ÖZEL YAKACIK BALKANLAR KOLEJİ BİLİM-FEN VE TEKNOLOJİ KULÜBÜ GAZETESİ NİSAN 2011 Sayı 5
Fikirler anlamsız, mantıksız, boş sözlerle dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır Aynı şekilde sosyal hayat akıl ve mantıktan uzak, faydasız, zararlı ve birtakım inançlar ve geleneklerle dolu olursa felce uğrar.
EDİTÖRDEN… Bu ay sizlerle haberimiz olmayan, oldukça eski bir haber ile hem de hepimiz için çok önemli ve gurur verici bir haber ile merhaba diyoruz…
VOLITAN Türkiye için süper bir şey oldu. Moral olsun diye söylemiyoruz; gerçekten süper bir şey: Aramızdan biri çıktı ve dünyanın en sivri, en garip, en özgür zekalarının katıldığı bir yarışmada birinci seçildi. Bu öyle bir yarışma ki para ödülü bile vermiyorlar. Çünkü hayallere para biçmiyorlar. O yarışmada insanlar birbirleriyle devil, birbirlerinin hayalleriyle yarışıyor. Aklına esenlerle... Uykusunu kaçıranlarla... Düşünde gördükleriyle ve düşünü gerçekleştirenlerle...
Bu yılın 100 küsur milletten "düş birincisi" ODTÜ Öğretim Üyesi Dr. Hakan Gürsu... Gürsu önce bir tekne düşledi. Öyle bir tekne ki yakıtı olmadan da gitsin. Yelkeni olsun ama rüzgar esmediğinde bile yüzsün Gürsu düşlediği bu tekneyi gerçekten yaptı. Hem de o kadar eşsizini yaptı ki dünyanın bütün diğer özgür zekaları hayran kaldı. Gürsu'ya 13 Ekim'de New York'ta Uluslararası Tasarım Ödülü'nü (IDA 2007) verdiler. Üstelik iki dalda. Hem deniz araçları hem de tüm ulaşım araçları dalında... Yani 1438 projenin içinde iki kez birinci! Hatta birincilerin birincisi... Çünkü bu yarışma "kazananların", daha önce birincilik almış tasarımların müsabakası... Bu kadarla da bitmiyor. Asıl sorun başka. Ne olduğunu şimdi siz de tahmin etmişsinizdir ama bakın o sorunu Hakan Gürsu nasıl anlattı... Volitan" adı nereden aklınıza geldi? "Volitan" Latince "hızlı yol alan" demek. Bir de bizim Akdeniz sahillerinde görülen bir uçarbalığın adı... Bu balığın çok saygılı duyulacak bir performansı var. 200 metre falan suyun üzerinde gidiyor. Balığı da, kelimenin anlamını da çok sevdik. "Xmr21" gibi bir isim yerine "Volitan" dedik. Ayrıca uluslararası yarışmalarda menşeinizi belirtecek her şeyden de kaçınıyorsunuz. Bunu hem etik açıdan yapıyorsunuz hem de stratejik...
Bu ödülü kazanan Zaha Hadid dışında başka bir Müslüman var mıydı? Literatürü bildiğim kadarıyla -ki takip ettiğim bir literatürdür- başka yok. Bir de biz.
Tesadüf mü yoksa Müslüman ya da Ortadoğulu olmak gerçekten ciddi bir engel mi? Kesinlikle engel. Bu bize bazı yarışmalarda off the record söylendi de. "Katılmayın, size ödül vermezler" dediler. Biz buna "handikap puanı" diyoruz. Yani birinci torbadan değil, üçüncü torbadan geliyorsunuz. O yüzden de mükemmelin mükemmelini yapmanız gerekiyor.
Bize Doğu Avrupalı dediler" En mükemmeli yapmak böyle bir önyargıyı kırmaktan daha mı kolaydır? Neredeyse... Bakın size çok ilginç bir şey anlatacağım: ABD'de çok saygın, önemsenen bir internet sitesi var: Pure Contemporary Behind the Curtain. Orada çok etkili bir kadın yazar var: Diane Burley. Bu hanım bizim tasarımlarımız hakkında daha biz ödül almadan önce bir makale yazmış, "Bu ekibe dikkat, bunlar bir şey yapacak" diye... Ama asıl önemlisi şu: Bizi tanıtırken "Ortadoğu" dememiş de "Doğu Avrupa" demiş. Çok şaşırdım. Kendimi hiç Doğu Avrupalı gibi düşünmemiştim ama onlar beni orada görmüş.
Sizce niye? O ürünleri Ortadoğu'ya yedirmek istemiyorlar. Belli kalitede bir ürün yaparsanız "Bu Ortadoğu değil, olsa olsa Doğu Avrupa'dır" diyorlar. Ve bir şekilde sizi Avrupalı diye kodluyorlar. Bir Türk ve Müslüman için Avrupalı dedirttiğinize göre demek ki gerçekten zor iş başarmışsınız.
Valla bu ödül için "Tasarımın Oscar'ı" diyorlar. Tabii ödülü alanın böyle bir şeyi söylemesi çok zor ama ben bir aydır birçok kişiden "Orhan Pamuk'un Nobel'inden sonraki en büyük ödül" sözünü duydum.
Bu ödülü aldığınızı kaç kişi biliyor? Çok da bilinmiyor. Komşularınız biliyor mu? Galiba onlar biliyor. "Bir teşekkür bile yok" Köşk? Siyaset? Herhangi bir kutlama? Hiç! Yok öyle bir şey! Bir tek Deniz Kuvvetleri'nden gelip tebrik ettiler, projeyi incelediler ve benden bir brifing istediler. Dünya farkında mı? Olmaz mı! Daha da farkında olacaklar çünkü bu yarışmada ödül yerine sizin bir yıllık tanıtımınızı üstleniyorlar. En saygın
müzelerde Volitan sergilenecek; 100 bin tirajlı bir kitap basılıp dünyaya dağıtılacak. Ama bizde bir teşekkür bile yok Volitan nasıl bir tekne? - Volitan'ın en üstün özelliği çok çevreci olması. Hiçbir petrol ürünü yakıt kullanmıyor, asla karbondioksit atığı üretmiyor. - Herhangi bir limana girip yakıt almasına gerek olmadığı için Volitan'la hiç durmadan dünya turu yapabilirsiniz. - İçme suyu almanıza gerek yok çünkü tekne bir yandan giderken bir yandan deniz suyunu tatlı suya çeviriyor. - Volitan sonuçta bir yelkenli ama rüzgar esmediğinde de gidiyor. Çünkü üzerindeki o iki katı yelken aynı anda iki işe yarıyor: Rüzgar varsa yelken vazifesi görüp tekneyi yüzdürüyor. Rüzgar yoksa da tekneyi güneş götürüyor. Güneşle tekne gider mi? Volitan gidiyor. Çünkü teknede güneş enerjisiyle çalışan iki adet elektrikli motor var. Güneş varken o tepedeki iki panel sayesinde şarj oluyor ve rüzgar çıkmasa da, güneş batsa da tekneyi götürüyor. Hemen belirtelim motorun aküsü de öyle kurşun pil falan değil; o da çevreci, yani jel akü. - Volitan'ın hareket kabiliyeti inanılmaz. Olduğu yerde nokta dönüşü yapabilen ilk deniz aracı. - Volitan bir de kapanabiliyor... Üstte paneller, altta kanatları falan görünce "Ben geldim, boşaltın bu limanı" havasına hiç bakmayın çünkü sudaki kanatlarını teknenin altına toplayıp, yukarıdaki panellerini de tek parça yapabiliyor - Çevreciliğin kurallarından biri de dayanıklı tüketim malı yapmak: Volitan'ın ömrü 80 yıl. - Volitan keyfine düşkün. 12 kişinin çok rahat yaşayabileceği, lüks yat kıvamında konfora sahip. - Volitan'ın tek eksiği pek romantik bir havasının olmaması... "Mehtaplı bir gecede Burgaz açıklarında demirleme" hissi vermiyor. Ama zaten ABD'liler de "2040'ın teknesi" diyorlar Volitan için.
BAĞIRSAK ENFEKSİYONU Yaz mevsiminin gelmesiyle bağırsak enfeksiyonlarında da bir artış görülüyor. Hemen her zaman ishal, çoğu zaman kusma, zaman zaman da ateş ile kendini gösteren bağırsak enfeksiyonlarına tıp dilinde akut gastroenterit adı verilmektedir. Nedenleri Yaz mevsiminde, başta karasinek olmak üzere haşerelerin artması, sıcağın mikrop üremesi üzerinde etkili olması, kanalizasyon ve içme suyu gibi altyapıların yetersizliği, yüzme amacıyla girilen deniz ve göl gibi ortamların temiz olmaması, tatil amacıyla büyük bir nüfusun altyapısı olmayan köy, kasaba gibi yerlere gitmesi bu hastalıkların daha sık görülmesine neden oluyor. Hastalığa, bakteriler, virüsler, parazitler, mikropların toksinleri, zehirli gıdalar ve sindirim sistemi alerjileri neden olabilir. Belirtileri Hastalığa neden olan etkenin gücüne ve alınan miktara göre değişen belirtiler olabilir. Bazen şiddetli karın ağrısı, kusma ve ishal ile başlarken bazen hafif karın ağrısı ve ishal olabilir. Mide iç zarının etkilendiği durumlarla mikroplara ait toksinlerin yoğun olduğu hallerde bulantı ve kusma görülebilir. Bağırsaktaki tahrişin şiddetli olduğu durumlarda, dışkı ile birlikte sümük ve kan da olabilir. Mikroplar bağırsaklardan vücuda girmişlerse, ateş yükselmesi de görülebilir. Kusma ve ishal ile çok miktarda sıvı kaybedilmiş ve bu sıvı ile tuzların eksiklikleri giderilmemişse, böbrek yetersizliği ve şok gibi hayati önemi olan tablolar ortaya çıkabilir.
Tedavi Hastaların belirtilerini ortadan kaldırmak gerekli olmakla birlikte, sıvı ve elektrolit adı verilen tuz benzeri maddeleri tamamlamak daha da önemlidir. Bu amaçla, hemen tüm eczanelerde paketler halinde satılan tuz ve şeker karışımları ile hazırlanan eriyikler, maden sodası, tuzlu ayran, çay gibi sıvıları vermek yararlı olacaktır. Kusmanın çok olduğu durumlarda ağızdan bir şey vermek mümkün olamayacağı için, damardan serum şeklinde sıvı ve mineral verilmesi gerekir. Bu arada kusmayı durdurucu tedavi de uygulanır. Özellikle toksinlere bağlı olan ishallerde, bir süre için ishalin devam etmesine izin vermek, bağırsaktaki toksinlerden bir an önce kurtulmak açısından yararlı olmaktadır. Hastalık etkenlerinin vücuda girerek ya da bağırsak çeperine yerleşerek ürediklerinin düşünülmesi halinde antibiyotikler kullanılabilir. Alınan önlemlere rağmen ciddiyetini koruyan bağırsak enfeksiyonu hallerinde, en kısa zamanda tıbbi yardım sağlanmalıdır. Bol egzersiz ve az kırmızı et, kalın bağırsakta kanser riskini azaltıyor Kalın bağırsak kanseri riskini azaltmanın, insanın kendi elinde olduğu ve bazı tedbirlerle bu riskin azaltıldığı belirtildi. ABD’de Harward Üniversitesi Kanser Araştırma Merkezi Müdürü Dr. Graham Colditz, bol egzersiz, sıkı doktor kontrolü ve kırmızı eti azaltmanın kanserin yenilmesinde önemli rol oynadığını belirtti. Colditz, özellikle 50 yaşından sonra mutlaka düzenli olarak doktor kontrolünden geçilmesi ve folik asit ihtiva eden vitaminlerin alınması gerektiğini vurguladı. Fiziksel aktivitenin azalmasının kalın bağırsak kanseri riskini artırdığını kaydeden Colditz, aktivitenin artırılmasının, kanser riskini yüzde 50 oranında azalttığını ifade etti. Harward Üniversitesi Kanser Araştırma Merkezi Müdürü Dr. Colditz, günde 30 dakika yürüyüş ve egzersiz yapmanın, sadece kalın bağırsak kanseri riskini değil, aynı zamanda kalp ve şeker hastalıkları riskini de azalttığını hatırlattı. İncebağırsakta iltihap İnce bağırsakta meydana gelen iltihap, hastada karın ağrısı ve
ishale yol açar. Tedaviye yardımcı olmak maksadıyla aşağıdaki formüller uygulanabilir. 4 bardak suya; 2 tane enginar konur. 15 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Günde 3 kere, birer kahve fincanı içilir. 4 bardak suya; 3 tutam hatmi çiçeği konur. Kaynatılıp, süzülür. Lavman yapılır. 4 bardak suya; 1 avuç sinirli yaprak otu konur. 10 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Günde 2 kere, birer su bardağı içilir. 2 bardak suya; 1 çay bardağı pirinç konur. Su, yarıya ininceye kadar kaynatılıp, süzülür. Pirinçlerin üzerine, suda pişirilmiş 4 dilim ayva konur. Hepsi birlikte yenir. Ayrıca, her sabah 1 kahve kaşığı kuru çay içmek; hıyar, portakal, greyfurt, erik, üzüm veya domates yemek de çok faydalıdır. Yuvada iltihap riski Okul öncesinde büyük yararları olan yuvalarda, çocukların dikkat edilmediği takdirde iltihap riskiyle karşı karşıya bulundukları bildirildi. İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü Sosyal Pediatri Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Fatma Oğuz, yuvalarda karşılaşılan enfeksiyonlara karşı dikkatli olmak gerektiğini belirterek, ’’Yuva çocukları çok sık iltihap alıyorlar. Bu nedenle temizlik ve beslenmelerine çok dikkat edilmeli ve aşıları tamam olmalı’’ dedi. Prof. Dr. Oğuz, yuvalarda enfeksiyonların oral, solunum, temas veya kan olmak üzere dört yolla bulaştığını vurgulayarak, kan yoluyla bulaşan hastalıklara yuva çocuklarında ender rastlandığını bildirdi. Prof. Dr. Oğuz, oral yolla bağırsak parazitleri ve Hepatit A, solunum yoluyla suçiçeği, kızamık, kabakulak, difteri ve tüberküloz gibi hastalıkların bulaştığına dikkat çekerek, bu hastalıkların çoğundan aşıyla korunulabileceğini kaydetti. Kreş çocuklarının enfeksiyona yakalanmalarının, otokontrollerinin gelişmemiş ve çevreyle temaslarının çok sık olmasından kaynaklandığını anlatan Prof. Dr. Oğuz, ’’İshal en sık bulaşan, en
riskli enfeksiyonlardan biri. Bu konuda temizlik çok önemli. Bir bakıcı, bir çocuğun altını değiştirdikten sonra ellerini çok iyi sabunlamalı ve asla mutfağa girmemeli’’ şeklinde konuştu. Çocukların sağlığa uygunluk güvenliği için, tek başlarına tuvalete gönderilmemeleri gerektiğini belirten Prof. Dr. Oğuz, ’’Kurallar, duvarlarda öğretmenler için yazılı, çocuklar için de resimlenerek asılmalı’’ dedi. Aşı önemli Prof. Dr. Fatma Oğuz, çocukları enfeksiyonlardan korumak için aşı yaptırılması gerektiğini ifade ederek, menenjit ve tüberküloz gibi hastalıkların bulaşmasını önlemek için aşının şart olduğunu kaydetti. Kreş öğretmenlerinin çalışmaya başlamadan önce sağlık taramasından geçirilmesinin önemine işaret eden Prof. Dr. Oğuz, sözlerini şöyle sürdürdü: ’’Yalnızca çocukların aşılanması da yeterli değil. Oradaki bütün bakıcıların ve tüm öğretmenlerin de aşılarının tamam olması lazım. Çünkü çocuklarla çok sıkı temasta bulunuyorlar. Onlardaki her enfeksiyon, çocuklar için bir risk. Bulaştırıcılık rolü oynuyorlar. Temizlik kurallarına dikkat etmedikleri takdirde, kendileri enfeksiyon almasa bile bir çocuktan başka bir çocuğa rahatlıkla bulaştırabiliyorlar. Bu nedenle hasta olmadıklarını kanıtlamaları lazım. Yuvalardaki temizlik kuralları ile yöneticiler de, bir kurum tarafından denetlenmeli.’’ Yuvalardaki çocuklara el yıkama alışkanlığının da mutlaka kazandırılması gerektiğini anlatan Prof. Dr. Oğuz, şunları kaydetti: ’’Araştırmalarda, sadece el yıkamanın bile çoğu enfeksiyonların bulaşımını engellediği görülmüş. Çocuğa el yıkama alışkanlığını aşılayın El yıkama süresi 3 dakika olmalı. Bu süreyi, çocuğa şarkı öğreterek tutturabilirsiniz.’’
İnsan beyninin %85 'i sudur. İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir. Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzu dolduracak kadar tükürük salgılar Yetişkin bir insan günde ortalama 23.000 kez nefes alır. İnsanlar yaşamları boyunca altı filin ağırlığına eşit miktarda yiyecek tüketiyorlar İnsan vücudu bir saniyede iki milyon kırmızı kan hücresi üretir. Aynı parmak izi gibi, her insanın dil izi de farklıdır Ortalama bir insan yılda 1.460 'ın üzerinde rüya görür Vücudumuzdaki kemiklerin dörtte biri ayaklarımızda bulunur Salatalık bir sebze değil, meyvedir Dracula, tarih boyunca sinemaya en fazla uyarlanan hikâyedir Gülmek için 17 adaleye (kas) ihtiyaç vardır. Surat asmak için ise 43 adaleye ihtiyaç vardır.
İnsanlar vücutlarında 300 adet kemikle doğuyorlar; ama yetişkin olduklarında bu sayı 206 'ya düşüyor
ARILARIN BAL PETEKLERİ NİÇİN ALTIGENDİR? Arılar doğanın gerçekten usta mimarlarıdırlar. Kesiti düzgün altıgenler oluşturan prizma şeklindeki petek gözlerinin dipleri bir piramit oluşturarak sona ererler. Kovanlardaki şekliyle dik duran her petekte, petek gözleri yatayla sabit bir açı yapacak şekilde inşa edilirler. Her bir gözün derinliği 3 santimetre, duvar kalınlığı ise milimetrenin yüzde beşi kadardır. Bu kadar ince duvar kalınlığına rağmen altıgen yapı nedeniyle büyük bir direnç kazanırlar ve arıların depoladıkları kilolarca balı rahatlıkla taşıyabilirler. Arıların petek gözlerini kusursuz bir şekilde altıgen yapmalarının başka sebepleri de vardır. Eğer beşgen, sekizgen veya daire şekillerini seçselerdi bitişik gözler arasında boşluklar kalacak, işçi arılar fazla mesai yaparak ve daha fazla balmumu harcayarak bu boşlukları doldurmak zorunda kalacaklardı. Gerçi üçgen veya kare yapsalardı bu boşluklar olmayacaktı ama altıgenin bir başka özelliği daha vardır. Alanları aynı olan üçgen, kare ve altıgen şekillerden toplam kenar uzunluğu en az olanı altıgendir. Yani aynı miktarda balmumu ile daha çok altıgen odacığın kenarı çevrilebilir. Aslında matematiğin, geometrinin ve simetrinin en kusursuz örnekleri sadece bal peteklerinde değil doğanın her yerinde görülebilir. Ancak bizler günlük hayatın hayhuyu içinde bu mükemmelliğin farkına varamayız. Kar taneciklerinin hepsi birbirlerinden farklı altıgen şekilleri, tohumların dizilişlerindeki spiraller, mineral kristallerindeki geometrik yapılar ve değişmez açılar, tavus kuşunun kuyruğundaki lekeler, sümüklü böceğin kabuğu, örümcek ağları, tüm bunlar görünümü olarak kusursuz
olmalarına karşın müthiş bir matematik düzen de gösterirler. Papatyanın ortasındaki sağ spirallerin sayısının 21, sol spirallerin ise 34 olması, Himalaya çamının kozalaklarındaki pulların aynı şekilde 5 sağ, 8 sol spiral oluşturması, karaçam kozalaklarında ve ananas meyvesinde ise 8 sağ, 13 sol spiral bulunması tesadüf değildir elbette. Leonardo Fibonacci (1170-1250) isimli büyük matematik ustası ta o yıllarda, her sayının kendinden önce gelen iki sayının toplamı olduğu bir dizi geliştirdi; l, l, 2, 3, 5. 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, . Dikkat ederseniz yukarıda verilen sağ, sol spiral sayıları, bu dizide artarda yer alan sayılardır. Bu dizinin ilginç bir yanı da on ikinci terimden yani 144”den sonraki ardışık sayıların birbirlerine oranlarının (233/144 = 377/233 = 610/377) 1,61803 olması, 5. Sayı ile 12. Sayı arasındaki oranların da bu sayıya çok yakın olmalarıdır. 15. Yüzyılın ikinci yarısında yaşamış matematikçi Pacial Luca tabiatta daima kenarları arasında 1,618 oranı bulunan bir dikdörtgen bulunduğunu, hatta insan vücudunun da bu oranda yaratıldığını ileri sürüyor, mahkeme tarafından yakılma tehlikesine karşı da Leonardo da Vinci”nin çizimlerini göstererek meydan okuyordu. Zamanın heykeltraşlanın heykellerinde de bu oranı kullandıklarını belirtmeleri üzerine bu oran “Tanrısal Oran” olarak da anılmaya başlandı.
EDİTÖRDEN… BU BÖLÜMÜN TAMAMI OKULUMUZ 4-B SINIFI ÖĞRENCİLERİNDEN CENGİZHAN NARİÇ TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR. TEŞEKKÜRLER CENGİZHAN…
1911 yılında Adana'da dünyaya gelen Mustafa İnan liseyi yine aynı ilde yatılı olarak okumuş ve 1931 yılında birincilikle bitirmiştir. Kayıt yaptırdığı Fen Fakültesinden, Üniversite hocası olma niyetiyle kaydını geri alarak, Mühendis Mektebine (şimdiki İTÜ) kayıt için başvuran Mustafa İnan, yapılan giriş sınavında birinci olarak Mühendis Mektebine girmiştir.
PROF.DR. MUSTAFA İNAN Mühendislik Mektebini de birinci olarak bitiren ve doktorasını İsviçre'de, Zürih üniversitesinde yapan Mustafa İnan, orada kalması için yapılan teklifi redderek Türkiye'ye dönmüş ve 1941 yılında Yüksek Mühendis Mektebinde Teknik Mekanik ve Mukavemet Muallim Muavinliği'ne tayin edilmiştir. Yapı Statiği konusunda önemli çalışmalarıyla tanınan Ernest Chwalla 'Einführüng in die Baustatik' (Yapı Statiğine Giriş) adlı 1954 yılında yayımladığı kitabında 'Rijit Düğüm Noktalarındaki Gerilmelerin Optik Yöntemlerle Ölçülmesi' konusunu incelerken, sık
sık Mustafa İnan'ın doktora çalışmasını ve 1943 yılında aynı konuda Mustafa İnan'ın yayımladığı raporu referans olarak göstermiştir. Doktorası sırasında ilgilenmeye başladığı Fotoelastisite konusunda araştırma yapmış ilk Türk bilim insanı olan Mustafa İnan, 'Kayma Merkezi' başlıklı ilk makalesini 1943 yılında yayımlamıştır. 1944 yılında Yüksek Mühendislik Mektebi'nin isminin İstanbul Teknik Üniversitesi olarak değiştirilmesi üzerine doçentliğe getirilen Mustafa İnan bir yıl sonra da Profesörlüğe atanmıştır. Tatbiki Mekanik dersi o zamanların ana mühendislik konusu olduğu için inşaat fakültesi öğrencilerinin yanı sıra makine, maden ve elektrik fakültesinin öğrencilerine de ders vermiştir. 1954-1957 yılları arasında İTÜ’de İnşaat Fakültesi Dekanlığı görevini yürütmüş olan Mustafa İnan, 1957-1959 yılları arasında ise aynı üniversitenin rektörlük görevini sürdürmüştür. 1959-1964 yılları arasında, ilk yapay uyduların fırlatıldığı sıralarda “Suni Peyklerin Yörünge Hesaplarına Dair Bazı Sonuçlar” isimli makalesiyle başlayarak, toplam 11 adet makale yayımlayan Mustafa İnan, 1961 yılında “Taşıma Matrisi” (Carryover Matrix) kavramını “Elastomekanikte İntikal Matrisi” isimli makalesiyle tanımlayarak dünyada taşıma matrisi probleminde çalışma yapan ilk bilim adamlarından olmuştur. Mustafa İnan bu konuda İnşaat Fakültesinde dersler vermiş, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde konferanslarla bu konuyu tanıtmıştır. 1963-1967 yılları arasında TÜBİTAK Bilim Kurulu Üyesi olarak görev yapan İnan,1967 yılında bir süre de TÜBİTAK Başkanı olarak görev almıştır. Mustafa İnan’ın 1965 yılında yazdığı ve ilk baskısı 1967 yılında yapılan “Cisimlerin Mukavemeti” isimli eseri zamanının en kapsamlı eserlerinden biridir. Mustafa İnan’ın “Elasto-Mekanik’te Başlangıç Değerleri Metodu ve Taşıma Matrisi”, “Elastik Çubukların Genel teorisi” ve “Düzlemde Elastisite” isimli üç eseri daha bulunmaktadır. İlkokul sıralarından başlayarak edebiyatla yakında ilgilenen, küçük yaştan itibaren Divan Edebiyatı şairlerinin şiirlerini ezberleyen Mustafa İnan, başta Türkçe olmak üzere Farsça, Musevice,
Yunanca, Arapça kelimeler ve anlamları üzerine de çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmaları kapsamında “Dil ve Matematik” isimli bir Makale de kaleme almış olan Mustafa İnan, bilimsel makalelerinin ve seminerlerinin dışında Kızılderililerden Arya-Daharma'ya, Düşünme Sanatına kadar birçok konuyla ilgilenmiş, bunlar hakkında yazılar yazmış, seminerler vermiştir. 5 Ağustos 1967 tarihinde vefat eden Prof. Dr. Mustafa İnan’a 1971 yılında TÜBİTAK Hizmet Ödülü verilmiştir. “
Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Oppenheimer gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binaları başkası yapsın, büyük barajlarda başkası çalışsın. Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa siz de Leonardo Da Vinci gibi 'Kuvvet nedir?' diye merak ediyorsanız buyurun sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim. Çünkü bazılarına göre 'Kuvvet' para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın olur mu çocuklar? Kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın olur mu çocuklar?
”
—Prof. Dr. Mustafa İnan,
AMERİKAN BİZONU (BUFALO) Amerika bizonu (Bison bison), boynuzlugiller (Bovidae) familyasının sığırlar (Bovinae) alt familyasında yer alan bir türdür. Kuzey Amerika'nın en büyük kara memelisi olan Amerikan bizonu, dünyanın da en büyük vahşi büyükbaş hayvanlarından biridir.
Bu canlının iki alt türünden orman bizonu (Bison bison bison), daha büyük cüssesi ve hörgücünün hem daha uzun, hem de görece köşeli olmasıyla ayrılır. Diğer alt tür olan çayır bizonu (Bison bison athabasacae) ise daha küçük cüsseli ve yuvarlak hörgüçlüdür. Orman bizonunu, cüsse büyüklüğü itibarıyla, yalnızca her ikisi de esasen Hindistan'da bulunan dev Bos gaurus ve vahşi su bufalosu geçer. Amerikan bizonu, her iki alt türü de dikkate alındığında, ABD ve Kanada'nın Büyük Çayırlar (Great Plains) bölgesinde, Kanada'nın iyice kuzeyindeki Büyük Slave Gölü'nden (Great Slave Lake)
güneyde Meksika'ya ve doğu Oregon'dan neredeyse Atlas Okyanusu'na kadar olan bir alanda izlenebilmiş devasa sürüler halinde yaşamıştır.
Amerikan bizonu sıklıkla "Amerikan bufalosu" ya da yalnızca "bufalo" olarak da bilinir ama su bufalosu ya da Afrika bufalosu ile ancak uzak akrabadır.
ARDIÇ KUŞU VE ARDIÇ AĞACI
Ankara’da işim uzamıştı. İstanbul’a dönüş için aldığım biletimi değiştirmem gerekiyordu. Öğle arasında Sıhhiye’deki otobüs yazıhanesine gidip biletimi erteletmek için acele ediyordum. Kalabalıkta koşarken, çarpıştık O YAŞLI ADAMLA... Sendeledi; elindeki büyük sepette bulunan tahta kaşık, maşalar yola saçıldı... Sanırım Belediye zabıtasından kaçıyordu. Heyecanlanmış, rengi solmuş, nefes nefese kalmıştı. Sakinleşmesi için koluna girip yol kenarındaki banka oturmasını sağladım. Savrulan kaşık ve maşaları toplayıp ben de yanına oturdum. Sepetten dağılanları yerine dizip, bir yandan da: “Bırakmıyor şu belediye zabıtaları üç kuruş para kazanalım. Eve katkımız olsun” diyerek söyleniyordu. Tahta kaşıkları sepete koyarken, yardım etmek istedim. “Dur hele, şimşir ve ardıç olanları diğerlerine karıştırma !” diyerek bana engel oldu. Hepsi tahta kaşık işte, ne fark eder ?” “Olur, mu beyim? Şimşir ve ardıç ile ıhlamur, gürgen bir olur mu?” “ Bilmem... Görsem ağaçlarını bile tanımam herhalde. Ne fark var aralarında ?” “Ardıç, şimşir sert ağaçtır. Kolay bırakmaz kendini, işleyesin. Zordur ardıçtan kaşık çıkarmak. Ama evlâdiyeliktir, senelerce kullanırsın. Ihlamur, gürgen ise yumuşaktır, kolay işlersin ama çabuk yumuşar, dayanmaz. Sivas’ın Hafik ilçesinde çiftçilik yaparken sağlık sorunları nedeniyle kızının yanına Ankara’ya yerleşmiş. Evin geçimine katkısı olsun diye, kaşık ve maşa yapıp işportada satıyormuş.
Ardıç ağacının zor bulunduğundan yakındı. Elindeki maşayı eliyle okşayarak, “Ardıç kuşu ağacını terk etti. Bir araya gelmeleri, çok zor artık.” dedi. Anlamamış gözlerle bakmış olacağım ki, açıklama yapma ihtiyacı duydu: “Beyim, ardıç kuşunu bilmez çoğumuz... Ardıç ağacı, yabanidir. Öyle tohumundan üretemezsin, Çeliklemeyle de olmaz... Ağacın üremesi; meyvelerinin ardıç kuşu tarafından yenilip, pisliği ile atılmasına bağlı. Ağacın tohumu, ancak o zaman filizlenebilir hale gelir...” “Yani bu kuş olmazsa ardıç ağacı üreyemiyor, öyle mi?” “Evet, aynen öyle! Bunlar biri birine mahkûm sevdalılardı.” “Peki, sonra ne oldu, kuşlar mı azaldı?” “ Kuşlar azalmadı, hatta çoğaldılar bile. Ama şehirler büyüdükçe çöplükleri de büyüdü. Kuşlar ardıcın meyvelerini yemektense çöplükten beslenmenin daha kolay olduğunu keşfettiler.” “Ardıç kuşu ağacını unuttu, şimdi, kentlerin, kasabaların çöplüklerinde yaşıyorlar. Ardıç ağaçları ise kayboluyor gözümüzün önünden.“ “Herkes ardıç kuşu gibi; zahmet çekmektense kolay geçinmenin, kolay yaşamanın yolunu arıyor, ardına bakmıyor. Bu yüzden şehirleri seçiyorlar. Biraz paran olsun, emek vermeden yaşayıp, geçip gitmek mümkün bu şehirde.” “Ne var bunda, şehirler hep böyle ?” Sustu bir süre. Kafasını sağa sola sallayıp kendi kendine söylendi: “Sevgi yok beyim, şehirde sevgi yok !” Bir süre daha konuşmadan oturduk, o bankta. Ardıç ağacından yapılmış bir çift kaşık satın almak istedim. Gazete kâğıdına sarıp uzattı. Söylediği fiyattan fazla para vermek istedim, ederinden fazlasını almadı. İpini omzuna atıp, sepeti kucakladı. Helâlleştik...
Ağır adımlarla yürüyerek şehrin kalabalığında gözden kayboldu...
İLGİNÇ SORULAR… CEVAPLARI BİR SONRAKİ SAYIMIZDA
1. Ali Baba’nın bir çiftliği varmış… Hayvanlarının ikisi dışında hepsi tavukmuş, ikisi dışında hepsi inekmiş, ikisi dışında hepsi koyunmuş. Ali Baba’nın çiftliğinde kaç hayvan vardır? 2. Doktoruz size 3 hap verir ve bunları yarımşar saat arayla almanızı tavsiye ederse, ilaçların tamamını bitirmeniz ne kadar sürer? 3. Bazı aylar 30, bazıları 31 gün çeker, kaç ayda 28 gün vardır? 4. Aklınızdan bir sayı tutun! Bu sayıya ondan bir sonraki sayıyı ekleyin! Sonuca 15 ilave edin. Çıkan sayıyı ikiye bölüp sonuçtan, ilk başta tuttuğunuz sayıyı çıkarın! Kalan daima 8’dir. Peki, ama nasıl? 5. Büyük bir tencereye 1 yumurta koyuyorum ve 5 dakikada pişiyor, 5 yumurta koydum ve bu yumurtalar kaç dakikada pişer. VEEEEEEEEEEEE İŞTE SON SORUMUZ: Japonya’da saygın bir firmada yönetim, işe girmek isteyenlere bir soru sormuş ve soruya en uygun cevabı veren kişiyi de işe almışlar işin ilginç tarafı sorunun doğru ya da yanlış cevabının olmaması. İşte soru : Yağmur bulutları apaçık şiddetli bir fırtınanın geleceğini işaret ediyor. Karanlık yağmurlu bir gece, şimşekler çakıyor, gök gürlüyor, tam bir fırtına ve siz arabanızla gece 02.00 de yoldasınız. Genellikle tek başınıza yolculuk yapıyorsunuz ve o gecede öyle yaparak ıssız bir yola girdiniz. Arabanız iki kişilik ve ileride bir otobüs durağı var ve işte o yağmurlu ve fırtınalı gecede otobüs durağına yaklaştıkça 3 kişinin beklemekte olduğunu farkettiniz. Bir tanesi Doktor, geçmişte kalp krizi geçirdiğinizde hayatinizi kurtarmış. Diğeri çok yaşlı hasta ve neredeyse ölmek üzere olan bir adam.3. kişi ise yıllardır hayalini kurduğunuz
tanışmak istediğiniz birisi… Hava gittikçe kötüleşiyor ve arabanızda sadece bir kişilik yer var. Böyle bir durumda siz olsanız ne yapardınız? Hemen cevap vermeyin biraz düşünün.
DUYGU GÜVENİR GEZMİŞ FEN VE TEKNOLOJİ ÖĞRETMENİ
UTKU KARADENİZ BİLİM-FEN VE TEK. KULÜP BAŞKANI