"Bidergi 8"

Page 1

1 5T e mmu z ş e h i d i mi z

E ROL

OL Ç OK

r a h me t l ea n ı y o r u z . . .

06 2 6 3 0 5 0

1 5Te mmuz

Av . F a t i hMa d e n Av . Ru mi BE Kİ ROĞL U Y r d . Do ç . Dr . İ l k e rS AKI NÇ

Tür kKı z ı l ay ı KanHi z me t l e r i Ge ne l Müdür l üğ ü S e l ç u kUS T A

Bi de r g i Taas s upl ar ı “Di r i l i ş ”S e t i nde Kı r mak At a k a nAKMAN

Me t i nÖn a l ME NGÜŞ OĞL U




Bir Medya Adına Sahibi T. Atakan AKMAN Genel Yayın Yönetmeni Fatih TURBAY Editör Hasan AKBAL Yazı İşleri Müdürü Ahmet ŞAHİN Hukuk Danışmanı Av. Turan KALIPCI Mali İşler Koordinatörü Safure UMUTLU SMMM Görsel Sanat Yönetmeni Selçuk USTA

içindekiler

06

26

Türk Kızılayı Kan Hizmetleri Genel Müdürlüğü

15 Temmuz

Av.Fatih Maden Av. Rumi BEKİROĞLU Yrd. Doç. Dr. İlker SAKINÇ

Selçuk USTA

Grafik Tasarım Emine Hacer BİLGİN Fotoğraf İhsan ŞAHİN Redaktör Muhammet Fazıl ATEŞ Trafiker Sefa TURBAY Muhabir Kübra ÜNAL Seher TUĞ Dijital Yayın Zihni ÖNER Reklam ve Halkla İlişkiler Hasan AKBAL Yönetim Yeri Yeniyol Mah. Gazi 12. Sok. No:9/13 ÇORUM Tel: 0364 225 66 64 www.birmedya.net bidergi@birmedya.net

22

Sivil Toplum Kuruluşları, İnisiasyon ve Kişiliğin Düşüşü Asaf Halet DURGUN

Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Baskı & Cilt Ankara Okulu Basım Yayın Ltd. Şti. İstanbul Cad. No:48/81 İskitler / ANKARA Tel : 0312 341 06 90 Basım Tarihi Kasım 2016 ISSBN 2148-2780 Yayına sunduğumuz haber ve metinlerin gerekli görülen düzeltmeler yapıldıktan sonra her türlü yayın hakkı yayınlandığı günden itibaren Bidergi’ye ait olup izinsiz olarak çoğaltılması ve yayımlanması yasaktır.

2

5- Editörden / 8 - 15 Temmuz Destanı, Mankurtlar ve Zehirli Topraklar - Av. Fatih MADEN / 10- 15 Temmuz Bir Demokrasi Zaferidir - Av. Rumi BEKİROĞLU / 12 - Darbe Girişimi Ekonomiyi Raydan Çıkaramadı - Yrd. Doç. Dr. İlker SAKINÇ / 14 - Rakamlarla 15 Temmuz / 15 - Çorumlu Şehitlerimiz / 18 - Çorumlu Olduğunu Biliyor Musunuz? Mehmet Memiş (Hattat) - Seher TUĞ / 20 Çorum Belediyesi Sanat Müzesi ve Galerisi - İhsan Süreyya ŞAHİN / 22 - STK'lar, İnisiyasyon ve Kişiliğin Düşüşü - Asaf Halet DURGUN/ 25 - Gülmekten Siz De Korkuyor Musunuz? - Kübra


42

56

Celpciler Konağı

Hitit Üniversitesi ISVET Sempozyumu

Yrd. Doç. Dr. Bahtiyar EROĞLU Halil İbrahim KARACİF Mimar

30 Bidergi Diriliş Setinde

Atakan AKMAN

Muhammet Fazıl ATEŞ

50

Taassupları Kırmak Metin Önal MENGÜŞOĞLU

58

Dünya Kültür Mirası Listesinde 30 Yıl Emin ŞAHİN

ÜNAL / 26 - Türk Kızılayı Kan Hizmetleri Genel Müdürlüğü - Selçuk USTA / 30 - Bidergi Diriliş Setinde - Atakan AKMAN / 34 Röportaj : “ADAM GİBİ YAŞAYACAKSAN, AİLEYİ KURACAKSIN” (Vehbi VAKKASOĞLU) - Sebiha ÖZDAĞ BAŞIBÜYÜK / 40 Röportaj : Okul Öncesi Eğitim (Özlem AKIN) - Emine Hacer BİLGİN / 42 - Celpciler Konağı - Yrd. Doç. Dr. Bahtiyar EROĞLU, Halil İbrahim KARACİF (Mimar) / 46 Çorumlu Bir Bestekar : Tunca YÜKSEL - Halit YILDIRIM / 50 - Taassupları Kırmak - Metin Önal MENGÜŞOĞLU / 52 Canteen TV - Seher TUĞ / 53 - TDED Çorum Şubesi - Hasan AKBAL / 54 Kırlangıçlar(Öykü) - Hasan AKBAL / 56 - Hitit Üniversitesi ISVET 2016 Sempozyumu - Muhammet Fazıl ATEŞ / 58 - Dünya Kültür Mirası Listesinde 30 Yıl - Emin ŞAHİN / 61 - Kitap Tanıtım / 62 Sosyal Medya / 64 - Sinema / 65 - Bisikletle Çorum - Hülya GÜLEN / 66 - Felis Ödülleri Değerlendirmeleri Başlıyor / 68 - Bana Anlat (Şiir) - Hasan TOMUK

3


4


EDİTÖRDEN

Hasan AKBAL

Merhaba Sevgili BİDERGİ Okurları… Yayın hayatına kaldığı yerden devam eden siz değerli okuyucuların ilgisini ve beğenisini kazanan BİDERGİ 8. Sayısı ile sizlerle… Çorum’da yayına başladıktan sonra Türkiye’nin hemen hemen her yerine ulaşmasında ve Çorum’un değerlerinin gün yüzüne çıkmasına katkı sağlayan BİDERGİ editörleri başta olmak üzere; yazarlarına, tüm okuyuculara ve Bir Medya’ya teşekkür ediyorum.

15 Temmuz 2016’da yaşanan Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) hain darbe girişimi sonrası yaşananlar her alanda aksaklıklara neden olduğu gibi dergimizin de gecikmesine neden olmuştur. Bu gecikmeden dolayı siz değerli okuyucularımızdan özür dileriz.

Köy, bucak, ilçe ve illerde yaşanan birlik ve bütünlük duygusu aynıdır. Yediden yetmişe vatanını seven herkes meydanlara koşarak, demokrasi nöbetinde bulunmuştur. Meydanlarda, siyasi kimlik ve yaş farkı gözetilmeden yaşanan duygunun, hissedilenin birlik huzurunun sonrasında 15 Temmuz “Demokrasi Bayramı” olarak ilan edilmiştir. Umuyoruz ki bir daha darbe teşebbüsü dahi yaşanmaz.

Genel olarak konuların ne olduğuna bakarsak, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni hukukî, siyasî ve ekonomik açıdan ele alarak OHAL kararları ile istatistikî bilgileri sizlere sunuyoruz. Türk Kızılayı Kan Müdürlüğünün bize vereceği önemli bilgileri paylaşıyoruz. Bu sayımızda aile ile ilgili çok güzel yazılar bulacağınız iki önemli isim var. Birincisi kalemi kuvvetli yazarlarımızdan Vehbi Vakkasoğlu, ikinci konuğumuz ise Özlem Akın’dır. Özlem Akın bizlere anaokulu hakkında bilgilerini sunacaklar. Dergi ekibimizin yapmış olduğu “Diriliş Ertuğrul” dizisi seti ziyaretini, izlenimlerini Atakan Akman bizlerle paylaşıyor. Metin Önal Mengüşoğlu’nun, “Taassupları Kırmak” başlıklı makalesini okuyacağız. Yrd. Doç. Dr. Bahtiyar Eroğlu ile Mimar Halil İbrahim Karacif, “Geleneksel Sungurlu Evlerinden Bir Örnek Celpciler Konağı”nı mimari bir bakış açısıyla; yapım tekniği, süsleme sanatı konularında araştırmalarını okuyacağız. “STK’lar, İnisiyasyon ve Kişiliğin Düşüşü” adlı yazısı ile Asaf Halet Durgun, demokrasi ve az gerçekler çağı, insanlığın tecrübesini hiç’e saymak, yeni iç hastalığımız: aşırı duygusallık, sivil toplum kuruluşları ile 5. gücün doğumunu anlatıyor. “Çorumlu Bir Bestekâr: Yüksel Tunca” başlıklı Halit Yıldırım’ın, portre yazını okuyacağız.

Bu sayımızda dosya konumuzu, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Demokrasi Nöbeti ile sonrasında yaşanan gelişmeler oluşturuyor.

Titizlikle hazırlamaya çalıştığımız bu sayımızla sizleri baş başa bırakıyorum. 9. Sayımızda yeniden birlikte olmak ümidiyle esen kalın…

Bu sayıdan itibaren ekip arkadaşlarımın katkısı ve sizlerin desteği ile birlikte bu görevi üstlenerek, daha ilerilere taşımaya gayret edeceğiz. Biliyorsunuz ki geçtiğimiz temmuz ayında büyük bir felaketten döndük. 15 Temmuz’da, FETÖ ülkemiz tarihinde en acımasız darbe girişimine kalkıştı. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı ile sokaklara çıkılarak; milletimizin iradesi ile önlenmiş ardından tekrar edebilecek darbe teşebbüsü ihtimaline karşılık demokrasi nöbeti tutulmuştur.

5


15

Temmuz

6

ikibinoanaltÄą


karanlık

geceden aydınlık

sabaha... 7


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET

15 TEMMUZ DESTANI, MANKURTLAR VE ZEHiRLi TOPRAKLAR Av. Fatih MADEN Hukukçular Derneği Ankara Başkanı

15 Temmuz 2016 Saat:21.30 Ankara semalarında jetler uçmaya başladı. Aynı anda da İstanbul’dan Boğaziçi Köprüsü’nün askerler tarafından kapatıldığı haberleri gelmeye başladı. Bir anormallik olduğu kesindi ama ne? Genel kanı, olası bir terör saldırısı ihbarı vardı, bunun için oluyordu bunlar. Zaman ilerledikçe darbe söylentileri dolaşmaya başlamıştı ama kimse bu ihtimali düşünmek istemiyordu. Darbe için bir sebep mi vardı, kim, kime, neden darbe yapacaktı ki?!… Saat: 22.05 Emir-komuta zinciri kırıldı ve darbe girişimi başladı. Saat:22.15 İstanbul Atatürk Havalimanı askerler tarafından tanklarla kapatıldı. Hava limanına giriş ve çıkışlar yasaklandı. Saat: 23.00 Başbakan’dan açıklama geldi: “Bir kalkışma ihtimali üzerinde duruyoruz. Bu çılgınlığı yapanlar en ağır şekilde bedelini ödeyecektir.” Saat:23.45 TRT binası askerler tarafından basıldı ve TRT spikerine, adına Yurtta Sulh Konseyi dedikleri bir grup tarafından darbe bildirisi okutuldu ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi… 8

79 milyon Cumhurbaşkanından bir haber bekliyor. Saat: 24.00 Beklenen açıklama geldi: Cumhurbaşkanı bir televizyon kanalına bağlanarak: “Milletimizi illerin meydanlarına, havalimanlarına davet ediyorum… Halkın gücünün üstüne bir güç tanımadım… Korsan bildirilere milletimiz inanmasın” dedi. Ve bu hain kalkışmaya tepki gösteren vatandaşlar sokağa çıkmaya başladı. Yayınlanan bildiriler, sokaklardaki tanklar, havada uçan ve bomba yağdırmaya başlamış olan savaş uçaklarına aldırış etmeden akın akın meydanlara, havalimanlarına koşuyordu insanlar. Nerelerde sıkıntı olacağını düşünüyorlarsa oralara gitmeye çalışıyordular. Tanklara, mermilere, savaş uçaklarına karşı en büyük silahlarını alıp çıkmışlardı. Vatanlarına olan sevgileri, bayrakları, demokrasiye olan inançları… Her şey TV kanallarından canlı olarak veriliyordu. Milliyetperver vatandaşlar tankların önüne yatıyor, kurşunlara göğsünü siper ediyordu. Ön sıradaki onlarca vatanperver mermilerle yere yıkılıyor arkasından yüzlercesi tereddütsüz geliyordu. O gece sokaklarda yaşanan birçok olaya orada olanlar da inanamıyordu. En

yakını bombalarla şehit edilen insanlar ellerindeki bayrakları şehitlerinin üzerine örtüp devam ediyorlardı yollarına. Akif’in “Asım’ın Nesli” dediği nesil buydu, çiğnetmeyecekti hainlere bu güzel yurdu. Minarelerden salalar yükseliyordu. Belki de kulaklarımızdan hiç silinmeyecek olan salalar halkı vatan için, bayrak için, namus için sokaklara çağırıyordu. Olanlar kâbus gibiydi. Gölbaşındaki Özel Harekat bombalanmış onlarca kahraman polis şehit olmuş, Milletin Meclisine, TÜRKSAT’a, Külliyeye, sivil insanların üzerine bombalar yağmıştı. 16 Temmuz Sabahı… Gecenin karanlığı yavaş yavaş aydınlanırken, gece boyunca yaşananlar gün yüzüne çıktı. Her yer kan revan… Saat: 06.00 Boğaziçi Köprüsü’nü işgal eden hainler, polise teslim oldu. Saat: 08.00 TRT’nin Harbiye binasını işgal eden hainler de polislere teslim oldu. Darbe kalkışmasına girişen cuntacı askerler yerle yeksan oldu… Dünyanın dört bir yanında Türkiye için dua eden mazlumların duaları kabul oldu… Millet, bölgeyi dizayn etmek isteyen “üst aklın” darbe kalkışmasını bir


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET halk devrimine çevirdi… Demokrasi çığırtkanlığı yapan Batıya muhteşem bir demokrasi dersi verdi. Ülkenin dört bir yanından birlik beraberlik mesajları verildi. Her kesim, herkes tek vücut olmuştu. Gecenin gölgesine gizlenerek tankları alkışlayanlar, utanç içinde perdelerini sıkı sıkıya kapattı. Hainlerle çarpışanlarsa büyük bir gururla sokaklardaydı. “FETÖ darbeye kalkışamaz” diyenler, fena halde yanıldı. Evet, FETÖ darbeye kalkıştı ve kahraman Türk Milleti darbeyi önledi. Hem de sadece ellerindeki bayrak, yüreklerinde iman gücüyle başardı. Artık onlar Millete gerçek yüzünü göstermiş kısaltılmış adı FETÖ olan eli kanlı bir terör örgütüydü. 79 milyon vatandaşın hayatına kast eden, vatanını milletini gâvura satan, İslam’ı yok sayan, Müslüman kardeşini katletmekten hiç çekinmeyen silahlı bir terör örgütü… Haçlı seferlerinin kılık değiştirmiş bir Truva atı. Peki, FETÖ’ye din kisvesi altında vatan hainliği yaptıran neydi? Milletimiz bu terör örgütünün, toplumun maneviyatına katkı sağlama, sadece “Allah rızasını kazanma” amacı temelinde oluşturulmuş, dünyevi olanla bağları sınırlı bir yapı olduğuna inandı. Belki de inandırıldı… İnandırıldı diyorum çünkü: Elindeki suyu üç yudumda içerek Ehl-i Sünnet olduğunu gösteren hiçbir asker günahsız bir vatandaşı öldüremez, Kapı kapı gezerek Allah yolunda olduklarını söyleyen hiçbir kadın, kod adı kullanıp, kendi üzerinden -çoğu da himmet adı altında toplanmış- milyon dolarları yabancı ülkelere havale etmez.

“Bizim amacımız Müslümanlığı yaymak, İslamiyet’i aşılamak” diyen hiçbir meşru yapı, siyasete atılıp kurban derilerinden, bağışlardan elde ettiği parayı yabancı ülkelerde desteklediği siyasilere seçim kampanyasında yedirmez. Hayra vesile olmak isteyen hiçbir eğitim kurumunda, veliler para kapısı olarak görülmez. Yaratılış amacını bilen hiç kimse, vatanına ihanet edemez. Gerçek bir Müslüman, Allah’a ulaşmak için bir aracıya ihtiyaç duymaz. Allah sevgisini, Peygamber sevgisini zavallı bir fanide aramaz… İşte bütün bunları düşündüğümüzde aslında FETÖ’nün bir cemaat(!!!) değil, Sayın Cumhurbaşkanımızın deyimiyle hain emellerini gerçekleştirmek için devletin ve milletin içine sızmış ‘haşhaşi’ler, eli kanlı bir terör örgütü olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Yanlışlıkla kolunuza dokunduğunda defalarca helallik isteyen insanlar sınavlarda soruları çalmayı, usulsüzce devlet kademelerinde en üst noktaya gelmeyi hak saydılar kendilerine. Üstün olduklarına, hocalarının kehanetlerine o kadar inanıyorlardı ki, yaptıkları her programa haşa Peygamber geliyor, okullarının koridorlarında peygamber dolaşıyor, hatta hocaları Allah’la konuşuyordu. Aslında her şey meşru yapıyı ele geçirebilmek için kurulmuş bir tezgâhtı. FETÖCÜLER o kadar titiz ve dikkatli çalıştılar ki, her dönemin en iyisi olduklarına inandırdılar insanları. En zeki, en parlak öğrencileri seçtiler, en iyi yerlere geldiler. Bizlerse ne olduğunu anlamaya çalıştık. Onlarsa yavaş yavaş içleri boşaltılmış Mankurtlara dönüşmeye başlamışlardı.15 Temmuz gecesi halkının üstüne bomba yağdıran FETÖCÜ “asker”lerin gözlerinde

görmedik mi bu Mankurtları. (Mankurt - Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köle. Mankurt haline getirilmek istenen kişinin başı kazınır, başına ıslak deve derisi sarılır ve böylece elleri kolları bağlı olarak Güneş altında bırakılır. Deve derisi kurudukça gerilir. Gerilen deri başı mengene gibi sıkar ve inanılmaz acılar vererek aklını yitirmesine neden olur. Böyle bir kişi bilinçsiz ve her istenen şeyi sorgusuzca yapan bir köleye dönüşür.) Bir yerlere gelebilmek için çoğu zaman gizlediler kendilerini. Namazlarını, oruçlarını, örtülerini, kim olduklarını gizlediler. İçki de içtiler, kumar da oynadılar, deyimlerine göre gelecek nesiller daha rahat olsun diye feda ettiler kendilerini. Takiyye dediler, furuat, teferruat dediler, hep saklandılar, gizlendiler, hep sızdılar ve hep bir aldatmaca içerisinde oldular… Ancak hiçbir zaman en büyük tuzak kurucuyu ve bu mümtaz milletin ferasetini hesaba katmadılar. FETÖ ve benzeri hainlere bu Vatan toprağının zehirli olduğunu ve bu topraklara ellerini uzattıklarında zehirleneceklerini unuttular… Ve elbet yerin ve göğün Sahibinin yardımı, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın asil ve dik duruşu, vatanperver Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet mensupları, Muazzez ve Kahraman Milletimizin şanlı müdafaası ile ülkemizde, bölgemizde ve dünyada oynanmaya çalışılan hain planların hepsi yerle bir oldu... Ve bu topraklara uzanan namahrem eller bir bir zehirlendi… Artık şanlı Türk tarihinin yeni bir destanı vardı: 15 TEMMUZ DESTANI... Tıpkı Kurtuluş Savaşında olduğu gibi... Tıpkı Çanakkale Savaşında olduğu gibi… 9


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET

15 TEMMUZ BİR DEMOKRASİ ZAFERİDİR Av. Rumi BEKİROĞLU 15 Temmuz; tarihin yeniden yazıldığı, millet iradesinin önünde hiçbir gücün duramayacağının gösterildiği gündür. 15 Temmuz ; TSK içerisine sızan FETÖ işbirlikçisi asker üniforması giymiş bir takım vatan hainlerine karşı milletin dik duruşunun onurlu yürüyüşünün simgesidir. Bu günde; zalimlere,vatan hainlerine karşı bir olduk, iri olduk, diri olduk. Bu hainler, milletimize, milli iradeye, aynı zamanda Başkomutan olan seçilmiş Cumhurbaşkanımıza, Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru hükûmetine ve vatansever güvenlik güçlerimize karşı darbe girişiminde bulunmuştur. Bu darbe girişimi daha önce yapılan 10

hiçbir darbe girişimlerine benzemeyen; milletin parası ile alınan silahların namlusunun millete çevirildiği ve acımasızca ateşlendiği bir kalkışma olmuştur. Bu hain darbe girişimi ile hainler ve işbirlikçileri; ülkemizin tüm kurumlarını, kazanımlarını ve değerlerini hedef almıştır. Üniforma giymiş vatan hainleri tarafından , milli iradenin sembolü olan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve TBMM hedef alınmış ve Gazi Meclisimiz tarihinde ilk defa bu alçaklar tarafından savaş uçakları ile bombalanmıştır. Başkomutanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı üzerine, milyonlarca

insanımız sokaklara çıkarak, tankın önüne yatmış, kurşunlara siper olmuş, helikopterlerden gelen ateşlere aldırmadan, uçakların bombalamalarına rağmen en ufak bir korku içerisine düşmemiştir.Aziz milletimizin fedakârlığı,Başkomutanımız ve Başbakanımızın dik duruşu hain girişimi püskürtmüş ve akamete uğratmıştır. Dünyanın sadece tanık olarak kaldığı bu hain girişime “DUR” diyen aziz milletimizin kararlı ve cansiperane mücadelesi dünya tarihinin sayfalarında şanlı bir direniş olarak hakettiği yeri alacaktır. Kahraman emniyet mensuplarımız ve TSK içerisinde görevli şerefli vatan evlatları da bu aziz


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET

mücadelede mili irade’nin yanında yer almıştır. 15 Temmuz bir demokrasi zaferidir. Bu zafer, herhangi bir kesimin veya partinin değil, tüm milletindir. İktidarı ve muhalefetiyle siyasi partilerimizin hain darbecilere karşı birlik içinde olması, ülkemiz siyasetinin ulaştığı demokratik olgunluk düzeyini tüm dünyaya göstermiştir. Yaşanan bu tecrübe, tarihimizde bir ilktir ve gelecek nesillere bırakacağımız son derece anlamlı bir siyasi kazanım ve miras olacaktır. Cumhurbaşkanımız’ın ilk andan itibaren söylediği gibi şer’den hayır doğmuş ;hükümetimiz tarafından, devlet içinde yuvalanmış PDY/FETÖ’ye karşı büyük

ve kararlı bir temizlik operasyonu başlamıştır. Bu operasyonlar sonucu devletin sinir merkezlerine en önemli mekanizmalarına sızan bu hainler tek tek ortaya çıkarılmış;bu hainler içim ihraç ,gözaltı ve tutuklama dahil olmak üzere topyekun bir mili mücadele başlamıştır.Alınan önlemler ve etkin mücadele sayesinde Allah’ın izniyle Türkiye Tarihinde bir daha darbe veya darbe teşebbüsü gündeme gelmeyecektir. Bilvesile ülkemizi bu büyük badireden koruyan Yüce Rabbimize şükrediyor, geleceğe çok daha emin adımlarla yürümemizi sağlayan aziz milletimize minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz. Milletimize onurlu bir gelecek bırakmak için canlarını bir an dahi

tereddüt etmeden feda eden şühedamıza Cenabı Allah’tan rahmet, yakınlarına ve aziz milletimize sabır ve başsağlığı;gazilerimize acil şifa ve uzun ömürler diliyoruz. Kahramanlık destanı yazan, tankların karşısında diz çökmeyen bu aziz milletin bir ferdi olmaktan büyük bir şeref duyuyoruz. Şehitlerimizin bizlere bıraktığı kutlu emanetlerini bir an dahi yere düşürmeyeceğimize söz veriyoruz. Yayınımızın hazırlanmasında ve yayınlanmasında emeği geçen Cemalettin Polattaş, Sümeyye Esenyel, Safure Umutlu ve Serdar Gökkaya’ya teşekkürlerimi sunuyorum . 11


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET

DARBE GİRİŞİMİ EKONOMİYİ RAYDAN ÇIKARAMADI Yrd. Doç. Dr. İlker SAKINÇ Hitit Üniversitesi İİBF Bankacılık ve Finans Bölümü

15 Temmuz darbe girişiminin halkımız tarafından nasıl bastırıldığı, nasıl bir kahramanlık sergilendiği üzerine çok şey yazıldı ve çizildi. Yakın bir zaman içinde sinemalarda bu zaferin anlatıldığı filmleri de izleyeceğiz. Tekrar yaşanmaması için dua ettiğimiz bu kâbus dolu günün hafızalarımızdan silinmesi de imkânsız. Daha önce kurtuluş savaşında anlatılan kahramanlık öykülerini, konu vatansa tekrar yazmaktan çekinmeyeceğimizi yedi düvele en iyi şekilde anlattığımız kanaatindeyim. Dünya siyasi tarihi askeri darbelerle doludur. Hepsinin sözde amacı ülkeye istikrar getirmektir. Bu istikrar siyasi olabileceği gibi ekonomik de olabilir. Nitekim Mısır’da yapılan son darbe sözde ekonomik istikrar getirmek üzerineydi. Dediğimiz gibi her darbenin muhakkak meşru bir amacı vardır. Ne var ki bu meşruiyet her zaman sorgulanmıştır. Ancak 15 Temmuz akşamı bu girişimin hedefi ne ekonomik istikrar ne de siyasi istikrar idi. Tek amacı vardı: Ülkede iç savaş çıkarıp vatanın bölünmez bütünlüğünü bitirmek! Amaçlarına ulaşamadılar, ulaşamayacaklar. Darbe girişimi ülkenin her kurum ve kuruluşuna zarar verdi. Ülke ekonomisinin de bundan etkilenmemesi imkânsızdı. Başbakanımızın TV’de “Bu bir kalkışma girişimidir.” dediğini 12

duyduktan sonra ilk tepkim “Eyvah! Dolar ve Euro artık en az 10-15 TL olur.” oldu. Ancak dünya tarihinde eşine hiç rastlanmayacak bir şekilde bu krizi çok çok hafif atlattık. Böyle bir vahim durumu en gelişmiş ekonomilere sahip ülkeler bile bizimki kadar hafif atlatamazdı. Bu hain girişimin cumayı cumartesiye bağlayan gece yaşanması, kapanmış olan piyasalarda çok büyük tedirginlik yaratsa da çok uzun soluklu bir kalkışma olmaması ekonomi treninin raydan çıkmasını engelledi. Böyle bir kalkışma girişimi günler ve haftalar sürmüş olsaydı, sonumuzun ne olacağını kimse tahmin bile edemezdi. Kalıcı hasarlara yol açma ihtimali çok yüksekti. Hükümetin yıllarca emek verip düşürdüğü enflasyon ve faiz oranları bir gecede hayal olacaktı ve 15-20 sene geriye gidecektik. Yine tüp, gaz kuyruklarında sıra bekliyor olacaktık, tabi iç savaş çıkmamışsa! Düşünebiliyor musunuz? Yaptığınız son on yılda yüzlerce hatta binlerce ekonomik iyileşme bir gece de bitecekti. Şimdi kimse bana bu darbe girişiminin iyi bir tarafının olabileceğini söylemesin. Hele bu darbe girişiminin bir tiyatro olduğunu kimse telaffuz bile etmesin. Bu girişim, resmen bir Türkiye Cumhuriyetini bitirme planı idi. Ancak halk bu oyunu bozdu. Halkın bu kahramanca tutumunun yanında yetkili kurumlar da gerekli önlemleri anında aldı. Merkez Bankası aldığı yedi

maddelik önlem paketi ile piyasalara “15 Temmuz gecesi sadece bir gecelik gördüğümüz kabustu, gördüğünüz gibi herkes işinin başında ve olağanüstü hiçbir şey yok.” güvencesini verdi. İç piyasalar bu güvence ile bir nebze ferahlasa da dış piyasalar için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Hatta Afrikalı çocuğun başında ölmesini bekleyen akbabalar gibi Türkiye’nin toparlanması artık imkânsız şeklinde beyanatlar veriyorlardı. Uluslararası derecelendirme kuruluşları not düzeltmesine gidebileceklerini açıklıyorlardı. Ölmeden mezara koyup helvamızı bile dağıtmışlardı. Ancak notu değiştirme cesaretini gösteremediler. Zaten göstermeleri uluslararası arenada sarsılmış itibarlarını daha da zedelemekten başka bir şey olmazdı. Peki, bundan sonra ne yapılmalı? Başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek’in dediği gibi Türkiye’de iş yapan Batılı firma yöneticilerine dışarıda yapılmaya çalışan ülke imajını kötülemeye yönelik algıyı pozitif hale getirecek tavır sergilemek, darbe girişimi sonrası yapılan telekonferansların sayılarını ve ekonomik lobi faaliyetlerini daha da artırmak, ilk yapılacak işler olmalıdır. Borcun milli gelire oranı yüzde 33 civarında, bu oranı düşürecek faaliyetlere kaldığı yerden devam edilmelidir. Dış borçları çevirip çeviremeyeceğimiz endişesini ortadan kaldırmamız gerekiyor. Kanaatimce


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET

Batı bu darbe girişiminden bile çok fazla yara almadan atlatmamızdan dolayı ülke temellerimizin sağlam olduğunu bir kez daha anlamış durumda. Bir diğer önemli konu, İsrail ve Rusya ile olan siyasi ve ekonomik ilişkilerimizin tekrar güçlendirmek. Bu konuda atılan adımlar zaten ortada. Darbe girişiminin hemen ardından Cumhurbaşkanımızın ilk dış ziyaretinin Rusya’ya olması da güçlü ilişkiler istediğimizin en önemli kanıtıdır. Böylece en önemli dış gelirimizden bir tanesi olan turizm konusunda yaşanan sıkıntılar zamanla ortadan kalkacaktır. Son olarak Başbakanımızın açıkladığı ekonomik teşviklere değinmek istiyorum. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir: 1- Şirket kuruluşu ve tasfiyesi kolaylaştırılacak. Yani dükkân açmak da dükkân kapatmak da kolaylaşıyor. Artık eskiden olduğu gibi bürokratik işlemler

uzun olmayacak. 2- Primlerini zamanında ödeyen Bağ-Kur’lulara 5 puan indirim yapılacak. Primlerin zamanında ödenmemesi halinde bu imkân ortadan kalkacak. 3- Kredi kullanımında gayrimenkul gibi teminatlar vardı. Artık taşınabilir menkul değerler de teminat gösterilebilecek. (Torna tezgâhı, CNC tezgahı vb...) 4- Taksi, şehir içi toplu taşıma yapan dolmuş, minibüs, belediye ve halk otobüsü, bunlar yenilendiği zaman ÖTV’siz alacaklar. Ayrıca sadece yük taşıma amacıyla kullanılan kamyon ve kamyonetler için de bu geçerli. 5- Uluslararası firmalar yönetimi Türkiye’den yaparsa kurumlar

vergisi muafiyeti getirilecek. 6- Yatırım ve ihracat kredilerine erişimi kolaylaştırıyor. İhracatçılara hususi pasaport (yeşil pasaport) verilecek. 7- İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası’nın bazı hükümlerini 1 yıl öteleniyor. 8- Yatırım için kullanılan arazilerde 5 yıl emlak vergisi alınmayacak. Bu teşvikler sayesinde darbe girişiminin etkileri zamanla yok olacaktır. Olmaya başladı bile. Hükümet işin başında ve ekonomiyi tekrar şahlandıracak işlere çoktan başladı. Kimsenin ülke ekonomisinin geleceği hakkında endişelere kapılmasın. Ünlü düşünür Nietzsche’nin dediği gibi “Seni öldürmeyen şey güçlü kılar.” Bundan sonrasını ihanet çetesi ve batı düşünsün… 13


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET

Rakamlarla 15 Temmuz Şehit Sayısı : 246 Yaralı Sayısı : 2.185 Açığa Alınan/Görevden El Çektirilen Kamu Görevlisi Sayısı : 84.494 TSK’dan İhraç Edilen Subay Sayısı : 3.185 (151’i General ve Amiral) FETÖ Soruşturmalarında Tutuklu Sayısı : 16.899 Tutuklanan Polis Sayısı : 3.083 Tutuklanan Asker Sayısı : 7.248 Tutuklanan Hakim/Savcı Sayısı : 2.288 Tutuklanan Gazeteci Sayısı : 24 Hakkında Gözaltı Kararı Verilen Gazeteci Sayısı : 99 Tutuklanan Sivil Sayısı : 4.161 ByLock Kullandığı Tespit Edilenlerin Sayısı : 215.000

OHAL KARARNAMESİ İLE KAPATILAN DERNEK VE OKULLAR Sağlık Kuruluşu Sayısı: 15 Okul Sayısı: 934 Öğrenci Yurdu Sayısı: 109 Vakıf Sayısı: 104 Dernek Sayısı: 1125 Üniversite Sayısı: 15 Sendika Sayısı: 19 Olmak üzere toplam 2321 dernek ve okullar kapatıldı.

OHAL KARARNAMESİ İLE KAPATILAN MEDYA KURULUŞLARI Kapatılan Haber Ajansları Sayısı: 3 Kapatılan Televizyonlar Sayısı: 16 Kapatılan Radyo Sayısı: 23 Kapatılan Gazete Sayısı: 45 Kapatılan Dergi Sayısı: 15 Kapatılan Yayınevleri Ve Dağıtım Kanalları: 29 Olmak üzere toplam 131 medya kuruluşu kapatıldı.

14


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET

Çorumlu Şehitlerimiz

15


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET

16


15 TEMMUZ YA ÖZGÜRLÜKTÜ YA ZİLLET

17


Seher TUĞ

Çorumlu olduğunu biliyor muydunuz?

1960 yılında Çorum / Bayat’ta (Yoncalı Köyü) dünyaya geldi. 1980 yılında Çorum İHL'den, 1984 yılında da Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında 1980'de başlayarak, Hattat Hüseyin Öksüz'den hat dersleri aldı. 1985-1992 yılları arasında İstanbul-Kadıköy'de öğretmenlik yaptı. Bu süre içinde hat çalışmaları Hattat Hasan Çelebi ve Prof. Dr. Ali Alparslan ile devam etti. 1986-1988 yıllarında Topkapı Sarayı Türk Süsleme Sanatları (Tezhip) kurslarına katıldı. 1992 yılında Hattat Hüseyin Öksüz (Konevi)’den Sülus Nesih dallarında icazet aldı. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde, 'Geleneksel Türk El Sanatları' Anasanat Dalında yüksek lisans, 'Türk İslam Sanatları Tarihi' Anabilim Dalında doktora yaptı. 1993 Şubatında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne Türk İslam Sanatları Tarihi öğretim görevlisi olarak atandı. 1999 Ağustos'unda Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne aynı anabilim dalında yardımcı doçent olarak geçiş yaptı. Halen bu görevinin yanında Güzel Sanatlar Fakültesi'nde "Hat Sanatı" dersleri de vermektedir. Şimdiye kadar on kişisel sergi yanında yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda müşterek sergiye katılan Mehmet Memiş evli ve üç çocuk babası olup, bu alanda yayınlanmış makaleleri de bulunmaktadır. Katıldığı çeşitli yarışmalarda 9 adet ödül kazandı: • • • • • • • • •

İstanbul Belediyesi, Gülhane Sanat Festivali, Hat Sanatı Mansiyon Ödülü, 1988 TC. Kültür Bakanlığı, III. Devlet Türk Süsleme Sanatları Sergisi, Hat Sanatı Başarı Ödülü, 1988 ŞURKAV, I.Behçet Arabi Hat Yarışması, Üçüncülük Ödülü, 1991 ŞURKAV, II.Behçet Arabi Hat Yarışması, Mansiyon Ödülü, 1992 TC. Kültür Bakanlığı, VIII. Devlet Türk Süsleme Sanatları Sergisi, Hat Sanatı Başarı Ödülü, 1995 TC. Kültür Bakanlığı, IX. Devlet Türk Süsleme Sanatları Sergisi, Hat Sanatı Başarı Ödülü, 1997 Tahran - X. Kur’an-ı Kerim Fuarı, Uluslararası Hattatlar Ödülü (Birincilik), 2002 TC. Sakarya Üniversitesi Rektörlüğü, Başarı Ödülü, 2003 Birleşik Arap Emirlikleri Kültür Bakanlığı, ‘el-Bürde’ Uluslar arası Hat Yarışması, Teşvik Ödülü, Mart 2007

Kaynak: Hüsn-i Hat Buluşması, İBB Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı, Kültür Müdürlüğü, İstanbul, 2008 (http://www.kalemguzeli.org/index.php?go=main&KNO=141 - Erişim Tarihi : 27/10/2016)

18


19


Ç

Çorum Belediyesi

İhsan Süreyya ŞAHİN

Sanat Müzesi ve Galerisi

20

orum Belediyesi'nin hazırlamış olduğu “Geçmişten Günümüze Çorum Fotoğraf Sergisi” 16 Ağustos 2016 Tarihinde, Çorum Belediyesi Sanat Müzesi ve Galerisinde ziyaretçilere açıldı. Bu vesile ile Bidergi olarak fotoğraf sergisini ziyaret ettik. Sergide 1910 yılından 1980 yılına kadar Çorum'da çekilmiş fotoğraflar ile aynı fotoğrafın güncel görünümü yer alıyor. Aynı açı ile çekilmiş fotoğraflar yan yana konulmuş. Ziyaret edenlere geçmiş ile günümüz arasında şehir mimarisinde nasıl bir değişime uğradığı görülüyor. İstiklal Mektebi, Ulu Camii, Hıdırlık Camii ve Külahi Dergâhı, Çorum Saat Kulesi ve Hürriyet Meydanı ile Yazı Çarşı sergilenen fotoğraflardan bazıları… Sanata ayrı bir değer veren Çorum Belediyesi'nin bu çalışması da Sanat Müzesi ve Galerisi açıldığından beri ziyaretçi ile dolup taşıyor.

Çorum Belediyesi Sanat Müzesi ve Galerisi personeli ile müze hakkında sohbet etme imkanı bulduk. Müze açılalı yaklaşık bir yıl olmuş. İlk açıldığından beri ziyaretçilerin sayıları artarak devam etmiş. Ocak 2016’dan beri 18 sergi açılmış. 15000 kişi, müzeyi ziyaret etmiş. Sene sonuna kadar bu sayının artarak devam etmesi bekleniyor. Sergi açan sanatçılarımız ülkemizden ve yurt dışından... Müzede 110 sanatçının 220 resmi sergileniyor. Bu bakımdan Çorum’a kültürel katkısı da büyük olacaktır. İnsana ve sanata önem veren çalışanları ile Çorum Belediyesi Sanat Müzesi ve Galerisi örnek bir durumdadır. Müzenin yapımında emeği geçenlere teşekkür ederiz. Nice resim sergilerinde görüşmek üzere…


21



Asaf Halet DURGUN

İnsan, hayal ve hayat kuran bir varlık… Işık Ergüden’in ifadesiyle; “tahayyül ile gerçek arasına sıkışmış, kendini, sıkıştığı yerden dışarı, dışına fırlatan, sürekli, yaşayan, ölen” varlık. Bu varlığın düşünce, niyet, tahayyül ve eyleminden sadır olan bütünlük ise ‘yaşam(ak)’. Yaşam(ak); her kuşak için olduğu gibi her kişi için de şimdiye egemen olmayı istemek, nefes aldığı süre içinde kalıcılaşmak adına didinmekle kaim. Sonrası bunun neden olduğu hararet. Hararetin susuzluğu, çağın hızıyla birleşip insana nüfuz ettiğinde ortaya çıkan kinetik kaos, yaşam(ak).

öğütücü ve en hin özelliği. Bu özellik odaklanmayı önlemesi hasebiyle bir o kadar da göz kamaştırıcı… (Kelebek Etkisi) Gerçeklik olarak bize sunulan konularda “yalan” söylemeye bile gerek duyulmuyor. Zira yalan söylemek, ‘zihinsel bir kurgu’ ve ‘devam ettirme’ gibi vazgeçmemeyi imler. Oysa insana parça parça verilen ‘azgerçeklik’ veya ‘azhakikat’, hem sonradan ortaya çıkabilecek yalanın söylenmesine mani olur, hem de idrak ve tanımlama içgüdülerini kontrol ve tatmin eden bir forma sahiptir. Böylece egemen ve istila edilen arasındaki ilişki sorunsuz ilerler. Bu ilişkinin tam adı, -bünye farkına bakılmaksızın-, çağın bütün hastalıklarına karşı ilaç olarak önerilen demokrasidir. Demokrasi, hakikat yerine, azgerçeklik’le beslenir. Sadece ‘azgerçeklik’le…

Bayezid-i Bistamî; ‘aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır’ diye müjdelemişti. Eylemlerine, söylemlerine nihayet kendine -alt metinarayanlara büyük bir diskur. Bu sözün saçma gelip alaya alınan bir söz haline gelmeye başladığı günden beri İsrafil’in sur’umuza üfürdüğünü düşünüyorum. Hangi vakte denk geldiyse artık?

Demokrasi, ilk bakışta insanın yeryüzünü değiştirme sürecinde edindiği tecrübelerden faydalanıyormuş gibi bir izlenim verse de yapısı gereği insanlık denilen soyut tecrübeyi hiç’e sayar. Modernliğin stratejik aklı ile postmodern özgürlüğü harmanlar. Bu karışım demokrasiye, insanın eklem ağrılarından tutun; hak – hukukuna, oradan insan – eşya, insan – hayvan ilintisine kadar dizayn etme alanı açar. Bir bakıma demokrasi, kendine muhtaç etme konusunda “sürekli tasarımlama içgüdüsü’nü” çok şedit bir şekilde kullanır. Sürekli ekonomik ve toplumsal değişim; ama sürekli… Kişilik değişimini ekonomik ve toplumsal değişimler üzerinden dizayn eder. Ona göre insanlığın tecrübesi yalnızca eskinin masalıdır.

İnsanın ihtiyacı olan müşahhas hakikati, ihtiyaç duyanın cemaline bakıp -anındaplastikten üreten bir teknik varsıllığa sahibiz nihayet…!!! Demokrasi ve Az Gerçeklik Çağı Bugün zaman, mekân, insan ve para israf - imha etme fabrikasına dönen meselelerin hepsine yakını ‘gelişim’ olarak tanımlansa da aksine bir gerileyiş. 20’nci ve sonraki yüzyılın ‘baş döndürücü’ gelişmesi olarak zihnimize yerleştirilen hadise ve olguların çoğu, maruz kaldığımız sıkıntıların arkesi. Artık bireyin kudretinin kifayet ettiği sıkıntılar çıkarma çağı geride kaldı. İncir çekirdeğini doldurmayan bir meseleden, varlık yokluk meselesi kadar elzem bir meseleye kadar, bütün olan bitene toplumsal hüviyet kazandırmak postmodern aklın en

İnsanlığın Tecrübesini Hiç’e Saymak

Yeni İç Hastalığımız: Aşırı Duyarlılık Bu yüzden demokrasiler insanın duyarlılık eşiğini sürekli düşürmeye yönelir ve bunu düşürür. Ama bunu gene masabaşında ürettiği aşırıduyarlılık’la yapar. Duyarlılık üzerine bina edilen ‘yaşam’ın bütün makyaj malzemesi de önceden üretilir. İnsan hak ve hürriyetleri, havyaların ve bitkilerin korunması, hatta hakları, özgürlükler, konfor gibi kalbedokunanlarla daha çok geçim derdinden muaf grupları kendine çeker. Duyarlılık, toplumsal bir karşılık bulduğunda iş dünyasının, akademianın, enteljansiyanın katılımıyla pekiştirilir ve politik düzlemin kızılelması haline getirilir. Duyarlılık oluşturabilecek mahiyete sahip her türlü konu ve mesele anında sosyal hayata akseden bir özelliğe büründürülür… Olup bitene ve olup bitmeyene karşı toplumsal - bireysel duyarlılık olarak zuhur edenlerin ekseriyeti, “varediş” hapı. Duyulduğu veya görüldüğünde gösterilen maksimum tepkinin iki dakika sonrası ise duyarsızlık ve 23


bir enenme hali… Bütün bunları kişi eliyle yapma cesareti olmadığından, kişilerle ve bir araya gelişlerle yapar. Ve Sivil Toplum kuruluşları “Sivil toplum”, 21. yüzyılın başat kavramlarından biri. Fonksiyonunu her geçen gün daha da artıran “sivil toplum” kavramı müphem bir kavram olmasına rağmen genel olarak devletten özerk, çoğulcu bir yapıdaki gönüllü örgütlenmelerin alanı olarak kabul görüyor. Bu alanın başrolünde her ne kadar STK’lar yer alsa da bir dizi aktör ve kuruluş, bu alanın elemanıdır. Sivil toplum kavramının ihata ettiği anlam STK’ların toplamından daha geniş olmasına karşın bu alanda etkinliğin başını STK’lar çekiyor. Bir bakıma STK’lar, sivil toplumun gerçeklik ve tahayyülünün gönüllü kuruluşlarıdır. STK’lar tüm zayıflıklarına rağmen artan gücünü, genişleyen faaliyet alanlarını ve Türkiye’nin sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmeye yönelik başarılı ve etkileyici girişimlerini göz ardı etmek imkânsızdır. 1980 -1990 öncesiyle kıyaslandığında Türkiye’de sivil toplumun ve STK’ların gelişimi etkileyici düzeydedir. Bugün itibariyle, Türkiye’de varlık alanında karşımıza sorun olarak çıkan konuların çözümünde STK’ların önemli bir etkisi olduğu açık. Gerek bireysel, gerek toplumsal şuuru besleyen konularda topluma ve bireye nesnel ve kabul edilebilir önermeler suna(bile)n STK’lar son yıllarda olumsuz bir evrim geçiriyor. Gönüllülük esasına dayalı olan STK’lar, varlık alanında hayat(ımız)a musallat olan bütün sorunları çözmüş olmanın verdiği özgüvenle daha çok “var olma” alanına dönüşmüş durumda. Bunun ortaya çıkaracağı tehlikeleri hafif görüp geçiştirebiliriz. Ama STK’ların güçlendikçe ortaya çıkardığı inisiyasyon, ilerleyen yıllarda toplumsal bir travmaya dönüşeceğe benziyor. Kişinin yapıp – etmesi, yapmayıp – etmemesi gereken sorumluluklarını artık STK’lar üstleniyor. Bu; insanın hem kendisine, hem mensup olduğu topluma karşı bütün sorumlulukları sırtından atmasına neden olmakla kalmayıp, insanın bir başına bir şeyler çözebilme yeteneğini sıfırlıyor. STK’ların temelini attığı bir başka önemli tehlike ise kendine yaşam alanı bulamayan ve incir çekirdeğini doldurmayan meseleleri toplumu meşgul eden sorun haline getirmeleri. Bunun en tehlikeli örneğini Gezi Olayları’nda görmüştük. Çevresinde gördüğü en az elli ağacın bir tanesinin ismini sayamayan gençlerin ve STK’ların, yeşil alan hassasiyetindeki egemen olan sanallık Türkiye’yi günlerce uğraştırmıştı. Diğer 24

olumsuz misal ise dinî değerlerin gayesini ve gayretini güden STK’ların iyilik sahasına ait çoksıradan, çoksıradan, çoksıradan bir ödevi adeta erdemler hiyerarşisinin en uç noktasında yer alan bir eylemmiş gibi sunması. Bireye çarçabuk egemen olabilme özelliğine sahip riya, gösteriş, samimiyetsizlik, sahtelik ve önemsenme güdülerini tetikleyebilecek bir kıvam alması STK’lar için diğer handikap… 5. Gücün Doğumu Demokrasi güçler ayrılığı ilkesine alıştıkça değişen koşullara uygun yeni güçler dizayn ediyor. Ortaya çıkan bu yeni güç kendinden önceki güçlerin üstünde bir konum adderek, alışıldık düzeni tahrip edebiliyor. Daha önce 4. Güç olarak bilinen Medya’nın Türkiye’de çıkardığı krizler ve üstlendiği göreve bakılırsa durum daha net olarak görülebilir. STK’ların büyük çoğunluğu bu güce talipti. Bu talebe istinaden mi yoksa ihtiyaca binaen mi bilinmez, Türkiye’deki demokrasi, 5.gücün taksimatını STK’lara tahsis etmiş durumda. Gücün Türkiye’de karşılık bulduğu kıymeti hesaba katarsak, STK’ların (bazısının) iyi-güzel-doğru üzerine sürekli proje üretmek zorunda kalmaları, ortaya çıkan hakikati sunileştiriyor. İnsana ait değerlerin, eşyanın, hayvanın ve nebatın korunması üzerine hedefler oluşturulmasının sesi ne kadar gür çıksa da gerçeğin pek öyle olmadığını görüyoruz. Değerlerin tamamen proje ve söylemle korunması tarihin henüz not düştüğü bir gerçeklik değil. Üretmek, icat etmek, artı değer bölüşmek çok uzak ve çok zahmetli bir iş aslında. Dolayısıyla üretimdeki zorluk ve emek harcamayı tamamen söylemle örtme bir alışkanlığın da zemini haline gelmeye meyyal bir STK anlayışı gelişiyor. “ortak akıl” distopyasını kutsayıp, üretimin önüne taşımak ve üretimi tamamen motor bir hareket olarak yansıtmak yenidünya düzeninin seciyesi. Kuramsal, teorik söylemler, pratikten kopuk nazariyelerle bir yere varılama(dı)z. STK’lar bir an önce teorinin, söylemin, kuramsal nazariyelerin ve gücün cazibesinden kurtulmalı. Zira ekmeğin sağlığa zararından, caretta carettaların korunmasının ekolojik dengeyi ayakta tuttuğundan, Osmanlıca bilmenin bizi eski gücümüze kavuşturacağından ve sonra toplumsal huzurun mukavemet gücünden filan daha çok söz edeceğiz. Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır… “Bana bu çağı en iyi tanımlar gibi görünen şey, ayrılık. 
Herkes dünyanın geri kalanından, sevdiklerinden ya da alışkanlıklarından ayrıldı …” Albert Camus


Fobi toplumda sık görülen bir anksiyete bozukluğudur. Fobisi olan insanlar “fobik” diye adlandırılırlar. Yapılan araştırmalar toplumda %10 oranında fobi tespit etse de tahminen bu değer %25 dolaylarındadır. Fobiler halk arasında hastalıktan ziyade huy ya da kişilik özelliği olarak düşünüldüğünden tedaviye başvuranların sayısı azdır. Araştırmalarda fobi sıklığının beklenenden düşük çıkmasının en önemli nedeni budur. Kadınlarda erkeklere oranla iki buçuk kat daha fazla görüldüğü saptanmıştır.

FOBİ BELİRTİLERİ Korku yaratan obje, durum ya da aktivite ile karşılaşıldığında anksiyete belirtileri ortaya çıkar. Panik atakta görülen belirtilerin hemen hepsi fobik durumla karşılaşıldığında ortaya çıkabilir, hatta bazı vücut salgıları tutunmayabilir, kalbin durması ve ölüm görebilir. Fobi belirtilerden bazıları şunlardır: • Çarpıntı •

Yüz kızarması

Fobinin nedenleri konusunda farklı ekollerin farklı açıklamaları vardır. Freud, fobiyi bilinçaltı çatışmaları olarak tanımlar. Watson’a göre ise fobi, şartlı reflekse dayanır.

Yüzde kaşınma ve yanma hissi

Soğuk terleme

Fobiler, klinik psikolojide genel kaygı bozukluğu başlığı altında tanımlanır. Fobi, bir kişinin bir şeye veya bir duruma, o şeyden veya o durumdan günlük yaşantısını bozacak kadar kaçındığı bir korku duymaktır. Klinik psikolojide, genel kaygı bozukluğu başlığı altında, ana 3 fobi olmasına rağmen (sosyal fobi, spesifik fobi ve agorafobi), klinik psikologlar karşılaştıkları ilginç spesifik fobilerin bazılarını listelemişler.

Bulanık görme

Nefes darlığı

Ağız kuruluğu

Yutkunma güçlüğü

Boğazda sıkılaşma

Mide bulantısı

Bilinç kaybı

Ani tansiyon düşüşü

EN İLGİNÇ FOBİLER 1. Triskaidekafobia – 13 sayısından korkmak. 2. Tripanofobia – Şırınga korkusu 3. Sokerofobia – Kaynana korkusu

Kübra ÜNAL

GÜLMEKTEN SİZ DE KORKUYOR MUSUNUZ?

• Titreme

• Bayılma • Bunalım •

Sinir krizi

Şok vb.

4. Latrofobi – Doktor korkusu 5. Pogonofobi – Sakaldan korkmak 6. Fobofobi – Korkmaktan korkmak 7. Olfaktofobi – Kokulardan korkmak. 8. Mnemofobi – Anılardan korkmak. 9. Lailofobi – Konuşmaktan korkmak. 10. Geliofobi – Gülmekten korkmak. 11. Kronofobi – Zamandan korkmak. 12. Katoptrofobi – Aynalardan korkmak.

Tedavi Fobilerin tedavisinde ilaç ve psikoterapi birlikte uygulanır. İlaç tedavisi çoğu kez yeterli değildir ve antidepresan ilaçlar kullanılır. Fobilerin tedavisinde en sık başvurulan yöntem, kişinin korkusuyla yüzleşmesinin sağlanmasıdır. Kişinin, anksiyete yaratan varlık ya da durumun üstüne giderek anksiyeteyi nasıl yaşadığını ve onunla nasıl başa çıkabileceğini öğrenmesi istenir.

25


Selçuk USTA

TÜRK KIZILAYI KAN HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Türk Kızılayı, 17 Bölge Kan Merkezi ve 64 Kan Bağışı Merkezi ile ülkemizin ihtiyacı olan kan ve kan bileşenlerini en güvenilir şekilde sağlayabilmek için çalışmaktadır. Toplumda gönüllü kan bağışı bilinci oluşturmak için kalite standartlarından ödün vermeden bilgilendirme çalışmaları, işbirliği protokolleri ve kurumsal çalışmalar yapılmaktadır. Kan bağışı merkezleri, gönüllü bağışçılarımızın uğrayabilecekleri sabit noktaları oluşturmakta, bunun yanında gezici ekipleri ile sahalarda kan alım faaliyetlerini yürütmektedir.

Güvenli Kan Temini Programı Türk Kızılayı Güvenli Kan Temini Projesini başlattığı 2005 yılında 342.146 ünite kan bağışı alırken, 2015 yılında bu rakam 1.937.932 üniteye ulaşmıştır. Alınan kanın %40’ı düzenli kan bağışçıları sağlamıştır. Türk Kızılayı her yıl düzenli olarak artan kan bağışları ile 2.500.000 ünite olan ülke kan ihtiyacının 2015 yılında %78’ini karşılamıştır. 2016

26

Yılı itibari ile hedef 2.055.000 ünite kan bağışı alarak, 1.433 hastanenin kan ihtiyacının karşılanmasıdır. Ayrıca Sağlık Bakanlığının yetkisi dâhilinde kendi kan ihtiyacını karşılayan 30 Süreli Bölge Kan Merkezi Hastanesi bulunmakta olup, bu hastanelerinde kan ihtiyacı kısmi olarak karşılanmaktadır. Türk Kızılayı bu ihtiyacı karşılamak üzere aylık ve yıllık kan bağışı hedeflerini göz önünde bulundurarak kan bağışı toplamakta, Ramazan ve yaz ayları gibi kan bağışının düştüğü dönemlerde yapılan planlamalar çerçevesinde stoklu çalışmaktadır. Bölge Kan Merkezi yapılanması sonucu bölgeler arası başarılı stok yönetimi ile belli kullanım miadı olan kan ürünlerinin imha olmadan ülke çapında kullanımını sağlamaktadır. Bu süreç hasta yakınlarının kan arama durumunu ortadan kaldırmıştır.


Güvenli Kan Temini Programı Kapsamında Yürütülen Projeler Hedef 25 Kan Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından, 2005 yılında hayata geçirilen “Hedef-25” projesi Türkiye’de 18-25 yaş aralığındaki üniversite gençliğine kan bağışı ile hayat kurtarmanın değerini hatırlatan; gençleri gönüllü ve düzenli kan bağışçısı olmaya teşvik eden, aynı zamanda gençlerin sorumluluk almalarını sağlayan bir araç niteliğindedir. Eğitim, proje çalışmaları, kan bağışı kampanyaları ya da etkinliklerine yönelik çeşitli faaliyetleri içeren proje kapsamında ise bugüne kadar 907 öğrencinin katılımı ile 10 eğitim ve eşgüdüm çalıştayı gerçekleştirilmiştir. Ayrıca 2006-2014 yılları arasında, üniversitelerde 21.463 kan bağışı ekibi düzenlenmiş ve toplam 678.882 ünite kan bağışı alınmıştır.

Bir Kan Bir Fidan Türk Kızılayı, kan bağışı alanında yürüttüğü çalışmalarla binlerce gönüllü bağışçının yaşam kaynağı olan kanlarını ihtiyaç sahipleri ile paylaşmalarına aracılık etmektedir.

Hayat

vermenin

önemi

ve bilinciyle hareket eden Türk Kızılayı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın desteği ve işbirliği ile gönüllü kan

Bu yıl ise 24-28 Ekim 2015 tarihleri arasında 10.’su gerçekleştirilen Hedef-25 Çalıştayı ile Antalya’da 48 üniversiteden 91 gönüllü öğrencileriyle bir araya gelerek; ülkemizin kan ihtiyacının karşılanması hususunda çeşitli projeler üretilmiş, eğitim planlaması hazırlığı yapılmış ve ayrıca üniversitelerin kan bağışı hedeflerinin de belirlenmesiyle birlikte önemli çıktılar elde edilmiştir.

Geleceğin Kan Bağışçıları Kazanımı Projesi Geleceğin Kan Bağışçılarının Kazanımı Projesi, T.C MEB, T.C SB ve Türk Kızılayı’ nın ortak katılımıyla gerçekleşen bir Avrupa Birliği projesidir. Güvenli kan teminindeki sorunların önlenmesiyle toplum sağlığının gelişmesine katkıda bulunmayı hedefleyen proje, 26 Şubat 2014 tarihinde faaliyetlerine başlamış olup 2016 yılı haziran ayında tamamlanması öngörülmektedir. Bu nedenle proje kapsamında, 1 ve 12.sınıfları kapsayacak şekilde müfredat ve eğitim materyalleri uzmanlar tarafından incelenmiş, çeşitli kontrol ve kriter listeleri oluşturulmuştur. Uzman Öğretmenler tarafından müfredat revizyonu çalışmaları yapılmış, Talim Terbiye Kurulu ve TÜBİTAK’ın onayına sunulmuştur. Aynı zamanda müfredatı destekleyecek nitelikte çeşitli eğitim materyalleri ( web portali, animasyon çizgi filmler, bilgisayar oyunları, Öğretmen kılavuzları, kurulacak Kan Bağışı Kulüpleri için kılavuzlar) geliştirilmektedir. 2015-2016 Eğitim/ Öğretim döneminde 81 ilde 500 pilot okulda Kan bağışçısı Eğitimi ve Kazanımı kampanyalarına başlanmıştır. Her iki sömestr da yaklaşık 250.000 öğrenciye eğitimler verilmesi planlanmıştır. 2015-2016 Eğitim/ Öğretim döneminde Velilere yönelik yapılacak olan eğitimlerle birlikte 15.000 gönüllü ve karşılıksız kan bağışçısına ulaşılması ve 30.000 ünite kan bağışı hedeflenmiştir.

bağışçılarının her bağışı için bir fidanı toprakla buluşturarak, doğaya da hayat verecek iki yönlü bir sosyal sorumluluk projesini hayata geçirmiştir. Proje 17 Nisan 2014 tarihinde T.C.Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Türk Kızılayı arasında imzalanan protokol ile hayata geçirilmiştir. Beş yıl sürmesi planlanan proje çerçevesinde toplam 15.000.000 fidan dikilmesi hedeflenmektedir. Protokol imza tarihi itibari ile 2014 yılı için 1.424.777 adet, 2015 yılı için ise 2.032.000 adet fidan kan bağışları sonucu T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın uygun bulduğu ülkenin çeşitli noktalarındaki fidanlık alanlarına dikilmiştir. 2016 yılında ise 2.055.000 adet fidan dikilmesi öngörülmektedir.

27


i l k e r ü s kan r ı t ç a y i t ih Günümüzde tıp ve teknoloji alanında kaydedilen bütün gelişmelere rağmen kan temini konusunda bağıştan başka bir yöntem yoktur. Dolayısıyla kan acilen değil, düzenli ve sürekli olarak bağışlanmalıdır. Kan acil değil sürekli ihtiyaçtır... Kan bağışlamak için… Öncelikle 18-65 yaş aralığında ve 50 kilogramın üzerindeki her sağlıklı bireyin, kan bağışçısı adayı olabileceğini unutmamak gerekir (19 yaşından gün almak ve 65 yaşını doldurmamak). http://www.kanver.org/KanHizmetleri/KanBagisiNoktalari/ linkinden 17 Bölge Kan Merkezi iletişim bilgileri ile kan bağışında bulunabileceğiniz 64 Kan Bağışı Merkezi ve mobil ekip noktalarının bilgilerine ulaşılabilmektedir. Kişi kan bağışı için müracaat ettiğinde form doldurma ve kayıt sürecinin ardından muayeneye geçilir. Doktorumuzun verdiği onay doğrultusunda kan bağışı işlemi gerçekleştirilir. Kan bağış işleminin ardından bağışçılarımız dinlenme alanına alınarak soda ve bisküvi ikram edilir. Bu işlemlerin tümü ortalama 30-35 dakika sürmektedir. Bağışlanan her kan… Kanlar öncelikle serolojik testlerden geçer, kan gruplaması yapılır ve kullanım amaçlarına göre Trombosit Süspansiyonu (Kan Pulcukları), Eritrosit Süspansiyonu (Alyuvar), Plazma (Akyuvar) olmak üzere ürünlerine ayrılır. Kullanıma hazır olan kan ürünleri uygun sıcaklıklarda depolanır ve hastanelerden gelen talepler doğrultusunda aynı ısı koşullarında nakli gerçekleştirilir. Hastaneye çıkış yapılmak üzere hazırlanan kan bileşeninin üzerinde yer alan ve bağışçı bilgileri ile eşleşen barkot okutulduğunda bağışçımızın son bağışında ibraz ettiği cep telefonu numarasına, bağışlanan kanın bir ihtiyaç sahibi tarafından kullanıldığını bildiren bir teşekkür SMS’i gönderilir.

28


29


30


Atakan AKMAN Yayınlanmaya başladığı günden itibaren reytingleri alt üst eden bir dizi Diriliş Ertuğrul. Aynı zamanda bugüne kadar yapılmış en gerçekçi, en başarılı tarih dizisi. Kısa sürede büyük bir izleyici kitlesi oluştu ve her kesimden çok güzel tepkiler aldı, almaya da devam ediyor. Hal böyle olunca bize de BİDERGİ ekibi olarak bu başarılı çalışmanın sırrını çözmek için yerinde incelemek düşer dedik ve İstanbul Riva’da kurulan set alanını ziyaret etmek için lodoslu bir günde düştük yollara. Uzun, bir o kadar da yorucu bir yolculuğun ardından nihayet Kayı Obasının çadırlarını gördük. Bizi ilk olarak güler yüzü ve sempatik tavrıyla Tekden Film’in Reklam ve Tanıtım Koordinatörü Hüseyin ÖZÇELİK karşıladı. Oralara kadar elimiz boş gitmek olmazdı tabi kendisine meşhur Çorum leblebimizi ikram ettikten sonra yine Tekden Film’in Halkla İlişkiler sorumlusu Nuray Hanımla seti gezmeye başladık. Adeta gerçek bir oba kurulmuş. Her ayrıntı düşünülmüş. Ne kadar maliyetli ve zahmetli bir iş yapıldığı ilk bakışta anlaşılıyor doğrusu.

Lodos setin altını üstüne getiriyor desek abartı olmaz. Buna rağmen herkes hummalı bir koşuşturma içerisinde derken gözümüze herkesten fazla koşturan telaşlı bir beyefendi takıldı. Kendisinin başarılı birçok işe imzasını atmış set amiri Murat TEMİZTEN olduğunu öğrendik ve başladık sohbete. Murat Bey bu soru çok sorulmuştur ama bizde merak ediyoruz bu işin bu kadar başarılı olmasının sırrı nedir?

Bu ekipteki herkesin enerjisi çok yüksek. Geçen sezon çok zor şartlarda çalıştık. Diz boyu çamura batardık ama ona rağmen kimsenin enerjisi düşmedi. Herkes hadi çekelim hadi yapalım

diye koşturuyordu. Bu da Allah’ın bir lütfu diyorum. Hamdolsun rabbim bize yardım ediyor. Teşekkür ediyoruz böylesine kaliteli bir yapım ortaya koyduğunuz için size, ekibinize ve emeği geçen herkese. Merak ettiğimiz bir diğer konu aldığınız dönüşler nasıl?

Çok güzel dönüşler var. Kapımın önüne arabayı diriliş yazısıyla çektiğim zaman, Kavacık’ tan geçtiğim zaman, bir yere yemeğe gittiğim zaman insanlar hemen etrafımı çeviriyor dirilişimi çekiyorsunuz diye. Hamdolsun güzel tepkiler alıyoruz ama şu var Bu millet imanıyla ayakta duran bir millet bu dizide edepli ve hayalı bir dizi olduğu için insanlar sahip çıktı.

Peki herkesin merak ettiği soru Diriliş kaç sezon devam edecek? Ertuğrul dönemi bitttikten sonra Osman Gazi, Orhan Gazi süreci de olacak mı?

Valla gönül ister ki sonuna kadar gitsin bu iş. On sezon, yirmi sezon devam etsin. Şunu söyleyebilirim Rabbimin yardım 31


ettiği yere kadar devam edecek. Bu toplumun böyle yapımlarla aydınlanmaya ihtiyacı var çünkü. Murat TEMİZTEN kimdir desek nasıl anlatırsınız birkaç cümleyle? Murat TEMİZTEN evli, bir kız çocuğu babası, kendine ait bir dünyası olan, herkes iyi olsun diye uğraşan bir insan. Her zaman etrafımdakilere söylüyorum iyi insan olun, herkesi sevin mutlaka karşılığını alırsınız. Murat Beye böylesine samimi bir sohbet için teşekkür ettikten sonra seti gezmeye devam ediyoruz. Gezerken aynı zamanda Nuray Hanımı tabiri caizse sorguya çektik. Sağ olsun bütün sorularımızı yılmadan cevapladı. Çekimler belli bir plan, program dahilinde çekiliyormuş. Bu sayede gece geç saatlere kadar şikayet edilen çalışmalar yaşanmıyormuş. Tabi bunda oyuncularında öz verili çalışmasının payının büyük olduğundan bahsediyor. Bir ara çekimleri izlemeye daldık. Bizim bir solukta izleyip geçtiğimiz beş dakikalık bir sahnenin çekimi saatler sürüyor. Bir bölümün çekiminin ne kadar zor olduğunu varın siz 32

hesap edin. Bu ortamda biraz vakit geçirdikten sonra aslında anlıyorsunuz başarının nasıl geldiğini. Herkes egosunu bir kenara bırakmış sadece işini iyi yapmaya odaklanmış. METİN GÜNAY – Yönetmen Yıllardır hepimiz Hollywood yapımlarını izledik. Bu yapımlara hayranlığımızı da hiç gizlemedik. Kimi zaman hayatımızı şekillendirdi bu yapımlar, kimi zaman Türk sinemasına esin kaynağı oldu. Ancak, kötü bir taklitten daha öteye gitmedi. Yerli ve milli yönetmenlerimiz, öz kültürünü sinemaya ve dizi setlerine yansıttı. Yerli yönetmenlerin başında da şüphesiz Metin Günay geliyor. BİDERGİ olarak Diriliş Ertuğrul setine yaptığımız ziyaretimizde gördük ki başarı hiç tesadüf değil. İşine pür dikkat yoğunlaşmış, tüm detayları bizzat inceleyen ve kameraya ‘kayıt” komutunu veren Metin Günay’a Çorum’dan geldiğimizi söylediğimizde “Hoş geldiniz, safalar getirdiniz” diyor ve Çorum’a selamlarını iletmemizi bizlerden istiyor.


33


RÖPORTAJ Sebiha ÖZDAĞ BAŞIBÜYÜK

“ADAM GİBİ YAŞAYACAKSAN, AİLEYİ KURACAKSIN” VEHBİ VAKKASOĞLU

34

Hocam sürekli geziyor, konferanslar veriyor ve sürekli aileyi anlatıyorsunuz. Bir röportajınızda da “aile bizim son kalemiz, o yıkılırsa hepimiz enkaz altında kalırız.” diyorsunuz. Aile neden bu kadar önemli? Her varlığın bir yetişme ortamı var. İnsanın yetişmesi içinde en uygun ortamı aile sağlıyor. Bunu daha önceki dönemlerde yani komünizmin hakim olduğu dönemlerde Rusya denemiş, nikah ne evlilik ne demişler bu olmadan da olur ama sonra tekrar aileye dönmek zorunda kalmışlar. Çin denemiş olmamış. Şimdi gününüzde bizim ülkemizde de başladı Avrupa da deniyorlar adını da tırnak içerisinde söylüyorum “ seviyeli birliktelik” -aslında son derece seviyesiz birliktelikler oluyor- koyuyorlar. Reklamını yapıyorlar, filmini yapıyorlar, müziğini yapıyorlar, deniyorlar, şiirini, şarkısını söylüyorlar ama bir bakıyorsunuz

ki tabiri caizse Üsküdar vapurunda tanışıp o birlikteliği kuranlar üç gün sonra bütün kirli çamaşırlarını ortaya dökerek Kadıköy vapurunda ayrılıyorlar. Yani bütün bunlar bu gazetelerde üçüncü sayfa haberleri bize gösteriyor ki Allah’ın koyduğu bir kural; adam gibi yaşayacaksan, adam da yetiştireceksen aileyi kuracaksın. Fıtrat bunu zorluyor. Mesela Amerika’da bunu için büyük bir pişmanlık var. Son gittiğimde çok araştırdım, o dokümanları tercüme ettim özeti şu: milyon dolarlar harcıyorlar hatta devlette destek veriyor kaçan aile trenini geri getirmeye çalışıyorlar. Mutlu aile filmi yapan yapımcılara devlet keseyi açmış yeter ki bana aileyi sıcak gösteren film yap. Ama o kaçan tren bir türlü geriye dönmüyor. Mesela evlerinin hangi katını kim süpürecek, camları kim silecek çoluk çocuk iş paylaşımı yapmışlar. Alman aileye misafir gidiyorum evin adamı yok. Soruyorum beyefendi nerede? O şimdi mutfakta bugün onun sırası.

Biraz sonra adam mutfak önlüğüyle geliyor yanımıza bizim dünyamızda hiç olmayan bir şey gayri ihtiyari gülüyoruz. Adam ne var bunda yarında karım yapacak diyor. Böyle aile olur mu böyle şeyler sırayla mı olur? Onlarda böyle oluyor sonrada biz iyi bir firmayız diye övünüyorlar. Bizim ailemiz bir firma değildir. Karşılık beklenmez, sıra beklenmez hele analar bakın ben anne demiyorum ama dağ gibi sağlam duruyorlar ya arkada baba olmadığı zaman onunda yerini tutuyorlar öyle bir dayanak oluyor o şefkat kahramanları sıra mı bekler gece gündüz kırk işi bir arada yapar ve hiç sesini çıkarmaz. Aile onların sırtından geliyor. Aile yani fedakarlık istiyor. Daha nişanlıyken evlilik sözleşmesi yapıyorlarmış. Yani firma kuruyor bir ticari alışveriş yapılıyor. Böyle bir ortaklıkta aile olmaz ki. Olsa bile mutlu olunmaz, mutluluk numarası yapsalar bile orada insan yetişmez. Alman usulü ne demek karı kocanın


bile bütçeleri ayrı. İşte böyle bir ortamda aile yetişmiyor. Peki, aile niye gidiyor? Anne gidince aile gidiyor. Anne olmayınca babalar tek başına aileyi kurtaramıyorlar. Onun için bendenize sorarsanız çok acayip bir sinsi savaşla karşı karşıyayız. Bizim ülkemizde de böyle hanımların anne olmasını engellemeye çalışan bir çaba var filmdir, dizidir. Ev hanımı olmayı öyle aşağılıyorlar ki sanki köle olmaktan beter. Bizim hanımlara, Anadolu’nun saf hanımlarıyla hep sohbetler yaparız sorarım: - Ne iş yapıyorsunuz hanımefendi? - Çalışmıyorum. - Tembel birine de benzemiyorsun diyorum. - Hocam ev hanımıyım bütün iş benim üzerimde. - O zaman niye çalışmıyorum diyorsun? Çünkü kafasına koymuşlar çalışıyorum demek için illa evden dışarıya çıkacak üç kuruş para kazanacak. Evdeki çalışmıyor mu ya? Hakkıyla yapılmış bir ev hanımlığı dünyanın en ağır işi değil mi? Ama en asıl işi. Olmazsa olmaz işi. Şimdi milli eğitim bakanı dostumdur. Bana dedi ki mesela demez ya; “Bu kadar eğitimle uğraşıyorsun hoca dile benden ne dilersen.”. Benim bir tek isteğim olur anne yetiştiren bir anne okulu açayım. Baba lazım değil mi diyorlar. Babaların işi kolay anne olursa babayı da hizaya getirir. İşte bu yüzden hep söylüyorum “aile son kale yıkılırsa hepimiz altında kalırız ve kurtaracağımız maddi, manevi hiçbir değer olmaz”. Ben yüreğimi yokluyorum bir parça sevgi görüyorum ben bunu okuldan almadım açık söyleyeyim, caddeden, pazardan değil annemden aldım ilk sonra biraz babamdan birazcık.

Aile olmasaydı nerden alacaktım? Alamayacaktım. Aileyi anlatıyorsunuz ama gençlerde sizi çok seviyor hatta çocuklar bile sizi dinliyor. Bunun sırrı nedir? Onun sırrı çok kolay bende biraz çocuğum doğrusu çocukluktan çıkamadım. Eskiden biraz gayret ediyordum sonra baktım içimde büyümeyen bir çocuğun olması da fena bir şey değil yani. Seveni çok, koruyanı çok oluyor. Sevdiğiniz zaman bu sevgi acayip bir şey… Bütün dünyaya yeniden sevgiyi öğretebiliriz. Dolayısıyla o sözümü hep tekrarlarım “kalbine giremediğin adamın kafasına da giremezsin”. Peki, konu çocuklara gelmişken sormak istiyorum anne babaların çocuklarla ilişkisi nasıl olmalı sizce? Anne-baba gibi mi yoksa arkadaş gibi mi? Ben onu birleştiriyorum arkadaş anne-baba gibi. Mesela benim babamın adı Hilmi, Necip Fazıl’ın talebesiydi Necip Fazıl’ın hafızıydı yani ezbere bilirdi kitaplarını o da çok severdi iki Hilmi’m var derdi biri babamdı. Sevgisini göstermezdi. Doksan yaşında vefat etti ömrü hayatı boyunca bir kere oğlum seni seviyorum dediğini hatırlamıyorum. Ama sevdiğini bilirdim kulağımı çekerken de, tokatlarken de. Hatta ilk gençlik yıllarımda kızarken meşe odunu diye seslenirken de. Geçen gün öğrendim Antalya’da meşe odunu çok kaliteliymiş dedim babam hakaret etmiyormuş odunun en iyisini söylüyormuş bana. Ama onların altında o sevgiyi, o korumacılığı hissederdiniz. Şimdiki anne babalar bunu hissettirmiyor. Bir gün sordum nasıl bir anne babasınız iyi bir anne baba olduğunu iddia eden var mı? Bir kişi

kalktı. Anlat dedim şu arkadaşlar duysunlar nasıl iyi anne babasınız. Hocam dedi daha Maraş’a AVM açılmadan ben çocuklarımı Antep’e götürürdüm, markalı giydirirdim, Maraşlıların lokanta adeti yokken ben dışarıda yemek yedirirdim, kolejlerde okuttum falan filan. Anlattığı şeylerin hepsi maddi şeyler. Bende dedim ki yedirirken içine sevgi kattın mı? Giydirirken ona biraz şefkat ekledin mi? Böyle saymaya başlayınca o nasıl oluyor hocam dedi? O olmuyorsa ötekiler boş doyuramazsın o çocukları sonu yok yani ver ver kara delik gibi attığın gidiyor. Dolayısıyla sevgiyi, şefkati, merhameti eksik veriyoruz. Efendimizin de hadisi var bu konuda bunlar eksik olursa çocukta çocuk şeytanın oyuncağı olur. Şimdi halimiz bu oraya bir dikkat çekmek gerek. Eğer anne baba olarak çocuklarımıza sevgi dolu bir yürek hediye etmek istiyorsak her şeyden önce karı koca birbirini sevecek. Hocam ne alakası var karı kocanın birbirini sevmesiyle diyorlar. Sizin aranızdaki şey geçiyor çocuğa. Sevgi dersi fiilen verilmiş oluyor. Ama sevgisiz bir yürek hediye etmek istiyorsan o daha kolay her akşam eşler arasında biraz hırıltı gürültü olsun çocuğa bir şey söylemenize gerek kalmaz o da geçimsiz, kavgacı, gürültücü bir çocuk olur. Karı - koca arasındaki şeyler çocuğa geçiyor. Ne vereceksen sen onu yaşayacaksın. Son zamanlarda sürekli yeni neslin kötü gidişatıyla ilgili konuşuyoruz. Sizce bunun önüne geçmek nasıl mümkün olacak? Şimdi size biraz ters gelecek ama ben 2000 yılından beri söylediğim bir şey var eğitimsizliğin hatası bizim ülkemizde özellikle yüz üzerinden dağıtılacaksa yüzde beşi çocukların 35


RÖPORTAJ

suçu, yüzde doksan beşi yetişkinlerin suçu. Ama 2005 yılından sonra yüzde beşi kaldırdım çocukların suçu yüzde sıfır, yüzde yüzü benim, sizin, okulun, anne babanın suçu. Bazı örneklerle karşılaştım Pendik Belediyemiz, Tuzla Belediyemiz var duymuşsunuzdur semtleri. Oralarda 2000 yılından beri bir faaliyet yapıyoruz öyle ümidim arttı ki. Nerden başlayalım derseniz bana 6,7,8. Sınıflar derim o yaştaki çocuklara dikkat etmek lazım. İlkokulun çocuksuluğu biraz geçmiş, lisenin koşuşturması henüz

nasıl heyecanlılar ama nasıl olacak şöyle olacak, böyle olacak. Sonra birkaç kişi hocam dışarıda özel bir şey görüşebilir miyiz dedi. Tabi görüşebiliriz dedim. Benim babam bunların hepsinin tersini yapıyor ne olacak diyor. Çocuğun derdine bakar mısınız kendini de aşmışta babasını düşünüyor. Bir tanesi hocam benim annem dedi başladı ağlamaya dedim anlatma anladım. Şaşırdılar üç ay yapacaktık bunu haziranın sonuna kadar yaptık. Bir gün size üçüncü dedeyi armağan edeceğim dedim. Nasıl olacak? Akif Dede

okula tekrar gidiyorum. İki ay içinde iyilik yapacaklar, biriktirecekler en orijinal en akla gelmeyecek iyilikleri oylattırıyoruz en çok oy alana hediye veriyoruz. Neyse bu çocuklar öyle bir gelişti ki ya dedi bu çocuklar gökten mi indi yerden mi çıktı? Okulun durduramadığı çocuklara ne oldu böyle nasıl bu işlere sıvandılar. Sonunda dediler ki haklıymışsınız hocam çocukların bir suçu yok. Neticeten şunu demek istiyorum çocukların bir suçu yok. Ön teker nereye giderse arka teker oraya gider. O yüzden diyorum ki arkadaşlara hale uymaz işleriniz varsa etkilenebilecek çocukların yanında bahsini etmeyin. Çocukların hiç suçu yok eğitim açısından dolayısıyla gençlerinde. Peki, hocam siz ailenizden nasıl bir eğitim aldınız?

gelmemiş alıma, ekime, dikime tam hazır böyle. Nasıl idealistler. Mesela bir gün gittim konu ne hocam diye sordular. Bugünkü konumuz biz hayattan ne istiyoruz hayat bizden ne istiyor dedim. Müdür hocam öyle bir yerden giriş yaptınız ki dedi çocukların beş dakika sonra sıkılacağını düşündü. Ama çocuklar konuya öyle bir girdi ki 36

hepimizin dedesi bir muhteşem adam... Gönlüne gireceksiniz bir daha çıkmak istemeyeceksiniz, mest olacaksınız. Tabi ödüllerimiz de var. Kimdir Akif Dede? Mehmet Akif ERSOY… Bravo gel imzalı kitabını al. Arada böyle sürprizlerimiz var. Baktım ki çocuklar o kadar almaya hazır ki sonra bir iyilik kumbarası açtık. İki ay sonra o

Ben babamdan müthiş bir eğitim aldım. Niye? Çünkü babam Necip Fazıl’ı keşfetmiş. O da, o benim marifetim değil evlat ananla evlendiğimiz gün elime bir mecmua geçmişti o heyecan fırtınasındayken sen doğdun, o Necip Fazıl’ın bereketidir dedi. Necip Fazıl babamı çok severdi hep iki Hilmi’m var derdi. Babam tahsil yapmamış Necip Fazıl’ı ezber bilir Osman Yüksel’le aşık atmış ve arkadaşı gelir bizim küçük bir kitapçı dükkanımız vardı Arif Nihat Asya gelirdi. Tabi ben küçüğüm o zamanlar babam oğlum git annen kahve bulsun derdi. O zaman bizim evimizde kahve yok çünkü kahve lükstü. Hemen ben koşarım anne kahve tedarikler misin Arif amca geldi. Annem hemen birkaç komşu gezer ödünç kahve


bulabilmek için. İşte benim önüme o örnekleri koydu babam. Benim babam kolay adam beğenmez fikir sahibi Hilmi amca nerden mezunsunuz diye sorun Büyük Doğu üniversitesinden mezunum der. Necip Fazıl’ın kulağına gitmiş bu Hilmi gel buraya der çıkar yanına oturtur söyle nerden mezunsun? Büyük Doğu üniversitesinden millet öyle bakıyor, alkışlasanıza. Son gelişinde rahmetli yine soruyor Hilmi nerden mezunsun? Büyük Doğu üniversitesinden… Aslında bütün salon duyuyor ama Necip Fazıl bunu kafi görmüyor Hilmi duymuyorlar yüksek sesle söyle. Babamda mikrofona eğiliyor iyice Büyük Doğu üniversitesinden mezunum diyor. İşte böyle şakalaştığı bir insandı. Demek ki diyorum bir babanın evladına bir yön, bir rota çizmesi için illaki profesör olmasına gerek yok yüksek diplomalar alması gerekmiyor. Babam bana oku demedi. Ben baktım babam neyle meşgul diye. Annem öyle değildi. Evi geçindirme derdindeydi. Kış gelirken annem kışlık bulguru alamadık daha derdi babam Necip Fazıl geliyor ne bulguru derdi. O işleri hep annem kotarırdı babamın hiç umurunda olmazdı. Üç kuruş kazandığı parayı hemen harcardı. Babam maddeten bize borç bıraktı hiç yüksünmeden ödedim ama böylede bir maneviyat bıraktı işte. Anne babaların çocuklarına bırakacağı en önemli şey güzel ahlaktır. Hocam Necip Fazıl’a dönmek istiyorum. Sizin günümüzde duruşuyla, tavrıyla üstada benzettiğiniz biri var mı?

Ya bütün süreçlerde ve tam olmadı ya da ben fark etmedim. Ama bir ara uzun zamandır da kayıp sevdiğim bir ağabeyim vardı ismi Mustafa kendisi Urfalı ama İzmit’te oturuyordu. Necip Fazıl’ın bir talihsizliği var o da ondan sonrakilerin biraz enaniyet sahibi olması. Kadir Mısıroğlu’ndan umutluydum. Üstadın iyi bir talebesi Üstada dair yada Necip Fazıl’a dair diye bir kitap yazdı ben o gün o defteri kapattım. Ya insanlarda illa evet büyük üstattı ama bizde az değiliz havası var. Ben şimdi Necip Fazıl hakkında kim konuşsa

vefat etti. Şimdi elim gitmiyor. Yayınevinden de sıkıştırıyorlar sürekli hocam ne oldu diye. İnşallah Allah ömür verirse önümüzdeki sene bitireceğim. Bir kişiye Necip Fazıl’ı andırıyor demeye kalmadan bir şey oluyor yani. Bunların en samimileri o da geçen sene vefat etti Mustafa Miyasoğlu hakiki Necip Fazıl’cıydı. Bahçelievlerde otuz sene komşumdu. Sürekli derdim Mustafa ağabey seni çok yönden seviyorum ama en çok hangi yönden seviyorum? Kırk kere söyledin üstattan der gülerdi. Birde şimdi Muzaffer Doğan var

kim yazsa mutlaka takip ediyorum. Bir kitap hazırlığımda var aslında on senedir bekliyor babamın vasiyetiydi. Ne zaman yeni bir kitap yazsam götürsem bakar baba bir dua et derdim ne yapayım bunu sen benim adamımı yazmıyorsun derdi. En son yatalak duruma gelince başladım kendi hatıralarını, benim hatıralarımı yarıya geldim babam

tabi ki biz üstadın suyunun suyu bile olamayız yazarlar birliğinin İstanbul şubesinde baktım Muzaffer Doğan ve birileri daha Büyük Doğu’yu ve Necip Fazıl’ı anlatacaklar. Bende gittim çok şaşırdılar çünkü vakit bulamıyorum ben toplantılara. Şimdi oradaki gençler hayret ediyor ya ne büyük insanmış nasıl üstatmış diye. Demek ki biraz daha 37


RÖPORTAJ 38

hakkını vererek anlatsak bunlar çığlık çığlığa olacaklar. Hani üstat diyor ya; bir gün İnönü stadının orda trafik tıkanmış şoföre oğlum yürüsene diyor şoför üstat trafik tıkalı. O yıllarda İstanbul’da trafik tıkanmaz ki. Oğlum niye yürümüyor bu diye soruyor. Efendim maç var stada insanlar oluk oluk akıyor. On, on beş dakika geçmiş hala stadın etrafındalar sonra gooool diye bir ses geliyor. Üstat soruyor ne oldu diye? Gol oldu üstat. Bunun üzerine Necip Fazıl bu kadar insan bir araya gelip ol diye bağırsa bu memlekette olmayacak iş yok diyor.

Birde aile eğitiminden bahsetmişken sizce üniversite nasıl olmalı gençlere karşı? Üniversite çağına gelmiş birine zorla bir şey empoze edilemez. Bana kalırsa ana sınıfında bile baskı yapılmamalı ama onu yapamıyoruz hiç olmazsa üniversitede bunu başaralım. Üniversitede baskı olunca gençler sağcıydı solcuydu oydu buydu kamplaşıyorlar. Bir üniversiteden kırk fikir çıkıyor. Aslında bunları azaltmak aynı inanç, aynı görüş altında toplamak, o görüşü vermek mümkün. Üniversiteye gelenlere kız olsun,

erkek olsun burada bana saygı var, benim fikrime önem veriliyor duygusunu vereceksin. Böyle bir özgürlük ortamından güzel neticeler alırız. Mesela geçen gün Marmara Üniversitesinde çocuklar hocam bir kulüp kuracağız konuşmacı olarak gelir misiniz diye sordular gelirim dedim. Bir süre sonra sordum ne oldu diye kulüp kurulamadı hocam rektör izin vermedi dediler. Rektörlerin aksine böyle şeylere destek olması lazım…


39


Emine Hacer BiLGiN

Okul Öncesi Eğitim Merhaba miyiz?

sizleri

tanıyabilir

Merhaba ismim Özlem AKIN. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmeliği mezunuyum. Gazi Üniversitesinde Okul Öncesi Eğitimi alanında yüksek lisans yaptım ve yine aynı üniversite ve bölümde doktora öğrenimime devam etmekteyim. Mesleğimde 8. yılımı çalışıyorum. Şu an İskilip Anaokulu’nda müdür vekili olarak görev yapmaktayım.

İskilip Anaokulunu tanıtabilir misiniz? Okulumuz 2002 yılında hizmete girmiş ve 14 yıldır eğitime devam etmektedir. Toplamda 4 öğretmenimizle eğitim veriyoruz. Okulumuzda 3 etkinlik sınıfımız, 2 adet oyun sınıfımız ve bahçemizde oyun parkımız bulunmaktadır. İlçemizdeki tek bağımsız anaokulu olarak okul öncesi eğitim konusunda en kapsamlı eğitimi vermekteyiz.

Çocukların gelişimi için neler söylersiniz? Çocukların gelişimi için en önemli şey eğitime en erken yaşta başlanmasının gerekliliğidir. Okul öncesi dönemi çocuğun hayatı boyunca devam edecek davranışlarının temelinin 40

Özlem AKIN

oluşturulduğu dönemdir. Bu nedenle bu dönemde gelişiminin en iyi düzeyde olabilmesi için okul öncesi eğitim şansa bırakılmamalıdır.

Anaokulu çağındaki çocukların ailelerine neler tavsiye edersiniz? Çocuklarını okula alıştırma konusunda

Anaokuluna kaçtır?

başlama

yaşı sabırlı olmaları gerektiğini belirtebiliriz.

Anaokullarına başlamak için yaş değil ay hesabı yapmaktayız. Eylül ayında 36 ayını doldurmuş çocukları kayıt ediyoruz. 66 aya kadar anaokuluna kayıt yaptırılabilmektedir. Yani bağımsız anaokulları 37-66 ay aralığındaki çocuklara eğitim vermektedir. Diğer okul bünyelerinde bulunan anasınıflarına ise 48-66 ay arasındaki çocuklar için kayıt yaptırabilmektedir.

Çocukların beslenmesi için neler tavsiye edersiniz? Beslenme konusunda dikkat edilmesi gereken şey yeterli ve dengeli olmasıdır. Aileler çocuklarını yemek konusunda da iyi tanımalıdır. Çocuklarının tabağına yiyebileceklerinden fazla yemek koymak onların daha da kaçınmasına sebep olabilir. Çocuğun kilosu iyi ise iştahsızlık yaşadığını düşünmek için bir sebep yoktur. Ailelerin ilk yapmaları gereken şey yemek yemeyi sevdirmektir. Bunun için de çeşitli ödüller ve eğlenceli etkinlikler yaralı olabilir.

Çocuklar okula ilk başladıklarında veya kısa bir süre sonra sıkılınca okula gelmek istemeyebiliyor. Bu konuda velilerin tavrı çocukların davranışını etkiliyor. Ayrıca bazı veliler okula başladıktan sonra çocukların serbest oyunla fazla zaman geçirmelerini istemiyor. Fakat çocukların yaratıcılığını en iyi düzeyde geliştirebileceği etkinliklerdir bunlar. Bu konuda biraz daha esnek davranmalılar ve çocuklarının serbest oyun oynamalarına izin vermelidirler. Montessori de “Oyun çocuğun işidir.” diyerek oyunun çocuğun hayatındaki yerini açıklamıştır. Çocuklar anaokuluna gelirken ne gibi sorunlarla karşılaşırlar? Bu sorunların çözümü nedir? Genelde annelerinden ayrılmakta problem yaşıyorlar. Bu konuda öğretmenin desteği ve vereceği güven önemlidir. Aynı zamanda velinin okul konusunda tutumu da etkilidir. Veli tereddüt yaşadığı anda çocuk okuldan daha kolay soğuyabilmektedir. Daha önce de belirttiğim gibi ailelerin sert


olmayan ama net bir tavrı olması tüm problemleri çözecektir.

İskilip Anaokulu tek olması sebebiyle yeterli midir? İskilip anaokulu olarak çocuklar için yeterli bir okul öncesi eğitim verdiğimize inanıyoruz. Okul kapasitemiz yeterli durumda. Okul öncesi eğitimin zorunlu olmaması sebebiyle pek çok aile çocuğunu okula göndermemektedir. Bu nedenle öğrenci sayılarımız çok yüksek olmamaktadır. Fakat bu durum da sınıf mevcutlarının az olmasını ve öğretmenlerin de çocuklarla birebir ilgilenebilmesini sağlamaktadır.

Anaokuluna giden bir çocuğu, ilkokul başta olmak üzere çocuğun okul hayatının nasıl etkiler? İnsan yaşamında çeşitli kritik dönemler vardır. Okul öncesi dönem de pek çok açıdan kritik dönem olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde kazanılan beceriler tüm yaşamı etkilemektedir. Çocuklar okul öncesi dönemde kendilerini fark edip bunu ifade etmeye başlarlar. Ayrıca bu dönem gelişimlerinin en hızlı olduğu dönemdir. Bu nedenle çocukların bu yıllarda kendileri için en uygun ortamda yaşıtları ile eğitim alması oldukça önemli ve gereklidir. Yapılan araştırmalar da bu yaşlarda oluşan kazanımların hayat boyu gelişerek devam ettiğini ve çocuğun eğitim hayatı da dahil tüm hayatını etkilediğini ortaya koymaktadır.

İskilip Anaokulu olarak 20162017 eğitim-öğretim dönemine öğretmen ve okul olarak hazır mısınız? Alanında uzman öğretmen kadromuzla her yıl olduğu gibi bu yıl da çocuklarımıza en iyi eğitimi verebilmek için hazırız.

41


GELENEKSEL SUNGURLU EVLERİ’NDEN BİR ÖRNEK

Yapının Genel Tanımı Celpciler Konağı Çorum İline 72 km. uzaklıktaki Sungurlu İlçesinde bulunmaktadır. İstanbul Caddesi İle Hürriyet Caddesi kesişimindeki 621 Ada 53 Parsel de yer almaktadır. Ankara II Nolu Koruma Bölge Kurulu tarafından 17.03.2015 tarih ve 1267 sayılı kararı ile tescillenmiştir. Celpciler Konağı’nın banisi (yaptıranı) bilinmemektedir. Yapım tarihi ile ilgili bir yazılı bir kaynak olmamakla birlikte, sözlü kaynaklardan elde edilen bilgiler ışığında 19.yy 2. çeyreğinde inşa edilmiş olabileceği söz konusudur. Ayrıca O dönemlerde Ermeni nüfusunun fazla olması ile mimari elemanlar ve süsleme unsurlarından da Ermenilere ait bir sivil mimarlık örneği ya da bu örneklerden etkilenerek inşa edilmiş olabileceği düşünülmektedir. Celpciler Konağı dikdörtgen ve köşe parselde yer almaktadır. Ev güney-batı kısmına yani iki yolun birleştiği noktaya konumlanmıştır. Yapının oturduğu parsele doğu cephesinden ana giriş kuzey cephesinden de muhdes yan giriş verilmiştir. Kuzeyinde ve doğusunda bahçesi bulunmaktadır. Farklı süslemeler ile bezenerek inşa edilmiş yapıda ilk başta tek giriş mevcuttur. Ancak zamanla Müslümanların kullanmaları dolayı ile haremlik ve selamlık anlayışına uygun olarak yandan bir giriş açılmıştır. Yapının yan parsellerinde yeni yapılaşma

42

olmakla beraber, Cepciler Konağı orijinalliğini küçük müdahale dışında korunmuştur. Mimari Özellikleri Yapının bodrumu 75 cm. moloz duvar ile inşaa edilmiştir. Üst kat duvarları ise 25 cm kalınlığında ahşap çatkı arası kerpiç dolguludur. Bodruma batı cephesinden 170*170 cm. boyutunda çift kanatlı ahşap kapıyla girilmektedir. Bodrum katta girişin sağındaki duvarda iki adet ve diğer duvarlarda birer adet olmak üzere farklı boyutlarda mazgal pencereler yer almaktadır. Bodrum döşemesi toprak, tavanı ise ters tavandır. Bodrumda toplamda 3 mekan mevcuttur. Sonradan yapılan bölmeler bodrumun ahır veya depo olarak kullanıldığını göstermektedir. Bodrumda mekan aralarındaki bölme duvarlar kerpiçtendir. Biri batı diğeri ise kuzey kısmında yer alır. Bu odacıklara 78*175 cm. ölçülerinde ahşap kapılarla girilmektedir. Döşemedeki ahşap taşıyıcılar bodrumda açık bir şekilde gözlemlenmektedir. Celpciler Konağı’nda orta sofalı plan tipi gözlenmektedir. Yapıya; doğu bahçeden 3-4 adet taş basamaklarla çıkılmaktadır. Girişin üzerinde 231*144cm ölçülerinde, altında ahşap çıtalı tavan olan bir çatı mevcuttur. Celpciler Konağı’nın zemin kat sofasına ise 174*206 cm. boyutlarında çift kanatlı ahşap kapıdan girilir. Giriş kapısının solunda biri 138*90

cm., diğeri ise 75*127 cm. 2 adet pencere ile aydınlatılmıştır. Ana girişin açıldığı Sofa kısmı sağında bir1, solunda iki oda ve karşısında da mutfak yer almaktadır. Aynı zamanda sağda Bursa Kemeri'nin andıran süslemenin olduğu bir geçişi olan ahşap onsekiz basamaklı merdivenle üst kata ulaşım sağlanır. Merdiven sahanlığının altından 84*125 cm ölçülerinde ahşap kapı ile girilen bir kiler yer almaktadır. Sofanın döşemesi şap dökülmüştür. Tavanı ahşap çıtalı ve işlemelidir. Tüm ahşap çıtalı tavanların duvarlarla birleşim noktası ile alçı silme arasında kavisli bir alan bulunmaktadır. Duvarları ise kireç badanalıdır. Sofanın batısındaki mutfak kısmından sofaya bakan 101*170 cm. ölçülerinde ahşap pencere yerleştirilmiştir.. Sağdaki odaya merdivenin yanından, pahlanmış köşeden, 109*202 cm. ölçülerinde ahşap kapı giriş yapılmaktadır. 10*90 cm ölçülerinde kapının altında bir eşik mevcuttur. Oda da biri kapatılmış olmak üzere 86*154 cm. ölçülerinde ahşap dört pencere yer almaktadır. Odanın tabanın şap, tavanı ise işlenmiş çıtalı ahşaptır. Duvarları ise kireç badanalıdır. Sofanın karşısındaki mutfağa ise 109*202 cm. ölçülerinde ahşap kapı ile girilmektedir. Döşemesi şap olmakla beraber tavanı ise çıtalı ahşaptır. Duvarları kireç

Yrd. Doç. Dr. Bahtiyar EROĞLU Halil İbrahim KARACİF | Mimar

CELPCİLER KONAĞI


badanalıdır. Batı duvarında eviyeli metal tezgah bulunmaktadır. Batı duvarında üç , giriş kapısının bulunduğu kısımda ise bir olmak üzere dört adet pencere ile aydınlatılmaktadır. Sofaya bakan pencere 101*170 ölçülerindedir. Dış cepheye bakan pencereler ise 86*154 cm. ölçülerindedir. Mutfağın yanındaki soldaki odaya 109*202 cm. ölçülerinde ahşap kapıyla girilmektedir. Odanın tabanı şap, tavanı ise çıtalı işleme ahşaptır.. Duvarları ise kireç badanalıdır. Batı duvarında pencere açılmamıştır. Güney duvarında ise 3 adet 86*154 cm. ölçülerinde ahşap pencere mevcuttur. Güney-doğudaki odaya 109*202 cm. ölçülerinde ahşap kapıyla girilmektedir. Odanın tabanı şaptır. İşleme çıtalı ahşap tavan yapılmıştır. Duvarlarına kireç boyalıdır. Odanın güney ve doğu duvarında biri kapatılmış olmakla beraber 5 adet 86*154 cm. ölçülerinde pencere mevcuttur. Odanın batı duvarında şerbetlik

ve dolapların olduğu bir mimari eleman bulunmaktadır. Şerbetlik alçı malzemeden yapılmıştır. Ahşap merdivenin sahanlığında bir pencere ve sonradan açılan bir adet kapı bulunmaktadır. Ahşap pencere 102*86 cm., ahşap kapı ise 195*79 cm. ölçülerindedir. 18 basamakla üst kata çıkıldığında, sofaya bir adet 92*204 cm. ölçülerinde ahşap kapı ile ulaşılmaktadır. Sofaya girildiğinde güney kısımda bir eyvan karşılamaktadır. Batı kısmında üç oda, kuzeyinde bir ve doğusunda da bir adet olmak üzere dikdörtgen planlı beş adet oda bulunmaktadır. Sofa kısmının solunda ikisi kapatılmış toplamda dört, eyvanın olduğu güney duvarında ise bir adet pencere bulunmaktadır. 187*113 cm. boyutunda ahşap doğramalı olan pencereler açılmamaktadır. Sofanın taban döşemesi 20-15 cm. genişliğinde, 5 cm. kalınlığında,

serbest boyda yapılan ahşap döşeme, tavanı ise çıtalı ahşaptır. Duvarlar ise kireç badanalıdır Eyvanın olduğu kısımda kat yüksekliği 59 cm. daha kısadır. Kuzeyindeki odaya ahşap malzemeden, 82*195 cm ölçülerinde kapıyla girilir. Odanın batı duvarında ahşaptan cağlık ve dolaplar bulunmaktadır. Tavanda ahşap kirişlemeler ve kaplama tahtaları görülmektedir. Döşemesi ise şaptır. Odanın duvarlarında ise kireç badanalıdır. Odada girişinin karşı duvarında iki adet, sağındaki duvarda ise üç adet 92*204 cm. boyutlarında ahşap pencere yer alır. Güney kısımdaki odaya ise 97*202 cm. ölçülerinde, ahşap kapıyla girilmektedir. Odanın tavanı işleme çıtalı ahşap, döşemesi ise ahşap döşeme olarak yapılmıştır. Duvar ahşap tavan birleşimi alçı ile kavisli olarak yapılmıştır. Duvarlarında kireç boya vardır. Oda girişinin karşı duvarında biri kapatılmış üç , sağ yan duvarında ise üç olmak üzere

43


altı adet 92*204 cm. boyutlarında ahşap pencere yer alır. Batıdaki odalardan 206 mahal numaralı odaya 97*202 cm. ölçülerinde, ahşap kapıyla girilmektedir. Odanın tavanı işleme çıtalı ahşap , döşemesi ise ahşap döşeme olarak yapılmıştır. Duvar ahşap tavan birleşimi alçı ile kavisli halde inşaa edilmiştir. Girişin karşı duvarında iki, sol duvarda ise üç olmak üzere beş adet 92*204 cm. ahşap pencere yer alır. Odanın sağ duvarında alçı şerbetlik ve ahşap dolap bulunmaktadır. Batı cephesinde 205 mahalinde muhdes banyo bulunmaktadır. Banyoya 97*182 cm. ölçülerinde ahşap kapı ile girilmektedir. Ahşap kirişlemeler ve kaplama tahtaları görülmektedir. Döşemesi ise şaptır. Batı duvarında bir adet 92*204 cm. ahşap pencere bulunmaktadır. Duvarlarında kireç badanalıdır. Güney duvarında bir adet ocak ve üzerinde de niş bulunmaktadır. 204 ve 203 odaları diğer sistemden farklı olarak birbiri içinden geçilmektedir. Diğer örnekler incelendiğinde mahaller arası geçiş sofalardan sağlandığı düşünüldüğünde muhdes olarak yapıldığı söylenebilir. 204 nolu mahale 97*182 cm. ölçülerinde ahşap kapı ile girilmektedir. Odanın tabanı ahşap döşeme iken tavanı işleme ahşap çıtalıdır. Duvarlarına kireç badana yapılmıştır. 204 mahalinde girişin karşı duvarında 3 adet 86*154 cm. ahşap pencere yer almaktadır. 204 mahalinin kuzey duvarından 97*182 cm. ölçülerinde ahşap kapı ile 203 nolu mahaline girilmektedir. Tavanda ahşap kirişlemeler ve kaplama tahtaları görülmektedir. Döşemesi ise şaptır. Batı ve kuzey duvarında birer adet 92*204 cm. ahşap pencere mevcuttur. Duvarlarında kireç badanalıdır. Doğu duvarında bir adet ocak bulunmaktadır.

Yapım Tekniği Celpciler Konağı, kagir moloz taş duvar üzeri ahşap çatkılı kerpiç dolgu yöntemiyle inşaa edilmiştir. Bu moloz taş duvarlar arasında rijitliği sağlayabilmek için ahşap hatıllar kullanılmaktadır. Taşlar genelde aynı boydadır. Taşlar arası kerpiç sıva doldurulmuştur. iç ve dış sıvalar horasan harçla yapılmış olup, üzeri horasan sıva ve kireç badanalıdır. Önceden horasan sıva

44

olan bodrumun kat silmesine kadar olan dış cephe sıvası çimento harcı ile yapılmıştır. Muhdes olarak Kuzey cephesinde bir tuğla yığma müştemilat mevcuttur. Dönemin gereksinimlerine göre yapılan bu müştemilat kömür deposu olarak kullanılmıştır. Ayrıca yapının İstanbul Caddesi üzerinde yol boyunca sınırı olan muhdes bir yapılaşma söz konusudur. Bu yapılaşma yapının cephe bütünlüğünü bozmaktadır. Celpciler Konağı'nın çatısı ise ahşap kırma şeklinde yapılmıştır. Çatı malzemesi olarak ise alaturka kiremit ve mahyalar ile örtülmüştür. Yağmur iniş boruları ve yağmur olukları günümüze ulaşamamıştır. Ancak geçmişte bakır yapılmış olması muhtemeldir. Saçakları ise çıtalı ahşap olarak yapılmıştır. Bacaları ise ateş tuğlası ile horasan harcı yardımıyla örülerek, en yüksek mahya noktasını üst kotuna çıkacak şekilde uzatılmıştır. Süsleme Özellikleri Moloz duvarlar üzerinde ise yuvarlak veya dikdörtgen kesitli, kılıcına yerleştirilmiş kirişlemeler kullanılmıştır. Üzerine ahşap alaturka döşeme yapılırken altına da çıtalı ahşap tavan yapılmıştır. Ahşap kapılarda geometrik şekiller ve bitki motiflerine yer verilmiştir.. Süsleme malzemesi olarak genelde alçı ve ahşap kullanılmıştır. Cephede saçak altı, içerde ise tavanlarda ahşap çıtalı tavan ile süsleme yapılmıştır. Dış cephelerde ahşap silmeler yatayda ve dikeyde bina köşelerinde süsleme elemanı olarak kullanılmıştır. Kapılarda yine ahşap işçiliği ile yapılmış örneklere rastlanmaktadır. İç mekanlarda ise alçı ile yapılmış mumluk ve şerbetlikler yer almaktadır. Cumba altlarında özellikli olarak koç boynuzunu andıran alçı süsleme elemanları mevcuttur. Bu yöredeki diğer yapılarından Celpciler Konağını ayırmaktadır.


45


ÇORUMLU BiR BESTEKAR

TUNCA YÜKSEL Halit YILDIRIM

46


İç Anadolu’nun Karadeniz’e, Karadeniz’in İç Anadolu’ya açılan kapısıdır Çorum. Gâh bozkırın kıraç topraklarının boz rengini, gâh Kızılırmak’ın cömert sularıyla yeşermiş ovalarını, gâh meşelikleri, gâh çam ormanlarını görürsünüz Çorum’u gezerken. Çorum kadim medeniyetlerin başkentidir. Günümüzden 7 bin yıl Hititler devletlerini burada kurmuştur. Onlara başkentlik yapan bugünkü Boğazkale İlçe Merkezindeki Hattuşa kalıntıları arasında dolaşırken sanki tarihi Kadeş Antlaşmasının kil tabletlere yazılırken çıkan seslerini işitirsiniz. Her bir İlçesi, köyü farklı özellikler ve güzelliklerle doludur Çorum’un. Anadolu’nun bu cefakâr, samimi, duygu dolu insanları sizleri gördüğünde gönüllerini, hanelerini, azıklarını, sofralarını size açmakta hiç tereddüt etmez. Duygu dolu insanları dedik… Evet, Çorum insanı duyguludur. Yokluk görmüştür, kıtlık görmüştür, harp görmüştür, ölüm görmüştür. Çanakkale’ye gidip gelmeyen yiğitleri vardır. Sönen ocakları vardır varoluş savaşında. O yüzden hangi haneye gitseniz bir ağıt söylenir eskilere dair. Âşıklar diyarıdır Çorum. Uzun havaları ciğer yakar. Gayri dayanamam ben bu hasrete der âşık, vurur sazına bütün Türkiye dinler. Kayayı gırcı tuttu İlvanlım gibi fıkır fıkır kırık havaları ile akıp giden hayata kinaye edercesine herkesi oynatır, Çorum Halayı ile düğünler kurdurur, asker uğurlar. Sadece türküleri mi var Çorum’un Çorumlunun? Hayır, sadece türküleri yok elbette. Nice şarkıları var ki duyanlar “buda mı Çorumlulara ait” diye şaşkınlığını gizleyemez. 1800’lü yılların sonlarında Sungurludan bir Ermeni Sarkis Zeki Nurluyan çıkar ve musiki tarihinde anılan bir isim oluverir. 1950’li yıllarda bir Hüseyin Coşkuner adını musiki tarihine yazdırır unutulmaz

besteleriyle… Bir Mehmet Ebrulan çıkmıştır bu topraklardan ve 300’e yakın şarkının sözlerini yazmıştır. 70 li, 80 li yıllarda bestekârlar ondan bir güfte almak için sıraya girmiş, yazdığı her şarkı olay olmuştur. Bak Yeşil Yeşil, Aşkın Kanunu, Gitme Güzler Güzeli ve daha niceleri… Bir Erdoğan Berker 1980 – 1990 yılları arasında şarkıları ile büyülemiştir ülkeyi baştanbaşa. Yeşil gözlerinden muhabbet kaptım der olay olur Dr. Ümit Mutlu… 1937 de İskilip’te doğan bir Yılmaz Yüksel, ilerleyen süreçte çalışkanlığı, azmi ve o güzel yüreği ile damgasını vurmuştur musikimize… Seni Kendime Candan Bir Sevgili Sanmıştım, Gönlüme Gir Doğ Güneşim, Çekemezler Sevgimizi ve daha nice eserleriyle gönlümüze taht kurmuş, sayısız öğrenci yetiştirmiş ve hocaların hocası olmuştur. Adı neredeyse İzmir Radyosuyla özdeşleşmiştir Yılmaz Hocanın. Sadece bu kadar mı? Hayır… İki oğlunu da musikimizin hizmetine nefer olarak bırakmıştır. Ortanca oğlu Tunca ud, küçük oğlu Sürelsan ise tambur ve ses sanatçısıdır İzmir Radyosunda. Size bu yazımızda dilerseniz Tunca Yüksel’i tanıtayım birazcık, dilimin döndüğü, kalemimin yazdığı kadarıyla… Tunca Yüksel; Yılmaz ve Oya Hesna Hanım çiftinin 1970 yılında Ankara’da doğan ikinci çocuğudur. Babası Yılmaz Yüksel’in 1973 yılında İzmir’e tayin olduğu günden bu yana İzmir’de yaşamaktadır. Tunca Yüksel; ilkokul yıllarında, babasının evde yaptığı müzik çalışmalarından etkilenerek kendi kendine ud çalmaya başladı. Ortaokulu bitirdikten sonra babası ile ciddi müzik çalışmalarına başladı. Lise tahsilinin ardından 1992 yılında Ege Üniversitesi Devlet Konservatuarına girdi. Aynı yıl TRT’nin açmış

olduğu sanatçı sınavını kazanarak İzmir Radyosu’nda istisna akitli ud sanatçısı olarak çalışmaya başladı. Konservatuarda Onur Akdoğu, Teoman Önaldı ve Akın Özkan’dan çok yararlandı. 1997 yılında konservatuardan mezun oldu ve iki yıl boyunca meslek çalgısı ( ud ) hocalığı yaptı. 1999 yılında TRT İzmir Radyosuna kadrolu sanatçı olarak atandı. Aynı yıl Isparta “Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü”nde İslam Tarihi ve Sanatları üzerine yüksek lisansa başladı 2001 yılında mezun oldu. 2001 yılında eşi Özden hanımla evlendi. 2005 yılında oğlu Deniz dünyaya geldi. 2012 yılında kızı Defne doğdu. Tunca Yüksel sadece ud çalmakla yetinmedi. Genlerinden gelen bir damar onu bestekârlığa yönlendirdi. Zira o damar her ne kadar babasında gelse de babasına da annesinden miras kalmıştı. Yılmaz Hoca bu durumu Sevinç Atan Hanımefendiye verdiği bir mülakatta şöyle anlatır. “1937 İskilip doğumluyum. İlkokulu İskilip’te okudum. Müziğe olan ilgim de ilkokul sıralarında başlamıştır. Annem çok güzel sesli bir hanımdı. Güzel ilahiler söyler bana da öğretirdi. Ben de büyük bir zevkle okurdum. Annem benim okuyuşumdan fazlasıyla etkilenir ve çoğu zaman ağlardı. İlk musiki eğitimimi rahmetli annemden aldım diyebilirim.” Tunca Yüksel; 2002 yılında sözleri Orhan Altınbaşak’a ait “Sonbaharın Hüznü var ömrümün son deminde” mısrası ile başlayan şiirini Hicaz Makamında besteleyerek beste çalışmalarına başlamış oldu. 2008 yılında İzmirli ünlü bestekâr ve müzik adamı merhum Avni Anıl adına Konak Belediyesi ile İzmirli Sanatçılar Birliği tarafından ortaklaşa düzenlenen ve ikincisi gerçekleştirilen ve 83 eserin yarıştığı Avni Anıl Beste Yarışmasında sözü ve müziği kendisine ait olan “Tek Senin

47


Hasretinle Yanar Bu Gönül” isimli şarkısıyla

itibaren “Beraber ve Solo Şarkılar”, “Radyo

Seçmeler 4 ‘TRT Arşiv Serisi 102’ isimli

3.lük kazanarak ilk ödülünü aldı. Tunca

Sanatçıları Konseri” ve bunun gibi birçok

albümü çıkardı.

Yüksel’in TRT repertuarında halen 5 adet

programı yönetti.

şarkısı mevcuttur.

Birçok amatör koroda hocalık da yapan

2010 yılında TRT sanatçıları Abdulbaki

Tunca Yüksel hâlen TRT İzmir Radyosunda

2010 yılında TRT’de ud sanatçılığının

Gökçen, Gülten Yeğin, Mahmut Bilki, Mehmet

ud sanatçısı ve koro şefi olarak görev

yanında Koro Şefi unvanı aldı. Bu tarihten

Dönmez ile beraber Saz Musikimizden

yapmaktadır.

Bazı Eserleri Eser Adı

Söz Yazarı

Makam

Form

Usul

Iztırabın sonu yok sanma bu âlem de geçer

Tevfik Kolaylı - Neyzen

Segâh

Şarkı

Düyek

Sevda dolu ilhamını almış gibi yazdan (ÜSKÜDAR)

Yılmaz Karakoyunlu

Mahur

Şarkı

Aksak

Sevmek de var olmak gibi bir bilmecemizdir

Güngör Fahri Tüzün

Kürdili Hicazkâr

Şarkı

Aksak

Sonbaharın hüznü var ömrümüzün son deminde

Orhan Altınbaşak

Hicaz

Şarkı

Düyek

Tek senin hasretinle yanar bu gönül

Tunca Yüksel

Kürdili Hicazkâr

Şarkı

Aksak

Bir Ney Sesidir Soluğum

Şahin Çandır

Nihavent

Şarkı

Aksak

Kabul Etmez

Yahya Kemal Beyatlı

Hicaz

Şarkı

Aksak

El Ele Göz Gözeyiz

Vural Şahin

Nihavend

Tango

Sofyan

O sadece müzik yapmaz. Müsiki üzerine düşünür, fikir üretir. Akademik olarak çalışmalar yapar. Yazdığı yüksek lisans tezinin daha önsözünde “Günümüzde Geleneksel Türk Müziğinin üretim ve icra açısından bir kısır döngü içinde olduğunu görmekteyiz” der. Bu söz çok çarpıcı, eleştirel bakış içeren bir tespittir. Sanki karşınızda bir öğrenci değil bir müzik otoritesi vardır. Sözlerinin devamında “Özellikle biçim

bakımından çok zengin olan Geleneksel Sanat Musikimiz son dönemde sadece şarkı biçimi dediğimiz küçük soluklu eserlerle özdeşleşmiş durumdadır” diye bu günkü tabloyu çizer. O sadece şikâyette bulunmaz. Sorunu teşhis eder ve çözüm önerilerini daha tezin ilk sayfasında sıralar. Tezimin konusu olması nedeniyle incelediğim ayin-i şeriflerde besteci olarak karşıma çıkan isimler, müziğimize ayin-i şeriften köçekçeye, saz semaisinden longa ve sirtoya, kar-ı nâtıktan şarkı ve türküye kadar her biçimde eser kazandırmışlardır.

Böyle zengin bir alt yapıya sahip olan Geleneksel Sanat Musikisi’ni dar kalıplara sokmak son derece yanlıştır. Yapılması gereken, bu muhteşem kültür mirasımızı tüm zenginliği ile yaşatmanın yanında, bu eserlerden alınacak bilgi ve ilhamla yeni eserler üretmek, yani mirası arttırarak bizden sonraki kuşaklara aktarmaktır. Yakın zamana kadar usta-çırak ilişkisiyle bestekârlık ve icracılık geleneğini sürdüren müziğimiz, günümüzde sayısı gitgide artan konservatuarların kurulmasıyla bilimsel bir nitelik kazanmıştır. Bu kurumlarımızın müziğimizin gelişiminde ve diğer kuşaklara aktarımında önemli rol oynayacağı


kanısındayım. İşte sayfalarımızın el verdiği ölçüde tanıtmaya çalıştığımız Tunca Yüksel, musiki dünyamızda isminden çok söz ettirecek bir değer olarak medarı iftiharımız olacaktır. Onun bestelerini dinlediğiniz zaman kendine has bir üsluba sahip olduğunu hemen hissedeceksiniz. Babasından aldığı geleneğin sesini kendi bilgisi ve kabiliyeti ile geleceğe taşımaktaki marifeti onu sanat musikimizin en önemli bestekârları arasına taşıyacaktır. İzmir Radyosunda birbirinden değerli bir ekip ile uyum içersinde programlar yapan Tunca Yüksel’i TRT Müzik kanalından mutlaka izleyin. Onun son bestesi olan sözleri değerli hocam, üstadım Vural Şahin‘e ait olan Nihavent tangosunu İzmir Radyosunun kraliçesi, kıymetli sanatçımız Güldehen Marmara Hanımefendinin sesinden dinlemenizi özellikle tavsiye ederim.

49


TAASSUPLARI KIRMAK Metin Önal MENGÜŞOĞLU Arapça a’sab kelimesinin Türkçe karşılığı sinir’dir. Sinirli insanlara eski tabirle bu sebepten olsa gerek asabî demekteyiz. Bugün Ruh ve Sinir Hastalıkları tabir ettiğimiz tıp dalına geçmişte asabiye deniliyor olması da bundandır. Sinirlerin canlı bedendeki temel fonksiyonuna bakarak bu kelime aynı zamanda bağlanma anlamı da taşıyor. Çünkü sinirler organik bakımdan bedende muazzam ve mucizevî bir irtibat (bağlanma) sağlamaktadırlar. Gerek nesepten gerekse herhangi bir sebepten birbiriyle akrabalık, hısımlık kuran insanlar arasındaki bağlanmaya da asabiyet denilmektedir. Taassup kelimesinin kökü işte buraya dayanmaktadır. Türkçe karşılığı ise daha çok aşırı bağlılık, körü körüne bağlılık, bâtılda ısrarcılık olarak sözlüklere girmiştir. Batı dillerinden dilimize giren Fanatizm de çoğunlukla aynı anlamda kullanılmaktadır. İnsanlar doğuştan sinirli yaratıklardır. Bu halden ötürü onların aile, akraba, hısım, kabile ve kavim bağlılıkları da fıtri ve eldesiz bir özelliktir. Kimse ne kendini ne aile ve kabilesini bizzat seçerek dünyaya gelmemektedir. O sebeptendir ki fıtri kimliklerinden dolayı kimse kimseyi kınayamaz, kınamamalıdır. Gelin görün ki yeryüzündeki toplumsal hayat, maalesef beklendiği gibi böyle cereyan etmemektedir. İnsanlar çoğunlukla fıtri kimliklerini ve/ya bağlılıklarını bir tür bağımlılığa dönüştürerek bununla ayrıcalık ve

50

üstünlük taslamaktadırlar. Taassup işte bu ve benzeri tutumların adıdır. Ve kelimenin kök anlamından hareket ederek düşünecek olursak, taassup sahiplerinin birer klinik vakıa olarak görülmesi ve tedavi edilmesi ihtiyacı ortaya çıkar. Onları asabiye kliniğine sevk etmek en kestirme yoldur. Taassupları kırmak demek bir bakıma insanların sinirlerine hâkim olması demektir. Bu da akletme melekesini devre dışı bırakmaksızın yaşamanın yani Allah’ın muradı doğrultusunda bir model ortaya koymanın ta kendisidir. Sinirlerine hâkim olamayan mutaassıp insanların, çevrelerinde yarattıkları tahribat, dünyayı zindana çevirecek korkunç boyutlara ulaşmıştır. Özellikle politik sahada tezahür eden bu hal, günümüzdeki siyaset adamlarının, kendileriyle sinirsel bağlılıkları bulunan hısım, akraba, hemşeri ve yakınlarına yönelik adam kayırmalar şeklinde son hızla sürmektedir. İnsanlara ayrıcalıklar tanıma, iş bulma, sıralamada öne geçirme, hisse dağıtımı gibi durumlarda ehliyet ve kabiliyet yerine, yakınlık derecesinin rol oynadığı ortadadır. Hem de bunu gizleme ihtiyacı bile duymaksızın, adeta öteki insanların gözüne sokarcasına, onların kıskançlık damarlarını hortlatırcasına yapmaktan çekinmemektedirler. Devlet dairelerini hemşerileriyle dolduran devlet büyükleri, meslektaşları arasında da en pervasız bir görüntü sergilemektedirler. Elbet bir gün,

dünya hayatında asabiye kliniklerinin kaçakları bu mutaassıplara, hesap soran bir Hesap Sahibi olacaktır. Taassup kök anlamı itibariyle ırkçı, kavmiyetçi zihniyetlerin iddia ve icraatları da birer klinik vakıa olarak görülmelidir. Yanlış bir adlandırmayla milliyetçilik hatta ırkçılık denen o aşağılık kompleksi, doğru adlandırmayla kavmiyetçiliktir. Hatırlanırsa Mehmed Akif şöyle diyordu: “Arnavutluk ne demek, var mı şeraitte yeri/ Küfr olur başka değil kavmini sürmek ileri/ Hani milliyetin İslâm idi; kavmiyet ne/ Sarılıp gitseydin a sımsıkı milliyetine.” Özellikle Osmanlının dağılma safhasında ortaya yeniden çıkartılan kavmiyetçilik fitnesi, İslâm ortak inancı etrafında kenetlenmiş büyük topluluğu dağıtan sebeplerin başında gelmişti. Hitler ve Mussolini gibi faşist liderlerin hastalıklı fikriyatı Türkiye’de de itibar görmüş hatta cumhuriyetin kuruluş yıllarında devletin iç ve dış politikasını belirlemede etkin rol oynamıştır. Asabiyetin inanç cephesi, din kisvesi altında bir görüntüsü de vardır. Bu da diğerleri gibi tehlikeli ve tedaviye muhtaç bir hastalıktır. Necip Fazıl’ın deyimiyle ham yobaz ve kaba softa’ların dindarlıkları, taassubun din açısından tezahürüdür. Onlar dine bağlı değil bağımlıdırlar. Temel özellikleri cehalettir. İnançları tamamen dogmatiktir. Bilgi ve bilinçten yoksun, muhakeme ve mukayeseye


son derece uzaktırlar. Kinlerini din zannederek davranır ve bu uğurda her türlü vahşet ve barbarlığı Allah rızası olarak gösterebilirler. Din, sanki bir güzel ahlak öğretisi değil, başkalarını ötekileştirme, düşman üretme merkezidir onlara göre. Düşünme, inanma, yaşama, mutlu olma, kurtulma hakkı sadece kendilerinindir sanki. Doğuştan icazet almış gibi davranır, hiçbir davranışlarının sıhhatini kontrol etme ihtiyacı duymazlar. Statik, donmuş zihinlerini, mezhep ve meşreplerini kutsar, bütün öteki düşünce, inanç, mezhep ve meşrep erbabını tekfir eder cehenneme yollarlar. Üstelik Tek Adamcıdırlar. Tek bir adamın görüşüne, o adamın kitaplarına itibar eder aynı sahada başka bir zatı görmek istemezler. Cehaletin sağladığı müstağnilik ve kibir, kendilerini kurtulmuş milletin ehlinden olma zehabına kaptırmıştır. Kemikleşmiş itikatlarını kırmak için ne yapsanız nafile; kalpleri kendi elleriyle mühürlenmiştir bir defa. Bu toplumdaki Kemalist ve laik cephenin taassubu da yukarıda bahsi geçen sahte dindarların görüntüsünden hiç farklı değildir. Onlar da Tek Adamcıdır. Ve zaten sanıyorum her iki kesim birbirini tetikleyerek var olma savaşı vermektedir. Şöyle serinkanlı bir biçimde düşünecek olursak sormalıyız; mesela ne demektir Atatürkçü Düşünce? Bunun, memleketin cumhurbaşkanları tarafından, örtülü biçimde desteklenen koca bir derneğe dönüşmüş olduğu hatırlanınca, vahametin boyutu da ortaya çıkacaktır. Düşünce kelimesi bir ön sıfat takılarak ortaya sürüldüğü vakit, artık düşünce olmaktan çıkmaz mı? Onun düşünce onuru taşıyabilmesi için bir ön takı, bir ön kabul, bir peşin fikir yüklenmemesi gerekmiyor mu? Diyelim isimlendirme çok önemli değil. Peki, bu derneğe mensup koca unvanlı bürokrat, hukukçu ve emekli

askerlerden kimisinin, medyaya yansıyan iddialarına ne demeli? Bütün bağımlılıkları, inanç ve iddiaları, tıpkı kendileri gibi fani bir beşerin şahsına, hayatına, görüşlerine endekslenmiş bir topluluk, nasıl hala insan sıfatı taşıyabilir? İçlerinden birisi çıkıp laik olmayan insan bile değildir diyebiliyor, kendi insanlığını hiç sorgulamadan. Başka bir hukukçu hiç utanmadan 12 Eylül mağduru ve 27 yıldan beri hapishanelerde yatan insanların hepsini asmalıydı diyebiliyor. Kin, haset, kıskançlık, bencillik gibi beşerin en kötü huylarını bünyesinde toplayan bu ve benzeri taassup sahipleri, aramızda dolaşmak ne kelime, üzülerek görmekteyiz ki memleketin kaderine hâkim mevkilerde oturmaktadırlar. Sıradan insanlar hastalandığı zaman doktora götürür çaresini ararız. Peki, doktor hasta olduğunda zavallı ahali ne yapsın, kime gitsin, nereye başvursun? Az buçuk düşündüğünüz zaman etrafta ne kadar çok taassup çeşidi ve taassup sahibi bulunduğunu görmekten ürkersiniz. Bütün bunları sığdırabilecek ölçüde bir şifahane mevcut mudur yeryüzünde? Biraz daha düşündüğünüzde görüyorsunuz ki insanın sinirlerine hâkim olması esasen kendi elindedir. Ve bu o kadar zor bir işlem de değildir. Ne mutlu böyle davranarak kendinin doktoru olmayı başaranlara.

51


KİMSE I D A M N A İN AMA ONLAR I D R A Ş A B

www.

canteentv

.com

Seher TUĞ

52

H

itit Üniversitesi ve öğrencilerinin sesi olmayı başaran Canteen TV, üniversite gençliğinin girişimcilik ruhunu da gösteren öğrencilerin bir araya gelerek kurduğu örnek bir yapı. Büyük zorluklar ve imkansızlıklarla kurdukları Canteen TV’nin bugün geldiği noktayı büyük bir gururla anlatan Yunus Burak Özcan, üniversite faaliyetlerini yine üniversite öğrencilerine hem de canlı yayınlarla paylaşmanın haklı gurunu yaşadıklarını ifade ediyor. Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan da her fırsatta gençlerin girişimcilik ruhunu önemsediğini ifade ediyor ve gençlere olan inancını dile getiriyor. Alkan, “Gençlerimize inanıp, destek olduğumuz sürece, daha büyük başarılara imza atacaklarına yürekten inanıyorum.” diyerek gençlerin bu yoldaki en önemli moral kaynağı olmayı sürdürüyor. Yunus Burak Özcan, Canteen TV’nin Çorum’da yapacak çok işi olduğunu, başta üniversitede olmak üzere, Çorum’da düzenlenen sosyal-kültürel etkinlikleri yakından takip ettiklerini ve izleyicilerle buluşturduklarını vurguluyor. Tüm öğrenci çalışmaları, Canteen TV için başlıca haber ve program konusu haline gelmiş. Üniversite faaliyetlerini canlı olarak yayınlamaları ise başlı başına büyük bir başarı. Oldukça mütevazı bir bütçe ve neredeyse kendi imkanlarıyla ortaya çıkan böylesi bir projenin Hitit Üniversitesi öğrencileri tarafından yapılmış olması ise şehrimiz için ayrı bir önem arz ediyor. Bizler de BİDERGİ ailesi olarak bu gençlere inanıp onları destekleyen başta Rektör Prof. Dr. Reha Metin Alkan olmak üzere tüm üniversite yetkilerini tebrik ediyoruz.


Hasan AKBAL

T

ürkiye Dil ve Edebiyat Derneği

etkinliğine daha da önem vererek

Herkesin faydalanabileceği bir mekân

(TDED) Çorum Şubesi yeni yerine

devam ettireceklerini dile getiriyor.

yeni yerinde kapıları herkese açık…

taşınalı üç ay oldu. Çorum TDED şubesi

TDED Çorum Şubesi, ayrıca müzik

Kamu yararına çalışan derneklere

personeli Yusuf Canpolat Bey ile

severler için Türk Sanat Musikisi

yapılan bağış ve yardımlar, Gelir

okumaya dair kısa ama hoş bir sohbet

Topluluğu’nun

Vergisinin

gerçekleştirdik. Yusuf Bey 2010 yılından

olduğu konser etkinlerini de bünyesinde

beri Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği

gerçekleştiriyor. TDED Çorum Subesi

Çorum Şubesi'nde görev yapıyor.

çalışmalarına ara vermeden devam

Okumaya öyle önem veriyor ki gelecek

etmektedir.

neslin okuma alışkanlığı kazanamama

Kitap okumaya ve okutmaya önem

gibi bir sorunu olmayacak. Milli Eğitim

verdiklerini sıkça dile getiren Yusuf Bey,

ile birlikte yapmış oldukları okuma

Milli Eğitim Müdürlüğü ile birlikte yapmış

etkinliklerine okullardaki öğrencilerin

oldukları

ilgisinin yoğun olduğunu söyleyen

tüm ortaokul ve lise öğrencilerinin

Yusuf Bey, tüm mesailerini; okumanın

hemen hepsine ulaştıklarını ve okuma

Güler yüzlülüğü ve samimiyeti ile

artırılmasına ayırdıklarını dile getiriyor.

programları yaptıklarını söylüyor.

misafir eden Yusuf Canpolat’a, TDED

Bugüne kadar yaptıkları etkinlikler

Yeni Eğitim Öğretim döneminde sadece

Çorum Şubesi'nin kurulmasında emeği

içerisinde kurslara, konferanslara ve

ilkokul, ortaokul, lise öğrencilerini

geçen ve şuanda başkanı olan Sayın

söyleşilere yoğun mesai harcamışlar.

değil; üniversite öğrencileri, velileri ve

Turhan

Yusuf Bey, daha iyi bir nesil için okuma

edebiyatseverleri yeni kitaplar bekliyor.

sonsuz teşekkürler…

hazırlayıp

etkinliklerde

sunmuş

Çorum’daki

89.

Maddesi

gereğince

ve Kurumlar Vergisinin 10. Maddesi gereğince TDED’ye yapılan bağışlar ve yardımlar vergi indirimine konu oluyor. Bu

vesileyle

duyurmuş

vergi

mükelleflerine

olalım.

Yapacağınız

yardımlar, bağışlar hem kitap okuyacak öğrencilere faydalı olacak, hem de vergi indirimi sağlayacaktır.

CANDAN'a

Bidergi

olarak

53


Hasan AKBAL

KIRLANGIÇLAR B

ulutların tepelerden güneşi gerilerde bırakarak, kaba baba görünmesi ile bölünecekti ikindiye kadar süren istirahatım. Köyümü selamlayan ağaçların gölgesi eylülü çağırmaya başladığı zaman. Uyuduğum ağacın sararan yapraklarının gölgesinde dedemin ıslık sesi ile bir telaş kaplamıştı içimi… Gözlerimi ovuşturarak kalktım. Koyunların ikindi serinliğinde gölgeden çıkmaları, gün içinde ikinci bir mesainin başladığı anlamına geliyordu. Çocuktum. O yaşta mesai nedir, bilmesem de işe sabah ki gibi koyulacağımızı iyi biliyordum. Benim görevim, dedemler tarlada çalışırken onların yakınında koyunlara göz kulak olmaktır. Kaba kaba bulutların köyümüzün dağlarının üstünde görünmesi, yağmurun yağacağının habercisi oluyordu. Ben nerden bileyim, dedem öyle söylerdi. “Çabuk olun, yağmur geliyor!” demesi ile daha çok gayret edilir, çalışılırdı. İç Anadolu’nun harman vakti telaşlı geçer. Bizim köyde ise işler bitince şehre inilir. Hediyeler alınır. Mağaza mağaza gezilir, yeni kıyafetler alınır. Şehrin içindeki parka inilir, parkta dondurma yenilir, limonata içilirdi. Çocukluğumda iz bırakmış bu güzellikleri yaşadığıma ne kadar şükretsem azdır. 54

Her gün koyunları sabahleyin otlatmaya çıkarırdım. Güneşin sıcağından dolayı tarlamıza yakın yer de gölgeye bırakıp ben de onlara göz kulak olurken yanlarında çimenlikte uzanırdım. Bu uzanmalar genellikle uyuyakalışım ile sonuçlanır, dedem de ıslık ile beni uyandırırdı. Dedemin ıslığı bazen uyku halimle korku ile uyanmama neden olurdu. Çünkü koyunlar gölgeden ben uyurken çıkarlar ve otlamaya başlarlardı. Komşuların tarlasına girmemesi için dikkat etmem gerekiyordu. Bu ıslık ile uyanışım, acaba koyunlar ortadan kaybolup bir yerlere falan mı gittiler, diye düşünürdüm. Korkarak irkilmem yani uyanmam bu sebeptendi. Koyunların gölgeden birer ikişer otlamaya çıktığı yerden geride kalanları alarak diğerlerinin yanına yani ilk gölgeden çıkanların yanına götürdüm. Koyunlar otlarken ben de tarlaya dedemlerin yanına gittim. Gözlerime takılan, gökyüzünde hızlıca uçan, kanatlarını hızlıca açıp kapayan siyah kuşlar ilgimi çekti. İzlerken hayretler içinde kalmış olmalıyım ki, bana bakarken gülümseyen dedeme “Dede, bu kuşun adı ne?” diye sordum. Dedem “Kırlangıç oğlum.” dedi. “Kırlangıç görününce artık sonbahar gelir. Harman işlerinin bitmesine de az kaldı zaten.” dedi ve bir de ayrıntı verdi;

kırlangıçların yuvaları çamurdan olur, diye. Harman işlerinin bitmesinin habercisi kırlangıçların gelişi ile başlar. Kırlangıçlar gelirler mi, yoksa orda olur da harman işleri bitince mi görülür bilemiyorum. Kırlangıçlar gelmeye başlayınca harman işleri bitiyor, demektir. Ondan sonra hep kırlangıçları bekledim. Önce sonbaharı getirirdi, kırlangıçlar. Her akşam olmaya yakın kırlangıçların uçuşunu izlediğimde harman işlerinin biteceğini, şehre gideceğimizi ve en çokta harman işleri

bitince,

dedemlerin

yorgunluğu

bitecekti. En çok bunun için beklerdim sonrasında harman işlerinin bitmesini yani kırlangıçların geleceğini… Şimdi gurbetin adı bilinmez adreslerinden döndüğüm de köyüme kırlangıçları özlerim. O çocuksu heyecanımı, dolu dolu yıllarımı bir de… Yıllar

sonra

döndüğümde

köyüme,

koyunların ahırının tavanına yuva yapmış kırlangıçları

gördüm.

Keşke

dedemle

paylaşabilseydim heyecanımı... Şimdi penceremin önüne oturmuşum, gözlerim nemli kırlangıçların uçuşunu seyrediyorum…


Önce sonbaharı getirirdi kırlangıçlar...

55


International Symposium on Post-Secondary Vocational Education and Training

Muhammet Fazıl ATEŞ

Uluslararası Yükseköğretimde Mesleki Eğitim ve Öğretim Sempozyumu

Hitit Üniversitesinin kuruluşunun 10. yılı etkinlikleri kapsamında düzenlenen Uluslararası Yükseköğretimde Mesleki Eğitim ve Öğretim Sempozyumu (ISVET-2016) Meslek Yüksekokulu Ethem Erkoç Konferans Salonu’nda yapıldı. 12-15 Ekim 2016 tarihleri arasında gerçekleşen Sempozyuma; Çorum Valisi Necmeddin Kılıç, Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan, Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Yabacıoğlu, İl Milli Eğitim Müdürü Seyit Ali Büyük, İŞ-KUR İl Müdürü Ali Şahan, Ticaret ve Sanayi Odası (ÇTSO) Başkan Yardımcısı Yakup Karaca, Çorum MÜSİAD Şube Başkanı Ahmet Köksal, Organize Sanayi ve İş Adamları Derneği Başkanı Bülent Onur, STK Temsilcileri, Çorumlu iş adamları, birçok üniversitenin

56

öğretim elemanı ve öğrenciler katıldı. Açılışta Hitit Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Menderes Suiçmez, Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan ve Çorum Valisi Necmeddin Kılıç konuşma yaptılar. Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Menderes Suiçmez Meslek Yüksek okullarının kuruluş amacını dile getirerek, “Ülkemizde nitelikli ara eleman yetiştirme görevi yükseköğretim kurumlarına bağlı meslek yüksekokullarına verilmiştir. Yükseköğretim kurumlarına bağlı meslek yüksekokullarından mezun olan kişilere gerekli bilgi ve beceriyi kazandırmayı, mezuniyet sonrası kendi alanlarında işyeri açabilmelerini ya da mesleklerini icra edecekleri

işletmelerde deneyimli eleman olarak işe başlamalarını sağlayacak donanımlı mezunlar yetiştirmek meslek yüksekokullarının kuruluş amacıdır.” şeklinde konuştu. Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan “1975-76 yılında Türkiye’de 24 meslek yüksekokulu vardı. O yıllarda meslek yüksekokulumuzda kurulan üniversitelerden biri. Meslek Yüksekokulumuzun kuruşunun 40.yılı ve 40.yılımızda böyle bir etkinliğe ev sahipliği yapmaktan dolayı gururlu ve çok mutluyuz.” ifadelerine yer veren Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan, “Türkiye’de şu anda yükseköğretimde 7 milyona yakın öğrencimiz var. Bu sayının 2,3 milyonu, 925 meslek yüksekokulunda eğitim-öğretimlerine devam ediyorlar. Bu sayının çokluğu Meslek Yüksek


Okullarının ne denli önemli olduğuna işaret ediyor.” diye eklerken, konu ile ilgili sorumluluklara değinerek, “Bu sayı itibarıyla Türkiye’de hemen hemen her ilçemizde bir meslek yüksekokulu olduğunu anlamakta ve bu konunun herkesi direkt ilgilendirdiğine de görmekteyiz” dedi. Ülkemizin vizyonuna işaret ederek, üniversitelere düşen bilincin önemini, “Eğer bizler 2023, 2053 ve 2071 vizyonlarına ulaşmak istiyorsak bu konuda MYO’larda yapacağımız çalışmalar da çok büyük önem arz ediyor. Ülkemizin 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisinden birisi olabilmesi için AR-GE harcamalarının GSYİH’ye oranının yüzde 3’e çıkarılması hedeflenmiştir. Türkiye’de ihracatımızın içinde yüksek teknolojinin payı %3-4 seviyelerinde. Bu G. Kore’de %25, Japonya ve Almanya’da %30’larda.” sözleriyle aktardı. Çorum Valisi Necmeddin Kılıç “Gayreti ve emeğiyle Çorum’a ve Üniversitemize güç katan Prof. Dr. Reha Metin Alkan’a, Belediye Başkanımıza, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanına, öğretim elemanlarımıza

ve emeği geçen herkese özverili çalışmaları ve katılımlarından ötürü çok teşekkür ediyorum.” Bilinen tarih boyunca dünyaya adaleti, sevgiyi, barışı, medeniyeti götüren bir ülke olduğumuza, yeniden dünya sahnesine dönmemiz gerektiğini söyleyen Vali Kılıç, “Yeniden dünya sahnesine dönmeli, bir yıldız, güneş gibi parlamalıyız. Dünyaya yeni bir düzen vermeli, insanlığın ne demek olduğunu yeniden anlatmalıyız. Ben inanıyorum ki önümüzdeki 30 yıl içinde dünyanın en güçlü ülkesi Türkiye olacaktır. Kısa zamanda Türkiye, dünyanın yıldızı haline gelecektir. Geçmişte bilim ve ilim bizden yayılırdı. Şimdi aynı şekilde insanlık adına yürüdüğümüz bu kutlu hedefe ulaşabilmek için daha çok çalışarak ve bu çizgiyi aşarak bu hedefe ulaşabiliriz. Bu yakalanmayacak bir hedef değil. Atalarımız, dedelerimiz bunu başardı zamanında. Bizim de bu hedefi başarmak boynumuzun borcu. Bu fotoğraf içinde Hitit Üniversitesi ve Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan ile öğretim elemanlarımızın riayetinde ulaşmaya çalıştıkları nokta, ilimiz için büyük bir şanstır. Çorum için gururunu taşıdığımız ana eksenlerden biri de

Hitit Üniversitesidir.” dedi. Açılıştan önce panelistlere plaket takdim edildi. Sonrasında sempozyum planladığı gibi devam etti. Üç gün boyunca devam eden sempozyumda; Türkiye’deki 70 farklı üniversiteden akademisyenlerin katılımıyla 39 bilimsel oturumla, 170 bildiri sunuldu. Meslek Yüksek Okullarının sorunları ve başarıları dile getirildi. Denenen yeni 2+1 ve 3+3 modelleri tartışıldı. MYO’larda verilecek eğitimin ciddiyetine dikkat çekildi. Sempozyum vesilesi ile Çorum’a gelen akademisyenler hem Hitit Üniversitesi MYO’nu hem de Çorum’u çok beğendiklerini ve gelişen bir şehrin büyüyen üniversitesine konuk olmaktan mutlu olduklarını dile getirdiler. 15 Ekim 2016 tarihinde ise katılımcı akademisyenler Hitit’lerin başkenti Boğazkale (Hattuşa)’ye gezi düzenlediler. BiDERGi ailesi olarak, Hitit Üniversitesi'nin 10. yılı tebrik ediyor, başarılarıyla gurur duyuyoruz. 57


30

Dünya Kültür Mirası Listesinde

Emin ŞAHİN

1986 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine alınan Hattuşa, 30 yıldır yerini koruyor."Dünya Kültür Mirası Listesinde 30 Yıl" adlı sloganıyla Boğazkale Kaymakamlığı ve Boğazkale Belediye Başkanlığı çeşitli etkinlikler düzenleyecek. Bu etkinliğin ilki gerçekleşti. BİDERGİ olarak biz de katıldık. 30. yılı dolayısıyla 1-2 Ekim 2016 tarihlerinde Devlet Opera ve Balesi'nin hazırlamış olduğu “HAREM” Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün Mehter takımı ve Halk Oyunları ekibinin gösterileri düzenlendi. 1 Ekim Cumartesi günü düzenlenen etkinliğe ilgi büyük oldu. Tarihi Hattuşa Milli Parkı’nın girişindeki Hitit surları önünde yapılan etkinlikte Boğazkale Kaymakamı Sayın Osman AYDOĞAN açılış konuşmasında, “1986 58

yılında Hattuşa UNESCO’nun dünya kültür mirası listesine dâhil edildi. Biz de bu sene bir dizi etkinlikle Hattuşa’yı geliştirmeyi, Hattuşa’nın bilinirliğini artırmayı hedefledik. Bu akşam bunun finali niteliğindeki gösteriyi hep beraber izleyeceğiz. Bu günlerde çok ihtiyacımız olan dünyadaki ilk yazılı barış antlaşması bu toprakların medeniyeti tarafından imzalanmıştır. İlk kurumsal ticaret bu topraklarda yapılmıştır. İlk meclis burada oluşturulmuştur. Ve kadının toplumdaki statüsündeki adımlar burada atılmıştır. El ele verirsek dünya çapındaki bu kıymeti, bu değeri daha çok insana duyururuz. Bundan, başta bu coğrafyamız, ilimiz ve ülkemiz faydalanacaktır.” diye konuştu.

Etkinlik açılışında konuşan Boğazkale Belediye Başkanı Sayın Osman TANGAZOĞLU ise, “En kapsamlı ilk etkinlik olan bu tür etkinliklerin yıl

Yıl

boyunca devam edeceğini ve yıllara sair geleneksel bir hale getireceğiz.” dedi. Koreografisini Melih Çimenciler, dekor ve kostüm tasarımını Rus Alexander Vasille'nin hazırladığı gösteri beğeniyle izlendi. Devlet opera ve Balesi Genel Koordinatörü Alptekin GÜLTEKİN, Boğazkale Kaymakamı ve Belediye Başkanıyla birlikte, harem balesi ve devlet sanatçısı Meriç ÇİMENCİLER'e plaket takdim ettiler.

Eski Kültür Ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Fikret ÜÇCAN, çevre ilçelerden konuklar, Hitit Üniversitesi’nden öğrenciler ile ilçe halkı bale gösterisini izlediler. 2 Ekim Pazar günü Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel


Müdürlüğü'nün mehter takımı ve halk oyunları ekibinin dansları ile halk müziği konseri, Hitit surları önünde izleyenler tarafından beğenildi. Etkinlik 15 Temmuz şehitlerimiz ve tüm şehitlerimiz için okunan Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı. Etkinliğe Çorum Valisi Sayın Necmeddin KILIÇ, Çorum Milletvekili ve TBMM İdari Amiri Sayın Salim USLU, Çorum Milletvekili Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Üyesi Sayın Lütfiye İlksen CERİTOĞLU KURT, Sungurlu Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Tuncay PULÇA, Sungurlu Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Sayın Serdar SOFTAOĞLU, Çorum İl Genel Meclis Başkanı Sayın Halil İbrahim KAYA, Komşu ilçe ve belde Belediye Başkanları, Siyasi Parti Temsilcileri, Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileri, ulusal ve yerel basın mensupları ile çok sayıda vatandaş katıldı. UNESCO Dünya Kültür Listesinde 30. Yıl projesine veren ve katılım sağlayan Valisi Sayın Necmeddin KILIÇ,

Mirası destek Çorum Çorum

Milletvekili ve TBMM İdari Amiri Sayın Salim USLU, Çorum Milletvekili Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Üyesi Sayın Lütfiye İlksen CERİTOĞLU KURT'a Boğazkale Kaymakamı ve Belediye Başkanı tarafından plaket verildi. Etkinlik sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlayan TBMM İdari Amiri ve Çorum Milletvekili Salim Uslu, “Fevkalade güzel bir program. Ecdadını Hititlerde arayanlara, aradığımızı iddia edenlere bir cevap niteliğindedir. Bu Anadolu’nun sesidir. Yaşadığımız konjonktür itibari ile 15 Temmuz’da kaybettiklerimizi, onları hayırla yâd etmek amacıyla güzel bir çalışma yapılmıştır. Boğazkale’nin isminin literatüre uygun olarak, Hattuşa haline gelebilmesi, aynı zamanda buradaki Açıkhava Müzesi’nin dünya literatüründe yer aldığı şekliyle bir kısım çalışmalar yapılarak ortaya çıkartılması, Kaymakam Bey, Belediye Başkanı ile el ele verilerek, valimiz, milletvekilleri arkadaşlarımızla birlikte, Boğazkale’nin tanıtımı için çalışıyoruz. Güzel projeler var. Turist

59


karşılama merkezleri var. Hitit Köyü projeleri var. Ve halkımızın buradaki refahını yükseltecek çalışmalar... Boğazkale bir dünya mirası olarak, dünya durdukça yaşayacaktır ve bizler bu tarihi potansiyeli yaşatmaya, değerlendirmeye devam edeceğiz. Kaymakam Bey’e, Belediye Başkanına, Kültür Bakanlığımıza, emeği geçen herkese teşekkür ederim.” dedi. BİDERGİ olarak hem Cumartesi hem de Pazar günü gerçekleşen etkinliğe katıldık. Gelen sanatçıların, organizasyonunu gerçekleştiren Boğazkale Kaymakamlığı ve Boğazkale Belediye personeli ile zaman zaman sohbet etme imkânı bulduk. Öncelikle böyle bir etkinlikte

60

ilk defa bulunan görevli personel ve organizasyon sorumluları çok heyecanlıydı. Hattuşa’nın tanıtılması için bahar aylarında olmasının daha etkili olacağını dile getirdiler. Ekim ayında Boğazkale akşamları soğuk olur. Bu soğuk havaya rağmen gelen misafirleri memnun edebilecekleri organizasyonu sağlamak için yoğun çaba gösterdiler. Bizi karşılayan Sosyal Hizmetler Müdürü Sayın Şahin ŞEKER, etkinlik hakkında ve ilçe hakkında geniş bilgiler vererek yardımcı oldu. Teşekkür ediyoruz. Sanatçılar da böyle bir etkinlikte bulunarak Çorum’a gelmiş olmalarından dolayı mutluluklarını

dile getirdiler. Ekim aynın soğuk akşamına rağmen sanatseverler de gösterileri ilgi ile izlediler. Yöre halkının, gelen misafirlere sunmuş oldukları gözleme, bahçeden toplanmış taze elma ve ayva, döner ekmek ve ayran, etkinlikte tadılan lezzetlerdendi. Bu güzel etkinliğin hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkürlerimizi sunuyoruz. Kültürümüzün ve özellikle Çorum’un tarihi mirasına sahip çıkılmasından dolayı BİDERGİ olarak gurur duyuyoruz.


CONTAGIOUS Yazar: Jonah Berger Çevirmen: Günseli Aksoy Yayınevi : Türk Hava Yolları Yayınları , İş - Yönetim Dizisi Herkesin bu liderlerden öğrenecek bir şeyleri var… Jonah Berger Pennsylvania Üniversitesinde Pazarlama Profesörüdür. Üst düzey akademik dergilerde düzinelerce makalesi yayınlanmıştır. Çığır açıcı kitabı hakkında The New York Times, The Wall Street Journal, The Washington Post, Science, Harvard Business Reviev, Wired, Business Week ve FastCompany gibi yerlerde pek çok inceleme yazısı yayınlanmıştır. Aynı zamanda The New York Times Dergisi’nin “Year in Ideas” yıllığında da yer almıştır. Berger bilim ve öğretim alanlarında ödüller kazanmıştır; bunların arasında Wharton’un”IronProf” (Demir Prof) unvanı da vardır. “Jonah Berger enformasyonu neyin viral yaptığını, herkesten daha iyi biliyor.” -Danıel Gilbert, Harvard Üniversitesi Psikoloji Profesörü ve Stumbling on Happiness (Mutluluk Üzerine Çeşitlemeler) kitabının yazarı“Özellikle küçük bir bütçeyle büyük bir etki yaratmak istiyorsanız bu kitaba ihtiyacınız var. Contagious, ürününüzün deli gibi yayılması için size yol gösterecek.” -Chip Heath, MadetoStick (İşte Bu Fikir Tutar!) kitabının yazarı(Tanıtım Bülteninden) Sayfa Sayısı: 224 Baskı Yılı: 2014

kitap tanıtım

Dili: Türkçe Yayınevi: Türk Hava Yolları Yayınları

DARBELER TARİHİ Yazar: Cemil Koçak Yayınevi : Timaş Yayınları - Araştırma - İnceleme Dizisi 15 Temmuz darbesi, Türkiye'de darbeler târihini hatırlamamıza bir kez daha vesile oldu. Ülkemizde ordu-politika ilişkisinin ayrıntılı bir şekilde bilinmesi gerektiğini de ortaya çıkardı. Sanılanın aksine; ordunun politikaya müdahalesi, 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlamadı. Aksine, Türkiye'de ilk cunta 1946 yılında kuruldu. Bu şu anlama geliyor: 15 Temmuz darbesinin yetmiş yıllık bir geleneği var bu ülkede... Ve bu gelenek yeterince bilinmezse; 15 Temmuz'un analizini yapmak da o denli güçleşir. Bu kitapta; 1946 yılında kurulan ilk cuntalardan başlayarak; Demokrat Parti'nin iktidâra geldiği 1950 yılında ordunun müdahale ihtimâline; oradan 27 Mayıs 1960 darbesine; ardından Talât Aydemir'in başarısız iki darbe teşebbüsüne; 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963'e; nihâyet 9 Mart ve 12 Mart 1971 darbesine yol alıyorum. Bu darbelerin birbirleriyle olan bağlantısını kurmaya gayret ediyorum. Darbecilerin zihniyet dünyâsını açığa çıkarmayı amaçlıyorum. Darbelerin kendisinden çok onların zihinsel hazırlığı ve ideolojisi önemlidir çünkü... Bu zihniyet dünyâsı ve ideoloji, yeni yeni darbelerin filizlenmesine neden oluyor. Okuyucular; kitabımda sâdece darbelerin târihini değil; aynı zamanda darbeci anlayışın kaynaklarını da bulabilecektir. Bugünü anlamanın yolu, dünden geçmektedir çünkü... -Cemil Koçak(Tanıtım Bülteninden)

Sayfa Sayısı: 240 Baskı Yılı: 2016 Dili: Türkçe Yayınevi: Timaş Yayınları 61


a y d e M l a y s o S

62


63


İKİNCİ ŞANS Vizyon tarihi : 18 Kasım 2016 Yönetmen : Özcan Deniz Oyuncular: Özcan Deniz, Nurgül Yeşilçay, Mesut Can Tomay Tür : Romantik, Dram Ülke : Türkiye

sinema

Matematik Öğretmeni olan çok güzel bir kadın Yasemin ile et restoranı sahibi karizmatik gurme Cemal'in yolları kesişir. Yasemin geçmişte yaşadığı yanlış evililiğin yaralarını sarmaya çalışan, attığı adımlara dikkat eden bir annedir. Cemal ise sosyal, geçmişinden kurtulmak isteyen gamsız bir adamdır. Bu zıt karakterli ikilinin tanışması önce kavgalı olacaksa da zamanla hüzünlü bir aşka dönüşecektir. Geçmişlerinin derinlerine indiklerinde ikisinin de ikinci bir şansa ihtiyacı olduğu ortaya çıkar. Başrollerinde Nurgül Yeşilçay ve Özcan Deniz'in yer aldığı filmin yönetmenliğini de Özcan Deniz üstleniyor…

64

REiS Vizyon tarihi : 09 Aralık 2016 Yönetmen : Hüdaverdi Yavuz Oyuncular: Reha Beyoğlu, Özlem Balcı, Ercan Demirel Tür : Dram, Biyografik Ülke : Türkiye Yönetmenliğini Hüdaverdi Yavuz'un üstleneceği yapımda Recep Tayyip Erdoğan'ın hayatı anlatılacak. Yapımcılığını Ali Avcı’nın yaptığı filmin müziklerini ise Kalan Müzik yapacak. Film 1933’te yaşanan gerçek bir olayla başlayacak ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çocukluk dönemi ile belediye başkanlığına uzanan hayat hikayesi beyazperdeye yansıtılacak. Film 6 yaşındaki Erdoğan'ı ele alarak onun gözünden bir dönem hikayesi anlatacak. Recep Tayyip Erdoğan’ı Reha Beyoğlu canlandırırken eşi Emine Erdoğan’ı ise Özlem Balcı oynayacak. Filmin oyuncu kadrosunda Ufuk Bayraktar, Abidin Yerebakan, Orhan Aydın, Ali Yaylı, Alper Türedi, Aydan Çakır, İsmail Hakkı, Volkan Başaran, Yener Gürsoy ve Ercan Demirel yer alıyor.

ÇALGI ÇENGİ İKİMİZ Vizyon tarihi : 6 Ocak 2017 Yönetmen : Selçuk Aydemir Oyuncular: Ahmet Kural, Murat Cemcir, Bora Akkaş Tür : Komedi Ülke : Türkiye Ahmet Kural ve Murat Cemcir, Çalgı Çengi'nin devam filmi olan Çalgı Çengi 2 ile geri dönüyor. İlk filmde başlarını mafya ile tesadüfen belaya sokan ikili, devam filminde sürdürdükleri hayatı geride bırakıp, yola mafya ile beraber devam etme kararı alacak gibi görünüyor. Senaristliğini ve yönetmenliğini ilk filmde olduğu gibi yine Selçuk Aydemir'in üstlendiği yapım 2017'de izleyici ile buluşacak.


Hülya GÜLEN

Bisikletle

Çorum Araçla yanından geçerken ya da yanından yürüyüp giderken fark etmediğiniz, günlük telaşlar yüzünden gözünüzden kaçan detaylar bisiklet sürerken fark edilir, bisikletle anlam kazanır. Bisiklet farkındalıktır. Yanından geçtiğiniz tarih kokan sokakları solumak o sokakların ruhunu yaşamaktır. Parkların, sokakların güzelliğini görüp bu güzelliği yaşayabilmektir. Yaşadığın şehrin sokaklarının güzelliğini fark edip bu güzellikler için Allah'a şükretmek için bir vesiledir. Hayat sevincinizi kaybettiğiniz zaman içinizdeki tüm sıkıntıyı pedal çevirerek boşaltmak için vesiledir. Sağlığınızı yitirdiğiniz zaman sizin için denge unsurudur. Zamanla bisiklet hayatınızın bir parçası hâline geldiğinde onunla geçirdiğiniz zamanı daha değerli kılma ve bisiklet sürerken dikkatinizi çeken detayları insanlar ile paylaştıkça bisiklet ile geçen anlar daha çok anlam kazanır. Önceleri Çorum'a renk katan, sokak aralarında insanların oturup soluklanacağı parklarda dolaşırken "Bu kadar park var, Çorum'un böyle güzellikleri varken kaç kişinin haberi var bu parklardan!" diye düşünüp bisiklet sürerken dolaştığım parkların fotoğraflarını çektim. Devane'de bisiklet sürerken Namazgâh’ın fotoğrafını çekince bisikletin her mekânda ayrı bir haz, ayrı bir duygu oluşturduğunu fark ettim. Farkındalıklarım arttıkça zamanın ve mekânın anlamı arttı. Başlangıçta sağlık için sürmeye başladığım bisiklet çevrenin güzelliğini gördükçe zamanla hayatımın bir parçası haline geldi. Tarih kokan eski Devane evlerinin yanından geçerken "Acaba buralarda nasıl hayatlar yaşandı, nasıl bir tarih

barındırdı?" düşüncesi uyanır. Kendinizi bir dönem dizisi içinde hissedersiniz ve "Keşke bu güzellikler değerlendirilse de başkaları da bu güzellikleri görebilse…" diye düşünürsünüz. Aynı bölgede kentsel dönüşüm ile yapılan modern TOKİ binalarını görünce hayranlığınız artar, sorgulamanız artar. Sorgulama sebebiniz o beton blokların varlığı değildir aynı mekânda tarih ile modernitenin bir arada yaşayabilmesinin, bütünleşebilmesinin yarattığı şaşkınlıktır. Binalar ve ortamlar bile birbirine saygı duyup bütünleşebiliyorken bir bisiklet sürücüsünün yadırganması, garipsenmesi karşısında içiniz burkulur. Trafikte araçların sizi yok sayması yüzünden tedirgin olup caddede bisiklet sürmekten çekinirsiniz, kaldırımda yayalara zarar vermemek için onlara saygınızdan dolayı bisiklet sürmeye çekinirsiniz ama aynı duyarlılığı göremezsiniz. Sokak aralarında parklar olduğu için bisiklet sürebileceğiniz alanlar vardır ama ana caddelerde bisiklet sürme şansınız düşüktür. Belediyenin, trafiğin gelecekteki durumunu öngörerek Akşemsettin Caddesi üzerinde yaptığı bisiklet yolu bisiklet sürücülerini umursamayanlar yüzünden işgal altında ve tahrip olmuş durumda. Bugün önemseyip tahrip edilen o yollar trafik yoğunluğu artınca önem kazanacak; bisiklet yolu işgal altında olduğu için caddede bisiklet sürmek zorunda kalıp hayatını tehlikeye atan bisiklet sürücüsünün hayatını geri ödeyemezsiniz. Bugünden oluşacak duyarlılık geleceğe yatırım olur. #Sağlıkiçinspor #Sporiçinbisiklet 65


66


Felis Ödülleri Değerlendirmeleri Başlıyor! 24 yıllık pazarlama iletişim dergisi MediaCat’in yetkinliğiyle hayata geçirilen Felis Ödülleri, bu yıl 11’inci kez endüstrinin nabzını tutacak. Bu yıl 10-11 Kasım’da gerçekleşecek Felis Ödülleri, ulusal veya uluslararası platformlarda benzeri olmayan alt kategorileriyle farklı bir yaklaşım sunuyor. Felis, sektörel kategorilerdense uzmanlık kategorilerine odaklanarak ajanslara işlerine farklı bir gözle bakma fırsatı veriyor. Geçen sene 13 bölümden oluşan Felis Ödülleri bu yıl 14 bölümde kurgulanırken, mevcut bölümlere de birçok yeni kategori eklendi. Eklenen yeni bölüm ve kategorilerle Felis bu yıl tam 390 farklı kategoride başvuru alacak. Bu 390 alt kategorinin önemli bir kısmı sektörün ilk kez karşılaşacağı başlıklar altında değerlendirilecek.

En iyiler 14 Bölümde Belirlenecek Geçen sene eklenen Film Craft kategorisi bu yıl sektörün tüm disiplinlerine açılarak Üretimde Ustalık başlığıyla başvuruya açıldı. Sağlık ve sağlıklı yaşam sektörünün ülkemizdeki yansımalarını da göz önünde bulunduran Felis’e Sağlık İletişimi Bölümü eklendi. Bu bölümün alt kategorileri hem sağlık profesyonellerine, hem de tüketicilere yönelik gerçekleştirilen pazarlama iletişimi faaliyetlerini değerlendirecek şekilde kurgulandı. Felis’e son eklenen yenilikçi Pazarlama Etkisi bölümünde bu kez ajanslar değil, firmalar yarışacak. Sadece pazarlama departmanlarının başvurusuna açık olan Pazarlama Etkisi bölümünde geriye dönük üç yıl içinde sektörde pazarı şekillendirmiş, kendi pazarını yaratmış; kısacası oyunun kurallarını yeniden yazan pazarlama stratejileri değerlendirilecek. Felis’in bu yılki tüm bölümleri ve jüri başkanları ise şöyle:

PR

MPR İletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı Meral Saçkan

Doğrudan Pazarlama WPromo ve Aktivasyon

directComm Marketing Group Yönetici Ortağı Kurucu Ortağı Sanem Oktar

Üretimde Ustalık

Alametifarika Kurucu Ortağı ve Kreatif Direktörü Uğurcan Ataoğlu

Açıkhava / Basın / Film Radyo

Rafineri Ajans Ortağı ve Yönetici Kreatif Direktörü Emre Kaplan

Markalı İçerik ve Eğlence

Yapı Kredi Kurumsal İletişimden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Murat Ermert

Dijital / Mobil

Wanda Digital Yönetici Ortağı Burak Günsev

Pazarlama Etkisi

Kuzey Afrika, Orta Doğu, Türkiye ve Rusya Unilever Gıda Grubu Bölgesel Başkan Yardımcısı Şükrü Dinçer

Medya

Pegasus Havayolları CEO’su Mehmet Nane

Sağlık İletişimi

Bayer Consumer Care Birimi Türkiye Ülke Müdürü Oya Canbaş

Ödül Töreni 10 – 11 Kasım’da Başvuru süreci 1 Ağustos 2016’da başlayan Felis Ödülleri bu yıl 10 – 11 Kasım 2016 tarihlerinde yapılacak ödül töreniyle sahiplerini bulacak. Kategori listesinin tamamına ve başvuru sayfasına www.felisodulleri.com adresinden ulaşabilirsiniz. 67


Bana anlat.. Uykusunda pusuya düşen ve fethedilen şehir olmak nedir? Nasıldır? Karanlıkta seni bekleyen ateş böceklerinin ışıktan seslerini duymak Hep aydınlık olmalı deme, Sende olmak, simsiyah bir gecede ancak kendini aramak...

Bana anlat.. İplik iplik zihnime kalbime işleyen gözlerinde kendimi bulmak Yapayalnız göçlerimin çetrefilli yolculuklarını bir çırpıda sende atmak Parçalanmış bir gülüşü de aldım yanıma geriye dönmeden seni arıyorum Atını arayan bir süvari gibiyim, ejderhaların beldesinde seni soruyorum Kaybetmeleri elimde bitirdim, kazanmak nasıldır anlat bana.. Sensiz günlerimde bocalamamaya çalışmam gerek Sonsuzluk, senin gözbebeklerinde de değilse, gitmem gerek Katran yarası bir sancıyı göğsümde eritirken Merdivenlerde yorulan bir ben miyim parmaklarım eğilmişken Bir kervan geçiyor uzağıma düşen, bağırıyorum olabildiğince, duymuyorlar Beni de alın yanınıza diye feryat eden o kadar yalnızlığın içinde bir beni görmüyorlar

Söyle.. Gergef gergef işlenmek, önce ince ince delirmek midir Sabahları bir ayağı kırık sehpada beklemek gece midir Sığ sularda yüzmek önce ölmek midir Derin sulara inmek aşka asıl hakkını vermek midir

Derdi küflenenler mesâfelerin kopuş olduğunu zannedenlerdir Derdi yüklenenler, mesafesiz sevgilerini büyütenlerdir Şakağımda biriken cümleleri de alıyorum Dertten ölmüyorum dertten yavaş yavaş büyüyorum.. Bir yağmur birikiyor yanağımda biliyorum bu yara genişleyecek Bir ark aç bana peşim sıra gelen gölgemi tutan ateşten kanatlar görüyorum

68



p r omos y onunka l b i b ur a d aa t Äą y or . . .


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.