İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı & TU Delft Architecture, Urbanism & Building Sciences Yüksek Lisans Programı kapsamında üretilen
Metinler Ayşe Dede ayseded@gmail.com
2015-2017
Kitapçıkta yer alan metinler İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2017-2018 Güz Yarıyılında Doç. Dr. Meltem Aksoy & Doç. Dr. Nurbin Paker tarafından yürütülen MTS 537 Mimari Tasarım Süreçleri ve Etkileşimleri TU Delft Architecture, Urbanism & Building Sciences Yüksek Lisans Erasmus Öğrenci Değişimi Programı 2016-2017 Bahar Yarıyılınnda Ir. P.S. van der Putt tarafından yürütülen AR1AD040 Seminar Architectural Reflections İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2015-2016 Güz Yarıyılında Prof. Dr. Ayşe Şentürer, Doç. Dr. Nurbin Paker, Y.Doç. Dr. Aslıhan Şenel, Ar.Gör. Dr. Özlem Berber tarafından yürütülen MTS 511 Proje1 dersleri bağlamında üretilmiştir.
01 11 17 23 29 35 41 47 53 61
Dönem Çalışması
Yerçekimsiz Ortamda Farklılaşan Mekan Kavrayışı Seminer 7
Tüketim Çağında Müzeler ve Formları Üzerine Seminer 6
Bilgi Paylaşımının Artması ile Doğru Bilginin Yokoluşu Üzerine: Ekşi Sözlük Örneği Seminer 5
Arayışta Olma Hali ve Gelişen Teknoloji ile “Yeni” Mimarlık Seminer 4
Teknoloji Evriminin İnsan’a Etkisi Üzerine Seminer 3
Yaratıcılık - Sınır/Sınırlama İlişkisi Üzerine Seminer 2
Öznenin ve Dönüşüme Devam Eden Mekanın Duygusal Etkileşimi Üzerine Seminer 1
Yaratıcılık Kime Özgüdür? Interpretative Article
Creating A Whole
Dönem Çalışması Fenerbahçe’de Seçici Müşterek Kavramının İrdelenmesi ve Alanda Bir Melezleşme Spekülasyonu Kurgusu Oluşturulması
01
ÖZET Dönem Çalışması Mekan algısı öznenin özellikleri ve
YERÇEKİMSİZ ORTAMDA FARKLILAŞAN MEKAN KAVRAYIŞI 14 12 2017
eylemleri, algısal faktörler ve süreçler, mekanın gereksinimleri ve bu gereksinimleri karşılayan elemanlar, çevresel uyarıcının içeriği gibi birçok parametreye bağlıdır. Bu parametrelerin değişimi sonucu edinilen farklı mekan deneyimleri ile öznenin mekan kavrayışı da değişir ve genişler. Mekana dair bazı parametrelerin değişimi, normal şartlar altında1 (NŞA) bir tasarım gerektirmeye devam ederken; -yerçekimi değerlerinin değişimi gibi- olağanüstü koşullar yaratabilecek etkenler, farklı bir kavrayış geliştirmemizi gerektirir. Bu yeni kavrayış ile NŞA’da bazı farkındalıklar ya da mekana dair farklı bakış açıları geliştirmek mümkün olabilir. Çalışma, “Yerçekimsiz ortam mekana ve mekan kavrayışımıza dair ne gibi değişimler meydana getir” sorusuna cevap arar; düşeyde olma durumunu, zemin-duvar ilişkisini ve tanımlarını yerçekimsiz koşul ile tekrar ele alarak, tasarıma dair bakış açımızı genişletmeyi, mekan algımızı sorgulamaya açmayı amaçlar; içinde bulunduğumuz dünyaya dair normal koşulları nasıl algıladığımıza ve bu koşular ile tasarımlarımızı ve mimari bakış açımızı ne kadar bütünleştirdiğimize odaklanır.
ANAHTAR
KELİMELER: mekan algısı, algısal deneyim, yerçekimsiz ortam, düşeyde olma
03
İnsan, özne-çevre etkileşimi sonucu çeşitli duyularla ve farklı süreçlerin oluşturduğu duygularla mekanı algılar ve zihinsel olarak mekanı kavrar. Öznenin mekanı kavrayışında ışık, ses, koku, doku, renk, ısı, ağırlık (yerçekimi) gibi çevresel etkenler rol alır. Bu etkenlerdeki farklılaşmalarla ortaya çıkan yeni gereksinimler yapıyı, yapının kurgusunu ve / veya öznenin yaşayışını değiştirmektedir. İnsan fizyolojisi ve psikolojisinin ihtiyaç duyduğu dünya koşullarından farklı ortamlar değişen mekansal ihtiyaçları, farklı tasarım metotlarını, yeni bir kullanıcı-çevre ilişkisini beraberinde getirir. Yerçekimsiz ya da farklı yerçekimli koşullara insanın fizyolojik olarak uyum sağlayabilme sorununun yanısıra bu koşullar fiziksel ve davranışsal olarak kullanıcı ile mekanın tekrar tanışmasını, kullanıcı-çevre ilişkisinin tekrar ele alınmasını gerektirecek durumlar barındırır. Dünya şartlarında mimarlık, yerçekimi ile bağlantılı olarak oluşturulur. Yerçekimsiz ortamla dünyadaki normal şartların güvenilir kollarından ayrılmak mekana dair duyusal bilginin farklı değerlendirilmesi ve arkitektonik elemanların tanımının yeniden yapılması gereksinimini doğurur, yataylık-düşeylik dahil bir çok kavramı ele alışımızı değiştirir. Mekanın tasarımını ve kullanımını dünya şartlarına göre ters yüz eden yerçekimsiz ortamlar bedenin hareketlerini kısıtlar ve/veya karmaşık hale getirir; öznenin düşeyde olma durumunu, yönleri, üst alt kavramlarını, zemin-duvar tanımlarını, durmak ve bir noktadan diğerine ulaşmak için gereken hareketlerini yeniden ele almayı gerektirir. Yerçekimsiz ortamda insanın yatmak, oturmak gibi diğer eylemleri dünya koşullarındaki gibi tanımlaması mümkün değildir; bu farklı durumda farklı yatma ve farklı oturma gibi eylemler söz konusudur. Ayrıca insan fizyolojisinin bu yeni duruma uyum sağlayabilmesi ve kendini (sağlığını) koruyabilmesi için yeni zorunluluklar ortaya çıkmıştır. Dünyada her an karşılaştığımız bir güç olan yerçekimine karşı davranışlarımız farkına vardığımız ya da varmadığımız bir rutin halindedir. Yerçekimi etkisini arkitektonik elemanların tanımlarından çıkartmak bazı tanımlamaları değiştirirken bazılarını olanaksız kılar. “Zeminin ve düşeyliğin karmaşık vektörler ve hareketler altında yeniden kavramsallaştırılması, (...) yapılara ‘basit düşeylik anlayışının’ ötesinde zengin olanaklar sunacaktır” (Lynn, 2006). Boşlukta serbestçe
04
yüzdüğümüz, vücudun tek bir hareketi ile üstün yan, yanın üst olduğu bir ortamda “düşey” terimini ve “düşeyde olma” durumunu tanımlamak karmaşıklaşır (Şekil 01). Bu terimin yerçekimsiz ortamda tanımı imkansızlaşabileceğini savunmak da, insan vücudundan yola çıkıp yeni bir tanım yapmak da mümkündür. Yeni tanımda insanın başından ayağına kadar algılayabileceği düşeylik mekandan bağımsızlaşır ve her harekette vücudun mekana göre konumu ile yeniden tanımlanır. Yerçekiminin olmayışı “yukarı” “aşağı” algılarını değiştirmesi ile “düşey” dünyadaki anlamını yitirmiş olur. Bu nedenle yukarıdaki bir birime veya aşağıdaki bir kata ulaşma ve bu ulaşım için gerekli merdiven, asansör gibi mimari elemanlara ihtiyaç duyulmaz (Şekil 02). Düşeyde olma durumundaki değişiklik yerçekimsiz ortamı çevreleyen düzlemlerin tanımlarını da onlara olan algıyı da etkiler. Bu durumda duvar, zemin, çatı birbirinden farklı olan anlamlarını yitirir ve aynılaşır. Mekan Kiesler’in “Sonsuz Ev”i haline gelir. Sürekliliği sağlamak için döşemenin duvara, duvarın döşemeye devam ettiği (Boucher 2017) Kiesler’in 1950’li yıllarda tasarladığı “Sonsuz Ev”inde (Şekil 03) sorgulanan ve içe içe geçmeye çalışan arkitektonik elemanlar vücudun duruşuna göre sürekli
Şekil 01: Yerçekimsiz ortamda farklılaşan düşeyde olma durumu.
05
Şekil 02: Yerçekimsiz ortamda değişen merdiven algısı.
Şekil 03: Endless House modelinin iç mekan görünüşleri, The Museum of Modern Art, New York, 1960 (Url-1).
yeniden tanımlanmak durumundadır. Yerçekimsiz ortamda vücudun yön değiştirmesi ile zemin duvar işlevleri yer değiştirebilir. Bir başka değiş ile zemin ve duvarın artık olmadığı da iddia edilebilir ya da her yer zemin veya her yer duvar olarak da tanımlanabilir. Arkitektonik elemanların sorgulandığı diğer bir proje, Avusturya tabanlı Alleswirdgut mimarlık ofisinin 2001 yılında yenilikçi konut sergisi için tasarladığı turnOn (Şekil 04) adlı modüler yaşam alanı projesidir. Farklı işlevli benzer modüller ve bunların kombinasyonlarından oluşan proje tekerleğe benzer yapıya sahiptir. Dönme özelliği ile yerçekimsiz ortamdaki gibi zemin, tavan ve duvar arasındaki çizgiyi bulanıklaştırır (Randl, 2008).
06
Şekil 04: (a) TurnOn prototip (b) TurnOn ve insan bedeninin ilişkisi (c) TurnOn için kavramsal ilkeler (Url-2).
İnsanın mekanı kavramasında önemli etkenlerden biri olan hareketin iki önemli unsuru olarak beden ve mekan söylenebilir. Serhat Kut (2013)’un aktarımıyla Merleau-Ponty’e göre “(...) mekan, farklı katman ve boyutlardan oluşmakta ve bu boyut ve katmanlar, mekânda hareket eden bedenlerde belirli değişimlere yol açmaktadır”. Yerçekimsiz ortam vücudun sabit duruşunu değiştirir. Bir yere ulaşmak veya dengede durmak için “normal”den farklı vücut hareketlerine ihtiyaç duyulur ve “yürümek” eylemi “süzülmek” eylemine dönüşür (Şekil 05). Tuğçe Ulugün Tuna’ nın 2002’de İstanbul Güncel Sanat Merkezi Proje 4L’de gerçekleştirdiği “Vertigo” (Şekil 06) isimli çalışması, mekanın bu anlamda yeniden tanımlanması üzerinedir. Hareketin farklı zeminlerdeki uyumunu / uyumsuzluğunu ve değişimini yansıtan çalışmada duvarı tavana, tavanı duvara çeviren, birbirine ipler ve emniyet kemerleriyle bağlı, aynı anda iki farklı yüzeyde dans eden bedenler, izleyicinin algısı ve mekanın boyutlarıyla oynarlar (Balaban, 2009). Yerçekimsiz ortamda vücudun bulunduğu pozisyonlar da değişir. Le Corbusier’in “Modulor”undaki ve Neufert’in Yapı Tasarımı (Architects’
07
Şekil 05: “Yürümek” eyleminin yerçekimsiz ortamda “süzülmek” eylemine dönüşmesi
Şekil 06: ‘Vertigo’ Proje 4L, Istanbul Museum of Contemporary Art, May 2002 (Url-3).
Data)’ndaki ölçüler ve oranlar “normal şartlar altında”ki (NŞA) mimarlık için belirlenmiştir. Dolayısıyla yerçekimsiz ortamlar için yeni antropometrik boyutlar oluşturulmalıdır (Şekil 07-08). Ayrıca bu koşullarda insan oturmak, yatmak gibi ağırlığa - yani yerçekimine - ihtiyaç duyan eylemleri gerçekleştirebilmek için yeni yöntemlere başvurur. Uzay istasyonlarında dik konumda duran yataklar ve bu yatakların - uyuma esnasında boşlukta hareket etmesini önlemek amacıyla- istasyon duvarına sabitlenmesi bu yöntemlerdendir (Şekil 09-10-11). Çünkü bu yeni koşulda nesne artık durağan değildir ve öznenin kontrolünden çıkma eğilimindedir. Mekandaki özneler gibi nesneler de süzülürler / yüzerler. Yönü belirlenip ilk hareketi kazandırılan nesne o yöne doğru süzülerek ilerler. Boşlukta yüzen, ilk hareketini kazanmış nesneler bunu diğer nesnelere de aktarmaya hazırdır ve bu karmaşıklığa sebep olabilir. Yerçekimsiz mekanda nesneler tarafından oluşabilecek kaosu önlemek için hareketlerini kısıtlamak ya da sabitlemek, yani nesnelere hükmetmek gerekir.
08
Şekil 07: Yemek masası & oturma elemanı ölçüleri (Neufert, 1936).
Şekil 09: Japonya Havacılık ve Uzay Araştırmaları Ajansı (JAXA)’ndan Koichi Wakata uyku istasyonunda uyku tulumunda(Url-4)
Şekil 08: Yerçekimsiz ortamda masa & oturma elemanı ile kullanıcı ilişkisi
Şekil 10: Rus kozmonot Alexander Skvortsov mürettebat odasındaki bölmesinde(Url-5)
Şekil 11: Yerçekimsiz ortamda yatma eylemi
09
Çalışmada yerçekimsiz ortamın mekanda meydana getirdiği değişim ile mekan kavrayışımızı farklılaştırması sorgulanmıştır. “Mimarlığa mutlaklığı ile katılan yerçekimi kuvveti modelinden, uzamdaki kütlerle daimi ve bütünleyici yerçekimi kurgusuna geçiş, tarafsız ve zamansız mutlak mekan anlayışından, sürekli dinamik bir mekana geçişi sağlayacaktır. Eğer mimarlık yerçekiminin bu çok karmaşık yapısını kavrayabilirse, onun tasarım teknolojileri aynı zamanda zaman ve hareket faktörlerini de içermeye başlayacaktır” (Lynn, 2006). Yerçekimsiz koşullar gibi dünyadan farklı koşullar barındıran ortamlar üzerine düşünmek tasarıma olan bakış açımızı genişletecek, mekan algımızı tekrar sorgulamaya açacaktır; olağanüstü durumda mekan algımızı ve kurgumuzu sorgulayarak dünyada Normal Şartlar Altında tasarım yaptığımızın -tekrar- farkına varmamızı sağlayacaktır.
1
Kimya deneyleri için belirli koşulları işaret eden “normal şartlar altında” terimi mimaride insanın fizyolojik ve psikolojik gereksinimleri için aşırı ya da eksik koşulları barındırmayan, yaşamını sürdürebilmek için ihtiyaçlarını karşılayabilecek, sıra dışı olmayan durumları ifade ettiğini söyleyebiliriz.
10
KAYNAKÇA Balaban Ö. C. (2009).Çağdaş Dans Üzerinden Beden-Mekan Birlikteliği-Bölüm 2. Kut, S.(2013). Sibertektonk Mekan. (Dotora tezi), İstanbul Teknik Üniversitesi. Lynn, G. (2006). Canlanan Biçim. Özetleyerek Çeviren: Nuray Togay. Merleau Ponty, M.(1962). Algının Fenomenolojisi. New York. Neufert, E. (1980). Architect’s Data (Yapı Tasarımı), İkinci (Uluslararası) İngilizce Baskı. Collins, London. Randl, C. (2008). Revolving Architecture : A History of Buildings That Rotate, Swivel, and Pivot, Princeton Architectural Press. URL-1 < https://www.moma.org/explore/inside_out/2015/07/16/the-animation- of-frederick-kieslers-endless-house> erişim tarihi: 12.12.2017 URL-2 < http://www.awg.at/en/project/trn-e > erişim tarihi: 12.12.2017 URL-3 < https://www.youtube.com/watch?v=1cBwqdazgWA > erişim tarihi: 12.12.2017 URL-4 < https://www.nasa.gov/mission_pages/station/research/astronauts_ improve_sleep > erişim tarihi: 12.12.2017 URL-5 < https://www.nasa.gov/sites/default/files/atoms/files/np-2015-05-022- jsc-iss-guide-2015-update-111015-508c.pdf > erişim tarihi: 12.12.2017
11
Seminer 7
TÜKETİM ÇAĞINDA MÜZELER VE FORMLARI ÜZERİNE 30 11 2017
Bu metin, İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2017-2018 Güz Yarıyılında Doç. Dr. Meltem Aksoy & Doç. Dr. Nurbin Paker tarafından yürütülen MTS 537 Mimari Tasarım Süreçleri ve Etkileşimleri dersi bağlamında üretilmiştir. Dönem seminerleri kapsamında, 27 Kasım 2017 tarihinde Ali Artun’un seminerinden yola çıkılarak kurgulanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: tüketim çağı, müzenin değişimi, eser-mekan-insan ilişkisi
13
Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) 1946 yılında müze kavramı için yaptığı tanımı1, 1951 ve 1961’deki tanımlarından sonra, 1974’te genelleştirerek “Müze, insanoğlunun ve çevresinin kesin kanıtlarını, eğitim, çalışma ve insanlığın estetik hazzı için toplayan, koruyan, araştıran, ileten ve sergileyen, halka açık, toplumun ve toplumun gelişiminin hizmetinde olan kâr amacı gütmeyen kalıcı bir kuruluştur (URL-1).” haline getirmiştir. Yunancada “Mouseion” (bilimler tapınağı) kelimesinden gelen müze’ye dair tanımlar zaman içerisinde değişirken müzenin kendisi de yapısal olarak değişmiştir. 15. yüzyıl Avrupasında dini içerikli görsellerin sergilenebileceği mekanlara ihtiyaç duyulması ve Rönesans sanatçılarının eserlerinin koleksiyonlara girmesi ile kurumsallaşan müzeler 16.yüzyılda zenginleşen tüccarların oluşturduğu koleksiyonların halka açılması ile bir dönüm noktası yaşar (Çolak, 2011). Bu gelişim 18.yüzyılda birçok müzenin açılması ile devam etmiştir. 21. yüzyılda ise müzeler ICOM’un yeni bir müze tanımına ihtiyaç duyduğunu gösterircesine “kar amacı güder” olmuştur ve tüketim mekanlarına dönüşmüştür. Bilgilendirme işlevinin yanısıra farklı mekansal deneyimler sunan, sadece eserine göre değil mimarisine göre de tercih edilen; popüler hafta sonu etkinlikleri başlığı altında görülen, instagramda paylaşılan selfilerde rastlanan müzeler, artık kişileri, şehirleri ve şirketleri sembolleştiren tüketim merkezleri olarak karşımıza çıkar (Aygün, 2013). Müzelerin ‘tüketim merkezleri’ olma özelliğini de barındırmaya başlamasını yadsımamak ile birlikte bunun, salt olumsuz olarak ele alınamayacağı ve bu dönüşümün müzelere değil çağa ve insana ait olduğu söylenebilir. Müze mimarisinin, içinde sergilenen sanat eserlerinin önüne geçmesi, daha çok kendini sergilemesi, sergilemenin teşhir etmeye dönüşerek tüketim mekanları haline gelmesi ile serginin mimarisi ve sergilenen eser arasındaki ilişki tartışmalı hale gelmiştir. Ancak bu tek taraflı olarak mimarinin talep gören formlar kullanarak ikonikleşmesi değil, aynı zamanda sanat eserlerinin de tüketim ürünleri halini almasından kaynaklanır. Sanatın hep özerk, çıkarsız ve amaçsız olduğunu iddia edemeyiz ancak 21.yy’dan bu sıfatlardan oldukça uzaklaştığını söyleyebiliriz. Müzenin tüketim mekanı haline gelmesi mimarisinin sonucu değil, tüketim çağının sanatı etkilediği gibi
14
müzeleri de etkilemesi sonucudur. Peki müze mimarisinin eserlerin önüne geçmesi, kendini göstermesi ya da bir gösteriye dönüşmesi sorunlu bir durum mudur? Mekanın geri planda kalması eser ile olan ilişkimizi kuvvetlendirir mi ya da güçlü bir mekan eserlerle kurulan ilişkiyi daha dinamik kılabilir mi?
Şekil 01:Altes Müzesi, Berlin, Almanya , 1830 (URL-2)
Şekil 02:Guggenheim Müzesi Bilbao, Bask, İspanya , 1997 (URL-3)
Müzelerdeki her eser onu algıladığımız biçimiyle bizde yer eder; insanlarda benzer ve farklı duygular oluşturur. Eserin algılanmasında ve bu süreçte kurulan ilişkide mekana dair özellikler etkilidir. Sergideki eserlerin anlaşılabilmesi için ışık, ses gibi bazı fiziksel koşulların -belki de eserlere göre farklılaşaraksağlanması gerekliliği kabul edilebilir. İhtiyaç duyulan bu koşulların mümkün olduğu kadar sağlandığı durumda yapının ikonikleşmesinin, medyalaşmasının, ön plana çıkmasının eser ile eseri görecek kişi arasında oluşan ilişkiye gölge düşürdüğünü ve yapının sergilenen eserin geri planında
15
durması gerekliliğini iddia etmek mimarinin söz hakkını elinden almaya çalışmaktır. Eserlerin sergilendiği yapıyı sadece eser ile kişi arasında kurulan bire bir ilişkilerden kişi, eserler ve yapı ve hatta bulunduğu şehir, medya arasında kurulan bütün bir ağa dönüştürmek yanlış değil; farklı bir şey tanımlar. Sonuçta, 1800’lü yıllarda inşa edilen açık ve net bölümlendirilmiş bir dış şekil, hassas ve kesin iç strüktürü ile (URL-4) Altes müzesi’nde de 1900’lü yılların sonunda açılan ve strüktürü ile kendini sergileyen Guggenheim Bilbao’da da (şekil 1-2) eser-mekan ve eser-kişi ile ilişki kurulabilmektedir. Eserlerin ön planda olup mimarinin geri planda kalması gerekliliğini savunmak yapının ve mimarın rolünün tartışmalı bir hal almasına yol açar. Bir başka açıdan yapının sadece işlevine göre değil çevresine göre, bulunduğu tarihe ve kültüre göre de şekillendiğini göz önüne alırsak eserlerin sergilenmesi için tasarlanan yapıların sadece eserler için oluşan bir kütleden ibaret olmasını bekleyemeyiz. Örneğin Pompidio’yu sadece sergi işlevli bir yapı olarak okuyamayız; sadece işleyiş ve servis sisteminin dışarıdan okunabilmesi ile mimari açıdan farklılaşarak ön plana çıkma isteği olan bir yapı olarak da göremeyiz. Pompidio aynı zamanda bulunduğu alanda yaşayan bir merkez olma amacı ile bir meydan yaratarak çevresi ile ilişki kurmaya çalışan bir yapıdır. Müze ve müze mimarisinin eserleri ön planda çıkarması ya da kendini gösterme amacı ile eserlerin önüne geçmesi bir seçenektir. Dönüşen çağ ile birlikte farklı işlevli birçok yapı için olduğu gibi müze için de seçeneklerde ve tercihlerde değişimler mevcuttur. Müze de, sanat eseri de ilk ortaya çıktığı haliyle kalmamış değişmiştir; bu değişim yargılanabilir eleştirilebilir olsa da temelde olan müzenin ya da eserin değil insanın dönüşümü, süreç içerisinde ilerleyişidir.
1
1946 yılında yapılan tanım şu şekildedir; “Müze kelimesi, sanatsal, teknik, bilimsel, tarihi veya arkeolojik materyal bulunduran, içerisine hayvanat ve botanik bahçelerinin dahil olduğu, kütüphanelerin ise içerisinde sergi salonu bulunan kütüphaneler istisna olmak üzere dışında kaldığı halka açık tüm koleksiyonları içinde barındırır.”
16
KAYNAKÇA Artun, A. (2017), Mümkün Olmayan Müze, İstanbul Art News, Yasemin Bay tarafından yapılan görüşme, <http://www.aliartun.com/yazilar/ mumkun-olmayan-muze/ >erişim tarihi:29.11.2017 Aygün, D. (2013), Fantasmagoria Alanları Olarak: Müzeler, <https:www.academia. edu/7192404/FANTASMAGORIA_ALANLARI_OLARAK_MÜZELER> erişim tarihi:29.11.2017 Çolak, B. (2011), Tarihsel Süreç İçerisinde Müzelerle Birlikte Değişen Sergileme Mekanları; New York Modern Sanat Müzesi (MoMA) ve Frankfurt Moden Sanat Müzesi (MMK) Örneği, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 30, Kayseri Belting, H. (2017), Çağdaş Sanat Müzeleri, skopbülten, <http://www.e-skop.com/ skopbulten/cagdas-estetik-cagdas-sanat-muzeleri/3236> erişim tarihi:29.11.2017 URL-1. <http://icomturkey.org/tr/ icom-tüzüğü> erişim tarihi: 29.11.2017 URL-2. < http://www.smb.museum/en/museums-institutions/alte-nationalgalerie /about-us/profile.html > erişim tarihi: 29.11.2017. URL-3. < https://www.guggenheim-bilbao.eus/en/the-building/inside-the- museum> erişim tarihi: 29.11.2017. URL-4. < https://www.museumsportal-berlin.de/tr/muzeler/altes-museum> erişim tarihi: 30.11.2017
17
Seminer 6
BİLGİ PAYLAŞIMININ ARTMASI İLE DOĞRU BİLGİNİN YOKOLUŞU ÜZERİNE: EKŞİ SÖZLÜK ÖRNEĞİ 30 11 2017
Bu metin, İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2017-2018 Güz Yarıyılında Doç. Dr. Meltem Aksoy & Doç. Dr. Nurbin Paker tarafından yürütülen MTS 537 Mimari Tasarım Süreçleri ve Etkileşimleri dersi bağlamında üretilmiştir. Dönem seminerleri kapsamında, 20 Kasım 2017 tarihinde Ethem Gürer’in seminerinden yola çıkılarak kurgulanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: iletişim, ağ toplumu, bilgi paylaşımı, ekşi sözlük
19
Collins’in 1993’te ‘bilgi’yi1 sınıflandırırken2 kullandığı başlıklardan biri olan kodlanmış bilgi (Encoded Knowledge), yazılı veya görsel olarak kaydedilmiş bilgidir. Kaydedilmiş bilgi paylaşılabilir, aktarılabilir, saklanabilir haldedir. Bilgi paylaşımı için temel unsurun iletişim olduğunu kabul edersek, iletişim araçlarının artması ile bilgi paylaşımının da arttığını ve çeşitlendiğini söyleyebiliriz. Bilgi paylaşımı aynı anda ve aynı mekanda iki veya daha çok insan arasında geçen, aktaranın aktarmaya başlaması ile ortaya çıkmıştır. Önce ezberlenen hikayelerle, şiirlerle, çizimlerle sonra yazılarla devam etmiştir. Yazılar ve görseller kitaplara dönüşmüş, sözlükler, ansiklopediler üretilmiştir; telgraf, telefon, radyo, televizyon ile iletişim araçları gelişmiş ve değişmiştir. Bilgisayar ve internet teknolojisi ile yeni bir döneme girilmiş, bilgi paylaşımı siber mekanlara taşınmıştır. Artık bilgiyi aktaran ve alan kişilerin aynı zaman veya mekanda bulunmasına gerek kalmamış, zaman ve mekan kriterleri farklılaşmış, katılımcıların sayısı artmıştır. Üretilen yeni iletişim modelleri ile farklı bilgi paylaşım yolları hayatımıza girmiş, “e-”kavramlar ortaya çıkmıştır. Sözlükler, ansiklopediler gibi bilgi aktarım ortamları, e-hayat’ta karşılıklarını bulmuştur. Forumlar, bloglar, eposta hesapları, e-sözlükler, haber siteleri vs üretilmiştir. Bir dilin kelimelerini belli bir sıra ile alarak tanımlarını yapan, açıklayan, başka dillerdeki karşılıklarını veren eser3 olarak tanımlanan sözlüklerin geleneksel tanımlarının e- halini bulabileceğimiz gibi sınırlarını aşan, farklı tanımlamalar getiren oluşumlara da ulaşabiliriz. Bu farklı oluşumlardan biri katılımcı sözlüktür ve Türkiye’deki popüler örneği ‘ekşi sözlük’tür. Ekşi sözlük; çeşitli kelimeler, kavramlar, durumlar hakkında yazarlarının doğruluğu sorgulanabilir ve doğruyu sorgulatan tanımlamalarını ve yorumlarını içeren internet sitesidir. Yaratıcısı Sedat Kapanoğlu (ssg rumuzuyla) ekşisözlük’ü aynı başlıklı entry’si ile “(...) ‘doğru’ kavramının aslında ne kadar değişken olabileceğini ve bilgiye aslında ne kadar farklı açılardan bakılabileceğini tamamen kontrolsüz bir şekilde açığa sermiş(...)” olarak nitelendirmiştir (1999)(URL-1). Yazarlarının kavram, olgu ve süreçlere ilişkin alternatif tanımları; gündem ile ilgili yorum ve değerlendirmeleri; gündem maddelerini halktan bir insan olarak ele almaları ve kamuoyunun nabzını tutmaları ile farklı bakış açılarının bir arada
20
bulunduğu ekşi sözlük çok kültürlü bir sanal ortam ve yeni bir toplumsal yapı tanımlayan ağ toplumunun bir etkileşim biçimi ve mekanıdır (Gürel,Yakın, 2007). Bu yeni haliyle sözlük kavramı, sürekli yenilenerek güncel kalan, toplumsal konuların ve değerlerin tartışmaya açıldığı, doğru olabildiği gibi yanlış bilgi de edinebileceğimiz, öğrenmekten çok sorgulamak ve farklı fikirler edinmek için başvurduğumuz kaynak haline gelmiştir. Farklı görüş ve tanımların çokluğu ve yanlış/yalan bilgi paylaşımının artması ile bilginin doğruluğuna olan güven sarsılmış; önce doğru bilgiye ulaşma kaygısına, ardından elde edilen her bilginin doğruluğunun sorgulanmasına, bilgiye şüphe ile yaklaşma refleksine; hatta doğru bilginin yokluğu hissine yol açmıştır. Ekşi sözlük ve benzeri oluşumların sözlük kavramının sınırlarını zorlaması gibi siber mekanda artan bilgi, bilgi kaynakları ve bilgiyi paylaşma biçimlerine dair birçok düşünce kalıbının da süreçle farklılaşmaya devam etmesi beklenir. Eski çağlarda bilgi paylaşımının önündeki engel, paylaşım ortamının ve araçlarının kısıtlılığı iken; 21.yy’da siber mekanlarla bu ortamlar ve araçlar artmıştır. Sonrasında başlıca engellerden biri paylaşım ortamının ve katılımcılarının kendisi haline gelmiştir. Kısıtsız / az kısıtlı bilgi paylaşma hakkı ile doğru olmayan bilgiler ve kesinliği belli olmayan durumlardaki kesin yargılar doğru bilgiye ulaşmayı zorlaştırmış, ‘ayıklama’ gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.Paylaşımınve bilgininçokluğununardındanartık “doğru bilgiye ulaşmanın zorluğu” görüşünün “edinilen bilginin doğruluğunun her koşulda sorguya açık olduğu” görüşüne evrildiğini söyleyebiliriz. 1
Bilgi : 1. (knowledge) Bireylerin öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile çaba sarfederek elde ettiği olgular. 2. (information) Bireylerin herhangi bir çaba sarfetmeksizin ulaştığı dışardan verilen olgular (TDK). 2
Bu sınıflandırma; Beyinleştirilmiş Bilgi (Embrained Knowledge) Vucütlaşmış Bilgi ( Embodied Knowledge) Kültürleştirilmiş Bilgi (Encultured Knowledge) Kodlanmış Bilgi (Encoded Knowledge) şeklindedir. 1995te Blackler bu sınıflandırmaya Gömülmüş Bilgi’yi (Embedded Knowledge) ekler. 3
TDK
21
KAYNAKÇA Canary, H. E., McPhee, R. (2011)D.Communication and Organizational Knowledge: Contemporary Issues for Theory and Practice, New York . Demirel, Y., Seçkin, Z.(2008) Bilgi Ve Bilgi Paylaşımının Yenilikçilik Üzerine Etkileri, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 17, Sayı 1, Adana. Gürel, E., Yakın M. (2007) Ekşi Sözlük: Postmodern Elektronik Kültür, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, Cilt 4, Sayı 4, Konya. URL-1. <https://eksisozluk.com/eksi-sozluk--31966> erişim tarihi: 30.11.2017
23
Seminer 5
ARAYIŞTA OLMA HALİ VE GELİŞEN TEKNOLOJİ İLE “YENİ” MİMARLIK 01 11 2017
Bu metin, İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2017-2018 Güz Yarıyılında Doç. Dr. Meltem Aksoy & Doç. Dr. Nurbin Paker tarafından yürütülen MTS 537 Mimari Tasarım Süreçleri ve Etkileşimleri dersi bağlamında üretilmiştir. Dönem seminerleri kapsamında, 23 Ekim 2017 tarihinde Meltem Aksoy’un “Tasarım-Algoritmik Düşünce” isimli seminerinde “Bugünkü dijital hesaplamalar eskiden analog olarak yapılırdı.” sözünden çağrışımla kurgulanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: teknoloji, ‘yeni’ mimarlık, mimari arayışlar, dinamizm, ‘form follows data’
25
Mimarlar, üretilenler, doğa ve insan üzerinden yola çıkıp gerek çözümü gerek sorunu bu kavramlarda arayarak ideale ulaşma halindedir. Tarih boyunca ortaya çıkan mimari arayışlar, birbirinden ayrı düşünülemez; birbirlerini takip eden hatta iç içe geçmiş süreçlerde ortaya çıkmıştır. Kendinden önceki cevapları geliştirmeyi ya da onlara karşı durmayı, daha eskiye odaklanmayı, bambaşka bir bileşene yoğunlaşmayı içeren mimari arayışlar, sanat akımlarından politikaya döneminin ortamından etkilenir; birbirine bağlı olarak gelişir; zamandan ayrı düşünülemediği gibi yerden ve aktörlerinden de ayrı düşünülemez. Bu arayışları Antik Mısır mimarisinde düzgün geometrik formlarla, Leonardo da Vinci’de Vitruvius Adam’la, Palladio’da Antik Yunan ve Roma’yla, Gaudi’de doğa detaylarıyla, Le Corbusier’de Modulor’la görebiliriz. Gelişen teknolojinin hayatımızı sürekli olarak yeniden tanımlamasıyla, ideal kadın bedeninin yıllara göre değişimi gibi mimari cevaplar da süreç içerisinde sürekli değişmiş; ancak yeni cevaplar aramaktan ya da verilen cevapları geliştirmekten vazgeçilmemiştir. Mimaride kullanılacak oran ve orantılara dair ideal olanın arayışı da yıllar içinde farklılaşmıştır. Greg Lynn’in 2005’teki TED konuşmasında bahsettiği gibi oran ve boyutlandırma önce beş ve yedi rakamlarında aranmıştır1. Ardından 15. yüzyılda ondalık sistem icat edilmiş; sonrasında kalkülüs temelli ve dijital araçları kullanan modellere geçiş yaşanmıştır (URL-5). 2000’li yıllarda ise sürekli iletişim içerisinde ve hareket halinde olmak önemli hale gelmiştir. “Hatta kalma” sıkıntısından, sürekli çevrimiçi olma arzusuna doğru bir geçiş yaşanmaktadır. Bu, mimaride de “durağanlık”ın sorun edilmesi ile zaman, mekan ve çokluğun bağlamına uygun, dinamik, hesaplamalı, veri ve süreç odaklı, şeffaf ve ilişkisel bir anlayış’ın ön plana çıkması olarak görülür (Alaçam, Gürer, 2015). Hem birbirimiz ile hem de -genetik gibi- farklı disiplinler ile sürekli kendini güncelleyen bir ilişki/iletişim halinde olmak gerekli hale gelmiştir. Greg Lynn (Şekil 1), John M. Johansen (Şekil 2), Marcos Novak (Şekil 3), Zaha Hadid (Şekil 4) gibi mimarların/ofislerin projelerinde hareket halinde olan ya da evrimleşen bir yapının bir anını ve “o an”ın bir sürecin parçası olduğunu okumak mümkündür. Hem çevrimiçi olmanın ön planda olduğu bu çağda hem de bu yapı örneklerinde sadece dinamik olmak değil, veri odaklı olmak da önem
26
kazanmıştır. Ürünün kendisi, ürünün bulunduğu/bulunacağı ortam-zaman, üreten aktörler ve üretimdeki makineler, bunların birbirleri ile ilişkisi ve diğer girdiler ürünü biçimlendiren veri ağını oluştururlar. 19. yüzyılda Louis H. Sullivan’ın “Form Fonksiyonu İzler”; 20. yüzyılda Sim van der Ryn’ın “ Form Akışı İzler” söylemleri 21. yüzyılda “Form Veriyi izler”2 ile devam etmektedir.
Şekil 01: Greg Lynn, Hidrojen Evi, Viyana, Avusturya, 1996-1999 (URL-1)
Şekil 02: John M. Johansen, Moleküler Kurgulu Ev, 2000 (URL-2)
Şekil 03: Marcos Novak, sıvı mekân(liquid space) (URL-3)
27
Şekil 04: Zaha Hadid, Bee’ah Genel Merkez Binası, Birleşik Arap Emirlikleri, 2014 (URL-4)
Teknoloji, gerek bilim gerek iletişim alanında hızlanan bir ivme ile ilerlemektedir. Teknolojiye yetişmeye çalışarak sürekli iletişim halinde olmanın ve daha hızlı yaşar hale gelmenin, arayışlarda ortaya çıkan cevapların tüketilmesi ve yeni cevapların aranması döngüsünü hızlandırması beklenir. Arayışların getirdiği değişimin de hep var olduğu ve hızlanarak var olmaya devam edeceği söylenebilir. Dünün, bugünün ya da yarının cevapları ne yanlış olarak nitelendirilebilecek arayışlardır ne de Platon’un ulaşılmaz ideaları’dır. Cevapların değeri yadsıyamaz; ancak önemli olanın arayışta olmak olduğu ve dönüşümlerin farklılaşmaların, başkaldırmaların bu arayışların ayrılmaz parçası olduğu iddia edilebilir.
1
“Çünkü burnumuz başımızın beşte biri oranındadır ya da başımız ile bedenimiz arasında bire yedi oranı vardır” (Lynn,2005). 2 Andrew Vande Moere’nin Form Follows Data : The Symbiosis between Design & Information Visualization Makalesinin başlığından alıntıdır.
28
KAYNAKÇA Alaçam, S., Gürer, E. (2015), Sayısal Düşünmenin Yaratıcılık Bağlamında Sökümü, Dosya 35, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi. Ediz, Ö., Erbil, Y., Akıncıtürk, N. (2010), Günümüz MimarlığınınDinamikleri: Iceberg’in Görünmeyen Yüzü, Mimarlık Dergisi 354, Ankara Gül, E. G. (2013). Son Dönemde Gelişen ‘Yeni’ Mimarlık Arayışları (Yüksek Lisans Tezi) Gazi Üniversitesi Mimarlık, Ankara. URL-1. <http://www.glform.com> erişim tarih: 01.11.2017. URL-2. <http://www.johnmjohansen.com/Theoretical-Architecture.html> erişim tarihi: 01.11.2017. URL-3. <http://infosthetics.com/archives/2008/10/atlas_of_cyberspace_book_ now_for_free.html> erişim tarih: 01.11.2017. URL-4. <http://www.zaha-hadid.com/architecture/bee%E2%80%99ah- -headquarters-sharjah-uae/> erişm tarih: 01.11.2017. URL-5. <https://www.ted.com/talks/greg_lynn_on_organic_design?language=tr> erişim tarih: 31.10.2017.
29
Seminer 4
TEKNOLOJİ EVRİMİNİN İNSAN’A ETKİSİ ÜZERİNE 01 11 2017
Bu metin, İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2017-2018 Güz Yarıyılında Doç. Dr. Meltem Aksoy & Doç. Dr. Nurbin Paker tarafından yürütülen MTS 537 Mimari Tasarım Süreçleri ve Etkileşimleri dersi bağlamında üretilmiştir. Dönem seminerleri kapsamında, 16 Ekim 2017 tarihinde Melike Altınışık’ın “Dijital Tasarım. Mimarlık” ismimli seminerinden çağrışımla kurgulanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: teknoloji, teknoloji insan ilişkisi, doğal-yapılı çevre algısı
31
Paleolitik Çağda insan korunmak, beslenmek, avlanmak için basit taş aletler yapmaya başlamıştır. Aletlerin üretilmesi ve kullanılması ile başladığını söyleyebileceğimiz ‘insanlaşma’ sürecinde taş delgiler, taş kalemler, kemik ve boynuzdan yapılmış aletler ve hatta alet yapan aletler ile üretim ilerlemiştir. Basit taş aletler ile başlayan teknoloji önce madene ardından 18. yüzyıl ile makinelere ve makinelerle seri üretime kadar uzanmıştır. Zamanla makineler de işlev, teknik, güç, donanım olarak geliştirilmiştir. 21.yüzyılın ilk çeyreğinde ise teknoloji, elektronik ve bilgisayar teknolojisidir. İnsanın artan bir ivme ile geliştirdiği teknoloji insan hayatını da aynı hızda dönüştürmektedir. Peki insan doğası bu gelişmeye ve değişmeye ne kadar açıktır? Dünyada, dünyanın koşullarında var olamaya ve ardından varlığının farkına varmaya başlamış nesiller bu ilerleyen teknolojiyi sindirebiliyorlar mı? İnsan ve çevresi eski çağlardan bu yana bir gelişme içerisindedir. İnsan beyninin kapasitesinin, süreç içerisinde değiştiğini göz önünde bulundursak bile, var olmaya yeni başlayan kişinin bu gelişmelerin farkındalığını, var olmanın farkındalığı ile birlikte yaşadığını söyleyebiliriz. Bu doğrultuda insanlık tarihindeki her gelişmenin bu bilgi sindirme sürecini zorlaştırması beklenir. Aynı paralellikte, doğal çevre / yapılı çevre oranının her geçen gün küçülmesi ile ikisi arasındaki ayrımı yapabilmenin her yeni nesil için daha çok zorlaştırdığı söylenebilir1. İnsanın özü ile uyumlu olanın doğal çevre olduğunu kabul edersek; teknolojik gelişmeler, ortaya çıkan farklılaşmalar, doğallıktan her uzaklaşma, teknoloji çağının bireyleri olmak -ve zamanla daha çok olmakinsanın çevresini makineleştirdiği gibi onun özünü göz ardı edip insanı damakinenin üreticisi olsa dahi- bir parçası haline getirdiği ileri sürülebilir. Modernleşme ile birlikte insan, varlığının salt öneminden ise, kendini enerji kaynağı veya iş görme kapasitesi olarak değerlendirip, ürettiği şeye mi odaklanıyor? Belli bir konuda uzmanlaşan ya da başka bir deyişle belli bir konuda araçsallaşan kişi de bu uzmanlaşma / araçsallaşma sürecinde parçalara yoğunlaşarak daha da parçalanıyor ve böylece özündeki insana dair şeyleri kaybediyor, ondan uzaklaşıyor ya da onu bastırıyor olabilir mi? 1883-1969 yılları arasında yaşamış psikiyatr ve felsefeci Karl Jaspers bireyi araçsallaştırma ve onu teknik olarak değerlendirme çağının bir sonucu olarak batı dünyasında
32
yaşayan bizlerin aslında öz bilincimizi (kendi kendimizin farkında olma) yitirme sürecine girdiğimizi ve tarihsel insanın son çağında olabileceğini iddia ediyor (May, 1983). Yani dönüşmüş ve dönüşmeye devam eden bu dünya, insanın doğa ile birlikte kendine yabancılaşması sorununu açığa çıkartıyor. Faydasının göz ardı edilemeyeceği teknoloji, insanın varoluşundan beri nesilden nesile aktarılarak katmanlaşmaktadır. Bireysel ve varoluşsal olarak kendi yaşam süresi içinde değerlendirilmesinin kaçınılamaz olduğu insan ise, bu katmanlaşarak ilerleyen ve bir insanın ömrü değil insanlığın ömrü ile okunabilecek teknolojinin dönüştürdüğü hayatında yabancılaşma hissi ile var olmaya çalışıyor. Teknolojinin sonu olmayan bu evrimi, insanı insan olmaktan uzaklaştırmakta ya da yeni bir insanlık tariflemektedir.
1
Burada bahsedilen ayrım yaşanılan çevrenin yapılı bir çevre olduğunu; binaların, yolların, hatta doğal olduğu söylenen ağaçların bile var olmasına izin verilen alanların insan yapımı olduğunu kavradığımız anlardan oluşan bir süreci ifade eder.
33
KAYNAKÇA Demirtaş, P. (2002), Heidegger ve Varlık Yorumu, Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi (02). 19-49 YKY. Kırmacı, N. Y. (2011). Martin Heidegger’de Teknoloji Problemi (Yüksek Lisans Tezi) Gazi Üniversitesi Felsefe Grubu Öğretmenliği Bilim Dalı, Ankara. May, R. (1983). Varoluşun Keşfi, (Çev. Aysın Babacan), İstanbul, Okuyan Us Yayınevi. URL-1. <http://www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/TR,77778/paleolitik- cag.html> erişim tarih: 31.10.2017.
35
Seminer 3
YARATICILIK SINIR / SINIRLAMA İLİŞKİSİ ÜZERİNE 06 10 2017
Bu metin, İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2017-2018 Güz Yarıyılında Doç. Dr. Meltem Aksoy & Doç. Dr. Nurbin Paker tarafından yürütülen MTS 537 Mimari Tasarım Süreçleri ve Etkileşimleri dersi bağlamında üretilmiştir. Dönem seminerleri kapsamında, 02 Ekim 2017 tarihinde Oğuz Öztuzcu’nun seminerinden yola çıkılarak kurgulanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: yaratıcılık, birey-çevre etkileşimi, sınır
37
Yaratıcılık kavramı farklı ya da aynı disiplinler tarafından farklı açılardan ele alınan kapsamlı bir olgudur. Yazıda yaratıcılık / yaratma yeteneği zihinsel bir süreç ve bu sürecin dışa vurumu olarak ele alınacaktır. Bu dışa vurum onu üreten -kişiyi birey yapan tüm edinimleri ile birlikte- bireye, üretilen ortama, üretim sürecine ve ürüne ve bunların birbirleri ile etkileşimine bağlı olarak şekillenir. Yaratıcılığın insanın özünden gelen bir olgu olduğu varsayılsa bile, bireyin çevresi ile etkileşimleri sonucu kazandığı edinimlerin önceden sahip olduğu nitelikleri dönüşüme uğrattığının ya da yeni nitelikler oluşturduğunun kabulüyle, birey-çevre etkileşiminin bu yaratıcılık olgusunu da süreç içerisinde dönüşüme uğrattığı ya da ortaya çıkardığı söylenebilir. Birey-çevre karşılıklı etkileşimi, sınırlar barındırır. Sınırlar ilişkileri zamanmekan olguları ile tanımlar ya da yeni ilişkilerin oluşumunu sağlar. Ögelerin birbirleri ile temaslarından doğan aradalığı, melezliği içerir. Durağan, değişmez bir yapı yerine farklılıkların etkileşimleri ile değişen hatta gelişen bir halde oldukları söylenebilir. Yaratıcı düşüncenin temelini oluşturan bilincin kendisi sınırların farkına varılmasından doğup çıkar (May, 1975). Öyleyse, sınırlar/sınırlamalar bilincin ürettiği yaratıcı düşünceyi engelleyen olgular mıdır; yoksa yaratıcılığa dair yeni tanımlamalar mı açığa çıkarırlar? Sınırlar yaratıcılığı nasıl etkiler? Alışkanlıklar, tecrübe, eğitim, mükemmeliyetçilik, korku, toplumsal değerler, ideolojiler, inançlar, fizyolojik engeller... sürecin parçası olarak bilinçli seçtiğimiz ya da önümüze konulan sınırlar... Sanatçı Phil Hansen 2013 yılındaki TED Konferanslarında el titremesi rahatsızlığının noktacılık (puantilizm) çizimlerini yapmasına engel olduğunu hatta ilerleyerek sanat okulunu, ardından da sanatı bırakmasına sebep olduğunu anlatır. Hansen gittiği nöroloğun “Neden titremeyi kabullenmiyorsun?” demesi ile sanata olan kısıtlı yaklaşımının sanatsal ufkunu tamamen değiştiren bir yaratıcılık yaklaşımına ulaştığını söyler (URL-1). Aynı paralellikte, Rollo May Yaratma Cesareti kitabında, insan hayatında sınırların sadece önlenemez değil, aynı zamanda değerli olduğunu, yaratıcılığın kendisinin sınırlar gerektirdiğini; çünkü yaratıcı edimin insanı sınırlayan şeyle birlikte ve ona karşı ortaya çıktığını ifade eder (May, 1975).
38
Bireyin bilinci ve çevre etkileşimi ile açığa çıkan, bireyle birlikte dönüşüme uğramaya devam eden yaratıcılık ve içinde bulunduğu/karşılaştığı sınırlarla/ sınırlamalarla gerilimli bir durum yaratır. Sınırlarla olan çatışma ya da anlaşma yaratıcı düşünceyi oluşturabilir ve bireyin kendi sınırlarını genişletebilir.
39
KAYNAKÇA May, R. (1975). The Courage to Create, New York: Norton. URL-1. <https://www.ted.com/talks/phil_hansen_embrace_the_shake> erişim tarihi: 05.10.2017.
41
Seminer 2
ÖZNENİN VE DÖNÜŞÜME DEVAM EDEN MEKANIN DUYGUSAL ETKİLEŞİMİ ÜZERİNE
Bu metin, İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2017-2018 Güz Yarıyılında Doç. Dr. Meltem Aksoy & Doç. Dr. Nurbin Paker tarafından yürütülen MTS 537 Mimari Tasarım Süreçleri ve Etkileşimleri dersi bağlamında üretilmiştir. Dönem seminerleri kapsamında, 25 Eylül 2017 tarihinde Aysim Türkmen’in seminerinden yola çıkılarak kurgulanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: mekanın hafızası, özne-zaman-mekan ilişkisi, 05 10 2017 dönüşüm, koruma
43
Kişi ölçeğinde veya kişilerin, tarihin, kültürün oluşturduğu toplum ölçeğinde mekan; kimliğin, kültürün, deneyimin, bilginin, anıların, oluşturulmasının bir parçasıdır. Kişi ve mekan ögeleri birbirleri ile etkileşim halindedir. Bu ilişkinin/ ilişkilerin, ögeleri karşılıklı beslediğini varsayarak, mekanın üretilmesinde ve üretilen mekanın hafızaya sahip bir mekana dönüşmesinde kişi, toplum ve bunların edindiği kimlik, kültür, deneyim, bilgi ve anıların etkili olduğu söylenebilir. Diğer bir değişle mekan, sadece duyusal olarak algılanan form değildir. Kişinin önceki edinimleri ve mekanın yansıttıkları ile birlikte duygusal olarak algılanıp kişinin zihninde yer eder. Renk, ışık, doku, ses, koku gibi fiziksel verilerin yanısıra mekanın üretiminden özne ile buluşmasına kadar geçen sürecin mekanda izlerini okuyabilmek mekanın algıyana duygusal olarak yansıttıklarının bir parçasıdır. Buradaki “özne”sadece mekanın kullanıcısını değil, izleyicisini de nitelendirebilir. Mekan, sahip olduğu sürecin izlerini taşıması, yani sahip olduğu yaşanmışlık ve o yaşanmışlık ile varlığını sürdürmesi, sadece sürekli etkileşimde olduğu öznenin değil aynı zamanda izleyicinin veya kısa süreli kullanıcıların da gözlemleyebildiği ve duygusal olarak hissedebildiği bir etki yarattığını varsayabiliriz. Bir kitleyi etkileyen ve bir tarihsel süreci simgeleyen duyguların atfedildiği anıtsal yapıların hafızaya sahip olmasının ya da öznede hafızaya sahip olduğunu hissettirmesinin yanısıra öznenin edinilmiş duyguları ve özlemleri ile bütünleştirdiği, gündelik yaşamlarının bir parçası haline gelebilecek, geçirdiği sürecin ipuçlarını vererek öznede çeşitli duyguların uyanmasını sağlayabilecek mekanlar da geçirdiği süreçlere dair birikimleri ile hafızaya sahiptirler. Yaşanmışlığın / deneyimlenmenin birikimine sahip olan mekanın hafızası, mekanın kullanıcıları ve zaman tarafından beslenmeye ve dönüşmeye devam eder. Kırtasiye, bakkal, market, eczane, lokanta, mağaza, tamirci dükkanı... gibi günlük hayatın parçası olabilen bu mekanlar ve kullanıcıların buradaki deneyimleri “geçen zaman” etkeniyle beraber mekanı kullanan ya da izleyen kişide bir duygu birikimi sağlar. Bu birikim ve birikimin mekandaki izleri kullanıcı ya da izleyici olan öznenin zihninde mekanı duygusal olarak şekillendiren bir unsurdur. Mekanın hafızasının öznede yarattığı etkinin; öznenin fiziksel olarak mekanda geçirdiği zamanla, bilincinde mekana
44
dair bir üretimle ve mekandaki diğer özneler ve bunların oluşturduğu yeni yaşanmışlıklarla katmanlaşan devingen bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Önceden öğrenilmiş ortak ve kişisel edinimlerin ve mekanın fiziksel olarak algılanmasının yanısıra, mekanın ve kullanıcısının mekanın hafızasına dair sunduğu ipuçları oranında “mekanın ruhu” kişinin bilincinde oluşur. Bu yüzden özne-mekan ilişkisinde ortaya çıkan bu duyguların, kişiden kişiye farklılıklar barındırabilmesi gibi, özellikle aynı kültürdeki kişiler için ortaklıklara da sahip olması beklenir. Yani bu mekanlar toplumdaki ortak belleğin oluşmasında rol oynarlar. Hem kişisel hem de toplumsal belleğin oluşumunda etkili olan bu mekanların değişime uğramaları ya da sadece birer anı olarak kalmaları bize ne düşündürmelidir? Zaten sabit bir varoluş içerisinde olmayan mekanın, dönüşümüne devam etmesi olağan değil midir? Doğal bir süreç olarak karşılanan dönüşüm, mekan için ne zaman sorunlu bir hal alır / sorunlu bir hal alır mı? Toplumda ortak bir belleğin var olmasının önemi ve bu varoluşun mekanla sağlanabileceği yadsınamaz.Bununla birlikte mekanın bir dönüşüm içerisinde var olabileceği ve yine bir dönüşüm içerisinde korunmaya devam edebileceği söz konusudur. Bilindiği üzere korunmaya değer olma sadece anıtsal yapılar için geçerli değildir; Belirli bir dönemi, anlayışı, olayı, kişiyi, ideolojiyi, sanatsal yaklaşımı, toplumsallığı temsil eden ve/veya çağrıştıran ve/veya belgeleyen her yapı korunmaya değerdir (Tanyeli, 2016). (Mekanın hangi durumlarda korunmayı hak edeceği; korumanın nasıl olması gerektiği soruları bu konudaki diğer tartışma başlıklardır.) Kimliğini devam ettiremeyecek olmasına rağmen ortak belleğin, değerlerin sürekliliği için mekanın ve/veya mekanın izlerinin korunması gerekebilir. Bunun ile birlikte bu “koruma” da mekanın dönüşüm sürecinin bir devamı olduğu söylenebilir. Çünkü yaşamın bir dönüşüm olduğunu varsayarsak mekanın da öznenin de yaşamının sabitliğini sağlamanın mümkün olmadığı yargısına ulaşılabilir. Yine de yaşamın gerektirdiği devingenlik ile ortak hafızaya sahip bu mekanların işlevlerinin tamamen değişmesi ya da yitirilmesi sonucu fiziksel varlığını kaybederek ortak anıya/anılara dönüşmesi de olağan dışı bir durum değildir.
45
Toplumdaki değişimin yansımalarını da bu mekanlarda görmek mümkündür. Geçen zaman ile birlikte toplumun ve mekanın dönüşümü de kaçınılmazdır.
46
KAYNAKÇA Alangoya, K. A.(2015). “Genius Loci” Kavramı ve Mimarlık Eğitiminde Doğal ve Yapılı Çevre İlişkisi. Mimarlık Dergisi Sayı: 385. Ekman, M. (2009). The Memories of Space: An Architect reading Aleida and Jan Assmann’s model of cultural memory in connection withthe National Gallery in Oslo. ADGD Conference, Nottingham Trent University, Nottingham. Hisarlıgil, B. B. (2008). Martin Heidegger’de “Mekan” Düşüncesi: Hermeneutik- Fenomenolojik Bir Yaklaşım. Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Kayseri. Kurtar, S. (2015). Mekânı YaĢamak: Lefebvre ve Mekânın Diyalektik Oluşumu. Solak, S. G.(2017). Mekan-Kimlik Etkileşimi: Kavramsal ve Kuramsal Bir Bakış. MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 6 Sayı: 1. Tanyeli, U. (2016). Bugünün Dünyasında Kutsallaştırmaya Değil, Olağanlaştırmaya İhtiyacımız Var.Raportör: Heval Zeliha Yuksel. <http://www.arkitera.com/soylesi/907/ugur-tanyeli-ile-soylesi> erişim tarihi:29.11.2017
47
Seminer 1
YARATICILIK KİME ÖZGÜDÜR? 30 12 2017
Bu metin, İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2017-2018 Güz Yarıyılında Doç. Dr. Meltem Aksoy & Doç. Dr. Nurbin Paker tarafından yürütülen MTS 537 Mimari Tasarım Süreçleri ve Etkileşimleri dersi bağlamında üretilmiştir. Dönem seminerleri kapsamında, 18 Eylül 2017 tarihinde Nurbin Paker’in seminerinden yola çıkılarak kurgulanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: yaratıcılık, zeka, yaratıcı kişi, yeni fikir üretimi
49
Yaratıcı kişi; diğer insanlardan farklı olan, esnek çalışma saatlerine ihtiyaç duyan, gece çalışmayı seven, serbestlik ve ‘özgürlük’ isteyen, genellikle dağınık ve düzensiz ve benzeri özelliklere sahip kişi midir? Zeka; insanın düşünme, akıl yürütme, algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yetenekleri’dir1. Tek bir algılama, düşünme yolu olmadığı gibi, zekanın da tek bir çeşit olduğu söylenemez. Duyularımız sayesinde görsel, sesli vb. yollarla algıladığımız dünyayı, yine bu yollar aracılığı ile düşünürüz. Yaşadığımız dünya, üretip şekillendirdiğimiz ve algıladığımız; fiziksel ve zihinsel olarak yaratığımız; anlamlandırdığımız dünya/dünyalardır. İnsan sahip olduğu, edindiği ve şekillendirdiği düşünce ve inanç yapısı ile içinde bulunduğu yaşamı yaratır. Yaratıcılık, insan zekasının bir yetisidir. Yani yaratıcılık her insanın sahip olduğu bir özelliktir. Yeni ve farklı bir düşünce yaratmak bir düşünce akışı gerektirir. Bireyin yaratıcı düşünceyi açığa çıkarması anlık ve bağımsız olmayı değil, bir süreci ve farklı fikirlerin etkileşimini içerir. Steven Johnson (2010) yeni bir fikri tanımlarken beynin içinde birbirleriyle senkronize ateşlenen yeni bir sinir ağı; daha önce ortaya çıkmamış yeni bir dizilim olduğunu söyler. Karşılaştığımız ve bize bir şey öğretmiş insanlardan aldığımız fikirleri birbirine ekleyip, yeniden şekil vererek yeni bir şey yarattığımızdan bahseder. Yeni fikir üretimi başlangıçta soru sormak veya problem bulmak ile başlar; sorunun cevabına duyulan merak ve problemin çözülmesi ihtiyacı ile devam eder. Öncesinden bağımsız bir “Eureka!” anı ile değil, kuluçka dönemi ardından ortaya çıkar. Fikrin ortaya çıktığı bir an olsa da, yeni bir fikir sürecin sonucudur. Edinilen farklı fikirlerin bir araya gelmesini, etkileşimini, hatta çarpışmasını içerir. Yaratıcılık bazı insanlara özgü bir yetenek değil, her insanın sahip olduğu ve geliştirebileceği, yeni bir şey ortaya çıkarma, yapma durumudur. Fikirleri ve ileriyi görme güçleriyle, tarihin akışını değiştiren insanlar vardır. Ancak tüm bunlardan, yaratıcı insanların ayrı bir “tür” olduğu ve insanların çoğunluğunun da bundan yoksun olduğu anlamı çıkmaz (Robinson, 2001). Bir anda aklına gelen bir fikir, yaşanan bir aydınlanma, bir kırılma anının varlığı inkar edilemese de; yaratıcı düşüncenin ortaya çıkışının o andan
50
ibaret olduğu da varsayılamaz. “Buldum!” anı düşünce ve bilgi yatırımının sonucudur; ve bu yatırımı yapabilmek bazı insanlara tanınmış bir ayrıcalık değildir; herkese özgüdür.
1
TDK
51
KAYNAKÇA Johnson, S. (2010). “Where good ideas come from”, TEDGlobal 2010. <https:// www.ted.com/talks/steven_johnson_where_good_ideas_come_from/ transcript#t-669726>erişim tarih: 30.12.2017 Robinson, K. (2001). Yaratıcılık, Aklın Sınırlarını Aşmak. çev. N. Geyran Koldaş. Kitap Yayınevi, İstanbul.
53
Interpretative Article
CREATING A WHOLE 11 05 2017
The article was written within the scope of the course, Seminar Architectural Reflections (AR1AD040) given by Ir. P.S. van der Putt, in the MSc Architecture, Urbanism and Building Sciences programme at TU Delft in Spring Semester 2016-2017. The course involves collectining and analysing the proper materials and sources related to the case study before interpretative writing. The article aims to focus three different dwelling projects which belong to the same architect, Piet Blom, in Rotterdam in 1984, with a different perspective.
KEYWORDS: Spaansekade, Kubuswoningen, Blaaktoren,
55
Spaansekade, Kubuswoningen, Blaaktoren Rotterdam Our memories collect the city or the place that we experience as we perceive it. The space is reshaped with our perceptions. That is why design is shaped in our minds not only by a designer but also by us. The perceiver actually builds a new form in mind with the designer’s output. The designer, Piet Blom, worked on three different projects for Rotterdam in 1984. Three different dwelling projects... The projects, which belong to the same architect, built in the same years, have the same function, stand side by side; but different. Because, he would design it “so that you cannot tell that it has been designed by one architect.” A building similar to a tower, A complex similar to forest and another complex resembling a mountain view... Are they addressing different lifestyles or are they forming a whole together?
Image1: Blaaktoren, Kubuswoningen, Spaanse kade Image2: “Spring In The Parish Jacek Yerka (1998) (URL-1)
A tower (Blaaktoren), trees (Kubuswoningen), a mountain consisting of houses (Spaanse kade) (Image1)... like a village... It is hard to believe that these very different forms have the same function. It is hard to believe that they are content themselves with just standing side by side and pretending to touch each other. In fact, they seem to be parts of a machine that works together. They form a whole with their differences. They do not just stand side by side anymore. They intermingled with each other in the new reality, as a new village was born in Oude Haven following the destruction during the Second World War. Blaaktoren, Kubuswoningen and Spaansekade
56
are forming the village. They are, in a manner of speaking, turning into the elements of Jacek Yerka’s picture “Spring In The Parish (1998)” (Image2). The view of the city appears in the background, a tower or a church is located prominently in the middle, houses form as a mountain, and a group of trees surround them. Is this description for Jacek Yerka’s or for Piet Bloom’s design?
Image3: perspective view from streets of ‘the whole’
Image4: plan of ‘the whole’
Kubuswoningen is designed considering the experience of living in trees. Each cubic house represent a tree; and they all represent a forest. This structure host the lives as the trees do. Cars and people flow like river under a raised platform which cubic volumes (or a forest) seated on; and they maximize public space below with less touching to the ground level. The cubic volumes arouse a feeling that they are growing slowly over time. The cube volumes give dynamism with their shape to this building group / this village. Blaaktoren, the tower with hexagonal shape, gives a different meaning with its height and monoblock appearance. Blaaktoren... or a tower... or a church... It survives alone like a religious structure. Although it is inviting as meaning and function, It appears like self-enclose as a form. With its magnificent appearance, a 13-story monoblock building dominates this building group / this village / this picture. And other structure... Houses around the forest and church... Spaansekade... It took the shape of the hill that it seated on. A densely populated building seems to consist of many houses on the hill. Its courtyards and corridors resemble the streets of the
57
village. The characteristic windows of houses reminds us that they are parts of the same thing, belonging to the same place (Image3). They appear as similar houses belonging to a village; brown brick facades and slanting roofs covered in red tiles. The houses do not seem to land on by a superior hand; they seem that they found their positions spontaneously and formed over time. It is far from the rigid profile of the modern city and its strict norms. It can be felt that there are many people living here, but other people can not see them as the houses in the picture. Therefore they can realize that it does not belong to the metropolis, itâ&#x20AC;&#x2122;s an introverted site (Image4) (Image5).
Image5: Blaaktoren, Kubuswoningen, Spaanse kade come together to create â&#x20AC;&#x2DC;the wholeâ&#x20AC;&#x2122;
58
When people enter the space of this building group, they can realize that the floor are raised off the street and it has a darker color to reveal its own area. In contrast to the flatness of Rotterdam, people have to walk up the street. After a while they can see the surrounding trees / cube houses. In fact, Spaansekade seems to be enclose by trees. And the tower, which looks like a place of worship, dispread through the sky in the middle of the village. Getting closer to Blaaktoren, People shudder from the splendor of the building. People can spend time in the shadow of Kubuswoningen; and they walk on the raised platform as if on the tree branches. People can see the light leaking behind the windows of the residents of Spaansekade. Blom believed that urban communities should feel like villages and he designed three different projects having completely different forms in the same place in the same years. They are expressions of the same Zeitgeist. Even if they have completely different forms, they can come together for creating a village / picture. Each one makes people feel different emotions; but It does not mean that they belong to different places or that they are separate. It shows that they are different parts of the whole. Although they physically stay side by side, they are mentally intertwined and they have completed each other. People know that these differences belong to the same place, the same thing.
59
REFERENCES URL-1. <https://www.wikiart.org/en/jacek-yerka/spring-in-the-parish> erişim tarihi: 27.03.2017. URL-2. <https://www.archdaily.com/482339/ad-classics-kubuswoningen-piet- blom> erişim tarihi: 27.03.2017.
61
Dönem Çalışması
FENERBAHÇE’DE SEÇİCİ MÜŞTEREK KAVRAMININ İRDELENMESİ VE ALANDA BİR MELEZLEŞME SPEKÜLASYONU KURGUSU OLUŞTURULMASI 17 01 2016 Ayşe Dede Barış Can Cüce Gencay Çubuk
Bu metin, İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı 2015-2016 Güz Yarıyılında Prof. Dr. Ayşe Şentürer, Doç. Dr. Nurbin Paker, Y.Doç. Dr. Aslıhan Şenel, Ar.Gör. Dr. Özlem Berber tarafından yürütülen MTS 511 Proje1 dersi bağlamında üretilmiştir. Çalışma “Kentsel/ Mekânsal Müşterekler” konu başlığı kapsamında çalışma alanı, Fenerbahçe, üzerinden yapılan incelemelerle kurgulanmıştır.
63
1.Özet İstanbul’un Anadolu yakasında, Marmara Denizi kıyısında, Kadıköy ve Moda’nın güneyinde, Kızıltoprak ve Çiftehavuzlar semtleri arasında kalan tarihi Fenerbahçe semtinin; müştereklik, seçici müştereklik, sınır, kent hakkı gibi kavramlar aracılığı ile okunması projenin temel çıkış noktasını oluşturmaktadır. Alanın güncel sosyoekonomik yapısı ve barındırdığı yoğun özel mülkiyetin mekan üretme biçimleri, alanda çitleşme ve sınır kavramlarını görünür kılmaktadır (Şekil 1.1). Bu çerçevede, semt ölçeğinde sınırların fiziksel karşılıkları haritalanmış, belirli odak noktalarında seçici müştereklik kavramının tartışılması, kullanıcı profilleri üzerinden ekonomik, sosyal, kültürel sermaye biçimleri ile ilişkililerinin irdelenmesi yoluna gidilmiştir. Sınırların oluşma şekilleri, tipolojileri, müştereklik kavramı ile kesiştikleri ve çatıştıkları noktaların belirlenmesi yolu ile seçici müştereklik olarak adlandırdığımız bir kavram oluşturulmuştur. Fenerbahçede gözlemlenen yapının, sınır kavramı ve seçici müştereklik çerçevesinde olumlu ve olumsuz tarafları tartışılmış, olası program ve mekan önerileri, melezleşme spekülasyonu kavramı ile birlikte sunulmuştur. Anahtar kelimeler: Sermaye türleri, Sınır, Müşterek, Seçici müşterek, Melezleşme spekülasyonu
Şekil 1.1
64
2.Giriş: Fenerbahçe, tarihsel süreçte çeşitli aktörler aracılığı ile mekansal gelişimini sürdürmüş ve zaman içerisinde karakteristlik bazı özellikleri ile anılır olmuştur. Alanın kimliğini oluşturan etmenler birbirleri ile olan etkileşimlerini sürdürerek alanda bazı kavramların inşasına ön ayak olmuşlardır. Alandaki mekansal paylaşımlar ekonomik, toplumsal, kültürel çıkış noktaları aracılığı ile tanımlanmış olsa da, etkileşimlerin sürekliliği mekansal aidiyetlerin sorgulanabilirliğine imkan vermektedir. Zaman içerisinde netleşen aidiyet tanımları, sınırların çeşitli tipolojilerde oluşumunu tetiklemiştir. Sınır tipolojilerinin çeşitliliği ve mekansal aidiyetlerin sorgulanabilirliği ortak bir altlıkta değerlendirildiğinde, yakın gelecekteki mekan tanımlarının günümüzdeki rijit tanımlarından farklılaşması beklenmektedir. Çalışma, Bourdieu’nün sermaye sınıflandırmasını temel alarak, Fenerbahçe semtindeki sosyal ve mekansal sınırları tespit etmeyi ve müştereklik, seçici müştereklik, melezleşme spekülasyonu gibi kavramlar üzerinden semti okumayı önermektedir. Bu bağlamda sınır kavramının, ayrıştırma özelliği dışındaki potansiyelleri ve sınırların oluşturduğu alt kimlikler üzerinden müştereklik kavramı ele alınmaktadır. Fenerbahçe kimliğini oluşturan tarihsel sürecin, semtte yer alan sosyoekonomik altlıkların okunmasında pek çok değişkene referans verdiği görülmektedir.
Şekil 2.1
65
3. Tarihi Süreçte Fenerbahçe ve Sosyoekonomik Altlıklar Fenerbahçe semti, İstanbul genelinde bakıldığında ayrışmış; kendi içinde ise homojen bir sosyoekonomik kimliğe sahiptir. Semtte yer alan İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe SK Faruk Ilgaz Spor Tesisleri, Kalamış Yelken Kulübü, Galatasaray Sualtı Kulübü, Fenerbahçe Parkı, Fenerbahçe Koru Sitesi, Fenerbahçe Astsubay Orduevi, Fenerbahçe İstasyon Komutanlığı mekanlarının ve çevrelerinde belirmiş bir dizi ticari girişimin odaklandığı kullanıcı profilinin, süreçte şekillenen mekansal planlama stratejileri ve çevresel birimlerin, tüketim ilişkileri bağlamında birbirleri ile benzerlik taşıdığı gözlenmiştir (Şekil 3.1). Bu benzerlik, alanın öne çıkan homojenize kimliğini tanımlamaktadır. Özel mekanların yoğunluğu ve geçiş imkanlarının kısıtlı olması, aslında semtin geneline yayılmış sosyekonomik durumun bir uzantısı olarak kendi içinde tutarlı bir yapı ortaya koymaktadır. Semtte bulunan belirli mekanları çevreleyen sınırların hangi alt kimliklerce oluşturulduğunun anlaşılması için, mevcut sınırların sermaye türleri aracılığı ile okunması planlanmıştır.
Şekil 3.1
66
Sosyoekonomik açıdan benzer kimliklilik, semtin M.Ö.650 yılına dayanan tarihi sürecinde, Yunan Kolonisi ve Bizans dönemlerinde dahi okunabilir. Semtte, bölgeye o dönemdeki adını veren Heria Sarayı bulunmaktaydı. Semt, sarayın çevresinde halka açık alanlar bulunması ile “Sayfiye yeri”1 niteliğindedir. Osmanlı döneminde ise yerleşim yeri olarak yoğun bir kullanıma sahip değildir ve gezinti yeri olarak kullanılmaya başlanmıştır. Böylece sayfiye yeri kimliğine “mesire yeri” (gezinti yeri, gezilecek yer) olma özelliği eklenmiştir. 1870’lerden itibaren Fenerbahçe’de zengin levanten ailelerin köşkleri ve yazlık mekanları yer almaya başlamıştır. Semtin, tarihsel süreçte belirginleşen orta-üst ve üst sosyoekonomik kimlikli olma durumu günümüze kadar devam etmiştir (Şekil 3.2). 1950’li yıllarla birlikte, Fenerbahçe’nin bahsedilen kimliğine hizmet eden; İstanbul Yelken Kulübü, Galatasaray Kalamış Tesisleri, Faruk Ilgaz Sosyal Tesisleri, Belvü Otel ve Gazinosu açılmıştır. Kalamış Parkı alanı deniz doldurularak genişletilmiştir. 1987’de Fenerbahçe ve Kalamış marinaları hizmete açılmıştır. 1990’larda Fenerbahçe, çok katlı lüks apartmanların sıkışık bir düzende yer aldığı yoğun bir yerleşme bölgesi haline gelmiştir. Böylece Fenerbahçe bugünkü halini almaya başlamıştır. (Hür, 1994) 4. Fiziksel Sınırların Mevcudiyeti, Sermaye Türlerinin Tanımlanması ve Yeni Sınır Tipolojilerinin Belirlenmesi Fenerbahçe semtindeki fiziksel sınırlar, kullanıcılar tarafından, dokuları, dolulukları ve görsel-işitsel iletişime olan katkıları ekseninde değerlendirmektedir. (Şekil 4.1) Bu değerlendirme, sınırların, ‘değişkenlerden bağımsız, salt mekansal ayırıcı’ olarak tanımlanmasını tetikler. Benzer yaklaşımların, alanın kimliğinin belirginleşmesinde etkin rol oynayan ekonomik-toplumsal-kültürel parametrelerden yoksunluğu, sınırların sosyolojik birer aktör olarak ele alınmasını güçleştirir. Bu noktada, sermaye türleri aracılığıyla oluşturulacak yeni omurga, sınırların mevcut kimliklerinin melez yapısını ifşa etme olasılığını barındırır.
67
Ĺ&#x17E;ekil 3.2
68
Şekil 4.1
Fenerbahçe’de yoğun olarak karşılaşılan özel mülkiyetlerin tanımladığı mekansal sınırların değerlendirilebilmesi için öncelikle sınır kavramı irdelenmiştir. “Sınırlar yardımıyla bir alan belirlenir. Sınıra yeni bir açıdan, amacını işaretleyen ya da gösteren tanımıyla bakılırsa; yalnızca bir sahipliği, kişiyi veya mekanı farklılaştırmamaktadır. Sınır, alternatife olanak vererek ilişkilerin nasıl oluştuğunu belirler. Mimarlık, peyzaj, şehir ve özne arasındaki ilişkilere dair yeni bir yaklaşım oluşturur. Sınırlar tartışmanın ve belirsizliğin olduğu yerlerdir, farklılık onların katılımındadır” (Norberg-Schulz, 1971). Sınırlar, mekanlar arası geçişi kısıtlayarak bir egemenlik alanı tariflerken; farklı
69
alt kimliklerin bir araya gelmesi ve farklı zeminlerde ortaklıklar kurulmasına aracı olarak toplum içerisindeki sosyal çeşitliliği geliştirmektedir. Tanımlanmış mekanları çevreleyen sınırlardan geçebilmek için gerekli olan alt kimlikler birer anahtar olarak nitelendirilebilir (Şekil 4.2).
Şekil 4.2
Çalışma, sınırları oluşturan alt kimlikleri, sermaye türlerinin tanımlanması ekseninde ele alır. Fenerbahçe’de, sermaye türlerinin, kullanıcı profilini ve sınır tipolojilerini nasıl etkilediğine dair bir omurga oluşturulması hedeflenmektedir. Sermaye türlerinin oluşum süreçleri, ele alınan parametrelerin çeşitliliğine göre farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar, sermaye tanımlarını da farklılaştırmakta ve çeşitlendirmektedir. Örneğin, Marx (1867), sermayenin toplumda hiyerarşi temelli bir ilişkiler ağı oluşturma sürecini, sermaye birikimi kuralı ile açıklar. Sermaye birikimi kuralı, kapitalist üretim biçiminde sermaye birikim sürecinin nasıl gelişmesi gerektiğine işaret eder. Bu gelişim süreci, temel olarak ekonomik parametreler ekseninde şekillenen, sosyal ve kültürel değişkenleri yanal birer etken olarak ele alan bir hiyerarşi tanımlamaktadır. Bu durumda, Marx’ın sermaye tanımının alandaki kullanıcıların etkileşimlerini açıklamakta yetersiz kaldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bourdieu (2005), marksist tanımdan farklı olarak sermayeyi, ekonomik, toplumsal, kültürel ve simgesel (sembolik) açıdan ele alır ve sermaye tanımını daha kompleks bir sınıflandırmaya
70
tabi tutar. Mekansallaşma açısından olumlu olarak değerlendirilebilecek bu çoklu altlık, sınır tipolojilerinin, ‘ekonomik sermaye’, ‘toplumsal sermaye’ ve ‘kültürel sermaye’ üst başlıklarının kombinasyonları olan yedi alt başlıkta değerlendirilmesine imkan verir. (Şekil 4.3). Sembolik sermaye aracılığıyla oluşmuş sınırlar ise, bu yedi başlığın yanında, karma bir temsil olarak varlığını sürdürür ve sınır tipolojisinin fiziksel okunurluğuna ek olarak, görünmez sınırların varlığını temsil eder. “Sembolik sermaye, iktidar olarak değil, başkalarının tanınma, itibar, itaat ya da hizmet yönündeki meşru talepleri olarak algılanan bir iktidar biçimidir.” (Swartz, 2013). Bu tanıma göre görünmez sınırlar, sosyoekonomik ayrıştırıcıları ve içe dönük benzeşmeyi tetikleyen bir potansiyel barındırmaktadır. Sınır oluşumları, fiziksel sınırları ekonomik-kültürel-sosyal sermeye başlığı altında, görünmez sınırları da, sembolik sermaye başlığı altında değerlendirmek üzere, Bourdieu’nun sermaye tipolojileri aracılığı ile okunmuştur. Örneğin alanda bulunan Setur Marina yerleşkesinin içinde
Şekil 4.3
71
yer alan Develi Marin Restorant, normal bir zamanda fiyatları ve konumu nedeniyle ekonomik sermaye aracılığı ile oluşmuş bir sınır tanımladığı halde, Fenerbahçe SK futbol maçının olduğu bir tarihte, taraftarların restorantı doldurması ile birlikte kültürel sermaye tarafından oluşturulmuş bir sınır da tanımlamaya başlamaktadır. Taraftarların sahip olduğu ortak ilgi, onları bir araya getirerek içe dönük bir birliktelik kurmalarına sebep olmuştur. “İki yerin ilişkisi, ya da bir iç ve dış mekanın ilişkisi iki ayrı yaklaşımla oluşmaktadır: Ayırma ve birleştirme. Başka bir şekilde söylemek gerekirse; farklılaştırma ve süreklilik, sınır ve geçiş.” (Meiss, 1994) Bu yaklaşım doğrultusunda; sınırların, toplumu farklı alt kimlikler üzerinden ayrıştırırken, ayrışmış kesimin içe dönük birlikteliklerini nitel ve nicel olarak pekiştirdiği söylenebilir. 5. Seçici Müşterek Kavramının Tanımlanması ve Çalışma Alanının Belirlenmesi Çalışmada sermaye türleri aracılığıyla oluşmuş sınır tipolojilerinin yaratmış olduğu seçici müşterek kavramına yoğunlaşılmıştır (Şekil 5.1). Seçici müşterek kavramı, Fenerbahçe’deki öncül alt kimliklerden beslenmekle beraber, bu kimlik çeşitliliğinin, tekil bir üst başlıkta değerlendirilmesiyle netleşen, rijit bir üst kimlik inşasını da barındırmaktadır. Seçici müşterek kavramı, çalışmada, ‘sermaye türleri aracılığıyla tanımlanmış kullanıcı profili ve sınır tipolojilerinin mekansal ölçekte ürettiği, benzer kimlikleri ortaklaştıran bir görünmez itki’ olarak tanımlanmaktadır. Benzer kullanıcı profillerinin bir araya gelme ihtiyacını da içeren seçici müşterek üst ölçekte bakıldığında farklı/çeşitli tipolojiler ve durumlar içerir. Ayrıca kişi için bir kimlik tanımlar ve aitlik hissi yaratır. ‘’Seçici müşterekler’’ çalışmaya özgü bir tanım olmakla beraber, terminolojik olarak farklı şekillerde ifade edilebilmektedir. Delanda benzer bir durumu, belirli yoğunluk alanları aracılığıyla tarifler ve yoğunluk alanlarından bahsederken konuyu fiziksel örneklerle ele alır. Ayrıca Deleuze’un konuya yaklaşımına değinir : “Yaygın sınır çizgileri ile yoğunun içindeki
72
Ĺ&#x17E;ekil 5.1
73
kritik başlangıçlar arasındaki fark onun tüm metafizik dünya görüşünün temelini oluşturan iki anahtardan biridir. Kabaca bu yoğun ve yaygın değerlerin arasındaki fark şöyle açıklanabilir: Hacim, alan gibi yaygın değerler toplanabilirken, yoğun olanlar toplanamaz. (...). Fark buradadır. Fark çeşit değildir. Çeşitlilik verilendir. Olan şeyler ve birine bildiren şeyler farklılıkların düzenleri ile sarılmıştır. Seviye farklılıkları, sıcaklık, gerilim, basınç, potansiyel yoğunluk farkları örnek verilebilir.” (Delanda, 1999) Farklılıkların yarattığı sınırlar ve dolayısı ile bu sınırın koruduğu farklılıklar, doğal süreçle gelişmiş olan bir durumu tariflemektedir. Bu nedenle bu farklılık olumsuz olarak algılanmamaktadır. Sınırlar, ilişkiler ve dönüşümlerin oluşturduğu dinamik arakesitler olarak ele alınabilir. Ayrıştırma özelliği ise bu doğal sürecin bir sonucu olarak karşımıza çıkar.
Şekil 5.2
Çalışmada, mekanın sadece benzerlerini o çeperden içeri alan kişiler olarak kendine davet edişi bir olumsuzluk olarak görülmemiştir (Şekil 5.2). David Harvey, bahsedilen davetkar durumu, ‘’bulvar’’ kavramı ekseninde ele alarak, şunları söyler: ‘’Bulvar, kafenin göz alıcılığını yansıtmaktadır. Kafe (seçkin olarak tanımlanan bir ticari mekan) ve bulvar ( kamusal alan) birbirlerini olumlayan simbiyotik bir bütün oluşturmaktadırlar. Ancak bu çıkarım, kamusal alanın kontrol edilebildiğini varsaymaktadır. Ekonomik olarak yoksun birey (bireysel değerinden bağımsız olarak) kafeden dışlandığı gibi, kamusal alandan da dışlanmaktadır. Kafe, kamusal alana taşan/ sıçrayan görünmez bir dizi eylemle işlemekte ve fiziksel sınırlarından daha geniş bir alan tanımlar hale gelmektedir. Ekonomik olarak yoksun birey bu durumdan ne kaçınabilir, ne de durumu görmezden gelebilir ki durumla
74
yüzleşmek zorundadırlar, tıpkı kafeyi kullanan kişilerin onları görmek durumunda kalmaları gibi’’ (Harvey, 2005). Öte yandan sınır kavramıyla ilgili ‘’sınırın boşluklu yapısı, sürprizli ve potansiyel çatışmaları barındıran bir alan oluşturmaktadır.’’ ifadesi kullanılmıştır. Kafe kavramının, ‘’seçici bir kamusallık’’ tanımlayan bir mekana dönüştüğünden, kafe ve yakın çevresindeki müştereklik tanımının değişkenlerinin ticari ve tüketim amaçlı ortaklıklar olduğundan bahsedilmiştir (Harvey, 2005). Bu ortaklıklar, ‘’benzer kimlikleri ortaklaştıran’’ seçici müşterek tanımıyla paralel veriler barındırır. Seçici müşterek kavramı, kent hakkı (Harvey, 2015) ve çoğulculuk tanımlarıyla çelişen parametreleri barındırabileceği gibi benzer kimliklerin ortaklaşmasının, farklı kimliklerin de giderek ayrışmasını tetikleyecek bir mekansal kurguyla varlığını sürdürmesi, özgün değerlerin gelişmesi için olumlu bir adım olarak okunabilir. Bu nedenlerle, melez bir oluşuma olanak veren; sorgulanmaya açık, ortaklaşmaya açık olma niteliğindeki “müşterek alanlar” kullanıcı profili açısından farklılık gösterse de “seçici müşterek”in karşısında bir durum olarak nitelendirilmemektedir. Ancak sosyoekonomik olarak ayrışmış kimliklerin alanda aynı anda var olmalarını gerektirecek bir olağanüstü hal (afet hali, eylemler, organizasyonlar vb.), olası zorunlu bir değişim ön görüldüğünde, alanın homojen üst kimliğinin başarılı bir geçiş senaryosuna, olanak vermeyebileceği düşünülmektedir. Bu nedenle müşterekliğin ve seçici müşterekliğin beraber olarak alanda yer aldığı bir ortaklaşma ve melezleşme durumu ön görülmektedir. Fenerbahçe’de, sermaye tipleri aracılığıyla oluşmuş sınır tipolojilerine, erişilebilirlik temelli bir geçirgenlik skalası ekseninde bakıldığında, alanda öne çıkan mekan oluşumlarından, Fenerbahçe Subay Orduevi’nin kapalılığı, Kalamış Fenerbahçe Setur Marina’nın yarı geçirgenliği ve Fenerbahçe Parkı’nın geçirgenliği tariflediğinden söz edilebilir. (Şekil 5.3) Kalamış Fenerbahçe Setur Marina, yarı geçirgen oluşuyla, ‘’kapalı’’ve ‘’geçirgen’’ alanlara dair sınır deneyimlerini bir arada sunabilen, daha yakın bir ölçekte incelenebilecek bir çalışma alanı olarak seçilmiştir. Setur marina yerleşimindeki yarı geçirgen durum, ekonomik, kültürel, toplumsal sermaye alt başlıkları ve sınırların ayrıştırdığı alanlar üzerinden
75
okunmaktadır. Sermayeler tarafından ayrıştırılan bu alanlar; marina sınırları dışında yer alan, herhangi bir seçici kamusallığa ait olmayan bireyleri, marina alanının içerisinde bulunan yat limanı kullanıcılarını ve marina tesisleri kullanıcılarını barındırmaktadır. Mevcut durumda sınırları oluşturan çitlerin ortadan kalması ile sınırların kapsadığı alanlar değişmiş ve herhangi bir seçici kamusallığa ait olmayan bireylerin sahile erişimi artmıştır; ancak sınır kavramı, ticari birimlerin yüzeylerinde varlığını sürdürerek alanın genel kimliğinin devam etmesini sağlamıştır. (Şekil 5.4, 5.5)
Şekil 5.3
76
Alanda yer alan Setur Marina Ofis, Develi Restaurant, Develi Marin Restaurant, Divan Brasserie, Hai Sushi, Migros, Edwards ve Marina Güvenlik yerleşimlerinin zaman içinde alanın kendi kimliğini üretmesine katkı koyduğu, alanın sosyoekonomik önceliklerinin, kullanıcı profilinin ve alanlar arasındaki hiyerarşik ya da dolaylı ilişkinin belirginleşmesinde rol oynadığı gözlenmiştir. Lokal tespitlere ek olarak, mekanlar arasında, görünmez sınırların ve seçici müşterek kavramının yaratmış olduğu benzeşmenin varlığından da söz edilebilir.
Şekil 5.4
77
Ĺ&#x17E;ekil 5.5
78
6. Melezleşme Spekülasyonu Kurgusunun Oluşturulması Seçici müşterek kavramı, alanın karakteristik özelliklerini ve kullanıcıların tarihsel süreçte belirginleşmiş öncelikli taleplerini karşılayan bir sosyoekonomik birikim olarak ele alınmış ve alan kimliğinin sürdürülebilirliğine olumlu bir katkı olarak görülmüştür. Öte yandan seçici müşterek kavramının; alan kullanıcılarının, seçici müştereğe dahil olmayanlara karşı ayrıştırıcı olacak ölçüde benzeşmesini tetikleyecek ve alanın, sosyal, ekonomik ya da politik reaksiyonlarda mekansal olarak paylaşılabilirliğini zedeleyecek bir potansiyele sahip olması da bir risk faktörü olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, alanda seçici müşterek kavramının tekil mevcudiyeti, müşterek kavramının alana dahil olması ile desteklenmiş, bu durum da “melezleşme spekülasyonu” olarak adlandırılmıştır. Melezleşme spekülasyonu ve benzer organizasyonların alanda yeni bir üretime imkan vermesi beklenmektedir. “Kimliklerin bir süreç içinde kaynaşması ya da melezleşmesinin, gerçekte bir kültürün ya da kültürel geleneğin bir diğeri tarafından özümsenmesinin ürünü olmadığı, aksine yeni bir şeyin ortaya çıkması anlamına geldiği anlaşılmaktadır” (Marshall, 1999). Melezleşme spekülasyonu, çalışma alanında yapılacak değişikliklerin belirli zaman aralıklarının değerlendirilmesi ekseninde geliştirilecek olmasını ve bu doğrultuda zaman kullanımının yeni bir ortaklığı tetiklediği bir durum tarifler. Sermaye türleri, mevcut kimlik tanımlarının günümüzdeki anılış biçimlerinde, birer öncül iz olarak halen okunabilmektedir. Sınırların kalkması ve/veya dönemsel olarak mekanların niteliklerini değiştirecek bir dizi organizasyon şemasının aktive olması, öngörülen dönüştürücü/spekülatif eylemlerin yeni alanlar tarayabileceğine ve bu alanlarda yeni kesişimler oluşabileceğine işaret eder. Söz konusu spekülasyon, tekil bir birliktelik konsepti veya bütüncül bir ‘’hoşgörü’’ teması yerine, yeni bir ‘’şey’’ in ortaya çıkma olasılığını barındıran bir dizi parametreden söz eder. Sınırların kalkması, esnemesi veya dönüşmesi, plan şemasında belirgin bir cep olarak kendine yer bulan marina alanının ‘’melezleşmesi’’ için gerçekleşebilecek ilk eylemlerdendir. Melezleşme spekülasyonu; benzeşme kavramının, süreçte ne kadar esneyebileceğine ve
79
sermaye aracılığıyla oluşmuş sınırların, benzeşmeye ne kadar katkı sağlamış olduğuna dair bir dizi ters okuma yapmaya olanak verebilir. Alana dışardan tanımlanacak - maç izleme, tekne kiralama, kısa süreli atölyeler ve benzeri - bir dizi eylem ve program önerisi getirilerek alanın kimliğinin süreç içerisinde bir melezleşmeye imkan vermesi, böylece sürdürülebilirliğinin artması amaçlanır. Seçici müştereklik kavramının alanda okunmasının - ve melezleşme eyleminin - süreç boyunca devam ettirilmesi için bu eylemlerin sınırlı zaman dilimleri içerisinde gerçekleşmesi önerilir. Örneğin marinada tekne kiralama eyleminin gerçekleşmesi aracılığıyla, alanın kullanıcı profilini çeşitlendirerek ekonomik ve kültürel sınırlarının esnetilmesine imkan verilir (Şekil 5.6). Benzer şekilde, kullanıcıların tesis içinde sahip olması gereken bütçe belirli sürelerde azaltılarak, marina tesislerinin ekonomik sermaye kimliklerinin değiştirilmesi yoluna gidilir; mevcut kullanıcılar ile potansiyel yeni kullanıcıların bir araya gelmesiyle olası yeni ilişkiler ve yeni üretimler beklenir (Şekil 5.7). (Şekil 5.8) Kıyı-deniz arasındaki ihtiyaç programının dönüşümü, bazı mekansal oluşumları tetikleyebilir ve yeni bir form-işlev pratiği doğabilir. Kıyı şeridi, ekonomik sermaye aracılığıyla oluşmuş seçici müştereğin, toplumsal ve kültürel müşterekler aracılığıyla deformasyonu aracılığıyla fiziksel olarak dönüşebileceği gibi, mekanlar, kendi eklerini, spekülasyonun doğal üretim mekanizmaları ile oluşturabilir. (Şekil 5.9) Böyle bir durumda, seçici müştereğin bazen salt ekonomik, kültürel veya toplumsal parametrelerle, bazen de benzer kombinasyonlar aracılığıyla oluşturduğu mekanlar, melezleşmeye açık kimliklerini ifşa ederek, karşılıklı etkileşim sürecinin katalizörü olma rolünü üstlenirler. Bu bağlamda, melezleşme spekülasyonu, ‘seçici müşterek kavramını sürekli sorgulayan’ yeni bir durumu temsil etmektedir.
80
Ĺ&#x17E;ekil 5.6 - 5.7
81
Ĺ&#x17E;ekil 5.8
82
Şekil 5.9
7. Sonuç ve Değerlendirme Çalışma, Fenerbahçe semtinde yer alan bir dizi fiziksel öğeden yola çıkarak, alanın zaman içinde oluşturmuş olduğu öncül alt kimlikleri ve bu alt kimliklerin, homojenize bir ifadesi olarak beliren, tek kimliklilik durumunu sorunsallaştırmıştır. Mekanların kendi dillerini ve ifadelerini oluşturma süreçlerini açıklarken; mevcut ‘mekansal müşterek’ tanımının yetersiz kaldığı ve ortaklaşma, paylaşma benzeri eylemleri ön plana alan bir bakışın yetersiz kaldığı düşünülmüştür. Çalışmada üretilen ‘seçici müşterek’ kavramı’, müşterek kavramıyla beraber ele alınmış ve alanda salt müştereklerin ya da seçici müştereklerin varlığı yerine iki kavramın bir arada var olduğu bir melezleşme spekülasyonu önerilmiştir. Melezleşme spekülasyonu, alanı tek
83
seferde kavrayan bütüncül bir resim olmak yerine, süregelmekte olan bir sürecin, çok aktörlü deformasyonunu tarifler. Rijit bir kimlik inşası oluşturduğu gözlenen ve keskin sosyoekonomik belirteçler vasıtasıyla, alanda görünür ve görünmez sınırlar çizen mekanların, varlıklarını kolektif olma olasılığını da içinde barındıran, dönüşen bir ihtiyaç programıyla sürdürebilecek olmaları, çalışmada, olumlu bir girdi olarak değerlendirilmiştir. Bu doğrultuda, alanda yeni seçici müşterekler ve yeni müşterekler tanımlanmasına ve nitelikli kesişme-çakışma alanları oluşmasına olanak veren bir ihtiyaç programına ek olarak, dönüştürülebilir fiziksel ekler ve bazı mekanların süreçteki deformasyonuna ilişkin öngörüler sunulmuştur.
84
KAYNAKÇA Bourdieu, Pierre , 2005. Hukukun Gücü: Yasal Alanın Sosyolojisine Doğru, Çev.: Sibel Demir, Kalan Yayınları, Ankara. Bourdieu, Pierre, 2006. Karşı Ateşler, Çev.: Halime Yücel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Delanda, M., 1999. Extensive Borderlines and Intensive Borderlines, Cruz, T., Boddington, A., Architecture of the Borderlands, AD, John Wiley and Sons Harvey, David, 2005. The Political Economy of Public Space Low, S. and Smith, The Politics of Public Space, Routledge, New York. Harvey, David, (2015). Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, Çev.: Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, İstanbul. Hür, Ayşe, 1994. “Fenerbahçe”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.3, Kültür Bakanlığı / Tarih Vakfı , s.283-285. Marshall, Gordon. 1999. Sosyoloji Sözlüğü, Çev.: Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara. Marx, Karl, 1967. Kapital C:1, Çev: Mehmet Selik, Yordam Kitap Yayınevi Meiss, Pierre Von, 1994. Elements of Architecture: From Form to Place, E & FN Spon, London. Norberg-Schultz, Christian, 1971. Existance, Space and Architecture, Praeger, New York. Swartz, David L., 2013. Symbolic Power, Politics, and Intellectuals: The Political Sociology of Pierre Bourdieu, The University of Chicago Press, Chicago.
AyĹ&#x;e Dede
ayseded@gmail.com