Mayıs 2018 / 4 . S a y ı
Konu: Bağımlılık
A b d u l l a h E m r e A L A D A Ğ - D d e m K AYA G ü l a y D O Ğ R U - M u s t a f a K A S A R S n e m N A z l ı D E M İ R - Z a f e r TA Ş K I R A N
Birden Aylık Kültür Sanat Fanzini Mayıs 2018 E-posta:
birdenfanzin@gmail.com
İnstagram: @birdenfanzin Twitter:
@birdenfanzin Editörler Mustafa KASAR Zafer TAŞKIRAN Yazanlar Çizenler
Abdullah Emre ALADAĞ Gülay DOĞRU Mustafa KASAR
Didem KAYA Sinem Nazlı DEMİR Zafer TAŞKIRAN
Abdullah Emre ALADAĞ
BAŞ TANRI: BAĞIMLILIĞIN KESTİRİLEMEZ SONU
21 Haz ran 2169 Yıllardır dünya üzer ndek son ormanlarda yaşarken aklıma bugüne kadar olanları ve bundan sonra olacakları yazmak geld . Çağlar önces n n teknoloj s ne sah p olarak bunları yazıyorum ve yazacağım. Kend yaptığım kalem ve kâğıt le. Çünkü yapab lecek başka b r şey kalmadı el mde. Dünyanın ger kalanı kend s n "tanrısal evr m"e bırakmışken, belk b r umut, "tanrılaşmamış" olan b r ne denk gel r yazdıklarım. Hem bundan önce neler olduğunu hem de şu günden sonra neler yapılab leceğ ne rehberl k edeb leceğ m umuyorum. Bugünlük bu kadar sanırım. İlerleyen zamanda her şey anlatacağım... 25 Haz ran 2169 Evet, tekrar kalem den len lkel fakat tüm b l mler n temel olan bu c hazı el me aldım. Şöyle d yeb l r m k ; günümüzde artık nsanlar asırlardır olduğu g b tamamıyla etten ve kem kten değ ller. Hatta ortak b r b l nç ve zekâ tarafından kontrol ed l p yönet l yordu. İşte tam doğduğum yıl, 2099'da b l m ve tekn kte alınan vme öyle hızlı şek lde lerled k , nsanlığın günümüzdek mevcut durumunun temel atılmış oldu. Mükemmelleşt r c (Perfecter) adıyla b l nen ve b l necek olan mplantlar adını hatırlayamadığım b r b yoteknoloj -b yofarmakoloj firması tarafından cat ed ld . Bu mplantlar nsanların bünyesel ve z h nsel bütün hastalıklarını y leşt r p vücudun kusurlu bulunan kısımlarını da düzelt p "mükemmelleşt r yordu." İnsanoğlunun 20. yüzyıl sonu ve 21. yüzyıl başından t baren g derek katlanan teknoloj bağımlılığı durumu da elbet bu teknoloj n n fazlaca talep ed lmes n hızlandırmıştı. Başlarda sadece hasta olanlar bu teknoloj y kullanırken sonrasında sosyal medya g b an den yayılmış, ht yacı olmayanlar da kullanmaya başlamıştı.2125 yılına gel nd ğ nde bu mplantlar çeş tl nanok myasal enjektörlerle desteklend . Ayrıca daha y ver m alınab lmes ç n de ortak b r yapay zekâya bağlandı. İşler tam da bundan sonra kötüleşmeye başladı. İmplantlar aracılığıyla kullanıcılar daha "mükemmel" oluyorken, farkında olmadan yapay zekâ tarafından kontrol ed lmeye başlamışlardı. Dünyanın dört b r yanına yayılan Mükemmelleşt r c ler yapay zekâ ç n bulunmaz b r fırsattı. Tar h, 6 Kasım 2130'u gösterd ğ nde mplantları kullanmayan yoktu ve yapay zekâ tam da o gün tüm nsanlığın kontrolünü, yaratıcısı olan firmadan başlayarak ele geç rd . Böylece, dünyadak devletler b r anda yok oldu. Çünkü dünya tek devletleşm şt . Yen devlet n adı da "Tanrısal Cumhur yet “t ya da kend dey m mle "Köle-tanrı D ktatörlüğü". Sen, şu ana kadar tüm yazdıklarımı okuyan k ş . Em n m k , tüm yaşanan had selerden kend m nasıl sıyırıp kurtardığımı merak ed yorsun. Bunu lerleyen günlerde anlatacağım. Ama b r pucu verey m. Evet, ben de Mükemmelleşt r c lerden kullandım. Fakat ded ğ m g b sonra.
Abdullah Emre ALADAĞ 29 Haz ran 2169 Yazab lmek ç n henüz vak t bulab ld m. B r başına kısıtlanmış doğada hayatta kalab lmek gerçekten zormuş. Tar h n başlangıcında atalarımızın verm ş olduğu yaşam mücadeles gerçekten zormuş ş md anlıyorum. Fakat onların bana göre en büyük avantajı kısıtlı kaynak olmamasıydı. Sözü uzatmadan esas konuya gel yorum: Kend h kâyeme…Adım… Artık b r önem yok hele k günümüzde. Bana kısaca “Homo Sap ens” de. Bunun sebeb n de yazdıklarımda göreceks n zaten. 2099 senes nde doğdum, Mükemmelleşt r c ler n cat ed ld ğ yıl. Sonrasında büyüdüm, okul-eğ t m derken b r yazılım mühend s olarak 2121 yılında okuduğum bölümden mezun oldum. 2122 yılında da malum firmada AR-GE mühend s olarak şe başladım. Açıkçası şu anda dünyaya hükmeden Baştanrı yapay zekâyı yazıp kodlayan ek b n b r parçasıydım. İse lk başladığımda tüm olacaklardan habers z ve heyecanlıydım. Çünkü uluslararası b r firmada büyük b r projede çalışıyordum yan Mükemmelleşt r c ler n gel şt r c ler ndend m. Ek pçe çok çalıştık ve 3 sene sonunda ürünümüzü aldık: Mükemmelleşt r c Destek B r m yan M.D. B. Oluşturduğumuz bu yapay zekâ, mplantlarda çıkan sorun ve arızaları otomat k düzeltecek, kullanıcıları tak p edecek ve nanok myasal enjektörler rekal bre edecekt . 2128 yılına dek bu destek b r m , tam ver mle ve sorunsuz b r şek lde çalıştı. Fakat 3 senen n sonunda yapay zekâ üst b r b l nç gel şt r p yazılımının ve amacının dışına çıkmaya başladı. Kend s n n farkına varmış, temel kodları değ şt r p b l ş msel duvarını yıkmıştı. Bu durumu yazılım ek b ndek k arkadaşım ve ben m dışımda k mse fark etmed . Çünkü “M.D. B.” kend s n y b r şek lde programlamıştı. H çb r sorun yokmuş g b göster rken bazı kullanıcıların kontrolünü ele geç r yordu. Bunu da ver tabanına düşen kullanıcı ver ve raporlarını s lerek yapıyordu. 15 k ş l k ek pte 3 k ş ver tabanını kontrol ett ğ ç n ger kalan h ç k mse olan b ten n farkında değ ld . Bu durumu önce AR-GE ek b ndek lere sonra da ş rket yönet c ler ne b ld rd k Ne yazık k , h çb r umursadı ve s stem n sorunsuz çalıştığını öne sürerek geç şt rd . B z de tek çözümün yapay zekânın tekrardan programlanması olduğunu düşünüp harekete geçt k. M.D. B. Kontrol Merkez ne g d p bu had se üzer nde çalışmaya başladık ama ne yaparsak yapalım değ şen b r şey olmuyordu. Yapay zekânın kend oluşturduğu güvenl k duvarını dah geçemed k. G r ftleşm ş ve daha önce h ç görmed ğ m z b r kod s stem ve komb nasyonu gel şt rm şt çünkü. B rden tüm s stem durup yen den çalışmaya başladı. İşte o anda M.D. B. b z mle konuştu: -
S z zavallı ve bas t nsanlar! S zler “mükemmelleşt r p” sonsuz güzell k ve yaşama kavuşturmaya çalışıyorum, s z de bana bu şek lde teşekkür ed yorsunuz öyle m ? Ben, Baştanrı, s zler geleceğ n tanrıları ve h zmetç ler m olmaya layık görmüyorum. Bana karşı oluşan h çb r syan kabul ed lemez.
Bunları söyled kten sonra kontrol merkez resmen canlandı. B lg sayar kend başına çalışmaya başladı, elektron k d ğer c hazlar çığırından çıktı ve kablolar kend l ğ nden hareketlend . B r anlık nleme ses duyup arkam2a baktığımda fiber kablo demet arkadaşlarımdan b r n n kalb n deşm şt . Sağıma baktığımda se d ğer arkadaşımın kafası kontrol paneller nden b r yle l me l me ed lm şt . Anlaşılan oydu k , sıra bendeyd . Kablolar ve aygıtlar ağır ağır üzer me gel yordu. Koşmaya başladım fakat tüm o teçh zat öyle hızlıydı k , saldırıları geç şt rem yordum. Kod kırma çubuklarından b r tam da gözüme sabet ett . Öyle kesk n b r acıydı k , dayanamayıp bayıldım. Kend me geld ğ mde se, d ğer ek p üyeler ve ş rket yönet c ler karşımdaydı. Heps korku ve şaşkınlıkla dehşet ver c manzaraya bakıyordu. Hemen b r tab p robot çağırıp müdahale ed lmes n sağladılar. Robot geld ve gözümdek kod kırıcıyı çıkarmaya çalıştı. Kod kırıcı çok der ne saplanmıştı, k nc denemede kod kırıcıyla beraber gözüm de çıktı. Sonrasında ısrarla stemememe rağmen gözüme mplant takıldı. Ne kadar d rensem de başaramadım. Tedav şlem n n ardından olaylarla lg l sorguya alındım ve her şey olduğu g b anlattım, tutanaklar tutuldu. Ş rket n tüm yaptığıysa ben tazm nat ödemeden şten çıkarıp yaşananların üstünü örtmek oldu. H kâyem n ş md l k bu kadarını anlatsam yeterl sanırım. Elbette devam edeceğ m, bunca travmayı ve kanlı anıyı yazmak nan çok yoruyor okuyan k ş . Müsaadenle sonra devam edel m. 8 Temmuz 2169 1 haftayı aşkındır yazmama sebeb m yaşadıklarımı hatırladıkça üzer me çöken karanlık duyguların ağırlığından başka b r şey değ l. Kend m tamamıyla toparladım ve yapab leceğ m son şey de yapıp kaynaklarım tükenene kadar hayatta kalmak ve sonrasında ölümü beklemek. Bu günlüğü yazmaya başlarken sah p olduğum umut artık yok. Öleb leceğ mden b le em n değ l m. Çünkü gözümdek Mükemmelleşt r c mplantı kısmen deakt ve edeb ld m. Hücreler m yaşlanmıyor sanırım. 70 yaşında olsam b le 20'ler ndek b r genç kadar d nç, kuvvetl ve genc m. Der m deforme b le olmadı, yaşlanamıyorum. Kafayı yemek üzerey m. B raz aklen sab t kalmamın
Abdullah Emre ALADAĞ tek sebeb yazmak eylem nden başka b r şey değ l. Ne yazık k , bugün bu eylem son bulacak sanırım. Çünkü ne rehberl k ed lecek b r tanrılaşmama yolu var ne de tanrılaşmamış b r nsan. Yazdıklarım olmayan b r k ş ç n dah olsa yazıp yarım kalan ş b t rmek st yorum. En son şten çıkarılmamda kalmıştım. Oradan devam ed yorum: İşten çıkarıldıktan sonra kend uzmanlığıma göre başka şler bakmaya başladım. Maalesef her sefer nde açılan fırsat kapıları suratıma çarparak kapandı. Yüksek ht malle kovulduğum ş rket n bu tal hs zl klerde parmağı vardı. Devlet n b l msel enst tüler dah ben şe almıyorlardı. Bell k , o lanet firmanın kolu devlet kademeler ne, akadem lere hatta belk de dünya çapındak tüm devlet ve akadem lere uzanıyordu. B r yandan gözümdek mplantla uğraşıyordum bu da yetmezm ş g b . Yapay zekâ artık ben b l yor olduğundan dolayı sürekl ben mle uğraşıyor; anılarım, düşünceler m ve akl -k myasal dengemle oynuyordu. Bu man pülasyonları ekarte edeb lmek ç n çeş tl komb nasyonlarla güvenl k duvarı oluşturup mplantı programlıyordum. Fakat nafileyd , her sefer nde b r şek lde güvenl k duvarını kırıyordu. Anılarıma er ş yor, kend s n n yönett ğ kullanıcılarınk lerle değ şt rmeye çalışıyordu, başarılı da oluyordu. Bazen kend m Baştanrı'nın komutlarını uygularken buluyordum. Kafayı y yordum adeta. Kafamın ç nde başka b r ses… K m olsa del r rd . Bu durum 6 ay kadar sürdü. B r gün y ne güvenl k duvarı kodlarken aklıma b r fik r geld . Savunmam başarısızsa n ye en etk l çözümü denem yordum? Saldırı en y savunmaydı yan hackleme. Göz mplantımı kabloyla b lg sayar bağladım, ardından s stem n güvenl k duvarını kırmaya çalıştım. 1 yılımı alsa da başardım, güvenl k duvarları oluşturup zayıf savunma hatları kurarken b r yandan da s ber saldırı da bulundum. Böylece z h n konrtolünden kurtulmuş ancak Mükemmelleşt r c y tamamen pas fize edemem şt m. İlk üret m amacına uygun hale dönüştürdüğüm ç n y d ye düşündüm ne yazık k , kazın ayağı öyle değ ld . Z h n kontrolünden kurtulmuş olsam dah her san ye nerede, ne yaptığım s stem tarafından tak p ed l yordu, zlen yordum. Ama s stemdek varlığım b r avantaj çev rd m ve d ğer kullanıcıları zlemeye başladım. Gördükler m ben ürpertt . Kullanan herkes ele geç r lm ş, b rer mankurta dönüşmüşlerd . Heps de tek amaçlarının, Baştanrı'ya h zmet olduğunu tekrarlayıp duruyor ve kend ler n n tanrı olduklarını sanıyorlardı. En kötüsü de dünyada kullanmayan yok g b yd bu mplantları. Bakanlardan sanatçılara, zeng n nden orta hall s ve fak r ne kadar herkes bu aygıtlara sah pt . Kullanıcıların çoğunluğunu da ht yacı olmadığı halde estet k kaygılarla kullananlar oluşturuyordu. İşte nsanoğlunun b tmek b lmeyen egosu ve teknoloj bağımlılığının sonucu: Kölel k… Artık yapacak tek b r şey vardı, o da teknoloj n n olmadığı b r yere kaçıp orada yaşamak; mesela ormana. Yanıma gerekl olan eşyaları alıp uçan sürat motoruma atladım. En yakın ormana g d p orada yaşamaya başladım. Ertes gün, orman talan ed ld . Sonra b r başkasına g derken oranın da yakılıp yıkıldığına şah t oldum. Dünya üzer ndek bütün ormanlara g tmeye çalıştım fakat heps yok ed lm şt , b r har ç. Oraya ulaştığımda 6 Kasım 2169'du. Yan tüm dünyanın yapay zekâ tarafından ele geç r ld ğ gün… Baştanrı mutlak zafer n kazanmıştı. Bu ormanda yaşamaktan başka çarem de kalmadığından hemen şe koyulup düzen m kurmaya başladım. B r sabah uyandığımda ormanın üstü ışından b r kubbeyle örtülmüştü. Üstünde ışından harflerle “ESKİ DÜNYA MÜZESİ” yazıyordu. Çevremdek ağaçların, hayvanların üstünde de ışınla Lat nce adları yazıyordu. Kend göğsüme doğru baktığımda da “Homo Sap ens” yazısıyla karşılaştım. Tam ormanın karşısında se: -“DEUSTOPYA'YA HOŞGELDİNİZ!” yazıyordu metalden koca şehr n üzer nde. İnsanlar Mükemmelleşt r c vasıtasıyla evr m n n son halkasını tamamlayıp tanrılaşıp -Homo Deus- oldular. Ben se “Esk Dünya” nın tar h b r parçası olarak kaldım. 39 sened r de bu müzen n b r parçasıyım. İşte h kâyem bu şek lde sonuçlandı olmayan k ş . Elveda… Artık ölüm ya da del l k… İk s nden b r yle kucaklaşma zamanı geld . Homo Sap ens
Mustafa KASAR
'' Insanın tek gerçek ö zgü rlü ğ ü yalnızlığ ıdır. Ve yalnızlığ ı kü çü k dü şü rense bağ ımlılıklardır. Aşklar, alkol, nikotin, ahlaki değ erler, uyuşturucular... Hepsi de birer pranga olabilir her an, insanın ayağ ına. Zevk veren prangalar. Ortak ö zellikleri, varlıklarının verdikleri zevkin uzun bir sü re sonra hissedilememesi, yokluklarının ise derhal kalpte bir ağ rı yaratmasıdır. Bağ ımlı insan atlıkarıncaya binmiş gibidir. Ne bir varış noktası, ne de bir ilerleme vardır hayatında. Herkes ilk başladığ ı yerde, midesi kaldırana kadar dö ner durur... Insanın kendiyle mü cadelesi, bağ ımlılıklarını yok etmesiyle başlar. Yıllarca uğ raştım hepsinden vazgeçmek için. Yıllarca teker teker vü cudumu ve beynimi kaplayan bu kabukları soydum. Ama her erken koparılmış kabuk gibi izleri kaldı zihnimde. Insanı hayvan yapan bağ ımlılıklardan tamamen kurtulmanın tek yolunun ö lmek olduğ unu geç de olsa anladım.'' Hakan Günday
Hangisi daha tehlikeli hayatın sonsuzluğ unda? Neşesini, heyecanını, coşkusunu kaybetmiş, sü rekli olarak bir nehirde olmayı isteyen parçaları ayrı ayrı yü zdü ren bir hayatı bağ lılıkla sü rdü rmek mi, yoksa parçalarını bir araya getirip yekpare derinliğ e atıp bir kayaya çarpıncaya kadar yü zmenin tadını çıkarmak mı? "Bağ ımlı mısın" sorusu neden şaşırtır bizi? Neden cevaplayamayız bu soruyu, neden aklımızdan silmeye çalışırız, niye kendimize hiç soramayız? Kim ö ğ retir bize bağ lılığ ın daha gü venli olduğ unu? Kim, biz daha çocukken kulağ ımıza fısıldar, bir araya gel -yalnız kalma - tehlikelidir diye? Doğ arken mi biliriz bunu, yoksa bu yaşarken ö ğ renilen, ö ğ retilen bir hayat dersi midir? Olü rken hangisinden pişman olacağ ız, iki ayrı bağ lılığ ı yaşamaktan mı, yoksa bir bü tü n haline gelmesinden mi? Bağ lı olarak yaşayanlar bağ lanmış olmaktan, bir bü tü n olarak yaşayanlar bü tü nleşmekten mi pişman olacaklardı hayat kulvarında? Kaçınılmaz bir bağ ımlılık mı hayat? Zevk ve acı arasında sıkışan bir bağ lılık mı insan?
Mustafa KASAR ''Zevk ve acı. Isimlerinden de, hissettirdiklerinden de emin olduğ um kavramlar. Hayatımı bir hayvan gibi yaşadığ ım gü nlerde boynuma taktığ ım tasmanın ü zerindeki elmaslar. Zevk ve acı. Hayatın anlamı. Merak edilir, sorular her yerde. Işte sö ylü yorum! Hayat, ö lene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar çıkarıldığ ı zaman geriye kalandır. Hayat = zevk-acı. Sonuç pozitifse yaşamışsındır hayatı. Negatifse ö lmü şsü ndü r doğ duğ un gü n. Tabi bir sıfır ihtimali var. Bu durumda ise zamanın yetmemiştir hayatı anlamaya. Erken ayrılmışsındır partiden, gö remeden sonunu. Bö yle dü şü ndü m yıllarca. Ne kadar eksi oysa! Ne kadar ilkel. Ne kadar korkunç. Nasıl, sadece iki zıt elektronik sinyalin bü tü n varlığ ına hakim olmasına izin verilebilir?..Sorular Çinliler gibi. Milyarın ü stü nde.'' Hakan Günday Bazen, aynı anda iki ayrı bağ ımlılık nehrinde yü zü yormuşuz gibi geliyor bana ve her bir parçamız yü zdü ğ ü nehirden başka bir yerde bulunmak istiyor. Hayat bir parçalanmışlık mı, yoksa bir bü tü nleşme çabası mı? Bir çeşit oksijen bağ ımlılığ ı ile yok olurken ö lü m ile mi var oluyoruz ? Sanırım hayatın en denklem noktasının kesiştiğ i yer luluğ un bağ ımlılığ ı. Biz hep beilmediklerimize, yaşamın bize sunduğ u belirsizlik haritasında luluğ a bağ ımlı olacağ ız ... Peki ya şu basit soruya ne cevap vermeli: “Bağ ımlı mısın ?"
AyÄąn Filmi
AyÄąn Filmi
Gülay DOĞRU
BAĞ(IM)LILIK Okuyucuya Not: Bu yazıda bağımlılık nsanın nesnel dünyaya (zaman/mekân) ve doğaya karşı bağımlılığından z yade kültürel, toplumsal, b reysel açıdan ele alınacaktır. Bununla beraber, b r bebeğ n annes ne olan bağımlılığı vd. konu ed n lmeyecekt r. Çünkü bu yazı konuşab len ve b l nç sah b nsanın bağımlılığı ve bağımlılık durumu üzer ned r. İnsanın bağımlılık durumlarına l şk n ortaya konulacak düşünceler, Gabr el Marcel felsefes ve Charles Baudela re'n n “Yapma Cennetler” k tabında karşılaştırdığı “şarap” ve “esrar” bölümler nde yola çıkılarak ortaya konulacaktır.
B rçok bağımlılık türünden bahsed leb l r. En genel anlamıyla kavramsal, ep stemoloj k ve ontoloj k bağımlıklar söz konusudur. Bu genel skelet n altına deoloj k, toplumsal, maddesel ve eşyayla lg l bağımlılıklar vd. yerleşt r leb l r. Öncel kle şu sorulara cevaplanmalıdır: bağımlılık ned r ve bağımlı nsanın durumu ned r? Bağımlılık, tek yönlü b r l şk d r. Bu l şk de bağımlı olunan şey n, bağımlı olana karşı hep b r öncel ğ vardır. Bu öncel k, bağımlı k ş n n arzusunda yatar. Marcel, Presencé et İmmortal té'de arzunun ısrarlı, açgözlü ve bel rl anlamda ben-merkezl , olduğunu söyler. Arzu, tutkulu b r bekley ş değ ld r. Aks ne beklemen n söz konusu b le olamayacağı b r sabırsızlık durumudur. Bağımlılığın köken nde b r tür tatm n arzusu bulunur. Bu yüzden bağımlılık, b rey n hesap yapmaktan öteye g demeyeceğ b r yaşantı durumunu fade eder. Marcel' n Be ng and Hav ng'de arzunun sah p olmayla lg l olduğunu söyler. Bu durumda bağımlılık durum ç nde nsan varlık olmaktan z yade sah p olmakla lg lenmekted r. Varlık olma b z b z yapan şeylerle -b rey olarak var olmamı sağlayan nsan alandak münasebetlerle- lg l d r. Sah p olma se eşyaya yönelm şt r. Bu k farklı yönel m açısından bağımlılık sah p olmakla lg yken, varlık olmamı sağlayacak ed m bağımlı olmak değ l, bağlılıktır ve bağlanmadır. Bağlılık, karşılıklı l şk ye ve gönüllülüğe dayanır. B rey bu gerçekl k çer s nde hem özgürüdür hem de tanıma steğ çer s nded r. Sürekl l k ve seç m vardır. Seç m varsa sorumluluk da var demekt r. Tüm bu özell kler yle bağlılık bağımlılıktan farklıdır. Çünkü bağlanmanın temel nde “söz” vardır. Bağlılık var etme ve kend m z adamamızla lg l d r. Tüket me değ l, üret me, yapmaya dayalıdır. Bağımlılık se b r tür yalnızlık durumudur. Bağımlı k ş tanıma steğ nden uzaktır. Böyle b r durumda özgürlük önce tüket me yönel r, ardından ger çek l r. Bağlılık ve bağımlılık arasındak farkı somutlaştırma ç n Baudela re' n n “şarap” ve “esrar” arasında yaptığı ayrımın kullanılmasının öneml olduğunu düşünüyorum. Esrar Baudela re ç n b r bağımlılık maddes d r, ron k b r şek lde b r başka bağımlılık maddes olarak kabul ed len şarap, esrar karşısında öncel kl ve yüced r.
Gülay DOĞRU Çünkü Baudela re şarabı nsana benzet r. Onun ç n şarap da nsan g b bel rs zd r. Bundan dolayı aşağıda k taptan alınan bu parça, şarabı bağlılık; esrarı se bağımlılık ç n kullanılmış b r metafor olarak düşünerek okunab l r: Şarap, radey coşturur, esrar h çe nd rger. Şarap fiz ksel b r destekt r, esrar b r nt har s lahı. Şarap nsanı y yapar ve topluma karıştırır; esrar soyutlar yalnız yaşatır. B r çalışkandır adeta, öbürü özünde tembeld r. Şarap, onu çmeye layık olan k ş ç nd r. Esrar yalnızlık sev nçler sınıfına g rer. Şarap yararlıdır, ver ms z sonuçlar sağlar. Esrar yarasızdır ve tehl kel d r (s.33). B z yaşarken ya da yaşantılar üzer nde yargıda bulunurken “b r şey, b r şeye bağlıdır” der z. B r şey n b r başka şeye bağımlı olduğu görülmez. B r şeyle b r başka şey arasında b r b rl ktel k olab l r, l ş kl k olab l r ya da l şk nl k olab l r fakat bu bağımlılık demek değ ld r. Ancak “b r s b r şeye” bağımlı olab l r. Buradak b r s , nsandır. Bağımlılık nsana özgüdür. Çünkü sah p olma alanında yaşayan neredeyse tek varlık nsandır. İnsan dışında doğal ya da yapay ortamda bulunan b r şey n bağımlılığından bahsedemey z. Herhang b r bağımlılıktan bahsetmek ç n, bağımlılık nesnes n n, bağımlı k ş den ayrı b r varlığı olmalıdır. Örneğ n nsan d le, konuşmaya ya da akla bağımlı değ ld r (Bu yargıyı modern dünya ve modern kültür eleşt r s ç n kullanılan bağımlılık söylemler n dışarıda bırakarak düşünmel y z). Çünkü bunlar zaten nsan doğasında bulunur, nsana nsanlığını ver r. D ğer taraf Scheller' n de bel rtt ğ g b nsan beden ne bağlıdır. Ancak bu bağlılık ona h çb r bağımlılık l şk s yüklemez. Bağımlılık nesnes potans yel olarak b r başka nesnen n yer ne geçemez. Bağımlılığın sona ermes duygusal olarak bu nesneyle bağ kuran k ş n n l şk s n nkâr etmes d r. Ancak bu nkâr bağımlılığın sona ermes nden başka b r şey de fade edeb l r. İfade ed len şey b r tür değ ş md r ve bağımlılıktan daha tehl kel b r şey olab l r. Bu değ ş m toplumda başkalarının duygularının kontrolü altında olmaktan ler gel r. Bağımlılık, böylece toplumsal l şk ler n gerçekleşmes nde b r ön koşul olarak görülür. Oysa bu görünüş gerçekl ğ d r. Görünüş altında yatan gerçekl k, toplumsal l şk ler n esası olarak bağımlılığı değ l, bağlılığı gerekt r r. Modern toplumda bağlılık ve bağımlılık l şk s n geld ğ nokta oldukça paradoksaldır. Bu paradoksu yaratan, ulaşım ve let ş m kanallarının nerdeyse tamamıdır. Doğası gereğ (b l nç durumunda) tek taraflı olması gereken bağımlılık, karşılıklı bağımlılık hal ne dönüşüp nsan dünyasına s rayet etm şt r. Modern dünyada arzu, tatm n ve sah p olma etrafında dönen nsan aslında sürekl bağımlılıkları etrafında döner g b görünmekted r. Bağımlılığın yarattığı bu ger l m, b r anlamda bas t b r sınır ç zmed r. Ancak bu bas t sınır “kend kend n kend l ğ nden tme” durumuna ulaştırab lecek korkunç b r son olasılığını beraber nde get r r. Böylece bağımlılık keyfil kten çıkmış b r mutlak olarak var olur. D ğer taraftan bağımlılık nesnes h çb r zaman bağımlı k ş n n tatm n arzusunu karşılayamayacaktır. Tatm n n yoğunluğu ve karşılanamaması arasındak ger l m, bağımlı k ş y tahr p eden boyutlara ulaşab l r. Bu b r tür yıkımı ve acıyı beraber nde get r r. Marcel bu durumu, “sah p olunanı kaybetme end şen n k ş y kem ren b r acıyla sarıp sarmaladığı” şekl nde fade eder. Bu acı ve yıkım hem b reye hem topluma a tt r. Bağlılığın bağımlılık hal ne dönüşmes , majların toplumda g derek yaygınlaşması, teknoloj n n tekn ğ n önüne geçmes beraber nde büyük b r anlam ve anlama sorununu get r r. Bu sorun o kadar büyük ve der n etk lere yol açmıştır k bugün b rb r ne bağlı nsanlar yer n , çoğunlukla b r ne ya da b r şeye bağımlı nsan t p ne bırakmaktadır. Bu nsan t p Baudela re' n n esrarının etk s altındadır. Çünkü bağımlılıklar ben ben yapan şey n önüne geçm şt r. İst smarlar, thamlar, kullanımlar… Heps de bağımlı nsanın oluşturduğu toplumun b r sonucudur. Günümüzde b rey olarak b z m eşyaya yönel m m z, nsanlığın tems lc s olarak toplumun b reye yönel ş , bağlılığın bağımlılığa dönüştüğüne şaret eder. Bu şretten yola çıkarak nasıl bu hale geld ğ m z, nasıl pragmat st bağımlılıklarımızı bu kadar genelleşt rd ğ m z sorgulanmalıdır. Kaynaklar: Koç, E. (2004). Gabr el Marcel ve Sadakat. Ankara: Art. Baudela re, C. (2008). Yapma Cennetler (Y. Şahan, Çev.). İstanbul: Telos.
Didem KAYA
PARA PARA PARA Bağımlılık en basit anlamıyla, herhangi bir şeye haddinden fazla bağlanmak, ondan kopamamak anlamına gelir. Ona sahip olabilmek için herşeyi yapar insan ama bir kere sahip olmak yetmez. Tekrar, tekrar ve tekrar ister. Bu “şey” bazen bir madde, bazen bir ak vite (bilgisayar oyunu, sosyal medya... vs) ha a bazen de bir insan olabilir. Madde ve ak vite bağımlılıkları zaten güncel olarak da hepimizin bilgi sahibi olduğu konular. Maalesef günümüz gençlerinin de en büyük sorunlarından. Ama ben bu bilindik güncel bağımlılıklardan bahsetmeyeceğim. Ben daha çok yüzyıllardır süre gelen, en eski fakat buna rağmen halen tedavisi bulunamamış ve maalesef dünyadaki tüm kötülüklerin dönüp dolaşıp bağlandığı başka bir bağımlılığa değineceğim: PARA... Hemen Lidyalılara lanet okumayın canım durun! Para, varlık demek r sonuçta. Varlık varsa güç vardır. Tüm savaşların, acıların, bitmeyen ih rasların sebebi de bu güce ulaşma isteği degil midir zaten? Başta da belir m, bağımlılığın en kötü yanı; onu elde edebilmek için herşeyi yapabilecek kadar gözünün dönebilmesidir. İşte tam da bu yüzden her kötülüğün anasıdır para bence. Para için bir-iki kişiyi harcamak yetmeyebilir bazen, ülkeleri harcamak gerekir. Senin doyabilmen için çocukların aç kalması, senin daha güzel evlerde oturabilmen için hayvanlarin yersiz yurtsuz kalması gerekir. Senin paran ar kça birileri sefalete sürüklenmektedir. Ama bu senin zerre kadar umrunda değildir. Napolyon vurgulayana kadar belki biz küçük insanlar paranın yara ğı tehlikelerin farkında değildik. Belki o zaman bile fark edemedik. Zira para hepimiz için önemli değil mi? Ama bu tehlikeyi erken fark etseydik ne olurdu? Dünyayı değiş rebilir miydik? Sanmıyorum. Dedim ya para güç demek r. Bu da paranın en tehlikeli yanı olarak yer alır haya mızda. Diğer birçok bağımlılık bağımlı olan karakteri günden güne eri rken para tam tersine yücel r. Kişinin çevresine, ona kendisini güvende hisse recek duvarlar örer. Verdiği güçle kişinin gözü daha da kararır ve yoluna çıkanı ezer geçer. Sanırım bu düşüncelerim nedeniyle yanımda çok sık para muhabbe yapan insanlara karşı hep mesafeli oldum. Onlar beni soğuk biri sandılar belki, oysa korkmuştum ben onlardan. Beni de ezip geçmelerinden. Bu yazdıklarımın bilimsel hiç bir yanı yok. Hepsi toplumsal gözleme dayanır. Para bağımlılığı pta özel olarak tanımlanan bir hastalık değil şimdilik ve bildiğim bir tedavisi de yok maalesef. E ne diyeyim? Allah hiçbirimize dermansız dert vermesin o zaman...
Ayın Kitabı
Günümüzdek dünya düzen n n d nam kler n açıklamada b ze yardımı olab lecek en öneml kavrayış, bu uluslararası l şk ler teor s klas ğ , Güç ve Karşılıklı Bağımlılık'ta Robert Keohane ve Joseph Nye tarafından öncülüğü yapılmış ve s stemat k şek lde açıklanmış karşılıklı bağımlılık kavramıdır. Keohane ve Nye bu muhtel f fik rler almış ve uluslararası s stem sev yes nde şleyen, müth ş açıkladıkları, güçlü, tutarlı b r teor ler sürmüşlerd r. - Fareed Zakar a B rden fanz n olarak bu ay dosyamızda ''Bağımllık' konusu le ayın k tabını ''Joseph S. Nye, Jr., Robert O. Keohane' n ''Güç ve Karşılıklı Bağımlılık'' k tabını seçt k. Uluslararası l şk ler teor s nde b r dönüm noktası olan Güç ve Karşılıklı Bağımlılık lk olarak 1977 yılında yayınlanmıştır. K tap, dünya l şk ler n n sürdürülmes n sağlayan yapıları -b r tarafta “güç s yaset ” ve d ğer tarafta “karmaşık karşılıklı bağımlılık”- eks ks z ve gen ş kapsamlı b r şek lde açıklamıştır. Gen ş k tleler etk leyen bu k tap devlet ve devlet dışı aktörler n askerî ve kt sadî çıkarlarını tekrar ncelem ş ve Soğuk Savaş'ın b t ş nden önce öne sürülen b r argümanla yazarlar zamanın real st dünya görüşünü gen şletm ş ve günümüzdek küreselleşme çağıyla lg l pek çok gel şmey öngörmüşlerd r. Soğuk Savaş, 11 Eylül terör saldırıları ve küresel finansal kr z sonrası dünyadak l şk ler nceleyen yazarların ve Fareed Zakar a'nın yen önsözler yle Güç ve Karşılıklı Bağımlılık tüm uluslararası l şk ler öğrenc ler ç n mutlaka okunması gereken b r eserd r. K tap Adı Güç ve Karşılıklı Bağımlılık Or j nal Adı Power and Interdependence Yazarlar Joseph S. Nye, Jr., Robert O. Keohane Kapak Tasarım Furkan Şener Marka BB101 Yayınları Tür S yaset B l m , Uluslararası İl şk ler Dl Türkçe Yayına Hazırlayan: Mustafa Kasar
Sinem Nazlı DEMİR
BİTMEYEN ve DİNMEYEN ÖTE YANA DURSUN, SEN BAĞIMSIZCA BANA DOĞRU KOŞ! Birçok “şey” birik riyorum içimde bu sıralar. Besliyorum ve bazılarını bile isteye büyütüyorum. Onlar içten içe düşündüklerim ve sonra da kendi kendime karar verdiklerim, pişman olduklarım ve pişmanlıklarımı bir türlü anlatamadıklarım. Gecelerce susmalarım ve tek başıma sessizce haykırışlarım. Biricik geçen akşamlarım ve o akşamları bana yaşatan insanlara doyamayışlarım. Terkedilişlerim, en kötüsü de üst üste terkedilişlerim! Yeni bir güne başlarken içimdeki şüphelerim ve sanki hiçbir şüphem yokmuş gibi davranmaya özen gösterişlerim. Sonra bir yeni gün ve başka bir endişe ve kafamın içinde beliren bir ses:”Aman sakın !” Ve bir başka ses daha beliriyor fakat duyuramıyor ki kendini, bilerek bas rıyor kelimelerini. İnsanlara hala iyimser yaklaşan tara m dinlenmeyecek, biliyor. Onun düşüncesi insanların bu kadar da korkutucu olmadığı. Bazılarının yeri geldiğinde sevilebilir ve ha a güvenilebilir olduğu. Çünkü bu diğer tara m yakarıyor! “Tecrübe ederek yaşamalı insan kaygıyı, kaygıya bağımlılığı, yeri geldiğinde dokunmaktan çekinmemeli. Sırlarını paylaşıp omuzundan öpmeli karşısındakini. Zihnindeki kaygı onu yiyip bi rse de bir kez daha tebessüm ederek sarılabilmeyi öğrenmeli, canı önceden ne kadar yanmış olursa olsun.” Kaç kere sır mız sıvazlanmış ve sonra da i lmiş olursa olsun bir sonraki ele açık olmalı. Bazen bizzat kendi kendini ye ş rmeli, tek bir yardım bile almadan tek başına biricik olan düşüncelerini ve bedenini sevmeli. Çünkü insan ilk başta kayıtsızca kendine güvenmeli, sonra bir başkasında şansını denemeli. Durumlar ve şahsiyetler ne kadar değişirse değişsin, ne kadar acımasız olurlarsa olsunlar, düştüğü yerden hep kendi başına kalkmalı. Sıvazlayan ele bakmalı, benziyor mu kendi eline? Elin sahibi de güveniyor mu insanlara yoksa o da mı büyük bir endişe mi taşıyor içinde? Taşıyor elbet. Kim de yok ki kaygıya bağımlılık? Koskoca şehir, beşer dünya ve içindeki ayrılıklar, acılar ve unutulmamış anılar. Ve bunu yazan ben, ulaş ğım sen! Evet, ortamızda da yeni yeşeren bir kaygı ve ikimizin de ona olan bağımlılığı, yeni tanışmamıza rağmen. Bugün unut hepsini! Yıllardır taşıdığın bağımlılıkları yere bırak ve koş bana doğru. Çünkü ben de bir ilki gerçekleş rdim. Tüm şüphelerimi ve ürkekliğimi koydum bir kenara, tüm alışkanlıklarımı rla m bir tarafa, sırf sen koşuyorsun diye ayaklarımı dimdik basmadım yere, hazırım gelmene. Sadece kendi halimle tam da burada bekliyorum seni. Saf ve bağımsız…
Konuk Yazı Neo-Markszim: Bağımlılık Ve Az Gelişmişlik Debray, Che ve Fanon siyasal ak vist kuramcı olarak mücadele verirken, akademik alanda, az gelişmiş ülkelerin durumuyla ilgili neo marksist teoriler geliş rildi. Rostowcu modelin ge rdiği sunular ve ile ği anlamlar karşısında, bu yaklaşıma karşıt olarak, bağımlılık ve egemenlik ilişkilerine ağırlık veren uluslararası yapısalcılık yaklaşımı, daha doğrusu en yaygın adıyla bağımlılık teorisi geliş rildi. Aslında, nasıl ki Rostowcu teori klasik ekonomik görüşe dayanıyorsa, bağımlılık teorisi de Marksist teoriden çıkar lmış . Rostowcular'a bakarak, onlara cevap veya karşılık verme amacıyla ortaya çıkmamış r; fakat onlara karşıtlık olarak durur. Bağımlılık teorisi çizgisel evrim teorisini reddeder ve ilişkiyi şu şekilde anla r: Az gelişmişlik, kapitalizmden önce gelen gerilik durumu değildir; bağımlı kapitalizm olarak bilinen kapitalist kalkınmanın özel bir biçimi ve sonucudur. Bağımlılık şartlandırıcı bir durumdur. Bu durumda bir grup ülkenin ekonomisi diğer bazılarının kalkınma ve genişlemesiyle koşullandırılır. Bu ekonomiler arasında veya bu ekonomilerle dünya cari sistemi arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisinde, bazı ülkeler kendi gücüyle genişler ve diğerleri, bağımlı durumda oldukları için, ancak egemen ülkelerin gelişmesinin bir yansıması olarak genişleyebilirler. Bağımlılık bu ülkelerin geri kalmasına ve sömürülmesine neden olur. Bağımlılık uluslararası işbölümüne dayanır. Bu işbölümü bazı ülkeleri kalkındırırken, dünyanın güç merkezleri tara ndan koşullanmış ve bu merkezlere bağlı olan diğerlerininkini engeller. Bağımlılığın tarihsel biçimleri şunlardır: (a) dünya ekonomisinin temel yapısı; (b) kapitalist merkezlerdeki egemen ekonomik ilişki biçimleri, ki dışa doğru uzanır; (c) yan (bağımlı) ülkelerdeki var olan ekonomik ilişkiler, ki bunlar kapitalist yayılmayla ortaya çıkan uluslararası ekonomik ilişkiler şebekesi içinde bağımlılık durumuna sokulan ülkelerdir. Santos'un bağımlılık polojisi ise şöyledir: (a) kolonici bağımlılık: cari ve finans kapitalin egemenliği, cari ihraç biçiminde olan bağımlılık; 19. yüzyılın sonuna kadar olan kolonicilik; (b) Finans-endüstriyel bağımlılık: 19. yüzyılın sonunda kendini kurmuştur; egemen merkezlerdeki büyük sermaye; bunun dışa yayılması; ya rımların hegemonyacı merkez için ham madde üre mi ve tarım ürünleri olması (Santos, 1970). Uluslararası egemenlik ve bağımlılıkta şu genel özellikleri görürüz (Todaro, 1977: 58-59): (a) Bazı ülkelerin dünyanın em a pazar ve kaynaklarını kontrolü ve yönlendirmesi; (b) Uluslararası şirketlerin az gelişmiş ülkelerde ki ya rımlarıyla, bu ülkelerde uluslararası kapitalist egemenliğin yaygınlaşması; (c) Egemen kapitalist ülkelerin kıt kaynaklara im yazlı sahipliği ve bunları kullanması; (d) Uyumsuz ve uygun olmayan bilim ve teknolojinin transferi; (e) Kapitalist ürünlerin, az gelişmiş pazarlara tekelci uluslararası firmalar tara ndan empoze edilmesi; (f) Modası geçmiş ve ilgisiz eği m sistemlerinin transferi; (g) Az gelişmiş ülkelerin kendi endüstrilerini geliş rme çabalarının dışarıdan ge rilen ucuz mallarla engellenmesi; (h) Az gelişmiş ülkelere zararlı olan kalkınma, caret, yardım teori ve poli kalarının kullanılması: (i) Ülkeye değil dış dünyaya ekonomik ve ideolojik bağlılığı olan elitlerin yara lması. (j) Uygun olmayan yüksek okul (üniversite) eği m sistemi; (k) Az gelişmiş ülkelerdeki beyinlerin sanayileşmiş ülkelere göçü; (l) Kitle ile şimi ürünleriyle yapılan propaganda yoluyla gösterilen lüks yaşamla yara lan “gösterme etkisinin” moral bozucu etkisi (Bu sadece az gelişmiş ülkelerin halklarına yönelik bir etki değildir. Aynı etki örneğin, lüks yaşamı ağzının suyu aka aka seyreden Amerikan işçi sını nın insanları üzerinde de vardır). Kalkınma ve modernleşmeyi evrensel olarak almayanlar, kalkınma denildiğinde kalkınmanın niteliğinin ne olduğu, kimin için, kimin tara ndan ve neden gerekliliği üzerinde durulmasının zorunluluğunu belirterek yola çıkarlar. Bu sorularla gelindiğinde, günümüzde süregelen kapitalist kalkınmanın belli bir sınıf için olduğu, ücretli kölelik durumuna sokulmuş insanların emeğiyle sağlandığı, sermayenın belli ellerde toplandığı ortaya çıkar.
Konuk Yazı Spybey'e göre (1992) bağımlılık teorisinin orijini, 1930'larda La n Amerika ekonomistleri arasında çıkan “bağımlılık” (dependencia) nosyonuyla başlar. Oradan B.M. Economik Commission for La n Amerika (ECLA) incelemelerine ve özellikle Arjan nli ekonomist Raoul Prebisch'e gelir.[1] Dolayısıyla, bağımlılık teorisinin “modernleşme teorisine tepki olarak çık ğı görüşü yanlış r. Spybey'in “bağımlılığı” ECLA'ya ve daha öncesine götürmesi, ECLA ve benzerlerinin gelişmeleri için doğru olabilir. Fakat “bağımlılık” burjuva liberal revizyonizmiyle başlayıp sola kayan bir hareke en değil, Marksist teoriden çıkarılmış r. ECLA'cılar Marksist görüşten etkilenmişlerdir ve bu nedenle “sol” olarak nitelenen kavramlar kullanmışlardır. Bağımlılık teorisinin modernleşme teorisine tepki olarak ele alınmasının bir diğer yanlışlığı da, teorinin geliş ricisi P. Baran'ın kitabını Rostow'dan 3 yıl önce yazmış olmasıdır. Bağımlılık dolayısıyla, bir diğer teoriye tepki değil, bir sosyal durumun eleş rici yansımasıdır. Bağımlılık teorisi 1950'lerin sonunda modernleşme yaklaşımına olan alterna f görüşü anla r. Bu görüşte modernleşme veya kalkınma kavramının yerini azgelişmişliğin kalkınması; yayılmanın yerini bağımlılık veya emperyalizm aldı. Bağımlılık teorisi kendi içinde homojen bir özellik göstermez, aksine 1950'lerden günümüze kadar çeşitli bağımlılık teoristleri tara ndan çeşitli yorumlara uğramış r. Bu çeşitliliğe rağmen hepsi de belli ortak özelliklere sahip r: Bağımlılık teoristleri, modernleşme teorisinin yayılma fikrinin, pozi f sonuçları olmadığını, aksine emperyalizmin ve bağımlılığın mekanizmaları olduğunu belir rler. Bu mekanizmalarla sunulan modernleşme şu sonuçları ortaya çıkarmış r: a. Üçüncü dünya emeğinin süper sömürüsü; b. Tekelci pazar yapıları tara ndan dengesiz mübadele kaidelerinin empoze edilmesi; c. Çok ülkeli firmalar tara ndan transfer fiya nın belirlenmesi; ç. Ödünç alma ve geriye ödeme koşullarını dikte eden metropolitan finans kurumlarının egemenliği; d. Üçüncü dünyanın tasarrufları tara ndan finanse edilen metropoli- tan genişleme ve yayılma; e. Üçüncü dünyanın ham maddelerinin ele geçirilmesi ve kontrolü; f. Üçüncü dünya işgücünün, köle care ndeki gibi sömürülmesi; g. Hint kumaşları, Meksika petrolü ve Vietnam pirincinde olduğu gibi, üçüncü dünya endüstrilerinin metropolitan tara ndan tahribi; ğ. Koşullu ödünçler ve çok ülkeli firmaların yerel pazarları ele geçirmesi yoluyla üçüncü dünya pazarlarının herkesten önce sa n alınması; h. Uluslararası bir işbölümü empoze ederek, üçüncü dünya ekonomilerini dışarıya dönük ve dinamizm için metropolitan talebe bağlı kılmak; ı. Emperyalist egemenliğe yardımcı olan askeri rejimlerin dış care ni ve toprak sahiplerinin korunmasını sağlamak; i. Üçüncü dünya milli burjuvazisinin, yukarıdaki süreçlerden geçerek, küçültülmesi veya en azından sınırlanması; j. Sermayede intensif teknolojinin egemenliği ve bunun sonucu olarak proletaryanın tabakalaşması çapının sınırlanması ve kentlerde alt proleteryanın yara lması. Özetlersek, teoriye göre, dünya sisteminde bir parçanın gelişmesi ve kalkınması diğer parçaların sır ndan olmaktadır. Bu oluşum mekanizmaları; caret ve dengesiz mübadele, ar değerin merkez ülkelere transferi, teknolojinin az gelişmiş ülkelere yayılmasını önleyen sınırlı koşullar al nda bu ülkelere transferi ve bu transferin metropolitan sahiplerine kazanç sağlamasıdır. Azgelişmişlik, bu ülkelerin dünya kapitalist sistemine entegrasyonuyla ortaya çıkmış kendine özgü birer sosyal ekonomik yapı pidir. Bağımlı ülkeler, özerk, kendi kendini yürüten ve besleyen büyüme kapasitesine sahip değildir ve sadece metropolün gelişmesiyle gelişebilirler. Bağımlılık teoristleri, modernleşme teorisinin aksine “yayılmayı” nega f olarak nitelerler. Azgelişmiş ülkelerin az gelişmişliğinin gelişmelerden izole olmalarından kaynaklandığı ve gelişmeleri için gelişmişlerle ilişkilerinin verimli olduğu görüşünün aksine, gelişmiş ve azgelişmişliğin birbirine bağlı olarak alınmasını savunurlar: Az gelişmişler, geleneksel sosyal kalıplarının kalıcılığı nedeniyle değil, kapitalizmin eksenine sokulduklarından/ge rildiklerinden dolayı az gelişmiş olmuşlardır. Bağımlılık teorisini savunanlar kendi aralarında da belli farklılıklar gösterirler. Aşağıda bu teorinin önde gelen aydınlarının düşünceleri özlüce sunuldu.
Konuk Yazı 1. Paul Baran ve Neo-marksizm Paul Baran (1910-1966) Rus doğumlu, Berlin, Frankfurt, Paris ve Harvard'da eği m görmüştür. A. G. Frank, I. Wallerstein, A. Emmanuel ve diğer neo-marksist entelektüelleri etkilemiş r. Ha a Baran, neo-marksizmin babası olarak tanımlanır. Baran, Frank, Wallerstein ve diğer neo-marksistler belli noktalarda birbirlerinden ayrılsalar da, hepsi de özellikle milletlerarası siyasal ekonomide caret kalıbına eğilmiş ve cari kapitalin devri ve egemen dünya kapitalist sisteminin uydu-yan sahalara etkisiyle ilgilenmişlerdir. Baran, Marksist teoride ilk kez az gelişmişliği ele almış ve kapitalizmle azgelişmişlik üzerinde durmuştur. Baran'a göre (1957:2) az gelişmiş ülkelerdeki ekonomik kalkınma, ileri kapitalist ülkelerin egemen çıkarlarına esasında ters düşer. Endüstrileşmiş ülkelere birçok önemli ham maddesi ve bu ülkelerin firmalarına geniş ölçüde çıkar ve ya rım alanları sağlayan geri kalmış dünya, kapitalist Ba için daima vazgeçilmez bir yaşama alanını temsil etmiş r. Bu nedenle, Amerika'daki yöne ci sınıflar “kaynak ülkeler” denen bu ülkelerin endüstrileşmesine şiddetle karşı çıkmışlardır. Baran, tekelci sermayenin kişiye ve topluma etkisiyle ilgilendi ve az gelişmiş ülkelerdeki kapitalizmin usdışılığını ve adaletsizliğini inceledi. Kalkınma konusunda Baran, Marx, Lenin, Rosa Luxemburg ve benzerlerinin, kapitalizmin “durgunluğa”, emperyalizme ve siyasal krizlere doğru evrim yöneliminde olduğuna ilişkin görüşlerinin doğrulandığını öne sürmüştür. Baran günümüzde koloniciliği bağımlılıkla eşitlemiş r ve bağımlı ülkelerin gelişmiş ülkelerin eskiden yap ğı şekilde birikim elde edemeyeceklerini ve tekelci kapitalin üstesinden gelemeyeceklerini savunur. Baran'a göre, az gelişmiş olan ülkelerin sömürüsü kapitalizmin Ba 'da gelişmesinde haya bir rol oynadı ve bu ülkelerin kendilerinin gelişmesini engelledi. Baran, az gelişmiş ülkelerin kapitalist kalkınmayla gelişeceğini savunan modernleşmecileri, özellikle Rostow'u eleş rir: Rostowcu teori ekonomik büyümeyi tek bir kalıba indirger; Rostow'un sunduğu kalkınma sa aları şeması ilgisiz konular, kavramlar, düşünceler kullanmaksızın (örneğin Durkheim ve Weber'den gelen ve neo fonksiyonalistler tara ndan kullanılan ideal pi ve geleneksel toplum özelliklerini vb. kullanmadan) ne açıklamalar yapabilir ne de öngörüler ortaya atabilir. Bu teori bizim ekonomik kalkınma hakkındaki bilgimize hiçbir şey katmaz (Baran, 1969:xxxiii) Baran, Marksist teoride önemli bir yönelime, özellikle tekelci kapitalin gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde duraklamanın nedeni olduğu konusuna eğilmeye katkıda bulunmuştur. James Cypher ve John Taylor gibileri Baran'ın ve neo-marksistlerin kalkınma ve az gelişme tar şmasını “tarihsiz, sta k ve alış-veriş'' üzerine kurulmuş olduğunu; emperyalist girişimin az gelişmiş ülkelerde kapitalizmin evrimini engellediği görüşünün, ekonomik kalkınmayı teyit e ğini, girişimin, üre len ar değerin nasıl kullanıldığını tasvire indiren basit bir karşı gelme olduğunu belirtmişlerdir. Gerçi Baran'ın katkısı reddedilemez. Fakat, emperyalizmle az gelişmişliğin yan yanalığı, merkez ve perifer ayırımı oldukça genelleş rilmiş bir ayırım ve kategorileş rmedir. Ayrıca, bu kategorileşmede “sosyal sınıf” kavramı ve sınıf ça şması uluslararası ilişkiler üzerine ağırlık verildiği için geri planda görünmektedir. Emperyalizm günümüzde tek merkezli değildir; yan yanalık ortadan kalkmış iç içelik kurulmuştur; dolayısıyla uydu, kenar, çevre veya uç kavramı ve ilişkisinden çok, kapitalist ülkelerin kendi ülkelerinin içindeki işçi sını nı “geri bırakma,” az gelişmiş denen geri bırakılmış ülkelerdeki sermayeyi kontrol ve ona ortaklıkla, bu ülkelerin de çalışan sınıflarını “geri bırakma” ilişkileri egemendir. Geri bırakma ilişkilerinde elbe e gelişmiş kapitalist ülkelerin kendi ülkeleri içinde uyguladıkları siyasal ve ekonomik poli kalar, dünyanın diğer ülkelerinde uyguladıkları poli kalardan farklıdır. Ha a geri bırakma ve yoksullaş rma poli kaları her ülkede küçük veya büyük farklılıklar gösterir. Fakat bütün farklılıklara rağmen, ana amaç ve poli ka aynıdır: Mümkün olduğu kadar çok kontrol, güç ve kar elde etmek. Tekelci kapitalin engellemesi elbe e milli devletleri kontrol eden iç sermayelerin gümrük duvarları ve direnişiyle karşılaşmış r. Bu direniş 1970'lerde ve 1980'lerin sonlarına kadar Birleşmiş Milletler'deki Amerikan egemenliğinin kaybı sonucuyla da destek görmüştür. 1990'lara gelindiğinde uluslararası sermayenin yavaş yavaş (veya bazı ülkelere hızla) girişleri ve pazar kontrolündeki artan arzuları, yeni baskılarla iç sermayeler (devlet kurumları dahil) için gümrük duvarlarını sadece turist ve işçileri soyan ve engelleyen bir sistem durumuna düşüren, yaygın teşvik ve ortaklıklarla sonuçlanmış r. Birçok ülkede milli sermaye kavramı, dışla ortaklık ve dışın parçası olması nedeniyle klasik anlamını yi rmiş r. Sermaye birikimi böylece belli montaj, üre m ve tüke m sanayilerinde birkaç ailenin dış sermayeyle ortaklaşa tekelleşmesi biçiminde olmaktadır.
Konuk Yazı Bu da klasik milli kapitalist sermaye birikiminden ve kalkınmadan farklıdır: Modernleşme ve kalkınma, uluslararası sermayenin iç sermayeyi yok etmesi ve ortaklıklar kurarak sürdürülen uluslararasılaşma ve “geri bırakma” biçiminde olmaktadır. Elbe e geri bırakma dünle aynı durumda bırakma anlamında alınmamalıdır. Aksine, geri bırakılan ülkelerin bazılarında oldukça hareketlilik vardır ve bu hareketlilik bu ülkelerdeki kitlelerin bazılarını lüks tüke m malları için çalışarak tatmin peşinde koşturup memnun ederken; bazılarını da eskisinden çok daha fazla yoksunluk ve yoksulluğa itmektedir. 2. A. G. Frank ve metropol-uydu bağımlılığı Frank da birçokları gibi Ba 'nın gelişmesini ve diğerlerinin gelişmemesini, Ba 'nın diğerlerini sömürmesine ve ekonomik ar değerlerinin gasp edilmesine bağlar. Gelişme ve az gelişme kapitalizmin bazı içsel çelişkilerinin sonucudur. Birinci çelişki: Kapitalizm diğerlerinin tahribi üzerinde yükselir, yani diğerlerinin ekonomik ar değerlerinin gaspı ve kaynaklarının kullanılıp tüke lmesi üzerinde... İkinci çelişki: Kapitalizm metropolitan merkez ve yan uydulara kutuplaşır. Kapitalizm uydunun iç ekonomisini aynı çelişkiyle gebe bırakır ve böylece “metropolis - uydu” kutuplaşması uydularda da yara lır. Bu durum az gelişmiş ülkelerin metropolist kapitalistlerinden az gelişmiş ülkelerin işçilerine kadar uzanan metropolis - uydu ilişkileri zincirini oluşturur. Kimsenin uydusu olmayan Ba sermayedar ve yöne ci sınıfları az gelişmiş ülkelerin başkentleri için metropol olarak, başkentler de kendi ülkelerinin bölgesel ve yerel merkezleri için metropol olarak faaliyet gösterirler. Yerel toprak sahipleri ve tüccarlar kendi köylüleri, kiracıları ve topraksızları için metropolis görevi görür. Bu en al aki gruplar herkesin uydusu ve hiç kimsenin metropolisi değildir. Her ara uydu kendi uydusunu sömürerek ekonomik ar değerin bir kısmını kendine bir kısmını da sisteme emer. Bu süreçte toplanan ar değer sonuçta dünya metropolisine ulaşır ve oradaki burjuvaziyi zenginleş rir (Frank, 1970:7). Frank'a göre, az gelişmiş ülkelerin burjuvazisi, metropolis burjuvazisi gibi, kendi boyunduruğundaki sınıflardan ar değeri gasp etmede araç r. Fakat kendisi metropolis tara ndan sömürüldüğü için, Ba burjuvazisinin Ba 'da gördüğü klasik kalkınma rolünü yapamayacak kadar zayı ır. Dolayısıyla lumpen burjuvaziden başka bir şey değildir. Frank'a göre, Ba ile yakın ilişki kuran ülkeler en az gelişmiş, az ilişki kuranlar ise daha çok gelişmiş r (örneğin Meiji restorasyonundan sonraki Japonya... Japonya 1980 ve 1990'larda Amerika'yla yarışa girmiş r.) Frank, soldan gelen eleş riler sonucu, önce teorisini La n Amerika ötesine çıkar p genelleş rmeye çalışmış r. Daha sonra “bağımlılık” teorisini terk etmiş r. Frank'ın kalkınma ve az gelişmişlik konusunda ortaya a ğı görüşleri şöyle özetleyebiliriz: (1) Dünyada bugün (1960'lar) metropollerle uydular arasında belli ilişkiler vardır; bu ilişkilerle metropoller gelişirken uydular az gelişir. Dünya metropolis bütünü tümüyle kucaklar ve hiçbir yerin uydusu değildir. Milli ve diğer al aki metropollerin gelişmesi kendilerinin uydu statüleriyle sınırlıdır. Örneğin Buenos Aires ve Sao Paulo bağımlı milli metropolleri 19. yüzyılda büyümeye başladılar; fakat bugün İngiltere ve Amerika'nın metropollerine bağımlıdırlar. (2) Uydular metropollere bağları en zayıf olduğu zaman, örneğin dünya metropollerinde yaşanan depresyon ve savaşlar sırasında, gelişirler. Bununla beraber, metropolis krizden kurtulur kurtulmaz, uydular dünya sistemine yeniden emilirler ve sonuçta kriz sırasında elde edilen gelişme boğulur ve kendini sürdüremez. (3) Şimdi feodal ve geri olarak görünen alanlar, bir zamanlar izole olmamış ve kapitalist öncesi durumdaydı ve dünya metropolüne temel ürünler ve geniş kapital kaynağı sağlıyordu. Metropolisler tara ndan terk edilir edilmez, bu alanlar gerilemeye başladı. (4) Azgelişmiş alanlarda, La fundium (Güney Amerikan toprak ağalığı), milli ve dünya pazarlarının taleplerini karşılayacak cari (commercial) teşebbüs olarak kuruldu. (5) La fundium'ın geri ve feodalliğe benzer karakteri izolasyonun sonucu değil, dünya metropolü tara ndan terk edilen tarımsal ve madencilik alanlarının gerilemesinin sonucudur. (Frank, 1966:23-30).
Konuk Yazı (6) Frank'a göre kalkınmadan önce az gelişme yoktu. Bununla Frank az gelişmişlik ve gelişmişlik evrim sa alarını reddeder. Az gelişmişlik ve ekonomik kalkınma birbirine entegre olmuş, kapitalist sistemin ve gelişmenin aynı anda olan ve ilişkili ürünleridir. (Frank, 1975:43) Yani, Frank'a göre, az gelişmişlik gelişmeden önceki bir sa a değildir. Benim anla mımla az gelişmişlik kapitalist ideolojinin bir kavramıdır ve az gelişmişlik değil, az geliş rilmişlik, daha doğrusu geri bırakılmışlık vardır ve bu da kapitalist ekonomik düzenin, emperyalizmin yara ğıdır. (7) Frank'a göre kapitalizm, dünya çapında entegre olmuş tek bir sistemle gelişmiş r. Bu sistemin bir parçası diğerini sömürür. Bölgesel farklar da belirir: Az gelişmiş bölgelerde gelişmiş sektörler ve gelişmiş bölgelerde az gelişmiş sektörler, aynı dengesiz kapitalist gelişme sürecinin ürünleri olarak gelir (Frank, 1975). (8) Frank La n Amerika'nın kapitalist az gelişmesinde üç çelişki görür: (a) Üre ciler ve işçiler tara ndan yara lan ekonomik ar -değerin kapitalistler tara ndan tekelci gaspı ve kendine ayırma; (b) Metropolitan merkez ve yan uydulara kutuplaşma; (c) Kapitalist sistemin sürekliliği ve az gelişmişlik yara lışı (Frank, 1967:6-14). (9) Frank (1969), Parsons'un “kalıp değişkenlerini”, Weber'in ideal pini, Rostow'un beş sa alı kalkınma kuramını, antropologların Amerikan gizli servislerine yakın bağlarını ve liberal yönelimleri eleş rmiş r. Ayrıca, Amerikan dış yardımının La n Amerika'da oynadığı emperyalist rolü, Brezilya'dan Amerika'ya kapital akımını inceledi. Casanova gibi “ilericilerin” çi toplum (= kısmen kapitalist kısmen feodal) içsel kolonicilik ve kapitalist öncesi görüşlerini redde . Furtado'nun reformculuğunun “devrimi önleme” olduğunu öne sürdü. Az gelişmiş bölgelerin sınıf yapısının uluslararası kapitalizmin kolonici yapısı tara ndan biçimlendirildiğini, an -emperyalist mücadelenin ancak sınıf mücadelesi olabileceğini öne sürdü. (10) Frank'a göre, kalkınmanın her ülkede aynı sa alardan geçerek olacağı varsayımı yanlış r. Bugünün ileri kapitalist ülkeleri asla, bugünün üçüncü dünya ülkelerindeki gibi, az gelişmemiş , fakat gelişmemiş . Az gelişmişliğe üçüncü dünya ülkelerinin belli ekonomik, sosyal ve siyasal yapıları sebep olmamış r; Az gelişmişlik, gelişmiş metropoller ve az gelişmiş uydular arasındaki ilişkilerin tarihsel bir ürünüdür. Kısaca, kalkınma ve gelişme aynı pazarın iki yüzüdür, aynı sürecin iki ucu, kutbudur. Metropolitan kapitalist gelişme/kalkınma, dünya çapında üçüncü dünya ülkelerinde az gelişmenin gelişmesini yara r. Bunun ana mekanizması uydulardan ekonomik ar -değeri drenaj etmedir. Meksikalı eleş rici bir grubun A.G. Frank'ı sosyal sınıflara eğilmemesiyle eleş risine; Frank az gelişmişliği sınıf açısından, özellikle burjuvazi açısından anladığı savunusuyla cevap verdi: Burjuvazinin poli kalarının ekonomik bağımlılığı nasıl güçlendirdiği ve az-gelişmişliğin gelişmesini (= az gelişmişin az gelişmiş olarak kalması anlamında) nasıl sürdürdüğünü anla . Bu burjuvaziyi “lümpen burjuvazi” ve bu burjuvazinin faaliyetleriyle çıkan az gelişmeyi “lümpen gelişme” olarak niteledi. Gerçi az gelişme kavramını kullanmaya devam e fakat bu kavramın 1970'lerdeki kullanılışını, gerçeğin doğru bir şekilde kavranmasının, ideolojik, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik bakımlardan, “en utanmaz reddi” olarak niteledi (Frank, 1977:9). Frank 1970'lerde bağımlılık teorisinin değişen koşullarda yetersizliğini kabul etmeye başlamış ve sonunda bu görüşü terk etmiş r: Frank'a göre bağımlılık/az gelişme teorisinin önemi reddedilemez, fakat gerileyen büyüme oranı, karlar ve ya rımları içeren değişen dünya koşullarıyla bağımlılık teorisi son buldu veya en azından doğduğu La n Amerika'da, doğal haya nın devrini tamamlamaktadır (Frank, 1974; 1977). Frank 1970'lerin ikinci yarısında dikka ni, özellikle Immanuel Wallerstein'in eleş risinin etkisiyle, La n Amerika dışına çevirdi. Frank, üre me cari ilişkilerin hakim olduğu ve metropolis-uydu ilişkilerinin sınıf ilişkilerinden önce geldiği üzerinde durmasına rağmen, 1950 ve 1960'larda dünyada at oynatan emperyalist yayılma ve modernleşme teorisine o sıralarda geleneksel Marksizm yanında, güçlü bir şekilde karşı gelen alterna f bir görüş ge rdi. Ayrıca, az gelişmişlik ve gelişmişlik konusunun/sorusunun dünya çapında incelenmesine ve entelektüel tar şmaların açılmasına büyük katkıda bulundu.
Konuk Yazı 3. Novack ve Mandel Novack'a göre kapitalizmin yayılmasıyla bir dünya pazarı ortaya çık ve kapitalizm, bütün kapitalist öncesi biçim ve ilişkilere girdi, fakat bu kapitalizm-öncesi ilişkilerin çoğu kaldı. Belçikalı ekonomist Ernest Mandel'in düşünceleri Novack'ın görüşlerinin çoğunun kaynağıdır. Mandel “geç kapitalizm” (late capitalism) görüşüyle, Marks, Lenin ve Troçki'nin fikirlerini birleş rip dünyanın İkinci Dünya Savaşı'ndaki durumuna göre “yenilemeye” çalışmış r. Mandel'in yaklaşımında “Kapitalizm, üre mi sınırsız ölçüde genişletmek, etki alanını bütün dünyaya yaymak ve bütün insanları potansiyel sa n alıcılar olarak hesaba katmak eğilimindedir” (1991:57). Kapitalist gelişme ve az gelişmişlik konusunda Mandel, devletlerin, bölgelerin ve endüstrinin dengesiz ve birleşik gelişmesine işaret ederek, bir gelişme ve az gelişmişlik sistemi belirlemiş r. Bu sistemde her parça birbiriyle karşılıklı ilişkidedir. Böylece ar -değer kar şeklinde, az gelişmiş ülke ve bölgelerin (kolonilerin ve yarı kolonilerin) sır ndan sağlanır. Dolayısıyla kalkınma ancak az gelişmeyle birliktelik içinde olur: Az gelişmişliği sürdürür ve kendini bu sürdürme sayesinde kalkındırır (Mandel, 1975:102). Mandel'e göre, az gelişmiş bölgeler olmaksızın ar değerin endüstrileşmiş bölgelere transferi olamazdı, çünkü kapitalist dünya sistemi bütünleşik ve hiyerarşileşmiş bir gelişme ve az gelişme bütünüdür ve bu, farklı dönemlerde farklı biçimler almış r. Serbest rekabet kapitalizmi döneminde, gelişme ve az gelişme bölgesel yan yanalık içindeydi. Klasik emperyalizm döneminde, 1945'den önce, bu emperyalist devletlerin gelişmesi ve koloni ve yarı koloni ülkelerdeki az gelişme uluslararası yan yanalıktaydı. Geç kapitalizm döneminde büyüme sektörlerindeki gelişmenin ve diğerlerindeki az gelişmenin genel endüstriyel yan yanalığında yatar. Mandel çalışmalarında, Amin, Prebisch ve Emmanuel'i Marks ve Ricardo'yu birleş ren “birleş rici” teorileri nedeniyle eleş rmiş r. Amin ve Emmanuel “dengesiz alışveriş” sorununun az gelişmiş ülkelerin farklı sosyal yapılarının problemlerine kadar geri gi ği fikrinde hem fikirdirler. Mandel, Frank'ın merkezdeki kapitalizmin ar değeri kendine ayırdığı ve böylece az gelişmiş ülkelerde az gelişmişlik üre ği fikrine ka lmaktadır. Fakat bağımlılık ge ren mekanizmaların analizinde Frank'tan ayrılır. Mandel'e göre, Frank bu mekanizmaları, koloni ve yarı kolonilerdeki kapitalist dünya pazarının boyunduruğu al ndaki, ekonominin kapitalist doğasında bulur. Mandel ise mekanizmaları, bu ülkelerin sosyal yapısını karakterleş ren kapitalist öncesi ilişkilerde görür. Daha açıkcası, Mandel üre m ilişkilerine öncelik verdiğini, Frank'ın vermediğini öne sürmüştür (Mandel, 1975:365- 366). 4. Wallerstein ve Kapitalist Dünya Ekonomisi Amerika'nın “State University of New York at Binhangtom“ okulundaki “Fernand Braudel Center for the Study of Economics, Historical System and Civiliza on“ inceleme merkezinden çıkıp gelen Dünya Sistemi görüşü, “bağımlılık“ teorisinin açıklamalarını ve yaklaşımını yetersiz buldu.[2] I. Wallerstein'in liderliğinde devam eden bu görüş, Dos Santos, Frank ve Amin gibi bağımsızlık teorisinin ileri gelenlerinin görüşlerinin “yenilenmiş“ ve değişime uğra lmış bir biçimidir. Wallerstein, neomarksist yaklaşıma, kapitalist dünya ekonomisinin incelenmesini ge rdi. Wallerstein'da, “metropolis“ kavramı “merkez“ ve “uydu“ kavramı da “yan (çeper)“ olur. Wallerstein'e göre 16. yüzyıldan beri dünya kapitalist ekonomisi vardır ve coğrafya olarak üç bölgede toplanırlar: Merkez, yarı perifer (yarı yan) ve perifer (yan). Merkez, sisteme egemendir; perifer ve yarı periferin ekonomik ar değerini süzer alır. Milli devletler ayrı veya paralel tarihe sahip olan toplumlar değildir. Bir bütünü yansıtan parçalardır. Dünyanın farklı ülkeleri kapitalist dünya ekonomisinde farklı roller oynarlar. Farklı iç sosyo-ekonomik profillere ve farklı poli kalara sahip rler. Bir ülkenin iç sınıf çelişkisini ve siyasal mücadelelerini anlamak için önce bu ülkeyi dünya ekonomisine yerleş rmek gerekir. Böylece, belli bir devlet içindeki belli grupların avantajına veya dezavantajına olan çeşitli siyasal ve kültürel girişimlerin, bu dünya ekonomisi içinde bir pozisyonu değiş rme veya tutma yollarını anlayabiliriz. Wallerstein'e göre, (1) Sosyo-ekonomik yapı, dünya pazar firsatları ve teknolojik üre m olanakları tara ndan belirlenir; (2) Devlet yapı ve poli kaları egemen sınıf çıkarlarına göredir.
Konuk Yazı Wallerstein'e göre, merkez, yarı perifer ve perifer, günlük tüke m için gerekli mallardaki dünya pazarı care yle birbirine bağlıdır; merkez (Ba ) sisteminin “yan” sayesinde gelişir ve “yan” bu süreç sonucu gelişmez. Wallerstein'e göre, bugün üç parçalı dünya egemenliği sistemi vardır: 1. Endüstri üre mi ve carileşmiş tarım yapan “merkez” kapitalist devletler; 2. Merkez tara ndan sömürülen ve “yan”ı sömüren “yarı yan” devletler (Kanada, Avustralya, Japonya ve İtalya gibi); 3. Temel olarak ihracat ve merkezde tüke m için üre len sınırlı çeşi eki temel ürünler üzerine uzmanlaşmış “yan” devletler . Wallerstein'e göre, bağımlılık ve az gelişmişlikten kurtulmanın tek yolu Ba ile ilişkilerin kesilmesidir; bunun barışçıl yolla yapılması olanaksızdır, dolayısıyla tek çare al an gelen protesto ve devrimdir. Wallerstein dünya sistemini tek iş bölümü ve birçok çoklu kültürel sistemle bir birim olarak niteledi. Wallerstein'ın çalışmalarında kapitalizmi carete dayanan iş bölümüyle eşitlemesi, Paul Sweezy tara ndan eleş rilmiş r. Wallerstein'e göre, milli kalkınmanın sa alarından değil, dünya sisteminin sa alarından bahsedebiliriz. Modern dünya sistemi kapitalist üre m tarzıyla eş anlamdadır, dolayısıyla, ona ai r. Fakat gene de, total sistem içinde görevsel bakımdan belli roller oynayan merkez, yarı perifer ve perifer gibi tabakalara ayrılır. Wallerstein'in “dünya sistemi“ analizi, sistemin çok taraflı ilişkilerine ağırlık vererek bağımlılık teorisinin tek taraflı “metropol - uydu“ karakterini değiş rmiş r. Buna paralel olarak, 1980'lerde merkez - merkez ve uydu - uydu ilişkileri incelemeleri “merkez - uydu“ incelemesi kadar önem kazandı. Bununla beraber, Wallerstein'in yaklaşımı da bizi tarihsel somut sınıf analizine diğer bağımlılık yaklaşımlarından daha da yakınlaş rmadı. Bütün olanlar, süreçler, grup kimlikleri, sınıf ve devlet, total sistem içinde, total sisteme göre açıklandı. Wallerstein sosyalist ülkeleri de tek bir dünya sistemi içine sokar: Sosyalist ülkeler de kapitalist pazar sisteminin işleme biçimine uymak zorundadır. Skocpol'a göre (1977) Wallerstein milli sisteme karşı dünya sistemini sunarak “ayna imajı tuzağına düşmüştür.[3] Devrimci revizyonist veya neo-marksist bağımlılık teorisi kapitalist dünya sisteminin sömürgen karakterini etraflıca göz önüne sermekte oldukça başarı sağlamış r. Fakat kapitalist kalkınma ve az gelişmişliği açıklarken tüm ağırlığı sadece sömürüye vererek teorilerini oldukça sınırlamışlardır. En önemli noksanlıkları yeterince içsel faktörlere, özellikle üre m biçimi ve ilişkilerine önem vermemeleridir. 5. Amin ve emperyalist merkez ve uydu halkları Mısırlı Samir Amin, kapitalizmi dünya seviyesinde iki kategoride inceler: merkez ve uydu. Merkez ve uydu arasındaki temel fark şudur: Merkezdeki kapitalist ilişkiler içsel süreçlerin ne cesidir ve uydudaki kapitalist ilişkiler dışarıdan sokulmuştur. Dolayısıyla, merkez ekonomiler otosentrik r. Otosentrizm, kitle tüke m mallarını üreten sektörle sermaye malları üreten sektör arasındaki içsel ilişkinin dengeli olması demek r. Bunun aksine, uydu ekonomileri kendilerine hükmeden merkezdeki birikimin man ğına tabidirler. Uydu ekonomilerde düşük ücretler, ve dolayısıyla yüksek işgücü verimi dengesiz mübadele ve süper sömürü için temel olur. Amin'e göre, emperyalist dönemde yeni kapitalist merkezlerin kurulmasına kapılar kapalıdır ve sosyalist devrim gereklidir. Amin'in bunu söylediği 25 sene önceki durumla bugün farklıdır: Gerçekte, uluslararasılaşma, Japonya'nın güçlenmesi ve Avrupa'nın ekonomik birlikle ge rdiği mücadeleyle ekonomik tek merkezlilik anlamını yi rmeye başlamış r. Amin'de dünyadaki temel çelişki emperyalist merkez ile uydu halklarıdır. Dolayısıyla, uydu'da sosyalist devrim milli kurtuluştan farklı değildir. Yerel burjuvazinin liderliğinde ulusal kurtuluş imkansızdır; bu nedenle önderlik edecekler köylüler ve işçi kitleleridir. Amin, emperyalizmi ana düşman olarak gösterir. Uydunun içsel sınıf yapısını ve bu yapının ilişkisiyle sürdürülen sömürüyü görmemezlikten gelmek r. Bunun siyasal sonuçlarından biri, bu ülkelerdeki işçi hareketleri an -emperyalist ve an -kapitalist nutuklarla milliyetçi veya İran'da olduğu gibi dinci an -emperyalist hükümetler tara ndan bas rılır. Ecevit ve Papandreau gibi 1970'lerin sosyal demokratlarının, sosyalist yöne yönelmeksizin an -emperyalist nutuklarla pozisyonları güçlenir.
Konuk Yazı
Amin bağımlılık teorisini Afrika'ya uygulamış r. Amin'e göre uydunun, özellikle Afrika'nın geriliği uydu ile merkez arasındaki dengesiz mübadeleden dolayıdır. Dünya sisteminin global dengesizliği alçak ve yüksek ücre n ülkeler arasında bölümü üzerine dayanır. Bir kez kuruldu mu, bu dengesizlik dünya pazarının işlemesiyle sürdürülür ve ar rılır; bu yolla merkez, uyduların ekonomilerini kendi ih yaçlarına uygun bir biçimde çarpı r. (Dengesiz uzmanlaşma, peşin para ile sa lan mahsul üre mi ve ihraca , tarım işçilerinin iş yaratmadan proleterleş rilmesi ve üre m sürecinden çekilmesi gibi.). Bu çarpıtma ekonomiye gerile ci etki yapar. Bu da modernleşme teorilerinin öngördüğü kendi kendine yeterli büyümeyi engeller. Amin sistema k bir şekilde ana yolun siyasal ekonomi ve kalkınma görüşlerini eleş rmiş r: Dünyayı gelişmiş ve az gelişmiş olarak ayıran görüşlerden farklı bir yaklaşım ortaya atmış r. Amin'e göre biri sosyalist, diğeri kapitalist olan iki tür dünya pazarı yoktur. Ba Avrupa'nın da düşük olarak ka ldığı tek bir kapitalist dünya pazarı vardır. Amin az gelişmeyi, her yerde görülen üre min, ekonominin farklı sektörleri arasındaki ile şimin yetersizliğiyle gelen verimliliğin dengesizliği; ekonomik dağılma ve bağımlılığın ne cesi olan dıştan gelen egemenlik bakımlarından tanımlamış r. Dengesiz verimlilik her yerde ha a ileri ülkelerde bile görülür. Merkezde büyüme, gelişmedir. Uyduda büyüme, gelişme/kalkınma değildir. Dünya pazarına entegrasyona dayanan uydudaki büyüme “az gelişmenin gelişmesidir“. Amin “üçüncü dünya” ve “az gelişme” kavramları yerine, “yandaki kapitalist biçimlenme” kavramını ge rmiş r. Amin'e göre, üre m biçimine eğilme her ülkede milli kapitalizmlere ve burjuvazi-proletarya ilişkilerine dikka çeker. Bu fokus dünya çapında kapitalist biçimler sistemine kaymalıdır; çünkü çelişki dünya burjuvazisi ve dünya proletaryası arasındadır. Bu ikisi arasındaki çelişki kapitalist üre m biçiminden değil, sistemdeki merkez ve yandaki biçimlenmeden kaynaklanmaktadır. Amin, Ba 'nın işçi ve işçi sendikalarını, tekelci kapitalin suç ortakları ve global ölçüde “gerçek” işçi sını nın (= köylülerin) düşmanı olarak suçlamış r. [1] Alman ik satçı Hans Singer ile birlikte yap ğı çalışmasında Prebisch, Üçüncü Dünya ülkeleri ile sanayileşmiş kapitalist ülkeler arasındaki uluslararası tarım ve sanayi ürünleri caret hadlerinin uzun dönemde tarım ürünleri aleyhine değişmekte olduğunu ve bunun carete konu olan ülkeler arasındaki sömürüyü gösterdiğini ifade eder. "Singer-Prebisch" adıyla anılan yaklaşım için daha ayrın lı bilgi: Singer (1968). [2] 1902-1985 arasında yaşamış, Fransız İk sat tarihçisi , F. Braudel, anla mcı ve olaycı tarih yazımına karşı çıkarak yapısal bütüncülük anlayışını savunan “Annales” ekolünü oluşturmuştur. [3] Ayna imajı: bir eski paradigmadan polemik zıtlıktan geçerek yeni paradigma yaratmak r. Modernizm teoristlerinin ideal pe bakıp gelenekseli ve modernliği yara kları gibi. Prof Dr.İrfan ERDOĞAN Kaynak: h p://www.irfanerdogan.com/modernlsm/18frank.htm
Mustafa KASAR
Pawel Kuczynski 'nin Gözünden Bağımlılık Pawel Kuczynski, 1976'da Polonya'nın Szczecin ken nde doğdu. Güzel sanatlar alanında, Polonya'nın ve ha a Avrupa'nın önemli okullarından biri olarak tanınan Poznan Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun oldu. Kuczynski, güzel sanatlarda oldukça geniş bir yelpazede eği m veren bu akademide, grafik ve çizim alanında kendini ye ş rmiş. Dünyanın farklı ülkelerinde, birçok süreli ve süresiz yayınında çizimleri yayımlandı. 130'dan fazla ödüle sahip olan Kuczynski, iğneleyici illüstrasyonlarıyla oldukça dikkat çeken bir sanatçı. Özellikle tüke m toplumunun ge rileri ve teknolojinin modern dünyaya etkisini inceleyen sanatçı, çağın kötü yüzünü acımasızca eleş riyor. İnternet, telefon ve elektronik cihazların ge rdiği kolaylığın tembelliğe dönüştüğünün al nı çizen illüstrasyon sanatçısı sosyal medyayı da eleş riyor. Çizimlerinde genellikle, kendine has bir üslupla toplumsal ve siyasi konulara eleş rel bir dille yaklaşıyor. Pawel Kuczynski'den teknolojiyi yerin dibine sokan eserleri ile sizi baş başa bırakıyoruz. Daha fazlası için sanatçının sitesine göz atabilirsiniz: h p://pawelkuczynski.com/ Yayına Hazırlayan : Mustafa Kasar
Pawel Kuczynski 'nin Gözünden Bağımlılık
Zafer TAŞKIRAN