyi daha sonra geliştirebilecek bir mimar veya ekibi tanımlamak için mimari önerileri bir araya getirmeyi hedefleyecekliyor.Luca Molinari Studio tarafından yönetilen iki aşamalı yarışma, dünya çapında bir aşamadan sonra, seçilen bir grup tasarımcıyı ikinci aşamaya dahil edecektir. Barilla yönetim kurulu, başkan yardımcıları ile birlikte iyi tanınmış mimarlar ve tasarımcılar tarafından oluşturulan bir Uluslararası Jüri, Barilla’nın fabrikalar ve insanlar arasındaki sınırları ortadan kaldırma isteğini en başarılı şekilde çeviren projeyi seçecek ve ilan edecek. Başkan Guido Barilla, mimarlar ve tasarımcılara, şirketin ve Parma Bölgesinin geleceğini inşa etmek için tutkulu bir işbirliği talebinde bulunuyor. İlk konsept tasarım sunumları için son tarih 1 Haziran 2018’de. Barilla Pavilion Uluslararası Yarışması hakkında daha fazla bilgi edinmek için ( https://pavilion-competition.barilla.com/ )

BOUN - Mobilya Tasarım Ödülleri ‘18 Organizatörler: UNI Son Gönderim Tarihi: 19.06.2018 14:08 İç mekan insan yaşamının ayrılmaz bir parçası ve mobilya, bu deneyimin çok önemli bir bileşenini oluşturur. Ama mobilyalarınız, kendi tarzında benzersiz bir yaşamı nasıl şekillendiriyor? Boun Mobilya Tasarım Ödülleri; varlığımızı sağlayan, daha yaşanabilir sıra dışı iç mekan mobilya tasarım konseptlerini ve inşa projeleri arıyor. Ayrıntılı Bilgi için Web sitesi http://boun.xyz/fda.html

School İn The Marshes Başvuru için son tarih: 25/08/2018 23:30 Son Gönderim Tarihi: 28.08.2018 23:30 Yer: BASRA, AL MUSAHAB MARSHES Başvuru ücreti: 70 $ Standart Kayıt, 105 $ Geç Kayıt Yarışma Amacı: Tamayouz Mükemmellik Ödülü, dünya çapında öğrencileri, tasarımcıları ve mimarları, dünyaya yeni açılan “Dewan Mimarlık Ödülü” ne ve bu yılki yarışmaya katılmaya davet ediyor: Bataklık Okulu. Katılımcılardan, Irak bataklıklarının uzun zamandır unutulmuş bölgelerinde; bölgenin sınırlamaları ve yapının doğa üzerindeki etkileri, bataklıkların faunası göz önünde bulundurularak bir ilköğretim okulu tasarlamaları isteniyor. Tasarım, modern bir okulun tüm olanaklarına sahip olacak ve yakındaki köylere hizmet veren altı sınıflı bir ilkokul olacak. Katılabilecekler: Mimarlar, öğrenciler, mühendisler ve tasarımcılar yarışmaya katılabilir. Katılım bireysel veya takım bazında olabilir (en fazla dört takım üyesi). Web sitesi: www.dewan-award.com

Valensiya’nın El Carme bölgesinde bir sosyal konut projesi. Bir A0 paftası ve proje raporu en geç 30 Temmuz 2018 tarihine kadar (son tarih 23:59 İspanya saati) teslim edilmelidir. Çalışmalar dijital formatta startfortalents@gmail.com adresine teslim edilebilir. Katılım bireysel olarak veya gruplar halinde, yaş veya ülke sınırları olmadan gerçekleştirilebilir. Yarışmaya birden fazla proje ile katılım olmamaktadır. İLK KATILIM: Nisan 16 - Haziran 15, 30,00 Euro giriş ücreti taşımaktadır İKİNCİ KATILIM: Haziran 16 - Temmuz 30, 40,00 Euro giriş ücreti taşımaktadır. Ayrıntılı Bilgi: https://startfortalents.net/valenciacall-contest-startfortalents/

24


Yarışmalar 7. Uluslararası Öğrenci Yüksek Bina Tasarım Yarışması Düzenleyen: Yüksek Binalar ve Kentsel Habitat Konseyi (CTBUH) Yarışmanın amacı: Modern toplumdaki yüksek binaların anlamı ve değerine yeni bir ışık tutmaktır.Yüksek binanın çağı, çevreden izole edilmiş, tek bir ikonik heykel parçası olarak sona ermektedir. Tasarımcılar, bu kalıcı kentsel yapıların, zamanımızın en büyük zorluklarına karşı geleceğe yönelik bir kentsel tepkiyi yaratmalarını sağlama sorumluluğuna sahiptir. Eşi görülmemiş nüfus artışı, kitlesel kentleşme, iklim değişikliği, çevresel bozulma, sosyal, politik ve ekonomik değişim ve sayısız teknik yeniliklerin hızlı ilerlemesi. Bu gezegendeki insanlığın geleceği, kentsel yoğunluğun kolektif faydalarına dayanır. Yatay olarak dağınık kenti inşa etmek ve işletmek için gerekli olan arazi tüketimini ve gerekli enerjiyi azaltmak. Artık yüksek binalar, sadece yükseklikte değil, aynı zamanda kentin birden çok katmanını birleştirerek, artan yoğunluk yaratmak için araçlar olmalıdır. Fiziksel kentsel altyapı, dolaşım, yeşillik ve geleneksel olarak zemin seviyesine göre kısıtlanmış kentsel işlevler, ideal olarak, binaların kendi başına bir yapıya dönüşmesini sağlayacak şekilde, bina içine ve binaya kadar devam edecek. İki boyutlu yatay kentin bir parçası olacaktır. 16 Temmuz Pazartesi - Son kayıt tarihi 23 Temmuz Pazartesi - Son teslim tarihi Ayrıntılı bilgi için: http://www.ctbuh.org/ UIA HYP Cup 2018 Uluslararası Mimari Tasarım Öğrenci Yarışması Son Başvuru Tarihi: 30 Ağustos 2018 Yarışma Teması: Dönüşüm içinde Mimarlık (Architecture in Transformation) Yarışma Amacı: Çin’in öncelikli ekonomisi imalat sektöründen bilgi ve servis tabanlı araştırma sektörüne geçiyor. Bu geçişin en büyük etkeni toplum tabanlı mekanik kütle üretiminden toplum tabanlı dijital özelleştirmeye evrensel sosyo-ekonomik dönüşümdür. Bu durum araştırma ve geliştirme, pazarlama ve finans ve sürekli, yüz yüze iletişim odaklışehirler oluşturuyor. Şehir bu şekilde süper sosyal bir beyin oluyor. Kentsel ortak yaşam alanları: Topluluk için özelleştirilmiş modüller (Urban Co-living: Customizing Modules for Community) Ayrıntılı Bilgi: http://www.tasarimyarismalari.com/uia-hyp-cup-2018-uluslararasi-mimari-tasarim-ogrenci-yarismasi/

Tevfik Sırrı Gür Stadyumu ile Çamlıbel Limanı Arası Kıyı ve Rekreasyon Düzenlemesi Fikir Projesi Yarışması Yarışmanın Konusu: Kent merkezinde yer alan yarışma alanı onaylı imar planı kararlarına konu olmuş, ancak ortaya çıkan uygulamalar beklenen sonuçlardan uzak kalmıştır. Bir başka ifade ile; merkez (yakın çevre) ve kent bütünü ile ilişkileri kurgulanamamış, bir yandan da alanın kendi sınırları içinde planlama, tasarım ve işlevler açısından getirilen çözümlerin de yetersiz kaldığı görülmüştür. Buradan hareketle günümüzde farklı işlevlere sahip olan yarışma alanının; bütünsel bir yaklaşımla ele alınarak kente katılması ve kent kimliğinin zenginleşmesine katkıda bulunması, niteliği arttırılmış kıyı ve diğer alt alanların kentlinin kullanımına sunulması, bunun yanı sıra özgün tasarımlara dayalı mekânların elde edilmesi ile güzel sanatların desteklenmesi yarışmanın ana amacını oluşturmaktadır. Projelerin Son Teslim Tarihi: 8 HAZİRAN 2018 Ayrıntılı Bilgi: https://www.mersinkiyiyarismasi.com/

25


Tablo incelemesi

İ­ NCE KÜPELİ KIZ Orijinal Adı: Meisje met de parel (Felemenkçe) Sanatçı: Johannes (Jan) Vermeer Tarih: 1665 Akım: Barok Teknik: Tuval üzeri yağlı boya Bulunduğu Yer: Mauritshuis Kraliyet Resim Galerisi, Lahey, HOLLANDA Vermeer’in kırk üç yıllık hayatı boyunca yaptığı üç düzine tablodan sadece üç tanesi imzalı. Ve bu “IVMeer” imzalı tablolardan biri de İnci Küpeli Kız tablosu. Asıl adı “Türbanlı Kız” olan tablo, 20. yy’ın ikinci yarısından itibaren şimdiki adıyla anılıyor. Ayrıca Kuzeyin Mona Lisa’sı veya Hollandalı Mona Lisa olarak da biliniyor. Eser dönemin klasik portre anlayışına göre özel amaç veya gerçek bir kişiliği yansıtmak amacı taşımıyordu. Bu yüzden portre olarak değerlendirilmiyor. Eser bir tronie; çarpıcı bir yüz, yüz ifadesi ya da karakter üzerine yapılan bir çalışma. Tronieler, özel müşterilerin siparişinden ziyade pazara sunulup gelir elde etmek veya ressamların çalışma yapması amacıyla yapılıyordu. Tabloya adını verdiği gibi odak noktası sadece iki fırça darbesiyle ışıltı kazanmış inci küpe. İnci küpeden sonra resmin en ışıltılı iki yeri olan dudaklar ve gözlerle bir üçgen oluşturarak yüze dikkat çekmeyi sağlıyor. Yapıldığında emaye benzeri bir yeşil olan, zamanla siyaha dönen arka plan ise bunu destekler nitelikte ve üç boyut kazanmasını sağlıyor. Kızın giydiği peygamber çiçeği mavisi ve sarı ve koyu zeminde öne çıkan türban ise dönemin popüler bir destekçisiydi. Özenli kıvrımları sanatçıların yeteneklerini göstermenin harika bir yoluydu. Çoğunlukla kadınların ev içindeki hallerini, sosyal hayattaki yerlerini ışık ve gölge durumlarıyla anlatan Vermeer için de bu durum geçerliydi. Ayrıca türban, kölelerin diğer ülkelerden Hollanda’ya yanlarında eşyalarını getirdiklerini göstermektedir. Gelgelelim modele; ressamın büyük kızı Maria mı, dönemin zenginlerinden Van Rujiven’in kızı Magdelena mı ya da iddiayı destekleyen hiçbir kanıt olmamasına rağmen hizmetçi bir kız mı? Hâlâ kimliği gizemini koruyor. Öyle ki 1999 yılında Tracy Chevalier, tablonun yaratım sürecine ait, modelle sanatçı arasındaki ilişkiyi anlatan, aynı ismi taşıyan bir kitap yazmış. Kitabı 2003’te beyaz perdeye uyarlanmıştır. Belki de tabloyu gizemli ve çekici kılan da budur.

26

Yılmaz Can ÇİÇEK Uludağ Üniversitesi Mimarlık bölümü Öğrencisi


MİMARLIK SÖZLÜĞÜ Mukarnas: Düşey bir yüzeyden, üzerinde bulunan daha taşkın bir yüzeye geçmek ve ona bindirmelik görevi yapmak için taş ya da tuğladan küçük prizmalar şeklinde, birbiri üzerine oturan bindirmeliklere verilen ad. Sinan çağında bunlara tekil olarak mukarnas, çoğul olarak

da mukarnesat denirdi. Kuranglez:

Bir yapının genellikle toprak altında kalan bir bölümüne ışık ve hava almak üzere yapılan, üstü ızgaralı ya da cam tuğlalı bir çeşit ışık bacası. www.yapikulubu.com/kuranglez/

Harpuşta: Dış etkilere açık duvarların üstünü örterek yağmur ve kar sularını yanlara akıtan eğik ya da yuvarlak bölüm, duvar semeri. www.absboya.com/Urun/74/harpusta. html#prettyPhoto

Hipostil: Eski Yunan mimarlığında, tavanı, herhangi bir tarzdaki sütun ya da ayakla taşınan salon. blog.biletbayi.com/dendera-tapinagi.html

Baştaban: Eski Yunan ve Roma mimarlıklarında saçaklık bölümünü taşıyan ve sütun başlıkları üzerine kiriş gibi oturarak sütunları birbirine bağlayan taş bloklardan ibaret bölüm.

Cumba:

1.Eski Türk evlerinde zemin katının üzerindeki katlarda dışa taşan, çoğu kafesli oda bölümü. 2.Bir ahşap tablanın kenar yüzü.

Kaynakça: Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü/ Doğan Hasol

27


Oku, İzle, Gör!

O K U Ütopya, Thomas More Ütopya sözcüğü ilk kez Sir Thomas More tarafından 1516 yılında kullanıldı. Kelimeyi Yunanca ou(değil) ve topos(yer) sözcüklerinden türeten More, ‘Yok Yer’, ‘Olmayan Yer’ anlamına gelen sözcüğü akıl yoluyla yönetilen ortak mülkiyete dayalı bir kent devleti olarak betimlemiştir. Ütopya bir anlatı metni niteliğinde, Kolomb’un keşiflerinin etkisiyle yazılmış ilk kurgusal metindir. Kitap, iki bölümden oluşmaktadır. I. Bölüm Kitabın kahramanı Raphael’dir. Raphael, birçok yeri görmüş bir gezgindir. More, Anters kentine gittiğinde orada Peter Giles ile tanışır. Giles ise More’u Notre Dame’de bir gemiciyle tanıştırır. Bu gemici her şeyini kardeşine bırakıp dünyayı dolaşmaya karar veren Rapheal’dir. Bu gezintileri sonucunda birçok yer gezmiş ve bir zaman sonra denizde yollarını kaybedip Ütopya adasına düşmüştür. Orada bir süre yaşar ve sonrasında Avrupa’ya gelerek bu adadaki düzeni anlatmaya başlar ve hikâye de böylelikle başlamış olur. II. Bölüm Ütopya elli dört şehri olan, ay görünümünde bir adadır. Bu elli dört şehrin her birinin planları aynıdır ve hepsinin bölge özelliklerine göre biçimlenen aynı devlet yapısı vardır. Bütün caddelerin genişlikleri aynıdır. Evlerde bir sokak bir de bahçe kapısı vardır ve kilit yoktur. Herkes birbirinin evine girebilir, damlar düzdür. Sahiplik duygusunun oluşmaması için her on yılda bir evler değiştirilir. More’a göre insanlarının mutlu olması için iyi yönetilmeden daha önemli olan şey eşitlik içinde yaşamaktır. Bu ülkede özel mülkiyetin ne olduğunu kimse bilmez, bu sayede kıskançlık ve fesatlıktan da korunmuş olur. Halk kendini toprağın sahibi değil, işçisi olarak görür. Dönüşümlü olarak herkes çiftçilik yapar ve ertesi yıl da kendileri başkalarını yetiştirir. Bu ülkede herkes üreticidir. Günde 6 saat çalışılır. More, herkes üretime katılırsa günde 6 saat çalışmanın yeterli olacağını söyler. Her ütopya, çağının toplumsal şartlarının bir eleştirisi niteliğindedir. Thomas More eserini övgüyle bitirir. “Ütopya’dan başka yeryüzünün hiçbir yerinde erdemli insanlar ve kusursuz toplum yoktur. Ütopya’da hiç kimsenin parası, mülkü yoktur ama; geçim derdi de yoktur. Kendisinin ve gelecek nesillerinin kaygısını duymadan mutludur insanlar. Avrupa’da devlet denilen şey bu değildir. Avrupa’da devlet zenginlerin yoksulları öldüresiye sömürmek için düzenledikleri suikasttan başka bir şey değildir.”

28

İ Z L E Solaris, Andrei Tarkovsky Size finallerin bitmesi ile oluşacak boşluğu doldurmak adına bir bilim kurgu filminden bahsedeceğim. Fakat filmden bahsetmeden önce filmin yönetmeni Andrei Tarkovsky’den biraz bahsetmek istiyorum. Tarkovsky, Glasnost öncesi kuşağın önemli yönetmenlerinden biri. 1932’de Sovyetler Birliği’nde doğmuş olan yönetmen, ünlü şair Arseniy Tarkovky’nin oğlu. Filmlerinde hakikat arayışını, insanın bu dünyadaki hayatının anlamını, sevgiyi ve fedakarlığı işliyor. Filme gelecek olursak, bilim kurgu denilince aklınızda canlanan uzaylılar ya da robotlar barındıran bir film değil bu. İçinde insanı, insanın varoluşsal sancılarını, kendi içinde yaşadığı sorgulamaları içeren; birçok zaman başka meşgalelere dalıp da geriye attığımız kendimizi, dönüp de içimizdeki aynaya bakmamızı sağlayan bir film. İnsana insan olmayan bir varlığın nasıl insan olduğunu göstererek insanlığın ne demek olduğunun hatırlatılması. Amerikan bilimkurgu filmlerinden; süslenmiş film sahnelerinden uzak; yalın fakat büyüleyici. Işığın kullanımı ile yer yer gözlerimiz bir fotoğraf çekiyor, ya da biz bir tabloyu izliyoruz. Mekanlar, renkler, konuşmalar hatta J. S. Bach bestesinin seçilmesi bile yönetmenin inceliğini gösteriyor. Bu film diğer bilim kurgu filmlerinde olduğu gibi bizi dünyadan koparmayı amaçlıyor. Fakat bu sefer kaçacağımız yer başka bir dünya değil; kendimiz, kalbimiz. Filmden bir diyalog: Snaut: Büyük soruları seviyorsun. Sanırım yakında bana hayatın anlamını soracaksın. Kris: Dur biraz. Alaycı olma. Snaut: O soru çok banaldir. İnsan mutluyken hayatın anlamı ve diğer ebedi meselelerle nadiren ilgilenir. Bu soruları insan ayağı bir ayağı çukurdayken sormalı. Kris: İyi ama, ne zaman öleceğimizi bilemeyiz. Bu yüzden telaş içindeyiz. Snaut: Acele etme. En mutlu insanlar bu lanetli sorularla ilgilenmeyenlerdir. Kris: Sorularımız bilme arzumuzdan kaynaklanıyor. Buna rağmen en yalın insan gerçekliğinin korunması gizemi gerektiriyor. Mutluluğun, ölümün ve hayatın gizemleri... Makale ve Görseller: Ayşe NUR DEMİR Uludağ Üniversitesi Mimarlık Öğrencils


Oku, İzle, Gör!

GÖR Mart sonunda başlayıp mayıs ayı içerisinde bitecek olan altı yüzün üzerindeki sanatçının üç bine yakın eserinin sergilendiği Yeditepe Bienali için küratörü Serhat Kula; “Yeditepe Bienali, görme ve gösterme estetiğinin çağlar boyu değişe dönüşe bugün aldığı hal ve bu halin gerektirdiği farklılıkları kuşanarak, gelenekli sanat kültürümüze katma değer üretmek, güncel sanat dilini genetik kodlarımız ile konuşabilmek adına geniş bir zemin oluşturacaktır” diyor. Bienal ile birlikte kapalı olan fakat ‘Mekândan Taşanlar’ sergisi sebebiyle açılmış olan Nuruosmaniye Camii mahzenini gidip de görmeniz, gitmişken diğer sergilerin olduğu Fatih bölgesini turlamanız tavsiyemizdir. Bienal kapsamındaki sergiler ve mekanlar; ‘Çiçeğin Her Hali’ / Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi, Sultanahmet Medresesi ‘Kuş Misali’ / Aya İrini Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Darphane – i Amire ‘İstanbul’a Dair / Fatih Cami Akdeniz Medresesi ‘Mekândan Taşanlar’ / Nuruosmaniye Camii Mahzeni, Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Gülhane Parkı, Topkapı Sarayı ‘Kusursuz Tekrar’ / Süleymaniye Salis Medresesi Nuruosmaniye Camii’ne dair; 1748’de Sultan 1. Mahmut döneminde inşaatına başlanılmış, kardeşi 3. Osman döneminde Simeon kalfa yönetiminde 1755 yılında tamamlanmıştır. İstanbul’un yedi tepesinin birinde, Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye çıkışında bulunmaktadır. Camii, Hünkâr Kasrı, kütüphane, çeşme, iki sebil, türbe, aşhane ve dükkanlardan oluşan külliye, klasik dönem selatin külliyelerinden çok farklı düşünülmüştür. 18. Yüzyılda batılı tarzda inşa edilen barok üsluba ait en büyük camiidir. Avrupa’nın barok mimari üslubu, Osmanlı sanatına adapte edilerek inşa edilmiştir. Alışılmış Osmanlı motiflerinden vazgeçilmiştir. Sivri kemer yerine yuvarlak bir form kullanılmış; renkli vitray pencereler ve kiliselere benzeyen mihrap çıkıntısı taş işçiliğindeki barok oylumlar büyük bir devrim yapmıştır. İçeride altı farklı hattattan hat örnekleri vardır.

29


Editörlüğü paylaşarak aynı zamanda yazarlık yapan Şahin Işık ve Zehra Betül Yeşilkaya’ya, dergi tasarımında emeğini esirgemeyen Gazakov Dovran’a röportajı oluşturan Fatma Nur Yıldız ve Ayşe Tunca’ya, fikirlerini bizimle paylaşan Hasan Sözüneri’ne, yazarlarımız; İrem Sezer, Ayşe Nur Demir, Yılmaz Can Çiçek, Türkan Moralı ve Eslem Saraçoğlu’na, kapak çizimini yapan Şeyda Akçimen’e, araştırmaları için Merve Kandiş’e teşekkürler.



instagram.com/avludergisi avludergisi@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.