2
3
4
5
6
7
8
9
SÖYLENMEMİŞLER...
D
ünyada edinilmeyecek bir bilgi yok. Öyle güçlü bir bilgi ağına ve ondan daha da güçlü ve yüklü bir insanlık tarihine sahibiz. Dolayısıyla özellikle böyle bir çağda insanlara sizin ilgi çekici bir hikâyeniz olduğu konusunda ikna etmeniz biraz daha uzun sürebilir. Benim anlatacak pek çok hikâyem var; ama bu, kesinlikle onlardan biri değil. Çünkü bu bir hikâye değil. Öyle bir yer ve insan topluluğu düşünün ki, bugüne değin bildiklerinizi yerinden sarsabilecek kadar sıra dışı anlayışlar ve inançlar üzerine hayatlarını kurmuş ve esrarlarını –benim gibi çok az insan dışında- korumuş olsun. ünyada günümüzde bile üzerinde tam olarak nerede olduğunun tespit edilemediği esrarengiz bir ada bulunmakta. Bu adada bir zamanlar Zbliwski (‘Ziblivşki’ diye okunur) diye anılan, ama bazılarının Zpriwski diye de telaffuz ettiği, bir topluluk yaşamaktaydı. Zbliwskilerin öğünleri sadece iki yemekten oluşmaktaydı: muz ve balık. Adada binlerce muz ağacı bulunmaktaydı ve her gün adanın yakınlarında balık avı yapılırdı. Muzları bazen ateşte pişirip yerlerdi (günümüzde “kızarmış muz” olarak bilinen tatlının buradan çıktığını anlamışsınızdır) Zbliwskilerin her yemekten önce yaptığı bir ritüel vardı. Bu ritüelde herkes birbirinin elinden tutar ve “büyük babamız Zbwliski’ye” (isim aslen buradan gelmektedir) isimli ilahîyi söylerdi. Perşembeler kutsal kabul edilirdi; çünkü –tanrıları- Zbliwski Perşembe günü doğmuştu. Bazı özel günler vardı: 28 Şubat. Zbliwski’nin ölüm günü. 6 Mart. Zbliwski’nin ilk öpüşmesi. 17 Temmuz. Zbliwski’nin ilk cinsel ilişkisi. 30 Temmuz. Zbliwski’nin yüzmeyi öğrendiği gün… Bunun gibi daha pek çok özel gün. Aslına bakarsanız Zbliwski’nin yaptığı her şey özeldi, dolayısıyla yılın hemen her günü Zbliwski’ye dair minnetin farklı şekiller ve gerekçelerle ifadesi bulunmaktaydı. Bu arada, Zbliwski halkı sadece su içerdi. bliwski halkının en önemli özelliklerinden biri bulundukları adadaki ağaç kabuklarına, yapraklara, mağaralara ve bunlar gibi hemen her yere gördükleri bütün olağanüstü olayları aktarmış olmalarıdır. İşte bunların bazı örnekleri:
D
Z
10
ize Zbliwski topluluğunun başından geçen önemli bir günü S anlatayım en iyisi: Bir gün dehşet bir yağmur yağıyormuş. Zbliwskiler böyle yağmurlu havalara pek alışkın olmadıkla-
rından bu duruma bir hayli ürkerek yaklaşmışlar. Bütün Zbliwskiler büyük bir mağaraya saklanmış. İçlerinden yağmurun kesilmesi için dua ediyorlarmış. Neden sonra mağaranın bir köşesinde bir eşek görmüşler! Tabii böylesi bir rastlantının bir hayal ürünü olabileceğini düşündüklerinden eşeğin korku kaynaklı bir halüsinasyon olduğunu, ünlü masalsı bir tek boynuzlu at olabileceğini düşünmüşler. Ne de olsa eşek epey uzaktaymış. Ama eşek gittikçe onlara yaklaşmış. Zbliwski halkı bu eşeği nedense çok sevmiş, hatta kısa sürede benimsemiş; eşeğe adeta onların birer parçasıymış gibi bir yaklaşım geliştirmişler. Hatta o kadar çok sevmişler ki, merkezinde eşeğin olduğu bir oyun tasarlamışlar: Zbliwskilerden bazıları eşeği ön ayaklarından, bir kısmı da arka ayaklarından tutup zıt yönlere doğru çekmeye başlamışlar. Oyunun amacı eşekten yaklaşık 10 saniye içinde bir kişneme sesi duymakmış. Eşek kişnerse ön ayaklarından tutanlar galip geliyor, kişnemezse arka ayaklarından tutanlar galip geliyormuş. Bu oyuna ‘eşekovski’ adını koymuşlar (bunun orijinal ‘uzun eşek’ oyununun çıkış noktası olduğunu belirtmem son derece gereksiz olsa da yine de yazayım dedim). Eşek de Zbliwski halkını çok sevdiğinden saatlerce boyunca güçlü bir tepki vermeden Zbliwski halkının onu “çekiştirmesi” üzerinden icat edilen oyunlarına dahil olmuş, bu oyun vesilesiyle tarihin önemli bir ayağına kendi ayaklarıyla katkıda bulunuyor olmanın –bilinçaltı düzeyinde de olsa- bilgisiyle, sanki besin değeri en yüksek bitkilerden oluşan bir cennetteymişçesine mutlu hissediyormuş. Zbliwski halkı da korkularını oyun süresince tamamen unutmuş, zaten bu mutluluğu gören güneş de onların mutluluklarına tebessüm ile eşlik etmek adına çok geçmeden yeniden belirmiş. ize önemli bir Zbliwski gününü anlatmak istedim ve anlattım. Zbliwski halkının günümüzde kullanılan daha nice oyunda, icatta, gelenekte, batıl inançta ve inançta etkili olduğunu siz de elbette zamanla daha iyi anlayacaksınız – o yüzden endişelenmeyin ve bir Zbliwski yolculuğunun tadını çıkarın.
S
Deniz ATAY
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
BİR SİNEFİLDEN NOTLAR
Son dönemde oldukça popülerleşen çizgi roman filmleri sinemadaki bu yükselişinin ardından bu sene tam bir patlama yaptı diyebiliriz. Her an, her yerden büyük veya küçük bütçeli bir süper kahraman filmi karşımıza çıkıyor artık. Birçok kişinin “Ah keşke yapılmasaydı” diyebileceği Green Lantern veya Ghost Rider serisi gibi birçok örneği bulunsa da son dönemde oldukça başarılı filmlerle (mesela The Dark Knight serisi gibi bir efsane ile) karşımıza çıkan bu tür günümüzde sinema dünyası için bir vazgeçilmez haline geldi. Tarihin belki de en geek yılının sonuna yaklaşırken ise türün en özgün ve en iyi örneklerden biri karşımızda: Doctor Strange. Bu film bana göre Marvel’in sadece en iyi görselliğe sahip filmi olmakla kalmayıp en doyurucu sinema tecrübesi yaşatan filmiydi de. Film, hikayesi bakımından herhangi bir Marvel filmi izleyenlere tanıdık gelecektir belki ancak felsefesiyle tüm Marvel filmlerinden ayrılıyor. Klasik bir süper kahraman başlangıç hikayesi gibi başlayan Doctor Strange; zaman, mekan, ruh, disiplin, büyüler, astral seyahat, ışınlanma ve sonsuz evren gibi farklı konuları işleyerek sinemasal malzemesi çok, fantastik ve mistik gücü yüksek, aksiyonu oldukça doyurucu müthiş bir evren yaratıyor. Bunun yanında da Doctor Strange’in ve ona eşlik eden hatta zaman zaman ondan rol çalan pelerininin büyük oranda üstlendiği mizahi unsurla da ekstra eğlenceli bir hal kazanıyor. Filmde alanının en iyisi olduğu kadar kibirli ve ukala da olan doktorumuz Stephen Strange’i; son dönemde her yerde görmeye alışkın olduğumuz (ki benim bu konuda bir şikayetim yok) Benedict Cumberbatch canlandırıyor. Öncelikle kendisinin en az Robert Downey Jr.’ın Iron Man’i kadar nokta atışı bir tercih olduğunu belirtmem gerek. Cumberbatch yine kendisini izlemeye alışkın olduğumuz türden bir karakteri hayata getirirken farklı karizmasının da yardımıyla oldukça başarılı bir Dr. Strange portresi ortaya çıkarmış, açıkçası ben daha iyisini düşünemezdim. Ancak onun müthiş Dr. Strange performansına rağmen filmde herkesten rol çalmayı başarıp yıldızlaşan kişi Doctor Strange’in akıl hocası diyebileceğimiz Ancient One’dı ki filmle ilgili en çok tartışma yaratan karakter de oydu çünkü çizgi romanlarda erkek olarak gördüğümüz Ancient One filmde bir kadın tarafından canlandırılacaktı. Herkesin aklında ise “bu değişimin sonucu nasıl olacak?”
24
sorusu vardı. Peki ya Ancient One böyle olmuş mu olmamış mı? Bence olmuş, hem de çok iyi olmuş, hatta daha iyi de olamazmış. Ancient One’ı filmde benim zaten çok sevdiğim Tilda Swinton canlandırdı ve net olarak söyleyebilirim ki başka bir kadın oyuncudan daha iyi bir performans gelmesi düşünülemezdi. Tilda her zamanki gibi burada da muazzamdı, karakter bir anda favorim olmuştu. Hatta bir ara “Keşke hepimizin böyle bir akıl hocası olsa” diye bile düşündüm. Bu arada filme etkili bir kötü adam olarak da Uzakdoğu savaşçılarını andıran karizmasıyla Mads Mikkelsen eklemiş ve karakterler arasında harika bir dinamik oluşmuştu. Sonuç olarak büyü sahneleriyle Harry Potter’a, müthiş görselliği ile Inception’a, seçilmiş kişi olgusuyla Matrix’e ve son bölümünde aksiyon ile mizahın birleştiği döngüsüyle de Edge of Tomorrow’a selam çakan Doctor Strange son yılların en özgün işlerinden birisi bence. Artık anlamışsınızdır ki, ben filmi çok sevdim. Aşırı karizmatik karakterlere, içi dolu bir hikayeye, güzel müziklere, harika kurguya, müthiş aksiyon sekanslarına ve benzersiz görselliğe sahip olan bu filmi benzerliklerle dolu sinema dünyasında farklılık nasıl yaratılır görmek isterseniz izleyin derim. Ama filmi izlemeye başlamadan önce de bilge kişimiz Ancient One’ın şu sözünü dikkate alın tabii ki. “Bildiğinizi düşündüğünüz her şeyi unutun.” SESİL YERSU UNCU
25
26
27
Eren Aydemir
POŞETLENMİŞ HAYATLAR*
Poşet bir varoluş çabasıdır. Başlı başına bir felsefi disiplindir. Sasyolojinin dayanağı ve koruyucusudur.
‘’Poşetlerinden arındırılmış bir toplum damarları kopmuş bir file benzer. ‘’ izzet Altınmeşe
Fevkalade Dandik Siyah Bakkal Poşeti
Siyah gizdir. İçinin görünmesi istenmeyendir siyah poşet. Çeşitli şeyler taşınabilir içerisinde elbette fakat içinden genellikle camın birbirine vuruş sesi gelir bu poşetlerin. Evet, bira şişesi bunlar. Kadrolu sokak sarhoşlarının resmi poşetine merhaba deyin. Bu insanlar siyah poşetsiz çıplak hissederler. Siyah poşetin kanser yaptığı şeklinde tıbbi bir rivayet de mevcuttur. Bazen güneşin doğmasına yakın vakitlerde zayıf ve mutsuz bir adamın elinde rastlanılabilir bu poşete. Bu kişi içinde kıyafet veya ekmek arası bir şeyler bulunan siyah poşetiyle ilçesinin kendisi gibi zayıf ve mutsuz işçileri tarafından mesken haline getirilmiş bir köşesine gitmeye koyulur. Bu köşeler düşük ücretle çalışan işçilerin buluşma noktasıdır. Bir kamyonet bu köşeye usulca yanaşır ve zayıf ve mutsuz adamların kas güçleri bir günlüğüne kiralanmış olur. Yani bir başka deyişle emek ticaretinin simgesidir siyah poşet, evine ekmek götürmek için kas gücünü satanların da gayrı resmi poşetidir.
‘’Poşet, işçilerin afyonudur.’’ Karl Marx
Giyim Markalı Poşet
Kuvvetle muhtemel beden dersi olan öğrencinin kıyafetlerini ve spor ayakkabısını koyduğu poşettir bu. Yetişkin bir kadının elinde türlü türlü amaçlara hizmet edebilir. Şayet bu poşet yaşlı bir kadının elindeyse büyük bir ihtimalle örgü işi vardır içerisinde. Bu poşetler birgün belki lazım olur diye genellikle atılmaz. Kullanışlı olarak addedilir. Pratikliğinin yanında üzerindeki marka ile hava atma imkanı da sağlar. Bu poşete toplum tarafından verilen değer üzerindeki markanın ürünlerinin pahasına bağlıdır. Anlayacağınız toplumun her kesimine hitap eder bu poşet türü. Çünkü herkes bir yerlerden giyecek satın almak zorundadır.
Dandik Kere Dandik Beyaz Bakkal Poşeti
İçindeki genellikle alelade bir şeydir. Giz barındırmaz. Çoğunlukla
28
ekmek ya da meşrubat taşımak için kullanılır. Alt tabakanın bile saklamayıp atacağı türden lanet bir poşettir bu. Bir fakirlik simgesidir. Herhangi bir öğrenci bunun içine beden dersi kıyafetlerini koyup okula getiriyorsa o öğrencinin evinde giyim markalı poşet yok demektir. Bahsi geçen öğrenci arkadaşları tarafından finansal açıdan yoksul bir ailenin ferdi olarak kodlanır. Bu poşet toplumun alt tabakasının ve geleneksel bakkal kültürünün dayanağı ve temsilcisidir.
Şık Kumaş Poşet
Bu poşetlere kıymet verilir. Bir kitabevine veya herhangi bir pahalı mağazaya ait olabilir. Naylondan kumaşa, alt tabakadan orta sınıfa terfidir. İçindeki şey inanılmaz özel değildir belki ama, az çok kıymetli bir şeydir. Lazım olur ki bu diye bu poşetler atılmaz, bunlar için evde ayrılmış bir çekmece ya da dolap bile mevcuttur.
Süpermarket Logolu Poşet
Toplumun fakir sayılabilecek kısmı bunu BİM ya da A101 poşeti olarak bilir ve benimser. Ama fakir mahallelerden orta tabakanın arttığı mahallere geçilirse BİM’ler A101’ler, Migroslar’a ya da Tansaşlar’a dönüşebilir. Bunlar bakkalcılık mesleğinin yavaş yavaş kaybolduğunu bildiren poşetlerdir. Metropolleşmenin, globalizmin ve toplu üretimin simgesidir. Tek hamlede açılamayışlarıyla ünlüdür bu poşetler. Antrenmanlı bir kasiyer saniyenin yüzde onu bir sürede başparmağını hafif yalayarak açabilir bu poşeti. Fakat tecrübesiz bir bünye, katlı poşeti açmak için yaklaşık kırk beş(45) saniye uğraşmak zorunda kalabilir. Anneler tarafından alışveriş kasasında alınan ürünler poşetlenirken 1 yerine 7-8 tane alınır bunlardan. Tek nedeni vardır bu davranışın, bu poşetler beleştir. Adeta aile ekonomisini zedeleyen bir alışveriş fişine karşı alınan hızlı bir intikamdır; oracıkta, sessiz sakin. Lakin bu poşetler logoları kadar sağlam yaratılışlı değillerdir. Fazla fazla doldurulunca, bir yağ tenekesinin o hain sivri uçlarından birinin de istemli temasıyla apansız yırtılırlar. Bu poşetlere güven olmaz. Nitekim metropollere de güven olmaz.
‘’Gün gelecek ve açamadığım her bir poşet için bana lanet edeceksiniz.’’ Adolf Silahlıpoda
*Merhaba Beecomics okuru! Okumuş olduğun dergideki ilk yazımdı. Sevgiler!
29
30
31
Beş Yaşımdan Beri
Geriye dönüp baktığımda her şeyin başladığı yer 2000 yılı gibi geliyor. Talihsiz bir gece uyanışından itibaren her anı anımsıyorum. Hatta bu anıları sınıflandırıp dolaplarına bile koymuş durumdayım. Hepimiz öyleyiz. Duygularımız çocukluğumuz zamanında cipslerden çıkan ya da çıkmasını umduğumuz bedava paketler gibi . Bir bedel ödeyip kazandığımız duyguların sonucu bazen siyah bazen de beyaz bir dolabın kapağını aralıyor. Adalet ve eşitlikle ilgili yazacak bir konumda değilim ama birkaç cümleyle bende neden renklerin dengesiz olduğunu açıklayabilirim. Her seçimin bedelleri vardır ve ödersiniz bu birinci ayaktır. İyi ya da kötü sonuçlarını kabullenirsiniz. İkinci ayakta ise sizin yapmadığınız seçimlerin bedellerini ödersiniz. Sebebi tanrı ya da hiç iradenizle alakası olmayan bir şey olabilir. Genel olarak ikinci ayak daha zorludur. Birincisin de kendi pirincimizin taşını ayıklarken , ikincisinde pişmiş pilavın başına otururuz. Ağzımıza gelen taşın hangi ovadan geldiğini de bilmeyiz. Ayrıca tahminimce adil ve eşit olması da bizim için çok lezzetli olmazdı . Çoğu zaman rastgele olması , dengesiz olması iyidir hatta. Kaosun içinden çıkan başarı , zorluğun içinden çıkan fikir, kafa karışıklığından çıkan daha beter kafa karışıklığı … Merak edip bir sonraki kapıyı
32
aralarken içinizde oluşan saf duygu umutken , içinden babayı aldığınızda size “Bir daha kapı açarsam...” Cümlesini kurdurtan korku ve bıkkınlıktır. Korkularınızı yenip açtığınız bir sonra ki kapıdan “nah” sesi duyduğunuzda oluşan hissin adına da pişmanlık deniyor sanırım. Şimdi başından beri bu yazıyı okurken “Ne diyor lan bu değişik?” diye kapıldığınız fikriyatın adını ben koyamam. Zaten son beş-altı cümleden beri koyup koymamak arasında gidip geliyorum. Yazının sonucuyla alakalı bir beklentiniz de varsa, olmasın . Henüz yirmi yaşımdayım. Sonunu okumadığım bir kitabın eleştirisini yapacak halim yok . Şunu söylemekte sakınca görmüyorum lakin , şu ana kadar okuduğum güldürüyor. Bazen harbiden , bazen de ağlanacak halimize .
Nurullah KILIC
33
34
35