Birkitapbindost Eylül 2017

Page 1

BİR KİTAP BİN DOST Aylık Edebiyat Kültür & Sanat Dergisi

EYLÜL'DE GEL

2017 Kapak : Eylül'de gel Emel Üstündağ / İstanbul Aylık Edebiyat Kültür & Sanat dergisi

Yıl 1 Sayı 4 EYLÜL 2017


www.birkitapbindost.com

İÇİNDEKİLER

KÜNYE BİR KİTAP BİN DOST Aylık Edebiyat Kültür ve Sanat Dergisi Eylül 2017 Yıl: 1 Sayı: 4

Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü İlhan Özdemir ilhanozdemir@birkitapbindost.com

Editör İlhan Özdemir

Redaksiyon - İllüstrasyon ve Sanat Yönetmeni Doğan Bayındır

Yayın Kurulu Emel Üstündağ Gürcan Köftecioğlu Muzaffer Özkan Yasemin Bayındır

Hakkımızda ve Yayın İlkeleri derginin 1. ve 2. sayısında paylaşılmıştır İletişim info@birkitapbindost.com

Künye ve İçindekiler-------------------------------------------------2 Eylül'de Gel----------------------------------------------------------- 3 Kırmızı Bisiklet (İlhan Özdemir)-----------------------------------4 Gönül Sazı(Aynur Karataş)----------------------------------------- 5 Gemide(Gürcan Köftecioğlu)---------------------------------------6 Yurdum İnsanı (Muzaffer Özkan)----------------------------------8 Siren Sesi (Ebru Z.Dişiaçık)---------------------------------------10 Yüzleşme(Tülay Çabuk) ------------------------------------------ 12 Kadın Doktor Yok Mu?(Binnur Tekinalp)---------------------- 14 Mutluluk(Emir Çebi)----------------------------------------------- 16 İlişkilerde Yalnızlık Nasıl Sinsice İlerler(Zehra Erol)--------- 17 Değerler (Aynur Sayım) ------------------------------------------ 18 Bir Fotoğraf Bir Öykü (Hüseyin Kekiç)------------------------- 20 Bir Fotoğraf Bir Öykü (Taylan Özgür Kumaş)----------------- 21 Mizah (Ahmet Zeki Yeşil) ---------------------------------------- 22 Prag'ta Şiir Olmak(Taylan Özgür Kumaş)---------------------- 24 Güze Göz Kırpar Gibi(Gülten Kaptan) ------------------------- 26 Hazanda Hüzün (Hüseyin Kekiç)---------------------------------27 Sen(Aynur Sayım)-------------------------------------------------- 28 Yazarlık Girdabında Yalnızlık (Attila Meraküm)---------------29 Güzel Ülkem Yalnız Değilsin (Ahmet Zeki Yeşil)------------- 30 Bela (Mehmet Ali Tan)-------------------------------------------- 31 Babam İçin... (Lavinya Öz)--------------------------------------- 33 Söyleşi / Emel Üstündağ (Gürcan Köftecioğlu)---------------- 34 Yer / Mekan (Yasemin Bayındır)--------------------------------- 36 Portre Aliye Berger (Güniz A. Küçükoğlu) -------------------- 38 Yemek Kültürü (Emel Üstündağ)--------------------------------- 40 Yönetmenler Ve Filmleri (Gürcan Köftecioğlu)---------------- 42 Kitap Tanıtım / Hakuna Matata (Muzaffer Özkan)-------------44 Kültür&Sanat Ebru--------------------------------------------- 46-47 Kültür&Sanat Resim------------------------------------------- 48-59 Kültür&Sanat Fotoğraf---------------------------------------- 60-67 Kültür&Sanat Karikatür--------------------------------------- 68-83

Tüm içeriğin hakları sakldır İzinsiz Kullanılamaz © EYLÜL 2017

2


Editörün Gözünden

EYLÜL'DE GEL Derginin bu sayısının kapağında; sevgili Emel Üstündağ’ın yapmış olduğu, sonbaharı çağrıştıran çok güzel bir suluboya resim var. Öncelikle bu güzel resim için Emel Üstündağ’a çok teşekkür ediyorum. Ve bu ay ki kapak konumuz: Eylül’de gel… Bizim kuşaktaki arkadaşlar çok iyi hatırlayacaklardır Alpay’ın “Eylül’de Gel” şarkısını… Bu şarkıdan sonra erkeklerin kıskandığı, genç kızlarınsa Alpay’a aşık olduğu zamanları… Ne diyordu Alpay o şarkısında: “Eylül’de gel Eylül’de okul yoluna Konuşmadan yürüyelim gireyim koluna Görenler dönmüş hem de mutlu diyecekler Ağaçlar sevinçten başımıza konfeti gibi Yaprak dökecekler…” .

.

.

Eylül… Kuru dallar arasında sarı sarı yapraklar… Hazan ve Hüzün… Geriye dönüp bakıyorum, unutmak istediğim ama unutamadığım birçok şeyi Eylül’de yaşamışım!.. Sırt çantamın içinde unutmak ve hatırlamak istemediğim o kadar çok yaşanmışlık var ki Eylül’e dair… Terk edilmeyen hatıralar; çocukluğum, gençlik yıllarım, hayal kırıklıklarım… Çocukluğumda; memleketin doğusunda, ıssız, sessiz, kuş uçmaz kervan geçmez bir yöresinde, ekim ayında yağan karın haziran ayında kalktığı, saat 12 olunca elektriklerin kesildiği, odun ve kömür olmadığı için küçücük bir teneke sobada tezek yakılan, çamur saman ve hayvan pisliğinden yapılmış bir ev, siyah bir önlük, beyaz bir yaka ve bezden dikilmiş bir çantaydı Eylül… Daha sonra, eskilerin leyli meccani dedikleri leyli mektep yılları… Memleketin en büyük, en gelişmiş şehrinin en güzel yerlerinden birinde, bir yatılı okulun bahçesinde dar gelecek olan bitmez günlerin başlangıcıydı… Bedenime değil ruhuma giydirilmiş tek tip bir üniforma, kurallar, ne yapacağını söyleyen borular, toplanmalar, uzun tören provalarıydı Eylül… Sonra… Sonra memleketin başkentinde, karbonmonoksit sonbaharların yaşandığı yıllarda geçen Mekteb-i Harbiye yılları… Arkasından, devrin ABD Büyükelçisinin; “Our boys have done it” (bizim oğlanlar işi becerdi) diye CIA’ye ve Pentagon’a övünerek bildirdiği bir eylül gecesi ile gelen karanlık günler… Sonrası mı? Harcamak için bunca acele ettiğim takvim yapraklarından, hızla akrepleri zehirleyen yelkovanların telaşından ne kaldı geriye derseniz? Çabuk tükenen kurşunkalemlerim, doğrularımın azlığından çok çabuk tükenen silgilerim, beyaz sayfalar üzerine karaladığım karalamalarım… .

.

.

Bir Kitap Bin Dost dergisinin Eylül ayı sayısına emeği geçen ve dergiye katkıda bulunan tüm dost ve arkadaşlara çok teşekkürler. İyi ki varlar ve iyi ki bizimle birlikteler. Önümüzdeki ay, Ekim sayısında görüşmek dileğiyle…

3


www.birkitapbindost.com

KIRMIZI BİSİKLET konuşuyorlardı. (Aslında oda değildi. Çok büyük olmayan bir salon buzlu camlı bölmeyle ikiye ayrılmış ve iki oda haline getirilmişti.) Annem ağlıyordu:

İlkokul 3.sınıfa geçtiğim sene babamın tayini nedeniyle Doğubeyazıt'tan Urfa'ya taşınmak zorunda kalmıştık. Taşınma masraflarının babamın bütçesinin çok çok üstünde olması ve lojmanlarda da boş bir yer bulunmaması nedeniyle şehrin en gariban semtinde, yol üstünde, iki katlı, iki odalı küçücük bir eve taşınmıştık.

“Bu evde daha fazla kalamam… Burası ev bile değil. Zaten bizden önce burayı aşağıdaki dükkan depo olarak kullanıyormuş. Burada daha fazla yaşayamam ayrıca bu evde gündüzleri bile çok korkuyorum.”

Alt katımız bisiklet tamiri yapan bir dükkandı. Tamir edilmesi için bırakılan ama daha sonra satılması için dükkanda bırakılmış, küçük, iki tekerli, koyu kırmızı renkli, her gece yattığımda hayal ettiğim, rüyalarıma giren bir bisiklet. Ona nasıl bir gözle baktığımı bilmiyorum ama bisikletçi bunu anlamış olmalı ki; bu bisikleti başkasına satmayacağını, benim için saklayacağını, ne zaman ve ne kadar taksitle isterse benim için, babama satabileceğini söylemişti.

“Biliyorum ama ne yapayım? Nasıl oldu bilmiyorum, keşke o gün Gürcan'ın o bisiklete nasıl baktığını sende görseydin. Ayrıca dükkan sahibinin söylediklerinden sonra. Ona söz verdim bir kere. Annen bu evde oturmak istemiyor, buradan taşınacağız bunun için bu sene sana bisiklet alamayacağım. Seneye alırım mı diyeceğim? Yıl sonunu bekleyelim. Ben ona, karnende tüm notlarının hepsi beş olursa alacağım dedim. Hele bir karnesini alsın, bakarız o zaman…”

Bir Cumartesi günü… Ben yine dükkanda otururken, ilk defa babam yanıma geldi ve o kırmızı bisikleti göstererek:

Beni çok seven ve sınıftaki diğer tüm öğrencilerden ayrı tutan sevgili öğretmenim, sınıfın ortasında kulağımı çekti ve:

'Ne dersin? Güzel bisiklet değil mi? Sana almamı ister misin?' Çok şaşırmıştım çünkü babamdan bana bir şey alacağını söylemesini ve böyle bir sözü ilk defa duyuyordum. Hayali bile çok güzeldi. İnanmayan gözlerle babama baktım ve: 'Evet, çok isterim' dedim.

“20 yıllık öğretmenim ve böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyorum. İnanamıyorum bir türlü, senin gibi öğrenci böyle basit bir şeyi nasıl yapamaz? Aslında sana ceza olsun diye sıfır vermem lazım ama!.." dedi…

'Yalnız bir şartım var!.. Sene sonunda "Pekiyi" ile geçeceksin ve tüm notların hepsi 5 olacak' dedi.

O yıl karnemde bir notum 4’dü ve tabi ki babamda bana o kırmızı bisikleti almadı!..

Babam o bisikleti almadı ve benim de hiç bisikletim olmadı!.. Çünkü yıl sonunda karnemde bir dersin notu 4'dü!..

Ve biz o yıl sonunda; mahalle arasında daha büyük ve çok güzel bir eve taşındık…

İlhan Özdemir

Nisan sonu veya Mayıs ayı başıydı. Bir gece çok susadığım için uyanmış ve mutfağa gidip su içmek amacıyla ayağa kalkmıştım. Annemle babam yattıkları yandaki odada

İstanbul

4


Yazı

GÖNÜL SAZI... Yazmak nedir ve niçin yazıyoruz? Geçen gün bir arkadaşımız bu konuyu attı ortaya. Düşündüm durdum, bu söz geldi aklıma “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Var isem şayet elbette ben de bir şeyler yazarım… Yazmakla gönüldeki sazı çalıyoruz aslında. Müzik aletlerini biliyorsunuz; en basiti düdük, üflemezsen ne yapsın? Mandolin çalmak için pena gerek… Saz, çalmak için mızrap gerek… Öyle bir saz çalan çıkar ki adı “Aşık Veysel” oluverir… Yine sazı öylesine çalar ki biri ona; “bozkırın tezenesi” derler… Piyanoyu çalan parmaklar olmasa neye yarar… Öyle bir parmak olur ki adı Fazıl Say’dır… Gönülde ki hisler bitmez tükenmez… Bazen de birinin eline kalem verilir… O da kalemle gönül sazını çalar. Tıngırdattıkça yazar da yazar... Dipsiz kuyudur orası. Yaşar Kemal olursun, Reşat Nuri olursun, Yakup Kadri olursun, olursun oğlu olursun… Yeter ki o kalemi tutmasını bil… Ben okulu bıraktıktan sonra 55 yıl elime kalem almadım… Tabii ki arada bir şeyler yazmak için kalemi kullandım. Bu yazmak değil, yazmak dediğim gibi Gönül’ü konuşturmak, gönül kuyusundan sözcükleri çıkarmak, onları yerleştirmek… Yoksa sıraya koymadın mı anlamsız bir şey olur ki bir işe yaramaz. Çaldığın saz, yazdığın kalem senin gönül tellerini titrettiği gibi başkalarının da gönül tellerini

5

titretebiliyorsa işte o zaman bu işlerde nam kazanırsın. Şanın kalır, asıl “ab-ı hayat” budur… Şimdi gelelim bana: Hiç ummadığım anda bir yıldız çarptı geçti, beni bu dünyanın içine çekiverdi… Kalemi tutuşturdu elime, çal dedi çal çıkar o kuyudakileri… Ben de o günden beri çala kalem yazmaya çalışıyorum. Meğer eskiden benim yarım yokmuş, yazmakla diğer yarımı buldum. Meğer benim kuyumda da neler varmış… Sevgili editörüm İlhan Özdemir beye, yetmiş yıl sonra bana çarpan kuyruklu yıldızım olduğu için çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsın Ustam!..

Aynur Karataş İzmir


www.birkitapbindost.com

GEMİDE utangaç biraz. Köpüklü soda elimde yanaşıyorum bizimkine bir güzellik yapmak için. Tam omuzunun dibindeyim, nefesi yüzüme geliyor kızın, bakışıyoruz. “Hi, could we hang out together? Cheers!” (Selam, beraber takılabilir miyiz? Şerefe!) diyorum, sodamı kızın kokteyline vurmak üzereyken arkadan Tom Cruise kılıklı bir tip bitiyor, geniş omzunu havadaki bardağımla kızın arasına perde yapıyor, kız cevap veremiyor, çakma Tom Cruise’a gülümsüyor, Emil’i alıp uzuyorum.

Zeki ama haylazdık ikimiz de. Bir insan yüz aldığı dersi neden sevmez, gel bize sor. Derslere selam, yola devam, hayatta yoğrulmuş, on sekizlik külhanilerdik. Hayat insana oyun oynar ya, biz hayata oyun oynamanın peşindeydik. Şeytana külahını ters giydirmek misali... Ders yılı az önce bitmişti. Emil ile Kadıköy’de kokoreçleri mideye indiriyorduk. Emil benim Azeri sınıf arkadaşım. Üç yıldır yan yana otururuz. İçtiğimiz su ayrı gitmez. Ben ona İstanbul’u gezdiririm, o bana memleketini anlatır. Lise sona dayandık, ikisi de halâ bitmez. Ortak yönümüz satranç. Ben satrançta fena değilim ama Emil’i yeneni görmedim. Gözünü kapatıp oynarsa baş edebiliyorum, yoksa nafile.

Oradan gazinoya konumlanıyoruz. Rulet masası kalabalık. Bütçemize uygun biraz fiş alalım derken, dolarları zor denkleştiriyoruz. Uğurlu sayım “9”. Basıyorum parayı “18” geliyor. Kaybettik. Emil “17” diyor. Basıyoruz, top dönüyor dolaşıyor hemen yanındaki “34”te duruyor. Bir an göz göze geliyoruz Emil’le. “Sıfır!” diyoruz aynı anda, masadaki iki katı kendisi olan tek sayıyı keşfederek. Yeşil sıfır karesine diziyoruz kalan bütün fişlerimizi. Kaybedip gideceğiz. Rulet dönmeye başlıyor, beyaz top da ters yönde yuvarlanıyor. Tıngır mıngır salınan top giderek yavaşlıyor, rakamların arasındaki perdelere çarpmaya başlıyor. Krupiye “No more bets!” (Artık bahis yok!) diye yüksek perdeden seslenmiş çoktan. Emil, deminki perdelenen kız gazinoya girdiğinden beri “trans” halinde. Ben ise umutsuzum, biriktirdiğimiz para yok olmak üzere. Gözlerimi kapıyorum. Tıngırtı giderek seyrek ve tok bir ses halini alıyor ve bitiyor. Krupiyenin “Zero” (Sıfır) demesiyle Emil’e ahtapot gibi sarılmam bir oluyor. Çevredekiler tuhaf tuhaf bakınca erkek partnerimin üzerinden ellerimi ve vücudumu çekiyorum. Kibar bir gülümseme ile yana geçiyorum.

Haziran sıcağı, üstüne bir de kokorecin acısı, üflesek ağzımızdan ateş çıkacak. Yarım ekmekle üçer ayran devirmişiz. Karşı camekanda bir gemi resmi gözüme çarpıyor. “Haydi Emil” diyorum “Bırak şu turnuva sevdasını, gel bir gemi turu yapalım.” Zaten akşama İzmir biletimiz var. Emil ikna oluyor, ben çoktan raydan çıkmışım. Gidiyoruz, konuşuyoruz acenteyle. Yarın Çeşme’den başlayacak gemi turuna ekonomi sınıfı bir kamara buluyoruz. Satranç turnuva kaydımızı iptal ettiriyoruz. Gelsin üç günlük Ege turu... Birer güneş gözlüğü ve mayo alıp gece yola koyuluyoruz. Satranç takımımız her zamanki gibi sırt çantamızda. Sabah İzmir’deyiz, oradan Çeşme. Limanda çeşit çeşit insanlar, genci yaşlısı, yerlisi yabancısı. Gemiye yerleşiyoruz. “Haydi, bir tur atalım,” derken tatlı bela bizi bırakmıyor. Barın karşısında iki kişi hararetli bir satranç maçına tutuşmuş, herkes başlarında. “Biz tatile geldik,” diyor görmemezliğe geliyoruz. Bardan soda ayran alıyorum. Sodayı köpürtüp buzlu ayranın içine fışkırtarak akıtıyorum. “Oh! Hayat bu.” İstanbul Şehir Hatlarını saymazsak, Emil ilk kez gemi yolculuğu yapıyor. Haliyle değişik bir deneyim. Dünya tatlısı genç bir kız geliyor yanına, Emil

Tekrar oynayacağız. Ama hangi numaraya? Bunu düşünürken aklıma Dostoyevski’nin Kumarbaz kitabı geliyor ve fikir değiştiriyorum. Mutlaka bir an gelecek zarar edeceğim, kârdayken kalkmazsam zarardayken kalkmak zorunda kalacağım. “Kitap okumanın yararları”

6


Yazı masalları bilmemize rağmen, söyledikleri kulağımıza hoş geliyordu. Sürekli gülümsüyor ve kur yapıyorlardı. Yemekten sonra dansa davet ettik. Aktör bozuntusu ortalıkta yoktu. Ben de belayı çağırmayayım diye o konuyu hemen unuttum, kızlara sormadım. Danstan sonra birlikte güverteye çıktık. Birer içki de orada içtik. Adettir, son kadehi kamaramızda içelim dedik. “Okey,” dediler.

diyorum içimden. “Anti-kahraman olmanın sırası değil,” diye düşünüyorum. Emil’i çekerek, avcumda bir tomar fiş kasiyere gidiyoruz. Verdiği dolarlar bizim gemi ücretimizden de çok. Yarısını Emil’in cebine tıkıp gülücükler dağıtarak gazinodan çıkıyoruz. Ertesi gün üst güverteye çıkıyoruz. Ne görelim! Yaşlı usta bir satranççı tezgah açmış. Herkese meydan okuyor. Belli eski kurt, orada epey yolcuyu silkelemiş. On dolara satranç oynuyor. Berabere kalırsan sen on dolar kazanıyorsun, yenersen bire beş veriyor, tam elli dolar! Şöyle bir senaryo kuruyoruz. Önce ustayla ben oynayacağım Emil izleyecek. Adamın stiline göre ikinci oyunda o darbeyi indirecek. Ben on doları verip adamın karşısına geçiyorum. Aslında mücadele ederim gibi geliyor ama planımıza göre adamın bizi kolay lokma sanması gerek. O yüzden maça fazla asılmıyorum. Birkaç zayıf hamle ile kötü duruma girip son bir hata ile maçı veriyorum. Bir de şaşırmış gibi yapıyorum kaybedince. Senaryo işliyor. Emil cebinden dünden kalma bir yüz dolar çekiyor. Adam cepteki şişkinliği görünce ağzı sulanıyor. Başka bozuğumuz yok diyoruz. Adam yüz dolarlık bahsi iştahla kabul ediyor. “Peki” diyoruz, “Sende karşılığı var mı?” Ceplerini yokluyor, on katı para göstermeli. Sekiz yüz dolar kadar çıkarabiliyor. Biz burun kıvırıyoruz senaryo icabı. Adam üzerine kol saatini de koyuyor. “İki yüz dolardan fazla eder,” diyor. Kabul ediyoruz. Yaşlı usta ile Emil’in maçı başlıyor.

*** Sabah olmuş, kamaramızın kapısı sertçe vuruluyordu. Zar zor uyandık. Kamarotlar uzun süredir bizi uyandırmaya çalışıyorlarmış. Gemi limana yanaşmış ve yolcular inmeye başlamışlar. Acele etmemizi söylediler. Yüzümüzü yıkayıp kendimize gelmeye çalıştık. Gece kamarada ne olduğunu sormayın. İlk bir kaç dakikadan sonrasını ne Emil ne ben hiç hatırlamıyoruz. Sadece, kızların seksi giysileriyle son içkilerimizi hazırladıkları hayal meyal gözüme geliyor. Ceplerimizdeki dolarların yerinde yeller esiyor. Emil’in iki kolunda iki saat duruyor. Garip bir şekilde ona tenezzül etmemişler. Bir de gemiden inerken beyaz bir limuzinin uzaklaştığını gördük. Sanki içinde o iki kız ve aktör bozuntusu var gibi geldi bana... Limandan çıktık, bir taksiciyle konuşmaya başladık. Saati versek bizi İzmir’e atıp atamayacağını sorduk, markasına baktı, “Tamam,” dedi. Yolda sohbet koyulaştı. Bizim yine şanslı olduğumuzu söyledi. Bunların genellikle yaşlı ve paralı yalnız erkeklere dadanan servet avcıları olduğunu, biz genç olduğumuz için acıyıp saati almadıklarını söyledi. Bornova’da bizi şutladı.

Maç vurdulu kırdılı geçiyor, sanki satranç değil, buz hokeyi oynuyorlar. Karışık bir konum oluşuyor. Bakıyorum Emil ustalığını konuşturuyor, ama renk vermiyor. Acemi duygusu veren bir açılışla başlayıp, sanki tesadüfi bulunmuş hamlelerle ilerliyor, rakibini taşlarını feda etmesi için cezbediyor. Oyun ilerledikçe saldırı bıçak sırtı bir hâl alıyor. Sonunda saldıracak taşı kalmayan usta pes ediyor. Emil sadece savunma yaparak maçı kazanıyor. Çok ustaca ama hiç belli etmeden. Ben senaryoyu bildiğim için anlayabiliyorum, ama o kadar. Giderken usta oyuncunun ezilip mahvolduğunu görebiliyorum. Emil ganimeti topluyor, bardan ustaya serinletici bir içecek ısmarlıyoruz, adam kalpten gitmesin diye. Sonra saati Emil’e hatıra olarak koluna takıyorum, parayı bölüşüyoruz.

Satranç turnuvası devam ediyordu. Başını kaçırmıştık ama birlikte İstanbul’a dönecek bir arkadaş bulabilirdik. Haziran sıcağında turnuvanın olduğu salona yürümeye koyulduk. Zeki ama haylazdık ikimiz de. Ya da öyle sanıyorduk!..

***

Gürcan Köftecioğlu

Zeki ama haylazdık ikimiz de. Hem gazinoda hem satrançta egomuzu ve cebimizi mutlu etmiştik. Tatil öncesinden daha çok paramız olmuştu. Gemideki son akşam yemeğimizde kendimize ziyafet çekiyorduk. Birden, gemide ilk gün barda rastladığımız kız, hem de yanında dünya tatlısı bir afetle yanımızda bitti. Kızlar oturacak masa ararken göz göze geldik. Karşımızda dekolte elbiseleriyle rüya gibi iki genç kız ya da iki cazip kadın vardı, ne bileyim. Başımız dönmüştü, masamıza davet ettik. Bizi kırmadılar. Danimarka’nın adını telaffuz etmem mümkün olmayan bir şehrinden olduklarını, Türk erkeklerini çok çekici bulduklarını falan söylediler kırık bir İngilizceyle. Biz de bazı pembe yalanlar sayıp döktük, eksik kalmamak için. Bu

İstanbul

7


www.birkitapbindost.com

YURDUM İNSANI nüfusu ülkemizin onda birinden az olan Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100.000 tirajla basılırken bu rakam ülkemizde ancak 2.000-3.000 civarındadır. Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen yıllık kitap alımı, ortalama 100 ABD doları, Türkiye’de ise 10 ABD dolarının altındadır. Ülkemizde her 100 kişiden 4,5 kişi kitap okumaktadır. Nüfusu 120 milyon civarında olan Japonya’da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılırken Türkiye ‘de ise sadece 23 milyon basılmaktadır. İster inanın ister inanmayın; Japonya’da bir günde basılan kitap Türkiye’de ancak bir yılda basılabilmektedir. Türkiye’de yükseköğrenim görenlerin oranı 1965’e göre günümüzde 14 kat arttı ama yükseköğrenim mezunlarının kitap okuma oranı maalesef 1965’in de altında kaldı. Rakamlar yalan söylemez. Ancak rakamların dili de maalesef çok korkunç. Bu çemberi kıramadığımız takdirde geleceğimiz hakkında asla ümitli olamayız.

İnsanoğlu farklı farklıdır. Hiçbirinin huyu diğerine benzemez. Aynı ortamda yetişen kardeşlerin bile davranış ve karakterleri birbirine uymaz. Peki, bu farklılık nereden kaynaklanır hiç düşündünüz mü? Belki de bu sorunun cevabını sosyologlara bırakmak en doğrusu. Bence en iyisi insanları olduğu gibi kabul etmektir. Bu durum sizi bir nebze rahatlatsa da aslında sorunu çözmez. Düşünebiliyor musunuz, çevrenizde hiçbir ortak noktanız olmayan kişilerle bir aradasınız. Yaşamı adeta zindana çevirmekle eşdeğerdir. Düzeltmeye çalışırsınız; günler, aylar hatta yıllar geçer bir arpa boyu yol kat edemezsiniz. Bu yaştan sonra kendinizi de değiştiremezsiniz. O halde ne yapacağız, nasıl bir çözüm geliştireceğiz? Öncelikle hoşgörü ve tolerans sahibi olmaya çalışacağız. Bu özellikler sorunu çözmese de belirli bir yumuşama getirecek ve uyum sağlayacaktır. Kendimize benzeyen ve ortak özellikler bulduğumuz kişilerle daha çok zaman geçirmeye çalışacağız. Bu davranış bizi sorunlardan uzak tuttuğu gibi daha mutlu olmamızı sağlayacaktır. Sorunları çözmek için ise uzun dönemde toplumun kültür seviyesini yükseltmeye çalışacağız. Cehaletle savaşacağız. Yetişmiş ve gelişmiş bir toplum olmanın yollarını araştıracağız. Cehalet ve doğmalardan arınmış, ilim ve bilimin ışığında ilerleyen bir toplum olmanın çaresini bulacağız.

Kalkınmış ülkelerde kişi başına 7-8 kitap düşerken, Türkiye’de kitaptan söz edilememektedir. İstatistiklere göre Türkiye’de her yüz kişiden 4-5’i kitap okuyor. Yine Japonya’da bir kişi yılda 25 kitap okurken, bizde 6 kişi yılda bir kitap okuyormuş. Kütüphane sayısı kahvehane sayısı ile karşılaştırıldığı zaman çok çok gerilerde olduğumuz ortaya çıkmaktadır. Romalı şair Ovidius “Gençliği kitapla beslemeyen ulusların sonu acıdır” diyor. Türk toplumunun düzenli kitap okuma oranı %0,1, kitabın toplum yaşamındaki yeri 235

Oysa bizim toplum olarak olumsuz ortak noktalarımızdan biri çok az okumamızdır. Toplam

8


Yazı sırada, %75’i kitap okumuyor, %40 hiç kütüphaneye gitmemiş. Kütüphaneye gidenlerin önemli bir kısmı da okul kitabı veya ders kitabı için gitmiş. Pekâlâ, bu denli önemli etkisi olan ve insanın zenginliği olan kitap okuma alışkanlığı neden oluşmuyor? Nedeni yalnızca kitapların pahalı olması mı? Yoksa popüler kültür olarak topluma kültürsüzlük mü aşılanmaktadır? Ülkemizde okuma yazma konusunda örnek kişilerden olan Atatürk’ün iyi bir okur olduğu ve okuduğu kitapların sayfa kenarlarına notlar düştüğünü görüyoruz. Kütüphanesinde yaklaşık 4 bin kitabı olduğu biliniyor. Ağırlıklı olarak tarih, dil ve felsefe konularında kitap okuduğu görülmektedir. Hatta geometri kitabı yazacak kadar da bilim diliyle de ilgilenmiştir. Atatürk büyük taarruz öncesi bir tarafta savaş planları yaparken diğer tarafta geceleri kitap okuduğu ortaya çıkıyor. Savaş alanında Çalıkuşu okuduğu, çok etkilendiği ve arkadaşlarına da okumasını önerdiği bilinmektedir. Yaşamının tamamı dolu ve yoğun olan Atatürk’ün 57 yıllık yaşamında çoğu işaretlenmiş ve not alınmış 4 bin kitap okuduğu arşivler ile tespit edilmiştir. Kitaplara verdiği önemi şu sözlerle dile getiriyor Atatürk: “Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini kitaplara vermeseydim işlerin hiçbirini yapamazdım.” Bunu da “Cumhuriyetin temeli kültürdür” ifadesi ile okula, okumaya ve kültüre verdiği önemi ortaya koymaktadır. Sonsöz; bir insanın bilgi ve görüşü; yaşam biçimini oluşturur. Konuşması ise donanım ve bilgisini yansıtır. Tekrar görüşmek üzere, kalın sağlıcakla…

Muzaffer Özkan Ankara

9


www.birkitapbindost.com

SİREN SESİ Siren sesleri sokağı tüm acımasızlığıyla kaplamıştı. Yılların dokunamadığı, mahallenin emektarı tahta ev, alevlerin arasına sıkışmış, yaşanmışlığını bir bir kaybediyordu. Ortalığı duman sarmıştı, göz gözü görmüyordu. Çocuk çığlıkları ve yaşlıların feryatları kulağa ilk çarpan seslerdi. İçerde küçük bir kız çocuğu vardı ve belki de son dakikalarıydı.

alkış tutuldu. Derin derin nefes alındı. Annesi kızının baş ucunda ambulansa bindi ve gözyaşları siren sesine karıştı. Yavrusunun bazı yerleri zarar görmüştü. Hemşire ambulansta ilk müdahaleyi yaparken, anne bu görüntüye dayanamadı. Her zaman dışardan duyduğu bu ses şimdi kendi kızı için çalıyordu. Yaşam denilen şeyin belli bir oluru yoktu. Öyle ya! Her şey insanlar içindi.

Kimsenin kullanmadığı bu boş eve küçük kızın nasıl girmiş olabileceği merak konusu iken, ambulans sokağa giriş yaptı. Sedye çıkartılmış hazır biçimde bekletiliyordu. Gözler itfaiyecilerde ve artan alevdeydi. Ortalık adeta mahşer yeri gibiydi. Hem ambulansın hem de itfaiyenin acı siren sesi durumu ikiye katlamıştı. Tahta evden zorlukla çıkan itfaiyeci bağırıyordu.

Hastanenin acil kapısına gelir gelmez sedyeyi indirdiler. Küçük kızı apar topar acil bakım odasına alıp, anneyi dışarda bıraktılar. Gerekli müdahalelere dayanamayacağını biliyorlardı. Pansuman sonrası evlerine gidebileceklerdi. Acilin yangın yerinden farkı yoktu. Herkesin ayrı bir derdi vardı. Hepsi de önemliydi. Sedyelerin biri gidip biri geliyordu. Genç annenin gözleri acil kapısına odaklandı. Kırmızı büyük harflerle yazılı olan “Acil” kapısı bir açılıp bir kapanıyordu. Burası kendi başına bir yerleşkeydi. Zaman ters orantı akıyordu.

-İçerdeki küçük kız bayılmış. Etrafı sarılı. Sedye hazır bulunsun. İçeri girecek bir kişi daha istiyorum. Güçlükle ve nefes nefese konuşuyordu. İçeri tekrar girdiklerinde ortalık alevin kızılına bulanmış, mahalle sakinlerinin bakışlarında korku ve endişe vardı. Sedye ve hemşire hazır bir halde beklerken, küçük kızın annesinin feryadı yürek dağlıyordu. Birkaç dakika sonra alevlerin arasından itfaiyecinin kucağında çıkarılan küçük kız, sedyeye yerleştirildiğinde gözyaşları eşliğinde

Pansuman odasındaki kızının işlemi devam ediyordu. Genç kadın kızını görmek isteyip odaya yaklaştığı sırada, acili feryadıyla inleten bir anne tüm bakışları üzerine çevirdi. Beş yaşındaki oğlu dördüncü kattan aşağı düşmüştü. “Ölmesin! Ölmesin!” diye bağırıyor, dizlerine vurarak dövünüyordu. Acı feryada takılı kulakları

10


Yazı doktorun sesi ile kendine geldi. -Ucuz atlatmışsınız. Bir iki yerde ağır yanıklar mevcut. Kol ve bacakta, birde baldırda. Diğerleri küçük yanıklar. Yine de bu gece burada kalsın. Sabah erkenden gidebilirsiniz. İlaçları harfi harfine kullanmalı, pansumanları aksatmamalısınız. Yanık tedavisi zor ve uzun bir süreçtir. Yine de çok şanslısınız. Geçmiş olsun. Genç kadın, doktoru itina ile dinledikten sonra kızının yanına girdi. Uyuyordu. Elini öperek “şekerparem” dedi. Fakat yaralarına bakmaya gücü yetmedi. Koridora çıktığında dışardaki ambulans sesi yeni bir feryadın haberini getirir gibiydi. Bir acı kampı misali. Gözleri az önce çocuğu beşinci kattan düşen kadını aradı. “Ölmesin” diyen çaresiz sesi hala kulaklarındaydı. Burada acılar bir araya toplanıyordu. Benim, senin demenin önemi yoktu.

okunuyordu. Yaraların sızısı fazla da olsa, yaşam iyi haberle devam etmişti onlara. Sokaktan geçen ambulans sesi ile pencereye koşan genç kadın perdeyi aralayarak dışarı baktı. Ambulans trafiğe takılmıştı ve önündeki arabalardan öncelik istiyordu. “Allah yardımcısı olsun” diyerek mırıldandı ve kızına sarıldı. Bundan sonra süre gelen her ambulans sesi onlara o günü hatırlattı.

Dışarı çıkıp biraz nefes almak, bu boğucu havadan kurtulmak istedi. Çaresiz kadını merdiven basamaklarına oturmuş görünce yanına gitti. Tanımadığı birinin yarasına merhem olmaktı niyeti. Ortak paydaları annelikti. Gözleri kan çanağı olmuş kadın, bir öne bir arkaya sallanıyordu. Yardıma niyetlenen kalbi dudaklarını suskun bırakmıştı. Sadece ellerini tutmakla yetindi. Bu atmosferden çıkacak bir iyi bir de kötü haber vardı. Arkalarında beliren doktoru gören genç kadın “şimdi olmaz” dercesine baktı. Vereceği iyi bir haber değildi. Bu her halinden belliydi. Kötüsü için en uygun zaman seçilmeliydi. O gece ambulansların sesi hiç susmadı. Acilin kapısı kapanmadı. Acıların her biri ortada dolanırken dışarda süre gelen hayat olan bitenden habersizdi. Saat on ikiyi çoktan geçtiğinde her yer ağıta teslim oldu. Beşinci kattan düşen küçük çocuk ölmüştü. Kimisi mutlulukla ayrılırken kimisine gün haram oldu. Genç kadın kızının baş ucundan hiç ayrılmadı. Ağır yanık izlerine de dört gözle baktı. Acil servis bir nevi hızır gibiydi. Duyulan her ambulans sesi bu koridorların kalbiydi. Gün ışıdığında taburcu olan anne ve kızı evlerine gittiklerinde mutluluk yüzlerinden

11

Ebru Z. Dişiaçık İstanbul


www.birkitapbindost.com

YÜZLEŞME Yaprak kımıldamıyor, bungun hava nefes almayı güçleştiriyordu. Afetten önceydi bunlar. Sonrası bir afat, bir tufan. Her şey birdenbire olmuştu. Daha önce böyle bir o l a y a ş a h i t o l m a m ı ş t ı m . Ya p r a ğ ı kımıldatmaya üşenen ağaçlar kaçmak istemişler gibi. Kökleri dışarıda boylu boyunca yere uzanmışlar. Temmuz ayında İstanbul’da yaşanan dolu ve selden bahsediyorum. Korkudan iliğin çekildiği an. Tanrıya sığındıktan sonra, ortalık durulduktan sonra düşünmeye başladım. Düşünceler bulut gibidir. Zamanla dağılır gider. Yazıya dökmek istedim. Afetle ne alakası var bunların diyecekseniz; Belki bir dolu isabet etmiştir can korkusuna. Günahımla, sevabımla, seyri sefer etmişimdir dünden bugüne. Hepiniz gibi bu coğrafyayı, anne–baba ve kardeşleri seçme hakkına sahip değildim. Bir dönemden sonrası da kader falan değildi. İnsan ve yol seçme hakkım vardı, seçtim. Seçimlerimin çoğu benim tercihim, benim aymazlığım yahut öngörümden ibaretti. Bilinmezlik sisindeyken ileriyi ne kadar görebilirse insan, o kadarını görmüş

ya da görememiştim. İsyankâr değildim fakat anlam da veremezdim olanlara. Bilgiyle donanımlı olmayınca insan, hele bir de tecrübesizse, geçmişte açılan gedikler varsa ruhunda, ümitsizlik ve karamsarlık diyarına açılan bir kapının önünde bulur kendisini. Bu kapının arkasında sonu uçurumlara çıkan dehlizler vardır. Tecrübeler kapıya yaklaşmamayı öğretiyor. Gedikleri kapatmayı bilen bir duvar ustası olmak için sabırlı, metanetli olmak gerektiğini öğretiyor. Kimseyi suçlamıyorum şimdiki yaşımda ve hâlihazırdaki yaşantımda. Verdiğim değerin karşılığını aynı ölçüde görmediğimde içerlemiyorum artık. Yatağı kadardır dere, derinliği kadar deniz. Her ağacın gölgesi yüceliği kadarmış. Vefasızlığa da kızmıyorum. Kimseye nankör etiketi yapıştırmıyorum. Kimse beni zorlamadı yaptığım güzellikler için. Ben de karşılık beklememiştim zaten. Naifçe dokunabildiysem bir kalbe, tebessüm olabildiysem bir yüze almış sayılırım

12


Yazı

insanlıktan payımı. Ne kimseyi sonuna kadar haklı, ne de sonuna kadar haksız bulmuyorum. ‘’Sen haklısın, sen haksızsın!’’ diyeceğim kim olsa mutlaka yanılırım sonunda. Çünkü herkesin kendine göre haklılık payı vardır. Ama yüzde yirmi, ama yüzde seksen oranında. İnsanın en büyük büyük düşüşü düşten düşmektir. Yani düş kurmayı bırakmaktır. Varsın gerçekleşmesin çoğu. Vazgeçmiş değilim. Yenisini kurarım. Gerçek şu ki; Amaca götüren yollar pek düzlük değildir. Mutlaka irili ufaklı taşlar döşeyenler olacaktır yola. Taşla savaşılmaz. Fakat taş var diye geriye dönülmez. Taşı ve taşı koyanları yolun kenarına bırakırsın usulca. Devam edersin. Ben de ak kaşık değilim sütten çıkan. Melek olarak yaratılmadım. Kusursuzluğa programlanan bir makine hiç değilim. Bile isteye yaptığım hatalar oldu. Bazen de kırdım istemeye istemeye. Şikâyetçilerim rahat olsun. Vicdan mahkemesinin gizli celselerinde darağacına da gittim, beraat da ettim. Her üzüm koruktur evvelinde. Pekmez misin? Diye sorsanız, asmadayım hala. Ne erdiğimi düşünün ne de gamsız olduğumu. El etek çekmiş değilim dünyadan. Seline kapılmış da değilim. Yüzleştim ve kabullendim sadece. Bükemeyince eli, öpmek düşer dudaklara. Beni, ben yapacak olan koşullara ve herkese minnet duyacağım derinden. Barışıyorum, uzanıp öpüyorum yanaklarından hayatın… Uyar’casına.

13

Tülay Çabuk İstanbul


www.birkitapbindost.com

KADIN DOKTOR YOK MU? Kapıdaki boş tekerlekli sandalyeye annemi oturttum. Yürüyecek hali yok. Ateşler içinde yanıyor. Muayene odasının kapısı hıncahınç dolu… Kapıdaki güvenlik nafile bir çabayla kalabalığı dağıtmaya çalışıyor.

önünde bekle diyorum. Camiinin önünde bir adam el sallıyor. Adamı alıp evi tarif et diyoruz. Tarife göre eve geldik. Adam indi. “Hoş çakalın!” dedi, yürümeye başladı. Peşinden koşup yetiştim.

-Hanımlar, beyler! Lütfen bekleme salonundaki boş yerlere oturalım. Hastaları sırayla alıyoruz.

-Beyefendi hasta nerede?

İri yarı, ceketinin ön düğmeleri açık bir adam kalabalığı yararak içeri girme niyetinde. Güvenlik görevlisi cılız vücuduyla adamı engellemeye çalışıyor. Adam bağırarak sindirme politikasında… -Kaç saattir bekliyoruz kardeşim. Gireceğim artık içeri. Birkaç hasta yakını güvenlik görevlisine destek çıkıyor. -Sıranı bekle kardeşim. Bak biz de bekliyoruz. Oh! Şükür, sıra bizde… Tam kapıya yöneliyorum bir sedye önümü kesiyor. “Beyefendi, izninizle acil hasta var.” diyor görevli. Durup hastanın içeri girmesini bekliyorum. Güvenlik görevlisi annemi göstererek “Siz de geçin!” diyor. Tekerlekli sandalyeyi köşeye çekip doktorları izliyorum. Sedyedeki hastaya ilk muayeneyi genç bir erkek doktor yapıyor. Bir yandan göğsünü dinliyor, bir yandan yarasına bakıyor. Bıçaklanmış galiba… Hemşireye birkaç ilaç ismi söylüyor. Sedyeyi getiren görevlilerin konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. “Yahu, nasıl bir işti bu? Hasta yakınına camiinin

-Ne hastası kardeşim, ben el ettim. Siz durdunuz. Sağ olun, evime kadar getirdiniz. -Yemin ederim dövecen bunları. “Eee” diyor öbürü, “Hastayı nasıl buldunuz peki?” -Tekrar camiinin oraya döndük. Baktık ki duvar kenarında tek başına duruyor. Başları belaya girmesin diye oracığa bırakmışlar. Doktor hastanın başında… Durduğumuz yerden ne yaptığını göremiyoruz. Neden sonra bir “Oh” çekip lavaboya gidiyor. Ellerini yıkarken hâlâ bekleyen ambulans görevlisine sesleniyor. -Hayati tehlikesi yok. Bıçak çok derine girmemiş. Üç numaraya götürün. Serum yazdım. Birkaç saat izleyelim. Görevli sedyeye yapışıyor. “Şükür” Şu gerzek yüzünden geç ulaştık. Kötü bir şey olsaydı… Sözünün geri kalanını tamamlayamıyor. Doktor eline bir kâğıt tutuşturmuş. -Hadi götürün hastayı. Bekleyenlerin vaktinden

14


Yazı çaldık.

-Okuttun mu kızları?

Annem doktora minnetle bakıyor. Bütün yorgunluğu doktorun yüzüne yansımış. Kim bilir kaç saattir hasta bakıyor.

Yüzüme küfür etmişim gibi bakıyor. -Kız kısmı okumaz. İlkokuldan sonra okutmadık. Sonra da kısmetleri çıktı evlendirdik.

-Olsun doktor bey oğlum. Onun durumu daha kötü.

Sigaramdan derin bir nefes çekiyorum ve dumanı yavaş yavaş havaya savuruyorum.

“Geç teyzeciğim şu tarafa. Şikâyetin neydi?” Araya ben giriyorum.

-Kız kısmı okumaz diyorsun ama hastaneye gelince kadın doktor soruyorsun. Kızlarını

- Aniden ateşi çıktı. Halsizlik ve kuru öksürük de var.

okutsaydın da biri doktor olsaydı, iyi olmaz mıydı?

Doktor annemin sırtını dinledikten sonra talimat veriyor:

Adamı vicdanıyla bırakıp müşahede odasına yürüyorum.

-Kan sayımı ve sedim alalım! 500 lük medifleks takalım. Doktorun verdiği küçük not kâğıdı ile müşahede odasına gidiyoruz. Ufak tefek bir hemşire serum takıyor. Annem serum takıldıktan sonra rahatlamaya başlıyor, gözleri kapanıyor ve uykunun kucağına kendini bırakıyor. Odadaki ilaç ve hastalık kokusu beni daraltınca annemi ilacın iyileştirme gücüne ve uykunun şefkatine bırakıp bahçeye çıkmaya karar veriyorum. Müşahede bölümünden çıkmamla kendimi kargaşanın ortasında bulmam bir oluyor. Kargaşadan çok kavga da denilebilir tabi. Elli beş- altmış yaşlarında bir adam “Kadın doktor yok mu? Ben mecbur muyum karımı erkeğe muayene ettirmeye?” diye bağırıp yeri göğü inletiyordu. Zavallı güvenlik görevlisi bir yandan adamı sakinleştirmeye uğraşıyor, bir yandan açıklamaya çalışıyordu. -Beyefendi kadın doktorlarımız sabah gelecek. Bu gece nöbetçi kadın doktor yok ne yazık ki… Adamın sakinleşmeye niyeti büzülen karısına bakıyorum. gösterişsiz bir kadın. Acildeki otuz iki yaşlarında… Adamın çıkarıyorum.

yok. Yanında ezilip Yaşı ellinin üstünde doktor en fazla otuzkolundan tutup dışarı

Binnur Tekinalp

-Gel hemşerim, dışarıda bir sigara içelim! İtiraz edecek oluyor. Ben “Haklısın, elbette istediğin doktora muayene olmak hakkın” deyince yumuşuyor. -Elbette ya, ben niye karımı elin adamına ellettireyim?

İstanbul

Dışarıda boş bir banka oturuyoruz. Eşinin hastalığını falan soruyorum. Sıra çoluk çocuğa gelince “Beş kızım var. Üç de torun.” diyor.

15


www.birkitapbindost.com

MUTLULUK Geçen sayıda sizlere hayata bakış açım hakkında bilgiler vermiştim. Hayallerim, olmak istediğim kişi ve niçin yaşadığımı belirtmiştim. Bu yazımda genel olarak hepimizin sorunu olan "Mutluluk" hakkında birkaç önemli noktaya değinmek istiyorum. Öncelikle bir konuyu açıklığa kavuşturmak istiyorum. Dışarıdan baktığınızda “bu insan çok mutlu, oh ne güzel hayatını yaşıyor” dediğiniz hiçbir insan mutlu değil aslında. Neden mutlu değiller peki? Mutluluk nedir ki? Şimdi öncelikle şunu merak ediyorum. Ben ne zaman mutlu olabilirim? Ben nasıl mutlu olabilirim? Açıkçası mutluluğumu engelleyen o kadar çok sebep var ki, saymaya başlasam bitiremem. Açlık çeken insanlar, ailesi tarafından şiddet görüp istediklerini yapamayan insanlar, çocuklarının dilediği şeyleri yerlerine getiremeyen ebeveynler, sevdiği insanla birlikte olamayan aşıklar ya da aşık şahıs, hayallerini gerçekleştiremeyen insanlar... Bu liste böyle sürüp gider… Şimdi hep mutlu olamayız konusu adı altında fikirler attım ortaya bu kadar acımasız olmamalıyım haklısınız. O yüzden arada bir mutlu olabildiğimiz anlar olduğundan da bahsetmek lazım. Kimisi için dışarı çıkıp arkadaşıyla kahve içmek, onunla sohbet edip fal baktırmak kısa süreli de olsa bir mutluluktur. Kimisi için gidip playstation kafede oturup oyun turnuvası yapmak arkadaşlarıyla (yenilse bile) kısa süreli bir mutluluktur. Arkadaşlarıyla veya ailesiyle dışarı çıkıp gezmek kısa süreli bir mutluluktur, tatile gitmek tatil süresi boyunca huzuru bulabildiyse eğer mutluluktur. Ta ki o olay bitene, herkes evine dönene kadar. Peki ya sonra? Sıradanlığımıza geri döndük.

ortamlarda bulunmak durumunda kalıyorum. Onlarla olmak bana mutluluk katsa da genel olarak orada bulunmamın bana kattığı mutsuzluk duygusu daha ağır basıyor maalesef. Bu sebepten dolayı genelde sessiz, sakin ve henüz çoğu kişinin keşif etmediği, mümkünse elit olmayan (oralara giden insanlarla karakterim pek uyuşmuyor o yüzden sevmiyorum) ve sıradan kafelerde ya da çay bahçelerinde vakit geçirmek beni mutlu ediyor. Ta ki eve gidene kadar. Kendimi ele alıyorum… Değer verdiğim insanların mutlu olması beni mutlu eder. Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmek beni mutlu eder. Basketbol oynamak beni mutlu eder. Hayvanlarla ilgilenmek beni mutlu eder. Ben, beni mutlu eden bu değerler üzerinden hareket ettiğimde mutlu olabilirim. Arkadaşımın mutlu olması için azıcık salakça mı davranmam gerekiyor? Ne kaybedebilirim ki? Ne de olsa değer verdiğim bir insan mutlu olacak, şaklabanlık mı istiyor, yapalım gitsin. Sonuçta birisi güldüğünde hepimiz güleceğiz. Değer verdiğiniz insan yalnız mı, ya da bir sıkıntısı mı var? İlgilenin, hemen onun sıkıntısını eğer biraz da olsa giderebilirseniz, bu size mutluluk verecektir. Hayallerinizi gerçekleştirmeye çalışın mesela. En temel mutluluk kaynağı onlardır. Bu tarz sizin için önemli olan şeyleri yaptığınız da o an için mutlu olabileceksiniz. Günün sorusu geliyor. Sizce ben mutlu birisi miyim? Açık sözlü birisi olduğum için düşündüğüm her şeyi net bir şekilde paylaşıyorum. Bu sizler için belki doğru gözükmeyebilir, fakat ne de olsa bu benim düşüncem… Değerli vaktinizi ayırıp yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

Genel olarak dışarıda ki insanlara keyfiniz yerinizde gibi gösterebilirsiniz ama eminim ki sizin de benden pek bir farkınız yok. Mutluluk oturduğumuz yerden kazanılmayacak kadar değerli bir şeydir çünkü. Peki mutlu olmak için neler yapmak lazım? Bu sorunun cevabını İsviçreli Bilim Adamları bile bulamadı henüz. Ama benim çeşitli teorilerim var çözüm olabilecek. Mesela ben kalabalık ortamlarda bulunmayı hiç sevmiyorum, hatta nefret ediyorum. Ama arkadaş hatırına genel olarak o

16

Emir Çebi İstanbul


Yazı

İLİŞKİLERDE YALNIZLIK NASIL SİNSİCE İLERLER İlişkilerde yalnızlık zaman içinde yavaş yavaş çok da farkına varmadan gelişebilir. Buna neden olan faktörlerin varlığı başta önemsenmese de yoğun yalnızlık duyguları açığa çıktığında kişi için netleşebilir. Neler yalnızlığın gelişmesine katkıda bulunur: Talepkarlığın artması; İlişkilerde çiftler kendi payına düşeni yaptıklarına inanırlar. Bir süre sonra bu doğallaşır ve ilişkiyi ihmal etmeye başlarlar. Ancak bu noktada beklenilenin aksine eşler kendi yaptıklarının yeterli olduğuna inanır ve karşı tarafın y a p t ı k l a r ı n ı y e t e r s i z b u l m a y a b a ş l a r l a r. O n u n yapamadıklarına daha fazla odaklanır ve talep etmeye başlarlar. Bu kısırdöngü halini alırsa bu durumdan çıkmak oldukça zorlaşır. Oysaki eşlerin her biri bakış açılarının taraflı olduğunu anlayıp ilişki için çaba sarf ederlerse ilişkide tatmin artar. Eleştirinin artması; Çiftler ilişkilerin başlangıcında birçok açıdan birbirini idealize edebilir. İlişki ilerledikçe idealize edilen özellikler azalır ve kişi için sorun haline gelen durumlara odaklanılırsa ilişkide yavaş yavaş yalnızlık oluşmaya başlar. Bahsettiğimiz burada öfke kontrolü, aldatma, istismar gibi davranışsal sorunlar değildir. Eşinin düzenli olmasından, ilgisinden memnun olan kişinin bunlar yerine kilosuna veya görünümüne aşırı odaklanarak eleştirel hale gelmesi. Sık sık eşini eleştirmesi.

katılmamak, arkadaşlarla geçirilen zamanın iyiden iyiye azalması bir süre sonra sosyal yaşamdan uzaklaşmaya sebep olur. Oysa ki sosyal yaşam pozitif duyguların açığa çıkması için bir araçtır. Yakın ilişkilerde sorunlar yaşadığınızda nefes almanıza ve yatışmanıza neden olur. Sosyal yaşamın pasifleşmesi yalnızlığın açığa çıkmasına ve zor durumlarda yeteri kadar sosyal destek bulamamıza neden olur. Ayrıca kişisel deneyimlerimizi sınırlayacağı için yaşama bakış açımızı da sınırlar. Bu düşüncelerimizde katı sınırlar oluşmasına neden olur. Güvende hissetmek için duygularını ifade etmekten kaçınmak; İlişki de açığa çıkan kızgınlık, üzüntü, mutsuzluk, kaygı gibi zorlayıcı duygular üzerinde konuşmak ilişkiler açısından geliştiricidir. Kişinin sınırlarını anlatması, zorlandığı noktalarda yardım istemesi duygularını fark edip, paylaşmak ile mümkün. Bu duyguların açığa çıkması veya paylaşılması daha büyük bir sorun olarak değerlendiriliyorsa kişi için paylaşmamayı tercih edebilir. Bu da içsel yalnızlığın büyümesinin en önemli nedenlerindendir.

Sosyal yaşamdan uzaklaşmak; Romantik ilişkilerin başlamasıyla birlikte doğal olarak sosyal yaşama ayrılan zamanın önemli bir bölümünü çiftler birlikte geçirirler. Süreç içinde ilişki ve sosyal yaşam dengesi oluşursa ilişki üzerinde de olumlu katkısı olur. Ancak sosyal yaşamdan uzaklaşmak; arkadaş toplantılarına

17

Zehra Erol

Uzman Klinik Psikolog İstanbul


www.birkitapbindost.com

DEĞERLER... Değer nedir? Toplumlarda uygulanan adetler vardır. Örneğin; bizim toplumumuzda büyüklerin elini öpmek, küçüklere bayram harçlığı vermek, gelin almaya gitmek, kına geceleri, gece tırnak kesmemek vb. gibi… Bunlar bir topluma ait olan, her toplum için geçerli olmayan kurallardır. Bu kurallar, zamanla değişime uğramakta ve toplumdan topluma değişmektedir. Değer ise; her toplumda kabul edilen ve uygulanmadığı durumda kişi ve topluma zarar veren öğeleri tanımlamaktadır. Sorumluluk almamak, dürüst olmamak gibi… Son zamanlarda yeni nesilde fark ettiğimiz bir şey var ki, değerler konusunda zayıflar. Bunun en önemli sebebi neler olabilir sizce? Değerler kişiden kişiye taşınarak ayakta kalırlar. Kuşkusuz değerlerin eğitimi ailede başlar ve kuşaktan kuşağa aktarılır. Ekonomik sorunlar, anne babanın eve geç gelmesi, çocuğa yeterli ilgi ve zaman verememesi, ebeveynlerin psikolojik durumları, aile içi sorunların varlığı, boşanmaların artması, teknolojik alet kullanımının fazlalığı, akraba ve komşularla görüşmelerin azalması, göç gibi nedenler, iletişim ve modelliğin azalması değerlerin zayıflamasına neden olabilmektedir. Anne-babaların çocuklarına öğretmesi gereken başlıca olumlu değerler hangileri olmalı? Sevgi, saygı, sorumluluk, cesaret, yardımseverlik, dürüstlük, güven, hoşgörü, alçakgönüllülük, empati, kanaatkarlık, çalışkanlık, sabır, keyif, umut, çalışkanlık, sabır, misafirperverlik, ahlak (iyi-kötü-

vicdanı kapsıyor), vatanseverlik, adalet duygusu gibi değerlerimiz. Değerleri çocuklara nasıl öğretebiliriz? Çocuklara basit tanımlarla bilgi verme, oyun içinde çalışılan değeri öğretme, konu ile ilgili şiir, şarkı, resim, etkinlik yaptırma, öykü, drama çalışmalarını kullanma yöntemleri en etkili ve kalıcı yöntemler olacaktır. Değerlerle ilgili genel olarak anne-babalara neler önerirsiniz? Değerler eğitimi evde başlamalıdır. Anne babanın çocuğuna örnek olması ve zamanı geldiğinde anlatarak örnekleme yapmaları önemlidir. Çocuklarına zaman ayırmaları, oyun oynamaları, sohbet etmeleri, kitap okumaya özendirmeleri, farklı ortam ve mekanlarda bulunmaları, diğer kişilerle görüşme, gezi, sergi vb. zengin uyaran sunmaları hem iletişimi güçlendirecek hem de farklı deneyimler kazanmalarını sağlayacaktır. Çocuğun televizyon ve bilgisayar karşısında çok zaman geçirmemesi, çeşitli etkinliklere zaman ayrılabilmesini sağlar. Ebeveynlerin çocuklarıyla empatiye dayalı doğru iletişimi kurabilmeleri ve çocuklarına empati kurmayı öğretmeleri gerekir. Böylelikle çocuk, arkadaşları ile de iyi ilişkiler kuracak, okulda, evde ve çevresinde sevilecek, ilişkilerinde başarılı olacaktır. Ebeveynlerin, çocuklarına sorumluluk vererek sorumluluk almayı öğretmeleri gereklidir. Çocuklarını gerekli durumlarda kendi karar vermesi için yüreklendirmeleri, olaylara iyimser bakmayı öğretmeleri, toplumsal hizmetlere katılmalarını sağlamaları, diğer insanlara yardım etmeyi, işbirliğinin ve dürüstlüğün önemini

18


Yazı vurgulamaları, herhangi bir sorunla karşılaştıkları zaman sorunla nasıl baş edeceklerini öğretmeleri, konuşma yeteneğinin gelişmesi için çocuklarıyla bol bol sohbet etmeleri ve davranışlarıyla örnek olmaları gerekir. Unutmamalıdır ki çocuk, anne-babayı taklit ederek büyür. Öğretmenin tutumları neden önemlidir? Öğretmen, çocuklara öğrettikleri ile onların bakışını geliştirmeyi ve değiştirmeyi amaçlar. Çocukların farklı bakış açısı geliştirebilmelerini sağlar. Öğretmen öğretme tekniği ve modelliği ile çocuğun gelişiminde ailesiyle birlikte en önemli role sahiptir. Değerlerin öğretilmesi konusunda da kullandığı etkin ve sağlıklı yöntemler öğrenmenin kalıcı olmasını sağlar. Öğrencilerin genel seviyesi ve konunun ilgilerini ne kadar çektiği, öğrenmelerinde önemli noktalardır. Öğrenilecek konu için merak uyandırma, araştırma ve sorgulama yapmaları açısından faydalı yöntemlerdir. Öğretilecek konu hakkında ön bilgi vermek, öğrenen kişinin bağlantılar kurabilmesi ve yeni bilgilere hazır olmalarını sağlar. Örnekler vermek, karşılaştırmalar yapmak, araştırmanın sağlanması, interaktif katılım, tekrar ve en son bilgilerin kontrolü ve yerleşmesi çalışmaları izlenecek yollar olmalıdır.

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: “Hangisi mi evlat? Ben hangisini beslersem o kazanır.” Aile yaklaşımları, yaşam tarzı, çocuğa kazandırdığı değerler, bu havuzun içinde yer alıyor. Hikaye de olduğu gibi, çocuğun hangi yönlerini beslersek, o yönü kazanıyor!.. Sevgi, saygı, hoşgörü, güven duyma gibi duygular, kişinin hem kendisiyle, hem de başkalarına davranışlarını etkiliyor.

Bir Hikaye Yaşlı Kızılderili reis kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz diğeri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine; -Dede bu iki köpeği niye hep kulübenin önünde tutuyorsun? Hem de niye biri siyah diğeri beyaz? Yaşlı reis, bilgece gülümsedi ve torununun sırtını sıvazladı ve: “Onlar benim için iki simgedir.” Çocuk: “Neyin simgesi?” “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen gördüğün şu iki köpek gibi, iyilik ve kötülük durmadan içimizde mücadele eder. Onları seyrettikçe ben hep bunları düşünürüm.” Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: “Peki, hangisi kazanır bu mücadeleyi?”

19

Aynur Sayım Uzman Çocuk Ergen Psikolog İstanbul


www.birkitapbindost.com

BİR FOTOĞRAF BİR ÖYKÜ

BEKLEMEK GÜZELDİR Geniş caddeler, yüksek beton binalar, gösterişli vitrinler ve kalabalık gürültüsünden uzaktayım bir süredir. Çam ormanlarıyla çevrili bir vadinin içine gizlenmiş, büyük bir gölün kıyısında, terk edilmiş bir yel değirmeninde ne mi yapıyorum tek başıma? İlk yağmur damlaları değdiğinde çıkan ve beton binalarda alamadığım toprağın kokusunu özledim belki. Yağmurda ürpermeye, çamurda yürümeye, taş ocak içinde yanan odun ateşinde ısınmaya geldim ve dönemedim, kaldım belki de!.. Her voltada adımlarıma eşlik eden ahşap zemin gıcırtısı, topuklarımın sesi, yalnız biri için eski bir koltuk ve kirli camından vuran ışıkla karanlığımı aydınlatan şu pencere dışında her şey yok burada. Alt katta odun ateşinin közüne gömdüğüm patatesler ve dışı isli demlikteki çayım var yalnızca. Biliyor musun? Mis gibi közde patates kokusunu beklemek güzeldir. Çayın demini beklemek de güzeldir. Beni bu çürük pencere kenarında bekleten bir sebebimin olması, bunlardan çok daha güzeldir...

Hüseyin Kekiç İstanbul

20


Bir Fotoğraf Bir Öykü

BİR FOTOĞRAF BİR ÖYKÜ MERDİVENLER

İnsanlık tarihinin bilgi aşkı kibrini beslemeye başladığından beri, peşine düşülecek ustaları olmayan bir dönemden geçiyorduk. Kötü haber iyi haberin, iyi haber kötü haberin habercisidir, kötü kalpler iyi kalpleri gölgelemeye başladığından beri… Yeni Milenyum müjdeledi. Geleceğin büyük ustaları doğdular. Ayırdına varılamaz süreç, değişim gününün geldiğini özgür olmayanların kulağına fısıldamaktadır. Makul ve makbulleri sorgulama zamanı gelmiştir. Yararsızları sorgulama zamanı gelmiştir. Sistemler, otobanlar ve çirkini güzel yapan diğer bütün rakamlar, harfler ve ölümler tüm dünyaya artık çiçeklerin koparılmaması, koklanması gerektiğini anlatmıştır. Duyuları elemeye başlamanın zamanı gelmiştir. Gözlerimizle, kulaklarımızla ve ellerimizle ve tatlarımızla artık tek bir hayali koklamaya başlamanın zamanı gelmiştir. To p l u m u y a r a t a n l a r, p a r ç a l a n d ı ğ ı n ı göremeyenlerdir. Yeni "Harika"ların inşaatları taş ile mala ile değil, büyük rüyanın parçalarının bir araya gelmek istemesiyle başlayacaktır.

Küçük rüyalar sadeleştirilerek büyük rüyanın parçası olacak hale getirilmelidir. Dünyayı küçük bir köy yapmak elimizde ve bu köyün tüm yaşayanlarının yüzünü çevirmeliyiz doğaya yeniden gerçek anlamıyla. Dönüşüm için, yıkım şart değil. Gökdelenlerin temelleri toprağın kalbindeyken hala, aşağı inen merdivenlere yönlendirmeliyiz önce kendi bedenimizi.

21

Taylan Özgür Kumaş İstanbul


www.birkitapbindost.com

Mizah

MİZAH Nasrettin Hoca Aramızda Nasrettin Hoca’nın hastalanan güzel gözlü eşeği bir süre sonra ölmüş. İki gözü iki çeşme olan Nasrettin Hoca, yemeden içmeden kesilmiş. Onun bu halini gören konu komşu, teselli etmek amacıyla koşup gelmiş. Sabahtan akşama dil dökmüşler. Kederi dağılmayan Nasrettin Hoca ise, hep aynı şeyleri söylüyormuş. “Bu laflar benim güzel gözlü eşeğimi geri getirmez.” Sonunda komşulardan biri dayanamayıp, sürekli ağlayan Hoca’ya şöyle söylemiş: “Hoca Efendi, dert etme. Cennette eşeğine kavuşacaksın. Hatta istersen son model bir otomobilin bile olabilir.” Nasrettin Hoca’nın, yüzündeki keder bir anda kaybolmuş. Gözleri ışıldamış. Ve heyecanla sormuş: “Bu bilgi doğru mu, teyit edildi mi? Bak, ona göre öleceğim!”

(K)Özlü Sözler Mizah Haber Vatandaş Hakkını Aramasını Bilmiyor Hak-Hukuk-Guguk Derneği Başkanı Hakkı Haklı, “Vatandaş hakkını aramasını bilmiyor” dedi. Ailelerin, “Başın belada değil helâda olsun” mantığıyla çocuklarına hak aramayı öğretmediğine dikkat çeken adı geçen şunları söyledi: “Hak aramayı bilmeyen kişilere ‘Hakkını nasıl ararsın?” diye soruyoruz. ‘Sana ne?’ diyor. Olmaz böyle saygısızlık. Soru sorduklarımızın yüzde bilmem kaçının adı Hakkı. Onlar bile bi’şey yapmıyor.” Hakkı Haklı açıklamasında ayrıca, hakkımızı ararken ilgili görevliyi kafaya almamız gerektiğini aksi halde dilekçemizin imla hataları olduğu gerekçesiyle kabul edilmeyeceğini de belirtti. Bu arada adı geçene, “Hakkımı arıyorum sürekli meşgul veriyor. Ne yapmalıyım?” şeklinde bir soru yöneltildi. Hakkı Haklı ise, “Telefonla hak aranmaz kardeşim. Dinleme var, rüşvet teklif edemezsin. Aslında hak, hakkını arayanın değil, Hakkı’nındır” şeklinde yanıt verdi. Hakkı Haklı, konuşmasının sonunda “Yaz geldi, sıcaklar bastı” diyerek, toplumu şeffaf olmaya çağırdı.

*Fıtrat diye diye fıttırır insan. *Seni kırmadım emin ol, kalemimi kırdım. *Ara sıra mesaj yapın, iyi gelir. *Acıyı bal eyledik, o da sahte çıktı. *Sorsan herkes seviyor, oysa marifet çocuk gibi sevmekte. *Mustafa Sandal’ın, hayalleri hiç suya düşmez bence. *Dizi dizi dizilip, çekirdek çitleyerek dizi izleyen aileye çekirdek aile denir. *Adalet mülkün temeli, insan buldu mu yemeli. *Deliye döndüm, iki deli olduk; ben ve sen. *Ben kimseye “Onu benim için öp” demem; kendim öperim.

Ahmet Zeki Yeşil Ankara

22


Çok fazla konuşmamıza gerek olmuyor seninle. Çayını limonlu içtiğinde biliyorum ki miden rahatsızdır.

Lavinya Öz Diyarbakır

23


www.birkitapbindost.com

PRAG'TA ŞİİR OLMAK

1İkisi siyah, dördü beyazi üç faytoncu, üç güzel Prag kızı okşayarak atları geçtiler önünden bankın bir mayıs ortası.

üç çocuğu olunca mı insanın geçer önünden ağacın peşi sıra, altı bebek arabası. 2Orta yerinde Prag'ın, Dlouha caddesiyle -ki kendi küçük, anısı büyük Masna sokağının kesiştiği yerde bir ağaç büyümüştür Kafka'nın kelimeleriyle.

ve dalları kuşlar için beşi bir yerde olan bu ağacın beş yola ayrılır kolları en uzunları Ultava'ya bırakır yapraklarını ben, beş duyumla dönmüşüm güneşe kime açayım kollarımı ? 3insan yapımı en güzel sesin bebek sesi olduğunu yazan yazdı ve ikincisinin çalışan işçilerin kemik sesleri olduğu da muhakkak yazılmıştır bir yerlere üçüncüsü ne diye merak ettiren bu ağaça ne demeli ve hangi dilde ?

24


Şiir

4-

Prag'ta bir oyun bahçesi içinde,

iki heykel konuşurken duymuştum

bir erik ağacının gölgesinde,

ay, güneşten büyüktür dedi beri

sırtı çimlere dayalı ve eriği ağız kokulu bir adam

diğeri

size unuttuğunuz bir şeyi anımsattı mı ?

"doğru söze ne eklenir ki "der gibi bakmayarak

bana

cevap vermişti.

bir Üsküdar balkonunda guruba karşı demlenir gibi

iki heykel susarken yanlarından yürümüştüm

yudum yudum kederlenen Laypzigli bir tramvay durağını anımsattı.

yere tükürüyordu biri,

7-

küfredecektim tam, baktım

Prag mayısının sonları

ağzında elma izleri

bilmediğim bir dilin nağmeleri

küfrettim

içimin karlarını eritiyor

ama kendime

ve göz yaşlarım sözünü tutamayarak yine

kuşlara ağzıyla elma verdiğini nasıl bilebilirdim ki ?

buzul devrinden beri tutamadıkları gibi

5-

başlıyorlar konuşmaya bitmeyecek bir mayıs donu gibi

Prag'ta bir eskici dükkanı tabelasında onlarca kelime

"özlemek sevilmeyi istemek olmasın" diyerek süzülürken bir tanesi

"Kalana, gidene, bekleyene

" verdiğinin değerini bilmeden vermek ne katar ki " diye sorarak üzülüyor bir diğeri

bakana, görene, göremediğini düşünene en çok da geldiği gibi gidecek olanlara

"sen görmüşsen bil ki, görürken seni görenler de hep baki " diye çıkışana

üzülmemek yetenek olarak satılıyor bu dükkanda" diye okudum her nedense. 6-

"biliyorsan da, bilmediklerini bilenler hep olacak ki " diyerek siliniyor.

Prag'ta bir oyun bahçesi, bankta yatan sarı sakalların gülmesi

"yetmeli artık " diye içinden geçiren sağ elim tarafından.

bana unuttuğum bir şey anımsattı gülmekle gülmemenin bu kaderde birbirine benzemeyen iki kardeş olduğu gibi

Taylan Özgür Kumaş

Prag'ta bir oyun bahçesi içinde , yattığın çimenlerden diklenerek sadece,

İstanbul

dallarından erik yiyebildiğin bir erik ağacı bana unuttuğum bir şey anımsattı ayağa kalkmakla kalkmamanın bu kadar birbirine benzemeyen iki aynı şey olduğu gibi

25


www.birkitapbindost.com

GÜZE GÖZ KIRPAR GİBİ Bulutlar kızgın bakışlarla koyu renkli perdeye döndü Yüzü asık bahçelerde gezinen hayal misali İnceden yağan yağmurdan ıslak ıslak bakan gözlerimde bir hüzün Dört yanı yağmurla örtülü bahçenin Ağaçlar gecenin karanlığına saklanmaya çalışıyor Yel vurmuş yağmur yağmış umurlarında değil Ve estikçe rüzgar mırlıldanan şarkının sesi Toprak şikayetçi değil susuzluğuna su Yağmurun sesi Sadece ben güzü sevmem GÜZE GÖZ KIRPAR GİBİ Yağmurun sesi

Gülten Kaptan Ateşoğlu İstanbul

26


Şiir

Hazanda Hüzün bilir mi dersin dalından düşen kuru yaprak hazandır zaman eylüldür ve bütün aşklar hazanda hüzünlüdür

Hüseyin Kekiç İstanbul

27


www.birkitapbindost.com

SEN Seni sen yapan yine sen... Açıyorsun gözünü dünyaya, bakıyorsun bi sen varsın…bi de şefkatle bakan bir çift göz Sen ve dünya başbaşa dünyan; sen ve o iki göz… Yavru kuşsun önce kanatların zayıf incecik, Uçmaya çalışıyor düşüyorsun, Bi daha, bi daha…canın yaniyor…, Bakmışsın ki biraz uçup alçalıyor, Her gün daha uzaklara gidiyorsun… yönü kazanıyor!.. Sevgi, saygı, hoşgörü, güven duyma gibi kanatların, duygular, kişinin hem kendisiyle, hem de Uçtukça uçuyorsun, güçleniyor başkalarına davranışlarını etkiliyor. özgürlük koymuşlar bunun adını, BiR de bakmışsın ki… Meğerse hataların sen, yaşamın sen seni sen yapan yine SEN’mişsin…

Aynur Sayım İstanbul

28


Şiir

YAZARLIK GİRDABINDA YALNIZLIK Yalnızlık, en büyük dosttur bilene Ne aldatır, ne üzer, ne de küser bu yolda yürüyene Rastlamazsın uçsuz bucaksız bu fanusda Ne gelene, ne gidene, ne de rahatsız edene...

Bu alem sessiz, sakin, düşünce ve çaba doludur. Sabırla, azimle, emekle yoğrulur Ara sıra rastladığın yolculardan çoğu düşer kervandan Ama var olmanın tek tılsımı da budur...

Bu dergaha iki kişi girilmez Girdi isen bir daha da çıkılmaz Sonsuz alem açılmıştır artık sana

yönü kazanıyor!.. Sevgi, saygı, hoşgörü, güven duyma gibi duygular, kişinin hem kendisiyle, hem de başkalarına davranışlarını etkiliyor.

Lezzetini bulursan içersin kana kana...

Ey yolcu; Bundan böyle yapayalnızsın sen bu alemde Yorulmak, bezmek yok sana, dolaş bilgi kasen elde Maksada varana kadar açıktır bu yol sana Yeter ki ah! etmesinler, halel gelmesin davana...

Attila Meraküm İstanbul

29


www.birkitapbindost.com

GÜZEL ÜLKEM YALNIZ DEĞİLSİN Hayat, sözlerini bulamayan şarkılar gibi akıyor. Dünü, yarınlar için bitiriyoruz. Şimdi yeni bir mevsim kapıda… Dallarından düşmeyi bekliyor yapraklar. Oysa yaşanacak günler daha önce düşüyor toprağa. Ah o çığlıklar! O çığlıklar yok mu, çok fena yakıyor içimizi. Başka yerlerde de oluyormuş böyle şeyler. Olmaz olsun! En güvenilir yer Mars’mış. Öyle diyorlar. Ancak gerçekler, krizler gibi acıdır; teğet geçmez. Her gün yeni haberler geliyor. Gelmez olsun! Gazete haberleri, hayatın derinliğindeki ölümleri anlatıyor. Üç gün ara vermiyor ölüm. Hayat devam ediyor, nasıl bir hayatsa. Herkes işinde gücünde… Artık hiçbir şeye sıcak bakmayacağım. Çünkü umut yolunu kapatmışlar. Ayrılık ateşine odun atıyorlar. Yediğimiz lokma boğazımızdan geçmiyor. Mızrak çuvala sığmayınca ucu bir yerimize batıyor. Şimdi gülmek haramdır bize, düşünmekse tehlikeli. Konuşmayacağım, her şey ortada. Belli ki, yüksek dozda acı yazıyor bize birileri. Yırtıp atmalı bu reçeteyi. Hadi! Sen… Can pazarım, ecel terim. Güzel ülkem, yalnız değilsin

30

Ahmet Zeki Yeşil Ankara


Şiir

Bela Bir kere gülümsedi Tanrının belası Belam oldu Tatlısından Kepçe kaşık götür Sür istersen yanağına Hoş kokulu Berrak ve tetirsiz

yönü kazanıyor!.. Sevgi, saygı, hoşgörü, güven duyma gibi duygular, kişinin hem kendisiyle, hem de başkalarına davranışlarını etkiliyor.

Mehmet Ali Tan Ankara

31


www.birkitapbindost.com

Bela

32


Şiir

Bela BABAM İÇİN... Biraz güneş bırak içime giderken; Cehennem kadar yakmasın Kutuplar kadar üşütmesin içimi. Bir de öpüş isterim alnıma. “Benim küçük sevgilim” diye de fısılda. Ve bir masal anlatmadan gitme sakın. Bol prensesli Bol kahramanlı olsun masallarım Ben hep kahramanını bekleyen arabesk bir prenses Sen hep kahramanlık peşinde, beyaz saçlı bir prens olarak kal. İçimdeki çocuğa olgunluk dersi vermeye kalkmasın sakın masalların İçimdeki çocuğa “Sen artık kocaman bir kadınsın” demesin hiç İçimdeki çocuğu büyütmesinler. Ben hep çocuk kalayım Sen hep baba. Bugün; ŞİMŞEK gibi susuşlarım, Yağmur yağar birazdan. Mevsim hazan, Tarih tarifsiz, Saat durmuş olsa gerek. Ben hep çocuk kalayım Sen hep baba. BABA! Yıldızları açık bırak giderken Bilirsin karanlıktan korkarım ben

Lavinya Öz Diyarbakır

33


www.birkitapbindost.com

SÖYLEŞİ EMEL ÜSTÜNDAĞ Gürcan Köftecioğlu – Yazın keyifli son günlerinde, söyleşi köşemiz için bu kez Yayın Kurulumuzun hem sempatik, hem marifetli, hem deneyimli, hem dinamik üyesi, sevgili Emel Üstündağ ile birlikteyiz... Elektronik dergimizin değerli okurları, klasik kalıbımızdan sıyrılarak, Emel ile farklı, eğlenceli bir söyleşi yapalım istedik. Umarız beğenirsiniz... Samimiyetine güvenerek sana ön adınla hitap ediyorum. Emel, söyleşimizin farklı olacağını söyledik ya, bu nedenle sana klasikleşmiş ilk sorumu sormuyorum. Özgeçmişin zaten sitemizde var. Sen bize başından geçen eğlenceli bir olayı aktarsan? Emel Üstündağ – Önce “Merhaba!” ile bir hızlı giriş yapıp, ardından son zamanlarda başımdan geçen eğlendiğim bir olayla devam ediyorum. Dostlarla birlikte güzel bir mekanda geçirdiğimiz akşam yemeğinden sonra, gecenin devamında ev sohbetine karar verdik ve dostlarımızın evine geldik. Sevimli haliyle bizi karşılayan bir minnoş köpek, “Hoş geldiniz” der gibi kuyruğunu sallayarak bize sokuldu, adının Frankie olduğunu öğrendiğim minnoşu sevdim, okşadım. Daha sonra, masa başı sohbetler her zaman keyifli olduğundan, yerimize geçerek ikramlar eşliğinde sohbet etmeye başladık. Gece güzel geçiyordu lakin kendimde bir değişiklik hissediyordum bu arada midem de sinyal vermeye başlayınca, ayağa kalkmak istedim, doğruldum, başım da dönüyordu ve o “an”a kadar oturduğum sandalyenin dibinde, Frankie’nin yatağı olduğunu fark etmemiş, ayağımın takılması ile resmen uçuşa geçmiştim. Nereye mi? Yatağında yatan Frankie’nin üstüne doğru tabi. Neyse ki akıllı minnoş köpek; “Gökten bir kadın üstüme geliyor, eyvah!..” diyerek, atik davranıp kaçmıştı… O ezilmekten kurtuldu ama ben düştüğüm yerden zor kalktım. Frankie o gece bitene kadar bir daha yatağına gelemedi, hep karşıdan izledi, ara sıra göz göze geliyorduk hemen kafasını çeviriyordu. Hatırladıkça hala gülerim. GK – Bu eğlenceli olayı ben de hatırlıyor gibiyim. Ama ayrıntıları hayli ilginçmiş! Bizi yeniden fazlasıyla gülümsetti... Pekala, sen çok uzun süredir Bir Kitap Bin Dost’un içindesin. İlhan Özdemir ile ne zaman nasıl tanıştın? İlk zamanlarınız nasıldı? Anlatmak ister misin? EÜ – 2010 yılında tesadüfen karşılaştık. Hayat görüşlerime, bakış açıma katma değeri olan ve değer

verdiğim bir insan. Bu düşüncem tanıştığımızdan bugüne hiç değişmemiştir. GK – Senin kanımca en ilginç özelliğin çok fazla sanat dalıyla uğraşman. Anı yazıyorsun, resim yapıyorsun, ebru çalışmaların var, yemek kültürü ile ilgileniyorsun, daha neler neler... Biraz bunlardan söz etsene, nedir bu çeşitliliğin sırrı? EÜ – Görsellik! Bakış açımda ilk sırayı alıyor. Nedeni bu olsa gerek. Resim yapmak önceliğim. “Neden?” derseniz, renkler beni cezbediyor. Diğer çalışmalar ise sadece merak ettiğim için el attığım dallar... GK –Peki gezdiğin ve seni etkileyen, bir de görmeyi hayal ettiğin bir kaç yerden söz etmeni istesek? EÜ – Gezdiğim yerlerin yaşam ve kültürleri beni etkiliyor. Örneğin Pakistan ve Hindistan seyahatlerimde gördüğüm o mistik havayı bir Kanada seyahatimde bulamamıştım. Görsellik ve modern yaşam olarak Kanada mükemmel ama diğer bahsettiğim yerlerde yaşamın çok farklı ve gizemli olduğunu gözlemlemiştim. GK – Yemek kültürü sayfandan sıra İspanyol ya da Meksika mutfağına gelirse söyleyeceklerim var. Bunu atlamayalım. Sahi İstanbul içinde olsun, Türkiye’de ya da dünyanın bir köşesinde gurme turları düzenlemeyi düşünmez misin? EÜ – Neden olmasın? İlgimi çeker ama olur mu?

34


SĂśyleĹ&#x;i TartÄąĹ&#x;ÄąlÄąr... Yemek kĂźltĂźrĂź sayfasÄąnÄą, Ăźlkemiz yĂśrelerinin kĂźltĂźrleri ile devam ettirmeyi dĂźĹ&#x;ĂźnĂźyorum, daha sonra yabancÄą Ăźlkelerin yemek kĂźltĂźrlerini ele alÄąrÄąz, Ăśncelik bu iki Ăźlkenin kĂźltĂźrĂź olur ve beraberce hazÄąrlarÄąz. GK – Bu Ăśncelik için teĹ&#x;ekkĂźrler, zevkle... Hayatta hedeflediÄ&#x;in yerde misin? On yÄąl sonra kendini nerede ve nasÄąl gĂśrmek isterdin? EĂœ  â€“  Evet‌ On yÄąl sonrasÄą için ise hedef koymuyorum. YaĹ&#x;adÄąÄ&#x;Äąm an Ăśnemli ve mutluyum. Kendimi nerede ve nasÄąl gĂśrmek istediÄ&#x;ime gelince, zaman içinde belki deÄ&#x;iĹ&#x;iklikler olabilir. Ä°Ĺ&#x;te o zaman, olmak ve yapmak olgusu, dĂźĹ&#x;Ăźncelerimde nasÄąl yer alacaksa, gerçekleĹ&#x;mesi için çaba gĂśsteririm. GK – Okumaktan en çok hoĹ&#x;landÄąÄ&#x;ÄąnÄąz yazar ya da kitaplardan okurlarÄąmÄąz için birkaç Ăśneri versen  çok seviniriz. EĂœ  â€“  Biyografi tarzÄąnda kitaplarÄą severek okurum. YaĹ&#x;anmÄąĹ&#x;lÄąklar hep ilgimi çekmiĹ&#x;tir. Ä°lk aklÄąma gelenler; FĂźreya (AyĹ&#x;e Kulin), Sol AyaÄ&#x;Äąm (Christy Brown), Angela’nÄąn KĂźlleri (Frank McCourt). GK – Çok gĂźzel seçimler, hepsi gĂźzel! Ă–zellikle “Angela’nÄąn KĂźlleriâ€?ni gĂśzyaĹ&#x;larÄą ile okumuĹ&#x; ve çok etkilenmiĹ&#x;tim. Bu muhteĹ&#x;em eseri bĂźtĂźn okuyucularÄąmÄąza tavsiye edelim, Frank’Ĺn gençliÄ&#x;ini anlatan devam kitabÄą da var ama bununla bir tutmuyorum. Bu arada araĹ&#x;tÄąrÄąrken 1999’da filminin de çekildiÄ&#x;ini gĂśrdĂźm. Belki birlikte seyrederiz. Ä°zleyenler çok aÄ&#x;latÄąyor diyorlar... Senin çok iyi bir sinema izleyicisi olduÄ&#x;unu da biliyorum. Ĺžimdide sevdiÄ&#x;in bir yĂśnetmen ve film adÄą isteyeceÄ&#x;im. Her zamanki gĂźzel Ăśnerilerinden... EĂœ â€“ İzlediÄ&#x;im filmler de genelde kitaplarda olduÄ&#x;u gibi biyografi içerikli oluyor. En son izlediÄ&#x;im ve beÄ&#x;endiÄ&#x;im bir film “AĹ&#x;kÄąn KrallÄąÄ&#x;Äąâ€?. YĂśnetmen Amma Asante. GK – TeĹ&#x;ekkĂźr ederek hemen izlenecek filmler listemize alÄąyoruz. Geliyor sÄąra bomba sorumuza... Kendinle ĂśzdeĹ&#x;leĹ&#x;tirebileceÄ&#x;in bir doÄ&#x;a olayÄą, bir bitki ve bir hayvan adÄą istiyorum, açĹklamalarÄą ile birlikte. EĂœ â€“ DoÄ&#x;a olayÄą: â€œĹžimĹ&#x;ek.â€? Ani parlamam ve çabuk sĂśnmem açĹsÄąndan benzerlik taĹ&#x;Äąyor. Hayvan: Kedi. SevdiÄ&#x;im ve sevgisini gĂśsteren insanlarÄąn yanÄąnda olmak. Bitki: KÄąr çiçekleri. Bazen soÄ&#x;uk, bazen ciddi, kÄąrÄąlgan ve gĂźlĂźmseyen. GK – Son olarak sana Ăśzel bir joker hakkĹ geliyor... Sorum Ĺ&#x;Ăśyle: “Kendine hangi sorunun sorulmasÄąnÄą isterdin?â€? YanÄątÄąyla birlikte alalÄąm... EĂœ â€“ SigarayÄą bÄąrakmayÄą dĂźĹ&#x;ĂźnĂźyor musun? HayÄąr‌ İçeceÄ&#x;im‌ đ&#x;˜„ Ĺžaka, Ĺ&#x;aka. Gerçek olarak cevabÄąm; “BÄąrakmayÄą dĂźĹ&#x;ĂźnĂźyorum!â€? GK –Senin bunu baĹ&#x;arabileceÄ&#x;ine yĂźrekten inanÄąyorum. Her zaman yardÄąmÄąna hazÄąrÄąm. KanÄąmca,

kendine vereceÄ&#x;in en bĂźyĂźk “armaÄ&#x;anâ€? olacak! Bu harika sĂśyleĹ&#x;i için, dostça sĂśzlerin ve duruĹ&#x;un için çok teĹ&#x;ekkĂźrler. Ben çok keyif aldÄąm, umarÄąm Bir Kitap Bin Dost Dergisi okurlarÄąmÄąz da çok beÄ&#x;enerek okuyacaktÄąr. YĂźzĂźnĂźn hep gĂźlmesi ve dumansÄąz gĂźnler dileÄ&#x;iyle çok teĹ&#x;ekkĂźrler... EĂœ  â€“  Bu gĂźzel sĂśyleĹ&#x;i için, ben de teĹ&#x;ekkĂźr ediyorum... Â

35

GĂźrcan KĂśftecioÄ&#x;lu Ä°stanbul


www.birkitapbindost.com

YER & MEKAN Selimiye Köyü Son zamanlarda ‘’huzur’’ kelimesini çok sık kullanırken bulur oldum kendimi. Hemen hemen pek çoğumuz ‘’Şöyle sessiz sakin, kafamı dinleyebileceğim bir yer olsa’’ demiyor muyuz? Yoğun iş temposu, trafik ve kalabalıktan yoruldunuz mu? Ya da her şey üstünüze üstünüze mi geliyor? Haydi gelin hep birlikte sessiz, sakin bir köşeye uzanalım. Marmaris’in sessiz kalesi Selimiye Köyü... Bazen görmeden geçeriz bu yerleri. Oysa bir bakış uzaklıktadır pek çoğu. Böyle yerleri bir bilen, bir yaşayan olmayınca önerisi de olmaz. Ve bir bakmışsın, o ‘’sessiz, sakin’’ yerleri göremeden geçirmişizdir koca bir yaz tatilini... Yine aynı cümle dilimize dolanmıştır “Ah şöyle sessiz...” Bu ay size böyle bir yerden bahsetmek istiyorum. Marmaris/Selimiye Köyü... Marmaris-Datça yolunun yaklaşık 20. kilometresinde, tepeden bakınca dağlarla çevrili, yeşille mavinin buluştuğu bir koy burası. Dolambaçlı yollardan geçerken, yol bitmeyecekmiş gibi gelsede, her virajı dönüşünüzde başka bir güzellik ile karşılaşacaksınız. Uzun, yorucu ve virajlı yollardan sonra köye girdiğinizde ‘’Doğru yerdeyim!’’ cümlesi aklınızdan geçecek. Selimiye’nin tarihine dair pek bir bilgi bulamadım. Bazı Gezi yazarlarından edindiğim bilgilere göre; Muğla’nın Marmaris ilçesine bağlı Selimiye Köyü Hisarönü Körfezinin incilerinden biridir. Antik çağda adı Hydas olan köy, sonraları Losta adını almıştır. Günbatımında dağların arkasında kaybolan güneş etrafı kırmızıya boyadığı için “Kızılköy” de denmiş… Marmaris’in sessiz kalesi olarak bilinen bu köy, nasıl olduysa çirkin yapılaşmadan henüz nasibini almamış. Selimiye’de yapabileceğiniz en güzel şey; sahil boyunca yürüyüş yapmak olacaktır. Cafcaflı oteller yerine, minik şirin pansiyonlar bu köye başka bir ayrıcalık katmış. Kalacak yerden çok, yeme içme yerlerinin çokluğu dikkatinizi çekecektir. Bunun sebebi, yat turizminin daha yoğun olduğundandır. Henüz yerleşimin olmadığı dönemlerde, gemicilerin fırtınalı havalarda sığınacağı en güvenli liman olduğu söyleniyor yerleşik halk tarafından. Denizden köye doğru baktığınızda taş yığını oteller yerine, begonvil, okaliptüs ve palmiye ağaçlarının arasına gizlenmiş otelleri görmekte zorluk çekebilirsiniz. Bunun beni ayrıca mutlu ettiğini söylemeden edemedim... Mekan olarak neresini tanıtayım diye çok düşündüm. Öyle tatlar keşfettim ki, hangisini seçeceğimi

bilemedim. Hal böyle olunca, hepsinden bir şeyler yazmaya karar verdim. İlk olarak buranın eski adı olarak bilinen LOSTA tatlıcısından başlayalım. Keçi peynirli Losta baklavası başta olmak üzere, Rodos baklava, bademli baklava, acıbadem ve keçiboynuzu unu ve pekmezi ile yapılan bademli kurabiyeler, ve keçi sütünden yapılan dondurma tatmanız gereken ilk lezzetler. Eğer Galip ustayı yakalarsanız birkaç soru sorun, ama sakın kafasını karıştırmayın! “Sorular geliyoru, kafam karışıyoru!” cevabını yapıştırıverir yoksa. Yüzünüzde gülümseme ile oradan ayrılacağınızdan şüpheniz olmasın.

36


Yer & Mekan Yöresel yemek yemek istediğinizde, gideceğiniz ilk mekan, BEYAZ EV yöresel yemekler olsun. Açık büfeden çeşit çeşit zeytinyağlılar seçebilir, ana yemek olarak çöp şiş ya da köfte tercih edebilirsiniz. Vişneli bamya, vişneli yaprak sarma, çağlalı salata aklımda kalan çok değişik tatlar mesela. Akşam sahil boyunca yürüyüşten sonra, kahve içmek isterseniz, PAPRİKA’ya uğrayın derim. Kahvenizin yanına Mastıqualı (mastika) soda istemeyi unutmayın. Burada sadece kahve içmekle kalmıyorsunuz. Guiness biralı tatlı, pamuk şekerli çilekli limonata ve bunun gibi pek çok değişik içecekler ve tatlılar sunuyor bize. Uyarmadı demeyin biraz sıra beklemek gerekiyor boş masa bulabilmek için. Selimiye'ye gelmişken tekne turuna çıkmadan olmaz. Bizim tercihimiz Şener kaptanın teknesi SILANUR-3 oldu. İyi ki de olmuş. Bugüne kadar birkaç kez tekne turlarına katılmıştım ancak hiç bu kadar keyifli ve güzel bir tur olmamıştı sanırım. Öncelikle Şener kaptan bizi bilgilendirirken teknede müzik olmadığını üstüne basa basa söylüyor. “Neden müzik yok?” diye soruyorum. “Zaten dinlenmek için gelmediniz mi? Sessiz sakın doğanın keyfine varmak varken, beyninizi gürültüyle doldurmanın manası yok!” diyor... Kızı ve eşi ile birlikte hazırladıkları yemeklerden (balık ve soslu patates muhteşemdi) sonra bize küçük sürprizler hazırlamış.

Akvaryum koyunda muhteşem denizin keyfini çıkartırken, bir bakıyorsunuz Şener kaptan koca bir tepsi karpuzla denizin üzerinde servis yapıyor. Hiç bu kadar keyifli karpuz yememiştim. Dönüş yolunda ise bize çocukluğumuzu yaşattı. Koca bir tepsi bisküvi arası lokum hazırlamış. Bütün tekne çocukluğuna dönüyor bir anda. Yolcular mutlu, Şener kaptan gururlu dönüyoruz bizi aldığı yere. Bence oralara yolunuz düşerse bir selam çakın Şener kaptana... Bir Yer/Mekan daha burada bitmek zorunda. Görecek ve gezecek çok yerlerimiz var bu cennet vatanımızda. Egeyi, ege insanının sıcaklığını ve sakinliği seviyorsanız henüz binalar doldurmadan, insan elinin ulaştığı her yeri mahvettiğimizi düşünerek Marmaris’in sessiz kalesini keşfetmeye davet ediyorum sizi. Ruhunuz ve bedeniniz dinlenmiş, mideniz bayram etmiş olarak geri döneceksiniz. Bu arada, eğer müzik dans ve hareket olsun istiyorsanız, Selimiye'yi asla tercih etmeyin... Başka bir Yer/Mekan yazısına buluşana dek, sevgiyle kalın...

Yasemin Bayındır İstanbul

37


www.birkitapbindost.com

PORTRE ALİYE BERGER (1903 - 1974)

Adını geniş sanat çevrelerine ilk kez 1954’te Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği yarışmada birinci seçilerek duyuran ünlü ressam. Sanatçı bir aileden gelen Berger, Cevat Şakir Paşa’nın kızı, Halikarnas Balıkçısı’nın ile Fahrünnisa Zeyd’in kardeşi ve Füreya Koral ile Nejat Devrim’in teyzesiydi. Aliye Berger 1903’te İstanbul’da doğdu, buradaki Fransız okullarında eğitim gördü, resim ve piyano dersleri aldı. 1924’te Türkiye’de bulunan Macar keman virtüözü ve pedagog Karl Berger’den ders alan sanatçı 1935’ten 1939’a kadar Berlin ve Paris’te kardeşi

Fahrünnisa Zeid’in yanında kalarak sanat hareketlerini izledi. 1947’de Karl Berger’le evlenen Aliye Berger, altı ay sonra eşli ölünce Londra’ya giderek John Buckland Wright’in atölyesinde heykel ve gravür çalıştı, 1951’de Türkiye’ye döndüğünde ilk kişisel sergisini açtı. Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği’nin (AICA) 1954’te İstanbul’da toplanan kongresi nedeniyle Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği yarışmada ilk yağlıboya çalışmasıyla birincilik ödülünü, bir yıl sonra ikinci Tahran Bienali’nde ikincilik ödülünü aldı.

38


Portre

Aliye Berger desen ve yağlıboya resimler yaptıysa da çoğunlukla oyma baskı tekniğinde, siyah-beyazın ara tonlarında yapıtlar verdi. Zımpara kağıdı, kasap kağıdı ve tülbendi malzeme olarak kullanan sanatçı günlük yaşamın kalıplarını, İstanbul’un çeşitli köşelerini bazen gerçekçi, bazen de fantastik biçimde, özgün bir lirizm ve dışavurumculukla yansıttı.

Güniz A. Küçükoğlu İzmir

39


www.birkitapbindost.com

YEMEK KÜLTÜRÜ ÇERKES YEMEK KÜLTÜRÜ Şimdi derin bir nefes alın, çünkü Çerkes yemeklerine göz atmadan önce buna ihtiyacınız olacak. Ben de derin bir nefes aldım ve çocukluğuma döndüm. Doğum günlerimde pasta yerine sıra dışı bir tercih yaparak, annemin Çerkes tavuğu hazırlamasını isterdim. Sevdiğim yiyeceklerin başında gelir ama tavuklar eski lezzetinde değil, ne yazık ki! Çerkes mutfağı oldukça zengin bir mutfak. Çerkes yemekleri daha çok et ve süt ürünlerine dayanır, sebzeye çok fazla yer verilmez. Çerkeslerde yemeğe başlamadan, sofra büyüğünün bir konuşma (dua) yapması adettir. Yemeklerinde hem Türk, hem de Rus etkisi görülen bu zengin mutfağın en çok dikkat çeken yemeklerinden bazılarını sizin için bir araya getirdim. * Çerkes Tavuğu Hepimizin bildiği bu lezzetli yemekten bahsederek başlamak en doğrusu olacaktır. İnce ince didiklenen tavuk, acuka ve cevizin bir havanda uzun uzun dövülmesiyle yapılan Çerkes tavuğu, bu mutfaktan Anadolu mutfağına hızlıca giriş yapmış bir lezzettir. Üstelik bu yemek Çerkesler için oldukça özel bir yere sahip. Bu yemeğe o kadar önem veriliyordu ki Çerkesya’daki geleneklere göre tavuğun hangi kısmının kimin tarafından yeneceğine dair bir hiyerarşik düzen bile mevcuttu. Misafirler ve yaşlılar en lezzetli kısımları yerken, çocuklar genelde kanat etiyle baş başa bırakılıyordu.

*Şıpsi Pasta, Şıpsibaste Çerkes yemekleriyle ilgili bilmeniz gereken ilk şeylerden biri adlarının yöresine göre ufak değişiklikler gösteriyor olması. Buna örnek olarak şıpsibasteyi göstermek mümkün. Tavuk veya etle yapılan bu yemek, mısır veya buğday unu kullanılarak yapılan bir çeşit lapadır. Kimi yörelerde yapılan keşkekle oldukça benzerdir. *Velibah Gözlemeyle aynı tarife sahip olan velibah, saçta hazırlanır. Çerkes esintili bir kahvaltı için vazgeçilmezdir. Evde hazırladığımız gözlemelerin sacta hazırlanmış halidir velibah. Üzerinde tereyağı eritebilir, dilediğiniz reçelle yiyebilirsiniz.

*Abista, Mamursa Hem ana yemek, hem de atıştırmalık olarak servis edilen abista Çerkes peyniriyle birlikte yenilir. Özellikle sıcak yaz günlerinde yoğurt, ayran gibi içeceklerle oldukça lezzetli bir seçenektir.

40


Yemek Kültürü

*Çerkes Mantısı: Haluj, Hıngel Pek çok farklı ismi olan bu yemek tam olarak mantı formundadır. Patates, kıyma ya da peynirle hazırlanabilir.

*Şubate Açmayı andıran bu lezzet üçgen şeklinde hazırlanır. Arasına tahin, üzerine pekmez sürülerek yenen şubate kaçırılmaması gereken bir lezzettir. *Çerkes Peyniri Eskiden ve hala daha nadirde olsa Çerkes köylerinde yapılan bu peynirin beyaz peynir ve lor peyniri arasında bir tadı ve görünümü vardır. Kaynamış inek sütünden üretilen peyniri taze taze tüketmenin tadının bir başka olduğu söylense de, peyniri bir iki ay kuru bir yerde bekleterek tüketmek de mümkündür. Çerkes peynirini nereden bulabilirim diyorsanız, maalesef size bir cevap veremem…

*Minik Börekçikler: Metez Buğday unundan hazırlanan hamurun içine yerleştirilen Çerkes peyniri, suda pişirilir ve ortaya metez çıkar. Mantıyı hatırlatan metez Çerkesler arasından çok sevilir.

Emel Üstündağ İstanbul

41


www.birkitapbindost.com

YÖNETMENLER VE FİLMLERİ Woody Allen ve Mantıksız Adam

Sinema sayfamızı artık “Yönetmenler ve Filmleri” biçiminde düzenleyeceğiz. Bundan böyle her sayımızda bir yönetmenin ve onun seçtiğimiz bir filminin tanıtımı yer alacak. İlk konuğumuz Woody Allen ve onun son filmlerinden biri... Mantıksız Adam’ın senaryosu, birçok filminde olduğu gibi Allen'ın kendisi tarafından yazılmış. Bu filmi seçmemizin nedenleri olarak; yeni olmasını, ilginç, eğlenceli ve sürpriz senaryosunu, içindeki felsefi dokunuşları, kara mizah anlayışını sıkmadan vermesini, insanların yaklaştıkça nasıl küçülebildiklerini göstermesini sayabiliriz. Filmin görece düşük kalmış ratingini, gözden

kaçmış olmasına yoruyor ve izlerken keyifli bir 90 dakika geçireceğinize garanti veriyorum. Internet film sitelerinden ya da Digitürk üzerinden bulabilirsiniz. Woddy Allen 01.Aralık.1935 Brooklyn, New York, ABD doğumlu dahi yönetmen Woody Allen aynı zamanda yapımcılık, senaristlik ve oyunculuk da yapmaktadır. Sinema dışında yazarlığı ve müzisyenliği de vardır. Yayınlanmış kitapları arasında basılı senaryo eserlerinin yanı sıra, genelde kara mizah öyküleri yer almaktadır. 1955’den günümüze kadar aktif olarak sinemada boy göstermektedir. Bütün listelerde gelmiş geçmiş en iyi 10 yönetmen arasında yer alır. Onlarca yapımı arasından daha çok dikkat çekenler: Tekrar Çal Sam – Play It Again, Sam (1972), Annie Hall (1977), Manhattan (1979), Hannah ve Kız Kardeşleri (1986), Suçlar ve Kabahatler – Crimes and Misdemeanors (1989), Yok Ya! – Anything Else (2003), Barselona, Barselona – Vicky Cristina Barcelona (2008), Paris’te Gece Yarısı – Midnight in Paris (2011), Roma’ya Sevgilerle – To Rome with Love (2012), Mavi Yasemin – Blue Jasmine (2013). Woddy Allen’dan bahsederken çoğu film senaryolarında yer almış, onun ilginç sözlerinden bahsetmemek olmaz. İşte onun felsefesini daha iyi anlamamızı sağlayacak bazı özlü sözleri: -Aşk olmadan seks boş bir deneyimdir ama boş deneyimler arasında olabilecek en iyi deneyimdir. -Ben ölümsüzlüğü eserlerimle elde etmek istemiyorum; ölmeyerek elde etmek istiyorum. -Benim merak ettiğim ölümden sonra değil, doğumdan sonra hayat olup olmadığı. -Bıraktığında sana acı verecek kadar bir şeyi sahipIenme. -Bu dünyada iki tip insan vardır: İyi ve kötü. İyiler daha rahat uyur ama kötüler uyanma

42


Sinema

vaktinden çok daha fazla keyif alır. -Bütün cevaplarınıza karşı sorularım var. -Eğer Tanrı varsa, umarım iyi bir mazereti vardır. -Hayat cinsellikle bulaşan, baş belası, ölümcül bir hastalıktır. -Hayatımız, onu nasıl bozmayı seçtiğimizden ibarettir. -Hayatta duyulabilecek en güzel cümle “Seni seviyorum” değil, “Kistiniz iyi huylu çıktı”dır. -Ölmekten korkmuyorum, sadece gerçekleştiğinde orada olmak istemiyorum. -Sevişmek briç oynamak gibidir. Eğer iyi bir partneriniz yoksa iyi bir eliniz olmasını ummalısınız. -Tanrı'nın var olmadığını kanıtlamanın bir yolu yok. Bu işi şansa bırakmak zorundasınız. -Yukarıda bizi izleyen bir şey olduğunu düşünüyorum, maalesef onun adı hükümet. Mantıksız Adam - Irrational Man (2015) Süre: 90 dk., ABD yapımı, Tür: Komedi, Dram Oyuncular: Joaquin Phoenix, Emma Stone, Parker Posey Felsefe hocası Abe Lucas, yeni bir üniversiteye gelir. Ancak, kötü şöhreti kendisinden önce okula ulaşmıştır. Alkole ve kadınlara düşkünlüğünden dolayı birçok kez başı derde girdiği okulda yayılır. Orta yaş bunalımı yaşayan profesör, hayatını değiştirmeye çalışırken iki kadın onun menziline girer. Kulak misafiri olduğu bir konuşma hayatının anlamını yeniden aramasına neden olur. Dostoyevski’nin büyük eseri “Suç ve Ceza”nın da etkisindedir. Filmi izleyecek olanları düşünerek, her zaman olduğu gibi daha fazla bilgi vermiyoruz... İyi seyirler...

43

Gürcan Köftecioğlu İstanbul


www.birkitapbindost.com

Aranıyor” adlı romanı 2017 Mayıs ayında yayımlanmıştır. Evli ve iki çocuk annesi olan yazar, YAZAK (Yazarlık Akademisi Derneği) üyesidir. Bu ay sizlere yazarın 2015 yılında yayımlanan “Hakuna Matata” adlı öykü kitabını tanıtmak istiyorum. Anatolia Kültür Yayınları tarafından basılan kitap on yedi öyküden oluşmaktadır. Küçük boy ebatta ve 128 sayfadan oluşan kitabı içinde bulunduğumuz tatil günlerinde hiç vakit geçirmeden okumanızı öneririm. Çok akıcı bir dille kaleme alınan kitabı daha tatilin başındaki yolculuk esnasında elinizden bırakamayıp bitireceğinizden eminim. Yazar; kitabın ismini oluşturan Hakuna Matata’nın ne anlama geldiğini benim gibi merak edenlere açıklamayı zaten ilk öyküde yapmakta, sonrası kendiliğinden gelmektedir. Kitabın tanıtım bülteninde ise şu ifadeler yer almaktadır; Öyküler, hayatı kadraja alır ve resim çeker. Binnur TEKİNALP bu karelerin içinde sıra dışı nicelikleri bulup çıkarmada ısrarcı bir kalem... Ve bir öykü tutkunu… Aramızda, içimizde yaşayan olayları sıradanlıktan kurtarmada bütün mesele… Binnur TEKİNALP, bu öyküleriyle "Hayatta küçük diye bir şey yoktur." düşüncesini okura veriyor. Kitabın içindeki öyküler sizi üzecek, öfkelendirecek ve hatta sevindirecek. Öyküler en çok duygularımıza hitap etmez mi zaten? İyi okumalar dilerim.

KİTAP TANITIM HAKUNA MATATA Binnur Tekinalp Yazar Binnur TEKİNALP; İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Serbest eczacı olarak çalışıyor. Şeref Yılmaz’ın yazarlık atölyesine katıldı ve kendisini öykünün içinde buldu. Sıra dışı kurgu yoğunluklu öyküler yazmaya başladı. Öyküleri başta Acemi ve Temrin olmak üzere çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanıyor. Birçok öyküsü Bir Kitap Bin Dost sitesinde de yer aldı. Binnur TEKİNALP, eczacı olarak başladığı meslek hayatına yazar olarak devam etmektedir. İlk kitabı “Hakuna Matata” adlı öykü kitabı 2015 yılında, ardından yedi çocuk hikâyesi ve son kitabı olan “Acele Aşk

44

Muzaffer Özkan Ankara


Kitap Tanıtım

yönü kazanıyor!.. Sevgi, saygı, hoşgörü, güven duyma gibi duygular, kişinin hem kendisiyle, hem de başkalarına davranışlarını etkiliyor.

45


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Ebru

Burhan Ersan İstanbul

46


Kültür & Sanat

Kültür & Sanat Ebru

Emel Üstündağ İstanbul

47


www.birkitapbindost.com

KĂźltĂźr & Sanat Resim

Aneta Hasani Kosova

48


K端lt端r & Sanat

K端lt端r & Sanat Resim

Adamou Tchimbiano Nijer

49


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Resim

Emel Üstündağ İstanbul

50


Kültür & Sanat

Kültür & Sanat Resim

Nilgün Altan Ankara

51


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Resim

Sema Güngör Çorlu

52


Kültür & Sanat

Kültür & Sanat Resim

Hülya Bozkurt İzmir

53


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Resim

İlgen Demir İstanbul

54


Kültür & Sanat

Kültür & Sanat Resim

Funda Kantaroğlu İzmir

55


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Resim

Metin Selçuk İstanbul

56


Kültür & Sanat

Kültür & Sanat Resim

Sibel Yıldırım İzmir

57


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Resim

Özen Araser İzmir

58


Kültür & Sanat

Kültür & Sanat Resim

Güniz Küçükoğlu İzmir

59


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Fotoğraf

Zümrüt Çakar İstanbul

60


Kültür & Sanat

Zümrüt Çakar İstanbul

61


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Fotoğraf

Tijen Köftecioğlu İstanbul

62


Kültür & Sanat

Kültür & Sanat Fotoğraf

Hüseyin Kekiç İstanbul

63


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Fotoğraf

Ayla Gözneli İstanbul

64


Kültür & Sanat

Kültür & Sanat Fotoğraf

Eren Demir İstanbul

65


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Fotoğraf

Nihal Rende İstanbul

66


Kültür & Sanat

Kültür & Sanat Fotoğraf

Asuman Gündüz Almanya

67


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Karikatür

68


Kültür & Sanat

Agim Krasnigi Kosova

69


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Karikatür

Aşkın Ayrancıoğlu Sinop

70


Kültür & Sanat

imdat

Fawzy Morsy Mısır

71


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Karikatür

Erkeklerin en iyi arkadaşları

Mehmet Saim Bilge Ankara

72


Kültür & Sanat

ayna

Kemo Nini Gürcistan

73


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Karikatür

Eren Sönmez Karabük

74


Kültür & Sanat

Nicoleta İonescu Romanya

75


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Karikatür

Raşit Yakalı İstanbul

76


Kültür & Sanat

Latzco Radu Fransa

77


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Karikatür

Mustafa Yıldız İzmir

78


Kültür & Sanat

Luis Eduardo Leon Kolombiya

79


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Karikatür

Peiman Mirzaei Avustralya

80


KĂźltĂźr & Sanat

Martin Arrizabalaga Arjantin

81


www.birkitapbindost.com

Kültür & Sanat Karikatür

Erkeklerin en iyi arkadaşları

82


Kültür & Sanat

Tvg Menon Hindistan

83


Ayın Dostu RESUME:

Tvg Menon

Mr. TVG Menon / Cartoonist / Kerala - India

Hindistan

TVG Menon, alias ‘kar2nist’, is a freelance cartoonist. He hails from Kerala, a southern costal state of India. He has been drawing cartoons from 1980 onwards. He has won the ‘Best Cartoon Award’ instituted by the Kerala Cartoon Academy in the year 2005. He has also received the Kerala State Awards (Honourable Mention) in 2011 and again in 2015 for his cartoon entries. Also he was honoured by the Kerala Cartoon Academy as a senior cartoonist in 2011. He posts cartoons regularly in sites such as Facebook, Best Cartoons, ToonsMag, We Are Cartoonist, Cartoon Home International Network, TZOUTZOU comics (meta to etsi), FECO and many more. A few years ago, his cartoon titled 'The German Dilemma” on German Chancellor Angela Merkel was selected and published along with 9 others from a survey of the works of cartoonists around the World, by Germany's International Broadcaster Deutsche Welle. He recently received the "Success Incentive Award" from Azerbaijan Cartoon Centre. Kerala Cartoon Academy (of which he is a senior member) honoured him in November 2015 by conferring on him the prestigious "Honourable Membership". He also hosted a Solo exhibition of his Cartoons in the recently concluded National Mega Cartoon Show "Caritoon Kochi 2017" He has appeared on Turkish TV Channel ‘Kuresel TV’ in 2015 in a program organised for children.

ÖZGEÇMİŞ: Mr. TVG Menon / Karikatürist / Kerala - Hindistan TVG Menon ya da diğer adıyla ‘kar2nist’, serbest bir karikatüristtir. Memleketi Hindistan'ın güney kıyısındaki Kerala’dır. 1980’den beri karikatür çizmektedir. 2005 yılında Kerala Karikatür Akademisi tarafından verilen En İyi Karikatür Ödülünü kazandı. 2011 ve 2015’de karikatürleriyle Kerala Devlet Ödüllerini (mansiyon) aldı ve ayrıca Kerala Karikatür Akademisi tarafından 2011’de usta bir karikatürist olarak onurlandırıldı. Karikatürlerini düzenli olarak Facebook, Best Cartoons, ToonsMag, We Are Cartoonist, Cartoon Home International Network, TZOUTZOU comics, FECO ve daha birçok siteye göndermektedir. Birkaç yıl önce, Almanya Başbakanı Angela Merkel ile ilgili ‘Alman İkilemi’ adlı karikatürü, Almanya’nın Uluslararası Yayıncısı Deutsche Welle tarafından dünya çapındaki karikatüristlerin yapıtlarına ilişkin bir anketten diğer 9 eserle birlikte seçildi ve yayınlandı. Kısa bir süre önce Azerbaycan Karikatür Merkezi'nden "Başarı Teşvik Ödülü"nü aldı. Kıdemli üyesi olduğu Kerala Karikatür Akademisi tarafında Kasım 2015'te prestijli "Onur Üyeliği"ni sunularak onurlandırıldı. Ayrıca kısa bir süre önce tamamlanan Ulusal Mega Karikatür Sergisi "Caritoon Kochi 2017"de karikatürlerinden oluşan bir kişisel Sergi'ye ev sahipliği yaptı. 2015’de çocuklar için düzenlenen bir programda Türk TV Kanalı 'Küresel TV'de yer aldı.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.