BirKitapBinDostMayıs2018

Page 1

BİR KİTAP BİN DOST Aylık Edebiyat Kültür ve Sanat Dergisi

Mayıs 2018 Yıl: 2 Sayı: 12

TÜM ANNELERİN ANNELER GÜNÜNÜ

KUTLUYORUZ

2018 Aylık Edebiyat Kültür ve Sanat Dergisi


BirKitapBinDost BİR KİTAP BİN DOST Aylık Edebiyat Kültür ve Sanat Dergisi Mayıs 2018 Yıl: 2 Sayı: 12

Genel Yayın Yönetmeni ve Editör İlhan Özdemir

Bu sayıda... 3 Editörden… 4 Muzaffer Özkan-Siz Hiç Ankara’yı.../Deneme 6 Gürcan Köftecioğlu—Londra’da... /Öykü 8 Ebru Dişiaçık—Mazinin.../Öykü 11 Yıltu Salur—Durdurabilmek/Şiir 12 Aynur Karataş—Sevgi Üzerine/Deneme 14 Kedda Berjoh—Çit/Deneme 16 Lavinya Öz—Kılıç/Şiir

Edebiyat Yönetmenleri Muzaffer Özkan Gürcan Köftecioğlu

17 Hande Ortay—Hayat Oyunu/Şiir 18 Taylan Ö. Kumaş—Yarım/Şiir 20 Hatice Aydın—Bir Fotoğraf Bir Söz 22 İlhan Özdemir —Söyleşi/Agim Krasniqi

Kültür ve Sanat Yönetmenleri

26 Yasemin Bayındır—Yer ve Mekan/Edirne...

Emel Üstündağ

27 Güniz A.Küçükoğlu—Portre/Devrim Erbil

Yasemin Bayındır

28 Emel Üstündağ—Yemek Kültürü/Amasyaı

Mehmet Saim Bilge Agim Krasniqi

İdari İşler Aziz Dur Doğan Bayındır

Kosova Temsilcisi (Representative in Kosovo) Agim Krasniqi Hakkımızda ve Yayın İlkeleri ilk iki sayımızda yayınlanmıştır.

İletişim birkitapbindost@gmail.com Tüm içeriğin hakları saklıdır.

30 Agim Krasniqi—Yer ve Mekan/Jakova 32 Gürcan Köftecioğlu—Sinema/Steven Spielberg 34 Muzaffer Özkan—Kitap/Zamanın Kısa Tarihi 38 Burhan Ersan—Reng-i Su 39 Emel Üstündağ—Ebru 40—49 Resim: :Hülya Bozkurt—Güniz A. KüçükoğluAneta Hasani-Selma Top--Zehra Çakıcı-Hülya ÖzverenYalçın Alaca-Gina G.Torres-Nilgün Altan 50—55 Fotoğraf: :Aziz Dur-Bardhyl Spahiu-Saeed Mohammadzadeh-Nihal Rende-Şengül Yılmazkaya 56—73 Karikatür: M.Saim Bilge—Fadi Abou HassanAgim Krasniqi-Tvg Menon-Mary Zins-Cival Einstein-Dina A.Gawad--Sholeh Pardakthim-Ali Shafei-Hari KumarIsmail Lahari-Uğur Pamuk-Wilber C.Centeno--Keti Radevska-Darko Drljevic-Mojmir Mihatov-Tsocho Peev-Sun Chen Arka Kapak: Ayın Dostu-Fadi Abou Hassan Ön Kapak Resim: Emel Üstündağ

İzinsiz Kullanılamaz

@2017

2


Mayıs 2018

Editörden...

ANNELER GÜNÜ

Kapitalizmin tüketim ekonomisine alet edilmiş olan çok önemli ve çok özel günlerden bir tanesi de “Anneler Günü”dür. Dünyanın en önemli ve en değerli varlıkları olan Anneler için bir gün ayrılması ile, sanki o gün mutlaka hatırlanmaları ve onlara hediyeler alınması gerekir imajı yaratılıyor. Bu oyuna gelmemek ve yaratılmaya çalışılan bu imaja alet olmamak için, bugün ile ilgili çok fazla bir şey yazmamanın daha doğru olacağına inanıyorum. Yalnızca bir gün değil, yılın ve yılların her günü hatırlanmaları ve aranmaları gereken; tüm annelere, anne olacaklara ve anne adaylarına selam olsun... En içten sevgi, saygı ve selamlarımla. .

.

.

Bu ay derginin kapak konusunu Annelere ayırdık. Sevgili Emel Üstündağ’da her zaman olduğu gibi bu ayda dergi kapağı için çok güzel sulu boya bir resim yaptı. Bu güzel resim için Emel Üstündağ’a çok teşekkür ediyoruz, gönlüne ve fırçasına sağlık. Bir Kitap Bin Dost dergisinin Mayıs ayı sayısına emeği geçen ve dergiye katkıda bulunan tüm dost ve arkadaşlara çok teşekkürler. İyi ki varlar ve iyi ki bizimle birlikteler...

Sevgilerimle...

3


BirKitapBinDost

DENEME

Muzaffer Özkan Ankara

SİZ HİÇ ANKARA’YI GÖRDÜNÜZ MÜ? Kimileri Ankara’yı bilmezler; hem nerden bilecekler ki? Onlar Ankara’da otururlar ama Ankara’yı hiç sevmezler, hiçbir zaman da Ankaralı olmazlar… Ankara’nın 23 Nisan’ında çocuk, 19 Mayıs’ında genç, 29 Ekim’inde Cumhuriyet olamazlar… Çevrelerindeki korumalar olmadan Ulus Meydanında gezemezler… Onlar; acaba o meydandaki Atatürk Heykelinin önünde resim çektirdiler mi? Yine oradaki tarihi Sümerbank mağazasından eşlerine iki metre pazen kumaş aldılar mı? Sümerbank ayakkabısı giydiler mi? Eminim; Gençlik Parkı turnikelerinden bilet almadan kaçmamışlar, Göl Gazinosunda Müzeyyen Senar dinleyip, gecesinde Şişman Maraş Dondurmacısının önünde sıraya girmemişlerdir. İlk meclis binasını ne vakit gördüler? Başları yukarıda, omuzları dik, gözlerinde iki damla yaşla, o büyülü atmosferi gururla içlerine çekebildiler mi? Ankara Palas’ı bilirler mi? Hani Atatürk’ün balolarda dans ettiği, konuklarını ağırlayıp, kendi gibi ayyaş(!) arkadaşlarıyla memleket meselelerini tartıştığı, şık, zarif, Cumhuriyet kokulu efsane mekânı… Sıhhiye’de, Zafer Çarşısı’ndaki galeride resim sergisine yolları düştü mü acaba? Oradaki kitapçılardan, paraları yetmediğinde, alınamayan kitapları bir köşede ayaküstü alelacele okudukları oldu mu? Sakarya Caddesindeki balıkçılardan iki kilo hamsi alıp evlerine götürdüler mi? Ankara’nın efsane mekânı Piknik’de, hardallı patates kızartması yediler mi?

4


Mayıs 2018 Gökdelen’deki postaneden ankesörlü telefonla arkadaşlarını arayıp Set Kafeterya’da onlara Arjantin birası ısmarladılar mı? Soysal Pasajı’ndaki kuyumculardan sevdiklerine birer yüzük aldılar mı? Yüksel Caddesi’nde bir banka oturup; deliyle, veliyle, küpeliyle, dövmeliyle, müzisyenle, şairle, kasketli heykellerle hasbıhal ettiler mi? Tarihi Mimar Kemal İlkokulunun paydos zili çaldığında, bir çocuğun elinden tutup Mithatpaşa Caddesi’nden karşıya geçirdiler mi? Okulun hemen yanındaki Mülkiyeliler Lokantasında, arkadaşlarıyla oturdukları rakı sofralarında, ikince saatte hükümeti devirip, üçüncü saatte yeni bir hükümet kurdular mı? Buzlu havalarda Kocatepe'den, Olgunlar'a inerken, duramayıp, Atatürk Bulvarı'na kadar kaydılar mı? Meşrutiyet Caddesi'nde çocukları için dershane aradılar mı? Tunalı Hilmi’deki Tuna Pastanesinde çikolatalı pasta yiyip, Akün Sineması’nda “Rambo” filmi seyrettiler mi? Papazın Bağı’nda, sevdiğinin beline sarılarak yürüyüp, Kuğulu Park'ta kuğulara ekmek attılar mı? Kızlarının ellerinden tutup, Kurtuluş Parkı’ndaki Buz Pateni pistine götürdüler mi? Mogan Gölü'nde, Eymir'de piknik yapıp, Çubuk Barajı’nda, arkadaşlarıyla iddiaya girip, barajın soğuk sularına elbiseleriyle atladılar mı? Ankara'da öğrenci, Ankara'da memur, Ankara'da asker, Ankara'da devrimci, Ankara'da âşık oldular mı? Onlar; Kızılay'da yürüyüp, Karamürsel Mağazasından taksitle takım elbise aldılar mı? Kızılay binasının köşesindeki Milli Piyango’da, amorti çıkan biletini değiştirdiler mi? Güvenpark'tan, dolmuşa binmeden önce bir demet papatya alıp, eşlerine götürdüler mi? Güvenpark'taki anıtın üzerinde ne yazıyor hiç okudular mı? Ben söyleyeyim. TÜRK ÖĞÜN, ÇALIŞ, GÜVEN... Adı güvenlik anıtıdır… Ülke insanının emniyet güçlerine duyduğu güveni simgeler... İşte tam da, güvendiğimiz yerde vurulduk biz... Onlar; güvendiğin yerde vurulmanın ne olduğunu bilirler mi? Ana kucağından düşmek gibidir… Her bir parçan bir yerlere savrulsa da, yarım kalan hayallerine son kez bakmak için gözlerin açık kalır... Hele bir de gençsen, güvendiğin yerde ölüme inanamazsın... Bugün kasvetli bulunup, beğenilmeyen Çankaya Köşkünden sadece Ankara'ya değil, ülkenin tamamına bakıp, vatandaşlarını görebilen, bir adam vardı ya... Biz 90 yıldır o adamın gördükleriyle ayakta duruyor, Onun bıraktığı enkazla(!) onurlanıyoruz... Oysa onlar hâlâ nefret söylemlerinde, dilleri hâlâ tetikte, memleketin yarısını terörist ilan ettiler... Bunu nasıl yapıyorlar akıl sır erdiremiyoruz... Üstat Refik Durbaş'ın affına sığınıp desek ki, ''Nefret ne yana düşer usta, şefkat ne yana'' Biliriz ki, severler ağlamayı... Şiire ağlarlar, türküye ağlarlar, Mısır'lı Esma'ya ağlarlar... Taksim, Gar ve Kızılay Meydanlarında katledilen masum insanlar için niye ağlamadınız diye soracak değiliz elbette... Farkındayız… Ne ülkeyi, ne dünyayı görebiliyorlar. Son söz; o görkemli saraylardan bakınca, Ankara bile görünmüyor...

5


BirKitapBinDost

ÖYKÜ GürcanKöftecioğlu İstanbul

LONDRA’DA BİR GECE Sinan, Heathrow’dan Paddington’daki istasyona geldiğinde havanın kararmasına az bir zaman kalmıştı. Haritada Sussex Gardens adlı caddeyi aradı, buldu. Oradaki onlarca otelden birine yerleşecekti. Ucuz bir oda tutmak istiyordu. Birkaç otel dolaştı. Sonunda karşılaştığı kurnaz bakışlı otelci kadının söyledikleri hoşuna gitti. Otelci, “İsterseniz arka sokakta bir binamız daha var, o odaları daha ucuza verebilirim.” Kadın önde, Sinan bavuluyla peşinde arka sokaktaki yere gittiler. Kadın dış kapıyı açtı, üst kata çıktılar. Küçük bir odaydı, bir yatağı bir de lavabosu vardı. Otelci kadın, “Duşu ve tuvaleti kattaki üç oda ortak kullanıyor. Burada resepsiyon yok, kahvaltı için ön binaya gelmeniz gerekiyor.” Sinan kadınla biraz pazarlık etti, odayı tuttu. Olduğu gibi yatağa uzandı. Neler yapacağını düşündü. Çok geçmeden toparlandı, kendini Londra sokaklarına attı. Oxford Street üzerinde genç bir satıcı çeşitli şaka ve hileler yapmak için hazırlanmış kartlar satıyordu. Kulak kabarttı: “(…) Üstelik yedi dilde kullanma kılavuzuyla birlikte… İngilizce, Amerikanca, Avusturalyaca, Kanadaca, İskoçça, Galce ve İrlandaca...” Gülümseyerek oradan uzaklaştı. Bu kez temizlik işçilerinin konuşmalarını duydu. Mükemmel İngilizce konuşuyorlardı. Aksana alışık olmayan Sinan cümlelerin sonlarını çok zor anlıyordu. Yıllarca lisan için harcadığı paraları düşündü. İçinden Türkçe bir küfür etti. Karnı kazınmaya başlıyordu. Bir dükkânda döner görünce bir an için kendini memleketinde sandı, oradaki Yunanistan afişlerini görünce gerçeği anladı. Morali bozuldu ama döner lezzetliydi, ne de olsa komşu malıydı. Geç saatlere kadar gezdi. Trafalgar Meydanı’ndan otele dönerken geceyi yarılamıştı. Bir an önce uyumak İstiyordu Üzerindekileri çıkardı. Elinde şampuanla duşa gitmek için odadan çıktı. Çıkmasıyla kapı kapandı ve kilitlendi. atlet ve donla kalakalmıştı. Ne yapacağını bilemedi. Beklemeye başladı, düşünüyor ama bir çare bulamıyordu. Anahtarı odada kalmıştı. Dünya başına yıkıldı, bir anda panikledi. Üzerinde sadece atlet ve donla kalakalmıştı.

6


Mayıs 2018 Ne yapacağını bilemedi. Beklemeye başladı, düşünüyor ama bir çare bulamıyordu. Ani bir kararla otelden dışarı çıktı. Soğuk bir kış gecesinin ortasıydı. Dış kapı kapandığında artık geri dönüş şansı kalmadı… Bu durumdan bir an önce kurtulmak ve soğuktan donamamak için yarı çıplak haliyle sokakta koşmaya başladı. Bir sokak geçecek, ikincisinden sola saparak öndeki büyük caddeye ulaşacaktı, diğer bina çok uzakta sayılmazdı. Fakat köşeyi döndüğünde onu kötü bir sürpriz bekliyordu… Bir anda iki gencin üstüne doğru koşmakta olduğunu fark etti. Bir manevra yapıp yanlarından geçmeyi düşündü. Fakat adamlar bu duruma hazırlıklıydı, birisi onu yakaladı, diğeri ani bir reflekse bıçağını çekti ve Sinan’ın kalçasına sapladı. Sinan kanlar içinde yere yığıldı… Gözlerini açtığında kendini terk edilmiş bir depoda buldu. Kalçasındaki kan epey bir ortalığa yayıldıktan sonra durmuş ama yarası hâlâ sızlıyordu. Ayakları yara bere içindeydi. Çamaşırları kirden ve kurumuş kandan siyaha ve kırmızıya bulanmıştı. Dili döndüğünce derdini anlatmaya çalıştı. Adamlar sokak ağzı ve argo konuştuğundan onların söylediği birçok lafı anlamıyordu. Yine de dertlerinin kendisinden para koparmak olduğunu anlaması uzun sürmedi. Sefil bir haldeydi ve bu işkenceden bir an önce kurtulmak istiyordu. Vücudu uyuşuyor, acı çekiyordu. Kendini iyice zorladı. Aklına çok sevdiği bir söz geldi, “Düşünmek zaman ister, ama karar vermek cesaret…” Adamlara ne istediklerini sordu. “On bin papel,” dediler. “Eğer beni aldığınız yere götürürseniz bunu bulabilirim,” dedi. “Param otelde,” diye ekledi. Adamlar bunu denemeye değer buldular, üstüne yıpranmış bir kazak ve yırtık bir kot pantolon uydurup tek kolundan kelepçelediler. Yola çıktıklarında gün ışımıştı. Adamlardan biri arabayı sürüyor, diğeri arkada Sinan’a kelepçeyle bağlı oturuyordu. Bütün parasını da verse bunlardan kutulamayacağını düşündü. Çünkü otel odasında sadece birkaç yüz poundu vardı ve bu adamlar sırf bu yalan yüzünden onu oracıkta daha beter bıçaklamaktan çekinmezdi. Endişe ve korku içinde ne yapacağını bilemiyordu. Söyleyeceği başka bir yalan, eğer adamların hoşuna gitmezse ya da bir dolap çevirdiğini anlarlarsa, oracıkta infaz edilmesine neden olabilirdi. Hızla şehir merkezine doğru yaklaşıyorlardı. Korku ve endişesi giderek artıyordu. Aklına uyduracak yeni bir hikâye gelmiyordu… Ne var ki, çok geçmeden sekiz on araç arkalarında bir polis devriye aracı olduğunu fark etti. Bu tek kurtuluş şansıydı. Ancak araçlar hızla ilerlediğinden yapacağı bir çılgınlık, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan farksız olurdu. Yanındakinden kurtulsa bile yerlerde sürünebilir, başını vurabilir ya da arkadan gelecek araçlar onu ezebilirdi… Birkaç dakika sonra bir trafik lambası imdadına yetişti, kırmızı ışığı hiç bu kadar sevmemişti. Bütün cesaretini topladı, aracın ışıkta durmasıyla birlikte önce yanındaki adama sağlam bir kafa attı, sonra da arka kapıyı açarak aşağı atladı. Fakat kelepçe ile bağlı olduğu adamdan kurtulamamıştı. Araçların hareket etmeye başlaması ile birlikte koşmaya ve sürüklenmeye başladı. Bağlı sağ kolunda dayanılmaz bir yük ve acı vardı. Sonunda kolunun kopmasına az kala, bağlı olduğu adamın kolu da fazlasıyla acımış olmalı ki, birkaç bağırıştan sonra araç yavaşladı ve adam araçtan düştü. Arka kapısı açık araç kaçarak uzaklaşırken Sinan ve yanındaki haydut, kol kola ama dayanılmaz acılar içinde asfaltın üstüne yığılmışlardı. Olayı film izler gibi gören bütün araçlar durmuştu. İnsanlar bu iki kişiye nasıl yaklaşacaklarını kestiremiyordu. Sanki yönetmenin, “Kestik!” demesini bekler gibiydiler. Neyse ki birileri ambulans aramayı akıl etmişti. Bu sırada gerilerden polisler koşarak geldi, güvenliği sağlamak ve insanları kontrol altına almak için çalışmaya başladı. O sırada geçirdiği baygınlıktan uyanıp kendine gelen Sinan, bir kolundan hâlâ bağlı olduğu adama, bir etrafındaki meraklı kalabalığa, bir polislere baktı. İlk yardım ekibine gördüğünde artık dayanacak gücü kalmadı ve bayıldı… Uyandığında bir kolunun koptuğunu sandı, uyuşturdukları için vücudunun orasında hiçbir his yoktu. Polise nasıl bir hikâye anlatacağını bilmiyordu. Çünkü dün gece yaşadıkları pek akla yakın değildi. Fakat bütün bunlardan önce, ona sorsalar, Londra’da hiç istemeyeceği iki şeye, hastaneye ve polislerin eline düşmeye böyle sevineceği asla aklına gelmezdi…

7


BirKitapBinDost

ÖYKÜ

Ebru Dişiaçık İstanbul

MAZİNİN ŞİMDİKİ HALİ “Gözlükçüde karşılaştık” dedi ve başı önde kaldı öylece. Üç gün geçmişti üstünden. Unutamamıştı. Oysaki unuttuğunu sanmıştı. Rol yapmış olduğunu bir kere daha anladı. Söylenmemiş sözcükler sessizlikle harmanlanıyor, dağılıyordu. Bakışlar her şeyi anlatıyordu anlatmasına ama iri yutkunuşlar acıtıyordu her defasında. Siluetler dahi buharlaşıyordu sanki. Zaman dediğin bu kadar acımasız mıydı? Gözlerini daha koyu hatırlıyordu. Bakışlarını daha sert. Ya sesi? Geçmişten gelen bir ezgiyi anımsatıyordu fakat isimlendiremiyordu. “Öyle işte” dedi ve elbisesinin üzerindeki çiçek işlemelerine dikti gözlerini. Yirmi dokuz harf tıkanmıştı sanki. Yan yana gelmemek için direniyorlar gibiydi. Eline tutuşturulan bir fincan ıhlamur odadaki gergin havayı bir anda aldı, mis gibi ıhlamur kokusu yayıldı. Bir yudum aldı. Bir yudum daha. Bir yudum daha. İçtikçe içesi geliyordu. Pas tutan şeyler sanki temizleniyordu. “İçim yanmış” dedi buğulu gözleriyle. Yaşlı kadın sobanın üzerindeki demliği aldı ve boşalan fincanı doldurdu. Dert ıhlamurun üzerine çöreklenmiş gibiydi. Doldurdukça içti, boşaldıkça doldurdu. Tik tak sesi dahi şaştı bu işe. Akrep ve yelkovan yetişemedi birbirine. Karanlık basar basmaz yer yatağını hazırlayan yaşlı kadın, biraz ekmek biraz da süt bıraktı bir köşeye. Sessizce odayı terk etti. İşte bir başınaydı. Saten yorganın altına kıvrıldı ve parmaklıklar ardında tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. Dün gibi hatırlıyordu evden çıkışını. Annesi arka bahçede çamaşır asıyordu. Babası iri gözleriyle televizyona bakarken düzene sövüyordu. O gün öyle cesaretliydi ki! Öyle kendinden emin. Sessizce sıyrılmıştı bu atmosferin içinden. Gidiş o gidiş... Nasıl da mutluydu! Nasıl da huzurlu! İçi içine sığmıyordu! Bir veda dahi edememenin boğazına düğüm olacağını düşünür müydü? Düşünseydi yapabilir miydi? Deli cesareti dedikleri bu olsa gerekti.

8


Mayıs 2018 Geceyi oldum olası sevmezdi ya! Gözlerini kapadı. Girdabına kapılmadan uykuya daldı. Ölümle burun burunaydı rüya âleminde. Sadece tek bir ses duyuluyordu fakat nerden geldiği bilinmiyordu. “Yol yakınken gönlünü al. Yoksa bu ızdırap seni iki ara bir derede yakalar.” diyordu ve aynı cümle tekrar ediliyordu. “Anne” diye seslendi. Cevap yok. “Baba” dedi. Duyan yok. Boşluk üstüne üstüne gelir gibiydi. Göğün beyazla mavisi birbirine karışmış tek renk olmuştu. Üşüyordu. Kolunun titrediğini hissettiğinde hala rüyanın içerisinde olduğunu sandı. Gözleri yaşlı kadının gözleriyle buluştuğunda olduğu yerde sıçradı. “Anne! Baba!”... “Şşşştt! Sakin ol! Belli ki gördüğün rüyanın etkisindesin. Hadi gel, içerde seni bekleyen bir misafirin var.” Sorular yığınak halde düşüyordu genç kadının zihnine. Toparlandı. Odanın içinde bulunan aynası çatlamış lavaboda elini yüzünü yıkadı. Yaşlı kadının dün akşam komodinin üzerine bıraktığı süt ve ekmeği fark etti. Sütü bir dikişte bitirdi. Kendini iyi hissediyordu. Ne zaman süt içse bir elin onu koruduğunu düşünür rahatlardı. Mazisi geçmişe uzanırdı. İçerden yükselen sesler kulağına tanıdık geldikçe adımları geriye düştü. “Yoksa!” diye geçirdi içinden. Şimdi sihirli bir değneğin dokunuşuna nasıl da ihtiyacı vardı! Ya da bir masala! Fantastik bir kahramana! Uçuşan zihni seyri âlem yapıyordu sanki. Geçmiş ve şimdiki zaman arasında çırpınırken, aklı Rapunzel’in pencereden aşağı sarkıtacak kadar uzun olan saçlarına gitti. Sanırım delirmek üzereydi. Şimdiki zamana ani bir dönüş yaparak derin bir nefes aldı ve yarı aralık kapıdan içeriye sızdı. Saklanacak delik yoktu. Gerçek, koltukta öylece oturuyordu. “Baba!” demek istiyordu fakat dudakları bir türlü “B”nin üzerine gelemiyordu. Yoksa unutmuş muydu? Ya da korkuyor muydu? Sükûnet bozulmaya adaydı. Kasketli adam ayağa kalktı ve genç kadına doğru yaklaştı. “Çocukken de böyleydin. Sütü içer, dudaklarında kalan izi bana gösterirdin. Şimdi de aynı. Hiç ama hiç değişmemişsin.” Sarı parmakları uzanmak üzereydi ki, genç kadın babasının boynuna sarıldı ve uzun uzun ağladı. Sıcacıktı. Konaklamak hiç bu denli huzur verici olmamıştı. Bir şeyler söylemeli, açığı kapatmalı, sevgisini dile getirmeliydi. Yapamadı. O sözcükler bir türlü yerini bulmadı. Dakikalar geçti. Baba ve kızın hasreti dinmedi. Hüzünlü atmosfere dayanamayan yaşlı kadın mutfaktan yeni demlenmiş ıhlamur ile birlikte geldi. Kokuyu duyar duymaz içine çeken baba gülümseyerek tepsiyi elinden aldı. Herkes halinden hoşnut gözüküyordu. Genç kadın ise kendini yarım hissediyordu. Yarımdı işte. Bütünden parçalar birer birer kopmuştu. Eksikti. Eksiklerin bir araya gelme çabası ise boşa geçen bir beklentiydi. “Ne düşünüyorsun?” Bomba etkisi yaratan bu ani soru ile baba ve yaşlı kadın afalladı ve birbirlerine baktı. Kendini yarım yamalak hisseden genç kadın ise en güvenli halini takınarak ayağa kalktı. Hatalarının bir o kadar farkında olup, bir o kadar da ona sığınıyor olmak çaresizliğin en yüksek mertebesiydi. Şâşâlı sahneler ise şu perdede yapılacak en son şeydi. “Seni seviyorum baba. Senin de beni sevdiğini her zaman hissettim. Ama çok eksiğiz. Bu eksiklikle yeni bir biz oluşturmak uçurumdan atlamak kadar korkutucu. Seni sevdiğimi bilmen ve senin tarafından sevilmem şu an için en iyi şey. Bak, annemi bile soramadım sana! Hiçbir şeyin açıklaması ve telafisi yok nasılsa!” Babasının yanağına küçük bir öpücük konduran genç kadın usulca ayakkabılarını giydi ve orayı terk etti. Kaset geri sarmış gibiydi. Mazi tekrar alevlenmişti. Yaşlı kadın tüm sükûneti ile babanın elinden tuttu. Sanki bir planı vardı ve gözleriyle bunu anlatmaktaydı. Günler kaldığı yerden devam ederken, taşlar hâlâ oturma çabasındaydı. Yaşamın kendisinin ne denli iyi bir öğretici olduğu ise yine tüm yaşadıklarımızda saklıydı. Yaşlı kadının günden güne artan romatizmaları onu adeta yatağa bağlamıştı. Tatsız bir kadın olup çıkmıştı. Genç kadın, bedenini onun evine onun himayesine emanet etmişti. Fakat ruhu tam anlamı ile bir işkencenin içindeydi. Fazlalık hissediyordu kendini. Yalnız ve sığıntı. 9


BirKitapBinDost İşte o günlerde memleketten, baba evinden bir mektup düşüverdi. “Gel” diyordu babası. İyi olmadığını dile getiriyordu. Tüm mektup neredeyse iki cümle üzerine kuruluydu. O gece apar topar küçük bir valiz hazırladı. Hepi topu iki gün kalacaktı. Birkaç parça kıyafet yeter de artardı. Yaşlı kadına ses etmeden soluğu otogarda aldı. Yol boyunca uyudu. Düşünmeye fırsat vermemenin, duyguların sıkışmışlığından kurtulabilmenin tek yolu uykuydu. Kişiyi rahatlatıyordu. Uyku kısa bir süreliğine de olsa kaçıştı. Olan bitenden, şekillerden, seslerden, doğru ve yanlış ikileminden. . Kısacası her şeyden. Bu mola ile güçleniyordu insanoğlu. Dirilişi tekrar hissederek ayaklanıyordu. “Sayın yolcularımız, Kayseri otogarına gelmiş bulunuyoruz. Bagajlar için lütfen sıraya girelim.” Kulağına belli belirsiz çalınan Kayseri kelimesi ile gözleri aralanan genç kadın bir süre kımıldamadı, kendine gelmeye çalıştı. Bir zamanlar inanmazdı memleket kokusuna. “Kuru lakırdı” der geçerdi. Ya şimdi? Burnunun direği sızlamıştı. Ayakları “koş” dese de kalbi eğretiydi. Zaman denilen şey insanı sil baştan yaratıyor gibiydi. Sonunda inmeye karar verdi ve köylerine gidecek olan minibüse bindi. Şehire en yakın ilk köy onlarındı. Tıngır mıngır süre gelen bir yolculuğun ardından minibüs durdu. Derme çatma evleri yolun başında göründü. Dumanı tütmekteydi. Yıllar önce bir gece yarısı veda etmişti bu sokağa, baba ocağına. Değişmişti. Değiştiğinden emindi. Fakat yüreğindeki garip çırpınış onu endişelendirmişti. Kim bilir belki de aslına dönüş zikredilmekteydi. Etrafta kimsecikler yoktu. Ağır adımlarla eve yaklaştı. Kapı önüne çıkarılmış eski koltuk hala durmaktaydı. Annesinin sesi kulaklarına çalındı. Çekimser bir şekilde kapıyı iki kez tıklattı. Açan olmadı. Işıklar yanıyordu. Şansını bir kez daha denedi. Derinden gelen ayak kıpırtısı duyunca bir iki adım geriledi. Görünmez olabilmeyi ne de çok isterdi. Kapı yavaş yavaş açıldı. Babası ayakta zor duruyordu. Bedeni iyice küçülmüş, nefes alıp vermesi zorlaşmıştı. Saçları pamuk tarlası gibiydi. Kısa bir süre içinde gelişen bu değişim genç kadını hayrete düşürmüştü. “Hoş geldin” kelimesini tamamlayamayan babasını susturdu ve kolundan tutarak yatağına güçlükle yatırdı. “İnsan eti ağır olur, beden kendini salar” derdi annesi. Haklıymış. Bir deri bir kemik kalan babasının bu denli ağır olabileceğini asla düşünemezdi. “Geldin ha!” diyen ses mutluluk koktuğu kadar sitem de içeriyordu. Eğildi, babasının iki yanağından öptü. Sorgular bir kenara istiflenmiş gibiydi. Geçmiş zaman uçup gitmişti. Evin içi hiç değişmemiş, her şey en son bıraktığı haliyle idi. Kırık dökük vitrinin içini süsleyen ilkokul resmi hala oradaydı. Aidiyet duygusu ruhunu nasıl da yakalamıştı! Kafa kâğıdında yazılı olan “Emel Çiçek”, ruhen ve bedenen geri dönmüş gibiydi. Ana adı “Suzan” baba adı “Hayrullah” yazan... Hiç gitmemişçesine kıyafetlerini çantasından çıkardı. Ayakta zor duran emektar dolabına yerleştirdi. Yatağının üzerinde serili olan kırmızı çiçekli örtüyü yarıladı. Yaşanmışlık izi bıraktı. Tepede topladığı saçlarını açtı, annesinden öğrendiği şekilde sıkı sıkı tek örgü yaptı. Terlikleri yatağının başucundaydı. Yırtıktı, rengi de kaçmıştı. Ayaklarına giydi. Dışarı taşan topukları zamanın en hakiki göstergesiydi. Tek kişinin zor döndüğü mutfağa girip çay demledi. Taze çay kokusu babasının burun deliklerinden sızınca gülümsedi. Sanki hiç ama hiç gitmemiş gibi...

10


Mayıs 2018

ŞİİR Yıltu Salur İstanbul

DURDURABİLMEK Durdurabilmek her şeyi… Anı, zamanı... Olmuşunu ve olmamışını… Gelmişini geçmişini, şimdisini ve yarınını... Ölmüşünü, doğmuşunu, duymuşunu ve duymamışını... Görmüşünü ve görmemişini, Bir parça durdurabilmeyi isterdim her şeyi… Yıltu Salur

11


BirKitapBinDost

DENEME

Aynur Karataş İzmir

SEVGİ ÜZERİNE! AŞK ÜZERİNE! Sevgi nedir, Sevmek nedir, Sevilmek nasıldır? Sevgi her an yanımızdadır oysa! Bakışındadır sevgi, Koklamandadır sevgi, Dokunmandadır sevgi, Ruhundadır sevgi… Yaşadığım her gün yeni sevgileri, yeni sevdalıları görüyorum ve her görüş de yeni bir şey öğreniyorum… Sahi! Öğrenmenin yaşı yoktu değil mi? Sevgi öyle bir duygu ki kralları tahtından eder. Yine o sevgi öyle bir duygu ki garibi kral eder… Yıllar önce sevdiğim ve saydığım bir büyüğüm demişti… “Hamal bile olsa herkes kendi evinin kralıdır. Tabii ki sen ona kral olduğunu hissettirirsen onun kraliçesi olursun.” Ne kadar güzel bir söz, ne kadar güzel bir nasihat…

12


Mayıs 2018 Sevgisiz kalan kalpler üşürmüş… Doğru, onlar da hep hinlik peşindedirler. Ferhat ile Şirin’in, Arzu ile Kamber’in aralarına nifak sokmak onların işidir… O günlerde sevenlerin arasına karaçalı olanlar, bu gün işleri daha da büyüttüler, devletlerin arasına atıyorlar kapkara fikirlerini. Yıllar, yıllar önce Hürriyet Gazetesinde çizgi roman şeklinde yayınlanmıştı İngiltere Kralı Edward ve Wallis Simpson aşkı. Hayret etmiştim aşk uğruna tahtından vazgeçen bu adama… Televizyonların tek kanallı olduğu zamanlarda TRT yapımı bir programda seyretmiştim Güzel Fatma ile Güzel Yusuf’un aşk hikâyesini… Gelinleri anlatıyordu. Orta Anadolu’da geçmiş olay… Kurtuluş Savaşından sonra Yunanistan’la mübadele yapılır. Komşu oğlu Yusuf’a sevdalı Rum kızı Eleni, ailesiyle Yunanistan’a gidecektir… Aile toplanır ve gidecekleri gün kız gitmekten vazgeçer… Yusufsuz yaşamak istemez… Ailesini son görüşü olmuştur, bir daha görme imkânı olmaz… Eleni, Fatma olmuştur artık… Yusuf’unun Fatma’sı… İki oğlu, iki kızı olmuş… Aşkları o yörenin gençlerine örnek olmuş… Her faninin başına gelen son, Güzel Yusuf’unda başına gelmiş… Bir sabah ruhunu teslim etmiş Yusuf, akşamına da Güzel Fatma… Yalnız bırakmamış her zamanki gibi! Aşk hikâyeleri bitmez, bitmesinde… Seven kalpler oldukça aşk olacaktır her daim… Kalp bir kere severse vazgeçmez, sevdiğini ilk âşık olduğu gibi nakşeder gönlüne. Bizim gözümüzle gördüğümüz görüntü yoktur onun aynasında… Geçenlerde kuaföre gittim, tam benim kesim işlemim bitmişti ki kuaförüm eşine seslendi… - Seninkiler geliyor… Gayri ihtiyari dönüp baktım, ileriden bir birine yaslanarak zorlukla yürüyen yaşlı bir çift gördüm. İkisi de zayıf, erkek uzun, hanımsa kısa boyluydu… Vallahi ne yalan söyleyeyim yardım isteyenlerden sandım… Hiç bir zaman görünüşe aldanmamak, bunu unutmamak gerek… - Oğlum nasıl isterse öyle kes, ben sonra gelir alırım dedi… Birbirlerine baka baka ayrıldılar… Başından eşarbını çıkardı, düşündü taşındı bir türlü karar veremiyordu… Onun da benim gibi saçları azalmıştı… Nihayetinde kuaförümüz benim modelimden kesti… Ben onu anladım, zamanında kim bilir ne güzel bir genç kızdı… Kim bilir birbirlerini ne kadar çok sevmişlerdi. O saçlarda kim bilir ne hatıralar vardı. Tıpkı bizim gibi… Aklıma eşim geldi, uzun saçlarımı ne kadar çok severdi. Kayın validem “ben atkuyruklu gelin istemiyorum” deyip zorla berbere götürüp saçlarımı kestirmişti… Akşam eve gelince eşimin aklı başından gitti… Yıllarca hep uzun saçlı oldum bu yüzden. Aradan geçen 55 yıl sonra bile andığımızda çok duygulandı. O günleri yeniden yaşadı sanki… Ne güzel saçların vardı diye! Şairin dediği gibi; ’’Yalancıdır hep aynalar Gir kalbime gör kendini Gerçek yüzün bir bende var Gir kalbime gör kendini" Bu kaçıncı aşk ve sevgi üzerine yazdığım yazı… Yaz yaz bitmez… Bitmesin… Bitmesin!

13


BirKitapBinDost

DENEME

Kedda Berjoh İzmir

ÇİT "Her kadının kendine ait bir odası olmalı" der Virginia Woolf. Sonsuz bir kısırdöngüden kurtuluşun tek anahtarı olan bu söz, gençlik dönemlerinde saçma bir düşünceden ibaret geliyor insana. Nihayetinde iyi kötü herkesin uyuduğu bir odası vardır, kastedilen şey buysa şayet. Zaman; avcısından kaçan av misali hızla akıp giderken, şimdi otuz beş yaşında bir kadınken sıklıkla bu sözü düşünür oldum Ve yeni yeni idrak etmeye başladım "kendine ait oda" ile neyin kastedildiğini. "Oda" ile sembolize edilen şeyin gerçekte ne olduğunu… İnsanlık var olduğundan bu yana, yaşanan her gelişmede fatura her daim öncelikle biz kadınlara kesilmiştir. Öyle ki biz kadınlara; -ana rahminde filizlenmeye başladığımız anda hakkımız olanÖzgürlüğü bahşeden Tanrı, doğumla dünyaya gözlerimizi araladığımızda aynı haklarla yarattığı diğer canlıların esaretine terk ediyor bizi. Bu terk edilişten sonra dünya bizim için etrafı çitlerle çevrili bir toprak parçası oluyor sadece. Tüm yaşamımız bu çitlerin ardında geçiyor ve biz çitlerin ardında ne olduğunu hiç öğrenemiyoruz. Hayatımızın bir parçası haline gelen bu çitlerin uzunluğu, kısalığı, sağlamlığı ya da çürüklüğü her kadın için değişkenlik gösterse de ,sürekliliği tüm kadınlar için aynı oluyor. Çünkü bize bunun bizim yazgımız olduğu söyleniyor ve yine bize yazgımızın değiştirilemeyeceği öğretiliyor. Bu yüzden hayatımızla bütünleştirdiğimiz o çitlerin varlığı bizi hiç rahatsız etmiyor. Öyle ki büyük çoğunluğumuz çoğu zaman çitlerin orada olduğunu görmüyor bile. görebilenlerimizde de bu çitleri yıkmaya teşebbüs edecek cesaret olmuyor. Bu yüzden bahsedilen o "oda" bir kadının asla -tam manasıyla- sahip olamadığı özgürlüğü oluyor. Kendine ait odası olmalı bir kadının. Otuz beş yaşında, şairin de dediği gibi yolun yarısındayken ömrüm, yavaş yavaş siluetleri beliren kendi çitlerimi görüyorum. Geçici körlük yaşayan birinin yeniden görmesi gibi görüyor ve düşünüyorum. Sahip olduğum şeyleri düşünüyorum mesela: Bir eş, bir evlat, eğitimi alınmış bir meslek, aile, dostlar ve çok sayıda odası olan büyük bir ev... Hayatın büyük bir boşluğunu kapatacak, olması gereken ne varsa sahip olduğumu düşünüyorum. Ancak sahip olduğum bunca şeye rağmen birkaç parçası eksik olduğu için, tamamlanamayan bir “puzzle” gibi hissediyorum. Sonra sahip olamadığım o “oda”yı düşlerken buluyorum kendimi. Aç bir bebeğin annesinin memesini araması gibi telaşlı bir açlıkla o "oda"yı istiyor; çevremde var olan her şeyden ve kendi bedenimden soyutlanıp, tüm çıplaklığıyla karşımda duracak ruhumla baş başa kalabilmemi sağlayacak o "oda" için yanıp tutuştuğumu fark ediyorum.

14


Mayıs 2018 Kendine ait bir oda... Kalabalıkların yok olup zamanın duracağı ve yalnızlıkla hasret giderilebilecek bir an. Kendine ait bir oda... Tüm korkulardan, kaygı ve kederlerden arınarak azat edilecek bir ruh. Kendine ait bir oda... Önüne set çekilerek, parmaklıklar ardına hapsedilmiş düşüncelerin firarı. Kendine ait bir oda... Okyanusun dibinden yüzeye çıkılan an gibi, havadaki her bir zerreyi içine çekerek nefes almak. Kendine ait bir oda... Geçmişin tozlu mahzenine atılan, benliğin gerçek sahibi o küçük kızla yüzleşme. Kendine ait bir oda... Öğretilen, dayatılan ve de korkutulan Tanrı ile tanışma. Kendine ait bir oda... Öz-gür-lük. -Hediyelerin hiç birini açmamışsın, Anne! Aniden duyulan küçük bir çocuğun sesinde yitip gidiyor özgürlüğün anahtarı. İşte, yüzüme tokat gibi çarpan tüm hakikat... Hayatımın hakikati buydu işte. Bir anlığına, tek bir anlığına hayatımın sınırlarını belirleyen çitlerin ardına geçmiş, oradaki dünyayı görmüştüm. Anlamıştım ki ben, bir kadının esaret zincirlerinin kırıldığı o odayı hiç inşa etmemiştim. Ve anlamıştım ki ben otuz beş yaşına girmiş bir kadın olarak değiştiremediğim yazgımın ve yıkamadığım çitlerimin ardında çıkış gününü bekleyen bir tutukludan ibarettim.

15


BirKitapBinDost

ŞİİR

Lavinya Öz Diyarbakır

.

.

KILIÇ Sağ omzuna, sol omzuna ve alnına, Birer masum öpücük dokundurarak kutsadım seni. Sen şövalyemsin. Çekinmeden uzattım sana kendimi. Keskinliğimi kontrol etmek istersen, Dokunmaya çalış ki göreceksin; Dokunmana ramak kala kanayacak elin. Onu kınına bırak şimdi. Kını okşadığında bilemene hiç gerek kalmayacak. Şefkat bekliyor senden, Sana sunduğu sadakatin ödülünü bekliyor. Seni koruyorken, sana bu denli bağlıyken; Ansızın kalbine girerse sanma ki ihanet, Kıskançlığından. Seni çaprazındaki kılıçla paylaşamayacağından. Şimdi dokun bana kalan gücünle. Yüzeyimdeki pası fark edeceksin.

Lavinya Öz

16


Mayıs 2018

ŞİİR Hande Ortay İstanbul

HAYAT OYUNU Dizeler bembeyaz karanlıklarda Terk edilmiş bir şiir yalnızlığında Hayat rüzgârımda tutundum sana Elimde kasnaklı ince uçurtma İpinin ucunu yar sen bırakma Özgür sevinçlerle uçayım sana Dilim asidir ah sen olmayınca Dolanıp dururum yar etrafında Tutundum sana saf duygularımla Ürkek serçe kadar sokulsam da Anla, karşı koyamıyorum yüreğim ortada Sensiz olamıyorum bu hayat oyununda Hande ORTAY

17


BirKitapBinDost

Taylan Özgür Kumaş İstanbul

.

YARIM Gerçeğe çağırışları şarap tanrılarının, bastırıyor seslerini çalgı tanrılarının Yabanıl dönüp dolanmaları ruhumun, kutsal salınımlara dönüşüyor. Ve evcilleşiyor sözlerinde aşkımın. O sıcak, o esnek, o çınlar sesinde, o şiire ahenk katan ateşinde, O ince-uzun gövdenin zevke çağırışlarında.

Kırpmıyor gibi gözlerini ve kıpırdamıyor yerinden Yalan dalgalarının kıyılarına çarpıp geri çekildiği Adacık günlerinin acısını çıkartıyor. Kımıldamadan yerimden, En sert rüzgârların bir çakıl taşımı bile alamayacağı Koca bir dağ gibi karşısında yükselmemi bekliyor.

Sesin diyorum kıpırdayan sesin Yumuşacık nağmeleri gibi sağlam Mozart’ın fa sonatının. Yepyeni bir sevincin habercisi gibi aceleci. Pek de gizleyemeden gençliğine uygun düşen üzgünlüğü, Daldığımız rüyayı ebedi kılmak ister gibi sakin sesin. Sesin diyorum senin, Varlığıma ilk hediye, Sen bana sesini verdin.

18


Mayıs 2018

ŞİİR

Gözlerin diyorum kırpmadığın gözlerin, Sanki ormanlar bu gözlere dolmak istiyor. Soyu tükenmekte olan bir hayvanı kovalamaya mecbur bırakılmış bir kadın avcının Kovalanan av hayvanından – belki de beyaz bir kaplanın Gözlerinden daha çabuk ürküveren gözleri gibi gözlerin. Gözlerin diyorum senin Varlığıma göz kulak olmaya gelmiş gibi gözlerin

Taylan Özgür Kumaş

19


BirKitapBinDost

BİR FOTOĞRAF BİR SÖZ

Hatice Aydın Ankara

Soğuktu taş duvarlar Sıcaktı renkler Soğuktu gidişim Hiç üşümedim... Fotoğraf ve Söz Hatice Aydın

20


Mayıs 2018

KÜLTÜR

21


BirKitapBinDost

SÖYLEŞİ

İlhan Özdemir İstanbul

AGİM KRASNİQİ İlhan Özdemir: Bu ay ki söyleşi konuğumuz; Bir Kitap Bin Dost Dergisi Kosova Temsilcisi, Ressam ve Karikatürist Agim Krasniqi. Evet Agim bey, öncelikle hoş geldiniz. Bize kendinizi tanıtır mısınız? Daha doğrusu bize kendinizi anlatır mısınız? Agim Krasniqi: Hoş bulduk. Ben, Agim Krasniqi. 7 Mayıs 1951'de doğdum. Demek ki çok seneler geçmiş, hayat gidiyor ve ben ihtiyar oluyorum yavaş yavaş ama ben gönül olarak genç kalıyorum. Nasıl derler, hani o ilk günlerdeki gibi… Ben ilkokula, Yogoslavya'da, Zagrep'de, Belovar'da, küçük bir yerde birinci sınıfa yazıldım. Çok enteresandır, kimse aklında tutmaz belki ama ben hiç unutmuyorum ilk öğretmenimi. 7 yaşında başladım okula ve o zamanlar çizim dersi vardı. Ben bir resim yapmıştım, çocukça bir resim. Bir ev resmi çizmiştim. Etrafında çitler ve bahçesinde otlar vardı. Burada asıl önemli olan, bahçedeki otlardı. Ben otları çizgiler şeklinde çizmiştim. Tam otlar gibi olmuştu. Başkaları yeşil veya başka renkte boyamıştı ama ben değişik olarak çizgi şeklinde yapmıştım. O zaman öğretmenim dedi ki; bu çocuk büyük artist olacak. Bu olayı hiç unutmuyorum. Ben yalnız karikatür yapmıyorum bende her türlü sanat var. Resim, heykel, mozaik, kabartma kısacası ben her şeyle ilgileniyorum ama karikatüre gönül vermişim. Bütün bilgimi, boya ile ilgili olsun, çizim ile ilgili olsun hepsini karikatüre verdim. 15-16 yaşlarında Hırvatistan'dan Kosova'ya geldiğim zaman gazetelere karikatür çizmeye başladım. Onlar benim karikatürlerime değer veriyor ve seviyorlardı. O zamanlar siyah-beyaz karikatürler yapıyordum ama onlar sadece çizgiydi. Zaman geçtikçe yeni teknikler arayışına girdim ve kendimi geliştirdim. Eskide kalmış ve kendini geliştirmemiş karikatürcüler var. Benim bir hala çocuğu var. O da çok meşhur ve tanınmış bir karikatürist ama yerel bir karikatürist. Karikatürcüleri yerel ve uluslararası diye ikiye ayırabiliriz. Yerel karikatürcüler sözleri kullanırlar. Sözlü karikatürler hangi dildeyse orada önemlidir. Mesela Kosova yapılmış olan bu karikatürü, Sırbistan'a veya Türkiye'ye götürdüğünüzde, oradaki insanlar o sözleri anlamazlar. Benim karikatürlerimde söz yoktur. Karikatürde olan resim konuşuyor, mesajı veriyor ve bakanın biraz kalbini titretiyor. Zaten karikatürün amacı da bu, mesaj vermeli ve bakan herkes anlamalı… 22


Mayıs 2018 İşte ben karikatüre çocukluktan itibaren başladım. 1972'de Belgrad televizyonunda bir karikatür yarışması açtılar. O yarışmada Yogoslavya'nın dünyaca tanınmış karikatüristleri vardı. Sırbistan'ın en tanınmış ve bilinen karikatüristi de o yarışmada vardı. O yarışmada ben birinciliği kazandım. Tüm gazeteler yazdı ve beni televizyona çıkardılar ama orada haksızlık yaptılar ve bana o ödülü vermediler. Benim yerime başka birisini İtalya'ya yolladılar. Halbuki oraya benim gitmem lazımdı. Bana haksızlık yaptılar bende onları mahkemeye verdim. Bana o zaman çok büyük bir para gönderdiler davadan vaz geçmem için. Babam parayı görünce çok şaşırdı, ağzı açık kaldı. Ne oldu, nasıl oldu, bu parayı neden yolladılar diye. Benim parada gözüm yoktu, bana haksızlık yapmışlardı ve ben İtalya'ya gitmek istiyordum. Bugün bile o olay içimde bir acı olarak duruyor ve halen soruyorum, ben İtalya'ya neden gitmedim? Eğer o zaman İtalya'ya gitmiş olsaydım belki şimdi başka bir yerde olurdum. Karikatür bir hobi ve bir mesaj verme aracı. Karikatürden ne ben ne de başka karikatürcüler para kazanır. Ben para kazananı görmedim. Karikatür bir mesaj veriyor, seni dünyaya tanıtıyor. İşte bunun mutluluğu ve sevinci yetiyor. Ben böyle düşünüyorum. Aklıma bir düşünce geliyor, kuvvetli bir düşünce. Ben o düşünceyi çizmeden evden çıkmıyorum. O düşünceyi kağıda döküyorum, çiziyorum, boyuyorum. Aslında siyah-beyaz olduğunda da mesaj veriyor ama renkli olduğunda insan baktığında çok daha farklı oluyor. Mesela mültecileri çizmişsin ama havayı yapmışsın bembeyaz, güneşli, çiçekli bir hava. O mesajı vermez. Hava siyah olacak, hava bulutlu olacak, hava kızgın olacak, onları yutacak hava… İşte o zaman çok daha kuvvetli bir mesaj verir karikatür. Benim kendime göre bir tekniğim var ve bu teknik çok farklı. Zaten karikatüründe bir teknik özelliği var. Neyse başlangıç konuşmamız yarım kaldı ona devam edelim. Ben ödülü kazandıktan sonra ortaokula yazıldım. Ortaokulda matematik branşını seçtim. Daha sonra teknik üniversite de inşaat mühendisliği bölümüne gittim ve inşaat mühendisi oldum. Ama sanat benim daha çok ilgimi çekiyordu ve iki sene yüksek sanat enstitüsüne gittim. Orada resim yapma ve çizme tekniğini kazandım. Aradan seneler geçti, babamı kaybettim, işe girdim, evlendim ve karikatürü unuttum. Çünkü karikatür para getirmiyordu. Kosova'da gazeteler para vermiyorlardı bende başka yerlerde başka gazetelere gönderdim karikatürlerimi ama onlarda ödemediler paramı. Kosova'da karikatürün bir değeri kalmadı, başka yerlerde de bir değeri yoktu. Arnavutluk'ta karikatür hep yok oldu, kayboldu. İlk sergimi açtıktan sonra hastalandım, kalp krizi geçirdim. İnşaat Mühendisi olarak çok önemli yerlerde, çok yüksek mevkilerde çalıştım. Her zaman en üst görevlerde bulundum. Çok ilginç bir huyum var benim. Eğer bir işi yapacaksam ya o işin en iyisini yaparım ya da hiç yapmam. İster müzik olsun, ister sanat olsun veya teknik bir bilim olsun, o işin en iyisini yapmalıyım. Savaş zamanı para yoktu. Rusya’dan kartonpiyer parçaları getirip, çok pahalı satıyorlardı. Ben ailemle birlikte evde kartonpiyer yaptım. Küçük figürler yapıyordum, insanlar eve geliyorlardı, paketleyip alıp götürüyorlardı. Para için hiç bir zaman eziyet çekmedim ama para için koşmadım da... Hiç bir zaman paranın arkasından koşmadım ama parasızda yaşanmıyor. Karikatürler için beni arıyorlar. Kim karikatürlerimi satın almak isterse, onunla konuşurum. 800 Euro’dan 8000 Euro’ya kadar konuşuruz. Karikatür Dünyası çok farklı ve çok enteresan bir dünya. İnsanlar birbirlerine kazık atmaya ve çelme takmaya çalışıyorlar. Benim için önemli olan, facebook sayfamda bir karikatür yayınlayayım,

23


BirKitapBinDost

insanlar görsünler, beğensinler. 200-300 beğeni olunca ben çok mutlu oluyorum, seviniyorum. Bu arada arkadaşlarımın, dostlarımın karikatürlerini yapıyorum. Ama kadınlar benden karikatürlerini yapmamı istediklerinde bundan hoşlanmıyorum çünkü kadınlar çiçek gibidir. Sen onu ne kadar deforme yapabilirsin? Halbuki kadını daha güzel yapman gerek ama bunu karikatürle yapamazsın. Karikatür çok önemli bir şeydir. Eğer dikkat etmezsen insanları yaralayabilirsin. Ayrıca çok tehlikeli bir şeydir de. Bazı karikatüristler var, siyasi karikatür çiziyorlar. Bir devlet başkanını aşağılayıcı bir şey çizersen başın belaya girebilir. Napolyon Bonapart’ın bir sözü var: “Ben savaşları savaş alanlarında değil, kağıt üzerinde kaybettim” diyor. Birileri çıkmış karikatürlerini yapmış ve insanlar bunun üzerine Napolyon’dan soğumuşlar, onu desteklememişler ve peşinden gitmemişler. Kendimi ne kadar tanıtabildim bilmiyorum. Aslında söyleyecek çok şeyler var ama kısa kısa bu kadar oldu. İ.Ö: Kendini çok güzel tanıttın. Teşekkür ederiz. Benim bildiğim kadarıyla sen dünyaca ünlü bir karikatüristsin ve birçok ülkeyi dolaştın. Hangi ülkelere gittin ve hangi ülkelerden ödüller aldın? Yurtdışından aldığın ilk ödülünü hatırlıyor musun? A.K: İlk ödülümü Türkiye’de “Nasrettin Hoca” yarışmasından aldım. Akşam Gazetesinin düzenlediği bir yarışmaydı ama o yarışmada bir hata oldu. Beni İran’lı, İran’dan gelen bir yarışmacı sanmışlar. Ertesi gün Akşam gazetesinde bir haber çıkmıştı; “Agim Krasniqi-İran” diye yazıyordu. Bu bana biraz ağır geldi. Ben o karikatür için çalıştım, emek harcadım sonra gönderirken adımı, soyadımı, memleketimi, e-posta adresimi, tüm bilgilerimi yazmıştım. İtiraz ettiğimde bana, “senin ismin İran’lı gibi geldi” dediler. Size nasıl gelir bilemem ama benim adım Arnavut adı dedim. Türkçeye çevirirseniz Agim, “Şafak” demek. Güneş doğmadan önce olan zaman. Neyse bu da sonradan bana reklam oldu. O kadar çok ödül var ki, hangisini nasıl sıralayayım bilmiyorum. Ülke olarak; Arnavutluk, Makedonya, Kıbrıs, Türkiye, Hırvatistan, Kuveyt, İran, Avusturya, Fransa, Norveç ve daha birçok ülke var. Ödül almak çok güzel bir şey. Ne zaman bir ödül alıyorsun o sana bir sevinç oluyor, bir motivasyon oluyor. İnsanlar senin yaptığım şeye değer veriyorlar, bu çok güzel bir şey. Bazen de yarışmalara karikatür gönderiyorum, benim karikatürlerimi 24


Mayıs 2018 görüyorlar bakıyorlar bu birinci olacak o zaman bana diyorlar ki, “sen yarışmadan çık, jüri ol” Yarışmalarda bazı olaylar oluyor ama bu beni ilgilendirmiyor. Yarışma olursa ben karikatürlerimi gönderirim gerisine karışmam. Karikatürlerimle dünyada bir çok ödül aldım, Kosova’daki Televizyonlarda birçok sabah ve akşam programlarına misafir olarak çağırıldım, katıldım. Oksijen diye bir program vardı, karikatürle ilgili iki buçuk saatlik bir şov programıydı. Kosova’da yılın en iyi programı seçildi. Oksijen ismi internette halen dolaşıyor, youtube’da videoları var ama kötü tarafı, Arnavutça olduğundan Arnavutça bilmeyenler için bir şey ifade etmiyor. Halbuki sözsüz olsaydı o zaman çok daha güzel olurdu. İ.Ö: Siz Priştine’de yaşıyorsunuz. Şimdi biraz karikatürden uzaklaşalım ve özel hayata gelelim. Evlisiniz. Kaç çocuğunuz var, çocuklarınız erkek mi, kız mı? Onlarda Priştine’deler mi? Birlikte mi yaşıyorsunuz? A.K: Evet evliyim, iki oğlum var, birisi evli. Ben ilk baştan beri hiç çocukları ayırmayı ve ayrı yaşamayı düşünmedim. Bir aradayız. Memnun musunuz? derseniz, bizde, çocuklarda, gelinde çok memnun. Ben buraya gelmeden önce Antalya’da Gazipaşa’daydım, 10 gün oldu. Hanımda, çocuklarda, hepsi başladı “baba nerdesin?, seni çok özledik” demeye. Hepimiz birlikte yaşıyoruz ve birbirimize destek oluyoruz. Belki bazı konularda anlaşamıyoruz ama on dakika sonra her şey unutuluyor ve eskisi gibi oluyor. Oğullarımın ikisi de mühendis. Birisi İnşaat Mühendisi diğeri Trafik Mühendisi. Gelin devlet memuru, vergi dairesinde çalışıyor. Vergi dairesinde müfettiş. Eskiden bende çok yüksek mevkilerde güzel görevlerdeydim ama daha sonra Sırplar, Arnavut olduğum için görevden aldılar. Arnavutları görevden aldılar ve onları işsiz bıraktılar. Ama ben işsiz kalmadım. Bir işyeri açtım, kepenk yapıyordum. Mühendislik yaptım, karikatür yaptım sonra Gülten ile birlikte şirketler için otomatik kahve makinaları olan bir işyeri açtık. İşler çok iyi gidiyordu ama büyük şirketler işin içine girdi. Her şeyi daha ucuz yaptılar ve bizde işyerini kapatmaya karar verdik. Ondan sonra ben 5-6 tane apartman yaptım ama geleceği olmadığını görünce bu işide bıraktım. Kosova’da emekli maaşı 75 euro. İnsanlar bununla nasıl yaşandığına şaşırıyorlar. Bu para ile geçinilemeyeceğinden mutlaka yapacak bir iş bulmak lazım. Yeter ki insanın içinde istek olsun, istedikten sonra her şeyi yapabilir. İ.Ö: Peki çocuklarda karikatür yeteneği var mı? Eğer varsa sen onlara destek oluyor musun? A.K: Çocuklar çok başka bir dünyada yaşıyorlar. Kosova’da düzenlediğim ilk karikatür yarışmasında, Seyran Caferli bir karikatür gördü ve buna mutlaka ödül vermek istedi ama ben kabul etmedim. O karikatür benim büyük oğlumun çizdiği bir karikatürdü ve ona ödül verirsek insanlar “ödülü kendi oğluna verdi” derlerdi. Ödül vermedik ama bu olaydan sonra oğlum karikatürü bıraktı ve ondan sonra bir daha karikatür çizmedi. Trafik Mühendisi oldu ve bir daha karikatürle uğraşmadı. O yarışmaya küçük oğlumda karikatür göndermişti ama ben onu da kabul etmedim. Küçük oğlan açıkgöz, karikatürü başka bir isimde göndermişti. Benim kız kardeşimin oğlu Hollanda’da. Onun isim ve soyadıyla göndermiş. Hiç kimse anlamazdı ama ben hemen anladım ve kabul etmedim. İbrahim hayatında hiç karikatür yapmamış, karikatürle uğraşmamış, nerden çıktı şimdi bu? Oğlana sordum o da söyledi o zaman, kendisinin yaptığını ve onun ismiyle yolladığını. Bu söyleşi derginin takipçilerini ne kadar etkileyecek ve ne kadar hoşlarına gidecek bilmiyorum. Umarım hoşlarına gider ve beğenirler. İ.Ö: Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyorum. Ben büyük bir keyif aldım ve sanıyorum okuyucularda bu söyleşiyi büyük bir keyifle okuyacaklar. .

25


BirKitapBinDost

YER ve MEKAN / TÜRKİYE

Yasemin Bayındır İstanbul

EDİRNE - KAKAVA ŞENLİKLERİ Bahar yorgunluğunu hep birlikte atma zamanı. Haydi, gelin bu baharın son günlerini eğlenerek geçirelim. Hem tarihimizi, hem yüz yıllardır süre gelen bir geleneği yakından tanıyalım. Hazır mıyız? Kakava Şenlikleri’ne gidiyoruz hep birlikte. Edirne'de baharın müjdecisi gibi kutlanan Kakava Şenlikleri oldukça renkli ve eğlenceli oluyor. Eğer aklınızda bir Edirne gezisi varsa, kesinlikle 5-6 Mayıs tarihlerini seçin. Gitmişken bu renkli, eğlenceli ve tahmini 1400 yıldır bir bayram coşkusunda kutlanan bu geleneği yaşamak sizi yaza daha enerjik hazırlayacaktır. Edirne başlı başına tarih kokan bir şehrimizdir. Tarihimizde oldukça önemli yeri olan Edirne'yi size hiç anlatmaya gerek yok. Biz şimdilik Edirne'de yaşayan ve asıl Çingenelerin bayramı olarak bilinen Kakava şenliklerine gidiyoruz. Yüzyıllardır dünyanın her yerinde ezilmiş halk olarak yaşayan Çingeneler bu günü bütün bir yıl sabırsızlıkla bekliyor. Büyük hazırlıklar yaparak kutladıkları bu günü en önemli gün olarak kabul ediyorlar. Türk dünyasında ise bu tarih, bolluğun ve bereketin simgesi Hızır, umudun ve yeşilliğin simgesi İlyas peygamberin bir gül ağacı dibinde buluştukları inancı ile Hıdırellez olarak kutlanıyor. Şenlikler; bereketin artması, güzelliklerin paylaşılması arzusunu simgeleyen Kakava Ateşi'nin yakılması ile başlıyor. Roman vatandaşlar için bu ateş bir ritüel halini almış. Bütün gün yanan ateş etrafında dans eden, şarkı söyleyen insanlar ve halka dağıtılan geleneksel pilav ile bütün gün süren bir eğlencenin içinde buluyorsunuz kendinizi. Bu kadar eğlence ve neşe içinde geçecek, ayrıca bolluk, bereket, şans, baht dilekleri ile donanacak, üstelik bir de enerji dolu olarak geri döneceksiniz. Bence bu yolu göze almaya değer. Haydi, hazırlayın fırfırlı eteklerinizi, renkli şallarınızı. Kakava'ya gidiyoruz. Edirne'ye kadar gelmişken Selimiye Camii, Selimiye Arastası, Rüstem Paşa Kervansarayı, IV. Mehmet Av Köşkü, Bayezid Köprüsü, Karaağaç Tren Garı ve Meriç -Tunca Nehirleri ve köprülerini gezmeden olmaz değil mi? Niyazi Usta'da ciğer, Köfteci Osman'da köfte, Emirgan Çay Bahçesi'nde çay ve Lalezar Restoran'da kahvenizi mutlaka için. Haydi, bol eğlenceli ve bol yemeli bir gezi olsun. Keyifler sizin olsun... Bir başka gezide buluşma dileği ile sevgiyle kalın...

26


Mayıs 2018

PORTRE Güniz A.Küçükoğlu İzmir

DEVRİM ERBİL Sizlere bu ay “mavi rengin ressamı” ve “resmin şairi” denilen, halen aramızda olan, şu anda da İzmir’de sergisi olan Devrim ERBİL'i kısaca tanıtmak istiyorum. Sergide bu güne kadar gittiğim, gezdiğim resimlerden çok farklı soyutcu bir anlatımla yapılmış eserler gördüm. Daha önce açıkçası çok bildiğim bir ressam değildi. Beni cidden çok şaşırttı. Sizlerde mutlaka adını duymuş ama eserlerini görmemiş olabilirsiniz. Ama görünce çok etkileneceğinizi tahmin edebiliyorum. Devrim ERBİL'in eserlerinde; izleyende bıraktığı öncelikli etki çizgi, renk ve dokudan oluşan kompozisyondur. Sanatçı yalnız resimle değil; gravür, ipek baskı, mozaik gibi dallarla da uğraşmış hatta son dönemde batik tekniğini de uğraşlarına katmıştır. Ş imdi biraz da yaşamöyküsüne bakalım... 1937 Uşak doğumludur. 1955’de İstanbul güzel sanatlar akademisine girdi. Halil DİKMEN ve Bedri Rahmi EYÜPOĞLU'nun talebesi oldu. 1959 da “Soyutçu 7’ler” gurubunu kurdu ve daha önce de söylediğimiz gibi resimlerinde soyutcu bir anlayışı benimsedi. 1963 de İspanya, İtalya ve Fransa'da incelemelerde bulundu. Çeşitli derneklerde başkanlık yaptı. 1970'de doçent, 1981'de profesör oldu. Altmışın üzerinde yurt içi ve yurt dışı sergiler açmıştır. En çok eserlerinde İstanbul, Anadolu, ağaçlar, kuşlar ve su motifleri kullanmıştır. Sanatçı halen Doğuş Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi öğretim üyesidir. Umarım yaşayan uluslararası ressamlarımızdan Devrim ERBİL'i biraz da olsa sizlere tanıtabilmişimdir. Eğer bulunduğunuz yerde sergi açarsa lütfen kaçırmayın. Burada da gördüğünüz gibi çok değişik eserlerle karşılaşacaksınız. Sevgiyle kalın, Bir Kitap Bin Dost Dergisi sanatsever dostları...

27


BirKitapBinDost

YEMEK KÜLTÜRÜ

Emel Üstündağ İstanbul

AMASYA İLİMİZİN YEMEK KÜLTÜRÜ Rotamızı bu kez de Karadeniz'e kırdık, tarihiyle, köklü kültürüyle hafızalarımızda yer etmiş Amasya'da aldık soluğu. O misler gibi kokan elmasından doya doya yiyelim dedik ama Amasya mutfağı öyle zenginlikler, öyle farklı tatlar sunuyordu ki sıra elmaya gelene kadar yemekleri soğutmayalım istedik. Amasya'da yaşayanlara akşam yemeği ilhamı olacak, memleketinden ayrı düşenlerin burnunda tütecek, bugüne kadar Amasya'ya hiç yolu düşmeyenlere ise bavul toplatıp bilet aldıracak yemeklere bırakıyoruz sözü şimdi. Çok soğutmadan siz de buyurun bu güzelim sofraya lütfen. - Sakala çarpan çorbasının bir parça farklısı: Çatal çorba: Bu nefis çorba karnınızı öyle bir doyurur, damaklarda öyle bir şenlik olur ki ana yemeğe yer kalmaz, bizden söylemesi.

- Sadelikten gelen güzellik: Helle çorbası : Helle çorbası pirincin lezzetiyle dolu çorbalardan. Tabii yapımında en hasından tereyağı kullanılması da onun lezzetini katlayan en önemli faktörlerden sayılıyor.

- Böyle dolma görülmedi: Bakla dolması Özene bezene hazırlanan iç harcın yaprağıyla buluşması yetmiyor bu tarifte. İçine bakla da dâhil oluyor. Bitti sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü bu güzelliğin üzerine bir de enfes kaburgalar sıra sıra diziliveriyor. Sonrası mutluluk, sonrası sonsuz bir lezzet oluyor.

- Gurme damaklara: Mumbar - işkembe. Genellikle koyun işkembesi ve mumbarı kullanılarak hazırlanan bu yemeğin içinde bulgurlu ve maydanozlu bir harç da yerini alır. Uzun ve bol emek isteyen yapımının ardından sofranın başköşesindeki yerini alır. Mis.

28


Mayıs 2018

Müptelası olunur: Patlıcan çullaması. Patlıcan, biber ve maydanoz gibi birbirine pek yakışan sebzelerin bir arada yer aldığı bu tarif, Amasya'nın yöresel lezzetlerinin en bilinenlerinden. Bir kez tadına bakan bir daha vazgeçemiyor, bu lezzete müptela olunuyor. - Amasya usulü de ayrı bir nefis: Keşkek Keşkek, küçük farklılıklarla pek çok yörede yapılıyor, biliyoruz. Ama Amasya usulü keşkeği denemeden de olmaz diyoruz. Neden derseniz, bu keşkeğin içinde iri yarmalara eşlik eden koyun budunun yanı sıra bir miktar çemen de bulunuyor. Çemenin o kendine özgü lezzeti işin içine girince bildiğimiz keşkek adeta sınıf atlıyor. - Görür görmez tatmak istersin: Bat yemeği Adından başlayan ilgi çekiciliği, içindekileri öğrenince yerini iştaha bırakacak. Tokat mutfağında da önemli bir yeri olan bu yemek, dövülmüş ceviz, köftelik bulgur, mercimek, salça ve soğan gibi lezzetlerin bir araya gelmesi, ardından da salamura yapraklarla buluşup afiyetle yenmesiyle insanı mutlu sona kavuşturuyor. -Ayva, bir yemeğe hiç bu kadar yakışmamıştı: Ayva gallesi -Az malzemeli dev lezzet: Hasuda tatlısı Onu zaten çok seviyorduk: Kalburabastı. Kalburabastı zaten pek yakından bildiğimiz, çok da sevdiğimiz tatlılardan. Şekliyle kalbimizi ayrıca çalan bu güzelim şerbetli tatlıyı bir de Amasya'da denemeden olmaz. Yolunuz Amasya'dan geçecekse en hasından kalburabastı yemek de aklınızda bulunsun. Çok şık, çok sevimli: Elma tatlısı. Amasya'nın misler gibi kokusu ve efsane lezzetiyle en ünlü tatlarından olan elmaları kütür kütür yemek zaten yeteri kadar güzeldi. Ama onun cevizle, tarçınla, çeşit çeşit lezzetle bir araya geldiği tatlı halini de denemeden olmazdı. Kısacası, denemeden dönmeyiniz efendim. Bu lezzete kimse hayır diyemez: Amasya çöreği. Adını Amasya'dan alan, şehrin mutfağına ait en özel, en güzel tatlardan Amasya çöreği. Ceviz ve haşhaşın güçlerini birleştirip özene bezene hazırlanan hamurlarla bir araya gelmesi sonucu oluşuyor. Bir yiyen bir daha vazgeçemiyor.

29


BirKitapBinDost

YER ve MEKAN / KOSOVA

Agim Krasniqi Priştine

JAKOVA / KOSOVA Jakova… Ya da orijinal adı ile Gjakova... 65-70 bin civarında nüfusu olan küçük bir kasabadır. Çoktandır bu kasabaya gitmemiştim. Herhalde en son Burayı ziyaret edeli yirmi yıl kadar oldu. Kosova savaşında burası çok insan kaybetti ve geriye unutulmuş bir kasaba kaldı. Burada sanki zaman durmuş; işsizlik, parasızlık ve yorgunluk insanların yüzünden belli. Jakovalılar savaştan önce büyük fabrikalarda çalışırlardı ve o fabrikaları bütün dünya tanırdı ancak savaş hepsini yok etti. Şimdi ise her şey değişti... Eşime Jakova’ya gidiyorum dediğimde o da gelmek istediğini söyleyince birlikte yola çıktık. İyi bir gün olacağını düşünerek; resimlerle, yazıyla bu kasabayı siz okuyucuların gözünde canlandırmaya çalıştım. Çalışmalarımı daha da kolaylaştırmak için kasabanın yerlisi eski bir arkadaşımı da yanıma çağırdım. Önemli yerleri birlikte ziyaret ettik. Kasabanın en önemli yeri, tarihi çarşısı… Ancak buradaki eski Zanaatkârlar artık sönmüş ve dükkânlar kapanmış. Koca çarşıda sadece birkaç dükkân çalışıyor ve kafe restoranların müşterisi az…

1. Buraya gelirken mecburen “İslam Bey" köprüsü üzerinden geçiyorsunuz. Sizi eski bir tarih karşılıyor. 2.Bir heykel: Süleyman Vokshi 1815-1890 mili kahraman.

30


Mayıs 2018 Buranın en önemli yerlerini ziyarete ettik ve size en iyisi resimlerle göstererek anlatalım. 3.Hemen karşımızdaki kompleks evler Kryeziu Bey’lerin… 4.Yolun sol tarafında Mazhar Paşa’nın mezarı bulunuyor. 5. Burada iki tanıdık tepe var... - Şeyh Zeynel Abidin - Büyük Tepe Musa Şehzade 6 En eski cami "Cami ve Külliyesi"... Kütüphaneyle birlikte. 7. Çok tanıdık bir sokak: "Rruga e kutigji ve Agron Ahmet Qarri" 8. Eski bir han: "Hani Haraqisë" 9. Bektaşi Tekkesi: "Baba Kazım Batallı" 10. Mahalle Camisi: "Musa Yusuf" Camisi 11. Tanıdık Katolik Kilisesi 12. Küçük Katolik Kilisesi 13. Küçük Medrese 14..Son arkeolojik müze bulunuyor. Tüm bunları bu küçük kasabada insan bir günde hem de yürüyerek ziyaret edebilir… Okuyucuların aklına “Bu kasabada başka önemli yer yok mu?” gibi bir soru gelebilir. Tabi ki var... Hotel Pashtrik, Hotel Jakova, Hotel La Vila. Kasabanın yanında sadece 10 dakikalık mesafede (taksi de bulunur) Qabrat denilen bir tepenin zirvesindeki İlirikum restoranda yöresel Arnavut yemekleri bulabilirsiniz ve tadabilirsiniz. Kasabada eski Arnavut Evleri’ni bulabilirsiniz. Gelen her ziyaretçinin bu kasaba bir uzun bir zaman aklında kalır. Bu geziyi hiçbir zaman unutamaz. 31


BirKitapBinDost

SİNEMA

Gürcan Köftecioğlu İstanbul

STEVEN SPIELBERG Amerikalı film yönetmeni ve yapımcısıdır. 18 Aralık 1946 Cincinnati, Ohio, ABD doğumludur. Sinema tarihinin en etkili kişilerinden, Hollywood’un en tanınmış yönetmenlerinden ve dünyanın en zengin film yapımcılarından biridir. Spielberg bir keresinde, “Geceleri rüya görmem, bütün gün rüya görürüm, yaşam için hayal ederim,” dedi. Güçlü bir hayal gücü ile erken yaşta sanat yeteneklerini göstermeye başladı. Ailesi onu teşvik etti ve destekledi. Bilgisayar mühendisi olan babası Arnold’un 8 mm’lik bir film kamerası vardı ve kamp gezilerini filme alırdı. Bir gün Steven’e bu işi onun daha iyi yapabileceğini söyledi ve ona bir kamera verdi. 12 yaşına geldiğinde film yönetmeni olarak kariyer yapma konusunda çoktan ciddiydi, aynı yıl ilk senaryosunu bitirdi ve bir yıl sonra 13’ündeyken çektiği 40 dakikalık savaş filmi ile ödül kazandı. Rüyasına erken ulaştı. Aslında zor bir lise hayatı geçirmişti ve notları çok iyi değildi, bu yüzden film okuluna giremedi fakat Universal Stüdyoları’nda parasız stajyer olarak günlerini geçirmeye başladı. Kendi kendini eğitmişti. Oradaki yöneticilere filmlerini izlettirmeyi başardı, bir kısa filmi ona bir yönetmenlik sözleşmesi kazandırdı. 21 yaşında iken kendisiyle uzun vadeli kontrat imzalanan en genç yönetmen oldu. Böylece üniversiteyi bitirmeden ayrıldı. Çok sonra, 2002 yılında üniversite eğitimini tamamladı ve bunu otuz yıldan uzun süren bir filme benzetti. Onun hayatı, düşlerin gerçekleşeceğinin kocaman bir kanıtıdır. Çok sayıda filmle kazandığı ödülleriyle, başarılı, çalışkan ve kararlı karakteriyle ön plana çıkar. En önemli ödülleri Schindler’in Listesi ve Er Ryan’ı Kurtarmak ile 1993 ve 1998’de kazandığı En İyi yönetmen ve En İyi Film Oscar’larıdır. DreamWorks Pictures’ın kurucusudur. Farklı temalar kullanmıştır. Filmlerinde sıradan insanların kendilerini sıra dışı durumların içinde bulmasına çok rastlanır. Macera, bilim-kurgu, dram, aile, savaş, terörizm, ırkçılık konularında çok önemli filmler çekmiştir. İkinci Dünya Savaşı, filmleri arasında önemli bir yere sahiptir.

32


Mayıs 2018

Filmleri Filmleri gişede büyük başarı kazanmıştır. Çok yüksek gelirli filmler yapmıştır. En önemli filmleri Jaws (1975), 1941 (1979), E.T. the Extra Terrestrial (1982), Indiana Jones Serisi (1984, 1989, 2008), Jurrasic Park (1993), Schindler’in Listesi (1993), Er Ryan’ı Kurtarmak (1998), A.I. Artificial Intelligence – Yapay Zeka (2001), Azınlık Raporu (2002), Dünyalar Savaşı (2005), Munich (2005), Tenten’in Maceraları (2011), Lincoln (2012) , Interstellar – Yıldızlararası (2014), Bridge of Spies – Casuslar Köprüsü (2015). Steven Spielberg Sözleri “Hata kaçınılmaz, başarı ise bulunması zordur.” “Bir film çekmeden önce oturup dört film seyrederim. Bunlar; Yedi Samuray, Arabistanlı Lawrence, Şahane Hayat ve Çöl Aslanı.” “Ayda bir gün gök kafama yıkılır, geldiğimde, başka bir film görürüm yapmak istediğim.” “Yaşlandıkça filmleri daha çok devinen birer mucize olarak görüyorum.” “Ben kahve içmem. Hayatım boyunca bir fincan kahve içmedim, bu büyük oIasıIıkIa benim hakkımda bilmediğiniz bir şey. Küçüklükten beri tadından nefret ederim.”

33


BirKitapBinDost

KİTAP

Muzaffer Özkan Ankara

ZAMANIN KISA TARİHİ (Stephen HAWKING) Bir buçuk ay önce kaybettiğimiz Stephen Hawking, 8 Ocak 1942 tarihinde İngiltere’de dünyaya gelmiştir. Sekiz yaşına vardığında, Londra’dan, St. Albans’a gitmiş ve burada 11 yaşındayken, St. Albans okuluna başlamıştır. Buradan mezun olduktan sonra babasının eski okulu olan Oxford Üniversitesi kolejine devam etmiştir. Matematiğe oldukça bağlı ve sevmesine karşın babası tıp okumasını istiyordu. Okulda matematik bölümü olmayınca, fizik bölümüne girdi. Üç yıl sonra doğa bilimlerinde birinci sınıf onur madalyasıyla ödüllendirildi. Hawking daha sonra Kozmoloji (Evrenbilim) üzerine çalışmak üzere Cambridge'ye gitti. Hawking, evrenin temel prensipleri üzerine çalıştı. Roger Penrose ile birlikte Einstein'ın Uzay ve Zamanı kapsayan Genel Görelilik Kuramının, Big Bangle başlayıp karadeliklerle sonlandığını gösterdi. Bu sonuç Kuantum mekaniği ile Genel Görelilik Kuramının birleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu yirminci yüzyılın ikinci yarısının en büyük buluşlarından biriydi. Bu birleşmenin bir sonucu da karadeliklerin aslında tamamen kara olmadığını, fakat radyasyon yayıp buharlaştıklarını ve görünmez olduklarını ortaya koyuyordu. Diğer bir sonuç da evrenin bir sonu ve sınırı olmadığıydı. Bu da evrenin başlangıcının tamamen bilimsel kurallar çerçevesinde meydana geldiği anlamına geliyordu. Stephen Hawking 1960'ların başında 21 yaşındayken tedavisi olmayan Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) hastalığına yakalandı. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti. Ünlü bilim adamı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyordu. Kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün dünyada bilim adamları arasında en çok tanınan isimdir. Kitapları, 40 dile çevrildi; evrenle ilgili çılgın teorik bilgilerini popüler hale getirmek için gereken maddi bağımsızlığı sağlayacak ve Cambridge Üniversitesi'ndeki uygulamalı matematik ve teorik fizik laboratuvarını geliştirecek kadar da sattı. Hawking, hastalığıyla gizemli bir kişilik oluşturmaktadır. Son kitabı Ceviz Kabuğundaki Evren'de, dünyanın büyük bir felaket ile karşı karşıya kalabileceğini belirterek uzayda insan kolonileri kurulmasını gündeme getirmişti. Bir fenomen haline gelen ve milyonlarca satan Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere kitabı, Hawking'e asıl şöhreti getirmiştir. 34


Mayıs 2018 İlk kitabının yayımlanmasından bu yana gerçekleşen önemli buluşların ardındaki sırrı açığa çıkaran Ceviz Kabuğundaki Evren, Zamanın Kısa Tarihi'nin bir devamı sayılabilir. Yazar, bizleri çoğu kez gerçeklerin kurmacadan daha şaşırtıcı olduğu teorik fiziğin en üst noktalarına çıkarıyor ve evrenin temel ilkelerine dair anlaşılır yorumlarda bulunuyor. Görelilik kuramından zaman yolculuğuna, süper kütle çekiminden süpersimetriye, kuantum teorisinden M-Kuramı'na ve bütünsel beyin algılanımına kadar evrenin bilinen en kışkırtıcı sırlarına kapı aralayan kitap, Einstein'in "Genel Görelelik Kuramı" ile Richard Feynman'ın çoklu geçmiş düşüncesini birleştirerek evrende olup bitenleri tanımlayabilecek eksiksiz ve tek bir teori geliştirmeye çalışıyor. Okur, kitabı bir bilimsel eser olarak algılayabileceği gibi, rahatlıkla bir bilim–kurgu romanı gibi de değerlendirebilir. Hawking'in "karmaşık önermeleri günlük yaşamdan çekip aldığı analojilerle resmetme becerisi" buna imkân tanımaktadır. 2012'de Büyük Tasarım adlı kitabını da çıkartmıştır. Kitaplarında genellikle bir Yaradan'ın varlığını inkâr eden Stephen Hawking bu kitabında bir Yaratıcı olabileceğini bilimin ışığında kaleme almıştır... Yazarın “Zamanın Kısa Tarihi” adlı kitabı 1988 yılındaki ilk basımından bu yana geçen yıllar içerisinde bilimsel yazın alanında bir başyapıt konumu kazandı. Kırk dile çevrildi ve dokuz milyonun üzerinde baskı yaparak dev bir uluslararası ün kazandı. Kitap o dönemde evrenin doğası hakkında öğrendiğimiz en son bilgiler göz önüne alınarak yazılmıştı, öte yandan o günden bu güne hem atom-altı dünyanın hem de büyük ölçekte evrenin gözlem teknolojilerinde olağanüstü ilerlemeler yaşandı. Bu yeni gözlemler Profesör Hawking’in kitabın ilk baskısında yaptığı kuramsal öngörülerin çoğunu doğrulayan nitelikteydi. Bu gözlemlere, evrenin başlangıcından 300.000 yıl sonrasını araştıran ve Hawking’in varlığını ileri sürdüğü uzayzaman dokusundaki kırışıklıkları tespit eden Kozmik Ardalan Kâşifi COBE uydusunun son bulguları da dâhildir. Kaleme aldığı özgün metne kendisinin son araştırmasından ve en son gözlemlerden edindiğimiz yeni bilgileri katma arzusuyla Hawking, kitabının son baskısı için yeni bir önsöz yazmakla kalmadı, aynı zamanda solucan delikleri ve zaman yolculuğuyla ilgili çok etkileyici yepyeni bir bölüm kaleme alarak kitabını güncelledi. “Canlı ve kışkırtıcı… Hawking doğal bir öğretmen yeteneğine sahip: kolay anlaşılır yazıyor, mizah katıyor ve günlük yaşamdan örnekler veriyor.” (The New York Times) “Tekerlekli sandalyede oturmasına karşın Hawking’in zihni uzayın sonsuzluğunda her yere ulaşıyor ve evrenin gizemlerini açıklıyor.” (Time) İyi okumalar dilerim.

35


BirKitapBinDost

Her Şey Sende Gizli Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kar sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; Can Yücel

36


Mayıs 2018

SANAT

37


BirKitapBinDost

RENG-İ SU Burhan Ersan Muğla

.

38


Mayıs 2018

EBRU

Emel Üstündağ İstanbul

.

39


BirKitapBinDost

RESİM

Hülya Bozkurt İzmir

.

40


Mayıs 2018

RESİM

Güniz A.Küçükoğlu İzmir

.

41


BirKitapBinDost

RESÄ°M

Aneta Hasani Kosova (Kosovo)

.

42


Mayıs 2018

43


BirKitapBinDost

RESİM Selma Top İzmir

.

44


Mayıs 2018

RESİM

Zehra Çakıcı İzmir

.

45


BirKitapBinDost

RESİM

Hülya Özveren İstanbul

.

46


Mayıs 2018

RESİM

Yalçın Alaca Giresun

.

47


BirKitapBinDost

RESÄ°M

Gina Gonzalez Torres Kolombiya (Colombia) .

48


Mayıs 2018

RESİM

Nilgün Altan Ankara

.

49


BirKitapBinDost

FOTOĞRAF

Aziz Dur İstanbul

.

50


Nisan 2018

FOTOÄžRAF

Bardhyl Spahiu Kosova .

51


BirKitapBinDost

FOTOGRAF

Saeed Mohammadzadeh Ä°ran

.

52


Mayıs 2018

FOTOGRAF

Nihal Rende İstanbul

53


BirKitapBinDost

FOTOĞRAF

Şengül Yılmazkaya İstanbul

.

54


Mayıs 2018

.

55


BirKitapBinDost

KARİKATÜR

Mehmet Saim Bilge Ankara (Turkey)

.

56


Mayıs 2018

KARİK ATÜR

Fadi Abou Hassan Norveç (Norway)

.

57


BirKitapBinDost

KARİKATÜR

Agim Krasniqi Kosova

.

58


Mayıs 2018

KARİKATÜR

Tvg Menon Hindistan (India)

.

59


BirKitapBinDost

KARİKATÜR

Mary Zins ABD (USA) BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ .

GRAND PRIZE BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018 60


Mayıs 2018

KARİKATÜR

Cival Einstein Brezilya (Brasil)

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 İKİNCİLİK ÖDÜLÜ

SECOND PRIZE BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018 61


BirKitapBinDost

KARİKATÜR

Dina A.Gawad Mısır (Egpyt) BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ

.

THIRD PRIZE BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

62


Mayıs 2018

KARİKATÜR

Sholeh Pardakhtim

İran

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 ÖZEL ÖDÜL .

SPECIAL PRIZE BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

63


BirKitapBinDost

KARİKATÜR Ali Shafei İran

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 MANSİYON

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

64


Mayıs 2018

KARİKATÜR Hari Kumar Hindistan (India)

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 MANSİYON .

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

65


BirKitapBinDost

KARİKATÜR

Ismail Lahari Hindistan (India)

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 MANSİYON

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018 66


Mayıs 2018

KARİKATÜR

Uğur Pamuk Türkiye

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 MANSİYON .

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

67


BirKitapBinDost

KARİK ATÜR

Wilber C. Centeno Nikaragua (Nicaragua)

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 MANSİYON

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

68


Mayıs 2018

KARİK ATÜR

Keti Radevska Makedonya (Macedonia)

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 MANSİYON

.

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

69


BirKitapBinDost

KARİK ATÜR

Darko Drljevic Karadağ (Montenegro)

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 MANSİYON

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

70


Mayıs 2018

KARİK ATÜR

Mojmir Mihatov Hırvatistan ( Croatia)

.

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 MANSİYON

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY

71


BirKitapBinDost

KARİK ATÜR

Tsocho Peev Bulgaristan (Bulgaria)

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018 MANSİYON .

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

72


Mayıs 2018

KARİK ATÜR

Sun Chen Çin (China)

BİR KİTAP BİN DOST 1.ULUSLARARASI KARİKATÜR YARIŞMASI İSTANBUL -TÜRKİYE 2018

.

HONORABLE MENTION BİR KİTAP BİN DOST 1st INTERNATIONAL CARTOON COMPETITION ISTANBUL-TURKEY 2018

73


AYIN DOSTU

NORVEÇ

(FRIEND OF THE MONTH) FADİ ABOU HASSAN (Fadi ToON) Fadi Abou Hassan (FadiToOn) is a widely published and award-winning freelance cartoonist. His cartoons focus on human rights, women’s rights, and political violence taking place in the country. He is organizer of "Children in War" international cartoon exhibition (Norway 2015) focused on the suffering of children in war and conflict ares. He is organizer of "Wonderful? Wonder World 2017" International cartoon exhibition (Tokyo- Japan 2017) focused on the current events in our world, Trump, refugees crisis, racism, hate of speech, war and peace, etc. His cartoons have been published in various print and online outlets, including Al-Quds, Al-Arabi (London), The New Arab (London), Alroya (Muscat/Oman), Al-Seyassah (Kuwait), and Norwegian & Danish newspapers and magazines: AMTA newspaper (Norway), SAMORA magazine (Norway), NUMER magazine (Norway), Samtiden (Norway), and SPOT magazine (Denmark), Courrier International Magazine (Paris/France), Le Monde (Paris/France), the New Internationalist Magazine (Amesterdam/ Neatherland), Aljazeera.net (Qatar), Amnesty International web (Denmark), Toon pool (Germany). He also publishes his cartoons online, on the webpage Cartoon Movement (Amsterdam/ Netherland), on the webpage Cartooning

NORWAY

for peace (Paris / France). Finally, he is also Editor-inChief of Cartoon Home Network International: https:// www.facebook.com/CHNI2016/ * * * Fadi Abou Hassan (FadiToOn olarak da bilinir) eserleri yaygın olarak yayınlanan ve ödüllü bir serbest karikatüristtir. Karikatürlerinde en çok ülkedeki insan hakları, kadın hakları ve siyasi şiddet konularına yer vermiştir. Savaş ve çatışma alanlarındaki çocukların çektiği acılara odaklanan “Savaştaki Çocuklar” adlı uluslararası karikatür sergisinin (Norveç 2015) düzenleyicisidir. Trump, mülteci krizi, ırkçılık, konuşma nefreti, savaş ve barış gibi dünyamızdaki güncel olaylara odaklanan uluslararası karikatür sergisi “Harika? Harika Dünya 2017”nin (Tokyo-Japonya 2017) düzenleyicisidir. Karikatürleri Al-Quds, Al-Arabi (Londra), The New Arab (Londra), Alroya (Muskat/Umman), Al-Seyassah (Kuveyt), Norveç, Danimarka, Fransa, Hollanda, Katar ve Almanya’daki gazete ve dergilerin de bulunduğu çeşitli basılı ve çevrimiçi yayınlarda yayınlanmıştır. Ayrıca karikatürleri çevrimiçi olarak, Karikatür Hareketi web sayfası (Amsterdam/Hollanda), Barış için Karikatür web sayfasında (Paris/Fransa) yayınlanmıştır. https:// www.facebook.com/CHNI2016/ adresli Uluslararası Karikatür Evi Ağı’nın genel yayın yönetmenidir.

74


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.