Ş. Turan: Atatürk ve ulusal dil

Page 1


Nurer UGURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.

Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Eylül 1998


..

ATATURK ve

ULUSAL DİL

Prof.Dr.

ŞERAFETTİN TURAN

, ı'f1!ıı.;r!yet GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAGANIDIR.



ATATÜRK DİL ÇALIŞMALARJNDAN BİRİNDE (Soldan sağa) Hasan-Ali Yücel, Celal Sahir Sılan, Ahmet Cevat Emre, Dr. Reşit Galip, Atatürk, Afet İnan, Ruşen Eşref Ü naydın, İbrahim Necmi Dilmen, Dr. Hamid Kosay, Ragıp Hulusi Özden.



İÇİNDEKİLER

I- ULUSAL DİL'E DOGRU: TÜRKÇE'YE YÖNELME 1- İmparatorluğun son dönemlerindeki durum

2- Gereksinme ve dil tartışmaları

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. 9 1O .

.

II- ATATÜRK'ÜN AMACI: U LUSAL DİL VE TÜRKÇE'NİN BİLİM DİLİ OLMASI 1-:- Mustafa Kemal 'de dile karşı i lgi l7 .1 8 2- Atatürk' ün ulus ve ulusçuluk anlayışı . 3- Bilim ve kültür alanında bağımsızlık, ulusal eğitimde ulusal dil 21 4- Türkçe'yi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma 23 5- Ulusal dili yarat ma k ........ . ........... . 24 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

III- YÖNTEM VE UYGULAMA 1- Hazırlık evresi

.27 a) Dinsel işlerde ulusal dile yönelme 27 b) Ekonomik kuruluşlarda Türkçe kullanılması hakkında yasa 30 c) Dil Kumlu' nun oluşturulması 31 d) Yeni Türk abece'si ve Türkçe . 33 e) Dil 'de devrimin gündeme girişi 35 2- Araç: Yasa değil, özgürlük içinde örgütlü çalışma, akademi değil dernek 36 3- Yöntem: Evrim değil devrim .48 a) Dilde evrim mi devrim mi? .48 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

7


b) Türk Dil Devrimi 'nin diğer dil devrim leri arasındaki yeri . . . . .. . . .. . . . .. . ... . . .. . 53 c) Türkçe öğretimi ve dil uzmanı yetiştirilmesi 54 d) Dil Devrimi ' nin değişik boyutları . .. .. . . . .55 4- Uygulama ve terim sorunu .. . . .. . . ... . . . . . 57 a) Gereksinme ve ayd ı nların tutumu .. . .. . . . . 57 b) Atatürk ve Türkçe terimler . . . . . 63 iV- SONUÇ

.

.

.

.

.

.

ATATÜRKÇÜLÜK

.

.

.

.

YAŞAYAN ATATÜRK

.

.

.

.

.

.

.

.

. .. . . .

.

.

.

. . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. . .

. . . . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

. .

.

.

.

.

.

.

.

66

69 81

ATATÜRK DEVRİMLERİNİN BÜTÜNLÜGÜ İÇİNDE DİL DEVRİMİ ............................95

8


1- ULUSAL DİL'E DOGRU: TÜRKÇE'YE Y ÖNELME 1- İmparatorluğun son dönemlerindeki durum:

Dil, hiç kuşkusuz ki insanlar arasında en etkili ve sü­ rekli iletişim aracı ve ulusal kültürü oluşturan ana öğeler­ den biridir. Böyle olmakla birlikte toplumların konuştuk­ ları dillerin, sıkı ilişkide bulunulan diğer toplulukların dil­ lerinin etkisi altında kalması, başka bir deyimle diller ara­ sı etkileşim de kaçınılmazdır. Bu açıdan bakıldığında Türk­ çenin, bir uluslar topluluğu demek olan Selçuklu ve Osman­ lı İmparatorlukları dönemlerinde, bir yandan İslam uygar­ lığının bilim di li kabul edilen Arapça ile sanat-yazın dili sa­ yılan Farsçanın, öte yandan da İtalyancadan başlayarak Fransızcaya değin Avrupa dillerinin etkisi altında kalması­ nı doğal karşılamak gerekir. Ne var ki giderek baskıya dö­ nüşen bu etki altında Türkçe, benliğini yitirir duruma düş­ müş ve kırsal kesimlerdeki halkın konuştuğu kaba bir dil olarak aşağılanmaya başlanmıştır. Örneğin, Türk egemenliği altındaki toprakların geniş­ liği ve siyasal, askeri güç yönlerinden Batıl ı araştırıcılarca "Türklüğün büyük yüzyılı " olarak nitelendirilen XVI. yüz­ yılda, bir Osmanlı tarih yazarının Türkçe söyledikleri, ya­ zı dilinin aldığı biçimi ve aydınların düşüncelerini yansıt­ ması nedeniyle belirtil meye değer. Yavuz Selim dönemi olaylarını içeren Selimnfime adlı tarihini Arapça yazmış olan Keşfi, kendisinden yapıtını Türkçe yazmasını isteyen bir şaire şu karşılığı verdiğini açıklamaktadır: 9


"Ayrıca Türk dili iri bir inci tanesi gibi yontulmamış­ tır ve iç tırmalayıcıdır. O nedenle yeryüzündeki zarif yara­ tı lışlı kişilerce hoş karşılanmamakta, dilde kurallara önem veren kimselerin anlayış ve beğenisine de uygun düşme­ mektedir. Bu yüzden de kültüilü kimselerin görüşmelerin­ de dışlanmış ve güzel konuşan kişilerin söyleşilerinde aşa­ ğılanmıştır." ( l) İlginç olan, İ mparatorluğun parlak günlerinin geride kalıp parçalanmanın başladığı dönemde yabancı dillerin baskısının daha da artması ve o güne değin resmi yazışma­ larda da kullanı lagelen "ekmek, yağ, ipek, pamuk, kapıcı, mimarbaşı " gibi Türkçe sözcük ve terimlere "nan, revgan, harir, penbe, bevvab, ser-mimaran-ı hassa" gibi Arapça Farsça karşılıklar bulunmasına önem verilmesidir. 2- Gereksinme ve dil tartışmaları

Böylece yazı dili ile konuşma dili, ya da aydınların yeğ­ ledikleri ve devlet kuruluşlarında geçerli olan Arapça - Fars­ ça -Türkçe karışımı Osmanlıca ile halkın konuştuğu Türk­ çe arasındaki uçurum giderek artarken kültürel ve toplum­ sal gereksinmeler XIX. yüzyılda dilin önemini ve dilde çö­ züm bekleyen sorunlar bulunduğunu ortaya çıkarmıştı. İmparatorluk döneminde Türkçenin arılığı ve özel liği korunamadığı gibi dilin egemenlik altına alınan tüm toplu­ luklara ve azınlıklara yayılmasına da hiç önem verilmemiş­ ti. Medrese öğretimi Arapçaya dayandırıldığından Türkçe, bilim dili olma niteliğini yavaş yavaş yitirmiş, azınlık okul(1) Selim-name, Süleymaniye Ktb. Esad Ef., No.

10

2147, Vr. 1 la.


larında ise Türkçeye yer verilmediğinden toplulukların ken­ di dilleri özendirilmişti. (2) Artık çağın gereklerini karşılayamayan İmparatorluk kurumlarının yeniden düzenlenmesine başlandığı sırada her alandaki geri kalmışlıktan kurtulabilmek için yeni okul­ lar açmak ve dış dünyadaki bilimsel buluşlarla yapıtları Türkçeye kazandırmak zorunluluğu duyulmuştu. Ancak yeni açılan meslek okulları için Türkçe yazılmış ders ki­ tapları olmadığı, zengin sayılan Osmanlıcanın da bilimsel terimleri karşılamaktan uzak olduğu görülmüştü. Bu yüz­ den 1827'de açılan Tıp Okulunda geçici de olsa öğretim dili olarak Fransızca kabul edilmişti. Bununla birlikte bu çözüm Türkçeyi yeniden bilim dili olarak ele almak ve bi­ limsel terimlere karşılık bulmak gereğini gözler önüne ser­ mişti. Devrin padişahı 11. Mahmud bu zorunluluğu şöyle dile getirmişti: "Tıp bilimini tümüyle kendi dilimize alıp gerekli ki­ tapları Türkçe olarak düzenlemeye çalışmalıyız. Sizlere. Fransızca okutmaktan benim beklediğim, Fransız dilini öğ­ retmek değildir. Ancak tıp bilimini öğretip yavaş yavaş ken­ di dilimize almak ve ondan sonra memleketin her yanında Türkçe olarak yaymaktır." (3) Öte yandan, yazı dilinin aldığı biçim ve içerik, yalnız öz dilleri Türkçe olmayan azınlıkların ve Müslüman olma(2) David Kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, 1876c 1 908 (.'ev: �.S B. Ertem - F. Erdem, lstanbul, 1979, s. 141 vd. (3 ) Padişahın yahnlaştırdığımız bu konuşmasının asıl metni: Osm:ııı l·.ı gin, Türkiye Maarif Tarihi, il, 293 .

Türet

-

11


yanların değil, İmparatorluğun kurucusu Türklerin bile dev­ let dairelerinde işlerini gördürmelerini ve kendileri için yü­ rürlüğe konulan hükümleri anl a ma la rı nı güçleştirmekte i­ di. Ziya Paşa bu kopukluğu ve anlaşmazlığı ne güzel de sap­ tıyor: Maliye dairesinden çıkan bir yazıyı yazan okuyabilir; ama elinden yazı alınsa ve yazı konusunu anlatması isten­ se anlatamaz. "Sorgu yargıcı davalıya, konuşulan Türkçe ile soru so­ rar ve yanıtlar alır, fakat tutanağını resmi deyimlerle sap­ tar. O biçimdeki tutanağı davalıya okuduğunda davalı, söz­ lerinin Arapçaya çevrilmiş olduğunu sanarak hiçbir şey an­ lamaz ve nezaket gereği tutanağın altına mühürünü ya da parmağını basar." ( 4 ) Yine aynı nedenledir ki, Müslüman uyruklular ile Müs­ lüman olmayanlar için eşit kurallar uygulamayı öngören Tanzimat Fermanı'nın başarı şansı üzerinde duran bir Fran­ sız gazetesi konuşulan Türkçe ile yazı Türkçesi arasındaki ayrıl ı kların giderilmesi ve bunun için de dilin sadeleştiril­ mesi gerektiğine değiniyordu. (5) Böylece eğitim ve yönetimdeki etkisi nedeniyle, dilin önemi ve yazı dilinin yalınlaştırılarak gerekli terimlerle zenginleştirilmesi yolunda ilk görüşlerin ortaya atılmasın­ dan bir süre sonra, kültürel ve siyasal gereksinmelerden do­ ğan Türkçülük akımı, çok geçmeden Türkçecilik adıyla lhsan Sungu. Yeni Osmanlılar ve Tanzimat, Tanzimat I, 843. (5) Sabri Esat Siyavuşgil, Tanzimat'ın Fransız Efkan Umumiycsinde Uyan­

(4) Krş.

dırdığı Tepki, Tanzimat, 1, 75 l

12


dilde de etken olmaya başlamıştı. Ulusçuluk akımının yay­ gınlaştığı ve ulusal devletlerin kurulduğu XIX. yüzyılda Os­ manlı İmparatorluğu içerisinde yaşamakta olan topluluk­ lar, diğer yardımcı etkenlerin de katkısıyla kendi ulusal devletlerini kurup bağımsızlıklarına kavuşurlarken, impa­ ratorluğu yönetenler ve aydınlar parçalanmayı önleyecek birleştirici yeni öğeler aramaya koyulmuşlardı. Bilindiği gibi bunların büyük kesimi İslamcılık bayrağı altında dine daha büyük bir coşkuyla sarılırlarken, bir bölümü Osman­ lıcılık diyerek bütün topluluklardan yeni bir Osmanlı ulu­ su oluşturmayıı çıkar yol olarak görüyor, içlerinden küçük bir kesimi de Avrupa'daki Türkoloji çalışmalarından öğren­ dikleri İslam öncesi Türk tarihinden esinlenerek kültürde ve siyasada Türke ve Türklüğe dönmeyi öneriyorlardı. Bütün bu kültürel ve toplumsal etkenlerin sonucunda yavaş da olsa bir dil bilinci doğuyor, yazı dilini düzeltmek görüşü giderek güç kazanıyordu. İlk Meşrutiyet Anayasa­ sı işte böyle bir ortamda hazırlandığı için devletin resmi di­ linin ne olacağı konusu da tartışmalara yol açmıştı. Başta II. Abdulhamid olmak üzere kimi yöneticilerin resmi dil olarak Arapçanın kabul edilmesini istemelerine (6) karşın 1 876 Anayasasının 1 8 . maddesinde "Osmanlı uyruğunda bulunanların devlet hizmetlerinde çalıştırılabilmeleri için devletin resmi dili olan Türkçe'yi bilmeleri gerekir" hük­ mu yer almıştı (7). (6) Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, VllI, 403 (7) "Tebaa-i Osmaniyenin, hidemat-ı devlette istihdam olunmak için dev­ letin l i san-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır."

13


Devlet görevi almak için de.olsa Anayasa'da resmi di­ lin Türkçe olduğunun açıkça belirtilmesi önemli bir aşama idi. Bunun arkasından 1877'de yürürlüğe konan Belediye­ ler Yasası ile belediye meclislerine üye seçileceklerin "Türkçe konuşabilmeleri" zorunlu kılınmıştı (8). Bu dönenide dile ilişkin yayı mlar ve dilin nasıl düzel­ tileceği yolundaki tartışmalar da giderek yoğunluk kaza n ı ­ yordu. Hacı İbrahim Efendi gibi kimi aydınlar, Osmanlı de­ yiminin bir devlet adl>olmanın dışında bir dilin de adı ol­ duğu görüşünü savunuyor ve Os m anlıcayı. iyi bilmek için Arapça öğrenilmesi gerektiğini belir terek Arapça öğretimin' yaygınlaştırılmasını diliyorlardı (9). Buna karşılık, Ziya Paşa, halkın re s m i dili anlayamadığını, Arapça ve Farsça­ nın aşırı biçimde kullanılmasının yersizliğini belirterek açık ve kolay anlaşılır dilin taşrada ve İstanbul halkı arasında ya­ şadığına dikkatleri çekiyor ( 10). Ahmet Vefik Paşa da 1876'da yayımladığı sözlüğün e Lehçe-i Osmani adını ve­ riyor ve ayrıca Türkçe sözcüklerle, Arapça ve Farsça asıllı olanlar arasında ilk kez açık seçik ve bilinçli bir ayırım ya­ pıyordu. Yüzyılın sonlarında Şemseddin Sami ise "Dilimi­ zi sadeleştirelim, dilimizi Türkçeleştirelim diye bağırmak­ tan vazgeçmeyeceğiz" diye yeni bir amaca yönelindiğine işaret ediyordu ( 1 1 ) . (8J Mccfü'in 18/30 Mayıs 1877 günkü oturumunda yapılan görüşmeler için: Hakkı Tarık Us, Meclis-i Mcb'usan. 1293-1877 Zabit Cerid..:si. l. 313 (9) Osmanlıcadaki her ··20" sözcükten" l 5"inin arapça o l d u ğ unu öne sü­ ren lbrahiııı Efendi. Arapçayı yeni bir yöntemle öğretmek içın. Daru '1-ilnı vc't­ taliııı adıyla özel bir okul da açmıştı: David Kushncr. 100 vd. ( 10) l 868'de l-lürriyct'te yayımlanan Şiir ve inşa başlıklı makalesi. ( 11) 1899'da Sabah gazetesinde çıkan Edcbiyat-ı nıüstakbclcnıiz adlı ma­ kalesi (D. Kushncr, 1 09)

14


İkinci Meşrutiyet dönemine gelindiğinde Türkçülük akı­ mının daha da güçlenip siyasal boyutlar kazanmasına koşut olarak dil çalışmaları nın da arttığı ve Türkçecilerin Genç Ka­ lemler ve benzeri dergiler çerçevesinde toplandıkları görülür 1890'lardan beri ortaya atılan görüşler şöyle özet lenebilir : Yabancı dillerden sözcükler, alınabilir. Ancak Türkçe­ nin yapısına uymayan Arapça ve Farsça kurallardan ve tam­ lamalardan vazgeçmek gerekir. Osmanlı yazınına yapay olarak giren ve yaygın biçimde kullan ılmayan yabancı söz­ cükler de bırakılmalıdır. Dilde alıkonulacak bütün yaban­ cı kökenli sö zcükler ise yalnızca Türkçedeki anlamlarıyla kullanılmalıdır. Bununla birlikte yalı nla şt ı rma nı n boy ut ları ve koruna­ cak yabancı sözcüklerin ölçüsü söz konusu olduğunda, dü­ zenleme ve düzeltmeden yana olanlar arasında da önemli görüş ayrıl ı kları göze çarpmakta i d i Örneğin önceleri Ne­ cib Asım' ın sonraları Ziya Gökalp ' in temsil e ttiği bir ke­ sim, yalnızca Türkçenin yal ın laş ı p uygar bir ulusun dili du­ rumuna gelmesini ister ve bunun için Arapça ve Farsça kö­ kenli sözcükleri ku llan maya devam etmede bir sakınca gör­ mezlerken, Şemseddin Sami, "Hepimiz yalnız Türkçe söz­ cükler arayıp bularak bugün alışılmış olan Arapça, Farsça ya da yabancı sözcükler yerine onları kullanmaya çalışma­ lıyız. Olanak bulunursa yabancı sözcükleri hiç kullanma­ mada b i rbi ri m izle yarışmalıyız" d iye yalınlaşmanın öte­ sinde bir öz leş meyi savunuyordu." (12) .

.

,

,

( 12) 1890'1ardaki dil tartışmaları ve Necib Asım ile Şemseddin Sami 'nin görüşleri için: D. Kushner, 111 vd.

15



JJ- ATATÜRK:ÜN AMACI: ULU S AL DİL VE

TÜRKÇENİN BİLİM D İL İ OLMASI 1- Mustafa Kemal'de dile karşı ilgi

Osmanlı aydınları aras ı n da dil tartışmalarının giderek arttığı bir dönemde öğrenimini tamamlayan ve ulusal her konuyla yakından ilgilenip geleceğe dönük tasarımlarını ol­ gunlaştıran Mustafa Kemal'in daha Birinci Dünya Savaşı yılarında Türkçe'nin özleşmesi sorununa eğildiğini görü­ yoruz. XVI. Kolordu Komutanı olarak Silvan 'da bulunur­ ken, anı defterine 1 O Aralık 19 16 günü için şunları yazmış­ tı : " ... Yemekten evvel Emin Bey'in Türkçe Şiirler'i ile Fikret' in Rübab-ı Şikeste'sinden aynı konuda bazı parçala­ rını okuyarak bir karşılaştırma yapmak istedim. İkisi de baş­ ka başka güzel. Ancak Türkçe olanda da, di-gerinde de ay­ nı derecede Arapça, Farsça sözcükler var. Başkalık, biri parmak hesabı, diğeri değil!" ( 13) Bu satırlar Atatürk'ün "Ulusal Şair" sanı verilen Meh­ met Emin Yurdakul' un Türkçe Şiirler adını taşıyan şiirle­ rinde bile yer alan Arapça, Farsça sözcükleri fazla buldu­ ğunu ve dolayısıyla daha o dönemde yazı dilimizde Türk­ çe sözcükler kullanılmasından yana olduğunu açıkça gös­ termektedir. ( 13) Atatürk'ün bu yazdıklarında yalnızca birkaç sözcük bugünkü Türk­ çeye göre yalınlaştırılmıştır. Asıl metin iç in bk. Şükrü Tezer, Atatürk 'ün Hatıra Defteri, Türk Tarih Kurumu yayınlarından, Ankara, 1972, s. 86

17


2-Atatürk'ün ulus ve ulusçulukanlayışı

Dil, ulusu ve ulusallığı belirleyen öğelerden biri oldu­ ğuna göre Atatürk'ün Türk ulusunu ve Türk ulusçuluğunu nasıl tanımladığını ve dilin bu tanımlar i ç e r isi ndek i yerini göz önünde tutmamız gerekir. Çünkü özellikle ulusçuluk konusunda birçok kişinin kendilerine göre birer tanını ya­ pıp içeriğini de saptadıktan sonra bunu Atatürk' e bağlama­ ya çalıştıkları görülmektedir. Oysa Atatürk, ortaokullarda ders kitabı olarak okutulmak amacıyla 1931 yılında Bn. Afet (İnan) imzasıyla yazılan Vatandaş İçin Medeni Bilgi­ ler kitabının ulus (millet) bölümünü doğrudan doğruya ken­ disi hazırlamış ve orada Türk ulusunu anlatırken: " Türkiye Cunıhuriyeti ' ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" tanımını yapmıştır. (14) Bundan sonra Türk ulusunu oluşturan "6 " etken ara­ sında " Dil Birliği"nin de büyük rol oynadığını vurgulayan Atatürk, Türkçeyi nasıl değerlendirdiğini şöyle belirtmek­ tedir: " Türk ulusunun dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk ulusu için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk ulusunun geçirdiği bunca tehlikeli durumlarda, ahla­ kının, geleneklerinin, anılarının, çıkarlarının, özetle, bu­ gün kendi ulusallığını yapan her şeyin dili aracılığıyla ko( 14) Afet inan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıla­ rı. TTK yay. Ankara, 1969, s. 18, 351

18


runduğunu görüyor. Türk dili, Türk ulusunun kalbidir, bel­ leğidir." ( 15) Yine Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında Atatürk, Türk ulusçuluğunu da şöyle tanımlamıştı: " Türk ulusçuluğu, ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası ilgi ve ilişkilerde, bütün çağdaş uluslara koşut ve onlarla uyumlu olarak yürümekle birlikte, Türk sosyal toplumunun ayırıcı niteliklerini ve başlıbaşına bağımsız olan kimliğini saklı tutmaktır." ( 16) Türk ulusunu ayırt edici nitelikler, özellikler arasında da dil öncelik taşımaktadır. Gerçekten de Atatürk, bu ulus­ çuluk tanımına uygun olarak dili " ulusallığın en belirgin özelliklerinden biri olarak değerlendirmektedir: " Türk demek dil demektir. Ulusall ığın çok belirgin özelliklerinden birisi dildir. Türk ulusundanım diyen insan­ lar, her şeyden önce ve ne olursa olsun Türkçe konuşmalı­ dır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk ekinine, toplulu­ ğuna bağlılığını öne sürerse buna inanmak doğru olmaz."

( 17) Dilin ulusal olması, hiç kuşkusuz ulus denen toplulu­ ğu oluşturan bireylerin konuşmada ve yazıda kullanacak­ ları ve birbirlerini anlamada güçlük çekmeyecekleri bir ni­ telik kazanması demektir. Bu da yazı dili ile konuşma dili ( 1 5 ) Yalınlaştırdığımız bu sözlerin aslı için bk. Ek. 1 ( 1 6) "Türk milliyetçiliği, terakki ve inkişaf yolunda ve beynelmilel tema­ sı ve münasebetlerde, bütün muasır milletlere muvazi ve onlarla bir ahenkte yü­ rümekle beraber, Türk içtimai heyetinin hususi seciyelerini ve başlı başına miis­ takil hüviyetini mahfuz tutmaktır." (Afet inan, Medeni Bilgiler. . . 25). ( 17) Mustafa Baydar, Atatürk Diyor ki, lstanbul, 1960, s. 44

1 !)


arasındaki büyük ayrılığın o lab ildi ğince ortadan kaldırılma­

sını gerektirir. İmparatorluk yerine ulusal yeni Türk Dev­ leti 'nin kurulduğu y ıllarda dilde Türkçülük ko nusunu işle­ yen Ziya Gökalp, konuşma dilinin yazı dili du r u m una ge­ tirilmesini önererek şöyle diyordu: " Türkiye 'nin ulusal dili İstanbul Türkçesidir; bunda kuşku yok! Fakat İstanbul 'da iki Türkçe var: Biri, konuşu­ lup da yazılmayan İ stanbul lehçesi, diğe ri, yaz ı lıp da ko­ nuşulmayan Osmanlı dilidir Acaba ulusal dilimiz bunlar­ dan hangisi olacaktır? .. İstanbul 'da yazı dilinin konuşma diline dö n üş m esine olanak yok . . . Tutalım ki, bir dizi zorlayıcı yasalarla İstan­ bul halkı bu ş aş ı lası yazı diliyle konuşmaya başlamış ol­ sayd ı bile, yine bu yazı dili gerçekten u l usal dil olamazdı . .. Bu durumda yalnız bir s eçen ek kal ı yor: Konuşma dili n i yazarak yazı dili durumuna geti r m ek . ( 1 8) Bu n oktadan yola çıkan Atatürk, dilde devr im çalışma­ larının içerisinde bulunan Falih Rıfkı Atay ı n belirttiği g i ­ bi, "dilde Türkçeciliği devlete mal" edecek ve 'zengin, gü­ zel ve ulusal Türkçe"nin oluşmasını ist eyec ektir ( 1 9) Çün ­ kü onun amacı, o dönemdeki dil çalışmalarına katılan A. Dilaçar'ın deyimiyle, "Ulusal dilin benliğini ortaya çıkar­ mak, onunla övünmek, onu işlemek, anlamayı ve anlaşma­ yı kolaylaştırmak" idi.(20) '

.

"

'

.

( 18) Gökalp'ın günümüz Türkçesine aktardıgımız bu görüşü için Türkçü­ lüg ün Esaslan, lstanbul, 1 958, s. 77 vd. ( 1 9) Çankaya, !stanbul 1969, s. 479 (20) Atatürk ve Türkçe, Atatürk ve Türk Dili, Türk Dil Kurumu yay., An­ kara, 1 963, s. 52

20


3- Bilim ve kültür alanında bağımsızlık, ulusal eği­ timde ulusal dil

Atatürk, Türkçenin ulusal n i telik kazanmasını aynı za­ manda ulusal bağımsızlığın da bir gereği olarak görmekte idi. Bağımsızlığı bir bütün olarak kabul eden ve tam bağım­ sızlık ilkesini benimseyen Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve La­ usanne Antlaşması ile elde edilen siyasal bağımsızlığın ekonomi ve kültür alanında da sağlanması gerektiğine ina­ n ı y ordu. O'na göre ulusal bağımsızlık anc a k böyle t amam­ lanabilecekti. Nitekim daha Cumhuriyetin ilanından önce 19 Eylül 1923'te İstanbul Edebi yat Fakültesi'nin (2 1 ) ken­ disine Onursal Profesörlük sanı vermesi üzerine gönderdi­ ği telgrafta bu sorunu özellikle vurgulamıştı: "Türk kültürünün ekseni olan fakülteniz onursal pro­ fesörlüğüne seçilmemden ötürü kurulunuza teşekkür ede­ rim. Eminim ki ulusal bağımsızlığımızı bilim alanında fa­ külteniz tamamlayacaktır. Bu şerefli ilerlemenin gerçekleş­ mesini üstlenmiş olan topluluğunuz arasında bulunmak, bence onur vericidir.�' (22) Atatürk'ün değişik biçimlerde de olsa birçok kez yi­ nelediği bu görüşü, onun tarih ve dil çalışmalarının başlı­ ca nedenlerinden biri olmuştur. Yakup Kadri Karaosmanoğ­ lu'nun da belirttiği gibi; "Atatürk, bu çabasıyla ulusal kur­ tuluş mücadelemizin ikinci bir dönemini açmıştır. Bu mü(2 1) O zamanki adıyla Darülfünun Edebiyat Medresesi. (22) Asıl metin: Şemsettin Günaltay, Atatürk'ün Tarihçiliği ve Fahri Pro­ fesörlüğü, Belleten, 1 O. 1939, s. 273 vd.

21


cadelenin birinci dönemi siyasal ve ekonomik bağımsızlı­ ğımızla sonuçlanmıştır. İkinci dönemin amacı kültürel ba­ ğımsızlığımızdır. Bunu elde etmedikçe, yani Türk ulusu çağdaş uygarlık dünyasının bilim ve kültür alanında bir Dumlupınar Zaferi kazanmadıkça uygar uluslar sıralanma­ sındaki yüksek yerine geçemeyecektir " (23) Kültürel bağımsızlık içerisinde dilin de bağımsız ol­ ması gerekirdi ve uluslararası ilişkilerde öz benliğini bul­ muş zengin bir Türkçe yer alabilirdi. Atatürk, yeni Türk abece'sinin kabulünden sonra l Kasım l 928'de Türkiye Büyük Millet Meclisi ' nin yeni çalışma dönemini açış ko­ nuşmasında bunu şöyle dile getirmişti : "Büyük Millet M eclisi'nin kararıyla Türk harflerinin kesinlik ve yasallık kazanması, bu memleketin yükselme uğraşında başlıbaşına bir geçit olacaktır. Uluslar ailesine, aydın, yetişmiş bir ul us un dili olarak elbette girecek olan Türkçeye bu canlılığı kazandıracak olan Üçüncü Büyük M illet Meclisi, yalnız sonsuzluğa va­ racak Türk tarihinde değil, bütün insanlık tarihinde s e çkin çehre olarak kalacaktır." (24) Öte yandan, yeni Türk Devleti'nin izleyeceği eğitim, Ulusal Eğitim, ulusal eğitimin dili de Ulusal Dil olmak zo­ rundaydı. 22 Eylül 1924' te Samsun'da öğretmenlerle konuş­ masında eğitimi, amaç ve içerik yönünden Dinsel, Ulusal ve Ul uslarara s ı diye "3"e ayıran Atatürk, Ulusal Kurtuluş . . .

(23) Atatürk, İstanbul, 1971, s. 94 (24) Atatürk' ün Söylev ve Demeçleri (Kısaltma: Sd), 1. 359

22


Savaşı ' ndan doğan ulusal devlette izlenecek eğitim türünün Ulusal Eğitim olacağını belirttikten sonra şöyle deva:n et­ mişti: "Ulusal eğitimin ne demek olduğunu bilmekte artık hiçbir kuşku kalmamalıdır. Bir de, ulusal eğitim temel ol­ duktan sonra, bunun dilini, yöntemini, araçlarını da ulusal­ laştırma zorunluğu tartışma götürmez." (25) 4- Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma

Ulusal dilin bağımsızlığı, dilin kendine özgü nitelik­ lerini koruması ve yabancı baskısından kurtulmuş olması demektir. Bir bakıma kaçınılmaz olan dil lerarası etkileşi­ min çok ötesinde, yabancı dillerin ağır baskısı altında ben­ liğini yitirmiş olan Türkçenin bu durumdan kurtulması için büyük bir silkinme, büyük bir çaba gerekli idi . Bunun na­ sıl gerçekleştirileceği yolunda görüşlerin ortaya atıldığı dö­ nemde Sadri Maksudi Arsal da, Türk Dili İçin adlı yapıtıy­ la kendi görüşlerini sergilemişti. Atatürk bu yapıt için 2 Ey­ lül l 930 'da kendi el yazısıyla yazdığı değerlendirmede, as­ lında ze n gi n bir dil olan Türkçenin yeniden bu niteliğini ka­ zanması için izlenecek ilkeyi açık seçik belirlemişti: " Ulusal duygu ile dil arasında bağ çok kuvvetlidir. Di­ lin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; ye­ ter ki bu dil bilinçle işlensin . (25) Esas metin: SD, il, 198

23


Ü lkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı d iller boyunduruğundan kurtarma­ lıdır." (26) 5- Ulusal dili yaratmak

Çeşitli nedenlerle dilin u lusç u lu k ve ulusalcı lık içeri­ sindeki önemli yerini belirtmeye çalışan Atatürk, ulus ya­ şamında ulusal dilin egemen ol ması gerektiğine de dikka­ ti ç ekmekten geri kalmamıştı. Bursa 'daki gericilik olayın­ dan sonra 6 Ş ubat 1933 'te Anadolu Ajansı ile yayımlanan demecinde sorunun içyüzünün din değil, dil olduğunu açık­ ladıktan sonra, " Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk ulusu­ nun ulusal dili ve ulusal benliği bütün yaşamında egemen ve ası l kalacaktır" demişti. (27) O tarihten kısa bir süre sonra Türkçenin özleşmesi yö­ nündeki çal ı şmalarından ötürü İstanbul 'daki M il li Türk Ta­ l ebe Birliği 'ne yönelik kutlama yazısında, " öz dil "i "ulu­ sal ülkü "ye giden bir yol olarak nitelemişti: " Ulusal ülküye ulaştıran öz dil yolunda durmadan şaş­ maz büyük adımlarla yürümeye verdiğiniz değerden dola­ yı sizi överim. Yürekten sevgiler çocukları m ." (28) Ulusal dil, "öz dil"e dayan acağından, dili ulusallaştır­ mak için halkın konuştuğu öz Türkçeden yararlanmak kadar doğal bir şey olamazdı. Bu yüzdendir ki Türk Dili Tetkik Ce(26) Atatürk'ün kaleminden çıkan me1in.: Ek, 2 (27) Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, (28) 27 Mayıs

24

1933 günlü telgraf: göst. yer.

iV, 554


miyeti adı ile kurulan Türk Dil Kurumu 'nun 26 Eylül 1 932 'de toplanan ilk Kurultayını açan Başkan Samih Rıfat, bu gerek­ sinimi ve olanağı vurgulamak gereğini duymuştu: " Dilimizi ulusallaştırmak ve halka yaklaştırmak için bizim yararlanacağımız kaynaklar bütün dünya dillerinden çoktur. Elimizde kim bilir kaç yüzyıllık bir ana dil, her tür­ lü yeteneği ve birçok lehçeleriyle girişimlerimize yardım edecektir. Her şeyde olduğu gibi, sevgili halkımızla dilde de birleşeceğiz. Tutacağımız yol, bilim ve deneme yoludur." (29) İ şte yıllardan beri ortaya atılan bütün bu görüşlerin ve süre gelen tartışmaların ışığı altında toplanan Birinci Dil Kurultayı 'nda seçilen Yönetim Kurulu, Atatürk 'ün başkan­ lığında yaptığı oturumdan sonra Dil Devrimi'nin amacını saptamakta güçlük çekmemişti. 17 ekim l 932'de yayımla­ nan bildiride şöyle denilmişti: " 1- Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anla­ tım aracı durumuna getirmek, - Türkçeyi çağdaş uygarlığımızın önümüze koyduğu bütün gereksinmeleri karşılayacak bir yetkinliğe erdirmek, 2- Bunun iç in bugün yazı dilinden Türkçeye yabancı kalmış öğeleri atmak. Halkçı bir yönetimin istediği biçimde, halk ile aydın­ lar arasında nitelikçe ayrı iki dil varlığını ortadan kaldırmak. ,

Ana öğeleri öz Türkçe ulusal bir dil yaratmak (30) (29) Birinci Türk Dili Kurultayı, lstanbul, 1933, s. 10 (30) Çok az sözcüğünü yahnlaştırdığımız bu önemli bildirinin metni için bk. Türk Dili, 3 (1933).

25


Açıkça görüldüğü gibi bu bildiri, Dil Devrimi 'nin ama­ cının belirtilmesinden de öte, bu amaca ulaşabilmek için iz­ lenecek yolun da bütün boyutlarıyla saptanması demekti.

26


III- YÖNTEM VE UY GULAMA 1- Hazırlık evresi:

Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çı­

karmayı amaçlayan Atatürk' ün giriştiği devrim hareketle­ rinin aslında bir bütün olduğu, ancak bunların tümüyle bir anda uygulamaya konulmayıp belirli bir diziye göre ve so­ runların konuya mal edilip görüşlerin ortaya çıkmasını sağ­ layacak bir hazırlık döneminden sonra değişik alanlarda uy­ gulamaya geçildiği bilinmektedir. l 870'lerde ortaya çıkan "dili düzeltme " , Türkçeye yönelme konusu, Ulusal Kurtu­ luş Savaşı yıllarında daha da önem kazanarak dil alanında devrimi gerektiren bir sorun durumuna gelmiş ve oldukça uzun bir hazırlık döneminden sonra 1 932 yılında Dil Dev­ rimi 'ne girişilmişti. a- Dinsel işlerde ulusal dile yönelme

İslamiyetin yayılma dönemlerinde Kur' an dili ve bi­ lim dili olarak kabul edilen Arapça, yazı dili üzerindeki et­ kisini Osmanlıca denilen yapay bir dil biçiminde sürdürür­ ken, Türkçe konuşan halk üzerindeki etkisi daha çok ezan, namaz, hutbe vb. gibi dinsel görevlerin yerine getirilmesi sırasında yoğunlaşmıştı. Halk, anlamadığı Arapçaya biraz da kutsal bir dil gözüyle baktığı için, bu durum yüzyıllar­ dır dini kendi çıkarlarına ya da siyasete araç yapmak iste­ yenler için de en büyük bir dayanak olmuştu. Bu nedenle 27


Atatürk daha Kurtu l uş Savaşı yıllarından başlayarak tapın­ mada halkın anl ayacağı bir dilin, Türkçeni n kul lanılması­ na büyük önem vermiştir. l M art l 922 'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üç ü ncü toplanma yılını açarken: "Camilerin kutsal minberleri, halkın din ve ahlak yö­ nünden beslenmesine en yüce, en verimli kaynaklardır. Bundan ötürü camilerin ve mescitlerin minberlerinden hal­ kı aydınlatacak ve uyaracak kıymetli hutbelerin içerikleri­ nin halkça anlaşılmasını sağlamak, Seriye Bakanlığı'nın önemli bir görevidir. Minberlerden halkın anlayabi leceği dille ruh ve beyine seslenmekle Müslüman kişinin bedeni canlanır, beyni arılaşır, imanı kuvvetlenir" (3 1) diye, iba­ det yerlerinde Türkçe kul lanılmasının gerektiği yolunda ilk işareti vermişti. Bu konuda ilk ti)'gıılamayı da yaparak Hatiple re örnek olmak isteyen Atatürk, ? 'Şubat 1923'te Balıkesir'de Paşa Camii'nde minbere çıkarak bir hutbe ok ud ukt an ' sonra sorulan bir soruya yanıt verirken'Ş Q_yle devam etmiş' ti : "Hutbeden amaç, halkın aydınlatılması ve doğru yo­ lun gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, daha­ sı bin sene önceki hutbeleri okumak, insanları bilgisiz ve aymazlık içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın ne olursa olsun halkın kullandığı dili kullanması gerekir. Ge­ çen yıl Millet Meclisi'nde verdiğim bir söylevde demiştim ki, 'Minberler halkın beyinleri, vicdanları için bir verimli-

T�

(31) SD, 1, 231.

28


lik kaynağı bir nur kaynağı olmuştur.' Böyle olabilmesi için minberlerde yankılanacak sözlerin bilinmesi ve anlaşılma­ sı ve teknik ve bilimsel gerçeklere uygun olmasa gerekir. Hatiplerin siyasal , toplumsal ve uygarlık durumlarını her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmezse halka yan lış düşünceler aşılanması yoluna gidilir. Bundan ötürü hutbe­ ler tümüyle Türkçe ve çağın ge rekl erine uygun olmalıdır. Ve olacaktır." (32) Bunu izleyen 1924 yılında Hal i fel iği n kal d ırılmasın a koşut olarak öğre t imin birl eştiri lmes i yasasının yürürlüğe konularak medreselerin kapatılmas ı A rapçanın etkisinin azalarak Türkçenin güç kazanmasına yard ım et m i ş ti Hutbelerin Türkçeleştirilmesinden sonra Atatürk ün Kuran'ın Türkçeye çevrilmesi sor unu na eğ i ldi ği n i görüyo­ ruz. Öylesine ki 1925 Kasım 'ında o dö nemd e ki adı Gazi Kız Nümune Mektebi olan bugünkü Atatürk İlkokulu'na " dikkatle okunması" dileğiyle Türkçe bir Kuran armağan etmişti . (33) Beliren kimi duraksamalar karşısında Kuran 'ın yeni bir çevirisinin yapılmasını emretmekten de geri kal­ mamıştı. (34) Dinsel görevlerin yerine getirilmesinde Türkçe kulla­ nılması yolundaki girişimlerin bir büyük halkasını da Ezan' ın Türkçe-0kunması oluşturmuştu. Atatürk' ün buy­ ruğu ile 1932 başlarında yapılan birkaç denemeden sonra ,

.

'

(32) SD, il, 96. (33) Bu armağan Kuran adı geçen ilkokulda bulunmaktadır (Halil lbrahim Öztürk'ün, 9 Haziran 1980 günlü Milliyet'te çıkan mektubu). (34) Mart 1930.

29


Diyanet İşleri Başkanlığı 'nın 18 .Temmuz 1932 günlü ya­ zısı üzerine, namaza çağrıdan başka bir niteliği olmayan ezan tüm ülkede Türkçe okunmaya başlanmıştı. (35). b- Ekonomik kuruluşlarda Türkçe kullanılması hakkın­ da yasa.

Dil Devrimi 'nden önce ulusal dil Türkçeyi güçlendir­ mek ve yaygınlaştırmak amacıyla yapılan önemli girişim­ lerden biri de, 1 O Nisan 1926 gün ve 805 sayılı bir yasa ile, ekonomik kuruluşlarda Türkçe kul lanılmasının zorunlu tu­ tulmasıdır. Türk uy rukl u l ara ait şirket ve kuruluşların Tür­ kiye sınırları içerisindeki her türlü işlem, sözleşme, haber­ leşme, hesap ve defterlerini Türkçe olarak tutmalarını zo­ runlu kılan söz konusu yasa, yabancı şirketlerin ve kuru­ luşların da Türk kuruluşları ve Türk uyruklularla olan iş­ lemlerinde Türkçe yazışmalarını öngörüyordu. 1 Ocak 1927 tarihinde yürürlüğe girecek olan bu hükümlere uymayan­ lar, ağır para cezasının dışında, ticaret yerinin geçici ola­ rak kapatılması ve dahası ticaret yapma hakkının alınması cezasına çarptırılacaktı . (36)

( 35 ) Ezan !932'den 1950'ye kada r Türkçe okunmuştu. Ne yazık ki 1950 seçimlerinden sonra 6 Haziran l 950 gün ve 5665 sayılı yasa ile bundan vazge­ çilerek Arapça ezana dönülmüştür. 27 Mayıs l 960 yönetiminin her nedense bu­ nu değiştirememesi ayrıca düşündürücüdür. (36 ) Bugün de yürürlükte bulunan, ancak uygulanması konusunda titiz davranılmayan "9" maddelik bu yasa metni: Sicill-i Kavanini. c- 34 1 -26, s. 492 vd.

30


c- Dil Kurulu 'nun oluşturulması.

Türk Dil Kurumu'nun kurularak dil sorununun belir­ li bir amaç doğrultusunda ve belirli bir izlence ile ele alın­ masına kadar geçen hazırlık döneminde en büyük atılım­ lardan biri de, l 926'dan başlayarak Dil Heyeti adıyl a anı­ lan bir Dil Kumlu'nun oluşturulmasıdır. 1926'da kabul edilen Milli Eğitim Bakanlığı Kuruluş Yasası 'nda Dil Heyeti adı verilen bir kurul oluşturulması da öngörülmüştü. Yasanın görüşülmesi sırasında söz alan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati bununla güdülen ama­ cı ş öy le belirlemişti. "Türkiye'de dil sorunu önem taşımaktadır. Henüz na­ sıl yazmak gerektiği hakkında ortak kanaatimiz yoktur. O­ nun için bugün var olan dilimizi incelemek, ulusumuza bir sözlük hazırlamak için Dil Kurulu 'na gereksinme vardır. Memleketimizde bulunan uzmanları toplayacağız. Dil imi­ zi düzeltmek için ne yapmak gerekirse önlem alacağız."

(37). Bu, kurulacak Dil Kumlu' nun Türkçenin düzeltilme­ si ve düzenlenmesi sorununu ele alacağını gösteriyordu. Ne var ki bütçede gereken ödeneğin ayrılmış olmasına karşın böyle bir kurul oluşturulup çalışmalara başlanamamıştı. aradan oldukça uzun bir süre geçtikten sonra "Abece" dev­ riminin ele alındığı 1928 baharında "9" üyeli bir Dil Ku(37) Cumhurbaşkanlan, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının, Milli Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçleri (Kısaltma: MESD) 1, 3 55.

31


rulu kurulmuştu.

2 3 M a yıs 1928 g ü n ü oluşturulan ve ge n e

Dil Heyeti adı veri len bu kurulda " 3" milletvekili (Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ü naydın, Yakup Kadri

Karaosına­

noğlu), "3" eğitimci (Eınin Erişirgil, İhsan Sungu, Fazıl Ah­ met Aykaç) ve " 3" d i l uzmanı (Ragıp HulUsi Özden. Ah­ met Cevat Emre ve İbrahim Grandi Grantay) gö rev a l m ış­ lar dı Dil Encümeni ya da Alfabe En c ümen i di ye de anılan bu kurul (38) yeni harflerin kabul edil mesinden sonra da­ ğıtılmayarak 5 Aralı k 1928 günlü Bakanlar Kurulu kararı ile Milli Eğ itim Bakanlığı 'na bağlanmış ve yeni ü yelerle genişletilmiştir. Türkçe y azım kurallarının saptanması ile Türkçe Sözlük ' ün ve bir dilb ilgi s i yapıtının hazırlanması gibi dille ilgili ana görevleri üstlenen kurul, eski çalışma­ l arı hızlandırarak önce 25.000 sözcüklü bir İmla Lügatı (Yazım Kılavuzu) yayımlamıştı. Bundan sonra bir Türk Sözkitabı 'nın (Sözlük) hazırlanmasına karar verilmiş ve Türkçeyi kavramlar yönün den zenginleştirmek amacıy l a "2" cil t l ik Larousse Universel'in çevrilmesine başl an ı l­ mıştı. Dilbilgisi alanında da birkaç yapıt yayımlayan Dil Kurulu, çalışmalarını 193 1 yılına kadar sürdürmesine kar­ ş ın belirli bir yöntem saptanamaması ve üyeler arasındaki görüş ayrılıkları yüzünden beklenen etkinliği göstereme­ mişti. Bu nedenle ödeneğinin kesilmesi yoluna gidilmiş ve .

(38) Kurul, biri yazı öbürü de dilbilgisi üzerinde incelemeler yapmak üze­ re "Elifba" (Abece) ve "Gramer" diye "2"ye ayrılmıştı. Bunlardan birincisi Dil Heyeti, ikincisi de Dil Encümeni adlarını kullanmışlardır (Türk Dil Kuru­ mu 'nun 40 Yılı, Ankara, 1972, s. 35)

32


1931

Temmuzu 'nda

çalışmaları

sona ermişti.

(39} B un un ­

la birlikte dil devriminde karşılaşılacak sorunların belirgin­

kon u su n u n küçümsene­

leşmesi ve dilin düzeltilmesi ve düzenlenmesi

kamu y a mal edilmesi y ö n le r i nden meyecek bir hizmet g ö rm ü ş tü .

Dil Kur u l u

d- Yeni Türk Abece :,·ive Türkçe,

Yeni bir Abece'nin kabul edilmesi, Türkçenin özleş­ me s i ve g e l işm e s i yolunda k uş k u suz ki en büyük dönemeç­ lerden biridir. Yeni harflerin saptanması için oluşturulan ku­ rula Dil Heyeti adının verilmesi bile, Abece sorununun as­ lında bir dil sorunu olduğunu göstermekte idi. Özellikle Atatürk yeni Abece'nin okuma yazmayı kolaylaştırıp bilim­ sel ve teknik çalışmaları hızlandırmanın yanıbaşında Türk­ çenin güzelliğini ve zenginliğini göstermeye yarayacağına da inanıyordu . 8 Ağustos 1 92 8'de ünlü Sarayburnu konuş­ masında bu inancını: "Bizim uyumlu, zeng i n dilimiz, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan bu yana kafalarımızı demir ç erçeve i çinde bulundurarak anlaşılmayan ve an la­ yamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu an­ lamak zorundasınız. Anladığınızın belirtilerine yakın ge­ lecekte bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle in a n ı ­ y o rum ." ( 40} di ye açıklamıştı. Yeni Abece 'nin yasal laşma(39) Dil Heyeti için Bk: Hamit Zübeyir Koşay, Atatürk ve Dilimiz, Ata­ türk ve Türk Dili, TDK yay. Ankara. 1963, s. l 37-140; F. Rıfkı Atay. Çankaya. 468; Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri. Ankara, l 972, s. 250. (40) Metin: SD. il, 2 5 1

33


sından sonra 1 K asım 1 928 günü Türkiye B üyük M i llet Meclisi toplantısı yılını açarken bunu bir kez daha belirt­ mişti. (4 1 )

Gerçekten de yen i T ürk Abece 'sinin kabul edi l mesi, Türkçenin özleşmesi ve Tü rk ç e sözcüklere önem veril me­ si yolunda büyük bi.r aşama o lmuştu Yeni bir Türkçe Söz­ .

lük ha zı rlama k amacıyla 17 Şu ba t l 929 'da Ankara 'da dü­ zenlenen toplantıda konuşan Başbakan İ smet İnönü, ya ba n cı

­

dil leri n etkisinde kalan Türkçen in durumunu " sınırları

açık bir yurt " a benzetmi ş ve gerekl i önlemler alınmazsa böyle Batı kaynaklı sözcüklerin dile dal acağına dikkati çek­ m işti .

Bununla birl i kte konuşmanın asıl özelliği, Başba­

kan ' ın o güne değin alışılmamış öz Türkçe sözcükler kul­ lanması idi : " Türkçemizde Söz Kitab ı : bizim çok yüzl ükten beri sezdiğimiz bir e k s iktir En nihayet bu eksi k de tamamlan­ .

mak için Cumhuriyet yaşayışına kavuşmayı beklemiştir. Acı i l e anmal ıyız ki, şimdiye kadar di l imiz, sınırları açık bir yurt kalm ıştır. Bu yurdun içine girmek suçsuz b i r da­ l ı ş idi Daha fena ve acıklı olan, vatan çocuklarının bu dal­ .

may ı kendilerinin arayıp özlemesidir. B i r dilin sınırları Söz Kitabı i l e çevril ip çerçevelenir. . . Türk dilinin sözle­ rine şimdiye kadar al ışılandan başka biçimde yüz verir

­

ken eğer anlatışları bir an evvel doğrulamazsak dilimiz çok ( 4 1 ) Metin: SD- 1 , 345

34


tehlikelere açık bırakılmış olacaktır. . . Eski Şark sözleri­ nin kaplayışından kurtulmadan, yeni Garp sözlerinin dü­ şüncesiz ve ölçüsüz dalışına uğrayacağız . . . ( 42) Bu ortamda yazı dilinden yabancı söz dizimi kuralla­ rının çıkarılması için büyük bir çaba gösteriliyordu. Bu du­ rumu göz önüne alan Tekirdağ Milletvekil i Celal Nuri, Meclis içtüzüğündeki deyimlerin de yalınlaştırılması için bir öneride bulunmuştu. Ancak o sırada yeni bir Türkçe Sözlük hazırlıklarının sürdürüldüğü belirtilerek dilde bir­ liği sağlayabilmek amacıyla konunun bu sözlüğün bitimi­ ne ertelenmesi kararlaştırılmıştı . (43) "

e- Dil 'de devrimin gündeme girişi Türkçe konusunda süregelen tartışmalar ve sürdürülen çalışmalar bu evrede artık Dilde Devrim sorununu günde­ me getirmişti . Daha 1 92 8 'd e Ahmet Cevat, Vakit gazetesin­ de yayımladığı bir yazı dizisini Muhtaç Olduğumuz Lisan İnkılabı Hakkında Bir Kalem Tecrübesi adını verdiği bir ya­ pıtta toplamıştı . 1 93 0 Ağustosu ' nda da Milli Eğitim Bakan­ lığı, Türkçenin temiz, açık ve kesin bir yapıya kavuşturul­ ması ve terimce zenginleştirilmesi için neler yapılması ge­ rektiğini saptamak amacıyla Türkçe öğretmenlerini bir top­ lantıya çağırmıştı . Bakan Cemal Hüsnü Taray toplantıyı

(42) 1. lnönü' nün " Ü nlü Efendiler! " diye başlayan bu ilginç konuşması için bk. Mahmut Goloğlu, a.g.y. , 263-265 (43 ) A . g . y . , 266

35


açış konuşmasında Harf Devrimi 'nden sonra sıranın dilde devrime geldiğini şöyle belirtmişti : " Harf Devrimi 'yle di limizi içine çekip batıracak bü­ yük bir hendeği atladık. Şimdi sıra dilim izin de bu devrim gereklerine yanıt vermesine kaldı ." (44) O günlerde yayımlanan Sadri Maksudi Arsal ın Türk Dili i çin a d l ı yapıtı, terim olarak dilin ı slah" ı n ı yani dü­ z enle nmesi n i önermekle bir l i kte bu " ıslah " , iç e riği yönün­ den bir devrim demekti . Ve Atatürk, bu yapıt aracılığı ile di lde devrimin ana ilkesi olan Türkçen i n yabancı dil ler bo­ yunduruğundan kurtarı lması kararını vermi şti . '

"

2- Araç : Yasa değil, özgürlü k içinde örgütlü çalış­ ma, akademi değil, dernek:

U luslaşma dönemi olan Kurtuluş Savaşı yıllarında ye­ ni bir g ö rüşle ele alınan ve ulusal bil incin doğmasına ko­ şut olarak oldukça yaygınlaşan dil çal ışmalar ı l 930'larda düzenli ve planlı bir biçime henüz kavuşamamıştı .(45) Dil Kurulu çalışmalarında da görülen dağınıklığı ve verimsiz­ liği gidermek için yeniden örgütlenmek, amacı doğru ve ke­ sin olarak saptamak ve o amaca ulaşmaya yarayacak aracı seçmek artık zorunlu olmuştu. Atatürk'ün Türk Genel Devrimi diye adlandırdığı bü­ tünü oluşturan değişik alanlardaki devrimlerin çoğu birer ,

( 44) MESD, 1 , 35 vd. ( 45) Dr. Kam i l e l rner' in çok açık olarak belirttiği gibi, aslında her di l dev­ ri m i , toplumlann u l uslaşma dönemine rastlamakta ve ul usal bilincin kazan ı lma­ sıyla düzenli bir biçim almaktadır: Dilde Değişme v e Gel i şme Açı sından Türk Dil Devri m i , TDK Yay. Ankara, 1976, s . 32

36


y a sa i l e yü rü rlüğ e kon m u ş ya

da d üz en le n m i şt i Yeni Ab e ­ edi l mesinde de yasa yoluna başv urul m u şt u Ne ki Tü rk ç e n i n ö z l e ş mesi ve ge l i ş mes i demek olan d i l de dev r i m için özel b i r yasa ç ıkarma o l anağı yoktu . Çünkü di l , top l um d a ki bütün b i reyl eri i l g i le n d i ren ana b i r öğe ol m a­ n ı n d ı şı n da bir sözcük s o r u nu , di l b i l g i si sorunu ve y a z ı m sorunu i d i . Buyurucu ya da yasak l a y ıcı olan yasa hüküm­ l e r i y l e vatandaştan he rha ng i bir sözcüğü k u ll an m a sı n ı ya da k u l l an ma m a s ı n ı i stemek d üşün ü l e me z d i Bu nedenle sorun, u l usal d i l olan Türkçeyi ko n uşan halkın da kat k ı sı­ nı sağlayabi l ecek yen i b i r ö rg üt l en m ey e g i d i lerek çözüm­ .

ce ' n i n kabul

.

,

.

leneb i l i rd i . B u ö rgüt ü n

n e olması g e r ekt i ğ i konusunda i se baş l ı ca " 2 " se ç en ek vardı . Kimi Batı ü l k e l e r i n de olduğu gibi bi r Dil A k a d emi si kuru lması , ya. da özel bir kurum ol uşturul­ ması . XV y ü zy ı l İ talya 'sında b i rer b i l i m , yaz ı n ya da sa n at

derneği o l arak etk inlik gösteren Akademi l er İ talya 'dan son­ ra en g e ni ş b içimde Fransa'da yay ıl mı şt ı Başba k a n Ri che­ .

lieu ' nün bu derneklerden

1 63 5 'te A c a d e m i e França­ ise a d ı y l a resmi bir kuruluş durumuna dö n ü ş tür m e s i A ka­ d emile r i n bundan sonraki g e lişm e l er i n de yen i b ir aşama ol� m uşt u . Academie Française Fransız dil inin gözetilmesi i le görevlendiri l i rken onun yan ı ba ş ı nda değişik bilim ve sanat da l l a r ı y l a uğraşan akademiler de kurulmuştu. Dil ve yazın açısından bakıldığın.da, k i m i ülkelerde dile i l işk i n sorun­ larla uğraşmak amacıyla Fra n sa y ı andırır Akadem i l er ku­ rulurken b i rç o k ülkede de eski den kurulmuş o l a n dil der­ nekl eri çalışmalarını sürdürmüş, ya da yeni d er n e kl er oluşbirin i

'

37


tunı l m u şt u. D i kkati çeken öneml i ayrı lı k . d i l a kade m i leri­ nin gen e l l ikle özleş m i ş , g e l i ş m i ş ve fazla sorun u b u l unma­ yan u l u s a l

d i ll erin koru n ması nda d a h a etk i l i o l d u k l a rı , u l u­

sal d i l lerini o luşturmak ya da anad i l leri n i özleştirmek du­ rumunda bulunan ülkelerde ise, özel ve özerk der nekle rin daha o l um l u sonuçlar almış ol malarıydı . Nitekim A l man di­ l i nin özleşmesi ve M acaristan 'daki büyük dil devrimi,

amaçl a k uru l an tı.(46)

dernekler

a racı l ığ ı

bu

i l e sonuçland ı rı l mış­

Türk i ye 'de Fransız

Akademisi' ne benzer bir dil a k a ­ demisi kurulması daha Tanzimat döneminde söz konusu edilmi ş, üstelik uygula m aya bile geç i l m i ş t i . Encümen-i Dan i ş adıyla 1 8 5 1 'de k ur u l a n ilk Dil ve Yazın A kadem i­ si, ne y azı k ki b i r etkinlik gösteremeden, kimi üye le ri n i n yeters i z l i ğ i , görüş ayrı l ı kl arı v e siyasal etk i lerden kurtu­ lamaması gibi nedenlerle on y ı l i çeri sinde dağı l ıp gi tm i ş ­ ti . Cumhuriyetin i l k y ı l l arında u l us a l d i l i n

o luş m a s ı ,

Türkçen i n özleşmesi sorununa i l i ş k i n olarak b i r d i l akade­ misi gene tartışma konusu o lmuştu. Başbakan İsmet İnö­ nü,

7 Kasım 1 92 5 'te Tü rk iye Büyük M i l l et Meclisi ' nde

yaptığı bir konuşmada böy le bir akademinin kurulacağın­ dan b i l e söz e tmişti : " U lusal kültürle i l g i l i giri ş i mlerden o larak. bu y ı l b i r d i l akademi s i , kültür aç ı s ı ndan Türk d i l i üzeri nde ası l göM acaristan ' da gerçe k l e şt i r i l e n dil için: Alman ve Macar D i l l erinde Üzlcşıııc, TDK yay. Ankara. 1 97 2 : J . Fckmann, " M acar D i l Devri m i " Türk D i l i Bel l eten. 1 948, seri : i l i , s. 1 1 - 3 1 (46) Geçen yüzy ı l da A l m a nya ' da ve

dev r i m l e r i

38


revl eri yerine getirecek gerçek uzman lardan oluşan bir aka­ demi

kuracağız." ( 4 7 )

Ancak akade m i kuru l ma s ı , b i r karar v e yasadan da öte b i r o l anak ve gerek s i n m e sorunu i d i . 1 92 5 ' 1 er Türk i ­ y e s i ' nde o l an a k l ardan çok olanaks ı z l ıklar a ğ ı r bası y or­ ' du � B u nede n l e M i l l i Eğitim B akanı Mustafa Necati, bir dil akademisi kurulması önerisine karşı çıkm ı ş , M i l let M e c l i si ' ndek i ko nu şın a s ı n da

bunun gerekç e l e ri ni

de şöy­

le açıkl a m ı ş t ı : " Di lbi l g i s i , yazım, sözlük, teri m sorunlarının

nası l b i r karmaşa i ç i nde b u l unduğu hep i m i zce � i l i n mektedi r. B u karmaşaya b i l i mi n uyarmasıyla b i r son veri lmeyecek olur­ sa, on yı l sonra birbirimizi an l amakta güçlüğe uğrayacağı­ mı z d an korkul u r. Bu gibi sorun ların çözümü il erlemi ş ul­ ke lerde akademyal_ara veri lmi ştir. Bundan dolayı, b i zde de niçin Akademya kurulmuyor gibi b i r soru akla geleb i l i r. nu önceden söyleyelim k i , M i l l i Eğitim Bakanl ığı ' n ı n

Şu­ ayı­

rı c ı niteli klerinden b i ri de, gosteri şten uzak ol uşudur. Ya­ pamayacağımız i ş l ere giri şmek, b i l i m i n yaygınlaştırılması görevini üstlenmiş bulunan

M illi Eğitim- B akanlığı ' na ya­

raşır bir hareket olamaz . Ulusl ararası dünyada yetkisi tam­ nacak bir akademya kurma olanağını bulmuş o l saydık bir kuruluşa girişmekte hiç duraksamazdım. Frans lz Akademi­ si ' n i n yapmakta olduğu b i l imsel hizmetleri b i l i yoruz . Rus Akademyası 'nın kültür dünyasında en önem l i yeri o l duğ u ­

nu

b i liyoruz . Bunl arı b i l mekle b i rl ikte, gücümüzü hesaba (47) Asıl meti n : M ES D , ], 35 1

39


katmadan böyle büyük b i r i şe giri şmenin atakça davranmak olacağına

inanıyorum . E l l i , a ltm ı ş yı l önce bizde kurulmuş Encümen-i Dani ş ' i n sonunu her z a m an göz önünde b u l un ­ d u rm ak ge rek ir. ( 48) H ükümetin b i r d i l a k ade m i s i k u r m a öneri s i n i kabul­ l e n m em es i n e karş ı n basında bu konudaki tart ı şmalar sür­ müştü. S ad r i Maksudi Arsal da l 9 3 0 'da yay ı m l adığı yap ı ­ t ı nda " Türkiye i ç i n b i r d i l akademyası gerek l i l iği " n i savu­ n u yor ve oluşturulmuş bul unan Dil Kuml u' nun bir akade­ mi düzeyine ç ı karılmasını d i l i yordu.( 49) Büt ün bu öneril er, 1 932 y ı l ı na g e l i n diğ i nde d i l i n özl eş­ mesi ve gelişmesi k o n us u nda akadem i leri n gördüğü ve gö­ recekleri görevlerin Atatürk' ç e çok iyi b i l i ndiği ni ve konu­ nun kam u oy un a da mal edil miş olduğunu göstermektedir. B öyle olmakla birl ikte Atat ürk di lde devrimi gerçekleşti­ recek ö rgüt olarak bir dil akadem i s i yerine, tarih çal ı ş m a­ larında o l d uğu gibi, dernek nitel iğinde bir kuruluşu yeğle­ mişti. Bunda da dile i l i şkin sor un l a r ı n resm i b i r devlet ku­ r ul u ş u olacak akademi içeris inde değil de, s i yasa l etkilerin dışında kalab i l ecek geni ş kadrolu b i r dernek çatı s ı a ltında "

daha özgürce tartışılabi leceğine ve ulusal d i l i n yalnız uz­ manların çalışmalarıyla deği l , halkın büyük katkı s ı ve des­ teğiyle oluşturulabi leceğine olan i nancı en büyük etken ol­

muştu.

Ü ste l i k dil çalı şmaların ı yönetecek böyle bir derne­

ğin kurul masına karar veri ldiği akşam Ç ankay a 'daki top(48) Konuşmanın tümü: A . g . y . I . 425 (49) Sadri Maksudi Arsal, Türk Di l i için adlı yapıtında dil akademi leri nin görevl eri hakkında oldukça ayrı nt ı lı bilgi ler vermekteydi (s. 443-45 0 ) .

40


lantıda d i l akademisi nden yana olan Sadri Maksudi Ar­ sal ' ın da bulunması, ( 5 0 ) akademi ve dernek arası ndaki seçimin çok açık bir biç imde yapı ldığını kan ıtlamaktadır. Ve Atatürk' ün " Ö yle i se Türk Tarih i Tetk ik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş dil cemiyeti kura l ı m . Adı Türk Dili Tet­ kik Cem iyeti olsun '' biçim i nde özetlediği karar gereğince, o gece yapı lan hazırlıklardan sonra ertes i 1 2 Tem m uz 1 93 2 günü İ çişleri B akan l ığı ' na yapılan başvuru ile d i l ç a l ı şma­ ları n ı yönetecek olan dernek kurulmuştu. Türkçenin o dönemdeki söz dağarcığına göre derne­ ğin Türk D i l i Tetkik Cemiyeti diye saptanan adı, l 9 3 6 'da toplanan Ü ç üncü Kurultay 'da Türk D i l Kurumu olarak de­ ğiştirilmiştir. Türk D i l Kurumu yaln ızca dilci lerden oluşan b i r uz­ manlar kurul u nite l iğinde düşünülmemişt i . D i l de özleşme ve gel işme onu konuşan ve yazan her kesi mdeki ve düzey­ deki vatandaşların desteği ve katkısı olmadan gerçekleşe­ meyeceği için dernek, uzmanların yanı başında, bu deste­ ğe olanak sağlayacak biçimde her isteyen vatandaşa açık tutulmuştu. Bu nedenle i l k kurultayca kabul edilen tüzük­ te " Kendisinde yasal nitelikler bulunan her Türk, derneğe üye olabilir" diye çok açı k bir hükme yer veri lmiş ve ayrı­ ca B irinci Kurultaya katılan " 7 1 O" kişi kurumun doğa l üyesi kabul edilmişti . (5 1) Atatürk' ün başkanl ığında yapı­ lan 1 93 6 tüzük deği şikliğinde bu madde daha da genişleti( 5 0 ) Ruşen Eşref Ü naydı n, Türk Dil i Tetkik Cemiyeti Kurulduğundan İ l k Kurultaya Kadar Hatıralar, A nkara, l 933 s. 5 ( 5 1 ) Birinci Kurultayca kabul edilen i lk tüzüğün 9. maddesi

41


!erek, " Kurumun çalı şma kol larına seçilenler, kurum üye­ l iğini de almış olurlar'' hükmü eklenmişti . ( 52) Dil konu­ sunda her ke s i m d � n vatandaşları etkin duruma getirmeye yönelik bu düşünce doğrul tusundadı r ki, 26 Eylül l 932'de Dolmabahçe Sarayı ' nda toplanan i l k Kurultay 'dan önce ya­ yımlanan bildiride, " Kadın, erkek her Türk yurttaş Türk Di­ li Tetkik Cemiyeti 'nin üyesidir. Kendini kurultaya çağrıl-. mış saymalıdır" denil m i şti . ( 5 3 ) Derneğin gerçek kurucusu olan Atatürk , bunun koru­ yucu başkanlığını da üzerine almışt ı . Haz ırlanan tüz üğün 1 . maddesinde, " C umhurbaşkanı Gazi Mustafa Kema l ' i n yüksek koruyucu başkanlığı altı nda, 1 2 Te mm uz 1 932 'de, Türk D i l i Tetkik Cemiyeti adlı bi r dernek kurulmuştur" deniliyordu. Ü çüncü Kurultay 'da yapılan değişikl ikle bu madde " U lu Önder Atatürk' ün kutlu eliyle ve onun yüce Kurucu ve Koruyucu Genel Başkanlığı altında . . . " biçimi­ ni almı �tı. Atatürk'ün Türk D i l Kurumu ile ilgisi, yalnızca onun kurucusu ve tüzükte yer alan koruyucu başkanı olmakla kal­ mamış, b i r üye gibi, dahası her üyeden daha çok, dil çal ış­ malarına doğrudan doğruya katı lmak, onları yönlendirmek, dil devrimini gerçekleştirmek ve vasiyetnamesi ile kurumun gelecekteki çalışmalarına olanak sağlamak biçimlerinde . yaşamının -son günlerine dek sürmüştür. Bir dernek çatısı altında özgürce tartışmalarla varıla(52) Üçüncü Kurultayca deği ştirilen ana tüzüğün 6. maddesi ( Üçüncü Tü.rk D i l Kuru l tayı, ! stanbul, l 937,

( 5 3 ) R . E . Ü naydın, a.g.y.

42

s.

s.

17

485


cak so n u ç l a r ı n uygu l a m a a l a n ı na konab i l m e s i .

m i n k ı sa sürede u m u l a n amaca

d i ld e devri­

u l aş a b i l m e s i i ç i n d e v l et i n

ol ması da gerek l i i d i . B u yüzdend i r özleşme ve g el i şme n i n öğreti m kuruml arı a rac ı­

bu ç a l ışma l a ra destek

k i dildeki

l ı ğı ile genç k u ş a k l a ra ve to p luma mal edilmesi için M i l l i Eğitim Bakanı i l e dernek yönetimi aras ında b i r i l işki kur­ ma yoluna gidi lmişti . İ lk düzenlenen Tüzükte Mi l l i Eğitim Bakanı ' n ın kurumun onursal başkanı olması öngörülmüş­ ken, l 936'da Türk i ye Büy ük M illet Mecli si Başkanı, Baş­ bakan ve Genelkurmay Başkanı, Onursal Başkan lıklara ge­ tirilirken, M i l l i Eğitim Bakanı doğrudan doğruya kurumun başkanı yapılmıştı .(54) Öte yandan Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi ' nin yeni toplantı yıllarını açış konuşmalarında Türk Dil Kuru­

mu çalışmalarına ayrı bir yer ayırarak dil devrimine ve ku­ rumun işley işine verdiği önemi belirtmeni n dışında, Mec­ lisin, hükümet i n ve kamuoyunun i l gisini ve desteğini sür­ dürmesine büyük özen gösterm i şti. D i l devriminin belirli bir programla ele alındığı v e D i l Kurumu ' nun k u r u l duğ u 1 93 2 yı lının l K a s ı m kon uşmas ı n ­ d a Atatürk M e c l i s kürsüsünden t ü m devlet örgütüne şöy l e seslenmişti : " Türk d i l inin, kendi benliğine, aslındaki güze l l i k v e zengin l i ğine kavuşması için, bütün devlet örgütümüzün di kkatli. i l g i l i olma s ı n ı isteriz. " ( 5 5 ) ( 5 4 ) K u ru m un i l k t ü z ü ğ ü n ü n 4. madd e s i n e göre. M i l l i Eğitim B a k a n ı " O nup;al Ha�ka n " ' i k en, 1 93 6 ' da yapı l an deği şiklikte "Türk iye K ü l t ü r Baka n ı Türk D i l Kuru m u n u n ha�kan ı d ı r " ( Md. 5 ) hükmü geti r i l m i � t i . (55) S D . I , 3 3 2 .

43


Aradan " 2 " yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra ulu­ sal dilin oluşması ve Türkçeni n özleşmesi yol unda elde edilen olumlu veri ler karş ı s ında sevincini ve geleceğe gü­ venini saklayamayan Atatürk, bunu dile getirmekte n çeki n­ m e m i şt i : " Kültür i şlerimiz üzerine, u l u sça gön ü lleri m izin titre­ di ğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da, Türk tarihini doğru temelleri üstüne k ur mak , öz Türk di l ine değ e ri olan geniş­ l i ği vermek için candan ç al ı şmakta olduğu nu söylemeliyim. B u çal ışmaların, göz kamaştırıcı veri mlere ereceğine şim­ diden inanab i l i rsi niz. " ( 5 6) Türki ye B üy ük M i l l e t Mec l i s i ' nin 1 Kasım 1 93 6 'da ye­ ni toplanma y ı l ını açı ş konuşmasında Atatürk ' ün Türk Ta­ rih Kurumu ve T ürk Dil Kurumu çalışmalarından söz eder­ ken, bu kurumların " U l usal akadem i ler" durumuna geti­ rilmesi yol unda b i r tümce kullanmas ı , O ' nun b i rer dernek olarak k urduğu bu iki k u rum u n kla s ik b i rer akademiye dö­ nüştürülme s i n i dilediği biçim de yor u mlanmakta ve bir tür va s iyet i kabul edilerek dil kurumu yeri n e bir dil akade­ misi kurulması için çaba harcanmaktadır. Oy s a Atatürk ' ün söz konu s u konuşmaları ile ölümüne değin süren diğer ko­ n u şmaları ve eylemleri bir bütün olarak ele alındığında, bir akadem i eğ i l i minin geçici olduğu ve bu yoldaki isteklerin O ' nun gerçekleşmemiş bir dileği üzerine dayandırılma s ı­ na o lanak bulunmadığı kolayca anlaşılır Atatürk, 1 936 'da k u rumların çalı şmalarını şöyle anlat­ mıştı : "

"

.

( 5 6 ) 1 Kasım 1 934 T B M M ' n i n toplantı y ı l ı n ı aç ı ş konuşm a s ı : S D . 1 , 377.

44


" B aşlarında kıymetli M i l l i Eğitim Bakanımız bulunan Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kuru m u ' nun, her gün ye­ n i gerçek çevrenleri açan sağ lam ve sürekl i

çalı şmalarını övgü yl e anmak isteri m . Bu iki ulusal kurulun, tarihimizin ve dilimizin, k aran lı kl ar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründeki analıklarını kab u l edi lmemesine olanak b u l unmayan b i l i m sel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk

ulusu için değil ve fakat bü t ü n b i l i m d üny a s ı için d ik­ kat ve uyan ışı çeken ku ts a l bir görev yapmakta oldukları­ nı g üve nl e söyleyeb i l i rim Birçok Avrupal ı bilginin katıl­ ması y l a toplanan s o n Dil Kurultay ı ' nın ı ş ı k l ı sonuçların ı doğrudan do ğr u ya görmüş olmakla çok m utluy um Bu u l u sal kurumların az zaman için de ul usal akademi ler durum u­ nu almasını dilerim . " ( 5 7 ) Salt bu sözler üzerinde durulduğunda, çal ı şmalarından övgü i l e söz edilen kurum ların i leride birer Akademi 'ye dö­ . . .

.

­

,

n üştürül mesi n i n Atatürk ' ün d i l eği ol duğu anlamı ç ı kartı­ labilir.

Ancak, eğer Atatürk bu konuda kesin kararlı ol say­ dı, 1 93 6 Kasımı ' ndan 1 O Kasım 1 93 8 ' e kadar geçen iki y ı l ­ l ı k süre içerisinde bunu gerç e k l eştireb i l eceğini, h i ç o l m az­ sa çal ışmaları başlatabileceğini ya da en azından düzenle­ diği " Vasiyetnam e "sinde buna değinebi l eceğini unutma­ mak gerekir. Oysa Atatürk kendisinin k urucu ve

koruyucu

başkanı b ulunduğu ve eylemli başkanlığını da M i l l i Eğitim

Bakanının yaptığı kurumların birer akademiye dönüştürül­ mesi i�in hiçbir girişimde bulunmam ı ştır. Hükümetçe bu(57) A s ı l meti n : S D , 1 , 3 8 7 .

45


nu öngören bir yasa tasarı sı hazırlanmadığı gibi kendi sinin bütün toplantılarına katıldığı l 936 Kurultayı ' nda akademi konusunda hiçbir öneri ve görüşme olmamış ve Kurul­ tay'dan sonra da kurum yöneticilerine bu yolda bir buyruk ya da öneri iletilmemiştir. Ü stelik 1 93 7 ve 1 93 8 yıllarındaki Türkiye Büyük Mil­ let Meclisi toplantılarını açış konuşmalarında Atatürk Aka­ demi sözcüğünü anmaksızın kurumların sürdürdükleri ça­ lışmalarını yine övgü ile belirtmekten geri kalmamıştır: " Türk Tarih ve Dil Kurumlarının Türk ulusal varlığı­ nı aydınlatan çok değerli ve önemli birer bilim kurumu ni­ teliğini aldığın ı görmek, hepimizi sevindirici bir olay­ dır. " ( 5 8 ) 1 93 7 'de söz konusu i k i kurumun birer "bilim kurumu" durumuna yükseldiklerini sevinerekten vurgulayan Ata­ türk, hasta yatağında yazdığı ve başbakan ı n l Kas ı m l 93 8 'de Mil let Mecl isi ' nde okuduğu e n son söylevinde de şunları dile getirmişti : "Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları övgüye değer kıymet ve nitel ik göstermektedir. . . D i l Kurumu, e n güzel ve verimli bir i ş olarak türlü bi­ l im le re i lişkin Türkçe terimleri saptamış ve böylece dilimiz, yabancı dilleri n etkisi nden kurtulma yolunda köklü adımı­ nı atmı ştır.

( 5 8 ) Meti n : S D, l, 402 .

46


Bu yıl okulları mızda öğretimin Türkçe terimlerle ya­ zılmış kitaplarla başlamış olmasını, kültür yaşamımı z için önem l i bir olay olarak belirtmek i sterim . " ( 5 9 )

Bu sözl er, 1 93 0 'da Türkçenin " yabancı di llerin boyun­ duruğundan kurtarıl ması " buyruğunu veren Atatürk ' ün ul usal dil konusunda " 8 " yıl içerisinde alınan sonuçlardan ötürü duyduğu kıvancın bir bel irtisi idi. Öte yandan Atatürk , 26 Eylül de kutlanan Dil Bayram­ ları nedeniyle Türk Dil Kurumu Genel Sekreterl iği ' ne gön­ derdiği telgraflarda, kurumun bir dil akadem i sine dönüş­ türülmesinden hiç söz etmeksizin yalnızca teşekkürlerini ve başarı dileklerini iletmiştir. Ö rneğin bunların s onu n cu s u olan 2 7 Eylül 1 93 8 günlü telgrafında: " Dil Bayramı nede­ niyle bana karşı gösterilen temiz duygulardan çok duygu­ landım . Teşekkür eder, verimli çalışmalarınızda sürekli ba­ şarıl ar dileri m " demekle yetinmi ştir.( 60) Bütün bunların dışında, önemli olan bir başka nokta da, kurucusu olduğu kurumların kendinden sonra da çalış­ malarını sürdürebilmeleri için Türkiye İş "Bankası ' ndaki parasının ve pay belgitlerinin yıllık gel i rlerinin, kimi kişi­ lere veri lecek ay l ıkl arın dışındaki büyük kısmının Türk Ta­ rih ve Dil Kurumları arasında bölüştürülmesini dileyen Ata­ türk' ün Vasiyetname 'sinde hiçbir önkoşul koymamasıdır. Gerçekten de O ' nun, ölümünden " 6 6 " gün önce kendi öz'

(59) Asıl metin: S D, 1 . 4 1 1 . (60) Sadi Borak-Utkan Kocatürk, Atatürk ' ün Söylev ve Demeçleri , Tamim ve Telgrafları , V, Ankara, 1 972, s. 1 98. 1 937 Dil Bayramı telgrafı da aynı içeriktedir: A.g.y. 1 96.

47


gür kararı i le düzenleyip 5 Eylül l 93 8 'de Beyoğl u V I . No­ terl iği ' ne tes l i m ett iği Va s i ye t n a m c 's i n i n 6. maddesinde şöy l e den il mekteyd i : " l l c r sene n em a d a n m ü t e ba k i mi ktar yarı yarıya Türk Tarih ve D i l Kurum larına tahsis edi lecekt i r. K. ATATÜRK." Eğer Atatürk, söz kon usu kurum ların b i rer A kade­

�'

mi ' ye dönüştürülmelerinde kesin kararl ı olsaydı , Vas i yet­ name 'siyle yaptığı bağışı bu yoldaki bir önkoşula bağla m a k tan çekinmeyecekt i . Bütün bunlar y ı l lardı r sürdürülen ve son aylarda yoğunlaştırılan D i l Akademisi girişim lerinin Atatürk ' e dayandırılmak i stenmesinin doğru bir değerlen­ dirme olmadığını göstermekte ve siyasal amaç taşıdığını ka­ nıtlamaktadır. 3- Yöntem : Evrim değil devrim a- Dilde evrim m i. devrim m i !

XJ X. yüzyılın sonlarında Osmanlıca-Türkçe üzeri ne

başlayan tartışmalar ve yap ı lan araştırmalar, aydınları di­ lin düzen lenmesi, düzeltilmesi gerektiği noktasına getirmiş­ ti. Aydınların birçoğu bu zorunlulukla birleşirlerken, düzen­ lemenin nasıl yapı l acağı ve boyutları nın ne olacağı konu­ sunda değişik görüşleri savunuyorlardı. Böylece Türkçenin yabancı dillerin baskı s ından kurtarı lmasını, dilin düzeltil­ mesini i steyen " reformcular " , zamanla evrimciler ve dev­ rimciler diyebileceğimiz iki kesime ayrı lmışlardı. Bunlar48


dan birinciler, Türkçenin yapısına uymayan Arapça ve Fars­ di lbilgisi kura l l arı i le sözdiziminden vazgeçi lmesini ve halkın kul l anmadığı. yaygın laşmamış bulunan yabancı kö­ ken l i sözcük lerin atı l masını yeterl i bul uyor. yaygı n l a ş m ı ş sözcüklerin hangi kökenden olurlarsa olsunlar dilimizde alı­ konul malarını savunuyor ve di l in özl eşmesi, ulusallaşma­ sı için eski Türkçeden yararlanılmasını doğru bul uyor di­ lin fazla zorlanmadan belli bir süreç içerisinde yavaş yavaş özleşebileceği görüşünü taş ı yordu Evri mcilerin en ünlü temsilcilerinden olan Necib A sım, Arapça, Farsça ya da di­ ğer Batı dillerinden gelen sözcüklerin dilimizden çıkartı­ lıp yerlerine Çağataycadan, Ö zbek ç eden sözcükler alınm a ­ sını istemediğini vurgulayarak şöyle diyordu: " Yalnız i stediğim özendiğim şey, Türkçem izin uygar bir ulus dili olduğunu ve i lerlemesine çal ışılırsa bugünkü Avrupa dil lerinden aşağı kalmayacağını göstermek idi . . . Ö zendiğim şey, bugün Osmanl ı ların eğitim ve kültür yö­ nünden orta durumda olanlarının tümüne yazd ı ğımızı an­ latacak bir dil kullanmaktır. " (6 1 ) Buna karşın, başlarında Ali Suavi ' nin bulunduğu bir başka aydın kesimi, dilde evrimin oldukça uzun bir süre ala­ cağını belirterek, Batı dillerinin durumun a yükselmesi ge­ reken Türkçenin öz kaynaklarımızdan yararlanıl ıp özleşti rilmesi ve geli ştiri lmesi görüşünü savunuyorlardı Dilimiz­ den yabancı kökenli sözcüklerin atılmasından yana oldukça

,

.

,

­

.

( 6 1 ) 30.Vl l . 1 897 günlü İ kdam ' da çıkan Li san Bahsi başl ı k l ı yazı s ı : D . Kush­ ner, a.g.y . , 1 1 1 vd.

49


lan i çin o dönemde kendilerine " Tasfiyeci ler" denilen bu devrimci kesimin görüşlerini Şemseddin Sami bu biçimde özetl iyordu: " B i lindiği gibi biz Turnalıyız. Dil i m iz de Turanlıdır. Sami, Hint-Avrupa dillerinden değildir. İ şte onun için bi­ zim de Araplar, Fransızlar ve bütün Avrupalılar gibi, önce kendi anadi l i mize başvurmam ı z gerekir. " ( 62 ) İ kinci Meşrutiyet dönemi v e Cumhuriyet ' i n i l k yı lla­ rında di lde düzenleme ve düzel tmeden yana olanlar, ayrın­ tılarda değişik görüşlerde de olsalar genelde evrimci ya da devri mci kesimde yer almışlardı. " Türkçeleşm iş Türkçe­ d i r " ilkesini benimseyerek evrimc i ler kesiminin öncülüğü­ nü ve sözcülüğünü yapan Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esas­ ları adl ı yapıtında Türkçülerin, " Fesahatçılar" den ilen dil­ de kura l lardan yana olan l arla " İ nkılapç ı lar" adı veri len devrimcilerden ayrıldıkları noktaları şöyle beli rtiyordu: Dilde Türkçülüğün ilk işi, kuralcı bi lginlerin görüşle­ rini kabul etmeyerek, halkın bilinçsiz görüşlerini Türkçe­ nin temeli olarak kabul etmektir. Bundan ötürü Türkçüle­ re göre Osmanlıcıların kurala uygun sözcükleri yan l ı ş ve yanlışları da kurala uygundur. . . " Türkçülerin dil konusundaki i l keleri, kuralcıların gö­ rüşlerinin karşıtı olmakla b irlikte, ayıklayıcı adını alan di l devrimcilerinin bakış noktalarına da uygun değildir."(63 ) Bu ortam içerisinde kurulan Türk Di l Kurumu ' nun 26 (62) 1 90 1 'de ikdam gazetesinde çı kan bir makalesi : A . g . y . s.67. (63) Bugünkü dile aktardığımız meti n : Türkç ül üğün Esasları , Varl ı k Yay. 1 958, s . 8 2 .

50


Eylül 1 93 2 'de toplanan Birinci Kurultayı ' nda bir yönü ile evrimci görüşü savunanlarla dilde de devrimden yana olan­ lar karşı karşıya gelmi şlerdi . Daha doğrusu Atatürk, dev­ rimci görüşü açıklayan bildiri l er yanında evrimci görüşü içeren bildirilere de yer verilmesini özellikle istemişti . Kurultay 'da evrimcilerin görüşlerini Hüseyin Cahit Yalçın açıklamıştı . Yalçın: " Yazı dilinden yabancı sözcükleri atarak yerlerine öz Türkçe sözcükler koymak görevini hiçbir kurul üzerine alamaz. Çünkü sözünü dinletmek olanağı yoktur. Bu iş tü­ müyle kişi seldir, daha doğrusu kişiye bağlı deği ldir. Dilin doğal gidişinin sonucu olarak oluşacaktır. B i r akademi , ya­ zı ve konuşma dilinin her zaman arkasından yürür; yenilik­ lere Akademi önayak olamaz. O, di lde ancak düzenleyici ve koruyucu kuvvettir. " ( 64) diye, dilin kendi doğa l akışı içeri si nde evrime bırakılmasını, adı akadem i ya da dernek olsun, hiçbir örgütün ona karışmamas ı gerektiğini öne sür­ müştü. Buna göre Türkçeye girm i ş ve tutunmuş olan söz­ cüklerin de korunması zorunl u ydu . H üseyi n Cahit, buna ör­ nek olarak "tayyare " s özcüğ ü n ü alıyor ve şöyle devam edi­ yordu: "Tayyare icat edildiği zaman buna dil imizde isim bul­ mak için Arapça 'daki tayr kökünden çıkmış bir sözcük ara­ yacağımıza, bunu öz dilim izden ç ıkararak uçku, uçkaç, uçuşkan diye saptarrpş olsaydık, kuşkusuz ki daha iyi olur­ du. Fakat bugün en sıradan köylüler bile tayyare 'yi be l le(64) Birinci Türk Dili Kunıl tayı .

s.

279

51


dikten sonra kaldırıp da yerine bu türlü öz Türkçe sözcük koymakta boşuna yorgunluktan öte bir yarar düşünemem. Çünkü tayr Arapça da olsa ' tayyare' muhakkak ki Türkçe­ dir. Çünkü bizim buluşumuzdur, Türk çocuğudur." (65) Birinci Türk Dili Kurultayı ' nda söz alan delegelerden birkaç ı bu evrimci görüşe karşı dilde devrim yapılması ge­ re kt i ği ni savunmuşlardı . Atatürk'ten sonraki yıllarda dil devriminde aşırıl ığa kaçıldığını öne sü rere k evrimcil ikten de geride bir yer alan ve 1 945 'te Türkçeleştirilen Anay a­ sa'nın ye n id e n l 924 'deki d i le dö n üş tü rülm esi için ça ba har­ cay a nl a rı n başında gelen Fuat Köprül ü bile B i rinci Kurul­ tay 'da d i l deki d üz en l e m en i n bir " in k ı l ap " , bir devri m o l ­ duğunu beli rtmekten g e ri kalmamıştı: " Ulusal bilince v e ulusal inanca dayanan insan isten­ cinin şu son y üz y ı lda ulusal dillerin g e l i ş mes i n e dahası ba­ zı ölü sanılan dil lerin bile yeniden ya rat ı l ışı nda nasıl ba ş a ­ rı lı ol duğunu siz de b i l i rsiniz. Türk ruhunu herkesten daha önce sezen ve bu ulusal eğilim lere her zaman açık ve en doğru biçmini veren Gazi, ulusuna armağan ettiği büyük devrimler zinc i rinin yeni bir halkası olan b üyü k dil devri­ mini de bilimin sağlam temelleri üzerine kuruyor. . . Öt e k i devrimlerimizde olduğu gibi bunda da başarı l ı olacağımız­ dan bir an bile kuşku duyamayız." (66) Görüşmelerin bir açık oturum biçiminde sürdürüldü,

(65) A.g.y . • s . 276. Bugün tüm köylülerimizin uçak adını kolaylıkla kulan­ dıkları ve okuryazarlarımızdan bi rçoğunun bile tayyare'nin ne demek olduğunu bil medikleri göz önüne alınırsa dil devri minde alınan yol daha iyi anlaşılır. (66) Asıl metin : A.g.y, 4 1 4 vd.

52


ğü B i ri n c i Dil K u ru l t ay ı 'nda dil çalışmaları için yönte m o l a­ rak evrim deği l devrim seç i l mişti . Bu da kurultaydan son­ ra yönetim kurul unca yayımlandığına yukarı da değindiği­ miz 1 7 Ekim 1 93 2 gü nlü b i l diride, " Yazı dilinden Türkçe­ ye yabancı kalmış öğeleri atmak " , " Halk ile aydınlar ara ­ sında nitelikçe birbirinden ayrı olan iki dil varlığını orta ­ dan kaldırmak" ve " Temel öğeleri öz Türkçe olan ul usal bir dil yaratmak " diye çok a ç ı k bir bi ç imde bel i rtilmişt i .

b- Türk Dil Devrimi 'nin diğer dil devrimleri aras111da­ ki yeri

XVIII. yüzyıl sonl arından başlayarak birçok ü l kede, ul usal dilleri yaban c ı dillerin etkisi n de n k urtarmak ya da yeni bir u l u sal dil yaratmak amacıyl a dil devri m lerine gi­ ri şildi ğ i bilinmektedir. Bu nedenle At a t ürk ün öncülüğün­ de başlayan Türk Dil Dev rimi yeryüzünde i lk girişim o l ­ madığı gib i hiç kuşkusuz sonuncu da olmayacaktır. Türk Dil Devrimi ' ni bil imsel yöntemlerle her yön ü yle değe r l en ­ diren Dr. Kamile İ mer, ulusal dillerin her türlü kavraml arı karşılayarak güçlü bir kültür dili durumuna getirilmesi ama­ cını güden dil devrimlerini, çıkış noktaları yönünden "3 " e ayırmaktadır: Onarma düşüncesinden doğan dil devrimi - Ü lkedeki taşra dillerinden birini genel dil ve kültür dili durumuna ge­ tirmeye yönelik dil devrimi - Ö zleştirme gereğinden doğan dil devrimi. Her türdek i dil devrimlerine örnekler veren araştırma'

53


( , . ; : · · � a ısteği ndcn kaynak bnan İ sra i l D i i Dn •·i rn i . n i b i ­ ri nci t ü re örnek d i ye göstermekte. Non· eı,: · ı c k i d i l devri m i ­ n i n vcı r o la n taşra di l leri nden b i r i n i teme l o l arak k a b u l et· tiği n i a ç ı k l amakta ve T ürk ç e ni n özleşmesi, ge l i şme� i ve zeng i n l eşmes i amacını taşıyan Türk Dil D ev r i m i ' n in aynı amaç la daha önce gerçekleştirilmiş olan M acar ve A l man dil devrim leri arasında yer aldığını belirtmektedir. ( 67) c:.

c-

Türkçe öğretimi ve dil uzmanı yetiştirilmesi

Atatürk ' ün ulusal kültürün olu ş m a sı için ana öğeler olarak gördüğü tarih ve dil çalışmalarını yürütmek, dil dev­ rimini gerçekleştirmek amacıyla birbiri arkasına " 2 " ayrı dernek kurulmuştu: Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kuru­ mu. Ancak çalışmalar bu kurumlar aracıl ığı ile sü rdürülür­ ken bir yandan bunların destek lenmesi, öte yandan verile­ rin uygulamaya konularak sonuçlarının salt bilimsel açıdan

değerlendirilmesi ve gi d erek tarih araştırmaları ile özleşen Türkçeyi topluma kazandırabilmek için

bu

konul arın uz­

manları nın ve ö ğ re tme n l e rinin ye t i şt i ri lme s i de gerekiyor­

öğre ti m de yap a ­ cak olan böyle bir kurum , ayn ı zamanda aka d em i k bir ku­ du. B i l imsel araştırmaların yan ı başı n da

ruluş olacaktı. Bu nedenle 1 93 5 yı l ı n da Başkent Ankara 'da adını doğ­ rudan do ğ ru ya Atatürk ' ün koyd uğu D i l ve Tarih-Coğra fya Fakültes i ' nin açı lması yol una gid i l m i şti . B un u n l a ilgi l i ku( 67) K. lmer, a.g.y.

54

s.

1 14


ruluş yasasın ı n Türkiye Büyük M i l let Meclisi ' nde görüşül­ mesi sırasında M i l l i Eğitim Bakanı Saffet A r ı kan b ö yle bir fakülte kurmadaki amac ı şöyle b el i rtmişti : Atatürk ün yükse k dehasından doğan ve kendi kutlu "

'

el i yl e yaratılan ta ri h ve d i l devi n i m i , bunlara bağl ı olan ar­

keoloj i ve coğrafya b i l g i l eri için Ankara 'da bir fakülte açı­ lacaktı r. Bu fakülte, bu b i l imleri öğrete c ek üretecek ve o l a ­ bil d iğince kısa bir süre iç eri s i nd e bi l i m d ünyasının gözü önüne bu hakikatleri sermeye çalışacaktır." (68) F a k ü l tenin k u ru l uş un u ön g ören 2 7 9 5 say ı l ı yasanı n gerekçesinde i s e " 2 " ayrı ge re ksi nme vurgulanmı ştı : " Baş­ kentte, bir yönden Türk kül türünü bi lgi y ö n t em i ile işl e ye­ cek bir inceleme ve araştı rma kurumuna olan gerek s i n m e öte yandan orta öğreti m kurumlarımıza ul usal dil ve ta r i ­ h i mizin bilimsel ve en yeni anlayışlarına göre haı r lan m ı ş öğ ret m en yetişti rm e k . . . " ( 69) Böylece 9 Ocak 1 93 6 'da Atatürk' ün de katıldığı büyük b i r törenle öğreti m e başlayan D i l ve Tarih-Coğrafya Fakül­ tesi, b i l i msel araştırmalar yapma ve y ay man ı n dışında Ta­ ri h Kurumu, ile Dil Kurumu' nun çal ı şmalarını da birlikte değe r lend i ri p senteze varmaya d a ç a l ı ş a c a kt ı ,

,

.

d- Di l Devrimi 'nin

değişik boyutları

Atatürk ' ün Türk.Genel Devrimi diye adlandırdığı dev(68) M E S D , il, 20 1 ( 69) E. H i rş, Dünya Ü n i v ersiteleri ve Türkiyc ' dc Ü n iversitelerin G e l i şme­ si, c .

1 , l stanbul, 1 950,

s.

566

55


rimler demetini oluşturan bütünün ana koşullarından biri olan D i l Devrim i , yeni T ü rkiye nin yaratılmasında uygu­ lanan i lkeler açısından da değişik boyutlar göstermekte ve ayrı ayrı değerler taşımaktadır. Gerçekten de başlı başı na bir dev rim olarak devrimcilik i lkesi çerçevesinde gerçekleşti­ ri lmesine çalışılan Türk D i l Devrimi, Halkçı lık, U lusçuluk ve L a i k li k i l keleri yönlerinden de ele alınabil ir. Türkçenin düzeltil mesi yolundaki gö rü şle r gide rek güç kazanırken b unun için halka yönelmen in, h al kı n konuştu­ ğu Türkçeden yararlanmanın gerektiği daha i l . Me şrutiye t döneminde öne sürülmeye başlanmıştı. Ziya Gökalp, Türk­ çeye önem vermeyi " halka d oğru bir giriş i m olarak görü­ yor ve bunu şöyle açıklıyordu: "Türkçüler, seçkinlere yalnız uluslarının adın ı öğret­ mekle kalmadılar, onlara ulusun güzel dilini de öğrettiler. Ancak verdikleri ad gibi, b u ö ğrett i kl eri güzel dil de halk­ tan alınmıştı. Çünkü bunlar yalnız halkta kalmışt ı . Seçkin­ ler takımı ise, şimdiye değin bir uyurgezer hayatı yaşıyor­ du. U yurge z erl er gibi iki kişilik sahibi olmuştu. Gerçek ki­ şiliği Türk olduğu halde uyurgezerlik k uruntu su içinde ken­ dini Osmanlı sanıyordu. Öz dili Türkçe olduğu halde, uyur­ gezerler gibi hastalık sonucu olarak yapay bir dil kullanı­ yordu." (70) Halkçılık ' ı yönetimin en belirgin niteliklerinden biri olarak kabul eden yeni Türkiye Cumhuriyeti ' nde, Ata­ türk' ün giriştiği Dil D evri m i her şeyden önce halka yöne'

"

(70) Asıl metin: Türkçülüğün Esaslan , s. 3 5

56


l ikti . D i l in özleşmesinde halktan yararlanılacak ve aydın­ larla halk ın konuştukl a rı T ü r kçe aras ı ndaki büy ü k ayrı l ı k gi de r i l e re k halka yak laşı lacak, di lde b i r l i k sağlanacaktı . D i l Devri m i ' n in amaç ları n ı aç ı k l ayan 1 7 E k i m 1 932 gün­ l ü b i l diride H a l kç ı l ık ş u b i ç i m de di l e get i r i l m i şt i : " H a l k ç ı b i r y ö neti min i stediği biçi m de, halk ile aydın­ lar arasında b i rb i r i nden n i te l ikç e ayrı iki dil va r l ı ğ ı n ı orta­ dan kaldırm ak . " Türkçeyi ulusal dil durumuna getirmeye yönelik Dil Devrimi, düşünülmesi, hazırlanması ve u ygulanmas ı açı­ s ı ndan tümüyle U l usçuluk i l kesinin en belirgi n b i r u y g u l a­ nışını gös t e rmekted i r. Bunların dışında, Dil Devrimi 'nin bi­ l i m dilinin Türkçeleşmes i ne, i badet di l inde T ü rkç eye ağı r­ l ı k verilmesi ne çalışması ve Arapça 'yı kutsallık tahtından indirmesi yönünden laiklik ilkesinin yerleşmesine yardım­ cı olduğunu belirtmemiz gerekir. 4- U ygulama

ve terim sorunu :

a- Gereksinme ve aydınların tutumu:

Top l u msal ve kü l t ü rel gereksinmelerden kaynak l a­ nan Türk D i l Devr i mi, bir yandan Türkçeyi ul u sal kültü­ rün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek ve öte yandan onu çağdaş u yga r l ığın ortaya ç ı kardığı bütün kav­ ramları karşı l ayacak bir yetkin l iğe k avuşturmak amac ı ­ n a y ö nelik b u l u n duğuna göre, uygulamada en öne m l i so­ runlardan b i ri terimlerin nasıl saptanacağı idi . Asl ında te57


rimler konusu daha x r x . yüzy ı l ı n başları nda büyük bir sorun o l arak bel i rm i şti . Bilim ve teknoloj i alanında geri ka l m ı ş l ı ktan kurtulmak i ç i n her al anda meslek adamı ye­ ti şti rmek amac ıyla açılan okull arda okutulacak ders ki ­ tapları n ı n yaz ı l ması gerektiğinde, ister i stemez Avrupa di l l erinde yazı l m ış yap ıtların çevri lmesi yoluna g i d i l m i ş , ne ki zengin sayı lan Osmanl ıcanın b i l i m se l kavram ve te­ ri m leri karş ı l amaya yeterl i olmadığı görü lmüştü. B u du­ rumda izleneb i l ecek iki yol vard ı . Ya Batı köken l i bu te­ ri mler aynen al ınacak, ya da bunlara b i rer karş ı l ı k b u l u ­ nacaktı . " Baş hoca" diye anılan Mühendi shane öğretmen­ lerinden İ shak Efendi , Fran s ızcadan çev i rdiği fizik, kim­ ya, j eoloj i ve askerl ikle i lg i l i yap ıtl arda Osmanl ıcada bu­ l unmayan teri mleri Arapçaya dayanarak kendisi bulma­ ya çal ı ş m ı ştı . Böylece den i lebi l i r ki Hoca İ shak E fendi , ülkem i zde teri m üreten aydınların başında yer almakta­ dır. Yukarıda da değindiğimiz gibi i l . Mahmud Fransızca başlayan tıp eğitiminin Türkçeye çevril ip yaygınlaşması için dilimizde bunu karşılayacak terim lerin bir an önce bu­ lunması gerektiğini bel i rtmek zorunda kal m ı ştı. Böylece XIX. yüzyı ldan başlayarak Batılı laşma giri­ şimleri ve Batı ile i l i şkilerin artması sonucu Batı kökenl i terimler dile dolarken bunlara Arapçaya dayanarak karşı­ l ı klar bulmak yöntemi benimsenmişti . Ö rneğin, o dönemin ünlü devlet adamı ve bilginlerinden Cevdet Paşa, Fransız­ cadaki periodique sözcüğüne karşılık olarak evrak-ı mev­ kute 'yi ( süre l i yayın), erise sözcüğüne karşılık olarak da 58


b uh ra n ı ( b u na i ı ın ) b u l ur k e n . n a ı ic n a i c

ı o r" �ı ı rı

g ı J--q

: \.· !·i m ­

lerin o l d uğu g i b i k u l bn ı i rna s ı n ı i � t ı yord u B i r s üre sonra b i l i mse l

ve

te k n i k ıerı m l c re T ürkçe kar­

ş ı l ı k lar bul mak amacıyla 1 86 1 'de Ccmiyet-i l l m i ye- ı Os­ maniye ( Osman l ı B i l i m Derneği ) kuru lmuş ve söz konusu dernek Mecmua-i Fünıln adıyla bir dergi ç ı karmaya başla­ mı ştı ( 7 1 ). Bununla birlikte bu çabal ar yetersiz kalmış, ya­ bancı kökenli terim lere Türkçe karşı l ıklar bulma işi, gide­ rek daha karmaşık bir soruna dönüşmüştür. Hemen her ay­ dın bildiği yabancı dildeki sözcükleri olduğu gibi Türkçe­ ye aktarmada ya da bunlara kendi yeteneğine ve beğenisi­ ne göre Arapça kökenl i karşılıklar bulmaya çalışırken, Ede­ biyat-ı Cedideciler denen yazın ve sanat adaml arının, yay­ gın olmayan Arapça, Farsça sözcükleri bulup çıkarmaları ya da Arapça, Farsça kurallara göre yeni sözc ükler türet­ meleri , aydınların bile anlayamadıkları bir karmaşaya yol açmıştı. Ö rneğin 1 8 77 M i l let Meclisi ' nde belediye gelirle­ rine ili şkin tüzüğün görüşülmesi sırasında Oktrua deyimi geçince, milletveki l lerinden biri, şöyle demişt i : " - Bari bu deyim Türkçe olsa d a an l asak ! " Bu tepkiye Başkan Ahmet Vefik Paşa şu yanıtı vermişti : " - Bizim eski bildiğim i z İ htisab Vergisi demek. Bu sözü söylemek zari f kişil ere güç gel diği nden, adına Oktrua diyorlar." ( 72 ) . °

( 7 1 ) Ay l ı k b i r dergi olan Mecmua-i F ünun ' u n

yayımlan m a s ına

1 8 1>2 Tcm­

muzu ' nda ba�lan m ı şt ı . M ü n i f Paşa ' n ı n yönettiği dergi " -1 ' " y ı l <oııra k a ı>a n nı ı � -­

t ı . l 8 8 3 'te yay ı m ına yeniden giriş i l m i şse de ancak b i r say ı çıkarılabi l nı i il İ ( 7 2 ) Hakkı Tarık Us, M cc l i s- i Mehusan, 1 . l 1 '! .

59


Hiç kuşkusuz k i A hmet Vefik Paşa 'nı n bu sözleri , ki­ mi aydın ları m ızın öz dilimiz Türkçe hakkı ndaki tutumla­ rı nı ya da dramlarını yansı tmaktad ır. Bi 1 im ve tekni ı< alanlarda olduğu kadar parlamenter dü­ zen ve diplomaside de o dönemdeki Osmanlıca gereksin­ meleri karşılayamıyordu. Bu yüzdendir ki Birinci Meşru­ tiyet ' in i l k Mec l i s i ' nde "yönetim memuru, yönetici " için Latinceden gelen Kestör ( Cestor), " tutanak" için de Fran­ sızca proseverbal) (procesverbal) kullanılmıştı . Giderek m i lletvekilleri de Türkçede bulunmayan teri m ve deyimle­ ri kendi l eri türetme yoluna girm işlerdi . 1 9 1 1 yılı bütçe gö­ rüşmeleri nde geniş bir eleştiri yapan Selanik M i l l etvekili Ylahof bunu şöyle bel i rtiyor: " Konuşmamda bütün di llerde kullanı lan birtakım kav­ ramlara yer veriyordum . Ö nceden bu kavramların Türkçe­ leri ni kimi Parlamento üyelerine sormuş, ancak bir karşı­ l ık alamamıştı m . Belki bu kavramları n Türkçelerini bilmi­ yordular, belki de Türk dil i nin kendi s i nde yoktu bu kav­ ram lar! Bu yüzden bu kavramlara uyan Türkçe deyimler türetmek zorunda kaldım ."(73 ) . Evet, Osmanlıcanın bir yönüyle fakirl iği, İ mparator­ l uk Parlamentosu üyeliğine kadar yükselmiş o l an Rum kö­ kenli bir milletvekilini bile yeni terimler türetmeye sürük­ l emişti ! B atı dillerinden alınan terimlere karşılık bulmak ko­ nusunda anlaşan aydınlar, yeni terimlerin hangi dile daya(73 J Vlahof un A n ıları : Osman l ı İmparaıorl uğu ' n<la Sosyalist Hareketler. İ stanbul . 1 97 7 , s. 254.

60


nılarak türetileceği hakkında ayn görüşler taşıyorlardı . İkin­ ci Meşrutiyet döneminde bunların Arapçayı ya da Latince­ yi temel kabul edenler diye " 2 " kesime ayrıldıkları görül­ mektedir. Başlarında Ziya Gökalp ' in bulunduğu Türkçüle­ rin de yer aldığı büyük çoğu n l uk bilim dil inin Arapça ol­ duğu ve Arapça kalması gerektiği görüşünden hareketle, ye­ ni terimlerin A rapçada n yararlanılarak bulunmasından ya­ na idiler. Sosyoloj i biliminin ilk temsilcisi olan Gökalp bu bilimi Türkiye ' ye aktarırken İçtimaiyat karşılığını kul lan­ mış ve ruhiyat, şaniyet, hars, mefkure vb. gibi Arapça kö­ kenli yeni terimler türe t mi şti B una karşın Abdul lah Cevdet, bilimsel teri mlerde kay­ ,

.

nak olarak Latincenin kab ul ed i l me s i görüş ü n ü savunuyor­ du. Bu nedenle Ziya Gökalp ' in Ruhiy a t diye çevi rdiği p s i ­ koloj iye Abdullah Cevdet Psi koloçya diyordu. Ne yazık ki yeni terimler bulmaya çalışırken doğrudan doğruya Türkçeden, Türkçenin öz kaynaklarından yararlan­ mak düşünülmüyordu. Daha doğrusu Falih Rıfkı Atay ' ın be li rttiği gibi, Türkçeden yeni bir sözcük yapmaya kal k ı ş ­ mak, hele bilim terimlerini türetmeye girişmek, bir tür ci­ nayet sayılıyordu. Çünkü yaygın kanıya göre Türkçeden an­ cak argo deyimler ve açık-saçık sözcükler türetilebilirdi

( 74 ). Atatürk' ün di lde devrime karar verişine gelinceye de­ ğin geçen dönemd� terimler ve genellikle dil konusunda bu değişik ve çelişik görüşler egemen idi . Yazı devriminden (74) Krş. Çankaya,

s.

472.

61


sonra yeni üyelerle genişletilen Dil Kurulu çalışmalarını sürdürürken, Aralık 1 92 8 başlarında b i limsel terimlerin Türkçeleştiri l mesi sorununu incelemek amacıyla İ stanbul Üniversitesi ' nde de 1 5 üyeli bir yarkurul oluşturulmuştu . Bu yarkurulun saptayacağı terimler Ankara 'daki Dil Kuru­ lu 'na sunulacak ve kurulca uygun görülenlerin kullanılma­ sına başlanacaktı . Ancak Dil Kurulu ' ndaki üyeler arasında bu konuda derin görüş ayrıl ıkları vardı. Üyelerden Hamit Zübeyir Koşay ' ı n açıkladığına göre, Falih Rıfkı Atay, dil estetiğini ön p landa tutarken, Celat Sahir Erozan ve M. Ba­ ha, halk arasına yayılmış ve tutunmuş olan Arapça ve Fars­ ça sözcüklerin yerine Türkçe de olsa yeni sözcükler, terim­ ler bulunmasına kesinlikle karşı çıkıyorlardı. Ahmet Cevat Emre gibi kimi üyeler, telgraf, tren, otomobil vb. uluslara­ rası nitelik gösteren sözcüklere karşılık aramayı gereksiz buluyorlar ve bu yüzden de, ağızların gel i şmelerini gözet­ mek ve eklerin işlevine önem vermek koşuluyl a söczükle­ rin türetilmesinde, Türkçe köklerden yararlanılmasından yana olanlar azınlıkta kalıyorlardı (75). Ü yel eri arasında görüş ayrıl ıkl arı bulunan v e bel irli bir izlence saptayamayan Dil Kurulu'nda terim çalı şmaları bekleneni veremem i şti . Çağdaş kavramlara karşılık bulma­ da yardım edeceği düşüncesiyle girişi len Larousse Univer­ sel çeviri si de Osman lıcanın fakirl iğini hemen ortaya çıkar­ mıştı (76). Birçok yeni söczüğe, terime gerek vardı. Bun( 7 5 ) A.g.y . . Atatürk ve Türk D i l i . ( 7 6 ) F. R ı fk ı A tay. Çankaya, 468

62

s.

1 38


!arın da ya eski metinlerden bulunup ç ıkarılması ya da ye­ niden türetilmesi artık kaçınılmazdı N itekim Sadri Mak­ sudi Arsal da " ı stılahlar yaratma" yan i terim türetme yo­ l una g itmiş ve Türk ç enin öz k ay n a k larına dayanarak bunun bir dizi örneğini vermi şti (77) . .

b- A tatürk ve Türkçe terimler

Dil Devrimi 'ne söz varlığından başlayan Atatürk'ün ıs­ rarla üzerinde durduğu i kinci konu T ürkç e te ri m ler ol m uş­ tu. B i rinci Di l Kurultayı 'ndan hemen sonra onun başkan­ l ığında toplan a n Genel Merkez Kurulu, Terim Ko l u ç alış­ maları için şu ana i l keyi kabul etmişti : " Terim bölümünün işi, bugünkü b i l i m dil imizde kul ­ lanılma k ta olan yaban c ı d i l l erden al ınmış terimler yerine, bütün b i l i msel kavramlar i ç in öz Türkçe terimler bulup ya da yaratıp koymaktır (78) .

Bu, Batı kökenl i bilimsel ve teknik teri m lere ka rşılık bulmada Arapça ya da Lati nce yerine kendi dilimize, Türk­ ç enin öz kaynakl arına dönmek demekti. T ürk ç enin ulusal

dil durumuna yükselmesi ve bir bilim dili olabilmesi için de biricik yol , onu kendi kayn a kları ve kendi kuralları i ç e­ ris inde zenginleştirmekti. Ve bu ilke, yabancı kökenli söz­ cükleri olabildiğince az kullanmayı, başka bir deyimle dil­ de arı laştırmayı, bir tasfiyeyi de öngörüyordu. (77 ) Türk Dil i i ç in, 444 vd. ( 7 8 ) A. Dilaçar, Atatürk ve Türkçe, Atatürk ve Türk Dili,

s.

44.

63


Türk D i l Kurumu ' nun koruyucu b a ş k a n l ı ğ ı n ı üstlenen ölümüne kadar geçen sürede ya l n ı zc a k u r u­ m un ç a l ı ş m a l a rı n ı y a k ın dan izlemekle yetinmeyip, k e n d i g ü n l ü k ç a l ı ş m a l a r ı i çeri s i n d e d e tari h ve d i l konuları n a önem l i b i r zaman ay ı rd ı ğ ı b i l i n me kted i r. Siyasal sorunla­ rın a ğ ı r bastığı l 9 3 7 s o n l a rı nd a bile yurt dı ş ı nd a bulunan Prof. Afet İ nan 'a gönderdiği mektupta bu uğraşını şöyle be­ l i r tiyor : " Gece, uğra ş ı m ı z b i ldi ğ i n gibi dil dersleri . Gündüz de yal n ı z olarak ayn ı sorun üzerinde birkaç saat çal ışıyo­ rum ."(79). 1 93 4 'te top lanan İ kinci Türk D i l Kurultayı Türkçe kö­ kenl i yeni sözcükler ve terimler bulma konusunda bir atı­ lım olmuştu. O yıl kabul edil ip l 935 başlarında yürürl üğe giren Soyadı Yasası Tü rkçeye binlerce sözcük kazandır­ mıştı . Atatürk söylev ve demeçlerinde öz Türkçe sözcük­ ler kullanmaya büyük özen gösteriyordu (80). Ü steli k kul­ land ığı yen i sözcüklerin birçoğunu da kendisi türetiyordu. Er, subay, k urmay vb. askerlik alanına ilişkin sözcüklerle genel, özel evrensel, kutsa l , önem l i , arıtmak, ısı, esen l i k, erdem, kıvanç, konuk, tüm gibi sayıları oldukça kabarık Türkçe sözcükler Atatürk 'ün buluşu olarak Türkçeye gir­ miş ve tutunmuşlardır. Atatürk ' ün ,

(79 ) 23. X I I . 1 93 7 gü n l ü mektup: Sadi Bora k . Atatürk ' ü n Özel Mektupla­ rı. İstanbul , 1 96 1 , s . 7 7 . ( 80) Bu konuda en belirgin ö rn ek ler , 26 Eylül 1 93 4 D i l Bayro.m ı ' n d a ya­ y ı m ladığı demeç ( M elahat Özgü , Atatürk ' ü n D i l i m i z Üzerine Eği l i ş i , Ata türk ve Türk Dili, s .

3 5 ) i l e İ sveç V e l i ahdı G . Adolf onuruna düzenlenen törende yaptı­ I I , 277 v d . )

ğ ı konuşmadır. ( S D ,

64


Bununla birlikte Atatürk ' ün Türkçe terimler konusun­ da asıl büyük katkısı, yeni terimlerle bir geometri kitabı yaz­ mış olmasıdır. Matematik terimlerinin Türkçeleştiri l mesi­ ne büyük önem veren Atatürk, 1 9 3 6 - 1 93 7 k ı şın da Dolma­ bahçe Sarayı'nda çalışarak, geometri öğretmenleri ile bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olmak üzere bir geomet­ ri yazmıştı . Bu yapıtta kullandığı bütün terimleri de kendi­ si türetmişti. Ders kitaplarına alınan bu yeni terimler bü­ yük bir kolaylık ve hızla yayılmıştı . Birkaçı dışında söz ko­ nusu geometri kitabında yer alan terimlerin büyük çoğun­ luğu bugün de kullanıldığı ve onlardan önceki Osmanlıca terimler tümüyle unutulduğu için Türk bilim dünyası ge­ ometri terimlerinin özleşmesini doğrudan doğruya Ata­ türk' e borçludur (8 1 ).

( 8 1 ) 1 93 7 ' dc Kültür Bakanlığı ' nca basılan geometri kitabı. son kez Türk Dil Kurumu 'nca

da yayımlanmıştır. Ankara, 1 97 1 .

65


iV- SONUÇ

Atatürk, yüzyıllardır değişik etkenlerl e benliğini yiti­ ri r duruma gelmiş bulunan Türkçeyi ulusal bir dil yapmak, öz kaynaklarına dayanarak onu b i l inçle işleyip güzel l iğini ortaya ç ı k armak, çağdaş uygarl ığın gerekti rdiği tüm kav­ ramları karş ı layacak zenginl iğe u laştırmak ve anlamayı ve anlaşmayı kolaylaştıraraktan ulusal kültürümüzü yücelt­ meyi amaç edinmişt i . B u nedenle giriştiği Dil Devrimi ' ni yalnız düşünmek ve korumakla kalmamış bu devrim içeri­ sinde en etkin bir şekilde görev almıştı . N iteliği gereği bir yasaya bağlanamayan D i l Devri m i , di ğ er devrimlerden daha çok toplumca benimsenmek, ger­ çekleşmek için bel irl i bir sürenin geçmesini de zorunlu kı­ lıyordu. Eskiden beri Osmanlıcayı savunanların dışında, dilde devrim yapılamayacağı görüşünde olanlar da Türk­ çenin özleşmesi ve arılaştırılması çalışmalarında aşırı lığa kaçıldığını öne sürüyorlardı . Ö zellikle Atatürk döneminde Dil Devrimi ' ni kabul etmiş görünenler ve dahası eğer kimi aşırılıklar ve yanlışlıklar yapılmışsa bunların içeri sinde yer a lanlar O ' nun ölümünden sonra eleştiri lerini artırmaya başlam ışlardı . Çok partili döneme gi ri ldikten sonra ise Dil Devrimi konusundaki görüş ayrılıkları daha da belirginleş­ mişti . Ne var ki görünüşte ayrı ayrı yerlerden kaynaklanan bu e l eş ti ri l e r, gerçekte psikolojik bi r temele dayanmakta­ dır. Atatürk ' ün dil çalışmalarını aşırı bulup bunu bir " de­ neme" olarak nitelendiren Falih Rıfkı Atay, bu temel nede­ ni de gene kendis i açıklıyor: 66


" Dil, herkesin kullandığı b ir şeydir. Dilde yenilik her­ kesi rahatsız ve te d irg in eder. Zevkler isyan eder. A lış kan ­ l ı kar day a t ır. Kanaatlar bir türlü uzlaşamaz . Bu durum, iş­ leri yüzünden gören l ere 'Anarşi ' korkusu verir. Dilde baş­ layan esa s l ı d e ğ iş me h a rek et l e rin in kuş a kl a rca s ü rme sin in doğ al olduğu fi krini ki mse ben imsemek istemez. Yaz an la r, ' kalm a m ak ' kay gı s ı i ç i n d e d i rle r. O kuyan lar, bugün anladık­ l a r ı n ı yarın anlamamaktan öfkelidirler. Fakat bu, ahnyazı­ sıdır. Ve hiçbir kuvvet i l eri ye doğru bir dil g e l i ş m e s in i ge­ r i ye çeviremez."(82 ) . B u güze l değerlendirmeye, bu yerinde tan ı lamaya e k ­ lenebilecek çok az sö z vardı r. O da olsa olsa görüş ay r ı l ı ­ ğına k a r ş ı n D i l De vrimi ' nd e k i gerçekleri vurgulamaktan geri kal m ay an A tay ' ı n k end i s ö z l e ri o l ab i lir : "Atatürk, d il de Türkçeci l i ğ i devlete ma l et miş ti r, üni­ ve rs i teye mal etmiştir, okullara mal etmiştir. At a ti.irk ' ü n a m ac ı , zengi n , güzel ve ulusal T ü rkç e idi . Bu a m aç t a n ayrı l m ak i ç i n insan Türk lüğünden u za k l aşma­ lıdır. Bu güne kadar yaptığı mız, yapı lacak olan ı n belki de ancak y ar ı s ıd ı r. Dilde g e r i dönülemez . " ( 8 3 ) .

( 8 2 ) Çan kaya . 4 7 2 . (83) A.g.y. . 479.

67



ATATÜRKÇÜLÜK Prof. Dr. ŞERAFETTİN T U RAN


':'u ;J umuzu, dünyanın en bayındır ve en uyga r ülke­ leri düzey ine " yükse ltmeyi , " U l usumuzu, en gen i ş varl ı k araç v e kaynakları n a . , kavuşturmay ı , " U lusal kültürümü­ zü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne '' ç ı karmayı amaç ed i ­ nen Alatli rk ' ün gerçekleştirdiği devri m v e onu sürekl i k ı l ­ mak için saptadığı ilkeler, daha kendisinin sağlığında Ba­ tı l ı larca Kemalizm diye adlandırılmıştı . Dil imize Atatürk­ çülük olarak yerleşen bu kavram, ne yazık ki daha başlan­ gıcından bu yana çok değişik ve dahası çelişik biçimlerde değerlendi ri lmektedir. Onun doğumunun 1 00 . y ı ldönüm ü ­ nü ulusal ve uluslararası düz eyde kutladığımız ve "Atatürk­ çülükten sapmaları n arttığı dönemlerde toplumca tökezle­ diğimizin " çoğunlukça kabul edildiği son aylarda bile Ata­ türkçülük ve Atatürk ilkeleri konusunda yapılan kimi yo­ rumların, öne sürülen görüşlerin çoğu kez bir bütünü belir­ lemeden uzak, birbirinden kopuk ve ayrıntılarla ilgili oldu­ ğu görülmektedir. Bunun en belirgin örneklerini de, aslın­ da ' 3 ' boyutlu olan Türk Devri m i ' n i n amacının genellikle ' 1 'e indirgenmes inde, Atatürk i lkelerinin -içerikleri bir ya­ na- neler olduğu konusunda bile deği şik sayı ların ortaya atı lmasında, üzerinde çok durulan Atatürk ul uscul uğunun ya da lai k l iğin ve devletçiliğin içerikleri ve kapsamları hak­ kında ortak bir görüşe varı lamamasında buluyoruz. Gerçek­ ten de Atatürk'ün her sözcüğü ay rı bir değer taşıyan cum­ huriyeti n X. y ı l dönümü söy lev i nden yukarıya a ld ı ğı m ı z sözlerinde Türk Dcvri m i ' n in amacı , " Yu rt- U l u s - U l usal Kültür·· üç lüsünü iç e r i r k en, yonım ve değerlendirmelerde yalnızca u l usa l kültürün çağdaş uygarl ık d üzey inin ü stüne 70


çıkarılmasından söz edilmektedir. Atatürk ilkeleri başlan­ gıçta CHP ' nin '6 Oku ' olarak saptanmış olsa bile O ' nun sağlığında anayasaya da girmişken, son yıllarda bunlara eklemeler yapı lmasına ya da büsbütün yeni ilkeler bulun­ masına çalışılmaktadır! Ö te yandan UNESCO Genel Mer­ kezi 'nin işbirliği ile 1 980 Haziranı 'nda Ankara 'da düzen­ lenen bir toplantıda, Türk delegelerinden ' 3 'ü, Atatürk ulus­ culuğu başlığı altında birbiri i le çelişen konuşmalar yapa­ bilmektedirler. Bu konudaki tutarsızlıkların örneklerini daha da sıra­ lamak olanağı var. Ancak süregelen bu görüş ayrıl ıklarının ve çelişkilerin nereden kaynaklandığını sağlıklı olarak sap­ tamak gerekir. Burada en büyük etken, kuşkusuz ki Atatürkçülüğün amacı, ilkeleri ve yöntemi önceden ayrıntıları ile saptanmış bir öğreti olmamasıdır. Atatürk'te giriştiği devrimin kalıp­ laşmı ş bir öğretiye dayanmasını istememiş, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na verdiği yanıta göre "O zaman donar kalırız" demiştir. Ancak Atatürkçülüğün sosyalist devrimler gibi ku­ ralları önceden yazılmış bir öğreti olmayışı, i l ke ve yön­ temden yoksun, her yoruma açık, her kal ıba girebilen bir kavram olduğu anlamına da gelemez. Atatürk, üzerinde yaşadığı yurt ve bağrından çıktığı ulus gerçeklerinden esinl enerek adını taşı yan devrimi ve düşünce dizisini olayların içinde gel i ştirilen ve bütünleştiren b i r devrim­ c idir. Daha 1 92 8 'de Le Matin gazetesine verdiği demeç­ te Fransa Devrimi ile Türkiye 'de gerçekleştirilmesine ça71


l ı ştığ ı devrim arasında bir k a r şıl aşt ı r ma yaparak şunları söy l em i şt i : " Fransa Devrimi büt ü n d ü ny aya öz gü r lü k d ü ş üncesi­ ni aşılam ı ştır ve bu düşüncenin bugün de esas kaynağı bu­ lunınaktadır. Ne ki o tarihten bu yana insan h k i lerl e m i ştir. Türk demokrasisi Fransa Devrimi ' nin açtığı yolu izlemiş, ancak kendine özgü be l i rleyici nitelikle gel işmiştir. Çün k ü her ulus devrimini, toplumsal ortamının i steklerine ve ge­ reklerine bağlı olan durumuna ve bu ihtilal ve devriminin zamanının gelmiş olm a sına g öre y apar. ( 1 ) Ge r i b ı ra k ılmış bir t opl u mda çağdaşlaşma demek olan devrimin halkoyuna başvurarak ve halkı yavaş yavaş alış­ tırarak yapılamayacağına inanan Atatürk, yöntemini birbi­ rini izleyen ve kısa sü rede sonuç verecek olan bir " vuruş" olarak s aptamı ş tır. 1 9 1 8 Temmuzu ' nda hastalığı nedeniy­ le b u l u nduğu Karlsbat'ta ülkenin gel ec e ği konusunda Türk­ lerle yaptığı bir görüşme üzerine anı defterine yazdığı şu satırlar bunun açı k kanıtıdı r : "Dedim ki, ben her zaman söylerim, burada da bu ne­ denle söyleyeyim : Benim elime büyük bir yetki ve güç ge­ çerse, ben toplumsal yaşamımızda istenen devrimi, bir anda ' coup' ile uygulayacağımı sanırım. Çünkü ben, kimileri gi­ bi, halkın düşüncelerini , b i l im adamlarının düşüncelerini be­ nim tasarı larım derecesinde tasarlamaya ve düşünmeye alış­ tırmak yoluyla bu işin yapılabileceğini kabul etmiyorum ve böyle bir harekete karşı ruhum isyan ediyor." (2) "

(2) Afet İnan, Atatürk'ün Karlsbat Hatıraları, Atatürk Konferansları , 1 969. Türk Tarih Kurumu Yay., s.22. ( l ) Asıl metin: Atatürk 'ün Söylev ve Demeçleri, I l l , 1 96 1 , s.8 1 .


Bu yüzdendir ki Avusturyalı di plomat Biscoff ' un ye­

rinde bir benzetişiyle "Türk Devrimi ' n in bütününü yontan Gazi M. Kemal, içi nde tasarladığı resmi , gerçi önündeki malzemenin özelliklerine göre, ancak serbest ve mode l siz olarak yontmaya başlayan yontucuya benzer." (3 ) . Atatürkçülüğün çok değişik biçimlerde değerlendiril­ mesinde ve yorumlanmasında, onun ilke l eri nin daha önce bir kitapta toplanm ış katı bir öğreti olmayış ın ı n büyük pa­ yı vardı r Ne var ki Atatürk ve Atatü rk ç ülüğü n tüm diğer öğret i le rden ve devrim lerden en büyük ayrılığı, onun "bir düşün ve ey l em bütünü oluşudur. Bu gerç e ği dikkate al­ mayıp da Atatürk ' ün belirli b ir dönemdeki sözüne ya da ey­ lemine bakarak genelleme yapma yoluna gidildiğinde gö­ rüş ayrılıklarının ve çelişkilerin devam etmesini önlemeye olanak yoktur. Atatürk yalnı z söyledikleri ile değil, yaptık­ larıyla da büyük olduğu için, Atat ü rkçü l üğü düşünceleri ve eyl emle riy le birbirinden ayrılmaz bir b ütü n olarak kabul et­ mek gerek i r Ö te y an d an Atatürkçülük konu sundaki değişik de­ ğerlendirmeler, aslında çok yönlü olan kavramları basit­ leştirme içgüdüsünden ve kimi k işi ve çevrelerin kendi dü­ şüncelerini Atatürkçülük kapsamı içerisine sokup o yol­ dan amaçlarına ulaşmak istemelerinden de kaynaklan­ maktadır. Atatürk' ün ölümünden hemen sonra başlayan bu görüş ayrıl ıklarının çok partil i dönemde demokrasi anla.

"

.

( 3 ) Norbert von Bischoff, Ankara, Türkiye' deki Yeni Oluşun izahı, B urhan Be lge, Ankara, 1 93 6 ,

Çev.

s.2 ı 1 .

73


yışının yozl aştırılmasına koşut olarak boyutlarının a rttı ­

ğını görüyo ruz. A tat ürkçülüğü bir b ütün olarak değerlen­ dirmey e çalışan çok az say ı daki aydınl arı mızdan biri olan Peyam i Safa, bu k o nudaki da ğ ını kl ığ ı 1 94 8 ' lerde şöyl e yansı t ı yordu : "Atatürk ' ün Allah ' a inanıp inanmadığı nı soranlara rastlarsınız. Kimine göre ruhçu, kimine göre maddecidir. Irk ç ı o lduğunu ve olmadığını öne sürenler vard ı r. Onun özgürl ükçülüğünü kanıtlamak is t eyenler, sözleri n i ; bü­ tüncül olduğunu kanıtl amak i s t eyenler ey lem lerini örnek gös t erirler. Birç o kl a r ı na göre O ' nun i leri Batı uygarl ık ç ı ­ s ı o lduğunun kanıtı yaptığı devri mdir. Kim il erine göre de Orta Asya uyg a rlı k ç ıs ı olduğunun kanıtı, ileri sürdüğü ta­ rih savıdı r. U lusçu olduğundan kuşkulanmayanlar çoktur. İ nsancıl o lduğuna i n ananlar da vardır. Kimi lerine göre Ala t urka musikiyi her akşam sofrasında çaldırır ve ona hayra ndır. Kimi lerine göre de Batı m üz i ğinden b a şka mü­ zik tanı maz. Kemalizmi bir çelişkiler k o leksiyonu gibi gösteren bu birbirine aykırı a nl ayışları n her biri , A t atürk' ün düşünce­ sini kapalı sistem k a lıpl a rını n içine hapsetmek gibi, insan kavrayışına özgü bir sadeleştirme e ğ ili minden doğan bir yanlışın kurbanı o lmaktadır. Ö yle sanıyorum ki, Atatürk ne ruhçu, ne maddeci ; ne ırkçı ve melezci; ne özgürl ükçü, ne devletç i ; ne salt Bat ı ' ya, ne de Doğu' y a bağl ı uygarl ıkçı; ne ulusçu, ne insancıl ; ne Alaturkacı , ne de Alafrangacı i­ di. A tatürk bütün bu karşı t ları saran yaşamın, tarihin ve ta­ rih akımlarının olumlu ve olumsuz kutuplarını kendi iç i n-

74


de çarpıştıra rak e l e k t ri kl e n e n

ve hepsi n i

bugün. her gün ye­

n i bi r b i reşi ıne doğru aşmaya a t ı l ı m yapan b i r enerj i fı ş k ı ­ rışı i d i . Nerede yal ı n v e tek yön l ü bir görüş varsa orada A.t;ı ­ t ür k yoktur. Atatürk ' ü t e k yönlü b ir görüşün içine hapsederek i ş i ­ ni bitirmiş b i r insan gibi gördüğümüz zaman, öldürmüş oluruz." (4) . Evet Atatürkçülük, çok uyumlu olarak bir araya geti­ rilen öğelerden ve i lkelerden oluşan bir bileşkedir. O öğe­ lerden yalnızca birini ele almak, kabullenmek ve diğerle­ rini yok saymak ya da görmezl ikten gelmek iri ve güçlü b i r yaratık olan fil i tanımlamak isteyen körlerin , elleriyle do­ kundukları kısmın biçimine göre o canl ı varlığı beti mleme­ lerini andırır. ..

Bundan başka, Atatürkçülüğün canlıl ığı , " dondurul­ mam ı ş " olmasında, çağdaşlaşmayı amaç, bi l i ms e l l iği k ı la­ vuz ve devri mcil iği bi r ilke olarak kabul eden devingenli­ ğin d e d i r

.

nak

Ne ki

her aşamada yeni bir değerl endi rmeye ola­

veren bu dev i n ge n l i k , b ütünü o luşturan öğeler yok sa­

yı larak tek bir yöne çeki lmeye de e lv e ri ş l i değildir. A tatürkçülük, aynı zamanda b i r yaşam türü , bir düşün­ ce biçimidir. Bu da çağdaş gereksinmeler i n yanı başında yurt gerç e k l eri nden beslenen bir düşünüş b i ç i m idir. Ata­ türk, daha Cuın h uriyet ' in i l a nın d a n önce, 20 M art 1 923 'te Konya'da genç lerle konuşurken, geri kal m ı ş l ığ ı m ı z ı n a na ( 4 ) Kr�. C i hat .'\ kçakayalıoğlu. Aıaıürk ve Kurıulu* Sava� ı . Aıatürk K on ­ feransları l 969. Türk Tarih Kurumu, 1 970, s . l O 1 .


nedeninin gerçeklerden kaçan yanlış düşüncede olduğunu vurgulayarak tutulması gereken yolu şöyle açı klamıştı : " U lusu uzun yüzyıl lar, aymazlık içinde bırakan deği­ şik nedenler arasında, asıl noktayı tek bir sözcükle belirt­ miş olmak için diyeb i l i ri m ki, bütün yoksul l uklarımızın salt nedeni, düşünüş biçimi sorunudur. İnsanlar ve insan­ lardan oluşan topluluklar, doğru bir düşünce yapısına sa­ hip olmalıdırlar. Düşünüş biçimi zayıf, çürük, yan l ı ş, ba­ yağı olan bir sosyal toplul uğun bütün çabası boşunadır. . . . . . S ürekli olarak silahla uğraşma, düşmanlık duygula­ rı yü z ünden Batı ' nın yenilikleriyle ilgilenmemek gerileme­ mizdeki etkenlerin diğer önemli bir nedenini oluşturur. Bu saydığım nedenlerden başka, asıl bizim ulusun, özellikle aydınlarımızın çok dikkatle, çok önemle g öz önü­ ne alacağı bir neden vardır ve bence bu neden, şimdiye de­ ğin ilerl eyemeyişimizin, en son basamakta kal ı şımızın unutmayalım- ülkemizin baştanbaşa bir yıkıntı oluşunun asıl nedenidir. Geri lememizin bu ana nedenini şu nokta oluşturuyor: İslam dünyası iki ayrı sınıf kesimden oluş­ muştur. Biri çoğunluğu oluşturan halk, ötekisi azınlıkta ka­ lan aydınlar . Düşünce biçimleri bozuk olan uluslarda bü­ yük çoğunluk başka ereğe, aydın denen sınıf baş ka düşün­ ceye sahiptir. Bu i k i sınıf arasında tam anlamıyla bir aykı­ rılık ve ayrı l ı k vardır. Aydınlar çoğunluktaki kitleyi kendi amacına yöneltmek ister; halk kitlesi ise bu aydın sınıfına bağlı olmak isteme z o da başka bir yön saptamaya çalışır. Aydın sınıf, çoğunluktaki kitleyi düşüncelerini aşılama ve aydınlatma yoluyla kendi amacına göre inandırmakta ba,

-

.

.

,

76


şanlı olamayınca, başka araçlar kullanmaya yönelir. Halka baskı yapmaya, zor kullanmaya başlar, halkı baskı altında bulundurmaya kalkar. Artık burada, asıl çözümlenmesi gereken noktaya gel­ dik. Halkı ne birinci yöntem ile ne de zorlama ve baskı ile kendi ereğimize sürüklemede başarıl ı olamadığımızı görü­ yoruz. Neden? Arkadaşlar! Bunda başarılı olmak için aydın sınıfla halkın düşünce biçimi ve ereği arasında doğal bir uyum ol­ mak gerekir. Yani aydın sınıfın halka aşılayacağı ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Oysa bizde böy­ le mi olmuştur? O aydınların aşılamak istedikleri, ulusumu­ zun ruhunun derinliklerinden alınmış ülküler midir? Kuşkusuz hayır. Aydınlarımız içinde çok iyi düşünen­ ler vardır. Fakat genellikle şu yanlışımız da vardır ki, araş­ tırma ve incelemelerimize konu olarak çoğu kez, kendi ül­ kemizi kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özel­ liklerimizi ve gereksinmelerimizi almayız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün öteki ulusları tanır, fakat ken­ dimizi bilmeyiz! Aydınlarımız, ulusumu en mutlu ulus yapayım der. Başka uluslar nasıl olmuşsa onu da tıpkı öyle yapayım der. Ancak düşünmeliyiz ki, böyle bir kuram hiçbir dönemde başarılı olmuş değildir. Bir ulus için mutluluk olan bir şey başka ulus için yıkım olabilir. Aynı neden ve koşullar, bi­ rini mutlu ettiği halde ötekisini mutsuz edebilir. Onun için bu ulusa gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü bi­ liminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım; an77


cak unutmay a l ım ki ası l t emeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız. Ul usumuzun tari h i n i , ruh unu, gelenek l eri n i doğru, sağ­ lam doğruluktan sapmayan b i r b ak ışla görmel iyiz. İtiraf edeli m ki bugün günümüzde bile genç aydınlarımız arasın­ da halk ve çoğunluğa uyum sağlanmış değildir. Ü l keyi kur­ tarmak için bu i ki. düşünce biçimi arası nda uyumu gerçek­ leştirmek gerekir. Bunun için de, b iraz halk kitlesinin yü­ rümesini ç ab u k la ş tırmas ı biraz da aydınların çok hızlı git­ m esi gerekl idir. Ancak halka yaklaşmak ve halkla kaynaş­ mak, daha çok ve daha fazla aydınlara düşen bir görev­ dir. " ( 5) Atatürk' ün Lozan Antlaşması ' nın i mzalanmasından önce sergilediği bu görüşl eri Atatürkçül üğün hangi doğrul­ tuda ve hangi temeller üzeri n de ol uşturul duğunu bütün açıklığıy la göstermektedir. Deneb i l i r ki O, yaşam ı boyun­ ca büt ü n düşünceleri n i ve eylemleri ni bu görüş çerçevesi içinde gel i şt i rm i ştir. U l usal kaynaktan beslenmek zorunlu­ luğuna inan d ığı için ul usal tarih, u l usal dil ve ul usal kültü­ rün aydınlat ı l masın a ve gerçekl eşti ri lmesine büyük önem vermiştir. Yal n ı z Hal kçı l ı k i l kesi değ i l , devri m i n ötek i i l ­ keleri d e h a l k ı ö z benliğine kavuşturmak, onun yaşam dü­ zeyini yükseltmek ve üike yönetimindeki katkı s ı n ı giderek arttırmak doğrultusunda saptanm ı ştır. Tüm bu n l arı n dı şında Atatürk, saptanan u lusal amaca ulaşmada a s ı l etkenin " insan " olduğu gerçeğinden yola çı,

,

( 5 ) A tatürk ' ü n Söy l e v

78

ve

Demeç leri . 1 1 , 1 95 9 . s . 1 3 8- 1 40.


karak, Türk vatandaşının yetişmesine, sağlıklı bir düşünce yeteneğine kav uşmasına ve aydınlarla halk kesimi arasın­ d a uyum sağlanmasına ağırlık tanımıştı . Ancak bu uyum i ç i n aydının halkın düzeyine i nmesin i değil, halkı anlayan, ona değer veren ay d ı n ı n halkı kendi düzeyine çıkarmaya ça­ lışmasını ö ngörm ü ştür Bu konuda oldukça yol a lın d ık t a n ve her alandaki devrimin ulusal yapıyı ve görünüşü değiş­ t i rd i ğ in in belirgin duruma ge l işinde n sonra, " düşünce" bi­ çim inde de umulanın gerçekleştiğine i nanarak, 1 K a s ım l 93 7 'de Türkiye Büyük M i l l e t M ec l i s i Kürsüsü ' nde y ap ı ­ lacak şeyle r i şöyle sıralam ı ştı : " B üyük sorunumuz, en uygar ve en gönençli ulus o l a­ .

rak varlığım ızı yükseltmektir.

Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temel­ l i bir devrim yapmış olan büyük Türk ulusunun devingen ülküsüdür. Bu ü l küy ü , en kısa bir sürede başarmak için, dü­ şünce ve eylemi birl ikte yürütmek zorundayız. Bu girişim­ de başarı , ancak türeli bir planla ve en akılcı biçi m d e çalış­ makla olabilir. Bu nedenle okuyup yazma bilmeyen tek va ­ ta n da ş bırakmamak, yurd u n büyük kalkınma savaşının ve y eni çatısının i st e d i ğ i teknik elemanları y e t i şti r m e k

ülke sorunlarının ideoloj isini an l ay acak , anlatacak, kuşaktan ku­ şağa yaşatacak k işi ve ku ru ml a rı yaratmak . " (6) Atatürk' ün yaşamının sonlarında dile getirdiği ve iz­ lenecek bir program niteliğini taşıyan bu sözlerinden bu ya­ na '44' y ı l geçmi ş bulunuyor. Yıllardır "planlı kalkınma" .

(6) A.g.y., l , 1 96 1 ,

s.

,

.

40 1 .

79


dönemini yaşadığımızın kabul edilmesine karş ın bugün nüfusumuzun %30 ' unun okuma-yazma bil mediğini yeni­ den keşf" etmenin burukluğunu duyuyoruz. Bunun gibi kalkınmayı başaracak teknik eleman açığının sürüp g it m e si, ülke sorunlarının ideoloj isini anlayacak ve gelecek ku­ şaklara aktaracak olanların b irbirlerini anlamaz duruma düşmeleri, Atatürkçülüğün tüm içeriği ve gerçek boyutla rı ile yaşayabilmesi için, töresel etkinliklerin ötesinde, dü­ şünüş ve eylem biçiminde bir deği şikliği kaçınılmaz kıl­ maktadır. ,

"

­

­

80


YAŞAYAN ATATÜRK Prof. Dr. ŞERAFETTİN TU RAN


Yaşamak ! Canlı olmak anlamında, dünyaya gelen her bireyin tamamlamak zorunda bulunduğu bir süreç . Varlı­ ğını duyurmak, çevreye ve döneme etki yapmak anlamına alındığında, her kişiye özgü bir nitelik değil. Hele yaşamı­ nı tamamladıktan, öldükten ·sonra da yaşayabilmek, çok az insanın ulaşabildiği bir basamak. Kişiler vardır, düşünceleri, eylemleri ya da yaratılan ile topluma hizmet etmiş, ün yapmışlardır. Bu yüzden de "tarihe geçmiş "!erdir ve adları bağlı oldukları olaylarla bir­ likte anılır. Kimileri, bunlardan da öte, belirli bir dönemde tarihe yön verebilmişlerdir. Böyleleri " tarih yaratan ölüler" olarak üstün bir yer tutmaya hak kazanmışlardır. Bunların arasından kimileri de yalnız kendi toplumlarına ve dönem­ lerine yön vermekle kalmayıp geleceğe de ışık tuttukları ve onu az çok biçimledikleri için ölümlerinden sonra da yaşa­ yabilmek evresine ermişlerdir. Tarihsel bir dönemeçte ortaya çıkan ve bir imparator­ luğun yıkılışından yeni ve güçlü Türkiye ' yi çıkaran Mus­ tafa Kemal Atatürk 'ün, ölümünden " 43" yıl sonra uygar ülkelerin çoğunda düzenlenen törenlerle anılması, birço k bilimsel incelemelere konu edilmesi, kuşkusuz ki O'nun dü­ şüncelerini� ve eylemlerinin yalnız Türkiye için değil ., in­ sanlık ve dünyamız yönünden de genelde geçerliliğini ko­ rumasından ileri gelmektedir. Atatürk Fransız Devrimi 'nin ürünleri olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramlarının dünyayı sardığı, ulusal toplulukları deme� olan imparatorlukların yerlerini ulusal devletlere bıraktıkları tarihsel bir dönemeçte dünyaya gel82


mişti . Ancak bu dönemeci iyice değerlendirebilmek, bir yaratılış, bir yetenek ve dahası bir tutku sorunu idi. Vatanı ve ulusu kurtarmaya yönelik bir tutku. Gelecek için hazır­ lanan Mustafa Kemal, 1 2 Ocak 1 9 1 4 'te Sofya 'dan yazdığı bir mektupta bu tutkusunu ve amacını şöyle açıklıyordu: " Benim tutkularım var, hem de pek büyükleri ! Fakat bu tutkular yüksek görevlere çıkmak ya da büyük paralar elde etmek gibi maddesel i steklerin doyurulması ile ilgili değildir. Ben bu tutkularımın gerçekleşmesini, yurduma büyük yararları dokunacak, bana da başarı ile yerine getirilmiş bir görevin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir düşüncenin başarısında arıyorum." Amacı ulusa hizmet, ulusu yüceltmek olan Atatürk' ün başarısının sırrı, eyleme geçmeden önce neyi, niçin, nasıl, ne zaman yapacağını çok iyi düşünmüş olması, ölümsüz­ lüğünü sağlayan da düşünce yapısının akılcı, gerçekçi, in­ sancı l ve evrensel temellere dayanmış olmasındadır. Ulus sevgisi, ulusa dayanmak, ulusu kalkındırmak Ata­ türk'te ulusçuluğu ön sıraya çıkartır. Aslında bir yönüyle Türk Kurtuluş Savaşı, bir ulusal oluşumun öyküsüdür. Ne var ki bu oluşumun tarihsel nedenlerini gözden kaçırma­ mak ve Atatürk' ün ulus ve ulusçuluk anlayışına b1ğlı kal­ mak gerekir. O, 20 Mart 1923 'teki bir konuşmasında ulu­ sal benliğimizi bulmamız gerektiğine değinerek şunları söylemişti : " Osmanlı İmparatorluğu içindeki değişik kavimler hep ulusal inançlara sarılarak ulusçuluk ülküsünün kuvvetiyle 83


kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayn ve onlara yabancı bir ulus olduğumuzu, sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zayıfladığı anda onlar bi­ zi horladılar, aşağı ladı lar. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce biz kendi benl iğimize ve ulusall ığımıza bu saygıyı duygu, düşünce, eylem olarak bütün iş ve hareket­ lerimizle gösterelim. Bilelim ki, ulusal benliğini bulmayan uluslar başka ulusların avı ol urlar." Bu sözler, dar çerçeveli bir ulusçuluk anlayışını değil, XX. yüzyıldaki uluslararası amansız yarış v e sav aş ı y ansıt­ maktadır. Kaldı ki Atatürk Kurtuluş Savaşı i le Türkiye 'de yeni bir ulusun doğduğunu kabul etmektedir. Gerçekten de 1 93 1 'de ortaokullarda okutulmak üzere hazırlanan Vatan­ daş İçin Medeni Bilgiler kitabında, Türk ulusunun tanımı Atatürk ' ün kaleminden çıkan sözcüklerle şöyle yer almış­ tır: "Türkiye Cumhuriyeti ' ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." Tarihsel verilere dayanılarak yapılan bu ta­ nım, eklemeye gerek.yok ki, bugün için de geçerliliğini ko­ rumaktadır. Eğer Türkiye Cumhuriyeti 'ni kuran Türkiye halkı son yıllarda birbirine yabancı laşmışsa, bunun neden­ lerini Atatürk ulusçuluğu yerine çok değişik içerik ve bo­ yutlarda ulusçuluk akımlarına sapılmış olmasında aramak gerekir. Atatürk ulusçuluğu, Cumhuriyet kuşaklarının 1 930 'lu yıllarda okudukları IV cilt Tarih kitaplarında O ' nun yaz­ dırdığı biçimde tanımlanmıştı: "Türk ulusçuluğu, bütün çağdaş uluslarla uyum içinde yürümekle birlikte Türk top-

84


lumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kiml i ği­ ni saklı tutmayı esas sayar." Hiçbir aşırılığa ve ırkçıl ı ğa kaçmayan böyle bir ulus­ çuluk anlayışın ı n Türk toplum unun kişiliği ve özelli kleri ­ ni koruyan bir ulus olarak çağdaş uluslar arasında saygın bir yer almasını sağlamaya yönelik olduğu kuşkusuzdu r Kaldı ki Atatürk, yalnızca bir tanım yapmak, bir ilkeyi sap­ tamakla yetinmemiş, Türk ulusunun "özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini " bütün ayrıntılarıyla orta­ ya ç ıkarmaya çalışmıştı. O ' nun tarih, dil ve kültür çalışma­ ları bu ana düşüncesinin uygulamaya konulmasından baş­ ka bir şey değildi. Atatürk, yalnız geçmişleriyle övünen ulusların bu dün­ yada artık yapacak bi r şeyleri kalmamış toplumlar olduğu­ nu bilmiyor değildi. Ancak birlikte yaşanmış parlak bir geçmiş, ulusal yapıyı pekiştiren bir süreç olduğu gibi, top­ lumsal özelliklerin sergilendiği alan da tarihten başka bir şey olamazdı . Ü stelik geçmişte büyük işler başarmış olmak, ulusal gururu ve bilinci güçlendirecek ve geleceğe güven­ le bakma olanağı verecekti. Bu yüzdendir ki Atatürk, tarih çalışmalarına eğilmek gereğini duymuş ve ulusal özellik­ leri meydana ç ı karabilmek için de daha çok " ümmet" dö­ neminden önceki Türk tarihiyle ilgilenmiştir. Ö te yandan Atatürk, bir dil uzmanı olduğu için değil, dil ' in ulusu oluştura!1 ana öğelerden biri olduğunu çok iyi bildiği ve Türkçeyi " yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarıp" Türkiye Cumhuriyeti ' ni kuran tüm Türkiye hal ­ kının konuşup anlaştığı bir ulusal dil haline dönüştürmek ,

.

85


gerektiğine i nandığı için di l çalışmalarına yönelmiş ve Türk Dil Ku r um u ' n u kurdurmuştur. Bütün bu tarih ve dil çal ı şmalarını n verilerine dayana­ rak da ulusal kültürü saptamak, korumak ve geliştirmek, O ' nun başlıca düşüncelerinden biri idi. Ö yle ki, u nutu l ma z o ünlü Onuncu Yıl Söylevi ' nde, " U l us al kültürümüzü çağ­ d aş uygarlık düzeyinin üstüne çıka rac a ğı z " di ye seslen­ mişti . Ne var ki O ' nun ö l üm ün d en s on ra top lumca sık sık O ' na " İzindeyiz" diye seslenmemize karşın, O ' nun düş ün­ celerini ve eylemlerini gereken ölçüde izlediğimiz de s öy­ lenemez. Okul kitaplarının zamanla değişmesi ya da d e ği ş­ tirilmesi doğaldı. Ancak bu değ işi kl ikl e rd e O ' nun ulus ve ulusçuluk anlayışının kitaplardan çıkartılmasına gerek yok­ tu. Ulusçuluk bir temel olarak anayasaya da girmişken, di­ ğer Atatürk ilkeleri gibi bir siyasal part i nin malıdır d iye öğ­ retim programlarından çıkartılınca, bunun yerini kişilerin ve grupların kendi anlayışlarına göre içerik verdikleri söz­ de ulusçuluk akımlarının alması kaçını lmazdı. Bugün, top­ lumca bir bunalımdan ve dura ksamadan sonra gene Atatürk ulusçuluğundan s ö z e di yoruz ve O'nun anlayışına d ö nme k z orun lul uğuna in anıyoruz . Ancak unutmayalım ki Atatürk ulusçuluğunda ulusal kültür, ulusal tarih ve ulusal dil an a ö ğel e rd i r. Atatürk, 4 Şubat 1 93 5 'te y ay ı mlad ı ğı bir seçim bildi­ ri sin d e ulusal kültür ve u lusal birliğin ö n e m i n i belirterek şöyle demişti: " Türk ulusunun idaresinde ve korunmasında ul u s a l 86


birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiği­ miz idealdir." O, sağlığında bütün çabasıyla bu ulusal birl iği güçlen­ dirmeye çalışmıştı. Ve kuşkusuz O' nun en büyük nitelik­ lerinden biri, birleştirici oluşu ayrı düşünen, birbirinden ay­ rı değerlere bağlı kişileri ve grupları aynı amaç doğrultu­ sunda çalıştırmayı bilmesi idi. Kişilerin yalnız kendi lerini " vatan kurtarıcı " , karşısındakileri de "vatan haini " olarak görmeye başladıkları anda ulusal birliği sağlayan bağların gevşemesi ve bölünmelerin artması doğaldı . Bunu " kardeş kardeşi vurur mu? " diye bir marşla önlemenin olanak dışı olduğu s on y ıl ları n kör dövüşü ile daha iyi anlaşıldı . Yeni­ den ulusal birliği sağlamaya, bir başka deyimle Atatürk ' ün uygulamasına dönmek zorunda kal d ı ğ ı m ız bu dönemde, davranışımızın esası herhalde yalnızca suçlamak değil, ka­ zanmaya çalışmak olmalıdır. Atatürk 'ü ve Atatürkçülüğü yaşatan ve yaşatacak olan başlıca özelliklerden biri de O ' nun yaptığı devrim ve dev­ rimcilik anlayışıdır. "Uçurum kenarında yıkık bir ülke . . . Türlü düşmanlar­ la kanlı boğuşmalar. . . Yıllarca süren savaş . . . Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosye­ te , yeni devlet . . . Ve bunları b aş arm ak için arasız devrim­ ler. . . İşte Türk genel devriminin kısa bir deyimi." İşte 9 Mart l 9 3 � 'te Atatürk' ün kullandığı sözcüklerle kendisinin gerçekleştirdiği Türk Devrimi 'nin tanımı ve bo­ yutları . . . Unutmamak gerekir k i Atatürk, bir düzeltici, düzenle87


yici eski deyimle ıslahatçı değil, bir devrimcidir. Giriştiği devrimde uygulayacağı yöntemi de daha 1 9 1 8 'de saptamış­ tır. Tedavi için bulunduğu Karl sbad'ta 6 Temmuz 1 9 1 8 gü­ nü anı defterine şunları yazmıştır: " Benim elime büyük bir yetki ve kudret geçerse, ben toplumsal hayatımızda arzu edilen inkılabı, bir anda bir 'coup' ile uygulayacağımı sanırım. Çünkü ben, kimileri gi­ bi, halkın düşüncelerini, bilginlerin düşüncelerini yavaş ya­ vaş benim tasarımlarım derecesinde tasarlamaya ve düşün­ meye alıştırmak yoluyla bu i şin yapılabileceğini kabul et­ miyorum ve böyle bir harekete karşı ruhum isyan ediyor! " Bu yüzden Atatürk Devrimi, toplumu hazırlayarak a­ ma kısa bir sürede ve yukarıdan aşağıya doğru gerçekleş­ tirilmiştir. Başka türlü davranılmasına da dönem ve ortam elverişli değildi. Düzenleme girişimleri Osmanlı İmpara­ torluğu 'nu çökmekten kurtaramamıştı. Devrim için de Ata­ türk ' ün de belirttiği gibi " zaman" a dayalı iki ayrı uygula­ ma vardı : " Türkiye' yi derece derece mi ilerletmeli, ani olarak mı? İki yöntem var. Biri bilinen, Fransız Devrimi ' ndeki yöntem : Rej imler değişecek, devrimlere karşı, karşı dev­ rimler yapılacak. Sağ, solu tepeler, sol sağı süpürürken bir de bakılacak ki bir buçuk yüzyıllık zaman geçmiş . . . Bu ulu­ sun damarlarında o kadar bol kan ve önünde o kadar geniş zaman var mı? " Kuşkusuz ki ne o kadar bol kan, ne de o kadar geniş zaman vardı. "Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş yüzyılların 88


gevşetici düşünüş biçimine göre değil, yüzyılımızın sürat ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla daha çok çalışacağız. Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız ! " B u inanış ve düşüncede olan Atatürk, büyük çoğunlu­ ğu okuma yazma bilmeyen toplumumuzda devrimleri halk oyuna başvuraraktan değil, ona dayanarak ve onu yücelt­ meye yönelerek uygulamaya koymak zorunda idi : ."Arkadaşlar, y aptı ğımı z ve yapmakta olduğumuz dev­ rimler için, nurun ve aydının yoluna gideceğiz. Amaç ve hünerimiz, cahil kitleyi de nurlandırarak yolumuzda yürü­ mek ve onu esenliğe çıkarmaktır. Cumhuriyetimizi, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak isteğimizi köstekleyecek her­ hangi bir halkoylamasına gitmek, yalnız cehalet değil, hı­ yanet olur. Yüzde sekseni okumaz - yazmaz bırakılmış bir memlekette devrimler halkoylaması ile olmaz." Ne yazık ki Atatürk döneminde Anayasamıza da giren ve okul kitaplarında " Türk ulusunun yükselme aşkını sim­ geleyen ulusal nitelik" diye tanımlanan devrimcilik ilkesi de günlük siyasa aracı olarak kullanıldı ve tutan, tutmayan devrimler diye bir ayrıma gidilerek yörüngesinden saptırıl­ dı. Günümüzün başdöndürücü gelişmeleri karşısında çağ­ daşlaşmaya bir sınır çizilemeyeceğine göre, Atatürk'ün de.vrimcilik anlayışını kendi dünya görüşümüz doğrultusun­ da değiştirip yozlaştırmak ne kadar sakıncalı ise, onu 1 938 'lerde tamamlanmış bir evre diye tarih kitaplarına hap­ setmeye de hakkımız olmasa gerektir. Çünkü geçmişi tüm özellikleriyle yeniden yaşamaya olanak yoktur. Eğer Ata89


türk' ün devrimine inanıyorsak onu yeniden değerlendir­ mek, güçlendirmek ve sürdürmek zorundayız. Yaşayan Atatürk'ten söz ederken, üzerinde en çok du­ rulması gereken konulardan biri de laikliktir. Dinsel gibi gö­ rünen laiklik kavramı aslında yönetimsel ve siyasal bir gö­ rüş ve değerlendirmedir. Atatürkçülük açısından da bir dü­ şünce, yaşam, davranış ve eylem biçimi olup çağdaşlaşma­ nın ana yolu niteliğindedir. Tek Tanrıl ı evrensel dinlerin yayılışından sonra Do­ ğu 'da ve Batı 'da yüzyıllarca süren din ve mezhep savaşla­ rına, ancak vicdan özgürlüğüne yönelinmekle son verile­ bilmişti. Giderek laiklik kavramını ortaya çıkaran bu yöne­ liş, imparatorluktan ulusal devlete, halifelikten cumhuriye­ te geçişte Türkiye için daha da önem taşıyordu. Çünkü tüm diğer uluslara oranla daha büyük bir hoşgörü ile Müslüman olmayan uyruklarına devrine göre çok büyük ölçüde bir vic­ dan özgürlüğü ve tapınma serbestliği tanıyan Türkler, Müs­ lüman " ümmet" in bir parçası olarak kendilerini bu özgür­ lükten yoksun kılmışlardı. Dahası, imparatorluk eski gücü­ nü yitirmeye başlayınca dinsel görüş açıları daha da daral­ mış ve kimi farklı düşünceler ve eylemler dine aykırı sayı­ larak suçlanmış, mezhepler ve tarikatlar arasında sürtüşme­ ler, çatışmalar artmıştı. Tarihsel gelişme ve değişmeleri çok iyi inceleyen Atatürk, aslında bir "saltanat" demek olan Ha­ lifeliğe son verirken laikliği de bir yaşam ve yönetim biçi­ mi olarak görmüştü. Laiklik aynı zamanda Türkiye 'deki değişik din ve mezhepteki toplulukları birleştiren bir öğe olacaktı. 90


Onun döneminde o k u l lar i çi n yazıldığından söz e tti ğ i ­ miz M e de n i B i l g i l e r kitabında laiklik şu satırlarla yer al­ mıştı : " T ürkiye C umhuriyeti ' nin resmi dini yoktur. Devlet yö neti m ind e bütün yasalar, tüzükler, b i l i m i n çağdaş uygar­ lığa sağladığı esas ve şekillere, dü ny a gereksinmelerine gö­ re y apıl ı r ve uygulanır. Din inanışı vicdani olduğundan , Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve si­ yasetten ayrı tutmay ı , ulusumuzun çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı nedeni g örür." Evet. Çağdaşlaşmanın başl ı ca koşulu, laik düşünce, yaşam ve yönetimi kabullenip güçlendirmeye day anıyor­ du. Gene Medeni Bil g iler kitabında vurg u l andığ ı gibi, vic­ dan ö z gürlü ğü de ancak böyle sağlanabilecekti: " Her kişi istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasi bir fikre sahip olmak, mensup olduğu bir dinin gereklerini yapmak ya da yapmamak hak ve öz­ gürlüğüne sahiptir. Kimsenin düşüncesine ve vicdanına ha­ kim olunamaz ." " Vicdan özgürlüğü salt ve saldırılamaz, kişinin doğal haklarının en önemlilerinden tan ınm al ı dır. " Atatürk, genç Türkiye Cumhuriyeti için bağnazlığı ve din sömürücülüğünü en büyük tehlikelerden biri olarak gö­ rüyordu. 20 Mart 1 923 'te Konya 'daki bir konuşmasında, bağnazların girişecekleri bir g ericil i k hareketinden söz ederken, böy l e bir g irişi m in hemen bastırılması gereğini de belirtmişti : " Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yaln ız be-

91


nim kişisel imanıma, yalnız benim amacıma değil . . . O adım, benim ulusumun hayatıyla ilgili : O adım ulusumun haya­ tına karşı bir kasıt. . . O adım, ulusumun kalbine havale edil­ miş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı düşünce­ de olan arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir." Çünkü O, vicdan özgürlüğüne karşı olan bağnazlığın kısa bir sürede giderilemeyeceğini biliyor ilk fırsatta bu gi­ bi çevrelerin harekete geçeceklerini sezinliyordu. 1 930 Şu­ batı 'nda " Din özgürlüğüne, genellikle vicdan özgürlüğü­ ne karşı bağnazlık kökünden kurumuş mudur? " sorusuna yanıt olarak yazdığı sözler bunu göstermektedir: " . . . Bu söylediklerimizden şu sonuç çıkar ki, aramızda özgürlük engellerinin yok olduğuna, bizim gibi düşünen ve duyanlarla birlikte yaşadığımıza hüküm vermek güçtür. O halde görülen hoşgörü değil, güçsüzlüğün dermansız bırak­ tığı bağnazlıktır! " Bu acı gerçeği yıllar sonra anlamış olmalıyız artık . Atatürk'ten sonra laiklik alanında boyuna ödün vermenin, bu tı!mel ilkeyi önce " Din ile devlet işlerinin ayrı lması " di­ ye basite indirgemenin, arkasından " laiklik dinsizlik değil­ dir" sloganı altında onu boş bir kalıp haline getirip içini yi­ ne bağnazlıkla doldurma çabalarının ve dini siyasaya araç etmenin ne bölünmelere, çatışmalara yol açtığını toplum olarak yaşadık. Şimdi kurtuluşu ve birleşmeyi laiklikte gö­ rüyor ve Atatürk dönemine dönmeye çalışıyoruz. Ancak unutmayalım ki O ' nun laiklik anlayışında ve uygulamasın­ da " zorunlu din eğitimi"nin yeri yoktur. 92


Bütün bunların ötesinde, Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü yaşatan ve yaşatacak olan ana öğelerden biri de O'nun dü­ şünce ve eylemlerinin geleceğe açık olması, yeni temeller üzerine kurduğu Cumhuriyeti koruma ve yüceltme görev ve sorumluluğunu gelecek kuşaklara, Türk gençliğine ema­ net etmesidir. Bugünü yarınlara bağlayan en güvenilir köp­ rüler gençler, yeni kuşaklar olduğuna göre yarına güvenme ancak ve ancak gençlere güvenmekle olabilir. Atatürk 'te bu güven daha B irinci Dünya Savaşı günlerinde doğmuştu. O günlerin genç gazetecisi Ruşen Eşref Ü naydın' a verdiği fo­ toğrafa 24 Mayıs 1 9 1 S 'de şunları yazmıştı : " Her şeye karşın muhakkak bir nura doğru yürümek­ teyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memle­ ket ve ulusun hakkındaki sonsuz sevgim değil, bugünün ka­ ranlıkları, ahlaksızları içinde, salt vatan ve gerçek aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çal ışan bir gençlik gördüğüm­ dendir." Atatürk' ün gençl iğe güveninin nedenlerini gene ken­ disinin Mazhar Müfit Kansu' ya söylediği şu sözlerde bu­ l uyoruz : " Başımıza neler örülmek istenildiği ve nasıl karşı koy­ duğumuz daha doğrusu milletin istek ve emellerine uyarak ve onun yardımıyla nasıl çalıştığımız görülmeli ve gelecek kuşaklar için ibret ve uyanıklığı gerektirmelidir. Zaten her şey unutulur. Fakat biz her şeyi gençl iğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır. Geleceği n ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir." Günlük dalgalan m alar ve değişik etkenler arasında ge93


leceğe doğru yol alan gençlik Atatürk ' ün hazırladığı ortam­ dan yararlanmakta ve onun düşünce ve uygulamalarından güç almaktadır. Düşündükleri ve yaptıkları ile geleceğe yön-veren Atatürk, kuşkusuz ki gelecek kuşaklarca da unu­ tulmayacak ve bir esin ve güç kaynağı olarak y aşamaya de­ , vam edecektir.

94


ATATÜRK DEVRİMLERİNİN BÜTÜNLÜG İÇİNDE DİL DEVRİMİ

.Prof. Dr. Şerafettin TURAN Atatürk' ün doğumunun 1 00. · yıldönümüne girerken O ' nun başlattığı dil ç a lı şma ları n ı n bir devrim olup olma­ dığı ve toplumumuza yarar mı zarar mı getirdiği tartışma­ ları da ne yazık ki giderek yoğunlaşmaktadır. Oysa liseler için yazı lan iV cilt Tarih' in 1 934 bask ıs ı n da bile Türk Dil Kurumu' nun kurulu şu ve Türkç e nin özleştirilmesi çalışma­

ları Cumhuriyet kuşaklarına Dil İ n kı liib ı H areketi b a şl ığı a l t ı nda sunu l muştu .

Ankara Hukuk Fakültesi ' nin aç ı lı ş ı nd a " Türk devrimi

nedir? " sorusunu, "Bu devrim, sözcüğün bir anda dolaylı olarak belirttiği ihtilal anlamından başka, ondan daha ge­ niş bir değiş ikl i ğ i belirlemektedir" diye yanıtlayan Ata

­

türk, devrim ' i şöyle tanımlamaktadır: " Devrim var olan kurumları zorla değ i Ş ti rmek demek­

tir. Türk ulusunu son yüzy ı ld a geri bırakmış olan kurum­

ları yıkarak yerlerine, ulusun en yüksek uygarlık gerekle­ rine göre ilerlemesini sağlayacak yen i kurumları koymuş olma ktı r " .

O 'nun kimi kez " devrim " (inkıliib), " Türk devrimi " diye tekil, kimi kez de " inkılabat, inkıliiblar, devrimler" ya da " Türk Genel Devrimi " diye çoğul biçimde !çullandığı devrimlerle .güdülen amaç, bilindiği gibi, önceden bütün 95


açı k l ı ğıyla saptanmı ştır. Gerçekten de Atatürk, l 925 'teki Kastamon u konuşmasında: " Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrim lerin amacı , Türkiye Cumhuriyeti halkını, tümüyle çağım ı za uy­ gun ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum duru­ muna ul aştırmaktı r " diye devrimlerin ana doğrultusunu gösterm iş ve daha sonraki yıllarda da, özellikle " Onuncu Y ı l Söylevi " nde bunu yinelemekten geri kalmamı ştır. Türk toplumunu çağdaş düzeye ulaştırma aynı zaman­ da bir çağ deği şikliği de demektir. Bu yüzdendi r ki başarı­ ya ulaşan Atatürk, " B iz büyük bir devrim yaptık. Memle­ keti bir çağdan a l ı p yen i bir çağa götürdük " diyebilmiştir. Ve yine olumlu sonuç ların al ınmasına dayanarak l 9 3 5 'te genel bir değerlendirme yapma o lanağını bulmuştur: " Uçurum kenarında yıkık bir ü lke . . . Türlü düşmanlar­ la kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içe­ ri de ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yen i devlet. . . Ve bunları başarmak için arasız devri mler. . . İ şte Türk Genel Devrimi ' nin bir kısa dey i m i . " Atatürk Devrimlerinin en bel i rgin özel l i k lerinden biri de, bunların belirli bir sıraya göre ve zamanı geldiğinde uy­ gulamaya konulmalarıdır. Bu genel dizge içeri s i nde D i l Devri m i , Harf Devri m i ' n in gerçekleştiri ldiği 1 928 yı l ı nda gündeme girmişt i . Yeni Türk Abece 's ini saptamak için oluş­ turulan kurul, daha çok " D i l Kurulu" adı altında çalı şma­ l arını sürdürmüştü. Ahmet Cevat da dile i lişkin yazı larını Muhtaç Olduğumuz Li san İ nkılab ı Hakkında Bir Kalem Tecrübesi adını koyduğu bir kitapta toplamıştı. l 9 3 0 ' a ge96


! indiğinde Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Taray, " Harf Devrimi 'yle, dilimizi içine çekip batıracak büyük bir he n ­ deği atladık. Şimdi sıra dilimizin bu devrimin gereklerini ka rşı lamasına kaldı " diyerek, zamanın g e ldiğini vurg u la ­ mıştı. Yeni bir atılımla sürdürülmesi gereken d i l çal ışma­ ları için yeni bir örgütlenme de zorunlu görüldüğ u nden Atatürk' ün isteğiyle 1 2 Temmuz l 932 'de Türk Dil Kuru­ mu kurulmuştu. 26 Eylül l 9 3 2 'de toplanan Birinci Türk Dili Kurulta­ yı 'oda amaç ve yöntem belirlenirken, dilde devrim yapılıp yapılamayacağı uzun ve oldukça sert tartışmalara yol aç­ mıştı. Başta Hüseyin Cahit Yalçın olmak üzere kimi üyeler dilde ancak "doğal bir evrim " in geçerli olabileceği görü­ şünü savunmuşlar, buna karşın birçok üye de Türkçe için devrimden başka bir yol olamayacağını dile getirmişlerdi. Bu arada konuşan Fuad Köprülü, Türkçe yönünden ve di­ lin zenginliği ile bağımsızlığı açısından son yüzyıllarda ile­ riye doğru bir gelişme değil de geriye doğru bir gelişme göz­ lendiğini dili düzeltmek için o güne değin yapılan çalışma­ ların güçsüz birer akım olmaktan öteye geçemediklerini belirterek evrimci görüşü savunanlara karşı çıkmış ve " Gö­ rünüşte bir bilim cilasına bürünen bu sav, bütün devrim ha­ reketlerine karşı her zaman kullanılan eski bir silahtır" de­ mişti . Konuşmasını sürdüren Köprülü, 26 Eylül tarihini " Ulusal Rönesansımızın başlangıcı " olarak nitelendirmiş ve başlayan Dil Devrimi ile Atatürk' ün " ulusuna armağan ettiği b�yük devrimler zinciri " ne yeni bir halka eklendiği­ ni vurgulamıştı.


Dilde devrim i lkesi benimsendiği içindir ki, ilk Kurul­ tay 'dan sonra yönetim kurulunun Atatürk 'ün başkanlığın­ da yaptığı toplantıda Dil Devrimi 'nin amacı bütün yönleri ile açık seçik saptanmış ve 1 7 Ekim l 932 'de bir bildiri ile açıklanmıştı : " 1 - Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anla­ tım aracı durumuna getirmek, Türkçeyi çağdaş uygarl ığımızın önümüze koyduğu tüm gereksinmeleri karşılayacak bir yetkinliğe erdirmek. 2- Bunun için, yazı dilinden Türkçeye yabancı kalmış öğeleri atmak, Halkçı bir yönetimin i stediği biçimde, halk ile aydın­ lar arasındaki nitelikçe ayrı iki dil varlığını ortadan kaldır­ mak,

Ana öğeleri Ö z Türkçe olan ulusal bir dil yaratmak. " 49 yıldır uygulanmakta olan bu i lkelere ve söz konu­ su metne eklenecek hiçbir sözcük bulunmadığı kuşkusuz­ dur. Atatürk devrimlerinin bir başka özelliği, bunların bir­ birleriyle ilgili, birbirlerini tamamlar, birbirleriyle uyumlu olmalarıdır. Kendisine yöneltilen " En büyük devriminiz hangisidir?" sorusuna yanıt veren Atatürk bunu şöyle be­ lirtiyor: " Benim yaptıklarım birbirine bağlı ve gerekli işlerdir. Bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan sorunuz ! " Bir bütünlük gösteren devrimler içerisinde Dil Devri­ mi' nin yerini de Birinci Kurultay 'da yine F. Köprülü şöyle dile getirmişti : 98


" 26 Eylül (Dil D evri mi), birbiriyle uyumlu ve büyük bir bütün oluşturan Türk Devrimi ' nin en doğal ve bel k i e n ça rp ı c ı sonucudu r. " Bu ni te l iği ile de Dil Devrimi , Türk top l u munun u lu ­ sal çehresinin d e ği şm e s i nde etken o l an ana öğelerden biri­ dir. 9 Mar t l 93 5 ' te bu değişikliği be l i rl ey e n Atatürk, Dil Devrimi 'nin oynadığ ı rolü de vurgulamıştı : "Bugüne değin kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal çehresini kesin çiz­ gileriyle ortaya ç ı karm ışt ı r." " Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, ar, bilimsel , mü­ zik ve teknik kurumlarıyla, kadını erkeği her hakta eşit ye­ ni Türk toplumu, bu son yılla rın oluşumudur. " Ö te y andan Dil Devrimi, tüm Atatürk devrimleri ne egemen olan ana ilkeleri yansıtması ve onları destekl e me ­ si yönünden de ayrı bir değer taşır. Türk Genel Devrimi 'nin vazgeçilemez ana öğelerinden olan Dil Devrimi, kendi için­ de de bir bütün olarak her şeyden önce devrimci bir atıl ım­ dır. Bunun yanı başında D i l Dev ri mi, "ulusçuluk" ilkesinin en b elirg i n bir uygulaması ol m u ş tur. Atatürk ' ün ulus ve ulusçuluk anlayışında Ö z Türkçe ulusal dil olarak ana kay­ naklardan biridir. Ayr ı c a O, T ürk ç e n in yabancı dillerin bo­ yunduruğundan kurtarılması gerektiği yolundaki buyruğu­ nu verirken, dil ile ulusal duygu arasında k i ilişkiye de dik­ kati çekmekten geri -kalmamıştır: "Ulusal duygu i le dil a ras ı ndaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal du yg unun gelişmesin­ de başlıca etkendir."

99


Bursa 'daki gericilik olayı üzerine 6 Şubat 1 93 3 'te bir demeç veren Atatürk, dilin ulusal benlik yönünden önemi­ ni bir kez daha vurgulayıp, " Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk ulusunun u.lusal dili ve ulusal benliği, bütün hayatın­ da egemen ve esas kalacaktır" diye gürlemi ştir. Bu neden­ . ledir ki, ulusal dili oluşturmayı amaçlayan Dil Devrimi ' ni herkesten çok, boyuna ulusçuluktan söz edenlerin destek­ lemesi gerekir! Konuşma dili yazı dili arasındaki ayrılığı, halk ile ay­ dınlar arasındaki uçurumu gidermeye yönelen Dil Devri­ mi " halkçılık" ilkesinin de bir gereği ve uygulanması idi. Bu girişim Z i ya Gökalp ' in özlediği "halka doğru" olma­ nın da ötesinde, halk içinde, halk ağızlarından yararlanıla­ rak gerçekleştirilmek istenen halkçı bir atılımdı. Dil Devrimi, Atatürk Devrimlerinin eksenini oluşturan " laiklik" ilkesinin yerleşip güçlenmesine de destek olmuş­ tur. Daha dilde devrime girişmeden, dinsel görevlerin ye­ rine getirilmesinde Türkçe kullanılmasına büyük önem ve­ ren Atatürk, 7 Şubat l 923 'te Balıkesir Paşa Camii ' nde min­ bere çıkarak "Hutbeler tümüyle Türkçe ve devrim gerek­ lerine uygun olmalıdır ve olacaktır" kararını açıklamış ve böylece halkın anladığı ilk Türkçe hutbe örneğini de ver­ mişti. Arkasından hilafetin kaldırılması ve medreselerin kapatılması ile okullardaki Arapça öğretime son verilmiş ve yarı kutsal bir dil sanılan Arapça bu üstünlüğünü yitire­ rek yerini Türkçeye bırakmıştı . 1 8 Temmuz 1 93 2 'den baş­ layarak da bütün Türkiye 'de ezanın Türkçe olarak okunma­ sı yurt ufuklarında anadilin yankılanmalarına yol açmıştı. 1 00


Ne yazık ki, 1 95 0 seçimlerinden sonra siyasal iktidar eza­ nı yine Arapçaya çevirerek laisizmin uygulanmasında bü­ yük bir ödün vermiş ve bunu düzeltmek olanağı da bulu­ namamı ştır. Dil Devrimi 'nin giderek güçlenmesine koşut olarak yazı dili ile halkın konuştuğu dil arasındaki büyük ayrı lı­ ğın azalması, ülkemizde demokrasinin yerleşmesine de yar­ dım etmiştir. Ulusal. egemenlik yalnızca halkın belirl i dö­ nemlerde oy vermekle kalmayıp, nasıl yöne ti l d i kle ri n i an­ lamalarına, kendileri için uygulanmakta olan yasaların, yar­ gı kararlarının dillerini anlamalarına sıkı sıkıya bağlı bir kavram olduğundan Türkiye 'de buna ancak Cumhuriyet döneminde ve Dil Devrimi ile yönelinebilinmiştir. Yoksa kurumumuzun ilk başkanı Samih Rıfat' ın da belirttiği gi­ bi, yönetilen halkın, yöneticilere yalnız derin bir güvenle bağlı olması ve içeriğini anlamadığı yasalara yalnızca bo­ yun eğmek zorunda olduğu bir güç gözüyle bakması de­ mokrasinin yerleşmesi için yeterli olamazdı . Öte yandan, dil ile düşünce arasındaki yakın ilişki dik­ kate alındığında, çağdaş uygarlık kavramlarına Türkçe kar­ şılıklar bulmak, çağdaş düşüncenin bilinçli olarak Türk dü­ şün hayatına aktarılmasına da yardım etmiştir. Bu yüzden­ dir ki Samih Rıfat, l 932'de şöyle konuşmuştu: " Uygar düşünce konusunun dil ile çok i lgili o lduğu nu kabul e tmek zorundayız . . . Şunu kesinlikle bilmeliyiz: Di­ limizin söz varlığı iÇinde Arapça terimlerden ve deyimler­ den bir kısmı, yabancı ve do n m uş kalıplar durumunda ya­ şamış bile olsaydı, salt bunların yaşayışımıza aşıladığı sko101


lastik anlamlardan d o l ay ı hepsini y e n i l e m e k . değ i ş t i rmek zorundayız.'' Bütün bunların dışında, Di l Devrimi ayn ı zamanda ulu­ sal kültür alanında girişilmiş b üyük bir a t ı l ı m ı si mg ele ­ mektedir. Ç ünkü Atatürk' ün

' tam

bağımsızlık' anlayışına

göre Kurtuluş Savaşı ve L a u s a n n e Antl aşması i le kazanı­ lan s iyasa l bağımsız l ığın , kültür ve ekonomi alanlarında da tamamlanması gerekmekteydi . Dil, ulusal kültürümüzün ana ö ğe l erinden biri olduğuna göre dilin özleşmesi bir ba­ k ı m a kültürde de öze dö nm e k ol a c akt ı . " Türki ye Cumhu­ ri y eti ' n in temeli kültürdür" di yen Atatürk, kültürü " Oku­ mak , anlama k , göre bi l m e k , gö reb i ld i ğ i nde n anlam çıkar­ mak, uyanık davranmak, d ü ş ünm e k , an l ağı eğitmektir" bi­ çiminde tanımlıyordu. Bu tanımda he rke s in kol aylıkl a ko­ nuşup anlaşabileceği, yaz a c ağı ve o kuy up anlayacağı ortak d i lde n, özleşen Türkçeden söz e d i l d i ğ i açıktır. 1 936 'da top­ lanan Üçüncü Türk Dili Kurultayı 'na sunulan çalışma ya­ zana ğında Dil Devrimi' nin bu yönü şu sa t ı rla rl a belirtilmiş­ ti:

Dil Devri m i ' n i n uy g u la ma da ki d i l e ğ i , yazı di­ limizle ko n uş ma dili arasındaki uçurumu ortadan kaldır­ mak, b öyle c e Cumhuriyet T ürk i yes i 'nde herkesin kolaylık­ la okuma yazma ö ğ ren m es in e , ok uduğun u anlamasına, dü­ " Türk

şündüğünü yazmasına meydan açmaktır."

Dil De v ri m i 'nin yanı başında, tüm sanat dallarında ya­ p ı l a n atılımlar ve geleneğe bağlı d eğerle r getirerek çağdaş düşünceye ağırlık kazandınlması, kültür yaşamında yeni bir değerlendirme ve ulusal öze dönmek anlamına geldiğinden , 1 02


Atatürk Devrimleri ay nı zamanda kültür alanında da bir devrim olarak nitelendirilmiştir. Bu nedenledir ki , Türki­ ye, İran ve Pakistan ' ın o lu şturduğ u Kültürel İ şbirl i ğ i (RCD) çerç eve s i nde l 967'de ülkemizde düzenlenen bir toplu ça­ l ı şmaya Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi adı verilmiş­ tir. Benzer adlarla kimi araştırmalar ve kitaplar yay ım l an ­ d ığı gib i son olarak Sayın Cevdet Perin ' in ç ıka rtt ı ğ ı kitap da Doğumunun Yüzüncü Y ı l ı n d a Atatürk Kültür Devrimi adını taşımaktadır. Son olarak Dil Devrimi ' nin kısa bir sürede sonuçları alınabilecek bir olay ol m ayıp devamlılık gösteren bir süreç olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu da dilin özelliğinden ve i ç e ri ğ i n de n kaynaklanmaktadır. Di l Devrimi ' nde diğer dev­ rimlerde olduğu g ib i amacı, ilkeleri, uygulama yöntemle­ rini beli rleyen bir yasa çıkarma o la nağ ı yoktur. Dil, o nu ko­ nuşanl arın, ya zanların ve o nu sevenlerin ortak k atkılarıy l a öz l eşip gel i şebi l eceği nden, kimi"kuralları ya da sözcükle­ ri buyuran ya da yasaklayan bir yasa, devrimi g erçe k l eş ti r­ mek, u l usal d i l i sağlamak bir ya na dursun, var olan i k i l iği sü rdü r m ekte n başka bir ya ra r sa ğlayamaya c ağı için Dil Devrimi 'ni öngören özel bir yasa d üze n l e n m em i şt i r Vt! yi­ ne dil çalışmalarının hükümetlere bağlı b i r re_s mi o rg üt ya da çok az üyenin çal ı ştığı bir dil a kade m i s i atacı �ığı i l e de­ ği 1 de özgürce tartışmalari n yap ı l ab ile c eğ i özel bir k uru l u ş çatısı altında yürütülmesi uygun görüldüğü i ç i n dernek l er düzeyinde bi r kurumun, Türk Dil Kurumu' nun kurulması yoluna gidi l mişti r Kurumun gerçek kurucusu ve ko ruy uc u başkanı olan ,

'

.

.

1 03


Atatürk, Türk Dil Kurumu 'nu salt uzmanlardan oluşan bir kuruluş olarak da düşünmemiştir. Gerçekten de, kabul edi­ len ilk tüzükle " kendisinde yasal nitelikler bulunan her Türk ' ün Türk Dil Kurumu'na üye olabileceği " kabul edil­ miştir. Yine bu düşünce iledir ki, Birinci Kurultay'dan ön­ ce yayımlanan bildiride, " Kadın erkek her Türk yurttaş . . . kendini Kurultay' a çağrılmış saymalıdır" denilmiştir. l 936 Kurultayı ' nda ise üyelik sınırları daha da genişletilerek ku­ rumun çalışma kollarına seçilenlerin kurum üyeliğini de al­ mış sayılacakları yolunda bir hüküm eklenirken, Başkan Saffet Arıkan, bu özelliği bir başka biçimde de vurgulamak gereğini duymuştur: "Türk Dil Kurumu, kimi bağnaz dilciler gibi yalnızca bir alana saplanıp kalmak, yalnız koyu Türkolog olmak dü­ şüncesinde değildir! " Atatürk ' ün saptadığı ve uyguladığı amaç ve ilkeler doğrultusunda çalışmalarını 49 yıldır sürdüren Türk Dil Kurumu üyeleri ve Türk Dil Devrimi 'nden yana olanlar için günümüzün en önde gelen sorunu, kuşkusuz ki bilimsel ve teknik ilerlemelere koşut olarak Türkçeye dolan terimlere ve sözcüklere karşılık bulmaktır. Geri dönülmesine artık olanak bulunmayan dil devrimimizin bu evrede de başarı­ ya ulaşacağına inanıyor ve doğumunun 1 00. yıldönümün­ de Atatürk' ün ağzından sesleniyoruz: "Türk ulusunu ve Türk dilini uygarlık tarihinin ve kül­ tür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış oldu­ ğunu bütün dünyaya göstereceğiz ! "

1 04





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.