Birden Fanzin / 3. Sayı - Konu: Kaygı

Page 1

Nisan 2018 / 3 . S a y ı

A b d u l l a h İ b r a h m N a z S Yu n u

Konu: Kaygı

E m r e A L A D A Ğ G ü l a y D O Ğ R U A K S A K A L L I - M u s t a f a K A S A R E V İ N Ç - S n e m N A z l ı D E M İ R s Ö Z D E N - Z a f e r TA Ş K I R A N


Birden Aylık Kültür Sanat Fanzini Nisan 2018 E-posta:

birdenfanzin@gmail.com

İnstagram: @birdenfanzin Twitter:

@birdenfanzin Editörler Mustafa KASAR Zafer TAŞKIRAN Yazanlar Çizenler

Abdullah Emre ALADAĞ Gülay DOĞRU İbrahim AKSAKALLI Mustafa KASAR

Naz SEVİNÇ Sinem Nazlı DEMİR Yunus ÖZDEN Zafer TAŞKIRAN


Abdullah Emre ALADAĞ

BİLİNMEYEN SEVDA METROSU Sabah bulanık geliyor bugün gözüme Gözüm bir metroyu gözlüyor Sevdaya geç kalınmasın, Gözbebeklerim çukurlaşmasın diye Çukurdan bi yor çünkü ölüm Ölüm çukurdan Sevda mezbahadan Karga okuldan Bir bakıyorum Mezbahaya benziyor okul Sabah bulanıkça okula yaslı Metroysa gözümden bir tünelde Sevdanın e en kokusu koridorda Ah bir damlalık kan... Ah bir öpüşmelik sa rbaşı Ne kadar da yakınsın bana oysa Gözümle karga tüyü kalem arasında İşte budur korkunun eşleniği: beklemek Sevdayı beklerken bir karga İşte tam şurada Evet Korkuyorum geç kalmaktan Sevda isimli kanlı canlı metroya Duruyor yaşanmamış öpüşmelerim Karga bunu gözümden bilince Sa r aralarında kanlı metro Okul ortasındaysa sessiz karga Geç kalacaksam beklemek yanlış, biliyorum Fakat geç kalmaktan korkuyorsam Kargaları niye bekliyorum? Metro niye gözümden bir tünelde?


Mustafa KASAR

“İki arkadaşımla yolda yürüyordum; güneş ba , bir melankoli dalgasına kapıldım. Birden gökyüzü kıpkızıl bir renk aldı. Durup parmaklıklara yaslandım. Alev alev gökyüzü, mavi fiyordun ve şehrin üstünde kan ve kılıç gibi sarkıyordu. Arkadaşlarım yola devam e ; ben ise büyük bir endişeyle öylece duruyor ve doğada sonsuz bir çığlığı hissediyordum sanki.” Edvard Munch (1863-1944) Edvard Munch (1863-1944) özellikle Çığlık isimli tablosuyla tanınmış Norveçli ekspresyonist ressamdır. Ruhsal ve duygusal konuları işlediği resimleriyle tanınmış r. Alman dışavurumculuk akımının gelişmesine önemli katkıları oldu. Başlangıçta resimlerinde egemen olan içe dönük ve karamsar havanın yerini, yaşamının son yıllarına doğru yaşama sevinci almış r. Haya n Frizleri adlı serinin bir parçası olan Çığlık (1893; ilk adı ile Umutsuzluk), tablosunda Munch hayat, aşk, korku, ölüm ve melankoli gibi öğeleri işledi. Dünyaca ünlü Çığlık tablosuyla tanınan Norveçli sembolist ve dışavurumcu (ekspresyonist) ressam Edvard Munch, melankoli, korku, kaygı ve ölüm konularını sıklıkla işlemiş r. İfade biçimi olarak doğayı çarpıtma, duygularını karikatürize edilerek dışavurum ve biçim bozarak anlık ifadeler yakalamayı seviyordu.Munch, resimlerinde daha çok parlak renkler kullanmış r. Diğer dışavurumcular gibi Munch da eserlerinde güzel, güzellik ve güzelin yansı lma biçimlerini sorgulamış r. Eserlerinde sıkça konu e ği hastalık, ölüm ve melankolinin kaynağını Munch'un yaşamında bulmak olasıdır. Sanatçının çocukluk ve ergenlik yıllarına ölüm ve hastalık hâkimdir. Annesini veremden kaybe ğinde beş, ablasını yine aynı hastalıktan kaybe ğinde ise on dört yaşındadır. Sanrılı bakışlı, solgun ve kaygılı yüzler, ölüm korkusu taşıyan figürler resimlerinde ana karakterler olarak karşımıza çıkar:Bir bakıma Çığlık tablosunun kahramanı, ressamın kendi portresi olabilir. Munch 13 yaşındayken ablasını kaybetmiş . Sanat tarihçileri, başka bir kaynağa da işaret ediyor: 1889'da Paris'teki Dünya Fuarı'nda sergilenen Perulu bir mumya.


Mustafa KASAR

“Soluk alıp veren, hisseden, acı çeken ve seven canlı varlıklar olmaları gerekir. Bir dizi böyle resim yapacağım; insanlar bunların kutsal niteliğini kavrayacaklar ve sanki kilisedelermişcesine bunların karşısında şapkalarını çıkartacaklar.” Edvard Munch (1863-1944) Munch'un kaygı içerikli resimlerine en iyi örneklerinden biri Karl Johan'da Akşam (A en på Karl Johan, 1892) olabilir: Bu tabloda, Oslo'nun ana caddesindeki kaldırımda yürüyen kalabalık resmedilmiş r. Dönemin burjuva sını na özgü kıyafetlerle gösterilen ve yüzlerinde tedirgin ve kaygılı bakışlarla ilerlemeye çalışan bu kalabalık sanki izleyicinin üstüne doğru gelmektedir. Kimi kaynaklarda, yolun ortasında, tek başına, kalabalığın ilerlediği yönün tersine doğru yürüyen figürün sanatçının parçası olduğu burjuva yaşamına karşı duruşunu temsil e ği şeklinde yorumlanmaktadır. Karanlık ve kasve n hâkim olduğu kaldırıma karşıt olarak gökyüzü ve binalar, parlak ve canlı renklerle be mlenmiş r.

Kaygı (Angst, 1894) tablosu, Munch'un ünlü tablosu Çığlık ve Karl Johan'da Akşam resimleriyle ilişkilendirilebilir. Çığlık tablosuna konu olan Oslo Köprüsü'nde geçen sahnede bu kez Karl Johan'da Akşam tablosundaki tedirgin ve çaresiz yüzlü figürler karşımıza çıkmaktadır. Figürlere diğer tablolarında olduğu gibi yine karanlık ve koyu renkler hâkimken çevre ve gökyüzü canlı, hareketli ve parlak renklerle be mlenmiş r. Özellikle arka plandaki göl, gemiler, kilise ve gökyüzünü be mlerken kullandığı hareket Çığlık tablosuna çok benzer bir yapıdadır. Fakat bu kez, korku dolu ve yalnız bir karakter değil, çaresizliğin hâkim olduğu bir topluluk söz konusudur. Munch, Kaygı tablosunu tamamladıktan iki sene sonra, yine aynı konuya dönmüş ve bu kez tahta baskı ve taşbaskı versiyonlarını yapmış r. Bu versiyonların yağlı boya tablodan farkı, kaygılı bakışlı, solgun yüzlerin ar k iyice yalınlaş rılmış olmasıdır.

Munch'un kaygı temalı diğer eserleri arasında, Çaresizlik (Fortvilelse) adı al nda iki sene arayla resme ği tabloları da sayabiliriz. Yine Oslo Köprüsü'nü sahne alan bu resimlerde yalnız ve çaresiz figüre eşlik eden hareketli ve canlı renklerle be mlenmiş arka plan göze çarpar. Munch, 1908'de bir sinir kliniğinde bir süre tedavi olduktan sonra farklı konulara yönelmişse de ressamı günümüzdeki ününe kavuşturan, çoğunu 1800'lerin sonu ile 1900'lerin başında resme ği kaygı, çaresizlik, umutsuzluk, melankoli, dehşet ve ölüm korkusu konulu eserleridir. Yayına hazırlayan: Mustafa KASAR


Mustafa KASAR

Kaynaklar h p://www.dusunuyorumdergisi.com/kayginin-sana a-disavurumu-uzerine-munch-kaygi-serisi/

h p://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160317_vert_cul_munch_ciglik


Ayın Filmi

''Sürekli yanıyoruz, kaygılanıyoruz, endişeleniyoruz. Bütün bunların ortak bir adını bulamadım, ama en çok karşılayan o kaygı hali gibi geldi. Yarınımızdan, geleceğimizden, haya mızdan kaygılanıyoruz çünkü. Ülkemizi de terk etmek istemiyoruz. Burada yaşamak is yoruz ve bunu nasıl yapacağımızı düşünürken de kaygılanıyoruz. Böyle sonsuz bir kaygı hali var. Biraz buradan çık filmin adı.''

“Sürekli yanıyoruz, kaygılanıyoruz, endişeleniyoruz. Bütün bunların ortak bir adını bulamadım, ama en çok karşılayan o kaygı hali gibi geldi. Yarınımızdan, geleceğimizden, haya mızdan kaygılanıyoruz çünkü. Ülkemizi de terk etmek istemiyoruz. Burada yaşamak is yoruz ve bunu nasıl yapacağımızı düşünürken de kaygılanıyoruz. Böyle sonsuz bir kaygı hali var. Biraz buradan çık filmin adı.” Ceylan Özgün Özçelik

Birden fanzin olarak ayın filminde sizler için Ceylan Özgün Özçelik'in dünya prömiyerini Berlin Film Fes vali'nde yapan ilk uzun metrajlı filmi '''Kaygı'' filmini seç k. Yönetmenliğini ve senaristliğini Ceylan Özgün Özçelik'in üstlendiği filmin başrollerinde Algı Eke, Kadir Çermik, Selen Uçer, Asiye Dinçsoy, İpek Türktan Kaynak, Kerem Kupacı, Nurcan Ülger, Dilşad Bozyiğit, Aram Dildar, Nihan Aşıcı, Nazan Kesal, Taner Birsel, Saygın Soysal yer alıyor. Filmin Künyesi: Süre : (1s 34dk) Yönetmen: Ceylan Özgün Özçelik Oyuncular: Algı Eke, Selen Uçer, Kadir Çermik devamı Tür : Dram, Gerilim Ülke : Türkiye Daha fazlası için linkten Ceylan Özgün Özçelik ' in röportajına ve filmin internet sitesine ulaşabilirsiniz: h ps://gaiadergi.com/ceylan-ozgun-ozcelik-yok-olmaya-dogru-giden-bir-sey-var/ h p://www.kaygifilm.com/ Yayına hazırlayan: Mustafa KASAR


Gülay DOĞRU

Evsiz İnsanın Durumu ve Heidegger'in Kaygısı İnsan, dünyayı evi olarak görür. Fakat evinde gibi hissetmez. Umutsuzluk ve iç sıkın sının nedeni budur. Örneğin tren istasyonunda tren bekleyen insan sıkılır. Sıkıldığımız için bir şey yapmak isteriz: kitabımızı açıp okumaya başlarız. Fakat kitap okumak, bulunduğumuz yere ait olmayan bir eylemdir, kitap okumanın yeri tren istasyonu değildir. Bu yüzden bunu yapmamız anlamsızdır. Zaman ve mekân açısından istasyonda olmamızın anlamı, trenin gelmesidir. Fakat tren orada yoktur. Bu bize hiçlik duygusu yaşa r. Bu yüzden öksüz ve evsiz bir varlık r insan. İnsanın dünyadaki durumu, gi ğimiz herhangi bir yere kendimizi ait hissetmememiz gibidir. Ya da iç sıkın sı içerisinde, beklenen hiçbir şeyin olmamasıdır. Bu durum, bir akşamüstü evde ne yapacağını bilemez halde dolanan ve iç sıkın çeken birçok insan tara ndan deneyimlenmiş r. Bu derin hiçlik duygusu ve sıkın , insanın kendi varlığıyla karşılaşmasından gelir. Bu durumda bulunan insan sıkın dan daha derin bir duygu olan kaygı içerisindedir. Çünkü kendi varlığımızla karşılaşmamız, dünyayla karşılaşmamız demek r. Bu durumda dünyayla nasıl bir ilişki içindeyizdir? Bu soruya sebep olan sıkın , bizim kaygı varlığı olmamızdan gelir. Kaygı, şeylerin belirsizliği ve dünyanın anlamsızlığı karşısında insanın hisse ği ontolojik bir duygudur. Sürekli te ktedir ve haya n hiç bir anında geri çekilmez. Kaygıyı te kleyen iki durum vardır: ölüm ve özgürlük. Şimdi, tren istasyonunda beklediğimiz ana geri dönelim: bekliyoruz ve beklenen şey hala orada değil. Beklenen tren geldiğin ise istasyondaki işimiz bitecek, ar k istasyonda olmayacağız. İstasyona trene binmek için geldik fakat trene binmek yerine orada oturmuş kitap okuyoruz. Belki de okuduğumuz kitabın en heyecanlı bölümündeyiz ve bundan dolayı trenin gelmemesini is yoruz. Trenin gelecek olmasından korkuyoruz. Kitabın bu bölümü bi rme kaygısı içindeyiz. Oysa orası kitap okumanın yeri değil. Trenin gelmemesi üzerine bulunduğumuz dilek, bekleyen biri için hiçte makul görünmüyor. Çünkü bulunduğumuz yer değerini ve anlamını yi rmiş yani umutsuzuz. Yarım saat önceki talebimiz ile şimdiki talebimiz uyuşmuyor ve geleceğe dönük yeni istekler içerisine sokuyor bizi. İşte insanın dünyadaki durumu biraz budur.


Gülay DOĞRU Geçmiş ve gelecek arasındaki insan, şimdiye sürekli yeni anlamlar verme çabasıyla var oluyor. Fakat dünya yabancı, sessiz aynı tren istasyonunun yabancılığı ve sessizliği gibi. Şimdinin içindeki ''an'' ise yerinde durmuyor, bizi geleceğe taşıyacak. Peki gelecekte ne olacak? Tren gelecek, istemediğimiz ve belirleyemediğimiz bir anda ve bizi alıp götürecek: Ölüm. Ölüm, zamansal olan ve zaman içinde yaşayan bizim, kaygı duymasına neden olacak yegâne durumdur. Bizim zamanla olan ilişkimiz, zamanın karşı konulamaz ve aşılamaz yapısıyla oldukça karmaşıklaşır. Ama zamansalllığın son durağı olan ölüm, hayata dair en kesin bilgimizdir. Çünkü Heidegger'e göre ''doğmuş olmak ölüme yazgılı olmak'' demek r. O, yaşam döngüsünün bir parçasıdır. Yaşamın karşı değildir. Haya n en hakiki realitesidir. Ölecek olmamızın yol aç ğı kaygı içinde kendi kendimize şunu deriz: zaman ilerliyor, tren gelmek üzere, bir şeyler yapmam gerek, yap ğım kitabı okumaksa eğer onu bi rmeliyim. Öyleyse bir şey yapmak için ne gibi imkânlar ve olanaklar içerisindeyim? Belki bir istasyonda yapacaklarım sınırlıdır fakat koskoca bir hayat içerisinde öyle mi? Sorumluluktan kaçarak her şeyi yapabilirim. Tüm olanaklarımı ve imkânlarımı değerlendirebilirim. Çünkü özgürüm. Özgürlük kaypak r, tüm alterna fleri değerlendirmeyi ister fakat zaman sınırlıdır. Bu yüzden insan potansiyel haldeki özgürlüğü, gerek ği gibi gerek ği yerde, edimsel olarak kullanabilmenin kaygısı içerisindedir. Zamanın akıp gitmesi, dünyayla olan ilişkim ve bunlardan doğan kaygı ile var olmanın yol aç ğı bir şey yapma isteği tasa haline geldiğinde, ortaya tasarı çıkacak r. Bu yüzden tasası olmayanın tasarısı olmaz der, Heidegger. Burada bilinç, tasarıdan önce gelir. Bu yüzden önce ''olmak'' sonra ''yapmak'' sorusunu sorarız. Bu sorulara verdiğim cevaplar bir karardan ileri gelir. Karar, beklemekle de ilgilidir. Trenin eninde sonunda geleceğini biliyorum, öleceğimi biliyorum. Fakat kararımda, beklen mde geçici çünkü şimdide kalmayacağım, geleceğe doğru adım atacağım. Bu durumda kaygı, evim gibi hissedip, evim olmayan dünyada, kendimle yüzleşmemden doğan huzursuzluk eşliğinde, harekete geçiren bir güç olarak vardır. Zamanın akıp gitmesi, dünyayla olan ilişkim ve bunlardan doğan kaygı ile var olmanın yol aç ğı bir şey yapma isteği tasa haline geldiğinde, ortaya tasarı çıkacak r. Bu yüzden tasası olmayanın tasarısı olmaz der, Heidegger. Burada bilinç, tasarıdan önce gelir. Bu yüzden önce ''olmak'' sonra ''yapmak'' sorusunu sorarız. Bu sorulara verdiğim cevaplar bir karardan ileri gelir. Karar, beklemekle de ilgilidir. Trenin eninde sonunda geleceğini biliyorum, öleceğimi biliyorum. Fakat kararımda, beklen mde geçici çünkü şimdide kalmayacağım, geleceğe doğru adım atacağım. Bu durumda kaygı, evim gibi hissedip, evim olmayan dünyada, kendimle yüzleşmemden doğan huzursuzluk eşliğinde, harekete geçiren bir güç olarak vardır.


İbrahim AKSAKALLI

KAYGILAN-MA ''İnsan'' denen varlık ne garip değil mi? Var olanla boğulan, olmayanla yaşamaya çabalayan. Durdurulamaz bir hayal gücü. Küçük bir kafatası içinde dönen r nalar, koca bir evren. O öyle bir düşünce rüzgârı ki; zayıf olan insanları hep sarsarak, sıkın verici öngörüler oluşturur kalplerinde. Henüz gerçekleşmemiş olmayan gelecek boğazlar onları; kaybedeceksin, mahvolacaksın, kahrolacaksın... Ama ödün verilmemeli bu kaygılara olabildiğince. Aksi şekilde davranmalı. Başaracağım, mesut olacağım, her şey çok güzel olacak diyerek baskın çıkmalı hayata karşı. Ha a biraz arsız ve abar lı olmakta sakınca yok. - "Ben bu olayın piriyim. Kaygıların değil." Kaygılarınızın haya nıza yön vermesine ve korktuklarınızın başınıza gelmesi için ortam hazırlama kısmına dikkat etmeliyiz. Tekrarlardan oluşan algımızı yenmeliyiz. Yoksa birden kendimizi o derin çukurda buluruz. Yaşayacağımız kaygılar, ümitsizlikler ayağımıza prangadan başka bir şey olmayacak hem de zincirlerini kendimizin bağladığı. Kendine bu kötülüğü yapmamalı ve zincirleri kırmalı. Eğer içimizdeki inanç rahat ise her şey bir çizgide birleşiyor. Kısacık ömrü olan insanın haya nda kendisine ait olan kısmı önemsemeli. Bozuk para ile havaya a ş yapıldığında hep yazı veya tura gelme ih mali ile bakmalı hayata. Olasılıklar silsilesi. Kaygıların sebebi geçmiş, derin, kötü tecrübeler olmamalı. Tecrübe olarak hep kötü olanları almanın anlamı yok iyi tecrübelerimizde olur. Daha çok olumlu olanların üzerine yoğunlaşalım. Kafamızda oluşan kaygılar iyi olan her şeyi gölgeler ve sadece karanlık bir tablo çizer. Çünkü amacı daha da büyümek r. Siz ne kadar korkar ne kadar sıkılırsanız o kadar büyüyecek r. Sanki canlı bir varlıktan bahsediyorum değil mi? Evet canlıdır ve rsat gözler. O canlılığı sizden alır. Onunla beraber yaşayamazsınız. Ya siz ve geleceğiniz var olacak ya da o.


Mustafa KASAR

Kaygının Sorgusu "Akıl azaldığı oranda kaygı da azalır." “Günah yeryüzüne zorunlulukla gelmiş̧ olsaydı kaygının da yeri olmayacak . Kaygı yeryüzüne bir liberum arbitrium [özgür irade) ile gelmiş̧ olsaydı da ondan söz edemeyecek k.” Søren Kierkegaard, Kaygı Kavramı "Kaygı " neden haya mızda diğer duygulardan daha baskın olmak zorunda? Haya nın sayfalarına acı, korku, serüven, aşk, in kam, ıs rap, sevinç yazan insanın bütün bunları yazabilmek için sessiz bir zihin içinde kaygıyı bu denli beslemesinin nedenini nasıl keşfedeceğiz? Haya en iyi anlatanların, kaygıyı en az yaşamak zorunda olanlar tespi ile ''yaşam kaygıdır '' mı? Demeliyiz? Bu bizi şaşırtmayacak mı? Nereden bakarsak bakalım, kaygı ile yaşamak, yaşamı anlamak arasında hep bir çelişki olduğunu göreceğiz. Eğer hepimiz haya kaygısız dolu dolu gerçek bir şekilde yaşasaydık, aramızdan bazıları gerçek yaşamdan vazgeçerek gerçekdışı kaygılar yaşamlar yaratmasaydı, yaşadıklarımızı belki de hiç anlamayacak k. Duygularımızın isimlerini, nedenlerini, sonuçlarını bu kadar berrak bir anlam ile göremeyecek k. Yaşamın yara ğını yaşayacak k yalnızca. Ne yaşadığımızı anlamadan kaygılar bütünlüğüyle. Zihnimiz razı olmadı anlaşılan. Yaşadıklarımızı yorumlayıp anlayalım istedi. Kendi yardımcılarını yara . O yardımcılar sayesinde gerçek haya n yanında gerçek olmayan kaygı merkezli ikinci bir hayata daha kavuştuk, bu ikinci hayat kaygıyla asıl haya mızı daha anlaşılır ve daha manalı kıldı. Ama ince bir farkla… Kaygıyı gerçekdışı yaratanlar kendi gerçeklerini pek de yaşayamadılar. Bu da, kaygı ile korku arasında sıkışmış insanın benliğini daha da yordu.


Mustafa KASAR ''Gizlice korkulan her şey gerçekleşir sonunda'' der Pavese. Kaygılar da böyle midir? Eğer haya mız kaybetmeye pek de aldırmadığımız bir kaygı bütünlüğü olsaydı, o denli kaygıyla, istediğimiz yöne sapar mıydık? Niye sapmadık peki? Haya mız tümüyle kaygı dolu olmadığı için mi? Kaygı yalnızca duygularımız da mı var? Kaygı ile akıl arasında ne engelledi bizi? Niye bir mutluluğu kaygı ile ellerimizle öldürdük? Kaygı ile yaşanmamış mutlulukları arada sırada peşlerine düşüyor muyuz? Kaygı sebepli yaşanabilecekken yaşanmamış kaç mutluluk var haya nızda? Yaşanmışlardan fazla mı kaygınız? Kaygı ile yaşanmış olanlar yaşanmamışlardan fazla, değil mi? Bir başkasının kaygısı olsaydı kendi haya mız, bunu bilerek neyin yaşanması gerek ğini nasıl da tereddütsüz söylerdik, "bunu yaşamalısın" derdik kendimize. Ama bir başkasının haya değil haya mız ve biz kendimize "bunu yapmalısın" diyemiyoruz. Tam tersini yapıyoruz. Flu anlamsız kaygıların kurbanı oluyoruz. Korkuyor muyuz kaygıdan? Yoksa yaşanmamış olanları yaşanmış olanlardan daha mı fazla seviyoruz? "Bu kaygı benim " ya da "onunla yaşamalıyım " dediğiniz anlar yok mu haya nızda? Niye demediniz, niye gitmediniz? Korktuk, değil mi? O hiç bitmeyen kaygılardan; istediğimiz kadar mutlu olamayacağımızdan, terk edileceğimizden, ölümden sıkılacağımızdan, başkalarını üzeceğimizden, yaşadığımızın bir gün sona ereceğinden, dostlarımızın ya da ailemizin karşı çıkacağından, yalnız kalabileceğimizden hep kaygılandık. Kaygılandık, çünkü bir salt bir değil hayat. Ya da, onu tümüyle kaygıya dönüştürecek gücümüz yok bizim. Bir kaygının içinde doğarız hepimiz ve dokunduğumuz her kaygılar birlikte haya mıza yeni kaygılar eklenir, cevabının ne olduğunu, nasıl çözüleceğini bilmediğimiz kaygılar. Bir karar verin, nasıl çözelim bu kaygıları ?


Ayın Kitabı

Haya geriye dönerek anlar, ileriye dönerek yaşarız. - S. Kierkegaard, Kaygı KavramıHegel'de dünya tarihi neyse, Kierkegaard için birey odur. - T.W. AdornoSören Kierkegaard, kaygı olgusuna ilişkin en derin çözümlemeyi yapan kişidir. - M. Heidegger-

Birden fanzin olarak bu ay dosyamızda ''Kaygı'' konusu ile ayın kitabını usta yazar ''Soren Kierkegaard'' ın ''Kaygı Kavramı'' kitabını seç k. Kierkegaard, Vigilius Haufniensis müstear adıyla yayımladığı (1844) Kaygı Kavramı'nda, "kaygı"nın gelecek zamana ilişkin bir terim olduğunu belir r ve temelde Hegel'e yönel ği eleş rileri An kçağ'dan on dokuzuncu yüzyıl ortalarına dek geliş rilen "zaman" görüşlerine bağlar. Yerleşik Hıris yan dogmaları ile "sistem kurma" iddiasındaki felsefi düşünüşü hedef alan Kaygı Kavramı, bu çerçevede ilk günah, suç, devinim, man k, doğruluk, kel/tümel karşıtlığı, zihinbeden ilişkisi gibi hem teoloji hem de felsefe alanında ele alınan kavramlarla hesaplaşır. Bu me n, felsefe tarihini yeniden yorumlama girişimi olduğu kadar, insan doğasına ve öznenin inancına ilişkin bir öneri biçiminde de okunabilir. Keyifli Okumalar dileriz.


Naz SEVİNÇ

Kaygının Algoritması Bir insanı en çok ne yaralar? Ben söyleyeyim bir insanı en çok ''kaygıları'' yaralar. Dünya kaygılar üzerine kurulu. Yaşarken sonumuzu düşünüyoruz. Öğütler anı yaşa derken temenniler sonumuzu işaret ediyor. Uyandığımız ilk dakikadan i baren gece başımızı yas ğa koyana kadar bin bir türlü algoritma geçiyor aklımızdan. “Eğer” diyoruz ''eğer'' ; bugün yaşanacaklar benim öngördüğüm senaryoya uygunsa “böyle” davran, uygun değilse “şöyle” davran. Bakın işte kaygılarımız ne de güzel yöne yor bizi. Sonra da kalkıp diyoruz ki “yeterli düzeyde kaygı bizi harekete geçmeye teşvik eder. “ Kaygılarımızı somutlaş racak olursak benim kaygılarım “iğneli bir çı ”ya benziyor. Sağa dönsem başka bir kaygı sola dönsem başka bir kaygı hele arkaya dönüp bakmayı hiç söylemiyorum. Önüm arkam sağım solum kaygı. Kaygıların yöne ği bir dünyada biricik ve tek olmak biraz ironik değil mi sizce de? Bu kelimeyi yazdıkça, tekrar e kçe korkuya dönüştüğünü görüyorum. Bir noktada korkularımızın bize hisse rdikleri ve düşündürüp harekete geçirdiklerinin toplamına kaygı diyebilir miyiz? Öyleyse korkuya giden yolda kaygılar bir basamak mıdır? Yoksa korkular kaygıların sonucu mudur? Birçok anabilim dalında farklı isimlerle nitelendirilmiş olsa da ( örneğin; sağlık alanında “anksiyete “ , psikoloji alanında “ kendini gerçekleş ren kehanet “ –gerçekleşmeden önce yaşanan evre- ) kabul etmeliyiz ki dünyaya gelirken fabrika ayarlarımıza bir miktar kaygı serpiş rilmiş. Hani şu annelerimizin annelerinden aldığı yüzlerce yıllık özel tariflerde tatlıya bir miktar tuz a lır ya da tüm canlı renklerin kullanıldığı bir tabloya sizin hiç aklınıza gelmeyecek yerlere ha a rçayı elinize verseler asla oralara dokunmayacağınız bir siyah renk a lır. O zıtlıkla lezzet damağınıza, tablo gözünüze şahane gelir ya işte bizim fabrika ayarlarımızda ki bir miktar kaygının da üzerimizde ki tesiri bu olsa gerek. Korkuların, endişelerin, duyguların, kaygıların insanı ayakta tu uğu etkileşimli bir dünyada salt gerçekliği aramak ''samanlıkta iğne aramak gibi ne cede kaygılandırıyor insanı Duyguların var olduğu bir bünyede sanırım kaygının yer alması “insanlık kusuru”. Yan etki gibi. Yüzlerce sa rlık bir kod bloğunda o beklenmeyen sonuç. Müdahalesi zor. Ayıklanamayan hata… Her sa rı tarayıp hatayı bulamama kaygısı ne muhteşem bir son ama… Şöyle özetleyecek gözünüzde somutlayacak olursam yaşadığımız haya kırmızı deriler giymiş çekici bir kadın ve elinde ki kamçıyı da kaygılara benzetsem fazla mı ero k olmuş olurum?


Sinem Nazlı DEMİR

Küçülen Bir Ye şkin Bugünlerde sert bir kaya gibiyim, devirseler tekrardan dikilirim ayağa. Ama bilirim bir gün kırılacağım. Bugün değil belki,ama bir gün kopacağım.Bazen de toz gibiyim,korkarım biri gelir de üfler diye.Eğer üflerse savrulur giderim çünkü ben bazen de dalgın bir rüzgar gibiyim. Hep müsai m, bilmediğim yerlere yelken açmaya ama hep de engellenirim. Kendi kendime yara ğım koca kaygılar yüzünden ar k sadece bir yelkenim. Rotam da belli, gideceğim okyanus da belli. Yanımdan onca göl geçer deniz geçer ama giremem ki içlerine. Onlar denizdir der geçerim hâlbuki ben bazen de küçük bir su birikin siyim. Sabırla aka aka birik rdim tüm duygularımı, emeklerimi… Kendi içimde onları hep sakladım da sakladım. Ne okyanuslara yakışır oldum, ne de akarsulara. Ne hafif meltemlere ayak uydurabildim, ne de yıkıcı r nalara.Şüphelendim,en çok da kaygılandım. Ya ara aysa tüm düşüncelerim ve benliğim? Ya yoksa hiçbir yere aitliğim? Sahi, sırf kaygılarım yüzünden ruhum bir başkasınınkine temas etmeyecek mi? Nasıl da korkar oldum yarından! Korku öylesine ar ki bugünümü etkilemeye başladı, dünüm zaten geçmişte kalmış . Bana yaşanacak vakit bırakmadan öylece haya mın ortasında duran varlık. Seni baştan aşağı ben yara m. Benim endişelerim seni büyü ü, çekingenliklerim seni ye ş rdi ve utangaçlıklarım da seni olgunlaş rdı. Gitgide ben senin yanında daha küçük kaldım, sense gün geç kçe büyüdün. Büyürken de öldürdün. Hislerimi, yaşamam gereken ama yaşayamadığım ''an''ları ve daha birçoklarını. Şimdi de karşımda oturmuş izliyorsun beni. İçten içe nasıl kendimi yiyip bi rdiğimi seyrediyorsun büyük bir soğukkanlılıkla. Oysa eskiden sert bir kayaydım ben, şimdi ise gi kçe ufalan kum taneleri. Birleşsem tekrardan taşlaşacağım biliyorum ama en çok da neden korkuyorum biliyor musun? Tekrar kırılmaktan. Bükülüp parçalanmaktan. İşte bu yüzdendir benim kaçışlarım. Önceden yaşanılanları unutamayıp gitgide tozlaşmalarım ve ileride yaşanacaklara da ket vuruşlarım. Belki mavi bir gökyüzüdür beni bekleyen fakat gözlerimdeki kaygıdır onu bana gri gösteren. Ya da koca yürekli bir insandır bana âşık olan ama içimdeki kaygıdır onu siyahlaş ran. Evet, bu kaygı bitmek bilmez. Tükense de içimden tamamıyla silinemez. Sustursam da düşüncesi eksilmez ve benden alır götürür yarınlarımı. Fakat belki de ar k öğrenmem gerekiyordur. Kaygı mıdır beni yaratan yoksa ben miyim en başından beri kaygıyla yaşamaya alışan?


Yunus ÖZDEN

SEN AYDINLATIRSIN GECEYİ "en büyük kaygısı vicdanlarının, günah işlememek değil, gizlemek r günahlarını." William Shakespeare

Onur Ünlü 'nün Akhisar'da geçen bir kasaba yaşan sını perdeye aktardığı Sen Aydınla rsın Geceyi, gerçeküstü bir kurguya sahip. Doğaüstü güçlere sahip bu kasabanın sakinleri, birer süper kahraman değildir, ancak Ara Güler'in de söylediği gibi “Hayat küçük adamların hikâyesidir”. Bu filmde de erken yaşta aile fertlerinden bir kısmını kaybetmiş babasıyla yaşayan Cemal'in haya sorgulayan ve âşık olan yaşamını anla lıyor. Yalan, kıskançlık ve ölümse yardımcı temalar. Film, samimi ve içten bir in har denemesi sahnesiyle başlar. Ölüm Cemal'i düşündürmemiş olacak ki, bileklerini kes kten sonra öylece devam eder gündelik yaşamına. Kayıtsızdır, vardır ya da yoktur Cemal. Biraz da egoist bir in hardır bu girişim, Cemal kendisinden başka kimseyle hesaplaşmaz. Av sahnesinde avcının kuşu tüfeksiz vurduğu sahne belki de can alanın silah değil de insan olduğunu ha rlatmak içindi. Cemal bir süre annesinde kalan kolyenin peşine düşer. Cemal yan hakem aynı zamanda, bir maçtan sonra bir evin orada oturup yel değirmenlerini izliyor, o sırada arkada bir evin yandığını görüyoruz. Cemal'in annesiyle son ha rası bu. Babası ararken Cemal'in karnesini bulmuştur, Cemal'le ilgili ilginç bir detay daha belirir, Cemal okul birincisiyken, eği mini sürdürmeyip berber olmuştur. Sahip olduğu yaşamla, becerileri arasında kalın bir çizgi vardır Cemal'in. Ölümü de sıkça sorgular Cemal. Babasına da yansı r, o çukura herkesin düşeceğini ha rla r bize.


Yunus ÖZDEN Dündar'ı raş ederken, sekreteri Çiğdem'in kolyesine takılıyor Cemal. Aynı kolyeden Yasemin'de de var. İçine bir şüphe düştüğünü hissediyoruz o anda. Muhtemelen bu kolye Yasemin'in karşılayabileceği değerde bir kolye değil. Nereden geldiği film boyunca gizemini koruyor. Şüphesini sürdüren Cemal ondan sonra takip ediyor Yasemin'i, kuyumcuda görünce de eve geldiği gibi pataklıyor Yasemin'i. Buradan i baren kıskançlıklar sürüp gidiyor. Aslında olan bir Othello sendromu yaşamaktadır Cemal. Güzel başlayan bir ilişkiyi paranoya derecesinde bir kıskançlık, yalanlar yaralar durur. Filmin sonunda kurşunun kitapta deldiği sayfa da Othello'dur. Kıskançlığı körükleyen de eşya değil yaşadıklarıdır. Tam karısından özür dilediği anda hamile olduğunu öğrenir karısının, bu yalan ağır gelir ama Yasemin'i seviyordur. Vildan hocayı görmeye gider ama o da görünmezdir. Tavsiyesi üzerine şiir okumak ister, gider şiir kitabı alır Defne'den, Defne zamanı durdurur. Yasemin şaşırır, şiirin içinde gerçekten isminin geçip geçmediğinden çok Cemal'in öyle hissedip hissetmediğini merak etmiş r. Hamile olduğunu ve kendisinden olmadığını öğrenince Cemal kıskançlığı alevlenir. Gider Dündar'ı vurur, ama Dündar ölmez. Kitabı kafasına yer Cemal, Defne'ye gider. Zamanı durdurur Defne, ama Cemal'i öptüğünde yani bir kez daha bir yalanın ortasında bulduğunda Cemal kendisini zaman akmaya devam eder onun için de. Birlikte filmin başındaki evin oraya giderler. Burada bir Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay karşılaş rmasına tanık oluruz. Defne de hamiledir. Sonra aldatmanın verdiği utançla, orda seyreden yalanların üzerine taş yağmaya başlar üzerlerine. Buradaki metafor vicdani olarak durumu içselleş rme ile ilgili. Yasemin'in evinde bulur kendini, Yasemin'in kuzeni elinde Yasemin'in kolyesi kendini asmış r. Yasemin muhtemelen kuzeninden hamiledir. Cemal ar k son çare Kız Şevket ile anlaşır. Şike karşılığında tek derdi karısını geri almak r. Cemal ne kendine ne hayata karşı dürüs ür o an. Zaten yapamaz da şike, başına iş alır. Defne'nin doktorla olan ilişkisini fark eder. Cemal'e akıl veren adam da aynı şekilde Defne'yi dövmektedir. Öğretmen gelir eve, sonra avcıyla Kız Şevket. Öğretmen öldükten sonra görünür. Cemal yediği kurşunla ölmez, kurşun kolyeyle kitabı delmiş r. Cemal gece defnenin yanına gider. Niye yardım etmediğini sorar Defne, herkesin bir kere yalan söyleme hakkı vardır der, açıklamaya çalışır. Cemal'se Defneden zamanı durduran ellerini alır, ama ye şemez Yasemin'e. İki kadın da gider ve Ali Atay orada sadece kendisinin akışını hissedebildiği zamanda yalnız başına kalır. Film boyunca Cemal'in imajinasyonlarla dolu zihnini anlamaya çalışmasına şahit oluruz. Çelişkidedir sürekli, dönen bir çarka takılı kalmış r Cemal, ne düşünecek vak vardır, ne de isteği. O çark endişeyi mi, kanıp kalmışlığı mı temsil ediyor kesin değil. Ama Cemal'in kafasını kurcalayan onca şey aslında dönen bir çarktan ibare r. Film sağlam, inandırıcı ve gerçekçi bir kurguya dayanıyor. Yaşanan olaylar pek de uzağımızda olmayan, aslında dünya üzerinde yaşamasak da yaşandığını bildiğimiz olaylar, fakat ekrana öyle güzel yansı lmış ki her saniye düşünmeye zorluyor. Konunun kolaylıkla izlendiği film, barındırdığı gizemlerle ve akıcılığıyla seyircinin filme olan ilgisinin korunmasına yardımcı oluyor. Filmde konuya dâhil olan kişilerin haya ndan birer parça yansı lıyor. Film gerçekliğiyle beklenen, gerçeküstülüğüyle beklenmedik bir sona sahip. Mekân iyi seçilmiş, bütün dekor ve çekim teknikleriyle beklen leri karşılar nitelikte. Kasaba yaşan sı çok iyi perdeye aktarılmış. Filmin kriz anına gelecek olursak, Cemal'in kolyeyi gördüğü anda içine düşen şüphe diyebiliriz. Yasemin'in hamile olduğu, Yasemin'in Cemal'e tepki gösterdiği ve gösterdikten sonra Cemal'le Defne'nin yaşadığı anlar ça şma anları ve Yasemin'in Cemal'i terk e ği ansa doruk (tepe) noktasıydı.


Yunus ÖZDEN Film her ne kadar üçüncü bir bakış açısından anla lıyor görünse de genellikle gizlice Cemal'in bakış açısından gösteriliyordu. Hemen her gerçeküstü anla m aslında Cemal'in imajinasyonlarıydı. Tabi bunun kişisel yorumum olduğunu söylememde fayda var, filmde buna ait ipuçları çokça mevcutken, keskin bir iz yok. Filmde sıklıkla kullanılan “Mreyte ya mreyte” filmi canlı tu u. Diğer bütün müzikler de duyguyu yaşatmak açısından güzel seçilmiş . Film aynı zamanda şair, senarist, yönetmen, yapımcı, oyuncu, müzisyen olan Onur Ünlü 'nün her filminde daha da ustalaş ğını bize gösteren bir başyapıt olarak yer alıyor. Kendi ilkeleriyle, içinden geldiği gibi, mesaj verme kaygısı olmadan, bulmacalarla doldurulmamış bir film var karşımızda. Onur Ünlü siyah-beyaz çekim yaparak bir riske girmiş, ama üstesinden de gelmiş. İncelikler, farklı bakış açısı önceki filmlerindeki çizgisiyle kendine katarak yola devam e ğini gösteriyor. Polis filmindeki meşhur dans sahnesi, Güneşin Oğlu filmindeki şiir sahnesi gibi aykırılıktan uzak ama tuhaf duygular yaşatan hoşluklar oldukça mevcut filmde. Celal Tan ve Ailesinin Acıklı Hikâyesi'ndeki sıra dışılıkta bu filmde mevcut bir şekilde işlenmiş. Film yönetmenin sıra dışılık ve gerçeküstücülüğe yakınlığı, varoluşçuluğa eleş rel yaklaşımı konusunda fikir veriyor.


Zafer TAŞKIRAN


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.