BİR KİTAP BİN DOST Aylık Edebiyat, Kültür ve Sanat Dergisi
Yıl 1 Sayı 6 Kasım 2017
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN
Aylık Edebiyat, Kültür ve Sanat Dergisi
KÜNYE BİR KİTAP BİN DOST Aylık Edebiyat, Kültür ve Sanat Dergisi Yıl 1 Sayı 6 Kasım 2017 Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü İlhan Özdemir ilhanozdemir@birkitapbindost.com
Editör İlhan Özdemir Tasarım ve Görsel Yönetmen Gürcan Köftecioğlu Edebiyat Yönetmeni Gürcan Köftecioğlu Muzaffer Özkan Kültür ve Sanat Yönetmeni Emel Üstündağ Yasemin Bayındır Teknik Sorumlu Aziz Dur Doğan Bayındır Hakkımızda ve Yayın İlkeleri ilk iki sayımızda paylaşılmıştır. İletişim info@birkitapbindost.com
Tüm içeriğin hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. ©2017
İÇİNDEKİLER 3
4-5 6-7 8-9 10-11 12-13 14 15 17 18-19 20-21 23 24 25 26 27
30-31 32-33 34-35 36-37 38-39 40-41
Editörün Gözünden - İlhan Özdemir Edebiyat Öykü - Yolculuk!.. - İlhan Özdemir Öykü - Kafedeki Sır - Gürcan Köftecioğlu Anı - Müzik Öğretmenim - Muzaffer Özkan Öykü - Gül Kurusu - Ebru Z. Dişiaçık Deneme - Kendine Ait Şeyler - S.Ümit Fırat Deneme - Yalnızlığım, Deniz ve Martılar... Şengül Yılmazkaya Deneme - Can’dan Geçilmez… - Aynur Karataş Deneme - Benden Hayır Gelmez - Ahmet Zeki Yeşil Genç Kalemler - Gizli Öznelerimiz - Emir Çebi Bir Fotoğraf Bir Öykü - Hurda Hayatlar - Hüseyin Kekiç Şiir - Düş... Öpüş... Düş... - Lavinya Öz Şiir - Ben - Mehmet Ali Tan Şiir - Körebe - Hüseyin Kekiç Cemre - Hatice Aydın Cemre - Lavinya Öz Kültür Söyleşi - Aziz Dur - İlhan Özdemir Yemek Kültürü - Kırım Tatarları - Emel Üstündağ Yer ve Mekan - Acarlar Longozu - Yasemin Bayındır Yönetmenler ve Filmleri - Nuri Bilge Ceylan ve Kış Uykusu Gürcan Köftecioğlıu Portre - Turgut Zaim - Güniz A.Küçükoğlu Kitap Tanıtımı - Beni Asla Bırakma - Muzaffer Özkan
Sanat 44 Reng-i Su - Burhan Ersan 45 Ebru - Emel Üstündağ 46-51 Resim - Aneta Hasani, Güniz A.Küçükoğlu, Metin Aydın, Sema Güngör, Özen Araser, Selma Top 52-55 Fotoğraf - Hüseyin Kekiç, Necmi Tekin, Ayla Gözneli, Nihal Rende 56-63 Karikatür - Mehmet Saim Bilge, Aşkın Ayrancıoğlu, Eren Sönmez, Luis Eduardo Leon, Ali Al Sumaikh, Cival Einstein Macedo Alves, Galym Boranbayev, İbrahim Badusha 64 Martin Omar Arrizabalaga Friend of the Month - Ayın Dostu Kapak Karikatürü: Mehmet Saim Bilge
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
EDİTÖRÜN GÖZÜNDEN
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN
Bildiğiniz gibi her yıl Kasım ayının 24’ünü Öğretmenler Günü olarak kutluyoruz. 24 Kasım 1928’de, Atatürk’ün de bizzat içinde bulunduğu bir çalışma grubu tarafından, 24 Kasım Öğretmenler günü olarak benimsenmiş ve kabul edilmiştir. Dergimizin bu ayki kapak sayfasında; sevgili Mehmet Saim Bilge’nin bizim için çizmiş olduğu öğretmenler günü ile ilgili karikatürü yer alıyor. Bu güzel karikatür için sevgili dostum Mehmet Saim Bilge’ye çok teşekkür ediyorum. Kalemine ve gönlüne sağlık. . . . Öğretmenler, öğretmenlerimiz… Dünler için değil, bugünler ve yarınlar için sevdiklerimiz. Çünkü dünler biter ama onların sevgisi ve onların öğrettikleri asla bitmez… Sokrates: “Dünyada her şeye değer biçmek mümkündür, fakat öğretmenin eserine asla değer biçilemez” diyerek, öğretmenlerimizin haklarının ve emeklerinin değerinin hiç bir zaman ödenemeyeceğini ne güzel dile getirmiş. Onlar bizim yaşamımıza, 24 Kasım 1928’de Atatürk’le doğan bir güneştir. Bizler şu an yaptığımız işleri onların sayesinde, onların bize öğrettikleri ışığında yapıyoruz. Onların sayesinde; Doktor, mühendis, hukukçu, yazar, sanatçı ve aklınıza gelen tüm mesleklerden birisini yapmıyor muyuz? Günaydın diyen her dilde, her gönülde onlar var. Mustafa Kemal diyen dilde, ilimde, çağdaş uygarlıkta, barışta, sevgide, birlik ve beraberlikte onlar var… Onlar, hem yetiştiren hem de yetişenler. Onlar öğretmenler, onlar bizim öğretmenlerimiz… Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün göstermiş olduğu ilkeleri benimsemiş, onun yolunda yürüyen ve yüreğinde onun sevgisini taşıyan tüm öğretmenlerimizin, öğretmenler günü kutlu olsun. .
.
.
Bir Kitap Bin Dost dergisinin Kasım ayı sayısına emeği geçen ve dergiye katkıda bulunan tüm dost ve arkadaşlara çok teşekkürler. İyi ki varlar ve iyi ki bizimle birlikteler... Önümüzdeki ay, Aralık 2017 sayısında görüşmek üzere. Sevgilerimle...
3
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 ÖYKÜ
YOLCULUK!.. Muavinin; “Lastik patladı. Yaklaşık yarım saat buradayız. İsteyen inip, manzara seyredebilir.” sözü üzerine, oturduğu koltuktan kalktı. Aşağıya indiğinde yüzüne vuran serin sabah rüzgarı, uykusunu iyice açmış ve kendine gelmesini sağlamıştı. Buralara ilk defa geliyordu. Manzara, düşündüğünden ve hayal ettiğinden çok daha farklı ve çok daha güzeldi. Şu an bir dağın tepesindeydi ve yol, döne döne aşağıya; bir tarafı durgun, çarşaf gibi bir deniz, diğer tarafı ağaçlar içinde yemyeşil bir ovaya doğru iniyordu. Deniz, verimli olduğu her halinden belli olan yeşil ovanın içinde bir koy oluşturmuştu. Koyun bittiği yerde, bulunduğu tarafta küçük bir kasabanın evlerinin çatıları gözüküyordu. Hemen yanında bulunan, iki arkadaştan bir tanesi, diğer arkadaşına anlatıyordu:
diktirmiş. Bataklığa engel oluyorlarmış. Biz, şu solda gözüken yoldan gideceğiz. O yol, Fethiye yolu.” Aradan ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildi. Muavinin sesi bu seyirin sona erdiğini bildiriyordu. “Herkes yerine otursun, gidiyoruz artık.” . . . Otobüs kalkmış, döne döne aşağıya doğru inmeye başlamıştı. Otobüsün camından hem dışarıyı seyrediyor hem de düşünüyordu. Aklında cevabını bulamadığı o kadar çok soru vardı ki!.. Burada ne işi vardı? Nasıl bir maceranın içine girmişti? Acaba bu yaptığı ne kadar doğru bir şeydi? Ne ile karşılaşacağını bilmiyordu ve işin daha da ilginç tarafı; yanına gitmekte olduğu kişiyi daha önce hiç görmemiş ve hiç tanımıyordu!.. Nasıl birisiydi? Ne iş yapıyordu? Evli mi yoksa bekar mıydı? Kendisine onun ismini ve adresini veren arkadaşı, ona telefon edip geleceğini bildirmiş miydi acaba? Telefon ettiyse, ne gibi bir cevap almış olabilirdi? Eğer gelmesini kabul etmediyse, ne olacaktı? Yanına gitmekte olduğu kişi içinde kendisi yabancı ve
“İşte, Gökova... Şu gördüğün, evlerin olduğu yer Akyaka. Sağ taraftaki çam ağaçlarının arasındaki yol Akyaka'ya giden yol. Şu karşıdaki de Aşıklar Yolu!.. O görülen büyük ağaçların arasında bir yol var. Eski Marmaris yolu. Yanındaki yolu sonradan yaptılar. Şimdi Marmaris'e o yoldan gidiliyor. O büyük ağaçları Atatürk, Pakistan’dan özel olarak getirtip buraya
4
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
bilinmedik bir kişiydi. Kendisini nasıl karşılayacaktı? Yakınlık göstermeyebilir ve çok soğuk da davranabilirdi. Kendisine bazı sorular sorabilirdi. Bunlar nasıl sorular olabilirdi ve o sorulara nasıl cevaplar vermesi gerekiyordu? Aklındaki soruların ardı arkası kesilmiyordu ve bu soruların hiç birisinin cevabını bilmiyordu...
"Merhaba... Ben Onur Demir'i arıyorum. Kardeşinin burada pastanesi varmış. Ben dolaştım ama buralarda hiç pastane göremedim.” Soruları karşısında, önce garip bir şekilde yüzüne bakılmasına alışmıştı artık ve yine öyle oldu... Adam önce yüzüne baktı, sonra kendisini yukardan aşağıya bir süzdü ve;
. . .
"Dondurmacı Eren... Bak şu tam köşedeki dükkan."
Muavin yanına gelip; "Ortaca burası. Sen burada ineceksin. Buradan Dalyan’a minübüsler kalkar. Onlardan birisine bin. Yaklaşık yarım saat falan sürüyor." demesi üzerine otobüsten indi. Yere ayak bastığında, bacaklarında hafif bir karıncalanma ve titreme olduğunu hissetti. Uzun süren otobüs yolculuğundan mı yoksa içinde başlamış olan o belirsiz kuşku ve korkudan mıydı acaba? Yolculuk sırasında kafasında dolaşan acabalar(!) bir anda yeniden kafasında dolaşmaya başlamıştı...
Nihayet sorusuna sözle karşılık veren birisini bulmanın sevinci ile, adama teşekkür etti ve köşedeki dondurmacı dükkanına doğru yürüdü. "Merhaba... Ben Onur'u arıyorum... İstanbul 'dan geldim, arkadaşıyım..." Dondurma tezgahının yanında, taburenin üstünde oturan, üzerinde atlet ve şort bulunan, güneşte kalmaktan iyice esmerleşmiş, orta yapılı esmer delikanlı, onu baştan aşağı süzdükten sonra, pek de sıcak ve dostane olmayan kuşkulu gözlerle:
Bir anda aklına yeni bir soru daha takıldı. Yanına gideceği kişi; tatilde, izinde veya buradan taşınıp bir başka yere gitmiş de olabilirdi? Oraya hiç gitmese miydi acaba? İstanbul'a giden bir otobüse binip, tekrar geri dönse ne olurdu?
"Siz onun okul arkadaşı mı yoksa asker arkadaşı mısınız?" Bu soru karşısında büyük bir şoka girmişti. Nasıl bir cevap vereceğini bilmiyordu. Aslında hiç bir yerden arkadaşı değildi ki... Şu an burada olsa, ne o kendisini tanırdı ne de kendisi onu!.. Ama cevap vermek zorundaydı çünkü kardeşi meraklı gözlerle onu süzüyordu.
"Boşver, buraya kadar geldin ve ne olursa olsun sonuna kadar git," dedi. Dalyan'a giden minübüslerin nereden kalktığını sordu, yoldan geçen birisine. Adam, önce garip bir şekilde yüzüne baktı ve hiç konuşmadan eliyle; 5-10 metre ötede bulunan bir minübüsü gösterdi.
"Her ikisi de sayılır!.." "Haberiniz yok sanıyorum. Onur üç ay önce çok büyük bir motorsiklet kazası geçirdi!.."
Minübüsün içinde iki kişi oturuyordu. Binmeden önce; "Dalyan minübüsü değil mi?" diye sordu. İkisi de, önceki adam gibi, önce garip bir şekilde yüzüne baktılar ve hiç konuşmadan bir tanesi "Evet" dercesine başını salladı. Buralarda adet böyle galiba diye düşündü. Buradaki insanlar, yabancı gördükleri kişilerle konuşmayı pek sevmiyorlardı. Ya da onun alnında; "Lütfen soracağım sorulara sözlü olarak cevap vermeyin" diye bir şey yazıyordu!..
. .
.
(“Belirsize Yolculuk” isimli karalamadan)
İlhan Özdemir İstanbul
. . .
5
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 ÖYKÜ
KAFEDEKİ SIR Arkadaşlarla buluşmaya herkesten önce gitmek istedim. Manzaraya hakim bir masa, masaya hakim bir koltuk vardı kafamda. Uçar adımlarla içeri daldım, karşı köşeye yöneldim. Bir de ne göreyim? Bizim ekip tastamam hazır. Planım tutmayınca keyfim kaçtı, istemsiz bir gülücük gönderdim millete ve selamlaşmadan sonra karşı uçtaki tek boş koltuğa yerleştim çaresiz. Hayaller Paris, gerçekler duvardı!
takılıyor gözüm. Yaşını almış ama güzel ve bakımlı bir kadın, neredeyse yarı yaşında bir genç ile fısıldaşıyor. Erkek, kadının oğlu gibi duruyor yaş olarak, ama oğlu değil. El eleler ve bakışları duygularını ele veriyor. Hemen düzeneği yönlendiriyorum. Sonuç alamıyorum çünkü hem uzaktayım hem de düşük sesle konuşuyorlar, sağdan soldan sesler de karışıyor.
Moralimi bozmadım. Bizim masa yarenliğin ilk aşamasındaydı. Tanıdığımız insanlardan konuşuyorlar, yok o öyle imiş, yok bu böyle imiş. Muhabbete giremedim.
Aklım uzaktaki masada ama bu sırada masamdakiler beni hatırlayıp laf atıyorlar, bir kaç lafla onları geçiştirip siparişimi veriyor ve tuvalet bahanesiyle masadan kalkıyorum. Giderken o masanın yakınından geçiyorum yolumu. O sırada telefonumda önceden hazırlanmış hazır zil sesini çaldırıp aranmışım havası veriyorum, telaşlı bir tavırla açıyorum. Dikkat çekmemek içim birkaç adım uzaklaştıktan sonra telefon çekmiyor numarasıyla cam kenarına dikiliyorum. Artık onların bir kaç metre yakınındayım. Gözüm dışarda, konuşuyor gibiyim, arada bir kafamı sallıyor ve dudaklarımı oynatıyorum. Telefonumdaki alıcının hedefi doğrudan onların masası ve çok net duyuyorum. Kadın:
Telefonumu çıkardım, ceketimin mendil cebinde hazır bekleyen minik casus alıcımı iki parmağımla çektim, kimseye belli etmeden kucağımda telefon kılıfıma oturttum, sonra da kulaklığımı taktım. Arkadaşlar telefonla ilgilendiğimi sanıyordu. Alıcıyı kılıfın üst köşesine kırk beş derecelik açıyla yerleştirmiştim. Ben telefonla uğraşır görünürken kimseyi huylandırmadan hedefteki sesleri alıp kulaklığıma aktaracaktı. Çevredeki masaları taramaya başladım... Solumda iki genç âşık var. Konu sıradan, uzar da uzar bu muhabbet! Onların yanındaki orta yaşlı üç kadın bir sergi açılışını planlıyorlar, onu da geçelim. Diğer taraftaki gençlerin konusu maç ve iddia, çok sıradan! Teker teker masaları tararken en uzak köşeye
“Erol, seninle çok mutluyum ama bu teklifimi iyi düşün sana çok kazandıracak.” “Hanımefendi, trafik kazası süsü de versek bunu yapamam. Cinayet bu!”
6
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
“Vicdanen rahat ol! Şerefini şeytana satmış iki sefil başımızdan eksilecek.”
olay büyümüş ve kadının intikam duyguları dizginlenemeyince cinayet boyutuna gelmiş.
“Bilemiyorum...”
Masamıza döndüm. Ne yapacağımı bilmiyordum. Arkadaşlar,
“Sana en iyi avukatı tutarım, hatırı sayılı bir miktar para, bir de villa veririm. Bir kaç ay yatar çıkarsın. Can verecekleri arabadaki o... ile aşk ilişkisi ortaya dökülünce, hakim bile onlara acımayacak bilesin. Çıktığında krallar gibi yaşatırım seni...”
“Kafan karışık galiba, sen bugün başka boyuttasın, ne derdin var?” dediler. “Hiç... Havalardan herhalde,” dedim. Biraz sohbet edip ayrıldık.
Geçen dakikalar içinde genç erkeğin, kadının jigolosu ve işbirlikçisi olduğunu, hedefi olan kocasının kendisini genç bir mankenle aldattığını ve kadının onları yok etmek istediğini anlamak zor olmadı. Huylandırmamak için telefonu kapattım ve tuvalete gittim. Aaa, o da ne? Arkamdan jigolo da elinde telefonla tuvalete girdi, ben hemen kabine daldım. Artık kulaklığa bile gerek yoktu. Oğlan lavabonun önünde konuşuyordu:
İki gün sonra telefondan elektronik gazeteleri okurken bir başlık gördüm: “Erol Bey’in Sır Ölümü”. Bir kaç gün sonraki başka bir haberle olay aydınlandı. “Lüks otel odasında ölü bulunan, holding patronu Erol Bey’in otopsisinde, kanında öldürücü etkisi bulunan bir maddeye rastlandığı, bunun yiyeceklerinin ya da ilaçlarının arasına karıştırılmış olabileceği...” yazıyordu. Gözünü karartmış hanımefendinin her şeye rağmen sevgilisiyle ya da bir tetikçiyle işbirliği yaparak canına kast edeceğinden korkan eskort kız, kendince bir çözüm bulmuş, adamı zehirleyerek kendi canını kurtaracak bir plan yapmıştı. Fakat olayın olduğu gece ona ulaşıp kaçırmaya çalışan sevgilisi otobanda motosikletiyle gelirken, telaştan gerçekten kaza yapmıştı. Polis, telefon kayıtlarından kolaylıkla olayı çözmüş, kişileri ilişkilendirmiş, eskort kızı da, hanımefendiyi de tutuklamıştı. Erol, günlerdir yoğun bakımda yatıyordu. Kalan servetin ne olacağı ise bilinmiyordu!..
“Lale, aşkım. İş büyüdü...” “...” “Hayır, öyle değil aşkım. Beyefendi ile sana trafikte tuzak kurmamı istiyor.” “...” “Biz en iyisi son bir gece yapalım. Sonra kaybolalım. Kardeşinin borcunu olduğunu söyle, koparabildiğin kadar nakit almaya bak. Ben de yaşlı kaltağı yolayım.” Eskort kız ile jigolonun sevgili olduğu, ortak çalıştığını hayretler içinde anladım. Önce, kız adamı soymaya başlamış, sonra oğlan kadınla temas kurmuş, birlikteliğin fotoğraflarını kadına göstermiş ve kadınının güvenini kazanmış. Kadın, intikam duygusuyla oğlanla daha da yakınlaşmış ve iki ilişki de başını almış gitmiş. Kız ve oğlan, kurdukları bu oyunla, yaşlı çiftten iki taraftan paraları götürürken
Arkadaşlarım ise kafam hala karışık sanıyorlar...
Gürcan Köftecioğlu İstanbul
7
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 ANI
MÜZİK ÖĞRETMENİM Kemal Bey, ortaokulda müdür yardımcısı ve aynı zamanda müzik öğretmeniydi. Müdürün siyah ve koyu renk elbiselerine sanki inat edercesine daha renkli ve açık tonda elbiseleri tercih ederdi. Giyimindeki renklerde resmiyet olmayınca belki de bu nedenle biz öğrenciler onu kendimize daha yakın hissederdik. Hafif tombul, başının üst kısmı keldi. Kalan saçlarını da geriye doğru tarar, yüzü tam olarak meydana çıkardı. Ortadan da kısa diyebileceğim boyuyla bizlere babacan bir amca gibi görünürdü.
Müzik dersimiz haftada bir saatti. Kendisi dersten önce tahtaya üç sıra halinde hepimizin bildiği şu müzik notalarının yazıldığı beşli paralel çizgilerin çizilip hazırlanmasını isterdi. Bu görevi de bana vermişti. İlk birkaç hafta, sınıftaki bir metrelik cetvelle çizmeye çalıştım ama çizgilerin doğruluğunu bir türlü sağlayamadım. Sonradan harika bir formül buldum. Sınıftaki tahtanın genişliği kadar pamuk uçurtma ipini tebeşir tozuna buladıktan sonra tahta buyunca iki arkadaşa gergin tutturuyor sonra da gerdirip bıraktığımda tahtadaki izi harika bir çizgi oluyordu. Bulduğum bu yöntemi Kemal Bey çok beğenmiş, daha sonra diğer sınıflara da aynısını tatbik ettirmeye başlamıştı.
Kişiliği de göründüğünden pek farklı değildi. Sürekli gülen yüzü, öğrencilerle olan diyaloğu ve ilişkileri, okul idaresiyle olan ilişkilerimizde bir köprü görevi üstlenmesi sempatiyle karşılanırdı. Bu da kendisini öğrenciler nazarında sevimli kılıyordu. Ben hiç gitmedim ama disiplin kuruluna giden birçok arkadaşın okulla ilişiğinin kesilmesine engel olduğu söyleniyordu. Biz öğrenciler müzik öğretmenimiz Kemal Beyi çok severdik. Onun da bizleri çok sevdiğine eminim. Zira bütün kaprislerimizi çeker, yaramazlıklarımıza hoşgörüyle yaklaşır, bizimle olan sıcak ve kavrayıcı ilişkisini hiç bozmazdı.
Birinci sınıfta derslere başladığımız ilk günlerdi. Kemal Bey notaları, sol anahtarını, vuruşları gösteriyor, bir yandan da bizlere alıştırmalar yaptırıyordu. Biri güçlü öteki zayıf iki vuruşlu iki zamanlı bir dörtlük vuruşun alıştırmasında bir türlü sınıfta istediğini alamıyordu. Herkese sırayla yaptırıyor, sonra da yüzünü buruşturup doğrusunu kendisi yapıyordu. Sıra bana gelmişti. Derin bir nefes alıp “la” notasının ilk vuruşunu güçlü, ikinci vuruşunu zayıf, üçüncü vuruşunu tekrar güçlü ve dördüncü vuruşunu zayıf öyle güzel söylemiştim ki bittiğinde Kemal Beyin ağzından ‘işte bu’ sözleri dökülmüş ve bir anda sınıfta bir alkış tufanı kopmuştu.
Her hafta başı pazartesi günü ile o zaman hafta sonu olan cumartesi öğleyin okul bahçesindeki göndere bayrak çekilir ve indirilirken kendisi akordeon ile istiklal marşını çalar, bizler de hep birlikte söylerdik. Hatta birçok kereler beğenmez, baştan alarak tekrar söyletirdi. Bu tekrarlar düzgün söylenene kadar devam ederdi. Belki de bugün söylenmesi zor bir marş olan istiklal marşını düzgün okumayı Kemal Beyin bu tekrarlarına borçluyum.
Güzel başlayan müzik dersleri geçen günlerle birlikte benim için kâbusa dönüşmeye başladı. Kemal Bey, bizlere birer adet mandolin almayı öneriyor, ancak kendi pazarladığı mandolinleri zorunlu tutuyordu. Ailemin ekonomik durumu iyi değildi. Bu nedenle ben almak istemiyordum. Alan bazı arkadaşların
8
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
mandolinlerini elime aldığımda bu defa başka bir şeyin farkına vardım. Ben solaktım, oysa bütün mandolinler sağ sisteme göre dizayn edilmişlerdi. Bir türlü intibak edemiyordum. Ailemi ikna edip aldırsam da mandolini çalabileceğime inancım yoktu. İlk sömestr ara sınavlarında mandolin alıp çalmasını becerenler 9-10, biraz becerenler 7-8, beceremeyenler 5-6 gibi notlar alırken; benim gibi mandolin almayan azınlıktaki bir gurup arkadaş çok iyi solfej çeksek de dörtten yukarı not alamıyorduk. Artık iyice müzik dersinden soğumuştum.
O yaz lise birinci sınıfı bitirmişti. Yaz tatilinde bir arkadaşıyla birkaç defa uğradığı Tunus Caddesindeki bir müzik evinde bir grup akranı gencin gitar çalışmasına ilgi duymuş arkadaşıyla bir süre devam etmişti. Arkadaşı sıkılıp ayrılmasına rağmen oğlumun ilgisi gittikçe artmış, büyük bir hevesle bu kursu takip etmeye başlamıştı. Kursun ikinci ayının ortalarıydı, bir akşam gitar alıp alamayacağımızı sordu. Ertesi gün müzik evinde oğlumla birlikte gitarlara bakıyorduk. Benim düşüncem, basit bir başlangıç gitarı almaktı. Oğlum ise orta seviyede bir şey istiyordu. Müzik evinin sahibinin görüşünü alıp sohbet ederken benim gibi gitarlara bakan bir kişi cep telefonuyla durmadan baktığı gitarların özelliklerini aktarıyor, karşılıklı mutabakat sağlamaya çalışıyordu. Bir süre sonra konuştuğu kişinin kızı olduğu anlaşılmıştı. Cep telefonuyla görüşmesi bitince bizim yanımıza gelerek sohbetimize ortak oldu. Kendisi Aksaray valisiymiş ve kızına aldığı beşinci gitarmış. Biraz öğrenince hemen bir üst seviye gitar istiyorlarmış. Bu alışkanlığı virüslü bir hastalığa benzetip bunun galiba sonu yok diyerek bana da sık sık değiştirmektense biraz profesyonel bir gitar almamı önermişti.
İlk sömestr bitmiş karneleri almıştık. Not toplamım teşekkür almaya yetiyordu ama müzik dersi notu dört olduğundan alamıyordum. Hüngür hüngür ağladığımı hâlâ çok iyi hatırlarım. İkinci sömestr yapabileceğim bir şey olmadığından her şeyi oluruna bırakmıştım. Zaten derslerde de daha çok çocuk şarkıları öğrenmiştik. Neyse ki hocamız hepimize geçer not vermiş, ben de teşekkür almıştım. İkinci sınıf ilk sömestrde her şeyi göze alarak gidip Kemal Bey ile görüşüp resmen not dilenmiştim. Böylece ilk takdirname gelmişti. İkinci sömestr nasıl olsa geçen seneki gibi geçer not alırız diye düşünmüştüm. Okul kapandıktan bir hafta sonra gidip karneleri aldığımızda müzikten yine dört almış, takdirname almam gerekirken bu defa not ortalaması ile sınıf geçmiştim. Üzüntüden iki gün kendime gelememiş, babam zor teselli etmişti. Üçüncü sınıfta ise her iki sömestr Kemal Bey geçerli not vermiş ve dereceyle sorunsuz mezun olmuştum. Belki de bu yaşadıklarım benim müziğe olan ilgimi azaltmıştı. Lisede de müzik ve resim seçmeli dersti ve ben doğal olarak resim bölümünü seçmiştim.
Geçen zaman içinde oğlum liseyi ve üniversiteyi bitirdi. Askerliğini yaptı ve kamuda işe başlayalı yıllar oldu. Aldığımız ilk klasik gitarın yanına iki tane daha alındı. Bunlar yetmedi iki tane de elektrogitar, yine yetmedi bir adet de basgitar alındı. Şimdi bizden uzakta yaşıyor, duyduğuma göre İstanbul’a yeni bir basgitar sipariş edilmiş, yakında o da gelecekmiş. Üstelik bunların solak olanları da varmış. Sonsöz; müziği en genel olarak sesin biçim ve devinim kazanmış hâlidir diye tanımlarlar. Bir müzik aleti çalma beceriniz yoksa sesiniz de çok bet bile olsa da benim gibi kimsenin olmadığı ortamlarda şarkı söyleyin, türkü söyleyin hatta ıslık çalın yeter ki müziksiz kalmayın.
Tüm yaşadığım bu olumsuzluklara rağmen, bir müzik aletini çalabilenlere hep gıpta ile baktım ve takdir ettim. Kendi beceriksizliğimi ise bir eksiklik olarak gördüm. Kendi eksikliklerini çocuklarında gidermeye çalışan her anne ve babada olduğu gibi ben de oğlumu bir müzik aleti çalması için yönlendirmeye çalıştım. Ancak o iyi bir dinleyici olmasına rağmen benim isteklerime lise yıllarına kadar hep ilgisiz kaldı. Üstelik o da benim gibi tam bir solaktı. Artık ümidi kesmiş, oğlumun da benim gibi müziğe ilgisiz biri olduğuna inanmaya başlamıştım.
Tekrar görüşmek üzere, kalın sağlıcakla… Muzaffer Özkan Ankara
9
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 ÖYKÜ
GÜL KURUSU Annesinin “ayrıl şu adamdan” nasihatleri gün geldi
Sallanıyordu Halime. Mütemadiyen
sallanıyor,
belirli
kulaklarını tırmaladı.
aralıklarla
tekrarlıyordu.
Peki ne oldu?
Bakışları sabit ve solgundu. Zamanın değiştiremediği
Halime’nin sevdiği uçtu gitti. Halime ise pencere
tek şey iki yanağına düşen kırmızıydı. Elmacık
önünü mesken belledi. Gündüz ve gece yer
kemikleri her daim parıldardı.
değiştirirken Halime’nin ağzını bıçak açmadı.
Elinden hiç düşürmediği gül kurusu tarih kokuyordu
Kurumuş
adeta. Dalı ve dikenleri yerli yerinde dursa da,
nemlendirdiğinde, tebessüm konaklamakta kararsız
yaprakları avuç içi kadar kalmıştı.
kaldı.
Pencerenin önünden ayrılmadığı zaman diliminde
Pencerenin
dört mevsim geçerdi. İlkbahar, yaz, sonbahar, kış
Halime’ye bakıyordu. Halime ise sallanmaktan
eşlik ederdi bu sallantılı gidişata.
kendini alamıyordu. Bir güvercin kadar masumdu
güvercin
sollu Halime’nin kollarına girerek ayağa kaldırdı.
Halime. Hem de çok. gündür
geliveren
ile
dahi farketmemişti. İri kıyım iki hasta bakıcı sağlı
uçurdu, bedenine kondu. Suçu buydu. Çok sevmişti
bu
aniden
kurusu
yerden kaldırmayan Halime, omzuna dokunan eli
omuzlarına. Sevgi, bir avuç daha fazla sevgi aklını
gün
önüne
gül
oysa ki. İleri geri sallanan ve bakışlarını sabitlediği
Bir başınalık yıllar önce konmuştu Halime’nin
O
dudaklarını
Ağırlığını her zamankinden daha fazla bırakmış gül
kurusunu
elinden
gibiydi.
düşürmemişti. Sevdiğinden kalan tek hatıraydı ya! Nasıl kıyıp da atardı!
10
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
Dinlenme saati bitmiş, Halime pembe çarşaflı
Aşağı kattan yükselen hareketli fakat delici melodi,
yatağına yatırılmıştı. Gül kurusunu elinde sıkı sıkı
Halime’nin kaldığı odanın duvarlarına çarptı. Çarpar
tutuyordu. Yatağına yatar yatmaz zihninde beliren
çarpmaz gerçek denilen şey varlığını bir kez daha
sevdiğinin yarım yamalak yüzüne gülümsedi. Bir
kanıtladı.
daha gülümsedi. Avucunda sıktığı gül kurusunun
“Hey gidi koca dünya gam yükü müsün! Söyle söyle
dikeni çatlamış parmaklarına battı. Avuç içi kırmızı
fani dünya dert küpü müsün!”
olmuştu. Diken battıkça Halime bir kez daha
Sevmek güzel şeydi. Peki ya sevilmek?
gülümsedi sevdiğinin hayaline.
İki ucu da kesinliğe varamamış, varsayımlarla dolu bir bilmece. Sevip sevildiği halde araya girenler ise, aşktan nasibini alamamış tek başı mağrur bir tekerleme. Gül kurusu tadında sevdalar yazılsın başı ve sonu belli olan şu gam yüklü hayat defterine. “Hey gidi koca dünya gam yükü müsün! Söyle söyle fani dünya dert küpü müsün!”
Başı usulca sağa düştü. Gül kurusu elinden kaydı. Odanın açık kalmış penceresi kanadını arka arkaya Ebru Z. Dişiaçık
araladı.
İstanbul Gülüyordu Halime. Gülümseyerek veda etmişti sevdiğinin çehresine ve ondan kalan yegane emanete.
11
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 DENEME
KENDİNE AİT ŞEYLER Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf "Yazarın yaratma sürecinin öyküsü…”
kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!" Yaklaşık 90 yıl önce İngiltere’de kaleme alınanların pek çoğu ne yazık ki ülkemizde çok değişmedi. Aslında kadınlar için olduğu kadar erkekler için de benzer kısıtlar mevcut tabii ki.
Hangi yıl okuduğumu hatırlamıyorum… Çok uzun zaman önceydi. Genceciktim, belki Üniversite’den yeni mezun olduğum yıllardı. Önce kadının özgürleşmesi, yaratıcılıkta önemli adımlar atabilmesi adına yazılmış bir kitap olarak algılamıştım okumaya başladığımda. Öyle keskin çizgilere sahip Feminist bir yaklaşım içinde değildim. Ancak sadece biyolojik doğurganlıkla eşleştirilen kadın imajı o zamanlarda da dünyanın pek çok yerinde yaygındı. Bizler eğitimli, aydın genç kuşaklardık; kadın ve toplum konusunda farkındalıklarımız vardı. 68 kuşağının sancılarının devamını, 80’liler olarak daha yüksek eşikte yaşadık. Hatta yaşanmamış gençliklere sahiptik çoğunluğumuz.
Yazma ve yaratıcılığın sancılı süreçlerini öyküleyen “Kendine Ait Bir Oda” çok etkilemişti beni. Denemeler tadında ve kolay okunan kitabı çok hızlı okumuştum. Yaşanamamış gençliklerin, eğitimli genç kadınlarından biri olarak, yeni şeyler enjekte etmişti kitap bana. Örneğin o zamana kadar hiç aklımdan geçmemiş olan “zaman zaman bencil olmak gerektiği” düşüncesi takılmıştı kafama. Ama nasıl olabilirdi ki, biz fedakar olmak, paylaşmak, sevdiklerimize sonsuz katkı sağlamak erdemleri ile donatılarak büyütülmüştük. Kadınların işi çok zordu; toplumun pek çok kesiminde gerçekten aklımızın almayacağı kadar inanılmaz kadın öyküleri vardı.
Toplumun pek çok kesiminde kadınlar olarak, erkeklerden daha fazla mağdurduk şüphesiz. Her şeye rağmen bir kadın mücadelesi olarak bakamadım yaşananların üstesinden gelme çabalarına. Kadınlar ve erkekler olarak; birlikte görmek, birlikte kaldırmak gerekiyordu tüm eşitsizlik ve haksızlıklarla dolu, yoz düşüncelerle beslenen alanları. Bunun için üretmeye, fikir üretmeye, yazmaya, yaratıcılık geliştirmeye ihtiyacımız vardı.
Kendim bizzat çok yüksek dozda yaşamasam da, hemcinslerimin evlilik yolunda başlayan adımlarında, iş yaşamlarında çevrelendikleri kısıtları hep izledim, gördüm. Fakat her şeye rağmen kısıtlanmaların, sınırlanmaların sadece kadınlar tarafından yaşandığı fikri de bana hiçbir zaman çok kesin ve doğru gelmedi. Toplumdaki algı, tutum ve davranışlar nedeniyle kadınlar üzerindeki yoğunlaşmalardan, erkekler de her dönemde nasibini aldı. Yazmanın,
Virginia Woolf, 1929 yılında, Shakespeare’in ülkesinde, İngiltere’de kadınlara sesleniyordu: "Para
12
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
yaratmanın önündeki engellerin tek bir cinsiyete yönelik olması yargısı çok açıklayıcı olamıyordu.
roman, makale, deneme hatta şiir yazacak mı? Teknik açıdan baktığımızda bu mümkün görünüyor, olup olacağı bir yazılım işi. Ama yazılımı geliştirirken, hangi kelimeleri hangi duygular için bir araya getireceğini programlama aşamasında, metin yine insan beyni ve eli ile üretilmiş olmayacak mı? Bu durum da yazma ve yaratıcılık; otomasyon ve bilgisayarlaşmanın sınırlı kalacağı ve dijital devrimin çok fazla müdahil olamayacağı bir alan gibi görünmektedir. İnsana özgü bu süreçlerde sadece destekleyici, yardımcı araçlar olarak kalmaya devam edecekler. Yani yazmak ve yaratmak insana özgüdür ve daha çok uzun yıllar böyle kalacak.
Woolf’un yazarlığın temel alt yapısı olarak öne sürdüğü “oda” sadece bir semboldü. Bu kendine ait bir dünyayı, fiziksel olarak hiç kimseyle paylaşılmayan, hatta biraz bencilce kendine ayırdığın bir zaman dilimini veya bir mekan parçasını ifade ediyordu bana göre. Kendine ait bir oda; bir kanepe, ya da masa, ya da koltuk, bir balkon, bir kahve köşesi, bir park da olabilirdi. Kendine ait hissettiğin, kendini iyi hissettiğin ve kendinle baş başa kalabildiğin anlar ve yerler sana ait bir odadır. Günümüzün sanal ofis kavramı gibi her yer, her mekan ve her zaman dilimi yazma ortamı olabilir. Diğer yandan burada “yazmak” veya “yazarlık” da bir semboldür. Her ne kadar yazmanın bambaşka bir tadı varsa da var olmanın tek aracı değildir. Her neyse seni mutlu eden, yaratmaya teşvik eden, düşündüren, hangi eylem olursa olsun hepsinde kendine ait bir oda ihtiyacı yok mudur?
Yazma ve yaratma isteği içinde olan her insanın bilimsel süreçlerin gereklerinden biri olan “soyutlama” kapsamında kendine ait şeyler de dolaşmaya, onlarla buluşmaya gereksinimi olduğu gerçeği yadsınamaz. Şüphesiz yaratma süreci her şeyden beslenir; kaynak toplumdur, toplumun her kesimidir, arkadaşlardır, dostlardır, sevdiklerindir, sevmediklerindir, doğadır, kimi zaman dağ-denizgüneştir.
Yaratma süreci sancılıdır, zordur, sıkıntılıdır bir o kadar da umut ve heyecan vardır ortaya çıkacak sonuca dair. Soyuttan-somuta, sembollerdennesnelere, hayallerden-gerçeklere gezinir durursun aralarında kimi zaman ürkek, kimi zaman son derece istekli, kimi zaman melankolik bazen neşeli bazen de bıkkın. Kafanın içinde tüm düşünceler adeta takla atar devamlı, birbirine çarpar, devirir, kırar, parçalar, darmadağınık hale getirir biri diğerlerini. Ya da bazen el ele tutuşur, sarar sarmalar birbirlerini, örtüşenler güçlenip sarmal olurken, daha cılız olanlar da bir yerlerinden tutunabilir bütünleşenlere. Bir cümle yazmak için başlamışken, bir de bakarsın sayfalarca sözcük fışkırır. “Kağıt üstüne kalemimden döküldüler” derdik eskiden. Şimdi ise parmak uçlarımızdaki klavye tuşlarından Word dosyalarına kaydedilir ortaya çıkan uzun mu uzun bir metin.
Virginia Woolf’un ”Kendine Ait Bir Oda” başlığını hep bir metafor olarak kabul ettim. Uygulamada ne kadar sağladım? Kendi kendime upuzun bir muhasebe yapmam gerekir cevabını vermek için. Dijital teknolojiler ile kuşatıldığımız, her an ulaşılabilir durumda olduğumuz bugünün koşullarında uzun uzadıya “kendine ait şeyler” ile baş başa kalmak neredeyse imkansız gibi. Geri dönüşümüz de yok artık! Cep telefonlarımızdan 5-6 saat uzak kaldığımızda çıldırıyoruz çoğumuz. Kadın sorunları, kadın-edebiyat; kadın-yaratıcılık tartışmaları kesinlikle tam çözümlenmiş ve yolunda giden konular değil. Ancak üzerimize çöken teknoloji dalgaları artık “kendine ait bir oda” veya “kendine ait bir şeyler” bırakmadı hem kadınlar hem erkekler için. Devamlı “biri bizi gözetliyor” tarznda yaşıyoruz çoğunluğumuz. İyi midir, kötü müdür? Yaşadıkça öğreneceğiz…
Günlerce belki bazen aylarca yazamadığın, yaratamadığın da olur. Bu çok doğal, robotlarla işleyen, seri üretim değil ki yazma süreci! Şimdilerde çok sözü ediliyor ya, belki kişiselleştirilmiş üretim (customized production); ama ne yazık ki 3-boyutlu yazıcılarda imal edilemeyen. Acaba, dijitalleşen dünyada, yapay zeka uygulamaları ve robotlar da
S.Ümit Fırat İstanbul
13
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 DENEME
YALNIZLIĞIM, DENİZ VE MARTILAR… Evet, bu kez yanımda, yanı başımda elimi tutan yalnızlığımdı…
Onlar özgür. Evet, siz de özgürsünüz benimle birlikte… Özgür kalmak isteyen kadar…
Sevdim arkadaşlığını. Anlattıklarımı yorum yapmadan dinledi. Birlikte çay içtik, mendirekte kayalıklara iliştik uzunca bir süre.
Nasıl da geçti zaman, ne iyi geldi orada olmak. Yinelemeliyim bunu… Deniz, iyot, meltem ve dalgaların vuruşu kıyıya.
Bir dinleyenim daha var. Deniz’im… Nasıl güzel? Sanki biraz soğuk gibi!.. Bana mı soğukluğu, sanmıyorum. Kime olduğunu biliyorsam da onun da çok umurunda değil aslında.
Ve çakıl taşlarının çıkardığı ses… Nefes alışverişlerin arasında ki o anı keşfetmek kadar muhteşem… Ayırdındayım. Boş ver be can. Herkes olması gereken yerde…
Doğru yerdeyim. Sesinden anlıyorum. Hoş geldin, sen ve yanı başındaki özledim sizleri der gibi. Hele de kulağına söylediğim şiirden sonra ki coşkusu nasıl da şaşırttı beni. Nasıl da yolladı hırçın dalgalarını oturduğum kayalığa. Buruk bir gülümseme dudak kıvrımlarımda. Sonrasında onun da buruklaşıp sesini bırakması derinlerine. Hafif bir esinti, sonrasında hızlanan…
Yine geleceğim daha uzun süreliğine sohbetlerine… Bekle beni olur mu? Sakın ola unutma beni… Anlatacak o kadar çok şeyim var ki sana…
Üşüdüm, bedenimden çok ruhumdu üşüyen. Yalnızlığım ve deniz ve martılarım benden yana. O gün gibi raks etmeseler de hepsi göz hizamdaydılar. Olabildiğince kalabalık, yan yana, coşkulu. Neredeyse bendekilerin de gidesi geldi.
Şengül Yılmazkaya İstanbul
Durun dedim. Durun... Sizler benimle kalmalısınız.
14
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 DENEME
CAN’DAN GEÇİLMEZ… Ekim ayını çok severim çünkü Cumhuriyetimiz bu ayda ilan edildi…
Medresesi’nde dini eğitim gören gençlerden Molla Ömer etrafındakilerle birlikte İslam hareketi olarak Talibanı kurdu. Bunlara Afganlı ve Pakistanlı on binlerce genç katıldı. Niyetleri Hz.Muhammed zamanındaki devri yaşatmaktı…
Benim kuşağımın öğrencileri için bu ay çok yoğun geçerdi. Okul trampet takımımız canla başla çalışırdı.
Ve 26 Eylül 1996’da başkent Kabil’e girdi, güzel günlerinde sonu geldi.
Onlar çalarken bizler tempo tutardık.
Bir gece haberlerde gördük ki elleri kazmalı adamlar Afganistan’ın dillere destan sanat abidelerini yerle bir ediyorlar.
“Beş para ver, beş para ver, Beş para yoksa on para ver!..” Çocuklarım oldu, bu coşkuyu birlikte yaşadık.
Bundan sonrasını anlatmama lüzum yok sanıyorum… Hepimiz her şeyi biliyoruz.
Heyhat artık o sesler yok, ortalık sessiz… Ve bu sessizlik giden bir şeylerin üstünün örtüldüğünü gösteriyor!..
Bütün bunları bile bile canları pahasına yoktan var edilen ülkemizi CUMHURİYET’le taçlandıran, Atamızın ve onlarca şehidimizin kemiklerini sızlata sızlata yoktan var edilen bir ülkenin, vardan yok edilmesini hep birlikte seyrediyoruz.
Sizlere Afganistan’dan bahsedeceğim arkadaşlar… Bir zamanlar medeniyetin beşiği diye anılırdı.
Şans bir defa verilir, tekrarı yoktur!
Bugün Taliban ve el Kaidenin etkin olduğu Afganistan’da kız ve kadınların hiçbir hakkı yok. Oysa 1960’lı yıllarda Avrupalı kadınlardan farkları yoktu.
Yüreğim acıyor!..
1994’de ortaya çıkan bu örgütü, yine kendileri kurdular.
Aynur Karataş
Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesiyle Pakistan’a mülteci olarak gidenler, savaş sonrası geriye döndüler. Bunların arasında Deobandi
İzmir
15
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
İnsan coşkunluk anlarında olabildiğince bencildir. O dakikada kendisinden daha ilginç daha çekici bir konu olabileceğini düşünmez dünyada. Tolstoy Size sesleniyorum cümle insanlar! Ne olursa olsun dininiz, milliyetiniz, bırakın kavgayı, kini, garezi, atın silahları ellerinizden. Tanrı bile yarattığına pişman, unuttuk sevmeyi sevilmeyi, bir çaba ki tükenmek bilmez… Evrende kardeşçe yaşamak varken, neden korkuyoruz birbirimizden? Jack London Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, ancak çok basit bir sanatı unuttuk: Kardeşçe yaşamayı… Martin Luther King Bana yalan söylemiş olman değil, artık sana inanmamam sarsıyor beni. Friedrich Nietzsche
16
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 DENEME
BENDEN HAYIR GELMEZ Hayat, sözlerini bulamayan şarkılar gibi akıyor. Hiçbir şey hissetmeden geçiyoruz yaşları. Dünü, yarınlar için bitiriyoruz. Bir daha gidemeyeceğimiz yerleri hangimiz merak ediyor? Dörtnala ‘Son’a koşuyoruz. Her gidişin bir dönüşü, her güzel şeyin bir sonu varmış. Ben görmedim, duymadım. Zamanın kanayan kıyısında bekliyordum. Şimdi hızına yetişemediğim zamanla hesaplaşma anıdır. Geçmişi kopya çekmek değil amacım. Onu, bu günün penceresinden yaşıyorum. İç sesim içime kaçmış çıkmıyor. “Kudur” komutuyla eğlenemiyorum. Bir şey saplanmış sol yanıma, hüzünlü ve bir o kadar da sıcak.
çalıyor: “Yumurtanın kulpu yok, gözlerimde uyku yok.”
Şirazem çok değil biraz kayık. Büyüme rakamlarına teslim oldum. Benden hayır gelmez artık.
İster neşeden, istersen kederden fark etmez. Yaşamak alıştığımız bir şey. İsimsiz ve hikâyesiz bir kişi olarak hayat penceresinden geçip gitmeye gönül elvermiyor. Ayak izini bırakmalı insan kumsallara, dalgaların sileceğini bile bile. ‘To be or not to be!’ Ölmek yasak olsa ve hep birileri ölmese. Hiçbir şey yarım kalmasa. Gençlik geldiği gibi gitmese. İçimizdeki şarkı bitmese. Yüreğimizin derinliklerindeki haşarı çocuğu yitirmesek. Son kullanma tarihi geçmiş yastıklarda uyumasak. Her sabah, turna sürüleri havalansa gökyüzüne. Velhasıl, men dakka dukka…
Susuz bitkiler gibiyim, terliyorum. İnce belli, her daim iyi demli çaylar kesmiyor hararetimi. Yaprak kımıldamıyor desem yalan! Şimdi kımıldadı işte. Kımıldamayan bilmem kaç gramlık beynim. Aklım başka yerde, fikrim başka yerde, ben başka yerdeyim. Haberin yok ölüyorum, sen neredesin? Kimseye belli etmeden ölüyorum. Dualarını istemem, senin olsun. Bu iş ‘twitter, miwitter’la olmaz. Çünkü sevdiklerimin ruhuna gitmez. Sen şarkılarımı mırıldan yeter.
Keşke usulden bozulabilse kader. Bana blogunu göster, parça tesirli sözler yazayım sana. “İçim dışım İzmir, ölüyorum” desem mesela. Mesela “Tersanelerde, maden ocaklarında neden ölüyor insanlar?” diye sorsam. “Doğar doğmaz başlar ölüm” deme! Pisi pisine ölmek koyar adama. Ölesiye sıkıldım, öylesine. Gazete haberleri, hayatın derinliğindeki ölümleri anlatıyor. Yaşamı kelimeler arasına hapsetmiş olmanın dayanılmaz ağırlığı var üzerimde. Üstüne üstlük gazım da var. Her buluşma nedense duygusal. Kime veda edeceğimi şaşırdım. Vaziyet bildiğin gibi değil, derin bir komadayım. Herkes şuurumu kapalı sanıyor. Uzaklarda bir şarkı
Ahmet Zeki Yeşil Ankara
17
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 GENÇ KALEMLER
GİZLİ ÖZNELERİMİZ Arkadaşlarımız, dostlarımız ve ailemiz bizim olmazsa olmazlarımızdır.
dertleşebilecek ve düşüncelerini paylaşıp, akıl danışacak birilerini ararlar. İşte böyle zamanlarda aileler ve arkadaşlar çok önemli olur.
Peki arkadaşlarımızdan beklentilerimiz ne olmalıdır? Sıkıntılarımızın paylaşılması, birlikte eğlenmek gibi konularda arkadaşlar büyük rol oynarlar. Sadece kendimizi yalnız hissetmek istemediğimiz için etrafımızda arkadaşların bulunmasını istiyor olabilir miyiz? Unutmayın ki bazı arkadaşlar çok özeldir. Belki farkında bile değiliz fakat onlar bizi güçlü kılan kişilerdir ve onların değerini ancak gittikleri zaman anlayabiliyoruz.
Herkesin mükemmel bir ailesi ve mükemmel arkadaşları olmayabilir. Hatta çok geniş ve çok kalabalık bir aile çevresi olmasına rağmen! Eğer o kişinin ailesi düşüncelerine ve inandıklarına ters düşüyorsa, ona gerektiği ve istediği şekilde destek olmuyorlarsa; o kişi herhangi bir sorunla karşılaştığında, kendisine yardımcı olmaları ve onlardan destek almak için, bu sorununu ailesi ile paylaşmaz. Aynı şey arkadaşlar içinde geçerlidir. Böyle bir durumda yapılacak en iyi şey; bu sorunu çözmek için önce kendimize inanmalı ve güvenmeliyiz…
Peki arkadaşlarımızın bizden beklentileri neler olabilir? Unutmayalım ki bizim onlardan beklediğimiz her şeyi onlar da bizden bekliyorlar… İnsanlar bazen bencil olabilir ve kendi dışında kimseyle ilgilenmeyebilir. Bu noktada arkadaşlarının gözünde değerleri düşer ve zamanla onları kaybedebilirler. Bu kısa vade de önemsiz gibi gözükse de uzun vade de çok sıkıntılı bir döneme girilebileceğinin göstergesidir.
Zaman içinde mutlaka bizim düşünce yapımıza ve inançlarımıza uygun arkadaşlar karşımıza çıkacaktır. İşte o zaman yaşam bizim için çok daha farklı ve çok daha değerli bir hale gelecektir. Eğer şu an çevrenizde ve yanınızda gerçek dostlarınız ve arkadaşlarınız yoksa üzülmeyin. Kendinize güvenin ve kendinize inanın. Sizin en iyi dostunuzun ve arkadaşınızın önce kendiniz olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Sizi sizden daha iyi tanıyan ve anlayan birisi daha olamaz…
Ailelerimiz ve arkadaşlarımız, hayatımızın zor zamanlarında bize destek olurlar. Bazı insanlar sorunlarını tek başına çözebilir, sıkıntılarını zamanla aşabilirler. Bazıları ise tek başına bunlarla yüzleşemez ve bu sebepten dolayı çevrelerinde;
18
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
Benim (bazı istisnalar dışında) her sorunumda danıştığım ve çözümünü birlikte bulduğumuz bir hayat arkadaşım(!) var… Herhangi bir sorunla karşılaştığımda birlikte düşünüp, karar veriyoruz. Benim göremediğim ve düşünemediğim konuları o görüyor ve düşünüyor. Olaylara dışarıdan ve tarafsız bir gözle bakıyor. Sonuç olarak; iyi bir aile ve gerçek arkadaşlarınız varsa yanınızda, yaşam sizin için çok daha güzel ve anlamlı olacaktır. Bundan emin olabilirsiniz.
Benim en büyük şansım zaten böyle bir aileye sahip olmam. İyi ki varlar ve bunları okuyorlarsa eğer; onları çok çok öpüyorum… Değerli zamanınızı ayırdığınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.
Emir Çebi İstanbul
Yeni aldığım kararlar ve görüşmeyi bıraktığım arkadaşlıklardan sonra yaşam benim için daha değerli ve anlamlı oldu. Çok özel bir ailem var…
Şanssızlığa katlanabiliriz, çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır. Oscar Wilde Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, yaratılması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın. O bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, yaratılacak bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır. Osho
19
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 BİR FOTOĞRAF BİR ÖYKÜ
HURDA HAYATLAR Her zaman “El arabalarındaki büyük çuvallar dolmadan dönülmeyecek depoya!” diyen Hamit Bey, “Çarşamba günü erken dönün.” diye iki gündür söyleyip duruyordu sokaklarda dolaşan elemanlarına. Yine de tek tek herkesi arayıp, öğleden sonra depoda olmalarını hatırlattı telefonda. Bir tek Hasan'a ulaşamadı ve ona da mesaj yazdı.
Ferhat ise henüz depoya dönmeyen Hasan'ın telefonuna mesaj yazıyordu: “Hasan oğlum, çabuk gel. Fıstık gibi kızlar geldi, filim çeviriyorlar depoda.” Çalı sakallının el işaretiyle kocaman ışıklar yakıldı. Sokaklardaki çöplerden toplanmış kâğıt ve hurda atıklarla dolu deponun her yeri ışıl ışıl aydınlandı kısa zaman içinde. Güzel bir kızın sesi yankılandı megafondan: “Deponun içinde kimse kalmasın! Oyuncular yerlerine lütfen.”
Her biri başka bir sokaktan çıkıp geldi depoya henüz dolmamış çuvallarıyla. Hamit Bey’i ilk defa temiz bir takım elbise içinde görünce iyice meraklandılar. El arabalarını sıraladılar duvarın önüne.
Hamit Bey eliyle dışarı çıkmalarını işaret etti elemanlarına, lüks otomobilin arka camından kendisine uzatılan kalın zarfı aldı ve ceketinin iç cebine sıkıştırdı sevinçle. Depodan çıkıp büyük ışıkların ve uzun demirlerin ucundaki kameraların arkasına geçtikleri sırada Ferhat'ın telefonuna gelen mesajın sesi duyuldu. Ferhat gelen mesaja bakacaktı ki “Sessizlik lütfen. Cep telefonları kapansın.” anonsunu yaptı aynı kız megafondaki güzel sesiyle. Ferhat, anonsu duyduğu anda Hamit Bey’in sert ve kızgın bakışlarıyla karşılaştı ve telefonu cebine bıraktı yavaşça.
Çok geçmeden deponun karşısındaki yolun kenarında büyük bir otobüs ve iki minibüs durdu. Depo önünde elindeki tespihi sallayarak volta atan Hamit Bey koştu, otobüsün önünde duran lüks otomobilin kapısını açtı. Şık kıyafetli genç kızlar indi otomobilden. Genç erkekler, minibüslerden çeşitli malzemeler indirmeye başladılar. Uzun saçlı ve çalı sakallı biri, parmaklarıyla işaret ediyor ve malzemeler onun işaretlediği yerlere konuyordu hızla. Metrelerce kablolar çekildi önce. Uzun demirlerin ucuna büyük kameralar takıldığını gören Rafet, Tahsin ve Hamza filmde oynayacaklarını düşünerek poz verme havalarına girmişlerdi bile.
Kısa ama derin bir sessizlikten sonra büyük otobüsten çıkan silahlı ve maskeli onlarca kişi depoya ateş ederek koşmaya başladılar. Daha önce depoya
20
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
giren oyuncular da onlara ateş ediyorlardı. Dışarıdaki silahlı biri elindeki el bombasını deponun içine attı. Önce büyük bir patlama sesi duyuldu. Dumanlar arasında oyuncular arka kapıdan çıktılar ve birden büyük bir ateş topuyla deponun her yanı yanmaya başladı.
Ferhat, “Hasan içerde yanıyooorrrr!” diye bağırarak depodaki alevlerin içine koşarken yönetmen “Kestik...” dedi ve “Hurda Hayatlar” filmi bitti.
Ferhat, bu olanları gizlice çekmeyi düşünerek telefonunu çıkardı ve o anda Hasan'dan gelen mesajı gördü: “Oğlum Ferro, ben hastayım. Sabah işe çıkamadım. Depoda yatıyorum.”
İstanbul
Hüseyin Kekiç
Sevdanın oduna pek güvenilmez, Tutuşursan eğer kolay sönülmez. Bu yolun hükmüdür geri dönülmez, Canına kıymazsan seyahat etme.
İyi bak kabına, olmasın delik, Boşuna taşırsın, gider gündelik. Anında olmalı, ettiğin iyilik, Alem duysun diye, inayet etme
Neyzen Tevfik ,
21
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
Nazım’a Bir Güz Çelengi Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha? Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız? Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu? Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana Denizden esen acı rüzgar katsaydı önüne onları Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar Düşerlerdi orada, uzakta, Yaşarken kendine seçtiğin Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa ... Pablo Neruda (Çeviren: Ataol Behramoğlu)
22
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 ŞİİR
DÜŞ… ÖPÜŞ… DÜŞ… Yaşanmışlıklar yaşlanır bir müddet sonra; Umut budur aslında, unutmaya benzer Ve artık, kahrolası bir unutmak içindir tüm umutlar.
Unutmayı unutmak ne acı, ne büyük umutsuzluk
Kurtuluş!
Üzülmelerden, Yıpranışlardan, Yaşlanışlardan, Yok oluşlardan ve yokluğundan kurtuluş.
Düş! Öpüş! Düş!
Sus şimdi.
Gülerek ağlamak, ağlayarak gülmek istiyorum. Sessizce çığlık atmak, bağıra çağıra susmak istiyorum… Bir de… Bir de; daha fazla yazmamak
Lavinya Öz Diyarbakır
23
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 ŞİİR
BEN Bir saksı içiyim Toprakta gömülü Dimdik Herakleitos misali Örtük tezek Bekliyorum Yeşermeyi yeniden Boğuk bir nefes Çisil Yarınlar aydınlık
Mehmet Ali Tan Ankara
24
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 ŞİİR
KÖREBE gönüllü körebe oldum her oyunda ve düştüm peşine gözlerim bağlı
çocuklar aptal sandı
oysa bağlı gözlerimle seni bulma hayalim vardı
Hüseyin Kekiç İstanbul
25
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 CEMRE
Hatice Aydın Ankara
26
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 CEMRE
Lavinya Öz Diyarbakır
27
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
İnsanların çoğu, kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için. William Sheakspeare
28
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
KÜLTÜR
29
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 SÖYLEŞİ
AZİZ DUR İlhan Özdemir: Söyleşi sayfamızın bu ayki konuğu; Bir Kitap Bin Dost grubu yöneticilerinden ve Bir Kitap Bin Dost dergi grubu üyelerinden sevgili Aziz Dur. Söyleşiye, tüm söyleşilerde klasikleşmiş olan o ilk soru ile başlıyoruz: Bize kısaca kendini tanıtır mısın?
inandığı şeyler için ömür boyu susan, anlayışlı, doğru, dürüst, adaletli, özü sözü bir, sözde değil, özde dostluğa önem veren birisi olduğumu düşünüyorum. Emekli olduğum bankamın emekliler derneğinde Y.K. üyesiyim. Bir Kitap Bin Dost grubunun sosyal etkinlikleri ile, emeklilikten sonra çalıştığım banka gruplarımın da sosyal faaliyetlerine katılmaya çalışıyorum.
Aziz Dur: 10 Ocak 1953 tarihinde Giresun’da doğdum. 6 erkek kardeşin ortancasıyım. İlk, orta ve liseyi Giresun’da, üniversiteyi Ankara’da bitirdim. 1973 yılında okul ile birlikte bir özel bankada iş hayatına başladım. 1977 yılında İstanbul’a tayin oldum. 1978 yılında evlendim. 2 çocuğum, 2 torunum var. 1500 üyesi olan Mesleki derneğimizde 12 yıl başkanlık yaptım. 1998 yılında çalıştığım bankamdan emekli olduktan sonra 4 ayrı bankada da Krediler/İsth. Müdürlüğü yaptıktan sonra kendi isteğimle 2016 yılında ayrıldım.
İÖ: Emeklilikle birlikte bu seferde yoğun sosyal faaliyetlerin içine girmişsiniz. Koşturmaca bitmemiş anladığım kadarıyla. Bir Kitap Bin Dost grubu ile tanışmanız nasıl oldu? AD: Yaklaşık 40 yıllık arkadaşım olan İlhan’ın daha önce kurduğu Sakinn’ler grubuna üye olarak girdim. Daha sonra İlhan’ın grubun adını değiştirmesi ile otomatik olarak Bir Kitap Bin Dost grubu ile tanışmış oldum.
İÖ: Gördüğümüz kadarıyla çok uzun ve yorucu bir iş hayatın olmuş. Neyse bundan sonra doya doya emekliliğin keyfini çıkartmanı diliyorum. Seni daha iyi tanıyabilmemiz için, hayat felsefeni kısaca anlatabilir misin? Neler yapıyorsun, nelerle uğraşıyorsun?
İÖ: Edebiyat ile aran nasıl? Bildiğim kadarıyla sen yazmak yerine okumakla ilgileniyorsun? Okuduğun kitaplarda sevdiğin, tercih ettiğin belirli bir tür var mı? Hangi tür kitapları seviyorsun?
AD: İnsanları dostça, karşılık beklemeden seven, ihtiyacı olduğunu bildiğim insanlara yardımcı olmaya çalışan, söylenmesi gerektiğine inandığım şeyi söylemekten çekinmeyen, söylenmemesi gerektiğine
AD: Edebiyatı çok seviyorum. Ancak yazmaktan çok okumayı daha çok sevmeme rağmen yazmayı da çok istiyorum. Gezip gördüğüm bazı yerleri yazdım.
30
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
Gezilerimi, gördüğüm yerleri ve anılarımı yazmayı çok istiyorum. Mizahi kitaplar, anılar, tarihi ve yaşanmış olaylar ile ilgili kitapları daha çok tercih etmeme rağmen ünlü yazarların, yerli ve yabancı yazarların beğenilen türden kitaplarını da tercih ediyorum.
İÖ: Hepsini okumaya kararlısın yani... O zaman kolay gelsin, ne diyebilirim ki... Benzetildiğin biri var mı?
İÖ: Hiç kitap yazmayı düşündün mü? Eğer bir kitap yazacak olsaydın, hangi tür bir kitap yazmak isterdin?
İÖ: Bence arkadaşının eşi güzel ve doğru bir
AD: 22.10.2017 tarihinde gittiğim nikahta, iş arkadaşımın eşi beni Gandi’ye benzetmiş... Eşime söylemişler.
AD: Edebiyatı çok sevmeme rağmen bu konuda yetersizliğimi düşünüyorum. Kitap yazmış olmak için yazılmaz. Sadece anılarımı yazmayı düşünüyorum. Bunu da yaşadıklarımı derli toplu bir arada görebilmek için yazacağım. Bu arada gezip gördüğüm yerlerin tarihi turistik yerlerini de kaleme alıp, sevdiklerimizle, arkadaşlarımla, dostlarımla, paylaşmayı seviyorum.
benzetme yapmış. Evet… Geldik söyleşinin sonuna. Senin eklemek ve söylemek istediğin bir şey var mı?
İÖ: O zaman yazılarını bekliyoruz. Bizi çok fazla bekletmezsin umarım. Eğer bir yazar ile tanışma ve sohbet etme olanağın olsaydı, bu yazarın kim olmasını isterdin?
AD: Hiç bir maddi bir beklenti olmadan, özveri ile, üyelerine, kabiliyetleri ve becerilerine yönelik gerek bilgi ve gerekse sosyal medyada elektronik dergi çıkartıp yayınlayarak, yardımcı olan, ayrıca ihtiyaç sahibi öğrencilere yine özverili grup üyelerimizin de katkıları ile burs verilmesini sağlayan, başta Bir Kitap Bin Dost Grubunun kurucusu İlhan Özdemir ve yönetimde bulunan arkadaşlarımız ile diğer grup üyesi arkadaşlarımıza da sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
AD: Aziz Nesin ile sohbet etmek isterdim. İÖ: En büyük hayalin ve gerçekleştirmek istediğin projelerin neler? AD: Gençlik yıllarımdaki hayallerimi gerçekleştirdim. Sağlığım ve aile mutluluğum yanında başımızdakinin münasip bir şekilde gitmesi dışında bir hayalim yok. Proje olarak da sadece anılarımı yazmak diyebilirim.
İÖ: Bu güzel söyleşi içinde ben önce kendi adıma sonra da tüm Bir Kitap Bin Dost Dergisi okuyucuları adına sana çok teşekkür ediyorum...
İÖ: Yaşayamadığın için pişmanlık duyduğun bir şey var mı? AD: Yaşayamadığım için pişmanlık duyduğum inanın hiçbir şey yok. Aksine iyisi ile kötüsü ile o kadar çok fazla şey yaşadım ki. Gençlik yıllarımdan beri hayal ettiğim her şeyin fazlasıyla gerçekleştiğini söyleyebilirim.
İlhan Özdemir İstanbul
İÖ: Bir sabah bilgisayara girip E-postanı açtığında 200 adet mail geldiğini fark etsen ve sadece 3 tanesini okuyabilecek olsan nasıl bir filtreleme yaparsın? AD: Aciliyet durumuna göre sıralayıp öyle okurum.
31
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 YEMEK KÜLTÜRÜ
KIRIM TATARLARI YEMEK KÜLTÜRÜ Bu sayımızda, “hangi yörenin yemek kültürüne sıra geldi bakalım” diye düşündüğümde aklıma Eskişehir seyahatim geldi. Şehrin ortasından geçen, Porsuk Çayı kıyısında yer alan mekanların çoğunun, yiyecek bölümünde çibörek (çiğbörek) başı çekiyordu.
Çay ve daha çok kahvelerin yanında, çikolata, çeşitli reçeller ve kurabiye ikram edilir.
Eskişehir’e göç eden Kırım Tatarlarına özgü bir yemek olan şibörek zaman içinde ülkemizde çibörek veya çiğ börek olarak adlandırılmış, çok sevilen ve Eskişehir mutfağının en tanınan yemeklerinden birisi olmuştur. Tatar Böreği de denilen bu börek, iyi yapılırsa hamurunun özelliği dolayısıyla fazla yağ çekmeyen, çıtır çıtır incecik hamur ile kıymalı harcın oluşturduğu muhteşem bir lezzettir.
CAYMA KOBETE
İşte bazı en yaygın ve çok sevilen Tatar yemekleri:
Pirinçli Kobete. Hamurun oklava ile açılıp yapılan çeşidi.
Bugünkü konumuz, Rusya’nın Türk dili konuşan halklarından en büyüğü olan Kırım Tatarları’nın yemek kültürü. Eskiden Tatarlar farklı iklim koşulları olan bölgelerde yaşadıkları için Sibirya, Astrahan, Kazan, Kırım ve diğer Tatarların mutfağının kendi özellikleri vardır. Kırım Tatarları çok zengin bir mutfak kültürüne sahiptir. Bu zenginlik kendi özdeğerleri yanında tarihleri boyunca birçok kültürle iç içe yaşamış olmalarından kaynaklanmaktadır.
ÇOBAN KOBETE
Bulundukları coğrafi bölgenin özelliği olan hayvancılık ve yetiştirdikleri sebze ve meyveler (havuç, domates, biber, patlıcan, üzüm, çilek, incir, elma, armut, şeftali, ceviz) ve hamur işleri beslenmelerinde temel değerleri oluşturmaktadır.
Mayalı hamurdan el ile bastıra bastıra yapılan çeşidi.
İçecek olarak yeşil çay ve kahve çok tüketilir. Yeşil çay, kaynar suyun porselen çaydanlığa dökülmesi ve içine bir miktar yeşil çay atılması ile hazırlanır. Bu karışımdan inanç gereği (böyle yapıldığı takdirde evde bolluk ve bereket olacağı yaygındır) 3 kez çayın içileceği küçük porselen kaseye akıtılarak tekrar çaydanlığa dökülür ve çay bekletilmeden içilir.
32
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
KAŞIK BÖREK
KATLAMA
PAZLAMA
BORAMİY
SULUKAMUR
ÇİĞBÖREK
Emel Üstündağ İstanbul
33
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 YER VE MEKAN
ACARLAR LONGOZU Sonbaharın son günlerini iyi değerlendirmek isteyen arkadaşlara tavsiyemdir.
en büyük longozdur. Oldukça zengin bitki örtüsüne sahip bu yer, 1562 hektarlık alanı kaplamaktadır. İçerisinde bulundurduğu zengin bitki örtüsü ve kuş cenneti ile birinci dereceden sit alanı ilan edilmiştir. Longoz, oldukça geniş alana yayılmış olmasına rağmen, yürüme mesafesi sadece 750 metre ile sınırlandırılmıştır. Tahta platformdan oluşan bu parkurda yürüyüş yapmak oldukça keyifli. Mesafe kısa ama hafızanızda yer edecek güzellikler uzun zaman zihninizi meşgul edecektir. İyi ki bu parkuru kısıtlı tutmuşlar bence. Elimizin uzandığı her yeri mahvetmeye meyilli olduğumuzu düşününce ne kadar haklı olduklarını düşünmeden edemedim.
Doğayı ve yürümeyi sever misiniz? Fotoğraf tutkunu musunuz? Gözüm şenlensin, gönlüm dinlensin mi diyorsunuz? Haydi hep birlikte doğanın bize sunduğu ve ülkemizin sayılı değerlerinden olan Acarlar Longozuna gidelim. Oluşumu itibarı ile dünyada nadiren görülen doğa harikası bir yere gidiyoruz. Sakarya Karasu yolu üzerinde bulunan Acarlar Longozu dünyada ikinci, Türkiye'de tek parça olan
34
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
Platform boyunca yürürken yeşilin her tonunu görmek mümkün. Suya dallarını uzatmış ağaçları, suyun yüzünü kaplamış nilüfer çiçeklerini, üzerinde serenat yapan kurbağaları, nilüfer yaprakları arasında süzülen ördekleri izlerken büyülenmemek elde değil. Bu güzellik karşısında fotoğraf çekmeyi bile unutabilirsiniz. Sessizliğin içinde yükselen kuş sesleri size muhteşem bir senfoni sunarken, gözlerinizi kapatın ve derin derin nefes alın. Ruhunuz dinlenmiş hissedeceksiniz.
bilinir. Aklımda kalan küçük bir bilgiyi sizinle paylaşmak isterim; Lotus çiçeği kökleri bataklıkta olmasına rağmen, çiçeklerin üzerine hiç çamur bulaşmadan, pırıl pırıl su yüzünde açtığı için Budizm ve Hinduizm dinlerinde kutsal sayılıyormuş...
Kısmen göl üzerine kurulmuş olan restoranda karnınızı doyurabilir ya da gözleme ve çay eşliğinde manzarayı izleye bilirsiniz. Tahta banklar kurulmuş piknik alanında mangal yakıp keyif yapabilirsiniz. Gerçi buranın sit alanı olduğunu düşünürsek, ben mangal yakmanın pek doğru olduğunu düşünmüyorum. Ancak buna izin verildiğine göre gerekli önlemler alınmıştır, diye umut ediyorum.
İstanbul'a sadece iki buçuk saat uzaklıkta büyülü bir dünya Acarlar Longozu. Mayıs ayından Kasım sonuna kadar olan zaman, longoza gelmek için en güzel zaman. Fotoğraf tutkunu bir arkadaşımın söylediğine göre; Ekim-Kasım arası burada saatlerce fotoğraf çekmeye doyamıyorlarmış. Ağaçlar kırmızıdan sarıya, pembeleşmiş nilüferler suyu kaplıyormuş. Sonbaharın şu son günlerinde, sarı yaprakların ayaklarınızın altına serildiğini düşünmek bile ortamın büyülü atmosferini hayal etmenize yetecektir. Haydi kaçırmayın bu güzelliği...
Henüz zamanımız varken Kasım ayı çıkmadan doğa harikası bu yeri ziyaret edin derim. Başka bir ‘Yer ve Mekan’da buluşmak ümidi ile keyifli anlar dilerim...
Yasemin Bayındır
Unutmadan söyleyeyim, ziyaret saatinizi 9.00 ila 15.00 arasına denk getirmeye çalışın. Zira nilüfer çiçekleri yapraklarını kapatır ve bu güzellikten mahrum olursunuz. Kasım ortasına kadar açmaya devam eden nilüfer çiçekleri ‘Lotus çiçeği’ olarak da
İstanbul
35
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 YÖNETMENLER VE FİLMLERİ
NURİ BİLGE CEYLAN ve KIŞ UYKUSU Nuri Bilge Ceylan, Türk film yönetmeni, senarist, aktör ve fotoğrafçı. 2014’de Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü kazanarak dünya çapında ün kazandı. En büyük sempatiyi ise 2008’deki ödül töreninde yaptığı kısa ama efsane konuşmasıyla topladı. Ödül konuşmasında “tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum” sözleriyle sinemaseverlerin ve milyonlarca Türk’ün gönlünde taht kurdu. Bu konuşma, 2006’da ülkesini eleştiren açıklamalarından kısa bir süre sonra Nobel kazanan Orhan Pamuk’a yanıt niteliğinde kabul edilir.
1959 doğumlu Ceylan, Boğaziçi Üniversitesi ElektrikElektronik Mühendisliği bölümünü bitirdi. Eğitimi sırasında fotoğrafçılık ve dağcılık kulüplerine ilgi gösterdi. Sonrasında Mimar Sinan Üniversitesi’nde iki yıl sinema eğitimi aldı. İlk kısa filmi Koza, ilk uzun metrajlı filmi ise 1997'de çektiği Kasaba’dır. 1999’da yarı otobiyografik filmi Mayıs Sıkıntısı'nı çekti. 2002’de Uzak ile Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü, 2006’da İklimler ile FIBRESCI ödülünü, 2008’de Üç Maymun ile Cannes’da En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandı ve törende efsane konuşmasını yaptı. 2011’de Bir Zamanlar Anadolu’da filmini çekti. Sonunda epik bir film olan Kış Uykusu ile Cannes’da en büyük ödül olan Altın Palmiye'yi elde etti.
Sinema sanatı açısından bakıldığında çok başarılı filmleri ile büyük gişeler elde etmese de sanat çevrelerinde hep takdir gördü ve hiç bir Türk yönetmenin kazanamadığı önemli ödülleri topladı. Altın Palmiye Ödülü ile törende verdiği Yılmaz Güney pozu çok konuşuldu, konu hakkında, “öyle bir ilişki kurulması beni rahatsız etmez ama çok bilinçli, böyle hesaplanarak yapılan bir şey değildi”, dese de daha önce Uzak filmi ile aldığı ödülü Yılmaz Güney’e adadığı bilinmekte.
36
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
Kış Uykusu (Winter Sleep) 2014
Senaryo yazımının didaktik bir süreç olduğunu, kurguya fazla malzemeyle girmek gerektiği düşüncesinde olduğunu söyler. Bu kapsamda 3 saatlik “Kış Uykusu”nun 200 saatlik çekim sonunda ortaya çıktığını açıklamıştır. Kendini ifade etme konusunda görüntüler yerine sözlerde daha becerikli olduğunu düşünseydi sinemaya bulaşmayacağını, yalnızlığı seven biri olduğunu söylemiştir. Bu nedenle edebiyatla uğraşan birisinin yalnızlığını her zaman kıskandığına dikkati çekmiştir.
Süre: 196 dk., Türk yapımı, Tür: Dram Oyuncular: Haluk Bilginer, Melisa Sözen, Demet Akbağ
Dostoyevski romanı tadında bir Çehov uyarlamasına hazır mısınız? Üç saati aşkın süresi ve ağır ilerleyen temposuna rağmen, eğer zamanınız varsa sizi çepeçevre sarmalayacak, kış soğuğunda ısıtacak, uykunuzdan uyandıracak kadar çekicidir. Uzun diyalogları, toplumsal eleştirileri, sağlam karakterleri ile müthiştir. Filmin felsefi zeminin ne denli güçlü olduğunu, çatışan ana karakterlerin hepsine hak verebilmemizden anlarız. Film kurgusu, bir olayı değil, bir durumu anlatır niteliktedir.
Sinemada stil konusuna önem vermiş, "Bir yönetmenin eninde sonunda bir filmde hesabını veremeyeceği tek bir ayrıntının bile olmaması gerektiğini düşünüyorum” demiştir. Kurguya çok önem verdiğini, ufacık bir ayrıntıyı önemsememenin yıllar sonra bile rahatsız edici olabileceğini dile getirerek titiz çalışmasının ipuçlarını vermiştir.
Filmin Konusu: Aydın (Haluk Bilginer) emekli bir tiyatro oyuncusudur. Kapadokya’da aileden kalma küçük bir oteli yönetmektedir. Genç eşi Nihal (Melisa Sözen) kendisine her anlamda soğuk davranır ve Aydın’ın didaktik tavırlarından rahatsızdır. Boşanmış kız kardeşi Necla (Demet Akbağ) ise üçlüyü tamamlar. Aydın her iki kadınla da çatışma halindedir. Kış koşulları ve taşranın getirdiği olumsuzluklar Aydın’ın psikolojisini yıpratan diğer unsurlardır. Yardımcı rollerde Ayberk Pekcan, Serhat Mustafa Kılıç, Tamer Levent ve Nejat İşler gibi usta oyuncularla, üst düzey bir tiyatro kadrosu kalitesindedir.
Gürcan Köftecioğlu İstanbul
37
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 PORTRE
TURGUT ZAİM Bu ay size son dönem ressamlarımızdan Turgut Zaim’i tanıtmak istiyorum. Şehirde doğmuş büyümüş olmasına rağmen resimlerinde köy hayatını yaşatmış. Şu son dönemde, çoğu insanın özlemi olan köye dönüş sebebiyle, seçimim Turgut Zaim oldu.
1906 İstanbul’da doğan Zaim, 1974 yılında Ankara'da ölmüştür.
İlk ve orta öğrenimini Saint Joseph'te okumuş daha sonra tahsiline Güzel Sanatlar Akademisi’de devam etmiştir. Burada 7 yıl İbrahim Çallı atölyesinde eğitim görmüştür.
Bu arada hiç köyde bulunmamasına rağmen, Anadolu yaşamına ilgi duymuştur. Doğu kültürünü tanımak istemiş ve bu yüzden de sık sık Topkapı Sarayına gidip oradaki eskizlerden faydalanmıştır.
38
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
1925’de resim öğretmeni olarak Konya'ya tayin oldu. Birçok okulda çalıştı. Daha sonra yarım bıraktığı akademiye geri döndü.
1924-1928 yıllarında Paris’te çalışmalar yaptı. Ama o, milli bir resim sanatı yaratmak istiyordu ve yerli konuları çizen minyatür tadında bir üslup yarattı.
1932 yılından itibaren Anadolu’yu gezmeye başladı. Yörük ve Avşar’ların yaşantılarıyla ilgilendi. Üslubunu geliştirdi.
D gurubu üyelerine dahil oldu.
Devlet Tiyatrolarında görev aldı. Birçok sergiye katıldı, çeşitli dereceler aldı. Yalnız ressam değil, aynı zamanda yazardır da. Varlık dergisinde yazılar yazmıştır. 1974 de ölen Zaim, yağlıboya, suluboya, guaş ve pastel boyalar kullanmıştır. Eserleri arasında;
Yün eğiren kadınlar Halı dokuyanlar Beşik Yaylada yörükler
gibi köy hayatını anlatan birçok eser bırakmıştır.
Güniz A.Küçükoğlu İzmir
39
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 KİTAP TANITIMI
BENİ ASLA BIRAKMA tüccarı öldü" başlıklı bir ilan yayımlamıştı. İlanda "Daha önce hiç olmadığı kadar hızlı bir biçimde ve daha fazla sayıda insanın ölümünü sağlayacak yöntemler bularak zengin olan Dr. Alfred Nobel, dün öldü." ifadeleri kullanılmıştı. Ölenin Alfred değil, kardeşi Ludvig Nobel olduğunun anlaşılması üzerine gazete, bir düzeltme yayımlamıştı. Hayatı boyuncu evlenmeyen ve çocuğu olmayan Alfred Nobel'in, ilanı okuyunca çok üzüldüğü ve gelecek nesillerin kendisini nasıl hatırlayacağı konusunda endişeye kapıldığı ileri sürülüyor. 1900'da Nobel Vakfı kuruldu. Nobel Vakfı, ödül verileceklerin seçiminde herhangi bir rol oynamıyor. Ödüller için finansal temel oluşturmak üzere Nobel'in servetiyle yatırımda bulunuyor. Vakfın, beş kişiden oluşan yönetim kurulunun başkanını İsveç Kralı atıyor. Bilim dünyasının en prestijli ödülü için adaylar, İsveç Kraliyet Bilim Akademisi Nobel Komitesi ve Norveç Nobel Komitesinin her bir alan için seçilen üyeleri tarafından belirleniyor. İlk Nobel ödülleri, beş alanda 1901'de dağıtılmıştı. Nobel'in ilk sahipleri X ışınlarını keşfeden Wilhelm Röntgen, kimyasal termodinamiklerin anlaşılmasını sağlayan Jacobus van't Hoff, Fransız şair Sully Prudhomme ve difteri tedavisinde kullanılan bir antidoksin geliştiren Alman mikrobiyolog Emil von Behring olmuştu. Kızıl Haç Hareketini kuran İsviçreli Henri Dunant ile Barış Ligini kuran Fransız Frederic Passy, Nobel Barış Ödülü'nün ilk sahipleri olarak tarihe geçmişti.
İsveçli kimya mühendisi Alfred Nobel, ölümünden bir yıl önce, 27 Kasım 1895'te üçüncü ve son vasiyetini imzalamıştı. Ölümünden sonra her yıl fizik, kimya, tıp, edebiyat ve barış alanlarında insanlığa büyük katkıda bulunan araştırmacılara verilecek bir ödülün kurulmasını isteyen Nobel, bunun için kendi keşfi olan dinamit ve diğer patlayıcı maddelerden elde ettiği 33,2 milyon İsveç kronu (yaklaşık 19 milyon lira) tutarındaki servetinin yüzde 94'ünü bağışlamıştı. 1867'de keşfettiği dinamit ve çeşitli ülkelerde kurduğu çok sayıda patlayıcı fabrikasından büyük bir servet elde eden Nobel'in servetini insanlığın geleceği için çalışan bilim adamlarına bağışlama fikrinin, bir Fransız gazetesinde yanlışlıkla verilen ölüm ilanına dayandığı sanılıyor.
İsveç Merkez Bankası da 1968'de Nobel'in anısına Ekonomik Bilimler Ödülünü kurmuş, böylece her yıl 6 farklı alanda Nobel Ödülü verilmeye başlanmıştı. ***** Geçen aybaşında açıkladığı gibi Nobel Edebiyat Ödülü'nün bu yılki sahibi de Japon asıllı İngiliz yazar Kazuo Ishiguro oldu.
İtalya'ya balistit barutu sattığı için 1891'de Fransa tarafından "hain" ilan edilen Alfred Nobel'in ağabeyi ve iş ortağı Ludvig, 1888'de Cannes'da yaşamını yitirmişti. Ölenin Ludvig değil, Alfred Nobel olduğuna dair yanlış istihbarat alan bir Fransız gazetesi, "Ölüm
İsveç Kraliyet Bilim Akademisi, 62 yaşındaki Ishiguro'nun büyük bir duygusal güce sahip
40
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
romanlarında dünya ile hayali algı arasındaki uçurumu ortaya çıkardığı için Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldüğünü açıkladı.
İki yazar, Nobel Edebiyat Ödülü'nü geri çevirdi. 1958'de ödülü kazanan Boris Pasternak, önce ödülü kabul etti ancak daha sonra ülkesi Sovyetler Birliği'nin baskısıyla geri çevirdi. Nobel Komitesi tarafından 1964'te Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Jean Paul Sartre ise ilke olarak hiçbir ödülü kabul etmediği için Nobel'i almadı. İsveçli şair Erik Axel Karlfeldt, ölümünün ardından 1931'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. Nobel Komitesi, 1974'te ödüllerin ölenlere verilemeyeceği kararını aldı. 2006'da Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Orhan Pamuk, Nobel alan ilk Türk oldu.
Ishiguro, 8 Kasım 1954'te Japonya'nın Nagazaki kentinde dünyaya geldi. Ailesi, Ishiguro 5 yaşındayken İngiltere'ye taşındı. 1978'de Kent Üniversitesinden mezun olan Ishiguro, 1978'de de Doğu İngiltere Üniversitesinde yaratıcı yazarlık üzerine yüksek lisansını tamamladı. "A Pale View of Hills (Uzak Tepeler)" adlı ilk eserini 1982'de yayımlayan Ishiguro, romanlarının yanı sıra çok sayıda senaryoya da imza attı.
*****
Ishiguro'nun 1989'da tamamladığı ve en çok tanınan romanlarından "Remains of the Day (Günden Kalanlar)", beyaz perdeye de uyarlanmış ve başrolünde Anthony Hopkins yer almıştı. İngiliz yazarın 2005 tarihli "Never let Me Go (Beni Asla Bırakma)" adlı romanı da 2010'da yönetmen Mark Romanek tarafından beyaz perdeye aktarıldı.
Bu ay Kazuo Ishiguro’nun Beni Asla Bırakma adlı romanını tanıtmak istiyorum. Roman, 2007 yılında Mine Haydaroğlu tarafından Türkçeye çevrilmiş. Son baskısı Yapı Kredi Yayınları tarafından 2016 yılında yapılan roman 272 sayfa, orta büyüklüktedir.
Eserleri çok sayıda dile çevrilen ve dünya çapında satış rekorları kıran Ishiguro, dört kez Man Booker Ödülü'ne layık görüldü. The Times, 2008'de Ishiguro'ya "1945'ten Sonraki En Önemli İngiliz Yazarlar" listesinin 32. sırasında yer verdi.
“Yatılı okul Hailsham'ın öğrencileri, bahçe duvarının arkasındaki karanlık ormandan çok korkarlar. Hafta sonları veya tatillerde evlerine gitmez, Hailsham'dan önceki yaşamlarını hatırlamazlar. Dış dünyayla bağlantıları yoktur. Öğretmenler değil, gözetmenler tarafından eğitilirler. Spor ve sanata büyük önem veren gözetmenler, Hailsham öğrencilerine sürekli özel olduklarını hatırlatır ve bedenlerine çok iyi bakmaları gerektiğini tekrarlar.
Kitabın tanıtım yazısında şu ifadeler yer almaktadır;
Ishiguro'nun Türkçe'ye çevrilen eserleri arasında “Öksüzlüğümüz”, “Gömülü Dev”, “Avunamayanlar”, “Beni Asla Bırakma”, “Günden Kalanlar”, “Çocukluğumu Ararken” bulunuyor.
Kazuo Ishiguro, yayımlandığı yıl Time tarafından İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine alınan Beni Asla Bırakma'da, yıkıma götüreceğini bile bile kendi kaderini kabullenenlere odaklanmış görünüyor.”
İngiliz yazar, 9 milyon İsveç Kronu (yaklaşık 4 milyon lira) tutarındaki ödülün de sahibi oldu. Ishiguro'ya, Nobel'in ölüm yıl dönümü 10 Aralık'ta düzenlenecek ödül töreninde birer diploma ve altın madalya da verilecek.
“Hayatımda okuduğum ve ağlayarak bitirdiğim nadir kitaplardandır birisidir. Herkes mutlaka okumalı,” diye okur notları bulunan bu romanı okumanızı öneririm. İyi okumalar dilerim.
1901'den bu yana 109 kez Nobel Edebiyat Ödülü verildi. Toplam 113 kişiye layık görülen ödüllerden sadece dördü, iki yazar arasında paylaştırıldı. Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan en genç yazar Rudyard Kipling oldu. "Orman Çocuğu" adlı kitabıyla İngiliz yazar Kipling, 1907'de ödülü aldığında 42 yaşındaydı. Nobel Edebiyat Ödülü verilen en yaşlı yazar ise 2007'de 88 yaşındayken ödüle layık görülen Doris Lessing oldu.
Muzaffer Özkan Ankara
41
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017
JAPON ATASÖZLERİ Taş makası kırar, makas kâğıdı keser, kâğıt taşı örter. Öğretmek öğrenmektir. En iyi kılıç, kınında tutulan kılıçtır. Sular yükselince gemiler de yükselir. Müzik değiştiğinde dans da değişir. Her okuduğuna inanıyorsan, okumaktan vazgeç. Para eğer hizmetkârın değilse, efendin olur.
42
ww.birkitapbindost.com
KasÄąm 2017
SANAT
43
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 RENG-İ SU
Burhan Ersan Muğla
44
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 EBRU
Emel Üstündağ İstanbul
45
ww.birkitapbindost.com
KasÄąm 2017 RESÄ°M
Aneta Hasani Kosova
46
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 RESİM
Güniz A.Küçükoğlu İzmir
47
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 RESİM
Metin Aydın İzmir
48
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 RESİM
Sema Güngör Çorlu
49
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 RESİM
Özen Araser İzmir
50
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 RESİM
Selma Top İzmir
51
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 FOTOĞRAF
Hüseyin Kekiç İstanbul
52
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 FOTOĞRAF
Necmi Tekin Ankara
53
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 FOTOĞRAF
Ayla Gözneli İstanbul
54
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 FOTOĞRAF
Nihal Rende İstanbul
55
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 KARİKATÜR
Mehmet Saim Bilge Ankara
56
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 KARİKATÜR
Aşkın Ayrancıoğlu Sinop
57
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 KARİKATÜR
Eren Sönmez Karabük
58
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 KARİKATÜR
Luis Eduardo Leon Kolombiya
59
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 KARİKATÜR
Ali Al Sumaikh Bahreyn
60
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 KARİKATÜR
Cival Einstein Macedo Alves Brezilya
61
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 KARİKATÜR
Galym Boranbayev Kazakistan
62
ww.birkitapbindost.com
Kasım 2017 KARİKATÜR
İbrahim Badusha Hindistan
63
Martin Omar Arrizabalaga Arjantin
FRIEND OF THE MONTH
Nickname: el Toto City: Buenos Aires County: Argentina
Born on June 11th, 1973 in the south of the province of Buenos Aires. He realized his junior school studies in a rural school of Cristiano Muerto, and then Necochea, where also attend secondary school, then he studied history and he is currently a professor of
AYIN DOSTU
history, He teaches history and sociopolitics in an art school.
11 Haziran 1973'te Buenos Aires’in güneyinde doğdu.
He always drew, but he began to take it seriously in
İlkokul eğitimini Cristiano Muerto kırsalında, ortaokul
2007. He is currently working for a La Gazeta of
eğitimin de Necochea'da aldı. Daha sonra tarih okudu
Marchiquita weekly as a cartoonist and humorist.
ve halen bir tarih öğretmenidir. Bir sanat okulunda tarih ve sosyopolitik öğretmektedir. Her zaman çizdi,
Chronology of his activities: Since 2007 the public almost daily in eldialogodelosesferas.blogspot.com. Publication in the journal "La Duendes" and in the
ancak ciddi anlamda çalışmaya 2007'de başladı. Halen haftalık Marchiquita adlı gazete için karikatürist ve mizahçı olarak çalışmaktadır.
blog "Historieta Patagónica". Participation in the 7th book fair and art 2008. Participation in the festival
Etkinlikleri: 2007'den bu yana neredeyse günlük
"Viñetas Sueltas" 2009. Publication of the book
olarak eldialogodelosesferas.blogspot.com adresinde,
"Dialogue of the Spheres" 2009. Teaching experience
"La Duendes" dergisinde ve "Historieta Patagonya"
in workshops cartoon, in the "Cultural Center, Library
blogunda çizmektedir. 2008’de 7. kitap ve sanat
Andres
of
fuarına katıldı, 2009’da "Viñetas Sueltas" festivaline
continuing education, German school and institute
katıldı ve “Küreler Diyalogu” kitabı yayınlandı. Çeşitli
INED. Various publications on albums by La Duendes
karikatür atölyelerinde öğretmenlik deneyimi yaşadı.
2010, 2011. Ethnic Publishing Venezuelan magazine
2010 ve 2011’de La Duendes albümleriyle çeşitli
2011. Publication in the French cooperative Blog
eserler yayınladı. 2011’de Venezuela dergisinde etnik
Manolosanctis 2011 and 2012. Publication in the
yayıncılık yaptı. 2011 ve 2012’de Fransız Blog
virtual supplement "La Gambeta de mis Amigos".
Manolosanctis’de, sanal ek "La Gambeta de mis
Publication
Amigos"da, Amerikan dergisi "bostoonsthemag"da,
Ferreira,
in
Quequen
the
Library,
American
Centre
magazine, Turkish
Türk dergisi "Fena Mizah"da yayınlandı. "Kültür
magazine "Fena Mizah". Participation as a guest
Merkezi Gecesi"ne konuk sanatçı olarak katıldı.
artist at the cultural event "Cultural Center Night".
Karikatürleri Necochea'nın Ecos Diarios'unda, editörel
Publication of cartoons in Ecos Diarios, of Necochea.
görselleri
Publication of editorial illustrations in La Gazeta de
yayınlanmaktadır.
"bostoonsthemag".
Publication
in
the
ise
Mar
Chiquita
gazetesinde
Mar Chiquita. Publications comic and contained in a children's supplement in La Gazeta de Mar Chiquita.
Ayrıca, radyoda düzenli olarak tarih ve kültür programlarına katılmaktadır.
He also works in radio as a columnist of history and cultural programs.