ISBN 975 - 7115 -92
1
Birinci Baskı : Kasım 2000 Ufuk Dizisi
:
113
Dizgi ve Baskı :
ÜMİT YAY[NCILIK
Ltd.�ti.
Konur Sok. 27 ı 1
06MO Kızılay
-
Ankara
Tel :4193826-27 Fak!-: 417 56 68
TARİHE DUŞU LEN NOTLAR ••
••
EMİN ÇÖLAŞAN
Ümit Yayıncılık Ankara-2000
Kapak Tasarımı: Özlem Ölçer
EMiN ÇÖLAŞAN'IN ÜMiT YAYINCILIK'TAN ÇIKAN KiTAPLAR! 1) Ah Refah Vah Refah 2) Muhteşem ikili
EMiN ÇÖLAŞAN'IN ÖTEKi KITAPLARI • 24 Ocak Bir Dönemin Perde Arkası • 12 Eylül Özal Ekonomisinin Perde Arkası • Banker Skandalının Perde Arkası • Yalçın Nereye Koşuyor • Yalçın'ı Kim Kurtaracak • Önce insanım Sonra Gazeteci • Turgut Nereden Koşuyor • Turgut'un Serüveni • Biz Kırk Kişiyiz Birbirimizi Biliriz • icraatın içinden •Sor Bakalım • Bir Dönemi Yazıları
İÇİNDEKiLER 7 Tarık Güryay (Emekli Albay-Yassıada Komutanı} . . . 11 Vesamet Kutlu .............................. !. . ... . . 28 Prof. Dr. Türkkaya Ataöv . .. . . .. 68 Doç Dr. Seçil Akgün . . 83 Vasfi Cindoruk . 100 idris Özbir ( Kürt idris) . . . . . 112 Leman Karaosmanoğlu .. . . 129 Özal'ın Devlet Gezilerindeki Rezalet .. 143 Ihsan Sabri Çağlayangil . . . 155 Mikail llçin . .. .. . 168 Turgut Alpagut (Ve Gelen Açıklamalar) . . .. 186 Ali Elverdi . . :························································· 207 Öztürk Serengil (Sanatçı) . 229 Orhan Eren . . . . 243 Musa Öğün . . . . 262 Fahri Çoker . .. . . 275 Aziz Nesin .. .. . . .. . .. . . 289 Zeki Müren . . . . . .. . . 306 Bedrettin Demirel . . . . . .. .. 319 341 Mehmet Kolburan Zeki Kılıç .............................................................................. 358 Behçet Tamuroğlu . . . . . . .. . . . . .... . . . . . . 371 İbrahim Tatlıses . . .. . . . . . ... . . 385 Önsöz
.... ....................... ........................................................... . ..
.. . ...... ....
... . .. ..
.. . .
.
....... ...
.
.........
...
..
.....
..... ......
.......
.....
..... . ...................
.. ...........
.....
.
..
. ................. .. .
.
.
....... .....
........ . ..
.
....
...
...
..
.... .... .
..
.............
..
.
.
.
. .... . . . ..
.. ...................... ....
.......
......
... .. . ......... . .....
. ..
.. ......... ...
..
. . .....
.
....
..
.......
................... .
............ ....... .... ....... .
...... . .. ...
.
.
........... ...
.
. ......... ............ ...
.......... ... ..........
. ....
. .. ... ......
.... ....... .. ...... ...... ... . .........
............... ...........
.
....
.
.......... .. . .........
....
...
...... ........ ... ..... .. .... .. ............ ..
...... ....... .. ... .. ...................
..
.......
....... .. ...... ...... ...... ...... . ...... ... ..... ......... ..... ..
....
... .. . .... . .
..
..................... ... ... ........... .... .. .... .... ..
. . . ... ....
....
........ ......
.. ........ ..................
... .. ............................. .... ... ..... ....
.. ...... ......
......
.
.
.
... .
.... .
....
.
.. .
..
. . ...
... .. . ... ..
... . ......... . .
...
. . ...
..
.
.
.
.. .....
...... . .. . .
.......... . ..
. ...
........
. ...
. .. .
.
..
. .
.
.
. .
.
.. .
......
. .
.
..
..
..
.
.
..
ÖNSÖZ
Hem bireysel, hem de toplumsal belleğimiz çok zayıf. Olanları, yaşadıklarımızı hemen unutuyoruz. Biz gazeteciler de öyleyiz, Yaz dığımız, gündeme getirdiğimiz ve olay yaratan çok önemli konuları biz biİe bir süre geçince unutuyoruz. Geçmiş yıllarda hem Milliyet, hem de Hürriyet gazetesinde söyleşiler yapardım. Her pazar günü yayımlanan bu uzun ve kap samlı söyleşilerde gündeme damgasını vuran k işileri k onuşturur, bazen de ismi hiç bilinmeyen k işileri soru yağmuruna tutardım. Böylece pek çok bilinmeyen olay açıklık k azanır, okuyucular da o ilgiyle okurdu. Örneğin söyleşi yaptığım k işiler arasında Vesamet Kutlu, VGsfi Cindoruk, Zeki Kılıç, Leman Karaosmanoğlu gibi isimleri, yakınlar dışında hiç k imse bilmezdi. Ama onlarda geçmişten kalan çok önemli bigi.'er vardı. ......
Milliyet ve Hürriyet'te yaptığım söyleşiyer 1 984-1 98 9 yılfrmnı k apsıyor. Demek ki, beş yıl boyunca her hafta ilginç bir konuk bulup k onuşturmuşum. Şimdi o söyleşilere gazete ciltlerinden tekrar bakıyorum. Bir bölümünü bugün bir k ez daha yayımlamanın hiçbir anlamı vok . . . Çünkü onlar, o dönemin güncel olaylarını kapsıyor. Onlar o qlin için ilginçmiş ama şimdi bir kez daha gündeme getirmenin esprisi olmaz.
7
Ama bazı söyleşi/eşi/er var ki, onlar sonsuza dek değerli kalacak ve her zaman okunacak.
·
Ben o söyleşilerimin bir bölümünü daha önce kitap yapmıştım. Biz Kırk Kişiyiz Birbirimizi Biliriz, icraatın içinden, Sor Bakalım ve Bir Dönemin Yazıları isimli dört kitabımın tümü, o söyleşilerden oluşuyor. Ama o kitapların hiçbiri bugün piyasada yok. Arasanız da bulamazsınız. insanın gönlıJ, gazetede yayımlanan yazı, araştırma ve söyleşilerinin daha sonra kitap olmasını arzu ediyor... Çünkü gazete yazılarının ömrü 24 saattir! Her şey 24 saat sonra unutulur ve gazete çöpe gider! Oysa kitap öyle değil. Kitap kalıcı. Kitap okunduktan sonra çöpe atılmaz. Kitaplığın rafına girdi mi, sonsuza kadar orada kalır. O yüzden kitap olayına büyük değer veririm, saygı duyarım. Mümkün olsa, bütün köşe yazılarımı da kitap yaparım oma o kadarı hiçbir zaman olmuyor. Bu kitapta okuyacağınız söyleşilerde size yakın ve uzak geç mişimizden, bazı önemli ve önemsiz olaylardan ve hatta ma gazinden bir kesit getirmeye çalıştım. Birinci Dünya Savaşında Kafkas cephesi gazisinden Yassıada komutanına, Kıbrıs harekôtımn ikinci günü Kocatepe muhribimizi nasıl batırdığımızdan merhum Dışişleri Bakam Fatin Rüştü Zorlu'nun metresine, Ermeni meselesinden darbe ve darbecilere, öniinılze bir pencere açmaya çalıştım. Söyleşileri yaptığım kişilerden pek çoğu bu kitabın basım tarihi olan Kasım 2000'de öbür öleme göçmüşW.
Tarık Güryay,
Öztürk Serengil, Ihsan Sabri Çağlayangil,
Orhan Eren, Fahri Çoker, Zeki Müren, Turgut Alpagut, Vasfi Cin doruk , Leman Karaosmanoğlu, Bedrettin Demirel, Aziz Nesin ve Musa Öğün'e Allah'tan rahmet diliyorum. Bazılarının yaşayıp yaşamadığını ise bilemiyorum. ......
Az önce de söylediğim gibi, bu söyleşiler 1984-1989 yılları arasında yapıldı. Bunu şunun için anımsatıyorum, k arşılıklı ko nuşmalarda bazen para değerleri geçiyor. insan o rakamları şimdi ok uyunca gülünç ve anlamsız geliyor. Buna dikkatinizi çekmek is terim. Bu kitabı okurken bazı bölümlerde duygulanacak, bazı bö lümlerde gülecek, kızacak, ya da üzüleceksiniz. Ama inanıyorum ki, çok şey öğreneceksiniz. Bu söyleşileri sizin için seçmek zor oldu. Her birini bir kez daha okudum ve şunu gördüm: Aynen ve teypten yazdıklarımın çoğunu ben de unutmuşum! Yuk arıda sizin için söylediklerim, benim için de aynen ge çerliydi.
Okurken duygulandım,
güldüm,
kızdım,
üzüldüm,
şa
şırdım. Ama aradan bunca yıl geçmesine k arşın, ne ilginçtir ki, ben de bir şeyleri öğrendim. Hem de kendi yazdıklarımdan. Şimdi kitabımıza geçiyoruz ve ok umaya başlıyorsunuz. Sanırım beğeneceksiniz.
Emin
9
ÇÖLAŞAN
TARIK GÜRVAY (Emekli Albay - Yassıada Komutam Eylül 1 985'te vefat etti)
"Milli BiRLiK KOMiTESi YASSIADA'DA 60 iDAM iSTEDi" 27 Mayıs 1 960 ihtilalini genç kuşaklar hatırlamaz. Ül kemizin yogun siyasal gelişmelere sahne oldugu o günlerde, tu tuklu olarak Yassıada'da kalan Demokrat Parti kadrosu gibi, o günlerin ünlü Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay da belki belleklerden yavaş yavaş siliniyor, ya da sadece belli bir yaşın üzerindeki insanlar tarafından hatırlanıyor. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idamıyla sonuçlanan Yassıada duruşmaları sırasında bu askeri garnizonun sert komutanı olan Tarık Güryay, bugüne kadar çok büyük suçlamalarla yüz yüze geldi. Kendisine sonraki günlerde "Allahsız gardiyan, zindancı" gibi isimler takıldı . Tarık Gür;ay 24 yıldan bu yana hiçbir gazeteye demeç vermedi, hiçbir gazetecinin karşısına oturmadı . Dönemin ünlü 11
Yassıada Komutanı ile yaptığımız "Talil Sohbeti"nde emekli Albay Tarık Güryay kendi görüşleriyle birlikte Türk siyasi tarihine geçecek bazı gerçekleri de ilk kez açıkladı: - Sayın Albayım, siz Yassıada Komutanı olmadan önce nerede görev yapıyordunuz? - Polatlı Topçu Okulu'nda subay taburu komutanıydım ve rütbem o zaman yarbaydı. Aynı zamanda da Polatlı'da ihtilal ör gütünün başkanıydım. Bu talimatı daha sonra Milli Birlik Komitesi üyesi olan Ekrem Acuner ve Fikret Kuytak'tan almıştım. ihtilal günü için teşkilatı hazırladım ve güvendiğim subaylara görevler verdim. 26 Mayıs 1 960 gecesi okul cephaneliğini kırarak cep haneleri aldım ve telefon irtibatlarını keserek 200 subay, 1 30 er, dört top ve otuz kamyonla Ankara'ya doğru yola çıktık. Polatlı'dan 1 O kilometre ayrılınca cephaneleri dağıttım. Ankara'ya girerken içişleri Bakanlığı binasından üzerimize ateş açıldı. Biz de tam siper yaparak karşı ateş açtık ve orasını kısa zamanda bertaraf ettik. Hatta bakanlık binasına beyaz bayrak çektiler ve teslim ol dular. Sonra gittim Harp Okulu'na. Orada bana, Harp Okulu'na gelenleri yerleştirme görevi verildi. Sabah erken saatlerden iti b�ren Demokrat Parti mensupları getirilmeye başlanmıştı. Onları salonlara taksim ettik. O sırada bana dediler ki "Güvercinlik Havaalanına Adnan Menderes getirilecek. Git onu al " Eki bimle birlikte gidip onu da aldık ve Harp Okulu'na getirdik. O sı rada biliyorsunuz Menderes Ankara dışındaydı. - Siz o günlerde Menderes'e kızar mıydınız Albayım? - Çok kızıyorduk o zaman.. Çünkü biliyorsunuz o talebelere yapılan baskı, üniversiteye açılan ateş falan . . O parti ik tidara geldiği zaman hepimiz şapkalarımızı havaya atmıştık, ama sonra böyle oldular. - Yani o günlerde Menderes'i bir düşman olarak mı gö rüyordunuz? - Yok .. Düşman olarak görmüyordum, ama kızıyordum . . Neyse, Menderes'i de Harp Okulu şeref salonuna yerleştirdim ve ..
12
artık gelip gitmeler bitti. Ben de Genelkurmay'a öğle yemeğine gittim. O sırada bu 38 kişilik Milli Birlik Komitesi henüz tam olarak kurulmamış. Geçici komite gibi bir şey var. Onlar oraya yemeğe gelmişler. Orada Milli Birlik'çilerden Ekrem Acuner bana dedi ki "Tarık, Cemal Gürsel Paşa emir verdi Taburunu Polatlı'ya göndereceksin ama sen burada kalacaksın." O sırada da, toplanan eski Demokrat'ların Yassıada'ya gönderilmesi için karar almışlar. Cemal Gürsel demiş ki: "Bu emri yazın ama Yassıada Komutanının ismini açık bırakın. Ona ben karar vereceğim." Emri yazıp kendisine götürüyorlar, Gürsel Paşa onaylıyor ve açık kalan yere de benim adımı yazıyor. Böylece Yassıada Komutanı oldum . - Cemal Gürsel sizi nereden tanırdı? .:.. Efendim, ben lzmir'de kendisinin komutan olduğu topçu alayında yüzbaşı olarak emrinde çalışmıştım. Gürsel Paşa al baydı. Orada benim disiplinimi çok beğenirdi. Hatta diğer ba taryalarda vukuat yapan er, subay falan olduğu zaman bir iki ay lığına onları benim bataryaya gönderirdi. Bir süre sonra iade ederdim. ••
- Siz çok disiplinli bir asker miydiniz efendim? - Öyleydim. - Herhalde biraz da sertti niz. - Evet, biraz da sertti m. Onun için beni çok severdi. ilişkimiz hiç kopmadı. Nerede olursak olalım, birbirimizi arayıp so rardık, konuşurduk. işte bu suretle 28 Mayıs günü Yassıada Ko mutanı oldum . Bana, "Git Polatlı'dan llişi{Jini kes" diye emir verdi. O arada da bana nasihat etti. Bunlara orada iyi muamele edin falan diye .. Dedi ki "Sana uzun uzun bir şey söylemeye gerek yok. Sana itimadım tamdır. Sen bu işi yaparsın. Ama bunları hüküm giymiş insanlar olarak görme. içlerinden be raat edecekler çıkacaktır. Bunlara insanca muamele et." l3
- Peki, siz eski demokratlara kızıyordunuz. Orada Gürsel Paşa'ya "Ben onlara günlerini gösteririm Paşam" gibi laflar ettiniz mi? - Yoook .. Yok, yok. Benim kızgınlığım onların hepsine değil tabii . Mesela Namık Gedik'e bütün subaylar çok kızıyordu . . Çünkü çok particiydi. - Siz o zaman Halk Partisi'ni mi tutuyordunuz? - Hayır. Bi:ı:im partilerle ne alakamız olacak? Biz tek parti devrinden bıkmış insanlardık. Bunlar gelince şapkalarımızı ha vaya atmıştık. - Sonra Yassıada'ya gittiniz ve orada çok sert bir yönetim kurdunuz, değil mi Albayım? - Bunlar oraya kafile kafile gelmeye başladılar. Evet, bun ları Yassıada'ya gelinceye kadar yollarda hırpalamışlar. - Dayak yemişler mi? - Gerek Yeşilköy'de, gerekse Yeşilyurt'ta vururlardı. Vapurda gelirken de .. - Subaylardan m ı day�k yemişler Albayım? - Subaylardan .. Herkes kinini döküyordu orada. Ben Yassıada'da emrimdeki çocukların hepsini topladım ve dedim ki "Bakın, bunlar yollarda dayak yiyorlar. Şöyle oluyor, böyle oluyor, ama burada asla fiske bile vurulmayacak. Bunlar burada bizim misafirimiz. Katiyen böyle bir şeye müsamaha etmem " Hatta orada bir deniz yüzbaşısı Agah Erozan'a tekme attı, derhal tevkif ettirdim. Vapurda Yassıada'ya gelirken Oramiral Sadık Altıncan'a bir kahve ısmarlamışlar. Yine bir deniz yüzbaşısı bunu duyunca bar bar baQırmış. Halbuki ne olur yani? Bunları hep önledim. .•
- Yassıada'da Fatin Rüştü Zorlu da dayak yemişti ve gözü morarmıştı. Hatta annesine de gözüne top geldiğini söylemişti. 14
- Evet. Orada bir üsteğmenle kavga etti. O da şöyle olu yor... Yemekhaneye giderken birerle kolda dizilip gidiyorlar. Ben böyle emir vermişim. Fatin Rüştü sıraya girmemek için yemeğe çıkmıyor, aralarında münakaşa çıkıyor. O ona vuruyor, öbürü öbürüne vuruyor ve gözü morarıyor. - Siz kimseyi dövdünüz mü Albayım? - Ben mi? .. Bumin Mumin (Yamanoğlu) gibi bazı polisleri dövdüm gayet tabii. Disipline aykırı davrananları falan. - Yani bizzat siz dövdünüz. Başka kimleri dövdünüz? - Başka yok. Belki bir iki polis daha. Veya bazı sivillerden olabilir. Yoksa milletvekillerinden falan kimseye katiyen dayak atmadım. - Peki, siz dövmezsiniz de başkalarına dövmeleri için emir verirsiniz. Verdiniz mi böyle bir emir? - Hayır. Kimseye fiske vurulmayacak diye emrim var. Hatta bir gece bir teğmen Emin Kalafat'ı koridora çıkarmış ve orada özel hayatıyla ilgili olarak biraz sıkıştırmış. Ertesi gün bana haber verdiler ve o subayı adadan derhal uzaklaştı rdım. Yani kimseye müsamaha etmiyordum . - Albayım, Yassıada'da Bizans'tan kalan mahzenler varve siz bazı kişileri cezalandırmak için bu mahzenlere atarmışsınız. Burası su içinde ve rutubetli bir yermiş. - Efendim, su falan yok. Kupkuru , ama karanlık. Oraya lamba yaptırdım. Disipline aykırı hareket edenleri atıyordum oraya. - Disipline aykırı hareket olarak ne yapıyorlardı? - Mesela Osman Turan diye bir profesör vardı. "Birerle kolda gelin de subay saysın" diye emir vermişim, sıraya gir miyor. " Osman Bey niye girmiyorsunuz sıraya?" diye sorunca "Biz esir miyiz?" diye bağırıyor. Yahu bunun esaretle ne alakası var? Şimdi bunu dövmek olmaz. Atıyorduk Bizans mahzenine birkaç saatliğine ve uslanıyorlardı orada. 15
- Birkaç saat mi, birkaç gün mü? - Yooo .. Birkaç gün kalınmaz orada. Çünkü orada yatak falan yok. Yani sabah atsam, akşam çıkarırım. - Başka ne gibi disiplinsiz hareketer yapıyorlardı? - Kendi aralarında kavga ediyorlardı. Diyorum ki "Kavga etmeyin. Burada olmaz bu iş." Subayın emrini dinlemiyor me sela .. Yahut ere bir şey söylüyor. Mesela bir Gümüşhane mil letvekili vardı, erlere bahşiş vermek suretiyle evine mektup gön derirken yakalandı. Halbuki bunun yolu var. Kasımpaşa'da mektuplar için bir büro kurulmuştu. Burada bazı subaylardan ibaret bir komite vardı. Gelen ve giden mektupları onlar kontrol ediyorlardı. Hatta mektupların bazı yerlerini de " Havadis sız masın" diye kesiyorlardı. Bazı mektuplar böyle kesik giderdi sa hiplerine. Yani mektuplarla bizim hiç ilgimiz yoktu Yassıada ko mutanlığı olarak. - Albayım, yanlış hatırlamıyorsam gelen ve giden mek tupları 50 kelimeyle kısıtlam ıştınız. Bunun gerekçesi nedir? - Yukarısı öyle dedi. Milli Birlik Komitesi'nden öyle emir geldi. - Bazı tutuklular da bir, bir buçuk yılda aileleriyle ancak bir iki defa görüşebildiler.. - Gidip gelmek çok zor. Onlar için ayrı motor tutuluyordu. Öyle emir verdiler. Bu iş benim yetkimde değildi. Yukarının em riyle oldu. Buna rağmen ben birçoklarını telefonla da evleriyle görüştürmüşümdür . . . Mesela acil durumda kalmış . "Hadi ba kayım, ağlamilmak şartıyla bir telefon et" derdim. - Bayar'ı, Menderes' i falan da görüştürdünüz mü evleriyle telefonda? - istemediler. isteselerdi her zaman görüştürürdüm. - Sizin bazı mektuplara el koyduğunuz söyleniyor. Hatta bunların bazısı bir süre önce basında yayımlandı . .
1 (ı
- Bunların hepsi yalandır. Bızim mektupları toplamaktan ve dağıtmaktan başka bir yetkimiz yoktu. Bu işle Kasımpaşa'daki büro ilgilenirdi. Sonradan Milliyet'te yayımlandı bunlar. Belki de parayla sattılar, bilmiyorum . - Yani s i z sadece Yassıada'nın disiplini v e korumasıyla ilgilendiniz. Onun ötesindeki her şey sizin dışınızda .. - Evet.. - Peki o konularda kim yetkiliydi? - Milli Birlik Komitesi'nin Genel Sekreteri Orhan Erkanlı ve irtibat bürosu. - Cemal Gürsel arada sırada size emir verir miydi? - l stanbul'a gelince beni mutlaka çal:)ırır ve bilgi alırdı. Ne yapıyorlar, ne ediyorlar, Bayar ve Menderes ne yapıyorlar, bilgi alırdı. - Albayım, Menderes'i orada aylarca hiç kimseyle ko nuşturmadı nız. Hatta ilk duruşmaya çıktığı zaman konuşma ye teneğini kaybettiğini söylemişti. - Evet, konuşması yasaktı "Sayın kumandan ve şu şe refli subaylar olmasaydı huzurunuza çıkamayacaktım" dedi. - Menderes'i niçin hiç kimseyle konuşturmadınız? - O konuda da yukarıdan emir geldi, tek tek koyun diye. Ama bana çok sık gelirdi. Kahvesini içip kalkar giderdi. - Size ne anlatırdı? içini mi dökerdi? - Mektupları geciktiği zaman çok meraklanırdı. Tabii yalnızl ıktan şikayet ederdi. Bir gün şaka yollu dedim ki "Yanına Refik Koraltan'la Ankara Sıkıyönetim Komutanı Namık Argüç'ü vereceğim, ne dersin? . " Güldü ve dedi ki: "Ku mandan, deveye demişler ki, inişi mi seversin, yokuşu mu? Düzlüğün şeyi mi çıktı? Yani Ethem Menderes'i verseniz olmaz mı? •. " - i steseydi gerçekten verir miydiniz yanına birini? ..
.
17
- Yok, vermezdim. - Menderes'in Yassıada'da tavrı nasıldı Albayım? - Menderes, Bayar kadar asabına hakim değildi . Bayar hiç belli etmezdi . - Mesela Menderes sizin yanınızda hiç ağladı mı? - Yok .. - Orada bulunan bazılarına torpil yapıyor muydunuz? - Torpil katiyen yapmadım. Ama güç durumda kalan bazılarına evlerine telefon etmek gibi bazı kolaylıklar sağlıyordum. - Yassıada Komutanı olarak orada Bayar'ı nasıl de ğerlendiriyordunuz? - Bir kere şunu söyleyeyim, Bayar'a orada her zaman büyük ihtimam gösterilmiştir. Her zaman sorardı m "Canın ne is tiyor, çorbalardan ne istersin?" diye .. Ne isterse yaptırırdım. Mesela balık ister, yaptırırdım. - Yani Bayar'a farklı bir işlem mi yapıyordunuz? - Hayır .. Ama Menderes'e sorardık "Sen ne istiyorsun?" diye. O hiçbir şey istemez. "Ben yiyorum, ben şey ediyorum" der.. Ama Bayar isterdi. - Çok mu metin bir insandı Bayar? - Evet, öyleydi. Çok mert ve komitacı.. Belki ilmin cahili, ama politikan ın alimi idi.. Size bir anımı anlatayım da çevresinin onu ne kadar sevdiğini görün. Yüksek Adalet Divanı 1 5 kişiye ölüm cezası verdi ve Milli Birlik Komitesi bunlardan sadece üçünü onaylad ı . idamlıklar lmralı Adası'na götürülmüştü. Ben oraya gidip hayatı bağışlananlara müjdeyi verdim. ldaml ıklardan Osman Kavrakoğlu " Kumandanım, Bayar kurtuldu mu?" diye sordu. Kurtulduğunu söyleyince de "Bu iyi havadis" dedi. idamlık adam orada Bayar'ın kurtulduğuna seviniyor. Onu çok severlerdi. 18
- Albayım, idamlar ve lmralı bölümüne birazdan ge leceğiz .. Sizin Yüksek Adalet Divanı ile ilişkileriniz nasıldı? - Onlar Heybeliada'da kalırlardı. Sabah gelip akşam gi derlerdi. Tabii sık sık konuşurduk. Bir ihtiyaçları olup olmadığını söylerlerdi. - Bir de efendim, sizin duruşma salonunda özel bir yeriniz vardı ve duruşmaları oradan izlerdiniz. Bunu sanıklara gözdağı vermek için mi yapardınız? - Yoo .. Orada alarm dü{lmesi vardı .. Çünkü her an bir şey olabilir. Alarma geçmek gerekebilir. Oradan kumanda ederdim. - Bazı sanıklara sizin etti{liniz bazı sözler var .. " Doğruyu söylemezsen seni asarlar" gibi.. - Mesela kalkıp kendini savunuyor. Savunurken hakimler! suçluyor, veya onlara hakaret ediyor. Diyordum ki "Böyle sa vunma yaparsan bunların iki dudağı arasından çıkacak söz senin hükmün olacaktır. Sen daha terbiyeli, daha efendice savunma yap.. " Sırf kendilerine iyilik olsun diye ö{lüt verirdim. Mesela Osman Turan bana eski harflerle yazdı{lı savunmasını okudu. "Osman Bey" dedim, "Sen eğer bu savunmayı ya parsan en ağır cezayı yersin " Çünkü baştan sona Yüksek Adalet Divanı'na hakaret ediyor .. "Sen bu savunmayı yapma. Kalk de ki, adaletinize sığınıyorum . . " Beni dinledi ve beraat etti. Yani hep dostça tavsiyelerde bulunmuşumdur. - Gazete, kitap ve radyo yasaktı orada de!}il mi? - Yasaktı. Sebebi de, basında bunları çok a!}ır bir şekilde itham ediyorlar. Eğer serbest bıraksak, aralarında çok intihar eden olurdu. Sonuna do!'.)ru gazete okumayı serbest bıraktık, ama radyo hep yasak kaldı ... Bunun bir de hikayesi vardır. Dört kişinin yatağının bulundu{lu yerde bir dolap var. O dolapta arama sırasında bir radyo bulduk. O dört kişiyi ça{lırdım, dördü de inkar etti. Aralarında Mıgırdıç Şellefyan da var. "Atın bunları hüc reye" dedim. .•
19
- Bizans mahzenine. mi? - Evet.. Bunun üzerine Şellefyan çözüldü.. "Efendim, radyo Bolu mebusu Nezihi Tütüncü'ye aittir" dedi. Sonra ge çenlerde sizin gazetede Altan Öymen'le bir konuşma yapmış, orada kabadayılık ediyor "Biz radyo dinlerdik" diye .. - Sanıklar arasında sizin casuslarınız veya içeriden haber getiren ajanlarınız var mıydı? - Vardı, vardı .. Belli etmeden haber alırdım kendilerinden. Bazı yerlerde dinleme cihazlarımız vardı, ama büyük koğuşlarda yoktu. O koguşlarda bazı zayıf kişileri ben bulmuştum, olup biteni gelip bana haber veriyorlardı . - Size casusluk yapıp arkadaşlarını ihbar edenlere siz bir kolaylık saglıyor muydunuz? - Yok, kolaylık sajllamazdım .. Ama mesela bana gelip önüme bir kajlıt bırakır " Ko�uşta şu oldu, bu oluyor" diye. Yani sözlü olarak da anlatırlard ı , yazılı olarak da getirirlerdi . - Bu ispiyoncular arasında milletvekili veya bakanlar da var mıydı? - Milletvekilleri vardı, ama bakan yoktu. isimlerini söy lemem. - Albayım, bir de Yassıada'da bazı intihar ve intihara te şebbüs olayları olmuştu. Galiba Sayın Celal Bayar da intihara teşebbüs etmişti. - Efendim, bunların Yassıada'ya ilk gelişlerinde arşive geçmesi için filme almayı unutmuşlar. Sonra bir gün bunları adaya geliyorlarmış gibi motorlara bindirdiler ve Yassıada is keselesinde indirerek filme almaya başladılar. Bayar buna Çok içerlemiş. Bana bir şey söylemedi ama çok kızdığı yüzünden belliydi. Sonra banyoya giriyor ve kayışla boğazını sıkıyor. Allah'tan açıkgöz bir nöbetçi tejlmen acayip sesleri duyar duy maz içeri koşuyor ve kendisini kurtarıyor. 20
- Kurtulduktan sonra bu olayı Bayar'la konuştunuz mu? - Konuştum. Bu olaya çok içerlemiş .. "Artist miyiz biz?" diyordu. - Siz ne dediniz? - Evet, ben de olsam kızarım, ama insan bu işi canına kıyacak kadar büyütmemeli dedim. - Aslında Bayar orada çok onurlu bir davranışta bulunuyor galiba .. - Çok onurlu, çok .. intihara teşebbüs etmeden önce bir de not yazmış, diyor ki " Bayar adını hiçbir zaman kirletmedim, kirletmem." - O kai)ıt sizde mi? - iade ettim kendisine. Bana çok rica etti, " EQer iyileşmemi istiyorsanız o kıiQıdı bana verin" dedi ve verdim. - Yassıada'da ilk intihar olayı bu muydu? - Hayır, ilk olarak bir Konya valisi vardı .. Banyoda bileklerini keserek intihar etti. Sonra Bayar. . . Ondan sonra bir dok tor Faruk vardı, o da kurtarıldı. En son da Menderes .. - Pek.i Albayım, günler böyle geçti ve sonuçta Yüksek Adalet Divanı 1 5 kişi için idam cezası verdi. Siz bu kararları daha önceden biliyor muydunuz? - Tabii açık!anmadan önce öi)rendik, ki ona göre tedbir alal ım. - 15 kişinin idamını öi)renince insan ve komutan olarak neler hissettiniz? - Valla ben acıdım tabii. - Asılmalarına taraftar mıydınız? - Efendim, taraftar deQildim, ama verilen kararlar da karardı. Bence Milli Birlik Komitesi ya hepsini asmalıydı, ya da o üç kişiyi de affetmeliydi. 21
- O zaman da böyle mi düşünüyordunuz?
- O zaman da böyle düşünüyordum. Ya hep, ya hiç gibilerden .. Çünkü bir gün Milli Birlik Komitesi'nin iki üyesi Mucip Ataklı ile Suphi Gürsoytrak öğle yemeğine geldiler, dediler ki "Yemeği senin odanda yiyeceğiz." Mahkeme Başkanı Salim Başol'u da çağırdık ve dördümüz yemek yedik. Yemek yerken bunlar konuyu açtılar ve Salim Başol'a dediler ki "Reis Bey, ka rarlarda 60'tan aşağı idam kararı verirseniz, biz, yani Milli Birlik Komitesi gayri meşru oluruz. Yani 59 kişi bizi meşru kılmaz " Başol da bunun üzerine dedi ki: " Bu kararları tek ba şıma ben verecek değllim. Dosyaları heyet olarak in celeyeceğiz. Belki yüz kişi asarız, belki üç kişi asarız. Bu benim tek başıma vereceğim bir karar değildir " Onlar da dediler ki " i şte mümkün olduğu kadar fazla olsun " Reis biraz bozuldu tabii. Rengi falan kaçtı. Sonra bu ikisi gittiler. Akşamüstü Başol'la benim odamda çay içiyoruz. " Kumandan, öğle ye meğindeki konuşmayı beğendiniz mi?" dedi. Dedim ki: "Reis Bey siz şerefli ve onurlu bir hakimsiniz. Bunların lafıyla adam asacak veya kurtaracak değilsiniz. Vicdanınız neyi em rederse o kararı verirsiniz- " Benim bu sözlerim üzerine bir "Ohh" çekti, rahatladı. - Sonra siz 1 5 idam cezasını nasıl öğrendiniz Albayım? - Daha önce liste geldi bize .. Buna göre grupları hazırladık önceden. - idamların lmral ı Adasında yapılmasına kim karar vermiş? , - Milli Birlik Komitesi vermiş, çünkü darağaçları falan oraya vaktiyle gönderildi. - Siz mi gönderdiniz darağaçlarını? - i rtibat bürosu göndermiş. - idamlardan ne kadar önce gönderildi darağaçları oraya? ..
..
•.
..
22
- Yaklaşık bir ay önce gönderildi. .. Kararları ilk defa mah kemeden duydular. Biz de onları daha önceden grup yapmıştık. Beraat edenler şu tarafa, mahkum olanlar bu tarafa . . idamlıklar da lmralı Adasına götürülmek üzere motora .. Menderes de ka rarların açıklanmasından bir gün önce uyku ilacı alarak intihara teşebbüs etti. Sonra midesi yıkandı, tedavi gördü ve iyileşti. Fakat bu işi nasıl yaptığını bir türlü anlatmıyor. Gittim kendisine dedirrı ki "Senin yüzünden bir sürü subay tevkif edildi. Bize de b i r zarar gelmesini istemiyorsan doğruyu söyle. Bunda sak layacak ne var? " Çünkü subaylar töhmet altında kal ıyor. Bu işi kendin mi yaptın, başkası mı sana yaptırdı? Ethem Menderes'le birlikte gittik yanına .. Dedi ki "Ben haplarımı kibrit kutusunun içinde biriktirmiştim. 32 tane Ekuvanil, 3 tane Nembutal aldım ve o sabah saat 4'e kadar bunları içtim ... - Acaba idam edileceğini bir yerden öğrenmiş olması mümkün mü? - Zannetmem .. - Peki, sonra ne yaptınız Menderes'e?" - Doktorlar gelip baktılar, sağlam raporu verdiler ve "Şey olabilir" dediler. Giydirip motora bindirdik ve lrnralı'ya görı derdik . . "Seni hastaneye tedavi için gönderiyoruz" dedik. O da karısından mektup gelirse hastaneye göndermemizi istedi. - Albayım, bu arada iki gün falan geçmiş ve lmral ı 'da idamlar olmuş .. Siz lmralı'ya idamlar için gitmediniz mi Menderes hasta yatarken? - Gittim tabii. idamların açıklandığı gün 15 idaml ığı oraya göndermiştik. Aynı gün Milli Birlik Komitesi üç kişinin idamını onayladı ve diğerlerini müebbet hapse çevirdi. O gece bana Ge nelkurmay Başkanı Cevdet Sunay telefon etti ve "lmral ı'da mu azzam hadiseler oluyormuş. Bu atfedilenleri orada vu racaklarmış. Git oraya ve benim adıma ne yaparsan yap, bu işi hallet" diye emir verdi. Ben de hemen lmral ı'ya gittim. ..
"
23
- Kim vuracakmış? - Rıhtımda beni karşılamaya gelen kalabalığı görünce şaşırdım. Salonda otururken bir subay grubunun beni görmek is tediğini söylediler. içeriye rütbesi üsteğmenle binbaşı arasında olan bazı subaylar girdi. Binbaşı dedi ki "Milli Birlik Ko mitesi'nin bazı idamları tasdik etmeyeceğini öğrendik. Eğer onlar tasdik etmezse bu idam kararlarını burada biz yerine getireceğiz? .. " "Yani ne yapacaksınız? Siz mi vuracaksınız bunları?" dedim. . . "Evet" dediler. Bunun üzerine ben de "Bakın, o adamlar yukarda hücrede yatıyorlar. Ben de bu radayım. Sıkıyorsa gidin yapın böyle bir şey.. Ondan sonra ağzınıza ilk kurşunu kimden yiyeceğinizi görürsünüz" dedim. Böylece hiçbir hadise olmadı , ağızlarının payını verdim. Ben ol masam orada büyük hadise olacakt ı . - O subaylar orada görevli mi? - Değil.. Bazı karacı subaylar, oraya nasıl gelmişlerse yığılmışlar. - Sonra ne oldu Albayım? - O subayları bertaraf ettikten sonra , 1 2 idam hükümlüsünün cezasının müebbet hapse çevrildiğini gidip tebliğ ettim. Bayar'a da müjdeyi ben verdim. - Zorlu ve Polatkan o gece asılırken siz de yanlarında mıydınız? - Yanlarındaydım. - Bir insan, yanı nda başkaları idam edilirken ne hissediyor? - Çok acıdım, çok .. Hele Fatin Rüştü Zorlu o kadar mertçe gitti ki. Bunu anlatmak mümkün değil. Hoca Kuran okurken yan lışını çıkardı. Çok metin adamdı. Korkmadan, "Allah memlekete hayır versin" diyerek gitti. - Polatkan n asıldı? 24
- O çok şeydi.. Belki de ölüsü asıldı. Gardiyanlar zor yü rüttüler onu. Çok üzülüyorsunuz tabii. Bir saniye önce aslan gibi adam, bir saniye sonra dili dışarıya çıkıyor. - Celal Bayar'a idam cezasının affedildiğini müjdeleyince tepkisi ne oldu? - "Yaa, öyle mi?" dedi. Öyle bir sevinç veya heyecan gös termedi. Ama mesela Refik Koraltan benden ne kadar büyük ol duğu halde, kelepçeleri çözüldükten sonra "Ver elini öpeceQlm" dedi. Öbürleri de büyük sevinç gösterdiler, ama Bayar sadece "Yaa, öyle mi" dedi, o kadar. Zaten benden sonra başsavcı geldi ve o resmen teblig etti hepsine. Ben sadece ilk müjdeyi verdim. - Albayım, Bayar veya Menderes o günlerde size bir va siyet falan bıraktılar mı? Ya da Yassıada'da böyle bir belge ha zırladılar mı? - Katiyen yoktur. Bir gazeteci meslektaşınız kitabında Menderes'in vasiyet hazırladı!:jını yazıyor. Baştan aşa!:jıya ya landır. - Menderes idama mahküm oldu!:junu nasıl öğreniyor? - Başsavcı Ömer Altay Egesel motorla l mralı'ya götürüyor ve orada kendisine teblig ediyor. - Efendim, siz 27 Mayıs 1 960 ihtilalinden sonra yarbay iken Yassıada Komutanı oldunuz. Sonra askerliğiniz nerelerde geçti? - O ağustosta albay oldum. Yassıada 1 961 sonbaharında bitince Kuleli Askeri Lisesi Komu tanı, sonra Birinci Ordu Ka rargahında Topçu Komutan Yardımcısı oldum. Daha sonra doğu hizmeti sıram gelince Erzincan'a tayin edildim. O arada annem öldü. Annemi çok severdim ve o ölünce benim için hiçbir şeyin zevki kalmadı. 1 969 yılında albaylıktan emekli oldum. Sonra da hep lstanbul'da oturdum . - H i ç evlenmediniz değil mi efendim? Yalnız mı otu ruyorsunuz? 25
- Hiç evlenmedim. Yalnız oturuyorum. - Albayım, geriye baktığınız zaman Yassıada günlerinden sizin vicdanınızı rahatsız eden, sizi üzen bir olay var mı? - Sizi temin ederim ki, böyle bir şey yok. Kimseye en ufak bir haksızl ık yapmadım. Ama biliyorsunuz Yassıada'yı uzaktan dürbünle görenler bile anılarını yazdılar. Mesela Sakarya Mil letvekili Nusret Kirişçioğlu diyor ki: " Yassıada Komutanı paraya düşkündü " Ben paraya düşkün olsam Yassıada'dan milyarder çıkardım. Tabii çok iftira atanlar oldu. ..
- Turhan Dilligil'in bir kitabı var, orada sizden "Allahsız gardiyan" diye söz ediyor. - Her şey olduk. Zindancı, Allahsız gardiyan .. Yazdıkları hep yalan ve iftiradır. - Yassıada'da kendilerine kızsanız bile kişiliklerini takdir ettiğiniz ve içinizden " Helal olsun bu adama" dediğiniz kişiler var mıydı? - Çoktu .. Celal Bayar, Haluk Şaman, Sebati Ataman, Tevfik ileri, Ethem Menderes, Hayrettin Erkmen .. Daha birçokları vardı. Ama nedense Celal B ayar benim bu kadar iyiliğime rağ men beni hiç arayıp sormadı . Mesela, tahmin ediyorum ki, Men deres eğer asılmasaydı, beni arayıp sorardı. - Menderes sizi sever miydi? - Çok severdi. - Peki, siz Yassıada'dan sonra Bayar'ı aradınız mı? - Ben de aramadım, ama bir gün vapurda karşılaştık. Gördüğü halde hiç alakadar olmad ı . - Oradaki sanıklardan şimdi dostluk ettikleriniz var m ı ? - Rastlaştıkça konuşuruz. lzmir'e gittiğim zaman Ethem Menderes'le konuşurum. Benden hep övgüyle söz ederler. 26
- Yassıada günlerinden sonra herhangi bir yerde, orada bulunanlardan veya yakınlarından ters bir davranışla kar şılaştınız mı? - Bir kere 12 Eylül sonrasında Bumin Yamanoğlu ile bir lokantada karşılaştık. O bana bir şeyler söyledi, ben de cevabını verdim. Hepsi budur. - Bana tarihe geçecek açıklamalarda bulundunuz Al bayım. Çok teşekkür ederim.
27
VESAMET KUTLU Vesamet Kutlu ile yaptığım bu konuşma Hür riyet'te yazı dizisi olarak yayımlandı. Fatin Rüştü Zorlu ile yaşadığı yasak aşk dillere destan olan Ve samet Kutlu, bu öyküyü ilk kez bana anlattı... Yazı dizisi, gerçekten büyük ilgi uyandırdı. Öykümüzün iki kahramanı var. ilki, Vesamet Kutlu. . . Şimdi Paris'te, anılarıyla baş başa yaşamını sürdürüyor. Diğeri, Fatin Rüştü Zorlu. . . Zorlu, 1 96 1 yılında Yassıada duruşmalarından sonra idam edil di. idama mertçe, boynunu eğmeden gitti. Vesamet Kutlu, Zorlu'nun "metresi" Özellikle 1 950'/i yılların Türkiyesinde büyük dedikodu/ara neden olan bir aşk öyküsü... 1954 1960 dönemi arasında, 27 Mayıs ihtilaline kadar Adnan Men deres'in Devlet ve Dışişleri Bakanı olan Fatin Rüştü Zorlu ile, hariciyeci Orhan Kutlu'nun hanımı Ve samet Kutlu arasında yaşanan büyük aşk .. . Zorlu idam edildiği zaman 5 1 yaşında. . . Zorlu'nun eşi 28
Emel Hanım, kendisinden beş yaş küçük. O da 1965 yılında, kocasından dört yıl sonra 50 yaşında ölü yor. Vesamet Kutlu 1920 doğumlu. Son derece bilgili, kültürlü bir insan. Bu ilişki yaşanırken Zorlu evli, Vesamet Hanım evli. . . ilişki Türkiye'de ve yurt dışında sürüp gidiyor. .. Yıllarca, Zorlu'nun idam edilmesine kadar devam ediyor. Ancak iki taraf da, eşlerine saygısızlık etmekten özenle kaçınıyorlar. Vesamet Hanım sonuçta, kocası Orhan Kutlu'dan ayrılıyor. Fatin Rüştü Zorlu da kansı Emel Hanım'dan ayrılmak istiyor, ancak aile büyükleri izin vermiyor. Vesamet Hanım yıllardan beri Paris'te, kocası Orhan Kutlu'dan olan kızı Reha ile birlikte yaşıyor. .. Geçmişte yaşadığı son derece dolu hayatın anı larıyla baş başa ...
BiR "YASAK AŞK"I N ÖYKÜSÜ ... - Babam subaydı. O zaman " Fen Sanat" derdik. Askeri mühendis gibi bir şeydi. Birçok deneyler yapardı. Çoğu zamanı yurtdışında geçerdi. Türkiye'ye harp malzemesi satın alı rdı. Rahmetli çevresinde çok sevilen bir insandı... Çünkü Ankara O rduevi ni ihya etmişti. Çok güzel dans ederdi. O günlerde ba bam ı n dansları , özellikle yaptığı valsler bütün Ankara'da dilden dile konuşulurdu. Unutmadan söyleyeyim, ağabeyim Cahit Apa yık da subaydı ve daha sonraki yıllarda Cumhurbaşkanı ismet lnönü'nün yaveri oldu. 1 950 yıl ına kadar onun yanında görev aldı. . . Biz ailece Ankara'ya geldiğimiz zaman ben küçücük bir çocuktum. Hatırladığıma göre 1926 veya 1 927 yılında geldik. ..
'
29
Bize Hacı Musa mahallesinde, Kurşunlu Camii'nin yanında Er menilerden kalma harap bir ev verdiler. Annem Ankara'ya hiç alışamadı . O yüzden, bir ayağımız hep lstanbul'da kaldı. .. O günlerde bugünkü Yenişehir semti falan hiç "yoktu Ankara'da . . O yörede tek tük binalar vardı. Kızılay binası yapılmıştı . Biz Kı zılay binasının hemen arkasında, lzmir Caddesi'nde bahçeli bir evde otururduk. Aramızda bahçe duvarı falan da yoktu. Çoluk çocuk, şimdi Kızılay olan tarlalarda oyun oynardık ... Ben de dans etmesini çok seven:jim. Hayatım müzik ve danstı. Şimdi bile mü ziği ve dansı çok severim. Müziksiz uyuyamam . . . Başucumda müzik olmazsa uyuyamam ... işte böyle devam ederdi Ankara'da hayatımız. Aslında çalışkan bir öğrenci değildim .. Bir süre sonra, beni Ankara Kız Enstitüsü'ne verdiler. Tabii o zamanlar, kısa bir süre sonra tamamen başka bir hayata döneceğimi nereden bi lebilirdim ki? .. Evet, kader i nsanları bir yerlere sürüklüyor - Nasıl oldu efendim bu aşamadan sonraki gelişmeler? Neler yaşadınız? . . Burada olayı rahmetli Fatin Rüştü Zorlu ile • tanışmanıza getirmek istiyorum . . . - O n u anlatacağım beyefendi. .. Oraya geleceğiz zaten ... Ben 17 yaşında bir genç kız· olmuştum. Dans düşkünlüğüm yü zünden, annem herhalde benim için "Bu kız bir gün evden ka çacak" diye düşünüyordu. Oysa babam benim dans alayıma karşı değildi. Babam çok açık fikirli bir insandı . Beni · 17 yaşımda apar topar evlendirdiler ... Kocam bir hariciyeci idi. .. Adı , Orhan Kutlu 28 yaşındaydı . . . Ailem evlendirdi. Kendisini daha önceden hiç tanımazdım. Ne "Evet" diyebildim, ne de " Hayır " Sonunda kısmetmiş, evlendik. Kocamın tayini Amerika'ya çık mıştı. Birdenbire, Amerika'ya yola çıktık. Yıl 1937... - Kocanızı daha önceden tanır mıydınız? • - Hiç tanımazdım. Ama o beni tanırmış. Hatta beni ağabeyimle birlikte sokakta görmüş ve ağabeyimi benim sevgilim zannedermiş. O yüzden de, bir ara beni istemekten vazgeçmiş! ..•
...
...
30
- 1 937 yılında Türkiye'den Amerika'ya nasıl gidiliyordu? - lstanbul'dan trene, Orient Ekspres'e bindik ve dört günde Paris'e vardık. Paris'ten özel bir trene binip, Normandy transatlantiğine bindik. Çok büyük ve çok lüks bir gemiydi. Ben hayatımda böyle bir şey görmemiştim o güne kadar . . . Benim gördüğüm en büyük gemiler, Boğaz'daki vapurlardı. Müthiş bir gemiydi ve biz dört günde okyanusu aşıp Amerika'ya vardık. O zamanın en hızlı vapuruydu . . . Ve biz 1 937 sonundan, 1 945 yılına kadar Amerika'da kaldık. ikinci Dünya Savaşı'nı orada yaşadık. Orada bir kızımız doğdu. Kızımın adı Reha ... Başka da çocuğum olmadı. Kızım 1 945 doğumlu. Şimdi onunla birlikte Fransa'da yaşıyoruz. Bir Fransızla evli... Paris'te televizyonda görevli ve aynı zamanda gazetecilik yapıyor. - Kocanız Orhan Kutlu, daha doğrusu eski kocanız Orhan Kutlu şimdi hayatta mı? - Hayır, dört beş yıl oldu vefat edeli. .. Aramızda hiçbir problem yoktu. Gayet dürüst ve özel bir insandı . - Bir süre sonra evli bir kadınken, Fatin Rüştü Zorlu ile ilişkiniz başlayacak. Bütün o aşamada kocanız Dışişleri Ba kanlığında mı kaldı? - 1 960 yılında, 27 Mayıs ihtilali sonrası nda kocamın Dı şişleri'ndeki görevine son verdiler. 1 960 yılına kadar hariciyeci olarak kaldı. Sonra o durumda olan birçokları dava edip yeniden girdiler, ama Orhan tenezzül etmedi. Sonra uzun yıllar Ak bank'ta çal ıştı. - Sonuçta 1 945 yılında Amerika'dan Ankara'ya dö nüyorsunuz ve kocanız görevine burada başlıyor. Nasıl tanıştınız Fatin Rüştü Zorlu ile? - Ahh . . . Arkadaş olarak ... Fatin gayet mahcup bir insandı . Amerika'dan döndükten sonra ev bulamadık ve iki y ı l kadar, ko carııl a birlikte Ankara Palas'ta oturduk. Biliyorsunuz o zaman ::n
,:.nkara Palas, Ankara'nın tek lüks oteliydi. Çok iyi bir oteldi. Önce günlüğü 12 liradan çok güzel bir odayla başladı k". Sonra o para bize fazla geldi ve daha ucuz bir odaya geçtik. Bir süre sonra da, en ucuz odalardan birine geçtik. Onu söylemeyi unuttum, biz Ankara'ya dönünce kopanı Protokol Genel Müdürlüğü'nde ça lışmaya başladı . Buranın o zamanki adı "Protokol"dü. Pro tokol'de görev aldı. - Peki o dönemlerde bir devlet memuru, iki yıl süreyle böyle lüks bir otelde kalabiliyor muydu kendi maaşıyla? - Hayır, hayır... Kocamın ailesi çok zengindi. O zamanlar babası vefat etmişti ve ailesinden yardım alıyordu. Maaş çok azdı ve sürekli olarak aileden yardı m alıyorduk. Yoksa elbette ki ka lamazdık ... O sırada kızım da çok küçüktü ... Onu bırakıp dışarıya çıkamazdım otelden. Ben kızımı uyutuyordum ve sonra ya lo biye, ya da bahçeye iniyordum. Tabii otele Ankara'daki bütün devlet erkanı gelirdi, kordiplomatik gelirdi, hariciyeciler gelirdi. Fatin de hariciyeci idi ve kocamın yakı n arkadaşıydı. O da oraya gelirdi ve hep birlikte olurduk. - Fatin Bey'i ilk kez 1 945 yılında, Amerika dönüşünüzde mi tanıdınız? Daha önceden tanımaz mıydınız? - Çok garip bir şeydir ... Ben Fatin'i çocukluğumdan beri tanırdım, bilir misiniz? Tanımam da şu şekilde olmuştur . . . Biz lzmir Caddesi'nde otururken Fatin, Emel'le yeni evlenmişti . Şimdi lzmir Caddesi'nden hemen sonra hafif bir yokuş vardır ve adı na Demirtepe denir. O yokuşun tepesinde, böyle kuleli falan bir bina vard ı . Orası Hariciye Köşkü idi . . . (Emin Çölaşan'ın notu: O bina bugün de var ve Tapu Kadastro Meslek Okulu olarak kullanıl ıyor) Biz oraya "Paşalar Tepesi" derdik o zamanlar . . . Biz ağabeyimle birlikte ata binerdik. Ağabeyim süvari subayı idi. ilk tanışmamız şu şekilde oldu Fatin'le ... Ben o zaman tahmin ediyorum 1 2 ya şımda falanım. Ankara'da bisikletle dolaşan ilk kız çocuğu , galiba bendim. Sanki bir erkek çocuk gibiydim .. Ya bisikletle, ya da atla 32
gezerdim. Ağabeyim o zaman Muhafız Alayı 'ndaydı . Fatin de askerliğini yapıyordu ve yeni evlenmişti. Fatin de aynı kocam gibi, benden on , on ikı yaş daha büyüktür. Çok gariptir ki, Fatin için hep "Çok yakışıklı adamdır" diye sözler işitiyordum, ama ken disini hiç görmemiştim. Fatin evlendi ve düğününde Atatürk de bulundu . Bir gün ağabeyim yolda yürüyordu, yanında da nefer kıyafetli birisi vardı . Ben ağabeyime hep şaka yapardım. Ar kasından bisikletle yaklaşı r ve bisikletin tekerleğini i ki bacağının arasına sokardım. Ağabeyimin bütün arkadaşları da beni se verlerdi. O gün ağabeyime yine ayn ı şakayı yaptı m ve arkadan yaklaşarak bisikletimi n tekerleğini bacaklarının arasına soktum. Yanındaki adam bana dönüp öyle sert bir şekilde baktı ki, onu size anlatamam . . " Kim bu arsız kız?" gibilerinden döndü ar kasına ve bana ters ters baktı . .. Ağabeyim de beni kendisine " Benim erkek kardeşim" diye tanıştırdı. .. Fakat ben o adamın sert bakışlarırıı hiç sevmemiştim . O akşam eve gelince, onun Fatirı olduğunu öğrendim ve o hırsla "Aman neresi yakışıklı onun? ... Bir de bu adama yakışıklı diyorsunuz. Tipsiz bir şeymiş meğer" dedim . . . Aradan zaman geçti. .. Bir pazar günü a!)abeyim, yengem ve ben yine D�mirtepe'de ata biniyoruz. Ben ayrıca erkek gibı de giyinirdim. O gün başımda kasket, ayağı md:-t pantolon vardı. Yine Fatin'i gördük orada . . . O da ata biniyordu. Bana yine bir bakt ı , hiç hoşuma gitmedi . . . Kendi kendime " Bu ne soğuk adam böyle" diye düşündüm . . . (Gülüyor) Bilmiyorum , çok tuhaf bir şey Emin Bey . . . Ondan· sonra da uzun yıllar kendisini bir daha görmedim. işte aradan yıl lar geçti, ben evlendim , kocamla birlikte Amerika'ya gidip geldim . - 1 945 yılında Amerika'dan dönünceye kadar kendisini hiç mi görmediniz? - Hiç görmedim . . . .
- Evet Vesamet Hanım, 1945 yılında Amerika'dan kocanızla birlikte döndünüz ve Ankara Pa:as'ta küçük çocuğunuzla 33
birlikte yaşamaya başladınız. Nasıl karşılaştınız Fatin Rüştü Zorlu ite? - Biz yeni dönmüştük. Hariciye Köşkü'nde bir balo vardı. Bu benim dönüşteki ilk balomdu. Birçok yabancı falan da vardı. Sohbet ediyorduk ... Büyük biri gelmişti, şimdi kim oldu!)unu ha tırlamıyorum. Onun şerefine verilen bir baloydu. Dediler ki "Fatin'le Emel de geldiler " Ben orada kendisini sadece gör düm, hepsi o kadar ... Fatin biraz sonra bizim gruba geldi ve Fransızca olarak yanınmdakilere dedi ki " Madamla beni ta nıştırır mısınız lütfen? " Beni tanıştırdılar. ama tahmin edi yorum ismimi ya tam anlamadı, ya da beni hatırlayamadı ... Bunu bilemiyorum ... Birazdan bana yine Fransızca olarak "Madam, benimle dans eder misiniz?" diye sordu, ben de Fransızca "Memnuniyetle" dedim . . . Dans etmeye başladık. - Bu sırada sizin Türk oldu!)unuzu biliyor mu Fatin Bey? - Hayır. bilmiyor... Hiçbir şey bilmiyor ve beni yabancı zannediyor. Dans ederken birbirimizle Fransızca ko nuşuyoruz ... Fakat biz Fatin'le herhalde biraz uzun dans etmiş olacağız ki, a!)abeyim gelip benim omzuma vurdu ve "Ha nımefendi emir buyurdular, seninle vals yapacağım" dedi. . . Ağabeyimin, Cumhurbaşkanı i smet l nönü n ü n yaveri olduğunu daha önce söyıemiştim ... Mevhibe Hanım da balodaydı ... Demek ki a!)abeyime "Git kardeşinle dans et" demiş . . . Ağabeyim om zuma vurup da beni alınca, Fatin fena halde bozuldu ... Biraz sonra Fatin büyük bir hışımla yine yanıma geldi ve beni tekrar dansa kaldırdı . . . Dedi ki " Ben Cahit'i çok iyi tanırım. Siz kim siniz? . " Bu sefer artık Türkçe söylüyor . . . Bana uzun uzun so rular sordu . . . Sonunda ben de "Eee Cahit benim tesadüfen ağabeyim olur" deyince Fatin beni dansın ortasında kucakladı ve havaya kaldırdı. .. "Vaaay, o küçücük kız demek ki bu hale gelmiş haaa?" diye ba!)ırdı. Herkesin önünde Fatin'in beni böyle havaya kaldırmasıyla birlikte, dedikodular da başladı zaten . . . ...
•.
'
.
.
34
Sonra Fatin'le sık sık ailece görüşmeye başladık. Hemen her gece, bizim kaldığımız Ankara Palas'a gelirdi. Otururduk, sohbet ederdik. Bana karşı tamamen bir kardeş gibi, bir dost gibi hareket ediyordu. - O sohbetlerde kocanız da olur muydu? - Elbette olurdu ... Kocam olurdu, başka gruplar olurdu . . . Fatin bana karşı b i r kardeş gibiydi. Bana bir tek g ü n olsun iltifatta bulunmamıştır, kompliman yapmamıştır. Bana bütün komp limanları karısı Emel yapardı ... "Size bayılıyoruz, siz nereye gitseniz oraya geliyoruz" derdi. .. Fatin'le aramızda hiçbir şey kesinlikle yoktu. Ama bazen de bir şeyler hissettiğim olurdu. - Özür dilerim hanımefendi, kocanız Orhan Kutlu da, Fatin Rüştü Zorlu da hariciyeci... ikisi arasında bir ast üst, amir memur ilişkisi var mıydı? - Hayır, hayır... ikisi ayrı dairelerde çalışırlardı. Sadece arkadaştılar. Hatta Fatin'ler de Beyrut'taki dış görevlerinden yeni dönmüşlerdi. Biz Amerika'dan döndüğümüzde, onlar da Bey rut'tan gelmişlerdi... Bazen dikkat ederim, bütün hariciyeciler otelde yemek yemişiz ... Herkes iş saatinde bakanlığa gider, ama Fatin biraz sonra dönüp yine gelir. Yine benimle oturur. Ar kadaşça sohbet ederiz . . . Tabii bu durumda dedikodular başladı "Fatin Vesamet'e aşık oldu" diye... Ama biz hep dost kaldık ve yıllar böyle geçti. Sonra kocam Hindistan'a tayin edildi bir gün . . . Y ı l 1947 Demek k i Ankara'da tahminen iki y ı l kalmışız. B u Hin· distan'a tayin işi bana çok ağır geldi. . . Çünkü tahmin ettim ki, bizi sırf Fatin'den uzaklaştırmak için bakanlık bu kararı ald ı . O sırada Dışişleri Bakanı Hasan Saka, genel sekreter de Fuat Carı m dı . . . Hasan Saka'nın hanımı hem beni severdi, hem onları severdi. Fuat Carım da Ankara Palas'ta oda komşumuzdu. Onlar da orada kalırlardı. Bir gün kendisine "Beyefendi bu Hindistan fikrine bir türlü alışamadım" dedim. Bana döndü, " Ne o, yoksa Hindistan'ı beğenmedin mi? Beni oraya tayin etseler, ben ..
'
35
yürüyerek giderim" dedi. .. Bizim H indistan'a gönderilmemize Fatin de büyük tepki gösterdi. O s ırada Türkiye'nin Hindistan'da büyükelçiliği yok. Elçiliği biz gidip açacağız . . . Fatin bir gün otelde yanıma geldi ve çocuk gibi ağlamaya başladı. .. Diyor ki " Hala anlamadın mı bu kadar yıldır senin peşinde olduğumu? " Havuzun başına kadar biraz yürümemizi istedi. . . Ve orada dö küldü. Ankara'daki son iki günümüzdü ... ..
- Siz ona ne dediniz bu durumda? - Gayet soğukkanlı olarak dedim ki "Böyle bir şey söz konusu olamaz. Benim küçük çocuğum var. Çocuğumun bana ihtiyacı var " O zaman ilginç bir şey yaptı. Rusya'dan almış olduğu kol düğmeleri vardı . Ü zerinde dört taş var, dördü de ayrı renklerde . . . Biz bunları çok komik bulup alay ederdik. Tuttu bu kol düğmelerinden birini kolundan kopardı ve bana dedi ki " Bana söz ver ve bunu yüzük yaptırıp parmağında taşı . " Onu kırıp bana verdi. Bir Ermeni kuyumcu vardı "Sarıyan" adında ... Evet, o kol düğmesini o gün yüzük yaptırdım. ...
.
.
- Peki siz onun ağlamasını görünce neler hissettiniz? - Çok şaşırdım . . . Son derece şaşırdım. Ne yapacağımı bilemedim. - Peki sizin kendisine karşı hiçbir duygusal yakınl ığınız yok muydu gerçekten? - Beni çok iyi anlamıştı ve ahbapl ığımızı hiçbir zaman bozmamıştı. Onun arkadaşl ığından ben de çok hoşlanıyordum, ama hepsi o kadar ... Hepsi ondan ibaretti ve biz çok acele olarak Hindistan'a gittik. . . Fakat o kol düğmelerini bana verirken "An lamıyor musun?. Emel benden ayrılacak. Benden ayrılmak istiyor. Hindistan'a gitme" diye çok ısrar etti. .. Zaten karısıyla geçinemediklerini hep söylerdi. .. Ve " Söz ver, bana oradan mektup yazacaksın" dedi. Ben de söz verdim... Biz mek tuplaşmaya başladık. Fakat kadınların gevezeliği, başlarına iş ;\6
açıyor. Hindistan o kadar sıcaktı ki. . . Bir gün ona yazdığım bir mektupta "Sana bu satırları Adem pijaması ile yazıyorum" dedim ... Yani çırılçıplak yazıyorum ... O da bana cevap yazıyor ve diyor ki "Keşke o mektubunu bana Adem pijaması ile kendin verebilseydin . " Çok masum bir şey yani . . . Ve Emin Bey, bu mektup kocamın eline geçti orada. Tamamen bir şanssızlık. As lında Fatin'in hiçbir hatası yok. Ben ona öyle bir mektup yazarak bir erkeğe çanak tutmuş oldum . . . O da tabii , bir erkek olarak öyle yazıyor. Şunu da belirteyim ki, kocam bana son derece inanırdı. Ona hiçbir zaman yalan söylememiştim . . . Mektubu almış ve açıp okumuş . . . Bir hışımla eve geldi. .. "Evet" dedim, " Ben Fatln'e böyle böyle yazdım, o da bana bir erkek olarak bunu yazmış. i nkar edecek değilirrı. Gayet tabii ki benim kabahatim " Kocam dedi ki "Onunla bir daha mektuplaşmayacaksın ... " "Sana böyle bir söz veremem. Gayet masum bir şekilde mektuplaşıyoruz" dedim. işte biz o sırada kocamla ayrılmaya kalktık. Fakat uzun şeylerden sonra ben Türkiye'ye dönmedim ve kocamın yanında kaldım. Bizim Fatin'le mektuplaşmamız bundan sonra da devam etti. Ben adres olarak postaneyi vermiştim. Mektupları gidip postaneden alırdım. Ancak durumu kocam da biliyordu ve sabahleyin kim erken kalkarsa, doğru postaneye ko şuyordu mektupları almak için . . . Bir gün sabah yine gitmiştim postaneye . . . Fatin mektup göndermiş. Fakat aksilipı:-· bakın ki , ben kapıda tam mektubu açarken , kocamla karşılaşt ;iTI . . . Anladı tabii ve "Yırtacaksın o mektubu" diye bağırdı. .. Yırtmadım . . . Mektubu yırtıyormuş gibi yapıp, zarfı yırttım .. Bu mektubun için den iki resim çıktı . .. Mektup '!En sevdiğime" diye başlıyor. Re simlerden biri önden, biri yandan çekilmiş . . . O kadar güzel re simlerdi ki. . . Hatta bunları çeken fotoğrafçı daha sonra aylarca vitrininde teşhi r etmiş. . . Bana sonradan "Sana resim gön dereceğim diye başıma bir de bu iş geldi" diye yazmışt ı . O resimlerden şimdi ne yazık ki hiç kimsede yok. 1 955 yılında bir..
..•
37
gün kendisine çok kızmıştım. O resimleri yırtıp attım. Bana he diye ettiği yüzüğü de fırlattım gitti... Çok üzülüyorum bunu yap tığıma, ama elden ne gelir ki? - Ankara'da ve Hirıdistan'da olduğunuz günlerde Fatin Rüştü Zorlu'yu seviyor muydunuz hanımefendi? Ona aşık mıy dınız? - Her bakımdan anlaştığım bir insan olmuştu. Ona hiç kuşku yok. . . Ve aramızda bir alışkanl ık olmuştu . . . Ama benim bir erkeği ilk görüşte sevmem mümkün değildi. Benim hayatım hem Türkiye'de, hem de kocamın ilk görev yeri olan Amerika'da hep erkeklerin içinde geçmişti. Yani kadın - erkek ilişkisi benim için mutlaka sevmek ve aşık olmak değildi. Fatin'le olan ilişkimde de arkadaşlık, sanmimiyet ve konuşmak hep ön planda gelirc;li. Ama ona karşı ilgisiz olduğumu da söyleyemeyeceğim. - Peki bu duygular ne zaman sevgiye ve aşka dönüştü? Hindistan'dan mektuplaşırken mi? - Hayır, değil ... Kocam konsolos olarak Hindistan'dan l s viçre'ye atandı ve biz doğruca Cenevre'ye geldik. Bu söylediğim olay 1 951 yılında oluyor. - Yani o sırada Demokrat Parti iktidar olmuş. Peki Fatin Bey henüz siyasete girmemiş mi? - Hayır, Fatin o sı ralarda hariciyeci . Dışişleri Bakanlığında üst düzeyde bir diplomat. Henüz siyasete falan girmiş değil. .. Galiba genel müdürdü ... Biz Cenevre'ye geldikten bir hatta sonra Fatin de oraya geldi ve beni elde etti. . . - Nasıl elde etti yani? - Bir nevi tehditle yani. .. Bilmiyorum ki nasıl söyleyeyim . . . - Elde etti derken, fizik olarak m ı elde etti? Yani onunla yattınız mı? - Gayet tabii.. Artık bu kadar şeyden sonra normal değil mi? Ondan sonra Fatin hemen her hatta sonu Türkiye'den ls viçre'ye bana gelmeye başladı. 38
- Özür dilerim, burada bir şey soracağım . . Sizi tehditle elde ettiğini söylemiştiniz. O nasıl oluyor? - ilk gelişinde bana telefon açtı ve "Eğer sen şimdi b e n im otelime gelmezsen, ben oraya geleceğim" dedi. Ben de atlayıp arabaya gittim. ister istemez gittim ... Ve otelde birlikte olduk. Ondan sonra da hamile kaldım ben. - Kimden hamile kaldınız? Kocanızdan nı ı , Fatin Bey'den mi? - Fatin'den kaldım tabii. .. Ne var bunda? - Peki doğurdunuz mu çocuğunuzu? - Hayır ... O gene benim şeyimden oldu . . . " Benim kocam Anadolulu Duyarsa beni öldürür" diye düşündüm. Ama '<o· cama gerçekten hiç yalan söylememiştim o güne kadar. H a Milı:ı kaldığımdan Fatin'in haberi yoktu. Bir gün kocama durumıı an lattım. Kocam çok sakin karşıladı ... "Yoksa sarhoş falan ,,, ,y. dın?" diye sordu. Oysa hiç içki içmediğimi o da bilirdi. .. Sarhos olmadığımı söyledim... "Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu .. "Aldıracağım" dedim ve çocuğu aldırdım. iki gün so:ıra da konsolosluğa gelip valizimi topladım. Kocam beni havaalanır-.a götürdü. iki yanağımdan öptü ve vedalaştık. ilk ayrılmamız böyle oldu Emin Bey ... - Nereye gittiniz? - lstanbul'a, ağabeyimin yanına gittim. - O s ı rada kızınız yaklaşık altı yaşında. O da sizinle mi geldi? - Hayır. kızım lsviçre'de yatılı okuyordu. K ızım orada kaldı . - Evet lstanbul'a döndünüz... Sonuçta koc;:ınızla bo şandınız mı? .•
.
- Sözümona aramızdaki ilişki bitti ve boşanmaya k:ır::ır verdik. Kocam mahkemeye başvurmuş . . . Fakat ben lstanbul'rla iken . Fati.n de sık sık oraya gelmeye başladı . Ç oğ u n l u k l a ÇımH
Otel'de buluşuyorduk . . . Sonra bahar geldi ve kız ı m ı n doğum günü yaklaştı. Ben kızım Reha'nın yanına, Lozan'a gitmiştim. Kocam Orhan Kutlu bana telefon açtı ve dedi ki " Doğum gününü burada konsoloslukta kutlayalım. ' Ben hazırlık yapmayn başladım. Sen al kızı buraya gel . . . " Ben kızımı alıp Cerievre'ye gittim ve konsolosluğa gi rmeden önce de kocama " Bana hangi otelde yer ayırtmış?" diye haber gönderdim. Kızımı gönderdim "Git babana sor" diye . . . Kocam aşağ ıya indi ve dedi ki " B u r a s ı konsoloshane. Senin odan zaten ayrı idi. Eğer sence bir sa kıncası yoksa burada eski odanda kal ve çocuk için kötü bir şey olmasın. Eski odan olduğu gibi duruyor . " Böylece ben de yukarı çıktım ve doğum günü partisi yaptık. O sırada kocam bana dedi ki "Mahkeme bizi ayırmamış. i ki yıl, yeniden de neme süresi vermiş " Ve ben boşanmamış olduğumuzu böy lece öğrendim . Oysa bu iş artık bitti sanıyordum. Hatta orada bana dedi ki " Bak, kızımız da var ... Bir kez daha deneyemez miyiz?" Benim zayıf tarafıma hitap etti. Zaten çok iyi bir insandı rahmetli kocam. Bu durumda ben orada · kaldım. Zaten her şe yimiz ayrıydı . Öyle arkadaş gibi yaşıyorduk. - Peki bu arada Fatin Bey'le ilişkiniz nasıl sürdü? - Efendim o s ıralarda Fatin Paris'te NATO büyükelçisi olmuştu. Sık sık Paris'e geliyordu . Hatta kendisiyle al ışverişe çıkıp tabak, çatal , bıçak takımları bile ı smarladık büyükelçilik için . . . Fatin benim kocamla yeniden birlikte olmama tabii çok k ızm ıştı Benim kocamla kalmaya karar verdiğim gün, biz Fatin'le Paris'te buluşacaktık. Ben Cenevre'derı oraya geçecektim. Fakat Fatin gelmiş ve beni bulamam ış. Kocama dedim ki " Bak bilesin, ben Fatin'e bir telefon edeceğim . . " Gece yarısı saat 1 2'de ben Fatin'i aradım ve tam sabah saat altıya kadar telefonda ko nuştuk . . . Ağlamalar vesaire . . . Beni tam altı saat telefonda tuttu. Muazzam bir şey tabii ... işte ben o sırada çok büyük acı çektim. Fatin mahkeme kararını benden duyunca dedi ki " Kocanla kal.
...
.
.
maya tek başına nasıl karar verirsin? Bu ikimizi ilgilendiren bir şeydir "lki insan ın arasında kalmıştım. Biri kocamdı , diğeri sevdiğim insandı. Fatin ağlayınca işler değişti tabiı .... Hemen gelip beni alacağını söyledi. Bunun üzerine ben gittim Paris'e, Fatin'in yanına . . . ...
- i k i erkek arasında bocalarken çok mu ac; çektiniz? - Çok acı çektim. intihar etmek falan aklıma gelmedi ama kendi kendime hep diyordum ki " Keşke ölsem de bunlar ba şıma gelmemiş olsa . . • " - Bütün bunlar olup biterken kocanız ne yapıyor? - Kocam çok medeni bir insandı ve kendisine hiç yalan söylemediğimi bilirdi. işte Fatin'den hamile kaldığımı söylemiştim. Ondan sonra Fatin'le hiç yüz yüze gelmemişti .. Bir süre sonra bir tanıdıklarımız yemek daveti veriyor. Bizi de karı koca çağırdılar. Kocam onunla karşıla�mayı istemiyordu. Oraya Fatin de ge lecekmiş. Kocam onun da geleceğini öğrenince " Biz git meyelim" dedi. . . Gitmek istemedi. . . işte o zaman, kocama yalan söyledim. Dedim ki " Geçmiş bir hikaye için, böyle yapmana gerek var mı'f Biz de gidelim Fatin'in olması hiçbir şeyi değiştirmez benim açımdan " Çok azap çektim , ama kocama galiba ilk yalanımı orada söylemiş oldum. Biz böylece davete gittik ve ikisi karşı karşıya geldiler. Ama ikisi de hiç bozmadılar ve medenice davrandılar . . . Sonunda 1 954 yıl ında bizim Türkiye ta yinimiz çıktı. Ben kızımla birlikte artık memlekete döneceğim. Kocam da işlerini devrettikten sonra, bizim arkamızdan ge lecek. ..•
...
- Yani Cenevre'de olduğunuz sürece Fatin Bey'le ilişkiniz hep sürdü mü? - Hep sürdü . . . Sık sık birlikte oiduk . . . Biz kızımla ikimiz Cenevre'den Roma'ya geçip orada alışveriş yapacağız ve sonra da o zamanların meşhur Ankara vapuruyla lstanbul'a geleceğiz. 41
Trene bindik . . . Ve Lozan'da aynı trene elinde bir çiçekle Fatin de bindi . . . - Siz mi haber vermiştiniz kendisine? - Hayır, ben haber vermedim ... Herhalde arkadaşlardan haber almış. Ben Fatin'i trende görünce çok şaşırdım. Geldi bizim kompartımana ve kızımın tam karşısına oturdu. Kızım Reha o sırada dokuz yaşında ve hiç Türkçe bilmiyor. Fatin yanımızda hiç konuşmadan ve bir şey yapmadan, bir yabancı gibi oturuyor. Ne benimle konuşuyor, ne bir şey yapıyor. Bir şey yapsa, bir şeyler söylese belki kızım durumu anlayacak. . Çünkü kızım Fatin'i ta nıyor. .. Bir ara kızım resim yapmak için Fatin'den kaQıt kalem is tedi. Fatin de hemen çantasını açıp kagıt kalem verdi ona ... Kizım ona yine baktı ve bana dönüp "Anne bu Fatin Bey değil mi?" diye sordu ... Ben de ona "Hayır kızım, yanılıyorsun" demek zorunda kaldım. O durumda başka ne diyebilirdim ki? .. - Peki sizin küçük kızınız nereden tanıyor Fatin Bey'i? - Bu olaylar çıkmadan önce konsoloshaneye geliyordu. Oradan tanır... Yemeğe falan geliyordu Fatin ... Sonunda kızıma dedi ki " Benim Caprl adasında otelim var. Ben o güzel otelin müdürüyüm. Haydi gelin benim otelimde birkaç gün kalın " Ve biz Capri adasına, otele gittik hep birlikte. Napoli'de Fatin'in galiba NATO toplantısı vard ı . Biz bir hafta beraber olduk. Tabii bu durumdan kocamın haberi yok. Bir hafta süresince Fatin, ben ve kızım gezdik dolaştık, denize girdik . . . Ama kızım onu hala otel müdürü olarak biliyor. Ben zannettim ki, kızım bu yalana inandı. .. Bir gün yolda ben kendime bir havlu satın aldım. Kızım "Bir tane de ben isterim " diye tutturdu . . . " Kızım bu havlular çok büyük ve sen çok küçüksün" dedim, ama Fatin "Reha'ya ben bir havlu alıp hediye edeceğim" dedi ve aldı. .. Sonuçta Emin Bey, kızım ve ben Ankara vapuru ile l stanbul'a döndük. Bir süre sonra kocam da geldi. Bir gün denize gidiyoruz . . . l par ların orapan de nize gireceğiz. Ben o dışarıdan getirdiğim havluyu yanıma aldım. ..•
'
42
Kızım dedi ki " Benim havlumu da al ... " " Kızım sen o büyük havluyu daha kullanamazsın" deyince kızım babasının ya nında ne dese beğenirsiniz? - Ne dedi? - "Ama o havluyu bana l talya'da Fatin Bey almıştı. O hediye etmişti" dedi . . . Tabii kocam bunu duyunca fena halde bozuldu. Fakat yine de renk vermedi. Ben de zaten Fatin'e Capri'de "Bu işi burada artık bırakalım. i lişkimiz böyle gü zelken bırakalım... Çünkü her an çok acıklı olaylar ya şayabiliriz" demiştim. Sonuç olarak beyefendi, biz Ankara'ya geçtik ve yeni bir ev tuttuk. Fatin de Paris büyükelçisi oldu. Yıl 1 954 . Fatin Ankara'dal<i ev adresimizi bilmiyordu. Ona yaz mamıştım. Evimden dışarıya ancak eşya almak için falan çı kıyordum. Çok qa berbat bir evdi. .. Fatin bu sefer benim adresimi araştırmaya ve nerede oturduğumuzu herkese sormaya baş lamış. Sonunda evi bulmuş ... Geldi eve ve bana yine kızdı "Sen nasıl böyle bir şey yapabilirsin?" diye ... Ondan sonra da sık sık Ankara'ya gelmeye başladı Paris'ten ... Adnan Bey'e ha bire birtakım işler yaratıp, Ankara'ya bana geliyordu. .
.
- Adnan Menderes mi? - Evet, Adnan Menderes . . . Ha bire iş yaratı p benim yanıma geliyordu Fatin . . . Ve böylece ilişkimiz yeniden kuruldu. Sonra biliyorsunuz, politikaya girdi ve 1 954 seçimlerinde mil letvekili oldu Demokrat Parti'den . . . Belki de bir yerde benim yü zümden politikaya girdi . . . - Niçin sizin yüzünüzden giriyor? - Bana sık sık derdi ki " Politikaya senin yüzünden girdim. Sen Ankara'dasın diye hep Ankara'ya geliyordum, Adnan Bey' le konuşuyordum . " Sonra Menderes Fatin'e "Sen bu işleri iyi bilen bir insansın. Artık Ankara'ya gel de daha yakın çalışalım" demiş . . . Böylece Paris büyükelçiliği görevinde ..
43
çok kısa kaldı ve Ankara'ya gelip milletvekili oldu. Demin size anlattığım deniz hikayesi de, onun politikaya girmesinden üç ay önce olmuştur. Hemen hemen iki üç ay hiç görüşmemiştik. An kara'ya böylece geldi ve beni yine buldu. - Görüşmediğiniz zamanlarda onu özlüyor muydunuz? Yani onunla birlikte olmaya falan karar vermiş miydiniz? - Özlüyordum ama çok acı bir biçimde özlüyordum. Onu çok seviyordum, ama çocuğum vardı. Arada çocuğum varken böyle bir ilişkiye girişmiş olmam, bana her zaman büyük bir sah tekarlık gibi geliyordu. Fakat insanın bazen elinde olmuyor. insan zayıf olabiliyor... Fatin, karısı Emel'i Paris'te bırakıp dönmüştü. Bir gün bana dedi ki "Sen kocandan ayrılıp da başkasıyla ev lensen bile, sana yine aynı şeyleri yapacağım ve peşini hiçbir zaman bırakmayacağım. Ben belalı bir aşığım." Bana böyle bir ültimatom vermiş oldu. Kıskançtı ve erkek adamdı. Mesela ondan başka hiç kimseyle dans edemezdim. Ama bütün bunlar olup bi terken. ben kocamla hiç kavga etmedim. Fatin'le de etmedim . . . Zaten kocam bana inanmı ştı. .. B i r g ü n Fatin bizim eve akşam yemeğine geldi... - Evinize de girip çıkıyor mu yani? Kocanız bozulmuy9t mu? - Dedim ya, kocam bana in9nmıştı . .. Ona "Geçmiş bir hikaye" demiştim... Ertesi gün Fatin görevle Amerika'ya gi decekti . "Sana oradan bir hediye getireyim. Ne istersin?" diye ısrarla sordu... Bir şey istemedim. Dedi ki ''Sen Ame rika'dan alışkınsındır ve seversin ... Sana Dayman pabucu getireyim ... " " Dayman" meşhur bir pabuç markasıydı Ame rika'da. . . Fatin bunu söyleyince kocam "Gerçekten çok sever" diye atıldı. - Vesamet Hanım burada bir dakika sözünüzü ke seceğim . . . Geçmiş bir hadise bile olsa, bir e rkek karısının ilişki kurduğu bir başka erkeği evinde görmeyi pek istemez . . . Veya bir . .
44
kadın da kocasının ilişki kurduğunu bildiği bir kadını evinde is temez. Sizin kocanız, Fatin Bey'in evinize girip çıkmasına kız mıyor muydu? - Hoşuna gitmiyordu tabii . .. Ama !:>enim "Geçmiş bir ha disedir" sözüme inanmıştı. Ne de olsa, bunlar hariciyeci. .. Ama dışarıya hiçbir zaman bir belirti vermedi. .. Gayet onurluydu ve hep öyle kaldı. Bilmiyorum, bilmiyorum . . . - Evet efendim, şimdi gelelim pabuç hikayesine . . . - Kocam, benim için Fatin'e ısmarladı. . . Fatin Amerika dönüşünde tam dört çift getirmiş... Bunlar çok pahalı şeylerdi. Kocam " Borcumuz ne kadar?" diye sorunca, Fatin " Borcunuz yok" dedi ve o anda kocamın beyni attı . . " Ne demek borcunuz yok? O pabuçları sana ben ısmarladım ... Bana bak, bir çatı altında üç kişi fazla geliyor. Buradan ya sen çıkacaksın, ya da ben" diye bağırmaya başladı ... Fatin de ona döndü ve "Senin çıkman gerekmez. Ben çıkıyorum" dedi. Pabuçları bıraktı ve gitti. .. Giderken de bana dönüp " Görüşmek üzere" dedi. Gayet soğukkanlıydı ... - Demek ki kocanızın beyni, basit bir olayla atmış oldu ... Artık dolmuş ve son noktaya gelmiş ... Peki Fatin Bey evden gi dince ne yaptı kocanız? - Bana " Ayrılalım" dedi ve biz ikinci kez ayrıldık. Yani ayrı yaşamaya başladık. Kocam bu sırada Belçika'ya konsolos olarak tayin edilmişti. Kızımın tahsili için, Reha'nın onda kalmasına karar verdik. Biz o sırada Kızılırmak Caddesi'nde oturuyorduk . . . Kocam Belçika'ya gitti. . . V e kocam gider gitmez de, Fatin valizini alıp benim evime geldi. Bu sırada 1 954 seçimleri yapılmış ve Fatin Demokrat Parti'den milletvekili seçilmişti. Adnan Menderes kendisini o kadar seviyordu ki , onu hemen bakan yaptı . . . Baş bakan yardımcısı ve Devlet Baka� oldu. .
- Karısı Emel Hanım yine Paris'te miydi? - Evet, Paris'teydi. .. Ve biz Fatin'le karı koca hayatı ya4·5
şamaya başladık aynı evde ... Ama ben Fatin'in politikacı olmasını hiç sevmemiştim ... Sadece bana ait olmasını istiyordum ... Ken disine hep derdim ki "Benim seninle evlenmeme engel olan karın değildir. Ben artık karının varlığına alıştım. Ama po litikadan boşanmazsan, seninle evlenemem. Politikadan bo şanabiliyor musun, benim için önemli olan odur " O zaman 001 plakalı araba Adnan Menderes'e aitti . Başbakan ara basıydı ... 002 plakalı araba Fatin'e verilmişti, ama ben hiç bin mezdim. Hatta Metin Toker o zaman benim peşime çok takılmış ve bu arabaya binerken resmimi çekmek istemiş. Bunu bana bir tanıdığım haber verdi ve "Aman dikkat et" dedi. .. Ben zaten binmediğim için, bu konuda sorun çıkmadı . . . Ben kızdığım için Fatin başladı benden toplantılarını falan saklamaya. Sık sık Adnan Bey'e falan gidiyordu, bakanlar kurul� toplantıları olu yordu... Ben ise, Fatin'in hep yanımda olmasını istiyordurrı ... H atta bir gün çok ilginç bir olay oldu ... Kızılırmak Caddesindeki evimizdeydik bir akşam ... Tam yemek yiyeceğiz, telefon çaldı ve Fatin'i bir yere çağırdılar... "Nereye gidiyorsun?" diye sordum, söylemedi. .. Ve çıktı gitti. Makam arabası da kapının önünde duruyor. Makam arabasını almadı ve duraktan bir taksi çağırıp gitti.:. Tabii ben nereye gittiğini çok merak ediyorum ... Ne ya payım da bunu öğreneyim? Biraz sonra taksi durağına telefon ettim. Fakat o şofqrün Fatin'i nereye götürdüğünü sormayı da, onuruma yediremiyorum . . . Dedim ki " Fatin Bey giderken evde ilaçlarını unuttu. Aynı şoförü eve gönderin de, ilaçlarını ve reyim, alsın götürsün " Birazdan şoför geldi. . . Nereye gö türdüğünü sordum, Adnan Menderes'e götürmüş. . . Herhalde Başbakanlık konutu falan ... Ben bu arada rastgele iki ilaç ku tusunu kaptım, bunları güzelce paket ederek şoföre verdim ve Fatin'e iletmesini söyledim . . . Evde bir sürü ilaç vardı ... Rastgele iki tanesini kaptım ... - Çok mu ilaç kullanırdı Fatin Rüştü Zorlu? - Midesi ratılatsızdı ve alırdı. Ben de bazen ilaçlarını atar...
•••
46
dım. Fakat ilaç almadığı zaman da, hiçbir şeyi kalmazdı yani... Şoföre dedim ki "Bunları aynı yere bırak " Ben Adnan Men deres'e gittiğini zaten tahmin etmiştim, ama benden bile sak lıyordu bunu, .. Neyse efendim, orada hep bi İ'likte yemek yi yorlarmış ... Benim gönderdiğim iki küçük ilaç paketini bir gümüş tepsiye koyup, Fatin'e vermiş garsonlar ... Sonra bu oiayı bana Fatin anlattı. Dedi ki "O anda bittim. Zannettim ki sen bana kızıp o pakete evin anahtarını koydun ve l stanbul'a gi diyorsun. Paketi ceketimin yan cebine koydum ve hiç kim seye belli etmeden tek elimle açmaya çalışıyorum. Açıp da bunların ilaç olduğunu görünce o kadar rahatladım ki " As lında ben rastgele iki ilaç seçerken birisi müshil ilacı, diğeri d� hazım ilacı seçmişim ... Sofrada Fatin'in yanında Emin Kalafat oturuyormuş . . . Durumu görünce demiş ki " Bak ne kadar dü şünceli bir kadın ki, sana buraya bile ilaçlarını yolluyor..• " Çok gülmüşler! . . ..•
•••
- Peki efendim, birlikte yaşadığınız kimse bakan olmuş. Elbette ki Başbakan'a gidecek, başka yerlere gidecek... Ona niçin kızıyordunuz? - Saklaması sinirime dokunuyordu ... Yani politik bakımdan her şeyi herkesten saklamaya başlamıştı. O siniri me do kunuyordu. Mesela Adnan Bey'e gittiğini benden saklıyordu. Ço cukça bir şey . . . - B u !Fada ikiniz birlikte yaşıyorsunuz . . . Fatin Bey'in karısı Emel H anım hala Paris'te mi? - Efendim 1 955 yılında Emel Türkiye'ye geldi ve birtakım hadiseler oldu. Daha önce Emel, Fatin'e " Senden ayrılmayı kabul ediyorum" diye mektup yazmış. Fatin de müthiş mem nundu. Fakat Emel geldiğinde Fatin onu karşılamaya gitmedi. Bu duruma Emel çok kızmış ve ayrılmaktan vazgeçmiş. - Siz o sırada Emel Hanımla karşılaştı1"ız mı? 47
- Settar ilksel (emekli büyükelçi) onu al ıp bizim eve ge tirmiş. Çok çirkin hadiseler oldu. Onları anlatmak istemiyorum burada ... - Birkaç cümleyle olsun anlatın lütfen . . . - Yani Settar onu alıp bizim Fatin'le yaşad ı ğ ı m ız eve getiriyor. Emel de orada kocasının şapkasını ve paltosunu görüyor. Gayet tabii ki, hangi kadın olsa sinirlenir buna . . . - Vesamet Hanım şimdi sizinle b u konuşmayı, Ankara'da Paris Caddesi 37 numarada bir apartman katında yapıyoruz. Burası eski bir apartman . . . Fatin Bey satın almış bu daireyi . .. Siz şimdi Paris'te yaşıyorsunuz ve yılda bir ay kadar gelip bur�da kalıyorsunuz. Konuşmamızın başlangıcı nda " B u daire benim için Fatin'in mezarıdır" demiştiniz. Bildiğim ka�arıyla bu daire, Fatin Bey'in kızı Sevin Özen'in üzerine ... Burası ne zaman alın mıştı? - Efendim şöyle söyleyeyim, piz burada Fatin'le hiç otur mad ı k. Oturmak kısmet olmadı. Bu evin hikayesi şöyledir . . . Ko camla ayrıldıktan sonra ben beş parasız kaldım. Annem bana para gönderiyordu ve diyordu ki " Ben bu kadar sene babana baktım, ağabeyine baktım ... Sana da bakarım, ama bir şartım var. Bu adam o evden dışarı çıkıp gidecek. . " Yani Fatin'in benimle olmasını istemiyor. Fakat bu durum onuruma dokunduğu için, artık annemden para almamaya başladı m . Elimde Hin distan'dan kalan biraz altın vard ı . Onları bozdurdum. Fatin bu durumu bilmezdi ve bana ayda bin lira verird i . Ben durumu bu şekilde idare etmeye çalışıyordum ve ona hiçbir şey sez dirmiyordum. Hizmetçi , misafir falan derken , Süreyya lo kantasından yemek getirmeye başladı eve . . . Ben bu sıralarda yakın arkadaşım Selma llksel'le, Avrupa'ya gidecektim. Gidip orada iki ay kaldım. Ben yokken Fatin'in Kalemi Mahsus (Özel Kalem) Müdürü J-layrettin Ozansoy evin masraflarını ödemeye başlıyor ve görüyor ki. çok daha fazla para gerekiyor. Hatta Fatin .
48
kendisine diyor ki " Evyah, bu kız benim verdiğim bin lirayla nasıl idare ediyordu acaba " Allah rahmet eylesin, parayla hiç ilgisi yoktu . . . Bunun üzerine " Hiç değilse kira vermeyelim" diye düşünüyor ve Ankara'da bir kooperatif evine temelden giriyor. Sonra onu beğenmeyip satıyor ve başka bir yere giriyor. Sonra onu da satıyor ve bu daireyi alıyor . . . Bir gün ben buradan ge çerken bu apartmanı d ışardan görüp "Aaa, ne güzel ev" de miştim. Halbuki evin içini falan görmemiştim. Ben beğendim diye burayı alıyor. Benim üzerime yapmayı çok istedi, ama ben kabul etmedim . Burada hiç oturamadık. Ben zaten 1 956 yılında Av rupa'ya gittim ve bir daha da Türkiye'ye dönmedim. Galiba 1 958 yılında bu evi alıyor ve eşyalarım ızı buraya taşıyor. Bana oraya mektup yazdı ve "Sana bir sürprizim var. O beğendiğin evi aldım. Şöminesi şöyle, salonu böyle" diye uzun uzun anlattı. Hatta ben de kendisine " Ben senden ev mi istedim. Ne hakkın var benim eşyalarımı taşımaya?" diye kızdım. Ama bu evde birlikte oturmak hiç kısmet olmadı. Bana çok yalvardı " Hiç de ğilse bir defa gel de eşyaları düzelt" diye, ama kesinlikle gel medim. - Niçin gelmediniz 1 956 yılından sonra Türkiye'ye? - Fatin 1 957 yılında Dışişleri Bakanı olmuştu artık. Kansı da Türkiye'ye gelmişti. .. " Emel geldi, artık bana yer kalmadı" diye gittim. Kızdığım için gittim. Fatin be.ni bir daha getiremedi Türkiye'ye . . . O s ı rada benim eski kocam Orhan Kutlu Belçika'da konsolostu. Kızım da lsviçre'de okuyordu. Ben lsviçre'ye, kızımın yanına gittim. - Peki efendim, eğer Fatin Bey karısı ndan ayrılabilseydi, onunla hemen evlenebilir miydiniz? - Bakınız size bu konuda ilginç bir olay anlatayım \ yetendi . . . Biz Fatin'le bi rlikte Amerika'ya gitmiştik. O sırada hPqı.Jz . Dışişleri Bakanı olmamıştı. Bana hep "8 en artık siyasetten çekileceğim" diyordu. lsviçre'ye sefir olarak gidecektı. H attc:ı bu ...
49
konuda bütün resmi işlemler de bitmişti. lsviçre hükümeti ag reman (kabul belgesi) göndermişti. Ben bir süre Amerika'da kal dım. Sonra bana telgraf çekti ve "Her şeyden çekileceğim. Av rupa'ya gel, artık birlikte olalım" dedi. Ben de inanıp gittim. Ancak Belçika'da öğrendim ki, bakan olmuş. Ondan sonra ben ortal ıktan kayboldum . . . Beni bir süre aradı ve bulamadı.. - Yani politikayı sırf siz istediğiniz için mi bı rakmaya karar vermişti? - Bana öyle demişti. .. Fakat sonraları bu işten sıkıldığı zaman hep derdi ki " Şimdi anlıyorum, beni seven sadece senmişsin ... Çünkü bütün allem, bakan olmamı istiyordu . " - Peki siz niçin istemiyordunuz onun politikayla uğ raşmasını? - Fatin Bey bir hariciye memuruydu.... Fatin hariciyede başarıl ı olurdu. Ama onun politikayla hiç alakası yoktu. Politikacı de!) ildi. .. .
.
- Hanımefendi bana daha önce 1 956 yılında Türkiye'den ayrıldığınızı söylemiştiniz. Uzun yıllar boyunca buraya hiç gel memişsiniz. Tabii bu arada 27 Mayıs ihtilali oluyor ve Fatin Rüştü Zorlu da Yassıada'da yargılanıyor. Siz o arada yurtdışındasınız. O günleri size daha sonra soracağım. Fatin Bey 1 957 yılında Dışişleri Bakanı oluyor ve doğal olarak sık sık yurtdışına çıkıyor. Artık kendisiyle yurtdışında mı birlikte oluyordunuz? - Artık her yurtdışına çıkışında beraberdik. Toplantılarda, konferanslarda, her yerde beraber oluyorduk hemen hemen . - Peki Türkiye'ye niçin gelmiyordunuz? . . Sanıyorum o sı ralarda sizinle ilgili dedikodular ayyuka çıkmıştı. .. Herkes sizi Fatin Rüştü Zorlu'nun " Metresi" olarak biliyor�u ve gerçek de buydu ... Bu dedikodulşrdan aıı rahatsız oluyordunuz? - Bilmiyorum ... Hem Fatin'in ailesiyle karşılaşmamak için, hem de kendi ailem için . . . .
50
.
- Kendi aileniz de sizin Zorlu ile beraberliğinize karşı mıydı .efendim? - Gayet tabii karşıydı. Ama o dönemlerde kendi ailemle ilişkimi de büyük ölçüde kesmiştim. Ben daha önce de söyledi!}im gibi politikayı hiç sevmiyordum. Hep Fatin'e bu işten ayrılması için ısrar ediyordum . . . Beni sevdi!}i zaman söyledi!}i hep şu olu yordu . . "lf the worst comes to the earth, Mudanya'ya gidip orada beraber otururuz " Hep bunun gerçekleşmesini bek liyordum. Yani en kötüsü bile olsa, gidip Mudanya'ya yer leşece!}imizi söylerdi. Mudanya çok güzel bir yermiş. Ben hiç görmedim hayatımda... O her lafın başında bunu söylerdi. . " Keşke bir gün her şey bitse de, seninle birlikte olsak... Hep yan yana olsak... " - Onu çok mu seviyordunuz Vesamet Hanım? .
...
.
- Gayet tabii. .. Yoksa yıllar boyunca beraber olabilir miydim? - Fatin Bey karısından ayrılmak için girişimde bulundu mu hiç? Mahkemeye falan başvurdu mu boşanmak için? - Hayır, karısından korkuyordu. Zaten ben ona dedim ki "Sen karından ayrılsan da benim seninle evlenmeme imkan yok. Ben senin bu sevgine o kadar alıştım ki ... "
- Acaba evlenseydiniz, aranızdaki o sevgi biter miydi? Ondan mı korkuyordunuz? - Bilemiyorum ki Emin Bey.. . O şansı almayı hiç dü şünmedim . .. Ayrıca Fatin Bakan olunca, ayrılmaları daha da zorlaştı. Sanıyorum Adnan Bey'in karısı (Berin Menderes) falan . . . Fatin bana " Benim karımı benden ayrılmasın diye kış kırtan Berin Hanımdır. Eğer Emel benden ayrılırsa, Adnan Bey de onu bırakacakmış gibi düşünüyor" derdi. - Vesamet Hanım, Fatin Bey de sizi çok mu severdi? - Ona hiç şüphe yok. 51
- Hep hisseder miydiniz o sevgiyi? - Onu bana değil de, başkalarına sorun . . . Öyle bir sevgiydi ki. .. Bazen gelip bana anlatırlardı . .. Mesela Paris'e gelince ha vaalanında kendisini resmi törenle karşılarlardı. Arabada falan hiç konuşmazmış şehre gelene kadar. .. Bütün korkusu beni otelde bulabilecek mi, yoksa bulamayacak mı? .. Gelirdi, doğru yatak odasına ... Beni görmeye gelirdi. .. Ondan sonra ancak ko nuşmaya başlard ı . Beni gördükten sonra neşesi yerine gelirmiş. Bazı hariciyeciler Fatin'in bu konuda taklidini yaparlarm ış. Hatta bir defa Fatin de bunu haber almış, bana söyledi. . . O gün çok gülmüştü ... - Peki efendim, siz Fatin Rüştü Zorlu'nun " �etresi" idiniz. Herkesin gözünde böyleydiniz . . . Acaba bu " Metres" sözü sizi hiç utandırır mıydı? - Siz ömürsünüz vallahi Emin Bey .. "Metres" çok güzel bir laf aslında . . . Fatin'i asıl inciten o olmuştur. Amerika'da Fatin bir kokteyl vermişti. Bir Amerikalı döndü bana ve çok güzel bir kompliman yaptı. Fatin de yanımda ... " Ne kadar güzel bir met res de la maison" dedi. Fransızcada bu " Ev hanımı" anlamına gelir. Ben de döndüm gayet güzel "Aaa beyefendi, ben metres de la maison değilim. Ben Fatin'in metresiyim. Bir hata edi . yorsunuz" dedim . . . Yani " Metres" aslında ev hanımı demek ve çok güzel bir kelime . . . Ama Türkçede " Metres" deyince kötü bir şey akla geliyor ... Zaten ben böyle şeyleri pek umursamazdım. Dışarıda beni karısı olarak kabul ederlerdi. - Fatin Bey de sizi " Karım" diye takdim eder miydi? - Aaa tabii .. Bakın daha da açıkçasını söyleyeyim size . . Fatin'le Bangkok'a gitmiştik. Orada Müslüman aleminin büyük bir hocası varmış. Ben bu adamı daha önce Amerika'da gör müştüm . Çok garip, ağz ı burnu oynayan bir adamdı . Hiç hoşuma gitmemişti . Fatin bu adamı otele davet etti . Otelde ikimiz yal n ızdık. Bu adam geldi, ikisi gidip içeride baş başa konuşmaya .
52
başladılar. Biraz sonra adam gitti. Fatin benim yanıma iki mühürle geldi ve " Bak, bizi evlendirdi" dedi. Fakat ben Atatürk çocuğu olduğum için böyle şeylere kızarım. Fatin çok mutluydu . . . "Bizim annelerimiz de böyle evlendiler" dedi. Benim son derece kafam atmıştı �. ·o halde ben de seni telakı selasiye ile bo şadım, boşadım, boşadım " dedim . . . Gülerek "Ama kadının boşama hakkı yoktur. O hak dinimizde erkeğe verilmiştir" dedi. . "Ben boşarım" dedim, o mühürlü kağıtları kapıp yırttım ve tuvalete attım. Ü zerine de sifonu çektim. Böyle saçmalıklar istemiyordum. - Vesamet Hanım şimdi artık sizin hep yurtdışında . ol 1 960 dönemini konuşuyoruz. Siz yurt duğunuz 1 956 dışındasınız ve Fatin Rüştü Zorlu ile büyük aşk yaşıyorsunuz. Bütün ilişkiniz sürüyor. Fatin Bey, Türkiye Cumhuriyeti'nin Dı şişleri Bakanı olmuş. Acaba kendisi sizi özlediği zaman yurt dışında bir iş yaratıyor muydu? Yani yurtdışına çıkıp sizinle bu luşmak için toplantılar veya birtakım işler yarattığı oluyor muydu? - Oluyordu tabii. .. O �adarı oluyordu. Birlikte olmadığımız zamanlarda da beni Türkiye'den her gün telefonla arardı. Artık mektup falan kalmamıştı aramızda. Sürekli telefon konuşması yapıyorduk. Her gün birkaç defa arardı. .
...
.
.
- 27 Mayıs 1 960 ihtilali sonrasında sevdiğiniz adam idam edildi. Onunla son görüşmeniz, son birlikte olmanız nerede ve ne zamandı? - O son günümüz çok acıklı Emin Bey.. . Paris'te bu luşmuştuk. . . Çok acı bir gündür benim için ... - Ne zamandı? - 27 Mayıs günü. ihtilal olduğuna göre, demek ki bir hafta öncesiydi... Sanıyorum 20 Mayıs 1 960 falan olması gerekir... 8 Haziran'da Cumhurbaşkanı Celal Bayar Fransa'ya resmi gezi 53
yapacaktı. Hazırlıklar yapılıyordu. Fatin daha önceden gelmişti. O günlerde Türkiye'nin durumu çok karışıktı. Ben bile dışarıdan bunu görebiliyordum. O arada hariciyedeki üst düzeyde ar kadaşlardan biri dedi ki " Bu durumun kötüye gittiğini Fatin'e anlat. B iz yanına gidiyoruz, fakat bize bu şeyleri söyletmiyor ve yanından kovuyor. Talebe yürüyor, durum kötü " Ben havaalanına gidip Fatin'i karşıladım. Arabaya bindik, şehre ge liyoruz. Ben buna durumu söyledim ... "Bak vaziyet böyle böy leymiş. Ona göre" dedim. Fatin ben böyle söyleyince müthiş kızdı ve "Sana bunu kim söyledi. Ben onun görevine son ve reyim de görsün" diye bağırmaya· başladı ... Otele girince de bana dönüp "Ben seni akıllı bir insan bilirdlm. Bana bunları arabada elçilik şoförünün yanında nasıl söyledln?" diye sitem etti... Aslında ben de bu boşboğazlı!)ı yaptığım için çok üzüldüm... işte son günümüz Paris'te birkaç gün sonra geçti. Fatin son derece yorgun ve üzgündü ... Son gecemizde yatakta yatıyorduk. Yanımda uyuyordu. Birdenbire fırlayıp " Kim o... Ne oluyor?" diye bağırmaya başladı. - Yani sayıklıyor mu? - Herhalde rüyası nda bf r şeyler gördü ... Ben hemen "Fatin keiıdlne gel, hiç kimse yok, bak buradayız, yanında ben varım" diye ona yaklaştım . . . Yatakta doğruldu ve bana "Bir şey yok, merak etme" dedi... Kalktık ... Dedim ki "Bu gidişin sonu çok kötü. Hepinizi bir kurşun bekliyor. . " Yani adamakıllı, böyle açtım ağzımı ve söylenmeye başladım ... Ve yine bana dönüp " Hep hariciye memurluğunu istiyorum. Bıktım bu po litikadan. Bugün çekilsem de bir yerde sefir olabilsem keşke... Seninle böyle baş başa olabilsem" dedi. . . "Ama" dedi, "Adnan (Menderes) Bey artık istese de politikadan çe kilip çiftliğine dönemez." O gece hiç uyumadık. . . Fatin An kara'ya gidecek, ben de kızımın yanına lsviçre'ye döneceğim ... O uykusuzlukla arabaya bindik, havaalanına gidiyoruz. Yine iki..•
.
54
miz yalnızdık. . . Yolda hep düşünüyordum ve diyordum k i "Allah'ım şimdi bir kaza olsun ve ikimiz de ölmeyelim a m a hastanelik olalım. Böylece Fatin Ankara'ya dönmese ve ba şına orada bir bela gelmese . " Bana döndü ve " Ne d•1 şünüyorsun?" diye sordu. . . Düşündüğümü söyledim... Banrı dedi ki " Bak Vesamet, Adnan Bey'i birçok şeylere ben teşvik ettim. Böyle bir zamanda kendisini nasıl bırakabilirim? .. .
.
"
- Demek ki Fatin Bey 27 Mayıs'ın birkaç gün öncesinde Türkiye'ye dönüyor. Ondan sonra haberleştiniz mi? - Emin Bey bizim Paris'teki NATO büyükelçisi Haydar Gök bana dedi ki "Sen l sviçre'ye gitme ve burada kal. Sen bur�d::ı olursan hiç değilse günde iki defa burayı arar, kendisivle konuşuruz, telkinlerde falan bulunuruz " Böylece beni kan dırdılar ve ben havaalanından sefarete döndüm. Fatin sab.'ıh akşam beni arıyordu ve " Her şey iyi gidiyor" diyordu. O şekilde söylüyordu. Ben 25 Mayıs günü Paris'ten lsviçre'ye, kızımın yrı nına geçtim. O gün Fatin'le konuştuk. 26 Mayıs sabahı yine arcıdı. konuştuk ... Aynı günün akşamı saat 20 dolaylarında yine aradı. . . Tahminen 4 0 dakika konuştuk. .. "Çok yorgunuz, hata bii rodayım" dedi. .. Derken galiba telefonunun dinlendiğini hissetti ve "Çekilin efendim, çıkın artık aradan ... Yetişir bu yap tığınız" diye bağırmaya başladı. Ama nasıl, avaz avaz ha ğrrryor... Sonra birdenbire bana propaganda yapmaya başladı . .. " B ize lzmir'de şöyle tezahürat yaptılar, '1alk böyle büyük ilgi gösterdi" falan deyince, ben artık dayanamayıp " Fatin, artık bana da mı propaganda yapıyorsun" deyiverdim ... Böylece vedalaştık ve bu son konuşmamız oldu. Biliyorsunuz ertesi sabah ihtilal oluyor ve hepsini toparlıyorlar. Kendisini bir daha da gör medim hiç. O sırada Hasan Esat Işık tesadüfen lsviçre'deydi . Ertesi g ü n gideceğini öğrendim Türkiye'ye . . . Hemen Fatin'e bir mektup yazdım. Hasan Bey'i buldum ve " Mektubu Türkiye'de ...
55
Fatin'e postalar mısınız?" dedim. " Hay hay" dedi . . . iki satır bir şeydi yazdığım . . . - Ne yazdınız. - " Bunların hepsi geçer. Sen sadece yaşamaya bak" diye yazmışt ı m . Mektubu ertesi gün Hasan Bey'e gönderdim ha vaalan ına . . . Ancak bulamamışlar. Mektup bana geri getirildi. O mektubu, kapalı zarfının içinde halen saklıyorum. Hiç açmadı m o zarfı bug"üne kadar. . . Ve hep yanı mda taşırım. - Sadece o kadar mı? . . . Sadece " B unların hepsi geçer. Sen sadece yaşamaya bak" diye mi yazmıştınız? - Evet öyle ... Sanki içime doğmuş gibi . . . - Hanımefendi b u konuşmayla sizi üzen konulara değındiğimi biliyorum ve sizden özü r diliyorum . . . Ama birkaç şey daha sormak istiyorum ... Fatin Bey Yassıada'da yargı landı ve idam edildi ... - H aa, bakınız ... Oraları hiç söylemeyin lütfen ... Bakınız, hgiltere'nin en tanınmış avukatlarından biri lsviçre'ye gelmişti. Ren Yassıada davalarını sürekli olarak gazetelerden takip edi yordum. O avukat bana dedi ki " B u bir askeri darbedir. As kerler, meşru yollardan gelmiş bir hükümeti devirmişlerdir. Seçimle ve milletin oylarıyla gelmiş bir hükümeti, silah zo ruyla devirmişler. Ben Yassıada'da olsam hiç konuşmam ve ağzımı bile açmam. Bu sanıklar o kadar haklı ki, du ruşmalarda ağızları r:ı ı bile açmasınlar... Sonuçta hiç endişe etmeyin, herkes beraat edecektir - Siz o sırada Türkiye'ye dönmeyi hiç düşündünüz mü? - NATO büyükelçimiz Haydar Gök bana telefon etti ve dedi ki "Sakın dönme. Sana kim Türkiye'ye dön derse. sakın dönme ve sadece benim sözümü dinle Sonra Haydar Bey'i de görevden aldılar. - Peki mektup yazdınız mı Fatin Bey'e, Yassıada'ya? .
. . 11
.
56
.
. 1
1
- Hayır . . . Yazsam da vermeyeceklerini öğrenmiştirtı. Vermiyorlarmı ş ki . . . - Hiçbir haberleşmeniz olmadı mı? Ondan size bir mesaj falan geldi mi? - Hayır ... Fakat Fatin'le aynı koğuşta olan Celal Yardımcı daha sonra bana anlatmıştı . .. Beni çok görmek istediğini söy= lüyormuş .. " i lk zamanlarda Fatin'in bütün korkusu, sizi bulup bir şey yapmalarıydı" dedi. .. Hatta bir gün Yassıada'ya saçları arkasından topuzlu bir han ı m gelmiş. Bu durum koğuşlarda du yulmuş. Celal Yardımcı dedi ki " Fatin işte o gün öldü " Beni yakalayıp Yassıada'ya getirdiler zannetmiş . . . Hatta Celal Bey'in anlattığına göre, ondan sonra da hep rahatsız olmuş ... Hep beni bir gün getireceklerinden korkmuş. - Siz Yassıada'da n as ı l bir karar veril eceğini bek liyord u n uz? - H apis cezası vereceklerini, ama sonra da serbest bı rakacaklarını bekliyordum. - Fatin Bey'e idam verildiğini nasıl öğrendiniz? - Fatin'in l smail Agar adında çok yakın bir arkadaşı vardı. Ona telefon ettim ... O ağlayarak " Kardeşim, sorma bana artık" deyince ben bittim. Ondan sonra da, zaten yaşamadım gibi bir şey . . . - O sırada mahkeme idam kararını mı açıklamış? - Olmuş her şey Emin Bey . . . Olmuş bitmiş ... Asmışlar. . . - Bunu öğrenince dünyanız bitti m i efendim? - (Çok hafif bir sesle) . . . Bitti . . . - Allah rahmet eylesin . . . ·Fatin Rüştü Zorlu. Yassıada davalarında son derece mertçe davranan, hiçbir şekilde kork mayan, sindirilemeyen ve ölüme bile korkmadan giden bir in sandı. .. Birkaç kelime ile tanımlamanız gerekse, sizin tanıdığınız ve sevdiğiniz Fatin Rüştü Zorlu nasıl bir insandı? - Gay�t esprili, şakacı , hazırcevap ... Bazen bir çocuk .
...
57
gibi. .. Duygulu ... Bazen ağlayan ... Bakınız, Yassıada ve son rasıyla ilgili olarak gazetelerde ve kitaplarda bugüne kadar çok şey çıkmış. Ben bunların bir tanesini bile okumadım şimdiye kadar... Okuyamıyorum onları . .. Çünkü benim için Fatin hala yaşıyor. . . Ö lmüş bir insan olarak hiç düşünemiyorum ... işte gördüğünüz gibi, burası onun mezarı . . . Bu ev onun mezarı . . . - Burada okuyucularımıza tekrar bir hatırlatma yapayım . . . Şimdi biz sizinle Ankara'da, Paris Caddesi 3 7 numaralı apart manın bir dairesinde konuşuyoruz. Bu apartmanı siz, yapılırken dışından görmüş ve Fatin Bey'e, çok beğendiğinizi söylemiştiniz. O da satın almıştı ... Bunu daha önce bana anlatmıştınız. Ama bu eve eşyalarınızı da getirtmiş olmasına rağmen, bir gün bile Fatin Bey'le yaşayamadığınızı, çünkü ondan sonra Türkiye'ye dön mediğinizi söylemiştiniz. Bu ev kimindir şimdi? - Benim üzerime yapmak istemişlerdi... Ama ben is temedim. Eşyalar benimdir. Evi, Fatin'in kızı Sevin'in üzerine yaptırdık... Şimdi de Sevin'indir. Ama aramızda bir centilmenlik anlaşması yaptık. Onun evini ben kullanıyorum. - Sevin Hanım sizden kira falan alıyor mu? . - Hayır, hayır... Türkiye'ye gelince burada kalıyorum. Onun dışında ev boş duruyor. - Fatin Eley'in kızını hep tanı r mıydınız efendim? - ÇocukluOundan beri tanı rım . . . Ama 1 964 yılında galiba, Fatin'in şeyinden sonra, Sevin gelip beni lsviçre'de buldu . . . Sonra ben Türkiye'ye döndüğümde, uzun süre Fatin'in ailesiyle otur dum. Karısı Emel de, Fatin'den kısa bir süre sonra ölmüştü. Ben Fatin'in annesi Güzide Hanım'la uzun süre oturdum. - Fatin Bey hayatta iken, onun ailesi sizi yine böyl� be nimsemiş miydi efendim? - Valfa ben dediğim gibi yıllar sonra Türkiye'ye döndüm. Aslında onları görmeyi de pek aklımdan geçirmiyordum. Ama 58
yakın arkadaşım Selma i lksel dedi ki "Fatin'in annesi seni çok görmek istiyor. Yaşlı bir kadın ... Onu mutlaka görmelisin " Gittik yanına ... Güzide Hanım da çok heyecanlanmıştı . Hemen gözleri dolu dolu oldu ve Fatin'in vasiyetnamesini çıkarıp okudu . . . - N e diyor vasiyetinde? - Orada Emel'e ve annesine yazıyor... Fakat en sonunda annesine diyor ki "Benim sevdiklerimi sen de sev ... " - Sevdiklerinden belki de en başta geleni sizsiniz. Acaba o cümleyle sizi mi kastediyor? - Tabii orada daha fazlasını söyleyemiyor, ama aile bunu anlıyor. Hatta Emel diyor ki " Bakın, son anda bile onu (Ve samet Hanımı) düşünmüş. Onu yine oraya koymuş " işte böyle Emin Bey, bundan sonra Türkiye'ye her gelişte Güzide Hanım'la birlikte oturdum . . . Benim kendisiyle oturmamı istemiş ... - Sizi çok mu severdi? Örneğin sizi "Sen benim oğlumu gelinimin elinden alıp onunla birlikte oldun" diye eleştirdiği falan olur muydu? - Ne münasebet efendim ... Beni herkese "Gellnim" diye tanıştırırdı. Tabii Güzide Hanım da artık çok yaşlanmıştı ... - Vesamet Hanım size bir şey daha sormak istiyorum. " Metres" kelimesinin sizi rahatsız etmediğini söylemiştiniz. Ama kendi kendinize düşündüğünüz bazı zamanlarda olsun, bu durum sizi hiç rahatsız etmez miydi? - Güzel bir laftır o ... Fatin beni rencide edecek bir tek davranışta bile bulunmazdı. .. Tam tersine, beni her zaman onore etmiştir. Benim içiri önemli olan onun sevgisiydi. Öyle laflar söy lerdi ki. . " Emel'in yanına gittiğim zaman, kendimi sanki sana ihanet etmiş gibi hissediyordum. Sanki sen benim karımsın da, Emel benim metresim" derdi. .. işin ilginç _tarafı, ben Fatin'i üç defa bırakıp kaçtım birçok sebeplerden dolayı ... Hatta bir ke resinde bana dedi ki " Kaç defa bırakıp kaçtın. Bu arada çok ...
..•
.
59
güzel kadınlar da buldum kendime. Ama bir süre sonra he ps i bana Frankeştayn gibi gelmeye başladı " Ben çok popüler bir kadındım ... Yani böyle birçok erkeklerle işin alayında gelir ge çerdim. Sevginin cilveleriydi belki de bunlar ... Fatin de " Sen fın dıkçı mavi boncuk" deyip dururdu . . . ...
- Bazen kavga ettiğiniz olur muydu? - Kavgalarımız hep politika yüzünden çıkardı ve bazen kan -gövdeyi götürürdü. Ama bu karı gövdeyi götüren kavgalar, çoğunlukla hariciyeci arkadaşların yanında olurdu . . . Kş.d ınlar bir tarafta, erkekler bir tarafta . . . - Bir d e ş u var efe_ndim . . . Rahmetli Zorlu'nun birtakım iş lerden yüzde on komisyon aldığı söylenirdi ... Hatta yurtdışında da isminin "Bay yüzde on a çıktığı söylenirdi . Nedir bu olay? - Fatin'in parayla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Cebindeki parayı bile ·bilmezdi. Hesap kitaptan kesinlikle anlamazdı . Zaten böyle bir durum olsaydı, 27 Mayıs sonrasında bütün serveti açığa çıkard ı . O olay şudur. . . Amerikan hükümeti zaman ı nda Tür kiye'ye birtakım yardım malzemeleri gönderirdi , bir kısmını da parayla satardı . Bu arada Fatin öğreniyor ki, Amerikan hükümeti arada olan bazı komisyonculara yüzde on komisyon veriyor. Bu komisyonu aradan çıkarmak ve malları Türkiye'ye daha ucuza getirtmek için onlarla çetin pazarlıklar yapardi . Bir gün böyle bir pazarl ık yapılıyor. Fakat Fatin fiyatı biraz daha düşürmek ama cıyla " Hani benim yüzde onum?" diye soruyor... Adamlar şa şı rıyorlar . . . Fatin diyor ki "Şu yüzde on komisyon. miktarını da düşün, bunu öyle alalım " Ve adamlar bunu fiyattan dü şüyorlar . . . Ben bu olayı ilk şöyle duymuştum . . . Biz bir gün ln giltere'de idik .. , Bir Amerikalı Fatin'i gördü ve " Hello Mr. yüzde on" dedi. .. Fatin'in zevkten dört köşe oldÜğunu gördüm orada . . . ikisi d e karşılıklı kahkahalar attılar. . . Orada anlattı bana ha diseyi. .. Spnra bu husus Türkiye'de yanlış anlaşıldı ve sanki Fatin yüzde on rüşvet yiyormuş gibi gösterilmek istendi. "
...
60
- Şu soruyu size soracağ ım efendim . . . Yassıada'da öy lesine dik kafal ı olan Fatin Rüştü Zorlu, sizin yanınızda yumuşak bir insan mıydı? - Çok komik, eğlenceli, çok iyi bir insandı. Hele Settar l lksel'le bir araya geldiklerinde dört kol çengi olurlardı. Yas sıada'da yaptığı o dik kafalı lık, herhalde ona " i llallah" de dirtmişlerdir orada ve onun için yapmıştır. Yoksa, kesinlikle öyle bir insan değildi. Bilakis gayet yumuşaktı ... Hele bana karşı gayet zayıf bir i"nsandı . Tabii benim tanıdığım Fatin başka, iş ha yatındaki ve Yassıada'daki Fatin başkadır. - Fatin Bey annesi Güzide Hanım'dan çok mu korkardı efendim? Hep öyle duyardık da ... - Çok çekinirdi. . . Ben daha annesini tanımıyorken, bu evi mütemadiyen benim üzerime geçirtmek isterdi. Hatta bana ba bamdan maaş bağlatmak için bir gün beni . konsoloshaneye gö türdü. Orada ben Fatin'e vekalet veriyorum. Bir de baktım ki, benden umumi vekalet alıyor. Bununla da evi benim üzerime geçirecek. Ben çok kızdım ve konsolosun önünde bunu yırttım. Fatin de çok bozuldu ... Çünkü ben ev falan istemiyordum. Fatin sonra görüyor ki. evin epeyce bir borcu var. Sonra bana hep ta kılırdı " Bak, bilmeden borçlu evi senin üzerine geçirip sana para ödetecektik" diye ... Bana derdi ki " Sen benim annemi tanımıyorsun. Şimdi bu evi senin üzerine geçirttikten sonra, onu mutlaka senin elinden almak isteyecektir " Fakat an nesini tanıdıktan sonra, hiç de öyle bir kadın olmadığını gör düm. - Çocuğunuzun olmasını, yani Fatin Bey'den çocuğunuzun olmasını hiç istemediniz mi? - Fatin çok istedi , ama ben hayır ... Belki benimki çok ben cilce bir şeydi . . . Fatin'in sevgisini ikinci biriyle payı.aşmayı dü şünmedim. Onu o kadar seviyordum ki, ikinci bir sevgiyi çocuğa vermeyi dü�nemedi m belki . . . ...
61
- Şimdi Paris'te, ilk eşiniz Orhan Kutlu'dan olan kızınızla birlikte yaşıyorsunuz. Belli bir geliriniz var mı? - Türkiye'de subay babamdan maaş alıyorum. Ayrıca Paris'te kızımın durumu çok iyi. Geçmişte yurtdışında bir sürü yerlerde çalışmıştım. Oralardan biriktirdiğim tasarruflarım var. Öyle yaşıyorum işte ... - Şöyle geçmişe bir baktığınız zaman; çok dolu bir hayat yaşamışsınız. Sadece Fatin Bey'le değil.. Hem Türkiye'de, hem de yurtdışında çok dolu dolu yaşamışsınız ... Şimdi nasıl his sediyorsunuz kendinizi? Artık yetmiş yaşına yaklaşan bir in sansınız ... - Öyle... O kadar çok şey yaşadım ve o kadar dolu ya şadım ki. . . Kendimi sanki bin yıl yaşamış gibi hissediyorum. Fakat şimdi aynı hayatı Fatin'le yine yaşarım hiç korkmadan. Hep benim yanımda zaten ... Burada, bu evde de benimle beraber... Burası onun mezarı benim için... Kutsal bir yer.�. Hep rüyalarımda görüyorum. - Rüyalarınızda nasıl görüyorsunuz? - Eski hayatımı yaşıyorum bazen ... Çok tuhaf ... Onun ölümünün üzerinden 27 yıl geçti, ama bana sorarsanız sanki dün gibi. .. Belki beni yaşatan da Fatin oldu. Böyle şeylere inanmam ama, bazen inanıyorum .. O bana yeni bir kuwet oldu. Bana hep "Seni ölsem de bırakmam" derdi. Belki onun tesiri oldu ... Bi lemiyorum. Bir şeyin etkisi var yani. .. - Siz Allah'a inanmaz mısınız? - inanırım ama benim inançlarım kendime göredir ve çok farklıdır. - Fatin Bey'in inançları nasıldı? - O tamamen dindardı. .. Aramızdaki fark buydu ... - Sonra herhangi bir erkeğe ilgi duydunuz m4? - Hayır. . . Duymadım. 62
- Size Fatin Rüştü Zorlu'dan kalan anılar var mı? - Az sayıda resim var. Birçok mektuplarımız vardı. .. Onun bana yazdığı sayfalar dolusu mektuplar vardı. .. Hep derdi ki " Ben bunları günü gelince kitap olarak bastıracağım ... " - Nerede o mektuplar şimdi? - Mektuplar, resimlerimiz, hep bu evdeydi. .. 27 Mayıs sabahı Fatin'i aramak için bu eve giriyor askerler... Ne varsa alıp götürmüşler ve bir daha da geri vermediler. Bütün anılarımızı alıp götürdüler. .. o kadar ki, şu gördüğünüz bütün koltukları ve ka nepeleri şişlemişler... Kocaman şişleri batırıp batırıp çı karmışlar... Koltukların ve kanepelerin altında Fatin'i aramışlar böylece! . .. Şimdi elimde çok az mektup ve çok az resim kaldı geriye . . . - ilginç b i r ilişki yaşamışsınız . . . - Hem güzeı : hem d e acıklı b i r ilişki Emin Bey . . . Keşke sonu öyle bitmeseydi. .. idam ... - Evet, idam ... Kime olursa olsun çok kötü bir şey ... Bu güne kadar hiçbir gazeteci ile konuştunuz mu? - Hiç, hiç konuşmadım ... Hep geri çevirdim, hep kaçtım . . . Emin Çölaşan'ın notu: Bu röportajda size ilginç bir ilişkiyi anlattım. Vesamet Kutlu'nun, gerçekten dolu geçen yaşamından bir kesit sundum . . . Bir dönemin Türkiye'sinde e n çok konuşulan, dedikodusu e n çok yapılan olaylardan birinin hayatta kalmış tek tanığı, yaşadıklarını içtenlikle anlattı. Vesamet Kutlu ile saatler boyu birlikte oldum. Açık söy leyeyim, kendisine büyük bir saygı duydum . Sıradan bir insan değildi. Tam tersine son derece bilgili, kültürlü ve içten bir insan olarak tanıdım onu ... Bugüne kadar hep susmuştu. ilk kez bir gazeteciye, Fatin Rüştü Zorlu olayını anlatıyordu. 6J
Vesamet Hanım'a duyduğum saygıyı, rahmetli Zorlu ile yaşadığı yasak ilişkiye de duyuyorum. Kim ne derse desin, böyle ... Gerçek bir aşk yaşamışlar, güzel bir aşk yaşamışlar ... Bu aşk şimdi de devam ediyor, ama tek taraflı . .. Evet, Vesamet Kutlu'nun öyküsü özetle böyle . 1 945 yı lında Ankara'da başlayan bir yasak aşk . . . Bir tarafta evli bir kad ın, öbür tarafta evli bir erkek . . . Mesleğinde giderek yükselen, her türlü olanağa sahip olan, ama yaşadığı aşkı hiçbir zaman sona erdirmeyen bir erkek . . . Kadın, erkeğin metresi. . . Erkeğin idam edileceği dakikada bile, vasiyetine yazmayı unutmadığı bir aşk . . . Ve bu ilişki, idamdan sonra tek taraflı bile olsa devam ediyor. Ne güzel bir olay ... idam sehpasına çıkarken bile başını eğmeyen, onurunu hiçbir zaman çiğnetmeyen, hiçbir ödün vermeden ölüme giden Fatin Rüştü Zorlu'yu burada saygıyla anıyorum. Vesamet Kutlu'ya sağlık ve esenlik diliyorum. . .
FATi N R Ü ŞTÜ ZORLU'NUN KIZI SEVi N ÖZEN ANLATIYOR
- Sevin Han ım, siz Vesamet Hanım'ı nasıl tanıdın ız? - Ben küçük bir çocuktum. Annemin babam ın arkadaş grubu içinde tanıdım. 1 945 yılında Büyükada'da tan ı d ı m . Öy lesine tanışmıştım yani. .. Tabii olayları çok sonra öğrendim . - Babanızla Vesamet Hanım arasındaki ilişkiyi somut ola rak nasıl öğrendiniz? - Hariciye muhitinde herkes herkesin ne yaptığını duyar . . . Çünkü küçük bir muhittir. Ama olay bizim evimizde sanı rım ilk kez 1 955 veya 1 956 yılında konuşuldu. Annem babam oturup ko nuştular ve hatta o sırada ayrılmaya karar verdiler. 64
- Vesamet Hanım yüzünden mi ayrılmaya karar verdiler? - Yani tam olarak böyle bir şey var diye değil de . . . Artık bizim evliliğimiz yürümüyor, medeni bir şekilde ayrılalım diye ... Yani ben "Senin hayatında başka biri var" diye ne bir kavga duydum , ne de böyle bir konuşma geçti evin içınde. Babamın anneme son derece. sayg ısı ve sevgisi vardr. Biliyorsunuz aşk başka şeydir, sevgi başka şeydir. Ama bir kopukluk olmuştu artık . . . Çünkü annem duymuştu olayı. Herkes bu olayı ko nuşuyordu. M aşallah böyle şeyleri hemen yetiştirirler. Fakat an nemle babam ayrılmaya karar verince, işe büyükler karıştı. Başta babaannem ve annemin babası . . . Bizim ailede ayrılık olmaz diye kesinlikle karşı çıktılar. Zaten annemle babam, büyüklerinin isteği üzerine görücü usulüyle evlenmişlerdi. - Peki siz babanızla Vesamet Hanım arasındaki ilişkiyi somut olarak ne zaman anladınız' Sevin Hanım? - Valla Emin Bey, o konuşmadan sonra art;k benim de olayı bildiğim bell i olmuştu. Babam bana açıkladı diyebilirim. - Babanız kendiliğinden mi anlattı size? - Hayır, anlatmadı da ben sordum " B u iş nedir?" diye ... inkar etmedi tabii . .. - Siz babanıza karşı çıktınız mı bu durumda? - Havır . . . Asl ında ben erkeklerin birtakım evlilik dışı ilişkilerine karşıyımdır. Ama bir olay vardır ve gerçek bir aşktır. O zaman başkadır. - Baban ızın Vesamet Hanım'a duyduğu, gerçek bir aşk mıydı? - Evet . . . Yani çapkınlık olayı değildi . Babam çapkın bir erkek değildi. Bakın, 1 945 yılında tan ışıyorlar ve babam 1 960 yılına kadar hep aynı hanı ma bu duyguları besliyor. Hatta o kadar ki, babamın iki nci karısı gibi olmuştu . Bir ara imam nikahı falan da yapılmış. - Fatin Bey 1 961 yılında ölmedi mi? 1 960 yılında öl düğünü söylediniz de . . .
- Evet 1 96 1 'de öldü . . . Ben onu 1 960'tan sayıyorum, çünkü Yassıada'daydı . .. Orada beraber olmaları mümkün değildi. Onun için, beraberlikleri 1 960'a kadar sürdü. - Anneniz size bu konuda bir şeyler söyledi mi hiç? Ba banızdan veya Vesamet Hanım'dan yakındı mı? - Hayır Emin Bey . . . Annem çok mesafeli bir insandı . Bi zimle bu gibi konuları hiçbir zaman konuşmazdı . Ben babama her zaman daha yakın olmuşumdur. - Peki siz Vesamet Hanım'la bu ilişkiyi bilerek ne zaman yüz yüze geldiniz? - Babam öldükten sonra oldu o . . . Biliyorsunuz babam bir mektup bı raktı idam edilmeden önce ... Orada " Benim sevdiklerime iyi bakın" diyordu. Onun üzerine babaannem dedi ki "Sevdiklerim lafıyla Fatin, Vesamet'i kastediyor " Bunun üzerine bana "Sen Avrupa'ya gittiğin zaman Vesamet'i bir a ra ve konuş. Acaba gerçekten o da babanı sevmiş mi? Bize layık bir insan mı? " Çünkü ben Vesamet'i 1 945 yılından sonra hiç görmemiştim. Olayın sadece babamla ilgili yönünü bi liyordum. Babamın onu sevdiğini biliyordum. Hatta onların bir şarkısı varmış. Babam gelip benim odamda hep o pla�ı dinlerdi pikaba koyup. - H angi şarkı o? - Unuttum vallahi . . . Galiba ltalyanca bir parçaydı . . . Babam "Şunu koy da bir dinleyeyim" derdi ve günde yüz defa çaldırırdı benim pikabımda ... Demek babam Vesamet'e duyduğu sevgiyi annesine söylemiş. Babaannem dedi ki " Babanın vasiyeti var. Bu hanımla ben de tanışmak isterim " Onun üzerine ben ls viçre'ye gidip Vesamet'i buldum. O tamamen babam ı n dul karısı gibi hareket eden bir hanımdı. Galiba 1 964 y ı lıydı ... Gidip bul dum. Çok genç ve güzel bir hanımdı o zamanlar. isteseydi ba bam ı n ölümünden sonra yüz kere evlenebilirdi. işte 1 965 yaz mevsiminde Türkiye'ye geldi ve babaannemle tanıştı . Ba baannem ölünceye kadar da, yazların ı onun yanında geçirdi. ...
..
...
- Sonra Vesamet Hanım'la dost oldunuz mu? - Tabii. ... Zaten annem de ölmüştü. Babaannem de Vesamet'i hep " Gelinim, gelinim" diye yanına aldı. Babaannem 1 977'de öldü . Demek ki birçok yıl, bütün yazlarını babaannemin yanında geçirdi. - Demek ki Vesamet Hanım'ı aile olarak benimsediniz . . . - Aaa, tabii... O kadar ki, ben kendisinden söz ederken " Ü vey annem" derim . . . Çünkü o kadar yıl, büyük bir aşk ya şamışlar ve bunun bir çapkınlık olayı olmadığı kanıtlanmış ... O kadar ki, Vesamet hala kendini babamdan dul kalmış olarak görür. Bakın, 1 945 yılından 1 987 yılına gelmişiz ... - Babanız size hiç açıkça "Ben Vesamet'! çok se viyorum" gibi bir şeyler söylemiş miydi? - Açıkça h:ç söylemedi, ama ben ona hep takılırdım ... "Sen zaten esmer, uzun saçlı, uzun boylu hanım seversin" diye... O da çok gülerdi. Ne bileyim çantasından Vesamet'in almış olduQu birtakım hediyeler çıkard ı , yine takılırdım. Tabii annem bu konuyu hiç konuşmazdı. - Babaanneniz acaba nasıl duymuştu bu olayı? - O çok erken duymuştu. Hatta ben daha çocukken, bana da söylemişti. " Baban şöyle yapıyor, böyle yapıyor, olur mu bu?" gibi şeyler söylemişti. - Babaanneniz bu ilişkiye hep karşı çıktı, babanızın va siyetinden sonra mı başka bir gözle bakmaya başladı hadiseye? - Evet, evet.. Vasiyet olayına kadar karşıydı ve bir anne olarak oğlunun evliliğinin devam etmesini isterdi. Ama babamın vasiyetinden sonra iş değişti. ..
(ı7
Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Türkkaya Ataöv 1 937 yılmda Gelibolu'da do{jdu. Yüksek ö{jrenim ve doktorasmı "Uluslararasi ilişkiler" alanında, Amerika'da ta.mamladı. 1959 yı lında Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne doktoralı asistan olarak girdi, 1975 yılında profesör oldu. Dört ulus lararası örgütte halen merkez yöneticisi olarak görev yapan Ata6v, Paris'te iki Ermeni katliamı davasına "Otoriter tanı{jı" olarak katıldı, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Parlamentosu gibi forumlarda Ermeni olay larıyla ilgili Türk tezini savundu. Bu konuya ilişkin olarak çeşitli yabancı dillerde 60'tan fazla kitapçık ve 50 dolaylarında makale yayımlayan Türkkaya Ataöv evli ve iki çocuk babası.
- Sayın Ataöv, yarın 24 Nisan . . . Türkiye dışındaki bazı Ermeni çevreleri bu tarihi kendilerine Osmanlı lmparatorlu!'.)u dö neminde yapılan " Katliamın" simgesi olarak kabul ediyorlar ve anma törenleri yapıyorlar. Siz geçmişteki Ermeni olaylarını ay68
rıntılarıyla bilen, bu konuda Türkiye adına uluslararası forumlara katılıp Türk tezini savunan, araştırmalar yapıp yeni belge ve bil giler bulan ve bunları yayımlayan bir otoritesiniz.. Bugün sizinle geçmişteki Ermeni olaylarını konuşmak istiyorum. Nedir bu ha dise, nasıl başlamış ve nerelere nasıl gelmiş? .. Ermenileri ger çekten kesmiş miyiz? .. Orada bir soykırım var mı? Sözünüzü mümkün olduğu kadar az keseceğim ve olayı sizden din leyeceğim. . . Ö nce 24 Nisan olayırfdan başlayalım. Nedir 24 Nisan tarihi? - Aslında Ermeni sorunu çok �eniş ve derin bir olaydır. Onun için ben burada size çok temel bazı bilgiler vereceğim. Şunu da belirteyi ı:n ki, Türkiye Cumhuriyeti için "Ermeni Sorunu" diye bir hadise zaten yoktur. Ermenilerle tarihimiz boyunca, 700 yıl süreyle dostça ve kardeşçe yaşamış bir milletiz. 24 Nisan olayı, 24 Nisan 1 91 5 tarihinde lstanbul'da bazı Ermenilerin tu tuklanma tarihidir. Şimdi bunun biraz öncesine dönelim. Ağustos 1 91 4'te Birinci Dünya Savaşı çıkıyor. Biz Ekim 1 91 4'te fiilen sa vaşa giriyoruz. Bu aşamada önemli bir olay var. Haziran 1 91 4'te Erzurum'da Ermeni Taşnak Partisi bir kongre yapıyor ve Os manlı h ükümetine "Mümkünse savaşta tarafsız kalınız" öne risinde bulunuyor. Bu kongre ayrıca, eğer savaş çıkacak olursa, Osmanlı Devletini destekleme kararı da alıyor. . . Ve Osmanlı im paratorluğu bir süre sonra Almanların safında savaşa giriyor. Bundan sonraki olaylarla ilgili olarak Osmanlı belgelerinde pek çok şey var. Sadece Osmanlı arşivlerinde değil, diğer ülkelerin arşivlerinde de pek çok belge var. Burada dikkatinizi önemli bir noktaya çekmek istiyorum üstadım! .. Bu konuda en önemli ve güvenilir olanlar, Osmanlı belgeleridir. Niçin öyledir? .. Çünkü bu bir şovenizmden ötürü değildir. Biz Osmanlı lmparatorluğu'nun Ermenilere ilişkin tavrını arıyoruz. Bunun cevabı ancak Osmanlı belgelerinde çıkar. Diyelim ki, Rus çarlarının Boğazlara ilişkin tavrını araştı rmak istiyoruz. Bu tavrın kayna!:)ı, ancak Rus ar(ı9
şivlerinde bulunur. Yani biz burada Osmanlı lmparatorluğu'nun Ermenilere karşı resmi tavrını saptamak zorundayız . . . Çünkü bu tavır bize ortada bir soykırım olup olmadığını gösterecektir. . . Ve o belgelere baktığımız zaman, böyle bir olayın kesinlikle ol madığını görüyoruz. 1 948 yılında birçok ülke tarafından im zalanan "Soykırım Anlaşması", soykırım olayını tarif etmiş ve en önemli unsur olarak " i lgili devletin bir halkı veya onun önemli bir kısmını ortadan kaldırmayı tasarlaması ve uy gulaması" biçiminde tanımlamıştır. Mesela geçmişte Nazilerin Yahudilere yaptığı budur ve soykırımdır ... Çünkü Nazi iktidarı bunu tasarlamış ve uygulamıştır. - Yani soykırım yapmadık m ı Ermenilere? - Böyle bir şey yoktur. Osmanlı belgeleri, devletin bu konudaki resmi tavrını ortaya koyuyor. Belgelerde, soykı rım ya pıldığını gösteren en ufak bir bilgi kırıntısı bile yok... Bakınız, 1 91 4 yılında Türk ordusu, Doğu Anadolu'da Rus ordusuyla sa vaşmaktadı r. Şimdi size arşivlerimizden birkaç örnek vereceğim. Erzurum valisi, Bitlis valisi, ikinci süvari tümeni komutanı, jan darma tümen komutanı (Kaz!m Özalp), Van valisi, Sıvas valisi, üçüncü ordu komutanı , kaymakamlar ve diğer birçok yetkilinin hazırladığı yüzlerce rapor var ... Biz bu belgelerin çoğunu yabancı dillerde zaten yayımladık. Bu raporlarda hep aynı şeyden söz ediliyor . . . Silahlı Ermeniler Türk ordusunu arkadan vurmakta ve Rus ordusuna yardım etmektedir. Karakollar basılmakta, Türk köyleri basılmakta, telgraf telleri kesilmekte ve bunun da ötesinde Türk ordusuna silah sıkılmaktadır .. Ve anlaşılan Anadolu'nun birçok yöresinde Ermeniler isyan etmektedir. Bu Ermenilerin hepsi de Osmanlı uyruğundadır. Adana, Urfa, Van, Bitlis; Sıvas, Maraş gibi yörelerde açık seçik isyan vardır devlete karşı. .. Hatta o kadar ki, Ermeniler Van'ı ele geçiriyor. Türk ordusu Van'dan çekilmek zorunda kalıyor. Kenti ele geçiren Ermeni azınlık, Van'ı Rus ordusuna teslim ediyor. Düşünün ki, bir devletin uyrukları , o 70
. devlete karşı ayaklanıyor ve düşmanla işbirliğine giri p kendi or dusunu arkadan vuruyor. . . Ve ayrıca 1 9 1 4 ve 1 9 1 5 yılları nda Osmanlı Devleti sadece doğuda Rus ordusuyla savaşmıyor. Cephe çok . . . lngiliz ve Fransızlar Çanakkale'ye dayanmış. Sina cephesinde lngilizlere karşı savaşıyoruz. - Sayın Ataöv, benim bildiğim kadarıyla o dönemde Er meniler orta Anadolu'dan başlayarak doğu ve güneydoğu Ana dolu'da yaşıyorlar çoğunlukla.. O bölgelerimizin nüfus yapısı nasıl o dönemde? .. Ermeniler m i çoğunlukta? - Hayır, hayır. . . Kafkasya dahil, hiçbir yerde çoğunlukta değiller. Bunu sadece bizim rakamlarımız değil, diğer ülkelerin rakamları da kanıtlıyor. Ayrıca bizim bu konudaki rakamlarımız son derece güvenilir rakamlardır. Mesela 1 896 tarihli bir Fransız belgesi, Ermenilerin bu bölgelerde ancak yüzde 1 3 nüfus oranırıa sahip olduğunu gösteriyor. Bir örnek daha vereyim . . 1 878 Os manl ı - Rus savaşı, bizim açım ızdan sonuçları korkunç olan bir savaştır. Büyük yenilgi aldı k ve her yerde büyük topraklar kay bettik. Rus ordusu batıda Yeşilköy'e, doğuda Erzurum'a geldi. Ermeniler bu aşamada Osmanlı Devleti ile savaşan ülkelere ya naştılar ve onlara gizli raporlar vermeye başladılar. Gördüler ki imparatorluk kısa süre sonra bölunecek ve kapanın elinde ka lacak. Bu durumda kendilerine pay çıkarmak istediler. ls tanbul'daki Ermeni patriği, lngiliz büyükelçisine gitti ve "Şu vilayetlerde Ermeniler yaşamaktadır" dedi. . . Toprak istediler . . . lngiliz büyükelçisi ise " i yi ama bunların hiçbirinde sizin nüfus çoğunluğunuz yok ki. Ermenistan dediğiniz topraklarda s i z azın lıktasınız" diye cevap verdi. . . Çünkü o s ı ralarda bütün bü yükelçiliklerin, Osmanlı sınırlarındaki nüfus hareketlerini takip eden uzmanları vardı. Ayrıca Ermeni patriği bu istekleri gö türürken zannediyordu ki , bu konuşma sonsuza kadar gizli ka lacak. Oysa büyükelçi bu konuşmayı hemen Londra'ya rapor ediyor. Bu konuşma şimdi arşivlerdedir. Bu belgeler bizim de e l i .
71
mizde . . . Hatta o dönemlerde Ermeniler, büyükelçiliklere birtakı m rakamlar getiriyorlar kendileriyle ilgili olarak . . . Büyükelçilikler " B u r a k a mlar abartmalı" deyip iade edince, b i r sü re sonra yeni b i r liste getiriyorlar ve rakamları indiriyorlar. Yani bir çeşit pazarl ık gibi... Ellerinde hiçbir nüfus rakamı yok. Bu rakamlar pat rikhanede değil , ancak devlette var. Patrikhane, bu rakamları ki liselerin vaftiz defterlerinden çıkarıyor. Vaftiz defterlerinde do ğumlar kayıtlı . Ama ölenleri, göç edenleri bu rakamlardan hiçbir zaman düşmüyorlar. Kaldı ki, patrikhane " B iz daha fazlayız" diyebilmek için oradaki Türk nüfusu da bilmek zorunda. Onu bil meleri zaten mümkün değil. - Peki toplam kaç Ermeni yaşıyor 1 9 1 4 yılında Osmanlı sınırları içe;isinde? - lstanbul'da yaşayanlar dahil, toplam sayı 1 milyon 294 bin 85 1 kişi. - 1 9 1 4 ve 1 91 5 yıllarında biz Ruslarla savaşırken. E r menilerin bizi arkadan vurduğunu söylemiştiniz. Ermeniler bunu kabul ediyorlar mı? - O kadar kabul ediyorlar ki, buna ilişkin kendi yayınları var. Mesela Osmanlı mebuslarından Arm an Pastırmacıyan var. Bu zat aynı zamanda Ermeni liderlerinden ve generallerinden . . . Amaçlarına ulaşamayacağını anlayınca Amerika'ya gitti v e orada 1 9 1 8 yılında bir kitap yayımlayıp yaşadıkların ı anlattı. Türklere karşı nasıl savaş sürdürdüklerini, Ermeni ordularını nasıl oluş turduklarını anlattı . işte bu kitap elimizde . . . Şu diğer kitaba ba kınız . . . Agopyen ın "Ermeniler ve Savaş" adlı kitabı . .. Rusl ara nas ı l yard ımcı olduklarının bütün kanıtların ı veriyor. Bir başka belge göstereyim . . Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra toplanan Paris barış konferansında Bogos Nubar Paşa, Ermeni heyeti başkanıyd ı . Bu zatın o tarihlerde Fransa Dışişleri Bakanına yaz dığı ve "Sayın Bakan" diye başlayan bi r mektubu var Bu mek tubu Fransız arşivlerinden elde ettik. Diyor ki " Ermeniler sa'
72
vaşın başından beri savaştılar Peki kime karşı savaştılar. Osmanlı l mparatorluğu'na ve Türklere karşı savaştılar. Ama bunların hepsi Osmanlı vatandaşıydı. Kendi devletine karşı sen nasıl muharip olursun, nasıl savaşırsın?.. Savaş bitince, galip devletler safında savaşmış olduklarını kanıtlamak ve toprak elde edebilmek için hem bu kitapları yazdılar, hem de geriye bir sürü belge bıraktılar... işte size bir başka Fransız belgesi gös teriyorum . " Dünya Savaşında Türk Savaşı" adlı bu kitabın yazarı Fransız... 1 926 yılında Paris'te basılmış... "Savaş sı rasında Ermeniler bizim söylediklerimizi yaptılar ve Türkler onların yerini değiştirmekte haklıydılar" diyor. •.. "
..
- Hocam, Ermenilerin Türk ordusunu arkadan vurduğunu anlattınız. Peki Osmanlı hükümeti ne yapıyor bu durumda? .. Ne gibi tedbirler alıyor? .. Galiba işin düğüm noktası da bundan sonra başlıyor. - Osmanlı hükümetine, Ermenilerin yaptıkları konusunda sivil ve asker her kesimden raporlar ve bilgiler geliyor. Bu sırada Talat Paşa Dahiliye Nazırı ( i çişleri Bakanı) ve Enver Paşa başkomutan. ilk önce Enver Paşa'nın Talat Paşa'ya "Bu ko nuda ne yapaca{Jız?" diye· bir yazısı var ... Çünkü savaş sı rasında Rus crdusu Kafkaslardan bazı Türkleri önüne katıp pe rişan bir durumda Doğu Anadolu'ya sürüyor. Yani alın bunları, ne yaparsanız yapın gibilerden ... Enver Paşa mektubunda "Bunun bir yolunu bulmamız lazım. Acaba biz de, bize sadık kal mayan Ermenilerin bir bölümünü Kafkasya'ya gönderip, on lardan açılan yerlere bu perişan Türkleri mi yerleştlrelim? Böyle mi yapalım, yoksa bu Ermenileri yerlerinden kaldırıp başka bölgelere mi yerleştirelim?" diye soruyor. Böylece ilk yazışmalar başlıyor ve sonunda anlaşılıyor ki, bu iş böyle devam edemez . . " Biz bu Ermenilerden çok zarar görmeye başladık" diye yazışmalar var. Tabii ki, hepsinin kafasında devletin gü venliği endişesi mevcut. Birkaç cephede düşmanla savaşıyoruz. .•
.
73
Bu konuda ilk hareket olarak da, 24 Nisan 1 9 1 5 g ünü lstanbul'da yaşayan ve bu işlere karışan 1 327 Ermeniyi, devlet başka ta raflara gönderiyor. Fakat bu bir sürgün değil. Başkalarıyla te masları ve hareket özgürlükleri kısıtlanmıyor. Bir devletin sınırları içerisinde bir başka yere gönderiliyorlar. . . Sonra yavaş yavaş, devlet karar aşamasına geliyor. Anlaşıl ıyor ki, ordumuzu ·arkadan vuran , ya da isyan eden Ermenileri topluca başka yerlere sev ketmek şarttır. Bu konuda içişleri Bakanlığının açıklanan bir ka rarı oluyor. Daha sonra, Eylül 1 91 S'te bu konuda bir kanun çı kıyor. - Yani Ermeniler topluca başka yerlere gönderilecek ... Öyle mi? .. - Evet... Çünkü Türk erkeklerinin hepsi cephede sa vaşıyor. Memlekette neredeyse eli silah tutan erkek kalmamış. Ermeni çeteleri erkeksiz köyleri basıyor. Devlete isyanları sü rüyor. Birçoğu silahları ve bombalarıyla yakalanıyor... Hatta bunların çeşitli yabancı ülkelere "Bize silah verin" diye baş vuruları var. Bunların belgeleri hep elimizde artık... Eyl.ül 1 9 1 5'te çıkan kanuna göre Ermeniler taşınabilir mallarını yanlarında gö türebilecekler. Gittikleri yerlerde yerleşimlerini devlet sağlayacak. Bıraktıkları malların karşılığında devlet kendilerine gerekirse para ve sermaye verecek, alet edavat verecek. Giderken can ve mal güvenlikleri devlet tarafından sağlanacak. Yolda kendilerinden rüşvet isteyen, mallarına el koyan, namuslarına tecavüz eden olursa, ·bunlar Divan-ı Harp'te yargılanacak ve a"ıı r cezalar ve rilecek. Bütün bu tedbirler ayrıntılı bir biçimde alınıyor ve hareket başlıyor. Bütün bu olayların belgeleri var. Bu belgeler ya yımlandı kları anda zaten lstanbul'daki büyükelçilikler tarafından '<endi dillerine çevrildi ve o devletlerin arşivlerinde şimdi de mev cut. Yani yabancı devletler, işin gerçek yönünü o andan itibaren biliyorlardı. 74
- Nasıl başlatılıyor "Tehcir" dediğimiz bu yer değiştirme olayı? .. Diyelim ki Yozgat'ta şu kadar Ermeni var. Bunların heP.si yerinden kaldırıldı mı? - Hayır, hepsi kaldırılmadı. Mesela Katolik ve Protestan Ermeniler kaldırılmadı. Demiryolu işinde işe yarayacak Er menilere dokunulmadı. Bunlar aileleriyle birlikte yerlerinde kal dılar. � Ve çeşitli yerlerden yüzlerce, binlerce Ermeninin zorunlu yürüyüşü başladı. Bu insanlar yaya olarak . . . - Mutlaka yaya olarak değil. Bazıları arabalarla, baz ıları trenle sevkedildiler. Genelde bunlar Halep ve Musul gibi yerlere gönderildi. - Başka nerelere sevkedildiler? ·
- Musul, Bağdat, Şam, Filistin, Lübnan, Halep, lran, Kaf kaslar ... Çeşitli yerlere sevkedildiler. Yani Anadolu'nun içinden, bu bölgelere doğru gönderildiler. Zaten bir kısmı Rus ordusuna katılmıştı, daha önce Kafkaslara kaçmıştı. Şimdi elimde biraz önce söz ettiğim Bogos Nubar Paşa'nı n Fransız Dışişleri Ba kanına yazdığı bir mektup var. Bu belge çok önemlidir. Orada, 600-700 bin Türk Ermenisinin yerinin değiştirildiğini söylüyor ki, bu rakam doğrudur. Biz bunun ortalamas ı n ı 650 bin olarak kabul edelim. Yine aynı belgede bunlardan 250 bin kişinin Kafkaslara, 40 bin kişinin lran'a, 20 bin kişinin Musul ve Ba�dat'a, 80 bin ki şinin de Suriye ve Filistin'e vardı�ı belirtilerek "390 bin kişi ye rine ulaştı" deniliyor. - Bu arada bir şey soracağım . . . Bu kafileler asker ko rumasında mı yola çıktı? - Asker korumasında çıktı ve bir konuda daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunlar toplama kamplarına gönderilmediler. Mesela ikinci Dünya Savaşı başladığı zaman Amerika, henüz savaşa girmeden önce kendi ülkesinde yaşayan Japon asıll ı ki75
şileri toplama kamplarına koymuştu. Kaldı ki, o Japon asıllı ki şiler, Amerika'nın düşmanı olan Japonya ile en ufak bir işbirliği yapmamışlardı . - Evet hocam, 650 bin Ermeniden 390 bin kişinin yerine ulaştığı Ermeni belgesinde yer alıyor. Geri kalan 260 bin kişiye ne oldu? .. Öldürüldü mü bunlar? .. Çünkü Ermeni iddiaları da ga liba bu aşamada başlıyor ve "Türkler Ermenileri kesti ve tehcir sırasında soykırım yapıldı" deniliyor ... - Sevkıyat sırasında bu kafilelere sağdan soldan saldırıl�r yapıldı. Bu saldırıların olacağı önceden düşünülmemişti. Yani ben buna inanıyorum. Devletin o yörelerdeki yetkilileri " Falanca kafileye saldırı oldu... Saldırı yapılacağı haberi alındı" gibi raporları valiye, mutasarrıfa veya diğer ilgili makamlara du yurmaya başladılar. Aslında bu gibi belgelerin varlığı, h içbir zaman bizim aleyhimize değildir... Çünkü bunlar, devletin bir Er meni soykırımını tasarlamadığını göstermektedir ... Kaldı ki, ge riye kalan 260 bin kişinin öldürülmüş olduğu da Ermeni belgeleri dahil, hiçbir belgede söylenmiyor." Size az önce sözünü ettiğim belge, savaş bittikten sonra 1 9 1 9 yılında yazılmıştır ve resmi Er meni görüşüdür. - O halde ne oldu bu insanlara? - Ne olduğunu anlatayım. Genelde yanlış olarak Türk propagandası zannedilen, ancak kesinlikle doğru olan bir husus var. Birinci Dünya Savaşında çeşitli yaşam ve iklim koşulları ile savaşın neden olduğu yokluklar nedeniyle, yüz binlerce insan Öldü. Bu bir gerçektir. Mesela bizim sırf bu yüzden Anadolu'da kaybımız, iki milyonun üzerinde tahmin ediliyor. Şimdi nereden çıktı bu durup dururken ölmeler? Özellikle geçmiş yıllarda savaş sırasında savaş dışı nedenlerle ölenler, her zaman daha fazla olmuştur. Açlıktan, kıtlıktan, hastalı ktan ölenlerin sayısı kıl ıç ve kurşunla ölenlerden daha fazladır. Hangi savaşı söylerseniz söyleyin, durum böyledir. Mesela lngilizlerin yayımladıkları resmi 76
istatistiklere göre, Birinci Dünya Savaşında lngiliz ordusunda sadece hastalıktan 1 08 bin asker ölmüş. Fransız ordusunda, onların resmi rakamlarına göre 1 79 bin kişi hastalıktan ölmüş. Yani o yıllarda savaş sırasında dünyanın her yerinde yüz binlerce insan savaş dışı nedenlerle ölüyor. Bunu söylemek istiyorum . - Burada bir saplantı yapacağım Sayın Türkkaya Ataöv ... Göç ettirdiğimiz bu Ermeni kafileleri, yeni yerlerine genelde hangi sürede ulaştılar? - Birkaç ayda ulaştılar. - Peki bunların hepsi savaş bölgesinde yaşayan insanlar m ıydı? - Çoğu öyleydi, ama savaş bölgesi �den olmayanlar da vardı. - Savaş bölgesinde olmayanları, düşmanla doğrudan te ması ve ilişkisi olmayanları niçin yerlerinden ettik? - Ç ünkü genel bir Ermeni ayaklanması vardı da ondan ... Hemen hemen Anadolu'nun her noktasında ayaklanmışlardı ve olay yaratmışlard ı . - Şimdi bu kafileler yola koyuldu v e yeni yerlerine doğru asker korumasında gidiyorlar ... Bunlar yolda saldırılara mı u!) radılar? .. Tehcir işlemi sırasında çok mu kayıp verdiler bu yüz den? - Şimdi ben buna rakamla cevap veremem. Kimse de ve remez. Neye dayanarak söyleyece!)im? .. Ancak bu yüzden ölenlerin sayısının çok az olduğunu söyleyebilirim . . . Çünkü 1 9 1 4 yılında Osmanlı sınırları içerisindeki tüm Ermeni nüfusu zaten 1 milyon 294 bin 851 'dir . . . Bunun ortalama 650 bini yer de !)iştirmeye tabi tutulmuştur ve 390 bin kişi zaten yerine sağ salim varmıştır. Size bir örnek daha vereyim . . . Birinci Dünya Savaşında 397 bin Rus askeri savaş dışı nedenlerle ölmüştür. Mesela has talık gibi nedenler . . . Şimdi o günlerin fakir ve her türlü olanaktan 77
yoksun Osmanlı devletini düşünün. Yokluk var, açlık var, hastalık var. Toprağı sürüp ekin yetiştirecek erkekler cephede ... Yiyecek, içecek, ilaç yok . . . Doktor yok, hastane yok. . . Mesela Türk or dusunda aşı yok. - Yani birtakım Ermeniler bu tehcir olayı sırasında öldüler ama sayı veremeyeceğinizi söylüyorsunuz . . . - Hiç kimse veremez. - Kabaca tahmininiz nedir? .. Kaç kişi öldü acaba? - Elimizde tahmin yapacak herhangi bir veri yok ki. .. - Peki bunlara kimler saldırdı göç sırasında? - Müslüman halk, başka çeteler, köylü saldırdı ... - Bizim askerler de saldırdı mı? - Bazı görevliler, bu saldırıları önleyemedikleri için Divan-ı Harbe verildiler. Bu konuda da arşivlerimizde raporlar mev cuttur. . "Gelen habere göre, falanca kafileye yolda saldırı ol muştur" diye raporlar vardır "Biz 500 kişi göndermiştik, akı betini merak ediyorum" diye bir üst makama yazılmış yazılar mevcuttur. Evet böyle olaylar oldu, ama bunlar münferit {Bireysel) olaylardı r. Mesela ben Şam'da o günlerde çok genç yaşta olan yaşlılarla konuştum. Kafilelerin oraya varışını hatırlıyorlar. Yani yola çıkan insanların ölümüne neden olan ilk sebep, o zamanki salgın hastalıklar . . . Bunu küçümsememek lazım . . . Bunu en gellemek de mümkün değil. Devletin elinde doktor yok, ilaç yok . . . Ve b u insanlar uzun, meşakkatli b i r yolculuk yapıyorlar. - Hocam, anlaşıldığı kadarıyla bu tehcir işlemi sırasında ölen ölüyor, kafan kalıyor. Sebebi ne olursa olsun, epeyce Ermeni bu aşamada ya ölüyor, ya da öldürülüyor. Şimdi bizim bu ko nudaki resmi görüşümüz şöyle mi? . . "Osmanlı Devletinin, Er menilerin öldürülmesi ve soykırıma tabi tutulması ko nusunda herhangi bir emri yoktur... " - Kesinlikle yoktur .
...
78
- Peki Ermenilerin elinde bu konuda belge var mı? - Aram Andonyan adlı bir Ermeni, 1 920 yılında Ermenice, lngilizce ve Fransızca olarak bir kitap yayımladı. Bu kitapta bazı belgeler var. Ancak Türk bilimcileri bu belgeleri incelediler ve hepsinin sahte olduğunu kanıtladılar. Bu gerçeği de, çeşitli dil lerde yayımladılar. Bizim bu görüşlerimize de, kabul edilebilir ni telikte herhangi bir cevap bügüne kadar gelmedi. - Ne gibi sahtelikler var o belgelerde? - Mesela yayımladıkları belgelerin bazıları şifre yazışmalar... Çünkü savaşta şifre ile yazışma yapılıyor. Fakat biz Osmanlı dev letinin o tarihte o şifreyi kullanmadığını kanıtl ıyoruz. Çünkü bizde şifre defterleri var, onların asılları var. Andonyan'ın belgelerinde kullanılan imzalar sahte. . . Hatta o kadar ki, mesela Halep Valisi Abdülhalik Bey o göreve başlamadan önce, onun imzasıyla belge kullanıyorlar. .. Çünkü tarihleri şaşırmışlar. Tarihleri birbirini tutmuyor. Sonuç olarak Osmanlı Devletinin Ermenilerin topluca öldürülmesi konusunda herhangi bir niyeti de yok, emri de yok. Tam tersine, tehcirden bir ay önce Sıvas'ta yeni bir Ermeni kilisesi yapılması için verilmiş izin var. Ayrıca size işin bir başka yönünü de burada anlatmak isterim ... Tehcir işlemi bittikten sonra, bu konuda ihmali görülen yüzlerce görevli yargılandı. Hatta ba;ı;ıları idam edildi. Yargılananlar, tehcir sırasında ihmali görülenlerdi. Mesela kafileye saldırı olmuş, ama o kişi gerekli tedbirleri al mamış. Tabii yargılananlar arası nda yağmacılar, ırz düşmanları da vardı. Osmanlı Devleti bunlara gereken cezayı verdi. Soykırım yapmaya niyeti olan bir devlet, kendi görevlisini bu konuda yar gılayıp idam eder mi? Kaldı ki, cinayet, ı rza geçme, her türlü yağmacılık gibi olayları Türklere karşı Ermeniler de çok yaptı tehcirden önce . . . Bunun bütün belgeleri, resmi yazışmalar olarak arşivlerimizde mevcut... Burada size çok önemli bir şeyi daha anlatmak istiyorum . . 1 91 4- 1 922 yılları arasında Ermeniler tam 1 1 adet silahlı çatışmaya katıldılar. Bunlar ya başkalarıyla sa . vaştır, ya da isyandır. Ve bu çatışmalarda Türklere, Gürc ülere, .
i9
Azerilere karşı silah çektiler. Osmanlı hükümetine, Ankara hü kümetine silah çektiler, her yerde işgal kuvvetleriyle işbirliği yap tılar. Çok insan öldürdükleri gibi, onlardan da çok insan öldü . . . " B u 260 bin kişiye n e oldu?" sorusunun cevabı , burada da yatıyor . . . Sekiz yıl içerisinde tam 1 1 savaşa katılm ışlar ve bu sa vaşlara katıldıkları Ermeni belgeleriyle de ortada. Oysa şimdi öyle bir ortaya çıkıyorlar ki , sanki bu savaşlarda hiçbir Ermeni ölmemiş . . . Bugün bu ölülerinin hesabını bizden sormaya kal kışıyorlar_ Gerçekler o kadar açık ki .. Bu 260 bin kişinin bir bö lümü savaşlarda gitti, geri kalanlar da açl ık, yokluk, iklim koşulları gibi nedenlerle gitti. - Peki Osmanlı lmparatorluğu'nun bu tehcir olayında h iç b ir hatası veya yanlışı olmadı mı? - Talat Paşa'nı n olaylardan sonra "Böyle olmasını is temiyorduk. B iz böyle bir şey yapmayı tasarlamadık. Bir takım sorumsuz kişilerin, bu kafilelere saldırıları oldu. As lında bazı tedbirler alıp engel olamadık" biçiminde sözleri vardır. .. Ama Talat Paşa "Bu konuda başka alternatiflerimiz vardı, fakat onu yapamadık" gibi bir şey söylememiştir. Yani kendini bazı noktalarda eleştirmiştir. Devletin başında ciddi bir güvenlik endişesi vardı ve bunların yeri bu yüzden de ğiştirilmiştir. - Osmanlı arşivleri yavaş yavaş açılıyor. Acaba bu konuda bizim lehimize olacak yeni belgeler ortaya çıkar mı? - Çok sayıda çıkıyor 1 69 1 - 1 895 dönemi tasnif edildi ve hepsi lehimize. Bizi güç durumda bırakacak herhangi bir belge çıkmadı şimdiye kadar. - Eğer çıkarsa, o zaman biz bunu örtbas etmez miyiz? Böyle bir belgeyi herhalde dünya kamuoyuna açıklayacak değiliz. Bunu hiçbir ulus yapamaz zaten . . - Ö rtbas edilmesi mümkün değildir._. Çünkü bütün belgeler bi rb irl e ri yle bağlant ı l ı dır. ,
...
.
80
- Diyelim ki Osmanlı Devleti " Ermenileri tehcir nu marasıyla yok edin ve soykırıma tabi tutun" diye belge bı rakmış ve bu belge ortaya çıktı . Bu belgeyi hemen yok etmez miyiz? - Şimdiye kadar elimize geçen belgeler, böylesine çelişkili bir belgenin çıkmasının söz konusu olmadığını gösteriyor. Ba kınız, Nazi Almanyası bütün becerikliliğine rağmen Yahudi soy kırımı konusunda on binlerce belgeyle yakalandı ve sorumluları Nürnberg'de yargılanıp ceza aldı. Ortadan kaldıramadılar bu belgeleri . . . Çökmekte olan bir Osmanlı imparatorluğu böylesine belgeleri nasıl ortadan kaldırabilirdi? Bu belgelerin, im paratorluğun her yerine ulaşmış olması gerekir. Bir tanesi bile yeter bunu ispatlamak için ... Yok, çıkmadı hiç. - Ermenierin bu konuda, yani soykırım iddiaları konusunda bizim karşımızda en güçlü oldukları, belki bizi köşeye sı kıştırdıkları konu hangisidir? - Katiyen böyle bir şey yok. Fikir açısından son derece zayıf durumdalar. Onların gücü, belli ülkelerde birtakım baskı grupları oluşlurulmalarından ileri geliyor. Bunu bir ölçüde ba şardıklarını itiraf etmeliyiz. Onun dışında. yayımladıkları hiçbir belge bizi zor durumda bırakmamıştır. Hiçbir zaman fikir dü zeyinde güç durumda kalmadık. . . Düşünün ki, sadece Ame rika'da 27 Ermeni gazetesi var. Ayrıca Ermeni örgütleri var, baskı grupları var. Propaganda alanında bizden daha başarılı ola biliyorlar. - Evet efendim, özellikle 1 9 1 4 yılından başlayarak üzücü olaylar yaşandı . . . Ve kısa bir süre sonra, Ermeni terörü başladı . . . Tehcir olayını yaratan ittihat Terakki hükümetinin bazı yö neticileri, artık yurtdışındaydı. Kimleri ne zaman öldürerek baş lattılar terörü? - 1 921 yılında Talat Paşa'yı Berlin'de. 1 922 yılında Cemal Paşa'yı yaverleri Süreyya ve Nusret beylerle birlikte Tiflis'te, Sadrazam Sait Halim Paşa'yı, ittihat Terakki'nin önde ge81
lenlerinden Bahattin Şakir ve Cemal Azmi beyleri 1 92 1 'de Roma ve Berlin'de öldürdüler. Ermeniler ayrıca, 1 922 yı lında Enver Paşa'yı da Orta Asya'da kendilerinin mitralyözle tarayarak öldürdüklerini iddia ediyorlar ve bu iddia do!;)ru olabilir. Yani Enver Paşa nın 1 922 yılında Orta Asya'da mitralyözle taranarak öldürüldüğünü zaten biliyoruz; Ermeniler tarafından öldürülmüş olabilir. - Sonra aradan yıllar geçti ve terör olaylarına ara verdiler. Bir gün yeniden başlattılar. Kaç diplomatımızı ve Türk görevliyi şehit ettiler? - 41 şehit verdik . . . En son eylemi 1 986 yılında Avustralya'da, Meibourne başkonsoloslu!;)umuzun önünde bomba patlatarak yaptılar. Orada bir kişi öldü. Bu kişinin, bombayı patlatan Ermeni oldu!;)u sanılıyor. - Şu aşamada terörü durdurmuş gibi görünüyorlar. Acaba bir süre sonra yeniden başlarlar mı? - Onu bilemem ... Ancak terörü savunan Ermeniler küçük bir azınl ıktı; çoğu bu gibi işlere karşı çıkıyordu . - Tehcir olayı konusunda son olarak ne söylemek is tersiniz? Yani kısa bir özet olarak? - Osmanl ı yönetimi o dönemde çok sabırlı davranmış ve tehcir kararını almakta geç bile kalmıştır. Devletini arkadan vuran ve işgalci düşmanla açık seçik işbirliğine giren insanlara, devlete ayaklanan cemaate aslında çok daha ağır cezalar da verilebilirdi. Osmanlı Devleti tehcir kararını istemeden aldı , ama bunu yap maya mecburdu. O şartlar içerisinde hükümet, o kararı almak zorundayd ı . .. Biz hiçbir zaman "Aman ne iyi oldu da bütün bunlar oldu" demiyoruz . . . O zaman da haklıydık, şimdi de hak lıyız. Buna butün kalbimle inanıyorum. - Sayın Türkkaya Ataöv size bu konuşma için çok te şekkür ediyorum ve bütün şehitlerimize Allah'tan rahmet di liyorum. '
H2
Doçent Dr. SEÇiL AKGÜN Seçil Akgün 1946 yılında Ankara 'da dogdu. 1969 yılında Dil - Tarih ve Cografya Fakülteşi'ni bi tirdikten sonra inkılap Tarihi Enstitüsü'ne girdi ve burada "Halifeligin Kaldırılması ve Sonuçları " ko nusunda doktora yaptı. 1980 yılında Ermeni so runuyla ilgili "General Harbord'un Anadolu Gezisi ve Raporu" konulu teziyle doçent olan Seçil Akgün, 198 1 yılından bu yana ODTÜ'de inkılap Tarihi dersi okutuyor. Akgün lngilizce biliyor.
ERMENi OLAYI - Sayın Akgün, " 24 Nisan Ermeni Soykırım Günü" ön ceki gün Ermenilerin yoğun olduğu her yerde ve özellikle Ame rika'da her yıl olduğu gibi yine gündeme getirildi . Ermeniler.de para bol olduğu için, iyi propaganda yapıyorlar. Ermeni konusunu biz de yıllardan beri ülkemizde izliyoruz. Ermenilere göre biz on ları 1 9 1 5 yılında kitle halin.de öldürerek soylarını yok etmeye ça-
lışmışız. Onlar da yıllardan beri masum Türkleri öldürerek bu olayın intikamını bizden terör yoluyla alıyorlar. Ayrıca bu konuyu uluslararası forumlarda Türkiye aleyhinde kullanıyorlar. Türk ta rafı ise böyle bir soykırım olmadı!)ını savunuyor. Bu konu yıl lardan beri Türk Ermeni sorunu olmaktan çıktı ve ulus iararası bir boyut kazandı . Siz Ermeni sorunuyla ve o günlerde olan üzücü olaylarla ilgili araştırmalar yapmış, doçentlik tezi hazırlamış bir bilim adamı ve tarihçisiniz. Bu olayı tarafsız bir gözle anlatır mı sınız? Gerçekten nedir bu olay? Kim kimi kesmiş, kim kimi öl dürmüş ve bütün bunlar niçin olmuş? Önce bu işin geçmişinden başlayalım . . . Ermeniler kimdir ve nedir? - Ermeni deyince aklımıza geçmişte Doğu ve Güneydoğu Anadolu, lran, Mezopotamya, Kafkasya ve Doğu Akdeniz'de yaygın olarak yaşayan bir millet geliyor. Bunlar aslında çok eski dönemlerde kurdukları birkaç krall ık ve prenslik dışında, hiçbir zaman bağımsız bir devlet olamıyorlar. Bunlar Hıristiyan. Yani " Ermeni" diye bir din yok. Fatih Sultan Mehmet bunların pat rikhanesini 1 461 yılında l stanbul'a alıyor ve Ermenilere "millet" statüsü veriyor. Bunlar Osmanlı döneminde gayet rahat bir hayat sürüyorlar. Örneğin, askere gitmiyorlar. Bedelini verince, askere alınmıyorlar. Her alanda ticaretle uğraşıyorlar ve durumları ge nellikle iyi. Ancak toplumsal yaşamları açısından, Osmanlılardan farklı değiller. Osmanlı Türk toplumuyla iyice özdeşleşmişler . . . Çünkü bunların arkasında, Ermeni milletinin hakkını savunacak bir Ermeni devleti yok. Ö rneğin Rumların arkasında bir Yu nanistan var, bunların arkasında bir Ermenistan yok. Bizimle iyice kaycıı:�şıyorlar. - Bu konuları biraz kısa geçiyorum, çünkü esas önemli konuya gelmek istiyorum biraz sonra ... Tehcir olayına ve ara mızda çıkan olaylara geleceğim. Osmanlı lmparatorlugu'nda kaç Ermeni var? - Bu konuda farklı rakamlar var elimizde. Bir Ermeni olan -
84
Basmacıyan, 1 91 5 yılında dünyada 4 milyon, Türkiye'de 2 milyon 380 bin Ermeni olduQunu yazıyor. Bir Fransız kaynaQına göre 1 900 yıl ında Türkiye'de 1 milyon 300 bin Ermeni var. 1 91 5 yı l ı nda Britannica 1 milyonla 2 milyon araşı diyor. 1 878 Berlin kongresinde Ermeni patrikhanesi bu rakamın 3 milyon olduQunu bildiriyor. Ancak daha sonra bunlardan vergi alınacaQı zaman, patrikhane bu rakamı 1 milyon 780 bine düşürüyor! Osmanlılarda ise, bu konuda resmi bir rakam yok. Yani elimizde Osmanlı sı nırları içinde yaşayan Ermenilerle ilgili çelişkili rakamlar mevcut. Sanıyorum bu konuda Basmacıyan en güvenilir rakamı veriyor. Bunun iki ile üç milyon arasında olması gerekir. - Peki Ermeniler Osmanlı l mparatorlu!)u sınırları içinde her yerde var mı? - Anadolu'da hemen her yerde yaşıyorlar. Ama esas yoQun oldukları yerler, Dogu ve GüneydoQu Anadolu. ÖrneQin 1 91 5 yılında tehcir olduQu zaman l stanbul'da 77 bin Ermeninin yaşadıQı biliniyor. l zmir'de lse 20 bin Ermeni var. - Bu "Tehcir" kelimesi çok önemli. Konuşmamızda bundan sonra da sık sık geçecek. Tehcirin kelime anlamı nedir? - Zorunlu göç ettirmek anlamına geliyor. 1 91 5 yılındaki "Ermeni tehciri" dediQimiz zaman, Ermenilerin belli yerlerden başka yerlere devlet tarafından kitleler halinde göç ettirilmesini anlıyoruz. - Bunlar devlete isyan edip baQımsızlık hayallerine ka pıldıkları zamana kadar Osmanlı devletine sadık kalmış insanlar mı, yoksa her zaman sorun mu olmuşlar? - Öylesine sadık ki, bunlara " Millet-! Sadıka", yani sadık millet deniliyor. Ö bür azınlıkların belli bir ulusal kökenleri var. Onlar geçmişte devlet olmuşlar, ya da o sıralarda imparatorluk sınırları dışında bir devletleri var. Dolayısıyla ulusal duyguları ve ulusal kültürleri gelişmiş. Ermeni azınlıkta bu olmadığı için, Os85
manlı toplumu içerisinde erimişler. Bu nedenle çoğu kendini "Osmanlı" olarak görüyor. Hatta büyük çoğunluğu, dillerini de unutmuş ve Osmanlıca - Türkçe konuşuyorlar. Ermenice onlar için ikinci planda kalmış. Kadınları sokağa başını örterek çıkıyor. Bu nedenlerle de, Osmanlı devleti bunları çok önemli görevlere getiriyor. - Peki Osmanlı toplumu içerisinde böylesine yaşayan Er meni azınlık, gün gelip nasıl isyan ediyor devlete karşı? ilk olarak nasıl atılıyor bu isyan tohumları? - Burada ilginç bir durum var. Aslında 1 823 Osmanlı - Rus savaşında, Ruslar Kafkasya'yı ele geçiriyorlar ve birçok Ermeni Rusların egemenliQine giriyor. Rusya bunların ulusal benliQini geliştirip, daha sonra Osmanlı lmparatortuQu'na karşı kullanmayı planlıyor. Çünkü Osmanlı sınırları içinde epeyce Ermeni kalmış. Ama bunun biraz gerisine gidersek, Ermenileri uya�dıranlar ara sında ilk olarak Amerikalı Protestan misyonerleri gösterebiliriz. Bu misyonerler Anadolu'ya gelip Ermeni vatandaşlara çengel atıyorlar. 1 820 yılında Amerikalı Protestan misyonerler Tür kiye'ye geliyor ve ilk olarak Ermeni azınlıQa el atıyor. Ermeniler için okullar açıyorlar, kiliseler yaptı rıyorlar. O sırada Ermeniler çeşitli mezheplere bölünmüş durumda. Bu ayrılıktan yararlanıp onları Protestan yapmaya çalışıyorlar. - Peki niçin Türklere, Rumlara, Yahudilere falan değil de Ermenilere el atıyorlar? - Müslümanlara el atsalar, devletle ters düşerler. Ya hudilere veya Rumlara el atsalar, Yahudiler arasında mezhep farkı yok. Rumların ise, bir Yunanistan ideali var. Yani onlar Yu nanistan ülküsüyle yaşıyorlar. Bu yüzden Ermenilere çengel atı lıyor. Amerikalı misyonerler böylece Ermenileri eğitmeye baş lıyorlar. Ayrıca bunların bir amacı da, kapitalist Amerika için yeni pazar yaratmak. Nitekim, 1 820 yılında Amerikalı misyonerlerin gelrııe sinden sonra, 1 830 yılında Osmanlı imparatorluğu ile 86
Amerika arasında bir ticaret anlaşması imzalanıyor. Yani bu işler tarihte hep böyle başlıyor ... Eğitim bu işin ilk adımı oluyor. E�! timle onlara benlik veriyorsunuz, sonra siyasal örgütlenme l/e cemiyetler, sonra da siyasal ayaklanmalar başlıyor. Tarihte ;ıer zaman ve her yerde, s9 reç bu oluyor. - ilk Ermeni isyanı ne zaman oluyor devlete karşı? - ilk isyan, 1 863 yılında "Zeytun"da oluyor. Bugünkü Saimbeyli ilçesinde devlete karşı ilk ayaklanmayı görüyoruz. 1 876 1 877 Osmanlı Rus savaşında biz Kars, Ardahan ve Baturrı'u kaybediyoruz. Yörede oturan Ermeniler ilk 1 823 savaşında Rus egemenliğine giren Kafkasya'dan gelmiş Ermeni subaylarını ve askerlerini tanıyorlar. Yörede oturan Ermeni halka, Ruslar ba ğımsızlık tohumlarını iyice yerleştiriyorlar. Amaç, Osmanlı l rrı · paratorluğu'nu içinden çökertmek. 1 885 1 890 yılları arasıml;ı artık Ermeni ihtilal örgütlerinin kurulduğunu görüyoruz. Bunlrı• Armanekyan, Hınçak ve Taşnak. Bunların üçü de yurtdışınrln kuruluyor, ama faaliyet alanları Osmanlı toprağı oluyor. Burada yine Amerikalı misyonerlere değineceğim. Bu sırada Türkiye'do 1 317 Amerikalı misyoner var. Bunların 223'ü Amerikalı, 1 094'iı Ermeni. Bu da şöyle oluyor ... Eğitip misyoner yaptıkları E• menileri Amerikan vatandaşlığına aldırıyorlar. Kurdukları okullar ve kiliseler, artık bu Ermeni ihtilal örgütlerinin silah deposu ol u · yor. - Ne gibi okullar kuruyorlar Türkiye'de? - Bu da çok ilginçtir. Harput'ta, Sıvas'ta, lzmir'de. Kayseri Talas'ta ve sonra da lstanbul'da (Robert Kolej) kuruyorlar. Ayrıca bu Protestan misyonerler tarafından tam 80 tane lise düzeyinde okul açılıyor. Ayrıca 530 tane ilkokul kuruyorlar. Bunlara hep Er meni öğrenciler gidiyor. Bu okullarda inci! seferberliğine gi rişiyorlar. Bunların paralarını da Amerikan hükümeti değil, h''ı kümetin bilgisiyle din cemaati ödüyor. Bunlar ayrıca Ermeniler,. Amerikan biçimi yaşam tarzını öğretmeye başlıyorlar. Doğu ·. P. •
'
87
Güneydoğu Anadolu'nun o günlerin fakir Osmanl ı im paratorluğu'ndaki durumu biliniyor. Hangi milletten, hangi dinden olursa olsun, insanlar fakir ve yaşam çok zor. Misyonerler bu yörenin Ermenilerine yeni bir dünyanın olduğunu öğretiyorlar, yeni bir yaşam biçimini anlatıyorlar. Ayrıca çok sayıda hastane ve sağlık merkezi kuruyorlar. Amerikalı misyonerlerin bu okullarda ve kiliselerde, ihtilalci Ermenileri koruyup sakladıkları , buraların silah deposu olarak kullanılmasına göz yumdukları kesin . Bun ların belgeleri var devlet arşivinde. 1 880'1i yıllarda Anadolu'ya bir de Amerika'dıın Mormon misyonerler geliyor. Bunlar tamamen dinci bir grup ve doğrudan doğruya Ermenilere el atıyorlar. Yani Ermeni ayaklanmaları ile Rus ve Amerikalı misyonerlerin iç içe olduğunu görüyoruz. Artık 1 890 yılına geçiyoruz ve Ermeni ayaklanmaları giderek artıyor. Bunu izleyen yıllarda Erzurum, Merzifon, Kayseri, Yozgat, Sason ve yine Zeytun'da ayak lanmalar var. lstanbul'da Abdülhamit'e suikast girişiminde bu lunuyorlar, Osmanlı Bankası'nı basıyorlar. Ancak 1 908 yılında ikinci Meşrutiyet ilan edilince Abdülhamit devriliyor ve yerine it tihat Terakki partisi geliyor. ittihat Terraki ile Ermeniler arasında geçici bir barış olduğunu görüyoruz. Bu dönemde sadece Adana isyanı var 1 909 yılında. Sonra 1 9 1 4 yılında Osmanlı im paratorluğu Birinci Dünya Savaşına giriyor. Erzurum'da Ermeni grupları bir toplantı yapıyor ve Osmanl ı ordusu ile birlikte sa vaşmayacakları konusunda karar al ıyorlar. Burada ilginç bir nokta var. 1 908 yıl ında ikinci Meşrutiyet ilan edilince, artık Er meniler de orduya alınmaya başlanmış. Artık Osmanl ı ordusunda Ermeni subay ve askerler de var. Birinci Dünya Savaşı çıkınca, biz Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Rusya ile savaşa giriyoruz. Ruslar bu cephelerde ilerlemeye başlıyor. Bu aşamada l ngiltere o yörede bağımsız bir Hıristiyan devlet olmasını istiyor. Burada kurulacak bir Ermeni tampon devleti, l ngiltere için çok önemli. ikincisi . Ruslar da savaşı kazandıkları takdirde Ermenilere bu 88
yörede bağımsız devlet vaadinde bulunuyorlar. Bu yüzoe �. Osmanlı lmparatorluğu'nu içinden vurmak amacıyla Ermenileri yine kullanıyorlar. Oysa o yörelerde Ermeni nüfus hiçbir zaman çoğunluk olmamış. Savaş sürüp giderken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Ermeni halkın ve Ermeni askerlerin devlete isyan et tiğini görüyoruz. Ruslarla resmen birleşip Türk ordusuna karşı savaşıyorlar. Ayrıca Ermeni çeteleri de, Türk halkına ve yörede yaşayan Kürtlere acımasızca saldırıyorlar. Taraflar resmen bir birine gıriyor. Osmanlı Devleti zayıf olduğu için, Türkler ve Kürtler kitleler halinde öldürülüyor Ermeni çeteleri tarafından. Yani ordu bir yandan Rusya ile savaşı rken, öbür yanda da Ermeniler dev lete resmen isyan edip düşmanla bir oluyorlar ve devleti içinden vuruyorlar. Bu kesindir ve bütün dünya tarafından bilinen bir gerçektir. Yani bir devlet düşünün ki, bir yandan dış düşmanla savaşırken, bir yandan da dış düşmanla birlik olan kendi uyrukları o devlete saldırmış. N için? Çünkü Ermeni azınlık orada bağım.sız bir devlet olmayı bekliyor. Böyle bir duruma hangi devlet seyirci kalabilir? Hangi devlet kendisine isyan eden uyruklarına göz yu mabilir? . .
....
- Bunların sonucunda Tehcir yasası mı çıkıyor? - Oraya gelene kadar bazı gelişmeler var. 1 91 5 yılına geldiğimizde, Osmanlı orduları Ruslarla ve Ermenilerle sa vaşmaktadır. Osmanlı uyruğundaki Ermeniler, kendi devletlerine isyan etmiş ve onu arkadan vurmuşlardır. Önce 25 Şubat 1 91 5 tarihinde bir başkumandanlık emri çıkıyor. B u emir uyarınca, Er meniler artık orduda silahlı hizmette kullanılmayacaktır. Ermeni askerler silahlarıyla birlikte ordudan kaçmakta ve Müslüman halkı öldürmektedi r. 1 8 Nisan 1 91 5'te bir hükümet bildirisi yayımlanır. 55 yaş arasındaki Ermeni erkeklerin sı �una göre, 1 6 nırlarımızdan içeriye girmesi veya dışarıya çıkması yasaklanıyor. Ayrıca, Ermeniler arasında yapılacak bütün haberleşmelerin de, Türkçe yapılması zorunluğu getiriliyor. Yeni Ermeni okulları açıl89
ması izne bağlanıyor. Ermeni çocuklarının, Osmanlı Devletinin okullarında okutulması hükme bağlanıyor. Yani misyonerler ta rafından açılmış olan misyoner okullarının durumu artık hükümet tarafı ndan anlaşılmış durumda. Bundan sonra da, çeşitli illerde çıkan Ermeni gazeteleri kapatıl ıyor. Bu günlerde artık iş çok ciddi boyutlara varm ış. Osmanlı ordularını arkadan vuran çok sayıda Ermeni çetesi hem düşman olarak savaştığımız Rus ordusuyla işbirliği yapıyor, hem de köyleri kentleri basıp Türkleri öldürüyor. Ortada büyük katliamlar var. Tabii onlar da öldürüyor, Türkler de öldürüyor. Ayrıca Ermeniler, yöredeki Kürtlerle de kapışmış du rumda. Bundan hemen sonra, 24 Nisan 1 9 1 5 kararları geliyor. içişleri Bakanı Talat Paşa bir emir yayımlayarak, ihtilalci Ermeni komite merkezlerinin kapatılmasın ı istiyor. Buralardaki bütün belgelere el konulacak ve ayrıca, bütün elebaşılar tutuklanacak. Bu emir, başkomutanlık tarafından da bütün ilgili birimlere gön deriliyor. Ancak bütün bu alınan önlemler, belki çok geç kalındığı için, belki de tam olarak uygulanamadığı için, katliam du rulamıyor. Devlet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çok zor bir duruma düşüyor. lstanbul'daki hükümet bu soruna sürekli bir çözüm aramaya başlıyor ve. şu sonuca varılıyor ... Osmanlı or dusunu arkadan vuran Ermeniler, toplu olarak göç ettirilecektir. Başka çare yoktur. Bunun hazırlıkları yapıl ıyor ve 1 5 Mayıs 1 9 1 5 tarihinde "Tehcir yasası" yayımlanıyor. Bu yasa üç maddeden ibarettir. Madde 1 : Savaş durumunda ordu, kolordu ve fırka ko mutanları, bunların yardımcıları ve bağımsız bölge ko mutanları, halk tarafından herhangi bir suretle hükümetin emirlerine ve memleketin savunmasına, güvenliğin! ko rumaya iJişkin uygulamalarına karşı koyma, silahlı saldırı ve mukavemet görürlerse (bunu) hemen askeri kuvvetle şld detli bir biçimde cezalandırmaya ve saldırıyı tamamen yok etmeye yetkili ve mecburdurlar. qo
Madde 2: Ordu ve bağımsız kolordu ve fırka ko mutanları, askeri kurallara aykırı (davranan) veya casuslukla ihanetlerini hissettikleri köy ve kasaba halkını ayrı ayrı veya topluca diğer yerlere sevk (edebilirler) ve yerleştirebili rler. Madde 3: Bu kanun, yayım tarihinden itibaren yü rürlüktedir.
Burada bir tarihçi olarak ve tamamen tarafsız bir gözle ko nuşuyorum. Bakınız, bu yasada Ermeni adı bile geçmiyor. Os manlı Devleti bugün şimşekleri çeken bu uygulamayı Ermenilere karşı bir soykırım olarak düzenlememiştir. Devlete isyan etmeyen ve orduları arkadan vurmayan, bu işi örgütlemeyen hiçbir Er meniye dokunulmamıştır. Az önce size lstanbul'da o yıllarda 77 bin Ermeninin yaşadığını söylemiştim. Bu Ermenilerden sadece 2345 tanesi sürülüyor. Onlar da, bu işe karışan kişiler. Geri kalan 75 bin Ermeni evinde barkında kalıyor. lzmir'de ticaretle uğraşan 20 bin Ermeni var. Onlardan bir tanesine bile dokunulmuyor. Eğer bu karar bir Ermeni soykırımını öngörseydi, herhalde bu Ermeni vatandaşlarımıza da, devlet istediği gibi davranırdı. - Evet Seçil Hanım, Mayıs 1 9 1 5'te Tehcir yasası çıktı. Ondan sonra neler oluyor? - Tehcir yasası çıkınca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan, Osmanlı ordul arını arkadan vuran, ya da vurma teh likesi görülen Ermeni halk topluca göç ettiriliyor. - Nereye göç ettiriliyorlar? - Diyarbakır'ın güneyine, Fırat vadisine, Urfa ve bugün Irak sınırlarında kalan Süleymaniye'ye gönderiliyorlar. Ayrıca yine l rak'ta kalan Musul, bugünkü Suriye ve Suriye'de Halep'e kafileler düzenleniyor. Bunların oralarda yeniden yerleştirilmesi ön görülüyor. Aslında Osmanlı Devleti, bu Tehcir yasasını çıkarırken son derece zorlanıyor. Bu önlem, devlet tarafından alınabilecek son önlem. Yoksa vatan elden gidiyor. Bu Tehcir yasası aslında 91
yıllardan beri, sanki Ermeni ırkını yok etmek için çıkarılmış bir yasa gibi gösterilmek isteniyor. Asl ında öyle değli. Amaç, Ermeni soykırımı değil. Bunun böyle olmadığını, uygulama için alınan önlemlerden açıkça görüyoruz. Ö rneğin, maddi durumu göçe uygun olmayanlara devletin yardım etmesi öngörülüyor. Göç et tirilen bu Osmanlı vatandaşlarının hepsinin, taşınabilir her türlü mallarını, eşyalarını ve hayvanlarını yanlarında götürmelerine izin veriliyor. Köylerinde kentlerinde bıraktıkları taşınmaz malları için devlet bunlara senet ve belgeler veriyor. Geride bıraktıkları bütün malları, tek tek saptanıyor. Ayrıca toplu göçü yönetecek devlet kuvvetlerine de, göçen kitlelerin can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla birçok emir veriliyor. - Bunların hepsi belgelerde var mı? - Bunların hepsi de belgelerde var. Ancak burada tarafsız olmak zorundayız. istesek de, istemesek de birtakım üzücü olaylar oluyor toplu göç sırası nda. Göç ettirilen Ermenilere yolda saldırılar yapılıyor ve çok sayıda Ermeni öldürülüyor.Y.ani bir an · lamda bir kıyım oluyor. Fakat bu işler tek taraflı değil. Çok da Türk ölüyor. Yani savaşan bir imparatorlukta ve o günlerin bütün olumsuz koşullarında aç ve çıplak kalmış Türk ve Ermeni kitlesi var. Bu iki aç ve bitkin kitle, birbirine saldırm ış. Biri devlete isyan etmiş, arkadan vurmaya kalkışmış. Şimdi Ermeniler devlete yenik düşmüş. Onlar göç ettitiliyor, Türk halkı da o yerlere konmaya çalışıyor. Asırlar boyunca birbiriyle kardeşçe yaşamış iki halk, birbiriyle kapışmış. Göç ettirilen Ermenilere bazen görevliler, bazen Müslüman halk, bazen de Kürt çeteleri saldırıyor. Bunlar yüzlerce kilometreyi, o günlerin olumşuz koşullarında yürüyerek gidiyorlar. Açlıktan ve hastalıktan ölenler oluyor. Yani yüz bin lerce insan göç ediyor ve bunların başına maalesef üzücü olaylar geliyor. - Tabii yılların getirdiği düşmanlık da önemli bir etken olu 92
yor. Bunların üzerine intikam almak amacıyla da saldırılıyor. Öyle değil mi? - Elbette ... Demin de söylediğim gibi, asırlar. boyunca kar deş gibi yaşamış insanlar birbirine düşman olmuş. 1 9 1 5 yılında tehcir kararı alındı!)ı zaman, bu kin en azından otuz yıldan beri sürüyor. Yıllardan beri birikmiş olaylar, birikmiş hesaplar var. Ü stelik Balkan harbinin çok tatsız bir birikimi olmuş ve Türk mil letini çok .olumsuz yönde etkilemiş. Biliyorsunuz bu tehcir ola yından hemen birkaç yıl önce Balkan harbi oluyor ve Osmanlı Devletinin elindeki Balkan toprakları elden çıkıyor. Yine aynı şe kilde, yüz binlerce Türk oralardan anavatanına topluca göç etmek durumunda kalı yor. O kitleler Anadolu'ya kafileler halinde göç ederken de, büyük ölçüde Türk ve Müslüman katliami yapılıyor, öldürülüyor, kesiliyor, biçiliyor, camilerde topluca yakılıyor. Müs lüman Türkler büyük bir ·kıyımdan sonra Anadolu'ya ge lebiliyorlar. Dolayısıyla Türk kitlesi hınç dolu. Yani burada dev letten verilmiş bir emir kesinlikle yok. Ama psikolojik bir etkiyle olsa bile, göç eden Hıristiyan kafilelere Türkler ve Kürtler silah çekiyorlar. - Peki Do!)u ve Güneydo!)u Anadolu yöresindeki bütün Ermenilere bu Tehcir yasası uygulanıyor mu? - Hayır ... Ü stelik bunu da Amerikan kaynaklarından öğ reniyoruz. Doktor, ö!)retmen ve diğer bazı mesleklerdeki Er meniler yerlerinde kalıyor. Ama özellikle cephe bölgesinde olan ve isyana katılan bütün köyler topluca göç ettiriliyor. - Yani olayı burada dürüstçe koymak gerekirse, o mes lekler d ışında kalan herkes göçe zorlanıyor mu? - Evet, genelde göçe zorlanıyorlar. Ama bir örnek ve reyim ... O dönemin H alep Valisi Bekir Sami Bey, bu yasayı "Çıl gın bir yasa" olarak tanımlıyor. Hatta bu yasayı uygulamak is temiyor ve bir anlamda devlete karşı geliyor.
- Kürt çeteleri niçin saldırıyor Ermenilere? - Bu Ermeni olayları başladığı zaman ve daha sonraki Birinci Dünya Savaşı yıllarında, devlet en zayıf dönemlerini yaşıyor. Özellikle Ermeni isyanları olduğu sırada, 1 908 yılında tahttan in dirilinceye kadar Abdülhamit Kürtleri Ermenilere karşı kullanıp bir denge kuruyor o yörelerde ... Çünkü devletin bunların üzerine gönderecek askeri ve bu işe ayıracak parası yok. Kürt aşi retlerinin beylerine para, silah ve unvan veriyor ve bunları Er menilerin üzerine salıyor. - Yani tehcir sırasında çok Ermeni öldürüldüğünü söy lüyorsunuz Seçil Hanım. Bunlara Türkler de saldırdı, Kürtler de saldı rdı, belki göçü yöneten Osmanlı askerleri de saldırdı ... Öyle mi? - Öyle ... Toplu göç elbette ki iyi şartlarda geçmiyor ve çok Ermeni ölüyor. - Peki bunların öldürülmesi, topluca katledilmesi ve bir Ermeni soykırımı yapılması için verilmiş bir emir ortaya çıktı mı bugüne kadar? - Tam tersi var ortada. Vani soykırım kesinlikle yok ve bu konuda belgeler var. Ö rneğin devlet bunların hepsine yer gös teriyor. Gidecekleri yerlerde nasıl yerleşecekleri esasa bağ lanıyor. Sonra çok önemli bir nokta daha var. Nüfusunun en çok yüzde 1 O'u Türk olan yerlere yerleştirilmeleri öngörülüyor bun ların. - O niçin? - Eğer orada Türk nüfusu kalabalıksa, yeni çatışmalar çıkabilir diye. Yani birtakım üzücü olayları önlemek için bu önlemler alınıyor. Soykırım isteyen bir devlet bu önlemleri niçin alsın ki? Sonra bakınız, burada çok önemli bir olay daha var. O dönemde l stanbul'da büyük Türk düşmanı, Hanry Morgenthau adında bir Amerikan büyükelçisi var. Bu adam içişleri Bakanı Talat Paşa'ya
başvuruyor ve göç ettirilecek Ermenileri Amerika'ya götürme teklifinde bulunuyor. Yani "Siz bunları saptadığınız bölgelere götürmeyin, biz hepsini Amerika'ya alalım" diyor. Talat Paşa da bunu kabul ediyor. Bu hususlar Amerikan belgelerinde var. Talat Paşa bunu kabul ediyor, ancak diyor ki "Biz Türk hükümeti olarak bu işin maddi yönünü, seyahat masraflarını kar şılayamayız " Amerikan büyükelçisi bu durumu hükümetine bildiriyor. Ancak Amerikan Senatosu drurumu görüşüyor ve "Bu kadar adamın Amerika'ya getirilmesi büyük paradır. Ayrıca bunlar göçmendir. Her gelen göçmen, yeni sorunlar ge tirmektedir" diyerek bu öneriyi reddediyor. Eğer amaç Ermeni soykırımı olsa, Osmanlı hükümeti niçin bu tür görüşmeler yap sın? - Bu tehcir olayında kaç Ermeni öldürülüyor? - Çeşitli kaynaklarda karşımıza çok farklı sayılar çıkıyor. Paris barış konferansına giden Ermeni temsilcisi Bogos Nubar, bu sayının 400 bin dolaylarında olduğunu söylüyor. Osmanlı ka yıtlarında bu rakam 300 bin olarak görünüyor. Bazı Fransız kay nakları bunu 500 bin olarak gösteriyor. Bazı kaynaklarda ise 1 ,5 milyon Ermeninin öldürüldüğü belirtiliyor. Ancak bunun tamamen uydurma olduQunu rahatlıkla söyleyebiliriz, çünkü bu rakam ne redeyse Osm anlı sınırları içindeki tüm Ermenilerin sayısına eşit. Bu konudaki rakamlar o kadar çelişkili ki, insan hangisine ina nacağını bilemiyor. Örneğin Britannica ansiklopedisinin 1 9 1 8 yılı baskısında, öldürülen Ermeni sayısı 600 bin olarak veriliyor. Aynı ansiklopedinin 1 968 yılı baskısında ise, bu rakamın birdenbire 1 ,5 milyona fırladığını görüyoruz. Olaya gerçekçi baktığımız zeman, öldürülenlerin sayısının 300 - 500 bin arasında olması gerekir diye düşünüyorum. - Tehcir olayında devlet görevlileri de katliam yapıyorlar mı? - Yapıyorlar, ama emirle değil. H ınçla ve kinle yapıyorlar . . . ..•
95
Nitekim 1 9 1 5 yıl ında Rus orduları Ermenilerle birlikte Van'ı ele geçirdiklerinde büyük bir Türk ve Müslüman kıyımı yapıyorlar. Bunu Amerikan kaynakları da, Ermeni kaynakları da yazıyor. Di yorlar ki "O yörede sadece 1 .500 Türk bıraktık " işin ilginç bir yanı da, bu tehcir olayı ile Birinci Dünya Savaşı bitinceye kadar hiçbir devlet ilgilenmiyor. Çünkü her devlet, kendi çıkarları n ı n derdine düşmüş. Nitekim savaş sırasında Ermenilere bağımsız devlet ve toprak vaat eden lngiltere ve Rusya'nın, bunlara yalan söylediği ortaya çıkıyor. 1 91 7 devriminde Rusya'da Çarlık yı kılıyor ve bu rejimin yerine gelen Bolşevikler, yapılan gizli an laşmaları açıklıyorlar. Bu gizli anlaşmalarda, Ermenilere bı rakılacak bir karış toprak bile olmadığı görülüyor. ...
- Yani Ermenileri uyutmuşlar mı? - Elbette . . . Osmanlı lmparatorluğu'nu içinden vurmak için, piyon olarak kullanmışlar. Olay o kadar basit. Ermeniler de saf saf "Osmanlı l mparatorlu{ıu savaştan yenik çıkarsa bize toprak verecekler ve burada devlet kuracağız" diye kendi devletini arkadan vurmaya kalkışıyor. - Seçil Hanım, burada Ermeni soykırımı kesinlikle yok mudur? Bir tarihçi olarak bu soruya " Hayır" mı diyorsunuz? - Ü zücü olaylar vardır. iki taraf da birbirini kesip biçmiştir. Ama devlet eliyle yapılmış bir soykırım yoktur. Eğer devletin em riyle bir tek Ermeninin bile öldürüldüğü kanıtlansayd ı , durum de ğişirdi.. Bir kişi de öldürülse, devlet suçludur . . . Çünkü devle!in mahkemesi vardır, orada adalet yerine getirilir. Ermeni konusu artık dünya çapında bir istismar konusu olmuştur. Örneğin aynı Birinci Dünya Savaşında Çanakkale'de 250 bin Anzak askeri öl müştür. Toplam olarak o savaşta 1 0 milyon ölü vardır. Bunların hesabı niçin sorulmuyor? - Ermenilerin bir soykı rıma uğratılması konusunda bugüne kadar verilen bir devlet emri ortaya çıktı mı?
- Yok ki çıksın . . . Ancak Ermeniler birtakım sahte belgeler yayımladılar. Bunların düzmece olduğu o kadar açık ki, hiçbir şeye hizmet etmedi. Türk tarafı iyi bir çalışma yapıp bunların sahte olduğunu kan ı tl adı . - Aslında çok uzun bir konuyu zorunlu olarak kısa soru ve cevaplarla geç i yo ruz 1 9 1 8 yı lında Osmanl ı i mparatorluğu Birinci Dünya Savaşını kaybediyor ve Mondros anlaşması imzalanıyor. ittihat Terakki'nin Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa gibi önde gelenleri de yurtdışına kaçıyorlar. Sonra Damat Ferit adında bir hain Başbakan oluyor ve Ermeni olayları na karıştığı için bazı yurtseverleri yargıl ıyorlar. . . Bunu kısaca anlatır mısınız? - Örneğin Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey var. içişleri bakanlığının emrini uygulayıp Ermenileri ilçeden sürdü diye Kemal Bey'i idama mahkum ediyorlar. Padişah Vahdettin bu idam ı "O zamanki hükümetin büyük vahşetidir" diyerek fetva vermeden onaylıyor. Kemal Bey asılıyor ve lstanbul'da halk bu haksız davranışa karşı ayaklanıyor. Türkiye'yi işgal eden müt tefiklere yağ çekmek için, böyle birtakım görevlileri idam edi yorlar. .. Sonra biliyorsunuz 1 920 yılında Sevr anlaşması im zalanıyor ve bu anlaşmayla Ermenilere Erzurum, Van, Sıvas, Diyarbakır, Bitlis, Elaz ı ğ gibi illerimiz veriliyor. - Antalya, Mersin, Samsun falan yok mu? Yazın sıcaklar bastırınca denize girerlerdi! Espri yaptım, siz devam edin lütfen. - Osmanlı hükümeti bu anlaşmayı kabul ediyor, ancak Mustafa Kemal Paşa reddediyor. Sonra bunlardan bazıları , yani tehcirle sürülen bazı Ermeniler 1 9 1 8 yılından itibaren Türkiye'ye dönmeye başlıyorlar. - Peki Kurtuluş Savaşında durum nasıl? Orada da isyan edip başımıza iş açıyorlar mı? • - Kurtuluş Savaşı nda isyan yok. Anıa Gaziantep'te Fran sızlar bunlara kendi üniformalarını giydiriyorlar ve Türk ordusuna karşı yine savaşıyorlar. .
,
-
97
- Ve 1 921 - 1 922 yıllarında ilk şehitlerimizi veriyoruz. Os manlı Devletinin yetkili kişilerini öldürmeye başlıyorlar değil mi? - Evet... 1 921 yılında Berlin'de Talat Paşa'yı, Roma'da Sait Halim Paşa'yı, 1 922 yılında yine Berlin'de ittihat Terakki yö neticilerinden Bahattin Şakir Bey'i ve eski Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey'i, yine 1 922 yılında Tiflis'te Cemal Paşa'yı öldürüyorlar. ilk şehitlerimiz bunlar. Bunları, Ermeni soykı rımı nedeniyle suç luyorlar. Biliyorsunuz daha sonra çok sayıda dış görevlimizi · ve diplomatımızı şehit ettiler. Anlaşıldığı kadarıyla, Ermeniler o günlerden beri boş durmamışlar ve örgütlü bir çalışma içerisine girmişler. Özellikle Amerika'da büyük etkinlik sağlamışlar. Biz bu durumlara daha yeni yeni uyanıyoruz maalesef. Karşı ör gütlenmemiz kendi belgelerimizi ortaya çıkarmamız yeni yeni oluyor. - Seçil Hanım, devlete karşı isyan etmeden önce Er meniler gerçekten de Osmanlı toplumuyla özdeşleşmiş mi? Bir kaç örnek verir misiniz? - Bakınız size bir resim göstereyim. Burası bir Ermeni ki lisesi. Kadınlar ve erkekler ayrı oturuyor. Kadınlar çarşaflı, peçeli yaşıyorlar. Genelde de böyle. Aynı tür evlerde yaşıyoruz. Ta mamen aynı kültüre sahibiz. Yemeklerimiz aynı, folklorumuz aynı, müziğimiz aynı olmuş. Kaldı ki Osmanlı döneminde 2 Er meni paşa, 22 bakan var. 23 Ermeni milletvekili çıkmış, 7 bü yükelçi atanmış .. 1 1 konsolos, 1 1 üniversite hocası, 41 üst dü zeyde devlet memuru var. Buna ek olarak bugün bile eserlerini dinlediğimiz Ermeni bestekarlar var, sanatçılar var. Osmanlı ya şamında çok büyük bir yeri olmuş Ermenilerin. Ayrıca Ermeniler hiçbir zaman sömürülen, horlanan bir kitle değil. Bizimle birlikte, bizler gibi yaşamışlar. Asırlar boyunca böyle kardeşçe, iç içe ya şamışız. Ne zaman ki bunlara birtakım devletler ve güçler ba ğımsızlık vaadinde bulunmuşlar, ipler o zaman kopmaya baş lam ış. Bir devlet düşünün ki, bir sürü cephede düşmanlarla .
l) �
dövüşüyor ve o devletin uyruğu olan bazı insanlar, o devlete karşı düşmanlarla işbirliği yapıp kendi devletine saldırıyor. Buna hangi devlet sessiz kalabilir? Elbette ki birtakım önlemler alınmıştır. iki halk birbiriyle kıran kırana girişmiştir ve birbirini kesip biçmiştir. Evet, tehcir olayında çok Ermeni ölmüştür. Bu bir gerçektir. Ama tehcir öncesinde veya sırasında devletin bir soykırım emri yoktur. Devlet, kendi güvenliğini sağlamak için önlemler almıştır. Hangi devlet olursa olsun, benzer önlemleri alması gerekirdi. Devletin uyruğu olan kişileri birtakı m güçler kışkırtmış ve beslemiştir. Bu rada bize düşen, tarihi gerçeklerle ilgili yoğun çalışmalar yap maktır. Size bir örnek vereyim. Bu konuda yazılmış Amerikan belgeleri vardır. Ö rneğin tehcir sonrasında General Mossey gelip durumu araştırmış ve tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar kıyıma uğradığını yazmıştır. Bu aşamada 300 bin Türkün öldürüldüğü bu raporlarda yazılıdır. - Kim öldürmüş Türkleri? - Kaçan Ermeniler öldürüyor. Bir sürü Ermeni çetesi var her yerde. Bunların hepsi de çırılçıplak, gariban Ermeniler falan değil ki. .. Örneğin lngiliz Başbakanı Lloyd George bir özel ko nuşmada "Ermenilerin de masum kuzular olmadıOını öO rendik" diyor. Böyle birçok belge var bizim lehimizde. Ama ne dense, bunları henüz kullanamıyoruz dünya kamuoyuna karşı. Artık bu konuda ciddi bir devlet politikası oluştursunlar ve karşı propagandaya girişsinler istiyorum. - Seçil Hanım siıe bu konuşma için çok teşekkür ediyorum ve Ermeniler tarafından öldürülen bütün şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.
VASFI CiNDORUK (Kafkas Cephesi gazisi) Vasfi Cindoruk 1895 yılmda lstanbu/'da doğdu. Kadastro (Harita) Mühendis Mektebi'ne devam eder ken 1 915 yılmda Birinci Dünya Savaşı'nda askere alındı. Cepheden cepheye koştu. Bir gözü, tifüs has talığı nedeniyle sakat kaldı. Cindoruk 'un okulu daha sonra kapatıldı. Cumhuriyet döneminde çıkarılan bir yasa ile, smavlara dışarıdan girerek harita mü hendisi oldu. Bu arada, 1923 yılmda "TBMM Hü kümeti lstanbul Darülfünun Tıp Medresesi dişçi" diploması aldı.. Vasfi Cindoruk Cumhuriyet yıl larında harita mühendisi olarak görev yaptı ve Kur tuluş Savaşı sırasında yıkılan bazı kentlerin imar planlarını hazırladı. Ankara imar planım hazırlayan ünlü Alman uzman Jansen 'in yanında çalıştı. 1 960 yılında iller Bankası Harita Dairesi Müdürlüğü gö revinden emekli oldu. Rumca bilen Cindoruk 'un üç çocuğu var. Cindoruk vefat etti. 100
"ORDULARIM IZI SOGUK VE TiFÜS HASTALI GI MAHVETII" " Bilumum ihtiyat zabitanına (yedek subaylara) mah sus terhis belgesidir. Sıra Na. 2542. . i smi: Mustafa Vasfi efendi. l brahim Hakkı oğlu .. Dersaadet 1 31 1 (l stanbul 1 895) doğumlu .. Ordudan önce bulunduğu yer: Ali Kadastro Mek tebi (Yüksek Harita Okulu) Riyaziye (Matematik) şubesinde öğrenci.. Hangi askerlik şubesinden, hangi tarihte talimgiha alındı? Fatih askerlik şubesinden 29 Temmuz 1 9 1 5 tarihinde Yakacık talimgahına gönderilmiştir. Talimgihtan hangi ta rihte çıkıp orduya verJlmiştlr? Birinci Ordu emrinde yeni teşkil edilen 4. Kolordu.. i mza ve mühür: 47. Fırka Ku mandanı Hüseyin Hüsnü Paşa ... " Yukarıdaki satırlar, Vasfi Cindoruk'un vatanın kurtarılması için Kurtuluş Savaşı öncesinde cephelerde geçen üç buçuk yıll ı k askerlik hizmetine ilişkin terhis belgesinin kısa bir özeti .. "Kafkas cephesindeki muharebelerde gayretin do layısıyla bir kıta harp madalyasına hak kazandın ... Şerefle terhis edildin ve sana bu belge verildi. l brahlm oğlu Mustafa Vasfi efendi, Kafkas cephesinde iyi hizmet ve sadakat gös termiş olduğundan dolayı, çok kutsal olan Padişah Haz retleri tarafından sana harp madalyası verildi. Bundan sonra da kanunlar çerçevesinde iyi hizmet vererek çalışasın ... i mza ve mühür: Harbiye Nazırı Enver Paşa." Bu satırlar d�. o günlerin genç yedek subayı Vasfi Cin doruk'a verilen madalya beratının özeti. Cindoruk, on binlerce vatan evladının Birinci Dünya Savaşı'nda Doğu Anadolu dağ larında savaşarak, ama çok büyük bir bölümünün maalesef do narak, ya da tifüse yakalanarak şehit düştü�ü Kafkas cep hesinden günü müzde sağ kalan belki de tek insan . . . Bi rinci Dünya Savaşı'nda Türk orduları Kafkasya, Galiçya, Filistin , Sina, Irak ve Çanakkale gibi cephelerde yedi düvele karşı amansız bir 1 01
biçimde savaşırken, sadece Kafkas cephesinde 90 bin (Evet, tam 90 bin) Türk askeri şehit düşmüştü .. işin daha da acı yanı bu as kerlerin büyük bölümünün dağ başlarındaki kovuklarda aç, açıkta ve çıplak kalarak soğuk ve tifüse yenilmeleri idi. . Dünyada herhalde çok a z ordunun yaşadığı b u inanılmaz felaket ve sorumsuzluk için, Sarıkamış cephe komutanı lsmail Hakkı Paşa'nın kurmay başkanı Şerif Bey daha sonra kaleme aldığı anılarında başta Enver Paşa'yı kastederek şöyle ya zacaktı: " B unlarda eksik olan iki şeydi .. Allah korkusu ve kanun korkusu .. " Şimdi 91 yaşında olan Vasfi Cindoruk günlerini ibadette geçiriyor. O acı günleri anarken bile ürperiyor ve bu duyguları hemen belli ediyor. - Sayın Cindoruk, siz o acımasız cephelerde savaşmış ve gazi olmuş bir insansınız. Hayatınız aslında kitap konusudur ama ben şu kısacık konuşmamızda hayatınızın hiç değilse küçücük bir kesitini ele almak istiyorum . Sizden özellikle Doğu Anadolu dağlarında savaşan ordularım ızın başına gelenleri ve bu arada sizin yaşadıklarınızı öğrenmek istiyorum. Siz ne zaman askere alındınız? - Evladım, ben 1 9 1 5 yılında, 20 yaşımda askere alındım. O zaman Darülfünun'a ( Ü niversiteye) ba!;ılı Yüksek Harita Mek tebi'nde okuyordum. ilk önce Yakacık'taki tatimgaha alındım ve burada askerlik e!;ıitimi görmeye başladık. - Yakacık talimgahı herhalde bugünkü yedek subay okul ları gibi bir yerdi değil mi? Şartlarınız nasıldı? - O zaman biliyorsunuz Almanlarla müttefiktik. Başımızda da Türk ve Alman subaylar vardı, ama Almanları genellikle sev mezdik. Hatta bir gün Herr Rabe adlı Kaymakam (Yarbay) rüt besindeki bir Alman subay bizi içtimada topladı ve bir şeye kızmış olmalı ki " Eşşekler" diye bağı rd ı . Bütün talimgah da, sanki an laşmış gibi hep bir ağızdan kendisine "Eşşek sensin" diye ba1 02
ğırdı. Neticede bazı arkadaşlarımız " i syan teşvikçisi" olarak tutuklandı . Yani çok sevmezdik Alman subaylarını.. - Talimgahta ne yiyip içerdiniz efendim? O kadar cephede savaşan imparatorluk sizleri nasıl beslerdi? - Yemeklerimizi sorarsanız, Allah bu durumu bizim mem leketimize değil, düşmanlarımıza bile göstermesin derim. Sa· bahları üzerinde ince bir yağ tabakası olan çay gelirdi karavana içinde. Adam başi na bir bardak düşerdi. Karavanalar hiç yı kanmadığı için böyle yağlı olurdu. Biz birkaç dilim ekmekle bunu içerdik. Adını da "Kestane suyu" koymuştuk. - Sabah kahvaltısı sadece bu mu? - Sadece bu .. Tabii parası olanlar dışarıdan ekmek peynir falan alırdı. Öğle ve akşam yemeklerinde kapuska veya bakla çorbası verilirdi. Gerçi bu baklanın içine arada sırada et ko yarlardı ama suyu çok boldu ve üzerinde bakla böcekleri ve kurtları yüzerdi. Onun için bakla çorbası derdik. Haftada bir etli kurufasulye olurdu. O gün ziyafet günüydü. Bazen de öğle ye meği olarak zeytin ekmek verilirdi. - Hepsi bu mu efendim? Cepheye gidip savaşacak asker böyle mi beslenebiliyordu ancak? - Memleketin o günkü şartlarında daha ne olsun yavrum? Kaç cephede birden üzerimize çullanmışlar: O fakir devlet daha ne verebilirdi ki? - O büyük savaşta bütün erkekler askere alınıyor ... Siz askere alınınca aile düzeniniz bozuldu mu? - Benden 16 yaş büyük olan ağabeyim Ali Selim Bey as keri doktordu. Önce Yemen cephesinde bulundu. 1 9 1 4 yıl ında Yemen'den dönünce, merkezi Edirne'de bulunan 2. Kolordu em rine verildi. Sonra bu kolordu, harbe iştirak etmek üzere Gelibolu yarımadasına gönderilince, ağabeyim de oraya gitti. Diğer ağa beyim Ahmet Şadi Bey benden 7 yaş büyüktü. Darülfünun (Üni versite) Hukuk şubesi son sınıfta okuyordu. Harp başlayınca 1 03
derhal talimgaha al ı ndı. Zabit namzedi (Yedek subay adayı) ola rak, Selimiye kışlasında bulunan bir alayın emrine verildi. Her hafta cuma günleri yarım gün izinli çıkardı. Nisan ayı nın son günlerinden birinde izinli geldiğinde, birliğinin 1 Mayıs günü va pura bindirilip cepheye gönderileceğini, ancak hangi cepheye g i deceğini bilmediğini söyledi. O sabah babamız, küçük kardeşim Hasan Kemal ile ikimize para verdi ve bu parayı cepheye gidecek ağabeyimize vermemizi söyledi. Biz de Ü sküdar'a gittik. Vapur oraya yanaşmış, ağı rlıklar yükleniyordu. Askerler binerken biz de ağabeyimize babamızın gönderdiği patayı vermeye çal ışıyorduk. Zorla iki mecidiye aldı . "Gerisini babama götürün. Ailemizin ihtiyacı var" dedi. O gün aramızda geçen koınuşmalar halen kulağımda çınlar. Ağabeyim Ahmet Şadi Beyin acı akıbetini ve ıstırabını içimde hissederim .. Çünkü Gelibolu'ya sevkedilen bu alay ayağının tozuyla Anafartalar'a sevkedilmiş. 6 Mayıs günü , ağabeyimizin şehit düştüğünü gelen künyesinden öğrendik. işte bir evlat Gelibolu'da askeri doktor .. Öbürü Anafartalar'da şehit.. Ve ben de o günlerde cepheye sevkediliyorum . Aile düzenini sordunuz da onun için anlattım .. işte o savaş bizim ailemizi böyle etkilemişti . Nitekim babam da, ben cepheye gitmeden kısa süre önce vefat etti. - Doğu cephesine lstanbul'dan m ı sevkedildiniz? - Hayır . . Önce lstanbul çevresinde acemi erleri eğittik. Sonra vapurla Bandı rma'ya, oradan trenle l zmir'e geçtik ve bir süre burada eğitim yaptık. Bir gün bizim fırkanın Kafkas cep hesine gideceğini söylediler. Manisa'ya geldik ve trene bindik. Ver elini doğu cephesi . . - Kaç günde ulaştınız doğu cephesine . . - Onu şimdi anlatacağım .. Tam 5 7 g ün sürdü ... Trenle Ulukışla'ya kadar geldik .. Çünkü demiryolu orada bitiyor. Fakat tren öyle bir tren ki, o zaman memlekette kömür bulunamadığı için lokomotif mecburen odun yakıyor. Biz de her yerde çalı çırp ı toplayıp lokomotife taşıyoruz . . Veya geçtiğimiz her yerdeki tahta .
104
perdeleri, çitleri, yanacak her şeyi toplayıp lokomotife atıyoruz. Ama bizden önce de bir sürü böyle kafileler gelip geçtiği için, yol boyunca yakacak kalmamış ki . . . Zaten çoğu zaman biz trenden daha hızl ı yürüyebiliyorduk. işte böylece, 1 5 20 günde Ulu kışla'ya gelebildik bu trenle. Oradan yürüyüşe başladık. - Gerekli eşyaları da sizler mi taşıyorsunuz? - Hafif-eşyaları araba ile nakliye kolları taşıyor. Ağ ı r olanlar Ulukışla'da kamyonlara yüklendi. Bu kamyonları , öbür müt tefikimiz olan Avusturya hükümeti göndermiş. Ben hayatımda ilk defa orada kamyon gördüm. Gülek Boğazı'nı yürüyerek aşınca aşağıda tekrar trene bindik ve Mamure denilen istasyona geldik. Burada Gavur Dağı denilen dağ var. Tekrar yürüyüş başladı. Tepedeki Hasanbeyli köyünde çadırlı ordugah kurduk. Ertesi gün yürüyerek aşağıya, lslahiye'ye indik. Tekrar yürüyerek Di yarbakır .. Bu arada birliklerinden kaçan iki er yakalandı. Alay komutanı bütün alayı harp durumuna getirerek bir nutuk çekti ve bu ikisini telgraf direklerine bağlatıp kurşuna dizdirdi. Ondan sonra da Harp Divanı'nı toplayıp idam kararını imza ettiler. Neyse işte, Diyarbakır'dan kuzeye doğru vurup dört günlük bir yü rüyüşten sonra Palu'ya ulaştık. Birkaç günlük daha yürüyüşten sonra cephemize vardık. Böylece tam 57 gün geçmiş oldu. - Sizin cephe tam olarak neresi oluyordu efendim? - O zamanki adıyla " Karir", bugünkü adıyla Şerafettin dağlarının tepes i . . . Mevzilendiğimiz yer denizden 2500-3000 metre yükseklikte. Biz gerçi Rusların karşısında mevzilendik ama bir de Ermeni olayı var .. Bunlar da ordumuzu arkadan vu ruyorlar. - Ruslarla i Şbirliği yapıyorlar, değil mi? - Elbette. Bunlar daha da tehlikeli .. Çünkü arkadan vuruyorlar. - Hangi mevsimde girdiniz mevzilere? - Biz cepheye varır varmaz kış bastırd ı . Önce toz halinde
kar ya{lıyordu. Sonra kar insan boyu oldu. Korkunç bir so{luk vardı. Aslında Ruslarla benim orada bulundu{lum sürede çok az çatışma oldu. Bir defa biz saldırdık. - O niçin efendim? - Onlar da bizim karştmızdaki dağlarda mevzilenmişler, ama hava şartları savaşacak gibi değil ki evlc\dım. Ama onların şartları bize göre çok daha iyi olduğu için, bizim çektiğimiz ıs tırabın binde birini bile çekmiyorlar. Bunu da, aldığımız esirlerden öğreniyorduk. O iklim şartlarında askerimizin ayağında sadece çarık vardı. O kadar çok askerimiz donarak şehit oldu ki.. O kadar çok askerin ayağı kesildi ki .. - Niçin kesiliyor? - Kangren oluyor. Ayak soğukta donunca kangren oluyor. Mesela bir örnek vereyim .. Bizim mevziler dağın tepesinde. Karşı sırtlarda da Ruslar mevzilenmiş. Aramızdan bir dere geçerdi. Yani dere Ruslarla bizim mevzilerin arasında. iki taraf da birbirini kontrol etmek için aşa{lıya derenin oraya keşif kolları çıkarırdı. Bütün askerlerimiz bu en tehlikeli görevi alriıak için bize yal varırlardı. " Ne olur oraya beni yolla" diye .. Çünkü aşağıda bir çatışmaya girip de bir düşmctn askerini öldürürse ayağındaki çizmeyi, kaputunu, kürkünü alacak .. Veya cebinden çıkan şekeri, çikolatayı , yiyecekleri alacak .. Başka çaresi yoktu askerimizin. işte· bu şartlar altında Kafkas cephesinde tabur yaveri olarak görev yaptım. - Bütün şartlar çok mu kötüydü efendim? - Doğu Anadolu'nun bir dağ tepesini kış aylarının ortasında bir düşün evladım. Bunun üzerine do{lru dürüst giyecek bir şeyi, ayağına giyecek postalı bile olmayan, do{lru dürüst silahı bile bulunmayan bir orduyu ekle. Tabii o zamanlarda bizim ya nımızda termometre falan gibi şeyler yoktu, ama tükürdüğümüz zaman ·hemen donardı. So{luktan gözümüzden yaş gelirdi ve bu yaşlar daha gözpınarlarımızdan çıkar çıkmaz donup yere ya pışırdı. Burnumuzun içi ci{lerlerimize kadar donardı. Tabii bu 106
şartlarda askerlik de aksıyordu. Bütün subaylar, gücümüzü asker hiç değilse donmasın diye harcıyorduk, ama ne yapsın zavallılar! Ü st baş yok ki. . . - Nasıldı efendim askerimizin üstü başı? - Tam bir felaketti. Eğer biz o cephede yenildiysek düşmana değil, kara kışa ve tifüse yenildik. Askerin ço\'.junun aya ğında sa�ece deriden bir çarık vardı. Elbiseler de, Almanya'dan gelmiş yazlık elbiselerdi. Ayakkabı , çizme diye bir şey yoktu. Ü ze�lerimizde bir tek kaput vardı. Bunları da zaten bitlenme yü zünden güçlükle giyebiliyorduk. - Subayların ayakkabısı nasıldı? - Bizim iyiydi ayakkabılarımız. Ama ben zavallı askere acıyordum. O çarıklarla o karların içinde yaşamak kolay mı yav rum? Feci bir şeydi o . . Yani bu insafsız insanlar.. Hala ha tırladı kça içim eziliyor, içim .. Onun için Enver Paşa'yı çok suç larım ben .. Ve kaçıyordu askerler o şartlar altında. Ama bunları da Ermeniler ve Kürtler öldürürdü pusu kurup .. Sırf silahlarını almak için. Çok acı olaylar yaşandı o dağların tepelerinde. Hele karakış bastırdıktan sonra .. - lstanbul'daki devlet yönetimi bu şartları bilmiyor mu? - Biz cephede iken Enver Paşa teftişe geldi. Kar insan boyunu geçmiş. Bizim 2. Ordu Komutanı izzet Paşa, Enver Paşa'ya dedi ki, "Paşam, Ruslar kış geçinceye kadar Pas sinler ovasına çekildiler. Karşımızda sadece küçük müf rezeler bıraktılar. Siz de emrederseniz ordumuzu Murat va disine çekelim ve kışı orada geçirelim. Bu havada buralarda savaşmak mümkün değildir. Hiç değilse askeri boşuna kır dırmayalım " Bunun üzerine Enver Paşa dedi ki: "Siz bil mezsiniz Paşam .. Ruslar koyun postuna bürünüp gelirler ve bütün buraları işgal ederler. Ondan sonra da vatan elden gider " izzet Paşa bu cevap üzerine susmak zorunda kaldı. işte böylece ordularımız mahvoldu. - Askerin nöbet işi nasıl oluyordu o soğukta? ..
...
107
- Nöbetleri 1 5 dakikaya indirmiştik.. Çift nöbetçi çı karıyorduk. Ancak belki de eksi 40 derecedeki o soğuklarda çok askerimiz donup öldü. - Peki o kış günlerinde, o dağ başlarında nasıl ba rınıyordunuz? Yani nerede ve nasıl yatıp kalkıyordunuz? - Her manga kendisi için bir zeminlik kazıyordu. Yani ma ğara gibi, toprağı oyup içine giriyorsun. içeriye doğru, içine 10 1 5 kişinin sığabilece!}i ince uzun bir oyuk. Buna zeminlik denirdi. - Her tarafı kapalı mı bu zeminliklerin? - Bir tek kapısı açık .. Oraya da, bulabilirsek bir çadır bezi asıyorduk. Çadır bezi, karın içeriye girmesini biraz önlüyor. So ğuğu önlemez. - Yatak gibi şeyler var mı içeride? - Ne arar yavrum. Biz orada kaç ay, yata!}ın ne olduğunu ancak rüyamızda gördük. Herkes kaputunu serip toprağ ın üze rinde yatıyor. Başka ne yapacaksın ki? Vücutlar birbirini ısıtıyor Veya nefesle ısınmaya çalışıyorsun. - Soba falan da yok tabii.. - Yok . . Eğer bulabilirsek, bazen odun veya çalı çırpı yakıyorduk. Tabii çok duman oluyor, ama donmaktansa dumana razı oluyor insan. - Bu şartlarda yıkanma, temizlik nasıl oluyor? - Haaa . . . O da gayet zordu. Dışarıdan kar getiriyoruz. Bu karı bir karavana kazanına koyup, eğer yakacak çalı çırpı bu labilmişsek biraz eritiyoruz ve bu suyla da ancak elimizi yü zümüzü yıkayabiliyoruz. Başka temizlik yok. Sıcak suyu aylarca görmedik. Vücudumuz aylarca sıcak su görmedi. Peki, bütün gününüz dağların tepesindeki bu ze minliklerde mi geçiyordu? - Bir vazife verilmedikçe orada koyun koyuna bekliyorduk. Çünkü dışarıdaki soğuk çıkılacak gibi değil. Zaten bitlenme de böyle yayıldı ve arttı. Pislik ve şartların kötülüğü yüzünden. Orada -
_-
108
ordularımızı soğuk dışında mahveden ikinci unsur da tifüstür. Biliyorsunuz, tifüs bitlerden geçen öldürücü bir hastalıktır. - Bitlenme nasıl oluyor? - Biti asker getiriyordu. Nereden getiriyorsa getiriyor. O zaman memleketimizde bit zaten çok yaygındı. Artık o zeminlikte bit herkese geçiyor. Korunmak mümkün değil. Yani bu bitleri ayıklamanın imkanı yoktu. Düşünün ki, ben o soğukta, ceketimi çıkarıp atmak zorunda kaldım. O kadar çok.. Tasavvur edilecek bir şey değildir. Ceketinin veya gömleğinin bir tarafını şöyle bir sıvazladın mı, yüzlercesi yere dökülürdü. Sonra üstlerine basıp ezerdik, ama bitecek gibi değil ki meretler. Nasıl kaşındırır ve rahatsız eder insanı.. Çıldırı rsınız. - Ne yiyip içerdiniz o şartlarda? - O konu da feci bir şeydir yavrum .. Bize cephe gerisinden gönderilen 27 bin baş hayvan soğuktan donarak öldü ve cepheye ulaşmad ı . Onun üzerine, çevrede ne kadar un varsa askeriye hepsine el koydu. Herkese günde yüz gram un veriliyordu. Hepsi bu .. Zeminlikte ateş yaktığımız zaman üzerine ince bir sac ko yuyorduk ve unu kar suyu ile ıslatıp pide yapıyorduk. - Subaylara da aynı şey mi veriliyordu? - Hiç fark yoktu. Askerle aynı şeyi yedik.- Subaylara arada sırada et falan verilir miydi? - Hiç verilmedi.. Ama o donarak ölen 27 bin baş hayvan cepheye ulaşsaydı, onlardan kavurma yapılacaktı. Bizi epey idare ederdi. - Vallahi efendim siz bunları anlattıkça tüylerim ürperiyor .. Bu vatanın neler pahasına bugünlere geldiğini bir kez daha an lıyorum .. - Allah o günleri bir daha vatanımıza göstermesin. Hıç kimseye göstermesin. - Cepheye ulaşım nasıl sağlanıyordu efendim? - Develerle yapılıyordu . H albuki biz deveyi sıcak iklim 109
hayvanı olarak biliriz değil mi? O soğukta develer atlardan da, katırlardan da daha çok dayandı. - Sonra siz de tifüse yakalandınız değil mi? - Evet.. Demin de söylediğim gibi, tifüs bitten geçen bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık. Bunun diğer adı da lekeli humma ... O zaman bunun tedavisi yok. Önce şiddetli mide bulantısıyla başlıyor. Sonra da ateşiniz yükseliyor. Bende de öyle oldu . . . Ama ateşim önce yüksek değildi. Mesela 38 falan.. Da!':)da bizim mevzilerde doktor yoktu. Bir eczacı va;d ı . Eczacı durumu ku mandana söylemiş. Bana bir asker verdiler. Yürüyerek da!)ın aşağısına indik. Bizim fırkanı n atları dağın aşa!)ısında. Biraz daha sıcak olsun diye oralarda dağı oyup ahır kurmuşlar. Hay vanların yiyeceği bize göre daha boldu. Düşünün ki, o şartlar al tında bazen bir hayvanın kıymeti, cephedeki bir askerden daha fazla olabiliyordu. Neyse, ben o askerle birlikte ata binip Lice'ye dC>Qru yola çıktım. - Lice'de ne var? - Orada bir taş mektep binası varmış. Askeri hastane yapmışlar. Korkunç bir kış var. Önce dağdan Çapakçur'a indik. Hayvan sırtında iki günde Çapakçur'a ulaştık. Oradan devam edip Murat suyunu geçtik. O soğukta Murat'ı, derin olmayan bir geçitten elbiseyle geçtim. iki gün dana gidip Lice asker has tanesine vardık. Oraya benden önce tifüsten iki askeri doktor gelmiş. Biri Yüzbaşı Nail Bey'di. . Öbürü Musevi, ama adını unut tum. ikisi de ölmüşler. Ben oraya vardı!)ımda birkaç genç subay daha vardı tifüsten gelen .. Hepsi gözümün önünde gittiler. Has tanenin başhekimi dA benden sonra tifüsten vefat etmiş. - Sayın Cindoruk, o zaman azınlıklar askere alınır mıydı? Az önce askeri doktorun Musevi oldu!)unu söylediniz de? - ihtiyaç duyulan meslek sahipleri alınırdı . Mesela o zaman Türk doktor çok azdı. Azınlık doktorlar askere alınırdı. .. Lice hastanesinin başhekimi Jak efendi adında bir Musevi idi.. Beni tedavi eden doktor binbaşı da Ermeni idi. .. Ama adını unut tum . . işte ben bu Lice askeri h.astanesinde iki ay yatmışım . . 1 10
- Yatmışım dediğinize göre, yattığınızı hatırlamıyor mu sunuz? - Sadece hastaneye vardığımızı, bir de son günleri ha tırlıyorum. Oraya varır varmaz kendimi kaybetmişim. Beni oraya getiren asker de benimle kalıyor. Bir gece kalkıp hastanenin merdivenlerini inmişim ve dışarıdaki karların üzerine yatmışım. O sıralarda ateşim sürekli 40 - 4 1 derece imiş. Karların üzerinde birkaç saat yattıktan sonra askerim' beni bulmuş ve kaldırmış. Böylece ateşim biraz düşmüş ve ölümden kurtulmuşum. Hatta bunu bana sonra anlattıkları zaman inanmadım. Fakat baktım ki, oraya tifüsten gelen herkes öluyor, bilmeden yaptığım o işin beni kurtardığına inandım. Allah'ın büyüklüğü tabii.. - En çok tifüs mü vardı bulaşıcı hastalık olarak? - Hastalık olarak en çok tifüs kırdı ordumuzu .. Bir de donarak ve s<>auktan ölümler .. Yani o iki üç yıl içerisinde Türk or dularını sorumsuzluk, s<>auk ve tifüs maQlup etmiştir. Yüz bin kadar vatan evlAdı sırf bizim cephede böyle şehit düştü. Tarih kitapları da bunu yazar zaten .. (O günlerin yedek subayı Vasfi Bey tifüsü atlatır, has taneden taburcu olur ve yeniden birliğine döner .. 1 91 7 yılında Sovyet ihtilali olur ve bir süre sonra Rus orduları DoQu Ana dolu'dan çekilirler .. Vasfi Cindoruk bu kez birliği ile birlikte Sina cephesine, oradan da lskenderun'a çıkan Fransız ordularına karşı savaşmak üzere bu yöreye gönderilir. 1 91 8 yılında Türk orduları yenilmiştir. Cindoruk'un birli (Ji de lstanbul'a dönmek üzere trene bindirilir.) -. . . işte yavrum, bizim fırka D<>au cephesine tam 1 7 bin kişi gitmişti. Dönüşte sadece iki bin kişi idik . . Özellikle s�uk ve tifüs, sadece bizim fırkadan 1 5 bin asker ve subayı götürmüştü. Boşu boşuna gitti onca insan. Şimdi o günleri düşündüğüm zaman bile hala içim ürperir, bir tuhaf olurum .. Ne olup bittiğini bir türlü an layamam ve onun için rahmetli Enver Paşa'yı çok suçlarım. · Hepsine Allah rahmet eylesin. 1 11
iDRiS ÖZBIR (Kürt idris)
"YASADIŞI i Ş i M KATIYEN YOKTUR" Ü nü bütün Türkiye'ye Kürt idris olarak yayılmış idris Özbir'le lstanbul'daki görkemli bürosunda, Atatürk, lnönü ve Evren'in resimleri altında konuştuk. Büroda idris Bey'in yakınları ve iş arkadaşlarıyla tanışma fırsatını da bulduk . . i ri yapılı, heybetli bir insan olan Kürt ldris'in bürosu büyük bir zevkle döşenmiş. Bütün duvarlar tahta kaplama .. Bunların üzerinde "Allah'ın dediği olur" gibi yazılar ve bazı eski harflerle yazılı dualar as ı l ı . Daha da görkemli olan yukarı katta bir de Amerikan bar göze çarpıyor. Disiplinin sonsuz olduğu hemen anlaşılıyor. Büroda herkes idris Bey'in ağzının içine bak ıyor . . . - Sayın idris Özbir, bütün kamuoyu sizi Kürt İdris olarak tanır. Siz kimsiniz? Okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız? - Efendim 1 937 yılında Kars'ın Susuz ilçesinin Kızılçakçak köyünde doğdum. Aile durumumuz iyiydi. Beş kardeşin en bü yüğüyüm. ikinci Dünya Savaşı'nda babamı askere aldılar. Köyde 1 12
herkes askere alındığı için ekinimiz, otlarımız falan hep kar al tında kaldı. Babam 3,5 yıl askerlik yaptı. Ekinler, hayvanlar hepsi gitti. Terhis oldu geldi. Tabii biz sevindik " Durumumuz artık dü zelir" diye. Birkaç ay sonra babamı yine ihtiyat askerliğine aldılar ve bu sefer durumumuz iyice sarsıldı. - Babanız ne iş yapardı? Ağalığı falan var mıydı? - Rençberdi ama durumumuz iyiydi. Dedelerim ağaydı .. Ben beş asır önceki şeceremi bilirim. Yani aslında benim kişiliğim oradan geliyor. Biz büyük bir aşirettik .. Kaçkan aşireti .. ikinci as kerlikten sonra durumu iyice bozulunca babam beni Kars'ta bir lokantaya çırak verdi. Haftada 40 kuruş alıyordum. Babama dedim ki "Baba buralarda bize hayat kalmadı. Al bizi, bir büyük şehre götür.. " O sırada ben 1 2 yaşındayım. Baktım babam razı olmuyor, ben kendisinden habersiz nüfus kağıdımı alıp Erzurum'a geldim. Ama çok iri yapılıyım. Sonra "Ne olursa olsun l stanbul'a gideyim" dedim. 1 949 yılında lstanbul'a geldim ve Aksaray'da bir lokantada iş buldum. Lokantada yatıp kal kıyorduk ve arada sırada cebimize h<!rçlığımızı koyup Beyoğlu'na falan çıkıyorduk. Arkadaşlar da iyi delikanlılardı. Onlarla gidip gelirken Beyoğlu'nda birtakım insanlarla tanıştık. Bu tanıştığımız insanlar 1 953 yılının yılbaşı gecesi beni davet ettiler. O sırada ben hala Aksaray'daki lokantada aşçı yardımcısıyım .. Gittik Be yo!)lu'na .. Orada bizi bir iki yere götürdüler. O yılbaşı gecesi bir arkadaşımla aramızda bir hadise çıktı . Araya girdiler, bizi ba rıştırmak istediler. Ben dedim ki "Bu meseleyi burada ka patalım. Mademki benimle dövüşmek istiyorsun, yarın hiç kimsenin olmadığı bir yerde Talimhane'de çıkalım koç gibi yeke yek dövüşelim. Ya sen beni öldürürsün, ya ben seni. Kimse de karışmasın 1 Ocak 1 954 sabahı saat 6'da bir bıçak o aldı. bir bıçak da ben aldım ve Talimhane'de birbirimize girişlik. Ben birkaç sıyrık aldım ve elimden bir kaza çıktı.. Maalesef bı.; arkadaşı öldürdüm orada. ..• "
ın
- Siz o sırada 1 6 yaşındasınız. Çok mu kavgacıyd ınız? - Kavgacı değilim ama güçlü kuvvetliyim. Kendimi birdenbire Sultanahmet tevkifhanesinde buldum. O zaman orası parsellenmiş. Dışarıdan gelenler önce karantina bölümünde ka l ı rlard ı . Karantinayı da sözü geçen babalar, kabadayılar yönetirdi. Her bölümü ağalar yönetirdi. Geri kalanlar da "Adembaba" tabir ettiğimiz gariplerle zavallılardı. Uyuşturucu almış yürümüştü. Bu adembabaların parasını alırlar falan .. Yani afedersin buna ha pishane ağzıyla zorbalı k derler. Yani yeni gelen adamın hayatı hep tehlikede. En kötü işleri ona yaptırırlar, üzerinde ne varsa alırlar. Ben bunlara hep şahit oldum. Bu ağalı k hikayesine karşı içimden ufak ufak isyan etmeye başladım. Bir de hapishaneyi parselleyen vardır yani.. Alyanak Ahmet'i öldüren tek bacaklar vardı. Bir de Konyal ı idamlık Ali va�dı. Bunlar eroin, esrar ve kumar işlerini almışlardı. O zavall ı adembabalara içirirlerdi. i ç meyenlere de kumar oynatı rlardı. Ben burada beş altı ay kaldım ve birkaç iyi arkadaş buldum. Onlara dedim ki " Biz bunların saltanatını yıkacağız." Biz bunlara karşı koyduk ve bu yüzden birkaç defa da zindana atıldım, prangaya vuruldum. Sonuçta Allah'ın izniyle biz bunları devfrdik. Yani efendim benim kişiliğimi bulmam bu cezaevlerinde fakirleri, garipleri kollamaktan geliyor. - Sonra siz mi egemen oldunuz cezaevinde? - Ben egernen oldum ama ben bu işleri yapmadım. O zaman cezaevi afedersiniz aynen bir kerhane gibiydi. Herkesin koynunda dostu .. Yani erkek erkeğe .. O sırada hapiste siyasi suçtan yatmakta olan rahmetli bir avukat vardı Esat Adil Bey diye. O bizi çok sevmiş. Tahliye olunca lstanbul Başsavcısı Hicabi Dinçer'e gitmiş. Meğer savcının hocası olurmuş. Bir gün beni Hi cabi Bey çağı rdı müdürün odasına. Bana dedi ki "Oğlum sen hakiki bir Türk evladısın. Sana bir görev vereceğim. Burada ahlaksızlık almış yürümüş. Sen bunun önüne geçeceksin. Seni birinci kısıma baş meydancı yapacağım " En büyük ..
1 14
kısım da birinci kısımdır. Bütün hırsızlar. yankesiciler, do landırıcılar oradadır .. Hepsi garipti, ama yine de hepsinin du rumları vardı, yani çocukları falan .. Ben de bu vazifeyi severek kabul ettim ve bu Kürt idris lakabını orada kazandım. Orada adaletli, insanca ve mertçe hareket ettim. - Herhalde sert bir otorite kurdunuz. - Tabii .. Otorite kurduk. - Siz de mahkumlardan haraç almaya başladınız mı? - Katiyen almazdım. Bu arada da yaşım küçük olduğu için cinayet suçundan 4,5 yıl ceza yedim. Sonra Sultanahmet'ten Toptaşı , oradan lzmit ve sonra da Bursa cezaevine geçtik. Bunlar hep birkaç ay içinde oluyor. Bursa cezaevinde de bir iki hadise yaptık. - Ne hadisesi? - Orada da afedersiniz bu gibi durumlar vardı. Bu gibi hadiselere karşı koyduk ve orada da iki adam öldürdüm. Meşru müdafaaya girdiği için 1 7 ay daha ceza aldım. - Meşru müdafaa mıydı gerçekten? - Öyleydi. . Mahkeme benim babamın oğlu de!)il ki. . . Gene oğlancıları öldürdüm afedersiniz. Ama bunları yazmayın da, ayıp olur yani.. - Yazalım da herkes bilsin idris Bey .. - Ama güzel yazın yani.. Sonra lmralı'dan 1 958 yılında tahliye olduk. Meşruten tahliye verdiler. Çıktım, Süleymaniye'de bir hanın odabaşısı oldum. Oranın çay oca!)ını falan aldım. - Artık o sıralarda herhalde ünlü bir kabadayı olarak ta nındınız. - Kabadayı değil de, çıkan herkes beni iyi bir insan olarak anlattı. - Yani artık sözünüz geçmeye başlamıştı. 1 1s
- Tabi i , tabii.. Bu han bir arkad�şımındı. Cezaevine gir diğimden çıktığım güne kadar eksik olmasın her ay 50 lira para göndermişti. Tabii ona büyük minnettarlığım vard ı . işim de iyiydi handa .. işte bu arada Beyoğlu'nda bir cinayet yapmıştım ya . . Yine Beyoğlu'na gidip geliyordum. Orada d a bir kahve açtım. Orada da beş altı yıl kumarhanecilik yaptım. Bu arada, ha pishanede tanıdığım Nurettin Onay diye yiğit bir adam vard ı . Bu Nurettin 1 0 1 5 tane adam öldürmüştü. Hapishaneden mek tuplaşırdık. Yani kendisini g ıyaben oradan tanıyordum. Zengin bir insandı . Sinop cezaevinde falan birkaç isyan yapmış, birkaç adam öldürmüştü. Bunlar gemiyle sürgüne gönderilirken gemiyi falan teslim almışlar. Böyle bir adamdı . Bu Nurettin Onay dışarı çıktığı zaman buradaki bütün kabadayılara posta koydu. Halen o kabadayıların çoğu hayattadır. lstanbul'da sadece benimle ta kışmadı .. O sırada bunun arkadaşı Arnavut Cafer'i öldürdüler. Yani bu takıştığı kabadayılar öldürdü. Ben bir gün Sü leymaniye'de çay oca!;jımda oturuyordum, bir baktım Nurettin yanında bir iki arkadaşıyla geldi.. " Selamünaleyküm, aley kümselam. " Dedi ki "Yahu idris ağa, bak biz senelerce hep l stanbul çocuklarının davasına ezildik. Şimdi bu memlekette herkes ekmek yiyor. Ben ne yaptıysam işim gücüm rast git medi. Biz biliyorsun yiğit adamız. Gel biz arkadaşlık yapalım, beraber olalım. Seninle sırt sırta verelim " Ben kıramadım kendisini. içkiliydim de . "Peki" dedim ve biz tuttuk bunlarla Be yoğlu'nda bir kı raathane yaptık. Bir i ki ay iyi arkadaşl ı k yaptık. işlerimiz de iyi gidiyordu. Derken bir gün Nurettin'le bir münakaşa yaptık. Nurettin bana herkesin içinde ileri geri konuştu, ben de ona cevap verdim falan .. Sonra araya girip btzi barıştırdı lar, ben de kahveyi ona bıraktım. - Kahve dediğiniz kumarhane mi oluyor? - H.em kahve, hem de kumarhanedir .. Benim de zaten Beyoğlu'nda arka tarafta kendi kahvem vardı. Ben oraya çe.
..
.
I Hı
kildim. Bir gün kahvenin üstündeki bekar odamda oturuyordum. kapı çalındı. Açtım kapıyı, baktım ki Nurettin beş kişiyle karşıma dikilmiş. Sarhoş, kafayı bulmuş. "Senden bu hesabı soracam ulan" dedi.. "Yahu Nurettin, bak bizi barıştırdılar. Aslında sen haksızsın. Eğer varsa bir durum, yarın çağırt ben geleyim ve konuşalım. Yapma etme" diye biz buna saatlerce yalvardık. O sırada kardeşim içeriye girdi. Nurettin silahı belinden çıkardı ve kardeşime ateş etti. Ben hemen silaha yapıştım ve mermiyle elimden yaralandım. Kardeşim de yaralandı. Ben de buna birkaç mermi sıktım ve yanındaki arkadaşlarının hepsini de teslim aldım. Hepsi bana yalvardılar. Hiçbirine de bir şey yapmadım . " Ulan ben mert adamım. Biz adam öldürmek için yaratılmadık. Sizi de Allah yaratmış. Sizi affediyorum, ama gördüklerinizi an latın sonra " .
••
- Nurettin'i orada öldürdünüz mü? - Tabii.. Yalnız Nurettin benim piyasada gördüğüm kabadayıların en kralıydı. Mert, cesur ve yiğit bir adamdı. Zaman zaman aklıma geldiğinde inanın ağlayacağım gelir, ama can da vası. Ben vurmasam, o beni yurmuş olacaktı. Kurşun hem elim den yaraladı, hem de kafama değip geçti. Bakın bu iki parmağım hala sakattır. - Sonra tekrar içeri girdiniz .. - 1 1 ay yatıp beraat ettim. Bu 1 964 yılında oluyor. - Adam öldürüp beraat etmek nasıl oldu? - O da meşru müdafaaydı .. Şahitler de vardı bir sürü. Sonra çıktık. - Tabii bu arada sizin ününüz daha da arttı .. - Ü nüm falan yayılıyor işi şöyledir. . . Benim hayatta kötü bir tarafı m
yoktur. Kumarhanecilik yapmaya mecburdum. Yani bir
geçim davası işte. Asl ı nda kumarhane de değil, kahveyd i . Bazen 117
oyunlar falan kuruluyordu işte. Bu arada da bana yurdun her ye rinden gelenler olurdu. Ben kazandığım bütün parayı aşağı yu karı onlara veriyordum. Senelerce hep garibanlara yardım ettim. Bizim ünümüz böyle yayıldı yani. Bizde zor, şiddet falan �iye bir mesele yoktur. - i dris Bey ben size o yıllardan sonra ne yaptığınızı sor mayacağım. Onlar hassas konulardır. Belki siz cevap vermek is temezsiniz, belki söyleyeceğiniz bazı sözler sorun yaratabilir. - Ne isterseniz sorun .. Açıkça cevap veririm. - idris Bey sizin " Kürt" lakabınız nereden geliyor? - Efendim ben lstanbul'a ilk geldiğim zaman Türkçe bilmiyordum. Ana dilim Kürtçeydi. - Türkçeyi lstanbul'da mı öğrendiniz? - Aşağı yukarı öyle. Ömrümde hiç okula gitmedim ki. . - Kürtlüğünüz hala devam ediyor mu? - Yok. Allah'a şükürler olsun Türkiye Cumhuriyetliyim artık. Nüfus kağıdım, her şeyim. Hani Mustafa Kemal'in bir lafı var ya " Ne mutlu Türküm diyene " Ben bu lafla övünürüm. Şükürler olsun. •.•
- Mustafa Kemal'i 'sever misiniz? - Eh, gördünüz işte. Başucumuzda resmi asılı. Atatürk'ü de, Evren Paşa'yı da. ismet Paşa'yı da, bütün Türk büyüklerini çok severim. - Turgut Özal'ı da sever misiniz bir Türk büyüğü olarak? - Tabii Turgut Özal da başbakanımızdır. Allah'a şükürler olsun, niçin sevmeyeyim ki? Sevmemek için bir sebep yok. - Siyaset adamı olarak kendisini nasıl değerlendiriyors..n..ıt? - Şu anda kendisinden daha güzel bir adam göremiyQruin. Yani ne bileyim, bunları bir iltifat olsun falan diye konuşmuyorum. 1 18
Bir hakikatı konuşuyorum. Turgut Bey başbakan seçildiği zaman biz cezaevindeydik. Orada da onun seçileceğini biliyorduk. Yoktu çünkü, başka adam yoktu. - Sayın idris Bey, siz şimdi geçiminizi nereden sağ· lıyorsunuz? - Efendim ben 1 967 yıl ında bu kahveciliği ve kumarc ı l ı ğ ı bıraktım. O zamandan beri arsa i ş i , inşaat, araba alım satı m ı . . Bazen ihracat falan yapıp halı gönderiyorum. Yani hep yasal iş lerle uğraşıyorum. - Yani 1 967 yılından bu yana hiçbir yasadışı işiniz yok . . - Katiyen yok. - Peki, o halde idris Bey, siz kamuoyunda niçin "Baba" olarak tanınıyorsunuz? Bu durum nereden geliyor? - Efendim demin dediğim gibi, bizim milletimiz yardı m etsin falan diye size gelip önünü ilikler, " Baba" falan der. Bu "Baba " lafı herhalde oradan geliyor. - idris Bey, daha önceleri "Külhanbeyi" denirdi. Bir de "Kabadayı" diye bir laf var. Sonra ortaya bu "Baba" lafı çıktı. Nedir bu üç kelimenin anlamı ve birbirinden farkı? - Efendim, bence bunlar hiçbir şey değildir. Bence bütün kabadayılık, mertlik, yiğitlik şudur .. Sözünün eri olup kötü bir alışkanl ığı olmamak.. Mesela adam kendisine "Ben ka badayıyım" diyor ama gidip öbür tarafta bir sürü karanl ık işler yapıyor, kötü durumlar yapıyor. O zaman bunun ne kabadayılığı, ne külhanbeyliği, ne de babalığı kalıyor. Yani ben bu davalara ne inanıyorum, ne de bunlara değer veriyorum. - Bunların üçü arasında bir fark var mı sizce - Efendim, bir delikanlı yetişiyor, dünyayı toz pembe görüyor ve "Ben külhanbeyim, ben kabadayıyım " demeye baş lıyor. Birisi tutup iki paket sigara satarken yakalanıyor ve herif aniden "Baba" oluyor. Birisi tutuyor bir Amerikan gömleği ve 119
kravatı getiriyor, hapishaneye düşünce kendini "Baba" zan nediyor. Ne babasıdır yani bunlar? Dava nedir? - Peki sizce gerçek "Baba" nedir? - Baba, yani bir roman okuduk biz . . Amerikalı ların Puzo babası mı diyorlar ne diyorlar? Eğer ki bir baba Mafya babası ise, ben onu da kabul etmiyorum. - Kendiniz için mi, yoksa Türkiye için mi kabul etmiyorsunuz? - Hem ıkendim, hem Türkiye için. - Türkiye'de "Baba" yok mu?" - Ne " Baba"s ı olacak Türkiye'de? "Şam babası mı?" - Ama basında falan bir sürü adamın adı "Baba" diye geçiyor. . - işte b u kelime gazetelere öyle bir geçti, şimdi d e almış yürüyor. Ne babasıdır. "Baba" olmak insanlık, mertlik, sözünün eri olmaktır. Adam kalkmış kaçakçılık yapmış, sonra ' i3aba" olmuş. Aslında ben bu kelimenin karşısındayım. Benim yedi tane çocuğum var, bana "Baba" dedikleri zaman garibime gidiyor vallahi. . . Sanki onların babası olmak suçmuş gibi. Aslında bu kelimeyi kaldırmak lazım. Mesele şuradan geliyor .. Şimdi bi liyorsunuz memlekette işsizlik falan var. Bir sürü genç başıboş geziyorlar ve kendilerini bir şey zannetmeye başlıyorlar. Bunlar hep özentidir yani. Gazete " Baba" diye yazıyor, bir genç çocuk bakıyor " Ulan bu baba nedir?" demeye başlıyor. O zaman özenti sarıyor. Ama ne zaman ki hapishaneye düşüyor, orada ne yaptığının bilincine varıyor. Mesela herif muhabbet tellalıdır. Bir gece kavga ediyor, bir bakmışsın ertesi gün gazetede herifi manşete koyuyorlar " Babalar kavga etti" diye. - Peki sizin kafanızda tanımlamak gerekse, iyi bir " Baba" nasıl olmalı ? - Ben dünyaya geldiğimden b u yana memleketimde, kö1 20
yümde bazı haksızlıklar gördüm. Kafamda hep "Allah bana bir durum yaratsa da zengin olsam da fakir fukaraya yardım etsem, garipleri güldürsem" diye düşünürdüm. Bence ka badayılık ve babalık budur. - Bu dediklerinizi yapabildiniz mi? - Eh, mümkün olduğu kadar . . - Peki siz b u alemde hiç kimseye haksızl ık yapmadınız mı? - Efendim belki bilmeden olmuştur. Bazen insanın asabı bozuk oluyor falan .. O da kelimeyle kırmak şeklinde olmuştur. Ama size en başta da anlattığım gibi, o ilk adamı öldürdükten sonra senelerce vicdan azabı çektim. Yıllar sonra benim kar deşim de aynı öyle öldürüldü. Haksızlığımın karşılığını buldum. Aslında o ilk arkadaşı öldürmemek lazımdı . Ama ne ya pacaksınız, kader öyleymiş. i kimiz de 20 kişinin gözünün önünde bıçaklarımızı çekip mertçe dövüştük. - Öldürdüğünüz Nurettin Onay için de vicdan azabı çekiyor musunuz? - Yiğit adamdı ... Ama �enimle takışmayacaktı. - Hapishanede öldürdüğünüz iki kişi için? - Yoo . . . Onlar hak etmişti. Onlar Bursa hapishanesinde 1 8 sübyanın ırzına geçmişlerdi. O hadiseyi bütün Bursa bilir. Onlar hak ettiler. - idris Bey bu alemde sizin düşmanlarınız var değil mi? - Var efendim var.. Şu anda isim vermiyorum. - Ben de isim sormuyorum zaten. - Hatta bu hususta birkaç gün önce de avukatımla beraber gerekli mercilere yazıyla başvurduk. Var tabii .. - Ö lüm korkusu yaşıyor musunuz? - Efendim, tabii ki ölümden korkmuyoruz da, kendimizi de 121
kolay kolay öldürtmek istemiyoruz. Allah'a şükür devletimiz var. Biz yasal yollara başvurduk. Yarın öbür gün bir şey olduğu zaman verdi{limiz yazılar var, dilekçeler var. - Tabii böyle bir olayı örılemek için kendi tedbirlerinizi de herhalde alıyorsunuz de{lil mi? - Tedbir ne olacak? Allah'a ve devletimize güveniyoruz. - Ama korumalarınız, fedailer falan .. - Koruma diye bir şey yok. işte burada yanımda çalışan arkadaşlar var. - Herhalde bu durum sizin yaşantınızı da etkiliyordur. Belki geceleri çok dikkatli olmak zorundasınız bir yere giderken. - Bir yere gitmiyorum zaten .. Gece evime gidiyorum. Öyle gazinoya falan pek gitmem. - Siz kendinizi mertlik açısından nasıl tanımlarsınız idris Bey? - Dünyaya gözümü açtı{lımdan beri hep düşlerime mertlik girmiştir. Herkese bunu aşılamaya çalışmışımdır. Çocuklarıma, adamlarıma.. - iyi bir kavgacı mıydın.ı z gençlik yıllarınızda? - Güçlü kuvvetliydim tabii. Gözü pek adamım, ama kavga etmezdim. - Basında da bazen okuyoruz, mesela bazı kabadayılar biı:l;>j rine giriyor, bazı dengeler d�işiyor.. Bu tür olaylar sizi de etkiler mi? - Hayır . Yalnız, bir ölüm haberi falan aldığım zaman ce nazeye giderim. Geri kalan hadiseye karışmam. Çünkü hadiseyi bildiğim için, çoğu fındık kabuğunu doldurmaz. Beni hiç il gilendirmez. Yani yıllardan beri ben burada kendi işyerime çe kilmişim ve 1 7 yıldan beri bu alemin dışındayım. - Bu alemde en çok kimleri takdir edersiniz? Bildiğim ka darıyla Dündar Kılıç, inci Baba gibi bazıları yakın arkadaşınız .. .
1 22
- Samimi söylüyorum, bu alemde hiç kimseyi sevmiyorum. inanın bana .. Ama yine de Allah arkadaşlarımın yardımcısı olsun. Doğru yolu Rabbülalemin göstersin. - Amin. - Çünkü hiçbirisi beni sevmedi ki, ben onları seveyim. - Sizce bu Mafya dünyasında, kabadayılık dünyasında Türkiye'de en büyük kimdir idris Bey? - Valla ben bu işlerle fazla ilgilenmediğim için bi lemiyorum. - 1 2 Eylül öncesindeki anarşi ortamı sizi etkiliyor muydu? Mesela bazı örgütler sizden haraç falan istediler mi? - Tabii her gün 20 - 30 kişi öldürüldükçe çok üzülüyordum. Bazen para istemeye falan gelirlerdi, veya telefonla isterlerdi.. Aşa!:)ıda yazıhaneme telefon ediyordum "Gelirlerse onlara bir durumlar yapın" diye. Mesela ya bir davetiye, ya da bir makbuz falan getiriyorlardı , ama ben hiç karşılaşmadım. - Yani para veriyor muydunuz? - Ben elimle hiç vermedim. Ama mesela on tane bilet getiriyor, o şekilde yani. Ama sadece bir tarafa değil yani.. - i ki tarafa da. - i ki tarafa, beş tarafa .. Bir bakıyorsun Kuran-ı Kerim basmışlar sakallı sekiz on kişi. imam Hatip Okullarına falan yani.. O tip şekiller .. Yani "Ben falan kurumum" diye bir mesele yok. Zaten öyle konuşsa benimle konuşamaz. Allah'a şükürler olsun, o şekilde kimseye katiyen taviz vermedim. Yani ben elimle hiç vermedim. Allah razı olsun,. bizim aşağ ıdaki arkadaşlar bana hesap verirken " Falan yere bilet parası, falan yere �uran-ı Kerim parası" diye anlatırlardı. - Siz Allah'a inanır mısınız idris Bey? Mesela iyi bir Müs lüman mısınız? 1 2:1
- Elhamdülillah . . Allah'a şükürler olsun . Bir ışi yaparkerı Allah kelamı hiç ağzımdan düşmez. Daha beş vakit namaz kıl m ıyorum ama ara sıra cuma namazına giderim. inşallah Allah nasip ederse hacca da gideceğim. Buna ahdettim . Daha nasip olmadı. Kaç senedir mücadele ediyoruz. Başımıza biliyorsunuz bir sürü felaketler geldi . - lşadamı olarak geçen yıl ne kadar vergi verdiniz? - Efendim, geçen yıl biliyorsunuz cezaevinde olduğumuz için faaliyetimiz olmamıştı. Ama önceki yıllarda küçük de olsa devletimize katkıda bulunduk. - Ekonomik gidişi nasıl görüyorsunuz? - Bütün temennim iyi olmasıdır. Son yıllarda ekonomik konularda büyüklerimiz çok isabetli kararlar aldı. Ancak bu ted birler uzun vadeli olduğu için kısa vadede bazı zorluklar çıkıyor. Tabii vatandaşın mutlaka fedakarlı kta bulunması şarttır. - Kitap okumakla aranız nasıl? - Çok kitap okurum. Bütün gelmiş geçmiş Türk büyüklerinin kitabını okudum. Ayrıca Kuran-ı Kerim dışında lncil, Tevrat, Zebur ve hatta Budcı.'nın bile Türkçelerini okudum. Yani bakıyorum ki bütün din davası aynıdır. Hiçbir ayrı gayrı davası yok aralarında. - Şimdi bütün dinleri iyi mi biliyorsunuz? - iyi biliyorum ve hepsini de birleştirdim ben. Yani Müslümanım da, hepsine hürmetim sonsuz. Tabii fslamiyette daha güzel şeyler var afedersiniz abdest almak, namaz kılmak gibi. Ama bu biraz zordur. işimle gücümle uğraşırken beş vakit namazı nası l kılayım? Ama kendimizi ileriye doğru hazırl ıyoruz. Yaş lanınca inşallah hacca gidip sonra beş vakit namaza falan baş layacağız. - Hangi kitapları daha ç ok seviyorsunuz okumak için? - En çok tarih kitapları . . Geçmiş büyük kom utan l a r ı n ve cengaverlerin hayatı. Mesela Atatürk, ismet Paşa . .
- Arada - Onu
�.
·aci::ı
'�"'· '"'� ecler misınız?
hiç �"" '!T' HT· . nr,�s n eyf
- En çok
etmesini hayatta bilmiyorum.
i<•; ;:ı rs ı n ız-:
- Haksızl ı�a çolo.. kız�rım. Çok da alınganımdır En ufak bir şeye al ınırım yani. Hiç beıli etmem ama içime atarım - Bazen iftiraya uğradı�ır1ız oluyor mu? - Elbette . Ama adalet er geç tecelli edecek. - Peki idris Bey, siz normal bir işadamı olduğunuzu söylüyorsunuz. ama kamuoyunda " Baba, Kabadayı" gibi unvanlarla tanınıyorsunuz . Bu nasıl oluyor? Bunlar sizi çekemeyenlerin if tirası mı oluyor? - iftira değil, ama yaptıQım bir şey de yok ki göz önünde. Yani ben ne yapmışım? Size bir şey anlatayım .. Bundan iki ay önce bana sekiz ay ceza verdiler. Kasamdan 7.500 dolar çık mıştı. Ben o sırada askerı cezaevinde olduQum için o mah kemeye hiç gidemedim ve g ıyabımda ceza aldım. O hakim üç celse benim sabıka kaydımı araştırm ış. Sabıkam çıkmadı diye şaşırm ış. "Allah Allah, bunun sabıkası nasıl olmaz" demiş. Eee, çıkmadı . . . Ben bir şey yapmamışım ki.. Adam öldürmüştüm, araya üç dört tane af girdi. - Yani sizin sabıkanız yok . . - Yok . . Mademki memlekette a f çıkardılar, yok . . Sabıka dediğin zaman yüz kızartıcı şeyler olur yani . Afedersin yankesici olursun, dolandırıcı olursun, uyuşturucu maddeyle yakalanırsın, ırz düşmanı olursun. Sabıka bence bunlardır yani . Bu mem lekette herkes şeytana uyup veya haklı olarak adam öldürebilir." - Yani " Kürt idris Baba'dır" denildiği zaman bu bir iftira mı oluyor? - Efendim, şöyle iftira . Bir delikanl ı biraz dürüstse ve biraz sivrildiyse, ona mutlaka bir kulp takıyorlar. Çekememezlik .. ( idris Özbir burada uğradığı bazı haksızlıkları anlatıyor, kendisine ha.
.
1 25
zine.arsası üzerinde kurduğu işyeri için, hakkı olmasına rağmen tapu tahsis belgesi verilmeyişini eleştiriyor.) - Böyle haksızlı klar sık sık oluyor mu? - Mesela bir yeri açmak isteyeyim, bir durum yapmak için ruhsat isteyeyim, vermiyorlar. Herhalde bu durum, demin ar zettiğiniz gibi ismimin idris olmasından, veya "Baba" olmasından ileri geliyor. - Bu baskılar 1 2 Eylül sonrasında mı arttı? - 1 2 Eylül sonrasında her nedense bana bu durumlar oldu. Şuna inanıyorum ki, bu durumlar er geç su üstüne çıkacak ve yine Rabbülalemin bizimle beraber olacak. Yani bunları bir mu habbet olsun diye siz soruyorsunuz, ben anlatıyorum. Tabii bir de, piyas �da alınamayan bir sürü borçlar var. Adam çek senet kesmiş, iflas etmiş. Duyuyorum ki bazıları benim adımı verip bu paraları tahsil etmeye falan uğraşıyor. Benim böyle milyonlarca param gitmiş. Ben kendi paramı kurtaramıyorum. Kendi paramı kurtaramazken onun bunun parasını mı kurtaracağım yani? - Bankerlere para kaptırdınız mı? - Yok. . Zaten inanmıyordum bankere. Batacaklarını biliyordum. Herkese de söylüyordum "Bunlara para kaptırmayın" diye, ama dinletemedik. - idris Bey sizin alemde galiba bir de "Racon kesmek" diye bir şey var. Yani uzlaşamayan tarafları oturtup karar vermek. Bu karar kesin oluyor ve taraflar buna uymak zorunda. Siz de arada sırada racon kesiyor musunuz? - Buna "Şeriat" derler Güneydoğu'da . . Bizim memlekette de vardır. Kördüğüm olmuş bir meseleyi büyükler halleder. Bu radaki racon kesme davası da buna benzer. Yani iki esnaf ara s ında bir iki milyonluk bir anlaşmazlık var .. i kisi de bunu haysiyet meselesi yapmış. i kisi de mahkemeye gidemez, polise veremez . En iyisi ne yapal ım? Sözü geçen bir insana bunu anlatal ım, o ne 1 26
derse o olsun. Şimdi artık yok, ama gelirlerdi ve biz de karar ve rirdik. Eskiden yapardık yani, birbirlerini öldürmesinler falan diye. Aynen bir mahkeme gibidir. Sözü geçen yaşl ı bir kişi karar verir. - Burada verilen karar kesin midir? - Kesindir. - Bu işte mant ı ğın ıza göre mi karar veriyorsunuz? - Tabii.. işte birkaç yaşlı falan da çağırırız. Bizim delikanlılık aleminde yaşlılara çok değer verilir. - Sizin delikanlılık alemindeki mertlik de zamanla bo zulmaya başladı mı idris Bey? - Çok bozuluyor... Maalesef. Bundan 25 30 yıl önceki delikanlılık alemi kalmad ı . Mesela hepimiz Mustafa Kemal'e aşığız, büyüklerimize aşığız değil mi? - Elbette .. - Mesela ben Çakırcalı Mehmet Efe'ye aşığım .. Adam eşkıya, o başka. Ama bazen güzel durumları var adamın. Delikanlı adam .. Bizim alemde delikanlılık kalmadı artık. Aynen o Av rupa'daki hippi'ler gibi oldu. Birtakım layık olmayan adamlar girdi içeriye. Namertlerle doldu maalesef.. - 1 2 Eylül öncesindeki kaçakçılık olay_l arı sırasında sizin tavrın ı z neydi? - Her zaman karşısında oldum. Ne zaman ki, bu ka çakçıl ıklar falan arttı, ben burada kendi işyerime çekildim. Ba zılarına da nasihat ederdim " Bir gün bu işlerin hesabı so rulacak" diye .. - idris Bey bu soruma isterseniz hiç cevap vermeyin . . Siz hiç kaçakçılık yapmadınız mı? - Samimi söylüyorum, hiç yapmadım. Uyuşturucu, silah, kaçakçılık .. Hesap veremeyeceğim işi hiç yapmadım. 1 5 yıldan beri arsa işi, araba alım satımı, fırınc ı l ı k yapıyoruz. 1 27
- Atatürk, ismet lnönü, Kenan Evren ve Turgut Özal'dan başka hangi Türk büyüklerini seviyorsunuz idris Bey? - Mesela şimdi konuşsam belki afedersiniz yanl ış an laşılır . . Ama başımıza geçen bütün Türk büyüklerini sevdim. Halen şimdi bizi idare edenlere de hem dua ediyoruz, hem de "Allah onlarla beraber olsun" diyoruz. Çünkü eğer devletimiz rahat olursa, biz de rahat oluruz. Allah devletimize milletimize bir . zeval vermesin. Yine de şükürler olsun "Ne mutlu ki Türküm" diyorum. - Siz memlekete faydal ı bir insan olabildiniz mi? - Şükürler olsun .. ister bilinsin, ister bilinmesin, ama oldum. Herkesle böyle sizinle konuştuğ u m gibi konuşuyorum. - Günlük gazeteleri okur musunuz? - Hepsini okurum. Her sabah baştan sona okurum. Ama bu sabah okuyamadım. Bir tek Milliyet'le Hürriyet'te Mafya ba balarıyla ilgili bir şey vardı, neyin nesidir diye onu bir okudum. - Sizin siyasi görüşünüz nedir idris Bey? .. Yani sağ gö rüşlü, sol görüşlü falan gibi soruyorum? - Efendim ben ismet Paşa CHP'nin başındayken o partiye kayıtlıydım. Ne zaman ki, Ecevit CHP'nin başına geldi, ben bu işleri bıraktım. Şimdiki görüşüm, Anavatan'cıyım. - Çok teşekkür ederim efendim.
1 28
LEMAN KARAOSMANOGLU (ATATÜRK'ün dostu) Leman Karaosmanoğlu 1903 yılmda doğdu. 20 yaş•nda ünlü yazar, milletvekili, Atatürk'ün yakm dostu Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile evlendi. Ata türk ve çevresiyle olan dostluğu her zaman devam etti. Atatürk'ün eşi Latife Hamm'la yakm arkadaş oldu. ilkokuldan başlayarak 'eğitimini Fransız ve Amerikan okullarında sürdüren Leman KaraosmanCJg_lu çok iyi Fransızca ve lngilizce konuşuyor. Cumhuriyet dö neminde Atatürk devrimlerini ilk benimseyen Türk kadınlarından biri olan Karaosmanoğlu, yaşamını Ankara'da sürdürüyordu, vefat etti.
"ATATÜRK KI SKANÇ ADAMDI" Zamanının en güzel kadınlarından biri olan Leman Ka raosmanoQlu ile evinde konuşuyoruz. GençliQinin muhteşem gü1 29
zelliğini yansıtan büyük tablolar önünde, arkadaşımız Serdar Koçak'ın bütün ısrarlarına rağmen resim çektirmek istemiyor .. Ev bir müze görünümünde. Masada Atatürk'ün bir resmi: " 1 2 Eylül 1 928. Leman Hanım'a .. Gazi Mustafa Kemal.." Böylesine nice belgeler ve resimler . . Leman Karaosmanoğlu 82 yaşına rağmen her şeyi ha tırl ıyor ve güncel olayları izliyor. Gazete, kitap okuyor. Hatta bir gazetemizin başyazarını " Bu· adam her gün zırvalıyor" diye eleştiriyor. . . Kendisini yakından tanıyanların anlattığına göre ömrü bo yunca konuşmayı çok sevmiş. Bana da saatlerce anlatıyor .. Çok şey biliyor. Özellikle 1 924 yılından başlayarak Atatürk dönemini ve sonrasını dopdolu yaşamış. Leman Karaosmanoğlu ile yaptığımız uzun konuşmayı buraya sığdırmak mümkün değil. Yazılmasını arzu ettiği bazı olayları maalesef yazamıyorum. Ve bu yüzden sayın bü yüğümden özür diliyorum. - Sayın Karaosmanoğlu, Atatürk'le ilk defa nasıl ta nıştınız? - Efendim biz 1 923 yıhnda Yakup'la evlenip Avrupa'ya gittik. Ama o sıralarda hep hastayım. Yakup milletvekili.. Ben ls tanbul'a döndüm, o Ankara'ya devam etti. Bu arada bir ay için Ankara'ya geldim . istasyondan Yakup'a telefon ettim. O günlerde bütün telefonlara Çankaya Köşkü yol veriyor. Yani telefonlar oraya baQ lı. Böylece kim kimle konuştu, Çankaya biliyor. Çan kaya'ya telefon edip Yakup'u bağlattım, gelip beni aldı. . An kara'ya bu ilk gelişimdi , Atatürk'ü tanıyamadım. Zaten hastaydım. ikinci gelişim Ekim 1 924'tür. Gazi Paşa da bu sırada Latife Hanım'la bir buçuk ·yıllık kadar evli. Yakup bana diyor ki, "Git Latife Hanımı ziyaret et " Ben de diyorum ki, " Ben herkesin içine girip de efendim herhalde duydunuz, Yakup Kadri ev lendi. Ben onun karısıyım demem. Madem ki Latife Hanımın ..
130
ailesini tanıyorsun, ha.bası da senin Bektaşilik dostundur, b ir randevu al, gidelim.. " Ve bir gün randevu alındı ve biz gitt:k Çankaya Köşkü'ne.
- Yakup Beyle beraber mi? - Evet efendim .. Dedim ya tek başıma gitmem diye. Katiyen gitmem. Ben ne dersem o olur. Ama doğru değil mi efen dim? insan kendi kalkıp gider mi Gazi . Paşa'nın hanımına? Neyse, gittik oturduk ... Çok nazik bir hanım. Her şeyi sordu. Yakup'la eskiden beri tan ışıyorlar. Akşamüstü, oturduğumuz yere haremağası geldi. - Haremagası mı? - Evet, Osmanlı sarayından gelme bir harema!')ası vardı Latife Hanımın hizmetinde. ismi Nesip Efendi... Çok iyi bir adamdı. " Paşa Hazretleri Yakup Kadri Beyi istiyorlar" dedi. Yakup hemen gitti tabii. Biz kaldık Latife Hanımla baş başa. Yandaki salondan sesler geliyor. Latife Hanım diyor ki, " Bu ses Ağaolu Ahmet Beyin sesi, bu ses falancanın sesi.." Bütün sesleri söylüyor bana. Sonra bir ara " Şimdi de Kemal ko nuşuyor" dedi. Gazi Paşa'dan " Kemal" diye bahsedince ben çok yadırgadım, ama yine doksan kulak kesildim ve dinlemeye başladım. Ne dediQini duymak için değil de, sesini duyabilmek için. ilk defa orada duydum sesini bu hayran olduğum insan ın. Bu arada saat 1 9 oldu ve Yakup hala bizim yanımıza gelmiyor. Latife Hanıma dedim ki , " Hanımefendi, emir buyurunuz eğer gel meyecekse ben kalkıp gideyim. Çünkü malüm tab i rd ir , af buyurunuz bu ziyaretim Ermeni ziyaretini geçti.." Latife Hanım içeriye haber gönderdi ve birazdan haremağas ı gelip "Yakup Bey burada kalacaklar efendim" dedi. Ben izin aldım ve dışarı çıkıyorum. Büyük salonun kapısı birden açıldı ve kar şımda bir anda Mustafa Kemal Paşa'yı gördüm. Latife Hanım dedi ki "Kemal, seni Yakup Kadri Beyin karısıyla ta nıştırayım . . " i lk defa orada gördüm ve bıyıklıydı. nı
- Nasıl bir izlenim bıraktı sizde genç bir hanım olarak? - Ben resimlerini görmüştüm Kolej'de okurken. Zaten herkes hayrandı . Ama o bıyıklı hali çok daha güzeldi. Neyse işte, Latife Hanım beni Köşk'ün arabasıyla eve gönderdi . - Yakup Bey kaldı mı? - Şimdi onu anlatacağım. Aslında o gün tarihi bir günmüş. Tabii benim haberim yok. Günlerden 9 Kasım 1 924 .. Meğer o gün, Atatürk'e muhalif olan en yakın arkadaşları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurmuşlar. (Atatürk'ün Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy gibi en yakın mücadele arkadaşları 'tarafından kurulan ve 1 925 yılı ortalarında Şeyh Sait isyanı sı rasında kapatılan karşı devrimci parti .) Meğer o gün ve o gece sabaha kadar Çankaya'ya "Biz Halk Fırkası'ndan istifa edip Terakkiperver Fırka'ya geçtik" diye telgraflar yağıyormuş. Bütün memleketten telgraf yağıyor. Bunları Yakup bana ertesi sabah eve gelince anlattı. Gazi Paşa o gece Recep'e ( Peker) demiş ki "Recep, derhal emir vereceksin ve Halk Fırkası'nın adı bundan sonra Cumhriyet Halk Fırkası (Partisi} olacak. Cumhuriyet kelimesini biz de kullanacağız " Ama siz bunları yazmayacaks ınız, tamam mı? ..
- Bunları yazayım efendim . . Tarihi gerçekler.. - Evet beyefendi.. Bakın daha neler oluyor o gece Çankaya Köşkü'nde .. istifa telgrafları tomarla geldikçe " Paşam şunu haysiyet divanına verelim, bunu da verelim " Paşa da diyor ki, " Efendiler, siz galiba durumun farkında değilsiniz. Böyle giderse Meclis'te biz azınlıkta kalacağız, onlar çoğunluğu ele geçirecekler. Böyle şey olur mu? .. " O gece Paşa birçok me busu Köşk'e çağ ırıyor ve Halk Partisi'nden istifa etmeyecekleri konusunda söz alıyor . . . Yani böyle tarihi bir günde ben uğursuz ayağımla Köşk'e gitmişim işte. Latife Hanımı da, Gazi Paşa'yı da ilk defa o gün tanım ıştım. ..
1 32
- Latife Hanım güzel miydi efendim? - iyi yetişmiş bir kadındı. Onun için benimle hiçbir zaman sürtüşmesi olmamıştır. Herkesle olmuştur ama benimle asla ... - Sonra kendisiyle iyi dost oldunuz mu? - Olduk, ama ben her zaman mesafe bırakırım. Yakup da öyleydi.. Yalnız size şunu söyleyeyim, hepiniz iyi bilin. Atatürk kadar bağışlayıcı bir insan olamaz. Derler ki, " Hayır acımasızdı.• Desinler .. O kadar insan yürekliydi ki. Ayrıca Allah onu hoş ya ratmış. Bulunmaz bir şeydi. Fotoğraflarına bakmayın. Orada sert durur. - Kadın gözüyle baktığınız zaman yakışıklı bir erkek miydi? - Kadın gözüyle bakar mıyım ben oıia? Ben Yakup'un ka rısıyım (Kahkaha İ ar) .. - Ama yine de, o günlerde çok güzel ve genç bir ka dınsınız. Belki o gözle bakmış olabilirsiniz. - Kadın gözüyle bakmaya lüzum yok. Cihan gözüyle bakın. Dünyanın en yakışıklı insanlarından biri . . Sonra mahcup bir insandır. Hele güpegündüz konuştuğunuz zaman açılmaz. - Siz Atatürk'ün içki masasında bulundunuz mu? - Bulunmaz olur muyum? Bulundum elbette ... Ama yemeğe oturulur ve içki de verilir. Katiyen içki sofrası değildir. - Sayın büyüğüm, şu tablolarınıza baktığım zaman, genç liğinizde gerçekten çok güzel olduğunuzu görüyorum (Leman Hanım kahkahalar atıyor). - Aman beyefendi, bende güzellik ne arar? Ama galiba değişik bir kadındım. lngilizce ve Fransızca bilen , okumuş bir kadındım. - Acaba Atatürk size sofrasında falan güzel bir hanım ola rak bakar mıydı? Benim duyduğum kadarıyla size hayranlığı varmış. Sizin de galiba O'na varmış. ı :n
- Evet, duyarsınız ama yok. Söylerler .. Evet söylerler .. Ben evli bir hanımım. Yakup'u kaybedeli on yıl oldu, ama ben yine ona aittim. Şöyle oldu, böyle oldu .. Olabilir. . . Yanı başımda bazen bir şarkı okurdu. Mesela " Ü zme yetişir, üzme firakınla harabım." - Atatürk mü okurdu efendim yanı başınızda? - Evet efendim .. (Leman hanım burada konuyu değiştiriyor. . ) - Atatürk'le Latife Hanım iki yıl kadar evli kaldılar ve ay rıldılar. Daha doğrusu Atatürk Latife Hanımı ugönderdl " Acaba niçin? Acaba Latife Hanım Atatürk'ü çok mu disiplin altına almaya çalıştı? .. Çünkü bir yerde okumuştum, ayrılmadan önce Atatürk demiş ki: " Bu · kadın şimşek gibi çakıyor, yıldırım gibi gür lüyor. Ben böyle şeye gelemem.• " - Tabii içyüzünü bilemem. Ama mesela Çankaya Köşkü'nü Latife Hanım bulmuştur .. Çünkü o. Ankara'ya geldiğinde Atatürk hala o istasyondaki binada oturuyor. Zaten Latife Hanım Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara'da değil. O sırada Ankara'da Fikriye var. O intihar eden yavrucak. •.
- Fikriye Hanım Atatürlt'e aşı k, değil mi efendim? - Öyle olmasa intihar eder mi? Atatürk'ü iki kişi deli gibi sevmiştir. Birisi Fikriye, birisi Nebile . . . Nebile'yi sonra bir ha riciyeci ile evlendirdi Atatürk. O yavrucuk da öldü. - Onları da sonra soracağı m efendim. Latife Hanım Ata türk'ten ayrıldıktan sonra da kendisiyle dostluğunuz devam etti mi? - Tabii.. Yakup da, ben de her zaman mektuplaştık. Hatta ilk mektubumda "Siz gidince Çankaya boşaldı hanımefendi" diye yazdı m .. Çünkü olaydan bir gün önce ben Köşk'te kendisinin yanındayım. Galiba günlerden cumartesi... Bana dedi ki, "Annem, babam, kardeşlerim de Ankara'ya geliyorlar. Biraz bizimle burada kalacaklar .. " "Ah ne güzel" dedim .. Ben kenB4
disinin yanında fazla kalıp rahatsız etmek istemezdim. Hatta o da bana takılırdı.. DiQer hanımlara derdi ki, "Efendim, hanımefendi yeni evlidirler. Yakup Kadri Bey eve gelmişlerdir diye erken kalkarlar. " Bir de, ben oradan davet gelmedikçe gitmek is temezdim .. Çünkü benim akrabam falan deQil ki.. Ben bir mebus hanımıyım, o ise muzaffer kumandanın hanımı. Ona gitse Jitse, her gün Başbakan'ın hanımı gidebilir. Ama beni her zaman ça Qırırdı. - Ayrılmadan bir gün önce Köşk'te beraberdiniz. - Evet, güzel güzel konuştuk. işte, ailesinin geleceQini falan söyledi. Ben yine erkenden izin istedim. Ertesi gün öQıe vakti bizim eve AQaoQlu Ahmet Bey, l zmir mebusu Süreyya Bey ve birkaç mebus daha geldiler. AQabeyim Burhan Belge'nin yat tıQı bir oda vardı. Yakup falan hepsi oraya doluştular ve fıs fıs, hepsi kafa kafaya vermişler. Ben de salondayım. Yani salon de diQime bakmayın, bunlar eski Ankara'nın baQ evleri.. "Ne oldu beyefendiler?" diye sordum. AQaoQlu Ahmet Bey, " Ha nımefendi siz üzüleceksiniz ama söyleyeyim .. Latife Hanım Gazi Hazretlerl'nden ayrıldılar. Ankara'dan da ayrılıp gittiler" dedi. Tabii çok üzüldüm ve bütün gün aQladım evde .. Hep "Nasıl olur?" diye soruyorum. Latife Hanım Köşk'ten ayrılırken Coli or talıkta dolaşıyormuş. - Coli kim? - Atatürk'ün tazı köpeQi. . Latife Hanım şöyle bir bakmış Coli'ye ve okşamış. "Ne tuhaf Coli'ciğim, sen kalıyorsun bu rada, ama ben kalamıyorum artık" demiş. AQaoQlu bunları an latınca daha da kötü oldum. Çok dokundu Latife Hanımın bu sözü bana. Yani Atatürk bu sözü bilseydi, Latife Hanımı mutlaka geri çaQırırd ı . . Çünkü çok yürekli bir insandı . Bir defa da buna benzer bir hadise Erzurum'da olmuş ve Gazi Paşa, Latife Hanımı gön dermiş. Ama daha onlar Kastamonu'ya varmadan, "'Beni orada bekleyln, geliyorum" diye telgraf çekmiş ve Latife'ci kle An kara'ya beraber dönmüşler. .
1 35
- Hiç geçinemiyorlar ikisi de!'.)il mi efendim? - Sadece şunu anlatayım .. Henüz Atatürk'le evli olduğu günlerden birinde latife Hanım emir vermiş ve "Bana Velet Çe lebi'yi çağırın" demiş. Velet Çelebi biliyorsunuz Mevlana ah fadından . . En büyük Mevlevi. . Bunu bana Velet Çelebi'nin hanımı anlattı . . Ona demiş ki " Çelebi efendi sizi rahatsız ettim, ama biraz dertleşmeye ihtiyaç duydum. Başka hiç kimseyle si zinle konuşacağım gibi rahat konuşamam. Durum böyle böyle .. Ben ne yapayım? .. " - Yani geçinemediklerini söylüyor. - Ne söylüyorsa söylüyor işte. Yine Çelebi'nin hanımının bana anlattığını size aynen aktarıyorum . Çelebi, Latife Hanıma demiş ki, "Bakın, her genç kız evlenmeden önce bir sürü hayal kurar. Bu, her genç kızın hakkıdır. Bazen hayallerinden daha güzel bir dünya ile karşılaşır. Bazen de bunun tam tersi olur. Siz evladım, herhangi bir insanla evlenmedlniz. Bir kaplanla, bir aslanla evlendiniz. Bunu demir kafeslere hap sedemezsiniz. Hapsetseniz bile parmaklıkları kırıp yine çıkar. Sizin bütün derdiniz buradan geliyor . " Size biraz önce Rukiye'nin resmini göstermiştim. - Rukiye kimdi efendim? - Latife Hanımın küçük kız kardeşi. Benim çok iyi ar· kadaşımdır. Bi r gün bana dedi ki, "Biliyor musun Leman, benim ablam çok büyük hata etti. Ben Atatürk'ün karısı ol saydım derdim ki, sev canım ... Bütün kainatı sev. Sev canım, her şey senin hakkındır. Hepsi senin hakkındır.. Ve hiç me sele çıkarmazdım . . - Rukiye Hanım hayatta mı? - Maalesef .. Kocasıyla birlikte otomobil kazasında öldü. - Atatürk istese Latife Hanım kendisine geri döner miydi acaba? .
"
136
- Dönmez olur muydu beyefendi? (Burada Atatürk'le Latife Hanım'ın evliliği konusunda çok kısa bir bilgi vermek istiyorum okuyucularımıza 29 Ocak 1 923 günü imam nikahıyla evlendiler. Ancak Atatürk değişik bir uy gulama yaptı ve imamın karşısına ikisi yan yana oturdu. Evlilik 5 Ağustos 1 925 günü sona erdi. Demek ki yaklaşık iki buçuk yıl evli kaldı lar. O günlerde Medeni Kanun olmadığı için, boşanma işlemi de dinsel kurallara göre yapıldı ve Atatürk'ün üç kez " Boş ol" demesiyle noktalandı. Ancak Atatürk, işleme resmiyet ka zandırmak için, Latife Hanımdan ayrıldığını resmi bir yazı ile Başbakanlığa bildirdi E.Ç) - Sizin Atatürk'le dostluğunuz her zaman sürdü mü? ..
- Her zaman sürdü. Tabii çok hatıralar var. Çok değişik insandı . Bir gün Dolmabahçe'de sofrada sağında oturuyorum. Harf devrimi o günlerde yapılıyor. Ancak bazı sorunlar var. Dedim ki " Paşam mesela (Oxygen) kelimesini alalım. Bunu yeni harflerle nasıl yazdıracaksınız? " Atatürk bana baktı ve dedi ki "(Oksijen) olarak yazılacak " "Ama Paşam bu kellmenln kökünde (x) harfi var. OIJT'!aZ ki" deyince, "Hanımefendi siz .•
.•
köklerle uğraşmayın. Onlar ilimlere aittir. Maksat, milletimiz bunları bir an önce öğrensin " dedi. Hatta böyle bazı örnekleri kağıda yazıp bana verdi orada. Bunları kasada saklıyorum. Bir gün de, Gazi istasyonunun açılışı için özel tren hazırlanmış. Bin dik, Atatürk her kompartımana ayrı ayrı uğrayıp " Hoşgeldlniz" diye -el sıkıyor. Fakat ben baktım ki, hemen hiç kimse hanımını getirmemiş. ismet Paşa bile getirmemiş. Biz birkaç hanımız sa dece .. Bizim kompartımana gelince elimizi sıktı ve " Efendim, hoş geldiniz. inşallah bu akşam sıkılmazsınız ve hoşça vakit geçirirsiniz"
dedi. Ben de dayanamayıp kendisine dedim ki
" Paşam, şu koskoca trende birkaç han ımız. Nerede öbür hanımlar? Sadece bu birkaç hanım mı inkılapta öne atılacak? inkılap güzel şeydir, ama her zaman önde gidenler biraz 1 37
kurban sayı l ırlar " dedim ... Paşa hiç cevap vermedi.. " inşallah güzel vakit geçirirsiniz" dedi ve gitti. - Niçin " Ö nde gidenler kurban sayılır" dediniz?
- Öbürlerinin hanımları yok diye öfkemden söyledim. Belki biraz kaba, ama işte benim böyle çıkışlarım vardır .. Ve onun için diyorum ki, Mustafa Kemal Paşa kadar tahammüllü bir insan yoktur. - Korkmaz mıydınız kendisinden? - Korkulmaz ki.. Niçin korkulacak insan olsun? Nefis .. - Ama çevresindeki herkes Allah gibi korkuyor efendim. - Herkes sever ama çok çekinirdi tabii. Az önce size ne dedim? Paşa gündüz çok konuşmayı sevmez. Akşam sofrasında konuşmayı severdi. O gece yemek için Gazi istasyonunda masa filan yok. Yere büyük örtüler serilmiş. Paşa beni yine saQına oturttu sofrada ve dedi ki, " Buraya gelirken yolda şöyle bir şey buyurmuştunuz hanımefendi. Size verec�lm cevap şudur.. i steyen gelir, isteyen gelmez. Hiç önemi yok. Ama sizin şah sınıza bir şaibe gelmesinin �sla imkanı yoktur Aynen böyle söyledi. •. n
- Efendim Nebile Hanım olayı nedir? - Nebile çok iyi bir ailenin çocuQu, ama deli bir çocuk. Bu Nebile Atatürk'ü çok merak ediyor ve evinden kaçıp Dolmabahçe Sarayı'na giriyor gizlice . . . Yakalıyorlar, ama kovmasınlar diye yalvarıyor. Neyse, hizmetçi olarak alıkoyuyorlar orada bunu . . . Bir gün üst kata, Atatürk'ün yanına çıkıveriyor ve diyor ki: " Paşam, ben alt katın hizmetçisiyim " Bu sırada da ailesi fellik fellik kızı arıyor .. Ve böylece Paşa Hazretleri'nin yanında kalıyor Nebile. .•
- Atatürk'e aşık mı oluyor? - Herhalde Atatürk de onu çok sevdi. O büsbütün başka. Fakat sonra b u kız tehlikeli oldu. Bakınız onu anlatayım size. 1 38
Atatürk bir akşam Dolmabahçe'de bir davet verdi. Çok kalabalık bir sofra. Gece yarısından sonra bir ara bu Nebile bana dedi ki, "Paşama sürprizim var " Bir ara müzik çalarken kırmızı şalvar, kırmızı cepken ve hilalli gömlekle çıktı ortaya ve şimdiki as solistlerin yaptığı gibi başladı şarkı söylemeye. Yakup da boş bulunup "Ah canım, ne kadar da güzel" dedi. Atatürk Yakup'a şöyle bir dönüp baktı. ••
- Kızdı mı? - Kıskanç adamdı. Ondan sonra duydum ki, Nebile'yi bir hariciyeci ile evlendirecekler. Ama kızcağız beni her gördüğünde ağladı ve " Paşam beni göndermesin, ben onunla kalmak is tiyorum" dedi. Sonra işte, meşhur düğünleri yapıldı. Atatürk ve lnönü de düğüne katıldılar. Bu yavrucuk sonra kocasından ay rıldı. Gözleri kör olarak Heybeliada'da bir sanatoryumda ölmüş. - Bir de Atatürk için intihar eden Fikriye Hanım var efen dim. Onu da anlatır m ısınız? - Efendim, Fikriye Hanım istiklal Harbi zamanında An· kara'da Atatürk'ün yanında. Paşa'ya her türlü bakmış etmiş. Çankaya Köşk'ünde kalıyor. Paşa Latife Hanımla evlendikten sonra Fikriye'yi Siirt mebusu Mahmut Beyin yanına verip Al· manya'ya tedaviye yolluyor. Çünkü Fikriye verem. Kızcağız Al· manya'da hasret içinde ve bir an önce Ankara'ya dönmek istiyor .. Atatürk'ü çok seviyor. Orada gazetelerde okuyor ki, Paşa Latife Hanımla evlenmiş. Hemen trene atlayıp Ankara'ya geliyor. Bun dan sonrasını bana Yakup anlattı .. Fikriye istasyondan bir fay tona binip Köşk'ün kapısına geliyor ve nöbetçiye " Bana yaveri çağır" diyor. O sırada içeride yaver olarak Kılıç Ali'nin yeğeni var. O, Fikriye Hanımı eskiden beri biliyor. Bir de yeni başyaver olan Resuhi Bey var. Resuhi Bey içeriye girip arzetmiş. Latife Hanım da Paşa'ya " Hay ı r, kabul edemezsin" demiş. Resuhi Beye de " Kov gitsin" demiş. Resuhi bunun üzerine Kılıç Ali'nin yeğenine 1 39
" G it sen söyle ve kov"
deyince o da diyor ki,
" Ben Fikriye Ha
nımı dünyada kovamam. istiklal Harbi sırasında dört yıl bu rada hepimizin çorabını yamadı, çamaşırımızı yıkadı, her şe yimize baktı. Sadece bizleri değil, bütün Muhafız Alayı'nda ne kadar çorapsız, yırtık pırtık üniformalı asker varsa he
" Ama Resuhi başyaver ve bunun amiri ya . "Gidip s�n kovacaksın" diye emir veriyor. Bunun üzerine Kılıç Ali'nin yeğeni olan yaver kapıya gidip " Maalesef içeriye giremezsiniz hanımefendi" diyor. Fikriye de az ötede bekleyen faytona biner binmez çantasından ta bancasını çıkarıp kendini vuruyor. Fakat orada ölmüyor. Alıp hastaneye götürüyorlar. Hastaneye kaldırılınca Paşa, Latife Ha nımdan tekrar rica ediyor, "Ne olur gidip bir bakıver, kızcağız ölüyor" diyor, ama Latife Hanım gitmiyor. pimizi o giydirdi. Ben bu nankörlüğü yapamam
..
.
- Efendim sizin a!)abeyiniz Burhan Belge, Macar asıllı ünlü film yıldızı Zsa Zsa Gabor'la evlenip kendisini Ankara'ya getirmişti. - Kadın kendi istemiş. Ağabeyim Peşte'den geçerken demiş. Rahmetli o zaman Matbuat Baş müşaviri idi. O zaman devlet memurunun yabancıyla elvenmesi yasaktı. Bunlar da orada belediye nikahı gibi bir şey kıy dırmışlar. " Benimle evlensene"
- O hanım çok güzeldi. Herhalde yeni Türkiye'nin baş kentine gelen en güzel kadındı. Rahmetli Atatürk'le tanıştı mı acaba? - Onun küçüğü Eva daha güzeldi. - Atatürk'le tanıştı mı efendim. - Onlar uzun hikayedir. - Atatürk'ün tavrı ne oldu Zsa Zsa Gabor'un güzelliğini görünce? 1 40
- Nothing at all (Hiçbir şey olmadı) .. She was a pretty girl (Çok güzel bir kızdı). Hepsi bu kadar (Gülüşmeler) .. lt's not a question of love. (Bir aşk meselesi değil) .. Yani öyle bir şey yok efendim. Ama o gece neler koptu Karpiç'te ilk görüşünde. - Neler koptu efendim? - Beyefendi yavrum, ben size bir şey söyleyeyim mi? Hiçbir lakırdıya inanmayın. Hepsi yalan, hepsi tevatür. Bazı şeylerin aslını hiç kimse bilemez. Siz güzel bir hanım ı görürsünüz, o da sizi görür ve hemen bir şeyler uydururlar. Çok çok berbat ahlaklı insanlar. - Atatürk'ün çevresindekiler mi? - Oraya gitmeyin canım. Bugün de öyle de!'.)il mi? - Karpiç'te ne oldu o gece? - Herkes başka şekilde anlatır .. O gece oradan çıktığımız zaman "Ağabey, cihanda beni hiç kimse ağlatamadı, ama bu gece senin yüzünden ağladım" dedim. "Ne oldu?" dedi.. "Atatürk böyle bir şey söyledi" dedim. - Ne söyledi Atatürk? - Neyse .. Ağabeyim de bana dedi ki,
"Bu, koskoca Mus-
tafa Kemal .. Haklıdır, böyle düşünebilir. Sen canını ağabeyin için hiç üzme. Ağabeyin hürdür. lstedl{ıi gibi yaşar. Ama bana bundan sonra devlet kapısı kapanırmış. Ne yapalım?"
- Efendim, ne dedi Atatürk? - işte, yabancıyla evlenme yasağı var. Onu ima etti bana .. (Burada olup bitenleri Sayın Karaosmanoğlu'nun anlatmak is temediğini anlıyorum ve daha fazla üstelemiyorum.) - Atatürk'ü çok severdiniz. ismet Paşa'yı da sever miy diniz? - Sevmez olur muyum? Karısı 62 yıllık dostumdur. Hala görüşürüz. Tanrı korusun onu. Aman önce ben gideyim. 141
- Alah korusun efendim. - lt's enough tor me (Benim için yeter).. 1 would tike to go. (Gitmek istiyorum) ... .
- Ciddi mi söylüyorsunuz bunu? - Really (Gerçekten) .. Çünkü art.ık her şey bomboş. Biz her şeyin en " lntenslve" (y�un) olduQu zamanda yaşadık. Artık benim için her şey bomboş. - Allah size uzun ve saQlıklı bir ömür versin. Başta Atatürk olmak üzere bu konuşmamızda adı geçen bütün büyüklerimize de Allah rahmet eylesin efendim. Size çok teşekkür ediyorum efendim.
142
ÖZAL'IN DEVLET GEZiLERiNDEKi REZALET (Kamuoyunu ayağa kaldtran ibret belgesi. Konuştuğum kişinin ismini gizli tutuyorum)
"BÖYLE UTANÇ VERiCi ŞEY OLMAZ" - Beyefendi siz Sayın Turgut Özal'ın UzakdoQu harekatına katıldınız. KimliQiniz, adınız soyadınız kesinlikle gizli kalacak. Benden başka belki gazetede iki kişi bilecek, ama gizlilik kuralına kesinlikle uyulacak. Bana ve okuyucularımıza bu harekatın de Qişik yönlerini anlatmanızı rica ediyorum. Neler oluyor Türkiye Cumhuriyeti adına düzenlenen bu seferlerde? - Efendim, biliyorsunuz iki gezi oldu. Birisi esas itibariyle Japonya gezisiydi. UçaQın transit iniş kalkışları hariç, Japonya ve Singapur'a gidildi. ikincisinde ise Çin Halk Cumhuriyeti , Bangkok ve Hong Kong .. Yanılmıyorsam her iki kafilede de 1 70 - 1 80 ki ş i vardı. Belki biraz daha fazla olabilir. - Kimlerden oluşuyordu kafile? - Önce sayın Başbakanımız ve eşi hanımefendi .. Şöyle sayayım .. Önce devlet görevlileri. Başbakan, eşi hanımefendi , 1 43
bunların müşavir ve sekreterleri, memurları, milletvekilleri ve ko rumalar.. Bunlar resmi heyette yer alanlar. ikincisi çok sayıda ünlü işadamımız. Ü çüncüsü ise basın mensupları .. Tabii bir de uçakta görevli THY yetkilileri var. - Gezilerin amacı ne oluyor? - Amaç, Türkiye UzakdoQu'ya açılacak ve o bölgeyle yakın ilişkiler kurulacak. Bunun için işadamları da kafileye katılıyorlar ve orada iş bağlantısı yapmaya geldiklerini söylüyorlar. Oysa ço Qunlukla başka işlerin baQlantısını yapıyorlar. - O bölümü sonra soracaQım size .. Şimdi kafileyi taşıyan uçaQa bindiniz. Neler oluyor uçakta? .. Bir de, uçak paralı mı? - Uçak paralı .. Resmi heyette yer alanların ücretini devlet ödüyor .. Bunlar ayrıca devletten harcırah alıyorlar. Geri kalanlar da bilet ücreti ödüyor.. Bu ücret bir milyon lira civarında. Tabii herkes Allah ne verdiyse dövizlerini cebine dolduruyor ve uçaQa biniyor. - Uçak yolculuQu nasıl geçiyor? - Uçakta önde Sayın Başbakan, eşi ve protokol sırasına göre görevliler oturuyor. Onun arkasındaki bölümde Özal ailesi için hazırlanan çal ışma ve yatak odası var. Bunların arkasında gazeteciler ve işadamları oturuyor. Ama kalkıştan hemen sonra bu düzen bozuluyor ve herkes birbirine karışıyor. Turgut Bey uçağa biner binmez soyunup kravatı falan çıkarıyor ve sohbet başlıyor. Tabii bu arada herkes kendisine yakın olabilmek için birbirini omuzlamaya başlıyor .. Çünkü işadamının derdi var, ga zetecinin derdi var. lşadamı Türkiye'de kolay göremeyeceği Başbakan'ı hazır bulmuşken sorunlarını iletmek istiyor.. Ga zeteciler özel demeç peşinde .. Yani yolculuk böyle devam ediyor en başta .. Ve bu bölüm yolculuğun en ciddi bölümü oluyor. Çünkü henüz mala, mağazalara ve fuhuşa hücum başlamamış . . - Onları sonra soraca!;jım .. Uçakta servis herhalde iyidir . . 1 44
- Valla her şey bol .. Mesela kalkışta uçağa galiba 40 - 50 kasa viski koydular. Bunlar tükendi. Servis, yemekler çok iyi.. Zaten THY Sayın Başbakan ve eşini memnun edebilmek için uçağa özel müdürler koymuş .. Her şey bedava.. Devletimizin ik ramı. Ne ararsan var .. - l şadamları niçin büyük rağbet gösteriyor bu gezilere? - Benim gözlemim, aslında bunların ço�u gidilen yerlerde ciddi bir iş bağlantısı falan kurma peşinde de!)iller. Demin de de diğim gibi, iki amaçları var .. ilki Başbakan ve devlet erkanına .. yakın olup sorunlarını aktarmak ve yağ çekmek .. Zaten bu gezilerdeki yağ çekme olayını görünce tiksindim . . - Kim kime çekiyor? - Valla, kusura bakmayın ama kafiledeki herkes Turgut Bey ve Semra Hanıma nasıl yağ çekeceğini şaşırmış durumda . . - Peki, ikinci amaç nedir? - ikincisinin adı üstünde .. Uzakdoğu seferi demişler buna.. Gidilen ülkeler ilginç, mallar değişik kaliteli ve ucuz .. Mal derken, kadını da dahil ediyorum buna. Hem ucuz, hem enteresan. ••
- Şimdi birinciden başlayalı m .. - işte yağcılık olayı .. Başbakan ve eşine yağ çekiliyor dedim, ama aslında bu olayın boyutları çok geniş .. Herkes birkaç kişinin çevresinde pervane oluyor. Mesela Yavuz Canevi ve Ekrem Pakdemirli çok rağbet görü9orlar bu açıdan. Gezideki ba kanlar bile bu ilgiyi görmüyor. Yani bir nevi iş takipçiliği ve bun larla dostluğu pekiştirme olayı yaşanıyor. - Evet.. Şimdi ikinci yönüne gelelim işin .. Artık Uzakdoğu harekatı gerçek yönüyle başlasın bakalı m .. - Emin Bey, biliyorsunuz biz toplum olarak refah düzeyimiz ne olursa olsun, biraz aç insanlarızdır. Mesela birtakım mallara ve bunun yanı sıra kadınlara karşı açlığımız vardır. En büyük zenginlerimiz bile bu açlığı yaşar maalesef.. 1 45
- Bu iki gezide bu açlığımız ortaya çıktı değil mi? - Hem de ne biçim çıktı. . Yahu, bu adamların bazısı memleketin en forslu insanları. Memleketi yöneten adamlar. Bir kısmı para içinde yüzen işadamları . Ama bir bakıyorsunuz neler oluyor kardeşim. - Neler oluyor? Anlatsanıza .. - Size olduğu gibi, isim vererek anlatacağım. Uygun görürseniz isimleri yazarsınız. Kamuoyu bunları bilmelidir. Çünkü hepsinin şahitleri var. - Gereken isimleri yazarım tabii . . - Japonya gezisinin ilk durağı Abu Dabi.. Gece yarısı alana indik. Bizi şeref salonuna aldılar ve ağırlama başladı. Sayın Er doğan Demirören'in de dahil olduğu bir kafile, gecenin o saatinde bir taksiye atlayıp uzaklaştılar.. - Şehre mi gidiyorlar? - Hayır efendim .. Havaalanının öbür tarafmdaki Free Shop'a alışverişe gidiyorlar.. Gecenin o saatinde protokol araya girmiş ve kapalı olan dükkanlar açtırılmış .. ' ilk hücum böyle başladı yani.. - Ne al ıyorlar? - Amerikan sigaraları, Havana puroları, birtakım elektronik eşya .. Ama sonraki talancılığın yanında bu solda sıfır kal ır .. - Japonya'da neler oldu Beyefendi? - Efendim, Tokyo'da otele yerleştik .. Hemen ucuz mağaza ve Türk Hamamı arayışı başladı . Biliyorsunuz orada fuhuş ya pılan yerlere Türk Hamamı deniliyor. Heyette bulunan resmisi özeli herkes elini yüzünü yıkadıktan sonra sokak ve caddelere döküldü ve bu tempoya maalesef birkaç kişi dışında herkes girdi.. Sayın Özal dışında en üst yetkililer bile .. - Kim yardımcı oldu bu gibi yerleri bulmakta? 1 46
- Resmi heyette bulunan üst düzeyde bir yetkilinin Tokyo'da okuyan yeğeni vardı. Bu genç, fuhuş yerlerinin adreslerini, kağıda Japoncanın Tü�çe okunuşu gibi yazıyor. Bunu bindiğiniz tak sinin şoförüne vereceksiniz. Taksiye binince mesela şoföre To k i muyata mutino" gibi Japonca okuyorsunuz .. O d a hemen güt meye başlıyor ve sizi kapıya kadar götürüyor. Gece otelde bri fingler başladı. Herkes birbiriyle mağaza ve kadın adresi teati ediyor.. Heyet mensuplarından birinin, mesela, o gün Turgut Bey'le veya Japonlarla toplantısı varsa "Aman o adresi iyi sak layın da çıkınca ben de gideyim" falan diyor. Yani Tokyo'da kafilemizin çok büyük bir bölümü "Allah Allah" sesleriyle ma ğazaları ve Türk hamamlarını bastı. "
- Herkes mi girdi bu çarka? - Alışverişe istisnasız herkes daldı . . Yani kim aklınıza geliyorsa .. Fuhuşa ise çoğunluk. Hatta Sayın . . . . bile çok güzel bir "gece gezmesi " yapmış .. Tokyo'da okuyan genç onu bizzat gö türmüş. Kendisi protokola dahil olduğu için, bir arkadaştan kot pantolon falan isteyip otelden öyle çıkmış . . Tokyo'da okuyan o genç, eksik olmasın çok yardı mcı oldu fuhuş soru numuzun gi derilmesi için .. - Başka kimler yardımcı oldu? - Söyleyeyim ama bunları yazabilir misiniz? . . . - Evet.. Bunları yazamam . . - Artık bütün konuşulan konu hangi mallar kaça alındı . . Bazı tecrübeliler diyor ki "Yahu arkadaşlar, hevesinizi Sin gapur'a saklayın. Orası daha ucuzdur " Bütün mağzalar yağ malandı ve bavullar tıka basa doldu . . - Sonra Singapur faslı başlıyor. . - Ben buna "Singapur rezaleti" diyorum . . Burada özel olarak iki gece kaldık. Ziyaretin resmi olan hiçbir yönü yok .. Bu iki gün aslında herkes için utanç vesilesidir. Orada hikaye çok . . ..
ı -17
- Neler oldu - Efendim orada dükkanlar da, fuhuş sektörü de Japonya'ya göre daha ucuz. Bizim kafilede ise hemen herkeste tomarlarla dolar var .. Mesela Yapı Kredi Genel Müdürü Hüsnü Özyeğin'in Tokyo'da 1 1 00 dolara aldığı kamerayı , iktisat Bankası Genel Müdürü Erol Aksoy Singapur'da 670 dolara düşürmüş .. Artık para işleri kızıştığı ve parayla kadından başka şey konuşulmadığı için Erol Bey Hüsnü Bey'e kamerayı kaça aldığını söyledi ve eliyle " Nah" işareti yaptı.. Tabii Hüsnü Bey de Erol Bey'i dinlemeyip Japonya'da kazık yediği için çok bozuldu. Ancak biraz sonra bir gazeteci aynı kamerayı 500 dolara almış olarak otele döndü ve her ikisine birden bacağını iki elinin arasına alıp kaldırarak " Na ahhh" diye bağı rdı .. Yani en ucuza o aldığı için seviniyor. Bütün Singapur mağazaları gerçek anlamda talan edildi Emin Bey .. Hatta Singapur yetkilileri bizim heyete " Satın Alma Heyeti" diye isim taktılar .. O iki gün ucuz mal kapma yarışıyla devam etti. is tisnasız kafiledeki herkes katıldı bu yarışa .. Anlatabildim mi? Ne varsa yağma edildi. Birisi bir yakınına veya kendine bir şey alıp da gösterdi mi, öbürleri de hemen tekrar fırlıyorlardı dükkanlara .. En üst düzeyden başlayan bir Türk kafilesi düşünün .. iki dolarlık adi, rezil şapka ve mendiller bile yağmalandı. Manzara nefis .. Yağmaya kafiledeki herkes katılmış .. Yolunu kaybedenler, dil bilmediği için başkalarına tercümanlık için yalvaranlar.. Ama kimse kimseye yardım edemiyor ki .. - Niçin? - Adam o mağazada işini bitirince ya başka dükkana dalacak, ya da otele gidip kadınlarla olacak .. Çünkü zaman az .. Aslında hepimiz adına utanç verici bir durumdu. Ben de dahilim buna. - Neler al ındı genellikle? - B�yefendi , bir yağma olayında ne alındığı fark eder mi? Akla gelen ve gelmeyen her şey yağma edildi resmen. Türk he1 48
yetinin resmi uçağına dört kapıl ı buzdolabı bile yüklendi . . Bunu gözümle gördüm .. Müzik setleri, renkli TV'ler, videolar, ka meralar, bilgisayarlı oyuncaklar, ipek kuma�ar, inci, mücevher, ipek kimonolar .. Ü ç milyon iki yüz bin liraya ipek kimono alanlar oldu beyim .. - Allah doyursun o açlıklarını hepsinin . . Peki, bu kadar para var mı kafilede? - Hemen herkeste iyi para var, ama esas paranın büyü!)ü işadamlarında ve özel banka yöneticilerinde .. Hesapsız para.. Sonra borç olayı başladı. Adam birkaç günde beş bin doları qi tirmiş ve borç arıyor kafileden .. Gelirken herkesin bir tek bavulu vardı. C,,müşte hemen herkeste en az beş bavul ve bunun dı şında pa�·etler, koliler, büyük ambalajlar.. Uçağın yüklenmesi saatler almı� 'ıüyük konteynerlerle .. - Fuhuş olayı nasıldı resmi kafilemizde? - Harikaydı .. Hemen hemen bütün erkeklerimiz otelin özel olarak karartılan bölümlerinde ve diğer yerlerde gönüllerince eğ İendiler. Odalarda bazı büyük işadamlarımızın ve diğer heyet mensuplarının katıldığı seks partileri düzenlendi. ........... Bunları yazabilir misiniz? - Şu verdiğiniz isimleri ve anlattıklarınızı maalesef ya zamam. Memleket ayağa kalkar... işte milletvekilliği veto edilen bu banka genel müdürü karanlıkta başını kadının eteğinin altına sokmuş, bir türlü çıkarmıyor ...... Otel odalarında kıyamet kopuyor. . . . Ayıp ..... Adam ANAP'ın kurucusu ve bir bankanın yönetim kurulu üyesi.. . . . . . . Bu da büyük işadam ı . ........ Bir otel görevlisi geldi yanlarına ve " Beyler ayıptır. Mübarek Ramazan ayındayız. Yoksa siz
diye sordu . . Meğer adam Müslümanmış. Adı da Ekber Muhammet.. Bir başka odada Sayın Özal'ın adını herkesin bildiği danışmanı ve başkaları var .. Seks
Türkler Müslüman değil misiniz?"
1 49
partisi için aralarında bir türlü anlaşamıyorlar. Odada beş kadın, beş erkek var. Danışman ve büyük işadamı aynı kadını istiyor. Bunun üzerine odadaki gazeteci " Beyler, herkes ..... çıkarsın. Kiminki büyükse o istediği karıyı seçer" diyor. Bu işler olurken kadınlar odadan çığlık çığlığa kaçıyorlar falan . . . Bu sırada Sayın Özal ve eşi de aynı otelin bir başka katında .. Bizimkilerde para bol olduğu için, mesela 1 00 dolarlık kadına 500 dolar veriyor ve " Ü stü kalsın" diyor .. Sonra da kendisinin büyük bir Türk işadamı olduğunu kadına gururla anlatıyor. Bu durumu duyan bütün Sin gapur orospuları " Paralı Arap Türkleri gelmiş" diyerek oteli ablukaya aldı lar. Hatta bir kısmı yasak olmasına rağmen katlara kadar sızmayı başardı. Otel görevlileri bunları kovdu. Çünkü otelin kendi orospuları var. Bize bunları satarsa, daha çok para kazanacak. Büyük olaylar oldu yani.. - Evet.. Yani Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden bir ka filede gerçekten utanç verici durumlar. . Bir de Singapur'da biri uçağı kaçırmış galiba . . - Valla öyle şeyler oldu k i.. Singapur'da pasaport bö lümünde bir yetkili, yanımdaki arkadaşın kulağına eğilip dedi ki " Sizin gibi yılda on kafile geİse biz köşeyi döneriz " Yani bu anlamda . . Efendim , uçağa bindik ve bir iki saat bekledik . . Fakat bir türlü kalkmıyoruz.. Arada çok yüklü olduğumuz için kal kamıyoruz anlamına espriler oluyor. Meğer Devlet Bakanı Ahmet Karaevli ile birlikte gelen bir danışmanı varmış .. Adam piyasada yok .. Onu bekliyormuşuz. Sonuçta Başbakan çok kızdı .. Tabii Ahmet Karaevli de mosmor oldu. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yal ım Eralp'a emir verdiler .. Adamın pasaportuyla bin dolar para bıraktılar ve biz hareket ettik. •.
- Safahat alemine mi dalmış danışman bey? - Valla artık orasını izlemedim . , . - Çin gezisi nasıldı? 1 50
- Efendim, Çin'de fuhuş olmadığı için, burada ağırlık alış verişe kaydı. Heyet mensuplarının tümü yine tonlarca eşya aldı.. Pekin'de korkunç bir alışveriş patlamasına şahit olduk. Bir önceki geziden tecrübe kazanan THY, Pekin'deki son gün herkesin odasına bir bildiri bıraktı ve bagajların belli bir kiloyu geç memesini istedi. Aksi halde uçak tehlikeye girer ve gerekli yakıtı alamazmış .. Pekin otelinde bütün sandıklar, koliler, paketler ve bavullar yığıldı .. Ama orada olmadıği için bu sefer dört kapılı buzdolabı, çamaşır makinesi falan alamadılar. - Pekin yağmasında neler rai;)bet gördü? - ipek kumaşlar, Çin porselenleri, heykeller, el işleri, çeyizlikler, ipek Çin halıları, ipek giyim eşyaları falan .. Orada da korkunç bir alışveriş furyası oldu .. Çinliler herhalde arkamızdan çok gülmüşlerdir, ama çok da para bıraktık yani.. Aynı durum bu gezinin Bangkok ve Hong Kong aşamalarında da oldu. Bu son iki yerde yine fuhuş ve alışveriş koşturmacası... Hatta Hong Kong'tan kalkmadan önce uçağın aşı rı yükü nedeniyle bazı so runlar çıkmış galiba .. Ama kilomuz tehlike limitini geçmemiş .. Al lahtan ki, 300 kişilik uçakta 1 70 kişi falanız .. Yoksa yükümüz için kesinlikle ikinci bir uçak gerekecekti. - Peki beyefendi, bu gezilere birçok işadamı gidiyor .. Hem de en babaları .. Bunların gerçek amacı ne? - Emin Bey, aralarında gerçekten çok ciddi olanlar ve iş için gelenler var. Ama bunlar maalesef azınlıkta .. Bunlardan ço ğunun amacı, orada Başbakan'a yakın durmak ve bunun dışında para savurup gösteriş yapmak. Erkekse bir kişi çıkıp da bunların yalan olduğunu söylesin bakalım. Hodri meydan. - Peki, sizce bu iki gezide tahminen kaç dolar har canmıştır? - Şöyle anlatayım .. Bu gezilere yanında 20 bin dolarla gelip hepsini bir seferde harcayanlar vardı .. Bu dolarların çoğu 151
alışveriş yağmasına ve fuhuş sektörüne gitti. Ama ayn ı kafilede yanında üç beş bin doları olanlar da vardı ve bunlar parasız sa yılıyordu .. Bizim arkadaşlarla kabaca yaptığımız hesaba göre bu iki gezide Türk milletinin sırf eşya alımı ve fuhuş sektörü için harcanan dövizi en az bir buçuk milyon dolardır .. Bu da en düşük tahminle yani .. Toplam 350 kişi, ortalama beş bin dolardan he saplayın. - Valla helal olsun .. Hatırlarsanız bundan birkaç yıl önce bir OECD yardım toplantısında Lüksemburg Tür.kiye'ye bir milyon dolar borç vermişti de hepimiz "Sadake verlldj" diye bo ' zulmuştuk. O bir milyon doları kabul eden tı•tin· başkanı da Sayın Özal'dı .. Demek ki artık durumumuz ç.r;)l< düzeldi. O yar dımlarda aldığımız paraları Uzakdoğu gezilerinde har vurup har man savurabiliyoruz. Daha o yardı m anlaşmalarının mürekkebi yeni kuruyor .. Peki, size bir şey daha sorayım .. Sayın Başbakan acaba bu iki gezide olup biten rezaletin farkında değil mi? - Bunu ben de çok düşündüm ... Farkında olduğunu san mıyorum .. Çünkü yüz bin tane işi var oralarda. Bütün yük onun üzerine biniyor. - Demek ki çevresinden bir Allah'ın kulu çıkıp da " Sayın Başbakan durumlar böyle böyle oluyor" demiyor .. Bu iki ge ziye de çok sayıda milletvekili katıldı. Devlet bunlara o kadar para ödedi ve yolluk verdi.. Bunlar ne yaptılar oralarda? - Milletin vekili olarak aynen milleti temsil ettiler. Herkes ne yaptıysa, onlar da aynı şeyi yaptı. Tabii hanı m milletvekilleri sa dece çarşı pazar gezdiler ve devlet kesesinden alışveriş yağ masına katıldılar. Zaten milletvekillerinin çoğu yabancı dil falan bilmediği için, mihmandar eşliğinde gezdiler .. Çünkü bunlar resmi heyette oluyor ya .. işte resmi bazı yemeklere katıldılar, bol bol para hesabı yaptılar. - Evet... Daha ne yapsınlar .. Onlarla ilgili ilginç bir kravat i!'.jnesi olayı olmuş galiba . . 152
- Japon polisi Tokyo'da bunlara üzerinde inci olan bir kra vat iQnesi verdi.. Yani resmi heyette oldukları anlaşılsın diye .. Bunları takıp dolaştılar. Bir tanesi bu inciden şüplenmiş ve "Dik katli konuşalım. Bunun. içine Japonlar mutlaka mikrofon koymuşlardır" demiş .. Tabii "gece gezmelerine" giderken bu kravat iQnelerini çıkarmak zorunda kalmışlar.. Dönüşte Japonlar bunları geri alacaklarını söylemişlerdi. Maalesef iki milletvekilimiz bunları vermediler ... isimlerini de veriyorum .. isterseniz yazın. Biri ANAP, öbürü Halkçı parti milletvekili. isimleri. ..... - Aferin onlara valla .. Türk parlamentosunu iyi temsil et mişler .. Peki, uçaQın bu seferlerden dönüşµ nasıl geçiyor? - Dönüşte herkes yorgun ve bitkin. Biliyorsunuz ilk seferin dönüşü Singapur'dan, ikinci seferin dönüşü Hong Kong'tan oldu .. Hemen herkes bu iki dönüşte de bitik durumda .. Kimisi fuhuştan bitkin .. Fuhuş yapmayanlar ise alışveriş yaQması yüzünden bit kin. Ayakları şişmiş .. Dönüşte herkes çok yorgun .. Artık uçakta yaQ çekmeler, ciddi konular falan asgari düzeyde .. Konuşulan tek şey, neyin kaça alındıQı. Kim neler aldı, kaça aldı, ne kadar ucuza düşürdü? .. Kim kazık yedi, kim uyanık davrandı? Tabii bir de ka dınlarla kim kaça ve nasıl yattı, bunun hikayeleri .. - Bir de şunu sorayım .. iki UzakdoQu seferinde de uçaklar tıklım tıklım eşya dolu geldi. Hatta dört kapılı buzdolabı bile gel diQini söylediniz. Bunca yük, bunca eşya gümrükten nasıl geçti? .. Çünkü bunların hepsi de gümrüQe tabi eşyadır .. - Hiç kimse bir kuruş bile gümrük ödemedi. Bu işin nasıl ayarlandıQını bilmiyorum. Yalnız boşaltma işlemleri çok uzun sürdü. - O niçin? - O kadar eşya kaç saatte boşalır beyefendi? Kamyonlar dolusu eşya geldi her iki seferden . . Bazısı evine kamyonla gö türdü . . Bazılarını resmi arabalar taşıdı. 1 5'.\
- Peki, bu nasıl oluyor yani? Gariban bir gurbetçi işçimiz en ufak bir şey getirince gümrükte el koyuyorlar da, Uzakdoğu kafilelerinin dönüşü Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına tabi değil mi? Bu memleketin kanunları adamına göre mi uygulanıyor acaba? - Onu bilemem . . Ama o kadar eşya için ne arandık, ne bir soru soran oldu , ne de bir kuruş gümrük ödeyen . . - Efendim, size çok.teşekkür ediyorum ve b u gezilere ciddi amaçla katılan, görevini yapan herkesi bu konuştuklarımızdan tenzih ediyorum. Onlar lütfen bu konuştuklarımızı üzerlerine al masınlar. Ama bunlar Türk devletinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin temsil edildiği gezilerdir. inşallah bundan sonraki gezileri biraz daha ciddi tutarlar da bizim gibi normal vatandaşların asabını bozmazlar.. Hem de memleketin bunca dövizini Uzakdoğu ül kelerinin mağazalarına ve orospularına harcamazlar. Ayıptır, günahtır .. Ben böyle görgüsüzlük duymadım şimdiye kadar. - Emin Bey, benim de öğrenmek istediğim bir husus var.. Bu iki geziye de birçok gazeteci katıldı. Konunun bu yönlerini onlar içinde yaşadıkları halde hiç yazmadılar .. Acaba neden? - Onu da ben bilemem beyefendi.. Herkes kendi görevini kendisi yapsın. Herkes kendinden sorumludur.
1 54
IHSAN SABRI ÇAGLAYANGIL Ihsan Sabri Çağlayangil 1908 yılında ls tanbul'da doğdu. 1933 yılında lstanbul Hukuk Fa kültesi'ni bitirdikten sonra, 15 yıl süreyle Emniyet Genel Müdürlüğü'nde görev yaptı. 1949 yılmdan iti baren Yozgat, Antalya, Çanakkale, Sıvas ve Bursa illerinde valilik yapan Çağlayangil, 27 Mayıs 1960 ihtilalinde Bursa valisi iken tutuklanarak Yassıada'ya gönderildi. Ihsan Sabri Çağlayangil 196 1 ytlmda politikaya girdi ve Adalet Partisi'nden Bursa se natörü seçildi. Sonraki yıllarda AP grup başkanlığı, Çalışma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Senato Baş kanlığı görevlerinde bulundu. 12 Eylül öncesinde cumhurbaşkanltğı makamma vekalet etti. 1 96 1 1980 yılları arasmda kesintisiz parlamentoda bu lunan Çağlayangil, son olarak DYP genel idare ku rulu üyesi idi. Çağlayangil, vefat etti.
- Sayın Çağlayangil, geçenlerde sizi aramıştım, Milli Kü tüphane'de çalıştığınızı söylediler. Maşallah bu yaşa gelmişsiniz, 155
hala çalışıyorsunuz efendim. 81 yaşında bir insanın böylesine enerji dolu olması çok ilg inç ... - Efendim, ben aslında 1 908 değil, 1 906 doğumluyum. Yani doğduğum yıl ihtilaflıdır. Benim doğduğum gün babam Kuran üzerine not düşmüş ve "27 Haziran salı günü oğlum Ihsan dünyaya gelmiştir" diye yazmış. Fakat ben sonra bunu araştırdım ve gördüm ki o tarih , 1 908 yı l ı nda salıya rastlamıyor. Benim bulduğum kadarıyla ben 1 906 yıl ında doğmuşum. Halbuki seçim mazbatamda 1 908 yazıyor. Yani resmi kayıtlara 1 908 diye geçmiş. Bu durumda ben 83 yaşımdayım. - Maşallah efendim ..83 yaş ında bir insansınız ve şu anda bile politika yapıyorsunuz, çalışıyorsunuz, araştırıp ya zıyorsunuz. Yani bu canlılık nereden geliyor? Hep böyle miydiniz siz? ..
- Niye bunu soruyorsunuz yani? .. Celal Bayar 1 04 yaşına gelmişti de ona " Niçin böyle canlısınız, niçin koş turuyorsunuz? " diye sormuyordunuz. Allah ömür vermiş, ya pıyorum ... Sorulur mu bu soru yani? - Efendim şunun için sordum . . . Bu yaşta maşallah her şe yiniz yerinde . . . - Valla sağlığımdan b i r şikayetim yok. Fazla ilaç aldığım da yok. Allah'ın bana verdiği ömrü yaşıyorum işte . . . - Hiçbir yaşl ılık sorunu yaşamıyor musunuz? Efendim, ben iki kere prostat ameliyatı oldum . . . Bir ke resinde de kalbe giden aort damarı genişlemiş. Doktorlar kesin ameliyat dediler. Fakat o sırada 1 2 Eylül öncesiydi. Cum hurbaşkanı seçilemediği için, Senato Başkanı sıfatıyla ben cum . hurbaşkanlığına vekalet ediyordum. Bizim anayasamız, cum hurbaşkanlığına vekalet eden şahsın ölmesi veya yurtdışına gitmesi durumunda ne olacağını belirtmemiş. Geçireceğim ame liyat çok ağır . . . Bu durumda hiçbir şey yapamadım. Bana acı �
156
vermiyor, ama parmak kadar damar yedi santim genişlemiş. O sırada 1 983 seçimleri oluyor, ben taa Urla'ya kadar gidiyorum. Meğer içimde dinamit taşırmışım. Sonunda 1 983 yılında ameliyat olmaya karar verdim. Çok tehlikeli bir ameliyattı, çünkü yaşım ilerlemişti ... Ve Amerika'ya gittim. Başbakan olmadığım için, öyle şatafatlı bir gidiş olmadı. Basın ve etraf meşgul olmadı. Özal'ın ameliyat olduğu hastanede beni ameliyat ettiler. Aslında biliyor musunuz, Özal'ın doktoru De Bakey, Ermenidir. Onun asıl adı Debakyan'dır. Kendisi o zaman 75 yaşındaydı ve elleri titriyordu. Ben onu seçmedim. Benim seçtiğim doktor Crowford 68 ya şındaydı. Sonuçta kurtuldum işte... Şimdi Süleyman Bey (De mirel) bana halel takılır "Sen a!)ır bakımdan geçmiş adamsın" diye ... O ameliyattan sonra damarıma artık hiç kimse ba samıyor... Çünkü suni damar koydular oraya!.. - Sayın Ça()layangil, ömrünüz boyunca binlerce ilginç olay yaşamışsınız. Devletin en üst düzey görevlerinde bulunmuş bir insansınız. Yanlış hatırlamıyorsam 27 Mayıs ihtilali olduğu zaman Bursa valisi idiniz ... - Evet.. ihtilal oldu, beni de apar topar Yassıada'ya gön derdiler. 1 2 Mart (1 971 ) muhtırası verildiği zaman, Demirel hü kümetinin Dışişleri Bakanı idim. Hükümet devrildi. 1 2 Eylül ol duğu zaman Senato Başkanı idim ve aynı zamanda cumhurbaşkanlığına vekalet ediyordum. O iş de öylece bitti. Be yefendi benim kaderim bu .. Hiçbir görevimden kokteyl vererek, veda ederek, merasimle ayrılmak kısmet olmadı. Ayrılışlarım hep hadiseyle oldu. Yassıada'ya gittik, Zincirbozan'a gittik. Ancak ben Zincirbozan'da diğer arkadaşlarımdan 21 gün eksik yattı m .. Çünkü Konsey bizi Zincirbozan'a gönderme kararı aldı!)ında ben Sovyetler Birliği'nde idim. Siz de geldiniz Zincirbozan'a. Orada iyiydik. - Efendim, o sırada siz Sovyetler Birliği'ne gitmişsiniz ve askeri yönetim 1 6 AP'li ve CHP'li politikacıyı Zincirbozan'da gö1 57
zaltı na alma kararı n ı açıklıyor. Bunların arasında · siz de var sınız . . . Ne olduğunu anlatın lütfen . . . - Ben oraya davetli gitmiştim ve hiçbir şeyden haberim yoktu. Bir gün bizim sefir bana dedi ki "Şimdi basın bülteni geldi Türkiye'den. 16 kişi Zincirbozan'da daimi ikamete mecbur edilmiş. Listede sizin de isminiz var. Bu akşama kadar teslim " Halbuki Ruslar beni oraya davet ettikleri zaman, gitmemin bir mahzuru olup olmadığını hükümete sor muştum. O sırada Dışişleri Bakanı olan liter, eskiden benim yanımda çalışırdı. Ona sormuştum ... O da bana gidebileceğimi söylemişti. Hemen oturup liter'e bir yazı yazdım. Dedim ki
olmanız isteniyor
.••
" Benim buradan sağlık kontrolu için lngiltere'ye gideceğimi biliyorsun. Bu durumda ben Londra 'ya da uğrayacağım ve işim bitince gelip teslim olacağım " Böylece ben Mos kova'dan Londra'ya gittim ve dönüşte ayağımın tozuyla Zin cirbozan'a gidip teslim oldum. - Peki efendim, Ruslar size o sırada "isterseniz gitmeyin ve burada kalın" gibi bir teklifte bulundular mı? - Elbette ki isteseydim Türkiye'ye dönmezdim. Nitekim Ruslar da bu teklifte "özel olarak" bulundular ... " Kalmak is tiyorsanız burada ikametinizl sağlarız" dediler. Ben dedim ki ...
" Bu
bizim
bir
iç
meselemizdir.
Bu yüzden
kalmak
is
Sonra ben 1 00 gün Zincirbozan'da kaldım. Ar kadaşlarım 1 20 gün kaldılar. - Evet, Zincirbozan'da Konsey tarafından ikamete mecbur edilenler arasında ünlü isimler vardı. Okuyucularımıza bir ha tırlatma olarak akl ıma gelenleri burada sayayım . . Süleyman
temiyorum."
.
Demirel, Hüsamettin Cindoruk, siz, Ali Nalll Erdem, Deniz Baykal, Sırrı Atalay, Yüksel Çakmur, Süleyman Genç, Metin
. Orada kötü muamele gördünüz mü? - Hayır, çok saygıl ıydılar... Hatta oranın komutanı olan amiral sonra DYP'ye girdi. - Hayatınızda en kötü muameleyi nerede gördünüz?
Tüzün .
.
1 58
- Yassıada'da gördüm. Mesela ben orada dayak yemedim, ama dayak yiyen arkadaşlarımı çok gördüm. - Peki siz orada yargılanıp ceza aldınız mı? - Hayır efendim, yargılanmadım. Orada beni 5,5 ay tuttular ve sonra mahkeme önüne çıkarmadan salıverdiler. . . Ondan sonra da politikaya girdim zaten. - Size b!r şey daha soracağım .. 1 1 Eylül 1 980 günü siz cumhurbaşkanı vekili olarak göreve devam ediyorsunuz. O gün Süleyman Demirel'in birtakım kuşkuları var ihtilal olacağı ko nusunda... Birtakım haberler almış, ama bunları doğrulatması mümkün olmuyor. O gün size Genelkurmay Başkanı Evren gelecek ve haftalık ola!)an görüşmenizi yapacaksınız Çankaya'da... Demirel size telefon açıp diyor ki "Siz Genelkurmay Başkanını bir yok layın bakalım. Acaba böyle bir niyetleri var mı? " - Ben de Demirel'e dedim ki " Böyle diyorsunuz ama ben sorsam bile ihtilal yapacaklarını söyler mi? " Yani ben ne sorayım kendisine?.. Demirel, "Canım, ağzını biraz yok layıver" dedi . . Saat 1 7'de Evren geldi. Zaten bu ziyaretin belli bir saati var. - Bu konuşmada sadece Evren ve siz mi vardınız? - Sadece ikimiz varız. Karısı Sekine Hanım rahatsızdı ve hastanede yatıyordu. Karısının hatırını sordum... " Bildiğiniz gibi. Yeni bir gelişme yok. Zaten buradan çıkıp hastaneye gideceğim" dedi. Mutad konularımızı konuştuk. Bana Ge nelkurmay'ın iç ve dış istihbaratı konusunda bilgi verdi. Çay içtik... Sonra " Bir çay daha içelim" dedik. - Bir çay daha içmeyi siz mi teklif ettiniz zaman kazanıp belli şeyleri kendisine sormak için? - O da müsaitti zaten . . . Kim dedi hatırlamıyorum. Kendisini yoklamaya başladım. MSP'nin Konya mitinginin askerde tepki yaratıp yaratmadığını sordum . . . " Siz tepki göstermediniz mi?" ...
...
1 59
dedi. . . Bu sefer suçüstü yakalandıkların ı söyledim . . "Suçüstü yakalansalar ne olacak? Bunu düzenleyen Erbakan ve ekibi milletvekili. Hepsinin dokunulmazlığı var. Suçlu bulunsalar bile Meclis bunların dokunulmazlığını kaldırmaz ve yap tıklarıyla kalırlar yine" diye cevap verdi . . . Sonra dedi ki "Valla duruma hakimiz. Üzüntümüz fazla, ama askerde bir kı pırdanma yok. O konuda rahat olun ... " - Bu son şeyi siz mi sordunuz, yoksa Evre'n kendil iğinden .
mi söyledi? - Ben sordum. - Nasıl sordunuz yani? - "Askerde bir kıpırdanma var mı? Rahatsız mısınız?" diye sordum. Ben bunu sorunca kuşkulandı , "Niçin so ruyorsunuz?" dedi. . . "Acaba" dedim, "Bir hareket var mı? .. " "Hayır yok, emin olablllrsinlz" dedi. . . . Ve o gece ihtilal yaptılar. - Siz de bunun üzerine Evren'e kırıldınız mı efendi m , size doğruyu söylemedi diye? - Haaa, ertesi gün bana kendisi telefon etti ve " Dün sizin yanınızda bir şey söyleyemedim, ama başka çaremiz yoktu" dedi . . . Ben de kendisine cevaben "Başka çareniz olmadığını söylüyorsunuz. Temenni ederim ki yaptığınız.bir çare olsun" diye cevap verdim . - Yaptıkları ihtilal çare oldu m u efendim? . . Şimdiki göz leminiz nedir? - Nasıl çare olsun? Osmanl ı döneminde yeniçeriler tam 1 1 0 defa ayaklanmışlar. 200 küsur sadrazamdan 60 küsuru başlarını vermiş. Bir o kadar da başını kestirmeden alaşağı edil miş sadrazam var .. Gerekçeler de hep aynı . . . " Devlet uçuruma gidiyordu, ordu kurtardı .. " Peki bu ne biçim uçurumdur ki , 1 1 0 defa kenarına geliyorsun, fakat düşmüyorsun. Bu ne biçim de vad ır, ne biçim aşıdır ki , 1 1 0 defa tatbik ediyorsun ve şifa yok, .
1 60
iyileşme yok. Bu işte bir bozukluk var. Kural dışı hareket... Olmaz bu .. - Çare olmaz diyorsunuz . . . - Hele demokrasilerde müdahale, hiçbir zaman çare değildir. Türkiye'nin şu son 35 - 40 yılına bir bakın .. Halkın oylarıyla iktidar olan hiçbir parti, halkın oylarıyla düşmemiş. Her düşen ik tidarı asker düşürmüş. 1 950 yılında halk Demokrat Parti'yi iktidar yapıyor, 27 Mayıs'ta asker düşürüyor... O sırada seçim yapılsa, belki iktidarı halk düşürecek. Ama iktidarı halkın oylarıyla in dirmesine izin vermiyorlar, hep kendileri indiriyorlar. Cezayı hep asker veriyor nedense... Eğer siz demokrasiye inanıyorsanız, demokrasi kendisini korur. Gençtir, belki pahalı rejimdir ama kendisini korumasını bilen ve devası içinde olan bir rejimdir. De mokrasilerde ceza da, ödül de seçim meydanlarındadır. - Asker bu işlere kesinlikle karışmasın mı istiyorsunuz? - Niçin karışıyor? Siz gençsiniz ve mühendis mektebine giriyorsunuz, ben gencim hukuk mektebine giriyorum . Bir başka arkadaş da Harp Okulu'na giriyor. Harp Okulu'na giren 45 - 50 yaşlarına gelince, ülkenin yönetimine el koymaya kalkışıyor. Niçin? .. Senin özelliğin ve ayrıcalığın nedir? . "Top tüfek benim elimdedir" diyor. Yani Harp Okulu yönetici yetiştirmez ki. . . .
- N e yetiştirir efendim? - Askerlik eli öpülesi meslektir. Asker olan insan savaşı ve ölümü seçmiştir. Hiçbir meslek ölümü seçerek işe başlamaz. Bu yüzden elbette ki bazı ayrıcalıkları olacaktır. Burada size Yunan hariciye vekillerinden Pipinellis'in bir sözünü hatırlatmak isterim . . . "Asker, askerlikten başka bir şey bilmiyorsa, çok kutsal bir varlıktır. Ama askerlikten başka şeyler de biliyorsa, veya bildiğini zannediyorsa, o zaman felaket olur• . . " - Sayın büyüğüm, siz 1 1 Eylül günü Evren'in ağzını do lambaçlı yollardan arayacağınıza, kendisine açıkça sorsaydı n ı z 161
"Paşam bu gece ihtilal var mı, yok mu?" diye ... Böylesi daha iyi olmaz mıydı? - Söylemezdi. - Farzedelim ki size güvendi ve hiç kimseye söylememeniz şartıyla "Evet, bu gece ihtilal yapıyoruz. Ama bu sır sadece sizde kalacak" dedi ... Bu durumda yine Demirel'e haber verir miydiniz? - Demirel'e haber verirdim, ama o da bir şey yapamaz ki. .. Demokrasiyi en iyi seçmen savunur. Gerçekte ihtilal yapan asker cezayı politikacıya vermiyor ki. . . Onu işbaşına getiren seçmene veriyor .. "Sen yanlış adam seçmişsin. Senin bindlrdi!)ini ben indiririm" diyor. Ama biz halkı direnmeye teşvik etmiyoruz. Tür kiye'de 28 bin subay var, 55 milyon ahali var .. 28 bin kişi 55 mil yona hükmeder mi hiç? .. Olacak şey mi bu? - Şartlar ne olursa olsun, asker hiçbir zaman ülkeyi yö netmemeli mi sizce? - H içbir zaman . . . EQer demokrasi varsa, oyunu kaidesine bırakacaksınız. Dikkat buyurunuz beyefendi. . 1 2 Eylül ön cesinde her gün 20 kişi öldürülüyordu. 1 2 Eylül gününden itibaren hiç kimse öldürülmedi. Madem sen bunu önleyebiliyordun, o halde niçin meşru nizam içerisinde önlemedin? Ben üst tarafını hikaye bulurum . . " Benim yetkim yoktu" falan gibi sözler, işin hikayesidir. - Sayın ÇaQlayangil, size bir şey daha soracaQ ım . . . Uzun yıllardan beri Demirel ile birlikte politika yapıyorsunuz. Kafanızda liderinizi eleştirdiQiniz hiç oluyor mu? .. Onun zayıf, eksik, hatalı yönleri var mı? . . - Ben kendisini 1 950'1i yıllardan beri tanırım. Ben Bursa valisiydim, o da Su işleri müdürüydü. Bugüne kadar hiçbir iti lafımız olmadı. Hiçbir zaman ciddi bir münakaşamız olmadı . Ama o kendi kafa yapısına göre düşünür, ben kendi kafa yapıma göre düşünürüm. Kendisi benim inançlarımı temsil eden partinin genel başkanıdır. Onu eleştiremem. .
.
1 62
- Açıkça söylemeseniz bile, kafanızda eleştiriyor mu sunuz? - Kafamda da eleştirmiyorum. - Mesela hataları, eksik tarafları, zayıf tarafları öyle bir şeyler görüyor musunuz? - Şimdi bu konuya girip konuşmak istemem. ikimiz de ha yattayız. Bence Demirel, bu memlekete lazım adamdır. Demirel olmasaydı, gidip onun gibi bir adam imal etmek veya icat etmek gerekirdi. Memleketin şartlarını avucunun içi gibi bilen bir adamdır. Elbette ki her kararı verirken mutlaka en doğru hareketi yapıyor değildir. Ama kendisini yenileyen, şartlara göre de ğiştirmesini bilen adamdır. - Peki Özal ile Demirel'i kıyaslarsanız nasıl bir sonuca varıyorsunuz? - Ben cumhurbaşkanı vekili iken 1 2 Eylül oldu. O gün borcumuz 1 1 milyar dolardı, şimdi oldu 50 küsur milyar dolar. O gün dolar 76 liraydı, şimdi oldu 2.200 lira ... Vatandaşın durumu ortada. . . Bunun iyilik neresinde? .. Kusura bakmayın ama ben Özal'ı Demirel'in hiçbir şeyiyle kıyaslamam... "Ça{I atlıyoruz. itibarımız zirvede" diyor. Bu itibar, "Sarraf itibarı"dır. Sarraflar gibi faizi yüksek verip kısa vadeli borç alırsanız, elbette herkes size borç vermek için sıraya girer... Veya sarraf size aynı şartlarla borç vermek için peşinizde dolaşır. Evet, bugün para buluyoruz, ama hangi şartlarla? .. Siz gazeteciler dahil hiç kimse, Türkiye'nın hangi şartlarla borç para aldığını tetkik etmiyor. Sonra biz bu borçları nasıl ödeyeceğiz? .. Bunu hiç kimse düşünmüyor. - Özal'ı cumhurbaşkanı olarak görmek ister misiniz? - Hayır, istemem ... Neyin mükafatı olarak cumhurbaşkanı olacaktır? . Özal bugün Türkiye'de her 1 00 kişiden 90 tanesinin istemediği adamdır. Böyle bir adam devletin başına geçer mi? Cumhurbaşkanlığı makamı öyle bir yerdir ki, üzerinde tartışma caiz olmaz. Atatürk bile bunu büyük nutkunda söylemiştir. . . Der .
1 63
ki " Ü zerinde meşruiyet tartışması olan lider veya rejimle hiçbir yere gidilemez " Özal belki Meclis'teki ANAP çoğunluğu tarafından o makama seçilebil ir. Ancak burada uyarıyorum . . Böyle bir durumda ciddi bir meşruiyet tartışması ortaya çıkar ve cumhurbaşkanlığı makamı bu tartışmayı kaldı rmaz. Cum hurbaşkanlığı makamı , en azından toplumun yarısından bir faz lasının itimat, güven ve itibarını taşımak zorundadır... Ve bugün Özal için böyle bir durum söz konusu değildir. Bundan sonra da olmayacaktır. Bir şeyin hukuka uygun olması , ille de meşru ol ması demek değildir. Yani kılıfına uydurursunuz, ama meşru olmaz. O zaman çok yıpranı rsınız ... - Sayın Çağlayangil şimdi konuyu biraz değiştireceğim . . . Efendim, yıllarca Dışişleri Bakanlığı yapmış bir insansınız. Bu alanda büyük tecrübeniz var. Şimdi bir bakıyoruz, Tü�kiye'nin bütün komşularıyla büyük ihtilafları var ... Yine en iyi ilişkiler Sov yetler Birliği ile ... lran, I rak, Suriye, Yunanistan ve Bulgaristan gibi komşularımızın hiçbiri ile aramız iyi değil. .. Bazılarıyla neredeyse kanlı bıçaklı durumdayız. Bu olumsuz durum acaba bizim ha tamız mı, yoksa bütün komşularımız bize düşman mı? 1 - Biz AP döneminde, yıllarca etrafımızı barış çemberi içerisinde tutmayı başardık. Aramız bütün komşularımızla iyiydi. El bette sorunlar vardı, ama meselelerimizi oturup ko nuşabiliyorduk. Böyle kanlı bıçaklı değildik. - Bir gün düzelir mi bu durum? - Türkiye'nin ekonomik dertleri var, ama en önemli sorunu siyasi istikrarsızl ık . . . Yarın ne olacağı belli değil ki . .. Erken seçim var mı, yok mu? . . Cumhurbaşkanlığı seçimi ne olacak? .. Bu hü kümet ne kadar kalabilecek? Bu vaziyette bir şeylerin dü zelmesini beklemek mümkün değildir . . . Ne ekonomik açıdan, ne siyasi açıdan, ne de dış politika açısından ... - Anılarınızı yazıyor musunuz efendim? .. Çünkü bizde ne yazık ki anı yazma geleneği henüz yok . . . Önemli olayları yaşayan insanlarımız anılarını mezara götürmeyi tercih ediyorlar. Anı ...
1 fı4
yazmak neredeyse bir tür ayıp sayılıyor . . . Ve genç kuşaklar, bü yüklerinin yaşadığı tarihi �renemiyor maalesef . . . - Ben yazıyorum ve bitirmek üzereyim. Çok ayrıntılı olarak yazıyorum. - Hiç çekinmeden ve gizlemeden, her şeyi açık seçik ya zıyor musunuz, yoksa yazamadıQınız bazı şeyler var mı? - Her şeyi yazıyorum da, her şeyi yayımlar mıyım, onu bi lemiyorum. Bir insan anılarını niçin yazar? Ya kendisini sa vunmak, ya da övmek için ... Ben ikisinden de uzaQım. ikisi de benim dışımda .. Mesela siyasette ihtiras lazımdır. Bende ihtiras yok. Benim en büyük eksiQim, ihtirasımın olmayışı ... Onun için lider olamadım .. Şimdi biz sizinle burada bir konuşma yapıyoruz. Bu konuşmada sizin de hakkınız var, benim de var. Siz benim iznimi almadan, baş başa y,aptıQımız bu konuşmayı ya zamazsınız. Ben hasbelkader üç defa, devletin dış politikasını idare ettim. Bütün dünyanın devlet adamlarıyla baş başa geçen konuşmalarımız oldu. Mesela bir devletin hariciye nazırı (Dışişleri Bakanı) ile görüşüyordum. Bu zat bana " Bizim milletimiz size çok benziyor. Otur deyince oturuyor, kalk deyince kalkıyor"
demişti. Bu zat halen hayatta: .. Acaba ben bunu yazsam, kendisi bu konuşmanın açıklanmasını ister mi? Ölenler için mesele yok. Bana inanırsanız, yazdıQım konuşmanın geçtiQini kabul ede ceksiniz. Ama benim ilişkim olanlar arasında öyleleri var ki, bugün hem hayattalar, hem de memleketlerinde önemli görevleri var. Onların izni olmadan, onlarla aramda geçenleri yayımlamak beni düşündürüyor. Ama bu konuda beni teşvik edenler de var. Diyorlar ki "Canım sen bunları yayımla da, o zat böyle bir şey olmadığını açıklasın ... "
- Ben de aynı görüşteyim efendim ... Her şeyi yazın ve ya yımlayın . . . - Siz gazetecisiniz v e sansasyon arıyorsunuz. Elbette böyle düşüneceksiniz. Ben ise, anılarım yayımlandığı zaman hiç akis yapmasın istiyorum. En ufak bir açıklama, protesto bile gel1 65
memeli. .. Bakalım ... Her şeyi yazıyorum, ama her yazdığımı ya yımlayacak mıyım, doğrusu onu bilemiyorum. - Dışişleri Bakanlığı yaptıQınız dönemde dünya liderleri arasında en yakın dostunuz kimdi? - Ben kolay dost olan bir insanım. Dünyayı idare edenlerle daima dost olmuşumdur. Aralarında bir tercih yapmak is temiyorum, ama sosyal ilişkilerim daima iyi olduQu için, görevim çok kolaylaşmıştır. Sadece diplomaside deQil, hangi görevde olursa olsun, soQuk ve katı görünüşlü bir adam başarılı olamıyor. Benim bir inancım olmuştur. Bu inanç, Latince bir sözden gelir . . "SaOlam şeye inan. Kimse senin inandıklarını red veya inkar edemesin ... i nançlarım doOru diye, onları savunurken sert olma. i pek gibi yumuşak sözlerle savun ... Ve bunu yaparken az konuş. " Bu felsefeye inanırım ben. - Yıllarca siyaset yaptınız Sayın Çağlayangil... En büyük hatanız ne oldu? - l ngilizlerin bir sözü vardır. . "Ticarette en büyük hlle do!)ruluktur• derler. Ben siyasette doQruluktan ayrılmadım ... Çünkü mavi boncuk hesabıyla devlet idare edilemez. Dürüst olur ve karşınızdakine güven verirseniz rahat· edersiniz. Hiç kimse sürekli yalan söyleyecek kadar zeki deQildir. Mutlaka fiyaskosu ortaya çıkar bir gün ... - Sizin en büyük hatanız ne oldu siyasette? - i htiraslı olmamak oldu. - i htiraslı olsaydınız, bugün Türkiye'de lider olur muydunuz efendim? - Kahin değilim, ama ihtiraslı olsam bugün başka türlü olurdu . - Ne olurdunuz mesela? - Her şey olmak isterdim ... - Daha ne olacaktınız ki efendim? . . Bakanlık yaptınız, Se.
..
.
1 66
nato başkanlığı yaptınız, Cumhurbaşkanı vekilliği yaptınız . . . Bunlardan daha büyük makam var m ı Türkiye'de? - Evet, arkama baktığım zaman " Keşke şunu da ol saydım" diye gözümün kaldı!)ı bir makam yok. En büyük makam cumhurbaşkanlığıdır. Onu da altı ay yaptım. Gerçi vekildim ama asilim yoktu. - Sayın Ça�ayangil, gerçekten çok yönlü bir insansınız ve bildi!)im kadarıyla sizin şairlik yönünüz de var ... Hatta çok ünlü bir şiiriniz var "Ayağında pantolon, elinde şişe" diye ... - Efendim o olay şöyledir� .. Ben Bursa valisi idim. Bir gün Uludağ'a çıktık. Orada bir kız gördüm . Öyle tipler vardır ki, kendini erkek zanneder. Bu kız da onlardandı. Kendisini erkek tasavvur ediyordu. Ayağında pantolon vardı, elinde de şişe ... Yiğit ko nuşuyordu ve yiğit hareket ediyordu. Ona dedim ki: "Ayağında pantolon Elinde binlik şişe Marifet pantolon giymek değil kızım Erkeksen ayakta işe" (Sürekli kahkahalar) ... Tabii kız çok bozuldu. Fakat sizin gibi gazeteciler, daha sora bu şiiri bana malederek yazdılar. Halbuki bu şiiri ben yazmadım. Kimin yazdığını da halen bil miyorum. Daha sonra bir Allah kulu çıkıp da_ "Bu şiir benimdir" demeyince, ihale benim üzerimde kaldı. Şimdi herkes bu şiir benim zannediyor. Aslında benim yazdıl)ım bazı şiirler var, ama onlara şiir demek mümkün değil... Bazı karalama şeyler. - Sizinle günlerce, haftalarca sohbet etsek konular bitmez. Oysa yerimiz kısıtlı ... Gerçekten son derece ilginç olaylar ya şamış bir insansınız. Size daha nice mutlu , sağl ıkl ı yıllar diliyorum ve bu güzel konuşma için teşekkür ediyorum.
1 67
MiKAiL ILÇIN Mikail /için 1926 yılmda Hakkari'de doğdu. Hakkari ilkokulundan mezun olan Mikail /için daha sonra okumadı. /için 1963 yılmda Hakkari belediye başkanı seçildi ve beş yıl bu görevde bulundu. 1 973 seçimlerinde Hakkari CHP milletvekili seçilen Mikail /için Kürtçe ve az Arapça biliyor. /için evli ve 12 (on iki) çocuk babası.
ERBAKAN ' I N "ŞERiAT MAHKEMESi" - Sayın Mikail l lçin, beni uzun zamandan beri "Başınızdan geçen ilginç bir olayı an latmak için" arıyordunuz. Ancak sizinle bir araya gelmek uzun süre mümkün olmad ı . Bir gün yine bana telefon ettiniz ve yaşadığınız olayı telefonda anlatt ı n ız. An lattığınız olay gerçekten çok ilginçti . Şimdi teyplerimizi açtım. Bunu okuyucularımız için aynen anlatmanızı rica ediyorum . Ancak konuşmamızın e n başında sizden bir ricam var... An ' ;:ıttı ğınız her şeyin doğru olduğuna yemin eder misiniz? 1 68
- Sayın Çölaşan, işte size Kur'in-ı Kerim üzerine yemin ediyorum ki, anlatacağım her şey doğrudur. Kur'in-ı Kerim üzerine işte el basıyorum. - Tamamdır efendim ... Buyurun anlatın. - Ben 1 973 seçimlerinde CHP Hakkari milletvekili seçildim. 1 977 yılına kadar milletvekili olarak hizmet yaptım. Bi liyorsunuz bizim dönemimizde CHP MSP koalisyon hükümeti vardı. Dolayısıyla ben o zamanlar, MSP'nin milletvekillerini ve bakanlarını yakından tanımış oldum. Aralarında çok büyük saygı duyduğum insanlar vardı. Bunlar dindar inse.nlardı. Mem leketimize şeriat düzeni getirmek istiyorlardı. Ben buna kar şıydım, ama MSP'lilerin çoğunu tanıyordum ve bunlar dinci ol dukları için, vallahi onlara çok güveniyordum.. Hiç değilse namuslarına ve ahlaklarına sonsuz güvenim vardı. - Sonra milletvekilliğiniz 1 977 seçimlerinde bitti mi? - Bitti efendim ... Ben bundan sonra, 1 983 yılına kadar bazı kamu kuruluşlarında ve bakanlıklarda murakıp (Denetçi) olarak görev yaptım. - Özür dilerim konumuz bu değil ama, ilkokul mezunu bir insan olarak kamu kuruluşlarında hesapları mı denetlerdiniz? Türkiye'de böyle şeyler de mi oluyor? - Tabii oluyor efendim . . . Çok normaldir! .. - Evet efendim ... Olayımızı anlatmaya devam edin lütfen . . . - Beyefendi ben b u murakıplık görevime 1 983 yılına kadar devam ettim. Ondan sonra da ticaret yapmaya karar verdim. Karşıma iyi bir iş çıkmıştı, onu değerlendireyim diye düşündüm . . . V e beyefendi, bendeniz Karakaya barajı inşaatını yapan l talyan firması ndan bir iş temin ettim. Hay etmez olaydım beyefendi. .. Biliyorsunuz Karakaya barajının müteahhit firması, bir ltalyan fir masıdır. Ben onlara demir imalat işi yapacaktım. Çok büyük ve 1 fı9
çok karlı bir işti. Fakat işin çok büyük olması nedeniyle, büyük bir müteahhit karnesi gerekiyordu. Ben kalktım Ankara'ya geldim. CHP - MSP koalisyonu döneminden çok iyi tanıdığım, dünyanın büyük Müslümanı olarak bildiğim eski Mardin Milletvekili Fehim Adak'a gittim. Fehim Adak bu memlekette Bayındırlık Bakanı olmuş, Ticaret Bakanı olmuş fevkalade muhterem bir zat... Benim bildiğim öyle ... - Peki siz niçin gidiyorsunuz Fehim Adak'a? .. Paranız mı yetişmedi demir işini yapmaya? - H ayır muhterem ... Müteahhit karnem yetişmedi. Onun için gittim. Bunlar on adet hacı ortak. olmuşlar ve Malatya'da büyük bir şirket kurmuşlar. Büyük işler yapıyorlar. Hacı Fehim de bu şirketin ortağı ve genel koordinatörü ... Bütün yetki ken disinde ... - Fehim Bey'in mesleği nedir? - inşaat mühendisidir... Ben böylece kendisine gittim efendim. Zaten dediğim gibi, onu daha önceden de, siyasetten ta nırdım. Ben ticarete ilk defa atılmış olduğum için, tabii ki işlerin içyüzünü bilmiyorum. Kendisine dedim ki " Şeyhim, bu işi sizinle birlikte yapalım. Bu işte iyi para var " Hemen akl ı yattı ve " Hay hay" deyip bana bir vekaletname verdi. Ondan sonra da aramızda noterden sözleşme yapıldı. - Yani siz Halk Partili, o Milli Selamet Partili. .. Peki siz dindar bir insan mısınız aslında? - Beyefendi ben dinine son derece bağlı bir insanım. Ben dürüst Müslamının ve dürüst dincilerin ellerinden öperim. Din sahtekarlarının ve din sömürücülerinin bir numaralı düşmanıyım. Çok şükür Allah'a, yobazlardan değilim. Allah beni yobazlardan saymasın. Bu arada hacca da gittim çok şükür. . . Beyefend� . ben bu Fehim Adak'ı iyi tanı rdım. Ben onu din sahasında kendimden çok üstün biliyordum . Hem de bu zat altı yedi defa hacca ve um...
1 70
reye de gitmiştir. Ü ç defa bakanlık yapmıştır bu memlekette. Bu adama benim sonsuz güvenim vardı. . . Neyse, sözleşmeyi bizzat Şeyh Fehim kaleme aldı ve sıra bu sözleşmenin son satırına geldi. Bana dedi ki " i htilaf durumunda ne yapalım? Hangi makama başvuracağımızı yazalım? ... - Yani noterde sözleşme yapıyorszunuz, öyle mi? "
- Notere götürmek üzere kendisi sözleşmeyi hazırl ıyor. Ben de kendisine dedim ki " Fehim Bey bu işte hırsızlık, hak sızlık olmaz. Böyle bir şeyi ben yapmam, siz de yapmazsınız. Hırsızlığın ve haksızlığın olmayacağı bir yerde mahkeme tayin etmek gereksizdir. Eğer aramızda bir ihtilaf çıkarsa, siz hakem olursunuz." Yani Emin Bey, ben bu adama böyle gü veniyorum. Böyle bir şeyin benzeri dünyada görülmemiştir. Kar deşler arasında yapılan sözleşmelerde bile " i htilaf çıkarsa fa lanca mahkemeye başvurulacaktır" diye hüküm olur. Ben bu adama öyle güvenmişim ki, "Siz hakem olun" dedim. Böylece noter sözleşmesinin son satırına " i htilaf vukuunda Sayın Fehim Adak bizzat halle yetkilidir" hükmünü koydurmuş olduk. işte belgesi burada beyefendi, buyurun bakın ... - Ve böylece Fehim Adak'la ortak mı oldunuz? - Ben Şark şirketiyle bu iş için yüzde elli ortak oldum. Bu şirketin merkezi Malatya'da. Şirketin orta!'.)ı olarak dokuz tane hacı var. Bir de şirketin yetkilisi ve orta�ı Fehim Adak var. .. Etti sana on hacı . . Yani on hacıyla ortak olan bir CHP milletvekili. .. Yüzde elli benim, yüzde elli hacıların . . . Neyse sözleşme bitti, notere tasdik ettirdik ve ben Karakaya barajına gidip iş düzenimizi kurdum. Sözleşmeye göre işi müştereken idare etmemiz lazım. Ben o!'.11umu kendi yerime koydum, onlar da hacıları koydular. lşyerimizde devamlı olarak bir hacı bulunuyor. Sonra beyefendi, ben bu hacılara özendim ve kendi kendime dedim ki "Yahu bunlar on tane hacı. Ben de yaşım geçmeden bir hacca gi deyim " Ve ben de hacı oldum. ...
1 71
- Allah kabul etsin. Sonra neler oldu? Bir de baktım ki , ' bizim hacılar şantiyede ·araları çarçur etmeye başladılar. .. Çünkü iyi para gelmeye başlamıştı ltal yanlardan... Bizim ortak paraları helal hararr. demeden, ge lişigüzel harcamaya başladılar bunlar . . . Bu durumda ben Fehim Bey'e gittim .. Şirketin başında ne de olsa kendisi var. Dedim ki "Şeyhim, ortaklarınız paraları çarçur ediyorlar. Bu doğru de ğildir. Kendilerine lütfen talimat verin. Ben onlara bir şey söylemek istemiyorum. Siz bu işte hakem durumundasınız . . . " Fakat Fehim Adak benim bu ikazlarımdan rahatsızlık duymaya başladı ... Birkaç sefer " i dare ediver" falan dedi. Ben de dedim ki " Yah u Fehim Bey nasıl idare edeyim? Giden paraların ya rısı bana ait. .. " - Nasıl çarçur ediyorlar sizin paraları? - Efendim gelişigüzel harcamalar ve al ımlar yapıyorlar. işin içerisine hile girdi. Kendi çıkarlarına tasarruflarda bulundular. Bunlara şahit oldum ve kendisine anlattım . . . Çünkü çok karlı bir işti. Aydı iki defa istihkak (ödenek) alıyorduk ltalyan firmasından ve 1 984 yılının parasıyla ayda aşağı yukarı yirmi milyon temiz para bırakıyordu . . . Beyefendi ben böylece 1 985 yılına kadar bunların kahrını çektim. Fehim Adak'a gidiyorum, o beni azar lıyor. Ben bir türlü derdimi anlatamıyorum kimseye ... Ama ben bu Fehim Adak'ı, kendi isteğimle hakem yapmışım . . . Çünkü kendisi doğu ve güneydoğuda Müslüman birisi olarak tanınır. Çember sakall ı bir insandır. Faizin haram olduğunu söyler, Allah'ı n emir lerinden, peygamberin hadislerinden söz eder, şeriattan bah seder. Allah peygamber lafı ağzından bir türlü düşmez . . . " Ş eri a t a yanaşmayanlar kafirdir, zalimdir" der . . . Beyefendi artık benim sabrım tükendi ve bu adama noterden bir ihtarname çektim. Bir kaç tane de mektup yazdım ... - Evet, bu mektuplardan birini ben de şimdi elimde tu tuyorum. " Bismillahirrahmanlrrahim, esselamünaleyküm •
-
1 72
şeyh hacı Fehim Adak .. " diye başlıyor ... Burada kendisine derdinizi anlatıyorsunuz . . . Peki hiç mi muhatap olmadı sizinle? .
- Az sonra onu da anlataca!)ım size ... istiyorum ki, şu benim yaşadı!)ım olay, namuslu ve inançlı Müslümanlara ders olsun . . . Bu adamdan hiç ses çıkmadı beyefendi. Bu andan iti baren ben bunların aslında şeriatçı falan olmadıklarını dü şünmeye başladım ... Çünkü şeriatçı olan, dinine imanına ba!)lı olan bir insan, başka bir insana bunları yapamaz diye düşündüm. Bunlar şeriatı kalkan yapıyorlar, yerine göre de kılıç yapıyorlar. Aslında bunlar kurt, ama üzerlerine kuzu postu geçirmişler. Sonra karar verdim bunların maskesini düşürece!)im. Fehim Adak'a dedim ki "Ey hacı, Alah'ın şeriatına göre hareket et. Buyurun, Allah'ın emri ne ise, aramızdaki sorunu ona göre çözelim ve bu ihtilafı halledelim. Ben seni hakem yapmışım. Sen ve or takların emanete hıyanet ediyorsunuz. Kul hakkını yi yorsunuz" dedim ... - Bu arada aldıkları paralardan sizin payınıza düşenleri vermiyorlar mı? - Beyefendi bir miktar veriyorlar, ama eksik veriyorlar. Mesela bankada bloke edilmesi gereken 75 milyon lirayı kendi hesaplarına geçiriyorlar, kendi adlarına çalıştırıyorlar. - Peki bunlar faiz de alıyorlar mı? - Sayın Çölaşan bunlar daha da beterini alıyorlar. Keşke sadece faiz alsalar... Bunlar kul hakkını zimmetlerine geçiriyörlar. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de "kul hakkı ile huzuruma gelme" diye buyurmuştur. Kul hakkını yemek, faiz almaktan bile beterdir. Allah diyor ki " Benim koyduğum nizama aykırı ha reket edenler kafirdir . " Allah'ın emretti!)i ile hükmetmeyenler kafirdir, zalimdir beyefendi . . . Sayın Çölaşan başınızı a!) rıtmayayım, sonuçta bu hacılar işin başından benim çocuklarımı uzaklaştırdılar. Muhasebeciyi, satın alma görevlilerini falan, jan darma vasıtasıyla işyerinden çıkarttırdılar. Hacılar bunu ltalyan ..
1n
şirketine söylemişler, ltalyanlar da jandarmaya haber verip bi zimkilerin işyerinden çıkarılmalarını saQlamış. Ben_ bunu duyunca Fehim Adak'a yine bastırmaya başladım. Dedim ki " Beyefendi bu işe bir son verin artık. Bu yapılanlar ayıptır " Bana baQırdı çaQırdı ve dedi ki "Elbette yapacaklar;" Ben çok şaşırdım . . . Ve bu arada kendisi Şark şirketine diyor ki "Beni görevden uzak laştırmış olun ki, artık bu adam bana bir şey söyleyemesin ... " Ve böylece, diQer ortaklar olan dokuz hacı, Fehim Adak'ı gö revden uzaklaştırmış oldular. Bana da dediler ki " Biz Fehim Adak'a başkalarıyla ortaklık kurma yetkisi vermemiştik. Bundan sonra sen başının çaresine bak " Sayın Çölaşan, bunlar artık bana para da vermemeye başladılar. Ben anladım ki, bu adamların Müslümanlıkla fazla bir ilgileri yoktur. Peki ben şimdi ne yapacaQım? Bu durumu uzun zaman düşündüm ve so nunda muhterem Necmettin Erbakan'a gitmeye karar verdim. Ne de olsa Erbakan Müslüman adamdır. Müslümanın Müs lümana kazık atmasına izin vermez. Hele Fehim Adak gibi bir yakınının böyle şeyler yapmasına herhalde çok kızar. - Yani paraları kurtarmak için mi gidiyorsunuz Erbakan'a? - Erbakan'a gidiyorum,.çünkü artık kişisel ş�yi bir tarafa bıraktım. Ben nasıl olsa ileride davamı açarım ve paramı bun lardan mahkeme kararıyla alırım. Ama beyefendi, benim bu Fehim Adak'a çok asabım bozuldu. Hani bunlar şeriat şeyi is tiyorlar ya ... Öteden beri durumları budur. Şeriat düzeni isterler. Zaten daha önce de birkaç defa hacı Fehim'e dedim ki "Şeyhim, biz bu meseleyi Allah'ın emirleri doğrultusunda çözelim. Bak, sen din adamı oldu§unu söylüyorsun. Ben de sana gü venip seni hakem yapmışım. Otur masaya ve bu ihtilafı şe riata göre çöz. " Ama sözümü dinletemedim . . . Biliyorsunuz, bu şeriatçıların başı Necmettin Erbakan'dır. Dedim ki "Hele bir de Erbakan hocamıza gideyim. Onların başı, hocası budur. Onun sözünü dinlerler " Ve ben kendisine gittim beyefendi. ...
..•
..
...
1 74
- Evine mi gittiniz? - Ankara'daki evine gittim beyefendi. Bir de Kur'an-ı Kerim götürdüm hediye olarak. Kendisine dedim ki "Sayın hocam, biz Fehim Adak'la bir ihtilafa düştük. Bunlar benim hakkımı yi yorlar. Kul hakkını yiyorlar. Fehim Adak şeriatın sa vunucusudur. Siz de öylesiniz. Ben de bu durumda size gelmişim. Bu sorunu Allah'ın nizamı ile halledin, şeriata göre halledin " .•.
- Bu konuşma sırasında yanınızda tanık var mı? - Efendim Erbakan'ın yanında eski MSP milletvekili Lütfü Göktaş var... Aynen tanıktır. Erbakan bana: " Hay hay muhterem kardeşim. Biz bu meseleyi mllll görüş doQrultusunda hal lederiz. Ama bunun karşılıQında sizden bir istirhamımız olur. Bundan sonra bize yardım edeceksin tabii" dedi . . . - Para yardımı mı istiyor? - Hayır; politik yardım istiyor ... Ben de "Elimden geleni yaparım hocam" dedim. Beyefendi hemen bunun arkasından Erbakan bana dedi ki 'Şimdi bu meseleyi şeriata ve Allah'ın hükümlerine göre halledeceQlz. Bunun için üç kişilik bir şe riat heyeti kuracaQız. Bizim Lütfü Göktaş hukukçudur. He yete Recai Kutan ve Lütfü DoQan'ı da üye olarak alırız. Bu şeriat heyeti, meseleyi Allah'ın emirleri doQrultusunda çözer... " Ben çok mutlu oldum tab� i. - Mikail Bey şeriat heyetine geçmeden önce burada oku yucularımıza kısa bir hatırlatma yapayım. Recai Kutan yüksek mühendis ve eski MSP milletvekilidir. Ayrıca MSP'den bakanlık yapmıştır. Lütfü Doğan eski MSP milletvekili ve MSP döneminin Diyanet i şleri Başkanıdır. Üçüncü üye Lütfü Göktaş'ı ben ta nımıyorum ama eski MSP milletvekili olduğunu biliyorum . . . Evet efendim, şeriat heyeti kuruldu ... Sonra neler oldu? - Şimdi beyefendi benim bütün merakım, bu adamlar işin 1 7�
içine şeriat girince ne yapacaklar? Para çıkarları mı öne gelecek, yoksa Allah'ın emirleri mi? Ben ö�renmek istiyorum, bakalım şe riatı kendilerine nasıl uygulayacaklar diye çok merak ediyorum. Ve efendim, on gün sonra şeriat heyeti Ankara'da Fehim Adak'ın yazıhanesinde toplandı . Ben geldim tabii CHP'li olarak ... Malatya'dan öbür hacılar geldiler. .. Yani bizim ortak hacılar ... Şeyh Fehim var, şeriat heyetinin üç üyesi var. . . - Fehim'in yazıhanesi nerede? - Ankara'da, Meşrutiyet Caddesinde beyefendi. .. Ben orada şeriat heyetine kısa bir konuşma yaptım ve " Efendim ben sizin Nizam Partisi olarak, Milli Selamet Partisi olarak ve Refah Partisi olarak uzun zamandan beri savunucusu olduğunuz şeriat nizamını çok iyi biliyorum. Bu ihtilafın Allah'ın şe riatına ve nizamına göre çözülmesini istirham ediyorum" dedim. Onlar da bana " Hay hay muhterem kardeşim" dediler. Bu durumda Recai Kutan bir zabıt tanzim etti. O zaptı da im zaladık. O zabıttan bana vermedi. - Tamam da Mikail Bey, di�er ortak hacılar hani Fehim Adak'ı şirketten azletmişlerdi? Hani onu uzaklaştırmışlardı? .. Fehim yine devrede mi yani? - Efendim o tamamen danışıklı dövüştü. Onu güya az letmişlerdi. .. O arkadaş şimdi perde arkasında _duruyordu .. Şeriat heyeti benden belgeleri istedi . Dosya bir hayli kabarık ... - Yani bu şeriat heyeti sizin sorunu şeriat hükümlerine göre mi çözecek? - Elbette beyefendi. . . Allah kelamına göre çözecek . Bir hafta sonra ben bütün dosyayı şeriat heyetine takdim ettim. Bütün yazışmaları, noterden çektiğim protestoları, şeyh Fehim'e yazdığım mektupları , hepsini heyet başkanı Lütfü Doğan'a tak dim ettim. - Peki bu şeriat heyeti bu iş için para alacak mı, yoksa Allah rızası için mi yapacak hakemliği? . .
1 76
- Allah rızası için beyefendi, Allah rızası için . . . Efendim, bir de baktım ki, bunlar da beni süründürmeye başladılar. Bizim şe riat heyetinin de Fehim Adak'ı himaye etmeye başladığını gör düm. Ben umudu kestim . iki üç ay sonra, bunların da hikaye ol duğunu anladım. Bu meyanda ben defalarca giderim Erbakan'a ve derim ki " Etme eyleme hoca efendi, ben milli görüşün hi mayesine sığındım ama adamların işi savsaklıyor. Açıkça Fehim Adak'ı kolluyorlar. . " Bu arada bir Kur'an-ı Kerim daha götürdüm evine . . "Al Sayın Erbakan, Allah'ın emridir. Sen Kur'an-ı Kerim'e bağlıydın. Etme, eyleme, araya kitap ko nuyor. Bunun hatırı için bunu hallet. Toplanın bir el koyun duruma. Bu arada benim ayda on milyon liram gidiyor. Giden paraman hesabını ben de şaşırdım vallahi . . " Ama bunlar hep inşallah maşallah, inşallah maşallah ... Fakat burada bir şey söy lemezsem Allah bana günah yazar. Şeriat heyeti başkanı Lütfü Doğan var ya. . . Allah için dürüst ve Müslüman adammış. Temiz insan ... Onun bir art niyeti yoktur. Allah'ın emri neyse, aynen ona göre hareket eder adam ... - Sonuçta şeriat heyeti hiç toplanmadı mı? - Efendim bir kere toplanıp bir ara karar verdi. Onun da belgesini işte size takdim ediyorum. Üçünün de imzaları vardır ... Beyefendi bir gün biz Lütfü DoOan hocayla birlikte kalktık ve Fehim Adak'ın yazıhanesine gittik. Bu arada Fehim Adak yine hacca gidip gelmiş . . . Ve benim paramla, yani haram parayla git miş beyim . . . Bunu rahatça söyleyebilirim . . . - Sizin paranızla mı gitmiş? - Haram parayla gitmiş vallahi . . . Ben buna dedim ki " Hoş geldin, beş gittin. Allah kabul etsin" falan . . . Beş on dakika sonra dedim ki " Sayın Lütfü Doğan hocamızın başında bu lunduğu şeriat heyetimizden bir ara karar çıktı. Lütfen Ma latya'daki hacılara telefon edin de buraya gelsinler. Oturup konuşalım ve anlaşalım . " Ben bunu der demez Fehim bağırıp .
.
.
.
.
1 77
çağ ırmaya başladı ... Bana "M iT ajanı, istihbarat" diye ba ğırıyor . . . Bana "M iT" diyor, " i stihbarat" diyor. . . "Yahu şeyhim, etme eyleme... Ne M IT'i, ne istihbaratı? .. Yahu dur hele . Ama kıyameti koparıyor artık. Konuşmaya imkan yok. Öbür odada da Fehim'in çoluk çocuğu, gelini falan var. Onlar da kı yameti koparıyorlar.. . Bu adam Lütfü Doğan'la bizi kovmaya başladı . Bağ ıra çağıra kovdu ve asansörün kapısına kadar ar kamızdan geldi. Asl ında bizi çok tahrik etti, ama so ğukkanlılığımızı koruduk. Tabii Lütfü Doğan da çok üzüldü. - Demek ki sizi MiT ajanı olmakla da suçladı? .. - Ya, ya ... Halbuki benim MIT'le uzaktan yakından ilgim yok ... Emin Bey ben bu durumda yine Erbakan hocanın evine geldim. Dedim ki "Ey hocam ben bu Fehim Adak'ın Müs lümanlığından iyice şüphelendim. Bunlar parayı görünce Müslümanlığı falan bir kenara bırakıyorlar. Şeriat he yetimizin üyesi Recai Kutan da görevini yapmıyor. Malatyalı olduğu için, Malatyalı hacıları hocaları tutuyor. Benim lehime karar vermeye eli varmıyor. Onun yerine başka birisini tayin edin .. " Erbakan " Yok efendim, Fehim kardeşimiz ve Recai kardeşimiz çok dürüsttürle�, iyi çalışırlar" diyor. . . Ben yal varıyorum " Hocam etme eyleme, ben bunları aylardan beri yola getiremedim. Etme hocam, eyleme hocam, benim pa ralar gidiyor. i ş bitti paydos oldu ve bana bugüne kadar para vermedi bu Fehim Adak. . " diye: - iş niçin bitti? - Bunlar işi götüremeyince, ltalyan firması işi feshetti. .. Bu arada beyefendi, ben beş yüz kişinin peşinde geziyorum. Recai Kutan'a gidiyorum, Lütfü Göktaş'a gidiyorum . . . Elimde Kur'an- ı Kerim, kapı kapı gezip "Yahu Allah rızası için şu konuyu hal ledin. Allah'ın hükmüne göre karar verin muhteremler" diye yalvarıyorum . Kesinlikle beyefendi, adamlar birbirlerini ko ruyorlar. Artık ortada Müslümanlık falan kalmamış. Ben bu du rumda çaresiz kalınca, bu olayı basına yansıtmaya karar verdim ..
.
.
1 78
" ·
ve lstanbul'da bunların gazetesi Milli Gazete'ye gittim. Oranın genel yayın müdürü, Milli Vali Hazım Okt�y Beşer var. Onun ya nına girdim. Adam şalvarlı, çember sakallı, belinde tabancası . . . B u adam MSP döneminde Konya valisi yapılmıştı . .. Buna dedim ki " Bak kardeşim, gazetenizin başlığında hak geldi batıl zail oldu diye yazıyorsunuz. Sizin Fehim Adak, dokuz hacı ar kadaşıyla birlikte benim paramı vermiyorlar. Allah rızası için gazetenizde ya bir ilan verip durumu açıklayayım, ya da bu olayı haber olarak yazın. i şte bütün belgeleri de burada . . " Olayı kendisine aynen anlattım . . . " Hayır efendim, biz böyle bir şey yazamayız" dedi. Bunun üzerine ben de Ankara'ya döndüm. Adamın odasından çıkmadan önce de dedim ki "Bu gazetenin başındaki hak geldi batıl zail oldu başlı�ını, batıl geldi hak zail oldu diye de{liştirin ... " - Mikail Bey böylesine bir haksızlığa uğradığınızı sa vunuyorsunuz da niçin devletin mahkemesine başvurup hak kınızı orada aramıyorsunuz? - Beyefendi mahkemeye gitmesine gideceğim de şimdi ben bunların üzerine Müslümanlıkla gidiyorum. Bakalım bunlar nasıl Müslüman, ben bunu çözmeye çal ışıyorum . . . Çünkü iş artık inada binmiş . . . - Evet efendim, devam edin anlatmaya lütfen . . . - Ben Ankara'ya dönünce, bunların şeyhi olan b i r doçent var. . . Adı Esat Coşan i lahiyat Fakültesinde doçent. . . Nak şibendi şeyhi . .. Bu adama gidip durumu anlattım. Dedi ki " Mah kemeye git..." "Efendim mahkeme yolunu ben de bilirim, ama bunlar şeriatçı. Ben bu işi şeriatla halletmek istiyorum. Bunlar seçimlerde yüz binlerce M üslüman insanı ar kalarından sürüklüyorlar. Bunlar nasıl M üslümanmış bir gö relim bakalım" diye cevap verdim . . . Oradan da elim boş döndüm beyefendi. Sonra kime başvurayım? .. "Falanca yerde Rıza Çöllü adlı bir hoca vardır. Bunlar bu hocaya saygı duyarlar. Eğer Çöllü hoca bunlara gelin hesap verin. E!;)er bu hesabı vermezseniz kafir .
...
1 79
olursunuz derse, bunlar gelirler" dediler. Ben de bu hocayı bul dum. Gidip elini falan öptüm. Bu hocanın bir camii, bir de vakfı varmış. Hoca dedi ki "Ben şimdi devreye girersem, bunların menfaati zedelenir. Bunlar bize para yardımı yapıyorlar. Ku sura bakma .. " Bu durumda ben Refah Partisi Genel Başkan ı Ahmet Tekdal'a gittim beyefendi. . . "Sayın Tekdal böyle bir durum var, Allah rızası için hallet" dedim . . . Beyefendi, bu adam da salladı başını, ovuşturdu ellerini ve "Ben hiçbir şey yapamam" dedi. Ondan sonra kalkıp o partinin Cevat mıdır nedir, genel sek reteri vardı. Ona gittim ... " Bak muhterem, ben bu hadiseyi bütün Türkiye'ye açıklayacağım. Bu işi hallet" dedim ... O da "Peki" dedi ama hiçbir şey yapmadı ... Sonra yine Ahmet Dallı'ya gittim . . . - Ahmet Dallı deQil, Ahmet Tekdal. .. - Tamam, Ahmet Tekdallı'ya gittim ... Eline de dokuz on sayfalık bir yazı verdim . "Bak beyefendi" dedim, "Bu Fehim Adak'ın durumu budur. Bunlar şeriatı bile dinlemez olmuşlar. Refah'çılar olarak toplanın ve bunu ıslah edin " Emin Bey bütün bunlar olurken, Erbakan hocaya bir mektup daha yazdım. - Mikail Bey o mektubu verin de, bir okuyayım. Onun bazı bölümlerini yazımızda aynen kullanırım . " Esselamünaleyküm muhterem hocam... Kendisine ve hacı ortaklarına bu işi Allah'ın şeriatına göre halledelim dediğim halde, dalmaya başladılar haram paraya ... Zulmüne devam etti şeyh heci Fehim beyefendi. Hacı ve şeyh Fehim Adak'ı hesaplaşmak üzere kurulmuş bulunan hakem heyetinin huzuruna Allah'ın indirdiği Kur'an-ı Azimüşşan hükümlerine göre, Allah'ın hü kümlerine ve şeriatına göre muhakeme olmaya davet edi yorum. Kendisi bu görüşün savunucusu olduğunu ilan et miştir. Bunda samimi olup olmadığı, bu vesile ile anlaşılacaktır. Yoksa Fehim Adak dinimizi istismar etmek suretiyle Allah'ı, hakkı ve hukuku tanımayan, şahsi menfaati için bu yolu seçmiş bir kişi midir? Sayın hocam, Fehim Adak bana karşı maddi ve manevi zulmünü sürdürmektedir. Bu .
.
.
...
.
1 80
.
adamda Allah korkusu varsa, Allah'ın emirlerine boyun eğer. Eğer değilse zulmüne devam eder. O zaman bu kişinin, ha kiki Müslümanların safında yeri kalmadığını ilan etmek ge rekecektir. Aksi halde, birçok imanlı kardeşimizi, tuzağına düşürecektir. Sayın hocam, bu dava Mlkall l lçln'ln şahsi da vası olmaktan çıkmıştır. Taraf olan, lslam aleminde yeri olan Fehim Adak'tır. Haksız bir tutum, lslamiyete ve dine bir dar bedir. Allah için çalışınız. Esselamünaleyküm. . " Evet Mikail Bey, Erbakan'a özetle böyle yazmışsınız. Cevap alabildiniz mi? .
- Hiçbir cevap gelmedi beyefendi ... Sonra bunların Adalet Bakanı Şevket Kazan'a gittim. O da yüz vermedi ... Velhasıl be yefendi, benim paralar gitti gider ... - Herhalde bütün bu aşamadan sonra artık mücadeleyi bıraktınız ve kaderinize razı oldunuz. - Hiç bırakır mıyım ... Daha Şeyh izzettin hazretleri var. - O nasıl oldu?.. {Bendeniz bu aşamada artık dayanamıyorum ve gülmekten bayılacak durumlara ge liyorum.) - Eski milletvekili Kasım Emre vardır. Kendisi de şıh'tır. Ondan haber aldım ki Şeyh IZzettin Ankara'ya gelmiş. Ben bu zatın ismini bilirdim. G üneydo!)u'da tanınmış bir şeyhtir, ama Suriye'de yaşıyor. Kasım Emre dedi ki " izzettin hazretleriyle bir konuş. Senin sorununu o halleder. Bizim Erbakan, Fehim Adak falan onun sözünden çıkmazlar.. " Ben bu adamın ad resini buldum beyefendi. Yukarı Ayrancı'da kalıyormuş. Kalktım, oraya gittim. Şeyh yerde oturuyor, adamları etrafına toplanmışlar. Gittim ben de şeyhin huzuruna dikildim. Elini öptüm. Adam, mü tevazı adam. Kendisi yerde oturdu!)u halde beni yanındaki kol tu!)a oturttu. Kendisine o kalabalığın içerisinde durumu anlattım. Dedim ki "Şeyhim ben ricaya gelmişim. Fehim Adak ha bire benim paramı yiyor. Şeriatçı bildl{llmiz Fehim bir türlü he saba oturmuyor. Ben kendisini hakem tayin etmişim, ayetler .
181
okumuşum. Allah'ın emrine göre hemen hükmünü ver. Ver mezsen kafir olursun demişim, ama halen hesaba gelmiyor. Şimdi bunun Müslümanlık durumu ne merkezdedir şeyhim? Dini gidiyor mu, yoksa gitmiyor mu? " Ben bunları anlatınca Şeyh izzettin hazretleri de gülmeye başladı. .. - Mikail Bey bir dakika, ben de gülmekten ölmek üze reyim . . . Normal duruma geleyim de öyle devam edin! - Beyefendi, adam bana dedi ki "Ben şimdi kendisine adam göndereceğim ve emir vereceğim " Evinde bulunan adamları hemen Fehim'e gönderdi. Fakat Fehim Adak buna da yanaşmadı beyefendi. Yani düşünün ki, Şeyh izzettin bunların mürşididir. Onun sözü kanundur. Yine yanaşmadı. .. Aradan bir müddet geçti, ben bu sefer Orhan Batı ya gittim. Orhan Batı bunların Karayolları Genel Müdürüdür. Selametçi ve Müslüman bir adamdır. O da söylemiş, onu da reddetmiş. Bu sefer Fehim'in Mardinli hemşerilerine gittim, yine kılını bile kıpırdatmadı. No terden protestolar çektim, yine yanaşmadı. Halen de gelmemiştir efendim. Şimdi şirketi yavaş yavaş satmaya kalkışıyor. Bizim paralar gitti. O günden beri beş kuruş vermediler bana. - Kaç paranız gitti bl! durumda? - Benim hesabıma göre, faizleriyle birlikte 309 milyondan fazla param gitmiştir beyefendi. Hepsini haram ettim onlara! On tane hacı, bunu aralarında paylaştılar. Şimdi ben bunları mah kemeye de vereceQim beyefendi . Ama benim bugüne kadar esas amacım, bunların nasıl Müslüman olduklarını ortaya çıkarmaktı. EQer siz bu konuştukarımızı aynen yazarsanız, bu yazı ya yımlandıQı anda bu adamların MüslümanlıQı düşmüş olacak. Burada vatandaşlarıma uyarıda bulunuyorum ki, hiç kimse bun ların sakalına ve ibadetlerine kanmasın. Tabii bunların içinde Müslüman adamlar vardır, ama ben bu olayı yaşadım ... Hatta bir gün Erbakan bana " Ne yapayım, Fehim beni de dinlemiyor" deyince ben kendisine "O halde bu adamı camianızdan çı karınız" demiştim. Ama E rbakan şimdi Refah'ın başına geçti ve ,.
..
...
'
182
bir baktım ki, Fehim Adak'la yine kol kola girmiş. Şimdi bakınız ben bu mücadeleye bu adamlardan paramı alıncaya 'kadar devam edeceğim. Şimdi ben bunlarla kişisel bir mücadele ya pıyorum. Benim mücadelem lslamiyet ve insanlık adınadır. Be-ı en sonunda bunları "Biz aslında şeriatçı falan değiliz" diye ba ğırtacağım. Buna mecburlar ... Ya gelip bana hesap verecekler ve paramı ödeyecekler, ya da şeriatçı falan olmadıklarını kabul edecekler ... Ben şimdi şunu istiyorum ... Gelsinler, bir heyet hu zurunda istedikleri yerde bir açıkoturum yapalım. Gazeteciler, din adamları, hukukçular gelsin. Bunların huzurunda bir tarafa ben oturayım, bir tarafa da Erbakan ve Şeyh Fehim otursunlar. . . Bunların bana yaptıklarını Bulgarlar oradaki Türklere yapmadı beyefendi. .. Yahudiler Müslümanlara yapmadı. .. Bu adamlar ha bire diyorlar ki "Biz iktidar olursak şeriat düzeni ge tireceğiz " Ben de diyorum ki "Kardeşim sen şeriat düzenini ve büyük Allah'ın emirlerini önce kendinde uygula. Kul hakkı yeme. Haram para yeme " Para büyük olunca şeriat nerede kaldı beyefendi? Dernek ki, para büyük olunca, Allah'ın ve pey gamberin emirleri ortadan yok ediliyor bunlar tarafından! işlerine gelince Allah, işlerine gelmeyince para ... Şimdi beyefendi, ben şeriat düzeni istemiyorum, ama gerçek Müslümanım. Eğer bu benim işimi şeriata göre Türkiye'de çözmeye korkuyorlarsa, ben bunları Suudi Arablstan'a davet ediyorum. Medine'de lslam üniversitesinin şeriat fakültesi vardır. Orada Profesör Ekrem Ziya ôrneri'ye gidelim ... Kahire'de El Ezher Ü niversitesine gidelim. Oradaki din adamlarına başvuralım ... Veya istedikleri din ada mına başvuralım . . . - N e için başvuracaksınız onlara? - Bana bu yaptıklarından sonra, acaba bunların Müslümanlığı Allah indinde halen devam ediyor mu, yoksa elden gitti mi? Ben bu konuda bizim Diyanet l şleri 'ne de başvurup fetva isteyeceğim. Acaba bunlar kafir oldular mı, yoksa olmadılar mı? Devlet de bu konunun üzerinde dursun. Bütün Müslümanlar öğ rensin bunların ourumlarını . . . •..
.•.
- Efendim çok teşekkür ediyorum . . . - Daha bitmedi . . . Ben bunları Papa'ya da şikayet edeceğim. - Papa nereden çıktı şimdi Mikail Bey? - Efendim şeriat sadece Kur'an-ı Kerim'le gelmemiş. Şeriat Tevrat ve l ncil'de de var. Şimdi bizim şeriatçılar, Kur'an'la gelen şeriatı tatbik etmediler, çünkü işin içinde para var! Fakat Fehim Adak ve diğer hacılar bana bu komployu aynı işyerindeki ltçı.1yanlarla birlikte hazırladılar. ltalyan şirketinin başında bulunan Cennari ve Alberti adlı iki şahıs Romal ıdır ve Papa'ya bağl ı Katoliktir. Ben Papa'ya yazacağım ki " Ey Papa hazretleri, senin kilisene bağlı iki adamın ve bizden birkaç şeriatçı bana böyle böyle yaptılar. Bizim şeriatçılar, işin içine para girince şeriatı falan unuttular. Şimdi sen l ncll'e göre kendi adamlarını çağır. Bakalım onlar ne diyecekler. " Tahmin ederim ki Papa bu işe müdahale edecek ve kendi adamlarına "Aha siz ne yap tınız?" diye soracaktır . . . Şimdi beyefendi, bu yazı çıktıktan sonra ben Erbakan'a gideceğim ve ona hediye ettiğim Kur'an-ı Kerim'i de geri alacağım. - Bunların dışında yapacağınız bir şey kaldı mı? - Şimdi, Allah'a üç nüsha dilekçe yazacağım. Bir suretini Mekke müftüsüne göndereceğim, Kabe'nin üzerine koyacak. Bir tanesini Medine müftüsüne göndereceğim, peygamberimizin mezarının üzerine b ırakacak. Ü çüncüyü Kahire de El Ezher Camii i mamına göndereceğim, Nil nehrine atacak. Dinimizde her insan ın bir sevap defteri , bir de günah defteri vardır. Kıyamet günü bu defterler açılır. Ben şimdiden Erbakan'ın, Fehim Adak'ın ve diğer ortak hacıların defterlerine birinci dereceden ipotek koyduruyorum. Bana olan borçlarının ve bana yaptıklarının he sabını kıyamet gününde alacağım bunlardan . . . (Mikail llçin bu rada Arapça bir ayet okuyor) Zaten kıyamet günü yaklaşıyor beyefendi! . . ..
'
- Onu nereden biliyorsunuz? - Ben CHP eski milletvekili Mikail l lçin ... Biliyorsunuz bunlar bize solcu derlerdi, komünist derlerdi, Allahsız derlerdi ba zıları . . . Allah'a şükür ben komünist değilim. Dinime imanıma bağlıyım. Sahtekarlığım yoktur. Onlar bize yıllarca "Şeriata gelin" diye bağırdılar ... Şimdi ben bunlara "Şeriata gelin" diye ba ğırıyorum, ama hepsi kaçıyor. Yani onların gözüyle bir CHP'li ko münist, şimdi onları şeriata davet ediyor. Dünya tersine döndü! .. Bakın, bunlar kıyametin belirtileridir. Ama ben bunlara hem bu dünyada hesap soraca!:)ım, hem de Allah önünde soraca!:)ım. Ben paralarımı bu adamlarda bırakmayacağım. iyi niyetli Müslüman vatandaşlarım benim şu başıma gelenleri görüp de ibret alsınlar ve birtakım insanları iyi tanısınlar Sayın Çölaşan ... - Evet Mikail Bey konuşmanızın başında, anlattığınız her şeyin doğru olduğuna yemin ettiniz. Ama olay ne olursa olsun, bu konuda Fehim Adak'a, Necmettin Erbakan'a da cevap hakkı ver mek zorundayız. Kendileri bana başvururlarsa, onlara da cevap hakkı tanı rız. Onlarla da, güzel bir konuşma yaparız. Efendim size "Geçmiş olsun" diyorum. inşallah mücadelenizi hem bu dünyada, hem de öbür dünyada kazanırsınız ... Size bu konuşma için çok teşekkür ediyorum. Emin Çölaşan'ın notu: Bu konuşmada Fehim Adak ve Necmettin Erbakan'a çağrıda bulunmuş ve isterlerse kendileriyle de konuşacağımı açıklamıştım. Ancak ısrarla aramalarımıza rağmen, her ikisi de bizimle konuşmak istemediler. Mikail llçin'in anlattıklarını yalanlamadılar. Bu konuda bir demeç veren MSP'li Şener Battal, Erbakan'ın l lçin olayında "Allah rızası için" hakem olduğunu söyledi.
Bu röportajla lstanbul Gazeteciler Cemiyeti tarafından 1 987 yılında röportaj dalında "Yıl ın gazetecisi" seçildim . 1 85
TURGUT ALPAGUT (Emekli ihtilalci) Turgut Alpagut 1920 ytlmda lstanbul'da doğdu. 1940 yılmda süvari asteğmen olarak Harp Okulun 'dan mezun oldu. 1957'de Harp Aka demesi'ni bitirdi ve kurmay subay oldu. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurmay rütbesiyle Harp Okulu Alay Komutanlığı'na atandı. 1962 yılında, 22 Şubat olaylarından sonra bazı ihtilalci arkadaşlarıyla birlikte emekliye sevkedildi. 1 963'te sivil olarak 2 1 Mayıs olaylarına katıldı. Girişimin başarısızlıkla so nuçlanmasmdan sonra askeri mahkemede yar gılandı ve ölüm cezası aldı. Cezası daha sonra mü ebbet hapse çevrildi. 1968 yılmda çıkarılan af kanunu ile tahliye edildi. Evli ve iki çocuk babası olan A/pagut vefat etti.
1 86
"CALLUD i HTi LAL ANTRENMAN I N I BiZiMLE YAPTI, MAÇI LI BYA'DA KAZANDI" 23 Şubat 1 962 .. 27 Mayıs 1 960 ihtilali yapılmış. Demokrat Parti iktidarı devrilmiş ve Milli Birlik Komitesi ülke yönetimine el koymuştur. Ancak ülkemizde, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri'nde huzursuzluk sürmektedir. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi, silahlı kuvvetler içerisindeki belli gruplar Milli Birlik Komitesi'nin bazı uygulamalarına karşıdır. Zaten Komite de kendi içinde bölünmüş ve 1 4 Komite üyesi tasfiye edilerek yurtdışına gönderilmiştir. ikincisi ise, Milli Birlik Komitesi'nde bazı küçük rütbeli subaylar vard ır. Gerektiğinde bir general, Komite üyesi bir yüzbaşıdan emir alabilmektedir. Bu durum silahlı kuvvetlerde rahatsızlık ya ratmaktadır. Ü lke yönetimine el koymak amacıyla 27 Mayıs ihtilalinden hemen sonra Silahlı Kuvvetler Birliöi kurulmuştur. Bu örgütün başında zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay vardır. Pek çok general ve albay da örgüte üyedir. Bunlar arasında en hızlı olan üç kurmay albay vardır.. Talat Aydemir, Dündar Seyhan ve Halim Menteş ... Talat Aydemir 27 Mayıs sonrasında Harp Okulu Komutanlı!)ına getirilmiştir. Harp Okulu Alay Komutanı ise, bugünkü konu!)umuz Kurmay Albay Turgut Alpagut'tur .. Ve ilk olay, 22 Şubat 1 962 günü patlak verir. Talat Aydemir'in liderli!)inde zamanın hükümetine karşı bir başkaldırma başlatılır. Ancak saatler ilerledikçe durum darbecilerin aleyhine döner. Başbakan ismet lnönü sabaha karşı güvence verir ve teslim oldukları takdirde darbecilere ceza verilmeyece!)ini bildirir. Harp Okulu'nda üslenen darbeci subaylar teslim olurlar. Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Turgut Alpagut ve di!)erleri derhal emek liye sevkedilirler .. Ancak olaylar yatışmaz. 1 2 Şubat 1 962'den sonra Aydemir, Alpagut ve diğerleri boş durmazlar ve yeni bir hareket iÇin örgütlenmeyi sürdürürler. 1 87
Aradan 1 4 ay geçer.. 2 1 Mayıs 1 963 günü emekli albaylar yine harekete geçerler. Ü niformalarını giyip, kendilerine bağlı birliklerle ihtilali başlatırlar.. Ancak bu kez iş kanlı geçecektir . . - Evet albayım, asl ı nda kitaplara konu olması gereken bir olayı biz burada gazetenin bir günlük sayfalarına sığdırmaya ça l ışacağız ve elbette ki çok eksiklerimiz olacak. Ama yine de, siz ilk kez konuşan bir ihtilalcisiniz.. Hem de sivil olarak ihtilal gi rişiminde bulunan bir insansınız. Sonunda ölüm cezası aldınız. Nedir bu 2 1 Mayıs olayı? - Aslında 27 Mayıs 1 960, 22 Şubat 1 962 ve 21 Mayıs 1 963 olayları birbiriyle tamamen ilişkilidir. Son ikisi, 27 Mayıs ihtilalinin sonucudur. 22 Şubat olayı, Türk Silahlı Kuvvetler Birilği üyesi generallerin, başta zamanın Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay olmak üzere giriştikleri bazı olaylara bir tepkidir. Alt ka demedeki bizleri tasfiye etmek için yaptıkları girişimlere bir di renmedir. Generaller, biz albayları tasfiye etmek ve saf dışı bırakmak istemişlerdir. Bunda da bir konuşmanın etkisi olmuştur. lstanbul grubun�an kurye olarak Ankara'ya gelen Bedrettin Demirel'e (Sonra orgeneral, Cumhurbaşkanı danışmanı) Talat sinirlenmiş ve " l stanbul'dakilere bl.r şey yapacaklarsa yapsınlar. Hep bizi ön plana atıp harcamaya çalışıyorlar. Aksi halde B planını uygularım" demişti. Demirel "B planı nedir?" deyince Talat "Sıfır general" cevabını vermişti. Yani bütün generalleri emekli edecek .. Tabii bu niyet yayıldı ve duyuldu. Başta Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ve ikinci Başkan Memduh Tağmaç olmak üzere, bizleri tasfiye etmek için çalışmalara başladılar. 22 Şubat buna bir direnmedir, ancak kan dökülmemiştir. Harekat aley himize dönünce teslim olduk ve emekliye sevkedildik. Bir af ka nunu çıkardılar ve hakkımızda hiçbir işlem yapmadılar. Ancak bu kanundan yararlananlar aslı nda Silahlı Kuvvetler Birliği'nin üst düzeyde üyeleri idi. Biz emekli olduktan sonra Harp Okulu öğ188
rencilerini horladılar. Öğrencilere sahip çıkam adılar. O kadar ki, Harp Okulu lzmir'de kampa giderken Kızılay'da bizleri selamladı . Biz sivilken bila önümüzden geçerken binlerce ö!)renci bizi se lamladı ve bu olay o günlerde basında yer aldı. Ö!)renciler bizi gerçekten çok severlerdi. - ikinci harekata nasıl karar verdiniz albayım? O günkü yönetime, Cumhurbaşkanı Gürsel'e, Başbakan lnönü'ye ve Ge nelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'a kin mi duyuyordunuz? - Kin değil de, içimizde bir burukluk vardı. Bize 22 Şubat sonrası çok kötü. davranılmış ve sürekli bir takip altında yaşamak zorunda. kalmıştık. Ancak alt kademelerimizden gelen isteklerle gördük ki, bu potansiyel dağılmamıştır. 22 Şubat'tan iki ay sonra harekatı planlamaya başladık. Tabii bu iş kolay değildi, çünkü sivildik. Ayrıca sürekli takip ediliyorduk. Yani ihtilal planı yapmak ordu içinde kolaydı da, sivilken zor oluyordu. Temas kurmak zordu. Hatta bazı temasları maça gidip tribünlerde yapmak zo runda kaldık. - 22 Şubat olaylarında başarısız kalmıştınız. Bunun son rasında gücünüz var mıydı ki, bir ihtilal girişimi daha yaptınız? - Elbette vardı. 21 Mayıs gecesi bizden yana olan büyük bir kuvvet ortaya dökülmüştür. Kaldı ki, 22 Şubat sonrasında bi zimle konuşmak için birçok etkili kişi sıraya girmiştir. Örneğin rahmetli Nihat Erim bize gelip lnönü'yü eleştirmiştir. lşadamları gelip gitmiştir. Siyasetçiler gelip gitmiştir. Bunların Çoğunun bir beklentisi vardı. Hatta CIA ajanları bile ziyaretimize gelmiştir. - CIA ajanları niçin size geliyor? - Efendim, Ferit adında tanıdığım bir kuyumcu vardı. Bir gün bana Joe Donaugh adında bir Amerikalıyı getirdi. Adam kendisini l nterpol'de çalışan bir görevli olarak takdim etti. Bir süre sonra bana iş teklif etti . Eğer istersem, Türkiye'deki bir Amerikan şirketinde bana iyi parayla iş bulabileceğini söyledi. Hatta beni 1 H<J
evine de çağırdı. Sonra biz bunu soruşturunca, Amerikan el çiliğinde çalışan bir CIA mensubu olduğu ortaya çıktı ve herifi kovduk. Bir de Ruzi Nazar adında bir CIA ajanı peydahlandı. Bu da Türk asıllı bir adam, ama Amerika'nın hizmetine girmiş. O da elçilikte çalışıyor. Bize gelip "Türkeş Beyle irtibat kurmak is terseniz size yardımcı olurum" falan gibi laflar etti . Hatta Tür keş'in kızını Pan American şirketine yerleştirdiğini anlattı . Yani bu iki ajan da bizim ağzımızı arıyor, gücümüzü öğrenmek istiyordu . Hemen irtibatı kestik. Yani 22 Şubat sonrasında her cinsten adam, kimisi istihbarat yönünden, kimisi de başka amaçlarla et rafımızda dolaşıp bizimle temas kurmaya çalışıyordu. Böyle za manlarda da bu tipler hemen ortaya çıkar. Mantar gibi türerler. - Albayım, eğer 21 Mayıs olayında başarılı olsaydınız ve idareyi ele geçirseydiniz, Türkiye'de hasıl bir yönetim ku racaktınız? - Aslında bu konuyu şimdi konuşmak istemiyorum. Aradan çok zaman geçmiştir. Ancak, sosyal yönü kuvvetli ve reformcu bir devlet kuracağımızı söyleyebilirim. - Yani daha solda bir yönetim mi getirecektiniz? - Evet. - Sivil kadrolarınız da var mıydı ihtilal sonrası için? - Va�dı.. Pek çoğunu bugün bfle açıklayamam. O isimlerle daha önceqen anlaşmıştık. - Peki albayım, aylarca süren bir hazırlık yaptınız ve ihtilal yapmaya karar verdiniz. O gece neler oldu? - işte bütün planlarımız hazırlandı. Bize bağlı subaylar ve birlikler ayarlandı . Harp Okulu karargah olacaktı. Ben oraya sivil çıktım ve üniformamı orada giydim. Harp Okulu'nun bütün nö betçi heyetini devre dışı bıraktık ve gözaltına aldık. - Onların durumdan haberi yok mu? - Hayır, nöbetçi heyetin haberi kesinlikle yoktu. Bizim 1 90
bağlantımız bazı öğrenciler ve subay .taburundan subaylarla ya pılmıştı. Fakat sonradan bütün bu nöbetçi heyetini de emekli et tiler.Yazık oldu adamca!'.jızlara. - Alpagut Albayım, bu arada size bir şey sormak is tiyorum .. Duyduğuma göre Talat Aydemir o gece Harp Okulu'na epeyce geç gelmiş. Hatta siz kendisini evinden aldırtmışsınız. Acaba önce harekatın başlamasını ve riskin azalmasını mı bek ledi? - Talat Aydemir rahmetli olmuş bir arkadaşımızdır. Bu so runuza cevap vermek istemiyorum. - Harekatın başına geç mi geldi, zamanında katıldı mı efendim? Bunlar artık tarih olmuş olaylar. . . Onun için so ruyorum. - Bu sorunuza cevap vermeyeceğim. Özür dilerim. - Talat Aydemir de üniformasını Harp Okulu'nda mı giydi o gece? - Hayır, Talat hep sivil kaldı ve harekatı sivil yönetti. - Herhalde o ihtilal gecesinde ilginç olaylar yaşadınız değil mi? Birkaç tanesini kısaca anlatır mısınız? .. Çünkü yerimiz çok dar. Ayrıntıya giremiyorum. - Arkadaşımız Albay Yaşar Başaran ra�yoevini ele geçirdi ve Ü steğmen ilhan Baş bizim adımıza bildiri okumaya başladı . Bir süre sonra hükümete bağlı kuvvetler gelip radyoyu aldılar. Ali Elverdi adında bir yarbay hükümet adına yayına başladı. Sonra radyo tekrar bize geçti ve bu Ali Elverdi'yi yakalayıp Harp Okulu'na getirdiler. Orada birkaç Harp Okulu öğrencisi bunu vur mak isteyince, Elverdi yalvarmaya başladı . Talat da kendisine acıdı ve " Götürün şunu .. Bu öldürülecek adam değil" dedi. .. Bir ara Hava Kuvvetleri Komutanlığı önünde kırmızı plakalı bir bakan arabası gördüm ve yanına yaklaştım. içindeki bakan bana kendini tanıttı ve dedi ki, " Efendim, ben Çalışma Bakanı Bülent 1 l) J
Ecevit'im .. Acaba ne oluyor? .. " Kendisine durumu anlattı m ve derhal evine dönmesini söyledim . . "Hay hay albayım" d edi ve gitti .. Bir başka olay da, Harp Okulu önünde Turhan Çağlar adında bir kurmay albay gördüm. Elinde bir transistörlü radyo vardı. Gelip boynuma sarıldı ve "Allah'a çok şükür bu günleri de gördük" dedi. Sonra biz askeri mahkemede yarg ı l an ı rken bu albay bizim aleyhimizde tan ıklık etti . Bir süre sonra da, Ame rika'ya bazı askeri sırlarım ızı sattığı için tutukland ı . Mamak Ce zaevi'nde kalp krizinden öldüğünü duyduk. M iT mensubu imiş.
- ihtilal gecesinde moralinizi bozan olaylar oldu mu al bayım? - Radyoevini ele geçirince bizim anons okundu. Ancak orada Talat'ın adı imza olarak geçince bu durum bizim aleyhimize oldu. O bizi biraz sarstı, çünkü okunması gereken başka bir metin vardı. O metin dışında başka bir isim okununca hem bizim üze rimizde, hem de silahlı kuwetlerin diğer üniteleri üzerinde olum suz etkisi oldu. - Esas ihtilal bildirisi kimin adına okunacaktı? - Biz onu Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay imzasıyla okutacaktık. . ( Tu rgut Alpagut, bunun yaz ılmas ı n ı istemiyor. Ancak aradan uzun yıllar geçmiş olmasını di kkate alarak ve bir tarihi gerçeğin ortaya çıkmasını amaçlayarak bu hususu açık l ı yorum ve Alpagut'tan burada özür diliyorum.) - O gece çok heyecanlandınız mı albayım? - Elbette .. Kellesini ortaya koyan i nsan heyecanlı olmaz mı? Başarısız olduğumuz takdirde başımıza iyi şeyler gel meyeceğini biliyorduk. - Bazı yerleri ele geçirdiniz, ama niçin Başbakan l nönü , Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay gibi yetkilileri ele ge çiremediniz? 1 92
- Onlar o gece topluca Ankara Orduevi'nde idiler . . . Olmadı işte . . . Bir ihmal oldu ve yapılamadı. Bakın bu 22 Şubat ve 21 Mayıs'olaylarından bir şey öğrendim .. Bir amaçla kellesini ortaya koyan bir insan, başkalarının kellesini düşünürse başarıya ula şamaz. Bir de burada şunu söylemek istiyorum 22 Şubat ola yında ordu içerisindeki karşıt bir grubun tasfiye edildiğini söy lemiştik. Yani ihtilal planlayan bizleri, aynı amacı paylaşan bir diğer grup tasfiye etmiştir . 22 Şubat günü Cevdet Sunay Ge nelkurmay Başkanıdır. Memduh Tağmaç Genelkurmay ikinci Başkanıdır. Faruk Gürler generaldir. Muhsin Batur generaldir. Bunlar o zaman ihtilale soyunmuş ve bazı ihtilalci arkadaşlarını, yani bizleri tasfiye etmişlerdir. 12 Mart olayında da aynı senaryo, aynı kişiler tarafından oynanmıştır. 1 2 Mart 1 971 'de Sunay Cumhurbaşkanı, Tağmaç Genelkurmay Başkanı, Gürler Kara Kuwetleri, Batur Hava Kuvvetleri komutanıdır. Bunlar yine ihtilal yapmaya soyunmuşlar, ancak elini daha çabuk tutacağı anlaşılan Celil Gürkan grubunu tasfiye edebilmek için 1 2 Mart muhtırasını vermişlerdir. i nsanlar aynı, senaryo aynı. Bu durumu Türk ka muoyunun dikkatine sunarım. - Anlıyorum efendim .. Albayım o gece size bağlı olan bir likler hangileri idi? - Harp Okulu , 229. Piyade Alayı, Tank Taburu ve 28. Tümen'den bazı birlikler vardı. Durum bizim aleyhimize dönünce, Hava Kuvvetleri sabaha karşı bizim karşımıza geçti. - Hangi birlikler baştan beri size karşı oldu? - Muhafız Alayı ve 28. Tümen'in bir kısmı bize baştan beri karşı koydu . Ayrıca Hava Kuvvetleri'nin bir kısmı .. Bilmiyorum ama havacıların harekatı biraz bilinçsizdi.. Çünkü kendine ait olan kuvvetlerin kaybına sebep oldu. Örneğin Muhafız Alayı'nı Dikmen sırtlarından bizim üzerimize, Harp Okulu'na sev kediyorlardı . Uçaklar dalıp bunların üzerine ateş etti ve epeyce ölü oldu. ..
.
1 9�
- O gece başka yerlerde de harekat oldu rn.u? - lstanbul'da bazı şeyler oldu. - Anadolu'da falan? - Oralarda taraftarımız vardı, ama harekat yapmaya gerek yoktu. Bu gibi durumlarda önemli olan Ankara'dır. Tabii bir de ls tanbul'daki 1 . Ordu çok önemlidir. - Birileri ihtilal yapmak isterse, Ankara ve lstanbul'u ele geçiren bütün Türkiye'yi ele geçirebilir mi? - Aşa(lı yukarı geçirebilir. Zaten bu iş bir mekanizmadır. Bilinçli bir kadro, e(ler bin kişi bile olsa bu hareketi başarabilir. - Peki, böyle bir işe girişecekler için öncelikle ele ge çirilmesi gereken önemli yerler nerelerdir? - Belirli karargahlar vardır. Genelkurmay ve di()er kuwet karargahları .. Emniyet Genel Müdürlü(lü vardır .. Tabii bizim za manımızda radyo önemliydi. Şimdi televizyon da var. Bunun dı şında da sana engel olacak belli garnizonlar varsa oraları ele geçireceksin. - Evet efendim, o gece başarısız oldunuz ve sabaha karşı esir alındınız . . - Esir alınmadık . . Enterne edildik. Hepimiz aynı mem leketin adamlarıyız. Düşman de()iliz ki, birbirimizi esir alalım. Hepimizi çeşitli yerlerde enterne ettiler. Ben şimdi Bahçelievler'de Merkez Komutanl ığı olan 229. Piyade Alayı'nda enterne edildim. - Aranızda kaçanlar oldu mu? - Efendim, Harp Okulu'nda bir teğmen vardı. Harekat devam ederken ben bunu "Git cephane getir" diye bir araca bindirdim ve 229. Piyade Alayı'na gönderdim. Gitti ve bir daha da görmedim. Biz yargılanırken mahkemede de ismi geçti, ama or tada yoktu. Sonra ö(lrendik ki, bu çocuk o hızla Suriye'ye kaçmış. Oradan ltalya, Portekiz yoluyla Brezilya'ya geçmiş ve Brezilya orrnanlarındr:ı dört yıl çalışmış. Sonra bize af çıkınca memlekete 1 94
geri döndü. Şimdi saygın bir yerde çalıştığı için ismini açık lamıyorum. - Yakalandıktan sonra askeri mahkemede yargılandınız ve idama mahküm oldunuz değil mi? - Evet, zannediyorum 20 kişi kadar idama mahküm olduk. - idam sözünü duyunca korktunuz mu? - idama mahküm olmak elbette ki insan üzerinde bir tesir yaratıyor. Yani korkmam diyen insan azdır .. Çünkü sıkıyönetim zamanı. Bizi Mamak Cezaevi'ne koydular. idam mahkumları ayrı ayrı hücrelerde yatıyoruz. Geceleri zamanlı zamansız . kapılar açıldı!:jı zaman insanın içinde "Şimdi asmaya götürüyorlar" diye bir ürküntü oluyor. Sonra Yargıtay bizim idamları bozdu ve aramızdan Talat Aydemir'le Fethi Gürcan asıldı. Benim cezam müebbet hapis oldu. Talat hareketin ilderi idi ve asılaca!:jını hem biz tahmin ediyorduk, hem de kendisi biliyordu. Fethi Gürcan binbaşı idi. Çok mert, kabına sı!:jmayan bir arkadaşımızdı. 22 Şubat ve 21 Mayıs olaylarının her yanında Fethi'yi görmek mümkündür. Bütün yaptıklarını mahkemede açıkça anlattı. Her ikisine de Allah rahmet eylesin. - Albayım bir de şunu soraca!:jım size .. Libya ihtilalinden bu yana bu ülkenin Kaddafi'den sonra gelen ikinci adamı Ab düsselam Callud var . 21 Mayıs olayları sırasında Callud da bizim Harp Okulu öğrencisi imiş. Di!:jer öğrenciler gibi o da ihtilale ka rıştı mı o gece? - O sırada Harp Okulu'nda okuyan Libyalı öğrenciler vardı. Biz Harp Okulu'na çıkıp harekatı başlattığımız zaman, diğer öğ renciler gibi bunlar da silahlarını kuşanmış ve harekata hazır du ruma gelmişlerdi. Ancak biz bunları işe sokmadık. Arkadaşlar o gece bunları hamama kapatmışlar. Sabaha kadar hamamda beklediler .. Yani ben espri ile karışık diyorum ki "Callud ihtilal .
1 95
antrenmanını Türkiye'de yaptı, maçı Libya'da kazandı " (Sü· rekli gülüşmeler.. ) ..
- Yani bıraksaydınız Callud da bizim ihtilale karışacaktı? - Tabii. .. Hepsi hazır bekliyordu Libyalı öğrenciler. Sonra bunları apar topar Libya'ya gönderdiler. Callud işin tadını burada aldı ve ihtilali kendi ülkesinde yaptı. - 21 Mayıs harekatından sonra epeyce insan yargılandı ve mahkum edildi albayım. Toplam kaç kişi idiniz? - Bizimle birlikte çok sayıda subay ve öğrenci yargılandı. Yargılanan Harp Okulu öğrencilerinin sayısı 1 459'du. Pek çok kişi hapis cezası aldı . Ayrıca bu öğrencilerin hepsi Harp Okulu'ndan kovuldu. Şimdi bunlar arasında doktorlar, gazeteciler, pro fesörler, politikacılar ve her meslekten insanlar var. - Cezaevinden ne zaman çıktınız? - Efendim işin o yanı da çok ilginçtir. Ben bir müebbet hapis mahkumu olarak lstanbul Toptaşı ve Konya Cezaevleri'nde arkadaşlarımla yattım. Ancak cezaevinde örgüt kurmuştuk ve haftada bir defa sırayla dışarı çıkıp gezerdik. Hatta ben birkaç kez evime gelip yattım. O günlerde Demirel başbakandı. Bize af ka nunu çıkarması için bastırıyorduk. Ben bir gün Milliyet ga zetesinde rahmetli Abdi lpekçi'ye gittim. Abdi Bey Milliyet'teki odasında beni karşısında görünce şaşırdı. Yanında Halit Kıvanç vardı. Halit de kekelemeye başladı. Cezaevinde olduğum halde Bedii Faik, Malik Yolaç, ilhan Selçuk gibi gazetecileri ziyaret ederdim. Hatta Bedii Faik'i Demirel'le konuşup bize af çı karmasını sağlamak için Ankara'ya gönderdim. Bir gün yine ce zaevinden durumu idare edip birkaç saat için çıkmıştım. ilhan Selçuk'la Kumkapı'ya içki içmeye gidiyoruz. llhan'ın arabasını trafik polisi çevirdi. Arabayı ve bizi incelemeye başladı . Tabii iki miz de korkudan sapsarı olduk .. Polis "Arabanın muayenesi g eç m iş diyerek hiç unutmuyorum otuz lira ceza kesti ve ilhan "
1 96
bu parayı hemen ödedi. Hareket ettikten sonra bana dönüp "Abi, yanımda bir cezaevi kaçaQı olmasa bu parayı bana hiçbir kuvvet ödetemezdi" demesini unutamam. Yani cezaevinde ol duğumuz sürece böyle dışarılarda gezdik, çünkü durum ayar lanmıştı. 1 968 yılında bizim af çıktı ve bütün 21 Mayıs'çılar tahliye edildik. - Şimdi geçmişe baktığınız zaman, iki ihtilal girişimine ka tıldığınız için pişman mısınız? - Pişman değilim. Politikacıların bazı entrikaları bizi bu yola sürüklemiştir. Yaptığımız işin cezasını da çektik. Tabii böyle hareketlerin Türkiye'nin yararına olmadığına 'kesinlikle ina nıyorum. Askerin görevi yurdu dışarıya karşı korumaktır. içe dönük hareketlerin yararlı olduğu inancında de!}ilim. Yalnız şunu belirteyim ki, biz darbeci veya ihtilalci olarak yetişmedik. Bu doğ rultuda bir eğitim de görmedik. Şartlar bizi buraya itti. Benim bu yaşadıQım olaylarda hep düşündüğüm bazı şeyler vardır. Ör neğin Cevdet Sunay Genelkurmay Başkanı iken 22 Şubat ve 21 Mayıs olayları olmuştur. Bu durum, bir Genelkurmay Başkanı için çok acıdır. Astlarına hakim olamayan bir komutan daha sonra Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Acaba bu olaylardan sonra emekli mi olmalıydı, Cumhurbaşkanı mı? - Albayım bunca ilginç olay yaşamışsınız. Anılarınızı niçin yazmadınız? - Bana bu öneri ilk kez 1 968 yılında Abdi lpekçi'den gel miştir. Ancak olayların durulması için zamana ihtiyaç vardır. Tür kiye'de gelmiş geçmiş herkes hakkında bazı şeyler yazabilirsiniz, ama askerlerin bu konuda dokunulmazlı!:jı vardır. Hele bazı olaylar taze iken, hiç yazamazsınız. Örneğin 22 Şubat günü, General Semih Sancar Harp Okulu'nu teslim alması için Cevdet Sunay tarafından gönderilmiş. Yanımıza geldiğinde bir üsteğmen arkadaşımız silahı rahmetli Semih Sancar'a şöyle bir do kundurunca general orada bayılıyor ve ambulansla gönderiliyor. 1 97
Bunu nasıl yazarsınız? Bunlar o zaman yazılamazdı, çünkü Semih Sancar daha sonra Genelkurmay Başkanı oldu. Şimdi bile yazılması mümkün olmayan pek çok şey var. Bunların bazısını size anlattım. Bazı arkadaşlarımız halen görev başındadır. Bu gibi olaylarda bütün gerçekleri olduQu gibi yazmak çok zordur. - Albayım size çok teşekkür ediyorum. Aslında bir kitap konusu olması gereken bu ilginç olayları okuyucularımıza kısıtlı birkaç sayfa içerisinde yansıtmaya çalıştık. Elbette ki çok ek siQimiz var. Okuyucularımız bizi baQışlasınlar. Ü lkemiz inşallah bundan sonra askeri darbelerle, ihtilallerle yüz yüze gelmez. Bütün umudumuz, demokrasinin ve sivil rejimin iyi işlemesi. .. Size tekrar teşekkür ediyorum efendim.
1 98
21 MAYIS'T A ANKARA RADYOSU'NU ELE GEÇiREN ALBAY YAŞAR BAŞARAN ANLATIXOR. . . 21 Mayıs'ta Ankara Radyosu'nu ele geçiren Albay Yaşar Başaran anlatıyor... - Albayım, 21 Mayıs olaylarır;ıda siz Ankara Radyosu'nu ele geçirdiniz. Nasıl oldu bu iş? - Sayın Çölaşan, ben 22 Şubat olaylarına karışmış ve emekliye sevkedilmiştim. 21 Mayıs gecesi radyoevine Ü steğmen ilhan Baş'la birlikte gittik. Ben sivildim. ilhan üç tane tank getirmiş. Silahımı çektim, kapıdaki nöbetçileri enterne ettik ve üç dört subay içeriye daldık. Fakat bu sırada saat 24 oluyor. Radyonun yayını bitmiş. Spiker Müberra Yetkin merdivenlerden iniyordu. Bize yayın yapılabilmesi için Etimesgut'taki vericilerin açılması gerektiğini söyledi. Bunun üzerine ben Etimesgut garnizonuna telefon ettim. Karşıma çıkan yüzbaşı itiraz etti. Ancak kendisine bunun bir ihtilal olduğunu, vericiyi açmazsa ertesi sabah bunun hesabını fena ödeyeceğini söyledim. Böylece verici açıldı ve biz yayına başladık. Spiker, Üsteğmen ilhan Baş .. Yayında " Ha1 99
laskar gaziler" (Kurtarıcı gaziler) ifadesini parola olarak verdik . Aradan kısa bir süre geçtikten sonra radyoevinin alt katından gürültüler duydum .ve aşağı indim. Ali Elverdi adında bir yarbay gelmiş ve " Burada ne oluyor? Hani bu işi birlikte ya pacaktık diye bar bar bağ ı rıyor . . "Gel bize burada katıl " dedim , reddetti . Bunun üzerine biz bunun silahını aldı k ve bir odaya kilitledik . . Fakat bizim yayın devam ederken, beklediğimiz birlikler gelmedi. Caddede sadece üç adet tank var ve biz birkaç subayız. 1 5 20 dakika sonra Merkez Komutanl ığı tarafından sevkedilen güçlü birlikler radyoevine gelip ele geçirdiler. O sırada Ali Elverdi, ka patıldığı odadan " Ben buradayım, beni kurtarın" diye bağırıyor. Onu kurtardılar. Biz de baktık ki durum kötü, Harp Okulu'na kaç tık. işte o aşamadan sonra Elverdi mikrofona geçti ve "Talat'ın üç buçuk adamına inanmayınız. Hükümet duruma hakimdir" diye bağırm aya başladı . "
-
- Sonra radyo tekrar sizin elinize geçti. B u nasıl oldu? - Efendim bu anonsu duyan rahmetli, idam edilen Fethi Gürcan hemen takviye birliklerle geliyor ve radyoyu yeniden ele geçiriyor. Ali Elverdi'yi de Harp Okulu'na getirdiler. Elverdi orada canının bağ ışlanması için Talat Aydemir'e çok yalvardı. Sonra Üsteğmen Erol Dinçer ve Albay R ıfkı Ertem takviye birliklerle yetiştiler ve radyo bizde kaldı . Sabaha karşı biz teslim olurken, radyoyu da hükümet birlikleri ele geçirdi. - O gece sizden yana tavır al ıp, durum aleyhinize dön dükten sonra size ihanet edenler oldu mu albayım? - Efendim, biz radyoyu ele geçirirken, kapıya Beyhan Cenkçi adında bir gazeteci gelmişti. Yanında da hanı m arkadaşı bir doktor vardı. Benim boynuma sarılıp " işte ektiğimiz to humlar bu gece çiçek açıyor. Ne mutlu bizlere" diye hepimizi . şapur şupur öptü. Sonra mahkemede aleyhimize şahitlik yaptı . . . Size Türk milleti önünde b i r hususu daha hatırlatmak isterim . Olaylar aradan uzun yıllar geçince unutuluyor. Biz , bizi ihbar 200
edenin havacı Kurmay Albay Halim Menteş olduğunu zan nederdik. Ancak mahkemede ortaya çıktı ki, muhbirlik yapan kişi Alparslan Türkeş'tir. Türkeş bu olay patlak vermeden önce Talat Aydemir'le konuşuyor ve " i htilalin asker kadrosunu siz, sivil kadrosunu ben oluşturayım" diyor. Talat bunu kabul et meyince, Türkeş muhbirlik yapıyor. Bu husus Talat Aydemir'in anılarında da yer almıştır. - Çok teşekkür ediyorum albayım.
201
TALAT AYDEMIR'IN OGLU METiN AYDEMIR'IN, ALPAGUT'LA YAPTIGIM KON UŞMAYA AÇIKLAMASI Sayın Emin Çölaşan;
1 8 Mayıs 1 986 tarihli Hürriyet gazetesinde Turgut Al pagut'la yaptıQınız sohbeti okudum. Rahmetli Talat Aydemir'in oQlu olarak benim de bu konuda söyleyeceklerim var. Bunları Hürriyet gazetesindeki köşenizde kamuoyuna iletmenizi sizden rica ediyorum. Babam Talat Aydemir yargısı tarihe kalmış bir olayda rah metli Binbaşı Fethi Gürcan'la birlikte eQilmeden, bükülmeden ve inandıQı bir dava uQruna canını vermiştir. Babamın anısına ve gerçeklere gölge düşürebilecek, soru işaretleri yaratabilcek bazı beyanların cevapları , kendisi hayatta olmasa bile el yazısı ile tuttuQu hatıratında, mahkeme zabıtlarında ve yaşayanların ha fızalarında mevcuttur. Sizin tarafınızdan yöneltilen bazı sorulara sanki hayatta olmayan bir kişinin ardından konuşmayarak bir çeşit koruyuculuk görevi yaptıgı izlenimini verenlerin, beraber yola çıkılan bir da202
vanın başarısızlıQa uQramasından sonra aynı hassasiyeti mah kemede ne ölçüde gösterdikleri, mahkeme zabıtlarında mev cuttur. 1 - Sayın Alpagut, sizin bir sorunuz üzerine babamın o gece harekatı sivil olarak yönettiQini söylemiştir. Bu husus ke sinlikle doQru deQildir. Talat Aydemir 20 - 21 Mayıs geceleri Harp Okulu'na Yarbay Mustafa Pakoba, Harp Okulu öQrencileri Erol Ege ve Zihni Çetiner'in muhafızlıQında resmi üniforma ile gelmiş ve harekatı baştan sona üniformalı yönetmiştir. Harekatın ba şarısızlıQa uQraması üzerine Harp Okulu'nu sabah saat 6.30'da yine resmi üniformalı olarak terk etmiştir. Olayın çok sayıda tanıQı hayattadır. Sayın Alpagut'un böyle bir olayda en hafif deyimiyle yanlış beyanda bulunmasını anlamak mümkün deQildir. 2 - Babamın Harp Okulu'na harekat gecesi geç gelmesi konusu, kedi el yazılı, yayımlanmamış anılarında anlatılmıştır. (Sayfa 5 1 ). Bu bölüm aynen şöyledir: " •. • Albay Galip Gültekin, Yarbay Rıfkı Erten, B inbaşı Fethi Gürcan ve Yarbay Mustafa Pakoba 'Albayım siz li dersiniz. Birinci hatta gitmenize lüzum yok. Her şey olabilir, vurulabilirsiniz. Siz bize lazımsınız. Onun için bu sefer siz bir evde bulunun. Biz gider kıtaları çıkarır, sonra gelip sizi ora dan emniyetle alırız' dedller. işte bu arkadaşlarımın samimi beni koruma tekliflerine uyarak 21 Mayıs 1 963 harekatında Pakoba'nın evinde beklemeyi uygun gördüm·... Trafik kıta komutanı ihanet edip gelmeyince, tabii Albay Yaşar Başaran da gelip beni zamanında alamadı. Gene de pek geç kalmış sayılmazdım." (Not: Babamın Harp Okulu'na geliş saati gece 00.0S'dir. Olayın tanıklarından bir bölümü hayattadır) 3 Radyoda okunan ihtilal bildirisindeki imza konusuna gelince, bu hususu da babamın el yazılı anılarının 46. say fasından aynen aktarıyorum. "20 Mayıs 1963 Pazartesi. Emin Arat bana gelecek, -
203
radyo tebliğini getirecekti. Ondan evvel Yarbay Rıfkı Erten geldi, 229. Piyade Alayı hazır haberini verdi. Tan k Ü steğmen i lhan Baş geldi ve hazır haberini verdi . Onları yatak odasına sakladım. Emin Arat Bey geldi, tebliği kendi el yazısı ile yaz mış olarak bana verdi. imza yerine de benim i mzam kon muştu. Demek ki Galip Gü ltekin ile görüşüp en n ihayet bu şekilde karar vermişler dedim. Okudum, çok güzel olmuş. Hayırlı olur inşallah dedim. Kendisi hiç durmadı, gitti. Ben hemen yatak odasına geçtim. Yarbay Rıfkı daktiloda üç suret olarak temize çekti. i lhan Baş da orada idi. 2 no.lu tebliği de ben yazdım, hepsi hazırdı. Albay Emin Arat' ın el yazısı ile olanı lı atıra olarak sakladım."
Saygılarımla ... Metin Aydemir
204
ALPARSLAN TÜRKE Ş'IN AÇIKLAMASI Sayın Çölaşan;
1 8 Mayıs 1 986 günlü Hürriyet gazetesinde " Pazar Soh· beti" köşenizde görüştüğünüz kişilerden Yaşar Başaran'ın be yanlarında şahsımla ilgili hilafı hakikat sözler yer almıştır. 21 Mayıs olaylarıyla ilgili bu beyanlar tamamen gerçek dışıdır. i ddiaların aksine, olayların aslı şöyledir: Ben ve ar kadaşlarım, 21 Mayıs'tan önceki günlerde Aydemir ve ar kadaşlarıyla Dikmen'de buluştuk. Ben ve Aydemir yanımızdaki gruptan ayrılıp baş başa görüşürken, kendisine "Benimle bir· i lkte, benim liderliğimde meşru siyasi çalışma yapmayı kabul ediyor musun" dedim. Cevabı "Biz ihtilalciyiz, ihtilal ya pacağız, siyaseti de sizin liderliğinizi de düşünmüyorum" oldu. Bunun üzerine ayrılırken ben bu konuşmayı, bağırarak, yüksek sesle orada bulunan diğer arkadaşlara aktardım. Başaran'ın dediği gibi, kendilerine " Bir sivil kadro oluş turma" teklifimiz olmamıştır. Bilahare de, olaylara karıştığım iddiasıyla tutuklanıp yar gılanırken 20 Mayıs günü ne yaptığım, nerede olduğum ko205
nusunda mahkemeye mekan şahitleri gösterdim. O gün akşama kadar AP ve CKMP'ye mensup milletvekilleri olan Gökhan Ev liyaoğlu, Zühtü Pehlivanlı, lsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Hazım Da�h gibi arkadaşlarla evde oturduk. Gelen gidenler oldu. Bu arada iki emekli albay (birisi komşumuz Ekrem Beydi) da gelip, bu top lulukla beraber görüşürken ve ortaya söyleyerek "Aydemir bu gece ihtilal yapacakmış" dediler. Fiilen ihtilalden böylece " ha berdar olduk. Ben mahkemede mekan şahitleriyle yerlerimi ve ihtilale karışmadığımı ispat ettikten sonra bu sefer mahkeme beni " i h tilali hükümete niye haber vermedin" diye yargıladı. Bu ko nuda da avukatlarım savunmalarında " lhtllall hükümet orta{lı partilerin mllletveklllerlnln de bulundu{lu bir yerde müş tereken haber aldı{lımızı, bu sebeplerle de ihtllalln resmen llgllllere duyurulmuş sayılaca{lını " savundular ve bu şekilde beraat ettim. Olay budur, keyfiyet budur, gerçekler budur. Bizim her hangi bir merciye Aydemir hareketini ihbarımız söz konusu de ğildir. Açıklamama yer vermeniz dileğiyle saygılar sunarım. Alparslan Türkeş
206
ALI ELVERDi (Emekli general) Ali Elverdi 1924 yılmda Mustafakemalpaşa il çesinde dogdu. 1944 yılmda Harp Oku/u'nu topçu subayı olarak bitirdi. 1959'da kurmay oldu. 2 1 Mayıs 1963 ihtilal girişiminde Ankara Radyoevi'ni Talat Aydemir'e bagll kuvvetlerden ele geçirdi. O günlerde yarbay rütbesi ile 28. Tümen Kurmay Başkam olan Elverdi, 1 970 yılında general oldu. Denil Gezmiş ve arkadaşlaflm yargılayarak idam cezası veren askeri mahkemenin başkanlıgmı da yapan Ali Elverdi, 1975 yılında Adalet Partisi milletvekili seçildi. Ali El verdi üç çocuk babası.
"BEN KORKACAK ADAM MiYiM?" - Paşam, 18 Mayıs 1 986 günü yayımlanan Pazar Soh beti'nde Sayın Turgut Alpagut ve Yaşar Başaran'la ko· 207
nuşmuştum. 21 Mayıs olaylarına karışan bu iki albay da sizin radyoevini ele geçirmenizden sonra yakalanıp Harp Okulu'na ·götürüldüğünüz zaman canınızın bağışlanması için Talat Ay demir'e yalvardığınızı söylemişlerdi. Bugün Sayın Mustafa Pa koba ile de kısa bir söyleşimiz yayımlanıyor. Pakoba da sizin yalvardığınızı belirtti. Rahmetli Aydemir'in anılarında da böyle deniliyor. Siz ise tam tersini savunuyorsunuz. Neler oldu o ihtilal gecesinde? , - Sayın Çölaşan, bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Ben korkacak bir insan olsam o gece tek başıma rad yoevine girip orayı ele geçirmezdim . Ayrıca ben bunların 22 Şubat ihtilal girişiminde de karşısına dikilmiş adamı m . O gece Harp Okulu'nu kuşatmış ve sabah Talat'ı Genelkurmay'a sevk etmiş bir insanım. Yani bizim için korku falan söz konusu de ğildir. - Peki, 21 Mayıs 1 963 gecesi neler oldu paşam? O geceyi 0 bana biraz anlatır mısı nız? Bildiğim kadarıyla bu konuda şimdiye kadar hiç konuşmadınız .. - Efendim, ben o gece evdeyim. Görevim, Ankara'da bu lunan 28. Tümen Kurmay Başkanlığı . Nöbetçi subayı telefon edip, tankların ortaya çıktıQını ve ihtilal başlangıcı olduğunu söy ledi. Nöbetçi subayına da durumu Kartal Tibet ad ında bir ti yatrocu artist bildirmiş . . Kızılay civarında tuhaf bazı durumlar ol duğunu söylemiş. Ben hemen birliklere alarm verilmesini emrettim ve jipime atlayıp yola çıktım. Jipimin radyosu vard ı . Radyoyu açtığımda Talat Aydemir adına anons verildiğini du yunca şoföre hemen radyoevine çekmesini söyledim . Bu c. rada yolda birkaç tank gördüm ve bunları derhal tahliye ettirdim. Bütün amacım parolayı öğrenebilmekti. - Öğrenmeniz mümkün oldu mu? - Parola "Harbiyeli aldanmaz " ilk barikata Kızılay civarı oda rastladık. Jipin kapısını hafifçe açıp kendimi gös..
208
termeden "Harbiyeli aldanmaz" diye ba!)ırdım ve orayı atlattık. i kinci barikatı K ızılay'la Sıhhiye arasında kurmuşlar. Orada Ü s te!)men Erol Dinçer vardı. Yine "Harbiyeli aldanmaz" deyip jipi hareket ettiriyorduk ki, Erol Dinçer jipteki radyo antenini görünce "Bu herif tümenin kurmay baŞ kanı" diye ba!)ırdı ve biz hemen gazladık. Şoförüm halen hayattadır. Adı Gazi Maden ... - Erol Dinçer sizi tanıyor mu? - Tabii . 22 Şubat'ta da bunlar ihtilale kalkışmışlardı ve hepsi emekli edilmişti. Beni çok iyi tanırlardı, çünkü onlara o gün de karşı çıkmıştım. Neyse, jipin arkasından ateş ettiler, ama isa bet almadan radyoevine vardık. Bunların çogu benim tü menimdendi.. Biz radyoevine varınca bir kalabalıQın arasında durduk. Uzun boylu bir teQmen kapıyı açtı. Ona hemen "Yine mi isyan ettiniz? Hiç utanmadınız mı?" diye baQı rmaya baş layınca bunlar şaşırdılar. Çünkü bunlar bu ihtilali bütün silahlı kuvvetlerin yaptı!}ını zannediyorlar. Bunlar böyle şaşırınca bana yolu açtılar ve ben elimi kolumu sallaya sallaya içeriye girdim. Sonra bu teQmenin adının Tuncay Yener olduQunu mah kemelerde ö!)rendim. .
- Yanınızda hiç kimse yok mu? - Yolda gelirken bir tankı boşaltıp oradan iki er almıştım. i ki tane de bunların radyoevine girerken enterne ettiQi er arkama takılmış, ama benim bunlardan haberim bile yok. Ben tam içeriye girdiğim sırada 22 Şubat olayları sırasında emekli edilen Albay Yaşar Başaran beni gördü ve " Bu ne biçim emniyet tertibatı? 28. Tümen Kurmay Başkanı elinde silahla buraya kadar gi riyor. Bu alçak 22 Şubat'ta da bizim karşımızdaydı" diye ba {lırmaya başladı. - Yaşar Başaran'a siz orada "Hani bu işi birlikte ya pacaktık. Niçin bana haber vermediniz?" demişsiniz. - Katiyen yalan söylüyor. 209
- O sırada silahınızı aldılar mı paşam? - Efendim elimde sten vard ı . Onu aldılar, fakat belimdeki tabanca kaldı . Ben de bunların şaşkınlığından yararlanıp yukarı kata çıktım . Yukarıda yayın odasını arıyorum "Bana yayın odasını gösterecek biri yok mu?" diye bağırıyorum. Yanı ma adını sonradan öğrendiğim Ekrem lrge adı nda lacivert elbiseli biri geldi . Kendisi sarhoş. Emekli bir teğmenmiş. Oraya ihtilalcilerle beraber gelmiş . "Yarbayım, buyurun ben göstereyim" dedi ve ikinci kata çıktık. Odanın camından içeriye bir baktık ki, Ü s teğmen ilhan Baş içeriden ihtilal bildirilerini okuyor. Masanın üzerinde bir tabanca var, biri de belinde duruyor. Hemen kapıyı ittim, fakat açılmadı. Bu Ekrem lrge daha önce bir süre rad yoevinde çalışmış oldu� için durumu biliyor. Dedi ki "Yarbayım, bu kapı asansör kapısı gibidir. Anons yapıldığı sürece kilitli durur . " Anons biter bitmez bir "Çıt" sesi duydum ve hemen anons odasına dalıp "Alçaklar, ihtilal mi yapıyorsunuz? Sizi kim kandırdı? Eller yukarı" diye bağırdım. Elimdeki tabancayı da bunlara doğrultunca hepsi teslim oldular. Hemen mikrofonun başına geçtim ve hükümet kuvvetleri adına anons vermeye baş ladım. Bu sefer bütün memleket benim sesimi duymaya başladı. - Vallahi kovboy filmi gibi paşam .. Anons vermeye "Dikkat dikkat" diye mi başladınız? Çünkü bizim memlekette ihtilaller genellikle böyle başlıyor da .. - Hayır.. Şöyle dedim "Muhterem Türk milleti. Ben 28. Tümen Kurmay Başkanı Ali Elverdi'yim. Şimdi size hitap edeceğim. Bundan önce yapılan bütün beyanlar yalan ve yanlıştır. B unları Talat'ın üç buçuk adamı yapmıştır. Bunlar 22 Şubat'çıların marifetidir. Bunlar maceracı insanlardır. Si lahlı Kuvvetler bunların karşısındadır. Silahlı Kuvvetler alarm vermiştir. Bütün birlikler bunları toplayacaktır... " - Paşam, niçin "Talat'ın üç buçuk adamı" dediniz? - Efendim, yazılı bir metin okumuyordum. Ağzı mdan öyle ..
.
.
..
2 10
çıkmış bulundu. Fakat ben bu sözü bir daha kullanmadım. Ancak benden sonra silahlı kuvvetler yetkilileri anons verirken bu " Üç buçuk" sözünü devam ettirdiler . . Sonra araya marşlar falan ko yarak ben bu anonsları devam ettirdim. Bir ara telefonla Baş bakan ismet lnönü'yü aradım. Bana dedi ki, "Hükümetin iş ba şında olduğunu, hiçbir kaybımız olmadığını ve hiç kimsenin tevkif edilmediğini söyle " Ben de anonsları böylece devam ettirdim. - Kaç dakika sürdü sizin bu anonslar? - 55 dakika sürdü. - Peki,. siz o aşamada radyoevinde tek başınızasınız. ihtilalciler size bir şey yapmadılar mı? - Yaptılar. Bunun ilk 20 dakikası çok rahat geçti .. Çünkü o arada bir havacı yüzbaşı , yanında inzibatlarla gelip radyoevini çevirmiş ve beni emniyete almış. Biraz sonra bir binbaşı gelip yüzlerce Harp Okulu ö!'.)rencisinin radyoevini kuşattığını söyledi ve "Ya teslim olun, ya da ateş açacağız diyorlar" dedi. O za mana kadar piyasada Harbiyeli yoktu. Bütün işi yapanlar kursiyer subaylardı. Ben binbaşıya binayı savunmalarını söyledim. Ancak bu adam gidip teslim olmuş. B_i r çavuş geldi ve " Komutanım, binbaşı teslim oldu. Biz ne yapalım?" diye sordu. Ona da di renmelerini söyledim ve ateş başladı . Bir süre sonra radyoevi is yancılara yeniden teslim edildi. - O sırada siz yayın odasında m ısınız paşam? - Evet, onlar geldiğinde anons odasındaydım. Fakat bütün Harp Okulu öğrencilerini koridorda topladım ve bağı rdım. Dedim ki " Kimin peşinden gidiyorsunuz? Utanmıyor musunuz siz? Bir de subay olacaksınız. Siz değil subay, artık esnaf bile olamazsınız. " O sırada bir omuzunda çift yıldız, öbür omuzunda tek yıldızla Ü steğmen Erol Dinçer geldi ve bana "Seni tevkif ediyorum" dedi. Tabancamı istedi, verdim. Bu işler olurken onlar içeriye girip yeniden anons vermeye başlamışlar . " Dikkat dik..
.
211
kat.. Burası ihtilal karargahı. Sokağa çıkma yasağı kon muştur. Sokağa çıkanlara ateş edllecektlr " O arada ben Etimesgut vericisine telefon edip yayını kestirmiştim. Bir süre sonra orayı açtırıp yayına hükümet kuvvetlerine sabah teslim oluncaya kadar oradan devam etmişler. ...
- Evet efendim, sonra sizi esir alıp Harp Okulu'na, ihtilal lideri Talat Aydemir'in yanına götürdüler değil mi? - Ü steğmen Erol Dinçer ve birkaç Harp Okulu öğrencisi beni bir askeri araca bindirdiler ve radyoevinden yola çıktık. Bu arada bizim kuvvetlerin arasından geçerken parolayı bilemediler ve yine ateş yedik. Harp Okulu'nda bizi Talat Aydemir ve birkaç subay heykelin önünde karşıladılar. - Orada size hakaret falan ettiler mi? - Ettiler. Aydemir öğrencilere beni göstererek " i şte pişmiş aşımıza su katan, ihanet eden Yarbay Ali Elverdi budur" dedi. O zaman öğrenciler "Vuralım, kıralım, cezasını verelim" diye gösteri yapmaya başladılar. Ben de onlara "Siz burada on beş ay önce ihtilale kalkıştı{lı için emekli edllmlş bir albaydan mı, yoksa benden mi emir alacaksınız" diye bağırdım. Fakat din lemiyorlardı. O sırada kalabalıQın arasından sınıf arkadaşım, sonradan idam edilen rahmetli Fethi Gürcan, elinde tomsonla üzerime hücum etti. Hatta bunu, beni öldürmek için yaptı. Tom sonu başı ma savurunca ben alttan ellerini yakaladım, tomsonu da yakaladım ve "Yarın sabah seninle görüşeceğiz, 22 Şubat'ta sadece emekli edilerek paçayı kurtardın, ama bu sefer kurtaramayacaksın" dedim. Çünkü 22 Şubat'ta benim tü menimin subayları bu Fethi Gürcan'ı az daha linç ediyorlardı . Ondan sonra Talat, Fethi'ye "Fethi yapma" diye seslendi. O zaman Fethi geri çekildi ve karşıma Talat dikilip dedi ki, "Ar kadaşlar, biz bu ihtilali yaparak hukuk devleti kuracağız. Şimdi Elverdi'yi önce yargılayıp, sonra cezasım vereceğiz " Sonra bana dönüp "Buyurun içeriye" dedi ve biz yanımızda ..
212
süngülü Harp Okulu öğrencileri ve bazı subaylarla birlikte binaya girdik. Beni itercesine içeriye soktular. - Bu arada size küfür falan ediyorlar mı? - Belki içlerinden ediyorlar, ama ben duymadım. - Peki paşam, böyle bir olay yaşıyorsunuz ve hiç korkmadığınızı söylüyorsunuz. Oysa ben bu konuyu, o ihtilal ge cesinde Harp Okulu'nda bulunan Turgut Alpagut, Yaşar Başaran, Mustafa Pakoba gibi eski silah arkadaşlarınızla konuştum. Hepsi de, canınızı bağışlasın diye Talat Aydemir'e yalvardığınızı söy lediler. ·
- Bir kere Turgut Alpagut orada yoktu. 229. Piyade Alayı'na gitmiş. Mustafa Pakoba be�i görmedi bile .. Yalan söy lüyorlar. Korkan kendileriydi. Zaten ben oraya gittiğimde ihtilali başarmıştım. Tümenle, Genelkurmayla, l nönü ile konuşmuştum. Her şey yerli yerinde idi. - Vallahi böyle bir durumda korkmamak için yürek ister paşam. O kargaşalıkta birisi sizi ya vursaydı? .. Bana birileri silah çekse ne yalan söyleyeyim ben korkarım yani.. - Sizin vazifeniz o değil. Biz öldürmek için eğitilmiş in sanlarız. Bizde korku olmaz. Eğer korkum olsaydı tek başıma gidip radyoyu ele geçirmezdim .. (Bu sırada Elverdi'nin hanımı söze giriyor ve "Korkusuz adam, korkusuz adam" diyor.) - Evet efendim, o gece sizi Harp Okulu binasına soktular. Sonra neler oldu? - i çeriye girdiğimizde Talat yanındakilere " Benim Elverdi
ile işim var" dedi ve biz alay komutanının odasına girdik. Ya nında da muhafız olarak süngülü iki öğrenci var. Bana dedi ki, " Elverdi, biz bu işe ya başaraca(ıız, ya da öleceğiz diye baş ladık. Sonuçta başaracağız. Ama başarsak da, başarmasak da sen öleceksin. Şimdi senin için bir tek kurtu l uş çaresi var. 213
Şu telefonu eline alacaksın ve 28. Tümen birliklerine derhal teslim olmalarını söyleyeceksin. Bunu yaparsan kur tulursun. Aksi halde mutlaka öleceksin."
- Artık burada herhalde biraz korkmuşsunuzdur efendim. Mustafa Pakoba oradan tümene telefon edildiğini, ancak hep meşgul çıktığını söylüyor. - Bak sen şuna .. O gece Pakoba benim gözüme bile gö rünmedi. - Peki, siz Aydemir'e ne dediniz paşam? - " Albayım siz ihtilali kaybettiniz. Sizin işiniz bitik. Genelkurmay Başkanı (Cevdet Sunay) i le konuştum ve kendisi adına EMASSA planının uygulanmasını emrettim. Tümenle de görüştüm, Ankara çepeçevre sarılı. Siz artık kafeste kuş sunuz. Sizi iki üç saat sonra bu sabaha karşı yakalayacaklar. 22 Şubat'tan daha beter olacaksınız. Ölmek size düşüyor" dedim. - Mustafa Pakoba diyor ki, " Elverdl'nin elleri titriyordu, boncuk boncuk terliyordu .. " - Katiyen yalan. Peki, bunları mahkemede niçin söy lememiş? Zaten terlemek mümkün değildi, çünkü o gece hava serindi. - Paşam, ben burada tarihi bir gerçeği araştırıyorum. O gece çok korkup yalvardığınızı Talat Aydemir de anılarında ya zıyor. - Efendim, Talat elbette ki öyle diyecek. - Aydemir'le birlikte odaya girdikten sonra neler oldu? - Ben tümene telefon etmeyeceğimi söyledim. Ben direnince koynundan tabancasını çekti ve böğrüme dayayıp " Et şu t�lefon u " dedi . Bu durumu odada bulunan süngülü öğrenciler de gördü .. " Hayır, etmeyece{lim. Siz mahvolmuş bir insansınız. Hiçbir şey yapamazsınız. Dava bizim için kazanılmıştır" 214
dedim. Hatta tabancayı böğrüme dürtünce, üniformamın üze rinde namlunun yağ izi kaldı ... Ancak tetiği çekmedi. - Zaten tetiği çekse, bugün bu konuşmayı yapamazdık . . . Demek ki b u durumda bile hiç korkmadınız . . . - Korkacak bir şeyim yok k i . .. Ben b u hususta yetiştirilmiş bir adamım. Ondan sonra yanındaki Harp Okulu öğrencilerine emir verdi ve beni bir başka odaya yolladı. Öğrencilere "Elini yüzüne bile götürse vuracaksınız" dedi. Harbiyelilerin birinin silahı dolu ve emniyeti de açıktı. ikide bir silahın tetiği ile oy nuyordu. Kendisine dedim ki, "Oğlum, tüfeğin emniyeti açık. Kaza ile beni vurursun ve yarın idam edilirsin. Şu emniyeti kapa." Nasıl kapanacağını sordu, ben de kendisine tarif edince kapadı ve namluyu tavana doğru çevirip tetiği çekti. Tabii tüfek ateş almayınca bana dönüp " Helal olsun be" dedi. Ben de ken disine çok disiplinsiz oldukların ı , üst rütbeli bir komutanla böyle konuşulmayacağını, bu disiplinsizlik yüzünden böyle bir harekata katıldıklarını söyledim. Talat benim konuşmalarımı duyunca ba şımdaki nöbetçileri değiştirdi. Bir ara çişimi yapmak bahanesiyle koridora çıktım ve gördüm ki, bütün odalara tevkif ettikleri subay ve generalleri doldurmuşlar. O sırada soyadı Altıok olan nöbetçi amirini gördüm ve kendisinden silahını istedim. Ne yapacağımı sorunca, "Talat'ı vuracağım. Bu iş burada bitsin" dedim. Adam tabancayı vermedi. Sonra da mahkemede şarjörü olmadığı için vermediğini söyledi. - Evet paşam, sonuçta hükümet kuwetleri duruma hakim oluyorlar, Aydemir ve arkadaşları teslim alınıyorlar. Siz de o sabah oradan kurtuluyorsunuz. Yerimiz az olduğu için olayların bu bölümüne artık girmiyorum. Talat Aydemir, Fethi Gürcan ve yüzlerce ihtilalci subay tutuklanıyor ve Mamak Cezaevine atılıyor. Siz bir iki gün sonra Mamak Cezaevine gidiyorsunuz ve ko ğuşlara girip "Sizi burada değil, Rusya'da asacağız. Kanınızı Rusya'da akıtacağız" diyorsunuz. Onun üzerine tutuklular size hakaret ediyorlar. Doğru mu bu? 215
- Öyle değil.. Ben oraya gittiğim zaman Pakoba falan size söylediği gibi şeyler söylemeye kalktılar .. Ben de " Utanın be ahlaksızlar. Emniyetinize verilmiş Harp Okulu öğrencilerine ihanet ettiniz. Ben size değil, onlara acıyorum. Sizin hiç birinizde kafa yokmuş ki, Talat'ın peşinden gittiniz" dedim. Bu sırada Talat ellerini başının altına koymuş yatıyordu .. Bana saygı duymadığını belli etmek için kalkmıyordu. Onun önüne git· tim. Bana hakaret etti. - Ne dedi efendim? - Farkında de{lilim şimdi .. " Elleri kolları bağlı kimselere kafa tutmak kolaydır" dedi. Ben de bunun üzerine " Ben sena ihtilal gecesi de kafa tuttum. Unuttun mu? Hiç utanmıyor musun? Bu kadar insanın canını yaktın. Ben sena değil, bu vatanın topra{tına acıyorum. Çünkü senin pis kanını oraya akıtacajJız. Elimden gelse seni Rus topraklarına götürüp ka nını orada akıtırım" dedim. Bu sözleri söyledim. Çünkü ben milli iradenin bekçisi olan bir insanım. Görevimi yapmışım. - Siz bunları söyleyince onlar da size hakaret etmişler. - Hayır .. Ben bunları söyleyip çıktım. - Paşam, 22 Şubat ve 21 Mayıs olaylarına pek çok eski silah arkadaşınız katıldı. Siz onlara karşı m ücadele verdiniz. Geriye baktığınızda onlardan nefret mi ediyorsunuz? - Hayır, hiçbir zaman nefret etmedim. Fethi Gürcan benim Kuleli'den, hem de Harp Okulu'ndan sınıf arkadaşımdı. Kendisini çok severim . Bugün çocukları muhtaç duruma düşüp bana gel seler, her şeyi bırakıp onların yardım ına koşarım. Talat da bir asker arkadaşımdı . Ancak bunların kabahati, 27 Mayıs'ı örnek alarak " i lle ben de hiçbir zahmete girmeden tabii senatör olayım" diye düşünmekti. - Siz 27 Mayıs ihtilaline karşısınız değil mi? - Karşıyım tabii. Bütün ihtilallere karşıyım . Millet kendi kendiııi idare etmelidir. Bunun dışında hiçbir idareyi kabul et miyorum. 216
- Paşam, ben 22 Şubat ve 2 1 Mayıs ihtilal girişimine ka tılanlarla konuştum . Hepsi sizden nefret ediyor. - Efendim onların nefret etmesinin sebebi, Talat'ın dediği gibi ben onların pişmiş aşına su kattım. Eğer ben radyoevini ele geçirmekte bir saat gecikseydim, o gece çok kan dökülürdü. Rahmetli ismet Paşa bu yüzden Hacıbayram Camiinin avlusunda sarılıp beni öpmüştür. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay bana bu yüzden takdirname vermiştir. - Bu işin sonunda iki silah arkadaşınız Talat Aydemir ve Fethi Gürcan idam edildi. Onlar için üzülüyor musunuz, yoksa hak ettiler mi diyorsunuz? " - Hak ettiler. ihtilal yapan, milli iradeye karşı gelen kim olursa olsun, cezası ne ise verilmelidir. - 1 2 Eylü'de de bir anlamda ihtilal oldu. Onlar için de aynı şeyi söylüyor musunuz? - Efendim, ben ihtilallerin hepsini aynı tutuyorum. - Paşam yıllar akıp geçti ve siz general oldunuz. 1 971 yılında 1 2 Mart muhtırası verildi. Sonra siz tuğgeneral rütbesiyle sıkıyönetim mahkemesi başkanlığı yaptınız. Deniz Gezmiş, Hü seyin i nan ve Yusuf Aslan sizl nJ<ararınızla idam edildiler. Siz sol görüşlere karşı bir insansınız değil mi efendim? - Sola karşıyım. Milliyetçiyim. - O mahkemede görüşlerine ters olduğunuz insanları yarg ıladınız ve 1 8 kişiyi idama mahkum ettiniz. Acaba bu sol görüşlü insanları yargılarken ve ölüm cezası verirken peşin hükümlü ol dunuz mu? - Katiyen olmadım. Tamamen tarafsız davrandım. - Sizin kararınızla idam edilen o üç kişi aslında hiç kan dökmemişti. Adam öldürme olayları yoktu. Acaba geçmişe bak tığınız zaman bu üç kişinin haksız yere idam edildiğini dü şündüğünüz hiç oluyor mu efendim? - Böyle bir şey düşünemem. Kanun ne ise, o uy217
gulanmıştır. Tabii 1 2 Eylül öncesi anarşistlere veya bugünkü bö lücü çetelere göre bunların suçu daha azd ı , ama yine de suç iş lemişlerdi. Bunların amacı Marksist-Leninist bir düzen kurmaktı. Artık bunun ötesi yok. Mesele inanarak, kastederek, imkanlar yaratarak ihtilale teşebbüs etmektir. - Yani bu tür olaylara bulaşanları mutlaka idam etmek mi gerekir? - idam etmek la�ımdır. - Kimlere bu cezayı vermek lazımdır paşam? - Efendim ihtilale teşebbüs eden, veya ihtilal yapan veya yaptıran kimselere mahkeme edip maddesi ne ise uygulamak gerekir. - Buna askerler de dahil mi? - Tabii.. - Paşam az önce, sizin idam ettirdiğiniz üç kişinin, şimdiki anarşistlerle kıyaslayınca masum kaldıklarını söylemiştiniz .. - Tabii, bunlara göre onlar çok masum. Ama adam öl dürmek için ortaya çıkan teröristler var, bir de devleti yıkıp yerine kendi istediği gibi bir devlet kurmak isteyen örgütler var. Yani anayasayı değiştirip Meclis'i dağıtıyor, partileri kapatıyor. Böyle örgüt kuranlar var. Kanunlar bu ikisi için ayrı ayrıdır. Onun da cezası ölümdür, bunun da cezası ölümdür. Yani kanun koyucu, hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olabilmesi için ihtilale ölüm cezası koymuştur. Devletimiz büyüyüp yürüsün diye pa dişahlarımız eskiden kardeşlerini öldürtmüşlerdir. Eğer kardeşini öldürtmezse, memleket kardeş kavgası yüzünden düşman .istilası na uğrarsa, o zaman devlet ortadan kalkardı. - Yani siz idam cezasının kaldırılmasına karşısınız efendim .. - Karşıyım. i dam cezasının kaldı rı lması , doğru değildir. idam kalkarsa, bu memlekette on yılda bir olan ihtilaller beş yılda bir olmaya başlar. 218
- Ama ihtilal yapanlar idam edilmiyor ki efendim . . Ba şarırsa hiçbir şey olmuyor. Başaramazsa asılıyor. - Olsun ... O başaramamak korkusu biraz önler. - 27 Mayıs ihtilaline karşı olduğunuzu söylediniz. 1 2 Mart olayına da karşı mısınız? - Karşıyım. - 12 Eylül konusunda ne diyorsunuz? - O konuda konuşmak yasaktır. Yasaklar kalktığı zaman konuşacaklarımız vardır. - Efendim az önce sormuştum da ne dediğinizi unuttum . . Talat Aydemir ve Fethi Gürcan idam edilmişlerdi. B u iki silah ar kadaşınıza verilen ceza haklı mıydı? - Kanun tatbik edilmiştir. Haklı haksız diyemeyiz. - Yani içinizde " Keşke bunlar idam edilmeseydi" diye bir düşünce var mı? - Hayır, kanuna karşı gelenlere acımam. Ancak benim için izleniminiz yanlış olmasm. Yani ben sadist bir insan, ölümden zevk duyan bir insan değilim. Yılanı bile severim, incitmem. Allah'ın her yarattığını severim. Ölümün de, idamın da milletin büyüklüğü ve bütünlüğü için yapılması taraftarıyım. - Paşam, 27 Mayıs ihtilali sonrasında Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildiler. O konuda ne diyorsunuz? - Çok üzülüyorum .. Çünkü onlar ihtilal yapmış değil ki . . Onları ihtilal yapanlar astı . Tamamen uydurma ve gayri kanuni bir mahkeme bu üç kişiyi astı. Onlar maalesef şehit olmuştur. - Sayın Elverdi sizinle ilginç bir konuşma yaptık. Bize olayları ve görüşlerinizi anlattınız. Elbette ki bu sohbetimizi oku yacak canlar kendi yargılarını vereceklerdir. Size çok teşekkür ediyorum efendim. 219
YARBAY MUSTAFA PAKOBA, ÇÖLAŞAN'IN SORULARINA CEVAP VERiYOR - Yarbayım siz 21 Mayıs 1 963 gecesi ihtilal girişiminde Harp Okulu karargahında Talat Aydemir'le beraberdiniz. Rad yoevini hükümet kuwetleri adına ele geçiren Ali Elverdi oraya getirilince neler oldu? Sizin ihtilalci arkadaşlarınız Elverdi'nin, teslim alınıp Harp Okulu'na getirilmesinden sonra çok korktuğunu ve Aydemir'e yalvardığını söylüyorlar. Elverdi ise böyle bir du rumun kesinlikle söz konusu olmadığını anlatıyor. Siz ne di yorsunuz? - Sayın Çölaşan, Elverdi radyoevini ele geçirdikten sonra bize bağlı kuvvetler tarafından enterne edilip Harp Okulu'na ge tirildiği zaman işin şakası olmadığını çok iyi biliyordu. Orada kor kusundan boncuk boncuk terlemeye başladı. Ben bir saniyede bu kadar çok terleyen bir insan daha görmedim. Yüzü sapsarı ol muştu. Harp Okulu öğrencileri bunu öldüreceklerdi, fakat engel olduk .. Sürekli olarak "Arkadaşlar ben sizinle beraberim. i s terseniz birliğime (28. Tümene) telefon edip sizinle birlikte 220
olduğumu bildireyim" diyordu. Kendisine telefonu gösterdik, ancak elleri titrediQi için çeviremedi. Numarayı biz çevirdik ama tek hat olduQu için hep meşgul çıktı. O arada canının ba Qışlanması için Aydemir'e çok yalvarmıştır. Ayaklarına ka panmıştır.
- Siz teslim olduktan sonra Elverdi Mamak Cezaevi'ne gelmiş ve orada bazı olaylar olmuş. Ne oldu? - KoQuşlara ve hücrelere girip bize hakaret etti.. "Sizin kanınızı burada değil, Rusya'da akıtacağım namussuz he rifler" diye baQırdı . O ortamda biz de kendisine hakaret ettik. - Teşekkür ederim yarbayım.
221
TALAT AYDEMIR'IN YAYIMLANMAMIŞ ANILARINDAN (Sayfa 152 153) -
Elverdi 21 Mayıs 1 963 gecesi bizim radyo anonsumuzdan sonra radyoevinin önüne gelmiştir. Orada bulunan emekli Yarbay Yaşar Başaran (22 Şubatçı) ve Tank Teğmen Atilla Altugan, Tank Teğmen Tuncay Yener taraf.ı ndan tevkif edilerek radyoevine bir odaya kapatılmıştır. Bir müddet sonra bir inzibat yarbayı ko mutasında radyoevine 200 .inzibat eri gelince, o anda bu zat odasından sahneye çıkar ve inzibatlarla birlikte Tank Ü steğmen ilhan Baş'ı tevkif edip o anda bu kabil neşriyat yaparak ihtilal ha reketinin başarısızlığa uğramas ına sebep olan kahramanlık mertebesine tesadüfen yükselir. Bir saat sonra radyoevinde emekli üsteğmen Erol Dinçer tarafından Harbiyelilerle birlikte tevkif edilerek nezarete alınır. O sırada Ali Elverdi Erol Dinçer'e yalvarmaya başlar. " Ne olur ben sizin adınıza anonsa devam edeyim. Bana bir şey yapmayın. Ben zaten sizlerdenim" der. Fakat Erol Dinçer dinlemeyerek bu zatı Harp Okulu'na bana ge tirir. Yolda Erol'a gene yalvarır. "Aman beni Harbiyelilere tesllm 222
etme. Öldürecekler. Ne olur sen götür" der. Nihayet bana ge tirdikleri zaman nizamiyede talebe hücum etti. Linç edip öl düreceklerdi. Himayeme alıp kurtardım. Odama getirdim. Hayat endişesi içinde ayaklarıma kapandı. "Aman albayım, durumu bilmiyordum. Bu işe Harp Okulu'nun dahil olduğunu, bütün kıtaların sizinle beraber olduğunu bilmiyordum. Ne em rederseniz derhal yapayım" diye yalvarıyordu. Gözleri ye rinden korkudan fırlamıştı. Kendisini teskin edip bir odaya hap settim. Sabaha karşı harekatı bırakınca okuldan ayrıldım. Derhal serbest kalınca günün kahramanı kesilmiş olarak hemen fa aliyete geçmiş, yalan yanlış kendini büyük bir kahraman olarak göstermek için görgü raporu tanzim etmiş, ihtilal lideri olarak benim kendisine tabanca çektiğimi, tabanca namlusunun izlerini göğsünde taşıdığına dair beyanat vermiş olan yalancı bir sahte kahraman olarak küçüldü. Aynı hatayı amme şahiti olarak mah kemeye gelip yapınca gerekli cevabı benden orada herkesin hu zurunda aldı ve foyası meydana çıktı . Aynı Ali Elverdi 21 Mayıs sabahı Ü steğmen Erol Dinçer'i kendisini tevkif ettiği için merasim bölük komutanına emir vererek askerlere coplarla dövdürttü . Erol bitkin bir halde hücrede yatıyordu. Bu kadar namert bir insan ol duğunu da gösterdi.
22:\
20 - 2 1 MAYIS GECESi ANKARA RADYOEVl'NI iHTiLALCiLER ADINA ELE GEÇiREN ÜSTEGMEN iLHAN BAŞ'IN AÇIKLAMASI Sayın Çölaşan,
1 8 Mayıs 1 986 tarihli Pazar Sohbeti'nizde Turgut Al pagut'la yaptı!)ınız söyleşinizin aşa!)ıda belirtti!)im bölümünde: "- ihtilal gecesinde moralinizi bozan olaylar oldu mu al bayım? - Radyoevini . ele geçirince bizim anons okundu. Ancak orada Talat'ın adı imza olarak geçince bu durum bizim aleyhimize oldu. O bizi biraz sarstı. Çünkü okunması gereken başka bir metin vardı. O metin dışında başka bir isim okununca hem bizim üzerimizde, hem de Silahlı Kuvvetlerin di!)er üniteleri üzerinde olumsuz etkisi oldu. - Esas ihtilal bildirisi kimin adına okunacaktı efendim? - Biz onu Genelkurmay Başanı Cevdet Sunay imzasıyla okutacaktık? (Turgut Alpagut bunun yazılmasını istemiyor. Ancak 22-l
aradan uzun yıllar geçmiş olmasını dikkate alarak ve bir tarihi gerçeğin ortaya çıkmasını amaçlayarak bu hususu açıklıyorum ve Alpagut'tan burada özür diliyorum.)" ifadeleri yer almıştır. Ben de sizin gibi bir tarihi gerçeğin ortaya çıkmasını amaçiayarak bizzat tanığı olduğum bu konuyla ilgili gerçek du rumu açıklamak istiyorum. 1 . Bildirinin altına Sunay'ın adının konulması benim de bulunduğum bir toplulukta teklif edilmiş, Aydemir; " H izmetinde olacağımız milletin önüne yalanla çıkılmaz" diyerek kesin bir dille bu teklifi reddetmiştir. 2. Bildirinin altına adının yazılması olayı ise aynen Ay demir'in hatıralarında anlattığı gibi olmuştur. 20 Mayıs günü al bayın evine gittiğimde R ıfkı Erten ve Atilla Altugan yanındaydı. Bir ara kapı çalınınca Rıfkı Yarbay'la beni yatak odasına aldı. Gelen Albay Emin Arat'tı; bildiriyi getirmişti. Sonra yatak oda sında Aydemir Albay bildiriyi okudu, Rıfkı Erten de daktilo etti. Emin Arat'ın getirdiği el yazılı bildirinin altında Albay Aydemir'in adı yazılıydı. Bildirinin bir suretini bana: " Hadi bakalım, Necmi mi (ihanet edip gelmeyen i nzibat Binbaşısı), yoksa sen mi önce gideceksiniz?" diyerek verdi. işte radyoevinde okunan metin budur. iddia edildiği gibi başka bir metin de yoktur. Ali Elverdi'nin masalına gelince: Radyoevi önüne tek ba şına gelmesine gelmiştir, ama karşı koymak için değil, parsa toplamak için. Zira radyoevi önüne geldil:jinde başta Teğmen Tuncay Yener olmak üzere orada bulunan bütün genç subayları kutlayarak, öperek " B iz de bugünleri bekliyorduk" demiştir. Daha sonra Yaşar Başaran aşağıya inince, " Hani beraber bu işi yapacaktık? Neden bana haber vermediniz" demiştir. Albay Başaran , " B u bizden değil" diyerek onu tevkif ettirmiş, elindeki steni de Teğmen Altugan alarak bir odaya hapsetmişlerdir. Bir süre sonra radyoevinin önüne büyük bir birlik gelip mevzilenince burada bulunan arkadaşlar bir jipe binerek Harbiye'ye git225
mişlerdir. Başındakilerin gittil)ini gören Elverdi pencereden ba ğırarak, kimsenin olmadıl)ını belirtmiş, bunun üzerine gelen birlik içeri girmiştir. Bu birlil)in subayları ile birlikte yukarı çıkarak yayın odasına gelmişlerdir. Bu sırada ben tek başıma stüdyoda, spiker masasında oturmaktaydım. Kapı açıldıQında miQferli erlerin arasında önde bir albay ( Murtaza Vodinalı) ve yanında bir yarbay (Ali Elverdi) gördüm. Birden içeri tomsonlu erler doldu . Yarbay Elverdi bana, "Sizi tevkif ediyorum üsteğmenim" dedi. Kaktım, o sırada bir binbaşı ortaya çıktı "Götüreyim mi?" diye sordu ve kolumdan tutarak etrafı mızda tomsonlu erlerle birlikte dışarı çıkardı. Bütün bunlar mahkeme zabıtlarında Albay Murtaza Vo dinalı, spiker M. Yetkin ve .bütün orada bulunanların ifadelerinde mevcuttur. Yaptı!)ınız sohbette de hiçbir bölümünü bir mantık bü tünlül)ü içinde anlatamayan bu zatın do!)ru söylemedi!'.)i ya şayanların beyanları ve mahkeme zabıtlarıyla ayan beyan or tadadır. Böyle bir kişiye de söylenecek sözümüz yoktur. Saygılarımızla, i lhan BAŞ
226
FETHi GÜRCAN'IN OGLU ÖMER GÜRCAN'IN AÇIKLAMASI
Sayın Çölaşan, Pazar Sohbeti köşenizde Ali Elverdi ve Turgut Alpagut'la 20 - 21 Mayıs olaylarıyla ilgili sohbetiniz üzerine G Ü RGAN ailesi adına aşağıdaki açıklamayı yapmayı zorunlu görüyorum. Babam Binbaşı Fethi GÜ RGAN ve silah arkadaşı Albay Talat AYDEMiR, birbirinden ayrılmaz iki dava arkadaşıdır. Be raber inandılar, beraber dövüştüler ve beraber yan yana gö müldüler. Mezar taşlarına yazdırdığımız gibi inandıkları dava uğruna öldüler. Bu konudaki kararı tarih verecektir. Bu nedenle:
Metin AYDEMIR'in Turgut ALPAGUT'un açıklamalarına verdiği yanıta aynen katılıyoruz. 2 Ali Elverdi, yaptığınız sohbette "bugün çocukları muhtaç duruma düşüp bana gelseler her şeyi bırakıp onların yardımına koşarım" diyor. Elverdi kişiliğindeki kişilerin GÜR GAN'lara elvermesine gerek yok. Kimlere elverdiği olayları ya şayan, onu tanıyanlarca ve kendinin açıklamalarıyla ortaya çı kıyor. Babamız eğilmedi, kırıldı. Biz de eğilmeyiz. 1
-
-
227
3 Elverdi, olmasını istediği gibi olayları anlatıyor. Ya şanan olaylar ise gerçektir. 1 944 Harbiyesinden iki zıt karakter aynı anda mezun olmuştur. Ali ELVERDi ve Fethi G Ü RGAN . Bu iki zıt karakteri incelemek, araştırıcılara o günleri açıklamaya ye tecektir. 4 - 20 - 21 Mayıs olayları Fethi G Ü RGAN "mert ve yiğit", Talat AYDEMiR "ihtilal hastası" diyerek geçiştirilemez. G Ü R GAN ve AYDEMI R'in taviz vermez yapısı 27 Mayıs'ın gerçek sa hiplerinin 2 1 Mayıs'çılar olduğunu gösterecektir. Saygılarımızla, M. Ömer G Ü RCAN -
228
ÖZTÜRK SERENGIL (Sanatçı. Serengil vefat etti.)
"YATMADAN ÖNCE KAR I MA BiLE PARA VERi RiM" - Sayın Öztürk Sererıgil, siz artistlik işine n e zaman baş ladınız? - Efendim, ben 1 931 yılında doğmuşum. 1 951 yılında Avni Dilligil tiyatrosunda dekor yardımcısı olarak başladım. - Çocukluktan beri ister miydiniz artist olmayı , yoksa rast lantılar mı sizi artist yaptı? - Efendim, çocukluğumdan beri çok isterdim. Çocukluğumda sinemada filmini gördüğüm Shirley Temple'a aşık olmuştum. Hatta kendisine bir mektup yazdım, ama adresini bilmediğim için filmi oy natan makinist Kör Abdi'ye verdim mektubu kendisine gön dermesi için. Sonra Giresun'dan lstanbul'a artist olmak için gel dim. Hatta ben lstanbul'a geli rken aynı vapurda Banker Kastelli de vard ı . 229
- O niçin geliyordu? - ikimiz de artist olmaya geliyoruz. Onun esas adı Abidin'dir biliyorsunuz. Abidin daha önce lstanbul'a gidip geldiği için bize nasıl artist olacağımızı falan öğretti yclda .. Sonra Abidin'den· vapur iskelesinde ayrıldık ve kendisini bir daha görmedim. 1 981 yıl ında ben 30. sanat yılımı kutlarken ayrıldığım karım dedi ki "Yahu, git Banker Kastelll'ye de bilet sat.. O senin ar kadaşınmış " Ben o zamana kadar Kastelli denilen bankerin Yahudi olduğunu zannediyorum. MeQerse bizim Abidin'miş. Eksik olmasın, bana 700 bin lira verip yüz adet bilet aldı . - Sonra o artist olamadı mı? - Olamadı .. Çünkü tipi yoktu adamın. Karga gibi zayıf.. "Püf" desen uçacak. Yani tipi müsait değil artist olmaya.. Ya kışıklı desen alakası yok.. Çirkin desen, çirkin bile değil.. Sonra ben ona bilet satmaya gidince numara yaptım. - Ne numarası yaptınız? - "Aaaa Cevher sen mlslıı?" dedim, ama hiç tanımadım .. Aradan 30 yıl geçmiş kardeşim .. Çünkü bizim tabelacı Cemal Akyıldız var.. O da vapurda bizimle gelmişti. Bana dedi ki "Lan Öztürk, bizim Abidin var ya, şimdi yüz milyonlarla oynuyor Ben hiç hatırlamadım a"2a "Vay inek vay" dedim. - Dekor yardımcılığı işinden sonra nasıl artist oldunuz Öztürk Bey? - Efendim bir gece tiyatroya polisler gelip Senih Orkan'ı yaka paça götürdüler. O rolü o gece ben oynadım ve artist oldum. .•
•• "
- O zaman kafanızda saç var m ıydı , yoksa kellik vaziyeti devam ediyor muydu? - Çok şahane saçım vardı. Nasıl anlatayım yani? .. Kor kunç yakışıklıydım o devirde. - Kendinizi şimdi de yakışıkl ı buluyor musunuz? 230
- Valla kardeşim bu kellik bana kompleks getirdi şimdi. Onun için şapka giymeye başladım. Bakın bir zamanlar eve yat maya bir sürü karı falan getirirdim .. Tam yatacağım zaman en son şapkamı çıkarırmışım. Yani kel kafayı karılara göstermemek için her şeyi soyunduktan sonra en son şapkayı çıkarırmışım. - Peki kelliğinizi gidermek için bir şeyler yaptınız mı? - Bir sürü adama bir sürü para ödedim. Herifler bana bir sürü reçete verdiler. Mesela taze dana pisliği içine kimyon katıp sıcak sıcak onu bile sürdük kelleye. Biz de saf saf diyoruz ki " Ulan. bu bizim saçlar artık çıkar " Bu dahil akla gelen her şeyi, keçi boku da dahil olmak üzere denedik, ama çıkmadı bir türlü. - Bir ara da saçınız çıksın diye kafanıza tuz sü.rüp ine�e yalatmıştınız galiba .. - Valla bir de bunu dediler, onu da yaptık. Bir inek ya lamamıştı, o da yaladı yani. Fakat meret yine çıkmadı. Beyefendi bizim kafayı yalayan ineğin dili de maşallah törpü gibiydi. Kel ledeki en son kılları da götürdü. Yani bu iş böyle yalatmakla ol saydı, bütün memleketin şimdi kıllı dolaşması lazımdı. ..
- ilk filminizi ne zaman çevirdiniz Öztürk Bey? - 1 953'e kadar tiyatroda oynadım. ilk filmimi 1 953 yılında çevirdim. Efendim, bu filmle ilgili çok matrak bir anım vardır. Ben o filmde jön yard ı mcısı olan sivil polis rolünü oynuyorum. Kanın başrolde ise bizim rejisörün karısı oynuyor. Biz filmi bitirdikten bir süre sonra rejisörün karısı kaçtı. Rejisör de yakın arkadaşım . Bana dedi ki "Öztürk, bizim karı kaçtı U lan bunu bana nasıl yapar? Ben bu orospuyu yıldız yaptım. Anam ona hizmetçi gibi baktı" falan diye ağlıyor .. Bana diyor ki "Sen benim yakın arkadaşımsın, bütün l stanbul'u seninle dolaşıp arayacağız .. " Tabii ben de o zaman yeni artistim. Kendi kendime dedim ki "Ulan Öztürk, aramazsan bu herif seni bir daha filmde oy natmaz Bir de yakın arkadaşımız Yücel var. Ona da haber • •
•. "
ı: n
verdik ve üçümüz günlerce lstanbul ' da bu kad ını arıyoruz, ama yok. . Ayaklarımıza kara sular indi valla . . Yücel de ha bire diyor ki "Vay namusuz karı vay .. Sen ben im abime n asıl böyle bir şey yaparsın " Aradan birkaç gün geçti, kadından bir mektup geldi. ..
Bir de baktık ki, bizim Yücel'e kaçm ış meğer . . Mektupta da diyor ki " Ben artık Yücel'le birlikteyim, ben i merak etme .. "
- Toplam kaç film çevirdiniz? - Galiba 387 oldu. - Artık teklif gelmiyor mu? - Şu anda yok .. Yeniden bu işe başlamam için yeniden güncel olmam gerekir. Çünkü sinemadaki bütün şeyimi kay betmiş durumdayım. Ama "Gel" derlerse yine giderim tabii . . - Televizyonun da b u gibi konularda çok etkisi oluyor değil mi? - Tabii. Curcuna diye çok kötü bir program yapmıştım te levizyonda. Bu yüzden çok yıprandım. - Peki, niçin yaptınız bu hatayı? - Hata yapmak insanlar içindir. Sanat hayatımda çok başarıl ı işler de yaptım, ama maalesef bu "Curcuna" programını da yapm ış bulundum. Bu program benim bütün hayatımı allak bullak etti diyebilirim. Ne bileyim, iş ortaklarım benden ilgilerini çektiler . . Gazino açtım, 2 3 milyon lirayla battım. Mahvoldum yani..
- Şimdi de galiba epeyce borcunuz varmış . . Mallarınız üzerinde haciz varm ış. - Şimdi sıfıra geldim. Birkaç gün önce en son haczi de kaldırdım. Şimdi "Yeşilçam'ı Benden Soru n " diye bir kitap ya pıyorum ve bu kitaba ilan topluyorum. Bu ilanlarla kurtardım va ziyeti biraz. - Öztürk Bey sizin için " iyid i r hoştur ama biraz üçkağıtçıdır" diyorlar. Gerçekten üçkağıtçılığınız var mı? 2:>2
- Emin Bey, ne kadar üçkağıtçı varsa bu adamlar bana üçkağıtçı demiştir. Ü çkağıtçı demelerinin sebebi şudur aslında .. Yıllarca aç kalmış bu artist sınıfına yardım ettim her zaman. Ki misinin kirasını ödemişim, kimisini ilk defa sahneye çıkarmışım, kimisine iş bulmuşum .. Ben bu adamlarla hep alay etti!}im için, bana karşılık veremediler. . Ayrıca Türkiye'de birilerine mutlaka bir pislik atmak mecburiyeti hasıl oluyor. Şu veya bu şekilde bir pislik atıyorlar mutlaka. Benim için homoseksüel diyemezler, vatan haini diyemezler, başarısız bir sanatçı da diyemezler. O zaman geriye bir tek şey kalıyor ve üçkağıtçı diyorlar. Üçka!}ıtçılık başkasının parasını dolandırmaktır. Eh, şimdiye kadar hep beni dolandırdıklarına göre. - Demin vatan haini dediniz de Öztürk Bey.. Aslında siz çok milliyetçi ve sağ görüşlü bir insansınız galiba .. - Oldukça milletçiyim . . Oldukça yani. - Sola falan karşısınız. - Sola karşıyım. Bizim akidelerimize uymaz. - Peki, milliyetçili!}in hangi kesitindesiniz? - Türkçe konuşan, Türk bayrağını tanıyan, Türk örf ve adetleriyle mücehhez bir topluluğuz. Ama bunun içinde Rumu, Ermenisi, Yahudisi de olabilir. Yani ille de adamın Türk kanı ta şıması gerekmez. Yani kan merkezine gidip ille de safkan Türk kanı aramıyoruz .. ille de herifin kan grubunun " R H Hötöröf" gibi bir şey çıkması şart değil.. Anlatabildim mi efendim? Böyle bir kan grubu olmadığına göre, kendini Türk hisseden, Türkçe konuşan, Türk bayrağını benimseyen herkes Türktür. - Süleyman Demirel'le yakınlığınız vardı galiba. - Tabii. Daha geçen hafta ziyaretine gittim . - Hatırladığım kadarıyla bir ara Demirel'le mahkemelik olmuştunuz. - Mahkemelik olmadık da .. Kendisine başbakan olduğu sırada güçsüz sar:ıatçılar için bir yurt kurulmasını teklif ettim. 2'.\3
Önce "Tamam" dedi, ama bir türlü bu işe yanaşmadı . Baktım ki siyasi konulardan bir türlü kurtulamıyor. Yani günün birinde bu memleketin başına bela olan odak noktalarının en başında sa natçıların önemli bir fonksiyonu olabileceQini bir türlü fark ede medi. Nitekim böyle oldu . "Artist sınıfı" deniliyor .. Artist sınıfı ama, iki kişi çıkıp iki film yapıyor ve koca bir bölgeyi yıkabiliyor. Ben de bu durumda Süleyman Demirel'e fevkalade kızdı m .. Bunun üzerine "Uyuttun Bizi Süleyman" diye bir plak yaptım. O gün de bir vesileyle kendisine uQradım ve "Süleyman Bey, çok güzel bir plak yapmış vaziyetteyim" dedim. Sonra plaQı nasıl dinlediyse dinlemiş ve ortalık ayaQa kalı<tı. Fakat şunu da söyleyeyim, Süleyman Bey iktidardan düştükten sonra o şarkıyı hiçbir yerde söylemedim. Daha sonra Hilton'da bir gece vardı ve Süleyman Bey de oradaydı. Bana " Öztürk, bu parçayı Be yefendinin yüzüne karşı söyleyeblllr misin?" dediler ve sa dece o zaman söyledim. Tabii efendim bizim Demirel'le ya kınlıQımızın bir sebebi de kellik vaziyetidir. Bütün keller kendilerini birbirlerine daha yakın olmak zorunda hissederler .. Çünkü kellik insan üzerinde enteresan bir ayıp gibi kalıyor. Bu ayıbı pay laşmak isteyenler kellerdir. Onun için hep yan yana dururlar, an latabiliyor muyum? - Di!)erleriyle de bir ilişkiniz oldu mu? Mesela Erbakan, Ecevit, Türkeş gibi.. - Erbakan ve Türkeş'le olmadı da, Ecevit'in aleyhine lzmir'de bir şarkı yaptım. - Evren Paşa ile tanıştınız mı? - Evren'le tanışmadım, ama rahmetli Cevdet Sunay beni çok severdi. Hatta kendisine bir gün bir espri yaptıgım için beni gazinodan kovdular. O günlerde Osman Kavran'ın yazlık ga zinosunda çalışıyorum. Cumhurbaşkanı Sunay da akrabaları, ailesi, yaverleri falan gazinoya gelmişler. Ben de assolist Zeki Müren'den önce çıkıyorum sahneye. Bir omuz hareketi yaptım, .
234
baktım ki Sunay kahkahalarla gülmeye başladı. Ben ne yapsam Sunay kahkahalarla gülüyor, ama bir tek kendisi gülüyor. Bir ara gözümü kaldırıp diğer müşterilere bir bakış attım, gazinoyu dol durmuş olan halk kurbanlık koyun gibi bana bakıyor. Hiçbiri gül müyor.. Durdum durdum ve dedim ki "Sayın Cumhurbaşkanım sizi tebrik ederim, sanatçıları hiç yalnız bırakmıyorsunuz. Yalnız bir tek şey dlkkkatiml çekti, sizden başka gülen yok. Halkımız biraz sonra arazi satın alır gibi gazino hesabı öde yeceği için, bunu kara kara düşünmekten gülemiyor. Bi razdan hesap gelince hepsi feleğini şaşıracak.. Siz beni bı rakın da şu halkın suratına bir bakın paşam. Tabii sizden hesap almayacakları için gazinoda hesap ödemenin ne demek olduğun1:1 siz bllemezslniz" dedim. Neyse program bitti, ben kulise çıktım .. Orada Osman Kavran "Vay seni gidi a 'ina godlğimin uşağı Siktir git, seni kovuyorum" diye üzerime bir atladı .. Ertesi gün de H ürriyet gazetesinde " Öztürk Serengil Cumhurbaşkanına yaptığı espri yüzünden gazinodan ko vuldu" diye haber çıktı. O sırada da ben 250 bin lira avans al mışım. Büyük para o devirde. Bana ertesi gün mektup yazmış, diyor ki "Akşam S'e kadar parayı cetur " Baktım ki olacak gibi de(jil, arabaya atladığım gibi Sunay Paşa'ya Florya Köşküne git tim. Paşa kahvaltı ediyor . "Ah yavrum Öztürk'cüğüm, biz de bu gece Taşlık Gazlnosu'na gldece(llz. Keşke işin olmasaydı da seni de götürseydim" dedi. Ben de " i şim yok paşam, si zinle gelirim.. Çünkü dün gece kovuldum" dedim. Kendisine nasıl kovulduğumu anlattım. "Sen git evine, orada otur" dedi. Akşam saat 4'te eve Osman Kavran'dan kocaman bir çiçek geldi. Üzerinde de "Ha bu gece işe başlayacağusun, ama günün birinde senin sülaleni s . .'eceğum" yazıyor. - Peki Öztürk Bey, üç yüzden fazla film çeviren başka bir artist acaba dünyada kaç tane vardır? - Emin Bey, bu konuda da enteresan bir şey anlatayım. Bir gün lsveç'e gittim. O sırada henüz 227 film çekmişim. Bunu ••.
.•
.•
.
235
duyan lsveçlilerin gözü faltaşı gibi açıldı. Önce benimle ga zetelerde röportajlar çıktı. Sonra da meçhur rejisör lngmar Berg man'la ikimizi televizyon programına çıkardılar. Programın ba şında takdimci aynen şöyle dedi: "Şimdi karşınızda sadece dört film yaptığı halde bütün dünyanın tanıdığı bir sanatçı ve 227 film yaptığı halde hiç kimsenin tanımadığı bir başka sa natçı . " Program başlayınca da lngmar Bergman şöyle durup bana bir baktı ve dedi ki " Kardeşim afedersin, sen bugüne kadar 227 film mi çevirdin, yoksa 227 tane fotoğraf mı çek tirdin?... " - Öztürk Bey, siz de galiba benim gibi pek içki içmeyen bir insansınız .. Ama bildiğim kadarıyla çok kumar oynuyorsunuz ve kumarda epey para kaybetmişsiniz. Bunlar doğru mu? .
- Evet içki hiç içmem, ama kumarda çok para verdim .. Mesela bir gece Berlin'de 1 40 bin (Yüz kırk bin) mark verdim. Rulet oynadım ve ertesi gün de karımın bileziklerini satarak Fin landiya'ya döndük. - O kadar parayı nasıl verdiniz bir gecede? - Efendim, o gece içimde bir his vardı O güne kadar kaybettiğim bütün paraları alacağımı söylüyordu bana. Ama pa rayı koymam gereken doğru numarayı bir türlü bulamamışım. - Türkiye'de de çok para verdiniz mi kumarda? - Çoğu kumarda gitti diyemem. Bir kısmı çeşitli işlerde gitti, bir kısmını da evliliklerimde verdim. - Kaç defa evlendiniz? - Net beş defa.. ..
- Brütü de mi var? - Valla ben evliliklerimin dışında hiç kadınsız kalmadım ki . . E n uzun resmi evliliğim o n yıl sürdü, e n kısa resmi evlilik de bir gün. - Öztürk Bey, ben bir de şöyle bir şey duymuştum .. Siz 2�6
galiba resmi karınız da olsa, yatmadan önce mutlaka o kadına para verirmişsiniz. Var mı böyle bir şey? - Efendim, ben orospulardan hoşlanıyorum. Benim tutkum böyle .. Yani para almayan karıdan zevk almıyorum. Aptal gibi geliyor bana .. Çünkü para alan karı işini biliyor. Hakiki orospudan bahsediyorum tabii. Biz Rum karılarına alıştığımız için .. Rum ka rıları böyleydi yani . . Ben ne yapıp edip yatmadan önce karıya parayı veririm yani . . - Evli olsanız bile verir misiniz? - Mutlaka veririm. Evli olsam bile veririm. Ama onlar ne maksatla verdiğimi anlayamıyorlar. Sadece bir tanesi çaktı bu durumu. - Peki, evli olduğunuz kad ı'nların tepkisi ne oluyor bu du rumda? - Vaziyeti çakan karım dedi ki, "Yahu, sen bana yarın vereceğin parayı niçin şimdi yatakta pantolonunu çıkarırken veriyorsun? .. " Çünkü bu karı çok zekiydi.. Yani bu acayip bir zevk kardeşim . . - Öztürk Bey, bir de sizin "Veşşee, Abidlk Gubidlk, Kelaj, Hötöröf, Mangıraj" gibi meşhur ettiğiniz ve halkın ağzından düşmeyen sözleriniz vardı. Bunları siz mi icat etmiştiniz? - Aslı nda mucidi benim .. " Hötöröf" kelimesi Mücap Of luoğlu'na aittir, ama ben meşhur ettim . . Mesela "Abldlk Gu bldik" kelimesini Giresun'da bir kayıkçıdan duymuştum ço cukken .. i şte "Tamam" yerine "Temem" derdik .. "Baba" yerine " Bebe" derdik. Sonra bir Adanalı Vahi Öz'le ikimizi mahkemeye verdi bu yüzden. - Niçin? - Bir f i lmde Vahi Öz benim babam rolünde .. Ben de ona " Pezevenk bebe" diyorum . Vay efendim, insan babasına pe zevenk demezmiş. Mahkeme üç yıl sürdü. Hakim rle biraz aksi 237
çıktı ve bize iki ay hapis verdi .. Bir de bu "Yeşşee" kelimesini Kadıköy vapurunda benden satın aldılar. - O nasıl oluyor?
- Efendim, vapurda bir Karadenizli geldi yanıma .. Bir dükkan açı p adını "Yeşşee" koyacakmış. Bütün ısrarlarıma ra!) men o günün parasıyla bana 7.500 lira verip kelimeyi satın aldı. Yani telif hakkı ödedi, ama sonra parayı geri gönderdim ken disine. - Sanat yaşamınızda çok kazık attınız mı başkalarına? - Valla ben sanat yaşamımda 200 milyon kaybettim. Kazık atan adam bu parayı kaybeder miydi Emin Bey? - Çok kazık yediniz mi? - Manen çok yedim. Herkesten yedim .. Mesela bir örnek vereyim. lzmir'de kızımı Meryem Ana'ya götürdüm. Günaydın ga zetesi birinci sayfadan haber verdi. Nôztürk Serengll kızmı vaftiz ettlrdlH diye.. Ulan oraya herkes gidiyor. Turistik yer.. Bundan sonra da bin tane mektup geldi bana "Vay namussuz herif" diye.. Mesela annem ve kız kardeşimle locada resmimizi çektiler ve al tına " Öztürk yeni sevglllslyle" diye yazdılar.. Veya ne bileyim adam parasızdır, çevirdi!)im filme ortak etmişimdir.. Sonra paraları alıp kaçtı!)ı gibi filmin vergisini de bana ödetmiştir. - Yani insan parlak günlerinden uzaklaşınca çevrenin tavrı da de!)işiyor mu? - DeQişmez olur mu? .. Adamlar selamı sabahı bile ke serler. Benim gazinolarımda. aylarca beleş yiyip içenler, benden çıkar sa!)layanlar, o günlerde bana " Öztürk Bey" diyenler, daha sonra " Ne haber lan Öztürk" demişlerdir. - Bu kadar parayı nerede kaybettinız? - Efendim, en ço!)u Libya'da gitti. Sahara Bank'ta çok büyük param vardı. Adamlar beni "casus" diye vakalayıp içeri attıkları anda hayatım kaydı. 238
- Nedir bu Libya hikayesi Öztürk Bey? (Öztürk Serengil burada Libya hikayesini bütün ay rıntılarıyla anlatıyor. Ancak bir kitap konusu olabilecek bu se rüveni burada oldu!)u gibi yazmamız ne yazık ki mümkün de!:)il. Aksi halde bazı devlet adamlarının adını ve karıştıkları olayları açıklamış olurum ki, bu da sakıncalı bir durum yaratır. Bu nedenle olayı Serengil'in agzından çok kısa bir özet olarak vermek du rumundayım .. ) - .. Orada gazinoyu açtık. On iki gün sonra Kaddafi turizmi yasakladıgı için gazinomuz kapatıldı. O sırada Bülent Ecevit Libya'ya gelmişti. Tam kendisine 400 kişilik ziyafet verece!)im gece beni "casus" diye içeri attılar. - Casusluk yaptınız mı? - Ben sanatçıyım. Ama attıgım her adımı memleketim için attım. Sonra beni Turgut Reis'in zindanına attılar. Zindanda 1 6 gün, diQer hapishanelerde toplam altı buçuk ay kaldım.. Ondan sonra da Libya'dan kaçmak mecbufiyetinde oldugumun farkına vardım .. Bazı yerlerden anons aldım. Bu anonslara binaen ge celeyin büyük bir numara yaparak hastaneye böbrek sancısı tut muş düzeniyle götürülürken hasiphane arabasından kaçmak du rumunda kalmış oldum. - Para verdiniz mi kaçmak için? - ... Efendim bu bir tezgahtı zaten .. Mangı rajı konuşturduk elbette .. Bu iş bana o günün parasıyla 1 1 milyon liraya mal ol muştur .. Hapishane arabasından izin isteyince sanki balık tut maya gidiyormuş gibi limana geldim ve uzakta beni bekleyen bir gemiyle pırrr... Fakat bu arada bizim 39 milyon liralık mangıraj da Libya'da kaldı. - Öztürk Bey, siz milliyetçi bir insansınız, ama aydınlar di lekçesinde imzanız vardı. Gerçi mahkemede durumu anlattınız, ama neydi bu işin aslı ? 239
- Emin Bey, orada beni katakulliye getirdiler. Biz kahvede devamlı meşgulüz ya .. Oyun oynuyoruz. Kemal diye bir adam var, kendisi yayıncıdır ve gayet itibar ettiğim bir adamdır. Sol görüşlü olmasına rağmen .. Çok enteresandır, benim en iyi ar kadaşlarım hep solcudur. Mesela Yaşar Kemal, Aziz Nesin . . Çünkü bizim film piyasası nda benden başka hıyar yoktur. - Ne gibi hıyar? - Yani sağcı olarak . . Herkes solcudur. Numune olarak bir tek sağ görüşlü ben olduğum için, herkes benimle arkadaştı r .. Ve azizim bu Kemal bana gelip " Evsiz barksız sanatçılar için ba kanlık nezdinde bir girişimde bulunacağız. Buraya imza atar mısın?" dedi. Ben de bugüne kadar 29 tane evden olmuşum. Okumadım bile. Şak diye imzayı patlattım. Meğer içinde işkence görenler falan varmış. Ben öyle şeye imza atar mıyım? - Sizin katakulliye geldiğinizden ne zaman haberiniz. ° oldu? - Mahkemeye çağırdılar. Hakime anlatınca o da gülmeye başladı ... Sonra bana o kağıdı imzalatan Kemal de bir süre kah veye gelmedi zaten. Sonra görünce dedim ki "Ulan deyyus, neden yaptın bunu?" O da diyor ki " Ben sana bunun ne ol duğunu söyledim daha önce.. " " U lan, ben öyle şeye imza atar mıyım? Konut demedin mi lan?" dedim. Otuz yıllık ar kadaş ımla bozuştuk bu yüzden. - Demek ki sizin piyasada genellikle solcular var. - Efendim, bizim piyasada kim para kazanırsa sağcı olur. Ben de uzun süre para kazandığım için sağcı oldum. Ama ben solun da olmasına taraftarım ki, sağı murakabe etsin. Ben solda vatan hainlerine ve devleti satanlara karşıyım. - Ama böyleleri sağda da var. - inanmıyorum. Katiyen yok. Sağda olamaz. - Yani sizin sağ kesimde hiç üçkağıtçı falan yok mu? 240
- Ü çkağıtçı çok enteresan bir şey. Bana üçkağıtçı ol mayanların listesini bir çıkarın desem. Bugün devlet dairelerinin durumunu görüyorsunuz. Sokak kadı nlarının durumunu gö rüyorsunuz. Millet geçim derdine düşmüş. Tahmin ediyorum ki, üçkağıtçı kelimesi artık Türkiye'de espri olarak kaldı sadece. Rüşvet olayı öyle bir almış yürümüş ki , üçkağıtçılık yanında solda sıfır kalır. - Bundan sonra neler yapmayı düşünüyorsunuz Öztürk Bey? - 200 milyon lirayı kaybettikten sonra ticaret adamı ol madığımı anlamış bulunuyorum. Bundan sonra tekrar sanata döneceğim. - Sinema ile mi başlayacaksınız? - Sinema, tiyatro, sahne ve mümkün olursa televizyon . . Ama ş u anda televizyona gidecek yüzüm yok . . Çünkü çok kötü bir şey yapmıştım. Sanat öyle nankör bir meslektir ki, daha önceki bütün iyi işleriniz, yaptığınız bir tek kötü işle birlikte silinip gide�. işte şimdi ben bunun acısını yaşıyorum. - Öztürk Bey, sinema artisti olmak isteyen bir sürü genç kız var. Bunlar günün birinde Y�şilçam'a düşüyorlar . Bu genç kızların belli yatak odalarından geçmeden yükselmeleri gerçekten müm kün değil midir? - Sinema artisti olmak isteyen her genç kız bazı şeyleri mutlaka göze alacak. Bunun başka çaresi yoktur. - Yani bu piyasada ün yapmış bütün sanatçılar da dahil, herkes bu tezgahtan geçti mi? - Abi, şöyle olur bu iş . . Eğer kız çok namusluysa vaziyeti çakar ve sonunda gidip bir rejisörle, p rodük törle veya başk a s ı yla evlenir. Mesela Filiz Akın böyleydi . Gidip Türker'le evlenmiştir. Esen Püs l< üllü, Canan Perver bu yola başvurmuşlardır 241
Öztürk Serengil burada bazı isimler daha veriyor ve ünlü bir hanım sanatçımızın da adının geçtiği bir olayı anlatıyor: - Bir gün turnedeyiz. Sahneye çıkmak üzere bütün grup sıramızı bekliyoruz. Grupta bir sürü sanatçıyla birlikte ünlü bir hanım sanatçımız da var. Bu hanımın annesi de bizimle birlikte . . Anne tam 1 65 kiloluk bir hilkat garibesi. Bir d e valide hanımın şoförü var, o da bizimle. Şoförün görevi de valide hanımı "şey y,ap m a k . " O gün dışarıda nefis bir bahar havası var. Bizim kız lardan biri yan ıma gelip dedi ki "Yahu Öztürk Abl şu güzel ha· veda dışarıda gezmek varken işin gücün yoksa burada mil leti eğlendirmeye çalış " "Valla haklısın be kızım.. Ama ekmek parası işte" dedim. Sonra da yanımda oturan valide ha nımın şoförüne dedim ki "Ulan şu işe bak be. Şimdi 7.500 lira i_ç in sahneye çıkıp bir sürü sarhoşa yirmi dakika şaklabanlık yapacağım. Allah kahretsin " Şoför durdu durdu ve kulağıma eğilip dedi ki " Öztürk Abl, sen ne diyon be .. Sen yirmi dakika ıstırap çekip karşılığında 7.500 lira alacan .. Filvaki ben de gecede beş bin lira alıyorum, ama bunun karşılığında sa baha kadar şu 1 65 kiloluk hilkat garibeslni görev icabı 'şey yapacam' .. Senin ıstırabın · hem benden daha az sürüyor, hem de daha çok para alıyorsun. Sen yat kalk da haline ' şükret." .•
.•
ORHAN EREN Orhan Eren 1922 yılında Nallıhan 'da doğdu. 1948 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Demokrat Parti'ye girdi. 1954 yılında bu par tinin Ankara il başkanı oldu. 1 955 - 1957 yıl/art ara sında Ankara Belediye Başkanlığı görevinde bulunan Orhan Eren, 1965 ylfmda Adalet Partisi'nden mil letvekili seçildi ve 12 Eylül 1980 "harekatına kadar parlamentoda kaldı. 1979 yılı sonunda kurulan Adalet Partisi azınlık hükümetinde önce Devlet Bakanı, hemen sonra .içişleri Bakanı oldu. 12 Eylül gününü içişleri Bakanı olarak yaşayan Orhan Eren evli ve iki çocuk babası idi. Eren vefat etti.
"iHTiLAL KON USUNDA TED iRGiNDiK, AMA B i R TÜRLÜ KONDU RAM IYORDUK" - Sayın Eren, 1 2 Eylül günü Adalet Partisi hükümetinin içişleri Bakanı idiniz. Anarşi ve terör y�un bir biçimde devam 243
ediyordu ve önlenmesi mümkün olmuyordu. Her gün birkaç kişi öldürülüyordu. Türkiye'de kan gövdeyi götürüyordu. Bu durumda askerlerin ülke yönetimine el koyacağını ve bir ihtilal olacağını anlamış mıydınız? - Mutlaka ihtilal olacaktır diye bir yargıya varmadım. Zaten Türk Silahlı Kuvvetleri'nin böyle bir şey yapacağı endişesi bizde olsaydı , hükümet kurulurken bunu herhalde düşünürdük. Biz bir azınlık hükümeti idik. Bir diktatörün hükümeti değildik. Zalim bir hükümet de değildik. Tek isteğimiz memleketin dertlerine çare bulmaktı . Sorunları böyle bir hükümetle çalışmayı kabul edecek askerlerle birlikte halletmeyi düşündük ve ona göre tedbirler aldık. Ancak askerler de bu milletin içinden çıkmış insanlardır. Sivil kadrolarda zaman zaman bazı tedirginlikler oluyorsa, as kerin içinde de bu tedirginlikler oluyordu ve bunlar bize bil diriliyordu. - Ne gibi tedirginliklerdi bunlar? Anarşi konusunda mı? - Hayır, hayır... Memleketin genel gidişinden ... Mesela birisi bir yerde çarşafla görüldüğü zaman "Ne oluyor? Acaba laik devlet ortadan mı kalkıyor?" gibisinden ... Hatta 24 Ocak ka rarlarımızdan sonra ekonomiyi dışa açma girişimlerimizin bile onlarda bazı şüpheler yarattığını gördük ve kendilerine her şeyi uzun uzun izah ettik. Yani her zaman bizi dlnlemişlerdir ve an layışla karşılamışlardır. Biz de askerlerin dertlerine çare bul manın azami gayreti içinde olmuşuzdur. - Neydi askerlerin temel sorunları? Ö rneğin sizin hü kümetinizden yakı nmaları oluyor muydu? - Zaman zaman oluyordu elbette .. Mesela Gümrük Ba kanlığında milliyetçilerin olduğunu, Milli Eğitim Bakanlığında mak�atlı tayinler yapıldığını söylüyorlard ı . Bu gibi şikayetler daha çok sıkıyönetim komutanlarından geliyordu. Hükümetimiz de, bu şikayet sebeplerinin ortadan kalkması için gayret sarfediyordu. 244
- Sayın Eren, o günlerde anarşiyi yaratan hem sol kesimdi, hem de sağ kesimdi.. Askerler iki tarafa da aynı gözle mi ba kıyorlardı, yoksa solculara biraz daha mı bozuktular? - Genellikle iki tarafa da aynı gözle bakarlardı, ama iç lerinde bazılarının o tarafa veya bu tarafa biraz daha fazla eğilimi olduğunu tespit edebiliyorduk. - O dönemde sizin hükümetiniz ülkücü ve MHP'li anar şistleri galiba biraz kolluyordu değil mi? - Hayır, böyle bir şey söz konusu değildi. Ancak şu var.. Solcuların· yapmaları gereken çok şey vardı. Sağcıların yapması gereken fazla bir şey yoktu. - Bunu anlayamadı m efendim .. - Mesela forum yapmak, bomba atmak, pankart asmak, yol tıkamak, okulu boykot etmek gibi işler daha çok solcuların yaptığı şeylerdi. - Yani sizin başınızı daha çok solcular mı ağrıtırdı? - E, gayet tabii.. Herkesin başını solcular ağrıtırdı. Zaten 1 2 Eylül sonrası yayımlanan sıkıyönetim tebliQlerinde görülüyor ki, solcuların boyutu büyüktü r, öbürünün boyutu çok dardır. Me selelere böyle bakarsanız daha doğru neticeye varmış olursunuz. Yoksa birini kollamak, diQerini kollamamak diye bir şey söz ko nusu deQildir. - Sizin, o günlerin içişleri Bakanı olarak MHP'lilere ve ül kücülere karşı bir sempatiniz var m ıydı? - Asla böyle bir şey yoktur. - Sayın Demirel nasıldı bu konuda? Mesela kendisi bir gün " Bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz" demişti . - Evet, böyle bir söz söyledi, ama bazı gazeteci arkadaşlar böyle bir sözü Sayın Demirel'in ağzından almak için gayret sar fediyorlardı . Bu söz onlara cevap olarak söylenmiştir. Yoksa mil liyetçilerin suç işlememesi söz konusu olamaz. 245
- 1 2 Eylül öncesinde askerlerin en çok bozulduğu ve kız dığı konular nelerdi efeiıdim? - Mesela MSP'nin düzenlediği Konya mitingi onları çok bozdu. Çok kızdılar. Hakikaten Konya mitinginden biz de çok endişeli idik. Bize gelen MiT raporları da bu konuda askerlerde büyük bir endişenin hakim olduğunu gösteriyordu. Şimdi kar deşim Sayın Çölaşan, bu mitingi yapanların ve yaptıranların bir kısmı bugün görevdedir. O mitingi yaptı ranların başında, o gün lerde Konya Belediye Başkanı olan Mehmet Keçeciler vardır. 1 2 Eylül harekatının gerekçesinde bu Konya mitingi de vardır. Ne acıdır ki, Konya'da şeriat mitingi düzenleyen Mehmet Keçeciler bugün Türkiye'yi yönetenlerden biridir, ama ben cezalıyım. On yıl siyaset yasağı m var. - Gerçekten askerler adına büyük bir çelişki... 1 2 Eylül öncesinde askerler başka nelere bozulurdu efendim? - Necmettin Erbakan, 30 Ağustos törenlerine katılmJ!yınca buna çok bozuldular. Hatta bu konuda Sayın Evren ağır bir demeç verdi. Bir de siyasi partilerin tamamının bir araya gelip mutlaka anlaşmalarını isterlerdi. Sanki ayrı ayrı partiler yokmuş da, bii' tek parti varmış gib1, siyasetçilerin her meselede an laşmaların ı arzu ederlerdi. Partiler arasında diyalog ol madığından şikayetçiydiler. Bugün bu diyaloğun olup olmadığını ben devlet erkanına soruyorum. Bir cenaze töreninde bile iki kişi birbirinin elini sıkamamıştır. - Yani rahmetli Bayar'ın cenazesinde Sayın Demirel ile Özal mı? - (Sessizlik) . . . Öyle kabul edeceksiniz. Gazetelerde öyle yazdınız. Yani bu diyalog olmuyor ve bence olması da şart de {Jildir. Her meselede diyalog olmaz. Öyle işler vardır ki, onu tek başınıza siz yapacaksınız ve milletin gözünde puan alacaksınız. Onu milletle, di{Jer partilerle ve herkesle birlikte yapmanın müm kün olacağına inanmıyorum. Öyle bir şey mümkün olsa, zaten o zaman siyasi partilere gerek kalmaz. 246
- Peki efendim, 1 2 Eylül öncesinde askerlerdFın size, ih tilal yapılacağı konusunda bir tehdit, bir uyarı geldi mi? Yani sı7.e içişleri Bakanı olarak " Siz bu anarşinin' üstesinden ge lemezseniz biz yönetimi alıp bildiğimiz gibi yaparız" falan dediler mi? - Asla böyle bir şey olmadı. En son dakikaya kadar hepsi çok saygılı olmuşlardır. Bize asla kötü bir gözle bakm a m ı ş l a r d ı r . - Siz içişleri Bakanı olarak bu gibi konularda o günlerin Genelkurmay Başkanı Sayın Evren'le muhatap olur muydunuz? - S ayın Evren Genelkurmay Başkanı olarak doğrudan Başbakan'la muhatap olurdu. Ben ikinci başkan Saltık Paşa ile konuşurdum. Ayrıca Jandarma Komutanı Sedat Celasun Paşa benimle çalışırdı. Onunla sık sık görüşürdük. Biliyorsunuz Jan· aarma Genel Komutanı , içişleri Bakanının emrindedir. - Haydar Saltık'tan size yakınmalar gelir miydi? - Hayır, böyle bir şey olmadı . . . Çünkü biz askerlerle yaptığımız geniş çaplı toplantılarda karşılıklı konuşurduk. Yani neyirı nasıl olması gerektiğini hem biz açıkça söylerdik, hem de onlar söylerdi. - Sayın Eren, eski Adalet Partililer arasında yaygın bir inanç var... Hatta bunu bizzat ben de Sayın Demirel'de:ı din lemişimdir .. Deniliyor ki " 1 2 Eylül öncesinde askerler is teseydi, anarşiyi önlerlerdl. Ancak ülke yönetimine el koyma konusunda kararlı idiler ve buna gerekçe yaratmak için gev
" Bu yarg ıya katılıyor musunuz? - Bakınız, bu yargıya varanlar, bazı kriterlere göre va· rıyorlar. 12 Eylül gününe kadar baş edemediğimiz anarşi , 1 3 Eylül günü bitmiştir. 1 2 Eylül gününe kadar yakalanamayan eş kıya, 1 3 ve 1 4 Eylül günleri kamyonlara bindirilip götürülmüştür. O günden başlayarak, anarşi ile mücadelede görevli güçlerin
şek davranarak, gerekeni yapmadılar
247
..
eline suçluların listeleri verilmiştir. Bunların bir bölümü kaçmayı becermiş, ancak geri kalan çoğunluk hapishanelere atılmıştır. Yani 500 bin kişilik Türk ordusunun, beş bin eşkıya ile başa çı kamayacağını düşünmek mümkün değildir. Eğer istenilseydi ve eğer üzerine gidilseydi, bu yangın hızla söndürülürdü. Bu yangın ne CHP zaman ında, ne de bizim zamanımızda sön dürülememiştir. Söndürülemediğini askerler de kabul ediyor. O günlerde bizden bazı yetkiler, bazı kanunlar istediler ve ihtilali gerçekleştirdikten sonra da bu kanunları kendileri çıkard ı lar. - Ne gibi kanunlardı bunlar? - Mesela gözaltına alınan bir sanığın, mahkemeye çıkarılmadan çok uzun süre tutulması gibi ... Mesela üç yıla kadar olan hapis cezalarının temyiz edilememesi gibi. .. Demokratik bir parlamentodan böyle kanunları nasıl geçirirsiniz? Bu mümkün müdür? Böyle bir şey düşünülemez bile. Ama bunları askeri yö netim olarak kendileri çıkardılar. Bizim düşüncemiz hep şu ol muştur Sayın Çöl aşan .. Anarşi ve terörle mücadele ile görevli olan güçler, bu işi böyle antidemokratik uygulamalara gi rişmeden, hukuk kuralları içerisinde başarsınlar. Hukukun üs tünlüğünü ortadan kaldırmayal ım, devleti de yerinde tutalım. Ama bunu maalesef başaramadık. - Yani şu görüşe katıl ıyor musunuz? Eğer askerler is teselerdi, sizin döneminizde ya da diğer sivil hükümetler dö neminde anarşiyi sıkıyönetimle ve mevcut yasalarla önleyebilir miydi? Ü lke yönetimine el koyabilmek için mi gevşek dav randılar? - Evet, bu görüşe katılıyorum. Ben askerlerle çalıştım ve onların içinde yakın bulduğum herkese de söyledim . . . Türk or dusu değil böyle birkaç bin eşkıya ile, her türlü dış düşmanla bile başedecek güçtedir. Askere inancım tamdır. Ama askerin ba şındaki kumandanlar belki ülke çıkarlarının bu doğrultuda ol248
duğunu düşünerek böyle bir uygulama yaptılar. i nşallah bundan sonra demokrasimizin başına böyle sıkıntılar bir daha gelmez. - Sayın Eren, 1 1 Eylül günü içişleri Bakanısınız ve çok yoğun olaylar yaşıyorsunuz. Okuyucularımıza o heyecanh ve gerilimli günü anlatır mısınız? - Efendim anlatmaya 1 O Eylül gününden başlayayım. O gün içişleri Bakanlığında benim başkanlığımda Emniyet Ko misyonu toplantısı vardı. Çok yüksek düzeyde, kanundan kay naklanan bir kuruluştur E mniyet Komisyonu. 1 O Eylül Çarşamba günü komisyonu toplantıya çağırdım. Bu komisyonun bir sivil, bir de asker kanadı var. Sivil kanatta içişleri Bakanı, üst düzeyde yetkililer ve bazı büyük illerin valileri var. Askeri kanatta ise Jan darma Genel Komutanı Sedat Celasun Paşa, MiT Başkanı Bü lent Türker Paşa, sıkıyönetim koordinasyon başkanı ve di!)er üst düzeyde askerler bulunuyor. Bu toplantıda herkes görüş bildirdi ve bir tebliğ hazırladık. Bu tebliğ radyo ve televizyondan sık sık kamuoyuna duyuruldu. TebliQde Türk milletinin, demokratik esaslardan şaşmamak kaydıyla bu anarşi işinin üstesinden ge leceQi belirtiliyordu. Biz o toplantıyı yaparken dışarıda bombalar patlıyordu. Toplantıdan sonra ben Ankara Valisi Vecdi Gönül'ü, emniyet üst düzey yetkililerini ve sıkıyönetim yetkililerini ça ğırdım. l stanbul'da da böyle olaylar olmuş ve bombalar pat lıyormuş. Bunun ne olduğunu sordum ve sonucun bildirilmesini istedim. Acaba aşırı bir tırmanma mı oluyordu anarşide? Bunlar benim emirlerimi alıp gittiler. Tabii Türkiye'nin diQer illerinde de çeşitli olaylar oluyor ve onlar da bana intikal ediyor. Ertesi gün, yani 1 1 Eylül Perşembe günü sabah saat 1 0'da bakanlar kurulu toplantısı vardı. Sen sabah erkenden makamıma gittim ve bir gün önce verdi!':)im emrin sonuçlarını öQrendim. O kadar bombayı pat latanlar arasından sadece bir tek kişi yakalanmış, onu da Sü leyman Demirel'in koruma polisi yakalamış. Hatta o bombalı pan kartı da bana getirdiler. Bunun üzerine vali Vecdi Gönül'e telefon ettim ve "Bu nasıl iştir? Bunun cevabını istiyorum" dedim. 249
- Efendim, Sayın Vecdi Gönül şimdi lzmir Valisi . . . Siz kendisine emir verdiğiniz sı rada belki ibadet ediyordu ve onun için emrinizle ilgilenmek fırsatı bulamadı . . . Kendisinin devlet iş lerinden çok din ve tarikat işleriyle uğraştığını hep duyarız. Evet efendim, sonra bakanlar kurulu toplantısına mı gittiniz? - Evet.. Bakanlar kurulu toplantısı sırasında da bombalı pankartlar patlıyor ve seslerini duyuyoruz. Süleyman Bey bana "Ne oluyor bir ilgilen bakalım" dedi .. "Başüstüne" dedim ve çıktım toplantıdan .. Ve ilgilendik.. Makamıma geldim ve telefon ettim. Sıkıyönetim, polis şeflerinin tamamını toplantıya çağırmış. Büyük bir brifing olacakmış:. Ya da bir çalışma, hazırlık ola cakmış. Bu dedi{Jim herhalde ö{Jle saatlerinde falan oluyor. Hemen gidip "Durum böyle bôyle imiş" diye Süleyman Bey'e, Sayın Başbakanıma bilgi verdim. Sıkıyönetimin polis şefleri ile toplantı düzenledi{Jini anlattım. Tabii kendisine daha fazla bir bilgi vermem mümkün olmadı. Bu arada bir şey söyleyeyim. Bildi{Jiniz gibi polisler genellikle bu bombalı pankartları, bombayı pat latmadan alma gayreti içindedirler ... Çünkü o zamana kadarki bombalı pankartlara gerçek bomba koymazdı anarşistler. Amaç ları oraya bomba süsü verilmiş bir paket bırakmak ve pankartın ortalıkta mümkün oldu{Ju kadar uzun süre kalarak halkın ilgisini çekmesini sağlamaktır. Yani pankarttaki bombanın patlaması ya hiç görülmez, ya da çok enderdir. - Ama emniyet güçleri yine de bomba varmış gibi dav ranmak ve çok dikkatli olmak zorundadı r değil mi? - Elbette .. Fakat 1 0 ve 1 1 Eylül günü asılan pankartların hepsinde bomba vardı ve hepsi de patlıyordu. Nasıl oluyordu bi lemiyorum. Neyse, saat 1 5'e doğru biz bakanlar kurulu top lantısından çıktık ve hep birlikte Meclis'e gittik. Bu arada Adan� sigara fabrikasını birkaç anarşist çalışamaz duruma getirmişti. Fabrikada baskı kurmuşlar ve asker de onlara bir şey yapamıyor. Sayın Başbakan bana dedi ki "Sen, Ahmet Çakmak (Gümrük 250
ve Tekel Bakanı) ve Selahattin Kılıç't (Bayındırlık Bakanı) al ve ,yarın Adana'ya gidip bu işi hallet.." Biz Meclis'ten ak şamüstü çıktık. ÇoQunluk olmadıQı için zaten toplantı olmamıştı. Ben makamıma geldim ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun Paşa'yı aradım ... Adana'ya onu da götüreceğim. Tabii bir yere gittiğimizde Celasun Paşa'nın da bizimle olmasının büyük faydaları vardı.. Bir bakanı gittiQi yerde askerler saygı ile karşılar, ama yanınızda bir orgeneral ile gidince her şey bam başka olur . . . Çünkü askerlerin de kendilerine göre kuralları var. Askerlerle temas kurarken sevilen ve sayılan bir orgeneralin benim yanımda olmasında her zaman fayda görmüşümdür. Neyse işte, makamıma gidinee emir subayıma " Bana Celasun Paşa'yı bulun, buraya kadar geliversin" dedim. Emir subayı gitti geldi ve dedi ki "Paşa Genelkurmay'da toplantıda imiş .. " " Peki, çıkınca görüşelim" dedim .. Bir saat kadar sonra Ce lasun bana geldi.. Çok telaşlı bir durumda .. Bu sırada sanıyorum saat 1 8.30 veya 1 9 dolaylarında .. Kendisine önce uçak konusunu açtım .. Eğer Adana'ya THY uçağının tarifesi uygunsa onunla gidip gelelim, uygun deQilse bir askeri uçakla gidelim diye ko nuştuk. Fakat dediQim gibi, Celasun Paşa'yı çok tedirgin gördüm ve hemen "Paşa ben seni çok tedirgin gördüm. Bir sıkıntınız mı var?" diye sordum .. Çünkü o saate kadar bize de birtakım ihtilal söylentileri gelmeye başlamıştı. Biliyorsunuz Türkiye'de bazı çok değerli siviller vardır. Bunlar aşkerlerle hep temas edip " Daha ne duruyorsunuz?" derler.. Sonra da bize gelip "Asker ihtilal yapacak haberiniz olsun " derler. Siyasi ortamda yük selmeler ve gerginlikler olduQu zaman bu arkadaşlarımız fişek gibi çalışmaya başlarlar. - Kimdir bunlar efendim? - Bunları b�nim söylememe gerek yok .. Siz de biliyorsunuz. Bunlar belli insanlardı r. Görevleri budur. - Turhan Feyzioğlu gibileri mi kastediyorsunuz? 251
- O da vardır bunların içinde. Askerlerle çok yakından temas ederler. Ben iktidar partisi veya muhalefet partisi mil letvekili iken, bir defa bile askerlerle herhangi bir mesele ko nusunda temas etmem gerekmemiştir. Bunların çoğu ile par lamentoda birlikte çalışmışızdır. Bunlar özellikle askeri hükümetlerde görev alırlar. - Sayın Eren, 1 1 Eylül günü akşam saatleri oldu ve siz makamınızda Celasun Paşa ile konuşuyorsunuz. Hükümetin içişleri Bakanı olarak o sırada artık ihtilal olacağ ını biliyor mu sunuz? Ya da kafanızda böyle bir kuşku oluştu mu? - Şimdi bakın, kuşku demeyelim buna, ama tanklar Eti mesgut'tan çıkmışlar .. ODTÜ 'nün oralara gelmişler. Efendim, ls tanbul'dan da bu yolda haberler alıyoruz. Bize de bazı telefonlar ve ihtilal söylentileri geliyor. - ihbarlar mı oluyor yani? - ihbarlar oluyor. Diyor ki "Falan yerde falanca konuşurken ben duydum." Hatta bakanlar kurulu toplantısı sırasında Sayın Demirel, Sayın Çağlayangil'i aradı .. Çağlayangil o sırada ha· tırlarsanız Cumhurbaşkanı vekili idi ve 1 1 Eylül günü Ge nelkurmay Başkanı Sayın Evren kendisini ziyaret edecekti . . . Sayın Başbakan, Sayın Çağlayangil'den rica etti ve Genelkurmay Başkanını bu açıdan bir yoklamasını istedi. Ancak Sayın Evren de Sayın Çağlayangil'e hiçbir sıkıntıları olmadığını söylemiş . . Akşam yanılmıyorsam saat 20 sıralarında polis şefleriyle sı kıyönetimin yaptığı toplantı bitmişti. Bu toplantıdan çıkan bazı polis şeflerinden bilgi aldım. Sıkıyönetim kendilerinden gece için 60 ekip istemiş ve hedeflerin bu ekiplere gece verileceğini bil dirmiş. Yani bir şeyler oluyordu, ama ne olduğunu bilemiyorduk. Kaldı ki, o gece ihtilal olacağını kesin olarak anlasak ne ya pacağız? Yapılacak bir şey yok ki. .. - Yani efendim, siz devletin içişleri Bakanı olarak o gece neler olacağını, örneğin polis ekiplerinin hangi operasyonda kul lanılacağınl bir türlü anlayamıyordunuz değil mi? 252
- Hedefler gece geç saatte verilmiş. Gece polislerin ba zıları bize bildirdi. Ama artık iş işten geçmişti bizim açımızdan. Saat 1 'i geçmişti. - Sayın Eren, az önce Sayın Sedat Celasun'u ko nuşuyorduk. Sizin makamınıza telaşlı bir şekilde gelmişti ye sizin sorunuz üzerine, askerlerin hiçbir sıkıntısı olmadı�ını söylemişti. Sonra neler oldu? - Dedi ki "Hiçbir sıkıntımız yok. Genelkurmay'da kendi askeri işlerlmlz için toplandık. Mesele budur " Gerçekten de askerler kendi aralarında böyle sık sık toplanırlar. Tabii yüksek kademe oldukları için bunların da kendilerine göre meseleleri vardır... Size burada bir olayı daha anlatmak istiyorum. Deniz Kuvvetleri Komutanlı Qına aQustos sonunda Sayın Nejat Tümer atanmıştı. Kendisi birkaç gün sonra bana bir nezaket ziyareti yaptı. Ben de bl;J ziyareti iade etmek amacıyla birkaç gün sonra kendisinden bir randevu aldırttım. H iç unutmam, Sayın Tümer o randevuyu 1 2 Eylül günü için vermişti. Yani 1 2 Eylül günü Tümer'le buluşacaktık. ••
- Demek ki hükümet yetkilileri durumu anlamasınlar diye ellerinden gelen her şeyi yapm ışlar. - Tabii Tümer Paşa'nı n bu randevuyu 1 2 Eylül günü için verirken ihtilalin 12 Eylül günü olacaQından haberi olmadıQını düşünsek bir tuhaf olacak . . 1 2 Eylül günü ihtilal olacaQını bildiQini düşünsek yine bir tuhaf olacak. - Celasun Paşa yanınızdan ayrıldıktan sonra ne yap tınız? - lstanbul ve lzmir valilerini ve zannediyorum Konya va l isini aradım . . Çünkü bu illerimizde ordu karargahları var. Valiler ortada bir fe·ı1kaladelik olmadıQını söylediler .. " E{ler bir durum olursa biz sizi ararız" dediler. Biraz sonra evime gitmek üzere yola çıktım. Ertesi gün Adana'ya gidecektik . . Bu arada evimde 253
yapmam gereken bir iki ·işim vardı. Yemek saatinde çok sevdiğim bir dostum geldi. Tabii bu arada telefonumu fişten çektim ve sa dece gizli telefonum takılı kaldı. Ha bire telefon çalıyor. Evinize gelen bir dosta da "Bu gece ihtilal olabilir, haydi sen evine dön" diyemiyorsunuz. Benim çok tedirgin bir durumda olduğumu ev halkı da anladı. Zannederim saat 22.30'da, Sayın Demirel'in evine gitmeye karar verdim. Demirel o gün bir süre Başbakanlık konutunda çalışmış, .sonra evine gelmişti. Kapıdan çıkarken ne olur ne olmaz diye çocuklarıma ve aileme bazı şeyleri söylemek gereğini hissettim. Zaten onlar da beni " Baba bu gece ne olu yor?" diye sıkıştırmaya başlamışlardı. Borcumu harcımı onlara söyledim. Tabii misafire belli etmemek için biz evin öbür tarafına geçmiştik. Beni merak etmemelerini, hiçbir kirli işin içinde ol madığımı, beni içeri alsalar bile, kısa süre sonra bırakmaları ge rektiğini anlattım. Onlar da ağlıyorlardı ve saat 23 dolaylarında Sayın Demirel'in Güniz sokaktaki evine doğru yola çıktım. - Demirel mi çağırdı sizi? - Hayır .. Arada sırada haberleşiyorduk .. Ben kendim gitmeye karar verdim. - Demirel evine gittiğinizde tedirgin miydi efendim? - Hepimiz tedirgindik, ama böyle bir olay olacağını da açıkçası kondurmak istemiyorduk. - Saat gece 23 olmuş. Siz Başbakan'ın evine gi diyorsunuz, ama ihtilal olup olmayacağı konusunda hala bir bil giniz yok değil mi? - Hayır yok .. Sadece kuşkularımız ve beli.rt iler var. - Sayın Eren, .Sayın Demirel'in evine gittiniz ve ne olup bittiğini hükümet olarak gecenin o saatinde bile anlayabilmiş de ğilsiniz. Peki efendim size MIT'ten falan hiçbir bilgi akışı olmuyor mu? - M IT'le irtibat kurma imkanı bulamadık. Ben askerlerle ve 254
sıkıyönetimle her zaman irtibat durumunda olurdum . Ayrıca eli mizde telsizlerimiz var. Telsizlerimiz on kanallı .. Başkalarının elinde o telsizlerden yok. O kanallardan kendileriyle konuşmamız mümkündü, ama maalesef hiçbiriyle irtibat kurmamız mümkün olmadı. - Yani MIT'çiler ortadan kayıp mı oldular efendim? - Yok, irtibat hiç yok. - Kimler vardı Sayın Demirel'in evinde? - Kardeşi Şevket Demirel vardı. Daha sonra Milli Savunma Bakanı Ahmet Ihsan Birincioğlu da geldi. Birincioğlu da askerlerle irtibat kurmaya çalışmış, ama kuramamış. Sonra bizim ya nımızdan, kendi müsteşarını (Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı ü_rgeneral Celal Bulutlar) aradı gece yarısı. Onu da bulamadı. Celal Bulutlar Paşa toplantıda imiş . . . Bakanın telefonuna çık madı. Böylece görüşme imkanı olmadı. Yani o gece evde bütün temennimiz, bir ihtilal olmasın. Dört kişi hep bunu konuşuyoruz. Diyoruz ki " i nşallah bu gece yapılacak sıkıyönetim ope rasyonu, birtakım kişileri evlerden alma operasyonudur. Yani lhtllal değildir." Aslında bizim bu konuda yapacağımız bir şey yoktu. Çünkü bazı konuları daha önce aramızda ko nuşmuştuk. Mesela hükümet olarak istifa edebilirdik. Ama o zaman da ihtilal için bir koz ve�miş olurduk. Derlerdi ki HOrtada hükümet de kalmadığı için ihtilal yapılmıştır . " Yani üzerimize gelirlerse kabul edecek ve kadere boyun eğecektik. - Hangi saatte artık ihtilal olaca!)ına kesin olarak inandınız ve "Bu iş tamam .. Geçmiş olsun" dediniz? - Gece yanılmıyorsam saat 01 dolaylarında lstanbul Valisi Nevzat Ayaz'la görüştüm ve bana "Bu iş tamam Sayın Bakan" dedi. Ayaz lstanbul'daki komutanla görüşmüş ve haberi ondan almış. Bir de, bazı gazeteciler Sayın Demirel'e telefon edip du rumu bildirdiler. .
255
- Peki siz o arada polis şeflerini falan arayıp o gece sı kıyönetim tarafından hangi hedeflerin verildiğini öğrener:nediniz mi? - Hayır, hedefleri alamadık .... Yani neyin ne olduğunu bir türlü alamadık onlardan.. Bu arada Milli Savunma Bakanı Bi rincioğlu Demirel'in evine geç vakit geldiği zaman, evinin önünde bekleyen inzibatların alındığını söyledi. Bakanların evlerini, bi liyorsunuz polis korur. Birincioğlu'na askerler koruma için sürekli olarak iki inzibat vermişler. O gece inzibatları r··adan almışlar. - Bütün bunlar olurken Demirel'in durumu nasıl? Sinirli mi? Korkuyor mu? - Hayır, korku falan söz konusu değil .. Yalnız şuna yanıyor ve diyor ki "Türklye'nin kaderinde yeni kayıp seneler bbŞ lıyor.. " - Sayın Demirel o saatlerde askerlerle bir temas imkanı 1 a$idı mı evinden? - Hayır, aramadı. - Siz aradınız mı askerleri? - Ben de aramadım. Artık yapılacak bir şey yoktu. Ancak telsizle yaptığım bazı dinlemelerden de olayın bu yönde ge liştiğini görüyorduk.. Mesela Elmadağ'daki radyo verici is tasyonunun saat 01 'de askerler tarafından işgal edildiğini tel sizden duydum. - Kaça kadar kaldınız orada? - Radyoda Milli Güvenlik Konseyi'nin bildirileri saat 04'te okunmaya başlandı . Ben saat 04.30'da izin istedim ve oradan ayrıldım. Evde ağlayarak bıraktığım karım ve iki kız çocuğum vardı. Demirel, Birincioğlu ve Şevket Demirel'le veda edip evime gittim. - Bu sıralarda Nazmiye Hanım hiç ortalarda dolaşıyor muydu? 256
- Hayır, hiç görmedim. - Nasıl bir vedalaşma sahnesi oldu Demirel'le aranızda? - Öyle ölecek gibi ayrılmadık canı m . . . Yani hangimizin öleceği belli değil gibi ayrılmadık. - Helalleşme gibi durumlar oldu mu? - Hayır efendim . . . Askerden benim de, Demirel'in de endişemiz yoktu. Şimdi de yoktur. - Evet Sayın Eren, ihtilal faslının birinci bölümü o gece bitti. Sabaha karşı parti liderlerini toplayıp götürdüler. Ertesi gün, yani 1 2 Eylül Cuma günü nasıl geçti sizin açınızdan? - Efendim, beni de tecrit ederler diye düşünüyordum. Ancak bizleri almadılar. 12 Eylül günü, Milli Güvenlik Konseyi üyesi Orgeneral Sedat Celasun'un benimle görüşmek istedi!:Ji haberi geldi. Benim makam arabamı ve yaverimi gönderdiler ve evimden çok saygılı bir biçimde aldılar. Jandarma Genel Ko mutanlığı binasına gittik. Beni orada bir bakan gibi karşıladılar ve bir bakan gibi uğurladılar. - Ne konuştunuz kendisiyle orada? - Sayın Celasun, devletin işleyişi hakkında bazı sorular sordu. Her zamanki gibi saygılı davrandı. Ben de kendisini ger çekten severim ve het zaman saygılı davranmışımdır. Sanki ih tilal olmamış gibi oturup konuştuk. Kendilerinin değişik bir amaçla gelmediklerini, anarşi işini kısa zamanda halledeceklerini söyledi ve "Hiçbir konuda endişe etmeyin" dedi. Oradan çok iyimser bir şekilde ayrıldım. - Peki efendim Sayın Celasun size "Kusura bakmayın, size haber vermeden ihtilal yapmak zorunda kaldık" gibi bir söz söyledi mi? - Mesele oraya gelmedi. Öyle bir söz hatırlamıyorum, ama çok saygılıydı ve hala "Sayın Bakanım" diyordu. Ben de ken disine " Sayın Orgeneralim" diye hitap ediyordum . 257
- Efendim oldu olacak, o gün Sayın Nejat Tümer'e de bir ziyarette bulunsaydınız. Size 12 Eylül günü için randevu ver mişti . . Kendisine gitmeyi düşündünüz mü? - Öyle bir şey olmad ı . Zaten sokağa çıkma yasağı vardı. - Sayın Eren, bir de şunu öğrenmek istiyorum sizden .. MIT'in başında hep askerler oluyor .. Ü st düzeyde bir general . . Bir yerde siviller de var, ama en başında asker oluyor. Askerler ihtilal yapacağ ı zaman, MiT hükümete bu konuda istihbarat falan ver miyor değil mi efendim? - Bilmiyorum .. Zannediyorum . . - O ihtilal ortamının gerginliği ve telaşı içerisinde sizi güldüren bir olay, bir espri falan oldu mu? - Efendim biliyorsunuz Sayın Necmettin Erbakan 12 Eylül öncesinde yurtdışındaydı. 1 1 Eylül günü dönüş yaptı. Biz 1 2 Eylül günü Sedat Celasun'la makamında görüşürken Paşa dedi ki "Biz Erbakan ihtilalden sonra dışarıda kalacak diye endişe du yuyorduk. Dün kendlllOinden kalkıp geldlOinl öOrenlnce se vindik " Bunu hoş bir anı olarak hatırlarım. - 12 Eylül harekatının 'üzerinden altı yıl geçti. Askerler ih tilal yapıp sizleri görevden uzaklaştırdıkları ve ülkede yeni bir düzen kurdukları için onlara kızgın mısı nız? ..
- Her ihtilal ülkeye zarar verir. Buna inanıyorum. - Bir de şu görüş var . . Deniliyor ki, 12 Eylül olmasaydı Türkiye kardeş kavgasına sürüklenecekti . Can ve mal güvenliği kalmamışt ı . Bir iç savaş başlıyordu. 12 Eylül can güvenliğini sağladı, kardeş kavgasını durdurdu ve anarşiyi yok etti. Bu gö rüşe katılıyor musunuz? - Efendim bu sorunuzu ikiye bölüp cevap vermek gerekir. . Tamam, 1 2 Eylül terör ve anarşiyi durdurdu, kardeş kavgasını önledi deniliyor. Türkiye'de bir kardeş kavgası söz konusu değildi ki . . Bu işi yapan ve yaptı ranlar vardı ve bu isimler de belli idi.. 1 2 258
Eylül'ün bir beyannamesi vardır. Onu okursanız orada bu işin sorumluları arasında Anayasa Mahkemesi, Danıştay, üniversite, parlamento, siyasi partiler ve de anarşistlerle teröristler var. Bütün bu olup bitenlerden sonra memlekette sadece bir kesime ceza verilmiştir. : O da siyasetçilerdir. - Anarşistlere ceza verilmedi mi? - Onu iyice bilemiyoruz. Verilen tebliğlerden öğrendiğimiz kadarıyla tutulabilenler tutulmuştur, gerçek suçluların büyük bir bölümü yurtdışına kaçmıştır. - Peki 1 2 Eylül'ün hiçbir yararı olmadı mı bu ülkeye? - Hiçbir faydası olmadı demek için akılsız olmak gerekir. Tamam, can güvenliği gelmiştir, ama önemli olan can gü venliğinin hürriyetlerle birlikte olmasıdır. Yani şimdi benim hür riyetim yok. Ben on yıl süreyle seçilemiyorum. Hürriyetlerin kı sılmış olmasının sıkıntısını biz politikacılar olarak çekiyoruz. Zannediyorum basın ve gazeteciler olarak siz de çekiyorsunuz. - Son bir soru Sayın Eren .. Ü lkemizde bütün güç as kerlerin elinde olduğuna göre, sivil hükümetlerin askerlerin ya pacağı bir ihtilale engel olması acaba mümkün olur mu, yoksa asker istediği zaman rahatça ihtilal yapabilir mi? - Şimdi bakın, silahlı kuvvetler eğer isterse dünyanın her yerinde ihtilal yapar. Ancak vatandaş bu ihtilali tutar mı, tutmaz mı diye düşünürler. Vatandaş o kıvama gelmişse ihtilali yaparlar. Ama artık Türkiye'de küçük rütbeliler tarafından organize edilen ve kumanda kademesini aşan bir ihtilal olacağına kesinlikle inanmıyorum. - Yani yaparsa üst düzeydeki kumandanlar yapar di yorsunuz . . . - Evet.. Yani kumandanlar buna lüzum görüp d e ya parlarsa, buna engel olacak bir güç zaten yoktur. - Sivil hükümetler engel olamaz mı diyorsunuz? 259
- Hükümetin ne gücü var ki, neyle engel olacak .. - Çok teşekkür ediyorum Sayın Eren . . Emin Çölaşan'ın notu: " 1 2 Eylül 1980 gününden ilginç bir anı ...
"
1 1 Eylül 1 980 günü hükümet yetkilileri o gece ihtilal olup olmayacağını bir türlü anlayamıyorlardı .. Belirtiler vardı ama hiç bir yetkiliye kesin bir haber gelmiyordu. Cumhurbaşkanı Vekili lhsari Sabri Çağlayangil, o gün kabul ettiği Genelkurmay Başkanı Evren'e bir sıkınt!ları olup olmadığını soruyor ve " H ayır, her şey normaldir" cevabını alıyordu. Başbakan Demirel, Kara Kuv vetleri Komutanı Nurettin Ersin'e öğleden sonra telefon edip, Si verek ilçesine anarşistler için gönderilecek alayı soruyor ve nabız yokluyordu. içişleri Bakanı Orhan Eren, Jandarma Genel Ko mutanı Sedat Celasun'u yanına çağırıp bir sıkıntıları olup ol madığını soruyor ve o da olmadığı cevabını alıyordu. Ama bun lardan en ilginç olanı hiç kuşkusuz Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Esat Kıratlıoğlu'nun yaşadığı olaydı.. Kıratlıo!;jlu 1 1 Eylül günü saat 19 dolaylarında Ge nelkurmay Başkanı Evren'i aradı . . . Evren'in toplantıda olduğunu söyledi ler. ihtilalin son hazı rlıkları yapılıyordu. Evren yarım saat sonra Kı ratlıo!;jlu'nu aradı .. Anlaşıldığı kadarıyla askerlerin taktiği şöyleydi .. Kendilerini bir hükümet yetkilisi ararsa, yerlerinde ol masalar bile hemen o yetkiliyi arayıp, bir şeylerden kuş kulanmalarına engel olmaya çalışıyorlardı . . - Kıratlıoğlu, beni aramışsın . . Toplantıda idim, kusura bakma . . Şimdi çıktım. - Sayın Genelkurmay Başkanım, bizim Şı rnak'taki kömür madenlerinde eşkıya yine kıpırdanmaya başlamış. Bölgenin sı kıyönetim komutanı yeni değiştiği için ben kendisini tanımıyorum. Siz bir emir buyursanız da. bizim TKl'de görevli arkadaşlar
kendisine gidince komutan biraz ilgi gösterse. Bizim arkadaşlar kendisiyle hemen temas kuracaklar. Devletin malını eşkıyadan kurtaralım. - Sana bu iş için bir defasında helikopter vermiştik. Yine helikopter istiyor musun Kıratlıoğlu? - Yok paşam .. Helikoptere gerek yok bu sefer. - Peki, ben şimdi kendisini arayıp emir vereceğim. Sen yarın sabah komutanı arayıp temas kuL Kıratlıoğlu ertesi sabah ihtilalle uyandı .. Bu olayın üzerinden birkaç ay geçtikten sonra, Evren'in çok sevdiği AP eski milletvekili (sonra Manisa DYP milletvekili) Sümer Oral bir fırsatını bulup kendisine sordu: - Paşam siz 1 1 Eylül günü Esat Kıratlıoğlu'na gerçekten böyle mi dediniz? Evren kahkahayı bastı: - Ya ne diyecektim? Kusura bakma Kıratl ıoğlu, biz bu gece ihtilal yapıyoruz. Senin işinle ilgilenemem mi deseydim?
261
MUSA ÖCÜN
(TRT eski Genel Müdürü) Musa Öğün 1920 yılmda doğdu. 1940 yılmda Harp Okulu'nu bitirdi. Daha sonra Kara Harp Aka demisi'nden, kurmay yüzbaşı olarak mezun oldu. Muhabere subayı olarak Silahlı Kuwetler'de çeşitli görevlerde bulundu. 1961 1963 yıl/art arasmda Moskova 'da Kara Ataşemiliteri olarak görev yapan Ô(Jün, 1 967 yılında tu(Jgeneralliğe yükseldi ve bu kez Silahlı Kuwetler Ataşesi olarak tekrar Mos kova 'da görev yaptı. 1971 1973 yılları arasında tümgeneral rütbesiyle TRT Genel Müdürü oldu. Korgeneral olunca TRT'den ayrıldı ve 1976 yılmda kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayrtldı. Evli ve iki çocuk babası olan Musa Öğün, Rusça ve Fransızca biliyor. 6 Kasım 1983 seçimlerinde MDP'den mil letvekili seçilen Musa �ün, vefat etti. .
262
"12
MART MUHTI RASI AZ DAHA YAN LIŞ ADRESE Gi DiYORDU"
Tarih 12 Mart 1 971 . Türkiye radyolarının saat 1 3 haber bülteninde herkesi şaşırtan bir haber okunuyor .. Tü rk Silahlı Kuwetleri, Demirel hükümetine bir muhtıra vermiştir: "Hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yur dumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik hu zursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa'nın öngördüğü reformları tahakkuk et tirememiş olup, Türkiye Cumhuryeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür. Türk milletinin sinesinden çıkan silahlı kuvvetlerinin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği gi derecek çarelerin partilerüstü bir anlayışla Meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderici ve Ana yasa'nın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inan dırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. Bu husus süratle tahakkuk etirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Tür kiye Cumhurlyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya ka rarlıdır. Bilginize. Orgeneral Memduh Tağmaç: Genelkurmay Başkanı. Orgeneral Faruk Gürler: Kara Kuvvetleri Komutanı. Oramiral Celal Eyiceoğlu: Deniz Kuvvetleri Komutanı. Or general Muhsin Batur: Hava Kuvvetleri Komutanı ... Aradan birkaç saat geçtikten sonra Demirel hükümeti istifa etti. Bir s üre sonra, Nihat Erim yeni hükümeti kurdu . . . Ecevit CHP Genel Sekreterliği görevini bıraktı ... Anarşiyi durdurmak mümkün .
"
263
olmadı. Sıkıyönetim uzun süre devam etti.. Bugün konumuz bunlar değil.. 12 Mart muhtırasını, Türk Silahlı Kuvvetleri adına bir tüm general son dakikalarda saat 1 3 haber bültenine yetiştirmiş ve radyodan okunmasını sağlamıştı . . Tümgeneral Musa Öğün bir süre sonra TRT Genel Müdürü olacaktı . . Kamuoyu, Musa Öğün'ün adını ilk kez 1 2 Mart 1 971 günü duymuştu . . - Evet Paşam.. Bugüne kadar hiçbir gazeteci i l e gö rüşmediniz. Böyle bir görüşmeyi ilk kez benimle yaptığınız için size teşekkür ediyorum. isteklerinize saygı göstererek size bazı anılarınızı sormayacağım. Sizden sadece, 1 1 Mart 1 97 1 ge cesinden 1 2 Mart günü muhtırayı TRT'ye verip okunmasını sağ lamanıza kadar geçen sürede neler olup bittiğini soracağım. Sonra biraz da TRT Genel Müdürlüğünüz dönemine değiniriz. Bu muhtırayı TRT'ye götürmekle nasıl görevfendirildiniz? - Efendim, ben o tarihte Genelkurmay Muhabere Elektronik Daire Başkanı idim. Rütbem tümgeneral.. 1 1 Mart günü Ge nelkurmay'da yoğun çalışmalar yapıldı. Bunların bir kısmına ben de katıldım. Muhtıranın muhtevası , zannediyorum o gece saat 21 .30'da kumanda kademesine arz edildi. O gece ben ayrıca, elektronik muhabere irtibatları meselesi vardı, o konuyla ilgili olarak epeyce çal ıştım. Bunlar planlara uygun mudur, bir ge lişmeye karşı herhangi bir aksakl ığımız var mıdır? Bu gibi so rumlu olduğum konuları gözden geçirdim. Benim amirim olan Korgeneral Hamza Günalp'a tekmilimi verdim ve saat 21 do laylarında karargahtan ayrıldım. - Peki, siz ertesi gün bir şeyler olacağını biliyor musunuz? Mesela bir ihtilal falan bekliyor musunuz? - Birtakım konuların ele al ındığını biliyorduk. Ama ben ke sinlikle ihtilal beklemiyordum. Çünkü gidişat, silahlı kuvvetlerin fiili bir müdahalesi şeklinde değildi. Genelkurmay Başkanı Tağ264
maç'la zaman zaman olan konuşmalardan edindiğim izlenim, bu konuya parlamenter sistem içerisinde bir çözüm isteniyordu. - Evet Paşam, 1 1 Mart gecesi eve geldiniz .. Sonra neler oldu? - Bazı çalışmalar olduğunu bildiğim için, ertesi sabah gö revime biraz erken gittim. Amirim Korgeneral Hamza Günalp'a mutad olarak "Bir emriniz var mı?" diye sordum. Bana dedi ki, " Biz korgeneraller dün gece çalışılan hususları gözeten ge çirdikten sonra kumanda kademesine arz edeceğiz. Sen normal görevini yürüt. Gerekirse sana icap eden emirler ulaştırılır." - Siz o gün muhtıranın verileceğini biliyor musunuz? - Bunun hazırlandığını, kuvvet komutanlarının ve Genelkurmay Başkanı'nın imzaladığını ve verileceğini biliyordum, ama nereye verileceği konusunda bir bilgim yoktu. Ancak muhtıra metninin hazı rlandığını ve son şeklini almış olduğunu biliyordum. Tahmin ediyorum saat 1 2 . 1 5 dolaylarında, Genelkurmay Baş kanı'nın emir subayı beni telefonla aradı ve rahmetli Memduh Tağmaç'ı n makamında beklendiğimi söyledi. Gittim ve içeri gir dim. Odada Tağmaç, kuvvet komutanları, kuvvet ko mutanlı klarının kurmay başkanları ve Genelkurmay ka rargahındaki "J" başkanları, yani korgeneraller var. Bana bir zarf uzattılar ve " Bu zarfı TRT'ye götürüp 1 3 haberlerinde okun masını temin edeceksiniz" dediler. - Kim dedi bunu size? - Genelkurmay i ki nci Başkanı Orgeneral Nihat Tolunay. Tam hatırlamıyorum, galiba o söyledi. Ancak ben zarfı almadan önce, arşivde kalacak nüshasından metnin son şeklini okudum. - Nasıl bir zarftı size verdikleri? - Hani bildiğimiz sarı renkli resmi zarflar vardır ya .. Onlardan. Kapalı ve mühürlü. - Odadaki hava nasıldı bu sırada? 265
- Herkeste bir rahatlama vardı.. Bir nihai karar verilmiş ve uygulamasına geç!lmiş. Yani bir gece önceki gergin havayı ben hissetmedim. - Siz zarfı alınca ne dediniz komutanlarınıza? - "Muhtıra yerine ulaştırılacaktır" dedim. Ü ç kuwetin de temsil edilmesi bakımından Hava Kuwetleri Genel Sekreteri bir havacı albay ve Deniz Kuvvetleri Genel Sekreteri bir denizci albay, üçümüz birlikte gideceQiz. Bu sırada saat yarım falan olmuş. Yani 1 3 haberlerinin okunmasına çok az bir zaman var. - Paşam, galiba muhtırayı yanlış yere götürmüşsünüz önce .. Radyoevine götürmüşsünüz yanlışlıkla .. - Efendim, anlatayım .. Ben o zaman TRT'nin nerede ol· duQunu bilmiyordum. Yalnız, umumiyetle bilinen bir yer vardı ki, o da radyoevi. .. Sonradan duydum ki, radyoevinin çevresinde bazı tedbirler alınmış .. Ama Sayın Çölaşan ben bu tedbirleri görmedim. Neden görmedim? Çünkü biz karargahtan çıktıktan sonra Hava Kuvvetleri Genel Sekreteri albaya dedim ki, "Gi deceğimiz yeri biliyor musun, yoksa ben tarif edeyim mi? " Ve hemen daireye inip TRT'yi aradım. Genel Müdür Adnan · Öztrak yokmuş. Onun yerine Cemal Aygen vekalet ediyormuş. Yazılı bir metin getireceQimizi bildirdim. Bana Mithatpaşa Cad· · desinde olduklarını söyledi. Tabii ben Mithatpaşa caddesindeki yeri de bilmiyordum. Neyse, iki albay ve ben arabaya bindik. Ben hava albayına dedim ki, "Gideceğimiz yeri biliyor musun? .. " "Biliyorum " dedi ve biz önce radyoevi istikametinde gitmeye başladık. Sonra TRT'ye doQru döndük. - Yani önce yanlışlıkla radyoevine gitmediniz mi Paşam? - Tamamen gitmedik. O istikamete gittik, ama radyoevine girilmedi. - Nasıl fark ettiniz yanlış yere gitmekte olduQunuzu? - Hava albayı dedi ki "Galiba yanlış yere gidiyoruz ..
..
266
Paşam." Ben de dedim ki "Radyoevine'ne gidiyoruz " Sonra albay "Paşam biz yanlış yere gidiyoruz. Mithatpaşa Cad desine gideceğiz" deyince döndük ve doğru yere geldik. - Bu sırada saat kaç oldu efendim? - Saat 1 'e ya 1 0 dakika var, ya da daha az. TRT'de bizi Cemal Aygen, Doğan Kasaroğlu, Muammer Yaşar ve Zeki Sözer karşıladılar. Fakat o zaman bunların hiçbirini tanımıyordum . Bizi girişte sağda bir odaya aldılar. - Bu sıraqa tabancanız falan yanınızda mı? - .Tabanca normal tabanca idi. DiQer arkadaşlarda da var tabii.. Benimki küçük bir tabanca idi. Zaten her zaman taş ırd ı k - Peki Paşam, muhtırayı kime verdiniz? - " 1 3 haberlerinde okunmak üzere bunu teslim edeceğim zat kimdir?" diye sordum. Doğan Kasaro(Jlu oldu(Junu söylediler. Zarfı açtık. Doğan Kasaroğlu'na zarfın üzerine bir imza attırdım "Zarfın muhteviyatını teslim aldım ve tebellüğ ettim" diye .. Onlar da içindeki metnin bir fotokopisini aldılar. Dedim ki "Buraya lütfen bir radyo getirin. 13 haberlerinin okunuşunu dinleyeceğim." Radyo getirdiler acele olarak... Haberleri o odada dinledik. Muhtıranın okunması bittikten sonra da, o im zaladıkları zarfı alıp çıktık. içeride bizim resimlerimizi çekmek is ted i ler izin vermedim. Çıkarken, taa arabaya binişimize kadar filme aldılar. - Sayın Paşam, siz muhtırayL alıp TRT'ye gittiniz. Olur ya, orada size derler ki, " Efendim, kusura bakmayın, sizin bu yaptığınız iş demokrasiye aykırıdır. Biz bunu okutamayız " O zaman ne yapardınız? - Böyle bi r intiba yoktu. - Olsaydı, asker olarak ne yapardınız orada? - Yalla TRT, bizim uğraştığımız sahanın daha büyük kapasiteli bir sahasıdır netice itibariyle. Mikrofona geçip okumamak için bir sebep yok. ,
..
.
,
..
267
- Yani silahı çekip girer miydiniz stüdyoya? - Artık o vazifeyi almışsın. Bunu okutacaksın. O vazifenin gereği ne ise, mutlaka yerine getirilecektir. . - Peki Paşam, Allah korusun ama diyelim ki siz muhtırayı alıp yanlışl ıkla radyoevine gittiniz. O s ı rada da saat 1 3 oldu , ha berler başladı ve siz yanlış yerdesiniz. � .� uhtırayı veremediniz. Bu durumda ne olur? - O görevi yerine getiremeden dönmek herhalde benim için iyi bir netice olmazdı . Güvenerek vermişler .. Yani muhabere benim sınıfım. Elektronik konusunda Fransa'da kurmay aka demisi bitirdim. Kendimi metheder duruma düşürme beni Çö · laşan. Buradaki tedbirleri biliriz. sunu mutlak surette 1 3 ha berlerinde bir yerden bir yere okuturdum. Ben bunu aldığımda biraz heyecanlı idim .. Sebebi de, zamanın çok az oluşu ... Çünkü muhtırayı götürünce TRT alacak, onlar da kendi içlerinde birtakım işlemler yapacaklar. Onlara da bu zamanı tanımak gerekir. Bana muhtırayı verdikleri zaman, TRT sorumlularıyla irtibat sağlamam takdir edersiniz ki zaman aldı. Ondan sonra o istikamete ta Sıh hiye'den dönüş de var. Emin ol hangi yoldan döndük, ona da dikkat etmedim. Çünkü derdim bir an önce yetiştirmekti. - TRT'de muhtırayı okuttuktan sonra doğruca Ge nelkurmay'a mı geldiniz? - Evet. . . Zaten onlar da 1 3 haberlerini dinlemişlerdi. Muh tıra meselesi böylece halledildi . - Ve birkaç saat sonra Demirel hükümeti istifa etti . . . - Evet.. Artık bizim için görev orada bitmiş, normal kumanda kademesi ve diğer sorumlu makamlar arasında koordineli çalışmalar başlamıştı. - Sizin TRT'ye birlikte gittiğiniz havacı ve denizci albaylar daha son�a karşı cuntadan oldukları için emekli oldular değil mi? - Denizciyi pek iyi bilmiyorum, ama havacıyı karşı gruptan diye emekliye sevk ettiler. 268
- Paşam, 1 2 Mart muhtırasından kısa bir süre sonra TRT Genel Müdürü oldunuz. Bu iş nasıl oldu? - Haa, şimdi bunu sorduQunuz için teşekkür ederim. Ben TRT Genel Müdürü olduQum zaman öyle bir hava yaratıldı ki, sanki ben buraya arzulu ve istekli gelmişim. Halbuki ilgisi yok. Biz artık normal görevlerimize dönmüşüz. Askerlik görevimizde ça lışıyoruz. Bir sabah saat 7.30'da evimin telefonu çaldı. Karşımda Genelkurmay Genel Sekreteri var.. Dedi ki "Komutanım, Sayın Genelkurmay Başkanımız emir verdiler, sizi saat B'de ika metgahlarında bekliyorlar." Ben de dedim ki, "Kardeşim bir yanlışlık olmasın, karargahta mı bekliyorlar, ikametgahta mı? . " Ö yle ya, alışılmış bir durum deQil. Ta!)maç beni sabahın o saatinde niçin evine ça!)ırsın? Neyse acele hazırlandım ve git tim. Memduh Paşa çalışıyor. Karısına " Ö�ün'e bir kahve yol layın" diye seslendi. Ö zel Kalem Müdürü kendisine o gün gelen bazı evrakları anlatıyor. Ben de "Acaba benim bu işlerle ne ilgim var?" diye düşünüyorum. Onlar işlerini bitirdikten sonra Memduh Paşa bana "Sen hangi yabancı dilleri biliyorsun?" diye sordu. Fransızca ve Rusça bildi!)imi söyledim . "Şimdi seni ça!;)ırmamın nedeni, TRT G enel Müdürü Adnan Öztrak istifa etti" dedi. Ben "Acaba TRT Genel Müdürünün istifasıyla benim ne ilgim var?" diye dinliyorum.. Memduh Paşa "Hü kümet ısrarla buraya benden bir genel müdür istiyor" deyince ben ayıldım. O zaman geçerli olan ilke, hiçbir muvazzaf subayı sivil hizmetlere vermemekti. Bunun da sebebi, orduyu siyasetin içine sokmamak. Paşa dedi ki "Ancak bu çok zaruret oldu. Cumhurbaşkanı (Sunay) ile de konuştum. Senin üzerinde mutabakat halindeyiz. Sen ne diyorsun? " i şin aslına ba karsanız benim hiç bilmedi!)im ve büyük ölçüde politika içerisinde olan bir kurumdu TRT ... Fakat bu görevi kabul etmemek için çok geçerli bir sebebi de o anda bulamadım. "Komutanım, teknik yönleri hariç, bu görev benim iştigal ettiğim bir saha değil" .
.
..
269
dedim. Bunun üzerine Memduh Paşa "Yok, yok. Biz Cum hurbaşkanı ile aynı görüşteyiz. Senin düşündüğün bütün meseleleri de halledeceğiz. Ben şimdi Cumhurbaşkanı'na senin görevi kabul ettiğini bildireceğim. Yalnız gerekli iş lemler bitene kadar sen hiç kimseye bu konuda bir şey söy lemeyeceksin" dedi. Aslında Genelkurmay Başkanı, benim bu görevi kabul etmemek için bahane aradığımı anlamıştı. Bir Ge nelkurmay Başkanı ile bir tümgerneralin konuşma seviyesi için de, bu görevi istemediğimi kendisine hissettirmiştim. Ama işin doğrusu , ben söyledim ama o beni pek dinlemedi yani. . "Em redersiniz" dedim ve karargaha döndüm. Tabii hiç kimseye hiç bir şey söylemedim. .
- Ne zaman başladınız göreve?
- 2 Ağustos 1 971 günü başladım ve ilk ziyaretimi Başbakan Nihat Erim'e yaptım. Bana "Şimdiki yayın istikameti üzerinde tedbir alacağınızdan eminim" dedi. - Paşam TRT'ye ve özellikle televizyonun ülkemizde ya yılmas ına büyük hizmetler verdiniz. Ama sizinle bunları ko nuşmayacağ ım. Benim size .sormak istediklerim, aslında her dö nemde, özellikle askeri dönemlerde yapılan bazı kıyımlar, ihbarlar, jurnaller, çevresini gammazlayan birtakım namussuz insanlar. Sanırım burilar sizin de başınıza geldi.. Bir yarı askeri 1 2 Mart döneminde tümgeneral rütbesiyle TRT Genel Müdürlüğü yaptınız. Ö zellikle sol görüşlü bazı elemanlarınız için size o dö nemde büyük baskılar yapıldı değil mi? - Bu var .. Bu gerçek var. Hakikaten büyük baskılar ge liyordu. Göreve başlayınca gördüm ki, resmi makamlardan gelen listeler var. TRT bünyesinde birbirini çekemeyenlerin verdiği lis teler var. Bir de karşı tarafın listeleri var. Yani üç tür liste var. Bunların hepsini bir araya getirdim ve gördüm ki, ben bu listeleri uygulamaya koysam, TRT'de hiç adam kalmayacak. - Herkes birbirini gammazlıyor mu? 270
- H em de nasıl.. Ü şenmeden öyle listeler yapmışlar ki .. Eve geliyor, dai reye geliyor. Öyle çok mektup geliyor ki, okumaya zaman yok. Hem resmi makamlardan, hem de şahıslardan. Ço Qunda imza yok, bir şey yok .. Ve benim kararım biraz da ka rakterim icabı şu oldu ki, ben kendim bir şahıs üzerinde bir karara varmadıktan sonra hiçbir işlem yapmayacagım. Hatta bir gün Başbakan Nihat Erim'e dedim ki, "Sayın Başbakan, falanca ki şilerin TRT için mahzurlu olduğunu söylüyorsunuz. Bu say dığınız kişiler gayet müspet ve hatta mesai saati bile ta nımayan bir çalışma içindedirler. Bunları TRT'den mutlaka uzaklaştırmak gerekiyorsa, ben bu görevi bırakırım. Ya zat ı illnlz, ya da sizin tayin edeceğiniz bir kimse bu görevi ye rine getirir ve bunları atar. Onun için özür diliyorum .. " - Bunu Başbakan'a söylüyorsunuz. - Elbette .. Şahitleri de vardır. - Paşam bir de size o günlerin M I T'inden birtakım ihbarlar geliyor. BildiQim kadarıyla bunlar başlıksız kaQıtlara yazılı im· zasız şeyler .. Siz bunları yırtıp atıyorsunuz ve M IT'e telefon edip "Bir daha böyle gayri ciddi işler yapmayın" diyorsunuz. Dogru mu? - Tatbik etme gereQini duymadım bunları. Birtakım in sanlar var ki, kendilerini M i T elemanı olarak lanse etmişler TRT'de .. Ama bunlara bir bakıyorum, tutum ve davranışlarıyla kendilerini hemen ortaya koyuyorlar. Ben de diyordum ki, "Bu adamların toplayacağı bilgilerle güvenlik makamları bana bilgi veremez. Gerekirse kendilerine sorarım " Bir kısım (ih barlar) da yazılı olarak geliyor. Kagıttaki başlık M IT'in, ama ne altında imza var, ne de söylenen hususlar bir belgeye dayanıyor. Belgeye dayanmayan şeyleri ben kabul edemem. •.
- Hatta birkaç defa kafanız çok kızıyor ve bazı ilgili şa hıslara küfür ediyorsunuz artık dayanamayıp . . - Evet, biraz sert çıkışlarımiz olmuştur. 271
- Peki Paşam, koskoca MiT acaba belli konularda niçin bu kadar gayri ciddi çalışıyordu? Mesela size niçin imzası z resmi yazılar gönderiyordu? - Onların da çabası , kendi elemanlarını belli etmemek olabilir. - Ama siz de o makamda devletin hem genel müdürü, hem de tümgenerali olarak oturuyordunuz. En azından askersiniz .. Size güvenmeleri gerekir. - Orada onların bir yanl ışlığı var tabii .. Sonradan ben o zamanki MiT başkanı ile görüştüm. Dedim ki, " Bana yazı gön derecekseniz, benim de sorumlu olduğum yerler var " Ondan sonra MIT'ten bu şekilde raporlar gelmedi. Esasen bu öyle bir konu ki .. Bende Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 30 say falık bir raporu var. Bu görevi bir emekli piyade albayına ver mişler. Bunu okuduğum zaman "Acaba bir emekli albay TRT'deki personeli nasıl böyle değerlendiriyor?" diye dü şündüm ve kaldırı p bir kenara koydum. O zamanki Emniyet Genel Müdürü'ne de "Siz kendi sahanızla uğraşın, bir daha da TRT personeline bakmayın. Aksi halde yasal işleme girerim" dedim . ..
- Bu emekli albay TRT'de mi görevli? - Hayır . . Emniyet Genel Müdürlüğü'nün kendi bünyesinde, istihbarat bakı mından kullandığı birisi. TRT personeliyle ilgili 30 sayfal ık bir rapor hazı rlamış. Hem de raporu bize göndermiyorlar. Sıkıyönetime gönderiyorlar, oradan bize geliyor. Benim başında bulunduğum bir kurum hakkında.. Ondan sonra genel müdür özür dilemi_ştir, gelmiştir geçmiştir. - Başka nasıl baskılar geliyordu Paşam? - Hatırladığım kadarıyla, Samsun'da Sayın Süleyman Demirel'in gençliğe bir hitabesi oldu. Biz bunu yayınladık haber ola rak. Bunun üzerine bazı kuwet komutanları ve sıkıyönetim ko272
mutanları " Bunu niçin yayınladınız?" diye epeyce baskı yap tılar .. Benim cevabım, "Bu mahzurlu mudur? Mahzurlu ise, konuşmasına niçin imkan verdiniz? Bu imkan verildlkten sonra diğer yayın organlarında verilen bu olayı, devletin yayın organından ben de vermek zorundayım" oldu. Bir ikinci hadise, yine böyle bir yayın konusunda olmuştu. O zamanki l s tanbul Sıkıyönetim Komutanı bize "Seni kapatırız" dedi. - Kimdi o komutan? - Bilirler onu .. - Benim bildi!)im, Faik Türün . . . Peki, siz ne dediniz? - Dedim ki, "Elbette kapatırsınız. Ama elektronik manyetik dalgalara nasıl set çecekslniz ki, bunu diğer rad yolardan yayınladığım zaman duyulmasın. Bu dalgaların önüne duvar mı çekeceksiniz?" - Allah Allah .. Yani TRT'yi mi kapataca!)ını söylüyor? - Evet.. Bir gün yine s ı kıyönetim komtanlarından birinden, sabah erken saatte bir telefon geldi. .. "Bugünkü müzik yayınını dinledin mi?" diye sordu. "Dinlemedim" dedim.. Dedi ki, "O l prfgramda 'Uçun Kuşlar Uçun lzmlr'e Doğru' diye türkü çaldılar. Senin TRT'ciler anarşistlere mesaj veriyor. Burada operasyon var, lzmlr'e kaçın anlamına .. " •
- Paşam, bunları devletin emekli bir tümgenerali olarak siz anlatmasanız kesinlikle inanmazdım. Bunu söyleyen kimdir size? (Musa Ö !)ün bu soruya cevap vermek istemiyor ama, bunun da Faik Türün olduğunu anlıyorum.) Peki, siz bu komutana ne cevap verdiniz? - Dedim ki "Valla onu bilemeyeceğim. Bunun tetkik edilmesi de mümkün değil. Görevli arkadaş bu türküyü dis kotekten almış ve koymuş. Diskotekteki bu yayın belki de üç yıllıktır " Yani böyle şeyler oluyordu . Bir ke11e de Bülent Ecevit'in bir demecini yayınladık. Niçin yayınladığımızı sordular. Buna da ..
27�
Demirel konusunda olduğu gibi aynı cevabı verdim.. "Ya yınlanması sakıncalı ise, bana gelene kadar konuşması ön lensin. Bana geldikten sonra, ben bütün gerçekleri prensip olarak yayınlamak zorundayım" dedim. O kadar çok oldu ki böyle şeyler . . Naim Talu zamanında bir gün Milli Güvenlik Kurulu toplantısındayız. TRT yayınları konu oldu. TRT "Mikadonun Çöpleri" diye bir oyun yayınlıyor. Oyunda "Yatak" kelimesi geçtiği için Başbakan Yardımcısı Nizamettin Erkmen beni tenkit ediyor. . - Yatak kelimesi geçtiği için mi? - Evet.. Böyle çok enteresan şeyler var. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk dedi ki, " Öğün, buna cevap ver, ama çok kısa olsun . " Dedim ki, "Sayın Cumhurbaşkanım, bunun kısalıkla ilgisi yok. TRT töhmet altında bırakılıyor. Bu oyun Sayın Başbakan yardımcısının döneminde tiyatrolarda kapalı gişe oynamıştır. TRT bunu yayınlayınca mı müstehcen oldu? Sonra yatak kelimesi kimi zaman müstehcendir, kimi zaman normaldir. Bunun müstehcenlikle ne ilgisi olduğunu ben anlayamadım. Mikadonun Çöpleri kendi zamanlarında suç olmuyor da, TRT'de yayınlanınca mı suç oluyor? .. " .
- Paşam anladığım kadarıyla büyük baskılara karşı epey ce direnmişsiniz, ama yine de bazı personelinizin görevine son vermek durumunda kaldı nız, değil mi? Onların çoğu şimdi değerli gazeteci arkadaşlarımız. - On on iki kadar personelin görevine son vermek du rumunda kaldık. Ancak onlar hakkı nda da daire başkanlarının görüşünü almışımdır. Kaldı ki, bunların çoğu kaşeli, yani TRT'ye dışarıdan iş yapan kişilerdi. Bu arkadaşlar �aha sonra Da nıştay'da dava açtılar, ama kaybettiier. - Efendim, bu konuşma için size teşekkür ediyorum. 274
FAHRi ÇOKER
(Emekli Amiral, Cumhurbaşkanlığı Danışmanı) Fahri Çoker 1913 yılında doğdu. Deniz Li sesi'nden mezun olduktan sonra askeri ha/cim sı nıfına geçti ve 1935 yılında lstanbul Hukuk Fa kültesi'ni bitirdi. 26 yıl süreyle Deniz Kuwetleri'nin çeşitli birliklerinde askeri hakim, savcı ve adli mü ş"a vir olarak görev yaptı. 1962'de tuğamiral rüt besiyle Askeri Yargıtay Başsavcısı oldu. 1 966 yı lında tümamiral olan Çoker, Askeri Yargıtay Başkanı olarak emekli oldu ve hemen ardından, Cevdet Sunay tarafından Cumhurbaşkanlığı Hukuk Mü şavirliği görevine atandı. 1978 yılında ise, Cum hurbaşkanı Fahri Korytürk tarafından Cumhuriyet Senatosu üyesi seçildi; 12 Eylül 1980'e kadar bu görevini sürdürdü. lngilizce bilen, evli ve iki çocuk babası olan FahH Çoker vefat etti.
275
"NAZIM HIKMET'I YARGILAYAN MAHKEMEDE G Ö REV YAPTIM" - Amiralim, siz bir askeri ha.kimdiniz ve çok önemli gö revlerde bulundunuz. Ancak ilk önemli göreviniz, Nazım Hikmet'i yarg ılayan askeri donanma mahkemesinde sorgu hakimi yar dımcı l ı ğ ı idi . O günleri yaşayıp da hayatta kalan tek i nsan belki sizsiniz. Bi raz anlatır mısınız? - Efendim, biz o göreve Harp Okulu hadiselerinde so ruşturma yapmış olan Binbaşı Şerif Budak'ın yardımcıları olarak verildik. Halük ve ben... Halük dediğim, meşhur tarihçi Halük Şehsuvaroğlu .. - i şi baştan alırsak Amiralim, Harp Okulu olayı nedir? - O olayın ayrıntılarını tam bilemiyorum. Ancak Ö mer Deniz isminde bir Kara Harp Okulu öğrencisi, galiba Nazım Hik met'le temas kurmuş. Ve bundan kaynaklanan bir dava .. So ruşturma yapılmış, iş mahkemeye intikal etmiş ve Nazım Hik met'le bazı arkadaşları hapis cezasına çarptırılmışlar. Ondan sonra lzmit'teki deniz üssünde genç bir askeri hakimdim. Sa nıyorum o da şöyle olmuş .. Meşhur yazar Kemal Tahir'in kardeşi Nuri Tahir, o zamanki tabiriyle donanmada gedikli çavuş. Onun vasıtasıyla bazı astsubaylar arasında bir temas, bir kitap olayı var hat ı rladı!';j ı m kadarıyla. - Yani komünistlik olayı . .. - Evet, evet.. Ancak o zaman Türk Ceza Yasasının 1 4 1 . ve 1 42. maddeleri olmadığı için bunlar "Komünizm yoluyla as kerleri isyana teşvik"le suçlandılar. Olayın sanıkları arasında Naz ı m Hikmet, Kemal Tahir, Dr. Hikmet Kıvılcımlı , hikayeci Kerim Korcan da var. Bu sanıklardan Nazım Hikmet gibi bazıları Harp Okulu hadiselerinden dolayı zaten hüküm giymiş oldukları için tutuklu durumda idiler. Halük Şehsuvaroğlu da o zaman harp fi276
losu refakatinde askeri hakim.. Halük soruşturmaya daha ön ceden başlamış. Yani Donanma Komutanlığı bunlar için ayrıca dava açmıştı . Halük bunların ilk sorgusunu yapmış ve bu da vadan dolayı da ayrıca tutuklanmalarına karar verilmiş. Bunları önce Yavuz gemisine getirmişler. Ancak Yavuz'daki yer darlı!)ı nedeniyle sanıkların hepsi , Erkin deniza!tı ana gemisine nak ledilmişler. Aralarında Nazım Hikmet de var. Askeri hakim Bin başı Şerif Budak Ankara'dan, ben de l zmit'ten Yavuz gemisine geldik . O zaman Donanma Komutanlı!)ı, Yavuz'da görev ya pıyor. - Sizin rütbeniz ne o günlerde? - Ben denizci te!)menim. Halük Şehsuvaro!)lu da öyle .. Görevimiz Şerif Beye yardımcı olmaktı. O zamanki askeri yargı usulü yasasına göre sorgu hakimi görevinde bulunan asker kişi , aynı zamanda mahkemenin savcısı olurdu. Yani Şerif Bey Kara Harp Okulu mahkemesinde sorgu hakimliği yapmış, sonra da aynı davanın savcısı olmuştu. Bizim donanma mahkemesinde de aynı durum oldu. - Tutuklular o sırada Y3:vuz gemisinde mi? - Hayır, ben göreve başladı!)ımda onlar Erkin denizaltı ana gemisine geçmişlerdi. Böylece biz de Erkin'de göreve başladık .. Tarih 29 Haziran 1 938 .. - Gemide tutukluluk şartları nasıldı? - Alt kattaki kamaralarda tutuklu idiler. Günde bir iki saat, güverteye havalandırmaya çıkarıyorduk. Halük ve ben nöbetleşe gözlemcilik yapardık. Bu sırada Nazım , Kemal Tahir, Hikmet Kı vılcımlı gibi sivil sanıklarla, onların sorularına cevap niteliğinde kısa konuşmalarımız olurdu. Ya da bir ihtiyaçları olur, onu bize aktarırlardı. Bazen de kendi durumları hakkında sorular so rarlardı. - Genellikle neler konuşurdunuz? Sohbet falan ol ur muydu? 277
- Hayır, öyle uzun sohbet olmazdı. Yaşam şartları ba kımından bazı istekleri olurdu. Ev ve aileleriyle temas ba kımından olurdu. Bunların içinde, bu gibi konulara temas et meyen tek kişi Nazım Hikmet'ti. Benim edindiğim izlenim, Nazım'ın böyle şeyleri hafife alan rahat bir havası olduğu şek linde idi. Türkiye'de komünizm hareketinin sembolü sayıldığına inanıyor ve bu yüzden her olayda kendisinin aranıp bulunduğunu söylüyordu. Bu olguyu değişmez kaderi olarak kabul etmişti. Diğer sanıklarda gördüğümüz karamsarl ık onda yoktu. Daha kaç yıla hüküm giyerse giysin, Cumhuriyet'in 20. veya 25. yıl ında herhalde kabul edilecek bir af yasası ile en geç 1 948 yılında hürriyetine kavuşacağını söylerdi. Nitekim, 1 950 yılında De mokrat Parti iktidar olunca çıkarılan af yasası ile kurtuldu. - Hiçbir korkusu yok muydu? - Hayır çok rahattı. - Amiralim, siz o sırada çok genç ve elbette ki Atatürkçü bir subaysınız. Komünistlerin soruşturma işi size verilince neler hissettiniz? Karşınızda komünist görmekten ne umuyordunuz, ne buldunuz? Yani bu komünistler sizin üzerinizde o zaman nasıl bir izlenim uyandırdı? - Efendim, ben bunların hiçbiriyle fikir tartışmasına gir medim. Zaten öyle bir görevim de yoktu. Gemide sorgulamayı Binbaşı Şerif Bey yapardı. Biz yanında bulunurduk veya bu lunmazdık. Bazen de evrak tasnifi gibi işler için dışarıda olurduk. Herhangi bir kişi için belge veya bilgi toplamak gerektiği zaman, emniyet müdürlükleri ile temasları da biz yürütürdük.
- O dönemde de pek çok kişi herhalde komünistlik suçuyla fişleniyordu, değil mi? - Sayın Çölaşan, o günlere ait ilginç bir anımı burada size anlatayım. O günlerde l stanbul Emniyet Müdürlüğü Sirkeci'de Sansaryan Han'da bulunuyordu. Tabii Siyasi Şube de orada. 278
Orada Birinci Şube 3. Kısım, komünistlik işleriyle ilgiliydi. Bu kısma, "K" kısmı denirdi. Binbaşı Şerif Bey bir gün benden, dos· yalarda adı geçen bir şahıs için bilgi toplamamı istedi. Birinci Şube'ye geldim. Şubenin müdür yardımcısı, Hamdi Bey isminde bir zattı. Komünizm Masası Şefi de Bahriyeli Şerafettin dedikleri biriydi. Orada bana birçok albüm verdiler. Bunlar üzerinde in celeme yaparken , birdenbire eniştemin resmini gördüm ve şa şırdım. Yani ablam ın kocası . Gerçi eniştemin 1 920- 1 922 yı lları arasında Moskova'da ekonomi tahsili gördüğünü biliyordum, ama bu şekilde bir komünistlik faaliyetini ne görmüştüm, ne de işit miştim. Kendi ağzından da bu konuda bir şey duymamıştım. - Yani komünistlikle bir ilgisi yok diyorsunuz. - Asla .. Kesinlikle yok. O bakımdan, komünist masasındaki albümde eniştemin adını ve resmini görmek beni çok şaşırtmıştı. - Özür dilerim Amiralim, eniştenizin ismi nedir? - Cevdet Çetiner .. Gazeteci Yılmaz Çetiner'in babası. Zonguldak'ta yıllarca ticaret yapmıştı. Gözünü budaktan sa kınmayan son derece dürüst bir i nsandı. Ben eniştemin bu ko münistlik sicilini görünce, hemen Hamdi Beye gittim ve dedim ki "Aradığımız kişiyi buldum. Bunun dosyasını rica ediyorum . "
Dosyayı getirdiler, içinde hiçbir şey yok. - Hamdi Beye, Cevdet Beyin enişteniz olduğunu falan söylediniz mi? - Hayır .. Hiç söyler miyim? - Peki, dosyada hiçbir şey yok mu? - Bir sürü kağıt, daha doğrusu bir sürü telgraf var .. tüccarı
Cevdet Bey bügün Demirtaş vapuru
" Elbise
ile
Zon
guldak'tan İstanbul'a hareket etmiştir. Takibi ile neticenin bildirilmes i . . . "
Cevap gelmiş ..
" Cevdet Bey ta ki p edilmiş, gel
d iği za m a n fa lanca otele i n m iş, ticari işleriyle meşgul o l m u ş . falanca kişilerle görüşmüş, herhangi bir şüpheli d u ru m u
ol-
Yani madan Ü mit vapuru ile Zonguldak'& hareket etmiştir bütün yazışmalar bundan ibaret.. Gidiyor takip edin, takip ettik geliyor.. Bunun üzerine Hamdi Beye giderek durumu anlattım ve bu kez Cevdet Beyin eniştem olduğunu da söyleyerek, ken disinden yardım rica ettim . "Ne yapabiliriz Hamdi Bey, bu korkunç bir şey" dedim. Bunun üzerine Zonguldak Valiliği'ne yazı yazdılar ve Cevdet Bey hakkında başka ne gibi bilgiler ol duğunu , eniştemin böyle fişlenmesinin gerçek nedenini sordular. Oradan gelen cevap da maalesef aynı mahiyette idi. Başka hiçbir bilgi yoktu ve hiçbir neden gösterilmiyordu. .•. "
.
- Enişteniz Moskova'da eQitim gördüğü için mi fişlenmiş? - Efendim sonradan öğrendik ki, Zonguldak belediyesi eniştemin ma(lazasının bulunduğu Aşağı Çarşı'daki boş bir ar saya umumi hela yaptırma kararı almış. Eniştem çarşıda dükkanı olan esnafın önüne geçerek bu karara şiddetle karşı çıkmış ve bu yüzden "Azılı komünist" damgası yemiş . . - Sonra enişteniz hep böyle "Sicilli komünist" olarak mı kaldı? - Ben bu fişlenme olayını öQrenince eniştemin aQzından Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği makamına bir mektup yaz dım. Bu sırada epeyce zaman geçti. Atatürk rahmete ka vuşmuştu. Bir süre sonra Genel Sekreterlik'ten l stanbul Valiliği'ne bir yazı yazıldıQını, bize de yapılan bir tebligattan öğrendik. Bu tebligatta, çok nazik bir dille üzüntü beyan ediliyor ve adeta özür dileniyordu . Ondan sonra rahata kavuştuk. Biz bu komünistlik olayını öğrenmeden önce eniştem ticareti bırakm ış ve l stanbul'a yerleşmişti. Hatta l stanbul'da çalışmak istiyor, ancak başvurdu\;ju bütün yerlerden ret cevabı geliyordu. Biz ise bu durumu bir türlü anlayamıyorduk. Çünkü R usya'da iktisat tahsil etmiş bilgili ve kültürlü bir insand ı.. Ve o sıralarda, Türkiye'de iktisat tahsil etmiş insanlar parmakla sayılacak kadar azdı. i ş için yaptığı baş vurularda herkes "Buyurun, hemen başlayın" diyor, ancak bir 280
süre sonra " Maalesef sizi alamayacağız" diye cevap geliyordu. Bunu bir türlü anlayamıyorduk. Ta ki , komünistlikten fişlenmiş olduğunu öğrenene kadar... Cumhurbaşkanlığı yazısı geldikten sonra l stanbul Valisi eniştemi makamına davet ederek, eğer arzu ediyorsa kendisine bir iş verebileceğini bildirdi. Hatırımda kal dığını göre de, bir süre sonra l stanbul Adliyesi Ceza Bürosu Şefliği'ne getirildi. - Gerçekten çok ilginç. Demek o günkü Türkiye'de de aynı haksızlıklar oluyormuş. Günümüzde de böylesine yöntemlerle fişlenmiş nice insan vardır herhalde .. Ve bu durumu ruhları bile duymaz .. Siz Erkin gemisinde Nazım Hikmet'le ne kadar kaldınız Amiralim?
- 29 Haziranla 8 Eylül 1 938 tarihleri arasında birlikte olduk. Ağustos sonunda bunlar Donanma mahkemesinden de hüküm giydiler. Donanma da lzmir'e gidecekti. Hüküm sonrasında bun ları gemiden cezaevine gönderdiler. - Kaç yıl hüküm giydiler? - Efendim Nazım Hikmet'inki Harp Okulu mahkumiyeti de dahil olmak üzere toplam 28 yıl 4 aydı. - Toplam 28 yılı duyunca Nazım nasıl bir tepki gösterdi? - Hiçbir tepkisi olmadı. Daha önce de söylediQim gibi, cid· den umursamaz bir durumu vardı. - Gemide iken aranızda bir dostluk falan oluştu mu, yoksa siz onlara hep uzaktan ve zararlı yaratıklar olarak mı baktınız? - Dostluk oluşmadı ama kesinlikle zararlı yaratıklar olarak bakmadık. Bizim için onlar da herkes gibi insandı. Hakimler için sanıklar sadece insanlık sıfatlarıyla irdelenirler. Burada size bir şey açıklamak istiyorum . i lk baskısı 1 969 yılında yapılan "Deniz Harp Okulumuz" adlı kitabım için Deniz Kuwetleri ve Deniz Harp Okulu arşivlerinde uzun süre araştınna yapmıştım. Bu arada Nazım Hikmet için, başka yerde olmayan bazı bilgiler elde 281
ettim. Biliyorsunuz, kendisi bir süre Deniz Harp Okulu öğrenciliği yapmıştır. Nazım'ın devlet arşivlerinden bulduğum künye kaydını size açı klıyorum. Aynen şöyle: " Nazım Hikmet Nişantaş. Bah riye mektebi birinci sınıfına kaydolma tarihi: 1 Eylül 1 91 8. Subay çıkmasına üç ay kala hastalanmış ve 1 6 Aralık 191 9'da Deniz Hastahanesi sağlık kurulu raporu ile üç ay hava de ğişimi almış. Ancak hava değişimi süresi sonunda okula bir daha dönmemiş. Künye kaydında (Zabıtaca yapılan araş tırmada bulunamadığından, 1 7 Mayıs 1 921 'de kaydı si linmiştir) denlllyor " Nazım'ın sın ıfı 1 Mart 1 920'de teğmen oldu. Dernek ki hastalanmasaydı , Nazım Hikmet üç ay sonra teğmen olacaktı. •..
- Amiralim Nazım Hikmet'le aynı gemide olduğunuz sü rece yaşadığınız bir anıyı anlatır mısınız? - Efendim, donanma Marmara denizinde tatbikat yaptığı için sürekli denizde geziyorduk. Tabii gemi nereye giderse hep birlikte gidiyoruz. Bir gün Silivri'de demirledik. Bir tatil günü kız kardeşi ve annesi gemiye ziyarete geldiler Bu ziyarette ben de yanlarında bulundum. Mesela annesi çok üzg u ndü. O gün ikisini de Nazım teselli etti: Sinirleri çok sağlamdı. Yani kadercilik de meyeyim de, bu olguyu değişmez kaderi olarak kabul etmesinin · de o kadar sakin olmasında büyük rolü var. O gün öğle vakti an nesi, gemi tabldotundan yemek yemelerinin mümkün olup ol madığını sordu. Ben de dört kişilik yemek getirtti m ve hep birlikte yedik. Ancak sorgu hakimi Binbaşı Şerif Bey sert adamdı . Bana kızdı ğını hatırlıyorum. - Aradan bunca yıl geçmiş .. Acaba Nazım Hikmet'e bu kadar ağ ır bir ceza verilirken haksızlık yapıldı mı? Bugünkü vic dani görüşünüz nedir? - Valla o konuda bir şey söylemem .. Çünkü önümüzde kesinleşmiş bir mahkeme kararı var. Bu karar bugün de ge çerlidir. 2H2
- Efendim, aradan yine yı llar geçti ve 1 938 yılı nda Naz ım Hikmet'in soruşturmasında görev alan genç teğmen hakim tü _ mamiral oldu ve Askeri Yargıtay Başkanlığı'na seçildi.. Oradan emekli olunca da, 1 972 yılında Cumhurbaşkanlığı Hukuk Da n ışmanlığı görevine getirildi ve iki cumhurbaşkanı ile çalıştı . . Etlsili işlevlerde bulundu .. - Askeri Yargıtay Başkanlığı görevimden emekli olacağım gün protokol gereğince ziyaret etmem gereken kişiler ve ma kamlar vardı. Bunlardan başta g eleni de Cumhurbaşkanı Cevdet . Sunay'd ı . O gün normal veda konuşmalarımızdan sonra bana "Eee hakim, söyle bakalım bana .. Şimdi ne yapacaksın?" diye sordu. O sırada benim idealim, Anayasa Mahkemesi üyesi olmaktı. Bu iş için başvuraca!)ımı söyledim. "Şimdi eve git, üni formanı çıkar. Seni Cumhurbaşkanlığı Hukuk Müşaviri ola rak buraya tayin ediyorum. Yarın göreve başlarsın" dedi. Böylece başlamış oldum. - Rahmetli Sunay size "Hakim" diye mi hitap ederdi? - Evet.. Bana "Hakim" derdi. Biliyorsunuz, Sunay'ın görev süresi 28 Mart 1 973'te doluyordu. Bu sürenin bitmesine yakın ortaya iki alternatif çıktı. Birincisi Suna�t'ın görev süresinin uza tılması, ikincisi ise, Genelkurmay Başkanı rahmetli Faruk Gür ler'in önce Sunay tarafından kontenjan senatörlü!)üne atanması , daha sonra d a TBMM tarafından Cumhurbaşkanı seçilmesi. Ancak Sunay bunlardan ikisini de istemiyor. Oysa silahlı kuv vetlerin bazı mensupları Gürler'in seçilmesi için büyük baskı ya pıyorlar .. Hatta bunlar Sunay'a bile gelip isteklerini bildiriyorlar. Bu günlerden bi r gün başyaver, Sunay'ın beni emrettiklerini söy ledi. Hemen gittim. Cumhurbaşkanı'nın yanında bir orgeneral varmış. Ben beklemeye başladım. Birazdan orgeneral alı al, moru mor bir şekilde makamdan çıkınca, ben girdim .. (Çoker bu orgeneralin adını veriyor, ama yazılmasını istemiyor. Faruk Gür ler de!)il.) Makama girdi�im zaman Sunay son derece kızgındı. W3
Odada bir aşağı bir yukarı yuruyor ve kendi kendine söy leniyordu. Biraz sükunet bulup oturunca söze şöyle başladı . . "Bunlara bir türlü anlatamadım. Ben görev süremi dol durdum, işim bitti. Artık gitmeliyim diyorum, bir türlü razı olmuyorlar. Bunu kabul edemeyeceğimi söylediğim zaman da 'O halde Faruk Gürler Cumhurbaşkanı olsun' diyorlar. Bu durumu Gürler Paşa ile de uzun uzun konuştum. Bügünkü şartlarda göreve Genelkurmay Başkanı olarak devam et mesinin daha yararlı olacağını kendisine anlatmaya çalıştım. Hatta bunlar 12 Mart Muhtırası'nı benden habersiz TRT'ye verip radyodan okutmuşlardı. Kendisine bunu de hatırlatarak 'Faruk Paşa, görüyosun ki Genelkurmay Başkanı bazen Cumhurbaşkanı'ndan bile daha yetkili olabiliyor. Sen o gö revde kal' dedim.. " - Yani Sunay, Faruk Gürler'in ordunun başında kalmasını istiyor, ama sonuçta da kendisini kontenjan senatörü yapıp TBMM'de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmesine yol veriyor. Herhalde kendisine yapılan büyük baskılar soncunda bu işe karar verdi. . - Evet. . Gürler'in ordunun başında kalmasını tercih edi yordu. "Siz görevinize orada devam edin. Demokrasiye asıl orada hizmet edersiniz. Ordu artık bu işlere karışmasın" di yordu. - Ve Amiralim, daha sonra haftalarca yapı lan turlardan bir sonuç alı namıyor ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tam anlamıyla tı kanıyor. En sonunda Sayın Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı se çiliyor. Sizin bu olayda büyük katkınız oluyor... - Estağfurullah.. Efendim, Sunay'ın görev süresinin bi timinden 1 5 gün önce, 1 3 Mart 1 973 günü TBMM'de Cum hurbaşkanlığı seçimi oylamaları başladı. Faruk Gürler, Tekin Arıburun ve Ferruh Bozbeyli aday oldular. Hiçbir aday yeterli oy alamıyordu ve iş kilitlendi. Sunay'ın süresi bitince, Senato Baş284
kanı Tekin Arıburun, Cumhurbaşkanlığı'na vekalet etmeye baş ladı. Bir süre sonra, seçimi kazanamayacağını anlayan rahmetli Faruk Gürler adaylıktan çekildi ve kısa süre sonra da kanser olup vefat etti. Sunay'ın süresini uzatmak için verilen kanun teklifi bir oyla reddedildi. Yani iş tam çıkmaza girmiş oldu. AP ve CHP, kimin Cumhurbaşkanı olması gerektiği konusunda bir türlü an laşamıyorlardı. Bütün bu işler olup biterken benim aklıma o sı rada Senato'da Kontenjan Grubu Başkanı olan ve taa bin başılığından beri tanıdığım emekli Oramiral Fahri Korutürk geldi. Önce eski arkadaşım Kemal Aygün ve onun damadı Nuri Bayar'la temas kurdum. Onlar da çok uygun olduğunu ve durumu Demirel'e ileteceklerini söylediler. Sonra AP'nin hukuk müşaviri Kemal Çetinsoy'la konuştum . Çetinsoy bana "Siz Demirel'le kendiniz konuşsanız" dedi ve hemen telefonu çevirdi. Demirel bana "Sayın Çoker, Korutürk bizim makbulümüzdür. Ancak siz CHP'yi ayarlayın. Esas engel onlardan geliyor" dedi. Bunun üzerine Orhan Birgit'i arayıp, Ecevit'le konuşmak is tediğimi söyledim. 4 Nisan 1 973 Çarşamba günü Orhan Birgit'in evinde Ecevit'le bu konuda uzun bir konuşma yaptık. Korutürk konusunu ilgili arkadaşlarıyla konuşacağını söyledi. - Ecevit hiç itiraz etmedi mi? - Korutürk'ün kişiliği ve özellikle demokrasi anlayışı hakkında birçok sorular sordu. Ben geçmişini anlattım .. "Ordunun etkisinde midir, yoksa bagımsız davranabilir mi?" diye sordu .. Ben de "Ekim ayında seçimler yapılacak. EQer ka zanırsanız iktidarı size teslim edecek adamdır" dedim. (Çoker açıklamıyor ama ben burada söylemek durumundayım. Sayın Ecevit'in, Sayın Korutürk'ün ruhsal sağlığı konusunda bazı kuş kuları vard ı. Bunları çevresine de söylemişti. E.Ç.) . Ecevit ertesi gün akşama kadar bana bir cevap vereceğini söyledi. O sırada da Korutürk, bir türlü sonuç alınamayan Cumhurbaşkanı seçimi turlarından bıkmış ve l stanbul'a gitmiş. Moda'daki evinde kalıyor. 285
Ertesi gün Orhan Birgit beni aradı ve "Biz CHP olarak tamamız" dedi. ·-
Siz Ecevit'e, Demirel'in razı edildi!)ini söylemiş miy
diniz? - Tabii . . O gün, yani 5 Nisan Perşembe günü ben l s tanbul'a, Korutürk'e telefon. ettim ve "Sayın Oramlrallm, yarın öğlen Ankara'da bulunmanız gerekiyor. Lütfen, hemen gelin" dedim . . Korutürk " Sayın Çoker, nasıl olur? Ben pa· zar1esi gününe kadar resmen izinliyim. Pazar gecesi ya taklıya bilet aldım. Gelmemi kim istiyor?" dedi. Ben en kısa zamanda Ankara'ya gelmesi ve hemen bir uçak bileti aldırması için ısrar ettikçe, Korutürk "Niçin bu kadar ısrar ediyorsunuz?" diye soruyor. - Kendisinin Ankara'daki gelişmelerden hiç haberi yok mu? - Kesinlikle yok.. Haa, bir de kendisine telefonda dedim ki, "Sayın Oramiralim, frakınız evinizde mi, yoksa Ankara'da mı? " Gülmeye başladi ve " Frak da ne oluyor?" diye sordu. Ben de " Efendim, Cumhurbaşkanı seçimi sırasında giymeniz gerekebilir. Yalnız, size kes in olarak bir kez daha telefon edeceğim" dedim .. Frak, Korutürk'ün Ankara'daki evinde imiş. Onu ö!)rendim. ..
- Korutürk'ün hiçbir itirazı falan oldu mu telefonda? - Hayır . . Ben zaten kendisine "Cumhurbaşkanı adayı olacaksınız" falan demedim ki . . Sadece ısrarla "Mutlaka An kara'da bulunmanız gerekiyor" dedim. - Ama herhalde anlamıştır bu kadar ısrardan sonra . . . - Gece saat 2 2 dolaylarında Korutürk beni aradı v e "Yarın sabah için uçak bileti aldım. Siz beni saat 1 1 .30'da Esen boğa'da karşılar mısınız?" dedi. "Tabii efendim" dedim. Meğer benden sonra da kendisine I hsan Sabri Ça!)layangil te2Hfı
lefon etmiş ve kesin olarak gelmesini söylemiş. Fakat işin şurası çok önemlidir ki, biz bu temasları son derece gizli yürütüyoruz. Korutürk'ün aday olacağını gazeteciler falan haber almamış. Sa dece birkaç kişi biliyoruz. Ertesi sabah (6 . Nisan Cuma) ben Cumhurbaşkanlığı'nın bir arabasına binip Esenboğa'ya geldim. O sabah gazetelerde bu konuyla ilgili bir tek satır haber bile ol madığını görünce çok rahatlamıştım . Terminalde I hsan Sabri Beye rastladım. O da Korutürk'ü karşılamaya gelmiş .. Bana dedi ki "Amiralim bu kalabalık nedir? Şuraya bakın, bir sürü ga zeteci gelmiş. Bunlar işi herhalde duydular " Biz Çağ layangil'le birlikte "Bunlar acaba haberi nereden duydular?" diye düşünürken, yanımıza gazeteci Özdemir Kalpakçıoğlu gel mez mi? .. Onun peşinden diğer gazeteciler ve foto muhabirleri de etrafımızı sardılar. . . Kalpakçıoğlu , Çağlayangil'e dedi ki " Be yefendi hayrola, herhalde Amiral Çoker'le birlikte burada ol manızın bir anlamı vardır. " Çağlayangil de "Yok kardeşim, ne anlamı olacak? Benim kızım geliyor, Amiral'imin de hanımı geliyormuş. Burada tesadüfen karşılaştık" diye cevap verdi ve gazetecilere hitaben sordu: "Peki, siz ne arıyorsunuz burada... Bütün gazeteciler ve foto muhabirleri havaalanına gel mlşsiniz.. " Gazetecilerden aldığımız cevap bizi o kadar rahatlattı ki.. " Efendim pazar günü Fenerbahçe'nin Ankaragücü ile maçı var. Fener Ankara'da kamp yapıyor� Antrenör Didi'nin karısı ve kızı ilk kez Ankara'ya geliyorlar. Onları karşılamaya geldik" dediler. Ben içimden bir "Ohhh" çektim . . . I hsan Sabri Beyle birlikte derin bir nefes aldığımızı hatırlıyorum .. ( Bu konuyu Ö zdemir Kalpakçıoğlu'na sordum. Olay günü Esenboğa'da ol duğunu, ancak kendisinin özel istihbarat aldığını ve Korutürk'ü karşılamaya geldiğini söyledi. E.Ç.) Neyse, uçaktan Korutürk ve eşi indi . . Didi'nin karısı ve kızı indi . . I hsan Sabri Bey Korutürk'ü alıp Meclis'e götürdü. Ben hanımefendiyi al ıp Çankaya'da bir ak rabasının evine götürdüm. Ö ğleden sonra da birlikte Meclis'e geldik. Bu arada Korutürk'ün frakı haz ı rlandı ve o gün saat 1 7 ••.
.
287
dolaylarında kendisi TBMM tarafından Cumhurbaşkanı seçildi. Bunalım da böylece sona ermiş oldu. Tarih 6 Nisan 1 973 Cuma. . - Yani böylece Korutürk'ü Cumhurbaşkanı yapmış oldunuz efendim .. - Estağfurullah. - Kendilerinin Cumhurbaşkanlığı dönemi, hatırladığım kadarıyla hep hükümet buhranlarıyla, koalisyon hükümetlerinin so runlarıyla, MC hükümetleriyle, komutanların mektuplarıyla geçti, değil mi? Hatta anarşi ve terörün de giderek tırmandığı yıllar . . Hiçbir yetkisi olmayan ve bunun sıkıntısını yaşayan bir Cum hurbaşkanı. . - Aynen böyledir. Sayın Korutürk'ün e n yakın çal ışma ar kadaşlarından biri olarak şunu söyleyebilirim ki, kendisini görevi başında en çok üzen konuların başında parti liderlerinin an laşmazlığı ve bu yüzden beliren hükümet buhranları gelmiştir. O kadar ki, huzurunda bulunduğumuz bir gün "Ahirette soru meliikeleri anlat bakalım sen dünyada ne yaptın diye so rarlarsa, herhalde memleketteki hükümet buhranlarını çöz meye uğraştım diye cevap vereceğim" demiştir. Bu dönemin, bir Cumhurbaşkanı için çok talihsiz bir dönem olduğunu söy lemek herhalde abartma olmaz. - Şimdi ne yapıyor efendim Korutürk? - Ankara'da evinde oturuyor. Bol bol okuyor . . .
Sağl ı ğ ı
iyi .
- Evinden hiç çıkmadığını ve hiç kimse ile konuşmadı ğ ı n ı söylüyorlar. - Efendim, kendisinin bir sözü vardır .. Eski tabi rle " Ke s i r ü l dost.. " Yani dostu ve ahbabı az olan bir insandır zaten. Ge nellikle yalnızlıktan sıkılmayan bir insandır. - Çok teşekkür ediyorum Amiralim . . . Size ve Korutürk'e sağlık ve uzun ömür diliyorum. 2�8
AZIZ NESiN Aziz Nesin 1915 y//mda lstanbul'da doğdu. Kuleli Askeri Lisesinden sonra, 1937 yılmda Harp Okulu'nu bitirdi. Subaylık yıllarında bir süre Güzel Sanatlar Akademisi'ne devam etti, ancak kıtaya atandı{Jı için bu eğitimini sürdüremedi. 1944 yılında askerlikten ayrılan Aziz Nesin. bugüne kadar 82 kitap yazdı ve gülmece dalmda dünya çapında ün yaptı. Eserleri birçok dile çevrildi. Aziz Nesin ayrıca çok sayıda tiyatro oyunu yanında, binlerce yazı, makale, öykü yazdı. Üç kez evlenen ve dört çocuk babası olan Nesin vefat etti.
YAZARLI G I N B İ L i NMEYEN YÖN LER i . .
.
- Sayın Nesin, siz sadece ülkemizde değil, bütün düny::lda tanınan bir Türk yazarısınız. Sizin kitaplarınızı ve yazılarınızı he· pimiz okuduk. Bunları okurken bazen güldük. bazen de ac ac 289
düşündük .. Bildiğim kadarıyla siz küçükken Kur'an-ı Kerim'i ez berleyip hafız olmuşsunuz. O günlerdeki hafızlıktan sonra nasıl bugünkü Aziz Nesin oldunuz? Yaşamöykünüzü çok kısaca an latır mısınız? - Evet. . . Benim eğitimim öyle . . . Babam çok dindar, bir adamdı . Gerçek bir Müslümandı. - Ö nce şunu sorayım . Siz de dindar bir insan mısınız? - Hayır, ben dinsizim . .. Ayrıca tanrısızım . . . - Allah'a inanmıyor musunuz? - Hayır, inanmıyorum .. Ama tabii başlangıçta o eğitimle yetiştirildim. Daha ilkokula bile gitmeden Arapça öQrendim ve Kur'an ezberlemeye başladım. l kokula da üçüncü sınıftan baş ladım. O zaman hafız olmuştum. Ama şimdi hafız değilim . . . Ço ğunu unuttum. Tabii uzun zaman dinin etkisinde kaldım. - Peki dinimize inanan insanlara nasıl bakarsınız? Yani onları küçümser misiniz, yoksa siz inanmasanız bile saygı mı duyarsınız? - Ben sadece Müslümanlara değil, bütün dindar insanlara saygı duyuyorum. Eğer gerçekten inanıyorlarsa, hepsi saygıya değerdir. Benim dinsizliğim , dine karşı anlamında değildir. O benim kendi özel durumumdur. - Sizi özellikle ülkemizdeki sağ çevreler " Komünist" ola· b rak ilir. Hatta bazen vatan hainliği ile de suçlandığınız olmuştur. Siz komünist olarak ilk kez nasıl damgalanm ıştınız? Ö rneQin Harp Okulu'nda falan okurken var mıydı komünistlik gibi du rumlarınız? - Hayır, Harp Okulu'nda karışmadım. Yalnız benim sicilimi yarg ılandığım mahkemelerde, özellikle askeri mahkemelerde sık sık getirtmek isterler. En son olarak bu Yazarlar Sendikası da vasında yargıç yine benim sicilimi getirtmek istemiş... Hem de on sekiz sanık arasında sadece benimkini. .. Sonra haber geldi ki, 290
benim sicilim SEKA'ya gitmiş yanlışlıkla . . . O yüzden de gel medi! . . . - Kağıt hamuru Olmak için mi gitmiş SEKA'ya! - Evet, yanlışlıkla gitmiş herhalde!. Ve SEKA'da kağıt hamuru olmuş . O yüzden sicilim mahkemeye gelmedi. Fakat bu arada çok ilginç bir şey olmuş. Geçenlerde Sayın Kenan Evren, Nadir Nadi ile konuşmuş ve bir dosya çıkarmış . . . Yani benim dosyam ... Demek ki benim sicil dosyamın bir kopyası Kenan Evren'e gitmiş, bir kopyası da yanlışlıkla SEKA'ya gönderilmiş ... Şimdi ben burada Sayın Evren'den ve Cumurbaşkanlığı ma kam ından rica ediyorum. Benim sicilimi lütfen açıklasınlar... Çünkü benim söylemek isteyip de bugüne kadar söyleyemediğim bazı şeyler o dosyamda var. Onların ortaya çıkmasını istiyorum. Zaten ben de "Böyle Gelmiş, Böyle Gitmez" dizisinde öz geçmişimi anlatmaya başladım. Ama benim sicilimi de kayboldu falan saymasınlar. Sicilim Sayın Evren'de var.. . Dosyada du ruyor... Nadir Nadi'ye göstermiş . .. "Bak bu ne biçim adamdır... Bunu gör. Sen onun dilekçesine imza atıyorsun" demiş. . .
- Subaylıktan hangi yıl ayrılmıştınız? .. Bir de galiba olaylı bir ayrılış olmuş, öyle dej)il mi? - Evet, olaylı bir ayrıl ış olmuştur. 1 944 yılında, vazife, yetki ve görevi kötüye kullanmak suçundan mahkemelik olarak ay rıldım! - Var mıydı gerçekten böyle bir durum, yoksa komplo falan m ıydı? - Hayır, hayır . . . Gerçekten vardı . . . - Yani yetki ve görevinizi kötüye m i kullandınız? - Evet, yetki ve görevlerimi kötüye kullandım. Askerlere izin verdim. Bu çok uzun bir hikayedir, onun için çok kısa an latayım . . O günlerde i kinci Dünya Savaşı devam ediyordu ve askere izin vermek yasaktı . Ali Rıza adı nda bir askerim vardı kırk .
291
yaşında. Adam öldürüp hapishaneye girmiş, sonra çıkmış... Ai lesini görmek için boyuna izin istiyor .. Dayanamayıp on beş gün izin verdim ve izin vermek yasak olduğu için, görevimi kötüye kullandım. Sonra bu adam iki ay gelmedi. Ben de, izin verdiğim ortaya çıkmasın diye bunu yoklamadan düşmedim. Yani tayını falan iki ay çıktı . Tabii bu durumda da askerin tayını benim zim metimde kald ı . Buna benzer bazı durumlar daha oldu ve ben askerlikten ayrıldım. Bunları "Böyle Gelmiş, Böyle Gitmez" di zisinde ayrıntılı olarak yazacağım. - Siz yazarl ığa nasıl başladınız efendim? - Ben yazmaya amatör olarak küçük yaşlarda başladım . . i ki şey düşünüyordum ben . . Ressam veya yazar olmak . . Aslında benim ailem hem yoksul, hem de sadece din konusunda eğitilmiş bir aile idi. i leri bir eğitimi yoktu ailemizin. Ressam olamayınca yazar oldum. Hep yazıyordum, kendime göre romanlar ya zıyordum. Askeri öğrencilikte ve hatta askerlikte şiir falan yaz mak, çok ayıp bir şeydi. Yani o kadar ayıptı ki, bugün ho moseksüelleri bazı insanlar nasıl küçümsüyorlarsa, askerde şiir yazana da o gözle bakılırdı . Onun için, ben kendimi yazar olarak ortaya çıkaramadım. Benim esas adım Mehmet Nusrat'tır. Subay çıktıktan sonra da yazılarımda kendi adımı kullanmazd ım. Kendi adı m ı kullansaydı m, küçümsenecektim. O dönemde öyleydi. Şimdi nası ldı r, onu bilemem. - Ve böylece Aziz Nesin adını mı kullanmaya başladınız? - Evet.. Aziz babam ın adıydı .. Aziz Nesin adını kullanmaya başladı m. Ben subaylı ktan ayrıl ı p Babı al i'ye geldiğim zaman , artık yaz ı larım falan çıkmaya başlamıştı. Gelir gelmez Sedat Si mav i nin yanına gittim. Bana "Aziz Bey " diye hitap etti. Böylece bu isim benimsendi. '
- Demek ki Hürriyet'in kurucusu rahmetli Sedat Simavi bir anlamda sizin isim babanız olmuş . Peki nüfus kağ ıdın ızdaki is miniz nedir sizin? 242
- Mehmet Nusrat Nesin . . . Yani soyadım gerçekten Nesin şimdi. . . - Kaç kitap yazdınız bugüne kadar? - Seksen iki kitap yazdım .. . i lk kitabım 1 955 yılında çıktı. - Kaç tane sattı bunlar? - Yaklaşık dört milyon sattım. - Çok büyük bir rakam .. Bundan sonra bile Türkiye'de bir yazarın bu düzeye ulaşması mümkün olmaz. Peki kitaplarınızı nasıl yazarsınız efendim? - Ka!)ıtlara eski yazıyla yazarım. - Yani daktilo kullanmaz m ıs ınız? - Kullanırım ama sonra kullanırım. Önce kagıda el yazısıyla eski Türkçe olarak yazarım. Sonra gözden geçirip bir başka ka!)ıda yeniden eski Türkçe olarak yazarım. Ondan sonra daktiloyla yazarım. Sonra bunu da bir kez daha daktiloda ya zarım. Yani en az dört kez yazıyorum. - Bir şeyi en az dört kez yazmak sizin çapınızda bir yazar için çok olmuyor mu? - Doğru söylediniz. Aslında sanıldiğının tersine, ben çok zor yazıyorum. Yani ben kolayca yazan bir adam değilim. Bütün boş zamanlarımı yazmakla geçirdiğim için, çok yazmamın nedeni odur. Ama ben kolay okutan bir yazarım. Onun için karıştırıyorlar birbirine . . . Yani bir yazının kolay okunması, o yazının kolay ya zıldığını göstermez. Tam tersine eğer bir yazı kolay ve rahat okunabiliyorsa, yazar o yazının veya o kitabın üzerinde çok ça l ışmış, çok yorulmuş demektir. Ben gerçekten çok yorulurum. Ö rneğin şurada bir öykü var. Bu öyküyü 1 965 yılında kurmuşum. Ben onu ancak bir hafta önce yazabildim. Size şunu da söy leyeyim, romanlarımı beş altı kerede yazarım. Oyunlarımda ise, on beş yirmi kez yazdıklarım olmuştur. Yani beni zannettiklerinin tersine, çok zor yazan bir yazarım. Ben dün çok basit bir yazı 29�
yazdım ve onu üçüncüsünde yazdım. Ayrıca daktiloya da çek medim. Eğer çekseydim dördüncü kez yazılmış olacaktı . - Peki eski Türkçe yazmak daha m ı kolay oluyor? Niçin eski yazıyla yazmayı tercih ediyorsunuz? - Birincisi, alışkanlık var. i kincisi ise, benim elimde 1 950 yıl ından beri yazar hastalıQı var. Kramp var. Bu psikolojik bir şey. Çok yazdığım zaman, elim direniyor benim. - Yazmamak için mi direniyor? - Evet, yazmamak için direniyor. 1 950 yılında hapishanede başladı. O zamandan beri çekiyorum ben bunu. Onun için de, tükenmezle degil, yumuşak kalemle yazabiliyorum. Psi kolojik bir şey ama, bunu bir türlü yenemiyorum. Bu nedenle de, aslında benim y.azı m çok güzel oldugu halde, çok çirkin ya zıyorum. Ö yleki, aradan bir yıl geçse kendim okuyamam. Bu yüzden de, eski Türkçe yazınca bana daha kolay geliyor. - Peki kitaplarınızın çatısını ve konusunu kafanızda ön ceden uzun uzun oluşturuyor musunuz? - Evet, kesinlikle öyle .. . Onun için benim bütün kitaplarım, öykülerim, bütün yazılarım on on beş yıl bekler. Birdenbire yaz dı!}ım bir yazı yoktur. Yazı benim kafamda önce gelişir ve oluşur. Yazıncaya kadar aradan yıllar geçer. Onun için ben öldü!}üm zaman ileride yazılması gereken yüzlerce, binlerce şey kalacak. Bunların çatısı var, ana hatları kafamda var, notları dosyaları mda var. - Ama siz öldükten sonra bunları birileri yazabilir mi? - Hayır, hiç kimsenin işine yaramaz. - Bugüne kadar kitaplarınızdan ve yazılarınızdan ne kadar para kazandınız efendim? Yani zengin ve varl ıklı bir insan . ol dunuz mu? Ya da, isteseydiniz çok zengin bir insan olabilir miy diniz? - i steseydim çok zengin olurdum tabii.. Biliyorsunuz bir 294
vakıf kurdum ben . . . Bu vakıftan başka mal varlığım yok benim. Hepsini karıma ve çocuklarıma dağıttım. Vakfın mal varlığı şimdi bir milyarı geçiyor. Ben o paraları alıp işletseydim, en azından arazi alıp satsaydım, bugün en az on milyarım olurdu. Ama şu anda benim hiç param yok. Haftadan haftaya aldığım parayla, vakıftaki 22 çocuk ve sekiz işçi, toplam otuz kişi geçiniyoruz. - Peki paranız nereden geliyor? Belli bir yayınevi ile mi çalışıyorsunuz? - Adam Yayınevi ile çalışıyorum ve onlardan para alı yorum. Bir de onun dışında, çeşitli yerlere yazdığım yazılar var. Onlardan da yılda 25 milyon lira kadar alıyorum. - Parasız yazı yazdığınız da olur mu arada sırada? Yoksa her yazdığınız yazı için para mı istersiniz? - Hayır. . . Diyelim ki Bilim Sanat dergisine yazıyorum. On lardan para almam. Yani sanat dergilerinden para almam. - Sayın Nesin, yazarlığınız süresince çok sömürüldünüz mü? Yani ülkemizde yazarlar çok sömürülen insanlar mıdır? - Tabii, e!;jer yazar da �ir işçiyse, sömürülmek esastır. Ancak bugün Türk işçisinin sorunu sömürülmek değil, sö m.ü rülmemektir... - Anlayamadım efendim ... - Çünkü Türk işçisi bugün sömürülmeye muhtaçtır. Eğer bir insan işsizse, o insan sömürülmeye hazır bekliyordur. EQer işçi olarak çaltşacaksan, elbette ki sömürüleceksin. Ancak iş sizliğin bu kadar yoğun olduğu bir ortamda, onları sömürmek de mümkün olmuyor. işsiz olan, çalışamayan bir insanı nasıl sö müreceksiniz ki? Aslında Türkiye'de işçi tam olarak sö mürülebilse, ondan sonra işin ikinci aşaması gelecek ... Bu adam "Ben niçin sömürülüyorum?" diye düşünmeye başlayacak. Yani ancak çal ışan insan sömürülür. Ancak, ben hayatım bo yunca hiçbir zaman "Sömürülüyorum" diye yakınmadım. Sa295
ı·.·ce �ömürülemediğim zaman şikayet ederim . . Yani işsiz kal dığım. yaz ı yazamadığım dönemlerde şikayet ederim. Asl ınd;:ı sömürülme konusu yazarların klasik ve geleneksel şikayetleridir. Suç da bu konuda kendilerine aittir. Giderler meyhanede içerler, kahvede otururlar ve akşama kadar laklak ederler. Ondan sonra da bir yaz ı yazıp düşük paraya sattıkları zaman şikayet ederler. Oysa oturup içeceklerine çalışsalar, daha iyi para kazanırlar. - Bir yerde okumuştum ... Galiba Demirtaş Ceyhun'un ki tabında . . . Demişsiniz ki " En helal para, yazarın kazandığı pa radır"... Öyle midir gerçekten? - Öyledir. Yazarlığın iki çeşit zorluğu vardır. Birincisi me kanık zorluk, ikincisi de öz zorluk ... Mekanik zorluğu herkes an layabilir. Eline herkes bir kalem alsın . . . Önce kalemle bir nokta koyarsınız. Sonra bu noktayı çizgi yaparsınız. Çizgileri harf ya parsınız. Harfleri yan yana getirip sözcük, sözcükleri cümle, cümleleri paragraf yaparsınız . . . Böyle uzayıp gider. Ne kadar zor bir iştir değil mi? Bunu mektup yazanlar bile anlar. Şimdi böyle giderek romanlar, öyküler falan yaz ıyorsunuz . Asl ında yazarl ık mucize gibi bir şey. . Havadan sesler toplar gibi birtakım sözcükler bulup, insanların ilgisini çeken olaylar yaratıyorsunuz. Burada sizin bir yardır:ncınız yok. Hatta yardımcı sandığınız insanlar da size zarar verir. Karınız zarar verir, sevgiliniz zarar verir, ar kadaş ınız zarar verir. Yani bu iş doğururken kadının yalnızlığına. ölürken insanın yalnızlığına benzer bir anlamda. Yazı yaznıak rJunyanın en saygın emeğidir. Yazarın kazandığı para da, dün ıanın en helal kazancıdır. Çünkü yazar bir şey yazarken hiç kimseyi sömüremez. Olsa olsa kendi kendini sömürür. Çünkü yazdığı esere beynini, kanını, canını, alın terini koyar. Tabii ben burada gerçek ve namuslu yazarlardan söz ediyorum . Öyle örtülü ödenekten para alanlardan, bir yandan ticaret yapıp öbür tarafta l<endisinin veya zenginlerin çıkarları için yazı yazanlardan değil! - Sizin bunca eseriniz arasında en çok sevdiğıniz kitabı n ı z .
h .ı ng i s idir?
- Şimdi bunu sormanız kurnazlıktır. Bu soruya ben de kurnazca cevap vereyim. En pahalı kitabım hangisi ise, ben onu severim. Yani "Herkes en pahalı kitabımı alsın" diyorum. Açıkçası, kitaplarımda yer alan her öyküyü sevdiğimi söy leyemem. Ama her kitabımda, sevdiğim birkaç öykü vardır. Tam bir ayırım yapamal)'l, ama "Surname" diye bir kitabım var .. Onu çok severim. - En pahalısı o mu efendim? . - Hayır değil... i çinde özyaşamöyküsü olan kitaplarımı seviyorum . " Yetmiş Yaşım Merhaba" diye bir kitabım var. Onu biraz daha yakın seviyorum. Ama öbürlerini de sevmiyor de ğilim. .
- Şimdiye kadar yazmak isteyip de yazamadıklarınız oldu mu? - Zamansızlıktan, korkunç derecede oldu. Yazamadığım aşağı yukarı k ırk oyunum var. Yazamadığım denemelerim var. Kendi özyaşamımı yazmaya başladım. Sanırım on cilt olacak. Ö lmezsem onu bitireceğim. - Sayın Nesin, Ankara'da Bilar A.Ş. olarak yüksekokul öğ rencilerine çok ciddi kurslar ve seminerler veriyorsunuz. Bu iş için öğretim üyeleriniz bile var. Geçtiğimiz günlerde bir dilekçe verip I hsan Doğramacı'dan ODT Ü arazisinde Bilkent Ü niversitesi'ne verdiği gibi size de ucuz arazi vermesini istediniz. Yoksa siz yavaş yavaş YÖ K'e ve Doğramacı'ya rakip mi çıkıyorsunuz? - I hsan Doğramacı bize rakip olamaz. Onun haddine düş· memiş bize rakip olmak. Çünkü o YÖ K yoluyla üniversitelerimizi yüksek lise haline getirdi. Ü niversitelerin amacı öğrencilere ders öğretmek değil, öğretilmiş dersler üzerinde araştı rma yap tırmaktır. Biz bunu yapmaya çal ışıyoruz ve başarıyoruz. Çok büyük bir toplumsal gereksinmeyi karşıladığımız ortaya çıktı. Bunun için de İ hsan Doğramacı'ya dilekçe verip, bize daha pahalı 297
bir fiyatla arazi vermesini istedik. Biz oraya alışveriş merkezi değil, bilim merkezi kuracağız. - Sayın Nesin, siz 72 yaşında bir insansınız. Duyduğuma göre sık sık aşık olurmu.şsunuz .. Ö zellikle de genç hanımlara aşık olurmuşsunuz. Doğru mu bu? - Nonnal değil mi yani? .. Başka türlü nasıl olur? Bana göre çok normal bir şey bu ... Bana öyle bir şey sordunuz ki .. Sanki "Aaa, siz de eefes alıyor ve yemek yiyorsunuz" gibi bir şey.. Eğer bir insan canlı ise ve yaşıyorsa, her yaşta aşık olması çok normaldir. ....
- Çok mu sık aşık olursunuz efendim? - Evet, çok sık olurum .. Eğer benim aşık oldu!)um insan beni bırakırsa, o zaman boşlukta kalıyorum ve çok sıkılıyorum. Aşık olmak insana canlılık veren, yaşama sevinci ve coşkusu veren bir şeydir. Onun için sanıyorum herkes aşık oluyor, ama belki de ayıp bir şeymiş gibi gizliyor. - Sizin aşık oldu!)unuz hanımlar genellikle hangi yaşlarda oluyor? - Ben yaşlı olduı':)um için, genç kadınlara aşık olmayı tercih ediyorum .. Genelde kırk yaşının altında oluyor. Kırk yaştan faz lasına aşık olmuyorum. - Yirmili yaşlarda falan da oluyor mu? - Tabii oluyor... Niçin olmasın? - Kadınların size karşı tavırları nasıl oluyor? - Tabii benim için, benim yaşımın ilişkisini düşünmek gerekir. Yani öbür türlüsü aptallık olur .. Eğer 70 yaşındaki insan kendini 40 yaşında gibi sayarsa, bu akısl ızlık olur. i nsan ya şamını, kendi yaşını bilerek düzenlemelidir. Ben de öyle ya şıyorum ve hoşuma gidiyor. Keşke herkes böyle yaşayabilse, ne güzel olur. 298
- Efendim, siz yazdığınız kitaplarla milyonlarca insanımıza espri üretmiş ve onları güldürmüş bir insansınız. Ö zel ya şamınızda nasılsınız acaba? Yani yazdıklarınız kadar neşeli, esprili, güler yüzlü .. .. - Hayır, zaten o kadar çok çal ışıyorum ki, o kadar gülmeye zamanım yok benim. Ben çok fazla gülen ve güldüren bir insan değilim özel yaşantımda. Sadece yazılarımda güldürmeye ça lışırım. Öyle neşeli falan bir adam değilim. Oldukça ağırbaşlı bir insanım ... Ağırbaşlıyım ama pekala bir diskoya gidip dans ede rim . i çerim, eğlenirim, ama böyle her toplantıda insanları gül düren bir adam falan değilim. - Yani diskoteğe talan gidip dans ediyor musunuz? - Tabii. .. Niçin gitmeyeyim? Hele yanımda sevgilim varsa ve o da gitmek istiyorsa niçin gitmeyeyim? - Dul bir erkeksiniz ... Evlenmeyi düşünüyor musunuz? - Hayır... O saçma bir şey olur.. Ama insan bazen saçma şeyler de yapabilir. " Bunu yapmam" anlamına gelmez ama, düşünmüyorum. Ben kendi yaşımı normal yaşamak istiyorum. - Sayın Nesin, siz komünist misiniz? - Bir insan komünist partisi üyesi değilse, ona komünist denmez. Solcu veya Marksist denilebilir, ama ben hiçbir zaman bir komünist partisi üyesi olmadım. Öyle ise ben komünist de ğilim. - Ama siz bazı arşivlerde ve dosyalarda, "Sicilli ko münist" olarak görünüyorsunuz. O nasıl oluyor? - Türkiye'de benim komünist olarak sicilli olmamın sebebi çok ilginçtir. Onu size anlatayım. Fransa'da Politzer adlı bir pro fesör vard ı. Bu adam ın halk ü niversitesinde verdiği derslerden bir kitap yapılmıştı. Ben 1 950 yıl ı nda "Yeni Baştan" adlı bir dergi çıkarıyordum. Bu kitabı orada tefrika ettirmek istedim ve Fran c;ızca bilen bir arkadaşa tercüme ettirdim . Ancak dergide bunun 299
sad�ce önsözü yayımlandı. Derken beni yakaladılar ve " B u eseri sen çevirdin" diye komünistlikten mahküm ettiler. Ben bar bar bağı rdım " Ben Fransızca bilmiyorum" diye ... Fransızca bil meyen bir adam bunu nasıl çevirebilir? Böyle olmad ığı halde, ben çevirmediğim bir yazıdan mahküm oldum. Ve tabii mahküm olunca da, ister istemez komünist olmuş oldum. Yani ben şimdi Türk hükümeti önünde müseccel (sicilli) bir kömünist sayılıyorum. O yaz ıyı çeviren de, Gani isminde bir arkadaştı . Onu o zaman söylemedim, çünkü yoksul bir insandı ve evlenmek üzereydi. Söylesem hayatı kayardı . Şimdi açıklayış nedenim, sonra zaten hayatı kaydı. Gayet tutucu, berbat bir adam oldu. - Peki böyle kömünistlik gibi muzır durumlardan kaç kez içeri girdiniz? - Benim mahkumiyetim çok azdır. Davaların çoğundan aklandım. Bugüne kadar yazdığım yazılardan gerçekten mahkum olduğum hemen hemen hiç yoktur. Çünkü ben Türk Ceza Yasasının benimle ilgili maddelerini polislerden, sav cılardan ve yargıçlardan çok daha iyi bilirim. Ama kendi yaz madı!)ım yazılardan falan böyle dolaylı mahkum olduklarım ol muştur. i şin ilginç taraf ı , demin sözünü ettiğim kitap daha sonra önsözü dahil Türkiye'de yayı mlandı ve iki baskı yaptı . . . Ama so ruşturma bile açmadı lar. - Peki kaç yıl hapis yattınız toplam olarak? - Toplam beş buçuk yıl yatt ım. Ama gözaltına alınmalar falan çoktur. Onların sayısını hatırlamıyorum. En son 1 2 Mart sonrasında gözaltına al ınmıştım. Sonra çok mahkemem oldu ama gözaltına al ınmadım. - TRT size yasak, öyle değil mi? Bir sürü vıcık vıcık sanatçı geçinen insan, bir sürü torpilli, hatta özür dilerim kayıtlı fahişe bile ekranlara çıkarken, bu ülkenin yetiştirdiği Aziz Nesin'e TRT acaba niçin kapalıdır. �(}()
- Yasak olup olmadıOını bilmiyorum, ama hiç ilgilenmiyorum. Herhalde onlar da benimle ilgilenmiyorlar. Aslında TRT'nin bizi ekrana falan çıkarmaması çok doOaldır. Bu sadece Aziz Nesin olayı deOil ki.. Türkiye'de çok deQerli insanlar var, çok ilginç ol gular var. Bunların hiçbiri TRT'de yer almaz. Şimdi siz Türkiye'de söz sahibi olan bazı kimselerin tiplerine ve fiziQine bir bakın. i n sanın okuduQu bir kitap, dinlediQi bir müzik falan yüzüne yansır. Kitap okuya okuya, en dangul dungul bir insanın bile yüzü gü zelleşir. Şimdi ben bu adamlara şöyle bir bakıyorum. Ense tı raşlarından ayakkabılarının ve - bıyıklarının biçimine kadar, söy ledikleri sözlerden savundukları fikirlere kadar, vallahi hayret ediyorum. Eh, böyle adamlar Aziz Nesin'i niçin televizyona çı karsınlar ki? Onun için onlar beni tanımıyorlar, ben de onları ta nımıyorum. Yani o demin söylediQim fizik çirkinlik de bir şey deQil. Ama okumamanın verdiQi çirkinlik çok önemlidir. Bu adamlarda onlar var. Oysa kitap okumak, en çirkin bir insanı güzelleştirir. Bunlar bundan yoksun maalesef. Yani birtakım bıyıklı adamlar var bugün işbaşında .. Sıçanı yutmuş da kuyrugu bıyık yerinde kalmış gibi, böylelerine eskiden "Sıçan yutmuş" derlerdi. Böyle adamlarla ben aynı otobüste yolculuk etsem rahatsız olur� m yani. Ama bunlar bugün Türkiye'yi yönetiyorlar. Ben bundan çok rahatsız oluyorum doQrusu. Benim elimde yetki olsa, bunların evlerine baskın yapıp, evlerinde kitap olmayanları içeri atarım. Oysa bunlar, kitap okuyanları içeri atıyorlar. - Bugün bir tercih yapmanız gerekse, Demirel'i mi, yoksa Ö zal'ı mı Türkiye'nin başında görmek istersiniz? - Deveye sormuşlar " i nişi mi seversin, yokuşu mu?" diye . "Bunun hiç düzü yok mu?" demiş. Yani ikisini de is temem. Ama Demirel daha ilginç, daha sempatik ve tabii bu günkü kadrodan kesinlikle daha üstün bir adam. Deneyimi var. - Özal'la kıyaslayınca daha mı üstün? .
illi
- Daha farklı . . Çünkü Demirel kazık yemiş. Özal daha kazık yemedi. Özal da inşallah akıllanacak ama henüz kazık ye mediği için tam akıllanamadı. Tabii bunlar hep kazık yiye yiye akıllanıyorlar ama, bunlar akıllanacak diye de millet ha bire kazık yiyor. En büyük yanlış, herkes kendisinin devleti yönetebileceğini zannediyor. 27 Mayıs sonrasında Milli Birlik Komitesi üyesi Bin başı Ahmet Yıldız la çalışıyorduk. Bir gün " Ben şimdi binbaşı olarak devleti yönetiyorum. Şimdi her binbaşı devleti yö netebileceğlnl zanneder. Bunun çaresini bulacağız" dedi. Bunun çaresini de, en değerli yirmi bin subayı emekli yaparak buldular. Şimdi de Ö zal devleti yönetmeye başlayınca, Özal ça pındaki herkes devleti yönetebileceğini zannediyor ... Asıl zor durum burada Türkiye olarak.. Şu grafiğe bakın . . . Cumhuriyet döneminde başbakanların grafiği hep aşağıya doğru düşüyor. Asl ı nda bu grafiğin yükselmesi lazım. Yani Türkiye ilerliyorsa, m utlaka yükselmesi lazım. '
- Sayın Nesin, aslında sizinle sabaha kadar sohbet ede ; biliriz, ama yazı yazacak yerimiz kısıtlı .. Onun için konudan ko nuya geçiyorum .. Sizin çok cimri olduğunuzu söylerler. Bu olay nedir? - Bu cimrilik sözünü Yazarlar Sendikası başkanı olduğum zaman ben kendim çıkardım. Biz çok yoksul bir sendika idik. Ü stelik de çok iş yapmamız gerekiyordu. Sendikanın kağıdını kullanmasınlar, hiçbir israf yapmasınlar diye bir şey söyleseydim yayılmazd ı. Ama kötü bir şey söylediQim için, çok yayıldı . Fakat şimdi bakıyorum, sendikadaki arkadaşlar bu konuda beni bile solladılar. Artık hiçbir israf yapmıyorlar. - Yani her türlü israfa karşı mısınız? - Her türlü israfa karşıyım. Her kağıdın iki yüzünü de kulIAnırım. i kinci yüz bittikten sonra da kağıdı çöpe atmam. Bizim vakıftaki çocukların bir cebinde mendil, diğer cebinde de bu kağıtlardan vardır. Burunları nı önce bu kağıda silip, sonra mendil ;\02
kullanırlar. Ka(l ıdı yine de atmayız. Burunlarını sildikten sonra bunları ocakta yakar ve yeniden değerlendiririz. - Bir de o kağıtları konfeti yapıyormuşsunuz galiba ... - O da şöyledir.. . Zımbalayıp dosyaya kağıt koyarken, bunlar kendiliğinden oluyor zaten. Onları da keseka!)ıtlarında bi riktiriyorum. - Onları ne yapacaksınız? - i leride belki konfeti olarak kullanırım .. Ö rneğin ben kullanılmış kibrit çöplerini de atmıyorum. Vakıftaki çocuklar onlarla çok güzel oyuncaklar yapıp hayal güçlerini geliştiriyorlar. Onlara üçgenler, dörtgenler, kuleler yaptırıyorum. Çocuklar böylece bir sürü el becerisi kazanıyorlar. Böyle yetişen çocuk, tabağı çanağı az kırar .. Çünkü biz yoksul bir vakıfız. Ben bunları toplarken ne işe yarayacağını hiç düşünmüyorlar, sonra da bana "Cimri" di yorlar. - Galiba s ofrada artan ekmek kırıntılarını da sonra köfte içi olarak kullanırmışsınız ... - Hayır ... Çocukları zaten yiyecekleri kadar almaya ve ta bakta hiçbir şey bı rakmamaya alıştırıyorum. Bizim toplumumuz tüketim toplumu de!)il. Emeğe saygı göstermemiz gerekiyor, - Ö zel yaşantınızda da tasarrufa hep dikkat eder misiniz? - Hep ederim .. Ama harcadığım zaman da çok rahat harcarım yani.. Fazla gitmem ama, bir gazinoya veya içkili bir yere gittiğim zaman, hesap pusulasına bakıp da garsona " Bu nedir, şu nedir?" diye sormam. O enayiliktir. O yere gittiğin zaman kazık yemeyi de göze alıp, parayı narcayacaksın. Kazıklanmaya alışacaksın, ya da hiç gitmeyeceksin. Bir kad ın arkadaşınla gidip de hesaplı olmak, ne bileyim bir dostuna yardım ederken hesaplı olmak yoktur bende . . - Efendim siz geçtiğimiz günlerde Sayın Evren aleyhine bir tazminat davası açmıştınız. Sonra davanız, yanl ış ha tırlamıyorsam reddedildi. Bu olay bana eskiden duymuş olduğum 101
bir şeyi hatırlattı şimdi. Geçmişte Kraliçe Elizabeth sizi dava mı etmişti? - Bu olay çok ilginçtir. Size anlatayım. Ben bugüne kadar hiç kimse aleyhine dava açmadı m . Ama herkes beni dava etti. Dünya tarihinde ilk kez benim başıma gelmiş bir olay vard ı r. lran Şahı Rıza Pehlevi , Mısır Kralı Faruk ve Kraliçe Elizabeth , üçü birden beni dava etmişlerdi. Onların yüzünden hapis yatt ım. Bu olayın dünyada bir başka örneği yoktur. - Nasıl oluyor bu? - Efendim, Elizabeth o zamanlar henüz kraliçe olmamıştı. Bizim gazetelerde sürekli olarak "Elizabeth şununla kırıştırıyor, bununla nişanlanıyor, yeni bir sevgili buldu" falan gibi ha berler yer alıyordu. lran Şahı da, Mısır Kralı Faruk'un kız kar deşiyle evliydi. Yine bizim gazetelerde her gün " Faruk şunu yaptı, karısını yine aldattı, Şah bunu yaptı, bir sevgili daha buldu" gibi haberler yayımlanıyordu. O onunla sevişiyor, öbürü filancayı aldatıyor gibi bir sürü haber. Aynen bugünkü basınımız gibi. Nasıl şimdi bütün sorunlarımız bitti de Monako Prensesi Coroline'le, ünlü artistlerimizle, onların bacaklarıyla falan uğ raşıyorsak, o gün de öyleydi. Neyse, ben l ran Şahı Pehlevi, Mısır Kral ı Faruk ve Kraliçe Elizabeth'le ilgili bir yaz ı yazd ım. Bunların üçü de, kendilerine hakaret ettiğim gerekçesiyle beni mah kemeye ve rdiler burada. Hakim mahkemede bunları n baş vurusunu okuttu . Aynen şöyle diyor. . . Ankara'daki lngiliz bü yükelçisi, Mısır büyükelçisine gitmiş ve bu yaz ı n ı n ülkelerimiz aras ındaki iyi ilişkileri bozacağı n ı söylemiş. Sonra bu ikisi birlikte lran büyükelçisine gitmişler. Daha sonra Elizabeth, Faruk ve Rıza Pehlevi, benden bizzat davacı olup, beni mahkemeye verdiler. Fakat Kraliçe Elizabeth o sırada henüz devlet başkanı olmamıştı . Bu yüzden, onun açtığı dava düştü. Ancak diğer i kisinden, ken dilerine hakaret ettiğim için altı ay hapis aldım. Üç ay l ran Şahı'ndan, üç ay da Kral Faruk'tan yattım. Demek ki o sı rada :m.ı
devlet başkanı olmuş olsayd ı , üç ay da Kraliçe Elizabeth'ten ya tacaktım! - Allah Allah . . . Böyle bi r şeyi hayatımda ilk defa du yuyorum. (Bendeniz bu sırada masanın üzerine kapaklanmış, gülme krizleri geçiriyorum.) - Evet, ben bunların yüzünden Paşakapısı cezaevinde yatarken gardiyanlar dediler ki "Çok önemll bir adam ziyaretine geldi." O zaman ziyaretçimiz geldiğinde, iki telin arkasından ko nuşurduk. Fakat bu gelen herif çok önemli olduğu için, demir parmakl ıkların arkasından konuşturuyorlar. Herif bana gelmeden önce de, birkaç paket sigarayla bir paket üzüm yollamıştı. O pa· ketler de elimde duruyor. Azeri lehçesiyle dedi ki "Men An kara'da l ran elçiliöinden gelirem. Siz Şah hazretlerinin şikayetçi olması yüzünden mahkum oldunuz. Eöer siz ken disine bir af dilekçesi yazıp özür dilerseniz, Şah hazretleri sizi affedecek " Ben elimdeki üzüm paketini herifin suratına fır lattım ve "Ulan pezevenk, git o Şah'ına benden selam söyle, o gelip benden özür dilesin" dedim. Herif derhal kayboldu. Yani artık diyorum ki, bundan sonra hiçbir devlet büyüğü benimle uğ raşamaz. Çünkü benimle uOraşan, beni dava eden devlet bü yükleri ülkesinden kovuluyor. Faruk Mısır'dan kovuldu, Şah l ran'dan kovuldu. ••
- Sayın Nesin siz gerçekten büyük yazarsınız. Büyük yazar olduğunuz kadar da, büyük insansınız. Allah size uzun ve sağlıklı bir ömür versin de, daha nice yazılarınızı ve kitaplarınızı okuyalım, nice sohbetler edelim. Bu konuşma için size çok te, şekkür ediyorum efendim.
ZEKi MÜREN (Sanatçı) Zeki Müren 1 93 1 yılmda Bursa 'da dondu. 1 955 yıltnda Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Süsleme Bölümü'nü bitirdi. 195 1 yıltnda lstanbul Radyosu'na girdi. 1 9�5 - 1 980 yıl/art arasmda 25 yıl sahnelerde şarkı söyledi. Çeşitli alanlarda 1 OO'den fazla ödül aldı. 200'e yaktn bestesi, bir şiir kitabı var. 1 8 film çevirdi, Çay ve Sempati piyesinde başrolde oynadı. Bugüne kadar 500'ü aşkm plak doldurdu. 1 980 yılmda, rahatsızlıgı nedeniyle sahnelere veda etti. Askerlik görevini yedek subay olarak Çankm'da yapan Zeki Müren vefat etti.
306
"KADINLARLA i LGiM OLUYORDU EFEN D i M . . .
"
- Zeki Bey, siz Türkiye'ye gelmiş geçmiş en büyük sanatçılardan birisiniz .. - EstaQfurullah efendim. - Türkiye'ye acaba ikinci bir Zeki Müren gelir mi? - Gelir efendim . . "Analar neler doQurur" diye bir atasözü vardır. Ben atasözlerine çok inan ırım. Hatta hayatımı ata· sözlerine göre yönlendirdiğimi söyleyebilirim. i kinci bir Zeki Müren gelir. Ancak şöyle gelir... Arz edeyim .. . Yeni gelenin çok çalışması, çok terbiyeli olması, çok kültürlü olması ve de işini ciddiye alması gerekir. Tabii önce Allah vergisi bir sese sahip ol· ması gerekir. - Bu saydıklarınız zaten sizin kendi nitelikleriniz galiba Zeki Bey. - EstaOfurullah, estaQfurullah efendim . - Peki, siz ikinci b i r Zeki Müren'i şu· anda ufukta bile olsa görebiliyor musunuz? - Ne yazık ki hayır efendim. Şimdi bakıyorsunuz bir şarkı ile meşhur olmuş bir arkadaşımız hemen bir gazino sahibi ta rafından kapılıp sahneye çıkarılıyor. Daha olmamış bir meyve aQıza ne kadar tat verebilir ki? - Sizin sesinize benzeyen bir ses Türkiye'de var mı? - Pek çok taklidim çıktı. Taklit ettiler, benzetmeye çalıştılar. Ama bu taklitlerle bile hep beni yaşattılar. Benim reklamım oldu . - Böyle reklama ihtiyacınız var mı? - Yok efendim. Ama komedyenlerin ve gayretkeşlerin bile sahnede beni taklit etmeleri hoşuma gidiyor. - Zeki Bey siz en üst düzeyde bir sanatçı olarak kaldınız
35 yıl süreyle. Bütün başarılarınız biliniyor. Acaba hiç ba şarısızlıQınız oldu mu? 307
- Hiç olmadı efendim. Elhamdülillah olmadı. - Hiç hatanız, eksikliğiniz olmadı mı? - Son yıllar çalışmadığım için vergi rekortmenliğini kaybettim efendim. Bu benim için eksiklik ama ne yapayım? - Sanatçılığınızdan gelen bir eksikliğiniz hiç yok muydu? Yani dört dörtlük bir sanatçı mıydınız? - Dört dörtlük olmasam 35 yıl ayakta kalabilir miydim Emin Bey? Halkın öyle bir şamarı vardır ki. . Onun sesi yoktur. O al kışlayan eller insanı çıktığı yerden öyle bir indirirler ki. .. Beni hala ayakta tutuyorlarsa,... Çok pardon, siz sorduğunuz için söy lüyorum, demek ki henüz dört dörtlüğüm. - Sahneden ayrıldığınız için içinizde bir boşluk duyuyor m usunuz Zeki Bey? - Bugünkü sahnelerin durumunu görünce memnuniyet bile duyuyorum. - Çok mu düştü işin kalitesi? - Efendim, ben sık gidemediğim için bilmiyorum, ama kadın müşteri azalmış diyorlar. Benim alıştığım müşteri daima aileler ve saygılı masalardı. Şimdi ise 50 kişilik masa ve hepsi erkek.Tabii bu durumda solistlerin de durumu değişti. isim ver meyeceğim, mesela benim zamanımda saat sekizde ilk çıkan sıra kızı bugün assolist. Onu suçlamıyorum, ama demek ki devir bunu getirdi. Yani zamanında ayrıldığım için çok mutluyum efendim. Bugün yeniden sahneye çıkayım diye bir hevesim yok. - Peki Zeki Bey, diyelim ki siz günün bir saatinde boş otu ruyorsunuz, ya da bir iş yapıyorsunuz. Acaba içinizden bir şarkı falan söylemek gelir mi? - Daima gelir ve söylerim efendim. Bir kere kendim şarkı söylerken kendi sesimi çok severim. Çünkü mikrofondan çıkan sese elektrik karışıyor. Tiz karışıyor, bas karışıyor, ayar karışıyor. 308
Ama insan kendi evinde, kendi masasında iken, veya iki dostu ile beraberken çok daha güzel okuyor. Buna inan ınız. - Sizin Türk sanat müziQinde en sevdiQiniz şarkı hangisidir efendim? Gözümde daim hayal-i canan. . Gönülde her dem cemal-i canan. Dede Efendi'nin rast eseri. Bu parçanın sonu vals usulüyle bitiyor. Dede Efendi devrini bir düşünün. Bugün bile bu parçanın sonuyla dans edilebilir. Bu parçaya hayran olmamak mümkün deQil. Bugün bile sahneye çıksam bu parçayla baş larım. �
- Zeki Bey sahneden ayrıldınız. Çevrenizin, ya da size gösterilen ilginin azaldı!;jını görüyor musunuz? - Bilakis efendim. Sahnedeki çevre ayrıdır, özel çevre ay rıdır. Çevremdeki gerçek dostlar artt ı . . Çünkü şimdi onlara daha çok zaman ayırabiliyorum. Zaten o zaman etrafımı saranların yarısına dalkavuk denilebilirdi : Şimdi etrafımda dalkavuk yok. - Sahne yaşamınız size parasal olarak hakkınız olan var lıQı verdi mi efendim? Yoksa geriye baktıQınız zaman sizi bazı patronların aldattıQını veya SömürdüQünü anlıyor musunuz? - Hayır efendim. Şöyle ki, ben hiçbir patronla para pazarlı{Jı yapmadım. - l stediQiniz parayı siz m i söylerdiniz? - Hayır efendim. Zarftan ne çıkarsa onu kabul ederdim. - Zarftan sizin umduQunuzdan daha az bir para çıkarsa? - Katiyen efendim. O kadar bilirlerdi ki işi. .. DeQerimi o kadar bilirlerdi ki.. i nanınız umduQum ne ise zarftan o çıkardı.. Ve de biliyor musunuz, kimseye imza vermedim. Sadece el sı kardım. Şimdi hala sanatçılara "Zeki Müren sözü mü?" diye soruyorlarm ış. Sahneden maddi manevi ne beklediysem ald ım. Hiç kimse beni sömürmedi, ama tabii ki sırtımdan çok kazand ılar. 309
Tabii ki ben beş alıyorsam onlar beş yüz aldılar. Çünkü onlar bize işveren durumundaydılar. Ben lüks bir işçi idim. - Şimdi ne ile geçiniyorsunı.ız? Herhalde bankada paranız ve epeyce faiz geliriniz vardır. - Ben faiz sevmem efendim. Hisse senedim olabilir. - Faizi niçin sevmezsiniz? - Dedemin bana bir vasiyeti vardır efendim. "Faiz parası hayır getirmez" diye. Şişli'de üç tane apartman ım var. Levent'te şu anda bulunduğumuz bahçeli bir evim var. Antalya ve An kara'da birer adet dairem var. Villam yok. Ondan sonra efendim Bursa'da anneciğimden iki daire kaldı. Bir de Bodrum'da yazlık evim var. Bana bunlar yetiyor efendim. Temel gelirim, kira ge lirlerimdir. Demek ki 25 yıl yorulurken emekliliğimi maddi manevi lemin etmiş durumdayım . Buna da şükrediyorum efendim. - Sizin için "Biraz eli sıkıdır" diyorlar Zeki Bey. - Yanlış efendim . Eli sıkı olan insan hiç Zeki Müren olur muydu? Bilakis beni tanıyan zümreler iyi bilir, ben cömertliği ile tanınan bir dostum. Ama ibadet de, kabahat de gizlidir. Yaptığım yardımları herhalde başkalarına söyleyecek değilim. - i badet eder misiniz? - Dinime çok inanı rım. Bir ara lise çağlarında namaz kıldım. Şimdi bu görevimi bayram namazlarında yerine ge tirebiliyorum. Dinimi seviyorum ve çok temiz buluyorum. - Siz herhalde liberal ve özgürlükçü bir insansınız değil mi Zeki Bey? - Herkesin özgür olması taraftarıyım. Bilhassa özel ya şantısında cenderede yaşamaktansa insan ölmeyi tercih et melidir. - Zeki Bey sizin siyasi görüşleriniz birkaç cümleyle nedir efendim? 3lll
- Siyasi görüşlerimi burada hiç konu etmemek gerekir efendim .. Çünkü ömrümce siyasete karışmadım. Hiçbir partiyi tutmadım. Sempati duyduğum siyasetçiler olmuştur, ama onlar da özel dostlarım olduğu içindir. Beni bir partici olarak hiç kimse görmemiştir. - Partici olarak değil de , genel olarak soruyorum. - Memlekete refah ı getiren kim ise, ben ondan yanayım. Bunu böylece bırakal ım. - Zeki Bey şöyle bir durum var. Sah ne sanatçıları ge nellikle bu gibi konulara cevap vermek istemiyorlar. Acaba bu gibi konularda bilgileri mi yok, yoksa ürküyorlar mı? - Onlarınki ürküntü olabilir efendim. Ama ben hakikaten politikadan anlamıyorum. - Ama vatandaş olarak Türkiye'nin sorunları nı izlemiyor musunuz? - i zliyorum efendim. i nşallah çok iyiye gider diye dua edi yorum. Memleket için en iyisi olsun. - Amin efendim . Zeki Bey insanların gözleri yıllardan beri sizin üzerinizde. Çünkü ülkemizin en ünlü insanlarından birisiniz. Bu durumdan rahatsızlık duyduğunuz hiç oluyor mu? - Efendim bazen hipnotize denilen olaya kapı lıyorum. Her gittiğim yerde gözler tek noktada ... Yani bende. i nanın titreme geçiriyorum. Bir elektrik al ıyorum. Yani onların elektronlarını alı yorum. Bazen çok yorucu oluyor. Ama yine de bu kadar se vildiğim için çok mutlu oluyorum elbette. - Bu ilgi sizi rahatsız ediyor mu? - Efendim, evime yorgun döndüğüm geceler kendime bu soruyu soruyorum. içkili değilim, fazla yol yürümedim, fazla de nize girmedim. Acaba bu yorgunluk nedendir? O gün iki bin ki şinin sorduğu sorulara cevap vermek, yüzlerce resim çektirirken zoraki gülmek .. Bir şarkıda geçer "Emanet g ü lme k diye . . . i nsan "
31 1
her an, her saniye hakiki gülemez ki efendim. Ben de insanı m . Benim d e dertlerim olur . . . - B i r yerde rol yapıyorsunuz herhalde . . - Bazen . . Çünkü her resim ayrı bir albüme giriyor. Somurtkan bir suratla o albüme gireceğime, ben emanet gülmeye razıyı m. - Zeki Bey size bir şey söyleyeceğim. Tabii bu benim ki şisel görüşüm. Sizin Türk toplumunda öyle yüce bir yeriniz var ki . . Ama televizyon reklamlarına çıkt ığı n ız zaman ben bunu doğrusu biraz yadı rgadım. Zeki Müren'e reklama çıkmayı yakıştıramadım. Tabii bu görüşümde yanı l ıyor olabil i rim ama. .. - Estağfurullah efendim . Size arzedeyim . . Altı yıldan beri sahnelerden uzağım. Televizyon reklamlarını maddiyat karşılığı kabul ettiğimi zannedenler yanlış düşünüyorlar. Şimdi her akşam televizyondan "Cee " demek, sahneye çıkmayan, film çe virmeyen bir Zeki Müren'i kırsal kesimdeki gecekondulara ve köy kahveleri ne kadar götürüyor. Küçücük çocuklar bile benden söz edince bu durum bana manevi bi r huzur veriyor. Sonra büyük dedikodular çı ktı bu konuda. Bu firmada n 25 milyon aldı m ve er tesi gün 2,5 milyon lira KDV'sini yatırdım. Daha fazla almış de· ğ i l i mdir . - Zeki Bey şimdi birkaç soru soracağ ım, ama bunlar size belki biraz hassas gelebili r. . - Yoo, ne isterseniz sorun efendim. - Şimdi bakıyorum yüzünüzde epeyce makyaj var. - Televizyon filmi çekiminden geliyorum da onun için efendi m . Sizden bi rkaç dakika önce eve girdim. -
Genellikle makyaj yapar mısınız?
- 4 Şubat 1 985 gününden beri inanınız makyaj çantama eıımi sürmedim. Annec iğim henüz vefat etmemişti ama ağır l :ışmışt ı . 31 2
- Daha önce makyajlı mı gezerdiniz? - Sahnelerde evet. - Sahne d ı ş ı nda? - Bazen çok hafif .. Röportajlarda ve resim çekilece!)i zaman . - Günlük yaşantınızda? - Hayır efendim. O da yalandır. Bazen öyle tiplere rastlıyorum ve hoşuma gitmiyor. - Saçlarınız boyalı mı Zeki Bey? - Meç var efendim. Ama önlerdeki şu kısım Allah vergisi olarak beyazdır. Kuaför o renge uydurarak meç yapıyor. Yoksa saçlarımda beyaz yoktur. Rahmetli annecij;jim ve babacıj;jım da öyleydiler. Hiç beyaz yoktu. - O zaman siz ön taraftaki beyazl ıj;ja uygun diye saçlarınızı beyaza m ı boyatıyorsunuz? - Platine boyatıyorum efendim. - Boyatmasanız saçlarınız siyah mı çıkıyor? - H ayır efendim. Kest_a ne rengidir. Televizyonda daha havalı resim vermek için meç yaptırmamı önerdiler. Zaten sahnede de yapıyordum. Ama sahneyle televizyon arasındaki dönemde yapt ı rmad ı m . - B i r d e efendim, bir han ım arkadaşım bana sizi kad ın ku aföründe peruk taktırırken gördüj;jünü söylemişti . . - Yok efendim, rica ederim. Onu ben d e duydum. Yalan efendim. Çok yalan çıkarıyorlar. Hatta dün gece saat 3'te bir ga zeteden telefon ettiler. Ölüm haberim yayılmış. Bu yaz tam beş defa öldüğüm yayıl<;lı. Ö lümümle bile uj;jraşıyorlar. Bunlar, var olan kişileri çekemeyenlerin kusmuklandır. - Kadı nlarla çok ilişkiniz, yaşadığınız aşklar oldu mu Zeki Bey?
313
- Her normal insan gibi kadınlarla ilişkilerim ve aşklarım oldu. Hatta bir modacı hanım benden bebek aldırttı. l igim olu yordu efendim. - Sizin eşcinsel olduğunuzu çok yaygın bir biçimde söy leniyor efendim. Bu konuda ne diyorsunuz? - Valla Alain Delon, Marlon Brando için bile söyleniyor. Kimse kimseyi yatak odasında göremez ki. . . - Yani bu rada okuyucularım ıza daha net bir şey verelim. Bu soruya cevabınız
" Haytr"
mı oluyor?
- Ben cevabımı verdim efendim. Her meşhur sanatçı için, hatta bazı büyük siyasi dünya büyükleri için bile bu laflar çık mıştır. Yani dedi�im gibi . . . Bunlar dört duvar arasında kalması gereken olaylardır. Ben hayatımı normal görüyorum. - Efendim siz çok ünlü Zeki Müren'siniz. Şu soruya biraz daha açık cevap verseniz . . . - Şimdi efendim, insanlar vardır kaba yaradılışlıdır. i n sanlar vardır, ince yaradılışlıdır. Sanatçıya incelik yakışır. Ben il kokuldan beri kendimi hep şarkı söylerken hatırlıyorum. Diğer arkadaşlarım çember çevirip çelik çomak oynarlardı. Mesela on ların telden arabaları veya tahtadan otobüsleri vardı. Ben be beklerle oynardım. Bu, eşcinsel olmak demek de�ildir. ince ruhlu ve zarif insan olmak demektir. Bunun erkeklikle kadınlıkla ilgisi yoktur. - i nce ruhlu olmaktan neyi kastediyorsunuz? - Sanatçı ruhunö kastediyorum. Gerçek sanatçı ruhu ince olmal ıdır efendim. Çünkü şair, bestekar, heykeltraş, yazar. . . Bunlar kaba ruhlardan çıkmaz. i nce ruhlu olmak ayrıdır, sor duğunuz soru ayrıdır. Benim cevabım bu kadar .
.
- Ama en az ından görüntü olarak ince ruhlu olmayıp da sanatçı olanlar epeyce var efendim.
314
- 35 yıl sürmez onların sahne hayatı . i nce ruhlu bir sa natçı n ı n ömrü uzun sürer. Diğerlerini işte görüyoruz. Ben 1 955 yıl ında sahneye çıktığım zaman benimle birlikte yirmi kişi daha sahnedeydi. Bugün onların adresleri bile belli değil. - Yani siz daha hassas ruhlu bir insan m ıs ınız efendim? - Valla efendim hassas olmayan bir insan Zeki Müren olur muydu? Benim kedim öldü, haftalarca uyumadı m . Düşünün ki, bir insanın hastal ığına nasıl dayanabilirim. - Zeki Bey bir de son günlerde AIDS hastalığı ortaya ç ı ktı. Söylentiye göre bu hastal ı k bütün dünyaya eşcinsellerden ya yılmış. - Efendim söyleyeyim.. Bana Amerika'dan en yetkili ki şilerin anlattığına göre bu hastalığın orada eşcinsellerden ya yılmasının nedeni , Allah korusun oradaki homo'lar bir nevi hippy hayatı yaşıyorlarmış. Bunlar morfin kullanıyorlar ve aynı iğneyi 20 -
30 kişi birden alem yaparken damarlarına sokuyorlarmış. Has
tal ı k özellikle bu durumda yayıl ıyormuş. Yani kandan geçiyor. Hastalı k ilişkiyle de geçiyor ama özellikle homo'larda olur diye bir şey yok. Cevabım bu kadar efendim. - Siz niçin hiç evlenmediniz efendim? - Evliliğe sonsuz saygım var, ama o kadar çok kişiyle o kadar candan ilgiliyim ki .. Bir kişinin bana
"Saat kaç oldu, ne rede kaldın, beni bugün nereye götüreceksin?" demesine ta hammül edemezdi m. O zaman şiir yazamazdım, beste ya pamazdım.
Sanatım
eksilirdi.
Ben
sanatımla
ve
toplumla
evliyim. - Bir ara sizi basında Bülent Ersoy'la kıyaslarlardı . - B u çok
yanl ı ş bir kıyast ı r. . Çünkü ben o çocuğa daima
üzülmüşümdür. K ızmak değil. Eğer o davranışlarını yapmasaydı , bugün gazinolarda ismi e n üst sıraya yazılacak bir sanatçı olur du. - Hangi davranışları? Kadın olması m ı ?
- Evet efendim. Tanrı'nın yarattığı gibi kalmak bence en doğru iştir. Ama kendisini hiçbi r zaman rakip olarak görmedim . . Çünkü rengimiz ayrı . . Ve de bana sayg ı l ıd ır. Her gördüğü yerde bana hürmet etmiştir. Ü züldüm o insan için. - Zeki Bey bu kadar ünlü bir insansınız. Her şeye sa hipsiniz. Mutluluğu tadabildiniz mi yaşantınız süresince? - Gerçek anlamda mutlu olamadım efendim .. Çünkü ken dimi yaşayamad ı m . Attığım her adı m , yediğim her lokma, içtiğim her kadehin yudumları say ı l ı yordu. Yani diğer insanlar kadar kendimi yaşayamadım. - Mutsuz bir insan olarak mı yaşadınız hep? - Yarı mutlu diyebiliriz. Alkışlardan mutluluk duydum, devamlı gözaltında olmaktan mutsuzluk duydum. - Gerçekten mutlu olabilmek için nasıl bir yaşam is terdiniz? - Mutluluğu tadan yoktur ki, ben tarifini yapabileyim efen dim ... Çünkü her üzümün bir çöpü vardı r. Zannediyorum tam mutlu olana rastlamak çok zordur. - Az önce pek çok kadınla ilişkiniz olduğunu söylemiştiniz. Acaba o kadınları mutlu edebildiniz mi? - Benim şöhretim onları mutlu etmedi. .. Çünkü istiyorlardı ki, ben yalnız onların olayım. Halbuki ben halkın mal ıydı m . Ego istlikten geliyor yani. .. Mesela
"Sahneye çıkma, kadınlar ma tinesinde orkide veren hanımın gözleri yeşil miydi?" gibi . . . O zaman " iyi ki evlenmemişim" diye düşünürdüm. Flört eder ken bu soruları soran evlenince Allah bilir neler yapar. - Kaç kadınla aşk yaşadı n ız? - Bir çocukluk aşkım, bir de sekiz sene süren ilişkim oldu efendim. - Tabii bunların dışı nda başka birçok kadınla yatıp kalk tınız değil mi? Bir modacı hanımdan çocuk aldırdım demiştiniz.
�16
- Ben aldı rmadım, o aldı rd ı efendim. Tabii kadınlarla o tür ilişkilerim çok olmuştur. - O kadınlar size niçin gelirdi Zeki Bey? - Bazıları şöhret olmak için, bazıları cemiyette bir gecede tanınmak için , bazıları da beni sevdikleri için
.
- Peki efendim , diyelim ki güzel bir kadınla ilişki kurdunuz.
Sizin temel 'amacınız o kad ı nla yatmak mı oluyor?
- Önce arkadaşlık, Türk musikisini sevmesi , benim se simin etkisinde kalması, beni sevmesi ve sonra haliyle sizin de diginiz . . . Yani her insan gibi. Sinekler, sivrisinekler, mikroplar bile sevişiyor. - Çapkın bir insansınız galiba efendim. - Hayır .. Ama sahnede çapkın bakard ı m . Bunu bilerek yapardım. Bu benim sahne bakışımdır. Normal hayatta öyle baksan olmaz. Eh, sahnede de normal hayat gibi bakılmaz ki . .
Sahnede bazı bakışlarıyla rol yapan bir Zeki Müren vardı yani. - Zeki Bey şöhretin doruOunda 35 yıl geçirdiniz. Basında hakkınızda doOrusuyla, yalanıyla belki binlerce yazı çıkmıştır. ' Bunlar arasında çok kızdıklarınız, ya da gerçekten rencide ol duklarınız var mıydı? - Efendim bir gazetede
"Zeki Müren babasının kabrini
yaptırmadı" diye bir haber çıktı . Gidip babamın kabrinin nındaki p arselin resmini çekmişler. Halbuki kabri çoktan
ya ya
pılmıştı. Çok yık ı l d ı m . Bir de, rahmetli babamı n vefatının henüz kırkıncı günü bile dolmamıştı ki, başka bir h aber çıktı ..
"Zeki Müren'in annesi evleniyor. Zeki Müren'in Cici Baba'sından isteği: Evlenince l stanbul'a gelin, ama benim evde kalmayın, Tarabya Oteli'nde kalın . " Yani benim Cici Baba'mdan is .
teklerim bunlarm ış. Şu anda sizin güldüğünüz gibi ben de . gül düm, ama çok da üzüldüm. Bir sanatçıyla basın şakalaşmal ıdır. Bunu kabul ediyorum. Ama baba kabriyle, anne namusuyla bu �17
olmaz efendim . . . Ve biliyor musunuz, ömrüm boyunca bir tek gazeteye bile tekzip veya açıklama göndermedim .. - Zeki Bey son olarak bir şey daha soraca(Jım. Sizin mu habbetiniz çok iyi
olurmuş.
Açık
fıkra
anlatmaya
da
ba
yılırmışsınız. - Bayılırım efendim, çünkü beni dinlendirir. Dört bin kadar . şarkının sözlerini ezbere bildiQim gibi, çok da fıkra bilirim. Bakın size en kısa olanını anlatayım. Ş u bat Mart'a ne demiş? - Ne demiş? - Mart kardeş üç gün ödünç ver de, bir mastürbasyon da ben yapayım demiş .. (Sürekli gülüşmeler.. Zeki Müren işin ha vasına giriyor ve art arda açık fıkra anlatmaya başlıyor. Foto muhabiri Erol Oemek'le bir1ikte gülmekten masanın üzerine ka paklanıyoruz..
Bu
sırada televizyonda
Fenerbahçe ve Ga
latasaray'ın Avrupa kupalarındaki maçları bitmiş. Sonuçları öO reniyoruz .. Zeki Müren havasına iyice ginniş ... ) - Siz takım tutar mısınız Zeki Bey? - SorduQunuz anlamda tutmam efendim. Sadece
takımlarımı" tutarım. - Size çok teşekkür ediyorum Zeki Bey.
:ns
" Kendi
BEDRETTIN DEMiREL (Emekli orgeneral)
Bedrettin Demirel 1 9 1 7 yılında Elazığ'da doğdu. Babası, Kurtuluş Savaşı gazilerinden Bin başı Zekeriya Bey. 1938 yılmda topçu subayı olarak Harp Okulu'nu bitiren Demirel, 1948'de yüzbaşı rüt besinde iken kurmay oldu. Yurtiçinde ve yurtdışmda çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1966 yılmda general oldu. 1974 Kıbrıs harek�tma önce Tümen Komutam olarak tümgeneral rütbesiyte, daha sonra d,a Kolordu Komutam olarak katıldı ve Kıbrıs Türle Kuwetleri Komutanlıgı yaptı. Bedrettin Demirel 1978 yıltnda orgeneral oldu ve fi. Ordu Komutanlığı görevine getirildi. 1982'de 49 yıllık askeri hizmeti sonrasında yaş haddi nedeniyle emekli oldu. 1982 1986 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı da mşmanlığı yapan ve geçtiğimiz günlerde bu gö revden ayrılan Demirel evli ve iki çocuk babası. ln gilizce ve Fransızca bilen Bedrettin Demirel'in yayımlanmış çok sayıda makalesi ve kitapları var. Demirel vefat etti. 319
KIBRIS BARIŞ HAR EKATININ BiLİN MEYEN YÖN LERİ - Paşam, Kıbrıs harekatı konusunda şimdiye kadar sa dece politikacılar konuştu. Hiçbir askerin görüşleri kamuoyuna yansıtılmad ı .
Siz,
K ı brıs' ı n
bir
bölümünü
ele
geçiren
kuv
vetlerimizin komutanlığını yapm ış bir askersiniz. Benimle ko nuşmayı kabul ettiğiniz için önce size çok teşekkür ediyorum . Size K ıbrıs savaşı konusunda bazı sorular sormak istiyorum ve açık yürekle cevap vereceğinize inanıyoru m . Türk Silahlı Kuv vetleri Kurtuluş Savaşı 'ndan sonra vatanı için ilk kez Kı brıs'ta savaştı .
Elbette
hatalarımız
ve
sevaplarım ız
oldu.
Kah
raman l ı kları m ız oldu, eksiklerimizi gördük. Belki bazı yağmac ı l ı k v e ı rza geçme olayları oldu. Sizinle bugüne kadar kamuoyuna hiç yansımayan bu konuları konuşmak istiyorum
...
20 Temmuz 1 974
günü Kı brıs harekatımız başlarken hangi görevde idiniz? - Efendim biliyorsunuz 1 5 Temmuz
1 974 günü Kıbrıs
adasında ani bir hükümet darbesi oldu. Nikos Sampson adlı bir EOKA'cı , K ı brıs Cumhurbaşkanı papaz Makarios'u devirerek yö netime el koydu. Makarios adadan kaçt ı . Bu durum, adada ya şayan Türk soydaşlarımız için büyük bi r tehditti. EKOKA'cılar hepsini öldürecekti. - Siz o sı rada hangi görevde idiniz'? - lskenderun'da
39. Tümen komutanı idim. Rütbem tüm-
general . . Tümenimin görevi Kıbrıs'a yapı lacak herhangi bir mü dahaleyi gerçekleşti rmekt i . Bunun için her an haz ı r du rumda zaten bekliyorduk. - Harekat için size nasıl haber geldi?
- 15
Temmuz darbesi bize zaten ilk işareti vermişti. Dar-
beciler meşru K ıbrıs hükümetini devirmişler ve garanti
an
laşmas ı n ı çiğnemişlerdi . Bunun üzerine herhangi bir müdahale
mecburiyeti doğabilir düşüncesiyle, birliklerimize derhal alarm verdik. Birliklerim iz o zaman l skenderun, Kahramanmaraş, Os maniye ve lslahiye'de bulunuyordu. Bunların hepsine hazır ol emri verildi. - Ankara'dan da size emir geldi mi? - Geldi elbette . . Tabii çok daha önceden, Kı brıs'a yapılacak bi r müdahale durumu için planlarımız hazırd ı . Yani birdenbire, böyle hiç ummadığımız bir olayla karşı karşıya gelmiyorduk. Her durum için planlar ı m ı z vard ı . - i çeride bulunan birlikleri hemen k ıyıya m ı toplamaya başlad ı n ız? - Kıyıları m ıza intikal emri ald ı k ve özellikle Mersin yö resinde toplanmaya başlad ık. Biliyorsunuz Mersin kıyılarına in tikal ondan önce
1 967 y ı l ı nda bir kez daha yapılmış, ancak
harekat gerçekleşmemişti . . Ve Allah bu görevin yapılmasını bize veriyordu. - Paşam,
1 974 Temmuz ayında siz l skenderun'da tümen
komutan ısınız. Bir ç ı karma olursa siz yapacaks ı n ı z . Bunu ön ceden biliyorsunuz . Temel eksiklerimiz nelerdi bizim? Sizin ka fanızda neler kuşku yaratıyordu? Mesela
konularda zayıfız"
" Bir harekat olursa şu
falan gibi. . .
- Çölaşan, elimizdeki araç ve gereçler son sistem değildi. Asl ı nda hiçbir ordu, ne kadar zengin olursa olsun en ideal olan, en modern silahlara tam anlam ıyla zaten sahip olamaz ama . . . - Amerikan ordusu d a öyle midir? - Evet, onlarda bile eksik silahlar vardır. Bizim elimizdeki silahların çoğu da, i kinci Dünya Savaşı 'ndan kalan silahlardı . Fakat biz yine de silahlarım ıza güveniyorduk, askerimize ve su baylarımıza güveniyorduk. Ama dediğim gibi , tankları m ı z i kinci Dünya Savaş ı 'ndan kalan tanklardı . Sonra deniz çıkarma tek nelerimizin h ı z ı yetersizdi. Saatte ancak beş altı mil hız ya?ı 2 1
pabiliyorlardı . Bunların niteliği yeterli olmadığı gibi, sayıları da yeterli değildi. Sık s ı k arıza yapıyorlardı . Bunlar, içinde dizel mo toru olan basit teknelerdi. Kimisi iki, kimisi dört tank alıyordu. Yani elimizdeki araç, gereç ve silahlar modern değildi, ama bence kullanılabilen her silah moderndir. Kullanılabilıyorsa moderndir. K u llanılamayan bir silah, istediği kadar modern olsun, gerçekte modern değildir. Yani kullanılamayan, ikmali yapılamayan mo dern bir silah hiçbir işe yaramaz. Sadece bir demir parças ı ndan ibarettir. Ö zellikle şunu belirtmek istiyorum ki, silahı kullanan esas unsur insand ı r. Yani esasta insanın ruhu savaş ı r .. Silahlar deği l ,
ruhlar
çarp ı ş ı r.
Silahlar
karşı
karşıya
gelince
ken
diliklerinden ateş açmazlar. Asıl savaşan ruhlar ve kafalardır. - Ama Paşam, bu devirde insanoğlu bir düğmeye basıyor ve yüzlerce kilometre ötesindeki düşmanı imha ediyor. Artık sa vaşlarda ruhun ne önemi var? - Tabii atom silahlarının ve nükleer silahların dünyada büyük bir deprem yarattığ ı n ı biliyoruz. Fakat bu silahların dün yada her şeyi bitirece(!ine ben inanmıyorum. Netice itibariyle ge riye kalacak olanlar yine sen, ben ve insanlardır. Churchill'in de diği gibi sonuçta insanlar yine taş ve sopaya kalacaklardır. Onun için ruhlar önemlidir. H atta ruh olmayınca, o buyurduğunuz düğ meye basmak bile mümkün değildir. - Evet efendim , yine gelelim K ı brıs çıkarmasına .. Size Temmuz
20
1 974 sabahı için harekat emri geldi. Çıkarma bölgesi
olarak niçin Girne seçildi? Orası Magosa'ya göre daha ters bir yer değil m i ? Rumlar beklemediği için mi oraya çıktın ız? - Evet, iyi bir noktaya temas ettiniz. Tabii çıkarma pek çok yerden olabilirdi. Orası düşman ı n ummadığ ı . ya da ikinci planda umduğu bir yerdi. Birinci umduğu yer Magosa kıyıları idi. Magosa kıyıları daha geniş, daha açık, daha bol plajlı ve çıkarmaya daha uygun bir yerdi. Magosa kıyılarına ayak bastıktan sonra ileriye doğru yürümek daha kolaydı . . Çünkü arkası açıkt ı . Girne ise,
�22
bizim
kıyılarımıza,
Magosa'ya
oranla
daha
yak ı n d ı .
Ancak
Girne'de ç ı kt ığımız yerin karşısında kıyıya paralel olarak giden Beşparmak Dağları vard ı . Bütün kıyıda düşman ı n gözetlemeli ateşi vardı ki , bu durum çok sakıncal ıdır. Ama sonuçta bütün değerlendirmeler yapıl m ı ş ve Girne'ye çıkmaya karar verilmiştir. - i lk önce hangi birliklerimiz çıkt ı kıyıya efendim? - i ki tane deniz piyade tabu rumuz çıkt ı . Onlar görev itibariyle benim tümenime bağl ıydı lar. Deniz piyadelerinden hemen sonra iki piyade taburu, aynı zamanda bizim tümenin alay mu habere grubu çıktılar. ilk gün şehit düşen Albay Nuri Ka raoğlano!';Jlu komutasında üç taburlu bir alay .. Yani ilk çıkanlar iki deniz piyade taburu, üç piyade taburu, takviyeli bir topçu taburu, bir tank bölüğü ve bir muhabere (haberleşme) grubu olmuştur. Bunlara
"Çakmak Tugayı"
ismini verdik. Başında Tuğgeneral
Süleyman Tuncer vard ı .
- 20 Temmuz sabahı siz neredesiniz? - Ben Mersin'deyim .. Çünkü bu kıtalar Mersin'den biniyordu. Biz tümen karargahı olarak ikinci kademede çıkmayı planlamıştık. i lk çıkan dalgalar arasında tabii tümen komutanı bulunamaz d ı . Bu bakımdan, mad ı m . Biz
20 Temmuz günü ben Girne kıyılarına ayak bas 22 Temmuz sabah ı , ikinci kademe olarak oraya çık
tık. - ilk çıkışta çok zorlandık m ı Paşam? Düşman çok direndi mi? - Düşman ın ilk çıkarma dalgalarımıza gösterdi!7Ji mu kavemet çok önemli değildi. Yani onlar da ummadı kları bir yerde, ummadıkları bir zamanda Türk kıtalar ı n ı karşı larında buldukları için, ilk anda esaslı bir m ukavemet göstermediler. Bu bakımdan, ilk gün çıkan bi rliklerimiz çok kayıp vermediler. Baz ı güçlükler olmasına rağmen kıyıya ayak basabildiler. Fakat kıyıya ç ıktı ktan
5
6 saat sonra düşman m ukavemeti iyice artmaya başlad ı . 323
Düşman, çıkarma bölgesine hakim tepeleri tutmuştu. Buradan etkili bir şekilde ateş açarak, kıyıya çıkmış bulunan ve zaten dar bir bölgeye sıkışan birliklerimizi yavaş yavaş yıpratmaya baş l ad ı . - Nitekim alay komutanı Al bay Nuri Karaoğlanoğlu da orada şehit düştü, öyle değil mi? - Karaoğlanoğlu 20 - 21 Temmuz gecesi düşman ı n yaptığı gece ateşleri ile şe hit oldu . Onun yanında bulunan ve yerde görev yapan pilot Binbaşı Fehmi Ercan da Karaoğlanoğlu ile birlikte şehit düştü . K ıtalarımız gece karanl ığ ında ve bil medikleri bir arazide oldukları i ç i n çok müşkül şartlar altında kald ılar. - O ilk kıtalardan sonra da asker çıkarmaya devam ettik mi? - Onlardan sonra, benim bulunduğum kıtalar 22 Temmuz sabahı oraya ç ı kt ı .
- ilk
ç ı k a rd ı ğ ı n ı z
birlikler kaç kişiydi efendim?
- Deniz piyade dahil, tahminen üç bin, üç bin beş yüz diyebilirim. - Peki, 20 Temmuz sabahı sadece Girne k ıyılarına mı çıktık? - Aynı gün havadan önce paraşüt tugayımız, ondan sonra da komando tugayımız Lefkoşe'nin kuzeyindeki Gönyeli'ye sa bahın alaca karanlığında i ndiler. Oraya hem helikopterle, hem de paraşütlerle tahminen üç bin kişilik bir mevcut indirdik. - Ç ı k arm a
günü bizim uçaklar oraları bombalıyor muydu?
- Ta b i i . . . Hava ve deniz kuvvetl erimiz G i rn e ' n i n a rkas ındaki Beşparmak Dağlarını bombaladılar. Lefkoşe çevresi de bombalandı uçakl a r ı m ı z taraf ı ndan. - Evet Paşam . 20 Temmuz günü ilk çıkarma ve indirmeleri yaptık ve .Tü rk kuvvetleri i ki ayrı yerde tutundu . Biri G irne, diğeri L efkoş e çev resi . Sonra 22 Temmuz günü siz nereye ç ı kt ı n ı z ? .
.
> 2-!
- Biz G i rne'nin Platani denilen. şimdiki Yavuz plajına çıkt ı k . Orada kıyıya benimle birlikte ayak basan v e benim hemen ar kamda bulunan Yavuz Sokullu adı ndaki bir arkadaşımız şehit düştü . O plaja onun adını verdik. - Şimdi bunu size bir insan olarak soruyorum .. Bir savaşa gidiyorsunuz ve ne olacağı belli değil. Hiç korku duyuyor mu sunuz? Yani içinizde bir korku, bir ürperti hissettiniz mi? - Tabii hiçbir insan
"Ben savaştan korkmuyorum"
di
yemez. Herkes bir savaş sırasında ai!: veya çok tereddütler ge çirebilir. Buna korku da denilebilir, heyecan da denilebilir, te reddüt de . . . Bu kelimeler olabilir. Bunları da yenecek olan inanç, azim ve iradedir. Eğer inançlı iseniz, bu korku yavaş yavaş or tadan kalkıyor. Yani korkuyu yenen inançtır. - Şimdi Paşam, orada bir savaş var. . Elbette ki kar şım ızdaki Yunan askeri de korkuyor. Rum askeri de kokuyor. Bizim askerimiz de insan olduğuna göre, acaba korku belirtileri sezdiniz mi? - Bak Çölaşan, bizim askerimiz subayına çok sıkı bağlıdır. Subayında korku görmezse, azim görürse, o da subayına mut laka uyar. Şunu açıkça söyleyeyim, herkes görevine inançla bağlı idi. - Hiç firar olayı falan oldu mu? - Böyle bir şey hiç olmadı . - Peki oraya temmuz sıcağında birliklerimiz çıkıyor. Orıların yemesi içmesi nası l sağlanıyor? Birliklere pişmiş yemek m i götürülüyordu? - Tabii daha önceden gerekli tedbirle r i almıştık Yani sıcak .
mevs i m olduğu içi n ,
sıcakta bozulmayacak kumanyalarımız
vard ı . Sıcakta her şey yenmez. Tabii Adana ve Mersinli yurt taşları mızın da bize büyük yard ı mları old u . O manzaraları hıçbir zaman unutmak m ü mkün değildir. Biz oradan geçerken as·
kerlerimıze zorla ve kamyonlar dolusu kavun, karpuz, üzüm ve akl ınıza ne gelirse armağan ediyorlardı . Biz almak istemiyorduk. Fakat hatırlarını k ırmamak için bazılarını aldık. Almayı nca
de alacaksınız"
" i lle
diye ağlıyorlard ı .
- Savaşa gönderilen askerin moral ini yüksek tutsun diye, belli bir ilaç falan veriyor musunuz efendim? - Hayır, öyle bir ilaç yoktur. Moral vermek için bir sinir ilacı olamaz. Sadece, sıcakta terlemeye karş ı tuz hapları veriyorduk. . Çünkü s ıcakl ı k
40 dereceye yakındı. B i r de rutubet vardı .
- Ç ıkarma gemilerindeki askerleri deniz tuttu mu? Böyle olduğunu duymuştum. - Bazı askerleri tuttu, çünkü deniz sakin değildi. Epeyce dalga vard ı . Hatta beni bile biraz sarstı. Ben de teknede iki tane Antimaren aldığımı hatırlıyorum .. Deniz tutmasına ve mide bu lantısına karşı bir ilaç . . - Paşam ç ı karma gemisine Mersin'den bindiniz v e Gime kıyısına çıktınız. Oraya sizden önce çıkan birlikler de var. O po zisyonda birliklerinize hakim olmak için neler yapıyorsunuz asker olarak? - Orada hepsi kendi birliklerimiz. Gerçi onların alay ko mutanı Karaoğlanoğlu şehit düşmüştü, ama
tugay komutanı
olarak Süleyman Tuncer orada idi. Birliklerimizi hemen orada çevremizde gördük. Dolayısıyla, kendi birliklerimize hakim olmak hiç de zor olmad ı . Sonra beraberimizde getirdiğimiz tank bölüğü, piyade bölüğü de vard ı . Onların komutanları da yanlarında idi. Kıyıya ayak bastıktan sonra yapacağı mız harekatı biz onlarla çı karma gemisinde düşünmüş ve planlamıştık. K ıyıya da gerekli emirler iletilmişti. Biz sabah erken saatlerde kıyıya ayak basar basmaz ilk işimiz, hiç düşünmeden hemen Girne üzerine taarruz oldu . . Ve o günün akşamına Girne'yi ele geçirdik. Ondan sonra da taarruzlara devam ettik. .:ı2ı;
- Girne'de çok direndiler mi? - Girne'nin aşaQı yukarı birçok evinden, kalesinden ve meydanlarından epeyce ateş yedik. O gün orada 60 - 70 tane şehit verdik. Onların şehitliği Girne'de, KaraoQlanogıu şehitliQi dediQimiz yerdedir. - Efendim burada bir saplantı yapmak istiyorum. Savaş olayına tekrar geleceğim .. Kıbrıs'ta bize karşı savaşan Yunan ve Rum birlikleri vard ı . Onları nasıl değerlendiriyorsunuz? Takdir mi ettiniz, yoksa korkak insanlar olarak mı nitelediniz? - Düşmanın iyi eQitilmiş kıtaları da vard ı , kötü eğitilmiş kı taları da vard ı . Bunlar arası nda Lefkoşe'deki Yunan alayı, birinci derecede eQitilmiş çok kuwetli bir birlikti. Rum Milli Muhafız Or dusu'nun bazı birlikleri iyi, bazıları kötüydü. Başları ndaki su bayların derecesine göre kahramanlı k, direniş ve cesaret gös teriyorlardı. - Aynı durum bizim için de geçerli miydi? - Elbette ki komutanlar iyi olursa, kıtalar da görevlerini daima iyi yaparlar. Başındaki komutan ve subaylar iyi olmazsa kıtanı n hiçbir deQeri yoktur. - Kıbrıs'ta en iyi, en kahramanca savaşan birliğimiz hangisi oldu? - Hepsi kahramanca savaştılar. - Başarısız olan hiç olmadı m ı efendim? - Başarısızlıklar belki i rrtibat ve muhabere güçlüklerinden olmuştur. Ayrıca bazı kişilerin bazı şahsi zafiyetlerinden (kişisel zayıflıklarından) olmuştur ki, bunları bugün anlatmak zordur. Niçin zordur? Çünkü bu tarihi yaratanları n, yaşayanların ve ya panların bir kısmı henüz hayattadır. Kıbrıs harekatında çok ba şarıl ı olanları ve olmayanları ben kalbime gömdüm. Çok kah raman subaylar, astsubaylar ve erler gördüm. Mesela şimdi Kars valisi olan, o zaman ben i m muavinim Tuğgeneral Hakkı Borataş, �27
o zaman piyade binbaşı olan Ö nder Sürel , Tank Yüzbaşı i lhan Tunççevik, Muhabere Binbaşı Altan Ateş, Tank Teğmen Ab dülkadir Ceylan ve daha niceleri . . . - i sim sormayacağı m , ama görevini yapamayanlar ve ak satanlar da herhalde olmuştur değil mi? - Görevini yapamayanlar, az yapanlar veya aksatanlar ol muştur. Bunların hikayesini çok güvendiğim bir arkadaş ı ma ver dim. Tarihe ayd ı n l ı k tutmak bak ı m ı ndan , o arkadaşı m bunları belki ileride yayımlayabilir. Bunları bugün açı kl amak doğru de ğildir. Her harekatta olduğu gibi, Kı brıs'ta çok başarı l ı olanlar ol muştur, az başarıl ı olanlar olmuştur. - Efendim, Kıbrıs'ta savaşan en üst rütbeli komutanlar arası nda kimler vardı? - Korgeneral Nurettin Ersin helikopterle Lefkoşe'nin ku zeyine inmişti . Tümgeneral olarak ben vardım, bir de rahmetli Osman Fazıl Polat vard ı . - Evet Paşam, Girne'yi
22 Temmuz akşamı ele geçirdiniz.
Sonra neler oldu? - Girne'den sonra harekatı n en kritik noktası, Girne ile Lefkoşe'yi birleştiren Beşparmak Dağları n ı ve oradaki darboğazı aş ıp düşürmek ve yolu açmakt ı . Ondan sonra bizim en önemli hizmeti miz, Girne ile Lefkoşe'yi birleştirmek oldu . Darboğazı dü şürüp, kıyıbaşı ile havabaşı n ı birleştirdik. Bu işi
22 Temmuz ak 22
şam ı başard ık. Fakat bundan önce çok garip bir olay oldu . Temmuz günü saat
"Ateşkes"
17
dolayları nda,
Bi rleşmiş
Milletler'den
kararı geldi. Fakat biz harekat ı n en kritik safhas ında
ve mahküm bir arazide idik. Bu durumda harekatı durdurmamız söz konusu olamazd ı . Ufak ufak harekatlar yaparak k ı y ı başı ile havabaşı n ı böylece birleştirmek zorunda kaldık. Askerliğin gereği bu idi. Yani başka türlüsü olamazdı . Siz mahküm bir arazide ve düşman tepenizde .. Katiyen öyle duramazsınız. - Yani hiç belli etmeden, ateşkes kararına rağmen iler lediniz mi? 128
- Belli etmeden ve belli ederek bütün mahkumiyetimizi gi dermeye ve arazide avantajlar sağlamaya çalıştık. Yani avantaj sağlamak, askeri harekatın gereğidir. Düşmanın elinde tuttuğu önemli arazi parçaların ı ufak ufak, parça parça ele geçirmek . . Takım çapında mevzii (yerel) taarruzlar d a yaptık v e iki ayrı ta raftaki gücümüzü birleştirmiş olduk. Aynı gün de birinci harekat fiilen bitti . i kinci harekatı n 1 4 Ağustos 1 974'te başlamasına kadar bekleme durumuna geçtik ve mevzilerimizi sağlamlaştırdık. - K ıbrıs'taki Yunan alayı ile bizim birliklerimiz fiilen kapıştı mı Paşam? - Yunan alayının karşısında bizim Türk alayı vardı . Tabii filen çatışma oldu. i kisi arasında çok kanlı çarpışmalar olmuştur. Yani
22
Temmuz gününe kadar gerçekten kanlı çarpışmalar
oldu. Çok kritik saatler yaşadık. Hatta bir ara, Lefkoşe - Girne yolu kesildi. - Yani bizi oradan püskürttüler mi? - Bazı birliklerimiz, Lefkoşe - Girne yolunu birkaç saatliğine bile olsa Yunan birliklerine bırakmak zorunda kaldılar. Sonra iş tekrar düzeldi. Gece muharebeleri oldu, gündüz muharebeleri oldu . Yani orada çok kanl ı çatışmalar meydana geldi. - Sonra Yunan alayı kaçtı m ı ? - Hayır, kaçmaları diye bir şey söz konusu olmad ı . Yunan alayı, Lefkoşe'deki mevzilerinde direndi . Sonra 14 Ağustos sa bahı ikinci harekat başladığı zaman Yunan alayı ile tekrar çar pışmak zorunda kaldık. - i kinci harekat başladığı zaman artı k amacımız Girne Lefkoşe arasındaki küçük alandan çıkıp Magosa'ya doğru hücum ederek arazi kazanmak. O nasıl oldu k ısaca? - 1 4 Ağustos günü hiç unutmam güzel, parlak bir gündü. i ki tümen yan yana sabahı n alaca karanlığında Magosa'ya doğru harekatı başlattık. Asl ında ikincı harekatta daha az direniş gör-
�29
dük. Birinci harekatta düşman ın azim ve iradesi büyük ölçüde kırılmıştı . Bizim oraya ayak basmam ız, morallerini büyük ölçüde sarsmıştı. Zaten kendi iç düzenleri de bozuktu. Nikos Sampson devrilmişti. Ancak özelikle
1 4 Ağustos sabahı, Lefkoşe va
roşlarında ve Lefkoşe'nin Türk kesimi ile Yunan kesimi arasındaki meskün yerlerde çok kanlı çatışmalar ve hatta sokak mu harebeleri
oldu .
Orada
bizim
birliklerimiz
ve
Kıbrıslı
mü
cahitlerimiz ağ ı r kayıplar vermişlerdir. Mesela Yunan alayı kar şısında savaşan bizim Ö mer Sayarl ı ismindeki piyade binbaşının taburu üç dört saat içerisinde 30 - 40 kadar şehit vermiştir. As kerlerimiz ve mücahitlerimiz kahramanca savaşmış, ancak çok · kayıp vermişlerdir. - Yani Yunanlılar da iyi mi savaşıyor Paşam? - Yunanlılar çok iyi savaşmışlardır. Savaşçı bir millet olduklarını ispat etmişlerdir. Yani karşımızda kahramanca çar pışmıştır Yunan birlikleri. Mevzilerini terk etmediler. Mevzilerini terk etmediklerini de, b ı raktıkları ölülerle gördük. Hiçbir zaman, can ı m ı ku rtarayım diye geriye kaçan bir Yunanlı görmedim. - Şu sözler hem Türk ordusunun, hem de onun emekli bir komutanı olan sizin büyüklü d ünüzü gösteriyor efendim. Baş bakan Turgut Ö zal kürsüye çıkıp oy avcılığı yapmak için kendi deyimiyle Yunanlıların
" Korku bokuna"
neler yaptığını an
latıyor .. Siz ise onlara karşı savaşmış bir komutan olarak düş manınızı takdir edebiliyorsunuz. işte büyüklük budur. Sizin gibi kaç komutan çıkıp da savaştığı bir milletten böyle söz edebilir? Peki Yunan l ı ların zayıf yönleri nelerdi?
- "Yunanlılar veya Rumlar korkaktı. Bizi görünce hemen kaçtılar" diye bir görüşe hiçbir zaman sahip olmadım. Ancak onların zayıflığını g österen bazı hususlar da vardır. Niçin onlardan daha çok mukavemet görmedik? Bir kere baskına uğ ramışlard ı . Stratejik ve taktik alanda baskına uğramış ve şa şırm ı şlard ı . i kincisi , birliklerinde emir ve komuta zinciri yetersizdi.
330
Makarios'çu , EOKA'c ı , Sampson'cu gibi hizipler vard ı . Aralarında bölünmüşlerdi. E!)er tam bir birlik ve beraberlik içerisinde ol salardı , direnişleri daha fazla olabilirdi. Rum Milli Muhafız Or dusuna gelince, onların içerisinde e!)itimsiz askerler, hatta saçlı sakallı askerler bile vard ı . Biz önce onları sivil zannediyorduk. Ama onlar arasında da çok kahramanca savaşanlar
oldu . Di
renen de vard ı , direnmeyen de vardı. - Karşımızda direnen Yunan alayı sonuçta çok kayıp verdi mi efendim? -Tahmin ediyorum ki yarısı gitmiştir. En az yarısı gitmiştir. - Lefkoşe Havaalanını da bir türlü alamadık değil mi? - Evet, alamadık.. Çok direndiler. Oranın hemen yakınlarında meskün yerler vardı. Yani beton binaların oldu!)u mevzileri ele ge çirmek, en zor muharebe şeklidir. Biz meskün yerlerde bu şe kilde savaştık. Lefkoşe'de sokak sokak, mahalle mahalle savaş olmuştur. - Havaalanını niçin alamadı nız? - Lefkoşe'yi düşürmeden havaalanını almaya imkan var mı? Lefkoşe çevresi bütünüyle meskun yerler. .. Buraları hep mukavemet gösteriyor. Biraz önce söyledi!)im gibi Ö mer Sa yarlı'nın piyade taburu orada birkaç saatte
30
-
40 şehit verdi.
Yani orası en çok mukavemet gösteren yerdi . - Peki bizim uçaklarım ı z , havaalanı ve çevresini bom balasaydı acaba oraları alabilir miydik? - Epeyce bombaladılar. Fakat havadan yapılacak bir bombardımanla herhangi bir yeri işgal etmek pek mümkün değil. Yani orayı ele geçirmek için gidip süngüyü çakacaksınız. - Evet Paşam, 14 Ağustos 1 974 sabahı birliklerimiz ikinci harekatı başlattı ve Magosa ele geçirildi. Kıbrıs'ın bugünkü sı n ı rları belirlendi. Magosa'da ciddi bir direniş oldu mu?
::nı
- Magosa'da ve her yerde Kı brıslı Türk mücahitlerin bize olan katkısını her zaman takdirle anıyorum. Magosa'yı ele ge çirmemizde mücahitlerin çok büyük katkısı olmuştur. - Efendim, Magosa'yı da aldı ktan sonra size Ankara'dan "Artık durun" diye emir mi geldi? Yani bu soruyu şunun için so ruyorum .. Hazır iki nci harekat başlamışken biraz daha yer al saydınız keşke . . - Bizim aldığ ımız yerler zaten oradaki kuvvetlerimizle orant ı l ı olmayacak kadar büyük bir alandı r. Bakı nız şu haritaya, doğudan batıya 1 30 kilometre uzunluğunda bir cephe vardır. Bizim elimizde olan kuvvetlerin sayısı, cinsi ve miktarı esasen bu kadar gen!ş bir cepheye yayılmaya uygun değildir. Neredeyse her cephede bir takım kaldı . Ayrıca 1 4 Ağustos günü saat 1 5 dolaylarında Birleşmiş Milletler'den tekrar "Ateşkes" kararı geldi. işin bir de şu yönünü belirteyim .. Bizim amacımız Kıbrıs'ın tü münü almak değildi. Yani biz oraya fetih yapmak için çıkmadık. Amacımız Kıbrıs'ta bozulan statünün yeniden sağlanması ve Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğinin sağlanmasıydı . - Harekata toplam olarak kaç askerimiz katıldı efendim? - Tümüyle yuvarlak hesap, en son 20 - 25 bin asker katılmıştır. Buna mücahitler de dahildir. - Bu rakamlar şimdiye kadar hiç açı klanmadı da . . . Peki kaç şehit verdik? - Toplam 600'e yak ı n şehit verdik. Bu rakam Türk bir liklerinden . . . Akl ı mda yanl ış kal mad ı ise, 1 500 (bin beş yüz) ci varında da yaralı ve sakat kalan olmuştur. - Kıbrıslı mücahitlerden ne kadar? - Onlar için kesin bir şey söyleyemem. - Yunanlılar ve Rumlar? ...,.. Herhalde en az bizim kadardır, ama bilmiyorum. - Paşam bütün bu harekat olup biterken ve karş ı mızdaki 332
düşman birlikleriyle savaşı rken hiç umutsuzluğa kapıldığınız ve
"Eyvah, bu iş bitti"
dediğiniz oldu mu?
- Ben böyle bir şey hatırlamı �orum. Böyle bir ümitsizliğe hiç düşmedim. Yalnız harekatın özellikle ilk iki günü çok kritikti. O günlerde böyle ümitsizliğe düşen bazı birlikler oluğunu işittim. 20 ve 21 Temmuz günleri çok kritik
günlerdir Sayın Emin Bey.
Araziyi bilmeyen birlikler oraya inmiş, bazıları birbirine karışmış, bunlar arasında irtibat olmadığından bazı karışıklıklar olmuştur. - Bizim birliklerimiz arasında, daha doğrusu bizim as kerlerimiz arasında yanlışlıkla birbirini vuranlar çok oldu mu efendim? - Hay ı r .. Belki olmuştur, ama öyle söz konusu edilecek kadar olmamıştır. Çok
az sayıda olmuş olabilir. Şöyle olmuştur,
gece karanlığında yanlışlıkla atmıştır ve arkadaşını vurmuştur . . Çünkü gece muharebeleri çok kritiktir. - Yemek işini nasıl çözümlediniz cephede? Cephede yemek pişirmeye mi başladınız? - Tabii... Bizim tümenin sahra mutfakları vard ı . Sahra fırını vard ı . Hemen fırını ve mutfakl.arı kurduk. Türkiye'den erzak ge tirmeye de başladık. Bazı erzak da mücahitlerimizin yardı m ıyla ya onların depolarından, ya da Kıbrıs'ta başka yerlerden sağ landı . - Yeme içme konusunda e n büyük sorun n e oldu? - En büyük sorun
"Su"
oldu . . . Hatta su ve sıcak olmuştur
diyebilirim. Çok sıcaktı, çok .. Gölgede 40 derece ve rutubetli bir sıcaktı. Temmuz ve ağustos aylarında savaşıyorsunuz. Bir ma tara suyu bir dikişte içtiğim çok olmuştur ve yine de doy mam ı ş ı md ı r. Bütün kıtalar da en büyük sıkıntıyı bu vüzden çek tiler. - Savaş meydanlarında hiç midenizi bulandıran, sizi tik sindiren olaylar oldu mu Paşam?
- Beni en çok üzen ve tiksindiren, muharebe mey danlarında şehitlerimizin süratle gömülmesinin mümkün
maması
ol
oldu. Bir de Yunanlıların ve Rumların ölüleri o sıcakta
ortada kaldı . Bunları toplamak, gömmek ve kokularından uzak laşmak bizi çok yormuştur. Hatta bu arada yabani hayvanlar ve tavuk, kedi köpek gibi ev hayvanları da ölüyordu. Bunlar da etrafa dayan ılmaz bir koku yayıyordu. Bu kokular bizi çok üzmüştür. - Peki düşmana karşı kin duyduQunuz olaylar hiç oldu mu? - Efendim kin daha çok karşı birliklerde, yani Rum Milli Muhafız Ordusu ve EOKA dediQimiz o yeraltı teşkilAtı men suplarında vardı. Bunların kafasında ENOS I S o kadar sabit bir fikir haline gelmiş ki... Adamı esir ediyoruz ve insanca davranışta bulunuyoruz, fakat bizim askerimizin yanında bile
"ENOSIS" diye
ba!)ırıyor. Bunu diyor, başka bir şey demiyor. - Ne yapıyordunuz o zaman? Çekip vuruyor muydunuz? - Yok hayır, çekip vurmuyorduk. - Ama bazı esir1eri galiba vurmuşuz de!)il mi efendim. - Bizim Türk askeri de!)il de, bazı esirleri mücahit teş· kilatının vurduQunu duydum . Kıbrıs Türklerine yaptıkları zulüm yüzünden, bazı mücahitlerin bu esirleri vurduQunu duydum. Ama bunları kesinlikle yasakladım. Hiçbir zaman harp esirlerine ya pılması gereken insanca davranışlardan uzaklaşmadık. Hatta bizim Bekir Sıtkı adında bir jandarma binbaşısı karşı tarafa esir düşmüştü . Ondan sonra bu binbaşıya çok kötü davranmaya başlamışlar. Bizim iade ettiQimiz bir esir orada demiş ki,
"Türkler bize iyi davrandı, siz de onların esirlerine kötülük yap mayın " Binbaşı orada bir iki ay kadar kaldı . Sonra kendisine ...
çok iyi davranm ışlar, yemeklerini falan insanca vermişler. Onun hatıralarını çok iyi dinlemiştim . Yani bizim Türk askerlerinin esir lere yaptıQ ı iyilikleri hiçbir zaman unutamam. - Biz toplam kaç esir vermiştik savaş sırasında?
- Çok değildir . . Diyebiliri m ki 1 0 - 1 5 kadar. Bunları n bir kısmı n ı geri aldık. - Esirlerimizden gelmeyen oldu mu? - Oldu ... Hala gelmeyen vard ı r . . Sayısı üç beş kişidir. Bunlar kayıp mıdır, esir midir, onu da bilemiyoruz. Mesela Nail Yavru diye bir üsteğmen esir düşmüştü. Şimdi galiba binbaş ı . . Dedi!)im gibi, Jandarma Binbaşı Bekir Sıtkı v e birkaç er v e ast subay esir oldu. Esirlerin bir kısmı da, gece karan l ı Q ı nda yan l ışlı kla Yunan mevzilerine dalmak yüzünden olmuştur. O binbaşı gece Magosa'dan Lefkoşe'ye giderken, harekattan sonra Rum larla aramıza bir kapı koymuştuk. Harekattan sonra Birleşmiş Milletler'in bir jipi gidiyor, bizim binbaşı n ı n jipi de onun arkasına takılıyor. Bir kapı açılıyor ve bakıyorlar ki karş ılarında Rum as kerleri var .. Çünkü jip şoförü asker, öndeki jipi bizim jipimiz zan nediyor .. Bir de bakıyorlar ki karş ılarında Rum askerleri var. Hatta şoför aşaQıya inip görev ka!)ıdını gösteriyor. Ondan sonra alı yorlar binbaşıyı aşağıya.Yani esirlerimizin çoQu çarpışırken falan de!)il, böyle yanlış mevzilere girmek gibi sebeplerle esir dü şüyorlar. - Paşam, Kıbrıs'ta Harp Divanları kurdunuz deQil mi? - Harp Divanı degil de, müracaatımız üzerine askeri mahkemeler kurulmuştu. - Çünkü yağmacılık, ırza geçme gibi bazı çirkin olaylar oldu, de!)il mi? - Efendim bazı disiplin tecavüzleri olmuştur. Harp şartlarını dikkate alarak, harp şartları ilan etmek zorunda kaldık. Türk hü kümetine başvurduk. Bakanlar Kurulu
gulanır"
" Harp hükümleri uy
şeklinde bir karar ald ı . Biliyorsunuz harp hükümleri çok
aQırdır. Hiç şakas ı yoktur. Barış zamanı nda cezası üç gün hapis olan suç, harp zamanında ölüm cezası ile bitebilir. Bu hükümet kararı gedikten sonra askeri mahkeme kuruldu . . - Ö lüm cezası verdiniz mi Paşam?
:ns
- Vermedik, hay ı r. . - Mesela ı rza geçme olayları? - Hayır, ölüm cezasını gerektirecek herhangi bir olay olmad ı . Yani muharebedir ... Muharebede böyle ufak tefek disiplin tecavüzleri olabilir. - ı rza geçme olayları falan oldu mu efendim? - Olmuştur.
ı rza geçmeler olmuştur.
Bunlar sayı lacak
kadar çok değildir. Bunlar bilhassa mücahit teşkilat ı n ı n yıllardan beri çektiği ıst ı rabın neticesinde bazı mücahitlerin kendini tu tamayarak,
istemeyerek yaptığı
bazı
ufak tefek disiplin te
cavüzleridir. - Rum kadınlarının m ı ı rz ına geçildi? - Rum kadınları n ı n ırzına geçildiğini duydum. - Bunu yapanlar yarg ılandı m ı ? - Yargılandılar v e ceza aldılar. Hepsi ceza aldılar. - Peki efendim yağma olayları oldu mu? - Oldu. - Kim yaptı bu yağmayı? - Daha çor< mahalli" birlikler ve mücahit teşkilat ı . Bizim birl iklerimizden de yağma ve talana katılan baz ı l ar ı olmuştur. . . Ufak tefek suçlar oldu . H epsini mahkemeye verdik. - Paşam, bir harekat yaptık ve Kı brıs' ın bir bölümünü ele geçirdik. Acaba harekat ve savaşlar sonucunda belli dersler aldık mı? Mesela şu konuda başarısız olduğumuz ortaya çı kmıştır di yebilir miyiz? - Tabii dersler alınm ıştır. En zayıf tarafımız, maalesef muhaberede (haberleşmede) sıkıntı çekmişizdir .. Ki muhabere en önemli bir husustur.
" Muharebe muhaberesiz olmaz"
diye
slogan vard ı r. Biz muhaberede sıkıntı çektik . Biliyorsunuz ça·
ğ ı m ı z ı n muharebesinde telsiz irtibatları bi rine! planda geliyor . . Çünkü t�lli irtibatlar kurmak v e bunları devam ettirmek çok zor.
'.\36
Eee, telsizlerde de karışma oluyor, taciz oluyor, ayar güç oluyor. Tasavvur buyurun ki, savaş meydanında yüzlerce telsiz aynı anda çal ışıyor. Yani muhabere irtibatlarını kurmakta, devam et tirmekte ve savaş şartlarına uydurmakta sıkıntı çektik. - Karş ı mızda güçlü bir ordu olsaydı , acaba Kıbrıs'ı yine alabi lir miydik? Mesela o harekatta karşımızda hava kuvveti ve deniz kuvveti yoktu . Gökyüzü ve denizler - Tabii böyle bir soruya hemen
� ize bırakı lmıştı . . .
evet veya hayır demek çok
zordur Emin Bey. Karşı taraftan kuvvetli bir mukavemet olsaydı , özellikle düşmanın hava v e deniz kuvvetleri etkili bir şekilde mü dahale edebilseydi bu harekat çok zorlanır ve ağı r kayıplara sebep olurdu. Düşmanın hava ve deniz kuvvetleri bu harekatta pek küçük bir rol oynadı lar. - Demek ki efendim biz hava ve deniz gücü de olan her hangi bir ülke i le eşit şartlarda kapışsak, herhalde epeyce zor lan ırız. Tabii kapıştığımız ülke de bizim karş ımızda zorlanır. Savaş kolay bir iş değil. . - Elbette kolay i ş değil. - Paşam onlara karşı savaşmış bir insan olarak Yunanlılar ve Kıbrıs Rumları için ne düşünüyorsunuz? Şimdi onları nasıl •
görüyorsunuz?
- Bakın Rumlar bilirler. 500 - 600 Rumu Girll0'de Dome Oteli'nde enterne etmiştik. Onlara Magosa'dan domuz eti ve pa tates getirip vermişti k. Çok iyi davranmıştık. Bella Pais köyünde kalan yüzlerce Ruma tuğgeneral Sabri Demirbağ her gün doktor göndermişti. Yani harekat sırasında
her zaman insanca dav
randık. Yunanlıları ve Kıbrıslı Rumları daimi bir dost olarak gör mek isterim . Tarih boyunca onlarla iç içe yaşamışız. Bügün Yu nanlılarla
aram ızdaki
sorunlar iki
ü lkeyi de yıpratmaktadır.
Bunların en kısa zamanda çözümlenmesini temenni ediyorum. - Savaş sı rası nda yüksek rütbeli Yunan subayı esir ettiniz mi efendim?
337
- Bir yarbay esir etmiştik. Gayet kibar bir insandı. Bizim Girne karşısı nda savaşan Yunanlılardan biriymiş. Bir de hiç u nutamad ı ğ ı m bir a n ı m vardır.
22 Temmuz günü Girne'ye taarruz
ediyoruz ve şehri düşürmeye çalışıyoruz. Korkunç sıcak bir hava. Girne içerisindeki sokaklarda tanklar birbirine sıkıştı. Kritik bir durum ortaya çıkt ı . Acaba Gime'nin hangi sokağından vurup da Beşparmak Dağlarına çı kacağ ımız konusunda tereddüt içe risinde kaldık. Ben de taarruzu tankın üzerinden yönetiyorum . Tam o sırada b i r baktım k i bizim Hakkı Borataş Paşa bald ı rından vurul muş geliyor. Yarasına bir askerin terli fanilasını sarm ış. Onun yanında Piyade Binbaşı Ö nder Sürel, önlerinde de iki esir var. Esirlerden biri l ngilizce biliyormuş. Rütbesi teğmen, ama kı yafeti sivil... Saç sakal birbirine karışmış. Dedim ki,
"Tanka atla. " Bunu yan ı ma aldım. Sonra dedim ki, " Şimdi bize yolu göstereceksin. Do{ıru yolu gösterirsen canını ba{ıışlarım. Aksi halde senin için iyi olmaz " Bu Yunanlı teQmen yanıma .
..
oturup yolu güzelce gösterdi ve biz Beşparmak DaQlarına doğru harekete geçip, deniz kıyısındaki birliklerimizle havadan indirilen birliklerimizi birleştirecek yolu açtık. Yani o çarpışmalarda kı lavuzum , bir süre o Yunanlı teğmen olmuştur. Böylece kendisinin hayatını baQışladık. Teğmen 'şimdi sağdı r, kulakları çınlasın. - Yolu göstermese çekip vurur muydunuz? - Efendim savaştaki ruhsal durum belli olmuyor. O s ı rada benim M ustafa Konuk diye yedeksubay bir emir subayım vard ı . Ankara'da i ş Bankası nda çalışıyordu. B i r baktım, tabancasın ı çekip bu esirin kafas ına dayamış. Yani
te!)men
yolu
"Hişt, indir onu"
göstermese vuracak.
falan dedim.
Hemen indirdi
ta
bancayı. - Paşam savaşta askerin ve subay ı n saç sakal durumu ne oluyor? - B irçok subay, bıyık koyuverdik o zaman. Erlere değil de, subay ve astsubaylara bıyık bırakma izni verdik. Daha haşmetli görünsün diye birçÖ kları bıyık b ı raktı.
:ns
- Bunun düşman üzerinde psikolojik bır etkisi olur mu? - i nsanın ruh durumu öyle gerektiriyor. B ıyıklı olma karışı tarafı korkutuyor mudur? Böyle aslan görmüş gibi, psikolojik bir şey. Savaş bittikten hemen sonra emir verdim ve kestirdik. - Savaşın o gergin ve sıkıntılı günlerinde öyle olaylar ol muştur ki, elinizde olmadan gülmeye başlamışsınızdır. Oldu mu böyle durumlar? - EJendim oldu .. Bir gün bir tepede arkadaşlarla birlikte oturuyoruz. Bir anda yakınımızda makineli tüfek darbe atışı oldu. Hepimiz bir anda dağıldık. O tepedeki olayı hep hatırlarım. Ani bir da·rbenin psikolojik reaksiyonudur. Hep güleriz ona
pede ne olmuştu"
"Yahu o te
diye . . Sonradan öğrendik ki, ateş eden ar
kadaşımız uzakta bir karalltı görmüş ve üzerine makineliyi bo şaltmış.
Bazen
de
düşman
telsizlerinden
dinlediğimiz
konuşmalara gülerdik .. Adam bağırır
"Yahu Yorgi biz burada 60 kifiyiz, yine 10 kişilik ekmek gönderdin. Bizi açlıktan öl düreceksiniz.. " - Paşam bir de bu harekat sırasında Kocatepe muhribimizi yanlışl ıkla batırdık ve epeyce şehit verdik . Bu olayın sorumlusu acaba kimdir? - Emin Bey, bu sıcaklığını koruyan bir konudur. i zin ve rirseniz bunu tarihe bırakalım. Herhalde muhabere irtibatların ı n iyi kurulmamış olması . . . Demin de söylediğim g i b i , m uhabere olayı, bugünkü savaşların en kritik ihtiyacıdır. - Yani Paşam siz bu işin sorumlusunu veya sorumlularını biliyorsunuz, ama burada açıklamak istemiyor musunuz? - Elbette . . Ama bunu tarihe tevdi ettim . . Çünkü birçokları halen hayattadır. Esasen milletimizin morali, ordumuzun morali demektir. K ı brıs harekatı milletimizin ve ordumuzun moralini art tırmıştır. Büyük bir başarıdır, ama ufak tefek hatalar da olmuştur. Hiçbir harekat hatas ız olmaz. Yağma da olmuştur, talan da ol muştur, ufak tefek disiplinsizlik olayları da olmuştur. Olmaması mümkün değildir.
- Paşam bunu size asker gözüyle soruyorum. Gönlüm her zaman dostluktan yana, ama politikacılar maalesef iki milleti kış kırtıyorlar . . Biz Yunanl ı larla teke tek kapışsak acaba sonuç ne olur?
- Emin Bey harp yüksek bir sanatt ı r. Yalnızca iki ordunun sayısı ve silah sayısı bu konuda bir şey vermez. Harp sanatını iyi kullanan başarıl ı olur. Biz eğer "Türkiye elli m i lyondur. Yu nanistan on m i lyondur" gibisinden düşünürsek en büyük yan l ışı yapmış oluruz. Ayrıca şunu da belirteyim ki, harp çok çetin bir imtihandı r. U mmadığınız adam kendini gösterir, çok şey um duğunuz bir adam bakars ı n ı z s ıf ı r olur. Kı brı s'ta bunl ara çok ya kından şahit oldum. Yani bir insan ın morali, cesareti, direnç gücü ve kimin ne olduğu harpte belli oluyor. Yani barış zamanında kesinlikle belli olmaz. Onun için, kuru gürültüye hiçbir zaman inanmamak laz ı mdır. Savaş hakiki mektep, hakiki imtihan, hakiki akademidir. On tane kurmay akademisi bitirseniz de hayır .. ille de en büyük akademi savaştır. Orada, o imtihanda başarılı olmak şartt ı r. - Siz o imtihana girdiniz Paşam . . Kendinizi başarılı gö rüyor musunuz? - H içbir zaman bu iddiada bulunamam, fakat görevimizi yapmış olmanı n huzurunu her zaman duyuyorum. Milletimize ve dünyaya karşı mahcup olmadık, yüzümüzü karartmad ı k ve gö revi mizi yaptık. Milletimizi de mahcup etmedik. Yani huzur du yuyorum . Eğer milletimizin güvenini sarsacak bir şey yapsaydık, o zaman gerçekten üzülürdüm . - Efendim ben d e dil iyorum ki, Türk v e Yunan milletleri hi ç deği lse bundan sonra gerçek dostluklarını ortaya koyabilsi nler. Bizi düşman etmek isteyen kirli ellerin oyununa artık gelmeyelim. Oy avcı ları n ı n tuzağına düşmeyeli m . Bir daha savaş alanlarında karşı karşıya gelmeyelim. Kıbrıs son olsun.
MEHMET KOLBURAN Mehmet Ko/buran 1939 yılmda lstanbul'da doğdu. 1954 yılında Deniz Lisesi'ne girdi, 1 959 yı lında Deniz Harp Okulu'ndan asteğmen rütbesiyle mezun oldu. Çeşitli harp gemilerinde görev alan Kolburan, Muavenet ve Gelibolu muhrip/erinin ko mutanlığını yaptı. 1974 yılında Adatepe muhribinin ikinci komutanı olarak Kıbrıs Barış Harekatı'na ka tıldı ve Kocatepe muhribinin bizim uçaklarımız ta rafından batırılmasına tanık oldu. Kolburan'm muh ribi de bu harekatta Kocatepe ile birlikte Türk u_çak/armın saldırısına uğradı. Bir süre lngiltere'de NA TO karargahında çalışan Mehmet Kolburan. daha sonra Genelkurmay Başkanlığında görev aldı ve 1980 yılında kendi isteği ile, deniz yarbay rüt besiyle emekliye ayrıldı. Evli ve iki çocuk babası olan Kolburan lngilizce biliyor.
3-t l
K E N D i M U H R I B i M IZI NAS I L BATI RDIK? - Sayın Kolburan, siz
20
Temmuz 1 974'te Kı brıs barış
harekatına katılmış bir deniz subayısı n ı z. O günlerde Adatepe m uhribinin ikinci komutan ıyd ı n ı z . Kocatepe muhribimiz Kıbrıs harekatı sırasında kendi uçakları m ız tarafı ndan yanlışl ı kla ba t ı rı l m ı ş ve çok sayıda denizcimiz şehit olmuştu. Bu olay olduğu sı rada sizin muhribiniz Kocatepe'nin yakı n ı ndaydı ve siz de kendi uçaklar ı m ı z ı n sald ı rısına uğrad ı n ız. Bu olayı bizzat içinde ya şayan hiç kimse şimdiye kadar konuşmadı . Burada benim ama c ı m tarihe ışık tutmak ve hadiseyi sizin gibi bir tan ığın ağzı ndan kamuoyuna aktarmak . . . Türk uçaklarının saldırısına nasıl uğ radı nız? Sizin Adatepe muhribi nasıl kurtuldu? Kocatepe nasıl battı ? Bana bunları anlatmanızı rica ediyorum . . . - 1 974 yılında b e n deniz binbaşı rütbesiyle Adatepe muh ribinin ikinci komutanıyd ı m . Gemi komutanımız da Kurmay Yar bay Rızanur Ö ncü'ydü. K ıbrıs harekatı ndan önce temmuz ayın da donanmam ız Gölcük üssünden ayrılmış ve Ege denizinde Deniz Kurdu tatbikatı yapmı ştı . Bu tatbikatta gerçek mermilerle _ atış yaptık ve deniz - hava işbirliğini çok başarı lı bir şekilde ger çekleşti rdik. Yani biz uçakları gemiden kontrolümüze atarak, pi lotları istediğimiz görevlere ve hedeflere sevkediyorduk. Hatta pilotları m ı z da bizim gemilere gelip, Deniz Kuvvetleri ile işbirliği çal ı şmaları yapıyorlard ı . Bunları şunun için anlatıyorum . . . Kı brıs harekatı sırasında uçakları m ı z denizdeki kuvvet komutan ı n ı n e m i r v e komutası altı nda olsalard ı , belki d e b u üzücü olay mey dana gelmeyecek ve Kocatepe batmayacaktı. Burada izin ve rirseniz o günlerdeki Yunan cuntas ı n ı n bi r aptall ı ğ ı ndan söz etmek istiyorum .. Biliyorsunuz bu cunta o günlerde
Makarios'u
devirdi . Buna Türkiye'nin elbette ki bir tepkisi olacaktı . Yunan cuntası bu işi bizim donanmamız Gölcük'te iken yapsaydı , o du rumda epey zaman kazan ı rdı . Oysa biz o sırada Marmaris'te,
342
Kıbrıs'ın oldukça yakınındaydık. i nsan kendisine hası m bir dev letin donanmasının nerede olduğunu bilmez mi? Ya Marmaris'te olduğumuzu
bildikleri
halde
basiretleri bağlandı ,
ya da is
tihbaratları o kadar kötüydü ki, bizim orada olduğumuzun far kında değillerdi. Bu darbeyi ya bizim donanma Gölcük'ten çık madan yap, ya da oraya döndükten sonra yap ki , zaman kazan . . . Yani
Makarios'u
devireceksen o zaman devir. . . Bunu bile dü
şünemediler. Allah yüzümüze g üldü. Donanmamız Marmaris'te iken ben gemide nöbetçiydi m . Harp Filosu komutanı m ız
Nejat Tümer
Amiral
de bizim gemideydi. Kocatepe muhribi ise Mer
sin'de nöbetçiydi . Mersin'de K ı brıs için
"Ne olur ne olmaz" diye 15 Temmuz 1 974 Yunan cuntası n ı n Makarios'u
en az bir gemi her zaman nöbetçi kal ı rd ı . Biz günü öğlen saat
1 3 haberlerinde,
devirdiğini Marmaris'te duyduk. Hatta Başbakan Ecevit o gün Afyon'da çok sert bir konuşma yaptı ve Kıbrıs'ta bir tek Türkün bile kıl ına dokunulursa, tepkimizin çok sert olacağı n ı açıkladı . Bunun hemen ardından bize b i r emir geldi. muhribi , bizim
Adatepe
Mareşal Çakmak
muhribi ve bir denizaltı , hemen Mersin'e
doğru yola çıktık. Filonun diğer gemileri, Yunanistan'dan gelecek bir harekatı önlemek amacıyla Ege'de kaldılar. Biz
1 7 Temmuz
akşamı Mersin'e vardığımızda Makarios Kıbrıs'tan kaçmış ve cuntacılar duruma hakim olmuşlard ı . Mersin'de çok yoğun askeri toplantılar yapılıyordu. Biz de savaş eğitimi yapmaya başladık. Gördük ki, bu kez durum çok cidd i . . Ama yine de bazı ar kadaşlarım
"Biz yine son anda geri döneriz" diye düşünüyor . 1 9 Temmuz sabahı saat 1 1 'den itibaren, asker ve malzeme yüklü .
.
çıkarma gemilerimiz Mersin'den yola çıkmaya başladılar. Başta Yunan gemileri olmak üzere, limandaki bütün gemilerin tel sizlerine el kondu. Bizim
Adatepe
muhribi konvoyun en ar
kasından gidecekti . Böylece bütün konvoy önümüzden adeta resmi geçit yaptı ve denize açıldık. Çok muhteşem ve göz ya şartıcı bir manzaraydı Emin Bey . . . Bunu görmeyene anlatmak
mümkün değildir. Bizim askerimiz savaşa koşarak ve coşkuyla gidiyor. Bir ara ben de kendimden geçmişim. Geminin köp·
"Büyük Allah'ım bize yardım et. Fazla kanımız dö külmesin. Bizim yüzümüzü kara çıkarma" diye yüksek sesle rüsünde
dua ediyorum. Dua bitince arkama bir döndüm ki, bütün ast· subaylar ve erler de ellerini açm ışlar, "Amin" diye bağı rıyorlar. Halbuki onların orada olduklarından haberim bile yoktu. Çok coşkulu bir havadayız .. Ben o sıralar sigara içerdim . Belki birkaç gün uykusuz kalacağ ımı düşünüp, vücudum dinç kalsın diye o gün sigarayı b ı raktım. - K ıbrıs'a doğru yola çıkan konvoyu kaç gemi koruyorsunuz bu s ı rada?
lzmit..
- Mareşal Çakmak, Adatepe, Kocatepe, Tınaztepe .
ve
Beş muhribiz. Bu arada konvoya doğru bir sivil geminin
yaklaştığını gördük. Bu söylediğim
19
-
20 Temmuz gece yarısı
oluyor. Biz bu gemiye iyice yaklaşıp ışıldakları yaktık. Amacımız gemiyi konvoydan Türkiye tarafına doğru uzaklaştırmak . . . Hatta gemiye o kadar yaklaştık ki, gemi süvarisi köprüye ç ı ktığı zaman yan ında üzerinde gecelikle bir hanı m da vard ı . Galiba bir Yu goslav gemisiydi ve onu uzaklaştı rdık.
20 Temmuz sabahı gün
ağard ı ğ ında artık Kıbrıs'ın karşısındayd ı k. Ü zerimizden bizim heli kopterler geçip Beşparmak Dağlarına doğru
kayboluyor,
oraya askerlerimizi indirip yeniden üzerimizden geçip Türkiye'ye dönüyorlardı . Bu arada bizim uçaklarımız da karşı mızdaki dağları bombal ıyordu. Olup biten pek çok şeyi net olarak görüyorduk. Gemideki personel artı k tam ol arak coşmuş duru mda . . . Biz
Adatepe
muhribi olarak
Girne
kalesinin tam karşısı nda vaziyet
aldık. G irne kalesinden bizim uçaklara ateş açı l ı nca biz de
ka
laya ateşe başlad ı k . - Daha önce s i z doğrudan ateş etmediniz m i ? - Hayır, çünkü son anda bize bir e m i r veri lmiş v e
ateş açılmadıkça ateş etmeyeceksiniz" 344
"Bize
denilmişti. . . Hatta bu
arada limandan bir R u m hücumbotu çıkıp bizim üzerimize do!':jru gelmeye başladı . Bizim o anda beliren bir uçağ ı m ız buna bir tek bomba salladı. Bombanı n yarattığı su kümbeti yok olunca bir de baktık ki, hücumbot ortada yok . . . Neresinden isabet aldıysa, hemen batmış. Hatta bu manzarayı görünce
lotumuza"
"Helal olsun pi
dedik ve bir kez daha moral kazandık. i şte böylece,
sabah erken saatlerde ç ıkarma birliklerimiz Girne sahillerine çık maya başlad ılar. O sırada sahilden bizim muhribine ateş açı ldı. arada
Mareşal
Çakmak
Mareşal Çakmak
da Rumlara ateş açt ı . Hatta bu
Çakmak'ın çamaşırhanesine bir mermi girmiş,
ama patlamamış. Sonra gemidekiler o mermiyi çıkarıp denize atmışlar . . . Askerimiz kıyıya çıktı. Ben de olup bitenleri geminin köprüsünden dürbünle izliyordum. Çıktıkları yerin yakınlarında bir ev vardı. Beş on dakika sonra oraya Türk bayrağı n ı diktiler. O manzarayı görünce gözlerimiz ·yaşard ı , tüylerimiz diken diken oldu ve arkadaşlara
"Tamam artık, bu iş bitti"
dedim. i lk parti
20 1 9 dolaylarında Türkiye sahillerine doğru gelmeye başladık. 20 - 2 1 Temmuz gecesi, bu sefer ikinci çı
çıkarma bitince biz de bu sefer boş gemilere refakat ederek, Temmuz akşamı saat
karma kafilesini koruyarak yine Girne önlerine doğru yola çıktık. . .
21 Temmuz sabahı güneş doğdu ve biraz son �a bize bir mesaj geldi . . . Mesaj yaklaşık olarak şöyleydi: "Dokuz muhrip ta rafından korunan bir Yunan asker konvoyunun Rodos'tan hareket etti{li ve Kıbrıs'a yaklaştı{lı tespit edilmiştir. Bu kon voyu karşılayıp durdurmak üzere bir kuvvet ayırınız." Bu emri
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, bizim harp filosuna vermiş. H a rp
filosu komutanı Amiral
Nejat Tümer de, bizim Komodor Kurmay i rfan Tınaz'a emir verdi ve "Kocatepe, Adatepe ve Ma reşal Çakmak muhripleriyle derhal Baf yönüne gidip bunları durdurun" dedi. Albay
- Özür dilerim . . .
Komodor
nedir Sayın Koibu ran?
- Komodor, dört veya daha fazla mu hribe kumanda eden
345
kıdemli al bayd ır. Bizim komodorumuz Kurmay Albay i rfan
Tınaz, Mareşal Çakmak muhribindeydi. Biz bu emri 21 Temmuz sabahı saat 8.30 dolaylarında aldık. Emirde ayrıca "Baf yönüne gi derken, sahildeki muhtemel hedefleri de bombalayın" de niliyord u . Böylece biz üç muhrip, konvoyumuzu koruyan kuv vetten ayrıldık. Ö nde Mareşal Çakmak, arkada bizim Adatepe ve en arkada
Kocatepe
olmak üzere Girne'den Baf'a doğru,
Kıbrıs'ın kuzey sahillerini paralel izleyerek yola çıktık. O arada bizim bir uçağ ımız düşmüş.
Mareşal Çakmak, denizde parlayan bir şey görüyor. . . Bize dediler ki "Bizi koruyun, biz o parıltının olduOu yere gidip bir bakacaOız " Gerçekten de düşen bizim ...
pilotmuş. Sal otomatik olarak açılmış ve denizde yüzüyor. Gidip o pilotu kurtardılar. Sonra o pilot da bizimle birlikte bombaland ı . - Gerçekten çok ilginç . . . Şimdi sizi dinlerken sanki he yecanl ı bir macera filmi izler gibi hissediyorum kendimi. .. Bütün bunları Türk kamuoyu ilk kez duyuyor . . . Peki Baf'a doğru gi derken sahildeki hedeflere de ateş ediyor musunuz? - Belli bir hedef görmediğimiz için ateş etmedik. Sadece bir burunda Rum radar istasyonu vard ı . . .
çirirsek bu radar bize lazım·oıur"
" Buraları ele ge
diye düşünüldüğü için , oraya
ateş açmadık. - Sayın Kol buran burada bir şey daha soracağı m ... Yunan konvoyunda dokuz muhrip olduğu belirtilmiş size verilen emirde . . . Siz i s e bunların üzerine üç muhriple gidiyorsunuz. Bu durum tehlikeli değil mi?
Rıza Öncü " Biz herhalde ölüme gidiyoruz" dedik. Sonra da " Biz Yunan konvoyu ile kapışınca, bu işin sonunda Türkiye ile Yunanistan mutlaka birbiriyle ka pışacaktır. Hatta belki de kapıştı da, bizim haberimiz yok" - Zaten biz bu emri alınca gemi komutan ımız
ile bir an birbirimize baktık ve
dedik . . . Bu arada Deniz Kuvvetleri'rıdr::-,
'
• w ..:. ..ıJ
..:ıcmd
y�ı�i. Biz
bunları kendi gemimizde dinliyoruz ve bilgi sahibi oluyoruz . . .
346
O
mesajda deniliyor ki
"Uçaklarımız gidip o konvoyu bom balayacak. Siz o bölgenin içine girmeyin. Kumandanın (Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan'ın) ö�el iste{ıi, mümkün oldu{ıu kadar çok düşman gemisi ba tırmanızdır " Doğrusunu söylemek gerekirse, biz bu "Fazla yaklaşmayın" emrini al ınca biraz rahatlad ı k . . . Çünkü az önce de .•.
söylediQim gibi, üç mu hribin dokuz
düşman
muhribiyle sa
vaşması çok zordur. Artık bizim uçaklar oralara gelip Yunan konvoyunu bombalayacaQ ı için biz 30 derece arz dairesine kadar inip tekrar kuzeye, Türkiye tarafına doQru ç ı kıyoruz. Böylece gü neye kuzeye inip çı kıyoruz . . . Yani daha aşaQ ıya, Baf önlerine doQru gitmiyoruz artık. Tam bu sırada bizim geminin savaş harekat merkezindeki
radarında
nizcilikte, radarda her görülen şeye
bir şey gördük.
A,B,C diye
Bizim de
bir harf verilir. Biz
o şeyi gördüQümüzde, s ı ra
"J" harfine gelmişti . Bizi m Deniz "Aydın, Burak, Cemal, Deniz " diye gider. , . "J" harfine de "Jale" deriz. Radarda gördüQümüz bu hedefe biz "Jale" dedik ve " Herhalde sözü edilen Yunan kon voyu budur" diye düşündük. Hatta biraz daha yaklaşınca hedef radar ekran ında ikiye ayrıld ı . Bunlara da "Jale 1 " ve "Jale 2" dedik. Bizim arkamızdaki Kocatepe muhribi, bizim deniz karakol uçaklarım ızla temas etme görevini üstlenen gemiydi. Biz Ko catepe'nin bizim karakol uçaQ ı m ı zla konuşmaların ı duyuyoruz . . . Daha doQrusu uçağı n Kocatepe'ye söylediklerini duyuyoruz. Uçak şöyle diyor: " Gemilerde üzeri a{ılarla örtülmüş mal zemeler var. Bacasında şöyle şöyle işaretler var . " Biz bunu
Kuwetleri'nde harf sı rası
...
..
duyunca şaşırd ı k . . . Çünkü harp gemilerinin bacasında işaret olmaz. Uçak bir ara dedi ki "Bir jet uça{ıı bana yaklaşıyor. Ben ondan uzaklaşmak için alçalıyorum." Aralarında böyle ko nuşmalar oluyor. Biz bu arada biraz şaş ı rdık . . . Çünkü radarda gerçekten bir şeyler görünüyor, ama uçaQ ı n verdiQi bilgilere göre ilerideki gemi bir l talyan ticar�t gemisi. Bum� bizim gemide baca işaretlerini gösteren u luslararası ki ta plara bakı p öğreniyoruz.
::147
- Yani siz o Yunan konvoyu olduğu bildirilen konvoyu gözle göremiyor musunuz? - Hayır, gözle görecek kadar yakın değiliz. Ald ı ğ ı m ı z emir uyarınca daha g üneye inemediğimiz için, gözle göremiyoruz. Bu arada bizim uçakların da, o konvoyu bombalamaya gelece'ğini biliyoruz. Bizim savaş harekat merkezi de, Anadolu üzerinden gelen uçakları bize bildi riyor. Bir ara yine bir uçak kafilesi ol duğunu bildirdiler bi.ze . . . Bir süre sonra savaş harekat merkezimiz
" Uçaklar döndüler, şu yöne yöneldiler... Bize yaklaşıyorlar" "Allah Allah, bunlar niçin bize doöru geliyorlar?" diye düşünürken bir denbire Kocatepe muhribinin telsizinden " Uçak hücumu ... Uçak hücumu" diye bir ses duyduk. Tam o sı rada Kocatepe'nin sesi
demeye başladı. Biz bu anonsu aldıktan sonra
kesildi ve birkaç saniye sonra bir gümbürtü de bizim Adatepe'de koptu. - Peki siz o uçakları üzerinizde hiç görmediniz mi? - Efendim bizim o sıradaki bütün dikkatimiz denizdeki
"Jale"
hedefine, yani muhtemel Yunan konvoyu üzerine çevrilmiş du rumda . . . Gelen uçakların da bizim uçaklarımız olduğunu biliyoruz, ama bizim uçaklarla konuşma bağlantımız yok. H albuki hemen bi rkaç gün önceki Deniz Kurdu tatbikatında biz uçakları kendi kontrol ümüze alarak tatbikat yapm ış ve çok da başarı l ı olm uştuk. Fakat nedense, Kıbrıs harekatı s ı rası nda böyle bir emir verilmedi ve uçaklar bizim kontrolümüzde değildi. Halbuki bunun tersi ol sayd ı , uçakları mız bize yaklaştığı zaman, bizim komodorumuz onları yönlendirirdi . Yani bizim geminin gözcüleri uçakların yak laştığını haber verdiler . . . Ama ben
cumu"
Kocate pe den "Uçak hü '
sözünü duyuncaya kadar zannediyorum ki bunlar bizi
şöyle bir görecekler ve hemen ardından Yunan hedefine yö nelecekler. - Sayın
Kolburan
gemilerimizle uçaklarımız arasında
haberleşme bağlantısı yok. Ama böyle bir savaş durumunda ge-
milerimizin, kendilerini bizim uçaklarımıza tan ıtacak bir parolası veya özel işareti de yok mu? - Elbette var. . . Görünür bir işaretle tanıma ve tanıtma pa rolamız vardır. Bu büyük bir bayraktır ve güverteye serilmiştir. Ama bu bayrak, Türk bayrağı falan değildir. Uçağ ımız bizim Türk gemisi olduğumuzu anlasın diye güverteye yayıl ı r. Ayrıca bu bayrak düşman tarafından öğrenilmesin diye sık sık değiştirilir ve havacılar da bu bayrağı bilir. Tabii gemide ayrıca Türk bay rağımız da var, ama bu yetmez . . . Çünkü Türk bayrağını Yunanlı da kendi gemisine çekebilir. Onun için, Türk bayrağı ile ye tinilmez. - Evet efendim, en son sizin
Adatepe
muhribinde bir
gümbürtü koptuğunu söylemiştiniz . . . - Gemi birdenbire karardı . - B u olay saat kaçta oluyor?
- 21 Temmuz günü saat 1 4.30 dolaylarında. . . 750 librelik koskoca bir bomba geminin hemen yanında suyun içinde patlıyor ve suyun içerisindeki şok tesiriyle bakınız neler oluyor . . . Bütün telsiz cihazlarımız devreder1 çıktı. Cayro pusulamız devreden çıktı ve Cayr0 alarmı çalmaya başladı. O büyük sarsıntıdan bütün gemide
"Vuuu, vuuu, vuu"
diye alarm çalmaya başladı. Makine
dairesinde borular patladı . Kazanlar biraz yerinden kaydı. Kon denserde su kaybı var. Buharlı jeneratörler durdu ve geminin içi zifiri karanlık oldu . Arkadaşlar hemen dizel jeneratörleri devreye soktular. Tabii birdenbire böylesine bombalanmak, hepimizde şok etkisi yarattı. - Bu arada bizim uçaklar sizin üzerinizde dolaşmaya devam ediyor mu? - Birinci hücumu yaptıktan sonra, dolaşmaya devam edi yorlar. - Kaç uçak var?
- Valla san ıyorum her gemiye birkaç uçak var. . . Hemen ardından biri daha geliyor. Bunu sonra havacı lara sormadım, ama sanıyorum ki altışarlı veya dokuzarlı bir hava filosu olabilir. . . Ben bu s ı rada b i r anda "Sancak Alabanda" ("Kuzeye dön") emri verdim. Ben bu emri verince gemi komutanı m ız R ızanur Ö ncü yan ıma geldi ve
"Ne yaptın Mehmet?" diye sordu . . . "Kuzeye döndürdüm efendim" dedim . . . "Tamam Mehmet, yılankavi (sağa sola kıvrılarak) seyir yapalım " dedi. Yani uçaklardan ko runmak için bir sağa bir sola döne döne Anadolu'ya doğru rota
tutturduk. Tam bu sırada ben sağ ileride
Mareşal Çakmak muh
ribini gördüm. Aynı tipte kocaman bir bomba da onun iskele baş omuzluğunda patladı . Hemen yanında suya çarptı ve
Çakmak muhribinin de yanında muazzam Baktım Mareşal d a uçaklara ateş ediyor.
Mareşal
bir su kitlesi havalandı .
- Siz de ediyor musunuz? - Elbette, kendimizi korumak için biz de ateş ediyoruz . . . B irkaç dakika sonra uçaklar bize yeniden saldırdı. Bu kez ma kin�li tüfekle de tarıyorlar. - Peki efendim, bu s ı rada onların Türk uçağı olduğuna emin
misiniz,
yoksa
Yunan
uçağı
olabileceğini
falan
dü
şünebiliyor musunuz? - Biliyorsunuz hem bizim uçakları mız, hem de Yunan uçakları Amerikan yapısıdır ve aynıdır. Sonra üzerimize sal dırırken, güneşi arkalarına alarak saldırıyorlar. Yani büyük bir endişeye düştük. Türk uçakları olduğunu tahmin ediyoruz, çünkü Yunan uçaklar ı n ı n o s ı rada böyle uzun bir süre havada ka lamayacaklarını biliyoruz. Oysa bunlar bizim üzerimizde rahat rahat uçuyorlar. Ama yine de bir karara varamıyoruz. Bütün bunlar olur ve biz saldırıya uğrarken, komodorumuzun bulunduğu
Mareşal Çakmak' la da i rtibat kuramıyoruz. Bu s.ırada Mareşal Çakmak da bizin;ıle birlikte Türkiye'ye doğru rota tutturdu. Bir ara arka tarafa (güneye) doğru bir baktım ki, Kocatepe isabet almış ve muazzam bir duman çı kıyor. . . 350
- Bu sırada diğer gemilerimizle aranızda kaç metre mesafe var? - Tahminen 1 .400 metre . . .
Kocatepe
güneybatıya, eski
rotasına doğru bir süre yol ald ı . Ama az sonra makineleri durduğu için, olduğu yerde kaldı. Gemi durunca, uçaklar yeniden hücuma geçtiler ... Çünkü duran hedefe saldırmak çok daha rahat olur. Bu arada bize de saldırmaya devam ediyorlar. Bir ara uçaklar sanki maçın devre arası gibi haftayım verdiler ve ortalıktan kayboldular. Biz ise, diğer iki gemiyle bir türlü haberleşme kuramıyoruz. Bütün tıaberleşmemiz kesildi. Sonuçta gemide bulunan eski bir cihazı çalıştırmayı başardık ve Türkiye sahilindeki bir istasyona ko mutanın emriyle
"Arnavutburnu'ndan şu kadar kerterizde (şu şu kadar mesafede düşman uçaklarının sal dırısına uğradık" diye çok acil bir mesaj çekebildik. Bu mesajı
kadar açıda)
çekince köprü üstüne çıktım ve uçaklar bir anda yeniden belirip saldırıya başladılar. Ancak bu sefer isabet ettiremediler. Bunu yaşayınca, gemi komutanımızın vermiş olduğu
"Yılankavi seyir"
emrinin ne kadar isabetli olduğunu anladım . .... Bu arada
Kocatepe
artık batıyor mu?
- Biz kuzeye, Türkiye'ye doğru yol aldığımız için, artık onun durumunu bilemiyoruz . . - Peki ama orada bizim bir gemimiz bombalanmış ve belki de batmak üzere. Diğer iki geminin ona yardıma gitmesi ge rekmez mi? - Ama onu kurtarabilmek için, önce bizim kendimizi em niyete almamız gerekir. Yani denizdeki kural şöyledir. Orada tehlike varsa,
başka hiçbir gemi zor durumdaki gemiye yardım
edemez . . . Çünkü yardım etmek için makineleri durdurup, denizde hareketsiz kalacaks ınız. Hareketsiz bir hedefi kolayca batı r ı rlar. Yani
önce
duğunuza
kendinizi kesinlikle
kurtaracaksınız. emin
olduktan
Ancak sonra
emniyette oraya
ol yak
laşabilirsiniz . . . Biraz sonra uçaklar yine kayboldular ve bu arada
35 1
biz de komodor
i rfan T ı naz ' ı n
bul unduğu
Mareşal Ça k m a k
muhribiyle haberleşme kurabi ldik. Komodor bize durumu sordu. Komutan ı m ı z da
"Can kaybı yok, ama hasar var" ded i . Bunun Tınaz "O halde siz Anamur'a, emniyetli bölgeye doğru gidin. Ben de Kocatepe'ye yardıma gidiyorum. Bizimle irtibatı kesmeyin" dedi. Biz de onlarla ir üzerine komodor Kurmay Albay
tibatı kesmeden, yavaş yavaş Anadolu'ya doğru çıkmaya baş lad ı k . Bizim gemide su kaybı olduğu için zaten çok yavaş gi debi liyoruz. H ız ı m ı z saatte beş mili ancak buluyor. Bir saat kadar sonra, K o ca tepe ' ye yard ıma giden
Mareşal Çakmak'tan " Uçak hücumuna uğradık. Tekrar hücum ediyorlar" diye mesaj aldık. Saat 18 dolaylarında uçaklar yine üzerimizde göründüler ve biz yine " Eyvah" dedik. M uhabere cihazlarımızı o s ı rada dü zeltmiştik. Onları açtık ve bize daha önce verilmiş olan uçak
temas frekanslarını kullanarak uçaklara çağrı yapmaya başladık. Pilot bize
"Türk müsünüz?"
diye sordu ...
" Evet Türküz"
dedik.
- Nas ı l çağrı yapıyorsunuz böyle bir savaş durum unda uçakl ara? Somut sözlerle anlat ı r mısınız? - Diyoruz ki "Kartal, Kartal, burası Deniz ... Sizi din liyorum . . . " Uçakların çağrı adı Kartal'dır. Diyoruz ki "Biz Türk gemisi Adatepe'yiz... " O da bize "Çağrı adınız nedir?" diye soruyor. Biz de çağrı adımızı söylüyoruz. - Yani uçağa şifreli adı n ı z ı mı veriyorsunuz? - Şifreli adım ızı veriyoruz. Ama bir de uçakla gemi arası nda bir parola vard ı r. Karş ı l ı k l ı haberleşme kurulurken o parola veri lir. O parola herhalde konuştuğumuz uçakta yoktu ki, yine bir sorun çıkt ı . G ruptan ayrılan bir uçak üzerimizde ha bire dönmeye başlad ı . Hatta o uçak çevremizde dönmeye başlayınca, biz ko mutanla birl ikte biraz rahatladık. - Niçin rahatladın ız? - Demek ki bizi tanımak istiyor. Bir kuşkusu var
ki ,
ateş
etmiyor . Eğer düşman olsam, ben de ona ateş ederim. Demek ki ben düşman değilim. Nitekim bu uçak da biraz tur attı ktan sonra güneye (Kı brıs'a) do!)ru uzaklaştı . - Peki efendim, hasarl ı v e yaralı bir şekilde yavaş yavaş Türkiye'ye şarmışsınız.
doğru Bunu
dönerken saldı rıya
uçaklarla
i rtibat
uğramadan
kurmayı
önce
niçin
ba ya
pamadınız? - i şte bu konunun üzerinde çok duruyorum ve çok önem lidir. Uçaklar gemilerin denetimine verilmemişti. En baştan bu yapılmamıştı zaten .. Bir de işin şu yönü var . . . Doğrudan hücuma yönelen uçaklar belli bir çıkış noktası ndan sonra artık ha berleşmeyi keserler. Düşman dinlemesin diye, ne karayla, ne de birbirleriyle irtibat kurarlar. Hatta
o kadar ki, birbirlerine yakın
uçarken pilotlar el kol hareketiyle bile haberleşirler ... Şimdi biz artık Türkiye tarafına doğru seyrederken, ilk kez saldırıya uğ ramamızı n üzerinden hemen hemen üç saat geçmişti. Bu son anlattığım hadisede uçaklar üzerimizden uçtular, ama saldırmak için değil, keşif için uçtular. Aradan geçen bu süre içerisi'1de savaş harekat merkezi de saldırıya uğrayan gemilerin Türk ge misi olduğunu herhalde fark etmiş ve bunu uçaklara bildirmişti. Yoksa yine saldı rabilirlerdi . Fakat, biz de oldukça kuzeye gel miştik. - Evet efendim ... Az önce kaldığımız yerden devam edelim konuşmamıza . . .
Kocatepe
sal d ı rıya uğramış, dumanlar çık ıyor
ve Mareşal Çakmak gemisi Kocatepe'ye yardı ma gittiğini size bildiriyor. Orada neler olmuş? - Efendim komodor Ku rmay Albay Çakmak gemisi nde . .. Onlar
i rfan Tınaz
Kocatepe'nin
da Mareşal
yan ı na gidiyorlar, ma
kineleri durduruyorlar. Yanan geminin çevresinde salları gö rüyorlar. Can ı n ı kurtarabilen subay, astsubay ve erler sallara binmişler. indirip
Mareşal Çakmak orada ne yapacak? Kendi filikalarını Kocatepe'nin personelini denizden toplayacak ve gemiye
alacak. Tam kurtarma işlemi başlarken, uçaklar yeniden sal dı rıyorlar. - Ö ff , korkunç bir şey . . . Siz anlatı rken tüylerim diken diken oluyor. . . - Ve
Mareşal Çakmak d a
makinelere verebildiği kadarını
verip, oradan uzaklaşmak zorunda kal ıyor. Gerekli manevraları yapıyor ve ateş ederek oradan uzaklaşmaya başlıyor . . . De nizdeki
Kocatepe
mürettebatı kaderleriyle baş başa kal ıyor.
- Yani bizim uçakları mıza ateş ediyor. . . - Elbette . . . Kendini korumak için ateş etmek zorunda . . . Dolayısıyla komodorumuzun v e denizle boğuşan
Kocatepe
Mareşal Çakmak
muhribinin,
mürettebatını kurtarma çabaları da
böylece yarım kal ıyor. Fakat bütün bunlar olup biterken, Girne önlerinde
Tınaztepe muhribinde bulunan Harp Filosu Komutanı Nejat Tümer, durumdan haberdar oluyor. Bu durumu du yunca Tınaztepe, Kocatepe'nin batmakta olduğu yere doğru yola çıkıyor. Saat 1 9 .30 dolaylarında biz Türkiye taraf ına doğru ağır ağ ı r giderken, Tınaztepe bizim yan ımızdan geçti. Ben de o geminin ikinci komutanına ışıldakla "Aman dikkatli olun" an lamında bir mesaj gönderdim . Biz ertesi sabah saat 8 do Sayı n
laylarında yavaş yavaş Mersin limanına ulaşabildik. Oraya var
d ı ğ ı m ızda tek kazana kalmıştık. Şamandraya bağlandık. O gün akşama doğru rettebatı n ı
Mareşal Çakmak
ku rtarmaya
gittikleri
da geldi. Kocatepe mü zaman
makinelerimi
dur
durmuşlardı ya . . . O s ı rada bizim uçaklardan çok makineli tüfek isabeti alm ışlar. H atta onlar da, gemideki mermilerini bitirecek kadar ateş açm ışlar bizim uçaklara. Gemide hasar vard ı . - Peki
Kocatepe'den
denize dökülenler daha sonra nasıl
kurtuldu lar? - Efendim onu da kurtulan arkadaşlardan öğrendik. Kur tulma ihtim ali daha fazla olsun diye, denizde sallar iplerle birbirine bağlan ı r. Bu salların küçük kürekleri de vardır. Bazıları demişler ki
"Aman Kıbrıs'a doğ ru kürek çekmeyelim, Yunanlıların 354
" Bunların bir kısmını l srail bal ıkçı gemileri, bir l kısm ını da ngiliz harp gemileri topluyor denizden. Tabii Tı
eline düşeriz
...
naztepe muhribi de hiçbir şey yapamadan geri dönüyor. Gece yarısından sonra Kocatepe, şiddetli bir patlamayla batıyor. Ce setlerin çoğu Kıbrıs Rum sahillerine vuruyor. - Hatırladığım kadarıyla Rumlar şehitlerimizin cesetlerini bize vermişlerdi. l srail gemileri nin kurtard ı ğ ı denizcilerimiz de , l srail'den uçakla Türkiye'ye gönderilmişti. - Sayın Kolburan
burada çok önemli bir şey var. Bizim
radarlarımızda bir konvoy görünüyor ve bunun düşman ko.nvoyu olduğu bildiriliyor. Sonra bizim uçaklarımız bu konvoya doğru yola ç ı kıyorlar, ancak bizim gemilerimizi bombalayıp bat ı rıyorlar. Böyle bir düşman konvoyu gerçekten var mıydı? - Böyle bir konvoy ne yaz ı k ki yoktu Emin Bey ... Biz bunu sonradan anladık. - Peki sizin radarların ızda görülen ve
"Jale"
adını ver
diğiniz hedef neydi o zaman? - Elektronik bir aldatmaca olabilir. Oras ı , Türkiye'nin harp sahası ilan ettiği yasak bölgeydi. Belki hedefine kısa yoldan git mek isteyen bazı ticaret gemileri, o yasak bölgenin güneyinde mecburen toplanmışlard ı . Ayrıca o yasak bölgenin güneyinde bazı Amerikan ve l ngiliz harp gemilerinin toplanmış olduğunu sonradan duydum. Ancak benim tahminim, radarlarda görünen bu konvoy tamamen elektronik bir aldatmaca idi. Ama bu gö rüntü, üst makamları hakl ı olarak tedbir almaya zorlam ıştır ve üzerine gidilmiştir. Ayrıca şunu da belirteyim ki, bize daha önce gelen elektronik istihbarat bilgilerinde Yunan savaş gemilerinin Ege denizi ve Yunan ana kıtası ndaki limanlarında olduğu bil diriliyordu. Biz bu çelişkiyi daha önce komutanla fark etmiştik. - Peki kim yapm ış olabilir bu elektronik al datmacayı? Acaba o yörede bulunan Amerikan savaş gemileri mi, l ngiliz savaş gemileri mi, yoksa bal ıkçı teknesi numarasıyla oralarda gezen l srail casus gemileri mi? Eğer gerçekten böylesine an-
�55
lamsız ve gereksiz bir aldatmacayı birileri yaptıysa, Kocatepe şehitlerinin ruhları bunu yapanların iki yakasını herhalde hiçbir zaman bırakmaz ... Lanet olsun onlara . . . Bu işi kimin becerdiği hiçbir zaman açığa çıkmadı , değil mi? - Ç ı kmadı . . . Eğer bu konvoy görüntüsü hava radarları nda da var idiyse, o zaman mutlaka bir aldatmaca vardı . . . Çünkü biz o konvoyu hiçbir zaman gözlerimizle görmedik. Ama belki de baz ı ticaret gemi leriydi. . . - H e r şey olup bitmiş Say ı n Kolburan . . . Orada kendi ken dimizi bombalad ı k ve koskoca bir muhribimiz battı . .. Çok şe hidimiz oldu. Aradan şimdi
1 3 yıl geçmiş. Acaba bu olayda hangi
makam hata l ıydı? - Efendim bazıları bu olayda Deniz Kuvvetleri'nin hatası olduğunu söyledi. Ama Deniz Kuvvetleri'nin hatası olsa bize niçin
" Konvoya önce uçaklarımız h ücum edecek. Siz şu sahanın güneyine inmeyin" desin? Burada uçakların kendi ge milerimizden haberi yoktu herhalde! - O halde Hava Kuwetleri'nin hatası m ı d ı r? - Bence kuvvet hatası değildir. Savaş karargahları nın hatası olabilir. Mesela Adana'da müşterek harekat karargahı vardı . . . Veya daha yukarıdaki karargahlar vard ı . Acaba bunlar arasındaki bilgi akışı mı aksadı? .. Çünkü Kıbrıs harekatı ndan hemen önce biz uçaklarla müşterek tatbikat yapm ışt ı k . Amiralimiz onları is tediği tarafa sevk etti , istediği görevleri verdi. Ben zaman zaman hep düşü nüyoru m, Kıbr. ıs harekatı s ı rasında uçaklarımız, de nizdeki kuvvetlerimizin emrine verilseydi acaba daha iyi olmaz m ıydı? - Yani ortada bir hata var, öyle değil mi? - Elbette var. Biz bu durumdan ders alal ı m istiyorum . Ben istiyorum k i , bir olay mademki konuşuluyor, o konudaki gerçekler ortaya ç ı ks ı n ve bazı tabular a rt ı k yıkılsın. Bu konuda soruşturma açı lm ışt ı . i stiyorum ki, devlet bu soruşturmanı n sonuçların ı art ı k açıklas ı n .
l ngiltere Falkland savaşıyla ilgili olarak açt ı ğ ı so-
ruşturmayı çoktan tamamladı ve bütün dünyaya açıklad ı . Hatta bunlar bizim Deniz Kuvvetleri dergisinde bile yayımland ı . Yoksa böyle şeyler dünyanı n her yerinde ve her savaşta olabilir. Vi etnam'da Amerikan uçakları kendi birliklerini sık sık bombalayıp çok adam öldürmüştür. ikinci Dünya Savaşı nda Almanların Bis mark gemisini kovalayan l ngiliz uçakları kendi gemilerine ateş açmışlardır. Ö nemli olan hatanın nerede olduğunu bilmek ve bundan sonra iyi tedbirler almaktır. - Kaç şehit verdik Kocatepe muhribinde? - Hatırladığım kadarıyla
3 subay, 1 9 astsubay ve 49 er
şehit oldu. - Bir de şunu soracağ ım efendim ... Deniz Kuwetleri'nde daha sonraki yıllardaki görevlerinizde, ya da sivil yaşamın ızda, sizi bombalayan pilotlarla hiç karşılaştınız m ı ? - Görevim gereği pilotlarımızla sürekli ilişkim oldu, ama hiç karşılaşmad ım. Ya da kendileri bana bu durumu söylemedi. On ların kim olduğunu hiçbir zaman bilmedik biz . . . Mesela siz bun
dan sonra bizi bom b alayan pilot kardeşlerimizden biriyle bir soh bet yapabilseniz ne kadar ilginç olur . . . - Gerçekten ilginç olur . . . Pilotlardan biri bana başvursa, böyle bir sohbeti seve seve yaparım. Say ı n Kolburan, bana bu rada çok ilginç şeyler anlatt ı n ı z . Sizi dinlerken sanki olayın içinde yaşam ış gibi hissetti m kendimi. . . Size bu konuşma için çok te şekkür ediyorum . Bütün şehitlerimizi de burada saygıyla ve rah metle anıyorum efendim.
Emin Çölaşan'ın notu:
Bu
konuşma
Hürriyet'te ya
yımlandıktan hemen sonra bana iki başvuru oldu. ilki, Kocatepe muhribini bombalayan pilotlarımızdan emekli pilot Yarbay Zeki Kılıç . . . Diğeri ise, o günleri savaş karargahında yaşayan emekli kurmay pilot Albay Behçet Tamuroğlu . . . Kocatepe olayını bu iki seçkin havacı ile konuşma fırsatını buldum.
ZEKi KILIÇ Zeki Kılıç 1939 yılmda Mersin'de do{jdu. 1960 yılmda Hava Harp Okulu'nu bitirdikten sonra uzun yıllar jet pilotu olarak görev yaptı. Türk Hava Kuv vetleri'nde uçuş öğretmenliği, keşif pilotluğu gibi gö revler üstlenen, aynca dış görevlerde de bulunan Zeki Kılıç, 1974 Kıbrts harekatma filosuyla katıldı ve çeşitli hedeflere taarruz etti. 1981 yılmda yarbay rütbesiyle emekli olan Kılıç, halen özel bir havayolu şirketinde kaptan pilot olarak çalışıyor. lngilizce ve ita/yanca bilen Kılıç evli ve iki çocuk babası.
KOCATEPE'YE SALDI RAN PiLOT . . . - Sayın Zeki Kılıç, 1 974 Kıbrıs harekatında jet pilotu idiniz. Harekatın ikinci gününde yanlışlıkla kendi gemilerimizi bom baladık ve Kocatepe muhribimizi batırdık. Bu olayda çok de nizcimiz şehit düştü. Gemilerimizi bombalayan ve Kocatepe'yi batıran pilotlarımızdan hiçbiri bugüne kadar konuşmadı. Şimdi ilk 358
kez siz konuşuyorsunuz ve tarihe geçecek açıklamalar ya pacaksınız. 21 Temmuz günü neler oldu? Nası l saldırdınız kendi gemilerimize? Nasıl batırdınız Kocatepe'yi? .. Ve en önemlisi, bu işin sorumlusu kimdi? Bana bunları anlatmanızı rica ediyorum . . . - Ben Kıbrıs harekatında Ankara Mürted hava üssünde binbaşı rütbesiyle görevliydim ve kol komutanıydım. Yani diğer üç uçağı yanına alıp hedefe taarruz eden komutandım. 20 Tem muz günü birliklerimiz Kıbrıs'a çıkmıştı. Ç ıkarma 21 Temmuz günü de devam ediyordu. O sabah saat 1 0.30 dolaylarında düş man gemilerinin bir konvoy halinde Kıbrıs'ın Baf limanına doğru ilerledikleri, keşif uçaklarımız tarafından tespit edilmiş. Ha tırlarsanız, Kıbrıs'ın batısında kalan belli bir deniz bölgesini Tür kiye "Harp sahası" ilan etmişti. Hiçbir geminin oraya girmemesi, radyolarımızdan da sürekli olarak bildiriliyordu. Yani dost ve düşman hiçbir geminin oraya girmemesi isteniyordu. Orası bir anlamda "Yasak bölge" ilan edilmişti. Biz bu sı rada üssümüzde zaten hazır olarak bekliyorduk. Bu konvoyun Akdeniz'de gö rüldüğü nokta incelendi. Bu işin teknik hesapları yapıldı ve düş man konvoyunun öğlen saat 1 4 . 1 O'da Baf limanına varacağı he saplandı . Bize komutanlarımız dediler ki " Planlamanızı ve hesabınızı yapın. Mürted'ten saat kaçta kalkarsanız, bu ge mileri vurabilirsiniz? " Biz de hesapladık: Mürted'ten Baf 24 dakika sürüyor uçaklarımızla. Ona göre kalkış saatlerimizi ayar ladık ve beklemeye başladık. Bu arada da " Düşman konvoyu inşallah geri döner" diyorduk. •••
- Niçin öyle diyordunuz? - Çünkü bu bizim ilk savaş görevimizdi ve insan ister istemez heyecanlanıyor. Bizim 1 4 1 . filo bir gün önce Kı brıs'ı bom balama görevine katılmamıştı. Fakat anlaşıldı ki, düşman kon voyu geri dönmüyor. Bu durumda saldırı yapılacakt ı . Uçaklarımıza gemilere karşı kullanılacak özel bomba ve mermıler yüklendi. Bir süre sonra emir geldi ve saat tam 1 3.46'da ilk ko-
lumuz fren b ı ra k t ı . Yani havalanmaya başladık. Beş dakika arayla bir kol havalanıyordu. Ben ikinci dörtlünün lideriydim. Bi rinci kolun lideri de. şimdi THY'da kaptan pilot olan Binbaşı Namık Kemal Aşıcı'ydı. . . Uçaklarımız F- 1 04 uçağ ı . . . - ilk kez savaşa gidiyorsunuz. O sırada korktunuz m u Zeki Bey? - Mutlaka hepimizde heyecan vardı. Ancak bu heyecan yerden kal kıncaya kadar oluyor. Sonra her şeyi unutup düşman ı düşünmeye başl ıyorsunuz. Havada gazları açtık. Bize veri len görev önemliydi, çünkü bu konvoy Baf'a asker ve cephane çı karacaktı. Şimdi burada size çok açık ve basit bir açıklama ya pacağım. Hava Kuvvetleri'nin görevi düşmana saldırmak ve düşman saldırılarını durdurmaktır. Ama bir görevi de, kara ve deniz kuvvetleriyle koordineli haberleşme sahası desteği kur m aktır. Diyelim ki Kıbrıs'ta Türk ve Yunan askerleri savaşıyor. Bunların silahları ayn ı , ü niformaları hemen hemen ayn ı . Türk uçakları Yunan kuvvetlerini nasıl bombalayacak? işte burada hava i rtibat subayı dediğimiz pilot arkadaşlarımız devreye gi rer. Bunlar yerde ve cephenin en önünde görev yapar. Belki bir ka yan ı n üzerindedir, belki ağaca çıkmıştır. Dost ve düşman kuv vetlerin yerlerini pilotlarımıza her saat başında değişen özel pa rolalarla bildirir. Direktifleri oranı n komutanından al ır ve "Şu kadar sağa dönün, şu kadar sola dönün, şu kadar derece burun aşağıya veri n , şi mdi karş ıdaki hedeflere atış serbest" der ve bizi yönetir. Bunlar özel eğitim görmüş arkadaşlardır. Biz de ona göre ateş ederiz . Deniz savaşı olacağı zaman. denizciler de mut laka bizden yardırrı isterler. O zaman komutan gemisinde yine aynı eğitimi görmüş bir pilot arkadaş ımız hava i rtibat subayı olarak görev yapar. Denizde yirmi tane ayn ı renkte, aynı tipte, aynı bay raklı gemı bile olsa hiç fark etmez. O arkadaşımız bizi yönetir ve biz de o gemiyi vurup aralarından çeker çıkarırız. O kadar ki, bunu yaparken kendi gemilerimize en ufak bir zarar bile vermeyiz .
- Zeki Bey siz orada bilmeden Mareşal Çakmak, Kocatepe ve Adatepe muhriplerimize saldırıyorsunuz. Bu üç geminin ko mutanı Deniz Albay i rfan Tınaz, Mareşal Çakmak muhribinde ... Sizin irtibat subayınız d a o gemide m i b u sı rada? - Hayır efendim , değil. .. Bakın bu konuya onun için girdim. Şimdi tekrar dikkatinizi çekiyorum . . . Yapılan radyo anonslarında ve diğer yayınlarda "Türklye'nin savaş sahası ilan ·ettiği bu bölgeye dost ve düşman hiçbir gemi girmesin" deniyor. Yani o bölgede olduğu bildirilen düşman konvoyuna karşı Deniz Kuv vetlerinin yapacağı hiçbir şey yok. Hava Kuvvetlerimiz, kendi uçaklarıyla bu konvoyu imha edecek güce sahip. Onun için, Deniz Kuvvetlerinin oraya bir kuvvet göndermesi söz konusu değil. Tamamen Hava Kuvvetlerine verilmiş bir görev var or tada . . . Biz oraya bu şartlarla gidiyoruz. Bizim aldığımız emir "Bat limanında gördüğünüz bütün yüzen cisimleri ba· tıracaksınız " Niçin? Çünkü orada bizim gemimiz yok. Bu emri kim veriyor? Müşterek Harekat Merkezi veriyor. Orada bütün kuvvetlerin temsilcileri var. Onların kararı , buraya sadece uçak larımız saldıracak. Yani biz o �aya " Bütün gördüğünüz cisimleri batırın " emrini alarak gittik Sayın Çölaşan . . . Ve orası bir deniz savaşı bölgesi olmadığı için de, gemilere irtibat subayı verilmedi. Olsaydı , mutlaka verilirdi. .. Eğer öyle bir durum olsaydı, zaten Deniz Kuvvetlerinin kendi gemilerine hava irtibat subayı istemesi gerekirdi. Orada bizim gemilerimizde hava i rtibat subayı olsaydı, o arkadaş bize özel parolalarla "Şu hedefe saldırın" derdi ve saldırırdık. Veya "Şunlar bizim gemilerimiz" derdi ve sal dırmazdık. ...
- Evet efendim ... Mürted üssünden kalktınız ve Baf'a doğru uçuyorsunuz. Neler oldu? - Tabii biz Baf'a doğru deniz üzerinden çok alçaktan uçu yorduk ki, düşman radarları bizi yakalamasın . . . - Kaç metreden uçuyorsunuz? :16 1
- En fazla yirmi metre yükseklikten ... Belki yirmi metre bile yoktur. . . Kıbrıs haritasına bakarsanız, Baf'a gelmeden önce Ar navutburnu vardır. Bizim dörtlü kol Arnavutburnu'na geldiğinde, oranın batısında bir muhrip bize uçaksavarları ile salvo ateşine başladı . Ancak bizim hedefimiz o gemi değildi. Bizim hedefimiz, Baf'a çı karma yapacak konvoyu yok etmekti. Baf limanını onlara kulland ı rmamaktı. .. Onun için, bize ateş açan bu gemiye sal dırmadık ve Baf'a doğru devam ettik. Benim önümdeki dörtlü kol lideri Aşıcı Binbaşı dedi ki " Kılıç, kuzeyde bu gemilerden çok yoğun ateş yedik. Onun için ben soldan güneye kayıyorum. G üneyden taarruz edeceOim " O böyle deyince ben de dört lümle birlikte Kıbrıs'a yöneldim. Radarlara yakalanmamak için yine dağların arasından falan çok alçaktan uçup, alçak irtifadan gelip güneyden çektim dörtlümle . . . ...
- "Çektim" derken neyi kastediyorsunuz? - Yani bombayı sallamak için önce yükselip sonra dalacaksınız hedefe doğru. Pike yapmak için yukarı çektim yani. .. - Peki nereyi bombalayacaksınız şimdi? - Gemileri bombalayacağız, gemileri. .. i şte olay burada başlıyor zaten. Baf limanının bir buçuk mil (yaklaşık iki buçuk ki lometre) dışında dört tane harp gemisi vardı. Batı racağız onları. Bizim aldığımız emirde "GördüOünüz bütün yüzen cislmlerl batırın" deniliyordu. Orada dört tane yüzen büyük gemi vardı. Bu gemiler limanın batısında ve çok yakınındaydılar; hemen . bize karşı yoğun bir uçaksavar ateşine başladılar. Çevremizde film lerde falan gördüğümüz şarapnel parçaları tıkır tıkır dolaşıyordu. Onların arasından dalıyorduk. i lk anda biz bu gemilere roket ta arruzu yaptık. Tahrip bombalarıyla taarruz ettik. Sonra top ta arruzuna geçtik. i rtifa alıp (yükselip) tekrar martı gibi dalıyorduk üzerlerine ... Martı nasıl yükselip dalar, biz de öyle yapıyorduk roket ve bomba atışlarımızla . . . - Herhalde o sırada bilmeden Türk gemilerini bom362
balıyorusunuz. Peki bunların bayrağına falan bakmıyor musunuz hiç? - Sayın Çölaşan, siz birisiyle kıran kırana bir kavgaya gir mişsiniz. Bütün amacınız o adamı nakavt etmek. Bu yüzden de sürekli olarak onun yüzünü, midesini ve diğer hassas noktalarını hedef alıyorsunuz. Bu durumda onun gömleğinin etiketine, veya gö!)sündeki bir işarete bakabilir misiniz? Siz orada can pa zarındasınız. Biz de o sı rada öyleyiz ve aldığımız emri yerine getiriyoruz. Bizim uçaklardan top atışları alçaktan yapılır. Biz top atışlarına geçti!)imizde, kavga ettiğimiz bu rakiplerimize göre üstün olduQumuzu anlamış olduk. O yüzden de "Aaa, bunun gömleğinde yazı varmış" demek olanağını bulduk. Dayak ye seydik, tabii ki yine göremezdik .. . Ve biz üstün duruma geçtiğimiz için, saldırdıQımız gemilerdeki Türk bayrağını ve Türk panosunu (güverteye serilen özel tanıtma işareti) gördük. Biz bunu son anda gördük ve çektik (yükseldik). Orada üç muhrip, bir de bot şeklinde küçük bir yüzen cisim vardı. Hiç kimse bize " Bun la r Türk gemisidir, ateş etmeyin" diye anons etmedi. Etse bile, bize parolayı vermesi gerekir. Ancak istasyonun birinden "Efen dim Bat açıklarında Türk gemileri hücuma uğramıştır. B ütün havadaki Türk uçakları yardıma gitsinler" diye bir anons duy dum. Arkadaşlar da duymuşlar bunu ... Ancak bu Rum Türkçesi değildi... Rum şivesiyle değil, çok güzel bir Türkçe ile ko nuşuyordu. Ben kendisine "Yayın yapan istasyon parolayı söyle" dedim. Fakat her saat değişen parolayı adam bilmiyor . . . Parolayı veremedi ... " Ben size komutanın emrini iletiyorum" dedi. Ben de bunun üzerine, bu çok güzel Türkçe konuşan adamı Yunanlı ların kullandığını düşündüm . . . Yani bu bizi şaşırtmak is teyen düşmanın bir oyunu olabilirdi. Aksi halde parolayı vermesi gerekirdi. Bu adamın, çok güzel Türkçe konuşan, ama Yu nanlılara hizmet eden bir Türk olduğunu düşündüm ve telsizden ona çok özür dilerim "Birkaç saat sonra senin de ananı 363
.. .'ceğiz ,orospu çocuğ u " diye küfrettim . . . Çünkü bu adamı ben satılmış bir Türk olarak kabul ettim. Bana " Komutanın emri " diyor, parolayı bilmiyor. . . Bu sı rada biz zaten dönüyorduk. Ya kıtımız azalmıştı. Yani istasyon bize parolayı verse bile, oralarda daha fazla kalamazdık. Cephanemiz bitmişti, yakıtımız aza l ıyordu.
- Peki bu saldırıda gemilere isabet ettirdiniz mi? - Tabii efendim .. Tabii ettirdik .. Boş dönmek olur mu? - Herhalde o s ırada düşman gemilerini mahvettiğiniz için çok zevklenmişsinizdir. . . - Son anda bunlardaki Türk bayrağını ve Türk panosunu gördüğümüz için, içimizde bir burukluk var. Kendi kendimize "Acaba?" diye soruyoruz, ama buna ihtimal de veremiyoruz . . . "Harp sahası" ilan edilmiş o bölgede bizim gemilerimizin ola mayacağını düşünüyoruz . . . Eğer öyle olsa, bize mutlaka haber verilirdi. - O s ırada uçakları mızla gemilerimiz arasında bir ha berleşme yok mu? Bir telsiz bağlantısı falan . . . - Hiçbir gemimizle yok . .. Gerekli olmadığı için yok. Tekrar söyleyeyim, gerekli olsaydı, onların komutan gemisi olan Mareşal Çakmak'a, hava irtibat subayı giderdi. - Yani bizim gemilerimiz Bat limanının bu kadar yakınına mı gitmişler? - içindeler Emin Bey, içindeler. . . - Allah Allah ... i yi ama denizciler gemilerin orada olmadığını söylüyorlar. Kritik bölgeye girmediklerini geçen hafta Adatepe'nin ikinci komutanı Mehmet Kolburan da bana anlatmıştı . . . - Bakın ben size, o herakata katılan bir pilot olarak göz lerimle gördüklerimi anlatıyorum .. . Ve biz döndük Mürted'e, ana üssümüze indik. i ner inmez de gemilerde Türk bayrağı ve Türk panosu gördü!:jümüzü komutanlarımıza bildirdik. Biz yine üzün-
tülüyüz. Onlar da "Araştıralım" dediler . . . Biz orada beklerken, tekrar bir emir geldi ve dediler ki "Tekrar kalkın. Bu gemiler Yunan gemisiymiş. Tekrar taarruza geçin ve kalan varsa ba tırın. E{ler gemi göremezseniz, Baf liman tesislerini yok edin " Bu emir bize indikten iki saat sonra geldi. Yani biz 1 5.20'de falan inmiştik, bu emir saat 1 7. 1 0 civarında geldi bize ... Biz bu emri alıncaya kadar, bu işe katılan 12 pilot arkadaş da "Acaba kendi gemilerimizi mi bombaladık?" diye kuşkulu ve üzüntülüydük. Bunların Yunan gemisi olduQunu öQrenince he pimiz birbirimizle kucaklaştık, sarıldık, şapkalarımızı havaya fır lattık . . . O s�vinç dakikalarını size anlatamam Emin Bey .. Herkes sarmaş dolaş oldu. Demek ki, kendi gemilerimizi deQil, düşman gemilerini vurmuşuz diye son derece mutlu olduk ve o moralle yeniden uçaklarımıza koştuk. Uçaklarımız yüklenmişti. i kinci gö revimize büyük bir coşkuyla gidiyorduk şimdi. . . Yukarıdan bir baktık ki , isabet alan gemilerden birinin bütün mazotu ve yaQı denize yayılmış. O gemi yanıyor ve dumanlar çıkıyor. DiQer iki gemi kaçmış. Bu durumda biz de Baf liman tesislerine taarruz ettik ve geri döndük. Görevimizi yaptık ve Bat limanına hasar verdik. Çıkarma yapılmasın . diye orasını mahvettik. ••.
- Siz o yanan gemiye yeniden saldırdınız mı? - Hayır efendim ... Yaralı kuşa taş atılmaz. - Peki ilk saldırıda siz Zeki Kılıç olarak gemilere isabet saQladınız mı? Yani pilot olarak bunu gördünüz mü? - O kargaşada bu belli olmaz .. Çünkü onlar da size ateş ediyorlar. Orası tam bir ana baba günü. Hatta alçaldıQımız sırada onlara top atışı yaparken, gemilerden su bombası atıyorlar. Bu bombalar suyu elli altmış metre yükseltiyor. Yani o su sütununa çarpsak, rahat paramparça oluruz. Hatta o anda içimden geldi ve telsizden pilot arkadaşlara dedim ki "Yahu bunlar bizi Kleopatra gibi su sütunlarının arasında dolaştırıyorlar. . . " Aynen bu lafı ettim. Yani kıvırıp kıvırıp, tekrar ateş ediyoruz. Ama kim vurdu,
onu bilmek mümkün değildir. Oraya gidenler hepimiz tecrübeli arkadaşlardık. Yani bombaları karavanaya atmadık. Sonra diğer filolar, kaçmakta olan iki gemiye yeniden taarruz etmişler. O yanan gemi de batmış. Batanın Kocatepe, kaçanların da Adatepe ve Mareşal Çakmak olduklarını öğrendik. O ikisi de isabet al mışlar . . . - Evet, ikinci saldırıyı da yaptınız ve yeniden Mürted'e döndünüz. Nasıl öğrendiniz durumu? - Biz yine alarmdayız, uyumuyoruz. Sadece bi raz din leniyoruz. Ertesi sabah da, bir kara görevine gideceğiz Kıbrıs'a ... Kara deste!';)ine gidece!';)iz. O sabah erken saatlerde, onların bizim gemilerimiz olduğunu kesinlikle öğrendik ve çok büyük üzüntü yaşadık. Sabah saat 9'da, o zamanki Hava Kuvvetleri Komutanı, nur içinde yatsın Orgeneral Emin Alpkaya, o zamanki genel sekreteri Kurmay Albay Necdet Hızer'le birlikte bizim 1 41 . filoya geldiler. Bizim filonun gazinosunda oturduk. Rahmetli Alp kaya " Bakın çocuklar, harekat başladığı andan beri bütün telefon konuşmalarımı teybe kaydettim. Şimdi size bu ko nuyla ilgili konuşmaları dlnleteceöim" dedi. Emir subayı teybi açtı. Bu teyp bandı mutlaka bir yerlerdeki arşivlerde vardır. O gün dinlediğim bar.dı, bugün bile o kadar iyi hatırl ıyorum ki . . . Bizim komutanı arayan Deniz Kuwetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan şöyle diyor: "Sayın generalim, bu konvoy Baf'a yak laşıyor ve siz hiıliı kuvvet göndermediniz. Aman geç kal mayın" Alpkaya da diyor k i "Sayın amiralim, biz bunların Bat önüne ne zaman geleceğini biliyoruz. Bunun hesabını yap tık. Biz mecbur kalmadıkça açık denizdeki harp gemilerine taarruz etmeyiz, çünkü hareket eden gemi kıvrak olur ve kaçar. O zaman isabet ettirmek zorlaşır. Siz hiç endişe et meyin. Bunlar Bat limanında durdukları anda, biz bunları vuracağız. Saat tam 1 4.1 0'da bunların tepesindeyiz. Ami ralim sizden bir de ricamız olacak ... Müşterek hareket mer366
kezine verdiğiniz albayınız pek yetenekli değil. B ir hata ya pabilir. Bunu lütfen en kısa zamanda değiştiriniz. . " Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan da "Anlaşıldı generalim . . . Albayı da en kısa zamanda değiştireceğim" diyor ve teyp ka panıyor. Bu teyp konuşmasına o günkü bütün 1 41 . filo personeli şahittir ... Sonra rahmetli Emin Alpkaya orada bize dedi ki: "Ben kendilerine yirmi defa sordum ve ilk taarruz sırasında bu gemilerde pilotlarımızın Türk bayrağı ve panosu gördüklerini söyledim. O bölgede kesinlikle Türk gemisi olmadığını ve bunun bir Yunan aldatmacası olduğunu söylediler. Ayrıca bu cevabı bize vermeleri de tam üç saat sürdü. Bu süre içe risinde de, zaten olan oldu . " Komutanımız bize aynen bunları söyledi. .. Deniz Kuvvetleri, Hava Kuwetleri'ne böyle söyleyince, yani orada bizim gemilerimiz olmadı!)ını söyleyince, uçak fi lolarımız da gemilere gidip ha bire saldı rıyorlar. .
..
- Bunların bizim gemilerimiz oldukları nı kesin olarak öğ rendiğiniz zaman çok üzüldünüz mü? - Ü zülmek ne demek? Mahvolduk Emin Bey ... i lk ta arruzdan sonra, size anlattı!)ım gibi sevinçten şapkalarımızı ha vaya atmıştık "Düşman gemilerini mahvettik" diye ba!)ırıp birbirimize sarılmıştık. Ama kendi gemilerimize saldı rdı!)ımızı ö!)renince, o büyük sevinç elbette ki bir anda yok olup gitti. Ama bu hata bizim de!)ildir. Bize " Baf limanındaki bütün yüzen ci simleri batırın" diye emir verilmiş. Diyelim ki ben orada ge milerde Türk bayrağını gördüm ve uçaklarıma ateşi kestirdim. Me!)er o gemiler de düşman gemileriymiş ve bizi aldatmak için Türk bayrağı çekmişler. Bu durumda bir pilot üstlerine nasıl hesap verir? ...
- Sayın Kıl ıç, olaydan sonra haklı veya haksız da olsanız, hiç vicdan azabı çektiniz mi onları bombalayan pilotlardan biri olarak? Orada çok sayıda subay, astsubay ve erimiz şehit düştü . . Hiç vicdan azabı çektiniz mi?
- Vicdan azabını, hatayı yapanlar çeksin. Vicdan azabı şöyle çekilir . . . Diyelim ki evde çocuğunuz, salona bırakılan bir bardağı kırdı ve elini kesti. Burada çocuğunuza kızmazsınız, çünkü bir kaza olmuştur. Ama çocuk o bardağ ı bilerek kırm ışsa, onu döversiniz. Bilerek yaparsa, o bir suçtur. Biz de o du rumdaydık. Elimiz masaya çarptı ve bardak kırıldı. Ama o bardağ ı bizim elimiz çarpacak şekilde masaya kim bı raktı? Bardak rafta olur, mutfakta olur. Getirip de herkesin geçtiği bir yere bardak bırakılmaz . işte bardağı oraya kim koymuşsa o suçludur. Bizim elimiz çarptı ve bir kaza sonucunda bardak kırıldı. Bir kaza oldu Emin Bey. . . Dolayısıyla bunun suçluları, gemileri oralara gön derenler ve kendi gemilerinin nerede olduğunu bilmeyenlerdir. Biz kendimizde suç görmüyoruz ve vicdan azabı da çekmiyoruz. - Peki uçaklarımızla gemilerimiz arası nda hiçbir telsiz bağlantısı yok muydu bu sırada Zeki Bey? - Hayır efendim olmadı . . . Hiçbir telsiz bağlantımız yoktu . - Peki havada uçarken diğer pilot arkadaşların ı zla aranızda "Yahu bunlar acaba bizim gemiler mi? Bunlarda Türk bayrağı var" falan gibi konuşmalar geçti mi? - Hayır efendim. . . Biz o konunun tartışmas ı n ı indikten sonra yaptık. - Yani havada hiçbir görüş alışverişi veya tartışma olmadı mı? - Emin Bey olmad ı . .. Uçak kritik bir araçtır. Hele savaş durumunda daha da kritiktir. Böyle bir durumda yanı n ızda uçan bir arkadaş ı n ı z ı üzemezsiniz . . . Çünkü onun daha geri dönüşü olacak, inişi olacak, kendini emniyete alacak. Onun içi n, havada böyle bir tartışmaya girmedik. Ama indikten sonra tartışmamızı yaptık ve komutanlığa bildirdik. - Zeki Bey şunu bir kez daha soruyorum Türk kamuoyu 368
önünde . . . Bu olayda pilotlarımızın ve Hava Kuvvetleri'nin hiçbir hatası olmamış mıdır? - Hiçbir hata yoktur. Bizim o zamanki komutanımız ran:· metli Emin Alpkaya, iki yıl öncesine kadar hayattaydı . Şimdi ba kıyorum, bazı üst rütbeli denizciler zaman zaman açıklamalar yapıp rahmetli Alpkaya'yı suçluyorlar. Acaba bunlar yıllarca niçin sustular da, Emin Alpkaya öldükten sonra konuşmaya baş ladılar? Hatta niçin o günlerin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar öldükten sonra konuşmaya başladı lar? - Yani bu olayda denizcileri mi suçluyorsunuz? - Evet efendim . . . Ben o zaman binbaşı rütbesinde, koskoca bu{lday tarlasında bir buğday tanesi idim. Ama bu{lday tar lasının tümü olan Emin Alpkaya, herhalde bunlara benden daha iyi cevaplar verirdi. Ne yazık ki, şimdi konuşması mümkün ol mayan bir insanı arkasından suçluyorlar. Ben size ve Türk ka muoyuna, gelmiş geçmiş en iyi komutanlardan biri olan Emin Alpkaya'nın bir neferi olarak gerçekieri açıkladım. Ya şadıklarımızı ve gözlerimizle gördüklerimizi, kulaklarımızla duy duklarımızı aynen açıkladım. - Size son olarak bir şey daha soraca{lı m ... Bütün olay, Baf'a gelmekte olduğu haber alınan bir Yunan konvoyu me selesinden çıkıyor. Bu istihbarata göre baz ı sivil gemiler, Yunan muhriplerinin korumasında Kıbrıs'a asker ve cephane getiriyorlar. Geçen hafta " Pazar Sohbetf"nin konuğu olan Adatepe muh ribinin ikinci komutanı Sayın Mehmet Kolburan, bu konvoyun gerçekte olmadığını ve bunun bir elektronik aldatmaca olduğunu söylemişti bana ... Siz havadan bu konvoyu gördünüz mü? Biz görmedik. Böyle bir konvoy yoktu. Ama o denizci ar kadaşın size söylediği gibi , bir elektronik aldatmaca değildi o . . . Bir radar aldatmacası değildi. Sonra Amerikan istihbaratı da bu konuyla ilgili bir şeyler yayımladı. Konvoy asl ında var, ama Rodos açıklarına kadar geliyor ve sonra belki de geri dönüyor. Zaten bu
konvoy bizim keşif uçaklarımız tarafından ilk kez Rodos açık larında keşfediliyor. Fakat sonra, takip edilmiyor. Burada bizim büyük bir hatamız var. Taarruz uçakları hedefe gönderilmeden önce, keşif uçaklarının gidip hedefin resmini çekmesi lazım ... Bu resimlerin çok iyi değerlendirilmesi lazım . .. Şu anda ismi önemli değil , keşif uçağında uçan tecrübeli bir arkadaşımız gelip bu ra poru veriyor. Fakat alaçalıp da bayrağını, numarasını , ismini, baca işaretir.i yeterince öğrenmiyor. Oysa bunu rahatça ya pabilirdi. Çünkü keşif uçakları kıvrak uçaklardır. Nihayet ken disine bir�aç kez ateş ederler ve vuramazlar. Bir iki m�nevrayla . sıyırır gider. Böyle yapsa geminin ismini okur, yedi sülalesinin ismini okur ve gelirdi. Bunu konvoya yapabileceği gibi, bizim bombalanan gemilerimize de yapabilirdi. Ama ne yazık ki yapmamış. •
- Sayın Zeki Kılıç, gerçekten çok ilginç şeyler anlattınız. Kocatepe olayına, hiç bilinmeyen yeni bir boyut getirdiniz. Burada açıkça söyleyeyim ki, hem Hürriyet gazetesi, hem de kendi adıma gurur duyuyorum ... Çünkü Kocatepe olayını yaşayan pi lotlarımızdan biri, ilk kez konuştu ve bildiklerini açıkladı. Bu tarihi konuşmayı yapıp yayımlamak da, bize kısmet oldu. Size bu ko nuşma için çok teşekkür ediyorum.
:mı
BEHÇET TAMUROGLU Behçet Tamuroğlu 1933 yılında Bursa 'da doğdu. Harp Oku/u'n u bitirdikten sonra Hava Harp Akademisi'nden mezun oldu ve kurmay subay oldu. Türk Silahlı Kuwetleri'nin çeşitli kademelerinde görev alan ve ay,,ca dış görevlerde bulunan pilot Kurmay Albay Behçet Tamuroğlu, 1974 Kıb"s . harekatında savaş harekat merkezinde Kara Kuv vetleri ile Hava Kuvvetleri koordinatörü olarak görev yaptı. 1977 yılında emekli olan Tamuroğ/u, halen büyük bir sanayi kuruluşunun genel müdürü. Evli ve iki çocuk babası olan Behçet Tamur�lu, lngi/izce ve ita/yanca biliyor.
KOCATEPE'Y I NASIL BATIRDIK? SAVAŞ KARARGAH I N DAN ANILAR . . . - Sayın Tamuroğlu, siz 1 974 Kıbrıs Barış Harekatı'nda, Genelkurmay'da kurulan savaş harekat merkezinde Kara Kuv371
vetleri ile Hava Kuvvetleri arasında koordinatörlük görevini yapan subayımızsınız . . . Ayrıca Kıbrıs konusunun o güne kadar için desiniz ... Çeşitli zamanlarda savaş pilotu olarak Kıbrıs üzerinde uçmuşsunuz. Barış harekatı sırasında kendi gemimizi nasıl ba tırdığımızı, işin tam ortasında izlediniz. Bugün sizinle bu konuyu konuşacağım. Bana tarihi açıklamalar yapacağınıza inanıyorum. Ö nce şunu sorayım size . . . Savaş harekat merkezi denilen yer, nasıl bir yerdir? Biraz onu anlatır mısınız? - Orası daima haz ı rlıklı olan ve aynen filmlerde gör düğünüz gibi bir yerdir. Masalarda ve duvarlarda haritalar, çok sayıda cetveller vardır. Gerekli haberleşme araçları ve diğer malzeme vardır. Burada görev alacak personel büyük ölçüde bellidir. Ama gerektiğinde, çağrılan her türlü personel gelir. Sa vaşın her türlü kontrolü ve ana kuvvetlerin koordinasyonu bu radan yapılır. Ayrıca her kuvvet komutanlığının da ayrı bir ka rargahı vardı r. Kıbrıs harekatı sırasında Kara ve Hava Kuvvetleri'nin harekat merkezi Genelkurmay'da idi. .. Ama deniz harekat merkezi ayrı bir yerde, Deniz Kuvvetleri Komutanl ı�ı'nda idi. Bizim müşterek karargahta denizcilerin bir irtibat subayı bu lunuyordu. Zaten Kocatepe'nin batırılma nedenlerinden en önemlisi de i rtibat bozukluğu ve yakın koordinasyon eksikliği ol muştur. Biz bunun bedelini Kocatepe gibi bir karşılıkla ödedik maalesef . . . Ama bu iyi bir ders oldu . Daha sonra deniz harekat merkezi de, diğer harekat merkezlerinin yan ına geti rildi. - Evet Sayın Tamuroğlu . . . Şimdi gelelim Kocatepe ola yına ... Nasıl oldu bu olay? - i zin verirseniz, önce karargahtaki bir anımı aktarmak is tiyorum burada . . 20 Temmuz günü Kıbrıs'a çıkmıştık. i lk çı kanlardan 50. Piyade Alayı Komutanı l brahim Karaoğlanoğlu'nun .
şehit düştüğü haberi bana ulaştı. Bu sırada Kara Harekat Merkezi komutanı , Sayın Kenan Evren'di. .. Zaman kaybetmemek için bütün askerlik ku rallarını atlayarak bu durumu Evren Paşa'ya 372
söyledim. Evren ağlayarak boynuma sarıldı ve "Gitti mi l b rahim?" dedi... Bu anımı hiç unutamam . . . Şimdi gelelim Ko catepe olayına... i l k çıkarma yapılmış. Harekat devam ediyor. Kara Kuvvetlerine raporlar geliyor ve birlikler destek uçağı istiyor. Ben bunları Hava Kuvvetlerine aktarıyorum. Ya da iki kuwet arasında bazen irtibat kopukluğu oluyor. Ben orada denge un suru oluyorum. Zaman zaman da, hava savunma harekat mer kezinde, hava harekatını fiilen görerek takip ediyorum. Bazen de Genelkurmay harekat merkezine giriyorum. Oradakilerle kara, hava ve deniz harekatını değerlendiriyoruz. i lk gün çıkarma ba şarıyla yapılmıştı. Tabii ufak tefek hata ve eksikler vardı, ama bu çıkarmayı Amerikan ordusu da yapsa aynı eksikliklerini ve ha taları olurdu. Bunlar çok normaldir. Harekatın birinci günü ak şam ı , yani 20 Temmuz günü çeşitli kaynaklardan bir haber geldi bize... Bir Yunan konvoyu Rodos yönünden Baf'a doğru yola çıkmış. Bunun üzerine akşam geç saatlerde, Deniz Kuwetleri'nin bir keşif uçağı oraya gitti. Tabii ki en garantili keşif, denizcilerin yapacağı keşiftir. Havacı pilotlar ne kadar e!)itimli olursa olsunlar, gemiyi bir denizci kadar iyi de!)erlendiremezler. Herkesin kendine göre mesleği var. Bu uçaktaki iki denizci pilot konvoyu gördüler ve ön değerlendirmeyi yaptılar. O gece uzun ve heyecanl ı bir gece oldu bizim için. Konvoyla ilgili ilk bilgiler bizim merkeze geldi. - Ama denizciler " Konvoy yoktu. O bir elektronik al datmaca idi" diyorlar. . . - Evet, olayın sonu odur Emin Bey .. . Ben işin başlangıcını anlatıyorum. Denizcilerin verdiği bilgiler, bu konvoyun bir tehlike yaratacağı biçimindeydi. Baf'a gelen yedi sekiz tane şilep var. Bunlar asker, cephane ve malzeme taşıyor olsa gerek. . . Bunları Baf'a çıkarırlarsa, karacılar için tehlikeli olur. Ayrıca konvoya eşlik eden dört muhrip var. Bunların ateş gücü, belli bölgelerde olay yaratır. Kaldı ki, ilginç bir konu daha vardı . . . Bunlara karşı ya373
pılacak bir harekat da, bizi Türk Yunan savaşına çok yak laştıracaktı. Biz harekat merkezinde konvoyu haber aldıktan sonra, bizim dışımızda bazı gelişmeler oldu. Zannederim hü kümet yetkilileri, Genelkurmay Başkanı rahmetli Semih Sancar ve kuvvet komutanları bu durumu bizim dışım ızda uzun uzun tartıştılar. Fakat bize uzun süre haber gelmedi. Biz kararın alın masını bekliyoruz ki, gereken hazırlıkları yapal ım. Harekat mer kezi sığı nakta olduğu için, insan saat kavramını da kay bedebiliyor. Sanıyorum 20 Temmuz gece yarısı idi. .. Merkeze Hava Kuvvetleri Komutanı rahmetli Orgeneral Emin Alpkaya geldi. Havacı arkadaşları n, Alpkaya'ya bazı şikayetleri oldu. Bu şikayetler üzerine, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan'ın odasına gittik. Öztekin Albay vardı, rahmetli Necdet Hızet vardı. Dört kişi gittik. Orada iki komutan arasında sert bir tartışma oldu. - Niçin oluyor bu tartışma? - Kara harekatının biraz daha fazla desteklenmesi gerekiyordu. Ama karacıların her isteğine karşılık, devamlı hava kuvvetleri gönderiliyordu . Oysa Girne karşısında bekleyen muh riplerimiz vardı. Birliklerimiz Girne'de ateş yiyorlardı. Girne kar şısındaki muhriplerin düşmana ateş etmesi konusunda iki ko mutan arasında tartışma oldu . Sonra uzlaşmaya varıldı . . . Yani biz diyoruz ki "Tüm ağırlığı Hava Kuvvetleri'ne bırakmayın. Karaya çıkmış olan birllklerlmlzl Deniz Kuvvetleri daha rahat destekleyebilir. Yani Hava Kuvvetleri kıymetli bir silahtır ve acil durumlarda kullanılması gerekir. Ama siz zaten hedefin karşısındasınız. Ateş edin ve karacı birllklerlmize destek olun " Bu konuda anlaşmaya varıldı ve daha sonra da, o Yunan konvoyu konuşuldu . Deniz Kuvvetleri Komutanı Kayacan bu konvoyun hem kendi keşif uçakları, hem de bir denizaltı ta rafından görüldüğünü ve garanti olduğunu söyledi. Bu durum görüşüldü ve muhtemelen Kocatepe'nin batmasına neden olan ...
ana karar al ı ndı. Belki de bu karar daha yukarı düzeyde alın m ıştı . - N eydi o karar? - Girne önlerinde bulunan üç muhribin, Saf bölgesinde bulunan düşman konvoyuna bizim uçaklarla birlikte koordineli bir
taarruza gi rişmes ! ... Ancak muhriplerimiz, Arnavutbu rnu'nu geç meyeceklerdi . . . Daha aşağıya, Baf'a doğru inmeyeceklerdi . . .
Çünkü oras ı n ı tehlikeli saha ilan etmiştik. Deniz Kuvvetleri bu konvoyun sü rat tespitini yapt ı rd ı . Hesaplara göre, konvoyun Baf'a ulaşması ertesi gün
(21 Temmuz günü) öğle saatlerini bulacakt ı .
Bizim uçaklar da buna göre kalkış yapacaklar ve konvoy Baf'a yaklaş ı rken, en hassas zamanda onları vu racaklardı . Uçaklar vurduktan sonra durum Deniz Kuvvetleri'ne bildi rilecek,
Ar
navutburnu'nda bekleyen gemilerimiz de aşağıya inip bunlara atmaca gibi sal dı r ı p konvoyun işini tamamen bitirecekti . . . Olay en baştan bu şekilde planland ı . - Bu plan karargahta m ı yap ı l d ı efendim? - H ayır, daha karargah aşamasına gelmeden iki komutan aras ında oldu bu .. Ben bu olayın bizzat tanığıyım. H i kmet Ö ztekin Albay da halen yaşıyor ve tan ı kt ı r. Orami ral Kemal Kayacan da yaşıyor ve tan ı kt ı r. Kendisi de herhalde bu olayı hatırlayacaktı r . . . Sabaha kadar du rum muhakemesi yapı ldı v e taarruz kararı alın dı. Zannederim ki, önce Deniz Kuvvetleri gemilerini bu bölgeye yollad ı . Sonradan öğreniyoruz ki , bu bölgeye Mareşal Çakmak, Kocatepe ve Adatepe muhripleri gidiyor. Operasyon kararı ve rildikten sonra uçaklarımızın havalanacağı üsler bel i rlendi , ge miler içi n kullanı lacak silah ve mermiler yüklendi ve kal kış planları yap ıldı. Uçaklar ı m ı z · s ı rayla kalkıp, konvoyu öğle saatlerinde Bat önlerinde yavaşlad ı kları veya durdukları zaman vuracaklard ı . Gemilerimiz de Baf' ın kuzeyinde, Arnavutburnu'nun civarında uzakta bekleyeceklerdi . Olay bu kadar basitti r. Aradan bir süre geçti ve uçaklara kalkış emri verildi . Ben bu s ı rada hava savunma
harekat merkezinde durumu izliyordum. Bu merkezde belki otuz metre boyunda dev bir ekran vardır. Bu dev ekran üzerinde Tür kiye üzerinde uçan uçakların izini yol yol görürsünüz. Bu ekran radar değildir. Bir de bu merkezin karşısında bir balkon vardır Komutanlar gelip buradan uçakların uçuşunu izlerler. - Bu merkez nerede? - Bu da Genelkurmay'da . . . Evet, uçaklarımız kalkış yaptılar. Çizgileri izlemeye başl adık ekrandan. Radarlar takip ediyor Hedef bel i rlenm i ş . Kol'lar Türkiye'yi birer birer terk edip hedefe doğru yöneliyorlar. Biz dörtlü uçak gruplarına "Kol" deriz . . . Fakat burada şöyle bir durum var . . . Uçaklarımızın gittiği hedefte dört düşman muhribi olduğu söylendi. Bunlar da uçaklarımıza sal d ı racaklardı r. Bunların da radarları var. Bu radarlara gö rünmemek için. uçaklar hedefe çok alçaktan uçarak gitmek zo rundadır. Aksi halde radara yakalanırlar ve ateş yerler. Bu yüzden uçaklarımız Akdeniz üzerinde iyice alçalıyorlar ve bizim radarlarımızdan da kayboluyorlardı. Burada amaç en düşük yükseklikten uçup, radar menziline mümkün olduğu kadar son anda girmektir . . . Yani düşman radarının menzili ne ... - Ne kadar alçaktan uçmaları gerekir bunun için? - Valla bu durumda on metreye, hatta yedi sekiz metreye kadar inebi lirler. Yani dalga boyunun az üzerinden uçmaları ge rekir o hızla . . . Aslında 21 Temmuz gününün bizim açımızdan bir şanssızlığı vard ı . . . Hava açıkt ı . fakat son derece pus vardı . De nizin üzerinde sanki bir sis tabakası vard ı . Dolayısıyla, görüş mesafesi ancak birkaç mildi. - Evet Sayın Tamuroğlu, uçaklarımız hedefe doğru son hızla yaklaşıyorlar. Anlatın lütfen efendim . . . - Uçaklarım ı z Akdeniz üzerinde alçaldılar v e bir süre sonra bizim ekranlardan da kayboldular. Artık birkaç dakika sonra he defin , Yunan konvoyunun üzerinde olacaklardı . O sı rada hava savunma harekat merkezinde sinek uçsa sesini duyabilirdiniz
Emin Bey. . . Korkunç bir sessizlik ... Herkes dua ederek bekliyor. Hiç kimse konuşmuyor . . . Çünkü muhtemel vurma zamanı belli. .. O sırada hedefe vuruşlar başlamış olmalı . Taarruz devam ediyor. Aradan iki, üç veya dört dakika geçmişti ki, harekat merkezinin kapısı bir anda mermi gibi açıldı ve içeriye birisi yıldırım gibi daldı . . . Bu durum her türlü askerlik kuralının ve disiplinin dışında bir şeydi. içeriye böyle hızla giren, Deniz Kurmay Albay Tevfik Erkmen'di. .. i çeriye girer girmez " Komutanım bizim gemiler ta arruza uğradı" diye baQırdı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu ... Ve he pimiz kısa da olsa bir şok geçirdik. Hatta hiç unutmuyorum, rah metli Genelkurmay Başkanı Semih Sancar başını iki eliyle tuttu ve Kemal Kayacan'la Emin Alpkaya'ya dönüp heyecanla " Eyvah, şimdi ne olacak Emin? Ne olacak Kayacan?" diye bağırdı. Bu şok belki beş saniye kadar sürdü ve Alpkaya hemen ardından aşağıya, hava savunma harekat merkezinin amiri Hava Albay Esat Özden'e " Esat, havadaki bütün tayyarelere söyle.. Der hal geriye dönsünler. Harekat durdurulmuştur" diye baQırdı. Bu sırada ben söze girdim ve " Komutanım emir verirseniz bu tayyareler Baf limanını bombalayıp dönsünler. Böyle yüklü durumda bunları kendi üslerlmlze indirmeyelim" dedim. Ko mutan "Tamam" dedi ve tayyarelerimize bu emir verildi. - Peki siz niçin böyle bir şey söylüyorsunuz? - Sayın Çölaşan, Yunan konvoyunu bombalamaya giden uçaklarımızın bir kısmı halen yolda; Kıbrıs'a dogru gidiyor. Bun ların hepsi yüklü. Ü zerlerinde bomba var, roket var. Kural olarak, başka hiçbir çaresi kalmamışsa bir jet uçağı yüklü olarak üssüne inebilir. Böyle yüklü bir uçağın inmesi süper tehlikelidir. En ba sitinden, böyle bir inişte uçak ağ ı r olacağı için lastiği patlar ve pisti arkadan gelen diğer uçaklara kapatmış olur . . . Veya inişte biraz sert iner ve fırlayan bir roket pisti tahrip eder .. . Arkadan gelen uçakların da yakıtı zaten çok kısıtlıdır. Bunlar inişe geçemeyince _ çok büyük felaketler doğabilir. .. Bu durumda, düşman konvoyuna 377
karşı yaptıgımız operasyon durduruldu ve uçaklarımız Baf li manını bombaladılar. Ben yıllardan beri bilirim ve gözlerimle de görmüştüm ... O limandaki depolar cephane doludur. Bu emir ve rilince, bütün uçaklarımız yüklerini Baf liman tesislerine bo şalttılar. Ama bu arada emir verildi ve sivil halkın yaşadıgı yerler kesinlikle bombalanmadı. Baf limanının bütün tesisleri, vinçler, depolar yerle bir edildi. Cephane dolu depolar infilak etti . Li mandaki birtakım gemiler batırıldı. Böylece, yüklerini gemilere henüz bırakmamış olan uçaklarımız Baf'ı bombaladılar ve üs lerine boş olarak geri döndüler. - Sayın TamurDglu, ilk hücum dalgasından hemen sonra savaş harekat merkezine haber geliyor ve kendi gemilerimizi bombaladıQımız anlaşılıyor. Bu durumda ikinci hücum dalgasına katılan uçaklarımıza emir veriliyor ve bunlar gemilere de!)il, Baf'a saldırıp geri dönüyorlar. Ama daha sonra, gemilerimizi yine sa atlerce bombalayıp Kocatepe'yi bat ırıyoruz. Bu nasıl oluyor? - Saatlerce de!)il. .. Onu da anlatacagım .size. i lk olaydan sonra harekat derhal durduruldu. Ama haklı olarak ·o halde Ko catepe nasıl vuruldu?" diye soruyorsunuz ... Emin Bey, bizim üç muhribimiz maalesef kendilerine emir verilen yerde deoillerdi. Bunlar Baf'ın hemen batısında ve yakınında idiler. Belki de şöyle düşünerek gitmişlerdi oraya.. " Hava nasılsa puslu. Biz gel mekte olan Yunan konvoyuna bir baskın taarruzu yapalım ve bu zaferi havacılara bırakmayalım " Benim inancım budur. Bu husus yıllarca gizli tutuldu. Ben daha sonra bunları vuran pi lotlarla da konuştum. Gemilerimiz o sırada Baf limanının on mil batısında idiler. .
...
- Yani yasak bölgeye, harp sahası ilan edilen bölgeye mi girmişler? - Bunun da ötesinde, hedefin tam ortasına oturmuşlar. Yani uçak ateş edecek ve siz tam bunun · göbe!)inde bek liyorsunuz. Olay bu kadar basittir. Ben sonra denizcilerle de ko378
nuştum ... Taarruza katılan havacıların hepsi de, görevlerini mü kemmel yapmışlar. Yani olay bizim için çok acıdır, ama gö revlerini tam anlamıyla yapanlara altın madalya verilmesi ge rekir... Çünkü daha ilk roket atışında Kocatepe'nin savaş harekat merkezini vuruyorlar. - Ve gemi batıyor... - Hayır, batmıyor. Geminin sadece savaş harekat merkezi tahrip oluyor ve iki makinesinden biri hasar görüyor . .
- Ama uçaklarımız Kocatepe ile birlikte bulunan Mareşal Çakmak ve Adatepe muhriplerine de saldırıyorlar ... - Tabii, onlara da saldı rıyorlar. . . Fakat bunların ilk saldırıda batmaması nın nedeni, alçak irtifada o gün çok kesif bir pus var.. Aynen BoQaz'daki yoQun sis gibi... Alçaktan uçan pilotlar hedefi tam göremiyor. Yoksa hepsi batabilirdi. i lk operasyon böylece bitti ve uçaklarımız geri döndüler. Denizcilerden aldıQımız habere göre gemilerde ölü, yaralı ve hasar vardı. Bu durumda gemilerin kuzeye doQru, yani Arnavutburnu tarafına doQru seyretmeye başladıQını bize bildirdiler. Ama sonra gördük ki, bu konuda ir tibatları tam olarak kuramamışlar. - Peki sizler bu sırada savaş harekat merkezinde de nizcilere " Kardeşim sizin gemileriniz yanlış yere gitmişler. Bunları oradan uzaklaştırın" falan diyor musunuz? - Tabii, tabii. .. Onlar söylendi. Derhal söylendi. - Onlar da size orada gemilerinin olmadıQını mı söylüyorlar? - Başlangıçta böyle bir olay yok ... Çünkü gemileri Baf'tan kuzeye doQru yavaş yavaş seyretmeye başlamış... Bu durum herhalde birtakım yerlerdeki arşivlerde vardır. Hatta gemilerin harp ceridelerinde bile vardır .. . Yani orada olayın yanlışlıQı (ge milerin Baf limanı civarına inmiş oldukları) anlaşıldı. Burada bir şey açı klamak istiyorum. Bu olaydaki irtibat kopukluQunda ve 379
aktarmada en büyük eksikliği görülen, o zamanın Deniz Kuv vetleri harekat başkanı olan Nejat Serim'dir . . . Nejat Serim sonra koramiral rütbesiyle emekliye ayrıldı . Bunu Genelkurmay da, de nizciler de, Sayın Kemal Kayacan da herhalde kabul etmektedir. Bu olayda bence en hatalı k'şi, geçtiğimiz günlerde Milliyet ga zetesine demeç verdi ve aradan 1 3 yıl geçtikten sonra bir kah ramanlık gibi olayı kendi lehine " Ben şöyle yaptım, böyle yap tım" diye anlattı . - Nejat Serim'in hatası mıdır b u olaylar? - Elbette onun hatasıdır. Ama daha sonraki yıllarda siyasi partiler Sayın Kemal Kayacan'ı suçladılar. - Evet Sayın Tamuroğlu, harekat merkezine kendi ge milerimizi bombaladık diye haber geldi ve hava harekatı dur duruldu ... Ve Deniz Kuvvetleri, orada saldırıya uğrayan üç muh ribin, kuzeye doğru seyretmeye başladıklarını savaş harekat merkezine bildirdi. Sonra neler oldu? Gemilerimiz tehlikeli böl geden uzaklaşıyor. - Onu anlatacağım... Hassas nokta orada ... Bize gelen habere göre, gemilerimiz Baf'tan Arnavutburnu'na doğru sey retmeye başladılar. Bu durum üst kademede de tartışılmaya başlandı . Hatta iki orgeneral, Esener ve Tolunay bana geldiler. Ben harekat merkezindeyim . . "Havacı, senin görüşün nedir bu konuda?" diye sordular. Ben bazı açıklamalar yaptım ve " Hak lısın" dediler. . . Ve olay bundan sonra gelişti . Bu arada Kara Kuvvetleri, tekrar ısrar etmeye başlad ı . Dediler ki " Pus yü zünden bu konvoy tam olarak görülmemiş olabilir. Bunlar Baf'a çıkarma yaptıkları takdirde harekatın bundan sonraki aşamalarında zarar görürüz. Bu nedenle, o bölgeye yeniden operasyon yapılsın ve konvoyun bütün elemanları imha edilsin ... .
"
- Yani tekrar bir hava operasyonu düzenlensin ve konvoya saldırılsın mı diyorlar? 380
- Evet, bunu istiyorlar. Gün, uzun bir yaz günü. Bu du rumda Hava Kuvvetleri, ikinci bir operasyon için hazırlık emri verdi. Uçaklar yüklenecek, yüklü ve hazır olarak bekleyecek diye en sonunda karar verildi. Denildi ki "Hava Kuvvetleri hazır ol duğu anda bildirsin . . " Tabii bu arada işin aksak yönü de mey dana çıkmıştı. Kısa bir süre içerisinde, bizden ayrı bir yerde bu lunan deniz harekat merkezinden sekiz on denizci subay, Genelkurmay harekat merkezinde kendi hareket merkezlerini kurmaya başladılar. Tabii yine de, haberleşme irtibatlarının tü münü getiremediler. Daha önce Hava Kuvvetleri'ne bir irtibat su bayı vermişlerdi. Bunu geri aldılar ve iki tane yetenekli denizci arkadaşımızı da irtibat subayı olarak verdiler. Artık başka ak saklık olmaması için tedbirler alınıyor. Operasyon kıs.a süre sonra başlayacak. Bu arada Hava Kuvvetleri Harekat Başkanı Tevfik Alpaslan Paşa, Nejat Serim Amirale telefon açtı ... Yanında ben de vardım, başka arkadaşlar da vardı. Alpaslan Paşa dedi k: "Amiralim, sabah müessif bir hadise oldu. Biraz sonra ikinci hava operasyonunu başlatacağız. Sizin denizci arkadaşlar, gemllerln oradan Arnavutburnu yönüne doğru çeklldlğlnl bize blldlrdller. Ama gemilerin oradan çeklldlğlnl bir de siz den duymak istiyorum Çünkü slzlnle bu konuşmayı yap tıktan hemen sonra Hulusl Kaymaklı Paşa'ya tayyareleri kal dırma emri verilecek " i nsan hafızası bazı şeyleri olduQu gibi saklıyor... Nejat Serim Amiral, Tevfik Paşa'ya aynen dedi ki "Sayın paşam, üç gemimiz de Arnavutburnu'nun ku zeyindedir. Bölgeyi tamamen terk etmişlerdir. Yarım yolla Mersin istikametine seyrediyorlar. Sabahki müessif olayda şehit düşen arkadaşlarımızın intikamını alın. Bu bölgenin güneyinde bulunan tüm gemileri batırabilirsiniz. O bölgede gemimiz yok. .. " Tam bu sırada Hulusi Kaymaklı Paşa, Tevfik Alpaslan Paşa'yı aradı. .. Alpaslan'ın elinde iki telefon birden var. Nejat Serim'e tekrar sordu .. "Bakın anıiralim, öbür telefonda .
•••
.••
Kaymaklı Paşa var. Kalk emrini veriyoruz. Tekrar soruyorum, oralarda geminiz olmadığın a emin misiniz? " Nejat Serim yeniden " i ntikamımızı alın paşam" dedi. Alpaslan da bu te lefonu kapatıp diger telefonda Kaymaklı Paşa'ya "Operasyon başlasın" diye emir verdi. ••
- Yani denizciler o tehlikeli bölgede artık hiçbir gemimiz olmadıgını söylüyorlar. . . - Hiçbir gemimiz olmadıgını söylüyorlar. Bunun teyidini veren de, Nejat Serim'dir . . .
"Ne varsa
batırın" diyen de ken
disidir. . . Oysa daha sonra öQreniyoruz ki, Kocatepe tam Baf li man ı n ı n önünde yara almış ve o s ı rada hareketsiz kalmış ... Ma reşal Çakmak ve Adatepe muhripleri ise o sırada yavaş yavaş Amavutburnu yönüne dogru seyrediyor. Sonra Mareşal Çakmak geri dönüp Kocatepe'ye yardıma gidiyor. Pilotlardan duyduguma göre Kocatepe'de yangın yok, ama duman tütüyor. Hedef böl gede duman tüten bir gemi var ve Deniz Kuwetleri bu geminin batırılmasını hassasiyetle istiyor. Bizim pilotlar oraya ikinci defa gittiklerinde, bunlara verilen emir şöyle: " Konvoy artık dağılmış olabilir. Bunlardan bulduğunuzu vurun." Uçaklarımız tekrar saldırıyorlar o bölgeye. Orada tekrar iki gemi görüyorlar. Ko catepe orada durdugu için rahatça batırılıyor. Hava puslu oldu!)u için, M areşal Çakmak sadece yara alıyor ve kaçmaya başlıyor. Adatepe'ye de saldı rıyorlar. Adatepe de kaçıyor. - Peki bütün bunlar olup biterken ve durum açıga çıkınca, savaş harekat merkezinde denizcilerle havacılar arasında tar tışmalar çıktı m ı ? Ö rnegin siz denizcileri suçlamıŞsınızdır, onlar sizi suçlamıştır. . . - Tabii suçladık. Fakat söyleyebilecekleri hiçbir şey yoktu. Olay o kadar açıktı ki. . . Hatta Tevfik Alpaslan Paşa bunları harp ceridesine de yazdırdı. Nejat Serim de oradaydı . Buna harekat merkezinde görev yapan bütün subaylar şahittir. Nejat Serim de şahittir.
1
:i82
- Peki bizim gemilerimiz yasak bölgeye niçin girmiş ola bilirler? - Benim tahminim bunlar tatlı bir zafer heyecanına ka pıldılar. Ben onları suçlamıyorum. Elinize bir av düşmüştür. Bunlar yanaşıyor. Hava da puslu. Düşman gemileri biraz sonra Baf'a gelince hızlarını kesecek ve bunlar da yıldırım gibi bir ta arruzla bunları batırıp kahraman olacaklar. Böyle düşünmüş ola bilirler. Ama, yapılmayacak bir hatadır. Tabii olayda, denizcilerin kendi aralarındaki irtibat kopukluğu da büyük rol oynamıştır. - Peki orada yaptığınız tartışmalarda denizciler hatayı ka bullendiler mi? - Tamamen kabullendiler. Onlarla daha sonra da defalarca konuştuk. Her zaman kabul ettiler. Oysa şimdi bakıyorum, Nejat Serim falan gerçek olmayan açıklamalar yapıyorlar. Bir de şu var.. . Denizciler uçaklarla telsiz irtibatı kuramadıklarını söy lüyorlar. Bu iş için " Emergency-" (acil) kanallar vardır. Bu ka nalları kullanarak uçaklarla rahatça irtibat kurabilirler. Demek ki, gemilerimizin ya telsizi yoktu, ya da telsizleri çal ışmıyordu. - Pilotlarımız aşağıdaki gemilerin Türk bayrağını hiç gör memişler mi? - O korkunç hızla geminin üzerine dalarken bunu görmek hemen hemen mümkün deQildir. Siz o sırada yıldırım gibi gi qiyorsunuz ve isabet kaydetmeye çalışıyorsunuz. Yani 200 ki lometre hızla araba sürerken, yol kenarındaki küçük bir çiçeği nasıl göremezseniz, burada da durum ayn ıdır. EQer çiçeği gör meye çalışırsanız, dikkatiniz dağılır ve ölürsünüz. - Kıbrıs harekatında pilotlarımız başarıl ı oldular mı? - Tamamen başarılı olmuşlardır. Hiçbir eksiklik saptamadım diyebilirim. Gemilerin bombalanması bizim hatamız değildir. Ga zetecilikte sizin haber kaynaklarınız vardır ve güvendiğiniz kay naklardan aldığınız haberi yazarsınız. Orada bizim haber kay-
nağımız da Deniz Kuvvetleri idi. Güvendiğimiz haber kaynağ ı bize yanlış haber verdi ve bizi yanılttı. Hadise budur. - Sayın Tamuroğlu size son bir şey soracağım . . . Her şey, gelmekte olduğu bildirilen bir Yunan konvoyu yüzünden çıkıyor bu olayda. Harp gemileri desteğinde asker ve cephane yüklü bir Yunan konvoyu nun Baf'a geldiği bilgisi alınıyor ve sonra olan oluyor. Böyle bir konvoy var mıydı? - Konvoy kesinlikle yoktu. Olsaydı , zaten hedef bölgesinde olurdu . Bu noktada belki bir elektronik karıştırma olmuştur, ama bazı gerçekleri de söylemek gerekir. O bölgenin yasak bölge ilan edildiğini duyan ve o sı rada Suriye, Kıbrıs, l srail, Mısır gibi Ak deniz ülkelerine gitmekte olan gemiler, belki rota değiştirirken bir durakladılar .. Belki belli bir yerde birikim yaptılar. Böyle olması muhtemeldir. Eğer konvoy olsaydı, harekatın bir safhasında mutlaka görülür ve imha edilirdi. Deniz Kuvvetleri keşif uçağının böyle bir şey gördü!)ü belirtiliyor. Hepsi o kadar ... Olsaydı, görülür ve vurulurdu ... Ben burada izin verirseniz bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu olayı yaşayan ve şimdi hayatta olan kişiler var. Nejat Serim de dahil olmak üzere, hepimiz toplanalım ve bir panel düzenleyelim. Bu toplantıda olayı tartışalım ve gerçekleri ortaya çıkaral ım. Artık baz ı şeyleri Türk milletinden saklaman ın anlamı yok. Gerçekler ortaya çıksın . . . - Sayın Tamuroğlu, b u konuşma için size çok teşekkür ediyorum. Çok yararl ı bilgiler verdiniz ve bizi olayın içinde ya şattınız. Bu vesile ile vatan uğrunda can veren bütün şe hitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.
�84
IBRAHIM TATLISES (Sanatçı)
lbrahim Tatlıses 1 952 yılında Urfa'da doğdu. Seki7 kardeşin en büyüğü. Dokuz yaşında in şaatlarda ça/Jşmaya başladı. Bir süre babasının ya mnda ciğercilik yaptı. 1975 yılında ilk kez Elazığ'da sahneye çıktı. Kilis, Adana, Ankara, Gaziantep ve Elazığ pavyonlarında çalıştıktan sonra 1976'da rad yoda okuduğu "Ayağında Kundura" türküsü ile ün kazanmaya başladı. 1978 yılında ilk fi:mi olan "Aya ğında Kundura"da oynadı. Sahne, plak, video ve film işleriyle uğraşan Tatlıses bir kez evlendi ve ayrtldı. Bu evlilikten üç, sahnelerden bir sanatçı ile ya şamından bir çocuğu var. lbrahim Tat/Jses ilkokul mezunu.
�85
"ERKEK D E D I G i N KAD I N I DÖVMELi BE ASI . . " - Sayın l brahim Tatl ıses, teybimizi açıyoruz ve "Bismillah" deyip konuşmamıza başlıyoruz. - Abi önce şunu diyeyim . . Şöyle olur yani, bana çevirdigim filmin hikayesini sorarlar. Ben de anlatmam. Asistanlara falan da tembih ederim, onlar da anlatmazlar .. Çünkü benim beynimde kare kare yaşattığım bir olayı orada gazeteciye kare kare an latmam lazım .. Anlattığım zaman üç saat geçer. Ü ç saat geçtiği zaman da benim zamanım· gider. Anlatmamaktakl gayem şu . . Ben anlatıyorum, siz gidip ü ç kelimeyle özetliyorsunuz. Yani ne bileyim, bunu sen üç kelimeyle özetlediğin zaman okuyucu da " Haa, bu da sıradan bir Türk filmi" diyor. Benim kaybım oluyor, yani film vizyona girdiği zaman. Öyle değil mi abi? - Çok doğru. - Benim başımdan bin türlü olay geçmiş .. Pavyonundan tut demircilik yapmışım, ciğercilik yapmışım, gazinosundan tut.. Şimdi ben anlatıyorum, anlatıyorum, pıt pıt geçiyorlar. Eee? .. Bir şey de anlaşılmıyor. Bu adam nereden gelmiş, bu adam filozof mudur? Bir icat m ıd ır bu l brahim Türkiye'de? Nedir bu adam? Bunu araştıran yok. l brahim Tatlıses çapkın türkücü. Türkücü kelimesi kadar da hayatta kızdığım bir şey yok. Ya "Halk müziği sanatçısı" de, ya da " l brahim" de, ama türkücü deme. Türkücü nedir öyle? Basit bir kelime. Ayşe de türkücü, Fatma da tü rkücü . . . Halk müziği sanatçısı de. B u herkes için geçerli olsun. Herhalde Türk Halk Müziği sanatçısı demek bunların beynine uzun geliyor Seksen doksan metre geliyor. Halbuki türkücü dediğin zaman kısa oluyor. - Sayın Tatl ıses, demin dediniz ki, "Ben bir filozof muyum, yoksa bir icat mıyım? .. " Acaba siz kendinizi nasıl görüyorsunuz? - Canım abim, benim bu yaptığım işleri, taştan bir adamın 386
yapması gerekir. Bu bir ... Yani bir insan bünyesinin kaldıracağı bir yük değildir. Benim yaptığım işi yapması için 20 - 30 tane okul bitirmesi lazımdır. Yani insana Cenab-ı Hakk'ın vermiş olduğu bir lütuftur bu. Yani milyarda bir mi diyeyim, binde bir mi diyeyim, onda bir mi diyeyim? ·
- Yani Allah o lütfu size vermiş .. Nedir o? - Şimdi, l brahim Tatlıses okul okumamış. Mektep medrese görmemiş. Ama büyüklerinden o kadar iyi mektep medrese gör müş ki. .. Büyükleri ona öyle güzel saygı, öyle güzel terbiye, öyle güzel sayg ınlık öğretmiş ki .. Bu adam ilkokul diplomasını dı şarıdan almış. Benim 1 4 yaşımda Türkiye Cumhu riyeti'ne ve resmi nikaha kaydım geçmiş. Yani o güne kadar Türkiye Cum huriyeti çocuğu değilim. Çocuğuyum ama değilim yani. Dev letimizin, bayrağımızın altında yaşıyoruz, ama nüfus kağıdım yok. - Hiç gitmediniz mi okula l brahim Bey? - Hayatım boyunca gitmedim. Bana babam öğretirdi evde "Bu A harfi, bu B harfi" falan diye .. Anlıyor musun beni Emin Abi? Böylece bir parça öğrendim şimdi. Askere gittiğimde evliydim. Bana karımdan 30 40 metre, sayfalarca mektup geliyordu. Ben yazıyordum bir satır. O satırı yazarken de baştan başlıyordum, ya eğri gidiyordu, ya da yukarıya doğru gidiyordu. Yani tam be ceremediğim için yazmaktan sıkılıyordum. -
- Sonra ne zaman öğrendiniz okuyup yazmayı tam olarak Sayın Tatlı ses? - Şimdi ben yazdığım zaman adımı soyadımı, sen de inanmayacaksın abi . . . Diyeceksin "Bırak, uyutma beni . . "
- Yani güzel mi yazıyorsunuz. çirkin mi? - Güzel yazıyorum. Nasıl kendi kendime yazdım. bunu da bilemiyorum. Askerlik bitti, Kilis'te pavyonda çalışıyorum. i şte orada öğretmenler möğretmenlerle muhit sahibi oldum. Dedim k i , 387
"Yahu, ben araba alacam. Gazino patronu bana 1 5 bin lira avans verecek. Bir de ehliyet lazım" .. O zaman bu Murat'lar yeni çıkmış. Sene 1 975 . Ö ğ rendim ki, ehliyet için ilkokul diploması lazım. Urfa'da arkadaşlarım var, dediler ki "Sen gel, biz o işi hallederiz . ." Gittim, iki tane türkü söyledim çıktım. Herkes kuyrukta bekliyor ... "Ne sordular?" diye sordular. Dedim "Valla ben iki türkü söy ledim . . " Bunlar aptal aptal bakıyor bana.. Ü ç gün sonra da dip lomayı aldım. .
- Peki, şu anda rahatça yazabiliyor musunuz? - Tabii, ama nokta virgülleri yapamam. Mesela satır sonu bittiği zaman ve tekrar başladığı zaman bir ayı rımlar var. - Büyük harf, küçük harf falan.. Bunları bilir misiniz? - Onları biliyorum, ama el yazısını bilmiyorum bir tek .. - Yani büyük harflerle m i yazıyorsunuz sadece? - Nasıl izah edeyim abi? Mesela el yazısı bağlantılı ya birbirine .. Ben küçük harfleri biliyorum mesela .. - Yani harfleri tek tek yazıyorsunuz. - Haaa .. - Okuma durumunuz nasıldır? - Okuma durumum .. Yanımda olsan çok gülersin mesela .. O noktalar, virgüller var. Mesela "2. Cadde" . yazıyor. Ben bunu hep " i ki cadde" diye okurdum. Meğer " i kinci cadde" imiş. Ondan sonra birisi bana bunu öğretti. .. "Allah, öyle mi?" dedim .. Bunları beceremiyorum. - Peki rahat okuyabilir misiniz? - Tabi i , rahat o kuyoru m . B u n u he m e n ca h i l l i kl e değ erlendi riyorlar. B an� cahil diyen i n s a n l a r ı n birini i k i s i n i d e ğ i l , b e ş yüzünü ceb imden çıkarmazsam şerefsizim. Benim kültürüm, benim hayat,1�vveliyatım, benim hayatta öğrendiğim . . Onları böyle korum ·çebime, "Siz biraz bekleyin" derim. Ben hiçbir zaman cahil olmadım. Cahilliği de tercih etmedim. Hiç kimse cahil 388
deQildir. Herkesin kendi beyninde yaşattıQı bir d ünyası vardır. Dünyasına göre bir hizmeti vardır. Mesela şimdi film yönetmeni oldum, "Bu adamın okuma yazması bile yok. Nasıl film yönetmeni oldu?" diye çok eleştiri aldım. - Sayın Tatlıses, siz Türk halk müziQi sanatçılıQı ya pıyorsunuz, film artistliği yapıyorsunuz ve film yönetmenliğiniz var. Acaba bunlardan han isinde en başarıl ı oldunuz?
g
- Emin Abicim, sesim Allah vergisidir. Onda benim bir katf< ı m yok. Ancak şöyle katkıda bulunabilirim .. Ü şütmem, soğuk içmem, ne bileyim yani uykuma bakabilirsem, ki bakamıyorum .. Yani zedelenme olmasın diye dikkat ederim. Çünkü sesim benim en büyük sermayem. Benim milli piyangom da, totom da, at ya rışım da sesim. O gittiği zaman, param yoksa ben de gittim. l b rahim Tatl ıses vard ı , şöyle söylerdi , böyle söylerdi, kimsenin umurunda bile olmaz. Hiç kimse takmaz. - Uyuşturucu kullandıQınızı duymuştum. DoQru m udur? - Abi izah edeyim .. Uyuşturucu olarak bir tek sigara kullan ı rım. Alkol de içerim, ama günde en fazla beş duble. - Yalnız, karş ı mda fosur fosur sigara içiyorsunuz. Zararlı olmaz mı sesinize? - Sigarada otlakçıyım. Ne bulursam onu içerim. Mu habbete girmişiz, bir olay olmuş falan yani .. Yani otlanıyorum derken, cimrilikten falan deQil. Yanlış anlamayın. Taşırsam çok içerim diye paket taşım ıyorum. Fakat taşımayınca da içiyorum yani. Burada görüyorum, ikram ediyorsunuz. Bende red cevabı yoktur .. "SaQ ol abi" deyip içiyorum . - Evet, bu arada bizim paketin yarısı gitti. (Sürekli gü lüşmeler .. ) Peki kumar oynar m ısınız Sayın Tatlıses? - Abi benim bir sermayem var. Çıkıp insan �lendiriyorum. Kendim hiçbir zaman eğlenemiyorum. F ı rsat buldukça ayda bir,
üç
ayda bir konken oynarım. Beyninde canl !'l ndı� yani, ne kay-
389
bedebilirim? Yani kaybetsem 200 bin kaybederim. Ben bir se nede dört kere 200 bin kaybetsem, bu da benim kafamı dağıtır yani. Böyle sürekli çalış çabala, sonra kumarda 1 50 milyon kay bet. Bu benim suratımda yazıyor mu? Kesinlikle emin ol , beni seven bir insansın, ben kumar oynamam. Benim oynadığım, l s tanbul'da Yeşilçam sokağında artistlerin bir kahvesi vardır. Orada ellibir oynarım. O da, gecede kaybetsem ya 30 bin kaybederim, ya da 30 bin kazanırım. Fazlası değil yani. Her gece de kay betmem. Basın bunu abartıyor. - Peki l brahim Bey, sizi cahil olmakla suçladıklarını söy lediniz. Bazen öyle bir durum olur ki, insan belli bir toplulukta falan çok cahil kaldığını hissedebilir.. Acaba belli zamanlarda "Ah ulan, keşke biraz daha bir şeyler bilseydim" falan dediğiniz oluyor mu? - Abi şöyle izah edeyim . . Tabii ki insanın hayalinde yatan birtakım şeyler var. Yani bazı olaylar insana örnek oluyor. Bazen öyle güzel şeyler konuşuyorlar ki, ben de diyorum "Bundan iki kelime de ben edebilsem Edemediğimin sebebi de, oku madığım içindir. .. •
- Yani o ezikliği bazen hissediyorsunuz. . - Benimki eziklik değil aslında. Benim felsefem, benim kültürüm bana yetiyor. Bir eziklik değil de, eksiklik. - Kitap falan okuduğunuz oluyor mu? - Zaman zaman oluyor. En çok, hikayelerle ilgili kitaplar okurum. Yaşar Abimi okurum. Yaşar Kemal Abimi .. Efendime söyleyeyim, buna benzer bizim birkaç yazarım ız daha var. Şimdi sen bMa de ki, "Falan türkünün hepsini oku", ben unuturum. Şimdi isimlerini hatırlamıyorum. Bir hikaye çekecem, alırım, bizim bir Urfalı yazar var. Neydi o? - Bekir Yıldız mı? - Haaa... Onun hemen bütün kitapları var bende. Onu 390
okurum. Bu hikayeyi kendi kendime nasıl uygularım diye dü şünürüm. O da benim sanatım açısından. Yani şeyim ilerlesin falan diye değil. Zaten abi, yaş ım 34 . . . Bundan sonra kültürüm ilerlese ne olur? Benim yapacağım mesleğim zaten belli. Film, plak ve sahnedir. Yani bunun dışında edebi bir şey okumam. Avrupa'ya açılayım diye okumam. Yani mesleğime yararlı bir şey varsa onu okurum. - Peki l brahim Bey, Türkiye'de bu düzeye gelmiş bir in sansınız. Sıfırdan başlamışsınız, inşaatlarda çalışmışsınız, ci ğercilik yapmışsınız, pavyonlarda çal ışmışsınız ve bugünkü ünlü insan olmuşsunuz. Kendinizi nasıl bir durumda görüyorsunuz?
- Abi bazı holdingler okuyoruz. Ben kendimi o hol dinglerden bi ri olarak görüyorum. Onların yanında beş bin kişi çalışıyor. Ben de kendimin yanında çalışan beş bin kişi gö rüyorum. Sebep, film yapıyorum, sinemalarda çalışan .b ir sürü işçı yararlanıyor. Video kulüplerinde çalışanlar yararlanıyor. Bir.plak yapıyorum, sokakta kaset satan bir sürü insan yararlanıyor. Onlar için bir kazanç yoludur. Bir sürü adam yararlanıyor. Yani ben plak yaptığımı zaman "Allah razı olsun, biraz para kazandık" diyorlar. Sahneye çıkıy�rum, garsonundan komisinden tut sazlara kadar bir sürü insan kazanıyor. Yani 67 vilayette toplasan 1 O bin kişiyi geçer. Yani o holdingler holdingse, ben de holdingim. Ama on ların beyinleri var, ben tek başımayım. - Sizin çevrenizde sizi yönlendiren beyinleriniz yok mu? - Bir tek kişi var.. O da menejerim Hasan Bora. - Film işleri, gazino işleri, plak işleri falan derken herhcılde çok yoğun bir yaşantınız vardır. Öyle mi? - Yahu anlatamam sana abi . . Başında da söyledim ya , barıa dokunduğun zaman dersin ki "Bu adamın çelik olması lazım. Bu da bizim gibi et ama nasıl dayanıyor? .. " Yani mesela sizin bir gö reviniz var. Elinizde bir kaleminiz var. Bir mesle�iniz var, o da ka-
!eminiz. Siz eğer belli bir yere gelmişseniz, vardır bunun bir hüneri, ama bunu araştırmak lazımdır. . . Yani benimki de öyle. Niye öyle sıradan bir adam l brahim Tatlıses olmuyor da. ben nasıl olmuşum? Yani bu, insanların kendi beynidir. Her ne kadar seni yöneten olursa olsun , son söz yine senindir. Öyle mi abi? - Siz bu yere nasıl geldiniz l brahim Bey? Acaba kendi beyninizle mi . yoksa rastlantılar sonucunda mı? - Şimdi, çok akı l l ı bir insan ım. Onu söyleyeyim. Kesinlikle çok akı l lı bir insan ım. Kendi kendimi de çok iyi yönetirim. Herkes der ki, "Oynuyor, tezgah yapıyor, tezgahtadır . . Desinler .. Ben oynadığım zaman onlar yiyor mu? Yiyorlar. Afiyet olsun. Demek ki ben kendimi iyi kullanıyorum. Ama aslında ben çok iyi bir ele man olduğum halde Türkiye şartlarımız basın olanağımız o kadar enteresan ki, beni zaman zaman kötüye kullanıyorlar yani. •
- Ne açıdan iyi bir elemansınız? - Her açıdan .. Bendeki malzeme hiçbir sanatçıda yok ki .. Adım ı mı atsam işte şuraya gitti, afedersin tuvalete gitsem işte tuvalete gitti ya .. Yani beni çok önemli bir adam gözüyle gö rüyorlar. Zaman zaman beni kötüye kullanıyorlar. Halbuki ben o kadar kötü bir insan değilim ki.. - Peki siz nasıl görüyorsunuz kendinizi? Ö nemli bi r insan mısınız? - Ben kendimi çok önemli adam olarak görüyoru,,m yani. Beni alıp kullanabilirler. Böyle kullanı lmaya da çok müsaitim yani. Akıll ıyım diyorsam da, vicdani merhamet denilen bir olay var. Duygularım çok basit, çok kolaydı r. Yani hiç zaman harcamadan elde edilirim. Nereye çıksam, ne yapsam olay oluyor. Yani ben bu kadar kötü değilim. Yapışmışlar üç dört tane starı mızın pe şine . . �
Kim o starlar?
- Şimdi isim vermiyorum yani. Onların nasıl star olduklarını 392
da ben çok merak ediyorum . Zaman zaman bana laf attılar "Onun kültürü ne ki, neyi ile muhatap olalım?" diye .. Ben Ajda Pekkan•ı dava ettim. Benim phsiyetimle kimse oynayamaz. Benim müzik kültürümle kimse alay edemez. Soruyorum, acaba onların müzik kültürü nedir? Kendi başlarına ne yapmışlar? Kendi kendine iki tane müzik yapmışlar mı? Hayır. Ne yapmışlar? Dışarıda yabancı bir parça patlamış, alm ış bu radaki besteciler müziQe Türkçe söz yazmışlar ve starımız da bunu okumuş. Starımız acaba sokaktan geçen kaç çocuQa bakmış? Arabasını açan, camını silen üstü başı paramparça koç gibi delikanlılara kaç defa para vermiş? - Siz bunları yapıyor musunuz? - AbiciQim izin verirsen lafımı bitireyim .. Sosyete sayfaları dışında ne yapmışlar? Hepsi birer göstermelik biblo. Zan netmiyorum kapılarına böyle biri geldiQi zaman baQırlarına bas sınlar. Şerefsizim " I Qrenç, pislik" diye kovarlar. O iQrenç dedikleri insanların içinde yaşıyorum ben. Bana geçen gün biri geldi "On tane çocuQu giydirelim" diyor .. Dedim ki "Kusura bakma abla. Ben her gün sokakta üç beş tane giydiriyorum . ." Ben her gün sokakta insanların cebine para koyuyorum. Bunu toplasan y1lda yedi sekiz milyon eder. Mesela ben öyle Çocuk Esirgeme Ku rumu balosuna falan da gitmem. Sinemalarda, spor salonlarında halk konserleri yapsınlar, bedava gideyim. Ama biz çocuklar ya rarına balo yapıyoruz. . . Eee? Baloda biz göbek atı caz, vis kilerimizi içecez, yiyip e!)lenecez .. Sonra bütün masraflarımızı düşecez.. Eeee? On milyon toplandıysa yedi milyori masrafı düşüp üç milyonu çocuklara vericez .. Var mı böyle hikaye? Ama buradan büyüklerimize de sesleniyorum. Yapsınlar öyle stad yumlarda, salonlarda falan bir organize, hiçbir para istemeden arkadaşlarımla birlikte gelip katılayım. On beş gün, yirmi gün üst üste geleyim. - Ama böyle sosyetik işlere beni sokmasınlar diyorsunuz. - Sosyetik işlere sokmasınlar. Herkes orada viski içecek, 393
havyar yiyecek, göbek atacak. Neymiş? Çocuklara yardımda bulunuyorlar. - Acaba çok paranız var mı Sayın Tatlıses? - Bak abi, şimdi sana beş bin liralık çek versem, bankada karşılığı çıkmaz. Diyeceksin ki , "Seni eşkıyalar mı soyuyor?" Benim de kendime göre şartlarım var. Benim geldiğim yer çok ezik ve fakir bir insan kitlesidir. Biliyorsunuz bu işlerde biri sıyrıldı m ı , herkes peşine düşer. Amca oğlu, dayı oğlu, teyze çocukları falan çoğalı r. Bu akrabalar çoğaldıkça ben mutluluk duyuyorum. Şimdi diyorlar ki, "Seni o zaman tanımıyorlardı, şimdi niçin hepsi peşinde? . ." Ama ben şimdi sivrilmişim, l brahim Tatlıses ol muşum. Bir şey bekleyecekler benden. Sonra benim ayrıldı!)ım bir karım var. Ondan üç çocuğum var. Bunların geçimi var. Bun ların geçimi derken ; hepsini filozof gibi mi yetiştiriyorum? Değil.. Sonra anam var. Yedi kardeşim var. Bunlar delikanlı. Bunlar okul okuyor. - Yani şu anda gerçekten beş bin lira bile çı kmaz mı he saplarda? - Şerefsiz evladıyım yok yahu.. Abartma değil. Şerefsiz evladıyım ki yok diyorum . Abi sor, eğer bankada karşılığı varsa Allah belamı versin. - Siz bir gece sahneye çı kınca kaç lira alı rsınız? - Emin Abi, harbi konuşayım. Ben eğer ağ ı rl ı ğ ı mı koyarsam, gecede bir buçuk milyon al ı r ı m . Çünkü ben g irdiğim yeri eğer cehenne m bile olsa cennet yaparı m . Ben ekmek kazandı ran bii insan ı m. Şu anda bu parayı alabilecek üç kişi vardır solistlerden. Ama ben ne hikmetse ağırlığımı koymuyorum. i şte dedim ya, bir buçuk milyonu starlarımıza verirler. l brahim'e gelince "Aman l brahim, aslan l brahim" falan derler ve ... (Tatlıses burada aldığı paraları ve bu işin bazı püf noktalarını anlatıyor. Ancak burada yazmamayı daha uygun buluyorum.) Yani gecede 394
elime 250 bin net kalıyor. Ama benim otelim, yemem, yatmam, özel sazlarım, ışıkçılar, tesisatçılar. . Devlete de büyük saygım var. Devlete daha aşa�ı gösteremiyorum yani. Bana diyorlar ki "l brahim Tatlıses, sen bu fiyata nasıl çalışırsın? . ." Ben bunu dü rüst konuştuğum zaman sahte oluyor. Ben sazlarıma şunu ödü yorum, insanlara bunu ödüyorum. Çıkıyorum, üç dört kişi bek liyor. Biri çiçek veriyor, biri gül veriyor. Bunların hepsini de ayrı ayrı görüyorum. Yani benim elimde kalsa kalsa, şerefsiz evladıyım .ki gecede 1 50 bin lira para kalıyor. Ayrıca ben yılın her günü çalışmıyorum ki .. Bilemedin üç ay çalışırım. - Peki l brahim Bey, böylesine yoğun plak, sahne, film ça l ışmaları ve diğer ticari işleriniz var. Şöyle bir baktığınız zaman kendinizi bir ma�ine, ya da bir robot gibi gördüğünüz olur mu? - ,i yi bir elemanım dedim ya abi. .. Ben asl ında çok iyi bir maşayım. Herkes maşa olarak beni tutuyor ve hiÇ kimse elini yakmıyor. Yani ben bir kukla.. "Burada çıkacaksın• .. "Tamam peki" .. "Şurada şu filmi çekeceksin" "Tamam, peki" .. "Plak günü geldi, şunları okuyacaksın" .. "Tamam, peki" .. "Falan yerde dü ğüne gidiyoruz" .. "Para alacak mıyız?".. "Hayır, dostlarımızdır" .. "Peki" . . "Falan yerde b ir gece var. Orada çıkacaksın" .. "Para?" .. "Hayir" .. "Peki".. Ben b ir kukla. . Sekiz senedir l stanbul'dayım, daha sadece 15 gün istirahat edebildim. - Bunca yorgunluk içerisinde hiç mutluluk yok mu? - Mutluluk var.. Tanınmak, sevilmek çok güzel. Bu mutluluk, halkla birlikte paylaştığımız mutluluktur. Mutluyum, ama huzursuzum da yani .. Hiç kimse tasa etmesin, bir gün el.ime bi r kalem al ırım ve namusuma şerefime kağıdın üzerine kocaman bir '' l brahim Tatl ıses" yazıp üzerine de kırmızı kalemle kocaman bi r şerit çekerim . . Yani çarpı işareti.. i şte l brahim Tatlıses bitti. Mavi , siyah falan değil, hem de kırmızı kalemle. Kırmızı tehlike işa retidir. Kerpete ri imi belime takıp inşaatlara dalarım yine eskiden olduğu gibi. Benim asl ı m l brahim Tatlı ses değil ki.. Ben Urfa'dan 395
l brahim Tatl ıses olarak geldim. Yani ben geldiğim yerden utanç duymuyorum ki. i ftiharla geldim, iftiharla giderim. Benim için l b rahim Tatlıses olmak hiç önemli değil. Halk için çok önemli. Halk için önemli olmasından dolayı ben l brahim Tatlıses'e çok değer veriyorum. - Anlıyorum . . Peki l brahim Bey, ülkemizin sorunlarıyla ilgili misiniz? Gidişi nasıl görüyorsunuz? - Valla abi Türkiye'nin gidişine karışacak bir ben kal dıysam, vay bu memleketin haline .. (Sürekli gülüşmeler) Benim oraya gücüm yetmez. - Peki sağcıl ık, solculuk gibi durumlarınız var mı? - Ben artık taraf tutamam. Çünkü beni halkın malı ettiler. Her taraf beni seviyor. Onun için taraf tutamam. Benim için öz gürlük, barış ve insan sevgisi önemlidir. - Acaba bugünkü partilerden veya liderlerden hangisini kendinize daha yakın görüyorsunuz? - Haaa ... (Uzun bir sessizlik) Güzel bir soru. Az önce izah ettim. Tatmin olmadınız herhalde. Ben sağ sol ayrırAı falan yap mam. Sağ nedir, sol nedir? Aslında ikisini de birleştirdi�in zaman, ikisinin de fikri aynı. Yani ikisi de Türkiye için çal ışıyor, bayrağı için çalış ıyor. Ama o diyor ki biz gelelim, öbürü diyor ki hayır biz gelelim. Ama bunun içine vurup kırma girince üzülüyorum. - Anlıyorum .. Sayın Tatl ıses, bu kadar ünlü bir insansınız. Acaba kadınların size karşı tavırları nasıl oluyor? Şöhretinizden yararlanmak için peşinizde gezen, sizinle yatmak isteyen ka dınlar oluyor mu? - Abi kadına saygım büyük. Şimdi mesela ben bile is tiyorum ki, ne bileyim Elizabeth Taylar ile, veya Caroline ile bir flört edeyim yani . . - Meşhur Prenses Caroline mi? - Evet .. Ne bileyim, bir iki gün nasıl beraber olurum derim 196
yani. Bu da bir erkeğin en tabii hakkı. Eğer zirvede bir kadınsa, tabii onun da hakkı. Ama böyle durumlar yorganla döşek ara sında kalmalı. Ama biiim sanat çevresindeki kadınlar o kadar basitleşmiş ki, "Benimle yattı" .. "Yatarken nasıldı?" .. " l brahim Tatlıses'le yatmadık" .. Ne demek yatmadım yahu? Ben utanırım bu kelimeleri basının önünde kullanırken. Bunları bu kadınların söylemesi büyük cesaret abi yahu .. Yani ben hayatta böyle bir şey söylemem. Ben yattığım kadına saygı duyarım. Yatmak ayıp bir şey değil ki.. Ama onu reklam olarak kullanmak ayıp. Cenab-ı Hak yaratmışsa, erkekler kadını ... - Sayın Tatlıses, gazetelerde okumuştum, siz bazen bir likte olduğunuz kadınları dövermişsiniz. Acaba kadınları arada bir dövmekte fayda var m ıdır? - Emin Abi, benim kadınlara büyük saygım var. Kadınlar namusumuzu temsil eder. Erkek kadınıyla gururludur, kadınıyla şereflidir. Siz benimle beraber olmayan bir kadını dövdüğümü hiç duydunuz mu? Duymadın·ız. , - Beraber olduklarınızı mı dövüyorsunulz sadece? - Ben beraber olduğum kadını niçin döverim? Niçin döverim derken, herkes döver ·yani. Belki siz de dövmüşsünüzdür. Yemek tuzlu olmuştur da yemeği fırlatmışsınızdır. Bunun üzerine size cevap vermiştir. Siz de bir tokat çekmişsinizdir. - Vallahi ne yalan söyleyeyim, ben bu işi bugüne kadar yapamadım .. (Sürekli gülüşmeler) . . - Bu nedir yani? Bu dövmek midir? Kendi çatısı altında geçen bir olaydır. Eee, sevdiğin zaman "Kocamsın, Allah'ımsın, Peygamber'imsin, canımsın" diyorsun da dövdü{lü zaman "Allah belanı versin, Allah seni kahretsin" diyorsun. Halbuki dövmesini bilen sevmesini de bilir, sevmesini bilen dövmesini de bilir. Yani bu ikisinin birden olması, insanın mutluluğunu peçinleştirir. Ben Perihan Savaş'ı niçin dövdüm?. 397
- Onu anlatmaya gerek yok. Ben genelde soruyoru m yani Anladığım kadarıyla diyorsunuz ki "Kadın milletini arada bir döv mek faydalı olur.
. .
.•
- Kadın kendini bilirse niçin dayak yesin yani? O zaman ben niye döveyim boşu boşuna? Mesela öyle bir an olmuştur ki, eve sinirli gelmişimdir. Dışarıda ne olmuş? Başımdan ne geçmiş, bunları bilmiyor. Stres içinde gelmişim. Evde bana laf ediyor. Ben onu döverim arkadaş. - Peki dövdüğünüz zaman tekme tokat girişip fena mı dö versiniz, yoksa bir iki tokat yeterli mi? - Ben bu soruya, babamla anam arasında geçen bir dövme olayını anlatayım. Ben küçükken babam ciğerci idi. Bir de, o zamanlar Urfa'da "Yandım Allah Kumpanyası" vardı. Yani zenginden alıp fakire dağıtan bir grup .. Babam çok güzel adamdı · yani abi .. Babam anamı döverdi. Bir gün anne� i yine dövdü. Kafasını taşla yardı. Allah belamı ve rsin, annem gitti köşeye oturdu ve ağladı. Biz de seyrediyoruz. Çocuğuz, korkuyoruz. Sonra on beş dakika içinde babamın siniri geçti ve aldı makası eline. Anamı getirip yanına oturttu . Anam kanlar içinde. O kırdığı yerin etrafı ndaki saçları babam makasla bir güzel kesti. Bizden de tuz istedi. Tuzu getirdik. Babam o yaranın üzerine tuzu bir güzel bastı. Bir bez aldı, bezle de sardı. Sardıktan sonra da anamı al ıp bağrına bastı. Bu nedir abi? - Nedir? - Yani şefkat gösteriyor. Bunun üzerine bir mutluluk ben düşünemiyorum. Şimdiki karılara bir tokat vuruyorsun, seni mahkemelere veriyor. Veya afedersin çekip siktir olup gidiyor. Ne bileyim yani, benim anam çekip gidemez miydi yahu? - Yani devir değişti artık diyorsunuz l bharim Bey ... - He ya . . . Anamın babamdan yediği o tokatları tekmeleri
ben yesem, şerefsizim bir sene yataktan kalkamam. . . Babam :198
aldı bağrına bast ı , tuzunu d � bastı, kafasının saçını kesti. Böyle aldı bağrına bastı. Ama o kadın, yuuvasının kadını. Öyle bir to kattan, bir tekmeden mahkemeler, gazeteler, basınlar . falan ... Bunlar ayıp şeyler yani. Biz büyüklerimizden böyle gördük. - Yani bu devirdeki kadınlar artık dayak yemek istemiyorlar mı? Acaba devir değişti mi? - Nasıl değişmez abi yahu? Ne bileyim işte bir tokat atı yoruz, diyor ki "Kafamı gözümü yardı . • Bir tokat yahu .. Ne var bunda? i nsanın kocasıdır yahu. Ama onun da hatası yok mu? Vaar .. V�r ama, kadın erkek diye de bir olay var yani.. E rkek er kektir, kadın kadındır. Tabii öyle dümbük erkeklerimiz var ki, yani artık o kadın illallah demiştir ve bırakıp gitmiştir. O tamam ... Ona itirazım yok. Ama sen evinin kadını isen, bir kere dövmekle... Bir de bizde kadın gittiği zaman -mesela benim anam üç beş defa gitmiştir- ya babamın amcasıgile gitmiştir, ya amcası ço cuklarıgile gitmiştir. Erkek hiç gitmez. Büyükler araya falan gi rerler. Yani benim babam gidecek kadının ayağına ve alıp eve getirecek. Bu kesinlikle mümkün değil. Ve bi r de anasıgile gittiği zaman anası babası kadını tekme tokat eve gönderirdi.. Çünkü kadın evden giderse orospu olur Emin Abi, fahişe olur. .
- Peki şimdi evden dayak yiyip gidenler ne yapıyor acaba? - Valla onu ben bilemem artık. Onların şeyine, onların şe refine bağlı. Yani benim bildiğim, kadın erkek arasındaki ilişki ve saygınlık buydu. - Sayın l brahim Tatlıses kardeşim size çok teşekkür edi yorum. Gördüğüm kadarıyla sizin bu zanaat da çok zor. Allah kolaylık versin. - Sağ ol abicim.