BİR KİTAP BİN DOST Aylık Edebiyat Kültür ve Sanat Dergisi
Haziran 2018 Yıl: 2 Sayı: 13
HAPPY BIRTHDAY BİR KİTAP BİN DOST
2018 Monthly Literature, Culture and Art Magazine
June 2018 Year: 2 Issue: 13
BirKitapBinDost
BİR KİTAP BİN DOST Aylık Edebiyat Kültür ve Sanat Dergisi Haziran 2018 Yıl: 2 Sayı: 13
Genel Yayın Yönetmeni (Editor in Chief)
Yurtdışı Temsilcileri Overseas Representatives
İlhan Özdemir
Kosova Temsilcisi (Representative in Kosovo) Agim Krasniqi
Edebiyat Yönetmenleri (Literary Directors)
Hindistan Temsilcisi (Representative of India) Tvg. Menon
Muzaffer Özkan Gürcan Köftecioğlu Kültür ve Sanat Yönetmenleri (Culture and Art Directors)
Meksika Temsilcisi (Representative of Mexico) Ana Maria Gonzalez Estrada
Emel Üstündağ Yasemin Bayındır Mehmet Saim Bilge Agim Krasniqi
Azerbaycan Temsilcisi (Representative of Azerbaijanil Soltan Soltanlı
İdari İşler (Administrative Directors)
Brezilya Temsilcisi (Representative of Brasil Cival Einstein
Aziz Dur Doğan Bayındır Hakkımızda ve Yayın İlkeleri ilk iki sayımızda yayınlanmıştır.
Cezayir Temsilcisi (Representative of Algeria) Youcef Aimeur
İletişim (Contact)
Mısır Temsilcisi (Representative of Egpyt) Fawzy Morsy
birkitapbindost@gmail.com Tüm içeriğin hakları saklıdır. İzinsiz Kullanılamaz
Makedonya Temsilcisi (Representative of Macedonia) Keti Radevska
(All contents are reserved. It can not be used without permission.)
Özbekistan Temsilcisi (Representative of Uzbekistan) Makhmud Eshonkulov
@2017
2
Editörden...
NİCE SAYILARA!.. Böyle bir dergi çıkarabileceğimize inanmadıkları ve bir kaç sayıdan sonra bu işten vazgeçeceğimizi düşündükleri için ilk başta karşımızda olanlara inat, siz dost ve arkadaşlarımızın yanımızda olduğuna ve bizlere her zaman ki desteği vereceğinize inanarak bu yola çıktık. On iki sayıyı geride bıraktık ve bu sayı ile birlikte ikinci yılımıza ilk adımı atıyoruz. Sizlerin destekleri ve katkıları ile daha nice nice yıllara birlikte gireceğimize inanıyoruz. Birinci yılda, hiç ummadığımız ve hayal bile edemeyeceğimiz bir şekilde ilerledik ve büyüdük. Hatta bu büyümemiz ve gelişmemiz sonucunda yalnızca Türkiye’de olan bir dergi olmaktan çıktık ve şu an dünya üzerinde 60 ülkede paylaşılan uluslararası bir dergi haline geldik. Derginin bu hale gelmesi için emek sarfeden ve katkıda bulunan tüm arkadaşlara çok teşekkür ediyorum. Bizleri destekleyen ve bizlere inanarak yanımızda olan sizlere de, en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Sevgili Emel Üstündağ, her zaman olduğu gibi bu ayda dergi kapağı için çok güzel sulu boya bir resim yaptı. Bu güzel resim için Emel Üstündağ’a çok teşekkür ediyorum, gönlüne ve fırçasına sağlık. Bir Kitap Bin Dost dergisinin Haziran ayı sayısına emeği geçen ve dergiye katkıda bulunan tüm dost ve arkadaşlara çok teşekkürler. İyi ki varlar ve iyi ki bizimle birlikteler... Sevgilerimle...
Haziran 2018 3
Bu sayıda...
BirKitapBinDost
3
Editörden… /Nice Sayılara
6
MUZAFFER ÖZKAN/Yazı-Bir Gezinin Ardından
Uçak pistten havalanıp gökyüzüne doğru tırmanmaya başladığında ben de sanki bir rüya âlemine dalıyordum. Bu benim ilk yurtdışı gezim olacaktı ...
9 10
Aneta Hasani/Resim Hatice Aydın/Bir Fotoğraf Bir Söz
11
AGİM KRASNİQİ/Karikatür
12
İLHAN ÖZDEMİR/Söyleşi-Mehmet Saim Bilge
Söyleşi sayfamızın bu ay ki konuğu; Bir Kitap Bin Dost Dergisi Görsel Sanat Yönetmenlerinden sevgili Mehmet Saim Bilge...
14 15 16 18 19 20
Yıltu Salur/Şiir-Kayık Saeed Mohammadzadeh/Fotoğraf Gürcan Köftecioğlu/Yazı-Efsane Sanatçı Cival Einstein/Karikatür Nilgün Altan/Resim Yasemin Bayındır/Yer ve Mekan-Akyaka
22 ŞENGÜL YILMAZKAYA/Şiir-Yağmurda Toprak Kokusu 23 24 26 27 28 30
Mehmet Saim Bilge/Karikatür Aynur Karataş/Yazı-Sıkıntısız Hayat Güniz A.Küçükoğlu/Resim Ali Al Sumaikh /Karikatür Emel Üstündağ/Yemek Kültürü-Ankara Nihal Rende/Fotoğraf
4
In this issue...
31 BURHAN ERSAN/Rengi-Su 32 Ebru Dişiaçık/Yazı-Papatya Falları 34 Cemal Tunceri /Karikatür 35 Yalçın Alaca/Resim 36 Kedda Berjoh/Yazı-Aşk Oyunu 37 Emel Üstündağ/Fotoğraf 38 Lavinya Öz/Şiir-Bitti 39 Selma Top/Resim 40 Gürcan Köftecioğlu/Sinema-Ertem Eğilmez 42 Yasemin Bayındır/Fotoğraf 44 Güniz A.Küçükoğlu/Portre-Mehmet Güleryüz 46 Emel Üstündağ/Ebru 48 Muzaffer Özkan/Kitap-Sakarya 52 Keziban Yıldırım/Resim 54 Tvg Menon/Karikatür 56 Hülya Özveren/Resim 58 Rejeendra Kumar/Karikatür 60 Mary Zins/Karikatür 62 Youcef Aimeur/Karikatür 64 Marwa Ibrahim/Karikatür 66 Mozhdeh Malekoghli/Karikatür 68 Florent Espejel/Karikatür
43 Hülya Bozkurt/Resim 45 Dina A.Gawad /Karikatür 47 Bardhyl Spahiu/Fotoğraf 51 Sholeh Pardakhtim /Karikatür 53 Uğur Pamuk/Karikatür 55 Gina Gonzalez Torres /Resim 57 Holger Faber/Karikatür 59 Zehra Çakıcı/Resim 61 Simona Constantinescu/Karikatür 63 Soltan Soltanlı/Karikatür 65 Makhmudjon Eshonkulov/Karikatür 67 Elihu Duayer/Karikatür 69 Fawzy Morsy/Ayın Dostu
Ön Kapak Resim: Emel Üstündağ
Arka Kapak:
Ayın Dostu-Fawzy Morsy
Haziran 2018 5
GEZİ
BirKitapBinDost
Muzaffer Özkan Ankara BİR GEZİNİN ARDINDAN Uçak pistten havalanıp gökyüzüne doğru tırmanmaya başladığında ben de sanki bir rüya âlemine dalıyordum. Bu benim ilk yurtdışı gezim olacaktı. Bu nedenle biraz da heyecanlıydım. Kısa süre sonra uçak yeterince irtifa almış bulutların üstüne çıkmıştık. Hostesler de servis yapmaya hazırlanıyorlardı. İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanından Kosova’nın başkenti Priştine’ye doğru uçuyorduk. Bu gezi birkaç ay önce planlanmıştı. Bir Kitap Bin Dost Dergisinin Mayıs 2018 ayı aylık dergi kurulu toplantısı Kosova temsilcimiz Agim Krasniqi’nin daveti üzerine onun ev sahipliğinde Priştine’de yapılacaktı. Ana maksadımız bu olmakla birlikte bizler de bu vesileyle bir balkan turu yapmayı düşünüyorduk. Toplam yedi kişiydik. Agim Krasniqi; tüm dünyada tanınan ve Bir Kitap Bin Dost Dergisinde de düzenli karikatürleri ile yer ve mekân yazıları yayımlanan ve aynı zamanda dergimizin Kosova temsilciliğini de yürüten bir arkadaşımız. Priştine Uluslararası Havaalanına indiğimizde, O’nu oğlu Denis ile görünce hepimizin yüzüne bir gülümseme yayıldı. Hep birlikte önce bir restorana sonra da kalacağımız otele gittik. Yerleşmeyi müteakip Priştine’yi keşfe başladık. Priştine şehir merkezi ana caddesi trafiğe kapalı olup, halkın gezip tozduğu, cadde boyunca kafelerin sıralandığı adeta piyasa yeri. Genellikle sütlü kahvenin içildiği, maalesef çay kültürünün olmadığı mekânlar. Yine de ümidinizi kırmayayım, biraz ara sokakta da olsa bir iki çay servisinin yapıldığı yerlerde mevcut. Cadde boyunca yer alan Tito zamanından kalma devasa gösterişli binalar bugün kamu binaları olarak kullanılmaktaymış. Şehrin varoşlarındaki binalar ise bize hiç de yabancı değil, içinde yaşam başlamış ama binaların dış sıvaları henüz yapılmamış. Binaların tamamı aynı olunca sanki Bir konseptmiş gibi algılanıyor. Ertesi gün bizi evine kahvaltıya davet eden Agim Krasniqi’nin; eşi, annesi, diğer oğlu ve gelini ile tanıştık. Evinin alt katını atölye haline getiren Agim Krasniqi, çalışmalarını daha çok burada yürütüyormuş. Burada beş binden fazla karikatürü olan sanatçı yüzlerce karikatürünü de duvarlara asarak burayı adeta galeriye çevirmiş. Burada kendisine Birinci Uluslararası Bir Kitap Bin Dost Karikatür Yarışmasında jüri üyeliğinden dolayı sertifikası ve katılım belgesini takdim ettik.
6
Öğleye doğru ise biraz da yolu uzatarak, zirvesi karla kaplı, vadileri kar sularının erimesiyle kabarmış ve çağlayarak akan çayları aşarak, Şar Dağlarının geçitlerinden geçerek Prizren’e vardık. Prizren; bütün esnafın Türkçe konuştuğu, büyük bir Türk nüfusun yaşadığı çok güzel bir Kosova şehri. Tam ortasından akan nehir şehri ikiye ayırmakta. Doğal yapısı ve dokusu bozulmamış, insana tipik bir Anadolu kentini hatırlatmakta. Mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi diyebiliriz. Prizren’den ayrılmadan önce burada konuşlu Türk Tugayı Karargâhını da ziyaret ettik. Personeli ertesi gün Ferizovik şehrinde yapılacak olan uluslararası Karikatür sergisinin açılışına davet ettik. Akşam biraz da geç bir saatte mutlu mesut bir şekilde Priştine’ye geri döndük. Ertesi gün Kosova’nın en doğusunda yer alan ve daha çok Sırpların yaşadığı Gilan şehrini gezdik, buradaki Türk İrtibat Merkezini de ziyaret ettik. Şehirde başka yerde bulamadığımız çayı, sağ olsunlar burada ikram ettiler. Öğleden sonra Karikatür sergisinin açılacağı Ferizovik şehrine gittik. Şehrin en önemli simgesi ikiye ayrılan kanalı. Şehrin güneyindeki dağların vadisinden gelen sular, kanalla bir sırta taşınmış ve bir noktada da ikiye ayrılarak bir kolu sırtın öbür tarafına akacak şekilde, diğeri de eski bir değirmeni çalıştıracak şekilde serbest bırakılmış. Coğrafi olarak sırtın öbür tarafının suları Karadeniz’e, bu tarafın suları ise Ege denizine dökülüyormuş. Kanalın ayrım noktası çevresi düzenlenerek gezi alanları ve kafeteryalar yapılarak burası Şehrin en önemli simgesi haline getirilmiş. Akşam şehrin kültür merkezinde karikatür sergisinin açılışı muhteşem oldu. Açılışa KFOR (Birleşmiş Milletler Barış Gücü) ve Türk Heyeti Başkanı Albayımız ile Karargâhtan bir yüzbaşımız da katıldı. Ayrıca Bir Kitap Bin Dost Dergisi editörümüz de bir konuşma yaparak dergimizi ve ülkemizi tanıtma imkânı buldu. Nüfusu yüz bin civarında olan bu ilde, sanata olan bu ilgi ister istemez beni ülkemizle karşılaştırmaya yöneltti ve içimi bir karamsarlık sardı. Gün boyunca bize eşlik eden ve sabah otelimize gelerek bizimle tanışan Aralık 2017’de yayımlanan dergimizde ayın dostu olarak tanıtılan Kosovalı ressam Aneta Hasani’nin bir eseri de sergide yar alıyordu. Kendisine Dergimizin Aralık 2017 sayısının basılmış bir nüshasını da hediye ettik. Ertesi gün Kosova’nın batısında yer alan Yakova ve İpek şehirlerini dolaştık ve özellikle ülkenin batısında yer alan dağlardan gelen Suyun meydana getirdiği şelaleler görülmeye değerdi. Müteakip iki günü kapsayan hafta sonu ise Arnavutluk ve Karadağ’ı kapsayan bir tura yazıldık. Cumartesi sabahı erken saatlerde Agim Krasniqi, eşi, oğlu ve gelininin de iştirak ettiği on bir kişilik bizim gurup ve diğer Kosovalılarla birlikte yaklaşık altmış kişilik ekip ile önce Arnavutluk’un İşkodra şehrini daha sonra ise Karadağ’ın Ülgün ilini gezdik. Geceyi burada geçirerek ertesi gün de yine Karadağ’ın Budva ve Kotor şehirlerini dolaştık. Adriyatik kıyılarındaki bu güzel yerleşim merkezleri bizim Fethiye, Marmaris, Bodrum gibi turizm şehirlerini hatırlattı. Hepsi birbirinden güzel bu sahil şehirleri kötü olan alt yapısını düzeltirse yakın zamanda önemli turizm merkezleri olmaya aday.
Haziran 2018 7
Gece geç saatte geldiğimiz Priştine’de bizi altı gündür misafir eden Krasniqi ailesine teşekkür ederek vedalaştık ve ertesi gün sabah BirKitapBinDost erken saatte Makedonya’nın Başkenti Üsküp’e gitmek üzere çok güzel izlenimlerle Kosova’dan ayrıldık. Kosova toplam iki milyon nüfusu olan bir ülke halkın bir bölümü Arnavut asıllı bir bölümü de Sırp. Az bir oranda olsa da özellikle Prizren bölgesinde Türkler de mevcut. Halk kendisini bu aidiyete göre tanımlıyor. Kimse kendisini Kosovalı olarak kabul etmiyor. Şehirler hatta bazı şehirlerde mahalleler dahi farklı kimliğe ait. Binalara asılan bayraklardan içindekilerin aidiyetini görebiliyorsunuz. Kosova bayrağı ise sadece resmi protokolde yer alan bir flama şeklinde kendisine yer bulabilmiş. Halkta Kosovalıyım diye bir ulus bilinci yok. Dayton Anlaşmasıyla ateşkes sağlanmış, Komutanlığını bir Türkün yürüttüğü Birleşmiş milletler barış gücü de bu süreci devam ettirmekte. Ortalama emekli maaşının yetmiş beş Euro olduğu ülkede işsizlik yüzde elli civarında. Avrupa’nın en fakir ülkelerinden biri, adeta çöplüğü. Bütün bunlara rağmen ülkede eğitim seviyesi yüksek ve Avrupa kültürü hâkim. Gelecek ne getirir tahmin etmek çok güç. Makedonya’nın başkenti Üsküp’ün her tarafı Büyük İskender’in heykelleriyle donatılmış. Güneyindeki dağın tepesine ise büyük bir haç yerleştirilmiş. Bütün bunlara rağmen Üsküp Türk Çarşısındaki kültür ise hiçbir değişime uğramamış. Çınar altında çayların eşlik ettiği Türkçe sohbetler aynen devam ediyor. Burada dünya Tahtakale’den farksız. Üsküp’ten kiraladığımız iki taksi ile önce Manastıra uğradık. Çarşının Sonundaki şimdi müze olarak kullanılan Atatürk’ün de lise eğitimini tamamladığı Manastır Askeri İdadisini ziyaret ettik. Binanın bir bölümü Atatürk’e ait anılarla donatılmış çok hoş bir ortam oluşturulmuş. Buradaki anı defterinde duygularımızı paylaştık Bundan sonraki durağımız ise Ohri oldu. Göl kıyısındaki bu şehir tarihi bir biblo gibi ve hiç bozulmamış. Motellere yerleştikten sonra buranın tanınmış bir mekânı olan Belvedere restorana akşam yemeğine gittik. İstanbul şarkılarının çalındığı canlı müzik eşliğinde güzel bir gece geçirdik. Ohri önemli bir Türk nüfusun da bulunduğu çok güzel bir yerleşim. Sahilden göle girilebiliyor o kadar temiz. Çarşısı inci dükkânlarıyla dolu. Ohri Gölünden çıkarılan dünyaca ünlü inciler işlenerek bu dükkânlarda satılıyor. Esnafın tamamı Türkçe biliyor ve inci alırken pazarlık etmeyi unutmayın. Ohri, bana biraz Bursa’yı hatırlattı. Geceyi Ohri’de geçirdik ve ertesi gün biraz da gecikerek tekrar Üsküp’e vardık. Burada Türk Çarşısında kısa bir moladan sonra Üsküp Uluslararası havaalanında dönüş işlemlerimizi tamamlayarak uçağımızdaki yerimizi aldık. Uçağımız havalanıp İstanbul’a doğru yol almaya başladığında ben de giderken daldığım rüya âleminden uyandım. Sonsöz; sekiz günlük bu Balkan Ülkeleri turundan çok güzel izlenimlerle döndüm. Oralarda Osmanlının bıraktığı Türk kültürünü soludum. Eğer gitmediyseniz vize de istemeyen bu dört Balkan Ülkesini mutlaka gezin görün derim. Tekrar görüşmek üzere, kalın sağlıcakla… 8
RESÄ°M
Aneta Hasani Kosova (Kosovo)
Haziran 2018 9
BirKitapBinDost
BİR FOTOĞRAF BİR SÖZ
Hatice Aydın Ankara
Yolun sonundaydı adam Sağır kulaklarından habersiz susuyordu... Fotoğraf ve Söz Hatice Aydın 10
KARİKATÜR
Agim Krasniqi Kosova (Kosovo)
Haziran 2018 11
BirKitapBinDost
SÖYLEŞİ
İlhan Özdemir İstanbul MEHMET SAİM BİLGE Söyleşi sayfamızın bu ay ki konuğu; Bir Kitap Bin Dost Dergisi Görsel Sanat Yönetmenlerinden sevgili Mehmet Saim Bilge. Bu söyleyişiye de tüm söyleşilerdeki klasikleşmiş olan o ilk soru ile başlıyoruz. İlhan Özdemir: Merhaba, öncelikle seni tanımak istiyoruz. Bize kısaca kendinden bahseder misin? Mehmet Saim Bilge: 1957 Gerede doğumluyum. İlk ve ortaokulu Gerede’de okudum. 1974’de Kuleli’den, 1978’de KHO’dan P.Tğm olarak mezun oldum. 2009’da TSK dan emekli olduktan sonra karikatürle iştigal etmeye başladım. 2014 te Küresel Karikatür Kulübünü kurdum aynı yıl küresel online uzaktan eğitim kurumu Küresel TV. de canlı karikatür programı yapmaya başladım. 6 kıtadan 20 den fazla ülkeden 50 den fazla karikatür sanatçısı ile canlı karikatür yayını yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Bir karikatürüm Alman ders kitaplarına girmeyi başarmış olup başta “Bir Kitap Bir Dost” olmak üzere halen ulusal ve uluslararası yayın organlarında karikatürlerim yayınlanmakta ve sergilenmektedir. Ayrıca TRT Diyanet tv de de hattı mizah isimli karikatür proğramım yayımlanmaktadır. Evli ve 2 çocuk babasıyım. Aynı zamanda TESUD ve EMO üyesiyim. İÖ: Bir Kitap Bin Dost ile yollarının karşılaşması nasıl oldu? MSB: Bu soruya aslında sen cevap versen daha iyi olur ama bana sorarsan da Kuleli’den arkadaşım olan sen İlhan Özdemir’in çıkarmakta olduğu Bir Kitap Bir Dost dergisinde yayınlanmak üzere benden bir karikatür istemesiyle başladı ve başlayış o başlayış… İÖ: Hayatın boyunca öğrendiğin en büyük hayat tecrübesi? MSB: Öğrenmenin yaşının olmadığı, öğreneceğin kişinin de yaşının önemli olmadığı ve bol bol kitap okumanın gerekli olduğu... İÖ: Hayatın boyunca yaşadığın en heyecan verici tecrübe? MSB: Kamera karşısı bir başka heyecan... Gerçi şimdi alıştık ama ilk defa kamera karşınızda olunca o bir başka heyecan verici… İÖ: Yaşayamadığın için pişmanlık duyduğun ne var?
12
MSB: Karikatüre daha erken başlasaydım diye bazen hayıflansam da görevde iken mümkün olmamıştı ama şimdi hızlı bir girişle açığı kapatmaya çalışıyoruz. Geç de olsa başlamak önemliydi. İÖ: Karikatüre ilgin ne zaman ve nasıl başladı? MSB: Daha ilkokula başlamadan resme karşı ilgim ve kabiliyetim vardı. İlkokulda arkadaşlarımın resim ödevlerini de ben yapardım. Ortaokulda ve Kuleli’de de resim bölümündeydim. Resimlerim sergilenmeye layık görülürdü ancak kıtaya çıkmamla birlikte pek vakit bulamasam da ara sıra kışlalarda yapılan birlik geceleri için çıkartılan tek sayfalık gazetelere karikatür çizdiğim olurdu. Ama asıl emekli olduktan sonra başladım ve bayağı da hızlı oldu karikatür dünyasına girişim. Ben paraşütle atladım diyorum hem de tam ortasına bu dünyanın. İÖ: Yolda gidiyorsun köşeyi döndün ve karşına sen çıktın ne yapardın? MSB: Bu benim aynı yaşta, gençlik, çocukluk veya daha ileri yaştaki halime göre değişir. Karşılaştığım ben eğer önceki halimle karşılaşırsam tecrübemi aktarırım eğer ileri yaş halimse tecrübesini sorarım. Tecrübe ve tecrübeden istifade etmek çok önemli bence. İÖ: Çocukluğuna dair en çok neyi özlüyorsun? MSB: Ekmek elden su gölden, her şeyi... Bizim nesil biraz şanslı galiba. Her şeyi gördük. Çocukluğumuz yokluk içinde ama doğa ile iç içe teknolojiden uzak o günleri özlüyorum ve bugünün çocuklarına üzülüyorum. İÖ: Hangi konu açıldığında sıkılırsın ve uykun gelir? MSB: Siyasi tartışma özellikle iç siyaset... Uykum gelmez tam tersi uykum kaçar çünkü siyaseti dostlarla tartışmamak lazım. Siyasiler yoluna devam eder siz dostlarınızı kaybedersiniz. İÖ: Hangi korkundan sonsuza kadar kurtulmak istersin? MSB: Korku insanın doğasında vardır aşırı olmadığı sürece de zararlı değildir. Korkunun ecele de faydası yoktur, oldu mu? İÖ: Hayatın boyunca beklediğin en uzun kuyruk? MSB: Ramazan ayındayız çocukken kışa denk gelirdi ramazanlar. Bizim oralarda da kış baya olurdu. O kış günü fırında pide kuyruğu ama her akşam zaten diğer günlerde evin ekmeğini de ben taşırdım çarşıdan eve. İş bölümü böyleydi, hemde yürüyerek işte o kış günlerindeki uzun kuyrukları unutamam belki günlük olarak çok uzun olmasa da otuz gün devamlı gidince en uzun kuyruk oluyordu diyebiliriz. İÖ: Bu söyleşiye ekstradan bir soru eklesen... O ne olurdu? MSB: Bir daha dünyaya gelseydin yine karikatür der miydin? İÖ: Evet şimdi de bu söyleşiye eklediğin ekstra sorunun cevabını öğrenelim… MSB: Evet yine karikatür derdim. Karikatür benim her şeyim. Bu bir tutku çizmeden duramazsınız ve herkese de tavsiyem; emeklilikle, ölümün çaresi yok. Emeklilikte bir şeylerle uğraşmak, bu herkes için geçerli ve siz de yazarlık ve dergi çıkarmakla faydalı bir iş yapmaktasınız. Bir Kitap Bin Dost, hemde uluslararası çapta... Biz de katkı sağlamaya çalışıyoruz. Ekip olarakda daha güzel şeyler yapacağımıza inanıyorum. Belki Bin Dostu da Binlerce Dost diye değiştirmek de gerekebilir diye düşünüyorum. İÖ: Benim çok büyük keyif aldığım, okuyucularında bu söyleyişiyi büyük bir keyifle okuyacaklarına inandığım, bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyorum...
Haziran 2018 13
BirKitapBinDost
ŞİİR
Yıltu Salur İstanbul
KAYIK Deryalarında yol alsam ben kayık, kırık dökük.. Vursam kıyılarına postalarım delik deşik.. Yerinden oynamış döşekler ve darma dağın kürekler... Bıraksam kendimi ince kumlara sanki başım kucağında Güneş vursun omurgama senin o güzel kumsalında... Yıltu Salur
14
FOTOGRAF
Saeed Mohammadzadeh Ä°ran
Haziran 2018 15
ÖYKÜ
BirKitapBinDost
GürcanKöftecioğlu İstanbul EFSANE SANATÇI Koray, aile gözlükçümüz. Neredeyse her ay ziyaret ederim. Haziran ayı geldiğinde müşterilerinin çoğu güneş gözlüğü alma telâşındadır. Eh ben de farklı değildim. Gözlükçüye girdim. Dükkân kalabalık ama güzel bir sürprizle karşılaştım. İçeride yetmişli yılların yakışıklı “Anadolu Rock” sanatçısı güneş gözlüklerini inceliyordu. Kibar bir selam vermek istedim fakat adı dilimin ucunda bir pot kırmayayım, “Ersan mıydı acep?” Kendisini epey sever dinlerdim küçüklüğümde, şarkıları dilimde hâlâ ama otuz küsur yıl olmuştu. Hay aksi! Ersin, Ersen, Ersun, Erson… Ne çok olasılık var! Ona eşlik eden evet tamam, “Dadaşlar!” Ünlü şarkıları “Dostlar Beni Hatırlasın”, “Aman Tertip Can Tertip”, hepsi aklımda ama adında duraksadım, kararsızım… Ben bu düşüncelerle meşgul, ne diyeceğimi bilmezken yaşını almış iki tonton hanımefendi imdadıma yetişti sandım: “Aaa… Beyefendi biz sizi tanıyoruz… Ersoy’du değil mi adınız?” demeleriyle yıkıldım, şaşkınlığım daha da arttı. Ortaoyununa dönen konuşmalarını izlemeye başladım… Sanatçı nezaketle, “Yok efendim. O kalipso kralı Metin Ersoy! Benimle ilgisi yok!” “Tamam tamam siz org çalıyordunuz Ersin Bey…” “Hanım efendiciğim ben piyano çalarım ama sahnede söylerim sadece. Siz Rıza Silahlıpoda’dan bahsediyorsunuz galiba!” Tonton teyze parmağını sallayarak, “Kan ve gül… Gül ve diken… Değil mi?” “O da İskender Doğan! Tutturamadınız,” dedi biraz kızdığını belli ederek. Ardından kinaye yaparak, “İsterseniz ben sayayım listeyi, siz yorulmayın. Ne dersiniz?” “Ay zahmet olacak, şimdi buluruz vallahi,” dedi hanımlar. “Erkin Koray?” “Arap Saçı, Çöpçüler?” “Üstüne bastınız aşkımı süpürdüler… Ya Ömür Göksel desem?”
16
“Değil. Ah o en romantik aşkların şarkıcısı… Sevmek istesem de sevemem artık…” “Edip Akbayram!” “Olur mu canım efendim? Onun tarzı çok farklı, size de benzemez biliyoruz!” Mırıldanarak, “Hasretinle yandı gönlüm…” Konuşma sanki ortaoyunundan bilgi yarışmasına evrilmişti. Sanatçı soruyor, yaşlı teyzeler patır patır sayıyordu… “Ali Rıza Binboğa!” “Yarınlarda, yarınlarda seni sevmek var…” “Durun hani birisi vardı. Burnuyla kaval çalan… Kim?” “Ay evet vardı ama çıkaramadık şimdi.” “Özay Gönlüm olmasın?” “Yok, efendi oğlum. Ah o yanık sesli sanatçı hep aklımda, üç sazı birlikte çalardı. Asmam Çardaktan, Denizli’nin Çil Horozu…” “Belki de Füsun Önal ya da Seyyal Taner?” diye sordu artık eğlenerek. “Yavrum çok şakacısınız onlar kadın zaten.” Teyzeler artık ipleri koparmıştı. Hafiften göbek atarak ve parmak şıklatarak, “Ah nerede vah nerede… Alladı pulladı iki lafın arasını…” şarkılarından kupleler söylemeye başladılar. “Süperstar Ajda desem?” “Hah şimdi buldun(!) Geçen gün klibini gördüm. O hâlâ söylüyor,” diye atışma uzarken dayanam ayıp araya girdim, “Biraz ipucu verseniz…” “Tamam… ‘Dadaşlar’ desem, ‘Anadolu Rock’ desem, ‘Dostlar Beni Hatırlasın’ desem hatırlar mısınız?” Yaşlı bayan tekrar söze atladı, “Tamam şimdi buldum. Arsen ve Moğollar! Aaa sahi onlara ne oldu?” “Bir şey olmadı, iyiler efendim. Ellerinizden öperler. Yalnız bir kere Moğollar değil Dadaşlar! Bir de o sizin dediğiniz Arsen, şu ünlü Fransız kibar hırsız Arsen Lupen olmasın?” Bu kez ben lafa daldım, “Bakın Ersay Bey ben sizi çok sev…” derken kırdığım potu fark ettim ve gülmeye başladım. Sinirlerimiz boşalmıştı. Hepimiz makaraları koyuverdik… Birini tuttururum umuduyla bilinçsizce sıralıyordum: “Ersel Bey, Ersev Bey, Erhan Bey, Ersinan Bey, Eryetiş Bey, Yandım Aman Bey, Mahvoldum Bey, Makaraları Koyuverdim Bey… Ay dayanamıyorum biri yardım etsin…” İşlerin giderek sarpa sardığını fark eden gözlükçü Koray araya girdi. Ben ne yaptığımı bilmiyordum. Hatırımda kalan son görüntü şöyleydi: Dükkânın bir köşesine yığılıp kalmıştım, “Gafil Gezme Şaşkın”ı içimden söylüyordum. Yaşlı teyzeler “Şu muydu, bu muydu?” diyerek bütün pop şarkıcılarını bitirmiş, sıra Nurhan Damcıoğlu’nun kantolarına kadar gelmişti. Koray bir yandan bizlerle ilgilenmeye çalışıyordu ama en çok da artık elleri titremeye başlayan, hatırlı müşterisi, efsane sanatçımızı sakinleştirmeye çalışıyordu… Sanatçımız önüne yayılmış onlarca güneş gözlüğünü elinin tersiyle iterek, “Bir Ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm”, “Dostlar Beni Hatırlasın!” diye söyleniyor, arabasına atlayıp Göztepe’den kaçıyor ve başını dinleyebilme umuduyla “Kozan Dağı”na doğru yol alıyordu…
Haziran 2018 17
BirKitapBinDost
KARİKATÜR
Cival Einstein Brezilya (Brasil)
18
RESİM
Nilgün Altan Ankara
Haziran 2018 19
BirKitapBinDost
YER ve MEKAN / TÜRKİYE
Yasemin Bayındır İstanbul AKYAKA- AZMAK ÇAYI Geldik yaz günlerinin başlangıcı olan Haziran ayına. Haziran demek; sıcakların henüz katlanılabilir olması, büyük şehirlerde nüfusun yavaş yavaş azalması ve içimizde güneye kaçma isteğinin artması demektir. Güneşin yavaştan ensemizi yakması, akşam saatlerinde bahar esintisi, buram buram kokan çiçekler ve bayramlık kıyafetlerini giyinmiş gibi yemyeşil yapraklı ağaçlarda gizlenmiş meyvelerin kendini göstermesi bizi sıcak yaz aylarına hazırlar. Hal böyle olunca gezmek gelir insanın içinden. Görmediği; bilmediği yerleri keşfetmek en güzelidir bu ayda. Gelin bu ay huzurun adı olan Akyaka’ya gidelim. Akyaka Muğla ilinin Ula ilçesine bağlı, Gökova körfezinin doğusunda, şirin bir tatil beldesidir. Pembe begonvillerin süslediği, ahşap oymalı evleri, sahilde boydan boya demirlemiş tekneleri, kafe ve restoranları ve dingin hayatın huzuru yüzlerine vurmuş güler yüzlü insanları ile gezilip görülmesi gereken, gidip de dönmek istemeyeceğiniz bir yer burası. Bir tarafı yüksek dağlar ve orman, bir tarafı derya deniz. Bir de Azmak Çayı var ki, gerçekten görülmeye değer. Öğrendiğime göre Azmak Çayı'nın suları Torosların batıdaki uzantısı olan Sakar tepesinden çıkan kaynak sularıymış. En sıcak günlerde bile sekiz dereceyi geçmeyen buz gibi suyu buradan geliyormuş demek ki. Ayağınızı üç dakikadan fazla bu suyun içerisinde hareketsiz tutmak gerçekten zor. Eğer burada bir tekne turuna katılırsanız, sazlıklar arasında dolaşan ördekler, kuğular, akvaryum kadar berrak suyun dibinde çeşitli bitkilerin ahenkle dans edişini izlemeye doyamayacaksınız.
20
Azmak Çayı'nın bir diğer adı ise Kadın Azmağı imiş. Suyun %60'ının bol mineralli sodalı olduğu, %40'ının kaynak suyu olduğunu söylüyorlar. Suyun sodalı olmasından dolayı, geçmişte kadınlar burada çamaşır yıkar hatta güzellikleri ve sağlıkları için bu suya girerlermiş. Bu sebeple adı Kadın Azmağı olarak da anılıyor. Akyaka'da yapabilecekleriniz elbette sadece Azmak Çayı'nı gezmek ile sınırlı değil. Burada yapabileceğiniz çok şey var. Eğer tatiliniz bir gün ile sınırlı değil ise sahilde demirli tekneler ile muhteşem koyları gezebileceğiniz turlara çıkabilirsiniz. Sedir Adası, Akbük Koyu, Değirmen Bükü, Boncuk Koyu, Küfre Koyu ve daha pek çok görülmesi gereken koylardır. Kimi altın sarısı kumu, kimileri de muhteşem denizi ve doğası ile ün yapmış. Siz en iyisi hangisini görmek istediğinize, gidip görerek karar verin. Ben hepsini tekrar tekrar görmek isterim doğrusu… Daha çok adrenalin ve alternatif eğlence arar iseniz. Uçurtma sörfü, Amazon'da kano gezintisi yapabilirsiniz. Belki Sakartepe Seyir Terası'nı ziyaret eder ve panoramik olarak Gökova'nın bu eşsiz manzarasının tadını çıkartmak istersiniz. Gördüğünüz gibi yapacak o kadar çok şey varken, neden hala düşünüyoruz. Haa... Unutmadan, buralara kadar gelmişken Akçapınar'a uğrayıp meşhur tostunu yemeden buradan ayrılmayın. Hepinize keyifli bir gezi dileyerek sevgiyle kalın diyorum.
Haziran 2018 21
ŞİİR
BirKitapBinDost
Şengül Yılmazkaya İstanbul
YAĞMURDA TOPRAK KOKUSU... "Yağmur sen" dedi adam, Düşündü kadın, Fark etti ki ; evet, hep bir yerlerde gizlediğiydi... "Yağmurda toprak kokusu sen"dedi adama... Ne zaman toprağa değse yağmur, uzaklarda adam ve kadın hüznün ve özlemin belki de hırsın ve öfkenin duygularında bir yerlere kayıp giderler... Ve bilirler ki; Yüreklerinin derinlerinde her zaman.. Yağmurda toprak kokusu....
Şengül Yılmazkaya
22
KARİKATÜR
Mehmet Saim Bilge Ankara
Haziran 2018 23
DENEME
BirKitapBinDost
Aynur Karataş İzmir
SIKINTISIZ BİR HAYAT Genç kadın, uyanır uyanmaz yataktan fırlayıp kalktı. Geceden saçlarını bigudilerle sarmıştı, bozulmasınlar diye yattığı yerde kıpırdamamış heykel gibi kalmıştı… Olsun diye mırıldandı... Buna değerdi. Bu gün çok sevdiği Mustafa’sı Almanya’dan temelli dönüyordu. Bu gece beyni sinema perdesi olmuş, hayatını seyrettirmişti ona. Küçük yaşta evlenmişlerdi. Anası ölmüş, babası çok geçmeden evlenmişti. Üvey anne hiç rahat vermemişti. Gençlik heyecanlarının başladığı zamanlarda onu tanımış sevmişti. Mustafa’nın annesi, kayınvalide değil tam bir anne olmuştu ona. Fakat bir bebekleri olmuyordu. Mustafa’sı çok üzülüyordu buna… Tedavi olması gerekiyormuş… ‘Olmasın, sen yetersin bana’ dese de Mustafa Almanya’ya gidip tedavi olmak istiyordu. ’Hem de bir yandan çalışır, döndüğümde sıkıntısız bir hayat süreriz sevgilim’ diyerek onu teselli etmeye çalışıyordu. Sıkıntısız hayatın nasıl olduğunu hiç bilmiyordu ki! Çocukluğu annesinin hastalığı ile geçmişti. Sonra üvey anne ile tanışmıştı, evlenince tam rahat bir nefes alacakken bu bebek olayı çıkmıştı ortaya… Derin bir oh çekti! Bitmişti, geçip gitmişti, bir daha ayrılmamak üzere dönüyordu Mustafa’sı…
24
Mutluluk yoldaydı, geliyordu! İçi içine sığmamıştı haberi alınca, birileriyle paylaşmak istedi. Bir hafta önceden haber verdi yakın akrabalara. ‘Bu cumartesi bendesiniz Mustafa dönüyor’ Bir gün önceden Mustafa’nın sevdiği yemekleri yapmış, aşure tatlısını dahi unutmamıştı… Çok severdi çok… Saate baktı, ’of‘ diye söylendi… Zaman geçmiyordu. Saatini 03:30’a ayarladı. ‘O saatte kapıda olurum’ demişti Mustafa’sı… ‘Misafirlerim gelmeye başlar artık’ diyerek kalktı. Giyindi, süslendi… Saçlarını en sona bıraktı! Kapı çalınıyordu; koşup açtı… O ne? Kapıda iki polis bir şeyler söylüyor onun başı fırıl fırıl dönüyordu… Gözleri yuvalarından fırlamıştı sanki polislerin gösterdiği kimlik kartına bakmaya çalıştı… Şaşkın şaşkın onların dediklerini anlamak için çabalıyordu… Duvarlar üzerine geliyor, ruhu daralıyordu… Ve yere yığıldı kaldı. Gürültüye koştu alt katta oturan eltisi. Ona anlattı polisler! Almanya’dan gelen arkadaşlarının arabasına binmiş Mustafa, tam Türkiye’ye girerken kaza yapmışlar… İki kişi ölmüş… Biri Mustafa… Ferihan, Ferihan… Ferihan bir türlü ayılmıyordu. Eltisi hemen bigudileri çıkardı tek tek… Hastaneye kaldırdılar, aklını oynatmıştı Ferihan… Hiç bir şeyi bilmiyor, hatırlamıyordu! Kâh ağlıyor, kâh kahkahalar atıyor, krize giriyordu… Arada mırıldanıyordu…
Haziran 2018
‘Sıkıntısız bir hayat, sıkıntısız bir hayat… 25
BirKitapBinDost
RESİM
Güniz A.Küçükoğlu İzmir
26
KARİKATÜR
Ali Al Sumaikh Bahreyn (Bahrain)
Haziran 2018 27
BirKitapBinDost
YEMEK KÜLTÜRÜ
Emel Üstündağ İstanbul ANKARA Başkentimiz Ankara, kurtuluş ve bağımsızlığın sembolü olduğu kadar Atatürk’ün kabrine de ev sahipliği yapan özel bir şehirdir. Başka bir havası, farklı bir etkisi vardır bu şehrin. Soğuk, karlı, sert kışlarına rağmen karakter sahibi bir şehir dokusuna sahiptir. Ankara, hep Cumhuriyet tarihi ile yaşıtmış gibi bir imaja sahipse de aslında şehrin kökleri gerçekten çok eski. Bu köklü doku ile Anadolu’dan aldığı yoğun göç Ankara mutfağını zaman içinde kendine özgü bir hale getirmiş. Bakalım Ankara mutfağından neler var? Ankara yemekleri, Ege mutfağının otları, Güneydoğunun kebapları kadar meşhur olmasa da gerçekten çok özel ve kendine özgü. Ankara mutfağı, geniş bir yelpaze. Etli yemeğinden sebzelisine, hamur işinden tatlısına aklınıza gelebilecek her tat var bu mutfakta. Eskiden Ankara’da mutfaklar, evin büyük bir kısmını kaplarmış. Bir yanda ocak bir yanda da tandır ile yemekler pişer dururmuş. Şimdilerde şehrin merkezi yerlerinde bu durum biraz farklı olsa da köylerde durum hâlâ aynı. Tabi bir de bu şehre yukardan bakmak için yüksek kaleleri var. Estergon Kalesi’nin eşsiz manzarası ile Türk mutfağı, Özbek sofrası, Kırgız sofrası ve Daha birçoğunu deneyebilirsiniz. Ankara yöresel mutfağı oldukça özel bir dokuya sahip. Sanki hep ağır bir misafiriniz varmış gibi özenle hazırlanır sofralar. Ankara tava, Beypazarı güveci, Çubuk turşusu, Beypazarı kurusu, İnceğiz çorbası, entekke böreği, yemlik cacığı, tamtak tiridi, şibit tatlısı, efelek sarması, bazlama kebabı bu mutfağın baş aktörlerinden diyebiliriz. İsimlerinin ilginçliği mutfağın birçok farklı kültürden oluşmasından kaynaklanıyor ama lezzetlerine diyecek lafımız yok. Zira bu mutfağın hakkını fazlasıyla veriyorlar. Örneğin Ankara simidi, her sokak başında bulabileceğiniz, gerçek pekmez ile harmanlanmış kahvaltıların vazgeçilmezi muhteşem bir lezzet.
28
Meşhur Ankara Yemeği: Ankara Tava Ankara’nın meşhur yemekleri listesinde ilk sırayı alıyor diyebiliriz. Daha çok düğün, Hıdırellez, kermes gibi toplanılan özel günlerde yapılıyor. Bazı bölgeler de pirinçten, bazı bölgeler de arpa şehriyeden yapılabiliyor. Bölgelere göre değişiklik gösterse de bu yemeğin ortak özelliği et ve sebzelerin kavrulduktan sonra pişirilecek şehriye veya pilava eklenmesi ve etin suyu içinde fırında pişirilmesidir. Yanında hoşaf, cacık, turşu veya salata ile servise edilmesiyle ortaya leziz bir menü çıkıyor. Bir Ankara Tatlısı: Şibit Tatlısı Ankara yemekleri denilince akla hemen Beypazarı kurusu ve Ankara tava gelir. Ancak Ankara’nın meşhur bir tatlısı da var. Anadolu insanı, yemekten sonra demlenen çayın yanına mutlaka bir çeşit tatlı olsun istiyor. Şibit tatlısı da Ankara’nın yöresel, pratik ve tam da çayın yanına yakışacak bir tatlısı. Ankara şibit tatlısı nasıl yapıyor sorusunun yanıtı da şöyle: Un, tuz ve su ile yoğurulup nemli bezin altında dinlendirilen hamurdan ince yufkalar açılır ve sac üzerinde hafifçe pişirilir. Ardından baklava dilimi şeklinde kesilen yufkalar hazırlanan şurubun içine atılır ve çok bekletmeden servis edilir. Beypazarı Kurusu Geçmişi, tarihi, hatırası olan yemekler daha bir önem görür bizde. Anlata anlata bitiremeyiz. Beypazarı kurusu da Bu tatlardan bir tanesi. Osmanlı döneminde askerler bir nevi ekmek türü olarak tüketirmiş. Kolay taşınabilir, doyurucu ve uzun süre saklanabilir olması ile tercih edilirmiş. Şimdilerde ise hem kışa hazırlık hem de gelen misafire çayın yanına her daim ikram edilebilecek bir yiyecek. Beypazarı kurusu nedir diyenler için şöyle özetleyelim: Tereyağı, zeytinyağı, maya, süt, tarçın ve un ile yoğurulan hamurdan baklava dilimi şeklinde parçalar elde edilerek fırında pişirilir ve kurutulur. Taze demlenen çay ile de afiyetle yenir.
Haziran 2018 29
FOTOĞRAF
BirKitapBinDost
Nihal Rende İstanbul
30
RENG-İ SU
Burhan Ersan Muğla
Haziran 2018 31
BirKitapBinDost
ÖYKÜ
Ebru Dişiaçık İstanbul
PAPATYA FALLARI Papatyalar açmıştı yüreğinde. Kalbi yerinden fırlayacakta, ötelere gidecek gibi hissediyordu kendini. Gözleri buğulanmış bir şekilde ekrana kilitlenmişti. Adam, sevdiği kadını dudaklarından öpüyordu. Ekranın içinde olmak isteyen genç kadın adeta sarıldı elinde tuttuğu çekirdek kâsesine. Çekirdeklerin biri girip diğeri çıkıyordu pembe dudaklarından. Pembe, en sevdiği renkti Züleyha’nın. Severdi çatlamış dudaklarını şeker pembesine boyamayı... Yıllarca sevdiğinin yolunu gözleyen Züleyha’nın eline erkek eli değmemişti. Kolay mıydı ruhunu delik deşik eden bu karabasanla yaşamak! Bugüne dek isteyeni dahi olmamıştı. Ruhunda kabarık dalgalarla boğuşan Züleyha’yı dışardan görenler için her şey süt limandı. Adı “kız kurusu” idi. Bir kendisi bilirdi içinde devşiren fırtınayı... Papatyalara sığınırdı Züleyha... Sahiplenemediği bir tutam sevgiyi papatyanın beyaz yapraklarında arardı. Seviyor ya da sevmiyor ile avunurdu ince parmakları… Uzun siyah saçlarına papatya tacı yapardı kimi zaman... Aynanın karşısına geçer endamını süzerdi. Kendi kendine oynadığı bu mutluluk oyunu, hüzün kapısını çalıncaya dek sürerdi. Yorgundu Züleyha… Ruhuna yapışan umutsuzluk zaman içinde yorgunluğa dönüşmüştü. O gün bugündür de kendini ekranlara kilitlemişti.
32
Film karelerindeki serüvenleri kendi ruhuna işliyordu adeta. Öpüşmek mesela. Hiç yaşamadığı bu hissin ilk alarmını hormonları veriyordu. Onlar sabır nedir bilmiyordu. Kendini nasıl tutabilirdi ki! El ele dolaşmak, sinemaya gitmek, sevdiğine naz yapıp patlamış mısır istemek, tektaşı en büyük olan yüzüğü parmağına geçirmek... İçinde büyüyen bu dev dalga, ekran ve benliği arasında bir köprü oluşturmuştu. Bağımlı mıydı? Evet bağımlıydı. Yine papatyalarla buluştuğu, medet umduğu günlerden biriydi. Sokağın başını mesken tutan çiçekçiden en iri yaprakları olan buketi seçmişti. Seviyordu papatyalarla içli dışlı olmayı. Kelimelerle ruhunu dinginleştiriyordu. Bir seviyor... Bir sevmiyor... Sevmiyor diye sonlanan papatya yaprağı, göz çukurlarına damlaları salıveriyordu. Papatyalar şahitti bu duruma. Züleyha istenilmiyordu. Televizyon düğmesine basmayı adet edinmiş parmakları, o gün ilk kez radyoya ilişiverdi. Rastgele kanallardan birine odaklandı ve iki eli yanağında hayalleri arasında gezinti yaptı. Anonslar ve şarkılar birbiri ardına sıralanırken yapılan anonsa dikkat kesildi Züleyha! Radyonun sesini iyice açtı ve kulağını dayadı. “Sıradaki şarkı şu an bizi dinlemekte olan Züleyha’ya gelsin. Sevdiğinden bir armağan olsun. Demet’ten geliyor. Ah şu papatya falları...” İçi içine sığmayan Züleyha, çığlık çığlığa bağırmak, haykırmak istiyordu. Hangi Züleyha olduğunun ne önemi vardı ki! Birisi adını zikretmişti. Züleyha bu parçayı nasıl sahiplenmezdi! Uzun süredir hiç dans etmediğini fark eden Züleyha, bedenini müziğin ritmine bıraktı. Diline eşlik eden “ Ah şu papatya falları “ ile odanın içinde salına salına oynadı. Bedeninin kıvraklığına kendi de şaşırdı. Müzik bitmiş, fakat Züleyha’nın ruhu saatler sonra dahi sevinci terk etmemişti. Bu belki de Tanrıdan bir işaretti ve beklemeye değerdi. Umut, neye sahip olacağın demek değildi belki de... Tebessüm dudak kenarlarına kurulup da, kalp ritmin farklı atmaya başladı ise hayal ettiğin şeyin bilmem kaç vakte kadar gelecek olmasına inanmak bile kâfiydi. Hüznü mesken tutan Züleyha’nın yüreği o anonstan sonra bir daha hiç teklemedi.
Haziran 2018 33
BirKitapBinDost
KARİKATÜR
Cemal Tunceri K.Kıbrıs
34
RESİM
Yalçın Alaca Giresun
Haziran 2018 35
BirKitapBinDost
DENEME
Kedda Berjoh İzmir
AŞK OYUNU Hayat zorluklarla örülü bir duvardır. Çoğumuz pek çok konuda bu bakış açısına sahibizdir. Hele ki aşk söz konusu olduğunda... Aşk, sahip olunması ve sürdürülebilmesi imkansız yegane duygudur bizler için. Öylesine ulaşılmaz öylesine aşılmaz duvarlara sahiptir ki; karşılaştığımızı düşündüğümüz anda bir telaş yerleşir yüreğimize. Küçük bir çocuğun karanlıktan korktuğu andaki gibi bir titreme sarar tüm benliğimizi. O andan itibaren her şey değişir ve hayatımız tatlı bir ıstırabın mahkumu olur. Acılarımız, mutluluklarımız, kederlerimiz ve sevinçlerimiz... Kısacası tüm duygularımız en yüksek mertebeden yaşanmaya başlar. Ödediğimiz tüm bedeller, mantığın süzgecinden geçirmeden yaptığımız her şey onun uğruna yapılır. Sırf anlamlandıramadığımız aşk varlığını sürdürebilsin ve hep bizimle kalabilsin diye.
Oysa aşk, çocukken oynanan yakalambaç oyunu gibidir. Kuralları basit olan bu oyun için bir ebe ve bir kaçan olmalıdır mutlaka. Oyun başladığı anda ebe için kaçan kişiyi yakalayabilmek, kaçan için ise ebe olan kişiye yakalanmamak amaçlanır. Tatlı ve masumane bir şekilde başlayan oyun zamanla tutkuya ve hırsa bürünür. Amansız bir mücadelenin eşiğinde iki tarafda bitap düşer ancak asla vazgeçmez. Çünkü oyunun bütün hazzı ebe ve kaçan arasında gerçekleşen o kovalamaca anındadır. O an yaşamdaki tüm anlardan farklıdır. Hırs, heyecan, ümitsizlik, çaresizlik, tutku... Bütün duygular tek bir anda toplanmıştır ve iç içe geçmiş duygu karmaşasının yaşattığı o haz, kaçan yakalandığı, ebe yakaladığı anda son bulur. Oyun bittiğinde ise aşk varlığını yitirir ve hayatımızın aşılması en zor duvarı olarak kalır.
36
FOTOĞRAF
Emel Üstündağ İstanbul
Haziran 2018 37
ŞİİR
BirKitapBinDost
Lavinya Öz Diyarbakır
BİTTİ! O ana kadar hiç haberim yoktu benim, böyle bir şey söyleyeceğimden “Bitti mi dedim ben” diyorum … ama… İÇİMDEN. İlk kez senden önce nokta koyuyorum bir cümleye. İlk kez tüm virgülleri düşüyor paragraflarımın. İlk kez sana dair tüm betimlemelerin beti benzi atıyor. İlk kez sıfatlarım tamlanamaz bir hal alıyor. Ve İlk kez yaşıyorum, sana karşı bir ünlemi kullanmanın heyecanını. “Bitti” dedim inanabiliyor musun bana? “Bitti” dedim… Senden önce… Hatta benden önce söyledim. BİTTİ! Lavinya Öz
38
RESİM
Selma Top İzmir
Haziran 2018 39
BirKitapBinDost
SİNEMA
Gürcan Köftecioğlu İstanbul ERTEM EĞİLMEZ
18 Şubat 1929’da Trabzon’da doğdu. Türk Sineması’nın gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerinden biridir. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunudur. Gençlik döneminde bakkallık, yayınevi ve mizah dergisi yayıncılığı girişimlerinde bulundu. Cep kitapları furyasını başlattı. “Mayk Hammer” takma adıyla polisiye romanlar çıkardı. Langırt makinelerini Türkiye’ye ilk kez o getirdi. Yapımcılık ve yönetmenlik kariyeri, 1961’de Efe Film’i kurarak sinemaya atılması ile başladı. İlk filmi aynı yıl yapımcılığını yaptığı “Yaman Gazeteci” oldu. 1964’de Arzu Film şirketini kurdu. İlk kez “Fatoş’un Fendi Tayfun’u Yendi” filmiyle yönetmen koltuğuna oturdu. Yeşilçam’ın en üretken isimlerinden biridir. Sinemada çok değişik türleri denedi. Halk sineması adını verebileceğimiz, ortalama seyirciye hitap eden, kolay izlenebilir, kalabalık kadrolu aile güldürüleri ve popüler aşk filmleri ile büyük gişe başarıları kazandı. En büyük yapımı, Rıfat Ilgaz’ın ölümsüz romanından uyarladığı “Hababam Sınıfı” serisi (1975-1981) oldu. Sonraki dönemde “Kanlı Nigar”, “Banker Bilo” gibi başarılı filmlerle gündemde kaldı. “Namuslu” gibi filmlerle Türkiye’nin temel sorunlarını kendi bakış açısı ve güldürü anlayışıyla ele aldı. Son dönemindeki en önemli yapımı, 1988’de büyük başarı elde eden “Arabesk” müzikal filmi oldu. Türkan Şoray, Kartal Tibet, Tarık Akan, Kemal Sunal Şener Şen, Müjde Ar gibi başrol oyuncularının yanı sıra çok sayıda karakter oyuncusuna da başroller verdi. Münir Özkul, Adile Naşit, Halit Akçatepe’yi bunların en önemlileri olarak sayabiliriz.
40
Kalabalık ekiplerle ve usta oyuncularla çektiği filmlerinde geleneksel temaşa sanatının ve ortaoyununun izleri yer alır. Yönetmen, yapımcı, senarist olarak sinemamıza eşsiz yapıtlar kazandırdı. Toplam 44 film yönetti, 5 senaryo yazdı ve 97 filmin yapımcığını yaptı. Nikâhlı eşinden 4 çocuğu vardır. 1970’li yıllarda Müjde Ar ile uzun süre birlikte yaşadı, ondan çocuğu olmadı. 21 Eylül 1989’de İstanbul’da 60 yaşında hayata gözlerini yumdu. En Önemli Filmleri ve Ödülleri Kart Horoz (1965), Bir Millet Uyanıyor (1966) (Altın Portakal En İyi Tarihi Film Ödülü, 1967), Ben Bir Sokak Kadınıyım (1966), Tarkan (seri film) (1969-1973), Kalbimin Efendisi (1970) (Altın Portakal En İyi Yönetmen Ödülü), Sev Kardeşim (1972) (Altın Portakal En İyi 2. Film Ödülü), Canım Kardeşim (1973) (Adana Altın Koza En İyi Yönetmen Ödülü), Oh Olsun (1973), Köyden İndim Şehire (1974), Mavi Boncuk (1974), Salak Milyoner (1974), Hababam Sınıfı (seri film) (1975-81), Süt Kardeşler (1976), Şabanoğlu Şaban (1977), Gülen Gözler (1977), Banker Bilo (1980), Namuslu (1985), Aşık Oldum (1985), Arabesk (1988). Ertem Eğilmez Sözleri Bir yönetmenin her şeyini filmine vermesi gerektiğine inanıyorum.” İstesem bundan sonraki ilk filmimde ödül alırım ama ben o tarz filmler çekmek istemiyorum. (…) Bir film çekeceğim. Öyle bir film olacak ki birçok ödül kazanacak. Sen de başrolünde olacaksın. Bir daha da o tarzda film çekmeyeceğim. Sırf sana ödül alabileceğimi göstermek için o filmi çekeceğim.” *Tarık Akan’ın sözleri üzerine verdiği yanıt. Canım Kardeşim filmini çekmeye karar verme öyküsü.+ “Benim önerim Ertem’in hayatını film haline getirsinler. Ne kadar güzel bir film olur. Müthiş hırslı bir adamdı. Müthiş bir hayat hikâyesi var. Ortaya müthiş güzellikte bir film çıkar.” *Metin Erksan, 1989, Ertem Eğilmez’in ölümü ardından.+
Haziran 2018 41
BirKitapBinDost
FOTOĞRAF
Yasemin Bayındır İstanbul
42
RESİM
Hülya Bozkurt İzmir
Haziran 2018 43
PORTRE
BirKitapBinDost
Güniz A.Küçükoğlu İzmir MEHMET GÜLERYÜZ RESSAM VE HEYKELTRAŞ Merhabalar, sevgili sanatsever dostlar… Her nedense klasik Türk ressamları; ilgimiz olsun veya olmasın bir şekilde iyi tanınırlar da, son dönem halen yaşayan ressamlarımızı pek bilmeyiz. Onun için bir zamandır onları yazmaya çalışıyorum. Bu sayımızda Mehmet GÜLERYÜZ yer alıyor. 1938 İstanbul doğumlu. İGSA mezunu. 1975 Neşet GÜNAL atölyesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1980’de New York'a gitti ve halen orada yaşamaktadır. Resimlerinde insan figürü ön plandadır. Çağdaş toplumda burjuva kesiminin, siyasal çıkarcılığını, sevgisizliğini, duyarsızlığını, yalancılığını bilinçli olarak çirkin ve bozulmuş figürler şeklinde çizer. Sayısız yurt içi ve yurt dışı sergileri vardır. Her ne kadar burjuva kesiminin resimlerini yapsa da alıcı kesim, elit kesimdir. Çünkü fiyatları hayli yüksektir. Şimdi o kadar param olsa alır mıydım? Hayır... Dünya yeteri kadar kötü zaten; birde böyle karanlık tabloları duvarımda istemezdim açıkçası. (Tabi bu benim fikrim.) Selam, sevgi ve iyilik dileklerimle…
44
KARİKATÜR
Dina A.Gawad Mısır (Egpyt)
Haziran 2018 45
EBRU
BirKitapBinDost
Emel Üstündağ İstanbul
46
FOTOÄžRAF
Bardhyl Spahiu Kosova
Haziran 2018 47
BirKitapBinDost
KİTAP
Muzaffer Özkan Ankara
SAKARYA (Alptekin Müderrisoğlu) Türk ulusunun Sakarya’da yazdığı destan, yalın gerçekleri ve savaşın tüm hararetiyle bu kitapta… Kurtuluşun adım adım yaklaştığı günlerde Anadolu bir yangın yeriydi… Çok yorgundu. Çok ama çok yoksuldu. Kahramanlar hep vardı, korkaklar da… Bu doğum sancısını, tüm ayrıntıları, belgeleri ve insanın gözlerini yaşartan hikâyeleriyle Alptekin Müderrisoğlu’nun “SAKARYA” kitabında bulacaksınız. Sakarya zaferi, yakın Türk tarihinin bir dönüm noktasıydı. Bu zaferi yalnızca savaş alanında kazanılan bir başarıya indirgemek, küllerinden yeniden doğmayı başarmış Türk ulusunu hafife almak olur. Büyük bir emekle hazırlanan eserde; her türlü kaynak belge taranarak bulunan binlerce küçük olay, birer mozaik taşı gibi gün gün bir araya getirilmiş ve bizim Sakarya’yı bütünsel olarak kavrayıp büyük resmi daha iyi görmemiz sağlanmış. Savaşın, ordumuz adına büyük kayıp, yokluk ve yoksulluk içinde cephe cephe sürdüğü kanlı günlerdi… Anadolu’yu işgali sırasında; ne uçak, ne gemi, ne de top üretecek sanayisi olan Yunanistan, bize karşı kullandığı ve son savaş teknolojisine sahip bütün silah gücünü, İngiltere’den sağlıyordu. İngiltere yine yapacağını yapmış, Yunanlara bir “uçak” armağan etmişti: Çift kanatlı bir Havilland. Yunan adalarından havalanıp İzmir’e geliyordu bu uçak. Kim bilir hangi askerimize, evimize, köyümüze bombalar yağdıracaktı? Yunan pilot, yönünü şaşırıp yanlışlıkla Kuşadası’na iniş yapınca, kaderin seyri de bir anda değişti. Türk Jandarması hemen uçağa el koyup içindekileri tutukladı. Yalnız şöyle küçük bir sorun vardı: Kuşadası, o günlerde İtalyanların işgali altındaydı. Olayı öğrenen İtalyan süvarileri ve Türk Jandarması karşı karşıya geldi, önce silahlar çekildi, sonra uzlaşma yolu arandı, derken Yunanlılar diplomatik girişimde bulundu. En sonunda, işi daha fazla büyütmek istemeyen İtalyanlar uçağı bize bıraktı. O günün koşullarında uçağı Muğla’ya taşımak, oradan da Ankara’ya götürmek gerekiyordu. Uçak söküldü, at arabasıyla parça parça Muğla’ya taşındı. Uçağın parçalarını söken ve taşıyanlar işin ehli olmadıkları için de, uçağın kimi önemli parçaları bu yolculukta ciddi hasar gördü.
48
10 Ağustos 1921 günü; uçağın montaj ve onarımını yapacak, sonra da Ankara’ya uçuracak ekip hemen Muğla’ya geldi: Pilot Vecihi, Teğmen Hamdi ve Makinist Eşref. İşleri çok zordu, umdukları değil buldukları bu “uçak” için epey alın teri dökmeleri gerekecekti. Uçağın montajı için hummalı bir çalışma sürerken, bir yandan da uçaktaki Yunan arması kazınarak yağlı boya ile arka kuyruğa büyük bir ay-yıldız çizildi. Vecihi Bey; savaşın kilit ismi “Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa”nın adını bu uçağa verdi. “İsmet” adı “masumluk, günahsızlık, temizlik” anlamını taşıdığı için de ulusumuza çok yakışır bir uçak kazanmış olduk. Uçağımıza “nazar değmesin” diye, kanat tellerine de kocaman bir nazar boncuğu asıldı. Kontroller ve deneme uçuşundan sonra uçağın güvenli ve sağlam olduğu anlaşıldı. Dile kolay; hava gücümüze ikinci bir uçak kazandırılmıştı. Bu, o günün koşullarında hiç de azımsanacak bir şey değildi! “İsmet” havacılarımızı da çok mutlu etti; çünkü ilk defa böyle güvenli, düzgün çalışan bir motorla uçacaklardı. Yunanlara karşı Türk semalarını koruma, gözetleme görevinin yarısını bundan sonra “İsmet” üstlenecekti. İki uçaktan oluşan Türk Hava Gücü, göklerde sık ama uzun uçuşlar yaparak Yunan güçleriyle arasındaki büyük uçurumu telâfi etmeye çalışıyordu. Diğer uçağımız “İzmir” bir avcı uçağıydı, “İsmet” ise gözetleme uçağı… “İsmet” 1 Eylül 1921 günü Yunan bataryalarını bombaladıktan sonra burun buruna geldiği bir Yunan uçağını düşürerek büyük bir başarıya imza attı. Göklerde öyle nefes kesen bir kapışma yaşanmıştı ki; her iki tarafın karadaki orduları çarpışmayı bırakıp havadaki bu ölüm kalım kavgasını izlemişti. Pilot Vecihi uçak düşüren ilk pilotumuz oldu. Ertesi gün, çok ilginç bir olay daha yaşandı. Pilot Vecihi ve yanındaki Gözetleyici Teğmen Basri; büyük bir çadır, otomobiller ve binek atların bulunduğu yere dört bombayı peş peşe bıraktı. Daha önce fark etmedikleri bu çadırlı ordugâhın hastane olabileceğini düşünmüş, ama Kızılhaç işareti de görememişlerdi. Büyük zarara ve kayıplara yol açan bu dört bombanın, Yunan Küçük Asya Ordusu Komutanı Korgeneral Papoulas’ın karargâhına düştüğünden habersiz, üsleri olan Malıköy’e döndüler. Kurtuluş Savaşı'nın ilk ve son uçuşunu yapan Vecihi Hürkuş, İzmir Seydiköy Hava Meydanı’nı işgal eden “tayyareci”miz olup TBMM'den üç defa takdirname ile kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası kazanmıştır. Özgeçmişiyle bizi hâlâ şaşırtan, Kurtuluş Savaşımızın en önemli figürlerinden Vecihi Hürkuş; 1942 yılında yayımladığı “Vecihi Havada” kitabında, 1915-1925 yılları arasında Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilk döneminde yaşadıklarını, ilk uçağını nasıl yaptığını anlatır. İnsanoğlunun aya ayak basmak üzere dünyadan ayrıldığı 16 Temmuz 1969 günü Vecihi Hürkuş da ayrılır bu dünyadan… Ankara'da anılarını yazarken, beyin kanamasından hayatını kaybeder. Ankara, Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedilir. Gözleri ve kalbi hep göklerde olan Vecihi Bey, ışıklar içinde uyusun.
Haziran 2018 49
BirKitapBinDost
Alptekin Müderrisoğlu’nun yazdığı “SAKARYA” belgesel kaynaklara dayalı, büyük bir emekle hazırlanmış, çok önemli bir eser. Yakın tarihimizin dönüm noktası olan, askerimize deneyim ve moral kazandıran bu zafer, cephe gerisinde askeri için didinen fakir Anadolu halkının da zaferidir. O günleri, ekonomik ve sosyal koşulları içinde kavramak ve tarihimizi anlayarak sahip çıkmak için okumamız gereken bir kitap. Sakarya, yakın Türk tarihinin bir dönüm noktasıdır. Sakarya zaferi sayesinde, Ankara önlerine ulaşan Yunan Ordusu Afyon-Eskişehir çizgisine sürülmüş, Anadolu'da yeşeren on yedi aylık Türk Devleti dünyaya varlığını kabul ettirmiş ve uluslararası alanda ağırlık kazanmıştır. Verilen şehitler, özellikle yerleri doldurulamayan, küçük rütbeli muvazzaf ve yedek subay yitikleri bir yana bırakılırsa; birliklerinin savaş deneyimi ve moralleri arttığından, Türk Ordusu Sakarya'dan güçlenerek çıkmıştır denilebilir. Buna karşılık ağır yitikler veren Yunan Ordusu, uğradığı moral çöküntüsünden bir türlü kurtulamamış ve bir yıl sonra saldırıya kalkan Türk Ordusu önünde bir haftada dağılmış, kurtulabilenler kendilerini ikinci hafta sonunda Ege kıyılarındaki gemilere zor atabilmişlerdir. Yazara göre “Sakarya gibi böylesine büyük bir olay, alışılmış tarih anlatımıyla veya bir kişinin çevresinde gelişen olayları aktarmakla yansıtılamazdı. Sakarya, cephede vuruşanlar kadar savaşçıları desteklemek için cephe gerisinde yoğun bir didinmenin içine giren fakir Anadolu halkının da zaferiydi. O günlerin ekonomik ve sosyal yapısını, o günlerin insanının yaşam koşullarını ortaya koymadan Sakarya'yı anlatmak olanaksızdı. Bu nedenle, okul kitaplarında Sakarya'yı yalnızca bir meydan savaşması zaferi olarak gören yeni kuşaklara o günleri bir parça yaşatabilmeyi amaç edindik ve "mozaik" diye adlandırabileceğimiz çalışma biçimini seçtik. Türk, Yunan ve İngiliz kaynaklarını tarayarak bulduğumuz binlerce küçük olayı gün gün saptamaya koyulduk. Tek bir mozaik taşı gibi yalnız başına anlam taşımayan bir gazete haberini, bir savaşçının anısını, bir diplomatik girişimi, bir mektubu, bir cephe olayını, bir meclis oturumunu, bir çarpışmanın ayrıntısını, bir komutanın tutumunu, bir cephe gerisi olayı ve bunlara benzer olayları günü gününe sıralayarak mozaiği bütünlemeye, yüce Sakarya'yı bütün yönleriyle ortaya çıkarmaya çalıştık.” İyi okumalar dilerim.
50
KARİKATÜR
Sholeh Pardakhtim İran
Haziran 2018 51
RESİM
BirKitapBinDost
Keziban Yıldırım Isparta
52
KARİKATÜR
Uğur Pamuk Türkiye
Haziran 2018 53
BirKitapBinDost
KARİKATÜR
Tvg Menon Hindistan (India)
54
RESÄ°M
Gina Gonzalez Torres Kolombiya (Colombia)
Haziran 2018 55
BirKitapBinDost
RESİM
Hülya Özveren İstanbul
56
KARİKATÜR
Holger Faber Almanya (Germany)
Haziran 2018 57
BirKitapBinDost
KARİK ATÜR
Rejeendra Kumar Hindistan (India)
58
RESİM
Zehra Çakıcı İzmir
Haziran 2018 59
KARİK ATÜR
BirKitapBinDost
Mary Zins ABD (USA)
60
KARİK ATÜR
Simona Constantinescu Romanya (Romania)
Haziran 2018 61
BirKitapBinDost
KARİK ATÜR
Youcef Aimeur Cezayir (Algeria)
62
KARİK ATÜR
Soltan Soltanlı Azerbaycan (Azerbaijan)
Haziran 2018 63
BirKitapBinDost
KARİK ATÜR
Marwa Ibrahim Mısır (Egpyt)
64
KARİK ATÜR
Makhmud jon Eshonkulov Özbekistan (Uzbekistan)
Haziran 2018 65
BirKitapBinDost
KARİK ATÜR
Mozhdeh Malekoghli İran (Iran)
66
KARİK ATÜR
Elihu Duayer Brezilya (Brasil)
Haziran 2018 67
BirKitapBinDost
KARİK ATÜR
Florent Espejel Meksika (Mexico)
68
AYIN DOSTU (FRIEND OF THE MONTH) F AWZY MORSY MISIR (EGPYT)
Haziran 2018 69
MISIR
AYIN DOSTU (FRIEND OF THE MONTH) FAWZY MORSY
EGPYT FRIEND OF THE MONTH
AYIN DOSTU
12 Eylül 1978’de Mısır’ın başkenti Kahire’de doğdu. Kahire’deki Uluslararası Karikatür Meclisi’nin kurucusu ve koordinatörüdür. “October” (Ekim) Dergisi’nde karikatüristtir. Karikatürleri Al-Ahram Gazetesi, Pilkaja Dergisi, Buduàr Dergisi, El Kalima Gazetesi, Caricature Dergisi, Al Resha Gazetesi, Magazine, Buduàr Magazine, El Kalima Newspaper, Tabibak, Al Khas Dergisi, Bassem Dergisi, Bezra Caricature Magazine, Al Resha Newspaper, Tabibak, Dergisi, Al Forsan Dergisi, Samir Dergisi, Qatr El Al Khas Magazine, Bassem Magazine, Bezra Nada Dergisi, Al Arabi Al Saghir Dergisi’nde Magazine, Al Forsan Magazine, Samir Magazine, yayınlanmıştır. Qatr El Nada Magazine, Al Arabi Al Saghir Magazine. Üyelikleri: Mısır Gazeteciler Sendikası Üyesi. Mısır Memberships: A Member of the Egyptian Karikatür Birliği Yönetim Kurulu Üyesi. Mısır FECO Journalists Syndicate. A Board Member of the (Federation of Cartoonists Organisations – Egyptian Caricature Association. A Member of Karikatüristler Örgütleri Federasyonu) Üyesi. FECO, Egypt. Ambassador of Good Humor Party in Mısır’da İyi Mizah Partisi Elçisi. Egypt. Ödülleri: Bulgaristan 2009, 1. Uluslararası Karikatür Awards: Honorable mention in the 1st International Yarışması Mansiyon Ödülü. Rusya 2010, Gülümse Cartoon Contest, Bulgaria, 2009. Special prize in Anapa Uluslararası Karikatür Festivali Özel Ödülü. Smile Anapa International Cartoon Festival, Russia, Kore 2010, 2013, 2014, 19. Daejeon Uluslararası 2010. Honorable mention in the 19th Daejeon InKarikatür Yarışması Mansiyon Ödülü. İtalya 2017, ternational Cartoon Contest (DICACO), Korea 2010, Dünya Mizah Ödülleri’nde üçüncülük ödülü “Bronz 2013, 2014. The 3rd Prize “Bronze Trophy” in the Ödül”. World Humor Awards, Italy, 2017. Jüri Üyelikleri: Kosova 2016, Fas 2017, Meksika Jury Memberships: 2nd International Cartoon Festi2017 “Fikirler Şehri”, Hırvatistan 2018 Karikatür val, Kosovo, 2016; 1st International Cartoon Festival, Yarışma ve Sergileri. Contest, Morocco, 2017; 9th International Cartoon Contest “La Ciudad de las Ideas”, Mexico, 2017; 4th International Cartoon Exhibition Sisak, Croatia, 2018. He was born in 12 September 1978 in Cairo, Egypt. He is the founder and the coordinator of the International Cartoon Gathering, Cairo. He is cartoonist in October Magazine. His cartoons was published in Al-Ahram Newspaper, Pilkaja
70