İhsan Sabri Çağlayangil: Anılarım

Page 1



ANILARIM İ hsan Sabri Çağlayangil


YILMAZ YAYINLARI A. Ş. (Cumhuriyet Cad. 18/6 Elmadağ, İstanbul)

Birinci Baskı: Şubat, 1990 İkinci Baskı:Haziran, 1990 Üçüncü Baskı: Ağustos, 1990

Türkiye'de yayın hakları Yılmaz Yayınlan A.Ş.'ye ait olan bu kitap yayıncının yazılı izni olmaksızın, elektronik veya mekanik hiçbir surette çoğaltılamaz. Sadece eleştiri ve bilimsel çalışma anlacıyla kaynak gösterilerek aktar ılabilir.


Ihsan

Sabri Çağlayangil

ANILARIM


YILMAZ YAYINLARI ANI/B İ YOGRAFİ Dİ Zİ Sİ o Kapak resmi: ETEM ÇALIŞKAN

o Yayına hazırlayan: TANJU CILIZOÔLU

o ©Yayın Haklan (Copyright): Yılmaz Yayınlan A.Ş.

Teknik hazırlanması Yılmaz Yayınlan A.Ş. Tesisleri'nde, renk ayrımı Atlas Grafik A.Ş.'de yapılan bu kitap, Gözlem Matbaası'nd:ı basılmış ve ciltlcruniştir.


"KADER BİZİ UNA DECiİL ÜNE İTTİ"

Bizim kökenimiz Ka/k<ısyalı. Aile kendi topraklanm ekip bi­ çeıck geçiniyor. Sülalemize "HAMİT OGULLARI" derler. HA­ MİTA 'dan geliyor. HAM iTA k;ıbilemizin bir kolu. 93 l ıarbi diye amlan Osmanlı-Rus Sav:ışı'nd;ı, İmpanıtorluk, Ç;ırlık Rusyası 'na yenik düşünce, dedem Osman Efendi, oral;ırd;ı kimimiz ve neyimiz varsa derlemiş toplamış, İstanbul'a göçmüş. Başkcnt'lc akraba/anınız var. Aileyi Manyas'm Değinnerıboğazı köyüne iskan etmişler. Devlet ev ve toprak verm iş. Köyde MW ak rn ba lanmız yaşıyor. Osman Efendi'rıin oğullarından biıi be­ nim bab:ım. Mclımel Sabri Bey. O devirde İd;ıdi'yi bitiriyor. "Bol parn vcriyorhır" diye Reji İdaresi'nc yerleştiriyorlar. Reji'rıin o zam ;uı k i adı (Devlct-i Aliye-i Osmwıiye Müşterakilmcnfaa İnlıi­ san Dulıan İdaresi). Gel zam;ın git zaman Mehmet Sabri Bey, Reji müdürü olu­ yor. Annem Belkıs lıanunla evleniyorlar. Bugün ikisi de rnlımelli oldu. Ben, babamın Manisa Reji müdürü olduğu sıralarda doğmu­ şum. Padişah Abdülhamit zamanında İstanbul'da doğanları aske­ re almazlarmış. O vakitler askerlik şimdiki gibi değil. Giden

pek 7


geri gelmiyor. Gelse de yıllar sürüyor. Doğum yaklaşmca annem İstanbul'a gitmiş. Ben orada doğ­ muşum. Bugün seksen üç yaşındayım. Babamlcı beraber il il gezdik. Bingazi, Giresun, Bilecik, An­ t;ıly;ı, Afyonkarahisar, İstanbul... Bingazi'yi /Jallrlmmyorum. Yalnız aile albümümüzde, Bin­ gazi'de be11 iki yaşındayke11 çekilmiş, dedemin kucağında otur­ duğum bir fotoğraf var. Abani sanklı, nur yüzlü, sakallı bir ihti­ yar. Gözlerimi geri çevirdiğim zaman ilk anımsadığım olay, Gi­ resun'da kaymakamın çocuklarıyla oy11arkcn balıçedcki havuza düşüp kafa mm yanldığıdır. Her çocuk doğduğu zaman ağlar :ıma /Jatırlayamaz. Benim ilk anımsadığım şey, yaşlı gözlerle yaşamı­ ma başlamaktır. İlköğrenimimi Bilecik'te yaptun. Sonralan Saint-Joseph Ko­ leji'nde yabancı dil öğrendim. İstanbul Erkek Lisesi 'nde okudum. Onuncu sınıfta Arapça Jıocasmın koltuğuna konulan iğne yiizün·

8


den bütün smıfkovulduk. Olay, (iğne lıadisesi) diye meşlıur oldu. Yapanı bulamadılar. İki buçuk ay sonra öğrenimimizi İstanbul vi­ layeti dışmdaki okullarda tamamlamak üzere bizi affettiler. Ben Ankara Erkek Liscsi'ne gittim. Şimdi orası Atatürk Lisesi oldu . Sonra İst;mbul Ü11iversitesi Hukuk Faküllcsi'ııc girdim. Bili­ ri11ce avukat olm;ıyı düşünüyordum. Kader bizi "Una değil ü11e it­ ti. " Emniyet Genci Müdürlüğü'nde görev aldım. Orada Şube mü­ dürlüğü, Daire reisliği, Genel müdür yardımcılığı yapımı. Malat­ y;ı Emniyet müdürlüğü'ndc ç;ılıştım. K:ıymakamlıklarda bulun­ dum. Yozgat, Antalya, Çanakkale, Sivas, Bursa v<ılisi oldum. Yassıada'ya götürüldüm. Suçsuz görüldüftümdcn takibata uğra­ madan serbest blfakıldım. Hem lıiçbir suçun yok dediler, lıem de dalıa on bir yıl çalışmama yasa m;uıi olmuyorken, sicilim iyi ve takdirnamelerle doluyken zorla emekliye ayırdılar. 1961 yılında

Bursa 'dan senatör seçilerek parlamentoya girdim. 12 Eylül'e ka­ dar da aralıksız seçildim. Partimin grup başkanlığında, Senato Dışişleri Komisyonu Başk;mlığı'nda bulundum. Çalışma, Dışiş­ leri Bakanlığı yaptım. Dışişleri Bakanlığı'na üç kez atandım.

9


Ra/mıeıli Tevfik Rüştü Aras'tan sonra en uwn süre Dışişleri'nde bulım:ın tek b:ıkan olcırak taııı ndım. Senato Başk;ıııı seçildim.

Rahmetli Korutiirk'ün Cumhurbaşkanlığı süresi 6 Nisan

1980'dc son buldu. Amıyasa geregince Cumlıurb:ışk:ıııı Vekili ol­ dum. Asi/im yoktu. Parlamento, başkan seçemedi. Allı :ıya yakm

süre vekalette k:ıldım. Uzun süren Dışişleri Bakaıılıgı döneminde, dünyada etkisi

01<111 yabancı devlet adamlanyl:ı buluştum. Bazılarıyla dost ol­

dum. İlgim Jı:11:1 sürüyor. Kendileriyle başbaşa önemli konuşma­

lar y:ıptım.

81111/:ın mcz;ırn götümıeye kendimde lıak bııl:ınrndım. Amla­

nmı yazmay:ı karnr vemıemin ncdeni böyle düşünmemdir. Kimileri kendini övmek ya d:ı savunmak için am yazıyor. Be­ nim öyle bir niyetim yok. Sadece araştınnacılara yardımım do­ kıııısun istiyorum.

Y:wlıınm, göçtükten sonra yayuılaıım;ık için yaxılmıştı. Sa­

ym Cılıxoğlu, "Asıl six y:ışarken çıksın ki, eleştiri yapmak iste�

yenler varsa söylesinler. Tartışma açılsm," dedi. Doğru buldum. Y:ışlıyım, yıınıl;ıbilirim. Tartışmalarda gerçek elbette ki meyda­

na çıkac:ıktır. O maksatla anılanmı yayınlıyorum.

İhsan Sabri ÇaElayangil

10


Yayma Hazırlarken..

Üç padiş:.ılı gönnüş, A la liirk'le Celııl Bayar'J:.ı, Mcnderes'le,

Dcmire/'Je, İsmel Paşa ile Evrerı'le yaşamış bu :.ınıl:.ır ... On beş yıl Emniycl Genel Müdürlüğü'nün hıbircntlerinde do-

1:.ışmış, 011 beş yıl v:.ılilik yap mış bu :.mılar; on yıl Dışişlcri Bakan­

- lığı ...

V:.ılilikten lı:.ıpislı:.ıneye, l ı:.ıpisl ı:.ıııe derı sen:.ılörliiğe tımı:.111-

mış, allı ay Cumlııır/J:.ışk:.uılığı konutunda olurm uş /Ju mııl:.ır. .. Otuz üç yıldı r amokuyorum. Arıı dinliyorum. Am y:.ı zıyonı m. Ç<1ğfaymıgi/'in ;ırıı/:.ırı kad:.ır renkli, yoğun ve zenginine rcısl­

Jıım:.ıdım. Bir y:.ız<ırol:ırnk, birokurolarak. af lım çiziyorum; /Jiilüıı

dünyadan esen /Jir rüzgar Ça ğlayangil...

B ir yaşam biçiminin bülün renkl erinde, renklerin biilün lorı ­

larında yaşamış bu arıı/ar. . .

Ça!Jlayaı ıgil, anıfannı Jıcp yazmayı tasarlayarak bir aflmış yıl

taşımış belleğinde. Düşünmüş, ölçmüş, biçmiş, neyin ne kadarı aktanlacak, neyin ne kadarı kendisinde kalacak, diplomasinin

bütün özellik ve incelikleriyle tarta tarta almış kalemi eline...

Çağlayangil 83 y;ışmd:.ı. Henüz ununu eleyip eleğini :.ısma­

mış. Yaşarken yazıyor amlanrıı. Yaşamm içinde , polilik;111ın üst

yapısmda oturu yorke n. . . 83'üne vannış bir delikanlı edasıyla ve

11


bir delikanlı heyecanı ile neyi nerede ne kadar yaşıyorsa... Yaşadıklanmzın birinci tanık/an ölmüş olacak ve siz daha hala politikanın göbek taşında oturacaksınız ve am yazacaksınız. Amlanmzda tüm gerçekleri aktanrken kimseyi kırmadan ve tari­ he sonımluluk duyarak üstelik. Bunu yapabilmek, bunun altın­ dan kalkabilmek için Çaftlayangil olmak gerek. Ça glayangil amlan üstünde titizlikle çalışıyor. Bir bakıma bu çalışma, onun yaşamla bagı. Yaşamla Jıcsaplaşması. Yaşama dikleş mesi. Paylaşması. Dünyaya armaganı. Çagljyangil bir gözlem, bir sent ez adamı. Amlannda alabildiJ!inc tarafsız. Yo­ nımsuz demiyornm, taraf.çız...

Çağlaya11gil amlarım ;mlcıtirken, lıiçbir şeyi kıı çırm adan ve beni bilgi/endimıek adma en ince aymılıl:ınyla anlalll. Bunfamı ne kadan yazıfab ilir o su11n da kendisi çi zdi. ,

Bir giin çali ş i rken bana şöyle dedi: "Sen gazetecisin sana sansasyon lazım. Bana memleket." ,

Çağlay:111gil bütün yaşantısında bir yurtseve rlik anla yışından süzmüş kararlanm, tepkilerini, davranışlanm. Hiç şovenizme kaçmadmı ve evreme/ bir boyutla ülkesini severek... Çaj!lay:111gil düşüncelerinden, söyleye cek leri11den hiç ödün

vennemiş. A ma söyley ecek/erini n, karşısındakini incitmemesi­ ni lıcp kolfayarnk. Çaj!layangi/'in ıınılanna birçok yayın yönet­ meni, birçok g:ızcte nmır/I, karnrlı ve cömertlikle yaklaşmış, anı­

hın g;ızelesi11e t:ışımaya çalişmış. Çağlayangi/'e verdiji! m güven, g:ızetecilik yaşamı mm vitrininde taşıyacağım bir ödüldür. Çağfaycuıgil lıer şeyi aıılat;ıcak, ;ınw siz ancak onun istediği kadarım yazacaksınız. Bu a nlaşma aramızda konuşulmaksızm ,

sağlaııdığı için, bütün basımn peşinde koştugu bu anılan okuru­ na, aklannak onuru bana tevcilı edildi... Bu ;uıılan kronolojik bir sırayla kaleme almadım. Her olayı kendi bütünü içinde toparlamaya çaliştım.

Amlarm dünden bugüne, bugünden yanna Türkiye'nin tarilı

perspektifine katkısı olacağma inanarak..

.

Tanju Cılı zogıu 12


BİRİNCİ BÖLÜM

Çağlayangil'in Özal'la ilgili zengin anılan ve gözlemle­ ri var. Özal'ı çok eski yıllardan, ailecek tanıyor. Ö zal'lar Dünya Bankası'nda iken Amerika'da birlikte oldukları gün­ ler var. Semra hanımın Çağlayangil'e eliyle hazırladığı Türk yemekleri ve sofr.ılar var. Ne var ki Çağlayangil son yerel seçimlerden sonra Özal'la ilgili anılarını yazmayı da, aktarmayı da durdurdu. Bana bu konudaki ısrarlarıma karşı şunu söyledi: "Sayın Özal şu anda çok zor durumda. Şen bu kadar zor du­ rumda olan bir insanla ilgili olarak konuşmam. Bu bana uygun düşmez. Anılan mı yazarken eğer bu zor süreç değişmezse, hiç de­ ğinmeyeceğim." Kendisine "Peki bunca zengin anılan Özal'sız mı yazacağız?" dedim. Durdu, düşündü. "Yaz" dedi bana. . . " Beni B üyük Millet Meclisi'ne çağırdılar. Senato ve Büyük Millet Meclisi başkanlarına plaket verecekler. Plaketler verildi. Kokteylde Dışişleri B akanı Mesut Yılmaz'la ko­ nuşuyoruz. Sayın Yılmaz bana sordular: -Dışişleri'ni nasıl buluyorsunuz? 13


- Dışişleri çok brüzcl gidiyor. Sizin de Dışişle ri'nin yetkil ileri­ ne önem ve değer vennenizi çok yerinde buluyorum. Beğeniyo­ rum, takdirle karşıl ıyorum. Tek talihsizliğiniz olarak Sayın Özal'ın B aşbakan'ı olduğu bir hükümette görev yapmanızı göste­ rebil irim." Bu konuşmalar olurken Sayın Özal arkamızdayr1'ış. -Adımı duydum , beni mi çekiştiriyorsun? diyerek araya girdi. Ben cevap venneyc fırs;,ı.t bulamadan Mesut Yılmaz söz aldı : -Dı şişleri'ni nasıl bulduklannı sordum. Olumlu cevap verdi­ ler. Yegane lalihiniz de Sayın Özal gibi bi r B aşbakan'ın yanında çalışmaktır buyurdular, dedi. Ben müdahale ettim ve Sayın Özal'la aramızda şu konuşma geçli: -Zaualiniz hakkında bu sözleri sarfetmeycccğimi en iyi bi­ lenlerden bi ri sizsiniz. Özal zeki bir gülümseme ile bana şu cevabı verdi: -O halde Dışişleri Bakanımı iyi seçmişim. Bana sizin söyle­ diklerinizin lam lersini naklelti. . . Çaglayangil'in Özal'la ilgili eski bir değerlcndinnesi d e şöy­ le: " B i ıinci sınıf i kinci adam . Franklı bi r Erbakan. " B u değerlendi rmesi Özal'ın kulağına d a gilm iş. "Sayın Çağla­ yangi l niçin böyle yapıyor?" diye haber yollamış. . . E,vet, Çağlayang i l , bürokrat günlerinden bugüne tanı­ yor Ozal ai lesini . Uslelik aşağıdan yukarı, yoksulluktan zenginliğe tırmanışlarının bütün aşama ve öykülerini bil e­ rek ... Çağlayangil, Özal konusunu burada kesti .

" Doğru İse Doğru Yazalım" Çağlayangil'le anıları üstüne yapuğımız ilk görüşme şu konuşma ile başladı :

14


-Dünyada söylenmeyecek şey yokLur. Yatağa frakla giri lmez, baloya pijamayla gidilmez. Eger gazeLeci yaklaşımından yola çı­ karsak;doğru mu bu? Doğru. Dogruysa yazalım'a van nz. Ben sal t doğrulardan yola çı kmam . Çıkamam. Bir şeyin doğ-

Çağlayaııgil Hursa valiliği diin..:mınde

1:1


ru olması, söylenmesi için yeterli sebep değildir. Her doğru iyilik getim1ez. Bakınız, mecellede bir söz vardır: "Bir şeyden maksat neyse hüküm ona göredir." Ben niye yazıyorum anılarımı? Dün­ yayı idare edenlerle yaptığım, yalnız benim bildiğim konuşmalar var. Bu konuşmalar, bu kişileri tetkik edenlere yardımcı, yol gös­ terici olacaktır. Bir de tarihsel süreçleri öğrenmek isteyenlere dö­ küman sağlamak gereklidir. Bunun dışında anlatılanlar, anlatıl­ mak istenenler bu amacın dışında kalırlar. Doğru da olsalar, tica­ ridir. Ben bu anılan yazarken ticari olmasını düşünerek yola çıkmadım."

Çağlayangil'le bu ilkelerde anlaştık... Yazının girişinde de değindiğim gibi, Çağlayangil ala­ bildiğine yoğun yaşamış. Önde yaşamış. Emniyet Genel Müdürlüğü'nde, daha bürokrasinin ilk kademelerinde iken başlamış bu yoğunluk, valilik yıllarında sünnüş, politika­ da sünnüş, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı vekil­ liğinde da doruğa çıkmış. Bana sorarsanız, Çağlayangil'in yaşamındaki en boyut­ lu olay Yassıada. Yassı ada bir kader olmuş kendisine. Bir çeşit gadrin lüt­ fu . Politikaya açık olan Çağlayangil'e Yassıada oldukça yumuşak ve görkemli bir ini� saglamış... 27 Mayıs, "Geliyorum" diyen bir ihtilal. Haber vere ve­ re Türkiye bir ihtilali yaşamış. Dönemin siyasal iktidarı, bu bağıra bağıra gelen ihtilali durduramamış, kavrayamamış ve kabullenememiş. Çağlayangil 27 Mayıs öncesi Bursa Valisi. Çağlayangil'in valiliği CHP iktidarında 1 949 yılın­ da başlamış, 27 Mayıs'tan sonra gelen bayramın arifesine kadar sürmüş. Çağlayangil, iktidarın güı;lü bir el bebek, gülbcbck vali­ si. Eskilerin deyimiyk, "dirayetli vali." ÖncelikJe Cum­ hurbaşkanı ve dönemin siyasal lideri Celal Bayar'ın mem­ leketinin valisi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, "tevcih" et­ miş bu görevi kendisine ... ihtilal, Demokrat Parti'nin tüm ..

16


mi lletvekillerini ve dönemin siyasi sorumlularını Yassıa­

d:ı\ :ı µötüıiirken, Çağlayangil'i de i hmal etmemiş. 27 Ma­ ı ı"

nm:esini ve sonrasını Çağlayangil şöyle aktarıyor:

İmzasız Mektup: " İ htilal Geliyor.. "

-27 Mayıs öncesi günlerde bir şeyler olacağına dair rivayetler ortalıh:.ta bolca dolaşıyordu. l lareketten günlerce evvel bir mektup aldım . Mektup, "Anka­ ra' darı yazıyoru m , kocam astsubay. Ben sapına kadar demokra­ tım . Kocama bir şey söyleyemiyorum. Askerler 26-27 Mayıs ge­ cesi hır lıareket yapacaklar. Hüviyetimi veremiyorum. Korkuyo­ rum. Siz icabına bakarsınız" diyordu. · Mektubu alınca Başbakan· , tclcronla aradı m . Özel Kalem Müdürü, "Gelmedi " dedi. İçi şleri Ba kanı'nı aradım. Nam ık Ge­ dik'i buldum. Mektubu okudum. Güldü: -Sana da mı yazm ışlar, dedi. Ekledi: B ugünlerde bu tür ihbar­ ları sıkça alıyoruz. (ınemsemedi . Düşündüm, böyle bir harekat olması ihtimaline karşı tedbirli bulunu lması gerektiğine karar verd i m . Bursa Emniyet Müdürü, sonr:ıd.111 CHP senatörü olan Şebi b Karamol la'ydı. Kendisini ça­ ğırdıııı Tarım Müdürlüğü, Özel idare, Nafia, Sağlık, tüm özel araçların sayısını tespit ellik . 72 taneydi . Araçların servisleri bi t­ tikten sonra Emniyet Müdürlüğü'nün göstereceği bir yere park yapnı:ıLırını ve plaka numaralan i le arabalarını teslim etmeleri­ nin taliııı.ıı ını verd i m . Şehri bölgelere ayırdım. Nöbetçi f ı rıncı koydum. Gerek li ön­ lem"'' tedbirle � aldım. Ben bi r şeyler olacağına inanıyordum. Bu arad�ı Hursa'ya içişleri Müsteşarı Recai geldi. "i'.ı, \CL'idin" dedi m . " İzin aldıın . Ben M ülkiyeliyi m . Mülkiye'ye kurşun sıktılar. Bunı :ırl a çalışamam. İ sti faya karar verdim" dedi. Bıı h.ı ıııuşm adan sonra ben de düşündüm ve kafamda olayların dökümüııu yaptım . Adnan Beye telefon ettim. A ramızda şu ko,·

17


nuşma geçti : - İstifa edeceğim. -Niçin? Kaynak göstenneksizin Recai beyin söylediklerini aktardım. Gazeteler haberleri sıkıyönetim nedeniyle yazamıyordu. Recai beyden öğrendiklerimle değerlendinnemi yapmıştım. Menderes benim i stifa edeceğim sözüme ve gcrekçcme şu yorumu taşıdı : -Seni değil, beni istifaya zorluyorlar. Ama gürültüye pabuç bırakacak değil im. Sana anlaltlanlar basit bir zabıta vakasıdır. Ben kendilerine şu cevapla mukabele eni m . -5442 numaralı kanuna göre valiler devleti n iç politikasının temsilcisidirler. Ben üniversitel ilere silah çeken bir hükümetin i ç politikasıyla beraber değilim. İnanmadığım b i r politikayı nasıl temsil edebil i rim ki? -Bu gemiye berabe r bindik. Cibali Karakolu'na komiser yap­ san sesim i çıkannam, güle güle giderim dedinizdi. Ne çabuk dön­ dünüz? Ye ekledi. "Batan gemiden ilK önce fareler kaçar. Gemi­ nin su aldığını hissettiniz galiba." Menderes'in bu yorumuna da cevabım şu oldu : -Ben sansasyona] bir şekilde basın toplantılarıyla istifa etme­ yeceğim ki . . . Kabul ünü rica ederim. Bu i steğime rahmetli Menderes'in cevabı şu oldu: -Yakında Manisa'ya gideceğim. Orada fabrika açılacak. Ora­ ya sen de gel . . . Konuşalım. Tarih yakındı. G i ttim. Çok kalabalı k v ardı. Fabrikanın ye­ mekhanesinde yemek yenecekti. Beni kenara çekti. -Komplo karşısındayım . Beş-altı vilayette hareket var. Aji­ tasyon var. Büyük kitle ve mi llet bizimle beraber. Bunu aşacağız. Ama i stifada kararl ı i sen ona kar ışmam , dedi. Kararlı olduğumu söyledim. O zaman bana dedi k i : -Eskişehir'c gideceğim. Oradan İzn i k v e Mekece yolundan Bursa'ya geleceğim. Hudutta beni münasip bir yerde karşılarsın. M i lletin bizimle beraber olduğunu kanı tlayacak bir kalabalık islerim. Bu henga­ mede istifanız doğru o lmaz. Bu meseleyi Bursa ziyareti sırasında görüşelim . . . 18


Kabul ettim. Döndüm. İznik'e gittim. Kaymakamı da yanıma aldım. Hudutta uygun bir yer buldum . Karşılama törenini orada yapmayı kararlaşurdım. B ir kroki yaparak Kaymakama gerekli önlemleri almasını söyledim.

Menderes : " Maalesef Evet " 26 Mayıs'ı 27 Mayıs'a baglayan gece sabaha karşı çalan tele­ fonla uyandım. Saat 04.00-05.00 arasıyd ı . O devirde otomatik te­ lclön yoktu. Santraldaki kızlar, sizi !i lan yerden ya da falan zat anyor diyerek arayanı bağlardı. Öyle olmadı. Telefonda birden Adn�n Beyin sesiyle karşılaştı m : -Hısan Bey, Bursa'da neler oluyor'! -Hiçbir şey yok beyefendi. Sizin lelcl"onunuzla uyandım. Neredesiniz? dedim. Eskişehir'de olduk lannı, gündüz halka önemli bir konuşma yapLıklannı bi liyordum . -Eskişchir'de şeker fabrikasındayım . Buralarda hareket var, ded i . -Askeri mi? diye sordum. -Maalesef evet, dedi ve sord u : Bursa'da ne gibi askeri birlik ler var? -Bir topçu alayı. Başında alay kumandanı albay var. lşıklar Askeri Lisesi. Lisenin de müdürü. H angisinin kıdemi ya da rütbesi büyükse o garnizon kumandanı oluyor. -Ben İzmit Valisi Alaaddin Eriş'i arıyorum , bulamıyorum. Çı­ karamıyorum. Orada Hayati Paşa var. Sen ara bul da, o beni ara­ sın. -Eğer gizlenmek söz konusu ise Bursa'ya gelin, sizi U ludağ'ın köylerine götürürüm. Orada kimse bulamaz. Sonra da görüşürüz, dedim. Menderes buna cevaben. -Bak Hasan geliyor, telefonu ona veriyorum, dedi ve telefonu Hasan Polatkan'a verdi. O, Adnan Bey gibi soğukk anlı degildi. Telaşlı telaşlı: 19


196 l 'd.: AP'dcn Bursa scnaıürü sı.:ı,:ilıliği qracla


- B ittik, mahvolduk, ihtilal var, dedi ve oralara da sirayet etti mi? diye sordu. Hasan Beyi tescili ettim. Telefonu kapadıktan sonra Emniyet Müdürü'nü uyandırdım. " Bi rlikle hazırladığımız alann emrini tatbik el. Daireye gel orada buluşal ım," dedim. - B i r şey m i var? diye sordu. -Olabilir, dedim. Tıraş olmak için banyoya gitti m . Hazırlanmaya başladım . Bu sırada telefon çaldı. Emniyet Müdürü: -Radyoyu açar mısınız. dedi. Açtım. Türkeş'in sesi, "NA­ TO'ya, CENTO'ya sadıkız. Si lahlı Kuvvetler idareye el koymuş­ tur" diyordu. Şoförü çağırdım, vilayete gitti m. Jandam1a Kumandanı ve Emniyet Müdürü gelmişlerd i . Em­ niyet Müdürü : " Alay kumandanı gelmiyor" dedi. " B i risi iki kadeh atmıştır. Radyoya çıkmışur. Benim asılmaya niyetim yok" diyor­ m uş. Ben albaya t�lcfon ederek işin düşündüğü gibi olmadığını, ciddi olduğunu gelmesi gerekliğini bildirdim ve rica euim . Sokağa çıkma yasağı konulmuştu. Fırınların nonnal ekmek çıkarınasını sağladım. Albay geldi. " Ben bu işten anlamam. Siz yerinizde oturun im­ za lazımsa ben atanm," dedi . Ü ç-dört gün daha böylece çalıştım . B u rsa'da altı yıl valilik yapm ışım. Raporları m , yazılı kağıtlarım var. Onlan inceledim. Lüzumsuzları imha etmek üzere Özel Kalem Müdürü'ne verdim. Onlan yakmışlar. Bursa'da açıkgöz münafıklar, vali belgeleri ortadan kaldırı­ yor, yorumuyla ihbarda bulunuyorlar. B i r akşam vilayeuen çıkıp Çelikpalas'a giderken bir asker dostuma rastladım. " Yarın sizi alacaklar," dedi. Renk venncdim. Çelikpalas'a giuim . Evde de bir şey söylemedim. Yattık. Sabahleyin bir subay, üç-dört de assubay geldiler. Be­ ni Işıldar Lisesi'ne götürecckJerini söylediler. Nazik değillerdi. Acele etmelerine rağmen tıraş oldum. Jcepe 21


bindim. Işıklar Lisesi'ne geldim. Gidiş o gidiş . . . Işıklar Lisesi'nin kumandanı İsmet Tağmaç beydi . Sonradan Belediye Başkanı ve milletvekili oldu. Bana çok saygılı davrandı , evimle telefonla görüştürdü. B i r uçağın gelip rahmetli Bursa M illetve kil i SaadeLLin Kar a­ cabey'Je beni alıp götüreceklerini söylediler. Işıklar Askeri Lisesi'nde i k i gece kaldı m . Sonra uçak geldi. SaadeLLin Beyi İ stanbul'da bırakuk. Beni oradan Ankara' ya götürdüler. Uçak aske ri ydi. Pilollar ve bir teğ­ men hanım bize çok iyi davrandılar. B ana " Size herhalde bi r gö­ rev verecekler, yoksü İstanbul'da bırakı rlardı," dediler. Ben " N için gözaltına alındığımı bilmiyorum," dedim. Uçak, Etimesgu t'a ind i . Beni eşyalanmla birlikte bir odaya aldılar. Orada Celal Ba­ yar'ı Bursa'ya getirip götüren bir pilota rastladım. Beni bekler görünce bir tuhaf oldu. Selamladı . Derhal dışarı çıktı. Koridorda bi r albaya bağ ı rdı : " B i z bu hareketi İhsan Sabri Bey gibi kişi leri tutuklamak için mi yaptık? Yazıklar olsun size" dedi. Beni savunmasına değil, bi r binbaşının bir albaya böyle çıkış­ masına hayret enim. Sonradan bir jeep geldi . Bir hava albayı nezaketle buyur elli. Jcepe bindik. Yolda Yenice sigarası i k ram elli. "O beni öksünü­ yor, müsaade ederseniz kendi sigaramdan içeyi m" dedim. Başka­ ca birşey de konuşmadık. Şimdiki Meclis'te Senato Başkanı olarak oturduğum odanın altı nd a sonradan senato memurlar yemekhanesi yapuğımız yerde bir i n i bat bürosu kurulmuş. Albay oraya gi rdi. Bir müddet sonra çıku. Bana "Si zi isti yorlar" dedi . Beraberce gittik. B i r yüzbaşı " Meşhur Bursa valisi sen misin" dedi. -Ben Bursa Val isiyim, ama şöh retimin nereden geldiğini bil­ miyorum, dedim. B an a cevaben: " Fazla söylenme, senin de kulaklann düşer," dedi. Kendisinin yüzbaşı beni getiren zatın da albay olduğunu unu22


tarak. "Götürün, tanımak için çağırdım," dedi. A lba y, oradan aldığını tahmin ettiğim bir kağıtla beni Harp Okulu'na getirdi. JcepLe beklememi tembih ederek içeri girdi. B i r süre sonra ge l d i çıkalım dedi. ,

Soğuk Savaş İ lan Ettiler Harp Okulu'na geldik, bir odaya girdik. B i r yarbay nezaketle eşyalarımı arayacağını söyledi. Aradılar. Jiletli tıraş takımımı ve Lımak kesmek için makasımı alıkoydular. Neyle tıraş olacağımı sordum. " Berber var. isterseniz elektrikli m akine de getirtebilir­ sini z," dediler. Bu işlemlerden sonra yukarı çıkardılar. Bu kez bi r binbaşıya Lesi im edildim. Binbaşı da eşyalarımla birlikte bir oda­ ya götürdü. Odada boş bir yatak vardı. B inbaşı " Burada yatacaksı­ n ız," dedi. Sonradan öğrendim, Namı k Gedik'in i ntihar ettiği od a­ ya geLirilm işinı . Oda arkadaşlarımdan Scbati Ataman'ı hatırlıyo­ rum . Bütün kabine üyeleri Harp Okulu'ndaydı. Adnan Bey v e B a­ yar özel odalarda tecrit edilmiş haldeydi. Etem Menderes, Lütli Kı rdar, Samet Ağaoğlu, H ayrettin Erkmen, Nedim Ökmen ve ba­ zı bü rokratl ar geniş salonda geziniyorlardı. Arkadaşlarla buluş­ tuk. Orada Haziran ayının ikinci haftasına kadar kaldık. Günleri­ m iz olaylı geçli. Lütfi Kırdar Bey evine mektu p yazıyordu. Etem Menderes bir köşede ve özel bir yerde oturuyordu. Biz volta atıyorduk. Ben ad taktım H ayat ı Vol taiy e diye. Genellikle Hayrettin Erkmen, Samet Ağaoğlu ile beraber volta a lıyordu k . B i rbirimizi de Lalin selam ı i le selam lı yorduk. "SalveEsclave""EyEsir SanaSelam Olsun." Harp Okulu'nda sıkıntılı günler geçirdik. Öğrenciler bize soğuk savaş ilan etmişlerdi. B ir olayı aktara­ yım. B i r gece yatağımda oturmuş kitabım ı okuyo rum . H a rp Oku­ lu öğrencileri d e el lerinde silah, ba şı m ızd a nöbet tutuyorlar ve aralarında konuşuyorlar: -Bu gece bunl arı saat kaçta öldüreceğiz? "

-

"


D iğeri cevap veriyor: -Saat 03.CXl'de. Kitabımı okumaya devam ediyorum. Öğrenciler gözleriyle de beni süzüyorlar. Genç genç ç ocu k lar. Ben hiç oralı değilim. B u kez iç lerind en birisi dayanamayıp bana so ru yor : -Konuştuklanmı duymadınız m ı ? - Duydum. -Peki , hiç telaş etmiyorsunuz? - Ne y apab il i ri m ? Öldürecekseniz, öldürürsünüz!

-

Kurşun Yağmuru Onat ıkla çeşitli rivayetler dolaşıyordu. Bir gün, Harp Okulu t a lebele ri n i n hapishaneyi basarak bizi öl­ dürecek lcri haberi yayıldı. B i r süre sonra rivayetler gerçekleşti . Gürüllü koplu. Hakiki mermi atı şla n başlad ı . Bizim kaldığımız bölümün caml a n nda n kurşunlar yağıyordu. Görevli bir subay bi­ ze " Yere yatın" komutu verdi. Biz yine her zamanki gibi, Erkmen ve Ağ ao ğlu ile volta at ıyorduk hareket başladığında. M ozay i k be­ ton zem ine yau ık Ağaoğlu fısılu halinde: -Ne düşündüm İ hsan, biliyo r musun? dedi. -Ne d üşündün'? -Elimizde ol sayd ı şi md i birer fare olurduk ve kaça r s ak lanı r dık. Güldüm. Ateş bir süre devam etti. Etrafımıza mermi kov anla­ n düştü. Sonra kesildi. Rivayetlere ba k ı lı rsa Harp Okul u öğrenci­ lerini teskin etmişler. Bir başka rivayete göre de halk bizi kurtar­ maya gel iyormuş. Öğrenci leri n ateşi o yüzden kes i lm iş. Tecri t ed il d i ğ imi z için işin aslı nı merak etmedim. Harp Okulu'nda on gün kadar kaldık. Sonra Yassıada'ya nak­ ledildik. Bulunduğumuz yerdeki yöneticilere, bir yerden bir yere nakledili rken nereye götürüleceğimiz konusunda hiçbir bilgi ve­ rilm iyordu. Y a d a bulunduğumuz yerin yöneticileri biz e bilgi venn em eyi yeğli yorl ard ı . .

-

24


Sevk Haşlıyor Harp Okulu'nda toplanan tutuklular ki , içlerinde Celal Bayar, Menderes, kabine üyeleri , milletvekilleri vardı. Bir gece bizi uyutmadı lar. Sevk vardı. Sonra da otobüslere bindirerek yola çı­ karttılar. Beni , Burhanettin Onat'ı, Sebati Ataman'ı ve iki milletvekili­ ni Etimesgut'ta uçağa bindirdiler. Başımızda korku içinde bekle­ yen stenli bi r binbaşı vardı. Bir direniş yapacağımızdan ve uçağı teslim al acağımızdan korkuyordu. Her halinden buna ciddi ciddi ihtimal verdiği bell iydi . Bize uçağın bi r saat beş dakikalık yakıtı olduğunu söyledi önce. Sonra kıpırdamamamızı istedi. Çok kü­ çük ve gerekli hareketlerimizden bi le tedi rgin oluyordu. Burha­ ncnin Onat, subaya "Ne oluyor, sinem acılık mı oynuyoruz?" diye çıkıştı . Uçak, Yeşilköy Askeri Havaalanı'na indi. Bizi oradan oto­ büslerle Ycşilyun'ta iskeleye götürdüler. B i r şehir hattı vapuru bekliyordu. Biz otobüslerdan inince, çevremizi içkili olduklan davranışlan ndan belli olan assubaylar sardılar. Uçaktan inenleri " büyükbaş", "küçükbaş" diye ayırıyorlar ve bunlar bu tasnife göre az veya çok dövülüyorlardı. Ben inerken " Her kuşun eti yenmez" diye bağı n ldığını ve bu sözün beni dayaktan kurtardığını hatırlı­ yorum. Haua aralanndan bi rkaçı da sırtımı sıvazlıyordu. Vapura bindi ri ldik ve bir süre sonra vapur hareket etti. Va­ purda bulunan bir sağlık ekibi, dayak yiyenlerin yaralannı san­ yordu.

25


İKİ NC İ B ÖLÜ M

Yassıada'ya geldik. B izden önce eşyalarımız Yassı ada' ya, va­ pur iskelesine geti rilmiş ve dizi lm işti . B izi Ada'da Tank Güryay ka rşıladı. Sert. Biraz da sen görünmeyi ka fasına koym uş. Se rtliği bir çeşit oyun. Ne var k i , Güryay bu oyunu sevmiş olacak ki Ada'da benim kaldığım süre hiç bırakmayı düşünmedi ve giderek de sertlikte kararlı, ama acem i b i r gelişme sağladı. Tarık Güryay'ın ilk komutu, "Herkes eşyalannı alsın," oldu. Benim eşyalarım çoktu. Kuş tüyü yastığ ı m , çarşalla rım ve ki­ taplarım var. Orada görevli teğmene dedim ki, " Ben bunlan taşı­ yamam." Cevap sert ve neni: "Taşıyacaksın." Benim o yaşımda bu kada r eşyayı taşımam m ümkün değil. Kendisine döndüm . "Ece, iki seferde taşıyayım," dedim. Cevap aynı sertlikte, "Olmaz"dı . Bu sırada bir er benim emre uymak için taşımaya çabalad ığım eşyaları mla cebelleştiğimi gör­ dü ve bana yardımcı oldu. Yavaşça bana, " Ben Bursalıyım" diye­ rek niçin yardım ettiğini de bel imi ve benim eş yalan mı taşıdı. Be­ ni Yassıada'nın en iyi yerine verdiler. Sebebi de, İ nönü'nün Bur­ sa'ya geliş gidişlerinde tarafsız davranmam. Ve olay çıkm am ası. Herkese ranza, bana tek yatak verdiler. Ve Yassıada'da arkadaşlar benim kaldığım yere hemen ad taktılar: "Vali Konağı." :26


Yassıada'ya gelişimiz, zaten hasta olan Ltilfü K ı rdar'ın eşya­ larını yokuş yukarı taşıması nedeniyle hayatla cebelleşmesi ve tehlike geçimıesiyle başladı ve tımıanarak sürdü. Yassıada'da benim kaldığım bölümde Rüknettin Nasuhioğlu (Demokrat Parti bakanlarından). Selahattin Karacabey, Sadettin Karacabey (Bursa m i lletvekilleri), Ahmet Dallı (İş Bankası Ge­ nel Müdürü) ile Adnan Beyin geliş gidişlerinde havaalanında kendisi ne çok saygıl ı davrandığı için tutuklanan bir Türk H ava Yollan memuru var. Tamamı tamamına otuz altı kişiyiz. Yaz ay­ ları nda bunalıyoruz. Pencere açılmı yor, doğru dürüst yıkanam ı­ yoruz. Yiyeceklerimizi kesecek bir bıçak yok. B izim katta üç tu­ valet vardı. Aşçılar çok kötü, ya da çıkan lan yemek yenecek gibi değil. Çok darda ve sıkıntıdayız. Hele Vali Cemi l Kelcşoğlu'nun i nti harından sonra şanlanmız daha d a bozuldu. Cemil Keleşoğl u bir gece nereden bulduğunu bilmediğimiz bir j iletle tuvalete gitmiş ve orada bileklerini keserek i ntihar et­ m işti. Sonradan kendisinin ıuvalctte ölüsünü bulmuşlar. Bu olay­ dan sonra tULukluları koğuşlarda i kişer saatli k nöbete diktiler. Sen önlemler alındı. Şanlar giderek ağırlaşıyordu. Yassıada'da gergin bir hava var. Bu ortam içinde Tank Güryay beni çağırdı. Kahve ikram etti. " Yassıada'da 547 tutuklu var. Hepsi de bana zalim gibi bakıyor­ lar. Ben emir kuluyum. Ne yapabilirim? Bana ne önerirsiniz?" Ben de idareci lik deneyimimden süzülen bilgileri m i iyi ni­ yetle kendisine aktam1aya çalışarak yardımcı olmayı denedi m . -B ize verilen em irleri yapacaksınız diyorsunuz. Tek sıra gi­ deceksi niz. Yürürken konuşmayacaksınız diyorsunuz. Oysa bi z­ leri toplayıp, " İşte M i l l i B i rl i k Komitesi'nin emirleri . Bunlara uyulması gerekli. Ben bun lan uygulayacağım. Gelin kural lan be­ raber koyalım", deseniz olmaz mı? Niçin tarafsınız? dedim. Tavsiyelerime uymadı. O konuşmamda Tank Güryay'a yuka­ rıda saydığım şikayetleri de aktardım. Örneğin nöbetçinin yanın­ da bi r bıçak olsun, onun nezaretinde yiyeceklerimizi soyabileli m. kescbileli m istedim. B ıçak yine nöbetçilerin yanında kalacaktı. Bunların hiçbirini yapmadı. Ama insanl ar her şart altında, ih27


tiyaçları neyse ona ulaşmaya çalışıyor. Yaşamak için çare aranrJk kaçınılmaz oluyor. Ben bi r yönetici olarak örneğin koğuşun bıçak i htiyacına geçerli bir çare önennişti m . Yapılmadı. Sinop M illet­ vekili Mahmut Pınar karyola yaylarından bıçaklar yapmaya baş­ ladı. Nöbetçi nezaretinde her koğuşa bir bıçak derken, her isteye­ ne bir bıçak üretilmeye başlandı . Sinop Milletveki li'nin imal etti­ ği bıçaklara da "Molla" adını taktık. Molla aşağı, Molla yukarı, Molla nerede? Şimdi buradaydı , nereye gitti? Mol la'yı şimdi gör­ dük gibi aram ızda konuşuyorduk. Sinop Mi lletveki l i yaptığı bı­ çakların üstüne " Amel-i Mahmut Usta" yazıyordu. Yeni Hannan sigarasının yaldızlanyli:f yazıyordu bu yazılan da. B i r gün koğuşta arama yapı ldı. Bende Molla bulundu. B u ne diye sordular. -Molla, dedim. -Bok molla, buz gibi bıçak dediler ve Yassıada'daki Vali Konağı da böylece elimizden gitti. Ye Şcllefyan'ın bu lunduğu 5'inci koğuşa nakledildim.

Serap Orospu Oldu Yassıada'da bize özel mektup kağıtları veriyorlardı. Ve yaza­ cağımız mektuplar da elli kelimeden fazla olamı yordu. Meklup­ larokunuyordu, bu yüzden de arkadaşlar aileleriyle öı.el konul arı ­ n ı yazışamı yorlardı. Öğrenilmek islenen en önemli konu da, siya­ si atmosferin yörüngesi, tahl iye olanağı olup olmadığı. Özel bi rta­ kım rum uzl arla ailelerden bu konu soruluyordu. Konya mebusu­ nun apartman komşusu Muzaffer Bey adı nda bir C H P m i l letveki­ li. C H P'liler ise hem dışarda, hem de Milli B i rl i k Kom iLesi'nin içinde kararların alınmasında oldukça etkili ler. Bizim mebus ar­ kadaş düşünmüş taşınmış, kendince bir şifre bulmuş. Şifre kendi kızı Serap. Mektupta yazıyor: "Serap'ı sözlü bıraktım , ne zaman nikahlayacaksınız? Muzaffer Beyden adamı sorun soruşturun, al­ tından ne çıkacağını bana bi ldirin. " Serap da o zaman dört yaşın­ da. Cevap gelmiş. Muz affe r Beyle görüştük. 1 8 Temmuz da Se­ rap'ı nikahlayacağız." 18 Temmuz oldu, Serap'tan ses seda yok. A ğ ustos oldu, Se­ rap'ın nikahı boyuna tarih değiştiri yor Hep son gelen tarih, arka"

'

.

28


daşlar arasında heyecan yaratıyor. B ir keresinde, Rüknettin N a­ suhioğlu, lacivenlerini giydi, hazırlandı. Serap gene nikahlanamadı. Ben gülüyorum: -Devlet olarak bütün istihbarat vasıtaları elimizdeydi, biz ih­ tilali haber alamadık. Siz burada tutukluyken nasıl bir haber ala­ caksınız ki? . . Bana, "Sen karamsarsın," diyorlard ı . Mektuplar boyuna fos çıkıyordu. Mektuplarda gene Serap ne zaman nikiihlanacak, sorusu sürü ­ yordu. Mektubu alanlar kızmış, sonunda şu cevabı verdiler: "Serap orospu oldu. Evlenmeyecek . . . "

İsmi Okunanlar Komutanlığa ... Yassıada'da akşam yemekleri saat 1 8.00'de yenilirdi. Aylar­ dan Eylüldü. Yemek yedik. Koğuşa gel iyoruz. Şellefyan bana, "Bir satranca var m ısın?" dedi. Tam bu sırada genel hoparlörden "d ikkat dikkat!" diye bir ses. Sonra da isi m lcr okunmaya başladı . Benim adı m dah i l , doksan üç kişinin ismi okundu. Ye i sm i oku­ nanların koğuş görevlilerinin dcı1ctim inde komutanlık binasına gelmeleri istendi. Biz adı okunanlar tek sıra halinde toplandık. Komutan Tarık Güryay bize hazı rlanmamızı, saat 1 2.00'de bir vapurun bizi gel ip al acağını tebliğ etti . Nereye götürüleceğim iz bel l i değildi. Altemur Kılıç'ı n "Tah­ l i ye mi edi liyoruz?" sorusunu Yassı ada Kumandanı Yarbay Tarık Güryay terslem iş ve "B izim bilgimiz sizinkinden fazla değil . Tebliğ ed ileni yapıyoruz. B u gece yansı saat 12.00'de Ada'dan vapurla ayrı lacaksı nız. Yanınızda hiçbi r yazıl ı vesika götüre­ mezsiniz. Şimdi yazı l ı neyiniz varsa hemen yırtınız, hazırlanınız ve saat 1 2.00'yi bekleyiniz" cevabını verdi. Ada'da bulunan tutuklulardan sadece 93 kişiye bu tebligat ya­ pıldı. Tebligat yapılanlardan hiçbiri milletvekili deği l . Valiler, bürokratlar, tesadüfen tutuklananlar. H ülasa, yasama organı nda görev alanlardan gayri kişilerdik. 29


Kalanlar mahzun oldular. Tebl i gatı alanlar komutanın tali­ matına uyarak notlarını, yazılı kağıtlannı yırtmaya başladılar. Ben hiçbir şey yırtm adım. Mebus Şefik _Bakay'dan Almanca dersleri alı yordum ve hatıratımı Almanca not ediyordum. B azı ar­ kadaşlanm, bunları yırt dediler, uyardılar. Yırtm adım. Eşyam ­ çoktu. İki bavulumu hazı rladım ve bavııllan benim kaldıramayacağımı kom utana söyledim. "Getir bavullannı kaf>ının önüne koy" dedi . Koydum. Bu arada bir küçük çantayla gelen Ulvi Ye­ nal'ı ve Muzaffer Balaban'ı gördü, benim fazla eşyalanmı onlara bölüştürdü. Ada'ya bizi almaya Fenerbahçe vapuru gelmiş. Vapunın perdelerini kapam ışl ar. B izi yolcu salonuna topladı­ lar. B i r ara bir gülüşme oldu. Baktım, Sakarya Valisi Nazım , be­ nim gibi qyası çokmuş. Önünde arkasında i k i hurçla yürümeye çalışıyor. Vapur. Yassıada'dan kalku. Kimisi İmralı 'ya gidi yoruz diyor. Kimisi tahliye oluyoruz diyor. Saate bak um. elli beş dakika sonra vapur durdu. B i r subay geldi . Bize son derece nazik, " Beyefendi­ ler, eşyalarınızı bırakınız. Otobüsler sizi bek 1 iyor. Eşyalarınız ar­ kanızdan gelecek" dedi.

Balınuıncu Dedi kleri Vapur Dol mabahçe'ye yanaştı . Bizi B almumcu'ya geti rdi ler. B üyük bir salona aldılar. Kom utan gelecek dedi ler. Arkadaşlar ad larına konuşma yetkisini bana verdi. Yarbay Orhan Yapku Bal­ mumcu'nun kom utanıydı . Sonradan bu Yarbay bizim hükümeti­ m i z zamanında general oldu. Yapku bize şu konuşmayı yaptı : -Beyefendiler, i ki gün önce doksan üç kişinin Yassıada'dan Balmumcu'ya geti rileceğini tebl iğ CLLiler. Mehmaimkan hazır­ l andık. Hepiniz devlet hizmetinde, memlekete hizmet vemliş kimselersiniz. B izim misafirimizsiniz. Fakat buranın hamamı yok. Tuvaletlere duş yaptık. Oradan yararlanacaksınız. Yatağı­ m ı z yok. Herkes evinden yatak getirtsin. Bu geceli k lütfen idare ediniz. Burası sizin ihtiyaçlannız için yeterl i bir yer deği l. Konuş30


ma sırası arkadaşlar adına bana geldi: "Sayın KomuLan! Şarllarınızı bilmiyoruz. Belki Yassıada'da daha elverişli bir biçimde kal ıyorduk. Fakat burada gördüğümüz insanca muamele, bize manevi bi r konfor sağladı. Size teşekkür ederiz," dedim. Herkes Yassı ada'yı ve Balmumcu'yu anl atan eserler yazdı. Yassıada'da yapılan kötü muamelelerden, Balmumcu'da gösteri ­ len alaka ve saygıdan söz euiler. Ama kimse biı.i yazmamıştır. Biz ne haldeydik'! Kimse buna değinmemiştir. İnsanlar içki sofra­ sında, kumar masasında, yolculukta belli olur derler. Buna asıl eklenecek kısım hürriyetlerini kaybettikleri zamanlarda ve mah­ pushanelerde kişinin hakiki çehresi ile göründüğüdür. . . Egoist miyiz? Çı karcı mıyız? Asil miyiz? Hoşgörü l ü müyüz'! Bunlar en çok hapishanelenle bel li oluyor. Dağıtılan patiska veya Ameri­ kan çarşafların iyisini almak için dövüşen yundışında öğrenim göm1üş üniversitelilere rastladım. Sinirler o derece bozulmuştu. Yassıada'da yemekleri pek yiyemezd ik. Kantinden alınan doma­ tes, hıyar, şeftal i, peyni r, francala, konserve gibi şeylerle geçinir­ dik. Evlerimize yazdığımız mektuplarda bunlardan i sterdik. Ta­ bii çanta gel ip giderken. Bu, sonradan men edildi . Buna da bir milletvekilinin gömlek yakasındaki balina sokulacak yere yazılı kağıtlar koyması sebep oldu. Tekrar o geceye dönüyorum. O gece Yassıada'dan gelenler koğuşlara koştular. Herkes iyi karyola ve iyi yer arıyordu. Kaderi­ me razı oldum. Val i arkadaşım Cemal Tarlan bana yardımcıydı. O gece Cemalellin i sm inde bir binbaşı geldi. "Annenize tele­ fon etmek ister m isiniz?" dedi. Heyecanlandı m . Gazete, radyo ve dış dünyaya ait hiçbi r bilgi almaksızın yaşam aya mahkum edildiğimiz şanlarla kıyaslanma­ yacak bir tekl i ne karşı karşıyaydım. Sovyetler'in aya köpek gön­ derdiğini bile Balmumcu'da duyduk. -Mümkün mü? -Tabii benim odama gidelim, dedi. B i rden düşündüm . Annem heyecanlı kadın. B u saatte benim sesimi duyunca şüpheye düşe­ cek, asılacak mı, kesilecek mi, diyerek vazgeçtim. "Yarın ede31


rim," dedim O gece Tarlan'ın yardımıyla çarşaflan m ı serdim ve bavulum­ dan kuştüyü yastığımı çıkanp yatağa girdim. B u beyl i k yatak ace­ le i le hazırlanmış ve feshane fabrikasından tedarik edilen kırpıntı­ l arla doldurulmuştu. Yatakta büyük rahatsızl ı k duydum . Sabaha kadar u yuyamadım. Sabahleyin anlaşıldı ki yatağa i ri tahta maka­ ralardan da yanlışlıkla doldurulmuş. .

Bal Mahmut Eııesi sabah anneme telefon eltim. Hallaçta yeni altı nlmış ya­ tağım geldi. İlk gece bizimkiler yatak paylaşırken kapıdan B al Mahmut göründü. Ben kendisine: -Ne arıyorsun? dedim. O da bana: - Ben buranın yerlisiyim. Siz ne arıyorsunuz? dedi. -Seni niye tuttular? - Ben kayısı maddesinden yatıyorum. -O nedir, dedim . Anlattı Padişahl ık zamanında Bcşiktaş'ta oturan bir aile vannış. Fa­ kirmiş. K a rısı kocasının başının etini ycm1iş : " Dolmabahçe şunun şurasında. Padişaha komşu sayıl ı rız. B i r ihsan kopartamadın. Sen ne beceriksiz adamsın. B i r ihsan koparsan bel imizi doğrul tur­ duk." Adam karısına " H anım," demiş " Padişaha nasıl varayım?" Karısı: " İstersen bir bahane bulursun elbet," dem iş. Bu taııışma adamcağızı n canına tak demiş. Bahçedek i ağaçtan kayısı topla­ mış, sepete doldu ımuş, sarayın kapısına gitmiş. Bakmış kapıda bi r sürü adam bekleşiyor. Meğerse onlar protesto için gelmişlermiş. O da bilmeden on­ lann arasına kanşmış. B ir süre sonra atlılar gelm iş. Bunlan Yedi­ kule zindanlanna atın ışlar. Arayan soran yok . Dört yıl sonra padi­ şah zindanı teftişe çı km ış. Herkese tek tek "Niçin zindana düş­ tün?" diye sonnuş. Kimisi rivayet kim isi i flira etmiş. Sıra Beşik­ taşlıya gelmiş. " Sen neden yatarsın?" Ben k ayısı m addesinden ya­ uyorum." Padişah sonnuş kendisine: " Kayısı maddesi nedir?" di­ ye. .

,

32


Adam başından geçenleri anlatmış. Padişah üzülmüş. "Zaman-ı adaletimde bir hatayı adlf olmuş. Dile benden ne dilersin; seni serbest bırakıyorum" deyince kayısı maddesinden yatan adam bir balta, bir Kur'an, birde 1001 akçe is­ temiş. Padişah "Çok az değil mi?" diye soruncada "Değil" demiş. "1001 akçe ile mihr-i müeccelini ve mihr-i m uaccelini verip kanyı boşayacağım. Kur'an-ı Kerim'e de el basıp bir daha kadın sözü dinlcmeyeceğime yemi n edeceğim. Baltayla da kayısı ağa­ cımı keseceğim." Bal Mahmut bana bu hikayeyi anlattı. Bütün koğuş güldü. Ve biz de kayısı maddesinden Yassıada'da beş Balmumcu'da da bir ay yanık. Bir gece, anneme telefon edebileceğimi söyleyen Cemalettin Binbaşı geldi. "On dönler gitti. Siz yann tahliye olacaksınız," dedi. Enesi gün oldu. Birinci Ordu Komutanı Cemal Tural geldi. Bizi topladı. "Beyefendiler, siz tutuklu değilsiniz. Hiçbir suçunuz. yok. Serbestsiniz. Hepiniz memlekete hizmet etmiş kimselersiniz. Böyle şeyler olur. İ htilal tasarrufudur. Hoşgörünüz. Size başan diliyorum ." Arkadaşlann verdiği yetkiyle söz gene bana düştü: S ay ın Orgeneral, do ğrudan doğruya Yassıada'dan serbest bı­ rak ı lsayd ı k Türk Ordusu hakkında yanlış kanaatler besleyerek aynlacakuk. Bura ya geldikten sonra anladık ki, şu arkanızda mütevazı şe­ ki lde durmakta olan subaylar, insan haklanna saygılı ve nazik in­ sanlardır. Türk O rdu su 'na yakışır subaylardır. Biz burada maddi şanlann elverişsizliğine rağmen i yi bir yaşam içindeydik. H ürri­ yetimizin yokluğunu bize hissettirmemek için bu sempatik insan­ lar ellerinden geleni y aptı lar Çektiklerimiz helal olsun ... Enesi gün gazeteler bizim serbest bırakıldığımızı yazdılar. Birinci Ordu Komutanı'nın konuşmasından parçalar verdiler. Bursa eski Valisi olarak benim yaptığım konuşmamın ise sadece son cümlesini aktardılar: "Çektiklerimiz helal olsun." "

,

.

"

33


Tahliye Ediyorsunuz Ama ... Konuşmam bittikten sonra ben Tural'a yaklaştım. -Beni buradan tahliye ediyorsunuz ama ben çıkmam, dedim. Tural, yan şaka yarı ciddi ve mutlaka sevecen bir üslupla "Başıma iş çıkarma. Ne istiyorsun?" dedi. -Altı ay önce beni nezarete aldınız. Niçin aldınız, söylemedi­ niz. Ananın adı, babanın adı ne diye sormadınız. Suçlamadınızda. Şimdi bırakıyorsunuz. Dün niye aldınız, şimdi niye bırakıyorsu­ nuz'! Tural bana döndü: -Bana hak, sen valilik yaptın. Birileri em retmiş, almışlar. Bi­ ri leri emreui, bırakıyorum. O sırada yanımıza Orhan Yapku geldi. -Ben garnizon komutanıyım. Taleplerinizi Milli Birlik Komi­ tesi'ne iletirim. Alacağım cevabı da size. . . dedi. Aradan dön-beş gün geçli. Orhan Yapku beni telefonla aradı. "Cevap geldi" dedi. Lebon'a gillim. Bir kulu çikolata aldım. Orhan Yapku'yu ziya­ ret euim. Benim isteğime Milli Birlik Komitesi'nin yantlını hazırlamış. Bana, " Komite talebinizi olumlu karşıladı," dedi. "Benim elime 'Şahsi emniyet mülahazası ile şu tarihle alınm ış ve suçu bulunma­ dığından şu tarihle serbest bı rakılmıştır' diye mühürlü bir kağll verdiler." Ben, Orhan Yapku'ya, " Benim alu ay suçsuz olarak hürriye­ timden mahrum edildiğimi hu vesika kanıtlıyor. Demek ki ben ce­ zası allı ay olan bir suçu peşinen ödedim. Altı aylık cezalann kar­ şılığı çoğunlukla hakaret fiilleridir. Bu vesika cebimdeyken kime istersem hakaret edebilirim," dedim. O da bana cevaben, "Siz benden iyi bilirsiniz," dedi, gülüştük. Yassıada, 27 Mayıs ve siyasi darbeler... Şunu söylemek isle­ rim ki, zor hiçbir şeyi halletmez. Kaba kuvvetle bir yere vanlmaz. Osmanlı İ mparatorluğu'ndan iki yüzün üstünde sadrazam geçmiş. Alunış yedisini asmışız. Bir o kadannı alaşağı etmişiz. Hepsinin de gerekçesi, memleket uçuruma yuvarlanıyordu.


Müdahale bunu kunardı. Yüz on defa bu kunarma tekrarlanmış. Bu ne biçim davadır ki, bu ne biçim uçurumdur ki yüz on defa ke­ narına geliyorsunuz, içine yuvarlanmıyorsunuz veya iyileşemi­ yorsunuz. Atatürk, 1 923 yılında kurduğu Cumhuriyeti yönetirken askeri hep kışlasında tutmayı düşünmüş ve başarmış. " Kışla, ca­ mi, okul ve stadyuma politika girmemeli" demiş. Atatürk asker, ama kendisi başkaldırdığı zaman üniformasından sıyrılmış. Ne yaptıysa halkla yapmış, başkaldınsını bile. Türkiye'nin temel sorunu ya da benim Yassıada macerasın­ dan çıkardığım ders bu ...

35


Ü Ç ÜNCÜ BÖL ÜM

Türkiye'de demokrasi nereden nereye varmıştır? Bu­ nun Lipik bi r örneğidir, Çağlayangil'in Çanakkale'den Si­ vas'a gönderilmesi. Menderes demokrasiyi kurm ak için yola çıkmıştır. So­ nunda Çağlayangil'e "Gil Sivas'a, orada ihanete uğradı k. Bana seçimleri al " diyecek bi r nokLaya varmıştır. Çağlayangil'in bu ilginç anılan iç ind e de, Sivas'La ilk kez kamuoyu yok lam as ı nı n kendisi tarafından yapunldığı­ n ı n bir öme�i v ar. Türkiye;zı e demokrasinin grafiğini göslcren bu bölüm de Çağlayangil'in bir de olaylar karşısında, ilkelerine da­ yandığı zaman ne kadar ödünsüz olabildiğini de ortaya ko­ yuyor. Söz yine Çağlayangil'de:

­

" ... Emin Kalafat benim okul arkada şı m . Safa Kılıçlıoğlu'nun da o tarihte Menderes'e etk i s i var. Emin; bana "Mebus ol" diye ı srar edi yor. Ben o zaman Çanak­ kale Valisiyim. Y cnice kazasını teflişe g itti m Bu sırada telefonla Menderes aradı. O zamanlar telefonlar acayip. "Gece atl a otomo­ biline, Ankara'ya gel," dedi. Hemen Çanakkale'yc döndüm. Bavulumu hazırladım. Yola .

36


çıktım. Ankara'ya vardım. Menderes'e geldiğimi haber verdim. "Gel, hemen görüşelim," dedi. Gittim . Menderes bana şunları söyledi : " ... Sivas'ta ihanete uğradık. Seni d e nasıl olsa aday yapmak için başka bir yere nakledeceğiz. 1 954 seçimleri de yaklaşıyor. Sivas'ta Vali, Sağlık ve Maarif Müdürü istifa etmiş, CHP'den aday olacaklarmış. Ara seçimi de Şemsettin Sirer CHP listesinden ka­ zandı. Seni Sivas Valisi yaptık. Orada seçimleri alacaksın," dedi. Koraltan'a da döndü:" Vali, Sivas'ta Atatürk gibi karşılanma­ lıdır." Talimatını verdi " Ben, cevaben " Kararnamem çıkmadı" dedim. "H_emen çı­ kanınz. Sen Sivas'a intikal et, kararname olur," dedi. Bu kez de kendilerine şunlan söyledim: -Sivas'a gitmeden seçimi kazanıp kazanamayacağımı söyle­ yemem. Ancak göreve başladıktan on beş gün sonra söyleyebili­ rim. Menderes, "Bunu nasıl yapacaksın? " diye sordu. Olaya çok önem verdiği belliydi. -Onu bana bırakınız, dedim. Konuşmamız bitti . Relik Korallan, Mcndercs'in emri üstüne Sivas'a telefon et­ miş. Beni gerçekten Atatürk gibi karşıladılar. Ben hayatımda böyle karşılama görmedim. Sivas'ta göreve başladım, Ankara'dan yanıma aldığım Emni­ yet'ten beş tane sivil memuru da Sivas'a götürdüm. Onlara birer eşek aldım ve memurlan köylere amme cüz'ü, koku, tesbih sat­ maya yolladım. Kendilerine de " Her çarşamba bana gelin, bilgi verin," dedim. Memurlanın köy köy dolaşınca mesele meydana çıktı. Seçim Sivas'ta başabaştı. Menderes'e bir süre sonra telefon ederek, " Burada seçimi alının" diye tekmil verdim. Benden önceki vali, adaylığını CHP'den koyacağı için kilit noktalara adamlannı yerleştirmiş. Ben yanımda getirdiğim me­ murlarla benden önceki valinin aldığı önlemleri zararsız hale ge­ tirdim . V e bu arada Menderes'le aramı açan, beni istifa etmeye sevk eden bir olay oldu. Beni 1954 seçimlerinde Çanakkale'den aday göstereceklerdi. Oraya da Cemal Tarlan'ı vali yapacaklardı. Ce-

37


mal Tarlan benden sonra Çanakkale'ye val i olarak alandı. Onun valiliği sırasında Menderes'in akrabası olan Kenan Akmanlar yoklamada lisle dışı kalmış. Menderes duruma kızıncaCı a, " Bunu Çağlayangil yaptı" diyerek bu olumsuz durumu benim üslüme at­ mışlardı. Menderes benim hiç haberimin olmadığı bu olaya kıza­ rak son dakikada lisleden ismimi silip Çanakkale eski valisi Sefa K aranakçı'yı yerime listeye yazmışu .

Menderes'e Yazılan Mektup Bu duruma çok kızdım. Sivas Valiliği'nden isli fa eltim ve kendilerine bir de mektup gönderdim. Menderes bana, " İsti ra, en doğal hakkındır. Ama bana Sivas seçimlerini almaya söz verdin. Hatamı düzelıeceğim," dedi. "Peki" dedim. Seçim propagandalan başladı. Türkiye seçim atmosferine girdi. İnönü seçim gezisine çıklı. Kayseri'ye geldi . Oradan Sivas'a geçecekler. " İnönü iki yüz otomobi l le Sivas'a ha­ rekel etli ," diye Kayseri Val isi Kazım Arat'ıan telefon aldım. Bu sırada heyelan oldu. İnönü'nün Sivas'a geliş yolu kapandı. CHP'li milletvekilleri endişeli . Demokrat Partil i ler bu olay İ nönü'yü Si­ vas'a sokmamamıza yarayacak diye seviniyorlar. Konuşmanın yapılacağı gün de Sivas'ın pazan. Ben de "İşime kanşmayınız. Her yigidin bi r yoğurt yeyişi var" diyerek olaylaıın tırmanmasını durduruyorum. Hemen Nalia'nın araçlannı seferber euim. Heyelanın kapattı­ ğı yol u kısa sürede açtırdım. İnönü gece şehre geldi. B a n a telefon etti . " Devletin mevcudiyetini gösterdiniz, Leşekkür ederim," dedi. Ve "e rtes i sabah eve ziyarete gelmek istediğini" söyledi. Ben de kendilerine, "Sabah saat 09.00'da Yilayet'e gideceğim, izin verir­ seniz sizinle orada görüşelim," dedim. İsmet Paşa'nın amacı, " Y a­ li bizden" imajını vermek olacak ki, hükümet binasında ziyareti­ me gelmedi. Bu olaya Demokrat Parti il yöneticileri ve milletvekilleri çok kızdılar. Beni Mcnderes e şikayet ettiler. Menderes beni Anka­ ra'ya çağırdı. Şoför u ykulu. Yolda arabayı ben aldım. Bir de kaza yaptım. Demokrat Parti il yöneticileri bu olay nedeniyle beni '

38


Mendercs'e şikayet etmişler. Ve Menderes bana olayı sordu. Ben o zaman kendilerine şun­ lan söyledim: "Size burada seçimi alacağım dedim. Eğer bana inanıyorsa­ nız beni bırakın, gereğini yapayım . Ama siz yönetip yönlendire­ cekseniz, benim sorumluluğum kalkar." Menderes, "Peki git, ben bir şey söylemeyeceğim." "Söylemeyin. Size şikayet etsinler ama bu şikayeti bana ilet­ meyin." Menderes bu sözlerime aynen şunlan söyledi . "Peki git, seçimi al. Bir daha da sana hiç telefon etmem, ama kaybedersen seni sorumlu tutanm." Seçimler yapıldı, Sivas'taon bir bin farkla Demokrat Parti se­ çim i kazandı . İnönü Sıvas'a gelişinde buğday fıyatlannı çok bulduğunu söy­ led i . Bir taktik hatası yaptı. Eğer idare İnönü'nün S i vas a gelişine yardımcı olmasaydı, bu hata yapılm ayacak ve İnönü'yü Sivas'a sokmadık diye bir mağduriyet hanesi doğacak, bu belki de oya dö­ nüşecekt i . Ü stelik ben o olayda bu hatanın yapılacağını bilm i yordum. Sadece devleti korudum ve kolladım. O yollan açmayabilirdim. Gece olmuştu, gayret etmeyebilirdim. Ama cumhurbaşkanlığı yapmış bir lidere görevimin gereği, benim yapllğımı yapmaku. Seçimler biLLiktcn sonra isti famı verdim. Menderes beni çağırdı. P1T Genel Müdürlüğü görevini verdi. Reddeuim. Bu Menderes'le köprüleri atmaklt. Menderes kendisi­ ne " hayır" denil mesini kabul edemezdi. Aradan kısa bir sü re geç­ li. Bayar beni çağırdı. "Seni Bursa Valiliği'ne münas ip gördük. Oraya lütfen gidi­ niz," dedi. Sayın Cumhurbaşkanımı kıramazdım. Görevi kabullendim. Çağlayangil'in Sıvas Valisi iken Menderes'e yazdığı mektup şuydu: '

"Ben sizden mebusluk istemedim. Siz bana önerdiniz ve Ça­ nakka/e 'de toplanan İl Kongresi nde 'Valinizi Sıvas 'a alıyorum. Çanakkalc'dcn milletvekili yapacagım, ' dediniz. Bu sözleriniz

39


alkışlandı. Buna ragmen müddetin dolmasına on dakika kala Ça­ nakkale listesini getirt.ip beni sildiniz. Böylece milletvekilligi adaylıgından atmış oldunuz. Başkasmın şeref ve haysiyetine saygılı olmayanlar, şeref ve haysiyetten nasibi olmayanlardır. "

40


Cumhuriyet'in Onuncu Yılında. Çağlayangil bir anı deposu .. Dünyada yerli yabancı aklınıza kim gelirse size esprili, düşündürcü, öğretici kıssadan hisse bir anısını anlatıverir. Örneğin Atatürk deyin Çağlanyangil'in bilgisayarının tuşlarına basıverin anılar doluşuyor ekrana. Dikkatli din­ lerseniz anı anı içinde. Atatürk döneminde Çağlayangil henüz delikanlı . O dö­ neme göre bilgi donanımı yüksek, geleceği parlak bir bü­ rokrat üstelik. Hukuk Fakültesi'ni bitirdiğinde avukatlığa soyunmuş. "Biraz daha rahat yaşarım . Elim daha bol olur" diye. Ama bir babadostu birçeşit emrivaki i le kendisini bü­ rokrasiye sokuvermiş ... Cumhuriyel'in onuncu yılı. Başarılı bir kutlamadır bu. Üç gün, üç gece sürmüş, Cumhuriyet ilkelerinin pekişmesinde yığın­ lara güven verilmesinde bir dönemeç olmuştur. Kutlamaları bugün de bütün detaylan ve coşkusuyla anımsı­ yorum. Sovyetler gönderdikleri bir heyetle kutlamalara katılmışlar­ dı. Ankara Halkevi'nde (şimdiki Devlet Resim ve Heykel Müzesi) onurlanna bir balo verilmişti. Bu baloya Mareşal Budyonyi ve Savunma Komiseri Voroşilov da katılmıştı. bu baloda Şükrü Sa­ raçoğlu nefis bi r zeybek, Sovyet mareşalleri de kazaska oynamış­ lardı. İkinci balo Ankara Pal as'ta yapılmış, buna da dönem in yüksek dereceli devlet memurları ve davetliler katılmıştı. Atatürk, Ziraat B ankası'nın Genel Müdürlüğü binasının ho­ lündeki geniş salonlarda da halka eğlenceler düzenlenmesini em­ retmişti. Ben de emniyet görevlisiyim. Sabati Ataman müfettiş. Birlikte kalktık, Ziraat Bankası'ndaki eğlencelere ginik. Saat 1 2 .00'ye doğru Ziraat Bankası'ndaki kutlama eğlenceleri tavsa­ dı .Tam dağılıyorduk ki, "Atatürk Ziraat Bankası'na geliyor" de41


diler. Bize de telefon edi idi. Ben güvenli k açısından doğru olma­ dığını belirtirken Atatürk çıku geldi . Kendisini Umum M üdü­ rü'nün odasına buyur eıtilcr. Atatürk o saate kadar diğer eğlence­ lere katılmış, yemiş-içmiş ve buraya gelm işti. Umum Müdü­ rü'nün odasına baku baktı sonra hiç unutmadığım şu sözleri söle­ di: -Amma da lüksmüş ... Atatürk, tekrar odanın i htişam ını gözleriyle izledi ve odada bulunanlara dönerek konuşmasını şöyle tamamladı: -Ben bu banka yüzünden gadre uğrayanları çok gördüm de, adam olanı hiç görmedim. Odada o sı rada Ziraat Bankası'nın yöneticileri yoktu. Atatürk biraz daha oturdu. Sıkıldı. Etrafındakilere döndü: -Buraya otum1aya mı geldik? dedi. Yerinden kalku. Yürüdü. Kapıyı açu . Merdivenleri indi. Balonun verildiği salonun kapısı­ na geldi . Kapının önü çok kalabalıku. İ çeri gi remed i. Kalabalıiı,a sordu: -Benimle konuşmak mı i stiyorsunuz? Kalabalıktan hep bi r ağızdan bir ses yükseldi: - İ stiyoruz. -Ben de istiyorum, ama bu kadar kalabalığın bir arada konuşmasına " Mecli s" derler. Meclise bir reis lazım. Kalabalık gene hep bir ağızdan: -Reis sizsiniz. Sizsiniz . . . dediler. Atatürk itiraz etti: - Yok böyle olmaz. Demokrasi var, seçel im, dedi ve ekledi: Benim reis olmama itirazınız var mı? -Yok, yok, dediler. Ye bu defa kapının önünde toplananlar hep birden el kaldıra­ rak kendisini seçtiler. Atatürk bunun üzerine kalabalığa dönerek: -Şimdi seçildim. Sizden aldığım yetkiyle emrediyorum. Sağ ve sol üçer adım gerilesin. Atatürk'ün i steği üzerine kapının önün­ de toplananlar açıldı. Bi r koridor oluştu. Ortaya bir koltuk konul­ du. Atatürk koridordan geçti ve giıti, kendisi için konulan koltuğa oturdu. Nejat Bey adında bir subay ortaya çıkll, sözü aldı: 42


"Siz Çanakkale de ordulara kumanda ederken 29 yaşındaydı­ nız. Ben şimdi otuz beş yaşındayım . Yüzbaşıyım ve ancak 54 ya­ şında albay olacağım ve o zaman da ancak bir filoya kumandan olacağım. Niçin bu bckJeme devrelerini indirmiyorsunuz?" Atatürk bu konuşmadan memnun olmadı. Kalabalığa döndü, " Alışılmış değil , ama bir hususu rica ede­ ceği m . Reisin şampanya içmesine izin veriyor musunuz?" dedi. Kalabalıktan, " Veriyoruz," diye bir ses yükseldi. İzin alındı. Ata­ Lürk'ün şampanyası geldi. Şampanyasını yudumladı ve bir.ız önce konuşan subaya şu cevabı verdi : - Burada Tev fik Rüştü B ey var. Otuz üç yaşında Dışişleri Ba­ kanı oldu. Bunlar ihti lalin zoraki tasarruflarıdır. Normali senin el­ li beş yaşında albay olmandır. "Yüzbaşı mahçup oldu ve çekildi. Hemen belirteyim Nejal Bey'in ertesi günü emekliye ayrıldı­ gını duydum. Nejat Bey'e Atatürk'ün verdiği yanıltan sonra ortaya lstanbul Erkek Lisesi'nde okuyan bir genç çıku : -Paşam, sen gelmeden önce ne güzel eğleniyorduk, dans edi­ yorduk, dedi ve Atatürk bu isteğe de şu yanıu verdi: -Ben istemedim ki, siz isted iniz. Ama bu i steğinizi oya suna­ rız. Ve Atatürk dediğini yapu, gencin isteğini oya sundu. Öneri , kabul edilmedi. '

Bundan Büyük İ deal Olur Mu? Atatürk bunun üstüne gence dönerek, "Görüyorsun işle," ded i . Bu sı rada Talebe Cem iyeli B aşkanı ve adı Mehmet Ali olan bir başka genç öne çıku: -Paşam ben size, sizden şikayete geldim. Evvela bürokrasi­ den şikayet edeceğim . Sen reforml ar yaptın, am a yapıyı değiştir­ medin. Osmanlı'dan kalma köhne zihniyet değişmedi. Cumhuri­ yet de, kalkınma da maddi işlerdir. İdeal değildir. Gençlik ideolo­ ji ister. İdeoloj i tutulmaz, yakJaşukça uzakJaşır Gençlik nereye gidecek? Ata; "Müsaadenizle bir şam panya daha içeyim" diyerek şam­ panyasını içti ve " Ben Cumhurbaşkanınızım . Türkiye on beş mil43


yon. Her biri nizi çevi rip ideal budur diye aşılayamam. Ne düşünü­ yorsam Maarif Bakanı'na söylerim , o yolla yayılır." Gence döndü : -Bu konuyu seninle özel olarak konuşalım, dedi . Konuşmalar devam etti. B i raz önce dans etmek için müzakerelerin yeterliliğini isteyen genç isteğini yineledi . Atatürk teklifi oya sundu. Bu kez onaylandı. Balo, eğlentisine döndü. Atatürk'ün çevresindeki kalabalık sürüyor. Kılıç Ali, Seryaver Celal Bey, Sebati Ataman ve ben hep bir arada duruyoruz. Atatürk biraz önce "Sonra konuşalım" dediği genci çağırdı. -Sen Türk m üsün? dedi . -Evet, cevabım verdi genç. Atatürk bir süre gence baktı ve, -Türklükten büyük ideal olur mu? dedi ve sordu: -Türkler kaç kişi'! Tıp Fakültesi öğrencisi olan genç: -On beş milyon, deyince şu konuşmayı yaptı. -Biz on beş mi lyonuz, dünyada.ki Türkler on beş milyondan ibaret değil. Şu haritaya bak: Dünyanın her tarafında Türkler yaşı­ yor. Bugün için siyasi bir vahdet düşünülemez. Çeşitli engeller var. (Güneş dil) teorisi üzerinde durmam bunun için. Dil-tarih inkı lfrbını yaymak istiyorum. Meseleye bir kültür birliğinden baş­ lamak lazım. Evvela lehçemizi düzeltelim. Türkiye'de konuşulan Türkçe, bütün Türk aleminde anlaşılmalıd ır. Zamanla kültür vah­ deti siyasi vahdete erişi r. Ama yüz sene sonra, ama elli sene son­ ra . . . Bundan büyük ideal olur mu? . .

44


DÖRD Ü NC Ü B ÖL ÜM

Yakın tarihimiz, daha çok resmi tarihtir. Bürokrasinin izin verdiği tarihtir. Dersim olayı da yakın tarihimizin henüz bulutlar arka­ sındaki bir gerçeğidir. Olayın boyulları hep dedikoduda do­ laşı r da araştırdığınızda bi r resmi belge bulmanız, dediko­ duyu vesikaya taşımanız, Lanıklığa indirgemeniz kolay de­ ğildir. Şeytan Köprüsü'nü basanlar, btilün askerlerimizi ve ba­ şındaki subayı katl etmişlerdi r. Köprüyü yakmışlardır. Bu bilinendir. Olay bir isyan mıdır? Yoksa çok daha somut, çok daha gerçekçi sosyal bir olguya mı dayanm aktadır. Kemal Bilbaşar'ın "Cemo" romanında bi r değinmedir bu. Bi r aş k macerasının, ağanın kızının, karakol kumanda­ nı ile ilişkisinin neden olduğu net yalın bir olay mıdır? İ hsan Sabri Çağlayangi l , 1 937 yılında bu olayın içinde yaşam ıştır. Atatürk döneminin ünlü i simlerinden Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensücr'in verdiği bir devlet gö­ revi nedeniyle olayın göbek taşına oturmuştur. Anık çok gerilerde kalmış bir tarih sürecinin bugüne kadar konuşma­ mış tanığı İ hsan Sabri Çağlayangi l anılarında bu olaya da yer vermiş. 45


Yazdığı anılarıyla çağına tanıklık eden İ hsan Sabri Çağlayangil 'in yaşa rken bu bölümün yayınlanması tarihi­ mize bir kazanımdır. Evet yıl 1 937 v e işte İ hsan Sabri Çağlayangil'den "Seyit Rıza Olayı" ve buna bağlı olarak bir Atatürk gerçeği . . . Ata­ türk'ün Türkiye Büyük M i llet Meclisi'ni milletin tek irade­ si olarak görmesi.

Y ı l 1 937. Şükrü Sökmensüer, Atatürk döneminin ünlü Emniyet Genel Müdürlerinden. Birgün beni ç ağı rd ı . "Atatürk Diyarbakır' da Singeç Köprüsü'nü açmaya gidecek," dedi. O tarihte Seyit Rıza, Dersim'in lideıi. Aynı zamanda Peygam­ ber sülalesinden geliyor kend is i . Seyit Rıza'nın bir de dini vasfı var. Fırat, Şeytan Köprüsü denen mevkide dön m e treye kadar d a ­ ralır. Derinliği de deniz gibi 1 7 metre olur. Burada bir köprü yap­ mışlar. Köprünün başında bir karakol. Karakolda da otuz üç aske­ rimiz var. Askerlerin başında İ smail H akkı adınd a bir yedek teğ­ men. Köprüye Dersimlilerbir baskın düzenliyorlar. Baskında kara­ kol yakılıyor ve otuz üç �skerim iz de şehit ediliyo r. işte bu olay, Dersim ls yan ı 'nı n başlamasıdır. Atatürk olayla i lgileniyor ve ilgililere kesin talimat veriyor: " Bu mese leyi kökünden hallediniz." El azı ğ'da o t a ri hte Müfettişi umum-i Hüseyin A bd u ll ah Ak­ doğan paşa var. Malatya Emniyet Müdürlüğü'nden Ankara'ya tayin edilmi­ şim . Yali lbrahim Etem Akıncı. Şövalye, çeteci bi r adam. Demir­ ci Efe ile b irli k te Kurtuluş Savaşı'nda çete k u rmuş. Vali , v ekalete şifre çekmiş. "Emniyet Müdürüm Ankara' ya tayin edildi, biz Ela­ zığ'a gidip Dersim Harekatı'nı birlikte görmek istiyoruz" diye. O 46


zaman bu isyan olayı ile ilgili türlü rivayetler var. Uzatmıyal ım, biz Ankara'dan müsaade i stihsal edilerek Vali Akıncı ile birlikte Elazığ'a varıyoruz. Mü fettişi umum-i Abdullah Paşa'nın misafiri oluyoruz. İsteğimizi anlatıyoruz kendisine "Dersim Harekatı'nı incelemek i stiyoruz." Paşa bize " İ yi ki geldi­ niz" diyor. "Ben de yann orada bir mevkiye gideceğim. On beş gün önce tercüman aracılığı ile asilerle konuştum. Kendilerine aşiretlerinin başı olan kişileri teslim ederseniz harekatı durdura­ cağız, banş yapacağız dedim. Yan n da son gün. Gideceğimiz mevki biraz tehlikel i. Ne olacağı belli olmaz. İ sterseniz sizi de alabilirim," dedi. Yemek yedik. Zeytinyağlı sıcak bir yemek. Ben alışkın deği­ lim, hastalandım. Ateşim otuz sekiz. Ama olayı da kaçı rmak iste­ miyorum. Hasta hasta önceden beli rlenen harekat sahasına var­ mak için yola çıktık. Asilerle Karşı Karşıya Ö nümüzde ve arkamızda birer kamyon. Biz ortadayız. Kam­ yonun birinde askerler var. Diğerinde fınndan yeni çıkmış sıcak sıcak ekmekler. Yoll ardevriye dolu. Dcvriyelermevzilenmiş. Bu arada devriyeler bize yanlışlıkla ateş de açtılar. Ö nlendi. Geleceğimiz yere geld ik. Yüksek bi r yerden aşağıya indik. İ n­ d iğimiz yere silahlı askerler dizild i . Abdu rrahman Paşa muhte­ mel bir pusuya karşı önlemler aldımııştı . Benim yanımda fotoğraf makinesi var. Bir süre bekledik. Ortalarda kimseler yok. Bağırdık çağırdık, bir tercüman çıktı ortaya. Abdullah Paşa: -Geldiniz m i? ded i . -Geldik, dediler. Onaya göğsü bağn açık, uzun boylu levent adamlar çıktı. Abdullah Paşa gelenlere çuvallarla ekmeği dağıttı . Açtılar. Hemen ekmekleri kı n p yemeye başladılar. Kalanlan da koyunla­ rına soktular. Paşa onlara sordu: 47


-Listede yazılı olanlan getirecek misiniz? - Ü ç kişi hariç, on iki kişiyi getireceğiz, dediler. Abdullah Paşa "Olmaz," dedi. Onlar da son derece kararlı bir biçimde, -Paşam nidek, olmazsa olmaz, dediler. Asiler dağlara sığınmışlar. Bi r mavzerli, bir alayı durdurur. Paşa onlara biraz sert: "Devletle baş edemezsiniz," dedi ve ekle­ di: -Niçin teslim etmiyorsunuz? İ çlerinden en uzun boylu olanı öne çıktı. -Bir kadının tek kocası olur. Şimdi siz hükümetsiniz. Askeri­ niz var. Bugün buradasınız. Bunları size veririz, alır gidersiniz. Biz yarın yine onların elinde kalınz. Bunlar, bu ağalar bizim külü­ müzü auın rlar. Siz Dcrsim'e giremiyorsunuz. Jandam1anızı soka­ m ıyorsunuz. Abdullah Paşa, durdu, düşündü, sonra tercüm ana şunları söy­ ledi : -Ben Kastamonuluyum. Kastamonu'nun tarihini bilir misi­ niz? Şehrin ortasından bir dere akar. Elrafbirdenbire dağ gibi me­ yi ilenir. Vaktiyle bir tarafında Kasl'lar öte tarafında Tuman'lar vam11ş. Kenti bunlar kuıınuş. Bunun için 'Kastuman' demi şler, kelime zamanla Kastamonu olmuş. Ben Tuman tarafındanım. Tumanda zamanla Dcmenan olmuş. Sizin aşiretinizde bugünkü Dcmenan. Siz benim akrabamsınız. Atalarımız bir yerde buluşur­ lar. Yapm ay ın . Size on beş gün daha izin vereyim . Gidin ve on beş gün sonra bu listedekileri getirin dedi. O listede Seyit Rıza da var. Ve teslim etmeyecekleri üç kişi­ den birisi de Seyit Rıza. Ben bu sırada olayın resimlerini çektim. Döndük. Erkan-ı Harp, Kuıınay Albay Neşet Bey. Çanakk ale Valisi ol­ duğumda bu zatı Çanakkale garnizon kumandanı olarak buldum . Asilerle konuşmaktan döndüğümüzde Neşet Albay bize "Bu işleri hep Seyit Rıza yapıyor. Seyit Rıza, Peygamber sülalesinden değil. Kendisine küçükken hastalık gelmiş. Ailesine demişlctki; bunu kundağı ile kiliseye götürün, bırakın, sabahleyin alın, bir şe48


y i kalmaz. Denileni yapmı şl ar. B ı rakıp sabahleyin almışlar. Rivayete göre çocuklar değişmiş. Neşet Albay iddia edi yor k i , Seyit Rıza, Peygamber sülalesinden değil. O Seyit Rıza büyümüş. Şeytan Köprüsü'nü yakmış. Dini lider olmuş. Dersimlilerin başına geçmiş, isyanı da o idare ediyormuş. Bu olaylardan sonra Ankara' ya döndüm. On beş günlük ikinci müddet bitmiş, Abdullah Paşa'ya l istedekileri teslim etmemişler. Aradan aylar geçti Seyit Rıza ve çevresi yakalandı . Mahke­ meleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır'daki Murat Suyu üzerinde yeni yapılan Singeç Köprüsü'nü açmaya gidecek, Ela­ zığ'a gelecek. Karayoluyla Singeç Köprüsü'ne geçecek. Emni yel Genci Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki "Atatürk, Singeç K öprüsü'nü açmaya gidecek. Dersim harekatı bitti . Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ'a dolmuş. Atatürk'ten Seyit Rıza'nın hayatını bağışlamasını isteye­ cekler. Beyaz donlul arın Aıaıürk'ün karşısına çıkmalarına mey­ dan vemıeycli m . " 1 93 7 yılında resm i tatil günü cumartesi öğleden sonra. Ata­ türk pazartesi günü Elazığ'a gelecek. Bizden istenenler " asılacak asılsın" ve Aıaıürk'ün karşısına Beyaz Donlular çıktığı zaman iş işten geçm iş olsun. O dönemde Elazığ Valisi Şefik Bey, Savcı Haıem i Senihi Bey, Emniyet Müdürü Serezli İbrahim Bey, savcı yardımcısı ar­ kadaşım. Şükrü Sökmensüer "Sivi llerden Emniyet Genci Müdürlü­ ğü'nün siyasi şubesinden i stediklerini al . Atatürk'ün istasyondan halkevine kadar korunması da size ait" dedi. B aşta Macar Mustafa olmak üzere altı kişi alıp yola çıktım. Trenle Elazığ'a vardım. Em­ niyet Müdürü İ brahi m Beye gillim . Savcı için "kural dışı bi r şey yapmaz, mümkün değ i l " dedi. Savcıya giuim. Durumu kendisine a nlattım . B u konuda Ada­ let Bakanlığı'ndan da şi fre aldığını, ama m ahkemelerin cumartesi tatil olduğunu, tatilde ise sonuç almanın mümkün olmadığını ba­ na bildirdi. Ye ekl ed i : "Ben d e mahkemeleri etkileyemem." 49


Oysa, biz mahkemenin kararını Alalürk gelmeden evvel vennesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olma­ sını i stiyorduk. Ben bunu hallelmek için Hükütınet tarafından bu­ raya gönderilmiştim. Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana "Sen valiye söyle bu savcı rapor alsın giLsin, ben senin i slediğini yaparım," de­ di. Biz mahkemenin talil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını isLiyorduk. Savcı rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yetine geçLİ. Mahkeme hakimini evinde buldum. Giıtiğinde mahkemenin aldığı kararı yazdırıyordu. H akimle konuşLuk. Kendisi karan dakLiloya çckLinnekle meşguldü. Devir, CHP devri. Herkes çeki­ niyor. Hakim bana "Cunıanesi mahkeme Loplanmaz, ancak pazarte­ si günü mahkemeyi Loplar, karan veririz. Salı günü de idam hü­ kümlerini yerine geLi ri ıiz," dedi. O zamanlar dördüncü bölgede Lemyiz hakkı yok. Abdullah Paşa, Sıkı yönelim Kumandanı olarak karan Lasdik edecek. O da "Yukarıdaki karar Lasdik olunur" demiş, basmış boş kağıda imzası nı. Yukarıya " Abdullah Paşa'nın idamı" diye yazsa­ nız kendisi as ılacak. Hakime dedik ki: "Bu dediğiniz gün ALaLürk geliyor. Maksat hasıl olmuyor ki." Hflkiın " Başkaca bir şey yapılamaz" diyerek kesLirdi anı . Ben de kendilerine sordum: "S izin saal 1 7.00'den sonra davaya devam eniğiniz olmuyor mu?" "Ooo, çok ol uyor. Gün oluyor, dokuzlara onlara kadar çalışı­ yoruz," cevabını verdi. -Ece sondan beş saat i hlal ediyorsunuz da başlan beş saaL ihlal etseniz, olmuyor mu? Yani pazar akşamı sahurdan sonra m ahke­ meyi açarız. Pazartesi günü 00.24'den başlıyor, dedim. Hakim: -Elektrikler kesiliyor, dedi. 50


Ona da çare bulduk. Otomobil farları i le hapishaneyi aydınlatınz. H alkevine lüksler koyarız. Hakim bu defa: -Samiin yok, dedi. Ona da çare bulduk. Sami i n de getiririz. -Kaç kişi asılacak? -Onu karardan önce söyleyemem dedi. Ama ekledi: -Savcı 27 kişinin idam ını istedi. -Biz ona göre mi hazırlığımızı yap al ım ? -Bilemem, dedi. B eni Asmaya Mı Geldin? Ceza İ n faz Kanunu her asılanın ayn bi r yerde asılmasını, ası ­ lanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı d a yerine getinneye çal ıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Val i bir de çingene cellat buldu. Gece 1 2.00'de hapishaneye gitti k . Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sanıkları aldık. Mahkemeye götürdük. Çi nge ne de geldi. Adam başına on li ra i stedi, " Peki," dedik. Sanıklar Türkçe bi lmiyor. Mahkeme karan açı kland ı . Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıl arı beraat elmiş bazı ları da çeşi tli h ap is cezal,ı:ı almı şll . Kararlar okununca hakim i lamda idam lafını k ul l anmadı ğı ve ölüm cezasına çarptırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anl amadılar. İdam "Tünne" d i ye bir v av eyl e ko ptu . Biz Seyit Rıza'yı aldık. Otomobilde benimle Polis Müdürü İb­ rahim' in arasına oturdu. Jcep j andarma karakolunun y an ında ki meydanda durdu. Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. -Asacaksınız, dedi ve bana dön d ü -Sen Ankara'dan beni asmak için m i geldin? B akı ştık. İ lk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyo­ rum. B ana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İ stemedi . Son sözünü ,

.

51


sorduk. -Kırk l i ram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi. Bu sırada Fındık H afız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum . Fındık Hafı z'ın idamı bitti. Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan i nsan doluymuş gibi sessizli ğe ve boşluğa hitap etti. -Evladı Kerbclayıh. Bı hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayet­ tir, dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yü­ rüdü. Çingeneyi itti. İ pi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi. Oğlu yaşında bir subayı öldürecek kadar katı yürekli olan bir insanın bu mukadder akıbetine acımak zor. Ama ihtiyarın bu ce­ saretini takdi r etmekten kendimi alamadım. Asabım çok bozuldu. Emniyet Müdürü'ne "Ben üşüdüm otele gidiyorum" dedim. Seyit Rıza asılırken ilerden oğlunun da sesi geliyordu: - Ku lun kölen olanı. Sığı rtmacın olam . Gençliğime acıyın, öl­ dürmeyin beni !

Atatürk'ten Papara Yedim Ben çok kötü olmuştum. Otele döndüm iki daktilo sayfası ya­ zı yazdım. Yazının başına da " B i hatayıh. Evladı Kerbelayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir" yazdım. Fakat biz bu işleri belki zamanında halledemeyeceğiz di­ ye.Atatürk bir gün sonra Elazığ'a geldi. Treni gece kör makasa çekmişler. Uyuyormuş. kendisini uyandı rm amışl ar. Ben sabahle­ yin Atatürk'ün treninden çıkan Ulus muhabirine yazdığım yazıyı okudum . Benden istedi. "B asmazlar," dedim. "Yer," dedi. Sonra­ dan Şükrü Kaya'ya okumuşlar, "Olmaz" demiş. B u sırada "Ata­ türk seni çağırıyor," dediler. Gittim, kahvaltı ediyorlardı. Bana bir resim gösterdi. Seyit Rıza'nın sehpada sallanırken resmi çekil­ miş. 52


-Bu resim ne Emniyet Mü d ü rü? d ed i . -Haberim yok, dedim. - Ö yleyse maiyetine hakim d eği l s i n dedi ve ekledi. Çabuk git bu resmin negati fini bul, basılanları imha et. Gittim, araştı rdım. Bizim sivil polisimiz Macar Mustafa, ben idam yerinden ayrılırken resim çekm i ş. B i r yerlerde bastınnış ve Şükrü Kay a n ı n yave rine venniş. Şükrü Kaya da Atatürk'e iletm iş. O k ıs a konuşmada anladım ki, Atatürk bu olaylan d e tay lı ol arak bi l m i yor. Bu tü r o layl an da sev­ miyor. Ve Atatürk demokrat tavı rl ı bir insan. Ben hemen camları negati Oeri basılanları i m ha ettim . Resim­ lerden ikisini sakladım. Atatürk'e gittim . Resimlerden birini ken­ disine uzattım. Emri n i z ye ri n e geti ri l d i ded im. - Hepsi imha edildi mi? - Edildi efendi m . Yalnız iki tanesini sakladım. -Ne olacak onlar? -Müsaade ederseniz birini zat-ı dev lctleıi ne vereceği m, birini de kendime al ı k oyacağ ım -Sen bu resim leri ne y apaca ksın ki? -Müsaade ederseniz ilerde anı larımı yazacağım . Atatürk, "Peki. B ana ayı rdığını ver," dedi Verdim. Ve Atatürk trenden Halkevine hareket elti. Arabasına da binmedi . Beyaz don­ luların arasından yürüyerek geçti. Benim elleri m cebimde ve iki e l imde de tabanca yürüyorum. Beyaz donlular hiçbir şey söylemeden bakıyorlar. B i ri adım atsa, hemen ön leyeceğ i z . Neyse, A t atü rk sağ salim Halkevine geldi ve buradan Singcç Köprüsü'ne hareket etti. Ben de kafıledeyim. Atatürk' ün Özel Ka­ lem Müdürü Vedid, "Görevin var m ı ?" dedi. Benim zaten canım sıkkın. "Atatürk'ten papara yedim, yok," dedim. " Ö yleyse, Harput'ta Arap Baba'ya gidelim" dedi. B iz gittik '

-

,

.

ve çabuk döndük. Atatürk de Singeç Köprüsü'nden akşamüstü döndü. Çarnaçar Atatürk'ün treniyle Ankara'ya döneceğim. Ama o arada araştırdım; A tatürk'ün treninden önce bir yolcu treni var. 53


Onunla gitmeye karar verdim. Singeç Köprüsµ'nün açılışından akşamüstü dönen Atatürk'ü Halkevi müsamer'c salonuna aldılar. Koltuk arkalarındaki boşlu­ ğa masalar kurulmuş, yenilip içiliyor. İ smail M üştak Bey de sahneye çıkmış, Güneş dil teorisine ait konuşma yapıyor. Ben o sırada Şükrü Sökmensüer'e yolcu treni i le dönmek i stediğimi söyledim. "Olur" dedi. Ben tam gitmeye hazırlanırken Atatürk durumu i zlemiş, ya da öğrenmiş. Belki de benim gönlümü alacak, " Hayır, bizim için gelen, bizimle gider" demiş, izin vennemiş.

Trende Saat on oldu. Trene bindik. Ankara'ya dönüyoruz. Atatürk sofrada ve yolda. Devlet Demiryolları tariki yle şi freler geliyor. Cevdet Demi rok da İ çişleri Bakanlığı'nın özel kalem şefi. Yollara bomba konursa diye baştan bir pi lot tren gidiyor. Bomba konmuşsa pilot tren havaya uçacak. B i r istasyonda şi fre geldi. Abdülmullalip Bey'den geliyor. Siyasi müsteşardan. Sıvas mebusu. O zamanlar her bakanın Meclis'te siyasi müsteşarı var. Bir çeşit parti kom iseri. Cevdet Demi rok şi freyi açtı. "Sayın bakan asayiş normal. TBMM komisyonları normal ça­ l ışmalarına devam ediyor" diye uzunca bir tekmil veriyor şifrede. Trendeki sofra sürüyor. Ata'nın yanında Celal B ayar var. Bayar başveki l . Sofrada Sabiha Gökçen de bulunuyor. Ben olayı uzak­ tan gözlüyorum . Dem irok şi frcyi Şükrü Kaya'ya verd i . Şükrü Kaya okudu, ce­ bine koydu: Atatürk, Kaya'dan sordu. "Nediro?" diye. Kaya da, "Normal bilgi şifresi " dedi. Atatürk, Kaya'ya,"Yeri n bana bakayım " dedi. Şifreyi aldı okudu. Rengi kaçtı. Kızdığı zamanlar karşısındakilere " Beyefendi" derdi. -Beyefendi ne zamandan beri İ çişleri B akanlığı, Türkiye Bü­ yük Millet Meclisi'ni denetli yor, dedi. Şükrü Kaya, "Böyle bir yetkimiz yok. Sadece bilgi veriyor," dedi. Atatürk sesini daha da yükselterek . 54


-Şu andan itibaren siyasi müsteşarl ı k mülgad ı r. Derhal tebli­ gat yapınız. Tren Ankara'ya vardığında da hiçbir m üsteşar karşıla­ maya gelmesin. Ne gariptir, tren Ankara'ya girdiğinde Abdülmuttali p Bey, Atatürk'ü karşılam aya gelmişti.

55


BEŞ İ NC İ B Ö L Ü M

Çağlayangil bir duygu insanıdır. " Yüreği dalındadır" her dem yaşam ı , beş duyusunun ahenginde usta işi örer. B ü rokrasiden politikaya hep sanatla buluştunnuştur ya­ şanusını. Ortalıklarda gözükmek, sansasyon aramak, politikacı­ lığını parlatmak adına gitmemiştir, konserlere, sergilere, tiyatrolara . . . El inden kitap düşmemiş hiç. Şiirden kopmamış. Seksen üç yaşında genç ve yaşama kafa tutan bir delikanlıysa, bu­ nu şiirin imge gücüyle sağlamış biraz da ... Çağlayangil sanata hep omuz vcnn iş. Sanatçıları koru­ muş, kollamış. Sanatçıların demokratik bir toplumda başa­ rılı olacağına inanmış ve bu inancını savunmuş. Uygula­ mış . . . Çağlayangil döneminde, onun üyesi bulunduğu hükü­ metlcıin sanatçılara bir yaklaşı m ı ve sıcaklığı olmuşsa, bunda Çağlayangil'in payını yadsımak mümkün değildir. .. Bursa'da, bugün yörenin bütün tiyatro gereksinimini karşılayan bir Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu var. Bu tiyatro­ nun, Çağlayangil'in Bursa valiliği yıllarına uzayan ilginç 56


bir öyküsünü akLarmak istiyorum kitabımızın bu bölümün­ de. Bu i lgi nç öyküyü anlatmadan önce, okurun bir karşılaş­ tırma yapması için bi r ön bilgi aktaracağım . . . Kari Eben, Türkiye'de Devlet Tiyatrosu ve Konservatu­ van'nın kurulmasına i l k harcı koyanlardan. Ertuğrul İ l gin, K ari Ebcrt'in i l k asislanı ve öğrencisi . Şimdi Ertu ğ rul İ l ­ gin'den dinleyelim : -Yıl 1 936. Alatürk , Devlet Tiyatrosu'nun ve Konserva­ tuvan'nın, balenin ve operanın kurulması i l e bizzat i lg ile­ n i yor. İsm e t İ nö n ü baş bakan . Ben KonservaLuvarın yeni kuru l an tiyaLro bölümü öğrencisiyim. Fransızca biliyorum, bu yüzden de Ebert'in asistanıyım aynı zamanda. B i r yan­ dan ders yapıyoruz, bir yandan Konservatuvar kuruluyor. İ smet İ nönü haf"Lada en az bir-iki kez Konservatuvara gelir, ç al ış malar h akkınd a bi l gi alırdı. Bu gel iş g i d i şle r he p prog­ ram dışı olurdu. İ smel Paş a onca işi arasında KonscrvaLuva­ ra bol vakit ayı rır ve görürdük ki, bu sanat heyecanı içinde m uLlu olurdu. Ve devlclin o zamanki çok kı l olanakları içinde bu kurumun geli şm es i için olan ca fedakarlı k da ya­ pılırdı. Ben, İ smcl Paşa'nın sanata olan duygulu yönünü bu z i yaretle rinde çok yakından Lanımışımdır. . . Şimdi y ı l 1 954. Çaglayangil Bursa Valisi. B i r tiyatro­ nun kuruluş öyküsünü onun anılanndan ak t a ra l ı m : -Bursa Valisi 'yim. Eıtuğrul Muhsin ve Cüncyl Gökçcr geldi­ ler. Ertuğrul Muhsin, Devlet •Ti yat rosu Genci Müdürü. Dedi ki, -Burası padişahl ık döneminde ve Moliere'in Liyatro adaptasyonl arını asl ından g ü zel yaptığı, Ahmet Vefik Paş a'n ın eserlerini oynattığı, bi r il. Sizin vali olduğunuz dönemde bir L iyatro yapıl­ masını sanırım siz de i ste rs i n i z . -Elbette isterim. -Siz tiyatronun binasını yaparsanız, biz de sürekli tem si ller veririz. Bursa'da tiyatro açanz. Kendilerine söz verdim. Ertuğrul Muhsin v e Gö kçe r'in bana coşku veren bu teklifini de hemen benimsedim. 57


Muhsin Erııığrııl ile

İş göründügü kadar kolay dcgildi . Tiyatroya en u ygun yer Ha­ şim İ şcan zamanında ya p ıl an Halkcvi binasıydı, ama, bina son de­ rece elverişsiz durumdaydı. İlk bcli rlcmclcrc göre, tiyatronun perde açması için dört yüz elli bin l i ra gibi o zamanlarda önemli sayılacak büyücek bir para gerekiyordu. Bense belediye bütçesinden yüz, özel idareden yet­ miş beş bin lirayı zar zor ayırtabildim. Daha çok para lazımdı . Tek umudum Başbakan Mcndcrcs'tcydi . Kendilerinden rica edip, hü­ kümettcn yardım isteyecektim. Çalışm alara başladık. Türkiye 1 957 seçimlerine hazırlanıyordu. Mahalli parti yöneticileri tiyatro olayını benimsemediler, karşı çıkıyorlardı. 58


Muhsin Ertuğrul İ le İ l B aşkanı. -sonradan Çelik Palas'ta benim kendisine hediye elliğim Smith Wesson tabanca i le inti har eden- Hayri Ter1,ioğlu ile her zaman iyi geçinmişizdir. Bütün il başkanlan ile valilerin aralannda hükümeLi sıkınuya sokan çekişmeler vardı. Ter1,ioğlu ile aramızda sağladığımız uyum bizzat Menderes'in bile dile ge­ ti rdiği gibi "Onlann arasından su sızmaz. İ kisi de bi r kaptan su içerler" ölçüsündeydi . Başbakan'a beni şikayet etmi�lcr Menderes beni telefonla aradı. Aramızda aynen şu konuşma geçti: -Sen ne yapıyonnuşsun Çağlayangil? -Ne yapıyonnuşum efendim? -Tiyatro yapıyomrnşsun. -Yapıyorum efend im. -Sen o işten vazgeç. Başka işler yap! -Mesela ne gibi işler yapayım Sayın Başbakanım? -Ne biley im yol yap. Okul yap. Cam i yap. Çeşme yap. Durumu anlam ıştım. Pani örgütü bana pek aktaramadıklan karşı çıkışlarını Başbakan'a iletm işlerdi. Ben gülerek Sayın Men­ deres'e şu yanıll verdim : -Siz okul yapacak, cami yapacak, çeşme yapacak vali çok bu­ lursunuz. Ama tiyatro yapacak valiyi pek bulamazsınız. Bırakı­ nız, müsaade ediniz de bu g i rişi mimi tam amlayayım. O kızdı, "Beş para yardım etmem," ded i . "Ben de sizden para istemem," cevabını verdim. Menderes'in telefonundan sonra olaylar gelişti .

Kazım Taşkent İmdada Yetişti Yapı K redi Bankası o tarihte Celal B ayar'ın Umurbey'deki evini onartıyordu. Bu işle de ben meşgul oluyordum . Bankanın Genel Müdürü K azım Taşkent'le sık sık bi r araya geliyorduk. B i r gün ona tiyatrodan söz ettim . B ana ge reken her yardımı yapacağını vaat elli. Sözünde durdu. Tiyatroyu bitirdik. Yıld ınm Ö nal'ın oynadığı "Tahta Çanaklar" piyesi i le tiyatro açılmıştı. 59


Açılışta Muhsin Ertuğrul Bey de bulundular. Daha sonra Ayten Gökçer, 'Anne Frank'ın Hatıra Defteri' ile Bursa'ya geldi. Kısa zamanda Bursalılar tiyatroyu sevmişlerdi. Uyum kolay oldu. Pa­ rayı bulmak biraz sıkıntılı oldu ama, güç oları her iş gibi zevk ver­ di. Ve yeri gelmişken tiyatro tarihimize geçmesi gerekli Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu ve Çağlayangil'le ilgili küçük bir anıyı daha nakledelim: B ugün Bursa'daki Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'nun du­ varında bir küçük plaket vardır. " B u tiyatro İhsan Sabri Çağlayangil'in Bursa Valiliği sırasında yapılmıştır." Geçti­ ğimiz yıl ( 1 989) Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'nun ikinci kez açılışının otuzuncu yılı kutlandı. Tiyatronun Müdürü Feyha Çelenk bu törende Çağlayarıgil'e plaket venneyi ve kendisinin törende konuşma yapmasını planladı. Bunu da bakanlığa yazarak izin isterken, Çağlayangil'e de katılıp katılamayacağını öncelikle sordu. Çağlayangil, "Çok sevi­ nerek katılı nın" yanıu verecek ve hazırlarıacaklt. Ne var ki, Özal hükümctinin Kültür Bakanı Tınaz Titiz bu kadar kü­ çük bir kadirşinaslığı politikanın labirentlerinde dolaştır­ m ı ş ve gerekli izin sağlanamamıştı. O günlerde Çağlayangil'le anılan üstünde çalışıyorduk. K ırılmıştı, ama belli etmeden " İstenildiği kadar demokra­ siyi Anayasalara yazınız. İnsan beyinlerine yerlcşti mıe­ dikten sonra" demişti. Çağlayangil'in belki de anılarına katmayacağı benim tanık olduğum bu olayı da konuyu bütürıleyeceği için ak­ tardım.

60


Çağlayangil Gökçcrlcr'lc


A LTiNCi BÖ LÜ M

B ullo Pakislan halkının büyük çoğunluğu için bi r acı­ dır. Bullo bülün geıikalm ış ülkelerin ortak k ader çizgi sin­ de sürdürmüşlUr yaşamını . Ülkesinin özçıkarları adına i nançlarını savunmuşlur sürekl i . Ne var ki ülkesinin çıkar­ ları ile, d ü ny an ı n yararlan arasında kalmış bir devlet ada­ m ıdır. Çağlayag i l B ullo 'nu n arkadaşıdır. Zaman zaman Ü slel ik uyanr Bullo'yu. O na doğrulan söyler. Çağlayangil'in kendi sine kelimeleri seçerek özenle söy l e ­ dikleri k endi b i lgile ri n i n bi r sentezidir. Çağlayangil geri kalmış ülkelerdeki darbelerde CIA kokusu aranmasını söy­ ler . B unu kendisine sorduğunuzda şu yanıtı alırsınız: " A d amla r s aklam ı yo r la r ki ! Türkiyc'dc i ki darbe hare­ keti o lmuşlurikisini de CIA'nın yaptığını Ekonomisl dergi­ si açıktamışlır." Çağlayangil "CIA'nın adam ı olursunuz. Onun adına ça­ l ı ş ırsı n ı z ama bu nd a n sizin haberiniz olmaz" der. rgülleıini hükümelleı.in kurduklarını ama bu örgü l l c ıi n onlan aşarak bağım sı zl ı k kazandığını savunur. Ben Dışişleri Bakanı'ydım. Amerikan Büyükelçisi bana geldi. "Sayın Demire'e lülfen sö yleyiniz Sizde nerede, ne .

62


kadar, haşhaş ekili yorsa biz onun parasını peşin verelim, ekimi durdursunlar," dedi. "Peki söylerim," dedim. Sayın Demircl'e söyledim. Aldığım cevap şöyleydi : "Bizim 2 7 ilimiz v e çevresinde haşhaş ekiliyor. Bizde ismini afyondan alan iller var. Bunu yapamayız. Ama ekim alanlannı giderek daraltabil iriz." Gittim, Amerikan elçisi­ ne söyledim. Bana "Beni bir kere de bu konuda başbakanı­ n ızl a görüştürebilir misiniz?" dedi. "Peki söylerim," de­ dim. Giuim Sayın Demircl'e yine söyledim. Demirel kabul elli. Görüşüldü. Aynı cevabı verdi Sayın Demirel. Bu gö­ rüşmeden sonra Ameri kan Büyükelçisi " Çok yazık. Bun­ dan çok fena neticeler doğacak " dedi. Çok fena neticeler belli oldu. Ü ç ay sonra bizim hükümetimiz düşürüldü ... 12 Mart'ı kastederek bunu anlatan Çağlayangil dünya­ nın sıcak günleri içinde ömrünü ve bu sıcak günlerin içinde soluklu sonuçlar çıkarmıştır. Çağlay ang il eğer almasını biliyorsanız bir diplom asi an l ayış ı içinde size sürekli doğruyu aktanr. Evet Buuo ülkesinin çıkarlan için mücadele vermiş ama Çağ lay ang i l i n ikazlanna rağmen kendisini idamdan kurta ramam ı şt ı r. ÇaPlayan<Til'in Buuo'yu anlattı o Pı bu bölüm di kkatli e e okunur ve özümlenirse, kendisinin de içinde olduğu hükümetleıinin üç kez yapay yollardan düşürülmesinin ge rçeği­ ni kavramak mümkün olur. Butto bölümü Çağlayangil'in anılarının evrensel boyutunun yoğunluğunu taşıyor... ,

'

Buuo, Türk-Pakistan ilişkileri faslında m ütalaa edilir. 1 965 seçimleri oldu. Ben Dışişleri Bakanı'yım . Cumhurbaşkanımız Gürse l hastaydı. Bitkisel bir ha y at yaşıyordu. İ sti fa etmesi müm­ kün değildi. Cumhurbaşkanlığı'nda değişiklik y a pı l ması proble­ matik sorun halindeydi. Rapor alındı.Sunay, Cumhurbaşkanı se­ çildi. Seçimler olmuştu. AP i ktidara tek parti olarak gelmi ş ti . 63


Kapalı d iplomasiden dışa açılacaktık. Blok siyasetini bir yana bırakıp uluslararası taahhütleri m izin dışında, m illi yararlarımız neyi emrediyorsa onu yapacaktık. Bir gel enek kurmak istiyorduk. Dışişleri B akanı olarak, ziyaretlere komşul arımızdan başla­ m ak düşüncesindeydik. Devlet Başkanı gezilerine de, yakın ve kardeşçe i lişkiler sür­ dürmeyi düşündüğümüz İ ran ve Pakistan dan başlamak niyetin­ deydik. Hazırlıklarımızı yaptık . Diplomatik temaslarımızı ta­ mamladık. Cumhurbaşkanı Sunay'ı evvela İ ran'a, sonra Pakistan'a götürdük. Pakistan'da devlet başkanı rahmetli Eyüp Han'dı. Uzun boylu, yakışıklı , erkek güzeli bir insandı. Kendisini bana, Genelkumı ay başkanı bulunduğu sıralarda rahmetli Celal Bayar, Göksu Kasrı'nda tanışurmıştı. Bayar 'ın Türkiye'yi z iyaret eden büyükleri Bursa'ya göndermek adetiydi . Gönde mı ediklerine de beni çağırırdı. Eyüp Han'ın vakti dardı. Bursa' ya gelemeyecekmiş. Onuruna Göksu Kasn'nda bir gece ter­ tiplenmiş, Türk musikisinin üsLall an bu geceye kaulmışlı. Türki­ ye'nin kalkınma hamleleri de bir brifingle konuğa Lanı tılm ı şlı . Daha önce de Pakistan Devlet B aşkanı M i r1.a, Bursa'yı ziyaret etmişlerd i . Buno'yu ise ilk defa Pakistan zi yaretinde tanıdım. Di­ namik, İngillere'de eğilim görmüş ve varl ı k lı bir diplomanı. Sol fikirlere eği limli olarak tanınıyordu. Devlet B aşkanı düzeyindeki ziyaret parlak geçti. Sonralan İ ran Hariciye Nazırı yaşlı A ram değişti , yerine Ar­ deşir Zahidi geldi. Ardqi rZahidi de gençti . İngilizceyi çok iyi bi­ liyordu. Musaddı k'a karşı Şah'ın canını ve tahtını babası kunar­ mıştı. Şah tarafından sevi liyor, saygı gösteriliyordu. Babası adına Tahran'da bulvarlar açılm ıştı . Şah , Zahidi'ye Fevziye' den olan kı­ zını da vemıişti. Bu izdivaç sürdürülemem iş, bir süre sonra ayrılmışlardı. Fa­ kat Şah'ın ai leye m innet borcu ve sevgisi devam ediyordu. Zahidi kuvvetini Şah'dan alıyordu. İ ran, Pakistan ve Türkiye Dışişleri Bakanlan a rasında meslcktaşlıktan i leri bir dostluk peyda olmuş­ tu. Her fırsatta buluşuyorduk. Ü ç devlet arasında CENTO paktı '

64



kurulmuş ve yılda i ki kez toplanıl ıyordu. RCD toplanulan da yılda iki kez yapılıyordu. Demek ki yılda dön defa rotasyoncl olarak buluşuyorduk. Yılda bir kez de Bi rlcş­ miş Milletler toplanusında beraber olma olanağımız vardı. Ayn­ ca devlet başkanlan ve başbakanların ziyaretlerinde de buluşmak mümkündü. Bunun dışında Avrupa'ya gidişlerimizde de birbiri­ mizi kollar, arada buluşurduk. O zamanlar ABD, Kızıl Çin'i tanı­ mıyordu. Buuo ise komşu lan olan bu devlete karşı olumlu davranıyor­ du. ABD, Kızıl Çin'in nüfuzunun bölgeye Pakistan tarikiyle gir­ diğinde inanıyor, CENTO toplamı lannda kapalı ikili tcmaslan­ mızda açık biçimde Pakistan'ı uyamıamızı istiyordu. Şah'la Dem irci, Eyüp Han'ı çağınp bu konuyu açıkça görüş­ meyi kararlaşurdılar. Ramsar'da bir toplamı düzenlendi.

Ramsar Toplantısı O zaman Pakistan'ın Dışişleri Bakanı olan Buuo toplantıya çağrılmamıştı. Bu ıoplamıya beş kişi kauldık: Ş ah, Eyüp Han, Demirci , Ardeşir Zahidi ve ben ... ilk sözü rahmetli Şah aldı. Sovyctler'le hudutlan olduğunu, İ ran'ın vaktiyle Sovyetler ta­ rafından işgal edilmiş bulunduğunu, Sovyetler'in sıcak denizlere inmeye ar1.ulu olduğunu ve bu niyetlerinin bilindiğini, düşlerinde Slav imparatorl uğu yatltğını, Çin'in de komünist bi r ülke olduğu­ nu, bölgeye nüfuz etmesinin elverişsiz durumlar yaratacağını sa­ vundu. Eyüp Han ise "Pakistan hasbelkader Çin ve H i ndistan gibi devletlerle komşudur. Bunlar devlet değil, kıtadır. Pakistan ken­ disinden kat kat güçlü iki devletle sınırdaş olmasının yarauığı şanlar içinde yaşamaktadır. Ben bu devletlerle i yi geçinmeye mecburum, başka türlü yapamam ... " diyordu. Şah görüşünde ısrar elli ve Çin'e kapıları kapamanın gereğini savundu. Tanışma kızıştı , Eyüp Han, Demirel'de kendine birmüt66


tefi k aradı ve ona, -Niçin susuyorsunuz? Siz de fik rinizi söylesenize, deyince Demi rel de Şah gi bi düşündüğünü açıklad ı . Münakaşa tekrar kızıştı . Bir karara varı l amadı. Ancak Eyüp H an, Buıto'yu değiştireceğini i fade etti. Eyüp H an'ın bu konuda sıkıntısı vardı ve tazyik altındaydı. Butto, bana Tahran'da bir gece kulübünde bi raz içkili bir d u­ rumda, -Siz hain-i vatansınız. Günün birinde Sovyeller'le Amerik a uyuşacak v e dünyayı nüfuz bölgelerine ayınn ak isteyecekler. Böyle bir durumun karşısına çıkacak güçte tek kuvvet, Çin Halk Cumhuıiyeti'di r. Bugün Çin'le münasebet kum1ak şöyle dursun, onun bölgeye nüfuzundan endişe duyuyorsunuz. Çin bugün eko­ nomik bakımdan güçsüz, ama yarın şartları değişecektir. Bugün atoma sahipti r. Yarın bunları gel iştirecektir. Çin'in zayı f zam a­ nında om el uzatı rsanız, gelecekte kıymeti büyi.ik olur. Çin güçle­ nince ona yanaşmak isteyeceksiniz, fakat o nazlanacaktır... ded i . Butto, uı.ak görüşlü bi r devlet adamıyd ı . Haklı çıktı. Sonral an ABD Devlet Başkanı N i xon, Çin Halk Cum huıi yeli'ni ziyaret etl i . Çin'i tanıdı. Tü rki yc'ni n Formoza ile i lişkilerini koparıp Ç i n Hal k Cumhuriycti'ni tanıması d a 1 2 Mart sonrası mümki.in ol abildi. Yine bir görüşmemizde B u llo, " Amerika'nın tazyiki ile Eyüp H an beni dı şlayacak," dedi. Ben durumu Ramsar'dan bi liyordum. Ama kend isine, -Amerika gibi büyük bir devlet sizi hedef al maz. Eyüp Han si1ıi değiştirse bile bunda Ameri ka'nın tesirini aramak gülünç olur, dedim. Buıto güldü ve cevabı şöyle oldu: -Her şeyi bi liyoru m . R amsar'ı bunun için yaptınız. Bana bun­ ları Eyüp H an söyled i . Göreceksin, ben çekileceğim , ama Eyüp H an'ın da başına iş açacağım ve on yıla kal m az, Pakistan'ın başına geçeceğim. Ben de kendisine çok net hatırladığım şunları söyledim: -Ben senin ağabeyinim. Okulda M ecelle okudum. Gençsin. Nasıl olsa Pakistan'ın başına geçersin. İ sti fa ederek Eyüp Han'a cephe almanı doğru sayamam. Bu düşüncelerinizi ve kararınızı 67


biraz dinlendi ri n ve mutlaka gözden geçirin. Mecelle'de, "Bir şeyin husulüne vaktinden evvel sai olanlar, mahrumiyetle muatep olur" d iye bir kural v ardır. B en bu kural a d ayanarak B uuo'ya i tidal tavsiye euim. Bulto benim kendisine öneri lerimi tutmad ı . İç dünyası buna engel olmuştu. Dışişleri B akanlığı'ndan aynldıktan sonra ateş l i nutuklar verd i . Pakistan'ı ayaklandırdı. N ümayişler oldu. Otobüs­ ler yakıldı. İnsanlar sokağa döküldü. Eyüp H an, olaylan bastırabilmek için Butto'yu tutuklatmak zoıunda kaldı . Ayaklanmalann ardı arkası kesilmedi . Dirl ik düzenlik bo­ zuldu. Eyüp H an'ın altındaki generallerden Yahya H an darbe yap­ t ı . İdareyi Eyüp Han'dan devraldı. Kendisi devletin başına geçti. Kızı ve damadı Eyüp Han'ı güç durumlara sokmuştu. Kanşık ve yolsuz işlere gim1işlerdi. Yalıya Han bunl ardan faydaland ı . Pakistan'da tel Öf!!Ü ile çev rili parsel lenm i ş b i r bölge vardır. Eyüp H an o bölgede kendi yaptırdığı ev inde göz hapsine alınm ış­ tı. Pakistan'a bi r gidişimde Başbakan Demi rc i , Yahya H an'dan izin alarak Eyüp Han'ı ziyaret etmemi i sted i . Kendisine selamla­ rı n ı götünnem i ve eğer di lerse Türkiye'ye davet edileceğini bil­ dirmemi istedi . Yahya H an'ın izniy l e Eyüp Han'ı evinde ziyaret enim . Bu bu­ l uşmamızda hariciyeden bi r memuru da yanıma katlı lar. Kend i si­ ne B aşbakan Dem i rel'in selam ını ve davetini ilettim. Çok duygu­ l and ı . Bizimkilere hiçbir şey söylemeyin. Ne onlar izin verirler, ne de ben Türki ye'ye gelebi l iri m . Burada öleceğim anık. Butto, Pak istan'da demokrasi istiyor. Ben i stemez m i yim? Öğrenimimi İngiltere'dc yaptım. Demokrasiyi v e ülkelere neler getirdiğini iyi bil i rim. Ancak Pakistan, Türkiye deği ldi r. Laikliğe henüz yatkın görülmüyor. Aceleyle alınacak bi r karar, memleketi ikiye böler. Nitekim sonradan Pakistan ikiye bölündü. Uzun uzun konuştuk. Ayrılırken Eyüp H an adamlannı çağırarak aşiretinin giydiği elbise ve örtülerden getirtti. Bunlan eşime hediye olarak verdi. Sonral arı da orada öldü. Yahya H an , Eyüp Han'ı devi rdi. Fakat Pakistan'da demokra68


siye geçme arwsu d inmed i . O tarihlerde Kudüs'Le Mescidi Aksa'da yangın çıktı . Olayın İs­ rail tarafından düzenlendiği söylentileri dolaşıyordu. Yangına tepki olarak Müslüman devletler arasında galeyan başlamıştı. İlk İslam Konferansı 1 969 yılında Rabat'ta to pla ndı . B u kon ferans İ sl am devletlerinin yılda b ir toplanıp kendi me­ selelerini aralannda görüşmeleri karannı alarak dağıldı. Siyasi bir ni Leliğe bürünüyordu. Bu yolla LoplanLı da müesseseleşmiş oluyo rdu. 1 969 yılı eylül ayıydı . B i rleşmiş M i l leLler her yıl eylül ayının üçüncü sal ı günü oLomaLikman genci kuru l Lopl anllsı yapar. Bu bir siyasi hacdır. Dünyanın yüz altmı ş devleti genell ikle dı şişleri ba­ kanl an sevi yesinde, ama ar.1.u edenler başbak anları veya devlet başbakanlanyla bu ıoplanuya kal l l ı rlar. Toplanlı Noel Lalilinde gündemini yaparak biler. Asamble'de her dışişlcri bakanı kendi hükümelinin izlediği poliLikayı açıklayan konuşmalar yapar. Dünya si yascLindcn dcv­ l eller de bu yolda haberdar olur. Toplanl!da her devlel m i l l i k ı ya­ fetleri ni giymiş d ışişleri bakanlannca Lemsi! ed i l i r, dünyanın üç ı rkı bir araya gel ir ikili gö rüşmeler yapı lı r.

Dcm irel 'in Şifresi 1 969 yılında New York'tayken bir şi fre ald ı m : İslam Konfc­ ransı'nın toplanacağını, durumun Devlel B a�karı ı 'ııa ar.1.edildiği­ ni, S ayın Sunay 'ın Türkiye'nin laik bir dev let olduğunu, bu yüz­ den adı İslam olan bi r konferansa kall lmayı d üşünmediğini belirt­ tiği bild i ri l i yor ve " Eğer işti rak edilecekse kimin kall lacağına hü­ kümetin karar verebileceği" kaydediliyo rdu. Demi rel bana New York'a gönderdiği ş i fre ile hem haber veri­ yor hem de görüş istiyordu. Senato Başkanı ve b ir devlet bakanıyla temsil edilmemizin u ygun olduğunu yazd ı m . H iç ka tı l m a m a m ız da ayrıcalı k yaratacakur. Mesci d-i Aksa kutsal bi r m a bedd i . Orayı ateşe vennenin nüfusu İslam olan Tür­ kiyc'de tepki uyandı nn ası doğal d ı . Ben B i rleşmiş M illetler'de ko69


nuşmak için çok önceden gün almışLım . B u yüzden konferansa k aLı lamayacağım ı Sayın Dem irel'e bildirdim . Demirel telefon elti. " B i rleşmiş M illetler Genel Sekreteri'ne durumu söyle, zalen konferans yıl sonuna kadar sürecek, nutkunu encle. Toplantıya sen katılı ver ve tekrar B i rleşmiş M i lletler'e dö­ nersin," dedi. Aynı hafla içinde AtlanLik'i ik i kez geçmek zordur. Uzun sü­ ren Dışişleri B akanlığım sırasında bu kadar kısa zamanda Allan­ tik'i aşıp dönüşüm iki defad ır. B i ri ncisi budur. Diğeri i se, S unay'ın seyahatine katılmak üzere B i rleşmiş Mil­ letler'den Fransa'ya geçip dönüşümdür. İslam Konlcransı'nın müesseselcşmesinin sebebi Şah ve Suu­ di Arabistan K ralı Faysal'ın, Mısır DevleL Başkanı Nasır' a cephe alın:.ısıyd ı . Mısır radyolannda N asır, Şah ve Faysal'a karşı ateş püskürüyordu. Dokuz üyeli Arap liginde bu iki devlet aleyhine kararlar alını­ yordu. Şalı'la Faysal, Mcscid-i Aksa yangını vesi lesiyle İsl�m Konferansı düzenlem işler ve bunu m üessese haline geLirip 58 ls­ l:ıın devleLini bir arada toplamak suretiyle M ısı r'ı ekal liyeue bıra­ kabilmeyi planlamışlard ı . Arap B i rl i ği'ni İslam Birl i ği 'ne çevir­ mek isti yorlard ı . Bunu Rabat'ıa öğrendi m . Türkiye, İslam Konferansı 'na m üşahit olarak katılıyordu. İ l k toplantıda bir beyanal vererek anayasamızın laik olduğunu hatı r­ l aLLım. Bu ilkeye aykırı kararlara uyamazd ık. Aynca B irleşm iş M i lletlcr'de alınmış ve bizim de kabul euiğimiz kararlara da uy­ mamamızın söz konusu olmad ığını , olamayacağını söyledim. Bunun dışındaki anlaşma ve kararlarl a muLabık olacağı mızı da açıkladım. İstanbul'da İslam Konferansı toplamamıza rağmen 1 2 Eylül'e kadar da bu m üşahit slalümüz devam elli . 1 2 Eylül'den sonra İs­ lam Konferansı 'na doğal üye olmak için hükümet teklifini parla­ mento geri çevi rd i .

İ lk İ slam Konferansı, İ lk K argaşa Benim katıldığım i l k İslam Konferansı'na Fas Kral ı , H indis70


lan'ın da çağrılması lekli lini gelird i . Suudi Arabislan bu teklifi deslekledi . Yahya Han da itiraz etmeyince Hindistan'ın da daveti kararlaştırıldı. A lınan bu karar, konferansa başkanlık eden Fas Kralı tarafından İndira Gandi'ye telgrafla bildirildi. Hindi stan, kararı öğrenince bir heyet hazırlayana kadar konferansa Müslü­ man olmayan Rabat B ü yükclçisi Sih'i yollamakta bi r sakınca gör­ memiş. Ertesi günü bir de bakuk k i , sol tarafa bir m asa kuru lmuş ve H indistan'ın Rabat B üyükelçisi Sih otuım akta ... Yahya H an bu manzarayı görünce protesto maksadıyla konferanslan ayrıldı. Fas Kral ı , devlet başkanlannın katı lacağı bi r toplantı için oturuma ara veri yorum dedi . Başka bir salonda toplandık. Ben Türkiye Devlet B aşkanı'nı tems i l ed iyo rum. Suudi Arabistan K ralı Pak istan'da ne kadar M üslüman varsa, Hind istan'da da aynı m i ktarda M üslüman olduğunu, Hindistan'ın konferansa katıl masında bir m ahzur bulunmadığını savunuyordu. O zamanlar Pakistan henüz iki ayn devlet olmamıştı. Doğu ve Ba­ li nüfusu 1 1 5 m i lyondu. Bunlardan 70 m il yonu İ sl amdı . Hindis­ tan'da da o kadar Müslüman vard ı . Bu görüşe karşı olanlar büyük bir galeyan içindelerd i . Katılmamakta d i reniyorl ard ı . Ne ded i y­ sek para etmedi , Yahya H an ül kesine dönmekte ısrarlıydı . Topl antı; İ ran'la Türk iye temsilcilerini konferans ad ına Yah­ ya Han'a gönderdi. Kendisine rica edecek, toplantının devamını sağlayacakıık. Yol�a İ ran Şahı'na " İşler neden böyle karmakarı ­ şık oldu?" dedim. I ran Şahı bu soruma şu cevabı verd i : -Şark düşüncesi nedi r bi l i r m isin? Olay aynı iken Batı v e Doğu ayrı şekilde yorumlar. Buna Şark zihniyeti d i yoruz. Ne Batı Şark'ın dilini, ne de Doğu, Garb'ın düşüncesini anl ar. İşler bu yüz­ den karışlı. Yahya Han'a gi ttiğimizde koca adamı ağlar bulduk. -Ben Pakistan'a nası l gideceğim? diyordu. Teselli ettik. Yahya H an'ı ikna edemed ik. Dönmekte ısrar ediyordu. " Hindistan katılırsa, ben konferanstan ayrılı rım," d i yordu . A raya girişimiz başarısızlıkla neticelenmişti . Döndük, bizi beklemekle olan İslam devlet başkan l a rı na durumu anlattık. On­ lar d a "Pakisran'sız İslam toplantısı olmaz. En i yisi Hindistan'ın davetini geri almaktı r" ded i ler Öyle de yapıldı. Fas Kralı H indis71


Kral Faysal İle

Lan'dan "özür dileyerek" katılmam alarını rica elli. Böylece de bu­ nalım biçimsel olarak atlatılmış oldu. Bu olay Yahya H an'ın Pakistan'da zaten zayıf olan durumunu büsbütün sarstı. B u vaziyette yeni anayasa düzenlendi . Genel se72


çimlere gidildi. Batı Pakistan'da Buuo, Doğu'da Mucibürrahman yüzde yüze yakın oy alarak seçimleri kazandılar. O sı ralarda RCD toplantısı Doğu Pakistan'da yapılacaktı. B i r heyetle birlikte toplantıya katılmak üzere Doğu Pakistan'ın mer­ kezi Dakka'ya gittim. Gördüğüm manzara acayipti. Pakistan Va­ lisi Mümin Han katledilmiş, yerine Pakistan hükümeti bir amiral göndenn işti Fakat millet idareyi ele almıştı. Milletin temsilcisi Mucibürrahman'dı. Kansı Türk olan Pakistan'ın Tunus Sefiri, Mucibürrahman'ın yakın arkadaşıydı. Mucibürrahman Batıl ıla­ nn seçim beyannamesinde yazı lı olanlara 1 4 maddelik dilek pa ketiyle karşı çıkıyor, bunlar kabul edilmezse Doğu ve Batı'nın ay­ n iması gerekliğini savunuyordu. Butlo ile aynı otelde kalıyorduk. Butto bana, -Tecrübelisiniz. Bu adam la görüşünüz. Nasi hal ediniz. Yoksa bu memleket parçalanacak , ded i . Tunus Sefi ri vasıtasıyla Muci bürrahman'dan randevu isledim. Kabul etli. Ziyaretine gitlinı . Dakka, sıcak memlekettir, beni bah­ çede kabul etli. Kend isini lebrik etlim . Seçim le ri kazandığından, aramızda kuvvelli bağ l ar bulunduğundan söz etli. Eğer k abul ederse, yaşça büyük olmam sıfauyla bazı öneri ler­ de bulunmak istediğimi açı kladım. Nezaketle karşıladı ve kendi­ sine şunları söyledim: - 1 4 maddede loplad ığınız isteklerinizi okudum. Bunların içinde Bau Pakistan'ın kabul edemeyeceği hususlar vardır. Israr ederseniz, bölünme mukadderdir. Bu memleketin parçalanm asını arLu elmiyorum. Şanlarınızı yeniden gözden geçirmek istemez misiniz? diye sordum. Son derece mağrur bir eda ile bana cevap verdi : - Memleket bölünse ne olur? dedi ve ekled i : -Bizim loprağımız az, a m a nüfusumuz Batı'dan daha çok. Devlet bülçesine de Bau'dan çok kalkıda bulunuyoruz, karşılığını alamıyoru z Doğu'ya üvey evlat muamelesi yapılıyor. Aynlı rsa ayrı lsınlar. Ben de kendilerine, -Bu bölünmeden Doğu zarar görür. Batı yine ayakta kalabilir, dedim. .

­

.

73


O sırada, üstü başı perişan, ayağını sürüyerek yürüyen sakat bir Doğu Pakistanlı sokaktan geçiyordu. Mucibürrahman yoksulu bana göstererek, -Siz Doğu Pakistan'ın bu halde kalm asını, adam gibi yaşama­ masını istiyorsunuz deyince; ben kendilerine, -Hayı r, sefalet istemiyorum. Ama bu adamın, bu halde bile kalsa yaşamasını istiyorum. Siz kendi canınız dahil, Doğu Pakis­ tan'ı tehlikeye atıyorsunuz . Bu konuşmadan sonra dönüşümde görüşlerimi B utto'ya nak­ leuim. Butto, " Son ümit de gitti. Kadcr ağlannı örüyor" cevabını verdi. Mucibürrahman ısrar etti, Pakistan bölündü. Doğu v e Batı d i ­ ye ikiye ayn l d ı . B i r süre sonra Mucibürrahman öldürüldü. Canını kaybeui ve o memleket de hfila düzelemedi. Batı Pakistan'da seçimler yapıldı. Yahya Han devrild i . B uuo, benimle Talıran'da içkili halde yaptığı konuşmada verdiği tarih­ ten evvel dev letin başına geçti. Cumhurbaşkanı oldu. Fakat cum­ hurbaşkanlığı kendisini tatmin etmedi. G üvendiği bir adamını yerine geti rerek başbakan oldu. Sayın Fahri Korutürk Devlet Başkanı olduğu zaman ilk ziya­ retini Sunay, gibi, İ ran ve Pakistan'a yaptı. ..

74


YED İ NC İ BÖ L Ü M

Sayın Korulli rk titiz çalışan birdevlct adamıydı. Pak istan'a gi­ decek heyeti tespit ederken ben, parlamenterlerin de bulunmasını istedi m. Her pani genci başkanının güçleri oranında temsilci ver­ mesini telkin ettim. " M i l l i Selamet Partisi'nden almam" dedi Sa­ yın Korutürk. Kendilcıine bir teknisyen ol arak ayrıcal ık yapı la­ mayacağını o part iden de bir temsilci isteyeceğimi söyleyerek, parlamentodan üye almadan bu geziyi yapmamızın doğru olma­ yacağını arz eltim. Kaqul ettiler. Milli Sel amet Partisi Genci Baş­ kanı Necmettin Erbakan, Er1.u rum Senatörü Lüt fü Doğan'ı tensip etmiş. Seyahate çıkmadan önce Cumhurbaşkanı ve eşi, heyeti Çan­ kaya'da kabul ederek tanışırl ar. Bu bi r gelenektir. Çankaya'da bir çeşit bri ling yapılır. Seyahatle, programl a i lgili bilgi veril ir. Bu törende MSP Senatörü Lütfü Do ğan Emel Korutürk Hanımefen­ dinin elini uzatmasına rağmen sıkmadı. B a ya n Korutürk'ün eli ha­ v ad a kaldı. Kadın eli tutm ak günahmış. Bu olay soğuk bir hava yarattı ve Korutürk: - B e n sana demedi m mi? d iyerek bana kızd ı . Sonra İran'a gittik. Şah, havaalanında bizi Pakistan'a uğurlu­ yor, önce havaalanında bir veda yemeği verdi. Heyetler ayrı bö,

75


lümlerde Şah'la eşi , Sayın Korutürk'le eşi ben ve İ ran Dışişleri B a­ kanı eşlerimizle birl ikte özel yemek yed i k. Sıra uğurlamaya gel­ di. Şah ve Şah B anu ayn ayrı herkesin elini sıkarak bizi Pakis­ tan'a .uğurlayacaklar. Ben hemen Şah Banu' ya koştum. -Aman bizim heyette bir sakall ı var. Kadın eli sıkmaz. Lütfen onun elini sıkmayınız, dedim. Şah B anu bana beklemediğim bir cevap verdi: -Ne demek? Olur mu öyle şey? H ayır ben sıkanın. -Benden söylemesi, dedim. Ayrıldım. Korutürk merasimlerde denizci protokolü uyguluyor. Veda­ larda en son giriyor, varışlarda önden çıkıyor. Sıra Lütfü Doğan'a geldi. Ben merakla bakıyorum. B i r küçük tereddüt oldu. Şah Ba­ nu, Lütfü Doğan'ın elini çekli ve sıktı . Hepimiz güldük. Sayın KoruLürk bana dedi k i : - Demek yabancı hükümdar eşi olunca eli sıkılırmış.

İ kinci Komik Olay Ben dış gezilerin ayrı ayrı yapılmasına taraflarım. Ziyaret bir­ leşince, "Geçerken uğradık. B i r kahve de sende içelim gibi olur" derdim. Bunun istisnası, İ ran ve Pakistan'dı. Korutürk titiz bir devlet adamı. Kendine özgü kuralları var. Gittiğim iz akşam nereye gitmişsek o devletin devlet başkanı ya da kralı bizim devlet başkanı onuruna bir ziyafet verir. Ertesi ak­ şam da biz o ülkenin devlet başkanı onuruna bir ziyafet veri riz. Ama emniyet mülahazası ile bizim davetimiz ev sahibinin göster­ diği yerde olur. Korutürk, "Eğer biz ziyafet vereceksek, yiyecek­ leri biz götürelim yemekleri biz yapalım" ister. "Altın tabakları­ mız var, alal ım" der. Bu kurala uyduk. Yapılacak yemekleri bile bizzat Sayın Korutürk tespit etti. Nefis balıklanmız var. Enginar ve kayısı soslu özel dondunn amız. Biz giderken beraberimizde aşçım ızı da götürdük. Sadece garsonlar bizden değil . Onları götü­ remedik. İ ran Büyükelçimiz Rahmi Gümrükçüoğlu. Kızım Fatoş da orada. Garsonlar hata ettiler. Enginar servisi yaparken dondunnanın 76


kayısı sosunu engi nara dökLüler. İran H ariciye N azı n H al ad B aha­ ri 'nin hanımı durumu gördü. Söyleyecek oldu , ayağına basum . Sovyel Büyükclçisi'nin eşi "Aman n e güzel sos" dedi. Sosu güzel bulanlar ekseriyetle. Ziyafet bitti herkes giui. Bizim kayısı soslu enginar gecenin favorisiydi. O gecenin ik inci kom i k olayı. da ben i m kızımın kullandığı arabanın Gül istan Sarayı'ndan ayrıl ırken Büyükclçimiz Rahmi Gümrükçüoğl u'nun eşi i le birlikte sarayın bahçesindeki havuzlar­ dan birinin içine düşmesiyle oldu. Rahmi Gümrükçüoğlu ziyafet­ ten erken ayn lnı ışLı . Elçi liğe giderek şi fre yazacaktı. Gül is tan Sa­ ray ı'nın bahçesinde havuzlar var. Kızım Faıoş'un kullandığı araba havuza g i ri yor. Arabanın içine sular doluyor. Etraftan koşarak yard ı m c ı oluyorl ar ve kurta ıı yorlar. Eıtesi günkü resepsi yonda Şah, Fatoş'a "Gel bakalım kahraman. B i z i m arabalara kruvazör muamelesi yapıyorsun" d i ye kend isiyle şakalaştı. Ziya Ül Hak İle . . . İran'dan PakisLan'a geçlik. l3 u seyahatle B uuo l3 aşbak an. Bu L­ to'nun verdiği ak �am yemeğinde benden ertesi gün öğleden sonra özel bir görü�ın e i stedi. B e l i rl i bir saatle bul u�Luk. l3u llo, " Dünya­ nın gidi �in i iyi göm1üyoru m . Süper devlet olmanın Lek çaresi RCD devl etlerinin birlik olmasıd ı r. O zaman nüfusumuz iki yüz m i l yona çıkacak. B u bi rleşmede RCD büyük bir rol oynamal ı . Tü rk i ye'nin de, Pakistan'ın da gel irleri s ı nırl ı . Şalı' la görüşünüz. Petrol gel irleıin­ den her i k i ü lkeye yardım etsin ve biz kuvvetli bir ordu kural ım. Güçleri m izi birleştiri rsek üstün güçl ü o l u ruz" ded i . Bu konuşnıa­ l ara geçmeden önce odad a Ziya-ül H ak da vard ı . Ziya-ül H a k o za­ man Genelkum1ay Başkanı'ydı . l3u llo biraz d a nezaket ku ralları dı şında kendisine " S i z çekile­ bil i rsiniz" dedi. l3enim d u ru mdan rahatsız olduğumu anlayınca d a bana döndü : -Ziya ÜI Hak'ın önünde i ki kıdemli orgeneral vardı. Kendisini Genelkum1ay B aşkanı yapmak için onlan emekliye ayı rdı m . Ben de kendisine cevaben: 77


-İyi yapmamışsınız. Askerler hassas olur. Keşke Ziya-ül Hak'ı i ki nci başkan yapsaydınız, iyi ederdi niz, dedim. B ullo hiç unutam::ıd ı�ım şu ilginç yanı tı verdi: -Reformlar yapmayı tasarlı yorum. Orduyu yanımda görmek i stedim. Bu adam bana çok sadıktır. O gece ayn ldık. Buuo'nun bana "Çok sadıktır" dediği Genelkurmay B aşkanı sonradan darbe yaptı Buuo'yu tutukladı ve cinayetle suçlayarak mahkemeye verdi . Mahkeme karanyla d ::ı Bullo idam edildi. Bu lto'nun asılmaması için birçok Devlet Başkanı Ziya-ül 1 fak nezd inde g i rişimlerde bulunmuştur.

Ziya-ül H ak'ın Ankara'yı ziyaretinde Dcm i rcl'in girişi­ mini de S ayın Çağlayangil'den- öğrenmek istedim. B ana olayı şöyle aktardı :

. . .Zi ya-ü l Hak Ankara'ya geldi . Başbakan Demi rel'i görmeye gidecekti. Kend isini şimdi S::ıyın Özal'ın oturduğu o zamanki ya­ bancı konuklar köşkünden alarak Başbakanlığa götü rü rken "Sa­ yın Demi rel'e B utto'nun durumunu d::ı açıkl ayacağım," ded i . Başbakanlığa vardık. Konuşma sırasında söz B u no'dan açı­ l ınca Dem i rci " i sterseniz bize gönderin, m isafi r ederiz" dedi ve ekled i : 'Bu sizin iç meselenizdir. Ne yapacağınıza kanşmayız. Ama işi kanlı şeki lde bitiıınek doğru ol maz. Çünkü bu dünyada kan lekesini temizleyecek bir ilaç henüz icat edi lmemiştir." Ziya-ül H ak'ın yanıtı ise şöyle oldu : - Ben Bu lto'yu öı.cl mahkemelere venncdim. Butto normal yoll ardan hesap veriyor. . . Konu değişti . Dcmircl'in yanından Zi ya-üt Hak'la birl ikte aynldık. Pakistan Devlet B aşkanı bu konuşmadan hoşnut kal m am ış o lacak ki dönüşte sordu: -Sayın Demirc i o sözleri bana niçin söyledi? Ne demek istedi­ ler? Türkiyc'de kıpırdanma olunca Sayın Dem irci gereğini yaptı


ve iktidan bıraktı. H al buki ben Butlo'ya askeri tutamıyorum dedi­ ğim zaman bana hakaret cui. Ben dilimin döndüğü kadar durumu kendilerine anlatmaktan başkaca bir şey yapamazdım. Ben de kendilerine, -Sayın Demi rci tecrübelerinden söz etmek istediler. But­ to'nun hayatından endişe ediyorlar, dedim. Ziya-ü l H ak'ın bana cevabı aynen şöyle oldu: -Buuo'nun hayatında endişe edecek bi r taraf yok ki? Mahke­ me henüz kararvenned i . Eğer karar vahim olursa benim af yetkim var. Onu kullanırım. Ama dediğini yapmadı. Mahkeme Butlo'nun idamına karar verdi. Ziya-ül H ak'ın da, Buuo'nun da sonu bil iniyor.

Bayan Butto Butlo'nun ölümü aileye fel aket getirdi. Uzun müddet unuta­ madılar. �ir gün Cencvre'deydim. İsviçre'nin Montrcaux şehrinde otu­ ran I ran eski Dışişleri Bakanı Ardcşi r Zahidi dostumdan bir tele­ fon aldım: -Yarın akşam Bayan Nusret Buuo i le kızı Benazir Bullo ye­ meğe gelecekler, seni de davet ediyoruz, dedi.Enesi akşam Arde­ şir'in evine giuim.B ullo ailesini eskiden tanı nın . Hal haursorduk. Benazir Buuo yakında Pakistan'a dönmek istediğinden söz eui : "Gitmeyin," dedim. "Niçin'!" diye sordu. -Ya Ziya-ül H ak ya da siz bu dünyadan çekilmedikçe iki nize de rahat huzur yoktur. Bana mahkeme Butlo hakkında vahim bir karar verirse ar yetkimi kullanınm, dediği halde babanızın sehpa­ ya gitmesini önlemedi. Kendinizi niçin tehlikeye atacaksınız. -Mecburum cevabını verdi. Bir kere panimin başına geçece­ ğim. İkincisi de babam intikamsız kalmasın i stiyorum. Bayan Nusret Buuo'ya bakum. Sessizd i . Bana gitmesini isti­ yor gibi geldi .Sonunda Bcnazi r Pakistan'a gitti . Gittiği de iyi oldu. Olup bitenleri beraber yaşadık. Ancak Zi ya-ül Hak'ın bu kadar fe­ ci şekilde aramızdan aynlacağını tahmin etmi yordum. Düşünce­ me göre şimdi ana-kız mutlu yaşıyorlar. 79


Bııııo,

Hııvcyda ve Çağlayangil


SEK İ Zİ NC İ BÖ LÜ M

Çağlayangil'in d ünyanın yakından tanıdı ğı ünlü diplo­ matlarl a anı ları cillleıi dold uruyor. Bunl arın her biri , tarih perspekti li içinde bakıldığında, tarih mozaiğinin kaybol maması gerekl i parçaları .

-Tito viski severdi. Sabahleyin saat onda da içmeye başlardı. Ve Clıivas Regal v i ski sine düşkünd ü. B e n devlet başkanl arının adetleıini öğreni r, i l i şkilerde bunl arı cevaplaınayaçal ı ş ı rd ı m . Di­ yelleri m i var, perhizleri m i var, onlar ben i m için mühimd i . Ti­ to'nun da odasına bol miktarda Chivas Regal viskisi koydurur­ dum. B u v i ski iki çeşiuir. On iki yıll ık, yirmi dört yıl l ık. Y irm i dört yıllıklar pahalı dır. Kadi fe kılı nar içinde özel ambalaj l a sau lırlar. Ben Tito'ya i tina gösterirdim ve bu viskilerden odasına koydurur­ dum. B ana bir gün dedi ki -Dünyanın en i yi viskisi Chivas Regal değildir. Sı ralamada bu tür viskiler yedi ncidir. Fakat ben buna alışmışım. Bunu seviyorum . Siz de en iyisini koyuyorsunuz. 81


Keyifl iydi. Cesaret aldım. Kendi sine özel bir soru sordum : -Sizden sonra Yugoslavya ne olur bunu düşünüyor musunuz? -Düşünüyoru m . Hem de çok düşünüyorum cevabını aldı m soruma. Tito'nun hayatını biliyordum. Eşini ve sevgililerini tanımış­ tım. Siperler ardında geçmiş savaş yıllarını öğrenmiştim. Kendisi Sovyet Rusya'ya kafa tutan ve Varşova Paku'na dahil olmayan tek komünist lider durumundaydı. Yugoslavya'da uygulanan komü­ nizm, Sovyet Rusya'dan farklıydı. Ben de sorumu bu maksatla yö­ neltmiştim. Hem Doğu'da, hem Batı' da, kendisine saygı duyulan, sözü ge­ çen bir liderdi. B ana şu cevabı verdi: -Tevazuu bir tarafa bırakalım. Ş anlar öyle gelişir ki, tevazu­ dan zarar gelir. Sorunuza cevabı bu ölçüler içinde vereceğim. Ben daima şunu düşünürüm : Ben öldükten sonra etkisi benimkine eşit bir lider Yugoslavya'da bulunacak mıdır? Maalesef bu soruya olumlu cevap verem iyorum. Bu benim meziyetlerimin çok olu­ şundan değil , olayl arın içinde yaşanan biçimde gelişmesindendi r. Bu soruya olumlu cevap veremeyince başka bir soru kendili­ ğinden onaya çıktı: -Acaba kaç kişi Tito'nun yerini tutacaktır. -Ben ölünce ülkenin yönetimini bi r kişiye değil bir konseye tevdi edeceğiz. Ben itiraz ettim: -İyi ama şimdi bütün devletler sizi tanıyor, mizacınızı biliyor ve kendi kendilerine "Şu biçimde davranırsak Tito'nun reaksiyo­ nu şudur" diye bir tahmi n yapabiliyorlar. Yönetim konseye geçer­ se, konseyin ne şeki lde davranacağı , aralarındaki oylamaya bağ­ lıdır. Bu da değişik şekillerde tecelli edebi lir. Yani kollej yal olur. O zaman Batı, Yugoslavya'nın filan mesele karşısında reaksiyo­ nunun ne olacağını ancak olaydan sonra anlayabilir. Bu tutum da işleri çok güçleştirir. Birdenbire Tito'nun kızdığını gördüm. -Doğru, ama başka çare yok. Yerime koyacak Tito yok ki ! Onun dediği de, benim dediğim de çıktı. 82


O d üşündüğünü yapu. Koskoca ülkenin yönetimini konseye bıraku. Fakat bugün Yugoslavya başta Kosova meselesi olmak üzere bunal ı ml ar içinde çı rpınıp d u ruyor. 1 977 yılında beni Dem irel çağırdı : Partimizi " Union Democ­ ratique" kongresine davet edi yorlar. -Davet Londra'da, sen git, dedi . Kalkum gittim.

Tiıo ai lesi i l e Yugoslavya'da

83


Bayan Thatcher'le Karşı Karşıya Toplantıya Thatcher başkanlık ediyordu. B ütün demokratik ülkelerin muhafazakar partileri davetliyd i . Toplantı bitti. Katı­ lanlara Thatcher başbakanlık konutunda bir yemek verdi ve bizi davet etti. Yemek öğle yemeğiydi. Bütün delegeler aynı otelde kal ı yorduk. İngiltere'deki büyükelçiliğimize rica eı.rniş, arabasını i stemi ştim. Otomobil geldi. Baktım, Kıbrıs Rum yönetiminin de­ legesi Klerides arabasız kalmış. Kendisiyle tanışırız. "Bir sakınca yoksa sizi ben götüreyim" dedim. Razı oldu. Beraber başbakanlık konutuna giLLik. Thatcher davetlileri kapıda karşılıyordu. Benim Kıbrıs Rum yönetimi delegesiyle birli kte geldiğimi görünce şaşırdı. Hayrola ikiniz beraber misiniz? dedi. - Evet, dedim. -Arabasız kalmış. B i rli kte geldik. - Bari yolda Kıbııs meselesini halletseydiniz dedi. Ben de kendisine gülerek şu yanıtı verdim : -Mesafe uzun olsaydı başaracaktık. Ama çok kısa, yine çöze­ n.edik. Gülüştük ... Thatchcr'la bir anım da kendisi muhale fette iken . . . Thatchcr m uhalcfct panisi genci başkanı . B e n d e o zaman Dı­ ş işleri Bakanıyım. İzın ir'dc Çqıne'de Bilderberg toplanusı yapılıyordu. Ben A B D Savunma Bakanı McNamara ile aynı uçakta İzmir'e gidiyo­ rum . Kendileri de aynı toplantı ya davetli. Uçaktan indik. Oradaki gör':!vli THY mcn_r nru on dakika sonra İngiliz muhalefet panisi li­ deri Thatcher'ın Izm i r'e geleceğini bildirdi. Bayan Thatcher da B i ldcrbcrg toplantısına geliyordu. McNamara'ya " Bekler misiniz?" diye sordum. " Memnun olu­ rum" dedi. Bekledik. İngiliz muhalefet partisi lideri özel uçağı i le gerçekten on dakika sonra alana ind i . Kendisini McNamara ile bi rlikte karşıladık. Kendilerine yemek yiyip yemediklerini sor­ dum. " Hayır, otelde yiyeceğim," dedi. 84


"İkimiz de oraya gidiyoruz. Evvela n htımda bir lokantada ye­ mek yiyelim. Size İzmir balığı yedireyim, sonra Çeşme'ye gide­ riz" dedim . Hanımlığı tultu, itiraz etti. - K ıyafetim müsait değil , dedi. -Biz de günlük elbiseyle gidiyoruz. Lokanta zannettiğiniz gibi lüks değil, ama yemekleri nefis, dedim. Razı oldu. Üçümüz İzmir'de deniz mahsul leri lokantasına git­ tik. Güzel balıklar yedik. Thatcher yemekleri çok beğendi . Yemekten sonra Çeşme'ye hareket etli k. Gece yansı Çeş­ me'ye vardık. Selahattin Beyazıt bizi kapıda karş ı l ad ı - U yumadın m ı ? dedim . - İ ngiliz S avunma Bakanı Dennis Healey hikaye anlatıyordu dinledim, dedi. Tlıatcher bu söze son derece anlamlı güldü. Thatcher muhalefetle i ken iktidara yürüdüi:);ünü bell i eden bir pol itikacıydı . Bizde dön-bcHılda hir yeni -eski kavgası ba�latıl ır. lngiltcrc'de Thatchcron iki yıldır iktidarda, kimse " Anık cskidin" dem iyor .

85


l

[ 1

.,

"

s

"·

g"'

- -:

· ;;; · ;::;

'J ':JJ " ....

t

�]ı


DOKUZUNCU B ÖL Ü M

Çai.'!layanıril Türk toplumunun d ünden bu!!üne )'asadıb ..... � ...... ğı değişimlerin tanığı. Her yaşadığının hakkını veren, her yaşad ığının anl amında kendisini arınd ı nnış bir tanık . . . Çağlayangil de, bütün yaşlanm alann üç aşağı beş yukan vardığı nostaljiyi göremezsiniz pek. " Dünü dünle, bugünü bugünle" değerlendi ren bir algılamanı n esk i mczliğindc bir ömrü " Dalyaya doğru" götürüyor. 8 3 yaşında ve toplumun politikasından sanatına, sporundan m agazinine bütün olay örgüsünde görüyorsunuz Çağlayangil'i. Ankara, Türk toplu munun 1 923'te başlayan siyasal de­ ğişiminin en somu t örneğidir. Çağlayangil , l ise öğrenci si i ken gördüğü Ankara'nın bugüne değin bütün değişimlerini kare kare yaşam ış. Öğrenci , küçük bir mem u r, parlamenter, bakan ve cumhurbaşkanı veki l i . . . Dünün Ankara'sını bi.lmeden bugünkü Ankara'yı kavra­ mak pek mümkün değil. Çağlayangil'in anı larının bütün renklerinde, renkleri n bütün tonları nda olaylar v e olaylan yaratan sebepler var hep. Kızmadan, küsmeden, d an imadan üstelik. . . '

87


Bir Za manlar Ankara

•••

Ben Ankara'ya ilk defa 1 925 yılında, yani 64 yıl evvel. geldim. Önce, o yaşta beni Ankara'ya atan rüzgardan söz edeyim; İ stanbul Erkek Lisesi'nde öğrenciydim. I O'uncu sını ftaydık. Hepimiz yatı­ l ıydık. Mevcudumuz 50'yi aşıyordu. O zamanki İstanbul Erkek Lisesi'nde zorlu ö_ğ retmenler vardı. Hocalanm ızın hepsi ünlü, ye­ tenekli kişilerdi. Oğrenciler de çalışkan, bilgili sağlam çocuklar­ dı. Bizim sınıf sonradan " B akanlar Sınıfı" diye ün salmıştı r. İ s­ tanbul Erkek Lisesi pek çok mevki sahibi kimseler yetiştirdi. Em in Kalafat, Nedim Ökmen, Cemil Sait Barlas, Sai t Naci Ergin, Scbati Ataman, Sıtkı Yırcalı, Celal Yardımcı hep okul arkadaşla­ nmız. Yazarlar, doktorlar, üniversite i lim adamları , meşhur avu­ katlar, tanınmış bürokratlar da çıktı bizim okuldan. Sait Faik Abasıyanık (Allah rahmet eylesin), Necil Kazı m Akscs (bugün devlet sanatçımız), Saffet Nezihi Bölük başı ( An­ kara eski Baro Reisi) hep bizim okuldan. 1 925 yı lıyd ı . Yeni ders senesine başlaya! ı çok olmamıştı. Ga­ liba bi r sal ı günüydü son ders olan A rapçaya hazırlanıyorduk. Ho­ cam ız Seyit Salih Efendi. Alim, kam i l bir zat. Hoca sını fa girdi. Yerine yöneldi. Otunnası ile kalkması biroldu. Sandalyesine iğne koymuşlar. Canının acıdığı yüzünden belli. Ders bitti , soruştunn a başladı. İğneyi koyan bir türlü bul unamadı. Bütün sınıf kovulduk. "Bir i ğneyi elli kişi birden koymaz, bu ceza sen değil m i ?" di­ ye düşünenleriniz olabilir bugün. Fakat bize o ceza niçin verild i, bunu anlamak için o günlerin havasına ve şanlanna dönmek la­ zım. İğne hadisesi , okullardaki yakışıksız olaylann ilki değildi. İ s­ tanbul Kız Ameli Hayat Okulu'nda dayak hadisesi olmuştu. Sivas Lisesi'nde öğrenci ler yemekleri beğenmemişler, toplu boykota girmişlerdi. Şapka giyme karan yeni al ınmıştı. Lisanımızdaki Arapça ve Farsça kelimelerin yerine Türkçelerinin konmasına ça­ l ışı lıyordu. Ortal ık karışıktı. Devi r tek pani dönemiydi. Musul meselesinin alevlendiği , inica hadiselerinin gündemde olduğu bir sırada okullardaki disiplinsizliğe yöneticilerin tahammülü 88


yoklu. Bizim iğne meselesi bardağı Laşıran damla oldu. Kovulma olayını o günün özell i klerini düşünerek değerlendim1ek lazım. Okulsuz ve sokakta kalmıştık . Bunca emekten sonra özel veya resm i hiçbirokul bizi almıyordu. H angi kapıya başvurduysak, yü­ zümüze kapandı. Örnek bir ibret oluşLursun diye kararda ısraredi- ' l i yordu.

2.5 ay aylak aylak dol aşlık. BakLılar k i fail bir türl ü bulunamı­ yor. İnsafa geldiler. İstanbul'u unuLmak ve başka illerin l iselerin­ de öğrenimimizi tamamlamak şanıyla bizi affeLtiler. Gittik, tas­ di knamelerimizi aldık. Ben, aileleri başkente yakın olan bazı ar­ kadaşlarım ve sayısı 25'i bulan parasız yatıl ı öğrencilerle Ankara Lisesi'ııe gidecektim. Trene bindik, yeni okulumuzun yolunu tutluk. O zamana ka­ dar Ankara'yı hiç gönnem işLim. Bundan 64 yıl evvelki başkente gel iyordum. İsLasyonda Lrenden indiğim zaman düş kırıklı ğına uğramadım dersem yalan olur. Şimdiki gar binası henüz yapılma­ ın ışu. Aynı yerde küçük Laşra vilaycLlcrinin soğuk yüzlü i stasyonla­ rına benzer taş bir bina vard ı . Büyük kapıdan çıkınca Taş Han'a kadar tozlu bir yol uzanıyordu. Taş Han üzerinde gene duraca­ ğım. O zamanlar otomobil bulunmazdı. Taksiler pek yoktu. Fay­ Lonl ar lüks binek araçları rolündeydi. Bir arabaya kurulduk. Oku­ la gidiyoruz. Yolumuzun iki tarafı, yani bugünkü Gençli k Parkı ile stadyumun yerinde çam ur deryası i le bataklık. Tahta barakalar kuru l muş, drenaj çalışmaları yapılıyordu. Erkek Lisesi, şimdiki İhLisas H astanesi'nin bulunduğu tepede Taş Meklep diye anılan bir bina. Şimdi oralar yıkıldı. Geniş bir bahçesi var. Fakat etrafı çevrilmediği için okulun sınırlan belli değil. Okul Müdürü Feridun Bey adında ehli d i l bir zat. Yardımcı­ sı Şeref Bey. Ankara o zaman küçüktü. 1. Cihan Harbi'nde 30 bin olan nüfu­ su ilk deneme sayımında yani l 926'da 57 bin 850'ye çıkmışu. Şe­ hir bugünkü Sıhhiye Meydanı'ndan evvelki tren köprüsünde biti­ yordu. Oradan ötede tarlalar ve bahçeler vardı. Köprüye kadar olan alan da dolu değildi. Evvelce sergi evi olarak yapılmış olan 89


bugünkü Devlet Operası, Kız Enstitüsü, Dil Tarjh Coğrafya Fa­ kültesi ve Radyoevi binalan henüz yapılmamıştı. Bizim okuldan Yenişehir'e baktığımız zaman tanm arazisini seyrediyorduk. B ugünkü Sağlık Bakanlığı'nın yeri bir bataklıktı. H iç unutmam. B i r gün annem oku l a geldi. Sağlık Bakanlı­ ğı'nın yerini gösterdi. -Bu tarlafan metrekaresi HX) paradan satıyorlar. Benim ak gün kara gün için birikti rdiğim 242 altınım var. Ne dersin alalım mı? diye sordu. -İşin mi yok anne? dedim. Buraları bir gün belki altın gibi kıy­ metlenir, ama ne zaman? Onu ne sen, ne ben bekleyemeyiz. Bana bu fi kir bi r macera gibi geliyor. Rahmetli anneciğim yüzüme baktı. "Sen okumuşsun, elbet bizden iyi düşünürsün" deyip, gitti . Zaman okuyanlann değil, güngömıüşlcrin daha iyi düşündü­ ğünü kanıtladı ama iş işten geçti. O zamanki Ankara'da herkes günde bir kez olsun m uhakkak Ulus Meydanı'ndan geçerd i . Ahali birbirine rastlaya rastlaya ade­ ta tanış olmuştu. Caddeler sanki her ev in koridoru gibiyd i . Sima­ lar hep aşinaydı. Başka şchi rlerden gelenler hemen fark ed i 1 ir, ya­ bancı muamelesi görürlerdi. Şehir ilkeldi, imar görmüş değildi ama canlıydı, hareketl iydi. Toplumda asri leşmek merakı vardı. Bizim lisemizde Fransızca okutan iki Fransız öğretmen vardı. Zaman zaman kız lisesi öğren­ ci lcri . öğretmenleri ile beraber misali r geli rler, okul un tören salo­ nunda danslar yapı lırdı. Şehirde gezilecek pek bir yer yoktu. Hıdırellez günü bizi okulca gezmeye götümıek isted iler. En uygun yer olarak Kayaş Deresi'ni buldul ar. Oraya adeta gurbete gider gibi gidilirdi. Okulun önünden trene bindik. Kayaş'ta bir ta­ til günü geçirdik. Tadı damağımızda kaldı. 23 Nisan-29 Ekim gibi resmi günlerde geçit resimleri eski Meclis Binası'nın önünde olurdu. Caddeye ahşap tribünler yapılır, Atatürk gelir, devlet protokolüne dahil zevata yer ayrılır. Ahali de tıklım tıklım sokaktan doldururdu. Kamyonlar üzeri ne çiçekli, kağnılı sembolik tablolar yapılır. Atatürk'ün önünden geçilirdi. 90


Ben de bi rkaç defa izci kıyareliylc bu törenlere katıldım. Dı.şarıya ancak harta sonları çıkabil i yorduk. Çevremiz sını r­ l ıydı . Oğrenci lerin m uhiti ne olacak? Ben arada bir Maari f Veka­ Icti'nde Şube Müdürü olan velime gidi yor, devlet dairelerinin na­ sıl çalı ştığını görüyordum . Şimdiki Bakanl ı klar semti henüz i nşa edilmemişti . Vekalet­ ler küçük binalara sığınmıştı. Kadroları dar, işleri çoktu. Ankara Valiliği bugünkü yerindeydi . Vekalet binaları da civarındaydı . O zamanlar kabinede Bahriye Vekaleli vardı. Denizle hiç ilgisi olmayan B aşkem'te ismini hiç kuşkusuz o günkü vekalet binasından alan ve bugüne kadar koruyan Denizci­ ler Caddesi'nde eğri büğrü bi r evin üstünde Bahriye Vekaleti lev­ hasını gönnek nedense garibime giderdi. Vi l:.ıyeti çevreleyen meydanda küçük bi r evde Ankara İ sti klal M ahkemesi ç:.ılışı yordu. Burada sık sık idam hüküm leri veri liyor­ du. B ugünkü llal'e giden kavşakta (Hal o gün de vardı) köşebaşın­ da zaman za:nan darağaçlarıyla karşı !aşır, sal l anan cesetleri gö­ rürdük. İ kamet ve iskan yerleri Anafartalar, Kalciçi, Samanpazan , Ul ucanlar ve Yahudi M ahallesi semtlerine yayı lmıştı. Cebeci'ye doğru şehrin uzantısı H amamönü'ndeki merdivenli kahvede son buluyordu. B aşını sokacak ev bulmak zordu. B i rçok aileler iç içe oturur­ lard ı . Ki ralar başka il lere göre çok yüksekti . Elektrikler saat 22.00'de kesil i rdi . Ondan sonra lüks veya gaz lambaları yl a yahut m um l arla idare olunurdu. Bir şantiye gibi çal ışılmasına rağmen Ankara'nın kasabal ık­ tan bir türlü kurtulam ayan görünüşü vardı. B aşkent değil, daha kem bile olamam ıştı. Sonraları rahmetli Celal B ayar'dan dinlediğime göre bu hal Ankara'nın oldukça gelişmiş devreleri sayıl ı nnış. Onun anlattığı dönemlerin Ankara'sı çok dah a i lkel fakat İ stiklal M ücadclesi'nin havasını taşıyan hatı ralarla doluydu. Benim 64 yıl önce Ankara'da geçen öğrencilik hayaum l a i lgi­ l i anıl arımın özeti budur. 91


Dürt Yıl Sonra Ankara'yı Tanıyamadım İkinci kez Ankara' ya 1 93 1 yılında geldim. Liseyi bitiri r biti r­ mez İstanbul'a dönmüş, üniversitenin Hukuk Fakültcsi'nc gi rmiş, mezun olunca İçişleri B akanlı ğı Emniyet Genci Müdürlüğü'ndc aday memur olarak görev almıştı m . Ankara'yı görmeyeli dört yıl olmuştu. Neredeyse tanıyama­ yacaktım. Gördüğüm yeni şeyleri n bu kadar kısa zamana nasıl sığdığına şaşıyordum. N ü fus 70-80 bine çıkmıştı. Şehi r çok değiş­ mişti. Ulus Meydanı gel işmiş, ortasına Gazi'nin heykeli yapı lmıştı. Taş Han duruyordu. Bu koca yapı Cumhuri yet Ankara'sının en modem binasıydı. 1 9 . asırda yapı lmıştı. İçinde işyerleri ve lokan­ talar vardı. Fresko'nun ban meşhurdu ve Ankara'nın tek eğlence kulübüydü. Karpiç ilk defa lokantasını burada açmıştı. Söz gelmişken size Karpiç'i anl atıvercyim. Bu zat, Türki ye'de lokantacılığın babasıdı r. Aşçılıktan restora.na ulaşan çizgiyi o ta­ mamladı. Yemek yemenin tıkınmak değil , aynı zamanda bi r zevk işi okluğunu halkımıza öğreten odur. Hiç unutmam, bi r gün garsonun bi ri ne şu şekilde çıkıştığını gördüm: Saraçoglu Şükrü Bey pirinç çorbası içmiş. Ark asından da şiş kebabı istem iş. Kenarına pilav koymuşlar. Karpiç diyor k i , "Başveki l günlük pirinç hakkını çorbayla aldı. S i z nasıl tekrar pi­ lav veıirsiniz? Niçin sebze koymadınız? Kendisi bunu söylemese bile sizin akıl etmeniz gerekmez m iydi?" Özetlersek, Baba Kar­ piç'lc daha isıanbul'da başlayan ve 1960' 1 1 yıll ara kadar süren bir aşinalığım vardı. Derdi k i : "Lokamaya gelenler müşteri değil , mi­ sali ri mizdir. Öyle bi r m isalirdir ki, yiyip içtiğinin parasını ödeye­ cektir. Para vermesi onun misafirl i k s ı fatını kaldımıaz. Biz ev sa­ hibinin m isafire göstcnnck mecburiyetinde olduğu i tinayı ve say­ gıyı her gelene uygulamakla görevl i yiz." İyi adamdı , severdim, toprağı bol olsun. Lokantasında mutfak ve servis mükemmeld i. Yabancı ülkelerin o devi rdeki rehberle­ rinde sadece Türkiye'nin değil, Balkanlar'ın en iyi lokantası diye adı geçiyordu. Bu başarıda Bebck'teki ünlü lokantanın sahibi mer­ hum Süreyya'nın büyük bir payı vardır. Süreyya da Karpiç gibi 92


1 9 1 7 Rus İhtilali'nin İstanbul'a attığı Beyaz Ruslar'dandı. Ad ı Sergcy'di. Ulus Meydanı o dönemlerde şchıin siyaset ve ticaret merkeziydi. Hacıbayram'a çıkan yokuşta çoğu tek katlı mağaza­ lar, berberler, lokantalar, değişik işyerlcri sıralanıyordu. Heykelin sağ tarafında büyük bir pastanc vardı. Burası Anka­ ra'ya dışardan gelenlerin randevu yeriydi. Çok uğraktı. Her za­ man kalabalıktı. O zamanlar genç cumhuriyetin yeni tutumuna aykın davranışlara karşı yöneticiler çok hassastı. Gizli ajanlar, si­ vil polisler vızı r vızır faal iyet gösterirlerdi. Milli Emniyet Hizmeti'nc -eski harflerle yazılışına kinaye olarak- Mah derlerdi. İstihbaratçıların çoğu o teşkilata bağlıydı. Mahi, Arapça balık demektir. İsim benzerliği vardı. Şehir halkı günde bir kere Ulus Mcydanı'ndan geçer, birbirini görür, tanırdı. Ajanlan ve sivil memurlan kısa zamanda herkes öğrendi. Pasta­ ncde kimlerin ym11 11da otursalar, ziyaretçiler ceplerinden mukav­ vadan yapı lmış bir balık resmi çıkan r, �ıasanın üstüne koyar, işin farkında olduğunu anlatmak isterlerdi. l igi li lcrsonradan tcdbi rlcr alarak :.ıj anlann tanınmamasını sağlamaya çalıştılar. Ama bu gayretin başanya ulaştığı iddi a olunamaz. Ben de Emniyet Genci Müdürlüğü Yabancılar Şubcsi'ndc ça­ lışıyordum. Bizim görevimiz resmi ve büro işiyd i . Bugünkü İçiş­ leri Uakanlığı bin:.ısı henüz yapılmamıştı. Emniyet Genel M üdür­ lüğü merkezi Ana r:.ın alar Caddesi'ndc Adl iyc'nin tam karşısında­ ki yokuştan inince hemen göreceğiniz yüksek geniş bi r yapıydı. Burası şimdi Toros Otel i olmuş. Eskiden hu semtle tenekeciler vardı. Şimdi sobacı larla dolmuş. Fakat sokak hala eski adıyla Te­ nekeciler diye anı l ı yor. Sokağın sonundaki dik yokuşla Hal binasının önüne çıkılıyor. Emniyet Genci Müdürlüğü bi nasının altında cephesi sokağa ba­ kan büyük bir mağaza vardı. Burası "Fcnek Rakı Fabrikası"ydı. O zamanlar özel 1i mıalara, halla şahıslara rakı yapmak hakkı tanın­ mıştı. Tekel de ispi nol u içkiler yapıyordu ama en meşhuru "Di­ mitrakopu lo rakısı"ydı. Eski fabri ka yok olmuş, bugün orası Toptancı Gıda Pazan. Kira durumlannı belki merak edersiniz. S ize bazı örnekler vereyim . Dünkü koca Emniyet Genci Müdürlüğü, bugünkü hey93


betli Toros Oteli, o z aman l ar yıllığı 1 3 bin l i raya k i raya ve ri l i yor­ muş. Benim i l k bulduğum ev, İ stan bul Cadde si 'n d e b ugü nkü Ata­ türk S por Sarayı'nın karşı sı rasında ikiz evlerden biri yd i . Bugün yıkılmış, yerine işhanı yapmışlar. Otomobil lastikleri satıyorlar. Ev; dört bü yük y at ak odas ı nd an k u rul u ydu . K i rası 25 liraydı. 1931 senesinden 1 935 sen es ine kadar Ankara'da oturdum. B � m üddet za rfı n d a as kerl i g i m i y a p u m , ev l en d i m. De ğ işi k evler ki­ ralad ı m . İ s ta nbu l Caddcsi'ndeki evden Yahudi m ahallesindeki bi r baş­ ka eve taşındım. K i rası 30 l i raydı. Oradan Yakıtlar Apartmanı 'nda M ad a m K ohc nk a d i ye bir h anım bü yük bir kat tutm uş, pan siyon o larak iş l et i yor. 30 l iraya geniş bir oda tuttum , bir m üddet orada oturdum. Evkaf Apa n m an ı ' nd an 3 bekar arkadaş k i ra ile Posta Caddesi'nde Yağcızade Apartmanı'na nakletti k. K irası 1 30 liray­ dı. Ondan sonra bi r a rk a d aş ı m l a m ü ştereken Anafartalar Caddc­ si'ndc 40 lira kirayla bir evde oturduk. Sonra evlendim, eşi mi An­ kara' ya getird i m . B ugünkü Maltepe Cam ii'nin karşı sındaki tepe bomboştu. Ben askerl iğim i M u ha fız Alayı 'nda yaptım . Orada tek bir apartman yapılmıştı. Kışlaya yakındı. Orasını 37.5 l i ra y a t u t t uk . ­

Geşmiş Zamanda Para Görüyorsunuz, An k ara 'd ak i konut sıkıntısına ve ev bul m a güçlüğüne rağmen kiralar b u ha ld e yd i . O radan 1 935 yı l ı nda M alatya Em niyet M üd ü rl üğü'ne gitti m . 1 937 senesinde geri döndüğümde eski Adana Valisi Tevfik H adi Beyin Meşrutiyet Caddesi'ndeki apartmanında55 l i raya oı u rdum . Ankara' da i l k konut k oo pe ra ti fi B ahçeli e vl er' de kuruldu. 2500 li­ rayla h i ssedar oldum. O zamanlar Ankara'da h av a k i rl i liği yoklu. Biz J ansen'in ş eh ­ rin u za ğınd a böyle modem bir m ahalle m eyd ana geti rm es in d e k i g ay e y i sezcm em işı i k . B ugü n bu m ahal l e şehri n ortasında k a l d ı . Balıçelievlcr'dcn 1 942'de B ayramiç Kayınakamlığı'na giu i k . 1 947 senesinde Emniyet Genci M ü d ü r M u avini olarak döndügü­ m ü zd e Saraçoğlu M alıa l les i ' n de D tipi evlerde ot u rm aya baş l a-

94


dık. Oradan Yozgat Val i si olarak ayrıldım. 1 5 yıla yakın valilik­ lerde gezdim, sonra 1 96 1 yılında B u rsa senatörü olarak tekrar An­ kara ya geldim Tandoğan Mahallesi'nde küçük bir apartman katı tuLtuk. Kirası 450 l i raydı. Oradan 600 l i raya Kennedy Cadde­ si'ndeki bi r daireye, orad an 1 750 l i raya aynı caddedeki başka bir daireye taşındık. Buraya kadar size 1 925 yıl ından 1 973 yılına kadar yani 48 se­ ne zarfında kiraların 25 l i radan başlayıp, 1 750 l i raya yükseldiği­ nin hikayesini söylüyoru m . Bu hal 48 yıl içinde ki ral an n 70 k atına çıktığını gösteriyor. Şimdi size başk a bir örnek vereceğim. Bugün oturduğumuz Çankaya'daki apartman dairesini biz 1 973 yılında 525 bin li raya satın almıştık. O zamanlar bu gibi ev­ ler 1 2- 1 3 bin liraya kiraya veri liyord u B ugün bizim altımızdaki katta 1 200 dolara bir yabancı sefaret ataşesi oturuyor. Bu orantı �ışağı yukarı yetmiş i ki kata tekabül ediyor. Evvelce 48 yılda yetmiş kat anan kiralar, şimdi on allı yılda a y nı sev iyenin üzerine çıkmış. Ayrıca on aJtı yıl evvel değeri 525 bin l i ra olan bi r gayıimcnkulün bugünkü aylık kirası bir mil yonun üzerinde. Bu durum Ankara'daki kiraların ve konut sıkıntısının yükseliş seyrini gösterdiği gibi , paramızın da özelli kle son yı 11 arda ne hale geldiğinin canlı bir tablosunu sergiliyor. Merkezi plancı lık çok önemli bir iş. Bu girişimin birçok düş­ manları var. Yöneticiler, spekülatörler, keyifçiler kendilerini pla­ nın şanları içine sokmak i stemezler İdare haya t ım ı zda bu gerçe­ ğin çok sıkın tı sını çektik. '

.

.

.

95


1 937'dc MalaÄąya'da


ONUNCU B Ö LÜ M

Çağlayangil'lc De m irc i Bursa Vali liği sırasında tanış­ m ışlar. Dem i rci, Devlet S u İşleri Genel Müdürü, Ç a ğ l ay an ­ gil B u rsa V a l isi . Sonra Yassıada olayı. Ça ğlayan gi l Y assıa­ da'dan çıktı k tan son ra pol iti k aya girm iş. Dcmircl'lc aynı zam anda b a şl a m ış l ar pol i t i k a y a . Yi mı i sekiz yıldır da hiç kopmadan birlikte götümı üşlcr. Ça ğ la ya n gi l 'c soruyorum: " Demi rcl'lc çal ı ş m ak nası l­ d ı r? " diye. "Çok rahat, i nsana güven verir. Oncm verir. Doğ ru ya bilgiye, özveriye saygıl ıdır" diye yanıt veriyor. Ça ğl ay an g i l Dem i rel'i her yerde över. "Onu t an ım ak , onun hakkında karar vermek i çin lspaıta'dan, İ slamköy'den bu yana kendisini izlemek ve o günden bu g ü ne y a ptı k la nn a yapamad ıklanna bakmak gerek" der ve ekler " Dem i rel, zor yetişir bir devlet adam ı d ı r. Çağlayangil'in, D e m i rc i , ile i l gi li anılarından çok kısa bir bölüm ü aktarı yoruz. Aslında Çağlayangi l anılarının bir bölümünde Dem i rel olanca yo ğ un l u ğ u ile yer a l ı yo r. Çağlayangil'in Dcmi re l l c i l gi l i bu iki anısında da kendisinin d eğ e rlend i rm esi ol a yl a r­ la pekiştirilerek ve ri l i yor ,

.

,

"

'

.

97


-Bursa Valisi iken vilayetimin işleri için sık sık Ankara'ya gi­ derdim. Adnan Bey odak noktası. Bursa'da su i şleri i leri bir sevi­ yedeyd i . Taşkından korunma ve i nşaat işleri yapılmış, sadece top­ rak sulaması kalmışu. Apolyont Gölü'nün uzunluğu otuz kilometre. Rakımı l .5 met­ re. Gölün ayağı denize gidi yor. Yağmurlar bastırınca Karacabey köylerini, devlet yol unu su basıyor. Su basmasını önleme i şini bir müteahhit yapıyor. Ama sul ama kısmı yok. Ben de sulama işini tamamlamak istiyorum. Bursa'da DSİ Bölge M üdürlüğü var. Ora­ dan konulanmızı tespit eltim. Adnan Beye giuim. Su İşleri Müdürü'nün ünü almış başını gi­ diyor. Otuz yaşında genç dinam i k bir adam. Adnan Beyden rica enim. ' B i r telefon ederseniz sayın genel m üdür benim le meşgu l olabilirler m i?' Adnan Bey telefon elli . B ana da 'Memnun kala­ caksın' ctedi. G i uim, Süleyman Bey makamında oturuyor. Yıl 1 956. Ken­ disine konulanını anlauım. Sözümü kesmeden dinledi. Biti rdi­ ğim zaman bana şunlan söyled i : 'Sizi tebri k ederim. Anlattıklarınızı bili yorum. Konunuzu çok iyi öğrenmişsiniz. Dediğiniz doğrudur. B u rsa'da henüz sula­ maya geçemedik. Ben sadece Bursa'nın Su İşleri Müdürü değili m. Türkiye'nin Su İşleri Genci Müdürüyüm.Türkiye genelinde su ıslahatının an­ cak % 1 2'si yapılmıştı r. Halbuki B ursa'da mevcut akarsuların % 90'ının can ve mal kurtarma i şleri ikmal edi lmiştir. .. 'Türkiye'nin seviyesi % 90'a gelmedikçe mevcut tahsisatın Bursa'ya sarfı zordu r. Siz plan ve programa dahil değilsiniz. An­ cak i stediklerinizden şunlan yapabilirim.' Bana en az bir saat izahat verdi. Baktım adam genç ama, Tür­ kiye'yi avcunun içi gibi biliyor. Bursa'yı da benden i yi tanıyordu.

98


Demirel Hiçbir Şeyi Tesadüfe B ırakmaz Çağlayangil her görüşe açıktır. K i m ne anlatsa dinler. Yapabileceğini istediniz m i , anında pervane olur size. B i r hatır, bir gönül adamıdır. Yeri geldiğinde öfkesi hep kı­ nındad ı r. Öfkesine şefkatini, sevgisini hele hele sentez gü­ cünü yediremezsiniz. Doğru olanın haklılığı ile kendi ölçe­ ğinin arasındaki çelişkiyi pek teklif etmeyi düşünmez. Ödün vermez. Kimseyi de ödün vermeye zorlamaz. Çağlayangil bürokrasiden süzülmüştür. Bürokrasiden yetişmiştir. Bürokrasinin iki tipi vardır. On yetki verirsiniz yüz kullanır.Yüz yetki verirsiniz bir kullanamaz. Çağla­ yangil verilen yetkiyi hep taşıran, aşıran ve sonuçta kendi­ sine o yetkiyi vereni de yetkisi ni kullandığı kişileri de so­ luklandıranlardandır. Çağlayangil politikada hep Dcm i­ rcl'in yanında olmuştur. Yanında olmayı hiç mi hiç omu­ zunda oturmaya dönüştüm1eden. Çağlayangil'in anılan de­ diniz mi Demirel'siz olanına pek rastlamak mümkün değil­ dir. Ben Çağlayangil'in anılarından küçük bir Demi rci öze­ ti ve değerlendirmesi alabiliyorum bu kitaba. İ l k görüştüğümüzde Adnan Bey bana sordu. 'Su İşleri Genci Müdürü'ne gittin mi?' ded i . ' İşimi yapmadı ama, memnun kaldım. Ben de işini hakkıyla bilen ve eşitlikten aynlmayan bir izlenim bı­ raktı.' Bu görüşmeden sonra Adnan Bey beni bir baraj açılışına ça­ ğırdı. Kendisini orada gördüm. Adnan Bcy'in bir adeti vard ı . Vila­ yetime ait olsun olmasın, uzak-yakın demeden temel atmalara, açılışlara çağımdı.Örneğin Aydın'da çiftlik evine möble yaptır­ mış. Telefon eder, "Aüara ve m obilyaya bakmaya gideceğim. Va­ li Enver Şatıroğlu'nun evindc kalıyorum. Sen de gel" derdi, gider­ dim. Adnan Bey, Volkswagcn karoscrisine Rolls Roys motor kon99


muş gibiydi. Düşüncesi ve zihni faaliyeti bedeninden üstündü. Karoseri zayıf, motoru kuvvetli . Çabuk kızan, çabuk parlayan, sonra da gönül almak isteyen bir mizacı vardı. Demirel ise kızdığını belli etmeyen, reaksiyonları yok sayı­ l an, son söyleyeceğini evvela söylemeyen, hiçbir işe anında karar vermeyen, ölçüp biçen bir satranç ustası gibi hamlesini yapmadan husule gelecek vaziyetleri evvelden tespit eden ihtiyatlı, planlı bir insan. B i r m atematisyen. Hiçbir şeyi tesadüflere bırakmayan, geç ama sağlam karar veren bir kişilik. S ayı n Demirel'i nasıl tanıdığımdan söz etmiştim . Şimdi de aynı panide nasıl buluştuğumuzu anlatayım . . . Orgeneral Ragıp Gümüşpala'yı 5 Haziran 1 964 Cum a gününü cumanesiyc bağlayan gece saat 0 1 .30'da kaybettik. Olay şöyle gclişmişti :Adalet Partisi Genci B aşkanı, cuma günü İ stanbul İl Merkczi'ne gelmişti . Orada bulunan genci kurul üyeleriyle görüş­ tü. Günlük işlere göz attı. A kşamüstü, O n aköy dck i Lido'ya gitti . Orada kalıyordu. Amacı Saraçhancbaşı 'nda yapacağı konuşmayı hazırlamaktı. '

Çağlayangil Demirci ile

1 00


Anadolu gezisinde çok enerji harcamış, yoq,TUn düşmüşlü. Yazısını biti nnedcn saat 1 O.OO'da odasına çıktı. Rahatsızlık duy­ maya başlamı ştı. Zaten hastaydı . Kalbi düzeleceği yerde ağnyor­ du. Bir saal sonra garsonu çağırdı. "Ben fenalaşıyorum" dedi. Orgcneralken yaveri olan ve 27 M ayıs'tan sonra emekli ayn­ l ınca Lido OLcli'n i i şleten Sabit Beye ve Külah ya gezisinden gece dönen AP m illetvekil lerinden Kadri Erdoğan'a d u ru m u haber ver­ diler. Hemen Bcbek'te oturan SenaLör Doktor Prof. Celal Ertuğ'a haber verdiler. Enjeksiyonlar yapıldı. K ri z devam ed i yordu. Ek­ rem Şerif Egeli, Necmettin Polvan çağn ldı . H astanın kımıldatı l­ m ası tehlikeli görüldüğü için, bütün önlemler otelde alınıyordu. Ş i fa Yurd u'ndan oksijen çad ı n da getirtildi. Paşa kom aya g i m1 işti . B i r aralık gözlerini açu . Eski yaverine: -Sabi t, ben g i d i yoru m . A l l ahaısmarl adık, diyebildi. Bu son sözleri oldu Gece yansı ndan sonra saat bi r buçukta son nefesini verd i . Adalet Partisi Tüzüğü uyarınca ye rine Teşki l at Baş k anı S ayın Sadeuiıı Bilgiç vekil olacakt ı . Seçim bölges indeyd i. Apar-topar geldi. Sabaha k arşı Ankara yol unu LUllu. Büyük kongre ye kadar partiye bi r genci baş k an vekili atamak gerek i yord u . M e rkez Temsilciler M ecl i si topl and ı . Sayın B ilgiç resmen vek il oldu . B üyük kongre dört a y y i nn i iki gün sonra 28 K a s ım 1 964 Lari hinde topland ı . Genel B aşkan l ı ğa üç aday vard ı . Sadettin Bi lgiç, S ü le yman Demi rci, Teki n A rı burun seçil i rse neler yapacakl a n n ı kongrede açıkl a y acakt ı . Teki n A n burun'un taraftarı çok değil d i . Ası l çekişme B ilgiç'lc Dem i rci arasında ge­ çecekti. i kisi de güçlü adayla rd ı . Partinin birliği örnek denecek m ükemmell ikteyd i. Mücadele çetin, ama u ygarcaydı. Son güne kad ar kimi n kazanacağı hakkın­ da tahm inde b u lu nmak zordu. Parti kodamanl a rı ikiye bölünmüş­ ler, adaylardan birini seçti nnek i çin çalışıyorl ard ı . B i r aralık rah­ metl i Ahmet Topaloğlu bana geldi : -Hiç sesin çıkmıyor. Kimin için çalı şı yorsun? Oyunu kime ve­ receksin? diye sordu. -Ki mseye çalışmıyorum. Adım Tekin An bu run'un listesinde yazıl ı . Fakat oyumu Sayın Demircl'e vereceği m , dedim. .

] () ]


Kongre başladı. Konuşmalara geçildi. İlk Bilgiç kürsüye çık­ tı. H azırlanmış metin, konuşulandan güzeldi. "Memlekete hizmet azim ve i radesi üyelerin imanından alı­ nır. Adalet Panisi, cesur adımlarla demokrasi ve hürriyet yolunda sonuna kadar ilerleyecektir. Kaderimiz demokratik parlamenter rejimin kaderidir. İktidann eşiğindeyiz, diyordu. B ilgiç'ten sonra kürsüye An burun geldi. Elinde koca bir dos­ ya vardı. Hazırl anmış meuıi okudu. İlk defa genel başkanlı k için birden fazla aday olduğuna işaret etti : - İyi bir emsal vermeye mecburuz. AP'yi gerici ve Atatürk düş­ manı gibi suçlamak doğru değil. Adayların hepsi vatanperver ve liyakatli kişilerdir, dedi. Kongrenin birinci günü ağır basan B ilgiç'ti. Dem irel ikinci gün kürsüye geldi. Sayın Dcmircl'in bu kongredeki konuşması başlı başına bir olaydır. Söyleyecekleri bitince genci başkan olacağı kesinleşti. Kongre müthiş kalabalıktı. Başkan mı seçiliyor, başbakan mı bel­ li deği ldi . Enesi gün rahmetli Ecvet Güresin köşesinde şunları yazıyor­ du: "Dün tam bir sürpriz oldu. Gümüşpala'nın yakını ve genel başkan vekil i Sayın Saadetlin B ilgiç seçimi kaybeui. Tahminler fark az olacak üzerine bina edilmişti. Sağduyu kulis çalışmaları­ nın etkisini yendi." Ezici çoğunlukla Demirel seçildi. Demi rci 1 872, B ilgiç 562, Anburun 39 oy aldı. Aday olmadığı halde 4 oy da A. Fuat Baş­ gil'c çıktı. 1 2 delege de boş pusula vermişti. Şimdi fikri beraberliği temi n etmek lazımdı . Artık partinin lideri Demirel'di. Büyük Kongre'dc S ayın Süleyman Dcmirel'i genel başkan yapan konuşmanın bir bölümü aynen şöyleydi: 11

11

Demirel'in Büyük Kongre'dcki Konuşması "Kongremiz Türk milletinin şikayet hakkının i şaretidir. Türk m illetinin haklan, hiç kimse tarafından gasp edilemcyccckir. Türk mi lletinin haklan, her yerde ve her zaman ve sonuna 102


kadar takip ve müdafaa olunacak.ur. Büyük milletimiz demokratik nizama bütün ümitlerini bağla­ mıştır. Adalet Panisi kurulduğundan beri ne ithamlara ve i fliralara maruz kaldı. Gerici denildi, inkılaplara karşı denildi, Atatürk ilkelerine karşı denildi. Bunları söyleyenlerin Türk halkının büyük çoğunluğuna karşı reva gördükleri saygısızlık ve güvensizliği hayret ve teessüf ile belirteceğim." Bununla da kalınmadı. Pani binaları tahrip edildi. Evrakı ya­ kıldı. Gazete idarehaneleri taşlandı . Hülasa; "kanun devleti" ülkesinde " aşiret devleti" muameleleri tatbik edildi. Bunların hepsine de resmi ağızlar "milli galeyan, ne yapalım" dediler. Bu kadar büyük haksızlıklara ve bu kadar büyük i ftiralara sebep ne idi? Adalet Panisi'nin yaşaması , kuvvetlenmesi istenmiyordu. Çünkü Adalet Panisi " Halkı biz idare ederiz, seçse de ederiz, seçmese de ederiz. B izden başka kimse idare edemez" diye düşünen si yasi muanzaları için ciddi bi r tehlike teşkil edi­ yordu. Hayat hakkı tanımamak lazımdı. Her vesile ilevunnak, her vesile ile hırpalamak lazımdı. Öyle yapıldı . Ne oldu? Bu haksız­ lıklara ve bu muamelelere maruz kalanların topluluğu yani Ada­ let Paıtisi bugün dünden daha kuvvetli , sallan d aha sık, kin ve ga­ rczdan uzak.millet meselelerine enine boyuna, vakıf ve dimdik ayakta ... Muhteşem topluluğumuz iddiamın en açık delilidir. Kahraman Türk ordusu ile Türk halkını karşı karşıya getinne­ yi arLu edenlerin sonu hüsran olacaktır. Adalet Panisi bunun temi­ natıdır. Bu oyuna gelinmeyecektir. Türk halkı asil ve kahraman ordusuna minnet ve şükranla sevgi ve muhabbetle bağlıdır. H al k tarafından desteklenmediğini bilen i ktidar kendineçeki­ düzen vereceği yerde her usule başvurarak yerinde kalmayı düşü­ nür. B i r " medeni siyasi mücadele'" yerine bir " siyasi kavga" ister. Bunun devamında, ancak o havada yaşayabileceği için faide umar. Kendilerince en iyi usu l , tenkidi ve serbest düşünceyi disip­ lin altına almaktadır. İ ktidar bu gibi şiddet ve kanun dışı hareketlerle devrilinceye 1 03



kadar anan bir hızla devam edecektir. Düşünen beyinlerin sindi­ ri lmesi, konuşan ağızların susturulması. Bu köhne bir taktiktir. İnsan hakları namına bu baskıya başkaldıran herkes, her türlü usul ve şekillere başvurularak, i ftiranın kara boyasına batınlmamalı­ dır. Yıkmak kolay fakat yapmak zordur. Türkiye'nin aydın b'Ünlere kavuşması için gönül, kafa ve emek birliği yapalım. Aklı sel i m böyle emrediyor. Hepimizin iyi­ l iğ i , vatanın refahı bunu emrediyor. Hepimizin, herkesin etrafında toplanabileceğimiz dava bu­ dur. Bütün meselelerin halli iktidarın en kısa zamanda hakiki sa­ hibine devredil mesine bağlıdır. M i llet i radesi bu sahibi tayin ede­ cektir. Sonra da herkesin hakkına razı olması i ktidar ve muhalefetin iki düşman kuvvet gibi değil , birbiri ile hizmet yarışı içinde bulu­ nan iki kuvvet gibi çal ışmaya başlaması l azım . Türk i ye'nin dostu. Türk milletinin dostu . . . Müesseselerin ve basının da bu ahengi tesise yardım etmesi ve desteklemesi lazım . Kimse bu işin için­ den tek başına çıkam az. El bette ki böyle mesut bi r hadiseyi Türk basını ve müesseseleri bütün kuvvetleri ile destekleyecektir. M i llet, uzun, korkulu, kasvetl i bir geceden çıkar gibi ebedi ayd ınlıga kollarını uzatmışcasına ılık bir bahar sabahına kavuş­ mak i stiyor. B i r seçim yapılsın serbest ve dürüst baskısız, kanunların, vic­ d anl arın ve aklı seli min himayesinde m illetin "benim hüküme­ tim" diyebileceği, sinesi bütün vatandaşlara açık bir hükümet i k tidara gelecektir. O zaman Türk halkının ümidinin yeniden şahlandığını herkes görecektir. Bu; Adalet Partisi iktidarı olacaktır. Gururi u ve azimli Türk m illeti öksüzlüğünü, çaresizliğini kendi özgücü ile yenmeye kararlıdır. Bugünkü azınlık iktidarı hiçbir zaman bir kabiliyet ve ehliyet gösterememiştir. Bugünkü iktidar hakkında milletin hükmü ke­ sindir. 1 05


Milletin bütün ümidi Adalet Partisi'ne bağlıdır. Muhterem halkımız huzur bekliyor, hizmet bekliyor, i ş bekli­ yor, emni yet bekliyor. Elimizde sihirl i değnek yok fakat Türk hal­ kına ve Türk devletinin m üesseselerine engin sevgimiz ve güve­ nimiz vardır. Halkımız ocağı tütsün istiyor, çocuğu mektebe gitsin istiyor, işi ve tatminkar kazancı olsun istiyor, evi barkı olsun istiyor. Has­ tası ilaç ve doktor bulsun i stiyor. I şık istiyor, yol istiyor, su istiyor, mahsulü değer pahasını bulsun i stiyor, kanunlann tefriksiz himayesinde devamlı emniyet istiyor. Bunlan sağlayanlara "Allah sizden razı olsun" diyecektir. Vatandaşın bizden beklediğinin tahakkukundaki zorluğu biliyoruz. Biz zor işlerin insanlanyız. Türk meşalesi, huzur i çinde, refah içinde yüzü gülen insanlardan müteşekkil Türk meşalesi sönmeyecektir; bu gayemizdir. Biz milletin içinden gelen, onun dertleri i le musdarip insanla­ rıyız. İlham ve kuvvet kaynağımız sizlersiniz. Türkiye iğneden ipliğe kadar her şeyini yapacak, alın terini değerlendi recek, ziraatini, madenlerini ve tabii kaynaklannı ge­ l iştirecektir. Türk iye çarık, kağnı ve karasaban devrine dönmeye­ cektir. Sözleri mi bitirirken iki hususu bilhassa tekrar beli rtmek isterim : B i rincisi Adalet Partisi demokratik rejimin teminatıdır. İkincisi Türk halkının i ktisadi bir mucize yaratılmasına ihtiyacı vardır ve bu mucize partimizin gayreti i le yaratılacaktır. Birlik ve beraberlik, mamur ve müreffeh Türki ye, yüzü gülen mesut insanlar diyan, huzur ve refah memleketi. Bu bir hayal de­ ğildir. Gerçekleşecektir." Demirel'in bürokrasiden siyasete, l iderlikten hükümetin başı­ na geçişi kolay ve çabuk oldu. Onun kadar hızlı ve sürekli olararak kendisini yenileyebilen başka devlet adamına rastlamak güç tür. Mühendis, parti l ideri, başbakan yardımcısı, başbakan, muhaJefet lideri. Demirel durmadan i lerlemiş, olaylara nü fuz ve hükmetmede şaşırtıcı bir gelişme göstermiştir. Kişilerin yetenekleri, yüklendiği sorumluluklar ve genişleyen 1 06


yeLkilcriyle onaya çıkar. Demirel görevi ağırlaşukça dayanması­ nı, yclkileri çoğaldıkça kullanmasını iyi bildi . Gerçekleri gözden uzak Lulmayan mizacı onu hiç yalnız bırak m amışur. Kendisine güveni Lamdır. Ama hiçbir şeyi tek başına yapmak isLemez. İsLişareye onun kadar önem veren az bulunur. Bunal ımlarda her davranışın ne gibi durumlar geLireceğini, onu halledebilirse onaya ne çıkacağını -satranç oynar gibi- safha safha araşurarak çözüm yolunu bulmak ister. Ne zaman gerilene­ ceğini, direnmenin vakLini iyi hesaplar. B i r l idere en çok lazım olan şaşırtıcı bir belleği, Tann ondan esi rgemenlişlir. Söyleyeni unutsa bile duyduklarını haurlar. Sevgisini, üzünLüsünü, ölkesini hapselmeyi onun kadar bilen azdır. Kendisini uzaklan seyredenler yanlış Lanır. Ona yaklaşma­ dan özünü bilemezsiniz.

1 07


ON B İ R İ NCİ B ÖL Ü M

Türki ye yıl l ardı r si yasal ve ekonom i k denge arı yor. 27 Mayıs bir siyasal denge ad ına yol a çıkmış ama bu ya­ pay yoldan aranana va n lamadı gı gibi , amaçtan d ı.ıha da uzakl aşılmı şllr. Çağlayangil , Türkiye'nin bütün siyasal oluşuml arında dünden bugüne olay örgüsünün ekseninde yaşam ış bir poli­ tikacı . B i r yauşu ran. Olaylann örgüsünde gereğinde sert-ka­ rarlı ama sonuca mutlaka ı lımla yanaşmaya özen gösteren iç dünyasına sahip. Demi rel'in politikaya ısınma turları nın hemen başında yaşanmış bir olay. Demi rcl'in pol i ti kada i l k dikkati . İlk hamlesi ve il k ba­ şarısı. İsm et İnönü'nün onurlu devlet anl ayı şı İsti fanı n zama­ nını i yi hesapl aması . Yakın tari himiz içinde birkaç kez anlatılmış bir gerçeği bu kez de Çağlayangil'in anılarından öğ renel im .

.

1 08


" Huzur Toplantıları" Çankaya'da Adalet Partisi Büyük Kongresi'nin, yeni genel başkanı seç­ mek üzere toplanması, Cumhurbaşkanı rahmetli Cemal Gürsel'in tüm parti liderlerini Çankaya'da bir araya getiren meşhur, "huzur toplantıları" dönemine rastlar. Çankaya'da kimler yoktu? Mer­ hum Turhan Feyzioğl u, Kemal Satır, üstat Bölükbaşı , Ekrem Ali­ can, merhum Fahri Özdilek. Özetle kimi ararsanız oradaydı. O sıralarda AP Adana Mil letvekil i Ali Bozdoğanoğlu bir ko­ nuşma yapmış, Silahlı Kuvvetler mensuplarını eleştinnişti. Açıklamalar or­ duda tepki uyand ı rd ı . Her kafadan ses çıkıyordu. Zamanın Genel­ kunnay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, Senato ve Mil let Mec­ lisi başkanlanna yazılar göndererek, parlamenterlerin subaylar hakkında ileri -geri konuşmamalarını istedi . Bu uyarıyla Silahlı Kuvvetlerin alt kademelerini yauştınnak am acını güttüğü bel li oluyordu. Sunay'ın, başkanl ara yazdığı mektup, ortal ığı karıştı rdı. Nasıl ol uyordu da askeri bir makam, yasama organlarına doğrudan doğ­ ruya başvumıak cesaretini kendinde buluyordu? Bu, alışılmış bi r davranış değildi. Genelkunnay Başkanı, hükümete bağlı kalamı­ yor muydu? Bir isteği varsa ona söylemesi gerekmez miydi? Basında ateşli ıartışmalar oluyordu. Huzur toplantıları bunun için düzenlenmişti . İ lk tanışmaya, Adalet Partisi'nden Genel Başkanvekili sıfa­ uyla Sayın Sadenin Bilgiç katılmıştı. Her genci başkan yanına Senato ve Mecl is G rup başkanlannı alıyor, partiler üçer kişilik gruplarla temsil edili yorlardı. Sadettin Bey'in yanında Meclis'ten Sayın Ali Naili Erdem, Senaıo'dan da grup başkanı ol arak ben var­ dım.

İ nünü Eleştirileri Cevaplıyor Evvelki toplantılarda genel başkanlar, hükümcti kusurlu bul­ muşlardı. Asayişin gereği gibi korunamadığından, olaylara mey­ dan verildiğinden yakınmışlardı. Bu arada Adalet Partisi Büyük 109


Kongresi yapılmış, liderliğe S ayın Demire l gelmişti. Son Loplan­ tılarda o bulunuyordu. Sayın B i lgiç yoktu. Bu Loplantıda Başbakan rahmetli İ smet İ nönü söz alarak cleş­ Liri lere şu cevaplan verd i : "Kanun n e derse, be n onu yap· ıım . Kurallardan h i ç ayrılmam. Yasalar, asayişi korumaya yeLerlidir. HükümeLin elinde, olaylara meydan venneyecek müeyyideler vardır. Çalışıyoruz, gerekli ön­ lemleri alıyoruz. Asayişi bozan parlamenterlerd i r. Onlara gücü­ müz yetmiyor. Sizlerin dokunulmazlığınız var. Ona bürünüyor, keyfiniz nası l istiyorsa öyle konuşuyorsunuz. Ordu 27 Mayıs'tan yeni çıkmıştır. Ne de olsa yaralan tazedi r. Hassastır. Alıngan ol­ muştur. Hükümetin, parlamenterlere ceza verecek kudreti yok. Dokunulmazlığı olanlar suç işlerse, kovuşturmaya girişiliyor. So­ nunda da karar devre sonuna bırakılıyor. Asayiş böyle bozuluyor. İleri-geri konuşulursa, sonu böyle olur. Buna hükümcl ne yap­ sın?"

AP Adına Hen Konuştum Sayın Demirci yeniydi. Daha evvelki toplantılarda da bulun­ mamıştı . İzin verdi, parti adına ben konuşLum. Özetle dedim ki: "Kabahal, dokunulmazlığı olanlann üstünde kaldı. Huzuru bozan onlar değildir. Size günlük iki gazcleden makalcler okuya­ cağını . B unlar, tipik örneklerdir. B asın bu gibi yazılarla doludur. B i rinci makale diyor ki : (Öğrenciler arasındaki sürtüşmelere hiç şaşmamak lazım. Öğrenci ler ateşli, canlı kişilerdir. Oynak yaşlardadır. Biz, kız ve erkek öğrenci yurtlannı ayn Luluyoruz. Halbuki , bu yurtlar birleştirilse, hem nüfusi.ımuz artar, hem öğren­ ciler yatışır, özleri başka tarafa döner. Bir an evvel harekete geç­ mek, kız ve erkek öğrenci yurtlarını birleşti nnek lazımdır ki, kı­ pırdanmalar son bulsun.) Sıra i kinci makaleye geldi. O da başka bir gazetede çıkmıştı. Yazan şöyle diyordu: (Türklerin yandan fazlası okuma yazma bilmez. Cahil, baldı­ nçıplak insanlar... B unlara oy hakkı verilirse, sonu böyle olur, " Uşağına bak, efendisini al" derler. Doğrudur. Kız kendi haline bı1 1o


rakılırsa, ya davulcuya van r ya zurnacıya! 'Demokrasi oynayaca­ ğız' diye cahil halkın seçtiği iktidarları başa getiriyoruz. Şimdiki duruma düşüyoruz. Bu yolla biçimsel demokrasi elde edilir ama, bunun adına, 'Cici demokrasi , sandık demokrasisi' derler.) Makalelerden yaptığım alıntılar bitince konuşmamı şöyle ta­ mamladım : "Komünist manifestosu: (Toplum içinde kutsal tanınan ne varsa, yerine başka bir şey koymadan ortadan yok ediniz. B ütün putları kırınız. Bu bataklıkta ancak M arksist düşünceler yeşerir) diyor. Bu çeşit kuruml arın başında (aile) gel i r. B u yazı olanca gü­ cüyle "ailc"yi yık maya çalışıyor. Makale bu amaçla yazılmışllr. Toplumda çocuk ve nesep kavramlarını hiçe saymak kastini gü­ düyor. Ceza kanunu bu gibi davranışları suç sayar. Girişim, hem komünizmin propagandasını yapmak, hem de toplumun tabu say­ dığı kavranılan küçük düşürmektir. Bütün unsurlarıyla suç işle­ mekti r. "

" İ ğne Deliğinden Rüzgar Gelse" Demokrasiyle ilgili öbür makale de öyledir. Anayasamız, dü­ zenimizin, demokratik hukuk devleti olduğunu söylüyor, bu dü­ zeni savunuyor. Bu kavramları küçük düşürecek, tahrip edecek her gi rişim , cezayı gerekti ren suçlardandı r. Bunları yapanların hiçbir tür dokunulmazlıkları olmadığı halde, ellerini , kollarını sallayıp geziyorlar. Siz kurallara uyduğunuzu, her davranı şınızın hesabını vere­ cek durumda olduğunuzu söylüyorsunuz. Doğrudur. İğne deliğin­ den rüzgar gelse, onu kapayacak mizacınız var. Bastığınız yeri defalarca kontrol et meden adım atmazsınız. Ama tarih, yönetici­ leri yalnız yaptı kları yla değil, yapmadıkları yla da muhakeme eder. Elinizde, bu ik iye bölünmüş, düşman kamplara ayrılmış Türk milletini, kardeşlik potasında eritmek için neler vardı? H iç­ birini yapmadınız! Parti, fı rka demek, düşüncede ayrılmak demektir. Kamplaş­ mak değildir. Demokrasi , ayn düşünenleri sever, ama, çelme ta­ kanlardan hoşlanmaz." 111



" Ben Gasıp Değilim" Konuşmam Sayın İnönü'yü görülmem iş biçimde kızdırdı. Yumruğunu masaya vurdu, sesini giderek yükseltti: -Burası Çankaya'dır. Ne zamandan beri hükümctlerin hesabı , Devlet Başkanı Köşkü'nde görülüyor? Ben gasıp değilim. Başba­ kanl ığı zorla almadım. Parlamento'nun güveniyle görev yapıyo­ rum . Beğenmiyorsanız Meclis'e gelirsiniz, güveninizi geri alırsı­ nız. Ben de çeker giderim, dedi . Ortal ığı, soğuk b i r hava sardı. Doğru konuşuyordu. Yüz kişi­ den , otuz altısının gücüyle Parl amento'ya % 65'lik bi r kudret sok­ mamıştı. Azınl ık iktidarıyd ı . Muhale fetin oylarıyla ayakta duru­ yordu. Sükuneti bozan rahmetli Gürsel oldu: " H uzur toplantıları son bu lmuştur. Yalnız Çağlayangil kalsın. Bildiri yayınlayalım. Kamuoyu, toplantının başarısız geçtiğini sanmasın," dedi ... Öyle yapt ı k. Sonradan Sayın Dem i rci : -Başvekilin hakkı var. Hesabı Parl amento'da görınek l azı m, ded i . Onu da öyle yaptık. Bütçe vesi lesiyle Cumhuri yet Halk Partisi dışında bütün muhalefet partileri red oyu verdiler. Kırm ızı oylar, beyazlardan fazla çıktı . Sayın İnönü bunu b ir haysiyet sorunu ha­ l ine getirdi. İsti fa etti . İ şte rahmetli Suat Hayri kabinesi böyle kuruldu.

1 13


ON İ K İ NC İ B Ö L Ü M

Çağlayangil 1 949, yılında Milli Şef İsmel İnönü devrin­ de Emni yet Genel Müdür Yardı mcısı. 1 949 yılı CHP'nin lıarekclli bir dönemi. 1 946 seçim lerinden nasıl çıkllğını bi­ len CH P'lilcr, 1 950 seçimlerine hazırlanıyordu. Demokrat Parti'nin Bayar, Menderes, Koraltan, Fuat Köprülü'den ku­ rulu ekibi dağ taş dolaşıyor. 1 946 seçimleri bilmiş, B ayar, '"46 seçimleri geride kaldı. Biz şimdi 1 950 seçimlerinin kampanyasına başladık" demiş,jeeplc vurmuş Anadolu' ya. CHP kurmayları inanmasalar da esen rüzgardan 1 950'yi kokl uyorlar. 1 949 CHP'nin idari reform arayışı dönemi . Çağdaş, de­ mokral ve donanımlı bürokratlar öne sürülü yor halka yöne­ tim i gülcryüzlü göstermek için. Asık suratlı ceberrut yöne­ tim anlayışı aşılacak. Halk yokluklardan ve yönelim in şef­ katsizliğindcn tedirgin Çağlayangil , döneminin gözde bir bürokratı. Üç dil biliyor, insan seviyor. Demokrat bir yapısı var. Yaşamayı bilen ve seven bir son Osmanlı . Adı "çap­ kın"a çıkmış. " Her erkek ayağına lakı l an terl iği giyer" diye tartışmasız bir doğruyla da savunuyor kendini. Ne var ki Çağlayangil terl ikleri seviyor. Terl ikçi dükkanlarında do1 14


laşmayı da. Çağlayangil'in valiliğe gelişi "kişilikli bir bü­ rokral" lav nnı noktalıyor önce. Biraz da Çankaya'ya yürü­ yen bir organizmanın ayak seslerini. Anıların bu bölümü bugün köyleri donalan lraktörlerin biraz da "köye giriş" öy­ küsüdür. Yıl 1 949 ... Emin Erişirgil, İ çi ş le ri B akanı. Ben Emniyet Ge­ nci Müdür Yardımcısıyım. Emniycl Genel Müdürü'nün iki m u a­ vini var. B i ri Scbali Alaman, biri de ben. Scbati A tam an ı doksan lira asli maaşla Muğla Val isi, beni de Tetkik Hcyeli Reisi yaptılar. O dönemde İçişleri Bakanı Emin Erişirgil vali leri gençlcştinnc kararı almış. İçişleri kadrosundaki genç elemanların yetenekli ol anlan valiliğe gönderiliyor. Ben va­ lilik beklerken Tetkik Heyeti Reisliği'ne getirilince kal kum, ken­ dilerine müracaal ellim. "Beni niçin vali yapmadınız" diye. Bana "Seni beğeniyorum. Bana lazı msın. Seni daha iyi bir göreve ver­ dim" ded i . Ben tatmin olmamışum. "Mumla vali ararken beni yapmama­ nızın bir nedeni olmalı" dedim. Bana bu ısranm üzerine şu yantlı verdi : -Sen sabahlan geç geliyorsun. Disiplinsizsin. Ben de sabahla­ n geç geli yorum, ama sen disiplin tanımazsın. Birde doğrusu şu ki sen çapkınsın." Adamakıllı kızmışum . "Ben makamımda daktilo ile basılmadım" deyiverdim. Ba­ kan da bana kızdı. Bağırdı. Ben de ona daha yüksek sesle konuş­ lum , kapısını çarpltm çıktım. Emin Erişirgil, Niğdeliydi. Maari f Vckalcli Müsleşan ve lise öğretmeniydi. Sonra mebus oldu, daha sonra da bakan. Ben ba­ kanla tanıştığım gece Sait Naci'nin evine yemeğe davclliydim . Arabama bindim, Saraçoğlu Mahallcsi'ne ginim. Sait Naci'nin evine gi rdim. Sait Naci, " Koş, seni telefonla bakan anyor" dedi. Bakanla lclcfonla konuşlum. B ana "Sayın Çağlayangi l , Yozgat Yaliliği'ni kabul eder misiniz?" dedi. Ben de kendisine "Beni m coğrafi şartım yokwr" dedim. İki derece düşerek doksan lira ile Yozgat'a val i olarak gillim. Yoz'

1 15


gat'ı kimse kabul etmemiş. Yozgat'a geldim. On birbin nüfusl u bir köy. Bir vali konağı var, bütün Yozgat'ı satın alı r. İpek perdeler, Hereke ipek halılan, Yozgat Valisi Sabri Aka, İsmet Paşa gelirse diye özel daire yaptınnış. Muare, tafta yatak yüzleri, ketenden çarşafl ar koymuş. Benim de ilk valiliğim. Hevesliyim. Bir misafir geldi Yozgat'a. Kendisini İ smet Paşa için yaptın lan odada yatır­ dım. Sabah kahvaltıda kendilerine " Rahat u yudunuz mu?" dedim. Hanım güldü. " Efendim tafta ve ipek keten kayıyor, yere düştük" dedi. İsmet Paşa Yozgat'a gelse ve o yatakta yatsa, demek ki o da düşecekti. 1950 Seçimleri

Ben Yozgat'a vali olduğumda 1 950 seçimlerinin kampanyası başlamıştı ve ülkeyi seçim heyecanı sann ıştı. 1 946 seçim lcri olaylı geçm iş, İsmet Paşa yeni seçim kanunu yapmış. Valiler seçi­ me kanşmayacakl ar. Parola " V aliler çay içsin, seçimleri seyret­ sin. Seçim siyasi iştir idari iş değildir." İsmet Paşa seçim gezisin­ de. Vekaletten şifre geldi. "İsmet Paşa şu saatte trenle Yozgat sınırından geçecek Sivas'a gidecek," diye. Şefaatl ı istasyonuna indim. Beyaz treni bekledim. Tren geldi . Ankara Val isi Avni Doğan, Paşa'yı bana emanet etti, trenden indi. Trende İsmet Paşa kendi dairesinde oturuyor. Yanında da Faik Ahmet Barutçu var. İsmet Paşa valileri i mtihan eder. B an a döndü "Seçimleri nasıl görüyorsun? diye sordu. -Efendimizin beyanatı ve emirleri var, çay içip seyrediyo­ rum . Asayişle meşgulüm seçimle değil, dedim. İsmet Paşa, "Canı m vali olarak sonnuyorum. Ayd ı n bir insan olarak bana Yozgat ilinde hangi partinin şanslı olduğunu söyleyi­ niz" ded i . Paşa ile b u ikinci karşılaşmamdı. B i rincisinde Bayramiç kay­ m akamıydım. Ezine kaymakamı Kemal motosiklet kazası geçir­ miş, ona da vekalet ediyoru m . Aynı zamanda Baynımiç'te 43'ün1 16


cü Alayın emi r subayıyım. Bayramiç'in alay kum andanı Hikmet Polat. Ezine'de de Tümen kumandanı Nurettin Baransel . Çok di­ nam ik , cin fikirli bir insan. Vazife başında çok sert, vazife d ışında yumuşak ve esprili. Tabur kumandanı Tan k Bey keman çalıyor, tümen kumandanı her akşam rakı içiyor. H anımlar akşamlan aile­ ce toplanıyor. Kaplumbağaları n sırtına mumlar dikiliyor, eğlen­ celer tertipleni yor. B alıkesir'deki Ordu kumandanı Abdurrahman Nafiz Paşa ise dindar bir adam. Tümen komutanın!-1 kızıyor. B aki Vandemir de Çanakkale'de Kolordu kumandanı. ismet Paşa. se­ yahate çıkmış, Saraçoğl u başvekil. İsmet Paşa Ezine'ye geldi. Kaymakam olarak beni de yemeğe çağırdılar. NureLLin Baransel biraz alayl ı bir i fade ile " Bayrami ç Kaymakamı, Ezine Kayma­ kam Vekili, 43'üncü alay emi r subayı ve karargahta görevli" diye takdim elli . İsmet Paşa şaş ı rd ı . - Hem sivil, hem asker nasıl oluyor? d iye sordu. Nurettin Paşa beklemed iği bu soruya şu yanı tı verd i : -Münhal ler v a r da özel emirle b u görevleri yarıyor. İsmet Paşa duru m u hemen kavradı : - Kendisine Ezine v e havalisi komutanı demek daha doğru ola­ cak, dedi . İlk defa bu münasebetle İ smet Paşa'nın meclisinde bir-iki saat bulunmuştum . Bu kez Yozgat Valisiyim ve Sayın İsmet İnönü benden bir ayd ın olarak görüşümü istiyordu ve ben de valilik kis­ vesini terk ederek kendisi ne aydın olarak şu yanı tı veriyordum. -Bu seçi mde köylü acayip davranıyor. CHP'den de, DP'den de, Millet Partisi'nden de mebus adayları, parti büyükleri konuşmaya geliyorlar. Köylü bunları köy hududunda karşılıyor. 'Yahu ne zah­ met ettiniz, nasıl olsa oyumuz sizin. Biz sizden yana oy vereceğiz. Siz şüpheli yerlere gidiniz' d i yor. Ama bunl arı bütün partilerin adaylarına söylüyor ve kanaatimce birinden birini kandırı yor. İsmet Paşa beni büyük bir d ikkatle d inledi ve şu soruyu me­ rakla sordu: -Kimi kand ı rı yorlar acaba? -Zat-ı devletleri iktidar partisinin başısınız. Siz daha iyi bili r­ siniz, cevabını verdim. İsmet Paşa memnun olmad ı . Şimdi B rüksel'de büyükclçi olan Ecmel Barutçu sonradan babası Faik Ahmet B arutçu'nun anılarını

1 17


yayınladı. Bana d a bu kitabı hediye etti. Faik Ahmet Barutçu hatı­ ratında bu ortak anımıza da değinmiş ve şu yorumu yapıyordu. "Nereye gittiysek valiler i llerinin CHP'nin kalesi olduğunu söylediler. Bir tek Yozgat'ta İhsan Sabri Çağlayangil adında bir val i bunun aksini söyledi ve haklı çıktı."

" Yine Valiliğim Sırasında •.. " Ben Yozgat Valisi iken Osman Şevki Çiçckdağ ve Samet Ağaoğlu, Yerköy'e geldiler. Trenden indiler. Ben tesadü fen Yer­ köy'deydim . O tarihte Yerköy' den Yozgat'a vasıta bulmak çok zor bir iş. Hele bu kış gününde gelenlerin ikisi de Demokrat Pani'nin kurucusu. Kendilerini jeepime aldım. Onlar benim vali konağına komşum olan DP İl Başkanı ve Yozgat milletvekili adayı Haşim Tatlıoğlu'na geliyorlar. (Sonradan 1 950 Yozgat mebusu oldu.) Konuklan Vali Konağı'na getirdim. Birer de viski i kram enim. CHP mebus adayları beni İçişleri B akanı Emin Erişirgil'e şikayet elliler. C H P'li mebuslan jcepc almak yasak. Demokrat Parti me­ buslarını da. Emin Erişirgil bana telefon eni. - Demokrat Partili mebus adaylannı jeepine aldığını tahmin etmiyorum ama şikayet var dedi. Ben de cevaben ve beklemediği biçimde -Aldım , dedim. -Niçin aldın? diye sordu. -İnsani mülahazalarla aldım. Kar var. Vasıta yok. Olanlar da işlemiyor. Benim jccpim kaloriferli . Kendilerine vatandaş mua­ melesi yaptım, dedim. Bakan bana "Peki riski yok m u bu i şin. Bu­ nu bilmiyor m usun?" deyince de şu yanıtı verdim: -Biliyorum, ama başka türlü yapamam . . . Samet, Ankara'dan okul arkadaşım. Kardeşi Tezel üsteli k de hocam . . . dedim. Seçim oldu, bil inen yenilgi yaşandı. Pazar günü seçim olmuş. Pazartesi günü polis her zaman olduğu gibi vilayete gelenler gi­ denler listesi verdi. Listede de Şemsettin Sirer var. Sirer, Sıvas'ta seçimi kaybetmiş, ama Maari f B akanı, Ankara'ya dönerken Yoz­ gat'ta geceliyor. Belediye Oteli'nde kalmış, çok kötü bir otel. Po­ lisi çağırdım. 1 18


-Niye Maari f Bakanı geliyor da bana haber venniyorsunuz? Yahu bu adam halen bakan, diye çıkıştım. Kendisi haber venne­ mizi islemedi dediler. Arabama bindim. Oteline gittim. " Buyurun vali evine gidelim" dedim. "Fena yenildik. Size laf olur," dedi. Ben de kendisine "Henüz istifa etmemiş hükümelin bakanısınız. Sizi burada bırakamam" dedim, aldım Vali Konağı'na gelirdim. Bu kez şehrin içindeki DP'lilcr şikayet elmiş. "B u vali CHP'li " d iye. Daha da kabine kurulmamış. Samet Ağaoğlu v e SHkı Y ırcalı telefon açu. -Doğru mu bunlar? dediler. -Samet, bunlan sen mi söylüyorsun? Onlann zamanında da seni arabama almadım mı'! Benim tabiaum bu, dedim. Samet'in cevabı : -İhsan, halk bey·ız ihtilal yapu. Biz seni İstanbul Valisi yapa­ cakuk. Kendine eltin dedi . Ben de " B unlar henüz hükümet ve bakan. Başka türlü yapa­ mazdım" cevabını verdim.

1 19


ON ÜÇ Ü NC Ü B Ö L Ü M

Çağlayangil'in gençl iği Osmanlı İmparaLorluğu döne­ m inde geçmiş. Cumhuriyet kurulduktan sonra ALaLürk Tür­ kiyesi'nde idarecilik yapm ış. Çağlayangil biraz İuihaLçı , bi raz Jöntürk ve mullaka BaLı l ı , çağdaş ... Çağlayangil, Demokral Parti llarekeıiniı:ı önde gelenleri içinde en çok Celill Bayar'ı beğenir. Bayar, Inönü ve Demi ­ rel'in devlcl anlayışını kendisine yakın bulur. Bayar konu­ şulurken de hep bir saygıyı Laşı r. Çağlayangil olaylan akla­ rırken kimseyi yermez. K imseyi övmez. Ama siz dikkatli bir çalışma içindeyseniz, kendisinde Celal B ayar'ın ayııca­ I ı kh bir yeri olduğunu kavrarsınız. Çağlayangil anılarını aktan rken bir özelliği de onlan hiç pembeye boyamaması . Kendisi ile ilgili gerçekleri hiç­ bir onanma gerek duym aması . "Günahıyla sevabıyla, eksi­ siyle, anısıyla ben bir ömrü yaşadı m geliyorum" diyen bir rahatlı kl a bakıyor dününe. Yozgat çok fakir. Yozgat'ın k arşısında K ı rşchir'in Çiçckdağ k asabası bul unuyor. Çiçekdağ'ın içinde de Malya Devlet Çiftliği 1 20


var. Oradan ne zaman geçsem. ekinler gümrah. İ çinden süvari at­ la geçse. görülmez. Bizim Yozgat'ın tarlalarında da ekini karışla ölç. Çifllik müdürüne gittim. " Bu iş nasıl oluyor?" dedim. Bana şunları söyledi: -Ben Dry Farming yapıyorum. Yani kuru ziraat. Traktörle ça­ lışı yorum. Kar yağıyor. eriyor. Sürüyorum. Tam tavında sürüyo­ rum . Nem içerde kalıyor. Bu nemi tutuyor, ekini bu hale getiriyor. Siz traktörle çalışmıyorsunuz, onun için sizinki olmuyor." Ben alacağımı almıştı m . Döndüm, ziraat m üdürü ile olayı in­ celedim. Karasabanla yapılan zi raate sabanı öküzler çekiyordu. Öküzler kıştan aç çıkıyorlardı. Yorgun ve bitkinlerd i. Bu yüzden toprak tavında iken, öküzler tavında olmadığı ve kuvveti kalma­ dığı için toprak iyice sürülemiyordu. Öküz tava gelinceye kadar da iş i�ten geçiyordu. Araşurdım. Bizim Yozgat topraklarını süren öküzleri satsak, yerine traktör almamız mümkün. B i r traktörün i şini yapan öküz­ lcıin bedel i, traktörün bedelinden fazla. O zamanlar traktör sekiz bin lira. Ben A rşimet gibi "buldum" dedim .

Traktör! Traktör! Öküzleri sattı nnm . Köyün ne kadar traktöre ihtiyacı varsa, Le­ min ederiz. Bir çift öküz o zamanlar yüzelli l i ra. Yanıma özel idare müdürünü, ziraat müdürünü aldım. Köy köy dolaşıp bu buluşumu anlattım . Köylüler dinliyor, "haklısın" diyorlar, ama "Hadi verin öküzleri satalım, köye o rtak traktör ala­ lım" dediğimde "Olmaz beyim" diyorlar. "Niye" dediğimde "Öküz benim damımda. İstediğimde çıkan n m , istediğimde çı­ karmam . Bir traktörün peşinden bütün köy koşacak." B akum ki köylüden tepki geliyor. Yapmayacaklar. Ben de aklıma koyduğumu yapacağım. Çünkü inanıyorum yapılacak olana. Ziraat Müdürü'ne döndüm "Özel idare alsın traktörü . Siz de kira ile sürün bu topraklan" dedim. Her ikisi de " Bizim mevzu­ at buna u ygun değil. Vali olarak, vilayet olarak bunu yapamayız", dediler.

121


Ben aklıma takmıştım. B u işi mutlaka yapmak istiyordum. Nasıl olur inceledim. "Özel idare ile köylü bir birlik kurarsa olur" dediler. O birliği kurdum. Ziraat Bakanı Cavit Oral'a giuim. Der­ dimi anlattım. Kendisi bana: -Sen ne anlarsın traktörden, tarımdan. Vilayeti traktör çöplü­ ğüne çevireceksin. Kolay iş mi? dedi. Yaralarıma merhem olma­ dı. Oradan İçişleri Bakanı Emin Erişirgil'e giuim. O da ağız birli­ ği etmişcesine Tannı Bakanı'nın dediklerini tekrarladı. -Sen ne anlarsın bu işten! -Yaparım. Yapmak istiyorum. Bu halkın yoksulluğu ancak bu yolla düzelir, dedim. Benim ısranm üzerine "Hocaya git, ama be­ nim gönderdiğimi söyleme" dedi . Şemsenin Günahay Hoca'ya giuim. Başbakan. Benim sözümü hiç kesmeden dinledi. "Ne me­ zunusun sen'!" dedi. " Hukuk" dedim . -Kendine güveniyor musun?, -Güveniyorum, dedim. Kalem m ahsus müdürünü çağırdı. -Bana Zirai Donatım Kurumu Umum Müdürü'nü bulun, dedi. Buldular. Tele fonla konuştu: -Sana Yozgat Valisi'ni gönderiyorum, ne istiyorsa ver, dedi. Çok sevindim ve sevinçle gittim. Özel idaremin de parası var. Yozgat'a gilliğim de görevi devraldığım val i Osman Şahinbaş iş yapmamış, parayı saklamış. Elli traktör istedim. Umum müdür "Veremem" dedi. "Bütün Türkiye için elimde yetmiş beş traktör var. Sana ancak yirmi beşini veıiri m . Yinn ibeş gün sonra gel. Zi ­ raat Bankası'na da parasını yatır. Paranın hepsini de istemez se­ kizde birini yatır, gerisini taksitle ödersin" dedi. Dediklerini yaptım Masscy Ferguson kı rmızı traktörler Yoz­ gat'a geldi. Onları gelin gibi süsledik. Vilayetin önüne dizdik. Yukardan odamdan izliyorum. Köylüler müthiş ilgileniyorlar. Gelip soran­ lar oluyor. "Satayım sana" diyorum. Almak istiyenlerin parası yok. "Tarlayı süreyim" diyorum", " B i r benim için köye gelmezsin ki" diyor. 122


Acı Son İçeriden dışardan engelleniyorum. Köylüsü memuru herkes bana karşı. Toprağın tav zamanı geldi. Aldım iki traktörü Sorgun'a git­ tim . Köyün birine vardım. Muhtan buldum. "Burada dul, tarlası olan marabacı kimse var m ı ?" dedim. " B ir kadın var" dedi. Hiç unutmam kadının tarlası kırk dönüm . B i r iki saatle tarlayı sürdük. Köyden çıkıp gideceğiz. Köylü sürülüşü gördü. H ayran ... Şaş­ kın . . . İ ki rcikli ... Bu defa yol u ma çıktılar. "Bırakmayız bu traktör­ leri " dediler. " Kalsın, sizde süreyim toprağınızı" dedim. Pazarl ı k yaptık. Ben dönümüne üç yüz kuruş istedim. İki yüz elli kuruşa anlaştık. O da yansı peşin yansı, "harmana veresiye". Traktörleri bıraktık. Ve köylülcr traktörlcri kapıştılar. Benim istediğim de o. Ye traktörle sürülen yerlerin hepsinde ekinler Malya Çiflliği'nin ekinleri gibi oldu. Yozgat'ta on bir ay kaldım. Beni Antalya'ya tayin ettiler. Benden sonra gelen vali " Vilayet bu işle uğraşmaz" demiş, traktörleri taksitle satmış. Ama Yozgat'a da böylelikle traktör girmiş oldu. ·

1 23


ON D Ö RD Ü NC Ü B Ö L Ü M

Çağlayangil, Avrupa'ya gidiş gelişlerinde Roına'dan geçen uçakları tercih etmektedir. Hem değerl i dostu İtalya Harici ye Nazın Sinyor Fan fani'yi görüyor, hem de Roma ve Vatikan elçiliklerimizle bakanlığı ile ilgili temastan sür­ dürüyor. B i r seferinde Vatikan'ın Dışişleriyle görevli Kardinali­ nin yakınmasını kendisine aktam1 1 şlar. " Buraya gel ip giden Müslüman hariciye nazı rları hep Papa H azretleri'ni ziya ret ederler. Sadece Türklerden böyle bir istek gelmedi." Çağlayangil'in bu sözlere cevabı şu olmuş: " Çağırmadı­ lar k i'!" Bu cevap üzeri ne Vatikan hükümeti adına Türkiye Dı­ şişleri B akanı resmen davet edilmiş. Olayın gelişmesini ve aynntılannı Çağlayangil'den dinleyelim ... -Vatikan toprağı küçük ve d i ne dayalı bir ülke, ama dünyanın her tarafında gözü, kulağı var. Geniş istihbarat topluyor. Adeta bir 1 24


rasat kulesi. Oradan cihan görünüyor. Daveti yararlı bulduk, git­ mey i kararlaştırdık. K üçük devletlerin büyük protokolu olur. Hel e V atikan söz ko­ nusu olursa. Ziyaret gerçekleşmeden önce bizim protokol genel müdürüm üzü çağırmışlar. "Mukaddes Peder ziyaretçilerini yal­ nız kabul eder. Yanlarında kimse bulunmaz. Eğer hediye getir­ diyseniz bize önceden vereceksiniz. Getirdiğiniz armağan, Pa­ pa'nın size vereceği hediyeyle birl ikte masa üzerine konacak. B a­ kanınız yanındakilerle birlikte törenle karşılanacak. Beraberinde en çok üç kişi bulunacak. Uzun koridorlardan yürü necek. Pa­ pa'nın m akamına gelinecek. Yanındaki leri takdim edecek. Hedi­ yeler veri lecek. Bütün tören TV lilmine çekilecek. Sonra da gö­ rüşme başlayacak."

Papa'nın Huzurunda Öyle yaptık. Papa 6. Paul ile başbaşa kalınca sözü ben ald ı m . - Mukaddes Pedere şi kayete geldim. Makarios bir din adam ı­ dır, ama kendisine yakışmayacak şeyler yapıyor. O Ortodoks, siz Katolik olsanız bile, yeryüzündeki H ı ri stiyanlara Allah tarafın­ dan gönderi lmiş en yüce makamda oturuyorsunuz. Hiç Makari­ os'u uyannayı düşünmez m isiniz? Papa yerinden kalktı , yanındaki dolaptan bir dosya çıkard ı . - Ü ç mektup yazdım. İşle örnekleri burada. B i n dereden s u ge­ tiriyor, dedi ve ekledi : Ben de şikayet edeceğim . İzınir'e gönderdiğim rahibi niçin işe başlatmadınız? Kend ilerine Lozan Antlaşması'nın Türkiye'de yaşayan H ı ris­ tiyan azınlıklara din adamlarını seçmek hakkı n ı verdiğini , başka türl ü harekete hukuk bakım ından imkan olmadığını açıkladım. Bir çıkar yol bulmak için İzmir Valisi'ne Papa'nın gönderdiği ra­ hibin dini işlere bakan başkan olarak cemaat tarafından seçilme­ sini önerdiğimi anlattım . Papa: Ben atadıktan sonra tekrar seçime girmesini kabul ede­ mem, dedi. Tanışma uzadı. - B iz, dedim, Din bakımından çok hoşgörülüyüz. İspanya'da

1 25


eza gören Yahudilere kapımızı açtık. HırisLiyanlık mezhep fark­ lan yüzünden insanlann kulaklanna kaynar zeylinyağı dökerken, koltuklan na kızgın yumurta koyarken, atalanmız lstanbul'un fet­ hinde Ortodokslara çok yumuşak. davrandılar. Bizans İmparator­ lannın onlara veremediği özgürlüğü bağışladılar. Cumhuriyet idaresi de bu yoldan aynlmadı. Bugün Türki­ ye'de yaşayan Hıristiyanlar serbestçe dini ayinlerini yapabildikle­ ri gibi, alışılagelmiş törenlerini de sürdürmekten geri kalmazlar, isterseniz gelin gözlerinizle görün! -Beni davet mi ediyorsunuz'! dedi . Şaşırdım. Böyle bi r davete yetkim yoktu. Talimat al m amış­ tım . Çağn devletten devlete olurdu. Ama iş olup bitti haline gel­ m i şti. -Mukaddes Peder kendileri buyururlarsa niçin olmasın sözleri ağzımdan döküldü. Yirmi dakikalık buluşma i k i katına uzamıştı. Öylece ayn Idık. Döndüğümde Papa'yla konuştuk lanmızı Sayın Demirel'e an­ lattım. " İster misin, tam seçim zamanı gelsin?" diye alay etti . Üç ay sonra Vatikan Büyükclçimizden aldığım bi r telgraf, çağnmın kabul edildiğini bildi �yorve üç gün sürecek bir program öneriyordu. Sayın Papa evvela lstanbul'a gelecek orada zaten yaz tati li yapan rahmetli Cevdet Sunay ve o sıralarda İstanbul'da bulu­ nan Sayın Dem i rel'lc, Şale Köşkü'nde görüşecek. Ortodoks Patri­ ği Atenagoras'a Fener Kilisesi'nde özel bi r ziyaret yapacak, ertesi gün İzmir'e, Efcs'teki Meryem Ana'nın evini görmeye gidecekti . Bunu bilhassa ben arzu ediyordum. Efcs'teki evde Meryem Ana'nın otu rup oturmadığı tartışma konusuydu. Papa'nın ziyareti kuşkulan ortadan kaldı racaktı. Zaten gelmekte olan Hıri stiyanlar akın edecek, İzmir bir tür hac yeri olacaktı. Turizm bakımından ülkenin yaran olacaktı. Papa'nın Efes'te bir ayin idare etmesi , Va­ tikan'dan uygun bir hediye getirmesi programa konmuştu. Yalnız bir mesele çıktı. Papa'yı Efes'e Türk Dışişlcri B akanı götürecekti. Protokol böyle i stiyordu. Papa ise öğle vakti uçakta yenecek yemekte yalnız olmayı te rci h ediyordu. lsrarettim, aynı uçakta ayrı oturamayacağımızı , aksi halde zi-

1 26


yarctc katılmayacağımı, genci sekreterimi göndereceği m i söyle­ dim. Beraber yemeye razı oldular. Programı aynen uyguladık. Evvela Şale Köşkü'nc gittik. Orada devlet ve hükümet başkanla­ rıyla görüşüldü. Sonra kendisi Atenegoras'a özel bir ziyaret yaptı. Ertesi gün Efes'c gittik.

Papa İ le Bir G ün Dönüşte eski bir kilise kalı ntısını görmek üzere durmuştuk. Otomobilimize yaşlı bir Müslüman kadın yaklaştı. Hava çok sı­ cak, camlar açıktı . Başını içeri doğru uzatarak sordu: -Evladım. Koca papaz hanginiz? Alındım: -Teyze ! dedim. Bende papaza benzer bir hal var mı? Edalı edal ı : -Celallenme evladım. Sana papazsın demiyorum. Ortalıkta bir sürü papaz dolaşıyor. Ben kocamanım an yorum, dedi . -Papa'yı mı gönnek istiyorsun? -Evet. -Ne yapacaksın? -Şuncağıza (yanında duran yed i-sekiz yaşlarındaki kız çocuğunu işaret ediyordu) havale hastalığı gelmişti. 'Meryem Ana'nın evindeki ayazmadan su içir, geçer' dediler. Kendine geldi. İyileş­ ti, ama dili açılmadı. Şimdi de 'Koca Papaz'ın elini öptür' diyorlar. Ona çalışıyorum. -Sen Müslüman değil m isin? O Katoliklerin başı . Nasıl olacak u . b ? -Evladım, hepimiz tek Allaha tapıyoruz. O aynıdır. Orada bir­ leşiyoruz. Niçin olmasın? Y anımda beyaz harmaniler içinde sıcaktan bunulan Papa ko­ nuşmayla i lgilenmiş, kendisinden söz edildiğini anlamıştı: -Ne oluyor? dedi. A nlattım. Uzandı, elini uzattı . Küçük kıza öptürdü. B i z de ki­ l iseyi gördükten sonra yola koyulduk. Papa'yı bir düşünce sarmıştı. Bir süre sonra: -Sayın Bakan! Siz diplomatlar m illetleri barış içinde yaşat­ m aya çalışıyorsunuz. Hariciyenin görevi bu ! Ben Katoliklerin en 1 27


Çağlayan g i l : Yaıikan'da Papa V I . Paııl i k

yüksek makamında oturarak mezhepleri , dinleri birbirlerine yak­ laştırmaya, onlan banş içinde yaşatmaya uğraşıyorum. Kardinaller bana 'hayal peşinde koşuyorsun' diyorlar. Ben bir Ütopya içinde olmadığımı burada bir M üslüman toprağında anla­ dım. -Nasıl anladınız? -İhtiyar kadın demin hepimiz tek Allaha tapıyoruz, orada bu1 28


luşu yoruz, dedi. Bu yargı benim uğraşmam ı , doğrulamı yor mu?

Sevgil i Dostum Fanfani Söz İtalya'dan ve dostum Sayın Fanfani'den açılmışken bir anımı anlatmadan geçemeyeceği m : Sinyor Fan fani , ü lkemize resmi ziyarete gelmişti. Onlann bü­ yükelçiliğinde özel bir yemekte ailece bulunuyorduk. Sonra hep beraher İstanbul'a gidecektik. Fanfani birdenbire: - Ü lkenizin iç taral1annı gönnek istiyorum. Yanımızdakiler uçakla gitsin. Siz beni karadan götürür müsünüz? dedi. -Niçin olmasın. Götürürüm, cevabını verdim. Yemeğim izi acele yeyip yola çıkmayı kararlaştırdık. Özel Kalem Müdürü'me: -Otomobiller hazır olsun. Ankara Emniyet Müdürü'ne haber verin. Önümüze bi r tralik arabası koysunlar. Özel gidiyoruz ama, d ünyanın bin türlü hali var dedim. Meger böyle zuhurat zamanlannda tralik arabaları ancak vi­ layet yol lan dahi linde gezenniş. Yol boyunca haber salmışlar, vi­ layet dcğişti kcçe arabalarda başkalaşıyor. İş büyümüş. Gerede'ye geldik. Büyük bir kalabal ı k gördük. Kaza olmuş sandık. Meğer bizi karşılamaya gelmişler. Kaymakam beraberindeki heyetle karşımıza çıktı : " Kasabada hazırlı k yaptık. Halk İtalya Hariciye Nazın'nı bekliyor. Şeref vereceksiniz" dedi. Vakit kaybedecektik. Canım sıkıldı ama reddetmek ne be­ nim, ne de Fan fani'nin işine gelmedi. Kasabaya yöneldik. Bir süre oyalandık. Önümüzde Bolu vardı. Orada da aynı hal başımıza geldi. Artık her yerde durmaya alışmıştık. Yol uzadıkça İtalya Hariciye Nazın'nın geçişi duyuluyor, kalabalı k artıyordu. Akşa­ mı ettik. Önümüzde Adapazarı vardı. Ben 'gün batınca, merasim ya­ pılmaz' kuralına güveniyor, orayı atlatacağımızı sanıyordum. Za­ ten v ilayet merkezi yol üstü değildi. Tahminimde yanıldığımı sa­ pağa gelince anladım. Bütün v ilayet erkanı geldiler. Belediye 1 29


Başkanı : "Bando çıkardık. Ahali sizi bekliyor," dedi. Sapuk. İzdihamdan güç bela kurtularak belediye binasına sığındık. Halk ortalığı miLing meydanına çevinnişLi. Parti Başkanı Sayın Behçet Deryaoğlu: -Konuşmazsanız, bu kalabalı k dağılmaz, dedi. . Hazırl anan mikro fondan bir konuşma yaparak m i safir Italyan Hariciye Nazın'na gösLerilen iyi kabul için teşekkür eni m . Mil let, Fanfani'nin konuşmasını istiyordu: -Türkçe bilmiyor ki, nasıl size hiLap elsin, dedim. "Sen Lercüme edersin," diye bağırdılar. Fanfani'ye durumu anlanım. O, poliLikacılann kurdu uzun bi r konuşma yaptı . Ben Türkçeye çev irdim. Her buluşmamızda Fanfani takılır: "Eğer Toskana'da kaybedersem , yeni bi r seçim bölgem var. Adapazarı'na geleceğim" der.

1 30



ON BEŞ İ NC İ B Ö L Ü M

CumhuriyeL sonrası Dışişlcri B akanlığı koltuğunda en uzun oturan Çağlayangil, on yıl Türkiye'nin dış poliLikasını Dcmi rel'lc bi rlikle kunnuş, yönlcndinniş ve yönetmiş. Çağlayangil'in hükümeti, 1 946'da başlayan, 1 959 yılına kadar süren Türk dış politikasını revize etmiş. "Biz hassas bir bölgede yaşıyoruz. Hangi bloka dah i l olursak olal ı m , burada çok i y i komşuluk ilişkileri içinde ol­ mamız gereki r. İyi komşuluk ilişkileri olabildiğince taraf­ sız olmaktı r. Atatürk. bir ideolog olmaktan ziyade bize ger­ çekçi l iği ve akılcı lığı öğrclli. Elimize olaylan çözmek için anahtarlar verdi" diyen Çağlayangil 1 962'de, iktidar olan AP hükümetinin dış pol itikasının, Atatürk'ün dış pol itika anlayışına bir yaklaşım olduğunu da vurgulu yor. Atatürk dönemi Türkiye'ni n komşuları başta olmak üzere bütün dünya ile dengeli bir birlikteliği sürü klediği yıllar. Sorunlarımız var ama sıcak değil . Atatürk, Padişah­ lığı Cumhuri yete, Osmanlılık'ı B atılılaşmaya dönüşlürü­ yorve bütün dünya bu dönüşümü biraz saygı, biraz hayretle izliyor. Çağlayangil'in Dışişleri Bakanlığı dönemi nde Tür­ kiye'nin hemen hemen hiçbir komşusuyla sıcak bir durumu 1 32


yok. Çağlayangil ve hükümetinin dış politika anlayışı özet­ l e şu: " Biz bağımsız, ama bağlantılanmıza sadığız. Malı­ mızı i stediğimiz yere satarız, istediğimiz yerden istediği­ mizi satın alınz ve bize uygun olan isted iğimiz teknolojiyi i kame ederiz." Çağlayangil döneminde ayn bloklardaki komşularla da kültürel bağlar kuruluyor. Y aklaşımlar bu yol l a sağlanıyor. Çağlayangil, "Masaya sorunu çözmek için otunı rsanız, çözersiniz. Amacınız çözmemekse, m asaya otu nnanız bir şey i fade etmez" diyor ve ekliyor: " İsmet Paşa da 'masaya alıp vermek için oturulur. B i r şey vereceksiniz ki alacaksı­ nız. Masaya peşin hükümle oturulmaz, Eğer masaya pqin hükümle oturursanız, o ülıimatom olur' derd i . " Şah İ ran'ı Türkiye'nin yakın dostu. Çağlayangil'in önem verdiği bir dosll uk bu. Aşağıda okuyacağınız anı Şah ve Çağlayangil'i yakın­ dan tanı manızı sağlayacak. -Genel l ikle Devlet Başkanları'nı n ;,i yareti başkent dışında Dı­ şişleri Bakanlan'nın refakatinde geçer. H ükümel merke;,inde Devlet Başkanı ve Başbakan'ın ziyarellerinden yuıt içi gezilerine fırsat kalmaz. Şah bi r Türkiye zi yaretinde güneyde kendi başına özel bir ge;,i yapmak istem iş. Ben kendisine refakat ediyorum . Şalı'la birl i kte Kuşadası'na gittik . Kısmet Otel'de kal ı yoruz. Sa­ bahleyin Şalı haber yol layarak beni kahvaluya çağ ı rd ı . Otelde Başbakan Hüveyda ve Dışişleri B akanı Ardeşhi r Zahidi kalıyor­ du. Ben hep birl ikte kahvalu edeceğiz zanncuim. H albuki kahval ­ uda ikim izdik. Şah benden çevre hakk ında bilgi i sted i . Sordukla­ nna cevap verdim. Bu sırada sefaretten birisinin geldiğini Farsça haber verdiler. B ana döndü ve şunlan söyled i : -Büyükelçilikten kurye gelmiş. Bi raz meşgul olmak istiyo­ rum. Ben çıkmak istedim. B ı rakmad ı . Nezaket gösterdi. Farsça ko­ nuşmayı sürdürdüler. B ize okulda Farisi okullular. Hocamız meş­ hur Tahi r Nadi Efendi'ydi. Bu zat hiç evlenmemi ştir. Esprili bir 1 33


k imseydi. K ıyafetine itina elmezd i . B i r gün kulaklarında kir gö­ ren bir gazelecinin "Bu sabah galiba yüzünüzü yıkamam ı şsınız" sual ine " Yıkam ıştı m . ama sabahtan beri sizi dinl i yorum, kulakla­ n m ondan kirlenmişlir" demişli. Bir buçuk iki saat kadar Şah kurye ile meş!,r ul oldu. Sonra kur­ ye gilli. Ben "Majeste" dedim. "Tahran neresi , Kuşadası neresi? Anla­ dığım kadarı ile İ ran'daki işler için gel miş. Efendimizden direkli f i sliyorlar. Bunlann içinde doğru anladıysam bir şoför meselesi geçli . Koskoca bir ülkenin bu kadar aynnlllı işleriyle bir hüküm­ dann uğraşması garibime gilli. Bunlara ne l üzum var? Bunlan ya­ pacak adam yok m u'!" Şah bana döndü: -Hepsi önemli, dedi. Ne çekliğimi görüyorsunuz. Liyakalli m üşav i rlerim olsa ben de rahat edeceğim. Ben de kendi lerine cevaben "Liyakalli müşaviri yaşalmazsı­ nız k i " dedim. Şalı "Niçin o?" diye sordu, izah ellim: -Siz doğruyu değil , hoşunuza gidecek şeyleri işilmek isliyor­ sunuz. Bu yüzden yaşatmazsınız. GülüşLük. Bu surelle başlayan konuşma ilerledi. Cesaretle Şah'a şu soruyu yönellli m : -Peki sizden sonra İran ne olur? Şah bi rdenbi re ciddileşti. - Beni her gün meşgul eden bir soruyu sordunuz, dedi ve ekle­ d i : Ne yapacağım ı bi lmiyorum. Ama ne yapmayacağımı iyi bili­ yorum. Yurduma demokrasi adı altında anarşiyi sokmayacağım. Şah'ın bu görüşünü paylaşmama i mkan yoklu. Kendilerine şu cevabı verd i m : -Demokrasi sislem rejimidir. Sistem i hakim kılmak lazım . Anarşi oluyorsa, uygulama hatası var demektir. Sisteme n e kaba­ hat buluyorsunuz? S iz, şahıs rejimi i stiyorsunuz. Bu düzen kolay­ dır. Başlaki bilgili ve adi l olursa iyi de i şler. Ama herkesi n aynı ni­ telikte olmasını isleyemezsiniz. Yönelici cahil ve kötü n i yetli olursa kişiye dayanan rejimler de bcrbatlaşır. Tartışmamız sürüp gitti. 1 34


Öğleden sonra hclikoplcrlc Marmaris'e hareket ellik. Şah son derece uslal ıkla uçak ve helikopter kullanır. Öne olUrdu. Ben, Hü­ veyda ve Ardeşi r Zahidi arkadaydık. Bir aralık beni yanına çağı r­ dı. Gürültüden bağıra bağıra konuşuyoruz. -Sabri Bey. Aşağıyı görüyor musunuz'! Bana sizin bol paranız ve petrolünüz var der durursunuz. İran'ın bu serveti otuz-kırk yıl sonra sona erer. Fakal bu koylar ve Labii güzellikler hiçbi r zaman ölmez. Sizin al un tabak üstüne olurmuş dilenciden farkınız yok. Bu memleket benim olsa çok şeyler yapanın, dedi .

1 35


Verim Tarımda Nasıl Artar? Ameri kalılar, kendi alanlarında i nceleme yapsın d i ye, Türk Tanın Bakanlığı yöneticilerini , çi ftçilerle her zaman i lişkilerde bulunanları sık sık B i rleşik Devletler'e çağırır­ lar. Onlara aylarca kendi kuruluşlarını gösterirler. Oralarda öğrenilenleri n Türkiye'de uygulandığı sanılır. Çağlayangil, bunca yıl beş ayn bölgede valilik yapmasına rağmen, tarımın Amerika B irleşi k Devletleri'ndeki düzeye ulaşma yolunu tulluğuna kendi ülkesinde şahit olamam ış­ tır. Ona sorarsanız; Türkiye'de ekilebilecek toprakları n tü­ mü ekil iyor. Amaç, verimi anırm aktır. Bu teknik bir iştir. Gübre , tohum ve bakım soru nudur. Amerika Birleşik Dev­ letleri 'ndeki incelemeleri , toprak tahl i Berini, ikl i m rasatla­ rını yapmakla görevli (Tannı Araşıırma B irlikleri)nin memleketim izde zamanında kurulamamış olması, verimin yeteri kadar arııralamamasının nedenidir. Oralarda (Mer­ kezi Araştırma Örgütü) yıllarca evvel kurulmuş, saat gibi çalışıyor. H angi eyaleııe, ne gibi ü rünlerin yetişebileceği, ilmi usuller ve deneyim lerle evvelce saptanmış; bu gerçeklere uyan üretici ler, her çeşit kolaylıktan yararlanabiliyor. Ken­ di bildi klerinde ısrar edenler, i natlarını başarısızlıkla ödü­ yorlar, zarar görüyorlar ve hiçbir yardımdan faydalanamı­ yorl ar, disiplin içinde bir özgürlük var, diyor. İnceleme yapmak üzere davet edilen tanmcılar arasına ilk defa 1 95 6 yılında val i ler de katılmış. İlk kafileyi oluşturan beş val i ; Konya ve Ankara valileri rahmetli Cemil Kcleşoğlu ile Cemal Aktan, o zamanı n B a­ lıkesir Valisi Hilmi İncesulu, Antalya Valisi Niyazi Akı ve İhsan Sabri Çağlayangil... Yanlannda o devrin Ziraat M üs­ teşarı Atıf B ey de var. V alilerin yapıığı incelemelere anılann önceki bölüm­ lerinde değinilmişti . Çağlayangil bu sefer aynı gezide ge­ çen ilginç bir olayı anlatıyor. Kızılderililer'in kendi dille­ rince ad taktık lan ve aralan na kabul ellikleri i nsanların sa1 36


yısı nadirdir. Hele bu Çağlayangil'in girdiği Chippewa ka­ bilesi olursa . . . O zamanlar Kızılderi l i bir ad laşıyan lek Türk; Çağlayangil... Olayı kendisinden dinleyelim : -Amerika Birleşik Devleller Tarım B akanlığı'nca Washing­ lon'da bir brifing verildi. Kıtanın Baulılar larafından keşfinden başlayarak, o larihe kadar olup bilenler aynmılanyla anlauldı. Başlangıçla bu koca memlekeue sadece Kızılderi liler yaşarmış. İslilacılar bu lopraklan onlardan zorla alm ışlar. Bugün Amerika B i rleşik Devlcllcri'nin nürusu iki yüz elli mil­ yon civarında. Hadi o devi rlerde şimdiki çoğunluk ve yoğunluğu aramayalım, yine de bugün milyonlarca Kızılderi liye rasllama­ mız icap elmez mi? Bu insanlar nereye giui? Kızılderi lilerin şim­ diki sayıları ne kadar? Bunları merak enim , bize bri fing verenden sordum. -Kızılderili lerin bugünkü sayısı 400.000 kadar" dedi. "Bazı la­ n 'Zon'larda yaşıyor. B unlar lopluma karışmazlar. Her şeyleri ay­ ndır. İ k i bölümdür: Yönelimle arası iyi olanlar. Asiler. Bizimle iyi geçinen 'Zon'lara girip çıkmak müm kün. Fakal başkaldı ranların oturduk lan yerlere ne lahsildar sokabi liyoruz, ne de güvenlik memurlarını . - Koca kı tayı bugün sayıl arı 400 bine inen Kızılderililer mi dolduruyo rdu, diye sordum . Muhalabım alındı, soruma soruyla karşılık verd i : - N e demek istiyorsunuz? Yemedik ya! Y a Amerikanlaşmış­ lard ı r, ya da silinip gilmişlerdir. Anladım ki bu sorunu araşu nnamı istemiyorlar. Biz nasıl bazı konuları konuşmayı sevmiyorsak, onların da hassas olduk.lan la­ rallar var. B ahsi kapanık.

Hana Kızılderili Adı Veriyorlar A B D'nin içinde inceleme yapmaya başladığımızda, Nebras­ ka'dan aynlıp, M innesola'ya geldik. Bir gün or:ıda yemek yerken 1 37


bize mihmandarlık eden üniversite öğretim üyesi M r. Slarge'ı te­ lefondan çağı rdılar. Döndüğü zaman: -Size bir Kızılderili adı vermek için Chippcwa kabilesinden tekl if almışlar. Cevap bekliyorlar. Kabul edip etmeyeceğinizi so­ ruyorlar, dedi. Düşündüm . B i r isleğim olmamıştı. Sadece bugün 400 bin kişi kal an Kızılderi lileri n vaktiyle koca kıtayı nasıl doldurduğunu sormuştum. Kızılderili adı alınca ne olacak, onu da bilmiyordum. Sordum, soruşturdum. Olayın siyasi bir yönü olmadığını anladım. Olumlu cevap verdim. Sonra bir Kızılderi l i beni aradı. Chippewa kabilesinin oturduğu "Zon"a beraber gideceğimizi söyled i . Evvela Kızılderili Müzesi'ni görecektik. Sonra şehirden ol­ dukça uzak olan " Zon"a kabile reisiyle buluşmaya ve kıyafel de­ ğ i şti nneye gidecektik. Orada kabilenin ileri gelenleri ile tanışa­ cak, bir süre sohbet edecektik. Aynı zamanda Kızılderi l i kıyafeti­ ne gireceklim. Yanıma kimseyi almama müsaade etmiyorlard ı . Yalnız olmalıynı ışını. Korkmuyordum, fakat çekinmedim desem yalan olur. İ lkin müzeye giuik. Birinci hayretim orada başladı . Gördüğüm şeylerin hiçbi ri yabancı değildi. Bizim kilimle ri n de­ senini , cezve, kahve değirmeni gibi bize ait eşyaları seyrediyor­ dum. Oyalan bile bizimki lerden farksızdı. Duygularımı Kızılde­ ri l i ye açtım : -Zaten ecdadım ızın Al aska' dan geçmiş ve buralara gelmiş es­ ki Baykal Türkleri olduğuna ait bir iddia var, dedi. Birbirimize baktık. Renkleri miz değil , ama yüzlerimiz de benziyordu. Artık çekinmiyordum. Müzeden ayrıldıktan sonra aşiretin oturduğu yere gittik . B u­ rası açık hava kamplanna benziyordu. "Tamtam " denen üç köşeli Kızı lderili çadırlanndan oluşuyordu. Chippcwa'lar tören niza­ mında sıralanmışlardı. Aralarından geçtik. Reis' in oturduğu çadı­ ra geldik. Şef, burada ailesiyle beraber bulunmaktaydı. Doksan yaşına yaklaşmıştı, iki üniversite bitirmişti. iyi İngilizce konuşu­ yordu. Saygı gösterdim. Beni iyi karşıladılar. İkramda bulundular, bir süre sohbet et­ lik. Sonra ceylan derisinden yapılmış giysiler verdiler. Başım a da Kızılderili kalpağı kondurdular. 1 38


İş bitince kabile reisi ve mihmandarlarla birlikte "Zon"dan ayn Idık. Onnandaki lokantada bekleyen arkadaşlarımıza Ameri­ kalılara, tercümanlara ve televizyonculara katıldık. Onaya uzun ve dar bir sofra kurulmuştu. Herkes karşılıkl ı oturdu. Kabile reisi masanın başına geçti, karşısındaki öbür başa da beni otuntu. Ye­ mek i ştah ve neşe içinde geçti. Bitince reis ayağa kalktı. Sofrada bulunan Amerikalılara hitap ederek konuşmaya başladı : -Bu memleket sizden evvel bizimdi. Elimizden zorla aldınız. Bunlan şikayet için söylemiyorum. Çünkü ilkel topraklanmızı dünyanın en müreffeh yurdu haline getirdiniz. B ugün Amerika Birleşik Devletleri, dünya milletleri arasında ilk sırayı dolduru­ yor. Yalnız. vakti yle bizim uygarlığımız sizinkinden üstündü. Bir tanesi, bu şehirde bulunan m üzelerimizi buna şahit gösteririm. Bugün kabilemize bi r yabancı giriyor. Bu yemek o vesileyle düzenlendi. Yeni Chippewa'ya 'K içiosiya' adını verdim. Kiçiosi­ ya, Chippewa di linde 'büyük birader' demek. Kabilemizin yeni üyesinin yaşı bizden küçük. Buna rağmen, 'büyük birader' deyişi­ mizin nedeni, mensup olduğu milletin, yani Türklerin bizden üs­ tün uygarlığa sahip olmasındandır. Gerçekte Türk medeniyeti bizden de eskidir. O yüzden bu adı verd i k. Kutlu olsun! Çok duy!,ruland ım. Ben de milletime ve naçiz şahsıma gösteri ­ len teveccühe teşekkür eden birkaç cümle ile mukabelede bulun­ dum. Tören biui. Reis beni yanına alarak çayırda yürümeye başla­ dı: -Bugünden itibaren Chippcwalısınız. Bu yeni sıfat size bazı yükümlülükler getiıir. Ben ölünce yeni reis seçilecek. Siz de 'biri­ nin şefi' sı fatıyla oy kullanmak hakkına maliksiniz. Sizi yönetim­ le ilgilenmeye davet ediyorum. Bunlar işin külfet tarafı. Nimet yönü de var. Fı rsat elverirse 'Zon'da görd üğünüz güzel kızlardan biriyle evlenebilirsiniz. Biz aşiretten olmayanlara kız venneyiz. Siz kabilemize ginniş bulu­ nuyorsunuz, dedi. Gülüştük, kendisine teşekkür ettim.

1 39



ON AL TiNCi BÖ L Ü M

Ihsan Sabri Çağlayangil Demokrat Parti döneminde Bursa Valisi. Bursa Demokrat Pani'nin kurucusu ve Kurtu­ luş Savaşı'nın ünlü kom itacısı Celal B ayar'ın memleketi . Bayar, Çağlayangi l'i Sıvas'Lan Bu rs a' y a vali olarak taşı yor. Çağlayangil, Menderes'le arasını açmış ve isti fa etmek üzere. Bayar'dan gelen tekl i fe "hayır" diyemiyor. Ne var k i , bir vali için Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın, İçişleri Bakanı'nın memleketinde görev almak oldukça önemli bir i ltifaL, ama bi r hay l i de zor. Yükümlülükleri olan b i r onur. Çağ l a yang il ' i n an ı ları nda B ursa Val i l iği önemli bir bo­ yut Biz bu anıları özetlerken bu boyutun tamamını ayrıntı ­ ları ile aktaramıyoruz. Ama aşağıda okuyacağınız anı, Çağlayangil'in B u rsa Val iliği anı lannın değerlendi rilme­ si nde önemli bir paragraf. -Teleferikten çok çekti m. Bursa Valisi oldum. Celal Bayar "Senden üç isteğim var" ded i . 1 ) Yalova-Bursa yolunu mutlaka başlat v e bilir. 141


2) Dağ yoluna da önceli k tanı ve en kısa zamanda onu da bitir. 3) Keles h al kı şöv alye insanl ardır. Yıllarca saraya hizmetkar yet işti m1 i şle rdi r. Onlara i yi bakacaksın. Hoş tutacaksın. Yollarını yapacaksın. Cumhurbaşkanı'na peki dedik. Çalı şmaya b aşladı k . Teleferik çok hassas bi r iş. Di reklerin diki lmesi bir yıl ister. Jeoloj i k i nce lem e gerekli . Direkler betona gömülür, am a arazi k aym am a l ıd ı r. Ayrıca elektriğin h iç kes ilm em esi gerek i r. Elekt­ rik kesilirse veya bozulur.sa teleferik i ç i ndeki i ns an l a r donar. Celal Bayar, " H abi b Ed ip Töreh an tel e fe ri ği hed i ye edecek, sana yük olmayacak" ded i . Törehan çok ze n gi n . Ö nce dağ y o l una el at l ı m . O zam anlar j eeple i k i buçuk saatle ı.ar zor çı kard ı m dağa. Kardan yollarda yılda üç ay kapa n ı yo r. Biz yol u yapm aya başlad ı k . Biz yapı yoruz, bu arada b i r se l gel i p yo l u al ı p gö t ü rü yor. O zam an Tarım Bakanı Nedim Ö km e n . " B i raz d ağ yolu parası ver" dedim. 13 u rsa'da o tarihte Kemal Bey i sminde ça­ l ı şk an birnalü müdürü v a r. Parti l iler seviyor. A k l ın a m i l l etvek i l­ l iği n i koym u ş . Panililerin ded iği he r şey i ya p ı yo r. Nedim Öknıeıı dön m i lyon verd i . Para ye te rs i z ama yola ba ş­ lana bi l i r. Ben de yol u yarmaya hevesliyim. Çal ışmaların başında du ru y o ru m. B i r keresinde kurt sürü leri s ard ı b izi , j eepe zo r kaçt ı k . Çabal ıyoru z, üç-dört ki lometre yol yap ı yo ru z, yağm u r al ı p götü­ ıii yor. Dağda granit k ay a la r var. " Bu granitlerden parke taşı yapa1 ı ın , arasına da zi ft dök e l im " dedim, nafia müdürüne . . .

Yol

Y a p m a ıı ı n �: ilesi

B u rsa- Yalova yolunu da yi rın i beş m i l yona i hale e n i k . Müte­ ahhit, Etem Mendcres'in akrabas ı ym ış . C H P karş ı m ı za ç ı k t ı . He­ ye l an ç ı kt ı . O i ş i d e yo l u n a koydu m. Bu arada Habib Be ye telefon e u i m . Beni yemeğe davet e tt i . G i n i k . Mü kel lef bir ev. Mükel l e f bir yemek. Törehan, "Teleferik bugünün paras ı ile 900 bin l irayla, 1 milyon arasında ç ı kacak . Yal nız bu Timurlenk'in li li gibi bir şey olacak. B e led iye te l e fe ri ği n gel i ri i l e tel e fe riğ i a yakta tutamayacak. S ürekli para ekleye­ cek. Vazgeçti m ," dedi. ­

1 42


-Aman nasıl olur. Bayar'ın bana talimatı var. Ben bu işi nasıl yapanm'! l3clediyenin meteliği yok. Habib Bey baktım ki, kesin kararlı. B u a rad a Cu mlı urbaş k an ı na bilgi ve nneye gittim . -Dağ yolu zorama çal ışıyoru m : Yapacağız. Y alov a B u rsa yo lunu i hale ettim . H abi b Beye g it ti m . Bursa teleferiğini yapı p hedi­ ye etmekten vazgeçmiş. İ stihbaratıma göre Ol iveui yazı makine­ lerini hükümeıe satacak. Size hoş görünmek için bu teleferik işine peki d em i ş. Bayar. "A llah Allah. ben Törehan'ı böyle bi lmezd i m " ded i . O zaman Bursa mebusu olan M u h l i s Erdener, Törehan'la bir­ likle çalışıyor. Ben yeınekıe Celal Bayar'la konuşurken kend isi yemekteydi . Törelıaıı'a giımiş, hu konuşmayı haber veırn iş. Yemekte B ayar bana, -Törehan vazgeçsin, yine teleferiği yap, dedi . 13en de cev a­ ben : - Ben bütçeye koyarım am a, hükümeti n döviı.i yok , i l aç içiıı bile döviz hulamı yonız. 950 bin frank lazım , senin ıelelcriğirı.geri dursun di yor, d edim . Bu arada Törehan'dan da " B ursa Valisi denen adama" diye bi r me ktup aldım. H abib Edi p Törehan yazıyor. " Beni Bayar'a şiUyet etm işsi n. Yedi ği ni z yemeği ihtişam i le anl atm ışsınız. Halbuki İ st anbul'dak i evim mütevazıdır. İsviçre'deki v i l lama gel­ sen ne diyeceksi n? Ben beled i yeye teleferikten büyük ihsanda bu­ lunmak isted i m , anl amadınız." Kend isi ne bir cevap yazd ı m : "Sayın Törehan Ben Bursa Val isi denen adam deği l . Bakanlar Kurulu kararı i le l3 ursa Val i l iği 'nc atanm ış adam ı m . Şunca yıllık devle! memu­ ru yum. Kademeleri geçerek vali oldum. Kastınız hakareı i se, ye­ rinde değ i l . Ge rçekleri yansıtmı yor. Ben sizi ıanım aın. Bu neden­ le de sizi Sayın Celal Bayar'a gammazlamam. Bana, Sayın Bayar üç ta limat verdiler. B i risinde de 'Teleferi k sana yük olmayacak, tcle lcriğin bedel ini Habib Törehan karşılayacak' dediler. Size geldi m . Vazgeçtiğinizi Ti murlenk'in lil i o lac ağ ı n ı söyledin iz . Bunu Sayın B ayar'a aktann aktan tabi i ne olabi l i r ki?" '

-

1 43


Törehan birinci mektubu öfke ile yazmıştı . Benim sakin ceva­ bımı alınca o da bana saygılı bir ccvap vcrdi: "İsterseniz belediye­ ye kar getirecek başka bir teşebbüs varsa karşılamaya hazmın ... " Ben bu mektuba cevap vermedim.

Törehan'la İ kinci Karşılaşma Aradan on yıl geçti. Dışişlcri B akanı'yı m . B i rleşmiş Milletler Daim i Temsilcisi Orhan Eralp'i kendime genel sekreter getim1ck isted i m . Kabul eııi. O da memlekete dönmek istiyor. Geldi, iki yıl kaldı. Paris'e büyükelçi olarak döndü . Monte Carlo'ya bi r fahri konsolos tayin etmem iz lazım. Tal i pler var. " Bunlanıı en yakışık alanı İ sviçre'de oturan Habip Edi pTörehan'dır" diyor. Törehan İ s­ tanbul'la ilişkisini kesmiş. Gazetesi Yeni İstanbul'u satmış. İsviç­ re'de malikanesine çekilmiş, titr anyor. Paris'e gitmiş göreve tal ip olmuş. Orhan Eralp, " Yetkiliyim ama ben bunu bakana som1ak durumundayım" deyince Törehan, "Aman yazmayın. O beni sevmez" demiş. Büyükclçi de "Ben ya­ zanın . İhsan Sabri Çaglayangil senin düşündüğün gibi bir insan değildir" cevabını vermiş. İlgili dai re bana yazıyı getird i . "Gereğini yapın" dedim. Bir gün Özel Kalem Müdürü m "Habib Edip Törehan sizi zi­ yarete geldi" ded i . "Buyursun" dedim . Törehan, "Ne söylcyeceğ'i mi bilem iyoru m . Size yakışıksız bir mektup yazdım. Ona rağmen beni Monte Carlo'ya, Türkiye'yi temsi len konsolos yaptınız," dedi. Cevabım şu oldu. -Siz beni servet inize, çevrenize güvenerek tahkir etmek iste­ diniz. Sizin metheunenizle meziyet sahibi olamayacağım. Tah­ kir etmeye kalkışmanızla da kötü insan olamam. Haksızdınız. Si­ ze haksız olduğunuzu söyledim. Ama bu demek değildir ki Mona­ co'da kötü bir fahri başkonsolos olacaksınız. Monte Carlo'da Tür­ kiye'yi temsil için bütün şanlan haizsiniz. -Ama ne de olsa ben size teşekkür borçluyum. -Ben görevimi yaptım. Törehan ölünceye kadar konsolosumuzdu. Öldüğü zaman konsolosluk için iki talip çıktı . Biri kansı, bi ri 1 44


Bayar, Menderes, Çağlayangil ve DP i leri gelenleri

si de eski Ticaret Müsteşarı Le m i Ucy. Le m i Beyi tercih ettik. Kansı da öldü. Habib Edip Törehan'ın çocu kl a rı yoktu. Serve­ ti hudutsuzdu. Türk hükümetine kalması lazımdı. İyi tak i p edi lemed i . Kaynadı gitti . 1 4.'i


Celal Bayar İ le

...

Türkiye'nin üçüncü cumhurbaşkanı rahmetli Celfil B ayar, hoşgörülü, ileri fikirli olgun bir siyascL ve devlet adamıydı. Seç­ kin kişiliği vardı. Yaşamı olaylarla dolu geçti. Halk Panisi'ndcn ayrılarak Demokrat Pani'nin başına geldiği sıralarda beni kendi­ siyle rahmetli Samet Ağaogıu tanıştırmıştı. Bayar muhalefet par­ tisinin genci başkanı, ben, içişleri Bakanlığı'nın sıradan bir men­ subuydum. 1 946 seçimlerinde bana Çanakkale'den milletvekili adayı olmamı teklif etliler. Kabul etmedim. Sonra 1 950 seçimleri oldu. Onlar iktidara geldiler. Ben o za­ man Yozgat Valisi'ydim. Bursa'ya gelinceye kadar Bayar'la iliş­ kilerimiz mesa feliydi. Ondan sonra Lemaslanmız sıklaştı ve ara­ rn ızdaki bağ kuvvetlendi, 27 Mayıs'tan sonra büsbütün antı; sıcak bir dostluga dönüşlti. Yassıada davasındaki metin hali ve sabırlı Lutuinu herkes gibi beni de etki lemişti. Rahmetliyle ilgili çok anım var. Birkaçını bu özette anlauyorum:

Umurbey'de Babaevi Umurbey köyündeki baba evinin restorasyonunu Yapı ve Kredi Bankası'nın genci m üdürü Sayın Kazım Taşkent üstlenm iş­ ti. Esk i ev ikiye bölünmüş zamanla harap olmuştu. Perişan bir hal­ deyd i. Verese, evi ve arsayı salmış, mülk birkaç el değişti mı işli. Sayın Taşkcnt'in görev verdiği kişiler, titizlikle çalışıyorlard ı . H e r şey eskisi gibi olsun isteniyordu. Ben köye gidip geldikçe, bu işle de ilgileniyordum. Bayar'ın babası , merhum Abdullah Fehmi Efendi ydi. Ev onundu. Evin önünde restorasyondan evvel de duran fıskiyeli bir havuz vardı. Aile Plevne muhacirlerindendi. 93 Harbi'nde Ana­ dolu'ya göçmüşlerdi. Abdullah Fehmi Efendi ilmiye sını fına mensuptu. Değerli bir fıkıh bi lginiydi. İsteseydi, Balıkesir ya da Bursa çevresinde, Umurbey'den daha büyük bir yere yerleşirdi. Kendisine tekl if edilen mevkileri kabul etmemiş, Umurbey kö­ yündeki Rüştiyc'nin müdür ve öğretmenliğini tercih etmiş, oraya yerleşm işti. Bir ara Gemlik'le müftülük de yaptı. 1 46


Okul binasını da sonradan Yapı ve Kredi B ankası satın almış­ tı. K i l im yapımevi olarak kullan ıyordu. Burada modem desenli Türk kilimleri dokunmaktaydı. Restorasyon i şi nihayet tamam oldu. Ev eski haline dönüştü­ rülmüştü. Döşend i , dayandı , res i m ler ası ldı. Çiçek gibi oldu. Sayın Bayar'ın yetmiş beşinci yaş gününü doğdugu evde g:e­ çim1ek istediğini haber verdiler. O gece baba evinde yatacaklardı. Yanında yaverinden başka kimseyi istem i yordu. Gerekli hazı rlık1 ar yapıldı. Akşam yemeği Gemlik'teki Suni İpek Fabrikası loka­ l inde yenildi. Sonra da restore edi len eve µcçıik. Bayar binayı res­ torasyondan sonra ilk defa görüyordu, bcg�ııdi . -Pek güzel olm uş, dedi. El ayak çekild ikten sonra yaveri Yarbay Faik Bey\:: -Bizi Vali Bey'le yalnız bırakır m ı sınız? Azıcık koıwşacağız, dedi. Faik Bey aynldı. Çocu kl uğu ve gençliği haya l i nde canlanmıştı. H eyecanı be l l i oluyordu. Anlatmaya başladı. -Babam ikindi vakti eve gelir; aşağıda aptest ıazeler, sonra üst kata çıkardı. Şu gördüğün merdivenlerden gelip sediri n üstüne oturur, bi r cüz Kuran okurdu. Görüyorum ki, rahleyi yerine koy­ muşsunuz. Açık Kuranı da unutmamışsınız. Duvarda şimdi asılı duran ve on dokuz yaşındaki halimi gösteren resim de o zamandan kalma. Fotoğra r büyütülmüş. Ayakkabılanm eskiydi rötuş yapıl­ mış. Dikkatli bir restorasyon. Aile, Uın u rbey'e yerleştikten beş yıl sonra, ben dünyaya gelmişim. Çocukluğum hep bu evde geçti . İl­ kokula gidinceye kadar, annem, kardeşlerimle bizi kadınlar ha­ mamına götürürdü. Orayı pek severdim . H anım lar turşulu şarkılı yıkanırlardı. Bi raz büyüyünce: " B ari , babasını da getir," diye söy­ lenmeye başladı lar. Annem de götürmez oldu. Ben alışmışım. Gücüme gitti . Bir gün arkadaşımla (Siz bi liyorsunuz: Hani, ha­ vuzbaşındaki çınarın di binde oturduğumuz zaman sizi tanıştırdı­ ğım sakallı) hamamın kül hanına girip gizlice içerisini seyretmek istedik. Yakalandık. Bizi azarladı lar. Ve bi r temiz hırpaladılar. İ kimi z de arkam ıza baka baka evlerimize döndük. Yine unutama­ yacağım bir hallra da şudur: 1 47


Babam bir gün akşam Kuranını okuyup yemek yedikten son­ ra, beni bir kenara çekti. -Anık büyüdün. Karşıdaki büyük mavi boyalı evin sahibi zey­ tinyağı tüccan ağanın kızıyla seni evlendirmeye karar verdik. Ya­ kında nikah yapılacak. Ben m üstakbel kayınpederinlc görüştüm. M utabı k kaldı k . Yavaş yavaş h:ızırlanm alısın, dedi. -Peki öyle olsun, sözleri dudaklarımdan döküldü. Ama kara kara düşünmeye başladım. Bu köyden çıkmak, u tkumu genişlet­ mek, kanatlarımın gücünü denemek istiyordum . O devirde evlen­ me işlerinde kararı babalar veri rd i . İ tiraz ol mazd ı . Kendi kendi­ me; - Demek bu köyden evleneceğim. Sabah akşam zeytinliğe gi­ dip geleceğim. Arll k ömrüm bu köyde geçecek d i yordum. Kara kara düşünmem ond andı . Bu hayal lerle uyuya kal mı ş ı m Rüyamda b i r pir-i fani gör­ düm. GGya, peygamberm iş. B ana: -Ne duruyorsun? B u radan kaç. Ulu kente gil. Sen büyük adam olacaksın. Nası l olsa, bu köye döneceksin . Arkanda yüz araba se­ ni i zleyecek. Şimdi durma kaç, git! diyordu. Titreyerek uyand ı m . M ü thiş etkilenmişti m . B i r anda karar verd i m. Zaten pek fazl a ıuımayan elbise ve çam aş ırla n mı bir bohçaya koydum . Sa bah a karşı kimseye görünmeden çıkınım koltuğumda evi terk cıı im. Bütün köy uykudaydı . Bursa'nın yolu­ nu Lutlum. G idiş, o g id i ş. B u rsa'da tanıdığım büyükler vardı. Saffet Bey. Sonradan kayınpederiın olan İ negöl lü Refet Bey. Onlan buldum. Hiç renk vermed im. Kaçtığımı gizledim. Çalı şmaya geldiğimi söyledim. Beni Doyce Oryent Bank'a koydular. Babam durumu anlamış, çok kızmıştı . Ama benimle yüz-göz olmak islem iyordu. Ben anık memur olmuştum. Doyce Oryent Bank'a devam ediyordum. Banka, tarihi Koza Han'daydı. Çalıştı ­ ğım odayı evvelki gelişmelerimden birinde size gösterm iştim . Orada uzun süre kaldım. Banka, Alman sistemiyle çalışıyordu. B üyük birdisipl i n içindeydik. Hayat nedi r anlıyordum. Amirleri­ min beğenisini kazanmıştım. B aşmemur olmuştum. Sonradan ilk Türk Bankası olan İttihad-ı Milli'ye geçtim . Bir .

1 48


süre sonra da Refet B ey'in kızı Reşide H anımclcndi ylc evlendim. Ş i m d i rahmetl i oldu. O zamanlar İ ttihat ve Terakki Fırkası büyük v i layetlerde gizl ice teşkilat kuruyordu. B ana gel d iler. - B ursa'nın soru mlusu olur musunuz? ded i ler. Gençtim. Daha yim1 i beş yaşındaydım. B u çağda bu iti mat, bir devlet kuşu de­ mekti. Gözüm siyaseueydi . Cem i yete ginnek i stiyordum. Lakin yeni evl iydim. Düşünüp taşındım, eşime giLLim. - Reşide H anı mefend i , dedi m . B en sizden ayn lmaya karar verd i m. Kadıncağız şaş ı rd ı . İ çgüveys i yd i m . B ana: - B i r şeye mi a l ı nd ı n ı z'! B i lmeyerek bir yanlışı m ız mı oldu'! diye sordu. - H ay ı r, hiçbir şey olmad ı . Ama ben siyasete atı l m aya karar verd i m. İ ui hat ve Terakki Cem i yeti'ne giri yoru m . Ne olacağı bel­ l i olmaz. B u n u n so n unda darağacı da var. Kendimle beraber sizi de ateşe atmaya hak kım olmadığını düşünüyorum . Se rbest kal­ mak i stiyorum. Anlayışla karşı layacağınızı u mu yorum Reşide Hanımefendi rahat bir nefes ald ı : -Ben d e başka şey s an d ı m . İ sted iğiniz gibi lıa reket edeb i l i rs i ­ niz. Ben s i z i n q i n i ı. i ın . Ak gününüzde d e , kara gününüzde d e ya­ nınızda olmak iste rim. Madem seviyorsunuz, s i yasete g i re bi l irsi niz. A i l e n i z s i z i n e ngc l i n i ı d eğ i l . De ste ği n i z o l a bi l i r , d ed i . .

­

.

K arş ı l a d ı m :

söy l e me yi n k a rar v e ııneden i y i d ü � ü n m e k l a z ı m . Sonra y i ne ayn ı ll k i rdeyse n i z ayrı l m a­ y ı z . K a rarıı111. ters ç ı k a rsa s i ze o l an b ağ l ı l ı ğ ı m baki k a l acak, a m a d avra nı şını zı h i ç yad ı rgamayacağ ı m . Ü ç gün sonra Reşide H anımefendi aynı duyguları te k rarlad ı . Ben evl i ol arak si yasete böyle atıl d ı m . Rahmetliyi dinlerken de b u satı rl arı yazarken d e hayranl ı k ve takdirle ananm. Ded ikleri san k i kehaneui hep doğru çıktı . S iya­ setle mutlu günleri az, çi leli döneml eri çok oldu. Ne rahmeLli Re­ şide H anımefendi, ne de kendileri zor zamanlara g ık demeden katlandı lar. Maksad ı m Sayın Bayar'ın o gece anlauıklannı sayıp dökmek değil . Yalnız Sayın Bayar' ı n si yasete ne biçimde atı ldığını sanı- Y o o k , öyle

,

B e n üç gün be k l eyeceğ i m .

1 49



n m şi mdiye kadar yazan olmadı. Bunu h ikaye etmek istedim. Sırası gel m işken rahmetli Reşide H anımefendiye a it bi r anı­ mı da şuracıkta anlatıvereyi m . Bursa Valisi'yim. Rahmetli Bayar b i r gün habcrgöndcrdi. Re­ şide H anımefendi bir gece rüya görmüş. Çeki rge'deki arsasına bir okul yaptırm ası söylenmiş. Dindar hanı mdı . Nasıh-Nusuh dene­ mesi yapmadan h içbi r şeye karar veremezd i . Bu deneme de Ku­ ranla yapıl ı rd ı . Arsasını şanlı olarak İ l Ö zel İ daresi'ne bağışl ıyordu. İ stiyordu ki ü1.cıine o k u l yapılsın. İ çcrsindcki sıcak kapl ıca suyuyla özel havuw ve banyoları olan bi r konukevi inşa cdi isin. Bina hem il ko­ kul olarak k u l l an ı lsın, hem de yaz ıaıi l le rindc hasta öğretmenler buradan kaplıca olarak yararlansınlar. Zaten Çeki rge'de ilkokul yoktu. Semt giııi kçe kalabal ıklaşı yordu. Arsa bulmakta da zorluk çe k i yo rd u k . B u ld u ğ u m uz yerler de çok pahalıydı. Reşide Hanı­ ıııe t'cnd i n i n a rsası çok uygundu ve sem tin en k ıymetli yerindeydi. 13ağışı ganimet bild i k . Somadan bele d i ye reisi olan Nafia mü­ dürü rah met l i Kemal Beyi çağ ı rdı m . Ada Palas'ın arkasındaki ar­ saya kaplıcalı bi r i l kokul yapılmasını istedim. K ı sa zam anda isıe­ ni len ve düşünü lenden daha mü kem mel bina yapı ldı . Böylece Sa­ yın B ayar'dan daha önce ölen Reşide H anıme fendinin de arzusu karşı la nmış ve i l bir o k u l a , öğret menler bir dinlenme ünitesine kavuşmuş oldu. Ay rı l ı rk en b i rdenbire Baya r: - V a l i Bey, dedi . S i ı .i nl e b i r anlaşma yapal ı m . Yüz yaşına g i rdiğim geceyi de beraber geçirelim. Ö neri yi büyük bir ilti fat olarak kabul eui m . - İ nşall a h ! dedim. Rahmetli a lındı: - N i ye öyle tereddütlü konuşuyorsun? Ben kendi mden eminim. Sen o zamana kadar yaşamaya bak! Kendine göz kulak ol , ded i .

Gel zaman, git zaman B ayar, y ü z yaşına u laştı. O gece İ stan­ bul' da, H i lıon'da onuruna bir akşam yemeği ve "Fotoğrafla Ba­ yar" se rgisi düzenlendi. S ayın Dem i rci de bulunacaktı. Çi fıeha­ vuıJar'd aki evine giıtiın . Anlaşmamız vardı . Beraber gelecektik. Ö yle yapı ı k . Arabayı Sayın Glirsoy k u llanıyordu. N i l ü fer H anı-

1 .'i l


mefendi de beraberdi. Rah m etl i yle aramızda şöyle bir konuşma geçti : -Yimli beş yıl evvelki mukavele gerçek oldu. İ şte yüz yaşındasınız. Allah artırsın. Zaman ne çabuk geçiyor. Yine beraberiz. -Dalya dedik diye anlaşma bitti m i ? A rtık ölecek m iyiz? -Al lah esi rgesin! -Seninle yeni bir mukavele yapalım . İ k inc i bir dalyayı gözü me kestirem i yorum, ama senin yüz yaşını da beraber kutlayalım. Ne zam an yüz yaşına gireceksin. -Daha yim1i beş sene var. -Tam am, oklu. Anlaştık. Senin yüz yaşında da beraber olacağız ! H aydarpaşa H astanesi'nde, oksijen çad ı rının altında kendisini son defa gördüğüm zaman bu konuşmayı hatırladım. Anlaşma bo­ wlm uştu. Yüz dört yaşında komaya gi m1 işti. Dünyaya veda etmeye hazı rlanı yordu. . O gün bugündür yarım kalan m ukaveleye buruk buruk bakı­ yoru m .

,,

l) .._


ON YED İ NC İ B ÖL Ü M

A şaf!:ıda okuyacağınız. Çaglayangi l i n aktardığı olayı n tan ığı yım Ayhan Yetkiner, Sabahat Toktam ış rahmetl i Egemen Bostancı da o zamanlar gazeteciydi ler ve onlar da bu olayın tanıkları a rasınd adı rlar. İ smet Paşa'nın Mudan­ ya'ya gidişinde bi z l e r de vardık. Bursa bekleni leni n aksine son derece sakin ve olaysız geçm i şti Diğer illerde yöneti­ ciler bir bardak suda fı rt ınalar �pannı ş ve bu fı rLınalann rüzgarları 27 M ayı s ta patlamıştı. Çağlayangil'in Bursa Ya­ li 1 iği sırasındaki tavr ı bütün yaşam ı nda özel likle de altı ay­ lı k Cumhu rbaşkanl ı ğ ı vekilliği sı rası nda da sürdü. '

.

,

.

'

-27 Mayıs 1 9 60 t an önceki ortam hazı m l ı v � hoşgörülü değil ­ _ d i . Zor günler yaşıyorduk . O günkü dey i m i y le " Orfi ldare"nin yü­ rürl ükte old uğu yerlerde uygulama sıkı yapıl ı yordu. Parti kongre­ leri düzenlemek, toplantılar yapm ak, gösterilerde bulunmak ya­ saklar arasındayd ı . O sı ralarda Cu m hu riy et H a l k Partisi, kurultayını topl amak is­ tem i ş. B aşkentte bu iş olm ayacak. Sıkı yönetimin bulunmadığı i l '

1 53


aramı şlar. Değerli dostum Ekrem Amaç, Bursa'yı önenniş: "Orada rahatsız edilmeyiz. Toplantım ız i ntizam içinde yapı­ l ır" demiş. Tekl i f onanmış. Ben de Bursa Valisiyim. Devi r nazi k. Top­ l antı ve Gösteri Yasası'nın hükümleri lasti k l i . Uygulayanlarda an­ layış büyük rol oynuyor. Parti genci başkan lan bir yere gidecek ol­ sa, karşılam a ve uğurlamada tören düzenlemek yasak. Ü ç araba­ dan fazlasına i zin yok . Ö yle kalilelcrlc gitmek olmuyor. Topl antı­ nın Bursa' da yapı l ması karanndan -Allah bilir ya- hiç memnun ol­ mad ı m. Du rup dururkcn haşımıza dcn açıldı. Rahmetli İ smet İ nö­ nü nereye giderse, orada olay çıkı yor. Bu işi nası l had isesiz at lata­ cağı m ızı kara kara düşünüyorum. Bu sırada CHP Bursa i l Yönetim Kuru lu'nu temsil eden baş­ kan ve b�w üyelerin heni gönnek isted iğini haber verdiler. İ çle­ rinde dostum rahmet l i Sadreu in Çanka da var. O zam anlar B ur­ sa'da avukatlık yapı yor. Sonradan m i l letvekili oldu. Geldiler ve konuştu lar: -Genci Başkanımız geliyor. B i l i yorsunuz, Uşak ve Kayseri'de olaylar ç ıktı. B u rsa'da böyle şeyler yak ışmaz. Burada bi r hadise çıksın istem iyoruz. Genci Başkanım ı z Mudanya taraf"ından yolcu !.!Cm isi ile !.!elecck. İ l İ dare Kurulu ol arak orava !.!idecc!!iz. Savın Inönü'yc ı ;y ı k bir karşı lama yapm ak isti yoru � . Sizinle k on u şı; ı a­ ya geldi k . Nasıl hareket edel i m ? Kendilerine şu cevabı verd i m : " B ir valinin yasalan uygulamak görevi olduğunu bilirsiniz. Yürürl ükte bul unan (Gösteri Yürüyüşleri K anunu) eskisi gibi gör­ kem li karşıl ama törenlerini yasaklı yor. Y asa hükümlerine siz de uym ak zorundasın ız. Anl aşal ı m . Ö yle hareket edersek, olay çık­ maz." Tartışt ı k. Sonunda Sayın İ nönü'nün üç otomobi lle karşı l an­ m asına, v i layetin de bi r tralik ara bası nı kafi lenin önüne koyarak kurallan kontrol etmesine karar veri ld i . Mutabakatın dışına çık­ mayacak l anna söz verdi ler. Emni yet M üdürü 'nü çağırdım. Karanmızı aynen söyledi m . Zaten sorun müdürü n d u rumundan k aynaklanı yordu. Kendisi C H P'ye yakın. Yerli Demokrat Partili ler kuşkulanıyorlar. Duru1 54


mu ben de biliyorum. Ş üpheler boş değildi. Nitekim, 27 Mayıs'tan sonra Müdür Şekip Karamol la, Emniyet'ten ayn larak C H P'den parlamentoya gird i . B ugün rahmet-i rahmana kavuştuğu için söy­ lemiyorum, mert kişiydi. S iyasi akidesini saklamazd ı , ama bunu görevine kanştı rdığını da gönnedi m . Kararımızı bild i ri nce şöyle dedi : -M udanya'yla Bursa'nın a rası 25 kilometre. Yol üzerinde köy­ ler var. Bazı lan geçit gibi, büyük yerleşim merkezleri. Buralar­ dan kafileye iltihaklar olurs a ne yapacağız? Biz men etmeye kal­ kışacağız, onlar dinlemeyecekler, olay çıkacak. -Yol , Allah'ın yolu, ded i m . Kali lenin arkasına düşenin kendi işine mi giııiği, yoksa yasaya aykırı iş mi yaptığı bilinemez. B u, subjek t i f bir iştir. İ dare edeceksiııiı. . Olay çıkmasına meydan ve­ ri lmesi n. Seç i m le Gelen Valilere Gıpta Ed i yo ru m Ö yle d e yapıık. Gösteriş o lsun diye kafileye katılmak isteyen­ lerde olm uşsa müdahale edilmedi. Olay çıkarılmadı. Sayın İ nönü sessiz sedasız kente geldi . O zamanlar Atııpannak semtinde bulu­ nan pa 11i merkezine i nd i . l li.ılk tetikte. Sayın İ nönü'nün Bursa'da ve parti merkezinde olduğu kısa zamanda duyuldu. B i na önünde bi rikenler ve alkışla­ yanlar oldu . Emniyete şu tal i m a ıı venni §tim : " Dikkat edi lecek nokta, trafiği aksatmamak, açık tutmakur. Akış nonnal devam eııiği sürece müdahale yapı l masın." Öyle de yapıılar, tra liğin bowlınasına meydan vermediler. İ ı.d ilıaına m ani olmaya çalışı lıyor, Sayın İ nönü'nün bir an evvel palli binasından ayrı lmasının sağlanmasına gay ret olunuyordu. Ben m akam ıındaydım. Telefon çaldı. İ çişleri Bakanı arıyonnuş. Bakanla aram ızda şu konuşm a geçti : - V al i Bey, İ nönü geldi m i ? -Geldi ler efend i m . Ş u anda H alk Partisi Merkezi'nde bulunuyor. Yakında çıkacak , toplanıı yerine gidecek. Onu bekliyoruz. Her şey normal geçiyor. B i r olay çıkmadı. -Siz olay çıkmadı d iyorsunuz ama, parti merkezi binası önüne 1 55



ahali biri kmiş, genel başkanı alkış yağmuruna tutuyorlannış. Gösteri Yürüyüşleri Kanunu nerede kaldı? Bunlar yasak değil m i? Tabii Val i Bey makamında olursa, böyle olur! Anlaşılan bazı i şgüzarlar telefonla haber vennişler, i leri geri !allar söylemişler. Alındım. Şu m ukabelede bulundum : -Parti merkezi önünde bazı kişilerin a l k ı ş tulluğu doğrudur, fakat tralik açı ktır. Kanun hükümlerine ay k ı n bir cihet bence yok. Şu noktayı hatırlatmak isteri m . Zat-ı aliniz, bakansı nız. Şu anda beni görevden almaya yetkilisiniz. Ben yasaların kurallarını uy­ gulamakla görev liyim. Nas ı l uygulanacağı bana ait b i r haktır. Hen Em n i yet Müdürl üğü'nden, kaym akam lıktan geçerek bu ma­ kama geldim. De rece derece yükseld i m . İ ş i m i n ayrı nt ı l arı n ı baş­ kalarından öğrenmek i s te m i yo ru m . Memnun değilseniz, yeri m i t e rk e tmeye hazı rım , dedim ve cevap bek l e meden t e l efonu kapa­ dım.

çal dı. O z am anl a r bir bayan ç ı k ı yor " S i zi Ankara'dan arı yorlar" d i yo r, sonra bi r başka bayan arananın neresi o l d u ğ u n u ö ğ rend i k te n sonra konuşma başlı yor. Bu serer öyle o l ma d ı . Doğrudan doğruya M endcrcs' in ses i y l e A radan

bq-on dakika geçt i. Tele f"on

y i ne

otoıı ı a ı i ı.. tcıı konuşul m uyor. Şehi rl e r a ras ı nda ç a l ı şan

karşı l a şt ı m : - K a ra gözleri nden öpeıi m . B i raz evvel yapılan telefon konuş­ ması yanımda geçti . Gal iba seni kızd ı rdılar. - B akana k ı zm a k hadd im m i ? Yeter ki ben onu kızdırmış ol­ mayay ı m . B ana, İ s m et P a ş a yı alkışlayan+ar var, Gösteri Yürüyüş­ leri Kanunu nerede kaldı? dendi. Buralarda S ı k ı yönetim yok. İ s­ tanbul V i laye ti'nde m aç yapı l am a d ı ğ ı i çi ı ı , B u rsa'ya kaydırıyor­ lar. Geçen ha rta Feııerbahçe'nin maç ı vardı. Karşı tak ı m ı yend iler. On beş bin kişi, stadyumdan h a v aa l an ın a Le rter'i omuzlarda taşı­ yarak uğurladı. Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na göre kim olursa olsun uğurlama da yasak, karşılama da ! Bursa'daki güvenlik kuv­ vetlerinin sayısı elvennedi , hiçbi r şey yapamad ı k . İ smet Paşa, Le rter d e m i deği 1. Koca Bursa şehrinde CHP'nin binlerce oyu var. El bette i ki-üç yüz kişi alkış tutar. Herkes De­ mokrat Parti l i olmaya m ecbur mu? B akan, Gösteri Yürüyüşleri Kanunu nerede kaldı , derken bunu düşünmüyor mu? Biz olay çı'

1 57


kannaya değil , çıkarsa önlemeye çalışıyoruz, dedim. Menderes güldü: -Alındığın anlaşılıyor. B i ldiğin gibi yapman için telefon edi ­ yorum, dedi. Fakat olay kapanmadı. Aradan bir süre geçti . Bu sefer rahmet­ li inönü'yü karşımda b uld um -Sana teşekkür için telefon açtım, dedi. Örnek valisin. Kanun adamı böyle olur. Bir hükümet mevcut olduğunu Bursa'da anla­ dım. H içbi r olay çıkmadı. Arkadaşlar arzu ediyor, akşama bizim­ le yemek yer m isin? Ho p pa l a Kurt politikacı beni valiliğimden edecek . . . -Tebıik leıi nize teşekkürler, d e di m . Ben gö re vi m i ya p t ı m Davetinize gel i nce, şan ları bi l i yorsunuz. Demokrat Parti'nin ye­ m eğ i ne gitmi yorum k i , sizinkine ge le yim D i yeceğ i m şu. Yönetici ler yasalan uygularken yansız olma­ ya mecbu r olduklarını unutuyorlar bazen! Bugünkü meslektaşla­ rım ı n da çektiklerini bil iyorum. Amerika'da valilcıin seçimle gelmesine gıpta ediyorum. Seçim bize uygun bir sistem olduğu için değil , belki bu yolla tarafsızl ı k daha i yi sağlanır diye. .

.

.

.

1 58


ON SEK İ Zİ NC İ B Ö L ÜM

B u gün Fransa, üzerinde elli beş m i lyondan fazl a i nsa­ nın yaşadığı koca bir Avrupa devlet i d i r. Yüzölçümü 55 1 . 602 ki lometrekared i r. Bizim üçte ikiın izden az büyük­ tür. Tü rk-Fransız i l i şki leri çok eski . . . On al tıncı asn n başla­ rına dayanı yor. . . O zaman Fransa Kralı sıkışm ış, yüzün ü kzanmış, Os­ m anlı Imparatorluğu'ndan yard ı m istemi ş. O dönemde din fak tö rü önemli rol oynuyor. OsJlil anlı M ü slüman, Avrupa H ıristiyan . . . Kanuni Sultan Süleyman, u zağ ı gören bir padi ­ şah. S o ru n u Fransa'ya yard ı m d i ye değ i l , H ı ri stiyan-Müslü­ m an i l işki lerinde bir tür dev l et l e r hukuku nun b aşlatı l m as ı diye almış, isteği olumlu karşılamış, M ohaç seferini başlat­ mış ... Bu yardım dostluğa dönüşmüş, 1 5 3 6 yılınd a Türklerle Fransızlar arasında bir dostluk ve ticaret a nlaşması yapıl­ m ış. Sonralan işler karışmış. Fransa'da büyük i htilal olmuş, her dev let kendi çıkarı­ nın doğrultusuna yönelm iş. 1 59


Çağlayangil'in Dışişlcri Bakanlığı dönemi , Gisc a rd d'Estaing'in Fran s a C umhu rbaş kanı olduğu zam anl an i çi ne alır. Gerisini kendisinden dinleyel i m :

-Valcry Giscard d'Estaing, devletin başın a geçti k ten sonra Kı brıs sorunu ne zaman uluslararası bir forum a gitse, Fransa'yı k arşımda bul uyorum . Yunan tezini d estekler, onlar gibi konuşu­ yord u . G iscard'dan evvelki tutum böyle değildi. Ne de Gaullc. ne Pom pidou tarar ıuımaını şlant ı . Hele de Gaullc, K ıb rı s mese lesi ­ nin çözümü için, Ada'nın taks i m i nden başka çare ol m ad ı ğını çok­ ça söylerd i . Tü rkler'i K ı bns'ıa eşi ı hak taşıyan cemaat gibi görür­ d ü . M i l letim i zle dosllu. 1 967 bu n a l ım ı , Dem i rci hü k ümeıi n i n tutumu ve K araman­ l is'in davranı şl arıyla, savaşa meydan verilmeden çözül düğü hal­ de. Fransa'nııı soruna yaklaşm a biç i m i değişmed i . Türklerin haklı olmal arına rağmen si laha ba ş v u mlam a la rı , Fransa'nın kararını et­ k i lemed i . Bu mcm lckcıi n Dışi ş leri B akanı'nı Türki yc'ye davcı et­ l i k , mem leket i m i zi gösterd i k . iyi niyetim izin y ak ından şahidi ol­ dular. İ steğim i z yine yerine gelmed i . Nilıaycı onlar Türk Dışi şlcri Bakan ı 'nı çağırdı l ar. Zi yaretin program ı yapıldı. Fransa'ya gidecek , Devlet B aşkan ı 'n ı görecek , rn i l l c ı i m i n duygularını bizzat kendisine anlatacaktı m . K a rarlaş­ tırı l an gün ve saat geldi. Valcry Giscard d'Estaing'in hu zurund a­ yım. B aşkan bana söz verd i : - İ l işki lerimiz beş yüz yı lda n beri sürüyor. Fransa K ralı B i rinci François'yl a Osmanlı Padişahı K anuni Sultan Süleym an ilk ad ımı a llı l ar. 1 5 36 yıl ında dostl uk anlaş m ası i mzalandı. O zam anlar Fransızlar tarihlerinin çok nazik bi r dönemi n i y aş ı yorl a rd ı . Os­ manlı yard ı m ı olmasa be l ki de p a rç al anac akt ı . Bu an laş ma i k i m i l leti birbirine y ak ın la ştı nn ı ş , aramızda kuvvetli bağlar yarat­ m ıştır. O zam andan beri köprülerin altından ço k su geçti. Siz, dünya­ yı sarsan büyük ihtilal i yaptınız. Biz bir i mparatorluk yıktık, yeri­ ne Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduk. 1 60


Torra,0. ı ho l olsun, a n ı k ya�amayan siyaset adam ınız Fran k l i n Bou i l lon, 1 92 1 y ı l ı nda Ankara'ya gel d i . Ataıürk'ümüzlc tanışlı. (Ankara İtilafnamesi) yapıldı. Bu anlaşmada (M isak-ı M i l l i 'nin) bütün m addeleri ele alınmıştır. B i z i K i l ikya sınırlannda ferahlat­ tınız. O gün bugündü r dost geçini yoruz. Bu odada eksclanslannın şimdi oturduğu yerde tari hi bir şah­ siyet otu ruyordu; General de Gaulle . . . Kendisini ziyaret ettim. Ri­ cam ızı k ı nnadı. Ziyaret sırası bizde olduğu halde Galatasaray l i ­ sesi'nin yüzüncü yıldönümünde Türkiye'ye geldi. B u onun son resmi ziyareti oldu. 161


Bu geçmişe rağmen Kıbns meselesi ne zaman u l uslararası bir foru m a gitse, devletinizi karşımda buluyoru m . Kıbns, Türkler i çi n m i l l i bir davadı r. Herhangi bir adada yaşayan yüz altmış bin Türkün sorunu değildir. Fransız-Türk dostluğunun korunmasını istiyorum, bu davra­ nışın onu zedelemesinden endişe duyuyonı m. Bunlan söylemeye geldim. Başkan beni sükunetle dinledi. Sözlerime k ızmadı. Mukabe­ l esi şöyle oldu: -Söylediklerinizi dikkatle dinledim. Ben Yunan dostuyum , i nk;l r etm iyonım. Ama Türklere d üşman değ i l i m . K ı bns mesele­ sinde de yansız kalmak istiyorum . Ama zamanlaması var. Demokrasi ilk kez Yunan d i yaıında uygulanm ı şllr. Onlar bu rej i m i n yaraucı l ığı nı yapu lar, öncü oldular. H ;ıl böyleyken daha dün Yunanistan'da ihtilal oldu. Mem leket alu albayın elinde kal­ dı. Ö zgürlük askıy;ı alındı. K ı brıs olayları askeri rejime son verd i . Büyük bir demokrat ol;ın K;ıramanlis yurduna döndü. Ama ne de olsa düzenin yaralan tazedi r. Fiske vurulsa devri lecek demokrasi brşısındayız. Eğer özgürlüğü seviyorsanız, benim Yunanistan'ı koru m am a şaşma­ mal ısınız. H atta Türkiye bile ona yardımcı olmal ıdır. Ama siz, K ı brıs'ta ikinci kez harekete geçerek, Kar;ımanl is'i zor durumlara soktunuz. Yunanistan'ın demok rat kalması lazım . Biz buna önem veri­ riz. Aksi takdirde Bali zarar görür. Siz de bundan etk i lenirsiniz! Komşunun evinde yangın çıkarsa yanındakini de yakar. Tekrar cdiyonım: Yunan dostu olduğumu saklamıyorum . Ama asla Türk düşmanı deği lim . Fcrahlamışum. Fransa g ib i b ir devletin en büyüğünün ağzın­ dan (Türk düşmanı değiliz) tem i natını almak çok ar1..u ladığım bi r şeydi. B u rahatlık içinde şu cevabı verdim : -M aksadınızı anlı yorum. Türkiye'ye karşı peşin yargılı olma­ dıgınızı öğrenmek bi rçok problemleri çözer. Endişelerim geçti. Siz Yunanistan'daki demokrasiyi korumak istiyorsunuz. Hal böy­ le olunca şunları söylemek i steri m : Orad aki demokrasi ( fi ske vurunca kırılacak) gibi de Tü r1 62


kiye'de durum aynı değil mi? B iz özgür rej imi n ispeten yeni kuru­ yoruz. Demokrasi , istek, doğrultu ve yasa düzeni olduğu kadar, gelenek ve göreneğe, tradisyona dayanı r. B u da zaman ve dene­ yim ister. Demokrasimizin t rad isyonlan. henüz yeteri kadar otur­ madı. Biz de sancı lıyız, Türk dem ok ras \ nde de açık yaralar var. Aynı özenin Türkiye'den esirgenmemes i n i di lemekte kend imizi hak l ı buluyoruz. Özgürl ük düzenini yaratanlann bugünkü Yunanl ı lann atalan olduğu da tanışmalıdır. Kişisel görüşlerime göre, bugün ne esk i Elenler, şimdiki Yu nanistan'da yaşayanlan1 ı r. N e d e eski demok­ rasi bugünkü ne benzer. Demokrasi ilk uygu landığı zamanlard a i nsanların bir bö lüm ü hü r değildi. Köle l i k yürürl ükteyd i . Eski Yunan demokrasi lerinde oy satı ibi olmak için köle olmam ak ve bel i rl i mi ktarl arda vergi ödemek lazımdı. Ama ne de olsa Fransa'nın Türkiye'ye karşı olmadığı ve ekse­ lansl arı nın demokrasiden yana bulunduğu hakkındaki açı klama­ l ara teşekk ü r ederi m . Tanışlık. Görüşlerimiı.i bi rleştirinceye kadar uğraştı k . So­ nunda Türk-Fransız mürnısebetleri zedelenmekten kurtarı ldı. Gö­ rüşmeler olumlu billi. Bugün onlar da, biz de nonnal il işkiler içindeyiz. A ramızda büyük bir sorun yo k. Hele yen i büyükelçi leıi eski dostum , gazete­ cilikten ge lme . . . Bu işleri iyi b i l i yor. Kendi si nden çok şey bekleniyor. Yalnız Fransa ziyareti, beni uzun uzun düşündü rdü. Görüşme­ leri ayrınlllarıyla anlatm:.ık boşuna değ i l . Ü zerinde durduğum bir konuyu şuracı kta açı klamama izninizi ri ca ederim : Türk-Fransız il işki leri ilginç bir ü mek, hir prototip al ı r. B aş­ kan'111 sözleri son derece etk i l i . Anladım ki B a l i bize " hane hal k ı " g i b i davran m ı yor. Başka türl ü bak ı yor. K işisel doslluklar kuru­ yor, fakat mi l letçe mesafeli k a l ı yor. Bu kanı larını değiştinnek çok zor. Sade K ıbrıs meselesinde değil , her konuda böyJe düşünüyorlar. Bu gerçeği gözardı eder­ sek, iki tarar da za ra r görür. ,

·

,

1 63


Fransızlar Burgiba Ailesine Yardımı Yasaklamıştı 27 M ayıs'tan sonra Anayasa değiştirildi. Ara dev re bir an ev­ vel son veri l mesi öngörülüyordu. Amaç; " M i l l i B i rl i k Kom ite­ si"nin i şine yarayan ve doğru olduğu sanılan bir modelle ülkeyi anzasız yönetmekti . Rahmetli Cemal Gürsel Cumhurbaşkanı se­ çilecek, merhum İ smet İ nönü başbakanlığa gelecek, i ki büyük paninin koalisyonundan ol uşan hükümet başa geçecek ve 27 Ma­ yı s'ın yapııklan üzerinde hiçbi r şey görüşülmeyecekti . Hazı rl a­ nan plan parlamentoya zorla yaptıııldı ama, düşünülenler yetine gelmed i. Kaç kezdir söyl üyoruz, d ışarda hazı rl anm ış bir kalıp uygula­ narak ıncnı leket idare cd i lmez. Demokrasi zora gel mez. Kuralla­ ra uyu l m adığı ve mi l lete sorulmadığı için model y ürümedi. Bü­ yük koali syon çabucak bozuldu, yeti ne yine Sayın I nönü'nün baş­ hak anl ı ğında küçük panilerden oluşan hükümetlcr geldi. Onlar da bozuldu. Siyasi şanlar; muhalefet panilerinden hiçbirinin ve CH P'siz koalisyonun iktidar olm asına elverişl i değildi. N i hayet C H P , azı nlık hükümeti kurdu. parlamento, istemediği ve beğen­ mediği bu iktidarı desteklemek zorunda bırakıldı . Rah �1etli Başbakan baktı k i , nıuhalclct a l m ı ş başı nı iktidara gidiyor. ilk seçimlerde m i llet, arzuladığı paniyi i ş başına getire­ cek. Çareyi seçim kanununda aradı . Ama şimdi olduğu gibi, usul­ leri kendi çıkarına göre değiştinnek yerine, ancak % 50'nin üstün­ de oy alınırsa tek başına i ktidar olunsun, daha düşük siyasi güçler­ de koal isyon zorunluluğu doğsun diye, o acayip milli bakiye l i se­ çim sistemi icat ed ildi. 1 965 genci seçimleri ne bu kanunla gi rdik. Türk mi l leti , sağ­ duyusuyla bütün engel leri aştı. Doğu'dan adayl ı k koysan, Ba­ ıı'dan m i l letvekili çıkaran kanuna rağmen Adalet Panisi'ni i k ti­ dara getirdi. Yeni hükümct dış poli tikada kökl ü değişiklikten yanaydı . Statükoyu konımaktan başka bi r i ş e yaramayan kolay dış politika yerine, hareketli bir si yaset i zlenecekti . B u hükümetin dışişlcrin­ dcn ben sorumluydum. Programımız uyarınca, blok siyasetini , yani B aıı ve NATO nasıl hareket ederse biz de öyle davranmayı 1 64


bırakacaktık. Yükümlülüklerimizi unuunadan, ahde vefa ilkesin­ den ayrılmadan bütün komşularımızla, özellikle kendileriyle dini ve m anevi ilişkilerimiz bulunan Müslüman dcvlelleriyle iyi iliş­ kiler kuracakllk. Tunus, başla gelenler arasındaydı. B urgiba git'' aydın l iderleri vardı.

... Ve Habib Burgiba Habib İ bni Ali Burgiba, küçük bir kasaba olan Moıı: .sır. r'de 1 903 yılında doğmuşlu. Doğduğu ev sonradan res Lo rc . '(' .!ı;ı işli. Burgi ba'nı n macera l ı bir hayali vard ı . Yüksek öğreııi m i ı ı i Paris H ukuk FakülLesi'nde yapm ış, oradan mezun olmuştu. Fr;ınsa'dan dömlüklen sonra avukatl ığa başladı. Ama özyurdu işgal alunday­ dı. Ülkesi nde A rapça çıkan i l k gazete olan "Tunus'un Sesi "ni ya­ yınlam aya başladı. S i yasel yüzünden avukatl ığı bıraktı . DüsLur Panisi'ne g i rdi. Laik davranış lan bu pa ni y i "eski" ve "yeni " adla­ rı yla ikiye böld ü . Keııdisi " Yeni Düslur"daydı . Evvela partisinin genel sekreteri , bir yıl sonra da genci başkanı oldu. Ömrü ülkesinin bağımsızlığı için uğraşm akla geçiyordu. Fransızlar Tunus'tan ve beyl i k rejiminden bir türlü v azgeçmiyor­ lard ı . Burgiba'yı emel lerinin engeli gibi gönııcyc başl ad ı lar. İlk tutuklanması 1 934 yılına ras t l ar O tarihten sonra ömrünün yinni senesi zaman zaman zindanlard a geçti . lliı;·bir şeyden yıl­ m ıyordu. Fransızlarla mücadele eLmcsinc rağm en, bi r Fransız k a­ d ınıyla evlendi. Eşi kendisine çok bağl ı çİkmış, bir Tunuslu gibi yaşamış, ülkenin bağımsızl ık savaşına k aLıl m ı ştı . Ailesi geçim sı­ kınlısı içindeydi . H abib Burgiha Junior adında bi r oğullan vard ı . Babanın ö m rü hapishanede geçtiği için, çocuğunu ycLişlirmek anaya kalm ışlı. Derdi büyüklü. A m a bütün esnaf yardım ediyor­ du. Burgiba ailesinin sıkınlı l an n ı gidemıek için bütçelerine kat­ k ıda bulunmak yasaklanmıştı . A m a Fransız hanım, alışverişe çık­ tığında mesela on l i ra vennişse, yüz l i ra veri l miş gibi yapıl ır, üstü o hesapla ve fazlasıyla geri v er ili rd i . Böyle böyle a i leni n tüm ihli­ yacı giderilir, sıkıntıya düşmemeleri sağlanırdı. Bunları bana 1 955 yılında i ç bağımsızlığa k avuşa n 1 956 se­ nesinde de özg ü r birdcvlcl olduktan sonra ülkesine cumhurbaşka•.

.

,

1 65



nı seçilen Habib Burgiba'nın oğlu Junior bizzat anl auı . Dışişleri Bakanı olduğum zaman Tunus dokuz yıldır bağım sızlığa erişmiş bir Kuzey A frika devletiydi. B ugün Tunus, üzerinde sekiz m ilyon civannda i nsanın yaşadığı bir ülkedir. Genç bir nü füs yapısına sa­ hiptir. Sı fırl a on beş yaş arasındaki kuşağın oranı % 39.2'dir. Yü­ zölçümü Türkiye'nin beşte biri civanndadır. Ahal i sinin % 99'u Müslümandır. Küçük, fakat içinde bulunduğu cami aya etkili bir devlcui r. Başkenti bir milyon nüfuslu Tunus şehridir. Şimdiki cumlıurbaşkanlan 1 936 doğumlu Zine Al Abidine Bin Ami'dir. 1 987 yı l ı n ı n k ası mında seçil mişti r. Başbakan H cdi I3 akkuş'dur. O da 1 98 7 - y ı l ı k as ı m ı n d a seç i l m i şt i r. B u rgi ba, 1 963 y ı l ı n d a Tii rk i ye'ye gel m i ş t i . Parl amentomuzda

k o n uşt u . Aıatii rk'ü övdii. Sonra Dem i re l ' i n Başbaka n l ı ğ ı ı.ama­ n ı nd a Türk D ı ş i ş l eri Bakaıı ı ' nı ıı , I3 aşbaka n ı ' n ı n , Cum hurbaşka­ n ı 'nın oluml u geçen z i y a re l leri oldu. Tunuslular bunl ara muk abe­ le e l l i . S ı k sık tem aslar yapı ld ı . B unlann dış po litik ada çok yarar­ l arı oldu. Bugünkü i k t i d:.ı n n

her şeyi ekonomi açısınd an gö m1e s i nd e n

m i , yoksa zi rvede olduğu söylenen saygınlığın tümüyle geti rilmiş o l m as ı n d an mı ?

Nedendi r bil inmez, i l i şk ilerdeki esk i can l ı l ı k , bu ge nc i bir duraklama var. H albuki biraz önce sö y le d i ğ i m gi bi Tunus, kendisi k üçük, etkisi büyük bir dev­ ara l ı k görü l m ü yor. Bence leu i r. Tem a s l a rın d aha d a

canlanmasını d i l i yorum . •

1 67


ON DOKUZUNCU B Ö LÜ M

Anılanın ı ıı özelini açıklarken, Sayın Vehbi Koç'u ve değerl i ailesini anmadan geçemed im. Kendisini lanı yal ı elli yıldan razla oluyor. Mal al ya Emniyel M üdürlüğü'nden döndüğüm zaman, ön­ ce Mcşruliyel Caddcsi'ndcki Tev fi k H adi Beyin apartmanında olurduk, sonra 1 938 y ı l ının sonbahannda B alıçcl ievlcr scmlindc yeni yapılan koopcrali f cvlcrinc laşınd ı k . Em niycl Genci Müdür­ lüğü'ndc çalışıyordu m . Arşiv böl ümünün başındayd ı m . Buzdola­ bı yeni çıkmıştı, ben de ilk heves özeni yord u m . O zamanki Anka­ ra'nın Taşlıan deni len meyd anında (şimd iki Ulus) Koç m ağaza­ s ında sat ı l ı yordu. H iç unulmam , m arkası Kclvin:nor, ti yaı ı da 1 30 l i ra. Almaya gillim , beni Sayın Vehbi Koç'un yanına çı kardıl ar. İ şimi gördü, kolaylık göslcrd i , lanışm ı ş olduk. Sonraları eşim in, yaşlı ve zengin bir Ankaralıyla evli bul unan Oıtaköy'den arkadaşı bir hanım ı ziyarete gi LLik. Kcçiörcn'dc olu­ ruyorl armış. Bi rkaç kere orada kalacaktı k. O zamanın Ankara'sı şimdiki gibi büyük değil . Keçiörcn'e gurbete gider gibi gidi liyor. O Lari htc Koç'lar da orada oLuruyormuş. G ündüzleri hanım lar birbirleriyle Lanışm ışlar, sev işmişler, ai­ lece Koç'larla dosl olduk. O gün bugündür birbirimizi arar sorarız. Son zam anl arda o kendisini emekl iye ayırdı. Siyaset le, hatta 168


kendi işiyle eskisi gibi ilgilenmez oldu. Yine de fırsat düştükçe görüşüyoruz. Sayın Koç bir işadamıdır. .. Babasından kalan parayla ticarete başlamış, çalışarak bugünkü duruma gelmiştir. İ ş hayalında dü­ rüst davranmaya olan inancı, onu bu dü zeye getinnişlir. Kendisi­ ne göre prensipleri vardır. B i r gün bana dedi ki : -Ben Amerikalı gibi çalışın ın . H er işi n b_i!Ş!l)_a _g!jven_diğim bir adam koyarım . işine karışmam ama işin sonundan onu soruml u Lularım. Benimle dosl olmak i stiyorsan adam kayınn aya kalkma, k i m seyi önenne. Yanı mda çal ışan l ara "Şu adamı işe alıverin ar­ kadaş haurıdır" dersen sonra bana "Ne yaral ım. Siı.in yüzünüz­ den oldu. Bize adam tavsiye edi yorsunuz. İş bozuluyor" derler. Ben bir yaparsam, onlar bin yaparlar. İyisi m i birbiri mizi zor du­ rum lara sokmadan dost kalalı m . O gün bugündür, dedi klerini yapanın. A m a onunla aram ı n i y i olduğunu bilen yak ı n dosll arım " Vehbi Beye söyleyiver seni k ır­ m az" derlerse ben de başını ağ n L ı n m . Vehbi Bey al ay i şe kapılmaz, gösle rişi sevmez. Türk i ye nin birnumaralı varlıklı adamı olmasına rağmen yakınlarına hiç bell i eLmez. Kendi yağıyla kavrulan b i r adam sanırsınız, o derece al­ çakgönül lüdür. Yıl larca ucuz arabalarla gezdi. İ steseydi Rolls­ Ro vce l ara kuru l ur. uçaklar. hc l i ko pLe rlc r alı rdı. Yapmadı. Ya­ paı� lara da kızmadı, sadece güldü. İ srafı sevmez, hasis değil, he­ sabidi r. Nesil rark ı nı onun kadar anlayan·a rasllamadım . Çocukla­ nııırı , kend isinin yapmadığı şeyleri yapı labi l i r gönnesine veya ayıp saym am ası na Vehbi Bey kadar hazı m l ı kimse az bulunur. Velıbi Bey bi r müessesed i r. Onun olaylar karşısında nasıl harekel edeceği bellidir. M acera sevmez, fazla kazançlı işleri , altında ne var diye bakmadan yapmaz. B inlerce kışı onun k u ru l u şla n ndad{ ­ ınek yer. B i r gün bana geldi. Eınniyel Genel Müdür Muavini'ydim. İkinci Cihan Harbi'nin en kıi ı i k günleriyd i . Günlerden bir bayram ari fesiydi. Dairemde dosyalarla boğuşuyordum. - B i l i yorsun, ded i . Ameri kalılar fi nn amızı kara listeye aldılar. Tem silcilikleri durdurdular. Ne bir i ş veriyorlar, ne de bir şey i sti'

'

1 69


yorlar. B iz tüccanz, siyasi şartlara uymak mecburiyetindeyiz. Al­ man dcnizallı ve uçakları Batılılara göz açtırm ı yor. İ ş neredeyse oraya koşarız. B ize "Almanlarla iş yapı yorsunuz" diyorlam11ş. B ugün acele bi r telgra f aldım. Ameri k a'daki pclrol şi rketimizden gel iyor. Orada bizi kara l isteye ald ı ranl ardan. Yönelim üzerinde­ ki clkisi büyük. Telgraf di yor ki : " Ş i rkeli mizin Romanya'daki ge­ nci müdürünü Yahudi diye Almanlar luluklamışlar, kend isini ve ai lesini, başkalarıyla çürük çan k b i r gem iye koymuşlar. Vapu run batma lehlikcsi varm ı ş. Gemi bugün İ stanbul'daymış. Yann ak­ şam kal kacakmış. Eğer siz bu ai leyi gem i den çıkanr ve güney sı­ n ı rl a rına alm ayı lıaşanrsanız, e li nizden a l ınan tüm lcrns il ciliklcr geri veri leceği g i h i , kara l i ste meselesi de unutul acak. B ize yar­ d ıın elnıenizi hekl iyo ruz. Vehbi Bey, hunl arı söyledi ve sord u : - Bi r şeyler yapabi l i r m iy iz? - Ded i k l e riniz doğru ! ded i m . Çürük çarık vapur İ stanbu l'da. Liman İ d aresi nı üd atı.alc etmezse yarın gidecek. Vapurun halaca­ ğından korku l u yor. lslaııbul Emniyet Müd ürü s ın ı f arkad aşım Kanı ran Çuluuk lc lc lön elli. " H erkes çıkmak isli yor. Sonra lckc­ lcııiriz. Dayan" ded i . Ben biqcy yapamam . Yalnız vek i l cm i r ve­ ri rse çı kan rız. Ona bi r kere g i ı . -Tanım ı yorum k i ! - Yarı n sahalı bayram. Te bri k vesi lesi yle ziyaret edersiniz. - Peki , beı ı gideri m ama vek i l razı o l u rs a seni nasıl bulacağı z. - Ben dai rede o l u rum ded i m . Ö yle yapmış . Ertesi sabah vck i 1 beni d a i remden aradı. Gcrckl i tali m au verd i . Ben de İ stanbul Emniyet Müdürü'nc aklard ı m . Ameri ka lı v e ai lesi vapurdan çıkarı l d ı , k arayoluyla Suriye sını­ rı ndan yoluna devam elli ve böylece canları kurtan ldı . Çünkü va­ pur açık den i zde içindeki lerle beraber sulara gömülm üşlü. Bu olay, N azi lerin yüz karası d ı r. ·

Bir Anı Daha ... Sayın Koç'la ilgili başka anı lanın da var. Kendisine Demokrat Pani l iler'in, " i l le bizden ol u n, part i m ize gi ri n diye yüklendi kleri "

1 70


Çağla y an g il, Vehbi Koç'ıııı Dcıııirçcl i k Fahr i b q'nı ı.i y ; ı rl' l i " rasıııd:ı

zamanlar, B u rsa'ya kadar geldi . Ben v<İİ iyd iın . . . - B unl:.ı r lıayaı ın dönemeçleri . Doğru karar vem1ek çok zor! Ne düşünüyorsunuz? diye sordu. - İ nsanl arın, sadece kend i leri tarafından karara bağlanacak iş­ leri vard ı r. Bütünüyle öz benl ikleriyle ilgili d i r. " Ş u rada arsam var, benim ad ıma salmak için vek i l tayin edeyim" diyebi l i rsiniz de, aynı şeyi birtak ım işler için yapamazsınız. Mesela "Benim adıma ev leniver! " yahut "Benim işim var, falancayı bana evlat ediver" d i ye veki l alamaya hukuki imkan yoktur. Sizin Demokrat Parti'ye giri p gim1eme kararınız da bu tür iş­ lerdend i r. Sırf size aitLir. Sizin yerinizde olsam, gidişatı ve izle­ nen siyaseti beğeni yorsanız gi rerim, beğenmiyorsam , ne zarar 171


vereceklerse versi n l e r gi mıcm dedim . -Ekonomik pol i likayla mulabık deği lim. Girm eyeceği m dedi. Beni m de zor gün leri m oldu. Hep i mdadıma koşlu. B i rkaç yıl önce, aort daman mm genişlediği, m uayene sonunda ortaya ç ık u . Al lah'ın yarallığı damar değ i şliri lece k yerine yapayı konulacak­ m ı ş . Mull aka amel iyat lazımmış. İ leri yaşlarda bu iş açık kalp ameliyall anndan daha da tehlikel iymiş, yurtdışına gilmek gerek­ miş. Houslon'da ünlü Melodist H astanesi'ne gitmeye karar verdim. Vehbi Bey İ slanbul 'daki evime kadar geldi. Buralarda onun etk i s i büyüktür. Bütün doktorlar, bilhassa vak fın yönetim kurulu başka­ m, bir dediğini iki etmez. Koç müessesesinin eski memurlarından biri oralarda daimi bu l unur. Görevi Türkler'e yardım etmektir. Doktorlardan randevu almak, hastanelerde yer bulm ak bir mese­ ledir. Yol gösterdi. İ şimiz rahalça görüldü. Vehbi Bey, hayır i şlerini hiçbir şey yapm ıyormuş gibi yapar "Türk Eğitim Vakrı " onun çal ışm as ı yla kurulmuşlur. Kurucular arasına beni de soklu. Sadberk Hanım M üzesi'nin küllürü m ü ze yaptığı hizmel az m ıdı r? Bu işin bütün şerefi Vehbi Beyin eşi Sad­ berk Hanımefendiye aillir. Merhume pek muhlerem bir insandı. Aram ızdan vakitsiz ayrıldı. Müzenin bütün eşyalarını bizzal ken­ disi toplad ı . Nerede bi r şey duysa, üşenmez giderd i . Evlaı l annın yetişmesi konusundaki hizmeti büyüktür. Sayın K o ç u n evlatları, Semahat, Suna, Sevgi H anımefend i ­ ler, k uru l uşlann bi rinde görev sahibid i rler. H i çb i ri boş dum1az. Sayın Rahmi Koç babasının yerini hakkıyla doldurdu. B aşarıyla çal ışıyor. Ai lenin yaşam ı , herkesin gıptayla b akacağı ömekli r. ,

,

'

1 72


I hsan Sabri Ç:ığlayangil

ve

Hasan Esaı l�ık


Y İ RM İ NC İ B Ö L Ü M

Bir dostum vard ı . Okulda bera be rdik. Yaşamım ızda birçok ortak noktalar var. H ayata atıldıktan sonra o Demokrat Parti 'ye girdi, ben bürokrat k aldım . O politi kada yükseldi ve parlamenter oldu. Şimdi aram ızd an temel l i aynlmış bulunuyor. Ralımet-i rah­ m ana kavuştu. Gün ü geldi Dışişlc ri Bakanl ığım döneminde bir gün bana dedi k i : -Kı zımı Paris'e okutmaya göndermek istiyorum. Aynı za­ m anda sefaretiniı.de çalışırsa, m addi bakımdan yardımı olur. B i r şey yapabil i r misin ? O zamanlar Par is Büyükelçis i rahmetli Hasan Esat I ş ı k idi . Dostum onun da ark adaşıydı. Sözleşmeli bir görevliye ihtiyacı ol­ duğunu bildiri rse k ızı nı gönderebileceği mi söyledim, memnun oldu. Gönderdik, bü yükelçi li kte işe başladı. Aradan bir sene geçti. Dostum yine geld i : - Bizim kıza Pari s'te bir şeyler olmuş. Okulu falan bırakmış. Gi ttiğinde duruma bir bakıver, ded i . İ l k seyahatimde Paris'e uğradı m . Rahmetli Hasan'a arkadaşı­ m ızın kızından meın nun olup olmadığını sordum : - Çalışıyor am a , sabahları erke.� gelemiyo rum, beni öğleden sonra çal ışLırabil i r m isiniz, dedi. Oyle yaptık . Şimdi yanın gün 1 74


geliyor, tab i i maaşı nı d a yanın alı yor, dedi. Öğleden sonra kızla görüştüm. Aramızda şu konuşma geçti : -Baban şikayetçi , okumuyormuşsun! -Okulu falan bırakl!m. -Peki ne olacak? Yani ne olacaksın? Okumayacaksan buralarda pansiyonlarda veya k i ra evlerinde sefil olmana l üzum yok. Hem sonra evlenme çağın geli yor. İyi bir izdivaç yapman lazım. Geleceğini hazırlamalısın. -İstikbal imle i lgi lenmiyorum. Evlenmek de islemi yoru m . -Peki ne ol <ıcak? - Yaşıyoru m . Nefes a l ı yorum. Yetmez m i ? Şaş ı rd ı m , yaş amış olmak i ç i n yaşam ayı i l k dcl'a du yu yordum. Demek i � i L t i k leri m d oğ ru yd u. B a n a o n un i ç i n h i p p i old u de ­ m i şl erd i . S o rdu m : H i ppi mi o l d u n ? -Evet, hi ppi oldum. Merak ediyorsan, bir akşam biı.i mle gel , gö zle ri n le görürs ü n , ama yemek m as ral l arm ı senin ödemen la­ zım. B aşka türlü aramıza a l am ayız. ,

"

"

-

Hippiler Arasındayım Razı oldum. ! l a fla sonuyd u . Bir gün daha Paris'te kalabilir­ dim. Akşam leyi n dostumun kızı ve a rkad aş l a ıı y la buluşma karan aldık. Söı.lqt i ğ i m i z yere ge ld i m . Hepsi de oradayd ı . K ı z l ı ekekli on dörı k i şi yd i l er . G i y i m l e ri h ı rp an i , raı+at t em i ı.d i . Ö nce tanıştı k, b i r l o k an taya gitti k . Ü çer-dörder kişi ayrı m a s a l a ra oturduk. Bi­ zim m asada beni merak eden iki erkek vard ı . A rkadaşımın kızıyla dört kişiydik. Erkek lerden biri İsveç l i ö ğre n c i y miş B abası da mi lyonem1iş. Ama ondan para al mazmış. Ben İ sveçli ile ahbap ol­ dum. Güle oynaya yemek yedik. Gençlerin hepsi neşeli i nsanlar. Lokantadan sonra d iskoya gillik. Ben İ sveçli ile bir kenara çe­ kildim: -Gördüklerimden bi r şey anlam ıyorum, dedim. H ippil i k bu mu? Sizi bir araya getiren ortak şey nedir? Soruma soruyla cev a p verd i : -Hippil i k hakkında n e biliyorsunuz? .

1 75


-Pek fazla şey bilmiyorum . Galiba seks en başta geliyor. -Yok, öyle değil . Hippil ik ciddi iştir. Fakat sizinle bu konuyu söyleşmek nafi le. Arkadaşı m Dışişleıi Bakanı olduğunuzu söyle­ di. B akanlar açlıktan anlamaz. İ sveçli çok cahildi. Açlıktan anlamayan adam m ı var Türki­ ye'de? Ben Dışişleri Bakanı'yım ama, Yassıada'dan geliyoru m . 27 M ayıs'ı görmüştüm. Söylenmez ki söyleyesin. B aşka türlü ce­ vap verdi m: -Sen yine de anlat, belki anl a n m . Siz biliyor musunuz dünya nü fusunun yüzde yirmisi , tüm dünya gelirlerinin yüzde yetmiş beş i ni a l ı yor. Geri tarafı , yani döı1 m i l yara yakın kişi dünya gel iri ­ n i n yüzde yinn i beşi i le geçi niyor Beş yüz m i lyondan fazla a ç ve susuz insan var yeryüzünde dol aşı yor. B unlann farkı nda rn ı sı ııı z'! Dünyanı n derd i ekonomik t i r. S ancı ekonomik sorunlardan çı kı­ yor. Dcodorantlann, şampuanların, uraştan sonra erkeklerin kul­ landığı losyoıılann hesabını bi l i r m is iniz? B u işle kaç kişinin uğ­ raştığını, bu rabrikalann yıllık cirosunu öğreni rseniz, aklınız du­ rur. Kesi yorum . Konuşma uzundur. Ne hippiliği, ne de Pari s teki geceyi anlatmak istem i yorum. 1 976 yıl ında Kenya nı n başkenti Nai robi 'de B i rleşm iş M i lletler tarafından düzenlenen Ul uslarara­ sı İ k inci Eko n om i Kongresi'nin gündemi aynı olduğu için bu l ı i kayeyi anlaııım. .

'

'

Dert li Kıta Afrika A frik a dertl i bi r kıtadı r. Bu topraklar 1 9. yüzyıla kadar bilin­ m i yo rd u . Avrupal ı l a r o tari hten sonra kaynak bak ı m ı ndan önemi ­ n i anlad ı l ar. A radı klan ham m adde v e değerli m adenlerorada bo l­ d u . Koca memleket, gelişmemiş halde yaşayan insanlarla dol uy­ du. Köy hayatını seviyorlar, her türlü eziyete katlanıyorlar, dün­ yanı n başka taraOannı bil m i yorlardı. B au'dan bir hiicunı başladı. İ lk önce Fransızlar Tunus'a çık u­ l ar. 1 9. yüzyılın sonlan yak laşıyordu. Bunlan İ ngil i zlerin M ısır'a, İ ıalyanl ann Libya'ya göz di kmesi kovaladı. Yağma Kuzey Ak1 76


deniz kıyı larından başlam ı ş, kıtanın iç tarallarına doğru yayıl ı ­ yordu. Kapışan kapışana, A frika paylaşı lı yordu. Yerli halk göçe başlamış, söm ü rgeci lik alm ı ş yürümüştü. Bubrünkü A frika'nı n eşitsizliği, koloni yaşamının pol i tik, ekonomik, sosyal alanlarda meydana çıkardığı farkl ardan ileri gelir. A frika'ya Avrupalı lar doldu . Yerli halkla karıştı. Verimsiz yerlere giden yoktu. Her yer gelişmeden nasi bini a l m adığına göre, lıerkes doğal kaynakları zengin, verimi çok, kısa zamanda az emekle çok yarar sağlanacak bölgelere öncelik veri yordu. Gelişme farkları bundan doğuyordu. Türkiye'nin, özel likle genç cumhuriyetin A fri ka'yla il işki leri gel işmem işti . Kı ıanın K uzey Akdeniz kıyılarını dolduran Müslü­ ın:ın kısmıyla il işkilcr kurul muştu. Fakat rahmetl i Sunay'l:ı birlik­ � e l labeşisı an'a gitmem izden başka, İ ç A rrika'yı tanım ıyordum. ik tisat ıoplanıısı iyi bir fırs:ıt yaratm ıştı. Kalabal ık bir kafileyle Kenya'ya gillik. Bugünkü Kenya, 24 m i lyona yakın nüfusu olan bir devlet. İ h­ tiyarı çok az, genci pek fazla bi r yapı ya salı ip. A l tm ış1111 geçen en­ der. Cumlıuriyelle idare olunuyor. Bugünkü başkanları on bir yıl­ dan be ri görevde. Nai robi çok gel işmiş. Pek güzel bir i k l i m i var. Yaz günleri yle kış arasındaki ısı farkı sadece 6 derece. Hiç kar yağm ıyor. Emekli İ ngili zler, eski Bursa gibi hep burasını tercih ederleırn iş. Komşu­ su Uganda'nın Başkanı İ di Amin vaktiyle bölgede istikrarsızlık yaratm ış, İ ııgi l iı.ler arazilerini yok palıas111a sat:ırak memleketten göçm üşler. B iz de ucuzca b i r v i l l a satın al di k . B ü yükelçimiz ora­ da oturuyor. Heyetimiz aras111da değerl i dostum Coşkun K ırca, bugünkü Moskova Büyükelçisi Sayın Volkan V ural da var. N a irobi'ye avcı elçi ler rağbet eder. Kentin yanında geniş safa­ var. Aslan, kaplan, özellikle zebra vuruluyor. ri Kenya ziyaretim iz öne ml i ve renkli geçti . Ö nemliliği; Uluslar arası İ kinci Ekonomi Kongresi ve onun gündem inden; renkli liği, bölgenin ve kemin özell i kleri nden. Kongre, taruşmalı ve hareketli geçti . İ sveçl i öğrencinin dedi­ ğ i gibi, açlar toklara saldırd ı l ar, " Ya bize yardım edersiniz, ya da sonucuna katlanırsı nız" dedi ler.Toklar da bu a tak karşısında ne1 77


zakel ve soğukkanlılığı elden bırakmad ı lar. Ama Nasreddin Ho­ ca'nın ünlü heybe hikayesini haLırl amaklan da geri kalmadılar. Hoca'nın heybesi kaybolmuş. " Ya bulursunuz, ya da ben ne yapa­ cağımı bil i ri m " dem iş. Korkmuşlar. A ramış, taramış, heybeyi bu­ lup, kendisine vermişler ama, merak edip kendisine sormuşlar: " Bulam asaydık ne yapacaklınız?" Hoca sakin sakin, "Yeni bi� heybe alacaktım ," demiş. En çok gücüme giden, bizim Batılı ve N ATO'lu olduğumuz için Avrupalı l ar arasında olurmam ızdı. Yeri m izi yadı �gadım. Berekel versin başla S ayın K ı rca, e lçi liğim izin üyeleri , Uçüncü Dünya Devletleri arasına yayıldılar. Gerçekleri anlauılar. Ziyaretin renk liligi A fri ka'nın özelli kle rini yerinde gönne­ m izden kaynaklanıyordu. Kabile ve cemaat kavram lannın A frika için ne demek oldu­ ğunu orada yakından izlemek mümkün oluyor. K ı brıs işinde bu gözlem işim ize yaradı . Gelişm işliğin ve gelişmem işliğin, A fri k a kemleri kadar bir araya geldiği bölge yok gibidi r. Di yeceğim, sanayileşmiş zengin memleketler, gelişmemiş­ lcre veya azgclişmişlere el uzatmadıkça dünya rahat elmez. Onlar da çalışıp gel işmelerini tamamlasalard ı diyeceksiniz. Buna A frikal ıların verdiği yanıl şu: " B ı rakm adılar k i ! "

1 78


Y İ RM İ B İ R İ NC İ B Ö L Ü M

1 965 yıl ında Romenler, anayasalarıyla beraber düzenlerini de değişLirdi ler. O zamana kadar adı Romen İ şçi ParLisi olan ik Lidar, Merkez KomünisL Panisi'ne dönüştürüldü. Taıı m araçlan kamu­ l aşLırıldı. MaLeryalisL i lkcler, ülkeye özgü bi r si sLcın içinde u ygu­ l anmaya başlandı. Devlet B aşkanı Clıivu Stoica'ydı. Çavuşesku (Ni kolae Ccausescu) Devlet Konseyi 'ndeyd i. G. Maurcr başba­ kanlığa yeni atanmıştı. Adalet Partisi iktidara geldiği zaman Romanya'yı bu durumda buldu. Demi rc i hükümeLi , Balkan devletleri yle iyi il işkiler kur­ maya çalışı yordu. Romen Başbakanı Türki yc'yc davel olundu. Ben de Dışişleıi B akanı'yd ı m . Çağınn aya gilliğim zam an Mau­ rcr'i gönnüş, yak mi ık kum1 uştum. Ycıcnckl i bir dcv lc l adamı ydı. Bilgiliyd i . Annesi Fransızdı. Bu dili çok güzel konuşuyordu. Za­ ten Romenlerin kökeninde Latinlik vardır. Gcnncnlcr, Slavlar kanşım ı bir mil lcıti r. Bu üç unsurdan hangisinin ağır bastığı açığa çı kanl amamıştır. H ala La rtışılır. Yurdumuza gelecek yabancı devlet adamlan n ı n özel likleıini, perhizi olup olmadığını iyice öğreniyorduk. B u kural M aurcr için önceli kle l azımdı, çünkü kendisi hasta adamdı . Yürümesinde zor­ luk vardı. Derdi bel i nde i miş. Disklerinde fıtık varmış. Aı.ıcak at


kuyruğundan yapılmış, tahla üzerine serilmiş, sen yataklarda uyuyabilinniş. B ükreş B üyükclçimiz bu konu üzerinde ısrarla du­ ruyordu. Romen Hariciyesi'nden kendine özelli kle duyunnuşlar. Sert yalak bulmak, karyolanın aluna tahtalar koymak kolay ama, at kuyruğundan yapı lmış yatağı nasıl bulacaktık? Sorduk, soruşturduk. At kılı ve kuyruğu, o zamanki Ankara'nın Kalei­ çi'nde, bir yerde satılı m11ş. Adam lar gönderdik, özel hallaç, yor­ gancı bulduk. B i r yalak hazırladık. Maurer av severd i . Bükreş'te onnan içinde oturuyonnuş, va­ kil buldukça avlanınnış. Bana da anlatmıştı. Ama programda av partisi'ne yer vermeye imkan yo ktu. Maurer geld i. İ lk soruları da al kuyruğundan yapılma yalak oldu. 'Tamam' dem işler. Herkes ralıal h i r ııe res almış. Kendisi ya­ tağı pek beğenmiş. Gösterilen ilgiden pek memnun kalmış. 'K im­ senin işine yaramaz. GöWrebil i r miyim'!' demiş. ' H ay hay' dedik. Romanya'ya göWrdüydü. Rom anya, bugün yi nn i üç m il yondan fazla insanın yaşadığı bir ülkedi r. B izim yarımızdan az toprağı vardır. Komşuları; Sov­ )'el Rusya, M acaristan, Yugoslavya ve Bulgarislan'dır. Osmanl ı l m paraıorluğu'ndan beri Türk tarihinde yeri vardır. Atalarımız Etlak ve Buğdan'd a al oynanılar. Yıllarca i m paratorlukla beraber yaşadılar. Sonraları 1 859 larihinde Osmanlılard an ayrı ldılar. İ ki yıl sonra da bağımsız devi el oldular. Osmanlı-Rus savaşında Rus­ l a n ıı yanında yer almışlard ı . Cu mhuıiycl döneminde hep dosl olduk. Aramızda önem li b i r sonırı çıkmadı. Ston..:a 'da, sonra onların 'Büyük M i llel Mecl isi' la­ rafıııdan Devlet Başkaıılığı'na Çavuşesku alandı . Çavuşesku, 1 6 0cak 1 9 1 8 doğuml udur. 1 967 Aralı k ayından beri Dcvlel Başkanlığı yapıyor. Ü lkesinde kişil ikli bi r pol itika iz­ liyor. Komünizm i Romen m i l lelinc özgü bir biçimde uyguluyor. Rusl arın Çekoslovakya'yı işgal elmelerine karşı çıku. Bunun, m i l l i egemenlik ilkesini zedelediğini savundu. Ruslar, Roman­ ya'nın da işgal edi leceği haberi n i, resmi yayın organlarında ya­ l anlad ıl ar. Bir şey yapamad ılar. Batı , bu ülkenin s iyasetini beğe­ niyordu. Eğri ye eğri , doğruya doğru d i yen bir lu tumu vardı. Var­ şova Paklı'na girmeyen, bağımsız polilika izleyen Yugoslav1 80


ya'nın lideri Tito'yla, uluslararası sorunların çoğunda izl ediği po­ l itika birbirine eşti. 1 968 Ağustos'unda General de Gaulle, Ro­ m anya'ya ziyarete geldi. B izim gibi Fransa da bu mem leketle i yi i lişkiler kurmaya özen gösteriyordu. 1 969 Ağustos'unda A B D Başkanı Ni xon, Romanya'yı ziyare­ te gi tti . Bu ülkeye veri len önem , Çavuşesku'nun ki şil iğinden gel i­ yordu. Varşova Paktı'nın l ideri durumunda olan Sovyetlcr'e kafa tutmadan, memleketinin m il l i yararlan doğrultusunda hareket et­ meyi başarı rdı .

(.ı�Lıyaııgil, R oıııaıı y a'da

Mancsku

ve

l\Lı ı ı rcr i k

Biz

Dışişlc ri Bakanları M anesku'ydu. Uzun boyl u, yak ı ş ı k l ı adamd ı . Kend isiyle çok yakın dostluk kurm uştu k . İ ran H ariciye N azırı A rdeşir Zah i d i'yle de içtikleri su ayrı g itmezd i . Zaten Ar181


dcş i r beni m dostluklanmdan yararlanı r, ben onun çevresinden faydalanı rdım. B i rleşmiş M i l l etler toplanulanna katılmak i çin, her yıl eyl ü l ayında New York'a gittiğimizde, hep beraber olur­ duk. Batı ve Doğu dışi şlcri bakanlarıyla konularımızı, sorunları­ mızı görüşür, anlaşırdık. Mancsku, Balkan devletlerinin birl i k olmasını, bu bölgenin nükleer silahlardan annd ı nlmasına çalışırdı. Atatürk de B al kan itti fakı üzerinde çok durmuştu. 'Amerika ve Sovyetlcr, nü fusları çok , tek nikleri ileri ve kuvvetleri fazla olduğu için büyük dcvlct­ tirlcr. Bizim nüfusumuz, teknolojimiz, gücümüz, teker tckcr on­ lara erişmeye yeıın iyor. Ama bi rleşir ve çalışırsak sesimiz daha kuvvetli çıkar' düşüncesindeyd i. B ize çağdaş uygarl ı k düzeyini hedef göstemıcsinin hikmeti budur. M anesku, Doğu Bloku'ndan olsun, Batı yanlısı olsun; iyi gö­ rüştüğü hariciye nazırlarını New York'ta, çoğu zaman akşam ye­ meklerinde toplar, sonra da bu konulan açardı. Bunu Ardcşir de yapardı. Gecelcıi geç v akitlere kadar tartışırdık. H iç unutmam, Mancsku'yla yakınlığımızı iyi bilen Sayın De­ m i rc i , Ankara'da bir gün beni çağırdı: -Çimento fabrika lan iyi çalışı yor. Yalnız yöneticiler hesapla­ rını iyi yapamamışlar. G raft kağıdı sıkıntısı başladı. Torba yapıla­ mıyor. Ü retilenleri ihtiyaç yerlerine gönderemiyoruz. Dostluk böyle zamanlarda bel l i ol ur. Romanya'da grafl kağıdı yapan fabrikalar varm ış. Hadi telefon et de bizim i mdadı­ mıza yeti şsinler, dedi. Kendi kendime bugün düşünüyorum da, 'Zah i r o zaman bizde grafl kağıdı yapı lmı yorm uş,' diyorum. Herhalde şimdi yapılıyor­ dur. Hemen telefona sarıldım. Derdimi anlattım. M ancsku : - Madem graft kağıdı isteyeceksin, bunu vaktiyle söylesene! Biz yıl başında bir senelik program ım ızı yaparız. Ü reteceğimiz kağııları nerelere vereceği mizi bel l i ederiz. Ona uyarız. Şimdi se­ nin istediğin kadar kağıt bu programın neresine sığacak? dedi. -Kolay bir şey olsaydı sana telefon etmezdim. Yaratacaksın. Başbakan'ımız, dostluk böyle günlerde bel l i olur, d iyor diye ce­ vap verdim. 1 82


- Ba ri gidip bizim Devlet Başkanı'mızı göreyim. Bizde Çavu­ şesku'ya som1adan bir şey yapılmaz dedi. Aynı gün telefon çaldı. G raft kağıtları yüklenmeye başlamış­ tı. İ ki taraf da memnundu. K işisel dostlukların ve i l i şki lerin önemi büyüktür. Son za­ manlarda temaslarda eski canl ı l ı ğı görem i yorum. Sahnede göıiin­ müyorlar. Hoş, vitrine hiçbi r şey çıkm ı yor ya! Romanya'ya büyükclçi tayin etmek başlı başına bir sorundu. Kılı kırk yarardık. Atatürk devrinden beri Romanya'ya önem veri ­ lir. Vaktiyle rahmetli H amdullah Suphi Bey, büyükelçi gönderil­ mişti. Akratxım Sal aheddin Ö ksüzcü v e Tev lik H adi Beyler i yi görüşürlerdi. Gençliğimde bu vesileyle hem de şahsen tanım ış­ ı ıın . Oradaki Gagavuz Türklerine merak sanrnşLı. Onlan Türki­ ye'ye geti rinceye kadar çok uğraşt ı. B ir böl ümü geri gitmesine rağmen başarı lı da oldu. Gagavuzlar, dini H ı ri sti yan Türklerd i . Çok ilginçtirler. Bu­ gün de Romanya'da yaşıyorlar. Zamanım ızda sayılan otuz bindi. Şimdi ne oldular. bilemiyoru m . Bugün Romanya'nın ekonomik bunalım içinde olduğu görü­ lüyor. Söylenenler doğruysa, birçok şey bu lunmuyonn uş. Kimisi de, vesikaya bağlanmış. Bu memleketin sı kıntıya düşmesi yazı k­ ı ı r. Uuna layık değild i r. PeresLroika'yı ve glasnostu çok evvelden sezen yönetim, umarım ki bunun da çaresini bulur. •

1 83


Yeni Bakan İ ken ... 1 965 y ı lının sonu. Yeni Dışişleri Bakanı olmuştum . B i rleşmiş M illet ler'de Kıb­ n s m esclcsi tartışılıyor. New York'a gi tıim. Siyasi Komisyon Rei­ s i , Macari stan delcgcsi yd i . B i rleşmiş Milletlcr'in acem isiydim . H e r parlamento gibi ora­ da da kulis çalışmalan ve çauşmalan olduğunu öğrendi m . Asamblede iki karar tasarısı vardı. B i ri bizimkiydi. Tü rki­ ye 'd en başka Ameri ka, Paki stan, Suudi Arabistan, Arnavutluk gibi al t ı dev l e t ka t ı l m ı ş t ı . .. D i ğe ri , Y u nan te1. i n i deste k l i yo rd u . Uçüncü Dünya d ev l e t l e ­ rinden 34' üııüıı im1.a s ı n ı taş ı yo rd u . A i lem

ed i yorlar, k a l l c ın e d i yo rl a r , T ü rk i ye aleyhine u s ü l ka­

rarl a n k oy u y o r l a rd ı .

Kı brıs i ç i n Yunan tezini destekleyen onak imzacı devletler arasında Y ugoslavya, H i nd i sta n v e Mısır da v a rd ı . Tü rk i ye ' ye döner dönmez bu üç ül ke yi z i y are t etmeye ve yö­ n e t i c i l er i y le görü şmeye k ara r verd i m . Ti ıo'ya gittim . İ kinci ola­ rak d a H i ııd i s ta ıı ' ı se çt i m . Zi y a retin o l u şm ası için ön hazırlıklar yapıldı. H i ndistan'a res­ men d a v e t e d i l d i m . 13 ayan İndra G a ıı d i , o tari h l e rde lıenı B aşbakan, hem de Dışiş­ leri � akaıı v ek il i y d i . i l k b u l u ş m a nı Jl.(Ja b a n a şun l a n sö y l e di : - H en tek n i k işl erden an l a m ı y o ru m . O n u b i zi m genci sekreter, 1. i y a re l i n i zc kaıı l an d i p l om a tl a rı nı z görüşsünler. B i z başbaşa bü­ y ü k meselelerimizi çö ze l i m . Ev v e l a s i z d e n ba ş l a y a l ı m . Bu z iy a ­ reLLen ne umuyorsunuz'? Açıkça söylemenizi rica ederi m . Söz bana geçm işti. Cevabım şöyle oldu : - K ı bns meselesini görüşmek üzere New York'a gitmişti m . H indistan delegesi v e oradaki büyükclçi Kipriyanu'dan ileri Yu­ nan tezi ni savunmaya kal ktı lar. Ü zülerek söylüyorum ki onlan karşımda düşman gibi gördüm. Oysa Kurtuluş Savaşı'mızda yar­ dımlannı z bize ul aşm ıştı . Ü lkenizde de Pakistan'da olduğu kadar Müslüman yaşar. Ulusl ararası platfomı larda Türkiye'ye k arşı 1 84


dav ranışınızın nedenini anlamak zor. B i r o kadar da hazin. Size bunu sormaya ve kabilse bundan böyle aynı biçimde davranma­ manızı saglamaya geldim. Amacıma yardımcı ol ursanız ü l kem adına sevinç duyacağım . A ram ızd a büyük bir si yasi sorun yok. Yakınlaşabil i rsek eko­ nom i k i l işkilerimiz de canlanacak. Y ı l l ı k ticareti miz üç-dön katı­ na rahatça ç ı kabi l i r. Bayan Gandi beni dikkatle dinledi ve şu ilginç yanıtı verd i : - Keşm i r sorunumuzda ben sizin Pak istan'ın yanında ye r alma­ nıza kızmıyorum da siz neden H indistan'ın kendi tezini destekle­ mesine öfkeleniyorsunuz? Ne güzel söyledi n i z. H indistan'da da 70 m i l yo n a y a k ı n M ü s l ü man yaşı yor. 1 10 m i l yon nü fu s l u Pakis­ tan't1an İ s la m di nine bağ l ı o lm ay a n l a rı çıkarırsanız, iki ü l kedeki Müslümanların sayısı birb i ri ne çok yakl aw. Kıbrıs meselesi sizin için nası l bi r m i l l i davaysa , Keşm i r soru­ nu da Hindistan için aynı derecede öneml idir. Her konuda aynı bi­ çi mde davranmam ı ;, m ü m kün değ i l d i r. Siz Kı brıs'ı , biz Keşm i r'i i l işk i l eri m izin k i l i t nok t as ı s ayarsa k bir yere varamayız. Bu iki konuda görüşlerim izi sak l ı tutarak soru n l a rı m ı ı,a y a k l aşmayı de­ nemem iz lazı m . Babam Nehru'nun bana vasiyeti var. Öleceği ne yak ı n yanına çağ ırdı ve şunl a rı söyled i : " Pakis­ tan'la H i ndistan ayrı dev lcı olmamal ı ydılar. İ ngi liz o y unun a ge l­ d i k , ayn Idık. Şimdi tek rar bi rleşmek söz konusu o l amaz. Ama sen sen ol, Pak i s t an'l a si lahlı bi r çauşmay:İ giırne. İ k i m iz de varl ı k l ı m i l le t sayı lmayız. Yoksull arın savaşı zengi n le ri n işine yara r" de­ di. Bu sözler k u l ağıma k ü ped i r. Bizim işim ize ge l meyen G üven­ lik Konseyi kararını Pak isıan'ın hala geçerl i s ayara k konuyu can­ l andınn ak i stemesinin nedenini anlamakta zorl u k çeki yorum. 13 i z çatışma çıkarmak i stemiyoruz. Yeter k i onlar b u yolu seçmesi n­ l er. Anladım ki Bayan Gand i , Kıbrıs ve Keşm i r meselesindeki gö­ rüşleri mizi saklı tutarak iki ü l kenin yakınlaşmasından yana. Ko­ nuyu diplom asi kural ları içi nde tanıştık ve anl aştık . Teknokrat arkadaşlarıma, iki devleti i lgi lendiren sorunlarda 185


l ndrn G a n d i i k

olum lu bir sonuca vardığımızı v e ekonomik meselelerde zorluk çıkarmamalarını söyledim. Benim rolüm bitmişti. Beraberimdekiler, görüşmeleri sürdü­ recekler, netice al maya çalışacaklar. A det olduğu üzere o günün akşamı bir yemek düzenlendi . Ye­ mekte m üı.ik ve dans vardı. Bayan Gand i benimle dans etmek ne­ zaketini gösterdi ve bana sordu, " H i ndisıan'a ilk defa mı geliyor­ sunuz'!" Hayır, dedim. Evvelce Kıbrıs meselesindeki görüşleri­ mizi anlatmak için iyi niyet heyetiyle ben de gelm iştim. O gel işimde Bombay'la Yeni Delhi'yi görmek ve gezmek imkanını buldum. Akra'yı, Şahı Cihan'ın yaptırdığı Ziyaretgahı (Tac M ahal) gezdim. Çok duygulandım. Fırsat olursa tekrar gör­ mek isterim dedim. Bayan Gandi bana H indistan komşu kapısı değil . Size bir program düzenleyel i m . Memleketin iç bölgelerin i d e geziniz," dedi . Kend i lerinin b u konukseverlikleri ne teşekkür ederek ancak

1 86


i k i günlük bir zaman ayı rabi leceğini bildirince Bayan Gandi bana Caypur ve Bengalore'ye gidersem Hindislan'ın hem kuzeyini hem de güneyini gönnüş olacağımı beli rterek bir program yapu.

Filler Ve Develer Ö nce uçakla Caypur'a giuim. Çok i lginç ve eski bir Hindislan şehri . Orada fil lere bindik. Fi l ve deve acayip hayvanlardır. Hiç bindiniz mi bilmem. He­ le fi llerin üslUnde mevcul olduğunu zannelmediğiniz kaslarınızı keş federsiniz. Her yeriniz ayn oynar. Fil in üsLünde Olurabilmek bir mari fcuir. Bengalore ise 1 1 indislan'ı n bir güneş şehridir. İ ngi lizler zama­ nındaki umumi val ini n ik amelgahında bizi ağırladılar. Islak bi r sıcaklık vardı. Ve bi r melre boyunda san kertenkeleler evin elra­ fından ralıaLlı kla dolaşıyorlardı. Evin hizmeline bakan hiznıeLkarları çağırarak bi r meLre boyundaki, insana ürkümü ve­ ren ke rtenkeleleri göslerdim. Aldığım cevap "Zararsızdı r. Bir şey yapamazlar" oldu. Bengalore bir aslanlar ve kaplanlar mem lckelidi r. B üyük av partileri düzenleni r. B i r de unulamadığım afrodizyak safran li­ körleri . HindisLan ziyareti renkli geçli . Bugünkü H i ndistan 1 989 islalislik veri lerine göre 833 milyon 402 bin insanın yaşadığı büyük bir ül kedi r. 1 20 di 1 ve lehçe konuşuluyor. 1 6 resmi l isan var. Dev lcl dairelerinde 1 6 di lden di lekçe kabul ediyorlar. Nüfusunun yüzde 1 1 'i Müslüman, yüzde 83'ü Hindu, yüzde 3'ü H ı risliyan. Milli geli rini n düşük olmasına rağmen, bu dağınık du­ rumda bölgesinde demokrasiyi kesintisiz yaşatan Lek ülke. Demokrasiye inanıyorum. İ stiyorum. Ö zlüyorum. Bizim ul usal şartlarımı z Hindislan'dan i yi . Ona rağmen de­ mokrasi m izi henüz onlar kadar yeterince koruyam ıyoruz. 1 87



YİRMİ İ KİNCİ BÖLÜM

Cu mhurbaşkanı Fahri Koruıürk , yedi yıllık süresini 6 N isan 1 980 günü doldura �ak Çarıkaya'dan aynlmış, Cum­ lıuriyel Serıalosu Başkanı Ihsan Sabri Çağlayang il bu Larih­ ıerı iLi baren asi l i olm ayan bi r vekil olarak çal ışm aya başla­ m ı şLı . Genelkumı ay Başkanı Orgeneral Kenarı Evren, her haf­ la Perşem be günleri Köşk'e çıkıyor ve Cumhurbaşkanı Ye­ ki 1 i Çağlayangil 'le görüşüyordu. Geııelkunnay Başkan ı O rgeneral Kenan Evren ile Cumhurbaşkanı Veki l i İ hsan Sabri Çağlayarıgi l , bu s ı falla­ rıyla son görü şmeleri n i 1 1 Ey lül 1 980 Perşembe günü yap­ ıı lar. Görüşme yapıldığı s ı rada , M i l l i G üvenl i k Korıseyi'nin ü l ke yönetimine el koymasına yaklaşık 12 saaL kalmışLı . İ hsan Sabri Çağlayangil , Cumhurbaşkanı Veki l i olarak yaşadığı 1 2 Eylül 1 9 80 gecesini ve izleyen günlerin gel iş­ melerini, anı lannın bu bölümünde anlatıyor. " Faruk Gürler'i İ kinci Ordu Kumandanı olduğu günlerde tanı­ d ı m . Yaşına göre k i losu

fazla

bir kum andandı. Bilgili, dünyaya 1 89


akıl erdiren bir komuLandı . Kendisini takdir ediyordum. B i r dış seyahatimde kendime, zayıflam ak için vibrasyon usulü i l e m asaj aleti saun alırken, akl ıma geldi , ona da aldım ve Konya'ya gönder­ dim. Sonradan kendisi bizim hükümet zamanında Genelkurmay B aşkanı oldu. Normal süresini tamamlasaydı , Sayın Evren'in emekliye aynl ması gerekiyordu. Genelkurmay B aşkanı iken Cumhurbaşkanı olmak isledi. İ stifa etti. Cumhurbaşkanlığı kon­ tenjanından senaLör olan Mehmet İ zmen çekildi , yerine Sunay kendisini Cumhuriyet Senatosu'na üye yaptı. Cumhurbaşkanlığına adayl ığını koyan Gürler, seçileceğin­ den çok em indi. Ben, Genclku r ın ay Başkanlarının adcLa vcli aht­ m ış gibi , Cum tıurbaşkanlıgına aday olmasını h azmedemedi m . Esasen AdalcL Panisi d e duruma karşıydı . Arkadaş l an mla bi rlikte Faruk Gürler'in cumhurbaşkanlığına karşı çıkıyor, engel­ lemeye çalışı yorduk. Cumhurbaşkanlığı Genci SckreLcri Cihat Alpan Paşa bi r gün Mcclis'Le beni yemeğe çağırdı ve şöyle konuşLu: " Faruk Gürler Paşa'yı Lanır, takdi r edersiniz. Kişisel bir arma­ ğanınız da, ordu kumandanı i ken kendisini, ziyadesiyle memnun cLmişLi. İ ki l isan bilen, deneyimlerden geçmiş, yeLişmiş bir devlet adamıdır. Asker olduğu için karşı çıkıyorsunuz desem , Sayın Cevdet Sunay'ı bulup devlete baş yapan sizin partinizdir. Kaldı ki kendisi , çevresi geniş, sivil ve asker tarafından saygı duyulan , se­ vi len bir zalllr. Neden muhalefet edi yorsunuz? Kendisine şu cevabı verdim : -Sayın G ürlcr'i Lakdir ederim. Cumhurbaşkanı olmak için her türlü meziyeti nefsinde taşımaktadır. Ancak, dört yıldızlı apoleti­ ni omuzları ndan çıkarıp, beni cumhurbaşkanı seçin der gibi , kon­ Lenjan senatörü olmuştur. Kuvvetine ve geçmişine güveni yorsa, işte Çankaya orada, Lanklanyla geçsin, m akamına otursun. B izim oylarımızla olmak istiyorsa, seçtiği yol yanlışur. Oyları m ızı zor­ la alam az. Biz Sayın Sunay'ı devlet başkanlığına kabul ettik. Hat­ ta ricacı olduk . Kendisi tarafı ndan bir i stek veya şart öne sürü lme­ m işti. Günün şartlan öyle gerekti ri yordu. Sayın G ü rler de Genel­ kurmay B aşkanhğı'ndan emekli olup ya da çeki l i p, aramı za gel­ seydi , gönlünde yatan ve h apsed i l m iş gibi duran istekleri bize aç"

1 90


sayd ı, belki biz tal i p olurduk. O öyle yapm ı yor. Genelkurm ayl ık gibi bir makam ı bıraktım , beni seçmeye mecbursunuz dercesine bizden oy isliyor. Bu olm az.

Baskılar Sürüyorken ... İ kinci teşebbüs H av a Kuvvetleri'nden geldi . Alman Büyükel­ çiliği'nde yemekteyd ik. Yemeğe Sayın Muhsin Batur, Orgeneral Ahmet Duran ve İ rfan Ö zaydınlı da katılmışlardı. Konu, Sayın G ü rler'in Devlet Başkanlığı'na seçilmesine imi kal elli .Tanışma­ ya başlad ık. Yemeğe çağırdıl ar. Yemekten sonra yine aynı konu­ ya döndük. O rgeneral Ahmet Duran, yanımıza geldi. " Davelle başkalan da var. Yabancı bi r sc fa reue bu konunun tanışılması iyi olmuyor. Ya Çağlayangil'lere gidel im ya da o size gelsin, konuyu sürdüre­ l i m " dedi . Sayın Muhsin Balur'un evine gitmeye karar verdik. Eşime, "Otomobil seni eve bıraksın, ben Balur'lara gidi yorum" dedim. B u arada eşim be n i yalnız bırakmayı islemedi, o da Leman Ba­ lur'la ahbablığını sürdümıek üzere benimle birlikle geldi. O rgenerallerin hepsi bir olup AP'l ilerin Gürler'e oy vermesi için ısrar ediyorlar, beni i knaya çalışıyorlardı. Ben d ireni yordum. Sonuçta, Sayın Muhsin B alur söz aldı. - Boşuna gayret edi yorsunuz. Yüz oıuzdan fazla arkadaşınız bize imzalan ile oy vereceklerini laahhül etmişlerdir. Nasıl olsa seçilecektir ded i . Kendisine, " Nasıl olsa seçilecekse, ne diye Larlı ­ şıyorsunuz? B iroy fazl a ya da eksik olmuş ne çıkar? Seçi l i rse, par­ laınemo üyelerinin oluml u oylanyla seçilecektir ve demokratik olur. Kimsenin itiraza mecal i kalmaz" ded i m . Gel zaman g i t zaman Sayın Gürler seçilemedi, Sayın Koru­ türk seçildi . Onu tebrike gidi yorduk. Mecl is binasını tören salonu­ na bağlayan köprüde Sayın B atur'a raslladım. Bana, "Gülüyorsu­ nuz. Gülmekle haklısı nız. Geçmiş olaylan d üşünüyorsunuz. Fa­ kat size yalan söylemed i m . B izi aldatan, i mzalarıyla oy vereceği­ ni taahhüt eden yüz otuzdan fazla arkadaşınızdı r. Bunlardan sö­ zünde duran OLuz üç ü ye çıktı. İ şte arkanızda duran paniniz m i llet191


Dünrıııin Cıımh urlıa�kanı Cc\'del Sunay ile


vekili de döneklerden biridir" dedi. Sayın Evren, bu surelle Genelkunn ay B aşkanı olmuştur. Emekliye aynlacağı sırada, kendisini Genelkunnay Başkanı bul­ du. Törenlerde, Orducvi'ne gidişlerimizde, M i lli Güvenlik Kuru­ lu Loplantılannda rastlaşırdık. Kendisi ile yakın temasın, cumhur­ başkanlığına vekiUet ettiğim sıralarda olmuştur. Hem haftada bir perşembe günleri mutad konuşmal ara geliyor, hem de Milli Gü­ venlik Kurulu toplantılannda, Kuvvet komutanlarına başkanlı k ediyordu.

1 93


12 Eylül C uma Günü Ol muştur

1 1 Eylül Perşembe günü Genelkunnay Başkanı mutad toplan­ tı için köşke geldi. Alışılmışın dışında güleryüzlü ve mültefitti. Eşi hastaydı. İ lk sorum onun sağlığı üzerine oldu. -Maalesef iyi gitmiyor. Buradan çıktıktan sonra hastaneye gi­ deceğim. Geçen hafta da sizi göremedim, göreceğim geldi dedi. Çay içtik. Konuşmamızı yapuk, Konya'da olan hadiselerden söz cuik. "Konya Valisi ile garnizon komutanı iyi geçiniyorl ar. Olaylan filme alın ışlar. Adli subaya tetkik ettiriyorum. Suç unsu­ ru araştı nyorum" dedi. Ben, "Savcı l ı k suç uns u ru bulmuş. MSP Başkanl ığı'na tezkere yazmışl ar. İşi ciddi ıuımuşa benziyorlar" dediğimde, onun ceva­ bı, "Önünde sonunda ne olacak? Suç unsu ru bu l s al ar bile, doku­ nulm azl ığının kal d ı nl m as ı için TB M M B aşkanlığı'na başvura­ caklar. Onlar da devre sonuna bırakılmasına karar verecekler. Mesele kapanacak değil mi?" oldu. Bunun üzerine İ stanbul'dan otomobille gelirken, Bayar'a uğ­ radığımı söy ledim kendisinin bana anlauığı hikayeyi naklettim. B aşl arken de şöyle ded i m : -Size hemen şunu belirteyim ki, Bayar müthiş bi r laiki ik taraf­ tandır. Dindardır, ama din ticareti yapanlan sevmez. Bunlardan çekinir, korkar. ( H atıratımda ba hse ll i ği m Bu rs a hadisesi ndeki davranışı bunu kanıtlar.) B ayar şunlan söylemişti : -Gençliğimde, yinni beş yaşında B u rsa İ ttihat Terakki Katib-i Me su l lü ğ ü u hdeme tevdi edilmişti. Derviş V ahdeti hadisesi oldu. Hepimiz galeyana geldik. O zaman Talat Paşa'ya telgraf çektik. Kuvvete ihtiyacınız varsa, üç yüz gönül lü i le emri nize gelmeye hazınm dedim. Sizi temin ederim ki, Derviş V ahdeti'ni n ya ptı kl a­ n , Konya'da olup bitenler kadar önemli değildi. B u olaylan vahim görürüm. Sayın Evrcn'c, benim de böyle düşündüğümü, bu seferki so­ ruşturm anın rutin b i r soruşturma olmadığını, dokunulmazlıklann Meclis'te kaldınlacağını söyledim. Konuşmalanmız böylece sürdü. O gece ihtilal oldu. ,

'

1 94


Geliyorum Diyen " İ htilal" 1 1 Eylül Perşembe bıiin ü Başbakan S ayın Demirel, bana tele­ fon etti. - B i r ihtilal hazırlıklan olduğu söyleniyor. O zat bugün sana gelecek, bir yokla bakalım , dedi. Ben şu cevabı verdim : -Yok !asam ne çıkar? O zat bana ihtilal yapacağım diye haber vermez ki . . . Demirci "Olsun" dedi. "Sen tavnndan anlarsın." Ben Derviş Y ahdcti'nin, Celal Bayar hikayesini Sayın Evrcn'e bu maksatla anl attım ve sordum. - Herhangi bir sı kıntınız var mı? dedim. Sayın Evren şaşırm ış göründü. -Ne gibi? diye sordu. Açtım . -Dini hareketler var. Bu askeri birliklerde herhangi bir kıpır­ d anmaya, bir üzüntüye sebep oluyo r mu? - Ü züntü hepimizde var dedi ve sordu. -Siz üzülmüyor musunuz? Silahlı Kuvvetler'de disiplin vardır. H i çbir şey yapamazlar. Biz duruma hakimiz, dedi. Sayın Evren köşkten ayrılınca, B aşbakan yine telefon etti ve " Anladın mı?" diye sordu. - Vallahi, dedi m , eğer size bir şey i fade edi yorsa, bu gelişinde l üzumundan fazla sıcak ve duygulu olduğunu söyleyebil i ri m . Bu ziyarette fasılalarla i k i defa çay içlik. Alışılmıştan fazla oturduk. -Desene, ded i . Daha bir hafta m ühletimiz var. Bugünden yan­ na bir şey olacağa benzemiyor. Kendilerine, " N asıl tefsir ediyor­ sanız öyled ir" cevabını verdim. Konuşmam ı z hal haurdan sonra bitti. Bu telefondan sonra bi raz daha çalıştım ve eve geldi m . Saat 24.00'e doğru henüz yaunamıştım ki, telefon çaldı . Sayın B aşba­ kandı. - Nöbetçi yaverine bir telefon eder misiniz? Garip haberler alıyorum . Köşkte bir şey var mı? "Ederim ," dedim . Telefon ettim . Nöbetçi yaveri Deniz Y ar1 95


bayı Toygun Çanga uyu yordu.(*) U ykusundan uyandırdım. Köşkte anormal bir şey o l up o l m adığını sordum. - Herhangi bir şey yok. Ben yatıyordum. Bakıp size haber ve­ reyim. Yaver biraz sonra telefon etli. Sesi bir tuhaftı. " Koruma pol i s­ lerinin koğuşunda bazı ano rm al li kler var ama, anlayamadım," ded i . Bu konuşmayı B aşbakan Dem i rel'e naklettim. Sayın Demi rel saat 02.00'de tekrar aradı. " Merkez Komutan­ l ığı'ndan ıanklar dışarı çıkmış," ded i . "Gazeıeciler 04.00'de açık­ lama yapıl acağını söyl üyorlar." Hayırlı olsun, dedim. . Uyuyamadım. Evde yalnızd ı m . l ranlı damadımgece bir dave­ te gitm işti . O ge ldi. Kendisinden arabasına binip Mcrkez -Komu­ ıanl ığı'na kadar gitmesini, olup bitenlerden bana haber getirmesi­ ni i sted im. Bu sırada sokak lambaları söndü. Telefonl ara bakum, çal ışıyordu. Sonradan öğrendim ki, başk alarınınkini kesm işler. Dikkatle pencereden bakınca, İ ngiliz Elçiliği'nden aşağı ya doğru askerlerin inmekte olduğunu gördüm. Damadıma, " İ ş anla­ şıldı, senin gitmene gerek kalmadı" ded im. Askerler elektrik fenerleri ni yakıyorlar, kapıl ardaki numara­ lan okuyorlardı . Bizim kapını n önüne gel ince durdular. Apanma­ nı sordu lar. Radyoyu açtım . S i lahlı Kuvvetler'in idareye el koydu­ ğuna dair tebl iğ okunuyordu. Yassıada'ya gittiğim için alışıktım . İ stanbul'dan yeni geldi­ ğimden, bavulum zaten hazırd ı . Gelip alacaklarını ve meçhul bir yere götürüleceğimi tahmin eltim . Yattım. Sabahleyin 6.30'da da­ m adım gelerek, beni sorduklarını söyledi. Robdöşam bnmı gi ye­ rek salona çıktım. S alonda bir anı i ral, bi r korgeneral, birkaç subay beni ayakta bekliyorlardı . " B uyurun oturalım" ded i m . Otumı adılar. Paşa bir zarf uzattı. Açtım. Radyoda okunanlar tekrar edil iyor, sokağa çıkma yasağı konduğu söyleniyor, hayatımın Silahlı Kuvvetler'ce teminat al­ tında bulunduğu belirtil iyordu. ("') Toygun Çanga halen emekli ve DYP'de aktif politika yapıyor.

1 96


- B aş veki l 'e de aynı muameleyi m i yaptın ız? dedim. "Hayı r" dedi. Ama ne yapt ı k l a rını söylem ed i . Generale "El koymaktan başka çare yok muydu?" dedim . Sükutla mukabele etti. Kendilerini kapı ya kadar uğurladım. Gittiler. Biraz sonra kapı çal ındı . B i zzat açtım . Karşım d a bir teğmen vard ı . Saygıl ı selam verdi. Beni beklemeye memur nöbetçi oldu­ ğunu, okuyacak bir kitap veri rsem m em nu n kalacağ ını sö yled i . Kendisine Falih Rılkı'nm Çankaya eserini verdim. Evren'in Dedi kleri Saat 10 . 30'da S ay ı n Evren, bana telefon etti. "Sayın Başka­ nım" diye hitap ederek, şu n la rı söyledi: -. . . Dü n size b ilgi verirken, gece y apac a kla rım ı zdan bahset­ med i m. Beni anlayışla k a rşıl ay acağı nı z ı umuyorum. Başk a çare yo k tu . Kendi sine cevabım şu oldu : -Paşam. Dün, ·" Bu akşam seni d ev i receğiz " demenizi bekle­ mezd i m . Anl ay ışı bende fazl a s ıy l a bulacaksınız. "BAŞKA ÇA­ RE YOKTU" diyorsunuz. Temenni ederim ki, yapılan bir "çare" olsun. Size, bizim y a pacak l arım ı zı yapmamanızı tavsiye ederim. B i zi m yapamayacakl arı mızı ve yapamadıkları mızı yapınız. Say ı n Evren bana, "Ne gibi?" diye sordu. Şu yanıtı verdim : -Bunları her se feri nd e M i l l i G üvenl i k Kurulu'nda konuşuyor­ duk. Mesela Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ni kurunuz, Anaya ­ sa'da gerekli değ i şi k l i k l eri yapınız. Her şeyden mühimi , tereya­ ğ ınd an kıl çeker gib i, ço k çabuk Si lalıl ı Kuvvetlcr'i bu işin içinden s ı yı rm an ı z gerekti ğine d e i nanı yo ru m . Bana, " Ra dyo tebliğlerini dinled iği ni zi sanıyorum. B iz de öy­ le düşünüyoruz" dedi. Evren, a rad an iki - üç gün geç ti kten sonra yine telefon etti ve " Yalova'ya ne zaman gideceks ini z?" diye sordu. Ben, " Yalova'ya git" dediği zannına kapılarak, şu cevabı ver­ dim (Yalova' da Sa yın Çağlay angi l'i n yazlı ğı var. Her yıl ek i m ayı sonuna kadar orada kal ı r) : 197


-Giunek istiyorum. Ama henüz karar vermedim. Evren: Şunun için soruyorum: Yalova'daki evinizde köşkten gönde­ rilmiş korumalar, aşçı ve hizmetkarlar varmış. Bugün bana, 'Bun­ ları çekelim mi?' diye sordular. Kendilerine, 'Hayır, Çağlayangil ne zaman Ankara'ya naklederse, o zaman çekersiniz' dedim. Bu­ nun için soruyorum dedi. Kendisine teşekkür ettim. Adı geçenleri istedikleri zaman çe­ kebileceklerini söyledim. Ama çekmedi ler. Ben Y alova'ya gittim. Ekim sonunda dön­ dügümde çek ildi. Kış geçti . Nisan ayı geld i. Bütün bir yaz Lond­ ra'ya gidip doktoruma görünemem iştim. Halbuki yılda bir gelme­ mi tembih etmişti . 6 N isan'da Cumhurbaşkanlığı görevine vekaleten başl amış, 1 2 Eylül'de ayrı lmıştım. Mevzuatta bi r boş­ luk vard ı . Cumhurbaşkanl ığına vekalet eden zat, yundışına çıkar­ sa veya ölürse, kimin vekalet edeceği düşünülmemişti. Şimdi de aynı boşl uk vardır. Vekaletin uzun sürebi leceğini vazı - ı kanun d üşünmem işıir. Şimdi asil yokken, vekil in görevi on beş gün için­ de bitebil i r. Nisanda Londra'ya gitmeye karar verdim. Sayın Evre n'e tele­ fon ederek, veda etmek istedim. Türkiye'den ayrılmadan z iyaret kararlaştırı ldı . Kararlaştı rı lan günde, Genelkurmay Başkanlı­ ğı'na gillim. Kendisini bulamamak ve görüşememek i htimali ne karşı bi r mektup hazırladım."

1 98


Y İ RM İ Ü Ç Ü NC Ü B ÖL Ü M

Çağlayangil Genelkunnay'a gider. Sayın Evren'le ka­ rarlaştırıldığı gibi buluşur. Şimdi 2 Nisan 1 98 1 günü ger­ çekleşen bu buluşmada, Çağlayangil'in Evren'le konuşma­ sının sonradan derlenen zabtına geçelim. İ hsan Sabri Çağlayangil 2 Nisan 1 98 1 günü Genelkur­ may B aşkanlığı'nda Orgeneral Evren ile yaptığı görüşmeyi daha sonra derlediği zabıtta şöyle anlatıyor: " . . . Mutad nezaket sözlerinden ve eşinin rahatsızlığı üzerinde cereyan eden bir gtrizgahtan sonra kendisine şöylece hitap eui m : Muhterem Paşam, Ben yetmiş yaşını aşllm. Bir faninin erişebileceği en yüksek makamlardan -velev geçici ve anormal şanlar içinde hile olsa­ nasip aldım. B ir ihtirasım, gelecekten beklediğim herhangi bir emelim yok. Olacağımı olmuşum. Sizlerle de bunca yıldır arkadaşlı k ediyoruz. Komutanlarımı­ zın halis n iyetlerinden, memlekete bağlılıklarından zerrece kuş­ kumuz yok. Memleket severliğin kimsenin inhisarında olmadığı da bir 199


gerçek. Bu çilekeş yun hepimizin. Onun için hiçbir ard niyele da­ yanmadan düşüncelerimizi , bunca yıllık tecrübeden aldığımız dersleri huzurlarınıza getinnek i stiyoru m . Görüşlerimiz ilti fat gönneyebilir. Ama alıştığınız çevreden sizi biraz dışarıya çıkara­ bilirse, olaylan değişik açıdan önünüze koyabilirse, onu da bir ka­ zanç sayaca�ım . Son zamanlarda pol itikacılara fazla güven ve sevgi ayırmadı­ ğınızı biliyorum. Ama, " Akıllı düşman, akılsız dosllan i yidir" fet­ vasınca, düşüncelerimizi açık açık söyleyeceğim. İ ki ayn konu üze rinde m aruzatta bulunacağım: Birincisi: Şahsım la ilgili sayı lır. İ kincisi: Anarşi ve iç duru m üzerine. Şahsımla ilgili olanı şu: On beş yıldır, uluslararası siyaset alem inin içinde yaşı yorum. Dünyayı idare edenlerin veya idare edi yoruz sananların pek ço­ ğuyla tanışLım . Kimisi yle de şahsi dostl uklar kurdum. Dış politi­ k•mın girdisi çıktısı üze rinde birçok şeyler öğrendim. Son on beş yirm i gün içinde, İ talya Senato Başkanı Sinyor Fanfani'den, Belçika eski B aşbakanı M. H anncl'den özcl davetler aldım. Beni misafi r eLmek ve zaman zaman adeLimiz olduğu üze­ re dünya ahvali üzerinde konuşmak isti yorlar. Çekoslovak hükü­ meli de, 1 978 yılında yaptıkları gibi , Karlovivarı su şehirinde bir dinlenme ve kür yapmaya çağın yor. Yurtdışına çıkınca, buralara da ugramam m ümkündür. Tabiatıyla yabancı devlet adanılan arasındaki eski dostlarımız benim le görüşmek arzusu izhar edebi­ leceklerdir. Anarşi kaçkınlarının ve bazı solcu militanl arın, Türkiye'nin bugünkü yönetim i hakkında Lürlü i ftira ve tezvi rlcrde bulunduk­ ları söylentilerinin ortal ıkla dolaştığı bu dev irde, benim m uhte­ mel temaslarım üzerine de yorumlar, spekülasyonlar yapılabilir. Devletime, bugünkü yönetime cephe alıp yabancılara gammazlık yapacağıma ihtim al venneyeceğinizi bi liri m . Ancak, bugün izle­ nilen iç ve dış siyaset bakımından herhangi bir sakınca görülürse, görüşme i sLeklerine meydan vermemek veya idare etmek yollan aranabilir. Bu konudaki düşüncenizi öğrenmek isterim. Bunları daha çok şunun için söylüyoru m : 200


Türkiye'ye gelip gidişi sıklaşan, bu arada bizlerle de kendi is­ Lekleri yle Lemas kuran yabancı heyetlerden aldığımız intiba olumsuzdur. Bunlar dolduru lmuş geliyorlar. Avrupa Konseyi'nin de ters bir karar alması ihtimal dahilindedir. " Varsın, alsınlar! Et­ kisi ne olacak?" d iye umu rsamamak mümkündür. Ancak, yaban­ cı parlamenterlerin tulum lan uluslararası diğer demokratik kuru­ luşları da elkileyebili r ve Tü rki ye'yi her bakımdan rahatsız edebi­ lir. Türkiye·nin B atı camiasında arzu edilmeyen bir durumla kar­ şı karşıya gelmemesi için, her imkandan yararlanarak durumu­ muzun anlau lmasında, aydınlaulmasında yarar görürüm. Anarşi ve iç durumumuz hakkındaki görüşlerimizi de şöylece özetleyebiliri m : Konuşmam ın burasında " Askeri Şura toplantıl arı dolayısıyla belki vakLiniz olmaz da buluşamazsak diye düşüncelerimi yazıya dökmüştüm. İ zin verirseniz oradan devam edeyim" diyerek ce­ bimde hazırladığım mektubu çıkardım ve okumaya başladım. "Bazılarının kimlikleri ve rol leri evvelce de bilinen azılı anarşistlerden pek çoğunun bu devirde yakalanmış olması, ortalı­ ğı oldukça sakinleştimıişlir. Bununla beraber nomıale dönüldüğünde, terörün tekrar can1 anmayacağını şimdiden öne sümıek, fazla i yimserlik olur. Anar­ şinin gerçek mihraklarına, muharriklerine yeterince inilebildiği­ ni gösteri r emareler henüz ortada görünmemektedi r. Amacı, ayaklanma ve ayaklandırma olduğuna şüphe olmayan bu hareke­ Lin sadece kadro olarak üzerine gilmek.. kökünü kazımaya yetme­ yecektir. Görebi ldiğimiz kadarı yla, mahkemcleriniz; i şlerliğe henüz kavuşabi lmiş değillerdir. Resmi beyanlara göre yirm i beş bini aşan gözalulı ve Luluklu sanıklardan, şimdiye kadar cezaya çarp­ Lırılanlann azlığı ve m ahkemelerdeki gecikme ve tutukluk, bu görü ş leri haklı çıkamıaktadır. _ Ozgürlük, tarafsızlık, yansızlık, denge gibi kavramların nite­ liği, kapsamı , sınırlan üzerinde hfila kesin bir vuzuh ve bugüFllcü şartlara uygun bir mutabakat sağlanamamış olması da bu ortama eki eni rse, anarşinin kökünü kazıma hedefi, daha doğrusu mecbu201


riyeti gölgelenmektedir. Parlamentoya dayalı hükümetlerin başvurduğu sıkıyönetim idareleri, uzun süre yürürlükte kalmalarına rağmen, anarşinin hakkından gelememiş ve bu durum türlü hayal kınklıklarına, oto­ rite zaafı yorumlarına yol açmıştı. Silahlı Kuvvetlerin etkili varlı­ ğı, tüm mevcudu ve sınırsız yetkileriyle girişilen terörle mücadele de, bugün bir netice vermezse, yani anarşi yine sönmezse, bu afe­ tin ordudan bile kuvvetli olduğu iftiraları ve istismarları başlatıla­ cak, işte o .zaman, -Allah korusun- memleketin engelsiz olarak ko­ münizme açık kalması tehlikesi baş gösterecektir. Malum sebeplerle, evvelce Sıkıyönetim idaresinin başına geldiği gibi, ordu da anarşi karşısında çaresiz kalmış görünümüne sokulmaya kal kışılırsa, bu hal, çözüm ü güç problemlerin başlan­ gıcı olabilir. Başarısız hükümetlerin çaresi vardır. Biri gider, öbürü gelir, ldaket olmaz. Ama ordu, siyasete bulaşmanın ve iktidar olmanın kaçınılmaz erozyonuna bir kere kapılırsa, onun çaresi zordur. Çünkü ordunun yedeği yoktur. Bunun içindir ki, aklı başında her pol itikacının bu devirde baş dileği, sizlerin başanya ulaşmanı­ zı istemek ve beklemektir. Si yasetçilerin 1 2 Eylül üzerinde deği­ şik görüşleri olabilir. Ama, inanın ki , Silahlı Kuvvetlerin millete olan beyan ve taahhütlerini başarıyla sonuçlandırarak bi r an evvel asl i görevlerine şerefle dönmelerini temenni etmeyen siyasetçi düşünülemez. Bu durum göz önünde tutulursa ve er veya geç, ama mutlaka demokrasiye dönüleceği düşünülürse, pol itikacılan; memleketin yeniden normale döndürülmesi gayretlerinin dışına itmenin veya onları geçmişin tek sorumlusu sayarak incitmenin yarar deği l , zarar sayılması gerekir. Demokrasi öyle bi r makinedir ki, özgürlüğe dayalı ana ilkele­ rinden oluşan motoru, toplumun ortak amaç ve inançlarından do­ ğan akaryakıtı ve operatörlüğünü yapan siyasetçilerin "synchro­ nise" çalışmalarıyladır ki, ancak sağlam ve sağlıklı bir biçimde i ş­ leyebilir. Bu unsurlardan herhangi birini yerinden oynatır veya değiştirirseniz makine tekleyecektir. 12 Eylül'den sonraki ilk telefon görüşmemizde; "Başka çare kalmamıştı, anlayışla karşılayın ... " buyurmuştunuz. Bugün bütün 202


Temmuz 198U'dc Çankaya'da


siyasetçiler, başka çare var mıydı, yok muydu tartışmasını geride bırakmışlardır. Onlar, bu hareketin çare, hem de başarıl ı ve kesin çare olmasının duacısı halindedirler. .. Siyasetçi lerle temaslarınız bıçak gibi kesildiği i çin, veya bize öyle göründüğü için, bu durumlar sizlere i ntikal ettirilememiş olabilir. Biz, bu temas kopuk.luğwm, 12 Eylül hareketiyle, herhangi bir zümre veya şahıs arasında bağlantı varmış görünümünden ka­ çınma isteğine hamlctmiştik. Böyle bir görüntünün Silahlı Kuv­ vetler'in olduğu kadar, siyasi heyetlerin de yararına olmayacağı görüşünü paylaştık. Zamanı ge li r , bizim de katkımıza lüzum his­ sed i l i rse elbet gereği y apıl ı r di ye düşündük; sabırla beklemeye karar verdik. H ala da sabnn içindeyiz. Herkese yaptı ğım ız telkin­ ler bunlardır. Ancak, unutulmamal ıdır ki , intikal devrelerinde en mühim unsurlardan biri de zaman meselesidir. Son gelen Avrupalı parlamenterlerle konuşmamızd a bir İ tal­ yan milletvekil i , "Telaş etmeyin, nasıl olsa demokrasiye dönece­ ğiz, bize zaman tanıyın, bizi Yunanlılarla kıyaslamayın, d iyorsu­ nuz. İ yi, güzel ama, durumunuz bizim için kötü bir örnek oluyor. Sizin gerekçeniz terörü susturuncaya kadar sabır. Fakat terör Ital­ ya'da da var. Hem de boyutlan her geçen gümırtı yor. Siz eğer (De­ mokrasi feda edilmeden anarşi bastınlamaz, bunun hakkından ancak askeri idare gelebilir) tezini savunursanız, üsteli k ©ütün Batı aleminin de bunu müsamaha ile karşılamasını i sterseniz, or­ taya öyle bir model çıkar ki, İ talya dahil birçok NATO ülkesi sı­ kı nt ıya düşer. Avrupalılann acele etmesinin sebebi budur" de­ m işti. Fransız milletvekilleri ise, daha enteresan bir noktaya temas ettiler: "Böylesine intikal devrelerinin en büyük sakıncası, bürokra­ siyi güçlendi rm esi, tabi r caizse, her tasarrufun gizli hakimi yap­ masıdır. Siyasi partiler iktidara gelir, (Biz hükümet programını gerçekleştiri riz, normal idareyi bürokratlar yapar) derler. Askeri idare i ktidara gelir. (Bizim geliş sebebimizin icapları ve ana doğ­ rultulan var. Normal idareyi yansız teknisyenler yapar) derler. B u 204


durumda bürokrasi şöyle düşünülebilir: (Demek ki, sivil de gelse, askerde geı'se i dare y i biz yapacağız. O halde d üzen i öyles ine kur­ malıyız ve yasaları öylesine yapmalıyız ki, bürokrasi korunsun ve güçlensin . ) Böylece bürokrasi imparatorluğu her iktidar değişikliği nden kendisine bir pay çı karmanın, bi raz daha güçlenmenin yo lunu bu­ lur." İ t al yanl a rın da, Fransızların da görüşleri düşündürücüdür. Her i kisi de za m anı n önemi ve lehte işletilmesiyle ilgilidir. Bürokrasi el anığı konulan geni şle ti p yaymaya, gayeyi, tefer­ ruatı n içinde görünmez hale so k ma ya her zaman ve her yerde he­ veslidir. (Çok i yi , i y inin düş m a nı d ı r) derler. M ükemmel i yapal ı m d e rken, i y i yapm ak i m k an ı d a elden kaçı rıl ı rsa, yazık olur. Çeşi tli aıı:.ıyasal kuruluşl anrı, basının, anarşinin, enflasyonun, çal ışma düzcriinin, demokrasinin iş l e rli ği ni ne biçimde köstekle­ diği, açıkça ortaya konmuştu. Bu kusUrlan düzel tmek için i hti ya­ cı nı ı z o l an yasa ve tedbirler, uzun süre aram ızda tartışıla tartışıla adeta ezberlenmi ş hale geldiği de bir gerçektir. Anarşi dahil, birçok aksaklıkların Türki ye'deki i stikrarsızlık­ tan, demokratik si stemimizdek i , özellikle anayasamızdaki boş­ luklardan kaynaklandığı da k imsenin meçhulü değildir. Bunl ara el atmakta geci kir ve önceli ğ i, Türkiye'nin daha bir süre beraber yaşamaya mahkum, adeta mecbur olduğu teferruat kabi li nden konulara verirsek, önümüz s ıkıntılı günlerle dolacak­ tır. 1 2 Eylül günü vaki tele fon görüşmem izde de beli rttiğim gibi, bu devrelerde zaman faktörünün değeri üzerinde tekrar dunnak istiyorum. Memleketin derdi de, devası da bizzat zatıaliniz tarafından 1 2 Eylü l'ün ferdasında anlatıldı. Bunların ge rçekleşmesine s i yaset çi l e ri n k atkıda bulunmaya hazır olduklarında şüphe yoktur. Türki ye'nin ancak demokrasiyle idare edi lebileceğini, hürri ­ yetin anarş i , d i s i pl i nin baskı demek olmadığını ve ku v v et ayrımı­ nın kuvvet paylaşması anlam ına gelem eyeceği n i ve otoritenin te­ cezzi kabul etmeyeceğini anl atm ay a hiç i hti yaç olmayan bir ida­ reden, Türk m illetinin bugün her şeyden evvel beklediği şey , i s ,

­

-

205


tikrar tedbirleridir. Sohbetimizin mektuptan süren bölümünü bitirdikten sonra mektubu cebime koydum ve ilave yaptım . İsterseniz düşünceleri­ mi hatırlatmaya yarayan bu yazıyı size de bırakabilirim." Evren, "Bırakırsanız memnun olurum" dedi ve yazıyı kendi­ lerine verdim.

206


Y İ RM İ D Ö RD Ü NC Ü B Ö L Ü M

İ hsan Sabri Çağlayangil, önceki bölümde, 2 Nisan 1 98 1 günü Gcnelkunnay Başkanlığı'nda ziyaret etliği Orgeneral Kenan Evren'e anlattığı kendi görüş ve düşüncelerine yer vemıişti. Aşağıda aynı görüşmenin, daha sonra derlenen zabtına göre Orgeneral Evren'le arasında geçen konuşma­ ları naklediyor. -Sayın Evren sözlerimi baştan itibaren dikkatle dinledi. Ara­ mızda şu konuşma geçti : "Yurtdışı seyahatleriniz ve temaslarınız hiçbi r kısıtlamaya ta­ bi deği ldi r. Ar;;u ettiğiniz yere gider, di lediğiniz kimselerle temas edersiniz. Sefarethanelerde m isalir edilmeniz nonnaldir. Biz bu hususu gerekenlere söyletiriz. Pek tabiidir ki, eski dostlarınızla da temas edersiniz. Onlarda sizi gönnek isterler. Onlara Türkiye'nin demokrasiye dönüş karannın kesinliğinden söz etmekte elbette yarar vard ı r. Ancak, bunların basında yer almasına izin vennezse­ niz iyi olur. B i r de bizi savunmak için sizi gönderdiğimiz gibi bir intibanın uyanmasını sakıncalı görürüm." 207


Konııürk ile

- B uııu her şeyden evvel ben arzu etmem . Böyle bir duru m söz konusu olamaz. 1 2 Eylül hareketinin mağdurları tarafından veri ­ lecek bi r demokrasiye dönüş teminatının, hükümet beyanların­ dan daha etkil i olacağı kanaatindeyim. - Muhakkak ! . . Bizim söyledikleri mizin teyidinde elbelle ki yarar vardı r. Söylemek istediğim bu konuda bir itirazı mızın bu­ l unm adığıdır. Söyledi ğiniz temasları bu seyahatinizde mi yapa­ caksınız?" -Ben temaslara talip değil i m . Sadece Mösyö Fanfani ve Mös­ yö Hannel'in davetlerine icabet etmeye söz verdim. M evsim he­ nüz erkçn. Karlovi Yary'yc mayıs ortasında gitmeyi düşünüyo­ rum . Temasları mı belki o zaman yapanın. Belki de bir kısmını şimdi , bir kısmını o zaman yapanın. -Nasıl arzu ederseniz ! . . Anarşi hakkında söyledikleriniz doğrudur. Yalnız içcrdeki 208


elebaşların pek çoğu yakalanmı ştır. Dış tahriklerin direkt aracıla­ rı , yani teröriin beyi n leri i se, zaten yurtdışına kaçtı l a r İ çerdekilcri birer birer ele geçi ri yoruz. Sadece bazı eğitim m üesseselerindeki mihraklara, mev cudi yetinden haberdar o lmamıza rağmen, henüz el atmadık. Onları da temizleyeceğiz. Elde, fazl a göz altında ve tutuklu kalm asının bir sebebi de, da­ vaların çok sanıklı olmasıdır. Mesela, bir Apo'cu davasının iki bi­ nin üstünde sanığı var. Anarşinin e t k il i bir şeki lde önlenmesine büyük önem at redi­ yoruz. Televizyonlarda işin ne bo y utl ara ulaştığını görü yo rs u nuz B i raz zaman alması zaru ridir. Si yasetçi lerle ilgi l i beyanları nıza gel ince; " Politikac ıların hepsi bugünkü idarenin başarılı ol m asını isti­ yor" dediniz. Eğer bu cümlenin başına "Aklı başında pol itikacı­ lar" i baresini koymasaydınız hemen it iraz edecekt i m. Aklı başın­ da pol i tikacı da o kadar fazla de ğ i l . Biliyorsunuz, vaktiyle Ecev it, sizden al dığı v e bakan yaptığı _ parlamenterlerle kabine kurdu. Yürümedi. iş sarpa sarınca, Ada­ let Parti l iler bana geldiler, "Göriiyorsunuz kötüye gidi yoruz. Bu hükümet çeki lsin. İ ki büyük partinin işti rakiyle geniş tabanlı bir hükümet kurulsun, biz razıyız" dedi ler. H a l k Partisi'nin yetkili leri yle temas e llik. Eccvit, "Ortada bir hükümet var, bizi düşürürlerse, o zam an düşünülür, ş imdi niye çe­ k i le l i m ?" dem iş. Olmadı. Sonra o hükümet düşürüldü. Ben, S ay ı n Korutürk'e "Aman, Adalet Partisi'nin y ine es k isi gi bi , MSP ve M H P'li bir hükümet kunnasına m eyda n vcnncyiniz. Ancak, i k i büyü k parti birleşirse, bugünkü şartların altından kalkı­ l abi l i r" diye çok s öykd i m . O , " MS P v e M H P'e dışard an destekl eyecekler, h ü kümet i ç i n ­ de olmayacaklar" ded i . Adalet Partisi'nin tek başına hükümet kur­ m as ı nı on ayl ad ı. Onun düşüncesi bir an evvel hüküm et buhranına son vennekti. Bu yolu tercih etti. Bu sefer H al k Partililer bana gel di l er. " B u iş yürümüyor. Ece­ v i t başbakan olmak i stemi yor. İ ki parti bir tarafsızın başkanlığın­ da birleşs i n gü çl ü bir hükümct kurulsun" dedil er. Ben de kendile.

.

,

,

209


rine, "İnsaf edin. Onlar size başvurduğu zaman siz olmaz dediniz. Şimdi nasıl teklif edeceğiz. Aynı cevabı verirlerse ne diyeceğiz?" dedim. Tekli ilerini reddeuim. Ama o hükümet de yürümedi. İşin sonunu hep beraber gördük. S izin vekalet sırasında gayretleriniz oldu. Çalıştınız, biz uyardık. H i çbiri kar etmedi. Eldeki Anayasa ile i şleri yürütemiyorduk. Bunu Demirel de söylüyordu. Fakat, anayasayı değiştirme zaruretini Ecevit kana­ dına bir türlü kabul ettiremedik. Hiçbir şey kar etmedi. Öyle öyle bugünkü duruma geldik. Şimdi herkes, "Normale dönelim, dönelim ama, yine her akşam, liderlerin biri inip, öbürü televizyona çıkacaksa, bir Erbakan, bi r Ecev it, bir Türkeş, bir o söyledi, bir bu söyled i, sürüp gidecekse, 1 2 Eylül'ü niçin yaptınız'!" diyorlar. Bunlara hak vermemek müm kün mü'! Bu itibarla liderler hak.kında bir karara varmak za­ rureti doğuyor. Bu, sadece benim fikrim değil , komutanlar da böyle düşünüyor, Silahlı Kuvvetler de böyle düşünüyor, bütün kitle böyle düşünüyor. B unun içindir ki, kararlıyız. Bu durumun geri gelmesine meydan vermeyeceğiz. Ama, bu iş çok zor. Bunu nasıl tem in edeceğiz? Belki Anayasaya bir madde koyacağız. Belki başka bir formül bulacağız. Fakat kıstas ne olacak? Bizim takdirim ize mi kalacak'! Sadece l iderlere hasredilse olmayacak.. Böylece yaşın yanında kuru da yanacak. Bir genel tedbir almak gerekecek. Bundan fazla bir endişe de duymamak lazım. 27 Ma­ yıs' ta da böyle olmadı mı? Geride bıraktığımız devrin politikacı­ ları da bir dönem uzak kalabilirler. Ama, sizin içinizde de, Halk Panisi'nin içinde de cidden kıymetl i , değerli kimseler var. Onları feda etmek de zor. Ne yapılacak., nasıl yapılacak? Bizi çok düşün­ dürü yor. Bir yandan da kararlıyız. Bakalım ne olacak? Doğrusunu isterseniz, demokratik hak ve hü rriyetlerin kötüye kullanılarak bunalımlar çıkarı iması, sade Türki ye'nin değil, dünyanın özellik­ le Batı Avrupa'nın birçok devletlerinin derdi haline geldi . İngilte­ re, Amerika, İsviçre gibi birkaç ülkenin dışında, demokrasi , deje­ nere ed iliyor. Baksanıza, Amerika'da bile Reagan'ı vurdular. Doğrusunu isterseniz, ben Almanya'nın geleceğinden de endişe ediyorum. Bunlar, ya komünizme, ya Naziliğe yönelmenin tehli ­ kesi i çinde görünüyorlar. Demokratik rejimin i y i i şletilmesi için 210


mutlaka birtakım tedbirlere i htiyaç olduğu anlaşılıyor. -Paşam, şahıslar üzerinde nasıl tedbir alınacak? Liderleri tas­ fiye etmek, şikayetçi olduğunuz durum lan önleyecek mi? O lider­ ler gider, başkaları geli r. Bu seferonlar tclevizyonlarda her akşam tartışmalara başlarlar. Liderleri değiştirmek, fii lleri ortadan kal­ dırmak olmaz ki! .. Eccvit gider, Ahmet gelir, Demirci gider, Meh­ met gelir. Tartışma bilmez k i ! .. Aynca seçme, seçilme, Anayasa ile nasıl men olunacak? Cezaya çarpılmamış insanlara, "Siz bir devre seçilemeyeceksiniz, sabredin" demenin gerekçesi ne ola­ cak? Eğer bunları Anayasaya koyarsanız, öyle bir Anayasa refe­ ranstan geçmez. " Kararl ıyız" diyorsunuz, iyi ama, yolu nasıl olacak? Bunu i yi düşünmek lazım. Sonra politikacılar hakkında böyle bir karara varmış olsanız bile, bunu şimdiden niye i lan ediyorsunuz? Vakti gelince tartışmayı açardınız. Politikacıları da şimdiden karşınıza almakta yarar var mı? -Bu gibi güçlüklerin olduğu doğrudur. Poli tikacıların seçilme meselesini niye şimdi ortaya attığımızı soruyorsunuz. Bizim za­ manım ızda da bürokraside zorluklar çekiyorduk. Memurlar alış­ mış. " İ leride ya Demirel , ya Ecevit geli r, nasıl olsa iş siyasi parti­ lere kalacak" di yorlar. İ ş gördüremiyoruz. Halk boyuna şikayetler yağdırıyor. Pol itikacı lardan ümitlerini kessinler i stedik. Bu zorluklara karşı bizi teşvik eden, cesaret verenler de var. " H alk sizi tamamen destekliyor. Ar1.:ularınızı korkusuz gerçekleş­ tirebil i rsiniz" diyorlar. Ben bunlara uysam veya Kaddafi yahut Saddam gibi olsam , hemen referanduma gidip kendimizi onaya koymak yoluna giderdik. Ama Amerikan dergisine verdiğim be­ yanatta da açıkladığım gibi, bu tezahürlere kapılmıyorum. Eksik olmasınlar, Allah razı olsun millet destekliyor ama, halka güven, olur mu? Beğendiği bir futbolcuyu stadyumda çılgınca alkışlar, kıyamet koparır. Ama aynı adam hele bir gol kaçırmaya görsün. Basar yuhayı. . . Bununla beraber sade ben değil, bütün kumandanlar ve bizim­ le görüşenler, liderlerin eski çekişmelerinin geri gelmemesini önleyecek tedbirlerin alınmasında ittifak ediyorlar. "Bugün bile, parti faaliyetleri sürdürülüyor. Toplantılar, bu·

211


luşmalar eksilmiyor. Siz i stediğiniz kadar yasaklayın, başa çıka­ mazsınız" diyorlar. B akalım ne yapacağız? -Paşam! .. B i zden size, sizden bize laf getirenlere kulak veri­ lirse, birbirimize ,gireriz. İ ki taraf da çok zararlı çıkar. Her şeye i nanmayın. rica ederim. Ben size şerefimle teminat veririm ki, bi­ zim tarafımızda parti siyasi faaliyetleri yoktur. Demi rel kendisini ziyaret edenlerle hasbi hal dışında hiçbir programl ı çalışmaya gir­ mez. Herhangi bi r büroya gitmez. Konuşmaları da, sabır ve inti­ zar telkinleridir. Eğer arkadaş yemekleri , nikah, düğün törenleri , parti faal iyeti s ayılıyors a, o başka! Ecevit göz önünde koca büro açtı H anı hani siyasi yazılar yazıyor. Onu siyasi faaliyet saymı­ yorsunuz. H i ç ses çıkannıyorsunuz. Aslında o dergi işi göstenne­ liktir. O mat ba a Ecevit hesabına işleyen bir H alk Partisi merke­ zinden başka şey de ğ ildir. -Onlan da bili yoruz. Arkadaşlar da bunun üzerinde durdular. K apat ılması veya Ecevit'in yazmaktan men edilmesi konuşuldu. Ben durumu i ncelettiriyorum. Derginin tirajı muntazaman düşü­ yor. Ecevit kendi kendini bitirecektir. Arkadaşlara, " Bırakın yaz­ sın, nasıl olsa bir hata yapacak, bir gaf yapacaktır. Kendi kaderini kendisi örecek. Bekleyeli m " dedim. -Ni ye müsamaha ediyorsunuz? - Efendim, parası yetmiyonnuş. Geçim sıkıntısı varmış. O dergiden de para al ıyormuş dediler. Pa ra sı yoksa, dergide yine gö­ rev al ır. Mesul müdür olur, çalışır, yazı yazması şart mı? Ama ya­ zıyor işte. Kendi kendisini ele verecektir. -Paşam ! .. Ben eleştim1eye gelmedim. Siz derdi de devayı da ortay a koydunuz. O doğrul tuda yürümek lazım. Benim söylemek istediğim, bazı hususlara di kkati çekmektir. Şöyle özetleyebili­ rim: Teferruata dalınırsa gaye görünmez hale gelir; Zain an faktö­ rü içerde, dışarda çok önemlidir. Doğrusunu isterseniz, bu konuda bir rehavet görüyorum. Zamanı israf etmeyelim . Orduyu yıprat­ mayalım. Siyasete bulaştırmayalım. Her şeyin başı i stikrardır, o tedbirlere önem verelim. -Sayın Çağlayangil, görüşleriniz doğru. B iz gayeyi daima göz önünde tutuyoruz. Eski durumlar geri gelmesin diye gerekli .

212


tedbirleri almaya çalışıyoruz. Bir gün evvel i şimizi bitirmeye de azimliyiz. Görüyorsunuz, beş kişi kendimizi onaya attık. Silahlı Kuv­ vetler camiasını kesinlikle siyasetten uzak tutuyoruz. Onda da ba­ şarılıyız. - Bu gibi hallerde bünyeden gelen güçlükler, tehlikeler vardır. Aranızda ihti laf çıkabilir. Altta kıpırdanmalar olabilir. Böyle du­ rumlar var mı? -Böyle rivayetleri her zaman çıkarıyorlar. Sizin de kulağınıza bazı laflar gelm iş olacak. Katiyyen böyle bir şey yoktur. Ne ara­ mızda ihtilaf var, ne k ı pırdanm a . . . Yok, beni vurmuşlar veya vuracaklannış da, yaverim önüme geçm iş, siper olmuş, onu öldürmüşler, ben telaşla Harp Okulu'na gelmişim. Orada da bir yüzbaşı tecavüze teşebbüs etm i ş. Onu da öldürmüşler. Neler, neler. .. Onun için ben her fırsatla açık açık bunları yalanlıyorum. -Yalanlamasanız, daha iyi olacak. Ben bunların çoğunu duy­ mamıştım. Sizin yerinizde olsam, bu konulara hiç değinmem. Ben bile sizi dinlerken, "Ateş olmayan y erden duman çıkmaz. Acaba bir şey mi var?" diye üzülüyorum. H iç ağzınıza almasanız daha iyi. -Ama bu sefer, söylenenlere i nanacaklar. -Sayın Paşam ! . . Size ar1: cttim . Her şeyin başı i stikrardı r. Kuvvetli hükümetıir. Biz, 65-7 1 arasında istikrarlı bı r devre yarattık. Türkiye'ye en çok o devre yararlı olmuştur. İ stikrar sağlanınc� çatlak sesler kesi lir. 1 -Doğru söylüyorsunuz. B unun üzerinde çok duruyoruz. Seçimlerde ekseriyet sistemini getirmeyi bile düşünüyoruz. Ama memleket çapında belirli oranda oy alamayan siyasi partilerin Meclise üye sokmamalarında kararlıyız. Bakalım ne yapacağız? -Paşam ! .. İşiniz zor, inanın ki, bütün kalbimizle başarılı olma­ nızın duacısı yız. Buna itimadınızı rica ederim. Son olarak siyaset­ çilerin duru munu yeni baştan gözden geçirmenizde yarar olduğu­ nu hatırlatıyorum.

213


Y İ RM İ BEŞİ NCİ B ÖLÜ M

Çağlayangil, Evren'e ikinci mektubunu Zürih'ten yaz­ mak zorunda kalı r. Moskova'yı ziyareti sırasında öğrenir ki Adalet Partisi , faali yelleri durdurulan Büyük Türkiye Par­ tisi ve Cumhuriyet Halk Partisi 'nin bazı yöneticileri ile bir­ likte Zincirbozan'da mecburi ikameti kararlaştırılmış. Kendisi hemen bir yanlış anlaşılmaya meydan vennemek için Dışişleri Bakanı İ lter Türkmen'e şu telgrafı çeker: "Sayın İ l ter Türkmen Dışişleri Bakanı Seyahat programım ı ve maksadımı biliyorsunuz. Londra Bü­ yükelçiliği delaletiyle doktordan alınan randevu mucibince 1 6 Haziran'da Profesör Bilend'e muayene ve tedavi olmak mecburi­ yetindeyim. Moskova'dan Zürih'e gidecek, bir hafta kaldıktan sonra Londra'ya geçeceğim. Muayene ve tedavimin hitamında Türkiye'ye döneceğim. Bilgi edinilmesini rica ederim. Sevgiler İ .S.Ç. 214


Çağlayangil'in bu telgrafına tedavi sonuna kadar yurtdışında kalabileceğini bel irten yanıt gelir. B u arada Sovyet Hariciyesi'nin bir yetkilisi Çağlayangil'e ge­ lerek, "Eğer gitmek i stemi yorsa, istediği kadar Moskova'da ken­ dilerinin misafiri olarak kalabileceğini" bildiri r. Çağlayangil bu tekli le teşekkü r ederek tedavi için Londra ya gideceğini ve teda­ visi bittiğinde de Türkiye ye dönmeye kararlı olduğunu söyler. Çağlayangil, Moskova'dan Zürih'e geçer ve Sayın Evren'e aşağıdaki mektubu gönderir: '

'

"Zü rilı, 1 2 H aziran 1 9 83 Muhterem Paşam, Memleketlerine özel bir ziyaret yapm amız için Sovyetl cr ta­ rafından uzun süredir yapılan ı srarlı daveti kabul etmekte m ahzur olup olm adığını D ışi şleri Bakanlığı'ndan sormuş, özel nitelikteki bir ziyarette sakınca görülmed i ği cevabını alm ıştım Rusya ziya­ reti böylece gerçekleşti. Eşi m ve damadımla 25 Mayıs'ta Mosko­ v a'ya hareket etti k. Sovyetlerce hazırl anan program a uyduk. Evvela Moskova'da bazı sanat ve kültür m üesseselerini gördük. B izi davet eden kuru­ luşlann başkanı ve eski aşinalarla görüştüm. Konuşmalarda, Türkiye ile olan i lişkilere büyük önem ver­ diklerini, iki ü lke arasında dostça münasebetler sürdüm1enin dı­ şında bir gaye beslemedikleri n i , günümüzde dünyanın baş mese­ lesi olan nükleer racianın önlenmesi için, büyük bir devlet olan Türkiyc'nin sarf edeceği gayretlerin aynı zamanda uluslararası camiaya hizmet sayılacağı n ı vurguladılar. Ameri kalıl arın, özel likle Reagan idaresinin Sovyetlcrce öne sürülen bütün tekli ileri olumsuz ka rşıladığından adeta haçl ı sefe­ ri i l an ettiğinden yakındılar. Bugünkü hükümeti m izin Ameri­ ka ya yakınlı k d u ymasından kaygıland ıklannı bel irttiler. V aktiy­ le Genelkurmay ikinci Başkanı olarak Rusya'ya vaki ziyaretini­ zin anılanndan söz ettiler Yıll arca evvel de Gaulle'in de Rusya'yı ziyaret ettiğini izhar eylediği arzu üzerine kendisine Sovyet nükleer merkezlerinin gösterildiğini, de Gaulle'in " B u ram p alardan atı l acak roketlerin .

,

'

.

,

215


hedefi nedi r" sualine, "NATO karargfilııdır" karşılığının verildi­ ğini, Pari s'in o zamanlar NATO'nun merkezi olduğunu, de Gaul­ le'in Fransa'ya döner dönmez ittifakın askeri kanadından ayrı ldı­ ğını ve Paris'i N ATO karargahı olmaktan arındırdığını h ikaye et­ tiler. Dönüşümde Dışişleri B akanl ı ğı'na bu konularla ilgili ayrın­ tılı bilgiler vereceğim. Moskova'da iki gün kaldıktan sonra, ziyaretin asıl maksadı olan Kınm'daki tedavi ve istirahat tesislerini görmek üzere Yal­ ta'ya hareket ellik. Bölgenin tarihi yerlerini , sağlık kuruluşlarını gördük. Geçi ıınekte olduğum müımin bir bronşiti , son derece modem usul lerle üç gün içinde iyi leştirdi ler. Moskova'ya döndüğümüzde Büyük Türk iye Panisi'nin kapa­ tı ld ı ğ ı n ı Çanakkale'de ikamete memur edilen bazı siyasetçiler arasında benim de bulunduğumu Büyükclçimizden öğrendim. H aberin aynntılannı öğrendiğimiz gün, Çanakkale Sıkı yönetim Komutanlığı'na müracaatımız gerekiyormuş. Seyahat maksadımı, evvelce bildird iğim Sayın Dışişleri Ba­ kanı'n:ı, büyükclçi lik kanalıyla bir tclgraf göndcrcrek, Londra'da­ ki ted:ıvirni bitirdikten sonra Türkiye'yc dönmeyi planladığımı hatırbıtım. Aynı gün sağl ık işlerim bitinceye kadar yurtdışı nda kalmamda bir sakınca görülm ediği cevabını aldım. İ ngil tere'de bul unan profesör, haziranın ilk iki haftasında ta­ tilde olduğu içi n bana ayı n 1 6'sında randevu verilmişti . Aradaki zamanı Züri h'teki akrabalanmla geçim1eyi uygun bularak buraya geldi m . Uzaktan memlekete bakmak düşündürücü oluyor. Yabancı televizyonlarını ve basınını izlemenin de ayn özellikleri var. Son günlerde Federal A l man Millet Mecl isi'nde ekonomi ve pol itika konu l a n üzerinde hükümetle, muhalekt partileri arası nda cere­ yan eden bir tanışmanın canlı yayınını telcvizyodan saatlerce iz­ ledim. Başbakan, muhalefet lideri , koalisyon ortağı partinin hü­ kümet üyeleri , Alman Mcclisi'nin alışılmamış simaları Yeşil­ l er'in kravatsız sözcüleri tekrar tekrar konuştular. Sualler, cevap­ lar üst üste yağdı. Demokrasinin bu güzel gelişmelerinden, yurdumun -geçici bile olsa- uzak kalmasının acısını gönlümün derinliklerinde duy,

216


dum. Birbirleriyle alabildiğine çelişen görüşlerin, medeni biçim­ de, kavgasız nizasız tartışılması da ayrıca d ikkatimi çekti. Gurbet ellerde beni ziyadesiyle etkileyen bu duygulanmın baskısıyla ba­ zı görüşlerimi bildinnekten kendimi alıkoyamıyorum. İ şlerinizin çok, vakti nizin sınırlı olduğı.ınu biliyorum. Ama büyükannem ; " M alumun kötüsü olmaz," derdi. İ stedim ki, bunla­ rı duyasınız. Arlu buyurursanız okumak zahmetine katlanırsınız. Yararlı olmayacağına peşinen karar verirseniz, hiç gözlerinizi yonnazsınız. Muhterem Paşam, Genci görünüş, eski si yasi partilerin, eski kadroları ve z.i hni­ ycLiylc canlanmasından kaygı duyulduğu intibamı veriyor. Böyle bir endişenin gerekçesini ve kaynağını tartışmak istemiyorum. Bunu bir realite olarak görüyorum. Yalnız şunu düşünüyorum, acaba, istesek bi le, eski partilcıi aynen ihya etmem mümkün mü­ dür? Demokrat Parti'nin yerine geçtiği iddia olunan Adalet Partisi, eski Demokrat Parti'nin tıpatıp eşi miydi? Şüphesiz ki hayı r ... Bir­ kere bugün kurulacak yeni bir partinin, kadro bakımından eskile­ rinin a ynı olması, yasal olarak getirilen yasaklar yüzünden müm­ kün değildir. Zaten ölenin yerine onun tıpkısını koym ak, muhal­ dir. Ancak, benzeri ni bulabili rsiniz. Adalet Partisi taraftarlarına bugün hitap edecek yeni bir siyasi parti de böyle olacaktır. Yeni partinin eskisiyle ortak yanı , olsa ol­ sa, savundukları ana i lkelerin çoğunun benzemesinden ibaret ka­ lacaktı r. Bu hal, siyasi parti lerin kadrolarda değil, seçmenlerde devamıdır. Eskiden Adalet Partisi'ne taraftar olan milyonl arca seçmenin, partileri kapatıldığı için taşıdıkları ana fikirleri , inançlarını , terk etmeleri düşünülemez. Seçmen, kendi hedeflerinin hangi parti ta­ rafından korunduğunu, hangi dev i rde hayat şartlarının i yileştü1ini çok iyi bilir. Adalet Partisi'nin savunduğu ana ilkelerin bugün için de ge­ çerli olduğu görüldüğüne göre, endişenin fikirlerden ziyade şa­ hıslardan geldiğine hükmetmek gerekecektir. Ben de bu nokta 217


üzerinde durmak istiyorum : Demokrasilerde, kanun ve nizam ların yanında, geleneklerin de büyük önem taşıdığı bir gerçektir. Türk demokrasisinin olumlu geleneklere yeterince kavuşabildiğini iddia etmek henüz müm­ kün değildir. Toplumlar, birleşik kaplar gibidir. Her cemiyetin, yönetimi, anayasa organlaıı, partileri, yargısı, basını birlikte geli ­ şiyorlar. Türkiye'de bu kuruluşların hepsinin mükemmel, sadece parti­ lerin ve siyasetçilerin kötü olduklarını iddia etmek, insafa sığ­ maz. Her kesim birbirinin hizasında duruyor. Elbette k i siyasile­ rin de kusurları olm uştur. 1 2 Eylül'den sonra da olmaktadır, bun­ dan sonra da olacakı ı r. Durumu, toplumun bütün organlarıyla bir­ l ikte değerlendirmekte yarar vardır. Güç günler yaşıyoruz. Daha da güç günlerle karşılaşmamız mümkündür. Parlamenter hayata geçilse bile, her şeyin birdenbi­ re toz pembe olması mümkün değildir. Özel teşebbüs ve sermaye ürkek ve çekingendi r. Bir müddet i htiyat ile beklemeyi tercih edecektir. Türkiye'nin ancak bir askeri idare altında yaşaması mümkün veya mutlaka lazım olduğu imajını içte ve dışta yaratacak davra­ nışlardan çekinmemiz gerektiğini sanıyorum. Bütün kuşku ve kaygıların, eski Adalet Partisi yöneticileri veya mensupları üze­ rinde toplandığı intibaı, yaygın hale gelirse, toplumun büyük bir kesimi hayal kırı klığına uğrayacaktır. Birlik ve beraberliğe, barışa bugün her zamankinden çok muhtacız. Rahmetl i İ nönü, "Siyasi mahkumiyetlerin hepsinde bir hak tcreddütü vardır. Siyasi mahkumlar, milletin yansı indinde hain i se, diğer yarısının gözünde kahramandırlar. Bu duygulan körük­ lemekte yarar yoktur. Banş lazımdır" derdi. Barı ş ın anahtarı bugün ellerimizdedir. Ben, yetmiş beş yaşını geçtim. ikbalin de, kahnn da zirvesinde yaşadım. Yassıada'da, Balmumcu'da aylarca sorgusuz sualsiz günler geçti. Bir eyyam da Çanakkale'de oturmaktan ne yüksünür, ne yılla­ rım. Alınan tedbirlere bir diyeceğim, herhangi bir i steğim yoktur. Türkiye'nin bugünkü derdi, şahıslar meselesi değildir. Gelin, bir218


birimize inanalım , güvenelim , yaklaşalım. B undan bütün m illet memnun kalacak ve vanlmak istenen hedefe daha çabuk ulaşmak kolaylaşacaktır. Takdir sizindir. Uzun maruzatım la hem vaktinizi aldım, hem de belki hoşunu­ za gitmeyecek şeyler söyledim. Mazur görüleceğini ümit eder, saygılar sunanın . İ .S.Ç."

219


Yİ R M İ A LTINCI B ÖL Ü M

B u meklubu gönderdikten sonra aradan bir yıl geçer ve Çağlayangi l , Evren'i arar. .. - İ kinci meklubu yazdıktan bir yıl sonra vaziyetin kötüye gitti­ ğini hissediyordum. Kendisinden randevu talebinde bulundum. Yaveri rahmetli Cevat Erten hayattaydı . Kendisine lelefon ede­ rek görüşmek isledim. On dakika sonra Sayın Evren beni aradı . Görüşmek isleğimi yineledim. -Konuşmamız ne kadar sürer? -Benim söyleyeceklerim bir saatte biler. Sizin söyleyecekleri nizi bilemem. -Takvimime bakayım , size haber veririm, dedi. Ü ç gün sonra eşi öldü. Dcmirel'lc birlikle camiye giuik. De­ mirel, ben, Sadetlin Bi lgiç. Kendisine cami avlusunda başsağlığı diledik. Üzgündü. Ne o, ne ben randevudan söz açmadık. B i r iki gün sonra da Yugoslavya'ya gitti. Dönüşünde çağırmadı. Top on­ da kaldı . ·

Hata bekliyorum. 220


Çağlayangil Evren'e yazdığı üçüncü mektubu Zincir­ bozan'daki ikamet günlerinde kaleme alır. Çağlayangil i n Londra'dan dönüşü ve Zincirbozan'a in­ tikal edişi anılarında önemli bir yer alı r. Kendisi yurtdışında i ken gelen tutuklanma haberi karşı­ sında hiç tereddüt etmeden yurda dönme kararını verir. Yurtdışında kalabilmenin tüm koşullarını düşünmez. "Ne olacaktı ve bize neyin hesabını soracaklardı" <ler. Alabildi­ ğine güvenlidir. Ça�layangil Türkiye'ye dönüş ve Zincirbozan'a gidişini dı: şöyle anlaLıyor. ,

'

-Londra'dan uçağa bind im. Swissai r Havayol ları'nın bir uçağı ile Türkiye'ye gel iyorum. Uçak Yeşilköy'e geldi. Uçaktan inece­ ğim zaman bi r korgeneralin yaveri ile beraber uçak alanına geldi­ ğini gördüm. Türkiye'ye gel ir gelmez doğruca Zinci rbozan'a gön­ derileceğimi zanncllim. Uçağın kapısında beni karşılayan korgeneral elimi sıktı. " Hoşgcldiniz Çağlayangil dedi. Ben bana bir şeyler söyleyeceği­ ni bekledim. Paşa anladı. ''. Benim hocam yurtdışındaydı onu kar­ şılamaya geldim" ded i . Ben de durumu anladım, veda cllim. Oto­ büse gittim, otobüsle term inale geldim. Eşyalarımı beklerken bir sivil geldi yanıma. Meydan Emniyet Müdürü olduğunu söyledi. Beni şerc i" salonuna davcı eni. Ben te­ şekkür etim. Gitmek istemediğimi, eşimin ve kızımın çıkışta bek­ lediğini söyledim. Pol is meınuıu kulağıma eği lerek, "Kapıda ga­ zeteciler var. Temasınız ar1.u ed ilmiyor. Eşinizi ve kızınızı da şe­ ref salonuna aldık. Gelmenizi rica ederi m . " " Bavullanm var, de­ dim. "Onlan da biz aldın nz" dediler. Bir şeyler olduğunu sezdim. Arabaya binerek ap rondan şeref salonuna gittim. Karşılayıcılanm oradaydılar. Bana orada bir kağıt imzalatarak kırk sekiz saat içinde Zincirbozan'a gitmem ge­ rektiğini tebliğ ettiler. Ertesi günü partili arkadaşlanm kızı m , hep beraber Zincirbo­ _ zan'a gittik . Zincirbözan'a akşamüstü vardım. B aşta Demirel ol11

11

221


mak üzere hepsi beni bekliyorlardı. Kapının gerisinde bir kınnızı çizgi çizilmişti ve dostlarım be­ ni orada bekliyorlardı. Etrafta tel örgü ve kurt köpekleri vardı.

Zincirbozan Günleri Zincirbozan'a getirilen Adalet ve Cumhuriyet Halk Partililer­ le öpüştük. "Ne biçim emniyet nezareti, siz burada bayağı hapis­ siniz" dedim. Sayın Demi rci, " Yorgunsundur, kahve içerken an­ l atırız" dedi. Civarda kamp komutanı ve subaylar vardı. İçeri gir­ dik. Orada uygulamanın hapishaneden farksız olduğuntı öğren­ dim ve gördüm. Oradan Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı'na şu yazıyı gönderdim. "M illi Güvenlik Konseyi Başkanlığı'na sunulmak üzere Ça­ nakkale ili Sıkıyönetim Komutanlığı'na, Çanakkale 20 Hazi ran 1 983 tarihinde yundışından Türkiye'ye döndüm . Havaalanında bir emniyet görevlisi Milli Güvenlik Konseyi'nin 79 sayılı kararını ve 24 saat içinde Çanakkale Sıkıyönetim Komuıanlığı'na başvum1am lüzumunu bana tebliğ etti. 79 sayılı kararın beni ve diğer 15 kişiyi ilgilendiren bölümü ikamete tabi olma halini hedef almaktadır. İ fadesi şöyledir: "Anayasa'nın geçici 4. maddesindeki hüküm gereğince siyasi partilerle herhangi bir şekilde bağlantı kurması ve bir siyasi parti­ nin kuruluş çalışmaları içinde bulunması yasaklanan eski m illet­ vekili ve senatörlerden, bu hükme uymayanlar, Çanakkalc'de Sı­ kıyönetim Komutanlığı nezareti altında ikamete tabi tutulacak­ lardır." B u cezaya çarptırılmış olanlar, geçmişteki durum ve tutum la­ n siyasi eylemleri, birbirinden çok farkl ı kimselerdir. Ortak bir suç işlemeleri muhaldir. İ çlerinde siyasi partilerle bağlantı kur­ m aları ve partilerin kuruluş çalışm alarına katılmaları yasaklan­ m ayanlar vardır. Aynca isnad edilen fiilin ne zaman ve ne biçim­ de i şlendiği açıklanmadığı gibi, konu i le ilgili bir soruştunna da öngörülmemiştir. Anayasa ve özel kararlarla serbest bırakılan si­ yaset çalışmaları vesile i ttihaz edilerek, bu 1 6 kişiye toptan mef­ ruz veya meçhul bir suç yöneltilmiş ve görünürde ikamete tabi tu·

222


tulma adı altında hepsi yargısız, süresiz, savunmasız bir biçimde hürriyetlerinden mahrum ve i htilattan memnu bir hale sokulmuş­ lardır. Açıkçası sürgüne gönderilmişlerdir. Aslında bu cezaya çarptın lanlann suçlu olup olmadıklarının araştınlmasırun gereği de yoktur. Çünkü bu karar özü bakımından her türlü hukuki dayanaktan yoksundur. Yetki dışı alınmıştır. Her yönü ile keyfi bir tasarruftur. Geçerlilik taşımamaktadır. Adaleti rencide etmiştir. Bu karan verenlerin tasvip, tadilinden geçmiş ve halk oyla­ ması ile yürürlüğe girmiş yeni Anayasa'da, "hiçbir makamın ken­ disini yargı yerine koyamayacağı, ona ait yetki ve görevleri üstle­ nemeyeceği" açıkça gösterilmişti r. Anayasa hükümlerinin "rütbe ve sı falı ne olursa olsun bütün makam lan ve kişileri bağlayacağı" belirlenmiştir, ami r hüküm haline getirilmiştir. Anayasa'nın Milli Güvenlik Konseyi'nce geçici olarak yürürlük dışı tutulan madde­ leri arasında 79 sayılı kararda yazılı fii l dahil değildir. Bu itibarla, kararda yazı lı suçun işleni p işlenmediğini tahkik, işlenmiş olsa bile tecziye görevi münhası ran yetkili yargı organlarının işidir. Milli Güvenlik Konseyi kendisini "Türkiye Büyük Mi llet Meclisi " yerine koyarak ve onun yetkilerini kullanarak da böyle bir karara gidemez. Çünkü Mili i Güvenlik Konseyi'ne özel kanun­ la verilen yetki, feshedilen Türkiye Büyük Millet Mecl isi'nin yet­ kileridir. Konsey'in Anayasa'yı resmen tadil hakkı ise yalnızca 1 96 1 Anayasasını hedef almaktadır. Esasen hiçbi r yasama organı, yargı yetkisi ile kendisini teçhiz edemez. Eğer Konsey kendisini m üstakbel Türkiye Büyük M illet Mec­ lisi yerine koyar ve bugünkü Anayasa'yı tadile yetkili olduğunu iddia ederse o zaman ne referandum, ne seçimlerin manası kal­ maz. Millet i radesinin üstünlüğü onadan kalkar. Esasen Türk Milleti'nin, i radesine arL olunan yeni Anaya­ sa'nın Milli Güvenlik Konseyi tarafından istenildiği zaman değiş­ tirilebileceği referandumdan önce söylenmiş değildir. Aksine, bu Anayasa'ya kefil olunmuş, harfiyen uygulanacağı her vesile ile te­ yit edilmiştir. Milli Güvenlik Konseyi i htilal gücüne ve şartlarına dayana223


rak da böyle bir karara varamaz. 1 2 Eylül'ün üzerinden 3 yıl geçti­ ğini, yeni Anayasa'nın halk oylaması ile yürürlüğe girdiğini ve ar­ tık ara devrin sonuna gelindiğini unutsak bile, kuvveti elinde tu­ tanların kendi kendi !erine her türlü yetkiyi bahşetmeleri, dilerler­ se insan hak.Janna, adalete aykırı veya keyfi işler yapabilmek imkanına da sahip olacakları anlamına gelemez. Görüşlerimizi özetlemek gerekirse, "Zincirbozan" olayında, suç da, suçlu da, ceza da i cat ve i hdas edilmişti r. Hal böyle olunca 79 sayılı kararda adlan yazılı olanların niçin tutuklu veya sürgün bulundukları sorusunun cevabı yoktur. Milli Güvenl ik Konseyi bugün devleti temsil etmektedi r. Devletçe veri len kararlara saygılı olmak kadar, bu kararların dev ­ let ağırlığını ve adaletini taşıması lüzumu da aşikardır. Başvurumuz bir isteğe bağlı değildir. Ne var ki, kişisel görüş­ lerim izle hukuk dışı bulduğumuz, aynca adaletle bağdaştırama­ dığımız 79 say ı 1 ı kararın içinde olmamızın, cezanın da, kararın da yanında oldu ğ u m uz anlam ına gelmeyeceğini bcli nmek i htiyacı müracaaumızın sebebi olmuştu r. Saygı larımla İ hsan Sabri Çağlayangil Adres: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Zincirbozan As. Ü ssü, Çanakkale"

224


Y İ RM İ YED İ NC İ B Ö L Ü M

Ça,tt l a yang il Evrcn'c Zi nci rbo za n dan L ah l i yc cdildik­ Lcn sonra gelişen bazı olaylar üstüne dördüncü mekLubu y azm ak zorunda kalır. Ç ağlay angil dördüncü mekLubun yaz ıl ı ş ı n ı da şö yle yazıyor: '

Zi ncirboz an tta yd ı k . Şimdi rahmell i oldu, Doğan isminde o zam an partil i bir a rk adaş ımı z Süleyman B e y i z i yaret elmiş. Almanya'ya gideceğini ve resmi makam salı i pl cıi yl c de görü­ şeceğini, bu arada Alman D ı şi şl c ıi Bakanı 1-l ans-DicLıich Gens­ clıcr'i de ziyaret edeceğini söylemiş. Dem irci Genscher'e bir me­ saj göndennenin uygun o la cag ı n ı i fade eni. Genscher, son defa zi­ yaretimde evime gelm iş aynı sizin oturduğunuz yerde olurmuş ve ban a olup bilenleri sormuştu . Dert leşm i şti k Doğan g el di kendi ­ sine Genscher'e n ak l e tm e si için şunlan söyledim: " 1 2 Eylül'ün ve demokrasiye yeniden geçişin bizim işimiz ol­ duğunu size söylemiştim. Niçin yaptınız demek kadar, i yi yaptı­ nız demenin de içişlerine müdahale olduğu kanısındayım. Halbu­ ki Yon Hassel buraya gelip gidiyor (eski Alman Savunma Bakanı) '

.

,

225


Sayın Evren'le temas ediyor, 1 2 Eylül'ün çok iyi yapıldığı hakkın­ da gazelecilere demeçler veriyor. Benim düşünceme göre, "Niçin yaptınız'!" demekle, "Çok iyi yapLınız" demek arasında fark yok­ tur. İ kisi de içişlerim ize müdahaledir. İ yi yaptınız derseniz sonu diktatörlük olur. Zaman beni haklı çıkan r. " Do ğan B e y Al ma nya'ya gitli. B i z Zincirbozan'dan tahliye edi ldik. Tahl iyeden iki gün sonra Yalova'daki evime bir albay geldi. Albay bana Al ma ny a'da çıkan D er Spiegel dergisinde 3 Ekim 1 983'te y ayın l an an m a ka l e y i yazıp yazm adığımı sordu. Ben de ge re k l i ceva p l arı verd i m . A radan aylar geçti. Televizyonda Sayın Evreıı'in, " Bizi ju rn a ll e yenle r var" d i ye lxışlayaıı ve beni hedef alan konu şm as ı na karşı şu cevabi mektubu yazdım : "S ayın Cumhu rbaşkanı, Zinc irboz an 'da n ay rıldığ ım d an bir iki gün sonra, Yalova'daki evime, İ s t an bu l S ı k ıyö ne l i m K om uta nl ığı ' n da gö rev l i olduğunu i fad e eden bir Sayın Al bay geldi. Federal A lmanya Dışişleri Ba­ kanı'na gönd e rdi ğ i m iddia olunan ve 3 Ekim 1 983 tari hl i Alman­ ca Der Spiegel dergisinde yayınlanan bir mektubun Türkçe te rcü ­ m e s i ni o ku y a ra k, bunun tarafımdan yazılıp yazı lmadığını sordu. Olayın bir soruşlumıa konusu mu yapıldığını kendisinden öğ­ renmek i s ted i m . G örev in i n , i şi n aslını tahkikten i baret olduğunu s ö y ledi . Böyle bir m ektu p l a i l gi m olmadığını kendisine -isteği üzerine- yazıl ı olarak beya n e tti m . Bu ol a yı i zl eye n g ünl er içinde, söz konusu mektubu ima eden ve ş a hsımı hedef alan bazı te l ev izyon konuşmalarının yapıldığını eş, d ost sö y ledi l e r. Gazetel erde özetlerini gördüğüm bcy an la r­ Jan, y ap ı lan s uç l am a l a rı n b an a y önelti l d i ği anl aş ı l ıyord u . Fakat işin aslı nı Lam ayrımılanyla ö ğrene med im . 27 Ekim 1 983 tarihinde Ankara'ya döndüm . Bana, gazeteci­ l e rl e ya pı lan sohbet toplantısıyla i l g i li bilgiler naklcuiler. Tele­ v izyon konuş m al a rı n ı n da meti n le ri ni elde eltim. Aslına uygun olduklarına kani ol d uğ u m aşağıdaki beyanlar dolayısıyl a zatı­ devlctlerini tasdie mecbur kalıyorum : "Başka ülkelerin başbakanlarına, bakanlarına, askeri yöne­ tim aleyhinde mekLUp yazı yorlar, yazmadık diyorlar. 226


Baransel'e sorun. B ana sorun." "M aalesef i ç güçlerle dış güçler işbi rl i ği halinde oldular. Ne acıdır ki, devletin en yüksek m ak am ına k adar yükselmiş devlet adanılan, dış ülkelerin bazı devlet adam l a n ndan yardım dilendi­ ler. Bizimle uğraşıl ması , Türk iye'ye yapıl acak yardımlann kesil­ mesi , Avrupa Topluluğu'ndan çı kan iması için de elleriden gelen gayreti sarf etlil er." " Esas üzücü taraf, devlet kademelerindeki bazı hain kişileri n d e bu m ihraklara yardım etmesid i r. " " Dı ş m ihrakl ara mektup yazm anın manası , memleket in içeri ­ sinde kend i l e rinin yapam ad ı k l a rı bi r şey i . d ı ş ü l keler v as ı ta sı y la y apt ı nn ak ıı r. A ı:.ııürk'ün Kurtuluş Savaşı'nı başlanığı zaman, bunu Valulet­ ı i n' in de yapı ığ ı nı biliyorsunuz. Onlar da İ ngi l izlerden, Fransız­ lardan ya rdı m be k l ed i . " Sa y ı n C um h urbaş k anı , Ancak , kend i çıkarl:.ırı için yurdunun yüce yararlannı hiçe sa­ yan ha i n l e re yönel Li lmesi caiz olan bu s u ç ! am alara her kim ıııulıa­ ıap o l u rsa, ona , kend ini savunma hakkı doğar. Ü stü kapal ı, bazen de açık imalann hedeli ben olduğuma göre , savunma hakk ım doğ­ m u ş t u r. Ne yazık ki, günün şanları , benim konuşma imkanı mı yok tlcnecek kad a r sını rlamı ş t ı r. Ne telev i zyonda cevap verebi l i ıim, ne b i r beyanda bulunabi l i ri m , ne de görüşlerim i yayın yol u y l a ka­ muoyuna duyurabi l i rim. Elimdeki tek imkan, kendimi size karşı savunmakt ı r. Onu yapıyorum. Sayın Cu m h u rhaşk aııı ,Ev i me gelen S ay ı n A l baya d a söyled i ­ ğ i m gibi , Der Spiegel dergisinde bana iza le ed i lerek ya yın lan a n mektubu ben y azmad ı m . " Hem yazarlar, hem yazm adık derler" suçlaması benim hakk ı mda söylenemez. Yabancı l a n askeri yönetim aleyhine tahrik etmek, kendimin yapamadığı şeyleri onlardan beklemek veya yardım dilenmek, ak lımın köşesinden geçmez. Bazı si yasetçileri Çanakkale'de ikamete memur etme kararı­ nı, ben yu rtd ışında öğrendi m . Kendi arzu ve ihti yanmla, arkadaş227


lanmdan yirmi bir gün sonra Zinci rbozan'a i ltihak ettim. Böyle bir niyetim olsaydı, koşar gelir miydim? Veya yundışında geçen zamanı bu maksat için kullanamaz m ıydım? Zürih'ten zatıdevlet­ lerine gönderdiğim mektubun bu konuyla ilgili bölümünü aynen nakletmeme izninizi rica ederim: "Ben, altmış beş yaşını geçtim . İkbalin de, kahnn da zirvesin­ de yaşadım. Yassıada'da, Balmumcu'da sorgusuz sualsiz günle­ rim geçti. Alınan tedbirlere bir diyeceğim, herhangi bir isteğim de yoktur. Bir eyyam da Çanakkale'de oturmaktan ne yüksünür, ne de yılanın." Bana mektubu yazıp yazmadığım değil, içindeki görüşlerle ilgili düşüncelerim sorulsaydı, cevabım başka türlü olurdu. Alman Dışişleri Bakanı ile l 2 Eylül'den sonra, bi rçok defalar görüşmüşüzdür. Kendisine, " B atılı müuefikleri mizle onaklığı­ m ızın özünü, demokratik düzene bağlılık teşkil elliğini , kendile­ ri ni sadece bu nokta ilgilendirebileceğini, bugün Türkiye'de mev­ cut li ili durumun geçici ve demokrasiye dönüşümüzün kaçınıl­ m az olduğunu, içişlerimize dışardan kanşılm :ısını istemediğimi­ zi , Silahlı K uvvetleri mize bu işin neden yapıldığını sormak ne ka­ dar yersizse, iyi yapıldığını söylemenin de bi ıinciden farksız gö­ rüldüğünü, içişlerine bir müdahale sayılacağı "nı izah ettik. Zaman zaman da, "kendilerinin nasıl hareket etmelerinin uy­ gun düşeceği" hakkındaki fikri miz sorulurdu. Ona da, "Ordunun millete ait olduğu, Türkiye'yi zaafa uğratacak her türlü harekeuen i tina ile kaçınılması gerekeceği " cevaplarını verirdik. B izim eleştirilerimiz, kendi devletimizin aleyhine değil , Ba­ Lılılann hatalı davranışları üzerinedir. Gidişatla mutabık olalım veya olmayal ım, kendi ordumuz aleyhinde bir tutumumuz ola­ maz. Bugünkü yönetimin felaketle karşılaşmasının memlekete m utluluk getinneyeccğini idrak edecek kadar tecrübemiz vardır. Bize göre doğru bulmadığımız bir durum karşısında, herkesten evvel, zaudcvlctlerine başvurduğumu hatırlayacağınızı umanın. ı 8 M art ı 98 l tarihinde, Genelkurmay B aşkanlığı makamında sizi ziyaret eltim. Söylediklerimin özetini de bir not halinde tak­ d im etmiştim. 12 Hazi ran 1 983 tarihinde Zürih'ten gönderdiğim mektupta 228


düşüncelerimi açık yürekle arz ettim. Ben, nasıl Türkiye'ye Y'!Pl­ lan yardımların kesilmesine, ülkemin Avrupa Konseyi'nden atıl­ masına ç al ışabiliri m ? Yunanistan'ın Avrupa Konseyi'nden ihracı kararını, Türk Dışişleri Bakamolarak ben önledim. İ ska nd i nav ül­ ke l eriyle Albaylar Cuması'nın temsilcileri arasında arabulucu­ lukyaparak, isti fa yo l uyla ayrılmalarını -zamanın saatlerle ölçülü olmasına rağmen- ben sağ ladım . "Bizimle uğraşıyorlar, iç güçler, dış g üçl e r i ş bi rl i ğ i halinde çalışıyorlar" suçlamalarına muhatap olm ayı hak lı gösterecek bir durumum yoktur. Sayın Cum hurbaşkanı, Seçim e sokulmayan bazı siy as i partilerle, geniş ölçüde uygu­ lanan aday vetolarından anl aş ı l ı yo r k i , 1 2 Eyl ül'iin so ru m l u luğ u , daha zi yade, o zam ank i, siyasi parti lerle yönetici lerinin uhdesin­ de kalmaktadır. Eski pani ler vc bazı eski pol iti kac ı l a r, tek ra r s iy ase t sahnes in d e gö rü l ürle rse , meın leke tin ye n ! bad irelere sürük l cnc ceğ i , adeta sabit fikir hal ine gel iyor. Yeni parlamenter hayatın hiç olmazsa bir seç i m devresi i ç i n devlet organlarını n yakın murakabesi al tın­ da tutulmasına ihtiyaç duyulduğu s ezi l i yo r. Önümüzdeki devrede, bütün siy a si partil erin rej i m i yo zl aştı ­ racak davranışlardan kaçın m aları, açıl an yaralaıın sarı l masına yardımcı olmaları , cu mhuriyet ve demokrasi için işbirliği yapma­ l arı , elbette k i , çok lüı.umludur. Bunu sağlayacak ihti y at tedb i rle­ rinin al ınması da gerekl i d i r. Ne var ki, halen uygul amaya konulan kısıtlamal arda bana göre, i frata kaçı lm ış, sıkınıılı durumlar yara­ tılmıştır. M i lyonl arca seçmen, sandı k başında arad ığına de ğ i l , bulduğuna o y vermek ı.orunluğuyla karşı karşıya b ı rak ı l ınışıı r. Zatıdcvlcı leıine bu maruzatı, 4 Kasım Cuma günü hazırlı yo­ rum. Oy verme zamanı saatlerce ölçülecek kadar yak ı n l aştı. Bu se­ çimin özelliğini, önem ini anlatmaya haccı var m ı ? Ona rağmen, ben hay atı m da böyle alaka duyulmayan seçim görmedim. Yurt­ taşla, siy asi yaşam biçimi arasında bir soğukluk, bir mesafe, bir yabancılaşma peyda olm uştur. Ortalıkta ne şevk vard ı r, ne heye­ can! .. Bu hal i , rejimin geleceği için tehlikeli görü rü m . ­

229


Biz, hiçbir zaman, " Kızı kendi haline bırakırsan, ya zurnacı ya varı r ya dav u lcuya yargısının, Türk m illeti için uygul anmasın­ dan yana olmadık. Beş bin yılı aşkın zamandır devlet idare et­ mekLen kazandığı aLavik Lecrübe ve sağduyu sayesinde bu m ille­ Lin, her güçlüğü aşacağına inancımız vardır. Bunu, zaman zaman zatıdevleLleri de tekrarlamaktasınız. Hal böyle i se, seçme, seçilme konusunda alınan sıkı kısıtlamalarla, m il leLe olan bu güven, nasıl bağdaştı n lacaktır? Demokrasinin, bir okumuşlar yönelimi, devlet idare etmenin bel irli bir zümrenin işi okluğuna hiçbir zaman inanmamışızdır. İngi lLere'de demokrasi ye rl c şl iği zaman, halkın okuma yazma oranı yüzde on dörllü. Bize göre, selamet yolu, rej i m i kısnlamalardan anndııınak, m i lleti serbcsL bı rakm aktır. Halkın hür i rade ve karanyla kurula­ cak. i s Ledi ğ ini, d i led i ğ i şekilde seçebi lme imkanını verecek ve bu yol la, ü lkedeki bütün siyasi akım lan sinesinde toplayacak mille­ Lin hiçbir kesiminin temsilini eksik bırakmayacak bi r parlamen­ tonun, büLün dertlere köklü bi r çare bulabileceğine inanınz. Hangi yollarla olursa olsun, bunalımlardan sıynlmak, elbclte ki, bir zanıan ve s abı r işidir. Meclis içindeki siyasi şuur ile dıştaki eğilimler ters oranulı olursa, politik hayaumızın sarsılacağından e ndi şe ederi m . Devletin başı olarak zatıdcvleLlerinin böyle bir du­ rum u ar1.u eLmeyeceğinden eminim. Sayın Cumhurbaşkanı, Bu duygularımı, içimde hiçbir burukluk ve kompleks hisset­ meden sunuyorum. Ancak, inanmanızı isLediğim önemli bir hu­ sus var: Tam elli iki yıl evvel, İ stanbul Ü n iversites i Hukuk Fakülle­ si'ni biti rdi m Okuduğumu anlar, anladığımı yazanın. Pısınk ve beceriksiz olduğumu sanm ıyorum. O zam anlar, kamu hizmetini seçeceğime, geleceğimi özel teşebbüs alanında arasaydım, şimdi rahaL yaşayan bi r işadam ı olurdum. Yassıada'lan, Zincirbozan'la­ rı görmezd im. Kafam, inançlanm , bc:ni m illet yoluna itti. On beş senesi valil ikle geçen otuz küsur yıl , idarede çalışum. On dokuz yıl da, seçi m yol uyla senatpr olarak poliıikanın içinde bulundum. On yıl Dışişlcri Bakanlığı'nda kaldım. Senato Başkan"

.

.

230


lığı yaptım . Anayasa ve kader, beni aylarca Devlcl Başkanlığı'na götürdü. Ü ç padişah, yedi cumhurbaşkanı gördüm. B u uzun süre içinde adımın etrafındaki halenin kirlendiğini sanmıyoru m . Benden ne yal ancı çıkar, ne dilenci , ne de vatan haini ... İ nsarsız monologlarla bana yöneltilen bu sıfatları, Devlet Ba�kanı'na hele hakkındaki değer hükümlerini hala değiştinnek istemediğim Sayın Orgeneral Evren'e niçin yakışuramadıgımı anlatmak için sizi böyle rahatsız ettim . Beni anlayı�la kar�ılayacağının umuyor, saygı lar sunuyoru m . İ hsan Sabri Çağlayangil

23 1


Y İ RM İ SEKİ Zİ NC İ B Ö L Ü M

Cumhurbaşkanlığına vekalet eunem uzun sürdü. Vekilim ama, asil olan kimse yoktu. 6 Nisan 1 980'den 12 Eylül 1 980'e ka­ dar başkanlı k görevinde bulundum. Sistem, yeni başkan seçimi­ nin uzayıp gitmesine elverişliydi. Devlet Başkanlığı bizimle be­ raber boşalan Yunanistan Başbakanı'nı Parlamento'da çabucak seçiverdi. Onların usulleri bizimki gibi değildi. Sayın Korutürk'ün görevden ayrı lmasıyla boşalan Devlet l3aşkanlığı'na, Cumhu ri yet Senatosu Başkanı'nın veki llik etmesi Anayasa'ca öngörülüyordu. Ben, yasal yollarla bu makama gel­ m iştim. Alışılmamış biçimde görevi bırakmak zorunda bırakıldı­ ğım uzun süre içinde tarihlerin neler yazacağını merak ediyorum. " l3u zat devletin başıydı mı" diyecekler? Yoksa "Cumhurbaşkan­ lığı boştu" yargısına mı varacaklar? B i li nemez. Durumun ilk farkına varan "Milli Güvenlik Konseyi" oldu. " Yeni başkan seçilinceye kadar eskisi göreve devam eder" kaydı 1 982 Anayasası'na kondu. Seçim usulleri değiştiri ldi. Uzayıp gi­ den turlara son verildi . " Dört turdan sonra salt çoğunluğu bulan, başkan seçi lir, sona kalan i ki adaydan hiçbiri yandan fazla oy ka­ zanamazsa derhal erken seçime gidilir kaydı kondu. B ugün "der232


hal" sözcüğünün yorumu yapılıyor. Niye yasada "Şu kadar gün içinde erken seçim Y. apıl ı r" denı:ı:ı emiş de ·: derhal" denmiş. "Der­ . hal" ne demekmiş? Uç gün mü? Uç ay mı? Uç yıl m ı ? Meclis erken seçime karar vermezse ne yapılacakmış? Kanunda boşluklar var. Cumhurbaşkanlığı vekilliğinde bulu­ nanın başına bir hal gelirse ona k i m vekil olacak? Belli değil . Ya­ salar açıklam amış. Nisanda göreve başladım . Yazın sağlık nedeniyle yurtdışına çıkmak gerekti. Yekilimin kim olacağı belirlenmediği için ye­ rimde k a lm aya meeburoldum. O günlerde basında "Sakın öleyim deme Çağlayangil, bir emri hak vaki olursa koca ülke başsız mı kalacak? " diye yazılar çık m ay a başlamıştı. Bu sırada komenjan senatörleri nin yenilenmesi zamanı gel di. Yeni bir tartışma başlatıldı. Anayasa'da bu yetkinin vekil tarafın­ dan da ku ll an ı l ab ileceği ne ait hüküm yokmuş. Eleştirilerin sürüp g iıt iğ i dönemde, Sayın Ecevit'ten haber geldi. Beni gönnek i s t iyorm u ş . " Buyursun" dedik, geldi.

Ecevil, Ben i Yetkisiz Buluyor Aram ızda şu konuşm a geçti : -Kontenjan senatörlerini seçm em el isiniz Çünkü yetkiniz yok. S ayı n Demirci başbakanl ıktan çekilse, sıra size gelse, başve­ kili kim atayacak? O zaman k arş ı ç ı k acak mısınız? Memleket yö­ netimsiz m i kalacak? Başvekil atamaya yetkisi olan kontenjan se­ natörlerini seçemez mi? Onu da bırakalım. Allah gecinden versin. Bunalım olur da, yarın bu mem leket savaşa girmek zorunda kalırsa, kararı kim onay la y acak ? Düşman, silah elde yeni başkan seçilmesini bekler mi? Savaşa, başbakan atamaya yetkili bir vekil , kon tenj an sena­ törlerini mi seçemeyecek? Vakti gelince hepsi ni atayacağım. -Ya beşini birden Adalet Partisi'ndcn yana olanlardan seçer­ seniz! Senato'nun dengesini bozmuş olursunuz. Siz Adalet Partili­ siniz." .

-

233


-Adalet Paniliyim ama, Senato'ya başkan seçilince, yasaya uyarak Genel İ dare Kurulu'ndaki görevimden isti fa eltim. Yansız olmaya mecburum. K imleri seçeceğimi ne biliyorsunuz? Dediğiniz gibi Adalet Partilileri seçersem konuşma hakkınız doğar. Eleştirebilirsiniz. -Karannız mutlaka kontenjan senatörlerini seçmekse, niç ol­ mazsa devam etmekte olan panilerarası görüşmeleri bekleyin. Onlardan bir netice alamazsanız öyle seçersiniz. Bir süre ertele­ yemez misiniz? -Peki, panilerarası görüşmelerin sonunu bekleyeceğim. Öyle yaptım. O sıralarda partileri teker teker çağınp görüşle­ rini alıyordum. "Hepsini bir arada çağırsam, birbirlerinin ağzına bakarlar, konuşmazlar" diye düşünüyordum. Evvela teker teker düşüncelerini sormak, sonradan hepsini bi r araya getirmek i sti­ yordum. Amacım, ortak noktalan aramak, uzlaşma sağlamaya çalışmaktı . "Şu konularda berabersiniz, uzlaşmayı denemez mi­ siniz?" diyecektim. Kontenjan senatörleri seçimlerini haftalarca erteledim. Parti­ lerin hepsiyle tekertcker, sonra da birlik olarak görüşlilm. Baktım ki yanaşmıyorlar. Ben de senatörleri seçmeyi kesinleştirdim. Ev­ vela hangi meslekleri tercih edeceğimi belirledim . Bir politikacı, bi r asker, bir diplomat, bir yargıç, bir gazeteci seçecektim. Politikacılardan rahmetli eski başbakan Feri t Melen'i , asker­ lerden merhum eski Genelkurmay Başkanı Sem i h Sancar'ı , d i plo­ matlardan genci sekreter Haluk Bayülken'i, yargıçlardan Yargı­ tay eski Başkanı Sayın Cevdet Menteş'i, basından Ankara Gazete­ ciler Cemiyeti Başkanı Sayın Beyhan Cenkçi'yi tercih ettim. Hiç­ biri Adalet Panil i değildi. Çıt çıkmad ı . Yasa gereği, devletin en yüksek makamında altı aya yakın oturdum ama, nelerle karşılaştığımı bir de bana sorun! Başkanlı­ ğın değil , dönemin sıkıntısından. Terör her Allah'ın günü can yakıyordu "geliyorum" d i yen ayaklanma kol geziyor, Cumhurbaşkanlığı seçiminde şarkıcı ha­ nımlara oy çıkıyor, muhalefet zora çekiyor. Erken seçime şimd i ki gibi parlamento yanaşmıyor. Özetle herkes kendi havasında. Gö­ revini yapan yok. Kimse yerine ve yetkisine razı olmuyor. 234


Bugün "demokrasi uzlaşma rejimidir, 1 2 Eylül' den evvel uz­ laşıl saydı Cumhurbaşkanı seçilebilseydi , böyle olmazdı " diyor­ lar. Demokrasi, hoşgörü rejimidir. Doğru ! Ama kimse görüşünü değiştinnek istemiyor. O zaman ne yapılacak. "Demokraside zor yoktur" da doğru. Uzlaşma m ümkün olursa yapılır. " Anlaşma ol­ muyor" d i ye ille demokrasiyi askıya almak m ı lazım? Hani , Ho­ ca'nın meşhur hikayesi vardır:

Hoca ve Demokrasi Nasreddin Hoca'nın evinde yükte hafif, pahada ağır ne buldu­ larsa götünnüşlcr. Herkes kabahati Hoca'da bulmaya başlamış. (Yok kapı kapalı değilmiş ! " "Yok, vaktiyle pencerelere demir pannaklık yaptırılmamış! " B i r sürü laf. Hoca, oturduğu yerden birden doğrulmuş: "Hepsi iyi ama, demiş eve izinsiz girenin hiç mi kabahati yok?" Herkes olması lazım geleni yapsa. ortalık kına gibi un olur. Doğru yoldan şaşmamalı. Fikrim hiçbir zaman değişmiyor. Demokrasiyi en iyi seçmem savunur. Hem yöneticilere oy vennek, hem de onlardan şikayetçi olmak. Bu dilemma çözüle­ mez. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Türkiyc'de her zaman sancılı olur. Zaten yönetim biçimlerinin çoğunda, devlet başkanını belir­ lemek sorun yaratır. U fak tefek olaylar eksik olmaz. Adaylar ara­ sında alışılmamış tertiplere rastlanır. Onun i çindir ki, çağdaş de­ mokrasilere örnek diye gösterilen İ ngiltere'de krallık müessesesi hala yaşatılır. Tüm skandal lan na ve ağır masrallanna rağmen H a­ nedan baştacı edilir. Pratikte bi r protokol görevinden başka bir şey olmayan bu kuruluş, kendine özgü kurallarıyla işler durur. Tek parti devrinde Türk i ye Cumhuri yeti'nde bir başkan soru­ nu yoktu. Atatürk'ü ebedi, İ nönü'yü milli şef bellemiştik. Günü geldikçe seçerdik. Demokrasiye geçince işler değişti, aynı kişinin bir defadan fazla seçilemeyeceği kuralı yürürlüğe girdi. Biz de sancılanmaya başladık. 235


(ağlayaıı;:il Rayülkcn ilı:


Türk devletinin beşinci cumhurbaşkanı rahmetli Cevdet Su­ nay'ın yasal süresi dolunca da sorun çıktı. Yak ı n tarihimizdeki olaylan çabuk unutuyoruz diye bir kere daha anlatıyorum. Orge­ neral Faruk Gürler, Genelkunnay Başkanlığı'ndan, kontenjan se­ natörlüğüne geçti. "Cumhurbaşkanı olmaya geldim. Beni seçmeye mecbursu­ nuz" dedi. Parlamento emir dinlemedi. Orgenerali ortada bıraktı. Günün siyasi şartlan, Senatör Oramiral Fahri Korutürk'ü devletin başına getirdi. 7 Nisan 1 973'te seçilen Korutürk'ün dönemi hareketli geçmiş sayılır. İ stikrarsız bi r devir yaşıyorduk. Başkanın ömrü, memle­ keti hükümetsiz bı rakmamak için harcadığı çabalarla geçmiştir. Genel seçimleryakındı. İ lk önce partisiz bir kişinin başkanlığında hükümet oluştµrm ayı uyt,,'U n buldu. Melen kabinesinde Ticaret Bakanlığı yap'mış olan Sayın Naim Talu'yu başbakanlığa getirdi. İ ki yardımcısı vardı . Biri AP'den Sayın Nizamcuin Erkmen, öbü­ rü CHP'den Sayın Kemal Satır'dı. Talu kabinesi, büyük ölçüde parlamentoya dayalıydı. Dışarıdan Devlet Bakanı Sayın İ lhan Öztrak ve Dışişlcıi Bakanı Sayın Haluk Bayülken'le desteklen­ mişti. Ekim ayı geldi. Genci seçimler yapıldı. Sonuçlar umulandan farklı çıktı. CHP 1 8 5 , AP 149 milletvekil i getirmişti . Demokratik Parti 45 milletvekiliyle AP'yi bölmüştü. Bu yeni partinin oy oranı yüzde l l .9'du. Hükümet kurulmasında zorluk vardı. İ lk önce Sayın Ecevit başbakanl ığa getirildi. Partiler CHP ile koalisyon yapmaya ya­ naşmadılar. Sonra Sayın Dem irci başbakan seçildi. O da Demokratik Par­ ti'nin inadı yüzünden başarılı olamadı. Beş ay bu hocalamalarla boşa geçti. Sonunda CHP - MSP koalisyonu oluşturuldu. B üyük ümitlerle başlayan bu kabine Kıbns Barış Harekatı'nı yapmasına rağmen yaşamadı. 1 7 Eylül 1 974'te Sayın Ecevit çekildi. Yine bu­ nalım başladı. Sıra, Milli Cephe denilen hükümetlcre geldi. Niha­ yet Sayın Korutürk'ün günü doldu. Çankaya'dan aynldı. Senato'nun Başkanı olarak Anayasa gereğince Cumhur237


başkanlığı Vekilliği'ni üstlendiğim zaman görev im i n uzun süre­ ceği anl aşılmıştı . Ortaya çıkan adaylann hi ç bi ri çoğunluğu sağla­ yamıyordu. Partilerin aday göstem1eleıini zaten Anayasa yasak l ı yo rdu CHP, Millet Mecl isi'nde en çok üyeye sahip olduğu için, eğer bir partili seçi l cce k:s e onun kendi arasından tercih edi l mesi ­ ni i sti yord u. AP is c'cum lıu rba şkan l ı ğı seçimi n i n Parlamcmo soru­ nu ol d u ğunu ve kendisin i n Sen at o d a çoğ un lukt a bulunduğunu (iy l üyo rd u . Günün siyasi şartlan uzlaşmaya gidilmesini m ümkün k ı l ın ı yo rd u . Seçim turları n ın sürü p g i deceğinin anlaşı ldığı sıral arda bir gün, dışişlcrindc beraber çal ı şt ı ğ ı nı yakın dostum, o zam anın Cumhurbaşkanl ığı Genci Sekreteri Sayın Haluk B ayülken geldi; "Genc i Sek rete rl i k mü d ü r ve şc llcri s i z i n le tanışmak istiyor. A i leniz Yalova'da. Evinizde yalnız oturu yorsunuz. H a rta sonl a n kendileri n i yemeğe çağ ı nn ak istemez m i s i niz? Köşkün bahçesi bu i ş için en u ygunudur" dedi. Zaten cumancsi günleri arkadaşl arı m ı d avet ediyord u m . Razı oldum.Pazar g ü n leri de nıcmurlannızla yemek yeriz ded i m B i z program u y g u l am a y a başlad ı k . Cumartesi ve pazar g ü nle­ ri de boş o l muyord u k . B i r g ü n Sayın Bayül ken yine geld i : " B u yemek lerin masrafl a rını s i z ödüyomı uşsunuz. Yeni öğrend i m . Bütçede ziyafet talısisau v a r, oradan ödenir. Aşç ı ya pa­ ra venneyin" ded i . " B u ziyafetler resmi değil k i ! " " N asıl ol maz? Tanışma yemeğ i . " B e n Yassıada görmüşüm. A l ı ş m ı ş old uğum gibi yapacağ ı m . " B ütçeden ödemek i stem i yorsanız c m ıi ni zdc örtülü öd e nek var. Oradan öde riz." Israrl ara dirend im . İ stanbul'a d ip l om a törenleri iç in gi LLiğim­ de Flo rya Köşkü'nün yemek masrafl arını da ve rd i m . Sonradan 1 2 Eylü l oldu. S ay ı n B ay ü l ken' e so rdum . K i m haklı çıktı? " Devlet parasıyla ziyaret olur m u?) sorusun­ dan kurtulduk. Gül ü ştü k. Yassıada görmenin de kimi zaman yaran dokunu­ y o r ! İnsan "Türkiye De n ey imi " elde ed iyor. .

.

,

'

,

,

238

.


Y İ R M İ DOKUZUNCU BÖLÜM

Polonya'nın Osman l ı Larihindek i yeri b ü y ü k Lü r. İ l k Lemaslar Osmanlı Padişahı Su llan B i ri nci Mehmel'le LehisLan K ralı Wla­ d i slaw Jagiel lo arasında, birbirlerine elçi göndermekle başlam ış­ tı. Bu seli rle r çok iyi çalı şm ı şl ar, iki dev lelin dosl olmasını sağla­ m ışlard ı r. O kadar k i , Tü rk Polonya ilişkileri öbür Avrupalı dev­ leLler arasında örnek d i ye gösLeri liyordu. B i r Fransız d i pl omall, ülkesinden yana ç ı k ması için, Osmanlıl ara tavsi ye mektubu ya­ zı lm ası nı Polonyalılardan i ste yecek derecede i leri gitm işti . O ta­ ıihten bu yana 575 yıl geçli. Lelı isıan ileri gelenlerinden pek çoğu İ stanbul'a gel i r, Türkle­ rin çağdaş hale gel mesi için çal ışırdı. A ralannda Müslüman ol­ duktan sonra, de vl e ti n kilit noktalarında iş görenlere de rastl anı r­ dı. Bunların arasmda Adl i ye Nazırlı ğı'na kadar yükselen Leon Ostrorog, General Joser Bem i ken sonradan adı Murat Paşa'ya çevrilen Nazı nı H i kmet'in dedesi kumandan Mustafa Celaleddi n Paşa say ılabilir. . Polonyalıların yüz ve beden güzel liği de ün salmıştı . O s man l ı lnı paratorluğu bu nitel iğe b ü y ü k önem verirdi. VakLi yle Den iz Harp Oku l u'nun içtüzüğünde sı n av l a rd an eşit biçimde k azançl ı -

'

239


çıkanlar arasında "vechen melih" olanlar tercih olunur) diye yazı­ lıydı. "Vechen melih" deyimi.benim kuşağımın lisanıyla "yüzü güzel" demek ... Leh kızlan saraya giriyor, Hanedan'a kaulıyordu. En meşhur­ ları sonradan Kanuni Sultan Süleyman'a eş olan Roksana'ydı. Roksana o zamanlar LehisLan Lopraklan içinde bulunan Ukrayna­ lı bir papazın kızıydı. Polonya uyrukluydu. Leh Kralı'nın eşi K ra­ liçe Bona i le mekluplaşırdı. Akıllıydı. Padişah Kanuni üzerinde önemli nüfuzu vardı. İ mparator bi r dediğini iki eLmezdi. Onun si­ yaseLini LehisLan'dan yana eLkilemekLe büyük rolü olmuşLur. Karlofça Muahedesi " 1 699), Osmanlı tarın dünya egemenliği­ ne veda eLmeye başladıkları zamana rasLlar. O sıralarda Lehis­ Lan'la olan il işki ler barış üzerine oLuruyordu. Ama iki devlelin de durumunda sorunlar vardı. Sonunda Çarlı k'la Prusya İ mparaLorl u­ ğu, LehisLan'ı Laksim euiler. Osmanlılar, Polonya'nın Larihten si­ l inmesini kabul etmediler. 1 769'da Lehleri korumak için Ruslarla savaşı bile göze aldılar. Kordiplomatik Loplamılannda anık bi r devlet olmaktan çıkan Lehistan elçisi çağrılır, 'Yok ama, yakında gelecek' denirdi. Türk atlarının Leh nehrinden su içtikleri zaman Polonya devletinin yeniden kurulacağı kanısı yaygındı. . Osmanlı-Rus harbi sırasında, Polonya'dan kaçan Lehler, ls­ Lanbul'a sığındılar. Polonez köyü o zaman kuruldu. Uzun süre Po­ lonyalılar burada yaşadılar. Türkiye CumhuıiyeLi ile yeni Polonya dev leLi arasında kuru­ lan il işkiler dosLluk üzerineydi. İ lk Lemaslar 1 93 1 yı lında ve mas­ lahaLgüzarlık düzeyinde başlamıştı. İ kinci Cihan Harbi'nden sonra Polonyalılarla SovyeLler birle­ şince, iki devleL arasındaki münasebetlerde eski canl ılık görülme­ di. Türkler. NATO'ya girince işler büsbüLün karışlı. Devletler, ay­ n kamplarda yer aldılar. Bütün olaylara rağmen, Türkiye'yle Polonya arasında tarihten gelen yakınlık, sıcak bir geçmiş vardı. Adalet Panisi iktidar olun­ ca tüm sosyalisL devlctlergibi Polonya'yla da ve öncel ikle ilişkile­ ri iyileşLi m1ek kararındaydı . Bloklar dışı poliLika yürürlükteydi. Polonya'nın da yakınlaşma i stediği görülüyordu. Polonya milli şairi Adam M icklewicz'in yüzüncü ölüm yılıy240


d ı . Ozanın vaktiyle memleketimizde kalmış olduğu ev yanm ıştı . Yerine yapı l an bi naya 1 955 yı l ında plaket konacakll . B u vesiley­ le isıanbu l 'l1a bir tören düzenlendi. 1 967 yılında Ticaret Bakanlığı'ndan ü l kemize bir heyet geld i . Parlamento Baş kan ı Sayın Czelaw Wyecek başkanlığında m i llet­ veki lleri grubu Türki yc'yi ziyaret etti . Bu yılın en öne m l i olayı Dışişlcri B akanı Adam Rabacki'nin Tü rk hükümetinin konuğu olarak Ankara'ya gel m i ş olmasıd ı r. O s ı ralard a diplomasim izin soru m l u l uğu üstümdeydi . Rab:ıcki çok yetenek li b i r d ipl o ın :ı ll ı . Fransızcayı i y i konu­ şurd u . Kendisini çok s a m im i ve d o stç a karşılad ı m . Zamanı n cum­ lıu rh a ş k a ıı ı ra lıııı et 1 i S u ııay ve B aşbakan Sayı ı ı Dem i rd 'le g örü ş­ t ü . Meııırıuıı ayrı ld ı . 1 %8'de M i llet Meclisi Başkam Sayın Bozbeyl i , Polonya'ya giLLi. l 970'ıe Türk D ı ş i şleri Bakanı olarak ben, B akan Rabacki'nin ıııeııı lekeıi m i ze gelişine karşıl ı k veımek için V arşova'ya giui m . Ziyare t i m k ı ş aylarına rastl ı yordu. Dışişlc ri B akanı Sayın Sıefan J cd ryc ho w s k i ' yd i . Bu meslektaşım şi md i benim gibi emekli o l m uş. Pek güzel ağı rlandı k . Polonya'da sonradan müze­ ye d ö n ü ştü rül e n küçük bir sarayda m isall r ed i l d i k . Bugün memle­ ket i m i zde büyükelçi ol arak görev yap<ın e k selan s Mirosl aw Pa­ l asz, o zaman D ı şi ş l e ri Bakanl ı ğ ı ' nd a öneml i bir yer işgal ediyor­ d u . Zi yarete verilen ehem m i yeti gös te nn e k için Sayın Palasz'ı ya­ nım ıza verd i ler. Bütün gezi leıi m ize katı l d ı . Resm i g örü şm e l e r veri m l i v e sam i m i geçti . Vak i t dardı. K ra­ kov ş eh ri n e gidecek ve resmi y e meğ e ye ti şe cektik . K rakov, so­ kakl arında tari h i n kol gezdiği e s k i bi r kentti r. M imari özel l i kleri vard ı r. Go t i k k i l ise yapıları ünlüdür. K atedral i ve tarihi kalesi gö­ rü lecek yerlerdir. B i r üniversite ş e h ridir. Öğrencile rle doludur. B a ha n çok güı.el o l u rmuş. O i zim gittiğim izde mevsim karl ı ydı. U ç ağım ı z ı n kan<Hları üstündek i kar yığınları d o nm u ştu . Uçak kalkamıyordu. Dönüş macera oldu. Sayın Palasz'ın bizi yemeğe ye ti ş t i ım ek için harcad ığı gayretleri hiç unutamam . Polonya bugün 38.389.000 nüfuslu komünist bi r ülkedir. Genç bir nü f'us yapısına m a l i ktir. Yü zö lçü ın ü Türkiye'nin ölçülc24 1


ıi kadardır. İ hracau 6.5, i thalatı 4.5 milyar dolardır. Yine 1 986 ra­ kamlarına göre adam başına yıllık m illi geli ri 2000 dolardır. Devlet Başkanı General Wojcisch Jeruzclski'di r. Başbakanı, yakın zamanlara kadar Z. Messner'di , şimdi komünist olmayan bir başbakanı var. Polonya, glastnost ve prestroykayı çok evvel başlatmış ve Lech Walesa sayesinde ileıi derecede uygulamış bir ülkedir. Marksist ilkeler ve komünist usuller, kimi Doğu Bloku ülkele­ rinde yeterince iltifat görmüyor. Milletin öz yapısına göre yöne­ tim biçimi aranıyor. Polonya bu memleketlerin tipik birömeğidir. Türk-Polonya ili�kileıini bu anlayış içinde yürütmek lazım. Ba­ u'da bu ülkeye dostça ve aynı zihniyetle yaklaşm alıdır. Ü stelik Polonya halkı koyu biçimde dinine bağlıdır. Yüzde doksan dördü Roman Katolik'tir. Şimdi Papa, Polonyalıdır. Dini duygular, Marksist ilkelerle kolay yürümüyor. Bize göre dünya yeni bir model peşindedir. Kapitalizmin ve Marksizmin kusurlanndan an nmış üçüncü çözümü an yor. Bunu ne zaman, ne biçimde bulacakur? K imse bilm iyor.

242


OTU Z U N C U BÖLÜM

1 969 yılı ocak ayıııda J apon hük ümetinin davetli si ol arak Tokyo'ya resm i zi y a re t yaptık. İşbaşında Elasku S,iltO k abine si vardı . Dı şi şleri B akanı K i chi Aic i yd i İ mparator ve B aş bakan tarafından kabul ed i lecektim . Dışişle­ ıi Bakanı'yla u l us l a ra ra s ı konulan ve i k i l i sorunlanm ızı heyet ha­ l i nde görüşecek ti k . Osaka ve K i yoto kentlerine gidecekti m . O sıral arda Türk iye'de yeni yapı l acak Boğaz K öpıiisü'nün u l usl ararası i hal eye ç ı k arı l ması h az ı rl ı k l arı s ü rüyord u . Proje, çev re yol l arı yla beraber 1 50 m i l yon doları n ü s tü n de y d i . Aşağı yu­ karı yarısı döv iz, yarı s ı Tü rk parası ödenecek t i . Ilıalcyc kaı ı l acak dev letlerden k red i vereni tercih ed i y ord u k . B i r döv i z lıavuı.u aç­ nı ı şı ı k . İ stek l i le r bu raya para koyuyorlard ı . Sayın Demirc i , J a­ po ny a ' ıı ın da bu işe kaı ı l ın asını ve havuza 30 m i l yon dol arl ı k yar­ d ı mda bu lunmasını i stiyord u . G i tm i ş ke n onu da sağlamaya çal ı ­ şacak t ı k . Heyetim i z bu amaçla ekonom i k ağı rl ık l ı yd ı . B i ı.i m bakanl ık­ '

.

tan İktisadi İşler Dai resi'nin başı Sayın Rahmi Güınrükçüoğlu, başka büyükclçi arkadaşlarım ve o zamanki Planlama M ü s te şa rı Sayın Tu rgut Ozal bize refakat ediyorlard ı . Yüklü bir programı­ mız vard ı .

243


-

K i c l ı i ,\ i c l ı i ,

...

'

Tıırg ııı Oı.al

\'C

. I

c;ağlayaııgil

Ocak ayıııııı 1 3'üncü günü Tokyo Havaalan ı 'ndaydık. B i zi Ja­ poıı Dışi)l c ri Bakaııı i le eşi , Türk i ye'nin oradaki büyükelçisi Sa­ y ı ıı Turg.ul Alı uğ i le eşi ve d i ğer prolokol mensupları karşılad ı l ar. Doğruca ağı rlanacağıın ız Ncw OLani Ote l i 'ne götürdüler. Hemcıı ise kovulduk. . ı::v vela c i nıle J a pon İ m paraıoru'na giuik. Sonra dar bi r kad­ roy l a Başlxıkaııı ziyare l ellik. Ev sahi bi mesJe kıaş ı m l a, resmi gö­ rü şme leri m i zi yapt ı k . B irbi ri m ize yemek ler verd i k . İ k i g ü n Tokyo'da kaldı ktan sonra Osak a'ya g i �mek üzere yola ç ı k t ı k . B aşkentle gideceğ i m i z yerin arası Ankara- Isıanbul arasın­ daıı biraz lazla. Öyle olduğu halde iki buçuk s:.ı allc g i d i l iyor. Tari­ hi bi r şelıir olan K i yolo'da d u nn a k şanıyl a. Japonya Lrenlcri çok h ı z l ı . Saaue 252 k i lomeLrc sürat yapıyorlar. Hiç hissedilm i yor. Tek k i şi l i k döner koltu k l arda o tu ru luyor. Vagonlarda bütün dün­ ya i le konuşulabi l i r tclefönlar var.

;


Şüpheci Japonlar Biz de Kiyoto'da eski saray lan ve ünlü bahçeleri gördük. Ora­ dan Osaka'ya gi llik. Yeni bir fahri konsolosluk açılıyordu. Onun törenlerine kaulacaktık. Aynı zamanda 1 970 Osaka Dünya Fua­ n'nda yer alacak olan memleketimizin hazırlıklannı gözden geçi­ recektik. Osaka'daki unutamayacağım bir anı da fahri konsolosumuz olarak atanan Fukuzo Nokayama'nın evine yaptığımız ziyaret ol­ du. Böylece Japonların adetlerine ne kadar bağlı olduklannı ye­ rinde göıınek rı rsatı doğdu. Eski Türk evleri gibi , kapıdan girer gimıez ayakkabılarımızı çıkardık, m i safi r terliklerini giydik. Sedi rlere oturduk. Japonlar bütün yeni i caılan eski adetlerine uydukları ölçüde benimsi yorlar veya kend ilerine uyduruyorlar. Her şey iyi ve renkli geçiyordu d a bizim köprü işini ve kredi sorununu çözememiştik. Başbakan ve Dışişleri Bakanı'na konuyu açm amız sonuç vennemişti . O zamanlar, Japonya'nın devlet ola­ rak ve ekonomi bakımından ilgi sahası Doğu'da en çok İ ran'a ka­ dar uzanıyordu. Bize, işadamlan ile görüşmeyi önerdiler. Onlann bizim T Ü S İ A D g i bi bir kuruluşlan vardı . Bütün Japon sennayesi ve büyük Ji mıalar Odal ar Birliği'nde toplanm ıştı. Dönüşte bunlar­ la bir toplantı yapacaktık. Bütün ümidimizi ona bağlam ıştık. Büyükelçimiz: -Japonlar şüpheci adamlardır. B asacakları yeri kontrol etme­ den yürümeı.lcr. Her girişimin "arkası nda ne var" d i ye ararl ar. Kı­ lı kırk yararlar. Onl arla iş yapmak zord u r. K alıkahalannı duyanlar enderdir. Konuşmaktan ziyade düşünürler, gülmezler, diyordu. Nihayet bir gökdelenin en üst katındaki merkezlerinde top­ landık. Kalburüstü li nnalann bütün yöneticileri gelm işlerd i . Hepsi d e ileri yaşta kimselerdi. Ben, başkanlanyla yan yana otu­ ruyordum. Onu özel olarak Türkiye'ye davet ellim . Bursa Valiliği clliğimden, oradaki kaplıcaların insanı yenilediğinden, canlan­ dırdığından söz euim. ilgilendi. Sıra genel konuşmalara gelince ayağa kalktım. Evvela Türki­ ye'nin ekonomisinden bahsetti m . Aynntılı bilgileri heyetimiz 245


arasında bulunan uzmanlara bı raktığımı söyledim. Sonra sözü Boğaz Köprüsü'ne gelirdi m . Yapı lac ak işin sadece Mannara üze­ rinden geçit sağlamak olmadığını , aynı zamanda Avrupa'yla As­ ya Kıtalan'm birbirine bağlamak istediğimizi açı kladım. Şöyle konuştu m : -Arl.U ed i yo ru z ki, bu büyük işi b i r Asya l ı yapsın. Asya'nın teknikte ne kadar ileri giuiğini bütün dünya görsün. Bunu l iy ak a l la başaracak olan Japonlardır. B i r kere köprü yapımında ekono­ m ik alanda işbi rl iğine başladık mı, arkası gelece k t i r Siz fabri ka yeri b u lma kta zorluk çeki yorsunuz. Zelzele bölgesindesiniz. -:. � araziniz yok . üizde yer boldur. 1 laınınadde sık ıntısı �'.ekilmez. h çi l i k Avrupa'yla kıyaslanırsa elverişl idir. Her yere yakınız. Heıı ı Asya'da, lıem Avrupa'da toprağımız var. Ortadoğu'da ve A rri ­ ka'nın geçit yolları üzerinde oturuyoruz. İşbi rl i ği ya pal ı m . İ hra­ cata yönelik onak tesisler k u ralı m . Baktım ki n e söylesem düşünüyorlar. araya fıkra sıkıştııınayı uygun buldum : ­

.

·

lloca'yH Bile G ül mediler -Türk m i l letinin kol lekli r m izah kabiliyetini Nasreddin Hoca temsi l eder. Size onun bi r hi kayesini anlatacağım. H oca bir gün bakkala gitmiş: 'Bu yağ, bu un, bu şeker senin m i ? diye sonn uş. Olumlu cevap a l ı nca, ' Peki neden helva yapıp y e m iyo rsu n ? , dem iş. S i ı.i ıı irnldıılarınızla bizimk iler birlqse, biz de helva ya pa m.. Yine g ü l me d i ler. Aklıma büyiikclçiınizin sözleri geldi. -Siz Nasreddiıı Hoca'ya gülmediniz. Hakkınız da v ar. Helva­ nı n ne kadar tallı olduğunu b i lm iyors unu z. Türkiye' ye döner dön­ mez l ıe pi n i ı.c kutu kutu lokum gönde re ce ği m . O zaman Türk tat­ l ı l arının lcu.etini alırsınız! Bu serer gülüştüler. -Madem ki köprüyü bir A syal ını n y apm ası n ı ist i yorsunuz . İ şi doğrudan bize verin d edi le r Kendi lerine büyük projeleri uluslararası ihale yoluyla yap­ mak usul ünü i zledi ğ i mi z i , Japonlara, tekniği ileri ve m a l i yeti .

246



ucuz olacağı için katı ldıklan takdi rde kazanmalannın muhakkak olduğunu söyledim. Hava yumuşadı, uzman arkadaşlanmızın da yardımlan oldu. Krediyi de, ihaleye katılmalarını da elde ellik. Japonya ziyareti pek verimli ve renkli geçti. Gazete Yazarlan Kulübü'nde, Dostluk Dcmeği'nde toplantılar yaptık. Japonya'da halın sayıl ı r bir Türk kolonisi var. Kimileriyle hala yazışıyoruz ...

248


OTUZ B İ R İ NC İ B Ö LÜ M

Cumhuriyet sonrasında Türkiyc'dc i k i müdahale olmuş . . . Biri 2 7 M ayıs, diğeri 1 2 Eylül . . . H e r i k i olayda d a Çağlayangi l gözaltına al ınmış . . . 2 7 Mayıs'ta Bursa Vali l i ği'nden Yassıada'ya sürüklen­ miş. Tam alll ay özgürlükten yoksun kalmış. Kahırlı g �nlcr gcçi nniş. Çağlayaııgil acıyı da, sevinci de yalın yaşayan, aban­ mayan bir iç dünyasına sahip. Ne ki 27 Mayıs zor günlere taşımış kendisini. Karanlık, acılı, insanı zaman zaman is­ yana sürükleyecek zor günler. Valilik koltuğundan zindana taşınmış. 1 2 Eylül oldugunda Çağlayangil, Çankaya'da Cumhur­ başkanı Vek i l i , Yassıada deneyiyle 1 2 Eylül sabahı gene zindana gideceğiz diye bavulunu geceden hazır tutmuş. Bu kez ilişınemişler. Aradan aylar geçmiş, kendisi Sovyet­ lcr'de i ken tutuklandığını öğrenmiş ve yurda dönmüş. Zin­ cirbozan'a gitmiş. B i r yüz günü de orada geçirmiş. İ ki m üdahalenin de tutukluluk günleri üstüne karşılaş­ Lınnal ı bir konuşmayı sürdürüyoruz. 249


Çağlayangil: -27 M ayıs'ta fenler zarar görmüştür. 1 2 Eylül'ün ise za­ ran rejimedi r. 2 7 Mayıs demokrasiye çabuk geçmişti r. 1 2 Eyl ül ise demok rasiyi gecikti rdi diyor. Zirci rbozan Çağlayangil için "renkli bir deney. " Anı ların il ginç bi r bölümü d e Zinci rbozan'dan: Çağlayangi l'in Zinci rbozan'da geçi rdiği bu renkli anılar üstüne konuşuyoruz. Yer yer karam izaha dönüştüre dönüş­ türe aktarıyor anılannın bu bölümünü ...

Zi ndrhozaıı'da ( ; cçcn ( ; ii n lcr

-. . Yaz ortasındayız. Ben Zinci rbozan'da yüı.üncü gü n üm ü A P ve CH P'l ilerden buraya i rıtik;.ıl eden d i ğer arkad aşlaıım yüz yirmi birinci günlerini sürdürüyorlar. Herkes tutuklu iken gün sayıyor. Ben her iki tutuklulugumda da gün s;.ıym ayan;.ı hiç r;.ıstlamadıın. Bizim bu lunduğumuz bölümün o gün yazın 011asında bi rden­ bire kalori ferleri yanıverd i . A raştı rd ı k , prova yapıyorlannış. Bir arıza var mı yok mu, diye. A rkadaşlarım la birlikte bu provayı kö­ tüye yoruml adık. Demek k ışı burada geçi recektik. Bir hazırlık vardı. Yemek yendi . Ö ğle uykusuna gidenler yukarı çık ı p yaıııl ar. Ö �le uykusu uyumam . Ö yle bir alışkanlığı edinemed i m , ihtiya­ cım da olmadı. Diğer a rkadaşlar öğle uykusuna gittiğinde ben ço­ ğunl ukla Celal Doğan, rahmetli Sı rrı Atalay, Metin Tüı.ün, Süley­ man Uenç, Yüksel Çakmu r, birli kte oLUru r oyun oynar veya soh­ bet ederdik. O gün de öyle oldu. Saat 1 8.00'de odama çıktım. H epi mizin tek tek odalan vardı. Benim odam en büyüğüydü. Süleyman Bey bir ayn dairede kal ırdı. Yatak odası , çal ışm a odası ve banyosu olan ayn bir bölüm. Süleyman Bey Zinci rbo­ zan'da her sabah k ravatını takar, ceketini giyer, Başbak anlı k'a gi­ der g i bi yemekhaneye i ne r, yatmanın dışında günü böyle geçiri r­ di. A rkadaşlardan k imse de, "Beyefcndi"nin odasına haber ver­ meden ya da çağrılmadan gitmezdik. 250


Saat 1 9.00 oldu. Radyoyu açtım, haberl eri dinliyorum. B irin­ ci haberde bizim tahliye cdildigimiz verildi. Daha haber okunur­ ken Ekrem Ceyhun Bey benim odama geldi. Yüzü sapsarıydı . De­ ğişik yorumlan vardı. Ben kendisine bunun çok nonnal olduğunu söyledim. Bu sırada CHP'li arkadaşlar geldiler. Benim odamda buzdolabının üstünde bize ziyarete geli rken Münif İ slamoğlu'nun bana getirdiği bi r şişe konyak duruyordu. C H P'li bir arkadaş konyağı aldı, açtı ve " Kutlayalım," dedi. Kon­ yağı içmeye başladılar. Bu sı rada arkadaşlar Süleyman Beyi'n ya­ nına gi tti ler. Sonra benim odada toplandık. Komutanlık da bize, " Hemen gidebilirsiniz, serbestsiniz" dedi. Süleyman Bey ise, " Bu geceyi de burada geçirelim. Sabah ola hay ı r ola" dedi. O geceyi de orada geçi nneye karar verdik. O gece Dem irci hariç bütün arkadaşlar saat 03.30'a kadar oturduk. İ lk gelen ziyaretçimiz de Feyyaz Altınorak'tı. A rk adaş l a rı n eşleri de haberi duyunca Türkiye'nin çeşitli yer­ lerinden hareket etmişler ve sabahın beşinden itibaren gel meye başladılar. İ lk gelen de Yiğit Köker'in eşiyd i . Tahl iye karan ağzımızın tadını kaçırdı. Alışmıştık. Oturup gidi yorduk diye düşündüm. Münasebetsiz bi r şey yapm ışlardı. Benim orada neredeyse bir kamyon kadar eşya vardı. B ayağı yer­ leşmiştik. Ansi klopedilerim , kitapları m . Vehbi Koç'un gönderdi­ ği soğutma ci hazı . Kamhi'nin gönderdiği renkli televizyon, video ve daha bir dolu eşya. On lan toplamak, taşıtmak, geceni n bi r saa­ tinde gel iveren tahliye sevincini boğdu. Soğutma cihazını hediye eımeyc karar verdim ve hazırlıklara başladım . Zincirbozan'da sayımız azdı. CHP ve AP'den on altı kişi. Şan­ lanmız tam bi rsayfi yqanıydı. Ö zgür değildik ama, Yassıada'da­ ki gi bi bize taraf bi r idare yoktu karşımızda. B i r sayfiye dekoru içinde yaşıyorduk. Binek gün tabldot yemedik. Çok rahat ve konforlu bir mutfak ol uşturduk. Nazm iye Hanım lspana'dan bize börekler getirirdi. Nazmiye Hanım gelişlerinde, Gönen'de Kapca Otcl'de kalır, ora­ dan da bıze lahmacunl ar getirirdi. Celal Doğan'a Gaziantep'tcn 25 1


kutu kutu, tepsi tepsi bakl avalann envai çeşidi geli rdi. Müni f İslamoğlu, Ada'dan bize talaş börekleri taşırdı. Nazlı Ilıcak, aşçısına çok mutena yemekler yaptırır, yollardı. Yalova'dan bir dostumuz elimizi yol lardı. Aynca tanımadığımız, bil mediğimiz bir dolu dost, tanıdık tanımadık, yü reklerinin sevinciyle bize taşır dururlard ı . Biz de bu konuda organize old uk, tam tadını çıkanyoruz. Ali Naili Erdem'le Ekrem Ceyhun da mutfak hizmetleri nin yürütülmesini yönetip yönlendi ri yorlar.

Past ırmalı Yumurta Olayı Bir süre sonra Ali Naili Erdem ' i bu görevden son derece de­ mokratik usul le azlettik. Buna da ben sebep oldum. Daha doğrusu " pastınnalı yumurta meselesi" Ali Naili Erdem'in bu görevden az­ l i n i n nedeniyd i . Sabah kahvaltılarım ıı. açı k büfe. Tam bi r continemal kahvaltı sistem i. Yok , yok. Reçeller, salam lar, çeşit çeşit peynirler. Bal lar, meyve, ne ararsanız. Arkadaşlar bu bol luğa bir de "pasu nnalı yu­ murta" ekleyelim dediler. Ali Naili Erdem, "Yazın pasu m1alı yu­ murta yenmez" dedi. " Bal gibi yeni r" dedik. Ertesi günü on ahı ta­ ne pastı rmalı yumurta için kulplu sahan geti rttik. Ben tari f ettim. Pastım1a önce suya yatırılır. K aynamayan suyun içinde bir süre bekletilerek yumuşatılır. Sonra yağ konulur ve pişiri lir. Bu surelte yumurta kayısı gibi duru r, pastı mı anın üstünde. Yiğit Köker de, " Ben bu işi çok güzel yaparım" ded i , sıvadı kol lan. Gerçekten de Yiğit Köker, pası ıırnalı yumurta pişi mıe işinde usla. Böylece Ali N a i l i Erdem bu görevden alındı, yerine Y iğ it Köker geldi. Zinci rbozan'da arkadaşlar idd ialı m açlar yaparlardı. B izi m top oynayan sayımız yetmediği için, komutan bizimle futbol oy­ nayacak genç askerler bulm uştu. Yüksel Çakmur, Deniz Baykal , Celal Doğan, Hüsamettin Cindoru k, askerlerle takviyeli takım­ larla iddialı maçlar yaparlardı. Celal Doğan maçlann iddiasını ar­ tımı ak için ortaya üç kilo baklava koyard ı . Süleyman Genç d a im i hakemd i . B i z tribünlerde seyirci rol ündeydik. Süleyman Genç yanlış 252


kara r veri rse veya yan lularak düdük çalarsa ben seslenird i m . - İ brişim hakem! Bana seyircilik görev i m i haurlalma. Sonra fena söylerim. Gülüşürdük. Zincirbozan sabahlan da bir füem di. Erken kalkar, u raş olur­ duk. Arkadaşlarla sabahın i l k saallerinde buluşur, gecenin geç sa­ atlerine kadar birlikte olurduk. Ben gecetigim üslümde, sabahlıgımla lavaboya yüzümü yı­ kamaya ve ııraş olm aya giderdim. Deniz Baykal l avaboya bir Lek bikini mayo ile inerdi. Yüksel Çakmur mayo üslüne tişört giyerdi. Sabalıl:.ın arkadaşlarla beli rl i saatlerde kalıvalııda buluşur­ duk. Dörtlü ınasalanınız vardı. Sü leym an Dem i rc i , ben, Nalı it Menteşe ve Sadenin Bilgiç ay­ nı masada yemek ye rdik. ( B u rada Sayııı Çağlayangil'e sordum : " S i z Zinci rtıozan'a y i nıı i bir gün geç geldiniz. Sizden öııce Sü ley­ m an Beyin masasındaki dördüncü ki m miş? Yani size yerini kim bırak ı ı ? " dedim. Bana cevabı , " B i l m i yonım. İ lginç bir soru. l liç ak l ı m a da gelmedi . Onu Süleyman Beye sormak lazı m" cevabını verd i . ) Çağlayangi l , Zinci rbozan'ı neşeli yönleriyle anlallıkça keyi lleni r. Yassıada'yı ise anl atlı kça neşesi kaçar. Zinci r­ bozan anılarını hep şu cümlelerle bağlar:

"Geldi , geçli. Bunla rın hepsi deney. Bi rçok şey eklemiştir bi­ ze Z i n c i rtx)l.an. Alıi r öm rüm üzde bir leyl i okul öğrencisi yapmış­ ıır bizi . l3aş ı rıdada dediğim gibi, kişilere ve kişili kleıimize yönel­ miş bi r gözaltı değildi bu. Rej i mi durdurmanın, demokrasiye geçişi gerektirmeni n bir gerekçesiydi . Bir rej i m i olunmak için kendilerince haklı oldukta­ n bir tasarruflu belki. Payımıza düşen sıkıntı, rejimin düşltiğü sı­ k ı nLıdan clbClle daha hafif ve m asumdu."

253



OTUZ İKİNCİ BÖLÜM

Zi ncirbozan, C I I P'nin üst yapıs ı ile Ad alet Part i si'nin üst yapısının buluştuğu bir hapi s l i k sürec i . Siyasi tari h i mi zde b u yüzden önem l i b i r yeri ve i şlevi var. C H P'nin Zinci rbozan'dan geçen kad rosu ve Adalet Par­ t isi lideri, yen i bi r değerlend i m1e i le b i ti rdi ler bu süreci . O 1!Ünlerde C H P m i l l etvek i l i , bugün Gaziantep S H P Belediye Başkanı olan Cel a l Doğan çok eski y ı l lardan tanıdığım ar­ kadaş ı m . Zinci rbozan sonrasındaki bul uşmamızda gördüm ki, özel l i k l e AP l ideri Sül eyman Iky'i ayrı bir değerlendir­ me içi nde. Aynı değişi m i Süleyman Dem i rci'de de gözle­ dim. Karanl ı k ve zor günleri bi r a rnda geçi rmen i n get i rd i ği bi r yak ı nlaşmanın ötesinde dünya görüşlerinin siyasi m ü ­ cadele gün leri ndek i kadar uçuru m taş ımadığının beli rlen­ mesi nden gelen bir yakın l aşma. Değ i ş i m . Çağlayang i l 'dcn bunu somıak, öğrenmek i stedim . Bu soru m a son derece yalın ve öz bir açıklama geti rdi.

255


-Biz Zinci rbozan'da gördük ki, CHP'lilerle aramızdaki dünya görüşleri m izden kaynaklanan çelişki, Türkiye Büyük Millet Mecl isi'ndeki kadar değildi. B iz orada gördük ki, CHP'liler katı bir devletçilik anlayışını bı rakm ışl ard ı . Onlarda gördü ki, Adalet Panisi önce sosyal adaletten yana...

Bunu Çağlayangil'den biraz daha açmasını istediğimde, "B izi bu görüşe götüren olayları anlatayım, siz de ilgi le­ nenler de kend ileri karar versinler" diyerek anlatmaya baş­ lad ı :

-.. .Zi nci rbozan'da seminerler yapıyoruz. Konu, Türkiye'dek i bunalımın sebepleri ned ir ve kunu l m a çareleri . İçimizde bakan­ larvar. Başbakanlık yapmı ş Sayın Süleyman Demirci var. Ali Na­ ili Erdem , esk i M i l l i Eğitim bakanlarından Nahit Menteşe, bi rçok değişik bakanl ıkta bulunmuş. Koca Reis Sadenin Bilgiç öyle, ben öyle . Rahmetli Sı rrı Ata­ lay, Adalet Bakanlığı yapm ış. Deniz Baykal Enerj i ve Mal i ye Ba­ kanl ıklan'nda bulunmuş. Yüksel Çakmur bakanl ıktan geli yor. Kadro iyi. Konu da ağır­ l ığı olan bir konu. Enteresan. Sem inerlerde konuşmacı önceden tayin edi l i yor. Konu veril i yor. Konuşmacı hazı rlanıp konferansı­ nı veriyor ve konferans sonrasında tarnşıyoruz. Süleyman Bey de konuşmaları d i k kaıle iı.l iyor ve sonrasında bir senıez yaparak kendi fi kirleriyle tanışmayı bağlı yor. Tabi i hiçbi r insan he r konu-. da diğeri nin şablonu gibi düşünemez. Bunu kimse k i m seden iste­ mez de, bekleyemez de. O tanışmalarda gördük ki, C H P'lilcrle AP'li ler arasında bir kere Türkiye için Türkiye'nin içinde bulunduğu sorunlar için bir teşh is ve tespit farkı yok. Çarenin aranmasında u fak ufak metot farkları var. Giderilmez, bi r araya gelm ez, teli !' ed i l e m ez metot fark lan da değil bunlar. Zinci rbozan'da çok renkli, çok anlamlı bi r çal ı şma olmuştur bu tanışmalar. .. 256


Çağlayangil'den bir soruyla şunu rica ediyorum: -Peki, siyasi i stikran bozan nediro zaman? Niçin Türki­ ye'de diğer B atı demokrasilerinde gördüğümüz siyasi istik­ rar sağlanam ıyor? Çağlayangil hiç durup düşünmeden bu soruyu bekli yor­ muşcasına şu yanıtı verdi :

- Si y asi istikrarı bozan, müdahalelerdir. Osmanlı döneminde yüz on defa müdahale olmuş. Türlü şeki ide. Hepsinin biçimi bi raz farklı ama, gere kçesi aynıd ı r. Abd ül ham i t'i halletmek üzere Ha­ laskaran-ı Zabitan grubunun yayınladığı beyanname ile Evren'in 1 2 Eylül bildirisi arasındaki fark sadece üsluplan nda görülür. Her ikisi nin de gerekçesi vard ı r. Her ikisi de Türkiyc'nin hızla bi r uçu­ ruma git mekte o ldu ğ u iddiasını ileri s ü rer. . . Bu ne biçim d ev ad ı r ki, yüz on defa uygulanır, yine de şi fa bu­ l un amaz . Bu ne biçim uçu rum d u r k i , yüz on defa kenanna gelinir ama düşülmez. Bana sorarsanız Türkiye'nin sorunlarını burada aramak lazımdır.

Toplantıları İzleyen Kumandan Bizim bu toplamılanmızı ilgili ler merak ediyor. Kamp ku­ mandanı bir gün geld i . Sizin seminer çalışm aları n ı zı ben de izle­ mek i stiyorum, katılabilir m iyim, dedi. Seviniri z dedik. Bunun ü s tü ne geldi. Ben konuşmacıydım. Yukanda size söylcdigim söz­ leri aynen konu gereği o rada da söyledim . Kanı p kom utanı o gün dinledi. Ama topl an t ı l anmı z a katıl­

maktan da vazgeçti. Gerçekten bu to pl an t ılard a önemli şeyler ö ğrendik . Demirel tartışmalarda uzlaştırıcıyd ı . İ k i tarafın görüşlerini n de ortak nok­ talannı buluyor, görü ş le ri birbi rine yakl aşun yor ve bağlıyordu. Seminerlerin birinde Deniz B aykal enerji üstüne, Türkiye'nin enerji sorunları üstüne bir konferans verdi. Enerji , Süleyman Dc­ m i rel'in uzman olduğu bi r konuydu . Çok yararland ığını söyle d i . Kendisi de Baykal'ın hazırladığı konuya katkılarda bulundu. Ko257


nu uzun uzun tartışıldı. Bir keresinde de ben, Türkiye'ni n dış politikası üstüne konuş­ ma yaptım. Türkiye'nin dış politikası konusunda gördük ki, CHP'lilerle aramızda en küçük bir çelişki yoktu. B u tartışmalarda parti adına görüş bildirmeyi CHP'liler rahmetli Sım Atalay'a, biz ise l iderimiz Demirel'e bırakırdık. Sım Atalay'ın Zincirbozan'da sağlık durumu pek iyi değildi. Sık sık hastalanırdı. Hele çok bağlı bulunduğu köpeğinin Zincir­ bozan'a gelmesinde ve orada içtiği bir mikroplu su yüzünden ölü­ münden sonra yatak döşek hastalandı. Günlerce yanı. Benim de köpeklerimi ne kadar çok sevdiğimi biliyorsunuz. Zincirbozan'da benim en büyük eksiğim köpekleıimdi. Rody be­ ni öldü zannederek yemekten içmekten kesilmişti. Ö lmesinden korkuyordum . Kam p kumandanından izin alarak köpeklerin getirilmesini sağladım . Benim iki köpeğim var. Zincirbozan'a ikisinin birden getirilmesi mesele yaratıyor. Eve haber verdim Rody geldi. Adeti olduğu üzere bütün Zincirbozan'ı gezdi. Her tarafı kokladı. Nö­ betçilerden pek hoşlanmadı. Zaten silah kokusunu sevmezdi. On­ lara bol bol havladı. Rody'i güçlükle yatıştırdık. Zincirbozan'da ziyaretçiler saat 1 8 .00'de gitmek zorundaydı . Rody benden güçlükle ayrıldı . Otomobile binmesi i çin birkaç de­ fa zorladılar. Köpek bu kısa ziyaretinde kampa alışmıştı . K imse­ ye de sataşmıyordu anık. Onlar ayrıldıktan sonra kamp komutanı­ na giderek bir halla süreyle köpeğin de alıkonmasına izin verme­ sini rica cuim . Razı oldu. Telefonla bir dahaki gelişinizde Rody'i bu rada bırakabi leceklerini eşime söyledim . Rody yüz elli kelime Türkçe bilir. H e r şeyi de anlar. "Pencereye git" dersin gider. "Otu r" dersin oturur. Bir gün kendisini karşı ki parka gezmeye götürmüşler, eve dö­ nerken kapıda bir büyükelçi arkadaşımla karşılaşmışlardı, Rody kapı açıldığında arkadaşı.ı;hın ısrarına rağmen içeri girmemekte direniyor. Büyükelçi kendisine kapıyı açan yardımcımıza hayva­ nı işaretle, " B i r türlü girmiyor" diyor, o da arkadaşımı cevaplıyor. "Girmez, hava yağmurlu. Ayaklan sokakta çamur olmuş. Kapı­ nın önünde ayaklarının silinmesini bekliyor." 258


Büyükelçi başını iki tarafa sallamış. "Allah Allah ... Beri on dört yaşındaki oğluma daha bu gerçeği öğretemedim ... " Rody Zincirbozan'a geldiğinde, "Bu defa burada kalacaksın" dedim. Memnun oldu. Ziyaret saati doldu. Saat 1 8.00'de mutad ol­ duğu üzere ev sahipleri m isafirlerini kapıdaki kı rm ızı çizgiye ka­ dar uğurladılar ve otomobillerine binerek hareket etmelerini bek­ lediler. Hep beraber bekliyoruz. Rody bu sefer bizimle kald ı. Otomo­ bile koşmadı. Tam ay n lacakl an zaman Rody birdenbire bana baktı v e koştu, hareket etmek üzere olan otomobile atladı. Kamp k omu tanı da bizimle birlikte kınn ızı çizgiye gelmişti. Hayretle bana döndü: " Köpek hani kalacaktı? Niye gitti?" diye sordu. Yanıtım şöyle oldu: - İ zin al dı ğ ım ı kendisine sö y lem iş tim ama, hayvan bizden akıllı çıkt ı B uras ı n ı n ne be rbat bi r ye rold u ğu nu anladı ki kalmayı uygun bulmadı. Komutan sorduğuna soracağına pişman oldu. .

Zincirbozan'ın Ziyaretçileri Zincirbozan'da zi yaretçiler ek seriyetl e bahçede oturur, iddia­ l ı futbol m açl arı nı seyrederlerdi. A rk adaşl an m ı z ın eşleri her gelişleri nde bize sevindirici jest­ ler yaparlardı. Genel l ikle de kim geli rse burada on altı kişi oldu­ ğunu bilir ve aynmsız ziyaret bu on altı kişiye yapı l ı rdı. Bir keresinde Yüksel Çakmur'un eşi on alu tane keten mendil almış. Ü şenmem i ş hepsinin kö şe l e rine isimleri m izin baş har11eri­ ni i ş l em iş . M esela benimkine " I . S .ç." yazmış. Hfüa özcnle sakla­ rım. Hepimize teker teker hediye etli. Çok duygulandı k. Kendi le­ rine, " İ yi ama mendil vermek iyi değ i ld i r derler. H atta vermedi­ ,

ğinizi, satlığınızı göstermek için sembolik para alı rlar. Teşekkür ederiz. Lütfetmişsiniz. Ama ya ikametimiz uzarsa, ayrılık çoğa­ lırsa" diye latife ettim. Bayan Çakmur bu inancı da altüst etti. Çünkü mendilleri veri259


şindcn çok geçmeden tutukluluğumuz bitti. Serbest bırakıldık. Tahliye haberi ni ajanslardan öğrendikten sonra, o gece Ça­ nakkale Boğazlar Komutanı Amirali'nin bizimle yemek yemeğe gdcccği duyuruldu. Ben pek içki içmem. O gece Zincirbozan'da bir sevinç var. Bu sevinci kutlamak ve kafalan dumanlamak için hazırlık yapıldı. Herkes dolabında bulunan içkileri çıkardı. B i rlikte bol viskili özenle hazırlanmış bir yemek yedik. Yemekte Sayın Demirel da­ hil, tam kadroyuz. Bu gece iki tatsız olay oldu. B iri rahmetli Sırn Atalay'ın, içtiği konyağı fazla kaçı nnış ola­ cak ki, kalbinden hastalanması ve yatağına vakitsiz çekilmek zo­ runda kalışı. Sırn Atalay'ın bir kriz gcçi riyor olmasına hcpimiz üzüldük ve telaştayız. Odasına gidiyor, sık sı k yokluyoruz. Amiral de özel bir şek i lde Atalay'ın hastalığı ile i lgilenerek Çanakkalc'den doktor­ lar gcti nti. Sonunda Sayın Sırn Atalay'ın Çanakkalc'ye hastaneye nakline karar verildi. Nitekim kendisi bizden üç gün sonra hasta­ neden çıkabildi . İ kinci üzücü olay, Boğazlar Kumandanı Amiral i l e Deniz Baykal arasında geçti . Biz yemekte iken amiralin emir subayı bi­ ze bir kağıt geti rdi : "Bunu lütfen imzalayınız." " Nedir bu?" dedik. "Efendim usulen tahliye karannı tek tek tebli ğ edi yoruz." Dem irci dahi l, biz getirilen kağıdı okumak gereği duymadan imzaladık. Yemek süıüyor. Çoğunluğumuz Sım Atalay'ın odasındayız. Bu sırada yemek haneden sert bi r tanışmanın ülkeli sesleri geli­ yor. Ben mcrak euim ve bi rolay var, yardımım dokunur belki diye yemekhaneye girdim . Gördüm ki, Deniz Saykal'la Çanakkale Boğazlar Komutanı Amiral sert bir tartışmayı sürdürüyorlar. Ko­ nu , bize imzalatılan tahliye tebliğ kağıdı. Biz Sı rn Atalay'ın başında i ken, kağıdı emi r subayı imzalat­ mak için Deniz Baykal'a da gölÜnnüş. Baykal okumuş, bakmış ki ıebl igc bağlı olarak hepimizin imzaladığı kağıtta tahliye ile birYıO


likte ilerde, "Zincirbozan günlerini hiçbir surette eleştirmeyece­ ğiz" diye bir ibare de var. Bu arada, "Ben bunu i mzalamam, kalsın" demiş. Komutan emir subayına sormuş, " Kağıdı imzalattın mı?" Emir subayı da demiş ki: " Komutanım , hasıalandığı için Sım Atalay'a i mzalatamadım. Deniz Baykal da okudular, kalsın, ben bunu i mzalamam dedi l e r. "

" İ mzalamaya Mecbursunuz" Komutan bunun üzerine emir subayına, Baykal'ı bana çağırın dem iş. Baykal , yanına geldiğinde onun koluna girmiş ve sizinle şu yemekhanede konuşalım demiş. llaşl amışlar tartışmaya. Ben seslerini duyarak odaya girdiğimde, i kisi de oldukça ö f­ kel iydiler. Tartışıyorlardı. Deniz Baykal böyle bi r meıni imzalat­ maya hakkınız yok diyordu. Komutan elini hırsla masaya vurdu: - Ben Türk ordusunun bir amiral iyim. Bunu imzalayacaksınız diyorum ve bunu imzalamaya mecbursunuz. Deniz Baykal da aynı şiddetle elini masaya vurdu: -Sizin de karşınızda bi r Türk iye Cumhuriyeti vatandaşı var. İ mzalamıyorum. Ben araya girdim. Şu metni bi r geti ri n de okuyalım bakal ım dedim. Em i r subayı çağn ldı. Metin geti rildi ve okundu. Metinde, tah­ liye kararı ile birlikte, ilerde Zinci rbozan günlerinin hiçbi r şekil­ de ıarı ışılamayacağı , eleştirilemeyeceği ibareleri vardı. Amiral, " Ne var bunda? Biz burada sizi elimizden geldiğince rahat ellir­ ıneye gayret etmed ik mi?" diyordu. U aykal da, " Ben ilerde bu tasarru fu eleştireceğim. İ lerde eleş­ tireceğim bir olayı , eleştirmeyeceğim diye niçin imza vereyim?" Amiral, gerçekten Zinci rbozan süresince bize anlayışla dav­ ranm ıştı. Saygı gösterm işti . Ben Rusya'dan kendi isteğimle Tür­ kiye'ye gelerek Zinci rbozan'da hapse girdiğim zaman, ertesi günü beni ziyaret etm iş son derece s ayg ı l ı davranmıştı. Bir gün biz Dem i rel'lc yemek ye rken gelmiş, benim yanıma, soluma otunnuştu. Ben kendilerine, " Karşım a buyurun" diyerek ,

261



Süleyman Beyin yanını gösterince, "Estağfurullah" demiş- yanı­ ma otunnuş, ben de "Soluma otunnasanız i yi olur" demiştim. Yemeğin bir yerinde merakla bana dönerek, "Sayın Çağla­ yangil, niçin beni solunuza oturtmak istemediniz? " diye sonnak­ tan kendini alamayınca, kendisine bu olayın hikayesini anlatmış­ tım : -Adamın biri İ slamlığı seçmiş. Namaza başlamış. Bir gün Ho­ ca'ya " Hocam niçin namazda ettehüyyatü duası okunurken kafa­ m ızı bi r sağa çev i riyoru z selamünaleyküm diyoruz, bir sola çevi­ rip selamünaleyküm" d iyoruz d i ye sonnuş. Hoca, "Sağımızd a melekler var. B unlar iyilik melekleri. Yaptığımız iyilikleri yazı­ .

yorlar. Solumuzda da melekler var. Onlar da kötülük melekleri, yapuğımız kötülükleri yazıyorl ar." Adam, peki hocam anladım demiş, gitmiş, saati gelmiş, namazını kılıyor. Euehüyyatüyü oku­ muş, kafasını sağa çevi nn i ş , esselamünalcyküm demiş sola çevi­ rince de, " H adi ordan defol" deyivem1iş.

Komutan bu hikayeyi duyunca bana, -Demincek i tiraz ettim ama, şimdi müsaade ederseniz ben sizin ka rş ı nız a oturacağım. A m i ral bize saygı l ı ve d i k k a ll i bir görev l i Ama Saykal'la tar­ uşması giderek çığnndan çıkı yor. Bana döndü: -Sayın Çağlayangi l , ben si z in am iralinizim. Benim ami ralli­ ğimin altında Cu mh u rba şk a nı Vekili olarak sizin imzanız var. Söyleyin. Ben bu imzayı almakta haklı d eği l miyim? Ben otu ru yo ru m . Amiral ayakta duruyor. Paş am oturunuz şuraya! ded im . Oturdu. -Sizin burada bize gö s t erdi ği niz tavra he rh an gi bir diyeceği miz yok. Ama bizi hu raya siz geti nnediniz. Siz bir görevl i ol arak saygı l ı davrandınız. Ama buraya gel iş biçimimizin nedenini eleş­ tirme lıakkımız hep olacaktır, dedim. Amiral durdu, düşündü. Emir subayına döndü: "Sadece radyoda okunan tahli yeyi bel irten bir meti n yazarak imzalarını alınız" ded i ve elinde tu ttuğu S ı rrı Atalay ve Bay­ kal'dan başka hep i mi zin imzaladığı kağıdı yırtıp atlı. .

-

-

263


OTUZ Ü Ç Ü NC Ü B Ö LÜ M

Çağlayangil bir demokrat. B üLün Lercihlcri nde ve davranışlarında başladı ğı ve bi­ Lirdiği nokLa hep demokrasiyle iç içe. DcmokraL yapısı içinde aldığı kararlan hiçbi r şart allın­ da geriye al mamış. Çağlayangil partil i olmayı " Komitacı­ lık"la laikliği " Din"le kanşLınnamış. "Devlet laik, halk Müslümandı r" i lkesini büLün siyasi yaşanLısında denge ola­ rak seçm iş. Ne dinden laikliğe tuzak kuıınuş ne de laikl iği dini kısıt­ layan bir üsLyapı kurumuna taşımış. Sual H ayri Ü rgüplü hükümetinde Çağlayangil Çalışma Bakanı , Dcmi rcl'lc ilk kez ortak bir paydada buluşuyorlar. Demi rc i ilk başbakan oldugu hükümellc eleştirilere rağ­ men Çağlayangil'i Dışişlcri B akanl ığı'na getinniş. Çağlayangil, Çalışma B akanlığı'nı Ecevit'ten devral­ mış. İ ş dünyasının hareketli bir süreci . D İ S K kurulmuş ve Türk-Iş'le ciddi bir rekabet içinde.

264


-.. Anılanmın özetini tamamlarken Çalışma Bakanlığı döne­ minden söz etmeden geçmek istem em. 1965 yılında İ smet Paşa hükümeti düştükten sonra Suat Hayri Ü rgüplü hükümeti işbaşına geldi. İ ktidar büyük bir koalisyonu andı n yordu. Sayın Bölükbaşı'nın partisi de koalisyona k aul m ışu. Bölükbaşı disipl i n meraklısıydı. B akanlanna talimat verir,

onun d ışına çıkmalannı i stemezdi. Derdi günü TRT idi. M i l let Partili Devlet Bakanı Hüseyin Ataman kabine toplan­ tıları başlarken cebinden bir kağıt çıkarır, özenle okur ve tekrar cebine koyardı. Hepimiz anlardık ki Bölükbaşı bu konuda bakanı­ na t:ılimat vermiş. Sabı rl a dinlerdi k. O kabinede ben Çalışma Bakanı'yı m. Çalışma Bakanl ığı'nı n protokol sırası aşağı lardaydı . Niçin bu bak:ınlığa getirildiğimi yadırgamadım, desem yalan olur. B i r gün Sayın Süleyman Demirci " Beni m önem verdiğim kesimler arasında köylü başta gel i r. Kendim köy çocuğuyum. Is­ pana'nın topraklan arasında ömür tükeuim. Köyün ne demek ol­ duğunu çok iyi bil i rim. Köy ve köylüden sonra önem verdiğim öğ­ retmenler ve öğrencilerden kurulu eğitim ordusu gel i r. Eğitim or­ dusu Türkiye'nin kalabalık bir kesimidir. M ilyonlan kapsar. Bu­ nun hemen ardından işçiler ve sendikalar geli r. Türk çalışma ha­ yalının banş içinde geçmesi l azımdır. İ şçi kesiminin başı dinç ol­ m azsa, toplumda huzur olmaz" deyince Çalışma Bakanl ığı gö­ zümde büyüdü. Bakanlı ...�a l!eldil'Jiınde Zat İ -ı:sleri Müdürü odama ,._l!eld i : " Ö zel . ... . e Kalem Müdürünüzle şoförünüz Halk Partisi ileri gelenlerinin tav­ siyeleri ile memuriyete alınmışlard ı r. .. " ded i . Her i kisinin de dos­ yalanndaki kartvizitleri gösterdi ve ekledi: " Bunlan belki değiş­ tim1ek i stersiniz diye söylüyorum ." Selclim Sayın B ülent Ece­ vit'ti. İ ş hayatını düzenleyen yasalar yeni yürürlüğe ginn işti. Amerika Birleşik Devlelleri'nde o tarihte yirm i beş m ilyonun üstünde sendikal ize işçi vardı. Ama sendika sayısı on dördü geç­ miyordu. Maden İ şçileri Sendikası, Maden İ şv e renl e ri Sendika­ sı'yia her yıl konuşmaya oturu r, toplu sözleşme i mzalanır, bu an­ laşma koca Amerika'nın her yerindeki maden i şletmeleri için ge -

265


! '


nellikle yürürlüğe girerdi. Maden kuruluşlarının çoğu bu anlaşmalara uyarlardı. Türk yasaları ise işyeri esasına göre düzenlenmişti. O tarihlerde işçi sa­ yısı bir milyonu biraz aşkındı. Ama sendi ka sayısı binin üstündey­ di. . . B i r işyerinde sendika oturup toplu pazarlık yapar, toplu söz­ leşme i mzalanır. İ şçi memnundur. Ama bu defa diğer sendika ge­ lir, "Sizin sendikanız size yeterli hak alamadı. B iz olsaydık, şu şu sosyal haklan da alırdık" derdi. Propaganda tutarsa, o işyerindeki işçiler sendikalarından istifa ederek yeni sendikaya geçerlerdi. Bu defa o sendika işve rene gelip " Burada benim ekseri yetim var. İ şçiler isti fa ederek bizim sendikamıza katıldılar. Daha önce yapı­

lan toplu sözleşme keenlem yekundur" derdi. Bu doğal ol arak işçi-işveren arasında, işçi-sendika arasında çalkantılar yarauyordu. Ben bU-çalkanularda hassas ve yansız ol­ mak durumundaydım. Buna da kararlıydım. Bu yüzden bu anlayı­ sımı bakanlığa basladı rrımda Zat İ �sleri Müdürü'nün önerisine de ı::ı � � uyguladım, " Ö zel Kalem Müdürüm ve şoförüm ya da her kimse, hangi parti li olursa o�un yeter ki işlerinin ehli olsun. Onlar işleri­ ne yeter ki politikayı karışıırmasınlar. Benim tek istediğim bu­ dur" dedim. Zat İ şleri M üdürümü yolladım. Çalı şıyoruz. Bu arada üç beş gün sonra şoförüm değişti.

Deınirel'e Şikayet Edild i m - Nerede şoförüm? dedim. - Hasta raporlu, dedi ler. O tarihte bakanlı kla Sosyal Sigonalar Genel Müdürlüğü aynı binada. Bir gün hasta denilen şoförüme rastladım. Sordum: -Sen hasta değil m isin? -Hayır, değilim. - Peki niçin benim şoförlüğümü yapmıyorsun?

Şoför durdu, düşünd ü : - Beyim, beni Halk Parti liler işe aldı. Ben de Halk Pani li'yim. Siz beni nasıl olsa değişti ri rsiniz. Ben de işimi kaybederim . Onun için Sosyal Sigonalar'a geçme gayretindeyim . İ stidamı takip edi267


yorum. Kendisine, "Sen iyi şoför müsün?" diye sordum. Cevabı, "Benim şoförlüğüme diyecekyoktur" oldu. Ben de kendisine: -Mesele budur. Beni bu ilgilendirir. Sen işinin başına dön" de­ dim ... Şoför sevindi, işine döndü. Çalışıyoruz. Ne benim, ne Özel Kalem Müdürümün, ne de şo­ förün bir şikayetleri var. . . Ne var ki diğer bakan arkadaşlanmın birçoğu bu konuda benim gibi düşünmüyorlar. Onlar hemen ge­ rekli değişiklikleri yapmayı uygun görmüşler. B u çelişki bir süre

sonra grupla rahalsızl ı k yarauı. Partinin yeni genel başkanı olan Sayın Dcmi rcl'e bu konuda şikayetler oluyor. Sayın Demirel de beni o zamanlar henüz bugünkü gibi lanımıyor. Panide bürokrasi korkusu ve bürokraside kadro laşma k fikri egemen. 27 Mayıs'la bürokrasinin yanlı tav n nı n sıkıntıları, acı örnekleri y aşa nm ı ş Sayın Demirci bir gün bana "niçin Ö zel K alem M üdürümü ve şoförümü değiştimıediğimi" sordu. Her i kisinin de CHP'li oldu­ ğunu ve CHP'de çal ışmaya devam ettiklerini, Ö zel Kalem M üdü­ rümün işlen çık ınca sık sık eski bakanı Eccvit'in evi ne gittiğini, arkadaşlarım ı n bundan rahatsız olduğunu söyledi. Ben de kendilerine "onların CHP'li olduklarını bildiğimi ama buna önem vemıcdiğimi, benim son derece açı k olduğumu , çalış­ m alarımın i zlenmesinden hiçbir mahzur doğm ayacağını söyle­ dim. Demirci yelki lanıdığı görevlilerin işine k a rı şm az . Onları so­ nuçla başbaşa bı rakır, sorumluluk tanı rd ı . Gene de bu konuda bir daha başkaca bir şey söylemedi. Eleşti­ riler sürdü ama çoğal madı. Ben CHP'li olan Özel Kalem M üdü­ rümden de şoförümden de memnundum . . . İ şlerinin ehliydiler. Ve onlarla çalı şum. . Gerek Ozel K alem Müdürüm, gerek şoförüm uzunca bir süre benim kendilerinin siyasi düşünceleriyle ilgili olmadığıma akıl erdiremediler. Bir süre sonra onlarda alıştılar. Şoförüm rahatlıkla ben i beklerken Ulus gazetesini oku rdu .. . Seçimler oldu. O sabah şoförüm bana, "Bey bizi fena vurdunuz" dedi. Ben de cevaben, .

..

268


"Sizi biz vunnadık, m i llet vurdu. Milli bakiye sistemine rağ­ men ekseriyeti sağladık. Millet kunuluşu bizde an yor" dedim.

Bir 11Sistem11 ki

.••

Süleyman Beyle bu koalisyonda i l k kez birlikte çalışı yorduk. Ben kendileriyle çalışmaktan çok mutlu olmuştum. Bakanlıktan ziyade bu uyum benim için önemliydi. Milli bakiye sistemine rağmen, seçimlerde alınan sonuç bü­ tün dünyayı şaşıruı. Ben bu seçimden sonra kurulan AP hükümc­ tinde Dışişlcri Bakanı oldum. Bana dünyada birçok meslektaşım şu soruyu sordul ar: -Milli bakiye si stem iyle bu kadar farklı seçim kazanılarak ik­ tidar olunamaz. Ne gibi bir hile yaptınız? Ben onlara hiçbir hile yapmamızın mümkün olmadıgını, biz­ de seçimlerin hakim tem inau ahında olduğunu söyledim ve şu ör­ neği verdim: -Biz Edime'de yüzde kaç oy aldı ksa, Kars'ta da aynı oranda oy aldık. Bu bir mi iletin kararl ılığı nın açık i fadesidir. Milletin karar­ lılığı ile seçim leri kazand ık. Sayın Dem irel'in kuracağı hükümettc yerimi koruyacağımı sanıyordum. Çalışma B akanlığı'na alışmıştım ve önemini kavra­ mışum. Kızım o tarihte ikinci çocuğuna hamileydi . Eşim doğumda bulunmak için Almanya'ya gitm işti . Cemal Tarlan benim arkada­ ş1111 . Ben Antalya Valisi iken o vali muaviniydi. Beni Çanakka­ le'ye tayin eltiler. Valil iğe giderken beraberimde vali ınuavinimi de götümıek için İ çişleri B akanlıg:ı'na başvurdum. -Yali ile vali m uavini birlikte değişmez, dedi ler. Sebep de vali muavini yöreyi biliyor. Yeni gelen vali yöreyi bilmiyor. Ona yar­ dımcı olacak ... Gerekçe son derece haklı. Ama ısrar ediyorum. Zaten Antalya'dan Çanakkalc'yc gitmek istemiyorum. Memuri­ yetin tabii seyri ilerlemektir. Antalya büyük bi r vilayet. Çanakka­ le küçük. " Beni anan indirip eşeğe bindiri yorsunuz" diyorum. Çanakkale'de zelzele olmuş. Kısa zamanda yıkılan evlerin yerine yenileri yapılacak. Israr enim. Kararname çıktı ve Tar269


lan'la birlikte Çanakkale'ye gittim. Seçimlerden sonra siyasi ku­ lislerde genel kanaat, benim Çalışma Bakanlığı'nda kalacağım. Cemal Tarlan senatör. " Sen nasıl olsa yerini korursun. Bana yar­ dımcı ol. Ben de Spor Bakanı olayım. Beyefendiye söyleyiver" dedi. " Fırsat bulursam söylerim" dedim. Seçim sonrası Sayın Demirel , hükümeti kurmaya çalışıyor. Gazetelere sızan haberlerde ve yorumlarda benim adım yok. B u arada Sayın Demirel beni çağınp konuşmuyor da. "Ben herhalde kabine dışı kaldım" dedim ve kendi mi buna hazırlıyorum. Bir çarşamba sabahı kabineyi kurmakla görevlendi rilen Baş­

bakan Demirci, hükümel lisLcsini köşke çıkaracak. Haberini ba­ kanl ığıma gel irken gazelclcrdcn öğrendim. Benimle herhangi bir görüşme olmadı. "Demek ki, kabine dışı kaldık" diye düşündüm. Bakanlığa geldim, Lele fon çaldı. Saal 09.00'a geliyor. "Sayın De­ mirci sizinle göıiişccck" dediler. Demirci beni Başbakanlık'a ça­ ğırdı. Giuim Başbakan, hükümcl listesini yapmışu. Lislc üzerin­ de son birgöıiişmcyi benimle yapmayı uygun görmüşlerdi. Demi­ rci, listeyi yaparken oldukça zorlanmışu. Kılı kırk yarmış ve yo­ rulmuştu. Benim bakanlığıma da Ali Naili Erdcm'i atamıştı. Sayın Demircl'lc hükümct oluşumu üstünde konuştuk. Demirci , Çankaya'ya çıkacak. Bana sordular, -Kendi durumunu bi liyo r musun, diye. -Hayır, bilmiyorum, dedim. -Sizi Dı şiş l cri Bakanlığı'na düşündüm. Şaşınn ışum. Ö nemli bir bakanlıku ama Leknisycn olmayı ge-

rektirirdi. Benim bi r birikimim yoktu: -Nasıl olur'! Ben yapabilir miyim ki? Sanmıyorum, dedim. -Ne o, ben i m l e çalışmak istemiyor musun yoksa? deyince: -Hayır, bunu şeref sayarım. Ama hiçbi r de ne y i mim yok. Başarısız olmaktan korkanın. Demi rci, beni onurlandıran ve güven bildiren bi r konuşma yaptı.Liste açıklandı. Çok eleştiri aldım. Benim Dışişleri Bakanlığım yadırganmış­ u. Birçok yazar, başta Nimet Arzık beni Dışişleri Bakanı yaptığı için Başbakanı eleştiriyorlardı. Hemen hemen bütün eleştiriler 270



benim bakanhğım1a i1gi1iydi. Ve gene başta Nimet Amk olmak üzere baş1angıçta eleştiren1er sonradan övücü ve özür dileyici ya­ zılar yazarak kadirşinaslıklannı gösterdiler. Dışiş1eri Bakanlığı'na getiri1işim i ilk ben e1eştirmiştim. Ama Allah utandırmadı. Kısa sürede intibak etti m . Basın her zaman en büyük desteğim olmuştur. Basınımız gerçekçidir. B asından şikayet edenlere şaşıyorum. Çünkü bizim basınımız önyargıh de­ ği1dir. Basınımızın köşe yazar1an, yönctici1eri o1abi1diğince hoş­ görü1ü ve yapıcıdır1ar. Yeter ki, siz şaşırtıcı o1mayınız. Siz eleşti­ rilmeye yakın bir denge kurmayınız.

272


OTU Z D Ö RD Ü NC Ü B Ö L Ü M

-Sayın Cı l ızoğlu Ben üç padi şah, bi r lıal i fc gördüm. Cumlıu ri ­ ycl i l an edildiği zaman 1 7 yaşınd aydı m . Yedi cumhurbaşkanı i l e beraber yaşad ı m . Mcnı u riycl lıayaum ın on beş y ı l ı Eın niycl Ge­ nci M üdürl üğü'ndc , fücki on beş senesi v al i l ikl erde geçli. Poli sle ve id arede geçen y ı l l anoplumun derılcriylc haş ı r neşi r ol mak sa­ yıl ı r. Yönclic ilik , doklorl uğa benzer. H asla , yal nız kcyi f'sizlcşin­ ce dokloru n yanın d ad ı r. Do kloru n ö m rü hasla ve lıasla l ı k l a geçer. B izim kuşağın günlerine çok olay l ar s ığd ı . Tek part i dönem i , demokrasiye geçiş, 2 7 M ayıs, 1 2 Man, 1 2 Eylü l . : . Olup bilenler­ den kJlı yarar, kalı za rar gördüm. Mcm lckelle beraber çalkal an­ dıın . K ader ben i , öz yurduyla beraber d ünyayı da idare edenleri n veya kendini öyle sananların aras ında yaşauı. Ralımelli Tev J"ik Rüş lü A ras'lan sonra en uzun süre Dışişleri B ak anlığı'nda bulun­ dum. Merhum amcam Darü l eylaml a r Eski Umum Müdürü Sela­ haddin Ö ksüzcü'nün oğlu Muhleşem Ö k sü zcü vardı. Şimd i yaşa­ mıyor. O zam an l ar radyo spi keri ydi. Heyecanlı m açlar anlatırdı. Onun eşi el falından a n l ard ı 1940 yıllarında bir gün B a hçel i ev­ ler'de zi yaretime gelm işli. "Uzun yıllar sonra bir lrafik kazası geçireceksin. Ölümlerden .

273


kunulacaksın. Sonra yükseliyorsun. Saraylarda yaşayacaksın. Dünyayı idare edenler arasında olacaksın" dediydi. Fala pek inanmam. O zamanlar gülüp geçmiştim. ' 1 962 yılında Bursa Senatörü'yken oüzce yolunda bir otomo­ bil kazasına uğradım. Başımdan öldürücü yara aldım. Allah kur­ tardı. Sonra Dışişleri Bakanı oldum. El falının dediği çıktı. Barışı elinde tutanların arasındaydım. Ömrümü yaşarken karşılaştığım olaylan herkesin merakını çekecek derecede ilginç bulduğumu iddia etmiyorum. Böyle dü­ şünmek naçiz kişiliğime taşımadığı önem vennek demektir. Her çok yaşayan, benim kadar insan tanır, benimki gibi olaylara tanık olur. Ama, zamanlanm yabancı devlet adamlarının arasında ya­ şamakla geçti. Bunların pek çoğuyla başbaşa konuşmalarım oldu. Arşivlerde zabıtları bile yok. O günün şanları elvennedi. Bugün o tarihlerden yinni yıldan fazla uzaktayım. Bu bilgiler araştınnacılar için değerkazandı. Bu anılan o amaçla yazıyorum. Batı'dan, Doğu'dan, Müslüman milletlerden, Bağlantısız­ lar'dan. . . B i rçok yabancı devlet adamlarını tanıdım. İ simlerini söylemediklerimi önemsiz saydığımı, adlarını andıklarımın üze­ rimde çok etkisi olduğunu kabul etmek yanlış olur. Önümde yüz­ den fazla albüm var. Hepsi ilginç ziyaretlerin izlerini taşıyor. On­ lara bakıp fotoğraflarla konuşuyorum.

Tanıdığı m Devlet Adamları Belçikalı Sayın Pierre H annel göz dolduran bir diplomattı. Hariciye nazı rl ığı, başbakanlık, senato başkanlığı yaptı. Belçikal ılarda güzel bir gelenek var. Yaşı ilerlediği için emekliye ayrılan senato eski başkanlarını , krala müşavir yapıyor­ lar. B i r tü r fahri devlet bakanı olarak görev yapıyor. Mösyö Har­ mcl de şimdi onlardan. Emekli olmuş, köşesinde oturuyor. Zaman zaman kralı görüyor. Protokolda yeri var. Sayın Hannel yetenekli bir diplomattır. NATO'nun geleceği­ ni incelemek üzere vaktiyle seçilen üç akıllı adam arasındaydı . B u komisyonun hazırladığı çalışma, bugün bile "Hannel Raporu" diye anılır. ·

274


Dostluğumuzun yaran olmuştur. Sık sık Türkiye'ye gide-gele ülkemizin görünmeyen kudretini bellemişti. O zamanlar Yalo­ va'daki yazlık evim henüz yapılmamıştı. Ataköy'deki Emlak Bankası'na ait C kampında kalırdım. Mısır Dışi şleri Bakanı S ayın Mahmut Riyad'la, Belçikalı meslektaşım Sayın Harmel'i eşleriyle beraber davet ederdim. Tatili burada geçi ri rd i k Sayın H annel dünya sorunlarıyla yakından i lgileni rdi. Saat­ lerce bu konulan tartışırdık. Genel problemler kötüye giderse, kendi mem leketini n derdine çare bulunsa bile, devasının sürekli kalamayacagını bil i rdi. Ye ry üz ün ü bölgelere ayırır, her yöreyi .

ayn ayn incelerd i . Ben d e b u görüşteydim. Düşüncelerimiz uyuyordu. Her bu­ luşm amızda bu konuları saatlerce araştırırdık. Pierre Harmel, değerli bir siyaset adamıdır. Bundan kırk iki yıl evvel parl a me nto y a seçi lmişti. B i rçok bakanlıklarda bulun­ muş, ad ıyla an ılan k abinede başkanh k etmi şti . Bclçika'da iki dil konuşulur. Fl amanlarla Valonlar. B i rinciler Holl a nd al ı l a n n konuştuğu lisana yakın bir dile sahiptir. İ kincile­ rin anadili Fransızca'dır. Bu iki büyük etnik grup, birbirlerine ço­ ğu zaman yan bakarlar. Ana dilleri Valonlarla aynı olmasına rağ­ men, ken d i le ri n i ayrı sayan B rü kselli leri de bunlara ekleyince aral arı nda tartışma eksi k olmaz. Geçinememezlik hence uygarlı­ gın, refahın icadı olan sosyal problemlerd i r. Haıınel'in başbakan­ l ı ktan ayrılmasında bu mesele rol oynadı . Seksenine merd iven dayamı ş büyük bir Türk dostu olarak bu­ gün k ışları B rüksel'deki, yazlan Fransa'daki evinde ailece yaşı­ yor. K ral Faysal'a gel ince 1 965 yılında Türkiye'de yapıl an seçim­ ler, kardeş Suudi Arabistan halkının başlarında Sayın Faysal'ın kral olduğu zamana rastlar. Resm i unvanı Kral Birinci Faysal İ bni A bdülaziz di Çok zeki bir kişiliği var. Mazisi çok hareketli geçmişti. Dışişleri ve Maliye Bakanlıklarında bulunmuş. Başbakan ve Başkumandan olmuştu. 1 969 yı lı nd a Yahudilerin mescidi Aksa'yı yakmaları üzerine '

.

Müslümanların reaksiyonundan yararlanmış, Rabal'ta toplanan İ slam Kon fcransı'nın siyasi kuruluş haline gelmesini kolaylaştır275


m ıştı. Amacı, Mısır Devlet B aşkanı Nasır'ın, Araplar arasında ço­ ğal maya başlayan itibannı önlemek ve devrimci akımlann ege­ men olmasına imkan vcm1emekti. İ slam Konferansı'nın bugünkü duruma gelişinde, Nasır'a karşı aynı gayeyi güden rahmetli İ ran Şahı Rıza Pehlcvi'yle birlikte ça­ lışmaları büyük rol oynam ıştı. Türk Dışişleri Bakanı olarak Suud i Arabistan'ı ilk ziyaretim­ de kişi sel amaçlan ın da vardı. Ö z dayım eczacı yüzbaşısı Ziyaed­ din Erendi , Birinci Dünya Harbi'ndc Fahrcttin Paşa ordusuyla Hi­ ca/a gitmiş, orada kalm ı ştı . <;ok Eski Bir Ola�·

1 1 iç unutmam , küçük bir çocuktum. O za m anl a r Ayasteranos d eni le n şim d ik i Yqil köy'dc oturuyorduk. Ansızın gelen sarı bir

Uğıt evi mateme boğ m u ş tu. Ö ğrendik ki Ziya dayım oralarda şe­ hit düşmüştü. Sonradan işin içinde yanlışlık ve dayımın hayatta olduğu . büyük anneme bağlanan maaşın geri istenmesinden ani a­ ş ı kl ı .

Bursa Valisi'ykcn, yim1 i yaşındaki küçük Kral Faysal'la bcra­ tıcr gelen I rak Başbakanı Nuri Sait Paşa'nın him metiyle dayımın i 1.ini bu lmuştuk. E<.:1.acı Ziyaeddin Efendi , Türkistan'dan gelen bi r kızla Cidde'de evlcnm iş, orada kalm ıştı . Onu "Umur-ı Sıhhiye Müdir-i Umumisi" ya pm ışl ardı Dayı mın akıbetini öğrendikten sonra onunla mektuplaşmıştı k . Eşi ölm üştü. Kız ve erkek dön ço­ cuğu vard ı . Somadan dayı m da ralımct-i rahmana kavuştu. Cid­ dc'yc gel ince yeğenlerimle tanı şacaktım. Çocukları buldum. En büyük k 11.1 bi r M ısırl ıyla evlenmişti . Çocukları büyümüştü. Oğlanlardan birinin adını İ hsan koymuş­ lardı. Ama büyük oğul Aziz Zi ya, siyasi bir sebeple lıapsedi imişti. Krala bağışlaması için ricada bulundum . Bana, "Onlar benim de çocuklanm sayılır. Ben büyüttüm. Rahmetli dayınız, bizim en inand ığımız, en güvendiğimiz kimseydi. Para­ lan mızı bi le ona saklatırdık. Aziz Ziya gazetecidir. Aleyhimde yazı lar yazdı. Onun için bir yı 1 hapis cezasına çarplt rdık. Ama çok yakında çıkacak" dedi. .

276


Ö yle de oldu. Yeğenim serbest bırakılmakla kalmadı, televiz­ yonda dolgun bir maaşla konuşmacı lığa da atandı . B ugün hata ai­ lesiyle Cidde'de yaşıyor. Dayımın torunlanndan biri Türkiye'de bizim yanımızda okudu. B ugün Cidde'de hastanede diş doktorlu­ ğu yapıyor. Kral Faysal , 1 975 yılında namaz kılarken b i r akrabasının dü­ zenlediği suikaste kurban gilti. Hançerlendi. Usta, değerl i bi rsiyaset adamıydı. Akıbeti hazin olmuştu r. Al­ lah rahmet eylesin. Willy Brandt, Alman siyasi yaşamının renk l i bi r simasıdır. l l ayaı ı , macerayla doludur. Gazetecilikle işe başlamıştır. Al man­ ya'da Naziler iktidara gelince onlarla çalışmad ı . Her gün aleyhle­ rine yazı yordu. Norvcç'c gitmeye mecbur kald.ı. 1 940 yılın a kadar orada oturdu. Bir Norveçl iyle evlendi. Sonra lsvcç'.c geçti. Gaze­ teci liğe devam ediyordu. i t itler düştükten sonra yurduna döndü. Sosyal Demokrat Par­ ti'yc girdi. Yinn i iki yıl sonra bu kuruluşun genci başkanı oldu. Bcrlin'c belediye başkanı seçildi. 1 957 seçimlerini tekrar ka­ zandı. Aradan çok geçmeden Sovyctlcreski başkenti ablukaya al­ dılar. Bu çemberden sıynl mak için çok çal ıştı . Kuruşçcf'lc görüş­ mek üzere Moskova'ya gidip geldi. Sayı n Demirci ile Alın anya'ya resmi ziyaret yaptığımız za­ man iktidarda büyük koal isyon vard ı . Kicssi ngcr'in başkanlık et­ tiği Hı risti yan Demokrat larla Willy B randt'ın reisi olduğu Sosyal Demokratlar lıükümcıtcydi . Willy· B raııdt, lıcm Başbakan Yar­ d ımcısı hem Dışişlcri Bakanı'ydı . Dcmircl'lc Kicssinger, B aşbakanl ık Rczidansı'nda önemli ve özel bir konuşma yapular. Ben de vard ı m . Resmi görüşmeler ara­ sında Demirci sordu: -Siz sağ eği lim lisiniz. Ö yleyken Sosyalistlerle hükümct kur­ dunuz. Aynı sorun Türki yc'de de var. Bizde de (memleketin kur­ tul uşu iki büyük partinin birleşmesine bağlıdı r) diyenler çıkıyor. Siz durumunuzdan memnun m usunuz? Kicssinger uzun uzun düşündü. Sonra içini çekerek konuştu: -Sağ ile solun bi rleşmesi , solun işine yarıyor. Biz zararlı çık277


Çağlayangil

ve

BnındL

tık. Ö nümüzdeki seçimlcıi kazanabi\ccegimi hiç sanmı yorum. Mecbur oldugum için koalisyon yaptım. Sosyal isLlcr\c bir türlü uyuşamıyoruz. Koalisyon aleş\c suyun bir\ cşmesi gibi bir şey olu­ yor. Nitekim ilk yapılan seçim i Sosyal Demokratlar kazandı . İ kti­ dara geldiler. Willy B randt, Dışişleıi Bakan ı olarak görev yaptığı sıralarda ben de kendisine özel biçimde sordum, oğlu habire komünist gös­ teıi\crde yer alıyor, kasten asayişi bozmaktan tutuklanıyordu: 278


"Bir Dışişleri bakanının evladı, Almanya gibi bir yerde tutuk­ lanıyor. Oğluna (yapma, etme) diye nasihatte bul unmuyor musu­ nuz'!" diye sordum. "Yirmi yaşında komünist olmayandan büyüyünce iyi sosya­ l ist çıkmaz. Ben öyleydim. Aklı başına gelinceye kadar kendisine kanşmam" dedi . Kendisine sormadan özelliklerini anlattığım için buracıkta özür diliyorum. Biz i çişlere d aldı k. Bende telefon numarası yok, Yalova'da da öğrenme imkanım yok. Her buluşmamızda zamana göre politik hikayeler anlatırdı. Hoş sohbetti. Resmi işlerle eğlenceli konulan bi rbi rine karıştır­ masını, sonunda kıssadan poli tik sonuç çıkarmasını iyi bilirdi. Sekreteri bir bayanın yakışıksız işleri karşısında (her koyun kendi bacağından ası lır) demedi .Tersine " Kabahatli benim! İ yi seçeme­ mişim" diye Başbakanlıktan ayrıldı. O gün bugündür partinin ge­ nel başkanlığı ile yetiniyor. Dışişleri Bakanlığım sırasında " Benim bir merakım var. Bü­ yük balık avına meraklıyım. On ki lodan fazl a çeken i ri balıkları avl amasını seviyorum. Şimdi tam mevsimi. Duydum ki Türki­ ye'de bu çeşit av çokmuş. B ana yardım edebilir misiniz?" dedi. Sorduk soruşturduk. Marmara Adası'nda bu çeşit av yapılıyor­ muş. Ama sabah çokerken gitmek lazımmış. Elverişsiz şartlara razı oldu. Gerekli önlemleri aldık. Kendisi İ stanbul'da otelde kaldı. Gün ağırmadan zahmetli bi ryolculuğa katlandı. Motorla Marmara Adası'na giderek avlandı. Merak insana neler yaptırm ıyor. Karaınanlis ve Yunanistan

Konstantin Karamanlis, bugün seksen i ki yaşındadır. Ama hala aranan bi r devlet adamıdır. Yirmi sekiz yaşında genç bir avu­ katken siyasete atıldı . Otuz dokuz yaşında kabineye girdi. B i rçok bakanlıklarda bulundu. M i ll i Savunm a'yı idare ederken ne kadar NATO yanlısı olduğu açıkça görülürdü. Mareşal Papagos tarafın­ dan büyük ü m i tlerle getirildiği Maliye Bakanlığı'nda başarıl ı ol­ du. Yunanistan ekonomisinin düzelmesine yardımlan dokundu. 279


1 955 yılında Meclis Başkanı, az sonra da Başbakan oldu. Sekiz yıl Yunanistan'ı i dare elli. Menderes döneminde Türkiye'ye dostça ziyaretlerde bulundu. Siyasette bir numaralı rakibi son seçimlerden önceki Yunan Başbakanı Andreas Papandreu'nun babası Yorgo Papandreu'ydu. 1 963 H azi ran'ında yapı l an seçimleri kaybetti. Muhalefete geçti . l 967'de Yunanistan'da darbe oldu. Albaylar Cuntası iktidan aldı. Karamanlis küstü, Paris'e gitti. Cunta'nın başı Albay Papadopulos'du. Yedi yıl i ktidarda kal­ dılar. Kendisini 1 967'de Türk-Yunan başbakanlannın buluşma­ sında tanıdım. l 973'ten sonra Yunanislan'da devletin bütün me­ kanizmalannı eline aldı. Rejim NATO yanlısı ama totaliterdi. Ameri kal ılar bu siyaseti destekl iyorlardı. Yunanistan, A B D tara­ rından yardım görüyordu. Allıncı Filo, Eleusis ve Migara liman­ lanndan kolayl ı k görüyordu. Üstün güçlüler, kendilerine bağlanmasını isted i kleri devlet­ lerde iş başına geçen otoriter idarelerden hoşlanırlar. Yunanis­ tan'da Albaylar Cuntası yedi yı lda yıprandı . Yerini sağlaml aştır­ mak niyetiyle Kıbns sorununu radikal biçimde çözmek, olup bit­ ti ye getinnek isted i . Türkiye'nin 1 974 banş harekatlan durumu altüst etti . Papadopulos devri kapandı . Paris'Len çağnlan Karamanlis, Yunanistan'ın idaresini tekrar eli ne almışu. En heyecanlı günleri yaşıyorduk . Karamanlis, Yu­ nanislan'ı bu badireden uzak tutmak basiretini gösterdi. Karamanl is gerçekçi bir siyasetçiydi . Türklerin neyi kabul edeceklerini, hangi noktalarda ı srarda bulunacaklaıını iyi bil ird i . B u bak ımdan kendisiyle konuşulabilen Yunan devlet adam laıı­ nın başında gelird i . Ne çare ki en lazım olan dönemde karşım ıza kader, bugün Yunanistan'ın m ahkemeye venneye hazı rlandıkla­ nnı çı kardı. Zaten tal i h hiçbi r zaman yardımcı olmadı. Ne zaman Türkiye'de i ktidar sağlamsa Yunanistan çalkantılı oluyor, ne va­ k i t karşı taraf kendine gelse biz bocalıyoruz. Karamanlis, Türk-Yunan anlaşmazlığının temel taşını K ıbns meselesinin oluşturduğunu iyi bilirdi. Ortada bağımsız bir hükü­ met var. B ugün iki başlı, bi ri Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti, öbürü Rum idaresi . Bu gerçeği görmezlikten gelmek mümkün de280


ğil . Kıbrıs'ı B i rleşmiş M illetler arasına sokan Zürih Anlaşması'nı imzalayanlardan biri de Kararnanlis. O zamanki devir öyle icap etmiş. '(ürkiyc'de Demirci, Yunanistan'da Karamanlis başbakanken B rükscl'de NATO zirve toplanusı yapılıyordu. Üye devletlerin hükümet başkanlan katı lacaktı . Türk ve Yunan başbakanlan Bcl­ çi ka'ya gitmeye hazırlanıyordu. Bul uşmak için iyi bir fı rsat doğ­ muştu. Ege sorununun ele alınmasına karar verildi. Hazırl ı klar yapıldı. İki taraf Brüksel'dc karşı karşıya geldiler. Ege Dcnizi'ndc binlerce ada vardır. Hepsi Yunanistan ege­ menliğindedi r. Her birine kara suları , kıt'a sahanlığı haklan tanı ­ mak gereki rse Ege bir Yunan gölü halini alır. Durum karışık bir gi­ ri lüi r. İki tara l'ın da onayladığı bi r (deniz hukuku) anl aşması elde yok. Soıun iki tarafa için de öneml i .

Küçük Sorunlar, Büyük Sorunlar İlk önce Karamanlis konuştu: " Denizin alt'ındaki sınır, toprak gibidir. H ududumuzu tartış­ maya gel medik. Zaten yer vcm1ek söz konusu değil. Kimse kendi­ sine ait bir mal ı , acaba başkasının mı deği l m i diye tanışmaya oturm az. Sorunun kanşık olduğunu ve bu anlaşmazlığın çözül­ mesi gerektiğini bi liyorum. Ama konuşamı yorum. Bunu anlayış­ l a karşıl ayacağınızı umuyoru m . U luslararası Adalet Divanı'na gidel i m . (Şeriatın kestiği par­ mak acımaz) derler. Kamuoyuna gideriz (Ne yapal ım mahkeme böyle karar venti. Kabule ınccbur olduk) deriz. Böylece bu anl aş­ mazlık çözülmüş olur" dedi. Sayı n Demirci : "Adalet Divanı son kapıdır. Evvela oturalım. İki taraf da gö­ rüşlerini söylesin. Bir dencp1e yapalım. Belki anl aşınz. Bir sonuç alınmazsu o zaman Adalet Divanı'na gideriz. Biz uluslararası mahkemeyi reddetm iyoruz. Ama hangi noktalarda ihtilafımız ol­ duğunu belirtmek için de evvela konuşmak lazım" dedi. Sonunda bir metin üzerinde taraflar anlaşu. Bildi riyi yayınla­ dık. 28 1


Karşı taraf konuşulanları dikkate almad ı . Tahkimname yaz­ m aktan başka bir niyetle m asaya oturmaya yanaşmadı. B ildiriyi kendine göre yorumladı. Konuşma yapılmadı. Sonraları Bem Anlaşması'yla masaya oturabildik. Ama netice çıkmadı. Durumun ne kadar girift olduğu görülüyor. Türk tarafı şu tek­ lifi öne sürdü: "Eğer Yunanistan Ege'yi bir Yunan gölü halinde görmüyorsa, denizin altındaki değerlerden ortak biçimde yararlanalı m . Mas­ raf da çıkması ihtimal dahilinde bulunan değerler de ortak olsun. Bir işletme kural ım. İki devlet qit şartlarla işletsin. Ege'de kıyısı olan başka m i llet yok. Paylaşalım. O zaman adaların karasuları, kıla sahanlığı ve deniz dibi haklan söz konusu olamaz. Sınınn şur­ dan veya burdan geçmesinin önemi olmaz." Yunanistan buna da razı olmadı. Taksim yemekleri oluyor. Aynı konu üzerinde bir Yunanlı ga­ zeteci konuştu. Bu zat (Hiçbi r zaman Ege'yi Yunan gölü haline getirmek istemedik) deyince "Öyleyse niçin eşit şartlarla işlet­ meyi kabul etmi yorsunuz?" diye sordum. Aldığım cevap bu ko­ nuda ortaya çıkan art düşünceyi ortaya çıkarıyor: "Çünkü haklarımızın sizinkilerden üstün olduğuna inanıyoruz. " Yunanlı l ar bu zihniyette olduğu sürece anlaşm a olur mu? Karamanlis ne yapsın? ·

282


OTUZ

BEŞ İ NC İ BÖ LÜ M

Federal Almanya, çoğu zaman koalisyon hükümctlcriyle yö­ netilir. (Hıristiyan Demokratlar Birliği CDU) muhafazakar parti­ leri , (Sosyalistler SPD) de sol akım lan temsil ederler. Türkiyc'dc­ ki durum gözönünde bulundurulursa Hıri stiyan demokratlar Bir­ l iği'ni m uhafazakarlar topluluğuna, sosyal istleri de Halk Parti­ si'ne benzetebiliriz. Ama kuvvetleri bizdekilerden farklıdır. Al­ manya'daki iki partinin oy oranlan birbi rine yakındır. Büyük koalisyon, yani bu partilerin bi rleşmesi, her zaman söz konusu olmaz. Çünkü CDU ile S PD'nin doğrultuları birbiriyle çe­ lişir. Adını Hür Demokratlar'dan alan FDP, vaktiyle bizde olduğu gibi iktidarın oluşmasında büyük rol oynar. Üye sayısı azdır ama, çok etkisi vardır. Hangi tarafa yönelirse onu iktidar yapar. Bu genci görüşlerden sonra size Sayın Gcnschcr'i anlataca­ ğım. Hans Dictrich Gcnscher, bir Alman siyasetçisidi r. Doğum ye­ ri bugün Federal Almanya'nın sınırlan dışında kaldı . Doğu Al­ manya'nın küçük bir kasabasında doğdu. Öğrenimini Leipzig Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yaptı. 1 952 yılında Federal Al­ manya'ya yerleşti . Siyasete atıldı . Otuz sekiz yaşında milletvekili 283


oldu. FDP'ye gi nn işti. 1 968 yılında partinin genel başkanı oldu. Bir yıl sonra kurulan Willy B randl kabinesine içişleri B akanı ola­ rak girdi. 1 974 yılında Helmut Schmidt hükümetinde Dışişleri'ne getirildi. Kendisini o zaman tanıdım. Türkiye'yle Almanya'nın sıcak ilişkileri vardır. H angi köye gitseniz Almanlan yabancıdan saymazlar. Onlara "hane h alkı" d i ye b ak a rlar. V akt i y le Kurt G. K iessinger Alman Başbaka­ nı'yken memleketimize gelmi şti. Tarihi yerleri merak ediyordu. Kendisini İzm ir'dcn Bergama'ya götürüyordum. - B i r Türk köyü ve evi göımek istiyorum. Ama yerini kendim seçeceğim. B ana yard ı m eder m i si niz? d iye sordu. - Yolda lıangi köyü beğenirseniz orada dururuz. İ sted iğiniz eve, sah i bi izin veri rse gireriz ded i m . Seçtiği eve girdik . Pek be ğe ndi. B ilgi ler aldı. B i r aralı k ev in erkeği i le aramızd a şu konuşma geÇti : -B aşbakan'a bir çift lafım v ar. İzin verir m isiniz? -Almanca biliyor musunuz? -B ilmiyorum ama, meramımı, anlatacağımı sanıyorum. - Ö yleyse hadi, söyle. Köylü i lerledi. Başbakan'ın yanına geldi. İ k i elinin işaret par­ maklarını birbiri ne sürterek: "Alman-Türk barabar! " dedi . K iessinger b:.ı na döndü. Türkiye'yle Almanya'nın beraber yü­ rüdüğünü, b i rb i rle ri ni dost saydı ğını söylemek i stediğini anla­ m ıştı . Çok duygulandı. Kucaklaştılar. Gensclıer, bir Türk dostuydu. Tam de mok rau ı . 1 2 Eyl ü l'den sonra Almanya'da bi r telaş ve merak başladı . Kaygılan rejimi m i z üı.erineyd i . Türki ye'ye sık sık gi di p gelmeler oldu. Genscher de lıer vesi leden yararl anı r, z i ya retler yapardı. Gelişlerinde burada­ ki elçiyi yanına alır, evime uğrardı . B aştakilerin değil, cefa çe­ kenleri n ve Adalet Partisi'ni eskiden yönetmiş olanların ne düşün­ düğüne önem veri rdi. Bize gelişleri olay olur, yabancı televizyon­ cular yerli ve ecnebi fotoğrafçılar, gazeteciler eve dolardı. Ama bizimki ler o günkü şartlara uyar, bir şey yazamazlardı. Yorum yoktu. 284


Sclııııid,

Deıııire l ,

Çağlayang i l

Küçük Noktalar Kendisine derdim ki: "Avrupa Konseyi'nde olduğumuz için, Ortak Pazar'ın ge­ çiş dönemi üyesi bulunduğumuz için, sizden sayıldığımız için bizimle ilgileniyorsunuz. Ortak tarafımız ülkelerimizin demokra t oluşudur. Bunu normal karşılıyorum.

12 Eylül, bizi geçici ola ra k rej imimizden ayırdı. Bir an ewel

285


özgür rejime kavuşmamızı i stemenizin nedenlerini anlıyorum. Anlayamadığım taraf, bugünkü yöneticileri alkışlamanızdır. 1 2 Eylül'ü gerçekleştirenler iyi yapmışlar, kötü yapmışlar size ne? Bence (Bu işi niçin, neden yaptınız?) demekle, ( İyi k i yaptı­ nız, günde yirmi kişi ölüyordu) demenin farkı yok. Yöneticilerin doğru veya eğri yolda oldukları hakkında hüküm vermek, eleştiri veya teşvikte bulunmak size d üşmez. B u bizim işimiz. Sizinle içi şl erimize karışmamak şartıyla dostuz. Ama değer hükmü ver­ meye veya bunu açıkça bildirmeye kalkışırsanız iş bozulur. Sizin ziyaretlerinizi merakınıza veya kaygınıza bağlamak mümkün. Ama (eski Alman Savunma B akanı'nın beyanlanndan rahatsı z olmuyorum) dersem yalan olur. Bunları kendisine de söyledim. Alman Parlamentosu kapatılırsa aynı biçimde düşünüp düşünmeyeceğini sordum. " H iç bizim parlamento kapanır mı? B izde yimı i kişi her gün ölmüyor ki" dedi. "Onu önlemek görevlilerin vazifesi. Sizi ilgilendiren demok­ rasi ye ne zaman dönüleceğidir" dedim . Bugün n e Genscher'ler ortalıkta görünüyor, n e d e Almanlann geçmişteki ilgisine rastlanıyor. Devirlerle beraber, görüşler de değişiyor. 1 965 yılı sonlarında Kıbrıs sorunu yine B i rleşmiş Milletler Asamblesi'ne götürülmüştü. Yunanistan'da Stesfanopulos kabi­ nesi vardı. Çirimikos hem partinin Genel B aşkanı, hem B aşbakan Yard ımcısı ve koalisyonun ortağı, hem de Dışişleri B akanı'ydı. Zaten karşı tarafın gerek ülke içinde, gerek dış poli li kada ne zaman başı sıkışsa Kıbrıs meselesini B i rleşmiş tvlilletler günde­ mine sokmak ister. O platform kendileri için en elverişli bir alan oluyor. Orada devletler arasındaki anlaşmalann da, cemaat kav­ ramının da bizim anlayışımızdan farklı yorumlan var. Diyorlar ki: " B i r topluluğu bağımsızlığa kavuşturan, onu devlet yapan antlaşmalarda, esir olarak bunca yıl yaşamış topluluğun hedefi, istiklal kazanmaktır. Gözlem amaca dikilmiş, yönler o tarafa çevrilmiştir. B ağım286


sızlığını elde etmek için olmayacak yükün altına girecektir. Hani eski zamanlarda kasaplar, taze kuzu etini, yanına baş veya ciğer ya da zor satılan herhangi bir şey koymadan vermezlermiş. Onun gibi .bağımsızlığa kavuşmak için acele eden, heyecan çeken bir millet de anlaşma ne kadar ağır olursa olsun imzayı basar. Bu i ti· barla herhangi bir sözleşme, altındaki imzalarla değil, içeri ğinin B i rleşmiş Milletler Anayasası'na uygun olup olmamasıyla değer i fade eder." Bu görüşte olanlar, Hukuk Komisyonu'ndan bi r yorum bile çı· kanma yoluna gitmişlerd i r. Biz Kıbrıs işinde başlıca antlaşmalara dayanınz. (Sizin bu ko­ nuda imzanız var) deriz. O iddianın önüne böylece geçmek ister­ ler.

Konu Yine Kıbrıs Olursa ... B i r de cemaat kavramı vardır. B i r etnik grup, tüm nüfusun, be­ lirl i bi r oranını geçm i şse, azınlık olmaktan çıkar cemaat olur. Ce­ maatlere tanınan imtiyazlar vard ı r. Onlan hak eder. Bu iddianın geçerliliğini bekleyen Üçüncü Dünya, özellikle Afrika'da çok devlet vardır. Afrika devletleri, koloni zamanında çizilmiş siyasi sını rlar içinde bağımsızlık kazanmışlardır. Aşiret­ lerin bir böl üm halkı bu, öbür bölümü şu devletin sınırları içinde kalmışlardır. Aynı cemaat i k i ayn devletin topraklarında yaşar ol­ muştur. Bunların bütün di kkati Kıbns'a çev rilmiştir. Cemaatlere tanı­ nacak haklardan kendileri de faydalanmayı düşünmektedirler. Bunun içindir ki Kıbns sorunu ne zaman Bi rleşmiş Milletler plat­ fomı una gitse Türk tezine aykı rı bir karar elde edilmesi kolay olur. 1 965 yılında yeni bakan olmuştum. BM Asamblesi'nin usul oyunlarını yeni öğreniyordum. B una rağmen yeni hükümet diren­ di. ısrar edilen karann aleyhte olmasını, prensiplerden taviz ver­ meye tercih etti. O zamanlar Yunan Dışişleri Bakanı olan Çi rimikos, Türk meslektaşıyla görüşüp anlaşmaya yanaşmadı. Yunanlılar bizimle 287


Lcmaslan kaçıyorlardı. Aleyhe çıkan karan Türkiye Lanımayaca­ ğını ilan elli . TakLiğimiz i şe yaramıştı . B i z üslüne düştü kçe Yunanlılar ka­ çı yordu. Geri geçi li nce sı ra onlara geldi . Belçika'da Loplanacak NATO Bakanlar Konseyi'ne giLmcye hazırlanıyordum. Sayın Demirci çağı rd ı : -Yunanlılar bizimle görüşmek isti yo rlar. Kabinenin ekono­ mik işlerine bakan M iLsoLakis'i gönderiyorlar. Onunla görüşüver bakalım. Ama gizli Lul. Kimse d u ym asın. B ana Kürşat söyl ed i de­ di. RalımeLli Nihal Kürşat, bizim Turizm Bakanı m ızd ı . İ y i Rum­ ca konuşurd u . Yunanlı hir arkadaşı vard ı . Karısı Türklü. B u zaı lıJ.la Türk i ye'ye gelip gider. Bi rkaç ay evvel yine Ankara'ya geld i. Beni aradı görüştük. M i Lsotakis'in dostudur. Kürşat heni onunla tan ışt ı rd ı . B rü ksel 'd e b i zi m e lç il iğ i n m ali­ ye müşav i rinin evinde gece saat 1 0.00'da b ulu şm a karan aldı k . M itsotak is, bana Atalürk'ten Venizclos'Lan söz elli. ( H ayvan­ lar kokl aşa k o k la şa insanlar konuşa konuşa) ded i . B i r araya gel ip sorunlarımıza çare aramanın yararlarından bahselli. Ben de kendisine aynı f'i k i rde olduğum uzu, ama Çirimikos iş baş ı ndayken, bu zatla konuşmanın bir yararı olmayacağını söyle­ dim. K ı sa süre sonra Çi ri m ikos, lıem B aşbaka n Yardımcılığı'ndan hem de Dışi şlcri Bak anl ığı 'nd an çekildi. Koal i syon bozuldu. Tür­ k i ye i le Yunanistan a ras ı n da konuşmalar baş la dı . Mitsotakis ile temaslar böyle başlad ı . Cunta i daresi yeni kuru­ l u rken bir gün tclcl'o nla İ z m i r'd e n arad ı lar. M i tsotak is'di. K a y ı kl a adaların biri nden kaçın ış. Fransa' ya K aramanlis' i n yanına giLmek i sLiyordu. Ar;,ularını yeri ne getirdim. Fransa'ya gidişini sağl a­ dım. Cumhurbaşkanlığına vekalet ederken, kendisi Yunan Dı şi ş le ­ ri Bakanı'ydı. NATO'nun öbür üyelerinin bakanl a rı yl a Çanka ­ ya'da onlar için düzenlenen bir resepsiyona gelmişti. Kalabalıkta beni bir kenara çekti. -Sizinle görüşmek i stiyorum. B ana zaman ayırabilir m i siniz? dedi . ,

288


On beş nazınn hiçbiriyle özel görüşme yapmadığımı, gizl ice inconilo olarak evime sabah erken gelirse, kahvallı yapacağım ı zı söyledim. Öyle yapu . Gizli geldi. Aramızd aki sorunları görüşlü. Milsolakis her şeyden evvel bir Yunanl ı gibi düşünür. Fakal bize karşı peşin bir değer hükmü, kölü bir niyeli yoktur, Pipinel­ lis'in dediği gibi (bir Yunanlıyla bir Türk ne ölçüde yaklaşabi lir­ se) kendisiyle öylece dosl olduk. Aramı zdaki sorunlar için ger­ çekçi bir konuşmacıdır.

289



OTUZ A LTiNCi B Ö L Ü M

- Dı şi � l e ri 13 a k a ı ı ı o l d u ğ u m zaman Fan ra n i , ltalyan H ari c i ye

Nazırı'yd ı . Ankara ile İ stanbul arasında yapt ı ğ ı m ı z oto m obil yo l ­ c u l uğunu a n ı l a n ın aras ı nda o k ud u n u z . Y u rdumuza i k i kez ge l d i . Dosl l u ğ u nı u z, ın enı lcket iın i ı.e d u yduğu i lg i den k a y nak l an ı yo r

­

d u . Eşi 13 i anca R osa d a T ü rk i y e' y i severd i . Den i zine bay ı l ı r, i yi y ü zerd i .

rın

Sayın Fan ran i , i y i hi r a i l c ba b ası yd ı . A l t ı çocuğu v a rd ı . Onl a­ evlenm eleri y l e , öğren i m l eri yle u ğraş ı r d u ru rd u . Y u rıd ı ş ı ıı a çı k t ı k ç a R o nı a ' ya u ğ ra m a y ı fülct ed i n m i ş t i m . K ı sa

da o l sa dos l l :.ı rı m ı görürd ü m . Fan ra n i ' n i n i ş i v arsa, ha v aal :.ı n ı n a eşi gel i rd i . Fan ra n i ' lerin Çankare l l i ad ı nd a b i r a i l e doktorl arı vard ı . Ma­ dam Fan r:.ıni nereye giderse, d o k to ru n q i de pqini b ı ra k ın:.ız d ı . T ü rk i ye ' y e de beraber

ge l m i şle rd i .

Fan fa rı i ,

1965- 1 966

dev resi

Yürür­ düşmüş, ayağı kırılmışu. Çankarcll i, İ lalya'dan New York'a kadar gelmiş, çabuk iyileşmesine yardımda bulunmuştu. Madam Fanfani i yi Olomobil kullanırdı. Buna rağmen günün birinde kaza yapm ış, :.ıyl arca Çankarcl l i'nin hastanesinde yatmış­ için B i rlqm i ş M i l letler Asamblcsi'nc başkan seç i l m i ş t i .

ken

!1.

29 1


Yundışı gezilerimin birinden memlekete dönerken, yine Ro­ ma'ya uğradım. İlalyanlar, emekliye ayrıldıktan sonra da büyük­ elçilerine görev vennektcn vazgeçmiyorlar. Roma uğrak yer. Resmi yabancı kişiler her gün gelip gidiyor. Emekli bü yükclçilcr­ den birini de havaalanı protokolü için görevlcndinnişlcr, tanış­ mıştık. O zamanlar İtalya'daki büyükelçimiz, değerli dostum Fu­ at Bayramoğlu'ydu. İtalyanla beraber karşılamaya gelmişlerdi. Emekli büyükelçi: -Madam Fanfani sizinle telefonla görüşmek istiyor. Açık bıraktım, bekliyor dedi. Acele ettim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti :

- Uçağınıı. Roma'da ne kadar kalacak'! -Yinni dakika. -Si z telefonu k a pa y ın. Görmeye geleceğim. İ t iraz edecek oldum. Evlerinin nerede olduğunu biliyordum. Alana yinn i dakikada gelmek için trafiğin yoğun olduğu bu saatte arabayı hızlı süıınek l a zı m dı. Yine bir kaza olmasını istemiyor­ dum. Dinlemedi . Telefonu kapattı . Yinni dakika geçti. Madam Fan fani görünmedi. Uçağa bind i k. Tam kapı lar kapanırken telaşlı telaşlı geldi. Uçağa çıktı : -Kendimi iyi hissetmiyorum. Türkiyc'yi de özledim. Gider gitmez kocama tele fon edin. Beni Türkiye'ye göndersin, dedi. -Ed e rim ama, bunları tele fonda söyleseniz olmaz mıydı'! -Sizi gönnek istedim. Belk i bir daha görüşemeyiz diye korktum. Ayrıldık. Mem lekete dönünce Fanfani'ye telefon ettim. Du­ rumu anlaıtım . -Onu bilmez misin? dedi. "Telaşçıdır. Önümüzdeki k ı ş . Tür­ kiye'de de yüzülmez. Hem mektepler açıldı. Çocukların yanında kalması lazı m. Y az ı bekleyelim. Aradan aylar geçti. Bu sefer İ talya'da yapılacak bir toplantıya gidiyordum. Roma'da dön gün kalacaktım . Havaalanında Sayın Bayramoğlu : "Fena bir haberim var. Madam Fanfani, Üniversite Hastanesi'nde ve komada. ' Kurtulmaz' d i yorlar" dedi. Çok canım sıkıldı. Kardeş saydığı m ı z bir insandı . Bu son, ai­ lece bizi üzerd i . Hemen hastaneye gitmeye karar verdik. 292


Kapıda evli kızına raslladım: -Annem Leknik olarak öldü. Yukarıda yauyor, ded i . "Teknik ol arak yaşamıyor" deyimini i l k defa duyuyordum. "Yapılacak bi r şey yok. Konuşam ıyor. Kendinde değil " demek­ miş. Yanına vardık. Oksijen çadırının i çinde güçlükle nefes alan bir insan gördük. Madam Fanfani'den eser yoklu. Doktor yanıı dan ayrı lmı yordu. "İş A l l ah'a k a ldı " ded i . O gece erkenden yalllk. Sabahleyin şi mdi Büyükclçi olan Özel Kalem Müdürüm b i r İ la l y anc a gazete uzall ı . K ı rı k d()kük di l bi lgim le okudum. M adam Faıüani'nin elli dön y aşınd .ı ö l d ü ğ ün ü y az ı yo rd u . Habere i k i sütun ayrı l m ı ş, resim de k o nm uştu . Hemen hastaneye gill i k . Dini adet leri ne uyarak açık tabuta koym uşl ard ı. Fan rani y ı k ı lm ı ş tı . B oy nu ma sarı ldı. i k i mizin de gö zleri yaşl ı yd ı . Be n i küçük bir od a y a götürdü: "Bu k ad ın e v l i y a . . . Şunl ara hak . B u dav e tiye le ri kendisi g i zl i­ ce bastı ıın ı ş. Ü n i vers i te l i astanesi'nde ölen M adam Fanfani için yap ı lacak törene çağı rıyor. Ayını, yı l ı nı yazmış, sadece gününü aç ı k b ı rak m ış . Biz bütün hast al ık l arı m ızda Çank arel l i' n i n hastanesine gide­ ıiz. Üniversiteyi nereden çıkanrnş? Nerden orada ö l ec eğini bil­ miş? Sonra çocuklan yıllard ı r alıştıklan okull ardan a l d ı . Yakın d i ye ma h a l l em izdek i liseye ka yde n i rd i . Bü tün ü i ra1.lanmıza 'Ben öl ü rsem götüre n , get i re n ol m az' ded i . Dahası var. H av aala nı ­ na gel işi , sana söyled i k le ri . . . Tel aş t a n ak l ı ma ge l mem işt i . Merakl a sordum : -Sahi niçin Üniversite H astanesi'ne g ötü rd ü n üz? -Cu ma günü b i rd en bi re fenalaştı. En y ak ı n hastan e o ras ı yd ı . Ambo l i o lmuş. B i r pıhu gelmiş, beyindamarlannı ukamış. Fanrani haki ıyd ı . Gizlice davetiye bastııınası , bütün yaptı kla­ n ölüme hazırl ı ktı. Bunları bi lmek için evl iya olmak l azım .

Aziz Dostum Fanfani Eşin i kaybettikten sonra da evlerine gider gelirdim. Sofraya çocuklarla otururduk. Yerim onun yanı ndaydı. Öldükten sonra 293


sandalyesi boş bı rakılırdı . Kimse oturmazdı. Fanfani bir daha ev­ lenmemeye karar vennişti . Çok üzgündü. Anıdan uzun süre geçti . Bir gün davetiye aldım. Evleniyor­ muş. Yad ı rgayanlar arasında ben de vardım. Sonradan haksız ol­ duğumu anladım. İkinci eşi çok mükemmel bir hanımdı. Dünyayı dolaşı r, kitap yazar, fotoğrafçeker, sanatsever bir insan. Kimsesiz kalmış Fanfani'yle çok güzel uyuşuyorlar. Zaten Fan fani de iyi re­ sim yapar. Profesyonellere taş çıkaru r. Bana resimlerini hediye elli. Yalova'daki ev i m in salonunu süslüyor. Fanfani'nin ikinci eşi, Uluslararası K ızı lhaç Örgtilü'nün Baş­ kan Yardımcıl ığı'n ı da yapıyor. Geçenlerde Türkiye'ye geldi. K ı ymetli dostum ve bit.im Kıı.ıl ay'ın değerli Genci Başkanı olan Doktor Kemal Dem i r kendisine al tın bi r madalya verdi. Görüştük. Fanfani'nin aile hayatından uzun uzun söz etmem, i l k eşinin ev liyalığı üzerindeki hayretimden kaynaklanıyor. Olaydan çok etkilendim. Tek Allahl ı dinlerin böyle anl aşılmaz sırlan var. Sıra kendisinin resmi kişil iğini anlatmaya geldi. Yaşımız gibi, siyasi ömrümüz de birbirine benzer. Politikaya Çalışma Bakanlığı'yla başladı. Birçok bakanlıklarda bulundu. Senatoya başkan seçildi . Birkaç kez başbakan oldu. İndi. Çıktı . Sayın Demirci her zaman şaşar. İtalya'da H ı risLiyan Demok­ rnL ParLisi içinde dokuz ayn bölüm vardır. Her birinin ayrı l iderleri oluyor. Fan fani bunlardan bitinin başıdır. Panisinin sol kanadına başkanl ık eden Aldo Moro'yla uyuşamazlardı. Birbirlerinin kabi­ nesinde zaman zaman görev almakla beraber, düşünceleri ayrıy­ dı. Fanfani bugün bile İçişleri Bakanlığı yapıyor. Her zaman akli ftir. Yurdunda ne vakit siyasi bunal ım olsa ak­ la gelen isimlerdend i . Prensip sahibidir. İnançtan ve bilgisi sağ­ lamdır. 1 926 yılından başlayarak otuz yedi sene hem çalışmış, hem kitap yazmıştır. Bakanlık yaparken kitap yazmaya vakit ayırmak zordur. O, bu işi başardı. Değişik konularda ve çoğu eko­ nomi üzerine olarak on üç eser meydana çıkardı. Gençliğinde Yatikan'la ABD'nin ilişki kurması için arabulu­ culuk elliği bile görüldü. Akdcniz'in yalnız burada kıyı sahibi olan devletlerin özel ilgi duyacağı bir bölge olduğuna inanır ve bu amaçla birlik kurmaya uğraşır. Allah uzun ömürler versin. 294


Sanatçıları Severi m Sanalı v e sanatçıları severim . 1 956 yılında Amerika'ya gitti­ ğimiz zaman, büyük bir şirkclin yabancılara film satan bölümü­ nün müdürü olan Türk asıllı Elya Levi, bizi dönemin sinema oyuncularıyla tanıştınnıştı . O tarihlerde Claudeue Colbcrt revaç­ taydı. Bu sanatçı ayaklarının büyük oluşuyla ün salmıştı. Dikkat ederseniz 1ilmlerinin hiçbirinde ayaklarını göstennezler. O sırada başrollerini Deborah Kerr'le Y u l B rynner'in yaptıkları "Kral ve Ben" filmi yeni çevril iyordu. Onları gördük. Rahmetli Sunay'ın Amerika ziyaretinde de bizi Hollywood'a götürdüler. Sinemanın birçok ünlüsüyle tanıştı k. Fanfani'yi anlalırken, bir aralık kocası Ponli'yle Türkiyc'ye gelen Sophia Loren'i nasıl gördüğümü hikaye elmeden geçemeyeceğim. . Mondello, Ankara'da I talyan Büyükelçisi'ydi . Roma'da Fan­ fani'ye gidip gelirken Lanışmışllk. Aramızda yak ı n l ı k vardı. Sophia Loren onuruna sefarctlc bir resepsiyon düzenlcnm işli . Bcn de davctliydim. Evvela kok leyi verilecek, sonra yemek yene­ cekti . Geç kaldım. Mondello: "Nerede kaldınız? Sophia Lorcn'le şimdiye kadar sizi bekle­ d i k . Şimdi yukan odalarına çıktı l a r. Yemek için k ıyafel değişıi rc­ ceklcr. Ama vakit geçmed i . Hadi beraber gelin sizi tanışu rayım " ded i . Üst kata çıktık. Mondello kapıyı vurarak odaya daldı. Ben de arkasından. Sophia Loren bir yabancı görünce şaşırdı. Soyunmaya başla­ mış. Kombinezonlaydı. "Türk-İtalyan dostluğunda her şey açık. Dekolte olsanız da ne zaran var ... Size eski dışişlcıi Bakanı, Fanfani'nin yakın dostu Çağlayangil'i tanıştırmaya geldim" diye şakaya boğdu . Garip bir tanışma oldu. Sonra beraberce yemek yedik . Devir, H alk Partisi dönemiydi. Rahmetli Turan Güneş, Dışişlcri B akanı'ydı. Sofrada bizi kırdı geçirdi . . . 295


ElizabeLh Taylor'la Lanışmarn da olaylı olmuşLUr. B i rleşmi ş MilleLler LoplanLısına kaLılmak üzere New York'a giLm iştim . Kar­ deşim gibi yakınım Ardcşir Zahid i , İran'ın Amerika B üyükelçisi olarak WashingLon'da görev yapıyordu. B izim için bir suare dü­ zenlemişti. Kalabalı k bir kalile hal inde New York'tan oraya git­ tik. Eşim, şimdiki Paris Büyükelçisi İlterTürkmen, Cevdet Aydın arkadaşlarım beraberdi. Bursa'dan Mehmet Yazıcı m isafiri md i . Onlar d a bize kaLıldılar. Ardeşir, nüfuzlu bir büyükclçiydi. İki ABD B akanı, senatör­ ler, kongre üyeleri davetlileriydi. Ünlü sanatçı ları çağırm ıştı. Yemekte, sağımda Senato Dışiş­ leri Komisyonu Başkanı'nın eşi , solumda Elizabcth Taylor oturu­ yordu. El izabeth Taylor, yaşına rağmen güzelliğini koruyabil­ m iş. Ama yalnız büsLü var. Belden aşağısına hiç bakmamak la­ zım. O sıral arda kaza geçirmiş. İyileşme yolundaydı. Amerikan silah ambargosunun uygulandığı yıllard ı . Bütün i l gi m i , Senato Dışişlcri Komisyonu Başkanı'nın eşi üzerinde toplamakta yarar vard ı . Öyle yapıyordum. Bir aralık Elizabeth Taylor: - H i ç böyle şey görınedim. Burada olduğum adeta inkar edi l i ­ yor. B ütün dikkaLinizi sağınızda topladınız, dedi. -Yaptığım halayı anlamıştım. Ünlü sanatçıyı ihmal etmiştim . Tamir etmek lazımdı : -Ben sizin tarafı nıza bakamam dedim. - Neden? -Çünkü gözleriniz o kadar anlam lı ki . . . Bakllkça i nsanın başı dönüyor. Düşecek gibi oluyor. B i r kahkaha atlı: -Çevir kaz yanmasın gibi olsa da konuşma hoşuma gitti. Sizi bir dansl a ödüllendireceğim, ded i . Dansa kalktık.

296



OTUZ YEDİ NC İ B Ö LÜ M

-İran'ın eski Şahı'nı, Bursa Valisi'yken tanıdım. Rahmelli Celal Bayar, yabanc ı devlet adamlannın doğduğu yöreyi görme­ lerini i sterdi. Doğrusunu ararsanız B u rsa da görülecek yerdir. Da­ ğı, denizi, yeşili vardır. Yeşil ovası diyemiyoru m , çünkü canım ova bugün beton yığınına döndü, ama yine de güzelliğini koruyor. Anlatı rlar: Dünyayı yarattıktan sonra Allah etrafına bereket dağıtmak için seyrana çıkmış. Göklerde gezinir, bütün güzel lik­ lerden her beldeye bir ıuıam atann ış. Bursa'ya gelince, kendi ese­ rine kendisi hayran kalmış, tüm torbaları yöreye düşü rmüş. Onun içindi r ki, bu diyarda bereket fı şkınnış. Bu kadar yer gördüm. Bursa'nı n başka yeri var. Her neyse. Daldık. Şah'ı anlatırken B ursa'ya başladı k. Vilayette görevdeydim ki bir gün: "Cumhurbaşkan ı , sizi Ankara'dan anyor dedi ler. Açtım . Karşımda Celal Bayar rahmetliyi buldum. İran Şa­ hı'nın Bursa'ya geleceğini haber veriyor. İyi ağırlanmasını isti­ yordu. Mernk duymamasını, elden gelen her şeyin yapılacağını söyledim. Şah yeni evl iydi. Eşinin güzell i ğ i di11cre destandı . Prenses Sü­ reyya hem İ ran, hem Alman kanı taşıyomrnş. Güzell iği de melez"

298


l iğinden kaynaklanıyonnuş. Yalnız çocukları olmuyordu. A m a kaplıcaları mızın şifalı sulan d a k a r ermedi. Geldiler, tarihi yerleri gezdiler. İkinci sefer kendisiyle Tahran'da buluştuk. Bursa Scnatö­ rü'ydüm. 1965 yılının ocak ayıydı. Rahmetli İnönü Başba­ kan'd ı . H ükümet, Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin görüşünü ya­ bancı devletlerin büyüklerine anlalmak için, bölgelere üçer par­ lamenterden ol uşan iyi niyet heyetleri gönderiyordu. C H P'den Sayın Çelik baş, AP'den rahmetli Ertuğrul Akça ve bana da Uzak­ doğu ülkeleri düşmüştü. 1 9 devlete gillik. Son durağımız İran'dı . Şah'ı o zaman gördüm. Memleket pe k karı şıktı . Başbakan Man­ sur, suikaste kurban gitmişti. Maliye Bakanı Emir Abbas H üvey­ da vekalet ediyordu. Biz Türkiye'ye döner dönmez asi l olarak Başbakan oldu. Aradan bi r yıl geçmeden Dışişleri Bakanı oldum. Temasları­ m ız sıklaşm ışll . İran komşu bi r ülkedir. Türkiye ile i lişkilefrkardeşçeydi . Ye­ ni devlet ba�kanlanmız dış ü lkeleri ziyarete Pakistan ve lran'dan başlarlard ı . iş başına yeni gelen her hükümet, bu geleneği sürdür­ meye özen gösteri rdi. CENTO ve RCD anlaşmaları bu üç memle­ keti bi rbi rine bağlardı. CENTO, NATO'nun Asya'daki uzantısıy­ dı. SEATO ile birleşince dünyayı saran bir zincir olurdu. RCD; kalkınma için bir araçur. Siyasi yönü savu mn ay l a ta­ m am olur. Pakistan, İran ve Türkiye birleşince bölgede halın sa­ yılır b i r k uvvet oluşturur. Üç devletin bugünkü nüfusu 240 milyo­ nu bul u r. B una Bangladeş de eklenirse 350 milyonu aşar. Atatürk devri nin dış pol iti kası bağımsız diye anıl ı r. Bağım­ sızlık, her türlü bağlantının dışında kalmak anlamına gel mez. O devirde Sadabat Paku ve B alkan İuifakı içindeydik. Atatürk, te­ ker teker kuvvetliye yem olmaktansa, birleşip daha kuvvetli hale gelmekten yanaydı. İran Şah ı , iyi yetişmişti. Yükseköğrenimini İsviçre'de yap­ mıştı. Sovyetler'in İran'ı işgal etmeleri üzerine babası çekilmiş ve tahtı 21 yaşındaki oğluna bırakmıştı. Tarih 2 1 Eylül 1 94 1 'di. Kırk yıla yakın İ ran'ı idare etti. 299


1 952 yılında Başbakan M usaddı k karşısına çıktı . Saltanatla hükümet arasındaki geçimsizlik İran'ı ekonomi k ve poli ti k buna­ l ı m a itince B aşbakan'ı azletmek için fennan çıkard ı . Fakat Mu­ saddı k baskın çıktı. 1 95 3 Ağustos'unda Şah Roma'ya kaçmaya mecbur kaldı. Memleketteki m onarşi taraftarlannın, özelli kle or­ duda büyük nüfuzu olan, eski İ ran Hariciye Veziri , yak ı n dostum A rd c ş i r' in babası General Zah i d i n in, a yak l an ı p M usaddık'ı dev i r­ meleri üzerine 27 Ağustos 1 95 3'te yu rd una döndü. İ ran da birçok relöm1lar yapmı ştır. Tebriz'deki komünistlere yakı n idareni n devrilmesinde, köylüye toprak dağı tı l ması nd a hiz­ metleri ol muştur. Aram ızda dostluk kurulduktan sonra bir gün bana içini açtı : "Sabri Bey (Bana babamın a d ı y la hita p ederdi). B i li yor m usu­ nuz ki İ ra n hal kı benim kend ilerinin hükümdarı olduğumu a rad a n yirmi yı ldan fazl a zaman geçti kten sonra kabullennı i�tir. H ftl a ye ­ ri me rahatça oturmuş deği l i m . " '

'

Celal Bayar Anlatmıştı O za man rahmetli Cel ili Bay ar ı hatı rladı m. Kendisinden din­ lemiştim. " Büyük Ş alı, yani Mısı r'da ölen Ş ah ı n ba bası Türk i ye y i ziya­ ret e tmi ş ti. O zama nlar ben H al ıcıoğlu'nda askerl ik yapı yo rd u m . H atta Ayazağa'da bize bi r tatbi kat yap u nn ı şlar, Büyük Şah da iz­ lemişti . " Türkiye'deki i kameti n i tamam l ayıp, ertesi g ün ü İran'a dö ne­ cek olan Büyük Şah'a, Ça n k ay a ' da bir veda yemeği verilm iş. B i r aralık Tü rkçeyi i yi konuşan İ ran Şahı i l e Atatürk arasında ş u mu­ havere geçm iş : " B iraderi m ! Yarın memleketime dö nüyo ru m . Ziyaretim çok yararlı oldu. Burada gö rd üğüm yeni tikleri n çoğunu orada u ygula­ yacağım." "Çok memnun oldum. Kardeşiz. Komşuyuz. B i rbirimi ze ben­ zersek iyi olur. Yalnız din ad a m l an na , yani sizin alıundl an nıza nasıl davranacaksınız?" "Onlara dokunmayacağım. B u konuda bir şey yapmayaca'

'

300

'


ğım. Onlar beni destekliyor. İyi geçiniyoruz." "Unutmayın ki toplumda köklü değişikl ikler yapmak isteyen her l ider, yobazlarla meydan muharebesi vermeye ve bunu kazan­ maya mecburdur. öyıe·yapamazsa, on, yirmi, belki elli sene sonra din namına hareket elliğini iddia eden biri çıkar. Her şeyi alt üst eder." Büyük Şah, İran'ın o zamanki Türkiye kadar uyanık olmadığı­ nı söyleyip, düşüncesinde ısrar etmiş. Sonunda bakın ne oldu? Dinine saygılı olmak hepim izin boynuna borçtur. Müslüman­ lıkla iftihar ederiz. Ama yobazlarla alışverişimiz yok. Köyleri­ mizde İslamı bulursunuz, fakat onun ticaretini yapan yoktur. Müslümanlıkta, Allahla kulun arasına girilmez. Cenneue arsa sa­ tılmaz. İ ran Şahı'na her şey söylenemezdi. Yanındakiler mizacını yo�larlar, ona göre konuşurlard ı . Eşref saatini bulmak zordu. Çünkü kendisi gerçeği değil , duymak istediği şeyleri dinlemesini seviyordu. Günü geldi. Şah, tahtının 2500. yılını kutlamaya kalktı . Dün­ yanın bu kadar eski bir saltanata mal ik olmadığını söylüyor, onunla övünüyordu. Zaten Şah'ı n en çürük tarafı "büyüklük hasta­ lığı"yd ı . Başta kendisi olmak üzere milletini her şeyin üstünde görürdü. B i r gün: - Keşke sizin gibi danışmanlarım olsaydı. Siz dobra konuşu­ yorsunuz. -Yaşatmazdınız ki! Bir İranlı düşündüklerinizin tersini nasıl söyler Majeste? dedim. Kızd ı : -Bu kadar mı fenayım. Ben özgürlüğü savunuyorum, dedi. -Düşüncelerinizi sevi yor. Ondan iyisi olmayacağına hükmediyorsunuz! dedim. Tanıştık. İ ran'ın 2500'üncü yıldönümü için yüz milyonlarca dolar har­ cand ı. Suni çadı rlar yapıldı . Yabancı misafirler davet edildi. Muhteşem tahtlar, taklar kuruldu. Törenlere Hariciye Veziri Ar­ deşirdoslum karşıydı. Başlangıçta Şahbanu da i stemiyordu. Nab­ ı.a göre şerbet veren, Başbakan'dı. Bu yüzden aralarında tartışma çıktı. Şah, bütün sevgisine rağmen kendi Dışişleri Bakanı'nı feda 301


·ui. Yerine Dış işleri Genel Sekreteri H alat Bari'yi getirdi. Ardeşi r

d e soluğu Yalova'da aldı . A rkadaşım Cevdet Aydın'la berabcronu

tescili ettik. Kadere bakın ki bu!,,'Ün A rdeşir dostum Montreux'dc yaşıyor. H alat Bari ise Humcyni'nin İran'a dönüşü olaylannda ha­ yatını elim şeki lde kaybetti. B a ş b ak an H u veyda'nın da a k ı bet i hazin old u . K endisi dos­ tumdu. Sayın Demircl'lc de arası i yiyd i . Şah, son zamanlarda ken­

disine karşı çı kanl an teskine yard ı m olsun d i ye, dan ı ş ı k l ı dönü­ şüklü onu hapse atu nnıştı. İ ran'dan ayrı l ı rken haber salmış. Bera­ ber gitmeleri n i ö ne nn i ş . O da: " Benim hesabı n ı veremeyecek icraal l m yok. Neden yurdumu bırakayı m " d i ye razı o l m am ı ş. Sonra H u meyni gel m i ş . H apislıa­ neleıi n kapısını açm ışlar. M alıkCim l a n , sanı kları sal ı venn i şler. Uu arada H uveyda da öı.güro lmuş. H ad i nereye gidersen gi tsene! Dürüstl üğü tu tmuş. H umeyn i'ye telelönla soıınuş: " Beni sahiden mi b ı rakunız? Y anl ı ş l ı k mı o ld u ? Hesap ver­ mek i stiyoru m . " " Bekle gel i yornz" dem i şler, a l m ı ş götüm1üşlcr. G i d i ş o gidiş. Halk M ahkemesi d i ye acayip bir k u ru l uştırı önüne çık ard ı lar. K ı sa süren b i r celse l i k mu hakemeden sonra öld ü rdüler. Şah bü tün hatal arına rağmen i y i adamdı . Ü lkes i n i n rahatını ll li şü nürd ü . Kahrından öldü. B u sona layık i nsan deği ldi . Ai leyle 115 1 :1 tcmasım v a r. K üçük Şah, yani oğl u şimdi Ameri ­ ka'da yaş ı yo r. Yeni evlend i . Balayl:ı rı n ı İ sv i çre'de geç i rd i l er. B e ­ ralıer yemek yed i k . İ ran bugün ç a l kanll içinde. A l l ah hiçbir m i l le­ ti bu hale koymasın . Geıi gi tti ler.

Dış'dan İç Olaylar H ü kümet kurul masında zorl uk vard ı . İ l k önce Sayın Ecev i t Başbakan l ı k'a getiri ldi. Part i ler, C H P i l e koalisyon yapmaya ya­ naşmad ı l ar. S on ra Sa y ın Demirel Başbakan se ç i l di . O da D e m okra t i k Par­ Li'nin inadı y ü zü nden başan lı olamadı. B e ş ay bu bocalamalarla boşa geçti. Sonunda C H P+MSP koalisyonu o l u ş tu ru ldu . B ü y ü k üm i tl er

-

302


le başlayan bu kabine Kıbrıs Barış Hareketlcri'ni yapmasına rağ­ men yaşamadı. 1 7 Eylül 1 974'tc Sayın Ecevit çekildi . Yine buna­ lım başladı. Sıra; M i l l i Cephe denilen hükümcllcrc geldi. N ihayet Sayın Korutürk'ün günü doldu. Çankaya'dan aynldı. SenaLo'nun Başkanı olarak Anayasa gereğince Cumhurbaş­ kanlığı Vekilliğini ü stlen diğim zaman görev i m in uzun süreceği anlaşı lmışlı . Ortaya çıkan adayların hiçbiri çoğunluğu sağlaya­ mıyordu. Partilerin aday göstem1eleri n i zaten Anayasa yasaklı­ yordu. C H P, M i llcl Mecl isi'nde en çok üyeye salı ip olduğu için, eğer bir partili se ç i le ce k se onun kendi arasından tercih edil mesini isti­ yo rd u. AP i se cumhurbaşkanlığı seçiminin Parl ament o sorunu ol­ duğunu ve kendisinin Senaıo'da ç o ğ un l uk la bu lu nduğu n u söyl ü­ yordu. Günün siyasi şanları uzlaşmaya gidilmes i n i müm kün kıl­ m ı yordu. Seçim turların ı n sürü p gideceğinin anlaşıldığı sıralarda bi r gün, Dışişleri'nde be rabe r çal ışuğı m yakın dosLum , o zamanın Cu m h u rbaş k an l ığ ı Genci SekreLcri Sayın Haluk Bayül ken geldi : -Genci Sekreterl ik müdür ve şc llcri sizi nle tanışmak isti yor. Ai leniz Yalova'da. Evinizde yalnız oturuyorsunuz. Harta sonları kendi lerini yemeğe çağırmak isLemez misiniz? Köşkün bahçesi bu iş için en uygunudur, dedi. Zalcn cumartesi günleri arkadaşları m ı davel ediyordum. Razı oldum : -Pazar g ü nleri de memurlarınızl a yemek yeriz, dedim. l3 i z program ı u yg u la maya başladık. Cuma nesi ve pazar gün­ leri de boş olmuyorduk. B i r gün Sayın Bayülken yine ge ld i : - B u yemeklerin ınasrallannı siz ödüyormuşsunuz. Yeni öğ­ rend im. Bü tçede ziyafcl Lahsisall var, oradan ödenir. Aşçıya para veıın ey in ded i . - B u ziyafcLlcr resmi değil ki ! -Nasıl olmaz? Tanışma yemeği. - BcnYassı :ıda görmüşüm . Alışmış olduğum gibi yapacağım. " BüLçcden ödemek istemiyors:ınız emrinizde örtülü ödenek var. Oradan öderiz. ,

,

303


Israrlara direndim. Kendi bildiğim gibi yaptım . İ stanbul'a diploma törenleri i çi n gilliği01de F1orya Köşkü'nün yemek mas­ raflannı da verdim. Sonradan ı 2•Eylül oldu. Sayın Bayülken'e sordum: -Kim haklı çıktı? (Devlet parasıyla ziyafet olu r mu'!) sorusun­ dan kurtu lduk. Gülüştük. Yassıada görmenin de kimi zaman yaran dokunu­ yor! İ nsan "Türkiye Deneyimi" elde ediyor.

304



OTUZ SEK İ Z İ NC İ B Ö L Ü M

- İnsanlar birbirlerini ya içki sofrasında, ya kumar masasında ya yolculukta ya da hapishanede iyi tanı rlar. Oralarda deneyim kazanı lır. bilinmeyen huylar öyle yerlerde meydana çıkar. Onun içind i r k i , siyasi hayatta çile çekmeyenlere, hazira konanlara ek­ sik gözle bakarlar. Onlan ham sayarlar, küçük görürler. M i l letlerde savaş meydanlannda birbirlerini iyi tanı r. Dcğer­ yargı larının tümü, bütün çıplakl ığı yla ölüm karşısında belli olur. Osmanlı devleti, koca bi r im paratorluk olma yolundayken, Ruslar bağı nısızlıklanna yeni kavuşuyorlardı. İ l k temaslar Kırını hanlarının aracı lığıyla olmuştur. O zamanlar Rus topluluğunun başına, daha "çar" bile denmi­ yordu. Yönetici Ivan'ın eşi B i zans İm paratoru'nun k ı zı ydı. Türk­ lerden çekinmeyi Ruslara öğreten, onun bize karşı beslediği kin­ dir. Komşuluk bir kader meselesidi r. Allah, m i lletleıi mizi yan ya­ na yaratmış ama çıkarlanmız çatışıyor. 1 963 yılında parlamento heyeti olarak Sovyetlcr'i ziyaret sırasında Kuruşçev'in söyledikle­ rini size aktamııştım. Hatırınızda kaldıysa " Kendimizi fare kapanında sanıyorduk. Batı'ya açılan bir penceremiz yoktu. Do�ru dürüst bir limandan '.'06


yoksunduk. Arkanjel, yıl ın çoğu aylannda buzlarla örtülü. Baltık Dcnizi'nde İ skandinav devletleri, boğazlarda siz otunnuştunuz. Nefes alamıyorduk. Bütün su yollan kapalıydı. Şimdi öyle mi? boğazlar her zaman açık. Montreux Anlaşması tıkır tıkır i şl i yor. Tehlike anlannda ve savaş çıkarsa ne uzaklığın ne de boğaz­ lann önemi kalmadı. Amerikalılar düğmeye basarsa on dört daki­ ka sonra atom bombaları Rusya'nın üzerinde patlayacak. Biz is­ tersek onlan vuruyoruz. Tarih boyunca ömrümüz birbirimizle dövüşmekle geçti . Yanlış hatırlamıyorsam, Osmanlılarla Ruslar arasında on üç kez savaş çıkmıştır. Öyleyken milletlerimiz birbirini yeterince tanı­ mıyor. Çarlık zamanında çıkarlarımız ters düşüyordu. Şimdi komü­ nistlik var." Çocuk denecek yaştan beri okumaya düşkünüm. O v akitler kitapçılar geceliğine kırk para kira ile roman verirlerdi . Okur, ge­ ri çevirirdik. Rus edebiyatına merak salmıştım. Dostoyevski'leıi, Çekoflan, Tolstoy'lan , Turgenyefleıi yutarcasına okudum. Rusya'ya çok gidip geldim. O kadar güzel yazmışlar ki tanıdı­ ğım yerlerde gezer gibi oldum . M i llet olarak benzerler, m isafir severler, anlayışlı ve çalışkandırlar. Son Percstroika ve Glasnost politikası da görüşlerime tanıklık eder. Sayın Demirci, ilk buluşmasında Kosigin'c dedi ki: -Adalet Partisi, komünizmi n karşısında bir kuruluştur. Biz materyalist görüşü sevmeyiz. Çünkü bizim sosyal yapımıza, ge­ leneklerimize uygun yönetim Diçimi değildir. Ama devleti ııiz başka. Komşuyuz. Büyük devletsiniz. İ yi ge­ çinmek isteriz. Bizimle bu koşullar altında i lişki kumı ak i sterse­ niz hazınz. Kosigin'in cevabı şöyle oldu: -Evvela açık konuşmanızı beğendiğimi söylemek isterim. Düşünceleriniz dobra dobra i fade edildi. Biz de kapitalist rej i m i sevmiyoruz. Buna rağmen i k i yolun d a kalkınmayı sağladığına i nanıyoruz. Bizim hedefimiz ayn. Dünyada ekonomik, politik eşitliğin peşindeyiz. Her millet kendine bir yol seçer. B iz komünistliği seçmişiz, siz kendinize 307


uygun modeli . Rejimler giydiğimiz elbisenin renklerine benzer. Biz kırmızı giyiniriz, siz beyazı ya da karayı beğenebilirsiniz. Birbirimizin içişlerine karışmamak şartıyla iyi komşuluk i lişkile­ ri kurabili riz. Kosigin'in B atı kafalı olduğu, hiç degil se uzlaşmaya geldiği anlaşılmıştı.

�·ağlayarı gil Kosigin 'k Topk apı

S;ırayı·rnı a


Politikanın " Ö z" ü Pol itikada dostl u k olm az. Çık ar vardır. Kendi yararınızla, karşınızdakinin çıkannı nerede ve nasıl birlcştirebilirseniz o ka­ dar k azanırsınız. ( Hep bana) derseniz o da olmaz. Vermesini bile­ ceksiniz k i bir şeyler alabilesiniz. Pol itika akı 1, dostluk, duygu işidir. Ama siyasetçiler araların­ da dostluk k u rarlarsa, bundan ülkeleri de yararl anı r, işl eri kolay­ laşır. Ruslar anlaşmak istiyorl ard ı . Aram ızda uzun bir soğuk savaş dönemi ya�anmıştı. İ lişkileri m izi i yi lqtim1ektcn, iki taraf da ya­ rarlanacakı ı . B i ze yardım eımek istedi klerini söyledil er. Sayın Dem i rc i : - B izim planlaıı m ı z açı k. A l ı n , incel eyin. Bu y ı l ne işler yapa­ cağı m ı ı., yaıı nınl arı m ızı hangi konul arda ve hangi yön�lerde kul­ lanacağımız be ll i . Projeleri hazı r. İ nceleyin ve beğenin, ded i. Mehil isted iler. Yedi projeyi üstlenmek istiyorlard ı . A ma şartlan vard ı . B i zi m usulümüz u l usl ararası ihale yol uydu. Onlar işin doğrudan doğruya kendilerine verilmesini istiyorlard ı . Onun da çaresi bul undu. Projelerdevletten devlete verilmiş krediler yo­ l uy la gerçekleşti ri l ecekti . Kred i vermede kendilerinin i şi yapma­ sı şanı konacaktı . Urnıanlar teknoloji ve Ji yat sorununu onaya atul ar. Onu da yabancı eksper fi ım alar aracıl ığıyla hal lettik. Stal in İ k inci Dünya H arbi 'nin sonunda Alınan fabri kalarının m akinelerini sökerek kendi memleketine götürmüştü. Onun için Rus teknolojisi esk iydi . Bizimkilerin endişesi ondandı . Nitekim haklı çıktılar. Mesela biz alüminyum sanayiine yen i giriyorduk. Rusların seçtikleri arasında Scydişchir'de kurulacak alüminyum fabrikası da vard ı . Anlaşma olduktan sonra öneril erini yabancı eksperlere gönderdik. İ sveç'teki de, Amerika'daki de beğenmedi. Yaptıkl arı deği şi klikle verim iki k atına çıkıyordu. Fiyat meselesi de öyle oldu. Ö neri onl a rdan gel iyordu. Eksper ti nn al ar B andı mı a'da kurulacak fabri kanın tekJi f edilen değerini çok yüksek bu ldu lar. Ruslann itirazı üzerine döküm yapıldı. B i z haklı çıktık. 309


Ruslar ve Yardımları Bu yolla gerçekl eşen projelerin tutan o zamanki parayl a b i r milyar dolan aşıyordu. Ruslann o zamanki yardımlarının uzak görüşlü olmalanndan kaynaklandığı kuşkusuzdur.Türkiye'nin nazik bir coğrafi konumu olduğunu, dünyanın stratej i k yerlerinden birinde oturduğumuzu unutmamalıyız. Tek kişi bile kalsak yurdumuzu koruma karann­ da olmak en büyük caydırıcıl ığım ızdır. Savunmanın kendi işimiz olduğunu haLirdan çıkarmamalıyız. Kosigin, Sovyet Rusya gibi büyük bir devletin başbakanl ığına kadar yükselm iş bir si yasetçidir. On beş yaşındaki Kızıl Ordu'ya gönü l l ü yazılarak lıayata au lnı ı şllr. Sonralan Komünist Panisi 'ne girmiş, kademe kademe yü ksel miştir. B i rçok bakanlıklarda bu­ lundu. Bunlann çoğu ekonom ik işlerle uğraşı rdı. Tecrübesini böyle arll rdı . Ruslar şüpheci kimselenl i r. E m i n olmadıkça adım atmazlar. Ark adaş ol m alan zordur. Kosigin böyle değildi. Konuşkandı . K a­ buğunu kınnasını becerirseniz içini görebi l i rdiniz. Lati feden an­ lard ı . Bakanl ığını süresi nce kendisiyle rahat çalışmışım d ı r. Top­ rağı bol olsun.

310


Çağlayangil: Dı�i�kri'mk güven ve ra hatlık


OTUZ DOKU Z UNCU BÖLÜM

Anılar Biterken ... Çağlayangil ' i n anılannın özet i bu yazı ile tamamlan ı ­ yor. Türk bası nında örneği çok az bir uzunluğu yakaladı anıl ar. Elli bir gün . . Dünyam ızın hızla esk i ttiği bi r süreçte ell i bir g ü n dizi yazı nın okuru tav ında tutması pek rasılanı r bir örnek deği l . Çağlayangi\'in Güneş'le yay ı m l anan bu anı l an daha önce kitapl aşmayacaktı. Okur, anı l arın Güneş'le ç ıkan bölümünün bir an önce ki­ taplaşm asını istiyordu. Çağlayangil bu isteğe karşı dura­ m ad ı . G üneş gazetesinde yayı m l anan anılar sadece küçük düzellmelcrlc eksilmeden-eklenmeden yayına h azırlanı­ yor. Türkiyc'ni n yakın tarihinin perde arkası biraz d ah a ara­ l andı bu kitapla. Dün bilmediğim iz pek çok gerçek, dünü araştıranlara .

312


ışık lutacak. Elli bir gün yayınlanan ve yakın larihimizin kişilerinin çoğunun yaşadığı olaylan aktaran bir yazı dizisinin hemen hemen hiç " kı n p dökmeden", arkasında polemik bırakma­ dan sürmesi de ayn bir başan. Çağlayangil yaşadıkl::ınnda taraf olmamış, olayların çok üstüne çıkarak yoruml am ayı başannış. Dizinin kınp dökmeden sürmesin i n bence i l k ve lek nedeni bu. s·ayın Çağlayangil'le bu anılar üslünde çalışırken gördüm ki, yazı lar hayata geçerken yer yer kendisine haksızlık elıncsine karşın "üçüncü kişilere" büyük bir Liliz­ li kle özen göslerdi. Çağlayangil 83 yaşında ve yaşamın içinde. Yazarak, okuyarak, konuşarak bu yaşamın içinde ol­ mayı sürdürüyor. Çağlayangil iyi bir diploınal olduğu kadar usla bir ka­ lem de . . Bu anı lar ve Güneş gazelesinde çıkan hai°Lal ı k ga­ zele yazıları Çağlayangil'in yazarlıkla kısa zamanda aldığı önemli yol u gösteriyor. Gazeleciliğe, yazarlığa 8 1 yaşında soyunan b i r kalem . Bana ve okuruna sorarsanız ülkenin en usla kalem leri nden biri . B i r değişik üslup, bir yumuşak "ze­ hir zıkkım " . .

Anılarımla i lgili olarak anlallıklanm burada son buluyor. Sayın Tanj u Cılızoğlu'nun himmeli olmasaydı bu k adarı da ya­ yımlanam :ızd ı . Kendisine şükran borçluyum. Bunu huzurunuzda eda elmek islerim. U fak le fek yanlışl ı klaroldu. Kimini düzclllik, kimini nasıl ol­ sa anlaşılı r diye olduğu gibi bıraktık. B unlara benim yazlıkta OLumıam neden oldu. Yazılann son şeklini göremedim. Okuyu­ culardan özür diliyorum. En çok memnun olduğum cihet, yazılanların kimseye ra­ hatsızlık vermemesidi r. Tek tepki Sayın Olcay'dan geldi. Kendi­ sini ak ıllı ve zek i d iye tanının. Boş yere alınmış. Kimseyi küçük 313


gönnek n i yet ve adetinde değil i m . Sadece kendi görüşlerimi , söyledi klerini nakl ettim . Her yiğidin bir yoğurt yi yişi v ar. Anılarım biterken araşunnacı Sayın Tayyar Şafak'ın "Cum­ hurbaşkanlarını Nasıl Seçtik?" adlı yazı dizisini okudum. 1 96 1 yılında yapı lan seçimle başlıyor. Ben de b u olayların içinde yaşadım. Onl arı da anlatmadan edemedi m . Sayın Tayyar Şafak'ın araştı rmasında yazıldığı gibi, 1 96 1 se çimleri olayl ı ve hareke tl i geçmi şt i r. İ mkan ölçüsünde yumuşak davranı l ı yordu ama, otoriter bir askeri i darenin varlığı açı ktı . Cum h u ri yet kuruldu kurulalı i l k defa m üd:ıhalc yapı lmış, m i l letin seçtiği Parl:ımento dağıtılmış, iktidar partisi mahkeme kararı yla kapatı lmıştı. B u partiye ba�lı m il letvekil lerinin si yasi haklaıını kullanma­ l arın a çıkartı lan yasalar izin vem1 i yordu. AP'nin eski DP'nin de­ vam ı olduğunu öne süm1Ck yasaktı am a, seçmen yine o seçmendi. İ nançl arını ve eski partisini arıyor, bunu da Adalet Partisi 'nde bu­ luyordu. Demokrat Parti'yi devam ettiren mi l letti . M üdahaleyi yapanlar i şlerin böyle gitmesinden hoşlanmıyorlard ı . DP i l kel eri­ nin diri l mesini istem iyorl ardı. Zorları ıni lletleyd i . 1 5 Ek i m 1 96 1 seçimleri, Demokrat Part i'den m i ras kal an m u ­ harazakar oyları bölüp, kendi lerin i i ktidar yapmak i steyen b i r si­ yasi o rtam içinde yapı ldı. Fakat bütün hevesler kendileri ne göre düzen ayarlayanların kursağı nda kald ı . T ü rk m i l l e t i n i n atal ardan kalma ve binlerce yıl devlet idare eıın e k ten gelen sağduyusu v ar­ dır. Köylü �!indeki çubukla çöme l i p toprağı k a rı ş t ı r ı rken m i l let­ vek i l i ad ayları n ı din ler. Verdiği k arar doğrudur. Bu k a rarı k i m i i'.aman çıkarl arına bağl ı kalanlar etk i le r ama, o n l a rı n da foyası ça­ buk meydana çıkar. Sonunda planl ar hazırdır, m illetin i sted i ğ i olur. Bu kez de öyle oldu . Her ne kadar Meclis'te A P'dcn çok sandalye kazananlar çıktı ysa da Cumhuriyet Senatosu'nda halkın istediği oldu. Parla­ me nto'da 'Adalet Partisi kazanırsa, bu kuruluşa iktidar verilmeye­ cek' gibi la11 a r do l aşıyordu. Bu h av a içinde İ l Seçim Kurulu'nclan m azbatalarımızı aldık. Başkente geldik. Bursa'dan sek i z m i llet­ vek i l i ve dört senatör seçil miştik. Seçi m yöremiz A P'nin kalc le­ ıinden biri ydi. 3 14


Seçilenler birbirlerini pek tanımıyorlardı. Arkadaşları m , "Sayın Bilgiç'irı evi nde toplanacağız" dediler. Oraya gittik. Baktık ki birçok parlamenter bir araya gelm iş konuşuyorlar: "Parlamento'da çoğunluktayız. Cumhurbaşkanı seçmek bi­ zim hakkım ız. Her ne kadar parti adayı göstermek yasalara ters düşüyorsa da bir isim üzerinde birleşirsek, oyumuzu ona veri riz. Dağı lmayalım" gibi göıii ş ler ortaya atıl ı yor. Herkesi n ağzında Sayın A l i Fuat Başgi l'in adı vardı. Konuşmacı ların biri inip biri çıkıyor, herkes yeni bir öneri öne sörüyordu. Bir aral ı k bir milletvekili yanıma geldi : " Partimizin demokrat valisi olarak sizi tanıdık. Görüşlerinizi açıklamak i stemez m i siniz? Hadi siz de katkıda bulunun" diye ısrarda bulundu. Ben de konuştum : "Arkadaşlar" dedim. "Yassıada'dan geliyoru m . B i r olm ası l azım gelen var, birol ması m üm kün olan. S i z olması l azım geleni konuşuyorsunuz! Ded iğiniı. doğru ! Fakat ortam ne durumda? Bi­ zi hangi şartlar sarıyor'! B i r de onu hesaba katmak l azım." Söyledi klerime karşı çıkan, konuşmaya zorlayan arkadaş ol­ du: " B iz de seni demokrat sanırdık. Meğer eyyamcıymışsın ! " de­ d i , yürüdü giıti .Sonunda Sayın Al i Fuat B aşgil'in adaylığında çoğunluk olduğu görüldü. İki gün sonra l iderler Çaııkaya'ya çağnldı, orada kendilerine: Sayın G ü rsel cum hurbaşkanı seçilecek, Sayın ismet İnönü başbakan olacak, AP i le CI i P koal isyon yapacak, ar lafı ağıza al ı nmaycak, Oııdörıler geri geı i ri l ıneyecek, üniversitclenlcıı çıkarılanlarıekrar göreve al ınmayacak , M i l l i Birl i k Komitesi'ııin geçm işteki icrat lan eleşti ril meyecek" dem işler. Birçok general de toplantıda hazırmış. Bir tek İsmet Paşa konuşmuş: "Bu söyledikleriniz bir ülıimaton mudur?" " Hayır" demişler. " Yalnız bunları yapmazsanız Parlamento açılmayacak ." İsmet Paşa da: "Öyleyse biz tek başına karar verecek mevkide değiliz. Hepi­ m izin grubu var. Arkadaşlara soralım . . . " demiş. Bunların doğru olduğu, sonradan öyle hareket edildiğinden anl aşıl ı yor. Sayın Gürsel cumhurbaşkanı seçil d i . Yurt dışından 315


m amıştır. O, Türk köylüsünü ve köylü kadınları resim yapar gibi şiirle anlatır. Nazım'ın hayatı ve ideolojisi ile beraber değilim. Komünizmi, i lmi bir doktrin ve yaşam biçimi olarak onaylayan­ lardan da değilim. Ama Nazım'ın Türk diline hakimiyetini çok beğenirim ...

Kosigin'i Şaşırttı m ! Bir görüş vardır. "Dünyadaki huzursuzluk Slavlar'ın Batılı gi­ bi düşünmemclerinden çıkmışur" derler. Kosigin, Batı l ı gibi dü­ şünen bi r Sovyet yöneticisiydi. Bir gün kendisiyle yaptığım özel sohbetle, "Türkiye'de ne var ne yok?" diye sordu. Ben anarşiden yakın­ d ım. 1 962 Anayasası 'ndaki özgürlüklerin ve haklann Türk vatan­ daşlan na bol geldiğinden söz ettim. Mekanizmasını bilmediği oyuncakla oynayan çocuklar gibi , herkesin "Mademki bu hak bende var, o halde kullanmalıyım" sevdasına kapıldığını, bu tut­ kunun düzeni bozacak duruma geldiğini söyledim. Kosigin bana şu yanıtı verd i : "Bizim tek parti rejiminde olduğumuzu, sizin demokrasiyle yönetildiğinizi evvelce söyleyip övünürken, görüyorum ki şimdi şikayetçisiniz. Yoksa bizim rejimimize mi heves ediyorsunuz?" Bu sözlerine benim cevabım da şu oldu : "Sizinle bir kültür anlaşması yaptık. Rusya'da ne kültürü var diye parlamentodan geri çevirdiler. Halfr onaylatamadık. Eskiden komünizmden korku vardı. Ama şimdi bizde öyleleri çıku ki, size taş çıkartır. Ü stelik Maoistler de türedi . İ sterseniz size ihraç ede­ lim." Kosigin gülerek, "Bir bu eksikti. Sakın böyle bir teşebbüse geçmeyin" dedi . . .

Işık: " Beraber Çalışırken Başarılı Ol muştuk" ... Rahmetli dostum Hasan Esat Işık Paris Büyükelçisi'ydi. Ben de Dışişleri B akanı. B i r ziyaretimde bana yakındı. Fransa'da Türk ressamlan oturuyor. Mesela Fikret Mualla, Avni Arbaş, Abidin Dino gibi. Bunlann çok güzel tablolan var. Avni Beyin üç

318


gelen ve başkan seçilmesine hazırlanan Sayın Ali Fuat B aşgil, apar topar ve duyduğumuza göre hoyratça başkentten çıkarıldı, istifaya zorlandı. İsmet İnönü, başbakan oldu. Adalet Panisi, Cumhuriyet Halk Panisi ile bir hükümette bi rleşti . Koalisyon konuşmalarına ben de AP heyeti arasında katıldım. Konuşmalarda Sayın İ nönü, "Panilerimizin beraberce hüküm et olm aları n a büyük bir m ani göremiyorum. Uyuşmamız kolay olacaktır. Tek püıii z af mesele­ sinden çıkabili r. Siz afistiyorsunuz. Şahsi göıiişüm; siyasi suçların hepsinde bir hak tereddütü bulunduğu merkezindedir. Politik mahkuml a r m i lleti n yansı iç i n hain mevkiinde iseler, öbür yansı için kahramandı rla �. A r, er geç gerçekleşecektir. Yalnız bugün ağzı m ıza almayacağımıza söz venniş bulunuyoruz. Ku m andanl ar böyle istiyor" dedi. Bunları kendi ku lağı m l a duydum. Aynı top­ l antıda liderimiz rahmetli Gümüşpala: " Ö yleyse oturup boşuna zaman harcamayalım. Biz meydan­ larda af çıkaracağız vaadinde bulunduk. Hükümet programında af yazılmayacaksa bu toplantıyı uzatmakta yarar yoktur." di yrek git­ meye kalktı . Zorlukla otumuk. Bir alt komisyon teşkil ellik. O ko­ misyonda rahmetli dostum İsmail Rüştü Aksal ve ben vardım . "Hükümet taze yaralan sarm aya çalışacaktı r." formülünde mu­ tabık kaldık. Bu suretle bir kopmanın önüne geçildiydi. Ondan sonra seçilen Sunay için söylenenlere bakmayın. AP'ni n cumhurbaşkanı seçmeye yeterli sayısı vardı ama, ortam rah metlid en başkasını hatı ra getirmeye elverişli değ i ld i . Bugün demokrasi havarisi kesilenler, dikkatleri başka yöne çek mek iste­ yen l er, o günlerde de s ahnedey (1 İ . Gıkları çıkmıyordu. Bek ara k arı boşamak kolay gelir. Şimdi rahat konuşuyorlar. O zam anlar benim endi şem başkaydı. R ahm e tl i Gürsel bitki­ sel hayata girmişti. Uzmanlar " K unulmaz" diyorlard ı . Ama muci­ ze olabli r, ilerleyen tıpta her hastal ığın ç are si bulunabil irdi. Ken ­ dine gelir de devletin başı olmadığını göıii rs e : " Yahu, ben cumhurbaşkanı olarak yattım . Şimdi Çankaya'da bir başkası oturuyor. İ sti fa falan da etmiş değilim . Bu adam da ne­ reden çıktı?" derse ne yapacaktık? Merhum Sunay'dan sonraki başkanların nasıl seçildiğini bili­ yorsunuz. ·' 1 6


KIRKINCI BÖLÜM

A N I DEMETİ ' NDEN N:lzı m Hen im Yüzümden Pa ltosundan Ol muştu Hukukun son sını fındaydık. Dersaadet isimli bi r gazete çıka­ Gazeteni n masrallannı Muhittin .adındaki Edi rnel i bir arkadaşımız karşılı yordu. Gazete idarehanesi Babı al i 'de, İ kdam Yurdu'na yakın bir yerdeydi . Ben hem okula gider, hem gazetenin sanat muhabirl iğini ya­ pardım. Katıldığım konse r ve sergiler hakkında yazı l ar yazardım. Bu münasebetle de gazete idarehanesine uğrardım. Nazım da oraya gel i r, kendisiyle sık sık karşılaşırdık. B i r kış günü Krompi kumaşıyl:ı yapılmış şık bir paltoyla geldi. "Sen ne biçim komünistsin'!" dedim."' B u palto ancak komlara yakışır." Hiç ses çı kannad ı . İçerlediği belliyd i . Üç-dön gün sonra gene rastladım. Nazım bu sefer paltosuzdu. "O güzelim pallo ne oldu?" ded i m . K ızgınl ı k yüklü bi r sesle, "Bir garsona verdim. Sebebi sensin" dedi. Nfizım'ın Kurtuluş Savaşı Destanı, Türk dilinin şaheser bir ör­ neğidir. Kimse Kunuluş Savaşı'nı Nazım kadar duygulu anlatan yorduk.

317


tablosunu büyükelçil i k için satın aldım. Ve değerinin ödenmesi için B akanlık'a yazdım. Kültür işlerine bakan komisyonun karan ile ücretler ödeniyonnuş. Arbay, Türk i ye'nin askerlik çağrısına uymadığı için tabiycttcn çıkarılmış. B u yüzden komisyon, tablo paralarını ödem iyor. Bir büyükelçi, beğendiği tabloları da m ı sa­ tın almak yet k i s i n den m ah ru m? Kendisine " Ü zülmeyin, sanata, siyasetin kanştınldığı anlaşı­ l ıyor. İşi düzeltirim" dedim . B aşbakan'ın verdiği yetkiyi kullana­ rak tabloların çek i ni kestim , anlaşmazlığı çözdüm. Bu olaydan sonra bir gün zata mahsus şi freli bi r telgraf aldım. Arbaş'ın annesi­ nin İstanbul'da öl üm döşeğinde olduğunu ve vize veril mesini H a­ s an Esat Işık, Paris Büyükclçisi olarak rica ediyordu. Ressam tabi­ yetıen çıkarı lmıştı. Bu gi bilerin yurda kabulü ancak B akanlar Ku­ mlu'nun karan na tabiydi. Vakit yoktu. Şartlar bu kararın al ınma­ sını engel l i yordu . Kural dışına çıktı m . B ü yükelçi ye, ressamın T ü rk iye'ye gel­ mesi için vize ve pasaport s ağ l a m asını s ö y l edi m . Aradan zaman geçti . Mensubu olduğum hükümet çek i l m ek zorunda kaldı. Eski Paris B ü y ü ke l ç i m i z Hasan Esat Işık, M i l l i Savunma B akanı ve Dışişleri Bakan Vek il i' yd i . Senato'da beni buldu. "Sizinle beraber büyükclçi olarak çal ışırken başardığım işi şimdi en yetkili oldu­ ğumuz halde kıvıramad ı m . Avni Arbaş'ın Türkiye'ye gelme iste­ ğini geri çevirmek zorunda kaldık . .. " ded i. H asan Esat Işık Paris Bü yükelçisi'yken ben de Dı şişl c ri Baka­ nı idim. Sonra Işı k, M il l i Savunma ve Dışişlcri B akanveki li oldu.

Atatürk Minare Biz J\fa)·donoz " . . . H asan Ali Yücel benim Türkçe öğ ret menimd i. Kendisini çok severdim. Okul sonrasında hayata atıldığımda da kendisiyle i liş kim sürdü. 1 934 yılınd a bir gece dolaşmak için Kızılay'a in­ dim. Vakit biraz i lerlem işti . Kızılay'da Hasan Ali Yücel Beye rast­ ladım. ' Hocam nas ı ls ı nı z, nereden geliyorsunuz?' dedim. Bana 'A t a­ türk' ün sofrasından' cevabını verdi. O zaman gencim ve Atatürk'ü 3 19


çok merak ediyorum. 'Hocam oturup bir yerde d· •! ,Jurma yiyelim, bana AtaLürk'ü biraz anlaur mısınız?' dedim. H�, H l Ali Bey güldü ve bana hiç unuLamadığım şu ben zetmeyi yapt ı : Neyini anlata­ y ı m birader. Adam minare, biz maydanozuz.'

Kraliçe .Julıana'.}'I Ned i m e Zannetti m Yıl 1 969. Luns Hol l anda Dışişleri Bakanı. Eşimle bi rlikte be­ ni Hollanda ya davet ettiler. O zaman Hollanda Büyükclçimiz Vahil Halefoğlu. Hollanda'ya giuik, program gereği kraliçeyi zi­ yareL edeceklik. Saraya vardık, bir salona alındık. Kapı açıldı. içe ri bir han ı m girdi. Ben kendisini beni K raliçe'ye göıürecek ne­ dime zannettim. Halcfoğl u kendilerine ınajesle deyince hemen durumu kavradım. Gereğini yaptım . KonuşLuk. Hollanda K rali­ çesi Jul iana " Beni mazur görün. Ben bisiklcle bineri m . Kendi alışverişimi kendim yaparı m . Protokolu hiç sevmem ve de önem­ semem" dedi. '

İ niinü'nün Vazgeçemediği İ ki Sorusu Dışişleıi Bakanl ığım sı rasında zaman zaman Ana Muhalefet Panisi Başkanı İsnıeı İnönü ye dış polilika hakkında bilgi veri r­ dim. Her gidişimde bana özenle iki şey sorardı. 1 . Boğazlar konusunda bir gelişme var mı? 2. ABD ile Sovyeılcr arasındaki barış görüşmeleri. Ben de her defası ııda kendilerine o süreçle söylenmesi gere­ kenleri söyler, bilgilerimi akLarırdı m . B i r gün kendilcıine şu suali sordum : "Paşam ben her gelişimde bana hep bu iki soruyu özenle ve öncel ikle soruyorsunuz. Niçin?" İnönü bu soruma şu cevabı verd i : "Süper devlcLlcıi n anlaşması bizim için savaşmaları kadar tel1likelidir. Eğer onlar anlaşabi li rlerse dünyayı nü fuz bölgelerine ayırı r­ lar, kabak da bizim başım ı za patlar." '

320


Kissinger'in Değerini Bilmediler Kissinger, uzun süren Dışişleri B akanlığım döneminde gör­ düğüm en becerikli , en zeki insanlardan biridir. Ameri kalılar ben­ ce onun değerini iyi takdi r edemediler. Amerika dışında doğmuş olması ve etnik kökeni bunun nedenlerindendi r. Kendisi bir gün d avetim üzerine resmi ziyaret için Ankara'ya geldi. Eşi de bera­ berdi. Meşhur Nancy. Yangın kulesi kadar uzun zayıf bir hanım. Ankara Palas'ta yemekteyiz. Ziyafet Par Pctibc Table veriliyor. Eşler ayn masada oturuyor. Daha yemek başlamadan Madam Kissingcr'in içtiği sigara beşi, alllyı buldu: " Madam, dedim. B u zıkkımı ne kadar çok içiyorsunuz?" " Yaa, dedi ! Siz de fark eniniz. Ben de şi kayetçiyim ama bir türlü bırakamıyorum. " " Denediniz mi?" " Denedim ama başan l ı olmadı." " Beni fazla meraklı bulmazsanız size bi r sual sorabilir miyim?" " Buyurun." " Kocanız ilk aşkınız mı?" Kadıncağız durakladı. Düşündü. Sonra: " H ayır," dedi. " İ lk aşkınızı ne yaptınız?" " B ırakllm." " Ece aşkınızı bırakıyorsunuz da sigarayı niye bı rakamıyorsu­ nuz?"Güldü: " Bu meseleye hiç bu şekilde yaklaşm amıştım," ded i .

Kruşcef: " Stalin Katildir" " . . .Türkiye Cumu ri yeti ile Sovyetlcr B irliği arasında soğuk savaş hüküm sürüyor. İ lişkiler iyi değil. İsmet Paşa rahat bir politika izliyor. Statükoyu koruma taraf­ tan. Sovyetlcr'e fazla m eyletmiyor. Dışişleri Bakanı Feridun Ce­ m al Erkin de Sovyetlcr'le ilişkileri nonnalize etmeye çalışıyor. Parlamentodan on beş kişilik bi r topluluğun Sovyetlcr'e gönderil321



mesi uygun göıiilüyor. Kural gereği nce kur;ı • ı l i yor. Heyet oluşLUruluyor. Ben heycue yokum . Sovyet B ı ı . ı •. -.:lçisi Senato B aşkanı'na özel ziyaret yaparak AP Grup Başk .ı r ı ı \'Jğlayangil'in heyete dahi l edil mesi n i rica edi yor. Senato B a � ı._ anı Suat Hayri Ü rgüpl ü'nün onayıyla ben de on altıncı kişi olarJk katı l ıyoru m . B u ziyaret Türk-Sovyet i l işkile rinde dön ü m noktası olmuş ve yakınlaşma o tarihte başlamıştır. Kremlin'de konuşuyoruz. Sov­ yetler'de Kruşçev dev ri . Sohbet sürüyor. K ruşçev babacan bir in­ san. Konuşmanın bir yerinde şöyle diyor: " Benim çocukluğumda sizin mandalinalannız, lokumunuz, K ayseri pastı mı anız gel irdi hural ara. Komşul u ğumuz son derece yakı n ve iyi i l i �k i ler i ç i nde sürerd i . Ş imdi hi r Amerika tutlu rdu­ nuz gidiyorsunuz. Yat.geçi n şu Anıerika'dan hiı.im yaııını ı za ge­ l i n size onl ardan dalıa çok yardım ede l i m . B unu istemezseniz o ı.aınan tararsız kalın. Yok o da obmaz NATO'dan çı kamayız der­ seniz bize de bu kadar kapanmayın. Kültür ve ekonomi alışveri şi yapa l ı m . Ticareti aru ral ı m . " Biz d e kend isine ş u cevahı verd i k : "Siz bizden Kars'ı istediniz, Ardahan'ı isted iniz, Boğazlar'ı koııırol al una alımk isıed i niz. Biz de bu yüzden NATO'ya gird i k . Mecbur olduk." K ruşçer güldü: "Sizden K ars'ı, A rdalıan'ı istemiyoruz. Böyle bir şey, bugün i ç i n yok. B u nl a r ı Stal i n i sted i . Bu fik i r de Stal i n'in fikri deği l , B e ­ ri a'nı nd ı . O da görece�i ni gördü. Görüyorum k i o zaman Rusya'yı yöneten Stalin'in bu Jediğiııe i ııaııdıııız. Haklısı nız. Şimdi de Rusya'yı ben yöneti yoru m . Benim söylediklerime neden inanm ı ­ yorsuııuı.'! 13 e n Stalin'e karşıyım. Kendisini h i ç sevmem. S talin beş m i l yon kişiyi öldürmüştür. Ama itiraf ederim ki onun yerinde o tarihte ben olsaydım, ben de başka bir şey yapamazdım. Siz de Rus olsanız, aynı biçimde düşünürdünüz. Koca Rusya denizsiz m i kalacak? Türk i ye Çanakkale v e Karadeniz boğazları üstüne otur­ m uş, Benelux ülkeleri B a l u k denizinde Skajerak Boğazı'nı kont­ rol edi yor. Rusya'yı hapis etm i şsiniz. B ize de senenin pek çok ayında buzlarla kapl ı kalan Arkanjel l imanı kalmış. O zaman Rusya el betle sıcak denizlere i nmek isterdi. Boğazlarda gözü var323


dı. Şimdi öyle mi ya? Şimdi nükleer çağ başladı. ABD' den düğme­ ye basınca l 4 dakika sonra Moskova yok. Rusya'dan düğmeye ba­ sarsanız 14 dakika sonra Washington yok. Strateji değişti. Boğaz­ lar'a sahip olmanın önemli bir rolü kalmadı ... "

İ kisini de CIA Yaptı! Butto, Pakistan halkının büyük çoğunluğu için bir acıdır. But­ to bütün geri kalmış ülkelerin ortak kader çizgisinde sürdünnüştür yaşamım. Ü l kesinin öz çıkarları adına inançlarım savurunuştur sürekli. Ne var ki ülkesinin çıkarları ile, dünyanın yararlan arasın­ da kalmış bir devlet adamıdır. Çağlayangil, Butto'nun arkadaşı­ dır. Zaman zaman uyarır Buuo'yu. Ona doğrulan söyler. Ü stelik Çağlayangil'in kendisine kelimeleri seçerek özenle söyledi kleri kendi bilgilerinin bir sentezidir. Çağlayangil geri kalmış ülkeler­ deki darbelerde CIA kokusu ararunasım söyler. Bunu kendisine sorduğunuzda şu yanıtı alırsınız: -Adamlar saklamıyorlar ki ! Türkiyc'dc iki darbe hareketi ol­ muştur ikisinin de CIA'nın yaptığını Ekonomist dergisi açıkla­ mıştır.Çağlayangil "CIA'nın adamı olursunuz. Onun adına çalı­ şırsınız, ama bundan sizin haberiniz olmaz" der. İstihbarat örkıütlerini hükümetlerin kurduklarını ama bu ör­ gütlerin onları aşarak bağımsızlık kazandığını savunur. -Ben Dışişleri Bakanı'ydım. Amerikan Büyükelçisi bana gel­ di. "Sayın Demircl'e lütfen söyleyiniz. Sizde nerede ne kadar haş­ haş ekiliyorsa biz onun parasını peşin peşin verelim, ekimi dur­ dursunlar" dedi. "Peki söylerim" dedim. Sayın Dcmi rcl'e söyle-_ dim, aldığım cevap şöyleydi: " Bizim 27 ilimiz ve çevresinde haşhaş ekiliyor. Bizde ismini afyondan alan iller var. Bunu yapamayız. Ama ekim alanlarını gi­ derek daraltabiliriz." Gittim, Amerikan elçisine söyledim. B ana "Beni bir kere de bu konuda Başbakanınızla görüştürebilir misiniz?" dedi. "Peki söylerim" dedim. Gittim Sayın Demirel'e yine söyle­ dim. Demirel kabul etti. Görüşüldü. Aynı cevabı verdi Sayın De­ mirel. 324


Kosigin : " Biz Sizden Daha Demokratız" Cevdet Sunay'la birl ikte Sovyetler'e gittik. Devlet B aşkanı Podgomi, Başbakan Kosigin ve üçüncü adam B rejnev, Krem­ lin'de. Sunay, Devlet Başkanı Podgomi ile birlikte yürüyor. B ; de Kosigin'le beraber gidiyoruz, sohbet ediyoruz. Kosigin Bat kafalı uygar bir i nsan. Bana " İ kinci Katerina Sarayı'nı sizin için restore ettik. Gene böyle saraylarda oturacağız, Gürcü konyağı i çeceğiz ve saldırmazlık paktı imzalayacağız" dedi. Kosigin jest yapıyor, içtiğimiz Ermeni konyağına Gürcü konyağı diyordu. Ben kendisine "Biz NATO'dayız, siz Yarşova Paktı'ndasınız. Al­ lah göstermesin, belki gerekirse savaşacağız. Nasıl saldırmazlık paktı imzalarız?" dedim. Kosigin bana, "Siz demokrat oldunuz da ne oldu?" diye sordu ve cevabımı beklemeden aramızda şu konuşma geçti : " Demokrasi demokrasi diyorsun. Sizde son sözü kim sôyler?" " Parlamento." " Parlamentonun kararını kimse bozamaz mı?" " Bozar. Anayasa Mahkemesi vardır. O gerekirse bozar." " Bu Anayasa Mahkemesi kaç kişidir?" " On beş kişi." " B iz sizden daha demokratız. Bizde polit-büro var. Onun ka­ rarını da kimse bozamaz. Bizim polH-bÜro otuz iki kişi." r ·

Çağlayangil'in Gözüyle Çankaya Cumhurbaşkanlığı makam ı açık hapishanedir. Cumhurbaş­ kanı vcki 1 i i ken Sayın Sümer Oral beni yemeğe davet ettiler. Olur dedim. Programı yaverlere söyledim. Yaver gini, geldi: "Koru­ malarolmaz, diyorlar. Yemek yiyeceğiniz yer korunma bakımı n­ dan emniyetli değilmiş. " Israr ettim. Gittik yemeğe, ama bir dolu sıkıntı. Gene bir gün Hisseli Harikalar Kumpanyası oyununa gidece­ ğimi bildirdim. Ayten Gökçer oynuyor. Gene korumalar gittiler, geldiler: "Efendim, güvenlik açısından tiyatronun oynadığı yer hiç elverişli değil." Onlara rağmen dinlemedi m,... gittim. 325


Daha ilginci; bir gün yav e ri çağırdım, eve gideceğim , dedim. Başüstüne, dedi, çıktı . Gini gelmez. Bekliyorum, yok. Tekrar ça­ ğırdım " Eve gidecektim, ne oldu?" diye sordum. "Efendim Ko rum a A m i rl i ği'ne bildirdim, bekliyorum" ded i . Bekledik, gene ses yok. Bu defa Koruma Amiri'ni çağı rttım: "Ne oldu, ni çin gitm i yo­ ruz?" Bana " Erendim, Emniyet Müdürlüğü'ne bildird i m , haber bekli yoruz" dedi. "Ne haberi?" dedim. "Efendim her zaman haber veri riz, ç ı k aca ğımız yeri, geçeceğim iz yerleri bi ldiri riz, onlar ter­ tibat alırlar. Işıklan hallederler, yolları açarlar" ded i . Onlara em ir verdim k i , bir daha bunu yapmayınız. Bir cumhurbaşkanı da k ı r­ mızı ışık yanınca beklemelidir. Beni k imse öldürmez. Ki mse ba­ na bi r şey yapmaz. " ... Ben Burada Bul unduğum Sürece " . . . Rı fat Danışman, Unkapanı'nda nokta be k l eyen polis me­ muru iken derece derece terli ederek Em n i yet Genci Müdüıii ol­ muş, oradan da Trabzon Valiliği'ne atanmıştır. 1 936 yıl ı nd a Emn i yet Genci Müdürlüğü'nde Arşiv Müdü­ rü'yüm. Danışman da Trabzon Valisi ... Danışman, Trabzon Valisi i ken Sağ l ı k Bakanı gecenin geç sa­ atinde Trabzon'a varan vapurlara pratika verilmesini istem iş. ( Pratika: Vapur limana yan aşt ı ğ ı nd a Sağlık Müdürlüğü yetk i l isi­ nin gem i ye gelerek sal gın hastal ık, ölü olmadığını bel irlemesi ) Trabzon'a o tarihte vapurlar tari fe gereğince gece gel iyorlar. Val i R ı fat Danışman gece pratika veri lmesini yasaklamış. Dcnizyollan Ulaştınna Bakanlığı'na, U laşu nn a Bakanı da Sağlı k Bakanı'na durumu bildirmiş. Sağlık Bakanı v ilayete gece gem ilere pra tik a verilmesi konusunda em i r v em1 iş. Yıl 1 936 . . . Vali "Olmaz" demiş. Sağlık Bakanı ısrar ed iyo r. Val i d i yor k i , "Burada l iman yok. Deniz d a l gal ı . Gem i ye kayık ya d a motorla g i ­ dilecek. Can ve m a l güven l i ği bakımından gece yolcu çıkarıla­ maz." Ve şifre şöy l e b i t i yo r : " Bu rad a va l i bu l u nd uğum müddetçe emr-i devletinizin tat­ bikine imkan yoktu r." ...

326


1 950 yılında Yozgat'ta valiyim. İktidarda l · ı ı ı · ! ıü kümeti . İl­ ler idaresi Kanunu gereğince vali, hangi vekak ı : . · < �ılışı rsa çalış­ sın bütün memurlara, Lakdircn on beş gün izin w rı ı ıe yetkisini ta­ şıyor. Bu emri alınca ben de kendi lerine şu cev.ıhı verdim : "Valilere yetki kanunla veri lmiştir. Emi rle geri alamazsınız. Takdi r valiye aiuir. Burada vali bulunduğum sürece em r-i devle­ tinizin tatbikine imkan yoktur."

Bayraksız Vali Taşlanır

.••

Yıl 1 95 1 . Antalya valisiyim. Ahmet Emin Yalman misafir geldi. Kendi si dostum. Köylere gidiyorum. Kendi leıi de gelmek istediler. Yola çıktık. Manavgat köyü civannda çocuklar arabaya koştular. Durduk. Şoföre dedim ki, "Bunlara bi rer paket var." Arabanın bagaj ın da içinde Kızılhaç'ın bi r dolara malcuiği paket­ ler var. l lavlular, diş fırçalan, oyuncaklar. Sürprizli paketler. Ah­ met Em i n Yalman i lgi lendi. B unları niçin dağı llığımı, nereden bulduğumu sordu. " Amerikan sefaretinden üç yüz Lane geti ruim. Arabanın ba­ gaj ında tutuyorum. Hikayesi uzun dedim. Israr etti, anlattım. O zaman otomobi l çok nadir. Köylüler de bu kadar uyanık değil. Köylerin küçük çocukları otomobilleri gerçekten taşlıyorlar. Bi­ ı.im araba da taşlandı. Şoföre sordum, "Bu nasıl iş Vali arabası taş­ laıııyor. Bu bana lıasınane bir hareket mi? B u köylerin hükümetle bir dertleri mi var acaba?" dedim. Şoför gayet rahat ve net: " H ay ı r. B unlar çocuklar. Oyun yapmışlar." " Peki, daha önce de taşlarlar mıydı, dedim. Yanıu daha ilginç oldu." " Hayır taşlaınazlardı." " Peki biz niye taş yiyoruz?" " Efendim siz bayrak açunn ıyorsunuz. O yüzden vali arabası olduğunu bilm iyorlar." Bir keresinde gene çocuklar arabayı taş­ layınca durdum . Polise çocuklan toplattım. Kendilerine: "Niye taş atıyorsunuz?" dedim. " B iz senin Vali olduğunu bilmedik," dediler. Ben de onlara taş atmanın kötü olduğunu anlattım. Bakın bu327


radan turistler geçiyor dedim. Ve önceden h azı rlad ı ğı m pakelleri dağıttım . B i r süre sonra bu bütün köylere yayıldı . B u kez benim arabam geçerken çocuklar beni çiçeklerle karşılamaya çıktılar. Antalya köylerinde otomobillere çocukların taş atma olayını böy­ lece önledik. Bu bütün Türkiye'de o günlerin bir m od asıyd ı Ah­ met Emin Yalman Bey bunu Vatan gazete s i ndeki köşesinde de yazdı... .

" Biz Validen Memnunuz S i z Kadınlarınıza Sahip Olun"

Antalya V alisiyim. Antalya o zamanlar bugünkü gibi turistik bir yerleşim yöresi değil. Her şey yavaş yavaş bugüne yürüyor. Adnan Menderes Antaly a ya geldi. Vali Konağı'nda kalıyor. Gün boyu heyetler geliyor. Menderes biri nci gününü heyet lerle geçir­ di. Akşam yemekte kendisi ile konuşuyoruz. Bana : " Sormuyorsun bu heyetler senden ne istiyorlar, diye ... " " Ne istiyorlar? dedim. Cevabı : " Seni ş i kayet ed i yorl ar " oldu ve aram ızda şu konuşma geçti : " Neymiş ş i kaye tleri? " " Sen Lara'ya plaj yaptırmışsın. Orada kadınlan denize sokup seyrediyormuşsun." Menderes'e; " Bunlar çapkın vali görmemi şler," dedim. Güldü ve sordu: " Peki, ç apkın vali nasıl olurmuş?" Ben de kendilerine şu hikayey i anlattım : " Esk;i dönemde birçok vali çok çapkınmış. Halep'e vali olarak göndermişler. Yali H al ep te ev lcri sıraya koymuş. Her evde on ye­ diden yetmişe işini bitiriyormuş. Valiyi dahi l iye nazın na şikayet emişler cevap yok. Mazbata yapıp Sadrazam'a başvurmuşlar ce­ vap yok. Maocyine müracaat etmişler hiçbir şey değişmemiş. B i r g ü n Padişah Abdülhamit b i r telgraf almış, "Falan tarihli mazbata­ ya zeyl H ünkanm bizim eve ik i ev kaldı." Abdülhamit telgraftan hiçbir şey anlamamış. Mazbatayı buldurmuş durum, anlaşılmış: Vali yangın g i bi geliyor. Menderes güldü. Kendilerine sordum: " Siz o heyetlere ne dediniz?" " Biz validen memnunuz, siz kadınlannıza m ukayyet olu­ nuz." '

·

,

'

328


Konya Valisi'nin İ ntiharı Konya eski Valisi Cemil Keleşoğlu'nun intihan önleneme­ miştir. Çağlayangil bütün çabasına karşın dostunun telaşından ür­ küntüsünden bu beklemediği hüzünlü sonu çıkaramamıştır. Cemil Keleşoğlu'nu Amerika seyahatinde yakından tanıma fırsau buldum. Nazik, duyarlı, her işin aslını merak eden araştır­ macı bir ruha sahip. Kibar bir insan. Bu ziyaretle ilgili çok sıcak hatıralarımız var. Beni Konya'ya davet etti. O vali iken gitmek na­ sip olmadı. Sonra kendisini Yassıada'da gördüm. Kader Amerika seyahatinde olduğu gibi bizi Yassıada'da da birlikte kılmıştı. Ko­ ğuşlarım ız ayrıydı. Hava almak bahanesiyle cezalı olmadığımız zaman çıktığımız helikopter alanında buluşur dertleşirdik. Bil­ mem bir münasebetle size söyledim mi? Bafta Yassıada'da hiçbir sorgu sual yapılmam ıştır. Bir gün kendisini telaşlı gördüm : " Beni kumandanlıktan çağırdılar. Sayın Menderes, Konya'ya gelmişti, kendisine büyükçe bir ziyafet verdim. Parasın ı da özel idareden ödedim. Bu kadar paranın bir başvekil için devlet kesesinden ni­ çin ödendiğini sordular. Galiba buradan tutturacaklar, acaba beni de asarlar mı" dedi. Kendisine cevabım şu oldu: " Senin sini rlerin bozulmuş. Hepimiz vilayetlerimizde Baş­ vekile ziyafetler verdik. Parasını da muhtelif fasıllardan ödedik. Neticede devlet kesesinden çıktı . Bunda telaş edecek ne var? O ikna olmuyordu. Üç-dört buluşmamı z hep bu konudaki en­ dişelerini anlatmasıyla geçti.Beşinci koğuşta kalıyordum. Alış­ verişimizi yapmaya gönderdiğim nöbetçi arkadaş kantinden dön­ dü. Heyecanlıydı. Cemil'in kaldığı koğuşun önünden geçerken kendisine camdan bir kağıt göstermişler. Cemil'in intihar ettiği ve öldüğü yazıyormuş. Bizi birkaç gün havalandı rmaya çıkarmadılar. Sonradan öğ­ rendik ki saklı tuuuğu bir jiletle tuvalette kollarındaki damarlan kesmiş ve kan kaybından ölmüş.

329


Osman Bölükbaşı'yı Kapıd a n Geri Çevirm işler

.•

Zincirbozan'a yirmi bi r gün geç geldi m ... Orada nezaret altında tutulanları bir, i ki ve üçüncü derecede hısımları dışında kimseyle görüştü rm üyorlar. Bizden evvel gelen on beş kişiye bu çerçeve içinde hısımlannı sormuşlar. Onlar da kimlerle görüşmek istediklerini yazmışlar. Yalnız o zamanların Bursa Pani Sekreteri Yusuf Ziya Gün­ düz, bugünkü İstanbul İ l Başkanı Orhan Keçeli ve Uludağ Grand Oteli sahibi Mehmet Yazıcı unutulmuş. Bana "bu ' isimleri de üçüncü derece hısımlann arasında göster," dediler. Ben de verdi­ ğim listedeki yirm i beş isim arasına bunları da kauım. Aradan bir süre geçti, garnizonda bir idareci bana müracaat ederek; "Verdiğiniz listedeki isim lerin üçüncü derecede hısmınız ol­ duğunu imzanızla tasdik ediniz" ded i . Ben de kendisine, "Böyle bir yazıya i mza atmam, çünkü üçüncü derecedeki hı­ sımlar kategorisine hangi tür akrabaların girdiğini bilm iyoıuın" dedim. Bir müddet sonra aynı idareci elinde bir medeni kanun k ita­ bıyla gelerek " İşte medeni kanun. Üçüncü derece hısım lan aynn­ Lıları ile gösteriyor" ded i . Bu arada öğrendim ki benim listeme yazdığım isimlerden bi­ ri , kendisinin sınıf arkadaşıymış. B u zat Karadenizli. Benim Ka­ radeniz'le bir ilgi m yok. Dolayısıyla da benim hısmım olamıyor. Görevliyle aramızda şu konuşma geçti : " H iç kimseden i stemediğiniz bir imzayı niçin benden alacak­ sınız'! Anlaşılan yalan beyanla resmi makamları iğfal suçundan hakkımda takibat yapmak istiyorsunuz. Size verdiğim l istede yazdıkJanmın bazılarıyla akrabal ı k ilişkim olmadığını siz de, ben de biliyoruz. Arkadaşlarımın yazdıktan l isteler de hep böyle. Siz beni biri nci , iki nci, üçüncü derecede hısmım olmayanlar dışında kimseyle görüştürmeme yetkisini kimden ve nasıl al ıyorsunuz? Böyle bir m ahkeme karan mı var? Evvela bunu söyleyin de sonra tartışalım." Adam gitti . Bir daha da gelmed i . 330


Bu tartışma sonrasında Bölükbaşı Ankar:.ı". ! . ı ı ı Zincirbozan'a bizi görmeye gelmiş. En az üçüncü derecede ı ı ı-. nı ı m olmadığı için izin vermemişler. Ü zülerek geri dönmüş. Dönerken Çanak­ kale'den bana telefon ediyor, 'Geldim" diyor. "Kapıdan dönmek zorunda kaldım." Bölükbaşı'yı severim . Yanımı za sokmamalanna v e sohbetinden m ahrum kalmış ol­ mama üzüldüm. O sıkıntıyla telefonda Namık Kemal'in bir şiirini okumaya başladım. Firak-ı Haps-ü refy'i kadri namusumla gördüm hep Cihanın bir belasından bana perva mı kalmışur? Larımı biti m1eye imkan kalmadan telclonun öbür ucundan koca politikacının feryadı gürledi: Bais-i şekva bize hüznü umumidir Kemal Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadıma... Osman Bölükbaşı bana takılırdı. "Ekselans sizin ömrünüz hep asfaltla geçıi. Bizim gibi Arnavut kaldı n m ında geçmedi." Ben kendilerine o günkü telefon görüşmemizde bunu hallrla­ tarak "Şimdi siz asfalua geziyorsunuz, biz Arnavut kaldırımlann­ da sürünüyoruz" dedim. Bu sözüme d� cevaplan şu oldu: "Dosllanmız Arnavut kaldınmında çilc çekerken biz kendisi­ ni asfaltın rahatlığında hissedecek insanlardan değiliz." AHD Sefirinin Serzenişi Antalya benim zamanımda çok güzeldi, ama turistik değildi. Oteller yoktu. Ben Demokrat Parti'nin vali bulup vali bıraktığı tek valiyi m . O dönemde Antalya milletvekilleri Dr. Fatin Dalaman, Dr. Burhaneuin Onat, Ahmet Tokuş ve Ahmet Tekeli, İ brahim Sulusi gibi. Hepsi de dişli adamlardı. Burhanettin Onat'a, " Kız Doktor" derlerdi. Adnan Menderes'c muhalefeti i le meşhurdur. Kendisi DP Grup B aşkanı'ydı. B ir gün Menderes bana, "Sana şaşıyorum. Ne garip ıncbuslann var. Mizaçlan ayn ayn . Bunlan nasıl idare ediyorsun'!" dedi. Kendilerine, " Ben de size şaşıyorum . Bunlaıın idare edilmeyecek nesi 331


var?" Menderes biraz kırgın şunlan söyledi : " Nasıl idare edeceğim birader! Adam medih tarikiyle zem­ meuneyi sanayi-i nefise haline getirmiş." Bu denli zor ve dişli mebuslann içinde Ahmet Tokuş da var. Tokuş turizm meraklısı. Lisan biliyor. Kolej mezunu ve Alanyalı. O Alanya'da evini açtı. Ben de Antalya'da Vali Konağı'nı açtım . O Avrupa Konseyi'nde kordiplomatiğe Antalya'yı methediyor. Ona "Ama Antalya'da otel yok" diyenlere de " V aliye gidin, sizi misa­ fi r eder" cevabını veriyordu. Gecenin bir saatinde çat kapı otele gelir gibi bana geliyorlardı. Bir keresinde Hint Sefiri geldi . Kan­ koca. . . Rüknettin Nasuhioğlu akrabam. " A B D Sefiri Mac Ghee gele­ cek" dediler. A B D sefirini n o zaman özel uçağı var. Geldi, karşıla­ dık. İ kram ettim. Sefir akşam üzeri, " Parka çıkalım" dedi. Çıktık. Sıcak bir Antalya akşam üstüsüydü. Parkı sulatmıştım, ama yer­ den buhar çıkıyor. Kadınlar buharı geçip parka giremiyorlar. Sefir bana döndü : "Vali B ey, havaalanı diye çayıra indirdin. Park diye betona çı­ kardın. Ters yapsaydın da, ikisi de adama dönseydi olmaz mıydı?" " Atatürk G ib i Davranınız ... "

Bursa'da Hükümet Konağı'nda oturuyorum. Yanımda rahmet­ li Turan Kapanlı, var. Kapanlı Bursa Cumhuri yet Savcısı. Birden bir gürüllü koptu. Pencerelere koştuk. Bir kamyonet Vali Kona­ ğı'na yanaşıyordu. Kamyonetin içinde, başından kanlar akan beş altı kişi ve polisler. Emniyet Müdürü'ne hemen sordum " B unlar Ulu Cami'de ha­ dise çıkardılar" dedi. Günlerden cumaydı . Cuma namazı kı � ıriı­ yor. lmam cuma hutbesini okumak için m inbere yönelmiş. içle­ rinde "Ben Mehdiyim" diyen bir zat imam a mani olmuş. Bu sırada cemaatin arasında tekbirler başlamış. Maşlahlılar zuhur etmiş. Kılıçlannı da çekmişler. "Ben Mehdiyim" diyen zat minberde hü­ kümet ve Atatürk aleyhine sözler sarfetmeye başlamış. Cemaat şaşkın.donmuş kalmış. O gün izinli olup da cuma namazını kılma332


ya giden bir polis memuru çekmiş tabancasını m i nbere doğru yü­ rümüş. Cemaat galeyana gelmiş. Mehdi ve takım ını dövmüşler. Yaralamışlar polis güç yetişmiş. Hepsini derleyip toplayıp benim odama getirdiler. Turan Kapanlı gelenleri sorgulamaya başladı. İ şin aslını öğ­ renmek istiyordu. Bu arada da polis Emniyet Genel Müdürlü­ ğü'ne, Emniyet Genci Müdürlüğü İ çişleri B akanlığı'na durumu bildirmiş. İ çişleri Bakanı, Başbakan'ı haberdar etmiş. Daha biz işin aslını öğrenemeden telefon çaldı . Reisicumhur Celal Bayar'ı karşımda buldum: " Ne oluyor İhsan Bey," dedi. " Basil bir zabna vakası. Mcczublann işi," dedim ve vak.ayı anlauım. Tesadüfen odamda savcının olduğunu ve tahkikaun yü­ rülüldüğünü söyledim. Celfil Bayar ciddileşti. Bana: " Basil bir zabna vakası değildir. Yapanlar meczup dahi olsa­ lar, bir leşkilaun adam ıdırlar. Türkiyc'ye ne gelirse irticadan ge­ lir. Bir gerici harekeli karşısındayız. Yaka sizin anlalllğıruz gibi basil birhadise değildir. Muhakkak arkalarında bir leşkilat vardır. Menemen olayı gibi bir hadise ile karşı karşıyayız. Şimdi İ çişleri Bakanı'na özel bir uçakla Bursa'ya gitmesi için talimat verdim. Bir buçuk saat sonra oradadır. Her işinizi bırakınız ve bu işin aslı­ nı meydana çıkarmaya bakınız," dedi. Ben de kendilerine cevaben: " Sayın Reisicumhurum siz telaşlısınız. Benim ne yapmamı em redersiniz, "diye sordum . -Siz Alalürk olsaydınız ve Atalürk sağ olsaydı ne yapardıysa, öyle hareket ediniz ve olayın gerçek yüzünü meydana çıkarınız." Cclat Bayar'ın olayı bu denli ilzam etmesine şaşırdım. Hadi­ seyi birkaç meczubun düşünmeden yaptığı harekeller sayıyor­ dum. Bu arada Savcı Kapanlı da soruşturmayı, yakalananları sıkış­ urarak sürdürüyordu. Bütün aradığı da bu olayın çıkarılması için nerede toplanıldığı ve karar verildiğiydi. B i r ara Kapanlı bunlan dövmeye başladı. Şaşırdım. Valilik makamında bu tür bir davra­ nışı uygun bulmuyordum. Ama bir şey de söyleyemiyordum . Bir de lutukluya bu tür bir davranış benim insan ve demokrasi anlayı333


şıma sığmıyordu pek. Ama Kapanlı biraz daha kendi anlayışı ve mctodlan içinde sa­ nıklar sıkıştırınca bu olayın Kütahya'nın Tavşanl ı i l çesind e tari­ kat mensubu bir tren makasçı sının evinde planlandığını öğrendik. O arada süratle Namık Gedik geldi olaya el koydu, savcıyla ko­ nuştu. Hemen K üt ah ya Valisi'ne telefon ettik. Biz de uçakla Tav­ ş anl ı ' ya hareket etti k Ve daha Kü tah y a Valisi Tavşanl ı'ya vanna­ dan makasçıyı yakaladık. Rahmetli Celal Bayar hak l ı ç ı km ı ş tı Bu olay bir örgüt işiyd i ve ö rgü t tarafından pl a nl an m ıştı . Sa­ n ı k l ar toplandı , tutuklandı ve m uhakeme edi ldi ler. Mahkum ol­ dular. O gün Cel ili B ayar'ın irticaya k arş ı ne kadar hassas olduğuna tanık oldum. O la y ın içindeki bir yetk i li olarak aldanm ıştım. Ama Ce l a l Bayar biı.i harekete geçi rerek o l ayı onaya ç ı k �ı rd ı . Bu d a ba­ na meslek hayatımda büyük bir ders oldu. .

.

Fao Uzmanı G üzel Han ı m ... Antalya Valisiyi m . Kapı çal ınd ı , b i r güzel hanım içeri gi rd i. " Ben l3 irlqm iş M i lletlcrTeşk i l atı 'ııda FAO' ya bağl ı olarak çalışı­ yorum. M i l letler iyi besleniyorl ar mı ara�tı rıyoruz. Ben de örgü­ tün Tü rki ye bölümünde göre v l i y i m . Antal ya'da köylere gidece­ ğ i m . Köy ev leri ne g i receğim. K i lcrlcrine bakacağım. N a s ı l bes­ leııd i k leriııi a ra�ıı raca ğım - S i z i ben götürürüm, dedim. -En yoksul k aza n ız hang i s i ? -G ü nd oğ m u ş -Orta l ıal li kazan ız hangi s i ? E l m alı - Kö y ü de, evi de ben seçeceği m . -Ol ur, dedim. Antalya h arita s ın ı açtık. FAO görevlisi hanım Elmal ı'yı istedi. Kalktık gillik. Bir evi seçti. Evin kad ınları ile ko­ nuştu. Kilerlcrine baktı. Etlerin y ağ l a rı n a baktı. Oradan çıktık. B i rl i kte yemek yedik. Finike'ye gittik. O rad a d a bi r köyü s eçti. Antalya' ya dönerken kadın bana, " Ben size ço k acıdım Vali Bey" ."

.

-

334

.


dedi . -Neden acıdınız. d iye sordum. -Çünkü burası o kadar güzel bi r doğa parç as ı ı... i . burad a şiir yazıl ı r. eğlenilir, aşk yapılır. Burada görev yapı l m az Kendilerine şu cevabı verdim: -Söylediklerinizi yapmaya Valilik mani değil ki... .

Şah'ın Şöförlüğii Ramsar toplanllsı ilgi çekicid i r. İran Şah ı ' yl a Sayın Demirel aynı göıiişleri öne sürüyorlar; komünist nüfuzunun Pak istan yo­ luyla bölgeye sızdığını iddia ediyorlard ı . Bu bul uşmada Eyüp l lan kendisini savunmuş, fakat ya l nı z kalmıştı. Ramsar toplanu­ sının aynnıı lan anı l:ır arasında uzun uzun anlatıldı . Orada geçmiş bir olayı Çağlayangi l 'dcn dinleyel im: "Ramsar torlanLısında dinlenmek için verilen arada, Hazar Denizi'nde dem i rleyen iın paralorlukyatındaki öğle yemeğine gi­ decektik. Karıda bizi sahile götürecek üstü açı k bir otomobil du­ ruyordu. İran'ııı H azar kıyılarında ıslak bir sıcak olur. İ ran Şahı uçak ve otomobi l kullanmasını iyi b i l i r Direksiyona geçti. Yanı­ na Sayın Demirel'lc Eyüp H an'ı aldı. İ ran H ariciye Nazın Ardeşi r Zalıidi'yle ben arkaya kurulduk. Duyguları m ı Ardeşir'e anlatınca. bir kahkaha korardı. Şalı arkaya döndü ve sordu: "Y ine ııe oluyor? Niye gülüyorsunuz?" Ardeşir hemen at ıld ı : "Türk meslektaşım , şoförü imparatorolan a rabaya hiç binme­ mişimd i r" diyor. Şah. " Lahavle" der gibi başını salladı. yol a koyulduk. ,

.

Ürgüplü'nün İti razı İsmet Paşa kabinesi düşlü. He rk es memleket hükümetsiz ka­ l ı r zanned iyo rdu. Muhalefet tarafsız bir başbakan anlayışında bir­ leşti. Süleyman Dem i rci Meclis d ı ş ı n d an bu kabineye Başbakan Yard ımcısı olarak g i rd i . Suat Hayri Ü rgüplü kabinesi bu suretle kuruldu ve ben kabi nede Çalı şma Bakanı o ld u m Kabine büyük .

335


koalisyondu. Bölükbaşı da dahildi. Hükümet programında dış si­ yaset konusu yazılırken " Kendileriyle m anevi ve dini rabıtaları­ mız bulunan İ slam ülkeleriyle yakın ilişkiler kurulacaktır" ibaresi konmuştu. Suat Hayri Bey bu tabire itiraz etli. "Türkiye'nin laik bir devlet olduğunu, dini ve manevi bağlarımız" cümlesinin ve İ s­ lam kelimesinin çıkarılmasını istedi. Bölükbaşı, Başbakan'ın bu isteğine itiraz etti. Türkiye nüfusunun % 99'unun Müslüman oldu­ ğunu, laikliğe aykın bir durum olmadığını savundu. Münakaşa uzadı. İ ki taraf da görüşünde ısrar etti. Sonunda Suat Hayri Bey, "Ben Başvekillikten çekiliyorum" dedi. Yerinden kararlı bir bi­ çimde kalkarak kapıya doğru yürüdü. Süleyman Beyle ben yeri­ mizden fı rladık. Kendisini ikna ettik. "Bir uzlaşma yolu hep var­ dır, bulunur, buluruz" dedik. Sonunda " Kendileri ile tari hi ve ya­ kın ilişkilerimiz bulunan komşu O rtadoğu ülkeleriyle temasları­ mızı daha da sıklaştıracağız" ibaresini hükümet programına dahil ederek ittifak sağlandı. Ve kriz atlatıldı. Ve Süleyman Demirci politikada böylece ilk sınavını da venniş oldu. Ruslar 'ın Bazen İ nce Süprizleri Vardır

Vaktiyle tüm Avrupa devletleri sola kayıyordu. Komünizme karşı on beş ülkeden kurulu bir savunma ittifakı olan " Kuzey At­ lantik Paktı" içinde dokuz ülke sosyalistlerin idaresindeydi. Koa­ lisyonlarda komünist partilerine bile rastlanırdı. NATO Bakanlar Konscyi'nin gündemindeki en gizli konuların, konuşulduğu gü­ nün akşamı Kremlin'de bilindiği -şaka biçiminde olsa da- aramız­ da söylenirdi. Biz, ünlü İ talyan solcu lider Nemmi'nin Dışişleri Bakanı olduğu dönemi yaşadık. Onunla çalışmak durumunda kal­ dık. Laf açılmışken söyleyeyim. Uzun süren Dışişleri Bakanlığım sırasında en çok gittiğim memleketlerden bi ri de Rusya'dır. Dışiş­ leri Bakanlan , devlet ve hükümet başkanlarının gezilerinde yan­ larında bulunur, kendisi davet olunur, özel gezilere ailesiyle çağ­ nlır, fırsatlar çok çıkar. Böylece Sovyetler'e çok gidip gelmişli­ ğim var. Zaten kuzey komşumuzla iyi geçinmeye tarih ve coğraf­ ya bakımından adeta mahkum olduğumuza dair kişisel kanım var. 336


Rejimlerini beğendiğim için değil. İ lkeleri ne siyasal, ne de sos­ yal yapımıza uymaz. A m a millet olarak insanlarını kendimize ya­ kın bulurum. Misafirseverlikleri bizebenzer. Şimdi solculuk devri geçti. Perestroika ve glasnost dönemin­ deyiz. Hızlı kabuk değiştiri yorlar hissi var. Dünya özgürlüğe yö­ neliyor. On yıldan çok oluyor. Marksizm'in moda olduğu devirlerde, Sovyeller'e resmi bir ziyarette bulunuyorum. Ruslar, misafirleri­ ni Moskova'da Lenin Tepesi'ndeki köşklerde ağırlarlar. B i r sabah telefondan Kosigin arıyorlar, dediler. Gittim : "Bugün öğleyin, program dışı Gromiko'yla beraber kendimizi size yemeğe davet etmek istiyoruz. Köşk'te beraber yemek yiye­ lim" dedi. "B uyurun, memnun oluru m ! " dedim ama, şaşı rmadım desem, yalan olur. 'Bayram değil, seyran değil, eniştem beni neden öptü?' gibi bir şey. Niçin geliyorlar? 'Zahir söylemek istedikleri bir şey var. Özel olarak buluşmayı tercih ediyorlar' diye düşündüm. Öğle vakti geldiler. Ellerinde güzel ambalajlı küçük bir paket var. Yapay uzay taşından yapılmış mavi bir masa saati. "Doğum gününüzü tebriğe geldik" dediler. Ben unutmuşum. Aylardan temmuzmuş. Sürpriz yapmak i stemişler. Rusların böyle ince buluşları vardır. Gükay " Lüzumsuz Adam Olma" Duygusunu Taşıyord u

Y ı l 1 928 . . . Üniversite öğrencisiyim. Ada'da o zamanki adıyla Seyrisefa­ in İ daresi, şimdiki adıyla Denizyollan denilen idarenin Umum M üdür Muavini Avni Sener'in evinde oturuyorum. Avni B ey be­ nim dayım. Her gün üniversiteye gidip geliyorum. Adaların kışı, yazından çok daha güzel. Sokaklarında mimoza ağaçlan açar. Çi­ çek ve çayır kokuları içinde yaşarsınız. O zamanki vapurlar bütün adalara uğruyor ve iki buçuk saatte ancak köprüye varıyoruz. Ömrümüz vapurlarda geçiyor. Yine de şükrediyoruz. Daha önceleri İ dare-i Mahsusa vapurları vannış, bu mesafe dört saat sürermiş. Merhum, dalgınlığı ile meşhur Em337


rullah Erendi , Ada'da oturunnuş. Hergün dön saat gitmek, dön sa­ at gelme. Bu seferlere katlanınnış. " Nerede ikamet buyurulu­ yor?" d i ye sorulduğunda "Şimdilik İ darei-Mahsusa vapurlannda oturuyoruz" denn iş. Dalgınlığı i le meşhur Emrullah Efendi dedim. Onu da anlata­ yım : Emrul lah Efendi bir gün vapura gelmiş oturmuş, bakmış cebi şam fıstığı dolu . "Allah Allah, ne zaman almışı m ?" demiş, başla­ mış yemeye. İş yanyı bulunca, yanındaki adam nezaketle koluna dokunmuş, " M üsaade buyurursanız, geri kalanı mahdum bende­ n i ze gö tü re ceğ i m d em i ş . "

Vapurdaki Skeç V apu rl ar b i r a lem . . . B i z d e o zam anki v apurl arı n kaptan köşkü alltnda y e r a l ın ı ş k:.ırş ı l ı k l ı al u ş a rd an o n i k i k iş inin Ol u rduğ u kamaral arda g i d i p ge­ l i yo ru z Her sa balı i l k v apurl a gi di yo ru z ak ş a m l a rı 1 7 .00 vapuru i le de d önü y oru z K amaral arda oturanlar müdav i m . B e l i rl i k i ş i l e r y an i . Dr. Fatırettin Kerim Gökay, ü n l ü rom ancı H üsey i n R a l ı m i Gürpı­ n:.ır. H üseyin Ralını i G ü rpınar, H e y hel i ad a d a oturu yor. Bekar. H ü se yi n Felını i isim l i m i ralay emekl i s i bir carı yo l daşı var. Her i � i ne o bak ı yo r. Ye m e ğ i n i pi ş i ri yo r Vek i l harcı . Seyrisefain Hu­ k u k M ü�av i ri Emin A l i B e y , " On paran ı n k ı ymetini b i l ııı eyen Os­ manlı ol :.ıın az" sözü yle m e şh ur K ı z ı l ay B aş kanı Dr. A k i l Muh­ tar'ın kardeşi Dr. Cel al M u htar. Dayım ve i s m i n i h a t ı rl a m ad ı ğ ı m bi rkaç k işi dalıa . Ben a ral arında en genci y i m . Konuşm a l a rı ze v k l e d i n l i y o ru m ama kau laın ı yoru m . Ü n i ve rsi ted en çok bu g idiş - gel i ş solıbelleıi­ ni sev iyoru m . B u r:.ıda daha ciddi, d aha üsl upl u h aya ta dair önem l i b i l g i ler al ı y o rum O ı.amanki yeteneğimle bu k a nş a ın a d ı ğ ı m soh­ betin sati ri k tara l l a rı n ı b u l d u m . B i r skeç y azd ı m . Dayı ma oku­ dum. Pek be ğ e nd i . Sonra da vakit geçsin d i ye bir gün Ada vapu­ .

,

.

'

.

.

rund:.ıki kamaranın müdavim lerine okudu. O gü nd e n sonra hazi -

338


runun bana karşı tavırlan dcgişti . Fahretıin Keri m , Toptaşı'nda Mazhar Osman· ı n asistanı. Ak­ şam üstleri K araköy'deki Cenyo Meyhanesi'ndc buluşuluyor. içenler bir-iki tek aup Ada v apurundaki kamaraya geliniyor. Sonraları büyüdüm. Hayata atıldım . Fahrettin Kerim de İs­ tanbul Vali ve Beled i ye Başkanı B em Büyükelçisi oldu. Rahmetli Menderes, Fahrettin Kerim Gökay'ı çok severd i . Kendisine " H oca" derdi. Alman B aşbakanı Erlıard'ın Bursa'ya geldiği gün Bem'den Bursa'ya telefon ederek akşam yemcginde Menderes'i aradı . Bu ves i le ile kendisine ait anılan da Menderes'e aktardım.

Dcği�ik Kişilik Sonraları Dışişlcri Bakanı oldu m . FahreLLin Kerim Hoca bir gün 1.iyareıinıe geldi ler. Karısı ölmüştü. Yalnızd ı . Mer türlü gö­ revden a y rı l m ı ş t ı. Kendisini boşta, işe yaramaz bi r insan olarak hissediyordu. Bir meşgaleye, yaşama tutunmaya ihtiyacı vardı. Mü l teci l er Komi syonu 'nda Türk i ye bir temsi lci bulunduru ­ yordu v e temsi lci yi Dışi şleri Bakanı tayin ed iyordu. B u temsilci­ nin m aa�ı da vard ı . Gene l l ikle bu ıemsilci Cenevre'deki büyükel­ ç i v e y a elçi lik memurlarından seçi l i yordu. Böylece o atanan ek b i r destek görüyord u . Dışişlc ri teknisyenlerinin karşı çıkmasına rağmen, Falırellin Keri m Gökay Hoca'yı bu g örev e atadım. Kend isinin hiçbir zaman ekonomik b i r pro b l e m i y o kl u . M u htaçl ı k söz konusu d e ğ i ld i. Rahmet l i ô3 0 ı a pu n u ıı üstünde oıura n bi r va rl ı k l ıyd ı . Sadece yu­ karıda da değ i nd i ğ i m g i b i . " A n ı k ıü k end i ın , l üzum suz ad am ım" gibi duygulardan kurıulmak isıi yordu. Fahreııin Kerinı'e saygı duyard ı m . Severd i m . Bir değişik kişi­ l i ğ i vard ı . ..

Kabil'de Çelik Palas Havuzu A fgan Kral ı Zahi r Han, Bursa'da misafir kalmış ve Bursa'yı pek beğenmişti . Hele Çel ik Palas ın ünlü havuzuna bayılmıştı . '

339


Afgani stan'da Kabil'de bir sıcak kaynak suyu vannış. Günlerce mühendi s çalıştırdı. Havuz ve evinin planlarını yaptırdı . K abil'de bir eşi ni inşa etti rdi.

Athenagoras'm Türk Vatandaşı Oluşu Emniyet Genel Müdürlüğü'nde S iyasi Daire'nin başkanlığını yapıyordum. Genel Müdür çağırdı : " Dışişleri'ne gideceksin, Genel Sekreter'i göreceksin. Sana bir şey söyleyecek. Dediğin i yapacaksın. İ çişleri B akanı'nın emri­ dir," dedi. "Acaba ne söyleyecek," diye sordum? "Vekil bu kadar söyled i . Ne diyeceğini ben de bilmiyorum," dedi. Anladım k i , ya söylemek istemiyor, ya da sahiden bilmiyor. Önemli bi r olay karşısındayız. Gittim, Genel Sekreteri gördüm . New York Metropoliti Athenagoras için bir nüfus kağıdına ih­ tiyaç hasıl oldu. Ayrıntılı ismi, ana-baba adı bu kağıtta yazılı, te­ minini rica ederim" ded i . " Nerede doğmuş, Türk soyundan mı?" "O ralarını bilmiyorum . Nüfus kağıdı lazım ! " " Doğumu Türk uyruklu değilse nasıl olacak? Türkçe biliyor mu?" " Nasıl olacak diye uzun boylu tereddüt etmeye m ahal yok. Sa­ ın Reisicumhurumuz i lgil ilere bunun olacağına dair söz venn iş. y i ş olup bini haline gelmiş. Olacak, olmayacak mı diye düşünmek geri lerde kaldı. Nasıl olacak ona bakmalı . Bunun için rica ediyo­ rum," dedi. B i r şey daha öğreni yordum. Olup biLLi haline gelmiş işlerde önem yapılacak, yapılmayacak mı da değil, nasıl yapılacağında toplanıyordu. Tartışmak işe yaramıyordu. Geride kalmıştı. Döndüm . Durumu Genel Müdüre anlattım . İ ş anlaşıldı. Athe­ nagoras Fener Kili sesi 'ne Patrik olacaktı. Bu Amerikan seçimleri­ ne yarayacaktı. Fatih Fennanları'na göre Patrik, Türk uyruklular arasından seçiliyordu. Nüfus kağıdı bunun için lazımdı. Vaktiyle Yunanlıların doğdukları topraklar Osmanlı İ mparatorluğu sınır·

340


lan içindeydi. Fakat kişilerin doğduğu ve nüfusa kayıtlı olduğu yeri resmen ispat etmek zordur. Verilen söz de bu cihetin mutlaka temin edileceğine dairdi. İ şin siyasi ve gizli yönü buradaydı. Beni Nüfus Genel Müdürü'ne gönderdiler. Durumu anlattım. Athenagoras Yanya'lı yapıldı. N üfus kağıtlarının yandığına ait iş­ lem tamamlandı. Yeni bir kimlik düzenlendi. Adam da böylece Patrik seçildi. Yasaları ihtiyaca göre uygulamak bir marifettir. Polikar

Yaz, kış paltosuz gezerdi, yakasında karanlil veya gül bulun­ masına özen gösterirdi. Çiçeklerin büyüğünü seçer, kendi beğen­ diğini he rkesin sevdiğini sanırdı . Daima golf pantolonlu, aynı renkte spor elbiseler giyerd i . Bültin lisanlardan konuşurdu. Her gittiği kentin anısını taşıyan, bambudan yapılmış orijinal bir bas­ tonla gezerd i . Adı Polikar'dı. B unu ikiye ayırır, (Ben hem Poli, hem Kar'ım) derd i . Poli Frenkşe nazik , Kar,da dörtte bir, çeyrek demek. Bu deyimle nezaketinin çok olmadığını söyler, espri ya­ pardı. "Adının üzerine çok centilmendi. B ol hikaye anlatırdı. Açı k saçık fı kral an zarif biçime sokar hanımlık toplantılarda bile söylerdi. Tuzl u, biberl i anekdotlardan oluşan Fransızca bir kitabı basılmıştır. B u rs a teleferiğini İ sviçre'nin ünlü Fon Roll müessese­ si yapm ı ştır. Bu kuruluş teleferi k yapanların eskilerinden biridir. Kendisi Fon Roll'un Türkiye temsilcisiydi o vesileyle tanışmış­ tık. Renkli bir ş a hs i ye ti vardı. Onu tanıyanların anlattıklarına ba­ sınımızda ara sıra rastlıyorum. Benzeri, kendisi olan insanlardan biriydi. Toprağı bol olsun. Makarıos'un Kurnazlığı

Akı il ı adam başka, kurnaz adam başka, zeki adam başka! Her­ kes bunların üçüne bi rden sahip olamıyor. Hepsini birden kendin.!' de toplayanlar (devlet adamı) oluyor. Makarios'da kurnazlık ve zeka vardı. Fakat Türkler için Kıb­ ns'ın ne demek olduğunu bir türlü kavrayamadı. 341


Her şeyi kendi yapar, zeytinyağı gibi üste çıkardı. Ada'da aciz d u rumda kalmış görünmeyi iyi bil i rdi. H albuki Ada' da Türklerin dön katı kadar Rum vardı. Dünya Kıbrıs Cumhuriyeti'ni , yani M a­ karios'u tüm Ada'nın meşru hükümeti olarak tanıyordu. Toplu öl­ dürmeleri yapan, meydanlarda ihti yarlan yakan Rumlardı . Bun­ lara rağmen Türkler suçlanıp, horl anmışlardır. Nihal senede imza koyan bütün devletler Helsinki Konferan­ sı'na katılmıştı. Biz de, Kıbrıslılar da oradaydık. Konuşma sırası M akarios'a gelince biz salonu terk etmeye karar verdik. Neler söy­ leyeceği belliydi. Yine de merak ettik. Hoparlörün başına geçerek oradan dinlemeye başladık. " Kıbrı s küçük bir adadır. Biz güçsüz bir hüküınctiz. Uçağı­ mız, ordumuz yok . Türkiye büyük bir devlenir. Orduları mükem­ mel teçhizatlı. NATO sözde bizden yana, o l an la ra silah veriyor. B i zi boğuyorlar." Ne denir? Gerçek tam tersidi r. El lerinden gelse Türkleri bir karış suda boğacak olan kend i lc � dir. Kendini zayı r göstermek, oğu zaman pol itikada insanı kuvvetli yapıyor. ' nın '>Sika .Jvcti İsmet Pasa � Ben Londra'da amel iyat oldum . İ smet Paşa bana teleron etti ; "Geçmiş olsun," dedi ve ek led i : " K abul edersen ziyaretine gelece­ ğim . " Çok duyguland ı m . "Paşam beni m evi m Kennedy Cadde­ si'nde üçüncü kalla. Merdivenleri çıkmak size rahatsızlık verebi­ l i r. İzin v e ıi rsen iz ben sizi ziyaret edeyim" dedim. Sordu " Öyle olur m u ? "Neden olmasın," dedim. Kararlaştırdık, o gün öğleden sonra ziyaretine giLLim. Beni al l kattaki küçücük odada kabul elli. İ smet Paşa'nın konuklaıı na en büyük ikramlarından biri süt içim1ektir. B ana o gün süt ikram etti, hal haur sordu. " İyi görünüyorsun" dedi ve sonra kendi sağlığın­ dan ş� kayet etti : "Işitmiyorum, ama alışmıştım . Şimdi göremiyorum. Nimeti başardan da mahrumum buna alışamıyorum." İ smet Paşa'nın sözlerine çok üzüldüm. "

342


Leblebiye Narh Koyma k ! Dışişlcri B akanı'yken, uluslararası k u ruluşların kilit noktala­ rına Türk diplomatlarını ycrleştim1eyi çok isterdim. Bu gibi ma­ kam l ar boşalacağı zaman, büyük devl etler evvelden haber alı r, onları kapar; biz de uzaktan bakardık. N ATO Genci Sekreter B aşyardımcılığı'nın boşalacağını ha­ ber aldım. Genci Sekreter Sayın B rosio'ydu. Fı rsat buldukça onu Türkiyc'yc davet ederdim. Yaşlı eşiyle birlikte bize gelmekten hoşl anırdı. Dost olmuştuk: " Yardımcılık için ki mseye söz vennedinizse, size yetenekli bir büyükelçi vermek isteri m " dedim. " Kimseye söz venncdim. B i l i yorsunuz NATO Genci Sekreter Başyardımcılığı önemli yerd i r. Sizin burada h izmet görmeye el­ veri şl i bir kimseyi öncreceğinize inanıyorum. Tek l i finizi şimdi­ den k a bul ediyo rum" cevabını aldım. Sev inmiştim. Aklı mdan H i ndistan B üyükclçisi Sayın Osman Olcay geçi­ yonlu. Ankara'ya döndüm. Durumu kendisine bildirdim. Ö neıi m i kabulde tereddü t ell i . " B üyükelçi l i k yapı yorum. Kendi başıma buyruğum . Brük­ sel'de bile olsa, başka bir büyükelçinin yanında yardımcı l ı k yap­ mayı , allan inip qeğe binmek sayarı m " ded i . Aradan bir süre geçti. Sayın B rosio bana; " Yardımcılık i şinden başka devletler, bakanlı k yapm ış adaylar gösterdiler. Benim size veri l m iş sözüm var. Onl ara bütün adayları ayrı ayrı çağ111p ayn ayrı yemek yi ye­ ceğimi söyledim. Çaresiz sizin aday da buraya gelecek, usule uya­ cak" ded i . " Nası l olur? Kendisini aday olmaya müşkilatla razı eLLi m . Bu yemek de nereden çıku?" dedim. Y apacak başk a bir şey olmadığını söyled i . Durumu Sayın 01cay'a söyledim: "Gider de reddolunursam , yardı m cı l ı ğa l ayık görülmemişim anlamı çıkar. Gitmek i stem i yorum" dedi. "Siz l eblebiye narh koymak fırsatını biliyor m usunuz?" " H ayır." 343


"Öyleyse anlatayım. Vaktiyle padişahlar (Seferi Hümayun)a çıkarlarmış. Çoğu zaman sadrazamları da yanlarına alı rlarmış Sadrazam da bakanlık yapmış eski vezirlerden birini Sadaret Kaymakamı yapar, yerini ona bırakırmış. Yine böyle bir zamanda, bakanl ı k yapmış bütün eski vezirleri çağırm ı şlar. Bunl ardan birinin babası, vaktiyle sadrazamlık yap­ mış. Gidip kendisine sormuş: "Baba! Sadrazam tüm eski vezirleri çağırdı. Galiba Sadaret Kaymakamı tayin etmek istiyor. Sen de sadrazamlık yaptın. Nasıl davranayım?" "O sana (Sadaret K aymakam ı olursanız icraatınız ne olur) di­ ye sorar. Sen de (İstanbul halkı leblebiyi çok sever. Aldanmasın­ lar diye leblebiye narh koymak isti yorum) dersin." "Aman baba! Pek hafif olmaz mı bu beyan?" "Oğlum. Sen bana sordun. Ben de fikrimi söyledim. Sen bilir­ sin" demiş. G ünü ge lm iş . Vezir, huzura davet olunmuş. O da babasının önerdiği gibi konuşmuş. Öbür vezirleri geri göndermişler, bunun Sadaret Kaymakamı yapmışlar. O da gelmiş babasına: "Sizin söylediğiniz gibi konuştum . Beni sadrazam vekili yap­ ltlar. B unun sı rrı nedi r?" diye sorm uş. "Oğlum! Sadrazam yerine bırakacağı adamı en saf, en bön olanlar arasından seçer. Kendisinin aranmasını ister. Seni aptal buldu. (Bu adamı yerime bırakırsam beni mumla ararlar) dedi. Sebebi basit." Siz de leblebiye narh koyar gibi konuşacak sı nı z . Diyeceksi­ niz k i : " H i ndistan B üyükclçiliği'nden, Genel Sekreter Başyardımcı­ lığı'na gelmek, y ük selm e deği ld ir. Ben sizin yakında İ talya Cumhurbaşkanı olacağınızı biliyo­ rum . Sizin yanınıza, bilginizden, deneyimlerinizden yararlan­ mak için gelmek istiyorum." Sayın Osman Olcay, yemeğin sonunda NATO'ya başyardım­ cı oldu. 344


Silistre Yeri ne Sil ivri Zincirbozan'da kaldığımız binanın denize bakan bölümünde yeni bir gazino yaptık. Alt katta ama manzarası çok güzel. A kşa­ müstleri oturuyoruz ve bazen yemekleri de orada yiyoruz. B u raya Sadettin Bilgiç bir buzdolabı hediye eui ve isim koydu " Kenan'ın Yeri " . Orası aramızda ve anılanmızda bu isimle ünlü oldu. Bir gün Çanakkale'deki Amiral Atilla Erkan tefti şe geld i ve bizimle yemeğe kalma nezaketinde bulundu. Bana, "Çaglayangil, bugün Milli Güvenlik Konseyi demokrasi yo­ lunda ilk adımı attı. Seçimlere karar verdi. Bunu nasıl karşıl ıyor­ sunuz?" dedi. Kendilerine şöyle dedim : " İzin verirseniz bir hikaye ile düşüncelerimi açıklayayım. Benim çocukluğumda memleket içinde gidiş gelişler m ahalli idarelerin izi nlerine bağlıydı. Mesela Istanbul'dan Ankara'ya gi­ deceksiniz, mahallin karakoluna başvurarak niyetinizi söylüyor­ sunuz. İ lgili kişi size bir 'Seyahat Varakası' veriyordu. Ankara' ya onunla gidebiliyordunuz." O devi rde bir vatandaş karakola gidiyor: "Ben Sil istre'ye gitmek istiyorum. Bana bir seyahat varakası düzenler misiniz?" Dönem Arap harfleri zamanı. Silistre eski yazıyla sessiz harf­ lerle "Slsıre" gibi yazılıyor. Sondaki (e) o zamanki (h). O da ses­ siz. Kom iser düşünüyor. Sonra fişini dolduruyor. Seyahat varaka­ sını vatandaşa uzallyor. Vatandaş aldığı belgeyi inceliyor: "İyi ama siz buraya Sil ivri yazm ışsınız. Halbuki ben S ilist­ re'ye gideceğim . Lütfen düzeltir misiniz?" Cahil kom iser asabi yete kapılıyor "Ulan ne var Sil isıre'de. İm­ laya bile gelmiyor. Git işte Sil ivri 'ye." Amiral bu hikayeye çok şaşırdı, i lgi aradı. Açıkladım: "Sandık başına gideceksiniz. Demirel'in veya İsmet Paşa'nın panisine oy vermek istiyorsunuz. S andıkta yok. Allı paninin üçü­ nü seçime sokmuşlar, üçünü sokmamışlar. Size, "Ne varonlara oy verecek. Oy vereceksen olanlardan bi­ rini ver" diyorlar. 345


Caınciya

Türkler dünyanın her tarafında vardır. Gittikleri bütün yerlere kültürlerinden, adetlerinden, geleneklerinden izler bırakmışlar­ dır. B ugün, Türkçenizi kullanarak bütün Uzakdoğu'yu dolaşabi­ lirsiniz. İ ran sınınndan Tebriz'e kadar, hatta ötelerde, Azeri' Türk­ çesinden başka l isan bilmezler. Mutfağımız dünyaya yayılmıştır. Balkanlar, Ortadoğu, Kör­ fez memleketleri tamamıyla bizim yemeklerle dolu. Yunanlılar buna sa hi p ç ık m ay a k al kış ı yorla r ama nafile! Hiila (dolma) deni­ yor, lokum heryerde var. ( İ mam bay ı ld ı ) adını unutturamıyorlar. Karpiç d erd i k i : " Dünyada üç köklü mutfak vardır: -Türk. -Çin. -Fransız. B tilün milletlerin, tatlısıyla, tuzlusuyla yemekleri bu ana kay­ naklardan ya yılm ad ı r. Gastronomik Larus'lar bu gerçeği ilim ola­ rak söylerler. Her m i llet kendine göre, tuzunu, biberini, baharatı­ n ı , şekerini azaltmış, çoğaltmış, fakat aslı Türklerde, Çinlilerde ve Fransızlarda kalmıştı r. Romanya'da bu böyle. Sok ak larda, dükkanların üstünde, Latin h arl1e ıiyl e : Ekmekçi ya Ca m cı y a B akkal sözcüklerini okumak tuhaf'ıma gitti. Hele yerleşi m merkezle­ ıinin adları olduğu gibi duruyor. Bükreş'te gezilecek yerleri n en ün l üleri güllü bulvar civarın­ daki park, ismi: Çeşmeci ! Melen 'le Dostluğumuz

Rahmetl i Ferit Melcn'le ahbaplığımız çok eskidir. 1 936 yıl ı n­ da ben Malatya Emniyet Müdürü'yken tanışmıştık. Kendisi M al i ­ ye M ü fctLişi'ydi . Fransa'dan döneli çok olmamıştı. İ l Dcfterdarlı346


ğı'nı denellemeye gelmi şli . Şimdiki büyük kent, o zamanlar kasa­ ba gibiydi. Malatya, Doğu'yla Batı'nın ayrılış noktasıdır. O devirde ya­ bancıların Fıral'ın doğusuna geçmeleri özel izne bağlıydı. Fırat Nehri ilin sınırlan içindeydi. Şimdiki Kemaliye ilçesi, Eğin adıy­ la Malatya'ya labiydi. Sanki Türkiye'den ayn bi r yerde yaşıyorduk. Hayat ve <ldelle­ rin özel liği vardı. Devlet, aylıklarımızı kağıt parayla ödüyordu ama, çarşı-pazardaki eski zamanların mecidiyeleri, çeyrekleri re­ vaçlaydı. Hiç unulmamam eve alışveri ş için biri sinin eline para verip çarşıya göndermiştik. Geri geldi: " Kağıt para hesaba gelmiyor. Geçer :ıkçe verin bana, öyle isti­ yorlar. Gümüş mecidiye, çeyrek yok m u ?" Malalya böyle bir yerdi. Sonralan Sayın Melen, Maliye Vekilliği'nin yüksek dereceli ıncmurl:ınndan oldu. Ben Emniyet Genci Müdürlüğü'nde görev aldım. Ankara'da buluştuk. Kader bizi politika hayatında da bir­ leşlird i . Ayrı panilerdeydik ama, yine de dosuuk. O M:ıliye Baka­ nı, ben Çalışma, sonra da Dışişlcri Bakanı oldum. Olayl:ır onu Başbak:ınlık'a kadar çıkardı. 1 2 Eylül'den sonra bi r gün evime gel­ di. iktidarda Sayın Ulusu hükümcli bulunuyordu. Ulkenin idaresi Milli Güvenlik Konscyi'nin el indeydi. Zor günler yaşıyorduk. Ferit Melen'in kapalı bir mizacı vardı. Genellikle az konuşur­ du. Duygularını kendine s:ıklardı. Kim ileri susarak kazanır. On­ lardandı. Kapalı kutu görümüsünü severdi. İlk defa kendisini ko­ nuşk:ın ve endişel i görüyordum. Memleket için kaygılanıyordu. Demokrasiye ve seçime gidilmesi ar1.ulanıyordu. Oluşacak Parla­ mento'nun başka, Çankaya'nın aynı doğrultuda oluşması ihtima­ l inden lasalanıyordu. Önerilerini geri çevim1ek zorunda kaldım. Teklifleri göıiişlerime, prensiplerime aykırıydı. Dertleşlik. Hasan Küyüne Anıt

Yıl 1 956 . . . Bursa Val isiyim ... Cumhu rbaşkanı Celal Bayar, Bursa'ya geldi ler. Birlikle Kara347



cabey Harası'nı ziyarete gidiyoruz. Yolumuz Ulubal köyünden geçi yor. Ulubat, İ stanbul'un fet­ hinde surlara ilk Osmanlı bayrağını diken Hasan'm köyü. Kendi­ sine Ulubatlı Hasan deniyor. Surlara bayrağı dikmiş ve şehit ol­ muş. İ stanbul'un fetih yıldönümü törenlerinde ve tarih kitapların­ da adı sık geçen bir kahraman. Bir savaş şehidi. Ulubat köyünden geçerken köylüler yolumuzu kestiler. B a­ yar'a "Sizden bir isteğimiz olacak, kabul buyurunuz" dediler. Ben de Ulubatlılar, Bayar'dan Fatih Sultan Mehmet'in cengaveri Ha­ san'ın anısına köye bi r heykel dikilmesini isteyecekler diye dü­ şündüm . Yanılmışım. Camilerinin m inaresinin yapılmasını iste­ diler. Bayar "Peki" dedi. Minarenin yapılmasını sağladı . Ben de Özel İ dare'den o zamanın parasıyla 17 bin lira harcayarak Ulubat­ lı Hasan'ın köyüne onun anısına bir de anıt diktim. Aslanları Elimle B esledim

Habeşistan'a giuik. Habeş İmparatoru Negüs. Adisababa, 2500 rakımlı bir yerdir. Hızlı merdiven çıkılmaz. Orada bizi bir sarayda misafir ettiler. Sarayda altına alelade bir maden muamelesi yapıyorlardı. Si­ gara tablaları, lazımlıklar hep altından yapılmış. Bize Habeş cari­ yeleri hizmet ediyor. Negüs enteresan bir insan. Kapısında iki canlı leopar duruyor. Leoparlar terbiye edilmiş. Bunlar kapının iki yanında haşmetle oturu yorlar. Ben hayvanlan çok severim. Kapıdan girip çıkarken leoparla ilgileniyorum. Sunay da benim bu i lgimden rahatsız oluyor. Bana "Oynama. Bunlarla i lgilenme" derd i . Sarayın bahçesinde b i r köpek mezarlığı vardı. Bu mezarlıkta Negüs'ün ölen köpekleri gömülüydü ve başlannda kitabeleri var­ dı. Habeşistan'da şeker kamışından şeker yapan fabrikalar var. Sunay merak etti, bu fabrikayı görmek istedi . Negüs bu geziye ka­ tılmadı ama bize arabasını verdi. Adisababa aynca Afrika Birliği'nin de merkezi. Dönüşte bir­ denbire Habeş'in biri otomobilin önüne çıktı. Arabamız güçlükle 349


lJurdu. Meğerse adam H abq K ra l ı 'ııa bir i stida verecekmiş. K a fi ­ lemizde Kasım Gülek de var. Negüs bize " Ecdadım eski saraylarda otururdu. Oralan da gönnenizi i sterim " ded i . B iz ertesi günü bütün katile e s ki saraylara gi tti k. Saraylan gezdik. Saray ın bahçesinde yed i yaşı nda genç bir aslan yemek yi­ yor. Bir Etiyopyalı kafesin içine g i mı i ş tepsi içindeki on-on beş 350


kilo eti eliyle hayvanın ağzına veriyor. Sunay da elinde baston, başında şapkası seyrediyor. Ben de Kasım Gülck'lc yan yanayım. Gülek bana " Ben bu H abeş'e şaşınyorum. Nasıl bu eti kork­ madan yediriyor. Bir pençe atsa işini bitirecek" dedi. Ben de Gü­ lek'e " Hayvanlar insanlar gibi değildir. Kendi lerine fenalık edil­ mezse onlar da mukahclc etmezler. Hele kendilerine yemek ve­ renlere hiç dokunmazlar" cevabını verdim. Kasım Gülek bana döndü, "Bu fikrinizde sam i m i m isiniz?" ded i . " El belle," ded i m . " Peki asl ana yemeği s i z veriniz o zaman," ded i . Şaşı rtl ı m . Müşkül durumda kalmıştım. Ömrümde h i ç aslanla bir kafeste beraber ol mamıştım. Yürüdüm, kafcse girdim. Ha­ beş'e işaretle eli bcıı vermek istiyorum dedim. Adam anlad ı . Tep­ siyi bana verd i . Ama aslan o sırada durumdan huylandı . H ı rlama­ ya başladı. Hemen kendisine tepsiyi uzattım ama Habeş gibi elimle vemıem gerekl i . Tecrübem olmadığı için aslanın dili eli­ me sürttü. Törpü gi b i y di d i l i . Bu sırada Sunay bizi seyrediyordu. Bağırmak, beni dunlumıak istemiş ama, hemen m ani olmuşlar, aslan sesten ürker diye. K a rcsıcn çık ı nca bana "Seni aslanın yediğine yanmam, ama gazeteler Türk l lariciye B akanı'nı aslan yedi derlerse rezil olu­ ruz," ded i . B u olayın sonradan pol itikada faydasını gördüm. Mecl is'ıe Çağlayaııgil'in ü rkek dış pol itikası d i ye Milli B i r­ l i kçiler beni eleşt i rince Kasım Gülek söz aldı : "Çağlayangil'i savunm ak bana düşmez ama, ona ne derseniz de y i n korkak demeyin. Aslanın karesine g i rdiğini ben gözümle gördüm" deyiverd i . ,

,

Kilisede Bayra m Na mazı Çalışma Bakanıyı m. İsviçre'deki İLO toplantısına gillim. B u arada Köln'de Türk işçilerinin sorunlannı dinleyecekti m. Y ı l 1 965 . A yl a rdan yaz. Bayrama yakın bi r tarihteyiz. Orada gereken temaslarım ı yaptım. işçilerle görüştüm. isteklerini aldım . Köln'de i şçiler bana dediler k i : 35 1


"Bayram geliyor. Bizim burada bayram namazı kılmak için yerimiz yok. Topluca bayram namazı kılmak istiyoruz. Siz gere­ ken temaslan yapın da biz buradaki kilisede bayram namazımızı . birlikte kıl alım. "Kilisede bayram namazı kılabilir m isiniz?" d i ye sordum. "Kılanz ne olacak, orası da Allah'ın evi değil mi? Bizim dini­ miz buna cevap verir. "Peki," dedim. Alman Çalışma B akanı'na durumu bildirdim. Tereddüt etti. Sonra onlar da kendi din adam lan na sordular. Neticede Köln Ka­ tedrali'nde bayram sabahı Türk i şçilerinin namaz kılmasına izin verildi.Alman kamuoyu olaya büyük ilgi gösterdi. Bizim işçilerin bayram sabahı Köln Katedrali'nde Kıble'ye dönerek namaz kıl­ masını Almanlar televizyona çektiler. Olay bütün H ı ristiyan dünyasında ilgiyle karşılandı . Papa'ya İ stanbul'u ziyaretinde bunu naklettim. Kendileri de ilgi duydular. Ama yine de bizim cami ziyaretini programa almamıza muhale­ fet ettiler. 11

11

İ zlanda'yı Yenemedik A ma ...

NATO'nun yılda bi r ilkbahar bir sonbahar toplantısı olur. Bunlardan biri dönüşümlüdür. Alfabetik sıraya göre her yıl bir N ATO ülkesinde yapılır. Diğeri B rüksel'de NATO karargahında olur. İ zlanda bi r NA­ TO ülkesi. Sıra İ zlanda'ya geld i . Reykj av ik'de toplantı yapılacak­ tı ve gittik. Ev sahibi meslektaşıma: "Buraya ilk defa geliyorum. Diğer ülkeleri ziyaretimde hep 'Siz vaktiyle şöyle yaptınız, böyle yaptınız' diye hikaye dinlemek­ ten bıktım. Herhalde atalanmız fırsat bulup da kuzey kutbuna ge­ lememişlerdir?" İ zlanda Dışişleri Bakanı gülerek: "Maalesef' dedi. Ekledi. "Türkler vaktiyle gemilerle buradan geçerken adamıza da uğramışlar. Güzel kızlanmızı gemilerine doldurup götürmüşlerdir. .. " İ kimiz de ı,ıülüştük. 352


Yunanlılar

ve Biz

Albaylar Cuntası Yunanistan'da egemendi. B atılılar, özellik­ le İ skandinav memleketleri, demokrasiye bir an evvel dönmek için bütün uluslararası kuruluşlarda baskı yapıyorlardı. Hiçbiri k a r e tm edi Avrupa Konseyi'nc başvurular birbirini kovalı yordu. Askeri idare uzu n sürdü. Yedi yıl devam etti. Herkesin sabn taştı. Yuna­ nistan'da hükümeti ele geçirenlerin yönetimi bir türlü bırakmaya­ cakları anlaşıldı. Avrupa Konseyi'nde Yunanistan'ın ihracı görü­ şülecekti. G i ttik. Y u na ni s tan kendini savunacaktı. Cunta'nın Dışişleri Bakanlığı görevi es ki B aşbakan Pipinellis'in üstündeydi . Parlak bir sav unma yapll. H erkesin etkilendiği sanılıyordu. Fakat i.skan­ d inav memleketleri dayattılar. Israrda bulunuyorlar, m üeyyide uygulanmazsa mem lekellerine dönmeyeceklerini söyl üyorl ardı. Konsey'in Yunanistan'ı d ı şa rı da bı rakacağ ı a nl aşı l dı . P i p i nc l 1 is bana ge ldi : " İ h raç edecekler. A nl aş ı ldı . Ama bu kovmak demek. B izim­ kileri büsbütün sertleştirecek . Böyle bir kararla karş ılaşacağımızı ummuyorduk . H i ç o l m a zsa al u a y daha sab redileceğini sanıyorduk. Bu du­ rumda tek çare; isti fa etmek k al ı yor. Yalnız çekilme yetkisi almış deği l i m . Bir saat toplanuya ara verilmesini sağlayabilir m isiniz? Papadopulos'a telefon edecek , yetki veri rse kendimiz Konsey'i terk edeceğiz" dedi. Durum nazikti. Sadece nazırl arı n katılacağı bir toplantı için ara verildi. Top­ Ianuda konuştum . Yunanistan'ın kendiliğinden çekilmesi kararı­ na güç be l a razı oldular. K aran bildinnck üzere Pi p i nell i s'e g i ttim . "Haberim var. Konuşmanızı toplantıda bulunan Kıbns Dışiş­ leri Bakanı Kipriyanu bana anlattı. Her şey için teşekkür ederim" ded i . .

-

353


..;izi Erkek Sanmışt ı m

ıı.

H ı. , a valisiyim. 195 7 seçimleri öncesi. B ı ı -.a m illetvekilleri ziyaretime geldiler. ·

İ:-.ı ,·kleri Çalı bucağınınjandanna kumandanı uzatmalı onba-

şıyı gorevinden almam. "Niçin," dedim. Milletvekilleri; " Bu adam CHP'li. Partizanlık yapıyor." " Peki , bakarım, tahkik ederim," dedim. "Özel idare müdürü­ nü çağırdım şu adamın durumunu bir tahkik ediverin," dedim. Özel idare müdürü giui. tahki k eui geldi. " Uzatmalı onbaşı işinin ehli, vazi resini de tamam ve hakkani­ yetle yapan bir görevli," ded i . " Pekala kalsın," dedim. Aradan bir süre geçti . Mi lletvekilleri yeniden geldi ler. Bursa mil letvekilleri dişli insanlar. Agah Erozan Demokrat Pani iktida­ n nda Mecl is başkanı. Hah'.lk Şaman çal ışına bakanı , Hulusi Köy­ men milli savunma bakanı, Saadeuin Karacabeyli, Selahauin Ka­ racabey, sevilen, ağı rlıkları olan mi lletvek i lleri. " Uzatmalı onbaşının tayini ne oldu," dediler. Özel idare müdürünün incelemesinin sonuçlarını aktardım. Güldüler: "Özel idare müdürü de C H P'l i . Adamı koruyor," dediler. " Kendim gider bakanm. Gereği neyse yapılır," dedim. Kalk­ tım giuim, o zaman. Ocak bucak başkanlığı devri. Uzatmalı on­ başıyı istemeyen de ocak başkanı. Araştırdım. Ocak başkanının olmadığı bi r yerde bizzat DP'l iler bana; " Bizim başkan omıandan odun kesmek istiyor. Bu onbaşı da engel liyor. Onbaşı görevini tam yapan insandır. B aşkan haksız." Öğreneceğimi öğrenmiştim. Döndüm geldim. Bir süre geçti, milletvekilleri yeniden geldiler. Ne oldu bizim uzatmalı onbaşı­ nın işi d i ye sordular. "Kendim gi LLim, tahkik ettim . Onbaşı dürüst ve görevini hak­ kıyla yapıyor. Bucak başkanı onnan kaçakçısı. Odun kesmek isti­ yor. Onbaşı da mani oluyor. Şikayetin anlamı bu. Yani uzatmalı onbaşıyı görevinden alamayacağımı söyledim . 354


Israr elliler. "Cezalandınnak şan değil ya. Çalı'dan .ıl , Hursa'nın en i y i ye­ rine ver," dediler. -''Olur," dedim. Onbaşıyı çağırdım. O zaman B u rsa'm n en iy i kasabası A rın utlu. "Oğlum seni Annutlu'ya vereyi m . Orası B u rsa'nın en iyi kasa­ bası. I stakozu bol. R ahat edersin." Onbaşı bana döndü: " Sayın Valim. Yetki sizin elinizde. B eni nereye gönderi rseniz gideri m . Ama ben sizi erkek sanmıştı m ." " N i ye o ," ded i m . " B ir ocak başkanı n ı n sözüyle beni görevden al ryorsunuz." " A nnutlu'ya gitmek istemiyor m usun," diye sordum. " İ stem iyorum. Ö nümüz kış. Ev imin odununu, kömürünü aldım. Çocuğum okulda. Ö ğretmenini de çok sevi yor." " Peki öyleyse. Kal yerinde," ded i m . Giui. M i l letvek i l leri tekrar geldi ler. Durumu onl ara anlauım . "Görevliye A nn u tl u'yu teklif etıim ama kabul etmedi . B aşk a bir şey yapamam," dedim. Memnun olm adıl ar. A radan bi r süre geçti . Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın özel ka­ lem müdürü Geml i k l i Tayyar bana telefon etti. " S ayın cumhurbaşkanım sizinle baş başa yemek yemek isti­ yor, " dedi . Kalktım, gittim. Çankaya'da Köşk'te rahmetli Celal B ayar'la yemek yiyoruz. " İ hti mal vermedim ama sen Bursa m i lletveki l lerinin istediği bi r uzatınalıyı yerinden alm am ışsın," dediler. Kendileri ne: " Evet, değiştirmed im cevabını verdim ve olayı aynen naklettim . " Celal Bayar bana: " M il letvekilleri bi r uzatmalı için kırı l ı r m ı ? Sen onu alıver deyince," " Eğer m üsaade ederseniz bu tayini benim selefim yapsınlar," ded i m . B ayar'ın bana cevabı, " İ nce demokraunışsın," oldu. 355


Yemek bitti, Bursa'ya döndüm. Tayinimi bekliyorum. Çık­ madı. Ama rahmetli Bayar iki ay benimle konuşmadı. Uzatmalı da yerinde kaldı. 1 957 seçimleri oldu. CHP oyları ilerledi. DP oylan geriledi. CHP 6 1 mebustan l 78'e yükseldi. Adnan Menderes seçim sonrası görüştüğümüzde bana şu soruyu tevcih etti : "Türkiye sathında her yerde geriledik. Bursa'da 44 bin oy faz­ la aldık. Bu dört yılda iktidarımızı siz temsil ettiniz. B unun hik­ meti nedir?" Cevaben şu soruyu sordum: " Val inin kaç kocası var siz bilir misiniz?"

356


KIBRIS BAŞLARKEN

TANJU CILIZOÔLU Dünyanın çivisi oynadı bir yerlerinden. Giderek anık insanlara her şey az geliyor. Ya da dünya insanlara d ar gelmeye başlad ı . l 990'lı yıllar toplumların çelişki yumaklannı açmaya hazırlandıkları bir süreci yakalad ı . Bir blok patladı. Bir rejim çözüldü. Kan sıçradı topl umlara . . . K üçüklü büyüklü bütün toplumlarda bir kaynama nok­ tası sü rü yor. Batı bloku, Doğu'nun bu çözülüşü karşısında dafıa bir duyarlı. Daha bir hassas. Sorunları onannak , çatışm aları en barışçı çözüm lere yaslamak amacında. Bu amacına yürürken Batı biraz aceleci, bi raz tedirgin. B atı'nın duayenleri bir ayak önce çözümsüzlü k odaklarını eritmek istiyor. Bu psi koloj i k baskı ortamında " Kıbns sorunu" hiç gündemden inmemiş olmasına rağmen, gündeme bu kez daha bi r sıcak taşınıyor. 357


Kıbrıs Türkiye'nin önündeki "ciddi sorunlarından" biri. Çağlayangil on yıl Dışişleri Bakanlığı döneminde Kıbrıs olayı ile iç içe yaşamış bir teknisyen. Çağlayangil'in Güneş Gazetesi'nde yayına hazır­ ladığım anılarına "Kıbns"ı koyamadık. Kıbrıs ayn bir bölümdü. Çağlayangil'in anılan içinden seçtiğimiz elli bir yazılık dizi kitap oluyor. Bu dizide Çağlayangil'in kitabı için yazdığı " Kıbrıs Bö­ lümü"nü okuyacaksınız. Kıbns tarihi, Kıbrıs sorununun perde arkası ve Kıbrıs olayı nın bugün yaşadığımız sıcak durumunu kapsayan bu üç bölümü sunarken amacımız okuru bilgilendirmek. •

358


ÜNSÜZ

1 950 yılındaydı. Genci seçimler yeni yapılmışu . 27 yıldır yerini koruyan H al k Panisi, m i lletin özgür oyl anyla iktidan bırakm ış, yerine Demokrat Pan i gel mişti . Yeni bir dönem b aşlıyordu . H er şey değişti. Beni de Yozgat Val il iği'ndcn al dı l ar, Antalya'ya yolladılar. Antalya v i layeti Akdeniz salıillcrindc şerit gibi uzanır. Merkez, ortadad ı r. Doğusu nda , batıs ında i lçele r sıralanır. B i r ucundan öbür u c un a 600 kilometreyi aş k ı n kıyısı v ardır. Yeni gel d iğim i lin sorunlannı öğrenmeye çal ı ş ı yor; çevreyi dolaşıyordum. Doğu kaymakamlıklannı i ncelem eye A l a nya'd an başladım. Oranın bir yayla s ı vardır. "Türbelinas" derler. "Türbe-i Nas"tan geliyor sanının. Herkesin türbesi yani. "Berrak havalarda buradaki tepeden K ıbns; son derece net görünür. Nitekim bugün de Ada'yı seyrediyoruz" dediler. Biz de o tepeye çıktık. Kıbns silueti fark ediliyordu. Y aylac ılardan biri, "Göreceksiniz günün birinde bu ada Türkiye'n i n başına büyük ga359


ileler açacak," dedi. O sıralarda Kıbns; egemenlik hakkı Türkiye'de kalmak koşuluyla İngiltere yönetimindeydi. Gerçi Ada'da kanşıklıklar vardı. Rumlar, bağımsızlık için başkaldırmışlardı. Ama olay İngilizlerle Ada Rumlan arasındaydı. Türkiye anlaşmazlıkların dışındaydı. Gelgelelim "Ada günün birinde Türkiye'nin başına gaileler açacak" diyen zat; bir subay emeklisiydi. B irinci Dünya Savaşı'na katılmış; İngilizlere esir düşmüş; yıllarca Mısır kamp­ lannda kalmış; savaşın sonunu beklemişti. Boşuna konuşmazdı. Ona rağmen içimden güldüm; vehimlere şaştım ve "Bizim başımızı derde sokacak bir durum gözükmüyor," dedim. Vali yanıldı. Emekli subayın dediği çıktı. Zamanla Kıbns sadece Türklerin değil, dünyanın belli başlı sorunlarından biri oldu. Şimdi size bu hikayeyi, anılarımı da katarak özetlemeye çalışacağım.

360


KIBRIS

Kıbrıs; Laıihin çok esk i zamanlarından beri önem kazanmış bir Akdeniz adasıd ır. Maceralı bir Larih i vardır. Coğrafi konumu geçmi ş zam an için de, bugün de önemlidir. Kıbrıs'ın en eski adı Alasia'dı r. Ada'da bir i mparalorluk kurul­ muşlu. B ugünkü İ skenderun ve Mersin k ı yı larını bile içine alı rdı. Büyük ve eski bir medeniyeti vardı. Tunç devrinde bile mcs­ kOndü. Kıbrıs üzeri nden bi rçok kavimler ve egemenlikler geli p geçti. Dariuslar, Vcned i k l i lcr, Mısırlıl ar, Antakyalıl ar, Aslan Yürekli Richardlar, H açlılar Ada'da görünmüşlerd i . En sonunda K ı brıs Venediklilcri n eline geçmişli. Osmanlılar Ada'yı onlardan aldı­ l ar. Akdeniz ticaretini n tüm su yoll arını denetlemek için Ada; en elverişli yerdedi r. Osmanlılar Anadolu'ya yerleştik leri zaman K ıbrıs'a Vcnedikliler hakimdi . B unlar Anadolu kıyılarına saldır­ mak için fırsat arıyorlardı. Kanuni Sultan Süleyman devrinde i m ­ paratorluk; A kdeniz ticaretine önem veriyordu. Venedikli şöval­ yeler bütün gel i p geçen gemi lere, bu arada Osmanlı bayrağını taşıyan kalyonlara saldırıyorlar, talan edi yorlardı. Korsanlık alm ı ş yürü m üştü. Türk hacıların deniz yoluyla Mekkc'ye gidiş gc-

361


!işlerine de rahat verilmiyordu. Olaylar böylesine akıp giderken zamanın Osmanlı şehzadesi San Selim'e Mısır'dan gönderilen armağanları taşıyan kalyonlar da soyulmuş ve şehzadenin pek sevdi ği Arap atlan da ganimet olarak alınmıştı. San Selim, babası Kanuni Sultan Süleyman'a durumdan yakındı. Oğlunun bu acıklı şikayetinden padişah çok üzüldü: "Kıbns mutlaka Osmanlıların olmalıdır. Ada'nın fethi bize nasip olmazsa sen zapt etmelisin," diye oğluna vasiyet etti. Şeh­ zade de: "Eğer padişah olursam Kıbns'ı korsanların başına yıka­ cağım," diyerek ant içli. Kıbrıs'ın zapLı uzun süren savaşlar neticesinde gerçek­ leşmiştir. Venedikliler kaybedeceklerini anlamışlardı, onun için Ada bakımsız kalmıştı . Osmanlıların o zamanki güçleriyle başa çıkmak mümkün değildi . Ada'nın fethi için başka sebepler d e vardı. Kanuni Sullan Süleyman, ipek ve baharat beldesi olarak tanınan Hindistan'ı Av­ rupa'ya bağlayan yolları kısaltmak istiyordu. Buraya gidecekle­ rin mutlaka Türk topraklarından geçmesi padişahın baş emeliydi. Bu politikaya bir ad da takılmışLı. "Hint S iyaseti" diyorlardı. Bu amaca çabuk erişmek için, Süveyş kanalının açılmasını ilk düşünen Osmanlılarolmuştur. Bu girişimde Kıbns'ın özel bir yeri vardı. Stratejisi ve jeopolitik durumu çok önemliydi. Eğer bu teşebbüs gerçekleşmiş olsaydı; dünya ticareti Türklerin eline ge­ çecek, Avrupalılan Hindistan'dan atmak kolaylaşacaktı. Dcğişik­ nedenler yüzünden bu girişim suya düştü. Ama Kıbns'ın stratejik önemi azalmadı . Kanuni'nin dediği gibi Ada; mutlaka Osmanlıların eline geç­ meliydi, Ama Kıbns'ın fethi, cihan padişahına nasip olmadı, oğlu il. Selim'e kaldı. Yunanlıl arla aramızdaki ilişkilerin anahtan olan Kıbns an­ laşmazlığının uzun bir tarihi vardır. Bu sorunu incelerken, Yuna­ nistan ve Ada Rumlanyla aramızda olan anlaşmazlığın belirli bir bölümünü ele alarak, bundan sonuçlar çıkarmak bizi yanlış yolla­ ra götüıii r. Kıbns, çok yönlü bir problemdir. Onu tüm taraflarıyla 362


incelemeli ki doğru ve isabetli bir biçimde değerlendirilmesi ka­ bil olsun. İ nsanlar birtakım sorunlarla beraber yaşamayı öğrenemezler veya beceremezlerse mutsuz olurlar. Her derdin kesin biçimde çözülmesinde elbette yarar vardır. Ama her zaman bu mümkün olamaz. Kıbns, bu tür problemlerdendir. Onu incelemek için mut­ laka geçirdiği aşamalan bilmek lazımdır. Biz de öyle yapacağız. Konumuzu değişik bölümlerde ayn ayn inceleyeceğiz. En sonun­ da da bir sentez yapmaya çalışacağız. Bu bölümler şunlardır: l ) Kıbns ne zaman, neden ve nasıl Osmanlı topraklanna katıldı'! 2) Osmanlı yönetimi nasıl geçti? a) İ mparatorluk dönemi, b) İ ngiltere dönemi, 3) Cumhuriyet dönemi nasıl geçti? a) Barış harekatına kadarki devre, b) Banş harekatı, c) Şimdiki durum. 4) Ne yapmalıyız?

Kıbrıs Ne Za ma n , Neden Ve Nasıl Osmanlı Topraklarına Katıldı? Kıbns'ın fethi cihan padişahı Kanuni Sultan Sülcyman'ın dev­ rinde tamamlanamamış, tahta i l. Sel im geçmişti. Bu hükümdar tarihlerde Sarı Selim diye bilinir. Yenedik şövalyelerine zaten kızıyordu. Arap atlannın talan edilmesinden hıncı vardı. Kıbrıs'ı almak istiyordu. Bu arada korsanlar yağmalarına devam ediyor­ lardı. Kanuni'nin ölümü cesaretlerini artınnıştı. Asıp kesiyorlar, Türklere çeşitli eziyetler reva görüyorlardı. Esirleri öldürüyorlar, sağ kalanlan hapse atıyorlardı. Kıbns zindanları Müslümanlarla dolmuştu. Ayrıca Sultan Selim artık padişah olmuştu. Andını ye­ rine getinnesi lazımdı. "Kıbns'ı fethedip babamızın vasiyetine uymalıyız," dedi. Şeyhülislam Ebussuut Efcndi'den fetva alındı . 363


Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa Kıbrıs seferine karşıydı. Türlü sebepler i leri süıüyor; padişahı caydırmaya çalışıyordu. Ama başaramadı. Zaten padişah, Sokullu'nun bütün i şlere bumu­ nu sokmasından bıkmıştı . "Bu seferi biz i stiyoruz. Kıbrıs'ın fethi cennetmekan ba­ bamızın da azusuydu. Biz padişah oğlu padişahız, ferman bizim­ dir," dedi. Bu sözleriyle Sokullu'ya ders vermek istiyor, fazla i leri gitmesini önlüyordu. Sokullu susmak zorunda kaldı. Bu sert çıkış karşısında: "Allah fethi bize nasip etsin," diye m ı rı ldanmakla yetindi. Padişah, Kıbrıs'ın zaptına altıncı vezir Lala Mustafa Paşa'yla, üçüncü vezir Piyale Paşa'yı memur etmişti. Her iki zatı huzuruna çağırdı : " B akın a vezirleri m ! Kıbns seferinde elinizden gelen gayreti göstereceğinize ve Osmanlı Devleti'nin namım yücelte­ ceğinize inanıyorum. Allah yardımcınız olsun. Gayret üzre olun. Zafer müjdesini bekleyeceğim," dedi. Üçüncü Vezir Piyale Paşa: "Sizin güveninize layık olmaya çalışacağız, padişahım. Dev­ leti Aliye'ye canımız feda olsun," ded i . 1 5 Mayıs 1 570'te Osmanlı Donanması Beşiktaş'tan ayrıldı. Hava çok güzeldi. B ütün şehir ayaktaydı . Herkes deniz kenarına koşmuştu. Gemilerde zafer ayetleri okunuyor, mehter bandosu marşlar çalıyordu. Sefer kumandanı Lala Mustafa Paşa; savaş kumandanı Piyale Paşa'ydı. Emirlerinde elli bin piyade, altı bin yeniçeri ve bir o ka­ dar da süvari vardı. Donanma K ıbrıs seferine iki yüz gemiyle çıkıyordu. Osmanlılann kararlılığı Vcncdik şövalyelerini korkutmuştu. Zamanın Papa'sı Aziz Pius'tan yardım i stediler. Papa bir Haçlı Donanması düzenlenmesine ve Kıbns'a yollanmasına emir verdi. Beşiktaş'tan dem i r alan iki yüz parçalık Osmanlı Donanması kırk yedi günde Ada' ya vardı. Leventler karaya çıktı. İlk önce Lef­ tari Kalesi teslim olmak zorunda kaldı. Ardından Gime'yi kuşattı­ lar. 9 Eylül 1 570 tarihinde Lefkoşe elli gün süren kanlı bir sa­ vaştan sonra Osmanlılann eline geçti. 364


O sıralarda Papa'nın Haçlı Donanması Meis Adası önüne vannıştı . Leflcoşe'nin Türkler tarafından zapt edi ldiğini öğrenin­ ce dağıldılar, geri döndüler. Asıl Venedik Donanması ise Girit Adası'na çekilerek mahvolmaktan kurtanlmış oldu. Lefkoşe alındıktan sonra Osmanlı kuvvetleri Ada'nın doğusu­ na geçtiler. Magosa'yı kuşattılar. Kale dayanıyordu. Öncü birlik­ leri sahile yerleşmişlerdi. Arkalanndan destek gönderildi . Düşman hayli kalabalıktı. K anlı savaşlar oluyordu. Türkler bir adım bile geri çekilmediler. Kararlan kesindi . Sonunda şövalye ordusunun tüm direnmeleri kırıldı. Magosa kalesi burçlarına bay­ rağımız dikildi. Kıbns Valisi Nikola'nın cesedi ölüler arasında yatıyordu. Güneş batmak üzereydi. Kanuni Sultan Süleyman'ın vasiyetini oğlu il. Selim yerine getirmişti . Magosa kalesinden ezan sesleri yükseliyordu. Magosa'nın 1 5 7 1 yıl ının ağustos ayın­ da düşmesi üzerine sefer sona erdi. Ada tümüyle Türklerin eline geçti. Böylece Akdeniz'in de güvenliği sağlanmış oluyordu. Kıbns'ın alınması Osmanlılara 75000 şehide mal olmuştu.

Osman l ı Dönemi Bu süre iki bölümdür. · Bi rincisi ; Ada'nın fethiyle başlar. Yönetimin İngilizlere bıra­ kılmasına kadar devam eder. İkincisi, Kıbrıs idaresinin İngilizlere devrinden başlar. Türklere göre Lozan Antlaşması'na, İngiltere'ye göre, Ada ege­ menliğinin kendilerine ait olduğunu ilan ettikleri tarihe kadar de­ vam eder. Ondan sonra Ada, İngiliz toprağıdır. Bu bölümleri ayn ayn inceleyeceğiz: a) Osmanlı İmparatorluğu Bölümü Ada'nın OsmanJılara teslim şartı Venediklilerle Girit Adası'nda görüşüldü. 1 57 1 yılında Kıbrıs, hukuken de imparator­ luk topraklan na katıldı. Bu dönem Ada yönetiminin fiilen Ingiliz­ lcre devri tarihi olan 4 Hazi ran 1 878 gününe kadar sürdü. Yani Türkler üç yüz yedi yı l Kıbn s'ı tek başlarına idare etliler. Egemenlik tümüyle Osmanlı ların eline geçtikten sonra, 365


Kıbns seferi kumandanı Lala M ustafa Paşa, o zamana kadar yüıü rlükte olan i dare sistemini değiştirdi. Ada, Osmanlı İmpara­ torluğu'nca ve bir "beylerbeyi" tarafından yönetilecekti. B u ma­ kama ilk kez Muzaffer Paşa atandı . Lefkoşe merkez yapıldı. Ada beş ilçeye ayrıldı. Buralara kadılar gönderildi. O zamanlar Kıbns'ta sekiz yüz elli köy vardı. Bütün adayı kapsayan sayımlar yapıldı. Tüm nüfusun yüz elli bin olduğu göıüldü. Türk ve Müslüman ahalinin artırılması çareleri üzerinde duruldu. Bir "Sürgün Hükmü" çıkarıldı . Bu kurala göre Osmanlı İmparatorluğu'ndaki memleketlerden Karaman Rum, Dildariye kadı ları bölgelerinde oturan ve değişi k mesleklerle uğraşan on ai­ leden bi rini Kıbrıs'a göndereceklerdi. Bunların içinde ayakkabı­ cılar, terziler, dokumacılar, aşçılar, mumcular, inşaatçılar, ku­ yumcular ve kazancılar bulunuyordu. Yalnız esnanardan bin beş yüz yetmiş aile Ada'ya gönderildi. Her aile beş kişi hesap ediliyor­ du; aynca çiflçi ai leleri vardı. K ıbrıs'ta bundan sonra yapılan sayımlar, Almanların 1 98 l yılında yayımladığı belgelere göre mütemadiyen artıyordu. Hıristiyan ve Müslüman karışımı köyle­ rin yüzdesi yuvarlak hesap kırka, sadece Türklerden i baret köyle­ rin yüzdesi yinn i ye çıkıyordu. Sonra İngilizler de sayım yaptılar. Ada'daki Türklerin azınlık değil cemaat olduğu göıüldü. Osmanlı devrinde Kıbns'ta ENOSİS hareketleri başlamıştır. İlk resmi teşebbüs Sultan 1. Mahmut zamanında yapılmıştı. Yinni üçüncü padişah olan Sultan i li . Ahmet, bir isyan üzerine, lı;. yatının bagışlanması şartıyla feragat etmesi neticesinde Sultan 1 . Mahmut tahta çıkmıştı. Kendisi şair ve bilgindi. Devri gerileme döneminin en parlak günlerine rastlıyordu. Kan dökülmesini iste­ miyor, daima banşı savaş yapmaya yeğliyordu. Bu amaçla 1 754 yılında Gime Başpiskoposu'nu Ada'nın i kinci adamı yaptı. Resmi makamlara doğrudan doğruya müracaat hakkı tanıdı. Bu şekilde başlayan ENOSİS akımları XVIII. yüzyılda da göıüldü. Ç arlık Rusyası'nın tahrikiyle Ada Rumları ayaklandılar. "Megali-Idea" su yüzüne çıkmaya başladı. Sırası gelmişken "Megali-İdea nedir?" onu da anlatayım. İlk kez 1 8 14 yılında Odcsa'daki Filiki-Eterya adlı bir kuruluş tarafın366


dan onaya atılmıştır. Odak noktası Ortodoks Kilisesi'dir. Rigas Ferraros adl ı Rum tarafından güncelleştirilmiştir. Amacı Fatih Sultan Mehmet tarafından gerçekleştirilen savaşlarla Rumlardan · zapt edilen topraklan geri alarak eski "Bizans İ mparatorluğu"nu ihya etmekti. Rumlar bağımsız olarak kurulacak bir Yunanis­ tan'da; Sclanik'in, Ege adalarının, Girit'in, Rodos'un, Kıbrıs'ın, İmroz'un, Bozcaada'nın toplanmasını ve tarihte Konstantinopol diye ünlü olan İstanbul'un Türklerden geri alınmasını hayal edi­ yorlardı . Trakya'nın, Güney Anadolu kıyılarının Yunanistan'a katılması baş hedelleıiydi . Büyük Yunanistan'ı yeniden kunnak peşindeydiler. "Eski Yunanistan" demek, Mykona, Finike, Perik­ Ies, Isparte, Epaminondos, Makedonyalı Philippes, İskender de­ virlerinin yeniden yaşanması demekti . Megali İdea teri m inin çoğu zaman yanl ış kullanıldığını söylemek i sterim. Megalo İdea deyip geçiyorlar. Megalo, Rumca "büyük" anlamına gel iyor. Kelime tekildir. Çoğulu "megali"dir. "idea" düşünce anlamına gelir. İkisi birden "büyük düşünceler" oluyor. Megali İdea on tane istekten oluşuyor. Bu yüce hedefleri aşağıda sıralıyo ru m : 1 ) Yunan milletinin tam bağımsız oluşunun sağlan m as ı , 2) Batı Trakya ve Selanik'in Yunanistan'a bağlan m a s ı , 3) Ege adaları nın Yunan devletine terk i , 4 ) O n İki Ada 'n ı n Yunanistan'a veri l me si , 5 ) G i ri t Adası 'nı n alınması , 6) B at ı Anadolu'nun Yunan'ın oluşu, 7) Pontos Rumlarının yeniden hükümet oluşu , 8) Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanm ası , 9) İmroz v e Bozcaada'nın Yunanistan' a bağ l anm as ı , 1 0) İstanbul'un geri alınması ve böylece eski Roma İmpa ra­ torluğu'nun gerçekleştirilmesi... Yüce hedefler bi rdcn fazla olunca terimin de çoğul olarak kul­ lanılması gerekiyo r. Megali İdea'nın ilk beş m addesi yerine gelmiştir. Öbür amaçların da gerçekleşmesi için uğraşmalar sürüyo r. , Yunanlılarla olan başlıca anlaşmazlığın nedeni, bence burada

367


aranmalıdır. İlkelerimiz eş değil. Biz aramızdaki sorunları bir an evvel ve kalıcı biçimde çözmek i stiyoruz, onlar " Büyük Yunanis­ tan"ı yeniden kurabilmenin peşindeler. İ stekleri budur. Bu konuda bir anım var: Türkiye ile Yunanistan'ın dostlukla yaşamaya tarih bakımdan mahkum iki devlet olduğunda, Albaylar Cuntası devrinde Yuna­ nistan Dışişleri Bakanlığı yapan Ki rye Pipenellis'le anlaşmıştık. Birbirlerine düşman kuşaklar yetiştinnemek için okul kitapların­ daki yakışıksız ve olumsuz yazılan karşılıklı kaldı nn ay ı karar­ laştınnıştık. Buna rağmen, Yunan okullannda hala Türkiye aley­ hinde yazı lmış metinler okutuluyordu. Londra'daki büyükclçilik ikametgahında benimle konuşmaya gelen Yunan Dışişleri Ba­ kanı'na önceden hazırladığım Rumca basılmış, okul kitaplannı gösterdim : " Ne gibi bir amaçla bu çabalann sürdürülmekte olduğunu" sordum. Güldü. Babacan bir edayla şunlan söyledi: " Bunları i lkokul çocuklarına okutmakla İ stanbul'u geri ala­ m ayız. Biz istesek de siz vennezsiniz. Zorla almaya kalksak gücümüz yetmez. Çünkü bizden en az beş kat büyüksünüz. Başka ve istenmeyen yollara sapmamaları için gençlerimize ulusal bir ideal vennek istiyoruz. İ deal, yaklaştıkça uzaklaşan hedeft ir. İ nsani an peşinden koşturur. Bırakın bizi de hayal edelim. Bunlar olacak şeyler değil . Bununla beraber siz haklısınız. Anlaşmalarımıza aykırı dav­ ranışlanmız olduğu anlaşılıyor. Memleketime döner dönmez Türkiye hakkındaki olumsuz çalışmaları önlemeye çalışacağım. İdealimizin sizi rahaL�ız etmemesi şartını kabul ediyorum." Bu açık beyana rağmen bugün bile aleyhimize yazılmış ders kiLaplanna hala rastlanıyor. Batı Trakya'da son zamanlarda neler yapıyorlar. Yunanlılan bir türlü Megali İdea'lanndan uzak­ laştıramıyoruz. Kıbrıs'ın Yunan topraklanna katılması idealleri içinde vardır. ENOS İ S'ten bir türlü vazgeçilememesinin, kapılan ENOSİ S'e kapayan bütün yollardan sakınılmasının bir sebebi de budur. KıQrıs Osmanlı döneminde şöyleydi: İ mparatorluk Kıbns'ı geri bir ülke olarak bulmuştu. İ nsan368


lann özgürlüğü bi r hayli kıs ı l mıştı. Lala Mustafa Paşa paçaları sıvadı. O sm anlı d ö:ıem i ni n başında görüldüğü gibi , geniş bi r iskan yarattı . ENOSIS'e k arş ı olan Müslümanlar Ada'ya seve seve geli yo rlard ı . B ugünkü anlaşmazl ığın temeli nde, Yunanistan'la birleşmek isteyen Ada R uml a rı yla bu işe karşı ve Kıbns üzerinde hak s ah i bi olan çilekeş Türk l e ri n kav gası yatar. b) İ ng i l i z Dönemi Bu devre Kıbns'ın lngi l i zlcrin el ine geçiş tarihi ol an 1 878 y ı l ı nda ba şl ar. Ada üzerindeki Osmanl ı egemenliğinin ne zaman sona erdi�i tart ışmal ıdır. İ ngilizler ken d i toprak l arına Kı brıs'ın kauldığı�ı tek t ara fl ı ol arak açıkladıkl arı 1 9 1 2 tarihini esas alırl ar Osmanl ılarsa Ada üzeri ndeki egemenlik haklarından vazgeç­ tikleri 1 923 yıl ını tanırlar. İşin doğrusu, 1 8.7 8'den K ı b n s Cumhuriyeli'ni yaratan 1 960 yıl ına kadar Ada da l ng i l i z i d a re s i n in y aş and ı ğ ıd ı r. Kıbns'ta İ ngi l iz döne mi Yunanistan'ın ENOSİS denemeleriy­ l e geçm iş t i r. İlk resmi teşebbüs Osmanlılar dev ri nde yap ı lm ı şt ı . Sultan 1 . Mahmut 1 696'da d o ğ m u ş , yinn i üçüncü Osmanl ı Pa­ di ş ahı Sultan I I I . Alımet'in bir isyan neticesinde hayatı nın ba­ ğışlanması şartıyl a feragati ü zcıine 1 730'da tahta çıkmıştı. Şair ve b i l g ind i . Besle yapmakta, ha t s anatında ustaydı . Zam anı gerileme döneminin en parlak günleri n e rastlar. Kan dökülmesini istem i­ yor, barı şı savaşa yeğ l i yo rd u . 1 754 yı l ında bir re nn an çı k artarak K ı b n s'ta G i me B aşpisko­ posu'nu Ada'nın i kinci adam ı yaptı . Res m i m akamlara doğrudan do ğ ru ya müracaat hakkı verd i . Onu Kıbrı s Rumlarının temsilcisi olarak tanıdı . 1 823 yılında Yunanistan resmen b i r nota vererek Rusya, Fran­ sa ve İ ngiltere'den Kıbrıs'ın kend isine bağl anmasını i sted i . Bu gi­ rişim bi r sonuç vemlCdİ . 1 878 y ı l ı nda Ada, Osmanl ılartarafından, İ ng il i zl ere k i raya verilince ayakland ı l ar. B u girişim ce sare t lerini artı nnıştı. . Ortalık karı şıkt ı . imparatorluk i çişleriyle uğraşıyordu. Dış politika da iyi gitmiyordu. Devl e ti n Ç a rl ık Ru s yas ı yl a aras ı .

.

'

'

369


açıku. Mithat, Mahmut Celalettin, Redi f, Damat İ brahim paşalar, Rusya'yla savaşmak istiyorlardı. Padişah bu isteğe katılmıyordu. Paşaların bu konudaki ısrarlarını kabul etmiyor ve savaşı önlüyor­ du. Mithat Paşa sadrazamdı . Meşrutiyet ilan edilmişti. Meclis-i Mebusan vardı, yetkilerin çoğu hükümetin elindeydi. Sadrazam kendi başına asker topluyor, gönüllü ordusu kuruyordu. "Savaş is­ teriz," diye gençleri , öğrencileri Yıldız Sarayı'nın önünde bağır­ tıyordu. Padişah yaratı lan bu toplumsal tepkiye en sonunda uymak zo­ runda kaldı ve Ruslara savaş açıldı. 23 Nisan 1 877 tarihinde kavga başladı. Rusl ar, Tuna Nehri engelini beklendiğinden daha çabuk aştılar. Sultan Hami t, sorumlu bulduğu başkumandan, o zamanki deyimiyle Serdar-ı Ekrem Abdürrahim Nadir Paşa'yı görevinden aldı. Yerine Müşir Mehmet Ali Paşa'yı getirdi. Düşman ordusu ancak Plevne önünde, Gazi Osman Paşa ta­ rafından durdurulabildi. Bu savaşlar iki aydan fazla sürmüş. Türkler büyük kahramanlıklar göstermişlerdi. Ruslar üç kez ken­ te saldırmış, fakat her defasında Osman Paşa tarafından geri döndürülm üşlcrdi. Plevne Savunması·üzerine Rus Çarı A leksandr, kardeşi Gran­ dük Nikola'yla birlikte cepheye geldiler. Durumu gözleriyle gördüler. Ruslarla birlik olan Romanya'nın prensine telgraf çekti­ ler: "Aman imdadımıza yetiş. Ne kadar kuvvetin varsa topla gel . Yoksa Hıristiyanlık m ahvolacak," dediler. Romanya Prensi bu çağrıya uydu. Zaten sayıca Osmanlı ordu­ sundan üstün olan Rus ordusuna kendi güçlerini de kattı. Osman Paşa tarihe geçen yararlılıklar gösterdi. Ama dön taraftan kuşa­ tılmıştı. Yiyecek kalmamıştı. Çar naçar teslime mecbur oldu. Ruslar yaralı olan Gazi Osman Paşa'ya büyük saygı gösterdi­ ler. Kılıcını almadılar. Misafir m uamelesi yaptılar. Anık direniş kırılm ıştı. Düşman ordusu, o zamanki adı Ayas­ tafanos olan Y cşilköy'e kadar i lerledi . Adını yapıldığı yerden alan Ayastafanos Antlaşması yapıldı . Savaş sona erdi. 370


Bu olay, Osmanlılann 93 yenilgisi diye ün salan savaştır. Rus­ l ar Osmanlılarla Rumeli'de savaşırken Kafkasya'dan da saldır­ mışlar, her taraftan Osmanlı topraklanna girmişlerdi. Anadolu'ya bir buçuk milyonu aşan muhacir geldi. Bu arada dedem de, Kaf­ kasya'dan kaçmış. Biz de o zaman anayurda göçmüşüz. Manyas'ta yertutmuşuz. Ayastafanos Antlaşması, 3 Mart 1 878'de yapılmıştır. Bu mua­ hede ateşkesi sağlıyordu. Şartlan, Osmanlılar için çok ağırdı . Banş görüşmeleri, anlaşma çerçevesinde Berl!n'de kararl aştınla­ cakıı . imparatorluk acıklı bir haldeydi. Fakat, Ingilizler, Ruslaıın Anadolu'ya girerek Ege Dcnizi'ne, bir anlamda sıcak denizlere in­ mesini istemiyorlard ı . Sultan Hamit bunun farkındaydı . İngili zle­ ri kullanarak Ayastafanos Antlaşması'nın yürürlüğe girmesini önlemek istiyordu. Pazarl ığa oıunıldu. İngiltere Kı bns'ın kendilerine bırakılması şartıyla Osmanl ılara tam destek vaat ediyorl ardı. Padi şah, ege­ menlik hakkı kend�sinde kalmak üzere yılda 9.2000 altın , karşılığında Ada'nın Ingilizlere kiraya verilmesipe razı oldu. Ruslar, bu fomıülü kabul etmek zorunda kaldılar. Çünkü İngi­ lizlerle bozuşmak işlerine gelmiyordu. Sultan Hamit deAyasıafa­ nos Antlaşması'nın ağı r hükümlerinden bu yolla kurtulmuş oldu. Kıbns'ta "İngi ltere Dönemi" böylece başlamış oluyordu. O tarih sürecinde İngiltere "Cihan i mparatorluğu" peşimley­ di. Dünya idaresinde söz sahibi olmak; K ıbns gibi stratej i k ve jeo­ politik önemi büyük olan bir yeri ekle tutmakla mümkündü. Bu nedenle Ada'da varlığını sürdürmek isti yordu. Ama Kıbns'ta çoğunluk Rumlardaydı. Rumların niyeti Ada topraklarını Yuna­ nistan'a katmaktı. İngil izler 1 9 1 2 yı lında aldıklan tek taraflı bir kararla, o zama­ na kadar hukuk bakımınd an Osmanlı egemenliğini koruyan Ada topraklannı kendilerinin üstüne geçirdiler. Osmanlı lar bu ..gi­ rişimi tanımadı ama iş oldu bittiye geldi. Zaten İ ngilizler Kıbns'ı geri vermek için almamışlardı. Başbakan1an Benj amin Disraili : "Bizim Ada'ya ihtiyacımız var. B u topraklan mutlaka ala­ cağız," diyor, ısrarla Kıbns'ı istiyordu. Ne var ki Ada Türkleri bu371


na karşı çıkıyordu. Kıbns Türkiye'den kırk, Yunanistan'dan altı yüz deniz mili uzaktı. İ ngilizler ilk defa 1 9 1 5 yılında, eğer Yunanlılar kendi safla­ rında savaşa katılırl arsa Ada'yı onlara vereceklerinden söz et­ mişlerdir. Ada İ ngilizlerin eline geçtikten sonra yapılan nüfus sayım­ larında orada 7 1 3 yerleşim merkezinin var olduğu görüldü. Bu yerleşim birimlerindeki nüfus sayısı ise 1 85630 kişiydi. Bunların 45458'i Müslümandı. Türkler Ada'da yaşayanların aşağı yukan yüzde 25'ini , Rum Ortodoks nüfusun yüzde 3 l 'ini oluşturuyor­ lardı. O zamanki İ ngiltere'nin genel poliLikası ve Ada'nın eınik du­ rumu ENOS İ S'in gerçekleşmesini önlüyordu. Sonralan İ ngilizler evrensel bi r devlet olmaktan vazgeçtiler. Ada'daki üslerini koru­ mak koşuluyla Kıbns'tan ayrılmaya karar verdiler. Uygun bir fomı ül aramaya başl adılar. Kıbrıs Türkleri Lozan Antlaşması'yla Ada üzerindeki ege­ menliklerini bırakmışlardı, ama kültürlerini ve benliklerini koru­ ma savaşı veıiyorlardı. Kıbrıs'ta İ ngil izce, Rumca ve Türkçe gazeteler yayımlanıyor­ du. Türkçe olanlardan Zaman, Vatan, Doğru Yol, Söz, Hakikat, Masum Millet, Ateş, İ stiklal, Ses, Lcfkoşe, Kıbns gibilerinin ad­ lan anılmaya değer. Bu gazetelerde ateşli yayınlar yapılıyor, ENOS İ S'e karşı çıkıl ıyordu. İ ngil iz dönemi mutlaka ENOS İ S'i gerçekleştimıek isteyen Rumlarla, bunu kesin biçimde önlemeye kararlı Türkler ve kar­ şılarında bir an evvel Kıbrıs'tan kurtulmak isteyen, fakat Ada'daki üsle rinden ayıılmaya gönlü bi r türlü razı olmayan İ ngilizler ara­ sındaki mücadeleyle geçmiştir. Kıbrıs Türkleri , bağımsızl ı k savaşımızı merak ve endişeyle izliyorlardı. Bu harpte Türk ordusunun kazanmasına çok sevindi­ ler. Mustafa Kemal Paşa'ya daima dua ettiler. Görüldüğü gibi Kıbrıslı Türkler her zaman anayurda bağlı kalmışlar ve bize karşı sevgi beslemişlerdi r. Sorun giderek alevleniyordu. İ ngilizlerden Self-Detcrminasyon isteyen Yunanistan, bu 372


öneriyi tekrar Birleşmiş Milletler'e götürdü. Asamble, 22 Şubat 1 957 ta rih ind e anlaşmazlığın görii ş meler yoluyla çözümlenme­ sine karar verdi. Taraflar çalışmalara başladılar. İngiltere'nin Harold Milan planını Yunanlılar ge ri çevirdi. Yunanlılar ENOS İ S diyor da başka bir şey söylemiyorlardı. Türk­ lerin görüşüyse "Taksim"de karar kılıyordu. H e r ilde bu yolda mi­ tingler yapılıyordu. Durum naz ik t i . N i haye t Londra v e Zü rich'te taraflar arasında anlaşma oldu. Bağı ms ı z Kıbrıs Devleti"nin kurulması , cumhurbaşkanının Rum lardan cumhurbaşkanı yard ımcısının Türklerden olması ka· rarlaştınldı. 1 5- 1 6 A g us to s 1 960 gecesi " Kı brıs Cumhuriyeti Devleli" dünya devletler ai lesine katı ldı . Hemen seçi m lere geçi ldi. M akarios Cumhurbaşkanı Dr. Fazıl K üçük cumhurbaşkan yardımcısı seçildi. Devlet ku ru l m uşt u . İ l k anl aşmazl ıklar başlangıçta görüldü. M akarios, Zürich'te onayladığı Anayasa'yı yeıine getirmek i stem iyordu. Yan çiziyor­ du. Daha uygulama başlam adan değişti rmek sevdasına düşmüştü. Bu am açla 1 962 yıl ında Türkiye'yi ziyaret ett i . Rahmelli İ smet İ nönü başbakandı . Tekli lleri geri çevirdi. M akarios'un seyahati başarı ya ulaşamad ı . Umduğunu bulam adan Kıbrıs'a dönen M akarios, aradan çok geçmeden, Ruml arın isteğine ters düşen herhangi bir kararı tanı­ mayacağını açı kladı . Sonra ENOS İ S teraneleri yeniden başl a­ tıldı. Yıl sonuna do�ru Türkler üzerindeki baskı arttı. Olaylar başladı . Saldırı 1 ar soykı rımına dönüştü . Masum ve silahsız lıal kın üzerine yüründü. 434 soydaşımız şeh i t edildi. Lefkoşe'de Türkle­ re karşı makinel i tüfeklerle ateş açıldı. Noel gecesi birTürk binba­ şısının eşi ve çocukl arı öldürüldü. H ıristiyan bayramı Kanlı Noel ad ını aldı.Olaylar Türkiye'de büyük tepkiyle karşılandı . Türk Ha­ va K u v vetl e ri ne bağlı jetler Kı brıs üzerine gönderi ldi . K anl ı ha­ d is el eri n y ay ı lma sı önlendi. Rahmetli İnönü , müdahale hakkını kull anm a k üzere İ ngiltere'ye başvurdu. Fatin R üştü Zorlu'nun de­ diği oldu. İ ngi l i zl e r " B an şçı yol la n d eneyel i m, dediler. Türkler ve Yu­ mn l ı lar arasında Londra'da konferans topl anm asını önerdi l e r. ,

,

"

'

"

373


Türkiye bunu kabul etti. Londra'da.bulunan Dı� i � k ri Bakanı mer­ hum Feridun Cemal Erkin, Makarios'un konfc ı : ı ı ı - . ı katılma iste­ ğini İngiltere'ye bildirdiğinin haberini iletti. Bu i , , , ı-. üzerine Tür­ kiye Dr. Fazıl Küçük'ün de konferansa katılm as ı ı-_ , ı�ulunu getirdi ve ancak katılmamızın böylece mümkün olaca�ı nı bildirdi. B ana göre bu tutum yanlış olmuştur. Toplantı Makarios'un Kanlı Noel' de girşitiği insanlık dışı suçları, Ada'da bozulan niza­ mı görüşmek üzere yapılıyordu. Makarios'un katılması suçlunun hakimler arası nda bulunma­ sına razı olmak anlamına gelmez miydi? Makarios ne şanla olur­ sa olsun bu toplantıya katılmamalıydı? Nitekim bu konferans hiç­ bir olumlu karara varamadan dağılm ıştır. Bunun üzerine konuyu Birleşmiş Milletler'e götürdük. Kanlı Noel müdahalesinden sonra alınan aptesle kılman na­ m az çabuk bozuldu. Terör hareketleri yeniden başladı. Ada'da an­ laşmalar uyarınca bulundurulan "Türk Birliği"nin değiştirilme­ sinde zorluklar çıkıyordu. Yunanistan ise Kıbrıs'a keyfince asker yığıyordu. Yerli hükü­ m el yani Rumlar buna ses çıkannıyorlar, aksine kucak açıyorlar, davet ediyorlardı. Ortalık gergindi . N ihayet Alev kaya ve Mosfılp bölgesinde çatışma başladı. Erenköy ve civarında şiddetli çarpış­ m alar oluyordu. Türkler burada sarıldılar. Yok edilme tehlikesiy­ le burun burunaydılar. Türkiye Cumhuriyeti yine müdahalede bulundu. Jetlerini göndererek Ada'yı bombardıman elti. Erenköy'de mahsur k alan Türkleri ölümden kurtardı. Rahmetli İ smet İ nönü, yabancı bir devlete karşı girişilen as­ keri harekatın savaş olmadığını beli rtmek üzere Cumhuriyet Senatosu'na gelmişti . Gündem dışı söz aldı. K ıbrıs'a müdahale hakkımızı kullanmak için gidildiğini ve olup bitenleri anlattı. O zaman Adalet Partisi Senato grup başkanıydım. Partim adı­ ma yaptığım konuşmamda şunları söyledim: "O zamanki Demokrat Parti hükümeti bağımsız Kibns Dev­ leti kurulurken yapılan anlaşmaları, onaylaması için TBMM'ye getirınişti. Bugünün sayın başbakanı o vakitler ana muhalefet partisinin genel başkanıydı. Bu parlamento da şöyle konuşmuştu: .

371,


" ... İktidar anlaşmaya giderken bize geldi. 'Görüşüm taksim üzerinedir. Konuşmaya gidiyorum. Siz de razıysanız açık layınız. Kendimi daha kuvvetli hissedeceğim ,' dedi. Onayladık, destek ol­ duk. Şimdi Londra ve Zürih antlaşmalarıyla karşımıza çıkıyor. Bu taksim değildir. Ama biz anl ayışla karşılıyoruz. B i r çözüm yo­ lu bulunmuştur. Zaten konuşmaya 'ille benim dediğim olsun' diye gidilmez. Böyle davranış ültimaton vermekten farksızdır. Görüş­ me bir alışveriş meselesidir. Mümkün olan çözüm buymuş. Tak­ sim de iyi bir neticedir. Antlaşmalara olumsuz oy kullanmamızın nedeni , Kıbrıs'ta kurulacak devletin bağımsız oluşu ve taksimin elde edilememesi değildir. Garanti anl aşmasında tek başına müdahale hakkına yer verilmesindendir. Kıbns'ta anayasa düzeni bozulursa, çıkarına dokunulan taralla beraber İngiltere de müdahale edenin yanında olmalıydı. Antlaşma ENOSİS'i de, taksimi de yasaklıyor. Yalnız Yunanlılar yak ında ENOSİS diye tunuracaklardır. Taksim kapısı kapal ı, rakat ENOS İS aralıktır. Çok geçmeden Makarios, çoğun­ luğuna güvenerek Türklere saldıracaktır. O zaman İngiltere de bi­ zimle beraberolmal ıydı. Tek başına müdahale edersek netice al a­ mayız. Onun için olumsuz oy kullanacağız." Rahmetli Fatin Rüştü Zorlu hükümet adına cevap vermek için kürsüye gelir: " . . . Sayın İnönü'nün söylediklerinin başı doğrudur. Kehanet de değildir. Makaıios, çok geçmeden ENOSİS diye kalkacaktır. Hü­ kümet tek başına müdahale hakkını elde etliği için eleştiriliyor. Bence bu hak, anlaşmanın zaafı deği l, kuvvetidir. S ayın İnönü haklı. Antlaşma taksimi kapadı, fakat ENOSİS'e açıktır. Hüner onlara fırsat vermemektir. Türk tararı daima dikkat üzre bulun­ malıdır. Rumların eninde, sonunda E NOSİS'e yönelecekleri ka­ bul edilmelidir. Bunun için Türklerin kuvvetli ve birlik içinde ol­ maları gerekir. Biz zayıf olursak onlar başkaldı racaktır. Eğer Sayın İnönü'nün dediğini yapsaydık, yani İngiltere'yle beraber müdahale şartını koysaydık; günün birinde Rumlar anlaş­ mayı bozunca, İngilizler razı olmazlar, biz de elimiz böğrümüzde kalı rdık. Tek başımıza bir şey yapamazdık. ENOSİS o zaman ger­ çekleşi rdi. Biz bunu önledik. İngil tere harekete geçmezse, tek ba375


şımıza müdahale hakkı koyduk," demiştir. Nitekim öyle olmuştur. Rahmetli Zorlu'nun görüşü doğru çık­ mıştır. Türk tarafı kendi iç meseleleriyle uğraşır hale gelmiş, za­ yıflamış Rumlar ENOSİS'e yönelmiştir. İngiltere "Barışçı yollan deneyelim," diyerek müdahaleye yanaşmamıştı. Bugün Sayın İnönü, Ada'ya Türk jetlerini gönderebiliyorsa tek başına müdahale yetkisi sayesinde bu işlemi gerçekleştirebi1 iyordur. Açık durum budur. Ada'ya uçak gönderme yoluyla sin­ d i nne politikası da eleştiriliyordu. Bu davranışı palyatif bulunu­ yordu. Türkiye'ni n Kıbns'La deniz çıkışına önemle ihtiyacı vardı. B u da ancak denizden bir müdahaleyle m ümkün olabilirdi. İşi ol­ dubittiye getirmek lazımdı. Fırsat kaçırıyorduk. Uçakla tehdi t rahmetli İnönü'nün işine geliyordu. Çünkü o statükocu ve ihtiyatl ıydı. Deneyi mli bir asker olduğu için çıkar­ manın ne demek olduğunu biliyordu. B i r çıkaım a sı rasında büyük kayıplar vermem i zden çekini yordu. Bu hareket de bugün eksikliklerimizden bi ridir. Kıbrıs sorunu zaten karşılıklı yanlışlarla geçmiştir. Böyle olmasaydı çoktan bi r çözüme ulaşılırdı. Jetlerin gönderilmesi Erenköy'de sıkışan mü­ cahitlerin canlannı kurtarmış ama iki toplu m birbirinden fiili ola­ rak aynlmıştır. Yunanlılar ENOSİS'ten vazgeçmemekle beraber bunun ne kadar güç olduğunu yavaş yavaş anlıyorlardı. Bu arada Türkiye Cumhurbaşkanı rahmetli İnönü 1 964 yılında Amerikalı­ ların daveti üzerine Washington'a gitti, Başkan Johnson'la görüş­ tü. Yayım lanan bildiride bu anlaşmazlığın çözümünün antlaşma­ larda aranması gerektiği açıklandı. Türki ye ile Yunanistan'ı yak­ l aştırmak görevi Amerika Birleşik Devlctleri'nindi. i ngil tere boş d urın u yordu. Achesson planı yapıldı. B u öneri ye göre Kıbns'ın kuzeydoğusunda Karpas yarımadasında Türkiye' ye nüfus oranı ölçüsünde toprak verilecekti. Bölge dışında kalan yer­ lerde Türkler i ki veya üç mevkide otonom yönetimler kuracaktı. Antlaşmaların şartlarını yerine getirmek için milletlcrarası bir komisyon kurulması da öngörülüyordu. Rumlar bu teklifi de red­ dettiler. 1 965 yılının 1 3 aralık günü ben dışişleri bakanı olduğum za­ m an Kıbns'ı şu vaziyette buldum : ' 376


"Yunanlılar Kıbns sorununu bizimle görüşmekten kaçınıyor­ lardı . B izim hükümetimiz de üstlerine gidiyordu. Programı mızda bloklar dışı ve çok yönlü yeni bir politika izleyeceğimizi, Kıbns sorununda da ban şçı ama şahsiyetli b i r yoldan aynl m ayacağımızı yazmıştık. Karşı taraf meseleyi B i rleşmiş Milletler'e götürmüştü. Bu ortam anl aşmazlığın tartışılmasında onlar için en uygun ze­ mindi. Çünkü biz haklı davamızın yürütülmesinde başlıca iki noktaya dayanıyorduk: Bunlardan birincisi birl ikte im zal adığımız Londra ve Zü ri h antlaşmalanyla ona bağlı esaslardı. B i rleşm iş Milletler yapllğı antlaşmalara devletlerin uymasını istiyordu. Taraflar Kıbns soru­ nunda ne ENOS İ S'e ne de taksime yönelmeyeceklerini beyan ve Laahhül etm işlerd i. B iz nası l ç ifte ENOS İ S demek olan taksimi ağzımıza alm ıyorsak, Yunanlıl arın da ENOS İ S'ten söz etmeme­ lerini savunuyorduk. Halbuki B i rlqm i ş M i l letler Anayasa Ko­ ınisyonu'nda bir yorum vard ı : " Bağı msızlığını yeni kazanmış bir m i l let kendisini devlet ya­ pan anlaşm alarda, aleyhine bile olsa, birtakım kayı tlara nza gös­ terebilird i . O m i llet için bağımsızlık önemliydi. Onu sağlasın da üst tarafı ne olursa olsundu. Sonradan düzeltilebil irdi." Bu düşüncele rle bir yorum geti ri l m işti. "Eğer i çeriği Birleşm iş M i l letler Anayasası'na ters düşüyorsa anl aşmaların a l t ındaki imzalar anlam taşımıyordu." 13u metinlerde yazılı olanlar değil, B i rleşm iş Mil letlcr'in şart­ lannda bul unan h ükümler geçerliydi. Biz Yunanlıları birlikte imzal anan anlaşmalarl a uyuştuğu­ muz hususlara davet euikçe, m esela K ıbns işinde ENOS İ S'i ya­ sakladığımızı söyledikçe onlar; B M Anayasası'ndaki 'sclf deter­ minasyon' hakkına sığınıyorlardı. Bu durumda Ada'dak i Türklerin azınlık değil 'cemaat' oldu­ ğunu savunuyorduk. Cemaat kavram ı da B M zemininde tartışma­ lı bir konuydu. Çünkü Afrika m i l letleri , devlet olurken siyasi bi­ çimde çizi l miş eski kolonilerin sını rl an esas alınmıştı. Aynı kabi­ lenin yansı bir devletin, öbür yansı başka bir devletin topraklan içinde kalmıştı . Yeni A frika devletlerinin çoğunda nüfusu mevcudun yüzde 377


l O'unu geçen cemaat halinde kabileler vardı. B unlar hep Kıbrıs'taki olup biteceklere bakıyorlardı. Onun için, çoğunluğu bağımsızlığa kavuşmuş yeni Afrika devletlerinin oluşturduğu ve BM kararlarına sayıca hakim olan Üçüncü Dünya Ülkeleri için cemaat kavramı; hassas ve tehlikeli bir konuydu. bu yüzden Ada'da yaşayan Rumlar ve Yunanlılar, Kıbrıs sorununu her fı rsat­ ta Birleşmiş Milletler'e götürerek orada konuşmak istediler. Çiçeği bumunda bakanken ben, Birleşmiş Milletler'e Kıbrıs sorununu görüşmeye gittim. Asambleyi gözümde büyütüyor, ora­ sını bütün kusurlardan arınmış olarak hayal ediyordum. B ütün parlamentolar gibi kulislerinde türlü usül oyunlarının sergilendi­ ği bir yer olduğunu anlamakla gecikmedim. Kısa zamanda anlaş­ tığımız İtalya Hariciye Nazın M. Fanfani bana; karşı tarafla an­ laşmamı tavsiye ediyordu. Bizim savunduğumuz karar suretini ancak beş devlet destekliyordu. Karşı tarafın tezini onaylayacak­ lar çoklu. Onların karar örneğini beraberce imzalayanların sayısı OlUZ ÜÇLÜ. Tek kişi kalsam bile Rumların oyununa yanaşmamakta karar­ lıydım. Hep �>'le yapı yorlar, çoğu gösterip azda anlaşma yoluna gidi yorlardı. Uçüncü Dünya Devletleri , bize dost görünen H in­ distan, Yugoslavya, Mısır gibi ülkelerin büyükelçileriyle barış ta­ arruzuna geçtiler. Bir "Uni Ly" sözcüğünün ilavesiyle bizim öner­ diğimiz fonnüle herkesin razı olacağını bildirdiler. Sayın B aşba­ kan Demirel'e sorduktan sonra teklifi reddeuim. Mekanik bir ço­ ğunlukla alı nacak haklı tezimize ters düşecek bi r BM kararına uy­ mayacağımızı peşin olarak söyledim. İnanmadılar. Her zaman böyle olunnuş. Önce Türkiye öneriyi geri çevirir, sonra razı olur­ muş. Böylece taviz vere vere savunduğumuz ilkelerden uzaklaş­ mamızı sağlarlar, bi r tür salam poli tikasıyla güttükleri amaca adım adım yaklaşırlannış. Bu sefer Türkiye aksini yapu. Sonuna kadar direndi. Birleşmiş Mil letler' de aleyhimize bir karar çıkacaktı. Ben ka­ rar alınmadan toplantıyı terk ettim ve bir basın toplantısı yaparak "Türk hükümetinin alınacak karara uymayacağını" açıkladım . Benim beyanım doğru çıktı. Bizim aleyhimize buldukları bi r ka­ rarı Birleşmiş Millctlcr'e onaylauılar. Çekimserlerin sayısı olum378


lu oy kullanan devletlerden fazlaydı. Böyle bir karan beklenmedik hezimet sayan CHP'nin parla­ mentoda açtığı genci görüşmede gerçekleri anlattım. Hükümetin haksız yere eleştirilmesini önledim. Kıbrıs işi taze ve dinç görünen iktidarımızla yeni bir aşamaya kavuşmuştu. Şimdiye kadar biz sorunu görüşmek istiyorduk, Yu­ nanlılar yanaşmıyordu. Biz gönülsüz davranınca, onlar ısrar et­ meye başladılar. B ugün Yeni Demokrasi Partisi'nin lideri ve Yunanistan'ın en kuvvetli adamı sayılan Mitçotakis, o zaman eko­ nomi işlerinden sorumlu bakan olarak Stcphanopolos kabinesin­ de bulunuyordu. Hükümetim izde turizm bakanlığı yapan rahmet­ li Nihat Kürşat'a bir Yunanlı dostu başvunnuş. M itçotakis'in Brüksel'de yapılacak NATO toplantısında benimle görüşmek is­ tediğini söylem iş. O da zamanın başbakanını durumdan haberdar etmiş. Sayın Dcmirel'in talimatıyla Mitçotakis'lc Brükscl'dc gö­ rüştüm. Bana Kıbrıs anlaşmazlığının ancak Yunanlılarla Türkler arasında yapılacak temaslarla çözülebileceğinden söz etti. Ben de Çirimikos Yunanistan'ın dışişlcri bakanı kaldığı müddetçe bunun gerçekleşemeyeceğini, çünkü kendisinin New York'ta konu Bir­ leşmiş Milletler'dc görüşülürken benimle buluşmayı reddelliğini söyledim. A radan çok geçmeden Yunanlılar Thirimikos'u Dışiş­ Icri Bakanlığı'ndan ve partisiyle birlikte hükümettcn ayırdılar. Türkiye de müzakereye razı oldu. Bunun üzerine Yunanistan'la Kıbrıs sorununu barışçı yolla çözmek için siyasi görüşmeler başladı. İlk önce bürokratlarca başlatılan temaslar, sonradan Amiral Tuınbas, Pipinellis gibi dışişlcri bakanl arına, hatta Colias, Kara­ manlis gibi başbakanlara kadar sirayet etti . Ben, Yunan dışişleri bakanlarıyla kaç kez buluştum. Sayın Demirel, Colias, Papado­ pulos ve Karamanlis'le görüştü. Ne yaptıysak yaptık Kıbrıs soru­ nunu bir türlü çözemedik. Görüşmelerde neler konuştuğumuzu, görüşmelerin akışını olabildiğince aynntılanyla anlatacağım. Oncelikle söylemek istediğim buluştuğum Yunan dış işleri bakan­ lan arasında en çok Pipincllis'i beğendiğimdir. Eğer ecel onu ara­ mızdan ayırmasaydı belki de Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözüm bu­ lacaktık. 379


Pipinellis'e Bakanlık Teklif Edil ince Evet Demeden Benimle Görüştü ...

Pipinell i s'le tanışmamız i lginçtir. B urada bu anım ı aktarmak i stiyorum. B i r pol i Li kacının nelere dikkat etmesi, bakanlı k teklifi karşısında neleri düşünmesinin gerektiğini örneklemesi bakımın­ dan d a politikadakilere, bakan olmayı isteyenlere ve bekleyenle­ re hatta bakan olanlara bir öğreti canlı bir örnek sayıyorum. Pipinell i s'e Albaylar Cuntası dışişleri bakanlığı tekli f etmiş­ ler. Y ı l 1 967. Pipinel lis Albaylar Cuntası'ndan mehi l i stiyor. "Çağlayangil'le görüşmeden cevap veremem." B unu da dışişleri bakanı sıfatıyla, şifrel i telgralla bana i leti­ yorlar. Sefirimiz Pipincl lis'in bu isteğini bana bildird i ve kendilc­ ıine vakit ayınp ayıramayacağımı sordu. Görüşme karşı karşıya olacak. Tamamen özel bir görüşme talebi. İ ki ü lkenin sorunlan dışında görüşeceğiz. K abul ediyorum. B rükscl'de NATO toplan­ ıısına gidiyorum. Pipinell is'le B üyükclçi M u harrem Nuri B ey'in odasında konuşacağız. Televizyon geli p çekim yapı yor. Kahve içiyoruz. Sonra baş başa görüşmemiz sürüyor. Pipinellis bana o baş başa görüşmemizde aynen şunlan söyledi: " B u K ıbrıs meselesi böyle hallolmaz. Ben genç katipti m . Atatürk'le Venizelos Çankaya'da konuşuyorlardı. Venizelos beni zabıtları tu tmam için yanında götü m1üştü. Türk-Yunan ili şkileri o dönem altın devrini yaşıyordu. Bu iki büyük ada m o kadar ileri gilliler ki Atatürk Ycnizelos'a şunu tekli f etti . 'Türki ye de Yunanistan da varl ı klı devletler deği l. Dünyada şu kadar hükümet var. Siz dünyanın uzak bir yerinde bir sefaret açarsanız orada bizim hakları m ızı koruyun. Biz orada sefaret aç­ m ayal ı m. B i z açm ışsak sizin haklarınızı koruyalı m , siz orada se­ faret açmayınız.' B u iki devlet adamı dönem i nde Türk-Yunan i lişkilerinin altın devrini yaşamasının nedeni her i ki devletin cumhurbaşkanından dışi şlerinin odacıları na kadar herkes inanmıştı ki bu i ki devletin coğrafyası ve tarihi onları dost yaşamaya m ahkum etmiştir. B u görüşe sami miyetle yetkili lerin i nanması gereklidir... Zamanla bu iki büyük devlet adamını n il ham ettiği gerçekler380


den sapıldı. Bu inanç kayboldu. Konuşuyoruz ama konuşanlar iç­ lerinden bu dostluğa inanmı yorlar. Konuşulanlar ağızlarda kalı­ yor. 'Türkle Yunan hiç dost olur mu?' Ben Atina'da bu havayı kıra­ c ağım Siz de kendi bünyenizde bunu yapabilecekseniz ben bu as­ kerlere gidip dışişleri bakanlığı tekliflerini kabul edeceğim. Siz de ben de yaşlı adamlanz, Ahir ömrüm üzde Kıbns sorunu­ nu halledelim. Memleketlerimize yaranmız dokunsun . . " Sözü aldım ve cevaben şunla n söyledi m : " İ lk sözü bana ve rseydini z ar1.ularımın sizin kadar açık seçi k v e aynı olacağını görecektiniz. E ş düşünüyoruz. Tarih v e coğraf ya Türk-Yunan devletlerini birbi rleriyle dost yaşamaya adeta mahkum etm işti r. Siz de biz de Av rupa Konseyi'nin üyesiyi z . N ATO'ya birlikte başvurduk. Beraber kabul edildik. Ortak Pazar'a da aynı anda baş­ vurduk. Teki i linizi kabul ediyorum. Ne zaman birolursak iki dev­ let de kazanıyor," dedim. Pipinell is bi r şanım daha var dedi ve şunları söyledi : " S i z demokratik bi r devletin dışi şleri bakanısınız. Manevra sahanı z geniştir. Ben bir askeri cuntanın d ı şişleri bakanıyım. Be­ nimkiler ne kadar olsa asker. O kadar hazım l ı deği Her. Benim na­ zarımda asker askerl ikten başka bi r şey bilm iyorsa eli öpülesi adamdır. Meslek ol arak ölmeyi ve öldümıeyi seçmiştir. Karşıl ığı "can" olan askerl ikten başka hiçbi r meslek yok . Bizim ki ler asker­ likle birl ikte bi r de si yaseti biliyorlarsa veya bi ldiklerini zannedi­ yorlarsa çek il mez ol urlar." Pipinellis'in bu sözleıine cevaben "Si­ zi bekleyeceğim. S i z yürüyemiyorum , gidemiyorum derseniz du­ rac ağım gene bekleyeceğim," dedim. Pipinellis sevindi. Gözlerinin içi güldü. " Ö yleyse ben bakan­ lığı şartlı kabul etmi ştim. Ü l keme döneyim kalıcı olduğumu söy­ leyeyim ... " Bu anlayışla müzakerelere başladık. Ancak Makarios faktörü vardı. Bunu unutmamak lazım .Kıbrıs sorunu söz konusu olduğu za· man Makarios ortaya çıkar "Ben Birleşmiş M i l l etlcr'e kayıtlı bi r cumhuriyeti m. Türkiye ve Yunanistan nasıl olur da benim kaderi­ m i ta yin eder," der. .

.

­

,

381


Bizim Makarios'a cevabımız hep şu olur: "Kıbrıs'ta Kıbrıslı bir etnik grup yok. Kıbrıs'ta Yunanistan'ın uzantısı Rumlar ve cumhuriyetin uzantısı Türkler vardır. Kıbrıslı diye bir halk yoktur. Bu yüzden Kıbrıs bir Türk-Yunan meselesi­ dir. Kıbrıs meselesi çok yönlüdür. Hem bağım sız bir devlettir hem de Türkiye ve Yunanistan'ın üzerinde yaşayanlar itibariyle ilgi alanı içindedir. Akdeniz'de batmayan bir uçak gemisi olan Kıbns'ı Ruslar şöyle görürler: 'Akdeniz'de bizim iki yüzü aşkın savaş gemimiz var. Bu donanma havadan korunma imkanından yoksundur. Kıbrıs adası Akdeniz'de dolaşan her gemi yi denetler. Bu itibarla NATO illi fakına dahil herhangi bir m illetin eline geç­ memeli , tarafsız veya bize yakın bir yönetim altında bulunmalı­ dır.' " Kıbrıs bağımsız kalırsa komünistlere yakın olan Akel Partisi kendileri için bir garanti olacaktır. Bu düşünceyi Pipinellis kabul ediyor ve bize hak veriyordu. Kendisiyle l;>u çerçeve içinde uzun görüşmelerimiz oldu. Bir­ likle üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi ve N ATO gibi kuruluşla­ rın her toplanusından faydalanır, baş başa konuşurduk. Batı devletleri özellikle İ skandinavlar Yunanistan'ın demok­ rasiden ayn i masını kabul edemiyorlardı. Pipinellis her seferinde mehil istiyor ve seçimlere gidileceğini vaat edi yordu. Nihayet Batılılar taıih tespit ederek kendisine "Ya bu zamana kadar de­ mokrasiye geçersiniz ya sizi Avrupa Konseyi'nden atarız," dedi­ ler. G ü n ü geldi cuntacılar iktidarı bırakmadılar, Batılılar da Yu­ nanistan'ı konseyden çıkannak istediler. Anılarımda ayrıntılarını okuyacağınız biçimde kader Türkiye'yi Yunanistan'ın savunma­ sına memur elti. Pipinellis'le Baş Başa

Her zaman yaptığım gibi dış seyahatlerimden bi ri nde Atina'dan geçtim. Pipinellis beni Atina havaalanında karşıladı ve baş başa görüşmek ihtiyacında olduğunu belirtti . Atina havaalanında bir yabancı ülkenin dışişleri bakanından 382


çok yakın bir dostun müşkülleri konusundaki açık yürekliliği için­ de bana bazı iç sorunlarını tevdi etti. Pipinellis ve cunta Kıbrıs so­ rununu akılcı bir yoldan çözmek i stiyorlardı. Ama Makarios buna engeldi. Makarios kendi çıkan doğrultusunda Yunan kamuoyunu etkiliyor, şövenist unsurları siyasal yönetime karşı birikime soka­ rak harekete geçiriyordu. Kıbrıs sorununu çözmek isteyen başı dertteki cunta Kıbrıs'ta ödün venniş durumuna düşmek istemiyor­ du. Ama ödünsüz bir anlaşma da mümkün değildi ... Pipinellis'lc bu görüşmemiz bir dertleşme sohbeti oldu. Ken­ dilerini teskin ettim. İçişlerine karışmamaya özen gösterdim. Bu arada Makarios'a bir suikast girişimi oldu. Makarios bu su­ ikastten kıl payı kurtuldu. Cuntanın planlan sonucu yapılan suikastten Makarios'un kıl payı kurtulmasından sonraydı . Bir buluşmam ızda Pipinellis bana şunları söyledi : " Ne kadar çalışsak Makarios bulacağımız her for­ mülün önüne geçecek. Cuntanın kanısı bu yolda. Tek çare kalı yor. Kıbrıs sorunu nereden bakı lırsa bakılsın bir Türk-Yunan işidir. İki hükümeti siz ve ben temsil ediyoruz. Hükümelinizden tam yetki alın. Ben de alayı m. Çok gizli kalması kaydıyla İsviçre'nin bir kö­ yünde (Enkonito) buluşal ım. Anlaşmazlığa çare bulalım. Üzerin­ de mutabık kaldığım ı z formülü siz Kıbrıslı Türklere biz Ada Rumlarına kabul ettirel im. Bu yoll a işi bitirelim. Anlaştık ve öyle yaptık. Bu gizli görüşmede yanımızda bakanlıktan birer kişi ala­ caktık. Anlaştığımız noktalan yazıya dökeceklerdi. Ben şimdi Paris büyükelçisi bulunan Sayın İlterTürkmen'i al­ maya karar verdim. Buluşmanın yapılacağı köye ilk önce o gide­ cek ben de ülkemde hastalanacak ve ortadan kaybolacaktım. B a­ kanlıktan harcırah almayacaktık. Masraflarımız örtülü ödenekten karşılanacaktı. Gün ve yer kararlaştırdık. Sayın Türkmen'i gön­ derdim. Benim de gizlice hareket edeceğim gün, Pipinellis'in ölüm haberi geldi. Hazırlık suya düştü. Yazık oldu. Allah isteme­ di.

383


Başbakanlar Görüşmesi Ve A miral Tumbas Yunanistan'da Stephanopulos başbakanken Türkiye'de dışiş­ leri bakanı oldum. Komşumuz da sağcılar ve solcularla koalisyon yapmışlardı. Thrimikos partisinin genel başkanıydı. Eskiden sol­ cuydu. Hem başbakan yardımcısı hem de dışişleri bakanıydı . B u zat yeni bakan olduğunda Kıbrıs sorunu Birleşmiş Milletler'de görüşülürken Yunan heyetine başkanlık eden dışişleri bakanıydı. Thrimikos Birleşmiş Milletler asamblesindeki Türk tezini benimsemeyen karardan sonra benimle görüşmek isteyen Mitço­ takis e : '

" Thri ınikos iş başında kaldıkça Türkiye ile gürüşmeyi unutun," dediği m adamdı r. 1 965 yıl ından 1 967'ye kadar Yunanistan siyasi bunal ım için­ de yaşadı . Bunun sebebi Kıbrıs sorunuydu. Yunanl ılar ENOS İ S i stiyor ba şta Türkiye Sovyeıler ve konuyla ilgil i olan bazı dev­ letler buna razı olmuyorlardı. Sonradan bu mesele koalisyonun dağıl masına neden oldu. 1 1 Nisan 1 966 tarihinde Thrimikos istifa etmek zorunda kaldı yerine Jorınis Tumbas dışişleri bakanı oldu. Bu zat emekli aıniraldi. Kahramanlığı i le ünlü bir askerdi. İ kinci Dünya Savaşı'nda kumandasındaki amiral gemisi isabet almış, yansı yok olmuştu. Ya rı m ka l an gemisini pireye kadar getinneyi başam11şıı. Bu savaşçı eski asker be nimle ilk görüşmesinde üzerimde çok ol umlu bir eki bıraku. 14 aydan biraz fazla süren bakanlığı sıra­ sında hiçbi r yanlış hareketini gönnedim. Daima dürüst kaldı. Bi r askere gösterilen saygıyı kötüye kullanmadı. Kendisiyle Kıbrıs işini müzakere ve konuşmayı sürdüm1eye başladık. Türkleri tat­ m in etmeden ENOS İ S'in gerçekleşmeyeceğini anlamıştı. Bi r gün beni Paris'te baş başa görüşmeye çağırdı : " İ ngilizlerin işgal ettiği üsleri alır v e size verirsem Ada'nın geri sini bize bağlamaya razı olur musunuz?" dedi. Yanımızda hiç kimse yoktu. Teklif resmi değildi. Buna rağmen : "Yani ENOS İ S teklif ediyorsunuz. Bu, Ada'nın taksimi de­ mektir. Achesson planı bile daha cömert davranmıştı . İ ngiliz üs,

384

,


leri Kıbns'ın ancak yüzde 5 civarındaki toprağını teşkil eder. Bu­ nu çoğaltacak ne gibi önerileriniz var. Biz federe bir devlet olsun diyoruz. Federasyonu kabul ederseniz coğrafi bütünlükte ı srar et­ meyiz," dedim. Bunun üzerine resmi heyetler halinde m üzakere başladı . O za­ manlar NATO merkez karargahı Fransa'daydı . Her fırsatta bulu­ şuyor, konuşuyorduk. Bir sonuca varamadan Yunanistan'da de­ mokratik rejim kesintiye uğradı ve Albaylar Cuntası bir askeri darbe yaparak yönetime el koydular. Seçimle gelmiş iktidarla Kıbrıs çözümü konusunda aldığımız yol da tekrar geriye dönmüş oldu. Yüksek mahkeme yargıçlarından Colias (Kolyas) başbakan olmuştu. Yunanlılar dosyalan karıştı rmışlar, Amiral Tumbas'la yaptığımız görüşmeleri bulmuşlardı. İki başbakanın bir araya gel­ mesinde ısrar ediyorlardı. Her zaman böyle olur. Darbelerden sonra iktidara geçen as­ kerler zayı fladıkları süreçlerde geçici başarılar arayarak yerlerini k uvvetlendirmek isterler. Yunanlılar da ENOS İ S'i gerçekleştirip h ı z almak istiyorlardı. İyi hazırl anmamış bir başbakanl ar toplan­ tısının ters etkileri olacağını söyleyerek kendilerini caydı rmaya çalıştı k. Sayın Dem irel gitmek istemiyordu. ENOSİS'ci cuntanın başbakanıyla konuşmaktan bi r şey çıkmayacağını düşünüyordu. Fakat Yunanlılar üstümüze düştüler. 1 967 yılında görüşmeyi ka­ rarlaştırdık. Başbakanların görüşmesi iki bölümde gerçekleşe­ cekt i . Görüşmenin ilk bölümü Keşan'da başlayacak i kinci gün De­ deagaç'a geçilecekti. Başbakan Demi rel'le bi rlikte Yunan heyetini Trakya'daki köprü sınınnda karşıladık. Demirel Başbakan Col ias'la ben de cuntanın kuvvetli adamı Papadopulos'la birlikte otomobillere bindik. Yol boyuna bizim komando askerleri dizilmişti. Askerler iri cüsseliydi. Donanımları N ATO standartl arındaydı. Papadopulos bir asker olarak şaşırdı ve bana şunları söyledi: "Sizin bütün askerleriniz bunlar gibi mi?" dedi. Benim de ce­ vabım "Keşan'da bunlar var. Ama bilesiniz ki bizim ordumuz ba­ kımlıdır," oldu. 3 85


Orduevi ne gittik. Mutat ikramdan sonra müzakereler başladı. İ lk sözü Colias aldı. Cebinden bir kağıt çıkardı ve okudu. Oku­ duğu yazının özü şuydu: "Yunanistan'la Türkiye dost geçinmeye mecbur iki ülkedir. Tarihte gayet iyi i lişkileri olmuştur. Bunları bozan sorunların ba­ şında Kı brıs geli r. Ada Yunanistan'a bağlanırsa bütün pürüzler hallolur. B unu söylemeye geldim," dedi. Kağıt okundukça iki ta­ rafın üyeleri de renkten renge giriyordu. Biz Kıbrıs işine çözüm bulmaya gelm iştik. Yunan başbakanı açıkça ENOS İ S tekli f edi­ yordu. Sözü Demirel aldı. "Çok iyi başladınız. Söyledikleriniz doğrudur. İ ki devlet de dost yaşamaya mecburdur. Kıbns sorunu aram ızdaki anlaşmaz­ l ıklann kil il taşıdır. Bu çözülürse öbürleri hal yoluna girer. Ada Yunanistan'a alu yüz mil, Türkiye'yc kırk m i l uzaktadır. Bağla­ m ak söz konusu ise Türkiye'ye daha çok yaraşır. Biz buraya Ada'yı herhangi bir devlete ilhak etmek için gelmedik. Aramızda­ ki pürüze çare bulmak istiyoruz. Sizin niyetinizin ENOS İ S oldu­ ğu bir kere daha anlaşıldı. Bunu müzakere edemeyiz, tartışama­ yız. Konuşmamız bitmiştir," dedi. Bize de işaret elli. Müzakere salonundan çıkuk. Toplanu fiyaskoyla son bulmuştu. Aşağıda ga­ zeteciler bekliyordu. Onlara ne diyecektik. Bunları konuşurken Ankara'daki Yunan büyükclçisi görüşmek i stediğini bildirdi. De­ mirc i " Buyursunlar," dedi. Elçi geldi : "Büyük bir yanl ışl ı k var. Anlaşmazlı k içindeyiz. Kasumız ENOS İ S değildir. Biz de sizin gibi düşünüyoruz. Müzakereye de­ vam edelim," dedi. Ben ve Leknisycnlerim elçinin tarafını tuttuk . Sayın Demircl'i güç halle ikna ellik ve müzakere yeniden başladı. İ kinci defa başlayan Keşan görüşmesi iki saat kadar sürdü. B u kez tezler ortaya atıldı. Ve ertesi gün program gereği Dcdeağaç'ta müzakerelerin de­ vamına karar verildi. Ertesi gün biz Keşan'dan Yunan topraklarına, Dedeağaç'a geçtik. B izi karşıladılar. Dedeağaç'a geldik. Yolun iki yanına da halk dizilmişti. Demirel toplantı yerine gitmeden otomobilinden indi. Biz de kendisini izledik. Çarşıyı yayan geçtik . Dcmirel'e ve 386


Türk heyetine sempati gösterisinde bulunuluyordu. Demi rel ve biz de mukabele ediyorduk. İ kinci günkü konuşmalardan da bir sonuç alınamadı. Uzun tanışmalardan sonra sözü Demi rel aldı: "Anlaşamıyoruz. Bunu bildiğim için toplantıya tereddütlerle geldim. Size pozisyonumuzu anlattım. Bundan bir adım geri veya i leri gidemeyiz. Kıbrıs işi Türklerin mill i davasıdır. Sizden ricam maceraya girişilmcmcsidir. B i r emrivakiye tepkimiz sert olur. Bunu bel i rtmek isterim," dedi ve ayağa kalktı . Ben söze girdim. "Gazeteciler bekl iyor. Ortak bildiri ne olacak?" Sayın Demirci. "Onu Yunanlı meslektaşınızla birli kte hal lcdiniz," dedi ve çıktı. Colias ve Papadopulos da kendisini takip ettiler. · Biz Economu Gras'la kaldık. Cebimden bir kağıt çıkardım. " B izim ortak bildiri önerimiz budur. Sayın başbakanımız konuş­ mayı biti rdiğine göre ya bunu kabul edersiniz ya da herhangi bir ortak bi ldiri yayımlanamaz," dedim. Yunan dışişlcri bakanı eli mden kağıdı aldı. Baştan aşağı oku­ du ve şunları söyledi : " B u meti n çok iyimser yazılmış. M üzakereler böyle bitmedi ki. Tartışal ım." Ben tekrar cLLim : "Tartı�maya giremem. Ya bunu kabul edersiniz ya da ortak bildi ri yayımlanamaz. Muhatabım " Bi ze ültimatom mu verili­ yor'? " diye söylendi ve kağıdı alarak Papadopulos'la görüşmek için dışarı çıktı. B i r süre sonra döndü " M e t n i aynen kabul ediyo­ ruz," ded i . Basına veri lmek üzere metni imzaladık. İşimiz bitmişti. Ben de dışan çıktım. M üzakereleri bir plaj te­ sislerinde yapıyorduk. Önümüz denizdi. O gece orada bir eğlence yapılacakm ış. Davetliler çoktan gelmiş, plaj ın dışında sıralan­ mışlardı. Colias davetliler arasında bulunan eşini getirip Dcmirel'c takdim etmiş. Bana da tanıttı. Kara-kuru Colias'tan da­ ha kısa boylu çi rkin bir madamaydı . Takdi m ederken " Kı rk altı yıllık eşimi size tanıtıyorum," dedi. Hanımın yüzüne baktı m . El­ li yaş tenzil ettim. Gene geride bir şey kal m ı yor. Döndüm Colias'a " iyi tahammül etm i şsiniz," dedim. Fransızca konuşuyoruz. 387


Fransızcası " An Compaend que Vous avez been resistez." Bi­ raz lastikli. Mukavemet ve dayanma sözcüğünü birlikte kapsıyor. Meğer Sayın Dcmirel'e ben içerde metni tartışırken Yunan rakısı olan Uzo teklif etmişler, reddetmiş. Demi rel bana ne söylediğimi sordu. Açıkladım. Bir kahkaha attı. Ve Colias'a İ ngilizce " Demin istemediğim rakıyı şimdi lütfeder misiniz?" dedi. Oturduk, ortak bildirinin yazılmasını bekledik. o

Dcdeağaç buluşmasından sonra Ankara, Adana ve Viyana'da çeşiLli görüşmelerle Kıbrıs'a çözüm aradık. Yunanlılar Dedeağaç başarısızlığını gidermeye çalışıyorlardı. Bu arada gündeme iki ülke arasındaki ilişkiler girdi. Eğitim meselesini ele aldık. Bir eğilim bir de kültür işbirliği anlaşması yapıldı. Beşli sınır görüşmeleri cereyan etti.

Ada'ya Müdahale Kararı Aldığımız Gece Yıl 1 967 ... Bir sonbahar günü akşamı. Dcdeağaç görüşmeleri üzerinden iki ay geçmiş. Dışişleri Bakanlığı'ndaki makamımda oluruyorum . Kıbrıs'ta GeçiLkale ve Boğaziçi köylerine doğru General G ri­ vas'ın kumandasındaki mumazam Yunan birliklerinin saldırıya geçtikleri haberini geLirdiler. Durum nazikti. Söz konusu olan köylerde Türkler yaşıyordu. Güçleri saldırı­ ya geçenlere karşı gelmeye yeLmezdi. Çauşma olursa Lopluca yok olmaları mukadderdi. Vakit akşama yaklaşıyordu. Yunan büyükelçisini Bakanlık'a çağırarak derhal askerlerin ve General Grivas'ın geri çekilmelerini istedim. Hiçbir şey bilme­ diğini; Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ayrı bir devlet olduğunu, Yuna­ nistan'ın önerisine uyup uymayacağım bilemediğini söyledi. Za­ ten hep böyle yaparlardı. Kimi zaman Kıbns'La olanlara sahip çı388


karlar, işlerine gelince Kıbrıs Rumlarının bağımsız devlet oldu­ ğunu ileri sürerek işin içinden sıyrılmaya çalışırlardı. B i r tertip k arş ı sınd a olduğumuz anlaşılıyordu. Kıbrıs cumhuriyetinin Ankara'da temsilcisi yoktu. Sayın De­ mirel B akanlar Kurulu'nu olağanüstü toplantıya çağırctı. Biraz A köye girsonra korktuğumuz başım ıza geldi. Grivas'ın kuvvctle r diler. Türlü cinayetlere giriştiler. Kendini savunmaktan yoksun masum insanlara saldırdılar. Onları topluca öldürdüler. 19 kişi katledildi. Bir ihtiyarı üzerine benzin dökerek yaktılar. Anayasa­ nın dışına çıkılmış ve müdahale hakkı doğmuştu. Ortada meşhut suç vardı. Cinayetler yapılmıştı . Dökülen kardeşlerimizin kanıy­ dı. Bakanlar heyecan içinde müdahale kararının alınmasını bekli­ yorlardı. Sayın Demirci son derece üzgün olmakla beraber soğuk­ kanlılığını elden bı rakmıyordu. " Müdahale karan alacağız Fakat bir kere de askerlerin görü­ şünü alalım. Sayın genelkurmay başkanına ve kuvvet kumandan­ lanmıza haber yollayalım," dedi. Telefon etlik. Genelkurmay başkanı rahmetli Cemal Tural'dı. Yanına, kara, hava ve deniz kuvvetleri kumandanlarını ala­ rak, Başbakanlık'a geldi . Hepim izi askerce selamladılar. Başbakan 'kendileıine hitap etti : "Kıbns'ta olup bitenleri biliyorsunuz. Müdahale karan almak zorundayız. Türklerin topyekun katliamını başka türlü önleme olanağı bulamıyoruz. Yapacağımız harekat şimdiye kadar olan­ lardan farklıdır. Denizden girip Kıbns'taki çekirdek kuvveUmizle buluşacağız. Amfibi harekatı kolay değildir. Bu konudaki planla­ n mızı uygulayabilecek m isiniz?" diye sordu. Sayın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural başba­ kana hitaben şu açıklamayı yaptı : "Ordu, hükümetin emrindedir. Hiçbir şeyden çekinmeden is­ tediğiniz karan alınız. B ize verilen görevi başarıyla yerine getire­ ceğiz. Az zayiat vermeye çalışacağız. Planlanınız hazı rdır," dedi. Sayın Demirci aldığı bu cevap üzerine bana Paşaları odanıza götürünüz, istirahat buyursunlar. Karan beklesinler," dedi. Merhum Cemal Tural ve arkadaşlarıyla beraber Bakanlar "

389


Kumlu'nun toplandığı salonun yanındaki Dışişleri Bakanlığı ma­ kamına geçtik. Vakit gece yansını geçiyordu. Kendilerine simit, kaşar peyniri ve çay getiri lmesini söyledi m ve yeniden Bakanlar Kurulu toplantısına geçtim. "Anayasa'nın ihlali sonucu müdahale hakkımızın doğduğun­ da anlaştık." Her şeyi göze alarak Ada'ya kuvvet çıkaracak. soy­ daşlarımızın canını, malını koruyacaktık. Bakanlar Kurulu'nun vardığı onak sonuç buydu. Dışarıda gazeteciler bekliyorlardı. Alınan karan onlara açıkladıktan sonra paşaların yanına gittim . Bakanlar Kumlu'nun vardığı sonucu onlara da bildirdim. " H ayırlı olsun,'� dediler. Kendi le rine sordum. "Harekat ne zaman başlayacak" Cemal Tura! rahmetli ; " E n a z bi r hafta o n gün sonra," cevabını vetdt Şaşı nnıştım . Türkiye gibi büyük bir devletin beş altı yüz bin nüfuslu, kendini savunmak için uçaklan ve ordusu bile bulunma­ yan Kı bns Rum Yönetimi gibi küçük bir ülkeyle savaşmasına karşı çıkanlar çok olacaktı. Başka devletlerden özellikle Batı'dan tepki gelecekti . Garanti anlaşmasındaki hakkımızı kull�mdığımı­ zı Ada'da yaşayan soydaşlarımızın can güvenliği söz konusu ol­ dugunu anlatmakta güçlük çekecektik. Dünyada yalnız değildik. Bu düşünceleri di le getirdim. " Haberi şimdi kapıda bekleyen gazetecilere duyurdum. Bir hafta on gün bütün dünya Türklerin Kı bns'ı dövmesini bekler mi? Karara karşı çıkanlar çok olacaktır. Bunların ağzı nasıl kapana­ caktır?" dedim. Orgeneral cevap verd i : "B ize n e zaman harekete geçeceğimizi değil, hazır olup ol­ madığım ız, başarıya ulaşıp ulaşamayacağımız soruldu. Cevabı­ mız ona göreydi . Söylediğiniz sakıncalar siyasidir. Biz politikay­ la uğraşmayız. Verilecek görevi başarıyla yapacağımıza söz ver­ dik. Türk ordusunun silah kaynağı ABD'dir. 'NATO, saldın değil savunma i ttifakıdır' diye bize çıkarıma gemisi vermiyorlar. 'Bun­ lar hücum silahıdır,' diyorlar. 390


Aynı zamanda Türk ordusunun komando erleri dağınık yer­ lerdedir. Bunları seçmek ve K ıbns'a hareket limanı olarak sapta­ nan Mersin'e taşım ak da zaman alır. Elimizde tek çıkarıma gemisi yok. İstanbul'dan araba vapur­ ları, altı düz m avnalar getineceğiz. Erleri onlara bindireceğiz. Bu araçların Mersin'e gelmesi, hava şanlarına göre bi r hafta veya on güne bağlıdır. Karar veri ldiğine göre hemen harekete geçeceğiz. Ordu em rinde helikopterde yok ki işe derhal başlayalı m . Topu to­ pu yedi helikopteri m iz var. Onların da ikisi yedek parça yoklu­ i!;undan yatıyor, i şlem iyor." Orgeneralin sözlerine susmaktan başka verilecek cevap yok­ tu. Tekrar Bakanlar Kurulu'na dönmeye hazırlanıyordum ki tele­ fonla yundışından arandığımı haber verdiler. Aray an Kanada Ha­ riciye Nazı n S ayın M anin'di. Kendisi dostumdu. Kısa boylu ağır­ başlı bir devlet ad am ıydı . "Çağlayangil! Verdiginiz kararın doğru olduğuna inanm ıyo­ rum. Siz Kıbrıs'a asker gönderirseniz, Yunanistan tx)Ş durm az. Zaten Ada'da 1 5000 askeri var. İki N ATO devleti arasında Akdeniz'de çıkacak bir savaş; Üçüncü Dünya Harbi'nin başlangı­ cı olacaktır. Buna sizin de razı olacağınızı sanm ıyorum. Ne yapar­ sanız yapın. Bu müdah::ıleden vazgeçin. Sizden ba si ret beklediği­ mizi söylemek için telefona sarıldım," diyordu . İ l k önce gecenin geç saatinde olayın bu kadar ça bu k nası 1 du­ yulduğuna şaşırdım . Sonradan aradaki saat farkını ve o rad a h:'.ila akşam olduğunu düşündüm . Ne de olsa olay çok hızlı duyulmuştu. S on rad an öğrendiğime göre haber dön dakika içinde dünyaya yayılmış. Korktuğumuza uğramıştık. Kanada Dışişleri Bakanı Sayın Manin'e şu cevabı verdim : "Anık çok geç. Sizin de bu kadar insanınız ölse, ihtiyar bir soydaşınızın üstüne benzin dökülüp yakılsa, sanıyorum ki aynı karan alırdınız. " Muhatabım yine de basiret tavsiyesinden kendini alamadı. Bakanlar Kurulu salonuna giderek genelku rm ay başkanının sözlerini Sayın Demirel'e naklettim . Çok üzüldü. Bununla bera­ ber hazırlıklara devam edilmesini kararlaştırdı ve hemen talima391


tını verd i : " B u sefer helikoptersiz çıkarına yapacağız. Fakat b u devletin çıkartma gemisi olmalıdır. Elde bulunswı. Derhal işe başlayalım . Y ü z tane çıkartma gemisini kendi tersanelerim izde, yarından i ti ­ baren tezgaha koyalım. Peyderpey yapılsın. Gerekli talisisan ben bulacağım . " Sonra bana döndü: "Fransa'dan mı olur, İtalya'dan mı olur, hangi devlette bulur­ sanız helikopter satın alınsın. Siz de yardımcı olunuz. Ordu ne ka­ dar çabuk helikopterle teçhiz edilirse, caydırıcılığımız o ölçüde artırılacaktır." Bu olay ve talimat, sonradan Başbakan Sayın Ecevit'in işine yaradı, Demirel'in o günkü emriyle kazanılan 1974 çıkannası bu araçlarla yapıldı . . . Benim B akanlar Kurulu odasına gidip, müdahalenin b i r haf­ ta, on gün gecikeceğini söylemem bir tartışmamn kapısını açmış­ tı. B i r grup bakan arkadaşımız hemen Kıbns'a çıkılmasını istiyor­ l ardı. Devletlerden telefonlar yağıyordu. Ya!Jancı dostların tümü arıyordu. Çoğu NATO üyesiydiler. Bunlar kararın yeniden göz­ den geçirilmesini istiyorlardı. Bu arada Washington'dan bir haber geldi. Telefon eden Amerika Dışişleri Bakanlığı'nın yüksek bir mensubuydu. B aşkanın bir temsilcisinin yola çıkmak üzere oldu­ ğunu, Türk hükümetinin bunu kabul etmesi nin, temsilcinin Sayın Syıus Vance olacağını o gelmeden müdahale kararının u ygulan­ m amasını rica ediyordu. İ lk akl ımıza gelen yeni bir "Johnson M ektubu" yla karşı karşıya olup olm adığımız sorunuydu. B ize ve­ rilen güvenceye göre böyle bir durum gözükmüyordu. B aşvekile danıştım ve hükümet adına Syrus Y ance'nin gönderilmesin i ka­ bul etmiş olduk. Zaten çıkarma gemileri elde olmadığına göre oyalanmak, dikkatleri başka yöne çekerek vakit kazanmak gere­ k i yordu. Sayın Demirel üzgündü. Bakanlar Kurulu toplantısından B aş­ bakanlık makamına geçmişti. B ütün sorumluluk kendisindeydi. B i r aksilik çıkarsa baş sorumlu kendileri olacaktı. Tehlikeli bir adım atıyorduk. Ateş her tarafa yayılabilirdi. Syrus Vance telefon mutabakatımızdan yinni saat sonra ·

392


Türkiye'ye ayak bastı. Uçak'tan indi. Doğruca Dışişleri Bakanlıığ'na geldi: "Size mektup falan getinnedim. Kimseni n NATO silahlannı kullanam azsınız dediği de yok. Yalnız bir sorum var: Yunanistan kanşsa da, kanşmasa da m uhtemel bir çatışmanın galibi siz ola­ caksınız. İ bre sizi gösteriyor. Ada'ya çıkacaksınız. Çıktıktan son­ ra ne yapacaksınız? Savaşı bile gözünüze aldığınıza göre niyeti­ niz nedir?" dedi . Kendilerine bu soruyu Yunanlıların da sorduğunu söyledim ve onlara verilen cevabı tekrarladım : "Grivas'ın Ada'dan çıkmasını istiyoruz. Kıbrıs Cumhuriyeti ayn ve bağımsı z bir devlet olduğuna göre, bir Yunan generali na­ sıl Türk köylerine Yunan askerleriyle hücum edebilir? Bu bir. Londra ve Zürih amlaşmaları ortada. İngiliz, Türk ve Yunan dev­ letleri Ada'nın bağımsızlığını garanti etmiş. Dış saldm ya karşı so­ rumluluk onlara ait. Kıbns Cumhuriyeti ancak iki bin kişil ik bir ordu kurabilir. Onun d a yüzde otuzu Türklerden oluşuyor. Hal böyleyken Yunan hükümeti, bando m ızıkayla herkesin gözleri önünde Kıbns'a on beş bin kişilik birordu sokuyor. Bu durum ant­ l aşmalara sığmaz. Yunan askerleri derhal Ada'dan çıkmalıdır. B u i ki . . . M akarios antlaşmalan ihlal etmiştir. Y i rm i sekiz bini aşan bir Rum m u kavemet teşkilatı kurdu. Bunlar da hemen dağılmalı­ dır. Bu üç . . . " dedim . Syrus Vance: " İstedikleriniz gayet makul şeyler. Biz bunları sağlarsak mü­ dahaleden vezgeçecek m isiniz?" diye sordu. "Biz barışçı insanlarız. Keyif için savaşmayız ki? Ama Yuna­ nistan bu işe yanaşmıyor," cevabını verdim. Amerikalı: "O halde bize zaman tanıyın. Uçak emrimizde. B en gidip iste­ diklerinizi barış içinde sağlayayım." Sonradan ABD'leİine hariciye nazın olan bu zatın o zamanki çalışmaları unutulamaz. H astaydı. Bel fıtığından acı çekiyordu. Demir korse giyiyordu. Ö yleyken sorunu barışçı yoldan çözmek için bir mekik diplomasisi başlattı . Bu konuşmamızdan sonra hemen Atina'ya uçtu. Ertesi gün ge­ ri döndü. 393


" Yunanlılar bütün isteklerinizi kabul ediyor. Zaten Grivas'a dönmesi için emir verilmiş. Şimdiye kadar belki de geri dönmüş­ tür. Ada'dan askerlerini geri çekmeye de razı oluyorlar. Yalnız di­ yorlar ki; bu iş böyle ültimaton altında yapılamaz 'Anlaştık' diye ilan etsinler. Hazırlıklannı durdursunlar. Mersin'deki savaş gemi ­ leri üslerine dönsün öyle çekile l i m ." Türkiye hazırlıkları durdurma teklifini kabul etmedi. Anka­ ra'daki Yunan büyükelçisinin zamanında uyanldığını söyledi . Syrus Yance tekrar Atina'ya uçtu. Dönüşünde; "Yunanlılar bütün şartlarınıza razı oldular. Askerlerine de ge­ ri dönme talimatı verildi. İ lk kalile gemilere binmek üzere," dedi . Syrus Yance'a bir soru sormak ihtiyacında olduğumu söyle­ dim ve şunu sordum: "Ya Makarios'un antlaşmalar dışı kurduğu mukavemet teşki­ latı ne olacak?" Syrus Vance bana Daha işim bitmedi. Şimdi Lefkoşe'ye bu sorunu da halletmeye gidiyorum," dedi. Bir süre sonra Syrus Vance Kıbn s'tan beni telefonla aradı. "Le lkoşc'ye geldim . Cumhurbaşkanının sarayındayım. Makarios'la bir türlü konuşamı yoruz. Jetleriniz tepenizde uçuyor. Gürültü ve panik tarif edilebilir gibi değil. Bari iki saat ara verin de konuşalım ... Telefonla Hava Kuvvetleri Komutanı İ rfan Tansel Paşa'yı aradım. Buldum. Uçuşun geçici olarak durdurulmasını rica ettim . Aradan çok geçmeden Lelkoşe'den teşekkür telefonu aldım. " Syrus Vance Lelkoşe'de Makarios'la görüştükten sonra Türkiye'ye döndü. Makaıios da b i zi m şartlanmızı kabul etmiş. Yalnız Türklerin de aynı biçimde silahlandığını söylemiş: "On! ar kaldı rsın ben de mukavemet teşkilatını dağı tınm," de­ m iş. B u teklifi cemaatimizin lideri Dr. Fazıl Küçük'e aktardık. Fa­ zıl Küçük'ten şu cevabı aldık: "Şimdi Türkiye ayaklandı. Tehlike yok Hayat normale dö­ nünce biz yine Rum çoğunluğunun insafına kalınz. Siz gelinceye kadar da bizi öldürürler. Mücahitlerimiz sekiz bin civarındadır. Onlar da o sayıya insinler." "

"

.

394


Syrus Vance yeniden Kıbns'a döndü. Makarios'la görüştü ve bize kendisinden şu cevabı getirdi: "Bu konu aram ı zd a konuşarak çözülür. M ü za kereyi kabul ediyorum . " O zamana kadar Kıbns'ta toplumlararası görüşmeler yoktu. Türklere kendi hükümctinc başkaldıran asilcr olarak bakılıyordu. Şimdi taraf olmuşlard ı . Kendileriyle durum tartışılacaktı. Böyle­ ce bi r aşama daha elde cdi im işti . S ıcak hareketle varmak istediği­ miz hedeflere ulaşmıştık. Vakı a bu arada da hazı rlıklar sona er­ miş, Ada'ya çıkarma olanağı doğmuştu ama, müdahalenin de ne­ denleri ortadan kalkmıştı . Bu durumda sıcak bi r hareketi başlata­ rak Ada'ya asker gönderirsek dünya kamuoyu önünde kusurlu biz olacaktık. Ona rağmen muhali f partilerin bazıları direniyor, bu kadar masraf edilmiş ve hazırlıklar tamamlanmışkcn harekete geçilme­ sini istiyorlardı. Bu durum karşısında Sayın Demi rci tüm muhalefet partileri­ nin katılacağı bi r toplantının çağnsını yaptı. Parti liderlerinden Osman Bölük başı, Ekrem Alican ve Ahmet Oğuz da bu toplanuya parti lerini temsilen katıldılar. Ana muhalefet partisini de rahmet­ li İnönü temsil ediyordu. / Başbakan durumu ve g(:i işmclcri anlattı . En küçüğünden baş­ layarak muhali r p:.ıni lcr� n fikir sordu. İnönü'ye gelene kadar di­ ğer partilerin lidcrlcri}1İn tümü "verilen karar u ygulanmalı" fik­ ri nde birleştiler. O gj.in rahmetli İnönü'nün birjestine tanık oldum . İnönü bu olaya şöyle yaklaşıyordu: "Ben askeri µ{ Amfibi harekatının, g i ri şen için ne kadar zor olduğunu bilirifrı. Zayiatımız fazla olacaktır. Devlet istediğini el­ de etmişti r. Kararda ısrara lüzum >'Oktur." Her zaman söyleri m . Sayın lnönü gündemde konu devlet olunca partici değildi. Cum huriyet Halk Partisi'ni de arkasına alınca hükümet başka­ nı müdahaleden vazgeçti. Grivas Ada'dan çıktı. Yunan askerleri Kı brıs'tan geri çekildiler. Kıbns'ta toplumlararası görüşmeler başladı. Fakat anl aşmazl ı k çözül em edi .

395


Şimdi Ne Yapmah? Kıbrıs'la ilgili devletler tarihin içinde kördüğüm olmuş bu i li şkiler yumağını nasıl çözmelidir? B u gün sürmekte olan bu du­ rumda nasıl davranmalıdır? Sorunun en kritik yönüne geldik. Anlaşmazlığın can alınacak noktası bence buradadır. Her ne­ denin gerekçeleri öneml i ama, hiçbiri çözüme yetmi yor. Konuya 1 950 seçimlerinin hemen peşinden başlam ıştık. Ara­ d an k ı rk yıl geçti. Türbelinas'taki subay emeklisi: " Ada günün bi rinde devletin başına öyle gaileler açacak ki, al­ tından zor kalkacağız," demişti. Ö yle oldu. O zamanlar Kıbrıs'ın sadece lafı vardı. Bugünse ulusl ararası çetin bir sorun halini aldı. B u sorunla yıllardır beraber yaşıyoruz. 1960 yılında Londra ve Zürich antlaşmaları yapıldı. Ada'nın dış savunmasını, İ ngiliz, Türk ve Yunan devletleri üstlendiler. Çıkacak problemler önlene­ med i . M akarios zorladı. Kanlı Noeller'e, soykırımlarına girişti. N e salam pol iti kası işe yaradı, ne d e çevrilen dalavereler! .. G ri vas'ın ataklan d a boşa gitti. Y unanistan'ın Ada'ya antlaşmalar dışı soktuğu on beş bin kişi­ lik ordu bir iş göremedi. 1 967 bunalımı bile kar etmedi. 27 M ayıs'lar, birçok defalar giri şilen ama gerçekleştirileme­ yen d arbe teşebbüsleri , 1 2 Eylül'lerden yararlanmak istedilerse de başarı l ı olamadılar. Yunanistan, Birleşmiş Milletler'i kullanmak istedi . Türlü oyunlara başvurdu. Oldubittiler yaratmaya çalıştı . Olmadı. Türkiye, konuya banşçı yollarla yaklaştı. Türk ve Yunan dışişleri bakanlan arasında, çeşitli yerlerde, değişik tarihlerde görüşmeler yapıldı. B aşbakan Sayın Demirel, Keşan ve Dedeağaç'ta Kolyas'la B rüksel'de Karamanlis'le buluş­ tu. Sonuç alamadılar. Elde yeteri kadar ders alınacak geçmiş kaldı. Bunlara dayana­ rak tara fların ne yapmaları hakkındaki düşüncelerimizi söyleme­ ye çalışacağız. 396


Yalnız, her şeyden evvel Kıbrıs meselesinin bugün ne durum­ da bulunduğunu belirtmek islerim: AnJaşmazlık ilk bakışla sadece Ada üzerinde yaşayanları il­ gilendiren bir "iç mesele" gibi görünür. Karşımızda iki ayn ecnik grupcan oluşan bir copluluk vardır. Türk ve Rum cemaacleri, sos­ yal ilişkilerinde gayec rahac ve anlayışlıdı r. Bi reyler arasında dostluklar kurulur, beraber yiyip, içmeler olur. B irbirleriyle iyi geçini rler. Sıra, yönetim ve belediye işlerine gelince iş değişir, anlaşamazlar. İ ki taraf da kendi örf ve adetlerine göre davranmak i sterler. A ralarında din farkı vardır. Biri Müslüman, öbürü Hıristi­ yandı r. Tartışmalar eksik olmaz. Bu görüş farklan nı n değişik nedenJeri vardır: Bir kere Rumların sayısı çokcur. Yönetimde ve belediye hizmetlerinde son sözün kendilerinde olmasını bir hak olarak görürler. Türklerse azınlıkla olduklannı kabul elmekle beraber, " Madem ki, genel nüfusun yüzde I O'unu geçiyoruz biz de cemaat haklarına m al i k bir Loplumuz. İ kinci sı ­ nıf insan değiliz," derler. Ada'nın Larihi geçmi şini karışlı n rlar, alal arının uzun ve kanlı seferlerle, büyük özverilerle bu loprakları Yenedik şövalyelerinin elinden aldıklarını savunurlar. Siyasi eşitlik iscerler. İ ngilizler Ada'ya hakimken düzen iyi kötü gidiyordu. Günü geldi onlar cihan imparatorluğu sevdasından vazgeçmeye mec­ bur kaldılar. Kendi yurtlarına çekilmeyi kararlaşllrdılar. Ada'dan ay n lma yı planladılar. Anlaşmazlık bir noktadan sonra Kıbrıs'a kimin sahip olacağı meselesinden çıktı. Türkler Ada'yı İngilizlere bırakmışlar. Her türlü haklarından Lozan Amlaşması uyarınca vazgeçmişlerdi. Rumlar sayılannın çokluğuna dayanıyor, Türklerin Kıbrıs'ta hiçbir hakkının kalma­ dığını savunuyor, Ada'nın yeni sahipliğin i kendilerine yakıştırı­ yordu. Hedeneri ENOS İ S'ti. Buna karşılık Türkler, haklanndan lngiltere lehine vazgeçildiğini belirterek, Ada üzerinde yabancı egemenliği son bulacaksa kendilerinin de tarihi haklarının geri geleceğini savunuyorlardı. Anlaşamadılar. Kıbrıs'ta yerli bir halk, bir Ada m illeti yoktu. Anadolu'dan gelme Türkler ve Yunanistan'ın uzantısı Rumlar vardı. Türkler 397


"Ya Taksim, Ya Ölüm", R umlar "ENOSİS" sloganlarıyla mey­ danları doldurdular. Sclanik'te Atatürk'ün doğduğu eve bombalar atıldı. 6-7 Eylü l olaylan yaşandı. Türlü karı şıklıklar göründü. Sonunda Kıbrıs Cumhuri yeti doğdu, ama antlaşmaların bu devlete hayat veren maddelerinden başka hiçbir kuralından eser kalmadı. G aranti Antlaşması , Türkiye Cumhuriyeti'nin zoruyla ayakta kaldı . Rumlar, Zürich'te kurulan düzeni yıktılar. Kendile­ rini denetleyen yabancı Yüksek M ahkeme'yi, Türk milletveki lle­ rini, memurları kovdular. Türklerin asi olduklarını i lan ettiler. B u davranı şlarıyla anlaşmazlı ğın içinden sıyrılacağını, ENOSİS'i kuvvet yoluyl a gerçekleşti receklerini sandı lar. Kıbrıs Türkleri oldubittilerden ve bu badirelerden başta kendi cesaret, sabır ve özverileri sayesinde kurtulabilmişlerdir. Eğer bugün " Kuzey Kıbrıs Türk Cumhu riyeti" diye liili bir varlık mev­ cutsa, Ada Türkleri ayakta durabiliyorlarsa bunu her şeyden evvel kendi dayanma güçlerine borçludurlar. Evet, Türkiye her zaman arkalarındayd ı . Muhtaç oldukları desteği anında eksik etmiyordu. Yalnız K ı brı s Türkleri gerektiğinde d�yanmasını bi ldiler. Her şe­ yi göze aldılar, varl ıklarını korudular. Ozverileıini önemle ve tak­ dirle beli rtmek isterim. Bugün geçm işe oranla çok rahattırlar. Kendi evlerinde yaşı­ yorlar, kendi yönetimlerini sürdürüyorlar. M akarios'la iki kesimli federasyon yönetim inde anlaştık. Türkler kuzeye yerleştiler, Rumlar güneye çekild i . Mehmetçik'in barışçı koruması alıında­ dırlar. Federati f bir devlctin alt yapısı kuruldu. Fakat bunun fatu­ rasını b;ışta Ada Türkleri ödedi. Rahmetli Dr. Küçük, bugünün Sa­ yın Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş az mı çekti . Türkiye, siyasi ve maddi soru m luluğu üstlendi. ENOSİS'e öz yurdunun kıskaca alın­ masına razı olmad ı . Paratoneroldu. Fakat yıldırımlar Ada Türkle­ ri üzerineydi. Tehditlerden, tertiplerden yılmadılar. Mehmetçik, Ada'da huzur ve asayişi sağlamadan evvel olay­ lar eksik değildi. Şimdi kimsenin bumu kanamıyor. Mehmet­ çik'in varlığı Ada'da -Sayın Denktaş'ın isabetle söylediği gibi- iki tarafın da yaşam garantisidi r. Kıbrıs m ü stakil bir toprak parçasıdır. B i r adadır. Kendi siyasi statüsünü beli rlemek, üzerinde yaşayan insanların çoğunluğuna 398


aittir. Fakat Ada'da iki cemaat vardır. Nasıl bir gelecek seçtikleri­ ni iki topluluğa da ayrı ayn sormak icap edecektir. Ada'nın coğrafi konumu itibariyle, herhangi bir NATO devle­ tinin eline geçmesine Sovyetlcr razı olmuyor. Şimdi komünistli­ ğin tehlike olmaktan çıkuğı ortalıklarda söylenip duruyor. Pe­ restroyka ve Glasnost devri yaşanıyor. Bana kalırsa Slav komü­ nist imparatorluğu dağılmadıkça, Sovyet silahlı kuvvetleri, ne olursa olsun, siyasi bir güç olarak kalacaktır. Bu durum dikkate al ınırsa, ne tek, ne çift ENOSIS kolaylıkla gerçekleşemez. Yunanlıların orada yerleşmesine ve sınırlarının bu kadar yakınında yeni bir hava üssü kurulmasına Türkiye'nin razı olması söz konusu değildir. "Ya Taksim, Ya Ölüm Devri" çoktan geçti. Yunanlı lar uzlaşmaz tutumlarında ısrar ederlerse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kemikleşecektir. Çifte ENOS İ S ister istemez gerçekleşecektir. O zaman Ada Türklerinin -Hatay örneği gibi - Türk topraklarına katılması mukadder olur. l3u itibarla Kı brıs'ın geleceği yaçifte Enosis yada federatifbir devlet biçim inden başka çözüme ulaşmaz. K ı brıs davası milli bi r ni telik kazanmıştı r. H içbir siyasi ikti­ dar Türk ulusunun isteğine aykırı olarak K ı brıs üzerinden ödün veııneye ve yılan hikayesine dönen bu sorunu herçebadabat (ne ol ursa olsun) çözmeye kalkışamaz. Bugün topl umlararası görüşmelerde, anlaşmazlığa çare ara­ n ı yor. B ütün baskılar Sayın Rauf Denktaş üzerine toplanmıştır. Kendisinin kararlı tutum unu sürdüreceği anlaşılmaktadır. Doğru­ su da budur. Cumhuıiyetimizin ve Kıbns'taki Türk halkının razı olamayacağı bi r formülle çözüm aranmasına ihtiyaç yoktur. Kıb­ rıs anlaşmazlığı ne Washington'da ne de New York'ta çözülcmez. K ıbrıs sorununun barışa ulaşacağı yer Lefkoşe-Ankara-Atina'dır. Konu gerçek yönüyle bir Türk-Yunan ilişkisi sorunudur. Kıb­ rıs Cumhuriyeti, istediği kadar Birleşmi ş Milleller'c üye ve ba­ ğımsız bi r devlet olsun Ada'da yaşayanlarTürk ve Yunan halkının uzantısından ibarettir. Ne yazık ki arkamızda kanlı bir geçmiş v ardır. Ada'nın YWlan çoğunluğu sabıkalıdır. Her fırsatta Türk azınlığına saldırmış bu azınlığı yok etmek ya da boyunduruğuna almak azusu eyleme dö399


nüşmüştür. Ada'da yaşayanların bir arada olamayacakları, geçmişin kanlı olaylan ile anlaşılmıştır. Bu olasılık ortadan kalkınca geriye yan yana yaşamak kalıyor. Türk azınlığını sabıkalı bir Rum çoğunluğuna karşı korumak ancak Garanti Antlaşması ve Ada'daki Türk Silahlı Kuvvetlcri'nin varlığı ile mümkündür. Mehmetçik orada bulun­ dukça herhangi bir oldubitti yle karşılaşmak imkanı ortadan kal­ kacaktır. Bu yalın mantık da gösteriyor ki ne Ada Türkleri ne de Türkiye Cumhuriyeti haklarından fazlasını istememektedi rler. Bu itibarla herhangi bir ödün söz konusu olamaz. Yapı lacak şey şimdiye kadarki kararlı tutumu sürdürmek ve herhangi bi r taviz veren değişikliğe yanaşmamaktır. Buna kalkı­ şan siyasi iktidarlar zaten hüsranla karşılaşmaya mahkOmdurlar.

B İ TTİ



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.