İsmet İnönü: Genç Subaylık yıllarım

Page 1


Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Aralık 1997


İSMET İNÖNÜ'NÜN HATIRALARI GENÇ

SUBAYLIK YILLARIM

(1884-1918)

Hazırlayan SABAHATTİN SELEK

Cumhuriye(

GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAGANIDIR.



İÇİNDEKİLER

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.. . 5 .

.

.

Önsöz ... . . . . .. . ....... . . . . . . . . . ... .. . . . . . . ..9 ·

Hayat Hikayenin Özeti

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Birinci Bölüm: TAHSİL HAYATIM

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.11 13

.

Çocukluğum .. ........ . . . . ... ... . ... . . . . .. .. . 1 5 Gelişmemin kısa hikayesi . .... ....... . . .. . . .. . . . 1 8 Kurmaylık tahsili . ... . .. . .. . ... . . . ... ... ...... 20 İkinci Bölüm: ORDUDA İLK ÇALIŞMALAR

.

.

.

.25

.

.

.

.

Bir insan ömrüne sığan değişmeler hayret vericidir İki alayda, mektepli iki kumandan .. . .

.

. ... . . ...

27 30

tık siyasi vazifem ..... . . . .. .. . .. .. ... ... . . . . . . 3 7 Bulgarlar bizi yanlış anladılar . . . ..... .

Bir Bulgann itirafları .

.

. . . . . . . . .

.

. . .. .... .. .. 41 .

Üçüncü Bölüm: DEVRİM YILLARI . .

I.İttihat ve Terakki

.

.

. .... .

.

.

.

. . . . . . . . . 39

.

. .. .

.

.

.

.

.

.

.

..

.

.

.

.

.

. ..45 .

. . 47 .

.

.

Cemiyete nasıl girdim . . .. . . .. . .. . ..... . . . . . .. . . 47 .

Selanik'te misafirliğim ve Atatürk . .. . . . . . ...... . .49 Edime'ye dönüş .... ... .. . . . . .. . .

il. Meşrutiyet'in İlanı .

.

.

.

. . .

.

.

.

.

.

.

.

..

.

. . .

. . ..... .. 5 1 .

.

.

.

tık haberler Edime'de ihtiyatla karşılandı . . . . . İhtilalin önde simaları

.

... .

.

.

53

. . . . 53

. ... . . . . . . .. . . .... . .. . .. 5 4 .

Abdülhamit henüz hürmet görüyordu . .. .. .. .... 5 6 .

Önemli siyasi gelişmeler

.

.

.. .. . . . . .. . . . . . . . . . . . 5 7 .

Nazım Paşa'nın Ordu Kumandanlığı devri . ... ....60 .

Mısırlı Prensle çatışmam .. .

.

.

......... . . ... .

.

.

. 62

5


111. 31 Mart İrtica Olayı

.

.

.

.

.

.

Ordu tekrar politikaya karıştırıldı

.

.

.

.

....... . .

.

.

İstanbul'da feci olaylar hazırlanıyordu

Hareket Ordusu .

.

.

.

.

İstanbul' un kaçıncı fethi Zehirli propagandalar Ordu ve siyaset

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

EK

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

70

71

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Balkan Harbi' nin sonu Edime' nin kurtuluşu

68

.

.

.

.

.

.

..

.

.

.

-..72 74 77

78

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

80 .

82 86 90 92

96

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Yemen'de hayatımızın zevkli tarafları .

.....

66

.

Yemen'de esir bir Türk sanatkarı

.

65

.

Ahmet İzzet Paşa' nın Yemen'den ayrılışı

Vatana dönüş

65

.

.

Halife, Sultan mı; İmam Yahya mı?

.

.

.

Anla Şma için teşebbüslt!r

.

.

.

Yemen isyanlarının karakteri

.

.

.

İç huzursuzluk ve isyanlar

Buhranlı bir gece

.

.

Dördüncü Bölüm: YEMEN SEFERİ

.

.

.

Ordunun yeniden düzenlenmesi

Rumeli'den Yemen' e

.

97

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

98

100

103

105

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Harp Akademisi' nden mezuniyet yıllan ve sınıfları .109

6


GENÇ SUBAYLIK YILLARIM



ÖNSÖZ Uzun siyasi hayatımın hatıralarını yazmak için serbest bir çalışma zamanını bekledim. Bunu şimdiye kadar bula­ madım. Tarih meraklılarının ve dostlarımın bu konudaki arzula­ rı benim üzerimden eksik olmamıştır. Kendi emek ve teşeb­ büsleriyle, benim de içinde bulunduğum olayları yazmış, degerlendirmiş olan önemli yazarlar daima bulunmuştur. Bunlar içinde benimle az veya çok temas saglamış olanlar vardır. Ancak, nihayet eser haline gelen yazılarda hüküm ve degerlendirme sorumluluğu tabiatıyla yazar/arındır. Bu hatıralar, ilk defa olarak başka bir karakter taşımak­ tadır. Şüphesiz, klasik manasıyla bir hatıra degi/dirler. Özellikleri, Sayın Sabahattin Selek'in bir intizam içinde beni anlatmaya sevketmesi ve söyledik/erimi bir sıra dahi­ linde, yani kendi sırası içinde, hepsini ses bandına alarak bunları mümkün olduğu kadar tam yazmaya çalışmasın­ dadır. Yakın ve devamlı temas ile hazırlanmış olan bu ha­ tıraların toplanıp kamuoyuna arzedilecek hale gelmesi Sa­ yın Sabahattin Selek'in kendi gayreti neticesidir. Eser ola­ rak meydana gelmesindeki sorumluluk, bu kayıtlar içinde ona aittir. Hatıralar denecek hayat hikayem bu şartlarda da olsa Sayın Sabahattin Selek'in emegiyle meydana gel9


miştir. Kendisine derin teşekkür borçluyum. Bir gün, bir türlü bitip tükenmeyen, sonu gelmeyen siyasi hayatımı da­ ha etraflı olarak yazmak icap ederse onu da yapmaya ça­ lışacağım. Başımdan geçeli uzun zaman olmuş bulunan olayların bugünkü anlatılışında aşırı duyguların hiikim olmadığını aziz okuyucular farkedeceklerdir. Eserde, beğenildiği zaman çok cömert takdirler görmüş, beğenilmediği zaman çok taşkın ölçüde yerilmiş olan bir sade politika insanı kendisine ve zamanın tesirine dayana­ rak tarih olaylarını hikaye etmeye çalışmıştır.

10


HAYAT HİKAYEMİN ÖZETİ Bir büyük imparatorluğun çökmekte bulunduğu kay­ gusu ve memleketi kurtarr.ıak ödevinde olduğumuz düşün­ cesi, bizim gençlik yıllarımızın en unutulmaz hatırasıdır. altmış sene bu hislerin heyecanlan, ümitsizlikleri ve zafer günleri içinde geçmiştir. İmparatorluğun çöküşü içinde vazife yapmaya çırpınır­ ken, hesapsız şehitler ve felakete uğrayanlar arasından, ya­ şayarak çıkmak gibi bir umulmadık olay başımdan geçti. Milli Mücadele, ben 38 yaşında iken zaferle bitmiştir. Bu devirden,amansız ve kudretli dış düşmanlar karşısında, kendi·memleketimizi temsil yetkisi iddia edenlerin idam fermanını boynumuzda taşıyarak çıkabildik. Ümitsiz günleri unutmuş olarak, vatanı yeniden kurmak ve yükseltmek azmi ile işe başlanmıştır. Yepyeni bir Türki­ ye'nin her sahada temellerini atmak, elimize geçen emaneti yüzakı ile yeni kuşaklara devretmek tek amacımız olmuştur. 1 920'den, yani 36 yaşımdan beri memleket idaresinde birinci derecede mesuliyet taşıyanlar arasındaydım. Doğ­ rudan doğruya siyasi kudret sahibi olarak 1 950'ye kadar, yani 66 yaşına kadar, Türkiye'nin selameti ve ilerlemesi gibi bir ödev yolunda bulundum. 1 950 senesini; memleketin yüz senedenberi hasretini çektiği yeni hayat tarzını, yüreğimi zümit ve iftiharla dolu olarak seçmiş bulunuyoruz. Aklımın erdiği günden beri sıra ile başımdan geçen aşın güçlük ve başarı anlarının, bu yeni devirde de birbiri­ ni kovaladığını görüyorum. Bu uzun siyasi hayatı bir cümlede canlandırmak iste­ rim: Bütün ömür boyunca her zaman elde edilmesi millet rı


için aziz olan bir amaç peşinde koştum. Bu, bana şevk ve kuvvet vermiştir. Aile hayatımda huzur ve mutluluk hatırası ile dolu­ yum. Aile içinde dar zamanlarımı genişleten, kasvetli gün­ leri aydınlığa yönelten başlıca desteğim, eşim Bayan İnö­

nü olmuştur. Siyasi hayatımın bütün üzüntülerini sabırla ve cesaretle karşıladı. Hiç bir sarsıntı anında ürkmedi. Ai­ le içinde geçimimiz, daima anlaşmalı olmuştur. Biz bunun tılsımını şu usulde bulduk: Bir olaydan hangimiz şikayet­ çi olur ve ilk söze başlarsa, ötekimiz susar ve hak verir ve fırtına ne kadar sürse mutlaka sütliman olarak biter. Çocuklarımla arkadaş gibi yaşadım. Şimdi torunla­ rımla arkadaş gibi anlaşmaya çalışıyorum. Ben, Türklerin iyi aile hayatına tabiattan istidatlı ol­ duklarına inanmışımdır. Aile saadetinin temelinin, tek ev­ lilik olduğuna yürekten hükmetmişimdir. İkbalin ve kudretin en yüce devirlerinde taşınabilecek duyguların en değerlilerine, iktidardan ayrıldıktan sonra eriştim. Resmi hizmet yolunun en büyük mükafatı, resmi hiz­ metten ayrıldıktan sonra milletten sevgi görmektir. Bu ik­ bale ermiş insanlardan biri olmakla iftihar ederim. Hususi ve siyasi hayatın hil'atlarından sıyrıldıktan sonra sevgi ile karşılanmak, bizde nadir görülmüştür. Muarızlarım dahil olarak, bütün siyaset adamlarına bu ikbali yürekten dile­ rım. Geçmiş hayatımın arkadaşlarını, yardımcılarını ve ba­ na amir mevkiinde bulunmuş olanları saygı ile anıyorum. Beraber çalıştığımız zamanlarda bana daima rehber ve yardımcı olan Büyük Atatürk' e karşı yüreğim sevgiler ve minnetlerle doludur.

12


TAHSÄ°L HAYATIM



ÇOCUKLUGUM 1 884'te İzmir'de doğmuşum. Biradliye memuru olan babam oradan, Sıvas'a sorgu hakimi olarak tayin olunmuş. Ben, hesapça, Sıvas'a gittiğim zaman 7 yaşında olacağım . Çocukluk devri olarak Sıvas'ı hatırlanın. Oturduğumuz ev geniş sofaları ve alaturka sedirleriyle bir meydanı andırır­ dı. Yanın yüzyıl sonra evimizi Sıvas'ta gördüğüm zaman, yeni usulde tertiplerle, alışmadığım bir lüks kıyafette gö­ züme çarptı . Babam Hacı Reşit Beyahlak telakkilerinde her mana­ sı ile titiz, samimi bir Müslümandı. Terhiyesi sertti. Ben Kolordu Kumandanı iken bile babamla az çok resmi idim. Kendi çocuklarımı, arkadaş gibi muamele ederek yetiştir­ meye çalıştım. Her iki terbiye usulü de ailemizde müspet netice vermiştir . Babam iyi satranç oynardı. Ben belki 1 O yaşından be­ ri satranç taşlarını tanının. Babam sor gu hakimi olarak va.., kitli vakitsiz tahkikata gittiği için evde at beslerdi. Pek kü­ çük yaştan beri atla tanışıklığım ve alışkanlığım vardır. Spor olarak attan başka, genç tahsil zamanımızda bu gün­ kü oyunları bilmiyoruz. Ben futbolu binbaşı olarak oyna­ dım. Sıvas'ta 6 ay kadar Mahkeme Çarşısı'nda bir ilkokula gittim, sonra Askeri Rüştiyeye girdim. Rüştiye dörtseney­ di. Ben bir sene sınıfta kalarak beş sene okudum. Bu tah­ sil zamanım parlak değildir. Sınıfta kalmak gibi bir halden pek müteessir olmuştum . Bu, hayatımın ılk muvaffakiyet­ sizliğidir . Beşinci sene, oldukça göze çarpar bir öğrenci haline geldim . Beni bir sene sınıfta bırakan hesap öğret­ meni Yüzbaşı Ömer Efendi'yi rahmet ve minnetle ananın. 15


Bundan sonra Sıvas İdadisi'ne devam ettim. Beni beşinci sınıfa aldılar. Bir sere . kadar okudum, oldukça iyi bir tale­ be olarak tanındım. Bu sınıflar benim yaşımın üstündeydi. Yaşla mütenasip olmayan sınıfta bulunmanın yor gunlu­ ğundan çocuklarımı korumaya çalıştım. Rüştiye ve İdadi hayatımdan iyi hocalar tanırım. Askeri Rüştiye'de hesap hocamıza, Mülkiye İdadisi'nde riyaziye ve edebiyat hoca­ larına ilk gelişmelerimi borçluyum. Mülkiye İdadileri için bir iki şey söyleyeceğim. Bunlar 7 senelik olarak açılmış­ lardı. Hesapça 18 97 seneleri. Sınıflar 10-15 kişi. Hocala­ rın çoğu devlet memurlarından devşirme. Talebe çokluk itibariyle yaşlıca. Hocalarla talebe arasında adeta karşılık­ lı say gı hissederdim. Bu talebeden, devlet hizmetine de­ vam edenler, büyük mevkilere ehliyetle çıkmışlardır. Pro g­ ramca bu günkü liseler tabii daha ileridirler. Sıvas 'ta bulunduğumuz zamanın kıymetli bir hatırası dedemle tanışmamdır. Uzun boylu, zayıf bünyeli, abani sa­ rıklı dedem Abdülfettah Efendi insan güzeliydi. Malat­ ya'dan Sıvas'a geldi, görüştük. Sonra biz Malatya'ya git­ tik, sünnet düğünümüzü yaptılar. Malatya'yı bu ilk görü­ şümde, günlerce, geniş kayısı bahçelerinde koşup eğlen­ dik. Dedem 1854 Rus harbinde bulunmuş; bize muharebe hikayeleri söylerdi. Ailemiz içinde,doktorluk hariç, aske­ ri mesleğe giren ben varım . Dedem 1854, babam 1577 harblerinde çarpışmışlar, ben onları takip etmiş oluyorum. 18 97 Yunan harbini Sıvas'ta takip ettik. Abdülezel Pa­ şa, Termopil geçidi, Dömeke savaşı rüyalarımıza girer,me­ rak ve heyecanımız yüreklerimizden taşardı. Mülkiye İdadisinin beşinci sınıfını bitirdikten sonra İstanbul'a geldim, yani babam getirdi. Mühendishane İda16


disine (topçu lisesi) kabulüm için müsabaka imtihanlarına girdim . Mektebe alınan 1 2 kişi arasındaydım. Sonra sınıfı­ mız, İradei Seniye'yle ( 1 ) kabul edilenlerle beraber 20 ki­ şi kadar oldu. İdadi senelerim iyi geçmiştir . Askeri Rüştiye üzerine bir sene Mülkiye İdadisinde bulunmak, sonraki tahsilime beni hazırlamıştı . İdadiyi en başta değil, fakat iyi derecey­ le bitirdim . Topçu Harbiyesi sınıflarım daha iyi geçmiştir. Artık hep sınıf başındaydım.

1 903'te teğmen rütbesiyle Harbiye'yi bitirdik. Rume­ li 'de ayaklanmalar olmuştu. Hadiseler genişleyecek, belki harp çıkacaktı. Piyade, süvari ve topçu Harbiye son sınıf­ larını, acele mezun etmişlerdi . O zamana kadar hususi ve umumi imtihanlarda kazanılan notlara göre şahadetname verirlerdi. İyi bir derece ile teğmen oldum. Yaşım 1 9 . As­ keri mesleğim Sahra Topçusu. O zamanki usule göre Har­ biye'den çıkanların baş taraftakilerini Erkanıharbiye nam­ zetliğine ayırırlardı. Bizi de "ayırdılar: Pan galtı'da Erkanı­ harbiye sınıflarına gittik. Topçu Harbiyesi'ndeki hocalarımı umumi olarak hür­ metle yadederim. Bizim o zamanki harbiyelerimiz lise ile meslek öğretimini beraber yapan müesseselerdi . Mesela Harbiye'de gördüğümüz f izik ve kimya, bu gün tecrübe malzemesi tamam olan bir liseden daha zayıftı . İyi öğret­ men ve kafi tecrübe malzemesi ve hocanın meş gul olabi­ leceği mahdut talebe olursa, bu günkü liselerimiz çok ve­ rimlidir. İyi lise tahsili görmek insanların meslek ve kültür hayatında daima tesirini hissettiren bir unsurdur .

(!) Padişah buyruğu.

17


GELİŞMEMİN KISA H1KAY ESİ Harbiye birinci sınıfa memleketin muhtelif köşelerin­ deki Askeri İdadilerden talebe gelirdi. her idadinin talebesi İmparatorluğun bir hususiyetini gösterirdi. İlk seneler tale­ benin birbiriyle geçinmesi büyük meseleydi. Teneffiishane­ de her idadinin ayn oturma yeri vardı. Hiç yoktan alıngan­ lık olur ve topluca kavgalar çıkardı. İstanbullular hem aracı­ lık ederler, hem hepimizle eğlenirlerdi. Son seneye doğru geçimsizliklerden hiç eser kalmazdı. Harbiye'deki talebe ha­ yatı ilk günlerin yadırgamalannı takiben bütün ömür devam eden sıcak sınıf arkadaşlığı ruhu ile son bulurdu. Sonralan muhtelif Harbiyeler de açıldı. Büyük bir kaynaştırma haya­ tı eksik kalmış idi. Buna, Sarayın İstanbul'da çok taşra tale­ besi kalabalığı istememesinin sebep olduğu söylenmiştir. Herhalde eski hal İmparatorluk için çok faydalıydı. Bizim Erkanıharbiye sınıfları, üstümüzdeki birkaç se­ ne ile, altımızdaki seneler meslek tarihinde dikkat çekmiş olan sınıflardır. Seferlerle, Erkanıharbiye ve ulaştırma va­ zifeleriyle meşgul olan meslek, esnasında, ister istemez si­ yasi hadiseler, devletlerin kaderleri ve mukayeseleriyle meşgul olurdu. Okutulan derslerin eksikliklerini, hocala­ rın kıymetlerini, genç subaylar inceden inceye tetkik eder­ lerdi. Biz, tahsil zamanımızın 16-22 yaşını, Padişaha sada­ kati, ilmin ve irfanın başı olarak öğreten bir devirde geçir­ dik. Mektepte haftada bir defa, ferik ve müşir(2) rütbesin­ de nazırlar bizi toplarlar, Şevketmeab ve Halifei Ruizemin (3) için sadakat öğütleri verirlerdi. (2) Ferik: Korgeneral, Birinci Ferik: Orgeneral, Müşir: Mareşal. (3) Padişah ve Halife için kullanılan sıfatlar.

18


Biz Erkanıharbiye talebeleri, pek mahdut olan sakınıla­ cak hafiyeleri bilirdik ve birbirimizle aklımıza geleni ser­ bestçe konuşurduk. Siyaset isnatlarıyla tahkik altına alımna­ yanımız azdır. Ama umumi olarak az çok disiplin hapislerin­ den sonra hepimiz erkanıharbiye tahsilini bitirdik. o zaman yüksek mekteplerin birinci, ikinci çıkan mezunlarına altın ve gümüş maarif madalyası, -hilal şeklinde bir palmiye- verir­ lerdi. Altın maarif madalyası alarak tahsilimi tamamladım. Tahsil hayatını sınıf başı olarak bitirmek, hayatta ar­ kadaşlarından ilerde bulunmak için bir esas teşkil etmez. Aksine, her millette, yüksek istidatların sonradan öncülük ettikleri çok görülmüştür. Ben tahsil zamanımı anlatırken, dalgalı gelişmemi hikaye etmek istiyorum. Tahsil zamanında geniş imkanı olmayan orta halli bir aileden yetiştim. İstanbul 'da Valde Camii karşısında bir küçük evde kiracıydık. Sonra Rumeli Kavağı'nda bir iki sene tebdil hava için oturduk. Hafta başlan Yenimahalle vapuruyla gittiğim zaman, yayan, Tellitabya'dan geçerek Rumelikavağı bahçeleri içinden evimize varmak benim için müstesna bir zevk olurdu. Altı sene, askeri tahsilin yıl sonu tatillerini İzmir'de geçirdim. İzmir' e, dayımın yanına, sılaya gidiş, benim için bahtiyarlık ve açılıp, serpilme fırsatı olmuştur. Değirmen Dağı' ndaki küçük, mütevazı ev, denize karşı, hala bana dünyanın en güzel köşkü gibi gôrünür. Dinlenirdim, gezer­ dim. Fransızca gazeteler okur -Le Matin-, memleketimin dört köşesinde fevkalade bir hadise varsa, onu öğrenir ta­ kip ederdim. Nihayet, gelecek sene dersleri için biraz ha­ zırlanır, bazen dil dersi de alırdım. Küçük dayım doktor­ du, edebiyat meraklısıydı. Onunla beraber bulunmak da bana zevk verirdi. Bizim nesil, açık ve kapalı edebi eserle19


re ve hareketlere düşkündü. İstanbul 'da ve lzmir'de yasak olan bütün edebi eserleri, taşbasması olarak, köşe başla­ rından satın alırdık. İstediklerimizi İstanbul'da Tünel ba­ şında satılan eski kitaplar arasında çok zaman bulurduk. İzmir, bu suretle 18 ita 22 yaşlarında benim başlıca sevgilim olmuştur. 16 sene sonra büsbütün başka şartlar içinde İzmir' e girdiğim zaman, türlü duygularım arasında, sevgiliye kavuşmak heyecanı aynca yer alıyordu. KURMAY LIK TAHSİLİ O zaman adetine göre Erkanıharbiye mektebini bitiren yüzbaşı olurdu. Ben 1906'da yüzbaşı oldum. Bizim üstü­ müzdeki üç sınıfı mektepten tanırız. aralarından şöhretli as­ kerler yetişmiştir. 1905 mezunları Karabekir'in sınıfıdır. Atatürk, 1904 'te mezun olmuştur. General Cebesoy, Orge­ neral Asım Gündüz ve General Ali ihsan Sabis, aynı sınıf­ tandırlar. Hatırladığım isimleri söylüyorum. Tabii her sene­ nin başka kıymetli insanları vardı. 1903 Erkanıharbleri rah­ metli Fethi Okyar ve General Ali Fuat Erden'dir. Fethi Ok­ yar Erkanıharb sınıflarında ad bırakmıştır, fakat askerlik­ ten kısa zamanda ayrılmış, diplomasiye geçmiştir. Enver Paşa' lar 1902'de çıkmışlar. Daha öncekileri sayamayaca­ ğım. Bizim neslimizin en eskisi Mareşal Çakmak addedil­ mek mümkündür. Benden 8 sene evveldir. izzettin Çalışlar ve eski Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gür­ man ' la birlikte yetiştik. Bizden sonrakileri, Orgeneral Ka­ zım Orbay ve Salih Omurtak'lara kadar yakından tanırız. Meşrutiyet ilanından sonra ordudan Erkanıharb Aka­ demisi 'ne gelenler arasında adlan tanınan subaylar yetiş­ miştir. General Refet Bele ve Edip Servet Tör yeni usulün 20


ilk mezunları arasındadırlar. Z:ıten kurmay subaylığına or­ dudan namzet seçmek yolu açıldıktan sonra, yetişme usu­ lü daha normal hale gelmiştir. (4) Erkanıharb sınıflarından bir hatırayı da belirtmek iste­ rim. Bağdatlı ve Şamlı sınıf arkadaşlarımızla dostça geçi­ nirdik. Milliyet alınganlığı daha ziyade Şamlılarda farkedi­ lirdi. Fakat, tehlikeli sayılacak zehirli bir şekil görülmezdi. Askeri hocalarımız ciddi adamlardı. Onda dokuzu, bi­ ze iyi öğretmek için, özellikle hamiyetleri üzerinde şüphe bırakmamak için, cesaretli ve dikkatli davranırlardı. Zaten o devirde hafiye takımı bizim hocalar arasında kalmamış gi­ biydi. Erkanıharb sınıfındaki hocalarımızla hayatta da arka­ daşlık ettik. İki Alman ve bir Fransız generali hocalarımız vardı. Meslek dersleri gösterirlerdi. Bu Alman hocalarla gel­ miş olan lmhoffPaşa(5) isminde biri de biz Harbiye'de iken tayin olunmuştu. Çok hareketli olan bu general, mektepte te­ sir bırakmıştı. lmhoffPa,şa memleketimizde uzunca zaman kalmış, Türkçe öğrenmiş, takdir kazanmıştır. İmparatorluk, orduya Avrupa'dan askeri mütehassıs­ lar getirmeyi uzun zamandan beri adet edinmişti. 1800 se­ nesinden evvel bile vakit vakit ordu saflarında Fransız su­ bayları görülmüştür. Almanya' nın en kıymetli Erkanıharb Reisi Mareşal Moltke, yüzbaşı olarak 1835-39 senelerinde bizde bulunmuştur. ikinci Abdülhamit zamanında askeri sistem ve talim esas itibariyle Alman modeline göre kurul­ muştur. Gerek teşkilatta, gerek askeri tahsilde fün der Goltz Paşa(6) çalışmıştır. (4) 1902-1906 mezunu kurmay subaylar için bk. Ek: 1. (5) lmhoff Paşa Türkiye'ye 1902 yılında gelmiş, 1909 yılına kadar kal­ mıştır (ölümü: 1917). (6) Von der Goltz Paşa 1883-95 yıllarında Türkiye'de bulunmuş sonra 1903'te tekrar gelmiş ve 1916'da ölmüştür. (Türkiye'de bulunmuş olan Alman subayları için bk. Ek. 2).

21


Zamanın ihtiyacına göre kültür ve teşkilat mütemadi­ yen ıslah edilmediği için, bu ıslahatın hapsi 1907-1908 se­ nelerinde aşikar bir surette eksik kalmıştır. Askeri mekteplere devam için vakit vakit teşvik yapıl­ mıştır. Biz Harbiye'deyken talebenin, sınıflar ilerledikçe, artan maaşları vardı. Bu maaşlar muntazam verilmediği için yansı birikirdi ve esubay şahadetnamesi aldığımız za­ man elimize toplu olarak 40-50 lira geçerdi. İlk subay ih­ tiyaçları bunlarla karşılanırdı. Erkanıharb sınıflarında bi­ riken aylıklar tabii daha fazla tutardı. Erkanıharb subayla­ rı mektepten yüzbaşı çıktıktan iki sene sonra, otomatik olarak kolağası rütbesi alırlardı. Mesleğin suni teşvik ta­ rafları tekamül esnasında tabiatiyle lüzumsuz kalmış, an­ cak kurmay subaylığın ehemmiyeti ve geniş kültür ihtiya­ cı daha ziyade artmıştır. Lisan öğrenmeyi büyük bir ihtiyaç olarak duyardık. Fransızcamı ilerletmiştim. Almanca öğrenmeye çalışıyor­ dum. Almanca, Erkanıharb Y üzbaşısı Ali Fuat (Erden) ile, ben Erkanıharbiye mektebi talebesi Üsteğmen ismet Efen­ di arasındaki tanışıklığın, samimi arkadaşlığa dönmesine yol açtı. Talebelik hayatının son yılında, öğrenme zevkini tadarak Fuat'la beraber geçirdiğimiz istifadeli günleri ha­ tırlıyorum. Cuma(?) geceleri, Fuat'ın Taşkasap'taki evine gider­ dim. Goldz Paşa' nın "Millet-i Müsellaha" adlı kitabını Al­ manca'dan T ürkçe' ye tercüme ederdik. Çalışmalarımız üç saat sürerdi. Bir zaman sonra, Fransızca kitaplar okumaya ve okuduğumuz parçalar üzerinde münakaşa etmeye geç­ tik. Bunlar, sosyolojiye, felsefeye, siyasete ait kitaplardı. (7) Hafta tatili cuma günleri idi.

22


Yazın cumaları sabahtan .?aşabahçe ' ye gider, Fuat 'la buluşup, Beykoz ormanında dolaşırdık. Yanımızda daima bir kitap bulunurdu. Okuduğumuz kitapların adını şimdi hatırlayamıyorum. Ama, çok enteresan şeylerdi. Uykumuz açılıyor ve tatlı sohbetlere sürükleniyorduk. Yeni bilgiler, bizde, memleketin halinin gördüğümüzden daha korkunç elduğu intibamı uyandırıyordu. Biz akademideyken, 1905 Rus - Japon seferi olmuştu. Mektebin her sınıfında sefer, heyecanla takip edilirdi. Oku­ duğumuz dersler ve hazırlandığımız meslek için büyük öl­ çüde tatbikat karşısındaydık. Pek güçlükle malumat alabilir­ dik. Büyük ecnebi gazeteleri bulmak nadir ve zor bir fırsat­ tı. Hocalarımızdan bize anlatmalarını ısrar ile isterdik. Han­ gi sınıfta, hangi hoca, bir şey anlatmışsa hemen öğrenirdik. Mektepte çok alakadar olduğumuz seferleri bize gös­ termezlerdi. Pek müteessir olurduk. Üç sene Erkanıharb sı­ nıflarında bize 1876-77 Rus seferlerini okutmamışlardı. 1854-55 Kının seferinden bile ancak pek mahdut misaller geçmiştir. 1897 Yunan seferini de, cereyanı ve tenkidleriy­ le göstermemişlerdir. Bu hal, tabii, hocaların ihmalinin de­ ğil, devrin siyasi adetinin neticesi idi. Pek gücümüze gider­ di. O zaman Fransa'da neşrolunan ufak kitaplar serisinden Gazi Muhtar Paşa'nın hareketlerini, Gazi Osman Paşa ' nın Plevne'sini nasıl hasretle öğrenmeye çalıştığımızı hala he­ yecan ile hatırlanın. Gene çok alakadar olduğumuz yakın seferlerden biri, Sırplarla Bulgarlar arasında olan muhare­ be idi. Bulgarlar, daha ilk devirlerinde Sırpların taarruzu­ na karşı kendilerini müdafaa edebilmişler ve başarılarının en kıymetlisi olarak nefislerine güven kazanmışlardı. Bun­ ları bize mektepte niçin göstermediklerini bugüne kadar anlayabilmiş değilim. 23



ORDUDA İLK ÇALIŞMALAR



BİR İNSAN ÖMRÜNE SIGAN DEGİŞMELER HAYRET VERİCİDİR Mektepler bittikten sonra, yüzbaşı olarak, orduda va­ zifem Edime'de başlıyordu. Kur' anı buraya, 2. orduya çık­ mıştı. Sonbaharda geç kalmadan hareket ettik. Edime'de ilk geceyi bir otelde, pek rahatsız geçirdim. Sabaha kadar yatağımı düzeltmeye çalıştım. Ertesi günü ilk işim ordu er­ kanı harbiyesine gidip vazifemi öğrenmek oldu. Sahra top­ çu 8. alayın 3. bölüğüne tayin olunmuştum. Bölüğiln yüz­ başı yeri boştu.Müstakil olarak kumanda edecektim. Pek sevindim. Akşama doğru kışlaya gidere!c, bölüğümü ve odamı buldum. Tunca üzerinde, yalınkat, sade malzeme ile asker tarafından yapılmış bir bina. İçinde bizim taburun 3. bölüğilnün subay odaları var. Kendi yerime yerleştim. Bi­ raz sonra, başçavuş palaskasını takmış olduğu halde oda­ ma geldi, bölüğün gece yoklamasını söyledi. "Bütün mev­ cudu 120, şu kadar izinli, bu kadar hasta, şu kadar memu­ riyette, mevcut şu." Dikkatle dinledim. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Söz aramak üzere "Peki" diye başladım. Başçavuş keskin bir selam vererek, geri döndü ve odadan çıktı. Cevap "Peki"den ibaretmiş! Y üzbaşı oluncaya kadar kıtada bulunmamış olmanın güçlükleri başlamıştı.. Mülazımlarımın (teğmen) en genci sınıfta yakın arka­ daşım Erzincanlı Yaşar Efendi sonradan general olmuştur - idi. Öteki, üstümüzdeki sınıftan Edirneli Osman Efendi, İstiklal Harbinde şehit oldu. Bölüğün üsteğmeni lsmail Hakkı Efendi benden herhalde 4-5 sene önceydi. Her üçü, muktedir, gözde olan subaylardı. Hepsinden genç olarak ve kıtada tecrübesi hiç olmayarak, ben kumanda edecek­ tim. Erkanıharb subayları, her orduda biraz çabuk terfi -

27


·

ederler ve kıtalarda hizmet eden subay arkadaşları tarafın­ dan kendi aralarında tenkide uğrarlar. Bizde, 1908 senesin­ de, mektepten yüzbaşı çıkan Erkanıharb subaylarının kıta­ larda vazife alarak işe başlamaları bir terakki sayılmıştı. Çünkü, eskiden bu adet de yoktu. Meşrutiyet ilanından sonra ise, Erkanıharbiye Mektebi'nin ordu subaylarından imtihan verenlere açılması, ilk ele aldığımız ıslahattan ol­ muştu. Kurmay subayların ameli yetişmeleri Cumhuriyet devrinde tekemmül ettirilmiştir. Kışlada yatıyordum. Ufak tefek bazı şeylere ihtiyacım vardı. Onları temin edinceye kadar biraz sıkıntı çekecektim. Bununla beraber, kıtaya yeni katılmış bir genç subay olarak, arkadaşlarım arasında en çok rahat eden, bir bakıma hiç güçlük çekmeyen belki de bendim. Bu durumu bana, Kola­ ğası Hayri Bey sağlamıştı. Kendisini hiç tanımazdım. Arka­ daşım Ali Fuat (Erden), İstanbul'dan beni mektupla tanıt­ mış. Hayri Bey 'e karşı büyük minnet duygusuyla doluyum. Bizim bölüğün toplan yakın zamanda değiştirilmiş, se­ ri ateşli 7.5 cm'lik Krupp toplan verilmişti. Biz Harbiye'de Mantelli toplarla talim görmüştük. İşte, senelerce süren faz­ la tahsilden ve askeri nazariyelerden sonra, kıta başına, bil­ mediğim silahlar içine girmiştim. Edime'de, yeni gelen top­ lara umumi olarak seçme subaylar verilmişti. Yanımızda, 7. Topçu Alayı, bir sene evvel yeni silahlarla teçhiz edilmiş, bir numune alayı itibanndaydı. Erkanıharb subaylarının kıta ha­ yatı, hususiyle Cumhuriyette pek iyi tanzim edilmiş olduğu için, bizim ilk zamanlar çektiğimiz güçlükler şimdi kalma­ mıştır. Benim yüzbaşılık hayatım, hele başlangıçta, pek dik­ katli çalışma ile geçmiştir? Bütün vaktim bölük içinde ge­ çerdi. Meşhur binicilerden olan Fırka Kumandanımız Şevket Paşa, her sabah Fırka'nın bütün subaylarına manevra yaptı28


nrdı. Mesleğin sırlan ve insan hayatının sağlığı ve zevkinin ata binmekte olduğunu söylerdi. Subaylar, uzaktan atla geç­ tiğini görünce "Paşa, eczanesine binmiş" derlerdi. Gerçek­ ten Şevket Paşa at sporu zevkini yaymıştı. Bizim geçirdiğimiz devirde, topçu için en önemli ödev piyadenin taarruzuna yardım etmekti. Topun hizme­ ti bununla ölçülürdü. Birinci Cihan Harbi' nde böyle oldu. İstiklal Harbi, topçunun piyadeye yardım etmesi ile geçti. Askeri meslekler içinde fennin en son icatlarından geniş ölçüde istifade etmiş olan meslek, topçuluktu. Bir insan ömrüne sığan değişiklikler hayret vericidir. Ben Harbiyeye girdiğim zaman, dumanlı barut kullanıl- , makta idi. Dumansız barutun çıkacağından bahsedilirdi. Ben Harbiye'de iken, topçunun görevi, görerek ateş etmek­ ti; onun maharet ve cesareti, düşman mevzilerine yaklaşa­ rak ve görerek atış yapması ile ölçülürdü. İlk defa topçu­ lar, 1905 'te Rus-Japon harbinde kapalı mevzilerinden ateş etmeyi denediler. O zaman hocalarımız, görerek ateş etme­ nin nazariyesini okuturlardı. Şimdi okullarımızda görerek ateş etmek, müstesna bir misal olarak anlatılmaktadır. Topçunun bütün hayatında esaslı vazifesi, gittikçe da­ ha uzak mevzilere ateş etmek, gittikçe daha büyük mermi­ lerle ateş etmek ve gittikçe daha büyük isabet kaydetmek­ tir. Bugün kilometrelerce uzak mesafelerden elektronik tertiplerle hedefleri vurmak mümkün olmuştur. Biz topumuzu atla beraber öğrendik. Şimdi atı, topçu içinde arayıp bulamıyoruz. Bugün artık, atlı topçulardan hiçbir orduda bahsedilmemektedir. Erkanıharb subayları, o zaman, yakalarında sırmalı arma ve resmi günlerde kordon taşırlardı. Bütün Erkanı­ harb işaretlerini bir tarafa bıraktım. İlk önce kıta subayı ha­ yatının ameli taraflarını öğrenmekten başka bir şey düşün29


mez olmuştum. Yeni gelmiş seri ateşli bir bölüğün bütün malzemesi tertemizdi. Askerlerimiz üç dört senelik, ben­ den yaşlı babayiğitlerdi. Birkaç ay içinde, zihnimde büyüt­ tüğüm güçlükleri yenmiştim. Geceleri, bölüğümüzün ne­ ferlerine okuyup yazma öğretiyordum. Birçok mektepli yüzbaşılar da böyle yapıyordu. 8. ve 7. Alay subayları için­ de hatırı sayılır bir dost mevkii almıştım. Fazla olarak ye­ ni topların yeni muharebelerde rollerine dair son Rus-Ja­ pon seferi tecrübelerinden çıkardığım misallerle, subaylar arasında bir merak da uyandırmıştım. Vakit vakit odaları­ mızda toplanır, ufak konferanslar verirdik. Subay arkadaş­ larımın çoğu aile sahibiydiler ve akşamlan atlan ile evle­ rine giderlerdi. Bekar subaylar haftada bir iki defa Edime İstasyonu' nda gazinoya gider, müzikli bir yemek yerdik. Birbirimize bol ikram ederdik ve herkes kendi masrafını vererek, bir yıkım olmadan, neşe ile çıkardık. İKİ ALAY DA, MEKTEPLİ İKİ KUMANDAN Bu zamanlar orduda mektepli ve alaylı tabirleri üze­ rinde çok konuşuluyordu. Yanımızdaki 7. alayın bütün yüzbaşıları, bizim alayın ancak yansı mektepliydi. Geçen yaz orduda ateşli talimler yapılmıştı. Hakiki cephaneyle, bütün fırka subaylarının önünde 7. alaya, hazırlanmış mu­ harebe hedeflerine karşı ateş ettirilmişti. İlk defa olarak yapılmış olan bu ateşli talimleri subaylar anlata anlata bi­ tiremezlerdi. Meşrutiyetten sonra, her kıta, her sene ateşli talimlerle, yeni bir hayata girmiştir. Bu hayat komşuları­ mızda, Avrupa ordularında ve bizim Cumhuriyet devrimiz­ de her asker ve subay mesleğe girdiğinden beri tatbik edi­ len tabii usuldür. Edirne büyük bir ordugah halindeydi. Yeni teşkilat ya30


pılmıştı. Edime içinde 16 taburla tam bir fırka bulunuyordu. Topçu fırkası umumi olarak iyi şöhretliydi. Sultan Hamit devrinin hastalık arızalan Edime'de de vardı. Hafiye denilen şeyi herkes biliyor ve sakınıyordu. Subaylar, ordu içinde her rütbenin değerli insanlarını tanıyorlar ve sayıyorlardı. Piya­ de, süvari ve topçu, üç fırkanın toplu bulunduğu bu büyük ordugahta inzibat oldukça iyi idi. 2. ordunun umumiyetle bir müzmin derdi vardı. Maaşlar iki ayda bir verilirdi. Tayın be­ delleri, levazım müteahhitlerine kırdırılarak alınabilirdi. Ge­ çim sıkıntısı subaylar arasında şiddetliydi. Subaşlannda bu­ lunanların ve ordu kumandanına veya Saraya mensup olan­ ların her ay maaş ve tam tayın bedeli alarak ferah yaşamala­ rı, her subayı kaynar hale getiriyor, ruh inzibatını temeline kadar sarsıyordu. Bu esnada Edime' ye, İstanbul'dan, Hami­ diye süvari alayları denilen iki alay göderilmişti. Nefer ve subay pırıl pırıl parlardı. Bütün subaylar Hünkar(8) yaveri idi. İki alayın mektepli iki kumandanı ve iki muallimi vardı. Bunlardan başka subaylar arasında okuyup yazma bilmezler çoktu. Hamidiye alayları, bütün süsleri içinde, yeni bir har­ bin ihtiyaçları için ehliyetçe eksik halde, Saraya mensup kı­ talann bir örneği sayılırdı. Ordunun binbaşıdan yukarı ka­ demesi çokluk olarak tenkide uğrardı. 1907 senesi yazı, Rumeli ordularında pek hareketli geçmiştir. Rumeli'de bir harb ihtimali belirmişti. Ordula­ rın talim ve terbiyesini ilerletmek için İstanbul'dan seçme heyetler göndermişlerdi. Şöhretli generaller, eski talim ho­ caları orduların ehliyetini arttırmak için gelmişlerdi. 2. Or­ du' ya, Maiyeti Seniye(9) Erkanıharbiyesi' nden, Ferik Ce­ vat Paşa memur olmuştu. Cevat Paşa Cihan Harbi' nde, (8) Padişaha verilen sıfat (9) Padişah maiyeti.

31


Çanakkale Boğazı kumandanlığı ve ordu kumandanlığı et­ miş olan mümtaz şahsiyettir. Cevat Paşa, geniş mikyasta tatbikat, manevralar ve konferanslar devri açtı. Kıtalar içinde istidatlı görünen her rütbede subaylar, geniş çalış­ ma ve kendilerini gösterme fırsatı buldular. Ben, topçu fır­ kasında bölük kumandanı olan yüzbaşı, hemen ilk günler­ de Cevat Paşa karar gahının daimi kurmay subayı haline gelmiştim. Aynca topçu fırkasında tabiye ve topçuluk dersleri veriyordum. Ders salonunu paşa ile beraber tüme­ nin en yüksek rütbeli amirleri de şereflendiriyordu. Man­ zara, ders veren benim gibi genç ve tecrübesiz öğretmen­ leri teşvik etmek yanında, ordunun muharebe bil gisini art­ tırmak için geniş bir gayretin ifadesini taşıyordu. Yeni ta­ biyeyi öğretmekle başlayan vazifem bir süre sonra, alayla­ ra ve tu gaylara meseleler verip hallettirmek ve hepsine ne­ zaret etmek vazifesine kadar genişledi. İşim ağırdı. Cuma günleri bile çalışmak mecburiyetinde kalıyordum? Çünkü nazari dersleri ve krokileri hazırlamak, verilen vazifeleri münakaşa ve tashih etmek gerekiyordu. Tatbikat günleri 11-12 saate kadar çıkan, en az 8 saatlik sürekli çalışmadan sonra, tatil günü de aynca çalışıyordum. Topçu tümeninin taburları, bir müddet sonra alayları, karşılıklı olarak, yalnız benim tertibim ve yalnız benim ta­ limatımla, saatlerce süren ve haftalarca devam etmiş tatbi­ katlar yapmışlardır. Eğitim ve tatbikat için, tertibattan haberdar olmak üzere, bir iki gün evvel alay ve tu gay yaverleri benim oda­ ma gelirler; vazifelerini, alayların vazifelerini alırlar ve tü­ men emri olarak kıtalanna tebliğ ederlerdi. Bu, şimdiye kadar bu muhitte hiç görülmemiş tertip, selahiyet ve icra­ at idi.

32


Çalışmalar bir noktada karışık ve karşılıklı manevra­ lar devrine girdi. Bu manevralarda vazifem: Meseleleri, kısmen Müfettiş Paşa(l O) tarafından verilen esasa uygun olarak hazırlamak ve hatta yazmak; arazi üzerinde tatbikat usullerini düşünmek ve hazırlamak; tatbikatta seyirci bulu­ nacak yüksek rütbeli subaylara vazifeler hazırlamak; son­ ra, tatbikat günü tarafsız müşahit ve kontrolör olarak dola­ şıp gördüklerimi durmadan not etmek, işlerin çığnndan çıkmamasına Müfettiş Paşa ile birlikte gayret göstermek, müdahalelerde bulunmak; tenkid için Paşa' ya not ve esas hazırlamak ve sonra umumi harekatı açıklayan bir tasan ve birtakım raporlar yazmak ve krokiler yapmaktı.Bu çalış­ ma birkaç ay devam etti. Biz genç ve iddialı subaylar, mes­ lek faaliyetinde bir fırsat bulmuştuk. RUMELİ' DE ERGEÇ MUTLAKA B İR HARP PATLAYACAKTI Devrin hususiyeti şudur: Rumeli' nin başında bir ya­ kın muharebe ihtimali dolaşıyordu. Bütün fikirler bu ihti­ malle meşgul idi. Arada, dış siyaset bir şüphe uyandırırsa veya içerde yeni bir vukuat çıkarsa, hemen herkes bir ha­ zırlık gayretine düşerdi. Böyle zamanlarda İstanbul'dan, güvenilir bir yerden, bir küçük haber almak büyük bir ih­ tiyaçtı. Kendisiyle mektuplaştığım arkadaşım Ali Fuat (Erden)e yazardım; bana biraz havadis vermesini, hiç ol­ mazsa "ihtiyatlı ve hazır bulun!" gibi bir işarette bulun­ masını rica ederdim. İstanbul idaresinin hazırlık gayreti, ya eksik bir silahı o esnada satın almak, yahut ordunun talim (1 O) Cevdet Paşa (Çobanlı). 33


ve terbiyesi bakımından yeni bir hamle yapmak idi. Bu se­ fer de öyle olmuştu. Makedonya ile ilgili meseleler yeni­ den karışmış, bir muharebe hazırlığı hatıra gelmişti. Bu fevkalade talim ve manevra devri, ihmal edilen kıymetli is­ tidatları bir müddet meydana çıkarır, fakat devamlı düzelt­ me ve ilerleme temin etmezdi. Uzun sulh senesi, esaslı ça­ lışma usullerinden mahrum geçiyor ve ordunun kadrosu meslek liyakatinden başka vasıflar üzerine kurulmuş bulu­ nuyordu. Ordunun asıl derdi, kumanda heyetinin en kü­ çükten en büyüğüne kadar ehliyet ve tecrübe üzerine sıra­ lanmış olmamasıydı. Mektepli subaylar arttıkça, orduda, muharebe sevk ve idaresini ümide bağlamak için bir yan­ lış telakki yerleşiyordu. Kumandanların zayıf bilgisini ta­ mamlamak için yanlarına, mevkiine göre kıymetli bir ya­ ver veya değerli bir Erkanıharb subayı vermek kafi gele­ cek sanılıyordu. Bu 1907 senesi t<'.tbikatları da bu anlayış­ la yapılmıştır. Manevraya çıkacak karşılıklı kumandanla­ rın yanlarına seçilmiş yardımcılar veriliyor ve manevrala­ rın nisbi intizamları temin ediliyordu. Kıtaları muharebe­ ye sevkedeceklerin başında bulunan asıl kumandanlar ol­ duğu ve meselenin bu kumandanları yetiştirmeye bağlı bu­ lunduğu gözden kaçıyordu. Netice itibariyle 1907 talim­ terbiye hamlesi, tabiatıyla fazla bir mahsul vermemişti. Ordunun esas eksiklerine temas etmeyen, gelip geçici bir gayret gösterisi manasından daha ileri bir vaziyet hasıl ol­ mamıştı. İstanbul' un talim-terbiye müfettişlerini merasim­ le teşyi ettik. Cevat Paşa ile ölünceye kadar yakın dost ya­ şadık. Aramızda en kıymetli hatıra şudur: Ben Garp Cephesi Kumandanıyken, Elcezire Kuman­ danı olan Cevat Paşa 'nın bir tebrik telgrafına cevabımda, gelecek muhabereyi İzmir'den yapacağımızı söylemiştim. 34


İzmir' e girdiğimiz zaman Cevat Paşa tebrikinde, sözü­ müzde bu kadar sadık olduğumuz için lütufkar sözleriyle bizi aynca sevindirmişti. Biz bu geçici devirde yaşının ve rütbesinin üstünde çalışmış olan genç subaylar, müstesna fırsatın zevkinden bahtiyar olmuştuk. Tekrar kendi tabii hayatımıza ve rütbe­ lerimizin bize verdiği sahaya döndüğümüz zaman, manen bir büyük itibarın hazzını ruhlarımızda hissediyorduk. Makedonya'dan aldığımız haberler bizi meşgul edi­ yordu. Bu zamanda garip bir ruh haleti taşkın bir surette bizim ruhlarımızı istila etmişti. Rumeli üzerinde tehlike dolaştığı endişesi düşüncelerimize hakimdi. 3. orduda üç vilayet için umumi bir müfettişlik kurulmuş, bunun yanı­ na Rusya ve Avusturya'dan 'ajan' denilen memurlar katıl­ mış, komitacıların takibi, azlık milletlerin hali ile beraber idare kontrol altına alınmıştı. Vaziyeti hazmetmek bizim için mümkün olmuyordu. Er geç mutlaka bir harp patlaya­ caktı. Odalarımızda toplandığımız zaman, subay arkadaş­ lar, vaziyeti tetkik ederdik. Sanki devletin müdafaasını ve yüksek siyasetini ilgilendiren bu konuların mesulüymüşüz ve çareleri bizim elimizdeymiş gibi meşgul olurduk. Bu devrin böyle devam etmeyeceği, tehlike zamanı, vazifenin ehli olan kıymetli subayların aranacağı, sağlam bir kanaat halinde, ruhlarımıza yerleşmişti. Bir seneyi geçmiş olan kıta hayatımda dikkati çekmiş bir durumdaydım. İki defa ihtar şeklinde nasihatlara mu­ hatap oldum. Topçu tümeninin kumandanı Ferit Paşa bir gün beni çağırmış, subay arkadaşlarımın etrafımda fazla toplanmalarının bana söz ve kaza getirebileceğinden endi­ şe ettiğini söylemişti. Koruyan ve seven bir ilgilinin e!'leri saydığım bu teşebbüse karşı aşikar bir şaşkınlıkla ne yap-

35


marn lazım geldiğini sormuştum. Meslek bilgisini tamam­ lamaya çalıştığımı ve öğrendiklerimi arkadaşlarıma anlat­ mayı sevdiğimi söylemiştim. Muhterem Şevket Paşa sözü kesmişti. Bir defa da ordu kumandam Nasır Paşa beni ça­ ğırmıştı. Yanında bizim kumandan da bulunuyordu. Ordu kumandam takrioen aynı ifadelerle etrafımda subayların toplandığından ve bu halin iyi olmadığından bahsetmişti. Mülakatta hazır bulunan tümen kumandanım benden ev­ vel cevap vererek, beni koruyucu sözler söyledi. Sarayın emin adamı olmakla beraber, kimseye bir fenalık etmemiş olan ordu kumandam bana ihtarını daha yumuşak bir eda ile tekrar ederek izin verdi. Bu sene Edime'de açılmış olan harbiye mektebine ve İstanbul'daki harbiye mektebine ordulardan subay aranır­ ken beni de tayin etmek için tebligat yapmışlardı. Mektep hocalığına sıhhatimin elverişli olmadığını istida ile bildi­ rirken, beni desteklemeleri için amirlerime ve ordu erka­ nıharbiyesine çok rica etmiştim. O zaman ordudan İstan­ bul' a tayin edilmek bir talih sayılıyordu. Kurtulmaya çahş­ mak hem hayreti, hem hürmeti celbetmişti. Artık yalnız kışlada yatmıyordum. Haftada bir iki gün Sultan Selim mahallesinde bir mütevazı evde kalıyordum. Pek sade bir oda yapmış, köşeye de bir sahra yatağı koy­ muştum. Hafta başlan şehirde yemek yedikten, Rumeli kahvesinde subaylarla bilardo oynadıktan sonra çalımla evime giderdim. Kışın Edime pek soğuk olur ve sabahlan Tunca üzerinden geçerken yüzümüz buz kesilirdi. İlk gün­ lerde Edime bana, donuk, iptidai bir şehir, büyük bir hara­ be gibi geldi. Zamanla alıştım, sevdim. Güzel Edirne' ye her gidişimde gençliğimin köşelerini bir defa arar ve göz­ lerimle severim. 36


İLK SİYASİ VAZİFEM

1907 sonlarında, Edirne ordugahında, gelecek seferin muhtemel düşmanı olarak Bulgaristan ile zihnimiz meşgul idi. Bulgaristan, kendi hacmine göre büyük bir ordu kur­ muştu. Bu ordunun talim terbiyesi, teçhizatı için sarfolu­ nan gayretler mübalağa ile bize aksediyordu. Makedon­ ya 'da Bulgar komitacılarının köylere taarruzları ve Bulgar milliyetçiliğini zorla yaymak için kanlı gayretler, bir Bul­ gar harbini mukadder gösteriyordu. Edirne taraflarında ko­ mitacı hareketleri daha ziyade Kırklareli kuzeyinde, Tır­ nova mıntıkasında patlamış, geçen iki sene vukuat ve taki­ bat olmuş, şimdi hadiseler seyrekleşmişti. Fakat Bulgar hududunun bir hususiyeti, hudut kavgalarının hudut muha­ fızları arasında hiç kesilmemesiydi. Ordu içinde daima ta­ ze bir vakanın havadisi dolaşır, tabiatıyla sinirler gerilir ve ufukta bir şeyler beklenirdi. Rumeli'de bütün hudut boyla­ n

Trakya, Makedonya, Yunan ve Karabağ hudut müfettiş­

iiklerine bölünmüştü. Bir gün, bana bir hudut vukuatı için tahkikata gidecek askeri komisyona memur edildiğim tebliğ edildi. Hudut müfettişi

Naci Paşa 'nın

başkanlığında, Mustafapaşa 'da

bulunan Tümen Erkanıharbiye Reisi Binbaşı Topçu 8. Alay' ın 3. Bölük Kumandanı

Zihni Bey 1e Yüzbaşı ismet Efen­

di 'den bir komisyon teşkil edilmişti. Hemen ordu erkanı­ harbiyesinde Naci Paşa 'yı bularak kendimi takdim ettim ve ilk emirlerini aldım. İki gün sonra buluşup, Kırcaali bölgesine hareket ettik. Bu bölgede Arda nehri boyunca sarp araziden geçtikten sonra Kırcaali'nin yumuşak, az arızalı platosuna geçtik. Komisyon reisi

Naci Paşa,

Bul­

garlarla hangi karakolda buluşacağımızı biliyordu. Yazla

37


Deresi üstünde bir karakolda karşılaştık. Bulgar heyetinde ESki Zağra'daki Tümen Kumandanı

General Velçef, ordu

erkanıharbiyesinden Binbaşı Markaj, bir de süvari subayı vardı. Her iki heyetin yakınında, kendi askerleri ufak müf­ rezeler halinde duruyorlardı. Kısa selam ve karşılıklı tak­ dim merasiminden sonra başkan generaller vukuatı ve ih­ tilafı görüşmeye başladılar. Bulgar askerleri hududu teca­

vüz etmişler, ormana ve köylüye zarar vermişlerdi. Bulgar heyeti, askerlerinin hudut içinde bulunduklarını, hudut te­ cavüzünün bizim taraftan olduğunu iddia ediyorlardı. Sö­ ze iki tarafın binbaşıları da karıştılar. Her ikisi de öteden beri hudutta bulundukları için, vukuftan ve tecrübeleri var­ dı. Münakaşalar tekrarlandıkça, şiddetleniyordu. Bir ara­ lık bizim

Zihni Bey, General Velçef'e

"Ben padişahın fer­

manlı zabitiyim" diye sinirli bir çıkış yaptı. Bulgar gene­ rali, "Ben hükümdarımın generaliyim" diye karşıladı. Bi­ raz sustuktan sonra iki general tekrar konuşmaya başladı­ lar. Bir aralık Naci Paşa bana yaklaştı, "bütün mesele hu­ dut çizgisi üzerindeki ihtilafta toplanıyor" mealinde ko­ nuştuk. Bir topoğrafya aleti ve hudut protokolü ile arazi üzerinde tetkikler yapmanın faydalı olacağını düşündük.

Naci Paşa, Zihni Bey 1e de görüştükten sonra tekrar gene­ ralle buluştular ve Binbaşı Markof1a benim ertesi sabah­ tan itibaren böyle bir tetkik yapmamızı kararlaştırdılar. Ya­ kın bir Bulgar garnizonundan, Binbaşı Markof bir panfo­ metre getirecekti. O gün ayrıldık. Ertesi günü aynı karakolda Binbaşı Malovf1a ikimiz ça­ lışmaya başladık. Hududun geçtiği taksim hattını -sular tak­ sim hattı- arazi üzerinde tespit edecektik. Markof başladı, ben kaydettim ve işaret etıneye başladım. Biraz sonra ben aleti kullandım. Markof beni takip etti ve haritaya işaret ediyordu.

38


Ameliye biraz ilerledikten sonra biz haklı görünmeye başla­ mıştık. Bu arada, hiçten, Markrof1a aramızdaki ihtilaf çıktı.

Markofen basit şeylere itiraz ediyordu. Aletin üzerindeki de­ receyi okııyorduk ve ikimiz başka başka rakam buluyorduk. Biraz uğraştıktan sonra beraber çalışmak mümkün olamaya­ cağını anladık ve generallerimize bilgi vermek üzere ayrıldık. Başarısızlık gücümüze gitmişti. Hallini basit sandığım bir işin çıkmaza girmesinden üzülmüştüm. Bu hissiyat ile Naci Pa­ şa 'yı köyde buldum. Kendisine ve Zihni Bey 'e neticeyi anlat­ tım. Naci Paşa sükı'.inetle dinledi. Zihni Bey pek hiddetlendi. "Onlar böyledir. Mutlaka haksızdırlar ve şikarı yaparlar" de­

di. Ert�si gün toplantıya gittik. llk önce ben, General

Velçef'e

çalışmamıza nasıl başlayıp, nasıl ayrıldığımızı sükı'.inetle, bir askeri terbiye ile anlattım ve sözümü Binbaşı Markof'tan şi­ kayetle bitirdim. General beni dinledikten sonra düşündü ve biraz geriye çekilerek

Binbaşı Markof1a yalnız konuştular. Generalin şiddetli sözler söylediği Markof'un yüzünden tah­

min olunuyordu. Biraz sonra konuşmaları bitti, aralarında an­ laşmış gibi sükı'.inetle geldiler, iki heyet birleşti. Generaller bir iki dakika görüştükten .sonra, bir karara varamadıklarını ve meseleyi hükümetlerine bildireceklerini söylediler. Vedalaş­ tık. Diğer bir ihtilafı konuşmak üzere Mustafapaşa civarında bir karakolu buluşma yeri tayin ederek ayrıldık. BULGARLAR BİZİ YANLIŞ ANLADILAR İki gün sonra Mustafapaşa civarındaki karakolda yeni meseleyi görüştük. Hudut kavgası olmuş, birbirlerine ateş etmişler. K abahat kimde olduğu aranıyordu. O gün de sa­ bahtan akşama kadar heyetçe ve ikişer ikişer konuştuk, araştırdık, bir neticeye varamadık.

39


Generaller, dostça çalışmış olmak, hükümetlerine ra­ por vermek ve hükümetlerin ihtilafı halletmesini kolaylaş­ tırmak gibi mutad olan bir iki cümle ile vazifeyi bitirdiler. Generallerden sonra karşılıklı öteki subaylar vedalaştık. Aşikar bir surette neşesiz, düşünceli bir halim vardı. Ge­ neral veda için elimi sıkarken ciddi bir sesle, bana: "Y üz­ başı Efendi, bir gün vatanınız sizinle iftihar edecektir" de­ di. Hayretle yüzüne baktım ve ayrıldık. Generali bir daha görmedim. Kavga ettiğim Binbaşı Markof1a zaman içinde dost olduk. Bulgaristan'da ve Tür­ kiye'de muhtelif sebeplerle birkaç kere görüştüm. Sonra general rütbesine kadar çıkan

Markof,

bana çok ciddi ve

çok yakın olarak her mütalaasını söyleyecek bir itimat bes­ lerdi. Kendisi esasen Petersburg'da erkanıharbiye tahsili yapmıştı. Çar ordusunun hedefleri ve zihniyeti hakkında bilgisi vardı.

General Markof'u en son İkinci Cihan Harbi

sonlarında gördüm. Hayat tecrübesi geniş bir filozof ke­ malinde idi. Bir Bulgar heyeti ile bu ilk vazife teması bana birçok şey öğretmişti. Bulgar subay heyetinin zihniyetini, kıyme­ tini ve resmi ihtilafların hallolunabilmesi şartlarını epey kavramıştım. Dönüşte bizim hudut müfettişliğinde basit topoğrafya aletleri olmamasından muhterem

Naci Pa­

şa 'yla beraber karşılıklı sızlandık, şikayet ettik. Bizim ilk gençliğimiz Balkan milletlerinin her dördü ile -Yunan, Bulgar, Sırp, Karadağ- emniyetsizlik ve müca­ dele içinde geçmiştir. Ecdadımız herhalde daha iyi geçinme­ sini biliyordu. Daha doğrusu, milliyet cereyanları milletlerin şuuruna hakim olduktan sonra ortaya çıkan geçimsizlik, en aşın şekliyle bizim zamanımıza rastgelmiştir. Bulgarlar mil­ li benliklerine sahip olduktan sonra bize en ziyade hasım gö-

40


rünmüşlerdir. Halbuki Bulgaristan ayrıldığı ilk günden iti­ baren biz onun hayati meseleleriyle hiç uğraşmadık. Bizim Makedonya'dan çekilişimizde, şüphesiz Bulgaristan en bü­ yük zahmeti yüklenmiştir. Şurası gariptir ki, Rumeli pay­ laşmasından en az hisseyi de o almıştır. Milli şuur inkişa­ fının gözü kararmış devirlerinde, bizimle uğraşmak duy­ gularını bir dereceye kadar anlıyorum. Fakat biz Batı Ru­ meli'yi kaybettikten sonra Bulgaristan'ın bizden ayrı bir cephede bulunmasını akılla ve muhakeme ile izah etmeye imkan yoktur. Yunanlıların"politika muvazenesi anlayışla­ rında daha ziyade isabet olduğuna hükmetmek caizdir. Bi­ rinci Cihan Harbi'nden sonra Bulgarlar'ın bizden uzak kalmalarını bizim Yunanlılar'a gösterdiğimiz yakınlıktan hiddetlenmelerine yormak mümkündür. Ama hakikatleri daha soğukkanlılıkla mütalaa etselerdi, bu kırgınlığa düş­ melerine sebep olmayacaktı. Bizim Bulgarlara karşı hare­ ketimiz, 1878 seferiyle ayrıldıkları günden itibaren hiçbir devirde, onlardan intikam almak isteyen bir zihniyette ol­ mamıştır. İmparatorluk, daha Doğu Rumeli'yle birleşme­ dikleri zamanlarda bile, Bulgaristan'ı tekrar almak için bir arzu göstermemiştir. Hatta Doğu Rumeli'yle birleşmek darbesini yaptıkları zaman imparatorluk darılmış, Trakya hududuna asker yığılmışken, Sırpların itirazı ve tecavüzü üzerine Bulgarları serbest bırakmıştır. Türkler o ilk gün­ den itibaren, Bulgarlar'a kendilerini iyi komşu olarak ta­ nımaları için halis arzular göstermişler, fakat onlar, bunu farketmemişlerdir. BİR BULGAR'IN İTİRAFLARI Genç subaylığımda, yukarıda anlattığım hudut müza-

41


keresinden belki de müzakere kavgasından sonra daha ye­ tişkin zamanlarımızda, Bulgarlar'la çok temas etmişimdir. Anlayışlı devlet adamlarıyla görüştüğüm olmuştur. Bazı temaslarımda, tahmin edebileceğimden çok ileri ve sami­ mi mütalaalara rastgelmişimdir. En ziyade dikkate şayan olan bir misal zikretmek iste­ rim. Muhatabım bir siyaset adamı, bir defa bana şiddetle hitap ederek, Bulgaristan' ın başına gelen felaketlerin mü­ sebbibinin yalnız Türk hükümeti olduğunu söylemiştir. Hususi ve samimi bir sohbet esnasında söylendiği için hiç fenaya almayarak, muhatabıma biraz da acır bir halle, hay­ ret gösterdim ve fikrini daha açık söylemesini istedim. Muhatabım taşkın halde başladı: " Yeni bir devlet olarak ayrıldık, müstakil bir devletin hayatına alışmaya başladık. Bizi kendi halimize başı boş bıraktınız, birbirinden yanlış yollara sapmamıza mani olmadınız" diye cevap verdi. "Aziz dostum, siz ilk andan itibaren Türk düşmanlığı­ nı siyasi hayatınızın tek gıdası saydınız. Bizim size her­ hangi bir meselede bir sözümüzü işittirebilmemize ne su­ rette imkan olacaktır" dedim ve muhakemesinde insaflı ol­ masını söyledim. Muhatabım daha ziyade açıldı: " Biz başlangıçtan itibaren Habsburglarla Petersburg arasında ihtiraslara vasıta olduk. Bizimle topla oynar gibi oynadılar. Siz seyirci kaldınız, siz bizi bırakmayacaktınız, bizim hırçınlıklarımıza bakmayarak, kolumuzdan tutacak­ tınız. Biz Avrupa siyasetinin ortasında bu kadar darbelerin tesirlerini nasıl anlayacaktık, nasıl yolumuzu bulacaktık. Bırakmasaydınız, bizi kurtarmış olsaydınız, sizinle bera­ ber emniyette ve kuvvetli olarak, her iki memleket için

42


faydalı olacaktık" dedi. Bu derece fevkalade sözleri bana anlatmış olan Bul­ gar politikacıyı kulaklarıma inanmayarak dinlemiştim. Ka­ ni oldum ki, Bulgar kültür ve siyaset hayatında Türklere karşı takip edilecek politika için zahiren gördüklerimizden başka türlü düşünenler de vardır. Lozan' a giderken, bizim trenimize, Bulgar başvekili

Stambuliski,

yanında bir generalle binmişti. İhtilalle ikti­

dara gelmiş olan başvekil en çalımlı günlerindeydi. Yolda bizim kompartımanda uzun boylu görüştük. Biz zaferden sonra Avrupa' ya ilk defa geçiyoruz. Konferansın ne netice vereceğini de bilmiyoruz. Daha ziyade şüpheli bir ruh için­ deyiz. Bulgarlara müttefiklerin nasıl muamele ettiklerini sordum. Şikayetinin hududu yoktu. Kendisini teselli et­ mekle beraber ruhunda kuvvet ve mukavemet uyandırma­ ya da çalışıyordum.

Stambuliski

bir müddet dinledikten

sonra, konuşmanın aldığı istikametten sıkıldı, hemen aya­ ğa kalkarak, kompartımanın etrafım yoklar gibi bir tavir gösterdi ve izin alıp odasına çekildi.

Stambuliski 'yle kon­

ferans esnasında dar vaziyetlere düştüğü zaman bir iki de­ fa görüştüm. Bir defa pek mustarip olduğu bir zamanda kendisine yardımcı olmaya çalıştım. Bana çok dostane te­ şekkür etti. Bütün hususiyetleriyle bir köylü ihtilalcisi olan eski siyaset adamının saflığı ile Avrupa diplomatlarının kahırlarından uzun uzun şikayette bulundu. Tammış olduğum bir başka Bulgar şahsiyeti ile geçen bir hatırayı da anlatacağım. Bulgaristan'ı ziyaretimin bi­ rinde, Başbakan M

Muşanof

beni Şumnu civarına götür-

43


müştü. Bir dağ eteğinde Omurtak harabelerini geziyorduk. Bir aralık M Muşanofbana ilk defa olarak fasih bir Türk­ çe ile "Dolaşan tez gider" dedi. Sözü ilk defa işitiyordum. Bana atasözlerimizin nefis bir örneği gibi geldi, "Bu ne güzel söz, nereden biliyorsunuz" dedim. Gurur ile cevap verdi, gene Türkçe olarak " Biz neler biliriz" dedi. " Dola­ şan tez gider" atasözü benim için bütün seyahatin armağa­ nı

44

gibi kıymetli olmuştur.


DEVRÄ°M YILLA RI



1.

İTTİHAT VE TERAKKİ . CEMİY ETE NASIL GİRDİM?

1907 sonbaharında Edime'de yeni bir hayat başladı. İt­ tihat ve Terakki Cemiyeti' nin, üçüncü ordunun mıntıkasını teşkil eden Batı Rumeli'deki yayılması, Edime bölgesine kadar uzanmıştır. Gizli cemiyet, vatanın tehlikede olduğu­ nu ve Kanunu Esasi' nin iadesiyle devlet idaresinin düzel­ mesinden başka çare olmadığını vatanseverlere bildiriyor­ du. Rumeli' nin baştan başa tehlikede olduğunu görmekte kimsenin tereddüdü yoktu. Elbette başlıca hata sahibi de ancak her türlü şikayetlerin hedefi olan Padişah idaresi ola­ bilirdi. Padişah idaresinin doğru yola getirilmesi, milletve­ killerinin toplanması ve çalışması ile sağlanabilecekti. Telkinler asıl ordu subaylarını hedef tutuyordu. Üçün­ cü Ordu mıntıkasından gelen haberler, o bölgede, subayla­ rın heyecan içinde vatan hizmetine koştuklarını anlatıyor­ du. Kıymetleri ve ahlaklarıyla adlı ve sanlı olmuş her rüt­ bede subayla bu hareketin içinde görünüyorlardı. Telkinler ve davetler Edime'de tereddütsüz kabulle karşılandılar. Bi­ zim irtibatımızı, aramızda muhaberat ile yakın dostluk ku­ rulmuş olan

Fethi Bey,

Selanik'ten bana yazdığı mektup­

larla besliyordu. Tanışmamızı, İstanbul'dan

den)

Bey sağlamıştı.

Ali Fuat Bey,

Ali Fuat (Er­ Fethi

sınıf arkadaşı

Bey 'e beni gıyaben tanıtmıştı. Aramızdaki dostluk ve güven bu tarzda muhabere ile kurulmuştu. Benim İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girişim şöyle oldu: Bir gün, Selanik'ten, esas sınıfı süvari olan Refet adın-

47


da bir jandarma yüzbaşısı geldi, beni buldu. Fethi Bey 'den bana bir mektup getirmişti. Mektupta,

Yüzbaşı Refet Bey 'e

güvenmem ve inanmam için ne lazımsa yazılı idi. Görüş­ tük.

Refet Bey,

bana İttihat ve Terakki Cemiyeti hakkında

izaat verdi. Cemiyete giriş usullerini, yemin tarzını anlat­ tı. Cemiyetin nizamnamesini verdi. Bundan sonra gizli bir cemiyetin mensubu olarak siyasi çalışmalara başladım. Hayatımda ilgi kurduğum, mensup olduğum tek gizli ve kapalı cemiyet, İttihat ve Terakki olmuştur. Cemiyetin usulleri içinde, İttihat ve Terakki, artık Edime'de de kurul­ muş, çalışıyordu.

Fethi Bey 1e

emniyetle mektuplaşabil­

mek için kısa bir şifre tespit etmiştik. "padişah" kelimesi "ihtilal" manasına; "sadakat", "meşrutiyet"; "ubudiyet" de "hürriyet" manasına geliyordu. O zamanki zihniyeti­ mize göre polise karşı tedbir almıştık. Halbuki iyi yetiş­ miş, usta bir polisin eline geçse, pekala aynı manayı çıka­ rabilirlerdi. Bizim şartlarımız üçüncü ordununkilere nis­ petle daha dar ve güç olduğu için gelişme aynı hızda de­ ğildi. Fakat sağlam ve emniyetli idi. Üçüncü ordu ahvalini yakından görüp öğrenmek üze­ re Edime'den birinin gitmesine ihtiyaç hissediliyordu. Es­ ki erlerin götürülmesi için ordu merkezinden memur gön­ derilmek adetti. Ordu Erkanıharbiyesi bu vazife için beni, yani Topçu Y üzbaşısı

ismet Efendi 'yi,

Dedeağaç'tan İz­

mir'e sevkiyata memur etti. İzmir'e gittiğimde orada ce­ miyetten beni bulacaklarını söylemişlerdi. İzmir'de, ölünceye kadar ateşli ve hareketli kalmış olan

Süleyman Asker'ı 'yi bulmuştum.

Oradaki inkılap hareketi

hakkında beni haberdar etti ve ehemmiyetli bir şahsiyetle tanıştıracağını söyledi. Beraberce bir bakkal dükkanının üs­ tündeki odada oturmakta olan

48

Yakup Ağa isminde bir zatın


yanına gittik. Bu

Yakup Ağa 'nm, Doktor Nazım Bey oldu­ Yakup Ağa, İzmir'de her gün dolaşı­

ğunu bana söylediler.

yor ve her muhitte, benim o zaman misalini görmediğim bir taşkınlıkla Sultan Hamit idaresinin tehlikelerini anlatıyor­ du.

Dr. Nazım,

müthiş bir propagandist idi. Benim üzerim­

de de çok tesiri oldu. Adeta, büyülenmiştim. Benim, İzmir'deki izinli erlenn sevki vazifem bitmiş­ ti. Ordumuza dönmek için, usulden olduğu üzere Merkez Kumandanlığı' na bilgi vermeye gittim ve ilk hareket ede­ cek vapurla Selanik'e doğru yola çıkacağımı söyledim. Merkez Kumandalığı bana kolaylık gösterdi. Süieyman As­

ker'ı Bey de İzmir askeri makamlarındaki işlerim için yar­ dımcı oldu. O sıralarda, bu makamlarda, Rumeli'deki fikir cereyanına karşı bir ihtiyat ve kontrol tedbiri vardı. Buna rağmen Rumeli teşkilatı çalışabiliyordu. SELANİK'TE MİSAFİRLİGİM V E ATATÜRK Selanik'e geldiğim zaman kendimi büsbütün başka bir muhitte buldum. Tanıdığım kurmay subayları ve adla­ rını işittiğim topçu subayları, hepsi, yakın dostluk göster­ diler. Bana, muteber bir misafir muamelesi yaptılar. Sela­ nik'te kaldığım birkaç gün içinde, Ordu Erkanıharbiyesin­ den kıta merkezlerine kadar, gece gündüz, her tarafı dolaş­ tım. Herkes yalnız bir fikirle meşguldü: Balkan devletleri­ nin hırslan ve büyük devletlerin baskıları vatan kapısını zorlayan aşikar bir tehlike halindeydi. Sarayın mahdut adamları tehlikeyle hiç kaygılanmıyorlardı. Subaylar, Bal­ kan komitacılarının takibinden canlarını kurtarabilirse, üs­ telik bir de yabancı komiserlerin kovuşturmasından sakın­ maya çalışıyorlardı. Durum bütün Rumeli'de aynıydı. Ma-

49


nastır'daki takipler ve güçlüklerden aynca bahsediliyordu.

Enver Paşa, Binbaşı Enver Bey olarak,

oradaki çalışmala­

rından dolayı herkesin saygılı dilindeydi. Selanik'te tanı­ dıklarım, Edime'deki gelişmeyle pek ilgileniyorlardı. Ten­ kid ve teşvik ediyor, öğüt veriyorlardı. Selanik'te dikkati­ mi çeken bir fark, İttihat ve Terakki hareketinin siviller arasında Edime'ye nispetle daha geniş yayılmış olmasıydı. Bu seyahatimde hemen daima

AtatiJrk1e

Fethi Bey 1e

beraberdim.

çok görüştük. Atatürk'le Erkanıharb sınıfların­

da da görüştüğümüz olurdu. Fakat, fazla bir münasebeti­ miz yoktu. Aramızda iki sene var. Yani mesafe, mektep he­ sabıyla oldukça geniştir. Daha mektepteyken, Atatürk sı­ nıflar arasında dikkati çeken, hususi halleri ve tavırları olan bir şahsiyet tesiri yapardı. Kendisini Selanik'te gör­ düğüm zaman, şahsiyetinin arkadaşları ve muhiti içinde iyice belirmiş olduğunu anlıyord1ım. Yaradılıştan hevesli ve istidatlı olduğu bir tarafı vardı. Mutlaka birkaç kişi, ya­ ni bir cemiyet içinde bulunmayı, o cemiyette konuşmayı seven ve arayan tabiatı belli idi. Bu mizaç, muhitinde da­ ima kabul ve tehalük görmemiştir. Fevkaladelik şuradadır ki, konuşmasından ve tesirinden uzak kalmak isteyenler de nihayet o tesire kapılmışlar ve ondan zevk almışlardır. An­ laşılıyor ki, gelecekte büyük işler başında bulunmak isti­ dadı Atatürk'te, cemiyet içinde yaşamak ve toplayıcı, tesir edici vasıflar sahibi olmak şeklinde belirmiştir. Büyük is­ tidatların, hep aynı örnekte kendisini gösterdiklerini far­ zetmek mümkün değildir. Ben Atatürk 'teki hususiyeti, Se­ lanik'te, cemiyet çalışmalarının hararetli zamanlarında na­ sıl gördümse onu anlatıyorum. Mektepte talim hocamız, zamanın en şöhretli topçu subaylarından Albay Bagdatlz Hasan Rıza Bey, orduda ye-

50


ni fikirlerin kıdemli temsilcisi görünüyordu. Ordu Erkam­ habiyesinden Kurmay Binbaşı Cemal Bey ile hem dairede, hem toplandığımız evlerde görüştük. Beni

Talat Bey 1e ta­

nıştırdılar. Hepsi çok nazik teşvikçi ve cesaretli idiler. EDİRNE' Y E DÖNÜŞ Hayret edilecek bir hadise, Selanik'te Topçu Fırkası Komutam olan

Birinci Ferik (Orgeneral) Şükrü Paşa 'nın

beni aratması ve çağırmasıdır. Balkan Harbinde Edime Mü­ dafii olan

Şükrü Paşa,

evvelce Edime'de komutan iken

üçüncü orduya geçmiş, benim kendi bıraktığı topçu tüme­ ninde iyi bir vaziyette olduğumu işitince, görüşmek istemiş­ ti. Ziyaret ettiğim zaman, bana iyi muamele etti. Edirne'den haberler sordu bana devrin mizacına uygun, belki şerrinden koruyacak sandığı öğütler verdi. ikinci ordudaki tanıdıkları­ na selamlar yolladı.

Şükrü Paşa eski devrin en iyi

subayla­

rından biriydi, yeni cereyanlar içinde bulunan hiç kimseye bir fenalık ettiği görülmemişti. Ben kendisine ikbalinde ve düşkünlüğünde daima saygı ile muamele etmişimdir. Edime' ye döndüğümde arkadaşlarım beni heyecanlı bir merak içinde karşıladılar. Çok hareketli bir muhitten getirdiğim duyguları toplamaya ve düzene koyarak anlat­ maya çalışıyordum. İşittiklerim ve yaşadıklarım, İstanbul ve Edirne'de açığa vurulması mümkün olmayacak derece­ de taşkındı. Üçüncü ordu, bize nispetle çok daha iyi bakılıyordu. Maaşları her ay muntazam veriliyor, kıtaların ihtiyaçları için daha bol para alınıyor, askerin giyim kuşamı düzgün bulunuyordu.

Abdülhamit

devrinde, çetin vazife bölgele­

rinde ve güç şartlar içinde bulunan ordulara ayrıca itina

51


edilirdi. Üçüncü ordu da bu gözde ordulardan biriydi. Bu şartlarda bizim vaziyetimiz çok daha eksik idi. Buna kar­ şı, Batı Rumeli'de tehlike hissi aşikar bir surette kabarmış­ tı. Makedonya kan ve ateş içinde bulunuyordu. Bulgar, Sırp, Yunan ve Ulah çeteleriyle her gün müsademeler olu­ yordu. Biz nisbeien rahattık. Bizim bölgemizde, az sayıda ve yalnız Bulgar çeteleri vardı. Üçüncü ordu mensupları, Avrupa'da Rumeli'ye karşı hazırlanan tertiplerden kolay­ lıkla ve süratle bilgi alıyorlar ve her tarafa yayılan bu bil­ gilerle bütün kaygular besleniyor ve bileniyordu. Her der­ din devası Kanunu Esasi'de olduğu iman halinde yerleş­ mişti. Bütün bu gördüklerimi ve öğrendiklerimi Edime'de­ ki arkadaşlarıma anlatmaya çalıştım. O günlerde dimağla­ rın vatan kurtuluşu için sağlam ümitler içinde, ne kadar ka­ rarlı olduklarını hatırlamak insana kuvvet ve ilham verici­ dir.

52


il.

MEŞRUTİYETİN İLANI İLK HABERLER EDİRNE'DE İHTİYATLA KARŞILANDI Meşrutiyet ilanı için gizli devirdeki çalışmaların se­

beplerini ve heyecanlarını canlandırmak üzere ne kadar ça­ lışılsa yeridir. Emel ve duyguların asil, temiz mahiyetleriy­ le, sonra, olayların getirdiği hayal kırıklıkları ve başarısız­ lıklar insanı dehşete sevkeder. Memleketin siyasi kültür­ den acınacak derecede mahrum bulunduğunun kimse far­ kında değildi. Vatanseverlik timsali olan insanların yeni ik­ bal şartlarında ne hale gelecekleri hiç tahmin edilmiyordu. Kanunu Esasi kelimesi bir sihir gibi tesir ediyordu. Çok sa­ f iyane olan bir umumi teliikkiye göre de, Avrupa'da ve memleket içinde sürgünde bulunan hesapsız ehliyet ve ha­ miyet sahiplerinin müstesna kabiliyeleri herkes için büyük ümit kaynağı teşkil ediyordu. İşte, 1 907 sonlarında Rume­ li' nin ümitleri ve duyguları bu azaplar ve hayaller içinde besleniyordu. Meşrutiyet ilanı için daha uzun zaman çalış­ mak lazım geldiği kabul ediliyordu. Oysaki, Meşrutiyet tahmin edilemeyecek kadar yak­ laşmış bulunuyordu. 1 908 Temmuz' unda İstanbul'da Kanunu Esasi' nin tekrar yürürlüğe girdiği hakkında Padişah iradesi i lan olundu. İlk haberler Edirne'de ihtiyatla karşılandı. İlanın sebebi olan Batı Rumeli'deki vukatın haberleri gelmeye başladı. Günlerden beri dağınık bir halde Selanik' ten sızan havadislerden anlaşıldı ki, büyük bir askeri ihtilalin neti­ cesi olarak Meşrutiyet İnkılabı tahakkuk etmişti. Selanik ve Manastır'da, inkılap ( 1 0 Temmuz), 23 Temmuz 1 90 8 'de

53


ifan edilmiş, İstanbul 'da 24 Temmuz tarihli irade ile resmi­ yete konmuştur. Kısa bir müddet sonra 23 Temmuz tarihi, inkılap tarihi olarak bütün memlekette tespit edilmiştir. Bir iki gün içinde, ikinci ordu her tarafta inkılap şenliklerine katıldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezleri, İstanbul'da ve bütün memlekette cemiyet şubeleri kuruyor ve manen idareye hakim oluyordu. Genç subaylar öncülük ederek devletin bütün memurlarını cemiyete sokuyorlar ve eski memurlardan iyi şöhret sahibi olamayanların vazife gör­ melerine imkan bırakmıyorlardı. İlk günden itibaren, genç ihtilalciler sivil ve asker her rütbeden görevliye, Kanunu Esasiye sadakat yemini ettirme faaliyetlerine girişmişlerdi. İstanbul' un hali, az zamanda, çok daha aşın bir seviyeye vardı. Kanunu Esasi ile beraber hükümdar yeni bir hükü­ met kurmuştu. Gene eski idare yetiştirmesi vezirlerden, şöhretleri daha elverişli olanlar hükümete gelmişlerdi. Son idarenin mensupları ise, halk efkarının taşkın tarizlerine hedef olmuşlardı. İHTİLALİN ÖNDE SİMALARI Meşrutiyet' in ilanı gününde, ihtilalin en önde simala­ rı olarak

"Enver Bey " ve "Niyazi Bey " isimleri geçmiştir.

Ordunun bu mümtaz simaları, İttihat ve Terakki namına, hürriyet uğruna vazifelerini terketmişler, maiyetlerine al­ dıkları bir avuç askerle dağa çıkmışlar, dağlarda birkaç gün dolaştıktan sonra meşrutiyetin ilanı üzerine avdet etmişler­ di. Hürriyet kahramanları içinde, ilk günden fazla itibar görmüş olan ve sonuna kadar büyük bir sima olarak beli­ ren Enver Paşa 'dır. Kolağası Niyazi Bey de ordunun sevdi­ ği bir subaydı. Harekete iştiraki, maiyetiyle beraber dağa

54


çıkıp padişaha isyan etme durumuna gelmesi, büyük bir kahramanlık sayılmış ve neticenin alınmasına tesir ettiği kabul olunmuştur. Onun bir geyiği vardı. Yanından ayır­ madığı bu geyikle resimleri çekildi, her tarafa yayıldı. Zi­ hinlere bu tabloyla yerleşti. Bir kahramanlık hatırası bıra­ karak, zamanla silinip gitti.

Enver

Bey, Erkanıharbiye binbaşısı olarak Manas­

tır'da, bölge kumandanlığının yabancı komitacıları takibe memur teşkilatının mensubu idi. Takip hareketlerinde bü­ yük şöhret kazanmıştı . Bu devrede, Enver Bey,

Niyazi Bey

gibi, Bulgar, Sırp ve Yunan çetelerini takip etmekle şöhret yapmış bulunan muhtelif rütbede pek çok subay yetişmiş­ tir. Bunların arasında adı en çok anılan ve ön plana geçen

Enver Bey 'dir. Enver Bey 'in şöhreti yalnız kahramanlığından gelmi­

sima,

yordu. İyi bir erkanıharb zabiti olarak kabul ediliyor ve özellikle şahsi ahlak bakımından örnek tanınan meziyetle­ riyle saygı görüyordu. Memleketin idaresi hakikatte Selanik'teki İttihat ve Terakki umumi merkezinin eline geçmişti. Yurdun hangi köşesinde sükfuıete getirilemeyen bir hadise olursa, Sela­ nik' e haber veriliyor ve oradan çaresi aranıyordu. İhtilalin ateşli ve kanlı hadiseleri, Batı Rumeli'de cereyan etmiş, ol­ gunlukları bütün memlekete yayılmıştı. Durumun nezake­ ti şu noktadaydı: İnkılapla payitahtta kurulan hükümet, in­ kılap hükümeti değil. İnkılapçı cemiyet, resmi hükümeti idare ve murakebe ediyordu. Kısa zamanda bu vaziyeti normal hale getirmeye çalıştılar. Hakikatte, İttihat ve Te­ rakki'nin mesul olarak kendi adamlarıyla iktidara tama­ miyle el koyması uzun seneler sürmüştür. Ordunun vaziyeti bu inkılap günlerinde çok şikayet

55


olunacak hale gelmişti. Kışlalarda vazifeler eksik kalıyor, herkes her yerde devletin bütün işleri için nutuklar söylü­ yordu. Üçüncü ordunun küçük askeri heyetleri Edirne'ye gelmişler, muhitimizin alışmadığı aşın bir dereceyle ihtilal edebiyatı neşrediyorlardı. Bu küçük rütbeli askeri heyetler büyük merasimk karşılanmış, ordular arasında kardeşlik duygulan canlandırılmış ve saray muhitlerine her türlü ders verilmek istenmişti. Edirne muhiti bu kadar tahrike tahammül edecek halde değildi. Bu hadiselerin İzmir'de ve daha içeri Anadolu'da da fazla geldiği işitiliyordu. Edir­ ne'de, ilk menfi tepki asker arasında görüldü. N ereden çık­

tığı ilk önce bilinmeyen müşterek sözlerle askerl�r İstan­ bul' a gidip, padişahı görmek istiyorlardı. Kıtalanna, ha­ kim olan subaylar, askerleri el altında tutmak için vazife­ lerine koştular. Bir iki gün, gece gündüz asker arasında ça­ lışılıyor, öğüt veriliyordu. Anlaşıldı ki,

Çanklı

lakabında

bir piyade kolağası, padişah sadakatıyla askerlerin aklını oynatmış ve düpedüz inkılap düşmanı bir hareket vücuda getirmişti. Subaylar fedakarlıkla çalıştılar. İstanbul' a gidip gelen askerlerin fazla bir tesiri olmadı. N ihayet, tahrik eden Kolağası ve etrafındaki birkaç yardakçı tecrit ve tev­ kif edildi. Bu suretle Edirne'de bir büyük hadisenin önü alınmıştı. ABDÜLHAMİT HENÜZ HÜRMET GÖRÜYORDU Göz önünde tutulmak icabeder ki,

ikinci Abdülhamit

henüz hürmet mevkiinde bulunmakta ve inkılabın taşkın­ lıkları vezirlerinin mühim bir kısmına teveccüh etmekle beraber kendisine dokunmamaktaydı. Hiç olmazsa bu ha­ va İstanbul'da ve Edirne'de hüküm sürüyordu.

56


Meşrutiyet ve Kanunu Esasi İdaresi hakkında, o za­ manki bilgilerimiz şaşılacak kadar esassız ve sathidir. Bir kanaatte çok samimi olarak sağlam duruyorduk. Kanunu Esasi, iç politika ve dış politikanın bütün aksi cereyanları­ nı yenecek ve hiç güçlüğe eramadan saat gibi düzgün işle­ yen bir idare kurulacaktı. Bugünlere ait bir hikayeyi hala zevkle hatırlanın. Muhterem doktor Nihat Reşat Belger 'i bir gün istasyonda, Avrupa'dan gelirken görmüştüm. Tanışmayı müteakip sa­ mimiyetle görüşmeye başladık. Doktor, bana bundan son­ ra memlekette kurulacak idarenin ne şekiller göstereceği­ ni ve en doğrusu nasıl olacağını anlatıyordu. Doktorun bil­ gisine hayran olduğum kadar, kendi eksiklerime de şaşı­ yordum. O, eski inkılapçının tecrübesiyle, selahiyetle ko­ nuşuyordu. Benim zihnim daha ziyade içinde bulunduğu­ muz şartların yakın ihtimalleriyle meşguldü. Bu heyecan­ lı günleri sevinçle, zahmetle ve kaygılarla geçirdik. Ordu hayatının süratle ve tekrar kendi çerçevesi içinde yürüme­ ye başlamasına hasret çekiyordum. Ordu Kumandanı Na­

sır Paşa

ayrılmış, yerine başkası gelmemişti. Ordunun bir

an evvel muntazam idareye kavuşmasını, her tarafa müte­ madiyen anlatmaya çalışıyorduk. Bundan sonra hadiseler türlü ihtilatlarla birbirini kovalamaya başlamıştır. ÖNEMLİ SİYASİ GELİŞMELER Meşrutiyet ilanını takip eden heyecanlı sevinç hadise­ leri yanında türlü taşkınlıklar devam ederken, umumi hat­ larıyla muvaffakiyet ve güven intibaı kendini gösteriyor­ du. En ehemmiyetli başarı, Batı Rumeli'de üç vilayet umu­ mi müfettişliğinin tasfiyesi olmuştur. İttihat ve Terakki Ce-

57


miyeti'nin kısa zamanda Rumeli'de ihtilal doğurabilmesi­ nin başlıca sebebi olan Batı Rumeli 'deki müfettişlik teşki­ latı Meşrutiyetin ilanı ile kendiliğinden kaybolmuştu. Üç vilayet müfettişliği nasıl kurulmuştu, bu kuruluşa esas olan milletlerarası muhabere ve muhavereler nelerdi, bunları bi­ lecek muhitte değildik. Yabancı kuruluşun kalkıp kaybol­ masının da muamelesini bilmiyorduk. Hatırladığım şudur: Selanik, Manastır ve Kosova vilayetlerinde kurulmuş olan sözde Osmanlı müfettişliği, gerçekte Batı Rumeli'nin mil­ letlerarası bir idareye tabi tutulmasıydı. Rusya ile Avustur­ ya "ajan sivil"leri bölgeyi bizim umumi müfettiş ile bera­ ber idare ediyorlar ve bir İtalyan generali jandarma teşki­ latını tensik ederken, memleket asayişini ve çetelere karşı takibatı kontrol ediyordu. Aynca bir mali komisyon, bu üç vilayette devletin mali işlerini yürütüyordu. Her manası ile milletlerarası, müşterek bir idare kurulmuştu. Meşrutiye­ tin ilanı üzerine bu idare kalkmış, üç vilayet öteki vilayet­ lerimiz gibi kayıtsız şartsız Osmanlı devletinin idaresine geçmişti. Bu netice, Meşrutiyet İnkılabı'nın ilk semeresi ve tek başarısı olsa da, her zahmete ve her fedakarlığa de­ ğecek kıymette idi. Birden bütün hayaller muvaffakiyet heyecanı ile genişledi ve istikbalin daha parlak olacağı in­ tibaı kuvvetlendi. Gene müsbet başarılardan sayılabilecek bir olay olmak üzere o zamana kadar can düşmanları olan komite reisleri Türk şehirlerine inmişler, kendilerini takip etmiş olan subaylar ve idare amirleriyle dostluk ve bera­ berlik akitleri yapmışlardı. Edime'den asker-sivil bir kar­ ma heyet, bu arada Bulgaristan'a bir ziyaret yapmış ve hl' gidenler dostluk nutukları söylemişlerdi. Bu sene günden güne ve haftadan haftaya olaylar pek sık ve pek kesif geçi­ yor ve değişiyordu.

58


Bu iyi günlerin ne kadar sonrasında olduğunu günü ile söyleyemeyeceğim, ama emniyetle hatırladığımı zannede­ rimki, 1 908 senesinde; Avusturya - Macaristan İmparator­ luğu Bosna ve Hersek eyaletlerini imparatorluğa ilhak etmiş ve Bulgaristan istiklal beyan ederek, Prens bütün Bulgar­ lar'ın çan olduğunu ilan etmişti. Bosna-Hersek, 1 878'de Avusturya tarafından işgal edilmiş, o zamandan beri sözde geçici olarak onun idaresinde kalmıştı. Bulgaristan ise prenslik olarak, yani nazari şekilde padişahın tabiyetinde, kendisini ve Doğu Rumeli'yi idare etmekteydi. Gerçekte, Bosna-Hersek Avusturya'nın fiili olarak kesin hakimiyetin­ de ve Bulgaristan da diğer Balkan devletleri gibi her sahada tam istiklal ile yaşayan bir devlet halindeydi. Bu devletler 1 908 senesinde vaziyetlerini enternasyonal hukuk bakımın­ dan kesin bir şekle bağlamak ihtiyacını duymuşlardı. Meş­ rutiyet ilam ile halk idaresinin kurulması ve halkın her saha­ da bütün haklarını bilerek savunacak hale gelmesi ve ehem­ miyetli bir nokta olarak bu inkılabın Türkiye'ye geniş bir iti­ bar sağlaması, Avusturya'yı ve Bulgaristan'ı hukuki vazi­ yetlerini sağlama bağlamak tedbirine sevketmişti. İki mille­ tin bu hareketleri, memlekette baştan başa bir kaynama ve köpürme meydana getirdi. Sanki elimizdeki iki vilayet gas­ pedilmiş ve yurdumuzun bir bölgesi yarılıp, Bulgaristan na­ mıyla bir parçalanma olmuş gibi umumi bir hiddet hasıl ol­ muştu. Vatanseverler fırsat bekleyen düşmanlar tarafından suratlarına vurulmuş bir şamarın acısını duyuyorlardı. Bü­ tün idarenin bağlan, kendi başına işler bir dağınık durumda iken, herkes yalnız bir karşı tedbir, yani silahlı bir hareketle saldırıyı reddetmek düşüncesindeydi. Hürriyet şenlikleri, protesto mitingleri ve nutuklarına çevrildi. İstanbul'da ve memlekette hiddet gösterileri yapılırken, Rumeli orduların59


da harp vaziyetleri, ön planda hazırlanmaya başlamıştı . Avusturya ve Bulgaristan ile muhtemel bir harbin türlü şe­ killeri hesap ve tetkik ediliyordu. Dikkatimizi çeken nokta şuydu: İstanbul 'da hükümet eden eski vezirler, milletin tabii gösterileriyle desteklenerek, sakin ve mütevekkil bir halde vaziyeti idare ediyorlar ve Selanik'te bulunan İttihat ve Te­ rakki umumi merkezi onları kontrol ediyordu. NAzIM PAŞA'NIN ORDU KUMANDANLIÖI DEVRİ Bugünlerde ikinci orduya kumandan tayin edilmiş olan Nazım Paşa vazifesi başına gelmişti. Nazım Paşa is­ tibdat devrinde siyasi ithamlardan dolayı tardedilerek sür­ gün edilmiş ve meşrutiyetle hürriyete kavuşmuştu. Siyaset mağduru ve şöhretli bir asker olarak yeni devirde vazife al­ ması tabii idi. Bununla beraber vazife başına gelmekte ge­ cikmesinin, kendisinin askeri rütbesinin iadesi ve vaziye­ tinin tamiri için haklı merasimin yapılmasında ısrar etme­ sinden ileri geldiğini öğrenmiştik. Nihayet Nazım Paşa Edime'ye geldi ve ordusunun kumandasını-üzerine aldı. Ordu Erkiinıharbiye Reisi olan Hasan Rıza Paşa, er­ kiinıharb sınıflarında bizim hocamız, devrinin vükelasın­ dan birinin damadı, iktidarı umumiyetle teslim edilen par­ lak bir subaydı. Nazım Paşa ihtilal hareketleri içinde dağı­ nık ve az çok inzibatı bozulmuş olan ikinci orduda süratle disiplin kurdu. Hasan Rıza Paşa 'nın cezalandırdığı ordu idaresinde geniş bir faaliyet başladı. Zaten Bosna-Hersek ve Bulgaristan olaylan ile endişeli bulunan bütün vatanse­ ver ordu unsurları intizam ve vukuf içinde açılan çalışma devrini bütün kuvvetleriyle desteklediler.

60


Nazım Paşa 'nın o zamana kadar görülen kumandan­ lardan farklı, otoriter ve laubali davranışlar arasında husu­ si bir idare tarzı vardı. Evi, akşamlan, genç ve yaşlı mes­ lek dostlarına açıktı. Edime'de bekar bulunduğu için ak­ şamlan, masasının başında, herkesin gözü önünde hem aperatifini alır, hem kağıtlarını havale eder, hem de Erka­ nıharbiyesine hususi telkinlerini yapar, kumandanlarıyla görüşürdü. Ertesi günü ordugahın bir köşesinde, manevra meydanında bütün maiyetiyle hazır bulunur, askeri hare­ ketleri takip ederdi. O zaman kaç yaşında olduğunu tahmin edemem. Ancak biz genç hayalimizde bütün istibdat dev­ ri generalleri ve devlet adamlarını vakti geçmiş, pek yaşlı insanlar zannederdik. Hayat faaliyeti işareti olarak ifrat ile beslenmenin arızalan ile Sultan Hamit ricali ekseriyetle çok yıpranmış görünürlerdi. Bugünkü tahminlere göre ço­ ğunun 60 yaşında bile olmadıklarını zannediyorum. Nazım Paşa, felaket ve sürgün zamanının eziyetlerine rağmen ve ak-pak olduğu halde, dinç ve canlı idi. O devirde otomobil olmadığı için asker arasında ve manevralarda, at sırtında hareketleri takip ederdi. Kendisinden daha genç olan eski generallerde bu dermanı görmediğimizden Nazım Pa­ şa 'nın habil bizim üzerimizde çok iyi tesir yapardı. Soğuk ve yağışlı havalarda manevradan dönen her sınıf askerin yol kolunda selamlarını kabul eder, böylece ordu kuman­ danı olarak yorgun kıtalan teftiş etmiş olur, onların ruhla­ rına güven ve kuvvet aşılamasını bilirdi. Bunlar bir askeri amirin her zaman iyi ve ümit verici vasıflan sayılır. Bu as­ rın bilgi ve kültür seviyesini kumandan olarak henüz kim­ sede, Nazım Paşa 'da da göremiyorduk. Bu ilim belki Erka­ nıharb Reisi Hasan Rıza Paşa 'da olacaktı, fakat o da ku­ mandan olmadığı için kıtaların talimleri ve manevraların61


da, asıl kumandanın yanında, tabiatıyla sessiz bir durum­ daydı. Doğrusunu &öylemek lazım gelirse, bir ordu ku­ mandanının ilim ve kültür sahibi amir olarak vazifesinin ne olduğunu biz yüzbaşılar o zaman tabiatıyla kavramış değildik. Biz bu vazifeleri seneler ve seneler sonra öğrene­ bilmiştik. Bu kayıtlar altında Ndzım Paşa 'nın ordu kuman­ danlığı devri bizi bahtiyar etmişti. MISIRLI PRENSLE ÇATIŞMAM Ben bu esnada topçu bölüğünden ayrılmıştım. Beni Edime'deki süvari tümeninin erkanıharbiyesine memur et­ mişlerdi. Bu süvari tümeni kuvvetli bir birlik idi. Bir sene önce İstanbul'dan gelmiş olan Hamidiye sü­ vari alaylarıyla her süvari tümeninden daha toplu ve göste­ rişli olmuştu. Tümen kumandanı, bana rütbemin ve haddi­ min üstünde bir teveccüh gösteriyor, üç-dört süvari tuga­ yının kıt:ıları ve Doğu Trakya 'ya, hudutlara dağılmış bü­ tün birlikleri arasında serbest çalışmamı destekliyordu. Edime'den sabahleyin kalkar, at sırtında Kırklareli'ne ne­ şe ile giderdim. 60 kilometrelik bir yolculuğu 7-8 saatte kolaylıkla yaptıktan sonra, oradaki tugay ve alay kuman­ danlarıyla görülecek işlerimizi görüşür, süvari alaylarının bütün subayları ile derslerimizi ve muhtemel vazifeleri gözden geçirirdik. İdeal ve bahtiyar bir askeri meslek ha­ yatı yaşıyordum. Süvari erkanıharbliğim zamanında tümene Aziz Paşa isminde bir Mısırlı prens memur edilmişti. Pek genç yaşta general olmuş, Avusturya veya Prusya ordularının birinde bir müddet teğmenlik etmiş bir asker olarak, iddialı bir ha­ li vardı. Bizim alışmadığımız ölçüde zenginlik imkanları

62


içinde yaşıyor, Edirne'nin en büyük evini mümkün olduğu kadar süslü ve gösterişli döşeyerek, büyüklü küçüklü ordu subaylarını kabul ediyordu. Ordu kumandanının pek yakı­ nı idi. Süvari tümenine memur edilmiş olan prensin vazi­ fesinin ne olduğunu kimse bilmiyordu. Zavallı tümen ku­ mandanı gün görmüş Akil Paşa, prensin bir alay veya tu­ gayda aklına eser tedbir veya talimi, şehzade edasıyla em­ rettiğini veya tatbikata koyduğunu, kendisine haber ver­ dikleri zaman aklı başından giderdi. O devirden hatırımda kalmış olan sözlerden birisi şudur: "Davul benim boynum­ da, çomak başkasının elinde" derlerdi. Bir amirin kendi üstündeki selahiyeti başkasının dilediği gibi kullanmasını anlatmak için söylenirdi. Prens Aziz Paşa 'yla, ben, tümen Erkanıharbi, az zamanda çatıştık. Prens askerlik hevesleri­ ni tatmin ederken seferberliklere dair emirler vermeye baş­ lamış ve kıta kumandanlıklanndan, tümene seferberlik ta­ limatlarının değişip değişmediği sualleri sorulmaya baş­ lanmıştı. Tümen kumandanı beni prensle görüşmeye ve kendi hareketleriyle, tümen emirleri arasındaki uyuşmaz­ lığı münasip surette izah etmeye memur etti. Prensle ko­ nuştum. Tümenin seferberlik tertiplerinin bozulmamasını ve değiştirilmemesini tümen kumandanının rica ettiğini, mümkün olduğu kadar batmayacak bir ifade tarzında, an­ latmaya çalıştım. Aziz Paşa bilmediği bir dille kendisine anlatılan askeri ihtiyaçları dinlerken hem sararmış hem kızgın bir hal almıştı. Sözüm bittikten sonra ordu kuman­ danı ile görüşüp, vaziyeti bildireceğini ve ordudan tümene lazım olan emirlerin verileceğini cevap olarak bana söyle­ di. Akşam üzeri çok zaman olduğu gibi Nazım Paşa 'nın evine beni de çağırmışlardı. Önce Hasan Rıza Paşa ben­ den malumat aldı ve bize hak verdi. Sonra Nazım Paşa, bü63


ro ve yemek

sofrası vazifesini gören masasında beni karşı­ sına oturtarak, süvari tümeninin hikayelerini dinledi. Ali­ cenap bir tavır ile ehemmiyetli bir mesele olmadığı kana­ atine vararak Hasan Rıza Paşa 'nın işlere düzen vereceği­ ni bildirdi. Bu vakadan sonra prensle münasebetlerimiz daha ciddi, yani prens, tümen Erkanıharbiyesi'ne karşı da­ ha dikkatli olmuştu. Nazım Paşa 'nın ordu kumandanlığı zamanı esef verici siyasi olaylarla sona ermiştir.

64


il. 31

MART İRTİCA OLAYI

ORDU TEKRAR POLİTİKAYA KARIŞTIRILQI Bu esnada İstanbul 'da çatışmalar ve cemiyetle ihtilaf­ lar herkesin gözüne batacak kadar parlamıştı. Hükümet ile cemiyet arasında anlaşmazlık ilerlemiş ve büyümüştü. Bosna-Hersek ve Bulgaristan olaylan sükı1nete ve bir an­ laşmaya doğru ilerledikçe, iç ihtilaf artıyordu. Bu esnada Nazım Paşa İstanbul' a gitmişti. Az bir müddet sonra Sad­ razam, Harbiye Nazın'm değiştirmiş ve onun yerine Na­ zım Paşa 'nın getirileceği söylenmeye başlanmıştı. Olay es­ asında tabii bir şeydi. Ancak o sırada bir harbiye nazırının gidip Nazım Paşa 'nın onun yerine gelmesi siyaset cere­ yanları içinde I:ıususi bir kıyafet almıştı. Nazım Paşa 'nın bu mevkie getirileceği havadisi, tabii bir değişme ve seçil­ me hadisesi gibi değil, ikinci ordudaki başarısının ve ikin­ ci ordu subaylarının desteğinin neticesi olduğu manzarası verilmişti. Cemiyet vakayı böyle yorumladı ve Edime'de­ ki teşkilatında, ordunun bir harbiye nazırının değişmesin­ de vaziyet almasının varit olmadığının tashih ve ilan edil­ mesini istedi. Ordu karşıtı, cemiyet kulüpleri ve askeri ku­ lüp harekete geçtiler. Nazım Paşa 'nın herhangi bir mevkie gelip gitmesinde ve kendisinin tayininde, ordunun hiçbir talebi ve iltizamı olmadığı telgrafla bildirildi. Ordunun ye­ niden böyle bir siyasi harekete karışmış ve karıştırılmış ol­ masını hala esefler ve üzüntülerle hatırlarım. Zannediyo­ rum ki, Harbiye Nezareti'nde, Cemiyetle çalışan Sadraza­ mın arzu ettiği değişiklik olmamıştı. Nazım Paşa tekrar ikinci orduya gelmedi. Onun yerine Salih Paşa ordu kuma­ ndam olarak tayin edildi. Bu zat da istibdat devrinin mağ65


durlarından ve sürgünlerinden idi. İnkılap üzerine vazife­ ye başlamıştı. Salih Paşa 'nın zamanı ikinci ordu'nun hayatında da­ ha sakin bir hususi devir açmıştır. Gösterişli manzaralar kalmamıştı. Fakat, akşamcılık hayatı içinde bir dereceye kadar külfetsiz çalışmalar ve teşebbüsler yerine, daha cid­ di gündüz gayretleri yer almıştı. Hudut gerginlikleri devam ettiği için umumi uyanıklık baki idi. Kıtalarda ve askeri kulüpte akşam dersleri veriliyor ve muhtemel muharebe safhaları, her rütbeden subaylara anlatılıyordu. En mühim mesele, İstanbul 'daki siyasi çatışmaların fena tesirlerine ordunun tutulmasını önlemekti. İstanbul 'da vaziyete hakim olmak ihtiyacı hissolunmuş ve Üçüncü ordudan seçme kı­ talar gönderilmişti. Bu seçme kıtalar, Batı Rumeli 'de teşkil edilmiş ve komita takiplerinde ün almış avcı taburlarıydı. Subayları fedakar insanlar ve o zaman başlıca muharebe tecrübe sahası olan Makedonya'da askeri takiplerde tanın­ mış unsurlardı. Umumi kanaat o idi iki, İstanbul'da inkı­ lap aleyhine herhangi bir taşkınlık artık olamazdı. İSTANBUL'DA FECİ OLAYLAR HAZIRLANIYORDU Hatırlamak lazımdır ki, bu esnada ikinci Abdülhamit sarayında ve muhafızları arasındaydı ve Halife İstanbul'da ve Anadolu'da itibarından zerre kaybetmemiş olarak hü­ küm sürmekteydi . Gene bu esnada Mebusan Meclisi seçil­ miş, mebuslar her vilayetten büyük merasimle uğurlana­ rak, İstanbul'da vazifeye gelmişlerdi. O zaman Ayasofya civarında bulunan bir büyük ve eski adliye binasında me­ buslar toplanmış, Meclis açılmıştı. Ayan Meclisi kurul-

66


muştu. Millet işleri hepimizin hasretli gözleri önünde açık­ tan konuluyor ve hükümette bulunan vezirler, Meclis mu­ rakabesi altında vazife görüyorlardı. Manzara alışılmamış bir fevkaladelik içinde ümitlerle doluydu. Mebusların İs­ tanbul 'daki hayatları alabildiğine serbest olarak gazetele­ rin ciddi ve mizahi sütunlarını dolduruyordu. Sarayla me­ buslar arasında az zamanda resmi ve kibar temaslar kurul­ du. Hükümdar, mebusları takım takım yemeğe davet edi­ yordu. Anadolu ve Rumeli mebuslarının Halifeye karşı sa­ dakatle, hürmetle bezenmiş olan münasebetleri hükümda­ rın hoşuna gidiyor, iltifatlarını ve iyi niyetlerini gösteren kısa sözlerini, gazeteler basıyorlardı. Bu perde arkasında, İstanbul 'da feci vakalar hazırlanmış ve bunlar patladığı za­ man memleketi karanlık ve felaket istila etmiştir. Edime'de bir gün, İstanbul'da pek feci bir askeri ayak­ lanmanın başladığını işittik. Yeni rejimin emniyet kuvveti olarak 3 . ordudan, yani Batı Rumeli'den İstanbul'a getiril­ miş olan avcı taburlarının çavuşları, askerleri harekete ge­ çirmişler, padişah ve şeriat için ayaklanma tertip etmişler­ di. 3 1 Mart irticaı diye tarihe geçmiş olan bu olay, 1 3 Ni­ san 1 909'da cereyan ediyordu. Avcı taburları, daha evvel temasta bulunup, hazırladıkları İstanbul Ordusu'na men­ sup bazı kıtaları da zehirlemişler ve doğruca Ayasofya'da­ ki Mebusan Meclisi'ne giderek dinsizlerin cezalandırılma­ sını, İttihat ve Terakki mebuslarının ileri gelenlerinin tes­ lim edilmesini istemişlerdi. Edirne'ye gelen parça parça havadislerde, ayaklanan askerler arasından şeriat istemek manası ile tahribat yapan birçok adamlardan bahsolunu­ yor, saray etrafında vaziyetin meçhul olduğu söyleniyordu. Ayaklanma donanmaya da sirayet ederek askerler, Kabulf Bey ismindeki kumandanları gemi süvarisini karaya çıka-

67


rarak, Y ıldız sarayına götürüyorlar ve orada hünkarın gö­

zü önünde öldürüyorlar. Ayaklananlar her tarafta ve her kı­ tada mektepli subay arıyorlar ve onları öldürmeye çalışı­ yorlardı. Hükümet ve idarenin aciz kaldığı anlaşılıyordu. HAREKET ORDUSU Bu arada Birinci Ordu Kumandanı,

Paşa,

Mahmut Muhtar

Harbiye Nezareti avlusunda, emrindeki askerlerle

nezaret binasını ve bölgesini elinde tutuyor ve her an asi­ ler üzerine harekete geçilerek, isyanin bastırıldığı şayiala­ rı yayılıyordu. Selanik'te cemiyet umumi merkezi ve otdu kumandanlığı vaziyet hakkında Edime' ye haberler veri­ yor, iki ordu kumandanlığı yakın ve daimi muhabere ha­ linde bulunuyordu. Akşama doğru birinci drdu kumanda­ nının Harbiye Nezareti meydanındaki hakim ve ümit veri­ ci durumunun bozulduğu ve eli altındaki askerlerin dağıla­ rak, irtica taraftarlarına katıldıkları öğrenilmişti. Birbirini tutmaz haberlerden hülasa olarak anlaşıldığına göre, din ve şeriat talebi ile bir askeri ayaklanma, padişah hesabına ha­ rekete geçmiş, asiler, Mebusan Meclisi' ne tecavüz ve onu tehdit etmişler, mevcut hükümeti tamamiyle aciz bıraka­ rak, hükümdara yeni bir hükümet kurdurmuşlardı. Hare­ ket, din ve padişah adına olduğu gibi mektepli subaylar aleyhine vahşi bir saldırma şeklini almış, İstanbul 'daki devlet kuv vetlerinin hiçbirinden ümit kalmamıştı. Meşru­ tiyet inkıtaabının tahrip edilmesi 3 1 Mart irticaının başlı­ ca hedefi görünüyordu. Üçüncü ordudan ikinci orduya gelen haberler, süratle bir askeri kuvvetin İstanbul' a sevkini teklif ediyorlardı. Te­ şebbüsü eline almış olan Selanik' teki kumandan

68

Mahmut


Şevket Paşa, Edirne'deki kumandan Salih Paşa ile "Hare­ ket Ordusu" namı altında bir büyük kuvvetin tertip ve sev­ kinde mutabık kaldılar. Selanik'ten Hüseyin Hüsnü Paşa kumandasındaki tümen ve gönüllülerden mürekkep kuv­ vete, Edirne'den Şevket Turgut Paşa kumandasında bir tü­ men ekleniyordu. Orduya Mahmut Şevket Paşa kumanda edecekti. İki ordu süratle hazırlandılar ve trenle İstanbul civarına sevk olundular. Şehrin dışında hiçbir hareket gö­ rülmüyor, ancak içerden gelenlerden vaziyet hakkında ma­ lumat alınıyordu. İstanbul'da çıkan Volkan ismindeki ga­ zete şeriatın ve isyanın başlıca sözcüsü olarak meşrutiyet, cemiyet, mektepli subay ve ordunun talim, terbiyesi aley­ hine en zehirli propagandaları yapıyordu. Mahmut Şevket Paşa 'nın Erkanıharbiyesi 'nde Musta­ fa Kemal Bey ve Şevket Turgut Paşa 'nın erkanıharbiyesin­ de de Kazım Karabekir Bey vardı. Biz, kendi bölgemizde kıtaların maddi ve manevi bakımdan iyi hazırlanması ve bir iç seferin hususi güçlüklerinin yenilebilmesi için çalı­ şıyorduk. Üç, dört gün içinde Hareket Ordusu İstanbul'a girdi. İnkılaptan sonra Berlin'e ataşemiliter olarak gitmiş olan Binbaşı Enver Bey ve aynı şekilde Paris'te bulunan Binbaşı Fethi Bey, Hareket Ordusu'na yetişmişler ve müf­ reze kumandanlıkları yapmışlardır. Hareket Ordusu kıtaatı Beyoğlu'nda Taksim kışlasına ve Taşkışla'ya barınmış olan asi askerler Çok şiddetli ve kanlı bir suretle çarpışmış­ lardır. İki taraftan masum pek çok kurban verilmiştir. Kış­ lalar işgal olunduktan sonra Hareket Ordusu kıtaları İstan­ bul 'un mühim yerlerini temizlemişler ve Yıldız Sarayı'nın etrafını emniyete almışlardır.

69


İSTANBUL'UN KAÇINCI FETHİ? Ben bu sırada Edime'den gelerek, Şevket Turgut Pa­ şa 'nm maiyetine katıldım. O esnada Mebusan ve Ayan, Yeşilköy civarında toplanarak, Abdülhamit IJ'nin indiril­ mesine ve yerine Reşat Efendi 'nin, Mehmet V. olarak geçi­ rilmesine karar vermişlerdi. Biz, Edirne kuvvetlerine ge­ len emirle eski padişahın Selanik'e hareket edeceğini ve yeni padişahın Tophane'den karşı tarafa Saraybumu'na ge­ çirileceğini öğreniyorduk. Askeri emniyet altına alınmış olan caddelerden yürüyerek, rıhtımda, yeni padişahın bu­ lunduğu römorköre bindiğimizi hatırlıyorum. Her tarafta askerin ve Rumeli gönüllülerinin hesapsız tüfek ateşleri­ nin sesleri işitiliyordu. Römorköre bindiğimiz zaman, bir kenarda heyecanlı ve neşeli görünen bir zatla yanındakiler, İstanbul'un fethini konuşuyorlar ve bazılarının "Bu ikinci fetihtir" demelerine karşı o zat: "hayır! Üçüncü fetihtir" diyordu. Bu zat yeni veliaht olan Vahdettin Efendi 'ymiş. O gün pek mütevazı ve konuşkan görünen şehzadeyle ilerde bir defa sarayda veliaht olarak ve bir defa da Tophane Ca­ mii 'nin avlusunda selamlık resminden sonra, padişah ola­ rak, karşılaştım. Her ikisinde de pek durgun ve hiç konuş­ maz bir haldeydi. Yeni padişah Sultan Reşat, tahta çıktığından itibaren dolaşmaya ve tebaasına görünmeye başlamış, her vesilede şahane mahazuziyetlerini beyan eder olmuştu. Bu sene bir aralık Edime'yi ve Batı Rumeli 'de Kosova'ya kadar büyük merkezleri ziyaret etmiş olduğunu hatırlıyorum. İstan­ bul 'da isyan bastırıldıktan ve yeni padişah geldikten sonra Hareket Ordusu kumandanı Mahmut Şevket Paşa vaziyete tamamen hakim olarak emniyeti tesis etmiş, Örfi İdare ilan

70


olunmuş ve Divanı Harpler kurulmuştu. 3 1 Mart faciası­ nın, suçluları, isyanın gözle görünen temsilcileri, çavuşlar­ dan başlayarak her tabakadan insanlara yayılıyordu. Mu­ hakemeler ve cezalar tabiatıyla şiddetli olmuştur. ZEHİRLİ PROPAGANDALAR 3 1 Mart faciası Osmanlı tarihinin en büyük irtica ha­ reketlerinden biridir. Emsali gibi din ve şeriat namına ve siyasi, askeri ıslahat aleyhine yapılmıştır. Birinci Ordu Ku­ mandanı Mahmut Muhtar Paşa 'nın karargahında askeri müzeden getirilen eski Osmanlı miğferleri, yani zırhlı baş­ lıklar, şapka diye halka ve askere karşı zehirli propaganda konularından biri olarak kullanılmıştır. Volkan ismindeki irtica gazetesi, iman ehlini dinsizlere karşı çılgın bir suret­ te körüklemiştir. Padişahın bu hareketi tertip ve idare etti­ ğine hükmettirecek kesin delillerin Divanı Harpler eline geçtiğini bilmiyorum. Ancak, bütün tahriklerin Halife ve din namına ve padişah hesabına yapıldığına inanılıyordu. 3 1 Mart isyanının askeri ve siyasi hayatımızda tahripleri derindi. Yakın ve en büyük zarar ordu bünyesinde olmuş­ tur. Yedi, sekiz aydan beri İstanbul 'daki 1 . orduyu, bir gös­ teriş ve merasim teşkilatından çıkarıp, bir müdafaa kuvve­ ti haline getirebilmek için çok çalışılmıştı. İyi teçhiz edil­ miş, İstanbul'un ve Anadolu'nun güzel evlatlarından mü­ rekkep bu hevesli yeni orduyu insan seyretmeye doyamaz­ dı. Bu ordu, Edime ve Selanik'ten gelen en iyi Türk asker­ leriyle çarpışmış, en çok zarar, İstanbul'dakine olmakla be­ raber hepsi harap olmuştu. Düşünmek lazımdır ki, bu facia Balkan Harbi'nden üç sene önce oluyordu. Selim lll za­ manındaki nizamı cedit aleyhtarı irtica ile 1 909'daki 3 1 71


Mart irticaından hangisinin vatan için daha çok zararlar getirmiş olduğunu mukayese edemiyorum. 3 1 Mart'ı her hatırladığım zaman bir büyük binanın yıkıldığını görürüm. Bu facia yeni kurulan, büyük ümitlerle dolu Meşrutiyet re­ jimini, hemen 8 ay sonra aksi istikamete yöneltmeye sebep olmuştur. İç idaremize bir vehim ve emniyetsizlik havası girmiş, bu havayı tasfiye etmek bir daha mümkün olma­ mıştır. Kurulan Örfi İdare ve Divanı Harpler sonuna kadar baki kalmıştır. ORDU VE SİYASET İttihat ve Terakki mensupları tarafından kendilerini tenkid eden gazetecilerin öldürülmesi ve öldürulenlerin kaçırılması gibi komitacı adeti olan şiddet hareketleriyle

3 1 Mart' ın bıraktığı vehim ve şüphe, siyasi hayatımızı va­ him bir surette zehirlemişti. Ayaklanmanın neticesi olan Hareket Ordusu nüfuzu, gayritabii bir baskı olarak ağırlı­ ğını uzun müddet hissettirmiştir. Hareket Ordusu kuman­ danının Rumeli'deki geniş nüfuzu bütün memleketin aske­ ri hayatında tesirini gösteriyordu. Bugünlerde kısa bir müddet Hareket Ordusu kararga­ hında erkanıharb subayı olarak çalıştım. ihtilal hareketinin içinde ve her safhasında bulunmuş olan ileri erkanıharb su­ bayları bir aradaydılar. Hepimiz bir noktaya samimi ve ke­ sin olarak inanmış bulunuyorduk: Orduyu, mutlaka siya­ setten kurtarmak lazımdı. 3 1 Mart' tan sonra ilk yapılacak iş buydu. Hareket Ordusu kumandanının itibarı ve nüfuzu bütün ordulara böyle bir telkin yapmak için en elverişli un­ sur kıymetindeydi. Bir gün, bir genç olarak beni masa ba­ şına oturttular. Bana bir tebliğ müsveddesi yazmamı söy-

72


lediler. Sonra, hazırladığımı, herkes bir şey ekleyerek ve düzelterek tamamladı. Teklif olarak yazıyı benim Mahmut Şevket Paşa 'ya götürmemde ısrar ettiler. Gittim. Mahmut Şevket Paşa yazıyı dikkatle okudu, beğendi, memnun ol­ du. Önce Rumeli ordularına selahiyetle ve Anadolu ordu­ larına bilgi ve telkin olarak tebliğ edilmesini söyledi. Kısa bir müddet sonra Edirne'ye döndük. 1 909 yazı, Edirne ordugahında, hayatımız siyasi ve askeri olaylarla dolu geçmiştir. Siyasi hadise, Selanik'te, ittihat ve Terakki Kongresi ile bir temasımızdır. Selanik kongresinde ordunun ve subayların siyasetten ayrılması ciddi bir tartışma konusu olmuştur. erk�nıharb kolağası Mustafa Kemal Bey subayların vazifelerine avdetleri için ısrarlı bir mücadele açmış, cemiyet azasının endişesine karşı fikrinde ısrar etmiştir; Nihayet ikinci orduda da aynı kanaatin bulunduğu ileri sürülmüş ve kongre kararıyla azadan iki subay Edirne'ye gönderilerek bizden, yani Ka­ zım Karabekir 'den ve benden, bilgi edinmek istenmiştir. Cemiyetin emniyetli azasından iki emektar bize geldiler, uzun konuştuk. Mustafa Kemal Bey 'in fikrinde ısrar ede­ rek, ordunun siyasetten ayrılmasının mutlaka lazım oldu­ ğunu anlatmaya çalıştık. Gelen ve görüşen arkadaşlar inan­ mış olarak kongreye döndüler. Bu teşebbüslerden müsbet neticeler alınmamış olmasına ne kadar acısak azdır. Bu sene beni BatıRumeli'de, Yanya, bölgesinde bir Er­ kanıharb seyahatine memur ettiler. Albay Mersinli Cemal Bey 'in başkanlığında, yüksek rütbeli subaylar arasında kı­ demsizlerden biri olarak bulunuyordum. Manastır'dan Yanya'ya gittikten sonra Preveze, Arta (Narda) ve Meçova bölgesinde askeri hayatımın çok zevkli ve çalışkan bir kı­ sa devrini geçirdim. Yarıya bölgesinde muhtemel bir Yu-

73


nan hareketinin safhalarını tasawur ve tahmin ediyorduk. Bir müddet sonra, bu hareketlerin gerçekleri cereyan eder­ ken, Yemen'de bulunuyordum ve elimize geçen seyrek telgraf haberlerinden mana çıkarmaya uğraşarak eziyet ve azap çekiyordum. ·

ORDUNUN YENİDEN DÜZENLENMESİ

1 909 yazının büyük askeri hadisesi, ordu teşkilatının esaslı bir surette değiştirilmesidir. O zamana kadar bir or­ du on altışar taburlu bir nizamiye tümeninden ve redif tü­ menlerinden mürekkepti. Şimdi bir ordu, kolordulardan mürekkep olacak ve her kolorduda üçer alaylı ve dokuzar taburlu üç tümen bulunacaktı. Her tümende 1 nişancı ta­ buru ve her kolorduda· ı nişancı alayı olacaktı. Tümenlerin topçu ve istihkam gibi bütün teşkilatı daha sulh zamanın­ da kendi emirlerine verilecekti. Bu teşkilat, yeni Genelkur­ may Başkanı Ahmet izzet, Paşa 'nın layihası, eseriydi. Ni­ şancı taburları farkı kaldırılırsa, bugün orduların çoğunda bulunan teşkilatın aynı gibiydi. Muvazzaf ve nizami kuv­ vet olarak ordu, yeni ve radikal bir ıslahata uğruyordu. An­ cak redif kıtaatı, sefer teşkilatı olarak esas itibarı ile mu­ hafaza ediliyordu. Redifler aslında Avrupa ordularının ih­ tiyat tümenleri teşkilatını andırıyordu. Geçmiş harblerde redif kıtalarının iyi kabiliyet ve hizmetle nam kazananları görülmüştür. Hususiyle iç harblerde şöhretli redif kıtaları, hemen her sene bir tarafa gönderilir ve bir gaileyi bastırır­ lardı. Aslında bunların subay kadroları, çerçeve halinde bölgelerinde el altında bulunur, bir redif tümeninin bütün sefer teçhizatı, kendi bölgesinin depolarında hazır tutulur ve vakit vakit kıtaların talime çağrılması lazım gelirdi. Ma-

74


liye dermanını kaybettikçe seferi teçhizat ve talim ihtiyaç­ ları temin edilemez olmuş ve redif teşkilatı kıymetlerini kaybetmiş olarak sefere sevkedilmişlerdir. Bu halin Balkan harbinde vahim zararları ve neticeleri görülmüştür. Redif teşkilatından, İkinci Ordu'da bir umumi müfet­ tiş hatırlarım ki, çok eski zamanın dikkate şayan son ör­ neklerinden biri olarak zikredilmeye değer. Bu redif umu­ mi müfettiş Ferik (Korgeneral) Memduh Paşa isminde bir zat idi. 1 897'de Tesalya ordusunun tümenlerinden birine kumanda etmiş ve muzaffer ordunun bir generali olarak dönmüştü. Memduh Paşa sert, çok çalışkan, vazifesinin cidden aşıkı olarak şöhretliydi. onun emri altında bulunan seferi teçhizat depolan örnek bir temizlikte, sağlamlıkta ve hazırlıkta bulunurdu. Bir piyade askeri teçhizatından, bir atın koşumlarına kadar her malzemeyi muayene etmeye çalışan Ferit Memduh Paşa, hepsinin en iyi vasıflarını ayır­ dedebilecek bir vukuf sahibiydi. Subay kadroları, bakım, hesap ve askeri sicil hususlarında titiz bir kontrol altında bulunduklarını her an hissederlerdi. Bu kadar haklı ve gü­ zel vasıflarını saydığım Memduh Paşa okuyup yazmak bil­ mezdi. Ömrünün en hayret verici hadiselerinden biri bu­ dur. Paşa, meşrutiyet devrinde de, Nazım Paşa ve halefle­ ri zamanında itibar görmüş ve hürmet içinde çekilmiştir. Gene bu sene İkinci Ordu'da türlü vukuattan ve teşki­ lattan sonra bir büyük manevra yapılmıştır. Yeni teşkil edi­ len İstanbul ordusu ile Edirne ordusu karşılıklı hareket et­ mişlerdir. Eski Türkmüşiri Alman mareşali von der Goltz Paşa, bu manevrada hazır bulunmuştu. Ordunun bütün yüksek erkanı kıtalannı yakından görüp, tetkik ediyorlar­ dı. Genelkurmay Başkanı Ahmet izzet Paşa tenkitlerini yapmış ve ilk olarak en selahiyetli zatın tenkitlerini işit75


mek, biz genç subayları pek alakadar etmişti. Bu manevra­ ya Samsun redif tugayı, Arnavutluk'tan gelerek iştirak et­ mişti. Pek iyi teçhiz edilmiş, gösterişli, yetişkin yiğitlerden mürekkep olan redif tugayının manevra sonuna gelmesi zevk ve şevk vermişti. Ancak, ruhlarımızı müteessir eden müşahede, memleketin iç vaziyetinin yaşlı ihtiyat efradını silah altına alıp, sevketmeye lüzum gösterecek kadar vu­ kuatlı geçmesiydi. Hepimiz memleket için zaaf işareti ola­ rak, Arnavutluk'ta ve Arabistan'da arkası kesilmeyen se­ ferleri teessürle düşünüyor, üzülüyorduk.

76


YEMEN SEFERÄ°


İÇ HUZURSUZLUK VE İSYANLAR 1 909 ve 1 9 1 1 seneleri iç seferlerle geçmiştir. Bir ta­ raftan İstanbul'da siyasi hayatın her gün daha ziyade zehir­ lenmesi yanında, Rumeli ve Arabistan'da da ehemmiyetli kaynaşmalar oluyordu. Bunlar üzerinde mütemadi eziyet ve baskı yapan iç huzursuzluktu. İttihat ve Terakki Cemi- · yeti, bir siyasi parti haline gelmişti. Karşısında muhalifler belirmiş ve bunlar da gruplaşarak yeni bir parti kurmuşlar­ dı. Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa, Har­ biye Nazın olarak resmen mesul bir vaziyete girmişti. Si­ yaset adanılan içinde, birbirleriyle mücadele edenler ara­ sında, l 908'den evvel beraber çalışmış olan insanlar da gö­ rülüyordu. Memleketin siyasi fikir ihtilafı içinde, nasıl bir ahenk bularak idare edileceğini kimse bilmiyordu. Siyasi yetişme, pek uzun bir durgunluk devrinden sonra acınacak derecede eksik ve kusurlu idi. Hiç kimsede, hiçbir itiraza tahammül ve münakaşayı olağan sayacak bir geniş anlayış istidadı yoktu. Akıl ve tedbir, hususiyle hamiyet, herkesin inhisarındaydı. Gazetecilerin öldürülmesiyle siyasi hayata girmiş olan emniyetsizlik ve huzursuzluk, düşüncelerin üs­ tünde ağır bir kabus baskısı yapıyordu: Bu siyasi çekişmeler Arnavutluk vukuatı olarak en bariz şekilde ihtilat peyda etmiştir. Bu bölgede eskiden ara sıra zuhur eden vakalar ve itaatsizlikler, şimdi büyütülerek muhakeme ediliyordu. İkinci Ordudan Şevket Turgut Paşa kumandasında bir kuvvet Batı Rumeli'ye geçirilmiş, Ar­ navutluk harekatına girişilmişti. Bu sefer yarısındayken, bizzat Harbiye Nazın Mahmut Şevket Paşa idareyi üzerine almış ve yerine giderek harekatı tamamlamıştır. Şurada burada toplanmış reisler dağıtılmış ve mutad tabiri ile asa78


yiş iade edilmiştir. Siyaset mücadelelerinin ortasında cere­ yan eden bu hadiseler sırasında, iç harplerde, askeri hare­ katın tabiatından olan esef verici şiddetler olmuş ve yapı­ lanlar mübalağa ile dillerde dolaşmıştır. Meşrutiyetten sonra gelen eski zaman ricalinin en iyileri dahi inkılapçı­ lara ve parlayan her çeşit siyaset cereyanlarına hakim ola­ cak durumda olmadıklarından, meseleleri halledemiyor­ lardı. İnkılap cereyanı ise bilgisizlik ve çaresizlik içinde şiddet usulleriyle ihtilafları halletmeye çalışıyordu. Kuv­ vet kullanılacak hudut ile huzur ve emniyet tesis edecek tedbirler hududunu seçecek vukuf ve tecrübeleri yoktu. Benim kanaatimce Arnavutluk ihtilaflarının vahim ve daimi bir kırgınlık haline gelmemesi için anlayışla ve ısrar ile bütün gayretler sarfedilmemiştir. BİR VAZİFE TEKLİFİ Bu arada bir de Suriye�e, Dürzilere karşı küçük bir as­ keri seferin yapılmış olduğunu hatırlıyorum. Bu hareket faz­ la zarar vermeden ve ehemmiyetli iz bırakmadan geçirilmiş­ tir. 1 9 1 1 senesi, ilk aylarında, Yemen'de bir büyük ayaklan­ ma olduğunu işittik. Görünüşe göre hadise bütün ötekileri gölgede bırakacaktı. Bu vaziyette iken, bir gün, Genelkur­ may Başkanı Ahmet izzet Paşa 'dan bir hususi mektup al­ dım? Paşa, Yemen harekatına kumanda etmek üzere gidece­ ğini ve erkanıharbiyesine beni de almak istediğini teveccüh­ lü bir amir ifadesiyle söylüyor ve muvafakatimi istiyordu. O zamanki anlayışımla bana ilk ağır gelen şey "demek mek­ tepten beri idealim olan, bir Rumeli harbinde vazife görmek imkanım kayboluyor" düşüncesi oldu. Biz Yemen'deyken Rumeli'nin kaderini tayin edecek harbin patlayacağı bende 79


şaşmaz bir kanaat halindeydi. Ancak bu fikirden bahsede­ rek özür beyan etmek hiçbir suretle mümkün değildi. Ruhu­ ma işlettiğim askeri terbiye, bana, harb vazifesi yapacağım yeri tayin etmek hakkını düşündüremezdi. Muvafakat ceva­ bı verecektim. Gene ordu inzibatı bakımından, sefer vazife­ sine tayin olunan bir kolağasının rızasını aramayı da çok sa­ kat bulmuştum. Kendi kendime geçirdiğim bu karışık dü­ şüncelerden sonra muhterem Ahmet izzet Paşa 'ya cevabımı yazdım. Hiç bana haber verilmeden Yemen'e tayin edilme­ mi pek tabii ve şerefli bir vazife telakki edecek istidatta ol­ duğumu temin ediyor ve lütfen gösterdikleri itimada şükran­ larımı arzediyordum. Mektupta garip bir mülahazayı da kendimi tutamayarak, Ahmet izzet Paşa 'ya yazmıştım. "Bi­ zim vaziyetlerimiz ve rütbelerimiz, devletin her işi için hiz­ mete hazır olmayı, tabiatıyla icabettirir" dedikten sonra, memleketin yakın ve muhtemel bir seferinde ilk gününden itibaren kesin muvaffakiyet cihazının başında bulunması mukadder olan Genelkurmay Başkanı ' nın, nasıl olup da asıl sefer meydanından uzak bir hareket alanına gidebileceğini anlayamadığımı söylüyordum. Ahmet izzet Paşa ile bu mek­ tubu, sonra Yemen'de münasebetlerimizin ilerlediği zaman­ larda görüşmüşüzdür. Bana hak veriyordu. Bulunduğu şart­ lar içinde İstanbul'da istediği gibi çalışamadığını anlatıyor, hiç olmazsa vatanını bir müzmin dertten kurtarmaya muvaf­ fak olmayı tercih ettiğini söylüyordu. Devrin en iyi niyetli ve en yüksek muhitleri içinde bulunan fikir cereyanlarını teklifsiz bir surette görmüş oluyordum. RUMELİ' DEN Y EMEN' E

1 9 1 O Şubatı' nın sonlarına doğru Yemen Kuvayi Umu80


miyesi Erkanıharbiyesi'ne memur edildiğim bildirilmiştir. İstanbul 'da kısa bir zamanda hazırlandık ve yola çıktık. Ye­ men' e memur edilen her ordudan, her sınıf askerin tafsila­ tını yeni vazifemizde öğreniyorduk. izzet Paşa 'nın karar­ gahını Yemen' e götürmek üzere Hamidiye kruvazörünü memur etmişlerdi. Kruvazör bizi banndırmış ve hareket etmişti. Harb gemisi, meşrutiyetten sonra büyük bir şevk ve gayretle tensik edilmiş olan yeni bahriyemizin ümidi ve şerefi, en ileri kıymetlerden, Kolağası Rauf Bey 'in - eski Başvekil - kumandasındaydı. Bütün subayları seçmeydi. Rauf Bey i, daha evvel İstanbul'da pek iyi arkadaşı olan Karabekir vasıtasıyla tanımış olduğumu zannediyorum. Şimdi uzun bir deniz seyahatinde, onun kumandasında ar­ kadaşlık etmek benim için pek kıymetli bir fırsat olmuştu. Yemen Erkanıharbiyesi'nin reisi, evvelce de orada bulun­ muş olan Albay Avni Bey idi. Yanında Binbaşı Ali Fuat (Erden), Asım Bey isminde bir kıdemli subay, benden kı­ demli kolağası Kadri Bey (Çukurçeşmeli, rahmetli gene­ ral) vardı. Mektepten o sene yüzbaşı çıkmış olan Salih Bey (eski Genelkurmay Başkanı rahmetli Salih Omurtak), Saf­ fet Bey (Saffet Arıkan), Ndzım Bey (İstiklal Harbi'nde şe­ hit, tümen komutanı Kayserili Ndzım Bey) Erkanıharbi­ ye'ye memurdular. Bu üç yüzbaşı, daha ilk günden kıy­ metleri ve canlılıklanyla kendilerini tanıtmışlardı. Hamidiye kruvazörü ile Port-Said'den Mısır'a çıktık ve Kahire 'ye gidip, Abidin Sarayı 'na misafir olduk. Ahmet izzet Paşa, Hidiv Abbas Hilmi Paşa ile yalnız ve uzun gö­ rüştü. Hidiv bir aralık bizimle de bir iki kelime konuştu. Hatırladığıma göre, Mısır'da iki gün bile kalmadan, trenle Süveyş'e gittik ve Hamidiye kruvazörüne ka'vuştuk. Gemi­ miz bizi Cidde'ye çıkardı. Mekke Emiri ŞerifHüseyin Pa'

81


şa oraya gelmişti. izzet Paşa ile görüştüler. Tertiplere karar verdiler. ŞerifHüseyin Paşa ile bir öğle yeme$inde beraber bulunduk, kendisini adamlarının ve Mekke muhitinin ihti­ şamı ve devletin en yüksek bir payesinin içinde, biraz uzaktan seyrettik. Cidde'den ayrıldıktan sonra artık bir ye­ re uğramadan Hudeyde yolunu tutmuştuk. Kızıl Deniz'in biraz fırtınalı sularında giderken, Mekke Emiri'yle verilen kararlan da öğreniyorduk. Şerif Hüseyin Paşa, oğlu Şerif Faysal 'ı, bir gönüllü kuvvetin ve bir askeri müfrezenin ba­ şında olarak, Asir bölgesine karşı sevketmeyi vaad etmiş­ ti. Eski Osmanlı vezirlerinin birbirleriyle münasebetlerini seyretmek, son senelerin türlü siyasi ve askeri olaylan için­ de çalkanmış olan genç subaylara çok merak ve hayret ve­ rici geliyordu. ŞerifHüseyin Paşa, Birinci Cihan Harbinde Arabistan isyanını idare etmiştir. Kendisi ile hiç görüşmedim. Oğlu ŞerifFaysal ile, çok zaman sonra Irak Kralı olarak görüş­ müşümdür. Diğer oğlu Ürdün Kralı Emir Abdullah ile, bir­ kaç kere çok dostane mülakatlanmız olmuştur. YEMEN İSYANLARININ KARAKTERİ Hudeyde'ye mart nihayetlerine doğru vardığımızı tah­ min ediyorum. Alışmadığımız bir sıcakta, boğucu bir hava içinde çalışmaya başladık. Yemen'in Tahama denilen kısmı düz, yani arızası bildiğimiz az irtifalı sahil arazisi tabiatın­ da idi. Halkı Şafii olarak Zeydi imamına mezhepçe tabi de­ ğildi. Sakin ve devlete sadık bulunuyorlardı. Yemen'in Ce­ bel denilen doğu kısmı ise Zeydi'lerle meskı1n, kamilen ayaklanmış haldeydi. Yemen'de askeri işgal, idarenin emni­ yetini muhafaza için daimi bir usul sayılırdı. İlçeleri ve böl82


geleri vilayet merkezi Sana'ya bağlayan yollar daimi kara­ kollarla tutulur ve menzil yanlarında büyücek merkezler, kuvvetli birliklerle tahkim edilerek ufak çevreler halinde muhafaza edilirdi. Umumi isyan olduğu vakit her tarafta halk karakollara ve merkezlere hücum eder, zaptedemedik­ lerini kuşatarak, bütün bölgede, her türlü gidiş gelişi keser­ di. Tabii isyan başlarında vaziyet umumi bir şekil almadan önce Sana'da ve büyük merkezlerde bulunan ihtiyat kıtala­ rı her tarafa yetişerek, taarruz kuvvetlerini dağıtmaya çalı­ şırlardı. İsyan mayalandıkça ve genişledikçe artık etrafa ye­ tişmek mümkün olmaz, kumandanların ve idarenin takdiri­ ne göre muhasara hali teessüs ederdi. Bundan sonra anava­ tandan bir yeni kuvvetin gelip, muhasarayı kaldırması ve eski kıtalardan kurtarabildikleriyle beraber devlet idaresini yeni baştan emniyete koyması icabederdi. Biz Hudeyde'ye geldiğimiz zaman Zeydilerin hakim olduğu bütün Doğu ve Doğu-Kuzey kısmı muhasara edil­ mişti. Karakollar ve askeri merkezler her gün taarruza uğ­ radığı için, her muhasara olunan yerin erzakı ve cephane­ si, o zamanki idarenin kudreti ve dikkati nisbetinde az çok hazırlanmış bulunuyordu. 1 9 1 1 Yemen hareketi geniş mik­ yasta idi. Fazla olarak Hicaz'la yemen arasında bulunan Asir kıtası da isyan etmişti. Yalnız dağlık kısmı değil, Asir'in bilhassa sahil kısmı da Seyit idris isminde esrarlı ve Mehdi iddialı bir reisin idaresinde devlete başkaldırmış­ tı. Ahmet izzet Paşa, bu isyanı da temizleyecekti.Cidde'de Şerif Hüseyin 1e seferin bu cenahı görüşülmüş, Seyit id­ ris 'e karşı müşterek harekat tanzim edilmişti. Seyit idris, geçen sene devlet memurlaı;ıyla temas etmiş ve onları iyi niyetine inandırmıştı. Bu sene yeni bir hazırlıkla ve İmam hareketi ile beraber meydana çıkıyordu. 83


Ahmet izzet Paşa, seferi her taraftan idare etmeye baş­ ladı. Evvelce senelerce Yemen'de bulunmuş, başarılı ve ta­ lihsiz seferler görmüş, insanları ve şartlan iyice tanımıştı. İlk önce mümkün olan süratle Zeydi Bölgesi 'nde devlet idaresini kurmayı ve sonra Asir' e karşı hareket tertip et­ meyi kararlaştırdı. Yemen hareketlerinde en güç şey; yol, ulaştırma ve her çeşit ikmal meselesini tanzim etmekti. Bu fena yollarda bildiğimiz arazinin en sarp ve kesik şekli için yegane nakil vasıtası olan katır ve deve halktan bulunacak veya dışardan getirilecekti.Hudeyde'nin ve Şafii kısmın alışmış ve yetişmiş müteahhitleri ilk hizmetleri temin etti­ ler. Memleketten gelen büyük askeri kuvvet kendi nakil vasıtalarını getiriyordu. Tabii menzil hizmeti görecek vası­ ta gelmiyordu. ASKER1 HAREKAT BAŞLADI Yemen'de bir mühim mesele askerin sıhhatini koru­ maktı. Büyük hareket zamanlan, her yerde, az çok toplan­ mış olan büyücek kuvvetler bir salgına uğrarlardı. Memle­ ketin her tarafından gelen arslan gibi erler, Yemen'in türlü hummalı hastalıkları içinde erirlerdi. Bildiğimiz sıtmanın çeşitleri vardı. Bunlara karşı mukavemet ve müdafaa ilaç­ lan bugünkü tesirde değildi. Ama asıl fena olan, o devre göre de, bizim sıhhiye hizmetleri daima çok eksik ve ku­ surlu işlerdi. Yemen'e sevkedilen kuvvetler Rumeli'den getirilmiş, çoğu İkinci ordu bölgesinin iyi yetişmiş, o zaman yeni olan makineli tüfekler ve seri ateşli.dağ toplan ile teçhiz edilmiş kıtalardı. Şöhretli redif askerleri vardı. Bozkır ve etrafının taburlarından teşekkül eden alay pek kuvvetliydi. Batı Ru84


meli 'den Preşova ve Geylen taburlarından mürekkep 4 ta­ burlu bir Arnavut alayı dikkati çekiyordu. Bu esnada İstan­ bul 'da Arnavutlara karşı itimatsızlık artmış ve Arnavut­ luk'ta tıpkı Yemen'deki gibi seferler yapılmışken, Arnavut­ luğun bir kısım seçme evladının uzak diyarlarda devlete sadakatle hizmet etmesi insanı düşündürüyordu. 1 9 1 1 Yemen seferi için asker toplanması devri süratle sona ermişti. Artık askeri hareketlere fiilen geçmek zama­ nı gelmiş ve her taraftan Zeydiler aleyhine dağlık mıntıka­ ya karşı ileri yürüyüş başlamıştı. Ahmet izzet Paşa, Tahame 'de sadakat ve kerametiyle nüfuz kazanmış belli şeyhler ve seyitlerle görüştükten son­ ra Menaha dağlarının eteğinde büyük kuvveti topladı. Di­ ğer bir kolu Taiz üzerine göndererek taarruz emri verdi. Geniş ve sarp Menaha bölgesi işgal olunarak, mahsur as­ ker kurtarıldı ve ileri harekat devam etti. Sana 'ya kadar müteakip bölgelerde çetin muharebeler oluyordu. Ye­ men 'in kendisine mahsus savaş adetlerini iyi tanıyan ordu kumandanı, mukavemetleri kırarak ilerliyordu. Dört beş muhtelif yerde, Yemenlilerin kati bir şekilde muharebe ka­ bul ettiklerini hatırlıyorum. Sekiz on gün içinde Sana'ya vardık. Muhasara açıldı, hareket Sana'dan idare olunmaya başladı. Bundan sonra bütün Yemen'in isyandan temizlen­ mesi aylar sürmüştür. İmamın doğrudan doğruya idaresin­ deki bölge ise senelerin muharebeleriyle kendiliğinden belli olmuştu. Bizim uğraştığımız imam Yahya 'nın 40 se­ neden beri Osmanlı Devleti ile harp halinde bulunduğun­ dan bahsedilirdi. imam Yahya 'nın mıntıkasına kadar her bölgenin temizlenmesi uzun sürdü. Muhtelif kollar Tais, Hacce, Hacur hudutlarına kadar devlet idaresini tesis etti­ ler ve neticesini beklediler. 85


Askeri harekat esnasında ordu bir köşesinden fena bir hastalığa tutuldu. Koleraya benzetiyorduk. Yemen'de eski tecrübe görmüş Abdülselam Paşa başka bir şey söylüyor, gece gündüz her tarafa koşuyordu. Bir gün sıkıştırdım. Ko­ lera zannettiğimizi söylüyor, ona göre tedbir alıp alınmadı­ ğını öğrenmek istiyordum. Yalnızdık ve ben karargahta, benden kıdemlilerin her biri bir tarafa gittiği için kıdemli kurmay vaziyetindeydim. Abdülselam Paşa, mukavemet ettikten sonra "Evet, koleradır" dedi. Şimdi yapılabilecek şeyleri yaptığını anlattı. Bir an önce Sana'ya kadar yolu açmaktan başka çare olmadığını görüştük. Ordu kumanda­ nı vaziyeti biliyor ve bu suretle idare ediyordu. Felaket bü­ yük bir ölçü almadan Sana'ya varmak bizim için katmerli başarı olmuştur. İstiklal Harbi'nde de Büyük Taarruz'dan önce, karşı­ mızdaki düşman ordusunda salgın vardı. Biz ilerlemeye başlamadan evvel, o günkü pek mahdut vasıtalarımız için­ de bile, bütün orduyu koleraya karşı aşılamak imkanı bul­ muş ve İzmir'e kadar hiçbir bulaşmadan müteessir olma­ yarak şüpheli bölgeleri geçmiştik. ANLAŞMA İÇİN TEŞEBBÜSLER Ordu kumandanı, bütün isyan mıntıkasının, mümkün oldukça imam bölgesinin ileri gelen kabile şeyhlerini, bir kısım maiyetleriyle Sana'ya çağırıyordu. Bunlar dört köşe­ den kendi şarkıları ve trampetleriyle gelirler, kumandanla görüşürler ve açılan hususi bir bürodan hediyelerini ve pa­ ralarını alırlardı. Bizim. bilmediğimiz bu kabileyle temas, tanışma, anlaşma usulü, Erkanıharbiye dışında bir mahal­ li işler bürosundan yapılırdı. Yeni gelen sefer kuvveti su86


baylan, bu hale hayretle bakarlar, Yemen'in asıl, yerli ha­ line gelmiş, eski subayları ve memurları ise hiddetlerinden köpürürlerdi. Bunların hiçbir değeri olmadığından ve dev­ letin bunlara hiç yüz vermeyerek, kayıtsız şartsız itaate al­ ması lüzumundan bahsederlerdi. Ahmet izzet Paşa 'nın, Sana'ya varır varmaz, imam Yahya ilye temas yollan aramış ve bulmuş olduğunu sanı­ yorum. Bundan sonra Asir hareketi ve Yemen'de siyasi an­ laşma teşebbüsleri başlamıştı. Yemen seferlerinin tabiatı şuydu: İsyan çıkar, idare ve askeri merkezleri muhasaraya uğrar, dışardan taze kuvvet­ ler gelir. Kurtarma ameliyesinden sonra da sadakat göste­ ren ve imama katılıp isyan eden kabilelerle, kuvvetli za­ manda münasebetler yeni bir şekle konulur ve sulh fiilen kurulmaya çalışılırdı. Büyük askeri hareket, gerek icra es­ nasında, gerek sonradan, memlekette, ölçüsüne göre, bol para sarfiyatına sebep olurdu. Orduya erzak tedariki, ge­ niş nakliye ihtiyacını temin, nihayet çok sayıda artan aske­ ri maaş ve masraflar memlekette bir iktisadi genişleme ya­ ratırdı. Bundan başka isyandan sonra yeni taraflar sağla­ mak gibi idari teşebbüsler de az çok para sarfına mucip olurdu. Bütün bu askeri ve siyasi hareketler anavatanın, ev­ lat cam ve hazine masrafı olarak birçok fedakarlığına mal olurdu. Zamanın kanaatince bütün bu fedakarlıkların sebe­ bi ve lüzumu vardı. Yemen, Hicaz'ın anahtarıydı. Hilafetin temeli olan Hicaz, eğer Yemen elde bulunmazsa tehlikeye maruz kalırdı. Halbuki 50 senelik baş döndürücü fırtınalar içinde sabit olmuştur ki, Yemen, Hicaz'ın emniyetine bir suretle tesir edemeyecek kadar uzak, ayn bir bölgedir. Hal­ kının mezhebi ve tabiatı itibarıyla da Hicaz'ın emniyetini endişeye düşürecek bir istidadı yoktur.

87


YA SAVAŞA DEVAM, VEYA . . . Biz Yemen'e gittiğimiz zaman yerinde ve devletimi­ zin merkezinde hüküm süren siyasi temel kanaatlerle uğ­ raşmak mecburiyetindeydik. Askeri hareketlerin Yemen bölgesinde silktir.ete ermesi nihayet mümkün olmuştu. Ge­ ne bizim kumandanlığa bağlı olan Asir hareketi daha uzun sürmüştür. Asir sancağının merkezine doğru sevk olunan müfreze orasını işgal etmiş, ŞerifHüseyin 'in oğlu bir müf­ reze ve gönüllüleriyle güneye doğru ilerleyerek sahil böl­ gesini temizlemişti. Ancak Seyid idris, Sabya civarında ba­ rınıp kalmış ve geniş, susuz bölgelerle çevrilen Sabya mın­ tıkası düşmemişti. Yemen'den sevkolunan bir sefer heyeti sahile çıkarılmış, ilerlemesi susuzluk yüzünden felaketi mucip olmuştu. Anlaşıldı ki Seyit idris hareketinin bastırıl­ ması için, hususiyle askeri kolları su teşkilatı ile teçhiz et­ mek mecburiyeti gibi şimdilik imkanı olmayan bir vaziyet karşısında bulunuyorduk. Taarruz durduruldu ve yeni ka­ rar kadar Seyit idris 'in etrafa yaptığı fiili ve telkini taşkın­ lık, karşılanmakla yetinildi. Yemen'de sükUnet hasıl olduk­ tan sonra ordu kumandanı, İstanbul' a ati için teklifini yap­ tı. Önümüzde iki şık vardı : Ya imamı son köyüne kadar çölde takip edecek, yeni kuvvetler ve vasıtalarla uzun bir sulhu temin etmeye teşebbüs edecektik. Bu halde de sul­ hun ne kadar süreceğini ve devletle halk arasındaki düş­ manlığın ne kadar artacağını kestirmek mümkün değildi. Yahut da, imam Yahya ile bir anlaşma ve uzlaşma imkanı­ nı ciddi olarak aramamız lazımdı. Hükümetin esas siyase­ ti olarak böyle bir teşebbüse müsaade etmesi isteniyordu. Meşrutiyet ilanı üzerine her tarafta olduğu gibi Yemen'de de idare, ordu ve halk arasında ümit ve heyecan verici 88


dostluk gösterileri yapılmıştı. imam Yahya 'da ve halkta ye­ ni idare için kan dökme devrinin sona ereceği ümitleri par­ layıp yayılmıştı. Ne yazık ki kısa bir zaman içinde ümitler kaybolmuş yeni gönderilen askeri ve mülki amirlerin eski idarenin suiistimallerinden temiz olarak, fakat tecrübeleri daha kıt bir durumda, sert tutumları 1 9 1 O ayaklanmasını meydana getirmişti. SÖMÜRGECİ ZİHNİYET ANLAŞMAYI UYGUN BULMUYOR

Ahmet izzet Paşa 'da, imam Yahya ile anlaşma teşebbü­ sünde ümit bulunduğu kanaati vardı. Biz, erkanıharbiyesin­ deki subaylar hepimiz, Yemen seferinin bir anlaşmayla bit­ mesini memleket için en faydalı başarı sayıyorduk:. Bu es­ nada aramızda bazı değişiklikler olmuş, arkadaşlar idari, as­ keri, muhtelif vazifelere ayrılmışlardı. Ben harpte binbaşı­ lık rütbesini kazanarak kurmay başkanlığına getirilmiştim. Genç arkadaşlarım ve diğer subaylarla askeri ve siyasi vazi­ feleri yapmaya çalışıyorduk:. İmam münasebetleri ve Arap­ ça muhabereleri teferruatı ile izzet Paşa ayn bir bürodan ida­ re ederdi. Biz sadece bu muhaberelerin esaslarından haber­ dar olurduk. imam Yahya ile anlaşma müzakeresi uzun sür­ müştür. İstanbul 'da eski Yemen mütehassıslarının, devletin bu kadar emekten sonra, uzlaşmaya gitmesini hoş görme­ dikleri seziliyordu. Eskiden beri Yemen'de yerleşmiş olan askeri ve sivil bir sınıf da buna taraftar değildi. Müstemleke sayılabilecek uzak bölgelerde uzun müddet kalmış insanlar­ da bir garip ruh haleti peyda olur. Mıntıkaya ısınırlar, orada bir itibar üstünlüğü içinde yaşamaya alışırlar, anavatanın şe­ ref ve selametinin, o sömürgede kendilerinin hakim olması89


na bağlı olduğuna yürekten inanırlar. Bu sömürgeciler için anlaşma ile yeni bir hal şekli tasavvur etmek, aklın almaya­ cağı hatalı bir yoldur. Yemen'de böyle bir tabaka vardı. Bir anlaşma teşebbüsü için asıl onların karşı koymasını ve her vasıtayla İstanbul'a şikayetler yağdırmalarını yenmek la­ zımdı. Müşrutiyetten sonra Yemen' e ulemadan büyük me­ muriyetlerle, muhterem insanlar hususi vazifelerle gönderil­ mişti. Bunlar Şer'iye mahkemelerinin doğruluk ve liyakat içinde işlemesi için çok dikkatliydiler. Hanefi mezhebinin esaslarını Zeydi mezhebinin mensuplarına anlatmak ve sev­ dirmek için çalışıyorlardı. Bu büyük memurlar, Yemen me­ selesinin bir uzlaşma ile halloluıımasına razı değillerdi. Is­ lahat olarak mezhep esası üzerinde çalışmak, 1 9 1 0 isyanı­ nın hem erken, hem çok şiddetli patlaması için başlıca se­ bep olmuştu ve isyan kanlı bir suretle bastırıldıktan sonra se­ bep teşhis ve kabul edilmemişti. HALİFE, SULTAN MI; İMAM YAHYA MI? İmam Yahya ile anlaşma müzakeresi nihayet bir nokta­ da düğümlendi. Şeyhülislam kapısı, İmamın Zeydil�r üze­ rinde, kendi mezhebine göre hakim tayin olunmasını kabul etmiyordu. Her şeyden evvel hilafet hakkının tanınması la­ zım geldiği söyleniyordu. Zaten son 40 seneden beri Zeydi­ lerle aramızdaki kanlı müsademelerin asıl sebebi de mez­ hepçe halife tanınan İmam ile Osmanlı halifesinin makam çatışmasından ibaretti. Şurası da dikkate değer ki, Hanefi ve Zeydi mezhepleri arasında ne fark olduğunu bilmek ve bul· mak da kolay değildi. Farklar o kadar ehemmiyetsiz ve o ka­ dar teferruat içindeydi. Asıl fark, peygamber sülalesinden bir seyidin imam tanınması mecburiyetinden geliyordu. 90


Mutaassıp halk, silah kullanmayı öğrendikten sonra cüretli kılavuzlar arkasında mütemadiyen çarpışmaya alışmıştı. Biz Arabistan yarımadasının güneyinde, geniş Aden bölgelerinden başka, ta Basra' ya kadar, Yemen'den büyük ve nisbeten mamur yerlerin, hatta tabii zenginlikieri bulu­ nan bölgelerin, İngilizler tarafından üç beş memur ile ida­ re edildiğini görüyorduk. Yemen' in anavatanı mütemadi­ yen kemiren bir afet halinden ne şekilde olursa olsun, çıka­ rılmasını bütün inancımızla istiyorduk. Bu sıralarda İtalya harbi çıktı. Yemen abluka altına girdi. İstanbul'dan Yemen anlaşmasının neticelenmesine ve imzasına izin verildi. Bu mevzuda ordu kumandanı ile imam

Yahya arasında, hudut­

lar yakınında bir görüşme hazırlandı. Hep beraber gittik ve imamı gördük.

Ahmet izzet Paşa Arapça konuşabiliyordu,

dostane görüştüler. İtalyan harbi anavatanda büyük bir hid­ det uyandırdığı kadar, Yemen'de de şiddetli kırgınlığa se­ bep olmuştu. Bingazi'de ve Trablusgarp'ta kurulan muka­ vemet hareketini heyecanla takip ediyorduk. Bingazi'de

Enver Bey, Mustafa Kemal Bey, Trablus'ta Neşet Paşa, Fet­ hi Bey isimleri mukavemetin başlıca timsalleri olarak gü­ venin kaynağı idiler. Yemen'de bizim durumumuz güçleşmişti. Abluka ile anavatandan her türlü ikmal imkanları kesilmişti. Zeydi­ lerle daha bir iki ay önce imza edilmiş olan anlaşmanın na­ sıl imtihan geçireceği şüphe ile düşünülüyordu. İtalyanlar, Osmanlı devleti aleyhine yerlilerle temas ve tertip arama­ ya başlamışlardı. Ufuk, Yemen'de bulunan Türkler için tehlikeli ihtimallerle doluydu. Bütün bu sıkıntılar nihayet tamir edilmez neticelere vardınlmaksızın geçiştirilmiştir. Yalnız az zamanda anlaşıldı ki

Seyit idris,

İtalyanlarla an­

laşmış ve beraber muharebeyi taahhüt etmiştir.

91


Ahmet izzet Paşa çok güçlüğe uğramadan İmamla, Se­ yit idris aleyhine bir ittifak temin edilmiştir. İmam, Seyit idris mıntıkasıyla harb ilan ediyordu. Biz kendisine para­ ca olduğu gibi, bir müfreze ile de yardım edecektik. Bun­ dan sonra Yemen seferinin ağırlık merkezi Tahama'ya, Lu­ hiye civarına, tedrici bir surette intikal etmiştir. AHMET İZZET PAŞA'NIN YEMEN'DEN AYRILIŞI Balkan Harbi, felaketli haberlerini arka arkaya gön­ dermeye başladı. Ordu kumandanını İstanbul'a çağırdılar. Gizlice Akabe'ye gidecek, oradan cepheye varacaktı. De­ niz yolu kapalı olduğundan hükümet Mısır'dan bir yat te­ min etmişti. Yat, Yemen sahilinde Hudeyde'ye yakın bir yerde bekliyordu. izzet Paşa 'nın Yemen'den ayrılışının du­ yulması mahzurlu görüldüğü için tertibat alınmıştı. Ku­ mandan Hudeyde 'den gece yarısından sonra ayrıldı. Ken­ disini yalnız biz, karargah subayları uğurladık. Gece yapı­ lan bu ayrılış töreni pek hazin oldu. Kumandan paşa bera­ ber getirdiği arkadaşlarını Yemen'de bırakmanın hüznü içinde duygulu bir konuşma yaptı. Bu konuşmaya, Kur­ may Başkanı olarak arkadaşlarım adına ben karşılık ver­ dim. Konuşmamda kendisinden çok şeyler öğrendiğimizi ve bize gösterdiği prensiplere ömrümüz boyunca sadık ka­ lacağımızı söylediğimi hala hatırlarım. Onun yerine, Ye­ men hareketlerinde cesareti ve doğruluğu ile şöhret yap­ mış olan Ferit Sait Paşa kumandayı üzerine aldı. izzet Pa­ şa 'yı teşyi ettik ve biz Yemen'de kaldık. Hiçbir şey söyle­ medim, ama bütün genç askerlik hayatımın hedefi olan Rumeli harbinde vazife görmek fırsatı, bir daha elimden 92


kaçıyordu. Bu üzüntümü izzet Paşa da bilirdi. Fakat bu şartlar içinde Yemen'den kendisi ile beraber beni de ayır­ mayı doğru bulmadığını teselli olarak söylemişti. Yemen seferi esnasında Ahmet izzet Paşa ile kurmay başkanı olarak münasebetlerimiz çok yakın olmuştu. İtal­ ya harbi başladıktan sonra Yemen'de kalınca, paşanın üze­ rinde muhafaza ettiği genelkurmay başkanlığından istifa etmesi lazım geldiğini samimi olarak görüşmüştük. Yemen anlaşması ile itibarının yüksek bir devrine erişmiş olan ku­ mandan paşanın genelkurmay başkanlığından çekilmek arzusu Mahmut Şevket Paşa 'yla çok nazik muhaberelere vesile oldu. Devrin adedi olarak iki büyük general birbir­ lerine çok dikkat gösterdiler. Nihayet genelkurmay baş­ kanlığına İstanbul'da bir vekil tayin edildi. İtalya harbinin menkıbeleri devam ederken, İstan­ bul 'dan gelen haberler, iç siyaset hayatının bütün acılarını Yemen'e taşıyordu. Siyaset adamları arasındaki çatışmalar uzaktan tahmin edildiğine göre ordu içinde de ayrılıklar ve münakaşalar doğurmuştu. Bu karışıklıklar arasında 1912 senesi ilerlemiş ve bir gün Balkan Harbi'nin patladığı ha­ beri gelmişti. İç çatışmalarla İttihat ve Terakki hükümeti düşmüş ve son zamanda bu hükümetin başlıca temsilcisi haline gelen Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa çekil­ mişti. Hadiselerin, Yemen'de bizim üzerimizde ne kadar ıs­ tırap verici ve ümit kırıcı tesirleri olduğunu tasvir etmek tabii mümkün değildir. Heyecan ile dolu olduğumuz bu­ günlerde İtalyan harbinin hitam bulduğu tebliğ edilmiştir. Çok geçmeden bir mühim hadise oldu. imam Yahya ile aramızda ağır bir ihtilaf çıktı. İtalya sulh şartlarının ica­ bı olarak, bizim Seyit idris 'le yaptığımız muharebe de so­ na eriyordu ve Seyit idris 'e emniyet vermeyi taahhüt edi93


yorduk. Mesele, Yemen vilayetine ve imama da tebliğ edil­ mişti. imam Yahya hiddetinden kıyameti koparmıştı. Ken­ disini, bizim yüzümüzden harbe tutuştuğu Seyit idris kar­ şısında yalnız bırakıyorduk. Keyfiyet İstanbul'a aksetmiş, haklı olarak ehemmiyet kazanmıştı. Bu esnada Ahmet izzet Paşa da İstanbul'a varmış olacaktı. İMAM YAHYA İLE GÖRÜŞMEYE MEMUR EDİLDİM Bir gün orduya İstanbul 'dan emir geldi. Ordu erkanı­ harbiye reisini imam Yahya 'ya göndererek, ihtilafın bir münasip halle bağlanmasını tavsiye ediyorlardı. Yanıma Arapça bilen bir subay arkadaşımı alarak imam Yahya 'nın merkezi olan Kafletulüzer'e doğru yola çıktık. Huduttan itibaren imamın ülkesinde karşılanarak mahdut muhafız­ larla gidiyorduk. emniyet tedbirleri, imam bölgesinin ne­ kadar güç bir idare içinde bulunduğunu bana gösteriyordu. İmama sadakati şüphesiz olan bölgeden geçişle, onunla az çok çekişmede bulunan bir şeyhin bölgesinden geçiş ara­ sında emniyet tertipleri pek farklı idi. Bir gece, bir burçta yatarken dışarıya çıkacak oldum. Kapıdan itibaren üst üs­ te yığılmış insanların üstlerine basmaktan başka çarem yoktu. Hayretle bu halin sebebini soruşturdum. Gergin bir çevreden geçtiğimizi ima ettiler. Nihayet imamın başkentine vardık. Şehrin en heybet­ li burçlarından birine yerleştik. Ertesi günü imamın yanı­ na arkadaşımla beraber gittik. Muhterem imam Yahya ba­ na pek yakınında bir yer gösterdi. Önünde bir yazıhane vardı. Kendisi ipekler içinde bağdaş kurmuş oturuyordu. Odanın muhtelif yerlerinde gene rahleler önünde katipler 94


çalışıyorlardı. imam Yahya 45 yaşlarında görünüyor, bütün hayatı kavga ile geçmiş, irade sahibi bir reisin keskin çiz­ gilerini çehresinde taşıyordu. Devletin kendisine yapmış olduğu muameleden kısa ve acı olarak şikayet etti. Vaziyetin ehemmiyetli olduğunu bildirdi. Devletle son senelerdeki münasebetlerini iyi bilen ve iyi vasıflarını işittiği benim gibi birisini görüşmeye gön­ derdikleri için müzakereyi itimad ile kabul ettiğini söyledi. Ben İtalya'yla sulh yapıldığını, sulh şartlan kararlaşırken tali harblerin sona ermesinin de beraber düşünülmesinin adet olduğunu söyledim. Şimdi, Balkan Harbi ile memle­ ketimizin 3-4 devletle muharebe içine girr.1iş olduğunu an­ lattıktan sonra İslam aleminin cihat içinde bulunan en bü­ yük devletine bütün İslam mücahitlerinin yardımcı olmala­ rı lazım geldiğini söylemeye çalıştım. İlk önce buzlan çöz­ mek için gücümüz yettiği kadar hitabete ve hissiyata müra­ caat etmiştik. Bu esnada tercümanımın bazı tercümelerine dikkat ederek, kelime ve cümle tashihleri yaptım. İmam, derhal müdahale ederek benim doğrudan doğruya konuş­ mamı ve tercümanımın lazım olursa tamamlamasını istedi. Güç olmakla beraber çok yarım Arapça melekemi kullan­ maya başladım. imam Yahya yeni bir hitabeye başladı: " Sana mahrem olarak bir şey söylemek isterim. Dev­ let usullerini anlıyorum. Bizim takip ettiğimiz usuller fark­ lıdır. Ben, bir harp yapacağım zaman cihat ilan ederim. Ci­ hat ilanı için hasmın, din düşmanı olduğunu bildirmem la­ zımdır. idris, tslam aleyhine yabancı ile birleşerek taarruz ettiği için tarafımdan kafir ilan olunmuştur. Adamın İtal­ yanlarla ittifakı sabit olduğuna göre ithamımı nasıl geri alıp sulh yapacağım? Sonra adam beni yalnız bulunca, İtalyanlarla ittifakını da elbette devam ettirerek taarruz 95


edecektir. Benim vaziyetimi düşünmenizi ve anlamanızı rica ederim." Gergin sinirler içinde geçen bu görüşmeden sonra, ben vaziyeti etrafıyla kavradığımı ve muhterem imamın müste­ rih olacağı bir hal sureti bulabileceğimizi söyledim. İmam­ la ertesi gün için bir buluşma saati kararlaştırarak ayrıldık. BUHRANLI BİR GECE

imam Yahya 'nın yanında Seyit Abdullah isminde bir zat vardı ki, devlet bölgesinde memuriyette bulunmuş, Türkçeyi iyi bilir, muktedir bir insandı. onunla beraber kendi burcumuza döndük. imam bana en kibar ikramını yapıyordu. Kendisine mahsus, gat yetiştiren sayılı ağaçla­ rın yapraklarını göndermişti. Her yemeğim için bir koyun kesiliyordu. Seyit Abdullah bana imamın güçlüklerini ves­ veselerini kaygılarını uzun uzun anlattı. Devlet için vaziye­ tin ağırlığını idrak etmekle beraber, vefa göstermekte sa­ mimi olduğunu ve karşılık vefa beklediğini anlatıyordu. Düşünceler içinde buhranlı bir gece geçirdim. Ertesi günü gene imam Yahya 'nın salonunda müzake­ reye başladık. Ben imam Yahya 'ya, hemen sulh yapıp ya­ pamayacağını sordum. "Hemen yapamam" dedi. Ben "o halde mesele her şeyden evvel imam askerinin ve imam bölgesinin yakın bir tehlikeye maruz kalmamasını temin etmektir" diyerek vaziyete düşündüğüm çareleri söyledim. "Yanında bulunan müfrezeyi derhal geri almayız. Fakat, bir müddet kendi muhitinde tutarız. Biz cephede tabiatıy­ la muharebeye nihayet vereceğiz. Ancak bizim karşımız­ dakilerin imam Yahya tarafına geçmelerini önlemek için bulunduğumuz yerde bir müddet kalırız. Nihayet kendisi96


ne silah, cephane gibi yardırr.ları da yaparız" dedim. Bir devlet için, aşiretlere yardım ölçüsünün tahammül edilir bir miktarda olabileceğini öğrenmiştim. imam Yahya, be­ nim beyanatımdan memnun ve müsterih olduğunu ifade etti. İstanbul 'a ihtilafın hallolunduğunu yazacağımızı söy­ ledim, muvafakat etti. Veda ederek, oturduğum yere gel­ mek üzere ayrıldım. YEMEN'DE ESİR BİR TÜRK SANATKARI Benim burcun hemen önünde yerli kıyafetinje birisi ya­ nıma yaklaşarak Anadolu Türkçes ile kendisini kurtarmamı istedi. Şaşkın bir halde kim olduğunu öğrendim. Bizim or­ duda tüfekçiymiş. Esir düşmüş. İmamın bir tamirhane atöl­ yesinde çalışıyormuş. Kurtarılmasını istiyor. Anlaşma şart­ larına göre taraflar ellerinde bulunan esirleri iade etmeye mecburdurlar. Ben hemen Seyit Abdullah vasıtasiyle, imam ile ciddi olarak tartışmaya başladım. Seyit Abdullah 'ı imama gönderdim ve adamı serbest bırakmasını� beraber götürece­ ğimi bildirdim. imam mukavemet etti. Muharebe içinde bu­ lunduğunu, sanatkarı olmadığını söylüyordu. Seyit Abdul­ lah 'ın kaç defa gidip geldiğini hatırlayamam. Cidden müte­ essir olmuştum. İmam, vaziyetin kendi kıymetini arttırdığını da düşenerek ve hakikaten ihtiyacı olduğuna da şüphe olma­ yarak, tüfekçiyi derhal bırakamayacağını söylüyordu. Ona, meseleyi İstanbul' a yazacağımı ve sulh şartlarından bir esas­ lı maddede imamın eksik olduğunu belirteceğimi açıkça bil­ dirdim. Bu hadise imam Yahya 'ya beslediğim takdir hisleri­ nin üstüne gerçekten ağır bir toz kondurmuştur. imam Yah­ ya 'yı ilk gördüğüm zaman beğenmiştim. Bende bıraktığı te­ siri anlatmak için izzet Paşa 'ya imamı kastederek "seçilmiş 97


olmanın faziletine işte bir örnek" dediğimi hatırlıyorum. Bu son hadisenin bende uyandırdığı intiba dışında imamı hep takdir hisleri ile anmışımdır. Meseleyi İstanbul'a yazdığım gibi, vilayetçe ve orduca daimi bir takip konusu olarak da so­ rumlu makamlara tevdi ettim. Bu vesileyle esirlerden geri kalmış olan birkaç kişi beraber kurtarılmıştır. Cumhurbaşkanı bulunduğum yıllarda lrnam Yahya yi­ ne Yemen imamı idi. Benimle temas aradı. Gençliğimde Yemen'de tanıdığım bir adamını Ankara'ya gönderdi. İmam bizden yardım istiyordu. "Hayhay, yaparız" dedim ve konuşmama şöyle devam ettim: " Size her yardımı yapalım. Ama adam veremem bir, para veremem iki." imam Yahya 'nın adamı hayretle yüzüme baktı ve: "Para veremezsiniz, peki. fakat adam veremezsiniz, bunu anlamadım" dedi. imam Yahya 'nın elinden kurtarmaya çalıştığım esir, tüfekçi ustayı unutmamıştım. "Adam veremem" demekle bu olayı kendilerine hatırlatmak istiyordum. YEMEN'DE HAYATIMIZIN ZEVKLİ TARAFLARI Bu sıralarda İstanbul'dan alınan haberlerden Babı­ ali'ye bir baskın yapılarak, Nazım Paşa 'nın öldürüldüğü­ nü, hükümetin değiştiğini ve Mahmut Şevket Paşa 'nın sad­ razam olduğunu öğreniyorduk. Balkan Harbi'nin sulbü ge­ ri kalmıştı. Orduya gelen bir emirle benim Çatalca 'da Umumi Karargaha gönderilmekliğim bildiriliyordu. 1 9 1 3 yılının ilk aylarında İstanbul'a hareket edecektim. Memle­ ket için çok vahim hadiselerle dolu olan bugünlerde, haya­ tımın takriben 3 senesi Yemen'de geçmişti. 98


Yemen 'de türlü mahrumiyet ve hasretler içinde geçen karargah ve kıta hayatımızın pek eğlenceli ve zevkli taraf­ ları vardı. Hayatımız kesif resmi işler içinde, sabahın er­ ken saatinden akşam geç vakte kadar karargahta çalışmak­ la geçerdi. Ordu Kumandanı ile beraber tabldotta yemek yerdik. Akşam yemeğinden sonra sık sık kumandan paşa ile genç kurmay subayları briç oynardık. Muhterem lzzet Paşa biraz satranç bilirdi. Ben o zaman bile, satrançta da­ ha iyice sayılırdım. Briç oyununu lzzet Paşa bize öğretmiş­ ti. Mareşal Moltke 'nin muharebelerden sonra briçte din­ lendiğini latife olarak hikaye ederdi. Puanı yarım paraya oynardık. Subaylardan hangimiz kaybedersek, kaybımızın yansını kumandan paşa öderdi. En çok verdiğimiz de 90 parayı geçmezdi. Bu tertiple lzzet Paşa oyuna ciddiyet ve merak kazandırmış oluyordu. Bizi akşamlan serbest bırak­ mamaya yarayan bu oyunların sebebini sonralan kavra­ dım. Yemen'de geceleri sefahat vakalan çok olurmuş. Has­ ret içinde geçen gurbet ömrü, akşamlan insanların ihtiyat­ lı hareketini ve mukavemetini kırarmış. Bir defa alışılırsa artık hayatın intizamı kolaylıkla bozuluyormuş. Paşa, genç subaylarını korumak için onları, akşamlan mümkün oldu­ ğu kadar meşgul etmeye çalışıyordu. Ben, Batı musikisi zevkine orada alıştım. Hükümet bir aralık sahilden Sana'ya bir demiryolu yaptırmak hevesine düşmüş, bir Fransız şirketine keşif vazifesi vermişti. Biz bunu Yemen' e vardığımız zaman, orada Fransız şirketinin beklemesinden öğrendik. Nihayet, Fransızlar memleketle­ rine dönerlerken, eşyalarını satmışlar. Bunlar arasında bir gramofon makinesi, pek çok plakları ile Hudeyde kuman­ danı tarafından satın alınarak, ordu karargahına gönderil­ mişti. Yemen'de müzik lhtiyacına 'karşı detiri hasret için99


deydik. Gramofon bize bulunmaz bir nimet geldi. akşam üzeri karargahtan, yattığımız eve geldiğimiz vakit hep be­ raber gramofon başına koşardık. Plakları tecrübe ederdik. Senfoni, arkasından opera parçası, serenat... işitmediği­ miz, bilmediğimiz parçaların gürültüsüne dayanamayarak, makineyi bırakırdık. Ertesi akşam aynı tecrübe. Bu zorla ağır plakları dinlemeye tahammül çok uzun günler sür­ müştür. Yavaş yavaş alışkanlık hasıl oldu. Benim hayatıma Batı musikisinin terbiyesi böylece Yemen'de girmiştir. İçi­ mizde en istidatlımız Saffet Arıkan 'dı. Bizden çok evvel anlamaya başlar görününce "Erzincan'da öğrenmiştir" di­ ye yapmadığımız şaka kalmazdı. Biz akşamlan, briçe tutulmazsak yattığımız binaya gelirdik. Çok yorgun olmadığımız zamanlar sofada bir uzun masa etrafında toplanır, memleket hikayeleri, hatıra­ lar anlatırdık. Bilenlerimiz lıitfeder, memleket şarkıları da söylerlerdi. Bavullanmızda içecek ve yiyecek ne varsa, on­ ları da meydana çıkarırdık. Sefer esnasında bütün eşyamız 30 kiloluk bir bavuldan ibaretti. Bir yerde kalmamız uza­ yınca, tabiatiyle eşyamız da artıyordu. Arkadaşımız Kola­ ğası Kadri Bey'in şaşılacak bir mahareti vardı. Hepimiz­ deki gibi 30 kiloluk bavulu içinde, yiyecek, içecek, ne ih­ tiyacımız olursa hepsi bulunur, çıkardı. Yemen 'den bunlar gibi nice hatıraları arkada bırakarak memlekete hareket ettim. VATANA DÖNÜŞ 1 9 1 3 mart ayında Yemen'den ayrıldım.Memlekete dö­ nüş için Aden yolundan başka selamet çaresi yoktu. Hu­ deyde'den ufak bir vasıta ile 3-4 günde Aden' e geldim. Bu1 00


rası, İngilizlerin karargahından ve kendilerine mahsus bir yaşama çevresi teşkil eden küçük bir kasaba ile yerlilerin oturdukları bir Arap şehrinden teşekkül ediyordu. Arap kısmında ihtiyaçları oldukça temin edilmiş bir otele yer­ leştim. Mısır'a ve oradan Türkiye'ye gidecek vasıta arıyor­ dum. Ansızın Aden 'de yüksek hararetli bir mide humma­ sına uğradım. Her türlü ihtiyacı karşılayan elektrikli bir şe­ hirde, açgözlülükle sarıldığım şey buz olmuştu. Yenip içi­ lecek her nesne mutlaka bir bardak buzla getirilirdi. Her mayi içine mutlaka buz koymak şehrin adetiydi. Zannedi­ yorum ki, buz bolluğundan hasta olmuştum. Çetin iklim­ den ve bu kadar mihnetten sonra Aden'in bir otelinde kal­ mak ihtimali dalgınlığım arasında bana garip bir tecelli gö­ rünüyordu. Otelciden bir doktor istedim. Bana ilaçlarla be­ raber sükı1net de verdiler. 1 -2 gün içinde iyi olacağımı söy­ ledikleri zaman pek inanmayarak teselli bulmuştum. Ger­ çekten çok geçmeden ayağa kalktım ve hemen ayrılmak için vapur aradım. Hindistan'la Londra arasında işleyen büyük bir kum­ panyanın, yakında uğrayacak postasından ikinci mevki bir bilet aldım. Vapurun adını hatırlamıyorum. Şirketin adının " Cunnard Line" olduğunu zannederim. Hareket günü şir­ ketin bir motoru beni iskeleden aldı, zamanın gösterişli ve büyük vapuruna götürdü. Süslü, rahat ve tahmin edemeye­ ceğim derecede geniş ve teşkilatlı bir vapura binmiştim. Birkaç saat sonra Aden 'den Mısır'a doğru hareket ettik. Benim biletim oraya kadardı ve pek pahalı idi. Zannediyo­

rum 50 İngiliz Lirası'na yakın ücret vermiştim. Vapurla 34 gün süren seyahatim gerçekten bir dinlenme ve nekahat devri olmuştur. İkinci mevkiin sıra sıra geniş, rahat koltuk­ lan ve her çeşit, vapurlara mahsus güverte oyunları vardı. 101


Altlı üstlü iki güverte engin ovalar gibi gezintilere elveriş­ liydi. Kızıldeniz'in tutunca çok sarsan fırtınasına, orta şid­ dette olarak kısa bir zamanda tutulmuştuk. denizden rahat­ sız olmadan iyice besleniyorduk. Günde kaç defa yemek yediğimizi sayamayacağım. Gece yansına kadar vapurun ikram sayısı herhr.lde altıyı buluyordu. Vapurda, dünya ha­ vadisleri hususi tabelalarla neşrolunurdu. Bizim cepheler­ den, alıştığımız tatsız havadisler üzerinde bir bilgi verilmi­ yordu. Durum, daha acısı düşünülemeyecek kadar ağır ol­ makla beraber, umumi olarak aynı mahiyette durgunluk gösteriyordu. Port-Said'den o zaman "Nemse" dediğimiz bir Avus­ turya vapuruyla Mersin'e doğru yola çıktık. Nemse vapu­ runda birinci mevki yolculuğumuz Cunnard Line'in ikinci mevkii yanında pek sönük kalıyordu. Asıl acı olan, artık Akdeniz bölgesinde olduğumuz için, yolculara verilen ha­ berler hep Balkan Harbi ve Türkiye olaylan üzerinde top­ lanıyordu. Sofrada, güvertede, işittiklerimizi işitmemek için tam bir uzaklık ve yalnızlık içinde yaşıyorduk. Vapurumuz Beyrut'a uğradı. Gözlerime inanamıyor­ dum. Hamidiye Kruvazörü oradaydı. Hemen oraya can at­ tım. Kumandan

Rauf Bey 1e

buluşmak gerçekten bir bah­

tiyarlıktı. Senelerin hasretini ve hesapsız acıklı günlerini, birbirimizi dinleyecek sabrımız olmadan, mütemadiyen söylüyorduk.

Rauf Bey deniz

muharebelerini anlatıyordu.

Asıl ehemmiyetli olan da, Hamidiye kruvazörü yalnız ba­ şına Akdeniz'de sefer yaptığı için, gece gündüz düşman te­ masında ve hazırlık halinde yaşıyordu. Bu son derece yo­ rucu bir silah başı haliydi. Bunların da üstünde

Rauf

Bey 'in daimi bir derdi vardı: Kruvazörün kömür ihtiyacı, sulh zamanından bir kömür üssünün hazırlanmamış olma-

102


sından yakınıyordu. Muhterem RaufBey, düşman hareka­ tından ziyade kömür bulamamak ve kömürsüz kalmak en­ dişesini ruhunda taşıyordu. Hatırladığıma göre, bütün öm­ rünce, gözü önünde bir şişe içinde kömür bulunduracağını söylüyordu. BALKAN HARBİNİN SONU Bana kuvvet ve teselli veren bu buluşmadan sonra tekrar yola çıktım. Mersin'de gümrük memurundan ilk ih­ tarı aldım. Bir gümrük muamelesinde, benimle beraber va­ tana dönen bir iki subaya, bilmem hangi eksiklerimizden dolayı çıkıştı. Böyle usulsüz hareketler yüzünden yani " subayların yanlış hareketlerinden" başımıza felaketler geldiğini söylüyordu. Ordunun itibarının vatandaş gözün­ de ne derece düştüğünü anlıyordum. Sesimizi çıkarmaya­ rak mahcup bir halde yolumuza devam ettik. Doğruca Ça­ talca'ya başkumandanlık karargahına vardım.

Ahmet izzet Paşa

beni teveccühle kabul etti. Büyük

karargahın harekat şubesine memur edildim. Arkadaşlarım ve amirlerim benim hevesle çalışmama yol vermişlerdi. Çatalca cephesi, sol cenah ordusundan, bir de Büyükçek­ mece'den Karadeniz' e kadar büyük kısımdan teşekkül edi­ yordu. Umumi olarak cephelerdeki muharebeler, büyük hadiselerin olmadığı saflıadaydılar. Buna karşılık karar­ gahlar arasında ve ordu saflarında geniş şikayetler ve ten� kitler pek hararetliydi. Bu sırada İşkodra'ya kadar yayıl­ mış olan Balkan Harbi, Batı Rumeli'de tamamıyla düşman hakimiyetine geçmişti. İşkodra kalesi henüz dayanıyordu. Yunan cephesi Yanya'da ve Selanik'te kaybolmuştu. Sırp orduları tamamıyla serbest olarak ilerliyorlardı.

Fahri Pa1 03


şa kumandasında olan bu orduda Fethi Bey ve Mustafa Ke­ mal bulunuyorlardı. Edirne kalesi düşmemişti. Çatalca cephesi Bulgar taarruzunu, ilk bozgunluğun ümitsiz gün­ lerinde muvaffakiyetle tardetmişti. Memleketin her tara­ fından kuvvetler Çatalca cephesine geliyordu. Londra sulh 'llÜZakereleri reddolunduktan sonra ikti­ dara gelen hükümet, Edirne'yi kurtarmak davası ile meş­ guldü. Şarköy'de yapılan bir çıkarma hareketi muvaffak olmamıştı. Bu sol cenah grubuna birkaç kere gittim. Enver Bey 'in kurmay başkanı bulunduğu bir orduda askeri telak­ ki, umumi bir taarruza geçm�nin imkanı ve lüzumu üze­ rinde toplanıyordu. Bu mülazahalarda başkumandanlığın hareketsiz sevkü idaresi açıkça tenkid ediliyordu. Büyük karargahta, muvaffakiyetle tespit edilmiş olan cephe geri­ sinde, ordunun talim terbiyesi ve hazırlıkların tamamlan­ ması lazım geldiğinde ısrar ediliyordu. Payitahtı ve bütün memleketi hesapsız bir hareketin ihtimallerine arzetmek doğru olmadığı kanaatı hakimdi. Gerçekten de bir seneye yaklaşan sefer esnasında ordunun umumi manzarası, bir redif ordusunun eksiklerinden henüz kurtulmamış görünü­ yordu. Edirne kalesi mütemadiyen yardım istiyordu. Baş­ kumandanlık karargahı, Balkan müttefiklerinin aralarında belirdiği hissolunan ihtilafları takip ediyor, bu durum kar­ şısında belli belirsiz bir ümit besliyordu. Bugünlerde Edirne kalesi Bulgarların eline geçti. Ha­ ber bütün orduda derin bir keder yarattı. Asker olarak ilk ha­ tıra gelen ihtimal, Bulgarların İstanbul üzerine yeni bir taar­ ruza teşebbüs etmeleriydi. İlk bekleme günlerinde düşma­ nın Çatalca cephesinden daha gerilere çekilip, yeni bir ter­ tiplenme içinde bulunduğu seziliyordu. Gelibolu yarımada­ sına, sol cenah ordusuna yahut doğrudan doğruya İstanbul

104


üzerine taarruz edecekleri rivayetleri cephede ve Avrupa'da yaygın haldeydi. Tam bu sırada Sırplar, Yunanlılar ve Bul­ garlar arasında aşikar ihtilafhavadislerinin ortalığı kaplama­ sıyla beraber, bir iki

gün içinde Makedonya'da müttefikler

arasında harb başladığı da dünyaca öğrenilmişti. EDİRNE'NİN KURTULUŞU Bu harb kısa sürdü ve Bulgarların mağlubiyet ve ricat haberleri her taraftan Türkiye'ye gelmeye başladı. Bütün Çatalca ordusu birden yerinden oynadı. Umumi bir hare­ ketin hazırlığına başlandı. Ordu içindeki bütün karşılıklı fikirler, kendilerinin vaziyeti doğru takdir etmiş olduğunu hep birden haraketle iddia ediyorlardı. Bulgarların bir taar­ ruza karşı koyamayacak halde olduğunu söyleyenler haklı çıkmışlardı . Orduyu vaktinden evvel bir badireye atmayıp, gününü beklemenin doğru olduğunu iddia edenler de vazi­ yeti iyi görmüş olduklarını ve şimdi tedbirin müsbet neti­ celeri alınacağını ileri sürüyorlardı. Bütün fikirler birleş­ miş olarak umumi taarruz için emir verilmişti. Büyük or­ du ileri atıldı. Daha ilk günden anlaşıldı ki Bulgarlarda mukavemet imkanı olmadığı gibi dayanmak niyeti de yok­ tu. Bulgar ordusu bütün cephede süratle çekiliyor ve Türk askerleri dayanılmaz bir hızla ilerliyorlardı. Dağınık Bul­ gar müfrezeleri her suretle bertaraf edilerek birkaç gün içinde Kırklareli'ne ve Edirne'ye varıldı. Türkler Trak­ ya'da Bulgar hududuna dayandılar. Bir gönüllü teşkilat Ba­ tı Trakya'ya sarktı. Orada muvakkat bir idare ve hükümet kurmaya başlandı. Başkumandanlık bütün orduları Bulgar hududunda durdurdu. Askeri kuvvetleri yeni bir hareket için hazırlamaya başladı.

1 05


Hatırladığıma göre büyük Avrupa devletleri ve husu­ siyle Çarlık Rusyası Bulgaristan içine dalmamızı önlemek için ciddi ve tehditkar bir faaliyete geçtiler. Bizim Gelibo­ lu 'daki kolordumuz da ileri harekete güneyden iştirak ede­ rek Meriç boyunda kademelendi. Bütün orduya adeta yeni bir seferin hasreti ve heyecanı girmişti. Bu bekleme devrinde bir gün Edime'ye gittim. Sol ce­ nah ordusunun karargahını teşkil eden ordu kumandanlığı binasında,

Enver Bey 'i yatakta hasta buldum.

Bir apandi­

sit ameliyatını bekleyerek huzur içinde nefsine güvenin zevkine ve hayaline dalmış bir haldeydi. Bana Trablus se­ ferinin menkıbelerini tevazu ile anlatıyor, Balkan felaketi­ nin acılarını yürekten duyarak yanıyordu. İleri hareketle Edime'ye vardığımız zaman, kurmay subayları için Edime kalesinin muharebesini yerinde ince­ lemek ciddi bir merak olmuştu. Bu kale fenni olarak, sefer­ berliğin tamamlanmasına kadar zaman kazanmak maksa­ dıyla meydana getirilmişti. Bu zaman 40 günle 2 ay ara­ sında hesap olunuyordu. Halbuki Edime Kalesi

6 aya ya­

kın dayanmıştı. Kalenin çevresini yerinde ve yakından gördüğüm zaman dayanılmaz bir taarruzun eserleri bulu­ namıyordu. Bütün ordular gibi siyasi dedikodulardan kur­ tulamamış olan Edime ordugahında da, daha uzun müddet mukavemet etmek mümkün olduğu ve olmadığı üzerinde konuşuluyordu. Fakat insaf ile söylemek lazım gelirse, Balkan Harbi ordularına yöneltilecek tenkitler içinde Do­ ğu 'da ve Batı 'da kurulan kale muhafızları, sahra muhare­ besi yapanlara nisbetle daha az şikayete layık görülecek haldeydiler. Balkan harbinin kaybının asıl sebeplerinin başında, hiç şüphe yok ki kumandanlar gelir. Ordunun siyasi çekiş-

1 06


melerin içinde bulunuşu yüzünden yenildiğimiz söylenti­ leri, kanaatimce mübalağalı bir iddiadır. Orduya politika­ nın bulaşmasının elbette zararı olmuştur. Ama daha çok kumandanlar arasında " İttihatçı" ve " Hürriyet ve İtilafçı" olarak birbirini itip yerine geçmek için cereyan eden çekiş­ meler, söylenenleri haklı çıkaracak mahiyettedir. Fakat Ye­ men isyanının ve oraya büyük bir kuvvet gönderilmesinin, Balkan yenilgisinde tesiri büyük olmuştur. Her gün bir Balkan harbi çıkacak diye ateş üzerinde durduğumuz bir zamanda, Yemen'e 35-36 taburdan mürekkep bir ordu gönderildi. Hastalıktan, iklimden ve çarpışmalardan dola­ yı hemen hemen tamamı eriyen bu kuvvet, Balkan Harbi ordularından hangisine eklenmiş olsaydı, harbi kaybet­ mezdik ve ordu harpten muzaffer çıkardı. Balkan Harbi başladığı zaman Yemen'e gönderdiğimiz kuvvetlerden Balkan cephesi için yararlanmak düşünülseydi bile, zaten buna imkan kalmamıştı. Çünkü Yemen abluka içindeydi, yol kapanmıştı. Avrupalıların siyasi baskıları hükümet üzerine tesir ederek Bulgaristan' a tecavüzü durdurulmuş ve Bulgarların da müracaatı nazarı itibara alınarak, artık sulh yapılması kesin olarak istenmişti. Bulgaristan'la İstanbul'da sulh konferansı açılması kararlaştırıldı. Başkumandanlık karar­ gahı da oraya nakledildi.

107



EK HARP AKADEMİSİ'NDEN MEZUNİYET Y ILLARI ve SINIFLARI (*) Mahmut Şevket Paşa . . . . . Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa (Sadrazam, Mareşal) Cevat (Çobanlı) Paşa . . . . . Ahmed Cemal Paşa . . . . . .

... ....

.

.34. sınıf . . . . . . . 1 882- 1 883 .39. " . . . . . . . . 1 886- 1 887

. . . . .46. . . . . .48.

" . . . . . . . . 1 893-1 894 " . . . . . . . . 1 894- 1 895

Mustafa Fevzi (Çakmak) Paşa . . 5 1 .

" . . . . . . . . 1 897- 1 898

(Korgeneral) (Mareşal) Nihat (Anılmış) Paşa . . . . . . . . . . 52.

" . . . . . . . . 1 899- 1 900

(Korgeneral) Yakup Şevki (Subaşı) Paşa . . . . . 52. Hasan Cemil Çambel . . . . . . . . . .52.

" . . . . . . . . 1 899- 1 900 " . . . . . . . . 1 899- 1 900

(Albay) Vehip (Bükat) Paşa . . . . . . . . . . . 52.

" . . . . . . . . 1 899- 1 900

(Korgeneral) Behiç Erkin . . . . . . . . . . . . . . . . . 54.

" . . . . . . . . 1 90 1 - 1 902

(Albay-Büyükelçi) Şükrü Naili (Gökberk) Paşa . . . . . 54. Ali Hikmet (Ayerdem) Paşa . . . . 54.

(Korgeneral) Hafız Hakkı Paşa (Korgeneral) Enver Paşa . . . . .

........

.

.

.

.

.

55

.

. . . . . . . . . . . . . 55.

(Korgeneral)

Mahmut Kamil Paşa . . .

. . .

. . 55.

Mehmed Selahaddin Adil Paşa

. . 55.

.

.

(Tümgeneral)

" . . . . . . . . 1 90 1 - 1 902 " . . . . . . . . 1 90 1 - 1 902 " . . . . . . . . 1 90 1 - 1 902 " . . . . . . . . 1 90 1 - 1 902 "

. . . . . . . . 1 90 1 - 1 902

" . . . . . . . . 1 90 1 - 1 902

(Tümgeneral) (*) Ordu'da veya başka alanlarda ün yapmış olanlarla, hatıralarda adlan geçen ve geçecek olan kurmay subaylar alınmıştır.

1 09


İsmail Hakkı (Erdener) Paşa . . . 55. .

" . . . . . . . . 1 90 1 - 1 902

(Tümgeneral) Fahrettin (Altay) Paşa . . . . . . . . . 55.

" . . . . . . . . 1 90 1 - 1 902

(Orgeneral) Kazım (İnanç) Paşa . . . . . . . . . . .55.

" . . . . . . . . 1 90 1 - 1 902

(Tümgeneral- Vali) Ali Fethi Okyar . . . . . . . . . . . . .56. .

" . . . . . . . . 1 903- 1 904

(Binbaşı) Ali Fuat (Erden) Paşa . . . . . . . . . 56.

" . . . . . . . . l 903-1 904

(Orgeneral) Şevket Galatalı . . . . . . . . . . . . . 56. .

.

" . . . . . . . . 1 903- 1 904

(Albay) Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa . . 56. Kara Vasıf . . . . . . . . . . . . . . . . 56. .

.

.

" . . . . . . . . 1 903- 1 904 " . . . . . . . . 1 903-1 904

(Albay) Mustafa (Muğlalı) Paşa . . . . . . . .56.

" . . . . . . . . 1 903- 1 904

(Orgeneral) Mürsel (Baku) Paşa . . . . . . . . .56. .

.

" . . . . . . . . 1 903- 1 904

(Tümgeneral) . . . . . . . .57.

" . . . . . . . . 1 904- 1 905

Asım (Gündüz) Paşa . . . . . . . . . 57.

" . . . . . . . . 1 904-1 905

Ali İhsan (Sabis) Paşa

.

(Tümgeneral) .

(Orgeneral) Ahmet Sedat (Doğruer) Paşa . . . 57. .

" . . . . . . . . 1 904- 1 905

(Korgeneral) M. K. Atatürk . . . . . . . . . . . . . .57. .

" . . . . . . . . 1 904- 1 905

(Mareşal) A. Fuat (Cebesoy) Paşa . . . . . . .57. .

" . . . . . . . . 1 904- 1 905

(Korgeneral) Ahmed Müfid Özdeş . . . . . . . . . .57.

" . . . . . . . . 1 904- 1 905

(Yarbay) Cemil Uybadın . . . . . . . . . .

. .57.

" . . . . . . . . 1 904- 1 905

Halil (Kunt) Paşa . . . . . . . . . . . . 57. Mehmet Arif . . . . . . . . . . . . . . . .5 7.

" . . . . . . . . 1 904- 1 905 " . . . . . . . . 1 904-1 905

.

.

(Yarbay) .

(Albay) 1 10


Hüseyin Hüsnü Alpdoğan . . . .58. .

.

" . . . . . . . . 1 904- 1 905

(Korgeneral- Vali) Kazım Karabekir Paşa . . . . . . . 58. .

.

" . . . . . . . . l 904-1 905

(Korgeneral) 58.

" . . . . . . . . 1904- 1 905

Seyfi (Düzgören) Paşa . . . . . . . . . 58.

" . . . . . . . . 1904-1905

Emin (Koral) Paşa

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

(Korgeneral) (Tümgeneral) Mehmet Nuri Conker . . . . . . 58. .

.

.

" . . . . . . . . 1904- l 905

(Albay) Süleyman Askeri . .

. . . . 58.

" . . . . . . . . 1 904- 1 905

Kazım (Özalp) Paşa . . . . . . . . . 58.

" . . . . . . . . 1 904-1905

.

.

.

.

.

.

.

(Yarbay) .

.

(Orgeneral) Mustafa 1. İnönü

59.

" . . . . . . . . 1905-1906

. . . . 59.

" . . . . . . . . 1 905- 1 906

A. Nafiz (Gürman) Paşa . . . . . . . 59.

" . . . . . . . . 1905 - 1 906

.

. .. .

.

.....

.

.

(Orgeneral) İzzettin (Çalışlar) Paşa .

.

.

.

(Orgeneral) (Orı:_eneral)

. 59.

" . . . . . . . . 1905- 1906

. . 60.

" . . . . . . . . 1 906-1 907

. . . . . 60.

" . . . . . . . . 1906- 1907

H. Hüsnü (Erkilet) Paşa . . . . . 60.

" . . . . . . . . 1906-1907

M. Aşir (Atlı) Paşa

.

.

.

.

.

. . .

.

.

(Tümgeneral) Kazım (Orbay) Paşa . . . . . .

.

.

(Orgeneral) Naci (Tınaz) Paşa .

.

.

.

.

.

.

(Korgeneral) .

.

.

(Tümgeneral) Keramettin (Kocaman) . . . . . .60. .

.

" . . . . . . . . 1 906- 1 907

(Korgeneral) Osman Zati Korol . . . . . . . .

.

.

.

.

.

.

.60.

" . . . . . . . . 1 906- 1907

. 60.

" . . . . . . . . 1906-1907

60.

" . . . . . . . . 1 906- 1 907

.

(Tümgeneral) H. Hüsnü (Kılkış) Paşa . . . .

.

(Korgeneral) Hayrullah (Fişek) Paşa .

.

.

.

.

.

(Tümgeneral) 111


A. Rıza (Artungal) Paşa . . . . . . . 60.

" . . . . . . . . 1 906-1 907

(Korgeneral) . 61.

" . . . . . . . . 1 907- 1 908

61.

" . . . . . . . . 1 907- 1 908

Sabit (Noyan) Paşa . . . . . . . 61. Salih (Omurtak) Paşa . . . . . . .63.

" . . . . . . . . 1 907- 1 908 " . . . . . . . . 1 909- 1 9 1 0

Kemalettin Sami Paşa . . . . .

.

.

.

(Korgeneral) Hüsrev Gerede . . . . .

.

.

.

.

.

. . .

.

.

(Yarbay) .

.

.

.

.

.

(Orgeneral) Saffet Arıkan . . . . . . . . .

63.

" . . . . . . . . 1 909- 1 9 1 0

İsmail Hakkı (Berkok) Paşa . . . 63.

" . . . . . . . . 1 909- 1 9 1 0

.

.

...

.

.

(Albay) .

(Tuggeneral) Refet (Bele) Paşa

.

.

.

.

.

..

.

.

.

.

. 64. .

" . . . . . . . . 1 9 1 1 - 1 9 12

.

.

.

...

.

.

.

.

. 64.

" . . . . . . . .191 1-1912

.

..

.

.

. . 65.

" . . . . . . . . 1 9 1 3- 1 9 1 4

(Tümgeneral) Kazım (Dirik) Paşa

(Tümgeneral) M. Tevfik Bıyıkhoğlu

.

.

(Albay) H. Rahmi Apak .

1 12

.

.

.

.

..

.

....

.

.

65.

" . . . . . . . . 1 9 1 3- 1 9 1 4



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.