Hakan Reyhan - Doğunun Büyük Devrimcileri

Page 1

DOĞUNUN BÜYÜK DEVRİMCİ LERİ MOLLANUR VAHİD OV

-

SULTAN GALİYEV

H a k a n Re yh a n


DOĞUNUN BÜYÜK DEVRİMCİLERİ M O L LA N U R V A H İD O V VE SU LTA N GALİYEV

Y ıld ızlı, h ila lli, k alp a k lı " U lusal D evrim ci G üçler B irliği"

Hakan REYHAN

A nkara 2010


ISB N : 9 7 8 -9 7 5 -9 0 0 7 -3 0 -0 © Alter Yay. Rek. Org. Tic. Ltd. Şti. YAZAR

: Hakan REYHAN

1. B A S K I

: 1.000 Adet

K İT A B IN ADI: Doğunun Büyük Devrimcileri Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev

İSTEME ADRESİ: Alter Yay. Rek. Org.Tic. Ltd.Şti 1.Cd. E lif Sk. No:7/165 İskitler / ANKARA Sertifika No: 11483 www.alteryayincilik.com alter@alteryayincilik.com Baskı

Kapak Basım Tarihi

:Yosun Ofset Mat. San. Ltd. Şti Kâzımkarabekir cad. 41/23 0312 342 11 94 İskitler-Ankara Sertifika No: 15728 : Muhammed ÇİÇEK : Haziran 2010


İÇİNDEKİLER BİRİNCİ KISIM TAKDİM

3

ULUSAL SOL DÜŞÜNCENİN ÖNCÜSÜ SULTAN GALİYEV’İN ANLAMI

13 13

SULTAN GALİYEV’İN ÖNEMİ

18

SULTAN GALİYEV ARAŞTIRMALARI

23

SULTAN GALİYEV’İN TARİHİ

26

MİLLİYETÇİ-DEVRİMCİLİKTEN SOSYALİZME

34

ÖNDER VAHİDOV’DAN SONRA GALİYEV

37

GALİYEVCİLERİN TATAR-BAŞKURT DEVLETİ PROJESİ

42

SULTAN GALİYEV VE ‘ ULUSAL SORUN’’

52

BAKU DOĞU HALKLARI KURULTAYI

53

SULTAN GALİYEVİNBOLŞEVİK PARTİ’DEN TASFİYESİ SULTAN GALİYEV’İN TUTUKLANMASI VE İDAMI

70 85

SULTAN GALİYEV’İN SİYASAL DÜŞÜNCESİ TURAN SOSYALİZMİ VE DOĞU DEVRİMİ

90 94

MAZLUMLARIN BİRLEŞME TEORİSİ: GALİYEVCİLİK MUSTAFA GALİYEV

KEMAL,

MUSTAFA

SUPHİ

VE

SULTAN

SONUÇ EK

98 104 106 109

İKİNCİ KISIM RUSYA MÜSLÜMANLARI - EKİM DEVRİMİ

131

TEMEL YAKLAŞIM

131

RUSYA SÖMÜRGECİLİĞİ. MÜSLÜMANLAR VE TATARLAR

137

İGNATEV MİSYONU VE GORÇAKOV DEKLERASYONU

145

RUSYA MÜSLÜMANLARI İÇİNDE TATAR FARKLILIĞI

150

CEDİTÇİLİK VE MÜSLÜMAN SOSYALİSTLER RUSYA’DAKİ SOSYALİST HAREKETLERİN

153

KARAKTERİSTİĞİ

160

RUSYA SOSYAL DEMOKRAT İŞÇİ PARTİSİ’NİN KURULUŞU 1905 DEVRİMİNİN OLUŞUMU VE SONUÇLAR ŞUBAT DEVRİMİ: 1917

164 166 172

III


BOLŞEVİK EKİM DEVRİMİ VE SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KURULMASI DEVRİM HAREKETLERİ İÇERİSİNDE TÜRK-MÜSLÜMAN

175

ÖRGÜTLENMELERİ R U SYA ’DA TÜRK/MÜSLÜMAN SOSYALİST ÖRGÜTLENME

179

BOLŞEVİK DEVRİMİ, SOVYET İKTİDARI VE MÜSLÜMANLAR

195

LENİN-STALİN ÇATIŞMASININ “ULUSAL SORUN" BOYUT­ LARI

197 ÜÇÜNCÜ KISIM

GALİYEVCİ DÜŞÜNCENİN ÖNCÜSÜ MOLLANUR VAHİDOV

205

MOLLANUR VAHİDOV KİMDİR?

211

SAĞCI "MÜSLÜMAN KOMİTESİMVE VAHİDOV

214

MÜSLÜMAN SOSYALİSTLER KOMİTESİ'NİN KURULUŞU KIZIL BAYRAK DOĞUYOR!

215 220

MOLLANUR VAHİDOV VE MUSTAFA SUPHİ

222

MÜSLÜMAN SOSYALİSTLER KOMİTESİ ÇALIŞMALARI MOLLANUR VAHİDOV MÜSLÜMAN KOMİSERLİĞİ'NİN

224

BAŞINDA

229

İÇ SAVAŞTA DİRENEN MOLLANUR VE HAZİN SONU

234

MOLLANUR VAHİDOV’UN SİYASAL DÜŞÜNCESİ

238

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

245

EKLER

247

MOLLANUR VAHİDOV'UN TERCÜML-İ HALİ

247

DOĞUNUN BÜYÜK DEVRİMCİSİ:

253

"MOLLANUR VAHİDOV YOLDAŞ1*

268

MİLLİ İHTİYAÇLAR UYDURMA DEĞİLDİR

268

DÖRDÜNCÜ KISIM GALİYEVCİLİĞİN GÜNÜMÜZDEKİ ANLAMI “ULUSAL DEVRİMCİ GÜÇLER BİRLİĞİ"

273

EK l: ATTİLÂ ILHAN’IN YORUMU: “YILDIZ, HİLÂL VK KALPAK”. EK 2: ULUSAL DERGİSİNİN ULUSAL SOL BİLDİRGESİ

318 323

KAYNAKÇA RESİMLER

325 334

IV


Büyük mütefekkir Attilâ İlhan’ın aziz hatırasına...



TAKDİM “...Toprağı, suyu çekip alsa tamam, servetini çekip alsa olabilir, hatta canını alsa da olabilir... Ah insanın aklını, düşüncesini çekip almayı hangi kaba yürek keşfetmiş? Ah Allahım, var olduğun gerçek ise, böyle bir zulmü insana nasıl verdin? Yeryüzünde başka felaket az mıydı? ” Cengiz Aytmatov

Yaklaşık on beş yılı buluyor; Berlin duvarı yıkılmış, Sovyetler Birliği sistemi henüz dağılma sürecinde. Gazeteler­ de, dergilerde, kitaplarda ardı ardına “sosyalizm öldü!” manşetleri, yazıları, söyleşileri... O zamana kadar tek kelime yazmamış akademisyenlerin Sovyetler ile ilgili “siyasi çözüm lem eleri... Yıllar yılı sola bakışı “ortanın solu, Mosko­ va yolu” düzeyinde kalan sağcı siyasetçilerin “biz dememiş miydik?” böbürlenmeleri ve her nasılsa siyaset bilimi literatürüne bir “modası geçmiş ideolojiler” kategorisi yerleş­ tirip sosyalizm ideolojisini de o kategorinin ilk ve tek üyesi haline getirmeleri (hala da tektir onlara göre)... Elbette, söylemeye gerek yok (bütün bu değerlendirmeler kim için?) artık önlerine büyük bir pazarın açıldığını düşünen büyük kapitalistlerimizin, ellerini ovuşturarak, Avrasya’daki “dili bir, dini bir, kültürü bir” kardeşlerine şimdiye kadar içerisinde bulunduktan sosyalizm “ayıplarını” örtecek bilgi, tecrübe, girişim ve yüksek iş bitiricilik meziyetlerini taşıma gayretle­ r i!... Bütün bunlar Sovyet sisteminin dağılma sürecinde Ozalcı Türkiye’nin hali ahvaliydi. Sözün kısası, ülkemizde öteden beri imajı zaten pek parlak olmayan sosyalizm düşüncesi o dönemde tam anlamıyla yerin dibine batırılıyordu. Tabii, bu dönemin şöyle bir olumlu tarafı da oldu: Eskiden olsa, özellikle 12 Eylül darbesinin hemen

3


öncesi ve sonrasında, sosyalizmle ilgilenen kişilere şüpheli gözlerle bakılır; sosyalist olduğunu söyleyebilen yürekli vatandaşlara ise her türlü maddi, manevi eziyet reva görülürdü. Yukarıda bahsettiğim şekliyle, Sovyetlerin dağılmasından sonrasındaki yaratılan psikolojik havayla birlikte ise, soysalizmle ilgilenen kişilere “ilgilenecek başka bir şey bulamamış avare” gözüyle, sosyalist olanlara da öfkeyle değil de acıma duygusuyla yaklaşılır oldu. Yani Türk halkının geleneksel mazlumdan yana tavır alma hasletlerinden bir dönem soysalistler de yararlandı. Şaka bir yana, Sovyetler Birliği’nin dağıl­ ma süreciyle birlikte, sosyalistler üzerindeki Sovyet denetimi (hatta sansürü bile diyebiliriz) ve artık tehdit unsuru olarak görülmedikleri için polis gözetimi de kalktığından sosyalizm araştırmaları daha nesnel ve daha özgür bir ortamda yapılır oldu. Bu süreçte, daha önce ortodoks Marksistler tarafından aforoz edilmiş olan özgürlükçü, demokratik ve milliyetçi sosyalistlerin de yayınları birer birer yayımlandı; Sovyet sistemine yönelik sosyalistçe özeleştiriler yüreklice dillen­ dirildi, yazılara döküldü. Ekim devriminin gerçek önderleri Leninler, Troçkiler, Zinoviyevler, Buharinler... Stalinist tarih yazımının tahakkümünden soyutlanarak sağlıklı bir şekilde değerlendirilmek üzere yeniden ele alındı. Tabular yıkılınca gerçekler dikilmeye başladı. Tabii bütün bu yazdıklarımdan Sovyet sisteminin yıkılmasının ne kadar iyi olduğunu anlat­ maya çalıştığım sanılmasın. “Doğu Bloku” (çok yanlış bir tanımlamadır aslında) olarak adlandırılan sistemin/birliğin dağılması sadece bunlara vesile oldu. Birlik dağılmadan yıllar önce Sovyet yöneticileri, kendi ülkelerindeki ve dünyadaki sosyalistler arasında sağlıklı bir özeleştiri mekanizması, özgür bir tartışma ortamı inşa edebilmiş olsalardı Sovyetler Birliği varlığını muhafaza edebilirdi zaten. ***

4


Doksanlı yılların başlarıydı, üniversiteye yeni başlamış­ tım. Sosyalizmi, daha önceki “ütopik sosyalist” ideallerimi saymazsak, yeni yeni keşfediyordum. O yıl zihnimi meşgul eden temel siyasi mesele (zaten siyaset bilimi öğrencisiydim) farklı gibi gösterilen iki düşüncenin, milliyetçilik ve soysalizmin, birbirlerinin alternatifi gibi algılanmalarının ne kadar doğru olduğuydu. “Kapitalizme ve emperyalizme karşıysak sosyalist ve milliyetçi olmak zorunda değil miyiz?” gibi naif sorulara genç dimağımda cevaplar arıyor, iki düşünceyi birlikte değerlendiren zaten çok sınırlı kitaplardan henüz yoksun olduğum için bazı temel milliyetçi ve sosyalist kitapları (öyle sandığım) inceleyerek çıkarım yapmaya çalışıyordum. O sıralarda, yukarıda bahsettiğim türden, ABD merkezli “soysalizm karşıtı yoğun propaganda yazılarıyla” (bu propagan­ daların içten içe milliyetçilik/ulusalcılık karşıtlığını da barındırdıklarını daha sonra anlayacaktım) her tarafa yayılan “elveda sosyalizm” öyküleriyle karşılaştım. Sovyetler Birliği’nin enkazı üzerinde yankılanan kapitalizmin zafer çığlıkları, şimdiye kadar Moskova’yı kıblesi olarak görmüş, oradan başka beslenecek kaynak bulamayan çoğu sosyalist aydını da büyük bir hayal kırıklığına ve umutsuzluğa sevk etmişti. Ben ise, “modası geçmiş ideolojilerle beyhude uğraşma” diye beynime yerleştirilmeye çalışılan virüslere rağmen daha yeni keşfetmeye başladığım bir düşüncenin derinliklerine inme arzumdan kolay kolay vazgeçmek niyetinde değildim. Üstelik kafamdaki onca soruyu da henüz netliğe kavuşturmadan. An­ cak, nereden başlamak, nasıl bir yol izlemek, nasıl bir yöntem­ le işe koyulmak gerekti? İşte tam o dönemde, hem sosyalizmin ölüsünü gömme hazırlıktan içerisine giren kapitalist liberallere hem de zaten o zamana kadar Stalinist faşizmi sosyalizm sandıkları için hayatları hep yanılgılarla ve yenilgilerle geçtiği gibi, gerçek

5


sosyalistleri de karalayan (Sovyetlerin işgalciliğini eleştirdiği için Türkiye’deki Stalinist solcular tarafından topa tutulan, adeta tecrit edilen özgürlükçü demokrat ve milliyetçi soysalist Mehmet Ali Aybar’ı hatırlayınız!) ve onları da zan altında bırakan yılgın Marksistlere şimşek gibi cevap veren bir kitapla karşılaştım. Yazarı Attilâ İlhan olan kitabın sırf adı bile kurşun gibiydi: “Sosyalizm Asıl Şimdi!” İşte on sekiz yaşımda satır satır okuduğum bu kitap bana (ve elbette daha nicelerine) araştırma şevki ve umudu vermiş, ilk ışığı, ilk yolu göstermişti. Daha da önemlisi, sosyalizm konusunu ciddi bir şekilde araştırmaya başladığımda beynimi kemiren ilk soruyu da (sosyalizm ve milliyetçilik ilişkisi) net bir şekilde çözüme ulaştıracak kişiyi de tanıttı bana. Bu kişi, büyük Tatar/Türk devrimcisi Sultan Galiyev’di. O’nun temel çizgisini oluştur­ duğu yolu takip ederek, Sovyetler Birliği’nin çöküş nedenlerini de sağlıklı bir şekilde tahlil etmek, sömürgecilik ve milliyet­ çilik kuramlarını incelemek, kapitalist dünya sistemini (sömür­ geler sistemini de katığımız için) eksiksiz çözümlemek, Turan sosyalizmi fikrini geliştirmek ve bu çerçevede Avrasya coğraf­ yasında yeni birlikçi düşünceler ortaya atmak, ulusal sol düşünce sistematiğini kurgulamak vs...gibi özgün tezleri, elbette sınırlı sayıdaki kişilerle, tartışmamız mümkün oldu. İşte elinizdeki bu kitap da bu arayışların sonucu olarak o dönemden bu yana aslında bir ölçüde zihnimde yazılmaktaydı. Bu yüzden belki binlerce sayfalık bir kitap olacaktı, ancak bu arada -zaten bir elin parmakları kadar olan -başka araştırmacılar- yeni çalışmalar ortaya koyarak benim kitabı epey incelttiler. Elinizdeki kitap bir ölçüde bana kalan özgün bölümlerdir. Ancak, bu kadar zamandır bu konularda fikir yürüten, yazılar yazan, dergiler çıkaran birisi olarak; bu kitapta diğer araştırmacılardan farklı bir biçimde Galiyevci hareket ışığında güncel, teorik, siyasi bir tahlil yapıyor ve bu çalışma 6


doğrultusunda dünya ölçeğinde bir ulusal devrimci birlik önerisi de getiriyor ve tartışmaya açıyorum. Hayati bir öneme sahip olduğunu düşündüğüm bu tartışma sürecine bilgi ve fikir sahibi herkesin katılmasını bekliyorum. Elinizdeki kitabın en temel özelliklerinden birisi de şimdiye kadar hiç yayımlanmamış bir kitaptan yola çıkarak, hiç bilinmeyen bir devrimci şahsiyetin tarihsel önemini belirtmek ve ona hak ettiği payeyi vermektir. Sultan Galiyev’i, on beş yıl önce hemen hiç kimse bilmezdi, şimdi bilmeyen yok bu ismi. Ama onun teorize ettiği hareketi tam olarak kavra­ yabilmek, hatta Galiyev’i tam olarak anlayabilmek için bir devrimci ismin de artık aydınlığa kavuşturulması gerekti ki, bu isim Sultan Galiyev’in teorik ve pratik önderi olan Mollanur Vahidov idi. ** *

“Doğunun Büyük Devrimcileri: Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev”. Bu kitabın ismi boşuna böyle değil; Tatar/Türk halklarının Ekim devrimi sürecindeki eylem ve etkinlikleri açısından çok önemlidir “Doğunun Büyük Devrim­ cisi” ûnvanı. Her babayiğidin harcı değildir, bu ûnvanı almak. Hem teorik hem de pratik olarak sosyalist devrim için tam bir sosyalist kararlılıkla ve bilinçle çalışmış olmak yetmez, ayrıca Müslüman Türk halklarının ulusal kurtuluş ülküsünü de bu büyük devrim ülküsünün bir parçası olarak benimsemiş olmak gerek bu ûnvana layık olabilmek için. Tatar komünistleri bu ûnvanı önce Mollanur Vahidov’a sonra Galiyev’e verdiler. Galiyev’e, Merkez Komitesi üyeleriyle (özellikle Stalin ile) Doğu meselesi ve ulusal sorun konusunda anlaşamadığı için tecrit edildiği ve hapse atıldığı bir zamanda bu ûnvan verildi. Tatar devrimcileri bu tavırlarıyla Galiyev’in yanında olduk­ larını da göstermiş oluyorlardı.

7


Elinizdeki kitap, Doğu’nun bu iki büyük devrimcisini, Ekim Devrimi sürecinde Bolşevik hareket içerisindeki çalış­ maları, idealleri ve öngörüleriyle birlikte değerlendirmek ve etkileri/mirası günümüze kadar uzanan siyasal düşünce yapılarını çözümlemek amacıyla yazılmıştır. Bu çerçevede “Mazlumlar Enternasyonali” idealinin günümüzdeki versiyonu diyebileceğim “Ulusal Devrimci Güçler Birliği” tasarımının olabilirlik düzeyi de, özellikle Türkiye’deki siyasi düşün­ celer/hareketler (kökenleriyle birlikte) ve dünyadaki yeni devrimsel gelişmeler ışığında (Güney Amerika mesela), Galiyevcilik, ulusal solculuk, Avrasyacılık tartışmalarının da katkısıyla belirlenmeye çalışılmaktadır. Kitabın, Sultan Galiyev’in siyasal düşüncesinin kökenlerini kavrayabilmemize ve hemen hemen hiç bilinmeyen Mollanur Vahidov’u da ilk defa hem hayatı, hem siyasi düşüncesi, hem de bıraktığı etkiler bakımından tanıyabilmemize katkı sağlayacağını düşünü­ yorum. ***

Kitap; aralarında anlamsal bağlantılar olmakla birlikte her birinin kendi içerisinde bütünlük taşıdığı dört ana kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım, Sultan Galiyev’i; ikinci kısım, Ekim devrimini ve bu devrim içindeki Türk Müslüman halklarıyla onların farklı sosyalizm ülkülerini; üçüncü kısım hiç yayımlanmamış belgelerin ışığında Mollanur Vahidov’u ve son kısım da bütün bu tarihsel/teorik zemin üzerinde taslağını oluşturmaya çalıştığım “ulusal devrimci güçler birliği” tasa­ rımını anlatıyor. Kısımlar kronolojik sıraya göre değil, anlam­ sal ve metodolojik sıraya göre dizildiği için birinci kısımda Mollanur Vahidov değil, Sultan Galiyev ele alınmaktadır. Kitaba Mollanur Vahıdov’dan daha sonra Müslüman sosyalist hareketin önderi olmuş olan Sultan Galiyev ile başla­

8


mak, kronolojik tarihsel dizilişe uymadığı için Galiyevci düşünce tarzını ve hareketini bilmeyenlere yadırgatıcı gelebilir. Ancak, bı; konuları az çok bilen, Asya Türk halklarının Ekim devrimiyle birlikte yürüyen kurtuluş ve aydınlanma hareketini inceleyen, o dönem içerisinde Bolşevik harekete kendi ulusla­ rının ulusal özgünlükleri ve değerleri ile birlikte katılarak insaniyet mücadelesi veren sosyalist, komünist milliyetçilerin, kendilerine has bir şekilde geliştirdikleri teorik, pratik ve stratejik projeleri takip eden ve bunların üzerine kurulmuş Galiyevci siyasal düşünceyi özümseyen kişiler kitaba böyle başlamakta abes bir durum görmeyecekleri gibi, diyalektik/tümdengelimci metodolojiyi benimsemişlerse bunu bir zaruret olarak kabul ederler. Zira, okuyanlar hemen anlaya­ caklar, Mollanur Vahidov’un önderliğiyle başlayan ve Sultan Galiyev’in önderliğinde kemale eren Galiyevci siyasal düşünce ve siyasal strateji, bu harekete katılanlar arasında öylesine bir tutarlılık, tamamlayıcılık, bütünsellik taşımaktadır ki, bu Gali­ yevci stratejileri reel politik gelişmeler öylesine doğrulamıştır ki; farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda, farklı örgütlerle bu hareket içerisine katılan veya bu doğrultuda düşünce geliştiren devrimciler sanki tek bir beyinden ve kalpten süzülerek çık­ mışçasına ortak bir “fikir havuzu” oluşturmuşlardır. Yani, aslında bu kitaba Tataristanlı Sultan Galiyev ile değil de mesela Türkiyeli Mustafa Suphi, Kazakistanlı Turar Ruskılov’la ya da AzerbaycanlI Neriman Nerimanov ile başlamak da mümkündü. Ancak, hareketi sembolleştiren, teoriyi en son haline getiren ve bu doğrultuda “Galiyevcilik” diye bir siyasal düşüncenin oluşumuna vesile olduğu gibi, topraktaşı olan Mollanur Vahidov’un en yakın yoldaşı, örgütsel yardımcısı, liderliğinin devamcısı ve fikirlerinin takipçisi olduğu için Galiyev’den başlıyoruz. Şöyle söyleyelim; Avrasya Türk halklarının (Türkiye’yi de dahil ettiğimiz için Avrasya

9


diyorum) başlattıkları; sömürgeciliğe karşı milliyetçilik, kapi­ talizme karşı sosyalizm hareketi, Doğu merkezli felsefi düşünce ve sosyalist Turan Birliği’nden Doğu Birliği’ne ve nihayetinde Mazlumlar Entemasyonali’ne kadar giden bir ülküyü barındıran siyasal strateji kuramının tohumlan Mollanur Vahidov’la atılmış; bu tohumlar Avrasya’nın ulusal devrimci sosyalistleri(Galiyev, Suphi, Nerimanov, Ruskulov, Ho Şi Min, Tan Malaka,..) vasıtasıyla dünyanın her bir yanına saçılmış ve bütün bu birikimlerin sonucunda “üçüncü dünyacı sosyalizmin babası”, “ulusal sol düşüncenin öncüsü” olarak da nitelendirilmiş olan ve bu şekilde Sultan Galiyev’in de kişiliğini aşarak kuramlaştınlmış olan Galiyevcilik düşüncesi doğmuştur. Bu yüzden Vahidov’u anlatırken söze Galiyev ile başlayıp tümdengelim yönetimini benimsemek uygun oldu. Bir de şöyle bir gerçek var: Vahidov’un düşünce yapısını daha çok nutuklarından, onun konuşmalarım, sohbetlerini dinleyen fikirdaşlannm anlattıklarından ve en önemlisi de muazzam devrimci enerjisiyle ortaya koyduğu örgütlenme çalışma­ larından anlıyoruz, fikirlerini buradan çıkarıyoruz. Bu fikirler sistematik olarak Sultan Galiyev’de tecelli etti. Bu fikirleri bilerek Vahidov’un yaptıklarını ve Vahidov hakkında söyle­ nenleri irdelersek daha sağlıklı değerlendirmeler yapabilir ve bu şekilde Vahidov’un yanlış anlaşılmasını da önleyebiliriz. Mollanur Vahidov’un önemi ülkemizde hemen hemen hiç bilinmezken, biz onun önemini Sultan Galiyev’i incelcrkcn keşfettik. Hatta biz onu isim olarak bile bilmezken Sıılian Galiyev araştırmaları ve tartışmaları sırasında tanıdık. Adcla, onu bize Sultan Galiyev tanıttı; benim fikirlerim, bi/.inı düşüncelerimiz ilk önce onun işaretiyle yolunu, yönünü buldu diyerek fikir babasını işaret etti bize. İşte bunun için önce

10


Sultan Galiyev ile başlıyoruz. Bu demektir ki aslında, önce Galiyevci hareketin genel düşünce yapısıyla başlıyoruz. Ancak bu şekilde bütünü kavrayarak hem Galiyev’i hem Vahidov’u ve nihayetinde ‘"ulusal devrimci güçler birliği’Vmazlumlar enternasyonali ideallerini de net bir şekilde anlamlandırabiliriz. Türk/Müslüman halklarının Rusya tarihi, Rusya’nın devrim tarihi içerindeki özgünlüklerinde ve yaşadıkları toplu­ mun ulusal/kültürel özelliklerinde gizliydi. Vahidov ve Gali­ yev, o tarihsel ve toplumsal gerçekliğin ışığında, Ekim devrimi sürecindeki halk hareketlerinin sıcaklığında oluşturmuştu fikirlerini. Bu yüzden ikinci kısımda da bu süreci ve gerçekliği incelemek/yorumlamak gerekmekteydi. Üçüncü kısım ise kitapta Mollanur Vahidov’a ayırdığım kısımdır. Ülkemizde belki de ilk kez, bir kitabın önemli bir bölümü Vahidov’a ayrılmıştır. Burada Mollanur Vahidov’un hayat hikayesi, örgütsel çalışmaları, fikirleri ve Galiyevci hareketin ortaya çıkma koşullan; ilk elden, hiç yayımlanmamış (o bölümdeki makale tarafımca 1999 yılında yayımlamncaya kadar seksen yıl boyunca hiç yayımlanmamış) belgelerle birlikte irdeleniyor. Bu bölümde bu belgelerin bulunma hikayesi de anlatılıyor. Öte yandan Galiyevci hareketin ve ulu­ sal sol düşüncenin köklerini irdelemeye ve daha da açıklığa kavuşturmaya çalıştığım bir kısım oldu bu bölüm. Dördüncü ve son kısımda, bütün bu anlattığımız Galiyevci düşünceler ışığında tarihten günümüze doğru dünyada ve özellikle de ülkemizde gelişen siyasal düşünce şekilleri çerçevesinde bir teorik çözümleme ve siyasal strateji önerisi getiriyorum. 1999’da yazmış olduğum bir makale etrafında şekillenen bu kısımda yazdıklarımla ilgili olarak rahmetli üstat Attilâ Ilhan’ın kaleme aldığı “Yıldız, Hilâl ve Kalpak” yazısı da bölümün sonunda verilerek kitap, aynen Galiycv’in, Vahi-

11


dov’un ve bütün Galiyevcilerin yaptıklan gibi, onların düşüncelerinin günümüze yansıması gibi algılanabilecek ulusal devrimci bir kuram ile son buluyor: Yıldızlı, hilâlli, kalpaklı “Ulusal Devrimci Güçler Birliği.”

B u kitabın yayınlanması için beni teşvik eden ve bana destek olan C enk Reyhan. Şenol Durgun ve tabii ki özellikle M utlu ’ya teşekkürler... Hakan Reyhan

Ankara, Eryaman 26 Nisan 2006

12


BİRİNCİ KISIM ULUSAL SOL DÜŞÜNCENİN ÖNCÜSÜ SULTAN GALİYEV

TÜ R K İY E ’DE GA LİYEVC İLİK TARTIŞM ALARI “V A H İ D O F Ç U ” S U L T A N G A L İ Y E V ”

13



ULUSAL SOL DÜŞÜNCENİN ÖNCÜSÜ

SULTAN GALİYEV* “Resmi Marksizmin, yabancılaşmaya/yabancılaşma kavramına karşı direnmesinin, yabancılaşmayı reddetmesinin ve bu kavramı saldırısız/zararsız kılmak ve eritip yok etmek için ideolojik manevralar/hileler yapmasının bir anlamı, bir nedeni vardır. Bu anlam, bu neden şudur: Resmi Marksizmin partisi, sosyoloji bakımından kendisini düşünmeyi reddediyor; yine bu parti, sos­ yoloji bakımından düşünülmüş olmayı, incelenmiş olmayı redde­ diyor; sosyolojide inceleme konusu olarak ele alınmasını redde­ diyordu.” Henri Lefebvre “...Çünkü resmi Marksizmin partisi, bilime egemen olmak istiyor; fakat kendisinin bilim konusu olmasını istemiyordu.” Doğan Ergun “... Lenin’in zamanında partinin yüksek kademelerinde görev almış olanlardan 1938’de yani Ekim Devrimi’nden 20 yıl sonra, idam edilmemiş, ya da şüpheli biçimde ölmemiş ya da intihara zorlanmamış olanların sayısı, birkaç kişidir” Mehmet Ali Ay bar

Sultan Galiyev’in Anlamı Sultan Galiyev, özellikle ülkemizde genellikle “ulusal sol” kavramıyla birlikte tartışıldı. Kendilerini ulusal solcu olarak tanımlayan siyasi fikir gruplan/dergiler, Sultan Galiyev’i kendi düşüncelerinin teorik öncüsü olarak kabul ettiler ve bu şekilde tanıttılar. Sultan Galiyev konusunu değerlendiren “dışarıdan”

* Bu bölümü yazarken esas olarak 2002 yılının başında Gazi Üniversitesi'nde kabul edilen "Sultan Galiyev'in Siyasal Düşüncesi" adlı yayımlanmamış Yüksek Lisans tezimden yararlandım.

15


(Galiyev konusuna aşina olmayan) kalemler de genellikle ulusal solu değerlendirirken ve eleştirirken Sultan Galiyev konusuna değindiler. Bu arada sosyalistlerin ulusal sol ve millici kanadı ile ülkücü olmayan/ülkücü geleneği sorgulayan Türkçüler arasındaki “Türkçü-Devrimci” diyalogu da Sultan Galiyev ortak paydasında gerçekleştirildi. 1998’de, öncelikle ulusal sol/sosyalist ve Türkçü dergi ve gazeteler ile bazı siyasetçi, mütefekkir ve akademisyen yazarların öncülüğünde başlayan bu diyalog ve tartışma sürecinde Sultan Galiyev, Mustafa Suphi, Yusuf Akçura, Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, Nazım Hikmet gibi öncü isimler ile TKP, CHP gibi öncü siyasi örgütlerin bilinmeyen birçok yönü ortaya çıktı. İlk Türkçülükle ilk sosyalizm arasında önemli benzerlikler olduğu dile getirildi. Türkçülüğün de sosyalizmin de daha sonraları asıl kök kaynaklarından uzaklaştırılarak emperyal devletlerin yarattığı ideolojik kutuplaşmanın birbirlerine düşman olan soğuk tarafları haline sokuldukları vurgulandı. Özellikle Attilâ İlhan, köşe yazılarıyla hemen her hafta tartış­ malara yeni bir boyut kazandırdı ve Cumhuriyet gazetesindeki köşesini bu tartışmaların ortak merkezi haline getirdi. Bu süreçte Rusya’daki K G B arşivlerinin de açılması ve Galiyev konusundaki belgelerin hemen tamamının çevrilmesi ile birlikte ilgili ilgisiz birçok kişi tarafından doğrudan Galiyev ile ilgili (veya Galiyev’in adının sıkça yer aldığı) kitaplar yayımlanmaya başladı. Bazı ulusal sol veya Kemalist sol çevrelerin siyaset dilinin oluşmasında Galiyev de az da olsa bir yer tutmaya başladı. Oysa bundan on yıl önce, bu işlere özel olarak meraklı birkaç kişinin dışında kimse adını bile zikretmezdi onun. Ötesiyle fazla alakadar olmasa da adını duymuş, görmüş ve belleğinin ıssız bir köşesinde saklayabilmiş okuyu­ cuların çoğu da bunu Attilâ Ilhan’ı satır aralanna kadar oku­

16


yabilmelerine veya bu konuyla iyice haşır neşir olmuş birkaç “endemik tür”le karşılaşmalarına, tanışmalarına borçluydular. Elbette, sürekli yeni bilgilerin işlenmeden, yorumlanma­ dan, muhakeme edilmeden adeta “piyasaya sürülmesi” bazı yanlış değerlendirmelerin olmasına da yol açtı. Sultan Galiyev konusu, mensup olduğu sosyalist dünya görüşünden, bir aşaması ve öncüsü olduğu fikir silsilesinden soyutlanarak, aktüalite ve pratik siyaset kısırlığı içerisinde değerlendirilmeye başlandı. Bu konuya eğilen her fikir grubu Sultan Galiyev’de kendine has bir yakınlık bulduğu için onu kendi boyutunda değerlendiriyor, bütünsel ve bilimsel yaklaşımlardan uzakla­ şarak, Galiyev’i kendi geçmişlerini, yaşamlarını, yaşanmışlık­ larını meşrulaştıracak bir aygıt olarak değerlendiriyorlardı. Bazı eski sosyalistler ve ülkücüler de, geçmişleriyle ilgili günah çıkarma dönemlerinin rahibi şekline soktular Galiyev’i. Oysa, içerisinde Vahidovçuluğu, Nerimanovculuğu, Ruskulovculuğu ve daha nice ulusal devrimci düşünce akımını barın­ dıran büyük bir kolektif düşünce sislilesini temsil eder Sultan Galiyev ve Galiyevcilik. Bu yüzden tek bir renkle tammlayamazsınız onu, tek bir elbiseyi giydiremezsiniz ona ve elbette bir arada olan milliyetçilik, sosyalizm ve insaniyet dışında hiçbir ideolojik kalıba da sığmaz o. Sultan Galiyev’i ve Galiyevciliği bütün bunlann dışında bir tarihin tanığı ve bir idealin yaratıcısı, büyük bir insanlık ülküsünün ülkücüsü, Hazreti Musa, Hazreti İsa, Hazreti Muhammed tebliğinin; Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlâna, Şeyh Bedreddin, Hacı Bektaş, Pir Sultan, Dadaloğlu hikmet­ lerinin, nefeslerinin, mücadelelerinin; Manas, Oğuz Kağan, Ergenekon, Kürşat, Köroğlu, Dede Korkut destanlarının; Karacaoğlan’m, Geothe’nin, Bach’ın, Hacı A rifin , Dede Efendi’nin, Şeyh Galip’in, Abay’ın nağmelerinin, bozlak-

17


lannın; Tolstoy’un, Balzak’ın, Dostoyevski’nin edebi dünya­ sının; Saint Simon’un, Marks’ın, Connolly’nin, Rosa Lüksemburg’un siyasi düşüncelerinin takipçisi; Lenin’in, Mustafa K em al’in, Yusuf Akçura’nın, Mustafa Suphi’nin, Gandi’nin yoldaşı; M ao’nun, Fanon’un, Amial Cabral’ın, Bin B ella’nm, Kadrocuların, Yöncülerin, sömürgeler devrimlerinin, ulusal devrimlerin, Chavezlerin, Moraleslerin habercisi olarak değerlendirenler de vardı. Sultan Galiyev ancak böyle bir insanlık düşüncesinin, dünya görüşünün bir parçası olarak değerlendirilirse bir anlam taşırdı.

Su ltan G a liy ev ’in Ö nem i Ekim Devrimi ve Sovyet sosyalizmi denince genellikle akla gelen ilk isimler; Lenin, Stalin ve Troçki’dir. Genel kabul görmüş değerlendirmelere göre, Lenin, “devrimin teorisycni” Troçki, “devrimin askeri örgütleyicisi ve ilk örgütlü muhalif önderi”, Stalin de “Reel Sovyet komünizminin kurucusu”dur. Lenin, tasarladığı sosyalist sistemin tersine gelişmelerin olduğu bir dönemde, çok erken bir tarihte ölmüş (1923), Troçki, daha Sovyetlerin ilk yıllarında Stalinistler tarafından “hain” olarak nitelendirilerek tasfiye edilmiş, rejime esas dam­ gasını ise Stalin vurmuştur. Aslında, Ekim Devrimi ve Sovyet­ lerin kuruluşu bu üç isimle sınırlandınlamayacak derccedc geniş bir siyasal önder katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Yine, yaygın kanaatin aksine Sovyetlerin gidişatıyla ilgili ilk kaygıları dile getiren ve ilk sert muhalefeti başlatan Bolşevik önder de Troçki değildir: Lenin’in ve ilk Bolşeviklerin sistematize ettikleri ve Müslüman devrimcilerin de kar$ı çıkmadıkları devrim teorisinin1 ve temel devrimci programın, 1 Bolşevikler, Rusya Çarlığı hakimiyeti altında yaşayan sömürge halklarının ulusal istemlerini de dikkate alan bir sosyalist devrim anlayışı içerisinde oldukları için Müslüman halkların da s<*ınp,ilişini

18


Stalin hâkimiyetindeki Sovyet rejiminde, tersine doğru götü­ rülmesine veya rafa kaldırılmasına karşı Bolşevik duyarlılığı taşıyan ilk bütüncü karşı çıkış Sultan Galiyev ve Müslüman sosyalistlerden, yani Galiyevcilerden gelmiştir.2 Rusya çarlığının sömürgeci tahakkümü altında yaşayan Asya halkları Ekim devrimini bir kurtuluş ışığı olarak görmüş ve büyük bir ümitle desteklemişlerdir. Sultan Galiyev de bu halkların içinden çıkmış devrimci sosyalist önderlerden biridir. Hatta Müslüman sosyalist hareketin simgesel ismidir. Sultan

kazanmışlardı. Lenin, bu sempatinin devamlılığının sağlanmasına büyük özen gösteriyordu. Bkz. V.İ.LENİN, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları*. Çev. Yurdakul FİNCANCI (Ankara: Sol Yayınları, 1993) 2 Elbette, Sovyet rejiminin oluşturulması sırasında, özellikle ulusal sorun konusunda Gürcü muhalefeti örneğinde olduğu gibi, çeşitli ulusal topluluklardan ve siyasi çevrelerden tepkiler gelmiştir. Bu hareketlerle, Galiyevci karşı çıkışların farkı; Galiyev'in Sovyetler çerçevesinde "bütüncü" yaklaşım sergilemesine karşın, ondan önceki karşı çıkışların "yerelci" bir nitelik taşımaları ve genellikle milliyetçi reflekslerle ortaya çıkmalarıydı. Mollanur Vahidov ise, daha erken tarihte, Müslüman sosyalistlerin henüz Bolşevikler için çok önemli olduğu bir dönemde öldürülmüş olduğu için elbette doğrudan m uha­ lefet hareketi başlatmadı. Zaten onun yaşadığı dönemde daha Sovyetlerin kurulup kurulamayacağı bile meçhuldü. Şu da bir gerçek ki, Mollanur Vahidov'un siyasal düşüncesi (özerk parti, millicilik vs.) zaten potansiyel muhalefet özelliğini taşıyordu. îç savaş koşullarında, Vahidov önderliğindeki Müslüman soysalistlere büyük ihtiyaç duyan Bolşevik kuvvetleri bu potansiyel muhalefeti açığa çıkaracak hareket ve tahriklerden de özellikle kaçınmaktaydılar. İşin ilginç tarafı, Galiyev tamamen Vahidov'un izinden gitmiş olmasına rağmen, Vahidov, hiçbir zaman Sovyet resmiyetince Galiyev ve diğer Galiyevciler gibi hain olarak nitelendirilmemiştir. Ancak o da her halde yaşasaydı, büyük bir ihtimalle akıbeti Galiyev'in akıbeti gibi olacaktı.

19


Galiyev, Müslüman sosyalist hareketin ilk önderi Mollanur Vahidov’un öldürülmesinden sonra, Asya Türklerinin/Müslü­ manlarının Ekim Devrimi sürecine ve Sovyetlerin kuruluşuna katılmalarına öncülük etmiş; ayrıca Vahidov’dan sonra da devam ettirmeye çalıştığı Müslüman Sosyalistler Komitesi benzeri örgütlülüklerle “mazlum” Asya Müslümanlarının ulusal kurtuluşçu hareketlerini geniş cepheli sosyalist örgütlen­ me içerisinde birleştirerek Sovyetlerin kuruluşunu da sağlıklı bir yöne çekmek istemiş ve bu konuda önemli adımlar atılmasını sağlamıştır. Yine Galiyev, Müslüman Kızıl Ordu­ su’nu örgütlemiş ve bu orduyu da iç savaş sürecinde devrim güçlerine katarak savaşın Sovyetler lehine kazanılmasında önemli katkıları olmuştur. Bu ordunun bir parçasını da Türkiyeli komünist Mustafa Suphi’nin Rusya’daki esir Türk askerlerinden oluşturduğu Türk Kızıl Ordusu oluşturuyordu ki, bu ordu, özellikle iç savaş sırasındaki Kazan müdafaasında büyük başanlar kazanmıştı. Sovyetler Birliği ve parti bürokra­ sisi içerisinde en yüksek kademeye gelmiş Müslüman olarak anılan Galiyev’in sosyalist devrim stratejisi de diğer Sovyet önderlerinden oldukça farklıydı. B atı’yı sönmüş devrim ocağı olarak görmekte ve esas sosyalist devrim merkezinin Doğuda olduğunu vurgulamaktaydı. Devrimci önderliğin, buıjuvalaşmış Batı işçi sınıfı ile vakit kaybetmek yerine enerjisini Doğu mazlumları üzerinde harcaması gerektiğini söylüyordu. Galiyev’in deyimiyle “Sömürge/yarı sömürge halklar ile metropolya halkları arasında aleni bir sosyal eşitsizlik oluş­ makta bir bütün olarak insanlığın gelişmesi engellenmektedir'^ Öncelikle, bu dünyasal dengesizlik giderilmeliydi. Sosyalist dünya devrimi, dünya ölçeğindeki ulusalcı devrimlerle birlikte

3 Sultan GALİYEV, "Görüşlerim", Çev. Arif HACALOĞLU. Ulusal Dergisi, 5-6 (Kış-Bahar 1998), 15

20


yürütülürse başarıya ulaşabilirdi. Bu da, en fazla zulme uğrayan dolayısıyla nesnel olarak en fazla devrimci damann olduğu Doğudaki devrimci hareketlerin itici gücüyle olabilirdi ancak. Bu düşünceden yola çıkarak, kuruluş aşamasında sö­ mürgeler dünyasına umut verse de, zamanla Rusya’nın büyük devlet şovenizminin aracı haline dönüştürüldüğünü düşündüğü Komünist Enternasyonal (Komintem)’in4 alternatifi olmak üzere, özellikle dünyanın sömürge halklarını birleştirmeyi düşündüğü “Mazlumlar Enternasyonalini oluşturmak için çalışmıştır. Bu amaçla, Doğu halklarının devrimci önderleriyle temas kurmuş ve daha o zamanlar “üçüncü dünyacı” bir siyasal düşüncenin/aksiyonun önermelerini içeren bir siyasal program çalışması başlatmıştır. Bu program çerçevesinde de, Bolşevik Partiden ayrı özerk bir Müslüman Komünist Partisi’ni

4 Birinci Enternasyonal "bilimsel sosyalizm" ilkeleri temelinde Marks ve Engels tarafından kuruldu ve 1864 ile 1876 yılları arasında faaliyet yürüttü. Uzantısı halâ devam etmekte olan İkinci Enternasyonal (şimdilerde Sosyalist Enternasyonal) ise 3899'da kuruldu; radikal sosyalistler

tarafından

revizyonistlikle

suçlandı;

Birinci

Dünya

savaşında savaş yanlısı tutum sergileyerek bölündü ve dağıldı. İkinci Enternasyonal'e tepki olarak Leninistlerce 1919'da kurulan Üçüncü Enternasyonal

(Komünist

Eneternasyonal),

ilk

önceleri

ulusal

kurtuluş hareketlerini destekleyen vc yönlendiren bir yapılanma içerisinde olsa da, zamanla Stalinist Sovyet bürokrasisinin elinde diplomatik bir araç haline geldi. Şeklen 1943'te feshedildi. Yerine Kominform kuruldu. Bu arada, Troçki'nin öncülüğünde, 1938'de antistalinist sol muhalefetin devamı olacak şekilde Dördüncü Enternas­ yonal kuruldu. Ernest MANDEL, Ekim 1917: Darbe mi, Sosyal Devrim mi?, Çev. Oktay EMRE, (İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1997), 135 Sultan Galiyev'in, Üçüncü Enternasyonalin asli amacından uzaklaştıktan sonra kurulması için çalıştığı "M azlumlar Enternas­ yonali" ise Stalinist tasfiye ve baskı nedeniyle gerçekleştirilemedi.

21


örgütleme çabasına girmiştir. Türk siyaset tarihi açısından önemli bir durum da, Türk komünizminin ilk öncülerinden Mustafa Suphi’nin kurmuş olduğu T K P ’nin Galiyevci hareket içerisinde doğmuş ve gelişmiş olmasıdır. Mustafa Suphi, Sultan Galiyev’in yardımcısıdır. TKP, Galiyevci stratejinin adeta Anadolu ayağını oluşturmuştur. Galiyev’in Anadolu’daki ulusal kurtuluşçu sosyalist hareketlerle ve bu arada Mustafa Kemal önderliğindeki Kuvayı Milliye hareketiyle de yakın ilişkileri vardır. Zaten, Stalin’in Sultan Galiyev’e yönelik sert eleştirilerinden biri de bu yöndedir. Stalin’e göre Galiyev, Kemalist hükümetin Moskova Büyükelçiliğini Komünist Parti Merkez Komitesi’ne tercih etmiştir.5 Aslında, Partiyi gün geçtikçe mazlum halkların duyar­ lılığını yansıtmaktan uzaklaşmakla ve bu konuda Çarlık monarşisi gibi düşünmekle suçlayan Galiyev, yakın çevresi ile birlikte gizlilik içinde programlamış oldukları stratejilerinin gereği olarak, sadece Kemalistlerle değil, Avrasya’daki bütün ulusal demokratik hareketlerle ilgilenmiş ve önderleriyle temas kurmuştur. Hatta İranlı devrimcilere göndermiş olduğu “gizli” mektup kanıt olarak değerlendirilerek Galiyev’in partiden atıl­ masına karar verilmiştir. Bu ilişkilerin daha sonra da devam ettiği bilinmektedir. Sultan Galiyev ölümünden sonra da, özellikle Avrasya coğrafyasında ve “üçüncü dünya” ülkele­ rinde önemli bir düşünsel miras bırakmıştır. Bu yüzden (ialiyev’e, çeşitli araştırmalarda “üçüncü dünyacı devrimin babası”, “ulusal sol düşüncenin öncüsü” gibi yakıştırmalarda bulunulmuştur.

5 Masayuki YAMAUCHİ, Sultan Galiyev, İslam Dünyası vr Rusya, Çev: Hironao MATSUTANİ, (İstanbul: Bağlam Yayınları, 199K), 195

22


Sultan Galiyev Araştırmaları Sultan Galiyev ve Galiyevci hareketle ilgili bilgiler önceleri çok sınırlı kaynaklardan edinilebiliyordu. Mevcut bilgiler, Galiyev’in yazdığı sınırlı sayıdaki makaleleri, söylev­ leri, yazışmaları ve Sovyet resmi yazarlarının Galiyev üzerine yazdıkları karalama yazılarından ibaretti. Bunların dışında, dilden dile dolaşan abartılı bir Galiyev efsanesi vardı. Galiyev ile ilgili olarak yazılmış olan teorik yapıtlar da bu kaynak kısıtlılığının eksikliklerini taşıyorlardı. Galiyev üzerine, ilk bilimsel-sistematik araştırmaları başlatan Fransız siyaset bilimcileri Bennigsen ve Quelquejay, Galiyev ile ilgili kaynak yetersizliğinden kaynaklanan boşluklarla ilgili olarak, konuyla ilgili olarak 1986 yılında yazmış oldukları son kitaplarında şöyle söylemişlerdi: “...Çok sayıdaki boşluk, çok uzak görünse de, ancak bir gün K G B ’nin arşivlerinin araştırmalara açılma­ sıyla doldurulabilecektir...”6 Çok uzun sürmedi, Sovyetler Birliği’nin “glasnost” sürecine girmesiyle birlikte Galiyev araştırmalarıyla ilgili yeni bir dönem başladı. Bu aşamada, Parti tarafından “hainlik” damgası vurulmuş olan Galiyev, yine Parti tarafından aklandı ve ona yönelik suçlamalar geri alındı. Yani artık “Sovyetler Birliği coğrafyası”nda bu konuda objektif araştırmalar yapılabilecekti. Bu süreçte ilk önce KGB arşivleri açıldı ve Galiyev araştırmalarını etkileyebilecek değerde binlerce sayfalık Sovyet resmi dokümanları ortaya çıktı. Bu belgeler, sadece Galiyev araştırmalarına değil, Sov­ yetler tarihi araştırmalarına da önemli bir katkı sağlıyordu. Elbette, politik kaygılarla bir takım yanlışlarla doldurulmuş ve tahrif de edilmiş olan bu belgeler ancak nesnel çözümlemelerle 6 Alexandre BENNİGSEN-Chantal Lemercier-QUELQUEJAY, Sultan Galiyev: Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, Çev. Erden AKBULUTT A h m et ŞENSILAY (İstanbul: Sosyalist Yayınlar, 1995), 16

23


bir anlam ifade edebilir. Ama bu belgeler, “yanlışlığı” ile dahi önemli bir veri niteliğindedir, önemli ipuçlarını içinde barın­ dırmaktadırlar. Bilim de zaten gizli olanı (veya tahrif edilmiş olanı) aydınlığa kavuşturma, gerçeğe dönüştürme uğraşısıdır. Galiyev’in ve bıraktığı düşünsel mirasın, bu yeni veriler ışığında, yeniden değerlendirilmesine ve yorumlanmasına ihti­ yaç vardır. Sultan Galiyev ve Avrasya’daki Galiyevciler ile ilgili yeni araştırmalar, yeni çalışmalar ortaya çıktıkça, Türk siyasal hayatı tarihinin karanlıkta kalan bazı bölümleri de aydın­ lanacak örneğin, Mustafa Suphi ve TKP hareketi; Mustafa Suphi’nin öldürülmesi; İttihatçıların ve Enver Paşa’nm Rusya’daki faaliyetleri gibi Türk sosyalizm/siyaset tarihinin bilinmeyenleri veya yanlış bilinenleri daha bir netliğe kavu­ şabilecektir. Ayrıca, Mustafa Kemal ve Kemalist kadronun, belli bir dönemdeki, Sovyetlerle ve Sovyet halkları ile ilgili bağlantıları, projeleri, stratejik/politik ilişkileri çözümlenebile­ cektir. Bunlar çok daha ayrıntılı çalışmanın konuları olabilir ve bu çalışmaların başlatılabilmesi için de KGB arşivindeki bütün belgelerin -şimdilerde epey yol katedildi- Türkçeye çevrilmesi gerekmektedir.7 Bugün, Galiyevcilik, Tataristan’da, yeniden önemli bir entelektüel aksiyonun adı olmuştur. Sultan Galiyev ismiyle dernekler kurulmakta, siyasal gruplar oluşturulmak­ tadır. Bu hareket, Tataristan ile sınırlı kalmayıp, ilginç bir 7 TÜSTAV, bu amaçla kurulduğunu deklere eden bir vakıftır. Bu vakıf bünyesinde Türkçeye çevrilen yeni belgeler ışığında konuyla ıl>;:Ii yeni yayınlar hazırlanmakta piyasaya sunulmaktadır. Ayrıca, hu vakıf bünyesinde TKP arşiv belgeleri kategorilere ayrılarak satıl­ maktadır. Yine Kaynak Yayınları da "Atatürk'ün Bütün Eserleri" çalışması sırasında buldukları orijinal belgeleri çevirip yayınlayarak Sovyet tarihi olmuştur.

ile

ilgili

bazı

gerçeklerin

24

aydınlanmasına

vesile


şekilde birbirlerinden bağımsız olarak, başta Türkiye olmak üzere bütün Avrasya’da yaygınlaşmaya başlamıştır. Ayrıca, Japonya, Polonya, Mısır, Meksika, Cezayir gibi ülkelerde Galiyev ile ilgili araştırmalar yapılmış ve Galiyevci akade­ misyen ve siyaset gruplan oluşmuştur. Ülkemizde, özel olarak Sultan Galiyev ile genel olarak da Ekim Devrimi ve sonrasındaki Müslüman Sosyalist hareket­ lerle ilgili olarak çok sınırlı sayıda çalışmalar yapılmış, akade­ mik nitelikli çalışmalar ise yok denecek kadar az olmuştur. Doksanlı yıllara kadar, Sultan Galiyev, akademisyenlerden ziyade Kemal Tahir, Attilâ İlhan türü müteffekirlerin yazı konusu olmuştur.8 Özellikle Attilâ İlhan, Sultan Galiyev konusunu belli bir sistematik içerisinde sürekli olarak işlemiş ve güncelliğe taşımıştır. Yine, son dönemlerde düzensiz olarak yayımlanan Ulusal, Türk Diplomatik gibi dergiler de, Ga­ liyevci tezlerin tartışıldığı fikri platformu işlevi görmüşlerdir.9 İdeolojik kutuplaşmaların çok keskin olduğu yetmişli yıllarda, Galiyev, antistalinist özelliği ön plana çıkarılarak, özellikle sağın bir kesimince soğuk savaş malzemesi olarak kullanılmak istendiyse de, Galiyev’deki yoğun komünizm vurgusu ve faşizm aleyhtarlığı bu stratejinin başarılı olmasını engelle­ miştir. Özellikle, T K P ’li iken daha sonraları ülkücü camiaya katılan Açlan Sayılgan’m10 bu amaçla yazmış olduğu broşür 8 Sultan Galiyev’in (herhalde bütün olarak bilinmemesinden kaynak­ lanan) şöyle bir özelliği de vardı: Sosyalistler, Türkçüler, İslamcılar, ve hatta "Kürtçü" bilinen bazı aydınlar(İsmail Beşikçi) bile olumladı onun düşüncelerini. 9 Türk Diplomatik, "milliyetçi" platformda, Ulusal ise "sol-sosyalistKemalist" platformda Sultan Galiyev'i tartışmaya açmıştır. 10 2000 yılında kaybettiğimiz Açlan Sayılgan ile 1996-1999 yılları arasında İzmir Karşıyaka'daki evinde yapmış olduğumuz uzun sohbetlerde kendisi de soğuk savaş tesirinde kaldığını dile getirmiştir.

25


kitaplar, belli bir değeri olsa da, soğuk savaş tarafgirliğini ve çarpıtılmışlığını içerisinde barındırmaktadır. Türkiye’deki Galiyev araştırmalarıyla ilgili esas ilginç nokta, Galiyevci hareket içerisinde yetişmiş olmalarına rağmen Şevket Süreyya, Nazım Hikmet, Vala Nurettin gibi şahsiyetlerin Sultan Galiyev ile ilgili tek bir yazı yazmamış, söz söylememiş olmalarıdır. Bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Globalleşme sömürgeciliğinin en yoğun av sahası haline getirilmiş olan Avrasya üzerinde çeşitli stratejik hesapların; teorik, politik tartışmaların yoğunlaşmış olduğu bir dönemde; bu coğrafyayı ve bu coğrafyanın insanlarını merkeze alarak dünyasal soysalist önermeler, teoriler geliştiren Sultan Galiyev’i ve Galiyevciliği ortaya koydukları düşüncelerin ve yapmış oldukları siyasal çalışmaların tarihselliği ve güncelliği içerisinde, Türk siyasi düşünce tarihinde ve sömürgeler dünyasında bıraktığı izleri de hesaba katarak incelemek gerekmektedir.

Sultan Galiyev’in Tarihi Sultan Galiyev’in Ekim Devrimi öncesindeki hayat hikayesi hakkında çok fazla bir bilgiye sahip değiliz. Galiyev ile ilgili özel vesikalara, “Galiyevci tecrit” döneminde büyük ölçüde el konulmuş olması bu konuda ayrıntılı bilgilere ulaş­ mamızı engellemektedir. Bu açıdan, Galiyev daha çok Devrim sürecinde ve Devrim sonrasındaki faaliyetleriyle bilinmektedir. Marksist siyaset kültürü ve Türk siyaset tarihi bilgisi epeyce yüksek olan ve kitaplarını soğuk savaşın bir kanadının taraftarı olarak değil de bilimsel bir objektiflikle yazsaydı siyaset literatürümüze önemli katkılar sunacağına inandığım -buna uygun değerli bir iki kitabı da vardı- Sayılgan'ın, eserlerinin hangi "ideolojik iklim"in tesirinde yazdığını anlayabileceğimiz çok güzel bir otobiyografi, aynı zamanda -orijinal bir Türkiye siyaset tarihi denemesi- ve kendi ifadesiyle "özeleştiri" kitabı için bkz. Açlan SAYILGAN, Kabahat Kimde, (İstanbul: 1996)

26


Konumuz açısından önemli olan da bu. Sultan Galiyev’in11 doğum tarihi ile ilgili kesin bir görüş yoktur. Tutukluluğu sırasında doldurmuş olduğu bilgi formundan öğrendiğimiz kadarıyla 13 Temmuz 1892’de, bugünkü Rusya Federasyonu’na bağlı özerk Başkurdistan sınırlan içerisinde yer alan Ufa bölgesinde bulunan Kırımsakalı adlı bir köyde doğmuş ve çocukluğu burada geçmiştir.12 Ancak, çoğunluk kaynaklar Galiyev’in doğum tarihini 1880’lerin başı olarak belirle­ mektedirler.13 Tam ismi Mirseyid Sultan galiyev idi. Gali­ yev’in kendisinden büyük Server ve Sufıye isminde iki de kız kardeşi vardı. Aslında sekiz kardeştiler ama diğer kardeşleri çeşitli hastalıklardan dolayı ölmüşlerdi. Ailesinin ekonomik durumu da iyi değildi. Sultan Galiyev’in annesi soylu bir Tatar ailesinden geliyordu. Yani “mirza” kökenliydi. Mirza, Türkiye Türkçesine “bey” olarak çevirebileceğimiz, Tatarların bir soyluluk unvanıydı. Babası ise yoksulluklarıyla bilinen Mişerlerdendi. Volga Tatarları içinde bir etnik grup olan Mişerler, Kazan Tatar gruplan içerisinde genellikle farklı bir şive 11 Sultan Galiyev'in ismi esasen "Mirsayid Sultangaliyev" olsa da yaşadığı dönemden bu yana "Sultan Galiyev" olarak bilindiği ve o şekilde takdim edildiği için ben de aynı ifadeyi kullanıyorum. Türkiye'de de Sultan Galiyev konusunda iki kitap yazmış olan Halit Kakınç dışında, bu ismi orijinal şekliyle kullanan yoktur. 12 Renad MUHAMMEDİ: a.g.e.,464-465 13 Bilgi formunda belirtilen 1892 tarihi, resmi bir kayıt olsa da pek inandırıcı gözükmemektedir. Zira bu tarih kabul edilirse Galiyev çocuk denecek yaşta Müslüman sosyalistlerin lideri olmuş olacaktır. Eğitim sürecini tamamladıktan epey sonra siyasi çalışmalara başladı­ ğını, bu arada öğretmenlik, gazetecilik yaptığını bildiğimiz Galiyev'in bu tarihte doğmuş olması mümkün görünmemektedir. Bence de 1880'lerin başında doğmuş olma ihtimali yüksektir. Erol KAYMAK, Sultan Galiyev ve Sömürgeler Enternasyonali (İstanbul, 1993), 20; A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e.(1995), 17

27


konuşan, ayrı bir etnik grup olarak algılanıyorlardı.14 Galiyev, annesi ile babası arasındaki ailevi statü farklılığının çelişki­ lerini çocuk yaşlarında hissetmiş ve bundan büyük rahat­ sızlıklar duymuştu. İleride oluşacak olan devrimci fikirlerinde, ailesinin yoksul hayatı ile anne tarafının “asilliği” arasında duyduğu psikolojik çatışmanın da payı olmuştur.15 Galiyev’in babası Mir Said Haydar Galiyev köy öğretme­ niydi. O dönemde köy öğretmenlerinin maaşları resmi olarak değil, oradaki ahalinin bağışlarıyla ödendiğinden Haydar Galiyev, düşük bir ücret alıyordu.16 Bu yüzden yoksulca olan ailenin geçimini sağlayabilmesi için bütün aile fertlerinin çok çalışması gerekiyordu.17 Kınmsakalı Köyü, küçük ve yoksul bir köy olmasına rağmen eğitim yeni metotlarla yapılıyordu. Bu yüzden, buradaki okuma yazma oranı ve eğitim düzeyi diğer yerlere göre çok daha yüksekti. “Usulü Cedit” tatbik edil­ diğinden eğitim “laik” ve “aydınlanmacı” temellerde yürütülü­ yordu. Galiyev de böyle bir ortamda yetişti. Galiyev’in çocukluğu ile ilgili daha net bilgileri, kendi kaleminden, 1923’te hapishanede iken yazmış olduğu “Ben Kimim?” İsimli otobiyografi broşüründen öğrenebiliyoruz. Galiyev, burada, çocukluğunu ve o dönemdeki aile hayatını şöyle anlatıyor: “Babam öğretmenlik yaparak az maaş alıyor­ du. Bundan dolayı başka işlerle de uğraşıyordu. Ders masası, 14 Masayuki YAMAUCHİ, Sultan Galiyev İslam Dünyası ve Rusya, Çev. Hironao MATSUTANİ (İstanbul:Bağlam, 1998), 75 15 Renad MUHAMMEDİ: a.g.e., 7 16 Bu dönemde öğretmenlik çok cefakarca çalışma gerektiren bir mes­ lekti. Öğretmenler köyün bütün işlerinden sorumluydular. Eczacılık, doktorluk, imamlık da yapıyorlardı. Isınma, yerleşme gibi sorunlarını da kendileri karşılamak zorundaydılar. Ama bu mesleği isteyerek seçmişlerdi ve sorumlulukları da sadece kendilerineydi. 17 A.BENNİGSEN-CQ.QUELQUEIAY: a.g.e., 49-51

28


sandalye ve raf gibi eşyalar üretiyor, yazın çiftlik bile yapıyor­ du. Hayatımız, kendi köyümüze döndükten sonra biraz iyileşti. Babam çiftlik arazisini dört-beş desyatine kadar genişletti. Annem ve babam zor işlerden hiç kaçmıyorlar, ot biçmek, toprak sürmek, hasat yapmak, odun kesmek, hayvanlara bakmak gibi ağır işlerde çalışıyorlardı. Kışm babam bana ders veriyor, annem ev işlerine bakıyor, çocuklarına hizmet ediyor­ du. Yemek pişiriyor, dikiş dikiyor, temizlik işlerini yapıyordu. Annem okuma yazma bilmiyor, Tatarca ancak birkaç kelime sıralayabiliyordu. Babam oldukça iyi bir insandı. Fakat bazen evde diktatör gibi davranırdı. Bilhassa onun memleketi olan köye yerleştiğimiz ilk senelerde yani çok fakir olduğumuz günlerde yalnız çavdar ekmeği ve çay ile besleniyorduk. Hayatımın en önemli dönemi olan 11-16 yaşlarımı böyle geçirdim”18 Galiyev, çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarım yoksul bir ortamda geçirmişti. Ailece hayatlarının idamesi için sürekli çalışmaları gerekiyordu. Bu da Galiyev’e mücadeleci bir kişilik kazandırdı. Galiyev şöyle diyordu. “Beni doğurup büyüten çevre, edilmiş çevreydi; acı ve zulüm ile asırlarca süren fakirlik içindeki çevreydi. Ben ezilmiş uluslara ve ezilmiş halklara mensup biriydim. İşte, devrimci olduğum halde, ezilmiş bir devrimciydim. Bunu hiç unutamıyordum ve rahatsızlık hissediyordum. Düşünce ve isteklerim vardı, ama bunları gerçekleştirecek yeterli niyetim yoktu... Ben çocukken zulüm ve fakirlik gördüğüm için devrimci oldum...”19 Görüldüğü gibi, kendisi de belirtiyor, çocukluk yaşantısı Galiyev’in düşünce yapısını önemli ölçüde etkilemişti.

18 M.YAMAUCHİ: a.g.e., 77 Ayrıca Bkz, Halıt KAKINÇ, Destansı Kuramcı Sultan Galiyev, (İstanbukBulut Yay., 2004) 19 M.YAMAUCHİ: a.g.e., 76

29


Galiyev, çocukluğundan beri okumaya ve araştırmaya meraklı yapıdaydı. Babasının yardımlarıyla geliştirdiği Rusçası sayesinde daha çocuk denecek yaşta Rus klasiklerinden çeviriler yapmaya başladı. Özellikle edebi yetenekleri çok gelişmişti. Bu yetenekleri, ilerideki devrimci faaliyetlerinde etkili olacak üstün hitabet ve yazma özelliğinin de haberci­ siydi. Sultan Galiyev iki kere evlendi. İlk evliliğini çok genç yaşta, devrin önemli kadın hareketi liderlerinden feminist denilebilecek Ravza Hanım ile yaptı. Tatar devrimci general­ lerinden Yakup Canışev’in yeğeni olan Ravza Hanım, İlk Müs­ lüman Kongresi’ne de delege olarak çağrılmıştı. Özgür düşünceli bir kadın olan Ravza Hanım’dan bir kız çocuğu olan Sultan Galiyev, 1918 yılında ondan ayrıldı ve bir süre sonra Fatma Hanım ile evlendi. Zengin bir Tatar tüccarın kızı olan Fatma Hanım daha sakin yaradılışlı ve sanata meraklı bir kadındı. Zaten bu ortak ilgilerinden dolayı tanışmışlardı. Galiyev’in bu eşinden de Gülnar ve Murat isminde iki çocuğu oldu. Sultan Galiyev’in çocukları, özellikle Galiyev sürgüne gönderildikten ve öldürüldükten sonra çok zor günler geçirdiler. Sovyet propagandalarında karşı devrimci Galiyev’in çocuklan olarak lanse edilmelerinden dolayı eğitim vc iş bulma imkânları sürekli olarak zora sokuldu. Sürgün yaşadılar; tecrit edildiler; kimliklerini saklamak zorunda bırakıldılar. Galiyev düşmanlığı çocuklarının da yakasını bırakmadı. İlköğrenimini babasının öğretmenlik yaptığı köy ilkoku­ lunda tamamlayan Galiyev, burayı bitirdikten sonra dinsel ağırlıklı eğitim veren bir okulda dört yıl okudu. Arapça, Farsça, Kur’an Tefsiri gibi derslerin okutulduğu bu okul, Galiyev’in söylediğine göre faydasız bir eğitim kurumu idi.20 Galiyev’in eğitim sürecinde dönüm noktası, Tatar Öğretmen 20 M.YAMAUCHİ: a.g.e., 78

30


Okulu’na girmesiyle başlar. Bu okulun Tatar Aydınlanma hareketi içinde önemli bir yeri vardı. Tatar milli önderlerinin çoğu buradan yetişmişti. Bunların arasında, Ayaz İshaki, Fuad Toktar, Şakir Muhammedi ve Sadri Maksudi gibi isimleri sayabiliriz. Bu öğrencilerin öncülüğünde okulda Çarlık rejimi­ ne karşı, devrimci bir grup oluşturulmuş ve Terakki isminde de bir gazete çıkarılmıştı. Galiyev, bu grupla etkileşim içine girmişti.21 Galiyev, Öğretmen Okulu’nda, zaten temel olarak mevcut bulunan Rusçasını iyice geliştirdi. Rus dili ve edebiyatının derinliklerine inmeye başladı. Rus edebiyatından Tatarcaya çeviriler yaptı. Teorik olarak sosyalizm düşüncesiyle de ilk olarak bu okulda tanıştı. 1911 yılında, Tatar Öğretmen Okulu’nu birincilikle bitiren Galiyev, bu tarihten sonra Başkurdistan coğrafyasının muhtelif yerlerinde öğretmenlik yaptı. Bu dönemde, ilk örgütsel deneyimini yaşayacağı, Savaşçı Tatar Sosyalist Örgütü’nü kurdu. 1913 yılındaki bu olayı Galiyev, devrimsel hareketlerinin başlangıcı olarak kabul etmiştir.22 Öğretmen arkadaşları ile birlikte oluşturduğu bu grup, küçük çaplı, radikal aydınlanmacı bir düşünsel havada idi. Doktrinel sosyalizmden ziyade, tepkici bir ilkel sosyalist düşünce hâkimdi. Milliyetçilik özelliği ağır basmaktaydı. Galiyev, öğretmenliğinin yanı sıra kütüphane memurluğu da yaptı. Bu görevi, çalıştığı kütüphanenin Rusya’da, Tatarca eserlerin de bulunduğu halka açık ilk kütüphane olmasından dolayı, entelektüel/teorik birikiminin gelişmesinde ve sosyalist literatürü daha ayrıntılı olarak inceleyebilmesinde yararlı olmuştur. Galiyev, bu sırada çevirilerine de devam etmiş, Tolstoy ve Puşkin’in eserlerini Tatarca ve Başkurtçaya 21 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 50-51

22 M.YAYAMUCHİ: a.g.e., 80

31


çevirmiştir. Ayrıca, 1911-1914 yılları arasında, Ufa ve Moskova’da, daha çok edebi nitelikte olmak üzere Suhu, Ul, Karmaskalinis, Kölge Baş, Halkoğlu mahlaslarıyla yazılar yazdı.2" Ahmet Bey Çalıkov’un gazetesi Müsülmankaya Gazetta’da çalıştı ve bu gazetede. Başkır Kızı, Tatann Rüyası, Bitmemiş Şarkı, İnsan, Siste isimlerinde hikaye ve masalları yayımlandı. Mir İslama (İslam Dünyası) gazetesinde de düzenli olarak yazıyordu.24 Galiyev’in siyasal hareketlerle tanışma dönemi, o zaman­ lar 1905 Devrimi’nin eylemsel etkinliğinin had safhada olduğu, Tatar Öğretmen Okulu’ndaki öğrenciliği sırasında olmuştur.25 Yalnız bu dönemde aktif değildir. Sadece siyasal gelişmeleri izlemekte ve değerlendirmektedir. Fakat hayatının bu döneminin siyasal düşüncesinin oluşumunda önemli etkiler bıraktığı da bir gerçektir. Bennigsen’in kaydettiğine göre 6 Galiyev burada Marksizmin ilk temel bilgilerini alır ve halkını kurtarmak için yalnızca Tatar güçlerine güvenmenin olanaklı olmadığı, Rus devrimci hareketleriyle işbirliği yapmanın gerekli hatta zorunlu olduğu kanaatini edinir. Galiyev ilk teorik/pratik siyasi çalışmalarına ise, mezun olduktan sonra kütüphane memuriyeti sırasında yaptığı çeviriler, yazdığı gazete yazıları ile, esas olarak da öğretmenliği sırasında başlamıştır. Galiyev, Rusya siyasal yaşamını önemli ölçüde 23 Erol KAYMAK: a.g.e., 195 24 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 50-51 25 Gerçekten de Tatar Öğretmen Okulu, Tatar siyasal harckellermde önemli yeri olan bir "çıkış" yeridir. Tatar öğrencileri, burada "Terakki" isminde bir gazete çıkarmışlar ve etrafında toplanmışlardı. Ayaz İshaki, Fuad Tuktar, Sadri Maksud(ve tabii Sultan G a l i y e v ) gibi Tatar aydınları burada yetişmişlerdi. A.BENINİGSEN-C.L.QUI;.EQUEJAY: a.g.e., 51 26 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 51

32


etkileyen 1905 Devrimi’ne katılmamıştır. Zaten bu devrim, sonuçları açısından olumlu bulunsa da, Müslümanların büyük bir çoğunlukla katılmadıkları, daha çok Rus merkezli olan bir çatışmanın sonucu olarak gerçekleşmiş ama Çarlık monarşisini de epeyce zayıflatarak sonraki devrimlerin önünün açılmasına bir şekilde katkı sağlamıştı. Sultan Galiyev, “Ben devrim hareketlerine 1913 yılının yazında başladım” demektedir. Bu sırada öğretmendir ve öğretmen arkadaşlarıyla birlikte daha önce bahsetmiş olduğum Savaşçı Tatar Sosyalist Örgütü ismiyle bir grup kurmuştur. Radikal aydınlanma felsefesini savunan bu grup, köy köy dolaşarak, çeşitli nutuklarla halkı aydınlatmaya çalışmış ve bağnazlığa karşı savaş açmıştır. Ulusalcı-laik Cedit hareketinin etkisinde kaldıkları açıktır. Galiyev, bu düşünceden hareketle Halk Okulu adlı dergide yazmış olduğu yazısında, Rusça ağırlıklı olan eğitim sistemini eleştirerek ana dili Rusça olmayan öğrencilerin aydınlanma ve ulusal kültür konusunda nasıl yabancılaştırdığından bahsetmektedir. Sultan Galiyev, 1.Dünya Savaşı patlak verdiği sırada Bakü’ye gelmiş ve buradaki gazetecilik yaşantısı içerisinde, Mehmet Emin Resulzade’nın başını çektiği Azeri aydınlanma hareketini destek­ lemiştir. Fakat buradaki hiç bir parti içerisinde yer almamıştır. Galiyev, Bakû yılarında devrimcı-milliyetçi (Ceditçilik) diyebileceğimiz bir düşünce yapısındaydı. Sola yakındı ama Marksist değildi. 1929 yılında Kazan’da yayımlanan Galiyev karşıtı propaganda amaçlı bir makalede o dönemdeki Galiyev ile ilgili olarak şöyle söyleniyordu: “...Bütün bu zamanlar içerisinde Sultan Galiyev devrimci olmadı. O milliyetçilik ile açık ilişki kuran burjuva milliyetçisi oldu.”27 Bu görüşün, 1929’da, Galiyevcilik karşıtlığının en yoğun olduğu dönemde 27 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 213

33


yazılmış bir makalenin görüşü olarak önyargılı olduğu açık olsa da, kısmi bir doğruluk payı da vardır. Zira Galiyev'in siyasal yaşamının ilk dönemleri “Devrimci-milliyetçi” bir yaklaşımdı. Dolayısıyla bu dönemdeki Galiyev’e solcu diye­ biliriz ama henüz komünist veya Bolşevik olduğunu söyle­ yemeyiz. Adı belirtilen makalede, Galiyev’in sosyalist değil milliyetçi olduğu Kuyaş gazetesinde yazmış olduğu şu satırlar ortaya konularak ispatlanmaya çalışılıyor: “Eşit olmayanlar arasında iki isim var. Onlardan biri Tatar Türkleri, diğeri Müslümanlardır. Bunlar en çok ezilenler en çok ayak altına alınanlardır. Hiç kimse, hiçbir şey bunu benim yüreğimden kopanp alamaz. Ne olursa olsun o tükenmeyecek. Ben bittiğim zaman ancak benimle sönecek. İşte o sevgi o yaradılış beni bir yerden başka bir yere atıyor. Benim hayat yoluma çizgi çiziyor. O çizgide bütün gücünü halkın için sarf et/’28 Aslında, bu düşüncelerin, Sultan Galiyev’in ileride sistematize edeceği siyasal düşüncesiyle herhangi bir çelişik tarafı yoktu. Bizatihi, Galiyev, bu düşüncelerinden dolayı Bolşevik harekete katıldığını söylüyordu.

Milliyetçi-Devrimcilikten Sosyalizme Sultan Galiyev’in düşünce dünyasını ve hareket tarzını et­ kileyen gelişmeler Şubat 1917 Devrimi ile başlayan çalkantılı dönemde oluştu. Devrim sırasında Bakû’de idi. Çarlık reji­ minin yıkılıp geçici hükümetin oluşturulduğu, görcce öz­ gürlükçü ara dönemdeki Müslüman toplumlannın hareketliliği Bakû’den ayrılmasına yol açtı. Müslümanlann bu ulusal kalkışma döneminde nitelikli fakat pek tanınmayan bir milli­ yetçi aydın olan Galiyev’e de iş düşüyordu. Galiyev, 1 Mayıs 1917’de Moskova’da gerçekleştirilecek olan Rusya Müslü­ manları Birinci Kongresi’ne katılmak üzere Baku’dcn ayrıldı. 25 Erol KAYMAK: a.g.e., 23

34


Kongre’de delege değil, dinleyiciydi. Kongre’den oldukça etkilendiği belli olan Galiyev, Kongre bitiminde Kazan’a geçti. Şubat Devrimi’nin getirdiği hareketlilik içinde oldukça çalkan­ tılı bir görünüm içerisinde olan Kazan, bu tarihten sonra Galiyev için bir karargâh oldu. Milliyetçi-devrimci çizgiden örgütlü sosyalizme ve Bolşevikliğe evrilme aşaması bu süreçte gerçekleşti. Galiyev, Kazan’da29, başında Mollanur Vahidov’un bulun­ duğu Müslüman Sosyalistler Komitesi’ne katıldı ve Galiyev’i özgün bir teorisyen/siyasal önder yapan süreç de bundan sonra başladı. Burada, Sultan Galiyev’in düşünce yapısında ve siyasi aktivitelerinde çok önemli etkisi olan Mollanur Vahidov’dan ve onun damgasını taşıyan Müslüman Sosyalistler Komite­ si’nden altını çizerek, önemle bahsetmek gerekmektedir. Çünkü gerçekten de Galiyev (ve hatta Mustafa Suphi) Vahidov’un önderliğinde örgütlenmiş olan Müslüman soysalist hareketi içerisinde yetişmiştir. Müslüman Sosyalistler Komitesi, Galiyevcilerin ilk örgütüydü ve Rusya’daki bütün Müslümanları kapsayacak bir Müslüman Komünist Partisi’ne doğru gelişerek, Rus Bolşevik Partisi’nden farklı bir örgüt­ lenme içerisine girmeyi hedefliyordu. Galiyev’in Haziran 1917 ’de Müslüman Sosyalistler Komitesi’ne katılışından Vahidov’un kurşuna dizildiği Ağustos 1918’e kadarki siyasal gelişim süreci içerisinde Müslüman sosyalistlerin faaliyet­ lerinde daha çok Vahidov’un ismi geçmektedir (Kitabın üçüncü kısmı). Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi, Vahidov ve başında olduğu örgütlenmeler, Galiyev’in siyasal olarak

29 Galiyev, komünizm yolunda ilk örgütsel çalışmalarına Kazan'da başladı. Kazan'da 9 bin civarında Tatar işçiyi örgütleyerek Volga Bölgesi Müslüman Konseyi'ni kurdu. Ancak Kazan'dan ayrılıp Petersburg’a gidince Konsey dağıldı. Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 82

35


doğduğu vc geliştiği, daha sonraki önderlik döneminin fikirlerini kazandığı ocak işlevi görmüştür. Tabii bu dönemde de Galiyev, Vahidov’un gerek teorik gerekse pratik olarak en büyük yardımcısı olmuştur. Ekim devriminden sonra patlak veren ıç savaş sürecinde, başında bulunduğu Müslüman Kız; ■ Alayı vasıtasıyla ciddi bir savunma harekatı başlatan, devrim mevzilerinin kaybedilmemesi için sonuna kadar savaşan Vahidov, bu savaş sırasında, Kazan kentini savunurken yaka­ landı ve karşı devrimci Kolçak kuvvetlerince kurşuna dizildi. Onun da büyük katkılarıyla, iç savaşın Bolşevikler lehine sonuçlanmaya başlamasıyla birlikte, Tatar burjuvasının temsilcileri olarak adlandırılan milliyetçi örgütler de birer birer tasfiye edilmeye başlandı. Tatar burjuvazisinin Rus devletin­ den ayrılmak için giriştiği yegâne deney olan Trans-Bulak Cunıhuriyeti’ne son verildi(Şubat 1918). Bu tarihten sonra, bütün “burjuva” Tatar örgütleri ortadan kaldırıldı. Dağıtma işlerinin başında Galiyev de vardı. 11 Mart 1918 tarihli Müslü­ man Merkez Komiserliği Kararnamesi gereği Harbi Şura ve bütün kolları dağıtıldı. Müslüman Merkez Komiserliği, 2 Nisan I918'de, yöneticiliğini Ayaz İshaki’nin yaptığı, Pclıograd’da yayımlanan ılımlı Sosyalist Tatar gazetesi İl'i, “karşı devrimci faaliyetlerden” ötürü geçici olarak kapattı. Yine “burjuva gazeteleri”, Kurultay, Bezmen-Tavih, Çingiz Halası ve İttifak gazetelerinin yayınlarına son verildi. 12 Nısau’da çıkan Norkamnotz kararnamesiyle Milli Şura ve Millet Meclisi de kapatıldı. Sonuçta, 1918 ilkbaharında Tatar ■'Imıjuva" milliyetçi hareketi sona ermiş oldu. Önderlerinin <,odunluğunun yurtdışma kaçmak zorunda kaldığı bu hareket, Ku-.va'daki faaliyetlerini artık gizli ve illegal biçimde yürüte-

A HI NNU ;Si;N < •<|..Q(JKfjQUEJAY: a.g.e., 89

36


Önder Vahidov’dan Sonra Galiyev Sultan Galiyev, Mollanur Vahidov’un öldürülmesinden sonra, oldukça yalnız kalmıştı. Taşıyacağı çok önemli sorumluluklar vardı. Mollanur Vahidov’un yerini doldurması gerekiyordu. Öncü-örgütçü liderlerini kaybeden Müslüman sosyalistler çok büyük bir yara almışlardı. Ayrıca, iç savaş sırasında, daha önce özerk bir şekilde düzenlenen ve güçlendirilen Müslüman Kızıl Alayı da önemli bir tahribata uğramıştı. Kısacası, Müslüman sosyalistler açısından o zamana kadar elde edilen kazanımların kaybedilmesi tehlikesi ortaya çıkmıştı. Müslüman sosyalistlerin birleşikliğine ve özerkliğine şiddetle karşı çıkan Stalin de bunun farkındaydı ve boşluk­ lardan yararlanmasını da iyi biliyordu. Sultan Galiyev, (tıpkı Vahidov gibi) Bolşevik Parti’ye Ekim Devrimi sırasında katıldı. Aslında, bu geç katılım bile, çok isteklice değildi. Galiyevcilerin asıl isteği kendi özerk partilerini, yanı Müslüman Komünist Partisi’ni, oluşturmak ve bu çerçevede kendi özerk devletleriyle yani Tatar-Başkurt Devletiyle Sovyetlere katılmaktı. Bu da Rus güdümlü olan her yapılanmaya olan güvensizliklerinden kaynaklanıyordu. Bu güvensizliğin haklı nedenleri de vardı. Zira komünist dev­ rimden sonra bile Müslümanlara yönelik dışlayıcılık devam etmekteydi. Gerek Tatar-Başkurt Devleti’nin kurulma çalışma­ larındaki olumsuz tutum, gerekse yönetim yapılanmasındaki Rus hakimiyetinin sürekli olarak yeniden inşa edilerek Müslümanlara, kendi yurtlarında bile pek yönetsel bir hak tanınmaması bu durumun en bariz belirtileriydi. Sultan Galiyev, Vahidov’un ölümüyle başlayıp, İç savaşın sona ermesiyle biten süreç içerisinde komünist kariyerinin zirve noktasına çıktı. Ancak, bu dönem Müslüman soysa-

37


üstlerin Bolşeviklere kabul ettirmiş oldukları istemlerin de sürekli olarak ertelendiği bir dönem oldu. Sultan Galiyev, Müslüman Merkez Komiseriydi ve Müslüman Askeri Kurulu’nun başkamydı. Ayrıca, Narkomnatz’m yayın organı Natsional’notsy (Milletlerin Hayatı) dergisinin de redaktör­ lüğünü yürütüyordu. Ocak 1920’de de Stalin’in başkanlığını yaptığı ve üyeleri arasında Pavloviç Broyda, Turar Rıskulov ve Galimcan îbrahimov’un da bulunduğu Bolşevik yöneticilerden oluşan Narkomnatz Küçük Kurulu’nun üyesi olacaktır. Sultan Galiyev, 1918 Kasımında, Müslüman komünist örgütlerden 43 delegenin katıldığı “Birinci Müslüman Komünistleri Kongre­ s in i topladı ve başkanlığını yaptı. Bu toplantıya Türk komünistleri de Mustafa Suphi’nin öncülüğünde katıldı. Kongre’de tartışılan temel konu, Müslüman komünistler ile Rus Komünist Partisi arasındaki ilişkiler sorunuydu. Toplan­ tıya Kınmiı Müslüman komünistleri adına katılan Firdevsi’nin ve Sultan Galiyev’in ısrarla savundukları tez, Müslüman Komünist Partisi’nin, özerk bir şekilde, federatif bir anlayışla Rus Komünist Partisi’ne bağlanmasıydı. İkinci iç savaşın ardından Sultan Galiyev ve Galiycvciler bir darbe daha aldılar.31 18-23 Mart 1919’da Moskova’da gerçekleştirilen Rus Komünist Partisi Sekizinci Kongresi’nde Bütün milli komünist örgütlerinin kapatılması kararı alındı. Karar metni şöyleydi: “Rus Komünist Partisi Sekizinci Kongresi, R S F S C ’nin tüm bölgelerinde parti çalışmalarını yöneten tek bir Merkez Komitesi’ne sahip, tek merkezi bir Komünist Partisi’nin varlığını zorunlu görür. Rus Komünist Partisi’nin ve yönetim organlarının tüm kararlan, ulusal bile­ şimleri ne olursa olsun tüm parti örgütleri için zorunlu nitelik 31 Galiyevcileri güdükleştirmenin, iç savaş sonrasına denk gol irilme­ sine dikkat edilmesi gerekir.

38


taşır.”32 Bu toplantıdan sonra, Kasım 1918’deki meşhur toplantısından hatırladığımız Müslüman Örgütleri Merkez Bürosu da lağvedilerek, yerine Doğu Halkları Komünist Örgütleri Merkez Bürosu oluşturuldu. Sonuçta, iç savaşlann hakim olduğu iki yıllık sürecin sonucunda, Vahidov ve Galiyev İkilisinin kurguladıkları “Müslümanların stratejik komünizmi” çerçevesinde faaliyet gösteren Müslüman Komi­ serliği, ortadan kaldırılmış oldu. Artık İslam bölgelerinde sa­ dece Merkez Komitesi’nin belirleyiciliği söz konusuydu. Galiyevci Müslüman sosyalistler ile Stalinist Bolşevikler arasındaki hakimiyet kavgasında ibre İkincilerden yana dönüşmüştü. Sultan Galiyev, gerek Müslüman Komünistleri Kongresi, gerekse Rus Komünist Partisi Kongresi’nin olumsuz sonuçlarım uzun süre üstünden atamadı. Galiyevci hareket adına çok büyük bir sorumluluk taşıdığı yeni bir süreç başlıyordu. Artık sosyalizmin Doğu’ya taşınması ve buralardan başlayacak devrimlerle ancak dünyasal devrimlerin oluşturu­ labileceği düşünceleri daha gizli olarak geliştirilecek ve bu çerçevedeki örgütlenmeler daha gizlilik içerisinde gerçekleşti­ rilecekti. Zira Türkiye, İran, Çin gibi Doğu memleketlerindeki devrimci kıpırdanış da bu düşüncelerin fiiliyata geçirileceği nesnel zemini oluşturuyordu. Tabii ki, daha sonraki bölüm­ lerde anlatılacağı gibi, bu konuda Mustafa Suphi’ye de çok önemli görevler düşüyordu.33 Bu dönemdeki “Doğu’da

32 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 105 33 Sultan Galiyev, Türkiye'deki ulusalcı, devrimci hareketlere çok önem veriyordu. 1918 Temmuzunda Moskova'da gerçekleştirilen ve TKP'nin çekirdeği olan Türk Sosyalistleri Konferansı'nm örgütleyicisi Sultan Galiyev'di. Rusya'daki esir Türk subayları ve askerlerinden oluşan iki Türk taburunu da Mustafa Suphi ile birlikte oluşturdular. Bu taburlar, iç savaş süresince, Doğu ve Güney cephesinde savaştılar. Efendiyev, Türk taburu hakkında şöyle yazıyordu: "Sovyet Cumhu-

39


devrim” stratejisi ulusal hareketlerin sosyalizme dönüştü­ rülmesi stratejisiydi. Türk Kemalist hareketi ile İran Cengeliler hareketi34 hu konuda çok iyi bir örnek olabilirdi.

riycti topraklan üzerinde pek çok Türk savaş esirinin bulunması, bize devrimi yakın doğuya yaymamız konusunda eşi bulunmaz bir olanak yarattı"

A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY:

a.g.e.,

97 Müslüman

sosyalist örgütlenme içerisinde adı çok sık geçen Mustafa Suphi'den de burada bahsetmemiz gerekmektedir. Türk komünizm literatü­ ründe, çok yanlış bilgilerle politik malzeme konusu olan ve soğuk savaş edebiyatı

içerisinde tarafların ideolojik gözlüklerine göre

değerlendirilerek adeta "tahrif" edilen Mustafa Suphi, Mollanur Vahidov'un ve Sultan Galiyev'in yardımcısıydı. Mustafa Suphi'nin Rusya'daki faaliyetlerine bakıldığında da görülecektir ki, bütün varlığı ve hareketleriyle Galiyevci hareketin içerisindedir. 1918 Tem­ muzunda Moskova'da Türk Komünistleri Konferansını toplamış ve Türk savaş esirlerinden bir Türk Kızıl Alayı oluşturmuştur. Türkiye Komünist Partisi(TKP) de bu süreçte doğmuştur. Mustafa Suphi, önce Mollanur Vahidov'un, o öldürüldükten sonra da Sultan Galiyev'in yardımcılığını(sağ kolu da diyebiliriz) yapmıştır. Rusya'daki Türk komünistlerinin örgütlenmesi Galiyevci hareket içerisinde olmuştur. Yani TKP'nin harcında Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev'in de etkinliği vardır. Sultan Galiyev, Mustafa Suphi ve TKİ’ kanalıyla, Türk sosyalist siyasal düşüncesinde de "milli" bir iz bırakmıştır. Galiyev'in rektörlüğünü yaptığı Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nde (KUTV)öğrenim görmüş ve Rusya'daki TKP içinde yetişmiş olan Şevket Süreyya'nın öncülüğünde gelişen ve Kemalizme ( ialivıw ci bir renk vermeye çalışan Kadro dergisi hareketi de aynı düşünsel iklimden gelmiştir. Mustafa Suphi ve Galiyevci hareket içindeki yeri konusuna Üçüncü Kısım'da daha detaylı olarak değinilecektir. J4 İrarı komünist hareketinin önde gelen partisi "Cengeliler", Sovyet lerin,

Kuzey

Kafkasya'yı

denetimlerine

almalarından

hareketle

Haziran 1920'de Gilan Sovyet Sosyalist Cum huriyetinin ilan rlliler. Baku merkezli Adalet üyesi sosyalistlerle, İran Azeri milliyetçilerinin de katıldığı ve Başkanlığını Cengeli lideri Mirza Küçük I lan in yaptığı bir koalisyon oluşturuldu. Bu Cumhuriyet, Rusya İt>p ra klan

40


Sultan Galiyev, uzun bir bocalama ve düşünme sürecinden sonra iti n ve Kasım 1919’da, dizi olarak Ulusların Hayatı (Jizn1 N -ional’ nostey ) dergisinde yayınlanan meşhur “Toplumsal Devrim ve Doğu” makalesini yazdı. Galiyevci hareketin ilk manifestosu diyebileceğimiz makalede Galiyev, Rus komünistlerinin Avrupa merkezci soysalizm anlayış­ larından duyduğu kırıklığı dile getirdi. Ayrıca, sosyalist devrimin inşasının ancak Doğu’nun kazanılarak ve devrimci hareketlere kanalize edilerek gerçekleşeceği tezini tekrar ileri sürdü. Bu düşünceler yazıdaki şu cümlelerde açıklıkla dile getirildi: “Doğu’nun katılımı olmaksızın sosyalist devrim hiçbir zaman zafere ulaşamaz. Fakat günümüzde hala, bir sos­ yalist devrimin doğru gelişim yasalarının gerektirdiği kesin bir politikaya sahip değiliz.”35 Ayrıca, daha sonra çok daha ayrıntılı önermelerle ileri süreceği şu tezini de ilk defa o zaman dile getirmişti: “Doğudan yoksun bırakılmış ve Hindistan, Afganistan, İran ve diğer Asya ve Afrika sömürgeleriyle bağlan kopartılmış bir Batı Avrupa emperyalizmi yıkılmaya yüz tutacak ve kendiliğinden ölecektir.”36 Sultan Galiyev, Doğu’da devrim stratejisi ile ilgili özgün tezlerini ortaya koyduğu bu makalesinin sonunu getiremedi. Devamı gelecek sayıda denilmesine rağmen bir daha devamı yazılmadı. Ulusların Yaşamı dergisinin yazı işleri müdürü olmasına rağmen yazısının son kısmı muhtemelen Stalin’in veya Lenin’in sansürüne uğratılarak yayından kaldırılmış bir daha da hiçbir yerde yayınlanmamıştır. Bu yayınlanmayan yazı, daha ileride el altından dağıtılan Galiyevci programın ilk

dışında kurulan ilk sosyalist ve Sovyet cumhuriyet olma özelliğini kazandı. 35 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 105 * A.BENNİGSEN-C.L.QÜELQUEJAY: a.g.e., 109

41


“resmi” iskeleti olsa gerekti. Sultan Galiyev, bütün olanlara rağmen örgütlenme çalışmalarına kararlılıkla devam etti. 1919 Kasımında Kazan’da, başkanlığını kendisinin yaptığı bir konferans organize etti. Bu konferansta, Galiyevcilerin kararlılığını dile getiren şu ilke önergesi kabul edildi: “Doğu halkları, Doğu’nun kurtuluşunda aktif görev almalılar ve Müslüman komünistler bunda ağırlıklı rol oynamalıdırlar. Ne var ki katılımları ancak Sovyet iktidarı ve Komünist Partisi Merkez Komitesi onlara en geniş maddi ve manevi yardımı yaptığı takdirde, etkili olabilir. Bu çerçevede ilk olarak yapılacak katkı, Müslüman komünistlere emanet edilmesi gereken Dış İşleri Halk Komiserliği Doğu Seksiyonu’nda köklü bir reformdur.”37

G aliyevcilerin T atar-B aşk u rt D evleti P rojesi Rus Çarlığının dağılma sürecinde ve Sovyet devletinin kurulma aşamasında Tatar-Başkurt bölgelerini içine alan çeşitli devlet projeleri ortaya atıldı. Tatar-Başkurt Millet M eclisi’nin kabul ettiği İdil-Ural devleti ve belli bir süre faaliyete de geçirilmiş olan Trans-Bulak devleti buıjuva-milliyetçi kesim­ lerin taşanlarıydı. Bolşevik devrimi ve iç savaş süreciyle birlikte bu tasanlar gündemden çıktı ve sadece Müslüman sosyalistlerin tasarımı olan Tatar-Başkurt Cumhuriyeti tartışıl­ maya başlandı. Stalin ve Lenin, 18 Mart 1918’deki Kazan K o­ münistleri Toplantısında, Mollanur Vahidov’un ve Galiyev’in ısrarla savundukları Ural ve Volga Nehri'nin orta bölgesinde Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti'nin kurulması karannı kabul etmek zorunda kalmışlardı.38 Söz konusu toplantı çok şiddetli tartışmalarla geçmişti. Rus delegeler böyle bir kararı protesto ettiler. Slav ve Baltıklı Bolşevikler, Müslüman 37 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 109 38Masayuki YAMAUCHİ : a.g.e., 97

42


sosyalistlerin idari yeteneklerine güvenmiyorlardı. Özellikle, Tatarların şehri olan Kazan Eyaleti'nin Sovyet Başkanı olan Litvanyalı Grasis, "Müslümanlarda omurga yokMdiyerek bu görüşünü açık olarak alaylı bir şekilde dile getirdi. Vahidov, toplantıda Grasis’in ve diğer Bolşeviklerin çıkışlarına çok sert bir karşılık verdi: "...Tesisi tasavvur olunan Tatar-Başkurt Cumhuriyetinin en muhalif düşmanı olan Kazan Sovyeti’nin Vekili Grasis, Müslüman sosyalistlerinin omurgası olmadığmı söylüyor. Bunun böyle olup olmadığı meselesini ileriye, Grasis’in psiko-patologlar tarafından incelenip gelecek asırlara yadigâr olmak üzere müzeye verileceği vakte kadar tehir edelim. Şimdilik bizi meşgul eden daha önemli meseleler var... Biz, Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’nin Müslümanlar için devrim yolunu gösterici yıldız olabileceğine kaniyiz. Bu cumhuriyetin tarihi ehemmiyetini, Rus halkları içinde beliren hareketin beynelmilel vasattaki yerini takdir edemeyenler göre­ mezler..."39 Alınan kararlar, Vahidov ve Müslüman sosyalistler için, stratejilerinin gelişimi açısından son derece önemliydi. Mazlumlar enternasyonali çerçevesinde oluşturulması düşü­ nülen birleşik federatif devletler projesinin gerçekleştirilmesi sürecinde çok büyük bir adım atılmıştı. Vahidov’a göre TatarBaşkurt devleti, bu projenin itici gücü, lokomotifi olacaktı. Mollanur Vahidov, toplantıda bu olumlu gelişmeyi de vurguluyor ve konuşmasını şu şekilde tamamlıyordu: "Yoldaş­ lar, Müslüman işçiler, köylüler, öz medeniyetiniz, önünüzdeki parlak istikbaliniz namına birleşiniz. Irak, Hindistan, Mısır, eski Tiran’ın sahillerinde, Asya sahralarında milyonlarca Müslümanm Avrupa buıjuvaziyası altında ezilip yandıklarını unutmayınız. Eğer sizin göülleriniz onlan azat etmek, onları

39Mete TUNÇAY, Mustafa Suphi'nin Yeni Dünyası (İstanbul, 1995), 50-51

43


beynelmilel azatlık yoluna girdirmek ateşiyle yanıyorsa, birleşerek kızıl bayrak altına koşunuz. Yoldaşlar! Aharin Kafkas dağlarından, geniş Sibirya sahralarından, köy ve şehirlerden, doğmak üzere olan Tatar-Başkurt Cumhuriyeti'ni koruyunuz. Yaşasın Tatar-Başkurt Cumhuriyeti! Yaşasın bü­ yük yarınlara doğru ilerleyen Müslüman proletarya! "40 Sovyet Hükümeti Tatar-Başkurt Sovyet cumhuriyetini kurma kararını ilan etmiş ve 23 Mart 1918 tarihli Pravda gazetesinde aşağıdaki “Tatar-Başkurt Cumhuriyeti Tasansı”nı yayımlamıştır: “Milletler Halk Komiserliği, Tatar-Başkurt devrimci kitlelerinin arzularını dikkate alarak ve Rusya’nın Sovyet Cumhuriyetlerinin federasyonu olduğunu ilan eden III. Sovyetler Kongresinin kararlarına dayanarak Halk Komiserleri Heyeti’nin direktifleriyle Rusya Federasyonu’nun TatarBaşkurt Sovyet Cumhuriyeti hakkındaki şu tasarıyı hazırlamış bulunuyor: 1. Güney Ural ile Orta İdil boyu toprakları Rusya Sovyet federasyonunun Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti olduğu ilan edilir. 2. Sınırlar tespit edilirken Başkurt ve Tatar devrimci teşekküllerinin projesi (Bütün Ufa vilayeti, Orenburg vilayetinin Başkurt kısmı, Çuvaş ve Seremis kısımları hariç Kazan vilayeti ve Perim, Viyatla, Simbirsk ve Şamara vilayetlerinin bitişik Müslüman kısımları) esas alınan C umhuriyet sınırlarının nihai tespiti bu Cumhuriyetin kurucu Sovyetler kongresine bırakıldı. 3. Cumhuriyetin Batı kısmı ile Başkurdistan arasındaki siyasi ve iktisadi ilişkiler, TatarBaşkurt Cumhuriyeti kurucu Sovyetler Kongresi tarafından belirtilir.”41 Tasarının altında imzaları olan şahsiyetler de önemliydi: Milletler Halk Komiseri J.Stalin, İç Rusya Müslü­ man İşleri Komiseri Mollanur Vahidov ve Komiserlik üyeleri 40 Mete TUNÇAY : a.g.e., 51 41 Tımurbek DEVLETŞİN, Sovyet Tataristanı, (Ankara, 1981), 214

44


Ş. Manatof ile G. İbrahimov. Müslüman Sosyalistlerin çok önemli bir başansı olan bu kararın akabinde, Kazan Vilayet Sovyeti, Ural Bölge Sovyeti ve Simbırsk Vilayet Sovyeti temsilcileri milliyetçiliğe verilen bir taviz olarak gördükleri Tatar-Başkurt Cumhuriyetinin kurulması aleyhine çalıştılar. Müslüman sosyalistlerle ve özellikle de Vahidovla gizli bir savaş yürüttüler. Mollanur Vahidov ise, Tatar-Başkurt Cum­ huriyetinin kuruluşunun yalnız Rusya’nın Doğu halkları için değil, aynı zamanda bütün Doğu için de büyük öneme sahip olduğunu kaydediyordu.42 Kazan, Ofenburg, Ufa, Perm, Simbirsk, Yelaterinburg Sovyetler ve Müslüman Komiserlikler temsilciliklerinin; Çuvaş ve Meri halkları temsilciliklerinin (Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’ne onlarda dahildi.) ve Milletler Halk Komiserliğine bağlı Müslüman Komiserliği temsilcile­ rinin (1 8 ’nin oy verme hakkına sahip olduğu 30 kişi) iştirakiy­ le Moskova’da 10-16 Mayıs 1918’de yapılan toplantıda “Tatar-Başkurt Cumhuriyeti Tasarısı” görüşüldü.43 Yamauchi’nin belirttiğine göre, bu toplantıda; ekonomik özerkliğe önem veren enternasyonalizm ile ulusal özerkliğe önem veren enternasyonalizm arasındaki çatışma söz konusu oldu.44 Toplantı oy çokluğuyla tasarıyı tasvip etti. Toplantıda Tatar-Başkurt Cumhuriyeti kurucu kongresini toplantıya çağırma komisyonu seçildi. Komisyon şu kişilerden oluşuyor­ du: Vahidov, Yanbayev, Devletşın, Yakubov, Çuvaşlardan Elmin, Maillerden Murhan, Ruslardan V.Yegaşin. TatarBaşkurt halkı, Tatar-Başkurt Sovyet tasarısını sevinçle karşılıyorlardı. Ufa’da 27 Nisan 1918 yılında yapılan "TatarBaşkurt İşçileri Toplantısında, katılımcılar, Milletler Halk

42 Timurbek DEVLETŞİN, a.g.e., 269 43 Timurbek DEVLETŞIN, a.g.e., 265 44 Masayuki Y A M A U C H İ: a.g.e, 109

45


Komiserliği’ne, Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’nin kurulmasını selamladıklarım ve Tatar-Başkurt Kızıl Ordusu’nun kurulma­ sını istediklerini bildiren bir telgraf çektiler. Müslüman sosyalistlerin ülkülerine ulaşmada “stratejik tramplen” işlevi olacağını düşündükleri ve en öncelikli siyasal hedefleri olan Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’nin kurulmasını, diğer Bolşevikler pek tasvip etmiyorlardı. Hatta kendi düşündükleri Sovyet rejiminin gidişatı açısından oldukça tehlikeli olduğunu düşü­ nen Bolşevik yöneticiler vardı. Zira, bu devletin kurulmasıyla Müslüman sosyalistler çok önemli bir mevzi kazanmış olacaklardı. Rusya Müslümanlarının, “Müslüman sosyalistler” örgütlülüğünde birleşme ihtimali doğuyordu. Buna rağmen, iç savaş süresince Müslümanlara ve özellikle Müslüman soysalistlere duyulan ihtiyaç bu tasarının kabul edilmesini sağladı. Fakat yine de kararın uygulamaya geçirilmesi sürekli olarak erteleniyordu. Sonuçta Sovyet yönetimince kabul edilen ve Müslümanlar arasında sevinçle karşılanan Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’nin kurulması sürüncemeye bırakıldı. Kurucu Meclisi toplantıya çağırmakla görevli komisyon Kongre hazırlıkları için gerekli masraf listesini Milletler Halk Komiserliği’ne sunduğu zaman, bu liste Stalin’in emriyle hasıraltı edildi.45 Halk Komiserliği Heyeti’nce, Vahidov’un şikayeti üzerine, masrafların ödenmesi kabul edilmiş fakat bu

45 Stalin, yardımcısı Pestokvski'ye "Kongre hazırlıklarını hızlandırma! Bu işte acele etm e!" emri vermiştir. Vahidov'un şikayeti üzerine, mesele, Milletler Halk Komiserliği Heyeti'ne intikal etmiş ve Komisyon'un cari masraflarını karşılama kararı verilmiştir. Milletler Halk Komiserliği bu karara itiraz etmiştir. Ancak 20 Temmuz 1918'de yani Tatar-Başkurt Cumhuriyeti tasarısının yayımlanmasından dört ay sonra, Halk Komiserleri heyeti (Vahidov da içerisindedir.) Komisyon masrafları için para verilmesi hakkındaki kararını teyit etmiştir. Timurbek DEVLETŞİN, a.g.e., 270

46


dönem Stalin ile Müslüman Komiseri Vahidov arasındaki “soğuk savaş”ın yoğunlaştığı bir dönem olmuşdu. 46 İç savaş Tatar-Başkurt projesini etkisizleştirmek için iyi bir gerekçe oldu. İç savaş süresince, askeri savunma çalışma­ larıyla yoğunlaşıldı. Bu süreçte Tatar-Başkurt askeri kuvvetleri de iç savaşta önemli harekatlarda ve stratejik savunmalarda kullanıldı. Bu şekilde güçleri azaldığı için Tatar-Başkurtların ikna güçleri zayıfladı. Stalin ve MK (Merkez Komitesi) bu durumdan yararlandı ve Tatar-Başkurt cumhuriyetini kurma çalışmalarını frenlenmeye çalıştı. İç savaş sırasında VahidovTa birlikte Müslüman Askeri Heyeti Komiseri Kamil Yakubov’un da öldürülmesi Müslüman sosyalistleri iyice güçsüzleştirdi. Bu aşamadan sonra Tatar-Başkurt devleti konusunda Sultan Galiyev önderliğinde, ısrarcı olunsa da herhangi bir sonuç alınamadı. Tasarı savsaklandı. Başlangıçtaki, yani Müslüman Komiserliği oluşmadan önceki duruma dönüldü. Konu, tekrar görüşülmek üzere, 12 Kasım-3 Aralık 1919’de yapılan İkinci Bütün Doğu Halkları Komünist Teşekkülleri Kongresi’ne sunuldu. Bu durum, Tatar-Başkurtlann muhtariyet hakkının ve bunu destekleyen kararın uygulanmasının Tatarlar veya Başkurtlarla ilgisi olmayan, komiserlerin kararına bırakılarak gayri kanuni bir şekilde değiştirilmesi anlamına geliyordu. Buna rağmen Kongre’den yine de olumlu bir sonuç çıktı.47 Ancak Lenin’in, 13 Aralık 1919’da Doğu milletleri komünist­ leriyle, özellikle onların Tatar-Başkurt cumhuriyetini kurulma­ sına karşı olanlarıyla yaptığı istişareden sonra, aynı gün Lenin’in başkanlığında toplanan RKP (b) Merkez Komitesi Polit Bürosu şu kararı aldı: “Rusya Doğu Halkları Komünist Teşekkülleri Kongresi’nin büyük kısmı ve özellikle Başkur-

46 Timurbek DEVLETŞİN, a.g.e., 270 47 Timurbek DEVLETŞİN, a.g.e., 272

47


distan komünistlerinin48 bütün delegelerinin Tatar-Başkurt Cumhuriyet i’nin kurulmasına karşı olmaları dolayısıyla böyle bir cumhuriyet kurulmamalı ve Milletler Halk Komiserliğinin Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti hususundaki 22 Mart 1918 tarihli kararnamesi iptal edilmelidir. Parti üyelerine bundan sonra Tatar-Başkurt Cumhuriyeti için propaganda yapma­ maları teklif olunur. 13 Aralık 1919 ” 49 Bu süreçte. Başkurtlara bağımsız Cumhuriyet vaadinde bulunularak Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’nin baltalanmasına çalışılmış ve başarılı olunmuştu. İç savaşta sona erdiğine vc Tatar kuvvetlerine ihtiyaç duyulmadığına göre böyle bir büyük devletin kurulmasının önüne geçilebilirdi. Bütün Müslümanlar içerisinde en fazla “yerelci” olan Başkurtların bu özellikleri kullanıldı. Başkurtlar adeta devlet vaadiyle kandırılarak TatarBaşkurt gücü bölündü. Sultan Galiyev50, gerçek anlamda bir muhtariyet taraftarıydı, Bolşevikleriıı katı merkeziyetçilik ilkesini eleştiriyordu. Federasyona da karşıydı. Bölgesel-kültürel özerk devletlerin sovyetinin oluşmasını istiyordu. Orta Asya ile Tataristan’m arasının kapatılmasından endişe ediyor­ 48 Başkurt milliyetçiler ve sosyalistler, genelde

"yerelci"

davranmışlar ve

Ekim devrimi süresince

Müslüman

Sosyalistlerin

ve

milliyetçilerin içerisinde de önemli bir hizip de oluşturmuşlardı. O zamanlar, Başkurt komünistlere ve hizbine sonraları Sovyet karşıtı Basmacı hareketin içinde de yer alacak olan Zeki Velidov (Togan) önderlik ediyordu. 49 Timurbek DEVLETŞİN, a.g.e., 272-273 50 Sultan Galiyev, dar çerçevedeki federasyona

karşıydı.

Zeki

Velidi'ye göre Sultan Galiyev, birbirlerine yakın örf ve adetlere sahip olan, Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti'nin dışındaki diğer Müslüman uluslardan oluşan ve başkenti Orenburg olan bir federasyon kurmayı düşünüyordu.(Zeki Velidi TOGAN, Hatıralarım (İstanbul, 1969), 286-289 Bu federasyon düşüncesi daha sonra geliştireceği "Sosyalist Turan Federasyonu" tezinin ilk sinyalleriydi.

48


du. Başında bulunduğu Müslüman Komiserliği, 2 Ekim 1918 de şu kararı almıştı: “Komiserlik, Sovyet cumhuriyet­ lerinin federasyon prensibinin mihenk taşı olarak, birbirleriyle bağlı olan bölgeler, vilayet ve kazaların coğrafi birleşmesini değil, tarihi gelişme seyri esnasında siyasi bağımsızlığını kay­ betmiş olan milletlere en geniş kültür ve eğitim muhtariyetinin verilmesini anlamaktadır.”51 Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’nin kuruluşunun endişeyle karşılanmasının nedeni Rusların etkisindeki Kominist Parti­ si’nin Doğu halkları üzerindeki hakimiyet tekelini kaybetme endişesinden kaynaklanıyordu. M.A. Soydoşeva’nın zikret­ tiğine göre, “Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti’nin kurulması Müslüman halkların Rus proletaryasına karşı tutulmasına sebep olacaktı. Bununla beraber Parti Merkez Komitesi’nin kararlan, başlarında Sultan Galiyev’in bulunduğu Tatar aydınlarının milli hisler besleyen kısmının kendi tesirini Doğunun Müslüman halkları üzerine yayma emelini önlemek imkânını vermiştir.”52 Sultan Galiyev liderliğindeki Tatar komünistler, bu olumsuzluklardan dolayı yılmadılar. Politbüro, Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’nin reddetme gerekçesi olarak, gerçeği yansıtmamakla beraber, Başkurtların itirazını göster­ mişti. Tatarlar da bunun üzerine, 20 Mart 1919’da kurulan Başkurdistan Muhtar Cumhuriyeti haricinde Tataristan Cumhuriyeti’nin kurulmasını ileri sürdüler. Bu şekilde, Tataristan Cumhuriyeti, kendi sınırlan içerisine Ufa şehrini de alarak, Tatar halkının çoğunluğunu içine almış olacaktı.53

51 Timurbek DEVLETŞİN, a.g.e., 276 52 Timurbek DEVLETŞİN, a.g.e., 277 Sultan Galiyev'in tasarladığı Tataristan Cumhuriyeti7nin toprakları takriben 130 bin km2 ve 4 milyon 874 bin nüfuslu olacaktı. Bu nüfusun yüzde 54.7'si Tatarlardan ve Başkurdistan şuurlarına

49


RKP(b) M K ’nin Politbürosu ile Halk Komiserleri Heyeti’nin 4 Mayıs 1920 tarihli ortak kararıyla, Tataristan Cumhuriyeti’nin kurulması ve sınırlarının tespiti konusunu hazırlamak üzere Hükümet Komisyonu kuruldu. Komisyona Tatarlarla hiçbir ilgisi olmayan J.Stalin, S.Kamanev, I.Preabrynski, M.Uladomsk ile Tatarlardan Sultan Galiyev yer aldılar. 27 Mayıs 1920’de Bütün Rusya İcra Komitesi ile Halk Komiserleri Heyeti tarafından Rusya Federasyonu’nun bir kısmı olarak Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinin kurulmuş olduğu bir kararname yayımlandı. Bu çerçevede Tataristan Cumhuriyeti de kuruldu. Fakat, Cumhuriyetler arasında öyle bir sınır çizgisi54 belirlenmişti ki, Tatarların yoğunlukta olduğu (Ufa gibi) şehirler Tataristan’a değil Başkurdistan’a dahil ediliyordu. Böylece 6 milyona yakın Tatar Tataristan sınırlarının dışında kalmış oluyordu.55 Tatarların, Başkurtların devlet yapılanmalarıyla ilgili düzenlemeler, herhangi bir oylamaya tabi tutulmadan, Devletşin’in deyimiyle, “demokratik merkeziyetçilik uygula­ masına göre, üst kademelerin talebi ve yerli teşkilatların ricası üzerine” yapılmıştı. Buna rağmen, Müslüman sosyalistler, Tataristan Cumhuriyetine de Doğu’da devrim stratejileri ve milli kurtuluş hareketleri çerçevesinde gerekli stratejik önemi veriyorlardı. Tataristan Muhtar Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile içerisine girmeyen Başkurtlardan, yüzde 3.6'sı Çuvaşlardan, Yüzde 2.2 Marilerden ve yüzde 39.5'i Ruslardan oluşmaktaydı. Timurbek DEVLETŞİN, a.g.e., 279 54 Stalin'in belirlediği sınırlar, daha sonraki yıllarda uygulayacağı "bölünük uluslar" ve "çok etnisiteli devletler" tezine uygundu. Stalin, Sovyet devletinin ilk yıllarında, zorlama göç yöntemini u y g u ­ la y a ra k h er bölgenin demografik yapısını değiştirmiş ve üniter yapıları tasfiye etmeye çalışmıştı 55 Masayuki YMAUCHİ : a.g.e,, 111

50


ilgili meselelerin görüşüldüğü RKP(b) Merkez Komitesi toplantısına katıldıktan sonra Moskova’dan dönen Kazan Vilayet İcra Komitesi Birinci Başkanı Hodorovski, Kazan’da 16 Haziran 1920’de yapılan Partililer toplantısında “Tataristan Cumhuriyeti’nin Kuruluş Kararının Milletlerarası Önemi” hakkında bir rapor vermişti. Raporda şöyle yazıyordu: “Milli yeniden doğuş ve milli kurtuluş yollarını aramada bütün Doğu emekçileri şimdi R SFSR (Sovyetler Birliği’nin Birlik Cumhuriyeti Olarak Rusya Federasyonu)’na yönelecektir.” 56Tataristan Cumhuriyeti’nin Kurucu Kongresi’ni RKP(b) adına selamlayan İzmyloviç, Kongre’de tekrar bu konuya değinerek, Doğu halklarının kurtuluş bayrağı olarak Tataristan Cumhuriyeti’nin tarihi görevini kaydetmiştir. Gerçekten de Tatar-Başkurt projesi kadar olmasa da, Müslüman sosyalistler de Tataristan Cumhuriyeti’nin kurulmasını “Doğucu” fikirle­ rinin gerçekleştirilmesi yolunda bir aşama olarak değerlen­ dirmişlerdir. Fakat Cumhuriyetin kurulmasından sonraki gelişmeler, beklenildiği gibi olmamıştır. Müslüman sosyalist­ lerin “ulusal devrim motoru “olarak algıladıkları ve bu anlamda misyon biçtikleri Tataristan, MK tarafından ihmal edilmeyecek potansiyel tehlikeyi hala içerisinde barındır­ maktaydı. Bu yüzden Cumhuriyet, Merkezin şemsiyesi altına alındı. Tataristan İhtilal Komitesi’nin başına Moskova’nın belirlediği ve gönderdiği Sahipgerey Said Galiyev57 getirildi. Müslüman sosyalistlerin İhtilal Komitesi Başkanı olmasını ısrarla istedikleri ve sonradan da Halk Komiserleri Heyeti Başkanı olması gereken Sultan Galiyev’in adaylığı merkez 56 Timurbek DEVLETŞİN, a.g.e., 290 57 Sehipgerey Said Galiyev, (1894-1939)Tataristan'ın önde gelen Bolşevik yöneticilerindendi. Rus yanlısıydı. Sultan Galiyev karşıtıydı. Düzene sadakatine rağmen 1938'de tutuklandı ve 1939'da idam edildi. A.BENNİGSEN-S.VVİMBUSH : a.g.e., 243

51


tarafından reddedildi. Sultan Galiyev’in Komünist yönetimden tasfiye süreci de bu aşamadan sonra başlıyordu.

Sultan Galiyev ve “Ulusal Sorun” Sovyetler içerisindeki otonom cumhuriyetlerle, daha genel anlamda “ulusal sorun” ile ilgili olarak, Leninci ilkelerle de bağdaşmayacak şekilde, Stalin katı merkezci bir tutum içerisindeydi. Sultan Galiyev bu konuda Lenin’i takip ediyor ve resmi düzeyde Stalin’i Leninci ilkeler çerçevesinde eleştiriyordu. Stalin’in devlet düşüncesi, bütün cumhuriyetlerin otonom cumhuriyet olarak Rusya Federasyonu’na dahil edilmesi, yani ‘'otonomlaşma” planı idi. Bu plan gerçekleş­ tirildiği taktirde, bütün cumhuriyetler bağımsızlıklarını kaybedeceklerdi. Lenin, bu düşünceye karşıydı. Bütün Cumhuriyetlerin eşit statüde birliğe katılmalarını istiyordu. Bu konulardaki en sert tartışmalar, Kafkasya konularında yaşanmıştı. Aralık 1922’de “Sovyet Sosyalist Federasyonu Cumhuriyetler Birliği” kurulduktan sonra, 13 Aralık 1922Me Güney Kafkasya Sovyet Sosyalist Federasyonu Sovyet Cumhuriyeti olarak birleştirildi. Böyle bir yapılanmayla, Ukrayna gibi, kendi egemenliğini korumaya çalışan Gürcistan’ın da varlığı mümkün olduğu kadar zayıflatılmak isteniyordu. Bu konuyla ilgili tartışmalar, özellikle Lenin ve Stalin arasında, oldukça sertleşti. Yine, 1922 yılı sonu ile 1923 başı arasında yapılan 12. Rusya Komünist Parti Kongresi Ulusal Sorunlar Toplantısında Sultan Galiyev, otonom bit cumhuriyet olan Türkistan’ın yetki ve statüsünün yükseltilerek bağımsız bir federe cumhuriyet haline getirilmesini istedi. Bu Sultan Galiyev'in son resmi sıfatıyla son talebi oldu. Ulusal özerklik tartışmaları Stalin ile Galiyev arasındaki gerginliği iyice artırırken Galiyev’in de şüpheleri gittikçe artıyordu.

52


Diğer bir gerginlik konusu da Tataristan’ın kilit nokta­ larının tamamen Rus olmasıydı. Başkent Kazan’m sadece yüzde 2 0 ’si Tatarlardan oluşuyordu. îdari bölünmeler çok karmaşıktı. Bu arada, Sovyetlerde cumhuriyetler nüfus ve yer ölçümlerine göre sınıflandırıldığı için Tataristan, ayrı bir Sovyet Cumhuriyeti değil Rusya Sovyetine bağlı özerk bir cumhuriyet oldu. Ukrayna ve Kafkasya’daki bazı cumhu­ riyetlerin Sovyet sosyalist cumhuriyeti olmasına karşın tarihi ve kültürel açıdan daha eski ve devrimler sürecinde daha etkili olan Tataristan’ın aynı seviyede yer almaması Müslüman sosyalistler arasında iyice hoşnutsuzluk yaratmaya başladı.58 Rusya Sovyeti (Federasyonu), diğer sovyetlerin içişlerine de rahatlıkla karışabiliyordu. Örneğin yerel idareye ait olması gereken petrol ihracatının ancak Moskova’nın talimatlarına uy­ gun olarak yapılabilmesi daha 1920 ilkbaharında Sovyet Azerbaycanı’nın kurulduğu yıllarda rahatsızlık uyandırmaya başlamıştı.59 Sovyet Rusya, Çarlık dönemi geleneklerini sürdürüyordu. Sultan Galiyev’in, söylemiyle Merkeziyetçi komünistlerin Çarlık Rusya’sından tevarüs ettikleri “büyük devlet şovenizmi” uygulamaları, örgütlü muhalefetin de gelişim potansiyelini oluşturuyordu.

Sultan Galiyev’in Tasarladığı Kurultay : Bakû Doğu Halkları Kurultayı Sultan Galiyev, Mollanur Vahidov önderliğinde başlayan Doğucu siyasal tezleri programlaştırmayı ve bu çerçevede sömürgeler dünyasından dünyasal bir devrim hareketinin başlamasını ısrarla savunuyordu. Galiyev’e göre Sovyetler devrimi ancak bu doğrultuda giderse nihai amacına ulaşa­ sl* "Olumlu" gelişmelerden birisi, 25 Haziran 1921'de, Ta(arislan'da Tatarca'nm resmi dil olarak kabul edilmesiydi.

w Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 113

53


bilirdi. Bu yüzden sürekli olarak Doğunun mazlum halklarının temsilcilerini ortak bir eylem programı etrafında bütünleş­ tirmek için çalışmalar yapıyordu. Merkez Komiteye de bu yönde telkinlerde bulunuyordu. MK, bu konuda Galiyev kadar iyimser görünmese de emperyalist kıskaç altından kurtulmak için Doğudaki komünist olmayan, ulusal kurtuluşçu güçlerin desteklerini almaları gerektiğine inandıkları için, devrimin ilk yıllarında Galiyev’in Doğucu bir takım görüşlerini ve bu doğrultudaki bazı tekliflerini kabul etmek zorunda kaldı. Bu çerçevede 3.Enternasyonal bünyesinde, Doğu Halklarını bir araya getirecek bir Doğu Halkları Kurultayı düzenlenmesine karar verildi. Bu Kurultay’ın Bakû’deki organizasyon çalışma­ larından Galiyev’in yardımcısı Mustafa Suphi sorumlu oldu. Galiyev ise kendi önerdiği Kurultay’a bir takım bürokratik engellemelerden dolayı katılamadı. Aynı tarihlerde yine BakûMe, Mustafa Suphi önderliğinde, Türkiye Komünist Teşkilatlarının Birinci kongresi de düzenlendi. Her iki kong­ renin aynı tarihlerde aynı yerde ve aynı kişilerin koordina­ törlüğünde yapılması Kurultay’ın, Türkiye ile de bağlantısını göstermektedir. Zaten Kurultay’a en fazla Türk delegesi katılmıştı. A.F. Cebesoy, “Moskova Hatıraları” adlı eserinde Komintem ’in, Doğu Halkları Kurultayı’nı aşağıdaki nedenlerle toplama kararı aldığını belirtmektedir.“l. Cepheden ve Garp hudutlarından Avrupa’ya sirayet ettirilmeyen inkılâp hareketini Şarktan ve müstemlekelerden sokmak. 2.Üçüncü Entemasyonal’in İkinci Enternasyonal’e mukabil köylü ve amele hukukunu tanıdığını cihana ilan etmek. 3.Şark milletlerinin kendileriyle beraber olduğunu Avrupalılara göstermek. 4. Şark milletlerini ihtilale, kıyama davet veya mecbur etmek. 5. Enver Paşa ve arkadaşlarının kendileriyle müşterek çalıştığım götsererek, İslam milletleri arasında emniyet ve nüfuz kazanmak

54


ö.İnkılapçı Türkiye’nin kendilerine dost ve siyasetlerine zahir olduğunu İslam âlemine göstermek suretiyle Türkiye’nin İslam alemi üzerindeki nüfuzundan faydalanarak AvrupalIların aley­ hine ihtilaller çıkartılmasını teşvik, mazlum ve mağdurlara yardım maskesi altında İslam memleketlerine hulul ve nüfuz etmek”60 Komintem’in 19 Temmuz- 7 Ağustos 1920 tarihleri arasında gerçekleştirilen İkinci Kongresinde Kongrenin ek bir faaliyeti olarak 1-7 Eylül 1920 tarihlerinde, Bakû Kurultayinın yapılması tasarlanmıştır. Daha önce Komintem İcra Komitesi toplantısında (18 Haziran) konu güdeme gelmiş ilk sözü alan Kari Radek, Komintem’in İkinci Kongresinden sonra, Yakın Doğu, Kafkas, Türkiye, Ermenistan ve İran’ın inkılapçı teşkilatlarından Bakû’de bir kongre toplanmasını teklif etmiş Moskova’da bulunan İngiliz, Fransız yoldaşların da bu kongreye katılmalarının çok olumlu olacağı, görüşünü ileri sürmüştür. Bu görüş Komintem toplantısında kabul edilmiştir. Elbette böyle bir karar alınmasında bu toplantının ısrarlı savunucusu Sultan Galiyev’in de önemli bir etkisi olmuştur. Böyle bir Kurultay’ın toplanmasını ısrarla isteyen Komite üyelerinden Radek, Kurultay’m neden Moskova’da değil de Bakû’de toplanması gerektiğini şöyle açıklıyor: “Biz Kongre için Moskova’yı değil, Bakû’yü teklif ediyoruz. Çünkü Doğu temsilcilerinin Moskova’ya gelmesine nispeten, Bizim Bakû’ye gitmemiz daha kolaydır. Ayrıca, Bakû Doğunun merkezidir.”61 Çiçerin ve Karahan da Radek’i destekle­ mişlerdir. Böylece, Komintem İcra Kom itesinin 18 Haziran 1920 tarihli toplantısında, Doğu Halklarının Birinci

60 Ali Fuat CEBESOY, Moskova Hatıraları (İstanbul, 1955), 39-40 61 Yavuz ASLAN, Türkiye Komünist Fırkası'nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi (İstanbul, 1997), 134

55


Kongresi’nin Bakû’de yapılması kararlaştırılmış ve Stasova ve Ordjenikidze başkanlığında, Nerimanov, Sait Gabiyev. Mikoyan, Mustafa Suphi, Eminov, Hüseyinov, Karayev ve Midivani’nin katılımlarıyla Kongre hazırlıkları için Teşkilat Bürosu oluşturulmuştur. Kongreyi örgütlemekle görevlendirilenlerin çoğu Galiyev’e yakın isimlerden oluşması dikkat çekicidir. Zaten Kurultayın ideolojik zeminini de Müslüman Sosyalistler ve Sultan Galiyev hazırlamıştı.62 Kurultay çağrısı ile ilgili ilk yazışma da Sultan Galiyev imzasıyla 20 Temmuz 1920’de Nerimanov, Mustafa Suphi ve Sultan Efendiyev’e gönderildi. Galiyev, bu yazıda Kurultay hazırlıkları için yapılması gerekenler hakkında ve Doğu devrimcilerine gönderilecek metin hakkında bilgi vermektedir. Bilgi verdiği üç kişi de Galiyevcidir. Galiyev, Kurultay hazırlıklarıyla bizzat ilgilen­ mektedir. 1 Eylül 1920’de açılan Kurultay’a, çoğu Müslüman topluluklardan olmak üzere, 3280 delege davet edilmiş olma­ sına rağmen çeşitli sorunlardan dolayı ancak 1891 delege katılabilmiştir. Bunların 1273’ü komünist, diğerleri ise parti­ sizdir. 63 Daha çok Türk ve İslam ağırlıklı topluluklardan

62 Teşkilat Bürosu'nun 19 Temmuz 1920'de yapılan ilk toplantısında, Kurultay'a katılması katılması

hangi için

ülkelerden

veya

teklif götürüleceği

kararlaştırıldı.

En

halklardan

kararlaştırıldı.

fazla

kontenjan

kaç

temsilcinin

3280 delegenin Türkiye(40Ü),

Azerbaycan(450) vc Sovyet Tüıkistanı (400)/na lanındı. Katılması istenen temsilcilerin çok biiyiik kısmının(3030) İslam ve Türk topluluklarından seçilmesi ilginçtir.Yavuz ASLAN, A.g.e., s:138 w Resmi tutanaklara göre katılanlarm milliyetlerine göre dağılımı şöyledir: 5 Polonyalı, 3 Macar, 3 Alman, 104 Rus, 1 Ukraynah, i Letonyalı, 1 çek, 41 Yahudi, 100 Giircü, 157 Ermeni, 15 Özbek, 35 Türkmen, 235 Türk(Azeri-Türkiyeli), 192 İranlı ve Fars, 1 Başkırt, 3 Arap, 3 Kalmık, 11 Hazarh, 8 Kürt, 25 Lezgi, 12 Çemşit, 10 Kaçar, 10

56


oluşsa da, delegelerin milliyeti açısından, Doğunun bütün renkleri hemen hemen Kurultay’a yansımış, hatta Batı merkezlerinden de önemli temsilciler katılmışlardır. Komintem toplantısı için Moskova’da bulunan bazı komünistler, bu Kurultay’a da katılmışlardır. Kurultay’a çağrı konusunda Türkiye’ye özel bir önem verildi. Ancak, TBM M yoluyla değil de direkt halka hitaben çağrı yapıldı. Bu çağrıya önemli bir ilgi olsa da, Mustafa Kemal, T BM M ’nin tek muhatap kabul edilmemesine tepki gösterdi. Bu konuda M eclis5te sert bir konuşma yaptı: “(Doğudaki devrimci hareketlerle ilgili uzun bir konuşmadan sonra)...Bu münasebetle efendiler, yine Doğu ile ilgili bir konudan söz edeceğim. Her halde işitmişsinizdir, son günlerde Bakû’de bir Kongre tertip edilmektedir. Resmi yoldan veya resmi olmayan yollardan bizden de oraya temsilciler çağırıyorlar. Bu çağrılar doğrudan doğruya halkı­ mıza yapılıyor. Trabzonlulara, Erzurumlulara, her tarafa bir takım çağrı mektupları geliyor, gönderiliyor... (Bolşeviklik ile TBM M görüşünün farklılıklarının ortaya konması)... biz her yandan dışarıdan ve dışarının etkisiyle içeriden sonsuz saldırılarla karşı karşıyayız. Bu durum karşısında bizim için yapılacak şey sükunet içerisinde birliğimizi korumaktır. Bu birliği böyle kişisel girişimlerle bozacak olursak o kişisel girişimlerin sonuçtaki başarısı çok parlak bile olsa geneli

Sart, 47 Kırgız(Kazak-Kırgız), 61 Tacik, 14 Hintli, 1 Hırvat, 33 Kumık, 12 Oset(Rusya-Gürcistan)/ 2 Abaza, 8 Çinli, 3 Koreli, 7 Avar, 2 TekeIili(Kazakistan), 82 Çeçen(Doğu Kafkasya), 9 Kabartay (Kuzey Kafkasya), 13 İnguş(Kafkasya), 266 delege milliyetini bildirmemiş, 100'den fazlası da soru kağıdı doldurmamıştır. Türk kökenliler en fazla sayıda temsilci gönderen milliyet olmuştur. Bu arada, o dönemde Azeriler de Türk adıyla nitelendirildikleri için Türkiye'den ve Azerbaycan'dan katılanların toplam delege sayısı 235 olarak çıkmıştır. Yavuz ASLAN, A.g.e., s:139

57


kurtarma olanağından yoksun olur. O nedenle, filan, filan ve filanlar kişisel olarak çağrılır ve oraya gider, orada söz konusu ilkeleri kabul eder ve ülkede uygulamaya kalkarsa bu doğru yol olmaz. Biz Kongrelere de gideriz. Her tarafa gideriz. Her şeye katılırız. Yalnız, biz gideriz. Ulus gider, yani yalnız ulusun temsilcilerinden oluşan Meclis gider ve yapılması gerekeni o yapar ve ancak yüce Meclisimizin yetkisine sahip olan görevlilerin herhangi bir kongrede, her hangi bir yerde, herhangi bir toplantıda, her hangi bir hükümetle yapacağı temas, söyleyeceği söz, vereceği imza kabul edilebilir ve geçerli olmak gerekir.”64 İttihatçı liderlerden Cemal Paşa,

64 Seyfettin TURHAN, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi (İstanbul, 1997), 72-73 Mustafa Kemal bu Önemli konuşmasında, Bolşeviklikle benzerliklerini ve ayrılıklarını ortaya koyarken Galiyevci düşünceye de ne kadar yakın olduğunu ortaya koymuştur. Mustafa Kemal'e göre: "...Bizim görüşlerimiz, bizim ilkelerimiz, herkesçe bilinmektedir ki, Bolşevik ilkeleri değildir ve Bolşevik ilkeleri ulusumuza kabul ettirmeyi de şimdiye kadar düşünmedik, bu yolda girişimde bulun­ madık. İnancımıza göre ulusumuzun hayat ve gelişmesi kendi uyum yeteneğine uygun olan görüştür. Ama temelden incelendiğinde bizim görüşümüz-ki halkçılıktır-kuvvetin, egemenliğin, yönetimin doğru­ dan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Elbette böyle bir ilke Bolşevik

ilkeleriyle çelişmez. Gerçi bize

milliyetperver derler ama biz öyle milliyetperverlerdeniz ki, bizimle işbirliği yapan bütün uluslara saygı gösterir, onları gözetiriz. Onların bütün

milliyetçiliklerinin

gereklerini

tanırız.

Bizim

milliyetper­

verliğimiz herhalde bencilce ve kibirli bir milliyetperverlik değildir. Ve Özellikle biz İslam olduğumuz için bizim İslamiyet açısından ümmetçiliğimiz vardır ki, milliyetperverliğin çizdiği sınırlı çemberi sonsuza doğru genişletir ve bu bakımdan da bizim yönümüzde Bolşevik yönü görülebilir. Özellikle, Bolşeviklik ulus içerisinde haksızlığa uğramış bir sınıfı göz önüne alır. Bizim ulusumuz ise tümüyle haksızlığa uğramış ve zulüm görmüştür. Bu bakımdan bizim ulusumuz insanlığı kurtarmaya yönelik kuvvetlerce korunmayı hak

58


Kurultay başlamadan önce, Mustafa Kemal’i uyarıcı bir mektup gönderdi. Mektupta şöyle diyordu: “Bakû Konferansı, bence son derece haiz- ehemmiyettir. Tarafınızdan bu Konferansa Türkiye’nin en güzide hatiplerden ve gayet zeki arkadaşlardan birkaçı gönderilecek olursa Şark aleminin makamı riyasetini Türklerin eline almak mümkün olacaktır.65 TBM M , Kurultaya oldukça büyük önem verdi. Kurultaya özellikle kendi taraftarlarının gitmesini sağlamaya çalıştı. Bakû’ye gönderilecek delegelerle ilgili olarak Kazım Karabekir görevlendirildi. Kurultayda Türkiye, Kemalistler, Enverciler ve Mustafa Suphiciler tarafından temsil edilecekti. Kurultay’a TBM M adına İbrahim Tali Bey katıldı ve bir de konuşma yaptı. İttihatçılar da bu Kongreden olabildiğince yararlanmaya çalıştılar. Enver Paşa, 1920 yazında Moskova’ya gitmiş ve Sovyet liderleriyle görüşmeler yapmıştı. Sovyet liderler bu ilişkilerden yararlanmak istiyorlardı. Bunun için Bakû’de yapılacak Doğu Halkları Kurultay’ına Enver Paşa’mn da katılmasını uygun gördüler. Böylece Doğu halklarına, yani Müslüman ve Türk halklarına Enver Paşa’nın da kendileriyle birlikte çalıştığını göstererek onların güven ve desteklerini kazanmayı amaçlıyorlar ve Enver Paşa’nın Doğudaki nüfusun­ dan faydalanmak istiyorlardı. Burada, şu da anlaşılıyor ki, artık Sultan Galiyev ve Müslüman soysalistler ile birlikte Mustafa Suphi de gözden çıkarılmıştı. Onların “tehlikeli” faaliyetlerini bertaraf edecek karşı güçler yaratılmasına çalışılmaktaydı. eder..." Dikkat edilirse, Mustafa Kemal bu konuşmasında, Sultan Galiyev ile eş zamanlarda aynı düşünceleri paylaşmaktadır. Özellikle, İslam olduğumuz için Bolşevikliğe daha yakın olduğum uz şeklindeki düşüncesi, Müslüman sosyalistlere özellikle Vahidov'a çok yakındır. Mustafa Kemal'in, bu konuşması adeta Bakû Doğu Halkları Kurultay'm a sunulan bildiri niteliği taşımıştır. 65 Yavuz ASLAN : a.g.e., 145

59


Kurultay, M K için bir nevi durum tespit yeri oldu. Kurul­ taydaki Mustafa Supbicilerle Envercilerin çatışması, Enver Paşa’nm M K güdümünde kurmuş olduğu TK P ’nin Mustafa Suphi tarafından dağıtılmasının arka planına da bu vardır. Aslında burada Enver Paşa-Mustafa Suphi çatışmasından ziyade Stalin-Galiyev çatışması söz konusuydu. TBM M hükü­ meti de Kurultay sırasında, Envercilerin yapacağı çalışmalar­ dan tedirginlik duyuyordu. Çeşitli yazışmalarla, İttihatçıların Türkiye adına faaliyette bulunmalarını engellemeye çalıştılar. Türkiye adına katılanların çoğu (Kemalistler, İttihatçılar ve Mustafa Suphi taraftarları) o sırada Bakû’de bulunan Türk savaş esirlerinden oluşmuştur. Türkler, Kurutlaya başka ülkeler ve topluluklar adma da katıldılar. Enver Paşa, Azmi Bey ve Baheaddin Şakir Kurultaya Fas, Tunus, Cezayir ve Trablusgaıp inkılâpçılarını temsilen katıldılar.60 20 Temmuz 1920’de Sultan Galiyev, Mustafa Suphi’ye çektiği telgrafta, Kurultay’da, Komisyona ve Komintem’in Doğu Şubesine sunmak üzere, Türkiye ile ilgili aşağıdaki konularda tebliğler hazırlanmasını istiyordu: “1. Türk İmpa­ ratorluğunun sükutu 2. Büyük devletlerin Türkiye uğrunda mücadelesi ve inkılaptan sonraki devrin tarihi 3. İnkılabın sebepleri ve İnkılaptan sonraki partilerin mücadelesi 4. TürkYunan Muharebesi 5. Ermeni-Türk ve Yunan-Türk düşman­ lığının iktisadi ve sosyal sebepleri, tarihi ve iktisadi cihetleri­ nin esaslandınlması 6. İttihat ve Terakki Partisi, onun sosyal mahiyeti ve iktisadi esası. Barıştan sonra İttihat ve Terakkinin formasının değiştirilmesi ve onun çalışmaları. İttihat ve Terakkinin diğer partilere ve gruplara, milli harekete, tarım meselesine münasebeti 7. Barıştan sonra, bugün kadar çeşitli Türk partilerinin işi, rolü ve önemi 8. Yerel meseleler : Suriye, <* Yavuz ASLAN : a.g.e., 196

60


Mezopotomya, Arap, Anadolu, Batum. Lazistan, Trakya. (Bu yerlerin her birinin dahilinde sınıfı, zirai, iktisadi münasebetler ve bu yerlerin metropol ile Türk halkı ile karşılıklı mücadele­ leri, vergi sistemleri.)67 Sultan Galiyev68 ve Müslüman sosyalistler, büyük ölçüde kendi tasarıları olan Kurultaya oldukça önem veriyorlardı. Stratejilerinin merkezine oturttukları ülke olan Türkiye’nin Kurultaya vercceği katkı çok önemliydi. Bu yüzden yoğun bir propaganda çalışması başlattılar. Mustafa Suphi, Sultan Galiyev’in talimatı doğrultusunda,"Türkiye Zahmetkeş Ahali' sine Davetiye” adıyla bir davetiye broşürü hazırlayarak Anadolu içerisinde dağıtılmasını sağladı. Mustafa Suphi, bu broşürde Anadolu halkına şöyle hitap ediyordu: “(...) Garp proleterlarını zulüm ve gadr altında inleten buıjuvaziya, Türkiye amele ve rençberlerinin boynuna da esaret zinciri takıyor. Yüz seneden beri Türkiye zahmetkeş ahalisini demir pençesiyle tazyik eden Avrupa’nın burjuvazi hükümetleri değil mıdır? (...) Kari Marks’ın bütün dünya işçilerine tevcih ettiği şiar, son zamanlara kadar memleketimizin kulağına kadar vara*7 Yavuz ASLAN : a.g.e.., 194 n8 Sultan Galiyev, aslında kendi tasarısı olan Kurultaya katılamamıştı. Bundan dolayı üzüntülerini şöyle ifade ediyordu: "Stalin'in benim hakkımdaki haberleri beni çok zor duruma soktu. Yoldaş Zinoviyev ile birlikte Bakû'deki Doğu Halkları Kon gresi'ne katılmak üzere tam hareket edecekken, yolda,s Stalin araya girdiği için, Parti Yönetim Kurulu kararıyla ben Moskova'da kalmak zorunda bırakıldım. Oysa ben, ihtilal esnasında Doğuda çalışmak istiyordum" Yamauchi, a.g.e, 118 Görüldüğü gibi, Stalin Galiyev'in Bakû'ye gitmesini özellikle istemiyordu. Zira bu dönemlerde Galiyev'in gizli faaliyetlerde bulunduğunu, karşı devrimcilerle işbirliği içerisinde olduğunu ve Galiyevcilerin özellikle Bakû'de mevzilendiklerini düşünüyordu. Galiyev, her halde sadece Bakıı Kongresi için değil, TKP örgütlenmesi için de Bakû'ye gidecekti.

61


mamıştı. Ancak, şimdi Rusya Kızıl İnkılabinm tarakasıyla beraber bu nida-i hürriyeti işitebiliyorsunuz! Muazzez yoldaş­ lar, bu seslere icab ediniz. Şark-ı karib mazlum milletlerinin konferansına şitaban olunuz. (...)”69 Mustafa Suphi, kurultayın, mazlum milletlerin birlik kurultayı olacağını ifade ederek, Kurultayın Galiyev’in “mazlumlar enternasyonali” projesinin, bir nevi ilk ayağı olacağını da gösteriyordu. Kurultay’ın başlangıç konuşmalarını70, resmi açılıştan bir gün önce(31 Ağustos) Bolşevik önderlerden Zinovyev, Bela-Kun ve Radek yaptı. Her üç konuşmada da “Doğu halkları ile Batı emekçi­ lerinin birleşmeleri gerektiği tezini destekleyen argümanlar vardı. Bazı konuşmalarda adeta Avrasyacı bir yaklaşım da söz konusuydu. Zinoviyev, “...inanıyoruz ki, Doğu halkları sıkı bir bağdaşlık halinde birleşecekler, onların arasına ayrılık sokan her şeyi unutacaklar, kapitalizmin onlar arasında önceden sürdürmeyi çok iyi başardığı geçimsizlikleri unutacaklar ve ancak onları birleştiren, birbirlerine bağlayan şeyleri hatırlaya­ caklardır. Biz sadece Asya ve Avrupa’nın değil ama kapita­ lizme son vermek ve yeni yaşamın yaratılmasına başlamak için bütün dünyanın kardeşçe birliğinin gerekliliğini duymaktayız. Komünist Enternasyonal, Batının halkları ile Doğu’nun uyanan halklarını birbirleriyle buluşturmak için Bakû’den daha iyi bir yer kararlaştınlamazdı...”diyor ve Bakû’yu Avrupa ve Asya’nın (Avrasya) merkezi olarak gösteriyordu. Radek de şöyle söylüyordu: “Bakû şehrini düşüncesizce seçmedik. Uzun yıllar süresince, İranlılar, Türkler, Tatarlar Bakû’de kapitalizm tarafından ezilerek ve sömürülerek ve kalplerinde sosyalist düşünceyi benimseyerek çalıştılar.” Radek, Bakû proletar­

69 Yavuz, ASLAN : a.g.e., 196 70 Kurultay konuşmalarının ayrıntıları için bkz. Birinci Doğu Halkları Kurultayı Tutanakları, Çev. Ali ALEV(İstanbul: Koral, 1990)

62


yasına, Doğu devrimi için özel bir önem veriyordu. Radek’e göre “...İçinde önceden burjuvazinin erişilmez lüksü ile işçilerin ve halkın yoksulluğunun komşuluk ettikleri bu işçi kentinin, dünya devriminin arenalarından biri olacağına, siyasal bilincin ona ışık saçacağına, Komünist Enternasyonal tarafından insanların kurtuluşu için verilen mücadele içinde şimdiden denenmiş Bakû proletaryasına emanet edilen Doğu devriminin bayrağının orada zafer kazanacağına inanıyoruz...” Bele Kun da “...Biz Macar proletaryası olarak Bakû kurul­ tayının, Batının uluslararası devriminin arkasını güven altına alacağını, Doğu ve Batı işçi ve köylülerinin kardeşçe birliğini gerçekleştireceğini ve Doğu’nun kızıl ordusunun bizimle birlikte bütün emperyalistlere, bütün kapitalistlere ve onların paralı askerlerine karşı çarpışmasını sağlayacağını umut ediyo­ ruz.” dedi.71 Kurultay, 1 Eylül 1920’de akşam saat 9.40’da Neriman Nerimanov’un açılış konuşması72 ile resmi olarak başladı. Kongre başkanlığına bütün gurupların tek adayı olarak öneri­ len Zinoviyev, Kongre Şeref Başkanlığına, Lenin, Zinoviyev ve Troçki seçildiler. 5 Maddelik gündem konusu vardı: 1. Doğu Halkları kongresinin amacı ve hedefleri, 2. Milletlerarası durum ve Doğunun emekçi kitlelerinin görevleri, 3. Milliyetler ve Sömürgeler sorunu, 4.Doğuda Sovyetlerin kurulması hakkında, 5. Doğuda toprak sorunu. Doğu Halkları Kongre­ sinin amacı ve hedefleri konusunda raportör olan Kurultay başkanı Zinoviyev, konuşmasının ilk bölümünde, İkinci Entemasyonal’i eleştirdikten sonra, Doğu Halkları Kongre -

71 A.g.e., 15-30 72 Nerimanov: "Komünist Enternasyonal'in Merkez Komitesi adına, Doğu Halkları Birinci Kongresinin açıldığını ilan ediyorum..." A.g.e., 33

63


sin in asıl amacını kendince şu şekilde dile getirdi: “Bu kurultayımızın birinci vazifesi, milyonlarca rençberi (köylüyü) uyandırmaktır. Ve onlara anlatmak gerekir ki, yeni rençber sınıfları vücuda getirmek için onları kuvvetlendirmek ihtiyacı var ve dünyanın muntazam, terakki ve teşkilatlı amele sınıf­ larıyla dostluk ve kardeşlik ittifakı yapmadan, şimdiki felaketten kurtulmanın yolları bulunamaz. Bu ittifakın bulun­ duğu yerde ise dünyanın zalim soyguncularına, yıllardan ve asırlardan beri sizi ezen ve alçaltan İngiliz ve Fransızlara katiyen galebe çalmak(galip gelmek) var. Bu şüphesizdir.” 73 Daha sonra, uzun uzadıya, Kurultayın da temel konularından biri olan, Türkiye’ye ve Kemalist harekete değindi. Burada, Komünist Enternasyonal1in ve Bolşevik M K ’nın, Doğudaki kurtuluş savaşlarına bakışını yansıtan çarpıcı sözler söyledi. “Biz yalnız komünizma akidesini taşıyanlara değil, fırkasızlara da müracaat ediyoruz. Bizim iki seylimiz vardır. Biri çok bü­ yük, taşkın ve gayet zorludur. Bu Rusya, Almanya, Fransa ve İtalya’da bulunan işçi, proleter ve komünist muharebesinin seylidir. Bu seyl günden güne genişlemekte ve kuvvet­ lenmektedir. Fakat bir seyl daha var ki kafi derecede kuvvetli değildir. Ve bazı yerlerde o yana bu yana sapıyor. Bu seyl zulüm çektirilen milletlerin hareketidir. Bunlar daha kendi yollarını seçmemişlerdir. Ve ne istediklerini bilmiyorlar. Lâkin bellerinin şiddetle sürtüldüğünü duyuyorlar, boyunlarına Fransız ve İngiliz sermaedarlarmın bindiğini anlıyorlar ve görüyorlar... Bizim istediğimiz bu iki seylin birbirine yakınlaş­ masıdır...’174 Aslında Zınaviyev’in düşünceleri, Doğudaki kurtuluş savaşlarına oldukça önem veren Sultan Galiyev’in dıışün-

73 A.g.e., 38 74 Yavuz ASLAN : a.g.e., 255

64


çeleriyle çok da fazla bağdaşmıyordu. Zira Zinoviyev, özel­ likle Kemalist hareketin desteklenmesi gerektiğini söylese de antikomünist ve hilafetçi özelliğini de vurgulayarak, Doğudaki milliyetçi kurtuluş hareketlerinin tehlikeli boyutunu da dikkate almak gerektiğini vurguladı.75 Radek ise egemenlik, zengin­ lerin, mülkdarların ve vurguncuların elinde kalacaksa, yeniden doğmuş güçlü bir Türkiye’nin doğmasının yararı nedir? diye soruyor ve Bolşevik yöneticilerin Doğudaki kurtuluş hareket­ leri hakkındaki şüphelerini dillendiriyordu.70 Bu, Galiyevci görüşün zıddıydı. Aslında, Kurultay bu iki görüş çerçevesinde, gelişti ve tamamlandı. Önemli bir kazanım olsa da tam olarak Galiyev’in istediği gibi sonuçlanmadı. Kurultaydan sonra oluşturulan komitenin çalışmaları, Kurultayın aldığı kararlar çerçevesinde Doğuda yapacakları örgütsel çalışmalar sürekli olarak baltalandı ve Kurultayın devamı da gelemedi. Zaten Kurultayın esas destekçilerinin tasfiye süreci de başlamıştı. Kurultayda TBM M adına, İbrahim Tali Bey77, dördüncü günde

75 Zinoviyev, konuşmasında Türk halkı tarafından Bolşevikliğin nasıl algılandığını da şu sözlerle dile getiriyordu: "...tanınmış ve hür düşünceli bir Türk halk işgüzarından Bolşevizm tabirinden Türk rençberinin ne anladığını sordum. O da şöyle dedi: bizde Bolşevik, İngilizlerle muharebe eden ve aynı işi yapmak için yardım etmek isteyen adama derler. Ben ikinci suali sordum: sizin rençberleriniz anlıyor mu ki, Bolşevizm yalnız Ingilizlerin değil, bütün zenginlerin aleyhine yürüyor. Bu zenginler ister Rus olsunlar, ister Türk../' Yavuz ASLAN: a.g.c^ 156) Kemalist devrimin sonrası hakkında Bolşeviklerde şüphe vardı. 76 Yavuz ASLAN : a.g.e., 158 77 İbrahim Tali Bey, Mustafa Kemal Paşa ile 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarı 18 subaydan biridir. Atatürk'ün oldukça güvendiği bir yoldaşıdır. Kurultaya gözlemci sıfatıyla Atatürk'ün gön'vliMUİıı mesiylo katılmıştır. Kurultaydan önce Moskova'da Üçüncü MmIchm .s yonal (Aynı dönemlerde Üçüncü Enternasyonal toplanmıştı.) üy«*lr

65


bildiri sundu. Bildiride Tali Bey, emperyalistlere karşı verilen Kemalist mücadeleden bahsediyordu. Tali, sanki Radek ve Zinoyev’e, endişelerinin yersiz olduğunu söylercesine şunları söyledi: “...Anadolu hareketi katiyen burjuvaziye dayanan bir hareket değildir. AvrupalIların bu yolda verdikleri malumat ve mütalaalar yanlıştır. Sermayeperestliğin şarkta yardımcıları Taşnak Ermenilerle, Venizelos Rumlandır. Buna ilave olarak, Padişahın saray hadimleri ile yakınlarıdır. Bunlar padişahın nüfuzunu Ingiliz sermayedarlığının menfaatine kulanıyorlar. Bunların hepsi Antanta’ya sokulmuşlardır. Ruh, mal, servet ve itibarlarını ve bol bol altınlarını ondan alıyorlar. Anadolu inkılapçıları ise, yüzlerini şarkta güneş gibi doğan inkılaba çevirmişlerdir.... Milli ve içtimai olan Anadolu rençber inkılâbını yenmek ve tepelemek istediler...”78 Tali Bey, Bolşeviklerin en fazla şüphe duydukları bir konu üzerinde, Türk inkılâbının yönü hakkında konuşmuş ve Anadolu’daki inkılabın milli olduğu kadar içtimai bir inkılap olduğunu da özellikle vurgulamış ve konuşmasını Kemalistlerin Bolşeviklere bakışı açısından çok anlamlı bir cümleyle bitirmiştir: “Yaşasınlar bu yolda birlikte yürüyen inkılapçı Rusya ile inkılapçı Anadolu ve onların dayandığı Şark inkılabı” 79 Demek ki, Kemalistlere göre her iki hareket de, Galiyev’in sistematize ettiği Doğu devrimi düşüncesinden feyz almak­ tadır. Enver Paşa’nın Kurultaya katılması da çok tartışma yaratmıştır. Enver Paşa 1920 yazında, Moskova’ya gelmiş ve Sovyet liderlerle ilişkiler kurmuştu. Sovyet liderleri Enver

riyle ve Enver Paşa ile görüşmüş ve Bakû'ye birlikte gelmişlerdir. Yavuz ASLAN: a.g.e., 162 78 Yavuz ASLAN : a.g.e., 165 79 Yavuz ASLAN : a.g.e., 165

66


Paşa’mn Müslümanlar arasındaki nüfuzundan yararlanmak ve Sultan Galiyev taraftarlarına karşı denge sağlamak istiyordu. Bu yüzden, Enver Paşanın da Kurultaya katılmasını sağladılar. Üçüncü Enternasyonal’in önde gelen şahsiyetleri, Enver Paşa’yı da yanlarına alarak, 26 Ağustos’ta, Moskova’dan hareket ederek, Bakû’ye gelmişlerdi. Bakû’deki MüslümanTürk ahali tarafından Enver Paşa, büyük bir coşku ile karşılan­ mış, fakat Azerbaycan’daki yerel komünistler (Galiyevci Nerimanov) soğuk davranmışlardı. Mustafa Suphi ve Türk komünistleri de, Enver Paşa’nın gelişine ve Kurultay’daki İttihatçı etkinliğine karşı oldukça soğuk davranmışlar ve Enver Paşa’yı gözden düşürmeye çalışmışlardı.80 TBM M hükümeti de, Enver Paşa ve diğer İttihatçıların Kurultaya katılmalarından rahatsızlık duymuş bu yüzden Enver Paşa ve Cemal Paşa’ya birer mektup yazılarak Türkiye adına hareket etmemeleri tavsiye edilmişti. Enver Paşa bu ikaza uygun davranmaya özen göstermiş, yaptığı bütün faaliyetleri T B M M ’ye bildirmiştir. Kurultaya da Türkiye adına değil Fas, Tunus, Cezayir ve Trablusgarp inkılâpçılarını temsilen katılmış ve konuşmuştur.81 Buna karşılık Enver Paşa, Mustafa Kemal’e göndermiş olduğu mektuplarda, Anadolu direnişi için oldukça önemli olan bu Kurultay süresince nasıl yardım edebileceğini sormuştur. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e gönderdiği şifreli mektup­ ta Enver Paşa ve arkadaşlarından, memleket ve millet işlerine müdahalelerine müsaade edilmeden istifade edilmesi gerekti­ ğini yazmıştır. Kazım Karabekir ise, Bakû Kurultayı’nı nasıl gördüklerini ve bu Kurultay’dan ne beklediklerini, kendisinin 80 Mustafa Suphi'nin İttihatçı düşmanlığı İkinci Meşrutiyet dönemine kadar uzanır. İfham gazetesi müdürü Mustafa Suphi'yi sürgüne gönderen ve hapse atan İttihatçılar Mustafa Suphi'nin zihninde her zaman öfke uyandırmıştır.

81Yavuz ASLAN ; a.g.ev 166

67


ne tür bir yardım yapacağı konusunda Enver Paşa’ya bir mektup göndermiştir. Mektuptaki şu pasajlar, Kurultayın T B M M ’ce nasıl algılandığını ve Enver Paşa’dan ne beklen­ diğini göstermesi bakımından önemlidir: “...Alem-i İslamın ve bütün şark milletlerinin mukadderatının mevzu-i bahis olacag Bakû Kongresi’nde zat-ı alileriniz de bulunarak her şeyden evvel şark yolunun açılması ve şarkla olan ittisalimizin temini, Ermeni M eselesi’nin menafi-i milliye ve gayemizi temin edecek surette halli ve şarkta sulh ve sükunetin takriri husus­ larına en büyük gayret ve himmetin sarf olunması pek mühim bir meseledir. ... Vaziyet-i hal ve siyaset-i hazırımızda Ruslardan başka hiçbir nokta-i istinadımız yoktur. ... Her bir işlerimizde esas, inleyen Anadolu’ya en yakından yardım olmalıdır. Bu yardımı sizden milletim namına talep ediyo­ rum...”82 Enver Paşa, Kurultay’daki büyük çoğunlukça coş­ kuyla karşılanmıştır. Enver’i protesto eden az sayıdaki delege, Enver Paşa Türkiyesinin emperyalistliğini vurgulayan komü­ nistler ile Mustafa Suphi önderliğindeki Türk Komünistleri arasından çıkmıştır.83 Kurultaya katılanlarm söylediklerine göre, Mustafa Suphi taraftarları Enver Paşa’yı konuşturma­ mışlar ve bu yüzden Enver Paşa’nııı bildirisini Bela-Kun

ri2 Yavuz ASLAN : a.g.e., 166

S3 Kurultaya katılan ve Kurultay ile ilgili bir raporu TBMM'ye sunan Hafız Mehmet Bey, raporunda Mustafa Suphi'nin Enver Paşa aleyhinde yaptırdığı gösterilerin Zinoviyev ve Radek gibi Kurultayın önde gelen şahıslarının dikkatlerini çektiğini belirt­ mekte ve yakında onlarla Mustafa Suphi arasında büyük bir ihtilafın çıkması ihtimalinin büyük olduğunu ifade etmektedir. Yavuz ASLAN, a.g.e., 169. Bu ihtilaf aslında genel olarak Galiyevcilerle Bolşevik Merkez komitesi arasında oluşacak ihtilaftır.

68


okumuştur.84 Sonuç olarak, Kurultay, Galiyev’in tasarladığı şekilde olmamış Parti Merkezi, Kurultayı etkisizleştirmek için elinden geleni yapmıştı. Galiyev, Doğu Bırliği’nin kurumsal yapısını oluşturacak bir Doğu Halkları Kurultayı tasarlamıştı. Kurultay sonrasında oluşturulan sekreterya ve propaganda birimi bu düşünceyle gündeme getirilmişti. Doğu halklarının Rusya’nın etki alanı dışına kayacağından rahatsız olduğu anlaşılan Parti Merkezi, Kurultayın başarılı olması için gereken özeni göstermediği gibi, adeta işlevsiz hale getirmeye çalıştı. Sultan Galiyev’in Kurultay’a’ katılmasının engellenmesi ve Kurultay’ın devamının getirilmemesi bunun göstergesidir. Yine de bu Kurultay vesilesiyle, mazlum milletlerin temsil­ cileri ilk kez çok büyük katılımla bir araya gelmişler ve Galiyev’in “Mazlumlar Enetemasyonali" tasarımını gerçek­ leştirme sinyallerini vermişlerdir. Sultan Galiyev ve Stalin arasındaki mücadele İç savaşın bitim aşamasında açığa çıkmış, Tatar-Başkurt devletinin reddedilmesiyle birlikte yoğunlaşmıştı. Bu aşamadan sonra Galiyev’in parti hiyerarşisi içerisindeki düşüşü de başladı. Sovyet tarihçileri, Galiyev’in siyasal kariyerinin dönüm noktası olarak Rus Komünist Partisinin 10. Kongresi’nin

84 Bakû Doğu Halkları Kurultayı, Komintern tarafından sessiz filme alınmıştır. Oldukça net görüntüleri olduğu söylenen bu filmde, Belakun elinde bir kağıt okurken, resmin alt kısmında "Bela Kun Enver Paşa'nın bildirisini okuyor" şeklinde Rusça bir yazı geçmektedir. Yavuz ASLAN, a.g.e., 171 Sovyet yöneti­ cilerinden Bela-Kun'un Enver Paşa'nm bildirisini okuması Sovyet temsilcileri ile Enver Paşa arasındaki yakınlığı gösterir­ ken, Kurultay'da, Enverci-Sovyet ittifakı (Stalin) ile KemalistMustafa Suphi (Sultan Galiyev) ittifakı arasında, kabaca soğuk bir gerilimin yaşandığını da düşündürüyor.

69


hemen sonrası olan 1921 ilkbaharım gösterirler. Fraksiyonları ve Parti içi muhalefeti mahkum eden bu Kongre, partide sekterliğin, tek boyutluluğun yolunu açtı ve “milliyetçi sapma­ lara” karşı ilk resmi saldırılan başlattı. Kongrenin sonuç bildirisinde şöyle diyordu: “Geçmişin hayaletlerinden hala kurtulamamış olan yerel komünistler, ulusal özerkliğin önemini abartmaktadırlar.(...) Emekçi sınıfın çıkarlarını göz ardı etmekte ve bunları yanlış yere ulusal çıkarlarla karıştır­ maktadırlar. İlkleri ikincillerden ayırt etmeyi bilemedikleri gibi parti çalışmalarını da sadece emekçi kitlelere yönlendirmemektedirler. Doğuda kimi zaman panislamizm ve pantürkizm biçimlerine bürünen demokratik burjuva milliyetçiliğinin orta­ ya çıkmasını da bu durum açıklamaktadır.”85 Bu bildirge, Sultan Galiyev’e ve önderliğindeki örgütlenmeye karşı ilk resmi uyarıydı.

Yeniden Ulusal Sorun ve Sultan Galiyev’in Bolşevik Parti’den Tasfiyesi Sultan Galiyev’in liderliğindeki Müslüman sosyalistler, hedefledikleri, Sovyet rejiminden bekledikleri istemler legal yoldan, meşru yoldan gerçekleşemeyeceğini anladıktan sonra faaliyetlerini başka yolardan, kapalı yollardan yürütmeye karar verdiler. Bu amaçla 1919 Kasımında yapılacakların tartışıldığı, durumun gözden geçirildiği bir gizli toplantı yapıldı. Bu top­ lantıda, Müslüman sosyalistleri birleştirecek ve Müslümanlann ulusal istemlerini yerine getirilmesi için çalışmak üzere kurulacak gizli partinin taslağı tartışıldı. Bu taslağın Bakû’de tamamlanması ve büyük bir Müslüman Komünist Parti’nin kurulması hedefleniyordu. Bu gizli çalışmalardan haberdar olan Stalin, Galiyevcilerin Zeki Velidi ve Basmacılarla işbir­ liği içerisinde olduğunu da düşünüyordu. Sultan Galiyev bu 85 A.BENNÎGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 140

70


yüzden Bakû Kurultayından uzaklaştırıldı. 1922 yılı Nisan ayında komünist Partisi Genel Sekreterliğine atanan Stalin’in yetkileri, Sultan Galiyev’in düşündüğünden daha çok arttı. Aynı yılın sonbaharında tartışılan Federe Devlet düşüncesi konusunda, Stalin artık Lenin ile karşı karşıya gelebilecek kadar güçlüydü. Hasta Lenin, Aralık 1922 ile Ocak 1923 tarihleri arasında yazdığı vasiyetname niteliğindeki belgelerde: “sınırsız yetkiler elde etmiş olan Stalin’in yetkilerini dikkatli kullanacağından şüpheliyim” şeklindeki uyarılarını vurgu­ luyordu. Hatta Stalin’in görevden alınmasını öneriyordu. Fakat Stalinistlerin denetimi altında olan Parti, Lenin’in sözlerini dikkate dahi almadı, vasiyetname sumen altı edildi. Stalin, genel sekreter olur olmaz, Milli Siyasi Güvenlik Merkezi’ni kendi kontrolü altına aldı. Bu, daha sonra başlayacak olan “büyük temizliğin”, toplu idamların habercisiydi. Stalin, KGB olanaklarından çok iyi yararlandı. İlk kurbanlarından biri de Sultan Galiyev’di.86 Lenin ile Parti Genel Sekreteri olan Stalin arasındaki ilişkilerin kötüleşmesine paralel olarak 1922-1923 yıllarında Sultan Galiyev ile Stalin arasındaki ilişkiler de iyice bozuldu. Onuncu Bütün Rusya Sovyetler Kongresinde (23- 27 Aralık 1922) de Sultan Galiyev, Müslüman sosyalistlerin “ulusalcı” düşüncelerini tekrar dillendirdi. Bu kongrede Sultan Galiyev, Tataristan ve diğer otonom cumhuriyetlerin statüsünün yüksel­ tilerek Rusya gibi bağımsız cumhuriyet haline getirilmesini savundu. Oysa Stalin, özerklik düşüncesine kesinlikle karşıydı. Ulusal sorun, en şiddetli şekilde ilk kez 17-25 Nisan 1923 tarihlerinde 12. Rusya Komünist Parti Kongresi’nde tartışıldı. Stalin, bu sıralarda Sultan Galiyev’e karşı olan güvensizliğini artık açıkça gösteriyordu. Galiyev’i Ulusal Sorunlar Halk “’Masayuki, YAMAUCHİ: a.g.e., 120

71


Komiserliği üyeliğinden çıkarmak için bahane arayan Stalin, böylece siyasi hayatına da son vermek istiyordu. Bu arada, Stalin, kendi ulusal politikasını eleştiren Lenin’in vasiyetname­ sinin açıklanmasına da engel olmuştu. Özellikle, Gürcistan; Ukrayna ve Tataristan gibi merkeze karşı güvensizlik içerisin­ de olan bölge temsilcilerinin, ulusal sorunlarım gündeme getirdikleri toplantı, Lenin’in vasiyeti de bilinmediği için Stali­ nist tezlerin zaferiyle sonuçlandı. 25 Nisan’da yüz kişinin katıldığı Ulusal Sorunlar Toplantısında Parti Genel Sekreteri Stalin’in sunduğu tez olan “Parti ve devlet kuruluşunda ulusal esaslar” bildirisi üzerinde şiddetli tartışmalar yapıldı. Bu tez Sultan Galiyev’in tezinin tam karşısındaydı. Sultan Galiyev, Parti kongresinde diğer cumhuriyetlerden gelen delegeler ile sıkı temaslar kurarak Ulusal Sorunlar toplantısı görüşmelerin­ de ortak bir cephe hazırlıyordu. Azerbaycan’da Nerimanov, Gürcistan’dan Midivani, Türkistan’dan Rıskulov gibi liderler Galiyev’in yanındaydılar.87 Kongreden önce bu grup gizli bir toplantı yaptı. Stalin, bu toplantıdan haberdar oldu. Galiyev hakkındaki şüpheleri iyice depreşmeye başladı.88Bu kongrede iki tartışma konusu vardı: Birincisi, ulusal sorunların Bolşevik teorisinin yanlışlığından mı, yoksa politik veya idari uygulama yanlışlığından mı kaynaklanıyor olduğuydu. İkinci tartışma konusu ise, çevre bölgelerdeki milliyetçiliğin değerlendirilmesiydi. Rus imparatorluğunun olumsuz mirasının devamı olan Büyük Rusya düşüncesi ve Lenin’in deyimiyle, onun

87 Bu arada, Galiyev, Galiyevcilerin Kırım ayağı olan Firdevs'e bir mektup yazarak ne pahasına olursa olsun Parti Kongresinden önce Moskova'ya gelerek çok önemli olarak gördüğü Ulusal Sorunlar toplantısına katılmasını istedi. Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 123 Anlaşılan o ki, onun tezlerini savunacak grubunun güçlü olmasın! istiyordu. “ Masayuki, YAMAUCHİ: a.g.e., 123

72


tesiri altında kalan Ruslaşmış başka uluslardan olanların başka uluslara karşı ezici davranışlarına tepki olarak oluşan hareketle » nasıl değerlendirilmesi gerektiği önemli bir meseleydi. Bu tür tepkiler, savunma olarak mı kabul edilecek, yoksa “Büyük Rusya şovenizm ini oluşturan milliyetçilik ile aynı statüye dahil edilerek eleştirilecek miydi?89 Toplantıya katılan Gürcistan delegesi Midiviani, soysalist cumhuriyet, otonom cumhuriyet veya otonom bölge gibi ayrımları ortadan kaldırıp eşit bir statü ile Sovyetler Birliğine katılmayı öneriyordu. Bu öneride Kafkasya federasyonunu parçalayarak Gürcistan Sosyalist Cumhuriyetinin bağımsızlığını yeniden gerçekleştirme niyeti de mevcuttu. Bu öneriye en yakın düşünceleri dile getiren kişi Sultan Galiyev’di. Stalin de, Midiviani ile Sultan Galiyev arasındaki ortak ilişkileri artık fark ediyordu. Toplantıda söz alan Sultan Galiyev, konuşmasında Stalin’e yönelik oldukça şiddetli bir eleştiriyle başladı: “Ulusal sorunları yoldaş Stalin’in görüşlerinde çözmek imkânsızdır. Bu sorunu kökten incelemezsek ileride tekrar ele almak zorunda kalacağız.”90 Bu sözler, Galiyev ile Stalin arasındaki bütün ipleri kesin olarak koparıyordu. Sultan Galiyev’in en çok ilgilendiği nokta, bağımsız cumhuriyet olan Rusya ile küçücük bir otonom cumhuriyet olan Türkistan arasındaki ilişkiydi. Galiyev’e göre: “Feodal sistemden kurtulamamış, yani hala eski sistem içerisinde yer alan uluslara, 2 0 .Yüzyıl komünist­ lerinin gerçek yüzü götserilmemelidir. Bu tür uluslara farklı bir tutum ile yaklaşmak gerekir, İçlerinden bazılarını önde gelen tabakadan seçmek gerekir. Neden? Aslında Beyaz Ordu’yu tuttukları için değil, onlar ne Beyaz Ordu taraftan ne de Kızıl w Masayuki, YAMAUCHİ: a.g.e., 12.4 w Masayuki, YAMAUCHİ: a.g.e., 126


Ordu taraftandırlar. Onlar sadece ya Karaçaylı ya da Çerkezdirler o kadar.”91 Galiyev, bu düşüncelerini, daha önce “Müslümanlara Yönelik Din Karşıtı Propaganda Metotları” (1921) adlı risalesinde de dile getirmişti. Müslümanlığın kendine özgü nitelikleri olduğunu bu özgünlüğü dikkate alınarak yaklaşılması gerektiğini vurgulayan Galiyev, Toplantıdaki konuşmasına benzer şekilde devam etti: “Bütün bunlar eylemci liderlerin seçilmesine bağlıdır. Rus Bolşeviklerinden seçilsin veya seçilmesin, biz hakiki otonomiyi gerçekleştirmeliyiz. Hayat şartlarını değiştirerek yargı organlarımız yeniden şartlara uydurmalıyız. Dağdaki halk, Kur’an göz önünde bulunmayınca yalan söyler”92 Sultan Galiyev’e göre azınlık ulus hakları, çevre bölge­ lerde ortaya çıkan muhalefeti ezmek amacıyla, ölçüsüz bir şekilde ve sadece “bürokratların inisiyatifiyle” merkezdekiler tarafından yok edilmekteydi. Sultan Galiyev ve taraftarları (Nerimanov, Midiviani, Rıskulov vs.), Kongrede Stalin’e ve Parti yönetimine yönelik olarak çok şiddetli eleştiriler yönelttiler. Tartışmalı, kavgalı bir toplantı oldu. Galiyev, Parti kongresinden hemen sonra tutuklandı. Hapishanedeki ifadele­ rinde de görüşlerinden taviz vermedi. Parti Yönetim Kurulu­ nun, milliyetçilik ve sömürgecilik sorunlarının devrimdeki önemini iyice anlamadığını ve bu yüzden “Büyük Rusya” düşüncesine karşı, yeterli direnişte bulunamadığını açıkça eleştirmekten çekinmiyordu. Sultan Galiyev’e göre, Parti içinde kanser gibi zararlı iki grup eylemci vardı: Birincisi, ulusal eylem meselesinin manasını ve önemini kabul etmeyen

91 Masayuki, YAMAUCHİ: a.g.e., 128 92Masayuki, YAMAUCHİ: a.g.e., 128 Galiyev bu sözü söylediği anda "Kur'an bulunduğu zaman bile yalan söyler" diye yuhalanmasına rağmen konuşmasına aynı doğrultuda devam etmiştir.

74


eylemciler. Onlar ulusal sorunlarda, partinin faaliyetlerine şüpheci bakıyor veya ilgisiz kalıyor, hatta bazen mani bile oluyorlardı. Galiyev’e göre bu tür davranışlar özellikle Ruslar arasında görülmekteydi. Onlar ulusal eziyetin ne olduğunu bilmezler. Bundan dolayı meseleyi ciddi görmüyorlar. Parti merkezinde bu durum gözüküyor. İkincisi, ‘Büyük Rusya’ düşüncesine bağlı olan kısır düşünceli eylemcilerdi. Bu gruba ait eylemciler genellikle ulusal devletin kuruluşuna karşı çıkıp gerçekleştirilmesine engel olmaya çalışıyorlar, ulusal devlet kurulduktan sonra da devletin yönetimini elde etmek için mücadele edip, yerel eylemcilerin faaliyetlerine her zaman mani oluyorlardı.93 Stalin, Sultan Galiyev tarafından yöneltilen eleştirilerden oldukça tedirgin olmuştu. Sultan Galiyev, Stalin’e karşı alternatif olarak Troçki’ye yaklaşıyordu. Stalin, Sultan Galiyev’in Troçki ile iş birliğine girmesini, kendisine karşı kurulabilecek en kötü birliktelik olarak görüyordu. Sultan Galiyev, iç savaş sırasında, Müslüman Kızıl Ordusu’na komuta etmiş ve iç savaş’ta Kızıl Ordu’nun başında olan Troçki’nin de takdirlerini almıştı. Galiyev, Troçki’ye yolladığı mektuplarda Stalin ile anlaşamayan Lenin’in düşüncelerini takdir ettiğini yazıyor, artık Troçki, Stalin ve Kamanev arasında otorite mücadelesinin başladığına dikkat çekiyordu.94 Stalin’in en güçlü düşmanına yaklaşması, Sultan Galiyev’in hazin süre­ cinin başlamasına neden olacaktı. Sultan Galiyev, hapishanede Troçki’ye gidiş sebebinin, kızgın Stalin’in kendisini kabul etmemesi olduğunu ifade ediyordu:95 “Türk Büyükelçiliğine96 93 Masayuki, YAMAUCHİ: a.g.e., 134 94 Sultan Galiyev'in, Lenin'in Stalin'i eleştirdiği ve görevine son veril­ mesini istediği vasiyetinden haberdar olduğu anlaşılıyor. 95 Sultan Galiyev'in dikkatsizliği, 12.Parti Kongresi'ndeki ulusal so­ runların görüşme sonuçlarım ve Stalin'i eleştiren Lenin'in mektubunu, Parti içindeki prensiplere aykırı olarak başkalarına

75


veya Afganistan Büyükelçiliğine gitmektense, Troçki’ye git­ meyi yeğledim.”97 Sultan Galiyev, 6 Mayıs 1923’te meşhur Rubyanka Hapishanesi’nde, bir hücreye kapatıldı. Galiyev, Rubyanka’nm K G B merkezinde sıkı bir şekilde sorguya çekildi. Sorguda. Sultan Galiyev’den nasıl bir itiraf beklediklerini, siyasi amaçlarının ne olduğunu anlamak güç değildi. En önemlisi geri planda sorguyu izleyen Stalin’in “nelere ilgi gösterdiği” idi. Aşağıdaki sorgulama tutanağından ne öğrenilmek istendiği ve nasıl bir cevap verildiği net olarak anlaşılmaktadır: (soru) “elimizdeki belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, Parti içinde ve dışında politikamızdan hoşlanmayan!ann örgütlenmesine sen de katıldın.” “Merkez Komitesinde görüşülen konular ile ilgili ayrıntılı bilgileri, ulusal çevrelere niçin yolladın?” “Onlardan, amacına ulaşmak için, Merkez Komitesine baskı yapmalarını neden istedin?” “Bütün bunlarla nasıl bir suç işlediğini düşü­ nüyorsun?” (cevap) -“Ben Parti içi ve dışındaki Merkez Yönetim Kuruluna karşı örgütlenme faaliyetlerine hiç karış­ madım.” “Merkez Yönetim Kurulu’na gizlice, Şubat 1922 söylemesiydi.

Üstelik

İslam

dünyasındaki

yoldaşlarına

şifreli

mektuplarla bunları bildirmesi, Stalin'in gizli şebekesi hakkında hiçbir bilgisi olmadığını da göstermektedir. Onun bu tür dikkat­ sizliklerinden Stalin'in yararlanması kaçınılmazdı. Halk tarafından 'organ' diye söz edilen KGB hemen Sultan Galiyev'in çevresini sorgulamaya başladı. Sultan Galiyev'i takip etmeye, telefonunu dinlemeye ve mektuplarını gizlice sansür etmeye başladılar. Böyle, bir takip sürecinde Galiyev'in yakalanması ve tutuklanması kaçınıl­ mazdı. % Halbuki Stalin'in daha sonraki Galiyev eleştirilerinden birisi de onun Türk büyükelçiliğini MK'ya tercih etmesiydi.

^ Troçki'nin ilgilendiği söylenemez, bunu daha sonra anlatacak ve ilk saygın Bolşevik yönetici (Sultan Galiyev) tasfiye edilirken kayıtsız kalarak gidişatı daha da ağırlaştırdıklarını itiraf edecektir.

76


tarihindeki İkinci Parlamento(Duma) ile ilgili Merkez Yönetim Kurulu Genel toplantısı98 hakkında bilgiler verdiğimi söyleyebilirim. Merkez yönetim Kurulundaki Gürcistan sorunu ile ilgili görüşmeler hakkında Kırım’daki yoldaş Firdevs’e bir mektup yolladım. Fakat bunlardan başka hiç kimseye yazı yazmadım.”“Ulusal sorunları görüşen Merkez Yönetim Kurulu Genel toplantısı hakkında, hatırladığım kadarıyla Başkurdistan’daki yoldaş Khalikov, Kushaev, Adigamov; Tataristan’daki yoldaş Muhtarov, Kınmdaki yoldaş Firdevs ve Ruskulov’a mektup gönderdim. Bunların hepsi Partimizdeki yoldaşlarım ve Rusya Komünist Partisi’nin üyesi olup sorumlu görevlerde bulunmaktadırlar.”99 Sorgulama Sultan Galiyev’in, diğer muhaliflerle bağlantılı olup olmadığı yönündeydi. Galiyev diğer doğulu yöneticilerle temas kurduğunu ancak meşruluk içerisinde temas kuruduğunu dile getirdi. Sultan Galiyev’in tutuklanması, ulusal sorunların görüşüldüğü Parti Yönetim Kurulu toplantısının yapıldığı zamana rastladı. Ukrayna, Orta Asya ve Kafkasya gibi çevre bölgelerdeki ulusal sorunlar, parti sekreterliğinin otoritesinin güçlenmesi ve Sovyetler Birliği’nin oluşturulması ile ilgili sorunlar yüzünden ciddi bir hal almıştı. Sultan Galiyev’in, diğer Müslüman sosyalistlerin mutlaka katılmasını istediği Ulusal Sorunlar Toplantısı 12.Parti Kongresi’nden üç ay sonra, yani 9-12 Haziran arasında yapılıyordu. Dikkat çekici nokta, ilk iki günde Sultan Galiyev sorununun yoğun tartışma konusu olmasıydı. Bu toplantıda ilk defa “Sultan Galiyevcilik” kavra­ mının kullanılması, Sultan Galiyev’in “karşı-devrimci” olarak

98 Bu arada söz edilen Merkez Yönetim Kurulu Genel toplantısı, 12. Parti Kongresi için hazırlık olarak yapılan Parti ve devletin inşasında ulusal niyet hakkında tez adlı 21- 24 Şubat 1923 tarihli toplantıdır. 99 Masayuki, YAMAUCHİ: a.g.e., 159

77


suçlandığını açıkça gösteriyordu. Sultan Galiyev’in şansızlığı ise itiraz veya açıklama fırsatının hiç verilmemesiydi. Çünkü tam bir ay önce partiden atılmış ve tutuklanmıştı.100 Ulusal sorunlar toplantısının tam ismi, ‘Rusya Komünist Partisi Yönetim Kurulu ile ulusal cumhuriyetler ve ulusal eyalet­ lerdeki eylemci liderler arasındaki dördüncü toplantı’ idi. Bu toplantıya katılanlar oldukça önemli kişilerdi. Bunlar arasında, 12. Parti Kongresi’nde seçilmiş Siyasi Büro üyeleri ve 11 aday üyenin dokuzu, 20 kişilik merkez üye adayı ve 6 kişilik Merkez Denetim Kurulu üyesi vardı. Aralarında daha sonra parti ve devlet yönetiminde lider olacak kişiler de vardı: Stalin, Troçki, Kamanev, Zinoviyev, Buharin, Orkonikidze, Mikoyan, Frunze, Chuban, Kagamoviç, Kinov, Tomski, Radek, Kuybişev, Skrypnik; Doğulu Müslüman ulusal cumhuriyetlerden Tataristan’dan İbrahimov, Enbaev; Kırım ’dan Firdevs; Başkurdistan’dan Adigamov; Türkistan’dan Rıskulov vardılar. Toplantıya başkanlık yapan Kamanev başta olmak üzere Stalin ve Troçki toplam olarak 3 0 ’dan fazla konuşma, hitap ve tartışma gerçekleştirdiler. 1923 Nisanı’nda yapılan RKP (b) 12. Parti Kongresi’nde başlatılan Galiyev aleyhtarı kampanya bu toplantı ile kesin bir belirginlik kazandı. Bu toplantıyla, Sovyetler Birliği’nin Rusya dışında kalan bölgelerine bir gözdağı verilecekti. Dile getirilmeyen ikinci amaç ise SSC B ölçeğinde Galiyev yandaşı bir örgüt varsa örgütün ve bu örgüte destek verenlerin su yüzüne çıkmasını sağlamaktı. Stalin kişiliğinde Kongre, bir 100 Galiyev, yoldaşlarının ısrarla bu toplantıya katılmalarını isterken kendisinin tutuklanacağını ve bu kongrede mahkum edileceğini tahmin etmiş olabilir. Kendisine destek olacak arkadaşlarının bu kongrede bulunmalarını bekli de bu yüzden istemiştir.

78


nevi mahkeme şekline dönüşmüştü. Konuşmacıların, özellikle Doğulu komünist konuşmacıların Sultan Galiyev ve ulusal sorun ile ilgili konuşmaları çok içten ve heyecanlı idi. Ulusal sorun ve Sultan Galiyev ile ilgili farklı boyuttaki düşüncelerin ortaya konması ve bu arada Galiyevci komünistlerin de görüşlerini öğrenmek açısından konuşma özetlerini çarpıcı boyutlarıyla aktarmamız gerekmektedir:101 (Kuybişev): “...Bir hususu vurgulamamız gerekir. Mahalli komünistlerin milliyetçi eğilim belirtilerine karşı mücadele edilmesini öngören kongre kararları cumhuriyet ve eyaletlerde uygulanmış olsaydı, partiye gerçek anlamda entemasyonalist görünüm verilebilseydi, Sultan Galiyev olayı bugünkü duruma gelmezdi...” (Rıskulov): “...Doğu’da öyle bir durum olmuştur ki, köylü kesimini tarafımıza çekebilmiş değiliz. Çünkü ona toprak vermemişiz. Doğu’da demiryollarında çalışan yerli kitleler, Rus işçilerle eşit değiller... Geçen yıllarda öyle bir durum olmuştur ki, tepeye çıkmak, kariyer yapmak isteyen herkes ‘solcu’ olarak adlandırılmak zorundaydı. Yanıbaşındaki mahal­ li kadroyu milliyetçilikle suçlamak, bununla da solcu olduğunu kanıtlamak zorunda idi. Daha dün Sovyet egemenliğine karşı çıkan kişiler, solculuk yapmaya başlamışlardı. Yedisu eyaletin­ deki yoksul Kırgızların bir avuç toprağı olmadığı, buna karşılık 125’er desyatin toprağı ve 15’er kölesi olan Rus ağalar Kırgızların tepesinde bulunduğu sürece, bu Kırgız, Sovyet egemenliğini yalnızca ağa faktöründen hareket ederek değerlendirecektir. Ve Kırgız, bu derdini dile getirdiği zaman, 101 S.Halit KAKINÇ, RKP (b) MK'sinin Ulusal Cumhuriyetler ve Bölglerin Sorumlu Görevlileri ile Dördüncü Konferansı Tutanakları, Cumhuriyet Dergi, (İstanbul, 1998) 2-4 Ayrıca Bkz. A.BENNİGSEN- C.L.QULEQUEJAY : a.g.e., 288-294

79


milliyetçi olarak damgalanıyor. Solculuğa soyunan yoldaşlara şunu önermek icap eder: Kendi geçmişlerini ve yapmakta oldukları işleri biraz karıştırıp, kendilerini öyle solcu diye adlandırsınlar. İşte milletler meselesi ve Sultan Galiyev hakkında söylemek istediklerim bunlardır...” (Saidgaliyev): “...Sultan Galiyev aptallık etmiştir. Tarihe geçmek için çok değerli bir binayı yakmak, Sovyet egemenliğine ihanet etmek istemiştir. Bu ona nasip olmamıştır. İleride de nasip olmayacağını düşünüyorum... Büyük Rus şovenizmine tepki konusuna gelirsek, milliyetçi eğilim bir ölçüde Büyük Rus şovenizmine duyulan reaksiyonun ürünüdür. Süper devlet şovenizminin kimi acıttığının araş­ tırılması, bir bütün olarak partimizin görevidir....” (İbrahimov): “...Küçük burjuva unsurlann partiye alınma­ sının engellenmesi konusunu gündeme getirdiğimde. Sultan Galiyev, küplere bindi. Neden?.. Çünkü, küçük burjuva psikolojisi kendisini iliklerine kadar etkilemiş bulunuyor. Sınıfsal farklılaşmaya da karşı geldi. Bu, Sultan Galiyev’in suçudur. Sultan Galiyev’in yanlışlarını itiraf etmeyen, onun devrim karşıtı olduğunu aleni olarak açıklamayan kişileri partiden kovmak gerekmektedir....”102 (Şamigulov): “...’Kamburu kabir düzeltir’ diyen Rus atasözünü unutmayalım. Milliyetçiden komünist olmaz. Sultan Galiyev’e ve bu örgüte iştirak etmiş olan bütün diğer kişilere en ağır cezalar verilmesini öneriyorum...”

102 Müslüman

sosyalistler

Komitesinin

yöneticilerinden

olan(ki

başkanı Vahıdov'du) İbrahimov'un bu şekilde düşünmesi dikkat çekicidir. Halbuki Sultan Galiyev de Galimcan İbrahimov da farklı dönemlerde Vahidov'un yardımcılarıydılar. Bu ayrışma süreci ayrı bir tartışma konusudur.

80


(Yanbayev): “...Sultan Galiyev için özel bir karara ihtiyaç yoktur. Doğuştan milliyetçi olmak ne demek?... Bu yeni bir insan kategorisi mi?...Hiçbir teori, hiçbir biyoloji bugüne kadar bu meseleye böyle yaklaşmadı. Yani böyle bir kanıt işe yaramaz. Bu eski yoldaşımızın yanlışını ve çöküşünü tespit ederken, bir hususu da açıklamalıyız. Siyasi ortamda bu tür olaylar yaşanır, yaşanabilir. Geçmişte devrim için çok yararlı çalışmalar yapmıştır. Öyle şartlar oluşabilir ki, yoldaşlarımız ayrı düşebilirler...” (Hıdıraliyev): “...Sultan Galiyev’e daha ağır cezalar veril­ meli, partilerden ihraç edilmeli, mahkemeye çıkartılmalıdır...” (tkramov): “...Bir Özbek atasözü der ki, ‘cenaze yerine gelen herkes, kendi ölülerine ağlar’ Burada da benzeri bir yanlış yapılıyor. Sorun bizim beceriksiz politikalarımızda yatmaktadır. Yanlışın temelini bizim hükümetimiz, bu meyanda MK atmıştır. Sınır bölgelerde, politikalarımızı destekleyen bir tek kişi bulamazsınız. Ne var ki, oradaki vatandaşa hiçbir açıklama yapılmıyor. Bu vatandaş gelip de yoldaş Stalin veya Yoldaş Kamanev’den açıklama da isteyemez. Çünkü endişe ediyor. Tutuklanacağından, idam edileceğinden korkuyor...” (Hocanov): “...Sultan Galiyev suçludur. Bu çizgi en acımasız şekilde mahkûm edilmelidir. Ne var ki. bizim Doğu bölgelerine nasıl bir Sovyet egemenliği empoze edilirse edilsin, sömürge bugüne kadar hep sömürge kalmıştır. Bu hususun da deşifre edilmesi ve değerlendirilmesi gerek­ mektedir. Sultan Galiyevciliğin ortaya çıkmasını sağlayan zemin, bu sömürge karakterinin devlet kapitalizmi ortamında muhafaza edilişidir. Halk açısından hiçbir şey, eski dönem kapitalizminden farklı değildir. Sultan Galiyevcilik bir siyasi maceradır. Ama toplumsal yaşamı geliştiremezsek, bu tür hareketlerin yakın gelecekte de görülmesi kaçınılmazdır...”

81


(Halikov): “...Meseleye, sağcılar Sultan Galiyev’in şahsında tuzağa düştüler, onları cezalandıralım diye yaklaşmak yanlış olur. Memnuniyetsizlikler, pantürkizm veya panislamizm zemininde değil, süper devletçi şovenizm zemininde gelişmektedir. ... Bir Rus şovenizminin varlığı inkar edilemez. B ir konferansta, bazı yoldaşlar, Başkurtlar için “Başkurtlara anadil değil, ekmek gerekir” demişlerdi. Bu türden yaklaşım­ lar, ucuz demagojiden başka bir şey değildir. Entemasyonalist olmak, diğer milletleri inkâr etmek anlamına gelmez!” (Orkonikidze): “...Bence, Sultan Galiyev, Sovyet egemen­ liğini kabul edemeyen Türkçü aydınlardan bir tanesidir...” (Manuilski): “....Yoldaş Rıskulov, Yoldaş Halikov ve Yoldaş Yenbayev’in konuşmaları, bir millete mensup komü­ nist olarak, beni Sultan Galiyev olayından daha çok endişeye düşürmüştür!...” (Muhtarov): “...Sultan Galiyev, partimiz için tesadüfi birisi değildir. Devrim karşıtı eylemini kesinlikle kabul edemeyiz; ne var ki, devrimsel gelişmemize büyük katkılarda bulunduğunu da inkâr edemeyiz. Milliyetçilik suçlamasının esası yoktur. Suçlama gayri ciddidir. Basmacılara karşı savaşacak, her türlü ödül ve takdiri kazanacak, sonra ihanetle suçlanacak... Bağışlayın ama bu absürddür. Bazı yoldaşlar fazla ileri gidiyor ve ellerindeki silahı uygun şekilde kulla­ namıyorlar. !..” (Troçki): “...Parti içinde belli bir mevki işkal eden Sultan Galiyev, tekamül etmiş ve kendi milliyetçilik anlayışı zemi­ ninde giderek sertleşerek izin verilemez bir çizgiyi aşmıştır. Bu çizgi açısından ele alınacak olunursa eskiden ezilmekte olan halkların güvenlerini kazanamamamız, önemli nedenlerden bir tanesidir. Bir Fransız atasözü der ki, “insana kimse, kendi yakınından daha fazla kötülük yapamaz!..”

82


(Stalin): “...Sultan Galiyev’i gereğinden fazla koruduğum için beni kınadılar. Gerçekten de Sultan Galiyev’i mümkün olduğu kadar savundum; bunu görevim sayıyordum ve şu anda da öyle saymaktayım. Ama ben kendisini belli bir sınıra kadar savundum ve Sultan Galiyev o sının aştığı zaman ona sırt çevirdim. Sultan Galiyev’in ilk gizli mektubu, onun daha o zaman parti ile bağını koparmış olduğunun kanıtıdır, çünkü mektubun tonu neredeyse bir beyaz muhafızı andırmaktadır, çünkü MK üyeleri üzerine, ancak düşmanlar üzerine yazılacak şeyler yazmaktadır.103 Ona Politbüroda rastlamıştım. Orada Tatar Cumhuriyetinin isteklerini savunuyordu, bu istekler tanm başkomiserliği ile ilgili isteklerdi. Daha o zaman kendisini uyarmış ve gizli mektubunu partiye karşı bir mektup olarak değerlendirdiğimi belli eden bir not göndermiştim. Onu Validofunkine benzeyen bir örgüt kurmakla suçluyordum ve kendisine, Partiye karşı illegal faaliyetlerini durdurmazsa sonunun kötü olacağını ve benden hiçbir destek göreme­ yeceğini söyledim. Sıkılarak bana yanıt verdi ve yanıltıldığını, gerçekten Adigamov’a mektup yazdığını ama söylenenleri değil başka şeyleri yazdığını söyledi: eskisi gibi partiye sadık olduğunu ve böyle kalacağına söz verdiğini ekledi. Buna karşın bir hafta sonra Adigamov’a bir ikinci gizli mektup gönderiyor ve bu mektubunda ona, Basmacılar ve önderleri Validovla ilişki kurmak ve bu mektubu yakmak görevini

103 Stalin burada, Sultan Galiyev'in neden dolayı tutuklandığını oldukça ustaca açıklıyor. Aslında Sultan Galiyev'in tutuklan­ masından, Partiden ihraç edilmesine kadar geçen zamanda meydana gelen olaylar, Stalin'in KGB kanalıyla kurduğu iyi planlanmış bir tuzak izlenimini vermektedir. Suçlamalara neden olan gizli mektup ele geçirilmiş olmasına rağmen Galiyev hemen tutuklanmamış, üstelik kendisi de uyarılmış olmasına rağmen haftalarca beklenmiştir. Bu oyunda Stalin'in yardımcıları Zinoviyev ve Kamanev'dir.

83


veriyor. Bu alçaklık, bu yalancılık karşısında Sultan Galiyev ile bütün bağlarımı kopardım. O andan başlayarak benim için, parti dışında, Sovyetler dışında bir adamdı ve ben kendisiyle konuşamazdım. Birçok kez sohbet etmek için gelip beni aradı, ama ben kendisini geri çevirdim. Soldan yoldaşlar daha 1919’un başlarında Sultan Galiyev’i desteklememi, onu parti içinde korumamı, milliyetçiliği bırakarak Marksizmi kabul edeceği umuduyla onu hoş tutmamı eleştirmişlerdir. Gerçekte onu belli bir ana dek desteklemeyi görev saydım. Değil aydınlar, düşünebilen insanlar ve hatta sadece okuma yazma bilenler bile, Doğu cumhuriyetlerinde ve bölgelerinde o kadar az ki, bunları parmakla sayabiliriz; böyle biri karşımıza çıkınca ona nasıl değer vermeyiz? Doğunun yararlı adamlarını soysuzlaşmaktan korumak ve onları partiye kazanmak için her şeyi yapmamak çok yanlış olur. Ama her şeyin bir sınırı vardır ve Sultan Galiyev komünist saflarından, Basmacılar saflarına geçtiği anda, bu sının aşmış oldu. Türk elçisini, Partimizin Merkez Komitesinden daha makbul sayması bunu götserir,04(...) Eğer günümüz Türkistanı ve Çar Türkistanı arasında fark yoksa, biz haklı değiliz. Ve o zaman biz Sultan Galiyev’i değil, Sovyet egemenliği çerçevesinde sömürgelerin varlığına izin verdiğimiz için o bizi itham etmelidir. Eğer bu doğru ise (Rıskulov’un, Yanbaev’in vs. sözleri) sizler neden basmacılar ile birlikte değilsiniz?.. Ben diyorum ki, Sultan Galiyev’i

104 Stalin, burada Sultan Galiyev'in Kemalistlerle işbirliği yaptığını açıkça dile getirmekte ancak detaylarını açıklamamaktadır. KGB Müteşarı Menzhinskii, Stalirı'e gönderdiği çok gizli rapordan alınan bilgilere dayanarak, Sultan Galiyev'in Basmacı hareketleri ve Rusya'daki Türk Büyükelçisi ile ilişkilerinin olabileceğinden söz ediyordu. Stalin konuşmasında, almış olduğu bu bilgiden yola çıkarak bu şekilde konuştu. Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 192

84


tahliye edelim... Adam, siyasi anlamda bitirilmiştir. Daha ne istiyoruz ki!.. O, bizden değildir!.. Yabancıdır!..”105

Sultan Galiyev’in Tutuklanması ve İdam Edilmesi Görüldüğü gibi, toplantı Sultan Galiyev’in ve Galiyevciliğin ilk kez yargılandığı bir toplantı oldu. Sultan Galiyev gündemiyle toplanan böyle kapsamlı bir toplantı, Galiyev’in Sovyetler içerisinde ne derece önemli bir Bolşevik olduğunu da göstermektedir. Konuşmacıların çoğu, Sultan Galiyev’in, son dönemlerdeki yanlışlıklarını dile getirseler dahi, devrime hizmet ettiğini kabul etmişlerdir. Stalin de, büyük bir kurnazlık örneği göstererek, bir yandan Galiyev’i korur gözükürken diğer taraftan iyice gözden düşmesi için ne gerekiyorsa yapmış; bu arada Galiyev’in kimlerden ne derece destek aldığını ölçme fırsatı bulmuş ve affedilmesini sağlayarak serbest kalan Galiyev’in etrafında oluşabilecek muhalif odaklanmayı tespit etmek ve tasfiye etmek üzere Galiyev’i izlemeye almıştır. Peki, Sultan Galiyev’in suçlamaya neden olan faaliyetleri Komünist Partisi’nin standartlarına göre suç sayılabilir miydi? K G B ’deki sorgulama sırasında, Sultan Galiyev, Troçki ve Stalin’e gönderdiği mektuplarda suçlu olmadığında ısrar ediyordu. Velidov (Zeki Velidi) ile temas kuruduğunu kabul ederek, bunun amacının, Velidov’u Sovyet tarafına çekmek olduğunu vurguluyordu. Nitekim 1923 yılına girildiğinde, Velidov, Sovyet iktidarı ile uzlaşmak niyetinde olduğunu ve Basmacı isyanı ile olan ilişkilerini ayarlamaya hazır olduğunu ima ediyordu. Sultan Galiyev, Stalin ve Troçki’ye gönderdiği mektuplarında, Velidov’u Sovyet

105 Milli cumhuriyet ve eyaletlerin sorumlu yöneticilerinin katılımı ile gerçekleştirilen RKP MK 4.Toplantısı, Moskova 9- 12 Haziran 1923, stenografi metni, ilk kez R K P MK Milletler Politikasının Sırları adı altında Moskova'da İnsan Yayınevi tarafından çok az sayıda basıldı.

85


iktidarını zedeleyen adam olarak görmediğini, tersine onun yetenekli bir tarihçi ve iyi karakterli bir politikacı olduğunu çekinmeden yazıyordu.106 Sultan Galiyev ile ilgili suçlamalar ile ilgili olarak, Troçki’nin tavrı da önemliydi. O, Galiyev’in gerçekten Partiye ihanet edip etmediği konusunda ikircikliydi. Troçki, Sultan Galiyev’i siyasi gelişmelerin içinde anlamak gerektiğini öne sürüyordu. îki faktöre önem veriyordu: Birinci temel faktör olarak Tatar ulusunun geri kalmışlığını görüyordu. Şöyle diyordu: “...Uzun zamandan beri ezilmiş bir ulus olan Tatarların çalışarak refah içinde yaşamasına yönelik koşulları düzenleyemedik, dolayısıyla onlardan tamamıyla güven alama­ dık...”107 İkincisi ise, Sultan Galiyev ile onun yoldaşları arasındaki sıkı ilişkilerdi. Sultan Galiyev onlardan hiç direniş görmedi, onlarla mücadele etmeye gerek yoktu. Troçki’nin olaya Sovyet idaresi ile partililerin karşılıklı sorumluluğu içerisinde bakması, Sultan Galiyev’in hemen cezalandırılması gerektiğini söyleyenlerin yaklaşımından farklıydı. Troçki, Galiyev’i açıkça desteklemese ve eleştirse de özellikle asıl suçlama konusu olan mektuplaşma olayında savunuyordu:108 “...Eğer Sultan Galiyev, ulusal sorunlar ile ilgili halihazır politikalar hakkında veya büyük Rus şovenizmi hakkında iktidar aleyhtarlan veya onlara yakın fikirde olan kişilerle mektuplaşmış olsa bile, yalnızca bu tutumu ile devrime ihanet hareketine kalkıştığı söylenemez...”109 Sultan Galiyev’in 106 Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 192 107 Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 195 108 Troçki'nin, tutuklandığı sırada Galiyev'e destek olmamasını, daha sonraki yıllardaki özeleştirilerinde vurgulamış, saygın bir Bolşevik­ liğin ilk defa olarak küçük düşürülmesine seyirci kalarak tecrit kapısını açmış olduklarını söylemiştir. 109 Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 198

86


yargılandığı toplantıda, ilginç olan nokta Stalin’in, Galiyev’in şiddetle cezalandırılmasını isteyen çoğunluk üyelere karşı Galiyev’i savunur görünmesiydi. Stalin, Galiyev’in yetişmiş bir insan olduğunu, ondan çok daha tehlikeli askerlerin görev başında olduğunu, dolayısıyla onu da en azından alt seviyedeki askeri vs. işlerde görevlendirmek gerektiğini söylüyordu. Stalin, Galiyev kişiliğinde gizli muhalif örgütlenmenin açığa çıkartılabileceği düşüncesiyle onu serbest bıraktırmak istemiş olabilir. Stalin’in dediği oldu ve 19 Mayıs 1923 tarihinde Parti Siyasi Bürosu toplantısında konu, tahliyeyi kasteden “hukuki zaman ara verme” değişikliği ve değişiklik ihtimalini görüş­ mek üzere Parti merkez Denetim Kurulu’na sevk edildi. 21 Mayıs’ta yapılan Denetim Kurulu toplantısında Siyasi Büro’nun karan görüşülerek, Sultan Galiyev’in tahliye edilme­ sine karşı olunduğu açıklandı. Buna rağmen, Stalin’in etkisiyle Sultan Galiyev, 19 Temmuz 1923’te serbest bırakıldı.110 Sultan Galiyev, serbest bırakıldığı 1923 yılından sonra gerçek tutsaklığı yaşamaya başladı. Sürekli gözetim altındaydı. Galiyev, samimi olarak Sovyetlere ihanet ettiğini düşün­ müyordu. Saflyane bir şekilde ortada bir yanlış anlaşılma olduğunu, Stalin’in gerçeği er geç anlayacağını düşünüyordu. Etrafında dönen tertipleri görmezlikten geliyordu. Bu yüzden Partiye geri dönmek için defalarca Stalin’e başvurmuş Stalin’in olumlu görünümüne rağmen bir sonuç alamamıştı. Bu arada Galiyev karşıtı kampanya başlatılmış olduğundan iş 110 Yamauchi'ye göre, Stalin'in Sultan Galiyev'e karşı tutumunun yumuşamasının arkasında Lenin'in hastalığının iyileşme eğilimi göstermesini göstermektedir. Yam auchi'ye göre, Stalin, Lenin'in hitap etme kabiliyetini yeniden kazanarak, yalnız Gürcistan sorunu değil, Tatar sorunu ile de ciddi bir şekilde ilgileneceğinden korkuyordu. Bu yüzden onun güveninin kazanmak istiyordu. Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 215

87


bulmakta da zorluk çekiyor, ailesi de aynı sıkıntıları yaşıyordu. Geçimini çeviri yaparak sağlamaya çalışıyordu. Üzerindeki baskılar da iyice artmıştı. Bu tecrit döneminde psikolojik durumunu Stalin’e göndermiş olduğu Ağustos 1924 tarihli mektup çok güzel yansıtıyordu: “Sevgili yoldaşım Stalin’e, Tam bir yıl öne ihtilalin çıkarları için görevlendirilmem olasılığı hakkında seninle yaptığım konuşmalarda, yeniden partiye dönmem konusundan söz etmiştin. O zaman sen bu konunun ele alınması için bir yıl gerektiğini, bu nedenle de beklememi tavsiye etmiştin. Tavsiyelerine uyarak ben bu konunun Merkez Denetim Komitesi’nde görüşüleceği günü sabırla bekledim. Bu bekleyiş sırasında benim konum gündemden düşmesine rağmen, kimi yoldaşlar Eşçe gazetesi, Tataristan gazetesi, yoldaş Şeref N. îbrahimov’un dergisi Kara Mayaklar gibi yayınlarda açıkça beni eleştirdiler. Ayrıca apart­ manımdan çıkartmak isteyenler ve beni yolda takip edenler, bana ve arkadaşlarıma da acımasızca kötülük eden ve saldırıda bulunanlar da oldu.”111 2 Ocak 1925’de yapılan Parti Örgüt­ lenme Komitesindeki toplantıda Sultan Galiyev’in Parti’ye dönme isteği reddedildi. Stalin için Sultan Galiyev’in artık hiçbir önemi kalmamıştı. Galiyev de umudunu kesti. Avcılar Sendikasında danışman olarak çalışmaya başladı. Sakin bir hayat geçiriyor ve daha çok edebi-siyasi çalışmalar yapıyordu. Ancak, 1928 yılında rejim karşıtı muhaliflerin bastırılması için bir bahane olarak yeni bir Sultan Galiyev karşıtı kampanya başlatıldı. Bu sayede potansiyel muhalif olabilecek Müslüman sosyalistler büyük ölçüde tasfiye edilecekti. Bu aşamada Kının 511 Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 218. İlginç olan nokta Sulta Galiyev, bütün bu eziyetlerin arkasındaki adamdan yardım dilemesıydi. Galiyev, ya saf bir şekilde Stalin'in masum olduğunu düşünüyordu. Ya da, bu mektup Stalin'e artık durması için "onurlu bir yalvarış" yöntemiydi.

88


Merkez Yönetim Kurulu Başkanı, Galiyev’in de dostu Veli İbrahimov, buıjuva yanlısı Milli Fırka ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle kurşuna dizildi. “Sultan Galiyevcilik” uluslararası emperyalizmin işbirlikçilerini nitelendiren bir siyasal terim olarak kullanılmaya başlandı. Bu arada, Sultan Galiyev de 1928’de tekrar tutuklandı. Bu, 1923 yılındaki tutuklamadan çok farklıydı. Bu kez “Teşkilat” ifade almak için her yola başvuracaktı. Bu tarihten sonra Sultan Galiyev’i çok zorlu bir dönem bekliyordu. Sultan Galiyev 28 Temmuz 1930’da kuşuna dizilerek idam edilme cezasına çarptırıldı. İdam mahkûmlarının cezası, özel hapishanede geçirdikleri altı ay sonunda, 13 Ocak 1931 tarihinde 10 yıllık zorunlu çalışma cezasına çevrildi. O tarihten Mart 1934’e kadar Kuzey denizindeki küçük Solovki adasında hükümlü olarak kalmış olan Sultan Galiyev’in günlük yaşamı bilinmemektedir. Yalnız, eziyetvericiliği romanlara konu ol­ muş bu adada oldukça zorlu günler geçirdiği tahmin edile­ bilir.112 Sultan Galiyev, 1934’de serbest bırakıldı ve Saratov’a oturmasına müsaade edildi. Ama bu “serbestlik” de tutsak­ lıktan farklı değildi. Galiyev sefalet içerisinde yaşamaya mahkum edilmişti. Burada da fazla kalmadı. Mart 1937’de yemden tutuklanıp Kazan’a gönderildi. 28 Ocak 1940’da, yoldaşı Mustafa Suphi’nin de öldürüldüğü gün (28 Ocak 1921) kurşuna dizildi. Sultan Galiyev, Troçki ve diğer muhalifler gibi Sovyetler sınırı dışına kaçarak, eziyetli hayattan kutrulabilirdi. Kendisine bu teklifle gelen çok sayıda devrimciye verdiği cevap şuydu:“Bir gün Sovyet Rusya’dan kaçsam bile, sonuç olarak

112 Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 226. Soljenitsin'in meşhur eseri "Gulag Takımadaları" aynı yeri ifade etmektedir.

89


kapitalist bir dünyada rahat bir yer bulamayacağımı ve hayatım boyunca üzüntü ve acı çekeceğimi biliyorum.” 113

Sultan Galiyev’in Siyasal Düşüncesi Yukarıdaki bölümlerde aktardıklarımızla Sultan Gali­ yev’in siyasal düşüncesini de algılamak mümkündür. Müslü­ man sosyalistler114 ile Sultan Galiyev’in siyasal eylem ve stratejileriyle ilgili olarak söylenebilecek, her halde en ilginç özellik onların millici stratejilerle komünizme ulaşma çabasın­ da olmalarıdır. Galiyev en çok bu özelliğinden dolayı mahkum edilmeye çalışılmış ve “milliyetçilik” suçlamasıyla tasfiye edil­ miştir. Galiyevci siyasal düşünceyi benimseyen diğer Müslüman sosyalist önderler/teorisyenler de komünizmi kendi toplumlannın kültürel dinamikleriyle bağdaştığını dile getiriyorlar ve bu şekilde önemli bir meşruluk sağlıyorlardı. Bunu yaparken, özellikle “dar milliyetçilik” düşüncesini de eleştiriyorlardı. Galiyevcilerden Hanefi Muzaffer, komünizmin İslami kültürel yapıyla uyuşabileceğini söylüyor ve şöyle devam ediyordu: “Komünizm gibi, İslam da dar milliyetçiliği reddeder. İslam beynelmineldir. Kardeşliği ve bütün milletlerin İslam bayrağı altında birliğini savunur” Kazak devrimcilerinden Ahmet Baytursun da, Kazak halkının geleneksel sosyal yaşantısı ile komünizmin yol açacağı yaşam tarzının benzer olduğundan hareketle “...Kazak halkı, komünizmi hiçbir güçlüğe uğrama­ dan kolaylıkla kabul edecektir. Hatta komünizmi bütün öteki halklardan çok önce benimseyecektir...” diyerek sosyalist

113 Masayuki YAMAUCHİ: a.g.e., 248 114 Burada (ve daha önce) "Müslüman Sosyalistler" derken genellikle Müslüman Sosyalistler Komitesi veya İslam Komiserliği içerisinde faaliyet gösteren örgütlü Türk/Tatar devrimcileri kastedilmektedir.

90


devrimin Doğu’nun etnokültürel yapısına da uyum sağlaya­ bileceğini iddia etmiştir.115 Marksizmin; ilkel, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist ve komünist toplum şeklinde devam eden klasik gelişim şemasına benzer bir sosyalist şema, aslında Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev'de de mevcuttur. Şöyle ki; Galiyevcilere göre de, mantıksal bir çıkarımla söyleyebiliriz ki, nihai hedef komü­ nizmdir, bu da dünyasal devrimlerle olacaktır. Bu aşamaya gelinceye kadar önce Tatar-Başkurt sosyalist sovyeti kurulacak ve görece işçi sınıfı ve sosyalist bilinci daha kuvvetli olan bu toplumların itici gücüyle sosyalist Türk birliği (Turan Federal Sosyalist Halk Cumhuriyeti) bunun itici gücüyle İslam birliği (sosyalist panislamizm) bunun itici gücüyle de Doğu birliği (Doğu enternasyonali/sömürgeler enternasyonali/mazlumlar enternasyonali) kurulacak ve bu son aşamadan sonra Doğu’nun Batı kapitalizmine yapacağı son hareketle dünyasal soysalizm (enternasyonalizm) kurulacaktır. Sultan Galiyev’in iki önemli makalesi “Sosyal Devrim ve Doğu” ile bu makalesini geliş­ tirerek siyasal stratejik program niteliğine dönüştürdüğü “Görüşlerim” risalesinde bu tür “stratejik tramplen” argü­ manları yoğun olarak yer almaktadır. Bu genel perspektif Batı merkezli düşünce şekilleriyle hareket eden Rus Bolşeviklerinin algılayabileceği bir perspektif değildi. Bu yüzden Galiyevcileri panislamistlikle, pantürkistlikle, komünist olmamakla suçla­ dılar. Üstelik komünist olmamakla pantürkistliğin ve panislamistliğin hiçbir alakasının olmamasına rağmen.

115 A.BENNİGSEN-S.VVIMBUSH, a.g.e., 123 Popüler bir Özbek şiiri şu şekildedir: "Beşiğin büyük Asya toprağıdır / Uluğbey'i ve İbni Sina'yı sallayan beşik/ Gözlerindeki nur bin yıllık köprü / Tarihin kervanına yol gösteren dünyadır bu / Semerkand, Buhara iki ayrı evren / Doğu'nun bağrındaki komünizmin beşiği"

91


Sultan Galiyev, kendi belirlediği kavramsal/pratik bütün­ lük ve tutarlılık içerisinde inanmış bir sosyalistti ve hayatının sonuna kadar da öyle kaldı. Onun özgün düşüncelerinin oluşmasına neden olan asıl faktör, halkı adına, sosyalizm anlayışı adına çok büyük hayallerle etkin bir şekilde katıldığı Ekim Devrimi sonrasında kurulan Sovyet sisteminin (Stalinizm) kendisinde yol açtığı hayal kırıklığı idi. Devrimden çok kısa bir zaman sonra, Lenin’in ölümüyle iyice net bir şekilde, egemen çarlık monarşisinin yerine egemen “komü­ nist’VS talinist partokrasinin geldiğini, sömürülen Türk halklarının, Doğu halklarının kaderinin çok değişmediğini, sömürgeciliğin devam ettiğini gördü. Galiyev’e göre, sadece özgürlük ve bağımsızlık için, Çarlık kuvvetlerine karşı mücadele eden ve Bolşevik saflarına katılan Müslüman halklar değil, Rus emekçileri de kandırılmıştı. Galiyev, kendisini Sovyetlere ihanet eden “milliyetçi” bir “sapkın” ilan etmelerinden çok önce Stalin’in ve komünist partokrasinin büyük devlet şovenliklerini deşifre etmişti. Tespit ettiği ilk ve temel gerçeklik ise, Sovyet sisteminin sosyalist olmadığıydı. Sosyalizm, halka ızdırap değil mutluluk, esaret değil özgürlük, zulüm değil adalet verirdi, vermesi gerekirdi. Sovyetlerin bu durumu, bütün Dünya halklarını kapitalizm tahakkümünden kurtaracak ve özgürleştirecek sosyalist dünya devriminin de önündeki en büyük engeldi. Galiyev, Sovyetlere bu açıdan da çok büyük bir işlev yüklemişti. Bu veriler ve tespitler ışığında dünyasal sömürü ilişkilerini çözümleyerek “kurtuluş teorilerT’ni ve pratik önermelerini enternasyonal bir siyasal programa dönüştürdü. Bu program, Marksist-Leninist ideal­ lerin Asyatik versiyonu idi ve Mollanur Vahidov’dan Hanefi Muzaffer’e kadar bütün Galiyevci düşüncelerin toparlanmış haliydi. Bu süreçte, Dünya üzerinde etkili olan, ulusal sol yelpazede bir Galiyevci siyasal düşünce akımı da oluştu.

92


Galiyev’e göre, Avrupa kapitalistlerin sömürgesi durumundaki Doğu’daki bütün halk, işçisiyle, köylüsüyle, askeriyle ve yerli burjuvasıyla topyekun proleterdir. Galiyev, Doğu toplumlarmı “proleter milletler” olarak adlandırmıştır. Sömürgeleşmiş Doğu toplumlarının kendi iç sınıfsal çelişkileri ve sömürü ilişkileri olsa da bu durum da, uluslararası emperyalizmin doğurduğu ve sömürgeciliği yeniden üretecek bir yapı olarak değerlendirilmekte, asıl çelişki yani uluslararası sömürgecilik ortadan kaldırıldıktan sonra beslenme kaynak­ larının ortadan kaldırılacağı düşünülmektedir. Galiyevciler Sovyet devrimine de bu gözle bakarak katılmışlardır. Galiyev’e göre, “...Rusya’da başlamış olan toplumsal devrim, Dünya devriminin başlangıcıdır. Bu, yalnız bir Rusya devrimi, işçi ve köylülerin veya Rusya işçi sınıfının devrimi değil, (bütün Doğu ile) uluslararası sermaye arasındaki (dünyadaki toplumsal düzeni yeniden yapılandırmak için verilen) mücadelenin adıdır...”116 İç sömürüyü dışlar gibi gözüken bu değerlendirme, Doğu toplumlarında iç kapitalist gelişmenin zayii* ve tamamen dışa bağımlı olduğu varsayımından yola çıkılarak yapılmıştır. Galiyevciler, özellikle Müslüman Soysaüstler Komitesi aracılığıyla iç kapitalistlerle de mücadele etmişler. Ekim devriminin iç kapitalizmi büyük ölçüde yok ettiği halde, Müslümanların sömürülgen durumunun devam ettiğini gördükleri için siyasal çözümlemelerinin ana eksenini, uluslararası sömürgecilik ve bu sömürgeciliği ortadan kaldır­ mak için çaba sarf etmek şöyle dursun egemenlik ilişkilerini devam ettirdiğini düşündükleri parti bürokrasisi ile mücadele oluşturmuştur. Galiyevciler için modem öncesi egemenlik ilişkileri, yani ağalık, şeyhlik gibi feodal egemenlik ilişkileri

1,6 Parti Merkez Arşivi, Fon 583, Liste 1, Dosya 4, Varak 140-148 stenografi, Çcv.Arif HACALOĞLU (Haîit Kakınç'ın arşivinden)

93


de, Doğu’nun sömürülgen durumunu perçinlemektedir. Bu yüzden Galiyevciler, feodal sömürü ilişkilerini ortadan kaldıracak Ceditçi reformizme yani Müslüman aydınlanma hareketine özel bir önem veriyorlardı. Galiyevci düşüncede Müslüman ülkelerdeki dinsel ve feodal sömürüyü besleyen unsur da sömürgecilikti. Sömürgeciler, bu gerici yapıyı sürekli olarak yeniden üretiyorlardı. Galiyev’e göre, “Sömürge ülkelerdeki gerici ekonomik ve sosyal düzenlerin muhafaza edilmesi, sömürgeci Batı emperyalizminin işine gelmektedir. Zira metropollerin eşkiya kültürü yalnızca bu gerilik zemini üzerinde soluk alabilir ve geliştirilebilir. Sömürge Halklarının karanlık ve baskı içerisinde tutulması, kendi tarihsel gelişme süreçleri içerisinde insanlığın başına hapishane gardiyanı kesilmiş olan Batılı halklar için gerçek ve yaşamsal bir ihtiyaçtır. Metropolya halkları ve onlar tarafından sömürül­ mekte olan sömürge halklar arasında görülen sosyal eşitsizliğin nedeni burada saklıdır”" 7

Turan Sosyalizmi ve Doğu Devrimi Galiyev’e göre asıl çelişki, işçilerde dahil, bütün sınıfla­ rıyla “sömüren” kategorisinde olan Batı kapitalist devletleri ile “sömürülen” mazlum Doğu halkları yani proleter milletler arasındadır. Duruma öncelikle iç çelişkiler açısından bakmak asıl ve büyük çelişkiyi görmemizi engeller ve örneğin ulusal kurtuluş hareketlerinin, anti-sömürgeci hareketlerin evrensel dinamiklerini ve önemini tali duruma düşürür. Galiyev, sömürge koşullarında, ulusalcı hareketlerin aslında sosyalist hareketler olduğunu düşünmektedir. “...Müslüman halklar proleter halklardır. Örneğin, İngiliz ya da Fransız proleteriyle, Afganistan yahut Fas proleterleri arasında büyük bir ekonomik fark vardır. Dolayısıyla denilebilir ki, Müslüman ülkelerdeki 117 Sultan Galiyev, "G örüşlerim ",_ Ulusal, Kış-Bahar 1998,15

94


ulusal kurtuluş hareketleri sosyalist bir nitelik taşır...” Bu yüzden Galiyev, Komintem’e karşı “proleter milletler”in oluşturduğu “Sömürgeler Entemasyonali”nin kurulması için çalışmıştır. Galiyev’e göre bu birlikteliğin dinamosunu da Avrasya coğrafyasında kurulacak “Sosyalist Turan Birliği” oluşturacaktı. Sultan Galiyev, Rusya Türklerinin tek bir “sovyet” olarak Sovyetler Birliği’ne katılmasını istiyordu. Bu yüzden Türk birliği taraftarıydı. Galiyevciler, çoğunlukla sömürge Turan halklarını bu birlikte toparlamak ve sömürgeciliğe karşı büyük bir ittifak oluşturmak istiyorlardı. Galiyev’in Turancılığı budur. Kendisi “Turancılık” diye bir düşünce ortaya atmamış olmasına rağmen ona Turancı sosyalist yakıştırması yapıl­ mıştır. Bu yakıştırma bir ölçüde doğrudur, ancak eksiktir. Galiyevciler, Türk/Turan birliğini her zaman, asıl düşünceleri olan enternasyonalizme (ilk önce sömürgeler enternasyonali) doğru gidişte ve sömürgeciliğe karşı mücadelede stratejik bir araç olarak görmüşlerdir. Bu yüzden, Galiyevci siyasal düşün­ cede önemli bir yeri olan “Türk/Turan Birliği” tasarımının kamuoyunda bilinen emperyal “aktüel Turancılık” ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tam tersi bir düşüncedir. Sultan Galiyev’in “Sömürgeler Enternasyonali” ve “Kolo­ niler Devrimi”118 teorilerinin hareket noktasını milli bir başlangıç (“Turan Birliği”) oluştursa da aslında nihai amaç “entemasyonal”dir. Şöyle ki, Galiyev, bu teorilerini sömürülen ülkeler/halklar olmazsa veya uluslar kolektif birliktelikleriyle kendilerini sömüren mekanizmaları ortadan kaldırırlarsa dünyadaki sömürü ilişkileri ve egemenlik üretimi de ortadan kalkar, “sömürülen olmazsa sömüren de olmaz” basit mantı­ 118 Dünya devrimlerinin dinamosunun Batılı sanayileşmiş ülkelerde değil, kolonilerde, Doğu'da oluştuğu/oluşacağı düşüncesi.

95


ğıyla kurgu!amıştır. Galiyev şöyle söylemektedir: “...Eğer Doğu’yu sosyalist bir yaklaşım içerisinde incelersek göreceğiz ki, Doğu (Asya, Afrika, Avustralya dahil)119 uluslararası emperyalizmin istismar alanıdır. Uluslararası emperyalizm kendi durumunu muhafaza etmek için gerek olan tüm kaynaklan esasen Doğu5dan, kendi sömürge mülklerinden sömürmüştür. Hatta kendi içinde rekabet halinde olan sermayenin doğurduğu emperyalist savaş dahi bir taraftan Almanya, Avusturya-Macaristan, diğer taratan da İngiltere, Rusya, İtalya, Fransa, Amerika arasında, bunlardan her birinin Doğu’da daha sağlam pozisyonları ele geçirmek istemeleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Bunların her biri Doğu’da meskun olan halkların(ki, bunlar kültürel durumlarına göre ezilmeye daha müsait olmakla rahat bir istismar objesi oluşturmak­ tadırlar) tek efendisi olmak istemiştir. Bugün görebildiğimiz haliyle Batı kültürünün gelişmesine, Batı’nın maddi ve kültürel zenginliklerinin oluşumuna esasen Doğu yani Batin ın sömürgeleri iştirak etmiştir. Amerikayı alalım. (...)Tüm bu zenginlikler nasıl biriktirilmiştir? Bunlar, milyonlarca Amerika yerlisinin, kızılderilinin, milyonlarca Afrika siyahderilisinin hesabına oluşturulmuştur. Bu, 42, 50 katlı binaların ortaya çıkmaları için, İnka kültürünün yok edilmesi, milyonlarca Amerika kızılderilisinin ve Afrika siyah derilisinin öldürülmesi gerekmiştir. Amerika yerli ahalisinin istismarına, keza Afrika yerlilerinin dolaylı istismarına sadecc İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya değil, tüm diğer Batı Avrupa devletleri dc iştirak etmişlerdir...”120

Böylece, Galiyev'in Doğu derken hangi alandan bahsettiği de anlaşılmaktadır. 120 Parti Merkez Arşivi, Fon 583, Liste I, Dosya 4, Varak 140-148 stenografi, Çev.Arif HACALOĞLU (Halit Kakınç'ın arşivinden)

96


Galiyev’e göre Doğu’nun katılımı olmadan Dünya sosyalist devriminin gerçekleşmesi mümkün değildir. Batı sosyalistleri Doğu’nun devrimci potansiyelini algılayamamakta ve Doğu’daki devrimci hareketlere soğuk bakmaktadırlar. Bu yüzden, “Batı Avrupa proletaryasının iktidarı ele geçirmek, burjuvaziyi yenmek ve sermaye üzerinde proletarya diktatör­ lüğü kurmaya yönelik hiçbir çabasının sonuç vermediğini ve sosyalistlerin hezimete uğradıklarını görüyoruz”121 Bu düşüncedeki Galiyev’de Batı işçi hareketlerine karşı da bir güvensizlik vardır.122 “...Batı Avrupa işçileri henüz Batı burjuvazisinin gırtlağına sarılmak durumunda değiller. Henüz, İngiliz işçileri kendi Çerçilerinin gırtlağına sarılarak 'yeter, bizim ve Doğu halklarının kanını bunca içtiniz’ diyemiyor. Batı proleteryasının sahte sosyalizm peşinde koştuğunu, II. Enternasyonal’in sahte sosyalizm liderlerinin peşinde koştuğu­ nu görüyoruz. Sebep nedir? Yoldaşlar, sebep budur: Doğu’nun istismarına, sömürge mülklerinin uluslararası emperyalizm tarafından istismar edilişine, belki de kendi iradesi dışında, ama Batı Avrupa işçi sınıfı da dolaylı yoldan iştirak etmektedir. Batı işçileri, kendi burjuvazisine bu veya diğer bir ekonomik içerikli talep ileri sürdüğünde, buıjuvazi her defasında bu ekonomik talepleri yerine getirmektedir; zira bu talepleri yerine getirmek için gerekli potansiyele sahiptir; çünkü bu buıjuvazinin elinde bitmez tükenmez kaynaklar bulunmaktadır ki, (yalnız kendi işçilerinin değil, hem de sömürgelerin işçileri üzerindeki efendi konumunu devam

121 Sultan Galiyev, Şark Meselesine İlişkin Konuşma, Ulusal Sola Teorik Katkı, s.265 122 Bu güvensizlik daha sonraları, özellikle İkinci dünya savaşı önce­ sindeki Almanya devrimci hareketi deneyiminde doğrulanmıştır.

97


ettirmek için) gereken taze kanı bu kaynaklardan devamlı olarak sömürmektedir.” 123

Mazlumların Birleşme Teorisi: Galiyevcilik Sultan Galiyev, “Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası” olarak nitelendirilmektedir. Gerçekten de sömürgecilere karşı yapılan ulusal kurtuluş hareketlerinin teorik çözümlemesini yapan Sultan Galiyev’in düşünceleri ulusal kurtuluş hareket­ lerini etkilemiş ve “üçüncü dünyacı sosyalizm” denilen ideolojinin de çekirdeğini oluşturmuştur. Örneğin Cezayir kurtuluş hareketinin önderi Ahmet Bin Bella Sultan Galiyev’den çok etkilendiğini söylemektedir.124 Galiyevci siyasal düşünceleri, rektörlüğünü Sultan Galiyev’in yaptığı ve genellikle Galiyevci hocaların ders verdiği K U TV ’daki125

123 A.g.e, s.265. Batılı işçi sınıfı zihniyetinin ve görünümünün, tıpkı Sultan Galiyev'in söylediği biçimde, günümüzde pek değişmediğini ispatlayan bu çalışma için Bkz. Yıldırım KOÇ, Batılı İşçi Sömürüye Ortak, (Ankara:Bilgi Y ay.,2005) 124 Bennigsen ve VVimbush'un yazdıklarına göre 1964 yılındaki bir görüşmelerinde Bin Bella, Rus Marksisti Sultan Galiyev'den çok etkilendiğini beyan etmişti. Yine bu yazarlara göre, Bella, Cezayir cumhurbaşkanı

olduğu

zaman

Sultan

Galiyev'in

fikirlerini

ve

özellikle de "Sömürgeler Enternasyonali" tezini kullanmaya pek düşkündü. Bin Bella'nın Galiyevciliği, M uammer Kaddafi ve diğer Afrikalı Önderleri de etkilemişti. A.BENNİGSEN-S.VVIMBUSH, a.g.e., 138 125 KUTV'da Sultan Galiyev, Turar Rıskılov, Neriman Nerimanov, Galimcan İbrahimov, Ahmet Baytursun, Feyzullah Hocayev, Mir Yakup Dulakov, Hintli Roy, HollandalI Sneevliet, İranlı Sultanzade gibi anti sömürgeci/milli komünistler hocalık yapıyorlardı. 1921 yılında Moskova'da açılan ve ilk yıllarında Sultan Galiyev'in rektörlüğünü yaptığı KUTV'da Kari Renner ve Otto Bauer'in öncülük ettikleri Avusturya Marksistlerinin "kültürel özerklik" tezleri de ağırlıklı ders olarak işlenmekteydi. Avusturya Marsistleri, Avrupa'da

98


öğrencilerinden Liu Şao-Şi Çin’e; Tan Malaka Endonezya’ya; Ho Şi Min126 Vietnam’a taşımıştır. Peru komünistlerinden Jose Carlos Maria Tegui de bu düşüncelerin izlerini Güney Amerika’ya kadar götürmüştür.127 Yine Cezayir ulusal kurtuluş

milli Marksizmin öncülüğünü yaptılar. Tıpkı Galiyevcilerin Asya'da yaptıkları gibi. 126 Ho Şi Min, Fransız Komünist Partisi'nin yardımıyla, Galiyev'in "Sömürgeler Eneternasyonali"ne benze biçimde "Sömürge Halkları Birliği"ni kurmuştur.

Ho Şi Min, Milli Kurtuluş Savaşımız, (Çev.

M urat Devrim), Toplum Yayınları, 1968, S.46 Ho Şi Min'in metropol işçileri ve sömürge halkları değerlendirmesi de Sultan Galiyev'in görüşlerine oldukça benzemekteydi. Ho, 25 Mayıs 1922'de yazmış olduğu yazısında, metropoldeki işçi sınıfının sömürgelere karşı kayıtsızlığından söz ediyor ve şunları söylüyordu: "Metropolün işçileri bir sömürgenin gerçekten ne olduğunu Öğrenmelidirler; orada geçen olaylar, kardeşlerinin, sömürgelerdeki emekçilerin katlanmak zorunda oldukları ve onlarınkinden bin kat daha ivedi olan dertler onlara anlatılmalıdır. Ne yazık ki, onlara göre hâlâ bir sömürge ayaklar altında bol kumun ve başlar üzerinde bol güneşin bulunduğu, birkaç Hindistan cevizi ağacı ve renkli derili halkıyla bir toprak parçasından başka bir şey değildir ve hepsi bu kadar diye düşünen birçok kavgacı işçi temsilcisi var. Ve onlar kesinlikle bu sorunlarla

ilgilenmezler.

...Her

iki

emekçi

sınıfının

karşılıklı

bilgisizlikleri (sömürgelerde ve metropollerde) önyargıları güçlen­ dirir. Fransız işçileri yerlilere, anlamaktan aciz ve hele hele bazı eylemlere girişmekten daha da aciz, değersiz ve önemsiz insanlar olarak

yukarıdan

bakmaktadırlar.

Ve

yerliler

için

de

bütün

sömürücüler alçak sömürücüdürler. Emperyalizm ve kapitalizm ise bu karşılıklı güvensizliği sömürme fırsatını kaçırmamaktadır." Görüldüğü gibi, Ho Şi Min, metropol işçi hareketinin olumsuzlukları konusunda Galiyev ile aynı fikirleri paylaşsa da, Sömürge devrimcilerini de suçlayarak Galiyev'den biraz ayrılmaktadır. 127 Jose Carlos Maria Tegui, "milli taleplerle bütünleşmemişse sosyalizmimiz ne Perulu ne de sosyalist olur" diyor ve Galiyevciliğin Asya kültürü üzerine inşa etmeye çalıştıkları sosyalizm gibi, İnka

99


hareketi öncü teorisyenlerinden Frantz Panon’un düşünce ve pratiğindeki benzerlik Sultan Galiyev’den etkilenmiş olabile­ ceğini düşündürmektedir. Vahidov ve Sultan Galiyev, yüzyıllardır sömürge koşullarında yaşamış bir halkm(halklann) içinde yetişmiş ve sosyalist Şubat- Ekim Devrimi koşullarında yaşamış iki Tatar aydını olarak milliyetçi, İslambirlikçı ve komünisttiler. Ama bütün bu düşüncelerinin ortak paydasında "devrimci" likleri vardı ve bu devrimcilikleri sayesindedir ki, çelişkili gibi görünen bu düşünceler, kendi halklarının somut koşullarında, tutarlı bir bütünlük oluşturuyordu. Her iki önder de, esas olarak, verili olmayan, Batı'nın emperyalist/sömürgeci dayat­ malarıyla oluşmuş olan Doğu/İslam halklarının mazlumiyetlerinin yok edilmesi için çalışıyor ve sosyalizmi de öncelikle, bu mazlumiyete, sömürüye ve esarete bir tepki olarak algılayarak sosyalizmin sistem tasarımını şimdilik ikinci planda görüyorlardı. Mollanur Vahidov, 22 Temmuz 1918’deki Türk Sosyalistleri Konferansına gönderdiği tebrik konuş­ masında, bu düşünceleri destekleyecek şekilde şöyle diyordu: "Biz sosyalistliğe intihai (sona ait) bir ideal olarak bakmıyoruz, bu belki insanların meskenet ve mazlumiyetlerini İslah edici muvakkat(geçici) bir hal ve sıfat."128 Galiyevcilerin sosyalist devrimcilik anlayışı devrimci panislamik unsurları içerdiği gibi geleneksel İslami kültürü de dışlayıcı/yokedici değildi. Sultan Galiyev, Bolşevik yöneticileri uyarmak amacıyla yazmış olduğu ‘'Din Karşıtı Propaganda Yöntemleri’' adlı risalesinde Müslümanlığın diğer dinlerle karıştırılmaması gerektiğim, Müslümanlığın, Tatarların ve diğer Türk halklarının ulusal

Uygarlığı

zemininde

bir

sosyalizm

A.BENNİGSEN-S.VVIMBUSH, a.g.e., 124 1MMete TUNÇAY a.g.e, 94

100

anlayışını

benimsiyordu.


kişiliklerinin ayrılmaz birer parçası olduğunu dolayısıyla din karşıtı politikaların bu veriler ışığında uygulanmasının önemli olduğunu vurgulamıştır: “...İslamın durumunu belirleyen temel öğe gençliğidir. Dünyanın bütün büyük dinleri içinde İslam, en geç, dolayısıyla en sağlam ve etkinlik yönünden en güçlü olanıdır... Öbür taraftan ezilmiş ve baskıdan henüz kutrulamamış olan Müslüman halkın psikolojik durumu dolayısıyla, İslamın özel konumu, dine karşı propagandada yem yakla­ şımlar ve yeni yönetmeler gerektirmektedir...”129 Mollanur Vahidov ise bu konuda daha da ileri giderek, sosyalist hareke­ tin, İslami kültür ve medeniyet dairesinde yaşayan halklarda daha da sağlıklı gelişebileceğini bile düşünüyordu. Şunu söylemek gerekir ki, Galiyev sosyalizminde İsla­ miyet, inançsal değil sosyal/kültürel bir veridir. Zira Galiyev bilinen şekliyle dinsel inançlı olmasa bile kültürel ve sosyolojik olarak “Müslüman'dır.130 Özellikle de Doğuludur, 129A.BENNİGSEN-S.WIMBUSH, a.g.e., 172 130 Zaten, sonraki yolunda

giden

bölümlerde görülecek, Sultan

Galiyev'in

Mollanur Vahidov'un

Müslümanlığı

reddettiğini

düşünmek mümkün değildir. Sultan Galiyev'i basit bir şekilde "ateist" olarak gösterenler yanılgı içerisinde bulunmaktadırlar. Zaten Bolşevik hareket içerisinde ateist gibi algılanmamak, hatta bunu kabul etmemek mümkün değildir. Mollanur Vahidov, bu yüzden Müslüman komünistler ayrıca, özerk bir şekilde Bolşevik harekete dahil olmalıdırlar demekteydi. Önemli olan resmiyetteki nitelendirme değildir. Galiyev'in mensup olduğu felsefi okulun derinliklerine inmek ve bu şekilde değerlendirmek gerekmektedir. Galiyev'in onun ateistliğini ispat için öne sürülen "Müslümanlara Karşı Din Karşıtı Propoganda Teknikleri" yazısı ateizmi adapte etmeye çalışan Rus Bolşeviklerin, Müslüman köylerde Bolşevik propagan da yaparlarken yaptıkları ölçüsüzlükleri yontmak için sadece onlara Özgü yazılmış ve onlara Müslüman dinamizmini, Müslümanlığın Hıristiyanlıktan farkını anlatan bilgilendirme yazısıdır. Asla, Müslümanlığa karşı

101


doğucudur. Galiyev, bu bilinçle hareket ederek sosyalist düşünceyi Doğu felsefesinin derinliklerine kadar indirmiştir. Galiyev’in siyasal düşüncesindeki vurgulu “Doğuculuk”, katı bir Doğu-Batı karşıtlığı şeklinde tezahür etmiştir. Galiyev’e göre Batı ezendir, Doğu mazlumdur. Batı sömürücü metro­ poldür, Doğu sömürgeeştirilmiştir. O Batı’nın ve Doğu’nun ayrımlarını ve sınırlarını şöyle çizmiştir: “ Çağdaş insanlığı oluşturan milletler, sayı, sosyal ve hukuksal açılardan eşit olmayan iki düşman kampa bölünmüş durumdadır. Bu kamplardan birisinde, insanlığın yalnızca yüzde 20 ile yüzde 3 0 ’unu oluşturan ve tüm yerküreyi, altında ve üzerindeki var olan her türlü ölü ve canlı zenginlikleri ile birlikte ele geçirmiş olan halklar bulunmaktadır. Diğerinde ise insanlığın beşte dördünü oluşturan ve birinci kampa mensup bulunan halkların, diğer bir deyişle ‘efendi’ halkların ekonomik, siyasal ve kültürel tahakkümü ve köleliği altında inleyen halklar yer almaktadır. Efendilerin kendi medeni dillerinde ‘uygar’ olarak adlandırılan ve birinci kampa mensup olan halklar, insanlığın kölelikten, cehaletten ve sefaletten kurtarılması ile görevlen­ dirilmiştir. İkinci gruba mensup olan halklar ise onların dillerinde ‘vahşi’, ‘yerli’ ve bu tür ibarelerle tanımlanmakta olup, birincilerin ‘bilimsel’ görüşlerine göre; efendi halkların

değildir. Bilakis Müslümanlığı koruma ihtiyacı ile yazılmıştır. Sultan Galiyev,

materyalist-enerjetik

materyalist-felsefeyı

benimsemekle

birlikte, kendisinin de çeşitli yazılarında belirttiği gibi bu felsefeyi Avrupamerkezci bir anlayışla anlamadığını ifade etmektedir: "Bizim diyalektik, daha doğrusu enerjetik materyalizm mektebine mensu­ biyetimiz: bu mektebin Batı Avrupalı temsilcilerini (Marksist veya komünist denilenleri) körü körüne taklit etmemiz ve onların bu mektebin ürünü bildikleri veya öyle taktir ettikleri her şeyi körü körüne kopya etmemiz anlamına gelmez" Sultan GALİYEV, Görüşlerim, a.g.d, 11-12

102


çıkarlarına hizmet etmek için yaratılmışlar!... Avrupa ve Amerika’nın ‘medeni’ halkları, ki yerkürenin diğer kısımlarına da yayılmakta ve genel olarak “Batı halkları” diye adlandınlmaktalar, birinci kategoriye aittiler. Asya, Afrika halkları ile Avrupalılarca sömürgeleştirilmiş olan Avustralya ve Ameri­ ka’nın yerli halkları da ikinci kategoriye girmektedirler. Bu iki grup arasındaki ilişkileri irdeleyerek şu noktayı tespit etmiş bulunuyoruz: Batı halklarının (metropoller), sömürge veya yarı sömürge halkları ile ilişkileri, tam bir kölelik ilişkileri niteliğindedir...”131 Görüldüğü gibi Sultan Galiyev’de, topyekun bir “Batı aleyhtarlığı” vardır. Batı medeniyeti, Doğu halklarının zengin­ likleri üzerine kurulmuştur. Medeniyet eleştirisi, pozitivizm eleştirisi yoğun bir şekilde vurgulanmaktadır. Galiyev, bu çerçevede gelişen Avrupa merkezciliğe de şiddetle karşı çıkmakta ve kendisinin de benimsediğini söylediği materyalist felsefenin bile Avrupa merkezli olarak lanse edilmesine itiraz ederek şöyle söylemektedir: “Bizce, materyalist felsefe, Batı Avrupa biliminin ‘müstesna’ malı değildir. Zira, belli bir düşünce sistemi olarak bu tür felsefe, bu veya diğer şekilde (Fars, Arap, Çin, Türk, Moğol vb. gibi) birçok başka halklarda da, üstelik çağdaş Batı Avrupa kültürünün ortaya çıkışından çok önceki tarihlerde görülmüştür.... Bizim, tarihsel materya­ lizm taraftarlarına bağlılığımız; onların beyan ettikleri, keza diyalektik materyalizmin Rus ve Avrupa tekelcileri tarafından takdim edilen her türlü fikri nesneyi ‘kutsal’ bir şeymiş gibi tartışmasız olarak kabul etmemizi de kesinlikle gerektirmez”132 Sultan Galiyev ve Galiyevciler, ön plana çıkardıkları Doğu ile İslamı özdeşleştirmişler, İslamm kültürel zenginliğini yücel131Sultan GALİYEV, Görüşlerim, a.g.d, 11-12 132 Y.a.g.m, 9-10

103


tirken geleneksel düşünce kalıplarından kopamayan tutucu Müslüman din adamlarıyla da yoğun bir çatışma içerisine girmişlerdir. Galiyevcilerin karşı olduğu düşünce gerici ve dogmatik İslam idi, yani ”şeriat”tı. Bütün ceditçi şiddetlerini, bu anlayışa yöneltirken dahi İslami bir terminoloji kullana­ biliyorlardı. Mola Nur Vahidov, Tatar-Başkurt Cumhuriyetinin kurulma kararı alındıktan sonra Kızıl Bayrak gazetesinde şöyle diyordu: M Bu karar Kur'an’ın gölgesinde alınmış ve ardından üç kez elhamdülillah denmiştir. İslami kültürün bu Rönesans günü bizim milli bayramımız olmalıdır."133 Esas düşünce sömürülen ve esaret altında tutulan mazlum Müslüman halkla­ rın sosyalizm yoluyla çağdaşlaştırılması idi. Bütün Müslüman sömürgeler esaret zincirlerini kırarak sosyalist düzen içinde birleşirlerse ancak bu şekilde, bu birleşmenin itici gücüyle, gerçek anlamda "soysalist enternasyonal" de kurulabilirdi.

Mustafa Kemal, Mustafa Suphi ve Sultan Galiyev Çok fazla bilinmeyen bir konu ise Kemalist hareketin Galiyevcilikle bağlantısıdır. Galiyev üzerine araştırmalar yapan ve bir de belgesel roman yazan Renad Muhammedi’ye göre, Sultan Galiyev, Kemalistlerle sürekli bağlantı halinde idi, Sultan Galiyev 1923 yılında tutuklandığında Türkiye’deki Sovyet Büyükelçiliği önünde protesto götserileri olmuştu ve Mustafa Kemal, Moskova Büyükelçisi aracılığıyla Galiyev’i Ankara’ya davet etmişti.134 Mustafa Kemal ve Sultan Galiyev arasında doğrudan bir ilişkinin olduğunu doğrulayacak herhangi bir belge bulunmasa da, Ziya Gökalp, Ali Fuat, Yusuf Akçura gibi Kemalistlerin Sultan Galiyev ile olan yakın ilişkileri ve Mustafa KemaFin Kurtuluş Savaşı sırasındaki m Vincent MONTEİL, Sovyet Müslümanları Çev:Metin ÇAMDERKLİ, (Ankara: Pınar, 1992) 125 134 Renad MUHAMMEDİ, a.g.e., 120

104


düşünceleri ile Galiyev’in düşünceleri arasındaki benzerlik böyle bn vrribatın olabileceğini düşündürmektedir. Mustafa Kemal’in '-.»ha önce de değindiğim aşağıdaki söylevi, özellikle Türkiye halkını bütünüyle mazlum olarak nitelendirmesi, Galiycvcı düşünceye oldukça yakındır. “...Temelden incelen­ diğinde bizim görüşümüz, ki halkçılıktır, kuvvetin, egemen­ liğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Elbette böyle bir ilke Bolşevik ilkeleriyle çelişmez. Gerçi bize milliyetperverler derler, ama biz öyle milliyetperverlerdeniz ki, bizimle işbirliği yapan bütün uluslara saygı gösterir, onları gözetiriz. Onlann bütün milliyetçiliklerinin gereğini tanırız. Bizim milliyetperverli­ ğimiz, herhalde bencilce ve kibirli bir milliyetperverlik değildir ve özellikle biz İslam olduğumuz için bizim İslamiyet açısın­ dan ümmetçiliğimiz vardır ki, milliyetperverliğin çizdiği sınırlı çemberi sonsuza doğru genişletir ve bu bakımdan da bizim yönümüzde Bolşevik yönü görülebilir. Özellikle Bolşeviklik, ulus içindeki haksızlığa uğramış bir sınıfı göz önüne alır. Bizim ulusumuzsa tümüyle haksızlığa uğramış ve zulüm görmüştür.”135 Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, bu söylevinde tıpkı Galiyevciler gibi milliyetçilik, sosyalizm ve İslamiyeti antisömürgecilik düzlemi içerisinde birleştirmiştir. Mustafa Kemal'in 1920’de Meclis yeni açıldıktan sonra Meclisle sunduğu Halkçılık Programı, ki ilk Anayasamızın da taslağıdır, Galiyevci bir perspektife sahiptir. Yine, Mustafa Kemal’in kurdurduğu resmi TK P ’de de Galiyevci izler vardır. Sultan Galiyev, kendi bağlantıları, yetiştirdiği Türk komünistleri ve yardımcısı Mustafa Suphi başkanlığındaki Bakü merkezli TKP aracılığıyla Türk sol düşünce geleneğine cılız da olsa milli bir iz de bırakmıştır. Özellikle Galiyev’in ns Seyfettin TURHAN, a.g.e., 73

105


öğrencisi olan Şevket Süreyya öncülüğündeki Kadro dergisi hareketi ve bu derginin düşünsel uzantısı diyebileceğimiz Doğan Avcıoğlu önderliğindeki Yön dergisi hareketi bu izleri taşımışlardır. Sultan Galiyev, resmi Sovyet tarihçilerinin belirttikleri gibi, Sovyetlere ihanet etmiş basit bir Tatar milliyetçisi değildir. Tam aksine, Ekim Devrimi’nin gerçekleş­ tirilmesinde ve Sovyetlerin kurulmasında Mollanur Vahidov ve Galiyev’in önderliğindeki Müslüman Sosyalistlerin azımsa namayacak katkıları olmuş, hatta Vahidov, Kazan’ın karşıdevrimci Kolçak kuvvetlerine karşı savunulması sırasında yakalanmış ve Bolşevik olduğu için öldürülmüştür. Galiyev, Vahidov’dan sonra Müslüman Sosyalistler Komitesi’nin başı­ na geçmiş ve iç savaş süresince Müslümanların, Bolşevikler safında toplanmalarını sağlamıştır. Yine Devrim sonrasında İslam Komiseri (Bakan da diyebiliriz) olarak devrim şartlarının Müslüman halka benimsetilmesinde önemli çalışmalar yapmıştır. Yani, Ekim Sosyalist DevrimFni içtenlikle benim­ semiş ama Sovyetlerin büyük devlet şovenizmine doğru dönüşümüne, yine sosyalizm adına karşı çıkmıştır. Demek ki, Sultan Galiyev, Ekim devrimi sürecinde ve Sovyetler rejiminin kurulmasında etkilidir. Etki alanı genel olarak Rusya Müslümanları daha çok Türk halkları-özelde İdil-Ural Bölgesiçerçevesindedir.

Sonu ç Sultan Galiyev, Doğu toplumlarımn sosyo-ekonomik ve kültürel şartlarında örgütlülük içinde geliştirmiş olduğu sosyalist devrim stratejileriyle mazlum milletlerin özgürleşme hareketlerine önemli bir teorik/pratik dayanak oluşturmuştur. Galiyev ve Galiyevci hareket, özellikle, İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişen “üçüncü dünyacı” sol/milliyetçi düşünceler (hareketler) üzerinde etki bırakmıştır. Galiyev’in sosyalizm

106


anlayışı, Avrupa merkezci sosyalizme karşıttı. Galiyev, sosyalist devrim merkezi olarak B atı’yı değil Doğu’yu görüyordu. Sosyalizm anlayışını da Doğu felsefesiyle şekillen­ dirmişti. Sultan Galiyev’in teorileri ve örgütlü önderliği, Galiyev’in tarihsel kişiliğinde somutlaşarak ve onu da aşarak, özellikle Avrasya coğrafyasında ulusal sol perspektifli bir siyasal düşünce ve hareketin ön çerçevesini belirlemiş; bu harekete (ve teorik analizlere) Galiyev dışındaki ulusal komünistlerin de katılımıyla özgün bir ulusal kurtuluş ve özgürleşme stratejisi oluşturulmuştur. Galiyev ve Galiyevcilerin, Türkiye sosyalist hareketleri ve bu arada Kemalistlerle de bağlantısı olmuştur. Türkiye soysalizminin o zamanki en büyük örgütlü gücü TKP, belirtildiği gibi, zaten Galiyevci hareket içinde gelişmişti. Mustafa Suphi, Galiyev’in en yakın yoldaşlarından birisiydi. Mustafa Suphi’nin öldürülmesi olayında Rus Bolşevikleri sessiz kalmış, tek tepki Sultan Galiyev’den gelmişti. Galiyev, Mustafa Suphi ile ilgili uzunca bir tanıtım yazısı kaleme almış ve bu yazıda Suphi’nin öldürülmesiyle çok büyük bir yara aldıklarını ifade etmiştir. Galiyev, Anadolu’daki diğer sol hareketlerle, TKP vasıtasıyla bağlantı kurmaktaydı. Suphi’nin öldürülmesi bu bağlantının da daralmasına yol açtı. Öldürülmesini de bu ilişkilerin bir sonucu olarak değerlendirebiliriz. Galiyev, Anadolu’daki Kuvayı Milliye hareketine özel bir önem veriyordu. Kemalistlerle ilişkileri biliniyor. Özellikle, TBM M Hükümeti’nin Moskova Büyükelçiliği, Galiyevcilerin bağlantı noktalarından birisiydi. Zaten Galiyev’e yönelik tehditkâr eleştirilerden büyük bölümü bundan kaynakla­ nıyordu. Henüz yazılı bir belge olmasa da, muhtemelen Mustafa Kemal ile diyalog kurmuştur. Zira Moskova Büyükelçısi’nin (Ali Fuat Bey) Mustafa Kemal’in bilgisi dışında hareket ettiği düşünülemez. Yine Galiyev’in, o

107


zamanki Kemalist teorisyenlerden Yusuf Akçura ile görüştüğü (1917 Kazan) ve Ziya Gökalp ile de (Akçura’nm tavsiyesi üzerine) mektuplaştığı bilinmektedir. Daha sonraları, eski T K P ’li ve Doğu Emekçiler Komünist Üniversitesi (K U TV )’nde Galiyev’in (Galiyev K U TV ’ın düşünsel mimarı ve ilk rektörüydü) öğrencisi olmuş olan Şevket Süreyya’nın öncülüğünde, 1930’lann Kemalizmine Galiyevci bir renk vermeye çalışan Kadro dergisi hareketini de bu etkileşimin bir sonucu olarak değerlendirebiliriz. Bütün düşünce silsilesi Türkiye’de ulusal sol bir siyasal düşüncenin köklerini oluşturmuşlardır. Günümüzde, özellikle Sovyetlerin dağılmasından ve globalleşme sürecinden sonra, Sultan Galiyev tartışmaları tekrar gündeme gelmiş Sultan Galiyev ve Galiyevcilik bu sefer, bir alternatif olarak Avrasya tartışmalarının gündemine oturmuştur. Zira Galiyevcilerin çizmiş oldukları, etnisiteye dayanmayan sosyalist Turan ve sömürgeler enternasyonali projeksiyonu, özellikle Doğu Bloku’nun ortadan kaldırıl­ masından sonra, globalleşmenin parçalayıcı tesirine en fazla maruz kalmış bölgesi olan Avrasya’da yeni bir anlam kazan­ makta ve bu çerçevede Galiyev (Galiyevci stratejiler) tekrar gündeme getirilmektedir/getirilmelidir. Hele ki, şimdilerde Galiyevciliği andıran ideolojisiyle Güney Amerika’da gayet disipline bir şekilde hızla yayılan ve ABD hegemonyasına karşı ciddi manevralar geliştiren, önemli mevziler kazanan ulusal devrimci hareket ortalığı kasıp kavururken.

108


EK: ASYA ve AVRUPA HALKLARININ SOSYOPOLİTİK, EKONOMİK ve KÜLTÜREL GELİŞMELERİNİN ESASLARINA İLİŞKİN BAZI GÖRÜŞLERİMİZ* Sultan Galiyev

1. Metodoloji Asya ve Avrupa Türk halklarının çağımızdaki sosyopolitik. ekonomik ve kültürel gelişmelerini tesbit etmek için kullanılacak olan esasların belirlenmesinden önce konu ile ilgili görüşlerimizin metodolojisi üzerinde kısa bir şekilde olsa dahi durmamız gerekecektir. Herhangi bir anlaşmazlık ve belirsizliğin giderilmesi için, bir hususu ilk baştan açıkça söylemeliyiz ki, biz bu meseleye de (tüm diğer meseleler gibi) materyalist dünya görüşü ve materyalist felsefe açısından yaklaşmaktayız. Ayrıca biz. bu devrimci felsefe mektebinin daha radikal olan ve tarihi veya diyalektik materyalizm diye adlandırılan koluna önem veriyoruz. Kanımızca, materyalist felsefenin bu kolu, önemli unsurlarının anlaşılabilmesi için en doğru ve ve bilimsel açıdan daha sağlam bir fikir sistemidir. Zira, ancak onun yardımı ile (sosyal) hayat olaylarının nedenlerini daha net ve gerçekçi biçimde tahlil etmek ve sonuçlarını önceden kestirerek sezmek mümkündür. Fakat önceden şunu da söyleyelim ki, bizim -

Kaynak: Ulusal dergisi, 5-6, 1998 (1929 yılında yayınlanan "Görüşler” KGB arşivinin 4 numaralı sandığında, 2 numaralı ditin, 1 numaralı listesinde ortaya çıkmış ve Tataristan d a,1995 yılında ilk kez yayınlanmıştır. Ülkemizde de ilk kez 1998 yılında Ulusal dergisinde yayımlandı.)

109


diyalektik, daha doğrusu eneıjetik materyalizm mektebine mensubiyetimiz bu mektebin Batı Avrupalı temsilcilerini (Marksist veya komünist denilenleri) körü körüne taklit etmemiz ve onların bu mektebin ürünü bildikleri veya öyle takdim ettikleri herşeyi körü körüne kopya etmemiz anlamına gelmez. Bunu aşağıdaki nedenlerden dolayı yapmıyoruz: 1.Bizce, materyalist felsefe, Batı Avrupa biliminin müstes­ na malı değildir. Zira, belli bir düşünce sistemi olarak bu tür felsefe bu veya diğer şekilde (Fars, Arap, Çin, Türk, Moğol vb. gibi) birçok başka halklarda, üstelik çağdaş Batı Avrupa kültürünün ortaya çıkışından çok önceki tarihlerde görül­ müştür. 2. Bizim birçoğumuz, daha sonra Rusya Devrimi öncesin­ de, eneıjetik materyalist dünya görüşüne sahip olmuştuk. Bu görüş, bizim aramıza yapay bir biçimde ve dışardan enjekte edilmiş olmayıp Rus milliyetçiliğinin ve Rus devletçiliğinin üzerimizdeki zalimane ekonomik, politik ve kültürel baskıla­ rının bizi ezmekte olan ağır koşullarının doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştı. 3. Bizim, tarihsel materyalizm taraftarlarına bağlılığımız; onların beyan ettikleri gibi diyalektik materyalizmin Rus ve Avrupa tekelcileri tarafından takdim edilen her türlü fikri nesneyi "kutsal" bir şeymiş gibi tartışmasız olarak kabul etmemizi de kesinlikle gerektirmez. İnsan kendisini bin kez materyalist, Marksist, komünist veya şimdilerde Rusya'da moda olan ifadesi ile Leninist ilan edebilir. Bunu tüm dünyada olanca gücü ve sesi ile bağırabilir. Bu konularda yüzlerce ve binlerce cilt kitap yazabilir. Fakat yine de asgari düzeyde bile gerçek materyalizm ve komünizm ile ilgisi olmayabilir. Tutum ve hareketlerinden de vazgeçelim,

110


görüşlerinde ve vardıkları sonuçlarda da gerçek devrimcilik görülmeyebilir. Bu nedenden dolayı, biz, onlar karşısında her­ hangi bir yükümlülük almamakla birlikte, tüm beklentilerin aksine olarak, diyalektik materyalizm üzerindeki tekelcilik haklarını tartışmaya açmaya cesaret ediyoruz. Örneğin, birincisi sömürgeler meselesi, İkincisi de komünizmin, diğer bir deyişle sınıfsız ve kimsenin kimseyi istismar etmediği bir toplumun gerçekleştirilmesi yöntemleri.. Bu iki konuda Rus komünistleri ve onları takip eden Batı Avrupalı komünistler, aleni yanlışlar yapmaktalar... Bunun neticesinde de -insanlığın anarşi ve kargaşa baskısından kurtuluşu değil - talan, yoksulluk ve ölüm olacaktır. Onlar, Avrupa kapitalizmini ve soyguncu Avrupa emperyalizmini eleştirdikleri ve yerdiklerinde, her zaman ve her konuda olmamakla birlikte kendileri ile mutabıkız. Keza çağdaş Avrupa kapitalist kültürünün gerici­ liğini gündeme getirdiklerinde de mutabıkız. Ne var ki, tüm bu düşüncelerden çıkardıkları sonuçlar ve sundukları reçeteler konusunda, kesinlikle mutabık değiliz. Bizce onların sundukları reçete -ki Avrupa Toplumu’nun bir sınıfın (buıjuvazinin) dünya üzerindeki diktatoryası yerine, onun karşıtı olan diğer sınıfın (proletaryanın) diktatoryasım öngörmektedir- insanlığın ezilen kısmının sosyal hayatına hiçbir önemli değişiklik getirmeyecektir. Her halükarda nesnel bir değişiklik olacaksa da, bu değişiklik iyileşme yolunda değil, kötüleşme yolunda olacaktır. Bu, sadece daha az gücü olan ve daha aşağı düzeyde organize bir diktatöryanın yerine, aynı kapitalist Avrupa'nın (ki, Amerikayı’da buraya dahil etmek gerekir) Avrupa çapında bütünleştirilmiş olan tüm güçlerinin dünyanın geriye kalan kısmı üzerinde ortak diktatoryasının getirilmesi demektir. Biz, bunun karşısında farklı bir tez ortaya koyuyoruz. Şöyle ki, insanlığın yeniden yapılandırılmasının maddi zemini, yalnızca sömürge ve yarı-

111


sömürgelerin metropoller üzerindeki diktatöryası aracılığı ile oluşturulabilir. Zira yalnızca bu yol, yer kürenin Batı emperyalizmi tarafından zincirlere vurulmuş olan üretici güçlerinin kurtuluşu ve atılım yapması için gerçek bir teminat sağlayabilir. Biz bu metodolojiden hareketle, belirli bir sorular sistemi oluşturuyoruz ki, bunlara verilen cevaplar, başlıca meselemizin doğru bir biçimde çözümlendirilmesini sağla­ yacaktır. Bu sorular, aşağıdaki konulan içermektedir: 1. Bir sosyo-ekonomik organizma olarak Türk Dünyası, çağdaş dünyanın ekonomik ve politik sisteminde nasıl bir görüntü vermektedir?

2. Türk halklarının, tümü bir arada ve ayrı dallar olarak, normal ekonomik, politik ve kültürel gelişmeleri için hangi iç ve dış koşullara ihtiyaç duyulmaktadır? 3. Bu koşullar hangi yollardan hareketle sağlanabilir? Evrim yolu ile mi, yoksa devrimci atılımlarla mı? 4. Bu veya diğer yönde yapılacak olan çalışmaların somut yöntemleri ne olmalıdır: a) Strateji ve taktik yönünden? b) Organizasyon biçimleri yönünden

2. Çağdaş Dünyanın Ekonomi ve Politik Sistematiği İçinde Bir Sosyo-ekonomik Organizma Olarak Türk Dün­ yası Günümüz dünyasının ekonomik ve siyasi sistematiği içersinde çağdaş Türk dünyası'nın yeri ve rolü konusunun çok önemli olduğu kanısındayız. Asya ve Avrupa Türk halklarının sosyo-politik, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin esasları ile ilgili çözüm yollarım, buradan hareketle çizebiliriz. Dünya’nın sosyal ve hukuksal ilişkileri kapsamında, kim ve ne olduğumuzu, bu ilişkilerin içeriğini anlamadan, kim olmamız

112


gerektiğini de tesbit edemeyiz. Konun analizini, ikinci bölüm­ den, diğer bir deyişle çağdaş dünyanın sosyal ve hukuksal ekonomik, politik ve kültürel sistematiğini ele alarak başla­ yabiliriz:

1. Çağdaş Dünya Ekonomisi ve Politikasının KöleciSömür geci-Emperyalist Karakteri; Y erkürenin halkları arasındaki sosyal ve hukuksal ilişkilerin analizi, bir hususu ortaya koymaktadır: Çağdaş insanlığı oluşturan milletler, sayı, sosyal ve hukuksal açılardan eşit olmayan iki kampa bölünmüş durumdadır. Bu kamplardan birisinde, insanlığın yalnızca yüzde 20 ile yüzde 30'unu oluşturan ve tüm yer küreyi, altında ve üstündeki var olan her türlü ölü ve canlı zenginlikleri ile birlikte ele geçirmiş olan halklar bulunmaktadır. Diğerinde ise, insanlığın beşte dördünü oluşturan ve birinci kampa mensup bulunan halkların, diğer bir deyişle ’efendi’ halkların ekono­ mik, siyasal ve kültürel tahakkümü ve köleliği altında inleyen halklar yer almaktadır. Efendilerin kendi medeni dillerinde 'uygar' olarak adlandırılan ve birinci kampa mensup olan halklar, insanlığın kölelikten, cehaletten ve sefaletten kurtarıl­ ması ile ilgili görevlendirilmişler... ikinci gruba mensup olan halklar ise onların dillerinde 'vahşi', yerli’ ve bu tür ibarelerle tanımlanmakta olup, birincilerin bilimsel görüşlerine göre: “Efendi halkların çıkarlarına hizmet etmek için yaratılmışlar!” Yerliler ve vahşiler ise kendi kelime bagajlarının yoksulluğu ve bilim yoksunlukları yüzünden "medeni" halkları tanımla­ yabilmek için özel terimler üretememişler ve bunları yalnızca 'köpekler', ’eşkiyalar", 'cellatlar' veya benzer yakışıksız ve anlaşılmaz sıfatlar kullanarak tanımlama yoluna gitmişlerdir. Avrupa ve Amerika'nın 'medeni' halkları, ki yerkürenin diğer kısımlarına da yayılmakta ve genel olarak 'Batı halkları' diye adlandjnlmaktalar, birinci kategoriye aittirler. Asya, I 13


Afrika halkları ile Avrupalılarca sömürgeleştirilmiş olan Avustralya ve Amerikanın yerli halkları da ikinci kategoriye girmektedirler. Bu iki grup arasındaki ilişkileri irdeleyerek şu noktayı tespit etmiş bulunuyoruz: Batı halklarının (metro­ poller), sömürge veya yarı sömürge halkları ile ilişkileri, tam bir kölelik ilişkileri niteliğindedir. Batılı halkların teknolojik ve kültürel gelişmelerini etkileyen birtakım tarihsel ve doğal coğrafya koşullan, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan halklar arasında ekonomik ve kültürel ilişki araçlarının, diğer bir deyişle uluslararası ulaşım yollannın ve askeri stratejik mıntıkalann, bu halklann eline geçmesini sağlamıştır. Bu durum, Batı-Doğu medeniyetlerine mensup bulunan halklar arasındaki uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkilerde tüm inisi­ yatifin onlann elinde birikmesi için zemin oluşturmuştur. Avrupa'nın teknolojisi ve kültürü, tarihin belli bir aşamasındaki varoluş mücadelesi sırasında, sözkonusu aşamada onlann üzerine çökmüş bulunan ve zamanının dünya efendileri olan Müslüman Asya ve Afrika halklarının teknoloji ve kültürüne kıyasla, daha güçlü bir direnç ve rasyonalizm sergilemiştir ki, bu da onlann diğerlerini ezmelerini ve gereken üslerin işgal edilmesinden sonra Asya ve Afrika kıtalarına yaymalarını sağlamıştır. Dünya ticaret yollan, pazarlar ve hammadde kaynaklan, küçük istisnalar dışında, Batı halkla­ rının eline geçmiştir. Batı halklan, kendi ulusal kölelik sistem­ lerini, ki feodalizm dönemindeki toprak köleliği sistemi aslında köle ekonomisi olduğu gibi kapitalizm döneminde de sınıf baskısı bir tür kölelikten, insanın insan tarafından fakat bu sefer farklı bir biçimde istismarından başka bir şey değildir, siyah ve san kıtalardaki kendi sömürgelerine de taşmış ve bu kölelik sistemine uluslararası bir nitelik kazandırmışlardır. Böylece, bu kıtalann halkları, fiiliyatta, kendi ülkelerinin zen­ ginlikleri üzerinde mülkiyet hakları olmayan ve 'medeni1

114


efendilerinin (metropolya halklarının) refahlan için çalışan birer köle durumuna gelmişlerdir

2. Metropollerin Maddi Kültür Esaslarının Paraziter ve Gerici Karakteri, Çağımız Dünyasındaki Gelişmelerin Başlıca Faktörüdür. Çağdaş dünya ekonomisinin kapitalist köleci seciyesi, onun bir diğer özelliğini, günümüz dünyasında görülen gelişmelerin başlıca faktörü olarak çağdaş Batılı halkların kültürlerinin toptan paraziter ve gerici karakterini de belirlemiştir. Metropollerin maddi kültürünün anlatılan özellik­ leri, şu iki hususu açığa çıkarmaktadır:

a)Statik Husus: İnsanlara gerekli olan tüketim madde­ lerinin üretim ve tedavül araçlannın metropolya halklarının ellerinde tekel halinde birikmiş olması, Belli başlı tüm üretim araçları (fabrikasyon endüstrisi), tedavül araçları (banka sermayesi ve bunun alt yapısı), ulaşım ve iletişim araçları (deniz yollan, demir yollan, hava ulaşım araçları, telgraf ve radyograf, hammadde (petrol, taş kömürü, filizler, hayvansal ve bitkisel ürünler) kaynaklan, keza endüstriyel ürünlerin satış pazarları, topu topu 300-350 milyon nüfusa sahip bulunan metropollerin ellerinde birikmiş durumdadır. Batı, bu açıdan aynen dev bir ahtapot gibi, insanlığın beşte dörtlük kısmım sarmış ve onun tüm yaşamsal kaynaklarını sömürmektedir. Ve bu ahtapot, sadece bir deniz ahtapotu olmayıp, Batının askeri buluşlarının ve savaş sanatının en yeni teknolojileri ile silah­ lanmış zırhlı bir ahtapottur... Vurucu bir ahtapottur... ölümcül bir ahtapottur!.. Elbetteki bu kazanımlar, ahtapotun cesaret ve yiğitliğini arttımıamıştır. Ne var ki, ahtapotun korkakça zalimliği ve açgözlülüğü artış göstermiştir. Ahtapot şimdi sömürge ve yarı sömürge halkların kanlannı emerek, dünya halklannın daha geniş olan kısmının zayıflaması, yozlaşması

115


ve ölümü hesabına, daha küçük olan diğer kısmını zenginleş­ tirmektedir.

bjDinamik Husus: İnsanlığın üretici güçlerinin azami gelişmesi açısından metropollerin maddi kültürünün paraziter ve gerici olması. Bu husus, birinci husus ile sıkı sıkıya bağlı olup onun devamım oluşturmaktadır. Gerçekten de, yaşa­ dığımız bu dönemde, (dünyanın düzenleyicileri olarak metro­ pollerin çağdaş kültürü nasıl bir şeydir?.. Neyin üzerine bina edilmiştir ve nereye doğru gitmektedir?.. Mesele, Batı’nın madde kültürünün niteliğinin ve bu ekonomik sistemin (tekelci kapitalizm ve emperyalizm) yalnızca tekelci karekterde olma­ sıyla da bitmiyor. Mesele buradadır ki, metropollerin maddi kültürünün içeriği, diğer bir deyişle tüm bu ’tekelci kapitalizmlerin 'emperyalizmlerin’ ve Batı toplumuna ait diğer sosyal kategorilerin asıl özü, onun şekli ile ilgili değil, dinamiklen ve özgün gelişme eğilimi ile bağlantılıdır. Bu eğilim, Batı halklarının çağdaş maddi kültürünün varoluşu ve gelişmesinin, sadece Doğulu halklara karşı uygulanan kölelik ve tahakküm sisteminin korunması (diğer bir deyişle sömürge ve yarı sömürgelerin doğal zenginliklerinin istisman) olarak değil, aynı zamanda bu ülkelerin üretim güçlerinin engellen­ mesi ve bunlann maddi kültürünün artışına karşı set çekici bir baskı uygulaması olarak açıklanabilir. Çağdaş Batı kültürü, hangi prensiplere dayandırılmıştır?.. Metropoller ve sömür­ geciler için mal üretimi ve pazarlanması, diğer bir deyişle dünyanın ekonomik süreci içersinde tekelcilik prensiplerine dayandırılmıştır. Çağdaş Batı kültürü ne üzerine inşa edilmiştir?.. Sömürge ve yarı sömürgelerin kendi iç ekonomik gelişmelerinin engellenmesi, ulusal endüstri'niıı yokluğu, diğer bir deyişle bu ülkelerin tarımcı - köylü karakterinin sürdü­ rülmesi üzerine inşa edilmiştir ki, bu durumda bu ülkeler, kendi ekonomik faaliyetleri sırasında, metropollerin, yani

116


dünyanın tekelci endüstrisinin ’yardımı'na başvurmak zonanda kalsınlar. Tekelci sanayinin yardımına başvurma zorunda kalma süreci, somut olarak aşağıdaki unsurlardan oluşmak­ tadır: a .Metropol ekonomilerinin başlıca unsuru olan ekono­ minin ucuz hammadde temini ile yaşatılması. Batılı Halklann hammadde kaynağı olarak Asya ve Afrika ülkelerine yönelik işgalci politikaları ve bu politikalannı beraberinde getirdikleri tüm diğer olaylar, bu noktadan kaynaklanmaktadır: Birincisi, yarı sömürgelerdeki bağımsızlık kırıntılarına karşı verilen acımasız mücadeleler ve sömürgeler tarafından bağımsızlık yönünde sergilenen en küçük girişimin bile zalimce cezalandınlması... İkincisi ise metropollerin belli başlı ulusal grupları arsında sömürge mülkleri için aralıksız olarak sürdürülen rekabet savaşlarıdır... Diğer bir deyişle, bir taraftan metropoller ile sömürgeler arasındaki sosyal ilıtilaflann artışı, diğer taraftan da diktatör metropollerin farklı soyları arşındaki ulusal ihtilafların kökenleri burada saklıdır.

b. Sanayi ürünlerinin ucuza mal edilişinin sağlanması. Üretim teknolojisinin geliştirilmesi, metropollerin sanayi işçilerinin ve sömürgelerin yardımcı işçilerinin istismarı yoluyla gerçekleştirilmektedir. Metropollerde sınıfsal ihtilafla­ rın varlığı ve bu ihtilaflara dayalı olarak sınıfsal siyasi parti­ lerin ortaya çikış nedenleri bu noktada saklıdır. c. Metropollerin sanayi ürünleri için ucuz (kârlı) satış pazarlarının sağlanması. Metropollerin, sömürgeleri ve yan sömürgeleri yalnızca kendi ellerinde kendi boyundurukları altında tutmak yönünde değil, aynı zamanda metropollerin sanayi ürünlerinin daimi satış pazarlan olarak elde tutmaya yönelik sömürgeci politikalarının yoğunlaştınlması bu hususla ilgilidir. Bu politikalar, sömürgeler ile metropoller arasındaki

117


sosyal ihtilafların yalnızca yoğunlaşmasına neden olmaktadır ve bu ihtilaflar, birinci derecede uluslararası faktör niteliği kazanmaktadır. Metropol maddi kültürlerinin gelişme süreci­ nin bu sonuncu unsuru, sömürgeler ile metropoller arsında oluşan ilişkiler açısından özellikle büyük önem taşımaktadır. Zira bu unsur, çağdaş Batılı halkların kültürünün başlıca dinamiğini ve çağdaş insanlığın gelişme sürecinde ortaya çıkan tüm sosyal sapmalann da başlıca nedenini oluşturmaktadır. Söz konusu sapmalar aleni olarak ortadadır ve bunları yalnızca körler ve siyasi açıdan dejenere olmuş tipler inkara yeltenebilirler. Bu sapmaları şu şekilde sıralayabiliriz: a. Yerküre ve özellikle de sömürge ve y a n sömürgelerini zenginliklerinin insanlığın genel çıkarları açısından hunharca ve verimsizce işletilmesi. Bu gerçeği yeniden kanıtlamaya ihtiyaç yoktur kanısındayım. Zira metropollerin kendi ’evlerinde’ki ve sömürgelerindeki ekonomik faaliyetlerine bakmak yeterlidir. b. Dünya üretim sürecinin genel tedavül sürecinin irras­

yonel düzeni ve bunun sonucu olarak kütlevi insan enerjisinin verimsiz bir şekilde yokedilişi . Metropollerin elinde yoğun bir şekilde birikmiş olan üretim araçlarının, hammadde ana kaynaklarından ve dünya satış pazarlanndan uzakta bulun­ malarından dolayı, hammaddenin üretim araçlarına ve bunlardan alınan ürünlerin de (malların) satış pazarlarına yönelik olarak uzak mesafelere taşınmaları gerekmektedir, Örneğin, yün ve deri ham maddesinin Tibet’ten Hindistan veya Afganistan’dan Büyük Britanya'ya doğru taşınması... Burada kumaş, ayakkabı ve diğer mallara dönüşerek gerisin geriye tekrar kendi anavatanına yolculuk yapmak zorundadır. Aynen bunun gibi Türkistan veya Güney Kafkasya pamuğu (bu arada Baku petrolü de) önce medeni ülkelere söz gelimi Moskova

118


veya îvanovo Voznessensk'e seyahat etmek, burada manifatura veya başka bir şeye dönüştükten sonra tekrar Türkistan veya Güney Kafkasya’ya, bazen de daha uzaklara (İran, Afganistan, vb.) geri dönmek zorundadır. Araçların ve insan enerçisinin ekonomik kullanımı açısından tam tersi bir yöntem, diğer bir deyişle, hammaddeyi kendi vatanında, yani sömürge ve yarı sömürge ülkelerde gerekli tüketim mallarına dönüştürmek, daha doğru bir hareket olacaktır. Bu ülkelerdeki üretim araçları, ki bunları metropollerden sağlamak ve yeniden orga­ nize etmek mümkündür, dışında kalan tüm koşullar (ham­ madde, sıvı yakıt, kullanılmayan ve boşu boşuna yok olup giden insan enerjisi bunun yanısıra sömürge halklarının fabrika mallarına karşı duydukları kütlevi ihtiyaç) mevcuttur. Söz konusu mallar, yalnız bundan sonra ihtiyaca göre yurt dışı yolculuklanna artık doğal biçimlerinde değil, medeni mallara dönüşmüş olarak ve oralardan gelecek olan tüketici talepleri ile orantılı olarak gönderilecektir. c M evcut durumun ve mevcut yapının (yani dünyanın ekonomik düzeninde görülen irrasyonalliğin ve bundan ileri gelen sosyal sapmaların - adaletsizliklerin) sürekli ve düzenli bir biçimde korunması için insan enerjisi kütlevi ve verimsiz bir şekilde harcanmaktadır . Bu husus, Batı’nm azgın militariz­ minde, onun kara, deniz, ve hava kuvvetlerinin, iç ve dış koruyucu kontejyanmın akıl almaz bir şekilde artırılması ile açığa vurulmuş bir durumdadır. Batılı halklar, yalnızca her türlü ’sarı', 'siyah* ve diğer 'tehlike' ve ’panizm' lerden değil, aynı zamanda 'birbirlerinden' de korunmaktalar. d.

Sömürge ve yarı sömürge ülkelerin üretim güçlerinin (yeryüzü nüfusunun büyük bir kısmı) doğal bir şekilde gelişme­ sinin e n g e lle n m e sik i, bu zeminde sömürge ve yarı sömürge halklar ile metropolya halkları arasında aleni bir sosyal

119


eşitsizlik oluşmakta , bir bütün olarak çağdaş insanlığın medeni yönden gelişmesi engellenmektedir. Sömürge ülkelerdeki gerici ekonomik ve sosyal düzenlerin muhafaza edilmesi, sömürgeci Batı emperyalizmi'nın işine gelmektedir. Zira metropollerin eşkıya kültürü yalnızca bu gerilik zemini üzerinde soluk alabilir ve gelişebilir. Sömürge halklarının karanlık ve baskı içinde tutulması, kendi tarihsel gelişme süreçleri içerisinde insanlığın başına hapishane gardiyanı kesilmiş olan batılı halklar ıçiıı gerçek ve yaşamsal bir ihtiyaçtır. Metropolya halk­ ları ve onlar tarafından sömürülmekte olan sömürge halkları arasında görülen sosyal eşitsizliğin nedeni burada saklıdır. Metropolya halklan, her türlü medeniyet nimetlerinden, tekno­ loji ve bilimden yararlandıkları halde, sömürge halklarının ana kitlesi, yarı aç ve dilenci hayatı içinde sürünmektedirler. Bir tarafta çelik ve granitten yapılmış gökdelenler, diğer tarafta miskin ve izbe barakalar... Bir tarafta otomobil, tram­ vay, otobüs, tren, buharlı gemiler ve uçaklar... Diğer tarafta tembel kısraklar, Nuh zamanından kalma kağnılar ve arabalar... Bir tarafta elektirikli sabanlar, traktörler, buharlı değirmenler, sulama sistemleri, yapay gübreler... Diğer tarafta kara saban, kürek, kazma, ve tırmık... Bir tarafta elektrik, telefon, telgraf ve radyo... Diğer tarafta kara çıra, gaz lambası ve artı tüm diğer şeylerin yokluğu... Bir tarafta güzel sanatlar, edebiyat, oyunlar, ve kahkahalar...Diğer tarafta umutsuzluk ve karanlık, sürekli acılar ve gözyaşları.. Bir tarafta tokluk, güven ve her yönüyle teminat altına alınmış bir yaşam... Diğer tarafta açlık, soğuk, sefalet, ölüm ve yozlaşma!... Bu duruma hak verebilir miyiz? Bütün bunları normal bir durum ve normal bir düzen olarak kabul edebilir miyiz? Hayır ve yine Hayır!.. Bu durum, hangi ahlak öğretisi açısından bakılırsa bakılsın, en büyük sosyal sapmanın ve dünya çapındaki sosyal adalet­ sizliğin ifadesidir!

120


3. Metropollerin Ulusal kültürlerin Bütünleşme eğilimi. Burada özellikle bir soruya cevap vermeden geçecek olursak, metropollerin kültürüne ilişkin yapmakta olduğumuz analiz, yarım kalacaktır: Metropolya halklarının kültürü nereye yönelmiştir?.. Ve neye dönüşmek yolundadır?.. Bu sorular, söz konusu kültürün gelişme dinamiği ile sıkı sıkıya ilişkili olup, onun en karakteristik ve önemli özelliklerini, ki bunlar yakın döneme yönelik olarak dünyanın gelişme perspektiflerine açıklık kazandırmaktadır, birini ortaya çıkarmaktadır. Biz, bu özelliği bütünleşme, diğer bir deyişle, metropolya halklarının ulusal ve maddi kültürlerinin merkezileşmiş bir şekilde bütün­ leşmesi olarak tespit etmekteyiz. Böyle bir eğilim var mı? Evet vardır. Yani emperyalist savaş, savaş sonrasında da Rusya ve diğer ülkelerde yaşanan devrimsel depremler, “muzaffer” ülkelerin değişik grupları arasında günümüzde görülmekte olan “diplomasi” mücadelesi, batılı halkların değişik siyasi partilerinin sergiledikleri harıl harıl çalışmalar... Tüm bunlar, söz konusu eğilimin muhtelif şekillerde açığa vurulmasından başka bir şey değildir. Bu eğilim, şu iki çelişkinin baskısı altında cereyan etmektedir: 1. Metropolya halklarının mevcut maddi kültür yapısının (ulusal paraçalara bölünmüş olan özel mülkiyeti veya anarşist kapitalizm) özüne ters düşmektedir. 2. Bununla bağlantılı olarak, sömürgelerde metropollerin zulmünden kurtularak sosyal özgürlüğe ve ulusal kurtuluşlara kavuşma koşullarının oluşması, diğer bir deyişle sömürgelerin ulusal kurtuluş hareketleri güç kazanmaktadır. Birinci çelişkiyi ele alalım. Bunun cn somut ifadesi nedir?.. Şöyle açıklayabiliriz: Mevcut düzen, metropolya halklarının maddi kültür esaslarının mevcut yapısı, ileride onlara sömürge halklarını düzenli biçimde: cezasız, belasız ve

121


tam anlamıyla istismar etme imkanı vermeyecektir. Metro­ polya halklarının maddi ihtiyaçlan, bu halkların maddi kültü­ rünün mevcut yapısını aşmış durumdadır. Köleleştirilmiş insanlığın can damarlarının herkes tarafından ayrı ayrı ortak bir plan ve merkezi bir irade olmaksızın sömürülmesi, verimlilik açisindan istedikleri etkinliği yaratamamakta, beklenilen azami sonucu verememesinin yanısıra, soyguncularının isteklerinin aksine çeşit çeşit sürprizi de beraberinde getirmektedir. Görülüyor ki, sömürgeler ile yan sömürgelerin ve insanlığın geriye kalan kısmının mevcut sömürülme sistemi, onlann bedenlerindeki kanın devinimini tamamen durdurmak için yeterli değildir. Onlar, yaşamsal yeteneklerini muhafaza edebilir... Yaşayabilir, soluyabilir ve zaman zaman bu istis­ marcılar, başkalarının mallarını bölüşmek için kendi aralannda kavgaya tutuştuklannda, onlara karşı ayaklanabilirler. Fakat... Batılı halklar, sömürge halklarının bu tür hareketlerine göz yumma gibi bir ’lüks'e izin verebilirler mi?.. Elbetteki hayır. İsteseler de istemeseler de, kendi maddi kültürlerinin iç yapısının değiştirilmesi: yeni, daha ileri, daha düzenli ve mükemmel bir ekonomik yapının oluşturulması, ekonomik gündemlerini işgal etmektedir... Ve başka türlüsü de olamaz. İçinde bulunduğumuz ve artık geçmekte olan dönemde, metropolya halklarının maddi kültürünün iç yapısının özelliği nedir?,. Bu özellik, iki temel üzerinde bina edilmiştir: Ulusların kendi içlerinde özel mülkiyet ve uluslar arasında özel mülkiyet. Diğer bir deyişle, üretim araçlan ve elde edilen zen­ ginlikler, ister ulus içersinde, ister değişik uluslann arasında, göreceli olarak dağınık durumdadır. Birinci hususu, ulusun kendi içindeki mülkiyet olgusunu ele alalım: Bu husus, batılı halklann maddi kültürünün gelişme süreci içinde hangi sonuçları vermektedir?.. Bunlardan birin­ cisi, mülkiyet sahipleri- yani kapitalistler ve onlann oluştur­

122


dukları gruplar (tröstler, sendikalar, karteller vb.) - bazı durumlarda ise değişik sanayi dallan arasında yaşanan rekabettir, Bunlar, kazanç ve daha büyük karlar peşinde koşarak birbirleri ile mücadele ediyorlar ve enerjilerinin büyük bir kısmı, bu mücadeleye harcanıyor. Doğrudur... Söz konusu rekabet, özel mülkiyete dayalı kapitalizmin tek ve zaruri ilkesidir. Sermayenin birikimi ve merkezileştirilmesi açısından ilerici bir rol oynamaktadır. Fakat, toplumsal çapta ve bağımsızlığa kavuşmak için can atmakta olan sömürgelerin var olduğu bir ortamda, böylesi bir rekabet, metropollerin istismar yeteneğini azaltmakta olan bir faktördür. Örneğin, herhangi bir İngiliz, bir İngiliz kapitalist kuruluşu ile iş yapmak için Hindistan'a gidecekse, kendi sermayesinin bir kısmını benzeri bir İngiliz kuruluşu ile mücadele etmeye harcamak, güç ve imkanlarının bir kısmını bu yolda kaybetmek zorundadır. İngiliz sermayesinin Hindistan’daki soygun düzeni, ulusal düzeyde bir merkezileşme ve işbirliğinin olmayışı yüzünden, merkezileşme durumunun sağlayabileceği sonuç ve verim­ liliğin tamamını yüzde yüz olarak temin edememektedir. Özel mülkiyet ilkesi, metropollerin gücü açısından diğer bir olum­ suz faktörü, ulusun kendi içindeki sınıflararası eşitsizlikten doğan sınıf mücadelesini de beraberinde getirmektedir. Sınıfların mücadelesi ortamında, Avrupa’da mevcut olan başlıca sınıfların ideolojisini yansıtan üç siyasi akım oluşmuş­ tur: Büyük burjuvazinin siyasi ideolojisi olan konservatizm... Orta ve küçük burjuvazinin siyasi ideolojisi olan liberalizm... ve işçi sınıfının ideolojisi olan sosyalizm. Bu sınıfların kendi aralarında verdikleri mücadele, ki fiilen ve belli ölçülerde siyasi iktidan ele geçirme isteklerini yansıtmaktadır, bazı durumlarda metropollerin sömürgelere yönelik baskı gücünü zayıflatacaktır. Bu noktada, Rusya’nın 1904 yılında Rus Japon savaşında yenilgiye uğramasını ömek gösterebiliriz. Bu

123


dönemde, Rusya içinde yeterince açık görünen bir sınıf mücadelesi yaşanmış... Liberal Rus ticaret- sanayi buıjuvazisi, feodal toprak burjuvazisine yönelik birtakım talepler ileri sürmüştü. Rus işçi sınıfı da, bunların her ikisine yönelik siyasi taleplerle ayaklanmıştı. Bu durum, Rusların savaş alanlannda yenilmelerinin başlıca nedenini oluşturmuştu. Bu örneğin tersini kanıtlayan diğer bir örnek olarak da, Türkiye’nin uluslararası emperyalist çeteler üzerinde 1922 yılında muzaffer oluşunu gösterebiliriz. Ki bu zaferin esasen bir nedeni vardı: Bu dönemde ayaklanmış olan Kemalist Türkiye, ulusal bağım­ sızlık tutkusuyla birlik olan Türk ulusu’nun tüm sınıflarının oluşturduğu bir bütündü. Düşman cephe ise ulusal ve sınıf çelişkilerinin fokurdatmakta olduğu bir volkandı. Biz burada bir hususu tespit etmek zorundayız: Çağdaş koşullar içersinde metropollerde sürdürülen sınıflar mücadelesi ve bunun gelişmesi, yine de batı hegemonyasının ilerlemesini engelleyici faktördür! Yukarıda hatırlatmış olduğumuz ikinci husus: metropolya halkları arasında özel mülkiyet, diğer bir deyişle bunların ulusal rekabeti ve bu uluslar arasında müca­ deleyi tahrik eden maddi kültürlerinde görülen bölünmüşlük de böyle bir faktördür. Bu faktörün varoluşu, dünyanın efendileri olarak metropolya halklarının durumlarını zorlaştırmakta, onların sömürgelere karşı ortaklaşa uygulamakta oldukları baskıları zayıflatmakta, sömürgelere manevra ve belli bir hareket imkanı sağlamaktadır. Türkiye’nin bağımsızlığının muhafaza edilişi, Afganistan’ın bağımsızlığının ihya edilişi, Mısır’da bağımsızlık eğilimi belirtilerinin artışı nasıl mümkün olabilmiştir?... Hindistan'da, Marakeş’te, Çin’de ve buna benzer yerlerde ulusal kurtuluş hareketlerinin güç kazanması hangi zeminde gerçekleşebilmiştir?.. Polonya gibi bazı eski ülkelerin yeniden ihya olması: Çekoslovakya, Litvanya, Letonya, Estonya ve İrlanda'nın kurulabilmeleri nasıl

124


gerçekleşebilmiştir?.. Nihayet Rusya'daki Rus olmayan ulusların ulusal kurtuluş hareketlerinin ivme kazanması hangi zeminde gerçekleşmektedir?.. Tüm bunlar, aslında metropol­ lerin madde kültürlerinin bölünmüşlüğü sayesinde mümkün olabilmiştir. Metropolya halklarının kendi aralarında birincilik ve dünya hegemonyası uğrunda kavgaları, sömürgelere karşı uyguladıkları baskıların gevşemesine neden olmakta ve bu sonuncuların siyasi bağımsızlık mücadeleleri için imkan sağlamaktadır. İkinci çelişkiye, sömürge ve yarı sömürgelerin kurtuluş mücadelelerine gelelim... Böyle bir hareket gerçekten var mı? Eğer var ise gerçektende gelişiyor ve büyüyor mu? Bu sorulara gerçeklerin dili ile cevap verelim:

Japonya: Yarım asır önce Japonya, fazla büyük olmayan yarı sömürge bir ülke idi Uluslararsı politikalara karışmayı hayal bile edemezdi. Fakat bir kez uyanmaya başlaması, Asyalı halkların korkulu düşü olmaya, Avrupa'nın Jandarması ve azılı feodal emperyalist olan Rusya’yı tuzla buz etmeye yetti ve arttı bile!.. Aradan 10 yıl bile geçmemiştir ki, Japonya, Rusya’dan sonra diğer bir Avrupah emperyalist devletin Almanya’nın ezilmesine iştirak ediyor. Uzun süreli mi, değil mi?. Şimdilik Almanya rayından çıkartılmıştır. Japonya ise İngiltere'ye karşı, Fransa, Çin ve Rusya'yı da içine alan bir blok oluşturmaktadır. Eğer bu niyetleri gerçekleşirse, yarın deniz ötesi devleti ABD'ye karşı bloka da iştirak edecektir. Japon halkının gele­ ceği, yerleşim için Sibirya kapılarının açılması, Japon sanayi ve ticaret sermayesinin faaliyetleri için Çin ve diğer ülkelerin kapılarının açılmasını zorunlu kılmaktadır, Avrupalı emper­ yalist devletlerin parça parça edilerek ezilmeleri, Japonya’nın çıkarlarına uygun düşmektedir.

Türkiye: Bu ülkede olup bitenler, çilekeş Türk Ulusu’nun en azılı düşmanlarınca dahi yakından bilinmektedir. Bu ülkede

125


yeni baştan sağlıklı bir ulusal canlanma süreci yaşanmaktadır. Bu sürece inanmayanlar veya kuşku ile bakanlar, sonuçlarını kendi içlerinde denemiş oldular. Türkiye'nin ulusal kalkın­ masına gönül vermiş olan Türk işçi ve köylülerinin, ilerici Türk aydınlarının süngüleri, gereken kişilere gereken derslerini vererek nasıl düşünmek gerektiğini öğrettiler. Eğer 400 yıl önce Rus Çarlan, Kazan'ı, Kuzey Türklüğünün bu kalesini düşürmeyi ve yalnız Tatar savaşçılarının üzerinden geçerek Doğuya ilerlemeyi başarmışlarsa, bugün için de Batı Avrupalı emperyalistler yine Doğuya doğru kendilerine yol açabilmek için Güney Türklerini- Osmanlıları yenmek zorundalar. Batılı halkların doğuya yayılmaları öncesinde, Türkiye, onların çılgınca saldırılarına maruz kalmadı mı? Batılı halklar, Asya ve Afrika'daki durumu gerçek anlamda kontrol altına alabilmek için Türk- Osmanlı savaşçılarının cesetleri üzerinden geçmek zorundalar. Kazan’ın Rus saldırıları karşısında düşüşü de bir gün içersinde gerçekleşmiş değildir. Ruslar, buraya onlarca kez saldırdılar. Tataristan’ın işgaline kadar, dönemin iki kuzeyli devi; Moskova ile Kazan arasındaki mücadele, on yıllar boyunca sürüp gitti. Bu zaferi sağlama almak, galip taraf için pek kolay olmadı. Yenilenler ile yenenler arasında acımasız katliamlar ve kıyımlarla dolu bir gerilla savaşı, on yıllarca devam etti. Bundan sonra, yenilenlerin azimleri kırıldı. Türkleri zayıflatmak; Balkanları, Mısır'ı, Arabistan'ı, Mezopo­ tamya'yı Türklerin ellerinden almak için mücadele vermek zorunda kaldı. Avrupalı hükümdarlara Türkiye'yi sindirmek nasip olmadı. Olmayacaktır da. Türkiye yaşıyor ve yaşaya­ caktır. Türkiye yalnızca kendisi yaşamakla yetinmeyecek ve Avrupa tarafından zorla kopartılmış olan kendi eski parçalarına ve geri kalan tüm Orta Doğu'ya da hayat verecektir.

Çin: Dünya üzerindeki eski halkların en eskisi olan Çin Halkı,

uzun süre

uyudu.

Fakat sonunda

126

gözlerini

açtı.


Şimdilerde uyanmak üzeredir. Asırlık uykusundan uyanıyor. Şimdilik yatağında uzanmış haldedir ve uyuşmuş olan eklem­ lerini doğrultmakla meşguldür.. Ama yakında ayağa kalkacaktır. Artık hiç kimse onu yatakta tutamaz. Son yıllar içersinde olup bitenler, bu halkın canlanmakta olduğunu göstermektedir. Çin Halkı, 1911 Devrimini yapabildi. Bir dev­ rim daha yapabilir. Çin'in bölük pörçük olan parçalan, bu devrim sonrasında öylesine çelik bir yumruk haline dönüş­ müştür ki, Batılı halklar bu yumruğu yedikten sonra kendilerine çok zor gelirler. Çin’de periyodik olarak görülen iç savaş patlamaları, 400 milyonluk Çin halkının vereceği büyük konserin sadece uvertür kısmıdır. Çin halkı’nın bu kanlı iç savaşında on binler, hatta yüz binler ölebilir. Fakat bu kurban verişler kaçınılmazdır, ve verilen kurbanlar boşuna verilmiş olmayacaktır. Çin’de iç savaşlar, Çin halkı’nın bütünleşme sürecinin bir ifadesidir. Bu sürecin tamamlanabilmesi için bir kaç on yıl daha geçecektir.

Hindistan: Hindistan da uyanmaktadır. Hindistan’ın canlanma süreci, Çin’e kıyasla daha sancılı yaşanmaktadır ve bu anlaşılabilir bir durumdur. Hindistan Avrupalı eşkiyalar arasında en güçlü olanın-îngiltere’nin- sömürgesidir. Fakat bu eski deniz korsanı her ne kadar korkunç olursa olsun. Hindistan'ın kurtuluş hareketinin karşısında dayanamayacaktır, İngiltere: baskı, satınalma, provokasyon ve diplomatik cambazlıklar ile Hindistan’ın kurtuluş sürecini belki bir parça geciktirebilir, ama asla durduramaz. Hindistan’ın kurtuluş hareketi dalgalı bir seyir sergilemektedir. Devrimsel gerilimin yükselişi, zaman zaman yerini inişlere terk etmektedir. Fakat bir husus gayet iyi bilinmektedir. Hindistan halkının direni­ şinde görülen bu tür geçici inişler, yalnızca bir soluk alma niteliğinde olup, daha güçlü ve daha korkunç dalgalann gelmekte olduğunu haber vermektedir. Biz, kesinlikle eminiz

127


ki, birgün gelecek, Hindistan'ın kurtuluş hareketi, İngiltere’nin oluşturduğu her türlü yapay barajları aşacak ve tüm dünyayı M ısır’ı, Marakeş’i ve Rusya'nın sömürgelerini de etkileyecektir. Batının zulmünden kurtuluş korosu Mısır, Marakeş ve Rusya sömürgelerinin hareketleri ile bir kat daha güç kazanmaktadır. Ve bu hareketler Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerin kurtuluş hareketlerinden hiçbir şekilde farklı değillerdir. Bu hareketlerin tümü de emperyalizmden, daha doğru bir deyişle batılı halkların egemenliğinden kurtuluş sloganı altında yürü­ tülmektedir. Yalnızca, ülkelerin ve zamanlarının koşullarına bağlı olarak biçim ve tempo yönünden farklılık arz edebilirler. Güçlü veya zayıf... Hızlı veya yavaş... Fırtınalı veya sakin... Büyük veya küçük çaplı olabilirler.

R u sya ’nın sömürge halkları: Mısır, Marakeş ve Batı'nın diğer Asya ve Afrika sömürgelerinde görülen hareketler üzerinde daha ayrıntılı bir biçimde durmayacağız. Zira, bunların ana çizgileri gayet iyi bilinmektedir. Burada, Rus­ ya’nın sömürge halklarının kurtuluş hareketlerini gözden geçireceğiz. Bizim tespitlerimize göre, Rusya’nın sömürge­ lerinde -Türkistan, Kafkasya, Ukrayna, Belorusya'da - Türk Fin ve Moğol halklarının kurtuluş hareketleri açıkça ortadadır. Rusya’nın Japonya karşısında aldığı ve 1905 Devrimi'ne neden olan yenilgi, bu ülkenin sömürgelerinin ve ezilen halklarının ulusal bilinçlerinin uyanmasına imkan sağlamıştı. Rusyanın dünya savaşı sırasında batı ve Kafkas cephelerinde uğramış olduğu yenilgiler, 1917 Devrimi’ne neden oldu ve bu halkların kurtuluş süreçlerini hızlandırdı. Polonya, Finlandiya ve küçük Baltık devletlerinin Rusya'dan kopmaları, egemenlik hakla­ rının genişletilmesi için sürekli olarak mücadele veren Tataris­ tan, Başkurdistan, Kırgızistan, Orta Asya, Güney Kafkasya, Ukrayna ve Belorusya ile diğer cumhuriyetlerin, bunlarla birlikte tam 10 özerk ulusal cumhuriyetin kurulması bu

128


görüşün en somut kanıtlandır. Pan-Rusistler ve Pan-Rusist yandaşlan, 'demokrat1veya 'komünist' hangi maskenin arkasına saklanırsa saklansınlar, bu hareketi istedikleri kadar yok etmeye ve bölgeleri sıradan Rus eyaletleri durumuna sokmaya ve zayıflatmaya çalışsalar da, şimdilere kadar bu arzulannı gerçekleştirememişlerdir. Ulusal kurtuluş ve bağımsızlık için mücadele veren uluslann artmakta olan aktifliği karşısında, ne tür cambazlıklara başvursalar da, yine de yapamayacaklardır. Bugüne kadar her ne yapmışlar ise her şey, onlann istedik­ lerinin tamamen tersine sonuçlar vermiştir. Pan-Rusistler, S SC B ’nin kurulması ile fiilen tek ve bölünmez Rusya'yı yeniden ihya etmek, diğer halklann üzerinde Velikorus egemenliğini yeniden temin etmek istediler. Aradan bir yıl bile geçmemişti ki, tüm halklar, Moskova’nın Pan-Rusist merkeziyetçi eğilimleri karşısında itiraz seslerini yükselttiler. (Sovyetler Birliği Merkez idare Kurulunun son Genel Kurulu’nda Milletler Sovyeti toplantısında olduğu gibi) Moskova Türkistan'ı ekonomik ve siyasi yönden zayıflatmak için Turan halklarını muhtelif küçük kabilelere bölmektedir. Fakat en geç iki yıl içersinde, Turan’ın bu bölünmüş parçalan yeniden bütünleşme konusunu gündeme getirecek: daha güçlü, kudretli ve düzenli bir devlet kuracaklardır. Rusya bugün Moğolistan'ı, Çin’den ayırmakta ve bu ülkeyi 'ehlileştirmek' istemektedir. Moğolistan da Moskova'nın kucağına oturmanın pek aleyhinde değilmiş gibi gözüküyor. Fakat bu Moğolistan yarın kendi ayaklarının üzerinde doğrulmayı başanr da kendi Kuruldan'ını (kurultay) sağlamlaştınrsa, bu duruma ne der, orası belli değildir. Son Rusya devrimi deneyiminden hareketle bu sonuca varıyoruz ki, Rusya da iktidara hangi sınıf gelirse gelsin, bu ülkenin eski ’ihtişam’ ve 'gücü’nü hiç kimse yeniden geriye getiremez.

129


Rusya, çok uluslu bir devlet ve Rus devleti olarak, kaçınılmaz olarak parçalanmaya ve bölünmeye doğru gitmektedir. Sonuçta iki şeyden birisi olacaktır YA RU SYA KENDİ ULUSAL PARÇALARINA AYRILARAK BİRKAÇ YEN İ V E ULUSAL D EVLET OLUŞACAK.. YA DA R U S­ YA'DAKİ RUS HAKİM İYETİM İN YERİN E ULUSLARIN O RTA K HAKİM İYETİ GELECEKTİR. DİĞER B İR D EY İŞLE, RUS HALKI'NIN TÜM DİĞER HALKLAR ÜZE­ RİNDEKİ DİKTATÖRYASIN IN YERİN E, BU HALK­ LARIN RUS HALKI ÜZERİNDE DİKTATÖRY ASI G ER Ç EK LEŞECEK TİR! Bu ikilem, koşulların oluşturduğu tarihsel bir zarurettir. İhtimaldir ki, birinci şık gerçekleşecektir. İkincisinin gerçek­ leşmesi halinde ise bu durum birinciye geçiş için yalnızca bir basamak teşkil edecektir. Bu gün SSC B adı altında yeniden kurulmuş olan eski Rusya, uzun ömürlü değildir. Geçici ve muvakkat bir şeydir. Bu durum, ölmekte olan birinin son nefesi, son çırpınışlarıdır. Rusyanın dağılması fonunda, şu sıraladığımız ulusal devletlerin görüntüleri açık ve net bir biçimde belirmektedir. UKRAYNA (Kınm ve Belorusya ile birlikte), KA FKA SYA (Kuzey Kafkasyan'mn diğer Kafkas bölümleri ile ittifakı şeklinde varolabilir), Turan (Tataristan, Başkurdistan, Kırgızistan ittifakı ve Türkistan Cumhuriyetleri Fedarasyonu olarak) SİB İR Y A ve VELİKO RU SYA ... Artık Rusya'dan kopmuş bulunan Fillandiya, Polonya ve küçük Baltık devletlerini burada saymıyoruz. Sömürge ve yan sömürgelerin gerçekleri bu şekilde orta­ dadır. Bu kurtuluş hareketleri verdir.. Gerçektir... İlerleyecek ve gelişecektir!

130


İKİNCİ KISIM R U S Y A M Ü S L Ü M A N L A R I ve EKİM DEVRİMİ

GALİYEVCİLİĞİN

OLUŞTUĞU ORTAM

D O Ğ U ’ DA B Ü Y Ü K D E V R İ M C İ H A R E K E T L E R



SÖMÜRGECİLİĞE KARŞI M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K ve S O S Y A L İ Z M

R U S Y A M Ü S L Ü M A N L A R I ve EKİM DEVRİMİ “Rus halk hareketinin güçlü dalgası bizim uçsuz bucaksız bozkırımıza biraz geç ulaştı. Ancak biz hepimiz, Utemiş ve Karabakır bölgelerinin Kırgızları, şimdi coşkulu bir sevinçle öğrendik ki, Rus halkı kendisi ve Rusya’da yaşayan halklar için, özgürlük mutluluğunu ve nimetini savaşarak elde etmiştir. Artık bölge

valilerini

istemiyor

ve valiliğin

lağvedilmesini

talep

ediyoruz.”

(1917 İlkbaharında gerçekleşen bir Kazak mitinginin sonuç bildirgesinden) “Avrupa

merkezcilerce

göçebelerin tarihinin bilinçli

olarak

aşağılanması ki, bu yaklaşım çoğunlukla Sovyet propagandası ve bilimi tarafından da kabul görmekteydi, tasasız ve tembel, hiçbir girişim göstermeyen, yari hayvani bir yaşam süren bir halkın tarihi olarak yorumlanması, Kazak ulusal öz bilinci için yıkıcı ve öldürücü bir rol oynamıştır.”

(Nursultan Nazarbayev, Tarihin Akışında , s. 33)

Temel Yaklaşım Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, Rusya’daki Müslü­ man/Türk devrimci hareketleri, Galiyevcilik, Sovyetlerdeki Müslümanlar konularında kalem oynatan, araştırma yapan Batılı akademisyen ve yazarlar genel olarak İslam karşıtlığım/Doğu “karalamasını” içinde barındıran oryantalist ve Sovyet karşıtı antikomünist bakış açısından etkilenmişlerdir. Bu yüzden Roy Beıınigsen gibi araştırmacıların gerçekten iyi bir araştırma ürünü olan bazı özgün eserleri biraz elekten

133


geçirilerek okunmalı ve karşılaştırma yaparak değerlendirilmelidir. Ben bu kitabı hazırlarken buna özellikle dikkat ettim. “Amerika’da sosyalizmin taklit ve kopya edilerek uygu­ lanmasını kesinlikle istemiyoruz. O destansı bir yaratım olma­ lıdır. Yerli Amerikan sosyalizmine kendi hayatımızı, gerçek­ liğimizi ve dilimizi adamalıyız. Bu, yeni kuşağın en değerli görevidir.” Perulu sosyalist devrimci Jose Carlos Mariategui’ye ait bu sözü aynen Asya’daki sosyalist hareketleri açıklamak için de kullanabiliriz. Yani, bu sözde başka hiçbir değişiklik yapmadan sadece Amerika yerine Asya’yı koyup Mariategui’nin ismiyle de Asyatik ulusal devrimci sosyalistler Mollanur Vahidov’u veya Sultan Galiyev’i değiştirebiliriz. Demek ki, sadece Asya ile Amerika ile sınırlı olmayan ve belli bir tarihsel/coğrafi/kültürel duruma tekabül eden ve bu durumdaki hemen bütün Dünya uluslarının devrimci hareket­ lerine sirayet etmiş olan ve genelde ufak nüanslar dışında birbirlerine benzeyen değişik bir sosyalizm türü vardır. Daha çok kapitalist gelişim dışında kalmış, uzun yıllar kapitalist veya emperyalist hegemonya altında kalmış ve büyük çoğunlukla da sömürgeleştirilmiş/sömürgeleştirilmeye çalışıl­ mış çevre ülkelerde/topraklarda/bölgelerde gelişen bu tür sosyalist düşünceler sosyalist milliyetçilik, Marksist veya komünist milliyetçilik olarak adlandırılmaktadır. Benim tanım­ ladığım gibi dar anlamada ulusal devrimci soysalizm ve en genel anlamda ulusal sol da denilebilir.136 Ancak, her ülkenin

136 Çoğunlukla bilgisizlikten (veya kasti olarak) karıştırıldığı gibi Saddamcı Baasçılığm, Kaddaficiliğin bu düşüncelerle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu düşüncelerin bir özelliği de şiddetli antifaşist ve enternasyonalist (tabii ki Mazlumlar Eneternasyonaîi) olmalarıdır. Güncel bir benzerlik arayacaksak siyasiler arasında buna en yakın isimler Venezuela lideri Chavez ve Boüvya lideri

134


kendi şartlarında oluşturduğu teorik/pratik devrim önderinin ismiyle anılır genellikle: Asya’da Galiyevcilik, Afrika’da Fanonculuk, Amerika’da Mariateguculuk gibi. Asya/Amerika/Afrika koşullarında oluşturulmuş olan bu “sosyalist m illiyetçiliklerin en temel ortak özellikleri şöyledir: 1.Sömürge koşularında oluşmuşlardır. Anti-sömürgecilik düşüncenin temelini oluşturmaktadır. Bu yüzden milliyetçilik ve sosyalizm düşünceleri ulusal bağımsızlığın kazanılması ve bağımsızlığın kazanılmasından sonra da ulusal kalkınmanın ideolojik araçlan olarak önemsenmektedir. 2.Marksist metodo­ lojiden beslenmişlerdir ancak kaba materyalist ve determinist değillerdir. 3.Düşünce sistematiği oluşurken ulusal kültürden; millileştirilmiş dinsel kültürden ve kapitalizm öncesi büyük medeniyetlerden de yararlanılmaktadır. 4.Sosyalizm, hem ulus içindeki hem de uluslararasmdaki eşitsizliği, adaletsizliği önle­ yici bir araç olarak önemsenirken özellikle “ilerlemeci” bir düşünce olarak algılanmaktadır. 5. Genel olarak meto­ dolojik/teknik yararlanma söz konusu olsa da Avrupa Marksizmine ve “buıjuvalaştıklanm” düşündükleri Avrupa işçi sınıfına pek sıcak bakmamaktadırlar. ö.Entemasyonal harekete her ulusun kendi renkleriyle, özgünlüğü ve özerkliğiyle katılmasının gerekliliğini vurgulamakta gerekirse alternatif mazlumlar/koloniler enternasyonali önermektedirler. 7.Etnik milliyetçiliğe/yerelciliğe kesinlikle karşı olup üst sosyalist birliklerin oluşturulmasını istemektedirler. Güney Amerika Birliği, Sosyalist Turan Birliği, Avrasya Birliği vs. Asya’daki Türkleri/Müslümanları/mazlumları Ekim devrimi sürecinde incelerken bunların sosyalistlerinin bile genellikle yukarıdaki düşüncelerle hareket ettiklerini ve zaten Galiyevciliğin de bu

Moarales'tir. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev'in "birlikçi" yaklaşımı da, çok kesin biçimde dillendirmese de, bu tarza benziyor.

135


düşüncelerin sistematize edilmiş hali belirtmek gerekmektedir.

olduğunu öncelikle

Sömürgecilik, milliyetçilik ve sosyalizm; bu üç kavram Asya Müslümanlarının137 Ekim devrimi sürecindeki siyasal duruşlarını açıklamamızı sağlayacak anahtar kavramlardır. Zira Müslümanlar (“Türkler”), 16. yüzyıl’dan 20. yüzyıl’a kadar aşamalı olarak beş yüz yıl sömürge durumunda kalmışlar ve bu sömürgelik durumu, özellikle 19,yüzyıl’da başlayan Asya Türk aydınlanma hareketi ile ortaya çıkan, Ceditçiler olarak nitelen­ dirilen milliyetçi aydınların ve Müslüman sosyalistlerin çözüm üretme çabasında oldukları en önemli sorun olmuştur. Bu yüzden Çarlık rejimine karşı gerçekleştirilen her hareket 137 Burada "A sya Müslümanları" derken, ağırlıklı olarak Rusya sınırları içerisinde yaşayan Türkçe konuşan topluluklar/Türkler kastedilmekte, Türklerle aynı süreci yaşayan diğer Müslüman toplu­ luklar da çoğunlukla bu "M üslüman" kavram içerisine yerleştiril­ mektedir. O dönemlerde Asya Türkleri arasında grup isimlendirmesi olarak belli bir etnisitcden ziyade geniş bir halk kitlesinin ortak üst kimliğini ifade eden "M üslüman" kelimesi kullanılmaktaydı. Türkler de kendi organizasyonlarını, kurultaylarını çoğunlukla "M üslüman" sıfatıyla nitelendirmişlerdir. Dolayısıyla bu çalışmada niteleme olarak kullandığımız "M üslüman" sözcüğü dinsel bir anlam ifade etmeyip, Rusya içerisinde yaşayan Müslüman topluluklarını genellikle de Türk (daha çok da Tatar-Başkurt) topluluklarını kapsamaktadır. Bu arada şunu

ifade etmek gerekir ki, Asya Türklerinde İslamiyet/Müs­

lümanlık "İslamcılık" adı altında dinsel bir ideoloji boyutuyla değil, daha çok milliyetçi bir argüman olarak değerlendirilmiştir. Örneğin Tatar yazar Timurbek Devletşin'e göre, "İslamiyet Tatarlar için yalnız bir dinden ibaret olmayıp, aynı zamanda halkın kendi dilini, kültü­ rünü, gelenek ve göreneklerini Rus tesirinden, 1552'den başlayan egemenlik ilişkisi ile birlikte, itina ile koruyarak, kuralarına göre yetiştirmekte olduğu kültürel ve ahlaki kanunlar mecmuasıdır" Timurbek DEVLETŞİN, Sovyet Tataristanı, Çev. Mehmet DEMİRCAN (İstanbul: Kültür Bak. Yay., 1981), 19

136


milliyetçilerin doğal müttefiki olarak görülmüş, sosyalist hareketler de bu çerçevede önemsenmiştir. Sömürgelik durumumîâ sosyalizm ve milliyetçiliği, Rusya koşullarında nasıl bir araya getirdiğini hatta aynileştirdiğini açıklamadan ve bu çerçevede oluşan “sosyalist milliyetçilikler”den bahset­ meden önce, yine bu kavramların ışığında, Rusya sömürge­ ciliği altındaki Asya Müslümanlarının tarihini ve sosyalist Ekim devriminin oluşum sürecini Rusya’nın özgül tarihi çerçevesinde irdelememiz gerekmektedir. Burada, Rusya Müslümanlarının özgül tarihi açısından vurgulamamız, altını bir kez daha çizmemiz gereken nokta şudur: Rusya sömürge­ ciliğine karşı Müslümanların tepkisi iki siyasal düşünce yoluyla dile getirilmiştir: Milliyetçilik ve soysalizm. Müslü­ manlık138 ise her iki düşüncenin de temel referans kaynağı, somut kültürel zemini olmuştur. Mollanur Vahidov’da ve Galiyevci hareket içerisinde bu iki siyasal düşünce (sosyalizm ve milliyetçilik) aynileşecektir.

Rusya Sömürgeciliği, Müslümanlar ve Tatarlar Amir Taheri, Kızıl Gökte Hilâl adlı kitabına şöyle başlar: “Moskova’nın kalbinde, Kızıl Meydan’da, Rusya’yı yükselen bir imparatorluk haline getiren Korkunç İvan döneminde inşa edilen neredeyse gerçeküstü bir bina, Saint Basil Katedrali yer alır. Katedral’in rengarenk dev lale soğanlarını andıran çatılan Doğu’nun peri masallarını hatırlatır. Bu anıtın bir İslam krallığının(Türk-Tatar devletinin), ‘İsa’nın askerleri’ tarafından

138 İslamiyet yerine özellikle "Müslümanlık" kelimesini tercih ediyorum. Zira Müslümanlık, İslamiyet kelimesi gibi tamamıyla dini akideler bütünü olarak algılanmayıp daha ziyade "milli kültürel" bir isimlendirmeye yatkındır ve o anlamla birlikte kullanılmaktadır. Bu yönüyle ve algılanma içeriğiyle Asya/Rusya'daki ulusal devrimci hareketleri açıklamamızı daha kolaylaştıracaktır.

137


yıkılışını vurgulamak amacıyla yapıldığını çok az kişi hatırlamaktadır. Tarih, soğan şeklindeki çatıların, haca karşı hilâli savunurken canlarını yitiren sert bakışlı, sarıklı sekiz Müslüman liderin başlannı simgelediğini anımsatan çok az şeyi korumuştur. Bir imparatorluk gücü olarak Rusya, 1552’de Kazan düştüğünde ve halkı kılıçtan geçirildiğinde Müslüman­ ların kanı ile vaftiz edilmişti”139 Amir Taheri, tarihe salt “dinsel” gözlükle eksik olarak bakmış olsa da, aktardığı anektodun çıplak bir gerçeği yansıttığı şüphe götürmez bir doğruluk taşımaktadır. Bu gerçek Tatar-Türk halklarını yüzyıllardır esareti/baskısı altında bırakmış olan Rusya sömürgeciliği ile bu sömürgeciliğin Asya Müslüman/Türk halklarının kolektif bilinçlerinde/bilinçaltlarında bıraktığı yaralı izlerdir. Rus çarlığının yıkılma aşamasında, Ekim devriminin öncesinde ve sonrasında, hemen bütün Müslüman örgütlenmesinde ve Müslüman siyasal düşünce hareketlerinde bu izleri bulmak mümkündür. Elbette, Rusya sömürgeciliği Mollanur Vahidov’daki ve Sultan Galiyev’deki, genelde bütün Galiyevcilerdeki, sosyalizm anlayışını da şekillendiren önemli bir argü­ mandır. Bu sosyalizmin milliyetçi bir figürle sunulmasında, daha doğrusu milli hassasiyetlerle yoğrulmuş bir soysalizmin inşa edilmesinde yüzyıllarca süren bu sömürge-sömüren ilişkisinin etkisi büyüktür. 16. yüzyıla kadar bugünkü Kiev civarında bir knezlik olarak varlığını sürdüren Rusya, bu tarihten sonra, genişlemeye başlamış ve özelikle genişleme sahasında gördükleri Türk topluluklarıyla çatışma halinde olmuştur. Rusya, bu tarihten sonra peyderpey Orta Asya Müslüman topraklarım istila etmeye başlamıştır. Ruslarla Müslümanlar arasında, 1552’de 139 Amir TAHERİ, Kızıl Gökte Hilâl: Sovyetlerde İslamın Geleceği, Çev.Cüneyt AKALIN, (İstanbul: Sel Yay., 1991), 9

138


Kazan’m Ruslar tarafından istila edilmesinden, ki bu tarih Tatar Müslümanlar için Rus sömürgeciliğinin miladıdır, Ekim devrimine kadar geçen zaman süresi içerisinde, sürekli olarak Müslümanların aleyhine işleyen bir çatışma durumu söz konusudur. Oliver R oy’un belirttiği üzere, “İslam, her zaman Rusların ufkunun bir parçası olmuştur.”^0 9- 10. yüzyıllarda Müslüman olan Tatarlar, 1230’lardaki Moğol istilasından sonra bugünkü Kazan şehir çevresinde Altın Orda devletini kurmuşlardır. Bu dönemde küçük prenslikler halinde varlık­ larını sürdüren Ruslar da, özellikle Altın Orda devleti zayıflaymcaya kadar, Tatarların hakimiyeti altında bulunmuş­ lardır. Öyle ki, bu dönemde kurulu olan on Rus prensliğinden dokuzu Altm Orda’nın vassalı haline gelmiştir. Bu güç dengesi ancak 16.yüzyılın sonunda tersine çevrilebilmiştir. Ruslar 1552’de Kazan’ı ele geçirerek üstünlüğü ele geçirmişlerdir.141 Bu tarihi, Rusya’nın, Asya Müslümanlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği sömürgecilik hareketinin başlangıç tarihi olarak değerlendirebiliriz. Altın Orda devletinin( 1236-1502) ve bu devletin çözülmesi esnasında kurulan Kazan Hanlığı’nın varisi olan Tatarlar, Rus hakimiyetine giren ilk Türk topluluğu olmuşlardır.142 Kazan’ın istilasından sonra ikinci büyük Tatar şehri olan Astrahan da işgal edilmiş (1556) ve Altın Orda143 toprakları 140 Oliver ROY, Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi, Çev. Mehmet MORALİ (İstanbul: Metis, 2000), 62 141 Oliver ROY: a.g.e., 62 142 Nadir DEVLET, "Rusya Federasyonu'nda Bağımsızlık Hareketleri: Tatarlar", Unutkan Tarih: Sovyet Sonrası Türkdilli Alan, Der. Semih VANER (İstanbul: Metis, 1997), 67 143Altın Orda, Galiyevci hareket içinde de önemli bir imge teşkil etmiş, hatta Vahidov-Galiyev İkilisinin hazırladığı Tatar-Başkurt devleti taslağı, tarihi Altın Orda devletinin yeniden inşa edilmesi

139


Rus egemenliği altına geçmiştir. Rusya’nın Korkunç îvan liderliğindeki bu dönemi(1530- 1584) Rusların beylikten (Kınezlik) imparatorluğa geçişinin de başlangıcıdır. Rusya sömürgeciliği bu büyümeyle birlikte gerçekleşmiştir. Rusya sömürgeciliği, Doğudan başlamış olmasından ve Doğuya yönelik olarak gelişmesinden dolayı Batı tipi sömürgecilikten bazı farklılıklar gösteriyordu. Oliver Roy’a göre, temel noktalarda benzer olmasına rağmen, “Rus sömürgeciliğini diğer Avrupalı örneklerden ayran iki belirleyici özelliği vardır: Birincisi sürekli, istikrarlı şekilde gerçekleşmiş ve Rusya’nın komşusu olan topraklarda yayılmıştır. İkincisi, fethedilen Müslüman aleminin içindeki farklılıkları daha da artıracak şekilde, farklı sömürge yönetimi biçimlerini zaman ve mekan içinde yan yana getirmiştir.”144 Ruslar, ele geçirdikleri İslam topraklarındaki sömürge faaliyetlerini, klasik sömürge taktiği olarak, Hıristiyan misyonerliği ile birlikte yürütmüşlerdir. Kazan ve Astrahan ele geçirildikten sonra, kentin kırsalındaki en verimli, en iyi topraklar, Tatar beylerinin ve köylülerinin elinden alınarak; Rus toprak soyluları, Kazan Başpsikopaslığı vc çok sayıda manastır arasında taksim edilmiştir145 Bu şekilde Rus aristokrasisi iyice güçlenirken Tatar feodalitesi de büyük ölçüde tasfiye edilmiş ve feodal aristokrasinin ticari burjuva haline dönüşme süreci de böylece başlamıştır. Birçok kaynakta Kazan’ın ilk işgal yıllarında 300- 400 bin Tatarın öldürüldüğü; şehir halkının tamamına yakının taşraya sürüldüğü ifade edilmektedir. Yine birçok kaynağa göre işgalin ilk 15 yılında, aynı mantıkla, 206 Türk köyü ve 60 büyük

olarak nitelendirilmiştir. Altın Orda, efsaneleştirilen Kızıl Turan idealinin de simgesel referans kaynağıdır. 144 Oliver ROY: a.g.e., 58 ■« A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 18

140


çiftlik sakini göç ettirilmiştir. Böylece şehrin çevresindeki 3040 km’lik sahada “güvenlik” gerekçesiyle Müslüman nüfus bırakılmayıp, boşaltılan yerler Rus kolonilerle doldurulmuş oluyordu. Rusya Müslümanları sosyo-ekonomik açıdan geri bir durumdaydı. Toprakları elden çıkarılıyordu. 1891’de yapılan bir araştırmaya göre, Müslümanlara ait topraklann üçte ikisi Rus hâzinesine devredilmiş ve Rusların mülkiyetine geçiril­ mişti. Kafkasya ve Azerbaycan’da yaşayan Türklerin çoğunlu­ ğu topraksız köylü durumundaydı. Bölgenin Rus işgaline girmesinden sonra Çar’ın 1841 tarihli fermanı ile “sadık olmayan” büyük toprak sahiplerinin de toprakları müsadere edilmişti. Diğer taraftan sanayileşmenin ve özellikle Bakû’deki petrole dayalı sanayileşmenin de bir sonucu olarak, Türk işçilerin sayısında önemli artışlar oldu.146 Daha 18. yüzyılda Kazan şehri ve civarında fabrika, imalathane sahibi Türklerin sayısındaki artış dikkat çekmekteydi. 1812 yılında Tatarlar dokuz büyük sanayi tesisine sahiptiler. 1890’da Kazan’daki bütün sanayinin üçte biri elleriııdeydi. Bunun üzerine Çarlık Hükümeti, özellikle Türk tüccarların Türkistan ve KazakKırgız steplerindeki ticaret tekelini kırmak amacıyla bir dizi tedbirler aldı. Hatta daha da ileri gidildi ve Tatar tüccarlarına Türkistan’da mülk edinme yasağı getirildi. Tüccarlara kredi açılmadı ve büyük şirket kurmaları engellendi. Bu gelişmeler üzerine Türk tüccar ve sanayicileri, Rus emperyalizmine karşı kendi bölgelerinin dışında, Rusya Türk topluluklarının tama­ mını içine alacak biçimde bir milli-dini birlik idealine sarıldı­ lar. Çünkü Rus rakipleriyle savaşabilmek için bu sınıfın önün­

146 ]\jecip HABLEMİTOĞLU, Çarlık Rusyasıııda Türk Kongreleri: 1905-1917 (Ankara, 1997), 34

141


de tek bir hedef vardı: Dil akrabalığı ve din birliği. Bu yüzden Rusya’daki “Türkbirlikçi” Cedit hareketini de örgütlediler.147 Yirminci yüzyılın başı itibariyle Çarlık Rusyası’nm toplam nüfusu resmi kayıtlara göre yaklaşık 130 milyon civarında gösteriliyordu. Türklerin nüfusu da 12,5 milyon ilan edilmişti. Türkler, yaşadıkları topraklar açısından demografik olarak incelendiğinde, Kırım, Azerbaycan, Türkistan gibi bölgelerde çoğunluğu oluştururlarken, İdil-Ural ve Rusya’nın iç bölgelerinde azınlık durumundaydılar. Aslında, potansiyel olarak, Türk toplulukları arasında her zaman yerel etnik ayrışmanın söz konusu olabilmesine rağmen farklı Türk etnik topluluklarının yerleşim merkezlerinin birbirinden uzak olması aralarındaki olası sürtüşmeyi önlüyordu. Ayrıca her Türk etnik topluluğu üzerinde etkili olan Rus baskısı var oldukça bu baskıya karşı beraberliklerini güçlendirmenin yollarım da aradılar. Bununla birlikte daha çok Tatar aydınlarının ve daha sonra Azeri aydınlarının ısrarla savundukları Türkbirlikçiliği yaklaşımının dışında, her Türk topluluğunun yerel özerkliğini savunan aydınlar da, daha çok Başkurtlar arasında yaygındı, azımsanmayacak derecede vardılar ve etkiliydiler. Bu ayrılık­ lar, özellikle 1917’deki Türk kongrelerinde, delegelerin “federalist” ve “unitarist” taraftan olarak ikiye bölünmesine yol açacaktı.148 Rusya sömürgeciliği; demografik azaltma, demografik dağıtma ve “olumlu ayrımcılık” yoluyla dinsel parçalama şeklindeki klasik sömürgecilik usullerini sistematik bir şekilde kullandı.149 Çarlık Hükümetleri, Osmanlı İmparatorluğuna

147 Necip HABLEMİTOĞLU: a.g.e., 16 148 Necip HABLEMİTOĞLU: a.g.e., 39 149 Bu terimler, klasik sömürgeciliğin sosyal teknikleri anlamında tarafımca kullanılmaktadır. Demografik azaltma ve dağıtma, iki yolla

142


sının olan stratejik bölgelerde (Kınm ve Kafkasya) yaşayan Türklerin sayısını azaltmayı temel politika olarak almıştı. Milyonlarca Kınm ve Kafkas Türkü, 1890’h yıllardan başlamak üzere Osmanlıya göç etmek zorunda kaldı. Kırım Türkleri azınlık durumuna düşürüldü. Baskıların devamı sonucunda, bölge halkı Başkurt ve Sibirya topraklarına göç etmek zorunda bırakıldı. Başta, camiler olmak üzere Hanlık dönemini hatırlatan bütün eserler, gözetleme kulesi olarak kullanılan “Süyün Bike Minaresi”150 dışında, imha edildi. Kısa

yapılmaktadır: 1. Sömürge toprağında yaşayan "istenmeyen halk"ı kıyımdan geçirmek, 2. İstenmeyen halkın topraklarına genellikle o halkın istemediği veya o halkı istemeyen başka halkları yerleştirmek. Bu şekilde hem "efendi halk" veya "yönetici sınıf" dışındaki halk toplulukları azınlıkta bırakılmış hem de bu topluluklar sömürgeci için her an gerekli olabilecek etnik çatıştırma durumuna açık bırakılmış olacak. Olumlu ayrımcılık yoluyla dinsel parçalama da din değiştirmenin ödüllendirilmesi şeklinde olup aynı etnik grup içe­ risinde iki farklı dine mensup halk yaratıp birine ayrıcalık tanıma şeklindeki uygulamalarla sömürgeciye karşı olan direnişin dinsel enerjisini zayıflatmak sonucunu doğurur. 150 Kazan Tatarları'nın efsanevi kadın kahramanı olan, güzelliği, akıllılığı, cesurluğu ve vatanseverliği ile meşhur Süyün Bike'nin Tatar ulusal düşüncesinde çok önemli bir yeri vardır. Fransızların Jan Dark'a

verdikleri

değere

benzeyen

bir

değer

taşıyordu

Tatar

Dünyasında. Süyün Bike minaresi de onun adına inşa edilmiştir. Han Mescidi diye de adlandırılan bu yapı Kazan kalesinin en yüksek yerinde bulunmaktadır. Galiyevcilere göre de Süyün Bike'nin destanı/hikayesi ulusal bir destan, Süyün Bike kulesi de ulusal sembol bir anıttır. Bağımsızlık idealini simgeler. Öyle ki, Mollanur Vahidov ve daha sonra Sultan Galiyev liderliğindeki Müslüman Komiserliği'nin devrim sürecinde Stalin'in başında olduğu Halk Komi­ serleri Konseyi(Sovnarkom)'dan öncelikle kendilerine devredilmesi istediği Süyün Bike kulesidir. Sovnarkom, Tatarlann güvenini kazan­ mak için bir kararname hazırlamış ve Tatarların bağımsızlık sembolü

143


bir süre içerisinde Kazan şehri; kiliseleri, kuleleri, manastır ve Rus yapısı binalarıyla tam bir Rus şehri haline getirildi. Hıristiyanlaştırma politikaları çerçevesinde, Ortodoksluğa geçen Türklere Ruslarla aynı haklar tanındı. Din değiştiren aristokrat Tatarlara küçük çaplı askeri görevler verildi. Müslüman halkın din değiştirmesi için her türlü baskı uygulan­ dı. 1763 yılı itibariyle, Kazan’daki 110 bin 264 Müslümandan 13 bin 165 ’i Hıristiyanlığa geçti.151 Rusya, ele geçirdiği hemen bütün Müslüman topraklarında, özellikle 18. yüzyıla kadar, Kazan’da, Astrahan’da, Sibirya’da, Nogay ve Kırgız bölge­ lerinde, Kırım ’da, Kuzey Kafkasya’da, Azerbaycan’da, Türkis­ tan’da kararlı bir şekilde klasik sömürgeci taktikleri uyguladı; yerleştirilen Hıristiyan göçmenlerle demografik yapı Müslümanlar aleyhine bozuldu. Ayrıca, din değiştirme politikası uygulanarak, Müslüman kimliği parçalanmaya çalışıldı.152 Bu tür asimilasyon stratejileri Müslümanlar arasında büyük tepkilere yol açtı. Rusya sınırları içerisindeki ilk “ulusal sorun” çatışması da daha çok bu tür dinsel asimilasyon153 politikalarından kaynaklandı. Bu yüzden Asya Müslümanlannın siyasal hareketleri, hangi düşüncede olunursa olunsun

Süyün Bike kulesinin asıl sahiplerine, Müslüman emekçilere (yani Müslüman Komiserliği'ne) verilmesini kararlaştırmıştır. Sultan gaiiyevci olduğu için tutuklanan ve idam edilen meşhur Tatar tarihçi Hadi Atlasinin (1879- 1937) Süyün Bike'nin hayat hikayesini anlattığı kitabının da ana teması Rusya sömürgeciliği ve ulusal kurtuluştur. Bkz. Hadi Atlası, Kazan Hanhğı'nm Çöküşü ve Süyün Bike, Çev. Hakan COŞKUNARSLAN, (Konya: Kömen Yay., 2004)

151 Necip HABLEMİTOĞLU: a.g.e., 5-6 152 A. BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e, 20 153 Asya Türklerinde dini kimlik (Müslümanlık) milli kimliğin bir parçası olduğuna göre, "dinsel asimilasyon" "etnik asimilasyon" olarak da algılanabilir.

144


hep “Müslüman” sözcüğüyle nitelendirilmiştir. Müslümanlık, bağımsızlık kimliğinin ve ulusal direnişin sembolü olarak görülmüştür. Dinsel asimilasyon, din değiştirme politikaları, camilerin kapatılmaya başlaması, vakıf mallarının devlet­ leştirilmesi, özellikle Tatar ulusal kişiliğinde çok önemli bir yeri olan Müslümanlığın muhalif bir düşünce ile özdeşleşmesi sonucunu da doğurmuştur.154

İgnatev Misyonu ve Gorçakov Deklerasyonu 1858 Temmuzunda, Türkistan coğrafyasını ve bu coğ­ rafyada yaşayan insanlann kültürel-sosyal yaşantılarını ve o bölgedeki devletlerin/siyasi birliklerin siyasi-stratejik özellik­ lerini incelemek üzere İgnatiyef başkanlığında, içerisinde coğrafyacı, iktisatçı, şarkiyatçı, subay vs. gibi uzmanlardan oluşan 82 kişi o topraklara gitti. Uzun incelemelerden sonra Türkistan hakkında geniş malumat topladılar. Bu malumatlara göre hazırladıkları raporun sonucunda Rusya devletine özetle şöyle bir öneri getirdiler: Türkistan topraklarını ele geçirirken Rus kanının dökülmesine gerek yoktur; Rusya Müslümanları arasında var olan ihtilafları, taraflardan birisini silahlandırarak iç savaşa dönüştürmek ve bu şekilde gerçekleşecek olan istikrarsızlıktan yararlanarak bölgeyi ele geçirmek müm­ kündür.155 Bu raporun sonucundaki önerilere göre Rusya, Türkistan bölgesini istila etme faaliyetlerine başladı.156 154 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 20 155 Alaeddin YALÇTNKAYA, Sömürgecilik ve Panislamizm Işığında 1856'dan Günümüze Türkistan, (İstanbul, 1997), 57 156 Bu yaklaşımda Avrupa'da da henüz başlayan ve kolonyalist hare­ ketlerin alt yapısını oluşturacak bir "güdümlü bilimsel" yaklaşımla gerçekleştirilen oryantalist çalışmaların Rusya'daki ilk örneklerini görebiliyoruz. Zaten oryantalizm de klasik sömürgecilikle birlikte başlamış ve bu emperyalist araştırmalar günümüze kadar derinle­ şerek getirilmiştir. Hatta, ünlü Rus oryantalisti V.V. Barlhold'un

145


Gerçekten de önce Buhara Emirliği ile Hokand arasında savaş çıkarılıp Hokand, askeri ve siyasi açıdan tamamen zayıflatıldıktan sonra, 1864 yılında Rus birlikleri tarafından işgal edildi. 1865 yılında Hokand, 1865’de de Buhara Emirliği ve 1873’de Hive Hanlığı ortadan kaldırılarak Batı Türkistan’ın işgali tamamlandı. İgnatev, Rusya’nın Osmanlı aleyhinde güçlenmesinde de önemli rol oynadı.157 Bu raporun ardından, (1869-1930) belirttiğine göre "19.

Asırda Doğu'nun

incelenmesi

Rusya'da, Batı Avrupa'ya kıyasla daha hissedilir bir gelişme arz etmiştir. Bilimsel çalışmaların koşulları bu dönemde tamamen değişmişti. 19. Asrın ilk senelerinden itibaren Bilimler Akadmisi'nde beşeri bilimlere ve böylece de şarkiyatçılığa daha fazla bir yer ayrılmıştır." V.V. Barthold, Rusya'da ve Avrupa'da Oryantalizm, Çev. Kaya BAYRAKTAR-Ayşe MARAL, (İstanbul: Küre Yay., 2004), 321 Rusya'nın sistematik, yani Batı tipi sömürgeciliği de esas olarak bu dönemde başlamıştır. Bu öylesine, sistematik-planlı bir sömürgeciliktir ki, Ekim devriminden sonra bile çözülememiştir. Yirminci Yüzyıl'ın son çeyreği içerisinde Mısırlı sosyal bilimci Edward Said tarafından olumsuzlanarak bir ölçüde deşifre edilen Oryantalizm, farklı boyutlarda olmakla birlikte -kolonyalizm de farklı boyutlara ulaştı çünkü- günümüzde (son çeyrek asır) de etkisini hissettirmektedir. Edward Said söyle diyor: "Şuna kesinlikle inanı­ yorum ki, şu anda yürütülen insani bilimler çalışmaları içinde oryantalizmin tarihler boyunca getirdiği ırki ön yargı biçimlerinden ideolojik ve emperyalist görüşlerden uzaklaşmaları için bilginlere çok az sezgisel malzeme, metot ve fikir verilmektedir. Öyle sanıyorum ki, Oryantalizmin başarısızlığı entelektüel bir başarısızlık olduğu kadar aynı zamanda bir insani başarısızlıktır. Gerçekten oryantalizm, dünyanın bir bölümünü kendi bölgesinden kesinlikle "ayrı" sayarken yeryüzünde elde edilmiş bir insan deneyini asla tarif edememiş, hatta bunu deney dahi saymamıştır. Şimdi Oryantalizmin dünya hegemon­ yasını ve neyi temsil ediyorsa her şeyi nefretle reddedebiliriz." Edward SAİD, Oryantalizm: Sömürgeciliğin Keşif Kolu, Çev. Nezih UZEL, (İstanbul: İrfan Yay., 1998), 442 157 Alaeddin YALÇINKAYA: a.g.e., 58

146


Rusya’nın sömürgecilik siyasetini meşrulaştırmak için, Rus Dışişleri Bakanı Gorçakof, 1864’de “Gorçakof Deklerasyonu” ismiyle bir bildiri/deklarasyon hazırladı. Yine klasik sömürgeci mantığın/gerekçenin tipik bir örneği olan bu deklarasyona göre, Rusya devleti, ilkel bir yaşantının hüküm sürdüğü Türk/Müslüman topraklarına medeniyeti götürmektedir. “Me­ deniyet sömürgeciliği”nin Rusya versiyonu diyebileceğimiz bu deklarasyona göre; Rusya’nın Orta Asya’daki pozisyonu, belirli bir sosyal organizasyona sahip bulunmayan yarı vahşi, göçebe ahaliyle karşılaşan bütün uygar devletlerin durumu gibidir. Bu gibi durumlarda daha uygar olan devletler kendi sınırlarının güvenliği ve ticari ilişkileri açısından çalkantılı ve istikrarsız yapılarının istenmeyen komşular haline getirdiği bitişik ülkeler üzerinde belli bir nüfuz kurmasına daima zorlanır. Yine deklarasyonda, Türkistan halklarının geri kalmışlığı, gayrı medeni hayat tarzları ve cahilliği bahane edilerek buralara diğer Avrupa sömürgecilerinin Hindistan, Mısır, Cezayir, Filipinler gibi sömürgelerine medeniyet götürdükleri kendilerinin de ilim, irfan ve çağdaş hayat tarzı götürecekleri, Rusya tarafından beyan edilmekteydi. Bu pozitivist/oryantalist/kolonyalist bakış açısı, çarlığı deviren Bolşeviklere de sirayet edecek ve Galiyevci ayrışma da esas olarak bu yüzden olacaktı.158 Gorçakof deklarasyonu, modernleşme sürecindeki 158 Örneğin, Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev'in ısrarla oluştur­ mak istedikleri, hemen bütün Sovyet toplantılarında Bolşeviklere kabul ettirmeye çalıştıkları Tatar-Başkurt devleti çok uzun uğraşılardan sonra ancak 18 Mart 1918'deki Kazan Komünistleri toplantısında

kabul ettirilebildi. (Gerçi sonra iç savaş başladı ve bu devlet yine kurulamadı.

Daha

sonra

da

tamamen

rafa

kaldırıldı.

Stalin'in

"parçalanmış uluslar" politikası çerçevesinde, Rusya'ya bağlı olarak ayrı ayrı Tataristan ve Başkurdistan Sovyetetleri kuruldu. Galiyevci

147


Rusya’nın, eski ilkel istila metotlarını bırakarak işi kılıfına uydurması, kaba emperyalizmden Batı tipi sömürgeciliğe geçişlerinin başlangıç bildirgesiydi. Zira sanayileşen Rusya, iktisadi hakimiyetini geniş bir coğrafyaya yaymak zorundaydı. Bu yüzden hakimiyetini kalıcı hale getirmeli ve meşrulaştırmalıydı. Bu süreç içerisinde, İgnatiyev Misyonu, Gorçakof deklarasyonu ile tamamlandı. Tabii, bu aşamada Rusya Müslü­ manları da, daha bir baskı altına girdiler ve belki de gerçek anlamda sömürgeciliğe ilk defa maruz kaldılar. Tepkiler de buna göre şekillenecekti. Rusya sömürgeciliğine ve istibdadına karşı, Müslüman­ ların iştirak ettikleri ilk ve en kapsamlı direniş “Pugaçev İsyanı” idi. Rus hükümetine karşı, Yenilen Pugaçev önder­ liğinde başlayan bu köylü ayaklanmasma( 1773-74), Kazan ve Başkurt Müslümanları da katıldı. Güçlükle bastırılan ayaklan­ manın, dinsel bir görünümü de vardı. Eski Rus ruhaniler sınıfı da, misyonerlik faaliyetlerinden oldukça zarar görmüşlerdi. Sırf Kazan’da, yüz otuz iki papaz öldürülmüştü. Bu ayaklanma, Başkurt ve Kazan Türkleri için ise adeta bir milli

strateji de çok önemli bir yeri olan Tatar-Başkurt devleti projesinin gerçekleşmemesi, nihai hedef olan Turan Federal Sosyalist Halk Cumuriyeti-Turan soyalizmi- idealinin de legal düzeyde gerçekle­ şebilmesini

tamamen

önlendi.)

Bu

toplantıda

Slav

ve

Batlıklı

Bolşevikler Müslüman sosyalistlerin idari yeteneklerine güvenme­ diklerini söylediler. Özellikle Tatarların şehri olan Kazan eyaletinin Sovyet Başkanı olan Litvanyalı Grasis, "Müslümanlarda omurga yok" diyerek bu görüşünü açık olarak alaylı bir şekilde dile getirmişti. Vahidov Grasis'o Mustafa Suphi'nin yönetiminde çıkan Yeni Dünya dergisinde de yayımlanan konuşmasında çok sert bir cevap vermişti. Kitabın daha önceki kısmında aktarmış olduğum bu anlamlı cevaptan da anlaşıldığı gibi Çarlık döneminden kalma oryantalist/kolonyalist bakış açısını Bolşevik devrimi bile yok edemedi.

148


mücadele görünümü taşıyordu.159 Çarlık rejiminde çok derin olumsuz izler bırakan bu isyan Rus kuvvetleri tarafından çok büyük güçlüklerle bastırıldı. Pugaçev İsyam’nın tarihini o devrin sıcaklığında kaleme alan ünlü Rus edebiyatçısı Puşkin’in yazdıklarına göre “İtaatsiz bir avuç Kazak tarafından başlatılıp, askeri ve mülki idarecilerin kayıtsız hareketleri yüzünden kuvvetlenerek, Sibirya’dan Moskova’ya, Kuban’dan Muromsk ormanlarına kadar yayılan, devletin temellerini sarsan ayaklanma, böylece sona ermişti. Ondan sonra daha uzun zaman tam bir sükunet temin edilemedi. ... Katerina bu korkunç devrin hatırasını büsbütün silmek için kıyılan ayaklanmanın ilk şahidi olan nehrin eski adını değiştirdi. Yayık Kazaklarına Ural Kazaklan adı verildi; kasabalan da aynı adı aldı. Fakat bu korkunç isyancıların kasıp kavurduğu bu bölgede bıraktığı korkunç izler henüz büsbütün silin­ memiştir. Halk arasında, pek yerinde olarak “Pugaçev Devri” diye anılan o kanlı günlerin hatırası hala canlı olarak yaşa­ maktadır.”160 18.yüzyılın ikinci yarısında, Büyük Katerina (II. Katerina) döneminde Müslümanlara yönelik politikalar değişik bir ivme kazandı. Katerina, kendisinden öncekilerin tersine, Tatar topraklannda yaşayan Müslümanlann sempatisini kazanmaya çalıştı. Zorla Hıristiyanlaştırma politikasını tamamen durdurdu. Din değiştiren çocuklar için özel olarak açılmış olan okulları kapattı. İmparatorluk sınırları içerisindeki bütün Müslümanlara ibadet özgürlüğü tanıdı. Tatarlara Kazan’da ve Rusya’nın diğer bölgelerinde cami inşa etme ve Kur’an kursları açma yetkisi verildi. Elbette, bütün bu “iyileştirme”lerin arkasında yataıı

>*> Necip HABLEMİTOĞLU: a.g.e., 10 i6o Aleksandr PUŞKİN, Pugaçev İsyanı'nın Tarihi, Çev. Rana ÇAKIRGÖZ, (İstanbul: MEB Yay., 2000), 157-158

149


“stratejik” bir hesap vardı. Zira Katerina, Osmanlı-Rus mücadelesinde Osmanlı’nın elinde önemli bir silah olarak gördüğü Halifelik kurumunu en azından Rusya sınırlan içerisinde etkisiz hale getirmek istiyordu. Bu yüzden, Müslü­ manların güvenini kazanarak Osmanlı tesirinden uzaklaş­ tırmaya çalıştı. Bu amaçla Orenburg’da Müslüman M eclisi’ni kurdurdu. Halifelik şemsiyesinden uzak özerk dinsel örgütlen­ me çalışmalarını başlattı.161

Rusya Müslümanları İçinde Tatarların Farklılığı Rusya sınırları içerisindeki diğer Müslümanlara göre oldukça özgül bir topluluk olan Tatarlar üzerinde özellikle durmak gerekmektedir. Önemli bir ticaret güzergahı üzerinde yerleşmiş olan Tatarlar, Ruslarla gerçekleştirmiş oldukları ticari ortaklıklar sayesinde, diğer Müslüman topluluklara göre daha fazla zenginleşmiş, hareketlilik kazanmış ve geniş bir diasparoya sahip olmuşlardı. Bu üstünlükleri Rusya Müslü­ manları içinde kendilerine “önderlik” pozisyonu kazandırdı. Bu yapılanma içerisinde küçük de olsa bir Tatar buıjuva sınıfı oluştu.162 Bu yüzden Rusya sömürgeciliğine karşı en şiddetli ve sistematik muhalefet Tatarlar tarafından gerçekleştirildi.

t61A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 21-22 162 Tatar burjuva sınıfının oluşum süreci ile ilgili olarak gerçekçi bir görüş şu şekildedir: "1552'de Tatar topraklarını ele geçiren Ruslar, hızlı bir asimilasyon sürecini de başlattılar. Bunu için öncelikle, 16. Yüzyılda ulusal direnişi örgütlemiş oîan Tatar toprak feodalitesinin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu yapıldı. (...) Tatar toprak feodalitesinin çökertilmesinden sonra toprağı terk eden Tatar feodalleri ticarete atılarak, ileride etkili olacak yeni bir sınıf oluşturdular: Tüccar soylular. Bu tüccar soylular daha sonra ticaret burjuvazisini oluşturdu/' Bkz. Alexandre BENNİGSEN-Chantal QUELQUEJAY Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları Çev: Nezih UZEL (İstanbul, 1981)20-22

150


Tatarlar, Müslümanlar arasındaki güçlü konumlarım koru­ muşlar, Rus sömürgecileri de Bütün Rusya Müslümanları arasında daha çok Tatarları muhatap almışlardı. 20.yüzyıl’a gelindiğinde, Tatar topluluğu, Müslüman dünyasında benzersiz bir örnek oluşturan özgül özelliklere sahipti. Öncelikle dünya üzerinde yayılmış tek Müslüman diasporaydı. Halkın yarıdan fazlası anavatan olan Orta Volga dışında yaşamaktaydı. Kazak bozkırlarında, Türkistan, Sibirya, Mançurya, Kafkasya, Ukray­ na, Orta ve Batı Avrupa’nın her yerinde, hatta Amerika’da bile Tatar kolonilerine rastlanıyordu.163 Bu durum bazı tezatlıklar doğuruyordu: 20. yüzyıl başlarında Tatarlar, gelişen burjuva sınıfının itmesi ve özellikle Ceditçi aydınlarının etkilemesiyle, uluslaşma sürecini başlattılar ama ulusal bir toprağa sahip değillerdi, çok farklı topraklara yayılmış dürümdalar. Ekim devrimi sırasında 4 milyon civarında Tatar vardı ama hiçbir yerde, hatta politik ve kültürel merkezleri olan Kazan’da dahi nüfus çoğunluğuna sahip değillerdi. İslambirlikçi/Türkbirlikçi siyasal düşüncelerin daha çok Tatarlar arasında yaygınlaşmış olmasını da Tatarlann bu dağınıklıklarıyla açıklamak mümkündür. Zira dünyanın her tarafına yayılan Tatarların birlikteliklerinin sağlanmasında bu tür üst kimlik referansları olukça önemli olarak görülmektedir.

163 Türkiye'nin de başta Eskişehir olmak üzere birçok bölgesine Tatar kolonileri

yerleşmiştir.

Türkiye

efkarı

umumiy esiyle

ilk

defa

milliyetçi-Türkçü fikirleri tanıştıran da Tatar aydınları olmuştur. Burada temel bir Türkçülük manifestosu metni olarak adlan­ dırılabilecek olan Kazan Tatarlarından Yusuf Akçura'nın Üç Tarzı Siyaset'ini özellikle zikretmek gerekmektedir. Akçura, Türkiye'nin ilk milliyetçi (milliyetçi sol) partisi olan Milli Meşrutiyet Fırkası'nın da, Mustafa Suphi ile birlikte örgütleyicisi olmuştur. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Hakan Reyhan, Türkiye'nin İlk Milliyetçi Partisi: Milli Meşrutiyet Fırkası, Türkiye Günlüğü Dergisi, Kasım-Aralık 2005

151


Göçmen halk olma özellikleri, dayanışma ve eylem nitelik­ lerini kuvvetlendirmekte ve siyasette etkin hale gelmelerine yol açmaktadır. Bennigsen ve Quelquejay’m ortak çalışma­ larındaki ifadelerine göre “Tatarlar, Ruslann ekonomik ve kültürel baskılarına dilenebilmek için İmparatorluktaki bütün Türk ve Müslüman halkların desteklerine ihtiyaçlarını olduğunu ve varlıkların devam ettirebilmeleri için, ekonomik ve kültürel etkilerini Rusya’daki Müslüman halkların tümüne yaymaları, Rusya’daki İslami hareketin önderi olmaları ve dinsel ve dilsel yakınlıklarından yararlanarak, her yerde pantürkizm ve panislamizm düşüncelerini yaymalarını gerek­ tiğini anlıyorlardı../1164 Bu yüzden, öncelikle Tatarlar arasında gelişen Ceditçi-yenilikçi hareketler de, Tatarlar vasıtasıyla bütün Türk ve Müslüman topluluklarında yaygınlaştırılmaya çalışılıyordu. İsmail Gaspıralı, Abdürreşid İbrahim, Yusuf Akçura gibi Cedit misyonerleri de bu süreçte ortaya çıktılar ve farklı boyutlarda da olsa çok tartışılan pantürkist/panislamist düşünceler ortaya koydular165 Tatar toplumunun egemen sınıfları şöyleydi: Görece daha Türkçü ve liberal özellikler taşıyan büyük ve orta ticaret burjuvazisi; daha solda, ulusal bütünlükten yana, ezilmiş halkın burjuvası niteliğinde

,MA.BENNİGSEN-C.L.QUELQUJAY: a.g.e., 23 165

İsmail

Gaspralı

Ceditçi-yenilikçi

kültürel

Türkbirlikçiliğin,

Abdürreşid İbrahimov Ceditçi-yenilikçi kültürel İslambirlikçiliğin, Yusuf Akçura da Ceditçi-yenilikçi siyasal Türkçülüğün ve Türkbir­ likçiliğin öncüsü sayılabilir. Bu düşünceleriyle,

özellikle İkinci

Meşrutiyet döneminde Osmanlı siyasal düşüncesini de epeyce etkile­ mişlerdir. Dikkat edilirse her üç Tatar aydını "üst birlik" "üst şemsiye" özeîliği taşıyan makro stratejiler ve düşünceler geliştir­ mişlerdir. Tatarlarda bu geniş cephe fikri çok belirgin olmuştur ki, bu özellikleri Tatar sosyalist hareketlerinde ve Galiyevci hareket içerisin­ de de çok belirgin olarak izlenebilmektedir.

152


olmasından kaynaklanan tepkici milliyetçilik anlayışına sahip sanayi burjuvazisi; toprak sahibi Tatar soylular sınıfı, savaş­ çılar, Tatar din adamları sınıfı. Buna mukabil nüfusun çok büyük kısmı, yoksulluk içerisinde yaşayan köylüler ve onlar­ dan daha az olan işçilerden oluşuyordu. Ekim devriminin her aşamasında bu toplumsal kesimlerin sınıfsal farklılıklarının ve farklı siyasal düşüncelerinin yansımaları görüldü. Elbette, Bolşevikleri en çok destekleyen kesimler, işçiler ve köylüler oldu. Sonuç ve özet olarak, şu tespitleri yapabiliriz: Rusya küçük bir kınezlikten sömürge imparatorluğuna geçiş sağla­ mıştır. Burada dönüm noktası 1552 yılında Kazan Hanlığı’nın istila edilmesidir. Rusya coğrafyası içerisinde de Rus sömürge­ ciliğinden en olumsuz şekilde etkilenen halk da Tatarlar olmuştur. Sömürgecilik etkisi milliyetçi ve sosyalist dinamik­ leri de içerisinde barındırmış, bu çerçevede önce Cedit aydınlanma hareketi sonra da onu da içine alan geniş sosyalizm ideali geliştirilmiştir.

Türk Halklarının Aydınlanmacılığı Ceditçilik ve Müslüman Sosyalistler Ceditçilik, Kuzey Asya Türklerinin başlattığı ve daha başka coğrafyalarda yaşayan Türk halklarını da etkileyen aydınlanma hareketidir. Özellikle büyümeye başlayan Tatar burjuvazisinin itici gücüyle gelişen ve İslam düzleminde yenilikçi bir siyasal-kültürel inşa hareketi şeklinde tezahür eden ve Tatarların uluslaşma atılımının sembolik ismi olan Ceditçilik, din ve eğitim alanlarındaki yöntem ve bakış değişikliğiyle başlamış zamanla siyasallaşmış, milliyetçihalkçı bir siyasal reform hareketi halini de almıştır. Rus sömürgeciliğine duyulan tepki, hızla gelişen ve büyüyen Tatar burjuvazisinin sınıfsal konumunun gerektirdiği yeni duruma

153


adaptasyon sağlama istemi; Rusya’da gelişen modernleşme hareketinin dolaylı tesiriyle Avrupa fikirlerinden etkilenme vs. gibi koşulların belirlediği bu aydınlanma hareketi özellikle 19. yüzyılın ikinci yansında başlamıştır. Ceditçilik, 20 yüzyılın başlannda alevlenen kadimci-ceditçi fikri mücadelesiyle birlikte, eskiye bağlılık ve yenilikçilik boyutundaki kavganın bir tarafını oluşturmuştur. Ceditçilik, Galiyevci hareketin de ilham aldığı bir hareket olarak önemli bir aşama katetmiştir. Kırım Tatarlanndan İsmail Gaspıralı Ceditçi gelişim süre­ cini eğitim alanında ortaya attığı “usul-ü cedit” yöntemiyle sembolleştirmiş ve daha sistematik olarak, çeşitli okullar aracı­ lığıyla bütün Asya’ya yaygınlaştırmaya çalışmıştır. Gaspıralı’mn, özellikle Tercüman gazetesi aracılığıyla yaydığı fikirleri en genel ifadeyle aşağıdaki şekilde sıralamak müm­ kündür: 1. Avrupai manada okullarda eğitim yapılması 2. Türkler için ortak bir yazı dili meydana getirilmesi 3. Kadim esaretten kurtarılma 4. Rusya Türklerinin iktisadi hayata katılmalan 5. Dini idarelerin düzeltilmesi 6. Yardımlaşma cemiyetlerinin kurulması. Gaspıralı’ya göre, geri kalmış TürkTatar topluluklannın kalkındırılması için çalışan reformcular, öncelikle usul-ü cedit yöntemini öğrenmeliydiler. En önemli unsur da eğitimdi.166 “Dilde, fikirde, işte birlik44 sloganıyla Türklerin birlikteliğini savunan Gasprah, gelenekçi kadimcilerle ve Rusya sömürgecileriyle önemli mücadeleler içerisine girdi. Bütün engellemelere rağmen usul-ü cedit yöntemini benimseyen okullar açtırdı, Müslümanlann zihin yapılarını değiştirecek önemli bir eğitim atılımı gerçekleştirdi. Öte yandan, İsmail Gasprah’nm ortaya koyduğu Türkbirlikçi düşünce, Kazan ticaret burjuvazisinin isteklerine de tam anla­ 166 Nadir DEVLET, İsmail Bey Gaspıralı (Ankara, 1998), 54 Bu ilkelerin Galiyevci hareket içerisinde de önemli olduğunu söyleyebiliriz.

154


mıyla uyuyordu. Bu teori, Kazanlı tüccarlara Rus rakipleriyle uğraşabilmek için ideolojik bir temel de sağlıyordu. Bu ideolojinin düşünsel altyapısı usul-ü cedit okullarının yaygınlaştırılmasıyla sağlanabilirdi ancak.167 Tatar buıjuvazisinin Rus emperyalizmine karşı mücadelede elindeki tek olanak dil akrabalığı ve din birliğiydi. Bu nedenle, Tatar buıjuvazisi 1880’li yıllardan sonra Türkbirliği idealinin bütün Rusya Müslümanları arasında yayılması için yoğun propa­ ganda çalışmasına girişti ve her yerde “İslam Rönesansım” başlatmak üzere harekete geçti. Kazan ve Azerbaycan, Rusya Müslümanlarının aydın­ lanma hareketinde (Cedit hareketinde) en önemli iki merkezdi. Tarihsel olarak, kökleri oldukça eskilere dayanan bu iki kültür merkezinde yetişen Ceditçi aydınların hareket tarzlarını iki soru cümlesine vermeye çalıştıktan cevaplarla şekilleniyordu: 1.Nasıl köleleştirildik (sömürgeleştirildik). 2. Bu kölelikten (sömürgelikten) nasıl kurtulacağız.?168 Ceditçi hareketinin, İsmail Gaspıralı’nın Usul-ü Cedit yönteminin dışında felsefi kökleri de vardı. Usul-ü Cedit, sadece metodolojiyi belirliyor, herhangi bir siyasal düşünceyi yansıtmıyordu. Bu yüzden bu yöntemi benimseyen; Türkçüler de, İslamcılar da, sosyalistler de olmuştur. Ceditçiler daha çok Türkçüleri/milliyetçileri/panislamistleri tanımlamak için kullanılmaktaydı. Usulü cedit yöntemini özümsemiş her türlü siyasal düşünceden aydınların ortak özellikleri ise yenilikçilikleri, ulusalcılıklan ve bağımsızlıkçılıklarıydı. Bu süreçte geleneksel sistemi savunan Kadimcilerle Ceditçiler arasında oldukça şiddetli tartışmalar, kavgalar

167 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e. (1981), 32 168 Aynı dönemlerde Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünü önlemeye çalışan Jöntürkler de aynı soruları, kendi koşullarında cevaplandırmaya çalışıyorlardı.

155


oldu. Aslında, Ceditçilik, esas olarak kendi ulusal pazarını oluşturmak isteyen ve bu yapıya uygun bir zihinsel yapının da inşa etmenin gerekliliğine inanan Tatar buıjuva sınıfının milliyetçi siyasal görüşüydü. Bu ilerici yönüyle, Müslüman soysalistlerin ve hatta Bolşeviklerin de desteğini alıyordu. Kadimciler ise ümmet-cemaat toplumsal yapısının devamından yana olan mollalar-ağalar tarafından savunuluyordu. Cedit hareketi öncelikle dinsel alanda kendisini/etkisini gösterdi. Ebu Nasır Kusavi’nin skolastik teolojiyi değiştirmek için kalkıştığı ilk ama başarısız girişimden sonra Sehabeddin Mergani (1818-1881) dinbilimci ve tarihçi olarak dinsel reformun yolunu tartışmasız olarak açtı. İmam Gazali’nin düşüncelerinden ve Selefi Kursavi’den esinlenen sistemini altı noktada özetledi: 1. İçtihat herkes için serbestti. 2. Kör taklit bir kenara bırakılmalıydı. 3. Tutucu skolastik feslefe kitapları bırakılmalıydı. 4. Kur’an, Hadis ve İslam tarihi dersleri Müslüman din okullarında okutulmalıydı. 5. Rusbilim ve dinbilim eğitimi için Müslümanlara izin verilmeliydi. 6. S af ve ilkel İslamiyete geri dönülmeli, antik İslam kültürü yeniden canlandırılmalıydı. Bu, Batı aydınlanma hareketine benzer bir süreci de gösteriyordu.169 Tatar dinsel Ceditçi hareketinde Mergani ile birlikte diğer önemli isimler onun öğrencileri olan Rıza Fahreddin ve Musa Carullah Bigiyev’dir. Tatar dünya­ sında başlayan Cedit hareketi kısa süre içerisinde Türkistan içlerine kadar yayılmıştır. Mahmudhoca Behbudi (1874-1919), Münevver Kari (1878-1931), Abdurrauf Fıtrat (1886-1938), Feyzullah Hocayev (1896-1938) Ceditçi münevverlerin en tanınmışlarıydı170. Bu isimler sadece yeni okul açarak eğitimi

169 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 31 170 Musa Carullah Bigiyev, çok saygın bir din adamı/ilahiyatçı olarak Bolşevik devriminin ilk yıllarında komünizmin Islamiyetle bağdaşa-

156


ve bilgiyi yaymakla sınırlı kalmayıp siyasal faaliyetlere de yöneldiler. Birçoğu sosyalist harekete katıldı. Türkistan’da oluşan tarihi sosyal şartlar, onların milli kurtuluş ve bağımsızlık yönündeki amaçlarını açıktan seslendirmelerine imkân verdi. Bu çerçevede anti-kolonyal düşünce taraftarları, eğitime önem vererek berrak zihinlere sahip ulusalcı yem aydınlar yetiştirmeye, ayrıca kaleme aldıkları edebi eserlerde yabancı ülkelerdeki gelişmeleri de örnek göstererek halkı aydınlatmaya ve bağımsızlık düşüncelerini açıkça ifade etmeye başladılar.171 Rusya Müslümanları arasında şiddetli tartış­ malara yol açan kadimcilik-ceditçilik mücadelesi, Rusya’da gelişen sosyalist hareketlerin de etkisiyle, Ceditçilılerin lehine gelişti. 1917 Şubat devriminin sonbaharında Kadimci tutucular artık hiçbir siyasal gücü temsil etmiyorlardı. Ceditçi hareket,

bileceğini ileri sürüyordu. Daha sonra Stalinist rejimin çarpık din /İslam karşıtı politikalarıyla birlikte fikri değişmeye başladı ve Rusya'yı terk etti. Birçok ülkeyi dolaştıktan sonra en son Türkiye'de 1949'da vefat etti. Müslüman soysalistlerin, özellikle de Sultan Galiyev'in etkilendiği bir ilahiyatçıydı. ,7IAbdurrauf FITRAT, Buhara'da Ceditçilik ve Eğitim Reformu: Münazara ve Hind Seyyahının Kıssası, Haz. Seyfettin ERŞAHİN, (Ankara, 2000), 9 Cedit medreseleri ve usul-ü cedit yöntemiyle öğrenci yetiştiren Tatar Öğretmen Okulu'ndan bahsetmek de gerek­ mektedir. Burası Tatar politik ve kültürel düşüncesinde Önemli izler bırakan "Islahist" hareketin de öncü aydınlarının yetiştiği kurumdu. İslahist hareket 1904'te M uhammediye Mederesesi'nin öğrencileri arasında doğdu. Daha sonra diğer merdeselerde de yayıldı. İslahist hareket, Tatar devrimci sosyalistlerinden Galimcan İbrahimov'a göre, Ceditçiliğin en gerçekçi ve en devrimci nitelik taşıyanıydı. Islahistler, Miislümanlar arasında sosyalist fikirleri yayan ilk grup oldu. Tatarlar arasında grevler, yığınsal gösteriler, radikal eylemlerle gerçek bir devrimci duruş sergilemişlerdi. A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 41

157


milliyetçi Müslüman aydınlar arasında, Rusya sosyalist hareketine önemli bir geçiş aracı olabiliyordu. 1917’den 1921’e dek Tatar milliyetçileri ile Rusya komünistleri ittifak halindeydiler. Milliyetçiler, devrimi ulusal özgürlüklerin gerçekleştirilmesi yönünde önemli bir araç ve aşama olarak görüyorlardı. Ceditçi hareket içerisinde yetişen daha sonra Bolşevik saflarına katılan Sultan Galiyev’in “ben sosyalizme halkıma duyduğum derin sevginin itmesiyle geldim.” Şeklin­ deki meşhur sözü de burada anlam kazanmaktadır. Fakat Ceditçilerle Bolşevikler arasındaki flört çok uzun sürmedi. Karşılıklı yararlanma aşaması tamamlandıktan sonra ayrışma süreci de başladı. Ceditçilik ile sosyalizm arasında bir ilişki kurma çabaları Tatar milliyetçiliği üzerinde silinmez izler bırakmış ve “Berek” ve “Tanğcılar” gibi ilk Müslüman sosyalist gruplar, hareketten az ya da çok doğrudan etkilenmişlerdi.172 En önemlisi de 1917 Şubatı’nda kurulan, ileride ayrıntılı olarak incelenecek, Müslü­ man Sosyalistler Komitesi yöneticilerinin yani Galiyevci yöneticilerin çoğunun eski “İslahist” militanlardan oluşuyor 172 Sloganı "halka özgürlük, köylüye toprak" olan Berek (Birlik) 1906'nın Baharında Kazan devrimcileri tarafından kurulmuş ve altı ay sonra polis tarafından dağıtılmıştı. Hüseyin Yamaşev gibi Bolşeviklerle, Abdulla

Apanay gibi(Kazan

camisinin imamı) radikal

panislamcıları aynı çatı altında buluşturan Berek örgütü, bu haliyle tipik (ama daha pür biçimde karikatürize edilmiş) Asyatik Müslüman sosyalist örgütü kişiliği sergiliyordu. Tanğcılar örgütü de eski İslahist militanlar(Ayaz İshaki, Fuad Tuktar gibi) tarafından aynı yıl kurul­ muştu. Rus sosyalist dverimcilerinin program ve taktiklerini aynen taklit eden Tanğcılar daha sonra, Ekim devriminden sonra Bolşevik karşıtı cephe içerisinde yerlerini aldılar ve birçoğu da Türkiye'ye kaçtı. A.BENNİGSEN-S.VVIMBUSH, Sultan Galiyev ve Sovyetler Birliğinde Milli Komünizm, Çev. Bülent TANATAR, (İstanbul: Anahtar Yay: 1995), 250-264

158


olmasıydı. Bennigsen’e göre bu kişiler, Rus sosyal-demokrat Marksizminden daha çok ulusal ideolojiye bağlı kalmışlardı.173 Bolşevik ve Galiyevci hareket içerisinde etkin olan Türkiyeli Mustafa Suphi de, Ceditçi hareketin Türkiye versiyonu olan Jöntürk hareketinden gelmeydi. Türkiye’de de ilk sosyalist hareketler Jöntürk devrimiyle uygulanan İkinci Meşrutiyet döneminde örgütlenmişlerdi. Özet olarak, Asya Türklüğünde Ceditçi hareketin özellikle iki siyasal düşünceyi beslediğini, geliştirdiğini söyleyebiliriz: liberal milliyetçilik174 ve sosyalist milliyetçilik. Her iki yaklaşımı da etkileyen ilk öncü İsmail Gaspralı’yı bir kenara bırakırsak Ahmed Ağayev vs. gibi Ceditçiler liberal milliyetçi kanadı (Müslüman Komitesi), Mollanur Vahidov, Galimcan İbrahimov, Emine Muhiddinova, Sultan Galiyev gibi Ceditçiler de (Müslüman Sosyalist Komitesi) sosyalist milliyetçi kanadı oluşturuyorlardı. Soysalist milliyetçiler bu şekilde “özgün” bir biçimde yani Ceditçilikleriyle Bolşevik hareket içerisine katıldılar. Mollanur

,73A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e., 42 174 Burada, o dönemin Asya koşullarında, "liberal" derken kapita­ lizmden ziyade burjuva özgürlükçülüğü anlaşılmalıdır. Zira Ceditçi liberaller de şiddetli anti-emperyalist vurgularıyla, emperyalizm kapitalizmle de birlikte geliştiği için, doğal olarak kapitalizmi de eleştirebiliyorlar ve özellikle yerli kalkmmacılığı, ulusal sermayenin gelişimini benimsiyorlardı. Bu yüzden sadece liberal değil, "liberal milliyetçilik" diyorum yaklaşımlarına. Ayaz İshaki gibi iki düşünce arasında (liberal milliyetçilik ile sosyalist milliyetçilik) gidip gelenlere de sık rastlanıyordu. Panislamistleri de, İslami bir ideoloji olarak algılamadıkları ve "birlikçi milliyetçi strateji" (İslambirliği, Türkbirliği, Tatar-Başkurt birliği vs.) içerisinde değerlendirdikleri için ayrı bir kategoride değerlendirmemek gerek. Kimi panislamcılar liberal milliyetçiliği, kimi panislamcılar da sosyalist milliyetçiliği benimsiyorlardı. Elbette bu saydıklarımızdan hiçbir siyasal düşün­ ceyi benimseyip sadece panislamist olarak kalanlar da vardı.

159


Vahidov’un siyasal düşüncesi ve Galiyevcilik de esas itibariyle bu süreçte kemale erdi. Şüphesiz, bu yüzden Galiyevciliği tam anlamıyla anlayabilmek için Müslüman/Müslüman Sosyalist hareketler ile birlikte Rusya’nın devrimci hareketlerinin tarihini ve Bolşevikliği de iyice tanımak, tahlil etmek gerek­ mektedir.

Rusya’daki Sosyalist Hareketlerin Genel Gelişim Karakteristiği Rusya’da sosyalist hareketler 19.yüzyılın ikinci yarısındaki sanayileşme ile meydana gelen işçi sınıfı hareketleriyle başlamış ve Ekim devrimine kadar çeşitli devrim hareketleriyle ve örgütlenmelerle değişik merhalelerden geçmiştir. Bu süreçte, 19.ytizyıl sonlarındaki kitlesel işçi grevleri, 1905 Devrimi ve 1917 Şubat Devrimi önemli devrim aşamaları olmuştur. Bu eylemlerin ve devrimlerin örgütlenmesinde; otonom işçi örgütlenmeleri, Narodnikler, Sosyal Demokrat İşçi Partisi, Bolşevikler, Menşevikler, sosyal devrimciler gibi siyasal gruplar ve Plehanov, Lenin ve Troçki gibi devrimciler de etkin olmuştur. 19.yüzyılın ikinci yarısında Çarlık İmpa­ ratorluğunun Batı Avrupa kökenli kapitalist gelişme yoluna girmesi ve bunun sonucunda meydana gelen ekonomik, toplumsal ve siyasal dönüşümler, Rus tarihinde belirleyici etkilere yol açtı. Özde tarımsal ağırlıklı geri bir ülkeye modem ekonomik türde etkinliklerin taşınması birçok siyasal ve toplumsal sorun yaratıyordu. Rusya’nın otokratik rejime sahip yarı feodal bir devlet olması bütün bu çapraşıklığı daha da derinleştiriyordu. Rusya’da sosyalist hareketlerin başladığı tarih olan 19. yüzyıl sonlarında aslında henüz tarıma dayalı bir ekonomiye sahipti. Yani aslında Marks’m öngördüğü sosyalist devrim koşullarından epeyce uzak bir görünümdeydi. İşçi sınıfı 1 60


Marksist teorideki devrimci atılımı yapacak seviyede de değildi. Köylülük hakimdi. Lenin’in 1897 Rusya nüfus istatis­ tiklerine göre hazırlamış olduğu Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi adlı meşhur eserinde bu gerçekleri son derece bilimsel bir yaklaşımla objektif olarak ortaya koymuş ve Rusya'daki kapitalizmin gelişimin tahlilini güzel bir üslupla yapmıştır.175 Buradan da anlıyoruz ki, 19. Yüzyıl boyunca Rusya’da kapitalizm gelişmiş olmasına rağmen henüz genel olarak iktisaden geri kalmış bir tarım ülkesi konumundaydı.176 Elbette bu yüzden bu topraklarda yeşeren sosyalizmler ve devrimler de bu gerçekliğe uygun soysalizmler ve devrimler olacaktı. Rusya’da ancak 19. Yüzyıl’ın sonlarında yeni bir işçi tipi, yani kentte doğmuş ya da köyle daha az bir bağlantısı olan proletarya görünmeye başladı. Daha önce üç milyona yakın sanayi işçisi çoğunlukla tarımsal kökenliydi, toprağa bağım­ lıydı. İşçi eylemleri ve sosyalist hareketler de bu gelişmeye paralel olarak ivme kazandı. İstatistiklere göre, 1870’ten 1879’a kadar 176 ve 1880’den 1890’a kadar 165 grev yapıldı. Bu grevlere işçilerin katılımı oldukça yüksek oldu. Ancak, bu tarihlerde sınıf bilinci henüz tam olarak gelişmemişti. Bu hareketlerin yönlendiriciliğini yapan Narodnikler177 de yan kırsal feslefeye sahip, “kaba halkçılık” diyebileceğimiz bir düşünceyi benimsiyorlardı. Bu dönemdeki Narodnik egemen­

175 Bkz. V.İ.LENİN, Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi, Çcv. Seyhan ERDOĞDU (Ankara: Sol Yay., 1988) 176 Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi, Haz. Kaynak Yay. (İstanbul: 1997), 12 177 Narodnizm, olumlu anlamıyla "halkçılık" olumsuz anlamıyla "popülistlik" düşüncelerinin her ikisini de içerisinde barındırmak­ tadır. Plehanov, Tolstoy, Dostoyevski gibi klasik Rus düşünürlerinin öncülüğünde gelişen bu akıma en genel anlamıyla "Rus köylü sosyalizmi" diyebiliriz.

161


liği aslında, henüz tarımsal-feodal bağlarından kurtulamamış “işçi sınıfı”nm yapısından kaynaklanıyordu. Narodnikler, bu yapıya hitap ediyorlardı. 1890’lardan sonra başlayan hızlı sanayileşme dalgasıyla işçi hareketi önemli bir yapısal değişime uğradı. Özellikle 1896-97 Saint Petersburg kitlesel grevlerinden sonra sosyalist propaganda da etkili olmaya başladı.178 Rusya’daki ilk işçi örgütlenmeleri, grev sendikaları-grev komitaları ve işçi yardımlaşma sendikaları şeklindeydi. Bu örgütleri özellikle Batı Rusyalı Yahudi işçiler kurmuşlardı. Sosyal Demokrat Yahudi İşçi Partisi Bund179 da bu süreçte kuruldu. 1905 Devrimi öncesindeki tek yasal sendikal kuruluş,

178 Oskar ANWEILER, Rusya'da Sovyetler (1905-1921), Çev. Temel KEŞEOĞLU (İst: Ayrıntı, 1990), 51 179 Bund, Ekim 1897'de, Rusya'nın Batı vilayetlerinde kurulan Yahudi Sosyal Demokrat Birliğiydi. RSDİP'nin 1898'deki Birinci Parti Kongresi'nde Bund, "yalnızca özel olarak Yahudi proletaryasını ilgilendiren meselelerde bağımsız" olan özerk bir örgüt olarak Parti'ye katıldı. Bund temsilcileri RSDİP'nin İkinci Kongresi'nde(1903), Rusya'daki Yahudi

işçilerin

tek

temsilcisi

olarak

tanınmayı

ve

Parti'de

kendilerine, -tıpkı sonradan Galiyevcilerin yaptığı gibi, belki daha da geniş- özerklik verilmesini talep ettiler. Kongre'de Bund'un "örgütsel milliyetçiliği", özerklik talepleri sert bir biçimde eleştirildi. Bunun üzerine Bund Parti'yi terk etti.

Daha sonra, tekrar Partiye katıldı,

çeşitli tartışmalar yaşandı, devam eden milliyetçi talepleri yüzünden 1912'de yeniden ihraç edildi. 1920'Ierde ikiye ayrıldı; üyelerin bir kısmı Bolşevik saflarına geçti; gücü zayıfladı ve dağıldı. Bund'un Boleşvik hareket içerisindeki durumuyla, Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev önderliğindeki Müslüman Sosyalistlerin durumu arasında büyük benzerlikler vardır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Alexandre Bennigsen-S.Enders YVimbush, Sultan Galiyev ve Sovyetler Birliği'nde Milli Komünizm, Çev. Bülent TANATAR(İstanbul: Anahtar Yay., 1995)

162


siyasal bir doğrultusu da olan, işçi yardımlaşma sendikalanydı.180 Sonuç olarak 1905 yılına kadar ki devrimci faaliyetler sadece “işçi örgütlenmeleri” şeklinde olduğunu ancak sosyalist devrimci partilerin kökenlerinin de bu işçi örgütlerinin içinde olduğunu söylemek gerekmektedir. RSDİP ve Bolşevik örgütlenme ortaya çıkıncaya kadar etkili olan işçi örgütlenmelerinde ve devrimci eylemlerde etkili olan Narodniklerden ve Narodnik hareketin ilk önderi Plehanov’dan da burada biraz daha bahsetmek Rusya’da sosyalist hareketin nasıl bir felsefeyle başladığını anlamamızı sağlayacağı gibi Bolşevik hareketin ilk tohumlarını tanımamıza da vesile olacaktır. Narodnizm, 19. yüzyıl Rusyasımn en önde gelen devrimci akımıydı. 1848’den 1881’e kadar Rus köylü sosyaliz­ mini temsil ediyordu. Düşüncenin temel dayanağı köylülük olsa da suikast, tedhiş, terör gibi kentsel örgütsel eylemleri de yaygın olarak gerçekleştirmiş, kent propagandalanna da özel önem vermiştir. Yine, Rus Marksizminin kurucuları Plehanov ve Lenin, öncelikle, Narodniklerle polemik yaparak Rus Marksist siyasal düşünce ve aksiyonunu inşa etmişler ve daha sonra etkili olacak, özellikle Rusya Duması’na birçok temsilci yollayacak olan Sosyalist Devrimci (S-R) Partinin doğuşunu da hazırlamışlardır.181 Narodnik hareketinin öncülerinden Plehanov, sonraları bu hareketi eleştirmiş ve RSD İP’nin kurucuları arasında yer almıştır. Lenin’i, dolayısıyla Bolşevik hareketi etkileyen teorisyen ve pratikçilerden birisidir. Marksizmi Rusya’ya sokan adam olarak kabul edilmektedir. Plehanov ile Lenin’in yolları 1904 yılından itibaren ayrıldı ve

180 Oskar ANYVEILER: a.g.e., 51 181 Ernest MANDEL, Ekim 1917: Darbe mi, Sosyal Devrim mi? Rus Devriminin Meşruiyeti, Çev. Oktay EMRE ( İstanbul: Yazın, 1997), 146

163


Plehanov bu tarihten itibaren Menşevikler arasında yer aldı. İkinci Enternasyonal'in de kurucu üyesi olan Plehanov, tarih­ sel olarak daha erken gördüğü için 1917 Ekim Devrimi’ne de karşı çıktı.182

Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Kuruluşu Marksist grupların ortaya çıkışından önce, Rusya’da devrimci faaliyetler radikal halkçılığı benimseseler de Marksizme uzak olan Narodnikler tarafından yürütülmekteydi. Bu aşamadan sonra, talepleri yoğunlaşan işçi sınıfının da itmesiyle, daha önceleri Narodnikler arasında yer alan Pleha­ nov ve Emeğin Kurtuluşu grubu yönettiği entelektüel bir hazırlık çalışmasından sonra 1880’li yılların sonlarına doğnı Rusya’da Marksist özellikli ilk demekler doğmaya başladı. Akabinde o zaman kadar Saınt-Petersburg’da bulunan toplu­ luklar 1895’te birleştiler ve Lenin ile Martov’un önderliğinde “İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadale Birliği”ni oluşturdular. Sonraki yıllarda bu türden mücadele birliklerinin diğer bölgelerde ve taşrada da örgütlendiği görüldü. Ancak, bu örgütlere işçilerden daha çok aydınlar katılıyordu. Bu aşama­ dan sonra bu örgütlenmelerin de meydana getirdiği “devrimci hava” içerisinde o dönemde faaliyet gösteren çeşitli sosyal demokrat örgütlerin bir araya getirilmesi için çalışıldı. Nihayet, 1898 Mart başında, Minsk’te Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (R SD İP)’nin ilk kongresi yapıldı.183 Bu süreçte Lenin'in , bir örgütlenme aracı olarak düşündüğü İskra (Kıvılcım) dergisi de düzenli bir parti platformu oluşturuyordu. RSDİP, 1903 yılma kadar, çeşitli baskılara uğradı ve tam anlamıyla örgütlenemedi. Bu arada, özellikle “İskra platformu” aracılığıyla Marksizmi benimseyen bütün devrimci akımları 182 Ernest M AN D EL: a.g.e., 146 183 Oskar AN W El L ER: a.g.e., 57

164


bünyesinde toplamaya başladı. 1903'te gerçekleştirilen İkinci Kongresi’nde Lenin öncülüğündeki Bolşevikler ve Martov184 öncülüğündeki Menşevikler olmak üzere iki ayrı fraksiyona bölündü. Bu iki fraksiyon 1905 devriminde geçici bir süre için birleştiler. Taban yapıları 1917’ye kadar birleşik kalmakla birlikte 1912’de kesin olarak iki parti halindeydiler. Bolşevik parti bu tarihten itibaren bağımsız bir parti oldu. Bu arada, Troçki, Vahidov ve Galiyev gibi sayısız bağımsız şahsiyet, 1918’de SBK P olan, Bolşevik Parti’yc ancak 1917 yılında katıldılar.185 Lenin 1902 yılında, örgütlenme stratejilerinin nasıl olması gerektiğini vurguladığı “Ne Yapmalı?” broşürünü yayımladı. Devrimci hareketleri oldukça etkileyen bu broşürün en önemli yanı salt ekonomik mücadeleye ve salt sendikal mücadeleye kesinlikle karşı çıkmasıydı. Ekonomizm şiddetli şekilde eleştiriliyordu. Bununla birlikte Bolşevik Parti modeli olan demokratik merkeziyetçilik ilkesinin de ana hatları ilk defa olarak dile getiriliyordu. Bu broşürdeki, devrim hareketle­ rinin hızını ve yönünü göstermesi bakımından en çarpıcı düşünce şuydu: “Özellikle, proletaryanın temel ekonomik çıkarı, ancak burjuva diktatörlüğünün yerini proletarya dikta­ törlüğünün aldığı siyasal bir devrimle gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla, Sosyal Demokrat Parti, sosyalizmin kurulabilme­ sinin ilk koşulu olan Çarlığın devrilmesini temel görevi olarak saptamalıdır”186 Bu sözlerle Lenin, Çarlık zulmü altındaki Müslümanların da sempatisini kazanmıştı. Yine, Lenin 184 Martov, Julius (1873-1923); Lenin'in dostuydu. 1903'ten başlayarak ideolojik anlamda yolları ayrıldı. Martov, sol kanadını oluşturduğu Menşevik fraksiyonunu başlattı. İç savaş sırasında Sovyet rejimine "eleştirel" destek verdi. 1920'de Rusya'yı terk etti. Ernest MANDEL: a.g.e., 143 Ernest MANDEL: a.g.e., 148 Oskar ANYVEILER: a.g.e, 59

165


devrimci bilinç ve profesyonel devrimci aygıt tezlerini de ilk defa bu broşürde dile getirdi. Devrimci entelijinsiya, 1905 devrimine kadar çalışan sınıfın çok önemsiz bir bölümünü Marksizme kazanmayı ve böylece kendisine küçük bir prole­ tarya desteği sağlamayı başardı. Ama işçi kitleleri pek o kadar sosyal demokrasiye kazandırılamamıştı. İşçilerin çoğu, Lenin’in istemlerinin tersine genellikle, birbirlerinden bağım­ sız bir yığın greve yol açan ekonomik mücadelelerle ilgileni­ yorlardı.

1905 Devriminin Oluşumu ve Sonuçları 1905 devrimi öncesi Rus işçi hareketi esas olarak işçilerin günlük mücadelelerinden doğuyor ve onlann doğal birlik istençleri şeklinde tezahür ediyordu. Gerçek siyasal amaçlar ortaya konulamadığı için tam anlamıyla devrimci değildi. Emekçilerin ekonomik güçlüklerinden doğan bu kendiliğinden hareketin 1890’lı yılların ortalarına doğru Marksist aydınlarla ve onlann kurumlarıyla birleşmesinden sonradır ki, proletarya hareketi Sosyal Demokrat Parti çatısı altında harekete geçerek atılım yaptı. Gittikçe gelişen bu birleşme, 1917 Ekim devrimine kadar Rus işçi hareketi tarihinin en önemli olayı oldu.187 1904 sonbahanndan bu yana Japonya ile savaşan Rus ordulannın uğradığı yenilgiler gerginlikleri tırmandınyor ve çok yönlü muhalefeti güçlendiriyordu. Savaşla birlikte artan ekonomik sıkıntılar da sınıfsal gerilimlere eklenince 1905 demokratik devrimi gerçekleştirildi. 1917 Bolşevik devriminin adeta genel bir provası şeklinde gerçekleşen 1905 Devriminin en sağlam dinamik unsurunu grev dalgaları, özellikle de demiryolu işçilerinin grevi oluşturuyordu. Önem bakımından 1905 Sovyetleri ile 1871 Paris Komünü karşılaştınlabilir. Zira her iki hareket de otonom ve düzensiz bir hareket olarak 187 Oskar ANVVEILER: a.g.e, 50

166


başlasalar da önemli siyasal sonuçlar doğurdular. 1905 devrimi sırasında, işçi ve köylülerin desteği için iki büyük devrimci parti çarpışıyordu: Sosyalist-Devrimci Parti (SDP) ve Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDIP). 1901’de kurulan SDP, halkçı öncüllerin köylü devrimini savundular ve militarist bir siyasi anlayışı benimsediler. Resmen 1898 yılında kurulan, fakat esas kurumlaşmasını 1903 ’teki ikinci kongresinde tamamlayan RSDIP ise Plehanov geleneğini izledi. RSD İP’nin 1903 Kongresi, Partinin Menşevikler ve Bolşevikler olarak ikiye ayrıldığı kongredir. İlk önce Narodnikler içerisinde yer alan daha sonra eleştirerek Narodniklerden ayrılan ve Lenin ile aynı saflara katılan Plehanov 1905’ten sonra Menşeviklerin içerisinde yer aldı. Aslında 1905 Ocak’ından itibaren birbirini izleyen grevlerin kökenlerinde, devrim sırasında hatta grev çerçevesinde doğmuş sendikal türde hiçbir örgüt de, devrimci partiler tarzında önemsiz de olsa bir eylem çapma sahip siyasal türde bir örgüt de yoktu. Bu grevler, kelimenin tam anlamıyla “kendiliğinden” grevlerdi. İşçi komiteleri etkindi. Bu komiteler de tek merkezden yönetilen merkezi örgütler olmayıp, özerk ve genellikle bağlantısız birimlerdi. Ekim devriminin siyasal dina­ mosunu da bu tür otonom örgütlenmeler oluşturacaklardı. Tartışılması gereken bir konu, işçilerin özyönetim örgütleri olarak 1905 Sovyetlerinin, devrimin başarılı olması halinde, kendilerine benzer bir devlet, dolayısıyla bir “sovyetler” tarzı bir devlet kurmayı düşünüp düşünmedikleri sorunudur. Lenin’in Sovyetler konusunda “yeni bir devrimci iktidarın çekirdekleri” sözlerinden yola çıkan bazı Sovyet tarihçileri bu görüşü desteklediler ve konseylerin siyasal iktidarı ele geçirmeyi amaçladıklarını ileri sürdüler.188 Oysa hiçbir şey,

188 Yalçın Küçük'e göre, "1905 Devrimi'nin oluşumunda Lenin ve arkadaşlarının doğrudan bir rolü görünmüyor: Ancak, bu devrimden

167


hiçbir belge, böyle bir savı doğrulamıyor. Konseylerin bildirgelerinde sürekli sözü geçen sadece “Kurucu M eclis” ve “demokratik cumhuriyet” gibi “reformist” diyebileceğimiz siyasal taleplerdi. Kurucu M eclis’in yerine geçmeyi amaçlamı­ yorlardı. Aslında o dönemlerde hiçbir siyasal grup, esas olarak savundukları Cumhuriyetin yerine bir konseyler siteminin getirilmesi yönünde fikirler öne sürmüyordu.189 1905 Devrimini 1908 Jöntürk (İkinci Meşrutiyet Devrimi) ile de benzeştirebiliriz. Devrim’den sonra, tıpkı Meşrutiyet Meclisi gibi Rusya Duması da toplandı. Halk kesimleri temsil hakkı kazandı; çeşitli partiler ve fraksiyonlar Duma'da görüş bildirdiler.190 Müslüman temsilcileri de Duma’da az da olsa

Lenin, daha sonraki (devrimler) için çelikten bir ders çıkarıyor. Asya'nın uyanışında bu devrime çok büyük bir rol verildi; pratikte, Japonya karşısında Rusya'nın yenilişi hem Asya halklarının uyanışı ve hem de 1905 Rusya Devrimi için son derece önemliydi. Daha sonraki tutumuna bakılacak olursa Lenin, savaşta Rusya'nın yenilme­ siyle 1905 Devrimi arasında, doğrudan ve neredeyse birebir ilişki kuruyor." Yalçın KÜÇÜK, Sol Marksizm ( İstanbul, 1998), 262 189 Oskar ANWEIl.BR: a.g.e, 102-103 190 Tarık Zafer TUNAYA, Türkiye'de Siyasal Partiler (İstanbul: 1989) adlı üç ciltlik meşhur eserinde 1908 Jöntürk devriminden sonra başlayan İkinci Meşrutiyet dönemini bir "siyaset laboratuarı" olarak nitelendiriyordu. Gerçekten de bu dönemde irili ufaklı bir çok siyasal fraksiyon siyaset sahnesinde boy göstermiş, bir çok siyasal parti kurulmuştu. Rusya'da da 1905 devriminden sonra buna benzer bir fraksiyon, parti bolluğu yaşandı. Yalnız Türkiye'deki siyasi partiler, örgütler (sosyalistleri dahil) genellikle Osmanlı'nın nasıl kurtarılabileceği üzerine kafa yorarlarken ve program oluştururlarken Rusya'daki partiler, örgütler (özellikle sosyalistler) genellikle Çarlık İmparatorluğu'nu nasıl dize getirebileceklerinin hesabını yapıyor­ lardı. Bu açıdan buradaki siyasi partileri ancak OsmanlI'daki azınlıkçı milliyetçi-sosyalist partilere kısmen benzetebiliriz.

168


temsil ediliyorlardı. Ama siyasal reformlar, ekonomik çökün­ tüye m eretti olmuyordu. Rusya’da Devrimler sırasında, çok sayıda sr .si fraksiyonlar ve partiler vardı. Rusya’daki siyasi partiler çok geç ve de özel bir biçimde örgütlenebildiler. Bu durum, o dönemin Rusyasının toplumsal gerçekliğinin bir yansımasıydı. O dönemlerde Rusya’da toplumsal özgürlüğü baskı altına alan pederşahi, totaliter ve despotik bir devlet yapılanması vardı. Aslında siyasi parti yapılanmaları ve felse­ feleri de, Rus toplumsal ve siyasal kültürünün izlerini taşıyor­ lardı. Devrimler sürecinde etkili olan belli başlı partiler ve fraksiyonlar şöyleydi:191

Kadetler , anayasacı demokratlardır. 1917’de marjinalleşen çeşitli monarşist grubun yanısıra Kadetler, egemen sınıfların en büyük kesimini oluşturuyorlardı. Bu parti, Şubat 1917 devriminin arifesinde ilk geçici hükümet kuran partiydi. Partinin liderleri, profesör tarihçi Muliukov ile Guçkov’du. Trudovikler , işçiciler ya da halkçı (bazen “popüler”) soysalistler olarak da adlandırılırlardı. Kökenleri Narodniklerc kadar dayanır. 1917’de Kerenski, Trudoviklere önderlik ediyordu. En kuvvetli dönemini 1906- 1914 arasındaki “parlamentolar dönemi”nde (Duma) yaşamıştı. Duma’da, 1905 devriminden sonra politik hayata uyandırılmış olan köylü kitlelerini temsil etmişti. Bu parti, eyaletlerde ve taşrada tutucu küçük burjuvazinin tedirginliklerine ve özlemlerine dayanarak, politik şahsiyetleri bir araya getiriyordu. Bizzat Kerenski, büyük

191 Ekim Devrimi sürecinde Rusya'daki siyasi faaliyetlerle ilgili olarak bkz. Edvvard Hallett CARR, Lenin'den Staline Rus Devrimi Çev. Levent CİNEMRE (İstanbul: Mer, 1992); Em esi MANDEL: a.g.e. ; Mauricc BRINTON, Bolşevikler ve İşçi Denetimi: 1917'dcn 1921'e Devlet ve Karşı Devrim Çev. Necmi ERDOĞAN(İstanbul: Ayrmti, 1990)

169


burjuvazinin güvenebileceği bir şahsiyet olmuştu. Yukarıda bahsedilen, liberal burjuva partileri dışında İkinci Enternas­ yonal’in üyesi olan üç parti işçi ve köylü kitlelerinin bağlı­ lıklarım kazanmak için yarışıyorlardı. Bunlar, Menşevikler, Bolşevikler ve sosyalist devrimcilerdi . Hepsi, sosyalist olduklannı, yani Marksist ve devrimci olduklannı iddia ediyorlardı. Yine, küçük bir azınlık dışında hepsi, 1914’teki dünya savaşma karşı muhalif bir tutum takınmışlardı. Bu yüzden önceleri politik olarak çok fazla ayırt edilemiyorlardı. Devrim­ ler sürecinde smanmalan gerekiyordu. 1917 yazında başlayan toplumsal hareketliliklerin sonuçlan belirleyiciydi. Esas ayrış­ ma bu tarihten sonra oldu.

Sosyalist devrimciler(S-R ’ 1er), resmen 1902’de kuruldu. 19. yüzyılın ortasına kadar uzanan uzun bir devrimci geleneğe dayanıyordu. R SD İP’ne güçlü bir muhalefet oluşturmaktaydı. Köylü hareketinde mutlak bir hegemonyaya sahip olmasının yanı sıra, kentlerdeki büyük işletmelerde de önemli bir nüfuzu vardı. Belirsiz bir örgütlenmeye sahip olan ve politik ilkeleri muğlak olan S -R ’ler-1917’de Şubat ile Ağustos aylan arasında-Menşeviklerin politik liderliğindeki hükümetin ihtiyaç duyduğu sosyal tabanı sağladılar. 1917 yazında S -R ’ler, Bolşeviklerin konumuna çok yakın olan sol bir devrimci kanat (Spiridonova, Kamkov) ile Menşeviklerle yakın işbirliği yapan reformist bir sağ kanat (Çemov, Gotz) olarak ikiye bölündüler. 1917’nin sonunda sol kanat sağdakilerden çok daha etkili olmuştu.

M enşevikler , 1903’ten sonra R SD İP’nin “devrimci sağ” kanadı olarak kuruldular. 1917’deki nihai karşılaşmadan sonra çoğunluklan (Dan, Lieber, Tseretelli) iktidar yanlısı politika­ lara girişti. Bunun sonucunda, Martov ve Martinov’un önderlik ettiği bir sol bölünme gerçekleşti. Sol kanat, savaşa karşı

170


çıkıyordu; işçi konseylerinde tabanı vardı ve 1917’de sosyalist devrimi savunuyordu. Ama devrimin ana sorunu ile, iktidarın ele geçirilmesi ve uygulanması ile karşı karşıya gelindiğinde Bolşeviklerle ayrıştılar, evrimci bir çizgi izlediler.

Bolşevikler , 1912’ye kadar RSDİP içerisinde bir fraksi­ yondu. 1913-1914 ’te kentlerde işçi kadrolarının desteğini ve Petrograd’da bir genel grevde önderliği ele geçirerek anahtar devrimci parti haline geldiler. Partinin pekişmesi, yaygın­ laşması ve büyümesi iç mücadeleler pahasına gerçekleşti. Ekim’de Bolşevikler, iktidar mücadelesine girişmiş kitlelerin bir partisiydi-halk hareketi tarafından tanınan ve desteklenen bir parti olarak Devrim’in örgütlenmesini sağladı ve sonuca ulaştırdı. Önceleri Troçki’nin önderlik ettiği Mezhrayontsilerden de bahsetmek gerekmektedir: Kendi devrimci konumuna göre Troçki Menşevik fraksiyonun bir üyesiydi veya onlara bağlıy­ dı. Onlardan 1914 Ağustosunda ayrıldı. Temmuz 1917’de Mezhraontsi (“çevrelerarası” ya da “bölümlerarası” komiteler) ile birlikte Bolşeviklere katıldı. Petrograd’da faaliyet gösteren ve etkinliği olan bu devrimci Marksist grup küçük bir azınlıktı. Bunların dışında, anarşistler , devrimci sendikacılar, maksimalistler (S -R ’lerden aşırı sol bir kopuş), M enşevik enternasyonalistler (Martov, Martinov), birleşik sosyal demokrat enternasyonalistler (küçük ama Maxim Gorki’nin Novy JiznYeni Hayat-adlı dergisi dolayısıyla etkinliği olan bir grup) vardı. Şubat devriminin arifesinde bu saydığımız sosyalist siyasi gruplar mevcuttu. Gerçekten de esas olarak Şubat ve akabindeki Ekim devrimleri sürecinde tam olarak ayrışa­ caklardı.

171


Şubat Devrimi: 1917 Ekonomik ve sosyal açıdan Rusya’nın, tamamını ve bütün ezilen sınıflarını saran bunalım, bir bütün olarak ilk defa 1905’te patlak vermişti. Devrim çok başarılı olamadı ama geriye de dönülmedi. Akabinde ülkeyi saran devrimci grev dalgasını ancak 1914 ’te başlayan 1. Dünya savaşı durdurabildi. Savaş yılları iktisadi, sosyal, ulusal sorunları iyice açığa çıkarmış, derinleştirmişti. Bunalım öylesine büyük boyutlara ulaşmıştı ki, rejim artık nüfusunu besleyecek halde değildi; otokratik devlet hemen bütün meşruiyetini yitirmişti; tarımsal kriz de söz konusuydu. Halk, günden güne yoksullaşıyor hatta açlık büyük bir tehdit olarak özellikle Rusya sınırı içindeki sömürge milletleri, mesela Tatarları kasıp kavuruyordu. Özellikle Tatar/Türk halklarının daha yoğun olarak yaşadığı kırsal kesimlerde açlık o kadar büyük boyutlara, o kadar insanlık dışı boyutlara ulaşmıştı ki, o dönemin(savaş yıllarıdevrimden bir iki yıl önce-) temel meselesi haline gelmişti. Bu mesele üzerine “Açlara Yardım Komisyonları” kurulmuştu. Bozkırlarda inceleme yapan bir komisyonun raporlarından birisinde aynen şu ifadeler yer alıyordu: “...Güneşin yaktığı kupkuru bir ülke görürsünüz; buralarda insanlar değil, kaburgaları çıkmış iskeletler, aç bozkırda dolaşmakta ve kuray aramaktadırlar. Siz kurayın ne olduğunu biliyor musunuz? Bu bir tür sert yabani ottur, develer dahi ondan yan geçer. Ama şimdi onu yığın toplayarak öğütüyor ve ekmek yapımında kullanıyorlar. Bu korkunç ülkede epey bir zamandır köy denilen nesne kalmamış, ölüm saçan aç bozkır göçebe çadırlarıyla kaplanmıştır. İnsanlar hayvan gibi yemek peşinde koşturuyorlar. Ne olursa olsun fark etmez. Hayvanlar ya ölmüş ya da yenmiştir. Şansı olanlar bozkır faresi yiyebiliyor. Çocuk­ lar hayvan dışkıları içinde böcek ve kurtları arıyorlar. ... Bu 172


‘menü’yü sizin için daha fazla uzatmaya ihtiyaç var mı? Açlık insanları neredeyse AvustralyalI yapmıştır. Dil basitleşmiştir: dişler dışarı fırlamış ağızlardan yemek dışında başka bir kelime duyamazsınız. Siz katil olduğunuzun farkında değil misi­ niz?”192 Bu çıplak sosyal gerçek, Bolşevik devriminin niye bu kadar hızla yayıldığını ve zafere nasıl bu kadar çabuk ulaştığını açıklamaktadır. Mazlum uluslar ise bütün bu insani sıkıntıla-

192 Bkz. Halit KAKINÇ, Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, (İstanbul: Bulut Yay., 2003), 57 Yine, Sultan Galiyev'in, bizzat Tatar-Başkurt memleketlerinde gözlemlediklerine göre kaleme aldığı "Açlık Diyarında" adlı deneme yazısı, Türkler arasındaki açlığın boyutlarını çok gerçekçi dramatik bir biçimde ortaya koyduğu gibi Rusya sınırları içindeki adaletsiz bölüşümü de gözler önüne sermekteydi. Yazı şöyle bitiyor: "Moskova. Mağazalar, restoranlar. Beyaz ekmekler, bisküviler ve meyveler. Duvarlarda afişler: AÇLARA YARDIM EDİNİZ! Güzel giysili, hep acele ederek bir yerlere koşuşturan tok insan yığınları, afişlerin yanından lakaytça geçip gidiyor... Tramvaylar, arabalar... Moskova yaşıyor. Daha dün Başkurdistan'dan bir mektup

aldım. 'Darıya

ve kara buğdaya

bağlanan umutlar kayboldu.'-diye yazıyorlar-'Erken soğuklar her şeyi m ahvetti... Tohum olarak ikişer pud çavdar verdiler ama çok geç. Bitmedi. Kara pazı yiyoruz. Ama o da azalıyor. Hergün pahalanıyor. Halen kara pazının bir pudu altmış bindir. Köyümüzde açlıktan ölenler var." Galiyev'in yazısının tamamı için bkz. Halit Kakınç, a.g.e., 262

Galiyev bu yazıyı 1921 yılında yazmış. Yani devrimden

dört yıl sonra. Devrim henüz taze olduğu için, Çarlık kalıntıları da henüz tam tasfiye edilmemiş olduğu için, iç savaş bile daha yeni sona erdiği için, daha NEP(yeni ekonomi) dönemi bile başlamamış olduğu için mazlum halkın yazgısı da daha değişmemiş, denilebilirdi. Evet, bunlar denilebilirdi eğer beş yıl sonra farklı bir tablo ortaya çıksaydı. İşte Galiyevciler Sovyetlerle bile değişmeyen bu yazgıya isyan ettikleri için ortaya çıktılar ve bu yüzden birer birer öldürüldüler Lenin'ebile ihanet eden Stalm in cellatları tarafından.

173


rmın ötesinde ayrıca hala devam eden zoraki Ruslaştırma politikaları altında giderek daha da çok bunalıyorlardı.193 1916-17 kışında, savaşla birlikte iyice katmerlenen muazzam açlık ve sefalet Şubat devrimini ateşleyen kıvılcım oldu. Önce tekstil işçileri grev başlattılar. Bu grev, hızla ve kendiliğinden o dönemde Rusya’nın başkenti olan Petrograd proletaryasının tamamına yayıldı ve genel grev halini aldı. Grevlerin sadece iktisadi talepler doğrultusunda gelişmediği belliydi. Birkaç gün içinde askeri birliklerin de devrim saflarına katılmasıyla birlikte kitle grevleri tam bir ayaklan­ maya dönüştü. Sloganlar iyice siyasallaşmaya başladı: “hemen barış” ve “kahrolsun çar”. İşçiler bu ayaklanma koşulları içeri­ sinde kendi özgün örgütlenme biçimlerini oluşturdular: Bu örgütlenme biçimi; fabrikalarda, mahallelerde ve kent çapında oluşturulan-sovyetler (konseyler) ve kızıl muhafızlardı (dev­ rimci milisler). Cephede bile askerler kendi komitelerini ve kendi subaylarını seçiyorlardı. Daha sonra, 1917 yazında köylüler bu harekete katılınca artık Çarlık rejiminin bütün toplumsal tabanı yok edilmiş oldu. Çarlık rejimi bu şekilde yıkıldı ve Şubat devrimi bu süreçte tamamlandı.194 Devrimin bu kadar ani olacağını ve Çarlık rejiminin bu kadar çabuk devrileceğini pek kimse tahmin edemiyordu. Devrimciler gerçekten hazırlıksız oldukları bir dönem başladı. İlk mesele siyasal iktidarın nasıl doldurulacağı, devlet çarkının nasıl işletileceğiydi.

193 Ernest MANDEL: a.g.e., 10 194 Ernest MANDEL: a.g.e., 10


Bolşevik Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin Kurulması Çarlık rejiminin devrildiği 1917 Şubat sonu ile Ekim sonu arasında Rusya’da çoklu, yani birçok siyasal fraksiyonun etkin olduğu bir iktidar söz konusu oldu. Şubat’ta Çarlık rejimini yıkmak için yeterince kararlı olan işçi sınıfı, bütün iktidarı o anda eline almaya hazır değildi. Ancak, fabrikaları ve kentleri yoğun bir konsey ağıyla kapladılar ve bu konseyler hızla yaygınlaşarak orduyu ve sonunda taşrayı da kapsadı. Ancak yine de iktidarın tam olarak ele geçirilebilmesi için güçlü devrimci ve öncü bir partinin olması gerekliydi. O aşamada bunu yapabilecek, yani devrimi tamamlayabilecek(iktidan da etkinleştirerek) örgüt Bolşevik Partisi idi. Ancak, Bolşevikler, Eylül 1917’ye kadar işçilerin arasında ve Sovyetlerde henüz bir azınlıktı. Şubat devrimini gerçekleştiren İşçi ve asker temsilcilerinin büyük kongresine Sosyalist Devrimciler (S-R) 283; Menşevikler 248; Bolşevikler 105 ve bağımsızlar 73 delegeyle katılmışlardı. Yine, bu kongrede belirlenen ve “Geçici Hükümet” olarak görev verilen Yürütme Komitesi’nde (Bu Komite’ye “Devrim Meclisi” de diyebiliriz.) 104 Menşevik, 100 S-R, 35 Bolşevik ve diğer akımları temsil eden 18 sosyalist vardı.195 Görüldüğü gibi Bolşeviklerin Geçici Hükümet içerisinde etkinlikleri son derece azdı. Buna mukabil, halk katmanlarında ve özellikle Rusya’nın hemen bütün sosyal katmanlarında ağırlıkta olan konseylerde/sovyetlerde Bolşe­ vikler belirleyici durumdaydılar. Bu örgütlenmelerde “Bütün iktidar Sovyetlere!” şeklindeki Bolşevik sloganı halk içinde yaygın olarak benimsenmekteydi. Bu aşamada halkın gün geçtikçe Sovyetlere yaklaşmasından ve bu şekilde Bolşeviklere yakınlık duymaya başlamasından tedirginlik duyan büyük 195 Ernest MANDEL: a.g.e., 12-13

175


burjuvanın196 da desteğiyle, Kerenski’nin197, geniş yetkilerle Başbakan olması sağlandı. Kerenski, Başbakan olduktan sonra, Bolşevik Partisine ve diğer devrimci örgütlere ağır bir darbe indirdi. Ordunun birliğini yeniden kurmaya çalıştı. İdam ceza­ sını geri getirdi, ayaklanmaya katılmış birlikleri dağıttı. İşçi Konseyleri Yürütme Kurulu’ndan da bu faaliyetleri destek­ leyenler oldu. Tutarlılığını koruyan Bolşevikler ise önemli darbeler alsalar da tepkili halkın gözünde iyice itibar kazan­ dılar. İşçi sınıfı içerisinde ağırlıklarını koydular. Bu süreçte büyük mücadeleler iç çalkantılar oldu. 1917 Eylülünün başında rüzgar, Temmuzun sonunda sağa doğru estiği gibi, keskin bir biçimde sola yöneldi. Bu dönüm noktası karşısında Bolşevik Partisi, açık bir çizgi belirleyene kadar derin bir iç bunalım yaşadı. Zinoviyev ve Kamanev’in başını çektiği bir akım -başlangıçta Merkez Komitesinde çoğunluktaydılar- tereddüt ettiler, harekete geçme anını ertele­ diler ve ayaklanma fikrini reddetmek istediler. Acil olarak ayaklanmaya hazırlanılmasmı savunan Lenin ve Troçki arasında da zaman zaman bunu geçekleştirmek için uygu­ lanacak taktik konusunda tartışmalar oldu. Sonunda Partinin

1% Bu burjuva, tıpkı önce feodal beylere, dinsel otoriteye ve sonra da krallıklara (monarklara) savaş açan ve burjuva demokrasisini yine devrimle kuran(Fransız İhtilali)

Avrupa burjuvaları gibi Çarlık

rejiminin yıkılmasına destek vermiş olsa bile Bolşevikleri daha büyük tehlike olarak görüyordu tabii. 197 Kerenski (J 881-1970), İşçici (Trudovik) bir sosyalist avukat olarak çeşitli devlet görevlerinde bulunmuştu. Geçici Hükümetin başına geçmeden önce Adalet Bakanlığı, Savaş Bakanlığı görevlerini yerine getirmişti. Bolşevikler karşı devrimcileri nitelemek üzerine onun adından "Kerenskizm" yaftasını kullanmışlardır. ABD'do? ölen Kerenski, Vahidov ve Galiyev söylevlerinde de şiddetle eleştirilmiştir.

176


en sol kanadı (Lenin ve Troçki) Komitesi’nde galip geldi.1y8

10

Ekım'de

Merkez

Bu aşamadan sonra kısa bir süre içerisinde politik güç ele geçirilmek üzereydi. Son karar işçi konseylerinin ulusal kongresi tarafından verilecekti. Bu kongrenin politik yapısı artık Haziran 1917’deki gibi değildi. Reformist blok (Menşevikler ve S -R ’lerin sağ kanadı) 650 delegenin 100’den daha azmi ellerinde bulunduruyorlardı. Boleşvikler ise yaklaşık 390 delege ile artık çoğunluktaydılar, Menşeviklerin sol kanadı ile sol S-R ’ler de Bolşeviklere katıldı. Azınlık haline gelen reformistler kongreyi terk ederek “karşı-devrim” saflarına geçtiler. Yeni yasama organı, yeni hükümet, yeni işçi devletinin ilk yürütme kurulu seçildi. Lenin, “yeni bir sosyalist düzenin inşasına başlıyoruz” diyordu.199 Bundan sonraki gelişmeleri Sovyetler Birliği’nin resmi (Stalinist) tarih belgesi olan Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBK P) -BolşevikTarihı adlı kitap şöyle yazıyor: “Bolşevik Partisi tarafından yönetilen işçi sınıfı, yoksul köylülerle ittifak kurarak ve askerlerin ve bahriyelilerin desteğini sağlayarak buıjuvazinin iktidarını devirdi; Sovyetlerin iktidarım kurdu; yeni tipte bir devlct-bir sosyalist Sovyet devleti-kurdu; toprak ağalarının toprak mülkiyetini ortadan kaldırdı; toprağı kullanmaları için köylüye devretti; ülkedeki bütün toprağı millileştirdi; kapita­ listleri mülksüzleştirdi; Rusya’nın savaştan çekilmesini başardı ve barışı sağladı; yani çok gerekli olan bir soluklanma süresi elde etti ve böylece sosyalist kuruluşun gerçekleşmesi için gerekli şartları yarattı.” Tabii ki bu anlatılanlar kadar basit değildi ve anlatılanlar gibi olmadı her şey. Ortada Tük/Müslü­ man halkların bağımsızlık talepleri aynen duruyordu. Rusya 198 E rn est M A N D E L : a.g .e., 14 19y E rn est M A N D E L : a.g .e., 16

177


Müslümanları Ekim devrimine bu taleplerinin yerine getirileceği umuduyla katkı vermişlerdi. Müslüman sosyalistler sadece Çarlık rejiminden ve insanlık dışı kapitalizmden kurtulmak için, sosyalist bir devlet kurmak için değil aynı zamanda yüzyıllardır sömürge altında ezilmiş halklarını özgür­ lüğe ve refaha kavuşturmak için de benimsetmişlerdi sosyaliz­ mi kendi halklarına. Bu uğurda askeri birlikler oluşturmuşlar, binlerce şehit vermişler ve en sonunda en büyük önderleri Mollanur Vahidov’u sonsuzluğa göndermişlerdi devrim uğruna. Komünizm düşmanı Çekler Bolşevik merkezi olan Kazan’ı işgal ettikleri sırada, hemen bütün Bolşevikler şehri terk ederken Vahidov gözünü kırpmadan ateşe atılmış, kaçma­ mış, sonuna kadar savunmuştu başkentini. Elbette onu bu derece gözüpek bir yiğitliğe, cengaverliğe iten neden sadece Bolşevik bir kenti koruma isteği değil, aynı zamanda yüz yıllardır aslında kendisinin olmayan, kendisine verilmeyen öz yurdunun bir kez daha sömürgecilerin eline geçmesini içine sindirememesiydi. Hem sosyalist hem de milliyetçi bir haleti ruhiye içinde, adeta vecd halinde ölüme koştu Vahidov. Evet, o kadar basit değildi ve o kadar da propaganda kitaplarının dedikleri gibi olmadı sonrası.200 Bunu anlamak için önce 200 Gerçekte 1917-1923 arasında Sovyet devriminin özgün dönemi sona erdi. Başında Stalin olmak üzere ayrıcalıklı bir bürokrasi ortaya çıktı. Ölmekte olan Lenin, 1921 ile 1923 arasında bu bürokrasiye karşı son mücadelesine girişti ama başarılı olamadı. Bkz. Moshe LEVVIN, Lenin'in Son Mücadelesi, Çev.Seyfi ÖNGÎDER (İstanbul: Mer Yay.,1992) Bu tarihten sonra, Stalinizm tek hakim düşünceydi. Lenin, ölüm döşeğinde yazdığı "Vasiyetnamesi"nde, özellikle "ulusal sorun" ve "devlet yapılanması" konularında ayrıştığı Stalin'in parti sekreterliğinden uzaklaştırılmasını istedi. Ancak, hastalığından dolayı olaylara müdahale edemez durumda olan Lenin'in Vasiyetnamesi Stalinistler tarafından hasıraltı edildi. Stalin, çoktan hakimiyetini kurmuştu. Bu vasiyetname ancak 1950'Ierde resmi olarak açıklandı.

178


öncesini irdelemek, devrim hareketleri içerisinde Müslüman örgütlenmeleri incelemek gerekmekte. Bu yapıldığında, yani devrimden önce Müslüman halkların hangi ulusal taleplerle örgütlendikleri veya devrim sürecine katıldıkları, hangi inanç­ la, hangi propagandanın etkisiyle Bolşevizme sarıldıkları anlaşıldığında devrim sonrasında, özellikle Müslüman soysalistlerin büyük coşkuyla bağlandıkları Sovyetler içindeki yalnızlıkları ve hayal kırıklıkları da anlaşılacaktır.

Devrim Hareketleri İçerisinde Türk/Müslüman Örgütlenmeleri 1905 yılında, Japon-Rus savaşında, Rusya’nın yenilgiye uğraması, bir Asya devleti olan Japonya’nın kazandığı zafer, bütün İmparatorlukta, Çarlık Rusyası’nın yenilebileceğini ortaya koyan büyük bir psikolojik etki yarattı. Bu psikolojik ortam içerisinde, “hakim millet” dışındaki halklar da ve tabii Müslümanlar da bağımsızlığa kavuşabileceklerine az da olsa inanmaya başladılar. Aynı yıl, Çarlığın devrilmesi amacıyla hareket eden Rusya devrimci hareketinin de yoğunluk kazan­ dığı hareketli bir dönemi ihtiva ediyordu. Rusya Müslüman­ larının siyasal hayatının gerçek anlamda başladığı ve henüz oldukça ılımlı olmakla birlikte, kolektif ulusal taleplerin ve hareketlerin ilk defa olarak ortaya çıktığı bir yıldır 1905 yılı. Gerçekten de bundan sonra Müslümanlar, özellikle de Tatarlar iyiden iyiye siyasal faaliyetler içerisinde görülmeye başladılar; Müslüman partiler kuruldu, Müslüman Kongreleri birbirini izledi. Tatarların siyasal hareket tarzlarında çok önemli bir yer

Lenin'in, son dönemlerinde, Stalin'e karşı öyle bir husumeti vardı ki, bu durum özel ilişkilerine bile yansımıştı. Lenin, Stalin'e gönderdiği mektupta, Stalin'in karısına telefon edip hakaret edecek kadar kabalaştığını belirtmekte ve eğer özür dilemezse ilişkilerini tamamen koparacaklarını söylemektedir. Moshe LEYVİN: a.g.e, 87

17 9


taşıyan kongrelerin ilkini örgütlemek üzere harekete geçen Orenburg Ruhani Kurulu kadısı, özgürlükçü ve Türkbirlikçi Abdürreşıd İbrahimov, Müslüman topraklarını dolaştıktan sonra ulusal hareketin iki kuramcısı olan İsmail Gaspıralı ve Bakûlü Ali Merdan Topçubaşı’yı da toplantıyı örgütlemeye ikna ederek Kazan’daki Tatar aydınlarını bir araya getirmeyi başardı. Bunların arasında Seyid Giray Alkin, Abdullah Apanev, Alimcan Barudi, Yusuf Akçura gibi isimler yer alı­ yordu.201 Gerçekleştirdikleri istişare toplantısında Rusya Müs­ lümanları kongresini düzenlemek için harekete geçmeye karar verdiler. Ağustos’ta, Nijni Novgorod’da yüz civarında delegenin katılımıyla, gizli olarak, Rusya Müslümanların Birinci Kongre­ si yapıldı. Bireysel medeni haklar, vatandaşlık haklarında eşitlik talepleri ve Rus liberal partileriyle işbirliği yapma konusunda bir teklif öne sürüldü. İttifak-ül Miislimin adıyla, Rusya sınırları içerisindeki bütün Müslümanlara açık olan bir “Müslüman Birliği” kurulmasına da karar verildi. 13 Ocak 1906’da Saint Petersburg’da, Tatar, Kazak, Kafkas ve Kırımlı yüz civarında temsilcinin katıldığı İkinci (gizli) Müslüman Kongresi yapıldı. Bu toplantıda Rus yüksek burjuvazisinin temsilcilerinden oluşmakla birlikte, biraz daha solda olan, anayasal demokratlara (kadetler) siyasal işbirliği teklifinde bulunma kararı alındı. Ağustos 1906’da, Nijrıi -Novgorod’da, bu defa resmi olarak- gizli değil- üçüncü kongre düzenlendi. İkiyüz delegenin katıldığı Kongre’de dinsel özgürlük ve eğitim özgürlüğü talepleri ileri sürüldü. Aynı zamanda, Müslüman

1:01A.81 ■NNİGSHN-CL.QUELQTJ E]AY: a.g.e.(l98J), 45

î 80


Birliğinden bir siyasal parti oluşturulması kararlaştırıldı.702 İttifak al-Müslimin’in kurulması, Rusya’daki bütün Müslüman halkları Tatarların öncülüğünde birleştirmeyi amaçlayan ilk girişimdi. Yalnız, bu hareketin başarısı, Müslüman burjuva­ zinin, Anayasal Demokrasi Partisi (Katedler) tarafından temsil edilen Rus liberal buıjuvazisi ile işbirliğine dayanıyordu. Bu şekilde uzlaşma yoluyla bazı önemli ulusal taleplerini kabul ettirebileceklerini düşünüyorlardı. Ancak Çar Hükümeti de Rus liberalleri de işbirliğine yanaşmayınca İttifak hareketi siyasal anlamada herhangi bir gelişme katedemedi. Amacına ulaşamadı. Duma’daki( Rusya Meclisi) temsilcilerinin görüşleri de dikkate alınmayınca İttifak Merkez Komitesi, 1908 yılında Parti çalışmalarını durdurma kararını aldı. Bu olumsuz geliş­ melerden sonra Çarlık rejimi çerçevesinde yasal yollardan reformlar elde etmenin mümkün olmadığına inanan aydınların çoğu Türkiye’ye göç ettiler. Bunların en tanınmışı daha sonra Osmanlı-Türk düşünce ve siyaset sahasında oldukça derin bir iz bırakacak olan Yusuf Akçura’ydı. Bu aşamadan sonra Rusya’da aktif durumda olan Müslüman siyasal grupların yönetimi de genellikle Rusya’ya karşı daha radikal bir düşmanlık besleyen ve sosyalist bir söylem kullanan daha genç ve tecrübesiz aktivistlerin (çoğu öğrenci) eline geçti. Bununla birlikte, İslambirlikçi ve Türkbirlikçi idealler, göç eden Tatar aydınların etkisiyle Osmarılı coğrafyasına da yayılarak, var­ lığını hissettirdi. Bu idealler Müslüman sosyalistlerin de doğrudan veya dolaylı olarak, programlarında veya siyasal

202Ayrıntılar için bkz. Necip HABLEMİTOĞLU: a.g.e.; Nadir DEVLET a.g.e.; Seyfettin ŞAHİN, Türkistan'da İslam ve Müslümanlar (Ankara: 1999);

181


aktivitelerinde vurguladıkları ve hayata geçirmeye çalıştıkları değişmez bir ideal oldu.203 1905 devriminden sonra başlayan ve 1917 yılına kadar duraksayan Müslüman kongreleri204, 1917 Şubat devriminin getirdiği görece demokratik ortamın etkisiyle yeniden ardı ardına toplanmaya başladı. Bu seferki toplantılar, farklı görüşlerin de olduğu, daha tartışmalı ve gelecekte kurulacak devlete hazırlık olarak uzmanlık komisyonlarının da oluşturul­ duğu toplantılardı. Bu kongreler, bütün Müslümanlara hitap eden son toplantılar oluyorlardı. Bundan sonra görünürde genellikle sosyalist Müslümanlar olacak, komünist olmayan milliyetçiler karşı devrimci olarak algılanarak tecrit edilecekler ve çoğunluğu Ekim devriminden sonra Türkiye, Fransa gibi ülkelere kaçacaklardı. Ama Müslüman sosyalistler onların milli duyarlılıklarını da taşıyorlardı. Şubat devrimiyle birlikte ilk Kongre (Birinci Bütün Rusya Müslümanları Kongresi) Mayıs 1917’de düzenlendi. Baştan sona tam bir “Ceditçi 203 A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUEJAY: a.g.e.(1995), 34 204 Kurultay/Kongre toplama ve bodun/kavim/ulus

sorunlarını

Kurultaylarda çözme geleneği Türk toplumsal-siyasal kültürünün binlerce yıllık geleneğidir. Bu gelenek, Müslümanlıktan sonra İslami siyasal

kültür

kurumu

"m eşveret"

ile

de

uyumlaştırılmıştır.

Asya'daki Türk halklarının ulusal kurtuluş ve aydınlanma mücade­ leleri sürecinde topladıkları kurultayların/kongrelerin sayısı sayıla­ mayacak kadar fazladır. Üstelik bu kongreler basit birer konferans şeklinde olmamış, uygulamaya yönelik kararların alındığı, yönetim organlarının seçildiği bir nevi meclis işlevi görmüşlerdir. Doğu'nun kurtuluş mücadelesini örgütlemek üzere Mustafa Suphi ve Sultan Galiyev'in önderliğindeki ağırlıklı olarak Türkiyeli/Tatar/Azeri soysalistlcrin örgütlediği Bakû Doğu Halkları Kurultayı da bu kurultay geleneğinin en geniş kapsamlı olanıydı. Anadolu Türk ulusal kurtuluş hareketinde de kongrelerin çok Önemli işlevlere sahip oldu­ ğunu ayrıca belirtmek gerekmektedir.

182


radikalizm” anlayışıyla gerçekleşen Kongre’nin ana teması Müslümanlann bağımsızlığının tam olarak sağlanması; Müslü­ manların esaret altında olmasına neden olarak gördükleri gericilerin (Kadimcilerin) tamamen tasfiye edilmesi ve Müslü­ man ülkelerinin kalkındın lması-çağdaşlaştırılmasıydı. Bu Kongrede kadın haklarının kısıtlanmasına karşı da özellikle kadın söylevciler şiddetli eleştiriler getirdiler ve kadın özgür­ lüğü ile ilgili radikal kararlar alınmasını sağladılar. Katılan bazı din adamları ise bazı noktalardaki kararlan fazla aşırı bularak eleştirdiler.205 Bu Kongre, Sultan Galiyev’in izleyici olarak katıldığı, sosyalistlerin örgütlü olarak bulunmadığı son birlikçi kongreydi. Galiyev, kongreyi oldukça dikkatlice izlemiş ve önemli gördüğü noktalarda not tutmuş, bazı radikal kararlan alkışlamıştı.206 Temmuz 1917’de Kazan1da aynı anda üç önemli Müs­ lüman Kongresi toplandı. 21 Temmuz- 2 Ağustos Müslüman Din Adamaları Kongresi; 17 Temmuz- 2 Ağustos Birinci Müslüman Askeri Kongresi; yine 17 Temmuz- 2 Ağustos’ta da İkinci Bütün Rusya Müslümanları Kongresi düzenlendi. Bu toplantıların aynı anda ve uzun süreli olarak düşünülmesi Rusya’nın yeni dönemine bütüncü bir hazırlık yapılması kaygısından ileri geliyordu. Askeri örgütlenmenin önemi de anlaşılmıştı. İkinci Bütün Rusya Müslümanlan Kongresi’ne, Müslüman sosyalistler de, Sultan Galiyev ve Mollanur Vahidov önderliğinde etkili bir biçimde katıldı. Müslüman sosyalistler, ilk kongre’de olmayan “aşırı sol” bir fraksiyon

205 Kongre'deki bütün konuşmalar, tartışmalar, komisyon raporları ve alınan kararlar için bkz. İhsan ILGAR, Rusya'da Birinci Müslüman Kongresi (İstanbul, 1988) 206 Renad MUHAMMEDİ, Sırat Köprüsü-Sultan GALİYEV, Çev. Mustafa ÖNER (İstanbul, 1993)

183


oluşturdular. Bu Kongre bir “birlik” kongresiydi ve etkisi de büyük oldu. Galiyev ve Vahidov’un bu Kongre’ye katılışı sol sosyalist parti yöneticilerinin milliyetçilerle birlikte gerçek­ leşen kurultaylarda son görünüşleriydi. Bu tarihten sonra Müslüman sosyalistler, buıjuva temsilcisi olarak gördükleri parti ve fraksiyonlarla ilişkilerini keserek, Bolşeviklerle birlikte Ekim devriminin hazırlıklarına koyuldular.

Rusya’da Türk/Müslüman Sosyalist Örgütlenme Rusya'daki Müslüman sosyalist hareket Yirminci Yüz­ y ıl’ın başından itibaren kendine has bir gelişim süreci içerisinde başladı ve zaman zaman küçük çaplı etkinlikler gösterseler de, ilk yıllarda çok fazla görünürde ve etkin olamadı. Bunda, Müslümanların özgür tartışma ortamıyla ve serbest siyasi örgütlenmelerle daha yeni tanışmış olmalarının yanı sıra, Rusya’da da sosyalist düşüncenin bile daha yeni gelişmiş olmasının etkisi büyüktür. Öyle ki, 1905 yılında, “sosyalizm”, halkın çok büyük bir kısmına, Çarlık rejimine düşman olanlarda bile yabancı bir kavramdı/terimdi. Bu ideoloji, sadece belirli aydın-elit kesimlerince ve bir kısım işçi önderlerince benimsenirken halk içinde daha çok, radikal halkçı Narodnikler biliniyordu. Bu yüzden Müslüman/Türk siyasal sol düşüncesini de Narodnikler daha fazla etkiledi. Müslıımanlar arasında, bu tarihten sonra (1905) farklı dönem­ lerde farklı düşüncelere sahip sosyalist örgütlenmeler içerisine girildi. İlk Müslüman sosyalist örgütlenme çabası 1904 yılında Baku’de meydana getirildi.207 Mehmet Emııı Resulzade,

?ü7 Sosyal Demokrat Parti saflarında yer alan ilk Türk/Tatar sosyalisti, Alafuzof fabrikalarında kurulmuş (1893-1895) Marksist bir derneğin (Rus) üyesi olan Zarif Galaev isimli bir işçiydi. Ancak bu öncü 1917'den sonra Tataristan Komünist Partisi içerisinde hiçbir rol oynamamıştı A.BENNİGSEN-C.L.QULQUE]AY: a.g.e, (1981), 42

184


Neriman Nerimanov, Meşadi Azizbekov, Sultan Mecit Efendiyev ve Dadaş Bünyatzade gibi isimlerin oluşturduğu Azeri bir aydın grubu, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Bakû örgütüne bağlı olarak çalışmalar yapmaya başladılar. Bu örgütlü grup, 1905 devrimi sırasında Ümmet adlı Müslüman sosyal demokrat partisine dönüştü. Grev örgütleyen, petrol sanayiinde çalışan işçi kitleleri ve aydın kesim arasında devrimci fikirler yayan; çok sayıda gazete yayımlayan Ümmet, polisçe yasaklanma tarihi olan 1912 yılına kadar Kafkas­ ya’daki Müslüman topluluğunun yaşamında önemli bir yer tuttu. Militanları da, İran Azerbaycaninın başkenti Tebriz’deki 1908-1911 devriminde de, göz ardı edilmeyecek bir rol oynadı. Sosyalist düşünceyle de pek bağdaşmayacak şekilde sadece Miislümanlara açık olan Ümmet, bu açıdan Rusya sosyalist hareket tarihinde de bir istisnaydı. Bu partinin kurulmasına izin vermekle, Rus Bolşevikleri ilk ve son defa olmak üzere, ulusal hatta dinsel temele dayalı bir Marksist örgütü kabul ediyorlardı. Üstelik bu örgütün otonom bir şekilde Bolşevikler arasında yer bulabileceklerini de kabul etmiş oluyorlardı. Halbuki, benzer bir şekilde, Yahudiler sadece Musevilere yönelik olarak Bund isimli bir sosyalist örgüt kurduklarında Lenin’in öfkesini üzerlerine çekmişlerdi. Kafkasya’daki Rus Sosyal Demokrat Partisine tamamen Ermenilerin egemen olması nedeniyle İJmmet’e izin verilmişti. Ümmet, Bolşeviklere göre oldukça önemli olan ve zor bir uğraşı olarak kabul edilen, Müslümanları sosyalizme kazan­ dırmak amacıyla bu şekilde kabul gördü denilebilir. Ümmet bu işlevini yerine getirdi mi? Sayısal olarak binlerce, on binlerce kişiyi örgütlemedi elbette ama en azından Müslümanlıkla, Müslümanlığın kimliği olan “Ümmet” adıyla sosyalist olunabi­ leceğini, Müslümanların sosyalist devrim hareketine katılma­ larının mümkün olabildiğini ispatladı, kısacası Müslümanları 185


sosyalizme ısındırma işlevi gördü. O aşamada başka bir başarı beklenmiyordu zaten Ümmet’ten. Bu şekilde ileride daha da genişleyecek ve kitleselleşecek Müslüman sosyalist hareke­ tinin nasıl olacağı hakkında ilk ipuçları da gösterilmiş oldu. Gerçekten de 1917 Ekim Devrimi sürecinde kurulan ve Bolşevik hareket içerisinde önemli bir yer edinen Mollanur Vahidov önderliğindeki Müslüman Soysalistler Komitesi’nin düşünce ve hareket tarzı da Ümmet partisinin yaklaşımına benzerlik gösteriyordu. O da Ümmet gibi özerkliği önemsiyor, o da Müslümanlığın farklılığından yola çıkarak Müslüman soysalizminin değişik olacağını ifade ediyordu. Birinin adı Ümmet diğerinin ön adı Müslümandı. Aynı sulardan besleni­ yorlardı yani. Yine her iki partide de sosyalist düşünce milliyetçilikle birlikte sunuluyordu ve siyasal söylemde antisömürgecilik vurgusu kuvvetliydi.208

208 Ümmet hareketinin önderlerinden olan Mehmet Emin Resulzade, 1918 yılında kurulan Azerbaycan Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı olmuştur. İki yıl süren bu cumhuriyet, Türkler tarafından kurulan ilk cumhuriyet rejimi olarak önem kazanmıştır. İlginç olan şu ki, bu iki yıllık milliyetçi cumhuriyet döneminden sonra 1920'de Sovyetlere katılan ve Sovyet Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti adını alan Azer­ baycan'ın sosyalist olduktan sonraki cumhurbaşkanı da yine Ümmet partisi önderlerinden Neriman Nerimanov olmuştur. Bu durum özel olarak Ümmet partisinin, genel olarak da Müslüman sosyalist hareketinin orijinalliğini/özgüllüğünü net olarak anlamamıza yol açmaktadır. Sosyalist bir partinin iki önderinden birisi milliyetçi diğeri sosyalist-üstelik birbirinin alternatifi olan iki dönem-aynı ülkenin başına geçiyor. Daha da ilginci aynı ülkenin sosyalist döneminde cumhurbaşkanı olan Nerimanov da milliyetçi komünist, Galiyevci olarak nitelendirilmiş ve bu yönüyle milliyetçilikle suçlan­ mıştır. Nerimanov diğer Galiyevcilerin tamamına yakının yaşadığı akıbeti yaşamadı, yani Stalin tarafından ortadan kaldırılmadı. Ancak daha önce davranıp eceliyle ölse de yine de ölümünden sonra "halk

186


Ümmet’in programı ve eylem yöntemleri resmen Marksist olsa da yine de bu ilk Müslüman sosyalist örgüte şüpheyle bakılıyordu. Bu şüphenin oluşumunda; Partinin önderlerinin, üyelerinin ve militanlarının proleter kökenli olmamasının, burjuva ve aristokrat kökenli olmalannın, Azeri milliyet­ çiliğinin radikal sol kanadı gibi davrandıklarının düşünül­ mesinin etkisi büyüktü. Ümmet, Bakû’deki radikal çevrelerde Leninist fikirler yaymayı başarmıştı, ne var ki, Müslüman devrimcilere, milliyetçi ve pantürkist fikirlerin de “bulaş­ masına” izin vermişti. Ümmetçiler, Şii din adamlarına ve “dinsel gericilere” saldırmalarına rağmen, İslama hiçbir zaman en küçük saldırıda bulunmamış ve milliyetçi hareketle bağla­ rını hiçbir zaman tamamen koparmamışlardı. Ümmetin bu yapısı, 1920 yılında Nerimanov dışında, Azerbaycan Komünist Partisinin çekirdeğini oluşturan bütün yöneticilerin, 1930’lı yıllarda, Stalin tarafından “burjuva milliyetçileri” olarak suçla­ narak kanlı temizlik hareketlerinde fiziksel olarak yok edilmelerinin nedenini de açıklamaktaydı.209 1900’lü yılların başında Tatarların oluşturduğu sosyalist örgütler de hemen hemen aynı ideolojik formasyonla kurulmuşlardı. Yani bu örgütlerde de milliyetçilik, soysalizm ve İslam yan yana konulan figürlerdi. Burada, Tatar siyasal

düşmanı" ilan edilmekten kurtulamadı. Ümmet hareketinin, Türki­ ye'ye giden ve zaten kendi isteği ile Bolşevik hareketten uzaklaşan Mehmet Emin Resulzade dışında, hemen bütün üyeleri daha sonra­ ları hain olarak nitelendirildi. Çoğu da Stalin tarafından öldürüldü. 209 Ümmet hareketi ve Azerbaycan'daki Müslüman sosyalist hare­ ketlerle ilgili olarak ayrıntılı bilgiler için bkz. Tadeusz SWIETOCHOVVSKİ, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycanı 1905-1920, Çev. Nuray MERT(İstanbul: Bağlam, 1988); Ronald Grigor SUNY, Rus Devriminde Milliyet ve Sınıf: Bakû Komünü, Çev. Kudret EMİROĞLU (İstanbul: Belge, 1990)

187


düşüncesinin oluşumunda, gelişmesinde, bu düşünce taşıyı­ cılarını yetiştirerek ciddi etkiler bırakmış olan eğitim kurumlarından öncelikle bahsetmek gerekmektedir. Bu kurumlar; milliyetçi, liberal veya sosyalist parti liderlerinin hemen hepsinin yetiştiği medreseler, “usulü cedit” eğitim sistemini uygulayan liseler ve hepsinden önemlisi 1876’da Kazan’da kurulmuş olan ve Müslüman/milliyetçi/Türkçü politikaların ocağı konumundaki Tatar Öğretmen Okulu’ydu.210 Öğretmen Okulu’nda 1885’te geniş bir “Tatar siyaset çevresi” oluşturan Sadri Maksudi, Fuad Tuktar, Ayaz İshaki, Ş. Muhammediarov, A. Devletşin, A. Fahreddı'n, Yamaşev, Kulahmetov, Türegolof farklı siyasal düşüncelere mensup genç aydınlar, gelecekte liberal, sosyalist devrimci, Bolşevik ve Menşevik hareketin Müslüman önderleri olacak­ lardı. Bu grup, birkaç yıl boyunca, aşın milliyetçi ve radikal devrimci sloganları yayarı, Terakki isimli bir gazete de çıkardı, ilerlemeci bir kavramı ifade eden Terakki ismini seçmeleri boşuna değildir. Nitekim 1901 ’de aynı çevre, medrese reformu lehine mücadele eden Ceditçi bir demeğe dönüştü. Bu demek ve etrafındaki siyasal/kültürel çevre, genç mensuplarının siyasal düşünce aksiyonlarıyla birlikte, Tatar siyasal düşün­ cesinde önemli ölçüde belirleyici olan îslahist hareketin de temelim oluşturdu.211 İslahist hareketim örgütleyen grubun tam adı “Islah Komitesi” idi. 1905 yılında genç CeditçilıkJe sosyalist devrim­ ciliği (devrimci miliyetçilikle-devrimci sosyalizmi) tek bir düşünce çerçevesinde bir araya getiren Tatar radikalleri

210 Sultan Galiyev de Tatar Öğretmen Okulu'nda mezun olmuştu. Tatar Öğretmen Okulu'nda aldığı eğitimin siyasal diişünccsinin oluşumunda önemli etkisi olduğunu kendisi de belirtmekteydi. =11 A.BENNİGSEN-CL.QULEQUEJAY: a.g.e., 40

188


tarafından kurulmuştu. Kurucuları, Kazan, Ufa, Orenburg, ve Troitsk Tatar medreselerinin 1905 devrimci hareketlerine katılan eski militanlarıydı. Galimcan İbrahimov’a göre, islahist hareket Ceditçiliğin en radikal ve en devrimci dışavurum biçimiydi. Gerçekten de bu siyasal grup, Tatar halkı içerisin­ deki sosyalizm aksiyonları çerçevesinde propaganda-ajitasyon, kitlesel eylem araçlarını şiddetle kullanan ilk Müslüman sosyalist gruptu. Somut sonuçlar elde edememeleri nedeniyle, hareketleri 1908’den sonra yıkılmaya yüz tuttu ve zamanla siyasal niteliğini kaybettiler. 1906’da sosyalist-devrimci ve anarşist bir eğilimle ortaya çıkan, Berek veya Tangçı gibi, Müslüman sosyalist grupların da bu hareketten esinlendikleri söylenebilir. Daha da önemlisi, 1917 ’de Kazan’da kurulan Müslüman Sosyalistler Komitesi yöneticilerinin büyük çoğun­ luğu eski İslâhistçi militanlardan oluşuyordu. Ceditçi gelenek­ ten gelerek Bolşevik saflarına katılan Sultan Galiyev’in de, hayatı boyunca savunduğu siyasal düşüncelerinde ve hareket­ lerinde “İslahist” izler her zaman göze çarpıyordu.212 Bir diğer sosyalist grup Uralcılardı. Uralcılar, Ümmet­ çilerden farklı olarak milliyetçilikten ziyade Ortodoks Marksizme-milliyetçilik de mutlaka vardı- daha yatkındı. Bu anlamda Menşeviklerden çok Bolşeviklere yakınlık duyu­ yorlardı. Hatta Uralcıların hareketi örgütlenirken Lenin’den de icazet aldıkları söylenir. Orenburg ve Ufa’daki RSD İP’nin refakatinde R SD İP’e bağlı bir sosyal demokrat fraksiyon oluşturan Uralcıların liderleri Bolşeviklere ilk katılan Müslümanlardan olan Hüseyin Yamaşev ve Galimcan Seyfeddinov’du. Bolşeviklere ve Menşeviklere açık bir yapı oluşturdular, Ural adıyla(4 Ocak 1907’de) Tatarca bir gazete çıkardılar. Gazete yoluyla da örgütleme yollarını arasalar da 212 A.BENNİGSEN-C.L.QULEQUEJAY: a.g.e., 41

189


pek başarılı olamadılar. Çünkü o dönemde Rusya Müslü­ manları için olmazsa olmaz siyasal düşünce milliyetçilik olduğu için Uralcılar halk katmanlarında çok etkili olamadılar, Ümmetçiler kadar da halk nezninde benimsenmediler. Zaten, genel olarak, ama özellikle de Uralcıların var olduğu dönem­ lerde, Rusya’daki Müslümanlar arasında saf/katı Ortodoks Marksist aramak boşunadır. Zira onlann mücadelesinde toplumsal mücadele ulusal bir karakter de taşıyordu. Marksist teorinin pek çok yanı onlara çekici geliyor ancak müthiş bir yaratıcılıkla Marksizmin “enternasyonal” sosyalizm ilkelerini ulusal ve hatta Vaizitlerde görüldüğü gibi dinsel bünyeye uyar­ lıyorlardı 1917 öncesinde Müslüman sosyalist hareketinin teorik ve pratik olarak kemale erdiğini söylemek mümkün değildir. Sosyalizme katılan aydınların sınıfsal kökenleri genellikle büyük burjuvazi, aristokrasi ve küçük burjuvazi idi. Bu hareketlerin lider kadrolarında da işçi ve köylü önderi yer almadı. Çoğunluğu elit olan lider kadrolar Marksizmi; teorik/felsefi bütünlüğü; sistematik olarak belirlenmiş pratik önermeleri olan ayrıntılı bir ideolojik düzenleme olarak değil daha çok ulusal kurtuluşun/ulusal özgürlüğün örgütlenme yöntemi şeklinde algılıyorlar ve buna samimiyetle inanı­ yorlardı. Bu samimiyet, komünizme olan bu samimi bağlılık, Müslüman Türk sosyalist hareketinde 1920’lerdeki Galiyevci temizlik hareketine kadar giderek azalsa da devam etti. Sonuç olarak, Müslüman devrimci hareketinin yönetici ve militanları, zayıflıkları, eksiklikleri, yetersizlikleri ne olursa olsun, 19051917 yılları arasında yürüttükleri on iki yıllık faaliyet sırasında, sosyalist devrimin mekanizması hakkında belli bir bilgiye ve birikime de sahip olmuşlardı. Aktif olarak işçi sınıfı hareketlerinin ve devrimci kalkışmaların çok fazla içerisinde bulunmamış olsalar da, en azından Bolşeviklerle, Menşevik-

190


lerle ve sosyalist devrimcilerle yakın temasta bulunarak ve bu temaslarla birlikte gözleyebildikleri olay ve olguları içselleş­ tirerek önemli bir devrim tecrübesi de kazanmışlardı. Müslü­ man Sosyalistler Komitesi örgütlülüğüyle başlayan Galiyevci hareket bu tecrübe ve birikim üzerinde büyümüş ve bu birikimin bıraktığı mirasla birlikte Ekim devriminde, özellikle de îç savaş döneminde (Galiyev liderliğinde) Müslüman soysalistler çok aktif bir şekilde, militan olarak görülmeye başla­ dılar. Tatar işçi ve köylülerini ilk defa tam anlamıyla örgüt­ lediler. Müslüman Kızıl Ordusunu oluşturarak en kritik anlarda karşı devrimci saldırılarına ciddi bir set oluşturdular ve Bolşeviklere en çıkmaza girdikleri zamanlarda önemli örgüt­ sel, askeri destekler sağladılar. Yani, milliyetçilikleri değiş­ mese de, samimi bir şekilde Bolşevikliği de özümsediler. Ekim devrimine örgütsel anlamda aktif olarak katılan iki Müslüman grup vardı: Bunlardan ilki ve tabii ki en önemlisi Mollanur Vahidov ve daha sonra Sultan Galiyev önder­ liğindeki Müslüman Sosyalistler Komitesi’ydi (M SK). Ekim devrimi sürecinde Bolşevikler tarafından da kabul görmüş tek örgütlü güç olan M SK ’nin örgütlenmesi, orijinalitesinden ve ideolojisinden bahsetmeden önce ilginç bir şekilde Ekim devrimine aktif olarak katılmış hatta iç savaşta devrim karşıtı kuvvetlere karşı önemli mücadelelerde bulunmuş olan “sosyalist tarikat” Vaizitlerden kısaca bahsetmek gerekmekte­ dir. Ekim devrimi sırasında, bütün Rusya sınırlan içerisinde Rus devrimcilerin saflannda yer alan ve silahlı mücadele veren tek dinsel örgüt “V aizofun Allah Alayı” ismiyle anılan Vaizitlerdi. 1862 yılında Bahattin Vaizof tarafından kurulmuş olan bu tarikat, büyük Nakşibendî tarikatının muhalif bir kolunu oluşturuyordu. Tarikatın üyeleri küçük zanaatkâr ve esnaflardı. Bennigsen’e göre Vaizitlerin Vahhabi reformizminden etkilenen öğretisi, püriten bir muhafazakârlığın, İslami

191


bütünleşmeciliğin ve Tolstoycu sosyalizmin (Narodnikçiliğe de benzer) ilginç bir karışımından oluşuyordu. Vaizitler diğer Müslümanları sapkın olarak görüyorlar; diğer Müslümanlar da onlara karşı nefret duyuyorlardı. Vaizitlere göre, “entemasyonalist” Bolşevikler, Rus “kafirlerdin yönetimini kabul eden diğer Müslümanlara yeğdi. Her türlü desteğe ihtiyaç duyan Boleşvikler böylesine kararlı ve savaşkan bir gücü dışlamadı, bu güçten sonuna kadar yararlanmasını bildi. Ancak, Bolşeviklerin bir tarikatla işbirliği yapmış olması, Sovyet tarihçilerini ileride zora sokacaktı. Sovyet Tatar tarihçisi Saceddin 1930 yılında şöyle yazacaktır: “ Allah'ın Alayı, Bolşevikler tarafından silahlandırılmıştı; örgütsel açıdan bu karar elbette haklı idi, fakat ideolojik açıdan bu önlem tehlikeli idi; bu durum, dm ile komünizmi bağdaştırmanın olanaklı olabileceği yanılsamasını yaratabilir ve Sovyetler iktidarı ile mistik tarikatlar arasında benzerlik olduğu sanısını yarata­ bilirdi.”213 Ekim devrimine çok aktif, -karşı devrimcilerle savaşarak-, üstelik samimi bir şekilde katılmış olan Vaizitler, aslında Çarlık rejiminden “illallah!” diyen Rusya Müslüman­ larının, katılsalar da katılmasalar da, Bolşeviklere olan itibarı­ nın karikatürize edilmiş naif bir görüntüsünü veriyordu.214

213A.BENNİGSEN-C.L.QUELQUJAY: a.g.e., 63 214 Sonrasında Vaizitlerin lideri Bahattin Vaizofu Ruslar tutukladı vc bir psikiyatri hastanesine kapattı. Vaizof burada öldü. Yerine oğlu İran Vaizof geçti. O da birkaç kez tutuklandı. Rus vc Tatar düşmanlarına karşı babasından daha radikaldi. 1917 Eylülünde Bolşevikler tarafından silahlandırıldılar. Ekim'deki devrim sırasında Ruslarla birlikte devrim için savaştılar. Şubat 1918'de devrime karşı olan Tatar soydaşlarıyla bile savaşa koyuldular. Iran Vaizov o savaşta öldü ve tarikat dağıldı. A.BENNİGSEN-S.ENDERS YVIMBUSH, a.g.e., 263-264

192


Ekim devriminde, Tatar/Türk halkları arasında esas olarak isminden bahsedilmesi gereken örgüt elbette Müslüman Sosyalist(ler) Komitesi’ydi. Vahidov’un önderliğinde, Bolşeviklerin de onayıyla kurulan bu örgüt Rusya’daki bütün Müslümanları kapsayacak bir Müslüman Komünist Partisine doğru gelişerek Rus Bolşevik Partisi’nden farklı bir örgüt­ lenme içerisine girmeyi hedefliyordu. Doğu devrimi teorileri ilk defa olarak bu örgütün ideolojik ortamında ortaya atıldı. Sosyalist Turan önerisinden Mazlumlar Enternasyonali ideali­ ne kadar hemen bütün Galiyevci tezlerin ilk defa tartışıldığı yer de burasıydı. Türk komünizminin öncüsü Mustafa Suphi bu örgütte yetişti. Suphi’nin çıkardığı meşhur Yeni Dünya dergisi bile bu örgütün yayın organlarından birisiydi. Türkiye Komünist Partisi’nin temeli de bu örgüttür. Mustafa Suphi, artık biliniyor, önce Mollanur Vahidov’un, sonra da Sultan Galiyev’in sağ koluydu, yardımcısıydı. Mustafa Suphi öldürül­ düğünde onun hakkında ilk yazıyı Sultan Galiyev yazdı. Son cümle şuydu: “Kimsenin bilmediği mezarında rahat uyu, devrimin erken yiten savaşçısı. Sağ kalanlar tamamla­ yacaklardır başlatmış olduğun yapıtı!”215 Ekim Devrimi’nin başarıya ulaştırılmasında Müslüman Sosyalistler Kom itesinin azımsanmayacak düzeyde katkısı olmuştur. Hatta daha önce vurguladığım gibi, Komite’nin lideri Vahidov, Kazan’ın Kolçak kuvvetlerine karşı savunması sırasında yakalanmış ve Bolşevik olduğu için öldürülmüştür. Gerçekten de Müslüman Sosyalistler Komitesi’nin oluşturduğu askeri güç (milisler de diyebiliriz) Kolçak kuvvetlerine ciddi darbeler indirmiş ve Bolşevik devriminin en stratejik mevkilerinden/mevzilerinden birisi olan Kazan’ın Bolşevik deneti­ 215 Daha fazla bilgi için Bkz. Hakan REYHAN, Sultan Galiyev'in Siyasal Düşüncesi, (Yayımlanmamış Master Tezi, Gazi Univ, 2002

193


minde kalmasını sağlamıştır. Müslüman Sosyalistler Komi­ tesinin kadrosunun ideolojik yapılanması ve kendisine biçtiği misyonu dikkate alındığında artık şunu söyleyebiliriz ki: Cedit­ çi gelenekten gelen Müslüman aydınlar içerisinde 1900’lü yıllarından beri başlayan liberal milliyetçi ve sosyalist milliyet­ çi ayrışmasında ibre kesin olarak sosyalist milliyetçilere dönmüş, liberal milliyetçiler (Ayrıca Yusuf Akçura, Hüseyin zade Ali ve Mehmet Emin Resulzade gibi liberalist olmayan sol milliyetçiler de) ise büyük çoğunlukla Rusya dışına genel­ likle de Türkiye’ye geçtiler. Vahidov öldürüldükten sonra Müslüman Sosyalistler Komitesi etkinliğini ve özerkliğini büyük ölçüde yitirdi. Stalin tarafından, biraz da zoraki olarak, kurdurulan Müslüman Komiserliği bünyesine aktarıldı, resmi­ leştirildi. Bu aşamadan sonra, Müslüman Soysalistler Komitesi’nin ülküleri, Sultan Galiyev’in daha illegal olarak yürüttü­ ğü örgütlenme çalışmalarında, Galiyevci teorik/stratejik çözümleme ve öngörülerde, daha da geliştirilerek yaşatıldı. Galiyevciler tarafından yürütülen bu türden gizli örgütlenme çalışmaları Stalin tarafından “milliyetçi sapma” olarak değer­ lendirildiği için Galiyev başta olmak üzere bütün Galiyevciler tasfiye edildi.216 Mollanur Vahidov’un stratejisini bilen yoldaş­ larının yazdıklarından yola çıkarak söyleyebiliriz ki Vahidov, M S K ’nın öncelikle bütün Türk dünyasının akabinde de bütün doğunun ve nihayetinde bütün dünya mazlumlarının özerk komünist partisi olması yönünde geliştirilmesini düşlüyordu. Türkiye’den Mustafa Suphi, Kazakistan’dan Turar Ruskılov, Kırım ’dan Veli İbrahimov, Azerbaycan’dan Neriman Nerima­ nov hep bu ülkünün yolcularıydı.

216 Galiyevcilik, Stalin döneminde Galiyev ile ilgili olsun olmasın "ulusal sorun" konusunda Merkez Komite politikalarını eleştiren hemen herkes için bir suçlama ifadesi olarak kullanıldı.

194


Bolşevik Devrimi, Sovyet iktidarı ve Müslümanlar Müslüman önderlerin, en azından Müslümanların karşı kuvvetlerin saflarına geçmelerini engelleyerek ve örgüt­ ledikleri işçilerden oluşturdukları Müslüman Kızıl Alay vasıtasıyla özellikle iç savaşta çok önemli stratejik merkezleri savunarak Ekim devrimi sürecine, çok büyük, hatta hayati katkıları olsa da, genel olarak Müslüman halk durumun ciddiyetine çok da vakıf değildi217. Sultan Galiyev, Tatarların Ekim devrimine olan kayıtsızlığını şu şekilde dile getiriyordu: “Ekim devriminin ve Tatarların devrime katılmalarının bilan­ çosunu çıkarırken, Tatar işçi kitlelerinin ve yoksul tabaka­ larının devrimde hiçbir yer almadıklarını itiraf etmek zorundayız”218 Elbette bu durum devrim sonrasındaki yöne­ timde Müslümanların etkinliğine de yansıdı. Ekim devrimi büyük ölçüde Rusların eseri olarak algılandığından, (tabii bu özellikle abartıldı) Ruslar, Kazan kenti ve taşra Sovyetlerindeki bütün kilit görevleri ellerine geçirdiler. Taşra Sovyetince Kasım 1917’de ilan edilen Kazan Cumhuriyeti’nin Halk Komiserleri Konseyi(Sovnarkom) da aynı yapıdaydı. On bir komiserden oluşan Meclisin on üyesini Ruslar oluşturuyordu. Yalnızca bir üye Tatardı: Sultan Galiyev. Bu görev, Galiyev’in Sovyet idaresindeki ilk resmi göreviydi. Diğer Müslüman bölgelerinde de farklı bir durum yaşanmıyordu. Mesela Taşkent Sovyeti Birinci Taşkent Sovnarkomu’nun on beş üyesinden hiçbirisi Müslüman değildi. Kırgızistan’da da aynı

217 Mustafa Suphi'nin Rusya'da esir düşen Türk askerlerini örgütle­ yerek oluşturduğu Türk Kızıl Alayı'nı da burada zikretmek gerekir. Bu Alayın askerleri, Mustafa Suphi'nin 3. Enternasyonal'in ilk kong­ resindeki konuşmasında söylediği gibi Rusya'nın bir çok cephesinde savaştılar. 218 A.BENNÎGSEN-C.L.QUELQUJAY: a.g.e. (1995), 63

195


durum söz konusuydu. İlk zamanlarda durumun pek ayırdında olmayan Müslümanlar, ilk Sovnarkom uygulamalarından sonra rahatsızlıklarını dile getirmeye başladılar. Çarlık zulmüne son vereceklerini düşündükleri için destekledikleri Bolşeviklerden de Çarlık hükümetinde olduğu gibi ayrımcılık görmeye başladıklarında ilk isyan edenler, milliyetçiler ve İslamcılar oldu. Bu süreçte Basmacı hareketi ve Kafkas isyanları başladı. Bu isyanların bastırılmasında daha doğrusu yatıştırılmasıııda çok büyük bir etken olan Galiyevcıler ise daha sonraları en büyük örgütlü muhalif hareket olacaktı. Ekim devrimiyle birlikte Çarlık monarşisini yıkarak iktidara yerleşen Bolşevikler, Rusya Müslümanlarının da desteğini almıştı. Bolşevikler, sömürülen yoksul halkların kölece yaşamdan kurtarılmaları, “milletler hapishanesi” olarak nitelendirilen Çarlık sisteminin yıkılmasıyla ezilen ulusların bağımsızlıklarına, özgürlüklerine kavuşturulmaları ülküsünü taşıyorlardı. “Ulusların kendi kaderini tayin etmesi” ilkesi Müslümanları da devrim saflarına katmak için Müslümanlara hitaben yazılmış olduğu temel propaganda metniydi. Bu ilke, mazlum milletlerin (elbette daha çok aydınların) umut ilkesi olmuştu, Lenin’in Müslümanlara yönelik hazırladığı çağrı metni de aynı düşünceleri içeriyordu/19 Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri ve akabindeki iç savaşla birlikte iktidarlarını iyice pekiştirmelerinden sonra Çarlık sınırları içerisinde sosyalist sovyetler sisteminin yerleştirilme çalışmaları sürecin­ de Bolşevikler arasındaki devrim sıcaklığı içerisinde ertelen-

219 Lenin'in, Ekim devrimi sürecinde Rusya'daki ulusal toplulukların durumu ve devrime kanalıze edilmeleriyle ilgili görüşleri için bkz. V j.LEN İN , Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Çev. Yurdakul FİDANCI (Ankara: Sol, 1993)

196


miş çatışmalar da su yüzüne çıktı. Bu tartışma ve çatışmaların ana ekseni “ulusal sorun” meselesiydi. Lenin, devrimden hemen sonra sistemli sosyalizme geçme taraftan değildi. Bir geçiş döneminin, adaptasyon döneminin olması gerektiğine inanıyordu. Bu yüzden Lenin, kurulmasını sağladığı rejime uygun bir sosyo-ekonomik çerçeve oluştur­ mak ve hem bu çerçeve hem de devrimin nihai amacı ile uyumlu yönetim yöntemleri geliştirmek için Yeni Ekonomi Dönemi(NEP) programını uygulamaya geçirdi. Böylece, toplumsal kesimler arasındaki keskin gerilimleri de önlemeyi amaçlıyordu.220 Lenin NEP ile, politik iktidarı Bolşeviklere bırakmaları karşılığında köylüler için oldukça önemli olan bir miktar özel tarımsal mülkiyete izin veriyordu. Bu durum aslında Bolşevikler tarafından şeytanla yapılan pazarlık olarak nitelendiriliyordu. Lenin de, 1921’de Ekim devriminden en çok yararlananların işçiler değil köylüler olduğunu açıkça belirtmiştir.221 Bolşevikler arasındaki çatışmalar NEP politika­ larından çok ulusal sorun konulannda alevlendi. Stalin’in Milliyetler Komiseri olarak ulusal sorunla ilgili en yetkili makamın başında olması ve bu konulardaki katı merkezci tutumu Lenin’i de rahatsız etti.

Leııin-Stalin Çatışmasının “Ulusal Sorun” Boyutları222 1922 yılı başında hastalığı iyice artmaya başlayan Lenin, Milliyetler Komiseri Stalin’in Genel Sekreterliğe atanmasını kabul etti ve belki de bunu bizzat kendisi önerdi. Bu makam henüz sonradan olacağı kadar önemli değildi. Aynı yıl

220 Moshc LEVVIN: a.g.e., 1'2 221 Moshe LEVVIN: a.g.e., 41 222 Lenin-Stalin çatışması Galiyevciliği de açıklamamıza yardımcı olacaktır. Çünkü Stalin Leninle olduğu gibi esas olarak ulusal sorun meselesinde çatıştığı, Galiyev'i de tasfiye etmiş, öldürmüştür.

197


içerisinde belki de Lenin’i bile şaşırtacak şekilde önemi gittikçe arttı. Bu duruma neden olan esas etken ise Lenin’in yokluğuydu. Lenin’in çalışma kapasitesi azaldıkça ve olaylann denetimi artan ölçüde ellerinden kaydıkça, Stalin’in Lenin’e karşı hareket serbestisi ve güvencesi artıyordu. Etrafını bizzat kendi seçtiği adamlarıyla dolduruyordu. Devletin ideolojisi Leninizmden Stalinizme doğru kayıyor ve ilk “yara” da ulusal sorun konusunda deşiliyordu.223 Lenin ile Stalin arasındaki özellikle ulusal sorun konusundaki çatışmanın ilki ve en şiddetlisi Gürcistan meselesinde yaşandı.224 Ulusal istemlerinin karşılanacağı umuduyla Bolşevikliğe meyleden Müslümanları hayal kırıklığına uğratan gelişmeler de aynı dönem içerisinde gerçekleşti. Devrim başlangıcında Lenin’in Müslümanlarla yapmış olduğu antlaşma programına tamamen aykırı bir şekilde hareket eden Stalin, ulusal sorunları baskıcı bir anlayışla çözümsüzlüğe sürükledi. Galiyevci hareketi doğuran etmenler de bu olumsuz süreçten kaynaklanıyordu. Aslında Bolşevik devriminin ilk Leninist döneminde milli hassasiyetlere özel bir önem gösteriliyordu. Sovyet hükü­ metinin kurulmasının daha ilk gününde, 25 Ekim 1917’de, Bütün Rusya Sovyetleri İkinci Kongresi’nde, işçilere, askerlere ve köylülere hitaben yayımlanan bildiride, Hükümetin, Rusya’da yaşayan bütün uluslara kendi kaderlerini tayin hakkı­ nı tanıdığı açıklandı. Ayrıca, “Rusya Halkalarının Haklar Deklarasyonu” ile bu ilke teyit edildi. Ardından milliyet sorunlarıyla ilgilenmek üzere “Milliyetlerle İlgili İşler Halk

223 Moshe LEYVIN: a.g.e^ 12 224 Lenin, Stalin'in tasfiye edilmesini istediği meşhur vasiyetini bu tartışmalardan sonra kaleme almıştır.

198


Komiserliği” oluşturularak başına Stalin geçirildi.225 Halk Komiserleri Konseyi, Başkan Lenin’in imzasıyla 20 Kasım 1917’de, Rusya Müslümanlara yönelik olarak “Rusya ve Doğu’nun Bütün Emekçilerine” adıyla bir bildiri yayınladı. Bütün ulusal dillerde basımı yapılan Bildiri’de, özetle, şöyle deni­ yordu: “Kapitalist soygun ve şiddet dünyası çöküyor. Emper­ yalizmin köpek balıklan için şartlar giderek ağırlaşıyor. Bu büyük olaylar içinde sizlere, Rusya’nın ve Doğu’nun emekçi Müslümanlanna sesleniyoruz. ...înançlannız ve gelenekleriniz, ulusal ve kültürel kurumlarınız bundan sonra dokunulmazdır. Ulusal yaşamınızı özgürce, engelsiz olarak düzenleyin. Bu, sizin hakkınızdır. Biliniz ki, sizin haklarınız bütün Rusya halklarının haklan gibi devrimin ve ona vücut veren işçi, asker ve köylü Sovyetlerinin tüm gücüyle korunmaktadır.”226 Ocak 1918’de de Rusya Sovyetleri’nin Üçüncü Kon­ gresi’nde de “Emekçi ve Ezilen Halklann Haklan Bildirgesi” yayınlandı. Bu bildiride de açıkça belirtiliyordu ki, Rusya Sovyet Cumhuriyeti; Sovyet ulusal cumhuriyetlerinin bir federasyonu olarak, özgür uluslann özgür birliği ilkesi teme­ linde kuruluyordu.227 Bu bildiri yayınlandıktan sonra, Finlan­

225 A.ZEVELEV, S.S.C.B'de Ulusal Sorun Nasıl Çözüldü?, (İstanbul, 1998), 22 226A. ZEVELEV: a.g.e., 23. Bu bildiri, "ulusal özgürlük" için Bolşevik saflarına katılmış olan Müslümanların temel referans kaynağıydı. Daha sonra, baskıcı Stalinist politikaların uygulamaya geçirilmesiyle birlikte "ulusal sorun" kavgaları şiddetlendiğinde hep bu bildiri gündeme getirilecektir. 227 Önceleri Leninistler, "kendi kaderini tayin hakkı" ilkesini bağlı ülkelerin ve sömürgelerin ezilen halklarının tamamen ayrılma hakkı, ulusların bağımsız devlet kurma hakkı olarak yorumlamış ve bu hakkın "özerklik hakkı" şeklinde dar bir biçimde algılanamayacağını

199


diya, ulusların kendi kaderini kendisinin tayine etmesi ilkesi çerçevesinde birlikten ayrıldı. Bu arada, 1918 Ocağında Bütün Rusya Sovyetleri Kongresi’nde Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilan edildi. 10 Temmuz 1918’de, Bütün Rusya Sovyetleri Beşinci Kongresinde, Lenin’in öncülüğünde hazırlanmış olan ve temel ilkesi ulusların kendi kaderini kendilerin tayin etme hakkı olan Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyetinin Anayasası kabul edilerek ulusların özgürlük ve eşitliği anayasal güvence altına alındı. 1922 Anayasası ile birlikte de S.S.C .B kuruldu. Bütün ulusların temsilcilerinin katılımıyla yapılan “Bütün Sovyetler Birleşik Kongresi”nin sonucu olarak, 30.12.1922’de Sovyetler B irliği’nin kuruluşu resmen ilan edildi. Birlikten ayrılma hakkı anayasal bir hak olarak hala mevcuttu. Ocak 1924’tc de S .S .C .B ’nin İkinci Kongresi’nde de S.S.C .B Anayasası onaylandı.228 Büyük devlet kurumsallaşması tamamlanmıştı. Bu aşamadan sonra ise Stalin Sovyetlerde bütün gücü eline geçirmiş ve 1953 yılındaki ölümüne kadar ülkede hakim olan istibdat rejimine Stalinizm denmiştir.229 belirtmişlerdi.

Bu şekilde, ulusal hak ilhaklarını haklı gösteren

politikaları baştan dışlamışlardı. 228 A. ZEVELEV: a.g.e., 29 229 Aslında Stalinizm Stalin'in hayatı boyunca kullanılan bir terim değildi.

1956 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin 20.

Kongresinde Kruşçev'in Stalin'i mahkum etmesinden sonra bu terim faşizan Özellik taşıyan solcuları ve sol rejimleri nitelendirmek için olumsuz anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Ralph MİLİBAND, Stalinizm, Marksist Düşünce Sözlüğü, Yayın Yönetmeni: Tom BOTTOMORE, Çev: Zehra AKSU, (İstanbul : İletişim Yay., 2001), 558. "1917 Ekim Devrimi'nin uyandırdığı umutların nasıl söndürüldüğü­ nü, Sovyetler BirJiği'nin teorisi ile pratiği ile nasıl gerici ve yayılmacı bir güç haline geldiğini anlamak için Stalin dönemini bilmek, iyi bilmek gerekir" diyen Mehmet Ali Aybar, bu düzeni olması gerektiği

200


Görüldüğü gibi, Sovyetlerin kuruluş aşamasında, ulusal özgürlükler ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı dışlan­ mıyordu Hatta Anayasa dahi bu ilkeler ışığında oluş­ turuluyordu. Fakat Çarlık bürokrasisini deviren Bolşevikler, zamanla, bu bürokrasinin benzeri bir partokrasi rejimi inşa ettiler. Mazlum ulusları Bolşevik saflarına yönelten “büyük devlet şovenizmi” bu kez komünist rejim altında varlığını devam ettirdi. Mollanur Vahidov da ulusal özgürlük fikrine sıkı sıkıya bağlı olan Sultan Galiyev1in/Galiyevcılerin eleşti­ rileri de esas olarak bu doğrultudaydı.

gibi "sosyalistçe''

eleştiren önder aydınlarımızdan

birisiydi.

Bu

eleştirilerinde Aybar Galiyevcilerle hemen hemen aynı gerekçeleri dile getiriyordu. Sovyet rejiminin muazzam bilimsel metodolojik bir tahlili için bkz. Mehmet Ali AYBAR, Marksizm ve Soysalizm Üzerine Düşünceler (İstanbul: İletişim Yay,2002)/85

201


202


UÇUNCU KISIM GALİYEVCİ

DÜŞÜNCENİN ÖNCÜSÜ

MOLLANURVAHİDOF

DOĞUNUN BÜYÜK

DEVRİMCİSİ

ULUSAL SOL HAREK ETİN H A BERCİS İ


204


GA LİYEVCİ DÜŞÜNCENİN ÖNCÜSÜ

M O L L A N U R VAHİDOV* “Sosyalizm, hazır olarak gökten düşmeyecek. O, yer yemişidir. Tarihin, şimdiki ve geçmişteki medeniyetlerin ona büyük etkisi olacaktır” (Galimcan İbıahimov) “Sosyalizmi içermeyen bir milliyetçilik-Eski İrlanda toplumsal yapısının temelinde bulunan o ortak mülkiyetin daha kapsamlı ve daha gelişkin biçimine dayandırılmış bir toplumsal yeniden örgütlenmeyi

içermeyen

bir

nıilliyetçilik-yalnızca

ulusal

vefasızlık, hainliktir.” (James Connoly) “ 1917 Şubat Devrimi’nden önce Mollanur Vahidov’un ismi yoktu. O, alevlenerek çıktı, sağa sola ateşli çizgiler çizdi ve yok oldu. Tıpkı şimşek çakması gibi parlayarak geçti. Doğu’da sosyalizm yolunda ateş yaktı, iz bıraktı.” (Galimcan İbrahimov)

* Bu makale 1998 yılında yazılmıştır. 1999 yılının başlarında sınırlı sayıda

basılan-editörlüğü

Teorik

Katkı"

adlı

tarafımca

dergi-kitapta

yapılmış

yer

almıştır.

oIan-"Ulusal

Sola

Makalenin

esas

özgünlüğü Türkiye'de Mollanur Vahidov hakkında yazılmış olan ilk makale olması ve bu makalenin şimdiye kadar hiç yayımlanmamış, büyük ihtimalle Tataristan'da bile ikinci baskısı yapılmamış, 1919 tarihli bir kitaba ("Doğunun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov") dayanılarak yazılmış olmasıdır. Bu yüzden bu kısımda, zaten ilk elden kaynağa dayandığı için, makalenin 1999'daki haline dokunulmamış, yeni bazı eklemeler ve bilgilendirmeler, dipnotlarla ayraç içinde gösterilmiştir. Ayraç içinde gösterilmeyen dipnotlar 1999'deki dipnotlardır.

205


Giriş Bu yazının başlığından yola çıkarak, “Galiyevci termino­ loji ortaya çıkmadan önce yaşamış olan birisi nasıl olur da Galiyevci olarak addedilebilir?” diye sormak mümkündür. Sadece şu söylenebilir: Galiyevcilik, Sultan Galiyev ile sınırlı bir düşünce tarzı değildir. Asyatik Türk ulusal sol hareketine ve düşünce tarzına “Galiyevcilik” denilmiştir. Bu tarzın Sultan Galiyev’den öncesi de vardır, sonrası da vardır. Ama en açık olarak ortaya çıktığı dönem, Mollanur Vahidov’un örgütsel yardımcısı Sultan Galiyev’in önderlik döneminde olduğu için bu düşünce tarzına “Galiyevcilik” ismi verilmiştir. Mollanur Vahidov, bu tarzın ilk teorisyenidir.230 Son dönemlerde, özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılma­ sından sonra Türkiye'de sol, sosyalizm, Türkçülük konuları entelektüeller ve politikacılar tarafından daha bir nesnel boyutta araştırılmaya ve tartışılmaya başlandı. Solun Türkiye ve Türkler açısından özgün kaynaklarına inme ve bu çerçevede ulusal bir sol, sosyalizm hareketi çıkarabilme düşüncesi de ancak bu dönemde yoğunluk kazanabildi. Bu dönemde bir kısım Türkçü ve sosyalist, kendilerini sorgulama ve bir özeleş­ tiri yapma durumuna girdiler. Türkçüler için, günah keçisi Sovyetler Birliği dağıtılmıştı ama "vatanın bölünmez bütün­ 230 [Sultan Galiyev de kendisini Vahidovcu olarak nitelendirmektedir: "...Ç ü nk ü ben Vahidovcuydum ve Tatar-Başkurt taraftarıydım ..." Halit KAKINÇ, Destansı Kuramcı Sultan Galiyev, (İstanbul : Bulut Yay., 2004), 62. Tatar-Başkurt devletinin kurulması Vahidovcularm/GaliyevciIerin ilk siyasal idealiydi. Elinizdeki kitabın daha önceki bölümlerinden de Galiyev'in Vahidovculuğu, Vahidov'un da Galiyevciliği açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Vahidovculuk ve Galiyevcilik, çok küçük nüanslar olmakla birlikte, aynı bütünsel/tek bir düşüncenin değişik merhalelerini yansıtmaktadırlar. Galiyevcilik nihai merhaledir, o yüzden onun adını zikrediyoruz.]

206


lüğü" hala tehlikedeydi. Solcular da Sovyetler Birliği'nin içindeki milyonlarca mazlum Türkü daha yeni keşfediyorlardı. Çok kısa bir zamanda bu Türklerle ilgilenmenin sadece ve sadece faşistlikten kaynaklanmadığını anladılar. Bu süreçte, emperyalizme karşı bir Avrasya oluşumunun dinamosu olabi­ lecek Türk halkları ve coğrafyası, solcuların hatta bilimsel sosyalistlerin bile, ilgi alanına girmeye başladı. Türkçüler de yetmişlerdeki yoğun soğuk savaş politizasyonunun getirdiği "gözükaralık” döneminden kalma antientelektüalist tavırlarını kısmen bir kenara atarak kendi özgün Türkçü kaynaklarına dönmeye başladılar. Yetmişlerin entelektüel/tarihsel körlüğü yok edilince Türkçü milat, Atsız sınırını aşarak Mustafa Kemallere, Ziya Gökalplere, Yusuf Akçuralara kadar uzandı. Bu arada ulusal solcular, Türkçülüğü de barındıran "komünist” Sultan Galiyev'i çoktan keşfetmişlerdi bile. Türkçüler, Türkçü­ lükte bir adım daha ileri gidince karşılarında Galiyev'i ve sosyalistleri buldular. Sosyalistler için de aynı durum söz konusu oldu: Kendi öz sosyalist kaynaklarına indiklerinde Türk Ocağı’yla ve Türkçülerle karşılaştılar. Türkçü-devrimci diyalogu bu zeminde gerçekleşti. Sultan Galiyev tartışmaları da bu zeminde yoğunlaştı. Sultan Galiyev konusunda farklı yaklaşımları olan iki kesim vardır: Birinci kesim; öz düşüncesinde Galiyevci bir yaklaşım olmasa da, sırf tarihsel bir takım zincirleri yerli yeri­ ne oturtmak amacıyla bu konuyu araştıran fakat nihai olarak bir siyasal teori ve aksiyonu geliştirmek düşüncesi olmayan entelektüellerden, araştırmacılardan oluşuyorken ikinci kesim; ulusal solcu, ulusal sosyalist veya sol Türkçü olup da bu düşüncelerinin tarihsel dayanaklarını ortaya çıkarmak isteyen ve daha çok "politize" olmuş araştırmacılardan oluşmaktadır. Birinci kesimin yaklaşımına "Sultan Galiyev tarihçiliği”, ikinci kesimin yaklaşımına da "yeni Galiyevci stratejistliği” diye­

207


biliriz. Birinci yaklaşım, sadece, Sultan Galiyev'in Ekim Devrimi ve Stalin Dönemi sürecindeki eylem ve teorilerini dönemi içinde araştırmak (ve bu arada aklamak veya karala­ mak) ile meşgul olurken ikinci yaklaşım Sultan Galiyev’i ve hareketini, hareketinin içinde, nesnel olarak inceleyip günü­ müzün somut siyasal, ekonomik ve stratejik koşullarında oluş­ turulabilecek "ulusal sol” bir politik görüşün kaynaklarından biri addederek ondan yararlanmayı hedeflemektedir. Yine birinci yaklaşımda, Sultan Galiyev'in şahsı ve tarihi kişiliği üzerinde yoğunlaşılırken ikinci yaklaşımda Galiyevci bir siya­ sal tavır da geliştirilmeye çalışılmaktadır. Şunu gözden uzak tutmamak gerek: Sultan Galiyev şahsi­ yetinin ötesinde, Galiyev'i de aşan bir Galiyevci siyasal düşün­ ce vardır. Genel anlamda ulusal solculuk veya dar anlamda ulusal devrimci sosyalizm de diyebileceğimiz bu düşünce ne Galiyev ile başlamış ne de Galiyev ile bitmiştir. Yani Galiyev ile sınırlı değildir. Galiyevcilik, ulusal sol perspektifinin mazlum Asya coğrafyasında şekillenmiş bir biçimidir. Kema­ lizm, Anadolu topraklarında ne ise; Fanonculuk Cezayir'de ne ise Galiyevcilik de Orta Asya'da odur. Ancak Orta Asya'da şekillenmiş Galiyevcilik de sırf Sultan Galiyev'in düşünce ve aktiviteleriyle sınırlı değildir. Sultan Galiyev, bu düşünce ve aksiyonun önderliğini yapmış ve bu yüzden Asya toprakların­ daki ulusal sol hareket, onun ismiyle kavramsallaştınlmıştır. Bu kavramsallaştınnayı yapanlar da, tıpkı Kemalizmin kav­ ramsallaştırılmasında olduğu gibi, Sultan Galiyev karşıtlarıdır. Yani Galiyevci düşünce Sultan Galiyev ile başlamadığı gibi geliştirilimi de onunla sınırlı kalmamıştır. Sultan Galiyev, Asyatik/Türk ulusal düşünce öncülerinden biridir, ama kurucu değildir. Nasıl ki, Mustafa Kemal Atatürk'ten önce, Kemalist perspektifte hareket eden/düşünen ve Atatürk'ün düşünce yapısını, hareket stratejisini şekillendiren milli iktisatçı/milli

208


devletçi/halkçı, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp gibi, Türk Ocağı aydınları mevcut idiyse aynı şekilde Sultan Galiyev de, daha önceki bilinçsiz çıkışları dikkate almazsak, belki de ilk sistematik Galiyevci diyebileceğimiz Mollanur Vahidov’dan büyük ölçüde etkilenerek ve onu da aşarak bir teori geliş­ tirmiştir. 231 Bu yazıyı, Türk kamuoyunda hiç tanınmayan ilk Galiyevci Mollanur Vahidov’u tanıtmak ve ulusal sol düşüncedeki yerini belirtmek amacıyla yazdım. Gerçekten de daha Sultan Gali­ yev’in bile gerçek anlamıyla yeni yeni tanınmaya başlandığı bir dönemde çok erken bir tarihte (1918) çok genç bir yaşta (33) öldürülen ve bu kısa yaşamına çok büyük örgütsel ve teorik başarılar sığdırmasına rağmen, o dönemdeki iç savaş ortamın­ da derli toplu kalıcı bir kaynak bırakmaması ve en büyük eseri olan Sultan Galiyev'in onun düşünce bayrağını teslim alarak geliştirmesi nedeniyle Mollanur Vahidov, Tataristan'da da pek bilinmemektedir. Türkiye'de Attilâ İlhan, Galiyev konusundaki bütün yazılarında ısrarla Vahidov’dan da bahsediyordu ama konuyla ilgili, en azından Türkiye'de bilinen, doğrudan hiçbir kaynak yoktu. Sadece, Sultan Galiyev ile ilgili kitaplarda mecburen Vahidov’dan da bahsedilmesine rağmen bunlar da çok yüzeysel kalıyordu. Ben, uzun zamandır Mollanur Vahidov ile ilgili bir araştırma yapmak istiyordum. Fakat elimdeki kaynaklar yeter­ sizdi. Tez çalışmalarım sırasında (1997 başlarında), Milli

211 Burada

anakronizm

(tarih

manyaklığı)

içerisine

düştüğüm

düşünülebilir. Ama Galiyevciliğin, bir isimle özdeşleşmekten ziyade Asyatik (büyük ölçüde Türk) halkların bir ulusal sol tavrı olduğu ve bu tavrın, yukarıda da ısrarla bahsettiğim gibi, Galiycv'den önce de sonra da var olduğu şeklindeki temel tezim dikkate alındığında böyle bir anakronizmin olmadığı anlaşılacaktır.

209


Kütüphane mikrofilm arşivinden doğrudan Mollanur Vahidov ile ilgili bir kitap bulunca ve Arap alfabesiyle Tatarca yazılmış bu kitabı çevirtip okuyunca bu konudaki yüzeysel bilgim daha derinleşti. Kitap, 1919 yılında Kazan'da basılmış ve Mollanur Vahidov’un öldürülüşünün birinci yılında Vahidov'a adanmıştı. Vahidov ile ilgili dava arkadaşlarının yazılarından oluşan kitabın ismi ”Doğunun Büyük Devrimcisi232 Mollanur Vahidov Arkadaş (Yoldaş)”. Kitabı, dönemin devrimci sosyalistlerinden olan, Vahidov'un yakın dostu olmakla birlikte daha sonra Galiyev ile araları açılan Galimcan İbrahimov Karaganda hazırlamış. Kitapta, Mollanur Vahidov'un, daha önce Ulusal dergisinde yayımlanan bir resmi ve Macid Gafuri’nin Mollanur'a ithafen yazdığı bir şiirle birlikte Galimcan İbrahimov, Emine Muhiddinova, Veli Şefigullin, Şehid Ahmediyef, İbrahim Koliyev ve İbrahim Baymiytif gibi dönemin önemli örgütçülerinin Vahidov’u ve Müslüman miliyetçi komünist hareketini anlatan yazıları var. Konuyla ilgili Türkçe/Türkçeye çevrilmiş eserler arasında, sadece, Bennigsen ve Quelquejay'ın yazmış oldukları "Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası: Sultan Galiyev” kitabının kaynakçasında bu kitaptan bahsedilmiştir. Ancak, bu yazarlar da büyük bir ihtimalle bu kitabı görme­

232 "D oğu'nun Büyük Devrimcisi" unvanı, Tatar komünistlerince, büyük Tatar devrimcilerine verilen bir önderlik sanıdır. Bu unvanı alan ilk kişi Mollanur Vahidov olmuştur. Bu san ikinci olarak Sultan Galiyev'e 1923'te Komünist Parti'den ihraç edildikten sonra, cezaevindeyken, Tatar Komsomolu Merkez Komite Bürosu tarafın­ dan verilmiştir. Bu büro aynı zamanda Galiyev'e (ve Lenin'e de) "Komsomol Onur Ödülü"nü de vermişti. A.BENNIGSENC.QUELQUEJAY, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası: Sultan Galiyev, Çev: Erden AKBULUT-T.Ahmet ŞENSILAY, Sosyalist Yayınları, İstanbul, Şubat 1995, s.131-132

210


mişler, başka Tatar yazarlar aracılığıyla böyle bir kitabın varlı­ ğını keşfetmişlerdir.233 Kitabı inceledikten sonra, elde ettiğim bir takım yeni ve detaylı bilgilerin de etkisiyle bu kitabı temel alarak ve diğer kaynaklardan da yararlanarak böyle bir tanıtıcı makaleyi yazma gerekliliğine inandım. Edindiğim sonuç bu makalenin başlığını oluşturdu.

M ollanur Vahidov Kimdir? Mollanur Vahidov, Tataristan'ın Perm vilayetinin Kungur şehrinde 1885 yılında dünyaya geldi. Babası küçük ticaretle uğraşıyordu. Mollanur, sekiz yaşma kadar Kungur'un Kazı Köyü'nde annesinin değirmeninde kaldı. Dokuz yaşındayken Kungur Şehir Okulu'na girdi ve burada iki yıl okudu. Baba­ sının ticari işlerinin iyi gitmemesi üzerine ailece Kazan’a göçtüler. Mollanur, burada Riyalni Oçilişça adındaki bir okula başladı ve bu okulu 1907 yılında bitirdi. Daha sonra Petersburg Teknik Enstitüsü'ne girdi. Buradaki öğrenciliği sırasında "Musul'manın" gazetesiyle ilişki kurdu. Bu gazetede Doğu'nun ezilmiş halkları üzerine makaleler yazdı. Aynı zamanda Marksist bir örgüte de üyeydi. Bu okula girişinin dördüncü yılında "siyasi suç"tan dolayı okuldan atıldı. Vahidov, daha sonra Psiko-Nöroloji Enstitüsü İktisadi Bilimler Bölümü'ne girdi. Fakat devrimci faaliyetlerinden dolayı buradan da atıldı ve başka bir okula girme hakkından da mahrumiyet cezasına çarptırıldı. Eğitim hayatı bu şekilde son bulmuş oldu.234

233 {Ayrıca, Tatar Kitap Neşriyatının 1989'da Kazan'da Mollanur Vahidov ismiyle yayımladığı kitapta da bu kitaptaki yazılar özet olarak verilmektedir. Kril alfabesiyle Tatarca olarak yayımlanan bu kitabı Türkiye Türkçesine çevirme çalışmalarım devam ediyor.] 234Galimcan İBRAHİMOV, "Mollanur Vahidov'un Tercüme-i Hali", Doğunun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov Arkadaş (Haz:

211


Mollanur, bu durumdan sonra Kazan’a döndü. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Yol İdaresi’nde çalışmaya başladı. Burada da siyasi örgütçülüğünü sürdürdü. Mollanur'un siyasi çalışmaları daha Riyalni Oçilişça'da okurken başlamıştı. Vahidov, daha o tarihten beri Sosyal Demokrat Partisi’ne katıl­ mış ve gizli olarak çalışmaya başlamıştı. Fakat o dönemdeki siyasi etkinlikleriyle ilgili ayrıntılı bir bilgiye sahip değiliz. Mücadele arkadaşı İbrahim Koliyev’in anlattıklarından siyası olarak çok faal olduğu, çeşitli üniversite öğlencileriyle birlikte, lider konumunda çeşitli siyasal örgütlenmeler içine girdiği ve daha o yıllarda, yukarıda da bahsedildiği gibi, "Müslüman'ın" gazetesinde yayınlanan birçok makalesinde Doğu meselesine ve İslam alemine önem vermeye başladığı anlaşılıyor. Bu ilginin güçlü bir entelektüel zemininin olduğunu ifade eden İbrahim Kol iye v, bu durumu şöyle anlatıyor: "Son emper­ yalistler savaşı başladıktan iki yıl sonra arkadaş Mollanur'un evinin Kazan'da olması nedeniyle onunla yeniden görüşme fırsatım oldu. ... Onun zengin kütüphanesinde benim en dikkatimi çeken şey, Doğu meselesi ve İslam alemi ile ilgili kitapların, makalelerin kütüphanenin en ön yerlerinde olma­ sıydı. O, bu konularda hangi kitap veya makale yayınlanırsa yayınlansın mutlaka alır ve okurdu.”2'*5 Vahidov’un Yol İdaresi’nde çalışırken işçiler ve köylüler arasında gizli siyasi çalışmalar yaptığını, sosyalist devrim için propaganda ve örgütlenme çabalarını hızlandırdığını236 bilmemize rağmen bu

Galimcan İBRAHİMOV), Yazılar, Kazan, J919, s. 3 4 ; A. BENNIGSEN-C QUELQU£JAY, Sultan Galiyev ve Sovyet Müslü­ manları (Çev: Nezih UZEL), İstanbul 1998, s. 229. 235 İbrahim KOLİYEV, "Şubat Devrimine Kadar Yoldaş Mollanur Vahidov', a.g.e., s. 7 23(' Galimcan İBRAHİMOV, a.g.y., s. 5

212


genel bilgilerin dışında Şubat devrimine kadar yaptığı çalış­ malar hakkında pek bir bilgiye sahip değiliz. Vahidov'un bu tarihe kadarki çalışmalarından sadece kulaktan kulağa dolaşan söylentiler ve anılar çerçevesinde kısmi bilgiler edinebiliyoruz. Bütün bunlardan çıkarabile­ ceğimiz sonuç; Vahidov’un Şubat devrimine kadar teorik ve pratik olarak kendisini azami ölçüde yetiştirmekle uğraştığı ve tamamen bilinçli olarak büyük devrime hazırlandığıdır. Bu dönemde hemen bütün sosyalist/sol örgütlerle ve ulusal dev­ rimci gruplarla diyaloga geçmiş, onları tanımış, onlarla tanış­ mış ve özellikle Müslüman devrimci grupları içinde büyük bir saygınlık kazanmış olduğu anlaşılıyor. Bunun dışında, Molla­ nur ile ilgili anılarını anlatanlar, onun özellikle Şubat devri­ mi'ne kadarki dönemde kendini tamamen ilmi/stratejik/teorık araştırmalara verdiğini de söylemekteler. Tabii bu dönemde siyasal eylemlerden de uzak kalmamıştır. Hatta okul hayatı bile bu eylemlerinden dolayı yarım kalmıştır.237 Sonuç olarak, Mollanur Vahidov’un Şubat devrimine kadar siyasal, örgütsel, teorik ve stratejik açıdan tam bir hazırlık dönemi geçirdiği 237 Galimcan Ibrahimova göre, 1905 Devrimi sürecinde ’T angçılar”, "Uralcılar" (bunların içinde Ayaz İshakoff, Toktarof, Şakir Muham­ medi, Said Remiyef, Ömer Tiiregolof gibi devrimci isimler bulunu­ yordu) gibi önemli Müslüman sosyalist devrimci fraksiyonlar vardı. Mollanur Vahidov, o sıralarda öğrenci olduğundan bu hareketlere katılmamıştı.

Fakat bu

fraksiyonlar monarşist Sotolpin

iktidarı

geldikten, sonra burjuvazi yanlısı oldular. Bu tarihlerde, kendisinin de (Galimcan İbrahimov) katıldığı önemli bir Müslüman sosyalist hareket bu şekilde sona erdiğinden O ve onun gibi düşünenler için tek çare Rus örgütlerine katılıp onlarla çalışmaktan ibaretti. Mollanur da bu yolu tercih etmişti. Galimcan İbrahimov'a göre, bütün canıyla, yüreğiyle devrimci sosyalist olan Vahidov, bu dönemde gizli çalıştığı için ismi pek duyulmamıştır." Galimcan İBRAHİMOV, "Doğu'nun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov Yoldaş", a.g.e., s. 18.

213


söylenebilir. Kendisini, Şubat devriminden sonra Müslüman soysalistlerin liderliğine yükseltecek ve Doğu mazlumlarım da kapsayacak ulusal soysalist stratejisini oluşturduğu bir hazırlık.

Sağcı "Müslüman Komitesi" ve Vahidov'un İlk Çıkışı Şubat 1917 devrimi patlak verdiğinde Tatarlar (ve bütün Asya Müslümanları) tam bir şaşkınlık içindeydi. Çünkü önceden örgütsel hiçbir hazırlık yapılmamıştı. Şubat devrimi’nden ancak bir süre sonra, daha çok mollalardan, arazi sahiplerinden, fabrikatörlerden ve onlann peşine takılan aydınlardan oluşmuş olan ”Kazan Müslümanları", Kazan'daki Bolşoy Tiyatrosu’nda "Bütün Kazan Müslümanlan Toplantısı" ismiyle bir toplantı düzenlediler. Bu toplantıda yukarıdaki kesimlerin temsilcilerinden oluşan bir "Müslüman Komitesi" kurulmasını kararlaştırdılar ve toplantıya katılan ”halk”ın da olurlarını aldılar. Toplantıya Mollanur da katılmıştı. Mollanur Vahidov'un dava arkadaşı Emine Muhiddinova, "mazlum hal­ kın kendi zalimlerini alkışlayarak kabul etmesi" olarak nitelendirdiği bu olay karşısında, tek karşı çıkan sesin Mollanur Vahidov olduğunu belirtir. Emine Muhiddinova'nın yazdığına göre toplantıda söz isteyen Mollanur, gür bir sesle şunlan söyler: "... İşçiler, kapitalistler ve sarıklılar hakimiyeti altında yaşamak için mi kan döktü. Onlar, mutlakiyetçiliğin boğuşundan(esaretin) kurtulup, sizin boğuşunuza (esaretinize) ulaşmak için mi savaştılar..." Emine Muhiddinova'ya göre bu, Şubat devrimi süresince Vahidov'un ilk etkili çıkışıydı.238 İbrahim Koliyev de bu toplantıyı şöyle değerlendirmektedir: “Daha dün namaz sonrasında (Çar) Nikola'ya uzun ömürler dileyerek dua eden mollalar, daha dün Nikolay'a sadakat telgrafları gönderen zenginler, daha dün Almanya ve Türkiye 238 Emine MUHİDDİNOVA, "Şubat İhtilali Döneminde Mollanur Vahidov, a.g.e., s.46-47 .

214


ile zafere kadar savaşmak lazımdır diye yazan muharrirler, işçilerle askerlerin yaptığı devrimin meyvelerini yemek için Bolşoy Tiyatro sahnesine çıkarak masa etrafına dizilip otur­ muşlardı. Bu toplantıda Mollanur arkadaş böyle aldatmacalara karşı çıktı... ve devrime hizmet edecek gerçek bir devrimci Müslüman örgütün kurulması gerektiğini bütün gücüyle dile getirdi.”239 Müslüman Komitesi, meydana gelen sol Şubat devrimi nedeniyle açıklıkla dile getirmese de, üyelerin ve yöneticilerin sınıfsal yapısı nedeniyle siyasal düşünce olarak anti-komünist bir oluşumu temsil ediyordu.

Müslüman Sosyalistler Komitesi'nin Kuruluşu Mollanur Vahidov önderliğindeki Müslüman milliyetçi komünistlerce, Müslüman kapitalistler olarak addedilen ve merkezi Kazan'da olan Müslüman Komitesi'nin nasıl bir yapılanma olduğu bütün açıklığıyla ortaya çıkınca, Mollanur Vahidov, Müslüman Komitesi'ne karşılık, Şehid Ahmediyef, İbrahim Koliyev, Şefuiddin, Emine Muhiddinova ve başka birçok devrimcilerle birlikte yine Kazan'da Müslüman Sos­ yalistler Komitesi'ni kurdu. Bu örgüt 1917 Şubatı'nda kurulan "İşçiler Komitesi"nin bir devamı niteliğindeydi. Örgüt siyasal düşünce yapısı olarak tam bir Bolşevik sayılmazdı. "Marksist" eğilimli Vahidov, kendisini sonraları Bolşevik olarak nitelendirse de, "Vahidov Sosyalizmi" çok farklı bir şekilde tezahür etmiş ve önemli ölçüde "devrimci panislamist" bir şekle de bürünmüştü.240

239 İbrahim KOLİYEV, a.g.y., s. 72. 240 [Ekim devrimi öncesinde ve sonrasında Rusya'da bulunan; çıkardığı Yulduz, Kurultay, Altay gibi dergilerde komünizm karşıtı fikirlerinden dolayı tecrit edilmesinden dolayı (tutuklanma tehlikesi) 1921'de Finlandiya'ya sığınan ve 1925'te de Türkiye'ye gelerek yerleşen Tatar Abdullah Battal Taymaz (Kuybişev 1883-İstanbul

215


Bu durum, Komite çalışmaları sürecinde çok bariz şekilde hissediliyordu. Hatta Komite kurulmadan önce yapılan istişare toplantısında Komite’nin isminin ‘Tatar Sosyalistler Komitesi1' mi yoksa "Müslüman Sosyalistler Komitesi” mi olması konusunda epey tartışmalar oldu. Mollanur Vahidov, şiddetle "Müslüman” kelimesinin konmasını istiyordu. Mollanur Vahidov’un siyasal/stratejik düşünceleri hakkında da önemli ipuçları veren bu tartışmayla ilgili olarak, toplantıya katman­ lardan İbrahim Koliyev şunları yazıyor: ”... Arkadaş Mollanur Vahidov, Alımcan Seyfı, ben (İbrahim Koliyev) ve başka arkadaşlar Apanayovski Padvoriye’nin bir dairesinde toplanıp 'sosyalistler komitesi' oluşturulması konusunda bir istişare toplantısı yaptık. Ancak bu komiteye 'Müslüman Sosyalistleri Komitesi’ ismi mi yoksa Tatar Sosyalistleri Komitesi' ismi mi verilmesi gerektiği konusunda fikir ayrılığı olduğundan bizim o istişare toplantımız dört gün, dört toplantı devam etti. Bizler, Tatar Sosyalistleri’, Mollanur arkadaş ise 'Müslüman Soysalistieri' isminden yanaydı. Bu isim meselesi Komite'nin nasıl bir yol tutacağı ve hangi ölçekte çalışacağı konularıyla ilgili olduğundan, bizim için de, onun için de önemliydi. Biz ne 1969), ön yargılarla dolu düşünce sistematiğinde "ateist" komünist­ lerle dini, İslamiyeti bir araya getiremediği için komünist Mollanur Vahidov'un İslami bilgi ve ilgisine, İslambirlikçi bir sosyalist strateji belirlemesine anlam verememiş ve şaşkınlığını gizleyemediği şu küçümseyici cümleleri sarf etmiştir: " ... Ancak bu zavallı adam (Vahidov) gerek yazılarında, gerekse nutuklarında Marks-Engels nazariyelerine İslambirliği umdelerini de karıştırıyor; Peygamberin yeşil sancağı ile Marks'm kızıl bayrağının yan yana dikilebileceğini anlatıyor; sosyalizm prensiplerini İslam akideleriyle desteklemeye özeniyordu. Bu Bolşevik komüniste hiç de yakışmayan Mollanur gibi tuhaf bir isim taşıyan adam cağızın..." Abdullah Battal TAYMAZ, Rus İhtilalinden Anılar, (İstanbul : Turan Kültür Vakfı Yay., 2002), 102

I 216


kadar Komite'nin Tatarlar arasında çalışması gerektiğini ve ancak o ölçekte iş yapabileceğini söylesek de, O, kendi sözünden bir adım geri gitmedi. Tersine bu Komite’nin bütün İslam aleminde kurulacak komitelerle birlikte çalışması ve sadece Tatarlar arasında değil, belki bütün İslam dünyasında sosyalizm fikrini yaymaya çalışması gerektiği düşüncesinde ısrar etti. Biz de sonunda ona katıldık ve 'Müslüman Sosyalistleri Komitesi' ismiyle işe başladık.”241 Mollanur Vahidov ve mücadele arkadaşları, Müslüman milliyetçi komünistler, kendi aralarında yaptıkları toplantıda Komite'nin amaçlarını şöyle ifade ediyorlardı: "Müslüman proleteryasını, Tatar proleteryasını Doğu’daki devrimci askerin öncü partisi yaparak, Doğu'nun bütün mazlum halklarını Avrupa kapitalizminin boğuşlarından azad etmek”242 ve asıl amaç olarak "Müslümanlar arasında sosyalizm fikrini yay­ mak.”243 Ayrıca, Tatar "feodalitesine, Müslüman gelenek­ çiliğine karşı savaş ve Rus empetyalizmine karşı Müslüman ulusalcı hareketleri kuvvetlendirmek de Komite'nin amaçlan arasındaydı.244 Komite'de sosyal demokrat, devrimci sosyalist, bağımsız sosyalist, Menşevik, entemasyonalist, maksimalist, vs. çeşitli görüşten aydınlar vardı. Vahidov’un bu komitedeki arkadaşlan arasında Emine Muhiddinova (Başkan Yardımcısı), İbrahim Koliyev (Sekreter), Şıhab Gabidullin (Yardımcı Sekreter), Z. Galaev, Minulla Vahidov, Tuhfatullin, Galimcan 241İbrahim KOLİYEV, a.g.y., s. 73-74. Vahidov, bu düşüncelerinden dolayıdır ki, Doğu'nun önemli merkezlerindeki devrimcilerle temas kurma yoluna gitmişti. Mesela, kendisiyle "Türk/Osmanlı devrimcisi'' olarak

tanıştırılan

Mustafa

Suphi'yi

de

bu

önemsemiş ve Komitesi'ne dahil etmiştir. 242 Emine MUHİDDİNOVA, a.g.y., s. 49. ^İbrahim KOLİYEV, a.g.y., s. 74. 244A. BENNİGSEN-Ş. QUELQUEJAY, a.g.e., s. 56.

217

yüzden

oldukça


Seyfeddinof, H. Gajnullin, H. Muhiddinof, V. Safıgullin ve daha sonralan Sultan Galiyev gibi isimler vardı. Mollanur Komite'ye bağnazlığın girmesini istemiyordu. Bütün ilerici Tatar aydın ve işçilerin azami ölçüde Komite'de birleştiril­ mesinden yanaydı. Rusya Tatarlarını ancak böylelikle büyük devrim dalgasına kanalize edebileceğine inanıyordu. Bu yüzden Komite’ye sosyalizmi kendisine ideal kabul eden herkes kabul edildi. İbrahim Koliyev'e göre bu siyasi taktik çok önemliydi; çünkü Tatarlar arasında sosyalist kültür çok az yayıldığından sosyalizmi benimseyen kişiler çok azdı. Bunun için bu az sayıdaki sosyalistlerin de, aynı Ruslarda olduğu gibi, sol, sosyalist, Menşevik, Bolşevik, anarşist-komünist, anarşistbireyci olarak ayrışmalarını körükleyici sınırlamalar getirmek zaten az sayıdaki Tatar sosyalistini daha da azaltmaktan başka bir işe yaramazdı. Bu halde bile "Müslüman Sosyalistler Komitesi", insan yokluğundan dolayı başlangıçta büyük sıkıntılar çekti. Ancak, İbrahim Koliyev'in sözleriyle, "yoldaş Mollanur'un gece gündüz demeden Komite'de çalışması, bütün vücudunu ona adaması nedeniyle tarihin Komite’ye yüklediği ağır vazifenin başarılması sağlandı.’’2*5 Gerçekten de Komi­ te'nin bütün önemli çalışmalarında Vahidov'un güçlü etkinliği söz konusuydu. Komite’nin tüzüğü, hazırlandıktan kısa bir süre sonra Bolşevik partiye kabul ettirildi. Bu tarihten sonra Kazan'ın fabrikalarında ve bazı kenar mahallelerinde Komi­ te'nin şubeleri açıldı. Bundan sonra "Müslüman Komitesi" ile keskin bir savaş başladı. Bu arada amacı bütün Müslüman işçileri kendi çatısı altında toplamak olan Komite, çok önemli bir örgütsel güç olmaya başladı. Bunda Mollanur'un, işçilerin her biriyle birer birer söyleşmesinin, onlara nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda yol göstermesinin ve etkili

245 İbrahim KOLİYEV, a.g.y., s.75.

218


nutuklarının da katkısı büyüktü.246İbrahim Koliyev, Komite'nin bundan sonraki gelişimini şöyle anlatıyor: "Komite, iki üç hafta çalıştıktan sonra artık köylerden de vekiller gelmeye başlamıştı. Fakat 'Müslüman Komitesi' etrafında toplananlar zenginler sınıfına mensup iken, Sosyalistler Komitesi etrafında toplananlar, tam tersine fakirler ve kendi gücüyle yaşayan sınıf temsilcileriydi. İşte bu durum, Müslüman Sosyalistler Komitesi'ni baştan Bolşeviklik yoluna götürecek amillerden biri­ siydi."247 Müslüman Komitesi, başlangıçta Müslüman Sosyalistler Komitesi’ni pek önemsemiyordu. Fakat gün geçtikçe, Komite 246Bütün anlatılanlardan/yazılanlardan çıkartabileceğimiz ortak sonuç, Mollanur Vahidov'un hitabet gücünün çok yüksek olduğudur. Bu özelliği, derin ilmi bilgisiyle de perçinleşince ortaya muazzam bir şahsiyet çıkıyordu. Onu yakından tanıyanların bahsettiklerine göre Mollanur'un evinde çok büyük bir kütüphanesi vardı ve bu kütüphanedeki kitapların önemli bir kısmı da Doğu'da devrim stratejisi için yararlandığı kitaplar ile İslam dünyası ve medeniyeti konularını işleyen kitaplardan oluşuyordu. Mollanur'un bilimselliği ile ilgili olarak yakın arkadaşı Galimcan İbrahimov şöyle diyor: "Ben, hemen hemen Rusya Müslümanlarının bütün Önde gelenleriyle temasta bulundum, görüştüm. Fakat iktisadi ve sosyal bilimlerde Mollanur Vahidov derecesinde olan hiç kimseyi görmedim.

...

sosyalist devrim de onun gözünde sadece siyaset ve iktisat için değil, aynı zamanda ilmi, edebi, kültürel gelişim için de mücadele anlamına geliyordu..." Galimcan İbrahimov, a.g.y., s.20. 247İbrahim KOLİYEV, a.g.y., s.77, Yöneticilerden birisi olan Rahmatullin, Müslüman Sosyalistler Komitesi ile ilgili şunları söylüyor: "Bu Komite, bir partinin değil, sosyalizmi temeli sayan bütün Müslüman partilerin organıydı. Çünkü dengeli siyasal görüş sahibi Tatar prole­ taryasının sayısı çok azdı. Dolayısıyla bu kişilerden belirli bir doktrine sahip bir partiye üye olmaları istenemiyordu." Dolayısıyla, Müslüman Sosyalist Komitesi, örgütsel olarak da Bolşevik Parti'den ayrılıyordu.

219


güçlendikçe bunda yanıldıklarının farkına vardılar. Özellikle 1917 1 Mayıs bayramındaki, Komite'nin örgütlülüğü ve etkinliği, Müslüman Komitesi'nin gözünü korkutmaya yetti. "1 Mayıs bayramında Kazan'daki işçilerin ve tezgahtarların tamamı, öğrenci ve öğretmenlerin bir kısmı 'Müslüman Sosyalistler Komitei'nin kızıl bayrağı altında dizilerek, Müslüman Komitesi etrafında toplanan mollalar, kalın karınlı zenginler grubuna karşı güçlü bir dalga ortaya çıkardılar."248 Müslüman Sosyalistler Komitesi, organik yönden Bolşevik değildi ve Bolşevik Parti ile çok az ilişki kuruyordu. Örneğin, az önce bahsettiğimiz, 1917 yılında Kazan'daki 1 Mayıs etkinliklerinde, Müslüman Sosyalistler Komitesi, geçit törenin­ de Bolşevik örgütünün dışında katılmıştı. Sadece Temmuz 1917'den sonra Sosyalistler Komitesi’nin bazı yöneticileri ve özellikle Mollanur Vahidov ve dolayısıyla Sultan Galiyev, özel olarak Bolşevik Komite'nin toplantılarına davet edilmişti. Zaten Komite üyelerinin çoğu, komünist olmalanna rağmen köken olarak, Safıgullin, Muhiddinova ve H. Gajnullin hariç, Bolşevik fraksiyonundan gelmiyorlardı. Örgüt yapısı da küçük burjuva karakterliydi.349

Kızıl Bayrak Doğuyor! Bu arada Komite adına işçileri bilinçlendirmek ve "Doğuda Devrim" stratejisini sağlam temellere oturtacak tartışma zeminini sağlamak için Müslüman Sosyalistler Komitesi'nin yayın organı olmak üzere "Kızıl Bayrak" isimli

=«İbrahim KOLİYEV, a.g.y., s.77. 249 A.BENNİGSEN-CQUELQUEJAY, a.g.e., s.52. "Bolşevik partinin, bir kitle örgütü olmaktan çok, askeri yapıda bir örgüt, bir kurmay olmasına karşılık, Müslüman Sosyalistler Komitesi, katı bir ideoloji ve disiplin olmaksızın, çok farklı düşüncelerde de olsa, bütün devrim ­ cilere açık bir birlik konumundaydı." s.56.

220


bir gazete çıkarılmaya başlandı. Gazetenin çıkış amacı, Tımurieng mahlasıyla muhtemelen Mollanur Vahidov’un yaz­ dığı başyazıda açıklanmaktadır: M Rus Bolşevik basını Tatar işçi sınıfının iç yaşamına hemen hiç ilgi göstermediği, göster­ diğinde de hemen yanlış yazdığı için Müslüman işçilerin menfaatlerini müdafaa edecek Rusça bir haber organı yayın­ lamaya karar verdik. Bu gazete, Müslümanlara çamur atan, yalan söyleyen ve haksız provokasyonlar yapan 'İhtilal Bayra­ ğı1gazetesine karşı yayın yapacaktır." Elbette, gazetenin amacı bununla sınırlı değildi. Esas amaç Doğu'da devrim stratejisini geliştirmekti. Bunu gazetenin ilk sayfasında yer alan bütün Müslüman işçilere yönelik yazılan şu çağrı metninden de anlıyoruz: "Uzakdoğu'da, Hindistan'da, İran'da, Afganistan’da, Belucistan'da, Hive'de, Buhara'da, Arabistan'da vs., medeni AvrupalIların -İngiliz, Fransız ve İtalyanların- Afrika’daki kolonilerinde, Mısır’da, Fas'da, Cezayir'de, Tunus’da ve Tripoli'de yüz milyonlarca Müslüman işçi, zalim Avrupa emperya­ lizmi egemenliğinde acı çekiyor. Onlara yardım etmek için acele et, dünya ihtilalinin kızıl bayrağını kaldır!" Bu çağrının altındaki imzalar da şöyleydi: Halk Komiserleri Konseyi Başkanı V. Ulyanov (Lenin), Narkomvoen Başkanı L. Trotski, Merkez Müslüman Komiserliği Başkanı M. N. Vahidov ve Uluslar Halk Komiserliği Başkan Yardımcısı Fr. Razin. Gazetenin ilk sayısında yer alan, Mollanur Vahidov'un Tatar-Başkurt Cumhuriyeti Sovyetleri Genel Kongresinde yaptığı, sonraki bölümlerde de bahsedeceğim, konuşması da "Doğucu” bir içeriğe sahipti. Vahidov, bu konuşmasında, milliyetçi Tatar komünistlerinin ilk ideali olan Tatar-Başkurt Cumhuriyetinin kurulmasına karşı çıkan Kazan Sovyet Başkanı ve Rus Bolşevik Komünist Partisi'nin Kazan'daki önderi Grasis ve yandaşlarına karşı "sadece ilkel sosyalistler Tatar-Başkurt Cumhuriyetinin tarihi manasını anlayamaz”

221


diyor ve konuşmasını şöyle bitiriyordu: "Uzak Hint'de, Mısır'da, Nil kıyılarında ve Asya’nın derinliklerinde yaşayan milyonlarca Müslüman kardeşimizin Avrupa burjuvasının egemenliği altında can çekiştiğini unutma! Asil kalplerimiz onları hürriyetlerine kavuşturma arzusuyla yanıyor."250 Görül­ düğü gibi Kızıl Bayrak, mazlum Müslüman/Doğu devrimci hareketinin örgütleyicisi olma iddiasıyla kurulan Komite'nin propaganda aracı olarak çıkarılmaya başlamıştı. Bu gazetede milliyetçi komünist olarak nitelendirebileceğimiz hemen bütün önderler yer edinmişti. Türk milliyetçi komünisti Mustafa Suphi'nin de "Doğuda Devrim" üzerine Sultan Galiyev ile yapmış olduğu bir mülakatı gazetede yer almıştı. Mustafa Suphi'nin Moskova’da çıkarmış olduğu "Yeni Dünya" isimli gazetede Mollanur Vahidov'un ismi sık sık geçiyordu.

Mollanur Vahidov ve Mustafa Suphi Milliyetçi Türk komünizminin ve TKP'nin öncüsü Mustafa Suphi, Türkiye'nin ilk milliyetçi/milliyetçi sol partisi olarak nitelendirebileceğimiz Milli Meşrutiyet Fırkası'nda ve bu Fırka’nın yayın organı olan îfham gazetesindeki etkili faaliyet ve yazılarıyla iktidardaki İttihatçıları zor duruma düşürmüş bu yüzden de İttihatçıların hışmına uğrayarak Sinop’a sürgüne gönderilmişti. Mustafa Suphi, Pens Sabahaddinci Ahmed Bedevi Kuran ile birlikte Sinop’tan kaçtıktan sonra Kuran'ın tersine Avrupa'ya değil Rusya'ya gitmeyi tercih etmiş ve Asya'nın içlerine gitmiştir. Burada Çarlık kuvvetleri tarafından esir alman Suphi, çeşitli tutsaklık yerlerine gönderilmiş ve bu vesileyle de binlerce Osmanlı Türk esir

250A.BENNIGSEN, "Marksizm veya Panislamizm Temmuz 1918, Sivil Savaşın Başlangıcında Milliyetçi Tatar Komünistleri ve Rus Bolşevikleri", İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, İst.1994, S:152153

222


askerleriyle irtibat kurma imkanı bulmuştur.251 Türk esirleri arasında örgütçülüğünü devam ettiren Mustafa Suphi, esirler arasında saygın bir konuma gelerek adından söz ettirmeye başlamıştır. Bu arada 1.Dünya Savaşı bitmiş ve esirler serbest kalmıştır. Mustafa Suphi, Rusya'daki günlerinde Şubat ve Ekim devrimlerinin tesiriyle komünizmi detaylı olarak incele­ me fırsatı bulmuş ve bu düşünce/hareket siyasal düşünce yapısını şekillendirmeye başlamıştır. 1918 yılı Mart ayında Moskova'ya gelen Mustafa Suphi burada Müslüman Komiserliğine gitmiş, Mollanur Vahidov ile tanışmış ve ondan görev istemiştir. "Doğuda Devrim" stratejisinin bütün îslam coğrafyasında, özellikle de Türkiye’de yaygınlaşmasını isteyen, Mollanur Vahidov onu Türkiye’ye yönelik Dış Propoganda Bürosu'nun başına getirmiştir. Mustafa Suphi, bu amaçla, Rusya'da kalmış olan "esir" Türklere ve Türkiye'deki devrim­ cilere yönelik olarak Yeni Dünya isimli Osmanlı Türkçesiyle yayın yapan bir haftalık gazete çıkarmaya başlamıştır.252 Milliyetçi komünist/Galiyevci içerikli yazıların yer aldığı gazetede Mollanur Vahidov'un önderliğindeki devrimci faali­ yetlere büyük yer verilmiştir. Zaten Yeni Dünya'nm ilk sayfa­ sında "Müslüman Sosyalistleri Komitesi’nin yayın organıdır." ifadesi yer almaktadır. Mustafa Suphi’nin bundan sonraki faaliyetlerine de bakıldığında görülecektir ki, bütün varlığı ve hareketleriyle Vahidovcu/Galiyevci hareketin içindedir. 1918 251 Bkz.Hakan REYHAN, "Türkiye'nin İlk Milliyetçi Partisi: Milli Meşrutiyet Fırkası", Türkiye Günlüğü Haziran-Temmuz.1995, A. BENNIGSEN- C. QUELQUEJAY, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası: Sultan Galiyev, S: 96 252 Hakan REYHAN, "Yusuf Akçura-Mustafa Suphi Hattı ya da Ulusal Cephe"; Ulusal, Sayı:3 Ocak. 1997; Yavuz ARSLAN, Türkiye Komünist Fırkasının Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Türk Tarih Kurumu Yayın­ ları, Ank.1998, S:25-26;

223


Temmuzunda Moskova'da Türk Komünistleri Konferansı'nı toplamış ve Türk savaş esirlerinden bir Türk Kızıl Alayı oluşturmuştur. TKPde bu süreçte doğmuştur.253 TK P Başkanı Mustafa Suphi önce Mollanur Vahidov’un o öldürüldükten sonra da Sultan Galiyev'in yardımcılığını yapmıştır. Rusya’daki Türk Komünistlerinin örgütlenmesi, Galiyevci örgütlenme içinde olmuştur. Yani Türkiye Komünist Partisi'nın harcında Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev de vardır. Yeni Dünya da Kızıl Bayrak’ın Osmanlı versiyonu idi. Her iki gazetenin yaklaşımlarında da tam bir paralellik söz konusuydu. Fransız tarihçi Bennigsen, Kızıl Bayrak gazetesini şu şekilde nitelendiriyor: "Kızıl Bayrak aşırı ihtilal taraftarı, ancak gerçekten Marksist olamayan bir yayın organıydı. Sayfalarında Marksizm-Leninizm unsurları, panislamik hatta dini unsurlarla kolaylıkla harmanlanmış vaziyettedir."254 Kızıl Bayrak yayın­ lanmasından kısa bir süre sonra, iç savaş patlak verdiğinden dolayı kapandı. Zaten önder Mollanur da kısa bir zaman sonra öldürülmüştü

Müslüman Sosyalistler Komitesi Çalışmaları Müslüman Sosyalistler Komitesi üyeleri ne kadar çaba gösterseler de, emekçi kesimlerde önemli bir etkinlik göster­ seler de Komite etrafına Tatar aydınlarını tam olarak toplayamadılar. Tatar aydınlan çoğunlukla burjuvazi yanlısı olmaya devam ettikleri gibi, soysalistler hakkında da dinsiz, milliyet­ siz, tahrikçi diye propaganda yapıyorlardı. Komite'nin Başkan Yardımcısı Emine Muhiddinova, yine de umutluydu, şöyle diyordu: "Devrim meydanına Müslüman Sosyalistler Komite­ sinin çıkmasıyla Kazan Müslüman proletaryasının yolu "milli" burjuvaziden tamamen ayrıldı. Mutlakıyetçilik döneminde 253 Yavuz ARSLAN, a.g.e. S:25-26; A.BENNİGSEN, a.g.y., s.150

224


siyasi mücadelede burjuvaziyle birlikte yürüyen proletarya, Nikolay tahtı yok olduktan sonra, Marks talimatınca, kendile­ rine ayrı bir yol çizdiler, proletarya diktatoryası için savaşmaya başladılar.255 Mollanur, Komite’nin olabildiğince geniş pers­ pektifli bir sosyalist örgütlenme içine girmesinden yanaydı. Komite’nin herhangi bir partinin angajmanına girmesini istemi­ yordu. Sol sosyalist devrimciler, Bolşevikler ve partisiz sol soysalistlerin birlikte çalışmalarına zemin hazırlamak gereğin­ den bahsediyordu. Yani geniş sol cephe taraftarıydı. Bu yüzden Mollanur, Müslüman Sosyalistler Komitesı'ne çeşitli partiler­ den kişilerin girmesini sağladı. Böylece, Müslüman proletar­ yanın bölünmesini önlemeyi amaçlıyordu. Müslüman Sosyalistler Komitesi, kurulduğu zaman sloga­ nı "Bütün hakimiyet Sovyetlere" idi. Kızıl Bayrak gazetesinin birinci sayısında Mollanur Vahidov’un "İleri, ileri!"("alğa!, alğa!") ismini taşıyan baş yazısı da bu slogan çerçevesinde yazılmıştı. Emine Muhiddinova'nın aktardığına göre Vahidov, bu yazıda özetle şunları söylüyordu: "...Biz şimdiden aşağıdaki şeylerin olmasını istiyoruz: 1.Hakimiyet işçiler, çiftçiler ve askerler sovyetıne verilsin; 2. Bütün topraklar hiç gecik­ tirilmeden çiftçilere verilsin; 3. Devlet Duması ve Meclis dağıtılsın 4. Eski hükümetin müttefiklerle imzaladığı bütün anlaşmalar halka açıklansın, onları ödemeye Rusya halkı mecbur edilmesin; 5. Savaş bitsin; 6. Fabrikaların hepsi işçilerin, çalışan halkın olarak ilan edilsin!256 Müslüman Sosyalistler Komitesi, tarihçiler tarafından yarı Bolşevik bir örgüt olarak nitelendirilmektedir. Sovyet tarihçiliğinde, Galiyevcilere yakıştırılan "karşı devrimcilik", Galiyevci bakışlı olmasına rağmen, Mollanur Vahidov’un önderliğindeki Müslü­

255 Emine MUHİDİNOVA, a.g.y., S:53 256 Emine MUHİDİNOVA, a.g.y., S :56

225


man Soysalistler Komitesi için söylenmemiştir. Bu Komite devrimci bir Tatar sosyalist örgütü olarak nitelendirilmiştir. Sovyet yazarlan bu örgüte Tatar proleter yığınlarını devrime hazırlayan bir örgüt gözüyle bakmışlardır. Tabii ki, Sovyet yazarlarının bu örgüte olumlu olarak bakmalarının nedeni örgütün başında Mollanur Vahidov'un oluşu ve Mollanur'un da çok erken bir tarihte öldürülmesi nedeniyle ilerideki anti Stalinist Galiyevci hareketin oluştuğu ve potansiyel olarak bütün "ulusalcıların karşı devrimci olarak nitelendirildiği dönemde yaşamamış olmasındandır. Rubinstein’e göre 'YMüslüman) Sosyalist(ler) Komite(si), Müslüman emekçiler arasında sosyalist fikirlerin yayılması için bir ocak ve komünizme hazırlık okulu olarak kurulmuştu. Ancak, bu okul çok uzun sürüyordu ve bazı Bolşevik Tatarlar geri kalmış öğrenciler gibi ondan yarar yerine zarar görüyor­ lardı"257 Bu değerlendirmeye katılan Bennigsen de Komite'nin Rus Sosyal Demokrat Partisinden ziyade ulusal devrim hareketine bağlılık gösterdiğini belirtmektedir. Yani, Bennigsen'e göre Komite sosyalist olmaktan ziyade nasyonalistti. Yine Bennigsen'e göre bu Komite tam Bolşevik olmasa da yine de Bolşeviklerin dayanabilecekleri tek kuruluştu. Ayrıca, bu Komite "Müslüman Komünist yöneticilerin tek yetişme merkeziydi. Tatarların geri kalanı Bolşeviklere karşı ya ilgisiz ya da düşmandı."258 Bennigsen'in Komite'nin siyasal düşüncesi ile ilgili değerlendirmelerine, özellikle sosyalistlikten öte nasyonalist olduğu iddiasına, katılmak mümkün değildir. Komite’nin yöneticilerinin hemen hemen tamamı sosyalist pratikten gelmişlerdir. Bennigsen'in anlamadığı nokta sömürge

257 A.BENNİGSEN,-C.QUELQUEJAY, Müslümanları, s.59 258 A.BENNÎGSEN, a.g.e, s.59

226

Sultan

Galiyev

ve

Sovyet


koşullarında yaşayan ulusların sosyalist pratik ve teorilerinin büyük ölçüde milliyetçilikle şekillendirileceğidir. Bu anti sosyalist bir tavır değil tam aksine sosyalizmin zorunlu gerek­ tirmesidir. Zira tam bağımsızlık olmadan ki bunun itici gücü devrimci milliyetçiliktir, sosyalizm bir heyuladan ibarettir. Kaldı ki, Vahidov ve arkadaşlarının bütün açıklığıyla belirt­ tikleri sosyalist stratejileri "Doğu'da devrim" stratejisidir. Bu bakış açısıyla kurgulanmış olan sosyalizm, tabii ki, Avrupamerkezci düşüncenin algılayamayacağı bir bakış açısı­ dır. Türk ve Müslüman dünyasındaki sosyalist devrim, "milliyetçilik"le olur, bunun başka bir yolu yoktur ve bu sosyalist bir tavırdır. Komite, devrim süreci boyunca Kazan Bolşeviklerinin karşısına geçmedi, onlara yardımcı oldu (Tabii ki koluna da girmedi.) İdeolojik ve stratejik farklılığı olsa da, Kazan Bolşevikleriyle birlikte yürüdü. Bennigsen'in deyimiyle "nesnel olarak devrimci" bir görev üstlendi. Hatta Kızıl Bayrak'ın ilk sayısında(I5 Haziran 1917) Mollanur Vahidov'un kaleme aldığı Müslüman Sosyalistler Komitesi'nin siyasal programı tamamen Bolşeviklerin programına uygundu. Yukarıda da belirtildiği gibi, bu programda tüm iktidarın işçi ve asker sovyetlerine bırakılması, tüm toprakların köylülere verilmesi, Duma ve hükümet Konseyi'nin ortadan kaldırılması, eski hükümetin müttefikleriyle imzaladıkları tüm anlaşmaların iptal edilmesi, savaşın hemen sona erdirilmesi gibi Bolşevik programından maddeler yer almaktaydı.259 Yani gerek Rus Bolşevikleri (M K), gerekse Müslüman Sosyalistler, sosyalizm anlayışlarında derin farklılıklar olsa da, devrim koşullarında birbirlerinden yararlanmanın gerekliliğini anlamışlar ve strateji farklılıklarının ilişkilerini zedelemesine izin vermemişlerdir.

259 A.BENNİGSEN, a.g.e, s.60.

227


Galıyevcilıği, bir siyasal strateji ve düşünce olarak adlan­ dırırsak, Müslüman Sosyalistler Komitesi'ni ilk Galiyevci örgüt olarak nitelendirebiliriz. Komite'de hakim olan Galiyevci ("milliyetçi komünist") tezlen, Bennigsen’in sözleriyle şu iki ana başlık altında toplamak mümkündür: "1, Bir İslam ülkesinin özel koşullarına uydurulmuş "ulusal" bir sosyalizm kurma isteği ve daha sonra bu sosyalizmin, sadece Müslüman emekçilerin gücüyle (Rus ya da Batı proleteryası değil) ’Avrupa burjuvazisinin emperyalizminden’ kurtuluş ve ’Dar’ul İslam’ın öteki ülkelere taşınması 2. Rus işgali altındaki Müslüman topraklarını kuıtamıa arzusu""^ Aslında, Müslü­ man Sosyalistler Komitesini esas olarak aydınlanma felsefe­ siyle kurgulanmış bir milliyetçi sol örgüt olarak niteleyebiliriz. Zira hareket tarzlarının temelini şeriata karşı İslami reformızm, Rus hakimiyetine karşı tam bağımsızlık, ruhbanlaşmış Müslü­ man din adamlarına, buıjuvazimn üst tabakalanna ve toprak soylıılarına karşı düşmanca bir radikal tavır ve ısrarlı bir toprak reformu talebi oluşturuyordu. Bu özelliklerinden dolayı Komite, Lenin ve Stalin tarafından da Bolşeviklerin yaygın­ laştırılmasında bir araç örgüt ve Müslümanlar arasında bir Marksizm okulu olarak görülebiliyordu.261 Komite'nin Bolşe­ vik siyasi programını benimsemesinde de benzer stratejik düşünceler mevcuttu. Mollanur Vahidov’a göre Rusya'da sosyalist devrimin olması ve sosyalist bir düzenin kurulmasıyla Rusya Müslüman halklarının ulusal bağımsızlığı daha kolay gerçekleşebilecek ve İslamın çağdaşlaşmasını sağlayacak 200 A.BENNîGSEN, a.g.e, s.61 (Bennigsen'in burada eksik ve "ideolojik" bir tahlil yaptığını vurgulamak gerekir. Galiyevcilerin sosyalistliklerini görmezden gelme, ikinci planda gösterme anlayışı burada da kendisini göstermektedir.) 261 A.BENNİGSEN-S.VVİMBUSH, Sovyetler Birliğinde Milli Komü­ nizm ve Sultan Galiyev, Anahtar Y a y ., S:37-38

228


aydınlanma reformları daha kolaylıkla yapılabilecekti.26" Mollanur Vahidov, Komite çalışmaları sırasında ve sonrasında Duma’ya ve Millet M eclisi’ne (daha sonra da Oçndılkaya'ya) de seçildi. Ama onun siyasal pratik olarak en etkinleştiği ve yetkinleştiği dönem Müskom (Müslüman Komiserliği) Başka­ nı olduğu sıralar oldu. Sultan Galiyev ile esas çalışma ve onu etkileme süreci de esas olarak bu dönemde başladı ve yoğun­ laştı.

Mollanur Vahidov Müslüman Komiserliği'nin Başında Devrim sürecinde Müslümanların ihmal edilmemesinin karşı tarafa geçmelerine yol açacağından endişe duyan Bolşe­ vikler, Ocak 1918 tarihli bir Sovnarkom kararnamesiyle Rusya topraklarındaki Müslümanlarla (İç Rusya ve Sibirya Müslü­ manları) ilgilenmek üzere Milliyetler Komiseri Stalin'e bağlı olarak bir Müslüman (İslam) Komiserliğinin kurulmasına karar verdiklerinde Stalin, bu Komiserliğin başkanlığı için ilk önce Ahmet Bey Çalıkov'a teklif götürmüştü. Ahmet Bey, bu teklifi Millet Meclisi'ne götürmüş ve teklif çoğunlukla redde­ dilmişti. Bunun üzerine Stalin, İslam Komiserliği Başkanlığı için Mollanur Vahidov'a teklifte bulundu.Vahidov, bu teklifi kabul etti. Böylece çok istediği bir manevra alanı bulmuştu. Mollanur'un yardımcılıklarına da Tatar devrimci sosyalist­ lerinden, Millet Meclisi üyesi ve aynı zamanda Ufa yöneti­ minin temsilcisi Galimcan İbrahimov ve Başkurt sosyalist­ lerinden Şerif Manatof getirildiler.263 Sultan Galiyev, buraya

262 Erol KAYMAK, Sultan Galiyev ve Koloniler Devrimi, İstanbul 1994 s. 12-13 ^G alim can İbrahimov'un yazdığına göre, Müslüman Soysalistler Komitesi'nin kuruluş aşamasında çıkan isim tartışmasına benzer bir tartışma da Müslüman Komiserliğinin ilk toplantısında çıktı. İbrahimov olayı şöyle an latıyor:"...Merkez Müslüman Komiserliğinin

229


Komünist Partisi'nin temsilcisi olarak 1918 Haziranında çağrıldı. Bu örgüt, Rusya’nın Müslüman toplumunun siyasete ısındırılmasında ve Bolşevikleştirilmesinde büyük katkılarda bulundu. 1918 yazında Rusya'nın en önemli yirmi altı ilinde Müskom şubeleri açılmış ve alman önlemlerle Müskoma bağlı birimler artırılmıştı.264 Stalin'e bağlı olan örgütün görünürdeki amacı Rusya Müslümanları arasında parti hücreleri oluştur­ mak, komünist propagandacılar oluşturmak ve Sovyetlerden bağımsız milliyetçi hareketleri dizginlemek olarak bazı yazarlar tarafından265 belirtilse de Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev'in etkinliğinde faaliyetlerini sürdüren örgüt çok daha

kuruluş çalışmalarına başladık. Fakat ilk toplantıda aramızda ihtilaf çıktı. Mollanur Vahidov, 'Bütün Rusya Müslümanları İşleri Komiserliği' adıyla bir kuruluş oluşturma fikrinden yanaydı. Başkurt vekili ise 'kuruluşun adına Başkurt kelimesi girmezse ben giderim' diyordu. Birlikte çalışmayı göstermek için, hiç olmazsa 'Tatar-Başkurt' ismine razı oldu. Arkadaş Vahidov ise 'bu geçerse, düşüncelerime aykırı bir durum söz konusu olacağından ben çalışmam' diyordu. Ben, işin bozulma ihtimalini görüp, şöyle bir uzlaşma teklif ettim: İsim 'Bütün Rusya Müslümanları' olmasın. Çünkü buna hakkımız yok, biz İdil-Ural bölgesinden seçilmişiz, sadece o yerin halkı bizi biliyor ve bize inanıyor. Dolayısıyla, 'Tatar-Başkurt da değil ama 'İç Rusya ve Sibirya Müslüman işleri Komiserliği' diye adlandırmamız ve projeyi o çerçevede düzenlememiz gerek dedim. Bu teklife bütün taraflar razı oldu. Tabii, Mollanur, Komiserliğin başkanlığına seçildi. Burada benim için önemli nokta, arkadaş Mollanur Vahidov'un ’Bütün Rusya Müslümanları...' diye ısrar etmesiydi. Bu, onun taktik meselesindeki görüşlerini ortaya çıkartacak noktalardan biriydi." Galimcan İBRAHİMOV, a.g.y., s. 35. 264 A.BENNİGSEN, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası Sultan Galiyev, s.82-84 2«5 Gün ZİLELİ, "Galiyev Üzerinde El Sıkışmak", Birikim, 1998, s.44.

230


farklı stratejik amaçlar için de kullanılacaktı. Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev, birlikte olarak, eylem olanaklarını ve etkililiklerini en fazla bu dönemde artırdılar. Müsbüro diye de anılan yerel şubeler açıldı, bölgesel Müslüman komiser­ likleri oluşturuldu, Müslüman komiserlikleri toplandı, Müslü­ man halkı ve bu arada Rusya’daki esir Osmanlı Türk askerle­ rini Bolşevik saflarına çekmek üzere çeşitli propaganda araç­ ları oluşturuldu ve bu atılımlar bir takım siyasal başarıları da beraberinde getirdi. Yani bu dönemde Milliyetçi komünist hareket ve Doğuda devrim stratejisi tam bir yükselme aşa­ masına girdi. Vahidov’un Müslüman Komiserliği döneminde yapılan faaliyetleri ve elde edilen kazanımları şöyle sıralayabiliriz: 1-Müslüman Komiserliği (Müskom)'ne Merkezi Müslüman Askeri Kurulu oluşturuldu. 2-Sultan kuruldu.

bağlı

olarak

Galiyev’in başında bulunduğu Kazan Komiserliği

3-Müslüman Komiserliği, öyle etkiliydi ki, Sovnarkom, Müslümanların güvenini kazanmak için bir kararnameyle, Petrograd Kütüphanesinde bulunan Hz.Osman'm Kur’an-ı Ker’im'ini Müslüman Sosyalistler Komitesi'ne devretti. Ayrıca, sembolik olarak, iyi niyet göstergesi olarak, Tatar Türklerinin özgürlük ve milliyetçilik sembolü olan Süyün Bike Kulesi Müslüman emekçilerine geri verildi.266

266 Erol KAYMAK, a.g.y., s. 94, Bennigsen, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, s. 80. Bunun ardından, "Devrimci Müslüman Halka" hitaben, Brest-Litovsk görüşmelerinin kesintiye uğraması üzerine, yeniden hücuma geçen Alman birliklerine karşı koymak üzere Müslüman Sosyalist Partinin kızıl bayrağı altında toplanma çağrısı yapılıyordu. Başkurtlara ise aynı çağrı yapılırken, Orenburg'da bir cami ve kervansaray teslim ediliyordu.

231


4. Müslüman Komiserliği bünyesinde Vahidov'un çabalarıyla gerçekleştirilen başarılardan en önemlisi ise Lenin ve Stalin'i bile ikna ederek Tatar-Başkurt devletinin kurulması sözünü aldırmaları ve Bolşevik makamlarınca da onaylat­ malarıydı. Gerçekten de Stalin ve Lenin, Mart 1918'deki Kazan Komünistleri Toplantısı’nda, Mollanur ve Galiyev’in ısrarla savundukları Ural ve Volga Nehri’nin orta bölgesinde Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti'nin kurulması kararını kabul etmek zorunda kaldılar.267 Söz konusu toplantı çok şiddetli tartışmalarla geçmişti. Rus delegeler böyle bir kararı protesto ettiler. Slav ve Baltıklı Bolşevikler, Müslüman komünistlerin idari yeteneklerine güvenmiyorlardı. Özellikle, Tatarların şehri olan Kazan Eyaleti'nin Sovyet Başkanı olan Litvanyalı Grasis, "Müslümanlarda omurga yok" diyerek bu görüşünü açık olarak alaylı bir şekilde dile getirdi. Vahidov, toplantıda Grasis'in ve diğer Bolşeviklerin çıkışlarına çok sert bir karşılık verdi: "...Tesisi tasavvur olunan Tatar-Başkurt Cumhuriyeti'nin en muhalif düşmanı olan Kazan Sovyeti'nin Vekili Grasis, Müslüman Sosyalist­ lerini omurgası olmadığını söylüyor. Bunun böyle olup olmadığı meselesini ileriye, Grasis’in psiko-patologlar tarafın­ dan incelenip gelecek asırlara yadigar olmak üzere müzeye verileceği vakte kadar tehir edelim. Şimdilik bizi meşgul eden daha önemli meseleler var.... Biz, Tatar-Başkurt Cumhuri­ yeti'nin Müslümanlar için devrim yolunu gösterici yıldız olabileceğine kaniyiz. Bu Cumhuriyetin tarihi ehemmiyetini, Rus halklan içinde beliren hareketin beynelmilel vasattaki

267 Masayuki YAMAUCHİ, Sultan Galiyev, İslam Dünyası ve Rusya, Bağlam Yayınları, İstanbul 1998, s. 97

232


yerini takdir edemeyenler göremezler..." 268Alınan kararlar, Vahidov \e diğer milliyetçi komünistler için, stratejilerinin gelişimi : ,: indan son derece önemliydi. Mazlumlar enternas­ yonali çerçevesinde oluşturulması düşünülen birleşik federatif devletler projesinin gerçekleştirilmesi sürecinde çok büyük bir adım atılmıştı. Vahidov'a göre Tatar-Başkurt devleti, bu projenin itici gücü, lokomotifi olacaktı. Mollanur Vahidov, Toplantıda bu olumlu gelişmeyi de vurguluyor ve konuşmasını şu şekilde tamamlıyordu: "Yoldaşlar, Müslüman işçiler, köylüler, öz medeniyetiniz, önünüzdeki parlak istikbaliniz namına birleşiniz. Irak, Hindistan, Mısır, eski Tiran'ın sahillerinde, Asya sahralarında milyonlarca Miislümanın Avrupa burjuvaziyası kolum altında ezilip yandıklarını unutmayınız. Eğer sizin gönülleriniz onları azad etmek, onları beynelmilel azatlık yoluna girdirmek ateşleri ile yanıyorsa, biı ieşerek kızıl bayrak altına koşunuz. Yoldaşlar! Aharin Kafkas dağlarından, geniş Sibirya sahralarından, köy ve şehirlerden, doğmak üzere olan Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’ni koruyunuz. Yaşasın TatarBaşkurt Cumhuriyeti! Yaşasın büyük yarınlara doğru ilerleyen Müslüman proletarya!"269 5. Kızıl Müslüman birliklerinin hareketleri ve Müslüman Komitelerinin ortaya çıkmalarıyla etkinliği tüm Rusya toprak­ larına yayılan ve Müslümanları etkileyen Müslüman Komünist Partisi'nin iskeleti oluşturuldu.270 Ayrı bir yazımın konusu olsa da, Mustafa Suphi'nin Bakû merkezli TKP'sinin dc köklen bu

268 Mete TUNCAY, Mustafa Suphi'nin Yeni Dünyası, (İstanbul:BDS Yay., 1995, s.50-51 2f" Mete TUNÇAY, a.g.e., s. 50-51 270 A. BENNİGSEN, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası Sultan Galiyev, s. 97

233


"komünist çekirdek"e dayanmaktadır. Mustafa Suphi konusu­ na ileriki bölümlerde değinilecektir.

İç Savaşta Direnen Mollanur ve Hazin Sonu O dönemde, I.Müslüman Alayı'nın komutanı Yusuf İbrahimov, Komiserliğe bağlı bir askeri şube açıp, ayrı bir Müslüman Askeri bölüğü kurmaya başlamıştı. Yusuf İbrahi­ mov, Halk Komiserleri Şurası tarafından Türkistan Cumhu­ riyetini kurma işiyle görevlendirildiği için, Mollanur, Askeri Şube'nin sorumluluğunu üstüne aldı. Daha sonra, bu şubeyi "Merkezi Müslüman Askeri Heyeti" adıyla ayrı bir örgüte dönüştürdü. Vahidov, bu örgütün de başına geçti. Bu askeri bölüğü düzenledi ve bir Tatar-Başkurt taburu oluşturdu. Daha sonra 1918 Ağustosunda "İkinci Müslüman Sosyalist Alayı"na dönüştürülecek olan bu tabur, Ubeydullin komutasında karşı devrimci Çeklere karşı savaşmış ve büyük başarılar kazan­ mıştı. İç savaş döneminde Çekoslavak karşı-devrim ordusu Kazan'a yakınlaşmaya başladığında, Mollanur, bu taburla birlikte Çeklere karşı müdafaaya yardım için Kazan'a gitti. Sultan Galiyev'e göre iç savaş dönemimde Doğudaki savaşçı­ ların yarıdan fazlası Tatar'dı. Gerçekten de Mollanur Vahidov (ve daha sonra Sultan Galiyev) önderliğindeki milliyetçi komünist Tatarlar vasıtasıyla Doğuda karşıdevrimci Kolçak güçlerine karşı bir Müslüman şeddi oluşturulmuş ve belki de Ekim Devrimi'nin sonunu hazırlayacak gelişmelerin önü kapatılmıştı. Bolşevikler de bu gücü çok iyi değerlendirdiler ve bu iç savaş süresince Müslüman milliyetçi komünistlerle iyi geçinme stratejisi izlediler. Tatar-Başkurt Cumhuriyeti'nin kurulmasına onay vermelerinin arka planında da bu gerçek vardır. Ama Vahidov hareketinin bu kadar gelişmesinden kaygı duymuyor da değildiler.

234


Mollanur Vahidov, iç savaş ortamında Kazan’ı işgal eden Çeklerle Kazan’da yalnız kalmasına rağmen sonuna kadar mücadele ederken 9 Ağustos 1918’de yakalandı, tutuklandı ve 19 Ağustos 1918’de gece saat 2'de kurşuna dizildi. Mollanur Vahidov’un kardeşi Nabi Vahidov, Merkez Müslüman Askeri Heyeti Üyesi Hadi Malikof ve o dönemin diğer tanıklarının anlattıklarına göre Mollanur Vahidov’un son saatleri şöyle gerçekleşti: "Hiç de beklenilmeyen bir zamanda, 6 Ağustos'da, Çekoslavak haydutları Kazan şehrini bastılar ve şehri ele geçir­ diler. Sovyetler, şehirden çabucak kaçtılar. Parti’de çalışanlar, çok zorlu şartlar altında, herkes kendi başının çaresine bakarak, Kazan'ı terkedebildiler. Genel bir plan ve hazırlık olmadığı için bir kısım devrimciler şehirden çıkamadılar ve karşıdevrimcilerin elinde şehit oldular. Merkezi Müslüman Askeri Komitesi'nin 4 Ağustos'da gelip yeniden çalışmalara başlama­ sından dolayı Komite üyeleri, Kazan ve Merkez Komiser­ liğinden gelen bazı akadaşlar, ağır koşullarda kaldılar. Bazıları kurtuldular, birçoklan (Mirseyid Sultan Galiyev, Nabi Vahidov, İshak Kazakof, Aymihayat Mamina) akrabalarının yanında saklandılar. Askeri Komite'nin başında olan Mollanur Vahidov yoldaş ise Kazan'ın elden gitmesini istemediği için son dakikaya kadar, şehir tamamen karşı-devrimcilerin ellerine geçene kadar, kaçış yoluna gitmedi ve Çekoslavak haydutları arasında kaldı.271 Vahidov'un, iç savaşın en şiddetli döneminde ve Kolçak kuvvetlerinin Kazan'ı işgal etmelerine kesin gözüyle bakıldığı bir dönemde Kazan'a gönderilmesi'nin arkasında bazı planlı düşüncelerin olduğunu söyleyenler vardır. Çok fazla ön plana çıkmaya başlayan ve Müslümanların tam bağımsızlığını

271 Vahidov'un Galimcan İbrahimov, a.g.y., s.7 [Vahidov'un son saatleri ayrıntılı olarak aktarıldığı makale için Bkz. Bu kitabın Ek : l'i ("Mollanur Vahidov'un Tercüme-i Hâli")]

235


istemeyen Lenin ve Stalin’in düşüncelerinin tersine Müslü­ manların bağımsızlığı yolunda önemli hareketler ve örgütlen­ meler içine giren kısacası "tehlikeli” olmaya başlayan Vahidov'un Kazan’a gönderilerek gözden çıkarıldığı ve öldürülmesine göz yumulduğu söylenmiştir. Örneğin Troçki'ye göre Stalin, Vahidov'u Çeklerin elinden kurtarabilecek durum­ dayken bunu önemsememiş ve onu ölüme terketmiştir.272 Gerçekten de Mollanur'un öldürülmesinden sonra Stalin, Lenin ve MK, Müslüman Komiserliği'nin elde ettiği bütün kazanımları yok saymış ve Müslüman milliyetçi komünistlerle ilişkilerini en az düzeye indirmiştir. Ta ki, tekrar onlara ihtiyaç duyuluncaya kadar(özellikle Basmacı hareketine karşı bir güç oluşturma düşüncesiyle) MK'mn bu dönemdeki kayıtsız­ lıklarını, Sultan Galiyev'in Lenin'e yazdığı 27 Ağustos tarihli mektuptaki şu pasaj çok açık olarak ifade etmektedir: ”...Mollanur Vahidov öldürüldükten sonra, iç Rusya Müslü­ manlarının devrimci hareket önderleri sizin tarafınızdan kabul edilmemektedir. ...Herhalde, ben, görüş bildirme hususunda Velidoilardan, Bigıyeflerden ve diğerlerinden öncelikli haklara sahibim. Sizinle ilk ve son kez görüşmek istiyorum"273 Şunu söylemek çok abartılı olmaz ki, Mollanur Vahidov, erken bir tarihte öldürülmemiş olsaydı, Galiyevci hareketin ve mazlumlar enternasyonali hareketlerinin gelişim ve başarı süreci çok daha farklı olabilirdi. Stalinistler bunu görmüştü. Vahidov’un ölümünden sonra, yoldaşlarındaki halet-i ruhiyeyi en güzel şekilde Galimcan İbrahimov’un şu sözleri özetliyor: “O, Doğunun büyük devrimcisiydi diyoruz. Bu sözümüz, bir kişiyi fazla yükseltmek, ona gereğinden fazla değer vermek Erol KAYMAK, a.g.e., s.23 273SuItan Galiyev'in, Kazan 27 Ağustos 1919 tarihli "Lenin’e M üracaat Belgesi", Türk Diplomatik Dergisi, Sayı: 37-38, Ocak-Şubat 1998, S:2.1

236


anlamına gelmez mi diye de şüphe etmiyoruz. Bu görüşümüzde yalnız olmadığımıza inancımız tamdır. Şimdiki kuşaktaki bütün bilinçli işçilerin bizim bu görüşümüze katılacaklarına inanıyoruz. Yeni bir yaşantı, güzel ve özgür günler için kan dökmekte olan bütün kızıl ordularımızın da ansızın ölen büyük kahraman hakkında bizim değerlendirmelerimizi çok yerinde bulduklarına şüphe etmiyoruz. Sadece şimdiki kuşak değil, gelecek kuşaklar da onun hakkım gereğince verecektir. Tarihin onu, ‘‘bahtsız, mazlum Doğunun azatlı tanında ansızın ölen bü­ yük devrimcisi, büyük kurbanı!” olarak değerlendireceğine derin bir inanışla inanıyoruz.”274 Mollanur Vahidov, radikal sosyalist bir devrimci ve iyi bir “önder örgütçü”ydü. Müslü­ man Sosyalist Komitesi’nin örgütlemesi, Müslüman Komi­ serliği Başkanlığında sırasında elde ettiği başarılar, Müslüman sosyalistlerin askeri örgütlenmesinde göstermiş olduğu üstün performans ve Tatar-Başkurt Devleti projesini Bolşeviklere kabul ettirmesi bu “önder örgütçülük” yeteneğinin bir kanıtı­ dır. Mollanur Vahidov, Kolçak kuvvetlerine karşı örgütlen­ mesini yapmış olduğu Kazan direnişi ile askeri yeteneğini de göstermiştir. Kısacası o, üstün teori ve pratiğiyle ve her ikisini de bütünleyebilmesiyle tam bir “sosyalist”tir. Hareketin bun­ dan sonraki önderliğini Sultan Galiyev, başarıyla, yürütse de Mollanur Vahidov'un yokluğu her zaman hissedilmiştir. Bu tarihten sonra Sultan Galiyev'in, Osmanlı coğrafi alanındaki "stratejik” yardımcısı Mustafa Suphi'dir. Mustafa Suphi'nin Anadolu ve Ortadoğu çerçevesinde yürüttüğü Türk milliyetçi komünist hareketi, Sultan Galiyev’e, hem örgütsel hem de stratejik/teorik açıdan önemli bir lojsitik destek sağlamıştır.

274GaIimcan İBRAHİMOV, "Doğunun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov" , a.g.e., s. 16

237


Mollanur Vahidov’dan sonra Mustafa Suphi de erken bir tarihte öldürülünce, “Mazlumlar Enternasyonali” hareketi ikinci sacayağını da yitirmiştir. Gerçekten de hareketin, ağır­ lıklı olarak, Türk-Tatar Dünyası merkezli teorisyeni/stratejisti Sultan Galiyev, İslam-Doğu Dünyası merkezli teoris­ yeni/stratejisti Mollanur Vahidov, Anadolu-Osmanlı Dünyası merkezli teorisyeni/stratejisti de Mustafa Suphi’dir. Mollanur Vahidov, sosyalist İslam birliği, Sultan Galiyev, sosyalist Türk birliği, Mustafa Suphi de sosyalist Anadolu birliği taraftandır. Birbirlerini tamamlayan bu stratejilerin ortak paydası Mazlumlar Enternasyonalidir. Ayrı bir yazının konusu olabile­ cek olan bu sınıflandırma abartılı değildir. Her üç önder tek tek incelendiğinde aralarındaki benzerlik( ve sanki işbölümü) görülebilecektir. Şu da kesindir ki; hiçbiri, şiddetli Batı karşıtı tavırlan olsa da entemasyonalist/hümanist dünya görüşlerinden taviz vermemişlerdir.

M ollanur Vahidov'un Siyasal Düşüncesi Yukarıdaki sayfalarda anlatılanlarla Mollanur Vahidov’un siyasal düşüncesini de algılamak mümkündür. Burada, Molla­ nur'un siyasal eylem ve stratejileriyle ilgili olarak söylene­ bilecek en ilginç özellik herhalde, onun panislamist ve Turancı bir komünist olmasıdır. Zamanında ona yönelik suçlamaların başında da ısrarlı panislamistliği gelmektedir. Fakat genellikle bilinen panislamistliğe pek benzemez bu. Burada açıklayıcı bir bilgi olarak İbrahim Koliyev'in konuyla ilgili yazdıklarına göz gezdirmek gerekmektedir. İbrahim Koliyev, "Mollanur’u anla­ mayanların onu panislamistlikle suçlamaları hakkında bir iki söz söyleyeceğim." diyor ve şöyle devam ediyor: "Önceleri misyoner (Hıristiyanlık) iken, sonradan Komünist Partisine yazılan bazı Rus yoldaşlar ve onlara mutabık olarak 'Rus Yoldaş bilmeden söylemez1 diye düşünen kendi aramızdaki bir

238


kısım yoldaşlar, yoldaş Mollanur'u panislamistlikle suçlu­ yorlardı. Devrimden geride kalan bazıları şimdi de aynı fikirde olsa gerek. Ben, 'Müslüman Sosyalistler Komitesi'nin ilk sekreteri olduğum için, yoldaş Mollanur ile panislamizm meselesinde, İslam alemindeki uyanışlar hakkında açık açık söyleşirdik. O, Tatar sosyalistlerinin sosyalizm yolunda müca­ deleleri için en büyük zeminin İslam aleminde, Müslümanlar arasında olduğuna çok inanmıştı. Onun fikrine göre bir Tatar sosyalist aydınının Almanya ya da İngiltere’ye gidip çalışmasındansa, tarihi nedenlerle biri-diğerine bağlanmış İslam dünyasında çalışması daha kolay ve faydalı olacaktı. O sosyal devrimin (potansiyelinin) Batiya nispeten, Doğu'da çok daha güçlü olduğuna, inanırdı. O, buna göre bir partinin kuyruğuna takılıp yürünmesi hakkında, Batı aleminden bir çok özellikler bakımından ayrılan Doğu Müslüman dünyası için bağımsız bir örgütlenme, başkalarının ona önem vermeye mecbur olduğu bir örgütlenme(uyuşma-demek) kurmanın gerekliliğini hisset­ mişti. Biz, şimdiki zamanda yoldaş Mollanur'un bu derin düşüncelerinin başka yoldaşlara göre ileri görüşlü olduğunun farkına varıyoruz (biliyoruz). Rusya devrimine Batidan ümit edilen yardım çok gecikti. Şimdi Sovyet Hükümetinin siyaseti, Doğuya, İslam alemine kaydı. Oralarda devrimi harekete getirmeye yardım etmek Tatar parti örgütlerinin üstüne düşe­ cektir. Yoldaş Mollanur bu günkü durumu, bir-iki yıl önce duyan (tespit eden) bir "panislamist'’idi."275 Mollanur Vahidov’un siyasal düşüncesine oturtmuş olduğu “millilik”, özellikle Rus devrimcileri tarafından Vahidov’un “komünistlik dışı” bir özelliği gibi gösterilse de Vahidov stratejisindeki bu milliliğin çok sağlam bir sosyalist temele dayandığı açıktır. Vahidov sosyalizmi öncelikle “kendi 275 İbrahim KOLİYEV, a.g.y, s.79-80

239


toplumsal koşullarında düşünerek bir siyasal strateji belirlemiştir. Tabii burada “kendi toplumsal koşullarından ne anlamak gerektiğini belirlemek gerekmektedir. Bu kavram dizisi sosyalizmi faşizm ve nazizm batağına sürükleyerek esas amacından saptırma tehlikesine her zaman açıktır. Zira Hitler de Mussolini de hatta Stalin de kendi toplumsal koşullarından hareket ettiklerini söyleyerek kanlı diktatörlüklerini hem de diğer halkların üzerine de baskı kurarak oluşturmuşlardı. Dolayısıyla; özellikle ulusal sol siyasal düşüncesinin teorik önermelerini oluştururken bu hususa dikkat etmemiz gerek­ mektedir. Vahidov’daki (Genel olarak Galiyevci hareketteki) bu millik kesinlikle antiemperyalist/antisömürgeci ve tabii ki antikapitalist/antifaşist bir içerik taşıdığından dolayı komünist­ lik dışı bir düşünceyi yansıtmaz. Vahidov da millilik sosyalist devrim yolunda teknik bir argüman olarak algılanmaktadır. Zira Vahidov’a göre sosyalizmin yeşerebilmesi ve toplum katmanlarında benimsetilebilmesi için milli dile çevrilmesi gerekmektedir. Veya milli dilden bir soysalizm lügati çıkartılmalıdır. Ama bu da nihai hedef olan dünyasal sosyalist devrim için yapılmalıdır, “tek ülkede sosyalizm1' için değil. Vahidov. yoğun kolektiviteyi içeren Türk ve İslam kültürel kodlarının tesiri altındaki Doğu halklarının mevcut ekonomik sosyal durumlarının da itici gücüyle sosyalist düşünceyi çok daha kolay benimseyebileceklerini düşünmekteydi. Zaten onun millilik kavramının içinde etnisiteden ziyade aynı coğrafi, ekonomik, kültürel belirleyicilik durumu taşıyan Doğululuk vardır. Vahidov’un milliliği Doğuculuktur. Sadece bu milli stratejisini geliştirecek itici potansiyel gücün Türk-İslam halklarındaki birliktelikle oluşturulabileceğini söyler. Vahidov, bunun adına da İslambirliği demiştir. Ama bu, dünyasal sosyalist devrim taktiğinden kaynaklanan geçici bir projedir.

240


Daha önceki kısımlarda da altını çizdiğim gibi Marksizmin; ilkel, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist ve komünist toplum şeklinde devam eden klasik gelişim şemasına benzer bir sosyalist şema, aslında Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev’ de, yani Galiyevcilerde de mevcuttur. Şöyle ki, Galiyevcilere göre de, tabii mantıksal bir çıkarımla, nihai hedef komü­ nizmdir, bu da dünyasal devrimlerle olacaktır. Bu öngörüye göre, nihai aşamaya gelinceye kadar önce Tatar-Başkurt sosyalist sovyeti kurulacak ve görece olarak işçi sınıfının daha yoğun olduğu için sınıfsal/sosyalist bilincin daha kuvvetli olduğu bu toplumların itici gücüyle sosyalist Türk Birliği (Turan Federal Sosyalist Halk Cumhuriyeti) bunun itici gücüyle İslam Birliği (sosyalist panislamizm) bunun itici gücüyle de Doğu Birliği (Doğu Enternasyonal / Mazlumlar Enternasyonali / Sömürgeler Enternasyonali) kurulacak ve bu son aşamadan sonra Doğu Birliği’nin sömürgeci Batı kapita­ lizmine karşı yapacağı son hareketle dünyasal sosyalizm kuru­ lacaktır/kurulmuş olacaktır.276 Mollanur Vahidov’un panislamistliğiyle ilgili olarak Galimcan İbrahimov’un yazdıklarına göre “Vahidov’un “panislamistliği” bütün dünya Müslümanlarının emekçisinde,

[Aynı görüş, aynı şekilde hem Vahidov'da hem de Galiyev'de, bütün Galiyevcilerde,

mevcut olduğu için ve Galiyevci stratejiyi

anlamada hayati derecede önemli olduğu için burada olduğu şekliyle ilk bölümde de zikredilmiştir. Burada Galiyev ile Vahidov arasında

küçük bir nüanstan bahsedebiliriz.

Vahidov'da

İslam-

birlikçilik daha fazla vurgulanırken, Galiyev'de bu vurgu daha çok Türkbirlikçilik'de yoğunlaşmaktadır. Ama, bu farklılık, çok küçük bir vurgulama farkı olduğu için ve teoriden ziyade söylemden oluştuğu için ayrı bir başlık altında incelemcye gerek görülmemiştir. Zira, teorik, pratik ve stratejik hedef aynıdır Doğunun her iki devrim­ cisinde de. ]

241


çiftçisinde genel ortak özellikler görerek, o çerçevede ayrı taktik tutmasında yatmıyordu. Vahidov, yukarıda söylediğim gibi, sosyalizm neticesinde kurulacak genel medeniyette eski Arap medeniyetinin büyük etkisi olacağına inanıyordu. O, kendi tabirince, Arabistan’ın Altın Kum sahralarından Kutsal Ganj ovalarına kadar yayılan îslam medeniyetinin hayranlanndandı. O, hülyalarıyla İslam medeniyetini ne kadar büyük, güzel, derin, hikmetli bir medeniyet diyerek görür, o medeniyetin tamamen yok oluşunu kafasına sığdıramazdı. Gelecekte kendisinin bütün nuru, hikmeti, güzelliğiyle insanlık dünyasını nurlandıracağını söylerdi.” Anlaşılacağı gibi, Mollanur’a göre sosyalist bir düzenin/medeniyetin kurulmasında İslami kültürün kurumlanndan da yararlanılmalıdır. Bu, hem soysalizmin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlayacak hem de kaybolmaya yüz tutmuş îslam medeniyetini de yeniden canlandıracaktır. Vahidov, sosyalist devrimi sadece buıjuvaziyi yıkıp yerine işçi sınıfı hakimiyetini getirmek olarak düşünmemektedir. Ona göre gerçek devrimci, devrim sonrasını da düşünmek zorundadır. Devrim sonrasında nasıl bir medeniyet kurulacaktır? Bunun için kafa yormak lazımdır. O, sosyalist düzenin inşasında sadece İslam medeniyetinden değil, Eski Türk, eski Yunan, Roma, Arap, Hint, Mısır... bütün (kapitalizm öncesi) medeniyetlerden yararlanmak o medeniyet kurumlarmı sosyalist düzene uyarlamak gerektiğini düşün­ müştür. Aksi taktirde, sosyalist bir iktidar gelse de sonuçta şimdiki kapitalist Avrupa medeniyetinden başka bir şey çıkma­ yacağını dile getirmektedir. Bu genel perspektif, Batı merkezli düşünce şekilleriyle hareket eden Rus Bolşeviklerinin algılayabileceği bir perspektif değildi. Bu yüzden Mollanur’u şiddetli şekilde panislamistlikle, komünist olmamakla suçladılar. Alimcan İbrahimov, bu türden eleştirilere şöyle bir cevap veriyor:

242


“....M ollanur Vahidov, resmi olarak komünist olmuş muydu, olmamış mıydı? O, enternasyonalizmi; farklı yerlerde, farklı şekillerde yaşayan, farklı dilde konuşan halkların farklı özelliklerini dikkate almayan fakat gerçekte hepsini Rus tesirinde bırakarak, başka millet mazlumlarının düşüncelerinin ve haklarının gelişmesine mani olan aydınlar gibi mi düşündü? Yoksa hayatın, tarihin akışını kendisince düşünüp Müslüman proletaryanın özgürlüğe kavuşmasında kendine özgü başka bir yol tutacağı fikrinde olan bir panislamist miydi? Bunlar önemleri ikinci, üçüncü derecede meselelerdir. İşin esası cebinde komünistlik belgesi olup olmadığında değil, taktik olarak Müslüman proletaryaya ayrıca yer verip vermediğindedir. ...Bunun ismi mahkum milletler proletaryası içinde sınıf mücadelesine milli özgürlük meselesini katma meselesi olmak gerekir. Bu, meselenin taktik tarafı. Taktik vakitli iş. Biz gelecekte, bunun değişeceğine, proletarya hangi milletten olursa olsun birbirlerini iyi düşünerek birlikte çalışma durumuna geleceklerine inanıyoruz. Fakat mesele bununla bitmez. Sosyalizm hazır olarak gökten düşmeyecek, o, yer yemişidir, tarihin, şimdiki ve geçmişteki medeniyetlerin ona büyük etkisi olacaktır...”277 Sonuç olarak, şunu söylemek yerinde olur: Mollanur Vahidov, yüzyıllardır sömürge koşulla­ rında yaşamış bir halkın (halkların) içinde yetişmiş ve sosyalist Şubat - Ekim devrimi koşullannda yaşamış bir Tatar aydını olarak milliyetçi, panislamist ve komünist bir idi. Ama bütün bu düşüncelerinin ortak paydasında "devrim ciliği vardı ve bu devrimciliği sayesindedir ki, çelişkili gibi görünen bu düşün­ celer, kendi halklarının somut koşullannda, Vahidov’ta tutarlı bir bütünlük oluşturuyordu.

277 İbrahim KOLİYEV, a.g.y., s.45

243


Vahidov, esas olarak, verili olmayan, Batı'mn emperya­ list/sömürgeci dayatmalarıyla oluşmuş olan Doğu/İslam halk­ larının mazlumiyetlerinin yok edilmesi için çalışıyor ve sosyalizmi de öncelikle, bu mazlumiyete, sömürüye ve esarete bir tepki olarak algılayarak sosyalizmin sistem tasarımını şimdilik ikinci planda görüyordu. 22 Temmuz 1918'deki Türk Sosyalistleri Konferansı'na gönderdiği tebrik konuşmasında, bu düşünceleri destekleyecek şekilde şöyle diyordu: "Biz sosyalistliğe intihai (sona ait) bir ideal olarak bakmıyoruz, bu belki insanların meskenet ve mazlumiyetlerini İslah edici mu­ vakkat (geçici) bir hal ve sıfat.”278 Gerçekten de Vahidov'un sosyalist devrimcilik anlayışı devrimci panislamik unsurları içerdiği gibi geleneksel İslami kültürü de dışlayıcı/yok edici değildi. Hatta, Mollanur, sosyalist hareketin, İslami kültür ve medeniyet dairesinde yaşayan halklarda daha da sağlıklı gelişebileceğini bile düşünüyordu. Onun karşı olduğu gerici ve dogmatik İslam idi, yani "şeriat"tı. Bütün ceditçi şiddetini, bu kesime yöneltirken de İslami bir terminoloji kullanabiliyordu. Tatar-Başkurt Cumhuriyetinin kurulma kararı alındıktan sonra Kızıl Bayrak gazetesinde şöyle diyordu: "Bu karar Kur'an'm gölgesinde alınmış ve ardından üç kez elhamdülillah denmiştir. İslami kültürün bu Rönesans günü bizim milli bayramımız olmalıdır.’'279 Esas

düşüncesi

sömürülen

ve esaret altında tutulan

mazlum Müslüman halkların sosyalizm yoluyla çağdaşlaş­ tırılması idi. Bütün Müslüman sömürgeler esaret zincirlerini kırarak sosyalist düzen içinde birleşirlerse ancak bu şekilde, bu birleşmenin itici gücüyle, gerçek anlamda "sosyalist entemas-

27* Mete TUNCAY, a.g.e., s.94 279 Vincenl MONTEİL, Sovyet Müslümanları (Çev: Metin ÇAMDERELİ), (Ankara: Pınar Yay.; 1992), s.125

244


yonalM de kurulabilirdi. Kısacası Mollanur, Asya'daki TürkTatar halklarının esaretten kurularak tam bağımsızlığını istemesi açısından devrimci milliyetçi, bu bağımsızlığın ancak sosyalist bir temelde yürütülürse kalıcı olabileceğini düşün­ mesi açısından sosyalist, Türk-Tatar halklarının geri ve bağım­ lı olarak kalmalarına neden olan şeriatı eleştirirken İslami akidelerin çağdaşlaştırarak reformize edilmesini istemesi ve bu düşüncelerini, dünyasal sosyalist devrimin gelişimi açısından, bütün mazlum Müslüman yurtlarında yaygınlaştırmaya çalış­ ması açısından devrimci panislamist ve bütün bunları nihai amacı olan sömürüsüz bir dünya ve kolektif insani kardeşlik düşünceleri adına yapmış olması açısından da bir hümanist idi. Mollanur Vahidov’un ulusal sosyalizm stratejisini en basit şekilde Galimcan İbrahimov’un şu sözü ifade eder herhalde: ‘Taktik olarak, bütün halklar kendi özelliklerine bakarak yol ararlar, yolun sonunda ise genel kıbleye yani enternasyona­ lizme varırlar. ”280

Sonuç ve Değerlendirme Özellikle 1917-1923 arasında, Orta Asya, Kafkasya ve Ön Türkiye’deki devrimci hareketler ve önderler karşılaştırmalı olarak incelendiğinde görülecektir ki, aralannda yaklaşım benzerliklerinden de öte bir örgütsel/stratejik ilişki söz konusudur. Kazan merkezli Vahidov önderliğindeki Müslüman sosyalist hareketler, Galiyevci hareketler, Azerbaycan’daki sosyalist Himmet hareketi, milliyetçi komünist TKP hareketi ve Kemalist hareket dönemin Avrasya stratejisinin özneleriy­ diler ve aralarında hiç de kopukluk yoktu. Türkiye ve eski Sovyetler coğrafyasındaki gizli devlet arşivleri açıldığında ki yavaş yavaş açılmaktadır, bu ilişkiler ağı belgesel açıdan daha net olarak ortaya çıkacaktır. Biz ulusal solculara (özelde ulusal 280 Galimcan ÎBRAHİMOV, a.g.y., s.43

245


devrimci sosyalistlere) düşen görev Avrasya perspektifindeki bu ortak devrimci tarihsel argümanlardan yararlanarak günü­ müze ait bir ulusal devrimci strateji geliştirmekdir. Mollanur Vahidov, Galiyevci hareket ve bu hareketin Türk Kemalist devrim hareketiyle olan stratejik birlikteliği bu açıdan önemlidir. Mollanur Vahidov ve Sultan Galiyev, Tataristan’m ve bütün Asya Müslüman/Türk halklarının Mustafa Kemalleridir. Onları tanıdıkça Mustafa Kemal’i, Mustafa Kem al’i tanıdıkça da onları daha iyi bir şekilde anlayabiliriz. Avrasya Birlikteliği gibi “mazlumlar merkezli” stratejik projeler ancak bu düşüncenin teorisyen ve pratisyen öncüleri, tarihsel bir perspektif içinde değerlendirilirse sağlam bir temele oturtulabilir. Mollanur Vahidov da bu öncülerden birisidir.

246


EK: 1 M OLLANUR VAHİDOV’UN TERCÜME-1 HALI* Mollanur Vahidov’un tercüme-i halini tam olarak yazıp çıkarmaya şimdilik pek imkan yoktur. Bunun için gerekli olan malzemeyi hemen bulup, toplayıp tamamlamak mümkün değil, vakit de müsait değildir. Burada biz hayat hikayesi adı altında onun yaptığı işlerden en mühimlerini saymakla yetinmeye mecburuz. Elbette onun hayatını bütün açıklığıyla gözler önüne serecek bir tercüme-i hali yayınlayacak vakit de gelecektir. Mollanur Vahidov Perm vilayetinin Kungur (Güngör) şehrinde 1885 yılında dünyaya geldi. O zamanlar babası Mollacan ufak-tefek şeylerin ticaretiyle uğraşıyor ve o şekilde yaşıyorlardı. Mollanur sekiz yaşma kadar Kungur ilçesinin Kazı köyünde annesinin değirmeninde kaldı. Dokuz yaşındayken onu Kungur merkezine getirip şehir okuluna verdiler. Bu okulda iki yıl okudu. Babası Mollacan Vahi­ dov’un ticari işlerinin kötüye gitmesinden dolayı ailecek Kazan’a göçtüler. Babası orada çay tüccarı Kobkin Koznitsofun hizmetine girdi. Bu arada, babası, fakirliklerine aldırmadan, Mollanur’u Riyalni Oçilişça adındaki okula verdi. Yoldaş Mollanur 1907 yılında bu okulu birincilikle bitirip Petersburg’daki Teknik Enstitü’ye girdi. Bu enstitüye girişinin dördüncü yılında siyasi suçtan dolayı onu okuldan çıkardılar. O zamanlar devlet okullarından kovulan öğrenciler ve solculuğu yüzünden okuldan dışlanan profesörler için yegane ilim yurdu kendisini solcu olarak tanımlayan, o yoldaki faaliyetleriyle ünlü olan Psiko-Nöroloji Enstitüsü’ydü, o * İlk defa yayımlanan bu yazı büyük ölçüde Doğu Türkistanlı tarihçi Hacı Yakup ANAT tarafından çevrilmiştir. (Doğunun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov Yoldaş, Haz: Galimcan İbrahimov, (Kazan: 1919) kitabından alınmıştır.)

247


enstitüyü herkes öyle bilirdi. Epey zorluklar, güçlükler çektikten sonra Mollanur da bu enstitünün iktisadi ilimler bölümüne girmeye muvaffak oldu. Ancak onun devrimci tabiatı buraya da sığmadı. Ona burada da siyasi suç isnat edildi. Bu yüzden Mollanur, başka okullara giriş hakkından da mahrum edilerek, buradan da kovulup çıkarıldı. Bundan sonra Kazan’a geri döndü. Bir süre öğretmenlik yaparak geçindi. Daha sonra Yol İdaresi’nde çalışmaya başladı. Mollanur’un siyasi çalışmaları Riyalni Oçilişça’da bulunduğu dönemde başladı. Vahidov, o zamandan beri Sosyal Demokrat Parti’ye katılıp onlarla birlikte gizli faaliyetlerde bulunmaktaydı. Petersburg’da bu çalışmaları daha da yoğun­ laştırdığından Hükümet onu okuldan okula kovdu. En sonunda okula girme hakkını tamamıyla elinden aldılar. Çünkü Vahi­ dov, Hükümet için çok tehlikeli olmaya başlamıştı, bu yüzden onu öğrencilerin arasından ayırmak gerekiyordu. Mollanur’un Petersburg’daki çalışması hakkında Aynilhayat Namina yoldaş yazacaktı, maalesef Kazan’da olmadığından sözünü yerine getiremedi. Bu yüzden Vahidov’un çok önemli bir dönemi kapalı kalmış oldu. Kazan’a tekrar geri dönüp Yol İdaresi’nde çalışmaya başladıktan ve işçiler ile köylüler arasına katıldıktan sonra gizli siyasi çalışmalarını daha da sıklaştırdı, güçlendirdi. Bir yandan propagandayla uğraşırken diğer yandan devrim yolunda halkı örgütleme çabası içerisine girdi. Şubat devrimine kadar olan çalışması hakkında bu kadar bilginin dışında şimdilik başka bir bilgimiz bulunmamaktadır. Şubat devriminden sonra resmi düzeydeki çalışmaları çeşitli makalelerde biraz bahsedilmektedir. Burada sadece isimlen sayılacaktır. 1. Şubat devriminin oluşumu sırasında o, Şehid Ahınediyef, Koliyev, Şefıullin, Emine Muhiddinova ve başka birçok

248


devrimciyle bir araya gelerek Kazan’da Müslüman Sosyalistler Komitesi’ni kurdu. Komite’nin tüzüğünü Parti’ye tasdik ettirip Kazan’m fabrikalarında ve bazı kenar şehirlerinde şubelerini açtılar. Komite’nin başkanı Mollanur’du. Çalışmaların çoğunu o yapar, arkadaşlarını motive eder, moral verirdi. Bu görevini sürdürürken önce Millet M eclisi’ne sonra da Oçridilka’ya seçildi. 2. Petersburg’da Galimcan İbrahimov ve Şerif Manatov ile birlikte Müslüman Komiserliği’ni kurdu. Mollanur, Komiser­ liğin Başkanı-Başkomiseri; teorik ve pratik önderi oldu. 3. O dönemdeki 1.Müslüman Alayı ’nın Komutanı Yusuf İbrahimov, Komiserliğe bağlı Askeri Şube açıp, ayrı Müslü­ man Askeri Fıkraları kurmaya başlamıştı. Yusuf İbrahimov, Halk Komiserleri şurası tarafından Türkistan Cumhuriyeti’nin kurulması işine gönderildiği için Askeri Şube’nin başına Mollanur geçti. Daha sonra bu şube “Merkezi Müslüman Harbi Heyeti” adıyla ayn bir cemiyete dönüştürüldü. Vahidov bu örgütün de başına geçti. Onun başkanlığında askeri birliklerin toparlanması ve düzeltilmesi işine devam edildi. Bu amaçla Tatar-Başkurt taburu kuruldu. Bu tabur, Ubeydullin komuta­ sında Çeklere karşı savaşıp büyük hizmetler verdi. 4. Çekoslavak haydutları Ufa ve Samarra’yı alıp Kazan’a yaklaşmaya başladığında Mollanur Yoldaş başında olduğu Tabur’da kalan savaşçıları ve Askeri Komisyon’un bütün hizmetçilerini alarak Çeklere karşı müdafaaya yardım etmek için Kazan’a gitti. Bu müdafaaya katılanların birçoğu çok zorlu şartlar altında kurtulsalar da o, 9 Ağustos’ta yakalanıp 19 Ağustos gecesi saat 02:00’de burjuvazi militanları tarafından şehit edildi. Yakalanışı hakkında ayrıca malumat vereceğim.

249


Yoldaş Mollanur Vahidov’un Son Saatleri (Mollanur’un kardeşi Nabi Vahidov, Merkezi Müslüman Harbi Heyeti üyesi Hadi Malikov ve diğer arkadaşların anlattıklarına göre yazıldı) Hiç de beklenmeyen bir zamanda 6 Ağustos’da Çekoslovak haydutlan Kazan’ı basıp ele geçirdiler. Sovyetler şehri hemen terk edip gitti. Parti üyeleri, büyük zorluklar içerisinde kendi imkanlarıyla Kazan’dan gittiler. Genel bir plan ve hazırlık olmadığı için bazı devrimciler şehirden çıkamadı. Karşıdevrimcilerin saldırılarıyla şehit oldular. Merkezi Müslüman Harbi Komitesi 4 Ağustos’ta gelip yeniden faaliyete başladığı için onun üyeleri ve Merkez Komiserliği’nden gelen bazı arkadaşlar zor durumda kaldılar. Bir kısmı kurtuldular, birçoğu (Mirseyid Sultangaliyev, Nabi Vahidov, İshak Kazakov, Aynilhayat Namına vd.) akraba ve tanışlarının yanında gizlendiler. Harbi Komite’nin başında olan Mollanur yoldaş ise son dakikaya kadar Kazan’ın elden gidişini dilemediği, içine sindiremediği için şehir tamamen karşıdevrimcilerin eline geçinceye kadar kaçış yoluna gitmedi ve bu yüzden Çekoslavak haydutlarının arasında kaldı. Facianın sonraki gelişmeleri şöyle cereyan etti: O gün saat 05.00 sularında Nabi Vahidov yoldaş, Kazan Müslüman Komiserliği’ne geldi. Orada hiç kimse yoktu. Ancak, Molla­ nur’un Nabi Vahidov’a yazdığı kısa bir pusula vardı. Pusula da şöyle yazıyordu: “Çekler Kazan’a girdiler, biz gittik, kendi yolunu kendin bul!” Nabi Vahidov, Komiserlikten çıktı. Geruzinski (şimdiki Kari Marks) caddesinde Harbi Komite’nin otomobiliyle karşılaştı. Arabanın şoförü “Mollanur ile Malikov’u Arcakrı tarafına götürüp bir caddede bıraktığını ondan sonra nereye gittiklerini bilmiyorum” dedi. Harbi Komite’de çalışan Albay Paltaıjitiski gelerek Mollanur’un babasının evinde olduğunu söyledi. Nabi Vahidov babasının evinde

250


Mollanur’u buldu. O, önceki askeri kıyafetlerini bırakmış tamamen yeniden giyinmişti. Evden birlikte çıkıp caddede ayrıldılar. İkinci gün gündüz saat 0 2 :0 0 ’de yoldaş Mollanur’u Kaban çevresinde gördüler. Mollanur kendisine bir şeyler getirecek olan Yalçun yoldaşı bekliyordu. Ona bir öğretmen pasaportu verildi. Mollanur’u başka iki kişiyle birlikte (Sultan Sayınıf ve bir Tatar) Kaban’dan gemiyle Barısinke adasına götüreceklerdi. Ancak Mollanur’u şimdilik bir yerde saklama çaresini aradılar. Tanınmış yazar (muharrir), tarihçi Aziz Ubeydullin ailesiyle birlikte orada yaşıyorlarmış. Çok eski zamandan beri iyi tanıştıkları için Mollanur yoldaş Aziz’e mektup yazıp ondan gizlenmek için yer vermesini rica etti. Ancak, Aziz Ubeydullin bunu kabul etmedi. Bu arada Mollanur, kendisini oraya götüren Tatar’ı babası Mollacan’dan bazı gerekli şeyleri getirmesi için Kazan’a gönderdi. Mollanur’un babasının evine Çekoslavak idaresi casuslar yerleştirmişti. Gelen kişi eve girer girmez onu tutukladılar. Fakat bu tutuklanan kişi Rusça bilmediği için sordukları sorulara hiçbir cevap alamadılar. Onu Komutanlık merkezine götürdüler. Orada bir Tatar tercüman buldular. Delikanlıyı çok büyük işkence ve eziyete tabi tuttuktan sonra en sonunda Mollanur’un nerede olduğunu söyletebildiler. Tercüman Tatar askeri, ben Mollanur Vahidov’u tanırım dedi. Bir nefer beyaz subay yanlarına bir sürü Çek askeri, tercüman askeri ve Tatar delikanlısını alarak otomobile bindiler ve Mollanur’u yakalamak üzere (Barsmska) köyüne doğru hareket ettiler. Onu orada buldular. Tercüman asker: “Vahidov’u ben tanırım. Onunla 95. Alay’da birlikte çalıştık. O benden gövdeliydi ve bıyıkları kalkık (kaytan) dururdu, bu o değil” dedi. Aslında o Nabi Vahidov’u tanıyormuş ve Nabi’yı tarif etmiş. Ancak, Mollanur, yanlışlıkla başka kişinin, soyaddaşı Nabi yoldaşın helak olma ihtimalini düşünüp “Müslüman Komiseri, Komü­

251


nist Vahidov benim, başka Bolşevik Komiser Vahidov yok!” dedi. Vahşiler onu tutukladı ve şehre getirdi. O, 19 Ağustos’a kadar Kazan’ın Bileten(Belleten) zindanında kaldı. Zindanda hastalandı. Burjuvazi bayram etti. Tatar burjuvasmm, aydınlartnm ve ruhanilerinin(din adamlarının) Şakir BahtiyoPun konağında yaptıkları bir toplantrda bu konuda (Vahidov konu­ sunda) konuşmalar oldu. Bu toplantrda Çeklerle “Vahidov’un öldürülmesi gerek!” diye görüşmek üzere Müslümanlar arasrndan bir heyet seçildi. Heyetin başkanr Abdulla Molla Apanayoftu. Şimdi (1919’da) Sovyetler taraftan olan, prole­ tarya diktatörlüğü, sosyal devrim ve Sovyetler hakimiyetinin pekişmese güçlenmesi yolunda hizmet vermekte olan İlyas Aklın de o zamanlar Çekoslavak haydutlarıyla birlikte çalışıyordu. Alkin kendisi: “Benim Çeklerin safına katılışım onların sertliğini biraz yumuşatmak, ele geçen Müslüman devrimcilerin cezalarını biraz hafifletmek içindir” derdi. Kazan’da kalan proletarya dostlan Doğu’nun böyle büyük bir devrimcisi olan Mollanur’u kurtarma yolunda Alkin bir şeyler yapar diye ümit ettiler, ancak hepsi boşa çıktr. Kazan’m karşıdevrimcileri böyle bir devrimciyi kendileri için ürkütücü olarak kabul ettikleri için, ona idam cezası verdiler. Bu kararı Samara’daki Uçridilka Komitesi’ne (o zamanlar burada Tatar aydınlarından Tohtarov, Ömer Türegolof, şimdi Sovyetlerde çalışan Fatih Tuhfetullin, Muaharrır Ayaz İshakovTar da vardı.) haber verdiler. Oradan (yönetiminden) “Hükmü yerine getiriniz!” diye telgraf gelince 19 Ağustos 1918’de saat 0 2 :0 0 ’de Mollanur Vahidov yoldaşr zindandan alıp götürdüler ve kara yavuz karşı devrimcilerinin cellatları onu vurdular. Büyük devrimcinin canı, fikri bizimle birliktedir. Ama onun toprağını (mezarını) bulamadık. Düşman onu bulamayacağımız şekilde gizlemiştir.

252


EK: 2

DOĞUNUN BÜYÜK DEVRİMCÎSİ : MOLLANUR VAHİDOV YOLDAŞ* (Galimcan İbrahimov) O, Doğunun büyük devrimcisiydi diyoruz. Bu sözümüz, bir kişiyi fazla yükseltmek, ona gereğinden fazla değer vermek anlamına gelmez mi diye de şüphe etmiyoruz. Bu görüşümüz­ de yalnız olmadığımıza inancımız tamdır. Şimdiki kuşaktaki bütün bilinçli işçilerin bizim bu görüşümüze katılacaklarına inanıyoruz. Yeni bir yaşantı, güzel ve özgür günler için kan dökmekte olan bütün kızıl ordularımızın da ansızın ölen büyük kahraman hakkında bizim değerlendirmelerimizi çok yerinde bulduklarına şüphe etmiyoruz. Sadece şimdiki kuşak değil, gelecek kuşaklar da onun hakkını gereğince verecektir. Tarihin onu, “bahtsız, mazlum Doğunun azatlı tanında ansızın ölen büyük devrimcisi, büyük kurbanı!” olarak değerlendireceğine derin bir inanışla inanıyoruz. Yoldaş Mollanur’un daha kabir toprağı bile soğumadan, “o komünist ve Bolşevik miydi, değil miydi?; entemasyonalist miydi, yoksa panislamist m iydi1 diye tartışma başlattılar, çeşitli yorumlar yaptılar. “O öldürülmedi, Çeklere kaçtı” diye iftiralar atmaktan çekinmediler. Bu kimseler şimdi dc ortadan kaybolmuş değiller. Tatar-Başkurt hayatının karanlık köşele­ rinde yuvalanmış olan bazı kıskanç, hasis kişiler, bataklıkta

İik defa yayımlanan bu yazı da büyük çlçüde Doğu Türkistanlı tarihçi Hacı Yakup ANA7 tarafından çevrilmiştir. (Doğunun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov Yoldaş, Haz: Galimcan İBRAHİMOV, (Kazan: 1919) kitabından alınmıştır.)

253


gezinen yılanlar gibi korkakçasına da olsa, o zehirli fikirlerini fışkırtıp duruyorlar. Fakat bütün bunlar, bizlere, Mollanur’u çok iyi bilen devrimcilere gülünç ve manasız gelmektedir. Kahraman, ömrü boyunca emekçilerin, çiftçilerin özgürlüğünü düşünmüştü. İnancının ve bütün fikirlerinin temeline sosyal devrimin esasım oturtmuştu. Bütün çalışmalarını sadece bu hedefe yöneltmişti. Sonunda ise sosyal devrim düşmanlarının asi ellerinde ölmüştü. Bu gibi yalanlar gerçekte çok aşağılıkçadır. Bu gibi yalanlan yayanlar; küçük, aşağı, hiçbir zaman büyük işlere, ağır eziyetlere dayanamayan hasis haşeretlerden ibarettir. Mollanur Vahidov, resmi olarak komünist olmuş muydu, olmamış mıydı? O, enternasyonalizmi; farklı yerlerde, farklı şekillerde yaşayan, farklı dilde konuşan halklann farklı özelliklerini dikkate almayan fakat gerçekte hepsini Rus tesirinde bırakarak, başka millet mazlumlarının düşüncelerinin ve haklarının gelişmesine mani olan aydınlar gibi mi düşündü? Yoksa hayatın, tarihin akışını kendisince düşünüp Müslüman proletaryanın özgürlüğe kavuşmasında kendine özgü başka bir yol tutacağı fikrinde olan bir panislamist miydi? Bunlar önemleri ikinci, üçüncü derecede meselelerdir. İşin esası cebinde komünistlik belgesi olup olmadığında değil, taktik olarak Müslüman proletaryaya aynca yer verip vermediğindedir. Büyük kanlı savaş devam ediyor. Bu savaş yeni değil, o medeni hayatın bütün tarihi boyunca devam etmek­ tedir. Bir yanda köleler, mazlumlar, emekçiler, çiftçiler; diğer yanda şahlar, zenginler, yöneticiler, hocalar ve kapitalistler... Bir sınıf özgürlük isterken, aydınlık isterken, bütün dünyaya dostluk, beraberlik ve adaleti yerleştirmeyi isterken diğer sınıflar, ellerindeki kuvveti, yeri, suyu, zenginliği, hakimiyeti bırakmak istemiyorlar. Bunun için dünyayı kan deryasına döndürmeye, yeryüzündeki insanları soyup bitirmeye hazır­

254


dırlar. Bu savaş son zamanlarda daha da kuvvetlendi, özgürlük için deryalarca kan döküldü. Savaş alanının sağ tarafında şahlar, zenginler varken, sol tarafında mazlumlar, köleler, fakirler kızıl bayrak ile birlikte dalgalanıp durmaktalar. Büyük Fransız Devrimi döneminde “feodal aristokrasiyi bitirip, onun yerine para aristokrasisini ortaya çıkarmanın halka ne faydası olacak, biz bunun için kan dökmedik” diyerek meydana çıkan Marat, B ay f ve onlann arkadaşları; 1848’de Blankistler; 1871’de Paris Komünü’nün büyük kurbanları; en son zamanlarda Libknihtler, Rosa Lüksemburglar ve o büyük kurbanların kanlan ile boyanmış kızıl bayrağı gösterip, özgürlük yolunda ölen emekçiler, fedailer, hangi safta, hangi emeller yolunda şehit edildiyseler Mollanur Vahidov Yoldaş da o idealler ile yandı, o yolda yaşadı ve o yolda canını feda etti.Kanımca meselenin temeli buradadır. Bir kimsenin devrimci olup olmadığını ve devrimi nasıl anladığını ölçmede en doğru yol bu temeldedir. Bunun dışında kalanlar meselenin ikinci, üçüncü çeşitleridir. Meseleye bu noktadan bakıldığında cebinde komünistlik belgesinin olup olmadığı önemli değildir. O gerçek bir entemasyonalist miydi? Halklann tarihi, coğrafi, ırki(nesebi) özelliklerini itibara alma fikrinde olup, Müslümanlar arasında sosyalizm yolunun biraz değişik olması gerektiğini düşünürdü, o sosyalist-panislamist miydi? Bu meselelere sadece bir ilmi mesele, taktik mesele olarak bakmak lazımdır. Devrim bir padişahı düşürüp yerine başka bir padişahı koymak ya da seçip ona cumhurbaşkanı sanı vermek midir? Kapitalist hakimiyeti ortadan kaldırmak isteyen mahkum millet halklan bunlarla, böyle bir devrim anlayışıyla yetinemezler. Bu konuda yazılmış bütün eserleri incelediğimizde dönüp dolaşıp sonuçta bir-iki söze geliyoruz. “Yabancı milletleri

255


baskı altında tutma burjuvazi için, kapital için gerekir.” “Proletarya ve bütün milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkını vermek gerekir.” Bunlar iyi sözlerdir, esas (temeller)dir. Fakat o iki (temelle) gerçek dünyaya girersen, emekçiler ve çiftçiler arasına gidersen, mahkum millet proletaryası arasında bunlar­ dan pratik bir şeyler çıkarılamayacağını görürsün. Önüne emekçileri, çalışanları örgütlemek meselesi çıkacaktır. Bir Kazan(şehiri)’ın içinde kaç bin Tatar tezgahtarı (esnaf), kaç bin yurt çalışanı(memur) var. Çoğu Rusça bilmez, anlasa bile konuşamaz. Aslında onların iktisadi ihtiyaçları İvan’la Peter'den ayrı değildir. Birisine yarayan kanun İkincisine de uyuyor. Bu yüzden hepsini birlikte örgütlemek çok iyidir. Ancak toplantılara gider dinlerler. Söylemeye dilleri yetmez, meraklı olamazlar. Çok geçmez, artık gitmemeye başlarlar. Ne yapmak gerek? Genel meslektaşlar demeğine katılmaya mı gitsinler yoksa Tatarlarınkini ayırmak mı gerek? Ayırırsan gelir, işitir, söyler, meraklı olur, anlayışı yükselir, derneklere girerek çalışmaya başlar. Emekçilerdeki, çiftçilerdeki bu durumdan öğretmenler de kurtulamazlar. Devlet müessesderinde bu hal çok daha fazla hissedilir. Din, milliyet fanatikliği yok, hepsi dost, kardeş. Hepsinin iktisadi dilekleri de aynı. Fakat o dil bilmez. Rusça çalışılan müesseselere gitseler koltuk altına koyarlar, acele çıkıp giderler. Bir şey yazmak gerekirse, hemen Rus kitapları gerekir. Ne yapmak gerek? Ayrı bir müessese kurmadan bu durumdan kurtulmak mümkün müdür? Müesseselerdc dil meselesinden nasıl kurtulmak gerek? Sosyal özgürlük yolunda nice Tatar-Başkurt çiftçisi, emekçisi, Kızıl Ordu içinde kanların] döktüler. Bunlar makine değil. Bunlara anlayış gerek ki ne için savaştıklarını bilsinler ve siyasi eğitim alsınlar. Eğer onlar Rus askerleri arasına dağılırsa nasıl eğitim alırlar? Rus hatibin konuşmasını anlayamazlar, Rusça gazete gelse okuya­

256


mazlar, Rusça tiyatro onlara hiç bir şey vermez! Edebiyat, tiyatro, müze meselelerinde de durum böyledir. Kısacası, proletarya, şimdiki dönemde kendi diline, kendi medeniyetine, kendi edebiyatına çok sıkı sarılmış durumdadır. İktisadi ihtiyaçların bir olmasına rağmen bunlar, genel özgürlüğe, müşterek ideallere değişik yollarla varılmasını ister. Bir iki gün içinde onu değiştirmek de mümkün değildir. Değiştirdiğinde nasıl değiştirirsin? Türkiye’de Ermeniyi, Yahudiyi, Amavudu, Arabi, burada din millet fanatikliği yok diye Türk cemiyeti, Türk medeniyeti altına, Avusturya’da Çeklerin, İslavların, Rusların Cermenlik altına, Rusya’da biz, enternasyonalıstiz, biz milliyetçi değiliz diye bütün Yahudilen, Gürcüleri, Latışlan, Tatarları, Kazakları Rus medeniyeti altına mı kapata­ caksın? Sonuç, dışarıdan bakıldığında Türkleştirmek, C em en ­ leştirmek, Ruslaştırmak olacaktır. İçine girdiğinde ise Rus, Cermen, Türk proletaryasının dışındakilerinin anlayışsız, eğitimsiz, ruhsuz kaldıkları görülecektir. Genel özgürlük için bundan ne fayda çıkacaktır? Diğer taraftan bu topluluklar “millileşip” gitseler kendi aralarında anlaşılmazlıkların, birbirlerinden uzaklaşmaların, düşmanlıkların olması çok mümkündür. Bu mesele hakim millet demokrasisi için birinci sırada değil. Çünkü onlar çoğunluk, onlar medeni güç. Bu onların kendi meseleleri değil. Yalnız başka milletler hareket ettirdiği zaman, onlar buna önem vermeye, çözüm için bir yol bulmayı düşünmeye başla­ yacaklardır. Bunun için, hakim milletler proletaryası içinden çıkan üstatlar bize bu doğrultuda, gerçek tecrübeler sonu­ cunda, denemeden gelip geçen bir usul gösteremediler. Büyük Ekim Devrimi, bunu, bizim önümüze bütün dehşetiyle getirip çıkardı. Biz, bu durumdan çok azap çekmiştik. Fikrimiz, idealimiz, başka milletlerin proletaryası ile birlikte yürümekten yana olmaktaydı. Rus arkadaşlar da buna eğilimliydiler.

257


Birlikte yürüdüğümüzde bizim proletarya ve köylülerimiz, tarihi hataları budur, “milli” burjuvaların kucağına atılıyordu. U fa’da, Ural’da Ekim devrimine kadar biz bunun acısını görmüştük. Başta beraber gittiğimiz halde tecrübeler gösterdi ki, parti örgütlerinde seçim listesini ayrı çıkarmaya mecbur­ duk. Ben düşünüyorum ki, Rusya’nın bütün yerlerinde, Ruslardan başka bütün milletlerin sosyalistleri bu trajediyi kendi başlarından geçirmişlerdir. Bu, gerçekten de trajedi. Bunun ismi, mahkum milletler proletaryası içinde sınıf mücadelesine milli özgürlük hareketini katma meselesi olmak gerekir. Bu, meselenin taktik tarafı. Taktik, vakitli iş. Biz, gelecekte, bunun değişeceğine, proletaryanın hangi milletten olursa olsun, birbirlerini iyi düşünerek, birlikte çalışma durumuna geleceklerine inanıyoruz.. Lâkin mesele bununla bitmiyor. Sosyalizm hazır olarak gökten düşmeyecek. O yer yemişidir. Tarihin, şimdiki ve geçmişteki medeniyetlerin ona büyük etkisi olacaktır. İşte, bu uzak geleceği görebilenler, önlerine(gündemlerine) birçok meseleyi getirip koyuyorlar. Bunlardan birisi, sosyalizm temelinde kurulacak medeniyetin nasıl olacağıdır. O medeniyet, şimdiki Avrupa medeniyeti gibi mi olacak? Yoksa bu medeniyete, sönmüş medeniyetler de kendilerinin iyi taraflarını katacaklar mı? Eski Yunan, Roma, Arap, Hint medeniyetleri var. Bu medeniyetlerin şimdiki birçok alimin hayallerini, ruhlarını kendilerine çeken taraflarının çok olduğu şüphesizdir. Bunlar alınmalı mı, bırakılmalı mı? Partinin basit üyesi, sade devrimci bunlarla zihnini karıştırmaz. Onun önünde sadece burjuvaziyi yıkıp sosyalizmi kurmak meselesi vardır. Ama ileriyi görebilen devrimciler için bütün mesele bununla bitmez. Bu meselede Vahidov’un yolu, enternasyonalizmi kendi halkının özellik­

258


lerini dikkate almamak olarak anlayan sosyalistlerden ayrılıyordu. O devrimi “içtimai” olarak algılamıştır. Bu onda kuru lakırdı da değildir; kendisinin sözü, yazısı ve gerçeği ile emekçilerle çiftçileri o yolda eğitmiştir. Bütün insanların dost­ luk, akrabalık temelinde birleşmesini kıble edinerek Müslüman proletaryanın şimdiki zamanda ayrı örgütünün olmasını gerekli görmektedir. Buna göre, sendika, parti ve devlet müesseselerinde bir ayrılık, mümkünse tamamen bağımsızlık tarafını ileri sürerdi. Sendikalar Konferansında alınmış kararlar, Müslüman komiserliklerinin, ayrı milli (Kazakistan, Türkistan, Tatar-Başkurt) cumhuriyetleri hedeflemesi ve onlar için müca­ dele etmesi de bu genel anlayıştan doğmuştur. Vahidov bizim halkımızın özellikleri denilen meselede temel faktör olarak öncelikle İslamdan kaynaklanan halleri alır, başka şeylerden kaynaklansa dahi onu îslamm ederek bakar, aynı din ve inanış içerisinde yaşadıklarından dolayı bütün dünya Müslümanlarının arasında ortak özellikler görürdü. Bu yüzden o, kendi fikrince, bütün dünya Müslümanlarına bakar; sözünde, yazısında, emelinde Arabi, Hindi, Mısırlıyı, Türkü hepsini bir bütünün üyeleri kabul ederdi. Hepsi için çalışır, hepsi için hizmet eder, kızıl bayrağın altına hepsini toplamaya çaba gösterirdi. Bizim örgüt, bütün Tatar-Başkurt sol sosyalist devrimcileri de, görüş olarak, çalışan halkın özelliklerinin, ayrı temel ihtiyaçlarının dikkate alınması gerek diye düşünsek de, bu özelliklerin temelinin dine değil, belki millette, ikinci olarak Tatarlığa, Başkurtluğa, Kazaklığa göre belirlenebilece­ ğini düşünürken yoldaş Vahidov, bütün dünya Müslüman fakirlerini bir yere toplayarak ayrı bir yolla enternasyonale, sosyalizme ulaştırmak için tek bir yolun olabileceğini düşü­ nürdü.

259


Ekim devriminden sonra, iktidarı ele geçirdikten sonra devrimci olan arkadaşlar bu meseleye hafif baktılar. Çünkü onlar, halkı sosyalizm yoluna ulaştırmak için o halkın içinde fikri mücadele etmemişlerdi. Onlar gelip oturdular, ama onun acısını biz çektik. Buradaki bütün söz ünlü bir atasözü ile a/ çok anlaşılır. İtalyanları “Bütün yollar Roma’ya çıkar!” diyor. (Bence de) Taktik olarak, bütün halklar kendi özelliklerine bakarak yol ararlar, yolun sonunda ise genel kıbleye yani enternasyonalizme varırlar. Lâkin Vahidov’un “panislamistliği” bütün dünya Müslümanlarının emekçisinde, çiftçisinde genel ortak özellikler görerek, o çerçevede ayrı taktik tutma­ sında yatmıyordu. Vahidov, yukarıda söylediğim gibi, soysalizm neticesinde kurulacak genel medeniyette eski İslâm mede­ niyetinin büyük etkisi olacağına inanıyordu. O, kendi tabirince, Arabistan’ın Altın Kum sahralarından Kutsal Ganj ovalarına kadar yayılan İslam medeniyetinin hayranlarındandı. O, hülyalarıyla İslam medeniyetini ne kadar büyü k, güzeh derin, hikmetli bir medeniyet diyerek görür, o medeniyetin tamamen yok oluşunu kafasına sığdıramazdı. Gelecekte kendisinin (İslam medeniyetinin) bütün nuru, hikmeti, güzelliğiyle insan­ lık dünyasını aydınlatacağına inanırdı. * * *

Mollanur Vahidov, benim hayalime gökyüzünün bulut­ landığı vc gök gürültüsünün olduğu zamanlarda parıldayıp geçen bir yıldırım gibi tesir yaptı. 1905 yılında, genel devrim alanında, halkımızın içinde onun adı işitilmedi. Çünkü o zaman o, okulda öğrenciydi. Devrim dalgası bastırılıp, işbaşına Stolpin gelip oturduktan sonra, 1905 ve 1906’da soldan sol, kızıldan kızıl olan “Tangçılar”, “Uralcılar”, Kızıl Bayrak’a ihanet edip burjuvaziye satıldılar. Dünkü sosyalist devrimci Ayaz İshakof, Toktarof, Şakir Muhamınediyarof, Said 260


Rem iyefler; sosyal demokrat Ömer Türegolof, İbni yemin Ahmetoflar, Stolpin’in gazaplı yüzünü gördükten sonra sosyalizmden vazgeçtiler. Emekçi ve köylülere sırtlarını çevirerek, zenginlerin kucağına oturdular. O zamanın sol devrimcilerinden birisı-bilimli Bayımbıtuf- devrim yoluna sadık kalsa da, uzun yıllar zindandan, kaleden, sürgünden çıkmadığı için, o da genel meydanda çok olamadı. Bunun sonucunda, bizim, bir araya gelerek, bırleşerek sosyalizm yolunda çalışmalar yapmamız mümkün olmadı. Sosyalizm yolundan dönmeyen devrimciler için tek çare genel Rus örgüt­ lerine katılıp, onlarla birlikte gizli olarak çalışmaktan ibaretti. Bütün cam, yüreğiyle devrimci, soysalist olan Vahidov da elbette gizli olarak çalıştığı için ismi duyulmamıştır. Ben, onunla, ilk defa Bütün Rusya Müslümanlarının İkinci Kurultayında, Kazan’da temasa geçmiştim. Kurultay’da Tatar burjuvazisi ve onun yardakçıları ile büyük mücadeleler oldu. Bizim gurubumuz büyük olup, arazi sosyalleştirmesi, federas­ yon, toprak muhtariyeti-yerel özerklik- (İdil-Ural boyunca bir cumhuriyet) gibi meseleleri gözden geçirmek bizim program­ daydı. Mollanur, o zamanlar genel sosyal demokratlar ruhunda (eğiliminde) olduğu için, bu üç maddenin hiç birisinde bize katılmadı. Kurultayın bütün sol kanatı, emekçisi, çiftçisi, askeri bizle birlikte olsa da, o biraz karşı durdu. Fakat onda buna sebep olan şey partilerinin, mecburi, genel programıydı, o programın arazi sosyalleştirmesi, federasyon ve yerel özerkliğe de karşı olmasıydı. Çünkü sonra o bunların hepsini, esas olarak da sonuncusunu kabul edip, her yerde bunun için yanıp tutuşan, mücadele eden kişi olmuştu. Mollanur ile ikinci tema­ sım Petersburg’da ünlü Smolni Enstitüsü’nde oldu. Burada, hatıra anlatmak istemiyorum ama Mollanur’u anlatmaya yardımı olur diye bir bölümünü söylemeye mecburum.

261


Mollanur Vahidov, Uçridilka’ya (Meclis) gidip seçilemedi. Müslüman vekillerin tamamı 12-13 kişi olsa da, bunların hepsi sağ ya da merkez “sosyalist”lerden olduğundan, Bolşevikler ve sol sosyalistlerle birlikte Uçridilka’yı bırakıp çıkan sadece ben olmuştum. Meclis terk edildikten sonra Müslüman vekillerin danışma toplantıları oldu. İlk önce bundan sonra ne yapmak gerektiği tartışıldı. Ben, bir fikri tekrarlamak istiyorum: “Uçridilka’dan vazgeçmek, Sovyetlerin Merkez Başkanlık Komitesi’ne, ondan sonra da o günlerde olacak olan Bütün Rusya Sovyetlerinin üçüncü kurultayına girmek.” O sırada Stalin ile de görüşülmüş ve Merkez Müslüman Komiserliği oluşturma ve buna bağlı büyük ve ciddi bir gazete çıkarma konusunda anlaşmaya varılmıştı. Müslüman Grubu’na ben bunu anlattım. Uçridilka’dan vazge­ çip Sovyetlere katılmanın, Müslüman grubunun Müslüman komiserliğine dönüşmesi gerekliliğini anlattım. Bu konuda üç gün şiddetli tartışmalar oldu. Müslüman grubunun buna razı olmayacağı anlaşıldıktan sonra, Mollanur ile Şerif M anatof un geleceği haberini de işitince Komiserliğin kurulması işini onların gelmesine kadar geciktirmesini söylemek için Stalin ile görüşmeye Smolni Enstitüsü’ne gittiğimde Şerif ve Mollanur ile karşılaştım. Mollanur kendisi hakkında eleştiriye taham­ mülü olmayan bir mizaca sahiptir. Bizim Ufa sol sosyalist devrimcilerinden bazı kişiler, bizim demeğimizin çıkardığı Erk gazetesinde, Vahidov’u, Alkin, Ahmet Bey gibi sağcılarla aynı kefeye koyarak eleştirmişlerdir. Dolayısıyla onun bizim Ufa, Ural sosyalistlerine ve dolayısıyla bana da bir kin duygusu vardı. Ben buna fazla iltifat etmedim, yolumuz bütünüyle aynı olduğu için, aramı düzeltmeye çaba gösterdim. O gün akşam Müslüman vekillerle ortak bir toplantı oldu. Yine “hangi işleri, ne gibi çalışmaları yapalım?” meseleleri ortaya koyuldu. Onlar, hemen Sovyetlerle çalışmaya razı olmadılar.

262


Mollanur’un Ahmet Beyle yakın bir dostluğu vardı. Yanımıza getirmesi için Ahmet B ey ’i ona gönderdik. Akşam­ leyin, komiserliğin kurulması meselesi ele alındı. Komiserliğin başkanı olmaya söz veren; yakın gelen, Ahmet Bey, ikinci gün geldiğinde “Bana olmaz, ben Sovyetlerin yaşamasına inanamam.” dedi. Şimdi iş bize kalmıştı. Stalin’e durumu iletip döndük ve Merkez Müslüman Komiserliği’nin kuruluş çalış­ malarına başladık. Fakat o birinci toplantıda bir ihtilaf çıktı. Mollanur Vahidov, “Bütün Rusya Müslüman İşleri Komiser­ liği” adıyla bir kuruluş fikrinden yanaydı. Başkurt vekili ise Başkurd adı girmezse ben giderim diyordu. Birlikte çalışmayı göstermek için, hiç olmazsa, “Tatar-Başkurt” diye adlandır­ maya razı oldu. Yoldaş Vahidov da bu proje geçerse ben çalışmam, benim inancıma ters olur diyordu. Ben, işin bozul­ ma ihtimalini görüp, bir uzlaşma teklif ettim: ‘İsim4, ‘Bütün Rusya Müslümanları4 olmasın. Çünkü, ona bizim hakkımız yok. Biz İdil-Ural’dan seçilmişiz. Sadece o yerin halkı bizi biliyor ve bize inanıyor. Dolayısıyla ‘Tatar-Başkurt’ da değil ama “İç Rusya ve Sibirya Müslüman İşleri Komiserliği” diye adlandırmamız ve projemizi o çerçevede düzenlememiz gerek” dedim. Buna bütün taraflar razı oldu. Tabii Mollanur, Komiserliğin başkanlığına seçildi. Burada benim için önemli nokta yoldaş Mollanur Vahidov’un “Bütün Rusya Müslümanları...” diye ısrar etmesiydi. Bu onun taktik meselesini aydınlatacak noktalardan biriydi. * * *

Bizim dünyamız Hamilyonlarla, rüzgar nereden esse o yöne kayan kıskanç bendelerle doludur. O arada Mollanur Vahidov gibi imanlı, kendi inandığı yolda herhangi bir şeye, bir engele bakmadan gitmeye çaba gösteren, kendi iddialı yolunda bütün gücüyle mücadele veren yiğitleri görmek 263


yüreğe ferahlık, gönüle inanç verecek durumlardandır, Mollanur’un rüzgar gibi hayatı, çalışması benim gözümün önünde oldu. Olsa olsa Mollanur ile dört-beş ay birlikte geçirdim. Fakat bu az zaman bile onun tabiatını, kişiliğini bü­ tün açıklığıyla ortaya çıkarmaya yetti. Mollanur, her şeyden önce devrimciydi. Eski düzeni (turmuşunu) bütün gücüyle yıkarak, o yolda parlayıp duran, yıkmakla kalmayıp, onun yerine yeni ve parlak bir hayat düzenlemeye çalışan, o yolda belli bir ideal sahibi olan bir devrimciydi. O şüphesiz iyi bir örgütçü idi. Önce Müslüman Soysalist Komitesi’nde. ondan sonra da Müslüman Komıserliği’nde, Tatar-Başkurt cumhuriyetinde kendisinin bu yeteneklerini körlerin bile göreceği derecede açığa çıkardı. Onun hatipliği, açık, yalın, derin anlamlı, şairane söylevci, konuşmacı olduğu hakkında ise yazmaya bile gerek yok. Proletarya hadimlerinin büyük bir trajedisi var. Onlar, fakir halk içinden çıkarak, aç halkı yedirmek, doyurmak için, çok gençken işe başlar ve eğitimden mahrum kalmaya mecbur olurlar. Mollanur Vahi­ dov’u ise, bu noktada ayrı tutmak gerekir. Ben, hemen hemen, Rusya Müslümanlarının bütün hadımlarıyla, temasta bulun­ dum, görüştüm. Fakat iktisadi ve sosyal bilimlerde Mollanur Vahidov derecesinde olan hiç kimseyi göremedim. Molla­ nur’un söylenmeden geçilemeyecek bir özelliği daha vardı: O başka devrimcilerde olduğu gibi sırf siyasal iktidarı ele geçirmek, siyasi particilik yapmak işleriyle meşgul olmazdı. O aynı zamanda emekçiler, köylüler arasında ilmi, kültürel gücün artmasına ve ilmi, edebi değerlerin proletarya demekleri içine nüfuz etmesine çaba gösterirdi. Sosyal devrim, onun gözünde, sadece siyasi, iktisadi mücadele değil aynı zamanda ilmi, edebi, kültürel değerler için de mücadele etmek ve onlan da elde etmeye çalışmaktı..

264


Mollanur’un, olan olayı anlarken, bütün canıyla ele alıp kısa sürede bütün dünyaya karşı mücadele başlatma özeliği vardı. Petersbu a vardığı sırada Komiserlik oluşturma fikri şüphesiz onda yoktu. Daha önce söylediğimiz gibi o buna fazla da önem vermedi. Biraz söyleşip, meselenin nereye geldiğini sezince o bu fikirle yanıp tutuşmaya başladı, bu fikir için çaba gösterip çalışıp çalışıp gerçekleştirdi. Aynı şekilde TatarBaşkurt Cumhuriyeti de federasyon, yerli muhtariyet (toprak muhtariyeti) hakkında Rusya Müslümanları içinde gerçek mücadele sürüyordu. Bizim proletaryamız da bunu isterdi. Vahidov ise bu mücadeleden dışarıda kalıyor, biraz karşı, biraz şüpheyle bakıyordu. Petersburg’daki vakitte onun kafasında bu fikirlere fazla önem verdiği hissedilmemişti. Kazan’da herkesin bildiği Mart olayı oldu. Bulak cumhuriyetini tesis ederek, halkın kafasını karıştırmaya başladılar. Komiserlikte bu durumu (Tatar-Başkurt meselesini) yeniden gündeme getirdik. Eldeki malzeme boyunca çizgiyi çizdik. Vahidov yine karışmaz gibi göründü. Yalnız daha az bir şüpheyle meseleye bakmaya başladı. Fikir yürüterek konuştukça, o da duruma vakıf oldu. Hemen mevzuyıı Stalin'e kabul ettirdi. Bu aşamadan sonra Yoldaş Mollanur Valıidov bütün gücüyle Tatar-Başkurt cumhuriyetinin kurulması için çaba sarletti O dereceye gitti ki, o buna karşı duranların gönül saflığından da şüphelendi. Mollanur Vahidov’u, proletarya menfaatine, sosyalizm esaslarına ters olan işleri yaptırmaya, desteklemeye hiç kimse ikna edemezdi. O, bütün işlerine vc fikirlerine soysalizmi temel taşı yapıp, sosyalizm temelini oturttuğundan ve yüreği ona göre şekillendiğinden başka türlü düşünemez, başka türlü hareket edemezdi. Dünyanın bütün işlerine, ilmir felsefi mese­ lelerin hepsine, bütün örgütlere o yalnızca o gözle bakardı,

265


sadece o iman hâzinesinden ateşlenildi, alevlenirdi.Yoldaş Mollanur Vahidov, Şubat devrimine kadar bizim gibi cemaat hizmeti dünyasına çıkmadığından dolayı ismi ve çalışmaları pek bilinmemiştir. Şüphesiz ki, bunun nedeni onun bütün olaylara sosyalizm noktasından baktığı, bütün örgütleri ve çalışmaları o noktayla ölçüp değerlendirdiği, bütün fikir ve hareketlerinde sosyalizmi temel taşı olarak belirlediği içindir. Alim, hatip, örgütçü, devrimci olmasının yanısıra onun tam anlamıyla bir devlet-iktidar adamı olduğunu da söylememek mümkün değil. O çok kolay hakimiyet kurabilir ve onu koru­ yabilirdi. Kendisini iktidar edip, tutabilirdi. Bolşevizm bayrağı altına gizlenen bazı Şovenist ya da satılık Tatar-Başkurt, Ermeni, Yahudi yılanlarının “o panislamist” diyerek yaprak altından yürüttükleri hareketlerine bakmadan, merkezi iktidar dairelerinde sözünü kolay kabul ettirebilecek bir itibarı vardı. Hakimiyeti sevmekle birlikte onu pekiştirmek çarelerini de incelikle sezerdi. Gerçek güce dayanmayan hakimiyetin temelsizliğini anladığı için, ayrı Müslüman askeri bölükleri oluşturmaya olağanüstü büyük önem verirdi. Müslüman işçilerin demeklerinin toplantılarında çıkan kararlarını, o zamanlar daha küçük olan askeri güçlerimizin çalışmalarını çok maharetle dünyaya ilan edebilirdi. Böylece proletar­ yamızın, örgütlerimizin itibarını yükseltmeye çalışırdı. Ancak bir şeyi hiç kimseden korkmadan söylemeliyiz: Vahidov, yalnız Tatar-Başkurt’un veya Rusya Müslümanlarının değil, bütün İslam Doğusunun büyük devrimcisiydi. O hayattayken Doğuda devrim meselesine gereğince önem verilmedi. O sadece kendisinin bitmez tükenmez devrimcilik gücüyle Doğuya, Doğuda devrim alevini canlandırma çalışmalarına önem verdirmeye çaba harcamaktaydı. Bizim aramızdaki bütün çalışmalara Doğuda olacak büyük devrim alevini hazırlamak, o devrime yol açmak gözüyle bakardı. Devrimi-

266


mizin şimdiki yönelimi (cereyanı) ise Vahidov’un yanlış yolda olmadığını gösterdi. 1917 yılı Şubat devriminden önce toplumsal hayat içeri­ sinde (cemaat dünyasında) Mollanur Vahidov’un ismi yok idi. O, alevlenerek çıktı, ateş yaktı, sağa sola ateşli çizgiler çizdi ve yok oldu. Tıpkı şimşek çakması gibi parlayarak geçti. Doğuda sosyalizm yolunda ateş yaktı, iz bıraktı. Rahat ol yoldaş! Düşmanın pis eli seni bizim aramızdan alsa da, yaptıkların Doğu mazlumlarının yüreğinde ebedi olarak yaşayacak. Sen, uzak gökyüzünde nurlanarak, parlayarak meşakkatli, karanlık devrim yolunu aydınlatan yıldız gibi yanıp duracaksın.

267


EK: 3 MİLLİ İHTİYAÇLAR UYDURM A DEĞİLDİR* Mollanur Vahidov “...Ekim Devrimi, Rusya Kapitalizminin temellerini yıkarak devrimci kitlelerin kendi yaratıcı enerjilerini açığa vurmalarına olanak veren bir ortam hazırladığında, Halk Komiserleri Sovyeti, Doğu halklarına bir çağrı yaptı. Halk Komiserleri Sovyeti, bu çağrısıyla tüm Müslüman proleteryasma hitap ederek onları dünya proletaryası saflarına davet etti. İşte Tatar-Başkurt Cumhuriyeti Kararnamesi, Müslüman kitlelerin devrimselleştirilmesine doğru atılmış somut bir adım oldu. Bizim açımızdan Tatar-Başkurt Cumhuriyeti, sosyal dev­ rim kıvılcımlarının Doğu’nun derinliklerine saçılacağı bir devrim ocağı gibi görülmektedir. Bence, kendi Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’ni gerçekleştirmesi durumunda, Müslüman prole­ tarya, Ekim Devrimi kazanmalarının korunması için kendi yaşamını dahi esirgemeyecektir. (...)B iz , Tatar-Başkurt Kararnamesi fikrini ortaya attığımızda, bizzat Müslüman Doğu’nun devrim sürecine katılması fikrini ön plana almış bulunuyorduk. Ve yine biz biliyorduk ki, sosyal devrim, ancak Müslüman proletaryanın bir dokuzuncu dalga** halinde dünya devrim tarihine katılması durumunda güçlü ve yenilmez olabilecektir.

* Ulusal Sola Teorik Katkı, (Ankara: 1999), 255 Dokuzuncu dalga: Unlü ressam Ayvazovski'nin fırtınalı deniz tablolarından esinlenen bir ifadedir. Bu tablolarda, ardı ardına gelen dalgaların dokuzuncusu, gemileri kesinkes batırıcı ve yok edici karakterdedir.

268


Uluslararası emperyalizmin bizi sıkıştırdığı doğrudur. Tüm ülkelerin emperyalistleri, Rusya proletayasmm güçlü elleri ile Ekim günlerinde yakmış oldukları ışığı zehirli nefesleri ile söndürmek istiyorlar. Biz inanıyoruz ki, Müslü­ man proletaryanın uluslararası proletarya saflarına katılması sayesinde, bu ışığı koruyabilmemiz mümkün olacaktı...Burada dediler ki, “millet kavramının zamanı geçmiştir...” Kendilerini komünist diye adlandıran bazı yoldaşlar, burada dediler ki, “biz, tarih perspektifini kaybetmişiz... Bence, bizzat bu yakın görüşlüler, perspektiflerini ve öncelikle de uluslararası perspektiflerini kaybetmiş dürüm­ dalar. Rusya’da milli mesele, sadece ve sadece Rusya'daki lüm emekçi kitlelerin çıkarları doğrultusunda çözüme kavuşturulabilirse, ortadan kaldırılabilecektir. Milletler ve milli ihtiy­ açlar uydurma birer kavram olmayıp, tam tersine -lıcr sosyalistin hesaba katması gereken birer gerçekliktir. Biz bu gerçeklikleri hesaba katmazsak, Rusya Devrimi kaybedilecek ve bununla da sosyalizmin zaferi uzun süre için ertelenmiş olacaktır!...” (Çev. Arif HACALOĞLU- Halit Kakınç’ın Arşivinden)

269


270


DÖRDÜNCÜ KISIM YILDIZLI, HİLÂLLİ, KALPAKLI “ULUSAL DEVRİMCİ GÜÇLER BİRLİĞİ”

G A LİYEV C İLİĞ İN GÜNÜM ÜZDEKİ A N LA M I



TÜ R K İY E ’Yİ, TÜRK HALKLARINI ve BÜTÜN MAZLUM M İLLETLERİ İLERLETİCİ-ÖZGÜRLEŞTİRİCİ TEK SEÇENEK

“ U L U SA L D E V R İM C İ G Ü Ç L E R B İR L İĞ İ” *

“Emperyalistlere karşı savaşta millet bir olsun, milletler eşit olsun” (Mirsayid Sultangaliyev)

Pratiklik etkililik demektir. Güçlü bir teori etkili olabiliyorsa pratiktir de. Etkililik ise mevcut verili durumu değiş­ tirmek, yani tarih üretmektir. Tarih üreten hareketler/eylemler pratiktir ve eylem ancak bir amaç için, bir amaç uğruna gerçekleştirilirse tarih üretilir. Demek ki, sadece eylem değil, bilinçli ve etkili eylem pratikliktir. Bunun gerçekleştirilmesinin itici gücü de zihni yani teorik bir çözümleme olabilir. Sözgelimi Marksist teori, özde teoridir; ama tarih üreten büyük devrimlerin oluşum sürecini etkilemesi bakımından aynı zamanda bir pratiklik öznesidir de. Marksizm nasıl 19. ve 20. yüzyıl sosyalist hareketlerinin/devrimlerinin teorik öznesi Bu makale 1998 yılında yazılmıştır. 1999 yılının başlarında sınırlı sayıda basılan -editörlüğü tarafımca yapılmış olan- "Ulusal Sola Teorik Katkı" adlı kitapta yer almıştır. Makalede o dönemin (sekiz yıl öncesinin) güncelliğine ait veriler, örnekler mevcut olsa da tezlerin çoğu bugün için de teorik güncelliğini koruduğu gibi Türkiye'deki yoğunlaşan ulusalcı sol hareketler- ve dünyadaki -özellikle Güney Amerika'daki- gelişmeler de gösteriyor ki bu tezlerin çoğu reel poli­ tikte de doğrulanmak üzeredir. Bu yüzden yazının özgünlüğü ve bütünlüğünün bozulmaması için makalede herhangi bir değişikliğe gidilmemiş, sadece açıklayıcı dipnotlar eklenerek güncelleme/de­ ğerlendirme yapılmıştır.

273


olduysa, günümüz ulusalcı devrimlerinin ki, olması yakındır, teorik öznesi de ulusal devrimci sosyalistlerin öncülüğünde fiiliyata geçebilecek olan “ulusal sol” stratejisi olmaktadır, olacaktır.281 Bu bakımdan her ulus tarihsel/toplumsal gerçek-

281 Sekiz yıl önce (1998) ortaya koyduğum bu öngörünün/tezin Venezuela'da Chavez ile başlayan Morales ile devam' eden ulusal devrimci hareketler ile birlikte doğrulanmaya başladığını görmek sevindiricidir. Gerçekten de Chavez ve Morales'in ulusal devrimci sosyalist bir düşünceyle başlatmış ve başarmış oldukları ulusal devrim hareketleri ulusal sol bir stratejiyle birlikte yürütülmekte ve bütün Güney Amerika'yı tesiri altına almaktadır. Her iki ulusal solcu önder de hareket tarzlarını Güney Amerika yerlilerinin, Kızılderili­ lerinin kolektif ulusal enerji gücünden aldıklarını, temel hedeflerinin ise sadece kendi ülkelerinin değil bütün Güney Amerika halklarının mazlumiyetlerine son vermek olduğunu, bu amaçla Güney Amerika­ nın birliğinin gerçekleşmesi gerektiğini söyleyerek Galiyevci tezlere ne kadar yakın olduklarını da göstermişlerdir. Şöyle ki, Galiyevciler de kendi ulusal renklerini (Tatarlığı, Türklüğü, Müslümanlığı) katarak sosyalist bir düşünce ortaya atmışlar, onlar da sömürgeciliğe karşı geniş cepheli bir direniş gücü/cephesi/birliği fikri ("Sosyalist Federatif Turan") için çalışmışlar ve biri Asya'dan öteki Amerika'dan başlayan her iki düşünce ve aksiyon hareketi de antikapitalist ve antisömürgeci dünya devriminin oluşabilmesi için bulundukları bölgeden başlayacak bir devrimsel hareketliliğin olması gerekliliğini ortaya koyarak bu ülkeler için çalışmışlar veya çalışmaktalar. Chavez, Güney Amerika'nın ulusal kurtuluş önderi olarak kabul edilen Bolivar'dan yola çıkarak Bolivarcı olduğunu söylemekte ve sosyalist düşüncesiyle Bolivarcılığı bağdaştırmaktadır. Tıpkı ülkemizdeki bir kısım sosyalistlerin (Ulusal Devrimci Sosyalistlerin) Türkiye'nin ulusal aydınlanma hareketi Kemalizmi de benimsediklerini söyle­ dikleri gibi. Elbette, Güney Amerika'daki ulusal devrimci sosyalist gelişimi zikrederken "milli taleplerle bütünleşmezse, sosyalizmimiz ne Perulu olur ne de sosyalist olur" diyen Güney Amerikalı milliyetçi komünist Mariategui'yi anmadan geçmemek gerekir. Tıpkı, Avrasya'da/D oğu'da ulusal devrimci sosyalist gelişim başladığı zaman

274


leri ışığında kendi devrimsel koşullarını değerlendirmek zorundadır. Bu değerlendirme, potansiyel olarak dünyasal ulusalcı devrimlerin dinamosu konumunda bulunmakta olan Türk ulusal devrimci sosyalistler için, Türk ulusal solcuları için çok daha elzemdir. Bu değerlendirmeyi yapmak, gerçek devrim pratiğinin başlangıcı demektir. Türk “ulusal sol” siyasal stratejileri, şu üç ulusal devrimci düşünce ve aksiyon bloğu dikkate alınarak oluşturulmalıdır: Ulusal devrimci sosyalizm, ulusal devrimci milliyetçilik ve ulusal devrimci Müslümanlık. Burada, her üç blok için anahtar kavram, “ulusallık” olmaktadır. Zira ulusal olmayan sosyalizm de, milliyetçilik de, Müslümanlık da nihayetinde emperyalist odakların, sömürü sistemlerinde kullandıkları ideolojik manipülasyon aracı olabilmektedir. Sosyalizmin enternasyonal kozmopolitizme, milliyetçiliğim faşizm ve ırkçılığa, Müslü­ manlığın da gerici şeriatizme kayma potansiyeli her zaman mevcuttur. Bu sapmaları önleyici tek faktör ise “ulusallık” tır. Çünkü ulusallık, en genel anlamıyla, kendi toplumsal koşulla­ rından yola çıkarak evrensel bakışa yani “İnsan”a ulaşabil­ menin nesnel koşullarının ifadesidir. Yani, kendi fîzyo-kültürel varoluşuna ve içinde yaşayarak katıldığı kolektif durumuna yabancılaşmadan, sosyal bir varlık ve sosyal bilinçle evrensel

(onun da olması yakındır)

"Emperyalistlere karşı millet bir olsun,

milletler eşit olsu n ..." diyen Sultan Galiyev'i anmadan geçmeyece­ ğimiz gibi. Sonuç olarak şöyle bir benzeşik karşılaştırma yapabiliriz: Güney Amerika'da Bolivar ve Mariategui'nun (başka isimler de söylenebilir, bu sembol isim) düşünce ve eylem miraslarını taşıyan ulusal devrimci sosyalistler arasından Chavez adında güçlü bir lider ortaya çıktı. Avrasya'da (daha özelde Türkiye'de daha genelde Doğu'da) ise Mustafa Kemal ve Sultan Galiyev düşünce ve eylem mirasını benimseyen ulusal devrimci sosyalistler, şartlar mevcut olsa da, henüz aralarından bir Chavez çıkaramadılar.

275


boyutlu sosyal/siyasal eylemler içerisine girebilmeyi sağlar ulusallık. Bu yüzden, yüzde yüz ulusal olmayan hiçbir siyasal düşünce ve aksiyon, ulusal sol perspektifi içinde yer edinemez. Burada hemen şu belirtilmelidir ki; ulusal devrimci sosyalizm bir ideolojik kavram iken, ulusal devrimci milliyetçilik ve ulusal devrimci Müslümanlık kavramları bir siyasal/ kültürel yaklaşım ve kolektif hayat tarzını ifade etmektedirler. Yukarıda yaptığımız kategorileştirme, Türkiye ve benzeri ülkeler için daha bir anlam kazanmaktadır. Türkiye, dünya sömürücü kapitalist ekonomik sisteminin odak noktasında, Avrasya coğrafyasında yer almaktadır. Ayrıca, bu coğrafya, ilk Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi devrimci dinsel hareketlerin de; Rusya Ekim Devrimi gibi, devrimci sosyalist hareketlerin de; Kemalist Türk Kuvayı Milliye hareketi gibi, anti sömür­ geci, devrimci, milliyetçi hareketlerin de oluş merkezi olan bir coğrafyadır. Bu açıdan her üç düşüncenin ortak etkisiyle oluşabilecek olan bir ulusal sol hareket, en verimli açılımını Türkiye’de yapabileceği gibi, ne yazık ki, bu düşüncelerin yukarıda bahsedilen olumsuz şekilleri de yine en verimli olarak bu coğrafyada yeşerebilir. Bu bakımdan, Türkiye’deki, dev­ rimci ve karşı devrimci potansiyelin değerlendirilmesini çok iyi yapmak gerekmektedir. Burada, sıradan bakışla, bizi yanıl­ tacak nokta, devrimci gibi görünen bazı odakların aslında gerici oldukları, gerici gibi görünen baz* odakların da aslında devrimci olduklarıdır. Bunun için çok iyi bir nesnel durum tespiti yapmak ve bu nesnel tespitlere göre ulusal sol bir strateji geliştirmek gerekmektedir. Ulusal solun stratejik bileşenleri olabilecek üç düşünce ve aksiyon bloğunun (ulusal devrimci sosyalizm, ulusal devrimci milliyetçilik ve ulusal devrimci Müslümanlık) karşıtlarıyla ve bu düşünceler adına hareket ettiğini zanneden ama nihayetinde bu düşüncelerin özünii tahrif ederek saptıran yapaylarıyla birlikte karşılaş­

276


tırmalı olarak derinlemesine analiz yapılmalıdır. Bu kısa yazıda sadece genel tespitler ve değerlendirmeler ortaya konu­ lacaktır. Türkiye açısından, öncelikle, sosyalizmi ve Türk sosyalist pratiğinde ulusalcı boyutun olup olmadığını, eğer yoksa nasıl oluşturulabileceğini irdelemek gerekmektedir. Ama bundan da önce, bizim sistematize ettiğimiz ve ulusal solun temel teorik bileşeni ve aynı zamanda da aksiyonel itici gücü kabul ettiğimiz “ulusal devrimci sosyalizm”den ne anladığımızı belirtmeliyiz. Öncelikle şunu saptamak gerekir: Ulusal (Türk) devrimci sosyalizm(i), Avrupa koşullarında şekillenmiş ve pozitivist bir paradigmayla kurgulanmış olan bilimsel soysalizm değildir. Bilimsel sosyalizm, Doğu toplumları için havada kalan bir düşünce/pratik sistematiğidir. Zira Kari Marks ve Fredirich Engels tarafından tamamen ileri kapitalistleşme sürecine girmiş Batı Avrupa toplumsal/ekonomik sistemi çer­ çevesinde şekillendirilmiş ve ziyadesiyle de Avrupa-merkezci ırkçılığı da içinde barındırmıştır. Bu bağlamda, hemen şu soru sorulabilir: Bilimsel sosyalizm, Avrupa’dan kaynaklanan bir sosyalizm anlayışı olduğuna göre bir ölçüde, kendi toplumsal koşullarında oluştuğu için, ulusal devrimci sosyalizm katego­ risine girmez mi? Bu sorunun cevabı, ulusal devrimci soysalizmin ne olduğunu açıklamakla verilebilir. Ulusal devrimci sosyalizm, öncelikle “dünyada ulusalcı devrimler” stratejisinin savunucusudur. Tabii ki, bu ulusalcı devrim, “ulusal demokratik devrim” (Türkiye’de “Kemalizm”) anlamında olup, sosyo-ekonomik/stratejik yapı değişikliğini ifade eder ve tek ülkede ulusal demokratik devrim anlayışıyla değil de, öncelikle mazlumlar coğrafyasında (Avrasya’da) nihai olarak da bütün dünyada ulusal demokratik devrimlerin (ve kaçınılmaz sonucu hatta tamamlayanı olarak da ulusal

277


demokratik sosyalist devrimlerin) gerçekleştirilmesini salık verir. Yani bu tür sosyalistler için, dünyanın belli bir yerindeki sosyalist devrim yeterli değildir. Bu devrimler, bir yerden başlar, ki bu yer sömürü ilişkilerinin en yoğun olduğu yerler­ dir, zincirleme olarak dünyanın bütün sömürü alanlarına sıçra­ ması hedeflenir. Bu da ulusal demokratik devrim süreciyle başlar ve birlikte yürür. Bilimsel sosyalizm de nihai olarak dünyanın komünistleşmesini savunarak dünyasal düşünmek­ tedir, ancak bu, ulusal devrimci sosyalizmle iki açıdan farklılık taşır: Birincisi, ulusal devrimci sosyalistlerin olaya bilimsel sosyalistler gibi sadece işçi sınıfı merkezinden bakmamaları, dünyasal devrimi daha ziyade sömürü koşulları altında yaşayan “mazlum ulusalcı hareketler”de aramaları, İkincisi ise iktidara gelme stratejilerinin, sömürge toplumu koşullarında, dışa karşı yüzde yüz an ti-emperyalist bilinçle hareket etmek, içte ise faşizme ve kapitalizme karşı siyasal demokrasi ve sosyalist üretim biçiminin yaygınlaştırılması (sosyalist demokrasi) için çalışmak şeklinde olmasıdır. Metot olarak da, tamamen (maz­ lum) halka (halklara) anlatmak ve (mazlum) halkı (halkları) anlamak biçiminde ve demokrasi kuralları çerçevesinde kolektif ilerlemeci, tedrici devrim amaçlanmaktadır. Tepeden değil, halktan kaynaklanan ve halkın demokratik örgütlü­ lüğüyle başlayan ulusal demokratik devrim süreci, ulusal devrimci sosyalist süreci de doğurmaktadır. Aslında Türkiye ve benzeri koşullardaki ülkelerdeki sosyalist devrim demek ulusalcı devrim(ler) demektir. Yüzde yüz tam bağımsız bir ulusal devlet oluşturduğunuzda ve bunun sosyal temellerini de oturttuğunuzda zorunlu gerektirme olarak üretim biçimini de değiştirmiş oluyorsunuz. Çünkü açık veya gizli sömürge koşullarında yaşayan ülkelerde üretim biçimi dışa bağımlıdır; kapitalistler taşeron konumundadırlar; dış etkiyi kaldırdı­ ğınızda sömürü kökleri çok çabuk kuruyacaktır. Bu yüzden 278


"önce ulusalcı devrimler" diyoruz. Aslında bunun sonrası da yok. Sosyal devrim için sadece ulusalcı devrim(ler) bile yeter. Burada çok önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek gerekir: Bu teorik çözümlemede, sık sık yinelediğimiz gibi tek ülkede ulusalcı devrimden bahsetmiyoruz. Ancak evrensel bazda ulusal devrimci güçlerin birbirleriyle irtibat halinde olarak bu stratejik devrimsel hareketliliğin olması için harekete geçmesi ve bütün mazlumlar coğrafyasında ulusalcı devrim sürecinin oluşturulması halinde “ulusalcı devrim” teorisi başarıyla fiili­ yata geçirilebilir, etkilileşerek pratikleşir. Tek ülkede ulusalcı devrimin her zaman faşizme kayma tehlikesi vardır. Biz Türk devrimcileri, Türkiye’nin ulusalcı devrim sürecinin kavramsal ifadesi olan Kemalizmi de, bu şekilde algılayarak, Avrasya perspektifinde, mazlumlar perspektifinde düşünmeliyiz. Yani sözgelimi, Recep Pekerci, faşizan, sözde Kemalizm ideolojisi yerine Mustafa Kemal’in öz düşüncesine çok daha yakın olan Kadrocu (dolayısıyla Galiyevci) Kemalist tavrı benim­ semeliyiz. Bizi Türk dünyasına ve mazlumlar dayanışmasına götürecek tarz budur. Ulusal devrimci sosyalizmin ayrıntılı önermelerini bu yazıda açıklamak mümkün değildir. Çünkü ulusal devrimci sosyalizmin, özellikle Türkiye ve Avrasya koşullarında derin tarihsel argümanları vardır. Bu çok kapsamlı bir çalışmayı gerektirir. Bizim burada yapabileceğimiz, sadece bu tarihselliğin ipuçlarını göstermek ve ipuçları çerçevesinde günümü­ zün pratik/teorik sorunlarına cevap verebilecek özgün bir ulusal sol anlayışı ortaya koymaktır. Yalnız burada hemen şu açıklamayı yapmak gerekir ki: ulusal devrimci sosyalizmin uzun açılımı, “ulusal demokratik devrim”ci soysalizmdir.282 282 Burada ifade edilen "ulusal demokratik devrim ", komünizme giden yolda bir geçiş aşaması olarak kabul edilen ve geçiş aşaması

279


Yani, bu kavram, ulusal demokratik devrimcilerin, ulusal demokratik devrim sürecinin başlaması/tamamlanması için hareket ve düşünce tarzı belirleyen ve bunu da yalnız kendi ülkeleri çerçevesinde değil, bütün mazlumlar dünyasında gerçekleştirmeye çalışan devrimcilerin, soysalizm anlayışını ifade eder, Türkiye’deki, Kemalist sosyalistler, mesela Attilâ İlhan, buna örnektir. Dünya global bir iktisadi krizin eşiğindedir. Bu kriz kapitalizmin krizidir ve dünyasal ulusalcı devrimlerin de habercisidir.283 Bu devrimlerin merkezinin Avrasya olacağı olarak görüldüğü için (ülkemizde askeri cuntayı alkışlayan MDD'cileri hatırlayın) demokratik özgürleşme idealini çok önemse­ meyen (ne de olsa bu özgürleşme nihai hedef olan komünizmde tam olarak sağlanacağına göre) klasik Marksist anlamda bir ibare değildir. Burada uzun isimlendirmeyle kullanılan "ulusal demokratik devrim ­ ci sosyalizm", en genel amaç olarak mazlum halkı/halkları ve halkın mensubu olan bireyi, hem siyasal olarak (tam bağımsız) hem sosyolojik olarak (kolektif özne) hem de psikolojik olarak (özgür insan) topyekûn özgürleştirme idealindeki ulusal devrimlerin yöntemini tarif etmek için kullanılmıştır. Böylece, bu ideale uygun olarak, demokratik yöntemlerle hareket eden kolektif öznelerin özgür bireylerince

gerçekleştirilen

ulusal

devrimlerin

totalitarizme

ve

faşizme kayma tehlikesi en aza indirilmiş olacağı gibi, bu şekilde, mesela Ekim devrimi sonrasında olduğu gibi, özgür insan iradesi yok sayılarak, insanın "kendi yarattığı" devrime yabancılaşması tehlikesi de bertaraf edilmiş olacaktır. 283 Şu arıda dünyada başlayan/başlamak üzere olan ulusal devrimlerin iki ana coğrafi merkezi bulunmaktadır. Bu konuda çok daha ileride olan Güney Amerika ve henüz daha karmaşık ve düzensiz gelişme­ lerin olduğu Avrasya. Avrasya coğrafyasında tarihsel/toplum­ sal/kültürel koşulların çok daha müsait olmasına rağmen uiusal devrim sürecinin henüz başlamamasının iki nedeni vardır: 1. A vras­ ya'daki yoksullaşma ve gelir dağılımı adaletsizliği henüz Güney Amerika'daki düzeye gelmemiştir. Bu coğrafyanın iki ana merkezi

280


aşikardır. Çünkü kapitalist sömürünün yoğun olduğu yerler buralardır ve buralar, diğer sömürü coğrafyaları Afrika ve Güney Amerika'dan farklı olarak, kitlesel sosyalist bilincin de

olan Türkiye ve eski Sovyetler Birliği bölgelerinde Kemalizmden ve komünizmden kalma devletçilik yapısı az da olsa hala etkisini göstermektedir. Yani bu merkezlerde kapitalist sömürü/sömürgeci iktisadi ilişkiler gittikçe derinleşse de henüz ulusal devrimler öncesindeki Venezüella'da olduğu "vahşi kapitalizm" dönemi yaşanmamıştır. Güney Amerika'da kitlesel devrimci bilinç Avras­ ya'daki gibi olmasa da (Avrasya'nın ana merkezlerinin, RusyaTürkiye, iki büyük devrim tecrübesi var: Ekim Devrimi ve Kemalist Devrim. Avrasya'nın çevre merkezlerinin de, Çin-Iran, iki büyük devrim tecrübesi var: Mao Devrimi ve Humeyni Devrimi) kapitalizm koşulları daha acımasız yaşandığı için kolektif devrimci refleks daha kuvvetli hissettirmiştir kendisini. 2. Avrasya'daki ulusal devrim hareketini yönlendirecek, ulusal devrim ülküsünde olan bir siyasi hareket ve lider kadro bu bölgeden henüz çıkmamıştır. Siyasal iktidar peşindeki mevcut siyasi partilerin hemen tamamı yeni bir ideal yaratmak, yeni bir siyasi hareket başlatmak yerine eskiyi tekrar etmektedirler. Yani tarihsel/toplumsal/kültürel potansiyel mevcut olsa da bu potansiyeli harekete geçirecek siyasi irade henüz mevcut değildir. 3. Avrasya coğrafyasının ana merkezinde yer alan Rusya, içinde birçok başka devleti ve başka milletleri barındıran emperyal (İmparatorluk anlamında) bir devlettir. Üstelik yine, Rusya kendi emperyal yapısı içerisinde ve eski Sovyetler coğrafyasındaki ülkelerle olan iktisadi ilişkilerinde eski Sovyetler döneminden kalma "iç sömürgecilik" sistemini doğrudan veya dolaylı olarak sürdürmekte­ dir. Bu durum zaten emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı duruşuyla anlam kazanan ulusal devrim hareketleriyle çelişki oluşturmaktadır. Dikkat edilirse, Rusya söyleminde emperyalizm kelimesine pek rastlanmaz. Rus Avrasyacılığı da anti-emperyalizmi sadece antiAmerikancılık/anti-Atlantikçilik olarak küresel çıkarlar ve güçler boyutunda algılamakta buna karşı verdiği cevap ise aynı formas­ yonda olmaktadır. Formüle edersek: "em peryalizme karşı emper­ yalizm "

281


çok kuvvetli olduğu yerlerdir. Ulusal sol, düşünce ve pratik olarak bu koşullarda gelişecektir, gelişmektedir. Kriz, ulusalcı devrimler açısından bir doğum sancısı konumundadır. Ulusal sol ise bu devrimlerin teorisi olacaktır. Ulusal devrimci sosyalizm, ulusal sol teorinin/ideolojinin ve ulusalcı devrimler pratiğinin bileşen düşüncesidir Türkiye'de ulusal devrimci sosyalizmin kaynakları özellikle Mustafa Suphi önderliğindeki milliyetçi komünist­ lerin (ki kökleri Vahidov ve Galiyev’e uzanır) 1921 yılında Trabzon'da bertaraf edilmesiyle kesilmiştir. Bu ekol kısmen Şevket Süreyya etkisindeki Kadro dergisi, Hikmet Kıvılcımlı, Mehmet Ali Aybarlı TİP, Yön dergisi ve Bülent Ecevit’in demokratik sol/ortanın solu/ulusal sol hareketiyle devam ettirilse de günümüze kadar etkileri çok cılız bir şekilde geliş­ miştir. Bunu biraz açmak gerekmektedir. Mustafa Suphi'nin TK P’sini kesinlikle Anadoluyla sınırlı bir politik hareket olarak nitelendiremeyiz. Bakû merkezli TKP (bir de Şefik Hüsnü'nün liderliğindeki İstanbul merkezli TKP vardır) stratejik/politik olarak bütün Türk Halklarını ve Doğu mazlumlarını kapsayan Galiyevci hareketin parçasıdır. Mustafa Suphi’nin, Rusya’da, Türk esirleri arasında, başlamış olduğu sosyalist faaliyetleri sırasında örgütsel olarak çalıştığı ilk yer, Galiyevciliğin öncüsü sayabileceğimiz Mollanur Vahidov’un başında olduğu Müslü­ man Komiserliği’dir. Gerçekten de Mustafa Suphi’nin T K P ’si Galiyevci hareket içinde doğmuş ve gelişmiştir. Mustafa Suphi 28 Ocak 1921 ’de katledilmeseydi ve kendi sosyalist hareketini Mustafa Kemal’in millici kuvvetlerine katabilme amacını gerçekleştirebilseydi (Anadolu’ya bunun için gelmişti.) belki de Türkiye’de güçlü bir milli Türk sosyalist hareketi

282


oluşabilirdi.284 Mustafa Kemal de bu düşünceye açıktı. Ne yazık ki, birleşemediler. Ama Mustafa Suphi ekolü, Türk

284 Mustafa Suphi ve TKP ile ilgili olarak, Rusya ve TKP arşivlerinin de açılmasıyla son zamanlarda önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar yukarıda dile getirdiğimiz görüşleri daha da kuvvet­ lendirmiş ve birçok bilinmez gerçeğin açığa çıkmasını sağlamış olsa da yine de bilinmedik birçok gerçek aydınlatılmayı beklemektedir. Son belgelerle ilgili üç önemli kaynak Bkz. Dönüş Belgeleri 1-2, Çev. Yücel

DEMİREL,

Türkiyesi

ve

(İstanbul:

Mustafa

Tüstav

Suphilerin

Yay.,

Dönüşü,

2004),

1920-1921'ler

Sempozyum

Kitabı

İstanbul, 18 Aralık 2004 , (İstanbul: Tüstav Yay., 2005)

Halit

KAKINÇ, Destansı Kuramcı Sultan Galiyev, (İstanbul: Bulut Yay., 1994) Uzun yıllar, soğuk savaş dönemi boyunca, Mustafa Suphi ve başında olduğu TKP Sovyetler Birliği merkezli bir hareket olarak algılanıyordu. Mustafa Suphi'nin de milliyetçilikten uzak, tam anlamıyla inanmış bir Stalinist olduğu sanılıyor ve bütün Ortodoks Marksistler tarafından el üstünde tutuluyordu. Hala da böyle bakan Ortodoks Marksistler var. Daha sonra, eski TKP'li Rasih Nuri İleri bu yaklaşımın dışında bir makale yayımladı. "Mustafa Suphi'nin İki Aşam ası" adını taşıyan bu makale Mustafa Suphi'nin Rusya'ya gitmeden önce milliyetçi; Rusya'ya gittikten ve orada Bolşeviklerle tanıştıktan sonra komünist olduğunu söyledi. (Çünkü daha önce bütün hayatı boyunca Marksist olduğu düşünülüyordu.) Rasih Nuri İleri, bu makaleyi yazdığı sıralarda, Sovyetler Birliği arşivleri henüz açılmamıştı. Açılsaydı görecekti ki, Mustafa Suphi'nin tanıştığı Bolşevikler Müslüman Sosyalistler Komitesi üyeleri yani Galiyevcilerdi. (Gerçi arşivler açılmadan da bu gerçeği anlayanlar vardı. Mesela Attilâ İlhan gibi) Galiyevciler de milliyetçiliği ve sosyalizmi, antikolonyal hareketleri çerçevesinde ayni düzlem içerisinde düşün­ mekteydiler. Zaten Mustafa Suphi de ilk milliyetçi sol parti olan Milli Meşrutiyet Fırkası'nm örgütleyicisi olduktan sonra yani "milliyetçi sol" bir siyasal düşünceyle ve emperyalizme karşı Turan idealiyle Rusya'ya kaçmıştı. Rusya'da Galiyevcilerle birlikte Bolşevik hareket içerisinde yer alsa da bu idealinden vazgeçmiş değildi, sadece, orada­ ki devrim koşullarının etkisiyle daha da sol daha da devrimci ve daha

283


sosyalizm tarihinde çok önemli "milli'1 bir iz de bırakmıştır. O dönemde Anadolu'daki, Ankara ve Eskişehir merkezli, sosyalist hareketlerde Mustafa Suphici TKP'nin (ve dolayısıyla Galiyevciliğin) etkisi barizdir. Bu tarihlerde TKP propagan­ dacıları Anadolu'da cirit atmaktadırlar. TKP yayınlan ve propaganda araçları da çeşitli kuryeler vasıtasıyla, Trabzon ve Samsun yoluyla, çok kolay bir şekilde Anadolu halkını ve sosyalist örgütleri etkileyebilmektedir. Bu dönemde (Kurtuluş Savaşı yıllarında) Anadolu'da kurulan Yeşil Ordu, Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası, Halk Zümresi ve Mustafa Kemal’in kurdurduğu resmi TKP, Bakû merkezli TKP kadar belirgin da radikal bir çizgiye oturttu ideallerini. Mazlumlar dünyasında ulusal devrim hareketlerini örgütleme stratejisi geliştiren Galiyevci hareketin çok önemli bir adamı oldu. Bir de şunu eklemek gerek: O dönemde, çok büyük ihtimalle Mustafa Kemal, Mustafa Suphi ve Sultan Galiyev arasında diyalog (benim sezgilerime göre stratejik işbirliği-Renad Muhammedi'nin Sultan Galiyev'in hayatını anlattığı belgesel romanda da buna değinilir) olmuştu. Büyük ihtimalle Mutsafa Suphi'nin öldürülmesi de Sultan Galiyev'in tasfiye edilmesi de bu diyalogtan (veya stratejik işbirliğinden) rahatsız olanlar tarafından gerçekleştirildi. Stalin, Sultan Galiyev'i suçlarken boşuna "O, Parti Merkez Komitesi'ni değil Türk (Kemalist) Büyükelçiliğini tercih etti" dememişti. Suphi öldürüldükten sonra hakkında ilk yazıyı yazan Sultan Galiyev de boşuna, Mustafa Suphi için, emperyalistlere karşı büyük devrimci atılımlar içerisinde olduğu için peşinde olan İngiliz casusluk örgütünden, onu a d e ta baş düşman ilan (Kırım'ı Beyazlar­ dan kurtardığı için) eden karşı devrimci Beyazlara kadar; Rusya'daki bütün (onun deyimiyle) "sahte komünist" örgütlenmelerini bertaraf eden İttihatçılara kadar geniş bir kesimin öfkesini üzerine çektiğini söylememişti. Mustafa Suphi'nin ölümünü, Kemalistlerin ve Mustafa Kemal'in üstüne atmak son derece kolaycı bir yaklaşım olduğu gibi gerçeklerle de örtüşmemektedir. Yukarıda adını zikrettiğim yeni kaynaklar da, birçok yeni bulguyu ortaya koysalar da, bu konulara açıklık getirmekten uzak gibi görünmektedirler.

284


olmasa da "ulusal devrimci sosyalizm" kategorisi içine yerleştirilebilir. Ama bu tür sosyalist hareketler Türkistan'daki Galiyevci hareketle paralellik taşıdığından Galiyevcilerin (daha önce de Mustafa Suphi'nin) tasfiye edilmeleriyle etkin­ liklerini kaybetmişler ve Cumhuriyet1in ilk yıllarında kısmen sadece Kemalist rejimle eklemlenerek yaşayabilmiş ve doktrinel niteliklerini kaybederek pasifıstleşmişlerdir. Bu dönemden sonra (çok uzun yıllar) meydan İstanbul merkezli TK P’ye kalmış ve bu TKP geleneği Türkiye'deki sosyalizmin bütün "milli" özelliklerini yok etmiştir. Özellikle soğuk savaş yıllarında Sovyet merkezli olarak hareket eden TKP, Türk solunun üstüne Rusya postu sererek TK P’yı Sovyetlerin dış politika aracı konumuna düşürmüştür. 1980'lere kadar solun darmadağın bir durumda olmasında, aslında bütün soysalistleri kapsaması gereken TKP'nin bu "gayri milli'Vkozmopolit özelli­ ğinin etkisi büyüktür.285

28s Son genel seçimlerden önce (2002) Sosyalist İşçi Partisi (SİP) olan adını Türkiye Komünist Partisi (TKP) olarak değiştiren bir parti vardır. Bu TKP'nin Önceleri Mustafa Suphici TKP geleneğiyle uzaktan yakından pek alakası olmamakla (Şefik Hüsniicü TKP ile de pek alakalan

yoktu)

birlikte

son

zamanlarda,

herhalde

partilerinin

köklerini biraz incelemiş olmalılar ki, köklerine uygun bazı ideolojik ve örgütsel yapılanma içerisine girmeye başlamış oldukları gözlem­ lenmektedir. Özellikle son birkaç yılda kendilerini Kürtçü/yerclci sosyalistlerden ayrıştırarak ve ideolojik vurguyu daha çok antikapitalizm/antiempcryalizm/antifaşizm doğrultusunda AB, ABD ve sermaye karşıtlığı ekseninde yürüterek "yurtsever cephe" fikrini ortaya atmaları küçük de olsa kayda değer gelişmelerdir. Aksi taktir­ de öylesine büyük ve köklü bir geleneğin ağırlığı altında ezilebilir­ lerdi. Tabii hala ilk TKP ile uzaktan yakından alakalarının olmadığını net bir biçimde söyleyebilirim. (Belki Şefik Hüsnü TKP'sine az biraz yaklaştılar diyebilirim.) Mustafa Suphici TKP'ye yaklaşabilmek için Anadolu coğrafyasının Doğu tarafına da biraz bakabilmeleri; Avrasya

285


Mustafa Suphi ve Şefik Hüsnü ekolü olmak üzere iki ayrı çizgideki TKP'nin karşılaştırılması, İstanbul merkezli TK P’nin gelişim süreci ve Türk sosyalist kültürünü kısırlaştırıcı etkisi­ nin incelenmesi çok detaylı bir araştırmayı gerektirmektedir. Burada kısaca söyleyebileceğimiz, Türk ulusal devrimci sosyalizminin köklerinin Mustafa Suphi hareketinde ve onun etkisiyle, ulusal savaş sıcaklığında oluşturulan, ulusal kutruluşçu sosyalistlerde aranması gerektiğidir. Galiyevci ve Mustafa Suphici kökten gelen Kadrocular, Esat Adil’in, sınıf esasına dayalı partilerin kurulmasına izin verilmesi üzerine 1946’da kurmuş olduğu, Türkiye Sosyalist Partisi; Mehmet Ali Aybar öncülüğündeki TİP hareketi; Mustafa Suphi sonrası TKP geleneğinden gelmesine rağmen geliştirdiği “milli” çizgi ile Şefik Hüsnü grubundan ayrılan Hikmet Kıvılcım lının286

ve Türk Dünyası gerçeğini siyasal programlarının ve devrimcilik­ lerinin merkezine yerleştirebilmeleri gerekir. 286 Sosyalizm anlayışında milliyetçilik ve Müslümanlık figürleri yoğun bir biçimde yer alan, kendi ifadesiyle "eneski sosyalist" (en eski TKP'lilerden) Hikmet Kıvılcımlının, aslında biraz da Mustafa Suphi sonrası TKP'nin ideolojik zaafını açıklamak üzere söylediği şu söz manidardır: 'Türkiye'nin en az 40 yıllık yanılgısı ve yenilgisi milliyetçilik sözcüğünün sosyalizmden başka hiçbir anlama gelme­ yeceğinin bir türlü kavranılmak istemeyişinden doğmuştur. Bu denklemi tersine çevirince, aynı sonucu buluruz." (20 Ocak 1967, Sosyalist gazetesi) Kıvılcımlı bu sözüyle ulusal devrimci sosyalist bakışa yakın olduğunu göstermektedir. Oldukça orijinal bir yerli/milli sosyalizm anlayışı olan Kıvılcımlı, Vatan Partisi'nin lideri olarak katıldığı 1957 seçimleri sırasında Eyüp Camii avlusunda cami cem aa­ tine yönelik yaptığı konuşmasına şöyle başlar : "Muhterem vatan­ daşlarım! Sevgili İşçi Kardeşlerim! Bugün, Müslüman İstanbulumuzun, İstanbul'dan önce Müslüman olan Eyüp bölgesinde Vatan Partisi'nin sesini duyurmaya geldik. Sevgili Vatandaşlarım!... Vatan Partisi iş ve işçi partisidir... Bunu söylerken, elimde olmayarak,

286


1954’te kurmuş olduğu Vatan Partisi ve Kıvılcımlı ekolü; kendilerini sosyalist milliyetçiler/milliyetçi devrimciler olarak adlandıran Doğan Avcıoğlu önderliğindeki Yön dergisi hareke­ ti ve kısmen Bülent Ecevit’in ortanın solu/demokratik sol/ulu­ sal sol çizgisi de ulusal devrimci sosyalistler kategorisine yerleştirilebilir. Burada hemen şunu belirtmek gerek ki, siyasal olarak ulusal devrimci sosyalizm aslında, çok partili Türk siyasal hayatının her döneminde, ama az ama çok, partisel etkinliğini de göstermiştir. 1950’lerde çok cılız da olsa CHP ve Vatan Partisi; 1960’larda büyük ölçüde, ortanın solundaki CHP ve Mehmet Ali Aybarcı TÎP; 1970’lerde demokratik solcu CHP, 1980’lerin ve 1990’ların ilk yarısında ulusal solcu DSP, bazı dönemler kısmen bazı dönemler yoğun biçimde olmak üzere, ulusal devrimci sosyalist bir nitelik de taşımış­ lardır. Parti çerçevesinde, terminolojik söylem olarak hiç belirtilmese de, ulusal devrimci sosyalist bir tarihsel/potansiyel öz taşıyan son siyasal parti Bülent Ecevit’in liderliğindeki Müslümanlığın büyük bir hizmetini hatırladım. O büyük söz der ki, 'Kıyamete kadar yaşayacakmış gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et' Vatandaşlar! İbadet, Hak önünde konuşmak, halk önünde hakkı teslim etmek manasına gelir... Bugün Vatan Partisi'nin kendini hak ve çalışmak gibi iki prensip üzerine kurduğunu açıkça ortaya koymak lüzumunu duyuyorum. İslamın en büyük prensibi, hepimizin bildiği gibi, 'Leyse lil insane illa ma sea' -Yani, insan için, çalışmaktan, emekten başka her şey yalandır- der. İşte, o büyük gerçek, aradan binlerce yıl geçtikten sonra, bugün, dünyanın en ileri memleketlerin de dahi tek büyük toplumsal gerçek, insanlığın bulabildiği en büyük gerçek olarak tanınmıştır../' Konuşma ayetlerle, hadislerle birlikte sosyalizmi anlatan ifadelerle devam eder. Bu konuşma yüzünden komünist Hikmet Kıvılcımlı için dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle savcı tarafından iddianame bile hazırlanmıştır. Bkz. Hikmet KIVILCIMLI, Eyüp Konuşması, (İstanbul: Derleniş Yay., 2003)

287


Demokratik Sol Parti’ydi. Ulusal sol, DSP patentli bir kavram olarak yaygınlaştı. Bülent Ecevit’in halkçı, milliyetçi ve özyönetimci (özerklikçi) ulusal ekonomi politikaları ve siyasal düşünceleriyle, “bölge merkezli dış politika” anlayışını birleş­ tirince, parti düşüncesinin ulusal devrimci sosyalist bir yakla­ şım taşıdığı açıkça görülüyordu. Aslında, mantıksal ve stratejik olarak “bölge merkezli” ile “mazlumlar merkezli” kavram­ larının çok farklılık taşımadığı açıktı. Bu yüzden, Bülent Ecevit ve D SP ’yi, her ne kadar örgüt anlayışları pek uygun olmasa da, yukarıda bahsettiğimiz kategoriye rahatlıkla yerleş­ tirmek mümkündü. Ancak, D SP’nin, özellikle 1995 seçimle­ rinden sonra başlayan ve iktidar ortağı olmasıyla yoğunlaşan bir ideolojik dejenerasyona girdiğini kabul etmeliyiz. Özelleş­ tirme uygulamalarına destek çıkması, Amerikan tarzı sermaye tarikatçılığı yapan ve ABD güdümünde olduğu açık olan Fethullah Gülen ile olan ilişkileri, sosyalist terminolojiyi hemen hemen hiç kullanamazken liberal argümanları sıkça savunmaya başlaması, işçi sınıfı ve diğeı ulusal solcu kesimlerle (aydınlarla, sendikalarla, partilerle, kitle-meslek örgütleriyle, vs.) diyalogunu sıfıra indirmesi sadece ANAP ile koalisyon ortaklığıyla açıklanmayacak kadar belirginleşmiştir. Ayrıca, bir zamanlar, koşulların zorlamasıyla “milliyetçi sol”u savunma durumuna bile gelen ANAP’ı (heterojen tabanını) etkileyeceğine kendisi ANAP’lılaşmıştır, hem de Özalcı bir ANAP’Ulaşma.287 2K7 1997'den sonraki iktidar deneyimleri sürecinde, 2001 krizlerinden sonrasına ve 2002 seçimlerinden öncesine kadar, Özellikle MHP ve ANAP ile birlikte gerçekleştirdiği "Üçlü Koalisyon" döneminde DSP'de "ulusal demokratik devrimci sosyalist" bir ize bile rastlan­ madığı gibi, en ufak belirti bile kazınarak parti dışına atılmıştır. Bu dönemdeki parti söylemlerinde DSP'nin kurulma aşamasında, içi doldurulmasa da, esas orijinalitesi olan "ulusal sol" sadece nostaljik

288


Bülent Ecevit ve D SP’nin bıraktığı boşluğu, özellikle 1995’ten sonra Doğu Perinçek ve İşçi partisi, yani Aydmlıkçılar doldurmuş gibi görünmektedirler. Aydmlıkçılann da birçok olumlu yönlerinin olmasına rağmen ulusal devrimci sosyalistlerin kabul edemeyecekleri üç olumsuz yanları vardır: Birincisi, genelde “din” kurumuna özelde İslamiyete karşı yaklaşımlarının toptan dışlayıcılık şeklinde olmasıdır. Bu

bir vurgu olarak birkaç kez, o da seçim döneminde dile getirilmiştir o kadar. Çiinkü DSP, önceleri-1997'ye kadar - kendisini diğer Marksist soldan farklılığını belirtmek için ulusal sol olarak tanımlardı. Daha sonra, özellikle iktidar döneminde gerçekleştirdikleri, özelleştirmeciküreselci-bağımiı politikalarla birlikte, herkes gibi kendileri de solla bir alakalarının kalmadığını anlamış olacaklar ki, "ulusal sol" terimini hiç kullanmadılar. Ta ki, Ortadoğu'daki çıkarları açısından "AK F " türünden bir partiye ihtiyaç duyan, hala ulusalcı bir damarın (Ecevit'in ABD’nin Irak politikasına uymayacağım deklere etmesi, bu konuda MHP DSP uyumu vs.) olduğunu gördükleri DSP ve MHP'den rahatsızlık duyan emperyalistlerin DSP'ye kadar sızarak, partiyi paramparça etmelerine kadar. İşte o zaman, partiye bizzat sokmuş olduğu liberal baloncuklar birer birer uçup asıl yuvalarına doğru gittiğinde ve Ecevit, her nasılsa kalabilmiş, atılmamış birkaç tane ulusal solcu dinozorla baş başa kaldığı 2002 seçimleri öncesinde -h iç sıkılmadan- hem de bütün ulusal solcuları DSP çatısı altında birleşmeye çağırdı, çağırdıklarının çoğunu kendilerinin gönderdiğini hiç hesaba katmadan.

Belki DSP, bu aşamadan sonra, kayıp onca

yıllardan sonra ulusal sol kulvarda iyi kötü varlığını yine de sürdürebilirdi. Ancak, Ecevitler resmi olarak partiyi bıraktıklarında bu ihtimali de ortadan kaldırdılar. DSP'de kalanlar arasında ulusal sol

çizgiyi

sürdürebilecek

ve belki

partiyi

biraz

olsun

ayağa

kaldırabilecek birkaç kişiden birisi olan Genel Başkan adayı Şükrü Sina Gürel de Fxevitlerin küçük bir göz kaş işaretiyle devre dışı bırakıldı ve anlaşıldı ki, Allah uzun ömürler versin, Ecevitler ne kadar yaşarsa DSP'de o kadar yaşayacak; o zamana kadar Ecevitlerin ne kadar d e rm a n ı olursa DSP'nin de o kadar dermanı ve etkinliği olacak.

289


anlayış, nüfusunun tamamına yakını, en azından kültürel anlamda, Müslüman olan bir ülkenin halkını ulusal demokratik devrimden ve ulusal devrimci sosyalizmden soğutacaktır. Halbuki ileride anlatılacak, Müslümanlıktan da “ulusal devrimci” bir öz çıkarılabilir. Bunu sağlayacak olan da ulusal devrimci sosyalistlerdir. îkinci olumsuz yanları, Kemalizmi savunduklarını söyledikleri halde, Stalinizmin ve Maoizmin düşünsel tahakkümünden kurtulamamalarıdır. Bu da ulusalcı­ lıklarının değerini düşürmektedir. Ayrıca Türkiye’de Komüntemci Şefik Hüsnü ekolünün temsilcisi olduklarını ısrarla belirtmeleri de bu çerçevede düşünülmelidir. Üçüncüsü de geçmişteki siyasal düşünceleri/hareketleri hakkında bir özeleş­ tiri yapmayarak, böylece bütün “olumsuz” miraslarını kabul­ lenmeleridir. Bu, geçmişte kabul ettikleri federasyon tezini de kabullenmeleri anlamına geliyor ki, bu, şu anda savundukları “ulusal devlet” anlayışıyla bir çelişki oluşturmaktadır. Bu çerçevede, siyasal terminoloji olarak benimsedikleri Türkı'yecilik, yani “Türk ulusu” terimi yerine “Türkiye halkı” terimini tercih etmeleri de geçmişteki bu anti-unitarist anlayışlarının etkisiyle olsa gerektir. Kısaca, şu söylenebilir ki, Aydmlıkçılann örgütü İP, şu anda, gerek anti-emperyalist gerekse radikal anti-şeriatçı/anti-gerici tavırlarıyla, çok önemli bir devrimci boşluğu doldurmakla birlikte yukarıda belirtilen olumsuzlukları da taşımaktadır.288

288 Tabii bu makalenin yazıldığı

1998 yılında İşçi Partisi'ndeki

" olumlu dönüşüm"(aynı doğrultudaki

gelişim anlamında) hızla

devam etmekteydi. İşçi Partisi çevresi, gerek Ermeni Soykırımı iddialarına karşı vermiş oldukları büyük teorik ve pratik savaşım (İsviçre toplantıları, Berlin harekatı vs.), gerek Dcnktaş ile aynı çizgide yürüttükleri Kıbrıs davası çabaları, gerek Irak Türkmenleri ile olan alakalan ve gerekse zaten var olan sıkı AB/ABD karşıtı ulusal devletçi ve Kemalist tavırlarıyla şu anda kitlesel değil ama kurumsal

290


Sonuç olarak, ulusal devrimci sosyalizm, Türkiye açısından, derin ve sağlam bir kökleri ve aslında çok büyük bir potansiyeli olsa da, özellikle son çeyrek yüzyılda, 12 Eylül faşizmi ve birlikte gelen neo-liberal baskının da etkilenmesi sonucu, bu düşüncenin siyasallaşması güdük ve eksik olmuş­ tur. Ama buna rağmen gerek teorik gerekse pratik olarak, son yıllardaki konjonktürel yapının da etkisiyle, önemli bir atılımın olduğu da şüphesidir. Gerçekten de, bugün durum değişmek üzeredir. Attilâ Ilhan’ın deyimiyle Türk solu üzerindeki Sovyet ipoteği kalkmıştır. Sosyalistler, özgün ulusal kökleriyle banşma/buluşma sürecine girmişlerdir. Kendilerini sosyalist olarak olarak en örgütlü ve donanımlı milliyetçi grubu temsil etmektedir. Bu yüzden artık Türkiyeliliği değil Türklüğü benimsiyor ve Türkiye bayrağı, Türkiye halkı değil; özellikle Türk bayrağı, Türk ulusu diyorlar. İşçi Partisi'nin siyasal söyleminde 1998'den bu yana peyderpey laiklik dozajı da azaltılarak daha makul seviyeye indirilirken(eskiye göre), din karşıtlığı tamamen ortadan kalkmıştır. Yine, İP'in ideolojik kökenleri vurgulanırken daha önce çok sık gündeme getirilen Mustafa Suphi ve Şefik Hüsnü gibi isimlerin (aslında ikisi de zıt kutuplardı) bu dönemde pek kullanılmadığını da söylemek gerek. Ayrıca yine bu dönemde İP programı dışında Partinin reel politik dilinde '"sosyalizm" "sol" kelimeleri daha az kullanılırken "ulusal", en sık tekrarlanan kelime, Mustafa Kemal en sık tekrarlanan isim olmuştur. Türkiye'deki Aydınlıkçılarla özdeş­ leşmiş olan Maoculuktan ve Çin sosyalizminden de çok sık bahsedilmemeye başlanmıştır. Ancak, bu dönemde ideolojik (önemli bilimsel çalışmalar yapmış olan Doğu Perinçek tarafından belirlenmektedir) olarak Stalincilik'ten uzaklaşılsa da parti örgütü (hala eski Aydınlıkçı ideolojiden tam olarak kopamamış "profesyonel" parti militanları belirleyicidir) Stalinci yapısını büyük ölçüde muhafaza etmektedir. Önümüzdeki dönemde Parti, hele bundan sonraki ilk genel seçimler* de yine başarısız olunursa (yüzde l'in aşılması bile başarı sayılabilir) bu zıtlığın sancısını yaşayabilir.

29 1


nitelendiren siyasal gruplar arasındaki saflar da iyice netleş­ miştir. Şu anda Türk/Türkiyeli sosyalistler belirgin olarak üç gruba ayrılmaktadırlar: 1. Ana vurgulan "insan haklan", "demokrasi” ve "sivil toplum" olan, emek merkezli düşünceye uzak, anti-Kemalist, çok kültürlülükçe ve postmodemist görü­ nümlü olan, Kürtçülere, ikinci cumhuriyetçilere ve postmodern İslamcılara yakın ve onlarla birlikte oluşturulan sözde "demok­ rasi cephesinin bir nüvesi konumunda olan, fakat yine de ısrarla Marksist/sosyalist olduklannı söyleyen ve genel çoğunlukça gerçekten de öyle algılanan "liberal sosyalistler 2. Teoriden çok pratiğe yönelik olarak gelişen, ayrılıkçılık özelliği bütün ideolojik yapılanmalarına hakim olan ve sosyalizmi de sadece söylem düzeyinde tali olarak benimse­ yen, etnik milliyetçilik özelliklerin çok ağır bastığı "yerelci sosyalistler " ve 3. Türkiye koşullarında öncelikle ulusal demokratik devrim sürecinin gerçekleşmesinin gerekliliğini vurgulayan, Kemalizmle bütünleşmiş, gerçek Türkçülerle ittifaklık ilişkisi kurabilen, devrimci milliyetçi bir takım argümanlar ortaya koyabilcn, sınıfsal bakışla ulusal bakışı özdeşleştirebilen, ana vurguları “anti-emperyalizm”, “antisömürgecilik”, “ulusal-laik ve emekçi devlet", “mazlumluk”, “emekçi ulusalcılık”, “Avrasya birlikteliği11'89, “mazlumlar

• ?*9 Türkiye'de Avrasya Birlikteliği düşüncesini benimseyen veya bu boyutta siyasal strateji belirleyen birçok kesim vardır. O.Iız bir şekilde dillendirilen "Turan Birlikteliği" fikri de Avrasya stratejileri çerçeve­ sinde tartışılmıştır. Doç. Dr. Mehmet Aça, ülkemizde son yıllarda entelektüel ve politik düzlemde gerçekleştirilen Avrasyacı hareketleri »asnif etmiş ve ^öyle sınıflandırmıştır: I. Sultan Galiyev'in sosyalist Turan devleti, Mustafa Kemal ile Lenin diyalogu ve Attila Ilhan'ın Avrasyacılığı 2. Ulusal dergisi etrafında toplananların Avrasyacılığı 3. Doğu Perinçek vc İşçi Partisi'nin Avrasyacılığı 4. Yeni Avrasya dergisi etrafında toplanan milliyetçiliğin Avrasyacılığı 5. DA (Diyalog

292


Avrasya)

etrafında

toplananların

Avrasyacılığı

6.

ASAM'ın

Avrasyacılığı (Avrasya Dosyası). Mehmet AÇA, Avrasyacı Yaklaşımın Türkiye Çeşitlenmeleri, Bağımsızlıklarının lO.Yılmda Türk Cumhuriyetleri Sempozyum Kitabı, Edit. Emine GÜRSOY-Erdal ŞAHİN, (İstanbul : Sota Yay., 2003), 161. Mehmet Aça'nın bu bildirisinde şöyle bir düzeltme veya ekleme yapabilirim: Ulusal dergisi çevresi, Avrasya coğrafyasındaki b ütünleşm elerim irleşm eIeri çok önemsemekle birlikte kendisini Avrasyacı olarak değil öncelikle "ulusal sol" veya "ulusal devrimci sosyalist" olarak tanımla­ mıştır. Yine Aça'nın, son derece faydalı, konuyu aydınlatan ve ufuk açan bu sınıflamasında l'nci ve 2'nci maddede geçen kesimleri ayrı ayrı değil de tek bir kategoride birleştirmek daha uygun olurdu. Çünkü, Ulusal dergisinin Avrasya coğrafyasındaki temel stratejik birlik görüşü ve siyasal düşüncesi de

Galiyev'in sosyalist Turan

idealinden referans alınarak geliştirilmiştir. Gerçi, Aça,

"Ulusal

dergisi etrafında toplananların Avrasyacılıktan anladıkları, Sultan Galiyev'in Sömürgeler Enternasyonali ile bütünüyle örtüşmekted ir..." ifadesini kullanarak bu görüşümüzü destekler bir düşünce de ortaya koymuştur. Mehmet AÇA, a.g.e., 165.

Hali hazırda,

Rusya'da ve Türkiye'yi içine alan, İşçi Partisi çevresinin katıldığı, "Uluslararası Avrasya Hareketi" adıyla bir siyasi hareket başlatıl­ mıştır. Başkanlığını Rusya devlet başkanı Putin'in danışmanı da olan Dugin'in yaptığı ve Rusya merkezli olarak başlayan Avrasyacı h are­ ket de ulusal devrim hareketini başlatacak teorik/pratik dinamiklere sahip değildir. Zira Dugin'in Avrasyacılığı "emperyalizme karşı emperyalizm" Avrasyacılığıdır. "Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım" adını taşıyan kitabında "adı üstünde" denecek şekilde Avrasyacılığını tarif etmektedir. Ona göre tek süper güç olan ABD'ye karşı Rusya'nın da yeniden küresel güç haline gelebilmesi için Rusya öncülüğünde Avrasya hareketi başlatılmalıdır. Dugin'in açık olarak söyleyemediği görüşü şu: "ABD Rusya'nın arka bahçesi olan Avrasya coğrafyasına tam anlamıyla el atmadan, bu coğrafyayı toparlamak ve bu coğraf­ yada Rusya emperyal gücünü hakim kılmak temel hedefimiz olmalıdır" Dugin, Türkiye'ye sık sık gelip, burada büyük bir siyasi lider gibi karşılanıp alkışlandıktan sonra, kitabındaki Türkiye ile ilgili görüşlerinin

(Rusya

emperyalizminin

293

--Avrasyacılığının-

temel


hedeflerinden biriydi kitapta) değiştiğini söylemiş ve daha sonraki konuşma ve yazılarında ülkemizin de en azından başaltı olarak Avrasya oluşumunda yer edinebileceğini lütfetmiştir. Dugin'in kitapta yazdıklarına göre "Rusya, imparatorluksuz düşünülemez, Rusya

için ulus-devlet düşünülemez".

Aleksandr DUGİN,

Rus

Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım, Çev. Vügar İMANOV, (İstanbul : Küre Yay., 2003) Dugin'e göre Avrasya birliği "imparatorluk" birliği, yani emperyal birliktir. Oysa Avrasya, ulusal devrim hareketlerinin merkezi olacak Avrasya, ulusal devletler birliği olmalıdır. Avrasya oluşumunun mimarları ne emperyalist ne de de yerclci olabilirler. Bu coğrafyada ne İmparatorluk yapılanlarına ne de minyatür etnik devletçiklere yer vardır. Bkz. Hakan REYHAN, Avrasya Coğraf­ yasında Stratejiler, Ulusal Dergisi, (Güz: 1997), 4 Bu arada Dugin'in Türkiye'de Doğu Perinçek, Kazakistan'da Nursultan Nazarbayev'i Avrasyacı görüşlerinde dolayı takdir ettiği ve bu iki politikacının, özellikle de (Cumhurbaşkanı olmasından dolayı tabii ki) Nazarbayev'in Avrasyacılıklarını övgüye değer bulduğunu, hatta N azar­ bayev'i yücelttiğini biliyoruz. Temel siyasi düşüncelerine "ulusal devlet" ve "ulus" fikrini koyan bu iki lideri de benimsemesinden (İmparatorluk düşleri kurmasına rağmen) de anlaşılıyor ki, Dugin'in kafası epeyce karışıktır. Zaten benimsemiş olduğu postmodern felsefe bu kafa karışıklığını da açıklamaktadır. Zira Dugin, birkaç kez postmodern düşünceyi benimsediğini açıkça söylemiştir. Bkz. Nur­ sultan Nazarbayev'in Avrasya Misyonu, Çev. Lazzat URAKOVA, Nehriban GENÇKAL, (Ankara: Yeni Avrasya Yay., 2006) (Postmodernizm, pozitivist modernizmden ve onun bütün düşünsel türevlerinden

rahatsızlık duyan ama yerine başka bir sistematik

düşünce ortaya koyamayan-zaten bu sistematikliğe de karşıdırlardüşiinürlerin ortaya koyduğu bir felsefedir. Rölativist fluluğu da benimseyen postmodernler, imparatorluk, tarikat vs. gibi modern öncesi yapıları kolaylıkla modern dünya içerisine taşıyabilmekte­ dirler.) Bütün bunlara rağmen, Dugin'in eserleri ve stratejileriyle samimi bir Rus milliyetçisi olduğunu vurgulamak ve büyük bir emek ürünü ve zihni çabanın sonucunda hazırlanmış olduğu belli olan kitaplarının Avrasya tartışmalarının netliğe kavuşması açısından faydalı olduğunu da belirtmek isterim.

294


enternasyonali”, “anti-Batıcılık” olan ve Sultan GaliyevMustafa Kemal düşünsel birlikteliğinde gündeme gelen “ulusal devrimci sosyalistler” (genel anlamda ulusal solcular). Şu anda, Türkiye’de liberal sosyalistlere örnek, kişi olarak Murat Belge; parti olarak ÖDP; demek olarak İnsan Haklan Demeği (İHD); vakıf olarak Tarih Vakfı; gazete olarak Evren­ sel; dergi olarak Birikim; yayınevi olarak Ayrıntı ve İletişim gösterilebilir. Yerelci sosyalistlere ise silahlı grup olarak PKK; PK K ’ya yakın legal siyasi grup olarak HADEP ve kısmen EMEP; demek olarak kısmen İHD; gazete olarak da Ülkede Gündem ve yine kısmen Evrensel örnek gösterilebilir. (İHD, EMEP ve Evrensel, hem yerelci hem de liberal sosyalist özellikler göstermektedirler.) Liberal sosyalistlerle yerelci sosyalistler çoğu düşünce ve eylem platformlarında birleş­ mektedirler. Örneğin liberal sosyalistlerden Murat Belge, 1980 yılında Birikim dergisinde sosyalizmin ulusal değil ama yerel olabileceğini söylerken ve yerelciliği Türkiye koşullannda sosyalizmin bir parçası olarak değerlendirirken PKK tipi, ulusal olmayan ama yüzde yüz yerel (yani ayrılıkçı) bir sosyalist pratiği tasvip ettiğini en azından teorik olarak gösteriyordu. İslamcıların "Medine Sözleşmesi” tarihsel kavra­ mıyla ortaya attıkları, Osmanlı döneminin uygulama sistemi olan ve kaçınılmaz olarak ulusal hukuku ve dolayısıyla ulusal devleti yok edici özellikte olan "çok hukukluluk" düşüncesi, liberal sosyalistlerce de yerelci sosyalistlerce de kabul görmektedir. Bu anlamda her iki sosyalist tarzla siyasal/postmodem İslamcılık, ulus-devlet düşmanlığında da birleşmek­ tedirler. Çok hukukluluğa, liberal sosyalistler çok kültürlülükçülüğü, yerelci sosyalistler de çok devletlilik düşüncesini (federalizm) eklemekte ve böylece hem ulusal hukuk, hem ulusal kültür, hem de üniter devlet ve dolayısıyla bütün özellikleriyle ulusal devlet tahrip edilmek istenmektedir.

295


(özelleştirmeci-serbest piyasacı liberal sağ, zaten ulusal ekonomiyi tahrip etmişti.) Görüldüğü gibi her iki sosyalist tarz da ulusal emek sömürüsüne, iç ve dış kapitalizme, emperya­ lizme ve sömürgeciliğe karşı bir düşünce ve pratik geliştir­ mekten ziyade, ikinci cumhuriyetçi liberallerle ve siyasi/postmodem İslamcılarla aynı platforma düşmek pahasına içi emperyalistlerce doldurulmuş soyut kavramlarla uğraşmakta (liberal sosyalistler) ve nesnel durumu ve devrimci potansiyeli tahrif etmektedirler (yerelci soysalistler).290

290 Bu makalenin yazıldığı zamandan bu yana bu cenahı (özellikle yerelci sosyalistleri) derinden etkileyen önemli siyasi, konjonktüre! gelişmeler oldu. İlk önce PKK lideri Öcalan Türkiye'ye teslim edildi, PKK'da büyük iç kargaşalıklar yaşandı ve örgüt büyük ölçüde dağıldı. Akabinde TBMM ABD işgalcilerini Türkiye topraklarından Irak'a ulaştıracak olan Tezkere'yi reddetti. ABD yine de Irak'ı işgal etti ama bu aşamadan sonra ABD açısından Türkiye gözden çıkarılan ülke Kuzey İrak'ta işgalcilere yardım eden Kürtlcr ise gözde etnik grup oldu. Bu ortamda Kuzey Irak'a sokulmayan Türkiye, PKK'nın ABD güdümünde yeniden örgütlenmesine seyirci kaldı. Öte yandan AB'ye uyum sürecinden bu yana Avrupa'nın da baskısıyla gündeme getirilen

ve

kabul

ettirilen

çeşitli

yasal

düzenlemelerle

(Kamu

Yönetimi reformu, Mahalli İdareler reformu, Bölge Kalkınma ajansları vs.) federasyon tezlerinin tekrar gündeme getirilmesi (Bu düşünce ilk defa Özal döneminde tartışmaya açılmış ve bu şekilde PKK'nın siyasallaşmasının da önü açılmıştı) ve Kürt milli haklarını tanıma yönünde politikaların tartışılmaya açılması PKK'nın yeniden güçlen­ mesine ve terörist eylemlerine başlamasına yol açtı. Şimdilerde HADEP'in yerini Demokratik Toplum Partisi (DTP) almıştır. Ancak artık DTP'yi ve (tabii ki PKK'yı) yerelci sosyalist kategorisinde değerlendirmek mümkün değildir. Her iki tamamlayıcı örgüt bugün Kürt etnik milliyetçiliğinin sözcülüğünü yapmaktadırlar. Yine, makalede kısmen yerelci sosyalist kısmen de liberal sosyalist kategoride zikretmiş olduğum EMEP'in ve Evrensel'in de, geçen zaman süreci içerisinde, yerelci sosyalist hareketle arasına epey

296


mesafe koyduklarını, daha çok sendikal hareketlerle ilgilendiklerini ve sendikalist bir tavır sergilediklerini, bu yüzden liberal sosyalist kategoride de değerlcndirilemeyeceklerini- o zamanlar ÖDP ile birlik­ te sözde özgürlükçülük adına siyasal güdümlü tiirbancı eylemlere destek verdikleri ve mesnetsiz bir şekilde ordu düşmanlığı yaptıkları için böyle söylenmişti- gözlemlemek mümkündür. Bu arada şunu da eklemek gerekir ki, yazıda liberal sosyalist sınıfında göstermiş olduğum Murat Belge, geçen altı yıl içerisinde ortaya koyduğu yoğun ve kararlı liberal düşüncelerle "liberal sosyalist" değil de sadece liberal veya belki o da kerhen "liberal sol" sınıfına ait olmayı hak etmiştir. Murat Belge ve benzerleri bu dönemde daha çok Ermenilerin soykırım tezlerini meşrulaştıracak toplantılar organize etmekle, azınlık haklarının savunuculuğu yapmakla, AB'nin hazırladığı azın­ lık raporlarına yerel destek sağlayacak çalışmalar yapmakla meşgul­ düler. Yine liberal sosyalist kategoride ismi geçen İletişim Yayın­ larının da, Murat Belge'yi vc Ermeni tezlerini savunan diğer "aydınlar"! kendi üslubuyla eleştirdiği için yazarları Nihat Genç'e reva gördükleri despotluktan sonra, sosyalistlikleri zaten yoktu da, liberallikleri de tartışılır hale gelmiştir. AB projeleriyle iyice haşır neşir olduktan sonra bölünen ve finans kapitalin büyük STK'larıyla da içli dışlı olan, daha çok azınlıklarla/azınlık kültürleriyle meşgul olan Tarih Vakfı'nı, hele içlerindeki sosyalist unsurların neredeyse tamamı temizlendikten sonra, artık sadece "liberal" olarak nitelen­ dirmek gerekmektedir. İHD'de ve ÖDP'de herhangi bir değişiklik yoktur.

Bu iki örgütün düşüncesini rahatlıkla,

kendilerini hala

sosyalist olarak nitelendirdikleri için- liberal sosyalist bir kategoriye yerleştirebiliriz. Genel olarak altı sene önce liberal sosyalist olarak tanımladığımız siyaset ve fikir çevrelerinde yerelci sosyalizme, hatta yerelci liberalizme doğru bir kayma olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bu çevrelerin hemen hepsi azınlık politikalarını

düşüncelerinin

merkezine oturtmuşlardır. Bunda AB'ye adaylık sürecinin etkisi büyük olmuştur. Aslında bunların hepsini; yerelcisini, liberalini, Avrupacı diyerek kestirip atmak en doğrusu ve en açıklayıcısı olacak­ tır.

297


Soyut kavramlarla uğraşmak ne demektir?291 ÖDP tarzını ele alalım: Ö D P’liler ve genel olarak bütün liberal sosyalistler, şiddetli demokrasicidirler ama pratiğe dönük söylemlerinde hep soyut demokrasiye ağırlık vermekte ve bunu ordu düşman­ lığıyla perçinlemektedirler. Sosyalist demokrasi koşullarını yaratabilecek tek devrimci süreç olan ulusal demokratik devrim, ÖDP söylemlerinde hiçbir yer edinmezken liberal demokratik değerler en üst seviyede savunulmaktadır. Sözge­ limi ÖDP’liler, sosyalist demokrasi ve ulusal demokratik devrim adına işçi sınıfı ve Kemalistlerle kol kola olmaları gerekirken, liberal demokrasi adına “türbana” eylemlere destek vermeyi ve ordu düşmanlığı yapmayı tercih edebil­ mekte ve bunu sosyalizm adıyla yapmaktadırlar. Böylece gerçek sosyalistler “demokrasi düşmanı” ve “ordu kuyrukçusu” gibi sıfatlarla anılmaya başlanmaktadır. Halbuki esas demokratik tavır, gerçek siyasal demokrasinin de, sosyalist demokrasinin de önünü açacak olan ulusal demokratik devrim sürecini (yani Kemalist devrim sürecini) hızlandırıcı eylem ve tavırlar geliştirmek ve bu süreci yavaşlatacak karşı devrim­ cilerle de, yine demokratik platformda mücadele etmektir. Ordunun da, Türkiye Cumhuriyeti Ordusu olduğuna göre, bu şekilde düşünmesi normaldir. Bu şekilde düşünen Ordu’ya destek olmak da sosyalistçe ve demokratik bir tavırdır. Yeter ki, Ordu, geçmişte bazı dönemlerde olduğu gibi, darbeci ve NATO’cu olmasın. Şimdilerde olduğu gibi, bütün kademelerde olmasa bile, Kemalist ve ulusal demokratik bir tavır sergilesin.

291 ÖDP o kadar soyut kavramlarla meşgul oldu ki, kendisi de Türk siyasal hayatından soyutlandı, artık görünmüyor. Zaten oldukça heterojen parti tabanı ve akademisyen/aydın yönetim yapısıyla siyasal hareketten çok entelektüel bir kulübü andıran ÖDP'nin siyasal olarak yakın gelecekte bile var olması mümkün görünmüyor.

298


Şimdi de nesnel durumu ve devrimci potansiyeli tahrif etmek nasıl olur? Ona bakalım. PKK/HADEP (şimdi DTP) tarzını ele alalım: Nesnel olarak Türkiye ve Türk halkı gizli sömürge koşul­ ları altındadır. Globalizm ve neo-liberalizm sürecinde Türk emekçileri hem dış hem de iç kapitalizmin sömürüsü altında kalmışlardır/kalmaktadırlar. Çokuluslu Şirketler (ÇUŞ) mer­ kezli olarak hareket eden yeni emperyalist güçler, Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (ÇTYA-M AI) ve Çok Taraflı Yatırım Garanti Anlaşması (ÇTYGA-M IGA) örneklerinde çok bariz şekilde görüldüğü gibi292, Türkiye’de ulusal devletin, ulusal hukukun ve ulusal ekonominin tasfiye edilerek global iktisadi sürece eklemlenmesini istemektedirler, istemekle de kalmayıp, bizdeki işbirlikçi iş bitirici liberallerin katkısıyla, bu yolda önemli adımlar atmaktadırlar. Yani, aslında Anadolu Türk halkı ve bütün Avrasya mazlumlan tam bir sömürgeciler baskısı altında yaşamaktadır. Durum böyle iken PKK'ya göre 292 Özellikle 1998-1999 yıllarında Türkiye gündemine gelen, çokça tartışılan, çokça eleştirilen MAI ve MrGA antlaşmaları, globalleşmcciliğin anayasaları olarak nitelendirilmişti. Bu antlaşmalara göre, ulusal pazar tamamen küresel/çokuluslu şirketlerin denetimi altında kalacak ve ulusal hukuk devre dışı bırakılacaktı. Neyse ki, özellikle henüz ulusal duvarları tam olarak yıkamadıkları için sömürgeleştiremedikleri çevre ülkelere kabul ettirilmeye çalışılan bu antlaş­ malara karşı gerçekleştirilen büyük küresel direnişler karşısında antlaşmalar rafa kaldırılmak zorunda kaldı. Ancak, ülkemizde, daha sonra, özellikle AKP iktidarı döneminde, Başbakan'ın deyimiyle, Başbakanın asli görevi olan "Türkiye'nin pazarlanması" görevi yerine getirilirken/bu pazarlamayı kolaylaştırmak için o kadar çok yasal düzenleme, uygulama ve ikili anlaşma gerçekleştirildi, o kadar bağlayıcı antlaşmaların altına imza atıldı ki, MAI ve MIGA'nın bile ne kadar masum olduğu ortaya çıkmış oldu.

299


Kürt halkı Türklerin baskısı altındadır. Türk devleti sömürgeci devlettir, Kürdistan'ı işgal etmiştir, vs, vs,.. İşte bu noktada devrimci ve anti-emperyalist potansiyelimizi de pasifıze edici şöyle abes bir durum ortaya çıkmaktadır: Türk halkı, ulusal devletini yok etmek isteyen emperyalistlere karşı ulusal devle­ tini savunduğu ve koruduğu anda, hemen o anda, başka bir halka (Kürt halkına) emperyalist baskı ve sömürü uygulamış durumunda algılanmaktadır. Çünkü yerelci soysalistlere göre de Küıl halkının ezilmişliği ancak ulusal devletin (üniter devletin) tasfiyesi ile mümkündür. Yani global emperyalistler de, kendi hareketlerinin anti emperyalist olduğunu söyleyen yerelci sosyalistler de aynı safa düşmektedirler. İşte emperya­ lizme ve sömürgeciliğe karşı direnç noktalarını zayıflatıcı bir tarz. Bu konuda (ulusal devrimci sosyalizm konusunda), kavramsal karmaşıklığın da ortadan kaldırılması amacıyla, son olarak şöyle söyleyebiliriz: ulusal devrimci sosyalizm, çok az kavramsal nüanslar dışında, teorik çözümlememizde aynı anlamlan ifade etmektedirler. Ulusal sol ise daha genel bir ideolojik terimi yansıtmaktadır. Öyle ki, bu ideolojik terimin kapsamı içine, aşağıda belirtecek olduğumuz, ulusal devrimci milliyetçilik ve ulusal devrimci Müslümanlık düşüncelerinden de argümanlar dahil edilebilmektedir. Aslına bakılırsa, günü­ müzün stratejik koşullarında bu yazıda bahsi geçen bütün "ulusal1’ sıfatlı kavramlar, pratikte aynılık taşımaktadırlar. Biz, kolaylık olması açısından, genel teorik çözümlemelerimizin ifadesi olarak "ulusal sol"; özel pratik hareketlerimizin ve teorik stratejilerimizin adlandırımı olarak da "ulusal devrimci sosyalizm" kavramlarını kullanıyoruz. Ama diğer kavramlar kullanılsa da farklı bir durum söz konusu olmazdı. Bunun böyle olduğunu, kavram olarak kullanılmayan, ulusal devrimci

300


milliyetçilik ve ulusal devrimci Müslümanlık düşüncelerini açıklayarak daha net kavrayabiliriz. Ulusal devrimci milliyetçilik, kendisini öncelikle Türk ulusalcısı/Türk milliyetçisi olarak adlandıran veya hareket ve düşünce tarzıyla böyle olduğu anlaşılan fakat muhafazakar olmayıp devrimci bir yaklaşımı savunan (ki zaten bu kaçınıl­ mazdır, aslında milliyetçi olan muhafazakar olamaz) siya­ sal/entelektüel grupların siyasal düşüncelerini yansıtıcı bir kavramdır. Türkiye’de bu kavramın içeriğini belirtici şekilde, her zaman o şekilde kullanılmamakla birlikte, Kemalizm terimi kullanılmıştır. Gerçek anlamda Kemalizm, yani Mustafa Kemal’in pratiğe geçirdiği siyasal tarz olarak Kemalizm, ulusal devrimci milliyetçilikten başka bir şey değildir. Ama ne yazık ki, Kemalizm, daha Atatürk'ün yaşadığı yıllarda yozlaş­ tırılmaya başlanmış ve asli kökünden kopartılarak ya faşizme ya da kapitalist kalkınma modeline, kapitalist yaşam tarzına (burada genellikle "Atatürkçülük” terimiyle) kdıf olarak kullanılmıştır. Aslında ulusal devrimci milliyetçilik ile ulusal devrimci sosyalizmin Türkiye'deki gelişim sürcci paralellik taşımaktadır. Sıklıkla belirttiğimiz gibi, Türkiye ve benzeri ülkelerde bunun böyle olması normaldir. Gerçekten de ülkemizde, ulusal devrimci milliyetçilik ile ulusal devrimci sosyalizm birbirlerini üreterek gelişmişlerdir. Her iki düşünce akımının da köklen Türk Ocağı aydın hareketi ile Türk ulusal kurtuluş ve aydınlanma devrimine dayanmaktadır. Ulusal devrimci milliyetçilik için bu etkiler çok daha belirgindir. Burada, bu kavramsal kategori açısından kendilerini "Kema­ list”, "Türkçü" ve "milliyetçi” olarak adlandıran kesimleri, düşüncelerinin tarihselliği içinde ve tasarladığımız "Ulusal Devrimci Güçler Bırliği"nin olabilirliği çerçevesinde irdeleye­ ceğiz ve ulusal devrimci milliyetçiliğin gerçekte ne oldu­ ğunu/ne olması gerektiğini ortaya koymaya çalışacağız. 301


Kemalizm, Türkiye ulusal devletinin kurucu iradesinin adıdır. Her zaman söylediğimiz gibi, bir ideoloji değildir, kolektif ulusalcı tavrın adıdır. Recep Peker grubu ve Kadro­ cular tarafından ideolojileştirilmeye çalışılsa da Gazi, buna karşı çıkmış ama yine de, Recep Pekerci çevre tarafından esasından saptırılarak, Atatürk’e rağmen ideolojileştirilmiştir. Recep Pekerci ideolojik Kemalizm, Atatürk sonrası tek parti döneminin ideolojik referansı olarak Türk siyasal kültürüne, tek partici/pozitivist/otoriter bir miras bırakmıştır. Kadrocular, sosyalist kökenden geldikleri ve ulusal kurtuluşu özüm­ sedikleri için Mustafa Kemal'in ve Kemalizmin özüne daha uygun bir ideoloji kurgulamak istediyseler de, Kemalizmden ziyade (ki çok farklı da değildir aslında) ulusal devrimci sosyalizme yakın bu ideolojik kurguya, bizzat Mustafa Kemal, ideolojiciliğe karşı olduğu için karşı çıkmıştır. Kemalizm terimini icat edenler Kemalistler değil, ulusal kurtuluş ve aydınlanma hareketi sürecinde, bu süreci engellemeye çalışan emperyalistler ve karşıdevrimcilerdir. Aslında, hem askeri, hem sosyal, hem kültürel ve hem de sosyal felsefî alanda bir devrim hareketi olan Kemalizm, devrimci Türk milliyet­ çiliğinden başka bir şey değildir. Kemalist ilkeleri ifade eden Altı Ok ilkelerine baktığımızda Türk uluslaşma/aydınlanma ve onun itici gücü olan milliyetçi hareketinin ilkeleri olduğunu açıkça görebiliriz. Kemalist düşüncenin çok geniş boyutlu kök kaynakları vardır: Sosyalist içerikli Halkçılık programından ve Mustafa Kemal Paşa’nın kurdurduğu TKP programından 1921, 1924 Anayasaları, CHP'nin Dokuz Umdesi, 1927 CHP Programı ve Atatürk'ün Büyük Nutuk'una kadar geniş bir düşünce platformu Kemalizmin, dolayısıyla ulusal devrimci milliyetçiliğin de, kaynakları sayılabilir. Yalnız, buradaki kaynak metinleri homojen değildir. Bu, Kemalizmin ideoloji olmamasından ve sürekli devinim içerisinde gelişmesinden

302


kaynaklanan normal bir durumdur. Bu metinlerin tek ve esas özellikleri içeriklerinin antiemperyalist ve halkçı bir tavırla doldurulmuş olmasıdır. İkinci Meşrutiyet devriminden, özellikle Balkan Savaşı hezimetinden sonra "Avrupa-i Osmaniye"nin (Avrupa’daki Osmanlı toprakları) de elden çıkmasıyla, belirginleşen Türkçü­ lük ve Türk Ocağı aydın hareketi de, özellikle Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp, Kemalist düşünce hareketini önemli ölçüde etkilemiştir. Türk siyasal hayatında Kemalist olma iddiasıyla ortaya çıkan CHP, 1930’ların ikinci yarısından itibaren düşünsel sapmaya uğramış, 1950'lerden itibaren Kemalist tavrını muğlaklaştırmış, 1960'ların son yarısından başlayarak 12 Eylül darbesine kadar da demokratik sol düşünceyi benimseyerek daha bir Kemalizme yakınlaşmıştır. Aslında, Türk devletinin, Kemalist felsefeyle kurulmuş olması ve devlet yapılanmasının, devlet kurumlarmın zaten Kemalist ilkeler çerçevesinde olması ve Kemalizmin de bir ideoloji olmaması nedeniyle Türkiye'deki siyasal partilerin parti programlarında Kemalist olduklarını belirtmelerine gerek yoktur. Hatta bu, Kemalizme karşı, çok basit güncel politika çerçevesinde cepheleşme sonucunu bile doğurabilir, bu yüzden tehlikeli de olabilir. Ulusal dergisinin son sayısında (Kış/Bahar 1998) belirttiğim gibi, "...Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu zaten Kemalist ilkelere uygun olmak zorundadır. (Çünkü devlet Kemalizmle kurulmuş ve gelişmiştir) Kemalizm açısından, anayasal ve yasal olarak, böyle bir bağlayıcılık söz konusu iken, bu temel kurucu düşüncenin belli bir güncel ve dar alana sıkıştırılması Kemalizm (yani ulusal devlet) düşmanlarının işlerini de daha da kolaylaştırır. Anayasal sistemin Kemalist ilkeler çerçevesinde olmasının gerekliliği, siyasi partilerin kendi program ve düşüncelerini uygulamalarına engel değildir.

303


Yeter ki, çok genel ve teme] ulusal devlet ilkelerine aykırılık söz konusu olmasın.,."293 Günümüzde, kökleri Kemalizmde olan CHP. Kemalist köklerinden büyük ölçüde koparılmış, liberal sol siyaset şekilleri olan, Anglo-Ameıikan merkezli olarak yaygınlaş­ tırılan ve CHP’nin geleneksel, Kemalist düşüncelerinin aksine şiddetle özelleştirme/serbest piyasa politikalarını benimseyen "yeni sol” ve "üçüncü yol” sosyal demokrat anlayışlarına angaje olmuş durumdadır. Aynı kökten gelen vc ideolojik olarak çok daha sağlam olan DSP’de de, yukarıda bahsedilen, bir ideolojik dejenerasyon yaşanmıştır. Ama şunu söyleye­ biliriz ki, gerek CHP gerekse DSP tabanı, partisel üst yapı düşüncelerinden farklı olarak Kemalist ve dolayısıyla ulusal devrimci milliyetçi (hatta ulusal devrimci sosyalist) düşünceye yatkın bir potansiyele sahiptir. Çünkü kurulma ideolojileri bu şekilde oluşturulmuştur.294 29:t3k.z.

Hakan

REYHAN

"İslamiyet

ve

Kemalizm

Gerçeklikleri

Çerçevesinde Nasıl Bir Sosyalist Strateji?" Ulusal Dergisi, (Kış/Bahar 1998) 294 CHP, özellikle 2002 seçimleriyle birlikte başlayan AKP iktidarının Türkiye'yi küresel piyasanın pazarı ve küresel siyasetin piyonu haline dönüştürme politikalarının başlamasıyla birlikte öncesinden farklı bir siyasal çizgiye gelmeye, asli Kemalist köklerine daha fazla yaklaş­ maya başladı. Bu dönemde M ecliste bulunan tek muhalefet partisi olan CHP, Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal ve ulusal yapısını dönüş­ türecek, geriletecek yasal düzenlemelere karşı Meclis bünyesinde ciddi bir karşı kovuş gerçekleştirse de muhalefeti kitleselleştiremeyip sadece "salon içi" muhalefetle yetindiği için başarılı olamamıştır. CfîP'nin son yıllarda gerek Avrupa Birliği gerek Kıbrıs gerek Kuzey hak gerekse Türkiye'nin iç ve dış güvenliği konularında benim­ sedikleri konular CHP'nin de bu dönemde milliyetçi bir çizgi içerisin­ de olduğunu göstermektedir. Bundan beş altı yıl önce CHP'yi Kemalist düşünceden çok sosyal demokrasiye hatla liberal sol

304


Kemalızmi temsil etme iddiasıyla kurulan ve önemli örgütsel güce sahip olan bir yapılanma da ADD (Atatürkçü Düşünce Demeğindir ADD, olaylara/olgulara net bir siyasal/düşünsel tavır geliştirmediği, daha çok güncel kaygı­ larla hareket ettiği ve büyümesi de olumsuz siyasal atmosferin tesirindeki Türk halkının gergin ve kaygılı toplumsal tepkisinden kaynaklandığı için çok farklı düşünce gruplarından gelen ama kendilerini ”Atatürkçü" olarak nitelendiren vatan­ daşların heterojen birlikteliğini ifade etmektedir. Katılma şartı sadece ve sadece muğlak "Atatürkçülük” ile sınırlı tutulduğu için ADD'ye rahatlıkla, D YP’lisi de, ANAP’lısı da girebil­ miştir/girebilmektedir ADD'nin düşünsel ve pratik yaklaşım­ larını etkileyen bu muğlak Atatürkçülük de öz Kemalist düşünceden ziyade sadece laiklik ve antişerıatçılıkla özdeş tutulduğu için bu daha da kolaylaşmıştır. Öyle ya, Kemalist düşüncenin baş argümanları olan antiemperyalizm (milliyet­ çilik), halkçılık ve devletçilik ikinci plana itilip laiklik de sadece "türbansızlığa" indirgenirse bu tür "ılımlı Atatürk­ çülüğün” örgütü, çok rahatlıkla "yol geçen hanı” konumuna düşebilirdi ki, pratikte de maalesef büyük ölçüde böyle oldu. Ama dıyaiektik mantık çerçevesinde söyleyebiliriz ki, her

düşünceye yatkın olarak nitelendirmek doğru olurdu. Şimdilerde ise CHP. dışarıdaki küresel güç odaklannm(AB, ABD, IMF vs.) ve bunlara bağımlılığı kurumalaştıran içerideki iktidar odaklarının da tazyikiyle olsa gerek ciddi Kemalist diyebileceğimiz bir çizgiye doğru gelmek üzeredir. Şimdilerde CHP'yi sosyal demokrasiyle bağdaş­ tırmak biraz güç görünmektedir. Zaten Bîair örneğinde görüldüğü gibi,

sosyal

demokrasi

düşüncesinin

günümüzde

itibarı

iyice

düşmüştür. Dünya sistemini sömürenler/sömürgeciler ve sömürüicTiler/rnazIumlar olarak kaba bir şekilde ayıracak olsak sosyal demokrasi düşüncesinin yerinin artık sömürenler safında (eskiden de orta yolcuydu / a fen) olduğunu gözlemleyebiliriz.

305


olumsuz yapılanmada olumlu bir karşı (alternatif) yapılanma da vardır. Bu durum ADD'de de mevcuttur ve bu karşıt güçler çarpışmaktadır. ADD örgütü içindeki gerçek Kenıalistler, örgütün düşünce yapısını olması gereken rayım oturttuğu zaman ulusal devrimci milliyetçi hareket ve dolayısıyla da ulusal devrimci güçler birliği projeksiyonu çok büyük bir mesafe kazanacaktır.295 Türkiye'de, Kemalizmle birlikte bir diğer ulusal devrimci milliyetçi kavramsal terim de "Türkçülüktür. Türkiye'de Türkçü düşünce, kültürel bazda 19.yüzyıl başlarına kadar gitse de siyasal olarak ilk Türkçü yapılanma, İkinci Meşrutiyet döneminde Türk Ocağı (kuruluşu 1912) ve Milli Meşrutiyet Fırkası (kuruluşu 1912) ile başlamıştır, tik önceleri Osmanlıcı ve İslamcı özellikleri ağır basan İttihat ve Terakki Cemiyeti de sonraları, mazlum Anadolu Türkleriyle baş başa kaldıktan sonra, Türkçülüğe meyletmiştir ve Türk Ocağı ile de bir ideolojik bağlılık içine girmiştir. Milli Meşrutiyet Fırkası’nın 295 Türkiye'nin cn büyük demokratik kitle örgütü olarak kabul edilen ADD'de şu sıralarda da değişen pek bir şey yoktur. Bundan on yıl önce ciddi bir "baskı grubu" işlevi gören dernek rutubetli, tozlu salonlardan açık havaya çıkma mücadelesi verse de mevcut statik yapısıyla başarılı olması mümkün görünmemektedir. Elindeki potan­ siyel kolektif gücü kullanmakta müthiş bir beceriksizlik gösteren ADD'nin yöneticilerinin ve delegelerinin Kemalist bir tavır göstermek istiyorlarsa yapmaları gereken öncelikli iş (deneyimli kişilerden oluşacak Danışma Kurulu dışında) Derneğin bütün organlarını gençleştirmek ve zamanla (gençleri iyice eğitip hazırladıktan sonra) derneği tamamen aktif Kemalist bir gençlik örgütüne dönüştürmek olmalıdır. Aksi halde, Kemalizm gibi dinamik bir düşüncenin üzerini bu şekilde örteceklerine, emperyalizme karşı "ulusal devrimci güçler birliği"nin kurulabilmesi için en fazla ihtiyaç olunan bir dönemde bu düşünceyi ağır aksak ilerleyen bir seçkinler kulübüne dönüştü­ receklerine derneği kapamaları daha yeğ olacaktır.

306


içerisinde o zamanlar komünist olmayan, ama devrimci milliyetçi sol bir yaklaşımı olan Mustafa Suphi ile Türkçü­ lüğün öncü teorisyenlerinden Yusuf Akçura da vardı. Fırka başkanı da, ileride Kemalist hareket içinde önemli görevler üstlenecek olan, Ahmet Ferit’ti. Her üç aydının da ortak özelliği düşünsel/örgütsel olarak “Türk Ocağı” çıkışlı olmalarıdır. Özellikle Yusuf Akçura’nm Türk Ocağı ve yayın organı olan Türk Yurdu dergisi üzerinde büyük emeği vardır (derginin yöneticisidir.) Türk Ocağı, Türkçü düşünceyi üreten bir mekanizmadır. Ulusal kurtuluş savaşımızı örgütleyen Kemalist kadro da Türk Ocağı düşüncesiyle yetişmiştir. Türkçülüğün ilk çıkış mantığı devrimci milliyetçi yani antiemperyalist ve halkçı dolayısıyla sola yakın bir düşünce platformuna dayanır. Öyle ki, bu düşünce (Türkçülük) Bakû merkezli T K P ’yi bile, özellikle Mustafa Suphi ve Ethem Nejat’ın tesiriyle, etkileyebilmiş, Türk devriminin de felse­ fesini oluşturmuştur. Yıldönümü, 3 Mayıs Türkçülük Bayramı olarak kutlanan, 3 Mayıs 1944 “Türkçü” eylemlerinin aslında öz Türkçülükle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu eylemlerde ve eylemlerin Nihal Atsız gibi örgütleyicilerinde milliyetçilik anlayışı yoğun emperyalist, ırkçı ve aynı zamanda anti-sol bir düşünce yapısıyla şekillendirilmişti. Halbuki Yusuf Akçura’da çok bariz bir şekilde görüldüğü gibi, gerçek Türkçülük, antiemperyalist ve halkçı dolayısıyla da solcu özelliklere sahiptir.296 ?% Mustafa Suphi ile birlikte Türkiye'nin ilk sol milliyetçileri olarak kabul edebileceğimiz Yusuf Akçura, 1919 yılında esir Türkler ile ilgili olarak görev yaptığı Rusya'dan döndükten sonra, Rusya'daki (buradaki Esir Türkler Mustafa Suphi'nin büyük bir ağırlığı vardı. Akçura muhtemelen Mustafa Suphi ile birlikte Sultan Galiyev ile de görüşmelerde bulunmuştu) gözlemlerinden esinlenerek hazırlamış olduğunu söylediği "Türkçülüğün İki Kolu" adlı konferansında (Türk

307


Türkçülükte, Nihal Atsız’da olduğu gibi, faşizan ve hegomonik bir Turan düşüncesi de yoktur; demokratik, halkçı ve konfe­ deratif bir Turan projesi vardır ve bu proje, Sultan Galiyev’in sistematize ettiği ‘ sosyalist Turan” projesine yakınlık taşır. Kısacası, bu tür Türkçülük bir Avrasya perspektifidir dolayı­ sıyla sola yakındır ve yatkındır.297 Özellikle yetmişlerin politize ortamında, Türkçülüğün mirasını sahiplenen, fakat kendilerine “ülkücü” diyen bir fraksiyondan, Alparslan Türkeş’in öncülüğünde gelişen ve büyüyen MHP hareketinden de burada bahsetmek gerek­ mektedir. Bu hareket de, kendisini Türkçü olarak da tanımlasa da, Türkçü düşünceden çok uzaktadır. Hatta bu hareket, ‘‘öz” Türkçülüğe (devrimci milliyetçiliğe), Atsızcılardan daha uzaktır. Çünkü MHP’de ırkçılık ve faşizm etkisinden başka ümmetçi/muhafazakar bir düşünce yapılanması da vardır. Türk İslam sentezi, Türk İslam ülküsü gibi siyasal ifadelerle Ocağı'nda) Akçura şöyle demektedir: "....Bizde Türkçülük cereyanının gitgide iki kula ayrıldığını iddia etmek istersek, birisine 'demokratik Türkçülük'., diğerine ımperyalist Türkçülük' diyebiliri/.. Demokratik Türkçülük, milliyet esasını, her millet için bir hak olarak telakki ediyor ve Türkler için talep ettiği bu hakkı, diğer milletlere de aynı derecede hak olarak tanıyordu. ... Demokratik milliyetçilik hakka miistenid ve sırf tesadüfidir. Gasp edilen hakkı almağa, gasp edilmek islenilen hakkı müdafaaya çalışır; İrrıperyalist milliyetçilik ise, taam ızidir, diğerlerinin hukukuna tecavüzü bile tecviz ederek kendi milliyetini takviyeye çakşır. .."François GEORGEON, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf A kçura(l876-1935), Çev: Alev ER, (İstanbul : Tarih Vakfı Yay., 1986), 175 Mustafa Suphi'nin Rusya'ya gitmeden önce yazmış olduğu "Türklüğün İstikametleri" risalesi de buna benzer düşünceleri ifade etmektedir. 297 Yusuf Akçura'run sistematize ettiği "demokratik Türkçülükemperyalist Türkçülük" ayrımında Atsıza)arı emperyalist Türkçüler olarak nitelendirmek mümkündür.

308


belirginleşen bu düşünce, en azından laikliğe daha yatkın olan, Atsızcılarda yoktur. Buna mukabil, MHP’de de ırkçılık, ümmetçiliğin etkisiyle daha tali bir duruma düşmüştür. MHP’deki ümmetçi düşünce, yetmişlerdeki sıcak politik ortamda daha belirgindi. Ülkücü hareket, seksenlerdeki yoğun iç “ideolojik” hesaplaşmalardan sonra doksanların başında içindeki ümmetçi hücreyi BB P şeklinde dışarı attı ve Türkçülüğe az da olsa yaklaştı. Ama aslında MHP misyonu bu hücreyle oluşturulduğu için ümmetçi/Türk İslam sentezei düşünce hiçbir zaman kaybolmadı. Ayrıca yetmişlerde başla­ yan ve kapitalizme, A BD ’ye, Kemalizme bakışla şekillenen “milliyetçi-toplumcu” ve “milliyetçi-muhafazakar” düşünse] çatışması, farklı kavramlarla ifade edilse de, artarak devam etmektedir. Şu anda MHP camiasında bu diyalektik çatışma süreci yaşanmaktadır.298

2W O diyalektik tartışma süreci çok fazla yaşanmadan daha çok eski jenerasyon elitlerin temsil ettiği milliyetçi-muhafazakarlar, daha çok yeni jenerasyon gençlerin temsil ettiği miHiyetçi-toplumculara (Tiirkçü-toplumcular) karşı kesin bir zafere ulaştılar. Oysa genel olarak toplumun ve MHP tabanının eğilimi, ülkeden esen rüzgar milliyetçi-muhafazakar doğrultuda değildi Ancak, MHP'nin koalisyon hükümeti dönemindeki parti ve iktidar politikalarından anlaşıldı ki, milliyetçilik de muhafazakarlık da son derece cılız /pasif bir şekilde var olabildi zaten. Örneğin kaba milliyetçi ve muhafazakar talepler, MHP'nin iktidarda olduğu dönemde iki konu üzerinde somutlaşmış ve bir nevi sembolleşmişti: Birincisi, klasik milliyet" çilerin amiyane ifadeleriyle "terörist başının asılmasr'(Öcalan hakkında verilen idam kararının uygulanması) İkincisi, muhafa­ zakarların yaygın olarak dillendirilen ifadeleriyle "başörtüsü zulm ü­ ne son verilmesi" (Üniversitelere türbanla gelebilme hakkının tanınması) MHP'nin iktidar olduğu dönemde somutlaşmış bu iki ''milliyetçi-muhafazakar" talep de yerine getini(e)rrıemiştir. Böyle­ likle MHP'nin 1999'dan bu yana önce kendisini iktidara getiren temel

309


Ulusal solcular/ulusal devrimci sosyalistler, “Ulusal Devrimci Güçler Birliği”ni sağlıklı şekilde oluşturabilmek için MHP camiasını topyekûn dışlayıcı hal ve hareketlerden şiddetle kaçınmalıdırlar. Evet, ülkücülerin/MHP’nin egemen ideolojik yapısı ulusal sola çok uzaktır, bu doğru. Ama kendisini milliyetçi/Türkçü olarak tanımlayan MHP tabanının, Türkçülüğün asli köklerini tanıdığında ve kavradığında, devrimci milliyetçi harekete kanalize edilebileceği, hatta MHP tabanının, Türkçülüğün asli köklerini tanıdığında ve kavra­ dığında, devrimci milliyetçi harekete meyledebilecekleri de doğru. Son zamanlarda, Sultan Galiyev ve ulusal sol tartış­ maları ile başlayan “Türkçü-devrimci diyaloğu” bunun gerçekleşebilme ihtimalinin olduğunu kanıtlamıştır. Şu anda bilinmelidir ki, MHP camiasının fikir platformu içinde, az da olsa, Türkçü-devrimci milliyetçi unsurlar vardır. Bunlardan bazıları Sosyalistlerle diyalog sürecini de başlatmış ve kendi “kamuoyu”larında önemli tartışmalar yaratmışlardır. Ülkücü gazeteci Arslan Bulut’un, Attila İlhan, Doğu Perinçek ve Ulusal dergisi ile başlattığı diyalog bunun en bariz örneğidir. Arslan Bulut dışında, ülkücüler arasında, antikapitalist, antiemperyalist ve laiklik özellikleri ağır basan onlarca yazar/politikacı vardır. Bu kalemler ve söylevciler, yavaş

dinamik

düşünce

olarak

ifade edebileceğimiz Tiirkçü-toplumcu

çizgiden tamamen uzaklaştığını ama onun alternatifi olan milliyetçimuhafazakar iradeyi de gösteremediğini, bu politikasızlığın sonu­ cunda da, şartlar son derece müsait olmasına rağmen büyük bir seçim mağlubiyetinin(3 Kasım 2002 Seçimleri) ortaya çıkmış olduğunu tespit etmiş oluyoruz. Sosyolojik gözlemlerden tahmin edebildiğim kadarıyla, bu seçimlerde MHP'ye gideceği sanılan "milliyetçimuhafazakar" oyların çok büyük bir kısmı AKP'ye gitmiştir. Türkçütoplumcuiarın da büyük bir kısmı sandığa gitmemiş gidenlerin oyları da daha çok MHP, CHP ve GP arasında bölünmüştür.

310


yavaş, MHP tabanında etkili olmakta ve MHP’nin antilaiklik, antisolculuk, antientelektüalizm gibi geleneksel “olumsuzluk”larını törpülemektedirler. Bu, ulusal devrimci milliyetçilik açısından olumlu gelişmedir ve “Türkçü-devrimci diyaloğu” bu gelişmeleri hızlandıracaktır.299 299 Son zamanlarda Türkçü-devrimci diyaloğu bazı milli konularda birlikteliğe dönüşmeye başlayınca (gerçekte halk kitlelerinde kendili­ ğinden refleksle başlayan bu birliktelik "Ulusal Devrimci Güçler Birliği"nin de Türkiye'deki ilk oluşum sinyalleri oldu.) Bu gidişattan kaygı duyan bazı çevreler özellikle büyük holding medyasının yayın organları aracılığıyla ulusalcılara yönelik ciddi bir saldırı başlattılar. Milliyetçilerin ve sosyalistlerin bir araya gelme teşebbüsleri, ki yaygın bir durum da değildi aslında, epeyce abartılarak büyük bir faşizan/darbeci "Kızıl Elma" koalisyonu olarak nitelendirildi ve böylece olması muhtemel ulusal sol hareketler daha başlamadan karalanmaya çalışıldı. Gerçi kendisini sosyalist veya milliyetçi olarak tanımlayan bazı kesimler de vardı ki, bu karalama kampanyasını organize edenlerin ellerine sürekli malzeme vermeyi adeta görev biliyorlardı. Bazı tecrübesiz/bilgisiz veya art niyetli kişilerin sunduk­ ları bu yalan yanlış malzemelerle birlikte konuyla hiç ama hiç alakası olamayan Saddam bile "ulusal sol" düşünce ile birlikte anılır olmaya başladı. Aslında Amerikancılığın başka bir versiyonu olan, ABD'nin besleyip büyüttüğü faşizan-aristokratik Saddamcılıkla taban tabana zıt bir düşünceyi benimseyen/benimsemesi gereken Ulusal solculara bu

tür

yaftalar

yapıştırmak,

ciddi

bir

psikolojik

savaşın

da

başlatıldığını gösteriyordu. (Elbette ABD'nin barbarca işgaline karşı Saddam'ı tutmak başka Saddamcı olmak başkadır) Yine bu kapmanya çerçevesinde, yüzde yüz demokrasiyi(eksikli demokrasiyi değil) savunan ve Türk ordusunun kolektif ulusal Türk kültürünün bir parçası olan kurumsal kişiliğini sonuna kadar savunsa da her türden askeri darbeye, cuntaya karşı olan ulusal sol siyaset, ulusalcı malze­ me taşıyıcılarımızın da katkılarıyla darbe teşvikçisi hatta cuntacı olarak nitelendirildi. Halbuki, Ulusal dergisi olarak yıllar önce yayımladığımız "ulusal sol bildirge/manifesto" ulusal solu doğru bir şekilde tanımlıyordu. Bu manifesto okunmalıdır. (Kitapta mevcut)

311


Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki: MHP’den, halihazır­ da, örgüt bazında devrimci milliyetçi bir hareket beklemek abesle iştigalden başka bir şey değildir. Ama bu, MHP camiasını tamamen dışlamak anlamına da gelmemelidir. Yapılması gereken, ulusal solcularla aynı düşünsel ve pratik saflarda olabilecek MHP Tilerle diyalog içine girerek tartışma sürecine devam etmek ve devrimci milliyetçi bir siyasal Türkçü hareketin örgütsel ve kitlesel olarak gelişebilmesine yardımcı olmaktır, Yoksa yetmişlerde olduğu gibi, önemli devrimci potansiyelleri olan ve sosyolojik olarak da aynı sınıfsal yapıdan (işçı-köylü-küçük burjuva) gelen iki ideolojik kesim yine birbirlerine düşürülür, kolektif ulusal enerji gücümüz yine heba olur ve “Ulusal Devrimci Güçler Birliği’' tasarımı da başlamadan biter. Bize düşen kitlesel devrimci enerjiyi îek bir potada birleştirecek teorik/pratik mekanizmaları işler hale getirmektedir. Hiçbir potansiyel devrimci enerji açıkta kalmamalıdır. Öncelikle bu olumsuz durumun gelenek­ sel/kavramsal dayanakları çürütülmelidir. Türkiye bağlamında, milliyetçilik gibi Müslümanlık da devrimci birlikteliği önleyici brı dayanağa siyasal/kültürel zemin olabilmektedir, bu dayanak da çürütülmelidir. Türk Sosyalistlerinde ve Kemalistlerde İslami düşünce ve hareketlere yönelik çok karmaşık bir değerlendirme yöntemi vardır: Ilımlı İslam da, radikal İslam da şiddetle eleştirilmekte fakat bu durumda, nüfusunun büyük çoğunluğu, en azından kültürel olarak Müslüman olan bir ülkede İslam adına geriye ne kaldığı tartışamamaktadır. Buradan, sonuçta, radikali de ılımlısı da kabul edilmeyen İslamlığın toptan reddi anlamı çıkmaktadır. Türk ulusal solcuları, hedeflenen toplumsa! düzen. Müslümanlığa sıkı sıkıya sarılı olan Türk halkıyla/Türk halki için, kurulabileceğine göre İslam çerçevesinde bir seçenek de orıaya alabilmeli v e bu seçeneği kendi devrimsel koşul-

312


lanna uyaıiayabilmelidirler. Bu seçeneğe “ulusal devrimci Müslümanlık seçeneği” diyebiliriz. Bu kavramdan ürkmemek gerekmektedir. Türklerin Müslümanlık anlayışı ve tecrübesi, etno-kültürel yapılanmalarının da etkisiyle, konıünalıst/kolektivist bir içeriğe sahiptir. Bu anlayış içeriği tamamen sosyalist felsefeye uygun olan, Kur’an düşüncesine de en uygun anlayıştır. Bu yüzden, özellikle Emevı döneminden sonra Arap cahiliye kültürünün etkisi altına girerek yozlaşan Arap-İslam medeniyetinin dışında, çok daha İslami olan bir Türk tasavvuf geleneği Anadolu topraklarında özellikle halk katmanlarında, yeşermiştir. Öncülüğünü Ahmet Yesevı, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Ahi Evran, Hacı Bayram-ı Veli gibi Horasan Erenleri ekolünden gelen sutılerın oluşturduğu bu gelenek Anadolu Müslümanlarının kolektif kültürlerini ve İslam inançlarını derinden etkilemiştir. Aslında bu erenlere Anadolu topraklarının ütopik sosyalistleri diyebiliriz. Elbette, kapitahstleşme dinamiği olmayan bir coğrafyada ütopik sosyalist olarak Thomas Münzerler, Saint Simonlar değil Yunus Emreler, Hacı Bektaşi Veliler çıkar. Bu Müslümanlık anlayışında devrimci bir damar vardır. Devşirmcci Osmanlı düzeninin bozukluklarına karşı oluşan Türk halk ayak­ lanmalarının felsefesi de bu Müslümanlık anlayışından doğ­ muştur. Buna rahatlıkla “Türk Müslümanlığı” diyebiliriz.300

Burada "cem aatçi" ve otoriter bir düşünce yapısına sahip olarak ulusal soî düşiinceyc uzak olsa da tasavvuf temelinde İslamiyet, sosyalizm ve milliyetçiliği bağdaştırmaya çalışan Nurettin Topçu'nun adını da zikretmek gerekmektedir. Sanayileşmeye, teknolojiye karşı doğayı, toprağı savunan ve kentleşmeye karşı tarım toplumunu yücelten Topçu bu düşünceleriyle Türkiye'deki sanayi karşıtı çevre­ ciliğe de öncülük etmiştir. İnsanı mekanikleştirdiğini (tekdüzeleştir­ diğini) düşündüğü modernizmi reddeden Topçu hemen hemen aynı kaygılarla Şeriatı da reddetmekte ve kendisinin mensup olduğu

313


Türk Müslümanlığı derken İslamın bir ırka bir etnik yapılanmaya hapsedilerek evrenselliğinin ortadan kaldırılma­ sını değil, Türklerin, Türk olarak, kendi öz varoluşlarından kopmadan Müslüman olabilmelerini, Müslümanca yaşaya­ bilmelerini kastediyoruz. Özgün İslam felsefesi (yani cahiliye Arapçılığma dönüştürülmeyen İslam felsefesi) ile Şamanist dinsel kültürünün de etkilediği, geleneksel Türk toplum felsefesi, komünalcilik/kollektifçilik (dolayısıyla ilkel- ütopik sosyalizm) ortak düşüncü paydalarında birleştikleri için Türklerin İslami kabul etmesi ve tahrif etmeden benimsemesi çok daha kolay olmuştur. Türk Müslümanlığı, Şeriatçı İslamdan farklıdır ve onun alternatifidir. Türk Müslümanlığının, göçebe kültüründen de kaynaklandığı için İslami bir hukuku yoktur, İslami felsefesi vardır. Kaynak olarak değiştirilmesi mümkün olmayan ve “ilahi” bir referansla oluşturulmuş olan şeraitçi İslam hukuku, statik bir toplum yapısı doğurur. Türk Müslümanları, Kur’an’dan, bütün Türk halklarının iliklerine kadar işleyebilen/işleyebilmiş bir tasavvuf felsefesi çıkar­ mışlardır. Şeriatçıların yaptığı gibi, Kur’an gibi bir deryadan yola çıkarak kadınların saç telinin hukuki pozisyonunu içerecek basitlikte bir fıkıh oluşturmamışlardır. Bu yüzden Türk Müslümanlığı, dinamiktir, toplumsallık dışı değildir ve ulusal/laik kültüre çok daha yatkındır. Mustafa Kemal’in ilk meclis açılmadan önce Bektaşi dergahını ziyaret etmesi, Bektaşilerin dualarını alması ve ayrıca meclisi fatihalarla açması boşuna değildir. Tarihsel veriler ve örnekler çoğaltı-

felsefe görüşü olan sezgiciliğe de yatkın olarak gördüğü Anado­ lu/Türk Müslümanlığını savunmaktadır. Nurettin Topçu hakkında ayrıntılı bir siyasi sosyolojik inceleme için bkz. Süleyman Seyfi ÖĞÜN, Türkiye'de Cemaatçi Milliyetçilik ve Nurettin Topçu, (İstanbul: Dergah Yay., 1992)

314


labilir. Bu da, başka ayrıntılı bir çalışmanın konusu olabilir ve bu çalışmadan çok da ilginç sonuçlar çıkartılabilir. Kısacası, günümüzün samimi Türk Müslümanları, Müslü­ manlıklarıyla birlikte ulusal devrimci bir harekette, hatta ulusal devrimci sosyalist bir harekette rahatlıkla yer edinebilecekleri gibi bu, yukarıda bahsedilen türdeki Müslümanlıktan devrimci hareket dinamizmlerini artırıcı bir etki de yapabilir. Yani, ulusal devrimci Müslümanlığın Türkiye’de sosyo-psikolojik koşulları mevcuttur. Bu koşullar, “Ulusal Devrimci Güçler Birliği”ne de önemli bir ivme kazandıracaktır. Yeter ki, l.Türkiye’de gelişme potansiyeli zaten mümkün olmayan dogmatik İslam (Şeriat) terminolojisiyle hareket eden ve Müslümanlığı güncel siyasal alana çekerek kullanan “Sela­ metçi” (MNP, MSP, RP, FP)30î siyasal İslam geleneğini; 2.

301 Bu silsileye şimdilerde Saadet Partisi'ni (SP) eklemek gerekir. AKP'yi yönetici kadrosu bu gelenekten gelmiş olsa dahi ideolojik olarak bu kategoriye almak zikrettiğimiz Selametçi çizgiye haksızlık olur. Zira Selametçi silsile içerisindeki partilerin, katılmasak bile, bir ideolojik doğrultu tutarlılıkları, bir ilkesellikleri ve temsil ettikleri önemli bir siyasal kültür birikimleri vardır. AKP'yi kanımca aynı doğrultuda bir

"parti" veya "siyasal hareket" olarak tanımlamak

doğru değildir. Çünkü tamamen konjonktürel gelişmelerin bilinçli veya tesadüfi etkisi olarak Türk siyasal hayatında beliren ve apar topar iktidara getirilen bir örgütlenme biçimdir AKP. Öyle ki, bu partinin ideolojisi yoktur. Sadece güncel/geçici rcel programı vardır. O program da büyük ölçüde AB ve IMF tarafından belirlenmiş bir programdır. AKP'nin Fazilet çizgisiyle tek benzer yanı her ikisinin de Kemalizm karşıtı olmasıdır. Şu farkla ki, Selamet çizgisi İslam­ cı/muhafazakar olduğu için Kemalizme karşıdır; AKP çizgisi ise İslamcılıklarından veya muhafazakarlıklarından değil daha çok küresel kapitalist egemenler öyle istedikleri için Kemalizme (vc tabii esas olarak ulusal-sosyal cumhuriyet kurumlarına) karşıdırlar. Zira iktidara geldiklerinden beri gerçekleştirdikleri hemen her icraat

315


Modem zamanlarda özgünlüğüyle zaten yaşaması mümkün olmayan tarikatçılığı hem de ABD sermayesiyle ve yeni dünya düzenine angaje olarak bir sektör haline getirerek samimi Müslüman halk arasında yaygınlaştırılmaya çalışan “nurcu/Fethullahçı kültürel İslam geleneğini, özgün İslam düşüncesi ve Türk Müslümanlığıyla aynı kefeye koymayalım, buradaki devrimci potansiyelin farkına varalım. Konuyla ilgili sonuç olarak şu söylenebilir: sömürge koşulları altında yaşayan Türk/Doğu/Güney halklarının, yani Avrasya veya Afraysa (Afrika/Asya)302 halklarının verili Kemalist

kurum lan

tasfiye etme,

etkisizleştirme

doğrultusunda

olmuştur. Bu çabanın en büyük destekçileri ise(azmettiricileri de denilebilir) AB ve IMF'dir. Bu söylediklerimi hamasi bir siyasi söylem olarak değerlendirmemek gerekir. Küçük çaplı bir ekonomi politik ve siyasi sosyolojik iktidar(AKP) araştırması bu gerçeği sistematik bir şekilde ortaya koyabilir. Şunu net olarak söylemek gerekir ki, AKP İslami bir parti değil, esas işlevlerini "Türkiye'yi pazarlamak" "babalar gibi satmak" olarak belirlemiş olan (özelleştirmelerle bunu yapıyorlar, ülkenin hemen her değeri satılığa çıkarılmış durumda) katışıksız "liberal kapitalist" bir partidir. Duruma Hükümet gibi Pazarlama stratejileri açısından bakacak olursak aslında AKP'ye parti demek bile beyhude kaçmaktadır, "acenta" demek daha doğru olacaktır. 302 Halihazırda,

burjuvalaşmış

(en

azından

burjuva

tüketim

kalıplarına kavuşturulmuş) Avrupa işçi sınıfından hala beyhude devrimci bir atılım bekleyen (artık onu da bcklemeyip, onlara katılmaya, onlar gibi olmaya çalışanları da var) "Avrupam erkezci" dogmatik Marksistler, aslında enternasyonalist idealin en somut, en görünen aparatları olan "u lu s" ve "kültür" gerçekliklerini görmezden geledursunlar. Bu temel gerçeklikleri sınıfsal bilinçle birleştiren antikolonyal ulusal devrim hareketleri halklarını kurtuluşa erdiriyor, özgürleştiriyor ve kapitalist sömürgeciliğin sona erdirilmesi, enter­ nasyonalizm idealinin gerçekten başarıya ulaşabilmesi için gerekli olan "M azlumlar enternasyonali" ya da "ulusal devrimci güçler

316


olmayan yani kimliğinden /doğuştan veya herhangi aşkın bir güçten kaynaklanmayıp uluslar arası sömürü ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıkmış olan ortak özellikleri “mazlumluklarıdır. Biz ulusal solcular, bu genel mazlumluk saptamasının, ülkelerin kendi içindeki sınıfsal ilişkilerini ve bu sınıfsal ilişkilerden kaynaklanan ikinci bir sömürüyü, globalist sömürgeciliğin bir uzantısı olan işbirlikçi iç kapitalist sömü­ rüyü de göz ardı etmesine olanak tanımadan, ulusal/stratejik bir projeksiyon ortaya atmalıyız. “Ulusal Devrimci Güçler Birliği” de bu projeksiyonlardan bir tanesidir, ulusal sol düşüncenin yukarıda bahsedilen bileşenleriyle birlikte dikkate alınarak tartışılmalıdır.

birliği" örgütlenmesinin de önünü açıyorlar. Güney Amerika'da, Avrasyacılığın antisömürgeci çizgisine yakın olan ulusal devrimci hareketliliğin yoğunlaşmasından sonra Avrasya ile birlikte yeni bir küresel birlik hareketinin başlaması için uygun koşullar oluşmuştur. Bu hareket Amasya (Am erika-Asya) hareketidir. Demek ki, benzetme yapacak olursak bu sefer Türk ulusal kurtuluş hareketi ile sınırlı olmayan Dünya mazlumlarının kurtuluş hareketini muştulayan yeni bir "A m asya G enelgesinin hazırlanması koşulları oluşmaktadır. Nasıl, Amasya Genelgesi ile doğrultusu çizilmiş olan Türk ulusal kurtuluş savaşını Türk Kuvayı Milliyecileri gerçekleştirdiyse, Amasya(Amerika-Asya) ve Avrasya dinamikleri ile başlayacak Dünya mazlumlarının kurtuluş hareketinin örgü tley idleri ve yürütücüleri de "ulusal devrimci güçler birliği" olacaktır. Okuduğunuz kitabın bu bölümü bu birlikteliğin Türkiye'de oluşabil­ irle dinamiklerini irdelemekteydi.

317


Eki : A ttilâ Ilh a n ’ın yoru m u : Y ıld ız, H ilâl ve K alpak* Sis soğuktu: Su tozlan, ağaçların arasından caddelere, sinsi bir duman halinde dağılıyordu; sanki hayaletlerin işgalindeki İETT otobüsleri, görünmez bir semt-i meçhulden gelip, görünmez bir başka semt-i meçhule gidiyorlar! Hem yürüyor, hem de sabah sabah okuduğum o yazının, -başlıbaşma bir program sayılabilecek- ‘başlığım’ düşünüyorum:

“Türkiye’yi, Türk Halklarını ve Bütün ‘Mazlum M illetler’i; İlerletici ve Özgürleştirici, Tek Seçenek: ‘Ulusal Devrimci Güçler Birliği.” Bu kalsa, iyi; ayrıca, yazının başma Sultan G aliyef in şu müthiş sözleri oturtulmuş: “Emperyalist­ lere karşı savaşta, milletler bir olsun: M illetler eşit olsun!” Bu da, başlıbaşına, bir 'program ' değil midir? Uğruna nice Avrasya ‘Ulusal Solcu’sunun, başım verdiği 'program ’!

Hakan Reyhan imzalı bu yazı, ‘Ulusal Sol’a Teorik Katkı’ adını taşıyan kalın bir dergi/kitabın, ilk yazısı; öteki yazılar da, en az bu ilk yazı kadar ilginç ve çarpıcı; sayfaları karıştırırken, ne garip bir his ‘kırmızı tepelikli’ kalpaklarıyla, kaşları çatık Kuva-yı Milliye ‘komünistleri ’ni; sakallarını sıvazlayan, eli tespihli Müdafaa-i H ukuk’çu ‘Müslümanları Hakkı Behiç Bey’in, düşük bıyıklarını ve mahzun gözlerini, Yeni Gün gazetesinde yayımlanmış, o ünlü ‘Halk Zümresi’ bildirisini; ve G âzi’ye omuz vermiş, yürekleri par par ateş, ‘Türkocağı münevverlerini’, -ki halissüddem anti/emperyalist Türkçülerdir- görür gibi oluyorsunuz; yüreğiniz kalkıyor. Daha da ilginci, derginin, ‘Ulusal Sol’un Kaynakla­ rından Kronolojik Derlem e’ bölümü!... Nasıl ilginç olmasın * Cumhuriyet gazetesi, 12 Mart 1999

318


ki, Mollanur Vahidov’la Mustafa Suphi’nin ve Yusuf Akçura’nın yazılan, birbiri ardınca geliyor; Sultan Galiyef, ‘Şark Meselesi ’ne; Mustafa Kemal Paşa, ‘Bakû Kongresi 'ne ilişkin konuşmuş; Şevket Süreyya Bey’in Kadro 'dan bir yazısı, onların ardında: ‘İnkılabın İdeolojisi’: ‘Sosyal M illiyetçiliğin Zaferi!’. .. Ya insanı büsbütün bir ‘Yıldız Hilâl ve Kalpak’ atmosferine sokan, en sondaki eski ve soluk fotoğraflar? Hayatlarını ‘M azlum M illetler’in kutruluşuna adamış, o Avrasya aydınlan, o Türkler, o Müslümanlar? Aydınlık’m, Türk Yurdu’nun, Kadro’nun, Yön’ün kökleri kurumamış; baksanıza, yeni filizler sürüyor; bunlardan önemli birisi de, hiç şüphesiz: “Ulusal Sol’a Teorik Katkı!”

Anahtar Kavram, ‘ulusallık’! Hakan Reyhan, fikir ve siyaset hayatımızdaki alışılmış yavanlığı ve yüzeyselliği, yeni - yeni olduğu kadar çarpıcıtahlilleriyle delip geçiyor; Türk ‘Ulusal Sol’ siyasal stratejileri için, şu söylediklerine bir bakar mısınız? Bunlann Türkçü, Sosyalist ve Müslüman çevrelerde tartışılmayacağını kim iddia edebilir? Ayrıca, tartışılmalıdır da!.. X X . yy’ın ikinci yarısını, ‘havanda su döverek’ geçiren biz değil miyiz? Biraz olsun, kendimize ve tarihimize, kendi gözlerimizle bakalım. Varan/l. Türk ‘Ulusal Sol’ siyasal stratejileri, şu üç ulusal devrimci düşünce aksiyon bloku dikkate alınarak oluşturulmalıdır: Ulusal Devrimci Sosyalizm, Ulusal Devrimci Milliyetçilik ve Ulusal Devrimci Müslümanlık!...

“... burada her üç blok için, anahtar kavram ‘ulusallık’ olmaktadır. Zira, ulusal olmayan Sosyalizm de, Milliyetçilik de, Müslümanlık da, nihayetinde emperyalist odakların, sömürü sistemlerinde kullandıkları ideolojik manipülasyonların aracı olabilmektedir. Sosyalizm’in, enternasyonal kozmopolitizme, Milliyetçiliğin faşizm ve

319


ırkçılığa, M üslümanlığın da gerici şeriatizme kayma potansiyeli her zaman mevcuttur. Bu sapmaları önleyici tek faktör ise ‘Ulusallık’tır ...” “ ... çünkü ‘Ulusallık’, en genel anlamıyla, kendi toplumsal koşullarından yola çıkarak evrensel bakışa, yani ‘insan’a ulaşabilmenin, nesnel koşullarının ifadesidir. Yani kendi fizyo/kültürel var oluşuna ve içinde yaşayarak katıldığı kolektif durumuna yabancılaşmadan, sosyal varlık ve sosyal bilinçle, evrensel boyutlu sosyal/siyasal eylemler içerisine girebilmeyi sağlar ‘Ulusallık’. Bu yüzden yüzde yüz ‘Ulusal’ olmayan hiçbir siyasal düşünce aksiyon ‘Ulusallık Sol’ perspektif içinde yer edinemez. (Ulusal Sol’a Teorik Katkı, s.2) Varan/2. " ... sık sık yinelediğim gibi, tek ülkede ulusalcı devrimden bahsetmiyoruz. Ancak evrensel bazda, ulusal devrimci güçlerin birbirleriyle irtibat halinde olarak, bu stratejik devrimsel hareketliliğin olması için harekete geçmesi; ve bütün ‘mazlumlar’ coğrafyasında ulusalcı devrim sürecinin oluşturulması halinde, Ulusalcı Devrim teorisi, başarısıyla fiiliyata geçirilebilir, etkileşerek pratikleşir. Tek ülkede ulusalcı devrimin her zaman faşizme kayma tehlikesi vardır...”

“...b iz Türk devrimcileri Türkiye’nin ulusalcı devrim sürecinin kavramsal ifadesi olan ‘Kemalizm’i de bu şekilde algılayarak, Avrasya perspektifinde düşünmeliyiz. Yani, sözgelimi, Recep Peker’ci faşizan, sözde Kemalizm ideolo­ jisi yerine; Mustafa K em al’in öz düşüncesine çok daha yakın olan Kadro’cu -dolayısıyla da Galiyevist-, Kemalist tavrı benimsemeliyiz. Bizi Türk dünyasına ve mazlumlar dayanışmasına götürecek tarz budur!... (Ulusal S o l’a Teorik Katkı, s.5)

320


Varan/3. " ... sömürge koşulları altında yaşayan Türk/Doğu/Güney halklarının, yani Avrasya veya Afraysa (Afrika/Asya) halklarının verili olmayan, yani kimliğin­ den/doğuştan veya herhangi aşkın bir güçten kaynaklanmayıp, uluslar arası sömürü ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıkmış olan ortak özellikleri ‘M azlum luklarıdır...”

biz ulusal solcular bu genel ‘mazlumluk9 saptama­ sının, ülkelerin kendi içlerindeki sınıfsal ilişkilerini ve bu sınıfsal ilişkiden kaynaklanan ikinci bir sömürüyü, globalist sömürgeciliğin bir uzantısı olan işbirlikçi iç kapitalist sömürüyü de göz ardı etmesine olanak tanıma­ dan, ulusal/stratejik bir projeksiyon ortaya atm alıyız...” “... ‘Ulusal Devrimci Güçler Birliği9 de, bu projek­ siyonlardan bir tanesidir; ulusal sol düşüncenin, sözü edilen bileşenleriyle birlikte dikkate alınarak tartışıl­ m alıdır...” (Ulusal Sol’a Teorik Katkı, s.23) ‘... o sarışın kurt9 da... Eğri oturalım, doğru konuşalım; son seçim kampanyası, aynı şeyi göstermiştir: ‘Çok partili düzenimiz’, gerçekte, Türkiye9yi ‘Sistem 9e tutsak etmiş, tek ve ‘soğuk savaş9 zihniyetli bir ‘p artinin’, *çıkar gruplarına* göre fraksiyonlara bölünmüş, parçalı görüntüsünden ibarettir. Yurt ve millet, dolayısıyla tarih bilincine sahip, ne bir vizyon sahibidir; ne de, ülkenin geleceğine dair, kapsamlı ve umut verici bir projeksiyon yapabilir. Onun için, Türkiye’nin -v e Avras­ y a ’nın, yani Turan’m-, yeni nesilleri; kökleri, ta 1917’den, 1919’dan gelen, ‘M azlum ların ‘Müdafaa-i Hukuk Doktrini9ne, -yani ‘Yıldız, Hilal ve K alpak’a - sahip çıkıyorlarsa, bu onlara tarihin emridir.

321


Son Ergenekon serüveninde, hepimizi düzlüğe ve aydınlığa çıkaran kılavuz ‘...o sarışın kurt’ da, aynı emre baş koymamış mıydı?

322


E k 2: ULUSAL DERGİSİNİN ULUSAL SOL BİLDİRGESİ* Ulusal, aşağıda ifade edilen temel ilkeleri benimse­ mektedir. Derginin, toplumsal/felsefi olgu ve olaylara bakışı, bu ilkeler ışığında olacaktır. Bu ilkeler doğrultusunda düşünce üreten/ üretilmiş olan veya faaliyetlerde bulunan her tarihsel kişilik ya da yaşayan her insan, ULUSAL tarafından doğal müttefik olarak kabul edilmiştir ve edilecektir. 1. Düşüncemiz “İnsan” merkezlidir. İnsanı özgürleştirecek bütün toplumsal/bireysel düşünce ve davranışlar, bizler için saygın ve değerlidir. Tarihe ve tarihsel kişilere, olay ve olgu­ lara bakışımız bu şekildedir. 2. Kapitalizm, sömürgecilik ve emperyalizm insanın özgürleşmesinin önündeki en büyük engellerdir. İnsanlığın geleceği adına bu gerici mekanizmalarla hayatın her alanında mücadele edilmelidir. Bu anlamda Mustafa Kemal ve Sultan Galiyev tarafından ortaya koyulmuş olan teori ve pratik, kendi tarihsel durumumuz çerçevesinde, hareket noktamızı oluşturur. Düşüncesini bu doğrultuda kurgulamış diğer bütün teorisyen ve devrimciler ilham kaynağımızdır. 3. Emperyalizm ve ulusal bağımsızlık sorunu, ülkemizin içindeki somut sınıfsal ve feodal egemenlik/sömürü ilişkile­ rinden ayrı ele alınamaz. Ulusal Dergisi, ulusalcı tavrını “sınıf­ sız, imtiyazsız ve kaynaşmış bir halk” gibi “iyimser” tasarımlar

Ulusal sol düşünceyi benimseyen ve bu düşünceyi hem tarih­ sel/teorik bilgi ve çözümlemelerle hem de güncel/politik değerlen­ dirmelerle tanıtmaya çalışan ilk ve tek dergi olan Ulusal dergisinin manifestosu olarak dergiye uyarlanan Ulusal Sol Manifesto, Ulusal'm 2002'de yayımlanan Kapitalizm özel sayısında yer almıştır. Bu sekiz madde ulusal sol düşüncenin ve Galiyevciliğin olmazsa olmazlarıdır

323


üzerine de kurmamıştır. Sınıflı ve sömürücülü bir toplumda, anti-kapitalist, anti-emperyalist ve ulusal demokratik mücadele imkânları üzerine düşünen herkes bizim için değerlidir. 4. Ulusalcılığımız bütün mazlum, sömürülen ve esaret altında tutulan ulusların duyarlılıklarını kapsayıcı niteliktedir. Bu anlamda enternasyonalizmi savunuyor ve mazlum millet­ lerin enternasyonal birlikteliğinin gücüne inanıyoruz. 5. Ortaya koyduğumuz ve koyacağımız, insanın bireysel özgürlüğünü dikkate almayan, yaratıcılık ve gelişme kapasite­ sini engelleyen düzen tasarımlan değildir. İnsanın, sebebi ne olursa olsun, kendi gerçekliğini hiçe sayarak adanmışlığım asla kabul etmiyoruz. 6. Evrensel sistemi, ‘İnsan’ ve ‘Doğa’ ile birlikte, bir bütün olarak görüyoruz, algılıyoruz. Bu anlamda çevreciyiz. Ama çevreyi dar bir şekilde sadece tabiatla sınırlamamaktayız. İçinde bulunduğumuz çevreyi, ‘Kozmosu’ ve ‘İnsanı’ içine alarak düşünmekteyiz. 7. Kapitalist “bilim” ve “teknolojinin”, insanı, tarihle birlikte yok etme yönünde ilerlediğini; insanı, nesneleştirme ve makinalaştırma noktasına sürüklediğini düşünüyoruz. İşte bu nedenle de tarihe ve ulusal kültüre büyük önem veriyoruz. 8. Bakış açımız evrensel, hareket tarzımız ulusaldır.

324


KAYNAKÇA AKAL, Emel. Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, (İstanbul: 2002) AMİN, Samir. Maoizmin Geleceği, Çev : Işık SONER, (İstanbul: 1993) ANDİCAN, A.Ahat. Hariçte Türkistan Mücedelesi, (İstanbul: 2003) ANWEILER, Oskar. Rusya’da Sovyetler (1905-1921), Çev. Temel KESEOĞLU, (İstanbul: 1990) ASLAN, Yavuz. TKF’nin Kuruluşu ve Mustafa Suphi, (Ankara: 1997) ATLASİ, Hadi. Kazan Hanlığı’nın Çöküşü ve Süyün Bike, Çev. Hakan COŞKUNARSLAN (Konya: 2004) AYBAR, Mehmet Ali. Marksizm ve Sosyalizm Üzerine Düşünceler, (İstanbul: 2002) Bağımsızlıklarının lO.Yılında Türk Cumhuriyetleri Sempozyum Kitabı, Edit. Emine GÜRSOY-Erdal ŞAHİN, (İstanbul: 2003) BARTHOLD, V.V. Rusya’da ve Avrupa’da Oryantalizm, Çev. Kaya BAYRAKTA-Ayşe MARAL (İstanbul: 2004) BENNİGSEN, Alexandre - QUELQUEJAY, Chantal L. Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası: Sultan Galiyev, Çev. Erden AKBULUT-T.Ahmet ŞENSILAY (İstanbul: 1995) BENNİGSEN, Alexandre - QUELQUEJAY, Chantal L. Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, Çev. Nezih UZEL, (İstanbul: 1981) BENNİGSEN, Alexandre. - WIMBUSH, S. Sultan Galiyev ve Sovyetler Birliğinde Milli Komünizm, Çev. Bülent TANATAR, (İstanbul: 1995)

325


BENNIGSEN, Alexandre. "Marksizm veya Panislamizm Temmuz 1918, Sivil Savaşın Başlangıcında Milliyetçi Tatar Komünistleri ve Rus Bolşevikleri", İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, (İstanbul: 1994) 1920-1921’ler Türkiyesi ve Mustafa Suphilerin Dönüşü, Sempozyum Kitabı, (İstanbul: 2005) BOTTOMORE, Tom. Avusturya Marksizmi, Çev: Celal A. KANAT, (İstanbul: 1992) BOTTOMORE, Tom. Marksist Düşünce Sözlüğü, Yayın Yönetmeni: Çev: Zehra AKSU, (İstanbul: 2001) BOZDAG, İsmet. Mustafa Suphi’yi Kim Öldürttü-Atatürk mü Lenin mi?, (İstanbul: 1992) BRINTON, Maurice. Bolşevikler ve İşçi Denetimi: 1917’den 1921 'e Devlet ve Karşı Devrim, Çev. Necmi ERDOĞAN (İstanbul: 1990) BRZEZINSKI, Zbignievv. Büyük Çöküş, Çev. Gül KESKİLGülsev PAKKAN, (Ankara: 1992) BUHARIN, Nikolay. Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Çev. Uğur Selçuk AKALIN (İstanbul: 2005) BULUT, Arslan. Küresel Haçlı Seferi, (İstanbul: 2005) CANGIZBAY, Kadir. Sosyolojiler Değil Sosyoloji, (Ankara: 1996) CARR, Edward Hallet. Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi: 19171929, Çev. Levent CİNEMRE (İstanbul: 1992) CARRERE, Helene - SCHRAM, Stuart. Asya’da Marksizm ve Milliyetçilik, Çev. Sevil AVCIOĞLU-Adil AŞÇIOĞLU, (İstanbul: 1966) CEBESOY Ali Fuat, Moskova Hatıraları, (İstanbul: 1955)

326


DAVİS, Horace B. Sosyalizm ve Ulusallık, Çev. Kudret EMİROĞLU, (İstanbul: 1991) DAVİS, Horace B. İşçi Hareketi, Marksizm ve Ulusal Sorun, Çev: Yavuz ALAGAN, (İstanbul: 1998) DEUTSCHER, Isaac. Bitmemiş Devrim Rusya 1917 - 1967, Çev: Orhan KOÇAK, (İstanbul: 1990) DEVLET, Nadir. Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi (Ankara: 1998) DEVLET, Nadir. İsmail Bey Gaspıralı (Ankara : 1998) DEVLET, Nadir. 1917 Ekim İhtilali ve Türk- Tatar Millet Meclisi, (İstanbul: 1998) DEVLETŞİN, Timurbek. Sovyet Tataristanı, (Ankara : 1981) Dönüş Belgeleri 1-2, Çev. Yücel DEMİREL, (İstanbul: Tüstav Yay., 2004) DUGİN, Aleksandr. Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım, Çev. Vügar İMANOV, ( İstanbul: 2003) DUGİN, Aleksandr, Nursultan Nazarbayev’in Avrasya Misyonu, Çev. Lazzat URAKOVA, Nehriban GENÇKAL, (Ankara: 2006) DUMAN, Oğuz Şaban. Doğu- Batı Meselesi ve Sultan Galiyev, (İstanbul: 1999) ENGİN, Mahabay. Sultan Galiyev ve Galiye vizm, (İstanbul: 1973) ERGUN, Doğan. Kimlikler Kıskacında Ulusal Kişilik, (Ankara:

2000) ERGUN, Doğan. Sosyoloji ve Tarih, (Ankara: 2005) ERŞAHİN, Seyfettin. Türkistan’da İslam ve Müslümanlar, (Ankara: 1999)

327


FANON, Frantz. Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi, (İstanbul: 1983) FANON, Frantz. Yeryüzünün Lanetlileri, (İstanbul: 1994) FITRAT, Abdurrauf. Buhara’da Ceditçilik ve Eğitim Reformu: Münazara ve Hind Seyyahının Kıssası, Haz. Seyfettin ERŞAHİN, (Ankara: 2000) GALİYEV, Sultan. “Görüşlerim”, Ulusal Dergisi, Çev. Arif HACALOĞLU, (Ankara: 1998) GENDZİER, L. irene. Frantz Fanon, (İstanbul: 1997) GEORGEON, François. Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf Akçura (1876-1935), Çev: Alev ER, (İstanbul: 1986) GÜLTEKİN, M. Bedri. Sultan Galiyev Eleştirisi, (İstanbul: 1999) GÜRSES, Haşan Basri. Mustafa Suphi: Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, (İstanbul: 1992) HABLEMİTOĞLU, Necip. Çarlık Rusyasında Türk Kongreleri (1905-1997), (Ankara: 1997) ILGAR, İhsan. Rusya’da Birinci Müslüman Kongresi, (İstanbul : 1988) IŞIKLI, Alpaslan. Yeni Din Yeni Tanrı: Neo-Liberalizm ve Görünmeyen El, (Ankara: 2005) İBRAHİMOV, Galimcan. "Mollanur Vahidov’un Tercüme-i Hali", Doğunun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov Yoldaş, (Haz: Galimcan İBRAHİMOV), Yazılar, (Kazan: 1919) İBRAHİM Abdürreşid, 20. Asrın Başlarında İslamiyet, Haz. Mehmet PAKSU, (İstanbul: 1987) İLERİ, Rasih Nuri, Atatürk ve Komünizm (İstanbul: 1995) İLHAN, Attilâ. O Karanlıkta Biz, (İstanbul: 1988) İLHAN, Attilâ. Sosyalizm Asıl Şimdi, (İstanbul: 1991)

328


İLHAN, Attilâ. Hangi Küreselleşme, (İstanbul: 1996) İLHAN, Attilâ. Avrasya’da Dolaşan Hayalet: Sultan Galiyev, (İstanbul: 2000) İLHAN, Attilâ. Yıldız, Hilal ve Kalpak, (İstanbul: 2004) JUKOV, E - İSKENDEROV, A. Çağımızda Ulusal Kurtuluş Savaşları ve Üçüncü Dünya, Çev. Mete TÜRKBEN (İstanbul: 1973) KAKINÇ, Halit. “Zabıtlarda Sultan Galiyev”, Cumhuriyet Dergi, (İstanbul: 1998) KAKINÇ, Halit. RKP (b) MK’sinin Ulusal Cumhuriyetler ve Bölgelerin Sorumlu Görevlileri ile Dördüncü Konferansı Tutanakları, Cumhuriyet Dergi, (İstanbul: 1998) KAKINÇ, Halit. Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, (İstanbul: 2003) KAKINÇ, Halit. Destansı Kuramcı Sultan Galiyev, (İstanbul: 2004) KAYMAK, Erol. Sultan Galiyev ve Sömürgeler Enternasyonali, (İstanbul: 1993) KAZANCIYAN, Rem. Bolşevikler ve Jöntürkler: Rus-Türk İlişkilerine Dair Yeni Belgeler, Çev. Arif HACALOGLU (Moskova : 1996) KIVILCIMLI, Hikmet. Eyüp Konuşması, (İstanbul: 2003) KOCABAŞOGLU, Uygur -BERGE, Metin. Bolşevik İhtilali ve Osmanlılar, (Ankara: 1994) KOÇ ,Yıldırım. Batılı İşçi Sömürüye Ortak, (Ankara:Bilgi Yay. 2005) KÜÇÜK, Yalçın. Sol Marksizm, (İstanbul: 1998) LANDAU, Jacob M. Türkiye’de Sağ ve Sol Akımlar, Çev. Erdinç BAYKAL, (Ankara : 1979)

329


LEFEBVRE, Henri. Sosyalist Dünya Görüşü, Çev. Erol AYDINLIK, (İstanbul: 1965) LEFEBVRE, Henri. Diyalektik Materyalizm, Çev. Barış YILDIRIM, (İstanbul: 2006) LENİN, V.İ. Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşlan, Çev. Yurdakul FİNCANCI (Ankara: 1993) LENİN, V.İ. Son Yazılar, Son Mektuplar. Çev: S. S. CILIZOĞLU, (Ankara: 1977) LENİN, V.İ. Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi, Çev. Seyhan ERDOĞDU (Ankara: 1988) LEWIN, Moshe. Lenin’in Son Mücadelesi, Çev. Seyfı ÖNGİDER (İstanbul: 1992) MANDEL, Ernest. Ekim 1917: Darbe mi, Sosyal Devrim mi? Rus Devriminin Meşruiyeti, Çev. Oktay EMRE (İstanbul: 1997) MARKS, K. - ENGELS, F. Sömürgecilik Üzerine, Çev: Muzaffer ERDOST, (Ankara: 1997) MİN, Ho Şi. Milli Kurtuluş Savaşımız, Çev. Murat DEVRİM, (İstanbul : 1968) MONTEİL, Vincent. Sovyet Müslümanları, Çev: Metin ÇAMDERELİ (Ankara: 1992) MUHAMMEDİ, Renad. Sırat Köprüsü - Sultan GALİYEV, Çev. Mustafa ÖNER (İstanbul, 1993) NAZARBAYEV, Nursultan. Avrasya Misyonu, Çev. Lazzat URAKOVA, Nehriban GENÇKAL, (Ankara: 2006) NESİMİ, Abidin. Türkiye Komünist Partisinde Anılar ve Değerlendirmeler, (İstanbul: 1977) ÖĞÜN, Süleyman Seyfi. Türkiye’de Cemaatçi Milliyetçilik ve Nurettin Topçu (İstanbul: 1992)

330


ÖZCAN, Ufuk. “Kadro Akımı Üzerine Sosyolojik Bir Deneme”, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Dergisi, (İstanbul: 1992) PUŞKİN, Pugaçev. İsyam’mn Tarihi, Çev. Rana ÇAKIRGÖZ (İstanbul: 2000) REYHAN, Hakan. Türkiye’nin İlk Milliyetçi Partisi: Milli Meşrutiyet Fırkası, Türkiye Günlüğü Dergisi, (Ankara :1995) REYHAN, Hakan. Ulusal Devlet ve Emekçi Ulusalcılık, Ulusal Dergisi, (Ankara: 1996) REYHAN, Hakan. Ulusal Sol Düşüncenin Öncüsü : Sultan Galiyev, Aydınlanma 1923 Dergisi, (Ankara : 1997) REYHAN, Hakan. "Yusuf Akçura - Mustafa Suphi Hattı ya da Ulusal Cephe", Ulusal Dergisi, (Ankara: 1997) REYHAN, Hakan. Avrasya Coğrafyasında Stratejiler, Ulusal Dergisi, (Ankara: 1997) REYHAN, Hakan. Önce Ulusalcı Devrimler, Ulusal Dergisi, (Ankara : 1998) REYHAN, Hakan. İslamiyet ve Kemalizm Gerçeklikleri Çerçevesinde Nasıl Bir Sosyalist Strateji?, Ulusal Dergisi, (Ankara: 1998) REYHAN, Hakan(ed.)-ŞENALP, Gürsan-AKIN YiğitŞENALP, Örsan. Ulusal Sola Teorik Katkı, (Ankara: 1999) REYHAN, Hakan. Sultan Galiyev’in Siyasal Düşüncesi, Yayımlanmamış Master Tezi, (Ankara: 2002) ROY, Oliver. Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi, Çev. Mehmet MARALI (İstanbul: 2000) SAİD, Edward. Oryantalizm: Sömürgeciliğin Keşif Kolu, Çev. Nezih UZEL, (İstanbul: 1998) SAYILGAN, Açlan. Kabahat Kimde, (İstanbul: 1996)

331


SAYILGAN, Açlan. Türkiye’de Sol Hareketler, (İstanbul : 1976) SAYILGAN, Açlan. Mazlum Milletlerin Kurtuluş Hareketleri, SSCB ve Sultan Galiyev, (Ankara: 1970) SWIETOCHOWSKİ, Tadeusz. Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycanı 1905-1920, Çev. Nuray MERT (İstanbul: 1988) Sultan Galiyev'in, Kazan 27 Ağustos 1919 tarihli "Lenirie Müracaat Belgesi", Türk Diplomatik Dergisi, Sayı: 37-38, Ocak 1998 SUNY, Ronald Grigor. Rus Devriminde Milliyet ve Sınıf: Bakû Komünü, Çev. Kudret EMİROGLU (İstanbul: 1990) Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi, Haz. Kaynak Yay. (İstanbul: 1997) ŞAHİN, Seyfettin. Türkistan’da İslam ve Müslümanlar (Ankara: 1999) TAHERİ, Amir. Kızıl Gökte Hilal: Sovyetlerde İslamın Geleceği, Çev.Cüneyt AKALIN, (İstanbul: 1991) TAYMAZ, Abdullah Battal. Rus İhtilalinden Anılar, (İstanbul :

2002) TOGAN, Zeki Velidi. Hatıralarım, (İstanbul: 1969) TUNÇAY, Mete. Mustafa Suphi’nin Yeni Dünyası, (İstanbul: 1995) TÜRKÖNE, Mümtaz’er. Cemalettin AFGANİ, (Ankara: 1994) VANER, Semih (Haz.). Unutkan Tarih: Sovyet Sonrası Türkdilli Alan, Çev: Ercan EYÜBOĞLU, (İstanbul: 1997) WIMBUSH, S. E. Stratejik Açıdan Sovyet Müslümanları ve Diğer Azınlıklar, Çev: Y.T. KURAT, (Ankara: 1988) YALÇINKAYA, Alaeddin, Sömürgecilik ve Panislamizm Işığında Türkistan, (İstanbul: 1997)

332


YAMAUCHİ, Masayuki. Sultan Galiyev, İslam Dünyası ve Rusya, Çev: Hironao MATSUTANİ (İstanbul: 1998) YAMAUCHİ, Masayuki. Hoşnut Olamamış Adam: Enver Paşa (İstanbul: 1995) ZEVELEV A. S.S.C.B’de Ulusal Sorun Nasıl Çözüldü?, (İstanbul: 1998) ZİLELİ, Gün. “Galiyev Üzerinde El Sıkışmak”, Birikim Dergisi, (Ankara :1998)

333


334


335


336


337


338


339


340



Elinizdeki kitap, Doğunun bu iki büyük devrimcisini, Ekim Devrimi sürecinde Bolşevik hareket içerisindeki çalışmaları, idealleri ve öngörüleriyle birlikte değerlendirmek ve etkileri/mirası günümüze kadar uzanan siyasal düşünce yapılarını çözümlemek amacıyla yazıl­ mıştır. Bu çerçevede "Mazlumlar Enternasyonali" idealinin günümüz­ deki versiyonu diyebileceğim "Ulusal Devrimci Güçler Birliği" tasa­ rım ının olabilirlik düzeyi de, özellikle Türkiye'deki siyasi düşünceler/hareketler (kökenleriyle birlikte) ve dünyadaki yeni devrimsel gelişmeler ışığında (Güney Amerika), Galiyevcilik, ulusal solculuk, Avrasyacılık tartışmalarının da katkısıyla belirlenmeye çalışılmaktadır. Kitabın, zaten epeyce bilinen Sultan Galiyev'in siyasal düşüncesinin kökenlerini kavrayabilmemize ve hemen hemen hiç bilin­ meyen Mollanur Vahidov'u da ilk defa hem hayatı, hem siyasi düşüncesi, hem de bıraktığı etkiler bakımından tanıyabilmemize katkı sağlayacağını düşünüyorum. Hakan Reyhan, fikir ve siyaset hayatımızdaki alışılmış yavanlığı ve yüzeyselliği, yeni - yeni olduğu kadar çarpıcı- tahlilleriyle delip geçiyor; Türk 'Ulusal Sol' siyasal stratejileri için, şu söylediklerine bir bakar mısınız? Bunların Türkçü, Sosyalist ve Müslüman çevrelerde tartışılmayacağını kim iddia edebilir? Ayrıca, tartışılmalıdır da!.. XX. yy'ın ikinci yarısını, 'havanda su döverek' geçiren biz değil miyiz? Biraz olsun, kendimize ve tarihimize, kendi gözlerimizle bakalım. • ••

Türkiye'nin -v e Avrasya'nın, yani Turan'm-, yeni nesilleri; kökleri, ta 1917'den, 1919 dan gelen, ’M azlum lar'm 'M üdafaa-i H ukuk D oktrini'ne, -yani 'Yıldız, Hilal ve Kalpak'a - sahip çıkıyorlarsa, bu onlara tarihin emridir. Son Ergenekon serüveninde, hepimizi düzlüğe ve aydınlığa çıkaran kılavuz'.. .o sarışın kurt' da, aynı emre baş koymamış mıydı? (Attila İlhan, Cumhuriyet Gazetesi, 12 Mart 1999)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.