Rasim PEHLİVANOĞLU
ATATÜRK’ÜN ÜSTÜN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ
Planlayan, Yazan ve Düzelten : Rasim PEHLİVANOĞLU Dizgi
: Özgür SARI – Zeynep KARTAL
Sayfa Düzeni
: Serdar PEHLİVANOĞLU
Genel Kontrol
: Çağrı YILDIRIM
II Rasim PEHLİVANOĞLU
Yazarın Adresi: Rasim PEHLİVANOĞLU F.Çakmak Mh. Fuzuli Cd. Esen Sk. Ülkü Apt. No: 57/4 38020 KAYSERİ Tel.
Ev : 0352 233 90 30 Cep : 0507 6833373
Baskı ve Cilt:
ISBN:
III Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
İÇİNDEKİLER SUNUŞ ................................................................................................... 1 ÖNSÖZ ................................................................................................... 3 GİRİŞ ...................................................................................................... 7 BİRİNCİ BÖLÜM ÜSTÜN KİŞİLİĞE SAHİP ATATÜRK’LE İLGİLİ ÖN BİLGİLER . 15 1- Kişilik ve Kişilik Özellikleri ........................................................ 15 2- Atatürk İle İlgili Olarak Söylenen Bazı Terim ve Kelimeler ....... 20 3. Millet – Türk Milleti ..................................................................... 25 4. Atatürk’ün Liderliğinde Kurulan Milli Devlet ............................. 27 5. Kurulan Milli Devletin İlkeleri (Atatürk İlkeleri) ........................ 29 Temel, Baş, Bütünleyici İlkeler………………………………….31 Açıklamalı Temel İlkeler .............................................................. 31 Açıklamalı Baş İlkeler .................................................................. 34 İKİNCİ BÖLÜM ATATÜRK’ÜN ÜSTÜN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ ........................... 41 1- Çok Yönlü Atatürk ....................................................................... 41 2- Milli Mücadelenin Mustafa Kemal’i(Hamasi Şiirlerle Destekli) 43 3 - Yüksek Türk Kültürüne Sahip Atatürk’ün Türklük Duygusu ..... 48 Önde Gelen Yabancıların Görüşleri ve Atatürk ........................... 49 Çeşitli Şiirler ve Fıkralarla Türklük Duygusu .............................. 53 4 - Türk Milletini Yüceltme Ülküsünde Olan Milliyetçi Atatürk .... 60 Kültür – Milli Kültür .................................................................... 61 Atatürk’ün Kültür Milliyetçiliği ................................................... 63 XII. Milli Eğitim Şurası ve Milli Kültür....................................... 67 Ü l k ü – M i l l i Ü l k ü ........................................................... 70 5 – Milli Birlik ve Ülke Bütünlüğüne Duyarlı Birleştirici Atatürk .. 72 Kürtlerin Lozan Konferansına Gönderdikleri Mektup ................. 74 Dr. Şükrü Mehmet Sekban ve Kürt Sorunu .................................. 76 Milli Birliğimizden Taviz Vermeyen Atatürk .............................. 79 Atatürk’ün Veciz Sözlerinden Örnekler ve Yorumlar .................. 80 6- Atatürk’ün Güçlü Devlet Ülküsü…………………………… …85 Devlet–Güçlü Devlet……………….. .......................................... 83 Tam Bağımsızlık........................................................................... 83 Tam Bağımsızlık İlkeleri .............................................................. 85 Tam Bağımsızlığımızın Koruyucu Güçleri .................................. 98 7- Tam Bağımsızlığımızın Koruyucu Gücü Milli Ordumuz ve Atatürk………… ..................................... 101 Ordumuz ..................................................................................... 101 Türk Askeri ................................................................................. 103 Atatürk ve Komutanlar ............................................................... 106
IV Rasim PEHLİVANOĞLU
8- İnisiyatif Sahibi – Girişken Atatürk ........................................... 109 Atatürk’ün İnisiyatif Yeteneğine Örnekler ................................. 109 9 - Geleceği Gören Öngörüşlü Atatürk........................................... 116 Atatürk’ün Öngörüşünden Çeşitli Örnekler ............................... 117 Yunanlılardan Tazminat Sorunu ................................................. 122 10- Zekâsını İşletmesini Bilen Dahi Atatürk .................................. 123 Atatürk Dahi midir? Bu Konuda Çeşitli Görüşler ...................... 124 11-Üstün Yetenek ve Özelliklerin Birleştiği Lider Atatürk ........... 130 Atatürk’ün Liderliğini Kanıtlayan Önemli Nedenler ................. 131 Mustafa Kemal Paşa’nın Lider Olmasının Nedenleri................ 133 Lider Atatürk’le İlgili Birkaç Örnek ........................................... 136 12- Çok Kitap Okuyan, Araştıran İnceleyen Tarih Sever Atatürk . 137 Çok Okuyan Atatürk ................................................................... 137 Atatürk’ün Kitap Okuma Sevgisini Anlatanlar .......................... 138 Okuduklarından İzlenimler ve Fıkralar ...................................... 140 Atatürk ‘ün Okuma Sevgisini Örnek Almalıyız ......................... 142 13- Türk Milletine İnanan, Güvenen, Saygı Duyan Halkçı Atatürk……....................................... 144 Atatürk’ün Anadolu’ya Geçiş Nedenleri .................................... 144 Atatürk’ün Türk Milletini Övgüsü ve Yapılan Övgüler ............. 147 Türk Milletinin Büyüklüğüne Örnek Fıkralar ............................ 150 14- Hızlı Değişim Taraftarı İnkılâpçı Atatürk ................................ 152 Atatürk’ün İnkılâpçılık Anlayışı ................................................. 152 Atatürk’ün Türk İnkılabıyla İlgili Sözlerinden Örnekler ........... 154 Atatürk İnkılâbının Kendine Özgü Vasıfları .............................. 156 15– Milli İradeye Saygılı Demokrat Ruhlu Atatürk ....................... 159 Halkçı Atatürk ............................................................................ 159 Cumhuriyetçi Atatürk ................................................................. 161 Kurulan Türkiye Cumhuriyetinin Geçirdiği Safhalâr ................. 163 Cumhuriyetin Önemiyle İlgili Atatürk’ün Veciz Sözleri ........... 164 Demokrat Atatürk ....................................................................... 167 Demokrat Ruhlu Atatürk’le İlgili Övgülü Sözler ve Fıkralar..... 169 Halkla Beraber ............................................................................ 171 Atatürk Diktatör müydü Yoksa Neydi? Çeşitli Görüşler ........... 172 16– Dirayetli Devlet Adamı Önder Atatürk ................................... 176 Çocukken Duyduğu Asker Olma Hevesi ve Hayatındaki Gelişmeler……………… ............................ 176 Amasya Tamimi ......................................................................... 178 Tanıdığı Türk Milletine İnanması, Güvenmesi .......................... 180 Atatürk ve Dünya Devletleri....................................................... 181 Akılcılık ve Medeniyetçilik Önderi Atatürk ............................... 182
V Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk Hayalperest Değil, Gerçekçi ve Ülkücü Devlet Adamı 184 İhtiraslı Atatürk........................................................................... 186 17- Atatürk’ün İnandığı, Güvendiği Türk Gençliği........................ 188 Atatürk’ün Gençliğe Hitabı ........................................................ 191 Gençliğin Atatürk’e Cevabı ....................................................... 192 18– Atatürk’ün Milletimizden ve Türk Gençliğinden İstedikleri Bekledikleri ..................... 193 On iki Maddede Özetlenen İstekleri ........................................... 193 19- Sanatkârı Koruyan Sanatsever Atatürk .................................... 200 Sanatın Önemi ve En Şereflisi .................................................... 200 Sanatta ve Sanayide Tarihi Gelişme ........................................... 201 Sadece Sahne Sanatkârlarının Görülmesi ................................... 202 Sanatta ve Sanatkârlıkta Millilik ................................................ 204 20- Milletimizin Fedakâr Kadınları ve Kadın Haklarının Koruyucusu Atatürk ........................... 206 Atatürk’e Göre Kadın ................................................................. 206 Türk Kadını Nasıl Olmalıdır....................................................... 207 Atatürk’ün Özlediği Türk kadını ................................................ 208 Kadınların Milli Mücadeleye Olan Katkıları.............................. 209 Kadınlara Tanınan Haklar .......................................................... 211 Atatürk ve Aile ........................................................................... 212 Ailede Eşitlik – Ortaklık ............................................................. 213 21- Kadın Kıyafeti ve Atatürk Örtünme (Tesettür) ....................... 215 Atatürk’e Göre Tesettür (Örtünme Şekli) Nasıl Olmalıdır ......... 215 Açılmada ileri gidiş– Başörtüsü Sorunu ..................................... 220 22- Milletini Yücelten, Rehber Nitelikli Eğitimci Atatürk............. 222 Konuya Giriş............................................................................... 222 Eğitimde Bütünlük .................................................................... 223 Yaygın Eğitim (Halk Eğitim)–Örgün Eğitim ............................. 223 Öğretimde Birlik ......................................................................... 224 A. Halk Eğitimi (Yaygın Eğitim) ............................................... 225 Millet Mektepleri – M.E.B. Bakanı Mustafa Necati’nin Mektubu .................................................................................. 226 Akşam Okulları....................................................................... 228 Köylülerimizin Okuması ve Aydınlanması İhtiyacı ............... 228 Öğretmen Okulları Açmak İhtiyacı ........................................ 229 Halkevleri – Halk Odaları....................................................... 229 Kurulan Halk Eğitimi Teşkilatı .............................................. 231 Halk Eğitiminin En Önemli İlkesi ve Kahvehaneler .............. 231 Türkiye’de Köy Enstitüleri ..................................................... 233 Köy Enstitülerinin Fikri Temelleri ......................................... 234
VI Rasim PEHLİVANOĞLU
Açilân İlk Köy Enstitüleri ve Açıldı Şiiri ............................... 235 Köy Enstitülerinde Uygulanan Genel Eğitim İlkeleri ....... Error! Bookmark not defined.9 Köy Enstitülerinin Kazandırmaya Çalıştığı Üstün Özellikler 237 Köy Enstitüleri Hakkında Soldan ve Sağdan Gelen Eleştiriler………… ............................... 238 B. Okul Eğitimi........................................................................... 240 Eğitimde Bilgilenme ve Okul ................................................. 240 Okul Eğitiminin Önemi .......................................................... 240 Okul Eğitimi ve Öğretmen ..................................................... 241 Öğretim–Eğitim ...................................................................... 242 Atatürk’e Göre Eğitimin Önemi ve Amacı............................. 243 Atatürk’e Göre Önemli Eğitim İlkeleri .................................. 244 Atatürk’e Göre Öğretmen ....................................................... 246 Öğretmen Sevilirse ................................................................. 251 Öğretmen ve Öğrenci.............................................................. 253 Eğitimde Atatürk’ün Milliyetçiliği ......................................... 255 Atatürk Milliyetçiliğinde Millet ve İnsanlık Sevgisi ............. 255 Okullarımızdaki Öğretimde Başarısızlığın Asıl Nedeni Sistem mi, Uygulama mı?......... ..................... 257 Bugünkü Eğitim Uygulamalarımız Atatürk’ün Görüşlerine Uygun mudur?.............. ................ 258 23- Atatürk’ün Sofrasında Fikir Ziyafetleri (Faydalı Sofra Sohbetleri)……………… ............................ 261 Atatürk’ün Sofrasındaki Fikir Ziyafeti ile İlgili Fıkralar............ 262 24- İslâmiyet’in Yüceliğine İnanan Laik Atatürk........................... 270 Atatürk ve İslâmiyet ................................................................... 271 Atatürk’ün Din Hakkındaki Önemli Görüşleri ........................... 272 Türk Milleti ve Müslümanlık .................................................... 273 Atatürk’ün Dini İnancı ve Duaları .............................................. 279 Kız kardeşi Makbule ve Hafız Yaşar Okur’un Anlattıkları......... 281 Atatürk’le İlgili Dini Fıkralar ..................................................... 283 Ata’nın Duası .............................................................................. 284 Müslüman Alemine Atatürk’ün Son Mesajı ............................... 287 25- Atatürk’ün Tarih Görüşü .......................................................... 288 İzmir’de Suikastı Tel’in Heyetine Söyledikleri .......................... 290 26– Dilimizin Sadeleşmesi, Özleşmesi ve Zenginleşmesini İsteyen Atatürk….. .............................. 291 Dilimizin Sadeleştirilmesi ve Özleşmesi Hakkında Söyledikleri ................................... 292 27– Musikisever İnce Ruhlu Atatürk.............................................. 295
VII Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’e Göre Gerçek Musikimiz ............................................. 296 28– Akılcı, İlimci, Gerçekçi Atatürk .............................................. 298 Akıl ve Akılcılık ......................................................................... 298 Bilim ve Teknoloji ...................................................................... 299 Gerçekçilik.................................................................................. 299 29– Atatürk’ün Dış Ülkelerle Barışçı Milli Politikası .................... 300 Milli Dış Politika ........................................................................ 302 Savaştan Kaçınan Barışsever Atatürk......................................... 303 30– Yokluklar İçinde Varlık Gösteren Atatürk ....................... 306 Hayırlı İşe İnanarak Başlayan Yokları Vareder ......................... 306 Milletvekillerinin Yoksulluğu ve Atatürk .................................. 307 Mazhar Müfit Kansu Anlatıyor .................................................. 307 Beş para yok ............................................................................... 308 ÜÇÜNÇÜ BÖLÜM Atatürk’ün Yüksek İnsanlık Meziyetleri ............................................ 309 1 – Hürriyet Aşığı – Bağımsız Ruhlu Önder Atatürk .................... 309 2 – Mütevazi (Alçak gönüllü) Atatürk ........................................... 312 3 – Sevebilen ve Sevilen Duygulu Atatürk .................................... 313 4 – Çocukları Çok Seven Atatürk ................................................... 315 Ağlayan Çocuk ........................................................................... 317 5– Sorumluluk Duygusu Yüksek Olan Atatürk .............................. 318 Atatürk Sağduyulu Bir Liderdi ................................................... 321 6 – Dürüst, Faziletli Atatürk ........................................................... 321 Dürüst Mustafa Kemal................................................................ 322 Hediye Adı Altında Verilen Rüşvet............................................ 324 Mustafa Kemal’in Affetmediği .................................................... 325 Milli Ahlâk ................................................................................. 327 Siyasi Ahlâk ................................................................................ 328 7 – Uzlaştırıcı, Problem Çözücü Atatürk........................................ 330 Trablusgarp’ta Güç Kullanmadan Bastırilân İsyan .................... 331 Bingazi’den Gelen Mektup–Şeyh Mansur ................................. 333 8 – Önce Kamuoyu Oluşturan Atatürk ........................................... 334 9 – Eleştiriye Saygılı, Adil, Şakacı (Esprili) Atatürk .................... 336 Atatürk’ün Adalet Duygusu ve Eleştirisi ile İlgili Fıkralar ........ 336 10– Cesur ve Korkusuz Atatürk ..................................................... 340 11– Kendine Güvenen – Çare Arayan Atatürk ............................... 342 Kumandayı Bırakmıyorum ......................................................... 342 Yazar Halide Edip Adıvar anlatıyor ........................................... 343 Yeni Çareler Arayan Atatürk ...................................................... 344 Bulduğu Çarelerden Örnekler ..................................................... 344 12– Sabırlı–Hoşgörülü Atatürk ...................................................... 347
VIII Rasim PEHLİVANOĞLU
13– Açık Sözlü, Ölçülü Hesap Adamı Atatürk .............................. 350 14– Atatürk’ün Başarısının Sırları .................................................. 352 Kendi Dilinden Atatürk’ün Yüksek Başarılarının Sırları ........... 353 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Üstün Kişilikli Atatürk Hakkında Diğer Bilgiler ............................... 359 1 – Yetiştiği Çevrenin ve Dönemin Atatürk’ün Kişilik gelişimine Etkisi ..................................... 359 İlk Etkilenme Aile Ocağı ............................................................ 359 Şemsi Efendi İlkokulu ve Öğretmeni Şemsi Efendi ................... 362 Mustafa Kemal’i Etkileyen Öğretmenleri .................................. 363 Öğretmeni Faik Bey................................................................ 365 Mustafa Kemal’in Arkadaş Çevresi ........................................... 366 Ömer Naci............................................................................... 366 Ali Fuat Bey (Cebesoy) .......................................................... 368 Ali Fethi Bey (Ali Fethi Okyar) ............................................. 369 Harp Okulunda Mustafa Kemal’in Öğretmenleri ....................... 371 Trabzonlu Nuri Bey ................................................................ 371 2 – Atatürk İstismarcılığı Ve Saptırmalar....................................... 372 1. Sosyalist Atatürkçülüğü .......................................................... 373 2. Saptırmacı Atatürkçülük (Sistem Bozucular) ....................... 374 3. Şahıs Atatürkçülüğü ............................................................... 376 4. Şekil Atatürkçülüğü (Gösterişçi Atatürkçüler) ....................... 376 5. Fırsatçı Atatürkçülük .............................................................. 377 6. Tek Adam Atatürkçülüğü (Tecritçi Atatürkçülük) ................. 379 Atatürk’ü Müteessir Eden Söz .................................................... 381 Yazılarda ve Şiirlerde Atatürk İstismarı ..................................... 382 Kötü Örnek: ‘Cevaben’ Şiiriyle .................................................. 386 İyi Örnek: ‘Atatürk’ Şiiriyle ....................................................... 388 3 – Atatürk Aleyhtarlığı (Düşmanlığı) ........................................... 389 Ülke içinde Atatürk Aleyhtarlığı ve Düşmanlığı ........................ 390 Atatürk Aleyhtarlığının Bugünkü Durumu................................. 393 a) Atatürk’ün Bilerek Kasıtlı Düşmanları (Kötüleyenleri) .... 393 b) Atatürk’ü Savunurken Kötüleyenler .................................. 395 c) Atatürk’ün Birleştirici Özelliğini Ayrımcılığa Dönüştürenler………… ............................... 396 d) Bölge ya da Soy Farkı Güdenler ........................................ 397 4– Atatürk Nedir Ne Değildir (47 Madde) ..................................... 399 Atatürk’ün Sahip Olduğu Diğer Vasıflar.................................... 401 5–Atatürk’ün Veda Mesajı ............................................................. 403 Faydalanılan Kaynak Kitaplar ............................................................ 405
1 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
SUNUŞ Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey, ünlü âlimlerden Şeyh Edebali’nin evinde misafir kaldığı gün bir rüya görüyor: “Şeyh Edebali’nin kucağından çıkan çınar ağacının boyu göklere uzanırken, dalları da yeryüzünün dört bir yanına uzanıyor; bütün ülkeleri kapsıyordu” Rüyanın yorumuna göre, Şeyh Edebali’nin kızı Mal Hatun’la evlenecek olan Osman Bey’in soyundan gelecekler güçlü bir imparatorluk kuracak, çok büyüyecek, dünyayı saracaktır. Rüyada görüldüğü üzere, gerçekten Şeyh Edebali’nin kızıyla evlenen Osman Bey’in, Söğüt kasabasında kurduğu küçük beylik büyümüş, çevreye dal budak salan güçlü bir devlet olmuştur. Gün gelmiş; temeli güçlü atılan bu devlet, Türk milletinin manevi hasletlerine dayanarak daha da güçlenmiş; Asya’yı, Avrupa’yı hata Afrika’yı kucaklayan; buralardaki birçok devleti hâkimiyeti altına alan koskoca bir imparatorluk olmuştur. Büyük Türk Milleti’nin atalarından süregelen milli kültüründen kopmadan, milli ve manevi değerlerinden sapmadan gelişen Osmanlı İmparatorluğu dünyanın bir numaralı devleti olmuştur. Sahip olduğu maddi ve manevi gücü ile diğer bütün dünya devletleri üzerinde manen hâkimiyet kurmuş ve sözü en çok dinlenilen devlet olmuştur. 600 yıl yaşayarak dünyada rekor kıran bu büyük imparatorluk, son yüzyıllarda gücünü koruyamamış, gelişen dünyaya ayak uyduramayan ehliyetsiz yöneticiler elinde, düştüğü gaflet uykusundan yeterince uyanamamış ve adım adım gerilemeye devam etmiştir. Türk halkı üzerindeki eski manevi otoritesini koruyamamış ve her yıl biraz daha gücünden kaybederek 20. yüzyıla gelinmiştir. Hâkimiyeti altındaki küçük devletlerden birçoğunu kaybetmek durumunda kalmıştır. Dindaşımız Arap ülkeleri bile hamisi olan Osmanlı devletine isyan etmiştir… Gene bir gaflet eseri olarak, 1915 yılında Almanlarla birlik olarak 1.cihan savaşına katılmak hatasına düşmüştür. Çarpıştığı bütün cephelerde Mehmetçiklerimiz kahramanlık destanları yazdığı halde, müttefikimiz olan devletler yenilgiyi kabul edip teslimiyet anlaşması yapınca, Osmanlı Türk devleti de yenik sayılmış ve MONDROS Ateşkes Antlaşmasını imzalamak zorunda bırakılmıştır. Ardından gelen SEVR antlaşmasıyla da ülkemiz paylaşılmıştır…
2 Rasim PEHLİVANOĞLU
Yurdumuz dört bir yandan düşman saldırısına uğramıştır. Yurtta iç isyanlar çıkartılmış, millet birbirine kırdırılmaya çalışılmıştır. Fakr–u zaruret içinde, aç ve bi’ilaç kalan milletimiz bu oluşu kabullenmemiş, içten içe kaynamış ve bir kurtarıcı geleceğini beklemiştir… İşte o acılı günlerimizde, Samsun ufuklarından doğan Mustafa Kemal isimli bir kahraman yükselmiştir. Hızır gibi Türk milletinin imdadına yetişen bu milli kahraman, milletimizin önünde bir bayrak olarak yücelmiştir. Beklediği kurtarıcıyı bulan milletimiz uyanmış, uyandırılmış, teşkilatlanmış ve teşkilatlandırılmıştır. İnandığı Mustafa Kemal’in ateşli nutuklarıyla milli duyguları coşan milletimiz, onun arkasından yürümüştür. Efeler Mustafa Kemal’le birlik olmuş, eşkıyalar dağdan inerek işgalcilere karşı savaşmıştır. Milli mücadele hızla başlamış ve yayılmıştır. Bu arada, TBMM açılmış, milli devlet kurulmuş ve milli ordu oluşmuş, güçlenmiştir. Bütün Türk milleti, inandığı önder kişilikli Mustafa Kemal’e destek olmuştur... İnönü’lerde, Sakarya’da, Dumlupınar’da, işgalci düşmanla zorlu savaşlar verilmiştir… Dumlupınar Ovasında şahlanan Mehmetçiğin önünden kaçan düşmanlar kovalanmıştır… Taa ki, İzmir’de denize dökülene kadar! Büyük Zafer kazanılmış, yurdumuz işgalden kurtarılmış, milletimiz hürriyetine kavuşmuştur. İşte bütün bu şanlı gelişmelerin başında bulunan önder kişi Mustafa Kemal Paşa olmuştur… Önder kişilikli büyük lider olan Mustafa Kemal, mümkün olamayacağı sanılan bütün bu gelişmeleri nasıl başarmıştır? Gücünü nereden almıştır? O’na haz, hız ve güç veren etmenler neler olmuştur? Yukarıya alınan soruların cevaplarını, okuyacağınız bu kitapta bulacaksınız. Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini ve yüksek insanlık meziyetlerini bütünüyle ele alan ve bizzat Atatürk’ün kendi veciz sözleriyle dile getirilen anlatımlardan, gerçekler doğru olarak öğrenilecek ve Atatürkçülüğün ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır… Gene bu kitaptan öğrenileceğine göre, Atatürk istismarcısı sahte Atatürkçüler ile okumadığı ve gereğince tanımadığı halde Atatürkçü geçinen sözde Atatürkçüler de anlaşılacaktır. Maskeleri düşürülen bu gibilerin sözleri değersiz kalacaktır. Okunması dileğiyle, geniş araştırmaya dayanan bu kitabımı büyük milletimin dikkatine sunuyorum. Saygılarımla. Rasim PEHLİVANOĞLU
3 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ÖNSÖZ Hayatı boyunca büyük işler başarmış ve dünyanın ünlü kişilerinin en önünde yer almış olan Atatürk’ün çok zeki olduğu yazılır ve söylenir. Hattâ DAHİ de denilir. Yüksek zekâsının göstergesi olarak, üstün başarılarının yanı sıra, ileriyi görebilen yüksek bir öngörüşe ve olağanüstü bir seziş gücüne sahip olduğu, ileri sürdüğü görüşlerden ve olayların akışından anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, her yönden orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Sevimli Küçük Mustafa, yaştaşları arasında farklı bir gelişme göstererek yetişmiş, gelişmiş ve büyümüştür. Bütün okul hayatı boyunca arkadaşlarından daima ileride olmuş, KEMALLEŞEN bir öğrenci olarak kendisini göstermiştir. İlkokuldan, Harp Akademisine kadar parlak başarılarla okullarından mezun olmuş; sosyal çalışmalara katılmasıyla da okullarında daima ön safta olmuştur. Kurmay Subay olduktan sonra, aldığı bütün görevlerinde başarılı olmuş, hak ettiği her askeri rütbede yükümlendiği görevlerde üstün başarılarıyla dikkatleri üzerine çekmiştir. Katıldığı savaşlarda aldığı komutanlık göreviyle üstün düşman güçlerine galebe çalmış ve yenip kaçırmıştır. Yurdumuza dört yönden saldıran işgalci kuvvetlere metanetle karşı koymuş, ülkemizde çıkartılan iç isyanları bastırmıştır. Bunu takiben başkomutan olarak bütün gücümüzle işgalci kuvvetler üzerine yüklenmiş ve onları yurdumuzdan çıkararak büyük zaferin kazanılmasında önder olmuştur. Başarılan böylesi büyük işlerin önderi olan bu güçlü insan acaba gücünü nereden alıyordu? Söylendiği gibi çok zeki oluşundan mı, dehasından mı, yoksa daha başka nedenlerden mi alıyordu? Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini anlatan bu kitabımızın önsözünde önce zekâ konusuna değinerek, zekânın işletilmesine dikkat çekmek istiyorum. Önemle ifade edelim: Zekânın azlığı veya çokluğundan ziyade, işletilmesi, geliştirilmesi ve cemiyete faydalı hale getirilmesi önemlidir. Az veya çok zeki olmak elimizde değildir. Ama zekânın işletilmesi, geliştirilmesi ve iyiye kullanılması elimizdedir. Ne kadar zeki olursak olalım, işletilmeyen veya işletilme ortamı bulamayan zekâ körlenmeye mahkûmdur. Ama “İşleyen demir ışıldar” atasözüne uygun olarak, işletilen zekâ gelişir ve ileri
4 Rasim PEHLİVANOĞLU
hamlelerin yapılmasına müsait hale gelir. Önemli olan: normal, geri veya üstün zekâlı olmak değil de, mevcut zekâmızı iyi kullanabilmektir. Üstün zekâlılar arasında milletine ve memleketine ve hattâ bütün insanlığa büyük hizmet edenler, isimleri tarihe altın harflerle yazılanlar olmuştur. Milletleri yüceltenler, ilim ve tekniği geliştirenler bunlardır. İnsanlara fazilet nurunu aşılayanlar, toplumları medeniyet yolunda ilerletenler bunlardır. Bunlar, zekâlarını geliştirenler ve iyiye kullananlardır. Fakat, nice üstün zekâlılarda vardır ki: gerekli ortamı bulamadığı için kendilerini yüceltememişler ve başarılı olamamışlardır, hayat denizinde boğulmuşlar yok olup gitmişlerdir. Bunlar arasında, zekâsını kötüye kullananlar, cemiyette “kötü adam” damgasını yiyenlerde az değildir. Normal zekâ normal başarıyı sağlar. Normal zekâlılar arasında yücelenler ve yüceltenler, başarının şahikasına yükselenler olduğu gibi; bir baltaya sap olamadan sönüp gidenler de pek çok olmuştur. Tarihe mal olmuş gerçeklerin ışığında belirtelim: Zekâsını işleten, geliştiren ve iyiye kullanan normal zekâlı insanların da yolu, üstün başarılara açıktır. Burada biraz düşünelim: Çok büyük başarıların öncüsü olan Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, “TÜRKLERİN ATASI” yapan acaba yüksek zekâsı mı, yoksa yüksek zekâsını işletmesini bilmiş olması mıdır? Öğreniyoruz ki: Atatürk maddeten fakir sayılan, orta halli, müşfik ve mütevazi bir ailenin çocuğudur. Bu aile ortamında büyümüş ve yetişmiştir. Devam ettiği, modern eğitim veren “Şemsi Efendi” İlkokulundan itibaren, okuduğu bütün askeri okullarda kendisine rehber edindiği ve feyz (ilham) aldığı öğretmenler bulabilmiştir. Okullarında, ciddi konuları konuşabileceği kafasına yatkın iyi arkadaşlar edinebilmiştir. Bunların hepsinin ötesinde: çok küçük yaşından itibaren okuma sevgisini almış ve çok sayıda kitabı okuyabilmiştir. Okudukları üzerinde düşünmüş, yeni fikirler geliştirmiştir.”Eline geçen iki kuruştan birisini kitaba vererek” okuma hevesini gidermeye çalışmıştır. Her konuda çeşitli kitaplar bulmuş veya satın almış ve okumuştur. Özellikle tarih kitaplarına merak sarmış, Türk Tarihi ve İslâm Tarihi kitaplarını daha çok okuyarak bu konuda çok ileri bilgiler edinmiş ve görüşler kazanmıştır.
5 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kabul edelim: Atatürk çok zekiydi. Hattâ deha sahibiydi. Ama, başarılardan başarılara koşan bu büyük insanı Atatürk yapan önemli unsur yüksek zekâsının yanı sıra, bu yüksek zekâsını işletmesini bilmiş olmasıdır. Ayrıca, içinde bulunduğu topluma ve mensubu olduğu büyük Türk milletine âşık derecesinde bağlı olması ve ona faydalı olmak aşkıyla yanmasıdır. Çevresine ve milletine faydalı olmak için çırpınan bir ruh haline sahip olmasıdır. Büyük işler yapan, milletine ve dünyaya unutulmaz hizmetler gören büyük insanların başarılarının asıl sebebi, mevcut zekâlarını işletmesini bilmiş olmaları ve bu uğurda “irade gayreti” göstererek çalışmış olmalarıdır. Yaşadığı 20. yüzyılın en büyük komutanı ve devlet adamı olarak temayüz eden Mustafa Kemal ATATÜRK de çocukluğundan beri zekâsını çalıştırmıştır. Kendi kendisini teşvik ederek ve irade gayreti göstererek iyi yetişmiş, gelişerek büyümüş, zaferler kazanmış ve nihayet, ölmezler arasına katılarak ATATÜRK olmuştur. Atatürk’le ilgili küçüklü büyüklü 100 kadar kitaplar okudum. Sayısız makaleler inceleyerek, Atatürk’ün büyüklüğü hakkındaki görüşlerimi pekiştirdim. Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini anlatırken de okuduğum kitaplardan yer yer alıntılar yaparak gerçekleri belirtmeye çalıştım. Gördüm ki, Atatürk’ün aynı konudaki görüşleri çok kitapta yer almıştır. Hemen her yazar, yazdığı kitabında, Atatürk’ün kendi ifadesiyle anlatılmasına önem vermiştir. Çok yazarın kitabında geçen Atatürk’ün görüş, duyuş, düşünüş ve hatıralarıyla ilgili aynı anlamdaki sözlerinden, sadece bir yazarın kitabının adını vererek alıntılar yaptım. Halkımız arasında çok söylenen ve herkesçe bilinen Atatürk’ün halka mal olmuş birçok sözlerini alırken de hiçbir yazılı kaynak göstermek gereğini duymadım. Kitabımın ÖNSÖZ ünde bu durumu açıklamayı gerekli gördüm. Türk istiklâlini ve Türkiye Cumhuriyetini emanet ettiği Türk gençliğine örnek olan; yalnız Türklerin değil, bütün dünya milletlerinin unutulmazları arasında yer alan Atatürk’ü, “En büyük Türk milliyetçisi” olarak bugün sevgi ve saygıyla anıyoruz. Atatürk’ün kişiliği ile ilgili çok çeşitli konuların işlendiği bu kitap 4 ana bölümden oluşmuştur.
6 Rasim PEHLİVANOĞLU
BİRİNCİ BÖLÜM: Üstün Kişiliğe Sahip Atatürk’le İlgili Ön Bilgiler. İKİNCİ BÖLÜM: Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Atatürk’ün Yüksek İnsanlık Meziyetleri. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Üstün Kişilikli Atatürk Hakkında Gerekli Diğer Bilgiler. Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini dile getirmiş olan bu kitabımın ilgiyle okunacağı ümidi ile Büyük Milletimin hizmetine ve takdirlerine sunuyorum. Saygılarımla 27.09.2007
Rasim PEHLİVANOĞLU
7 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
GİRİŞ (Atatürk’ün Hayat Hikâyesinin Çok Kısa Özeti) Daha önce yazdığım, “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” nun, Yüksek Yönetim Kurulu kararıyla, “Atatürk Araştırma Merkezi” tarafından bastırılan SEVDİĞİMİZ ATATÜRK isimli kitabımda; doğumundan ölümüne kadar Atatürk’ün bütün hayat hikâyesini (yetişmesini, savaşlarını, milli mücadelesini, devlet idaresi günlerini v.b.) özetleyerek, milli şairlerimizin hamasi şiirleriyle de süsleyerek, heyecanlı ve hikâyemsi bir dille yazmıştım. Sevdiğimiz Atatürk’ü bu üstün başarılara ulaştıran sebep neydi? Yokluklar içinde varlık göstererek başarıdan başarıya koşmasının asıl sebebi ne olabilirdi? Bu konuda teferruata kaçmadan, genel hatlarıyla gerçekleri dile getirmeye çalışmıştım. Atatürk’ü anlamanın ve anlatabilmenin tek kitapla mümkün olmadığını biliyordum. Bu nedenle, Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini belirten ikinci bir kitabın yazılacağını önceki kitabımın önsözünde belirtmiştim. Uzun yılları kapsayan çalışmanın ve yeniden okuduğum Atatürk’le ilgili çok sayıda kitaplardan ve yazılan makalelerden edindiğim bilgilerin ışığında, duygu ve düşüncelerimin de etkisiyle geç kalmış da olsam- elinizdeki, Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri isimli bu kitabı yazabildim. Fakat, “Atatürk’ün romanı” diyebileceğimiz Sevdiğimiz Atatürk isimli kitabımda geçen hayat hikayesini birkaç sayfada özetleyerek, o günleri hatırlamak bakımından bu kitabımın giriş bölümüne almayı gerekli gördüm. Bu kısa özetlemeyi aşağıda okuyalım: *
*
Selanik şehrinin Subaşı Mahallesindeki pembe boyalı evde dünyaya gelen bebek Mustafa, annesinin sevecen ninnileriyle uyuyarak büyümüş ve çevresinde şefkatle kucaklanan bir çocuk olarak gelişmiş, serpilmiştir… Okul çağına gelince önce mahalle mektebine verilmiş, sonra modern eğitim veren Şemsi Efendi ilkokulu’nda okuyarak gözü gönlü açılmış ve yüksek başarılara ulaşmaya aday olan öğrenci olmuştur. İlkokuldan sonra, Selanik Askeri Rüştiyesinde Kemalleşen genç Mustafa, matematik hocasının isteğiyle “Kemal” adını almış ve bundan sonra “Mustafa Kemal” olarak anılmaya başlamıştır. Çocukluğundan beri okumayı çok seven Mustafa Kemal, ileride büyük
8 Rasim PEHLİVANOĞLU
işler başaran Atatürk olunca, (10 Kasım 2006 günü Kayseri’de yapılan törende Yöney Binbaşı’nın konuşmasından yapılan alıntıya göre): “Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini kitaplara vermeseydim şu anda yaptığım işlerden hiçbirisini yapamazdım” itirafında bulunmuştur. Devam ettiği manastır askeri idadisinden mezun olan Mustafa Kemal, İstanbul Harp Okulundan sonra Harp Akademisinden de mezun olarak, 1905 yılında, kurmay yüzbaşı rütbesiyle Şam’daki 5.inci orduya tayin edilmiştir. Şam’da geçen boş günlerinde habire okuyan, araştıran, gezen-gören ve inceleyen Mustafa Kemal, ara vermeden kendisini yetiştirmeye devam etmiş ve daha da olgunlaşmıştır. Arkadaşları arasında sevilen, sayılan, sözü dinlenen farklı bir kişiliğe sahip olarak gelişmiş ve sivrilmiştir. Kolağası rütbesiyle Makedonya’da bir göreve tayin olan Mustafa Kemal, burada da kendini göstermiştir. Başarıyla yürüttüğü görevinin yanı sıra, arkadaşlarıyla da iyi ilişkiler kurmuş, görüşlerine saygı duyulan dirayetli bir kumandan olarak dikkatleri üzerinde toplamıştır. Bir ara, çıkarılan isyanı bastırmak üzere Trablusgarp’a gönderilmiş, uzlaştırıcı kişiliğinin etkisiyle oradaki isyanın bastırılmasında başrolü olmuştur. Burada yapılan son savaşta gözünden yaralanarak tedavi için Avrupa’ya (Viyana’ya) gittiği sırada Balkan Savaşı başlamıştır. Mustafa Kemal’in görev alamadığı 1.Balkan Savaşı’nda, birleşik balkan ülkelerine karşı yenik düştüğümüzden bir çok topraklarımızı kaybetmiş ve bu arada güzelim Edirne’mizin de düşmanlarca işgalini önleyememiştik. İşgal ettikleri yerleri paylaşamayınca, kendi aralarında savaşa tutuşan müttefik devletlerin bu durumundan faydalanarak çıkardığımız 2.Balkan Savaşı‘nda, tedavi olup Avrupa’dan dönen Mustafa Kemal’in komutasındaki askerlerimiz büyük başarılar kazanmış ve Edirne’mizin düşman işgalinden kurtuluşunda başrolü olmuştur. Trablusgarp ve Balkan savaşlarını takiben çıkarılan 1.Cihan Savaşı’nda, maceraperest genç bir generalimizin (Enver Paşa’nın) zorlamasıyla biz de savaşa sürüklendik… Mustafa Kemal’in önderliğinde sonuçlanan, şan ve şereflerle dolu Çanakkale Savaşları… Doğuda, Sarıkamış dağlarının dondurucu soğuklarında doksan bin askerimizin kaybına mal olan Türk-Rus savaşlarındaki acıklı durumumuz… Güneyde, İngilizlerle yapılan çetin savaşlar ve devletimize isyan ederek bizi arkadan hançerleyen sözde Arap kardeşlerimizle verdiğimiz acıklı mücadeleler…
9 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Açıklamalarını yapmadığımız bütün bu savaşlarda, genç kumandan, gözü pek asker, Mustafa Kemal Paşa’nın zafer destanlarını görüyoruz. Karşımızdaki düşman İtilaf Devletlerinin koca koca zırhlı gemilerine, çok üstün savaş araçlarına ve dünyanın dört bir yanından toplanıp getirilen yüzbinlerce askerlerine rağmen, mevziilerimizi fedakârane savunan, “Çanakkale geçilemez” destanlarını yazan Mehmetçiklerimizin başındaki dirayetli komutanın Albay Mustafa Kemal olduğunu görüyoruz. Çanakkale’den sonra, Tuğgeneral olarak doğuya gönderilen; Muş, Bitlis, Bingöl ve çevresini Rus işgalinden kurtaran gene Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Güneyde, İngilizlerle birlik olarak, vatandaşımız ve dindaşımız olan Arapların isyanlarına karşı görevlendirilen, panik halinde kaçmakta olan askerlerimizi önleyerek düzenli bir çekilmeyle, büyük felâketten kurtaran ve Halep önlerinde düşmanı durduran da gene Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Yenik olmadığımız halde, Mondros Ateşkes Antlaşması ile yenik sayıldığımız günlerde, terhis edilen askerlerimizi köylerine gönderirken: “Bunlar size lâzım olacak” diyerek silahlarıyla birlikte gönderen; bir kısım silahlarımızı ve mermilerimizi gizli olarak uygun yerlere saklanmasını sağlayan da (o günlerde) Yıldırım Orduları Komutanı olan ve ileriyi görebilen Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Antlaşma sonucu İstanbul’a dönüşünde, 13 Kasım 1918 günü düşman donanmasının o koskoca gemileriyle İstanbul boğazında yerleşmiş olduğunu görünce, büyük bir azim ve kararlılıkla: “GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!” diyerek, zafere olan inancını, sarsılmaz azmini ve yenilmez irade gücünü açığa vuran da gene o Mustafa Kemal Paşa olmuştur. O günlerde: İstanbul düşman işgalinde, hükümet aciz durumda, meclis dağıtılmış, padişah kukla gibi kullanılmak isteniyordu. Memleketin her tarafında üzücü olaylar duyuluyor, düşünen aydınlarımız kurtuluş çareleri arıyorlardı. İşte bu ortamda, Mustafa Kemal Paşa kiraladığı Şişli’deki evinde yakın arkadaşlarıyla toplanıyor, ilerisi için plânlar yapıyorlar, yegâne kurtuluş yolu olarak “Milli Mukavemet Hareketi” nin başlatılması görüşünde birleşiyorlardı. En yakın silah arkadaşı 20.Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, son defa eve gelişinde son sözünü söylüyor: “PAŞAM, KOLORDUM EMRİNİZDE!” diyerek ayrılıyor ve görevinin başına dönüyordu.
10 Rasim PEHLİVANOĞLU
İstanbul’da bir şey yapılamayacağına inanan Atatürk, arkadaşlarıyla Anadolu’ya geçmenin gerekli olduğunu düşünüyor ve bunun çaresini arıyordu. Bir gün bu fırsatta doğmuştu: Anadolu’da başkaldıranları bastırmak için dirayetli bir kumandana ihtiyaç duyulmuştu. Padişaha yakın olan hükümetteki arkadaşlarının telkin ve tavsiyesi ile bu görevin Mustafa Kemal Paşa’ya verilmesi uygun görülmüştü. 3.Ordu Müfettişi sıfatıyla, özellikle Samsun çevresindeki “Rum köylerini basan Türklerin saldırısını önlemek gayesiyle” Anadolu’ya gönderilmesine karar verilmişti. “16 Mayıs 1919 günü (İzmir’in işgalinden bir gün sonra) İstanbul’dan ayrılmak üzere yanına aldığı yakın arkadaşlarıyla, bindikleri “Bandırma Vapuru”nun hareketini bekliyorlardı. Bu sırada, “İtilaf Devletleri” nin askerleri kaçak bir şey var mı diye denetleme yapıyorlarken, Mustafa Kemal hafif sesle arkadaşlarına: “Ahmaklar! Biz kaçak eşya ve silah götürmüyoruz. Azim ve îman götürüyoruz” diyor ve ekliyor “Bunlar, bir milletin istiklâl aşkını ve mücadele gücünü takdir edemezler. Bütün güvendikleri maddi kuvvetleridir.” Diyerek de inancını, azim ve irade gücünü ifade etmiş oluyordu. Samsunlular, ümit dolu bakışları ve sevinç gözyaşlarıyla o büyük yolcuyu samsun limanında bekliyor ve gelişini coşkuyla karşılıyorlardı.” (1) (R.Pehlivanoğlu – Sevdiğimiz Atatürk- Ankara 2000- S.172) Büyük ülküye doğru ilerleyen bu kararlı yolculuğun ifadesi olan anlamlı bir şiiri aşağıya alıyorum. BÜYÜK YOLCU Karadeniz dalgalı, ufuklar karanlıktı, Böyle günde bir yolcu sessizce yola çıktı. Uğurladı birkaç dostu, galata rıhtımından, Diyorlardı hayretle, “Bu ne cesur bir insan!” “Bu aşırı cesaret, bu aşırı cüret ne” “Hiç kudurmuş denize, dayanır mı bu tekne?” Bu sözlere yolcumuz kulak bile asmadı, Haydi diye kaptana rahatça fısıldadı. Umurunda değildi, çürük tekne, fırtına, Bir menzile kavuşmak şimdi lâzımdı ona. Düşüncesi pek büyük, gayesi pek büyüktü, Köle olup yaşamak hayat değil bir yüktü.
11 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Sabrederek bu hale senelerce göz yumdu. Kurtarmazsa vatanı sonu bir uçurumdu. Bu kahraman yolcunun duyuldu sonra adı. Onu millet, ilk defa Samsun’da kucakladı. Çevresine toplânıp dedi, “Sensin bize baş!” Bir çığ gibi büyüdü milli ruh yavaş yavaş. Tunç bilekler yükseldi, ona çevrildi gözler, Her tarafta başladı düşmana karşı sefer. (2) İ.Hakkı Talas-Bütün Şiirlerim-S.112
19 Mayıs 1919’da halkın sevinç çığlıkları içinde Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, hiç vakit geçirmeden araştırmalarına başladı. Gerçek saldırganları ve suçluları öğrenerek Samsun’dan Havza’ya geçti. Halkı uyarmak için yazıp dağıttığı “Havza genelgesi” ile “Amasya Tamimi”nin yayınlanması… Başkanlığını yaptığı Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar… Kurulan heyet-i Temsiliye’nin çok yönlü çalışmaları…27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Heyet-i Temsiliye’nin, bütün Ankara halkı ve Ankaralı seymenler tarafından coşkuyla karşılanışları… 12 Ocak 1920’de İstanbul’da açılan Meclis-i Mebusan’ın (Millet Meclisinin) 28 Ocak 1920 günü kabul ettiği “Misak-ı Milli” (Milli Ant)… Ve nihayet 16 Mart 1920’de İstanbul’un müstevlilerce resmen işgali ile Millet Meclisi’nin kapatılması… Acı haberin, Manastırlı Hamdi tarafından, anında Ankara’daki Mustafa Kemal Paşa’ya bildirilmesi… Bütün bu olaylar birbirini takip etmiştir. Bu olayların sonucunda, 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde alınan “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” kararı ile milli iradenin egemen oluşu ve Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Millet Meclisi’nin başkanlığına seçilmesi, hükümet başkanlığını da birlikte yürütmek üzere görevlendirilmesi kararı takip etmiştir. Düşman işgali altında olan İstanbul’daki hükümetin yanı sıra, Ankara’da kurulmuş olan ikinci bir hükümetin varlığının bütün dünya milletlerince öğrenilmesiyle yeni bir devlet kurduğumuz ve milli mücadeleye resmen başladığımız dünyaya ilân edilmiş oldu!... Bir yandan, ülkenin çeşitli bölgelerinde çıkarılan iç isyanları bastırmakla görevli olan Anadolu’daki yeni hükümet; diğer taraftan da memleketi işgale devam etmekte olan dış düşmanları yurttan çıkarmak için savaş hazırlığını yürütmekle görevli idi. Çok güç
12 Rasim PEHLİVANOĞLU
şartlar altında olsa da, ülke içindeki çeşitli isyanlar bastırılmış, düzenli ordu kurulmuş ve ülkemize yerleşen dış düşmanlarla ciddi savaşlar başlamıştı. Doğuda Ermenilerle yapılan ilk savaş zaferle sonuçlanmıştır… Takiben 1920 Ocak ayında zaferle sonuçlanan 1.İnönü Savaşı, arkasından 31 Mart tarihinde 2.İnönü Savaşı ve kazanılan zaferler… Aynı yılın Eylül - Ağustos aylarında, 22 gün22 gece süren ve düşmanı Sakarya nehrinde boğulmaya mahkum eden ünlü Sakarya Savaşları… Bir yıl sonra da: 26 Ağustos gece sabaha karşı Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı Bu ölüm bestesinin içinde yandı dağlar Altüst oldu siperler eridi demir ağlar!... Mısralarında ifadesini bulan ve 30 Ağustos’ta Dumlupınar Meydan Muharebesinden sonra kaçan düşmanı kovalayarak 9 Eylül 1922’de denize döken “Büyük Zafer” kazanılmış ve ülkemiz yunan çizmelerinden kurtarılmıştır. Arkasından Bursa, Marmara denizi kıyılarından ve Trakya’dan düşman anlaşmayla çıkarılmış ve ülkemiz temizlenmiştir. İngiliz-Fransız müttefik kuvvetlerinin çok sayıdaki o koskoca vapurları İstanbul boğazından ayrılarak, yurdumuzu terk etmek zorunda bırakılmıştır. Böylece milli sınırlar içerisinde, ülkemiz işgalden kurtarılmış ve milletimiz hürriyetine kavuşmuştur. Bu büyük başarımızın sevincini belirten iki kıtalık şiirimi aşağıya alıyorum: Sildik derhal kılıçları azgın düşman kanıyla! Biledik hem biz onları Dumlupınar şanıyla! Parçalayıp düşmanların attık hepsin bir yana, Akdeniz’den ve Meriç’ten sular içti her ana. Bugünleri bize veren Ulu Tanrım şükür sana! Mehmetçiğin kudretini tanıttırdın dört bir yana! İstiklalin şehitleri, ruhlarınız şad olsun, Sizi takdir edemeyen düşmanların kahrolsun… İşgalden kurtularak hürriyetine kavuşan ülkemizde, Atatürk’ün rehberliğiyle Cumhuriyet de kurulmuş ve elele verdiği ideal arkadaşlarıyla gönül birliği içinde 15 yıl süre ile büyük hizmetler gerçekleştirilmiştir. Yakılan, yıkılan yurdu onararak başlattığı büyük kalkınma hamleleri ile, içte ve dışta ülkemizin saygınlığı artırılmış ve dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alması sağlanmıştır.
13 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Fakat: Atatürk de fani idi. Her fani gibi, yakalandığı amansız hastalığın pençesinden kurtulamayarak genç yaşta hayata gözlerini kapamış, ruhunu Allah’a teslim etmişti. Ölümü ile bütün millet kan ağlamış, göz yaşları sel olmuştu ama elden ne gelirdi?... Yapacağımız şey, O’nu ve O’nun yaptıklarını unutmamak, gösterdiği yoldan yürüyerek ülkemizi refaha kavuşturmak ve “Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak.” …Bütün milletimizce bu yolun yolcusu olmak milli görevimizdir. Atatürk, insanüstü bir varlık değildi. O da, sen ben gibi sade bir insandı. Sağlığında, halkımızdan kopmamıştı. Yaptığı her işi milletimize mâl etmiş, milletimizden güç ve ilham alarak başarıya ulaştığını her fırsatta söylemiştir. Yeri gelmişken ilgili bir fıkrayı aşağıya alıyorum: Cumhuriyetin 12.yıldönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştı. Bu dövizler içinde şöyleleri de vardı: “Atatürk bizim en büyüğümüzdür”, “Atatürk bu milletin en yücesidir” , “Türk milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı” vb… listeyi dikkatle gözden geçiren Atatürk, bunları ve bunlara benzeyenlerin hepsinin çiziyor. Hepsinin yerine şunu yazıyor: “ATATÜRK BİZDEN BİRİDİR.” Evet, Atatürk sadece bizden biriydi… Şairin söylediği gibi: Bizdendi sevinci, bizdendi derdi. Biz uyurduk, O bizi beklerdi. Uyudu: Nöbeti bizlere verdi… Bu konuyu küçük bir şiirimle bağlıyorum:
Gönlümüzde Yaşatıldı Düşman üstün gelemedi, Türk’e karşı koyamadı. Yüklenince üzerine Buralarda duramadı
Büyük zafer kazanıldı. Yurttan düşman çıkarıldı. Atatürk’ün buyruğunda İnkılaplar başarıldı
Atatürk de fani idi, O da bir gün hastalandı. Gözlerini yumdu, fakat Gönlümüzde yaşatıldı. Rasim PEHLİVANOĞLU
14 Rasim PEHLİVANOĞLU
15 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
BİRİNCİ BÖLÜM ÜSTÜN KİŞİLİĞE SAHİP ATATÜRK’LE İLGİLİ ÖN BİLGİLER 1- Kişilik ve Kişilik Özellikleri Kişilik: Şahsiyet kelimesinin Türkçe karşılığıdır. Kelime anlamına göre: Bir kimseye has olan ve onu başkalarından ayıran niteliklerdir. Bir kimsenin ruhi vasıflarının bütünü (insaniyeti, iyilikseverliği, kadir bilirliği, kibarlığı, üstün karakter yapısı ve diğer özellikleri) onun kişiliğini gösterir. Üstün kişilik özellikleri denilince; insanların yüksek meziyetleri, değer duyguları, çevresinde kabul gören iyi davranışları, üzerine aldığı işlerdeki başarıları, azmi, irade gücü ve diğer üstün vasıfları anlaşılır. Bu kitabımızda, sevdiğimiz Atatürk’ü üstün kişilik özellikleri açısından inceleyeceğiz ve gerçek yönüyle tanımaya çalışacağız. Bilindiği üzere, insanların hepsi aynı değildir. Birbirlerinden farklı zekâlara, yeteneklere ve özelliklere sahiptir. Özel yetenekler doğuştan gelmekle beraber, gelişmesi sonradan olmaktadır. Bir konuda üstün yetenekle doğan kişi, yaşantısında yeteneğini geliştirecek ortamı bulamazsa veya olumsuz çevrenin etkisiyle kendisini yetiştirmek için özel gayret göstermeyerek tembelleşirse; doğuştan var olan özel yeteneğini de geliştiremez ve hayatta başarısız kalmaya mahkûm olur. Nice insanlar vardır ki; zekâca ileri değildir veya özel yetenekleri bakımından geridir. Buna rağmen, eğitici bir aile ortamında ve gerçek eğitim veren bir okulda, eğitimci niteliği yüksek olan öğretmenler elinde eğitilerek gelişirse, zamanla zekâsı açılır, ruhen veya bedenen özel yetenekleri de gelişir. Üzerine aldığı işlerde kendisinden beklenmeyen yüksek başarılara ulaşabilir. Millet ve memleketine çok faydalı hizmetler görebilir. Böylelerinin varlığı görülmüştür ve görülmektedir. Bu girişten sonra asıl konumuza geçelim.
16 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün Kişilik Özellikleri Çocukluğundan beri dikkatleri üzerine çeken, parlak okul hayatından sonra aldığı askeri görevlerde üstün başarılara ulaşan, savaşlarda cepheden cepheye ve başarıdan başarıya koşan; Kurtuluş savaşında ideal arkadaşlarını yönlendirmesini bilen, TBMM’sini kurarak milli iradeyi gerçekleştiren; büyük milletimizi, birlik ve beraberlik içinde düşman üzerine yürüterek üstün düşman güçlerine rağmen yurdumuzu işgalden kurtaran büyük kumandan Mustafa Kemal Paşa; başlangıçta, ulaşılması mümkün olamayacağı sanılan çok büyük işleri nasıl başarmıştır? Vatanın düşman işgalinden kurtuluşundan sonra da büyük devlet adamı vasfını göstererek; yıkılan, yakılan, her yanı harabeye çevrilen yurdumuzu, halkımızın birlik ve beraberliği içinde yeniden kurarak nasıl kalkındırabilmiş? Devletimizi, dünya devletlerinin ön safında yer alacak ve söz sahibi olacak dirayette, yeni Türkiye Devleti olarak nasıl geliştirebilmiştir? Bütün bu sorulara ve aklımıza takılan benzeri sorulara vereceğimiz cevaplarla, Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini ifade etmiş olabiliriz. Doğduğunda küçük Mustafa, okullarında kemalleşerek Mustafa Kemal olan; daha sonra da Türklerin Atası olarak Atatürk soyadına lâyık görülen, çok sevdiği Türk milletinin bağrında yükselen bu büyük insan, nasıl olmuş da bu kadar büyük işlerin başarılmasının öncüsü olarak, millet ve memleketine hizmet yolunda başarılardan başarılara koşabilmiştir? Nasıl olmuş da bütün dünya devlet adamlarının hayranlığını kazanarak, ülkesini dünya devletlerinin ön safında yer alan ve sözü dinlenen güçlü bir ülke olarak gelişmesini sağlayabilmiştir? Böylesine üstün başarılara ulaşmasında, elbette ki Atatürk’ün doğuştan gelen üstün zekâsının ve yeteneklerinin rolü olmuştur. Fakat asıl hüner, zekâsını işletmekte ve yeteneklerini geliştirmekte gösterdiği özel irade gayreti, azmi ve yılmayan çalışma gücü olmuştur. Peki, Atatürk’ün böylesine yüksek başarılara ulaşmasını, milletine ve daha ileri giderek bütün insanlığa hizmet yolunda bu kadar yücelebilmesini etkileyen üstün kişilik özellikleri neler olabilir? Bu soruların cevabını bulmaya çalışalım. Bu kitabımda, Atatürk’te görülen üstün kişilik özelliklerini görebildiğimiz kadarıyla belirtmeye çalıştım. Fakat, benim gibi sıradan insanların, Atatürk gibi 20.yüzyılın en büyük insanını yeterince tanıtabileceğine inanamıyorum. Zira, kendisini yakından
17 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
göremedim. Konuşmalarını canlı olarak dinleyemedim. Başarılı hizmetlerini bizzat gözleyemedim. Buna rağmen, kendisini tanıyan, devrinde yaşamış birçok kimseleri dinledim. Plaklardan, milli duygularımızı coşturan o etkili sesine heyecanla tanık oldum. Hakkında yazılmış yüzlerce makaleyi, Atatürk’le ilgili küçüklü büyüklü pek çok sayıda kitabı özümseyerek okudum. Böylece kendisini tanımaya çalıştım. Hakkında ben de makaleler yazdım, konferanslar verdim. Atatürk Araştırma Merkezi tarafından basılan Sevdiğimiz Atatürk isimli kitabımı yazdım ve yenisini yazmaya devam ediyorum. İnanıyorum ki: Atatürk yüce bir dağdır. Bu yüce dağın dört bir yanını dolaşarak tam olarak tanıtabilmek mümkün değildir. Her ne kadar kendimi bu konuda tam yetkili göremiyorsam da, yazdığım bu kitabımın ve yazacaklarımın, okuyanlarıma Atatürk hakkında önemli fikirler vereceğine ve görüş ufuklarının açılacağına inanıyorum. Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini anlatmaya geçmeden önce, Atatürk ve Atatürkçülük’le ilgili isim ve tanımlar üzerinde durmayı gerekli görüyorum.
Atatürk - Atatürkçülük Atatürk bizler gibi gözü, kulağı ve diğer duyu organları olan normal bir insandır. Onun da görüşleri, duyuşları vardır. Atatürk de yaptıkları, yapamadıkları ve yapmak istedikleri olan yüce bir milletin fedakâr ferdidir. Ancak: İnsanlarda var olan bireysel (ferdi) farklar nedeniyle, O’nun da farklı yanları olması normaldir. Üstün zekâsının yanı sıra, kendisine özgü özel yetenekleri ve meziyetleri vardır. Önemli olan, zekâ üstünlüğünden ziyade, her insanda az veya çok bulunan zekânın işletilmesi ve iyiye kullanılmasıdır. Zira zekâ kötüye de kullanılabilir. Üstün zekâlı olmak ayrı şey, zekâyı işleterek geliştirmek ve iyiye kullanmak da ayrı bir şeydir. Önsözde de belirttiğimiz gibi, zekâmızın az veya çok olması elimizde değildir. Ama zekâyı işletmek, geliştirmek ve iyiye kullanmak insanoğlunun elindedir. İşte Atatürk’ün, diğer zeki insanlardan önemli farkı, mevcut olan üstün zekâsını işleterek geliştirmesini, milletinin ve insanlığın faydasına kullanmasını bilmiş olmasıdır. İşletmesini bildiği üstün zekâsıyla yüce bir insan olan Atatürk, yapısında var olan üstün yeteneklerini ve meziyetlerini de geliştirmesini bilmiştir. Ruhen yücelen Atatürk, sadece kendisi için değil, ülkesi ve milleti için, hatta bütün insanlık âlemi için faydalı
18 Rasim PEHLİVANOĞLU
olmak çabasını göstermiştir. Böylece, çok enteresan insanlardan birisi olarak gelişmiştir. Buna rağmen, hiçbir zaman büyüklük kuruntusuna kapılmamış, yaptıklarının hepsini milletine mal etmiş; hep milletim, milletim, milletim demiştir. Ülkesinde milli iradeyi hâkim kılmış, ülkeyi düşman işgalinden kurtarmış ve başarılarını milletiyle paylaşmıştır. Fedakârlığından ve alçak gönüllüğünden de hiçbir şey kaybetmemiş olan Atatürk’ün en büyük değeri, işte böylesi üstün meziyetlere sahip olmasında görülmektedir. Bugün ülkemizde, “Atatürkçüyüm” demek moda haline gelmiştir. Atatürk’ü seven de, sevmeyen de, O’nu gerçek yönüyle tanıyanda, tanımayan da Atatürkçü olduğunu söylüyorlar ve Ona sığınıyorlar. Bunlardan büyük bir kısmı, Atatürk’ü iyi tanımamış olsalar da büyüklüğünü ifade etmek istediklerine inanıyorum. Atatürkçüyüm diyenlerin diğer bir kısmı ise, Atatürk’ü okumadığı ve gerçek yönüyle tanımadığı halde onu maske yaparak arkasına sığınan ve işlerini yürüten sahte Atatürkçülerdir. Bunlar, Atatürk hakkında öğrendikleri bazı sözlerini ele alıp kendi şahsi çıkarlarına uydurarak, ya da siyasi veya ideolojik görüşlerine uygun şekilde yorumlayarak, Atatürkçü olduklarını söylemek suretiyle, gerçek yönlerini maskeleyen ve birçok dolaplar çevirmekte olan sözde Atatürkçülerdir. Sayıları da az olmayan böylelerinin şerrinden korunmak için millet ve memleketçe dikkatli ve tedbirli olmak, tuzağa düşmekten sakınmak zorundayız. İleride Atatürk istismarcılığı konusu işlenirken bu konuya geniş yer verilecektir. Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerini konu alan bu kitabımızın tümü, aslında gerçek Atatürkçülüğün niteliklerini anlatmaktadır. Fakat burada (kitabın ön kısmında) Atatürkçülüğün ne olduğunu ve ne olmadığını özetle belirtmeyi gerekli görüyorum. Atatürk hakkında yazan hemen her yazarın kendisine göre Atatürkçülüğü tanımladığı görülüyor. Bunların büyük çoğunluğu, değişik ifadelerle de olsa, Atatürkçülüğü aynı anlamda tanımlamaktadırlar. Aralarındaki fark, genellikle ifade tarzında ve kullandıkları üslûptadır. Ben ise, mevcut tanımlardan hiçbirisini aynen almadan, şu yazar böyle demiş, bu yazar şöyle söylemiş demeden, edindiğim kendi bilgi ve görüşlerimin ışığında Atatürkçülüğü tanımlamaya çalışacağım.
19 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bize Göre Atatürkçülüğün Tanımı
ATATÜRKÇÜLÜK: Tam bağımsızlık” ve “kayıtsız şartsız millet egemenliği” temel ilkelerinden sapmadan, milli birliğimiz ve ülke bütünlüğümüzden taviz vermeden, hiçbir nedenle demokrasimizden vazgeçmeden devletimizi yönetmek; Aklın ve bilimin rehberliğin de yürüyerek ve milli kültür değerlerimize sahip çıkarak, Milletimizi – Atatürk gibi – candan severek üstlendiğimiz görevi en iyi şekilde yapmaya çalışmak; Devlet hayatında,ekonomik hayatta ve toplumsal hayatta Atatürk’ün belirlediği gerçekçi politikalar üreterek, Atatürk’ün sözlerinde ifadesi bulunan dinamik ülkümüze ulaştıracak “Fikri hür,vicdanı hür, irfanı hür” idealist Türk Gençliğini yetiştirmek; Sorumluluk duyarak yetişen gençliğimizle elele vererek, “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkarmak, Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılmak, milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak” görevimizi başarıyla yerine getirmektir. Gerçek Atatürkçülük işte budur. Atatürk’ü gereğince okumadan ve onu gerçek yönüyle tanımadan, gençlerimizi Atatürk’ün gösterdiği yolda yetiştirmek becerisini göstermeden, kulaktan dolma yarım yamalak bilgilerle, kendilerini Atatürkçü sananlar hiçbir zaman Atatürkçü olamazlar… Böyleleri içinde, Atatürkçüyüm diyerek Atatürk’e sığınan ve Atatürk istismarcılığı yaparak kendi şahsi çıkarlarını yürüten sözde Atatürkçülerin sayısı az değildir. Yukarıda yer alan Atatürkçülük tanımında geçen “tam bağımsızlık” sözü ile, Atatürk’ün bizzat ifade etiği gibi: Siyasi, askeri, mali, ekonomik, hukuki, kültürel ve her yönden bağımsızlık kastedilmektedir. “Milli egemenlik” sözüyle de: Kayıtsız şartsız milli hâkimiyet (seçme ve seçilme hakkı ile devletin bizzat millet tarafından yönetilmesi) gerçeği anlatılmaktadır. Yönetimde, milli iradenin üstünde hiçbir kuvvet tanınmamaktadır. Yukarıdaki tanımın anlamı içinde, Atatürk’ün büyük hizmet aşkı, akla ve ilme verdiği değer, milli kültürümüze sahiplenmesi ve gençliğimizden bekledikleri ile, bütün Atatürk ilke ve inkılâpları yer almaktadır. İleride sırası geldikçe bunlar geniş olarak açıklanacaktır.
20 Rasim PEHLİVANOĞLU
2- Atatürk’le İlgili Olarak Söylenen Bazı Terim ve Kelimeler Atatürk’ün yaptıklarından ve söyledikleri veciz sözlerinden çıkarılan anlamlara göre, birçok Atatürk yazarları O’nunla ilgili çeşitli terimler ve kelimeler kullanmışlardır. Kimisine göre, Atatürk ideolojileri olan bir ideologdur, kimine göre teorisyendir, kimine göre doktrin sahibi sistemli bir liderdir. Kimilerine göre ise, belirli prensipleri olan “İLKELİ” bir devlet adamıdır. Atatürk’ü dogmatik olarak gören veya göstermek isteyenler bile olmaktadır. Peki, Atatürk bunlardan hangisidir? Atatürk’ü doğru anlamak için bu konuyu da araştırdım. Asıl konumuz olan üstün kişilik özelliklerine geçmeden önce, Atatürk hakkında söylenen yukarıdaki terim ve kelimelerin sözlük anlamlarına özetle bir göz atalım. Önce en olumsuz olan “dogma” sözünden başlayalım. DOGMA: Felsefi veya dini bir doktrin olan dogma, mutlak inanılması ve benimsenmesi şart olan, tartışılmaz şeylerdir. “DOGMATİK”: Dogmaları benimseyen kimse… Felsefe ve dinle ilgili dogmaların mantıki ve sistemli bir şekilde ortaya konulmasıdır. Atatürk bu görüşten çok uzaktır. Atatürk’e göre, tartışmasız mutlak inanılması veya inandırılması gerekli olan hiçbir şey yoktur. Atatürk, görüş ve duyuşlarında esnektir. O araştırmacıdır, gelişmecidir, inkılâpçıdır, değişimcidir; bir fikre veya bir inanca körü körüne bağlı kalmamıştır. Bu haliyle Atatürk, dogmalardan ve dogmatizmden çok uzakta olan gerçekçi bir liderdir. İDEOLOJİ: Siyasi veya toplumla ilgili bir doktrin meydana getirmedir. Bir topluluğun, bir hükümetin, bir partinin davranışlarına yön veren siyasi, dini, felsefi vb… düşüncelerin hepsidir. “İDEOLOG” ise, bir ideolojiye sistemli bir şekilde bağlanan kimsedir. SİSTEM: Bir ilkeye veya dünya görüşüne göre düzenlenmiş düşünceler, bilgiler, doktrinler bütünüdür. (Düzen, nizam, tanı, usul, metot, yol) Bazı yazarlara göre, Atatürk sağlığında belirli bir ideoloji koymamıştır. Bazılarına göre ise ideolojisi vardır. Bunlar kendilerine göre izahını yapmaktadırlar. Bize göre de, sürekli gelişmeci ve inkılâpçı olan, şartlara göre devamlı değişmeyi gerekli gören Atatürk belirli bir ideolojiye bağlı kalamazdı. O halde Atatürk bir ideolog değildir.
21 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
En yakın arkadaşlarından birisi olan merhum Celal Bayar, “Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz” isimli kitabının 26.sayfasında, Atatürk’ün pragmatist (faydacı) olduğunu, üzerine basarak söylüyor ve sistemci olmadığını da ifade ediyor. Hattâ kendisinde “bir sistem alerjisi olduğunu söyleyebilirim” diye ilâve ediyor. Aynı kitabın 27. sayfasında Yahya Kemal ile yaptığı bir sofra konuşmasında Atatürk: – Benim felsefe ile ne kadar aram iyi ise, filozoflarla da aram o kadar açık!... Tuhaf görünecek bu sözüm ama anlatayım: Bütün filozofların hastalığı her şeyi bir tek sebebe bağlamaktır…” diyor ve ilâve ediyor: “ Benim prensibim her olayı kendi kanunları içinde incelemektir. Ama bunu yaparken, hiçbir zaman insanı ve evreni gözden kaçırmam. Muharebeyi iyi yapabilmek için harbi gözden kaçırmayacaksın. Gözden kaçırdın mı muharebeyi belki kazanırsın ama harbi kaybedersin” diyor. Yukarıdaki sözlerinden de anlaşılıyor ki, Atatürk’ün geniş bir görüş açısı vardır. O, her şeyi tek sebebe bağlamak hastalığından uzak kalmıştır. Her olayı kendi kanunları içinde incelemeyi gerekli görmüştür. Gene anlaşılıyor ki, Atatürk’ün memleket idaresindeki fikirleri donmuş, kalıplaşmış değildir. Gelişen şartlara göre değişkendir, esnektir. TEORİ: Tatbikat yönü olmayan, sadece aklın ve zihnin ürünü olan fikirdir. Nazariye’de aynı anlamdadır. Atatürk, aynı zamanda bir fikir adamı olmakla beraber, O’na göre önemli olan fikrin uygulanmasıdır, uygulanabilir olmasıdır. O halde Atatürk teorisyende değildir. DOKTRİN: Felsefi, dini ve siyasi bir sistem meydana getiren kavramlar ve dogmaların hepsidir. Bir fikir adamı, bir filozof ve âlimin fikirlerinin bütünüdür. (Nazariye, teori ile eş anlamlıdır) Doktrinde dogmalar, nazariye ve teorilerde yer alabildiğine göre, Atatürk’ün doktriner veya bir doktrin sahibi olduğunu da söyleyemeyiz. İncelemelerimizde öğreniyoruz ki: Atatürk yukarıda saydıklarımızın hiçbirisi değildir. Dogmalar dışında, Atatürk’ün düşüncelerinde diğer terimlerle bir benzerlik vardır. Fakat aynısı değildir. Atatürk dünyaya nadir gelen, kendisine özgü görüşleri, duyuşları, metotları, tutum ve davranışları olan saygın bir Türk büyüğüdür. Atatürk’ün getirdiği görüşleri ve uygulamaları en iyi ve en öz olarak anlatan terimin “İLKE” olduğunu görüyoruz.
22 Rasim PEHLİVANOĞLU
İLKE: Vazgeçilmez temel düşüncedir. Temel fikir, temel bilgi, temel inançtır. Prensip ve umde ile eş anlamlıdır. Bizler, konuşmalarımızda ve yazılarımızda Atatürk’ün görüş, duyuş ve uygulamalarını anlatırken, daha çok öz Türkçe olan “İLKE” kelimesini kullanıyoruz. Bu görüşle, Atatürk’ün temel düşünce, temel bilgi ve temel inançlarını “Atatürk İlkeleri” olarak adlandırmayı uygun görüyoruz. Atatürk İlkeleri konusunu ileri ki konuda açıklayacağız. Yeri gelmişken, ünlü askeri yazar ve Atatürk uzmanı olan Emekli Albay Cihat Akçakayalıoğlu’nun 730 sayfalık “Atatürk” isimli kitabının 518–519. sayfalarında yer alan Atatürk ve Politivizm başlıklı yazısından, iki yazarın görüşlerini aşağıya alıyorum:
Atatürk ve Politivizm “Atatürkçülük’de felsefi temel arayanlar türlü görüş ve düşünceler ileri süregelmişlerdir. Onu kendilerinden yana göstermek isteyen veya akılları sıra küçümsemeye çalışan aşırı ideolojileri bir yana bırakarak, gerçek özü ortaya çıkarmaya çalışanların büyük bir kısmı, Kemalizm’in felsefi özünü, politivizm (deneye ve tecrübeye dayanan müspet ilim) olarak belirliyorlar. Bunlardan Doç. Taner Timur, bir eserinde özetle şunlara değinmektedir: “Atatürk’ün doğmalara ve kuramlara karşı olduğunu ileri sürenler vardır. Oysa doğma başka, kuram (teori) başkadır. Bir devrim teorisi olmadan devrim olamaz. Önemli olan bu teorinin dogmatik mi, yoksa kritik bir temele mi dayandığıdır. Atatürk bir doktriner veya filozof değildi. Kendisi de, Bilim ve özellikle Sosyal Bilimler alanına dahil işlerde, ben komuta vermem, bu alanda isterim ki, beni Bilginler aydınlatsınlar. Sosyal bilimlerin güzel doğrultularını gösteriniz ben takip edeyim, diyordu. Büyüklüğü, ülkeyi ileri götüreceğine inandığı bazı Ülküleri gerçekleştirmekteki azmi ve çelik iradesi oldu. Bu düşüncelere şunu da eklemek gerekir: Mustafa Kemal, doğmacı değil, devrimcidir (İnkılâpçıdır). Aynı zamanda, fikri ve ameli geniş bir gözlem ve hazırlıklara sahiptir. Kendi karar verdiği eylemleri uygulayacak, kendisine sunulan yeni fikirleri de inandığı takdirde gerçekleştirecektir. Ne var ki, o büyük zorluklar ve imkânsızlıklarla karşı karşıyadır. Amaç ve hedeflerine erişmek için, her olanak ve fırsatı kollayacak, en uygun ortamda ve
23 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
giderek yapacağı uygulamalarla milletini, ortak özlem olan çağdaş uygarlık düzeyine ve mutluluğa eriştirecektir. Ancak, şartlar Atatürk için, bir kitap yazmış bulunan Benoit Mechin’e göre: Atatürk’ün büyük ihtirası ile ülkenin olanaklarının yetersizliği, Atatürk’ün en büyük dramıdır dedirtecek kadar ağırdı”. Asker Mustafa Kemal’in, Devlet Kurucusu Mustafa Kemal’in kendi fikirlerine ve eserlerine etkisi çok büyüktür. Bu Yönü, Prof. Enver Ziya Karal şöyle açıklıyor: “Kanaatim şudur ki, Atatürk’ün askeri kişiliğini aydınlatmadıkça, onun, bugün tarihe mal edilmiş bulunan devrimci hayatı bir muamma gibi görünür. O, Türk Devrimi’nin mimarı olarak işe girişeceği sırada kırk yaşına ulaşmış bulunmaktadır. Bu hayat, askerlik mesleğinde geçmiştir. Onun karakteri, fikirleri, dünya görüşü, vatan ve millet hakkında tasarıları, dünya milletleri üzerinde düşünceleri bu kırk yıllık yaşamı sırasında gelişmiş, genişlemiş ve olgunlaşmıştır. Bu sebeple , askeri üniformasını ve unvanlarını bıraktığı vakit, askeri kişiliğini muhafaza etti. Millet ve devlet hizmetinde sivil elbisesiyle yeni görevlerinin ve komutanlıklarının yeni adlarıyla hizmette bulunurken de, askeri kişiliğinin büyük etkisi görülmüştür”. Prof. Karal, görüşlerine şu şekilde devam etmektedir: “Denilebilir ki, Atatürk asker olarak doğdu, asker olarak yaşadı ve çalıştı. Asker olarak öldü. Ölümünden sonra bu gün bile aramızda, fikir halinde, anı olarak yaşamaya devam ederken, askeri şahsiyeti bir şahika gibi yükselmiyor mu? Her gün gözümüzü alan, her gece karanlıkları yırtarak üzerimize nur serpen şu Rasat Tepede ki Anıtkabir nedir? Onun mezarı mı?... Hayır, onun nöbetçi kulesi. O, bu kuleden manevi kişiliğiyle benliğinde milletimizin Mehmetçik ruhunu da sembolleştirerek maddi ve manevi sınırlarımızı gözlüyor… O, askeri kişiliğinin bu görevini, ölmezliğe karıştığı bir anda bile yapmaya devam ediyor ve edecektir.” Atatürk’ün askeri kişiliği, Atatürk’e özgüdür. Onu, tarihin kaydettiği diğer büyük kişilerle mukayese ederek anlamaya ihtimal yoktur. Sezar, İskender, Atilla, Cengiz, Napolyon hiç kuşkusuz büyük askeri şahsiyetlerdir; Fakat devirlerinin askeri şahsiyetleridir. Atatürk ise XX. yüzyılın askeri şahsiyetidir. Onu, ancak çevresinin ve yaşadığı devrin koşulları ve fikir hareketleri çerçevesinde düşünmek doğru olur.” Mustafa Kemal, maddi ve manevi hiçbir şeye mahkûm olmamış, kendi kişiliğini ve dehasını egemen kılmış olan ve tarihte
24 Rasim PEHLİVANOĞLU
benzeri az bulunan bir Devlet Adamı’dır.“Kemalizm” (Atatürkçülük)’de, hiçbir doktrin ve ideolojinin tekelinde veya tutsağı olmayan çağdaş bir öğretidir. Bunun esası: Dogmalara saplanıp kalmadan, dünyanın ve ülkenin gerçek ihtiyaçları göz önünde tutulup etken kılınarak, Türk Milletini ve yurdunu tüm insanlık içinde şerefli, mutlu ve çağdaş düzeyde bir ulus yapmak yolunda durmadan ve dönmeden çalışmak aynı zamanda temel fikirler oluşturmak ve tedbirler almaktır... …O halde, amaca erişmek için durum ve şartlar, her çareye başvurularak incelenip gözden geçirilerek, gerçeklere ve ihtiyaçlara uygun tartışma ve muhakeme sonunda kesin bir karara varılarak uygulamalara başlanacaktır. Burada egemen olan ilke, akıl, bilim, deney ve tekniktir.1 Önemle belirtelim: Bazılarının sandığı gibi, Atatürk’ün politivizm anlayışı dine karşı değil, dinle bir ve beraberdir. Müspet ilme bakışı, aklın ışığında ve dinden kopmadan gelişmiştir. Atatürk dinin gereğine inanmış, islamiyete bağlı güçlü bir asker ve îmanlı bir devlet adamıdır. Kendisini yakından tanıyanların ifadesi budur…
1
(Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Genkur Yayınları; Ankara 1980; s.518-519)
25 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
3. Millet – Türk Milleti MİLLET, ortak bağları olan insan topluluğudur. Ulus ile eş anlamlıdır. Toplumumuzda millet kelimesi daha çok kullanıldığından ve milli mücadele günlerimizde milliyet sözünden çok söz edildiğinden, ben de burada –genellikle- millet kelimesini kullanmayı tercih ediyorum. Bir insan toplumunun millet olmasını sağlayan ortak bağlar neler olabilir? Aynı soydan gelmiş olmanın yanı sıra, tarihi bir, vatanı bir, dili, dini bir, kültürü ve ülküsü bir olmak millet olmanın ortak bağlarıdır. Ancak aynı soydan ve aynı dinden olmayan, tarih birliği de bulunmayan insan toplumlarının da millet olabileceği günümüzün gerçeği olarak görülmektedir. Örneğin: Amerika Birleşik Devletleri, çok çeşitli milletlerden (halkın deyimiyle yetmiş iki buçuk milletten) meydana gelmiş büyük bir ülkedir. Buna rağmen, aynı yurtta milli birliğini sağlayarak Amerikan Milleti oluşmuştur. ABD de görüldüğü üzere, millet olmak için vatan önemli bir unsurdur. Fakat aynı vatanda toplanmayıp ta değişik ülkelerde parça parça yaşayan, aynı soydan gelen ve aynı dili konuşan, milli benliğini kaybetmemiş, tarihi ve kültürü bir olan insan toplulukları da vardır ki bunlarda bir millettir. Ama devletleri ayrı olduğundan, mensup oldukları devletin yasalarına uymak zorundadırlar. (Diğer ülkelerdeki Türklerle aynı milletten olduğumuz gibi) Atatürk’ün tanımına göre millet nedir diye merakla sorulabilir: Atatürk’e göre: “Millet dil, kültür ve mefkûre (ülkü-ideal) birliği ile birbirlerine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasi ve içtimai (sosyal) bir heyettir.” 2 Bu tanıma göre, Atatürk soy birliği, din ve tarih birliği olmadan da millet olunabileceğini söylemek istemiştir. Dil, kültür, ülkü birliği, (başka bir deyişle) gelecek için istek birliği olan toplum da millet olabilir. Atatürk’ün tanımına göre bugün Türkiye’de yaşayan, aynı soydan gelmemiş de olsa bütün vatandaşlarımız, bugünün gerçeğine göre tek bir millet olarak görülmektedir. Nitekim 1982 tarihli anayasamızın 66. maddesinde: “Türkiye Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Denilmek suretiyle, ülkemizde yaşayan hangi soydan gelirse gelsin her vatandaşımız Türk’tür. Türk Milleti ile iç içe kaynaşarak yaşamakta olan bu 2
(Hamza Eroğlu-Türk İnkılâp Tarihi-S.393)
26 Rasim PEHLİVANOĞLU
vatandaşlarımız duymalıdırlar.
da
Türk
olmak
gururunu
kendi
içlerinde
Atatürk, 10.yıl nutkunda Ne mutlu Türk olana dememiş de “Ne mutlu Türk’üm diyene” demiştir. Bu suretle, en yetkili ağızdan Türk olmanın büyük gurur kaynağı olduğu gerçeği ifade edilmiştir. Tarihin kaydettiğine göre; aynı soydan gelmiş, aynı kültürü almış, fakat milli benliğini kaybetmemiş, dili bir, tarihi bir, kültürü ve ülküsü bir olan toplumlardan büyük devletler doğmuş, dünyaya hükmeden büyük imparatorluklar kurulmuştur. İşte bu büyük devletlerden birisi, hattâ en önde geleni, mensubu olduğumuz büyük Türk Milleti’nin kurduğu Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Fethettiği çeşitli ülkelerin, çeşitli kültürleriyle kaynaşmış olan Büyük Türk Milleti’nin kendine özgü, gelişmiş bir milli kültür olduğu tarih sayfalarında görülmektedir. Bu bakımdan, nesilden nesile gelişerek intikal eden Türk Kültürü’nün değerini görmezden gelemeyiz. İşte, en büyük Türk milliyetçisi olarak gördüğümüz Mustafa Kemal Atatürk de Türk kültürünün (milli kültürümüzün) eseri olarak kendisini göstermiştir. Sonradan İslâm kültürüyle de kaynaşarak daha da gelişen Türk milli kültürüne sahip olan ve her fırsatta benimsediği Türk milli kültüründen övgüyle söz eden; “Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.” diyen Atatürk, yüz yıllar hattâ bin yıllar boyunca gelişerek devam ede gelmiş olan Türk kültürüyle yoğrulmuştur. Türk Milletine âşık olan Atatürk, en büyük Türk milliyetçisi olduğunu hizmetleriyle ve sözleriyle ispatlamıştır. Bu ruhta yetişen ve yüksek milli duyguya sahip olan Atatürk, Türk tarihini çok iyi okumuş, okudukça da milletine sevgisi ve saygısı artmış, millet için her fedakârlığa hazır hale gelmiştir. İşte bu ruhtaki Atatürk, 1.Cihan savaşında (özellikle Çanakkale savaşlarında) büyük zaferler kazanmıştır. Milli mücadelemizde (istiklâl savaşımızda) üstün düşman güçlerine karşı 1922 yılında kazandığı Büyük Zaferle, yurdumuzun düşman işgalinden kurtarılmasında Önder Başkomutan olarak dünyanın takdirlerini üzerinde toplamıştır. Böylesi büyük başarıların sahibi olan Atatürk, âşık olduğu Büyük Türk Milleti hakkında elbette önemli şeyler düşünmüş, söylemiştir. Hizmetleriyle ve gösterdiği başarılarıyla da söylediklerini yapmıştır.
27 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
4. Atatürk’ün Liderliğinde Kurulan Milli Devlet Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, imparatorlukta baş gösteren ayrışma çabalarına karşı, o günlerin yöneticileri OSMANLICILIK deyimini benimsemiş ve bu isim altında koca ülkede birlik ve beraberliği sağlamak istemişlerdi. Ümitle sarıldıkları Osmanlıcılık akımından beklenilen gelişmeyi göremeyince, çoğu yurtdışında okuyan bazı aydın kişiler, bu sefer de TÜRKÇÜLÜK cereyanını ortaya atmışlardı. O dönemde, imparatorluk çatısı altında toplanan dilleri ve dinleri ayrı çok sayıdaki ülkeler, özellikle Balkan Devletleri, kendi içlerinde başlattıkları “milliyetçilik akımı” ile teşkilatlanmışlar, bağımsızlıklarını kazanmak için çete savaşları vermeye başlamışlardı… Güneyde, dinimiz bir olan Arap kardeşlerimiz bile yer yer isyan ediyor ve istiklâl (bağımsızlık) istiyorlardı… Osmanlıcılık hayalleri ile avunmakta olan, gerçekleri görebilmek bilgisinden uzak İstanbul’daki saray ve hükümet erkânının büyük gafletine karşı, uyanık aydınların başlattığı Türkçülük cereyanı da aranılan sonucu vermemişti. Daha çok İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin desteklediği Türkçülük akımına, Türk soylu vatandaşlarımız ümitle bağlanmışlar, hatta “hürriyet, adalet, müsavat…” sloganlarıyla 2. Meşrutiyet’in ilânını sağlamışlardı. İktidara bile hâkim olmuşlardı. Ama, yapılan önemli hatalar yüzünden sonu iyi gelmemiş, çıkarılan isyanların savaşa dönüşmesi önlenememişti. Yapılan zorlu balkan savaşlarında, yöneticilerimiz ve siyasete bulaşan komutanlarımızın çok pahalıya mal olan hataları sonucunda, hâkimiyetimiz altındaki birleşmiş balkan devletlerine yenik düşmüş ve bağımsızlıklarını vermek zorunda kalmıştık. Bununla da kalmayıp, bir gaflet eseri olarak girdiğimiz 1.Cihan Savaşı’nda (özellikle Çanakkale’de) gösterdiğimiz bunca kahramanlıklara rağmen, dostlarımız pes edince biz de yenik sayılmış ve Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamıştık. Antlaşmadan sonra, çeşitli bahanelerle, silahları toplanmış olan Anadolu topraklarımız yer yer işgale başlanılmıştı. Esareti kabul etmeyen Türk soylu Anadolu halkımız, canını dişine takarak isyan etmiş ve işgalcilere karşı koyarak milli mücadelemizi başlatmıştı.
28 Rasim PEHLİVANOĞLU
İstanbul’daki sarayında yaşayan padişah ve onun âciz hükümeti bütün bu olanlara karşı sessiz ve seyirci kalmıştı… İşte ülkemiz bu şartlar altındayken, 1919 yılı 19 Mayısında Anadolu ufuklarında bir güneş gibi doğan ve çevreyi aydınlatan Mustafa Kemal Paşa, kısa zamanda duruma hâkim olmuş ve İstanbul Hükümetiyle irtibatı kesmişti. Erzurum ve arkasından Sivas kongrelerinde seçilen heyet-i temsiliye (temsil heyeti) ile Ankara’ya gelerek, merkez tuttuğu bu şehirde teşkilatlanmaya devam etmiştir. 16 Mart 1920’de İstanbul’daki millet meclisinin dağılması üzerine, Ankara’da büyük millet meclisi’nin toplanmasını sağlayarak, başkaldırdığı İstanbul Hükümeti’nin varlığına rağmen Ankara’da yeni bir hükümet kurulmasını gerçekleştirmiştir. Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile birlikte Anadolu da yeni bir hükümet daha doğmuş ve Türk Milletini temsil hakkını kendisinde görmüştür: “TBMM’nin üstünde hiçbir güç yoktur. Yasama ve yürütme TBMM’nde toplanmıştır” denilmiş ve bu birinci TBMM, milli mücadelenin sonuna kadar devamlı ve düzenli çalışarak görevini yapmıştır. Doğusuyla batısıyla, güneyiyle kuzeyiyle hiçbir sınıf ve bölge farkı gözetilmeksizin, bütün Türk milletince M. Kemal ve arkadaşlarının arkasında yürüyen, çıkarılan mevzii isyanları büyümeden bastıran, yapılan zorlu savaşlarda işgalci düşmanları yurttan çıkarmasını başaran işte bu Birinci T.B.M.M si ve bu meclisin kurduğu “Milli Devlet” olmuştur. Millet egemenliğine dayanarak kurulan milli devlette, milli irade hâkim olmuştur. Milletin seçtiği mebuslarla (milletvekilleriyle) kurulan birinci TBMM’nde, meclis başkanı seçilen M. Kemal Paşa, aynı zamanda hükümetinde başkanı olarak, milletten aldığı büyük güçle ve de azim, irade ve iman gücüyle görevini ifaya devam etmiştir. Türk tarihinde ilk defa bir “halk hareketi” ile Ankara’da kurulmuş olan milli devlet, milletimizin menfaatlerini temel ilke olarak almış ve öncelikle vatanımızın düşman işgalinden kurtarılmasını amaç edinmiştir. Düşman işgalindeki ülkemizi kurtarmak için mücadele verirken kurulmuş olan bu milli devlet, bir bakıma, Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan bir halk hareketi olmuştur. Kurulan milli devlete milli irade hâkim olmuş, milli egemenliğin TBMM’ne devredilmesiyle de babadan oğula intikal eden ve İlâhi iradeye dayanan Osmanlı Devleti’nin egemenliğine son verilmiş oluyordu.
29 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Milli devletin kuruluşundan sonra, milli mücadelemiz daha da hızlanmıştır. Bastırılan iç isyanlar ve işgalci düşmanlara karşı verilen ve yıllarca süren azimli savaşlardan sonra yurdumuz işgalden kurtarılmış ve bağımsızlığımız sağlanmıştır. Çeşitli konuşmalarında, Atatürk’ün ısrarla belirttiğine göre, Anadolu da kurulan yeni devlet, Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak kurulmuş, milli kültür esaslarına dayanan bir milli devlet olmuştur. Dolayısı ile bugünkü devletimizin dayanağı milli kültürümüzdür. Devletimizin dayandığı milli kültür ise, mensubu olmakla gurur duyduğumuz Türk milletinin kültürüdür. O halde diyebiliriz ki: Atatürk milliyetçiliği, Türk kültürüne dayanan kültür milliyetçiliğidir. İleri ki sayfalarda milli kültür konusu, Atatürk’ün sözlerinden alıntılarla gereğince açıklanacaktır.
5. Kurulan Milli Devletin İlkeleri (Atatürk İlkeleri) Atatürk’ün liderliğinde kurulan “Milli Devlet” in amaçladığı başarıya ulaşmasında göz önünde tutacağı, yol ve yön gösterici bir takım vazgeçilmez düşünceler, inanışlar ve kanaatlerin olması gerekliydi. Aynı konuda bilgilerini artıran Atatürk ve ülkü arkadaşları bunları düşünmüşler, bulmuşlar ve uygulayarak başarıya ulaşmışlardır. Uygulanan ve uygulamakta devam ettiğimiz bu ilkeler daha çok Atatürk’ün görüşleri istikametinde olduğundan ve O’nun görüşlerini aksettirdiğinden, bunlara “Atatürk İlkeleri” denilmiştir. Bu deyişler konuşmalarımıza ve yazılarımıza geçmiştir. Aşağıda Atatürk İlkeleri hakkında öz bilgiler verilmiştir. İLKE: Vazgeçilemeyen bir takım temel düşünceler, temel kanaatler, inanışlar ve temel bilgilerdir. Atatürk İlkeleri ise, bizzat kendisinin belirttiği gibi: “Yurdumuzu dünyanın en mamur, en medeni memleketleri seviyesine çıkarmak; Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılmak; Milli Kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak” amacına ulaşmak için milletçe vazgeçemeyeceğimiz temel düşünceler, temel kanaatlerdir. Atatürk, ilkelerini ya kendisi koymuştur ya da Atatürk’ün sözlerinden, davranışlarından veya hizmetlerinden ilham alınarak konulmuştur.
30 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ü anlatan değerli yazarların belirttiğine göre, Atatürk ilkelerini 1-Temel ilkeler 2- Baş ilkeler 3-Bütünleyici ilkeler olmak üzere üç grupta inceleyeceğiz. Temel İlkeler 1) Milli Egemenlik 2) Bağımsızlık–Tam Bağımsızlık Baş İlkeler 1) Cumhuriyetçilik, 2) Milliyetçilik, 3) İnkılâpçılık, 4) Halkçılık, 5) Devletçilik 6) Laiklik olmak üzere 6 ilke olarak söylenir. Oysa, Atatürk ilkeleri sadece bunlardan ibaret değildir. Bütünleyici İlkeler 1) Milli birlik ve bütünlük ile ülke birliği ve bütünlüğü 2) Barışçılık (Yurtta barış, cihanda barış) 3) Akılcılık 4) Bilimcilik 5) Gerçekçilik 6) Çağdaşlaşma ve uygarlık (Batıcılık) 7) İlericilik (Terakkierverlik) 8) İnsan sevgisi ve insanlık ülküsü Atatürkçü düşüncenin vazgeçemeyeceğimiz diğer unsurları da şunlardır: 1) İnsan hak ve hürriyetlerine saygı 2) Milli dayanışma ve yardımlaşma 3) Milli tarih 4) Milli ahlâk 5) Milli eğitim 6) Milli kültür 7) Sanat ve güzel sanatlar sevgisi 8) Taassuba karşı oluş Atatürk ilke ve inkılâplarının dayandığı temel esasları şöyle sıralayabiliriz: 1) Milli tarih bilinci 2) Vatan ve millet sevgisi 3) İstiklal ve hürriyet aşkı
31 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
4) 5) 6) 7) 8) 9)
Milli iradenin hâkim olması fikri Milli dil Milli kültürün geliştirilmesi esası Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarılması ülküsü Türk milliyetçiliğine inanmak ve güvenmek bilinci Milli birlik ve beraberliği, ülke bütünlüğünü korumak azmi
Bunlardan sadece temel ilkeler ve baş ilkeleri aşağıda açıklıyoruz. Bütünleyici ilkeler ile dayandığı diğer unsurlar ve temel esaslar, ileriki sayfalarımızda yeri geldikçe işlenecek ve açıklanacaktır.
Açıklamalı Temel İlkeler 1) Milli egemenlik (Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir) Milli egemenlik (milli hâkimiyet) bir devletin iç bağımsızlığını ifade eder. Daha çok içe dönük bir ilkedir. Milletin kendi kendini yönetmesini, kendine hizmet edecek kurulu kendisinin seçmesini esas olarak alan bir temel ilkedir. Egemenliğin kaynağı, sultanlık devrinde olduğu gibi babadan oğula intikal eden ilahi idare değil, milli iradeye dayanmaktadır. Milletin oyu ile millet meclisi toplanıyor, meclisin seçtiği başkanın veya cumhurbaşkanının onayı ile kurulan hükümet ülkeyi yönetiyor. Anadolu da toplânan ilk TBMM’nin kabul ettiği ilk kanunda: “TBMM’nin üstünde hiçbir kuvvet yoktur” denilmek suretiyle, yeni kurulan milli devletin, milli iradeye dayandığı peşinen kabul edilmiştir. Yeni Türk Devleti’nin mecliste kabul edilen ilk anayasasında ise; “Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir” hükmü yer almış ve bu hüküm 1961 – 1982 Anayasalarında da yerini korumuştur. 1982 Anayasasının 4.maddesinde aynen şöyle denilmektedir: “Egemenlik kayıtsız, şartsız Türk milletinindir. “Millet egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiç kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz “denilmiştir. Anlaşıldığı üzere, milli devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bugüne kadar milli egemenlikten hiçbir taviz vermemiş, vermemekte de devam edecektir.
32 Rasim PEHLİVANOĞLU
Büyük devlet adamı olan rahmetli Prof. Turhan Feyzioğlu: – Milli egemenlik fikri, devletin yapısını ve insanlık tarihinin akışını etkileyen fikirlerden biridir” demiş ve devam etmiştir. – Atatürk, Türk milletinin 1919’da başlattığı bağımsızlık savaşını, Türk milliyetçiliğinden ve milli egemenlik ilkesinden güç alarak yönetmiş; çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde dipdiri bir Türk Devletini, (Türkiye Cumhuriyetini) aynı ilkeye dayalı olarak kurmuştur.” – Milli egemenlik ilkesi, Türk tarihine ve Türk devlet yapısına ilk defa Atatürk’le birlikte girmiş ve yerleşmiştir… Bu ilke Atatürk’ün başarısını sağlayan etkenlerden biridir…”3 diyerek milli egemenliğin önemini vurgulamıştır. Atatürk bir konuşmasında: – Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur” diyerek milli egemenliğin gücünü belirtmiştir. Atatürk bir başka konuşmasında, bağımsızlık ve milli egemenlik deyimlerini yan yana kullanarak: – Halâ karşımızdakiler, eski Osmanlı Devleti’nin tarihe karıştığını; bugün yeni Türkiye Devleti’nin var olduğunu ve bu Türkiye Devleti’ni kuran milletin çok azimli ve kahraman bir millet olduğunu ve bu milletin tam bağımsızlığından ve milli egemenliğinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını anlamamışlardır”4 diyerek de milli egemenliğin önemini hâla anlamamış olanlara bir nevi uyarıda bulunmuştur. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; ülkemizi düşman işgalinden kurtarmak için milli mücadeleye başlarken daha ilk adımda Ankara’da TBMM açılarak, mecliste alınan kararlarla milli egemenlik hâkim kılınmıştır. Milli egemenlikten, yani millet iradesinden alınan yeni bir güçle yurdumuz işgalden kurtarılmış ve milletimiz bağımsızlığına kavuşturulmuştur. TBMM’nin açılışıyla gelen milli irade gelişerek cumhuriyet kurulmuştur. Cumhuriyet demokrasiyi getirmiştir. Demokrasi gelişerek çok partili hayata geçilmiştir. Demokrasimizi her yıl biraz 3 4
(Turhan Feyzioğlu-Türk Milli Mücadelesi ve Milli Egemenlik.S.1) (T.F.- Türk Milli Mücadelesi ve Milli Egemenlik.S.7)
33 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
daha geliştirerek dünyanın önde gelen demokrat devletlerinin seviyesine çıkmak, hattâ onları da aşmak milli amacımız olmuştur. 2) Bağımsızlık - Tam Bağımsızlık:Atatürk’ün liderliğinde kurulan devletin ikinci temel ilkesi tam bağımsızlıktır. Siyasi bağımsızlık, diğer bir devlete veya milletler arası bir kuruma uydu olmamak ya da bağımlı bulunmamak, güçlü bir devletin emri altında olmamak demektir. Milli egemenlik ilkesi bağımsızlık ilkesinin temellerinden biridir. Bir ülkenin sadece siyasi yönden bağımsız olması, o ülkenin kişiliğini bulması ve gelişmesi ve refah devletine ulaşması için yeterli değildir. Önemli olan, tam bağımsız bir ülke olmaktır. – Tam bağımsızlık, “Bizim bugün üzerimize aldığımız görevin temelidir” diyen Atatürk büyük nutkunda, tam bağımsızlığı şöyle tanımlamıştır: – Tam bağımsızlık denildiği zaman doğaldır ki, siyasi, mali, iktisadi (ekonomik), adli (hukuki), askeri, kültürel vb. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik olarak belirtilmektedir.5 Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksun olmak, millet ve ülkenin gerçek anlamıyla bağımsızlıktan yoksunluğu demektir.” Uluslararası yardımlaşma ve dayanışmalar, ister maddi, ister manevi olsun tam bağımsızlığa mani değildir. Bugünkü dünyada milletler arasındaki dostluklar, yardımlaşma ve yakınlaşmalar, insanları birbirine bağlayan ve kaynaştıran, düşmanlıkları kaldıran ideal gelişmelerdir. Tam bağımsızlık unsurlarından sapmadan veya milli benliğimizden kopmadan bizim de bu yöndeki gelişmeleri desteklememiz bir bakıma insanlık görevimizdir. Önemle belirtelim: tam bağımsız olan ülkeler, özellikle ekonomik yönden tam bağımsız olanlar, diğer ülkelere göre daha güçlü ve daha çok sözü dinlenen ülke olma şansına sahiptirler. Öyleyse, bu şansı yakalamaya çalışmak milli görevimizdir.
5
Cihat Akçakayaoğlu-Atatürk.S.603
34 Rasim PEHLİVANOĞLU
Açıklamalı Baş İlkeler Cumhuriyetçilik Bu ilke bir yönetim şeklidir. Cumhuriyet demokrasi idaresidir. Demokrasinin önde gelen şartı halkın kendi kendisini yönetmesidir. Bir başka deyişle, halk kendi seçtiklerine kendisini idare ettirir. Yönetimde asıl unsur halktır, millettir. Demokrasi, milli irade hâkimiyetidir; millet ne isterse o olur; son söz milletindir. Bakalım bu konuda Atatürk ne diyor: – Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Demokrasi prensibinin en asgari ve mantıki tatbikini temin eden hükümet şekli cumhuriyettir. Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hâkimiyeti milliyedir (milli hâkimiyettir). Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı cumhuriyettir… Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuskâr insanlar yetiştirir… Türk milletinin tabiatı ve şiarına (adetlerine) en uygun idare cumhuriyet idaresidir.” Atatürk’ün çeşitli konuşmalarından da anlaşıldığı üzere, cumhuriyet yalnız bir kalıp olarak devlet şekli değil, milli iradeye dayanan demokrasinin ta kendisidir. Milliyetçilik Milliyetçilik, Atatürk ilkelerinin esasını teşkil eden ve bütün diğer ilkeleri etrafında toplayan ana ilkedir. Atatürkçülükte milliyetçilik esas, diğer ilkeler onun tamamlayıcısı durumundadır. Atatürk’ün milliyetçiliği, Türk kültürüne dayalı kültür milliyetçiliğidir. Türk milletinin milliyetçilik ruhunu canlandırmak suretiyle istiklâl savaşını kazanmış olan Atatürk, savaştan sonra milli devleti kurmuş ve kurduğu devleti milli kültür esasları üzerine oturtmaya çalışmıştır. Büyük bir Türk milliyetçisi olan Atatürk, Türk Tarihini çok iyi okumuştur; Türk kültürünün yüksekliğini iyi bilmektedir. Türk kültürünün, Türk milletinin eseri olduğunu kabul etmektedir. Türk milletine hayran olan Atatürk, Türklüğü devam ettirmenin Türk kültürünü yaşatmakla kabil olacağına inanmaktadır... Bu görüşte olan Atatürk, Türk kültürüyle yoğrularak millileşmekte ve milliyetçiliğe devam etmekte kararlı olmuştur.
35 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kültür milliyetçiliğine göre, insanlığın temeli millet hayatıdır. Millet hayatının temeli ise milli kültürdür. Çünkü millet kültür birliği demektir. Şu halde milli devlet milli kültüre dayalı devlettir. Milli kültürü koruyan, geliştiren ve yücelten devlet, milli devlet olmak vasfını koruyabilir. Aksine, milli kültürünü koruyamayan geliştiremeyen ve yüceltemeyen devletler sönüp gitmeye mahkûmdur. Atatürk bir konuşmasında belirttiği gibi: – Milli benliğini koruyamayan milletler başka milletlerin avı olur” diyor. – Biz esasen milli mevcudiyetin temelini, milli birlikte görmekteyiz” diyen Atatürk, milli kültüre sarılmış; milli kültürü korumak, geliştirmek ve yüceltmek için büyük gayret göstermiştir. 10.yıl nutkunda; Türklüğün yüksek vasıflarını besleyerek geliştirmemizi milli ülkümüz olarak gösteren Atatürk, milli parolamızı da şöyle veriyor: – Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur” – Biz öyle bir milliyetçileriz ki, bizimle iş birliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz” diyen Atatürk’ün milliyetçiliği, başka milletlerin milliyet duygularına da saygılı insani bir milliyetçiliktir. En büyük Türk milliyetçisi olan Atatürk’ün milliyetçiliği toplayıcı ve birleştiricidir: – Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında milli birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur” diyen Atatürk, milliyetçiliği birlik ve beraberlikte görüyor ve şöyle devam ediyor: – …Türk milletinin idaresinde ve korunmasında milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir.” Böyle söyleyen Atatürk, milli birlik ve beraberliğimize verdiği önemi belirtiyor ve Türk milleti olarak, milli şuur ve ülküler etrafında bölünmez bir bütün halinde toplanmamızı öğütlemiş oluyor. – Milli mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi: TÜRKÜM ve DÜŞMANIM SANA KALSAM DA BİR KİŞİ diyelim” diye söyleyen milliyetçi Atatürk, milli benliğimize uzanacak her elin şiddetle kırılmasını ve önümüze dikilecek engellerin devrilmesini öğütlüyor.
36 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Düşmana merhamet acizlik ve zaaftır” diyen Atatürk’e göre milli varlığımıza son vermek isteyenlere merhamet yoktur. Bu gibilere ezici yumruğumuzu indirmemiz” Atatürk milliyetçiliğinin gereğidir. Atatürk’ten aldığımız ilhama göre, Türk milletini sevmek; Türk milletinin bir ferdi olmanın gururunu duymak ve büyük milletimize hizmet ülküsü beslemek milliyetçiliğimizin esas unsurudur. İnkılâpçılık İnkılâpçılık hızlı değişme, yenileşme ve ilerleme demektir. İnkılâpçılığın hedefi uygarlaşmadır. Türk kültürünü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma yolunu açmadır. Buna engel olan, devrini doldurmuş ve zamanı geçmiş müesseseleri hızla değiştirmek ve yenileştirmek inkılâbın ön hedefidir. İnkılâpçılıkta sürüncemeye bırakmak yoktur. Birden değiştirmek ve bitirmek esastır. Biraz zorlayarak da olsa bu yapılacaktır. Ama halka kabul ettirerek yapmak ideal bir gelişmedir. Atatürk, Türk toplumunu milliyetçilik esasında modernleştirmek, millileştirmek ve muasırlaştırmak gayesine süratle ulaşmak için inkılâpçılığı seçmiştir. Atatürk inkılâpçılığı, geçmişle ilgili ne varsa hepsini devirmek gibi yıkıcı icraat hırsıyla ilgili olmayıp, Türk sosyal hayatının ıslahı gerekli olan taraflarını gayeye uygun olarak yeniden düzenlemekten ibarettir. Türk’ün ahlâkına, gelenek ve göreneklerine, diline ve dinine saygılı olan Atatürk; Türk kültürünü yıkmak değil, sahip çıkmak ve daha da geliştirmek gayesiyle inkılâba yönelmiştir. İnkılâplarını milletine kabul ettirerek yapmış olan Atatürk: – İnkılâp milleti ve sosyal çevreyi hazırlayarak yapılır. Ben şimdiye kadar millet ve memleket iyiliğine ne gibi hamleler, inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten güç ve ilham alarak yaptım” diyor. Milletten kopmadan ve millete kabul ettirerek yapılan Atatürk inkılâpları tutmuş ve başarılı olmuştur. Yapılan Atatürk inkılâplarının en önemlisi, şüphesiz yeni Türkiye devletini kurmak ve cumhuriyeti ilân etmek olmuştur. Atatürk’ün kurduğu devleti güçsüz bırakmak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak çabasında olanlara göz yumanlar ile milli
37 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
birlik ve beraberliğimizi sarsmak, ülke bütünlüğümüzü bozmak isteyenlerle mücadeleden çekinenler Atatürkçü olamazlar. Halkçılık Atatürk halkçılığını içeren unsurlar aşağıda açıklanmıştır: a) Atatürk’e göre, halkçılık milliyetçilikle birleşmiştir. Halk ve millet aynı şeydir. Millet, halk ve onun dışındakiler diye ayrılamaz ve milletten ayrı bir halk düşünülemez. Ayrı ayrı halklar olduğu da düşünülemez. Yurdumuzda tek bir halk vardır: O da Türk Halkıdır (Türk Milletidir). Mevcut Anayasamızın 66. Maddesine göre; “Ülkemizde vatandaşlık bağı ile birbirine bağlı olan herkes Türk’tür”. Bu haliyle halkçılık milliyetçilikle birleşmiştir. b) Yönetimde, halk iradesi ön plâna geçirilmiştir ki, bu bir demokrasidir. Yani milli irade hâkimiyetidir. Halk, yöneten ve yönetilen diye kısımlara ayrılamaz. Halk kendi kendini yönetir. (Kendi seçtiklerine kendisini yönettirir) Yöneten de yönetilen de aynı millettir. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir ”Atatürk’e göre, –… Halkçılık kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesi, halkın elinde bulundurulmasıdır.” Halkçılık cumhuriyetçilikle de bütünleşmiş ve anlamını tamamlamıştır. c) Halkçılık millet bütünlüğünü esas alır. Ayrı ayrı sınıfları kabul etmez. Ayrı sınıflar olmayınca da sınıf çatışması olamaz. Bu konuda Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti halkını, ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil, iş bölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir camia telakki etmek asıl prensibimizdir “ diyen Atatürk’e göre: – Çiftçiler, küçük sanat sahipleri ve esnaf, amele ve işçi, serbest meslek sahipleri, tüccar ve memurlar Türk camiasını teşkil eden başlıca çalışma gruplarıdır. Bunlardan her birinin çalışması, diğerinin ve umumi camianın hayat ve saadeti için zaruridir.” Atatürk’ün yukarıdaki görüşüne göre; Türkiye’de Türk halkı (Türk milleti) vardır. “Biz, imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz.” Bizde işçi-işveren, esnaf-memur, köylü-şehirli… diye sınıflar yoktur. Ancak vatandaşlarımız arasında iş bölümünden meydana gelen meslek grupları vardır. Bu meslek gruplarının
38 Rasim PEHLİVANOĞLU
menfaatleri birbirleriyle çatışmaz. Aksine birbirlerini tamamlar, birbirlerine destek olurlar. – Gaye, sınıf mücadelesi yerine, sosyal nizam ve birliği temin etmek ve birbirini bozmayacak surette menfaatlerde ahenk sağlamaktır.” diyen Atatürk’e göre: Halkımızın çeşitli grup ve zümrelerinin arasında ahenk kurmak; her vatandaşa eşit hak, menfaat ve hürriyet sağlamak halkçılık ilkesinin esas unsurudur. d) Halkçılık Sosyal Adaletçiliktir - Eşitliktir. Bu görüşe göre, ülkemizde hiçbir şahsa ve hiçbir zümreye ayrı muamele yapılamaz. Halkı (milleti) teşkil eden bütün fertler arasında eşitlik vardır. Ülkede her fert, kanun karşısında aynı himayeye sahiptir. Devlet, eşitliği sağlamakla yükümlüdür.Atatürk: – Bizim nazarımızda çiftçi, çoban, işçi, tüccar, sanatkâr, asker, doktor, velhasıl bir sosyal müessesede faal bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir…” diyor ve halk hükümeti idaresinde devletin, bu eşitliği sağlamakla yükümlü olduğunu vurguluyor. Devletçilik Devletçilik ekonomik bir terimdir. Atatürk’ün devletçilik ekonomisi karma ekonomidir. Atatürk devletçiliğinde, ekonomide ferdi teşebbüs esas sayılır. Mülkiyet tanınır. Gerekince ve gerekli sahalârda devletin ekonomiye müdahalesi zaruri görülür; işbirliği ekonomisine taraftardır; sosyalizme de, ferdin insafına dayanan liberalizme de karşıdır. – Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş Türkiye’ye has bir sistemdir…” diyen Atatürk, devletçiliği niçin seçtiğini şöyle anlatıyor: – …Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi, iktisadi işlerde de fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek doğru olamaz.” Görüşünü belirtiyor. – …Prensip olarak devlet ferdin yerine geçmemelidir fakat ferdin gelişmesi için umumi şartları da göz önünde bulundurmalıdır…” diyen Atatürk, devlet ve fert birbirine karşı değil, birbirinin tamamlamalıdır görüşünü açıklıyor. Ekonomik faaliyetlerde, devletin ve özel teşebbüsün aynı role sahip olduğu kabul edilir. Farklı olarak, devlet, düzenleyici ve dizginleyicidir; özel teşebbüsü faydalı alanlara kaydırmakta etkileyici ve yetkilidir.
39 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bugün, ülkemiz ekonomisi alanında hızlı gelişmeler olmuştur: Cumhuriyetin kuruluş yıllarında özel teşebbüste yeterli sermaye birikimi olmadığından, o günler için Atatürk devletçi ekonomiyi savunmuştur. Aslında, Atatürk ferdi teşebbüse daha çok yatkındır. Bir konuşmasında: – Ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için, milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde, bilhassa ekonomik sahada, devleti fiilen alakadar ve faal kılmak”6 görüşünü ileri sürüyor. Atatürk Celal Bayar’a verdiği emir ve direktiflerde şöyle söylemiştir: – Devletçiliğin bizde manası şudur: Fertlerin hususi teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve bir çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline alması… Bizim takip ettiğimiz bu yol liberalizmden başka bir sistemdir.” 7 Fakat bugün, devletçi ekonomide önemli gelişmeler olduğunu görüyoruz. Ülkemizde fertler veya şirketler büyük işyerleri açıyor, fabrikalar kuruyor veya büyük müteahhitlik hizmetleri görebiliyorlar. Bu durumda devletçilikten liberalizme doğru önemli bir kayma olduğu görülüyor. Bu hal, Atatürk’ün beklediği bir gelişmedir. O halde, devletçilik ilkesi eski önemini kaybetmiş, fertler ekonomiye hâkim hale gelmişler ve gelmektedirler. Özel teşebbüs gün geçtikçe daha hızla gelişmektedir. Lâiklik Atatürk lâiklik ilkesiyle, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması esasını getirmiştir. Bu yolla, dinin siyasete alet edilmesini ve din istismarını önlemek istemiştir. Laiklik için, “Bir kültür unsuru olarak dinin hakiki yerine oturtulmasıdır” diyebiliriz. Atatürk’ün laiklik ilkesi şu unsurları içermektedir: a) Laiklik her şeyden önce vicdan ve inanç hürriyetidir. Herkes din, vicdan ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimsenin dini inancına karışılamaz, zorlanamaz, engellenemez. 6 7
Ercüment Kuran-Atatürkçülük Üzerine Denemeler.S.43 Ercüment Kuran-Atatürkçülük Üzerine Denemeler.S.44
40 Rasim PEHLİVANOĞLU
b) Din, Allah ile kul arasında manevi köprüdür. Kimse Allah ile kul arasına giremez. c) Laiklikte, din ile dünya işleri birbirinden ayrılır. Din siyasete alet edilemez. Laik ülkede din devleti yerine, modern milli devlet vardır. d) Din müessesesinin korunması ve devamlılığı kültürün tabii icabıdır. Bunun için dinin öğretilmesine, ferdin dini ihtiyacının karşılanmasına zaruret vardır. e) Devletin resmi dini olamaz. Fakat cemiyetin dine saygılı ve dindar olmasına önem verilir. f) Bazılarının sandığı gibi laiklik dinsizlik değildir. Zira dinsiz cemiyet olamaz. Din, cemiyeti ayakta tutan önemli bir unsurdur. Atatürk’ün söylediği gibi: – Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur… Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır…” Gene Atatürk’ün ifade ettiği gibi: – Bizim dinimiz (İslâmiyet) en makul ve en tabi bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur… Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur…” Laikliği dinsizlik ve Atatürk’ü dinsiz sanan bir kısım gafiller dini bilmeyen ve dinimiz İslâmiyet’in esaslarını öğrenmeyen sözde aydın geçinen cahillerdir. Dini hakiki yerine oturtan, istismarını önleyen ve yücelten laiklik hiç dinsizlik olur mu?... Yukarıdaki sözlerin ve daha pek çok dini övücü konuşmaların sahibi olan Atatürk’e dinsizlik yakıştırması yapanlar, ya dinin gerçeğini bilmeyen yobazlar, ya da kasıtlı olarak Atatürk’ü kötülemek ve küçük düşürmek isteyen gafillerdir diye düşünüyorum. Okul programlarına serpiştirilmesi gayesiyle Atatürk ilkeleri ve Atatürkçülük ile ilgili bilgiler ve maddeler, M.E. Bakanlığı Tebliğler Dergisi’nin 30 Ağustos 1986 tarih ve 2212 numaralı sayısında yayınlanmıştır. Oradan okunmasında fayda görüyoruz. Atatürk ilkeleri ve inkılâplarının bazılarıyla ilgili tamamlayıcı bilgiler kitabın ileriki sayfalarında yer almıştır.
41 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
İKİNCİ BÖLÜM ATATÜRK’ÜN ÜSTÜN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ 1- Çok Yönlü Atatürk Atatürk kimdir diye sorulunca, öncelikle: Ordulara hükmetmiş, üstün düşman kuvvetlerine karşı koymuş, onları yenmiş, sindirmiş ve kaçırmış dirayetli bir Ordu Komutanı aklımıza gelir. 1.Cihan savaşındaki başarıları, özellikle Çanakkale savaşında çizdiği kahramanlık tabloları; Mondros mütarekesi sonucu işgal edilen yurdumuzun kurtarılması için, milletimizin asker-sivil teşkilatlanmasındaki becerisi; İnönüler, Sakarya savaşları ile Başkumandanlık meydan muharebelerindeki üstün kumandanlık kabiliyeti başarılı ordu komutanlığının birer göstergesi olmuştur. Fakat Atatürk sadece bir komutan olarak değil, bütün yaşamı süresince, daha öğrencilik yıllarındayken bile gözü pek faaliyetleriyle; kurmay subay olarak Şam’da, Trablusgarp’ta, Makedonya’da, Balkan savaşının 2. döneminde gösterdiği üstün komutanlık yetenekleriyle daha önceden de dikkatleri üzerine çekmiş lider yapılı bir subaydır. Milli kurtuluş zaferimizden sonraki yıllarda devlet adamı sıfatıyla vatanın imarı ve kalkınmasında gösterdiği başarılı hizmetleriyle de temayüz etmiş ve yaşadığı dönemde önde gelen bütün dünya milletlerine kendisini kabul ettirmiş çok yönlü kişiliğe sahip büyük bir devlet adamı olduğunu kanıtlamıştır. Atatürk, çok yönlü büyük bir liderdir. Şöyle ki; savaşta düşman karşısında orduları şahlandıran muzaffer bir komutan; barışta ileri görüşlü, kudretli bir yönetici; toplumun ihtiyaçları doğrultusunda atılımlar yapmasını bilen inkılâpçı bir lider; her devirde ve her dönemde konuşmalarıyla toplulukları coşturan ateşli bir hatip olan büyük Atatürk, üstün başarılarıyla çok övülmüştür. Yurtta ve dünyada hakkında sayısız yayınlar yapılmış, ciltler dolusu kitaplar basılmıştır. Okudukça ve öğrendikçe Atatürk’ün büyüklüğünü daha iyi anlıyoruz. Atatürk, öyle kısa süreler içinde tanıtılabilecek bir insan değildir. Ben burada, çok yönlü Atatürk’ü gerektiğince tanıtabileceğim
42 Rasim PEHLİVANOĞLU
iddiasında bulunmuyorum. Sadece, Atatürk’ün büyüklüğü hakkında bir fikir vermeye çalışıyorum. Atatürk her sahada kendisini yetiştirmiş büyük bir insandır. Eğitim, bilim, kültür, ekonomi, tarih, felsefe, sosyoloji, din ve başka her konuda Atatürk’ün görüş sahibi olduğunu ve bu konulardaki fikirlerini sırası geldikçe açıkladığını, en iyi ve en isabetli fikirlerin Atatürk’ün ağzından döküldüğünü yaptığımız incelemelerle öğreniyor ve anlıyoruz. Öğreniyoruz ki, hangi konuda olursa olsun Atatürk konuşmuştur. Hem de en güzelini konuşmuş ve en doğruyu dile getirmiştir. Gerçi Atatürk bir kitap yazmamıştır. Toplu halde bir doktrin ortaya koymamıştır. Fakat O, sırası geldikçe düşünmüş, söylemiş, söylediklerini yapmış ve uygulamıştır. Atatürk kuru bir fikir adamı değildir. Söylediklerini uygulayabilen pratik bir devlet adamıdır. Atatürk’ün geniş zaman içerisinde söylediklerini bir araya getirir ve konularına göre sıraya koyarsak Atatürk’ün kitabı kendiliğinden meydana çıkar. Nitekim, O’nun kendi sözlerini derleyen kitaplar bir hayli çoğalmıştır. Utkan Kocatürk’ün derlediği “Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri” ismindeki kitabı bu tür kitapların başında gelir. Atatürk’ü herkes anlatmıştır. Fakat O’nu en iyi anlatan bizzat kendisi ve kendi sözleridir. Atatürk’ü iyi anlamak, O’nun kendi sözlerini okumak ve üzerinde düşünmekle olur. Atatürk’ü görmedik. Fakat O’nu kitaplardan okuduk ve kendisini tanıyanlardan dinledik. Şahsi incelemelerim sonucu öğrendim ki: Atatürk millete hizmet aşkıyla yoğrulmuş idealist bir Türk büyüğüdür, en büyük Türk milliyetçisidir. Atatürk milli duygudur, Atatürk milli heyecandır. Atatürk çevresini aydınlatan parlak bir ışıktır. Atatürk ışığı, kurtuluş savaşımız öncesindeki günlerde doğmuş ve parlamıştır. Kurtuluş savaşımıza o günlerde “Milli Mücadele” denildiğini biliyoruz. Aslına sadık kalmak için yeri geldikçe bizde Milli Mücadele diye söz edelim.
43 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
2- Milli Mücadelenin Mustafa Kemal’i (Hamasi Şiirlerle Destekli) Milli mücadelemizin (Kurtuluş savaşımızın) kazanılmasında Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alınmıştır. Milli duygu, milli heyecan milli mücadelemizin esas unsuru olmuştur. Atatürk, kendisindeki milli duyguyu ve milli heyecanı milletine de duyurmuştur. Milletimizin yapısında var olan milli şuuru uyandırmış ve şahlandırmıştır… Atatürk’ü iyi anlamak için, önce milli mücadele (düşman işgalinden kurtuluş) günlerine bir göz atalım. Milletlerin tarihinde kara günler vardır. Bizimde olmuştur. 1.Cihan savaşında dostlarımız yenilmişti. Gösterdiğimiz bunca cesarete ve kahramanlığa rağmen bizde yenik sayıldık. Başımızda bulunanlar Mondros ateşkes antlaşmasını imzalamıştı. Bitkin durumumuzdan faydalanmak isteyen düşmanlar, dört bir yandan yurdumuzu işgale başlamışlardı. Akla gelmedik işkenceleri milletimize reva görmüşlerdi.. Girdikleri yerlerde evleri basmışlar, kadınları, ihtiyarları işkencelerle öldürmüşler, çocukları bacaklarından tutup ikiye ayırmışlar; gelinlerin, kızların namusuna dokunmuşlardı!... Vatanımızın semalarını kara dumanların sardığı, saldırgan ve acımasız düşmanların elinde milletimizin inim inim inlediği o kara günlerde, halkımızın duygularına tercüman olan duyarlı şairlerimiz, acıklı halimizi dile getiriyorlardı. Bunların coşkulu deyişlerinden birkaç örnek vererek o kara günlerimizi belirtmeye çalışalım. Şair Enis Behiç Koryürek şöyle sızlanıyordu: Kanlı çamurlarda şeref çiğnendi. Kahraman bir kavmi sefiller yendi. Hainler sayısız ocak yıktılar, Yangından yağmaya, cerre çıktılar! ---------------------------------------------Tutuşan memleket: Benim yurdumdu. Münhezim dağılan: Benim ordumdu. O yırtılan bayrak: Benim bayrağım. Yıkılan ocaklar: Benim ocağım!... İzmir’in işgalini duyunca içi kan ağlayan Hüseyin Suat isyan ediyor ve kükrüyordu:
44 Rasim PEHLİVANOĞLU
Ölmeyi bilmeyen insan yaşamaz. Hakka kuvvetle tahakküm olamaz. Müslüman yurduna yunan çıkıyor Hangi hakla ? Vilson’a sor, ---------------------------------------Azmimiz öyle metindir billah, Vermeyiz İzmir’i Allah Allah! Öldürün cümlemizi sonra salın Çiğneyin naşımızı öyle alın!... …………………………………..1 Necmettin Halil Onan, bir kandil gecesinde Allah’a dua ederken şunları da söylüyordu: Bu kutsi gecenin hürmeti için Bu yurdu bir parça güldür Ya Rabbi Büyük Resulünün ümmeti için Bu kadar felâket züldür Ya Rabbi! Samih Rıfat, inandığı milletine şöyle sesleniyordu: Yurdunu çiğnetme, esir olursun! Türbeni çiğnetme, Müslümansın sen. Dövülür, kovulur, hakir olursun; Yurdunu çiğnetme, kahramansın sen… Cemil Sinan şöyle haykırıyordu: Coşkun seller gibi aksa yerde kan, Ant içtik biz, atılırız korkmadan. Tanrı bizim, töre bizim, il bizim.. Bu uğurda can veririz her zaman! O kara günlerde, vatan ve milletini seven herkes acılı, herkes duygulu ve herkes bir arayış içindeydi. Türk milleti esareti kabul etmiyordu. Fakat nasıl kurtulacaktı? Kurtuluşumuzda bize yol ve yön gösteren kim olacaktı? İçten içe kaynayan, hıncı artan milletimiz kendisine cesur, metin, gözü pek, toplayıcı ve kurtarıcı bir baş arıyordu… Nihayet o baş bulundu.. Milletimizin sinesinden altın saçlı, gök gözlü, ateşin bakışlı bir milli kahraman yükseldi: “Mustafa Kemal” diyorlardı adına!
1
Mehmet Kaplân ve Arkadaşları – Milli Mücadele ve G.M.Kemal-İst.1981-S.103
45 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Milli şairimiz Behçet Kemal Çağlar’ın deyişiyle: Güneşler doğdu battı, yıldızlar söndü yandı Ne bahtımız ağardı, ne kinimiz uyandı. Neden sonra ne yıldız, ne gün, ne hilâl gibi, Mustafa Kemal doğdu, Mustafa Kemal gibi! Samsun ufuklarında doğan Mustafa Kemal, Anadolu’nun içlerine giderken: Dağ başını duman almış, Gümüş dere durmaz akar, Güneş ufuktan şimdi doğar, Yürüyelim arkadaşlar!... Mısralarını terennüm ederek yoluna devam ediyordu. Gittiği her yerde, konuşmalarıyla halka güven veren, ateşli nutuklarıyla dertli gönüllere su serpen bu milli kahraman, kendisine inanan milletimizi coşturuyor; tek kalp, tek yumruk olarak milletimiz Mustafa Kemal’in ardından yürüyordu. O’na güven verdi, güç verdi. Gözler Mustafa Kemal’e çevrildi. Mustafa Kemal adı dillere destan oldu. Mustafa Kemal bayrak oldu!... Mustafa Kemal’in önderliğinde yapılan Erzurum, Sivas kongrelerini takiben, Ankara’da TBMM toplandı. Yeni Türkiye Devleti kuruldu ve ülkemizde milli irade hâkim oldu. Milli mücadelemiz Anadolu da yeni bir hükümetin kuruluşuyla resmen başlamış oldu… Her taraftan, vatanın bağrına gelen düşmanlara karşı, ilk aylarda ancak gönüllü çetelerle savaş veriliyordu. Henüz düzenli ordu kurulamamıştı. Bu durum milletvekillerini düşündürüyordu. Mecliste heyecanlı konuşmalar oluyordu. Mebuslardan (milletvekillerinden) birisi sözlerini büyük vatan şairi Namık Kemal’in şu beytiyle bitiriyordu: Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yok mudur kurtaracak bahtı kara madenini?... En büyük ve en korkunç düşmanın ümitsizlik olduğunu çok iyi bilen Mustafa Kemal bu beytin iki kelimesini değiştirerek fakat veznini bozmadan, sert ve sarsılmayan bir azimle şu cevabı veriyordu: Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, Bulunur kurtaracak bahtı kara madenini!...
46 Rasim PEHLİVANOĞLU
Gün gelmiş, düzenli ordu da kurulmuştu. Bütün çeteler disipline alınmış ve bir komutaya bağlanmıştı. İstiklal savaşımızın ilk aylarıydı. Henüz 2.İnönü savaşı olmamıştı. 1921 yılının mart ayında, İstiklal marşımızın büyük şairi Mehmet Akif, o günlerin heyecanı içinde milletimizi temsilen şöyle haykırıyordu: Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım; Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım! Türk’ün zincire vurulamayacağını (hürriyetinin elinden alınamayacağını) dünyaya böyle haykıran Mehmet Akif, mutlu günlerin yakın olduğunu da şöyle müjdeliyordu: Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın! Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın; Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. O günlerde bütün şairlerimiz milli heyecanla kaynıyor, milli duyguları canlandıran şiirler yazıyor ve milletimize ölmez eserler bırakıyorlardı. Bunlardan birisi olan milli şairimiz Mehmet Emin Yurdakul, oğlunu cepheye gönderen bir annenin dilinden askerlerimize şöyle sesleniyor ve onları şevkle, vatan için ölüme sevk ediyordu: Haydi oğlum! Ben seni bugün için doğurdum; Hamurunu yiğitlik duygusuyla yoğurdum; Türk evladı odur ki, yurdu olan toprağı Ana ırzı bilerek, yad ayağı bastırmaz Bir yabancı bayrağı Ezan sesi duyulan hiçbir yere astırtmaz. Git evladım, yıllarca ben oğulsuz kalayım; Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım. Haydi oğlum, haydi git, Ya gazi ol, ya şehit!... Haydi yavrum! Kendine sen de “Yiğit er” dedir; Büyüdüğün gaziler ocağına can getir; O cenkleri kazan ki, senin büyük Türk adın Yedi iklim, dört bucak içerisine ün salsın; Beş yüz yıllık ecdadın Kabirlerde titreyen kemikleri öç alsın.
47 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Git evladım, yıllarca ben oğulsuz kalayım; Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım. Haydi oğlum, haydi git; Ya gazi ol, ya şehit!... Şahlanmış bir millet ve ona yol gösteren îmanlı, güçlü bir baş olduktan sonra kurtarılamayacak ne olabilirdi? İnönüler, Sakarya savaşları ve ardından: 26 Ağustos gece sabaha karşı, Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı. Bu ölüm bestesinin içinde yandı dağlar! Alt üst oldu siperler, eridi demir ağlar! Mısralarında ifadesini bulan büyük zafer başladı. 30 Ağustos günü Dumlupınar meydan savaşında bozulan düşman –kaçtı… 1922 yılının 9 Eylül günü İzmir’de denize döküldü!... Milli şairimiz Behçet Kemal Çağlar’ın deyişiyle: Millet gövde oldu, Ata baş oldu. Taşlar silah oldu, otlar aş oldu Misli görülmemiş bir savaş oldu. Attık yabanları yurttan dışarı! Ve böylece kurtardık ana vatanı.
48 Rasim PEHLİVANOĞLU
3 - Yüksek Türk Kültürüne Sahip Atatürk’ün Türklük Duygusu El açıp Allah’a dua ederek milli mücadeleye başlayan Mustafa Kemal Milletimize inanıyordu. Milletimizin cesaretine, metanetine, asaletine ve kahramanlığına güveniyordu. Türk milletinin benliğinde var olan hürriyet aşkımız, esarete isyanımız, hakka inancımız, haksızlığa karşı koyuşumuz Mustafa Kemal’e güven ve güç kaynağı oluyordu. Milli mücadelenin Mustafa Kemal’ine göre: – Türk milleti büyük bir aslandır. Biz hepimiz onun tüyleri arasına sıkışmış ve sığınmış göz ile görünmez küçük varlıklarız… Bu aslanı tahrik edebilmek… İşte bizim için iftihar edilecek rol budur…”1 Atatürk rolünü başarmış, bu büyük aslanı tahrik etmesini bilmiş ve yurdumuzu kurtarmıştır. Mustafa Kemal’in “tabiat çocuğu” olarak tanımladığı – Türk yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir…” Evet, yıldırım gibi gürledik, kasırga gibi estik, kükredik, düşmanı yıldırdık, yendik, kaçırdık ve büyük zaferi kazandık… Esaret altındaki diğer milletlere de ışık olduk, yol gösterdik… Atatürk, vatanı kurtarma savaşına: – … Türk’ün haysiyet ve izzetinefsi ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır (daha iyidir)”2 diyerek atılmıştır. Çok şükür, esaret zincirini kırdık fakat mahvolmadık. Atatürk, milli mücadele yıllarında: – …Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri, düşmanların mel’un ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir” 3 diyordu. Yükseldiğimizi gördü ve dünyaya da gösterdi. En büyük Türk milliyetçisi olan Atatürk’ün Türk milletine âşık olduğunu yukarıda söylemiştik. Diğer milletlerinde milliyetlerine saygı duyan Atatürk, milletimizin başka milletlerden daha üstün vasıflara sahip olduğuna inanıyor ve şunları söylüyordu: 1
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri – A.A. Merkezi Genişletilmiş 2. Basım No: 302 a.g. e. s 302 3 a.g. e. s 318 2
49 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–… Türk milleti kahramanlıkta olduğu kadar, istidat ve liyakatte de bütün milletlerden üstündür” diyor ve devam ediyor: – Ben, batı milletlerini, dünyanın bütün milletlerini tanırım… Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetlerinin üstündedir.” “Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek maksatlar uğruna ölmesini biliriz.” diyen Atatürk devamla: – Türk’e olumlu ve iyi bir şey veriniz, bunu reddetmesine imkân yoktur” 4 diyor. Tarihi çok okuyan, özellikle Türk ve İslâm Tarihini çok iyi bilen Atatürk’e göre: – Türk milletinin manevi gücü yüksektir, diğer milletlerden üstündür. Türk zekidir, cesurdur, çalışkandır. Gerektiğinde vatan için ölmesini bilir. Türk olumlu bir şeyi reddetmez.” Atatürk’ün görüşleri budur. Tarihin sayfaları da böyle yazıyor.
Önde Gelen Yabancıların Görüşleri ve Atatürk Geçmişte, dünyanın önde gelen büyük adamları da Türk Milletinin büyüklüğünü anlamış ve övgü dolu sözlerle takdirlerini dile getirmişlerdir. Atatürk’ün görüş ve duyuşlarına destek olmak üzere bu övücü sözlerden birkaçını aşağıya alıyorum. Alman tarihçi Hammer: “Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkmış öyle eserler vardır ki; bunlar medeniyetin birer ziynetidirler. Sadelik içinde görkem, suskunluk içinde büyüklük, alabildiğine bir yurt ve millet sevgisi.” Alman filozofu Kayserling: “Türkler muhakkak ki; Avrupa ve yakın Asya tarihinin tanıdığı en halis efendi millettir!…” Lord Byron: “Kılıcı insafsız bir maharetle kullanan Türk’ün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır!...” Fransız Edibi Lamartin: “Bence, insaniyete şeref veren Türk ulusunun düşmanı olmak insanlığın düşmanlığı olmaktan farksızdır. Türklerin yurdu efendiler diyarı, kahramanlar memleketi, şehitler ülkesidir!...” Türkler, bir ırk ve ulus olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
4
a.g.e. s 303
50 Rasim PEHLİVANOĞLU
Lord Bearonsfield: “Türk’ün ezeli meziyetlerini, tarihi faziletlerini, yüksek yeteneklerini inkâr etmeyelim!...” Fransız İmparatoru Napolyon: “Türkler öldürülebilirler fakat mağlup edilemezler!... Çünkü onlar vatanlarına, her şeyi feda edecek derecede bağlıdırlar!...” Arap Bilgini Cahiz: “Türkler, pek namuslu insanlardır. Ne savaşta, ne barışta hile yapmazlar. Fırsattan yararlanmaya tenezzül etmezler. Özleri de doğrudur, sözleri de!... Vatanlarına bağlılıkları ise her hasretlerinin üstündedir.” Rus Komutanı Çernayef: “Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekâsı da vardır.” İngiliz Komutanı Tavsend: “Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır!...” Conte de Bonneval: “Bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. Vatan aziz ve pek aziz! Lakin Türk de aziz, hem çok aziz!...” American Komutanı Mc. Arthur: “Türk silahlı kuvvetleriyle işbirliği yapmaktan büyük bir sevinç ve gurur duyuyorum. Türk askerinin örnek cesaretinden asla kuşkum yok. Birliğimize katılan bu muazzam kuvvetin bana, Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı ve dünyanın en büyük askeri liderlerinden biri olan Kemal Atatürk ile yakın dostluğumu hatırlatmasından sonsuz bir haz duyuyorum!...” (Kore savaşlarında Başkomutan) (yukarıdaki sözler Ahmet Evintan’ın bir gazetedeki makalesinden alınmıştır.)
Bu ünlü kişilerin arasında, geçmişte Türklere karşı savaşmış olanlar da vardır. Anlaşılıyor ki; Türkün yüceliğini, değerini, gücünü ve kahramanlığını düşmanları bile kabullenmiş ve inkâr edememişlerdir. Atatürk’ün kendi milletine karşı duyduğu üstün sevgi ve saygının nedeni daha iyi anlaşılmaktadır. Atatürk şöyle söylüyor: – Batı milletlerini, bütün dünya milletlerini tanırım. Bu tanıma harp sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek sizi temin etmek isterim ki bizim milletin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinden üstündür.” 5
5
Turhan Feyzioğlu – Atatürk ve Milliyetçilik S.23
51 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Hiçbir millet, milletimizden çok, yabancı unsurların inanışlarına saygı göstermemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk milleti tarihte medenidir. Hakikatte medenidir. “6 Atatürk’ün Türk milleti hakkındaki övücü sözlerini doğrulayan yabancı yazarların birkaçının daha yazılarından aşağıya alıntılar yapıyorum: 1655 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Johan Thevenet isimli bir seyyahın “Tebaasının Gözüyle Büyük Türk’ün İmparatorluğu” adıyla yazdığı bir kitapta şunlara da yer verilmiştir: – Kesin gerçek şudur ki, Türkler iyi insanlardır ve kendimize yapılmasını istemediğimiz hiçbir şeyi başkasına yapmamak yolundaki emre büyük bir dikkatle uyarlar… Asil Türkler çok dürüst insanlardır. Bütün dürüst insanları, Türk, Hıristiyan veya Musevi olmalarına bakmaksızın takdir ederler… Türkler son derece inançlı, yardımsever insanlardır… Türkler kendi aralarında pek kavga etmezler. Etseler bile, yoldan ilk geçen kişi onları barıştırır… Türkler ölçülü insanlardır. Onlar için denilebilir ki; yaşamak için yemek yerler, yemek için yaşamazlar.” 7 görüşünü savunuyor. Ünlü filozof Voltaire: “Büyük Türk, değişik dinlere mensup yirmi milleti barış içinde yönetiyor. Türkler Hıristiyanlara, barış zamanında ılımlı ve zafer anında âlicenap olunabileceğini öğretmişlerdir.” David Holham: “Türkler yıkıcı değil, yapıcı bir millettir. Türklerin birçok mükemmel meziyetleri vardır: Vakar, asalet, dürüstlük, içtenlik, nezaket, misafirperverlik, büyük fiziki cesaret ve dayanıklılık.” Fransız Tarihçisi Andre Clot: “Kendi dinlerinden olmayanlara karşı Osmanlılar hiçbir düşmanlık göstermemiştir… Hıristiyan ülkelerde hoşgörünün nadir olduğu bir devirde, bu ülke hoşgörü alanında herkese örnek olacak durumda idi” diyor. 8 Daha birçok yabancı yazarların ve devlet adamlarının Türkler hakkında övücü sözleri tarih kitaplarında yer almıştır. Türk milletini tanıyan önemli yabancı yazarlarında kabul ettiğine göre, milletimiz (Türk halkı) büyük çoğunluğuyla saygındır, 6 7 8
a.g. e s 32 a.g. e s 29-30
A.g.e s.30-31-32
52 Rasim PEHLİVANOĞLU
azizdir, yiğittir, yüreklidir, sevecendir, sabırlıdır, özverili ve erdemlidir. Gerçek anlamda ülküsüne ve inancına bağlıdır. Konuksever, yurtsever, iyiliksever ve insan severdir. Yabancılar dahi Türkleri böyle överken, bakalım Atatürk milletimiz hakkında ne diyor: Atatürk’ün nutuklarının en önemlisi olarak gördüğüm 10.yıl nutkunda şöyle söylüyor: – Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir, çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir ve çünkü Türk Milletinin elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir…” –… Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” Atatürk’ün, Türk Milletinin yüceliğini belirten birkaç sözünü daha aşağıya almakta fayda görüyorum: – Türk’ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.” – Türk milleti güzel her şeyi, her medeni şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder. Fakat muhakkaktır ki, her şeyin üstünde takdir ettiği bir şey varsa, o da kahramanlıktır.” – Bizim milletimiz; vatan için, hürriyet ve egemenliği için fedakâr bir millettir.” –Türkiye halkı, yüzyıllardan beri hür ve müstakil (bağımsız) yaşamış bir milletin kahraman evlâtlarıdır.” – Bu millet tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak kalacaktır.” 9 Yukarıya alınan, Türk Milletinin değeri hakkında Atatürk’ün söylediği övgü dolu sözlerin yanı sıra; yabancı devlet adamlarının ve yabancı yazarların takdir edici görüşlerinden de anlaşıldığı üzere, Türk Milleti yüksek bir milli kültüre sahiptir. Gerçek bu iken, Türk Milleti olarak kendimizi küçük görmeyelim. Türk, küçük değil büyüktür, yüksektir… Bizi küçük görenleri veya kendimizi küçük gösterenleri herhalde hoş görmemeliyiz. Eğer aramızda küçükler varsa, küçük işler yapanlar bulunuyorsa, bu hal Türk’ün küçüklüğünden değil, Türklüğü öğrenemeyişlerinden ve yaşayamayışlarındandır. Çeşitli tesirlerle kendimize yabancılaşmamızdan ve Türk milletinin asaletini 9
A.g.e. s.33-34
53 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bilmeyişimizdendir. Birkaç kötü örneği genelleyerek kendimize iftira etmeyelim, kendimizi öğrenmeye çalışalım. Kendimizi sevelim ve kendimize güvenelim.
Çeşitli Şiirler ve Fıkralarla Türklük Duygusu Türkçülüğün Esasları kitabının yazarı olan ve Atatürk’ün “fikir babam” diye tanımladığı büyük düşünür Ziya Gökalp’ın, çocukların Türklük bilincini güçlendirmek gayesiyle yazdığı küçük şiirini aşağıya alıyorum: Yüce Tanrı! Biz ki yavru Türkler ’iz. Sana geldik vatan için duaya! Yurdumuzun necatını dileriz, Elimizi açtık işte semaya. Yüce Tanrı! Kalbimizi uyandır, Yasamızın manasını duyalım! Beş bin yıllık Türk onunla şahlanır, Biz de Türk’üz, soyumuza uyalım. 10 Şair Behçet Kemal Çağlar, Atatürk’le Türk Ulusunu şöyle dile getirir: Atatürk olmasaydı çökmüştü Türk Ulusu. Kurtuluş olanağı öylesine azdı ki, Türk’teki kutsal gücün şahlanışı Atatürk Türk Ulusu olmasaydı olmazdı ki Atatürk11 İstiklal marşımızın yazarı, imanlı şairimiz Mehmet Akif Ersoy, kendi şahsından, Türk milletinin karakter portresini şöyle çiziyor: “Zulmü alkışlayamam; zalimi asla övemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım… -Boğamazsın ki! Hiç olmazsa yanımdan kovarım. Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam. Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam Doğduğumdan beridir aşıkım istiklâle; Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle
10 11
A.g.e. s.17 A.g.e. s.35
54 Rasim PEHLİVANOĞLU
Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum. Kanayan bir yara gördün mü yanar ta ciğerim; Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim; Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım: Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.” Türk Milletinin karakter yapısı işte budur. Atatürk, “Türk! Öğün, çalış, güven…” derken Türklüğümüzle övünmemizi, çok çalışmamızı, kendimize güvenerek geleceğe güvenle bakmamızı öğütlemiştir. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözüyle de, Türk Milleti için de ve Türk toplumunun bir ferdi olarak yaşamanın en büyük mutluluk olduğunu söylemek istemiştir. Zira ne mutlu Türk olana dememiş de ne mutlu Türk’üm diyene demiştir. Mahmut Esat Bozkurt anlatıyor: “Atatürk çok Türkçü idi… Bir gün beraber oturuyorduk. Merhum Nuri Conker bize şaka ettiğini işaret ederek: – Canım dedi, Türklük, mürklük neymiş? Zaten bütün insanlar birbirine karışmıştır. Bunun artık Türk’ü, Acem’i, Fransız’ı ve Rus’u olur mu?” deyince, Atatürk hepimizin çok sevdiği Nuri Conker’e: – Bana bak Nuri! Her şakana eyvallah ama, Türklüğüme ilişme! Benim hayatta yegâne fahrim (biricik övüncüm, kıvancım), servetim Türklüğümden başka bir şey değildir” cevabını vermiştir. Türklük duygusu bu olan Atatürk’e göre acaba bir Türk’ün bedeli nedir? 1925 yılında Kastamonu seyahatinde bir kışla duvarında gördüğü: “Bir Türk on düşmana bedeldir” sözü üzerine subaya soruyor: “Öyle midir? Subay tam bir güvenle ve içten: “Evet Paşam” diyor. Atatürk başını daha dik tutarak ve şanlı Türk tarihini ve onbinlerce kahramanlığı, korkusuz akınları, vatanı müdafaa ve savaşlarını hatırlayarak; cihana karşı durmuş Türkleri ve ecdadını bir anda görmüş olarak karşılık veriyor: – Hayır çocuğum öyle değildir: Bir Türk dünyaya bedeldir!” diyor. – Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” sözüyle de Anadolu Türklüğünün bozulmadan ilelebet yaşayacağını belirten imanlı Atatürk, acaba bu
55 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yüksek Türklük duygusunu nereden, ne zaman ve nasıl almıştır? Kendisinden dinleyelim: – Şair Mehmet Emin Yurdakul’un, ilk defa manastır askeri idadisi’nde öğrenci iken okuduğum “Ben Bir Türk’üm Dinim, Cinsim Uludur”” mısralarıyla başlayan manzumesinde, “Bana milli benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum” diyor. Atatürk’e milli benliğinin gururunu tattıran bu şiiri aşağıda okuyalım: CENK’E GİDERKEN Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur Sinem, özüm ateş ile doludur. İnsan olan vatanının kuludur. Türk evladı evde durmaz giderim Bu topraklar ecdadımın ocağı; Evim, köyüm hep bu yerin bucağı; İşte vatan, işte Tanrı kucağı Ata yurdum evlât bulmaz giderim Tanrım şahit duracağım sözümde; Milletimin sevgileri özümde; Vatanımdan başka şey yok gözümde. Yer yatağı düşman almaz giderim. Ak gömlekle gözyaşımı silerim; Kara taşla bıçağımı bilerim; Vatanım için yücelikler dilerim. Bu dünyada kimse kalmaz giderim. Atatürk, Türklük gururunu : – Asıl bunu orduya katıldığım ilk günlerde bir Anadolu çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum” diyor. Kendi diliyle anlattığı acıklı ve acıklı olduğu kadar da düşündürücü olayın özeti şöyledir: Genç subay Mustafa Kemal, kurmaylık stajı için Hayfa’da bulunuyor. Arap gençlerinden oluşan askerlere, Anadolu Türk delikanlısı olan çavuşlar talim ettiriyordu. O yıllarda, Osmanlılık telkinine göre, Araplar “kavm-i necip” (üstün kavim) olarak adlandırılırken; Türkler (Türk halkı, Anadolu Türkleri ve Türk köylüleri) aşağı görülüyordu. Osmanlılık telkini altında yetişen kıta komutanı, Makedonyalı ve ileri yaşlı bir yüzbaşı, Arap erlere fazla şefkat gösterirken, Türk çavuşlara sert davranıyordu. Çavuşların sözlerini iyi anlamayan Arap genci askerler pek çok yanlış harekette
56 Rasim PEHLİVANOĞLU
bulunuyorlar, bazen çavuşların sabrını taşırıyorlardı. Gene bir gün, sabrı taşan çavuşun birisi Arap asıllı ere sert davranıyor. Anadolu delikanlısı olan bu çavuşu mimleyen yüzbaşı odasına çağırıyor. Odada, çavuşun milli gururunu inciten ve Türk’ü küçük gören ağır sözlerle azarlamaya başlıyor. “… Türk” diye çavuşa hakaret ediyor. Peygamber soyundan gelen Arapları överken, Türkü yeren hakaret dolu sözlere devam ediyor. Türklük gururu incinen onurlu çavuş, kumandanına saygısından dolayı duygularını gemliyor, bir şey söyleyemiyor. Fakat bakışı değişiyor, yüz hatları gerginleşiyor ve sessizce göz pınarlarından dökülmeye başlayan yaş damlaları yanaklarından birbirini kovalayarak bıyıkları üstünde toplanıyor. Gözünden akan yaş damlalarına mani olamayan çavuş böylece kendisini yatıştırmaya çalışıyor. Bu hazin manzarayı, üzgün ve sinirli olarak seyretmekte olan Mustafa Kemal’in içinde isyan duygusu şahlanıyor ve o anda şöyle düşündüğünü kendisi açıklıyor: – O erin bağlı olduğu kavim birçok bakımdan necip (üstün) olabilirdi. Fakat çavuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz kavminde, tarihleri şerefle dolduran büyük ve asil bir millet olduğu bir an şüphe götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise, doğrudan doğruya, Türk aydınlarının kendini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük varsayarak, kendini onlardan aşağı görüp, nefsine olan güveni yitirmesinden ileri geliyordu. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün asalet ve nicabeti ile tanımak ve tanıtmak gerekmektedir.” Böyle düşünen Mustafa Kemal: – O andan beri inandığım bu gerçeğe, bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim” diyor ve hayatı boyunca bu ülküsünü gerçekleştirmeye çalışıyor.Atatürk bir başka konuşmasında: – Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim… Bilelim ki, milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikarıdır (avıdır)” diye söyleyerek, önce kendi kendimize saygı duymamızı ve Türklüğümüze sahip çıkmamızı öğütlüyor. Aksi halde, başka milletlerin avı olabileceğimiz hakkında bizi uyarıyor.
57 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Değerli şairlerimizden Enis Behiç Koryürek, yazdığı şiirinde “Biz kimleriz” diyen kendi sorusunu bizzat kendisi şöyle cevaplıyor: BİZ KİMLERİZ?
(MİİLİ NEŞİDE)
Biz kimleriz?... Biz Altay’dan gelen erleriz. Çamlıbel’de uğuldarız, coşar, gürleriz. Biz öyle bir milletiz ki ezelden beri Hak yolunda, yalın kılıç, hep seferberiz. Zafer bizim şaha kalkmış küheylanımız; Atıldı mı durduramaz ne dağ, ne deniz… Felâketler pençemizde oyuncak olur. Yangınlarla bütün cihan al sancak olur Tanyerinden yıldırımlar saçan sesimiz Gün batısı üzerinden şöyle duyulur: Fırtınalar yoldaşıdır na’ra salan Türk! Hey koca Türk, Tanrısından kuvvet alan Türk! Yürüyoruz başımızda ay yıldızımız, Genç, ihtiyar, kadın, erkek, oğul, kızımız… Soyumuzda ne kahraman kardeşler vardır.. Türkmen, oğuz, Başkurt, tatar ve kırgızımız Demir dağlar delmiş olan bozkurtlarız ki Orhun’da var Kültigin’den kalma yazımız… Medeniyet şimşeğinden gelir hızımız; Sorma: Kimdir kanatlanmış bu genç alaylar? Bunlar bütün nura doğru akın eden Türk! Hey koca Türk, uzakları yakın eden Türk! 12 Yeri gelmişken, daha köyümüz ilkokulunda öğrenciyken, bir cumhuriyet bayramında dinlediğim, Türklük duygusunu dile getiren bir şiirle ilgili anımı yazmak istiyorum: Köyümüzün yakınında yaya 15–20 dakikada gidilen Boyalı köyü vardı. Bir cumhuriyet bayramı gecesi, Boyalı Köyü İlkokulu’nun öğretmen ve öğrencileri köyümüze fener alayı düzenlemişti. Çok sayıda değneklerin ucuna takılmış küçük teneke kutuların içine doldurulmuş kül ve gaz karışımından oluşan harçların yakılmasıyla meydana gelen meşaleli fener alayı ile Boyalı köyü öğrencileri köyümüzü aydınlatmış ve köylülerimizi heyecanlandırmıştı. Hazırlıklı gelen Boyalı köyü öğrencilerinden birisi köy meydanındaki 12
Nejat Birinci: Kahramanlık Şiirleri Antolojisi- İst/ 1987 s 218
58 Rasim PEHLİVANOĞLU
kürsüye çıkarak coşkuyla okuduğu şiiriyle milli heyecanlarımızı kamçılamış ve bizi coşturmuştu. Öğretmenimizin de isteğiyle o şiiri alarak yazmış ve ezberlemiştik. Beş kıtadan oluşan ve milli duygularımızı coşturan (yazarını bilmediğim) “TÜRKLÜK” isimli o kıymetli şiirin, şu anda hatırımda kalan sadece iki kıtasını aşağıya almayı faydalı görüyorum. TÜRKLÜK Sorun bizi tarihten, sorun bizi neler der.. Yeryüzünde en büyük ulustanız biz erler. Uğraştıkça, saldıkça vakit vakit ve yer yer, İnlemiştir şu gökler, titremiştir bu yerler; Bize demir bilekli, tunç yürekli Türk derler! Bilen bilir biz kimiz, tarihte en eskiyiz. Adımız gök yıldırım, demir, kaya, dağ, deniz Hint’e, Çin’e, İran’a, her yana ad salan biz; Doğulardan batıya doludizgin geçmişiz. Bize dağlardan aşan, setler yıkan Türk derler!... Atatürk devri Türkiye’sinde köylerde bile milli bayramlarımız coşkuyla kutlanırdı. Yakın geçmişte verdiğimiz milli mücadelenin ve kazandığımız büyük zaferinde etkisiyle milletimiz vatan sevgisi ve Türklük duygusuyla dopdoluydu. Hele, cumhuriyetin 10.yıldönümünde (hayal, meyal hatırladığıma göre) köyümüzün uygun bir yerinde davullar çalınmış, oyunlar oynanmış, kazanlar kaynamış, etli pilavlar yenilmişti… Çocukluğumun unutulmaz anısı olan o ne güzel bir gündü. Kayseri-Pazarören Köy Enstitüsüne girdiğim ilk gün, tesadüfen rastladığım okul müsameresinin sonunda, ezberimde olan yukarıya aldığım “Türklük” şiirinin tamamını –izin alıp sahneye çıkarak- coşkuyla okumuştum. Karşılaştığım şiddetli alkışlar ve okul müdürümüz rahmetli Sabri Kolçak’ın övgüyle dolu sözleri bugün kulaklarımda halâ çınlamaktadır. Okula başladığım ilk gün okuduğum o şiirle bir anda bütün okulun sevgilisi oluvermiştim…
59 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bugünün Türk Gençliği’ne hitaben yazılan 05.07.2007 tarihli Türkiye Gazetesinde yayınlanan anlamlı bir şiiri, okuyanları düşündürebilir görüşüyle aşağıya alıyorum. EY TÜRK EVLADI Aldığını değil de ürettiğin şeyi sat. Sağlıklısın, esensin, ele geçmez bu fırsat. Geri gelmez bunu bil her dakika her saat, İki elin böğründe öyle ne duruyorsun?... İleriye hamle et, karşıdaki zorluğa, Bir tuğlada sen ilet yurdundaki uygarlığa. Yurdunu yüceltmeye göğüs ger her darlığa Senin yolun aydınlık daha ne soruyorsun?... Zorlanıp terlesen de, bittim artık desen de, Allah’tan imdat iste çok cevherler var sende. Sen bir Türk evladısın, senin yürek kesende Şeref, şanı tertemiz yiğitlik kokuyorsun. Tohumlar gibi varsın şu dünya toprağında, Fışkırıp bitmen gerek ovasında, dağında. Düşmanın emelleri kalmalı kursağında, Halâ mı boş şeylerle kafanı yoruyorsun?.. Tekrar yak şu ateşi Orta Asya çölünde. Yelkenliler buluşsun uçsun Aral gölünde, Yüreğinde saklanan bayraklar var elinde, Burçlara dikmek için erkekçe yürüyorsun.
60 Rasim PEHLİVANOĞLU
4 - Türk Milletini Yüceltme Ülküsünde Olan Milliyetçi Atatürk Her fırsatta bağlılığımızı söylediğimiz Atatürk ilkelerinin en başta gelenin milliyetçilik ilkesi olduğu, Atatürk’ü iyi tanıyan bütün yazarlar tarafından belirtilmiştir. Diğer ilkelerin milliyetçilik etrafında yer aldığı yazılıyor. Türk milletinin milliyetçilik duygusunu canlandırmak suretiyle istiklâl savaşını kazanmış olan Atatürk, savaştan sonra milli mücadele arkadaşlarıyla birlikte milli devleti kurmuş olduğunu yukarıda belirtmiştik. Sağlığında, kendisini Türk milliyetçisi olarak tarif etmiş olan Atatürk’ün, gelmiş geçmiş en büyük Türk milliyetçisi olduğu bir gerçektir. Bugün yaygın halde söylenen Atatürk Milliyetçiliği sözü, aslında Türk milliyetçiliğinden başka bir şey değildir. Zira: Atatürk’ün geçmişteki büyük hizmetleri, verimli çalışmaları, büyük devlet adamlığı vasfı, her konudaki veciz sözleri, Türk milliyetçiliğinin en güzel ifadesi olduğundan ve de bazı siyasi veya ideolojik grupların milliyetçilik mefhumunu istismar konusu yaptığından Türk Milliyetçiliğine “Atatürk Milliyetçiliği” denilmiştir. Büyük fikir adamı rahmetli Turan Feyzioğlu’nun teklifi ile de bu ifade anayasamıza girmiştir. Türk milletinden olmanın gururunu duyan Atatürk, her vesileyle de Türk milliyetçisi olduğunu ifade etmiştir. Ünlü tarihçi yazar Yılmaz Öztuna, Türkiye gazetesinde yayınlanan 2 Kasım 2003 tarihli baş makalesinde: “…Tek hedef Türk milletini muasır medeniyet seviyesinin üzerine yükseltmek” olduğunu yazarak “Atatürk derecesinde, Türk milletine aşık başka bir şahsiyet hatırlamıyorum” diyor ve “10 ila 20 yıl daha yaşasaydı, bugün bambaşka bir Türkiye olacağından eminim” görüşünü savunuyor. Şahıslar geçicidir. Fakat toplum daimidir. İnanıyoruz ki Türk toplumunda var olan Türk milliyetçiliği ruhu ilelebet yaşayacak ve övünçle devam edecektir. Atatürk, Kurtuluş savaşı sonrası kurduğu milli devleti, milli kültür esasları üzerine oturtmaya çalıştığını biliyoruz. Bugünkü Türkiye Cumhuriyetimiz milli kültür üzerine kurulmuş dinamik bir milli devlettir. Devletimizin dayandığı milli kültür Türk kültürüdür.
61 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Ama milli kültürümüze, milli benliğimize aykırı düşmeden çağdaş kültürden de yararlanarak gelişmemiz normaldir.
Kültür – Milli Kültür Eğitilmiş iyi insan aynı zamanda kültürlü insandır. “Türk Milletinin temeli kültürdür” diyen Atatürk, kültürü şöyle tanımlıyor: – Kültür okumak, anlamak, görebilmek ve görebildiğinden anlamlar çıkarmak, uyanık olmak, ders almak, düşünmek, zekâyı eğitmektir1” diyen Atatürk’ün bu sözlerinde ifadesini bulan kültürlü insanı yetiştirmek ve onların memleket hizmetinde görev almalarını sağlamak elbette milli devletin görevidir. Milli devlet, milli kültüre dayalı devlettir demiştik. Milli devlet, milli kültürü koruyan, geliştiren, yücelten, milli hayatın sürüp gitmesini temin eden, ferde ve millete hakiki saadet yolunu açan bir şekilde teşkilatlanmadır… Yükselmek için milli birliğe ve milli kültüre çok önem veren Atatürk: – Bir ülkenin en değerli varlığı yurttaşlar arasında milli birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık, duygu ve kabiliyetlerin olgunluğudur… Bu sebeple Türk milletinin idaresinde ve korunmasında, milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir (ülküdür).”2 diyor. Cumhuriyetimizin yaşamasını Türk kültürüne (yani milli kültürümüze) sahip çıkmamızda gören Atatürk: – Bir milletin mutluluk saydığı şey diğer bir millet için felâket olabilir. O halde bir millet kendine göre mutluluk sayacağı bir şeye erişebilmek için başvurduğu gerek ve araçlar, kendi ruhundan çıkarsa o zaman amaca varabilir.”3 Bir başka konuşmasında Atatürk şöyle söylüyor: – Her milletin kendine has gelenekleri vardır. Hiçbir millet diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynısı olabilir ne de kendi milliyeti içinde kalabilir.”4 İşte, O sevdiğimiz büyük insan Türk kültürüne böylesine bağlıdır.
1 2
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri – Genişletilmiş 2. Basım – Atatürk A.Merkezi, s.246
a. g. e., s.307 a. g. e. s. 319 4 a. g. e. s.319 3
62 Rasim PEHLİVANOĞLU
Türk gençliğinin kültürlü bir insan olarak yetişmesine özen gösteren Atatürk; – Milli kültürümüzün her çığırda açılarak yükselmesini, Türk cumhuriyetinin temel direği olarak temin edeceğiz”5 diyerek davamızın büyüklüğünü şöyle belirtiyor: – Büyük davamız en uygar ve en bolluğa, rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil düşüncelerinde temelli bir devrim yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir (ülküsüdür).”6 Biliyoruz ki: medeniyet beynelmilel, kültür ise millidir. Kültürler daha çok o milletin özel yaşantısını ve kendisine has karakter özelliklerini yansıtır. Onun için kültürler milletten millete farklılık gösterir. İşte bu farklılık milli kültürü oluşturur. Ancak, milli kültürler de çağdaş kültürlerden faydalanarak gelişebilir. Milli kültürü özetle: “Millet fertlerini birleştiren, beraberleştiren, o millete has milli, manevi, insani, ahlâki değerler bütünüdür” diye tanımlayabiliriz. O halde, bu kadar önemli olan milli kültürümüze sahip çıkmak ve onu geliştirmeye çalışmak hepimizin, özellikle öğretmenlerimizin milli görevidir. Milli kültür, ülkede milli birliğin gelişmesinde ve pekişmesinde en etkili unsurdur. Milli kültürden kopuk olarak yetişen nesiller, Atatürk’ün belirttiği gibi, başka milletlerin avı olur. Toplumumuzda yer alan gelenekler, görenekler, dil, din, milli tarih, milli duygu, milli heyecan, insani değerler ve ahlâki kurallar ile musiki, folklor bunların hepsi milli kültür unsurlarıdır. Bu kültürel değerler, normal olarak diğer milletlerinden farklılık gösterebilir. Bugünkü devletimizin dayandığı milli kültürün Türk kültürü olduğunu söylemiştik. İnsanımıza, milliyetçilik şuuru, milli duygu, milli heyecan ve milli kültürümüzle verilebilir. İncelemelerimizde görüyoruz ki, Atatürk’ de milli kültürümüzün eseridir. Atatürk’teki milli duygu, milli heyecan ve milli ülkü doruğa yükselmiştir. Gerek milli mücadele sırasında, gerekse milli devleti kurduktan sonraki hizmetlerinde, Atatürk, en büyük Türk milliyetçisi olduğunu defalarca ispat etmiştir. Bütün konuşmalarında milli şuurun, milli heyecanın ve milli ülkünün izleri görülmektedir.
5 6
a. g. e. s.347 a. g. e. s.313
63 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün Kültür Milliyetçiliği Atatürk milliyetçiliğinin kültür milliyetçiliği olduğu biliniyor. Kültür milliyetçiliğine göre; insanlığın temeli millet hayatıdır. Millet hayatının temeli ise milli kültürdür. Atatürk’ün benimsediği milli kültür Türk kültürü olduğuna göre, Atatürk milliyetçiliği de, Türk kültürüne dayalı kültür milliyetçiliğidir. 10.yıl nutkunda: “Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız…” diyen Atatürk, Türk kültürünü korumak, geliştirmek ve muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak için büyük çaba göstermiştir. Türklük bilincini uyandırmak kökleştirmek Atatürk’ün en büyük şevk ve heyecanı olmuştur. Bu şevk ve heyecanladır ki, Atatürk devri, Türkiye için çok lüzumlu olan destanî bir havaya bürünmüştür. O günleri yaşayan bugünün yaşlı veya rahmetli insanları o havayı teneffüs etmişler ve ferahlamışlardır. Atatürk milli kültürümüzü daha da geliştirmek azim ve kararındaydı. Çeşitli konuşmalarından öğrendiğimize göre, milli ve manevi değerlerimize, milli gelenek ve göreneklerimize, milli ahlâkımıza, (top yekûn milli benliğimize) belki hepimizden daha saygılı ve daha bağlı olan Atatürk, geçmişi kötüleyerek değil, geçmişimize sahip çıkarak ilerlememizi istemiştir. Atatürk, iyi olanı, güzel olanı, kıymetli olanı muhafaza ederek ve bunları basamak yaparak daha iyiye ve daha ileriye hamle yapmamız görüşünde olan bir liderdir. – Benim hayatta yegâne servetim, fahrim (övüncüm) Türklükten başka bir şey değildir” diyen Atatürk “Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak kalacaktır!”7 derken de Türklüğe ve Türk kültürüne verdiği önemi belirtmiş oluyor. Başka bir konuşmasında, “Türk! Öğün, çalış, güven” diyerek Türklüğümüzle övünmemizi, çok çalışmamızı ve geleceğe güvenle bakmamızı öğütleyen Atatürk, kültür milliyetçisi olduğuna göre bizim de Türk kültürünü sahiplenmemiz milli görevimizdir. Milli kültürümüze sahiplenmekle Atatürk’e de sahip çıktığımızın bilincinde olmalıyız. Türk milletinin yüceliğine inanan ve güvenen Türk milliyetçisi Atatürk, 10.yıl nutkunun son bölümünde milletimize olan güvenini şöyle ifade etmiştir: 7
a. g. e. s.301
64 Rasim PEHLİVANOĞLU
– …Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki intişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır!” diyor ve bu duygusunu imanla söylüyor. Türk kültürüne bağlı muhafazakâr bir Türk Milliyetçisi olan Atatürk’ün muhafazakârlığı inkılâpçılığına mani olmamıştır. Atatürk, Türk toplumunu milliyetçilik esasında modernleştirmek ve muasırlaştırmak istemiştir. Milliyetçilikten hız ve ilham alan Atatürk’ün inkılâpçılığı, geçmişle ilgili ne varsa hepsini devirmek gibi yıkıcı icraat hırsıyla ilgili olmayıp, Türk sosyal hayatının zaruri taraflarını gayeye uygun şekilde yeniden düzenlemekten ibarettir. Sağduyu ölçüsünde hareket edebilen Atatürk, muhafazakârlıkla inkılâpçılığı birleştiren büyük Türk milliyetçisi olduğunu kanıtlamıştır. Burada düşünelim: Madem Atatürkçüyüz diyoruz, Atatürk ilkelerine bağlılıktan söz ediyoruz, Atatürk yolunun yolcusuyuz diyoruz… O halde, Atatürk’ün bu yönünü de göz ardı edemeyiz. Elbette ileriye bakacağız ve ilerleyeceğiz. Ama bu, milli benliğimizden koparak değil, şu veya bu topluma benzeyerek değil, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkarak ilerlemeye devam edeceğiz ve çağdaş kültür seviyesinin üzerine yükselmeye çalışacağız… Milli kültürden, Türk kültüründen söz ediyoruz. Bunun yanında bir de İslâm kültürü olduğunu görüyoruz. Toplumumuzu incelediğimizde görülüyor ki: İslâm kültürü ile Türk kültürü karışmış, kaynaşmış ve de gelişerek yeni bir kültür oluşmuştur. Dün sahip olduğumuz, bugün sahip olmamız ve daha da geliştirmemiz gereken milli kültür işte bu kültürdür… Atatürk’ de Türk-İslâm kültürüyle yetişmiş büyük asker ve büyük devlet adamıdır. Zira, Türk tarihi kadar İslâm tarihini de okumuş ve hazmetmiş olan Atatürk, çeşitli konuşmalarında İslâm dininin yüceliğini etkili cümlelerle ifade etmiştir. Bu konudaki görüşlerini ileriki sayfalarda okuyacaksınız. Bugün biz, Türklükle İslâmiyet’i ayrı düşünemeyiz. Tarih boyunca, bu iki büyük kültür birbiri içine girmiş, birbirinin tamamlayıcısı ve bütünleyicisi olmuştur. Sözünü ettiğimiz milli kültürümüzü bu açıdan görmek ve değerlendirmek durumundayız. Ülkemiz nüfusunun %98’i Müslüman olduğuna göre, milli birliğimizi pekiştirmek için en etkili unsur olarak Türk-İslâm kültürünü benimsemeliyiz. Ülkemizde yaşayan başka dinden olan vatandaşlarımızın dini kültürlerine de saygı duymalıyız. Gayemiz,
65 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bütün Türk toplumunca çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine yükselmek olacaktır. Bugün, yokluğundan veya azlığından şikâyetçi olduğumuz millet memleket sevgisi, millete hizmet duygusu, millet çıkarlarını şahsi çıkarlarımızın üzerinde görme duygusunun eksikliği, gençliğimize etkili bir milli kültür eğitimi veremeyişimizden ileri gelmektedir… Milli kültür eğitimi sadece okullarımızda değil, akıllıca bir düzenleme ile televizyonda, radyoda, sinemalarda, kahvehanelerde, ibadethanelerde, fabrikalarda, bütün iş yerlerinde ve diğer yaygın eğitim kurumlarında da başarıyla verilebilir. Yeter ki, yetkililerimiz bu konuya samimiyetle eğilsinler ve gereğini ciddiyetle düşünsünler… Yurdumuzun bütün il ve ilçelerinde kurulmuş olan halk eğitim teşkilatlarının en önemli vazifesinin bu olduğu bilincine artık varmalıyız. – Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim” diyebilen ve ateşli bir Türk milliyetçisi olan Atatürk, Türk toplumunun Türk kültürü ile beslenmesini, yoğrulmasını istiyordu: – Biz esasen milli mevcudiyetimizin temelini, milli şuurda ve milli birlikte görmekteyiz” diyor ve “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz, Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetin dayanağı Türk toplumudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur”8 görüşünü açıklıyor. – Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela biz kendimize, benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün eftal ve harekâtımızla gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır (avıdır)9” diyerek milli benliğimize ve kültürümüze sahip çıkmamızı ısrarla vurgulamış oluyor. – Biz kendi benliğimiz içinde ve kendi mizaç ve tabiatımızla terakki ediyoruz ve edeceğiz” diyen Atatürk – Maneviyatı kuvvetlendirmek ve cesaret almak için, milli benliğin üzerinde durarak, tarihten faydalanmak lâzımdır” görüşünü savunuyor ve
8 9
a. g. e. s.308 a. g. e. s.308
66 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler için kendinde kuvvet bulacaktır”10 sözüyle, tarihi iyi okuyarak atalarımızı tanımamızı öğütlemiş oluyor. İstiklal savaşını kazandıktan sonra Atatürk’e: “Paşam, işte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istiyorsunuz?” diye soruyorlar. Atatürk ise: “Milli Eğitim Bakanı olarak milli kültürü yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir” 11 cevabını vererek milli kültürün önemini vurgulamıştır. Kurtuluşumuzun lideri ve yeni devletin başkanı olan Atatürk, elbette M.E. Bakanı olamazdı. Ama bu sözüyle genç neslin yetişmesinde milli kültüre verdiği değeri belirtmiş oluyordu. Çeşitli eğitim mevzuatımızda yer yer milli kültürden, milli kültür değerlerimizden söz edilir. Örneğin: Milli Eğitim Temel Kanununun 40.maddesinin 3.fıkrasında: “Milli kültür değerlerimizi koruyucu, geliştirici, tanıtıcı, benimsetici nitelikte eğitim yapmak” gereği belirtilmiştir. Aynı kanunun 2.maddesi, Türk milli eğitiminin genel amaçları bölümünde: “Türk milletinin bütün fertlerini… Milli, ahlâki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren… Yurttaşlar olarak yetiştirmek” amacı yer almıştır. İlköğretim kurumları yönetmeliğinin 5.maddesinin c fıkrasında “Öğrencilerin milli kültür değerlerini tanıması, takdir etmesi, benimsemesi ve korumasını sağlamak” amacı yer almaktadır. Müfredat programlarının eğitim ve öğretim ilkeleri bölümünün ilk maddesinde: “Okulun milli bir eğitim kurumu olduğu” belirtilmekte “Çocuklara milli kültürü aşılamak mecburiyetinden” söz edilmekte. “Okulda her derse, milli hedeflere ulaştıracak bir vasıta olarak bakılmalı” denilmektedir. Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı üzere, milli kültüre ulaşmak milli eğitimimizin vazgeçilmez amacıdır. Okullarımızın milli kültür vermedeki başarısı elbette ki öğretmenlerin milli kültürle bezenmiş olarak yetişmesi ile mümkündür. Öğretmenlerimiz, milli kültür değerlerimize sahip, onları koruyan, geliştiren, tanıtan, benimseten nitelikte yetişmeli ki; öğrencilerini de milli kültür değerleriyle donatabilsin… Milli kültürümüzü korumak, geliştirmek ve yüceltmek ülküsünde olan Atatürk’ün özlediği okul bu okul ve özlediği öğretmen bu öğretmendir. 10 11
a. g. e. Utkan Kocatürk-Atatürk’ün F.ve D.Genişletilmiş.2.baskı-S.247
67 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Okumayan, okuyarak kendisini yenilemek ve yetiştirmek ihtiyacı duymayan, milli kültürümüze yabancılaşmış öğretmenler, öğrencilerine okuma sevgisi veremez ve onları milli kültürümüze sahip ve koruyucu olarak yetiştiremez. Böyleleri “Atatürk’ün öğretmeni olamaz.”
XII. Milli Eğitim Şurası ve Milli Kültür Milli kültür konusu da konuşulan XII. Milli Eğitim Şurasından bu konuyla ilgili özet açıklama yapmayı gerekli görüyorum: 22 Temmuz 1988 tarihinde yapılan XII. Milli Eğitim Şurası’na emekli öğretmen olarak davet edilmiştim. Şura genel kurulundan önce, öğretmen yetiştirme komisyonu üyesi olarak görev yapmıştım. Komisyonda birkaç kez söz alarak önemli konuları dile getirmiştim. Bu arada, öğretmenlerin milli kültürümüzle bezenmiş olarak yetişmesine özellikle dikkat çekmiş ve gerekli açıklamalar yapmıştım. Komisyon üyelerinin alkışlarıyla takdirlerine muhatap olmuştum. Fakat, şura genel kuruluna sunulmak üzere hazırlanan komisyon raporunda milli kültür konusunun yer almadığını üzülerek görmüştüm. Bu konuda verdiğim –komisyonda beğeni ile karşılananönergelerimin hiçbirinden söz edilmemişti. Komisyonu yöneten Prof. M. S ile konuşarak nedenini sormuş ve rapora alınmasını istemiştim. Sayın Prof. önemsememiş ve teklifimi sözle geçiştirmişti. Komisyon raporunda milli kültür konusu yer almadan ve benim imzam alınmadan rapor genel kurula sunulmuştu. Şûra genel kurulunda çeşitli konularda konuşmalarım olmuş ve öneriler vermiştim. “XII. Milli Eğitim Şurası” kitabının 113 – 307 – 309 – 355 ve 356 – 363 ve 479. sayfalarında (genel kurul başkanının geniş yorumu ile) yer alan konuşmalarım ve önerilerimden milli kültürümüzle ilgili olarak verdiğim üç önerimin kabulüne dair, XII. Şura kitabının 356. sayfasında yer alan tutanağı bir fikir vermek üzere aşağıya aynen alıyorum: “Sayın Rasim Pehlivanoğlu’nun Önergesi Milli Kültür Konusunda” “1. Öğretmenlerin hizmet öncesiyle hizmet içi eğitiminde esas olan alan bilgisi, öğretmenlik bilgisi, genel kültür yanına bir de milli kültür eklenmelidir. Öğretmenlerimiz milli kültür değerlerini benimsemiş olarak yetiştirilmelidir” denmiş.
68 Rasim PEHLİVANOĞLU
Başkan (Hasan Celal GÜZEL): “Ben, komisyon raporuna bu önerge geldikten sonra baktım, hakikaten bu konuda herhangi bir hüküm yok.” “2. Milli kültürün ne olduğu ve milli kültürümüzün unsurları, kurulacak bir komisyon yoluyla tespit edilmeli. Belirlenen milli kültür unsurları başta öğretmen yetiştiren kurumlar olmak üzere bütün okullarımızın müfredat programlarına serpiştirilmeli.” Başkan: “Müsaade ederseniz, iki ayrı konu var. Bu milli kültürün eklenmesi konusunda aleyhte görüş sahibi olan var mı? Yok. Önergenin bu 1 inci kısmını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Milli kültür konusunda yetiştirmeye ilâve edilmesi kabul edilmiştir.” (Başkan devam): “İkinci konu olana yapıyoruz. Çeşitli komisyon toplantıları yaptık. Onun için isterseniz bu milli kültürün ne olduğu, milli kültürümüzün unsurları konusunu bir komisyona bırakma teklifini yapalım. Bunu isterseniz bir temenni olarak çalışma usulüdür kabul edelim, oylamaya arz etmeyelim.” (R.Pehlivanoğlu): “Teşekkür ederim efendim.” (Başkan): “Sayın Rasim Pehlivanoğlu’nun, öğretmenlerin hizmet içi eğitimi konusunda rapora eklenmesi dileğiyle bir teklifi var” “1 – Kurs ve seminerlere çağırarak bütün öğretmenleri bir arada eğitmek mümkün olamayacağından, bunun yanında öğretmenler her yıl bulunduğu yerde hizmet içi eğitime tabii tutulmalıdır. Bunun için gerekli tedbirler alınmalıdır. İlkokullarda öğretmenlere uygulanmakta olan seminer haftaları verimli hale getirilmelidir. Asıl olan, öğretmenlerin kendi kendisini yetiştirmesi ve yetişmeye devam etmesidir. Bu ortamı hazırlayacak, teşvik edici ve yönlendirici tedbirler alınmalıdır.” Bu önerimde genel kurulda ilgiyle karşılanmıştır. Başkanın teklifi ile “Temenni mahiyetinde rapora eklenecektir” görüşü genel kurulda kabul edilmiştir. Yukarıya alınan Şûra Genel Kurulu tutanağının 1.maddesinde belirtilen ve kabul edilen önergeyle Milli Eğitim Temel Kanununun 43.maddesinde yer alan “Öğretmenlik mesleğine hazırlık, genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon ile sağlanır” ibaresine, genel kültürün yanı sıra “milli kültür” eklenmesine dair verilen şura kararı, aradan 20 küsür yıl geçtiği halde halâ ele alınmamış ve uygulamaya geçilmemiştir. Kanunda yapılacak iki kelime ilâveli değişiklik teklifini TBMM’ne verecek bir milletvekili
69 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bulunmamıştır. Oysa bu konu, şura kitabının 363.sayfasının 3.maddesinde ayrıca, uygulanacak kararlar arasında da yer almıştır. Milli Eğitim Şurasının önemli temenni kararlarından olan “Milli Kültür” konusunda bugüne kadar bir gelişme olmamıştır. Milli Kültürün anlamı ve Türk Milli Kültür unsurlarının neler olduğu konusunda araştırma yapacak ve milli kültürümüzün unsurlarını tespit edecek komisyonun da kurulması yoluna gidilmemiştir. Oysa yukarıya alınan tutanağın 2. paragrafında belirtildiği üzere, “komisyon raporunu incelediğini ve bu konuda herhangi bir hüküm bulunmadığını” söyleyen Genel Kurul Başkanı Milli Eğitim Bakanı Sayın Hasan Celal Güzel’in oylamaya sunduğu milli kültürle ilgili önergeleri hiçbir karşı oy olmadan kabul edilmişti. Buna rağmen; Milli Eğitim Şurası kararını da hiçe sayan bu tarz tutumdan da anlaşılacağı üzere, ülkemiz milli eğitim sorumluları, milli kültür değerlerimize sahip çıkmak ve milli kültürümüzü geliştirmek, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak hususunda yeterince duyarlı olamamışlardır. Bu nedenle, geçmişimizden ve milli değerlerimizden kopuk bencil ve boşverci bir nesil yetişmesi ve de yetişmekte olduğu önlenememiştir… İlk öğretmen olduğum 1947 ve sonraki yıllarda, ilk ve ortaokullarda “Yurttaşlık Bilgisi” dersi okutulurdu. Ders kitabının yanı sıra bir de “Türk Ahlâkının İlkeleri” isimli küçük bir kitapçık eklenirdi. Eğitimci Tezer Taşkıran tarafından öğrencilerin anlayacağı bir dilde ve akıcı bir üslupla yazılan bu kitapçıklar öğrenciler tarafından zevkle okunur ve etkisini gösterirdi. Madde madde yazılan bu eğitici broşür kitaplar, bir bakıma milli kültürümüzün öğrenci diliyle yazıya dökülmüş ifadesiydi. Bu broşür kitapların dağıtımı ve okutulması, tarih, coğrafya ve yurttaşlık bilgisi derslerinin sosyal bilgiler adı altında birleşmesine kadar devam etmiş; ondan sonra bırakılmıştı. Böylece öğrencilerimiz kıymetli bir rehber kitaptan mahrum kalmıştı. Bu yola yeniden dönülebilir; “Türk ahlâkının ilkeleri” kitapçığından da faydalanılarak, milli kültürümüzle ilgili daha gelişmiş, daha ilgi çekici ve daha etkileyici bir rehber kitap hazırlanarak bütün öğretmen ve öğrencilerimize dağıtılıp okumaları ve faydalanmaları sağlanabilir. Milli kültürümüzü sahiplenen ve yücelterek muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak sevdasında olan
70 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün gösterdiği yolda ilerleyerek; milli kültürümüze ve milli benliğimize ters düşmeden çağdaş kültürden de nasibini alarak yetişen; milli duygu ve milli heyecanla yüreği çarpan, millet ve memleket sevgisiyle dopdolu, millete hizmet duygusuyla yoğrulmuş ve bu hizmeti görebilecek güçte yetişmiş, zihnî ve bedenî becerilerle donanmış, azmi bilenmiş, düşüncesi gelişmiş, iradesi güçlenmiş, amacı ve ülküsü belirlenmiş, alçak gönüllü fakat onurlu, ağırbaşlı ve de özverili Türk gençliğinin bugün milletçe özlemini duyuyoruz ve ümitle bekliyoruz.
Ülkü – Milli Ülkü Yüksek ülkülere sahip milliyetçi Atatürk: – Gençliği mutlaka ülkü sahibi ve memleketle ilgili olarak yetiştirmek, herkesin, hepimizin, her devlet adamının başta gelen görevidir”12 diyor. Bir başka konuşmasında – Ülkümüzü açıkça ifade etmeliyiz. Onu imanla duymalı ve hiç yılmadan takip etmeliyiz. Şahsi menfaatlerimizden, hasis emellerimizden sıyrılmaya ancak böyle canlı ve alevli ülküler sayesinde muvaffak olacağız”13 diyerek de herkesin ve bilhassa öğretmenlerimizin ülkü sahibi olmasını, ülküsünün yılmayan takipçisi olmasını istiyordu. Atatürk’e göre, millet olmanın üç önemli şartından dil, kültür, ülkü bağından birisi olan: “Ülkü, ulaşılmak istenen ve ulaşılması her zaman mümkün olmayan yüce dilektir.” Ülküler uzak vadelidir, her zaman gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Bazı ülküler var ki, gerçekleşmesi yılları hatta yüzyılları kapsayabilir. Şahısların ülküsü olduğu gibi, milletlerin de ülküsü vardır. Milletlerin ülküsüne (yani büyük amacına) “Milli Ülkü” diyoruz. Milli ülkü, milletçe hep birlikte istediğimiz yüce dilektir. Milli ülküsü olmayan milletler, milli birliğini sağlayamaz ve bütünlüğünü koruyamazlar. Öğretmenlerimizin önemli bir görevi de Milli Ülkü sahibi olmaktır. Ülkü sahibi olan ve milli ülkülerini bilen gençler yetiştirmek elbette ki milli devletin ve öğretmenlerimizin görevidir. Türk milleti olarak bizim milli ülkümüz nedir? diye sorulabilir. Bunun cevabını gene Atatürk’ün 10.yıl nutkunda bulabiliriz. Atatürk, nutkun ön kısmında: “Yaptıklarımızı asla kafi görmeyiz. Daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz” diyor ve devam ediyor “…Yurdumuzu dünyanın en 12 13
a. g. e. s.299 a. g. e. s.315
71 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarını sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkartacağız” diyerek milli ülkümüzü belirtmiş oluyor. Milli kültürümüze bu kadar ağırlık veren Atatürk “Bunda muvaffak olacağımıza şüphem yoktur” derken de büyük bir azim ve irade gücüyle bu yolda yürüyeceğimizi vurgulamış oluyordu. Yüksek bir kültüre malik olan milletimizin üstün meziyetlerine dikkati çeken Atatürk, gene 10.yıl nutkunda şöyle diyordu: “Milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür” diyor ve bu yüksek meziyetlerimizi besleyerek inkişaf ettirmeyi milletimizin milli ülküsü olarak gösteriyordu. Yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere, Türk kültürüne dayalı kültür milliyetçisi olan Atatürk, gençlerimizin milli kültürümüzle donanmış olarak gelişmesini ve milli ülkü sahibi olarak yetişmesini istiyordu. Zira, milli birliğimizin sağlam temeller üzerine oturması ve de demokrasi içinde kalkınarak muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarılması, insanımızın milli kültürümüzle yoğrulmuş olarak yetişmesine ve milli ülkü sahibi olarak gelişmesine bağlıdır. Milli ülküsü olmayan ve milli benliğinden kopuk olarak yetişen nesiller kendi milletine yabancılaşır ve yozlaşır. Milli kültür ve şuurdan yoksun fertlerden meydana gelen ülküsüz topluluklar milli birlik ve beraberliğini koruyamaz, zaman içinde yıkılmaya ve yok olmaya mahkûm olurlar. Aksine, milli ülküsü olan, fertlerini milli kültürüne sahip olarak yetiştiren ve geliştiren milletler, başka milletlere karşı olan üstünlüklerini her an için gösterebilirler. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
72 Rasim PEHLİVANOĞLU
5 – Milli Birlik ve Ülke Bütünlüğüne Duyarlı Birleştirici Atatürk Atatürk ayırıcı ve dağıtıcı değil, aksine toplayıcı ve birleştirici bir Türk milliyetçisiydi. Bir konuşmasında diyor ki: – Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır.” Bu anlatışa göre, yurdumuzun her bölgesinde yaşayan vatandaşlarımızın hepsi Türk’tür. Bunların hepsi Türk cevherinin damarlarıdır… Damarlardan birisi incinince hepsi acı duyduğu gibi, değişik bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızın birisinin başına gelen acı bir olay hepimizi acındırır, sevinci hepimizi sevindirir… Atatürk’e göre, Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımızın hepsi Türk’tür. Anayasamızda aynı görüşü benimseyerek, 66.maddesinde “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” denmiştir. Atatürk de: Ne Mutlu Türk Olana dememiş de, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” demek suretiyle, vatandaşlarımız arasındaki milli birlik bağlarını sağlamlaştırmaya çalışmıştır. Anayasamızın 3.maddesinde yer alan: “Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” hükmü ile din, mezhep, ırk dahil her türlü bölücülük yasaklanmıştır… Atatürk’ün görüşü ve anayasamızın hükmü ışığında diyoruz ki: Türk nüfus kütüğünde kayıtlı olanların hepsi Türk’tür, Türk vatandaşıdır. Buna rağmen, Türkiye’de yaşayan başka ırkların varlığından bahseden ve onlara da muhtariyet verilmesini isteyen bölücülerin bulunduğunu biliyoruz. Oysa, tarihi belgelerden anlıyoruz ki: “ Türkiye’de değişik dillerde konuşanların aslı Türk’tür, Türk kökenlidir. Bu görüşle diyoruz ki: Türkiye’de Kürtler değil Kürt Türkleri vardır…” Yapılan araştırmalara göre, Kürt dediğimiz vatandaşlarımız öp öz Türk’tür. Türkleri bölmek isteyen yabancı çabaların da etkisiyle, değişik bölgelerde yaşayan soydaşlarımız arasında, birkaç dilden toplama kelimelerle sun-i bir dil meydana getirilmiş ve böylece Kürtçe oluşmuştur… Aynı soydan geldiğimiz, Kürt diye anılan vatandaşlarımızla kardeşçe kucaklaşmak ve birbirimize kenetlenmek hepimizin milli ve insani görevimizdir. Milli birlik ve beraberliğimiz böyle sağlanır, bunu yapmaya mecburuz. Aksi halde, içimizdeki bölücüleri ve dış düşmanlarımızı sevindirmiş oluruz. Atatürk’ün söylediği gibi: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir.”
73 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk, Türk milleti derken; Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Avşar ve başka yurdumuzda yaşayan bütün vatandaşlarımızı kastetmektedir. Atatürk’ün söylediği Türk halkının içinde Kürt kökenli vatandaşlarımız önde gelmektedir. Kürt dediğimiz vatandaşlarımız, yurdumuzun düşman işgalinden kurtarılması savaşında Türklerle birlikte ve ön safta yer almışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’ni de birlikte kurmuşlardır. Doğulu ve güneydoğulu vatandaşlarımız bu gerçeği hatırlamalıdırlar. Bugünde milli birliğimizin sağlanmasında üstlendikleri vatandaşlık sorumluluğu bilincinde olmalıdırlar. Özellikle, teröristlere yakınlık gösteren azınlık grubun etkisinden kendilerini mutlaka sıyırmalıdırlar. İşte o zaman huzura, sükûna ve mutluluğa erişeceklerdir. Yeri gelmişken, Seyfettin Yazıcı’nın “Milletimize Sesleniş” kitabından küçük bir bölümü ve ilgili şiiri aşağıya alıyorum; Üzerinde yaşadığımız mübarek vatanımız üzerine titreyelim! Şunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım: Başka Türkiye yok… “Hem vatan gitti mi, yoktur size bir başka vatan; Çünkü mirasyedi sail (saldırgan), kovulur her kapıdan!” Sağlığımızda bizi üstünde barındıran, öldükten sonra bağrında saklayan ata yadigârı bu toprakları korumak, hem dini görevimiz, hem de namus ve şeref borcumuzdur.
Bu Vatan, Bu Millet Bu Bayrak Bizim Kars’tan, Malazgirt’ten başlar temeli, Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim. Yan bakan olursa kırılır eli, Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim. Sevgi ile tutuşursak el ele, Huzurla yaşarız çekmeyiz çile. Her türlü varlığı, nimeti ile, Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim. Anadolu Türkün tapulu yurdu, Üzerinde şanlı devletler kurdu. Bayrağın uğruna çok şehit verdi, Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.
74 Rasim PEHLİVANOĞLU
Herkes bunu bilir eğilmez başım; Dedem, babam, anam, bacım, kardaşım. Kimseye verilmez toprağım, taşım. Bu vatan, bu Milet, bu bayrak bizim. Şöyle geçmişe bak, yönümüz birdir, Bugünümüz birdir, dünümüz birdir. Çok şükür İslâmız, dinimiz birdir. Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim. Tarih sayfasına şan vermedik mi? Bizler üç kıtaya yön vermedik mi? Uğruna binlerce can vermedik mi? Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim. Gelecekte parlak günlere dikkat, Birlikte dirlik var, bunlara dikkat, Çekemeyen çoktur onlara dikkat, Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim. Bizi başkasıyla bir tutmasınlar, Yeleli aslanı unutmasınlar. Hepimiz kardeşiz uyutmasınlar, Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim. Aşık Şeref TAŞLIOVA1
Kürtlerin Lozan Konferansına Gönderdikleri Mektup Radikal gazetesinin 3 Şubat 2007 tarihli sayısında, köşe yazarı Hasan Celal Güzel’in anlattığına göre, kendisini ziyarete gelen Türk Arşivleri Derneği üyelerinin, Lozan Konferansı müzakereleri devam ederken Kürtlere bağımsızlık isteyen İngiltere Baş delegesi Lord Curoson’a Kürtlerin gönderdikleri mektuptan söz ediyor. Mektupta Kürtlerin Türk olduğunu, bağımsızlıklarını yabancılara değil kendi ailelerinden olan Türklere emanet ettikleri yazılıyor ve Lord Curoson’un, Kürtler hakkındaki fikir üretmekten ve hamisi tavrından vazgeçmesi rica ediliyor. O mektuptan birkaç önemli paragrafı aşağıya alıyorum: “Bugünlerde (Lozan Konferansı görüşmelerinde) İngiltere Delegasyonu Başı Lord Curoson’un Kürtlere bağımsızlık verilmesi 1
Seyfettin Yazıcı; Milletimize Sesleniş; Diyanet İşleri Bşkl.; Ank – 1997; s. 86-87
75 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
fikrini ortaya atarak, Kürtlerin hamisi tavrını takınmasını hayret ve şaşkınlıkla karşıladık. Biz Kürtler, Turan neslinden bir kavimiz. Milli ananelerimiz ve özelliklerimizden (yiğitlik, kahramanlık vb.) dolayı Türkler bize “yiğit ve cesur” manasına gelen Kürt ismini vermişlerdir…” deniliyor. Bundan sonra Kürtlerin tarihi geçmişinden, dilleri olan kırmanç ve zaza lehçelerinin nasıl geliştiğinden vb. söz ediliyor ve şu önemli görüşlere de yer veriliyor: “Lozan Konferansında İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curoson’un, Dersim ve Bitlis olaylarından bahsederek, tek millet olan Türk ve Kürt arasına ayrılık fikirleri sokma gayretini biz Kürtler anladık… Parlak vaatlerinin altında kendi menfaatlerinin olduğunu biliyoruz… İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curoson gibi, bağımsızlık vaatlerinde bulunan Ruslara biz Kürtler: “Biz Türk’üz, bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata kavuşmamız sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır… dedik.” “Kürtler, bağımsızlıklarını, kendilerini yok edecek yabancılara değil, Millet Meclisi Hükümetine emanet etmişlerdir. İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curoson’un bizler için fikirler üretmemesini rica eder ve Lozan’daki tüm temsil heyetine ve sevgili hemşerimiz İsmet Paşa Hazretlerine başarılar dileriz.” İmzalayanlar Ocak 1923)
24 Kanuni San-i 1339 (24
Umumi Kürt Ameleler Ve Esnaf Cemiyeti Reisi Salih Kahya namına Erzurumlu İsa zade Ahmet İstanbul Umumi Kürtleri namına Kürt Gençler Cemiyeti Reisi Düzer-Zade Dersimli Mehmet Sabri * * * Görülüyor ki: Türk İstiklal Savaşını Türklerle yan yana ve birlikte yapan, yurdun düşman işgalinden kurtarılmasında ön safta çalışan Kürtlerin istememelerine rağmen, onlara bağımsızlık tanınması için hamisi rolünü takınanları, Kürt kardeşlerimiz reddetmişlerdir. Kürtlerin Türk olduğuna dair belge ve bilgilerin yanı sıra, yukarıda sözü edilen mektup da önemli bir belgedir… Ülkemizde yaşayan bugünkü Kürt isimli vatandaşlarımız artık gerçeği
76 Rasim PEHLİVANOĞLU
görmeleri, uyanmaları ve T.C. Devletine sahip çıkmaları, kendi huzurları ve mutlulukları için gerekli olmaktadır.
Dr. Şükrü Mehmet Sekban ve Kürt Sorunu Yeri gelmişken, “Kürt Terakki ve Teavun Cemiyeti”nin kurucularından ve faal üyelerinden olan Dr. Şükrü Mehmet Sekban’ın yazdığı, harita ilâveli ve 31 sayfa büyüklüğünde, küçük ebatlı ve çok önemli bir eserinden söz etmeyi gerekli görüyorum. 1970 yılında Menteş basım evi tarafından basılan KÜRT SORUNU isimli kitabından öğrendiğimize göre; Dr. Şükrü Mehmet Sekban 1881 yılında Ergani’de doğmuş, Üsteğmen Mehmet Ağa’nın oğludur… Bütün okul basamaklarını geçerek 1903 yılında yüzbaşı rütbesiyle, İstanbul-Çengelköy Askeri Tıbbiyesinden mezun olmuştur. 1908 yılından sonra kurulan Kürt Terakki ve Teavun Cemiyeti kurucuları arasında bulunmuş, Kürtlük davasının bir numaralı savunucularından olmuştur. Kürtlere muhtariyet verilmesini ve Kürtlerin resmi dili olmasını savunmuştur… Ancak, aradan geçen yıllar içerisinde yaptığı derin incelemeler sonucu gerçeği görmüş ve 1933 yılında Fransızca olarak “KÜRT SORUNU – Azınlıkların Problemleri” isimli kitabını yazmıştır. Sonradan Kürt Sorunu adıyla Türkçe baskısı da yapılmıştır. Kitabında, Kürtlerin tarihi ve göç yolları hakkında öz bilgi veren Şükrü Mehmet Sekban, Kürtlerin devamlı olarak Asurî’lerle çarpıştığını, bir ara Medler’in boyunduruğu altına girdiğini ve onlarla kaynaştığını yazmışsa da, Kürtlerin asıl ana yurdunun Orta Asya olduğunu ve M.Ö. Kara kurum’dan güney ve batıya doğru iki yoldan göç ederek; İran, Kafkasya ve Anadolu’nun dağlık bölgelerine yerleştiğini yazıyor. Kitaba eklediği bir haritayla da göç yollarını ve yerleştikleri bölgeleri gösteriyor. 1514 yılında, Safevi’lerin nüfuzunun genişlemesiyle, durumları vahimleşen Kürtleri kurtarmak için, Osmanlı İmparatoru Yavuz Sultan Selim, büyük ilim adamı İdris – Bitlisi ile anlaşarak, Kürtler için sulh, nizam ve büyüklük devri başlamış oluyor. Şükrü Mehmet Sekban’ın verdiği bilgiye göre: fiziki olarak da birbirlerine benzeyen ve aynı kandan olan “Türk-Kürt” bu iki kavmin geçmişteki tabii beraberliği sayesinde, Türkler doğuda olduğu gibi batıda da muhteşem hamlelerle yürüyüşlerine devam etmişler ve
77 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
dünyanın en büyük imparatorluğundan birini kurmuşlardır. Denilebilir ki: Siyasi hayattaki bu beraberlik en iyi şartlar içinde 1.Cihan Savaşı’nın mütarekesine kadar devam etmiştir. Yazarın anlattığına göre: “Kürtlerde izzet-i nefis fikri çok gelişmiştir. Küçük düşürülmeye hiç tahammül edemezler… Kürtler asla milli bağımsızlık fikri izhar etmemiştir. Hiçbir zaman halka ve milliyetçilik hislerine dayanmamıştır.” Tarihte kahramanlık destanlarını okuduğumuz Kürt kökenli Büyük Sultan Selahattin-i Eyyubi, Müslümanlara, özellikle Turanîlere (Türklere) şan ve şeref kazandırmış, kuvvetli, kudretli bir imparatorluk kurmuş ama asla bunu bir Kürt İmparatorluğu haline getirmemiştir. Türk olmuş ve Türk kumandanı olarak şerefle görev yapmıştır. İran’ın kudretli şahı Kerim Han, İran’ı Kürdistan yapmayı aklından geçirmemiştir. Fakat Kürtler başka milletlerle birleşip onlar tarafından idare edilince, her zaman harikalar yaratmışlardır. 2“ Bu gerçeğe rağmen, bugün doğu bölgemizde yaşayan halkımızın, Türkler gibi Turani bir kavim olduğu hakkında inandırıcı eserler bulunmasına rağmen, halâ Kürtlerin Türklerden ayrı olduğu iddia edilmektedir. Maksat, memleketimizin doğusunu Türkiye’den koparmaktır. Bu yolda bütün emperyalist devletler olanca gücüyle çalışmaktadır. Oysa yazara göre: “Ülkemizin doğusunda bugün bağımsız bir Kürt devleti kurmak, Kürt halkının gerçek menfaati açısından bir felâket ve bir yıkım olur” diyor. 3 Şükrü Mehmet Sekban, “Milletler havaları fetheder ve okyanusları aşıp Mareşal Balba gibi şan ve şeref kazanırken, bizler ise köklerimize bağlanıp karanlıkta yaşamaya uğraşıyoruz” diyerek de boş heveslerle uğraştığımızı ifade etmiş oluyor. Şükrü Mehmet Sekban’ın kitabında önemli tavsiye ve temennilerde bulunuyor. Bunlardan birkaç paragrafı aşağıya alıyorum: “Kürtlerde Türkler gibi aynı ırktan olduklarına göre, birleşmekle yeni Türk Devleti’ni teşkil edeceklerdir. Bu milletin canlı ruhu bundan böyle, sadece bir ideal için çarpan kalplere ateş 2 3
Kürt Sorunu: Şükrü Mehmet Sekman - Menteş B.E. 1970 s18 a. g. e. S.21
78 Rasim PEHLİVANOĞLU
ve canlılık verecektir. Hiçbir kuvvet, kardeş çocukları olan bu iki halkın birleşmesini ve kaynaşmasını engelleyemeyecektir… Hiç şüphe yok ki, silah arkadaşlığı bu ittifakta başrolü oynar.” 4 Hakikatte Türk, Kürt birer isimden başka bir şey ifade etmezler. Bizim aile adımız Turanî’dir” diyen yazar Şükrü Mehmet Sekban, Kürt kardeşlerimizden son isteğini söylüyor: “İşte bu samimi düşüncelerimin ışığında, bir art düşünceden uzak ve taraf tutmadan, kan kardeşlerim olan Türkiye Kürtlerini, şöhretli liderleri Mustafa Kemal’in pek mahirane bir şekilde çizdiği yola davet ediyor ve maddi refah bulacaklarını bu yolu takiple görevlendiriyorum.” 5 1960 yılında vefat eden Dr. Şükrü Mehmet Sekban’ın yukarıya aldığım öğüt verici sözlerinin ışığında belirtmek istiyorum: Aslında, ülkemizde bir Kürt sorunu bulunmamaktadır. İç ve dış bölücü kaynakların -bilinçli olarak- Kürt Milliyetçiliğini kışkırtmak suretiyle oluşan bölgesel bir terörizm hareketi vardır. Bölgedeki ve bütün ülkemizdeki Kürt kökenli vatandaşlarımızın bilgilendirilerek, kendi menfaatlerini, huzur ve refahlarını sağlamak için bilinçlenmelerinin gerekli olduğuna inanıyorum. Ülkemizin DoğuGüneydoğu Anadolu Bölgeleri’ne sürgün memurlar değil de, millet ve memleket sevgisi ile dolu değerli yöneticilerin gönderilmesi ile burada vatan ve millet sevgisi, milli birliğin pekiştirilmesi ve ekonomik gelişmelerin sağlanması, terörizmin söndürülmesinde önemli etken olacağına inanıyorum. Bunun için, bütün devlet adamlarımızın, bölgede görevlendirilen yöneticilerin ve özellikle milletvekillerimizin duyarlılıkla konuya eğilmelerini gerekli görüyorum. Yukarıda ismini verdiğim Dr. Şükrü Mehmet Sekban’ın yazdığı Kürt Sorunu isimli ve çok önemli gördüğüm küçük boyutlu kitabının veya benzeri başka kitapların ya da broşürlerin çok sayıda bastırılıp, başta milletvekillerimiz olmak üzere, devlet adamlarımıza, ilgili bütün görevlilerimize, aydınlarımıza ve başkalarına dağıtılıp okunmasının sağlanmasını çok gerekli ve faydalı buluyorum.
4 5
a. g. e. S.28 a. g. e. s 30
79 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Milli Birliğimizden Taviz Vermeyen Atatürk – Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında milli birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur” diyen Atatürk şöyle devam ediyor: – …Türk milletinin idaresinde ve korunmasında milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir.” Böyle söyleyen Atatürk, milli birlik ve beraberliğimize verdiği önemi belirtiyor. Türk milletinin bütün fertlerini kaderde, kıvançta ve tasada ortak bölünmez bir bütün halinde görmek istiyor ve de milli şuur ve milli ülküler etrafında toplanmamızı öğütlemiş oluyor. Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy, milli birliğimizi isteyen şiirinde şöyle diyor:
Birlik Cehennem olsa gelen göğsümüzle söndürürüz; Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz! ………………………………………………… Değil mi cephemizin sinesinde iman bir; Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; Değil mi sinede birdir vuran yürek… Yılmaz! Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz! Milli birlik aşkıyla yanan büyük şairimiz, vatanımıza sahip çıkmamızı da şöyle öğütlüyor: Sahipsiz olan memleketin batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır… İnsani bir milliyetçilik anlayışına sahip olan Atatürk: – Gerçi bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle bir milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde bencil ve mağrur bir milliyetçilik değildir.” Görüşünü savunarak, başka milletlerinde milliyetlerine saygılı olduğunu ifade etmiş oluyor. Atatürk insanlığın tek bir gövde, milletlerin de bunun bir organı olduğuna inanıyordu. “İnsan önce mensup olduğu milletin varlığı ve saadeti için çalışmalı. Fakat dünya milletlerinin de huzuru ve refahını korumalıdır” görüşünü ifade ediyordu.
80 Rasim PEHLİVANOĞLU
Bütün Türklerin birleşmesini düşünen Atatürk bir konuşmasında şöyle söylüyordu: “Türk milleti Kurtuluş Savaşı’ndan beri, hattâ bu savaşa atılırken bile mahkûm milletlerin hürriyet ve bağımsızlık davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca, kendi soydaşlarımızın hürriyet ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa ve müdafaa edilmemelidir.” diyen Atatürk, yurdumuzun dışındaki soydaşlarımızın davalarına da kayıtsız kalamayacağımızı, ölçülü ve şuurlu bir şekilde onlarla da ilgilenmemiz gerektiğini vurgulamış oluyordu. Atatürk ön sezişiyle, yurdumuz dışındaki mahkûm soydaşlarımızın bir gün gelip mahkûmiyetlerinden kurtulacaklarına, hürriyetlerine kavuşacaklarına ve Türk birliğini kuracaklarına taa o günden inanıyor ve bugünkü gelişmeleri de o günden görebiliyordu. 1927 yılında “Yeni Hayat” dergisinde yayınlanan, Atatürk’ün bu konudaki sözlerinden bazıları, Türk Metal Sendikası tarafından levhalar halinde bastırılmıştır. Levhanın birisinde “Türk Milliyetçisiyim” ile başlayan sözlerini aşağıya aynen alıyorum: Ben her şeyden evvel bir Türk Milliyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk birliğinin bir gün gelip hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliği ile açacaktır. Dünya, sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak; Güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek. Kemal ATATÜRK (Kendi İmzası)
Atatürk’ün Veciz Sözlerinden Örnekler ve Yorumlar Atatürk, ölümünden çok önce söylediği bu ön görüşüyle, Türk birliğinin, bir devlet çatısı altında değil de, bugün gerçekleştiği gibi, alabildiğine geniş coğrafyada, ayrı ayrı kurulacak çok sayıdaki Türk devletlerinin kendi aralarında
81 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
geliştirecekleri sıkı işbirliğiyle Türk birliğini sağlayacaklarına inanıyor olmalıydı. Zira: Atatürk akıllı ve ölçülü bir insandı. Adımlarını çok dikkatli atardı. Büyük kıtalara yayılmış koskoca bir millet topluluğunu çok geniş bir imparatorluğun çatısı altında sonuna kadar tutmanın mümkün olmadığını tecrübesiyle biliyordu. Dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nda bunun tecrübesini görmüş ve gerekli dersi almıştı. Herkes gibi, Atatürk’te hayal kurardı. Ama onun hayalleri ütopya (olamayacak şeyler) değildi. Gerçekçiydi. Olabilecek şeyleri düşünür ve düşündüklerini gerçekleştirirdi. Atatürk’ün aşağıya aldığım sözleri bu konuda bizlere ışık tutmaktadır: – Büyük hayaller peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapacakmış gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Efendiler, büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, garazını, kinini bu memleketin üzerine topladık. Biz PANİSLÂMİZM yapmadık, belki yapıyoruz, yapacağız dedik. Düşmanlar da yaptırmamak için bir an önce öldürelim dediler. PANTÜRKİZM yapmadık. Yaparız, yapıyoruz, yapacağız dedik ve yine öldürelim dediler.” – Biz, böyle yapmadığımız, yapamadığımız kavramlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın sayısını ve üzerimizdeki baskıları artırmaktan ise, tabii sınıra, meşru sınıra dönelim… Efendiler! Biz hayat ve bağımsızlık isteyen milletiz. Yalnız ve ancak bunun için hayatımızı esirgemeden harcarız.” 6 Vatan kavramı ve gerçekçilik ilkesine çok önem veren Atatürk’ün yukarıya aldığımız sözleri, elbette milli sınırlarımız dışında kalan Türklerle ilgilenmemek anlamına gelmez. Milli siyaset gütmekte olan Atatürk, devletin bütünüyle milli bir siyaset izlemesi taraftarıydı. Milli siyasetten kasti, kendi deyimiyle: – Kastettiğim anlam ve öz şudur: Milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanmak suretiyle varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak, genel olarak milleti sonu gelmez emeller peşinde yorarak, zarara sokmamak… Medeni dünyadan insanca muamele ve karşılıklı dostluk beklemektir.” 7
6 7
Turhan Feyzioğlu: Atatürk ve Milliyetçilik S.69-70 Turhan Feyzioğlu: Atatürk ve Milliyetçilik S.39
82 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Millet davası şuurlu bir ideal meselesidir” diyen Atatürk, gerçek ve akılcı davranarak, anavatanı tehlikeye atacak fakat Türklüğe hiçbir fayda sağlamayacak, sadece zarar getirecek maceracı, hayalperest görüş ve davranışlardan daima uzak durmuştur. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında, imparatorluğumuz içindeki bütün azınlıkların harekete geçerek, kendi milliyetçilik fikirlerini yaymak ve ülkemizden kopma çabaları karşısında, uzun süre Türk Milliyetçiliğini uyandırma konusunda bizim çok geç kaldığımıza inanıyordu. – Biz milliyetçi fikirleri tatbikte çok gecikmiş, çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telafiye çalışacağız” diyen Atatürk ilâve ediyor: –Şunu da söyleyeyim ki: TÜRK çok zekisin! Malum. Fakat zekânı unut! Daima çalışkan ol” öğüdünü veriyordu. Atatürk’ün milliyetçiliği, özetle: Türk kültürüne dayalı kültür milliyetçiliğidir. Bu milliyetçilik toplayıcıdır, birleştiricidir, insancıldır ve de başka milletlerin milliyetlerine saygılıdır. Türk gençliğinin (Atatürk gençliğinin) benimseyeceği milliyetçilik anlayışı budur, bu olmalıdır. Atatürk’ün bizzat yaşadığı Türk milliyetçiliğine göre, Türk vatandaşı olarak bizler; her şeyden önce Türk milletinin bir ferdi olmanın gururunu duymalı ve bununla övünmeliyiz. İkinci olarak, içinde yaşadığımız toplumu (milletimizi) çok sevmeli ve bu Büyük Millete ihtirasla hizmet etmek ihtiyacını içimizde duymalıyız. Ve de bilfiil hizmet etmeliyiz! Üzerimize aldığımız görevi her ne pahasına olursa olsun en iyi şekilde yapmaya çalışmalıyız. Yaşadığımız topluma faydalı olmak için, önce kendimizi ruhen, bedenen ve zihnen iyi yetiştirerek, üzerimize aldığımız görevi en iyi şekilde başaracak manevi güce ve beceriye ulaşmalıyız. İnandığımız halka (Türk Milletine) hizmet yolunda yılmadan ve dönmeden yürüyerek er geç ulaşacağımız başarıdan dolayı elde ettiğimiz maddi ve manevi kazancımızı milletimizle paylaşmasını bilmeliyiz. İşte Atatürk’ün uyguladığı, özverili Türk milliyetçiliği budur. Yoksa, bu geçitlerden geçmeden ve gerekli olgunluğa erişmeden “ben milliyetçiyim” diyerek kendini lanse etmek ve bu yolda siyasi veya ekonomik nüfuz kazanmaya çalışmak milliyetçilik değildir. Bu tarz milliyetçilik istismarcılarından, Milletimiz çok çekmiştir. Daha fazla çekmesine herhalde fırsat vermemeliyiz.
83 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
6- Atatürk’ün Güçlü Devlet Ülküsü Devlet – Güçlü Devlet Devleti tanımlayan Atatürk’e göre: – Devlet dediğimiz zaman, bir insan topluluğu, bu insan topluluğunun yerleşmiş olduğu coğrafi sınırlarla belirlenmiş bir arazi, bu arazide yaşayanların her çeşit hürriyetlerinin güven altında bulundurulmasını (Millet ve memleketin bağımsızlığının korunmasını) sağlayan, kendine özgü bir kuvvete sahip kişilerin bütününden oluşan bir varlık anlaşılır.” 1 Atatürk’ün tanımına göre, belirlenmiş bir arazide (bir yurtta) yaşayan insan topluluğunun (yani milletin) devlet olabilmesi için kendine özgü bir kuvvete sahip olması gerekli olmaktadır. Sözü edilen kendine özgü kuvvetin en başında “Milli Egemenlik” (yani milli iradenin yönetime hakim olması) gelmektedir. Dıştan bir başka gücün baskısı altında olmadan, milletin kendi gücüne dayanarak kendini idare etmesi (kendi seçtiklerine kendisini yönettirmesi) milli egemenliğin ön şartıdır. Milletin sahip olduğu kendine özgü kuvvet, o milletin bağımsızlığını sağlar. Bağımsızlık; Bir devletin diğer bir devlete veya milletlerarası bir kuruma uydu olmamak ya da millet hayatı yönünden hiçbir yere bağlı bulunmamaktadır. Bağımsızlık denilince, sadece siyasi bağımsızlık anlaşılmaz. Asıl olan tam bağımsızlıktır.
Tam Bağımsızlık Milletler ancak, tam bağımsızlığa kavuştuğu oranda mutlu olabilirler. O halde tam bağımsızlık nedir? Ve nasıl ulaşılabilir. Ona bakalım: Atatürk’ün büyük nutkunda belirttiği gibi: – Tam bağımsızlık demek, siyasi, askeri, mali, iktisadi (ekonomik), adli (hukuki), kültürel… gibi benzeri her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi
1
Atatürkçülük III; Gen-kur Yayınları; İstanbul 1988; s.21
84 Rasim PEHLİVANOĞLU
birinde bağımsızlıktan yoksun olmak, millet ve ülkenin gerçek anlamıyla tam bağımsızlığından yoksun olması demektir.” 2 Yukarıda tanımladığı tam bağımsızlığı amaç edinen, Türk milli kültürüne dayalı kültür milliyetçiliğini benimseyen Atatürk, öndeki sayfalarda belirtildiği üzere, milli devleti kurmuş ve bu devleti muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmayı ülkü edinmiştir. Devletin içinde milli birlik ve bütünlüğü sağlamış, dış devletlere karşı da görüşüne değer verilen ve sözü dinlenilen saygınlık kazandırmış güçlü bir devlet, Atatürk’ün vazgeçilmez ülküsü olmuştur. Kurduğu milli devletin, her yönden tam bağımsızlığını korumak suretiyle de dünyanın en kuvvetli devletlerinin ön safında yer almak gayreti içinde olan Atatürk, bu yöndeki etkili sözleriyle milletimizi daima uyarmış, canlandırmış ve kendi deyişiyle, “dinamik idealimize” yönlendirmeye çalışmıştır. Bugün Atatürk fani olmuştur. Ama geride bıraktığı bizler ve gelecek nesiller onun belirlediği amaca ulaşmak için, onun çizdiği yoldan giderek ve eksikleri tamamlayarak, milli ülkümüze doğru adım adım ilerlemek ve önümüze çıkan engelleri yenerek, özlediğimiz muasır medeniyet seviyesinin üzerine yükselmek, azim ve iradesinde olmalıyız. Mensubu olduğumuz büyük Türk milletine yakışır fertler olarak yetişmemizin milli görevimiz olduğunun bilincinde bulunmalıyız. Güçlü Devletin Yolu: Milli Egemenlik ve Tam Bağımsızlıktır Devletin kendine özgü kuvvetinin en başında milli egemenlik (milletin hakimiyeti) geldiğini yukarıda söylemiştik. Milli egemenlik sözüyle, milletin kendi kendini idare etmesi (yani kendi seçtiklerine kendisini idare ettirmesi) demek olduğunu biliyoruz. Temsili idare denilen bu yolla, ülke, milletin seçtiği temsilciler yoluyla yönetilmektedir. Milli egemenlik, (hakimiyetin kayıtsız şartsız millette olması) iç bağımsızlığın başta gelen ilkesidir. Bağımsızlığımız ise, ancak tam bağımsızlık yoluyla gerçekleşebilir. Her yönden güçlü bir devlet olmamız tam bağımsız olmamızla mümkün olabilir. O bakımdan, tam bağımsızlığımızı önemle korumak zorundayız. Atatürk’ün belirlediği tam bağımsızlık ilkeleri üzerinde aşağıda tek tek durmayı gerekli görüyorum.
2
Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Gen-kur Yayınları; İstanbul 1988; s.603
85 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Tam Bağımsızlık İlkeleri a) Siyasi Bağımsızlık Dışa karşı herhangi bir devletin uydusu olmadan, dışarıdan baskı ve emir almadan, kendi kendisini yöneten bir devletin siyasi bağımsızlığı olabilir. Fakat sadece siyasi bağımsızlık yeterli değildir. Milletlerin ya da devletlerin birbirlerine çok muhtaç olduğu bugünkü dünya şartlarında sadece siyasi bağımsızlıkla güçlü devlet olunamaz. Zira, devletler gerek emniyet gerekse çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak bakımından birbirlerine muhtaçtır. Birbirlerine bilgi, teknik aktarmak ve birbirlerinin maddi refahına katkıda bulunmak, birbirlerinin kültürel gelişmelerine yardımcı olmak da devletlerin karşılıklı görevidir. Bu da her yönden bağımsız olmalarıyla mümkün olabilir. Kuru kuruya siyaseten bağımsız olan bir devlet özlenen gelişmeyi sağlayamaz. Bunun yanı sıra diğer yönlerden de tam bağımsız olarak gelişmesi gerekli olmaktadır.
b) Ekonomik Bağımsızlık (Tam Bağımsızlığın Önemli Unsuru) Güçlü Devlet Güçlü Ekonomiyle Gelişir. Ekonomi ile maliye iç içedir. Birbirlerinin tamamlayıcısıdır. O bakımdan ikisini bir arada inceleyelim. Önce ekonomiye eğilelim.
Ekonomi: Ekonomik kalkınma; “Türkiye’nin hür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir” diyen Atatürk ekonomiyi şöyle tanımlıyor: – Ekonomik hayat denilince, tarım, ticaret, sanayi faaliyetlerinin ve bütün bayındırlık işlerinin, birbirlerinden ayrı düşünülmesi doğru olmayıp bir bütün olarak ele almak gerekir” diyor. Bunlara madencilik, ormancılık, ulaşım ve benzerleri de katılabilir. Güçlü devlet, şüphesiz tam bağımsızlığa ve milli egemenliğe dayanacaktır, görüşünde olan Atatürk’e göre; – Bu kadar büyük, bu kadar kutsal ve ulu hedefleri… tam olarak gerçekleştirebilmek için tek kuvvet, hakiki ve en kuvvetli temel ekonomidir. Ekonomide başarı, ümit, zenginlik ve güven demektir” diyen Atatürk’ün savunduğu görüşe göre;
86 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne lâzımsa onların hepsi demektir.” 3 Atatürk’ün yukarıya alınan sözlerinden ve daha pek çok konuşmalarından da anlaşılacağı üzere, güçlü devletin yolu öncelikle güçlü ekonomiye sahip olmaktan geçer. 17 Şubat 1923 de toplanan “İzmir İktisat Kongresinde” Atatürk diyor ki: – Yeni Türkiye’mizi lâyık olduğu seviyeye ulaştırabilmek için, kesinlikle ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız ekonomi çağından başka bir şey değildir.” Bu kongrede kabul edilen “ekonomik andı”na göre: – Türk Milleti kan dökerek sahip olduğu milli bağımsızlık fikrinden hiçbir şekilde fedakârlık yapmayacaktır. Ekonomik kalkınmamız bu bağımsızlık içinde sağlanacaktır. Siyasi bağımsızlık gibi ekonomik bağımsızlıkta esastır”4 deniyor. Bu ekonomik andında, kendi çabamızla kaynaklarımızı değerlendirmemiz öngörülüyor. Ve böylece milli ekonomi ilkesi kabul edilmiş oluyordu. Artık başka güçlü devletlere muhtaç olmadan kendi yağımızda kavrulmaya çalışmak başlıca gayemiz olmuştu. Çok kıt kaynaklarımıza rağmen, devlet akıllı ve tutumlu politikalar izleyerek, öncelikle tarım, ticaret, sanayi, madencilik, bayındırlık ve ulaşım alanlarında önemli işler başarıldı. 1933’de devletçilik ilkesi benimsenerek, devlet eliyle önemli işler yapmak üzere plânlı ekonomiye geçilmiş ve büyük başarılar elde edilmiştir. Esas olan Türk köylüsünün refahı ve mutluluğu görüşünde olan Atatürk, özellikle tarım işlerine çok önem vermiştir. – Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmaya lâyık olan da köylüdür” sözleriyle Atatürk, köye ve köylüye verdiği önemi belirtmiş ve bu yönde imkân nispetinde gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamıştır. Öncelikle, köylüyü ezen ve üzen aşar vergisi kaldırılmış, çiftçiye kredi kolaylığı sağlanmış, iyi tohum ihtiyacı karşılanmaya çalışılmış, örnek çiftlikler kurulmuş, “Yüksek Ziraat Enstitüsü”
3 4
Atatürkçülük; 3. kitap; Gen-kur Yayınları; M.E.Basımevi; İstanbul 1984; s. 177-178 Osman Bircan; Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı; M.E. Basımevi; İstanbul 1993; s.188
87 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
adıyla ziraat fakültesi açılmış, üretimin artmasına ve yeni tür ürünlerin bulunmasına önem verilmiştir. Cumhuriyetten önce, ülkemizde ticaret işlerine hâkim olan yabancılar, özellikle Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşlarımız tüm ticaret alanlarını ellerine geçirmişlerdir. Türkler geride kalmıştı. Ticaret hayatımızı milli çıkarlarımız doğrultusunda geliştirmek için büyük çaba harcayan devlet, Atatürk’ün biriktirdiği paralarla ilk özel bankamız olan İş Bankasını 26 Ağustos 1926 yılında kurdu. Kapitülasyonlar kaldırıldı. Türk denizlerinde gemi işletme (kabotaj) hakkı yalnız Türkiye’ye tanındı. Yabancıların kurduğu ticari işletmeler birer ikişer satın alınarak milli ekonomi ilkesinin uygulanması sürdürüldü. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında sanayimiz oldukça zayıftı. Fabrikamız yoktu. Vatandaşlarımız el sanatlarıyla ihtiyaçlarını temine çalışıyorlar. O da yetersiz kalıyordu. Çoğu ihtiyaçlarımız dışarıdan temin ediliyordu. Oysa, yeni milli devletimizin her alanda sanayileşmek zorunluluğu vardı. Devlet ilk zamanlar, bu konu ile doğrudan doğruya ilgilenemedi. Sanayileşme özel teşebbüse bırakıldı… Özel teşebbüsle, yeterli ve ehil kadrolar olmadığından başarılı olunamadı. Bu sefer devletçilik ilkesi benimsendi.
Devletçilik İlkesi Devlet sanayileşme işini de kendi üzerine alma ihtiyacını duydu. 1933 yılında, “birinci 5 yıllık plân” kabul edilerek, 1934 yılında önemli devlet işletmeleri kuruldu. Başta şeker ve tekstil olmak üzere birçok bölgemizde önemli fabrikalar kuruldu. Cam, deri, yapay ipek, demir-çelik vb. fabrikalar hizmete girdi. 1935’de “Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü” kuruldu. Birçok maden bölgesi işletmeye açıldı. Başta demir yolları, kara yolları olmak üzere hızla ilerlendi. Deniz yolu ve hava taşımacılığı da önem kazandı. Bu arada, düşman kaçarken yakıp yıktığı kentler, köyler onarıldı. Birçokları yeniden kuruldu. Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi tamamen Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye özgü bir sistemdir. Bu konuda Atatürk şöyle söylüyor: – Bizim izlediğimiz devletçilik, kişisel çalışma ve etkinliği esas tutmakla birlikte, olabildiği kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve
88 Rasim PEHLİVANOĞLU
yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde, özellikle ekonomi alanında devleti doğrudan doğruya ilgili kılmaktır.” 5 Yukarıya alınan sözlerden de anlaşılacağı üzere, Atatürk’ün devletçiliği karma ekonomiye dayanmakta ve sosyal devlet anlayışından hareket etmektedir. Görülüyor ki, özel teşebbüse de yer vermiş olan milli devlet, özel teşebbüsün tam güvenlik ve hürriyet içinde çalışmasını sağlayacak tedbirlerle de görevlenmiştir. Amaç, Türk Milletinin refahını sağlamaktır. Atatürk, acı kapitülasyonlar tecrübesine rağmen, yabancı sermaye konusunda körü körüne düşmanlığa karşıdır. Bu konu da Atatürk: – …Ekonomik alanda düşünür ve konuşurken, sanılmasın ki biz yabancı sermayesine karşı bulunuyoruz… Yasalarımıza saygılı olmak şartıyla yabancı sermayeye gereken güvenceyi vermeye her zaman hazırız. İstiyoruz ki, yabancı sermaye çabalarımıza ve servetimize eklenebilsin. Bizim için ve onlar için faydalı sonuçlar versin. Fakat eskisi gibi değil…” görüşünü açıklıyor. 6 Yukarıda özetlediğimiz ekonomik faaliyetler Atatürk Devri Türkiye’sine aittir. Atatürk’ün 1938’den hemen sonra başlayan birinci Cihan Savaşı döneminde ülkemizdeki kalkınma ve sanayileşme hamlelerinde duraklama olmuştur. 1945’ten sonra çok partili hayata geçilmiş. İmkânlarımız ölçüsünde yeni atılımlarımız başlamıştır.
Ekonomide Hamle Fakat en önemli atılımlar, 1950’den sonra başlamıştır. Demokrasi kurallarına uygun olarak yapılan seçimlerle iktidar değişiminden sonra, her alanda hızlı bir kalkınma hamlesi başlatıldı. O günlere kadar köyü ve köylüyü tanımayan politikacılar köye gittiler, köylüyü tanıdılar. İsteklerini dinlediler ve değerlendirdiler. Köye çeşme, yol götürdüler ve başka ihtiyaçlarına cevap verdiler. Bu arada ülkemizde büyük işyerleri ve önemli fabrikalar açılmaya başlandı. Ne yazık ki: Demokrasinin kurallarına henüz ulaşılmadığı nedeniyle, iktidarın partizanca davranışları ve muhalefetin yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı eleştirileri sonucu, ülkemizde demokrasi ortamı zedelendi… Gün geldi 27 Mayıs 1960 ihtilaliyle demokrasi 5 6
Prof. İsmet Giritli; Kemalist İdeoloji; Duran Ofset Matbaacılık; 1981; s.44 a.g.e.; s.37-38
89 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
askıya alındı. Kapalı rejime geçildi. Tabidir ki, ekonomik kalkınma hamleleri de durdu ve aksadı. Kısa zaman sonra 1961’de tekrar demokrasiye geçtik. Çok partili hayat başladı. Normal seçimler oldu. İktidarlar değişti… Yeniden hızlı kalkınma ve sanayi de gelişme başladı. Fakat içten ve dıştan, kışkırtıcıların etkisiyle durum yeniden karıştı. Demokrasiye yeni müdahaleler oldu: Önce 1971 muhtırası, arkasından 1980 hükümet darbesi ile askeri idare başladı. 3 yıl kapalı rejimden sonra yeni anayasayla (1982 Anayasasına göre), 1983 yılında yeniden demokrasi yönetimine geçildi. 1983 sonrası. Demokrasi rejimi içinde her yıl artan bir hızla kalkınma hamlelerimiz ve sanayileşmemiz gelişti. Ve gelişiyor. Daha önce dıştan sanayi ürünleri satın alan ülkemiz, zamanla sanayi ürünleri ihraç etmeye başladı. Ve bu yöndeki ihracatımız hızla arttı. Bugün ön sırada gelen sanayi ülkeleri arasında yer aldık. Bu suretle, sanayi alanında dışa bağımlılıktan büyük oranda kurtulduk. Şimdi daha da çok sanayi kuruluşları için gerekli olan malzemeleri dışarıdan ithal ediyoruz ki, bunlar ileride işlenmiş olarak ihracata dönüşebilecektir. Bunun için diyoruz ki: “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez.” Atatürk’ün özlediği güçlü devlet için güçlü ekonomi yolunda her yıl biraz daha ilerliyor ve bu konuda tam bağımsızlığa artan bir hızla koşuyoruz. Fakat büyümemizi ve güçlenmemizi kıskanan dış güçler ile onların içerimizdeki uzantıları bizi rahat bırakmıyorlar. Aramıza nifak sokarak bizi birbirimize düşürmeye ve milli birliğimizi bozmaya çalışıyorlar. Bunlara alet olanları önlemeye çalışmak hepimizin milli görevimiz olduğuna inanıyorum.
c) Mali Bağımsızlık (Güçlü Devlet İçin Güçlü Maliye) Tam bağımsızlık ilkemizden birisi de devletin maliyesinin bağımsız olmasıdır. Maliye, devletin gelir ve giderlerini düzenleyen kuralların bütünü olan birimdir. Bu tanıma göre maliye ile ekonomi birbirleri ile iç içedir. Ve birbirlerinin tamamlayıcısıdır. O bakımdan genel olarak mali durumu (yani para durumu) güçlü olan devletin ekonomisi de güçlüdür. Ekonomisi güçlü olan devletin de mali durumu güçlüdür.
90 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün Maliye Politikası Maliyemizin bugünkü ve gelecekteki bağımsızlığına çok önem veren Atatürk’ün güçlü maliye hakkındaki görüşlerini kendi dilinden özetle belirtelim. – Bugünkü kutsal savaşımızın amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünü ise mali bağımsızlığımızla mümkündür. Bir devlet, maliyesi bakımından yoksul olunca, o devletin bütün şubelerinde bağımsızlık kötürümdür. Çünkü her devlet organı mali güçle yaşar… Mali bağımsızlığın saklı tutulması için ilk şart, bütçenin ekonomik yapı ile orantılı ve dengeli olmasıdır… Büyük ölçüde tasarruf, milli belgemiz olmalıdır. Bütün bunlara göre mali yöntemimiz, halkı sıkıştırıp zarara sokmadan, mümkün olduğu kadar dışarıya el açmadan kafi gelir sağlamak esasına dayanır…” diyen Atatürk bir başka konuşmasında: – Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin hür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye ülküsünün belkemiğidir.” 7 özdeyişiyle bizlere ışık tutmuştur. Öncelikle, devlet bütçesinin denk tutulmasını öğütleyen Atatürk, mali bağımsızlık konusunda başka konuşmalar ve geçerli uygulamalar da yapmıştır. Özellikle, devlet harcamalarında tasarrufa çok itina göstermiştir. Harcamalar da halkın katkısından faydalanmıştır. Yokluk içinde varlık gösterilmiş ve borçlanmamaya azami derecede itina edilmiştir. Dış ülkelere yeniden borçlanılmadığı gibi, Osmanlı devletinin yeni Türkiye devletine devredilen çok sayıda borçlarını da ödemek zorunda kalınmıştır. Borçlanmalar konusunda Atatürk’ün çok önemli tavrını burada belirtmek isterim: Osmanlı’dan kalma büyük orandaki borçlarımızın ödenmesinde çok güçlük çekiliyordu. Ama Atatürk bunun da kolayını bulmuştu. O yıllarda, borçlu olduğumuz Avrupa’daki bütün ülkelerin parası değer kaybederken, Atatürk bütün güçlüklere direnerek para bastırmamış ve Türk parasının değerinin düşürülmesini önlemiştir. Borçlarımız, alacaklı devletlerin parası üzerinden ödeniyordu. Onların da değeri düştüğünden Türk parası değerlendiğine göre düşük kurdan borçlarımızı ödemek şansına kavuşmuş olduk. Böylece dış borçlardan kolaylıkla kurtulduk.
7
Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Genkur Yayınları; İstanbul 1988; s.604-605
91 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
O günlerin Başvekili İsmet Paşa’dan nakledildiğine göre, hükümet bir gün para bulmakta çok sıkışmış ve bunalmıştır. Bir miktar para bastırmak için Atatürk’ten izin istenilmiş. Fakat O kararında diretmiş ve para bastırmasını önlemiştir. Sonunda istenen para bulunmuş ve ihtiyaç karşılanmıştır. Rahmetli İsmet İnönü, Atatürk’ün öngörüşüne bir kere daha tanık olmuş ve takdir etmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi Atatürk devri döneminde çok sıkı para politikası takip ediliyordu. Türk parasının değerini korumak kanunu da çıkarılarak para değerinin düşürülmesinden azami derecede sakınılıyordu. Devlet bütçesi denk bağlanıyordu. Bu durum Atatürk’ün ölümünden sonra da yıllarca devam etmişti. Fakat çok partili hayata geçildikten sonra, ülkemizde hızlı kalkınma gayretleri devam ederken, özellikle 1970’li yıllardan itibaren para politikasında bir gevşeme oldu. Ve her yıl merkez bankasında bol miktarda para basılmaya başlandı. Bu yanlış adım ise bütün ekonomik dengelerin bozulmasına neden oldu. Atatürk dönemi maliye politikasının temel amacı, halka işkence etmeksizin devlet bütçesi dengesinin sağlanmasıdır… Hattâ devlet bütçesinde yeni Türkiye devletinin hızla kalkınması gereğiyle, yatırımlara tahsis edilmek üzere bütçe fazlalığı vermesi de sağlanmıştır. Denk olarak bağlanan bütçelerin yıl içinde ek ödemelerle bütçe denkliğinin bozulmasına izin verilmemiştir. Atatürk’ün maliye politikası, devlet hazinesinin yurtiçinde ve yurtdışında güçlü olması temel amacını gütmektedir. Vergilerin ekonomik etkilerinin üretimi azaltmasının önlenmesi ilkesi de Atatürk’ün maliye politikasının temellerinden birisidir. Atatürk’ün Para Politikası Atatürk’ün para politikasının temel amaçlarından birisi de, devlet harcamaları ile kaynaklar arasında sürekli bir dengenin korunması suretiyle enflasyonun önlenmesidir. Atatürk’ün enflasyon karşısındaki tutumunu en iyi ifade eden İsmet İnönü’nün şu sözlerinin burada tekrarlanmasında yarar vardır. – Hükümet olarak yılda 2 kez ödeme yapamayacak duruma düştüğümüz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık emisyonun (para basımının) bizi ferahlatacağını anlatmaya çalışırdım. Bir defa bile evet dedirtemedim” 8 demiştir. 8
Gen-kur Başkanlığı; M.E.Basımevi; İst.1988; s.287-288
92 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’e göre, para basarak sağlanan kaynaklarla yatırım yapılması kesinlikle engellenmeliydi… O’na göre paranın iç değeri ile dış değeri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Ülkede enflasyonun temel gerekçelerinden biri de yurt dışında TL nin ve hazinen itibarının gücünün korunmasıdır. Milli paranın Türklerin eline geçmesini isteyen Atatürk 1930’da TC. Merkez Bankasını kurmuş. Bankanın hisselerini de Türk bankaları ile devlet memurlarına dağıtmıştır. 1931’de 6127 kg. olan TC. Merkez Bankası altın mevcudunun, 1938’de 26190 kg.a çıkarılmıştır… Böylece, ödemeler dengesi ile devlet bütçesi dengesini kurarak korunmasını sağlamış ve fiyat istikrarının bozulmasını kesinlikle önlemiştir. Atatürk’ün görüşüne göre, Türk bankacılığı da Türklerin yönetiminde ve mülkiyetinde olmalıdır. Zira, Türk mevduatının büyük çoğunluğunun yabancı bankalar emrinde bulunmasını uygun görmemekteydi. 1920’de %68’i yabancı kaynaklar elinde bulunan mevduatın ancak %32’si milli bankalar elinde bulunuyordu. Alınan tedbirler neticesinde milli bankalarımız 1937’de mevduatın %81’ini elde edebilmişlerdir. Atatürk’ün Yatırım Politikası Atatürk’e göre, enflasyona gitmeden yatırımların hızlandırılması için halkın tasarrufa yöneltilmesi ve halk tasarruflarının büyük yatırımları gerçekleştirebilmek için birleştirilmesi sağlayan bir mali yapının kurulması gereklidir. Atatürk’ün kararı ile başlatılan “milli iktisat ve tasarruf hamlesi” ile yerli malları haftaları bu amaca yönelik uygulamalardır. Atatürk’ün yatırım politikasının temel amacı, sağlam kaynaklarla finanse etmek (gelir sağlamak) şartıyla en kısa zamanda ülkenin bütün faaliyet alanlarının ve bütün bölgelerinin kalkındırılmasıdır. Atatürk’ün ekonomik kalkınma modelinin temelinde dörtlü denge görüşü vardır: Devlet bütçesi dengesi Kaynak harcamalar dengesi Dış ödemeler dengesi Devlet işletmesi –Özel işletmeler dengesi Dün diyebileceğimiz çok yakın tarihte, ülkemizde yaşanmış olan yüksek enflasyon, döviz darboğazı, işsizlik, şiddetli doktriner
93 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
akımlar ve hatta sosyal huzursuzluklar, hep bu dengelerden uzaklaşmamızın sonucunda ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin, Atatürk’ün yönetimindeki 15 yıllık dönemi ekonominin en istikrarlı ve hızlı gelişme dönemi olmuştur. 9” Darısı bugünümüze ve gelecek yıllarımıza olsun. Cari Açık Bağımsız devletlerin de birbirlerine muhtaç olduğunu biliyoruz. İnsanların ve devletlerin ihtiyaçları çeşitlidir. Birinde olan diğerinde olamıyor. Veya kendi ülkesine yetersiz kalıyor. Bunu gidermek için, devletler birbirlerinden alışveriş yapmak zorunda bulunuyorlar. Satışa ihracat, alışa ithalât denildiğini biliyoruz. Satışın bedeli alışı karşılarsa, bu hal dengeli dış ticarettir. Satış alıştan çok olursa bu memleket kazançlıdır. Fakat alış (ithalât), satıştan daha çoksa bu hal o memleket için hayırlı bir gelişme değildir. Alışla satış arasındaki farka cari açık denilir. Alışı çok, satışı az olan ülke alışveriş yaptığı ülkeye bir bakıma bağımlı duruma düşer ki, bu hal o ülkenin tam bağımsızlığına gölge düşürür. Bundan kaçınılmalıdır. Fakat gelişmekte olan bir ülke, üretimini artırmak için, iş yerleri açmak veya fabrikalar kurmak gibi, ileride gelir getirecek ve istihdamı sağlayacak işlerin ve sanayi kuruluşlarının ihtiyaçlarını karşılamak gayesiyle ithalât yapılıyorsa, bu durum hoş görüyle karşılanır. Zira; ilerideki fazla getiri için bugünkü fazla götürü gerekli olmaktadır. Ve normaldir. Tespitlerimize göre, bugün ülkemizde ihracat ve ithalât arasındaki cari açığın birçoğu bu gayeye hizmet için olmaktadır. Aksine, ülkemizde bol bulunan bazı maddelerin ucuz denilerek kâr amacıyla dışarıdan getirildikleri öğreniliyor. Memleket menfaatleri düşünülerek bu yanlışı önlemek için tedbirler almak hükümetlerin görevidir. Bu görev bilinçli olarak yapılırsa iyi sonuçlar alınabilir. Atatürk’e göre “Bir milletin kültür seviyesi üç sahada: Devlet, Fikir ve Ekonomi sahalarındaki faaliyet ve sonuçlarının ürünü ile ölçülür.” Bu görüşe göre ekonomiye ve bununla ilişkili olan mali hayatımızın gelişmesine büyük önem vermekle mükellefiz. – Memleketimizin ekonomik kaynakları bütün dünyanın hırslarını çekecek verime ve zenginliğe sahiptir…” diyen Atatürk bu sözüyle, zengin kaynaklarımızdan faydalanmak isteyen ülkelerle dış ticaretimizin geliştirilmesi isteğinde bulunmuş oluyor. 9
a.g.e. s291-293
94 Rasim PEHLİVANOĞLU
– İç ticarete gelince, bunda en önde gördüğümüz esas, teşkilatlandırma ve belirli tipler üzerinde işleme ve akıllıca çalışmadır” diyen Atatürk – Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılamaz, bununla beraber hiçbir piyasada başıboş değildir” görüşünü ifade ediyor. Vergi konusunda ise Atatürk, – Devlet gelirlerinin artırılmasının, yeni vergiler konulmasından çok, devamlı bir programla mevcut vergilerin takdir ve toplanma usullerinin iyileştirilmesinde aramak lâzımdır…” diyor. – Memleketin mali durumu düzen, emniyet ve disiplin üzerine kuruludur” diyen Atatürk, “İyi yöntem ve iyi uygulamanın memnun edici sonuçlarını vatandaş hiçbir işte vergi konusu kadar hassasiyetle takip etmez… Bütün vatandaşlar gerektiğinde ağır yükümlülüklere ve her türlü fedakârlığa katlanacaktır… Vatandaş, maddi ve manevi varlığını hazır tutarsa, ancak o zaman ideale ulaşmak mümkündür 10 ” görüşünü ifade ediyor, vergimizi vermenin ve gerektiğinde millet ve memleketimiz için fedakârlıkta bulunmamızın önemini vurgulamış oluyor. Unutmayalım ki; ekonomik veya mali yönden dış ülkelere bağımlı hale gelen bir ülkenin siyasi bağımsızlığına da gölge düşürülür. Hattâ fazla ileri gidilirse yok olmasına bile neden olunur.
d) Adli Bağımsızlık (Tam Bağımsızlığın Hukuki Garantisi) Atatürk’ün görüşüne göre: – …Her devletin bağlı bulunduğu sosyal topluluğun uygarlık derecesiyle orantılı hukuki mevzuat vardır. Dünyadaki bütün uygar devletlerin medeni kanunları hemen hemen birbirinin pek yakınıdır… Buna göre, bizim de hukuki mevzuatımızın bütün uygar devletlerin yasalarından eksik olması doğru değildir. 11 Yukarıdaki sözün sahibi olan Atatürk’ün görüşüne uygun düşecek şekilde, hukuki mevzuatımızın yeniden düzenlenmesi ile medeni kanunumuz çıkarılmıştır. Kanunlarımızda yapılmakta olan yeni 10 11
Atatürkçülük; 1. Kitap; Gen-Kur M.E.Basımevi; s.437-439 Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; s.604
95 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
düzenlemelerle, demokrasi rejiminin gereği olan uygulamalar her geçen gün biraz daha gelişerek yürürlüğe konulmaktadır. Önemli olan,çıkarılan kanunların gayeye uygun düşecek şekilde uygulanmasıdır. Bu da ülkemizin yasama ve yürütmeden sonra üçüncü gücü olan yargının, yani bağımsız mahkemelerimizin görevidir. Yürürlükteki Anayasamızın genel hükümler bağımsız mahkemelerimiz şöyle tanımlanmaktadır.
bölümünde,
Madde 138 “ Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz… vb” Anayasamızın yukarıya alınan 138. maddesine göre, hakimlerimiz tamamen bağımsızdır. Yasalara ve kanaatlerine göre hüküm verirler. Hükümlerine ancak üst mahkemeler nezdinde itirazda bulunulabilir. Fakat, siyasi bağımsızlığını yitirmiş olan ve bir dış gücün baskısı altında bulunan mahkemelerin tam bağımsız karar vermeleri elbette düşünülemez. Nitekim, İstiklal Savaşımız öncesinde ve savaş sırasında işgal altında bulunan İstanbul’daki padişah hükümetine bağlı mahkemelerin bağımsız olmaları ve adil karar vermeleri mümkün olamamıştır. Bunlardır ki, Anadolu da Türk İstiklal Savaşını başlatarak memleketi düşman işgalinden kurtarmak çabasında olan büyük asker Mustafa Kemal Paşa’yı bile idama mahkûm etmek gafletinde bulunmuşlardır. Bu gerçeklerin ışığında söyleyebiliriz ki: Siyasi bağımsızlığı olan devletlerin mahkemelerinde de tam bağımsızlık aranır. – Milletlerin yargı hakkı bağımsızlığının birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul edilemez” diyen Atatürk: – Her şeyi kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine her şey kanunları uygulamak ve uygulattırmaktan ibarettir. Uygulayan, yerine getiren daima karar verenden daha kuvvetlidir” diyor. Ve; – Hâkimler hem vatandaşın hürriyetini düşünmeli, hem de devlet otoritesinin güçlü kalmasına riayet etmelidirler.” Görüşünü
96 Rasim PEHLİVANOĞLU
savunuyor. Bu suretle hem karar veren hâkimlere hem de uygulayanlara verilen önemi belirtmiş oluyor. – Adalet bir devletin esası olduğuna göre, mahkemelerin söz ile değil, gerçekten tarafsızlığını sağlamak her işin başında gelmelidir. Hak sahiplerine zorluk çıkarmak, resmi dairelerde işlerini takip eden kimseleri “bugün git yarın gel” diye, hükümet otoritesi maskesi altında halkı ezercesine davranmak, uygun olmayan işlemlere kalkışmak gibi durumlar kesinlikle önlenmelidir” direktifini veren Atatürk; – Güvenlik ve adalet işleriyle ilgili usullerde ve kanunlarda kolaylık, çabukluk, açıklık ve kesinlik esastır” görüşünü açıklıyor. Böylece sadece mahkemelerde hüküm verilmesi değil, verilen hükmün gereğince uygulanmasının da şart olduğunu vurgulamış oluyor. Bir ülkenin bağımsız mahkemelerinde, şunun bunun etkisiyle adilâne karar verilemezse ya da verilen âdil kararlar, ilgili görevliler tarafından gereğince uygulanamazsa, o ülkenin adliyesinde tam bağımsızlıktan söz edilemez. Atatürk adliye siyasetimizin gayesini şöyle belirtiyor: – …Adliye siyasetimizde takip edilecek gaye, evvela halkı yormaksızın süratle, isabetle, emniyetle adaleti dağıtmaktır. İkinci olarak toplumumuzun bütün dünya ile teması tabii ve zaruridir; Bunun için adaletimizin seviyesini bütün medeni toplumların derecesinde bulundurmak mecburiyetindeyiz. Bu hususları sağlamak için mevcut kanun ve usullerimizi bu bakış açılarına göre yenilemekteyiz ve yenileyeceğiz…”12 Mahkeme salonlarında, büyük puntolarla yazılı olan ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR sözünü Atatürk boşuna söylememiştir. Mülk, yurt demek olduğuna göre mülkün temeli olan adalet, aynı zamanda tam bağımsızlığımızın da temelidir. Adaletsiz hükümler ve adaletsiz uygulamalarla çöken temel, tedbir alınmazsa, tam bağımsızlığın da temelinin çökmesine neden olur ve yurt harabeye döner. İşte, bağımsız bir devletin bağımsız adliyesi bu kadar önemlidir.
e) Kültürel Bağımsızlık Bir milletin tam bağımsızlığının gelişmesiyle orantılı olarak süregider.
12
devamlılığı
Doç. Dr. Mehmet Evsile; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nin Konular İndeksi; s.1
kültürel
97 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kültürel yönden gelişmiş ve gelişmekte olan milletler daha hür, daha güçlü ve daha geleceğinden emin olarak ileriye yürürler. Kültür aydınlıktır; girdiği yeri aydınlatır. Kültürlü milletler aydınlıkta önlerine çıkan engelleri görür ve emin adımlarla bunları aşarak hedefe ulaşırlar. Kültürde geri kalan ve ilerlemekten nasibini alamayan milletler, karanlıkta yürüyen körebeler misali ileriyi göremez, önlerine çıkan engelleri fark edemez ve aşamazlar. Böyleleri tam bağımsızlıklarını da koruyamaz ve ergeç kültürlü ve daha güçlü başka bir devletin tuzağına düşerler; onların boyunduruğu altına girmekten kendilerini alıkoyamazlar. O halde, tam bağımsızlığımızın devamı için, önümüze ışık tutacak kültürel gelişmemizi sağlamaya ve mevcut kültürümüzü (özellikle milli kültürümüzü) korumaya azami itina göstermek zorundayız. Sözlükleri ve ansiklopedileri inceledim. Kültür konusunda çeşitli tanımlar yapılmıştır. İfadeler ayrı olsalar da genellikle anlamda birleşilmektedir. Bunlardan bazılarına değinelim: “Kültür bir milletin veya bir toplumun yaşam biçimidir” diye tanıtım yapanlar olduğu gibi başka açıklayıcı tanımlar yapanlar ve öz bilgiler vererek kültürün önemini belirtenler de vardır. “Düşünceyi zenginleştiren, zevki incelten, eleştiri anlayışını geliştiren bilgilerin tümü” denilerek genel kültürü tanımlayanlar olduğu gibi; daha uzun tanımlarda yapılmaktadır. 1995 yılında Milli Eğitim Bakanlığınca bastırılan “Örneklerle Türkçe Sözlük”ün ikinci cildi sayfa 1826’daki tanımda kültür için “bir insan topluluğunun (bir milletin) nesilden nesile aktardığı, gelenek halinde devam eden maddi ve manevi varlıklarının, değerlerinin bütünü; inanç, fikir, bilgi, sanat, âdet ve geleneklerin ahenkli bütünüdür” deniliyor. Aynı sayfada ayrıca, Prof. Dr. Emin Bilgiç’e atfen: “Kültür derli toplu olarak: Bir millete şahsiyet veren, diğer milletlerle arasındaki farkı tespite yarayan, tarihin seyri içerisinde teşekkül etmiş kendine has maddi ve manevi varlık ve değerlerin ahenkli bütünüdür şeklinde tarif ve ifade edilebilir” diye de tanım yapılıyor. Gene aynı sayfada, “Kültür bir nesilden diğerine, gelenekler ve öğretim yoluyla aktarılır. Kişilerin onu benimsemesi, ona sahip olması ile devam eder, gelişir ve zenginleşir” ifadesi yer alıyor. Takiben aynı sayfada Ziya Gökalp’ den naklen “Milletin tarihinde, kültürünü unutan milletlerin şahsiyetlerini muhafaza ettikleri,
98 Rasim PEHLİVANOĞLU
varlık ve bütünlüklerini devam ettirdikleri asla görülmüş değildir” görüşüne yer veriliyor. Daha başka sözlüklerde ve ansiklopedilerde kültürle ilgili çeşitli tanımlar yapılmaktadır. Maksadımızı ifadeye yettiği için biz bu tanımlarla yetiniyoruz. Bakalım bu konuda Atatürk ne diyor: Kültür ve milli kültür konusunda Atatürk’ün de tanımları ve açıklamaları olmuştur. Bunların birçoğu önceki sayfalarda yer almıştır. Oradan okunarak hatırlamalar yapılabilir. Atatürk’ün kültür tanımını ve milli kültürle ilgili bazı görüşlerini yeniden aşağıya almak gereğini duyuyorum. Atatürk: – Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlamlar çıkarmak, uyanık olmak, ders almak, düşünmek, zekâyı işletmektir” diyerek kültürü veciz bir ifadeyle tanımlamış oluyor. Türk milletinin milliyetçilik duygusunu canlandırmak suretiyle İstiklal Savaşını kazanmış olan Atatürk, kurduğu milli devleti, milli kültürümüze dayalı olarak korumak, geliştirmek, yüceltmek, ferde ve millete gerçek mutluluk yolunu açmak ülküsüne yönelmiştir. Milli kültüre çok önem veren Atatürk: – Bir ülkenin en değerli varlığı yurttaşlar arasında milli birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Bu sebeple, Türk milletinin idaresinde ve korunmasında, milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir” diyor. – Cumhuriyetin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” görüşünü ifade ediyor. – Milli kültürümüzün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyetinin temel direği olarak temin edeceğiz” diyen Atatürk buradaki veciz sözleri ve daha başka konuşmalarıyla da ülkemizdeki kültürel gelişmenin ve milli kültürümüze verilen değerin tam bağımsızlığımıza olan etkisini vurgulamış oluyor.
Tam Bağımsızlığımızın Koruyucu Güçleri Tam bağımsızlığımızın önemli unsurlarından olan siyasi bağımsızlık, ekonomi, maliye, adliye ve kültürel bağımsızlık konularını yukarıda özetleyerek inceledik. Bu bağımsızlık unsurları kendi özel kanunlarına göre işletilirse kendi kendilerini koruyabilirler. Ancak, öyle tehlikeli veya karmaşık günler gelebilir ki, devlet ne kadar iyi yönetilirse yönetilsin, bu bağımsızlık unsurları kendi kendilerini
99 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
koruyamaz duruma düşerler. İşte o zaman koruyucu ve kollayıcı bir güce ya da güçlere ihtiyaç duyulur. Bu koruyucu ve kollayıcı güçler sadece tehlikeler ve karışıklıklar baş gösterdiği zaman değil, her an hazır ve nazır bulunacak ki, tehlikeli ve kargaşalı gelişmeler olmadan önce bunların gelebileceği görülecek, alınacak önleyici tedbirlerle daha doğmadan önlenmesi sağlanacaktır. İşte, bütün bağımsız devletler, gelecekteki muhtemel kötü gelişmelerin olabileceğini düşünerek, önleyici tedbirlerini önceden almak zorunluluğunu duyarlar. Bunun için her devlet, ülkeyi tehlikeye düşürecek muhtemel kötü olayları daha çıkmadan önlemek ya da çıkan olayları büyümeden bastırabilmek için daima emirlerinde hazır bekleyen silahlı kuvvet bulundururlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, bizde iç ve dış düşmanlarımızın tahrikiyle ülkemizde her an çıkabilecek asayiş olaylarını, muhtemel tehlikeli kargaşa ve karışıklıkları yada terörizm veya baş gösteren iç isyanları karşılamak için anında müdahale etmek ve bastırmak üzere, hükümetimizin emrinde -her daim harekete hazır- silahlı emniyet güçleri bulundurmaktayız. Bu koruyucu ve kollayıcı güçler devletimizin tam bağımsızlığının şartı olan garantilerdir. Devletimizin koruyucu ve kollayıcı güçlerini iki grupta inceleyebiliriz: 1) İç Emniyet Güçlerimiz 2) Ordumuz – Askeri Güçlerimiz
1) İç Emniyet Güçlerimiz Başta hükümete bağlı polis teşkilatımız olmak üzere, belediyelere bağlı zabıtalar, mahalle ve köy bekçilerimiz iç emniyet güçlerimizi teşkil eder. Polislerimiz günün 24 saatinde görevleri başındadır. Değişimli çalışırlar. Görevleri çok olduğu nispette önemlidir. Gece gündüz demeden her an görevlerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Çıkan veya çıkması muhtemel her olaydan sorumludurlar. Bu polislerimiz sayesindedir ki biz millet olarak kendimizi emniyette hissediyor ve geceleri döşeğimizde rahat uyuyabiliyoruz. Belediye zabıtaları ile mahalle ve köy bekçileri de belediye başkanlarının veya köy muhtarlarının emrinde, kanunların kendilerine
100 Rasim PEHLİVANOĞLU
verdiği emniyet görevini yerine getirmekte ve piyasaların kontrolünü yapmaktadırlar.
2) Ordumuz – Askeri Güçlerimiz Bağımsız her devletin, tam bağımsızlığını koruması için ordusu vardır. Ordunun asıl görevi, genellikle dıştan gelecek tehlikelere karşı ülkeyi ve ülkenin bağımsız müesseselerini korumaktır. Ordu, ülkemize savaş açanlara karşı savaşmak ya da ülkemizin devletler arası hukuktan gelen menfaatlerimizi çiğneyenlere karşı açılan savaşı yürütmekle görevli askeri bir kuruluştur. Özetle, ordumuzun asıl görevi, ülkemize zarar veren dış güçlerle savaşmaktır. Ama, tam bağımsızlığımızın koruyucusu ve kollayıcısı olan ordumuzun görevi sadece dıştan gelen tehlikelere karşı savaşmak, onları yenmek değil; ülkemizin içinde oluşacak iç tehlikelere, büyük boyutta çıkarılacak karışıklıklara, terörizme veya iç isyanlara karşı da daima tetikte bulunmak görevindedir. Gerektiğinde iç emniyet teşkilatımız yetersiz kaldığında bizzat duruma el koyarak tehlikeyi bertaraf etmek ve iç isyanı bastırmakla da ordumuz görevlidir. Bu yolla iç emniyet kuvvetlerimizle kol kola vererek ve onlara en yakın yardımcı olarak ülkemizdeki iç tehlikelere karşı asayişin sağlanması hususunda ordumuz en güvenilir kuvvettir. Bu görüşle diyoruz ki: Yetişmesi ve disiplinli gelişmesiyle güçlü orduya sahip olan milletler, güçlü devletler kurabilirler. Kurdukları devleti düzenli ordularının gücünü korumaları oranında yaşatabilirler. Milli Mücadelede Ordumuz Bilindiği üzere, İstiklâl Savaşımız öncesinde, düşmanlarımız tarafından yurdumuz işgal edilmiş, ordularımız dağıtılmış, silahlarımız alınmış, fakrü zarüret içinde kalmış olan milletimiz türlü zulümler görmüştür. Ama, esareti kabul edemeyen milletimiz yer yer ayaklanmış, asker – sivil karışımı milli müfrezeler kurulmuş ve bir halk hareketi olarak milli mücadele başlatılmıştır. Fakat, dağınık olan milli güçlerimiz, her ne kadar kahramanlık göstermişlerse de düşmanı yenmede veya yurttan çıkarmada özlenen başarıya ulaşamamışlardır. Hattâ bunlardan bir kısmı kendi aralarında bile kavgaya tutuşmuşlardır… Bu duruma tanık olan Mustafa Kemal ve arkadaşları çetelerle asıl sonuca varılamayacağından “düzenli ordu”nun kurulmasını gereğine daha fazla inanmışlar ve bunu hızla gerçekleştirmişlerdir…
101 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bu sayede, kısa zamanda iç isyanlar bastırılmış ve bütün gücümüzle düşman üzerine yürünmüştür. Düzenli ordu ile doğuda, güneyde kazanılan başarılar; arkasından 1. İnönü, 2. İnönü, Sakarya ve Dumlupınar savaşları kazanılmış, kaçan düşman kovalanarak İzmir’de denize dökülmüştür. Bu başarıyı sağlayan güç, davasına inanmış, düzenli ve disiplinli ordu olmuştur. Ülkemizde tam bağımsızlığımızın kazanılmasında koruyucu güç olarak büyük hizmet gören ordumuzu ve onun fertleri olan kahraman Mehmetçiklerimizi şükran ve saygı ile anıyoruz. Ordumuz ve kahraman askerlerimizle (Mehmetçiklerimizle) ilgili olarak verilen öz bilgi yeterli görülmediğinden, bu konuyu ayrı başlık altında aşağıda incelemeye devam ediyoruz.
7- Tam Bağımsızlığımızın Koruyucu Gücü Milli Ordumuz ve Atatürk Atatürk milli mücadele günlerinde (Milli kurtuluş savaşımız sırasında) bizzat kendisinin kurduğu milli ordumuz hakkında çok güzel ve övgülü sözler söylemiş, temennilerde bulunmuştur. Türk ordusunun gerçek gücünü anlamak için, Atatürk’ün her biri vecize değerindeki sözlerinden bir kısmını, özellikle Türk ordusunun değeri, kahraman Türk askerinin yüceliği ve orduya komuta eden kumandanların kişiliği hakkındaki görüş ve sözlerinden bazılarını bu bölümde ele alacağız.
Ordumuz – Ordumuz Türk Birliğinin, Türk kudret ve yeteneğinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir…” diyen Atatürk: – Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir; biri millet kararı, diğeri ordumuzun kahramanlığı… Bu ordular tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, özveriler göstermiştir. Şanlı zaferler kazanmıştır…”1 sözleriyle de ordumuza duyduğu büyük güveni belirtmiş oluyor. Subay ve komutanlarımızın kahramanlığından söz eden Atatürk; – Memleket evlâtlarını vatanın savunulması için ölüme götürmek sorumluluğunu üzerine alan ve aynı zamanda onların 1
Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri; Genişletilmiş 2.Basım; s.413-414
102 Rasim PEHLİVANOĞLU
ilerisinde göğsünü düşman kurşunlarına geren subaylardır, komutanlardır” diyen Atatürk, 57. Tümen Komutanı Reşat Bey’in verdiği sözü yerine getiremediği için kendisini nasıl feda ettiğini örnek gösteriyor. Atatürk’ün güvendiği fedakâr Türk milleti ile kahraman Türk askeri, vatan savunması için memleket evlâtlarını ölüme götürecek dirayette olan Türk subay ve komutanlarının sayesindedir ki, bugün iç ve dış düşmanlara rağmen tam bağımsızlığımızı muhafaza ederek dimdik ayakta kalabiliyoruz. Atatürk bir konuşmasında: – Yürümekte olduğumuz yenilik gelişme ve uygarlık yolunda sizlerden oluşan bir Türk ordusuna dayandıkça kesinlikle başarılı olacağımıza imanım tamdır… Memleketimizin yol almak zorunda olduğu aşamalar büyüktür; erişilmesi zorunlu olan hedefler çoktur. Kesinlikle bu aşamalar geçilecek, en ışıklı hedeflere varılacaktır. Onun için birbirimize vereceğimiz işaret: İLERİ! İLERİ! DAİMA İLERİDİR!” olacaktır. – Milletimiz… O’nu yolundan alıkoyacak iç ve dış engellerin karşısında kuvvetli, kudretli, yüksek görevini anlamış kahraman ordumuzun hazır bulunduğunu düşünerek, gönlümüz rahat olabilir. ” 2 Sözleriyle de ordumuza güvenmemizi telkin ediyor. – Milli ordu, millet birliğinin ve devlet varlığının en göze çarpan örneğidir” diyen Atatürk “Ordunun görevi, vatanı çiğnemek isteyen düşmana karşı ayağa kalkmaktır. Bu kalkış, elbette yerinde durmak için değil, düşmana atılmak için olursa kalkınmış olduğuna değer” görüşüyle ordunun görevini ifade etmiştir. Atatürk; – Türk vatandaşı kesin olarak bilmelidir ki, bir milletin insanlık ve uygarlık âleminde yükselmesi ve başarılı olması, yalnız ve ancak kendi kuvvetine dayanarak, özgürlük ve bağımsızlığını dokunulmaz bulundurmasıyla mümkündür… Ordu istemeyen ve ordunun yüklediği maddi ve manevi özveriyi göze alamayan bir millet tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçirir” görüşüyle ordunun gerekli olduğunu dile getirmiştir. 3 – Silah elde hazır olmak yeterli değildir” görüşünde olan Atatürk:
2 3
a. g .e. s.417 a. g .e. s.421
103 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Benim düşünüşüme göre, kuvvetli bir ordu denildiği zaman, anlaşılması gereken anlam; her bireyi, özellikle subayı, komutanı uygarlığın ve tekniğin gereklerini kavramış ve ona göre iş ve hareketlerini uygulayan, yüksek ahlâkta bir topluluktur” 4 sözleriyle de bir millet ordusunun güçlü olmasının şartlarını belirtmiş oluyor. Atatürk’e göre, “Asıl okul kıtalardır.” – Büyük milli disiplin okulu olan ordunun ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en lüzumlu olanları da yetiştiren büyük bir okul haline getirilmesini, ayrıca özen gösterilip gayret edileceğine şüphem yoktur” 5 diyerek de ordumuzun bir okul oluşunu vurgulamış oluyor. Atatürk, memleketin genel hayatında orduyu daima siyasetin dışında tutmayı prensip edinmiştir: Bu konuda şöyle diyordu: – Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa, birlikte savunma gücünü hiçe indirir. Siyasete karışmış bir ordunun karışmadan önceki disiplin ve savaşma yeteneğini yeniden kazanabilmesi için çok zaman ister.” 6 – Komutanlar, askerlik görev ve gereklerini düşünürken ve uygularken, beynini siyasal düşüncelerin etkisi altında bulundurmaktan sakınmalıdır. Siyasal yönün gereklerini düşünen başka görevliler olduğunu unutmamalıdır” 7 diyen Atatürk’ü bu görüşe ileten neden, geçmişteki (özellikle Balkan Savaşı sırasındaki) tecrübelerden aldığı ders olmuştur… Bizim de, bugünkü ordumuzun daima siyaset dışında kalması halisane temennimizdir.
Türk Askeri Yıllarca askerle haşir neşir olmuş (kaynaşmış olan) Atatürk, Türk askerini (Mehmetçiği) çok seviyor ve ona sonsuz güven duyuyordu. Bu sevgi ve güvenledir ki Mehmetçik hakkında zaman zaman çok güzel şeyler söylemiştir. Bunlardan birkaçını Utkan Kocatürk’ün kitabından aşağıya alıyorum. – Dünyada sevgisi benim için yegâne cömert olan şey Mehmet’in, Türk köylüsünün soyluluğundan gelen şeylerdir. Onun sevgisine inanmış ve kanmış olanlar, insanların en mutlusudurlar.” 4
a.g.e. s.423-439 Atatürkçülük; 1.Kitap; s.197 6 a.g.e. s. 199 7 Utkan Kocatürk; s.428 5
104 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. İnancınla, imanınla, emre uymanla, hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime en aziz bir borç bilirim.” – Mehmetçik. O, ne elmastır O! Mehmetçik, dünyanın en yiğidi Mehmetçik… – Mehmetçiğimizi anmak için büyük, çok büyük anıtlar yapmalıyız; fakat bu, bir zaman ve imkan sorunudur. Ancak, sizi rahatlatmak için söyleyeyim ki, bu toprakların Türk sınırları içerisinde kalmasıyla Mehmetçik en büyük anıtı kendisi kurmuştur.” Balkan Savaşı komutanlarından birinin – Efendim bu Türk neferlerinden hayır yoktur, yalnız kaçmayı bilirler” şeklinde konuşması üzerine: – Bizde askeriz, biz de bu orduyu komuta etmiş adamız. Türk askeri kaçmaz, kaçmak nedir bilmez! Eğer Türk askerinin kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul etmelidir ki, onun başında bulunan en büyük komutan kaçmıştır. Eğer siz kaçtığınızın küçüklüğünü Türk askerlerine yüklemek istiyorsanız, insafsızlık ediyorsunuz.” – Türk’ün bir büyüğüne, komutanına bağlılığı dünya yüzünde benzersizdir.” – Askerler mert olur; Türk askeri ise mertlerden mert ve pek mert olur.” 8 – Türk milleti, onun küçük ve büyük yaştaki çocukları, çelikten yapılmış heykellerdir; onların ne olduklarını anlamak için onlarla savaş meydanlarında boy ölçüşmek lâzımdır.” – Bu milletin evlâtlarının fedakârlıkları, kahramanlıkları için ölçü bulunamaz. Erlerimiz hakkında yeni bir şey ilâve etmek isterim: Kahraman Türk askeri Anadolu muharebelerinin manasını anlamış yeni bir ideal ile savaşmıştır.” 9
8 9
Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri; Genişletilmiş 2.Basım; s.419-420 Atatürkçülük 1. Kitap Gen-Kur Y. S 209
105 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Böyle evlâtlara ve böyle evlâtlardan oluşan ordulara sahip bir millet elbette hakkını ve bağımsızlığını tam anlamıyla korumakta başarılı olacaktır. Böyle bir milleti bağımsızlığından yoksun etmeye kalkışmak hayal ile uğraşmaktır.” 10 Mehmetçik hakkında, Atatürk’ün yukarıya alınan çok değerli sözlerine hedef olan, milli mücadelemizin cephe kahramanlarından kimisi şehit düşmüş, kimisi gazi olarak dönmüş. Fakat bugün hepside Allahın rahmetine kavuşmuşlardır. Kendilerini minnet ve şükranla anıyoruz. Bugün ise, ülkemizde baş gösteren terörizmle savaş verirken şehit düşen Mehmetçiklerimizi de burada sevgi ve saygı ile anıyor Allahtan rahmet diliyoruz. Gazilerimizi de minnet duygularıyla anıyor ve seviyoruz. Geride kalanların cesaret ve metanetle görevlerine devam ederek, teröristlere gereken dersi er geç vereceklerine inanıyor ve güveniyoruz. Allah asil milletimizin yardımcısı olsun. 29 Ekim 2007 Pazartesi günü Cumhuriyet bayramını kutlama töreninde, günün anlamını belirten, o gün Kayseri Valisi ve bugün İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Sayın Osman Güne, konuşmasının bir yerinde, ülkemizdeki terörizm hareketine de değinmiş ve bu konudaki görüşlerini dile getirmiştir. Yeri gelmişken eski Kayseri Valimiz Sayın Osman Güneş’in anlamlı konuşmasının bu bölümünden birkaç paragrafı aşağıya almayı gerekli görüyorum. “Bugün, Büyük Atatürk’ün koyduğu prensipler ve ilkeler doğrultusunda, milletiyle el ele, gönül gönüle, geleceğe yürüyen, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü uğruna gerektiği yerde ve zamanda herkese dersini verecek güç, azim ve kararlılığa sahip bir Türkiye cumhuriyeti vardır. Türkiye Cumhuriyeti’ne dostluk beslemeyenler, güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti istemeyen mihraklar, hainler, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğünü bozmak ve bizi huzursuz etmek için yeni yeni plânlar hazırlayıp önümüze koymaktalar. Önce sağcı-solcu diye bu memleketin evlâtlarını birbirine düşürmek isteyenler, bunda muvaffak olamayınca bizi alevi-sünni diye kamplara bölmek istediler. Yüce milletimizin engin sağduyusu sayesinde bu oyuna da gelmedik. Arkasından Türk-Kürt diye bu memleketi bölmek istiyorlar. Bölücü, eli kanlı terör örgütünü
10
a. g. e. s209
106 Rasim PEHLİVANOĞLU
kullanarak binlerce güvenlik mensubumuzu, masum vatandaşlarımızı, çocuklarımızı, kadınlarımızı şehit ettiler. Daha dün, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk milletinin şefkat ve merhametine sığınan, ekmeğimizi yiyerek ayakta duran ve yok olmaktan kurtulan, ama bugün, dünü unutmuşa benzeyen nankörler ve haddini bilmezler Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı tavır koyuyorlar. Türkiye cumhuriyeti devleti ve kahraman güvenlik güçlerimiz; milletimizle el ele, gönül gönüle, omuz omuza vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne göz dikenlere dün haddini bildirmiştir, bugün hadlerini bildirmektedir, yarın da bildirmeye devam edecektir. Yeter ki bizler devletimize ve güvenlik güçlerimize güvenelim ve millet olarak arkalarında olalım. Türk milleti her zaman hoşgörüsüyle, yardımseverliğiyle, mertliğiyle, cömertliğiyle temayüz etmiş bir millettir. Gün gelmiş, bize bugün hasmane tavır sergileyen milletleri bile bu millet himayesine almıştır, korumuştur. Dost görünüp, bu millete ve T.C. devletine düşmanca tavır alanlara, eli kanlı teröristlere “terörist” diyemeyenlere, onlara “kardeşlerimiz” diyenlere inat, Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün izinde, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne inanan, vakârlı bir devlet olarak dimdik ayaktadır ve öyle olmaya devam edecektir. ” 11 Sayın Valimiz Osman Güneş’in belirttiği üzere, dimdik ayakta kalmamızı ve öyle kalmaya devam etmemizi sağlayacak en başta gelen gücün elbette ki disiplinli ordumuz ve ordumuzun kahraman askerleridir (fedai Mehmetçikler). Dünyaya ün sanmış yenilmez Türk ordusu ve bu ordunun kahraman Mehmetçiklerinin varlığı ile ne kadar övünsek hakkımızdır. Geleceğimizin sigortası olan böyle bir orduya sahip olmakla, Türk milleti olarak gurur duyuyoruz.
Atatürk ve Komutanlar Türk ordusunun her kademesinde komutan olarak görev yapmış olan Atatürk, komutanlık konusunda çok tecrübe sahibi olmuştur. Görevi sırasında Türk askerini iyi tanıdığı gibi, askere komuta eden kumandanları da çok iyi tanımıştır. Komutanın önemini, değerlisini ve değersizini çok iyi anlamış ve bunlar hakkında gerçekçi hükümler vermiştir. 11
Osman Güneş (Eski Kayseri Valisi)
107 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün, komutanlar hakkındaki görüş ve hükümlerini belirten, önemli konuşmalarından bazılarını aşağıya alarak, kendi ağzından komuta heyeti hakkında bilgi sahibi olunmasını gerekli görüyorum. – Türk milleti gerçekten büyük millet! Hüner ona lâyık komutan olabilmekte” diyen Atatürk; “Türk ordusu, o cevherde bir ordudur, yeter ki ona komuta edenler, komuta edebilmek özelliklerine sahip bulunsun” 12 diyerek milletimizin ve ordumuzun değerli komutanlarımız sayesinde gücünü göstereceğini belirtmiş oluyor. – Bir ordunun değeri subay ve komuta kurulunun değeri ile ölçülür” diyen Atatürk’ün görüşüne göre komutanın vasıfları özellikle şöyle sıralanabilir. – Komutanlar aslarından yüksek ve bilgili olmalıdırlar. 13 – Komutan olan kişi, tehlike zamanlarında askerleri kendi iradesine uygun şekilde yönetmek zorundadır… Onlara emir vermeye, egemen olmaya, eğilimli bir yaratılış ve tabiata sahiptir… İnsanlar, arkasından gidecekleri adamın, gerçekten kendilerine baş olmasını isterler. Ancak, bu takdirde kendi esenlikleri için güven duyabilirler. 14 – Birçok insanlar sorumluluğu başkalarına ait bildikleri zaman, düşünmeden en fena tehlikelere atılırlar. Sorumluluk kendilerine yükletildiği anda kararsız ve çekimser olurlar. Halbuki, bir komutan ancak sorumluluğu üstlenmek cesareti sayesinde büyük işler görebilir…”15 – Komutanların korkmamalarıdır.” 16
en
büyük
cesareti
sorumluluktan
– Sorumluluktan korkan komutanların hiçbir zaman gereken kararları veremediklerini, bunun sonucunda ise acı felâketler meydana geldiğini şahsen bende çeşitli zamanlarda görmüşümdür.” 17 – Komutan olan kişinin insan tanıması gereklidir… Çünkü, insanların değerleri, mizaçlarına ve duygularına göre değişir.”
12 13 14 15 16 17
Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri; G. 2.Basım; s.418 a.g. e. s. 425 a.g. e. s. 425 a.g. e. s. 425 a.g. e. s.426 a.g .e. s.429
108 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Cesaret ve yiğitlik her askerde gereklidir. Fakat komutan, büyük adamlara özgü yaratılışa ve az bulunur bir cesarete sahip olmalıdır…” – Eksiksiz bir komutanı oluşturan şey, eksiksiz bir ahlâktır” – Bir ordu gerçek bir komutanın emri altında, kendinden büyük kuvvetleri mağlup edebilir, aynı ordu herhangi bir komutanın emri altında sebepsiz mağlup olabilir… Büyük komutanlar pek çok defa, başkalarının egemenliği altına geçmiş ve dağılmaya yüz tutmuş milletlerin, savaş kuvvetlerine yeniden bir canlılık vermeyi başarmışlardır.” 18 – Vatandaş bilmelidir ki, ordu ne kadar önemli ise, onun başına geçirilecek olan milli başkomutan da başarı için en az o kadar önemlidir” 19 Ordunun başarılı savaşması kadar, gerekli olunca kayıp vermeden geri çekilme manevrasının da önemli olduğuna inanan Atatürk: – Eğer ben askeri yaşamımda, Suriye geri çekilme hareketinin bir kısmını yönetmemiş olsaydım, Sakarya meydan savaşından önce geri çekilme hareketini yapmaya bu kadar kesinlikle cesaret edemezdim” 20 diyor. Bilindiği üzere, 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşlarındaki bilinçli ve düzenli geri çekilme manevraları sayesindedir ki bütün güçlüklere rağmen Sakarya savaşı kazanılmış ve ülkemizin mutlak işgalden kurtulacağının müjdesi alınmıştır.
18
a.g .e. s.426 a.g .e.; s.427 20 a.g .e.; s.425-426-427 19
109 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
8- İnisiyatif Sahibi – Girişken Atatürk İnisiyatif, Fransızcadan dilimize girmiş ve tutunmuş olan bir kelimedir. Bir şeyi ilk olarak yapma veya ortaya atma eylemidir. Bir kimsenin gerekli kararı kendiliğinden ve öncelikle alabilmek konusunda sahip olduğu özel yetenektir. Sözlüklerimizde teşebbüs ve girişkenlik kelimeleri de inisiyatif anlamında açıklanmışsa da bu anlamı tam karşıladığı söylenemez. Teşebbüs eden, girişken olan kimselere müteşebbis denir. Bir işe başlama ve başarmada önde giden, fırsatları anında değerlendiren, herhangi bir konuda eylem üstünlüğü sağlayan, sevk ve idareye hakim olan, ön sezişi güçlü kimse inisiyatif sahibi olan insandır. İnisiyatif sahibi kimseler kendilerine güvenlidirler. Çekingen değil, girişkendirler. Canlı ve hareketlidirler; tereddütle vakit öldürmezler. Kararlarını öncelikle ve cesaretle uygulamaya koyulurlar ve de başarırlar. Azmeden ve aklını kullanan inisiyatif sahipleri yüklendikleri görevi, zor da olsa, imkânsız da sanılsa başarıyla yürütür ve yüz akıyla sonuca varırlar. Az sözden çok şey anlayan bu gibiler kendi yollarını kendileri bulurlar. Yol üzerindeki engelleri yenerek istenilen hedefe ulaşırlar. Herkeste az çok inisiyatif gücü vardır. Ama bu gücü kimisi geliştirmiştir, ürkek ve korkak olan kimileri de söndürmüşlerdir. Araştırmalarımız sonucu öğreniyoruz ki: Atatürk’teki inisiyatif gücü çok yükselmiştir. Ondaki irade gayreti, bu gücünün her gün biraz daha gelişmesine neden olmuştur. Ardı ardına sıralanan büyük başarıların kazanılmasında ön safta rolü olmuştur. Daima okuyan, araştıran, inceleyen, kendisini yetiştirmeye devam eden bir kişiliğe sahip olan Atatürk’ün, amacına ulaşmak yolunda çalışırken kazandığı tecrübelerle inisiyatif gücü daha da artmış ve doruğa yükselmiştir. Bütün zaferlerin kazanılmasında en önemli güç kaynağı olmuştur.
Atatürk’ün İnisiyatif Yeteneğine Örnekler Atatürk’ün inisiyatif yeteneğini birkaç örnekle açıklamayı uygun görüyorum. İlk örnek olarak, en çok söylenen, Çanakkale Savaşlarında geçen bir olayı açıklıyorum.
110 Rasim PEHLİVANOĞLU
Niçin Kaçıyorsunuz 19. Tümen Komutanlığına atanan Yarbay Mustafa Kemal, Conkbayırın’a vardığı zaman ileriye gözcü olarak gönderilen 7. alaya bağlı ufak bir birliğin geri çekilmekte olduğunu görür: Sert bir sesle – Niçin kaçıyorsunuz? – Efendim düşman!... –Nerede? Askerlerden birkaçı: – İşte!... diyerek 261 rakımlı tepeyi gösterirler. Mustafa Kemal’e, düşman kendi askerlerinden daha yakındı. Eğer daha fazla ilerlerse Türk askerlerinin durumu çok fena olacaktı. Yüksek sesle: – Düşmandan kaçılmaz! Duraksamaları ancak bir an sürdü. – Cephanemiz kalmadı! – Cephaneniz yoksa süngünüz var. Ve hemen emrini verdi: – Süngü tak! İleri! Mehmetçikler aslan kesildiler. Süngüler güneşin ilk ışıklarında Çanakkale Zaferinin ilk kıvılcımlarını saçtı… Uygun bir noktaya ulaşınca Mustafa Kemal: – Yere yat! Emrini verdi. Yattılar. Şaşıran düşman durakladı… Bu arada gerideki piyade alayının dağ bataryasından bir grup askerin “marş marş”la yetişmesi için geriye haber göndermişti. Yetiştiler! Eğer Mustafa Kemal, tereddüt ederek, kendi kuvvetlerine 10 dakikalık bir zaman kazandırmasaydı. Düşman hakim tepeleri tutacak, belki de İstanbul yolu açılacaktı. 1
Size Ben Ölmeyi Emrediyorum Mustafa Kemal, Arıburnu cephesinde kumanda etmektedir. Conkbayırı ise kaygı verici durumdadır. Türk askeri ölüm pahasına da olsa, bu zaferi kazanmak durumundadır. Aksi halde her şey mahvolabilir… Askerlerince çok sevilen Mustafa Kemal şu emri verir: – Size ben taarruz etmeyi emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zamanda, yerimizi başka kuvvetler ve subaylar alabilir.”
1
Osman Bircan; Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı; s.38-39
111 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Gerekirse hepimiz öleceğiz, fakat düşmanı, son erine kadar denize dökeceğiz. Durumumuz, düşmana kıyasla zayıf değildir. Düşmanın morali yıkılmıştır. Siper kazarak kendisine sığınak aramaktadır. Benimle beraber burada savaşan bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki, üzerimizde bulunan namus görevini tamamen yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku ve istirahat aramanın, bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini hepinize hatırlatırım.” 2 …Askerlerine ölmeyi emreden bir komutan, onlara niçin ölmeleri gerektiğini de açıkça anlatıyordu. Bunlar anlamsız emirler değildi. İnandırıcı, ikna edici emirlerdi. Yani insanları başka bir şeye değil, ölmeye ikna edebilmek… Nitekim, o dakikada saldırıya geçen 57. Alayın tamamı şehit olmuş, hemen ardından yetişen yedek kuvvetler cepheyi kurtarmışlardır. Ve Mustafa Kemal, gözleri dolu dolu onların ölümünü görmüştür. (Ama Çanakkale Zaferleri de kazanılmıştır) 3
Çok Gelmez mi ? Çanakkale bölgesinin savunması için kurulan V. Ordunun komutanlığına Alman Generali Liman Van Sanders atanmıştı. Savaşın en sıkışık zamanında, ya kazanacağız ya da kaybederek düşmana İstanbul yolu açılacaktı. Albaylığa yükselen Mustafa Kemal, mutlaka kazanmamız gereğine inanıyor ve bunun temini içinde kumandayı ele almak sorumluluğunu duyuyordu. Ordu komutanı Alman General, Yalova’daki karargahında Mustafa Kemal’i telefonla arıyor. Aralarında şöyle bir konuşma geçiyor. Liman Van Sanders; – Durumu nasıl görüyorsunuz? Nasıl bir çare tasarlıyorsunuz? Mustafa Kemal; – Durumu birçok kere bildirmiştim. Çareye gelince; bu dakikaya kadar çok elverişli çareler vardı. Fakat şimdi bir tek çare kalmıştır.” Kumandan soruyor; – O çare nedir?” Cevap keskin; – Bütün kumanda ettiğiniz birlikleri emrime veriniz. Çare budur.” 2 3
a. g. e. s 36 a. g. e. s 37
112 Rasim PEHLİVANOĞLU
Başkumandan alaylı bir sesle; – Çok gelmez mi?” – Hayır, az gelir!” Telefon kapanıyor. 4 Ama kısa bir süre sonra gelişen olaylar, Liman Van Sanders’i, Çanakkale’de kumanda ettiği bütün kuvvetleri Mustafa Kemal’in emrine vermeye mecbur ediyor. İnisiyatif sahibi Mustafa Kemal ise büyük bir cesaretle bütün sorumluluğu üzerine alıyor. İşte o zaman, Anafartalar Grup kumandanı Mustafa Kemal’in şahlandığı ve devleştiği görülüyor. Akıllıca ön hazırlık ve arkasından şiddetli hücumlarla düşman güçleri bozguna uğrayıp kaçıyor… Ertesi günde ara vermeden devam eden hücumlarla, yeryüzünün en büyük destanlarından olan Çanakkale Zaferinin müjdesi alınıyor. Parçalanan Saat…. Ama, kazanılan bu savaş süresinde (10 Ağustos 1915’de) Albay Mustafa Kemal’in kalbi üzerine isabet eden bir şarapnel parçası, cep saatini parçalayıp geriye sıçramasıyla Mustafa Kemal, bir şans eseri olarak, mutlak bir ölümden kurtuluyor. Parçalanan bu saat, uzak vadede vatanın da kurtuluşuna neden oluyor. 5 Sorumluluk duygusu ve inisiyatif yeteneğiyle birleşince işte böyle büyük zaferler kazanılabiliyor.
Oradan Böyle Geçilir Çanakkale’de, düşmanın plânını bozmak için kireç tepeyi tutmak gerekiyordu. Oysa, oraya giden tek bir dar yol vardı. Bu yol da, savaş gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu. Toplar ortalığı altüst ediyor, ölüm saçıyordu. Düşman, ateşi bir an bile kesmiyordu. Buradan bir insan değil kurşun bile geçmesine imkan yoktu. Bu hali gören Mustafa Kemal, siperlere koştu, askerlere sordu. – Niçin geçmiyorsunuz?” İçlerinden biri cevap verdi: – Düşman ölüm saçıyor, geçilemez…” Büyük komutan hiç tereddüt etmeden ve korku göstermeden: – Oradan böyle geçilir…” diyerek ileri fırladı. Bunu gören Mehmetçik, artık durur mu? Komutanının arkasından ileriye atıldılar. Şarapnel yağmuruna ve ölüm kasırgasına rağmen karşıya vardılar. Tepeyi tuttular. 6 4
a. g. e. s 37-38 a. g. e. s 37-38 6 Muvaffak İhsan Karan; Milletlerin Sevgilisi Atatürk; s. 12-13 5
113 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bunun gibi kullanılan inisiyatif ve cesaret karşısında dayanamayan düşman 9 Ocak 1916’da Gelibolu adasından temelli olarak çıkıp gitmek zorunda kaldı.
Üç Başa Gerek Yok Mustafa Kemal Arıburnu’nda ki harekâtı anlatıyor. -Düşman bütün yıkıcı araçlarıyla üzerimize yükleniyordu. Saflarımız korkunç surette boşalıyordu. Mehmetçikler sapır sapır dökülüyordu… Bu kanlı sahne amirim durumundaki paşayı telaşa düşürdü. “Şimdi ne olacak” diye soruyordu. Geri çekilmekten söz ediyordu. – Ben bu fikirde değildim. İleri harekâtı (taarruzu) yeğ tutuyordum. Geriye dönmek mahvolmaktı. “Bundan doğacak sorumluluğu kim üzerine alıyorsa, komutayı da o alsın!” dedim. Üstüm olan komutan; – Hayır, bu ana kadar sen yönettin, yine sen götürmelisin!” deyince, harekâta müdahale eden bir Alman komutanını kastederek şu karşılığı verdim: – O halde, üç başa gerek yoktur. Burada benim vücudumu yeter görüyorsanız, siz ikiniz de çekilin!...” Bu sözlerimden sonra şehitlerin üzerinden atlayıp, sağ kalanların önüne geçerek: – Arkadaşlar! Diye haykırdım. Karşımızdaki düşman dövüşemez duruma gelmiştir… Haydi arkadaşlar, en önünüzde ben olmak üzere hep birlikte düşmana hücum edelim… Elimdeki kamçıyı sallayınca, bunu saldırı için verilmiş bir işaret sayarak hemen harekete geçiniz.” Kahramanlar çelik bir yay gibi düşman üzerine atıldılar. Sonuç olarak Arıburnu savaşını kazandık. 7 İşte, sonucu…
korkmadan
cesaretle
inisiyatif
kullanmanın
mutlu
Aşağıda bir de Mehmetçiğin inisiyatifi ile kazanılan zaferi görelim:
Siperden Fırlayarak Mermi Yağmuruna Koşan Mehmetçik ve Kazanılan Zafer Çanakkale’yi savunan kuvvetlerin Baş Komutan Alman Mareşali Liman Von Sanders hatıratında şöyle anlatıyor:
7
Adnan Nur Baykal; Atatürk’ün Liderlik Sırları; s.106-107
114 Rasim PEHLİVANOĞLU
–Çok dehşetli bir saldırı karşısında kalmıştık. Karaya çıkan İngiliz askerlerini gemiden top atışları ve makineli tüfekler destekliyordu. Bulunduğumuz siperlerden değil hareket etmek, en küçük bir hareket belirtisi bile onlarca mermiyi hemen o hareket noktasına çekiyordu. …Böyle bir sağanak altında ve çaresizlik içinde beklemekten ne kadar zaman geçtiğini bilmiyor ve beklemekten başka bir şey yapamıyorduk. Bu şekilde ne kadar zaman geçti bilmiyorum… Birden bulunduğum yerden yaklaşık on beş metre uzağımızdan korkunç bir nara yükseldi. Sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı, düşmana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem kollarını sağa sola sallıyor hem de sesi çıktığı kadar bağırıyordu. Yanımda bulunan tercümana sordum: – Şu koşan asker ne diyor ? – Komutanım! “İmdat ya Rasulallah!...” diye bağırıyor. Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir. Asker sanki üzüm toplar gibi düşman mermileri elleriyle topluyordu. Onu gören askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı. Fakat bu kahraman asker alnına isabet eden bir kurşunla vuruldu… Kısa zaman sonra, karaya çıkan, İngiliz birliğinden geriye yerde yatan asker cesetlerinden başka bir şey görünmüyordu!...” 8
Sivas yolunda Mustafa Kemal, Sivas Kongresini toplamak üzere Erzurum’dan Sivas’a giderken Erzincan boğazı ağzında otomobilini durduran jandarmanın başındaki subay: – Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlar. Tehlike var geçilmez. Merkezden kuvvet gelinceye kadar Erzincan’da beklemeniz uygun olur” der. Mustafa Kemal uyarıyı dinler. Fakat Erzincan’a dönmez… Döndüğü takdirde, toplanacak Sivas Kongresine katılmak amacıyla gelen ve kendisini bekleyen delegeler gibi, henüz duruma kuşkuyla bakan birçoklarının da korkaklığına hükmedecekleri inancıyla, her şeyin daha başlangıçta altüst olabileceğini düşünerek, kendisini uyaran subaya: – Hayır… Dönmeyeceğiz. Ne pahasına olursa olsun yolumuza devam edeceğiz” der. Arkadaşlarına dönerek: 8
17 Mart 2008 Tarihli Türkiye gazetesi s 19
115 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Hızla gidilecek. Vurulan, ölen olursa onunla meşgul olunmayacak. Eşkıya ile karşılaşılırsa hep otomobillerden atlayarak; atak yapıp, yolu açacağız. Kurtulanlar yola devam edecekler!...” Emrini verir. Otomobil hızla boğaza doğru yol alır ve Mustafa Kemal sağlıcakla Sivas’a ulaşır. 9 Atatürk’ün daha çok Çanakkale Savaşlarında gösterdiği inisiyatif yeteneğine değindik. Fakat o sadece Çanakkale’de değil ki, onlarca cephede savaş verdi. Ve hep kazandı. Düzenli olarak orduyu dağıtmadan geri çekilirken bile kazandı… Savaştan sonra da devlet adamı olarak büyük başarılar elde etti. Yakılmış yıkılmış harabeye dönderilmiş yurdumuzun onarılmasında, yokluk içinde varlık göstererek ve yeni hamleler yaparak ülkemizin kalkınmasında çok önemli hizmetler verdi. İşte bütün bu yüksek başarılarında karşılaştığı tehlikelere göğüs gererek, gösterdiği inisiyatif gücünün etkisi büyük olmuştur. İnisiyatif gücünün gelişmesinde ise, millet ve memleket sevgisinin yanı sıra kendisini yetiştirmekte gösterdiği irade gayretinin, çok okumasının, sürekli araştırma ve incelemeye devam etmesinin büyük etkisi olmuştur. Atatürk, girişken ruhlu, müteşebbis bir liderdi. Karşılaştığı problemleri çözen, çözmeye çalışan, çözülmesi için yanındakilere veya yöneticilere ileten, çözümde kullanılacak mali kaynakları bulan, çözüm için gerekli zamanı tespit eden ve problemlerin çözülmesinde yöneticileri denetleyen gözlemci bir kişiliğe sahipti. İleriki sayfalarda, Atatürk’ün üstün kişilik özellikleriyle ilgili değişik konular işlenirken de, onun inisiyatif yeteneği ve müteşebbis kişiliğine yeri geldikçe değinilecektir.
9
Adnan Nur Baykal; Atatürk’ün Liderlik Sırları; s.130
116 Rasim PEHLİVANOĞLU
9 - Geleceği Gören Öngörüşlü Atatürk Müteşebbis, girişken ve inisiyatif sahibi kişiliğe sahip olan Atatürk aynı zamanda geleceği önceden görebilen ön görüşlü bir lider kişiliğine de sahipti. Onun girişken ve inisiyatif sahibi olmasını etkileyen önde gelen neden de öngörüşlü olmasıydı. Öngörüşlü olmasının elbette önemli nedenleri vardır: Zeki idi, akıllıydı. Ama zekâsını ve aklını iyiye kullanmasını bilirdi. Bilirdi, çünkü çok okuyordu, çok araştırıyor, çok inceliyor, geziyor, görüyor ve öğreniyordu. Çok şey öğrenen ve çok bilgilenen insan aklını da kullanarak ileriyi görebilirdi. İşte Atatürk bu tip insanlardan biriydi. Atatürk, daha birinci Cihan Savaşı öncesinde, Türk milletinin felâket uçurumuna yuvarlanacağını öngörüşüyle sezen ve değerlendiren bir kurmay subaydı. Sofya’da Ataşemiliterken birinci dünya savaşına katılmamamızı ilgililere defalarca bildirmişti. Savaş devam ederken, Osmanlı İmparatorluğunun felâkete doğru hızla sürüklendiğini görüyor, buna çareler arıyor ve düşüncelerini cesaretle ortaya koyuyordu. İleri görüşlü, akıllı ve gerçekçi olan Mustafa Kemal, sözlerini dinletememiş ve memleketin meş’um felâkete uğramasını önleyememişti. Ümidini kesmeyen Mustafa Kemal düşündü, taşındı, çalıştı, çabaladı ve bir gün geldi; kendisini, sevdiği Türk milletinin sinesinde buldu. O sıcak sinede güç buldu, moral buldu… Halkımızla bir ve beraber oldu…. Zorlu savaşlardan sonra düşman yurttan temizlendi. Bütün bu gelişmelerde Atatürk’ün seziş gücü, geleceği görüş ve inisiyatif kullanışı, girişken kişiliğinin başrolü olmuştur. Devlet adamı olarak hizmetleri sırasında da öngörüşleriyle birçok problemlerin çözülmesinde önder olmuş, milletimizin ve milli kültürümüzün muasır medeniyet seviyesine yükselmesinde önemli adımlar atmıştır. Atatürk öngörüşü sayesinde, küçüklü büyüklü o kadar önemli işler başarmıştır ki, bunlar saymakla bitmez. Ön görüşüyle dünya çapında gelişecek olaylara da parmak basmış olan Atatürk, bu konuda milletlere ışık tutmuştur. Bunlardan, Atatürk’ün öngörüşüne örnek olarak birkaçını aşağıya alıyorum.
117 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün Öngörüşünden Çeşitli Örnekler Doğudan Doğacak Güneş – Şark’tan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. – Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır. Size bu sözleri söyleyen Cumhur reisi değil, sadece Türk milletinin bir ferdi olarak Mustafa Kemal’dir. Bu hususa bilhassa nazarı dikkatinizi celbederim (1933). 1
Yarın Ne Olacağını Kimse Bilmez – Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun yönetiminde, dil bir, inanç bir, öz bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.” Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak… Dil, bir köprüdür!... İnanç, bir köprüdür!... Tarih, bir köprüdür!...” Onların bize yaklaşmalarını bekleyemeyiz… Bizim, onlara yaklaşmamız gerekli… Tarih bağı kurmamız lâzım. Folklor bağı kurmamız lâzım… Bunları kim yapacak?... İşte görüyorsunuz, Dil encümenleri, Tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onların diline yaklaştırmaya ve böylece birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye çalışıyoruz… Tarihimizi onlara yaklaştırmaya çalışıyoruz, ortak
1
Atatürkçülük 2.Kitap; Gen-Kur Yayınları; s.171
118 Rasim PEHLİVANOĞLU
bir mazi yaratmak peşindeyiz… Bunlar, açıktan yapılmaz, bunlar devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.” 2
Ali Fuat Paşaya Söyledikleri Ali Fuat Paşa (Cebesoy) anılarında şöyle anlatır: “Beni sarayda yattığı odada kabul ettiği zaman… Yarım kalkmış bir durumda bulunuyordu… Mavi gözlerinden, sert bakışlarından, pek bir şey kaybetmemişti… Yorganları, hastalığı gereği karnının fazla şişkinliğini göstermeyecek biçimde düzenlenmişti” diyen Ali Fuat Paşaya Gazi şöyle konuşuyor: – Fuat Paşa, pek yakında dünyanın durumu mütareke senelerinden çok daha ciddi olacak ve karışacaktır. Dünyaya hakim olan toplumların yöneticileri ne yazık ki birinci derece devlet adamı değildirler. (hitlerle, Mussolini’yi söz konusu ederek) Avrupa’da birkaç maceraperest, Almanya ile İtalya’nın başında zorla bulunuyorlar. Karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının güçsüzlüklerinden cesaret alıyorlar. Bir gün bunlar dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet Hükümeti, güçsüzlerle macera düşkünlerinin yanlış hareketlerinden yararlanmasını bilecektir. Bunun sonunda da dünyanın durumu ve dengesi tümüyle değişecektir. İşte bu dönem sırasında doğru davranmasını bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza Mütareke senelerinden daha çok felâketler gelmesi mümkündür..” – Bu İkinci Dünya Savaşı, beni yataktan kımıldanmayacak bir durumda yakalayacak olursa ülkenin hali ne olacaktır? Ben, devlet işlerine mutlaka el koyacak bir duruma gelmeliyim…”3 Ne yazık ki, Atatürk devlet işlerine el koyma imkânını artık bir daha bulamamıştır ve söyledikleri aynen gelişmiştir.
Dünya Devletleri Hakkında Görüşü “…Avrupa Devlet Adamları… Son bir gayret ve tam bir hüsnüniyetle ele almazlarsa, korkarım ki felâketin önü alınamayacaktır. Zira, Avrupa meseleleri, İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki ihtilaflar meselesi olmaktan artık çıkmıştır… Avrupa’da vuku bulacak bir harbin başlıca galibi ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya’dır. Sadece Bolşevizm’dir… Biz Türkler, orada cereyan eden hadiseleri yakından takip ediyor ve 2 3
İsmet Bozdağ; Atatürk’ün Evrensel Boyutları; s.114-115 Osman Bircan B. ve F. Atatürk’ün Hayatı İst/1993 s 201
119 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan şark (doğu) milletlerinin zihniyetlerini istismar eden, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kitleyi tahrik etmesini bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa’yı değil, bütün Asya’yı tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır. 4 Ne yazık ki: Dünyanın kaderine hükmeden bazı devlet adamları, Atatürk’ün 1935’de gördüğü gerçeği, ancak ikinci dünya savaşı bittikten sonra görebilmişlerdir. Dünya meselelerine uzak görüşüyle bakan Atatürk; – Eğer devamlı sulh isteniyorsa, insan kitlelerinin vaziyetlerini iyileştirecek milletler arası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyet-i umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir” 5 diyerek dünya barışı hakkındaki görüşlerini ta o günden açıklamış bulunuyor.
Umumi Harp Gelecek Yıl Başbakan Celal Bayar, 18 Eylül 1938 günü Dolmabahçe Sarayına geldi. Ziyaretler 10 dakikayı geçmeyecekti. Ancak Atatürk, Celal Bayar’ın devlet işleriyle ilgili anlattıklarını dinlemek için sabırsızlanıyordu. Anlatılanları yüzündeki büyük bir memnuniyet ifadesiyle dinliyordu. Vaktin yarım saati dolduğu hatırlatıldı. Ama Atatürk oralı olmadı. Hatırlatan Afet İnan’a: – Gel sen de dinle, mühim ve güzel şeyler anlatılıyor. Bunlar insanı yormaz, insana can verir” diyor. Plân hedeflerini gerçekleştirmek için kaynak bulma konusuna sıra gelmişti. Bunlar da bulundu… Yani bütün yatırımlar Atatürk’ün görüşüyle bütçeye yük bindirilmeden yapılacaktı. Sunuş bitince, Atatürk Celal Bayar’a şunları söylüyor: – Çocuğum bak sana söyleyeyim. Bizim bu işleri ve buna benzer işleri başarmamız için önümüzde en çok 3 yıl mühletimiz vardır… Bütçe falan düşünmeye mahal yok. Memleketin bütün kuvvet menbalarını seferber ederek bu işleri yapmak lâzımdır. Bayar sonradan anlatıyor… “Yakında dünyada bir savaş patlayacağı hakkında Atatürk’e hiçbir bilgi verilmemişti. Bu tamamen Atatürk’ün öngörüşüydü. O gün Atatürk, umumi harbi bu yıl değil gelecek yıldan itibaren beklemelidir” demişti. Atatürk’ün 4 5
Turan Feyzioğlu; Devlet Adamı Atatürk; s.6 a. g. e. s7
120 Rasim PEHLİVANOĞLU
öngördüğü gibi, bir yıl sonra umumi harp (İkinci Cihan Savaşı) başlamıştı. 6
Arap Birliği Celal Bayar diyor ki: “Arap Birliğinin resmen teşekkül ettiği gündü… Atatürk’ü ziyarete gittim. Kendisine laf arası bu birliğin bizim sayemizden ve siyaset gözlüğümüzden nasıl gözükmesi gerektiğini sordum. Bir müddet düşündükten sonra: – Celal, tarih gösteriyor ki, çölde medeniyet olmuyor. Medeniyet olmayan yerde ise, bizim anladığımız manada devlet bulunamaz. Devletlerin bulunmadıkları yerlerde ise, bana kalırsa birlik olamaz.” 7 Aradan uzun yıllar geçtiği halde bugünkü Arapların dağınık ve perişan durumları Atatürk’ün sözlerine hak verdiriyor. Bir kere daha anlıyoruz ki, Atatürk’ün ön seziş kabiliyeti onun en büyük özelliği olmuştur.
Afgan Kralı Eski Afgan Kralı Emenullah Han memleketimizden bir ziyaretten dönüşünde buradan aldığı ilhamla, yeniliklere doğru bazı teşebbüslere girişmiş, bu arada kadın kıyafetleri hakkında da bir kanun çıkartmıştı. Bu hadise Atatürk’e arz edildiği zaman çok üzülmüş: – Eyvah adam gitti demektir. Ben kendisine ısrarla bu konuya girmemesini tavsiye etmiştim. Çok yazık oldu” demişti. Biraz sonra kralın taç ve tahtını terk ederek memleketinden kaçmaya mecbur olduğu görülmüştü. (Çünkü, önceden zemin hazırlanmamıştı). 8
Dünya Milletleri Aynı Apartmanda Atatürk dünya milletlerini bir apartmanda oturuyor gibi görüyordu. Amerika Birleşik Devletleri bu apartmanın en lüks dairesinde oturmaktadır. Atatürk’e göre:
6
Can Dündar; Sarı Zeybek; Milliyet Yayınları; s.120 Hikmet Bil; Atatürk’ün Sofrası; Ekicigil Tarih Yayınları; s.76 8 Adnan Nur Baykal; Atatürk’ün Liderlik Sırları; s.213 7
121 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Eğer apartman, oturanların bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına imkân yoktur. Savaş içinde aynı şey olabilir. ABD’nin bundan uzak kalması imkânsızdır. Bundan başka, Amerika büyük ve kuvvetli ve dünyanın her yerinde ilişiği olan bir devlet olduğundan, kendisinin siyaset ve ekonomi yönünden ikinci basamaktaki bir duruma düşmesine hiçbir zaman izin veremez…”9 Atatürk bu görüşüyle ABD’nin dünya üzerindeki bugünkü konumunu ifade etmiş oluyor.
Öğrenciye Ödül Başarılı olan bir öğrenciye verilecek ödül üzerine Atatürk, – Bu öğrenci takdir edilmelidir” demişti. Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey, – Bir takdirname verelim Paşam.” – Takdirname neyi ifade eder? – Avrupa’ya gönderelim?” Atatürk: – Reşit Galip Bey, artık Avrupa çökmüştür. Onu, yepyeni bir ruh ve zihniyetin hakim olduğu Amerika’ya göndereceksiniz” demiş. Böylece, Avrupa’ya nispet ABD’nde verilen eğitimin ve öğretimin Avrupa’dan üstünlüğüne dikkati çekmiştir. 10
Hintli Casus Mustafa Sağır Mustafa Kemal, tanıştığı insanlar hakkında verdiği hükümlerinde yanılmamıştır. Bir kimse ile kısa sürede tanıştıktan sonra, onun hakkında şaşmaz bir kanaate sahip olduğu kendisini tanıyanlarca söyleniyor ve yazılıyor. Bu konuda Cevat Dursunoğlu’ nun anısına dayanarak bir örnek verelim: 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden sonra Anadolu’ya geçmekte olan Kemalettin Sami Paşa’ya Hindistan’dan gelen Mustafa Sağır isimli Hintli bir Müslüman tanıtılıyor. Türklere yardım için gelen hoş sohbet, sempatik, kültürlü birisi olan bu şahıs, etkili konuşması ve inandırıcı gücüyle kısa zamanda Kemallettin Sami Paşayı ve çevresini etkiliyor. Kemalettin Paşa, İnebolu’ya çıkınca
9
a.g.e. s. 216 a.g.e. s. 217
10
122 Rasim PEHLİVANOĞLU
durumu Ankara’ya bildiriyor. Büyük saygı görerek Ankara’ya gelen bu şahsı, Mustafa Kemal Paşaya birlikte giderek tanıştırıyor. Mustafa Kemal, Hintli’ye birçok sorular soruyor cevaplar alıyor. Sonrada nezaketle uğurluyor. İki paşa yalnız kalınca, Mustafa Kemal: – Bana bak Kemalettin, bu herif casus” diyor. – Aman Paşam sizde herkesten şüphe ediyorsunuz. Bu adam bizim samimi dostumuz. Üstelik Hint İhtilalcisi, İngiliz düşmanı” diyor. Ama bu Hintlinin muhakkak İngiliz casusu olduğuna inanan Mustafa Kemal, yaverini çağırarak takip edilmesini istiyor. Kimya öğretmeni Avni Refik’e verilen takip sonucu, gizli yazılar meydana çıkıyor. Ve Mustafa Sağır ’in İngiliz casusu olduğu anlaşılıyor. Kendisi de suçunu itiraf ediyor ve asılıyor. Gerçeği öğrenen Kemalletin Paşa, Mustafa Kemal’i kastederek; – Onun görüşünün keskinliği kimsede yoktu” diyerek, takdirlerini belirtiyor. 11
Yunanlılardan Tazminat Sorunu Yunanlıların müthiş yenilgisinden sonra, Türkiye’nin niçin bir savaş tazminatı istemediği kendisine sorulduğu zaman, Gazi Mustafa Kemal: – Belki de çok zaman geçmeden herhangi bir nedenle ödenmemesi halinde iki millet arasında büyük anlaşmazlıklar, gereksiz düşmanlıklar yaratabilecek olan, sıkıcı ve tahrik edici yıllık tazminatın bizim için bir önemi yoktur. Bunun yerine, ülkemizin Yunanistan’la dostça ilişkiler kurması sonucu canlandırılacak ve kuşkusuz gitgide artacak olan ticari alışverişlerden, bizim çok daha kârlı çıkacağımız inancında idik” 12 cevabını veriyor. İleriki bölümlerde, Mustafa Kemal’in öngörüşüyle ilgili yeri geldikçe başka açıklamalar yapılacaktır.
11 12
Muvaffak İhsan Karan; Milletlerin Sevgilisi Atatürk; s.174-175 a.g.e. s.170
123 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
10- Zekâsını İşletmesini Bilen Dahi Atatürk Atatürk’ün dahi olup olmadığı sorusuna cevap verebilmek için, önce zekâ ve yüksek zekâ hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Zekâ: Sözlüklerde zihin keskinliği, anlama gücü, sürat-i intikal, uyanıklık anlamına geliyor. İnsan zekâsı, zekâ testleri ile 0 – 200 arasında bir derecelenmeyle ölçülebiliyor. Bunlar şöyle sıralanıyor. Zekâlar
: Derece
Açıklama
Oranı
1) Geri zekâlılar : 0 - 70 (Bunlarda kendi aralarında üç grup) %1 2) Ağır Öğrenenler : 70 – 90 (Bunlarda kendi aralarında iki grup) % 19 3) Normal Zekâlılar : 90 – 110 (Bunlarda kendi aralarında iki grup) % 60 4)Yüksek Zekâlılar : 110 – 140 (Bunlarda kendi aralarında iki grup) İleri Zekâ–Üstün Zekâ %19 5) Çok Üstün Zekâlılar: 140 – 200 (Bunlar da kendi aralarında farklılıklar gösterir. Dahiler bunlar arasından çıkar) % 1
Konumuz çok üstün zekâlılar (dahiler) olduğuna göre bu konu üzerinde öz açıklama yaptıktan sonra Atatürk’ün zekâsı ve dehası üzerinde duralım. Deha: Olağanüstü zekâ, insan kişiliğinin erişebileceği en üstün seviyedir Dahi: Deha sahibi olan, olağanüstü yeteneğe sahip son derece zeki, anlayışlı ve kabiliyetli kimsedir. Öncelikle belirtelim: Zekâ derecesi 140-200 arasında olanlar pek nadirdir, ancak % 1dir. Dahiler bunlar arasından çıkar, ama bunların hepsi dahi olamaz. Zira: Dahi olabilmek için zekâ derecesinin çok yüksek olması yeterli değildir. Her şeyden önce zekâ’nın işletilmesi önemlidir. Zekânın işletilmesi ve gelişmesi ise içinde bulunulan şartlara bağlıdır. Kişinin çevresi, yetişme tarzı, yetişme hevesi, güçlükler karşısındaki sabırlı olması, azimli, iradeli, çalışkan olması, çok okuyarak, araştırarak ve inceleyerek kendisini iyi yetiştirmek için gayret gösteren, insiyatif sahibi, girişken ve ileri görüşlü olması, görevinde zemini, zamanı iyi seçmesi, sorumluluk almaktan çekinmemesi, gerektiğinde riskleri göze alabilmesi; sır saklayabilen, göreceği işe göre hazırlıkları iyi yapan, teşkilatçı, cesaretli, metanetli ve ağır başlı bir kişiliğe sahip olarak kendisini yüceltebilmesi gibi meziyetler zekâ’nın iyi işlemesine ve gelişmesine ön safta katkı yapan kişisel özelliklerdir.
124 Rasim PEHLİVANOĞLU
Bu özelliklerin gelişmesinde çevrenin (ailenin, okulun, mahallenin, rehber kişilerin ve başka etmenlerin) önemli etkileri elbette vardır. Fakat en önemli etken kişinin gene kendisidir. Çevre ne kadar elverişli olsa da, kişinin özel amacı ve dinamik ülküsü olmazsa, menfi etkilerin tesiri ile, yüksek zekâlı da olsa, zekâ’nın gerektiği gibi işlemesi ve gelişmesi mümkün olamaz. Zekâ işleyerek geliştiği gibi işletilmeyen zekâ körlenebilirde. Hele birde, yüksek zekâlı kimseler zekâsını kötüye kullanırsa, memleketine faydalı olmak yerine zararlı olurlar. Gelelim Atatürk’ün dahi olup olmadığına:
Atatürk Dahi midir? Bu Konuda Çeşitli Görüşler Yukarıda yer alan veya almayan yüksek meziyetlerin Atatürk’te var olduğunu görüyoruz. Üstelik Atatürk, mensup olduğu Türk milletini çok seviyor, milletiyle gurur duyuyor, milletinin cesaretine ve gücüne inanıyor… “Gerektiği zaman, Milletim için canımı vereceğim” diyebiliyor. Ve bu özveriyi kendisinde görebiliyor. O halde, çok yüksek zekâya sahip olduğundan şüphe edilemeyen Atatürk dahi midir? Sorusuna karşı ’dahi‘demekle herhalde doğruyu söylemiş oluyoruz. Atatürk’te bir insandır. Elbette onun da kusurları olacaktır ve de olmuştur. İleride değineceğimiz bazı kusurları, onun deha sahibi olmasına gölge düşürüyor gibi olsa da dahi olduğunu söylememize engel olamıyor. Atatürk’ün dahi olup olmadığı çok tartışılmıştır. Özellikle dış ülkelerde ki yüksek rütbeli komutanlar, yazarlar, fikir adamları, devlet adamları Atatürk’ün 20.yy ’ın yetiştirdiği bir dahi olduğunu üzerine basarak söylüyorlar. Bunlardan birisi olan İngiltere’nin en büyük devlet adamlarından Türk düşmanı Başbakan Lord George Parlamento da sıkıştırılıyor: “-Bütün bu güzel projeleri Mustafa Kemal’in süngüleri paramparça etti. Nasıl, niçin bu duruma düştük? Hükümetten cevap bekliyoruz” sorusuna karşı kürsüye gelen Lord George şu cevabı veriyor:
125 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
“-İnsanlık tarihi ancak birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki, hem de bize karşı… Bütün dünyaya karşı… Elden ne gelebilirdi ki?” 1 Bu sözlere bütün İngiliz milleti boyun eğmişti. Ertesi gün Lord George Başbakanlıktan istifasını vermek zorunda kalmıştı. Okuduğum Atatürk’le ilgili çok sayıda kitapların birçoğunda, Atatürk’ün üstün zekâlı, deha sahibi bir kişiliği olduğunun yazıldığını gördüm. Üzerinde düşündüm ve kendi görüşümü tespite çalıştım. Atatürk’ün dahi oluşunu savunan tarihçi yazar Cihat Akçakayalıoğlu’nun Gen-Kur Başkanlığı Yayınlarından olan Atatürk isimli, Ankara 1980, MEB. Baskılı kitabın 480-491. sayfalarında yer alan dahi ve büyük adam başlıklı yazısı ile; gene Gen-Kur yayınlarından olan Atatürkçülük isimli ikinci kitabın 56-57. sayfalarında Atatürk niçin dahidir başlığı altındaki, Atatürk’ün dahi oluşu görüşünü anlatan yazılardan esinlenerek ben de Atatürk’ün dehasını özetleyerek anlatmaya çalışacağım. Cihat Akçakayalıoğlu’na Göre: Deha bir insanın çok özel ve yüksek niteliklerini gösteren buluş yeteneğidir. Gücünü, insanı aşan olağan üstü bir kuvvetten alır gibi görünür. Deha bir uzmanlık alanında sürekli bir çalışmayla ve uzun bir sabırla elde edilen olgunluğu anlatır. Yüksek başarılar sonucunda kazanılmış olan yüksek ün, deha için bir belirti olabilir. Mustafa Kemal bu tanımlara uygun nitelikleri kendinde topladığını göstermiştir. Milletimizin felâket uçurumuna yuvarlanışını önsezisi ile görebilen ileri görüşlü, gerçekçi bir liderdir. Gördüğü gerçek, Türk milletinin büyüklüğü ve yenilmezliğidir.” 2 Prof. Tarık Zafer Tunaya’nın görüşüne göre: O, Türk milletinin engin ruhunda saklı ilerici hamleleri bulmuş, milli devleti ve bu devletin müesseselerini bu ruhla kurmuştur. Atatürk’ün en büyük kuvvet kaynağı Türk Milletine inanmış olmasıdır.3 Prof. Hamza Eroğlu’na göre: “Deha, dikkat, hafıza, muhakeme, muhayyele (tasarlama) ve irade gibi psikolojik melekelerin terkibi bir üstünlüğüdür. Atatürk’ de dikkat, heyecan, muhakeme, istidlal (delil ile anlama), idrak ve irade melekeleri olağanüstü bir değerde ve özelliktedir. Ondaki azim ve irade de olağanüstü idi. Yenemeyeceği hiçbir güçlük, deviremeyeceği hiçbir engel yoktu. 1 2 3
Muvaffak İhsan Karan; Milletlerin Sevgilisi Atatürk;s.5
Çihat Akçakayalıoglu Ataturl-(s.481-482) a.g.e. s. 482
126 Rasim PEHLİVANOĞLU
Her engeli sabır, tedbir ve zor kullanarak yenerdi. Deha, bu yönüyle uzun bir sabır kuvvetidir. Milletleri kurtaran ve yükselten insanlar büyük iradelerdir.’’ 4 Bir yabancı yazar Clavsewitz’e göre üstün başarıların en kudretli kaynağı sarsılmayan iradede görülmektedir. Yenilmez iradesiyle, güçlükleri hatta çaresizlikleri yenerek, milletini selâmete ulaştıran Atatürk bu yargının gerçekliğini ispat eden nadir komutan ve liderlerin başında gelmektedir. Bu yenilmez irade, dehanın bir vasfıdır. 5 Atatürk’ü çok yönlü bir deha örneği olarak tanımlayan Albert Sarraut: “Atatürk yenilmez bir savaşçı, büyük bir stratejist olduktan başka en büyük dehalarda bile bulunmayan nitelikleri varlığında toplayan en mahir bir devlet adamı ve birinci sınıf ıslahatçı olmasıdır. O, Türk milletinde pek derin bulunan milli duygu gibi kuvvetli bir manivelayı istediği gibi kullanmıştır.’’demiştir 6 Ünlü Yaban Romanının yazarı ve Atatürk’ün yakını olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu: ‘’Klasikleşmiş, vecizeleşmiş bir tarife göre deha uzun bir sabırdır… Hiçbir büyük adam Mustafa Kemal kadar sabırlı olmasını bilememiştir. O bize kişiliğinde toplu bulunan ilk sentetik ürünlerini vermek için tam 38 yıl bekledi. Osmanlı devletinin yıkıntıları arasından bir Türk generalinin çıkıpta bir avuç arda kalan askerle düşmana karşı koymayı düşünmesi ne tehlikeli bir deliliktir. İşte bu noktada, Mustafa Kemal’i yakından tanımayanlar dehasının cinnetle bir olduğuna hükmedebilirler.Fakat biz ki, onun ne kadar gerçekçi ve ne kadar ölçülü zekâya sahip olduğunu biliriz” diyor. Mustafa Kemal’e bir toplantıda “dahi kimdir” diye soruyorlar. Cevabı şu oluyor: – Dahi o dur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği her şeyi ilk ortaya koyduğu vakit herkes ona delilik der” Mustafa Kemal’in bu sözünde belirtildiği üzere, cinnetlikle deha arasında bir yakınlık var demektir. Atatürk’ün dehasının önemli bir belirtisi olan Kurtuluş Savaşımız sırasında gösterdiği sabırlar ve çektiği acıları, İsmet İnönü’ nün şu sözlerinde görüyoruz: 4
a.g.e. s. 482 a.g.e. s. 482 6 a.g.e. s. 484 5
127 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Asıl ıstırabı çeken Atatürk’tü… İç ve dış bütün olumsuz etkenlerle uğraşıp, onların etkilerinden, öfkesinden cepheleri kurtararak yön veren Atatürk’tür” diyen İnönü devamla: –Atatürk meclisten çok ıstırap çekiyordu. Bu iş çıkmaz, boşa uğraşıyorlar, millet bu yüzden eziliyor” deniliyordu. Fevzi Paşa Milli Savunma Bakanı olarak mecliste, ordu kuracağız, şunu yapacağız, bunu yapacağız dediği zaman, ona en çok silah hesabı soruluyordu. Ne kadar silah ve ne kadar cephane var ve bir sürü böyle sorular… Ama O, silahlar hakkında bir kimseye bilgi vermezdi, vermemeye çalışırdı… Bilgi verseydi, bu defada, canım bu kadar şeyle insan ava bile çıkmaz diyecekler ve herkesi büsbütün yılgınlığa sürükleyeceklerdi.İşte böyle TBMM’de en çok Mustafa Kemal’i sorguluyor ve kesin hesap soruyorlardı. Fakat O sırrı kimseye vermiyor ve en çok acıyı da o çekiyordu.” 7 Çanakkale Savaşlarında Mustafa Kemal’in başkomutanı olan Alman Generali Liman Van Sanders, Mustafa Kemal’i şöyle anlatmaktadır: – Sevimli, sempatik, mütevazı duruşlu fakat kararlarında aşırı derecede ısrarlı, dileklerinde sarsılmaz surette sebatlı, görüşlerini açıklamada tereddüde yer bırakmayacak derecede açık” diyerek değerini takdir etmiştir. Mustafa Kemal’in dehasının diğer bir ifadesi de önceden seziş ve ona dayanan uzağı görüş gücüne sahip olmasıdır.” 8 Atatürk hakkında özellikle yabancı yazarlar övücü çok şeyler söylemişlerdir.Bunlardan birkaçını aşağıya alalım
E. Herriot isimli bir yabancı yazar: -Onda hayran olduğum iki önemli vasıf vardır ki: Biri alev gibi parlayan vatan sevgisi, diğeri ise …nefse hakimiyetidir” diyor. Devamla: “Türk devriminden bahsederken bunun bir mucize olduğunu kabul etmeyip, İsteyerek, hesaplanarak yapılmış, mantığa müstenit ve millet aşkından mülhem bir eser” olarak nitelemiştir. Atatürk’ün en önemli bir diğer vasfı da inanma kuvvetidir. İman ve inanarak yaptığı işi milletine inandırmasıdır. Atatürk ilim zihniyetinin ve çağdaş düşüncenin de sembolüdür” 9 7
a.g.e. s. 485 Cihat Akçakayalıoğlu:Atatürk Gen-Kur Yayınları Ankara -1980 s 483 9 a.g.e. s. 483 8
128 Rasim PEHLİVANOĞLU
Kant’a göre: “Kuralların üstüne çıkan, orijinal ve örnek olacak dahidir. Eser yaratan kişidir” 10 Atatürk Kant’ın tarif ettiği büyük insandır.
Ünlü İngiliz generali Taushend, daha 1922 de savaş sürerken Atatürk’le yaptığı konuşmadan sonra,onun üstün şahsiyetini şöyle ifade etmiştir: – Ben şimdiye 15 Hükümdar ve Cumhur reisi ile hususi ve resmi konuşmalar yaptım. Bu gece kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal’de büyük bir ruh kudretinin esrarı var” 11 diyerek O’nun müstesna kişiliğini belirtmiştir Bir İspanyol gazetesinde: “Atatürk, askeri deha ile devlet adamı ve filozof dehasını cem etmiştir” diye yazılmıştır. 12 Armstrong ve Benoist-Mechin’in: – Atatürk eserlerinin tesirlerini yalnız Türkiye’de değil bütün doğu aleminde ve Afrika’da görmek, hürriyet mücadelesi yapan her milletin Mustafa Kemal idealini gerçekleştirmeye çalışmasıyla ortaya çıkmaktadır. Mustafa Kemal olgun ve ileri fikirleriyle, hürriyet ve insanlık idealleriyle belirli bir ülkenin sınırlarını çoktan aşmıştır, hükmederek, krallıkları devirerek imparatorluk kurmamış; kalpleri kazanarak, zekâ ve akla hitap ederek insanlık idealinin aşık ve mümtaz siması olmuştur…”13 Atatürk milli bir kahraman olduğu kadar medeni bir insandır diyen bir Macar gazetesi: “Atatürk öldü, beşeriyet fakir düştü” diye yazıyor. Bir İngiliz gazetesi ise vakar ve haysiyetin bir laftan ibaret kaldığı bu asırda Atatürk vakar ve haysiyetin canlı timsali idi” diyor. Bulgaristan Slavo gazetesi ise: “Dünya bu derece müstesna olan bu adamın ölümünden sonra eskisi kadar enteresan değildir… Milletinin bu büyük evladı aynı zamanda yirminci asrında büyük bir yurttaşıdır.” 14 Tarih, içten ve dıştan binlerce düşmanın ihanetine uğramış ve parça parça olmuş bir milleti yerden kaldırıp göklere yükselten
10
a.g.e. s. 483 Atatürkçülük 2.kitap Gen-Kur Yayınları-M.E.B.Basımevi İst /1988 s 55 12 a.g.e. s. 55 13 a.g.e. s. 56 14 a.g.e. s. 56 11
129 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bu yüce insanı yalnız ve yalnız mükemmellikle vasıflandırabilir. Mustafa Kemal ismi manayı en güzel ifade ediyor.” 15 “Mustafa Kemal bir kişioğlu değil, bir ülkü bir düşünce sistemi, her alanda kurtuluşun, uygarca yaşamanın, adam olmanın, yücelmenin hızı, gücü ve kaynağıdır.” 16 Atatürk “düne, bugüne ve yarına ışık tutmuştur. Tahran menşeli bir yazıda açıklandığı üzere: “Böyle insanlar bir nesil için olmadıkları gibi, muayyen bir devre için doğmazlar.”17 Her yönüyle büyük adam olan Atatürk, insanlığa kazandırdığı değer hükümleri ile çağımızın en büyük insanı, çağını aşan, gelecek çağlara ulaşan ve ışık tutan insandır. Böyle bir insan dahi olmaz da ne olur? Dehanın unsurlarından olan büyük tahammül ve uzun sabır, Mustafa Kemal’in kişiliğinde odaklanmış bulunuyordu. Deha, zekâ, her türlü yetenek ve bilgi;ülkü için, insanlık için yararlı olarak kullanıldığı takdirde belirir ve değer taşır. Büyük adam, üstün nitelikleri olan kimse, bunu milletinin ve insanlığın hizmetinde kullanan ve üstün sonuçlar elde eden insandır.Mustafa Kemal’in büyüklüğü de buradadır ve bu niteliğindedir. Buraya kadar yapılan açıklamalardan ve Atatürk’ü yakından tanıyanların söylediklerinden anlaşıldığı üzere, Mustafa Kemal Atatürk’ün deha sahibi üstün bir insan olduğu hükmüne varabiliyoruz. Sonuç olarak diyoruz ki: Atatürk, yüksek dehaya sahip, dahi bir liderdir.
15
a.g.e. s. 56 a.g.e. s. 57 17 a.g.e. s. 57 16
130 Rasim PEHLİVANOĞLU
11-Üstün Yetenek ve Özelliklerin Birleştiği Lider Atatürk Bu kitabın ön sayfalarında belirtildiği ve ileriki sayfalarda yeri geldikçe belirtileceği üzere, Atatürk üstün yetenekleri ve meziyetleri olan bir insandı. Üstün yetenek ve meziyetler sadece Atatürk’te değil, başkalarında da vardı. Ama O’nun önde gelen farkı, yetenek ve meziyetlerini diğer birçokları gibi sadece kendisi için değil de, ülkesi ve milleti için kullanan çok nadir insanlardan biri olmasıydı. Yetenek ve özelliklerini sadece kendileri için kullanmak isteyenler yada devlet yönetiminde veya inkılâplarda görüş ayrılığına düşen bazı ülkü arkadaşları, zamanla yollarını ondan bir bir ayırmışlar ve neredeyse yalnız adam durumuna düşürmüşlerdi. Ama O, çok sevdiği ve sevildiği, kentlisi ve köylüsüyle bütün milletimizin kendisiyle bir ve beraber olduğuna inandığından teselli bulmuş, yalnızlığını pek hissetmemiştir. Büyük gazi’yi, hayattayken, ölüm döşeğindeyken, öldükten sonra da hiç yalnız bırakmayan büyük Türk Milleti ve dinamik Türk Gençliği, aydın yetişkinlerimiz, özellikle kahraman Türk Ordusu ve kadirbilir komutanları olmuştur. Üstün yeteneklerin ve meziyetlerin birleştiği dünyaca kabul edilen büyük lider Atatürk, orduların başında yenilmek bilmeyen bir komutan olarak kendisini göstermiştir. Kurtuluşumuz için, milli mücadeleyi başlatmak için, yurt çapında yayılmasını sağlaması, mahalli ve milli teşkilatların kurulmasını teşvik etmesi; kurulan milli kurtuluş teşkilatlarının tek bir amaç etrafında birleşmesini sağlaması, TBMM ‘ni toplama becerisini göstermesi, Anadolu ‘da yeni bir hükümet kurarak onun emrinde düzenli orduyu kurması, düşman işgali altında olan ve düşmanın direktifinde çalışan İstanbul’daki ürkek ve korkak hükümeti etkisiz bırakması; bütün ülkemizde milletimizi şahlandırarak milli istiklâl savaşımızı başlatması, gönüllü olarak milletimizin her türlü fedakârlıklara katlanmasını sağlaması onun teşkilatçı liderliğinin göstergesidir.. Arkasından İnönü’ler, Sakarya, Dumlupınar savaşlarını kazanarak İzmir’de düşmann denize dökülmesini sağlaması, Trakya dan ve nihayet bütün ülkemizden işgalci düşmanların çıkarılarak ülkemizin tamamının düşman işgalinden kurtarılmasında önder olması,
131 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Büyük Komutan Gazi Mustafa Kemal Paşanın liderliğini kanıtlayan (ispatlayan ) önemli nedenler olmuştur
Atatürk’ün Liderliğini Kanıtlayan Önemli Nedenler Bu konuda Falih Rıfkı Ataya şöyle söylüyor: –Öyle şartlar içinde Mustafa Kemal’in yaptığını yapabilecek cesaret de demiyorum, belki ondan daha gözü pekler vardır. Azminde demiyorum belki O’nun kadar azimli olanlar vardır.Bilgilide demiyorum, şüphesiz ondan daha bilgili olanları vardı. Fakat, kırk yıllık ömrümde onun liderlik dehasında hiç kimseyi tanımadım.1 Ülkemiz dış düşmanlardan temizlenirken, kaçan düşmanlarla harabeye döndürülen ülkemizin onarılmasındaki gayreti; devletimizin toparlanmasında, kalkınma hamlelerinin başlamasında, inkılâpların yapılmasında önder kişiliği; dış borçlarımızın ustaca ödenmesi, dünya ülkelerinde itibarımızın yükselmesi ve başka büyük işlerin yapılmasında ki önderliği ve büyük devletler arasındaki üstün yerimizi almamızdaki becerisi; kalkınmakta olan ülkemizde bize her daim kol kanat germesi ve başımızda yol gösterici olarak kalmasıyla büyük lider ve büyük devlet adamı olduğunu defalarca kanıtlamıştır. – Kitaplar dolduracak uzun inceleme ve değerlendirmelere konu olacak pek çok özellik ve niteliklere sahip olan Atatürk, hayalci değil, gerçekçi ve ülkücüydü. Gerçekçilikle ülkücüğü bağdaştıran bir yönteme sahipti.. Her işi yerine göre, hesaba, akla, bilime ve tekniğe dayanırdı.”diye yazan Cihat Akçakayalıoglu, Atatürk’ün söylediği: – Şahsım için anıtlar dikilmesine, propagandalar yapılmasına göz yumduğumu görenler beni bencil sanacaklardır. Ben kendi şahsımda, ülkülerimi unutulmaz kılmak için unutulmak istemiyorum” sözüyle, ülkü ve düşüncelerinin ilelebet yaşatılmasını, uygulanmasını veya gerçekleştirilmesini istemiş olduğu anlaşılıyor. Zira, faydalı olmasının devamını isteyen lider yapıdaki insanlar unutulmayı istemezler. 2 Kesip de sakladığım gazete kupürleri arasında Adile Ayda’nın 15 Nisan 1981 tarihli Tercüman Gazetesinden keşmiş olduğum Atatürk’ün Kişiliği başlıklı makalesi elime geçti. Adile Ayda 1 2
Adnan Nur Baykal:M.K.Atatürk’ün liderlik sırları- İst.1999 Başlarken
Ç. Akçakayalıoglu: - Atatürk s 654
132 Rasim PEHLİVANOĞLU
makalesinde: “Atatürk’ün kişiliğini inceleyenler hep yabancılar olduğunu” söyleyerek yakınıyor ve şöyle diyor: – Beni Atatürk hakkında düşünmeye ve Atatürk’ün büyüklüğünü daha iyi anlamaya, bazı Atatürk düşmanlarıyla yaptığım tartışmalar götürmüştür…. Onun milli ve içtimai alanda yaptıklarını hiçe sayarak, özel hayatı ile uğraşmaları, bana bu kimselerin küçüklüğünü ve Atatürk’ün büyüklüğünü ispat etmiştir” diyor. Prof. Adile Ayda Atatürk’ ün dehasının sırrı neydi? sorusuna: –Bence bu bir takım zıt vasıflar şahsiyetinde dengeli ve uyumlu bir şekilde birleştirmiş ve uzlaştırmış olması idi” diyor. Atatürk’ün şahsiyetindeki ahenkli çelişkilerden ikisine örnek gösteriyor. 1) Atatürk sınırsız hayal gücüne sahipti çocukluğundan ve gençliğinden beri herkesin olmayacağını söylediği şeylerin olacağına inanırdı.(hayalinde öyle yaşatmıştı )Ama aynı zamanda gerçekçiydi…” –“Büyük adamlar amaçta ne kadar hayalci iseler, araçta o kadar gerçekçidirler. Atatürk’ün en büyük vasıflarından biri son derce gerçekçi olmasıydı. Gerçekçilik maddi oluşta değil, asıl gerçekçilik hem maddi hem de manevi faktörlere önem vermektir” diye yazan Adile Ayda’nın bu konuda yaptığı açıklamalar, Atatürk’ün hayalci ve de gerçekçi olusunu örneklerle belirtmiştir. Gerçekçi idi. Ancak olabilecek hayalleri kurardı... 2)Atatürk‘ün bir başka çelişkili özelliği de, kararlarını ve emellerini sonuca ulaştırmak için yorulmadan sebat göstermiş olmasıdır. Fakat yanıldığını gördüğü anda “Hatanın neresinden dönülürse kardır” atasözüne uyum sağlayarak, hatadan dönmesini de bilmesidir.Bu konudaki bazı görüşlerini de gene sayın Prof. örneklerle açıklamıştır.( bu örnekler ileride gelebilecek) Yeri ve zamanı gelince, fazla gecikmeden hatadan dönmesini bilmek de liderliğin önemli vasıflarındandır Aşağıdaki yazılarımda Prof Hamza Eroglu’nun Türk İnkılâp tarihi isimli kitabından aldığım bazı alıntılarla Atatürk’ün liderliği konusundaki görüşlerimi açıklamaya çalışacağım; –“Önemli bütün tarihi olayların, sosyal değişimlerin oluşmasında, iradesinin kuvveti, zekâsı, basiret ve bilgisi bakımından, yaşadığı muhite tesir eden üstün kişiliğinin varlığı ve toplum içindeki
133 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
rolü bir geçek olarak belirmektedir.” diyen Hamza Eroglu, bu kişiye Atatürk’ü örnek göstererek: –Türk milleti de o kara günlerinde milli şuur ve iradesinin sembolünü Mustafa Kemal Paşa da (Atatürk ‘de) bulmuş, milli istiklâl ve hakimiyet mücadelesinde, kaderimizi O’ nun kudretli ellerine tevdi etmiştir.” diyor. 3 Atatürk’ün lider kişiliği hakkında bazı yabancı yazarlar da konuşuyor: Donkwok Ruslava göre “Atatürk bunalımlı dönemlerin lideridir.Karizmatik liderdir.” Maks Webere’ ye göre “Topluma yon veren, otorite veren, düzen veren 3 tip otorite vardır. 1) Meşru otorite: Seçim mekanizmasının işleyişi 2) İrsi- intikal otorite: Hükümdarlık gibi 3) Karizmatik otorite: Karizmatik otorite kişinin kendi kahramanlık gücüne veya örnek alınacak niteliklerine ve bu kişiye halkın tam bir teslimiyetle bağlanmaları sonucu ortaya çıkan otoritedir.” 4 Bu tanıma göre; Karizmatik liderlik bir çeşit bunalımlı günlerin liderliğidir. Atatürk.’ün ortaya çıkışı olağanüstü olayların bulunduğu bir döneme rastlar ki, buna göre Atatürk karizmatik bir liderdir. Atatürk’ün karizmatik liderliği, milli mücadele devam ederken meşru yollarla kurulan T.B.M.M’ nin başkanı seçilerek, milli mücadelenin şefi ve lideri olmasıyla sona ermiş sayılır. Daha sonraki dönemde milletin rey’i ve iradesiyle seçilen meşru lider olmuştur. 5
Mustafa Kemal Paşa’nın Lider Olmasının Nedenleri 1)Atatürk, Türk Milletinin uçuruma yuvarladığını uzak görüşü ile sezen ve değerlendiren insandır… Bu yönü ile Atatürk uzak görüşlü ve gerçekçi bir liderdir. 2) Atatürk, kötüye ve bahtsızlığa yönelik kaderini değiştiren ona yeni yön veren Türk milletini, milli birlik ruhu içinde harekete
3
Hamza Eroglu Türk İnkılâp tarihi İst.1982 s 110 a.g.e s 111 5 a.g. e s 111 4
134 Rasim PEHLİVANOĞLU
getiren, kurtuluş için çare arayan ve bu çareyi millet gerçeğine dayandırarak başarıya ulaştıran önder kişidir. 3) Atatürk millet gerçeğine dayanarak milli mücadele davasına başlamış; Amasya genelgesinde ifadesini bulan:” Milletin istiklâlini gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır” formülü ile inandığı ve güvendiği Türk milletini haksızlığa karşı isyan ettiren, milliyetçilik, milli egemenlik ve milli bağımsızlık ilkeleri ile milli mücadeleyi temeline oturtan, engin tarihi tecrübeleri olan ileri görüşlü bir devlet adamıdır. 4) Atatürk, birleştirici bir dehaya sahipti. Milli mücadeleyi gerçekleştirmek için önde gelen aydınları, komutanları ve kitleleri birleştirici ve toplayıcı lider olmuştu. Sonradan, önde gelen bazı ülkü arkadaşlarıyla görüş ayrılığına düşmüşlerse de önde gelen bu değerli arkadaşları yıkıcı olmaktan kaçınmışlar; Elden geldiğince yapıcı olmuşlardı. Bunlardan rahmetli Rauf Orbay: –Mustafa Kemal olmasaydı da milli mücadele olurdu… Nitekim, yer yer milli mukavemet hareketleri başlamıştı. Ancak Mustafa Kemalsiz milli mücadelenin sonucu, Anadolu’da parçalanmış bazı küçük beyliklerin kurulması olurdu” itirafında bulunmuştur 5) Sabahattin Selek’e göre: “Mustafa Kemal Paşa milli kahramanlıkta ve cesarette Türk milletini en iyi temsil edecek bir insandır. O, aklıyla hareket eden kişisel cesaretinin yanı sıra, gerektiğinde istiskal edilmeyi (soğuk karşılanmayı ) bile göze alacak medeni cesarete sahipti. Yalnız bu yönüyle bile liderlik Mustafa Kemal Paşa’nın hakkı idi 6) Felâket uçurumundan milleti kurtarmak için üstün kabiliyetli bir kumandan ancak Mustafa Kemal Paşa olabilirdi. 14 Temmuz 1919 tarihli Al bayrak gazetesinde “…Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanan millet, nezih, parlak bir hâle teşkil etmektedir. Böyle temiz, fedakâr ruhların birleşmesinden milletin hürriyet ve istiklâl gibi iki mukaddes nurunun doğacağı şüphesizdir” diye yazılması kamuoyunun kanaatinin belirtisidir… Atatürk ‘ün milli mücadeleyi başarmaktaki azim ve kudreti, milli mücadelemizin başı olmasının sebebini açıklar. 7) Atatürk haberleşmeye büyük önem veriyordu: Sivas kongresini ziyaret eden Amerikalı bir gazeteci:
135 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Ömrümde daha etkili bir haberleşme şebekesi görmedim. Yarım saat zarfından Erzurum, Erzincan, Musul, Diyarbakır, Trabzon, Ankara, Malatya, Harput, Konya, Bursa ile haberleşmeyi başarmıştı. Haberleşmeden maksat milletin nabzını elinde bulundurmak demekti. Mustafa Kemal Paşa, kurduğu haberleşme örgütü ile Türk milletinin kararını en iyi değerlendiren kişi olmuştur” diyor. Bir gazeteci 1922 yılında Mustafa Kemal’e sormuştu: – Bu savaşı nasıl kazandınız? Verilen cevap: – Telgraf telleri ile”6 olmuştu. Bu cevapla, haberleşmenin önemi belirtilmiştir.
savaşta
İşte bütün bu nitelikleri ile Mustafa Kemal Paşa milli mücadelenin şefi ve lideri olmuştu. Mustafa Kemalin liderlikle ilgili öğütleri ve önemli sözlerinden birkaçı: Mustafa Kemal Atatürk diyor ki: – Ben bir eser vücuda getirdim ise, milletimin kudret ve kuvvetine ve ondan aldığım ilhama dayanarak yaptım. Sizleri konuşturdum, sizleri koşturdum. Yaptım” – Büyük işler mühim teşebbüsler ancak müşterek mesai ile gerçekleşebilir. Şimdiye kadar elde ettiğimiz zaferleri ancak birlik ve dayanımsa sayesinde elde ettik. Zaferin meyvelerini toplamak içinde bu yolda devam etmek gerekmektedir.” – Kumandanlar emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli ve yapılması mümkün olan konularda emir verirler. Emir verirken kendini o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ve emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını düşünmek ve bilmek lâzımdır. ”7 – Vazife verdiğiniz kişilerin, yapacakları işler hakkında tetkike dayalı bir görüşte bulunmayıp sizden emir istemelerine müsamaha etmeyin, onları uyarın.Onlardan işlerini, akıllarını, zekâlarını, bilgilerini ve yeteneklerini, son haddine kadar kullanarak zamanında yapmaya çalışmalarını, sorumluluk yüklenmekten çekinmemelerini isteyin.”8 6 7 8
a.g .e s 112-115 Adnan Nur Baykal M.K.Atatürk’ün liderlik sırları İst.1999 s 225
a .g. e
s. 231
136 Rasim PEHLİVANOĞLU
Lider Atatürk’le İlgili Birkaç Örnek Eşi Latife Uşaklıgil anlatıyor: ………………………………………………….. “Bir türlü uyuyamadığı bir gece, saat iki sularında bana – Latife ben simdi bir tramvaya binmek istiyorum” dedi.O saat de bu olanaksızdı.Ama isteğinin yerine gelmemiş olması O nu belki de üzecekti. Kendilerine, – Paşam dinlenseniz daha iyi olmaz mı? Vakit bir hayli geç oldu “dedim. – Ben de vaktin geç olmasından yararlanıp tramvaya binmek istiyorum ya…. cevabını verince: – Pekiyi, temin edelim” dedim. – Telefon edildi ve bir atlı tramvay hazırlandı. Yaverle birlikte gittik. Bir sürücüden başka kimse yoktu. Paşa bir ara tramvay sürücüsünün yanına yaklaştı sordu: – Sen atları kamçılayarak mı idare edersin? – Tabi paşam… kamçısız idare edilir mi? – Neden idare edilmesin ? – Biz görmedik… – Sen şu yerini bana ver de kamcısız idare edeyim. Sürücü derhal yerini paşaya bıraktı. Paşa, dizginlere ele aldı ve kamçıyı kullanmadan atları sürmeye başladı. Sürücüye sordu: – Nasıl idare edebiliyor muyum? – Fevkalade paşam…Benden daha güzel idare ediyorsunuz – Bende senin gibi bir idareciyim. Yüz binlerce insanı yönettim, onları ölüme giden yola seve seve sevk ettim. Fakat hiçbirine kamçı kullanmadım” dedi.
Yazılı emir vermem Bir 30 Ağustos Zafer Bayramı gecesi, sofrada Şükrü Kaya’nın: Paşam Kurtuluş Savaşında Başkomutan sıfatıyla savaşlarda verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır? sorusu üzerine Atatürk: –Bir gün Kurtuluş Savaşının, milli mücadelenin askeri tarihini yazacaklar. Belki de benim Başkomutan sıfatıyla bir yazılı ve imzalı emrime rastlamayacaklardır. Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler, ben savaşta her zaman o cepheden bu cepheye gider yapılması gereken hareketleri komutanlara dikte eder onlara not ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra “Şimdi ordu
137 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
birliklerinize bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla duyurun derdim” cevabını veriyor. Bundan da anlaşılıyor ki, Atatürk kendilerine çok inandığı ve kendisine inandırdığı askerlerine, yazılı emre gerek görmeden sözle verdiği emirleri yazdırdığını ve hepsinin liyakatle yerine getirildiğini görmenin sevincini duyuyor.
12- Çok Kitap Okuyan, Araştıran İnceleyen Tarih Sever Atatürk Çok Okuyan Atatürk Atatürk, 20. yy da yetişen en liyakatli komutan ve en büyük devlet adamı olduğunu başarıları ile kanıtlamış yüce bir insandır. Sadece Türk milleti değil, onu okuyup tanımaya çalışan bütün dünya milletleri Atatürk’ün insanlık yönü ile de büyüklüğüne inanmış ve onun adını sevgi ve saygı ile anmaktadırlar. Atatürk’ün üstün başarılarının asıl sebebi ne olabilir? Kendi ifadesiyle, “Türk milletinin bir ferdi olması” onun en büyük gururu ve başarı kaynağı olmuştur. Bunu tamamlayan üstün meziyetleri, kendisini yetiştirmek için gösterdiği özel gayretleri, yüksek karakteri, azmi ve yenilmez irade gücü de başarısının önemli etkenleridir. Bunların da ötesinde, üstün başarılara ulaşmasının en büyük etkeni, okumayı sevmesi ve çok okuyan bir kişiliğe sahip olmasıdır. Hakkında yazılan, okuduğum çok sayıda kitaptan edindiğim bilgilerin ışığında söylüyorum: İlkokul hayatından beri çok okuyan Atatürk, okuduklarını hazmeden, onların üzerine yükselen, araştıran, inceleyen ve uygulayan bir kişiliğe sahipti. Kurmay Yüzbaşı olarak ilk tayin edildiği Şam’da boş geçen vakitlerinin büyük çoğunluğunu okumakla geçirmiştir. Burada daha da geliştirdiği okuma alışkanlığını hayatı boyunca devam ettirmiştir. En çok sevdiği tarih kitaplarını okumaktı. Şam’da Türk tarihinin yanı sıra, İslâm Tarihini de ilgi ile okumuş ve hazmetmiştir. Türk-İslâm kültürü ile yoğrulmuş olan aydın bir kurmay subay olarak temayüz etmiştir. Atatürk, sadece tarih değil, bulabildiği diğer konularda ki bütün kitapları da okumuş ve genel kültürünü yükseltmiştir. Mesleki kitapları da iyi okumuş, hatta askerin talimiyle ilgili kitaplar dahi
138 Rasim PEHLİVANOĞLU
yazmıştır. Cumhuriyetten sonraki yıllarda, bugün kullandığımız terimlerin bir çoğunu ihtiva eden geometri kitabı bile yazmış ve eğitime bu yönden de hizmet etmiştir. İstiklal savaşı döneminin en kızgın zamanlarında bile, boş kaldığı saatlerde kitap olduğunu söyleyenler olmuştur. Büyük zafere hazırlık yapılan son günlerde bile, “Çalıkuşu” romanını okumakta olduğunu çadırına giren bir arkadaşı görmüştür.
Atatürk’ün Kitap Okuma Sevgisini Anlatanlar Bu konuda ünlü romancı yazar, Atatürk’ün yakınlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu söyle diyor: – Atatürk bir büyük aksiyon adamı olduğu kadar, bir büyük fikir adamı idi… O çok kitap okurdu ve şayanı dikkat derecede edebiyat meraklısı idi. Hatta ilâve edeceğim: Bizim kendisine sunduğumuz eserleri, herhangi bir eleştirmenden daha iyi eleştirebilirdi. Atatürk her alanda olduğu gibi, edebiyatımız içinde sonsuz bir ilham kaynağı olmuştur.Yarın ki Türk edebiyatımızın gelişmesi yolunu göstermiştir.” Bütün yaşamı boyunca, muharebeler içinde bile, her fırsattan yararlanarak okumuş, incelemiş ve araştırmalar yapmış olan Atatürk’ü kendi sözleriyle tanıyalım: – Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin görevi, hayatı sevinç ve güler yüzle karşılamak bakımından milletlerine yol göstermektir. Vaktiyle kitaplar karıştırdın. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu.” Mademki hiçiz sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür sırasında neşe ve mutluluğa yer bulunamaz“ diyorlardı. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki,” mademki sonumuz nasıl olsa sıfırdır; bari yaşadığımız surece şen ve güler yüzlü olalım” – Ben, karakterim bakımından ikinci hayat görüşünü seçiyordum. Şu kayıtla… Herhangi bir kişinin yaşadıkça memnun ve mutlu olabilmesi için gereken şey, kendisi için değil kendinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Bahçesinde çeşitli çiçekler yetiştiren adam, çiçekten bir şey bekler mi… Adam yetiştiren insan da çiçek yetiştirendeki duygularla hareket edebilmelidir… Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve
139 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ilerlemek imkanlarına kavuştururlar. Kendisi gidince ilerleme ve hareket durur sanmak bir gaflettir.” 1 Bu sözleri ile, Atatürk’ün gerçekçi ve ülkücü görüşlerinin bağdaştığını görüyoruz. Yaşamındaki felsefî görüşlerini fark ediyoruz. Atatürk ‘un felsefesi hayatın kendisidir. Bu konuda kitabı yoktur ama, bu heyecanı duyanı ve duyuranları vardır. Tarihçi yazar Cihat Akçakayalıoglu’na göre: – Atatürk, gençliğinden beri ülkenin sorunları ve koşullarıyla ilgilenir, milli hayat akışını zihniyetini ve türlü varlıklarını incelemekten ve değerlendirmekten geri kalmazdı… Kendi fikir ve görüşlerini kafasında oluştururken ve bilinç altında birtakım felsefi görüşlere ve ilkelere ulaşırken, çevresinden gelen kültürel etkinliklerden ve okuduğu kitaplardan yararlanmayı ihmal etmedi. Evet okuyordu (hem de pek çok okuyordu) hattâ muharebelerin durgun zamanından yararlanarak tarihi, felsefi ve sosyal eserleri incelediğini anlatan kimseler ve belgeler pek çoktur. Namık Kemal’i, Ziya Gökalp’i okuduğu yaygın olarak bilinmektedir. 1922 yılında ve büyük taarruz hazırlıkları sırasında tuttuğu notlar sırasında kitap okuduğuna dair yazılar vardır. Örneğin: 23 Mart 1922 notunda: “İsmet, Yakup, Şemsi ve Selahattin Paşalar gelmişlerdi. Birlikte yemek yedik. Bazı telgraflar gelmişti, gördüm.Hafız‘a Kur’an okuttum. Saat 10 ‘da gittiler. Notlarımı yazıyorum Biraz kitap okuduktan sonra yatacağım.Yarın ki plânımız 3 tümeni denetlemektir “kaydı vardır. 2 18 Mart cumartesi başlığı altında: “ Daha iyi kalktım. Fakat yine bağırsaklarımda tabii olmayan bir hal var… Yatak da biraz okuduktan sonra hazırlandım. Çalışma odasına geçtim, kitap okudum” notları yer almıştır. Bu dönem Mustafa Kemal’ in zihince ve bedence çok yorgun düştüğü zamanlara rastlamaktadır. Buna rağmen yine de okumaktan geri kalmadığı görülüyor…. En ağır koşullar ve büyük sorumluluklar altında bile, yalnız o günlerin üstesinden gelmek zorunluluğu yetmiyormuş gibi, pek çok sorunlar arasında, Türkiye’nin geleceği hakkında düşünmekten geri
1 2
Çihat Akçakayalıoglu:Atatürk Gen-Kur M.B. basımevi Ank. 1980 s 513-514
a .g. e
s.516
140 Rasim PEHLİVANOĞLU
kalmamakta. İsabetli bilgi ve kararlara varmak için okumakta ve araştırmaktadır. 3 Bütün belgeler, büyük önderin sürekli bir fikri çalışma ve oluşma halinde olduğunu gösteriyor. Prof. Halide Edip Adıvar, “Türkün Ateş de İmtihanı” isimli eserinde kendi gözlemlerine dayanarak diyor ki: – İslâm tarihinin ilk sayfalarını, yani demokrasi’ye en yatkın olan ve 24 yılı kapsayan bölümünü okuyordu… Doğu ve Batı kültürü üzerinde yapılan tartışmalar, O’nu eski İslâm şekillerini gözden geçirmeye yöneliyordu.” 4 Evlâtlığı prof. Afet İnandan: – Atatürk her iş de basarı sağlamayı prensip edinmişti. Bunun kaynağını iki esasta bulmuştur: Biri bilgi (bilim), diğeri vatan ve Millet sevgisi “ diyor. Böylece başarının manevi dayanaklarını dile getirmiş oluyor. 5 Cihat Akçakayalıoğlu, kitabının 518. sayfasında Atatürk’ün okuduğu özel kitaplarından 3000 (üç bin) kadarının Anıt Kabir müzesinin kitaplığında olduğunu, bunlar arasında tarih ve sosyolojiden arkeolojiye kadar okuyup üzerlerine notlar ve işaretler koyduğu eserler ve konular bulunduğuna dikkati çekiyor.
Okuduklarından İzlenimler ve Fıkralar Atatürk’ün kitap okuma sevgisi ve okudu kitaplarının üzerinde bıraktığı izlenimleri örneklerle açıklamak bakımından, Adnan Nur Baykal’ın yazdığı “Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları” isimli kitabından birkaç fıkrayı örnek olarak aşağıya alıyorum. Bir Kuruşu Kitaba: Bir gün yine Atatürk, tarihle ilgili kalın bir kitabı okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt sorunu dururken Devlet Başkanının kendisini tarihe vermesi, Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olacak ki, Atatürk’e söyle dediği duyuldu: “Paşam! tarihle uğraşıp kafanı yorma 19 Mayısta kitap okuyarak mı Samsuna cıktın?” Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu gülümseyerek söyle karşılık verdi:
3
a .g. e a .g. e 5 a .g. e 4
s. 516 s. 517 s. 518
çok
samimi
yakınmasına
141 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kurusunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, ben yaptıklarımın hiç birini yapamazdım. 6 Annibal‘in Manevrası ( Kemal Arıburun anlatıyor): İzmir hattı ve Bağdat demir yolunun birleştiği noktada bulunan Afyonkarahisar’da taarruza geçtim. Çünkü orada taarruza geçmek gerekirdi. Yunan yığınağı esasen beni bu surette hareket etmeye yöneltiyordu. Tan ağarırken düşmanı ansızın avlamak için, bütün gece yürüyen askerlerimiz temizlendikten ve elli kilo metre bir uzaklığa aldıktan sonra taarruza geçebilecek birlikler azdır. Atlı birlikleri Yunan ordusunun gerisine sarkıttım. 7 – Düşmanın sağ kanadını çevirmek mi istiyorsunuz diye sordum. Mustafa Kemal: – Hayır, çok daha geniş bir manevraya girişmiştim. Düşmanı tamamıyla kuşatmak istiyordum ve bunu başardım. Ve sesini alçaltarak ilâve etti: – Annibal’in Cannae’ de uyguladığı manevra” 8 Bu sözünden anlaşıldığı üzere Mustafa Kemal, Kartacalıların büyük komutanı Annübal’i ve onun savaş taktiğini de okumuş ve iyi öğrenmişti. Görüyorsunuz Ben Bişey Yapmadım: …. Mutareke den sonra General Bırdwood İstanbul’a gelir, Perapalas Oteli’ne yerleşir. Çanakkale ‘den dönmüş olan Mustafa Kemal de aynı oteldedir… Mustafa Kemal’le yaptığı görüşmede İngiliz General’i son derece saygılı davranır ve birkaç nezaket sözünün sonunda aralarında şöyle bir konuşma geçer: – Ekselans bizi nasıl yendiniz. – Sizinde bizimde tarih kitaplarımız var, tarih yazar – Sizin ağzınızdan öğrenmek istiyorum. Bunun üzerine Mustafa Kemal kağıt ve kalem ister. Bir kroki çizer ve onu göstererek söyle der: – Şu tarihte karaya cıktınız, filânca saate kadar siz şu, biz bu durumda idik. Her şey lehinizde idi. Neden şu çizgide durdunuz ilerlemediniz? – Askerlerimiz çok yorulmuştu.
6 7 8
Adnan Nurbaykal M.K.Atatürk’ ün Liderlik Sırları s 169
a .g. e a .g. e
s. 10 s. 10
142 Rasim PEHLİVANOĞLU
Bundan sonra Conkbayırı’nın krokisini çizen Mustafa Kemal: – Siz filân gün şu istikâmete hareket ettiniz ve şu durumu aldınız. Niçin ilerlemediniz? –Biz ilerledikçe arkadan su yetişmedi. Askerimiz susuz kaldı ve durdu. –Görüyorsunuz ki ben bir şey yapmadım; önce yorgunluk, sonra susuzluk ordunuzu durdurdu. Ayağa kalkan Birdwood giderken: –Müsaade ederseniz bu kağıdı ve kalemi hatıra olarak saklayayım.”dedi. Hiç Ummadığın Kimselerde: Anadolu’ya geçmeden önce ziyaretine gelen, ona göre basit birkaç kişi ile ciddi bir konu üzerinde Mustafa kemal Paşa’nın konuşması üzerine misafirler gittikten sonra Salih Bozok dayanamamış. – Paşam bunlar senden daha akıllı mıdırlar ki, kendilerinden fikir almaya çalışıyorsun diye sormuş. Mustafa Kemal Paşa: – Enayi’ye bak demiş. Böyle yapmakla ne kaybederim? Adamlar ziyaretime gelmişler, kendileri ile elbette bir şeyler konuşmak lâzım. Aklıma bu konu geldi ve ondan söz ettim. Bilesin ki bazen hiç ummadığın kimselerde pek isabetli ve kıymetli fikirler bulunabilir; ben bunları alır, üzerlerinde işler ve faydalanırsam fenamı olur.” 9
Atatürk ‘ün Okuma Sevgisini Örnek Almalıyız Çocukluğundan beri devamlı okuyan Atatürk okuduklarını unutmamış, hiç değilse şuur altına yerleşen izleri kalmıştır. Kitap okuma sevgisini çok kitap okuma alışkanlığı haline getiren Atatürk’ü, başta öğretmenler olmak üzere yetişen gençliğimize, özellikle öğrencilerimize örnek olarak göstermeliyiz. Bu büyük adamın, dünya çapındaki büyüklüğünün en önde gelen nedeninin, çok okuması olduğunu Atatürk’ü inceleyenler biliyor. Bilenler bilmeyenlere söyleyerek onları da bu konuda yönlendirebilir ve çok okumalarına etkili olabilirler. 2006 yılı 10 Kasımında, Kayseri tiyatro salonunda yapılan anma töreninde, “Atatürk’ün İnsani Yönünü” anlatan havacı Binbaşı 9
a .g. e
s. 171
143 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Taner Yöney: “Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini kitaplara vermeseydim şu anda yaptığım işlerin hiç birini yapamazdım” dediğini üstüne basarak söylemiştir. Yöney Binbaşı, “Keşke, karga kovalaması kadar, Atatürk’ün bu sözünü de çocuklarımızın beynine işleyebilseydik” temennisinde bulunmuştur. Çocuklarımızın, Atatürk’ten ilham alarak çok okumalarını ve bu yolla kendilerini yetiştirmelerini tavsiye etmiştir. Evet, Atatürk sevgisi ve saygısıyla yetişmesi gereken öğrencilerimiz çok okumalıdırlar. Sadece ders kitaplarına bağlı kalmayıp, ders dışı çeşitli kitapları da okumalı ve okuma sevgisini almalıdırlar. Ama, öğrencilerimizi okutmak ve yönlendirmekle görevli olan öğretmenlerimiz daha çok okumalı ve okuma sevgisini alarak öğrencilerine bu sevgiyi ve okuma alışkanlığını verebilmelidirler. Bugünkü uygulamalarımız bu sonucu veriyor mu? Sorusuna müspet cevap vermekte zorlanıyoruz. Zira: Kendisi okuma sevgisini almayan ve okuma alışkanlığı kazanmayan öğretmen, öğrencilerine okuma sevgisi ve alışkanlığını kazandırabilir mi? Böylesi öğretmen, okuyarak genel kültürünü geliştirmede öğrencilerine örnek ve rehber olabilir mi? Öğreniyoruz ki meslek kitaplarını dahi okumayan öğretmenlerimiz çoktur. Özellikle, genel kültür kitaplarını okumayan veya okuma ihtiyacını duymayan öğretmenlerimizin sayısı az değildir. Okuyan, ders kitapları dışında yetiştirici meslek kitaplarını ve genel kültür kitaplarını da okuyarak gelişen ve yenilenen öğretmenlerimiz elbette vardır. Fakat bunların azınlıkta olduğu söylenebilir. Bu konuda, yetkili olanlar da böyle düşünüyor ve böyle söylediklerine tanık oluyoruz. Atatürk’ü sevdiğini, onun izinden gittiğini ve Atatürkçü olduklarını söyleyen öğretmenlerimiz, her şeyden önce onun okuma sevgisini almaları ve onun gibi okuma alışkanlığı kazanmaya çalışmaları ön görevleri olmalıdır. Okuyan öğretmen okutur, öğrencilerine okuma sevgisini ve alışkanlığını kazandırabilir. Öğrencilerin, genel kültürlerini geliştiren, milli kültürlerini benimseten, milli ülkü sahibi olarak yetişmelerini sağlayan öğretmenler, Atatürk’ün tanımını yaptığı, özlediğimiz ideal öğretmenlerdir. Aksi halde davrananların, “Atatürkçüyüm” demeye hakları yoktur. Böyleleri, Atatürk’ü gerçekten sevenler değil de Atatürkçülüğü maske yapanlar olabilir.
144 Rasim PEHLİVANOĞLU
13- Türk Milletine İnanan, Güvenen, Saygı Duyan Halkçı Atatürk Atatürk’ün Türk milletine olan inancı ve güvenci, ilk önce Türk Milletini tanıma ihtiyacını duymakla başlamıştır. Türklüğün yüce ve üstün niteliklerini, tarihi araştırmalarla bilimin ve tecrübenin ışığında değerlendirmiştir. Türk Milletini tanıyan liderlerin başında gelen Atatürk’ün, milletimizi tanıması iki yolla olmuştur: Birisi askerlik, ikincisi Türk tarihini iyi bilmek. Türk tarihini çok iyi okumuş, okudukça ve tanıdıkça, Türk Milletinin büyük hasletlere (özelliklere) sahip yüce bir millet olduğunu anlamıştır. Türk milletine karşı duyduğu engin sevgi ve güvenledir ki, çok kötü şartlara rağmen, Türk milletinin istiklâli için mücadele bayrağını açmıştır. Manastır askeri idadisindeki hocası Mehmet Tevfik Bey’in teşviki ile Türk tarihine merakı artan Atatürk Türklüğün geçmişi ile ilgilenmeye yönelmiştir.. Atatürk asker olarak da Türk Milletinin manevi kuvvetinin üstünlüğünü harp meydanlarında görmüş ve öğrenmiştir: –Ben batı milletlerini bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım. Bu tanışmamda harp sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur. Yemin ederek sizi temin ederim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir.” 10 Mustafa Kemal, daha Milli Mücadelenin başlangıcında, Türklük duygusunu kendisine rehber olarak almış ve bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Atatürk, konuşmalarında ve yazışmalarında Türk Milletine olan sevgisini; inancını ve güvencini her fırsatta dile getirmiştir. Atatürk’teki güven duygusu, iman duygusu olarak görülmüştür.
Atatürk’ün Anadolu’ya Geçiş Nedenleri Mustafa Kemal Anadolu’ya geçişinin gerekçesini şöyle açıklıyor: – Dayanacak gücün doğrudan doğruya millet olacağı düşüncesi bende çok güçlüydü. İstanbul’da olup bitenlerden, yapılan girişimlerden milletin haberi yoktu. İstanbul’da oturup millete haber 10
Hamza Eroglu: Atatürk ve milliyetçilik Ank / 1992 s 75-76
145 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ulaştırmanın da imkânı kalmamıştı. Öyle ise yapılacak tek şey İstanbul’dan çıkıp milletin içine girmek ve orada çalışmak olduğuna karar verdim.” 11 Böyle düşünen Atatürk bilindiği üzere, çıkan fırsatı değerlendirerek 3. Ordu Müfettişi sıfatıyla İstanbul’dan ayrılarak, 19 Mayıs 1919’da Samsun’ ayak bastı. Bundan sonra bilinen gelişmeler birbiri ardı sıra takip etti. Yapılan tamimler (genelgeler), toplanan kongreler, teşkilatlanmalar, sivil- asker karışımı oluşan milli kuvvetlerle başlatılan milli mücadele, açılan T.B.M.M, kurulan düzenli ordu, yapılan zorlu savaşlar ve kazanılan zaferler, kaçarken kovalanan düşman askerlerinin 9 eylül de İzmir’de denize dökülüşü … Ve nihayet işgalden kurtarılan, Misak-ı Milli sınırları içerisindeki canım vatanımız… Ezilmiş, üzülmüş, sinmiş ve sindirilmiş olan ve artık yok olduğu sanılan bir millet nasıl oluyor da ayağa kalkıyor ve nasıl oluyor da, dünyanın hayran kaldığı o büyük başarılara ulaşıyor? Milletimiz diyor ki: Bir Gazi Mustafa Kemal çıktı, halkımızın önüne düştü, bize baş oldu, uyuyanları uyandırdı, milli gücümüzü meydana çıkardı, milli birliğimizi sağladı, kendimize güvenimizi arttırdı, çıkarılan iç isyanları bastırdı, dağdan inen eşkıyaları milli orduya kattı; Halkımızın fedakâr duygularını uyandırdı, yaptıkları maddi ve manevi her çeşit yardımlarını sağladı. Kurduğu düzenli orduyla savaşlara başladı. Mahirane kumandasıyla düşman yenildi ve nihayet kaçırıldı, vatan işgalden kurtarıldı. Milletimize vurulan esaret zincirleri kırıldı. Bütün bunlar yapılırken başımızda Mustafa Kemal vardı. Mustafa Kemal, kurtarıcı bir kahraman oldu. O nu unutamayız... Böyle görüyor ve böyle söylüyor milletimiz. Fakat ya Mustafa Kemal ne diyor? Bir de ona bakalım: – Bütün bu yapılanları ben yapmadım, milletimiz yaptı. Ben şanlı Türk milletinin sadece bir ferdiyim. Fedakâr ve kahraman milletim olmasaydı, bana destek vermeseydi ben hiçbir şey yapamazdım….” Diyor. Çok sevdiği Türk Milletinin büyüklüğünü anlatıyor. Bu konuda en doğruyu şüphesiz Atatürk biliyor. Zira, milletimizi en iyi tanıyan O’ dur. Gerçekleri en iyi ondan öğrenebiliriz. O halde Atatürk’ü konuşturalım ve onun diliyle Milletimizi ve de Türk köylülerimizi öğrenelim: 11
Osman Bircan: Belge ve Fotograflarla Atatürk s 57
146 Rasim PEHLİVANOĞLU
Aydınlarımızın halka yaklaşmalarını, halkla kaynaşmalarını öneren Atatürk şöyle söylüyor: – Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok asil ruhlu, ilerlemeye çok yetenekli bir halk dır. Bu halk, eğer bir kere muhataplarının samimiyetle kendisine faydalı olduklarına inanırsa, her türlü faaliyeti hemen kabule hazırdır. Bunun için, gençlerimizin her şeyden önce güven vermesi lâzımdır.” 12 Atatürk, Afyonkarahisar belediye meclisi üyelerine yaptığı konuşmanın bir yerinde diyor ki: – Eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam bu hizmet ve teşebbüsün asıl kaynağı hürmet ve muhabbetle bağlı olduğum, bundan sonrada hürmet ve muhabbetle saadet ve talihine varlığımı ve hayatımı feda edeceğim sizlere bağlıdır.” – Efendiler bu millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalade işler yapan kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Lakin öyle kimseler kendi başlarına hiçbir şey olamazlar. Meğer ki, bir genel duygunun taşıyıcısı, ifadesi, temsilcisi olsunlar. Ben milletimizin fikir ve duygularına yakından vakıf olmaktan aziz milletimizde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı ifadeden başka bir şey yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularına olan vukufumla övünürüm. Milletimdeki bugünkü, başarıları doğurabilecek kabiliyeti görmüş olmak, bütün mutluluğum işte bundan barettir.” 13 Atatürk’ ün konuşmalarına devam edelim: –Dünya tarihinde Türk milletinden daha büyük ondan daha eski, daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir” diyen Atatürk “Türk’ün saygınlığı, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir” (1931) – Bizim milletimiz vatanı için hürriyet ve egemenliği için fedakâr bir halktır. Bunu ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılâpların kıskanç savunucusudur. Benliğinde bu faziletler yerleşmiş bir milleti yürümekte olduğu yolda hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz (1924).
12 13
Mehmet Ersin:Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinin Konular Endeksi Ank.1999 s73-74
a .g. e
s. 74
147 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Ben 1919 senesi Mayıs içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve medeni bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete ve bu Türk milletine güvenerek işe başladım.(1937) 14 Atatürk Samsun’a ayak bastığının üçüncü günü 22 Mayıs 1919’da, Erzurum’daki 15.Kol ordu komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya çektiği bir şifreli telgrafta, o günlerdeki ağır durumu belirttikten sonra şöyle devam ediyor: – Bununla beraber bütün ümitler kaybolmuş değildir. Memleketi bu durumdan ancak Türk Milletinin mukavemeti, azmi kurtarabilir. Bu mukavemet şuuru, birçok yerlerde kurulmuş olan Müdafaa–i Hukuklarla (Hakları korumayla) kendini göstermektedir” diyerek, azmimiz kırılmadan müdafaaya devam edilmesini istemektedir. 15 Atatürk ne yaptıysa Türk Milet’ine dayanarak, Türk Milleti’ne güvenerek, bu milletin büyüklüğüne inanarak yapmıştır. Cevat Dursunoglu’na göre: “ O, Türk Milletinin ruhunda saklı ilerici hamleleri bulmuş milli devletin ve bu devletin müesseselerini bu ruhla ve bu ruh örgüsünün unsurları ile doldurmak istemiştir. 16
Atatürk’ün Türk Milletini Övgüsü ve Yapılan Övgüler – İstiklal savaşı ve Türk İnkılâbı, her hamlesinde milletimizin yüksek siyasi ve medeni karakteri ile memleket ideolojisindeki şuurlu birliğine dayanarak Muvâffak olmuştur…” – Benim kuvvet ve kudretim halkın bana gösterdiği emniyet ve itibardan ibarettir” diyen Atatürk, bütün iradesinin kaynağını ancak Türk Milletinin yaratıcı ve sonu olmayan ruhunda bulmuştur. Bir konuşmasın da: – Her türlü muvaffakiyet (başarı) sırrının, her nevi kuvvetin, kudretin hakiki membaının (çıkış yerinin) milletin kendisi olduğuna kanaatim tamdır… Ve milli mücadeleyi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir, millet’in evlâtlarıdır….” diyor. Bir diğer konuşmasında:
14
Atatürkçülük birinci kitap Gen-Kur yayınlar M.E.basım evi İst. 1988 s 49 Atatürkçülük ikinci kitap İst. 1988 s42 16 a. g. e. s 42 15
148 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Türk milleti Devlet kurmak, vatan korumak kudretinde, kendi cevherindeki kıymet ve faziletlere istinat eden (dayanan) yapıcı ve yaratıcı bir millettir…”17 Atatürk’ün büyük eserinin sırrı burada görülmektedir; Millet’e inanmak milletin kuvvet ve kudretini en iyi teşhis etmek ve onu faydalı yönleriyle harekete geçirmek Büyük eğitimci rahmetli yazar Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na göre: – Atatürk’ün büyük eseri, Türk Milleti’nin yaşama iradesine inanmasıdır. Türk milletinin en büyük eseri de Atatürk’ün büyük adam olduğuna inanmasıdır. Eğer Atatürk’te bu inanç olmasaydı; ne Atatürk, Atatürk olabilirdi ne de Türk Milleti öz varlığına kavuşabilirdi?” 18 Atatürk’ün, Türk Milletinin büyük millet olduğunu kanıtlamaya çalıştığı (büyük kitaplara konu olan) önemli sözlerinden birkaçını daha, Utkan Kocatürk’ün kitabından aşağıya alalım. – Memleket ve millet hizmetinde baş olmak isteyenlerin ilham kaynağı, millet’in gerçek duyguları ve emelleridir… Her türlü başarı sırrının, her çeşit kuvvetin, gücün gerçek kaynağının milletin kendisi olduğuna inancımız tamdır.” – Biz ilhamlarımızı doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk Milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir felâket ve elem kaydeden yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.” – Ben ne düşündüklerinizi bilen, ne duyduklarınızı duyan, ne dertleriniz olduğunu anlayan bir arkadaşınız, bir kardeşiniz olmakla övünmekteyim. Bildiğim, duyduğum, anladığım bu şeylerin esası sizlerde, büyük kalplerinizde var olan cevherdir. Bu değerli cevherdir ki, bu milleti kazadan belâdan, yok olmanın felâketinden kurtardı ve milletin en kuvvetli dayanak temeli oldu.” –… Bizim ilham kaynağımız doğrudan doğruya büyük Türk Milletinin vicdanı olmuştur ve daima olacaktır. Bütün girişimlerimizde milletin sağduyusunu rehber saydıkça şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da milleti doğru hedeflere eriştireceğimize imanımız tamdır.” 17 18
a. g. e. s 43 a. g. e. s 44
149 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Giriştiğimiz büyük işlerde milletimizin yüksek yetenek ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız olmuştur…Bu büyük millet, arzu ve yeteneğinin yöneldiği doğrultuları görmeye çalışan ve görebilen evladını daima takdir etmiş ve korumuştur.” –… Millet sevgisi kadar büyük ödül yoktur. Bağımsızlık savaşında benim de milletime ettiğim bir takım hizmetler olmuştur, zannederim. Fakat, bunlardan hiçbirini kendime mâl etmedim; yapılanın hepsi milletin eseridir, dedim. Aranacak olursa, doğrusu da budur… Beni seven arkadaşlarıma tavsiyem şudur: kendiniz için değil, fakat bağlı olduğunuz millet için el birliği ile çalışalım; çalışmaların en yükseği budur.” – Memleketimizde, gidebildiğim her yerde uğradığım her belde de, saygı değer halkımızın çok samimi, çok sıcak, çok kalpten gösterilerini, büyük ruhlu milletimizin her yerde sevgi, güven ve itimadını görmekle mutlu ve bahtiyarım… Bu güven ve itimada, ancak bundan sonra da tarihe, millete, vatanıma karşı üzerime düşen namus görevini en son sınıra kadar yapmakta lâyık olmaya gayret edeceğim. –… Bana, bazı önemli sayılan yerlerden başvurular yapılarak “milleti boş yere kırdırmayınız” demişler… “Hayır, yapacağız! demiştim. Şimdi de milleti bolluğa ve rahata, ilerlemeye, memleketi mutluluğa yöneltmek için var olan yeteneğimizi göz önüne alarak “Bunu da yapacağız” diyorum. – Türk milleti kahramanlıkta olduğu gibi yetenek ve yeterlilikte de bütün milletlerden üstündür.” – Türk kuvvet ve zekâsının yenmediği ve yenemeyeceği güçlük yoktur.” – Önemli bir görevin yapılışında benden evvel işe girişen millet olmuştur. Benim şu ve bu sebeple ertelediğim önemli görevi millet bana hatırlatmış ve yaptırmıştır.” – Büyük olayları, yapılan işleri bir ferde mâl etmek milletin hakkına saygısızlık eden bir görüş şekli olur. – Halkımız yüksek bilinçlidir her türkü ilerlemeye yetenekli ve lâyıktır, özverili, saygıya değerlidir. – Bu millet, kılı kıpırdamadan dava uğruna ve benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı ben hiç bir şey yapamazdım.
150 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Ben, bin bir güçlük karşısında yılacak bir insan olsaydım, büyük işlerin rehberliğinde, milletim beni yaya bırakırdı. Milletimin. İyi niyetine daima gönül borçluyum(minnettarım) 19 Atatürk, yalnızca “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” demekle kalmamış, bütün askeri zaferleri ve sosyal inkılâpları da milletin gerçekleştirdiğini söylemekten bir an geri kalmamıştır. Türk Milletinin bir ferdi olmakla daima iftihar etmiştir.
Türk Milletinin Büyüklüğüne Örnek Fıkralar Atatürk’ün Türk Milleti’nin büyüklüğüne inancını belirten esprili birkaç fıkrayı da bu konunun sonuna almayı uygun gördüm.
Efendi Garson İngiltere kralı Edward VIX Türkiye’yi ziyareti gelmiş, hep İngiliz yemekleriyle çok iyi ağırlanmıştı. Bir gün sofraya hizmet eden garsonlardan birisi fazla heyecanlandığından elindeki tepsi dolu bulunan tabaklarıyla birlikte birden bire yere yuvarlandı. Yemekler halının üzerine döküldü. Kadınlı erkekli misafirler hem üzgün, hem şaşkın, ne yapacak diye Atatürk’ün yüzüne bakıyorlar. Fakat o gayet sakin, krala dönüyor: –Lütfen kusuruna bakmayın majesteleri… Onlar efendi olarak doğmuş, efendi olarak yaşamış bir milletin çocuklarıdırlar. Uşaklığı yapmayı beceremiyorlar…” Gerilmiş olan hava birden yumuşuyor, görülüyor. Terslenmeyi bekleyen garson da serinliyor. 20
tebessümler
Büyük Geçmiş Olsun Kral Hazretleri Bir günde, ziyaretine gelen Yugoslavya Kralı Alexander’dırla Dolmabahçe Sarayında buluşuyorlar. Atatürk kral’ın koluna girerek odasına çıkarıyor. Orada karşılıkla koltuklarına oturup samimi bir hava içinde konuşmaya başladıkları sırada Alexander: – Size bir sırrımı söyleyeceğim: Eğer bazı Avrupa devlet’lerinin vaatlerine inanmış olsaydık, Yunanlıların yerine Anadolu’ya biz çıkacaktık.” Atatürk gülerek kral’ın elini tuttu. – Allah sizi korumuş. Büyük geçmiş olsun Kral Hazretleri. 21
19
Prof. Dr. Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş ikinci basım s 323-326 Muvaffak İhsan Garan Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 58 21 a. g. e. s 59 20
151 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Her şeyi Sen Yaptın Atatürk “her şeyi millet yaptı” dedikçe, Millet’ de ona her yerde bütün coşkunluğu ve şükran duyguları ile “her şeyi sen yaptın” diyordu. İkisi de haklı olabilirdi… 1937 yılı bir Eylül gecesi Florya köşkü çevresinde iki sandalı dolduran 10 kadar gençle aralarında şöyle bir konuşma geçiyor. Atatürk, sandala binmiş mehtapta kürek çekmektedir. Onu gören iki sandal içindeki gençler hemen yanına yaklaşıyor. Aralarına aldıkları Atatürk’ün sandalıyla dolaşmaya başlıyorlar. Çok memnun olan Atatürk: – Aferin çocuklar diyor… Türk gençliği hem çalışmasını, hem eğlenmesini bilmelidir. Bu ülke bizimdir. Burada güven içinde yaşamanın tadını çıkarın. Gençler hep bir ağızdan: –Hepsi senin sayende minnettardır.” diye bağırıyorlar.
atamız.
Bütün
millet
sana
Büyük önder son derece duygulu bir sesle: –Ben bu inkılâp’ı sizin babanızla, ananızla, dayınızla, amcanızla yaptım. Bu sizlerin eseriniz. Size ben soracağım: Kabiliyetsiz bir milletin başında bulunsaydım, bunları tek başına yapabilir miydim? İçlerinden Sadi adında biri atılıyor: –Atam, sen kabiliyetsiz bir milletin başına gelemezdin. Çünkü kabiliyetsiz milletten böyle bir önder çıkamaz!. Atatürk heyecanla ayağa kalkarak bu gencin elini sıkıyor. – Bende bunu söylemenizi bekliyordum” diyor ve: – İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben fâni Mustafa Kemal… Diğeri ulusun daima içinde yaşattığı Mustafa Kemal’ler ideali. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa, beni bir Türk anası doğurmadı mı? Türk anaları daha başka Mustafa Kemal’ler doğurmayacak mı? Onun için eser milletimindir, benim değil…”22
22
a. g. e s 61-62
152 Rasim PEHLİVANOĞLU
14- Hızlı Değişim Taraftarı İnkılâpçı Atatürk Birinci bölümde Atatürk ilkeleri konusu işlenirken, Atatürkçülüğün baş ilkeleri arasında yer alan İnkılâpçılık ilkesine de özetle değinmiştik. Burada konuyu biraz daha açalım.
Atatürk’ün İnkılâpçılık Anlayışı Hızlı değişme, yenileşme anlamında kullanılan inkılâpçılık anlayışı; zamanına göre geri kalmış müesseselerin ortadan kaldırılması ve yerine ilerlemeyi, gelişmeyi kolaylaştıracak, müesseselerin konulması esasına dayanır. Bu inkılâpçılık anlayışı iyiye, doğruya, faydalıya yöneliktir. Taassupla mücadelenin de en başarılı yöntemi İnkılâptır. Atatürk’e göre: – İnkılâp, var olan (zamanını doldurmuş) müesseseleri zorla değiştirmektir. Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak, yerlerine milletin en yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni müesseseleri koymuş olmaktır.” 1 Atatürk, her ne kadar zorla demişse de uygulamada büyük çoğunlukla halka kabul ettirerek ve onları ikna ederek inkılâpları yapmıştır. – Medeniyet yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen sahasında başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur.” Diyen Atatürk, gelişmeyi derece derece mi ilerletmeli yoksa ani olarak mı yapmalı görüşünde ikinci yolu seçmiştir. Atatürk: – Bu milletin önünde o kadar geniş zaman yoktur” düşüncesiyle yenileşmeyi zamana bırakmayarak süratle yapmayı öngörmüştür. Atatürk, bazı inkılâpları, halkı hazırlamak ve tepkiyi azaltmak için acele etmeyerek zamana bırakmıştır. Örneğin: Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet’in kurulması gibi… – İnkılâp’ın temellerini her gün derinleştirmek, kuvvetlendirmek lâzımdır… Medeni dünya çok ileridedir. Buna yetişmek o medeniyet çemberine girmek mecburiyetindeyiz.” diyen Atatürk:
1
Atatürkçülük 3.kitap gen–kur yayınları İst–1988 s. 49
153 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan aldık yeni bir çağa götürdük. Bir çok eski müesseseleri yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lâzım. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için, sert tedbirlere müracaat edilmiştir. Bize gelince, inkılâbı koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız.” Sözüyle de inkılâbın korunması gereğini vurgulamıştır…2 Atatürkçülüğün inkılâp anlayışı, akıl, bilim ve ileri teknolojinin yol göstericiliğinde sürekli gelişmedir. Bu konuda Atatürk’ü dinleyelim: …
– Türk Devleti yönetimde sorunlara çözüm bulmak için zamana ve gelişmelere bağlı olmak ilkesi ile kendisini sınırlayıp kısıtlamaz. Türk devleti, milletimizin birçok fedakârlıklarla yaptığı inkılâplardan doğan ve gelişen prensiplere içten bağlı kalmayı ve onları savunmayı esas tutar” diyen Atatürk inkılâpçılığın esasını belirtmiştir. Atatürk ayrıca: – Büyük davamız, en medeni ve refah seviyesi yüksek bir millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu,yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde de köklü bir inkılâp yapmış olan Büyük Türk Milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak için fikir ve hareketi beraber yürütmek zorundayız… Fikir ve hareketi beraber yürütmek, zamana ve gelişmelere bağlı kalmak prensibiyle bağdaşmaz” görüşünü ifade etmektedir. 3 Türk inkılâbı ihtilal kelimesinden çok ileridedir. İhtilal bir bakıma hükümet darbesidir. İhtilalde yerli yersiz birçok değişim yapılır. Darbeler bir başladı mı birbirini takip edebilir. İnkılâp ise, geniş ve köklü bir değişikliği ifade etmektedir ve yapılan değişimi yerine oturtmaktır. Türk inkılâbı, vazgeçemeyeceğimiz milli kültürümüze bağlı kalarak, milli varlığımızı devam ettirmek için, kişiler arasında yüzyıllardan beri devam eden, devrini doldurmuş bazı ortak bağları değiştirmiştir. Örneğin: Milletimiz din ve mezhep bağlantısı yerine, Türk Milleti bağı ile birbirine bağlanmıştır.Şunu da belirtelim: Dinden vazgeçme yok, fakat din siyasete, menfaate alet edilemez.
2 3
a. g .e. s.50 a.g. e. s 51
154 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün Türk İnkılabıyla İlgili Sözlerinden Örnekler Atatürk’ün Türk inkılâbıyla ilgili önemli sözlerinden birkaçını daha aşağıya alalım: – Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti Halkını tamamen ve bütün anlamı ve görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. İnkılâplarımızın ana ilkesi budur… Herhalde, anlayışlarda var olan uydurma ve boş fikirler tamamen çıkarılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyine gerçeğin nurlarını sokmak imkansızdır.” 4 – Gerçek inkılâpçılar onlardır ki, yükselme ve yenilenme inkılâbına yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime nüfuz etmesini belirler.” Diyen Atatürk bunu bildiği içindir ki inkılâplarında başarılı olmuştur. – Efendiler; biz bir gerçek inkılâp yaptık ve inkılâbımızda devam ediyoruz. Biliyorsunuz ki memleketin birçok yerleri bilerek veya bilmeyerek isyan etti. Asilere hadlerini bildirmeye mecbur olduk… İnancımızda kararlı ve başarıda ümitli olduğumuzdan dolayı üstünlük bizimdir. İşi oluruna bırakanlar esaslı inkılâp yapamaz… Dünyada gerçekçi olmayan bir şey yaptığımız zaman hiçbir şey yapmıyoruz demektir…”5 Atatürk uyarısını yapıyor: – Her yeni inkılâba karşı bir tepki olacaktır… Bunu beklemek lâzımdır… Kamuoyunu, onların yalan yanlış saptırmalarına kaptırmamak, aydınlatmak lâzımdır.” 6
İnkılâp–Devrim İnkılâp sözcüğüne sonradan devrim diyenler de olmuş ve bu kelime de –karşı koyanlara rağmen– inkılâp yerine kullanılmaktadır. Utkan Kocatürk de hazırladığı ‘Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri’ isimli kitabının genişletilmiş 2. baskısında devrim kelimesini kullandığı için, aynı kitaptan yapılan alıntılarda, devrim kelimesini kullanmayı gerekli gördüm. Utkan Kocatürk’ün, yukarıda adı geçen kitabından yaptığımız, Atatürk’ün inkılâp anlayışı ile ilgili kendi sözlerinden alıntıları özetle aşağıya alıyorum: 4
Atatürkçülük 1.kitap Gen–Kur yayınları .İst/1988 s 115 a.g. e. 115–117–119 6 a.g. e. sayfa119 5
155 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Büyük Milletimizin yaşamının seyrinde oluşturduğu bu değişiklikler, herhangi bir ihtilalden çok fazla, çok yüksek olan en muazzam devrimlerdendir. Çok milletlerin kurtuluş ve yükselme mücadelesinde şahlandıkları görülmüştür. Fakat bu şahlanma Türk Milletinin bilinçli şahlanmasına benzemez.” – Ey memleketini seven ve memleketi, milleti için hayatını fedadan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün dünyaya açıkça ifade edelim ki, bunca devrimlerin bilinçli kahramanı olan bu millet uygarlık güneşinin bütün sıcaklığını almıştır…” Şüphe etmeye yer var mıdır ki; bu sıcaklığın verimli sonuçları elbette oldu bitti halinde gür olarak fışkırmaktadır.” – Uçurumun kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içerde ve dışarıda saygıyla tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler… İşte Türk genel devriminin bir kısa ifadesi.” – Benim yaptıklarım birbirine bağlı ve gerekli işlerdir. Bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan sorunuz. – İnkılabın yasası, mevcut yasaların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız devrim ve yenilik, bir an bile durmayacaktır; bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır”… – Devrim, güneş kadar parlak, güneş kadar sıcak ve güneş kadar bizden uzaktır. Yönümü daima o güneşe bakarak belirler ve öylece ilerlerim, ilerlerim; parlaklığı ve sıcaklığı ilerlememe izin verinceye kadar ilerlerim. Tekrar ilerlemeye devam etmek üzere dururum; tekrar o güneşe bakarak yönümü belirlerim.
– Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir. Milletin hakim emelleri, görüş noktası budur. Hepimiz ona uymak zorundayız.” – Birçok güçlükler ve engeller karşısında bulunduğumuzu biliyoruz. Bunların hepsini inceleme ile, gayret ve iman ile ve millet aşkının sarsılmaz kuvvetiyle birer birer çözüp sonuçlandıracağız. O millet aşkı ki, her şeye rağmen içimizde sönmez bir kuvvet, dayanıklılık ve ateş kaynağıdır.” – Bizim milletimiz vatan için, özgürlüğü ve egemenliği için özverili bir halktır; bunu kanıtladı. Milletimiz yaptığı devrimlerin
156 Rasim PEHLİVANOĞLU
kıskanç savunucusudur da. Benliğinde bu erdemler yerleşmiş bir milleti, yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.” – Yapılan işlerde halkın eğilimlerini dikkatte tutmalıyız. Halka karşı gitmemeliyiz… Fakat, ilkelerimiz davasında bir tek kişi kalsak başımızı verir ödün (taviz) vermeyiz!” – Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyidlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasında sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara kaderlerini ve yaşamlarını emanet eden insanlardan oluşmuş bir topluluğa uygar bir millet gözüyle bakılabilir mi?...” –… Biz her araçtan yalnız ve ancak bir görüşten yararlanırız. O görüş şudur: Türk milletini, uygar dünyada lâyık olduğu yere yükseltmek ve Türk cumhuriyetini sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha fazla kuvvetlendirmek… Ve bunun içinde baskı yönetimi fikrini öldürmek” –… Mutlu devrimimizin aleyhinde fikir ve duygu taşıyanları aydınlatıp doğru yolu göstermek aydınlara düşen milli görevlerin en önemlisi ve en birincisidir. – Kara bağnazlık seni parçalamaya bile kalksa başını vereceksin fakat eğilmeyeceksin!” 7
Atatürk İnkılâbının Kendine Özgü Vasıfları Atatürkçülük üzerine denemeler kitabının yazarı Prof. Ercümend Kuran’ın anlatışına göre: Önceleri askerlik sahasında başlayan batılılaşma, daha sonra batı örneğinde müesseselerin memlekette kurumlaşmasına yol açmış. Nihayet batı düşünce akımlarının Türk aydın çevrelerine yayılmasıyla tesir sahasını genişletmiştir… Milli mücadelemizin zafere ulaşmasını takiben Türk toplumunu muasır medeniyet seviyesinin üzerine yükseltmek gayesiyle, ülkemizde plânlı bir faaliyete girişilmiş ve hızlı inkılâplar yapılmıştır. Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılâplar toplu olarak incelendiğinde kendine has(özgü)vasıfları olduğu görülür. Bu vasıflar şöyle özetlenebilir.
7
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, genişletilmiş 2. basım s. 203–214
157 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
1) Atatürk inkılâpları, herhangi bir dış baskının altında yapılmamıştır. Ülkenin modernleştirilmesinin kararlaştırılması, yabancı bir devletin tavsiyesiyle değil de Türk toplumunun maddi ve manevi kalkınmasının ancak bu yoldan sağlanacağına inandırılmasıyla oluşmuştur. 2) Atatürk inkılâpları radikal (köklü değişiklik) bir hüviyet taşımaktadır. Saltanatın, halifeliğin kaldırılması, cumhuriyetin kurulması, medeni kanunun yürürlüğe konulması, Türk kadınına eşit haklar tanınması v.b… Bunlar inkılâpların radikal vasfına birer örnektir. Ancak, Atatürk’ün temkinli davranışı ile inkılâplar halka benimsetilmiştir. 3) Atatürk’ün modernleşme hamlesinde akılcılık esastır. Akla dayanan inkılâpların ilmi esaslara göre işlemesine de önem verilmiştir. “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” sözü, onun akılcılığa verdiği değeri gösterir. Zira: İlim akılla gelişir. İyi yetişmesi için, 10 yıl içinde bütün batı ülkelerine 1500’ü aşkın öğrenci göndermiştir. 4) Atatürk çağdaşlaşmayı batılılaşma olarak anlamıyordu: Batıdan faydalanalım, batının ilmini tekniğini alalım. Kültüründen de faydalanalım. Ama bize ters düşen, milli benliğimize uymayan, onların kendi milli kültürlerinden uzak duralım görüşündeydi. Atatürk batıyı taklit etmekle Türk toplumunun modernleşmeyeceğini biliyordu. 29 Ekim 1930 gecesi Ankara Türk Ocağında tertiplenen baloda, yabancı muhabir Miss King’in Atatürk’e, Türkiye’nin hangi bakımlardan Amerikanlaşmasının düşünüldüğünü sorması üzerine Atatürk: – Türkiye bir maymun değildir ve hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ne de batılılaşacaktır. O sadece özleşecektir.” cevabını vermiştir. Ancak Atatürk’ün batılı anlamda milleti demokrasiye hazırladığı da tarihi bir gerçektir. 8 5) Atatürk, Türk milletinin birliğini kuvvetlendirecek manevi harcı kültür milliyetçiliğinde görüyordu. Milli şuuru çok sağlam olan Atatürk, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözüyle duyduğu Türklük gururunu açığa vuruyordu. Atatürk en büyük Türk milliyetçisiydi, Türkçüydü; fakat ırkçı değildi. Diğer milletlerin de milliyetlerine saygı duyardı. Atatürk’ün milliyetçiliği Türk kültürüne 8
Ercümend Kuran Atatürk üzerine denemeler Ank./1981 sayfa18–21,69–71,20–70
158 Rasim PEHLİVANOĞLU
dayalı kültür milliyetçisi olduğunu yukarda belirtmiştik. Amacı: Milli kültürümüzü “Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmaktı.” 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde şöyle demişti. – Vakıa bize milliyetperver derler. Fakat biz öyle milliyetperveriz ki, bizimle teşrik–i mesai eden (işbirliği yapan) bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Bizim milliyetperverliğimiz herhalde hodbinane ve mağrurane bir milliyetperverlik değildir…” – Milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabii ve evvela kendi milletinin mevcudiyet ve saadetini düşünmek isterler. Fakat aynı zamanda bütün milletler için de aynı şeyi istemek lâzımdır.” diyen Atatürk’ün inkılâpçılığında, milli kültürümüzü yükseltmenin yanı sıra, bizimle mesai birliği yapan başka milletlerin de mevcudiyetine ve milli kültürlerine saygı duymak tabii görevimizdir. 6) Atatürk inkılâpçılığının asıl amacı, cihanda tam manasıyla medeni bir toplum olarak gelişmemizdir. Bunun sağlanması da başta ekonomik sahada başarılı olmakla mümkündür. 9 Türk inkılâbının gerçekleşmesinde, öncelikle ekonomik kalkınmanın rolü çok büyüktür. Ekonomik kalkınma daha ziyade milli eğitimin gelişmesiyle orantılıdır. Milli eğitimin gelişmesi ise, “Türk milletinin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, azimli iradesini iyi kullanacak şahsiyetli gençlerin yetiştirilmesiyle mümkün olabilir.” O halde, en büyük inkılâp milli eğitimimizde yapılacaktır. Özlediğimiz idealist gençler ancak bu yolla yetiştirilebilir. Milli eğitimin verilmesinde ve geliştirilmesinde ise asıl olan öğretmendir. Milli kültürümüzden sapmadan, müspet ilmin ışığında, medeniyet yolunda ilerleyen idealist Türk öğretmenleri elinde yetişen idealist gençler, ülkemizi gelecekte hak ettiği üstün yere oturtacaktır.
9
Ercümend Kuran Atatürk üzerine denemeler Ank./1981 sayfa18–21, 69–71
159 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
15– Milli İradeye Saygılı Demokrat Ruhlu Atatürk Devlet idaresinde Atatürk’ün önemli İlkelerinden olan Milliyetçi, Halkçı ve Cumhuriyetçi terimleri anlam bakımından birbirlerine yakın ve birbirlerinin tamamlayıcısı olduğundan her üçü de demokrasi prensibiyle bağıntılı bulunuyor. Önce bunlara değinmeyi gerekli görüyorum. Kitabın birinci bölümünde, Atatürkçülüğün baş ilkeleri arasında özetle yer alan bu ilkelerden Milliyetçilik, önemli yazarlar tarafından ANA İLKE olarak tanımlanmaktadır. Diğer ilkelerin milliyetçilik etrafında yer aldığı, milli devletin Türk Milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak kurulduğu yazılmaktadır. Milliyetçilik ilkesi, önceki sayfalarda geçen “Milliyetçi Atatürk” bölümünde yeterince işlendiğinden, burada Atatürk’ün Halkçılık ve Cumhuriyetçilik konusunda görüş ve duyuşlarına özetle değindikten sonra, asıl konumuz olan “Demokrat ruhlu Atatürk” konusuna geçelim.
Halkçı Atatürk Atatürk’e göre, halk ve millet aynı şeydir. Millet’ten ayrı bir halk düşünülemez. Ülkemizde yalnız bir halk vardır, o da Türk halkıdır. Anayasamızın 66. maddesinde ”Ülkemizde vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’ dür” Atatürk bir konuşmasında, kurtuluş savaşını yapan ve Milli Devletimizi kuran halkın Türk olduğunu söylemiştir. Bu sözlerden de anlaşılıyor ki: Türkiye’de halklar yoktur, halk vardır. Birbirine vatandaşlık bağı ile bağlı olan Türk Halkı vardır. Atatürk’ün halk olarak anladığı toplum, Türkiye’de yaşayan bütün insanları kapsamaktadır. Bütün insanlarımız devlet hizmetinden eşit olarak yararlanacaktır. Örneğin: sağlık hizmetinden zengin – fakir, sigortalı- sigortasız, işi olan –olmayan, paralı- parasız demeden herkes yararlanacaktır. Ama mevcut uygulama fakirin, parasızın, işi olmayanın aleyhine işlemektedir. Onlar hizmetten gereğince faydalanamamaktadır. Vaat edildiği gibi genel sağlık sigortası çıkarılırsa faydalanabilecektir. Atatürk ta çocukluğundan beri mensubu olduğu Türk Milletini çok seviyor ve ona hizmet için kendisini iyi yetiştiriyordu. Gün gelmiş, en büyük hizmeti yapmak suretiyle ülkenin kurtuluşuna ve halkımızın
160 Rasim PEHLİVANOĞLU
kalkınmasına önayak olmuştur. Sadece bu tavrı bile Atatürk’ün halkçılığının önderi sayılır. Mustafa Kemal’in halk sevgisi ve milletine karşı duyduğu millet aşkı milli duygusunu şaha kaldırmış ve gelecekteki büyük zaferlerine yol açmıştır. Memleket işgal altındayken ve İstanbul’daki hükümet uyurken; Anadolu’daki hareketi başlatan, halkı canlandıran, teşkilatlandıran, düşman üzerine saldıran Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920 de Ankara’da halkın temsilcileriyle T.B.M.M’ nin açılmasını sağlamıştır. Böylece, hakimiyetin kayıtsız şartsız halkın olduğunu ispat etmiş ve bu başarısıyla dünyayı hayrette bırakmıştır. 24 Nisan 1920 de TBMM’nin karşısına ihtilalci ve isyancı bir subay olarak değil, belki halka rağmen, fakat halk için ve halkın beklentilerini gerçekleştirmek için, halkçı bir önder olarak çıkmıştır. Kendisini, gayet mütevazi bir şekilde tanıtan Mustafa Kemal Meclise başkan seçilmiş, meclisle hükümet arasında bir denge unsuru olmuştur. Büyük millet meclisi kürsüsünde ilk defa konuşan Mustafa Kemal, sadece bir hatip ve sadece bir asker olarak değil, daha ilk günden milletimizin özlemle aradığı “BÜYÜK DEVLET ADAMI ”olarak kendisini göstermiştir. Hakçı Mustafa Kemal hiçbir zaman halkımızla irtibatını kesmemiş. Meclisteki ağır eleştirilere rağmen demokratik tavrından vazgeçmemiştir. Haksız yere de olsa eleştirilere sabırla göğüs germiş ve eleştirilerden de faydalanarak daha azimli ve daha iradeli bir güçle kutsal görevini sürdürmüştür. Çok güçlüklere rağmen sonunda özlenen başarıya ulaşmıştır. Atatürk’ün halkçılığında, halkçılıkla milliyetçilik birleşmiştir. Milliyetçilikten hız ve güç alarak birlesen halkımızla milli mücadele kazanılmıştır. Hakimiyet (egemenlik) kayıtsız şartsız halka verilmekle, yönetilenin yöneteni seçmesi ve halk iradesinin ön plâna çıkmasıyla, halkçılıkla demokrasi birleşmiştir. Zira, demokraside asıl unsur halktır-millettir. Halkçılık Cumhuriyetle de birleşmiştir. Zira Cumhuriyetin esası halk iradesine dayanır. Haklın seçtiği Cumhurbaşkanı, kurduğu hükümet ve de TBMM ile devlet yönetilir.
161 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Cumhuriyetçi Atatürk Cumhuriyet halk idaresidir. Atatürk’ün “demokrasinin tam ve en gelişmiş şekli cumhuriyettir.”
ifadesiyle:
23 Nisan 1920 de Ankara da açılan TBMM ‘nin dayandığı temel ilkeler. Cumhuriyete benzemesine rağmen, Cumhuriyet denilmemiş ve denilememiştir. Çünkü, Atatürk’ün söylediği gibi: “Bir işi zamansız yapmak, o işi başarısızlığa uğratmak olur. Her şey sırasında ve zamanında yapılmalıdır.” 1 Ankara’da TBMM açıldığı zaman İstanbul’da padişah ve halifelik devam ediyordu. Ülkemizde birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulduğu bir zamanda halkımızın geleneksel bağlı olduğu padişahlık ve halifeliğin varlığına rağmen Ankara’daki yeni idarenin Cumhuriyet olduğu açıklanırsa başarısızlık peşinen kabullenilmiş olurdu. İşte bu sakınca nedeniyle yeni idareye Cumhuriyet denilememiştir. TBMM’nin başkanı aynı zamanda Devlet başkanı sayılmış ve seçimle kurulan hükümete de “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” denilmiştir. Ancak, Mustafa Kemal’in kafasındaki Cumhuriyet idaresi idi. Milli bir sır olarak bunu taşıyor. Uygun zamanın ve zeminin oluşmasını bekliyordu. Erzurum kongresinden sonra, 7-8 Ağustos 1919‘da yakın arkadaşı Mazhar Müfit’e, gizli kalmak şartıyla şunları söylüyor ve yazdırıyor: – Şekli hükümet (hükümet şekli) zamanı gelince Cumhuriyet olacaktır. Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. Tesettür (çarşaf ve peçe ile örtünme) kalkacaktır. Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir. Latin harfleri kabul edilecektir.” 2 Görülüyor ki, milli mücadelenin daha ilk günlerinde Cumhuriyetin kurulacağı kararı veriliyor. Uygun gün gelince de saltanat kaldırılmış ve Cumhuriyet kurulmuştur. Ancak, Cumhuriyetin kurulması kolay olmamıştır. Zaferle sonuçlanan birinci ve ikinci İnönü savaşları, 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşı, ardından 26 Ağustos 1922 ‘de başlayan Baş kumandanlık meydan muharebesi ve büyük zaferin kazanılması ile kaçan düşmanın kovalanıp 9 Eylül’de denize dökülmesiyle, işgal kuvvetlerinin yurt dan çıkarılmasından sonradır ki zemin oluşmuş ve 1 2
Osman Bircan: Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayati s 151 a. g. e. s 151
162 Rasim PEHLİVANOĞLU
zamanı gelmiş olduğundan 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilânı gerçekleşmiştir. Aynı gece Mustafa Kemal Paşa TBMM kararıyla Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Böylece yeni devletin idare şekli belli olmuş ve demokrasiye doğru önemli bir adım daha atılmıştır. Cumhuriyetin kuruluşunun yıl dönümü olan 29 Ekimlerde her yıl bayram yapılmış. Ülkemiz şehir, kasaba ve köylerinde heyecanlı kutlamalar olagelmiştir. Hele cumhuriyetin 10. yılı olan 1933 yılındaki kutlamalar çok coşkulu olmuştur. Büyük şehirlerden en küçük köylere kadar bütün milletimiz milli heyecanla dolu olarak Cumhuriyet bayramını kutlamıştır. O gün her yerde bölge halkı bir araya gelmiş, meydanlarda oyunlar oynanmış halaylar çekilmiştir. Uygun mahaller de kazanlar kaynamış etli pilavlar yenilmiş ve her vatandaş sevinç içinde bayram gününü yaşamıştır. O yıl, beş yaşından küçük bir çocuktum. Köyümüzdeki bayram kıvancını hayal meyal hatırlıyorum. Sevinçli oyunlar ve yenilen etli pilavlar hiç gözlerim önünden gitmiyor. O yıllardaki milli bayram günlerimizde duyduğumuz milli heyecanımızı bugün gıpta ile özlüyoruz. Temenni ediyoruz ki: O günlerde yaşadığımız milli duygu ve milli heyecanı yeniden yaşayabilelim… Milli şairlerimizden Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın birlikte hazırladığı 10.yıl marşının güftesini (bir fikir vermek üzere) aşağıya alıyorum: 10.Yıl Marşı Çıktık açık alınla, on yılda her savaştan, On yılda o beş milyon genç yarattık her yaştan. Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan, Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan. Türküz, Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi Türk’e durmak yaraşmaz, Türk Önde, Türk ileri, Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız, Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız. Türküz, bütün başlardan üstün olan başlarız, Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız. Türküz, Cumhuriyetinin göğsümüz tunç siperi Türk’e durmak yaraşmaz, Türk Önde, Türk ileri,
163 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını Dindirdik memleketin yıllar süren yasını. Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını, Bütün dünya öğrendi Türklüğü saymasını. Türküz, Cumhuriyetinin göğsümüz tunç siperi Türk’e durmak yaraşmaz, Türk Önde, Türk ileri, Örnektir milletlere açtığımız yeni iz, İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz. Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz, Tersine dönse dünya, yolumuzdan dönmeyiz. Türküz, Cumhuriyetinin göğsümüz tunç siperi Türk’e durmak yaraşmaz, Türk Önde Türk ileri, Behçet Kemal ÇAĞLAR
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL3
Kurulan Türkiye Cumhuriyetinin Geçirdiği Safhalar Ülkemizde Cumhuriyetin kurulmuş olmasına rağmen, demokrasinin ön saf da gereği olan çok partili hayata hemen geçilememiştir. Ancak 1925-1931 yıllarında iki defa çok partili hayata geçiş denemesi yapılmış, fakat bu konuda henüz zemin olgunlaşmamış olduğundan, kurulan birinci ve ikinci partiler kapatılmak zorundan kalınmıştır. Taa ki, 1945 yılında ikinci Cihan savaşının sonuna kadar tek partili rejime devam edilmiştir. 1945 yılında, o zamanki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ nün de ısrarla zorlamasının etkisiyle çok parti kurulmasına karar verilmiştir. Başbakan Ord. prof. Şemsettin Günaltay’ın etkili çabasıyla TBMM’nde yeni seçim kanunu kabul edilerek, açık oy ve kapalı sayım siteminden, kapalı oy açık sayım sistemine geçilmiştir. Yeni seçim kanununa göre, 14 Mayıs 1950’de yapılan ilk genel seçimde iktidardaki CHP kaybederek muhalefetteki Demokrat Parti seçimi kazanmış ve büyük bir çoğunlukla TBMM meclisinde temsil edilmiştir. Celal Bayar Cumhurbaşkanı seçilmiştir ve Adnan Menderes’in Başbakanlığında yeni hükümet kurulmuştur. Ülkemizde ilk defa halkın hür oyu ile iktidar değişimi olduğundan, 14 Mayıs 1950 genel seçimi demokrasinin büyük zaferi 3
Hacı Angı:Marşlarda Türkülerde Atatürk Ank/1976 s13
164 Rasim PEHLİVANOĞLU
olarak kabul edilmiştir. Demokrasiyi özleyen halkımız tarafından coşkuyla karşılanmıştır.1950 sonrası ilk yıllar, özellikle ekonomi alanında önemli gelişmeler olmuş. Statik ekonomiden dinamik ekonomiye geçilmiştir. Köylüye ve çiftçiye özel önem verilmiştir. Köylere yol, su, elektrik ve başka önemli ihtiyaçlarının karşılanmasında başarılı icraatlar yapılmıştır. Fakat, yıllar geçtikçe artan partizan politikacılık ile, icraatta düşülen hatalar, muhalefetin sert eleştirilerine neden olmuştur. Ekonomik hayatta sarsılma olmuş ve gitgide siyasi hava bozulmuş ve partiler arasında düşmanca gruplaşmalar oluşmuştur. İşte bu ortam devam ederken, 27 Mayıs 1960 ‘da askeri darbe ile hükümet düşmüş ve Cumhuriyet anayasası bir süre askıya alınmıştır. 1961 yılında yeni anayasa kabul edilmiş. Aynı yıl yapılan serbest seçimlerle yeni TBMM oluşmuş ve koalisyon hükümetleri dönemi başlamıştır. 1971 yılı 12Martında hükümete verilen muhtıra ve 1980 12eylül’ünde yapılan 2.hükümet darbesi, 28 Şubat hadisesi ile de Cumhuriyetimiz yara almış, fakat yaralar çabuk sarılarak kapatılmış ve yapılan yeni anayasalarla normal Cumhuriyet yönetimine devam edilmiştir. Bu arada birkaç kez ekonomik kriz atlatılmıştır. Türk parasının değeri anormal şekilde düşmüş, enflasyon azdıkça azmıştır. 2002’de ki milletvekili seçimlerinden sonra para operasyonu yapılarak bir milyon TL bir YTL ‘ye düşürülmüştür. Para operasyonu ile ortam durulmuş ve Türk parası değer kazanmaya başlamıştır. Enflasyonda tek haneli rakama inmiştir. Bu gidişle, eğer yeni bir kriz olmazsa, ekonomimiz rayına oturacak ve Cumhuriyetimiz güçlenecek, demokratik hayatımızda daha ileri adımlar atılacaktır. Temennimiz budur…
Cumhuriyetin Önemiyle İlgili Atatürk’ün Veciz Sözleri Türkiye’de Cumhuriyet kurulduktan sonra geçirdiği safhalara yukarıda özetle belirttik ama Atatürk’ün Cumhuriyetle ilgili çok kıymetli sözlerine henüz değinemedik. Bunlardan bir kısmını aşağıya almayı faydalı ve gerekli görüyorum. Cumhuriyetçi Atatürk diyor ki: (Aşağıdaki Atatürkçülük 1.kitap 43-45 sayfalarından alınmıştır)
sözler
165 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir.”(1933) – Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare; Cumhuriyet idaresidir.”(1924) – Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır, ki onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükümettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamıştır.” (1925) – Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir: biri milletin kararı, diğeri en acı ve zor şartlar içinde dünyanın takdirlerini hakkıyla kazanmaya lâyık olan ordumuzun kahramanlığı. Bu iki şeye güvenir.(1924) – Cumhuriyet, yüksek ahlâki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir… Cumhuriyet idaresi, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.”(1925) – Cumhuriyetin iç siyaseti, vatandaşın yaşayışını hiçbir etki, baskı ve sataşmanın tesirinde bırakmaksızın sağlamaktır.(1929) – Milletin uyanıklığına, milletin ilerlemesine, olgunlaşmasına ve yeteneğine güvenerek, milletin azminden asla şüphe etmeyerek Cumhuriyetin bütün gereklerini yapacağız.”(1924) – Milli azmin ve bilincin kıymetli eseri olan Cumhuriyetin, bugünkü ve yarınki neslin, demir ellerinde her an yükselip sağlamlaşacağına güvenim tamdır.”(1927) – Türkiye Cumhuriyeti; her manası ile, büyük Türk Milletinin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlâtlarının elinde daima yükselecek, ebediyen payidar olacaktır.” Utkan Kocatürk’ün Atatürk’ün “Fikir ve Düşünceleri Genişletilmiş 2. basım kitabının 186-190. sayfalarından alınan öz sözleri: – Çağdaş bir Cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamının neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir.”(1931) – Demokrasi ilkesini en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli, Cumhuriyettir.”(1930)
166 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimi ve haklı olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Her görüş bizce saygıya değerdir. Karşı çıkanlarımızın insaflı olması gerekir”(1923) – Cumhuriyet imkan demektir. Cumhuriyet kendisine bağlı olanları en ileri aşamalara götüren imkanları verir… Her alanda ilerlemenin de en belirgin teminatı Cumhuriyettir.” – Cumhuriyet ahlâksal erdeme dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Sultanlık korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir, Cumhuriyet yönetimi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir….” – Türk milletinin karakterine ve âdetlerine en uygun olan yönetim Cumhuriyet yönetimidir. “(1924) – Cumhuriyetin, milletin kalbinde kök saldığını görmek biricik emelimdir.”(1930) – Bu millet, bu memleket, yeni rejim üzerinde dünyanın en beğenilen bir varlığı olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim.(1929) 1926’da İzmir suikastı girişiminden sonra… Atatürk’ün Anadolu Ajansına verdiği demeçten: –… Benim değersiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet (sonsuza dek) yaşayacaktır. Ve Türk Milleti güvenlik ve mutluluğunun kefili olan ilkelerle uygarlık yolunda duraksamadan yürümeye devam edecektir.”(1926) – Efendiler! size şunu söyleyeyim ki, inkılâpçı Türkiye Cumhuriyetini benim kişiliğimde var zannedenler çok aldanıyorlar.Türkiye Cumhuriyeti, her anlamı ile büyük Türk Milletinin öz ve aziz malıdır. Değerli evlâtlarının elinde daima yükselecek ve sonsuza dek yaşayacaktır(Hasan Rıza Soyak’tan) – Cumhuriyetimiz öyle sanıldığı gibi zayıf değildir. Cumhuriyet emeksiz de kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. Gerektiğinde kurumlarımızı savunmak için gereken yapmaya hazırız.”(1923) – Cumhuriyet kurumunun bir zorba eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete karşı haykırmak isterim! (1930) 4 4
Prof. Utkan Kocatürk:Atatürk’ün fikir ve düşünceleri Genişletilmiş 2. basım s 186-190
167 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Yukarıya alınan Atatürk’ün veciz sözlerinden anlaşılacağı üzere, bu kadar değerli olan Cumhuriyet idaresi, ne yazık ki, Cumhuriyet adını alan birçok ülkede gerçek anlamda uygulanmamaktadır. Örneğin; geri kalmış bir devlette hükümete öfkelenen güçlü bir askeri lider veya halkın desteğini alan önde gelen bir devlet adamı tarafından bir gecede ani bir darbe ile hükümet devriliyor ve sözde bir Cumhuriyet idaresi kuruluyor. Darbeci kendisini de metezoru Cumhurbaşkanı ilân ediyor veya ettiriyor. Böylece devlet şekli oluyor bir Cumhuriyet. ( ? ) Bu gibilerden bir kısmı, ileride halka kendisini kabul ettirerek seçimle de Cumhurbaşkanı olabiliyor. Fakat diğer bir kısmı, hür seçime gitmeden zorbalıkla iktidarda kalmaya devam ediyor. Ta ki, bir başka güçlü asker veya halkın tuttuğu itibarlı bir lider tarafından alaşağı edilinceye kadar!... Çok şükür, Türkiye Cumhuriyeti, bu gibi sözde Cumhuriyetlerle kıyaslanamaz şekilde oturmuştur. Cumhuriyetimiz normal şartlarda kurulmuş ve normal şartlarda gelişerek hükmünü yürütmüştür ve yürütmektedir. Demokrasi prensiplerinden vazgeçmeden adım adım ilerlemeye devam etmektedir. Demokrasimizde, ara sıra kapalı rejim özlemeleri olmuşsa da bunlar çabuk atlatılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Cumhuriyetimiz bugün tehlikelerden sıyrılmış ve rayına oturmuş olarak yürümektedir.
Demokrat Atatürk Bilindiği üzere, demokrasi milli iradeye hür seçime dayanan idare şeklidir. Halk idaresidir. Bu yönüyle demokrasi ile Cumhuriyetle eş anlamlıdır. Ancak, ismi Cumhuriyet olmayıp da, demokrasi prensiplerini uygulayan meşruti krallıkla yönetilen ülkeler de vardır. Bunların başında İngiltere gelmektedir Demokrasiyi benimseyen, demokrasi taraftarı insanlar demokrattır. Demokrat kişiler halka yakındır. Alçak gönüllüler, karşı görüşlere saygılıdır, hoş görüşlüdür, sevecendir, eşitlik taraftarıdır, ülkede herkesin aynı haklara sahip olduğuna inanırlar. Demokrat olanlar demokrasinin kaynağı olan ferdi hürriyete ve hür iradeye saygı duyarlar. Bunlar milletini sever ve milletine hizmet aşkı ile çalışırlar. Kendisi kadar başkalarını da düşünür ve milli menfaati şahsi çıkarlarının üstünde tutarlar v.b….
168 Rasim PEHLİVANOĞLU
İşte Atatürk, yukarda belirtilen bütün bu sıfatlara ve başka yüksek vasıflara sahip olan demokrat ruhlu milli bir liderdir… Atatürk bir konuşmasında: – Milletin elinden tutarak yollarını buluncaya ve sağlam temellere dayanan bir düzen kuruncaya kadar onlara önderlik edeceğim. İşte o zaman kendi kendini yönetebilecekler ve ben görevini başarıyla yapan insanların huzuru içinde olacağım” 5 Bu sözleriyle Atatürk, milletini seven, milletine faydalı olmak için çırpınan, demokrat kişiliğe sahip bir lider olduğunu ortaya koymuştur. Bu milletin bir ferdi olduğunu, kazandığı başarı ve zaferlerin gücünü milletinden aldığını söyleyen Atatürk, milletinin gelişmiş bir demokrasiye ortak olmasını istiyor. Ve bunun için çaba gösteriyor. Demokrasiyi halkçılık ile eş anlamlı gören Atatürk: – Demokrasi esasına dayalı hükümetlerde egemenlik halka, halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi prensibi, egemenliğin millet de olduğunu başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu şekliyle demokrasi prensibi siyasi kuvveti ve egemenliğin kaynağını ve yasallığını temsil etmektedir”6 diyerek de demokrasinin, halkçılığın bir sonucu olduğunu belirtmiş oluyor. Atatürk: – Türk milleti en eski tarihlerinde ünlü kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet başkanlarını seçmeleriyle, demokrasi fikrine ne kadar bağlı olduklarını göstermiştir. Son tarih devirlerinde, Türklerin kurdukları devletlerde başlarına geçen padişahların bir kısmı bu yönetimden ayrılarak despot (zorba) olmuşlardır”7 diyerek Türk milletinin en eski tarihlerinden beri demokrasi kurallarını benimseyerek uygulayan bir millet olduğun ifade etmek istemiştir. Kişilerin karşılıklı hak ve özgürlüklerinin varlığına dayanan yaşam biçimi olan demokrasi, halkın halk tarafından ve halk için yönetilmesini gerekli kılar. Cumhuriyet de halkın halk tarafından, yani halkın kendi seçtikleri tarafından kendilerinin yönetilmesi olduğuna göre demokrasi ile Cumhuriyetin eş anlamlı bir idare şekli olduğu görülür. Ancak demokrasi daha geniş anlamlıdır. Zira, Cumhuriyetsiz demokrasi devletleri olduğu gibi demokrasi olmayan sözde Cumhuriyet devletleri de vardır. 5
Fethi Bolayır:”Atatürk İlkeleri”Sanem matbaacılık s 21-22 Atatürkçülük 3. Kitap: Gen-Kur yayınları s 38 7 a. g. e s 38 6
169 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Toplumla bütünleşmiş olan demokrat Atatürk ne söylüyor veya ne öneriyorsa, toplumdaki kanıya göre bu doğrudur; ülkemiz yararınadır. Fakat, TBMM’nde ise kararlar ve yasalar inandırma yöntemiyle ve oy çokluğuyla alınmaktadır. Karşı çıkanlar ikna edilmeye çalışılmaktadır. Karşılaştığı güçlüklere rağmen mecliste birlikte çalışmayı benimsemesi ta başından beri Atatürk’ün demokratik bir önder olduğunu kanıtlamaktadır.
Demokrat Ruhlu Atatürk’le İlgili Övgülü Sözler ve Fıkralar Atatürk’ün demokrat ruhlu bir başkan olduğunu belirten, kendisinin bazı sözlerini ve birkaç fıkrayı aşağıya alıyorum: – Benim bütün yaşamımda bugüne kadar güttüğüm amaç, hiçbir zaman kişisel olmamıştır… Hiçbir zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.” 8 (1914) Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir amacım yoktur… Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı amacı izlemektedirler… Hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz… Geçmişin derslerini, bugünü ve geleceği yaşamamız için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerin, övünç sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz. 9
Görevi Bitmemiş – Benim görevimin bitmediğini, yüklendiğim sorumlulukların yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum… Ben toprak olduktan sonra kalp ve vicdanınızda bana karşı sarsılmaz bir güven taşımakta olduğunuzu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir. 10
Ben Kana Bakamam Bir açılış töreninde yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olan koyunu gördüğü zaman, yanında bulunan İran Şahı Rıza Pehlevi ile Atatürk arasında geçen konuşma: – Ben kana bakamam. Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur. İran Şehinşahı: 8
Atatürk’ün Fikir .ve D.G. 2.basım s 474 a.g. e .s474 10 a.g. e .s475 9
170 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı savaş meydanları?... Atatürk: – Ha o başka sorundur. Öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir…11 Sorar dinler karar verirdi: “Mustafa Kemal’in günü, sabahın erken saatlerinde yurdun her yanından gelen haberleri dinlemekle başlamaktadır. Sekreteri Hayati daha tan ağarırken içi telgraflarla dolu dosyaları önüne sürmektedir. Mustafa Kemal, her sabah sekreteri kapıda görünce şu sözlerle seslenir, – Gel bakalım oğlum yine ne var? Sekreteri, Antep’te Fransız İşgal Güçleri’nin davranışları konusunda telgrafı okur. – Durumda bir yenilik var mı? – Fransızı Amerikan Okulu’ndan atmışlar, ama düşman karşı saldırıya geçmiş. Şehrin içinde ateş açılmış Şehitler varmış. Mustafa Kemal, – Not al, der. Bu durumda tek çıkış yolu Antep ve Urfa’nın ortak hareket etmesidir. Hayati başka bir telgraf okur, – Ulusal güçler sonunda Fransızları püskürtmüşler, ama silah ve gereç sıkıntısı çekiyorlarmış. Mardin’de silah varmış, kendilerine verilmesini istiyorlar. – Mardin’e bildirin, onlara silah ve cephane versinler. – Urfa daha çemberde. – Oradaki garnizona hemen destek güçleri gönderilmeli, bunu ilgililere bildir. Sonucu bana haber versinler. – Adana’daki Ulusal Güçler kıyıya yakın bir Fransız gemisini ateşe vermeyi başarmışlar. – İyi etmişler. Çete Reisi Demirci Efe sizi kutluyor. – Bana hâlâ Mustafa Kemal Ağabey diyor mu? – Diyor, – Aferin ona” 12
11 12
a.g. e .s482-483 Adnan.Nur Baykal: Atatürk’ün Liderlik Sırları İst/1999 s 226
171 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Başkalarına değer veren, Milletimizi çok seven ve halkımız tarafından çok sevilen Atatürk, demokrat ruhlu kişiliğinin de etkisiyle, Milletimiz onu görmek ve ona yakın olmak isterlerdi. Atatürk’ün halkla beraberliği ve gönül birliği konusunu bir fıkra ile anlatalım:
Halkla Beraber “Cumhuriyetin 3. yıl dönümüydü. Ankara‘da çok candan gösteriler ve şenlikler yapılıyordu… Bütün sivil ve askeri erkân, kor diplomasi yerlerini almıştı. Meclisten çıkıp gelecek Gazi Hazretleri bekleniyordu. Bütün Ankara halkı sokaklara dökülmüş… Gar’dan (istasyondan) Anafartalar’a kadar kadın, erkek, çoluk, çoluk genç, ihtiyar, kentli, köylü herkes oradaydı. İğne atsan yere düşmeyecek kalabalıktı… Nihayet Cumhuriyetin kurucusu büyük önder geliyor. Şeref tribünündeki yerini alıyor. Gökleri çınlatırcasına alkışlarla Yaşa Varol! Sesleri yükseliyor... Her yer asker kordonu altına alınmış ama hiçbir şeyi dinlemeden herkes O’na koşuyor. Birden bire ortalık karışıyor: Gazi kalabalığın ortasından âdetâ kaybolmuş durumda…. Elini yakalayan alıp öpüyor. Görevliler, sorumlular telaş, hatta dehşet içinde. Halkı dağıtmaya çalışıyor. Direnenlere, zor kullanılmaya başlanınca, Mustafa Kemal eliyle işaret ederek memur ve askerleri uzaklaştırıyor. Biri aksakallı ihtiyar, diğeri genç iki vatandaşı yanına çağırıyor. Kollarını onların omuzlarına attıktan sonra kalabalığın içinde kendine bir yol açarak yürümeye devam ediyor. Bir anda halk intizamı kendisi sağlıyor. O yaklaştıkça, iki yana açılıp yol veriyorlar. Sevgi gösterileri, çılgınca alkışlar ve tezahüratlar… Sanki, iki sevgili birbirine sarılmış kaynaşmış halde… İnsanı ürperten bu heyecanlı manzarayı göz yaşlarıyla seyreden Tevfik Rüştü Aras bir ara Mustafa Kemal’in yanına gelerek: – Paşam, artık otomobilinize binseniz” diyor. Ama O: – Tevfik bey, sen hiç maşuk (sevilen) oldun mu? Ondaki zevk dünyada hiçbir şeyde yoktur. Hele âşığın Türk Milleti olursa… Rica ederim, beni bu ilahi zevkten ayırma… Biraz daha yürüyeyim…” 13diyor ve yürümeye devam ediyor. Yukarıda açıklanan olayın benzerleri pek çok olmuştur. Her gittiği yerde halkımız Atatürk’e sevgisini sunmak için birbirleriyle 13
Muaffak İhsan Karan Milletlerin Sevglis,i Atatürk Ank. 1982 s 141-143
172 Rasim PEHLİVANOĞLU
adeta yarış etmiştir. Sıradan vatandaşlarımız tarafından bu kadar çok sevilen ve sayılan Atatürk, insanları seven, başkalarının görüş, duyuş ve düşünüşlerine saygı duyan demokrat ruhlu bir kişiliğe sahip olmasaydı, hiç gittiği yerde bu denli coşkun tezahürata mazhar olabilir miydi. Ve de kimseden çekinmeden halkın içinde ve halkla kaynaşarak pervasızca yürüyebilir miydi? Bu da gösteriyor ki, Atatürk halk üzerinde kurduğu manevi otoritesini, halkı sevmesinden ve halkın da kendisine gösterdiği sevgi, saygı ve anlayıştan alıyordu. Atatürk diyor ki: Ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın karşısında söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar açık konuştuğum zaman halkın beni yalanladığını görmedim. 14 (Aynı kitabın devam eden sayfalarında bu konuda başka fıkralar yer almıştır.)
Atatürk Diktatör müydü Yoksa Neydi? Çeşitli Görüşler Atatürk’e diktatör diyenler olmuştur. Bu, gerçek dışı tanımlama daha çok Cumhuriyet sonrası dönemi için söylenmiştir. Oysa, ne mizacı ne de ideali bakımından diktatör olması mümkün değildi… Atatürk bütünüyle incelenince görülüyor ki, O diktatör değil, aksine hayatı boyunca diktatörlüğü kaldırmak çabasında olmuş bir Türk büyüğüdür. Atatürk’e diktatör demek yerine, “Otoriter” demek daha çok yakışır. Ama zora, zorbalığa dayanan otorite değil de, sevgiye ve anlayışa dayanan otorite… O, yapacaklarını çevresindekilere anlatarak onları ikna ederek ve kabul ettirerek yapardı. Hatta komutan olarak, çok sevdiği ve sevildiği askerlerine “ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum!” diyerek, (Çanakkale savaşlarında) onları vatan için seve seve ölüme sevk ettiğini hep biliyoruz. Vatanını, milletini ve askerlerini bu derece seven ve o nispette de sevilen bir büyük insan hiç diktatör olabilir mi? Gerçeği görelim: Atatürk, savaşlarda komutası altındaki askerler üzerinde ve milli devlet kurulduktan sonrada, devlet adamı olarak ülke halkı üzerinde sağlam bir otorite kurmuş ve toplumu disipline almasını bilmiştir. Ama Atatürk, otoritesini zorlayarak değil, sevgiye, saygıya ve karşılıklı anlayışa dayanarak kurduğu gibi, 14
a.g. e. s 142
173 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
gerektiğinde baş kaldıranlara karşı da güç kullanarak otoritesini yürütmesini bilmiş ve asayişi sağlamıştır. Fakat, diktatör ve totaliter bir rejim taraflısı asla olmamıştır… Eğer Atatürk diktatör olsaydı padişahlığı, halifeliği kaldırmaz, o makamlarda kendisi otururdu. Hiç kimsede karşı koyamazdı. Nitekim bu konuda ciddi teklifler de almış, fakat O bunları şiddetle reddetmiştir. Nasıl milli kurtuluş savaşı boyunca meclisle işi yürütmüşse, gene o yolu seçmiştir. Hatta, daha da ileri giderek zemin oluşunca Cumhuriyeti ilân etmiş ve ülkemizde hür iradeyi ilelebet hakim kılmıştır. Bildiğimiz inkılâpların yapılmasına önayak olmuştur. Ama, yapılması gerekli olan inkılâpların bazılarında biraz zorlama olmuşsa da, gene halka kabul ettirerek yapmış ve halkın sevgi, saygısını kaybetmemiştir. Ölümünde sonra da unutulmamış, her geçen yıl biraz daha büyüyerek halkın gönlünde yaşamaya devam etmiştir ve devam etmektedir. Milli mücadelenin etkili yazarlarından ve Atatürk’ün yakınlarından olan Yakup Kadri Karaosmanoglu: – Atatürk bir diktatör değildi. Bir inkılâpçı devlet kurucu idi. Ve O, hiçbir zaman ‘ben öyle istemiyorum, böyle olacak’ demedi. Millet böyle istiyor, böyle yapacağız”15 diyerek Atatürk’ün diktaya karşı olduğunu belirtmiş ve bu tavrıyla milletin beğenisini (takdirlerini) kazanmıştır. Bir yabacı yazar “Prof. Mulice Duvarger”in söylediği gibi: – Atatürk’ün asıl amacı çok partili bir rejim ve serbest seçim usulü idi. Mustafa Kemal bu amacına pek çabuk ulaşmak istiyordu. Devlet Başkanlığı zamanında iki kere çok partili rejimi denediyse de başarı elde edemedi.” Şükür ki, Atatürk’ün ölümünden sonra özlediği çok partili hayta geçilmiştir. 1950 yılında, “gizli oy açık sayım” sistemi ile yapılan hür seçimde, ilk defa halkın doğrudan verdiği oyu ile ülkemizde iktidar değişimi olduğundan. Bu seçim demokrasimizin önemli bir zaferi sayılmıştır. O yıldan sonrada demokrasimiz adım adım ilerlemeye devam etmiştir. Bu arada, iki defa yapılan hükümet darbesi, kısa bir süre ara verildikten sonra demokrasinin normal yaşamına geçilmiştir. Bu suretle demokrasimiz rayına oturmuş ve gelişmeye devam etmektedir. Önümüzdeki yıllar, demokrasimiz de önemli gelişmeler olacağı beklenmektedir.
15
Atatürkçülük 2.kitap Gen- Kur Yayınları s 179
174 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’e diktatör diyenler genellikle onu kıskananlar, dargın olanlar ya da yeni rejime taraftar olmayan azınlıkta kalan gruplardır. 1935 yılı yazında, Amerika’nın tanınmış gazetecilerinden Glatys Baker Ankara’ya gelince bu husustaki fikrini Atatürk’e sormuş ve şu veciz cevabı almıştır. – Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğu söyleniyor. Evet bu doğrudur. Benim arzu edipte yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket bilmem… Ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim.” 16 Muvaffak İhsan Garan’ın Kitabında anlattığına göre: – Büyük önder, kendisinin diktatör telakki edilmesinden çok teessür duyar, hattâ buna sinirlenirdi. Hele o sıralarda Avrupa’da görülen Hitler, Mussolini ve Stalin gibi diktatörle kendisinin bir tutulması ihtimaline karşı titiz bir alınganlık gösterirdi. Çünkü O fikirlerini, davranışlarını ve tutumlarını hiç de hoş görmediği, tasvip etmediği bu kimselere benzemediğinden emindi. Atatürk, yaptığı, inkılâplarla her bakımdan uygar ve ileri bir toplum, mükemmel bir hukuk devleti kurmak azminde idi. Kendini bildi bileli diktatörlüğe, şahıs, zümre saltanatına, keyfi idare ve istipdada karşı savaşmıştı… Mustafa Kemal bir ideoloji esiri değildi, tam anlamıyla gerçekçi bir liderdi. O’nunla her şey tartışılabilir. O ‘na her şey sorulabilirdi. Hattâ bazı Avrupalı yazarların iddia ettiği gibi, diktatör olup olmadığını bile… Nitekim, bir öğretmeler grubu bizzat Atatürk’e sordu. O sakin ve yumuşak bir sesle şu cevabı verdi. – Eğer öyle olsaydım, sizin bunu sormanıza izin vermezdim. İngiltere’nin eski Alman büyükelçisi Sir Percy Lorraine: “Bazı kimseler Atatürk’ü diktatörler arasında saymışlardır. Bence bu görüş yanlıştır ve yanlış yola götürür. Atatürk şuurlu bir şekilde kendisinin bulunmayacağı zamanlar için çalışıyordu. Kendisinden sonra da yaşayacak bir hükümet sistemi ve idaresi kurmaya gayret ediyordu. Halkı, kendi görüşlerine uymaya zorlamak yerine, onun inançlarını öğretmeye ve ülkülerini açıklamaya uğraşıyordu. Word Pirice: O tamamıyla kendine özgü bir devlet adamı idi. Diktatörlerin tahammül edemediği bir düzenle, demokrasilerin başaramadığı ve başaramayacağı işler yapmıştır. Tarihte böyle adamlar devirlerine kendi adlarını vermişlerdir. Yani, o kadar ender yetişirler. 16
M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 152
175 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Walter I. Wright Jr.: “O, şahsi kazanç ve şöhret peşinde koşan basit bir diktatör değil, gelecek nesiller için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandı. 17. Yukarda ki övgülü sözlerin hedefi olan Atatürk böyle ender yetişen devlet adamlarından biriydi. Demokratik yöntemde, oya dayalı düzenli ve inkılâpçı eylemler ancak çok usta, yetenekli, güçlü önderler ve onların akılcı politikalarıyla gerçekleşebilir. Böylesine yöntemlerde önderlerin yazgılarını)takip ettiği politikaları belirler. Eğer önderler akılcı bir politika izleyebilirse, milletlerinin engin sevgisini, inancını ve saygısını sarsmadan, hem inkılâbını gerçekleştirir, hem de ölümsüzleşirler. İşte Atatürk, böylesine ölümsüzleşen bir önderdi. Diktatör değildi, otoritesini sevgiye ve anlayışa dayandırarak, kitleleri peşinden sürükleyen akılcı ve sevecen bir liderdi.
17
M.İ.Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 152-154
176 Rasim PEHLİVANOĞLU
16– Dirayetli Devlet Adamı Önder Atatürk Atatürk gözü pek bir komutan olarak, savaş meydanlarında dirayetini göstermiş ve ülkesini uçurumun kenarından kurtarmıştır. Bu yönü herkesçe bilinen ve dünyanca malûm üstün yeteneğidir. Fakat Atatürk sadece dirayetli bir komutan değil, çok yönlü özelliklere sahip yüce bir insandır. Bunu, ülkesine yaptığı çok büyük hizmetleriyle ve her konuda konuştuğu her biri bir vecize değerindeki örnek alınacak sözleriyle defalarca ispat etmiştir. Atatürk’ün çok yönlü kişiliği bu kitabın bütünüyle konusu olmuş ve üstün özellikleriyle Atatürk tanıtılmaya çalışılmıştır. Atatürk’ün en önemli özelliklerinden birisi, komutanlığının yanı sıra, dirayetli devlet adamlığıdır. Devlet adamlığının en büyük özelliği ise ÖNDER bir kişiliğe sahip olmasıdır.
Çocukken Duyduğu Asker Olma Hevesi ve Hayatındaki Gelişmeler Bilindiği üzere, Atatürk çocukluğunda Askeri Rüştiye Okuluna yazılarak asker olmak istiyordu. Fakat annesi rıza göstermiyordu. Yenilmez hevesi ile gizlice Selânik Askeri Rüştiye’ye yazıldı. Annesinin rızasını almak içinde bir yol düşündü.
Babasının Kılıcı Atatürk askeri okula girmek isteği halde annesi O’na engel olmak istiyordu. Gizlice okula yazılan Atatürk annesine şöyle bir soru sordu: – Anne ben, doğduğum zaman babam bana bir şey armağan etmişti. Nedir o?” – Bir kılıç – O halde ben asker olacağım. Kılıç ancak askere verilir…” Bu cevabı alan annesi daha fazla diretmeden askeri okula devam etmesine razı oldu. 1 Atatürk, küçük Mustafa olarak askeri rüştiye okuluna yazıldığı ilk günlerde hemen dikkati çekmişti. Çok sert ve disiplinli matematik öğretmeni olan Yüzbaşı Mustafa Bey’in gözüne girmişti. Sınıf arkadaşları tarafından da çok beğenilen ve sevilen örgenci olan Mustafa, üç ayda bir yapılan imtihanlarla seçilen sınıf birincisi olmuş 1
BAŞARI – Özel Sayı: 100. Yıl Akbank’ın Türk Çocuklarına Armağanı İat./1981 s 55
177 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ve sınıfın çavuşu rütbesini almaya hak kazanmıştı. Koluna üç sıra çavuş nişanı takılmıştı. Başarılı çavuş hizmetiyle daha o günden önder kişiliğini göstermiş olan Mustafa, sonraki günlerde hocasının bile çözemediği zor bir denklemi kolaylıkla çözebilmişti. Çok sevdiği ve sevildiği matematik hocası tarafından KEMAL unvanını almıştı. O günden sonra Mustafa Kemal adıyla anılmaya başlandığını hep biliyoruz. Selânik Askeri Rüştiyesinden sonra Manastır Askeri idadisi (lisesi), ardından Harp Okulu ve Harp Akademisindeki bütün askeri hayatı boyunca hep önder kişiliğini muhafaza etmiş olan Mustafa Kemal, öğrenciler arasında yapılan veya yapılması düşünülen faaliyetlerde daima ön safta yer almıştır. Çok okuyan ve özellikle Türk tarihine büyük ilgi duyan Mustafa Kemal’e, tarih dersleri yeni bir ufuk açmıştı. Geçmişten ders alarak geleceği görebilen M. Kemal için:Vatan, Millet sevgisi ve millete hizmet duygusu her şeyin ve her düşüncenin üstünde oluyordu. Harp Akademisinde okurken, arkadaşları arasında gizlice çıkarılan ve el yazısı ile yazılan okul gazetesinin çıkarılması ve dağıtılmasında başrolü olmuştu. Çıkarılan ve dağıtımı yapılan gazete Harp Akademisinde, hatta Harp Okulu öğrencilileri arasında dahi elden ele dolaşıyor, okulda milli heyecan oluşuyordu!... Mustafa Kemal’in Harp Akademisinden mezun olduktan sonraki çabaları; Kurmay Yüzbaşı olarak görev aldığı Şam’daki hizmetleri, okuyarak inceleyerek kendisini yetiştirme gayretleri, Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kurması; Şam’dan sonra da Kolağası rütbesiyle Makedonya’daki başarılı çalışmaları, ülkenin hürriyete kavuşması için düşünceleri ve bu konudaki çabaları, aceleci olan ittihatçılara karşı uyarıcı öğütleri hep önder kişiliğinin tabi sonucu olarak kendisini göstermiştir. Mustafa Kemal’in askerlik hayatı, baştan sona önder kişiliğini kanıtlayan örneklerle doludur. Mustafa Kemal’in, gönderildiği Trablusgarp savaşındaki barışçı hizmetleri, 2.Balkan savaşındaki başarıları, 1.Cihan savaşında (özellikle Çanakkale savaşlarında) şan ve şerefle dolu hizmetleri, Atatürk’ün önder kişiliğinin kanıtlarıdır. Milli kurtuluş savaşımızdaki dirayetli komutasında kazanılan zaferler, yapılamayacak sanılanları yapmış olması ve ülkenin düşman işgalinden kurtarılmasında baş rolü Mustafa Kemal’in önder kişiliğini pekiştiren nedenlerdir. Milli İstiklâl savaşı hazırlanırken ve savaş devam ederken büyük devlet adamlığı vasfını da göstermiş, milli sınırlar içindeki
178 Rasim PEHLİVANOĞLU
vatanımızda milli birliğin hükmetmesini bilmiştir.
sağlanmasını
ve
bütün
ülkeye
Milletini coşkun bir heyecanla seven Atatürk, dehası ve derin seziş gücüyle, milletini çok iyi tanıyan ve ona güvenen dirayetli bir liderdi. Dünya’yı da çok iyi tanıyan, ön görüşlü kişiliği büyük bir devlet adamı olduğunun da göstergesidir. Atatürk akılcı, gerçekçi ve bilimciydi. Hadiselere ilim gözüyle ve gerçeği kavramak gayesiyle bakıyordu. Toplum hayatında hurafeler yerine aklı ve ilmi haklı kılmaya çalışırdı. Atatürk, Osmanlı Türklüğünün milliyet şuuruna erememiş olmasının çöküş sebebi olduğuna inanıyordu. Toplayıcı, birleştirici bir Türk Milliyetçisi şuuruna eren Atatürk, daima Cumhuriyetin ve demokratik rejimin savunucusu olmuştur. Fakat bunun için önce zemin ve zamanının hazırlanması gerekli olduğuna inanıyordu. Bunun temini için, öncelikle, milletimizin uyandırılması, ayrı ayrı olan bölgesel milli kurtuluş derneklerinin birleşip bir bütün haline gelmesi gerektiğine inanıyordu. Bunların başarılması için de bir öncüye, dirayetli bir devlet adamına ihtiyaç duyulduğunu biliyordu… 19Mayıs 1919’da, 3.Ordu Müfettişliği göreviyle Samsun’a çıkarak kendini gösteren Mustafa Kemal Paşa, önce Havza’dan gönderdiği bir genelge ile komutanları, valileri, idare amirlerini ve bütün milleti uyardı. Memleketin içinde bulunduğu duruma dikkati çekti ve yapılmasını telkin ettiği mitinglerle işgal olaylarının, milletimize yapılan zulümlerin ve işkencelerin lânetlenmesini istedi. Mustafa Kemal’in Havza bildirisindeki istekleri yerine getiriliyor ve uyanan milletimiz hınçla ayağa kalkıyordu. Böylece, liderini bulan milli mücadelemiz başlamış oluyordu.
Amasya Tamimi Havza bildirgesinden sonra, Amasya’da toplânan yakın arkadaşlarıyla yaptığı müzakere sonucu, 21-22 Haziran gecesi hazırlanan ünlü Amasya Tamimi yayınlandı. “Yurdun bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” diye başlayan ve “Millet’in bağımsızlığını yine milletin azim ve iradesi kurtaracaktır” sözünü içeren ve bir ihtilal bildirgesi niteliğinde olan bu açıklayıcı tamim bütün ülkeye yayınlandı. Halkımızın milli duygu ve milli heyecanları ayağa kalktı…
179 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
23 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal’in başkanlığında yapılan Erzurum kongresinde, Kurtuluş savaşının ilk temelini atan kararlar alındı. Erzurum Kongresini takiben, 4Eylül 1919 günü Sivas’ta yapılan kongrede bütün memleketi kapsayan kararlarla, ülkede kurulmuş olan bütün milli dernekler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilerek ve Heyet-i Temsiliye (temsil heyeti) seçilerek ülke bütünlüğünün sağlanmasında en büyük adım atılmış oldu. Heyet-i Temsiliyenin merkezi, daha emin yer olarak görülen Ankara’ya taşındı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının baskısıyla, İstanbul’da açılmış bulunan Meclisi Mebusan’ın (mebuslar meclisin)in 16 Mart 1920 günü işgal kuvvetleri tarafından kapatılmasıyla, Ankara’ya kaçan bir kısım mebuslar bölgelerini temsilen, yeniden seçilen mebusların da iştirakiyle Ankara’ da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Meclis başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa aynı zamanda hükümet başkanı olarak da görev üstlendi. TBMM’inde mebuslar (millet vekilleri)arasından seçimle görevlendirilen üyelerle hükümet kuruldu. Kurulan hükümet, halkın temsilcisi sıfatıyla göreve başladı. Bu yolla, İstanbul hükümetinin yanısıra birde Ankara hükümeti doğmuş oldu. TBMM’sinin ilk toplântısında “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” kararı alınarak millet egemenliği başlamış oldu. O gün Büyük Millet Meclisi kürsüsünden ilk defa konuşan M.K. Paşa, sadece bir hatip veya sadece bir asker olarak değil, daha ilk günden itibaren bir Devlet Adamı olarak belirdi. Bu özelliğiyle ondan önce var olanlarda görülmeyen, fakat toplumun hiç değilse yıllardan beri özlediği ve beklediği bir insandı. Bize göre ise, Mustafa Kemal, bütün özelliklerinden önce Devlet Adamlığı niteliğiyle olaylara yön vermiştir.” 2 İşte, istiklâl savaşı öncesinde ki bütün bu ön hazırlıklar yapılırken önder kişilikli Mustafa Kemal Paşa baş sorumlu olarak bütün bu işlerin başında ve önünde bulunuyordu. Milli Mücadele öncesi ön hazırlıklar dönemindeki, dirayetli hizmetleri bile Mustafa Kemal Paşa’nın büyük Devlet Adamlığı vasfını kazanmasının nedeni olmuştur.
2
Osman Bircan: Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı s 96
180 Rasim PEHLİVANOĞLU
Ordulara hükmederek zaferler kazanması öncesinde, Milli Mücadele için milletimizin uyandırılmasında, Milli birlik ve beraberliğin sağlanarak teşkilatlanmasında, ülkemizdeki işgal kuvvetlerine karşı konulması hazırlığında gösterdiği liyakatli hizmetlerinde, Atatürk’ün devlet adamlığı vasfı ve önder kişiliğinin büyük etkisi olmuştur.
Tanıdığı Türk Milletine İnanması, Güvenmesi Atatürk’ün üstün başarılarının en büyük nedeni yukarıda da belirtildiği gibi mensubu olduğu Türk Milletini iyi tanıması, ona inanması ve güvenmesi olmuştur. İşgalcilerin yurttan kovulmasından sonra da harabeye dönen memleketin onarılmasında hak ve adaletin korunmasında, bütün imkansızlıklara rağmen ülkenin bütünüyle kalkınmasında, büyük inkılâpların yapılmasında ve bunların halka benimsetilmesinde Atatürk’ün yüksek Devlet Adamlığı vasfının ve liyakatli hizmetlerinin etkisi çok büyük olmuştur. Büyük başarılara ulaşmasında, çok sevdiği milletine inanması ve güvenmesinin büyük rolü olduğunu söylediğimiz Atatürk, daha 1919 Ekim ayında Samsun’da bir arkadaşına şöyle diyordu; – Böyle milletten nasıl ayrılırsın? Bu palasparelerin (eskimiş kumaş parçalarının) içinde perişan gördüğünüz insanlar yok mu? Onlarda öyle yürek, öyle cevher var ki, olmaz şey!... Çanakkale’yi kurtaran bunlardır. Kafkasya’da, Galiç’ya da, şurada burada aslanlar gibi çarpışan, mahrumiyete aldırmayan bunlardır…” 3 Büyük zaferin kazanılmasından sonra da 1923 yılı Mart’ında Atatürk millete güvenini şöyle dile getiriyor. – Efendiler! Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalade işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Lakin, öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar. Meğer ki bir hissi umuminin (genel duygunun) amili (nedeni), mümessili (temsilcisi) olsunlar. Ben milletimin fikirlerine ve hislerine yakından vakıf olmaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı ifade den başka bir şey yapmadım. 4 Atatürk’ün, Türk Milletinin ve toplumun fikrine değer verdiğine dair daha yüzlerce örnek bulunabilir. 3 4
Turhan Fevzioğlu:Devlet Adamı Atatürk M.E.B. Ank. 1963 s 63 a. g. e. s 5
181 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk ve Dünya Devletleri Türk Milletini iyi tanıyan Devlet Adamı Atatürk, dünya’yı da çok iyi tanıyordu: Daha 1935 yılındayken 2.Dünya Savaşının çıkacağını ve kimler arasında savaşılacağını, sonuçta kimin kazançlı çıkacağını öngörüşüyle açıklamıştı. Diyordu ki: –… Korkarım ki felâketin önü alınamayacaktır. Zira, Avrupa meseleleri, İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki ihtilaflar meselesi olmaktan artık çıkmıştır… Avrupa’da vuku bulacak bir harbin başlıca galibi ne İngiltere, ne Fransa nede Almanya’dır. Sadece Bolşevizm’dir (Sovyet Rusya’dır)… 5 – Biz Türkler hadiseleri yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan şark(doğu) milletlerinin zihniyetlerini istismar eden, onların Milli ihtiraslarını okşayan ve kitleyi tahrik etmesini bilen Bolşevik’ler, yalnız Avrupa’yı değil bütün Asya’yı tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır” 6 Geleceği görebilen Atatürk’ün gördüğü ve parmak bastığı bu gerçekler 2.Dünya Harbi bittikten sonra açıklıkla görülmüştür. Devlet Adamı Atatürk’ün dünya meselelerine bakışındaki uzak görüşlülüğü, su sözlerinden de iyi anlaşılmaktadır. – Eğer devamlı sulh (barış) isteniyorsa, insan kitlelerinin vaziyetlerini iyileştirecek, milletler arası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyeti umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir. 7 Atatürk giriştiği mücadelenin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını da iyi sezmişti. 1922 yılı Temmuz’unda şöyle diyordu: – Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şark’ın davasıdır.”
8
5
a. g. e. s 6 a. g. e. s 6 7 a. g. e. s 7 8 a. g. e. s 8 6
182 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün belirttiği mazlum milletlerin pek çoğu, bu gün müstemleke (sömürge) olmaktan çıkıp hürriyetlerine kavuşmuşlardır. Şarktaki (Rusya işgalindeki) Türk yurtlarının da bir çoğu bağımsız devlet olmuşlar ve birleşmiş milletlerdeki yerlerini almışlardır.
Akılcılık ve Medeniyetçilik Önderi Atatürk Atatürk, yalnız Türkiye’de değil Asya ve Afrika başta olmak üzere bütün dünya ülkelerinde de kahraman olarak tanınan ve örnek alınan bir önderdir. Atatürk, yalnız bağımsızlık savaşlarımızın ve millet hakimiyetinin önderliğini yapmakla kalmamış; aynı zamanda ortaçağ hurafelerine karşı akılcılığın ve medeniyetçiliğin (uygarlığın) savaşçısı olarak da örnek ve bayrak olmuş büyük bir Devlet Adamıdır. Çağdışı olan veya sonradan yetişen, isim yapmış çeşitli dünya devlet adamlarınca da örnek alınmış ve takip edilmiş önder bir liderdir. Milletlerin Sevgilisi Atatürk kitabının yazarı Muvaffak İhsan Garan’ a göre: – O, bir önderdi. Yürüyeceği yolu çizmişti. Kendi ilkeleri (prensipleri) hazırdı. Önder, ilkelerini bilmeli ve onları korumalı idi” diyor ve devam ediyor: – Önder, halkını belirli hedefe doğru yürüten ve bütünü ile gayeye ulaştıran kimsedir. Ülke, zor bir dönem yaşıyorsa, içinden çıkılmaz bir tehlike ile karşı karşıya ise, çözümünü önder gösterecek, çıkış yolunu o bulacaktır” 9 İşte Mustafa Kemal o çıkış yolunu buldu ve milletine gösterdi. Bu yol, halk devletini kurmak, bağımsızlığa kavuşmak, sonrada batı uygarlığına katılmak kelimeleri ile özetlenebilir. Mustafa Kemal’i, gençliğinden beri ruhunu, gücünü ve vücudunu milletine adamış eşsiz bir insan olarak görüyoruz… Kişisel çıkarlarının peşinden koşmamış yalnız ülkenin mutluluğunu düşünmüş ve bu yolda hizmet vermiş Devlet Adamıdır. Devlet Adamı Atatürk’ ün büyük hizmetini dört önemli safhada toplayabiliriz. a) Dağılan Osmanlı İmparatorluğunu Milli bir zaferle sonuçlandırmasında önder olmuştur. 9
M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 68
183 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
b) Başta İslâm ülkeleri olmak üzere, esir milletlerin istiklâl’e kavuşmalarına önayak olmuştur. c) Demokratik anlayış içinde yepyeni bir Türk Devleti (Milli Devleti) kurmuştur. d) Kurduğu yeni devleti, gerçekleştirdiği reformlar ve inkılâplarla, milli benliğimizden kopmadan batı uygarlığı toplumuna kabul ettirmeye çalışmıştır. Atatürk, medeniyet savaşında kararlıydı: – Artık duramayız. Behemehal (mutlaka) ileri gideceğiz. Medeniyet öyle bir nurdur ki (ateştir ki), ona bigâne kalanları yakar, mahveder” diyordu. Akıl ve ilime verdiği önemi de şöyle belirtiyordu: – Dünyada her şey için, medeniyet için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyordu. Ve bu konuda mutlaka ilerleyeceğimize inanıyordu. 10 Amacı yolunda yüksek başarılara ulaşmış olan Atatürk, başarısının sırrını şu cümleyle özetliyor: – Ben, milletimin ruhunun derinliklerinde saklı bulunan isteklerini bir milli sır olarak keşfettim” diyen Atatürk devamla: “Bugün vatanımızda bir milli kudret varsa, o cereyan felâketler den ders alan milletin kalp ve dimağından doğmuştur” diyordu. 11 Sarsılmaz irade gücü, insanları birleştirme ve kendi tarafına çekmedeki ince zekâsı… Çetin günlerde ve tam zamanında otoritesini kullanıp hasımlarını sindirme yeteneği, Atatürk’ün başarıya ulaşmasında önemli etken olmuştur. Başarılarını yalnız kendisine sahiplenmeyip milletimize mal eden Devlet Adamı Atatürk, kurduğu milli devleti ve Cumhuriyet’imizi de Türk gençliğine emanet ediyor ve kahraman ordumuza güveniyordu. Bu konuda şöyle söylüyor. – Bütün bu başarılar, yalnız benim eserim değildir ve olamaz. Bütün bu başarılar, milletin tek vücut halinde işbirliği yapması ile elde edilmiştir…Bu eseri Türk gençliğine emanet ediyorum…” yurt 10 11
– “Ordumuz Türk birliğinin, Türk güç ve yeteneğinin Türk severliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz, Türk
Turhan Fevzioğlu:Devlet Adamı Atatürk M.E.B. Ank. 1963 s 9 M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 72-74
184 Rasim PEHLİVANOĞLU
topraklarının ve Türk idealinin geçekleşmesi için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların, yenilmesi imkânsız güvencesidir.”
Atatürk Hayalperest Değil, Hayalleri Olan Gerçekçi ve Ülkücü Devlet Adamı Atatürk hayalperest olmayan, gerçekçi ve ülkücü bir kafa yapısına sahipti. Gerçekçilikle ülkücülüğü bağdaştıran akılcı bir liderdi. Aklıyla, ilmiyle, araştırma ve gözlemleriyle gerçeği bulmaya çalışırdı. Ulaşılması mümkün olmayan boş hayallerden uzak kalırdı. Örneğin: “Panİslâmizm, Pantürkizm” hayallerine hiç sapmadı… Elbet deki Atatürk’ünde hayalleri vardı. Çünkü, hayal olmadan hakikat olamazdı. Söylendiği gibi, her hakikat bir hayalden doğardı... Ama Atatürk’ün hayalleri akla yatkın, olabilmesi mümkün olan şeylerdi. Varlığımızın devamı için, ne pahasına olursa olsun, şartlar ne olursa olsun mutlaka yapılması lâzım gelen şeyler vardı ki, bunların hayali kurulabilirdi. İşte Atatürk bunu yapmıştır. Vatanın kurtarılması, milletin hürriyete kavuşması için yapılan istiklâl savaşı, önce Mustafa Kemal’in hayalinde doğmuştu. Ülkemizde milli birliğin sağlanması istiklâl savaşının kazanılması, vatanın işgalden kurtarılması, hattâ cumhuriyetin kurulması hep Atatürk’ün hayalleriydi (ülküleriydi). Ama bunlar olumsuz değil olumlu hayallerdi. Geç de kalsa güç de olsa yapılması mutlaka gerekli olan mücadele konularıydı. Sevinçliyiz ki: Atatürk’ün rehberliğinde güçlüklerden yılmadık, yolumuzdan dönmedik, savaştık ve başardık!... Gerçekçi olan Atatürk’ün ülkücü olduğunu da söylemiştik. Ülkü, ulaşılmak istenilen, ulaşılması her zaman mümkün olmayan yüce dilektir. Bir dileğin yüce dilek olması millete, memlekete faydalı olmasıyla orantılıdır. Ülkü ulaşılması gereken büyük amaçtır. Atatürk’ün de yüce dilekleri (milli ülküleri) vardı. Örneğin: Onuncu yıl Nutkunda söylediği: –… Yurdumuzu dünyanın en mamur en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah ve vasıta kaynaklarına sahip kılacağız… Milli Kültürümüzü muasır (çağdaş) medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.” sözlerinde ifadesini bulan büyük amacı Atatürk’ün milli ülküsüydü. Bu amaç milletimizin de milli ülküsüdür. Şimdi buna ulaşmaya çalışıyoruz. Başarmamız için gençlerimizi bu amaca hizmet edecek şekilde yetiştirmek zorundayız.
185 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Gerçekçi söylemiştir:
Atatürk,
geçmişten
ders
alarak
şunları
– Millete şunu da ihtar ettim ki kendimizi cihanın hakimi zannetmek gafleti artık devam etmemelidir. Hakiki mevkiimizi, dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla, milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir. Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz. –… Haddimizi bilelim. Efendiler, biz hayat ve istiklâl isteyen milletiz. Yalnız ve ancak bunun için hayatımızı ibzal ederiz( esirgemeden veririz).” – Milletimiz …, asırlarca bu boş hayallerle hareket ettirildi. Fakat ne oldu?.. Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlâtlarının miktarını biliyor musunuz? Suriye’yi muhafaza etmek için, Mısırda barınabilmek için ne kadar insan telef oldu bunu biliyor musunuz? Yeni Türkiye halkının, artık kendi hayat ve saadetinden başka düşünecek bir şeyi yoktur… Başkalarına verilecek bir zerresi kalmamıştır. ”12 Yukarıda yazılanlardan da anlaşılacağı üzere, Atatürk’ü, boş hayallerden ve dogmalardan uzak, gerçeklerden ayrılmayan ülkücü bir devler adamı olarak görüyoruz. Hayatı boyunca Türk toplumunu ve düşüncesini dogmatizmden kurtarmaya çalışmıştır. Atatürk milliyetçi olduğu ve milli kültüre değer verdiği kadar, batılı düşünce, hür düşünce yolunu da seçmiştir. Sorunlara “nakil” ile değil “akıl” ile çözüm yolu aramayı öğütlemiştir. Hayatı boyunca gerçeklerin ve aklın emrettiği yolu, peşin hükümlere ve mutlak doğru sanılan görüşlere tercih etmiştir. Atatürk’ün, 80 ila 90 yıl önceki bazı sözlerini nakil etmek ve onu kendi fikirlerimize kalkan yapmak yerine, onun sözlerinin yanı sıra akıl metodunu da kullanarak sorunlara çare aramak Atatürkçü düşünceye daha uygun düşer. Ancak, nakilci değil akılcı olduğunu söylediğimiz Atatürk İslâm dininin kutsal kitabı olan kur-an ı kerimin nakillerine inanırdı. Zira, Türk tarihi kadar İslâm tarihini de iyi okumuş ve kuran’ı kerimi iyi incelemiş olan Atatürk, kûr-an’daki Allah kelamlarının akla dayandığına ve akılcı olduğuna inanıyordu. Nitekim Atatürk: 12
Turhan Fevzioğlu:Devlet Adamı Atatürk M.E.B. Ank. 1963 s.10- 11
186 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Bizim dinimiz akla, mantığa tamamen uygundur… Aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel bir din olmazdı ve son din olamazdı…” sözleriyle Allah kelamı olan kur-an’ı kerimin emirlerine verdiği değeri belirtmiş oluyordu.
İhtiraslı Atatürk İhtiras, sözlükte şiddetli arzu, aşırı istek anlamına gelmektir. Her insanda az veya çok şiddetli istek (ihtiras) vardır. Ama ihtiras, kişinin şahsi çıkarı için olduğu gibi, başkaları için veya içinde yaşadığımız topluma faydalı olmak için de olabilir. İhtiraslı kişilerden topluma çok faydalı olanlar olduğu gibi, Zaralı olanları da vardır. İnsan ve millet sevgisiyle ve kendisini topluma adayarak yetişen, çevresine ve milletine faydalı olmak için her geçen gün bilgisini artırarak ve daha çok çalışmaya iştiyak duyarak hizmet veren idealist insanlar, içinde yaşadığı toplumun kalkınmasında ve sorunlarının çözümlenmesinde ön safta yer alabilirler. Bunlar, zekâlarını müspet yönde geliştiren iyi niyetli olan ihtiraslı kişilerdir. Bir de, şiddetli arzularını ve aşırı çalışma isteğini çevresine faydalı olmak için değil de kendi şahsi çıkarları için kullananlar var ki, bunlar da zekâlarını o yönde geliştirdikleri için veya yüksek mevkiler elde etmek çabasında oldukları için topluma büyük zararlar verirler. Çabuk zenginleşmek hırsında olanlar, soyguncular, vurguncular, hortumcular… Görevini kötüye kullananlar hep bu gibiler arasından çıkar. Eserleri ve fikirleri ölümünden sonra da yaşayan, yalnız Türk milletinin değil bütün dünya milletlerinin ve devletlerinin takdirlerine mazhar olan Atatürk de ihtiraslı hem de çok ihtiraslıydı… Denilebilir ki, O’nu yücelten, büyük başarılara ulaştıran da yenilmez ihtirasları olmuştur. Atatürk daha 1914’te, ihtirasını kendi diliyle şöyle ifade etmiştir: – Benim ihtiraslarım var; hem de pek büyüktür. Fakat bu ihtiraslar yüksek mevkiler işgal etmek gibi adi emellerin tatminine taalluk etmiyor” demişti. Yıllar sonra da şöyle söylüyor: – Hakikat halde ihtiras olmadan büyük bir iş meydana getirilemez… Fakat onun herhalde millet yolunda bir hizmet
187 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
gayesine matuf olması lâzımdır.” 13 diyen Atatürk, milletine ve insanlığa yaptığı sınırsız hizmetlerle, eşsiz bir örnek olarak ilelebet gönlümüzde yaşayacaktır. Atatürk milletiyle övünürdü. Türk milleti ise onu yetiştirmiş olduğu için ebediyen övünecektir. Türk Milleti ondan daima ilham almıştır ve daima almaya devam edecektir.
13
Turan Fevzioglu: Devlet Adamı Atatürk s 15-16
188 Rasim PEHLİVANOĞLU
17- Atatürk’ün İnandığı, Güvendiği Türk Gençliği Atatürkçülükte, gençliğin iyi yetiştirilmesinin devletin güvencesi altına alınması, dinamik idealimizin gerçekleştirilmesinde önemli yer tutar. Zira ahlâklı, kültürlü, memleket sorunlarıyla ilgili, milli karakterini temsil eden, çalışkan, vatansever bir gençlik, Atatürk’ün ideali olmuştur. Atatürk: – Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak.” derken işte bu gençliği kastediyordu. Atatürk, gençlerin milli inançla yetiştirilmesini ister, gençlerin kazanacağı eğitim, her şeyden önce, milli ahlâka uygun olacak. Bağımsızlık, vatan ve millet sevgisi ile sağlam aile yapısına dayanacak. Milli birliği ve beraberliği sağlayacaktır. Atatürk, gençleri yetiştirecek olan öğretmen ve eğitimcilerden de önemli isteklerde bulunmuştur. Bunlar, ileriki konularda yer alacak ve gerekli açıklamalar orada yapılacaktır. Atatürk taa 1918 yılı Mayıs’ında, kendi el yazısıyla, bir fotoğraf üzerine, gençliğe olan inancını ve duygularını şu sözlerle ifade etmiştir: Her şeye rağmen muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu îmanı yaşatan kuvvet, aziz memleket ve milletim hakkındaki payansız (sonsuz) muhabbetim değil, bugünün karanlıkları, ahlâksızları, şarlatanlıkları içinde şeref, vatan ve hakikat aşkıyla ziya (ışık) serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir.” 1 1919 yılı Sivas Kongresinde manda düşüncesini savunanlara, İstanbul’dan gelen askeri tıp öğrencisi HİKMET adındaki bir genç söz alarak, coşkulu bir sesle ve çok heyecanla şu konuşmayı yapmıştı:. – Paşam! Murahhas bulunduğum (Temsilcisi olduğum) tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler mandayı kabul edemem!. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun, şiddetle ret ve takbih ederiz (ayıplarız) farz-ı muhal manda fikrini siz dahi kabul ederseniz, sizi de ret eder Mustafa Kemal’i “vatan kurtarıcı değil, vatan batırıcı olarak adlandırır ve telin ederiz!... 1
Atatürkçü düşünce El Kitabı: Atatürk Araştırma Merkezi Ank.1998 s 224
189 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bu konuşma üzerine kongrede bulunanlar duygulanmış ve gözyaşlarını tutamamışlardır. Mustafa Kemal Paşa’da çok duygulanmış ve aynı heyecanla şu karşılığı vermiştir. –Arkadaşlar, gençliğe bakın. Türk milleti bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin” bu arada Paşa Hikmet Bey’e dönerek –Evlât, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz ekaliyette (azınlıkta) kalsak dahi, mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: “YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM!”
demiştir.
Hikmet Bey yerinden fırlamış: – “Varol Paşam!” sözleriyle Mustafa Kemal’in elini öpmüştür… Mustafa Kemal Paşa’da alnından öperek şunları söylemiştir. – Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.” 2 Bu olay dahi Atatürk’ün Türk gençliğine güvencinin nereden geldiğini anlamaya yeterli bir örnektir. Atatürk’e göre, genç olmanın, ölçüsü sadece yaş değildir. Yaşın yanında belirlediği ilkelere, başardığı inkılâplara inanç ve bağlılığıdır. Atatürk’e, gençlik nedir? diye sorulduğunda söyle tarif ediyor: – Benim anladığım gençlik Türk inkılâbının fikirlerini ve ideolojilerini benimseyip, gelecek nesillere aktarabilecek kimsedir. Benim nazarımda 20 yaşındaki bir yobaz ihtiyardır. 70 yaşındaki bir idealist de ter-ü taze (taptaze) bir gençtir. İşte benim anladığım Türk genci…” Atatürk’ göre: “genç fikirli demek doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir” 3 Atatürk’ün Türk gençliği ile ilgili sözlerinin birkaçını daha aşağıya alalım: Gençler, vatanın bütün ümit ve geleceği size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.”(1919) – Asla şüphem yoktur ki, Cumhuriyetin gelecekteki evlâtları bizden daha bolluk içinde ve daha mutlu olacaklardır.(1927)
2 3
a.g. e. sayfa 225-226 a.g. e. s227
190 Rasim PEHLİVANOĞLU
Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine hitap eden Atatürk: – Batı senden, çok geriydi. Anlamda, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı nihayet teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, Ey Türk Çocuğu o kabahat da sen de değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur.” – Bizim halkımız çok temiz kalpli çok asil ruhlu ilerlemeye çok kabiliyetli bir halktır. Bu halk eğer bir defa karşısındakinin samimiyetle kendilerine hizmet ettiğine inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için, gençlerin her şeyden önce millete güven vermeleri lâzımdır.”(1923) 4 Vatanın bütün ümidini, geleceğimize bağlayan Atatürk, 1919 yılındaki acılı günlerimizde şöyle demişti. – Başımıza neler örülmek istendiği ve nasıl karşı koyduğumuz ve daha doğrusu milletin arzu ve emellerine uymak ve onun yardımlarıyla nasıl çalıştığımız görülmeli ve gelecek kuşaklar için ibret ve uyanıklığı getirmelidir. Zaten her şey unutulur. Fakat biz her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır. Geleceğin ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün umudum gençliktedir” diyen Atatürk gene 1919 yılında: – Gençler için vatani işlerde ölmek söz konusu olabilir. Fakat korkmak asla!” 5 sözüyle de vatan sevgisi ve müdafaası söz konusu olunca, korkmadan cesaretle hedefe yürümek gençliğin görevi oluyor. – Bu kadar kuvvetli ve zinde bir gençlik içinde kendimi gördüğüm için mutluyum” diyen Atatürk’ü, bugünkü gençliğimiz sevgi ve saygıyla anıyor. Atatürk’ün gençliğimiz hakkındaki görüş ve sözlerine devam edelim: – Gençler! benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi isteyen gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum. Buna gerçekten sevinmekteyim. Fakat, beraber yaşadığımız sürece, benim hedefime yürümenizi hepinizden istemek geçerli bir hakkım olarak tanınmalıdır.(1937)” 6 4
Atatürkçülük 1.kitap s339-341 Utkan Kocatürk: Atatürk’ün F.D. Genişletilmiş 2.basım. s 296 6 a.g. e.s.298 5
191 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Gençlerin çalışkan, duyarlı ve milliyetçi yetişmesi esas dileklerimizdendir. Gençlik, her türlü faaliyetlerinde Cumhuriyet yasalarına ve Cumhuriyet yasalarının usul ve kurallarına dikkatli olmalıdır. Cumhuriyet hükümetinin milli sorunlarda görevini bilir olduğuna, yasaların ve adli kuvvetlerin adaletine inanınız” 7 Kurduğu milli devletle Türk istiklâl savaşını kazanmış olan Atatürk, savaş sonrasında yaptığı inkılâplarının en büyüğü olarak Cumhuriyeti kurmuştur. Kurduğu milli devleti cumhuriyet faziletiyle taçlandırmış, ülkemizi hızla güçlendirme ve yüceltme yoluna girmiştir. Ancak, ileride gelebilecek muhtemel tehlikelere karşı istiklâl ve Cumhuriyetimizi korumak ihtiyacını duyan Atatürk, 1927 yılında söylediği 6 gün süren büyük nutkunda istiklâl ve Cumhuriyetin korunmasını Türk gençliğine emanet ederek nutkuna son vermiştir.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabı Büyük nutkun gençliğe hitap eden bölümünden önceki son sözlerini, aynen aşağıya alıyorum. “Muhterem efendiler sizi, günlerce işgal eden, uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet, mazi olmuş bir devrin hikayesidir. Bunda, milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve teyakkuzu davet edebilecek bazı noktalar tebarüz ettirilmiş ise, kendimi bahtiyar addedeceğim, – Efendiler bu beyanatımla, milli hayatı hitam bulmuş farz edilen büyük bir milletin; istiklâlini nasıl kazandığını ilim ve fennin en son esaslarına müstenit milli ve asri bir devletlin nasıl kurulduğunu ifadeye çalıştım. – Bugün vasıl olduğumuz (ulaştığımız) netice, asırlardan beri çekilen milli musibetlerin sonucu ve bu aziz vatanın, her köşesini sulayan kanların bedelidir.” Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.
Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu 7
a.g .e s. 300
192 Rasim PEHLİVANOĞLU
hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların (kötülüğünü isteyenlerin) olacaktır. Bir gün istiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin.! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait (elverişsiz) bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile, aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerin (işgalcilerinin) siyasi emelleriyle tevhit edebilirler (birleştirebilirler). Millet, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbâlinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç mevcuttur!
olduğun
kudret
damarlarındaki
asil
kanda
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK 20 Ekim 1927
Gençliğin Atatürk’e Cevabı EY BÜYÜK ATA! Varlığımızın en mukaddes temeli olan, Türk İstiklal ve Cumhuriyetinin êbedi bekçisiyiz. Bu karar, sarsılmaz irademizin değişmez ifadesidir. İstikbalde, hiçbir kuvvet bizi yolumuzdan döndüremeyecektir. Bizler, bütün hızımızı senden, milli tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez îman ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun kuvvetli temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her hamle şuurludur.
193 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
En kıymetli emanetin olan Türk İstiklal ve Cumhuriyeti, mevcudiyetimizin esası olarak eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlâtlarının elinde ilelebet yaşayacak ve nesillerden nesillere devredilecektir. Bu mukaddes emanete yönelen dâhili ve hârici bütün tecavüzler, îman dolu göğsümüze çarpacak ve parçalanacaktır. İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, en modern silahlarla mücehhez olarak en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, milli şuurumuzun ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaklardır. Çünkü; istiklâl ve cumhuriyetimize kastedenler, karşılarından binlerce yıllık şerefli Türk tarihinin yılmaz evlâtların, Cumhuriyet inkılâplarının feyizli ve îmanlı gençliğini bulacaktır.
EY TÜRKÜN BÜYÜK ATASI! İstiklal ve cumhuriyetimizi korumak mecburiyeti hasıl olunca, içinde bulanacağımız ahval ve şerait ne olursa olsun, kudret ve cesaretimiz damarlarımızdaki asil kandan alarak; bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyiz. 8
18– Atatürk’ün Milletimizden ve Türk Gençliğinden İstedikleri, Bekledikleri Bilindiği üzere, kara günleri yaşadığımız Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’ün önderliğinde Milli Devlet kurulmuştur. Kurulan Milli Devleti, Milli Kültür esasları üzerine oturtmaya çalışmıştır. Milli Kültür üzerine kurulan cumhuriyetimizin yaşamasını da Atatürk milli kültüre bağlı olarak görmektedir. Atatürk’ün titizlikle koruduğu Milli Devletimizi ve Cumhuriyetimizi yaşatmak ve güçlendirmek için zaman zaman ifade ettiği görüşlerine ve isteklerine – bir kere daha derli toplu olarakaşağıda değinmeyi gerekli görüyorum.
On iki Maddede Özetlenen İstekleri 1) Atatürk, Türk toplumumuzun Türk kültürü ile yoğrulmasını ve beslenmesini istiyordu. Bu konudaki görüşlerini kendisinden dinleyelim: 8
Dursun YAŞA:Atatürkçülüğün Esasları Açıkalın Matbaası. Ank 1988 s 7-8
194 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk Milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” 9 – Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avı olur.” 10 – Milli kültürümüzün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyetinin temel dileği olarak temin edeceğiz” diyen Atatürk: – Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız” sözüyle de bu konudaki kararlılığını vurgulamış oluyor. 2) Atatürk, gençliğimizin Türklük gurur ve şuuruyla yoğrularak yetişmesini istiyordu: – Türk! Öğün Çalış Güven…”diyerek, önce Türklüğümüzle övünmemizi, çok çalışmamızı ve geleceğe güvenle bakmamızı istemiştir. Atatürk, yakın geçmişimizde Türk’ün hakir görülmesinden etkilenerek bu sözü söylemiştir. Kendisini dinleyelim: – Osmanlı imparatorluğunun çöküş döneminde, Türk toplumunda bir aşağılık duygusu uyanmaya başlamıştı. Sürekli yenilgiler, batı uygarlığı karşısında geri kalmışlığın ezikliği, yabancı devlet ve milletlerin Türklüğü küçümseyen propagandalarının etkisi, milletimizde aşağılık duygusu yaratan etmenlerdi. Bu duygu o kadar ileri gitmişti ki halk kendi kendini hor ve hakir görüyordu” İşte Atatürk bu menfi duyguyu yenip halkımız da milli gururu, milli benliği, yüceltmek için, çok sevdiği milletine önce Türklüğüyle övünmesini istemiş ve çalışarak da geleceğe güvenle bakmasını öğütlemiştir. – Ne Mutlu Türküm Diyene! sözüyle de, içtenlikle Türküm diyebilmenin en büyük mutluluk olduğunu belirtmiş ve bunun şerefini dile getirmiştir. 3) Atatürk, gençlerin ülkü sahibi olmasını ve milli ülkümüzü bilmesini istiyordu: Yüksek ülküleri (idealleri) olan Atatürk diyordu ki:
9
Utkan Kocatürk Atatürk’ün F. Ve D. g. 2. baskı s 308 a. g. e. s 319
10
195 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Gençliği mutlaka ülkücü ve memlekete alakalı olarak yetiştirmek herkesin, hepimizin, her devlet adamının başta gelen vazifesidir” diyor ve devam ediyordu: – Ülkümüzü açıkça ifade etmeliyiz. Onu îmanla duymalı ve onu hiç yılmadan takip etmeliyiz şahsi menfaatlerimizden, hasis emellerimizden sıyrılmaya, ancak böyle canlı ve alevli ülküler sayesinde Muvaffak olacağız.”diyerek de herkesin ülkü sahibi olmasını ve ülküsünün yılmaz takipçisi olmasını istiyordu. 11 Atatürk, çeşitli konuşmalarında özellikle milli ülkü üzerinde durmuştur. Milli ülkü, milletçe ulaşmak istediğimiz büyük amaçtır. Atatürk, büyük amacımızı (yani milli ülkümüzü) 10.yıl nutkunda şöyle belirtiyordu: –… Yaptıklarımızı asla kafi görmeyiz. Daha çok ve büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş refah, vasıta ve kaynaklarını sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır (çağdaş) medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.” Atatürk gene 10.yıl nutkunda, Türk Milleti olarak bizi, milli ülkümüze ulaştıracak üstün meziyetlerimizi de şöyle dile getiriyordu: – Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız. Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda Muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü: Türk Milletinin karakteri yüksektir. Türk Milleti Çalışkandır. Türk Milleti Zekidir. Çünkü, Türk Milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk Milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir” diyen Atatürk bir başka konuşmasında: – En güzel en şaşmaz, en doğru zihniyetleri ve ülküleri bozmaya çalışacak insanlara tesadüf edilecektir. Öylelerine karşı bütün millet fertleri çok sert karşılık vermelidir…” demiş ve başta gençliğimiz olmak üzere, bu konuda hepimizi uyarmıştır. 4) Atatürk milletimizi tanımamızı, sevmemizi ve hizmet aşkı duymamızı istemiştir. Atatürk’ün milletimizi öven sözlerinden birkaçını daha aşağıya alalım.
11
a. g. e. s 315
196 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Türk Milletinin manevi gücü yüksektir. Diğer milletlerden üstündür. Türk çalışkandır, zekidir, cesurdur. Gerektiğinde vatanı için ölmesini bilir.” – Türk Milleti kahramanlıkta olduğu kadar istidat ve liyakatte de bütün milletlerden üstündür. Milletimizin bütün gerçekleri anlamakta gösterdiği olgunluk ve kabiliyet iftihar vericidir. Bu büyük millet gerçekleri görebilen ve kendisine hizmet edenleri daima takdir ve himaye etmesini bilendir.” – Büyük milletimiz, kılı kıpırdamadan dava uğruna ve benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı ben hiçbir şey yapamazdım” diyerek, Büyük Milletimiz hakkında böylesine övgülü konuşan Atatürk, kendi özverisini de şöyle ifade etmiştir: – Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk Milletine canımı vereceğim.” Milletimiz hakkında bu kadar güzel duyguların sahibi olan Atatürk’e, büyük hizmetlerinin karşılığı olarak minnet borcumuzu ödemekle yükümlüyüz. Atatürk’ e karşı, Türk Milleti olarak minnet borcumuzu ödemek ancak onun gösterdiği yoldan giderek büyük milletimize lâyık insanlar olarak yetişmemizle mümkün olabilir. 5) Atatürk çalışmamızı, çok çalışmamızı, vatanımız ve milletimiz için çalışmamızı istiyor: Bu konuda şöyle söylüyordu: – Yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır: çalışkan olmak. Refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır. Şahsımız için değil, fakat mensup olduğumuz millet için elbirliğiyle çalışalım. Çalışmalarını en yükseği budur…” diyen Atatürk gençlere şöyle hitap ediyor: – Sizler, yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz… Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim yorulmak değil, durmadan yürümek… İnsanda yorgunluğu yenecek manevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür…” – Şunu da söyleyeyim ki (Türk) çok zekisin! Malûm, fakat zekânı unut, daima çalışkan ol.” Bu sözleriyle Atatürk büyük ülkümüze ulaşmamız için, zekâmızın yanısıra çok çalışmamızın gerekli olduğunu vurguluyor. 6) Atatürk bilgili, marifetli, hür fikirli ve mücadeleci olarak yetişmemizi, fen ve teknikte ilerlememizi istiyor:
197 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyen Atatürk şunları da söylüyor: – Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve marifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve zihniyet istiyor… Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde kılavuz aramak dalgınlıktır, bilgisizliktir doğru yoldan sapmadır” diyen Atatürk devam ediyor: – Cumhuriyet ilmen, fikren, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister” diyen Atatürk devamla: – Gençler, cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.” Atatürk bu sözleriyle de gençlerin gideceği aydınlık yolu ve ulaşacağı kutsal amacı göstermiş oluyor. 7) Atatürk Milli birlik ve beraberliğimizi korumamızı, bunu bozmak ve bizi parçalamak isteyenlere karşı koymamızı istiyor. Diyor ki: – Bir yurdun en değerli varlığı yurttaşlar arasında birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Millet, varlığını ve yurt bütünlüğünü korumak için, bütün yurttaşlarının canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir milletin en yenilmez silahı ve koruma vasıtasıdır. Biz esasen milli varlığın temelini, milli şuurda ve milli birlikte görmekteyiz.” 12 Atatürk yukarıda ki görüşleri ile milli birlik ve beraberliğimizi bozmak ve ülke bütünlüğümüzü parçalamak niyetinde olan bölücülere karşı her an hazır ve uyanık bulunmamızı ve de tedbirli olmamızı istiyor, Milli birlik ve ülke bütünlüğümüzü korumak için, gerektiğinde canımızı, malımızı ve her şeyimizi feda etmeye hazır olmamızı öğütlüyor. Milli varlığımızın devamını Milli şuur ve milli birlikte görüyor. 8) Milletimize düşmanlık gösterenlere, milli birlik ve beraberliğimizi sarsmak isteyenlere karşı da Atatürk’ün cevabı sert olmaktadır. – Milli mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi “TÜRKÜM VE 12
a. g. e. s 307
198 Rasim PEHLİVANOĞLU
DÜŞMANIM SANA, KALSAM DA TEK KİŞİ”
diyelim diyor. Bir başka
konuşmasında da ilâve ediyor. – Düşmana merhamet âcizlik ve zaaftır. Bu, insaniyet göstermek değil, insanlık özelliklerimizin yok olmasını ilân eder.” 13 Yukarda ki sözleriyle de Atatürk, milli varlığımıza düşman olanlarla dost olmamamız gereğini vurguluyor ve düşmana merhamet etmenin insaniyet değil acizlik olduğunu ifade etmiş oluyor. 9) Atatürk, ölümünden iki yıl önce Cevat Abbas’a şunları yazdırıyor. – Türk çocukları; yürüdünüz, yürüyorsunuz, yürüyünüz!. Yaptığımız hamleler sizi yüksek ülküye ulaştırmak üzeredir. Durmayın, yürüyün… Türk çocukları! Son sözümün son kelimesine dikkat!... Gurur, azamet, sende zaten vardır. Bunu gösterme! Onu kendi yüksek enerjinin harimine sakla! Gerekirse büyük tevazuunu göster. Fakat gene gerektikçe göster ezici yumruğunu! İşte bu vasıflarınla ispat edebilirsin ne olduğunu!... 14 Burada verilen mesaj açıktır. Atatürk’ün öğüdüne göre. gerekli olunca da bölücülere, fesat ocaklarına, teröristlere ve terör kışkırtıcılarına ezici yumruğumuzu indireceğiz. 10) Atatürk Türk gençliğinden yorulsalar dinlenmeden kendisinin takip edilmesini istiyor:
dahi,
– Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbet de yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğun zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her canlı için doğal bir durumdur. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir kuvvet vardır ki işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.” – Yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz… Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla ve
13 14
a. g. e. s 309 a. g. e. s 314
199 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
asla yorulmazlar. Türk gençliği, gayemize bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.(1937) 15 11) Atatürk, millete hizmet yolunda yürürken önümüze çıkarılan engellere hep birlikte karşı koymamızı istiyor. Şöyle söylüyor: – Sayın gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Hayatta iki şey vardır: galip olmak veya mağlup olmak… Türk gençliğine terk edip bıraktığımız vicdani emanet, yalnız ve daima galip olmaktır… Milleti yükselme noktasına götürmek için önümüze dikilecek engellere hep birlikte mani olacağız. Bunun için beyinlerimize, irfanlarımıza, bilgilerimize, gerekirse, bileklerimize, pazılarımıza, bacaklarımıza müracaat edeceğiz. Fakat neticede mutlaka ve mutlaka gayemize varacağız….” diyen Atatürk bu sözleriyle de, haklı davamızda galip gelmek için bütün imkanlarımızı ve her çeşit gücümüzü kullanarak mutlaka gayemize ulaşmamız gereğini vurguluyor… 12) Atatürk Türk gençliğinden, Türk İstikbal ve Cumhuriyetimizin koruyucusu olmasını istiyor, şöyle sesleniyor: – Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk. Onu yaşatacak ve yükseltecek sizsiniz” direktifini veriyor. Gençliğe yaptığı ünlü hitabında ise: –… Türk İstiklal ve Cumhuriyetinin ilelebet müdafaa ve muhafaza etmek birinci vazifendir” diyen Atatürk: – Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyerek de, Türk gençliğinin gücünü nereden aldığını belirtmiş oluyor. Evet, damarlarımızda ki asil kan kaynıyor. Gençliğimiz aldığı emaneti koruyor ve kolluyor. Milletçe hep birlikte koruyacağız ve kollayacağız. Teröristlere de sırası geldikçe, hak ettikleri darbeyi vuruyoruz ve de vuracağız.
15
a. g. e. s. 297-298
200 Rasim PEHLİVANOĞLU
19- Sanatkârı Koruyan Sanatsever Atatürk Önce sözlük tanımları üzerinde duralım: SANAT: bir duygunun, bir hayalin, bir güzelliğin anlatılmasında kullanılan yol ve usullerin tamamı.( resim, müzik, edebiyat, mimari eserler vb.) Bunlar güzel sanatlar bölümüne girer. Bir başka tanımla sanat: maddi ihtiyaçları karşılamak maksadıyla yapılan ustalık ve el mahareti gerektiren işler. Buna zanaat da denir. Kısa bir tanımla marifettir.(beceridir)
sanat:
ustalık,
hüner,
bilgi
ve
Sanatçı, bir sanatla (zanaatla) uğraşan, bu yolla geçimini sağlayan kimsedir. Veya güzel sanatların herhangi bir dalında eser veren sanatkar, ya da müzik eseri icra eden-okuyan kimseler, tiyatro, sinema oyuncularıdır. Sanatkar, ustalık, el mahareti gerektiren işlerde veya güzel sanatların birinde sanat eseri ortaya koyan ve bu yolda eser meydana getiren usta kişilerdir.
Sanatın Önemi ve En Şereflisi Yukarıdaki sözlük tanımlarından sonra, Atatürk’ün çok önem verdiği sanat ve sanatkar hakkında ki görüşlerine değinelim. Atatürk, 16Mart konuşmasında diyor ki:
1923’de
Adana
esnafı
ile
yaptığı
–… Bir milleti yaşatmak için bir takım temeller lâzımdır. Bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa, tam bir hayata sahip olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hasta bir kimse gibidir. Hattâ kastettiğim manayı bu söz de ifadeye kafi değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.”1 Bu sözleriyle sanatın anlamını belirten Atatürk, halkımızın geçmişte ve Milli Mücadele yıllarında geçim kaynağı olarak uğraştığı
1
Mehmet Evsile Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinin Konular İndeksi – A..A.Mmerkezi Ank. 1999 s 99
201 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
el sanatları hakkındaki görüşlerini de “Konya Askeri Nalbant Okulunda” yaptığı konuşmasında şöyle belirtiyor: – Sanatın en basiti, en şereflisi olan kunduracı, terzi, marangoz, saraç, demirci, nalbant, sosyal hayatınızda askeri hayatınızda hürmet ve haysiyet mevkiine lâyık olan sanatkarlardır.” 2 Atatürk göre, sanatın en şereflisi olarak görülen yukarıda adı geçen sanatlar, Türk milletinin ezeli sanatlarıdır. Milletimiz bunlar ve benzeri maharetli sanatlarıyla dünyada ün salmıştır. Özellikle Anadolu’da, demirden döverek yaptığı eşi bulunmaz silâhlarıyla, süngüleriyle ve döktürdüğü toplarıyla Avrupa kapılarına dayanmış, düşmanca davranan bütün milletleri ve devletleri dize getirmiştir.
Sanatta ve Sanayide Tarihi Gelişme Atatürk 1923’de: – Biz Türkler, yüzyıllar öncesine kadar her şeyi kendi çekicimizle, kendi örsümüz üzerinden meydana getirir, kendi çarşımızda kendi elimizle satardık. İşte bunun için büyük bir millettik “ diyor ve 1938 yılında da şöyle söylüyor: – Halkımızın estetik yeteneklerini aksettiren ve günlük gereksinimlerimizin büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının, Cumhuriyet rejiminde lâyık olduğu düzeye yükselmesi gerekir. Bunun için özendirmeler yapılmasını öğütlemeye değer bulurum.” 3 Sözleriyle, küçük el ve ev sanatlarının geliştirilmesini teşvik ve temenni etmiş oluyordu. Atatürk’ün, sanatların en şereflisi diye tanımladığı yukarıda adı gecen el ve ev sanatlarımıza; çeşitli tezgâhlarda dokunan halıcılık, kumaşçılık, tekstil işleri ile; daha çok köylülerimizin kullandığı saban, pulluk, düven, kağnı, araba, palancılık, semercilik, örgücülük, çanakçılık..gibi el ve ev sanatlarımızı da ekleyebiliriz. Bu sanatların bir kısmı artık ihtiyaç duyulmadığı için zamanla kendiliğinden yok olmuş, bir kısmı yerinde saymış, diğer bir kısmı ise yeni şartların getirdiği şekilde gelişerek büyük atölyelerin ve büyük fabrikaların kurulmasına neden olmuştur. Özellikle mobilyacılık normalin üzerinde gelişmektedir. Dünyada, yeni teknik ve
2 3
a. g. e. s99 Utkan Kocatürk A.F.D. s 389-390
202 Rasim PEHLİVANOĞLU
elektroniğin gerektirdiği yeni sanatlar ve yeni sanatkârlar meydana çıkmıştır. Şehirlerimizde yeni sanayi bölgeleri kurulmuş, ihtiyaca cevap verecek yeni sanatlar doğmuş ve yeni sanatkarlar yetişmiştir. Yeni sanatların gerektirdiği tamirci sanatkarlar ve büyük tamirhaneler açılmıştır. Açılan yeni atölyeler ve kurulan büyük fabrikalarda üretim artırılmış, duyulan ihtiyaçlar daha kolay, daha çabuk ve uygun fiatlarla ve de kaliteli olarak karşılanır olmuştur. İhtiyaç fazlası olan sanayi ürünlerini dış ülkelere de ihraç eder duruma gelinmiştir. Sanayi ürünleri ihracatından her geçen yıl beklenilenin üzerinde gelir sağlanmaya başlanmıştır.
Sadece Sahne Sanatkârlarının Görülmesi Önemle belirtelim: Açılan bunca işyerlerinde ve fabrikalarda üretilenler birer sanat eseridir ve buralarda çalışan uzman kişiler hepsi birer sanatkardır. Ama bunların hiçbirisinden söz edilmeden ve neredeyse hepsi göz ardı edilerek, sanatkâr olarak sadece sahneye çıkanlar veya televizyon ekranlarında boy gösterenler, birçoğu yarı çıplak hanımefendiler, reklam edilircesine tanıtılmaktadır. Böylelerinin başından geçen ufak bir olay büyütülerek koca sorun yapılmakta veya övgü sebebi sayılmaktadır. Ardı arkası kesilmeyen ve milli kültürümüzle bağdaşmayan aşk hikayeleri, skandallar, kısa süreli evlilik haberleri gazete sütunlarına ve magazin dergilerinin baş köselerine oturmaktadır. Bazı özel televizyonlarda bu gibilerin aşk hikayelerine, ballandıra ballandıra yer verilmektedir v.b… Sanatı koruyan sanatsever Atatürk’ün istediği sanatkârlık bu muydu?... – Sanat güzelliğin ifadesidir” diye tanımladığı güzel sanatlara olan ilgisini ve sevgisini devam ettiren Atatürk’e göre: – Bu ifade sözle olursa şiir, edebiyat; ezgi ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık” diyerek güzel sanatların tanıtımına devam etmiştir: – Bu yüksek değer, yüksek incelik, yüksek beceri, ince yetenek, işte bunların hepsini yapabilmek sanatkârlığın birleşmiş ifadesidir. Bu sorun üzerinde bizim de çocuklarımızın da esaslı olarak durmamız gerekir”4 sözleriyle görüşünü belirtmiştir. 4
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri s 263
203 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Görülüyor ki Atatürk’e göre sanat güzelliktir, güzel duygudur, inceliktir, beceridir, yüksek değerdir ve ince yetenektir…O halde, bir sanat eserini seyrederken veya bir sanatkarın müziğini, bir şairin şiirini, bir edebiyatçının konuşmasını dinlerken bu güzel duyguları içimizde duyabilmeliyiz. Dinlediğimiz veya seyrettiğimiz sanat eserlerinde özlediğimiz güzel duyguları duyamıyorsak, zevk alamıyorsak, hoşlanmak yerine hattâ manen rahatsız oluyorsak, bu seyrettiğimiz ve dinlediğimiz şey gerçek sanat eseri olamaz… Bugün radyonun, televizyonun, bilgisayarın, internetin veya başka iletişim araçlarının yer aldığı dünyamızda, sanatçı denilerek karşımıza o kadar çok şeyler çıkarılıyor ki; bunların birçoğundan huzur duymak, zevk almak, güzel duygular edinmek, eğitilmek ve iyiliklere doğru yönlenmek değil, bunun tam aksi oluyor, menfi yönde gelişiyoruz. O kadar ki, her geçen gün milli benliğimizden biraz daha kopuyor, milli kültürümüze biraz daha yabancılaşıyoruz. Hele çocuklarımız… Evde anne baba öğütlerinin veya okulda öğrendiklerinin aksine, seyrettikleri ve dinledikleri şeylerden menfi yönde etkileniyorlar. Okul programlarının ve de Türk Milli Eğitimimin genel amaçlarının aksi yönde gelişiyor ve özlediğimiz ideal gençler olarak yetişmekten alıkonuluyorlar. Sanatçı adına sığınarak, açık saçık giyimlerle Tv ekranlarına çıkartılan çıplak omuzlu, belden yukarısı açık giysiler, açık göbekler, tahrik edici göğüsleriyle, sanatkar hanımefendilerle, beyefendiliğe yakışmayan argo lisanlar, kaba davranışlar ve daha başka bilmem hangi edep dışı sahnelerde görülenler, seyreden halkımıza ve özellikle henüz hayatın çirkin yönlerini öğrenmemiş olan çocuklarımıza, gençlerimize kötü örnekler gösteriliyor. Sanat ve sanatkâr sevgisi olan, sanatkarı koruyan Atatürk böylemi istemişti. Atatürk hiçbir zaman milli ve manevi değerlerimizden kopmamış,milli kültürümüze daima sahip çıkmıştır. Atatürk, batının ilmini, tekniğini, medeniyetini almamızı çok istemiş; ama hiçbir zaman milli kültürümüze, milli ahlâkımıza ters düşen şeyleri tavsiye etmemiştir. Aksine, daha öncede belirtildiği gibi: – Milli Kültümüzün her çığırda açılarak yükselmesini, Türkiye Cumhuriyetinin temel direği sayacağız” demiştir ve devam etmiştir:
204 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Bir milletin mutluluk saydığı şey diğer bir millet için felâket olabilir… Her milletin kendine has gelenekleri vardır. Hiçbir Milet diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü, böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynısı olabilir ne de kendi milliyeti içinde kalabilir” diyerek, milli kültürümüzde batının taklitçisi olmamızı kati olarak reddetmiştir. Başka bir konuşmasında: – Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak biz evvela kendimize, kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti gösterelim… Bilelim ki, milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârı(avı )olur” diyerek de milli benliğimize ve milli kültürümüze sahip çıkmamızı ısrarla vurgulamıştır.
Sanatta ve Sanatkârlıkta Millilik Özellikle milli konularda önder aldığımız Atatürk’ün görüş ve duyuşlarına da ters düşen bu derece açık saçık giyimlerle ekranlarda boy göstermeler ve milli kültürümüzle bağdaşmayan tavırlar ve sözlerden kaçınarak sanat faaliyetlerimizi sürdürürsek, Atatürk’ün özlediği kimseler olabiliriz. Atatürk’ün ölüm yıl dönümlerinde ve başka anma günlerinde yapılan kapalı salon toplantılarında sahneye çıkarılan öğrenci gruplarının terennüm ettikleri, Atatürk’ün sevdiği şarkı, türkü veya marşları dinlerken milli duygu ve heyecanlarımız coşuyor ve göğsümüz kabarıyor. Mutlu oluyor ve manen haz duyuyoruz. Huşu içinde, haz duyarak ve sevinç gözyaşlarımızı tutamayarak yapılan programları zevkle izliyoruz … İşte bu gerçek bile Atatürk’ün milli değerlerimize, milli musikimize olan sevgi saygı ve heyecanını belirtmeye yeterlidir. Kendisinden örnek almamız gereğine inanıyorum. Atatürk, her vesile ile sanatçıyı ve sanat eserlerini takdir etmiş ve teşvik etmiştir. Atatürk’ün bu davranışlarını nutuklarından, sanat ve sanatçılar hakkında her fırsatta söylediği teşvik edici, ve uyarıcı, destekleyici güzel sözlerden de anlıyoruz. Bu güzel sözlerden birkaçını aşağıya almayı mutlu bir görev biliyorum. – Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından birisi kopmuş demektir.” – Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hattâ Cumhurreisi olabilirsiniz fakat sanatkar olamazsınız”
205 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu sevelim.”
çocukları
– Türk Milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin güzel sanatlar sevgisini mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür” – Bir millet sanat ve sanatkârdan mahrum ise, tam bir hayata malik olamaz.” – İnsanlar mütekâmil olmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapamaz, bir millet ki fennin icap ettirdiği şeyleri yapamaz. İtiraf etmelidir ki, O milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” – Fikirler ve devrimler sanatla yayılır.”
206 Rasim PEHLİVANOĞLU
20- Milletimizin Fedakâr Kadınları ve Kadın Haklarının Koruyucusu Atatürk Halkımız arasında “Kadın evin direği” derler (hem de orta direk). Orta direk yıkılırsa ev çöker. Evin direği olan kadın yıkılırsa ve gecikmeden yeri doldurulmazsa o aile de çökmeye mahkum olur. Bunun bilincinde olarak, kadınlarımızın yıkılmaması için önceden hazırlıklı olmalı; bilgili, görgülü, sağlıklı ve eğitimli bir hayat sürmelerine özen göstermelidir. Öyle ufak tefek darbelerle yıkılamayacak dirençte yetişmelerini sağlamanın milli görevimiz olduğunun bilincinde olmalıyız.
Atatürk’e Göre Kadın Atatürk’ün söylediği gibi: – Kadının en büyük vazifesi analıktır. İlk eğitim verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse bu görevin önemi lâyıkıyla (daha iyi) anlaşılır.” O halde, kadınlarımızın öncelikle iyi bir anne olarak yetişmeleri veya yetiştirilmeleri gerekli olmaktadır. Milletimizin devletler tarihinde,Türk kadınının birinci görevi analıktır. Analık ilkesi, aile ve toplum geleneğinin özünü teşkil eder… Orta Asya Türk Devletlerinde İslâm-Türk bütünleşmesi öncesinde bu gelenek yaşamış, boy beyleri ve Hakanlar, “Hatun da der ki…” İlkesini devlet içinde yaşatmışlardır. Orta Asya Türklerinde Hakan, hatunuyla (eşiyle) de görüşerek ülkeyi yönetirdi. O devir Türklerinde kadınların da görüşleri alınır, sözleri dinlenirdi. Bu ilkeler yazıtlarda, belgelerde günümüze kadar intikal etmiştir. Kadın Osmanlı toplum düzeni içinde özellikle son dönemlerde yerini kaybetmiş ve gitgide artan bir şekilde horlanmaya başlanmıştı. Oysa ki, Osmanlı İmparatorluğunun kurulduğu dönemlerde böyle bir anlayış yoktu. 1 Mustafa Kemal, kendisini ilk gençlik dönemlerinden beri tedirgin eden bu haksız durumu, daha Cumhuriyetin ilânından önce gündeme almış ve 14 Ocak 1923 yılında çıktığı Batı Anadolu gezisi sırasında İzmir’de halka kadın konusundaki düşüncelerini açıklamıştır: – Bir toplum, cinslerinden yalnız birinin, yüzyılımızın getirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış 1
Osman Bircan: Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı s 184-185
207 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
olur… Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur…Bir toplumun bir uzvu çalışırken öteki uzvu çalışmazsa o toplum felce uğramış demektir. – Bizim toplumumuz için, ilim ve fen lüzumlu ise, bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın elde etmeleri gerekir.” 2diyordu.
Türk Kadını Nasıl Olmalıdır Atatürk’ün Türk kadını hakkında ki temennili ve övgülü sözlerinden bir kaçını aşağıya alalım. – Burada birkaç noktada sayabileceğimiz, kadınlarımızın erdemlerinin en büyüğü ve en önemelisi değerli evlâtlar yetiştirmeleriydi. Gerçekten Türk Milletinin bütün dünyada, yalnız Asya’da değil Avrupa’da dahi büyük ezici kudret göstermiş olması, çok parlak hareketler yapmış bulunması, hep öyle değerli anaların, erdemli evlâtlar yetiştirmesi ve daha beşikteyken çocuklarının ruhuna mertlik ve erdem aşılaması sayesinde idi.” diyen Atatürk devam ediyor: – Bu millet esas eğitimini aileden almaktadır. Türk Milleti öyle analara sahiptir ki her dönemin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha yüksek kuşaklar yetiştirmeye yeteneklidir.” 3 – Erkeklere ilk öğüdü, ilk eğitimi veren ve onun üzerinde ilk analık egemenliğini ve etkisini kuran kadındır.” Diyen Atatürk: – Düşmanlarımız bizi dinin etkisinde kalmış olmakla suçluyorlar. Duraklama ve çökmemizi buna bağlıyorlar. Bu hatadır!... Bizim dinimiz hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir… İslâm ve Türk tarihi incelenince görülür ki, bugün kendimizi bu türlü sınırlamalarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar bilim ve bilgi yönünden ve diğer hususlarda, erkeklerinden asla geri kalmamışlardır.” Görüşünü savunuyor ve diyor ki: – Ben, saygı değer hanımlarımızın Avrupa hanımlarının aşağısında kalmayacak, tersine pek yönlerden onların üstüne çıkacak bilgi ve kültürle donanacaklarına asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle inananlardanım.” 4 2
a. g. e. s. 185 Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri G. 2 basım s 227 4 a. g. e. s. 228 3
208 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk’ün Özlediği Türk kadını Atatürk, özlediği Türk Kadınını şöyle anlatıyor: – Dünyanın en aydın, en erdemli (faziletli-liyakatli) ve en ağır kadını olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türklük zihniyetiyle, becerisiyle, azmiyle korumaya ve kollamaya yeterli nesiller yetiştirmektir. Milletin kaynağı, toplum hayatının esası olan kadın, ancak erdemli olursa vazifesini yerine getirebilir. Her halde kadın çok yüksek olmalıdır.” 5 diyen Atatürk devam ediyor: – Kadınlarımızın genel görevlerde üzerlerine düşen hisselerden başka kendileri için en önemli ve en faziletli vazifeleri de iyi anne olmaktır. Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev adımlarıyla yürüdükçe hayatını, asrın(yüzyılın) bugünkü gereklerine göre evlât yetiştirmenin zorluğunu biliyoruz. Anaların bugünkü evlâtlarına vereceği terbiye, eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli olan özellikleri taşıyan evlât yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü hayat için çalışan bir organ haline koymak, pek çok yüksek nitelikleri taşımayı gerektirir. Bundan dolayı kadınlarımız, hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha fazla bilgili olmaya mecburdur. Eğer hakikatten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.” 6 diyerek, gelecek neslin yetişmesinde Türk Kadınının görevini belirtmiş oluyor. Başka bir konuşmasında: – Türk tarihi araştırılırsa görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kayıtlarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk toplum hayatında kadınlar ilmen, irfanen ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır.” 7 Bilinmelidir ki, her sahada olduğu gibi toplum hayatında dahi görev bölümü vardır. Bu genel görev bölümü arasında kadınlar kendilerine ait olan grevleri yapacakları gibi, aynı zamanda toplumun refahı, saadeti için gerekli olan genel konulara da dahil olacaklardır. Bu konuda Atatürk diyor ki: – Uzun zamandan beri, kadınlarımız erkeklerle baş başa mücadele hayatında, ziraat hayatında, ailenin geçimini sağlamada, erkeklerimizden yarım adım geri kalmayarak yürüdüler. Belki erkeklerimiz memleketi istila eden düşmanlara karşı süngüleri ile düşmanın süngülerine göğüs germekle, düşman karşısında 5
Mehmet Evsile: Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinin Konular Endeksi Ank./ 1999 s 59 a. g. e. s 61 7 a. g. e. s 60 6
209 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
varlıklarını ispat ettiler. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmişlerdir… Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, ürünleri pazara getirerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvi, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadınları olmuştur. Bundan dolayı hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen yüceleştirelim ve 8 kutsayalım(kutlayalım) ”
Kadınların Milli Mücadeleye Olan Katkıları Atatürk T.B.M.M’nin 4. dönemini açarken: – Oğullarını ve kocalarını cephenin ateş hattına gönderen ihtiyar babalar ve analarla, genç kadınlar, kağnı ve öküzden ibaret bir mukaddes varlık olan hayat vasıtalarının başına geçerek orduyu takip etmişler ve malzemelerinin ilkelliğine rağmen ruhlarındaki gayret ve fedakârlık hisleri ile düşmanın binlerce otomobilden oluşan muazzam bir nakliye sistemi teşkil eden ilmi vasıtalarıyla rekabet eylemişlerdir.” diyen Atatürk, Konya kadınlarıyla konuşmasında: – Muhterem hanımlarımızın askeri hareketlerde, milli mücadelenin başarıya ulaşmasında gösterdikleri gayret ve yardım orduya yapılan hizmetlerin kıymetlilerinden birini teşkil etmektedir. Ordunun başkumandanı sıfatıyla tamamına teşekkürlerimi takdim ederim.” 9 Atatürk, Milli Mücadele kadınını anlatmaya devam ediyor: – Milli Mücadele sırasında ki Türk kadını, vatanı uğrunda hayatını hiçe sayarak yaptığı fedakârlıklarla savaşın kazanılmasında en büyük etken olmuştur. Cumhuriyetin temelinde Türk kadınının tarife, hesaba sığmaz emeği hattâ kanı, canı yatmaktadır.” – Milli Mücadele, sırasında vatan uğrunda ölmekten çekinmeyen Türk kadınları, kadın haklarının çoğundan yoksundular; fakat vatan sevgisinden, millet sevgisinden, istiklâl aşkından, şeref ve haysiyet duygusundan yoksun değillerdi. Bu yüce değerlerle dopdolu idiler.. Ve zaferle biten Milli Mücadelenin temeline harç olarak canlarının katmışlardır.” 8 9
a. g. e. s. 60 a.g. e. s 60
210 Rasim PEHLİVANOĞLU
Mustafa Kemal, savaş alanlarında yakından tanıdığı Türk kadınına, ana sütü kadar helal bütün haklarını vermekle ona karşı Türk Milletinin şükran borcunu ödemiştir. – İşte dünkü Türk kadınından bugünkü Türk kadınına aktarılan en büyük miras: sınırsız bir vatan sevgisi ve bu uğurda ölüm dahil her türlü fedakârlığa katlanmak” 10 Atatürk diyor ki: – Türk Milletinin eski kadınları: Etilerde, İskitlerde, amazonlarda olduğu gibi… Türk ulusunun yüksek varlığına hangi taraftan olursa olsun ilişildiği zaman, işte o vakit Türk kadınları, Türk erkeklerinin bulunduğu her yerde hazır ve faal olacaklardır.” diyen Atatürk, Anadolu kadınlarını şöyle övüyor: – Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü kadınından daha fazla çalışan bir kadından bahsetmenin imkanı yoktur. ve dünyada hiçbir milletin kadını: “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım; milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar gayret gösterdim diyemez.” 11 Atatürk’ün bu derece övgüsüne nail olan Anadolu kadınları, bugün ne yazık ki, büyük şehirlerimizde yaşayan sosyetik çevrelerin bir kısım hanımefendileri veya sonradan görme zenginlerin kendini beğenmiş hanımları tarafından halâ aşağılanmakta ve küçük görülmektedirler. Onların çalışmalarıyla yetiştirilen ürünlerle beslenen, fakat bunun değerini taktir etmekten çok uzak olan bu kendini beğenmiş hanımefendiler; Atatürk’ün ifadesiyle: Milletimizin efendisi olan Türk köylüsünün ve onların temiz kalpli, alçak gönüllü, cömert ruhlu, iyilik sever hanımlarının değerini anlayamazlar. Gösterişe, kılık kıyafete bakarak hüküm veren bu sonradan görme varlıklı ailelerin kadınları, Türk köylüsünün iyilik yapmak için çırpınan insaniyetli köylü kadınlarının veya her nedense fakir düşmüş olup, milli ve manevi değerlerimizden kopmamış vatansever hanımlarımızın manevi yüceliklerine erişmekten çok uzak kalmaktadırlar… Gösterişten uzak fakat insanlık değerleri yüksek olan ve Türk Milletinin asaletini temsil eden şehirde veya köyde yaşayan
10 11
Osman Bircan Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı s 185 Atatürkçülük 1. Kitap Gen-Kur Yayınlar İst/1988 s 333
211 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yüce ruhlu hanımefendilerimize, hak ettikleri değeri vermek milletçe hepimizin ve yöneticilerimizin başta gelen görevi olmalıdır. Konuşmasına, kılık kıyafetine veya başörtüsüne bakarak, hanımlarımızı aşağılayıcı davranışlarda bulunmak millet severliğimizle bağdaşamaz. Bu tarz tavırlar, Milli Mücadelemize katılarak, kağnısıyla mermi taşıyan, ölen öküzünün yerine kendisini koşarak savaşanlara cephane yetiştiren Kara Fatma’ların, Elif’çiklerin veya başka fedakârlıklarda bulunan asil ruhlu Türk kadınlarının mezarlarında ruhlarını sızlatırlar!...
Kadınlara Tanınan Haklar Siyasi ve sosyal hakların kadınlar tarafından kullanılmasının insanlığın mutluluğu ve yükselen değeri açısından çok gerekli olduğuna inanan Atatürk: Türk kadınına toplumsal ve siyasal hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihte aramak gerekecektir. Türk kadını evdeki uygar yerini yetkili bir şekilde doldurmuş, iş hayatının her safhasında başarılar göstermiştir. Siyasi hayatta, belediye seçimlerinde 13 Nisan 1930 ‘da deneyim kazanan Türk kadını bu kez de 1934 ‘te milletvekili seçmek ve seçilmek suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiştir. Türk kadını 1970 de kurulan Hükümette bakan olmuş ve 1993 yılında başbakan olmuştur. Son yıllarda, kadın işlerinden sorumlu devlet bakanlığı da kurulmuş ve Bakanlığına bir kadın milletvekili seçilmiştir. M.E. Bakanlığı yapan kadınımız da olmuştur. Uygar ülkelerin bir çoğun da, kadınlardan esirgenen bu hak bugün Türk kadının elindedir ve onu yetkiyle ve başarılı bir şekilde kullanmaktadır. Atatürk diyor ki: – Siyasal ve toplumsal hakların kadınlar tarafından kullanılması, insanlığın mutluluğu ve prestiji açısından bir zorunluluktur.” İslâm ülkelerinde kadınlara siyasi hakların tanınmadığı, hattâ İsviçre dahil, birçok Avrupa ülkesinde dahi kadınların oy kullanamadığı bir dönemde, Türk Milletinin böyle bir adımı atabilmiş olmasının önemi elbette büyüktür. Kadın ve erkek eşitliğini, milletler arası hukuk kuralı haline getiren İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, İnsan Hakları Sözleşmeleri henüz ortada yokken, bundan yarım yüzyıl önce, Atatürk’ün Türk kadınına, Ülkesinin yönetimine katılma hakkı tanımasının değeri daha
212 Rasim PEHLİVANOĞLU
iyi anlaşılmaktadır. Türk kadınını, hayata ve dünyaya açık ve temiz yüzü ile bakmasını bir zorunluluk olarak kabul eden Mustafa Kemal, 27 Ağustos 1925 günü İstanbul’da konuşurken sözü kadınlara getirir. Yolda tarlada gördüğü kadınları anlatır: – Gezilerim sırasında köylerde değil, bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok yoğun bir itinayla kapatmakta olduklarını gördüm. Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim bencilliğimizin eseridir. Çok iffetli ve dikkatli olduğumuzun gereğidir. Fakat saygı değer arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi anlayışlı düşünceli insanlar. Onlara ahlâkla ilgili kutsal kavramları aşılamak, milli ahlâkımızı anlamak, anlatmak ve onların beynini ışıkla, temizlikle donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra, fazla bencilliğe gerek kalmaz. Onlar yüzlerini dünyaya göstersinler ve gözleriyle dünyayı dikkatle görebilsinler. Bundan korkacak bir şey yoktur.” 12 diyor. Ülkeyi dolaşan Atatürk, kadın hakları konusunda büyük değişikliklere hazırlandıktan sonra, 17 Şubat 1926’da medeni kanun kabul edilmiştir. 4Ekim 1926’da yürürlüğe giren kanunla, kadın erkek arasındaki toplumsal ve ekonomik farklılıklar ortadan kalkmış. Hukuken tam bir eşitlik sağlanmıştır.
Atatürk ve Aile Bu konuyu daha çok, Utkan Kocatürk’ ün, Atatürkçülük 2.kitap 205-208 sayfalarında yer alan makalesinden faydalanarak kendi üslubumla yazıyorum. Aile kavramına büyük önem veren Atatürk: “Sosyal hayatın kaynağı aile hayatıdır.”demiştir ve bu konuya önemle eğilmiştir. Kadını mal olarak kabul eden köhne zihniyet, Atatürk Türkiye’sinde medeni kanunun kabulü ile tarihe karışmıştır. Resmi nikâhla evlilik yapmanın önemi ve gerekli olduğu üzerinde Atatürk ısrarla durmuş ve çevresindekilere mutlu bir evlilik yapmalarını daima tavsiye etmiştir: – Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir… Çoluk çocuk sahibi olmalıdır….” diyen Atatürk kendisinin evliliği konusunda da: – Bana bakmayınız. Bu meselede örnek İsmet Paşa’dır. Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen 12
Osman Bircan Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı s 186–187
213 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki, bu iş benim yapacağım iş değildir.” Diyerek mazeretini belirtmiş ve örnek alınacak kişiyi göstermiştir. Atatürk eşi ile yaşadığı müşterek hayat esnasında, daima örnek alınacak davranışlarda bulunmuştur. Evlenmesini takip eden yurtiçi seyahatlerini, çoğu kez eşiyle birlikte sürdürmüştür. Evleneceği sıralarda: – Ben sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile hayatını yaşatmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır mı?” demesi büyük önem taşıyordu. 13 Atatürk, millet terbiyesinin kaynağını da aile eğitimine bağlamaktadır. “Millet esas terbiyesini ailesinden almaktadır” diyen Atatürk;’e göre: – Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev adımlarıyla yürüdükçe hayatın, asrın bugünkü gereklerine göre evlât yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz. Anaların, bugünkü evlâtlarına verecekleri terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için, gerekli özellikler taşıyan evlât yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak, pek çok yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız, hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa bu böyle olmalıdır.”
Ailede Eşitlik – Ortaklık Atatürk’ün anlattıklarına göre: – Ailede karı koca müsavi hakka maliktir. Bir kere teşkil edilmiş olan âilenin ölünceye kadar devamı ahlâk ve kanunun teyidi altındadır. Devamı imkânsız olan veyahut bir şeref meselesi halini alan vaziyetlerde nikâhın feshi de lüzumludur. Bunu mahkeme takdir eder. Karı koca ancak mahkeme kararıyla ayrılırlar” diyen Atatürk şöyle devam ediyor: – Aile bir hayat arkadaşlığı olduğu kadar bir şeref ortaklığıdır. Ailenin en mühim vazifesi çocukların terbiyesidir. Kısmen cemiyete ait olan bu vazifede âilenin büyük hissesi vardır. Çocuklarını cemiyet ve milleti için faydalı olacak bir aile terbiyesi ile 13
Atatürkçülük 2. kitap s 206
214 Rasim PEHLİVANOĞLU
büyüten ve onlara şerefli bir isim bırakan aile mes’ut ve bahtiyar sayılır. Ana ve babalarının karşılıklı sevgi, hürmet ve samimi bağlılık hislerine şahit olan çocuklar için, cemiyet terbiyesinin temeli kurulmuş demektir” 14 Ailede ana baba ve aile fertlerinin görevlerini belirten Atatürk bu konuda şu görüşlerini ifade etmiştir: – Baba âilenin reisidir. Cemiyete karşı vazife esas olmakla beraber, bir aile babası bu sıfatla bütün ömrünce karısının ve çocuklarının saadeti ile yakından alakasını muhafaza eder. Aile ocağı babanın her ıstırabını dinlendirecek bir neşe ve saadet kaynağı olmalıdır. Büyük, küçük ailenin bütün üyeleri babaya hürmet ve minnettarlık hisleri ile bağlanmalıdır. Buna karşı baba en sıkıntılı zamanlarında karısından hürmet ve nüvazişini (okşamasını) ve çocuklarından şefkatini esirgememek tahammülünü göstermelidir. Ana, yuvanın reisidir. Âile azasından hepsi saadetini onun ince ve itinalı alâkasına borçludurlar. Türkler “ana hakkı”nı büyük sayarlar. Bu çok yerinde bir telakkidir. Çocuklar analarını sıcak bir hürmetle kucaklamalıdırlar.” diyen Atatürk devamla: 15 – Baba, ana çocuklarını hayata hazırlamayı vazife bilirler. Fakat hayata hazırlanmış çocuklar da ana, baba hakkını fedakârlıkla çalışarak ödemelidir. Yoksa bu cağdan sonra, kendini ailesine sıkıntı veren bir yük halinde bırakmamalıdır. Bir de, çocukların hayatta muvaffakiyetleri yalnız kendi şahısları için değildir. Çocuklar, yetiştikleri aile ocağının saadet, refah ve bilhassa şerefini yükseltmeyi birinci ve yüksek insanlık borcu bilmelidir” demiştir.16 Unutulmamalıdır ki, Atatürk’ün aile hukukunda yaptığı ve yapmak istediği her şey Türk toplumunu yükseltmeyi amaçlamış, Türk erkeği kadar Türk kadınına da onur kazandırmıştır. Türk toplumu aile hukukunda yapılan bu inkılâp sayesinde çağdaş bir görünüm kazanmış, medeni insanlık âleminde daha saygın bir yer almıştır.
14
Atatürkçülük 2.Kitap s 207 a. g. e. s 208 16 a. g. e. s 208 15
215 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
21- Kadın Kıyafeti ve Atatürk Örtünme (Tesettür) Atatürk’ün sağlığında yapılan kıyafet inkılâpları arasında özellikle kadın inkılâbı üzerinde ısrarla durulmuştur. Cumhuriyetten önceki yıllarda kadınlarımız tamamen örtülü gezerdi. Bütün beden ve kolların yanısıra, yüz, ağız, burun, saç, baş, hattâ peçe ile göz olmak üzere bütün uzuvlarını dışa karşı kapalı bulundururlardı. Buraları göstermek “namahrem” sayılırdı. En yakınları dışında, namahremdir denilerek hiçbir kadın erkeğe gösterilemezdi. Annesi, hattâ ebesi yaşında olanlar bile bundan kaçınırdı. Düğünlerde giyinilen kara çarşafın, başörtüsünün üzerinde, birde baştan aşağı sallanan siyah yüz örtüsü (peçe) bulunurdu. Böylece kadın karanlıklar içerisinde havasız kalırdı. Kadın erkek arasında daha başka kaç göz olayları ile kadınlar tam bir hapishane hayatı yaşarlardı. Oysa, Kur’anı Kerimde yüz namahrem değildi. Ama çevresindekilere göre yüzde namahrem diye yasak sayılırdı. İşte, yaşanan böyle bir devirde, kadını karanlıktan kurtararak aydınlığa çıkarmak gerekti ve şarttı. Atatürk taa çocukluğundan beri bunu hayal ederdi. Şimdi hayalinin gerçekleştirilmesi lâzımdı, bunun için yüz örtüsünü, peçeyi ve kara çarşafı yasakladı. Tabii, din maskesi arkasına gizlenerek buna şiddetli tepki gösterenler oldu. Oysa başörtüsü yasaklanmamıştı. Her kadın başörtüsünü bağlamakta serbestti. Kadınların örtünmesi (tesettür) konusu ile ilgili olarak, Atatürk’ün birçok konuşmaları olmuştur. Önce, Atatürk’e göre tesettür nedir ona bakalım.
Atatürk’e Göre Tesettür (Örtünme Şekli) Nasıl Olmalıdır Atatürk’ün, 21 Mart 1923 günü Konya kadınları ile yaptığı konuşmadan birkaç paragrafı aşağıya almayı uygun görüyorum: – Din icabı olan tesettür, kısaca ifade etmek lâzım gelirse, denebilir ki, kadınlara ağırlık teşkil etmeyecek ve adaba aykırı olmayacak basit bir şekilde olmalıdır. Tesettür şekli, kadını hayatından, mevcudiyetinden ayırt edecek bir şekilde olmamalıdır…”1 Atatürk diyor ki: 1
Mehmet Evsile: Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinden Konular İndeksi s 104
216 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Memleketimizin bazı yerlerinde giyinme tarzımız, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyinme tarzları ve tesettüründe iki şekil görünüyor. Ya ifrat ya tefrit görülüyor. Yani, ya ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok karanlık bir dış şekil gösteren bir kıyafet. Veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile dış kıyafet olarak arz edilemeyecek kadar açık bir giyinme. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o tefrit’ den de bu ifrat’ dan da uzak görür.” diyen Atatürk devam ediyor: – O şekiller dinimizin gereği değil zıttıdır. Dinimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayata, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeriatın tavsiyesi, dinin emri mucibince tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar ne de o kadar açılacaklardı. Şer’i tesettür, kadınlar için zorluk teşkil etmeyecek, kadınların sosyal hayatta, ekonomik hayatta, çalışma hayatında ve ilim hayatında erkeklerle ortak çalışmasına engel olmayacak basit bir şekildedir. Bu basit şekil toplumumuzun ahlâk ve adabına aykırı değildir.” 2 Görülüyor ki: Atatürk, kadınlarımızın ifrat ve tefrite düşmeden giyinebileceklerini ifade ediyor. Avrupa kadınlarını taklit etmenin gerekmediğini de bilhassa vurguluyor. Atatürk konuşmasına şöyle devam ediyor: -Bizim tesettür meselesinde dikkate alacağımız şey, bir yandan milletin ruhunu, diğer yandan hayatın gereklerini düşünmektir. Tesettürdeki ifrat ve tefritten kurtulmakla bu iki ihtiyacı da temin etmiş olacağız. Giyinme tarzımızda milletin ruhi ihtiyacını tatmin için İslâm ve Türk hayatını başlangıçtan bugüne kadar gereğince araştırmak ve etrafıyla açıklamamız lâzımdır. Bunu yaparsak görürüz ki, şimdiki giyinme tarzımız ve kıyafetimiz onlardan başkadır. Lakin onlardan daha iyidir diyemeyiz. -Bizim kadın hayatımızda kadının giyinme tarzında yenilenme yapmak meselesi söz konusu değildir. Milletimize bu hususta yeni şeyleri bellettirmek mecburiyeti karşısında değiliz. Belki ancak dinimizde, milliyetimizde, tarihimizde zaten mevcut olan, beğenilen adetlere düzenli bir akıcılık vermek söz konusu olabilir. Biz başlı başlına ferden her türlü şekli tatbik edebilir, kendi zevkimize, kendi arzumuza, kendi terbiye ve kendi seviyemize göre istediğimiz kıyafetimizi seçebiliriz. Ancak bütün milletin kabul edeceği şekilleri, bütün milletin hayatında uygulama imkânı olan kıyafetleri 2
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri s 104
217 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
herhalde genel eğilimde aramak ve o şekillerin başarısını genel eğilime uydurmakta görmek lâzımdır. Bazı milletlerin zevk âlemlerini memleketimizde tatbike kalkmak tabiî ki hatadır. Bu yol toplum hayatımızda feyiz ve fazilete ulaştırmaz. 3 Atatürk Tesettürün (örtünmenin) şekli konusunda Konya kadınlarına yaptığı konuşmada şöyle söylüyor: – Tesettür şekli konusunda açıklıkla, emniyetle yürüyebilmek, dinin, eski milli geleneklerin, akıl ve mantığın, ahlâk ve faziletin emrettiği tabii emir ve basit şekli kabul etmektir. Dinimizin tarif ettiği şekilden istifade ve onu hayatımıza tatbik etmek, maksada varmak için kâfidir. 4 Bir başka konuşmasında: – Kıyafetlerinde aynen Avrupa kadının taklit edenler düşünmelidirler ki, her milletin kendisine mahsus geleneği, kendine göre milli özelliği vardır. Hiçbir millet diğer bir milletin mukallidi(taklitçisi) olmamalıdır. Çünkü, böyle bir milleti ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir? Bunun sonucu şüphesizdir ki hüsrandır…”Diyen Atatürk, kadınların giyiminde milli gelenek ve üsluba dikkat edilmesi gereğine önem verilmesini vurgulamıştır. Kıyafet inkılâbından yılar sonra gördüğü acı görüntülerden etkilenen ve üzülen Atatürk şöyle demiştir: – Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki başına bir bez veya bir peştamal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu davranışın mana ve anlamı nedir? Efendiler, uygar bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal düzeltilmesi gerektirir.” 5 İşte, Cumhuriyet öncesi ve sonrasındaki ilk yıllarda kadınlarımızın durumu bu idi. Büyük inkılâplar yapılan bir ülkede böyle uygar dışı bir duruma göz yumulabilir miydi? Yumulmadı. Bir kısmını zorlayarak da olsa, çoğunluğu güzellikle ve halka kabul ettirerek inkılâplara devam edildi ve bugünlere gelindi. 1.Cihan savaşı öncesinde, savaş sırasında ve savaşlar sonrasında, Türk toplumumun 3
a. g. e. s 104 a. g. e. 104-105 5 Utkan Kocatürk A.F.D. s 226 4
218 Rasim PEHLİVANOĞLU
kadına bakış açısını tanıtmak için, Falih Rıfkı Atay’ın ÇANKAYA isimli kitabının 446–449. sayfalarında yer alan fıkralardan birkaçını, o günler hakkında fikir vereceği görüşüyle aşağıya alıyorum. Nereden nereye geldiğimizi görelim: – 1908 Meşrutiyetinden sonra dahi meselâ kız mekteplerinde edebiyat hocası harem ağasıydı. Batılı tefekkür (düşünce) adamı, ”Bir milletin medeniyeti ölçmek istiyor musunuz kadına nasıl muamele ettiğine bakınız” der. – Türkçe oynayan tiyatrolarda kadın rolü bilhassa Ermenilerde idi. Orta oyununda kadın “Zenne”dir. Yani kadın rolünde yaşmaklı bir erkek! – Kaç göç hemen hemen umumidir. Evinin kadınlarını yakın erkek ahbaplarıyla tanıştıran açılmış ailelerde bile, dile düşmemek için, erkek misafirlerini selâmlıkta kabul etmek sorunda idiler.” Hamdullah Suphi, Türk Ocaklarında Türk kadınını, piyano konserleri veya konferans vermek için sahneye çıkardığı zaman, bu hal, zamanın büyük hadiseleri arasında geçmişti Bununla beraber harem artık, selâmlık duvarını zorluyordu. Edebiyat kadın davasını tutuyordu. 1. dünya harbi gelince, bu da geri kaldı. Hele bozgunlar üzerine Enver Paşa halk arasındaki dedikoduları durdurmak için kadın tavizine girişti. Çarşafların ayaklarının hangi noktasına kadar ineceğini tespit etmek üzere bir komisyon bile kurulmuştu. Bir gün bir polis müdürü de, otellerden birinde bir karı kocanın beraber oturduklarını duyunca, bizzat otele giderek kadını sokağa atmıştı. 6 Çanakkale cephesinde dövüşen büyük rütbeli bir subayın anaları Alman olan kızları bir gün Alman davetlileri ile buluşmuşlar. Enver Paşa bunu duyunca, cephede harp eden babayı hemen emekliye ayırmıştır. O aileden bir hanımla evli olan bir rüsumat (gümrük vergisi) memurunun da vazifesine nihayet verdirmiştir. Mütareke gazeteleri okununca, Osmanlı Saltanatının sanki kadınlar yüzünden batmış olduğu zannedilir. Mondros’ da teslim olmuşuz, kadına hücum… Düşman donamaları İstanbul limanına demirlemişler, kadına hücum… Hazineden o ay maaş çıkmamış, kadına hücum… Gazetelerin birçoğunda İstanbul Polis Müdürlüğü kadın meselesi ile alâkalanmadığı için tenkit edilmektedir. 7 6 7
Falih Rıfkı Atay: Çankaya Pozitif yayınları İst./2004 s 446 a.g. e s.447
219 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Mustafa Kemal Türk Musikisini pek sever ve daima zevkle dinlerdi. Atatürk Garp (alafranga) müziğini de beğenir ve dinlenilmesini isterdi. Zira garp müziğinin kıvrak bir ahengi vardı, bunu beğenirdi. Pek zevk almasa da, garp müziğini zaman zaman kendisi de dinlerdi. Hatta bir ara, garp musikisini sevdirmek için bazı şeyler de düşünmüştü… Garp müziğini reddetmezdi ama kadın anlayışında pek garplı olduğu söylenemez. Hatta hanımların tırnaklarını boyamasını bile istemezdi. Son derece kıskançtı. Denebilir ki harem eğiliminde idi. Bu onun hissi mizacı ve alışkanlığıdır. Kafasına göre, kadın hür ve erkekle eşit olmalı idi. Batı medeniyeti dünyasının kadını ile Türk kadını bütün aşağılık duygularından kurtarılmalı idi. Medeni kanunla, Türk kadınına garp kadınının bütün haklarını veren Atatürk, kendi münasebetlerinde, bırakınız ecnebi erkekle evlenen Türk kadınını, ecnebi kadınla evlenen Türk erkeğine bile tahammül edemezdi. Devrimlerin büyük ve eşsiz kahramanı kendi koyduğu kanunun sonuçları ile karşılaşmak lâzım gelince: – Bize göre değil ha çocuklar…” derdi. Devrimci ve ıslahatçı Mustafa Kemal bir beyin adamı idi. Beyni, kendi kalbinin de bütün isyanlarını ezerdi. Bir gün bir Türk armasına hangi timsaller konacağı tartışıldığı zaman eski Türk kurdundan (bozkurttan) bahsedilmesi üzerine: – Timsal… Timsal, insan zekâsıdır timsal! Diye haykırmıştı. Zekâ, akıl ve müspet ilim. O’nun saygısı yalnız bunlara olmuştur. 8 Kerpiçten bir Rum Okulunu Hamdullah Suphi Türk Ocağına çevirmişti. Mustafa Kemal ilk defa arkadaşlarını hanımları ile oraya davet etti. Halâ gözümün önündedir. Salonun bir tarafında kadınlar, bir tarafında erkekler toplu olarak oturmuşlardı. Ayakta yalnız birkaç uyanık hanım vardı. Kadınlar büfeye gidip bir şey yemek için bile kımıldamıyorlardı. Hiç kimse kimseye ailece takdim edilmiyordu. Kadınlar erkeklerin göz hapsindeydiler. Mustafa Kemal bize: – Ayaktaki hanımlara itibar ediniz, ikram ediniz. Oturanları kıskandıralım. Yavaş yavaş hepsi kalkar” diyordu. Yavaş yavaş hepsi, fakat o akşam değil bir iki yıl içinde yerinden kalktılar ve topluluğa karıştılar. 8
a. g. e. s 448
220 Rasim PEHLİVANOĞLU
Kadın hareketi büyük bir hızla gelişti. Mustafa Kemal ve İsmet Paşa davetlerin kadınlı olmasına bilhassa dikkat ederlerdi. Nihayet hareket medeni kanuna, kadınla erkek arasındaki her türlü hukuk farklarının kaldırılmasına kadar gitti. Parola, ileride hiçbir gerilemeye meydan vermeyecek kadar, kadına her meslekte yer vermekti. Kadın milletvekili, belediye azası, hekim, avukat, her şey olmalı idi. Üniversitede erkekle beraber okumalı idi. Seçimlerde rey vermeliydi ve seçilmeliydi. Taassup (bir fikre körü körüne bağlanmak ) şaşırıp kalmalı idi. Mustafa Kemal büyük bir realisttir(gerçekçidir). Köy kadınını zorlamamıştır. Devrimlerinde evrimciliğe (gelişmeciliğe) bıraktığı tek şey belki de budur. Köyde çok evliliğe bile göz yummuştur. Köy kadınının kurtuluşu, iktisat ve terbiye şartlarının tamamlanmasına bağlı kalmıştır. “Tarlada çalışan kadın nihayet hür olur. Nihayet bütün haklarını alabilir. Kadın davasında tehlike harem dişiliğidir” diyordu. 9
Açılmada ileri gidiş– Başörtüsü Sorunu Türkiye’de Başörtüsü Konusu ve Çözümü Bugün, kadın kıyafetlerinde, bilhassa sosyetik çevrelerde ve güya sanatkârlar arasında o kadar ileri gidildi ki, Atatürk’ün duyduğu endişeler bir bir baş gösterdi. Bir kısım kadınlarımız açıldıkça açıldı. Habire de açılmaya devam ediyor. Günden güne milli kültürümüzden kopuyor, milli benliğimizi kaybediyoruz. Taklide yeltendiğimiz Avrupalıya da benzemiyoruz. Parça bölük ortada kalmış, hangi yöne gideceğimizi bilemiyor ve milli kültürümüzün yol göstericiliğinden uzakta kalıyoruz. Bu böyle gidemez. Mutlaka milli kültürümüze eğilmeli ve onu daha da geliştirerek milli benliğimize ters düşmeden çağdaş kültürün de yol göstericiliğinde yürümeliyiz. Yukarıya alınan sözlerden ve daha önce belirtilen Atatürk’ün görüşlerinden anlaşıldığı üzere, Atatürk kadınlarımızın uygun şekilde örtünmesine karşı olmadığı gibi, başını örten kadınlarımızın da ilimden sanata ve her alanda erkeklerle birlikte toplumsal hayata katılmasını istiyordu. Hal böyleyken, dinimiz İslâmiyet’in esasından değil de teferruatından olan bir başörtüsü meselesi ortaya çıkartarak ülkemizde bir sorun haline getiriliyor: “Başını örtenler dindar, örtmeyenler dine 9
a. g. e. s 449
221 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
karşı veya örtünenler irticacı, örtünmeyenler ilerici” gibi gereksiz yere - din maskesi altında- milletimizi ikiye bölmeye çalışanlar oluyor. Maalesef, üst makamlardan da bunların destekçileri bulunuyor… Oysa, başörtüsü meselesi zorlamayla çözümlenecek bir konu değildir. Bu bir gelişme meselesidir. Zamanla her şey aklın rehberliğinde gidilerek doğru yol bulunacak ve amaca ulaşılacaktır. Ama böylesine karşılıklı ithamlar devam ederse yapıcılıktan uzak yıkıcılığa gidilecektir. Üstelik, sanatçı unvanıyla açık saçık sahneye çıkanlar, açılan göbekler, tahrik edici göğüsler, sık sık değiştirilen sevgililer, evlenip evlenip boşanmalar ve yeniden koca bulanların reklam edilmesi babasız büyüyen çocuklar v.b. … Bütün bunlar olurken, sadece başörtüsüyle mücadele vermek milli gerçeklerimize uygun düşmemektedir. Üstelik, asgari ücreti bulamayıp ta açlıkla boğuşan milyonlarca insanımız varken, çocuklarına tantanalı düğünler yapan ve torbalar dolusu takılarda evlenen gençleri şereflendirenler ve daha başka milli kültürümüzle bağdaşmayan, milletimizin büyük çoğunluğunu düşünmeyen bencil davranışlar… Bütün bunlara hiçbir şey denilmezken, kişisel zevkinden veya geleneğinden, ya da dini inancından ötürü sadece başını örtenleri görmek ve bunları gericilikle veya laikliğe karşı olmakla suçlamak demokrasimizle ve milli kültümüzle bağdaşmayan menfi tutum ve davranışlardır. Sadece başını örtenlere karşı koymak, onları irticacılıkla, gericilikle veya laikliğe karşı olmakla suçlamak aklıselimin yolu değildir. İnanmak istiyorum ki, bunlar da hatalarını anlayacaklar, millet ve memleketimizin birliği, beraberliği ve yüce menfaati adına birleştirici yolu seçeceklerdir. Geçmişte Milli Eğitim Bakanlığı yapmış bir köşe yazarımız olan Hasan Celal Güzel, ‘Radikal’ Gazetesindeki köşesinde: – Üniversitelere mini etekle, göbeklerini açıkta bırakıp plercing takarak, saçlarını olmadık renklere boyayıp gelenler de var”…diyen yazar, bunlardan hiçbirine dokunmayıp ta sadece başörtülü kızların üniversiteye devamının önlenmeye çalışılmasından yakınıyor ve Milli Kültürümüze ters düşen bu tarz davranışları kınıyor, fazla açılmalarından da duyduğu üzüntüyü belirtiyor…
222 Rasim PEHLİVANOĞLU
22- Milletini Yücelten, Rehber Nitelikli Eğitimci Atatürk Konuya Giriş Bilindiği
üzere,
Milli Kurtuluş savaşımızın lideri Başkumandan Mustafa Kemal Atatürk, savaş içinde ve savaştan sonra, ileri görüşlü ve dirayetli bir devlet adamı olarak da temayüz etmiş ve ülkemiz kalkınmasında hızlı başarılara önderlik etmiştir. Etkileyici hitabet gücüyle toplumları peşine takan Atatürk, bilim ve tekniğe önem vererek aklın önderliğinde yürümüş, ülkemizi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak yolunda hayli mesafe katetmiştir. Çok yönlü kişiliğe sahip olan Atatürk, özellikle insani yönüyle de isim yapmış, yurt içi ve yurt dışında yaşayan büyük kitlelerin sevgisini ve saygısını kazanmıştır. Atatürk hakkında yazılan çok sayıda kitap ve makalelerden öğrendiğimize göre; çok okuyan ve çok öğrenen Atatürk, her konuda konuşmuş ve en güzelini konuşmuştur. Üstün kişilik özelliğiyle çok yönlü devlet adamı olarak tanınan Atatürk, her meslek dalıyla ilgilenmiş ve her konuda en geçerli görüşlerin sahibi olmuştur. Denilebilinir ki çeşitli konuların anlatımında en doğru görüşler onun dilinden dökülmüştür. Ülkemiz milli eğitim hizmetleri konusunda da çok değerli ve geçerli görüşleri olan Atatürk, uygulamaya yönelik önemli görüşlerini her fırsatta dile getirmiştir. Atatürk’ün her biri bir vecize değerindeki sözlerinden yaptığım alıntılarla, milli eğitimimizin dünü, bugünü ve geleceği hakkında ki görüşlerinden esinlenerek Atatürk’ün eğitimci kişiliğini belirtmeye çalışacağım. İstiklal savaşını kazandıktan sonra, “İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istiyorsunuz” sorusuna karşı Atatürk, “Milli Eğitim Bakanı olarak milli kültürü yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir”1 cevabını veriyor. Kurulan yeni devletin başkanı olan Atatürk, elbette milli eğitim bakanı olamazdı. Fakat özlenen genç neslin yetişmesinde milli eğitim 1
(Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi– Ankara 2005-S;247)
223 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bakanlarına yardımcı olabilir ve onları yönlendirebilirdi. 10. Yıl Nutkunda ifadesini bulan; “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleket seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkaracağız.” Yolundaki dinamik idealimize (yani büyük amacımıza) ulaşmamızda etkili olabilirdi. İşte Atatürk’te bunu yapmıştır. Aşağıya aldığım konularda yer alan, çok sayıdaki görüşleri ile Atatürk yalnız milli eğitim bakanlarına değil, bütün öğretmenlere, eğitimcilere ve bütün Türk Milletine ışık tutarak, yol gösterici uyarılarda bulunmuştur. Özellikle öğretmenlerin bu uyarıları iyi değerlendirmeleri, eğitim ve öğretim çalışmalarında daima göz önünde bulundurmaları, Atatürk’e karşı duyulan sevginin ve ona verilen değerin anlamlı bir ifadesi olmaktadır.
Eğitimde Bütünlük Atatürk’ün üstün kişilik özelliklerinden birisi de “eğitimci kişiliğine” sahip olmasıdır. Atatürk, Milli Eğitimimizi, küçük büyük, yaşlı yaşsız, sağlam sakat, köylü kentli demeden, milletimizin tamamını kapsayacak şekilde, doğumdan ölüme kadar bir bütün halinde görmekte ve uygulamasının bu anlayışa göre yapılmasını düşünmektedir. Milli Eğitimimizi sadece okul içi eğitim olarak değil, okul dışına da taşan yaygın eğitim (halk eğitimi) olarak da gören Atatürk, bu görüşle eğitim konularında ki düşüncelerini dile getirmiştir. Milli Eğitim uygulamalarımıza bu yönde ışık tutmuştur.
Yaygın Eğitim (Halk Eğitim)–Örgün Eğitim Rehber nitelikli Atatürk’ün eğitimle ilgili görüşlerini yazarken, özellikle bu iki esas üzerinde değerlendirme yapacağım. Yani halk eğitiminden başlayarak bu konuda önemli açıklamalar yaptıktan sonra okul eğitiminden ve öğretmenlerin kişilik özelliklerinden söz ederek okulun ve okul eğitimin önemini belirtmeye çalışacağım. Milli Mücadele yıllarında ki adıyla “Gazi Mustafa Kemal Paşa”, daha Türk İstiklal Savaşı devam ederken, 15 Temmuz 1921 tarihinde Ankara’da topladığı “Maarif Kongresi”nde yaptığı konuşmasında, eski öğretimi eleştirmiş; “Milli olan ve boş inançlardan arındırılan yeni bir eğitim sistemi” özlemini dile getirmiştir. Bu kongrede ayrıca Türk eğitiminin geleceğine yönelik görüşlerini de şöyle açıklamıştır:
224 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Şimdiye kadar takip edilen eğitim ve öğretim yöntemlerinin milletimizin tarihinde çok önemli bir etkisi olduğu düşüncesindeyim. Onun için bir milli eğitim programından söz ederken, eski dönemin boş inanışlarından ve yaratılıştaki niteliklerimizle hiç de ilişkisi olmayan yabancı düşüncelerden, batıdan ve doğudan gelen bütün etkilerden tümüyle uzak, milli benliğimize ve tarihimize uygun bir kültürü kastediyorum…”2 diyen Atatürk, 1925 yılında. – Eğitimdir ki bir milleti özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.” Diyerek de: “Yeni Türk Cumhuriyetinin yeni kuşağa vereceği eğitimin kesinlikle milli eğitim olduğunu “belirtmek suretiyle eğitimin hedefinin milli olması gereğini savunuyordu. Atatürk, öğretimde birlik olması şartını da dile getiriyordu.
Öğretimde Birlik – Büyük Millet, dünya uygarlık ailesinde saygın yer sahibi olmaya lâyık Türk Milleti, evlâtlarına vereceği eğitimi okul ve medrese adında birbirinden büsbütün başka iki cins kuruma bölmeye bugünkü günde katlanabilir miydik? Eğitim öğretimde birlik olmadıkça, ayrı fikirde ayrı düşünce ve biçimde bireylerden oluşmuş bir millet yapmaya imkân aramak boş şeylerle uğraşmak olmaz mıydı ?” diye soran Atatürk 3. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışını hazırlayan etmenlerin en önde gelen sebebinin, medreselerin, yani eğitim ve öğretimin ve de öğretici kadrosunun bozulması olduğu görüşünü belirtiyor. Atatürk,1921 yılındaki Ankara Maarif Kongresinde: – Milletimizi yetiştirmede çağdaş yolu izleyeceğimizi, milletimizin fikir eğitiminde rehberimizin bilim ve fen olacağını” da özellikle vurgulamıştır. Atatürk’ün görüşleri ışığında, cumhuriyetin ilânından sonra 3 Mart 1924 tarihinde, önce Tevhid-i Tedrisat Kanunu (öğretimin birleştirilmesi kanunu) kabul edilerek, ülkemiz milli eğitiminde öğretim birliği sağlanmış, o güne kadar var olan ayrı ayrı öğretim veren iki ayrı okul sistemi kaldırılmış, milli birliğin sağlanmasında önemli etken olan tek okul, tek program ve tek öğretim sistemi getirilmiştir. 2
Osman Bircan, Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı, M.E.B Yayınları, İstanbul, 1993, s.180 Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi– Ankara 2005-S;234
3
225 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü ile azınlık okullarının da amaç dışı eğitim yapmaları engellenmiş ve onlara da denetleyici hükümler getirilmiştir. Böylece onlar da kontrol altına alınmıştır. 22 Mart 1926 tarihinde maarif teşkilatına dair kanun da çıkarılarak milli eğitimimizin temel esasları kabul edilmiştir. Atatürk’ün 9 Ağustos 1928 de alfabenin değişimini müjdeleyen ünlü konuşmasından sonra 1 Kasım 1928 de çıkarılan ve okuma yazmayı kolaylaştıran Harf İnkılâbı Kanunu ile ülkemizde yoğun bir okuma yazma seferberliği başlatılmıştır.
A. Halk Eğitimi (Yaygın Eğitim) Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşu yıllarında o günün şartları icabı, halk eğitimine çok önem veriyordu. Bu nedenle önce halk eğitiminden başlayalım. Milli Eğitim Temel Kanunumuzun 40. ve 41. maddelerinde halk eğitimi (yaygın eğitim) konusuna özel yer ayrılmıştır. Kanunun 40. maddesinde “… Örgün eğitim sistemine hiç girmemiş, yahut örgün eğitimin bir kademesinde bulunan veya bu kademeden çıkmış vatandaşlara, örgün eğitim yanında veya dışında” eğitim vermekle görevli kılınmıştır. Halk eğitiminin amaçları arasında: “ Milli kültür değerlerimizi koruyucu, geliştirici, tanıtıcı, benimsetici nitelikte eğitim yapmak; Boş zamanları iyi bir şekilde değerlendirme ve kullanma alışkanlığı kazandırmak” görevi de yer almıştır. Kanunun 41. maddesinde “Yaygın Eğitim, Örgün Eğitimle birbirlerini tamamlayacak, gereğinde aynı vasıfları kazandırabilecek ve birbirinin her türlü imkânlarından yararlanacak şekilde bir bütünlük içinde düzenlenir” denilmektedir. Halk eğitiminin, temel ilklerine göre, eğitimin belirli bir yeri, belirli bir yaşı ve belirli bir zamanı yoktur. Her yer, her yaş, ve her zaman halk eğitimi için müsaittir. Bu nasıl olacak diye düşünülebilir. Yeter ki, bu işin ilmini bilen ve bu işe gönül verecek olan, millet ve memleket sevgisiyle dolu eğitimcilere sorunlu mevkilerde görev verilebilsin… Bugünkü uygulamasıyla sadece kurslar eğitimi olarak görev yapan ülkemizde ki geniş halk eğitimi teşkilatımız, yeter ki asıl görevinin bilincinde olabilsin.
226 Rasim PEHLİVANOĞLU
Halk eğitimcilerimiz bütün müesseslere girebilmelidir. Öncelikle kahvehanelerimizi, pankartlarda reklamı yapılan:“İlk Kültür Basamağı” olarak gerçekleştirebilelim. Sigara dumanıyla bunaltıcı olmaktan ve sadece oyun masalarıyla “çürütmehaneler” olmaktan kurtarıp, eskiden olduğu gibi gerçekten kıraathaneler haline dönüşmesini sağlayabilelim… Bütün işyerlerini ve bütün fabrikaları birer eğitim merkezi olarak görmek aydınlığına ulaşabilelim.
Millet Mektepleri – M.E.B. Bakanı Mustafa Necati’nin Mektubu Atatürk’ün direktifi ve o günlerdeki Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Rahmetli Mustafa Necati’nin gayretiyle Millet Mektepleri Yönetmeliği kabul edilmiştir. 1 Ocak 1929 günü ilk açılışı yapılan Millet Mekteplerinde, okul çağını geçmiş bulunan kadın- erkek vatandaşlarımızın okuma- yazma öğrenmesi sağlanmıştır. Birçok öğretmen, memur ve aydın vatandaşlarımızın görev aldığı bu kurslarda okuma – yazma öğrenmenin yanı sıra, o gün için gerekli olan hayati bilgiler de verilmiş ve bu yolla, milli birlik ve beraberliğimizin sağlanmasında önemli adımlar atılmıştır. Ne yazık ki, harf inkılâbının kabulünde, millet mekteplerinin açılmasında ve daha pek çok önemli gelişmelerde ön safta görev alan, çok değerli, çalışkan ve başarılı Maarif Vekilimiz Mustafa Necati Bey, Millet Mekteplerinin açıldığı gün 1 Ocak 1929 da apandisit hastalığından ameliyat olurken ruhunu teslim etmiştir. Ölüm haberini duyan bütün milletimiz çok üzülmüştür. Başvekil İsmet Paşa gözyaşlarını tutamayarak ağlamıştır. Acı haberi alan Atatürk de çok duygulanmış: – Ne evlâttı o! Çok iyiydi…4” diyerek hıçkırıklarla ilk defa ağladığını gören Falih Rıfkı ATAY “ÇANKAYA” kitabında yazmıştır. “Mustafa Necati’nin zamanı milli eğitimde bir idealizm dönemi olmuş; ancak onun erken ölümü bu idealizmin yarım kalmasına neden olmuştur. O bir icraat adamı olarak etkin hizmetleri başlatan bir kişi olmakla beraber, kendisini asıl ölümsüzleştiren husus, öğretmenlerle kurduğu samimi diyalog ve onlara sahip çıkmış olmasıdır. Cumhuriyet döneminde Türk Öğretmeni, Atatürk’ten sonra en büyük saygınlığı Mustafa Necati’den görmüştür. Onun 4
F.R.Atay Çankaya: İst./2004 s 482-4839
227 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yücelmesi ve aranmasındaki en büyük sebebin bu olduğu şüphesizdir.”5 Açılan millet mektepleri uygulamasını başarılı bulan Atatürk, memnuniyetini ifade ederken: – Millet Mektepleri normal öğretimin dışında, kadın ve erkek yüzbinlerce vatandaşın aydınlanmasına hizmet etti. Bu okulların daha fazla bir çaba ve istekle devam ettirilmesi gerekir” 6 demiştir. Millet Mekteplerinin açılmasından önce de Atatürk, halkla ilişkisini çeşitli kuruluşlarla devam ettiriyordu. Daha çok Türk ocakları ve Muallimler Birliği ile işbirliği içinde çalışıyordu. Halka hitap eden çoğu konuşmalarını bu kuruluşların toplantısına katılarak yapıyor ve bu yolla halkı uyarıyordu. Atatürk dönemini çok değerli Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Merhum Mustafa Necati Bey’in, okulların yeni ders yılına başlayış gününde öğretmen arkadaşlarına gönderdiği mektubundan bazı paragrafları, o günlerin eğitimcilerinin değerini belirtmesi bakımından aşağıya alıyorum. Muallim arkadaş: “ … Orası, güzel vatanın himmet ve irşadına muhtaç, feyizli bir kösesidir… Gideceğin yer hiç de yabacısı olduğun yer değildir… Orada; seni sevinç içinde bekleyen yavruların, senin gibi mektebini ihmal eder etmez vazife başına koşmuş hanım ve bey muallim arkadaşların, hasılı vatanın her köşesinde tesadüf ettiğin ve edeceğin yüksek alınlı kardeşlerin vardır. Artık mektep hayatın nihayete ermiş oluyor. Ve hakiki mücadele hayatına girmiş bulunuyorsun. Binaenaleyh ( bundan dolayı), vazifesinin yüksek ve kutsi mahiyetini tamamen idrak etmiş her muallim arkadaşın gibi senin de; seni bekleyen yavruların arasına koşmakta bir dakika teahhür (tereddüt) etmeyeceğine eminim. Bilhassa bu sene, yeni Türk harfleri tamimi gibi şerefli bir vazifen daha vardır. Bütün memleket evlâtlarını biran evvel yeni harflerle okutarak Türkiye’de okuma yazmayan bir fert bırakmayacak kadar geniş bir azimle çalışmak mecburiyetindesin. 5
Utkan Kocatürk K: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi– Ankara 2005-S;236 6 Utkan Kocatürk K: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-A A M.–Ankara 2005-S;236
228 Rasim PEHLİVANOĞLU
Bunun için, yeni Türk harflerini çabuk öğren ve hemen herkese öğretmeye başla. Bu hedefe varmak için kürsü, mektep lâzım değildir. Her yerde, her gördüğüne kadın, erkek, fakir, zengin, çiftçi, tüccar, köylü ve şehirli tefrik etmeyerek derhal öğreteceksin. Milletimize yeni bir teali (yükselme) sahası yaratacak olan bu büyük zaferi kısa bir zamanda kazanacağına mutmain (inanmış) olarak vazifelerinde muvaffakiyet (başarı) diler ve işe başlama haberine intizar eylerim (beklerim) aziz meslektaşım. 7 Ragıp Nurettin Maarif Vekili Mustafa Necati En büyük eğitimci Atatürk’ün, eğitime, öğretime ve eğitimciye verdiği önemi belirttikten sonra, bu büyük insanın zamanın eğitim plâncılarına ve yöneticilerine yeni Türk eğitim modelinin geliştirilmesini de dikkate almalarını istediği temel ilkeler ve fikirlerden söz etmek istiyoruz. Bu ilkeler incelendiğinde görüleceği üzere, Atatürk’ün eğitimle ilgili düşünce ve uygulamalarında - o günlerin olumsuz şartlarına rağmen - bugünden daha moderndir, daha yenilikçidir diyebiliriz.
Akşam Okulları Atatürk’ün direktifi ve Maarif Bakanı Mustafa Necati’nin katkılarıyla açılan Millet Mekteplerinin çok faydalı olduğu açıktır. Ama sonradan, bu hizmette tavsama olduğu görülmüştür. İleriki yıllarda bu mekteplerin yerine, “4274 sayılı Köy Enstitüleri Kanununa” göre, Köy Enstitüsünden mezun olan her genç öğretmen çalıştığı köyde akşam okulu da açmak ve okul çağını aşanlara okuma-yazmak öğretmekle mükellef kılınmıştı. Ben de mezun olduğum 1947 yılında köyde tek öğretmenken, doksana yakın gündüzlü öğrencimin yanı sıra, 38 adet yetişkin kız çocuklarını okula kaydederek, gündüzcüler dağıldıktan sonra -ara vermeden- onları alıyor, iki saate yakın fazladan çalışıyordum. Bunu yapmak zorundaydım. Bir kış boyu akşam okulu uygulamasına devam etmiştim. Ertesi yıllar bu uygulama da askıya alınmıştı.
Köylülerimizin Okuması ve Aydınlanması İhtiyacı Atatürk, o günlerde nüfusumuzun yüzde seksenini teşkil eden köylü vatandaşlarımızın değerini çok iyi biliyor ve: “Milletimizin 7
Atatürkçülük 2.Kitap Gen-Kur –yayınları M.E. basımevi İst./1988
s134-135
229 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
hakiki efendisi köylüdür” diyerek övgüsünü belirtiyordu. Değerini takdir ettiği ve çok sevdiği köylü vatandaşlarımızın okuması ve bilgilenmesi üzerinde önemle duruyordu. Bu konuda, istiklâl savaşımızı takip eden günlerde şöyle söylüyordu: – Bu memleketin asıl sahibi, toplumumuzun esas unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bu güne kadar bilgi ışığından mahrum bırakılmıştır. Bundan ötürü, bizim izleyeceğimiz eğitim siyasetinin temeli evvelâ mevcut bilgisizliği ortadan kaldırmaktır. Ayrıntılara girmeden kaçınarak, bu fikrimi birkaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlâki bilgi vermek, dört işlemi öğretmek, öğretim ve eğitim programımızın ilk hedefidir. Bu hedefe erişmek, milli eğitim tarihimizde kutsal bir aşama oluşturacaktır”8 sözleriyle de köylümüzün okumasına ve aydınlanmasına verdiği önemi belirtmiş oluyordu.
Öğretmen Okulları Açmak İhtiyacı Atatürk’ün köylümüzü okutmak ve uyandırmak çabası, okul ve öğretmen sayısının azlığı nedeniyle gecikiyordu. Özellikle köylere öğretmen göndermekte güçlük çekiliyordu. Çare olarak, imece usulüyle, köylülerin de katkısını sağlayarak daha kısa zamanda ve daha az masrafla, daha çok okul yaptırmak yoluna gidildi. Ama okulu bulunan köylere öğretmen bulmak ve görevlendirmekte önemli sorun oluyordu. Zira ülkemizde öğretmen yetiştiren az sayıdaki okullara, ancak şehirde oturan ailelerin çocukları devam edebiliyordu. Mezun olan az sayıdaki öğretmenler de şehirlerdeki öğretmen açığı olan ilkokullara tayinlerini yaptırıyorlardı. Köylere gönüllü giden idealist öğretmenlerin sayısı çok azdı. Kısa süre sonra onlar da köyden ayrılıyorlardı. (Kaçıyorlardı)
Halkevleri – Halk Odaları Atatürk’ün görüşü ve direktifi ile kurulan, Cumhuriyet tarihinin önemli “halk eğitim” kuruluşlarından birisi de Halkevleri ve Halk Odaları olmuştur. Daha önceleri var olan Türk Ocakları ve Muallimler Birliğinin yerini almak üzere, …merkezi Ankara’da 19 Şubat 1932 de kurulmaya başlanan ve ilk önce 14 ilde açılmış olan halk evleri, zamanla sayısı artarak çoğalmıştır. Bu 8
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi– Ankara 2005-S;236
230 Rasim PEHLİVANOĞLU
sayı 1950 yılında - çoğunun binası kendine ait olan – 478 Halkevi ile, küçük yerleşim merkezlerinde kurulan 4332 halk odasına ulaşmıştır.”9 Halkevleri ve halk odalarının amacı, Türk Kültür ve sanat hayatına ait katkıda bulunmak, gençleri bir çatı altında toplayarak kültürel faaliyetlerde bulunmalarını sağlamaktır. Atatürk ilkelerinin tanıtılması ve genç Cumhuriyetimizin korunmasında etkili olmaktır. Millet mekteplerinin eksiğini tamamlayıcı nitelikte halk dershaneleri ve yetiştirici kurslar açmak; kütüphaneler ve müzeler kurmak, folklor gösterileri ve temsiller yaparak halkı canlı tutmak, eğitici yayınlar yapmak halk evlerinin faaliyetleri arasında yer almıştır. Özellikle, köylüyle kentliyi kaynaştırmaya çalışmak; milli birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirecek çok önemli faaliyetlerde bulunmak da halk evlerinin önemli amaçları arasında yer almıştır. Bir konuşmasında Atatürk: – Partimizin, halkevleri ile bütün yurttaşlara kucağını açması vatanda sosyal ve kültürel bir devrim yaptı” demiş; halkevlerinin 6. kuruluş yıl dönümünde CHP genel sekreteri Şükrü Kaya’ya çektiği telgrafta: – Kültür alanındaki gelişmemizde önemli bir görevi olan halkevlerinin yıl dönümü nedeniyle gönderdiğiniz telgraftan çok duygulandın. Teşekkür eder ve halk evlerinin bilinçli ve ışıklı çalışmalarında başarılar dilerim” 10 diyerek de memnuniyetini belirtmiştir. Ancak, tek partili dönemde CHP’ nin yan kuruluşu olarak görülen halkevlerimizin yönetimi, partinin genel ve yerel yönetimine bırakılmıştır. Giderleri genel bütçeden, özel idareden, belediye ve köy bütçelerinden, kamu tüzel kuruluşlarından karşılanmıştır. – 1945 yılında çok partili hayata geçildikten sonra da –hoş görülmez bir hata olarak– bu durum devam etmiştir. Uygulama, muhalefet partilerinin eleştirisine hedef olmuştur. Oysa, devletin desteğiyle gelişen bu güzelim kültür kuruluşları tek partinin yönetiminden alınarak bütün millete mal edilse ve devletin 9
Büyük Laraousse: Milliyet Gazetesi 10.cilt, 1986 s.4978
10
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi– Ankara 2005-S;247-248
231 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
desteğinde bir halk eğitimi kuruluşu olarak devam ettirilseydi, halka mal olur ve muhalefet partilerinin hedef tahtası olmazdı. Ama her nedense böyle yapılmadı. Halkın bir kısmı kendi partisine mal ederken, diğer bir kısmı tarafından dışlandı. Eski rağbetini kaybetti. Birleştirici olacakken, aksine halkın bölünmesine neden oldu. 1950 yılında, demokrasi kurallarına uygun olarak yapılan ilk genel seçimde iktidara gelen yeni parti de bu konuda büyük hataya düştü. Halkevleri ve halk odalarını tümüyle kapatan bir kanun çıkartarak, ortada büyük bir boşluk doğmasına sebep oldu. Oysa, elinde hizmete hazır bekleyen, tecrübeden geçmiş binlerce şubesi olan bir kültürel kuruluş varken, bunlar kapatılacak yerde, parti denetiminden alınıp bütün millete mal edilebilirdi. Aksayan taraflar varsa, tedbirler alınarak düzeltilebilir ve çok faydalı birer müessese olarak hizmete devam etmesi sağlanabilirdi. Ama, partizan düşünceyle bu yapılmadı. Yapılamadı. Kültürel bir boşluğa düşen ülkemiz çok şey kaybetti. Halkevlerinin bunca kitapları ve diğer kültürel değerleri yok edildi.
Kurulan Halk Eğitimi Teşkilatı İktidara gelen yeni hükümetler, halk evlerinden doğan boşluğu “Okuma Odaları” açarak doldurmaya çalıştı. Ama o da tutmadı. Devlete bağlı halk eğitimi teşkilatı kurulmak istenildi. Ama bu teşkilatta bir türlü gelişemedi. Nihayet, 1957 yılı 18-23 Mart arasında toplânan 6.Milli Eğitim Şurasının ağırlıklı konusu halk eğitim teşkilatının kurulması olmuştu. O yıllar, 6.Şûranın bütün dokümanlarını temin ederek okumuş ve incelemiştim. Değerli konuşmalar olmuş ve Ogünler için önemli kararlar alınmıştı. Buna rağmen bir türlü halk eğitimi genel müdürlüğü kurulamamıştı. Halk eğitimi konusu, ilköğretim genel müdürlüğüne bağlı bir şubeyle idare ediliyordu.Ancak, 1960 ihtilalinden sonra,Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak “Halk Eğitimi Genel Müdürlüğü” kurulabilmiştir.
Halk Eğitiminin En Önemli İlkesi ve Kahvehaneler Halk Eğitiminin belirli bir yaşı ve zamanı yoktur. Her yaş halk eğitimi için eğitim yaşı, her yer eğitim alanı ve her zaman eğitim vaktidir. Yaşam boyu eğitim her yerde ve her zamanda yapılabilir. Başarıda asıl olan, buna inanmak ve bunun yolunu bilen
232 Rasim PEHLİVANOĞLU
halk eğitimcilerini bulmak ve yetiştirmektir. Kendisini yetiştirmesini bilen idealist halk eğitimciler elinde yüksek başarıya ulaşılabilir. Yayınlanan ilk makalesi halk eğitimi olan emekli bir eğitimci olarak söylüyorum: Ülkemizde bugünkü halk eğitimi çalışmalarımız –bunca teşkilâta ve bunca masrafa rağmen – amacına ulaşmaktan çok uzaktır. Diyebilirim ki: Bugünkü halk eğitimi çalışmalarımız “Kurslar Eğitimi” faaliyetinden öteye geçememişti. Yasaya ve yönetmeliğe uymayan, şekilci bir halk eğitimi faaliyeti ile bir şeyler yaptığımızı sanıyor ve bununla öğünüyoruz. Bu konuda, gösterilebilecek çok örnekten sadece birisini söyleyerek konuyu açmak istiyorum: Her yaş, her yer ve her zaman halk eğitimi yapılabileceğine göre, her yaştan ve her kademeden boş insanlarımızın devam ettiği –bir bakıma- eski halk evleri ve halk odalarının yerine geçen kahvehanelerimiz en müsait halk eğitim merkezleri olabilir. Milli bayramlarda, “Kahvehaneciler Derneği”nin taşıttığı pankartta: “Kahvehaneler İlk Kültür Basamağıdır” denilerek bu görüş doğrulanmış oluyor. Zaten kahvehanelere eskiden kıraathane denildiğini biliyoruz. Ama mevcut uygulamaya bakarak yeniden söylüyorum: Pankartlarda ilk kültür basamağı olarak tanıtılan kahvehanelerimiz “çürütmehaneler” durumuna gelmiştir. Zira, kanunla yasaklanmış olmasına rağmen, kahvehanelerimize girenin karşılaştığı ilk bunaltıcı hava sigara dumanı oluyordu. Bir elinde sigarası ile oyundan başını kaldıramayan tembellerin ve sigara dumanından zehirlenen yaşlıların toplandığı yerler olan kahvehaneler, “çürütmehaneler olmuştu?” Şükür ki son alınan kararla, kahvehaneler içinde sigara içilmesi kesin olarak yasaklanmıştır. Temennimiz odur ki: Kahvehanelerimiz, taşınan pankartlarda yazıldığı gibi, halkımızın “İlk Kültür Basamağı” olsunlar ve “çürütmehaneler” yerine, “eğitimhaneler ” olarak gelişsinler… Üzülerek söylüyorum: Nerede o, kıraathanede bulunması gerekli olan kitaplar, gazeteler ve dergiler? Nerede o, kitapları ve diğer yayınları okuyarak aydınlanan boş insanlar? Nerede o, göz göre göre milletimizi kahvehanelerde çürütmeye mahkûm eden yaşam boyu eğitimden sorumlu halk eğitimciler? Nerede o, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun “Yaygın Eğitim” başlığı altındaki: “Herhangi bir kademede bulunan vatandaşlarımızın, milli kültür değerlerimizi koruyucu, geliştirici, tanıtıcı, benimsetici nitelikte
233 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
eğitim yapmalar?” Nerede o, “boş zamanları iyi bir şekilde değerlendirme alışkanlığını kazandırmalar?” Ve nerede o, bütün bu eğitici çalışmaların koordinatörü görevinde olan sözde halk eğitimciler? Nerede o, başta özel televizyonlar olmak üzere, milli kültürümüzü dejenere edenlere, milli ve manevi değerlerimizi hiçe sayanlara, ahlâksızlığı ahlâk gibi gören ve gösterenlere, yıkıcı ve yozlaştırıcı yayınları yapanlara karşı koymasını bilen, duyarlı ve bilgili gerçek halk eğitimciler…? Tabandan tavana kadar bütün halk eğitimcilerimize hitap ediyorum: Artık uyanın! Duyarsızlığı ve boş vericiliği bırakın. Kendinizi gerçek halk eğitimci olarak yetiştirin. Görevinizin ehli olarak harekete geçin. Kanunun, yönetmeliğin ve de halk eğitimi ilkelerinin gerektirdiği şekilde görevinizi yapın… Yapın ki: ülkemizde gerçek halk eğitimi uygulaması olabilsin.
Türkiye’de Köy Enstitüleri Ülkemiz düşman işgalinden kurtarılmış, Cumhuriyet kurulmuştu… Fakat okuma yazma bilen insanımız çok azdı. Hızlı bir hamleyle milletimizi okutmalı, cehaleti yenmeliydik… Özellikle, köylülerimiz okumalı ve köylerimiz canlanmalıydı!.. Ama bu gelişme nasıl sağlanacaktı? Konu üzerinde düşünen aydınlarımız az da olsa vardı. Atatürk’te bu iş üzerinde önemle duruyordu… Çare olarak, önce millet mektepleri açıldı. Faydalı oldu. Fakat ihtiyacı karşılamadı. Öğretmen yetiştirme üzerinde çeşitli görüşler söylendi. Eli kalem tutan aydınlar ve sorumluluk duyan eğitimciler konuştu. Gazete ve dergilerde yazılar yayınlandı. Fakat gerçek çözüm yolu bir türlü bulunamadı. Görüşlerde birleşme olamadı. Yetişmesi için yurt dışına öğrenciler gönderildi. Yurt dışından uzmanlar getirildi, incelemeler yaptırıldı. Bunlardan biriside ABD’li ünlü eğitimci Jhon Dewey’di. Ülkemizde yetişen eğitimcilerin de görüşleri değerlendirildi. Daha çok Jhon Dewey‘in görüşlerinden faydalanılarak, köyün şartlarına göre yetişecek, okuldan mezun olunca, isteyerek köye gidecek öğretmeni yetiştirmek için yeni öğretmen okulları açmak görüşü benimsendi. Denemek üzere, önce biri Kayseri -Zincidere’ de, diğeri Denizli’de olmak üzere, iki ayrı bölgede “Köy Öğretmen Okulu” açıldı. Fakat bunların öğrencileri de şehir çocukları olduğundan, mezun
234 Rasim PEHLİVANOĞLU
olunca köye gitmekte zorlandılar. Bu deneme de tutmayınca yeni çareler arandı.
Köy Enstitülerinin Fikri Temelleri Tanınmış yerli eğitimcilerimizden, özellikle İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Halil Fikret Kanat, İsmail Hakkı Tonguç, Emin Soysal ve başkaları görüşlerini söylediler ve yazdılar. Bunların görüşlerinden kısa alıntılar yapmayı gerekli görüyorum. Değeri herkesçe kabul edilen, Türk Milli Eğitiminin temel felsefesini yazan çok yönlü eğitimci İsmail Hakkı Baltacıoğlu, “Maarifte Bir Siyaset “ isimli broşürde şöyle söylüyordu: – Öğretmen okullarında milli mefkure hakim değildir. Öğrenci, öğretmen olmaktan ziyade aydın olmayı düşünür. İşte bu zihniyet, bu şekilde yetiştirme onları hayatta muvaffak edemiyor.” – Öğretmen okullarına devam edenler hep şehir ve medeniyet zadesidirler… Şehir öğretmen okulları bütün azamet ve üstünlükleri ile birer memur mektebi gibi yaşar dururken mezunlarını fakir, cahil köylere göndermeyi düşünmek pek yanlıştır. Öğretmen okulları, malûmatı şişkin, ukalâ ve enayi öğretmenler yetiştirmekten uzaklaşmadıkça mahsulleri eksik olacaktır” diye yazan Baltacıoğlu, “Biz, nasıl bir mektep yapalım diye değil, köy yahut köylü bizden nasıl bir mektep istiyor diye düşünmeliyiz” 11 görüşünü de ifade ediyordu. Eğitimci yazar Halit Fikret Kanat, 1935 yılındaki yazılarında, mevcut öğretmen okullarının yeni ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğunu, yerine yenilerin getirilmesi gerektiğini savunuyordu. Kökün köylerde olduğunu, hızlı gelişmenin köylünün kımıldamasıyla, yaşama düzeyinin düzeltilmesi ile mümkün olabileceğini belirtiyor ve şöyle söylüyordu: – Öğretmen okulları, öğrencilerini alabildiğince hazırcı ve seyirci yetiştirmektedir. Çünkü müessese de öğrencinin elini dokundurduğu bir iş yoktur. Sınıfta, yatakhanede, bahçede, hülasa yaşanılan her köşede her iş onun önünde hazırdır. Bu pasif durum karşısında öğrencinin yegâne görevi ders kitabı ve imtihanıdır. Bu suretle onda meydana gelen görüş ve alışkanlıklar yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı olmaktadır” diyen Halit Fikret Kanat’ın, öğrencilere ne öğretilmesi gerektiği konusundaki görüşleri şöyle özetlenebilir 11
Şevket Gedikoglu: Köy Enstitüleri- İş Matbaacılık ve Ticaret Ank/1971 s 19
235 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Az ve öz bilgi. İş prensibine dayanan hayatla ilişkisi olan her türlü bilgiler, bol bol uygulama çemberinden geçirilecektir. Çok ve sahte bilgiden artık bıktık, usandık. Az bilelim fakat esaslı bilelim ve bilgilerimizi hayatın istekleri ile birleştirecek hâkimiyette olalım.”12 Ülkemiz eğitim sistemini eleştiren İsmail Hakkı Tonguç: “Bugünkü terbiye ve mektep sistemimiz milli bünyeye göre kurulmuş bir sistemden ziyade, Avrupa cemiyetleri bünyesine göre yapılmış teşkilatın kopyası manzarasını arz etmektedir” ) diyor. İsmail Hakkı Tonguç, köy eğitiminde gerçekleştirilmesini uygun gördüğü amacı şöyle belirtiyordu: Köy terbiyesinin gayesi, azami derecede kuvvetli vatandaş, yani ictimai mahiyette insan ve memleketin siyasi, iktisadi ve harsi hayatının inkişafına iştirak edecek, yani tabiatın bütün kuvvetlerine esir değil hakim olabilecek evsafta iş adamı yetiştirmek olmalıdır. Bizi bu gayeye getirecek mektepte, kitap mektebi değil iş mektebi olacaktır” diyen Tonguç devamla: – “İş mektebi muallimi kendi kendisini yetiştiren ve terbiye eden bir muallim olacaktır… Eski mektebin muallimi ansiklopedik mahiyette malumatı kendi kendine toplayıp çalışırdı. Yeni iş mektebi muallimi organizatör olacaktır. Hayat, cemiyet ve iş vasıtasıyla kendi kendini terbiye edecektir.”13 Daha birçok eğitimci yazarın köye göre öğretmen yetiştirmek hususundaki görüşlerini de öğrenen Atatürk, 1936 yılında ki TBMM açılış konuşmasında bu konuya değinmiş ve: , – “İlk tahsilin yapılması için, sade ve pratik tedbirler almak yolundayız. İlk tahsilde hedefimiz, bunun umumi olmasını bir an önce tahakkuk ettirmektir. Bu neticeye varmak ancak fasılasız tedbir almakla ve metodik tatbikle mümkün olabilir. Milletin başlıca bir işi olarak bu mevzuda ısrar etmeyi lüzumlu görüyorum” 14 demiş ve yöneticileri bu konuda yönlendirmiştir.
Açılan İlk Köy Enstitüleri Böylece eğitimciler, yöneticiler, Atatürk ve TBMM, hepside bu konuya eğilince, gerekli fikri ortam hazırlanmış oldu. Artık özlenen okulların açılmasına sıra gelmiştir. 12
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.23 Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.24 14 Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.25 13
236 Rasim PEHLİVANOĞLU
Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan döneminde ilk defa açılan İzmir-Kızılçullu da Öğretmen Okulu adıyla, 30 Ekim 1937 günü yapılan açılış töreninde konuşan okul müdürü Emin Soysal, konuşmasının giriş bölümünde okulun amacını şöyle belirtiyordu: – Gayemiz, öğretmensiz bulunan otuz beş bin küsur Türk Köylerine, öğretmen, eğitmen, demirci, dülger, yapıcı, kooperatifçi ve tarımsal kültürü ileri adam yetiştirmektir. Bu adamın vasfı şudur. Türk köylüsü olacak, köyde doğmuş, köyde büyümüş, köy mektebinde okumuş, zekâsı üstün olacak. Ve bu müesseseden çıktıktan sonra da mutlak suretle köyde, köy için, köylüler için çalışacak.”15 Gerçekte Köy Enstitülerinin temeli, 1936 yılında İzmir Kızılçullu da açılan “Eğitmen Kursları” ile atılmıştır. Zira: 1936 da açılan ilk eğitmen kursunun yanında ve aynı okulda bir yıl sonra öğretmen okulu da öğretime başlamıştır. Öğretmen Okulu adıyla bu açılış Köy Enstitülerinin de başlangıcı olmuştur. Açılışı bir şiirle ifade etmek istiyorum: AÇILDI Yurttan düşman kovuldu, Cumhuriyet kuruldu. Okumayı bilmeyen insanımız pek çoktu. Okul ve öğretmenler ülkemizde çok yoktu. Köylerimiz okuldan, öğretmenden yoksundu. Böylesi bir ortamda çok çareler arandı. “Millet Mektepleri” öncelikle açıldı. Eğitmenler yetişti, köylerde görevlendi. İhtiyaca yetmedi, arayışlar durmadı; Aydınlar susmayıp görüşlerini söyledi. Getirilen uzmanlar raporlarını verdi… Nihayet havası hoş, suyu bol bozkırlarda, Köye hizmet verecek Enstitüler açıldı. Rasim Pehlivanoğlu
Amacı, programı ve uygulaması itibariyle, bir iş okulu olan Pazarören Köy Enstitüsünde okuyan ve oradaki hayatı bizzat yaşayan bugünün emekli öğretmeni olarak, 20 madde de özetlediğim “Köy Enstitülerinde Uygulanan Eğitim İlkeleri”ni aşağıya alıyorum. 15
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.29
237 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Köy Enstitülerinde Uygulanan Genel Eğitim İlkeleri 1. Köyden, köyde, köye göre, köy için eğitim. (Amaç canlandırılacak köy) 2. İş içinde, iş görerek, iş için eğitim 3. Her gün sabahları spor ve milli oyunlarla bedeni eğitim. 4. Her gün ve her fırsatta, müzikle (Milli Marşlar, Şarkılar ve Türkülerle) milli duygu eğitimi. 5. Okulda kendi işini kendin gör – nöbetleşe görevlerle iş eğitimi 6. Okulun çeşitli işlerinde her hafta bir şubenin nöbetleşe hizmet eğitimi. 7. En az masrafla en iyi sonuç alma gayreti 8. Kendi kendini yönetim – Okulu öğrencilerin yönetmesi 9. Çevreye görelik eğitim. (Okulda hazırlanan eğitici faaliyetlerin çevreye-köye göre seçimi) 10. Her hafta bir şubenin müsameresi (Zengin Programlı gösteriler) 11. Demokrasi okullarda yaşanılarak öğrenilir prensibi. (Seçimle başkanlıklar – öğrenciye söz hakkı, haftalık Pazar toplantıları – Eleştiri hürriyeti) 12. Okulda öğrencinin severek ve isteyerek uyabileceği sıkı disiplin uygulaması 13. Okulda ders dışı kitapları okumaya teşvik. Programa konulan Serbest Okuma saati. 14. Hayatı okula getirme –Okulda hayatı yaşama görüş ve uygulaması 15. Öğrenciler arasında karşılıklı sevgi saygı (Abla, ağabey hitabı -büyüklere saygı, küçüklere şefkat ve himaye) 16. Millet ve memleket sevgisi, millete hizmet duygusu 17. Dershanelerde “Karma Eğitim” uygulaması 18. Köy Enstitüleri arasında yardımlaşma 19. Ülkeyi gezerek görerek tanıma 20. Okuldan mezun olanları görev yerlerinde takip ederek iş başında yetiştirme
Köy Enstitülerinin Kazandırmaya Çalıştığı Üstün Özellikler Köy Enstitüleri felsefesini iyi bilenlerden ve yıllarca uygulamasını yapanlardan birisi olan, eski Pazarören Köy Enstitüsü Müdürü, (1960’lı yıllarda Türkiye’nin ilk Halk Eğitim Genel
238 Rasim PEHLİVANOĞLU
Müdürü) değerli eğitimci ve hocamız Rahmetli Şevket Gedikoğlu, yazdığı “Köy Enstitüleri” isimli büyük eserinde, Köy enstitülerinin öğrencilerine kazandırmaya çalıştığı nitelikleri, ana çizgileriyle şöyle belirtmiştir: “Bilen, bildiğini kullanan ve yapan. Sinir sistemi sağlam olan. İşlek ve dayanıklı bir kafaya, duygulu, inançlı kişiliğe ulaşan. Çalışkan, istekli, görevine bağlı olan. Hayatı seven, gösteriş ve şarlatanlıklardan tiksinen. Tabiatı, güzelliklerini, toprak kokusunu seven. Olayları soğukkanlılıkla karşılayan, kendine güvenen. Gerçeklere düşkün, iş ve yaşayış hayatında değer çoğaltan. Özü sözü bir, haksızlığa, kötülüklere boyun eğmeyen; haksızlık yapmayan. Ailesini, köyünü, yurdunu ve ulusunu seven; varlığını ve mayasını bunlarda bulan. Kişisel yararlarıyla, toplum yararlarını yan yana koyan; alın terine güvenen. Okuyan, okumasını, öğrenmesini bilen ve araştıran…” …Ve Atatürk’ün deyimiyle: “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür kuşakların (nesillerin) yetiştiricilerini yetiştirmektir.”16 İşte biz, Pazarören Köy Enstitüsünde böyle bir ortamda ve bu ruhta yetişmiştik. Hele, müdürümüz rahmetli Şevket Gedikoğlu’nun milli duygu ve milli heyecanımızı kamçılayan, millet sevgisi ve millete hizmet duygusuyla dolu olan o heyecanlı ve etkili konuşmalarıyla ufkumuz açılıyor, köylülerimize ve bütün milletimize faydalı olmak aşkıyla yüceliyorduk. Müdürümüzün, merdiven başında bütün öğrencilere toplu olarak bizzat öğrettiği, milli kültürümüz unsurlarından olan memleket şarkılarımız, türkülerimiz ve milli marşlarımızla duygu eğitimimiz geliştiriliyordu. Amacımız, gittiğimiz köyü canlandırmaktı. Köylerde örnek gençler yetiştirmemizi sağlayacak şekilde önce kendimizi yetiştirmek ve olgunlaşmaktı. Bunun için de bol bol ders dışı kitaplar da okuyor ve aydınlanıyorduk.
16
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.131-132.
239 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Köy Enstitüleri Hakkında Soldan ve Sağdan Gelen Eleştiriler Yukarıya alınan genel eğitim ilkeleri ve öğrencilere kazandırılmaya çalışılan niteliklere rağmen; Köy Enstitüleri gerçek yönüyle tanıtılamadı. Haklarında müspet veya menfi çok eleştiriler yapıldı. Çok yazılar ve kitaplar yayınlandı. Soldan gelen eleştirenlerin kimileri: “Sosyalist bir düzen kurulmadan memleketi sadece eğitim yoluyla düzeltmeye, köyü canlandırmaya kalkışmak büyük bir aldatmacadır” 17 derken; Sağdan gelen eleştirilerde de, kimileri, Köy Enstitülerinin sosyalist olduğunu söylüyor. Hatta Köy Enstitülerinde komünist öğrenciler yetiştiğini söyleyecek ve yazacak kadar ileri gidenler de oluyordu. İçinde yaşayan bir Köy Enstitüsü örgencisi olarak söylüyorum: Köy Enstitüleri hakkında ki bu isnatların ve böylesi menfi eleştirilerin hepsi de yanlıştı… Zira: Bu eleştirilerin asıl nedeni, o yıllarda çok partili hayata geçişimizin ve demokrasinin gereği olarak kurulan muhalefet partilerinin,mevcut iktidar partisini gözden düşürmek ve birbirlerini kötülemek için olumsuz davranışlarının ve de partiler arasındaki gereksiz çekişmelerin ve yıkıcı eleştirilerin sonucu idi. Ne acı ki: Yıkıcı eleştiriler etkisini gösterdi. Köy Enstitüleri damgalandı… Şurada burada görülen tek tük olaylar abartıldı, büyütüldü ve genellendi. Köy Enstitülerinde bazı değişme ve geri saymalara yol açıldı… İlkelerde sapmalar oldu. Daha ileri gidilerek Köy Enstitüleri, klasik öğretmen okulları ile birleştirilmek suretiyle isimleri “Öğretmen Okulu” olarak değiştirildi. “Köyü canlandırma” ideali ile yetişerek mezun olan genç köy öğretmenleri neye uğradığını bilemedi; şaşkına döndü. Bir kısımları söndü, sindi ya da hızları kesildi. Eski canlılık kayboldu… Aralarından boş vericiler, neme lâzımcılar ve tek tük başka yola sapanlar oldu ve bunlar genellendi... Köy Enstitüleri aleyhinde gerçek dışı yorumlar yapıldı. Ama amacından sapmadan, doğru bildiği yolda yılmadan ve yıkılmadan yürüyen idealist öğretmenler yoluna devam etti. Sağ kalan “Ülkü Erlerinden” -sayıları az da olsa- aramızda halâ yaşayanlar bulunmaktadır. Allah, ülkemize faydalı olmaktan onları alıkoymasın. 17
Şevket Gedikoğlu – Köy Enstitüleri, Ankara-1971, s.313
240 Rasim PEHLİVANOĞLU
( 4274 sayılı Köy Enstitüleri Kanununa göre, başarılı köy öğretmenlerine verilen en büyük ödül, ÜLKÜ ERİ sayılmaktı). Gönül istiyor ki: Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim ilkeleri ve uygulamaları yeniden gözden geçirilsin. Ama, aynı isimle yeniden kurulsun demiyorum. Gelişen yeni şartlar da dikkate alınarak, öğretmen yetiştiren okul veya fakültelerin program ve çalışmalarında yeni düzenlemeler yapılsın. Bu yolda, nereye verilirse gitmeye hazır idealist ve dinamik öğretmenlerin yetiştirilmesine zemin hazırlansın… dileğim budur.
B. Okul Eğitimi Eğitimde Bilgilenme ve Okul – Eski yönetimler bilgisizliği sürdürmeyi kendi devamları için bir gerek gibi düşünüyorlardı” diyen Atatürk: – Her şeyden evvel bilgisizliği ortadan kaldırmak gerekir. Bu sebeple öğretim ve eğitim programımızın, öğretim ve eğitim siyasetimizin temel taşı bilgisizliğin giderilmesidir…Bilim, teknik nerede ise oradan alacağız ve her millet bireyinin kafasına koyacağız” diyor. Ve ilâve ediyor – Bir taraftan bilgisizliği gidermeye çalışmakla beraber diğer yandan toplum yaşamında kendisi pratik, etkin ve verimli bireyler yetiştirmek gerekir. Bu da ilk ve orta öğretimin pratik bir şekilde olmasıyla mümkündür. Memleketteki bilgisizliği kesinlikle gidermelidir. Hepimizin esenliği için bunu yapmak zorundayız” 18 şeklinde görüşünü açıklıyor. Görülüyor ki, Atatürk ülkemizde bilgisizliği yenmek ve halkımızı bilgilendirmekte kesin kararlıdır. Bunun yolu ise, bir taraftan Halk Eğitimi (Yaygın Eğitim) ile halkımızı bilgilendirmeye ve eğitmeye çalışırken; diğer taraftan da okullarımızı modernleştirerek, bu yolla gençlerimizi çağın gerektirdiği şekilde bilgi ve teknikle mücehhez olarak yetiştirmek gereğini dile getiriyor.
Okul Eğitiminin Önemi Konuşmalarında, bilginin sistemli olarak okullarda verildiğini vurgulayan Atatürk’e göre: 18
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A.A.M.–Ankara 2005-S;247-248
241 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Memleketi, milleti kurtarmak isteyenler için vatanseverlik, temiz yüreklilik, özveri gerekli olan özelliklerdendir”… Bu özelliklerin yanında bilim ve teknik gerekir. Bilim ve teknikle ilgili görüşlerinin etkinlik merkezi ise okuldur. Bu sebeple okul gereklidir… Okul genç beyinlere, insanlığı, saygıyı, millet ve memlekete sevgiyi, şerefi, bağımsızlığı öğretir… Memleketi ve milleti kurtarmaya çalışanların, aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları gerekir. Bunu temin eden okullardır. Ancak bu şekilde her türlü girişimin mantıklı sonuçlara erişilmesi mümkündür” diyen Atatürk devam ediyor: – Okul sayesinde, okulun vereceği bilim ve teknik sayesindedir ki, Türk Milleti, Türk Sanatı, Türk ekonomisi, Türk Şiiri ve edebiyatı bütün güzelliğiyle gelişir” 19 diyerek okulun önemli yerini ve görevini en veciz şekilde belirtmiş oluyor.
Okul Eğitimi ve Öğretmen Yaygın eğitim ilkelerine göre: Yaşam boyunca,her yaş, her zaman ve her yer eğitim merkezi olmakla beraber, Atatürk’e göre ise asıl eğitim merkezleri, örgün eğitim veren okullardır. Tamamen öğretim ve eğitim gayesiyle inşa edilmiş olan okulların sayısı ne kadar fazla olursa olsun, ne kadar öğretim faaliyetine elverişli yapılırsa yapılsın; ne kadar eğitim için gerekli olan araç ve gereçlerle donatılmış bulunursa bulunsun; okulun öğretim ve eğitimiyle görevli bulunan öğretmenler ve özellikle yöneticiler işlerinin ehli değillerse, öğretmen ve yöneticilik yeteneğinden yoksun iseler, o okulda özlenen başarıya ulaşan verimli bir eğitim yapılmasını boşuna beklemek olur. Zira, okulun eğitim ve öğretiminde asıl unsur öğretmenlerdir…Öğretmenlere de rehberlik yapmak görevinde olan yöneticilerdir… O halde, başarılı bir eğitim için, öncelikle okul yönetici ve öğretmenlerinin iyi yetişmesi, görevinin ehli eğitimcilerden oluşması gerekir. Öğretmenliği ve öğrencisini sevemeyen, mesleğinde kendisini yetiştirmek ihtiyacını duyamayan, okuyarak bilgilenmeyi ve yenilenmeyi külfet sayan, sadece maddi geçimini sağlamak gayesiyle öğretmenliği seçmiş olan sözde öğretmenlerin ve bu kafada ki yöneticilerin hakim olduğu okullarda başarılı eğitim 19
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-Genişletilmiş 2.basım-Atatürk Araştırma Merkezi– Ankara 2005-S;247-248
242 Rasim PEHLİVANOĞLU
verilmesi beklenemez. O tür okullarda gerçek başarıya ulaşılamaz, ancak hayal olmaktan öteye geçemez.
Okullarımızın amacı, öğrenciyi gerçek başarıya ulaştırmaktır. Yani, şahsiyetli (kişilikli) insanı yetiştirmektir. Gerçek başarı, öğrencilerimize kişilik kazandıran ideal başarıdır. Öğretmenden not almak, sınıf geçmek, diploma almak gerçek başarı değil. Görülen başarıdır. Bunlar şekli başarıdır, sayı başarısıdır. Öğrencinin iyi eğitilmesi ve kişilik geliştirmesi ile, görülen başarı gerçek başarıya dönüştürülebilir. Gerçek başarı öğrenciyi eğitime ulaştıran özlediğimiz başarıdır. Öğretim–Eğitim Her konuda olduğu gibi eğitim konusunda da çok önemli görüşleri ve uyarıcı sözleri olan Atatürk’ün eğitim öğretim ve öğretmenler hakkında ki görüş, duyuş ve uyarılarını dile getiren sözleri ve açıklamalarını yazmaya geçmeden önce, okul eğitimi ve öğretimi ile ilgili bazı ön açıklama da bulunmayı gerekli görüyorum. Dar anlamıyla: “Ruhi yeteneklerin geliştirilmesidir” diye tanımlanan eğitim, geniş anlamıyla: ”Bedeni ve Ruhi bütün yeteneklerin geliştirilmesi” olarak tanımlanır. Eğitimin geniş anlamına göre, yetişmekte olan neslin ruhi ve zihni gelişiminin yanısıra, bedeni gelişiminin de sağlanması, her yönden sağlam ve sağlıklı bir kişiliğe sahip olması, cemiyete faydalı bir neslin yetiştirilmesi önde gelir. Atalarımızın söylediği gibi “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.” Terbiye ile eş anlamda kullanılan eğitim, toplumumuzda genci iyi yetiştirmek, ruhi ve zihni yeteneklerini geliştirmek ona edep erkân öğretmek, iyi alışkanlıklar kazandırmak, ahlâk ve nezaket kurallarına riayetkâr olmasını sağlamak anlamında algılanmaktadır. Birçokları, hatta çoğu öğretmenler bugün okullarımızda öğretim olduğunu fakat eğitim olmadığını söyleyerek başarısızlıklarını itiraf etmektedirler. Ben ise, öğretim kurumlarımızda öğretimin de gereği gibi verilmediği görüşündeyim. Zira, öğrenerek ve öğretilerek eğitime ulaşılır. Aslında eğitim bir amaçtır, öğretim ise amaca ulaştıran araçtır, yoldur. Amaç olan eğitime araç olan öğretim yoluyla ulaşılabilir. Eğer eğitime ulaşılamıyorsa, o halde öğretimde sağlıklı olarak verilemiyor demektir…
243 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bugün çoğu okullarımızda, pek çok öğretmenlerimizin amaca ulaşmayan, unutulmaya mahkum kuru bilgiler vermekte oldukları biliniyor. Öğretim adı altında, genellikle konuyu kavramadan, belleme ve ezberleme yapılmaktadır. Böylesi uygulama ile amaç olan eğitime ulaşılması elbette mümkün olamaz. Okullarımızda verilen öğretimin amacı eğitim olduğu gibi, eğitimin amacı da öğrenciye kişilik, (şahsiyet) kazandırmaktır. Şahsiyeti: “Ferdi mükemmeliyet ve çevreyi müspet yönde etkileme gücüdür” diye tanımlayanlar vardır. Çevreyi müspet yönde değil de menfi yönde etkilemek şahsiyet değil, bir bakıma şahsiyetsizliktir. Okullarımızın asıl amacı, öğrencilerimizi eğiterek şahsiyetli insan olarak yetişmektir. Türk milli eğitiminin genel amaçlarına göre, öğrencilerimizi “İYİ İNSAN İYİ VATANTAŞ” yetiştirmekle mükellefiz. Kişiliği gelişmeden sadece kuru bilgi ve geçer not alarak sınıflarını geçen ve diploma alan öğrenci okulundan mezun olabilir, ama şahsiyetli (kişilikli) insan olarak yetiştiği söylenemez. Böylesi öğretim veren okulların amaca uygun eğitim verdiğini söylemek mümkün değildir. Ne edelim ki: Okullarımızı kuru bilgi veren, ezberleten ve belleten kurumlar olmaktan çıkaralım? Konuyu kavratan ve işe yarar bilgiler veren kurumlar haline getirelim?... Bu konuda iyi düşünmek ve geçerli tedbirler almak eğitimcilerimizin görevidir. Son yıllarda bu konuda iyileştirmeler, öğreticilerin kişiliğini geliştirecek nitelikte faydalı uygulamalara geçiş için çalışmalar yapıldığını öğreniyor ve seviniyoruz. Bu konuda hizmeti geçenlere başarılar diliyoruz.
Atatürk’e Göre Eğitimin Önemi ve Amacı – Eğitimdir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır. Veya bir milleti köleliğe ve yoksulluğa terk eder” diyen Atatürk, Kılıç Ali’nin, “Atatürk’ün hususiyetleri” isimli kitabının 62. sayfasında yer alan sözlerine göre, – Eğitimin ve öğretimin amacı yalnız hükümete memur yetiştirmek değil; daha ziyade memlekete ahlâklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başaracak yetenekte, doğru düşünceli, iradeli, hayatta tesadüf edeceği engelleri yenmeye kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun içinde öğretim programları ve sistemleri ona göre
244 Rasim PEHLİVANOĞLU
düzenlenecektir”20 diyerek de eğitimin önemini ve amacını en güzel açıklamış oluyor.
Atatürk’e Göre Önemli Eğitim İlkeleri Atatürk’ün eğitimle ilgili düşüncelerinin ve beklentilerinin gerçekleşmesinde en önemli görevin öğretmenlere düştüğü, başarıyı etkileyecek en önemli faktörün öğretmenlerin niteliği olduğu bir gerçektir. Atatürk te nitelikli öğretmenlerin yetişmesini özlemektedir. Ancak, okulda öğretmenin uygulayacağı eğitim sistemi ve uygulama yolunu gösteren eğitim ilkeleri de öğretmen kadar önem taşır. Öğretmen neye göre eğitim yapacağını sistemden ve uygulanan eğitim ilkelerinden alır. Onun için öğretmenin kişiliğinden önce, Atatürk’ün belirlediği önemli eğitim ilkelerine bir göz atalım. Atatürk’e göre eğitim öncelikle milli olmalıdır. Bilimsel yöntemlere dayanmalı, üretken ve uygulanabilir nitelikte olmalıdır. Okulun disiplinli olması şarttır. Bunlara özetle değinelim: 1) Eğitim Milli Olmalıdır. Bu görüşte olan Atatürk, Temmuz 1921 de ki maarif kongresinde; “Milli terbiye programından bahsederken, eski devrin boş inanışlarından, doğuştan sahip olduğumuz özelliklerle hiçte münasebeti olmayan yabanca fikirlerden, şarktan ve garptan gelecek bilcümle tesirlerden tamamen uzak, milli seciye ve tarihimize uygun bir kültürü kastediyorum” diyor. “…Milli terbiye esas olduktan sonra, onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da milli yapmak zarureti tartışılamaz. Milli terbiye ile yüceltilmek istenilen genç dimağları, bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturucu, gereksiz şeylerle doldurmaktan dikkatle kaçınmak lâzımdır.” Görüşünü savunan Atatürk, “…Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felâket olabilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım. Lâkin unutmayalım ki, asıl temeli içimizden çıkarmak zorundayız” 21 diyor. 2) Eğitim Bilime Dayandırılmalıdır. Ve gelişmeye açık olmalıdır. Bu görüşü savunan Atatürk, “Milletimizin, siyasi, içtimai hayatında, fikri terbiyesinde rehberimiz fen olacaktır… İlim ve fen neredeyse oradan alacağız ve milletin her ferdinin kafasına koyacağız…” diyen Atatürk: “Dünyada her şey için, maneviyat için, 20 21
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A.A. M.–Ankara 2005-S;247-248
a.g. e. - S; 247-248
245 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
maddiyat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, yolunu saptırmaktır.” 22 Diyerek de ilim ve fen öğrenmeye verdiği önemi belirtmiş oluyor. 3) Eğitim İşe Yarar Ve Üretken Olmalıdır: Atatürk, eğitimin ekonomik hayatı etkilemesini istemiştir. Bu konuda, “Öğretim ve eğitimde izlenecek yol, bilgiyi günlük yaşamda başarılı olmayı sağlayacak şekilde uygulamak ve kullanılması mümkün bir araç haline getirmektir… Bu da hayal olan cansız teorilerle değil, gerçekle ilgili, gerçeği açıklayan teorilerle ilgilidir” 23 diyor. 4) Verilen Bilgi Uygulamaya Yönelik Olmalıdır: Uygulamalı eğitimin ihmal edildiğini ve bunun sonuçlarını dile getiren Atatürk: – Bir yandan bilgisizliği ortadan kaldırmaya uğraşırken, bir yandan da memleket evladını, toplumsal ve ekonomik hayatta aktif şekilde, etkili ve verimli kılabilmek için zorunlu olan ilk bilgileri uygulamalı bir biçimde vermek metodu eğitimimizin temelini oluşturmalıdır” diyor. Devamla: – Geçmişte devletin eğitim işlerini yürütenler, sanat ve ticaret gereksizmiş gibi düşünmüşlerdir… Oysa eğitim programının temelini, yaşamımız için gerekli şeyleri süratle, kolayca yapmayı öğretmek teşkil etmelidir” demiştir. Atatürk’e göre, “Öğretim ve eğitimde uygulanacak bilgiyi insan için bir süs, bir baskı aracı, yahut medeni bir zevkten çok; maddi hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik ve kullanılabilir araç durumuna getirmektir.” 24 Bu sözleri ile Atatürk, hem bir eleştiri hem de eğitimin hayattan, hayatın ihtiyaçlarından kopuk bir yola girmesini önlemek uyarısını yapmış oluyor. – “İlk ve orta öğretim kesinlikle insanlığın ve uygarlığın gerektirdiği bilim ve tekniği versin. Fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun” 25 diyen Atatürk, verilen eğitimin bir mesleğe yönelik olmasını da öğütlemiş oluyor.
22
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248 a. g. e. - S; 247-248 24 Atatürk’ün Cumhuriyetinden Sonraki Hedefleri, A.A. Merkezi (Sempozyum), İzmit 1998, s.32 25 Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248 23
246 Rasim PEHLİVANOĞLU
5) Öğretim Ve Eğitimde Disiplin Esastır: Atatürk’e göre, – “Hayatın her çalışma safhasında olduğu gibi özellikle öğretim hayatında disiplin başarının esasıdır. Müdürler ve öğretim kadroları disiplini sağlamaya, öğrenciler ise disipline uymaya mecburdurlar.” Atatürk’e göre, öğrencinin disipline benimseyerek ve anlayış göstererek uyması gereklidir. Disiplin de korku değil sevgi ve anlayış esastır. Ona göre: “ Korku ile verilen eğitim makbul bir eğitim değildir. Böyle bir eğitime güvenilemez.”26 Özlenen böylesi disipline (yumuşak disipline) ulaşmış okulları kuracak olanlar da elbette ki öğretmenler ve yöneticilerdir. Öğretmenlerin bu ehliyette ve dirayette yetiştirilmeleri gerekmektedir.
Atatürk’e Göre Öğretmen 1925 de İzmir Erkek Öğretmen Okulunda ki konuşmasında Atatürk, – Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmen ve eğitimciden yoksun bir millet, millet olmak kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir. Millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğitimcilere, öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki bir toplumu hakiki millet haline koyarlar.”27 Atatürk, bu sözleri ile öğretmenin toplumdaki önemli yerini belirtmiş oluyor. Türk öğretmenleri, büyük çoğunluğu ile Başöğretmen Atatürk’ü takdir eder ve severler. Önemli olan: Atatürk’ü takdir etmenin ve sevmenin yanısıra, onun izinde ve onun açtığı aydınlık yolda yürümektir. Kuru kuruya Atatürkçülük yapmak ve Atatürk’ün yolunda olduğunu söylemek bir şeyler ifade etmez… Atatürk’ü gerçekten sevenler onu iyi okurlar ve incelerler. Onu iyi tanımaya ve anlamaya çalışırlar. Atatürk’ün asker ve devlet adamı olarak unutulmayacak hizmetlerinin yanısıra, yüzyıllar geçse de değerinden bir şeyler kaybetmeyecek olan veciz sözlerinden ilham alarak kendilerine yön verirler… Hele öğretmenler.. Atatürk’ü çok iyi tanımak ve onu örnek alarak, hep iyiye ve doğruya öğrencilerini yönlendirmekle mükelleftirler…
26 27
Atatürk’ün Cumhuriyetinden Sonraki Hedefleri, A. A. M. (Sempozyum), İzmit 1998, s.33 Atatürkçü Düşünme El Kitabı, Ankara, 1998, s.189
247 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Eğitim sistemini başarılı kılan temel faktörlerden en önde geleni elbette öğretmenlerdir. Atatürk’e göre: – Memleketi ilim, irfan, ekonomi ve bayındırlık sahalârında yükseltmek, memleketimize her hususta çok verimli olan kabiliyetleri geliştirmek, gelecek nesillere sağlam, değişmez ve olumlu karakter vermek lâzımdır. Bu kutsal amaçları elde etmek için mücadeleye katılanlar arasında öğretmenler en önemli ve en hassas yeri almaktadır.”28 Atatürk 1922 de, Bursa öğretmenlerine seslenişte: “Ordularımızın kazandığı zafer sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanıp sürdüreceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız…”29 diyerek öğretmenlere olan güvenini belirtiyor ve onları teşvik ediyor. – Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusu ile kaimdir.” Diyen Atatürk, öğretmenleri askerlerle kıyaslayarak şu görüşü ifade ediyor: – Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür ordusu… Sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir ordunun fertlerisiniz.” 30 Bu sözler yorum gerektirmeyecek kadar açıktır. Atatürk yetişecek çocuklarımız ve gençlerimize verilecek bilgi ve eğitimle ilgili görevlerimizi şöyle ifade ediyor: – Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, ananatı milliyesine (milli geleneklerine) düşman olan bütün anasırla mücadele lüzumu öğretilmelidir.” 31 Atatürk çocukların eğitiminde önemli bir tavsiyede bulunuyor: – Çocuklarımızı aynı tahsil derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kat’iyen bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, marizdir.” 28
Atatürk’ün Cumhuriyetinden Sonraki Hedefleri, A. A. M. (Sempozyum), İzmit1998, s.28 Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248 30 a. g. e. –S; 247-248 31 Atatürkçülük 1. Kitap– Gen.-Kur.Yayınları.-M.E.Basımevi– s 297 29
248 Rasim PEHLİVANOĞLU
Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin hududu ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: 1. Milletine 2. Türkiye devletine 3. Türkiye Büyük Millet Meclisine, – Düşman olanlarla mücadelenin, esbap ve vesaitiyle mücehhez olmayan (sebep ve vasıtaları ile donatılmayan ) milletler için yaşama hakkı yoktur.”32 Atatürk’ün eğitici görüşlerine devam ediyoruz: – Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile, hakkı ile, birliği ile ters düşen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumunu ve milli duyguya dayanan düşünceleri büyük bir olgunlukla, her karşıt düşünceye karşı şiddetle ve fedakârlıkla savunma zorunluluğu telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün manevi gücüne bu özellik ve yeteneklerin aşılanması önemlidir…33 – Gelecek için yetiştirilen vatan çocuklarına, hiçbir güçlük karşısında baş eğmeyecek tam sabır ve dayanıklılık ile çalışmalarına ve örgenimde ki çocuklarımızın anne ve babalarına da yavrularının öğrenimlerini tamamlaması için her fedakârlığı göze almaktan çekinmemelerini tavsiye ederim. Büyük tehlikeler önünde uyanan milletlerin kararlarında ne kadar ısrarlı olduklarını tarih doğrulamaktadır. Silahı ile olduğu gibi kafasıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur.” 34 – Eğitim ve öğretim de uygulanacak metot, bilgi insan için fazla bir süs ve bir hükmetme vasıtası veya medeni bir zevkten çok, maddi hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik, kullanılması mümkün bir vasıta haline getirmektir.” diyen Atatürk: – İlk ve Ortaöğretim, mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve fenni versin, fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun” sözleriyle Atatürk okuyan, çocukların iş ve meslek sahibi olmalarını da öğütlemiş oluyor. Ve devamla diyor ki: Milli Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlâklı, karakterli Cumhuriyetçi, 32
Atatürkçülük 1.Kitap Gen.-Kur.Yayınları.-M.E.Basımevi– s297 a.g. e. s 297 34 a. g. e. s 299 33
249 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
inkılâpçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun içinde öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir. 35 Atatürk 1924 yılında, Muallimler Birliği Kongresinde: – Muallimler, yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr muallim ve mürebbileri sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin kıymetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı olacaktır” 36 diyerek de öğretmenlerin büyük sorumluluğunu hatırlatmış oluyor. – Çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istikbaline, kendi benliğine, milli gelenek ve göreneklerine (milli kültürüne) düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir” direktifini veren Atatürk, “Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister (…) Muallimler sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır (…) Hiçbir zaman aklınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür (bilgili, kültürlü, seziş ve anlayışlı) nesiller ister.”37 Sözleriyle, Cumhuriyetimizin ve istikbalimizin korunmasında, milli kültürümüze sahip olarak yetişen kuvvetli ve hür fikirli gençlere ihtiyacımız olduğuna dikkati çekiyor. Bu yetenekte ki gençleri yetiştirecek olan da şüphesiz ki öğretmenlerdir. – Yeni kuşak en büyük Cumhuriyetçilik dersini öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğrencilerden alacaktır” diyen Atatürk, – Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı ve halk öğretmenin, çocuğa yalnız alfabe okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır”38 diyerek de öğretmenlerin halka yakın ve halkla iç içe kaynaşarak, onların da yetişmesine yardımcı olmalarını ve de halkla el ele vererek çocuklarını daha iyi yetiştirmelerini öğütlemiş oluyor. Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında, öğretmenlerimizin sayısı oldukça azdı. Bu eksikliğe dikkati çeken Atatürk: 35 36 37 38
a.g. e. s 299
Atatürkçü Düşünce El Kitabı– Ankara 1998- s 189 Atatürkçü Düşünme El Kitabı, Ankara, 1998, s.189 Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;242
250 Rasim PEHLİVANOĞLU
– …Sayı noksanlığı, öğretmenlerimizin kıymet ve faziletteki yüksekliği ile ancak telafi edilebilir”39 diyor ve öğretmenlikte sayıdan çok kaliteye önem verilmesi gerektiğine parmak basıyordu. Atatürk’ün belirttiği gibi öğretmenlikte sayıdan çok kalite önemlidir. Atatürk yolunun yolcusu olan öğretmenlerimiz önce kendisini yetiştirmeli ve öğrencilerini de o değerde yetiştirme gücünü kendilerinde bulmalıdırlar. Şimdi görüyoruz ki, ülkemizde öğretmen sayısı çok fazladır. Ama okullarımız da eğitimsiz öğrenci yetiştiğinden herkes şikâyetçidir. Hattâ yetiştirmekle görevli olan öğretmenler bile şikayetçi olmaktadırlar. Biz neden böyle olduk ? Sebebini herhalde aramalı, bulmalı ve tedbirini ona göre almalıyız. Atatürk’ün söylediği gibi: – İlk ilham ana baba kucağından sonra mürebbinin lisanından, vicdanından, irfanından alınır.”40 Atatürk’e göre mürebbi sıfatını alan öğretmenler, öğrencilerinin her yönden gelişmesine yardımcı olmak ve onları kişilikli insanlar olarak yetiştirmekle görevlidirler. Atatürk: – Geçmişte sayısız medeniyetler kurmuş bir ırkın ve milletin çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız lâzım gelen şeylerin hepsini yaptığımızı iler süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok işlerimiz vardır.” Diyerek de daha pek çok yapacaklarımız olduğunu belirtmiş; bunları başarmanın yollarını bulmamız ve tedbirini almamız gerektiğini de vurgulamış oluyor. 41 Atatürk yolunun yolcusu olan öğretmen, ülküsünden dönmeden ve Türk kültüründen (yani milli kültürümüzden) sapmadan yücelmesini bilen ve öğrencisini de yüceltebilen öğretmenlerdir. Gerçek Atatürk öğretmeni böyle olacaktır. Unutmayalım ki: – Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir” diyen Atatürk, öğretmenleri kutsal görevinde teşvik etmiş oluyor. Bizde tamamlayalım: “Öğretmeni fedakâr olmayan milletler çökmeye mahkumdur.” 1985 yılı Kasım ayı, öğretmenler gününde bazı gazetelerde yayınlanmış olan, “Öğretmen Sevilirse” başlıklı makalemden önemli bölümleri, yeri gelmişken aşağıya almayı faydalı görüyorum. 39
Atatürkçü Düşünme El Kitabı, Ankara, 1998, s.189 Atatürkçülük (1.kitap) Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, 1988, İstanbul, s.301 41 Atatürkçülük 3.Kitap Gen-Kur yayınları M.E.Basımevi İst/1984 s 1431 40
251 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Öğretmen Sevilirse Başlıktaki sevilen sözünden kastedilen, öğrencilerin sevdiği öğretmendir. Yoksa, öğrencilerin sevdiği öğretmenlerle idarecilerin(amirlerin) sevdiği öğretmen her zaman aynı olmuyor: öğrenciler, herhangi bir art düşüncenin etkisine kapılmadan öğretmenlerini olduğu gibi görüyor. Faydalı öğretmeni daha iyi tanıyor ve kendisini içtenlikle seviyorlar. Sevdikleri öğretmeni görünce gözlerinin içi gülüyor ve kıvanç duyuyorlar… Öğrenci öğretmenini severse; ona gönülden bağlanır, sözlerini iğliyle dinler, davranışlarını örnek alır. Kabul Etmek Zorundayız: Seven öğretmen sevilir. Sevilen öğretmenin dersi sevilir, sevilen derse severek ve isteyerek çalışılır. Severek ve isteyerek çalışılan ders iyi öğrenilir, iyi öğrenilen ders iyi yetiştirir ve öğrenciyi gerçek başarıya ulaştırır. Gerçek başarıya ulaşan kişilikli(şahsiyetli) öğrenci, özlediğimiz kalıcı eser olarak cemiyet hayatında hak ettiği yeri alır… Görülüyor ki: bunların hepsi zincirleme olarak birbirlerine bağlıdır. Fakat zincirin ilk halkası kendisini iyi yetiştirmesini bilmiş ve gerçek eğitimci niteliğini almış olan idealist öğretmendir. Öğretmenlerin Görevi; Öğrencilerine sadece bilgi ve beceri kazandırmaktan ibaret değildir. Onları iyi karakterli, güçlü iradeli, terbiyeli (eğitimli) şahsiyetli insanlar olarak yetiştirmekte öğretmenin görevidir. Bu yönüyle öğretmen aynı zamanda eğiktendir (terbiyecidir). Öğrencilerin kalbini kazanmayı başaran ve onlar tarafından sevilip sayılan öğretmenler, eğitimi çok zor olan çocukları bile yetiştirmekte ve problemlerini çözmekte güçlük çekmezler İçinde insan sevgisi olan, vatan ve millet sevgisi ile yoğrulan iyi bir mesleki kültür alan, öğrencilerini tanımaya çalışan, onların özel sorunlarıyla ilgilenen, temiz ahlâklı, iyi niyetli, yumuşak ciddiyetli, şefkatli, tebessümlü, sabırlı, adaletli, hoşgörülü ve de disiplinli öğretmenler öğrencileri tarafından sevilir ve beğenilirler. İşte, öğretmenliğin sırrı buradadır. Ama böyle bir öğretmen nasıl olunacaktır? Öğretmenlik mesleğine ilgi duyan bu alanda kendisini yetiştirmek çabasında olan, okuyan, inceleyen, araştıran ve de düşünen öğretmenler, kısa zamanda kendilerini öğrencilerin sevgi hâlesi içinde bulurlar. Aşağıda sevilen bir öğretmenin, seven öğrencisi tarafından tanıtılışını okuyalım.
252 Rasim PEHLİVANOĞLU
Halen bir lise öğretmeni olan Hüseyin Kaya çok sevdiği ilk okuldaki hocası “VEYSEL Öğretmenini” bakınız nasıl tanıtıyor.: – …. O gelince okulumuz otoriter bir yapıya bürünmüştür. Her şey plânlı, her şey yerindeydi. Çünkü her yerde o vardı… Onun daha 10-11 yaşlarımdayken silinmeyecek bir şekilde aşıladığı vatan ve millet sevgisini hep yüreğime nakşetmişimdir. O attı bu koru yüreğime ve O üfledi. Çocuksu toz pembe hayallerle geçen gençlik yıllarımda, bu sevgiyle yol buldum hep. Ta o günden kafamda yerleşmişti O’nun gibi olmak ve O’na benzemek… Bir idealdi O benim için artık O ve onun mesleği… Okuyup öğretmen olmak, “Veysel Öğretmenim” gibi bir öğretmen olmak. Benim için erişilmesi gereken, seçilmiş yolların en kutsalı idi… Aradan yıllar geçti. Ve ben bugün öğretmenim. İdealimde ki bu mesleğe erişmenin mutluluğu var yüreğimde. Sana yetiştim öğretmenim … Senin bir öğrencin değil bir meslektaşınım. Ama şunu unutma ki, ne olursam olayım, her zaman senin ve senin gibilerin en saygılı bir öğrencisiyim. Sen ki, köyümüze olmayan şeyleri getirdin. Sen ki okulumuzda bizlere sevgilerin en büyüğünü aşıladın… Öğretmenin ve öğrenmenin güzelliklerini kavrattın bize. Yolun açık olsun ellerinden öperim. Veysel Öğretmenim!...” Öğretmen Hüseyin Kaya’nın yukarıya alınan mektubunda belirtilen bu sevgiye ve bu duyguya ekleyecek bir şeyim yoktur. Bunun gibi, yüzbinlerce öğretmenin içinde elbette çokça Veysel öğrenmenler vardır. Ama aksileri de olduğunu inkar edemeyiz. Keşke hepsi Veyse Öğretmen gibi olabilse. Seven öğrencisi öğretmeni için yazarda, seven öğretmen öğrencileri için yazmaz mı? İşte, halen emeklilik hayatını yaşamakta olan seven öğretmenin şiirini aşağıya alıyorum.
253 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Emekli Öğretmenim Emekli bir öğretmenim Fakat gönlüm çocuklarda! Düşlerime giriyorlar Öğrenciler okullarda:
İlkokuldan unutamam Akın, Okyay, Behice'yi... Ortaokul öğrencimler Emin, Osman, Hatice'yi...
Sınıfımda dersimdeyim, Dinliyorlar beni onlar. Mutluluklar içindeyim, Sevdiklerim karşımdalar!..
Sayıları binlercedir; Vatan için yetiştiler. Her biri bir ayrı işte Milletime hizmetteler!
İçim rahat gönlüm serin, Küçüklerim büyüdüler, Gerilerde kalmaz gözüm, Vatanımda yer ettiler... Rasim PEHLİVANOĞLU
Emekli öğretmenler de eğitimci olmak sorumluluğundan kendilerini dışlayamazlar. Emekli de olsalar asılları eğitimciliktir. Eğitimden tamamen koparak, kahve köşelerinde veya oyun masalarında (sigara dumanları içinde) kendilerini çürümeye terk eden emekli öğretmenler, eğitimcilik sorumluluğunu unutmuş veya duyarsız kalmış olanlardır. Yaşlanmış olsalar da her emekli öğretmen çevresine ve milletine faydalı olabilir. Boş geçen günlerinde okuyan, düşünen uyaran, teşvik eden hatta eser veren emekli öğretmenlere ülkemizin ihtiyaca vardır…
Öğretmen ve Öğrenci Öğrencinin yetişmesinde ve başarıya ulaşmasında, kendisinin göstereceği “irade gayreti” elbette başta gelir. Ancak, öğretmenin yönlendirici ve teşvik edici rolü inkar edilemez. Öğrencinin gelişmesinde ve başarıya ulaşmasında öğretmenin etkisini çok iyi belirten, öğrenci ağzıyla yazılmış anlamlı bir şiiri aşağıya alıyorum:
254 Rasim PEHLİVANOĞLU
ÖĞRETMENİM (1) Ben
bir gülüm, sen bahçıvan; Çok açarsam eser senin, Mis kokarsam hüner senin, Ama birde soluversem, Günah senin, günah senin Öğretmenim...
(2)
Ben elmasım, sarraf sensin; Pırlantaysam emek senin, Parlıyorsam yaldız senin, Ama birde parçalarsan; Kırık senin, kırık senin
Ben boş defter, kalem sensin; Doğru yazsan, yarın sensin, Güzel yazsan ikbal senin, Ama birde karalarsan; Vicdan senin, vicdan senin Öğretmenim...
Öğretmenim...
Ben tohumum, çiftçi sensin; Çok sularsan ürün senin, Bol olursam verim senin, Ama birde çürütürsen; Hata senin, hata senin Öğretmenim...
Ben öğrenci, sen öğretmen; Başarırsam hüner senin, Kazanırsam zafer senin, Ama birde kaybedersem; Yok diyecek başka sözüm Yorum senin, yorum senin Öğretmenim...
Hatice KÜLTUR/Düziçi-ADANA NOT: Bu şiir, Türkiye Çocuk Dergisinin 1989 yılında düzenlediği şiir yarışmasında birinci olmuştur. En büyük Türk Milliyetçisi olan Atatürk, 10. Yıl Nutkunun bir bölümünde ulaşmak istediğimiz büyük amacımızı belirttikten sonra, milletimizin yüksek meziyetlerini dile getiriyor ve şöyle söylüyordu. “…Türk Milletinin karakteri yüksektir. Türk Milleti çalışkandır. Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti Milli Birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk Milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir!” sözleriyle Milletimizin büyüklüğünü dile getiriyor. Aynı nutukta devam ediyor: “…Bugün aynı imanla ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk Milletinin büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır” diyen Atatürk, bu inancını sağlığında çeşitli vesilelerle dile getirmiştir.
255 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Eğitimde Atatürk Milliyetçiliği “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir” diyen Atatürk’e göre ülkemizde yaşayan değişik isimler altındaki bütün vatandaşlarımız Türk Millerinin bir ferdi oluyor. Atatürk: – Türkler demokrat, özgür ve sorumlu vatandaşlardır. Cumhuriyetin kurucuları ve şahısları bizzat kendileridir” 42 diyerek de Türk Milletinin sorumluluğunu ve de devlet kuruculuğunu belirtmiş oluyor. Atatürk, Konya’da gençlerle yaptığı konuşmada: – Bizim milletimiz, milliyetinden habersiz oluşunun çok cezasını çekti (…) Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki çeşitli kavimler hep milli esaslara sarılarak milliyet duygusunun kuvveti ile kendilerini kurtardılar… Biz onlara yabancı bir millet olduğumuzu, içlerinden sopa ile kovulunca anladık. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış.” Daha önce yazıldığı gibi: – Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olur.”43 Diyen Atatürk, milli benliğimize (milli kültürümüze) sahip çıkmamızı, kendimizi unutmamamızı öğütlüyor. Özellikle, öğretmenlerimizden ve onların yetiştirdiği öğrencilerimizden bunu bekliyor. – Türk Milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda, milletler arası ilişki ve yakınlaşmalarda, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun kendine özgü karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı tutmalıdır”44 diyen Atatürk başka milletlerle uyum içinde yürürken de kendi karakterimizi korumamız gereğini vurguluyor.
Atatürk Milliyetçiliğinde Millet ve İnsanlık Sevgisi Milletini çok seven, “Gerektiğinde milletim için canımı vereceğim” diyen Atatürk, bütün dünya milletlerini de sever, onların da milliyetlerine saygı duyardı. Mazlum milletlerin hürriyetlerine kavuşmaları en büyük dileğiydi. Türk kurtuluş savaşını başarmakla onlara da örnek olmuş ve hattâ önder olmuştu.
42
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248 Mehmet Evsile: Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinden Konularından İndeksleri, s.82. 44 Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G. 2.basım-A. A. M.–Ankara 2005-S;247-248 43
256 Rasim PEHLİVANOĞLU
Üstün ırk nazariyesine şiddetle karşı koyan Atatürk’ün milliyetçiliği bencil değil, diğerkâmdı. Bir konuşmasında: – Gerçi bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle milliyetçileriz ki bizimle iş birliği eden bütün milletlere saygı gösterir ve uyarız. Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, herhalde bencil ve gururlu bir milliyetçilik değildir”45 diyen Atatürk, başka bir konuşmasında: – Türk milleti, vicdanında milli duygunun yanında insani duygunun şerefli yerini daima korumakla öğünür. Çünkü Türk milleti bilir ki, (…) bütün uygar milletlerle karşılıklı insani ve uygar ilişki, elbette gelişmemize devam için gereklidir. Buluşları ile insanlık alemine hizmet etmiş insanların, milletlerin değerini takdir eder ve anılarını saygıyla korur. Türk milleti insanlık aleminin samimi bir ailesidir.”46 Diyen Atatürk’ün bu sözlerinden de anlaşılacağı üzere, sadece Türk Milletine değil bütün insanlara duyduğu sevgi ve insanlığa hizmet ülküsü ile yoğrulmuş bir Türk Milliyetçisidir. Türk Milleti, bu tarz milliyetçilikle dünya milletlerine örnek olmakta ve milletlerin dostluğunu kazanmaktadır… Öğretmenlerin bir görevi de, vatan ve millet sevgisinin yanı sıra, bütün milletleri kapsayan insanlık sevgisini öğrencilerine aşılamaktır. Ve onların da milli değerlerine saygı duymalarını öğretmektir. Buraya bir fıkra ekleyelim. Bayrak Bir Milletin İstiklal Alâmetidir. 30 Ağustos 1922 sabahı. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa cephede dolaşırken binlerce insan ve hayvan cesedi karşısında duygulanmış, şunları söylemişti. – Bu feci manzara bütün insanlığı utandırabilir. Ama bu, meşru bir vatan müdafaasının tabii bir neticesidir. Fakat Türkler başka milletlerin vatanında aynı şeyi yapmayacaklardır. Bizi mecbur ettiler.” Yerde yatan bir Yunan bayrağını kaldırmalarını işaret ettikten sonra: – Bayrak, bir milletin istiklâl alâmetidir. Düşmanında olsa hürmet etmek lâzımdır.” 47
45
Utkan Kocatürk: Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri-G.ş 2.basım-A.A. M.–Ankara 2005-S;317 a. g. e.- S;316 47 Başarı Dergisi Özel Sayı: Akbank’ın Çocuklara Armağanı İst /1981 s 14 46
257 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Okullarımızdaki Öğretimde Başarısızlığın Asıl Nedeni Sistem mi, Uygulama mı? Önceki bölümlerde belirtildiği gibi, öğrencinin öğretmenden not alması, sınıf geçmesi, diploma alması görülen başarıdır, sayı başarısıdır. Gerçek başarı ise, öğrenciye kişilik kazandıran özlediğimiz ideal başarıdır. Okullarımızda, gaye olan eğitime ulaşmadan verilen öğretimdeki genel başarısızlığın nedeni bugün tartışma konusu olmaktadır. Kimilerine göre, eğitimdeki başarısızlığımız sistemden ileri gelmektedir. “Bu sistemle bu kadar eğitim verilebilir” diyenlerin karşısında “Başarısızlığın asıl sebebi, sistemde değil uygulamada aranmalıdır” diyenler de vardır. Bunlar daha haklı gerekçelere dayanmaktadırlar. Zira, sistem bir şekildir. Programlar, yönetmelikler, talimatlar, ölçme değerlendirme yolları ve başkaları sistemdir. Asıl olan, sistemin uygulanmasıdır. Uygulayıcı işinin ehli olmazsa sistem başarılı olamaz. Zira: En iyi sistemde, kötü uygulayıcılar elinde kötü neticeler alınır. Aksine en kötü sistemde bile işinin ehli iyi uygulayıcılar elinde çok iyi neticeler alınabilir. Bozukluk sistemdedir diyerek, devamlı sistemle oynamak, habire sistem değiştirmek uygulayıcıları da şaşkına döndürür. Öğretmenliği beğenmezcilerin şikayetlerine fırsat verilmiş olur. O bakımdan, başarılı olmuyor diye getirilen yeni sistemi de hemen değiştirmeyi düşünmek yerine, mevcut sistemin verimli işletilmesinin yollarını aramak daha doğru bir çaba olur. Bu da getirilen sistemi iyi tanımak ve onu iyi uygulamakla mümkün olur. Sistemsiz hiçbir şey olmaz. Elbette sistem şarttır. Ama uygulayıcı en az sistem kadar önemlidir. Türk milli eğitiminin amacını iyi bilen ve iyi bir uygulayıcı olan, inisiyatif sahibi ehil öğretmen, sistem bozukta olsa, verilen emirler yersiz de olsa, o kendi sistemini kendisi kurabilir ve çok başarılı sonuçlar alabilir. Sonuca gelelim: Eğitimde sistem gereklidir. Sistemde aksayan taraflar düzeltilerek geliştirilebilir. Fakat asıl olan uygulamadır, uygulayıcıdır; uygulayıcının kişiliğidir, iyi yetişmiş olmasıdır. Eğitimci kişiliğinden yoksun o tip öğretmenler ve kayırmayla gelen yeteneksiz yöneticiler elinde kalan okullarımızda, gerçek başarıya ulaşan verimli sonuçlar alınamaz. Bu tip okullarda, Atatürk’ün ifade ettiği, “…fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” öğrenciler yetiştirmek mümkün olamaz.
258 Rasim PEHLİVANOĞLU
Milli bünyemize uygun geçerli eğitim sistemini geliştirmek ve bu sistemi maharetle uygulayacak öğretmenler ile yöneticileri iyi yetiştirmek, gerçek başarıya ulaşmamızda atılacak en önemli adımlardır. Bu gerçeği görerek ve kabul ederek ona göre tedbirler almamız gerekli olmaktadır.
Bugünkü Eğitim Uygulamalarımız Atatürk’ün Görüşlerine Uygun mudur ? Baştan beri, Atatürk’ün öğretim ve eğitim ile ilgili görüşlerini dile getiriyoruz. Ama bu görüşlerini bugünkü okullarımızdaki uygulamayla ve çoğu öğretmenlerimizin tutumuyla ve de yetişen gençlerimizin davranışlarıyla karşılaştırdığımız takdirde, ortaya çıkan sonucun hiç de iç açıcı olmadığını görüyoruz. Gerçeklere bakarak, açık yürekle söyleyebiliriz ki: Türkiye milli eğitimi genel olarak başarılı değildir. Uygulama, gerçek başarıya ulaşmaktan uzaktır. Başarısızlığın bir çok sebepleri olabilir, bunlardan öğretmenlerle doğrudan ilgili olan iki önemli sebebi aşağıya almakta fayda görüyorum. a) Çalışan öğretmenlerimizin ve okul yöneticilerinin yeterince okumamakta ve kendilerini yetiştirmemekte oldukları görülüyor. Hiçbir kitap okumayanlar da olduğu söyleniyor. Özel araştırmalarıma göre edindiğim kanaat budur. Okul müdürleri, teftiş elemanları, kendilerini yetiştirme ve okuma sevgilerini almada öğretmenlere örnek olamıyor ve gerekli rehberliği yapmıyorlar. Dolayısıyla, öğretmenler de kendilerini yenileyemiyorlar. Kendilerini yenileyemeyen öğretmenler, öğrencilerine okuma sevgisini ve sistemli çalışma alışkanlığını veremiyorlar. b) Öğrencilerimiz, okullarda başarılı olmanın, verimli çalışmanın ve iyi öğrenmenin yollarını bilmiyorlar. Bu konuya önem verip öğrencilere öğretenler de olmuyor. İsteksiz ve düzensiz çalışmalarla gerçek başarıya ulaşılamıyor. Gerçek başarıya ulaşmanın yollarının ne olduğunu öğrenmek ihtiyacını da genellikle duymuyorlar. Çünkü öğretmenler, bu konuda öğrencilerini yeterince uyaramıyorlar. Zira, gerçek başarıya ulaşmanın yollarını genellikle kendileri de bilmiyorlar. Bu konuda yazılmış yol gösterici kitapları da arayıp bulmak ihtiyacını duymayanlar çoğunlukla bilmedikleri ve öğrenmek ihtiyacını duymadıkları şeyleri öğrencilerine nasıl öğretebilirler? Dershaneye girip çıkmakla, eğitici olmaktan uzak kuru bilgiler vermekle eğitimcilik görevini yaptığını sanan
259 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
öğretmenlerin çoğunlukta olduğu kanaati hakimdir.. Bu gerçekleri öğretmenlerin bizzat kendilerinden öğreniyoruz. Çoğu öğretmenlerimiz, açık yüreklilikle kendi hatalarını söylemek olgunluğunu gösterebiliyorlar. Hele birde, “Devlet bana ne veriyor ki, ben ne vereceğim” diyecek kadar sağduyudan yoksun öğretmelerin sayısı da az değildir. Böylesi öğretmenler, öğretmenlikte maddi kazançtan ziyade manevi zevkin önemli olduğunu fark edemiyorlar. İlk öğretmenlik yıllarımda öğrenmiştim. Bir Alman eğitimcisi: “Manevi zevklere meftun olan kimseler öğretmenlik mesleğini seçmelidirler. Öğretmenlikte maddi kazanç arayanlar asma diksinler, bahçıvanlık yapsınlar” demiştir. O yılların Almanya’sında asma dikmek, bahçıvanlık yapmak para kazandırdığı için öyle söylemiş olmalıdır. Bizdeki öğretmenliği beğenmeyenler de, kendilerine güveniyorlar ise, istifa etsinler de çok para kazandıracak başka bir iş yapsınlar demekten kendimizi alamıyoruz. Hiç değilse onlardan boşalacak yerlere sırada bekleyen öğretmen adayları atanır ve onlara iş bulunur. Ama öyle yapmayıp, çalışmaya başlayan yeni öğretmenlerin de morallerini bozmaya devam edenler bulunuyor. Bu tarz öğretmenlik, Atatürk’ün tanımladığı öğretmenlik idealine elbette uygun değildir. Atatürk’ün tanımladığı ve özlediği öğretmen: Hangi şartlar altında olursa olsun, görevine isteyerek ve severek devam eden, okuyan, araştıran, kendisini yetiştirmeye ve yenilemeye çalışan, öğrencilerini sevebilen ve sevilen, onları en iyi şekilde ve ülkü sahibi gençler olarak yetiştirerek millet ve memleket hizmetine hazırlayan idealist (ülkücü ) öğretmenlerdir. Milletimizi, Atatürk’ün belirlediği bu yüce ülküye ulaştıracak, yılmadan ve yorulmadan bu yolda yürüyecek gençleri yetiştirmek elbette öğretmenlerimizin görevidir.
260 Rasim PEHLİVANOĞLU
Öğretmenler eser veren insanlardır. En büyük eserleri ise öğrencileridir. Bu gerçeği küçük bir şiirimle ifade ediyorum:
Kalıcı Eser Dünkü hizmet dünde kalır. Hizmetini sürdürecek, Asıl olan gelecektir. Yüzlerini güldürecek, Bu dünyadan göçersek de Seni daim sevdirecek Hizmet sürüp gidecektir. Bir eserin kalacaktır. Öğretmenin eserleri Birkaç değil binlercedir. Eğer iyi yetişmişse Her öğrenci bir eserdir!.. Rasim PEHLİVANOĞLU
261 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
23- Atatürk’ün Sofrasında Fikir Ziyafetleri (Faydalı Sofra Sohbetleri) “Atatürk’ün sofrası” diye anılan, gece yarılarına ( bazen sabahlara ) kadar devam eden, davetli misafirlerin katıldığı yemek sofraları, kendi ismi kadar ünlenmiştir. Bu yemek sofraları, bir bakıma Türk Dünyasının Akademisi olmuştur… Sofra devam ederken, memleket yönetimiyle ilgili her şey konuşulmuş ve önemli görüşler ileri sürülmüştür. Güncel konular gündeme gelmiş ve üzerinde tartışmalar yapılmıştır… Atatürk’ün sofrasına “içki sofrası ” diyenler de olmuştur. Fakat onlar işin gerçeğini göremeyenler veya görmek istemeyenlerdir. Zira, yakınlarının söylediklerine göre, Atatürk hiçbir zaman ölçüyü kaçırmamış ve sarhoş olmamıştır. Ama sarhoş olanları konuşturmasını ve dinlemesini bilmiştir. Bu yolla, yemeğe katılanların değerini ölçmüş ve anlamıştır. Misafirler dağıldıktan sonra da hemen uyumamış, masası başına geçerek, o günkü konuşmaları ve ileri sürülen fikirleri değerlendirmiştir. Her gün çok az uyumuş, hiç uyumadığı günlerde olmuştur. Yeni başlayan günde, zamanı geçirmeden görevinin başında bulunmuştur. Kendisine hizmet edenlerin anlattığına göre, 48 saat boyunca yatağının hiç açılmadığı günler çok olmuştur. Atatürk’ün buluşu olan gece sofrası sohbetleri, arkadaşlarıyla bir araya gelip memleket işlerini müzakere etmeleri ve de herhangi bir işte görevlendireceği kimseleri yakından tanıyabilmeleri bakımından çok faydalı olmuştur. Atatürk’ün gece sofralarında memleket işleriyle ilgili çok değişik konuların konuşulduğunu yukarıda yazmıştık. Değişik kitaplarda yer alan bu konuda birkaç görüşü aşağıya alıyorum:
Akademik sofra – Milli Mücadelenin başladığı günlerden itibaren Mustafa Kemal’in sofrası Türk dünyasının akademisi olmuştur. Her nevi yeniliklerinin ve inkılâpların münakaşası o sofrada yapılmış ve yine o sofrada hakikatlerin yolu ve sırrı aranmıştır. Atatürk, fikrine ve bilgisine müracaat ettiği insanları daima sofrasına davet etmiş ve onları birbirleriyle münakaşaya sevk ederek en salim ve en doğru yolu bulmaya çalışmıştır. 1 1
Hikmet Bil: Atatürk’ün Sofrasında – Ekicigil Matbaası s 3
262 Rasim PEHLİVANOĞLU
Sofrada Sınav “Mustafa Kemal, omuzlarındaki yükün ağırlığı hakkında fikri olmayan bir kabile reisi değildi. Görevlendirdiği her arkadaşını birer birer sınavdan geçirirdi. Bir istidat (yetenek) gördüğünde, onu çabuk yetiştirdiği kadar; başarısızlık gördüğü vakit de çabuk feda ederdi.” Atatürk’ün hareket ve heyecan dolu hayatının tek zevki akşam sofrasıydı. Hoşlandığı veya iltifat etmek istediği beş on arkadaşını etrafına toplamak, onlarla sohbet etmek, böylece tatlı bir gece geçirmek biricik eğlencesiydi. Ancak sofrası yalnız bir sohbet yeri olarak kullanılmazdı, orası adeta bir seminerdi. Gazi çağırdığı kimselerin her birine bir konu verir, fikirlerini söyletir, hissettirmeden onları imtihan eder, kabiliyetlerini ölçerdi. Bu sohbetlerin birinde doğruyu açıkça söylemişti: – Benim gözümde hiçbir şey yoktur. Ben yalnız liyakat âşığıyım” 2 demişti.
Değerlendirme Yeteneği: Tavsiye, iltimas, hele dalkavukluk Atatürk’ün en nefret ettiği şeylerdi. bilgi ve çalışkanlık ise en fazla değer verdiği vasıflardı. Sadece itaatli olması da bir görev adamının sivrilmesi yükselmesi için yeterli değildi. Etrafını çeviren hemen herkeste bu itaati bulabilirdi. Sırf bu meziyetinden dolayı, koskoca devleti şuna buna bırakacağını sanmak Mustafa Kemal’i tanımamak demektir. Sorumluluğun büyüklüğünü onun kadar kavramış bir devlet adamına pek az rastlanabilir. Görev verdiği belli başlı kişiler hakkındaki değerlendirmelerinde, yanılgıya düştüğü görülmezdi. Kazara bir yanlış kanıya varmışsa, bunu en kısa zamanda yine kendisi düzeltirdi. 3
Atatürk’ün Sofrasındaki Fikir Ziyafeti ile İlgili Fıkralar Sofraya Hazırlık Atatürk’ün sofracı başısı şöyle açıklamaktadır. Atatürk’ün sofrası, sofradan çok bir okula benzerdi. Sofrayı hazırlarken nasıl çiçekle süslemeyi ihmal etmezsem, tabaklarının bıçaklarının, 2 3
Muvaffak İhsan Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk Ank/1982 s 78 a. g. e. s 79
263 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bardaklarının yanına mutlaka birer bloknot ile kalem yerleştirmeyi de unutmazdım. Yemek odasının bir köşesinde de okullardaki gibi bir kara tahta bulunurdu. Tebeşiriyle, silgisiyle o da sofranın bir parçasıydı. Belki şaşıranlar olur ama o karatahtaya ben bile çağrılmıştım. 4
Gece Yarısı Kırşehir Yolculuğu Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’nin telefonu gece yarısı uykudayken çalıyor. Atatürk’ün yaveri hemen köşke gelmesini istiyor. Acele hazırlanıp köşke gidiyor. Meğer o gün, Kırşehir öğretmenlerinin birkaç aydan beri maaş alamadıklarını şikayet eden bir mektup almış. Bakan, havalar kış olduğundan postaların işleyememiş olduğu mazeretini iler sürüyor. – Ya … Demek muhasaradayız, öyle mi? diyen Atatürk sofradan kalkıyor. – Kırşehir öğretmenlerinin dertlerini yakından dinleriz” diyerek derhal hareket emrini veriyor. Sofrasında davetli bulunanlardan bazılarını da beraberine alarak gece yarısından sonra yola çıkıyor. Fena halde yağışlı havada bir köyün kahvehanesine sığınıyorlar. Kahvehanenin yanan sac sobasından ısınıyorlar… Bu arada kendi okul hayatından sobayla ilgili anılarını anlatıyor… Ertesi gün Kırşehir hududunda Vali Atatürk’ü karşılıyor. Bu arada Atatürk’ün otomobili bir tarlaya saplanıyor. Etraftan yetişen köylüler otomobili kurtarmaya çalışıyorlar. Vali de resmi kıyafetiyle çamur içinde köylüleri gayrete getirmeye çalışıyor…5 İşte, sofra başındayken, haklı bir şikâyeti tahkik için gece yarısı, kar kış demeden yollara düşen ve türlü eziyetlere katlanan Mustafa Kemal Atatürk….
Küçük İşler Atatürk sık sık sofra arkadaşlarına Celal Bayar’ı soruyor yaptığı işleri öğrenmek istiyordu. Yine bir defasında: – Celal Beyefendi ne yapıyor diye sordu. Sofradakilerden biri, “didiniyor” diye karşılık verdi. Atatürk bu karşılığa sinirlenmişti. Birkaç gün sonra Bayar’ı köşke çağırdı. – Ne yapıyorsun ? diye sordu. Celal Bayar: – Çalışıyorum. 4 5
Adnan Nurbaykal: M.K. Atatürk’ün Liderlik Sırları s ix a. g. e. s 28-29
264 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Ben sordum didiniyor dediler. Tavsiye ederim, küçük işlere tenezzül etme… – Küçük işleri düzeltmedikçe, büyük işlere yönelemem. Bakanlık teşkilatını hedefimiz olan işlere hazırlıyorum. Bunun içinde üç aylık bir zamana ihtiyacım var. – Pekala … Başarılar dilerim. 6
Tarih Bilgisi Japon veliaht’ı gelmişti. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar. Atatürk bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı. Japon veliaht’ı hayret etmişti. Atatürk, tarihten mitolojiye geçti yine Japon mitolojisini konuştu, veliaht ağzı açık kalmıştı. Söz edebiyata intikal etti Atatürk: – Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük etkileri vardır… diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okudu. Veliaht, bunları nereden biliyorsunuz diye soramadı. Fakat Atatürk’ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştı. Atatürk hep böyleydi. Her şey plânlıydı. O, bütün bunları Veliaht gelmeden 10 gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti. 7
En Kötü İhtimal Bir gün bir romancı ve tarih yazarı, Atatürk’e bütün isteklerine ulaşma başarısının sırrını sormuştu. – Durur, dinlerim, dedi. Sonra tekrarladı. – Durur durur dinlerim. Ve sustu. Sakarya Zaferi tacını giyinceye kadar durup durup dinleyecekti. – Ben her hangi bir işe giriştiğim zaman karşımdakinin ne yapabileceğini ve en kötü ihtimalleri düşünürüm. Ona göre tedbirlerimi alarak hareket ederim. 8
Hiçbir Konuyu Küçük Görmemeli Atatürk Çankaya’da hemen her akşam fikir ziyafetleri düzenler ve bu ziyafetlerde de leziz tartışmalar açarak söyler, söyletir, çevresindekilerin aynı konudaki çeşitli düşüncelerini öğrenmeye pek çok önem verirdi. Atatürk’ün bu hususta gösterdiği dikkat ve özen, eski ve samimi bir arkadaşının merakını, biraz da hayretini çeker kalkıp sorar: 6 7 8
a. g. e. s 41 a.g. e. s 86
265 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Sanki ihtiyacınız varmış gibi herkesin düşüncesini bu kadar gayretle sorup anlamanızdaki amaç nedir?... Size ne yararı olabilir yani? Arkadaşının sorusuna Atatürk gülerek şu yanıtı verir: – Ne düşündüklerini anlamaya çalıştığım kimselerin düşünceleri benimkilerin aynısı ise ne âlâ. Düşündüklerim daha güç kazanmış olur. Yok eğer benimkinin aynı değil de farklı ise, gene mükemmel fena mı? Ben de çeşitli fikirler elde etmiş olurum. Aynı zamanda kendimi her iki durumda da kazançlı kabul ediyorum. Dikkat ettim. Bazen hiç olmadık adamlardan ben çok şeyler öğrenmişimdir. Hiçbir kanıyı küçük görmemek gereklidir. En sonunda kendi düşüncemi uygulasam bile, herkesi ayrı dinlemekten zevk alırım. 9
Dahi Odur ki Her zaman Atatürk sual sormaz ve imtihana çekmez ya! Bir günde sofrada neşeli bir zamanında Atatürk’ü imtihana çektiler. Arkadaşlarının biri sordu: – Lütfen cevap verin, dahi kime denir? Atatürk tereddüt etmeden ve kendisinin imtihana çekilmesini yadırgamadan cevap verdi, – Dahi odur ki, ilerde herkesin kabul ve takdir ettiği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik der. 10
Sevgiyi Sınama Bir gece Çankaya Köşkündeki sofra ziyafetinde devrin vekillerinden birinden bir kişiye Atatürk şöyle bir soru sorar: – Beni hakikaten sever misiniz?. Muhatabı hemen cevabı yapıştırır: -– Sevmek ne kelime atam, taparım! – Peki her dediğimi de yapar mısınız. – Derhal! … Atatürk bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarıp ona uzatır, – Öyle ise al tabancamı sık kafana … Onun emreden bu hitabı karşısında ne yapacağını şaşıran zat: – Aman atam der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz ? Benim ölmemi istemezsiniz. Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan heybetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp, aynı sualleri 9
a. g. e. s 169-170 a. g. e. s 200
10
266 Rasim PEHLİVANOĞLU
sorup cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslardan kopmuş kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp, kafasına sıkmasını emreder. Mehmetçik bu emri tereddütsüz yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz, çünkü Atatürk daha önce tabancasından mermileri çıkarmıştır. İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der: – Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü ?” 11 Yazar Falih Rıfkı Atay’ın ÇANKAYA kitabından sofra anıları ve görüşleri:
Korkunç Değilsin “… Atatürk’ü Çankaya Meclislerinde tanıdım. Akşam Meclislerinden dostları ile buluşmak. Olaylar ve şahıslar üzerine hatıralarını anlatmak, tartışmalarda bulunmak eski adeti idi. Sofrasında bulunanlar, Onu kendi kafalarının iki kulağı ile dinlemişler, çok defa yanılmışlardır. Bir “emir” ve “nehiy” zorbası değil de inandırıcı, bağlayıcı bir lider olmayı istediği ve sevdiği için bazen yorucu, pek zeki olmayanları şaşırtıcı dolaşık yolları seçmiştir. Atatürk’ün davasına ölesiye bağlı, fakat içini dökmekten hiç çekinmeyen fikir arkadaşlarından biri Recep Peker’dir. Hatıralarım arasında şöyle bir not var: “ adeta şakalı bir konuşmadan sonra bahis bilmem neden korku meselesine geldi. Atatürk’ün yanında oturan Recep’e: – Sen benden korkar mısın ? diye sordu. Recep güldü. Atatürk: – Karşıma geç! dedi. Geçti: – Korkar mısın korkmaz mısın, söyle, dedi. Recep Peker: – Hayır” dedi. Ne senin arkadaşların korkaktırlar. Ne de sen korkunçsun. Biz inanarak senin ideallerine bağlıyız. Sen sevilen adamsın, korkunç olamazsın. Atatürk – Gel gene yanıma otur,” dedi. 12
Sofranın Müstesnası İsmet Paşa, Mustafa Kemal Atatürk sofrasının birincisi ve müstesnası idi. Nüfuzu o kadar büyüktü ki, bugün, kendisinden laubalice bahsedenlerin, İsmet Paşa sofraya gelince ağızlarını bile 11 12
a. g. e. s 200-201 Falih Rıfkı Atay: Çankaya – Pozitif Yayınları İst/2004 s 11
267 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
açmadıklarını, gülüyorum…
sayısız
akşamları
hatırlayarak
içimden
15 yıl onun hususi meclislerinde bulunanlar bilirler ki, Mustafa Kemal, İsmet Paşa’yı bütün arkadaşlarından daima üstün tutmuştur. Onun zekâsına, faziletine, devlet idaresine güvenmiştir. Nice defalar: – Çocuklar, Çankaya’da rahat ediyorum, İsmet sayesinde” demiştir. Bu sözü duymayan Çankaya davetlileri parmakla gösterilebilir. Mustafa Kemal ve İsmet Paşa, aralarındaki nispet ayrıca muhakeme edilmek üzere birbirlerini tamamlamışlardır. 13
Sofrada Bir Adam Atatürk’ün sofrasında devrinin bütün çeşitleri vardı. Bir akşam yanındaki hanıma sofrasındaki bir davetliyi göstererek: – Bu adamın ne bayağı olduğunu bilemezsiniz” demişti. Sonra fikrini daha da kuvvetlendirmek için: – Hani çöp tenekesi vardır. İçine her türlü süprüntüler konur ne kadar boşaltsanız dibinde yapışık bir şeyler kalır. İşte bu o şeylerdendir” sözlerini ilâve etmişti. Hanım şaşırarak: – Aman Paşacığım, öyleyse ne diye sofranıza alıyorsunuz.?” Demesi üzerine, M. Kemal: – Haa… İşte onu da sen bilemezsin kızım” cevabını vermişti.14 Yakını olan Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” isimli kitabından, Atatürk’ün sofra meclisleriyle ilgili anlatımlarından, önemli gördüğüm bazılarını daha aşağıya alıyorum: İlk gençliğinden son günlerine kadar kendisini tanıyanların hepsi için Atatürk adı, sofra sohbetlerini hatıra getirir. Dostları ile, akşamları sofra başında buluşmak ve geç vakitlere kadar konuşmak adetiydi. Pek az zevk ve eğlence meclisi olmuştur. Bunlar da, hani okullarda tatil saatleri vardır, öyle bir şeydir. Saatlerce pek ciddi şeyler okur, yahut yazardık. Beyninin hiç yorulduğunu bilmiyorum. Hastalandığı yıllara kadar da şaşırtıcı bir hafızası vardı…15
13
a. g. e s 436-437 a. g. e. s 438 15 a. g. e s551 14
268 Rasim PEHLİVANOĞLU
Orduda iken askerlik meseleleri, sivilde iken devlet ve devrim meseleleri, hepsi, bazen sabahlara kadar sofrada görüşülmüştür. Söyler ve dinlerdi. Yalnız kendi düşündüklerini herkese anlatmak değil, herkesin düşündüğünü de kendi anlamak, türlü memleket seslerini duymak meraklısı idi. Sentezci bir dehası vardı. Birkaç saatlik dağınık ve sıçramalı sohbetlerden sonra, derleme ve toparlama yapar, mantıklı, açık ve iyice çerçeveli bir tefekkür ( düşünce) eseri verirdi. Bilmediklerini, sofralarında bildiklerinden öğrenirdi. Davetlileri daima pek çeşitli olmuştur. Ateşli ve gururlu milliyetçilik, eğilip bükülmez bir irade ve kendine güven duygusu şahsiyetine hâkimdi. Sevdiklerinin ve birlikte bir şeye inandıklarının tenkitlerine, itirazlarına, tartışmalarına inanılmaz bir katlanışı, hoşgörürlüğü vardı. Türk dili ve Türk tarihi meseleleri, onun sofrasında tam bir fakültelik zaman tutmuş olduğunu tahmin ediyorum. Hep tebeşirli kara tahta karşısında idik. Bakanlar, Profesörler, Millet Vekilleri hep o tahtaya kalkmışızdır. Ondan başka hepimiz yorulur ve doğrusu biraz da usanırdık. … Ne askerliğinde, nede sivil hayatında geç kalmak, hattâ sabaha kadar kalmak onu vazifesinden alıkoymamıştır….Pek efendi bir ev sahibi ve eski Omsalı deyimi ile pekte “ edepli ”idi. 16
Sofrayı Terk Rahmetli Reşit Galip’in çok defa yanlış yazılmış bir vakası vardır. Atatürk’ün bir yabancı lokantacıya vermiş olduğu bahşiş meselesini, biraz içkili olduğu için mübalağa ile tartışıyordu. Atatürk: – Galiba rahatsızsınız biraz dinlenseniz” dedi. Reşit Galib: – Burası milletin sofrasıdır. Ben milletin sofrasında oturuyorum” cevabını verdi. Atatürk hiç bozmayarak: – Beyefendinin hakkı var. O halde biz sofrayı terk edelim” dedi. Herkes ayağa kalkıp çekildiler. Birkaç gün sonra idi. Reşit galip davetliler arasında bulunuyordu. Bir hayli zaman geçtikten sonra Atatürk: – Bana iki nefer çağırınız, dedi. İki nöbetçi içeri girdi. Reşit Galib’i işaret ederek: – Beyefendiyi dışarı götürünüz” dedi. 16
a. g. e s551
269 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kucakladıkları gibi çıkardılar. Reşit Galip bilmeyerek yaptığı eski hatasından utanıyordu. Sıkılarak tekrar sofraya geldi. Atatürk’ün neyi anlatmak istediği belli idi. O saatten sonra Atatürk en çok yine onunla keyifli keyifli konuşmuştu. (Daha sonra ki yıllarda Reşit Galib’i Milli Eğitim Bakanı yapmıştır.) 17
İçki Sofrası Değildi Atatürk’ün, iş başından artan ömrü sofrada geçmiştir. Bu bir içki ve cümbüş sofrası değildi. Dostları ile hatta düşmanları ile sohbet ve tartışma meclisi idi. Atatürk hayallerini, tasarılarını, ıstıraplarını, hatıralarını ta genç subaylığından son zamanlarına kadar sofrada anlatmıştır. Selanik’te askeri dehasını tanıtan tatbikat oyunlarına sofrasından kalkarak gittiği gibi, her devrim gününün başlangıcı da bir sofra sabahı idi. Eğlence alemi, aşıp taştığı yerde yine sofra meclisi olmuştur… Bazen bir meseleyi daha fazla deşmeye misafir çeşidi elverişli olmadığı zaman: – Galiba yorulduk! der, meclise son verir, vedalaşmak üzere elini sıkanlardan birtakımına “teşekkür ederim”, birtakımına usulca: – Siz biraz daha kalınız” derdi. Nice sırlarını yıllarca vicdanı içinde tutan Atatürk’ün, ağzından kaçırmışa benzeyen “gevezeliklerin” %90’ı hesaplı ve tertipliydi.” 18
İmtihan Meclisi Olan Sofranın Kaçan Neşesi Sofra bir imtihan Meclisi idi de! Hiç söylemeksizin hissettirmeksizin, bir vazifede kullanacağı adamları, içki aleminin pek elverişli olduğu türlü yönlerden yoklardı. Hükmünü kolay verirdi. Çok defa da aldanmazdı. 19 Atatürk sofrasının yıllar süren şevki ve neşesi, Cumhuriyet’in 10. yıl dönümünden bir müddet sonra yavaş yavaş kaçtı. Hekimlerin üstüne kondurmadıkları yıkıcı illet kara ciğerini yiyor ve sinirlerini yıpratıyordu. Eşsiz hafızası sönüyor, sağduyusu kararıyordu. Atatürk’ün tahammülü ve müsamahası azalıyor, irade, zekâ ve kudretinden şüphe edildiğini sanmak kompleksi, sık sık asabiyet nöbetlerine sebep oluyordu. 20
17
a. g. e. a. g. e. 19 a. g. e. 20 a. g. e. 18
s 552 s 553 s554 s555
270 Rasim PEHLİVANOĞLU
24- İslâmiyet’in Yüceliğine İnanan Laik Atatürk Bu kitabın birinci bölümünde “Atatürk İlkeleri” konusu işlenirken, baş ilkelerden birisi olan “Laiklik İlkesine” de değinmiş ve öz bilgi vermiştik. Laiklik İlkesinde din ve devlet işlerinin ayrılmasının esas olduğunu belirtmiş; özellikle, laikliğin vicdan ve inanç hürriyeti olduğunu vurgulamıştık. Burada ise, konuyu biraz daha açarak, Atatürk’ün laiklik anlayışını, dini görüş ve duyuşlarını, din hakkındaki önemli sözlerini ve açıklamalarını belirtmeye çalışacağız. Bu konunun sonuna da birkaç fıkra ekleyeceğiz. Öncelikle belirtelim: Cumhuriyet döneminde kabul edilen laiklik ilkesine göre devletin yasal ve ekonomik düzeyi din esasına göre örgütlenemez. Bu anlayışa, toplumun gelişmesi sonucunda varılmıştır. Atatürk ve Laiklik: Atatürk ilkelerinin bir kısmı yanlış anlaşılmıştır. Yanlış anlaşılan ve Atatürk düşmanlığının körüklenmesine sebep olan Atatürk ilkelerinin önde geleni laikliktir. Özellikle, tarihi iyi bilmeyen ve Atatürk’ü tanır göründüğü halde, gerçek yönüyle tanımayan bir kısım dindar çevreler ile laikliği dinsizlik sanan ve Atatürkçü geçinen inançsız kimselerin varlığı bilinmektedir. Laikliği dinsizlik sananlar arasında, yeterli dini bilgisi olmayanlar ile gerçek dinsizler veya dine karşı olanların, hattâ ilerici geçinen bir kısım okumuş aydınlarında bulunduğu bir gerçektir. Bu gibilerin birçoğu Atatürkçü geçinerek, Atatürk’ü kendilerine yandaş göstererek, yanlış tanıtılmasına ve manevi itibarının sarsılmasına neden olmaktadırlar. Köşe bucakta dedikodusu yapılan Atatürk aleyhtarı konuşmalarda veya Atatürk’ü seviyorum gibi görünerek, kendi menfi tutum ve davranışlarıyla halk nazarında Atatürk’ün küçük düşürülmesine neden olanların sayısı da az değildir. Böylesine tutum ve davranışlar gerçekleri aksettirmekten çok uzaktır. Oysa, bir kısımlarının sandığı veya söylediği gibi, laiklik dinsizlik değildir. Atatürk ’de asla dinsiz değildir. Aksine samimi bir dindardır. İncelemelerimiz sonucu tespitlerimize göre öğreniyoruz ki; Türk tarihi kadar İslâm tarihini de çok iyi okumuş ve hazmetmiş bir Türk büyüğü olan Atatürk,dinin varlığına ve İslâm dininin yüceliğine inanmış aydın bir asker ve aydın bir Devlet Adamıdır.
271 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Gerçekte, laiklik, dine saygılı olmaktır, din istismarını önlemektir, dini siyasete alet etmekten kurtarmaktır. Laiklik dinin şahsi çıkarlara ve ticarete alet yapılmasına da mani olmaktır. Bunların da üstünde, laiklik hoşgörülü olmak ve karşı görüşlere saygılı olmaktır. Atatürk’ün söylediği gibi: –… Şerre (kötülüğe) elet olan insanların yüzündendir ki dört halifeden sonra din, daima siyasete vasıta, menfaate vasıta istibdada (diktatörlüğe) vasıta yapıldı” diyen Atatürk, başka bir gün: – Laik hükümet tabirinden dinsizlik manası çıkarmaya yeltenen fırsatçılara asla fırsat bırakmayacağız” diyerek görüşlerini belirtiyor. Laiklik sözünden dinsizlik anlamı çıkarmaya çalışanlar eğer cahil veya gafil değillerse, bu yolla bizi bölmeye çabalayan kasıtlı hainler olabilir. Bu gibiler, her halde hoş görülmemelidir. Laiklik sözünden dinsizlik anlamı çıkaranlar, bilerek veya bilmeyerek milli birliğimizi bozmak isteyenlere yardımcı oluyorlar. Bu yoldan milletimize ve devletimize zarar veriyorlar. Laikliği bilmediği için yanlış tanıyanlara öğretmek, bilip de kasten yanlış anlatanları susturmak milli görevimiz olduğuna inanıyorum.
Atatürk ve İslâmiyet Atatürk, İslâm dininin üstünlüğünü anlamış ve nefsinde duymuş bir Türk büyüğüdür. Dinin lüzumunu, İslâm dininin yüceliğini, Türk Milletinin daha dindar olması gerektiğini, camilerin ve hutbelerin önemini ve başka dini konularda ki görevlerini açıklayan pek çok sözleri olmuştur. Bu sözlerinden gerekli gördüğüm bazılarını aşağıya alıyorum. Her konuda konuşmuş, en doğrusunu ve ne güzelini söylemiş olan laik Atatürk din konusunda ve özellikle İslâm dini konusunda da konuşmuş, görüşlerini açıklamıştır. İnandığı İslâmiyet’in değerini en güzel cümlelerle ifade etmiştir. Atatürk’ün din hakkındaki konuşmaları da, diğerleri gibi yazılan çok sayıda kitaplara geçmiştir. Atatürk’ü anlatmak isteyen her yazar, denilebilir ki, Atatürk’ün sözlerinden örnekler vererek kendi görüşlerini açıklamışlardır. Atatürk’ün sözlerini içeren çok sayıda kitaptan birisi olan Prof. Utkan Kocatürk’ ün hazırladığı “Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri” isimli büyük boy derleme kitabıdır. Bu kitap diğerlerinden önde
272 Rasim PEHLİVANOĞLU
gelmektedir. Atatürk’ü anlatan, okuduğum çok sayıda kitap içinde, en çok alıntılar yaptığım eser, Utkan Kocatürk’ ün bu kitabı olmuştur. 1969-1971 tarihinde yapılan ilk baskısı ve 2.basımını o günlerde okumuştum. Bu eserin sonradan genişletilerek 500 sayfayı geçen genişletilmiş 2. basımını da okudum. Atatürk’ün din hakkında ki görüş ve duyuşlarının çoğunu da genişletilmiş bu 2.basımdan aldığımı söylemeyi gerekli görüyorum. Atatürk’ünde söylediği gibi: “Din vardır ve gerekli bir kurumdur Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. yalnız şurası var ki, din ALLAH ile kul arasında ki bağlılıktır” (1930) 1
Atatürk’ün Din Hakkındaki Önemli Görüşleri – Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür… Allah kullarının, gereken olgunlaşma noktasına erişinceye kadar içlerinden pek çok Nebiler, Peygamberler ve Elçiler göndermiştir. Fakat bizim Peygamberimiz aracılığıyla en son dini vermiştir… Cenabı Peygamber, Peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabi Kur’an’ı Kerim en eksiksiz kitaptır.” (1922) 2 – Bizim dinimiz(İslâm dini) akla ve mantığa en uygun ve en tabii bir dindir. Ve ancak bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uyması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur… her fert dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur”(1929) diyen Atatürk: – Müslümanlık aslında en geniş anlamıyla hoşgörülü ve çağdaş bir dindir” 3 diyor. Atatürk’e, 1923 yılında armağan olarak küçük boylu bir Kur’an gönderilmesi üzerine teşekkür etmiş ve: – Bence değerini takdire imkan olmayan bu hediyeyi en derin ve hürmetkar dini duygularımla saklayacağım” demiştir. – Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla mantığa, halkın yararına uygundur; biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, 1
Utkan Kocatürk: A.F.D. G. 2.basım s327 a.g..e s 327 3 a. g. e. s329 2
273 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
milletin yararına, İslâm’ın yararına uygunsa kişiye sormayın; o şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. 4 İslâm Dini ve Çalışmak: – Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor bazı kimseler zamanın yeniliklerini kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür, onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı. İslâmların kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir.” (1923) – Allah’ın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Bizde onlardan daha fazla çalışmak zorundayız. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygarlık buluşlarından en üst derecede yararlanmak zorunludur. Hepimiz itirafa mecburuz ki bu husustaki hatalarımız çok” büyüktür(1923) – Bizim dinimiz milletimize değersiz, misken ve aşağı olmayı öğütlemez. Aksine, Allah’ta Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor.”(1923) 5
Türk Milleti ve Müslümanlık – Türk Milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile Müslüman olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum… Bu konuda yeterli bilgisi olmayanlar. Bu acizler, sırası gelince aydınlanacaktır.(1923) 6 – Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.(1922) 7
Gerçek Din Bilginleri: – Bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde gerçek bilginler, bilginlerimiz içinde ise milletimizin gerçekten övünebileceği din bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara karşılık, ilmi kıyafet altında bilim gerçeğinden uzak, gereği kadar okuyup öğrenmemiş, bilim yolunda yeteri kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız. 4
a. g. e. a. g. e. 6 a. g. e. 7 a. g. e. 5
s330 s330 s330 s331
274 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Nasıl ki, her hususta yüksek meslek ve uzmanlık sahipleri yetiştirmek gerekli ise, dinimizin felsefi gerçeğini inceleme, araştırma ve telkin bakımından ilmi ve fenni kudrete sahip olacak seçkin ve gerçek din bilginleri de yetiştirecek yüksek uzmanlara sahip olmalıyız.(1923) 8
En Gerçek Tarikat – Ölülerden yardım istemek, uygar bir toplum için ayıptır…. Bugün bilimin, tekniğin bütün kapsamıyla uygarlığın alevi karşısında filân veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türk topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum” – Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler,dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır…(1925) 9
Hz. Muhammed hakkında – Hz. Muhammed Mustafa Peygamber olmadan evvel kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. Ondan sonra ancak 40 yaşında nübüvvet (peygamberlik) ve 43 yaşında risâlet (tanrı elçiliği) geldi. Fahri âlem Efendimiz sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında 20 sene çalıştı ve İslâm dinini kurmaya ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra gökyüzünün ve cennetin en yüksek katına (Mirac’a) yükseldi. (1922) 10 – Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Anayasası, hepimizce bilinir ki, şanı büyük olan Yüce Kur’an ‘da ki naslardır.(ayetlerdir). 11 – Hz. Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıtmak gayesine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek kişiliğini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. – Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Savaşında en büyük komutanın yapabileceği plânı nasıl düşünür ve uygulayabilir? Tarih gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir bilim olmalıdır. Bu 8
a.g. e a.g. e 10 a.g. e 11 a.g. e 9
s 332 s 333 s 328 s 327-328
275 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
küçük savaşta bile askeri dehası kadar siyasal görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi anlatmaya yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed, bu savaş sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak galip düşmanı izlemeye kalkışmamış olsaydı, bugün yer yüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.” – O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim senin adın silinir fakat sonsuza kadar O ölümsüzdür. 12 .
Hutbe hakkında – Hutbe demek halka seslenmek yani söz söylemek demektir. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım kavram ve anlamlar çıkarılmamalıdır. Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni çalışma halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir… – Hutbeden amaç, halkın aydınlanması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka bir şey değildir. Yüz, iki yüz, hattâ bin yıl evvelki hutbeleri okumak, insanları bilgisizlik ve dalgınlık içinde bırakmak demektir… Hutbe okuyanların siyasi durumu, toplumsal ve uygar durumu her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış öğretilmiş olur. Bu nedenle, hutbeler Türkçe ve zamanın gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır. 13
Camiler ve Minberler – Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlâki gıdalarının en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille, ruh ve beyine seslenilmekle, Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna karşılık hutbe okuyanların taşımları gereken bilimsel özellikler, özel yeterlilik ve dünya durumunu anlayıp bilme önemlidir. (1922) – Camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, Allah’ın emrine uyma ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak gerektiğini düşünmek, yani danışmak için yapılmıştır. 14 12
a. g. e. s 328 a.g. e. s331 14 a. g. e. s331 13
276 Rasim PEHLİVANOĞLU
Ezan ve Kur’an – Ezan ve Kur’an’ı Türklerden başka hiçbir Müslüman millet bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara muhteşem müzik ahengi veren Türk sanatkarlarıdır.(1933) – Kur’an’ ın Türkçeye çevrilmesini emrettim bu da ilk defa olarak Türkçeye çevriliyor. Muhammed’in yaşamına ait bir kitabın çevrilmesi için de emir verdim.” 15
Dinin İstismarı–Dinin Siyasete Alet Edilişi – Bizi yanlış yola yönelten soysuz kimseler bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din niteliği altında ki küfür ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, Allah’a şükürler olsun hepimiz müslümanız, hepimiz dindarız; artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinmemiz yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bize dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir.” 16 –… Dini alet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız bilginler, tarihte daime rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve daima cezalarını görmüşlerdir. Dini kendi tutkularına alet yapan hükümdarlar ve onlara yol gösteren hoca isimli hainler hep bu sonuca sürüklenmişlerdir…. En bilgisiz olanlar bile o gibi adamların niteliğini gerektiği gibi anlamaktadır. Fakat bu konuda tam bir güven sahibi olmaklığımız için bu yanıklığı, bu dikkati, onlara karşı bu nefreti, gerçek kurtuluş anına kadar bütün kuvveti ile, hatta artan bir kararlılıkla korumalı ve sürdürmeliyiz… Ben kendim onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacağı bir adım, yalnız benim kişisel imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim milletimin yaşamıyla ilgili, o adım milletimin yaşamına karşı kötü niyet, o adım milletimizin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde arkadaşlarımın yaptığı şey kesinlikle ve kesinlikle o adımı atanı tepelemektir!... ”17 – Şüphe yok ki: Bugünkü hükümetin, meclisin, yasaların, anayasanın nitelik ve sebebi hep bundan ibarettir... Sayalım ki, eğer 15
a. g. e. s332 a. g. e. s333-334 17 a. g. e. s333–335 16
277 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bunu temin edecek yasalar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başım yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm!... Yukarıda yer alan bütün bu değerli sözlerin sahibi olan Atatürk, hiç dinsiz veya dine karşı saygısız bir insan olabilir mi? Atatürk’ün İslâm tarihini iyi okuduğunu ve öğrendiğini daha önce yazmıştık. İslâm dininin esaslarını da iyi öğrenen Atatürk, İslâmiyet konusunda yeterli bilgiye sahip olan güçlü bir hatiptir. İslâmiyet konusunda ki bütün soruları cevaplamış ve yeri geldikçe de çıkmış kürsülere İslâmiyet’i anlatmıştır. İşte bu konuşmalardan birisini de 23 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir “Zagnos Paşa Camii’nde” bir Cuma günü cami minberine çıkarak yapmış olduğu konuşmada dinimizle ilgili çeşitli konulara değinmiştir. Konuşmaların bir kısmı yukarıya aldığım sözler arasında yer almıştır. Burada cami’deki bazı sözlerini özetle aşağıya alıyorum. (tekrarlar da olabilir) Atatürk’ün Balıkesir Konuşmasından alıntılar:
Zagnos
Paşa
Camiinde
ki
– Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın esenliği sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur’an’daki manası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uygun olmasaydı bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan tanrıdır.” – Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. H.z peygamberin mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bu gününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde, Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevap kazanacağımı ümit ediyorum.” – Efendiler, camiiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya işleri için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani
278 Rasim PEHLİVANOĞLU
konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihninin ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte bizde burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinde değil, milletin bütün kişilerinin, arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.”…………. (Atatürk’ün bu camideki sözleri arasında hutbe, hatip ve minberler ile ilgili önemli sözleri olmuştur. Bunların bir kısmı yukarda ki sayfalarda geçmiştir.) Burada, önemli gördüğümüz bazı kısımlarını (tekrar da olsa) yazmayı faydalı buluyorum.: – Hutbede halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olacak şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir… Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşması gereklidir…” – Minberler halkın akılları, vicdanları için bir irfan kaynağı, ışık yumağı olmuştur. Böyle olabilmek için minberler de söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lâzımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde, halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır. Gazi Mustafa Kemal Paşa NOT: Bu konuşmanın bazı metinleri önceki bölümlerde geçmiştir.
279 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün Dini İnancı ve Duaları “Allah’ın inayeti ve Türk milletinin yenilmez kuvveti sayesinde gayemize vasıl olacağız” (1921 M. Kemal Paşa)
Atatürk’ün Yakın silah arkadaşı Fahrettin Altay anlatıyor: – Atatürk, Türk ve Müslüman bir anadan, Türk ve Müslüman bir babadan dünyaya gelmiş, ecdadı Türk olan bir insandı. Küçük yaşta babadan yetim kalmış, annesi yanında ilk din bilgisini almıştı. Askeri okuldaki din derslerini takip etmişti. Bu suretle yetişen bu büyük adam, kumandan olunca maddi kuvvet yanında manevi kuvvetin lüzumunu ve Müslümanlıkta, savaşlarda şehit olmanın manevi kuvvet bakımından değerini görüp anlamıştır… Ben, savaş meydanlarında ve her zaman Allah’ın adını ağzından düşürmediğini çok iyi bilirim. O, her manasıyla iyi bir Müslüman’dı. Müslümanlığın istediği gibi dürüsttü, temizdi, iyiliği severdi, kalp kırmazdı. Memleketi için, milleti için kendini vakfetmişti (adamıştı). Sorarım size, bu kadar mükemmel bir insan Müslüman değil de kimdir Müslüman? 18 Atatürk’ün başka bir yakın arkadaşı( Yusuf Kemal Tengirşek) T.B.M.M.’nin, tekbir nidaları içinde nasıl kurulduğunu şöyle açıklıyor: – 23 Nisan 1920’de meclis açıldı. Başımızda Mustafa Kemal Paşa olduğu halde Hacı Bayram Veli camiinde toplandık. Namaz kıldık. Oradan ilk meclis binası önüne gelerek dua’dan sonra içeri girdik. Birçok yerde halâ ellerini açmış dua ederken levha haline gelmiş resmini gördükçe gözlerim yaşarır, o heyecanlı günleri hatırlarım. Meclisin ilk toplantısında, kürsüye çıkan Mustafa Kemal, vatanın düştüğü elim vaziyeti anlattı. O’nu ilk defa görenler, büyüleyici sesine ve mantığındaki kudrete hayran kalıp bağlanıvermişti. Evet Mustafa Kemal Paşa, o gün milletine kendi devletini kurdurmuştu. 19. Atatürk, Türk ordusunun düşmanı yenmesi için ellerini Allah’a açarak nasıl dua ettiğini maiyetinde çalışan bir arkadaşı İ.H. Tekçe şöyle anlatıyor: – Atatürk mûtekid (imanlı Müslüman) bir insandı. Bakın, rahmetli yaveri Muzaffer Kılıç’ın anlattığı bir olayı burada nakledeyim. Büyük taarruz sabahı, 26 Ağustos’ da Koca 18 19
Prof. Mehmet Saray: Türkiye’de Dini ve Kültürel Hoş Görü- Atatürk ve Laiklik- Ank/2002 a. g. e. s 54
s 52
280 Rasim PEHLİVANOĞLU
Tepe’deler. Daha topçu ateşi düşman mevzileri üstünde gürlemeye başlamamış. Mustafa Kemal çadırından çıkıyor, ellerini göğe kaldırmış, tıpkı 1071 yılı 29Ağustos’unda Malazgirt’te Alpaslan’ ın duası gibi:
– Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et… Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirlerinde kalmasına müsaade etme!...” diye dua etmiş. Ve Muzaffer Kılıç gözlerinden birkaç damla yaşın süzüldüğünü görmüş.”20
26 Ağustos 1922’de, taarruz öncesi yapılan bu duanın ikinci bölümünü, Nezihe Aras Bütün Dünya Dergisinde şöyle yazıyor. Milli mücadelenin en zor anında, Afyon Kocatepe’de, dikkatli gözler, Atatürk’ün gizli dünyası ile bir kez daha karşılaşmışlardı: “Kocatepe’de gün doğumu, sonsuz bir sessizlik ve bekleyiş. Mustafa Kemal bir taşın üstünde oturuyor. Arkasında ayakta Kolordu Komutanı Bekir Sami, Fevzi ve İsmet Paşalar. Mustafa Kemal konuşmuyor, düşünüyor… Birden gökleri yırtan, sessizliği param parça eden topçu barajı ateşi başlıyor. Kocatepe ara ara ışığa boğuluyor. Sonra Mustafa Kemal işitmiyormuş gibi sesleniyor:
ayağa
kalkıyor,
dediklerini
– Rabbim! Yunanlıların kazandığını gösterme bana, onlar kazanacaksa şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi. Anacığım! Bize dua et” diyor ve gözlerinden pırıl pırıl gözyaşı taneleri dökülüyor” 21
Bir Boğaz Gezisi Savaş kazanıldıktan, yurdumuz düşman işgalinden kurtarıldıktan sonra, milletimiz hürriyetine kavuşmuştu. Bir gün Gazi Paşa Ertuğrul motoruyla bir boğaz gezintisi sırasında, boğazda müthiş güzellikte bir manzara görülüyordu. Yanında oturan tanınmış ressama: – Beyefendi, ne güzel renkler değil mi? diyor ve susuyor. Yanındaki diğer misafir, ressamın manzarayı aynen resmedebileceğini söylüyor, Gazi Paşa’nın memnun olacağını öğrenince, ressam boğazdaki manzarayı çizmeye çalışıyor. Fakat 20 21
a. g. e. s54 Sinan Meydan: Bir Ömrün Öteki Hikayesi İst./2003 ? s 488
281 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
tabiatın renklerini aynen tablolaştırmak bir türlü mümkün olamıyor. Ertesi gün, ünlü ressam Çallı İbrahim’de çalışıyor, fakat O’da aynen resmedemiyor. O zaman Gazi Paşa ciddi bir şekilde şu görüşünü ifade ediyor: – Şu alemde insan üstü bir kudret vardır. Siz isterseniz ona Allah, isterseniz tabiat deyiniz. Fakat onu inkar etmeyiniz” diyerek hem orada bulunanları şaşırtıyor, hem de, dünyadaki güzelliklerin insan üstü büyük bir kuvvetin ürünleri olduğuna inandığını belli etmiş oluyor. 22
Kız kardeşi Makbule ve Hafız Yaşar Okur’un Anlattıkları –… Her Ramazan’ın bir günü ve ekseriyetle Kadir gecesi bana iftara gelirdi. O gün imkan bulabilirse oruç tutardı. İftar sofrasını eski tarzda isterdi. Oruçlu olduğu zaman iftara başlarken dua ederdi. Kur’an dinlemeyi sever, Kur’an’ı yüksek sesle ve ancak makama aşina olanlar ve güzel sesliler okumalı derdi. Annemin ölümünden sonra ruhuna hatim okutmayı istemiştim. Bu arzumu kendisine söylediğim zaman bana, ‘çok iyi edersin. Benim için de okut’ demişti. Ve aradan bir zaman geçtikten sonra vaadimi yerine getirip getirmediğimi sormuştu. Ruhun ebediyetine itikadı vardı. Yine bir aile meselesi için sinirlenmiş, muhatabı için, ‘Bu adam hiçbir şeyin ebediliğine inanmaz. Zaten bedbaht biridir. Nesini ıslah edelim’ demişti.” 23 Cumhuriyetin ilânında ve laikliğin kabulünden sonra, Atatürk’ün İslâmiyet’e karşı ilgisinin azaldığını iddia edenler olmuştu. Böyle olmadığını 15 yıl yanında çalışan Hafız Yaşar Okur şöyle anlatıyor: – Ramazanların atam için çok büyük önemi vardı. Ramazan gelir gelmez ince saz heyeti Çankaya köşküne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur’an’ı Kerim’den sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi. Ruhen çok mütelezziz olduğu (hoşlandığı) her halinden anlaşılırdı. – Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu Camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatmi şerif
22 23
a. g. e. s 487 a. g. e. s 504
282 Rasim PEHLİVANOĞLU
okumamı emrederdi… Büyük Atatürk bir çok vesilelerle şöyle demiştir: – Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehline verme zamanı gelmiştir.” Bunu dini davranışlarına daima düstur yapmışlardı. Peygamber Efendimizden de büyük bir takdirle bahsederlerdi O devirler için hep: “ Hz. Peygamberimizin zamanı saadetlerinde “ diye saygı kelimeleri kullanırlardı. Ayrıca, Peygamber Efendimizin, dirayetli bir Devlet Adamı, iyi bir Başkumandan olduğunu sık sık tekrarlardı. (22) Hafız Yaşar Okur’un da bu sözlerinden anlaşılacağı üzere Atatürk tartışmasız bir Müslüman Türk lideri idi. Bir başka yakının da dediği gibi: – Atatürk’ün Müslümanlığından şüphe edenlerin, insanlığından, Müslümanlığından ve Türklüğünden şüphe etmek gerekir. Milletlerin Sevgilisi Atatürk isimli kitabın yazarı Muvaffak İhsan Garan’ın, kitabın 108-115. sayfalarında yer alan metinlerden Atatürk’e ait sözlerinden aşağıya alıntılar yapılmıştır. – Bizim dinimiz en makul, en tabii dindir. Akıla, mantığa, fenne uygundur. Bundan dolayı son din olmuştur sözleriyle” dinimize bağlılığını ifade etmiş olan Atatürk’e cahil softalar, din sömürücüsü gericiler, dinsiz damgasını vurmuşlardır. Hatta “kafir” ilân edenler bile olmuştur. Gerçek dinsiz olanlar da kendileri gibi göstermek için Atatürk’ün dinsiz tanınmasından hoşlanmışlardır. 24
Oysa Atatürk, en yakınlarının da anlatışına göre İslâm dinine inancı ve hürmeti olan büyük bir Türk aydını idi. Kendisini yakından tanıyanlarının anlatışlarından alınan bazı metinleri özetle aşağıya alıyorum. Atatürk’ü en yakın tanıyan, ölümüne kadar yanında bulunan kimselerden biri ve özel doktoru olan Prof. Mim. Kemal Öke şöyle diyor: – O dinden değil dini münasebetsiz formalitelere boğan varsayımlardan nefret eden bir insandı. Yoksa Atatürk son
22 Prof. Mehmet SARAY: Türklerde kültürel hoşgörü, Atatürk ve laiklik– s; 55/55 M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 108
24
283 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
nefesine kadar “ Aman Ya Rabbi!”, “İnşallah” sözlerini dilinden bir an eksik etmeyen bir dindardı” demektedir. 25 Yine yanında ve sofrasında çok sık bulunan İsmail Habib Sevük: – Atatürk’ün yeryüzünde en büyük hayranlık duyduğu lider, şüphesiz Hz. Muhammed’dir. Özellikle onun hiç yoktan devlet kurmaktaki zekâsına, üstün kabiliyetine hayrandı.” diye yazmıştır. 26 En yakınlarının bu sözlerinden de anlaşılıyor ki, dindar olan Atatürk, dini terimleri devamlı kullanmış ve dilinden düşürmemiştir. Ancak Mustafa Kemal, din işlerinin dünya işlerinden ayrılması gereğine inanıyordu… Dini bir silâh gibi kullanan yobazların halkı nasıl uyuttuklarını, afyon yutmuş gibi miskinliğe sürüklediklerini apaçık görmekte idi.
Atatürk’le İlgili Dini Fıkralar Vatan İçin Ölüme Koşan Askerler (Bomba Sırtı Olayı) Atatürk’ün komuta ettiği askerleri de manevi değerlerimize bağlı, dini duyguları yüksek korkusuz askerlerdi. Mustafa Kemal’den o ruhu almışlardı. Atatürk’ün kendi dilinden dinleyelim: – 1930 yılı Çanakkale Zaferi yıldönümünde, gazeteciler Atatürk’e sormuşlardır: – Paşam, Çanakkale Zaferini kazandıran ana sebep nedir ? Atatürk, içinde yaşadığı bir olayı anlatarak cevap veriyor: – Biz kişisel kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size bomba sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm kaçınılmaz… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tamamen şehit oluyor, ikinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar özenilecek büyük bir sükûnet ve inançla biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak korku bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kur’an’ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. 25 26
M.İ. Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s108 a. g. e. s108
284 Rasim PEHLİVANOĞLU
Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayran olunacak ve tebrik edilecek bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur…27
Beykoz İmamı anlatıyor Beykoz imamı Hafız Efendi diye takdim edilen Hafız Efendi, Beykoz’a gelen Atatürk’ü karşılayanlar arasında bulunuyordu. Anlattığına göre, halkın sevinç nidaları uğultu halinde yükseliyor ve herkes biraz daha Atatürk’e yaklaşmaya çalışıyordu. Atatürk etrafına bakarak halkı sükûta davet etikken sonra: – Beykoz İmamı burada mı? Gelsin de konuşalım” dedi. Zaten tam karşısında idim. Kalabalıktan ayrılarak ileriye çıktım ve: – Buyur Paşam; konuşalım.” Atatürk sol avucunda duran üzümleri bana göstererek: – Hoca bu helâl de bunun suyu niçin haram? Bize anlatsana. Birden bire şaşırmıştım. Bu güç suale ben nereden cevap bulacaktım. Bir müddet düşündüm. Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Allah’tan imdat bekliyordum. Bir ara nasıl oldu bilmem aklıma gelen bir cümle dudaklarımdan döküldü: – Paşam karın sana helâl de kızın niçin haram ? Atatürk bu sözümü işitince hafifçe gülümseyerek yüzüme baktı ve başını sallayarak: – Hoca sen âlimsin, ben softaları arıyorum. Yarın saraya gel de seninle konuşalım.” dedi Ertesi gün saraya gittim, beni karşısına oturttu saatlerce bana Kur’an’dan ayetler okutarak kendisi tefsir etti… –O çok büyük adamdı, Allah rahmet eylesin diye mırıldanan Hafız Efendinin dökülen gözyaşları beyaz top sakalına yuvarlanıyordu. 28
Ata’nın Duası 14 Ekim 1924… Gazi Kayseri, memleket hastane’sinin açılma törenindedir. Kurdeleyi kesmek üzereyken orada bulunanlardan biri bir türbedarı işaret ederek
27 28
Atatürkçülük 1. Kitap s 463 Sadi Borak: Atatürk ve Din İst./1962 s 62
285 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Efendim, diyor; müsaade ederseniz bir dua yapsın” Ata cevap veriyor: – Hoca Efendinin dua yapmasını hacet yoktur. Cenabı Alem benim de lisanımı bilir, duayı ben yaparım” diyor. Ve duayı yapıp kurdeleyi kesiyorlar. Yukarda ki fıkralardan da anlaşılacağı üzere Atatürk Kur’an’ı Kerim’i iyi okumuş ve tefsirini yapacak güce erişmiştir. 29 Münir Hayri Egeli anlatıyor: Atatürk için dinsiz diyenler oldu. Bunu bir moda imiş gibi yazanlar vardı. Onun laik anlayışını dinsiz gibi göstermekte fayda bulanlar oldu. Halbuki Atatürk yobaz aleyhtarı idi. Size başımdan geçen bir olayı naklederek başlayayım.: Bir gün Necip Ali O’na: – Efendim, Münir Hayri namaz kılar” dedi. En yakın bir dostumun beni bu şekilde takdim ettiğini gören beni sevmeyenler şimdi kovulacağımı zannederek gülüştüler. Atatürk’le aramızda şu konuşma geçti: – Sahi mi? – Evet Paşam – Niçin namaz kılıyorsun? – Namaz kılınca içimde bir huzur ve sükun hissederim. Atatürk demin gülenlere döndü: – Batmak üzere olan bir gemide bulunsanız herhalde yetiş gazi demezsiniz, Allah dersiniz. Bundan tabii ne olabilir ? sonra bana döndü: – Dünyada ki işlerine zarar getirmemek şartıyla namazını kıl, ama heykelde yap, resimde. 30 Atatürk’ün din hakkındaki görüşleri: Atatürk Orman çiftliği… Muhtelif konular üzerinde görüşülmektedir. Sayın Asaf İlbay’da bu gezide beraberdir. Atatürk’ün din hakkında ki kati fikrini öğrenmek için ne zamandır beklediği fırsat zuhur etmiştir. Başbaşa kaldığı bir andan faydalanarak hemen soruyor: – Paşam din hakkındaki bilgilerinizi öğrenmek istiyorum.? Atatürk cevap veriyor: – Din vardır ve lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar 29 30
a. g. e. s64 a.g. e. s 79-80
286 Rasim PEHLİVANOĞLU
döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabacı unsur (tefsirler hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamirde edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam teller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır. – Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz. 31 Fransız Muharriri Soruyor: – Şu halde yeni Türkiye’nin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak demek? Atatürk cevap veriyor: – Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz. – Zatıalileri düşündüklerini bendenize daha iyi izah buyururlar mı? – Türk Milleti daha dindar olmalıdır, Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime… Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum…Şuura Muhalif, Terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye’ye istiklâlin veren bu Asya Milleti içinde daha karışık, suni, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler, sırası gelince aydınlanacaklardır.” – Eğer ışığa yaklaşmazlarsa kendilerini mahvetmeye mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız.” 32 Atatürk din istismarına karşıdır. Atatürk, hurafelerden uzak, dini hakikatlere ne kadar taraftar ise, dini taassuba, dinin çeşitli maksatlarla istismar edilmesine o nispetle karşı bulunmaktadır… Atatürk’ün dini konularda verdiği mücadelenin, dinin aslına değil, bilakis din perdesi altında yürütülen taassuba ve dinin çeşitli maksatlarla istismar vasıtası yapılmasına karşı olduğunu daha açık bir şekilde gösteren bazı sözlerine yer vermek istiyoruz. 2 Temmuz 1932 ‘de toplanan 1. Türk tarih kongresinin son günlerinde Atatürk, tarih öğretmenleri ve öğretim üyelerini Gazi Orman Çiftliğinde bir çaylı toplantıya çağırdı. Toplantıda 31 32
a.g. e. s 81-82 a.g. e. s 85-86
287 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
öğretmenlerden biri Atatürk’e: din lüzumlu bir şey midir diye sordu. Atatürk: – Evet din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur, yalnız şurası vardır ki din tanrı ile kul arasındaki kutsal bir bağlılıktır. Mutaassıp İslâmcıların din komisyonculuğuna izin verilmemelidir. Dinden maddi çıkar sağlayanlar alçak kişilerdir. İşte biz bu duruma karşıyız. Buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan kimseler, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizin mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. 33
Müslüman Alemine Atatürk’ün Son Mesajı Atatürk ölümünden 15 gün kadar önce, kendine geldiği zaman, dünyadaki Müslümanlara şu mesajı göndermiştir: – Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in(s.a.s) gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira, ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler. 34 Atatürk’ün yukarıya alınan mesajını, o günlerin Başbakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla bütün dünyaya açıklanmıştır. Bu yolla son anında bile, Atatürk dünya Müslümanlarını uyarmayı ihmal etmemiştir.
33 34
Doç. Dr. Ahmet Gürtaş Atatürk ve Din Eğitimi Ank./200 s 70-71
288 Rasim PEHLİVANOĞLU
25- Atatürk’ün Tarih Görüşü Atatürk’ün çok fazla okuduğunu biliyoruz. Sadece kendi el yazısıyla işaretleyerek okuduğu kitap sayısının (3000) üç bini geçtiği yukarıda belirtilmiştir. Atatürk, çok sayıda ve her konuda kitap okumuş ve bunları hazmetmiştir. Fakat en çok okuduğu kitapların tarih konusunda olduğunu öğreniyoruz. Özellikle, Türk tarihini ve İslâm tarihini çok okumuş ve gereken dersleri almıştır. Diğer milletlerin tarihini de okumuş ve önemli kısımlarını hatırda tutmasını bilmiştir. Tarihe bu denli sevgisi ve merakı olan Atatürk’ün, her konuda olduğu gibi tarih konusunda da söylediği çok önemli sözleri olmuştur. Atatürk’ün tarih görüşü hakkında fikir vermek üzere, bunlardan birkaçını aşağıya alıyorum: – Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana bağlı kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir nitelik taşır.” 1 – Tarihi yapan akıl, mantık, düşünüp karar verme değil, belki bunlardan daha çok duygulardır… “ İnsan, tarihin anlamını ancak olgun bir yaşa eriştikten sonra anlıyor. Ve tarih ancak bu yaştan sonra yazılabilir. Çok arzu ederdim ki, birkaç arkadaşla beraber, yaşamamızdan geri kalan zamanı tarih yazmakla geçirelim” diyen Atatürk: – Sonradan uydurma bir eser meydana getirerek, ertesi gün pişman olmaktansa, hiçbir eser meydana getirmemek, beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir.” 2 – Milletimiz ufak bir aşiretken anavatanda bağımsız bir devlet kurduktan sonra batı alemine, düşman içine girdi ve orada çok büyük güçlükler içinde bir imparatorluk kurdu. Ve bu imparatorluğu, 600 yıldan beri tam bir bağımsızlık ve büyüklükle devam ettirdi. Bunu başaran bir millet, elbette yüksek siyasi ve idari niteliklere sahiptir. Dünyaca bilinmelidir ki, Osmanlı Devleti pek geniş olan ülkesinde bir sınırından diğer sınırına ordusunu hızla ve tamamen donatılmış olarak naklederdi…”3 – Osmanlı İmparatorluğunun doğmasını gerektiren sebep ve etkenlerin incelenmesinden çıkan sonuç önemli olduğu gibi, bu imparatorluğun batmasının sebep ve etkenlerinin incelenmesinden 1
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri G. 2. basım s 271 a. g. e. s 271 3 a. g. e. s 276 2
289 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
çıkacak sonuçta o kadar önemlidir…” Bu incelemelerde, şüphesiz siyasi kuruluşu kuran milletlerin her görüş noktasından kültürleri derecesi incelenir; kişilerin olumlu ve olumsuz etkileri göz önüne alınır.4 – Tarihte şanlar, şöhretler kazanmış pek çok insanlar milli noktadan erdeme sahip değildir. Mesela, gerçekten askeri kudrete sahip olan, Moskova’ya kadar giden, yangınlar, harabeler üstünden Fransız ordusunu sürükleyip eriten Napolyon’u düşününüz. Onun hareketleri Fransız milletinin gerçek ve milli çıkarlarını değil, kendi cihangirane emellerini tatmin içindi. Bunu tatmin için Fransa’nın milyonlarca seçkin evlâdını eritti ve nihayet hepinizin bildiğiniz sonuca uğradı.” 5 – Doğu Milletlerinin, batı milletlerine saldırı ve hücumu, tarihin belli başlı bir evresidir. Doğu milletleri arasında, Türk unsurunun başta ve en kuvvetli olduğu bilinen bir gerçektir. Gerçekten Türkler, Müslümanlıktan önce ve Müslümanlıktan sonra, Avrupa içerisine girmişler, saldırılar, istilâlar yapmışlardır. Batıya saldıran ve istilâlarını İspanya’da Fransa sınırlarına kadar sürdüren Araplar da vardır. Fakat, her saldırıya karşı, daima karşı saldırı düşünmek gerekir. Karşı saldırı ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir önlem bulmadan hareket edenlerin sonu, yenilmek ve bozguna uğramaktır. Yok olmaktır…”6 – Bizim Türk Milletimiz, eski ve şerefli millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın üstün niteliklerini daha gençliğinde kazanmıştır. Ta uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddi olsun, manevi olsun hiçbir sıkıcı sınır içinde durmamak yaratılışta olduğundan, yüksek anayurdunun dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler, başlarını alarak dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar. Yılmaz atalarımızın bütün bu ilk akınlarıyla bugünün Türk Milleti olan bizler pek fazla ilgiliyiz...” 7 – Tarihimizle kanıtlanmıştır ki, şimdiye kadar sayısız zaferler elde etmişizdir. Tarihimiz birçok parlak zaferler kaydeder. Fakat
4
a. g. e. a. g. e. 6 a. g. e. 7 a. g. e. 5
s 271 s 272 272-273 s 273
290 Rasim PEHLİVANOĞLU
zaferle beraber her şey bırakılmış, verimli sonuçlarını toplamayı ecdadımız ihmal etmiştir.” 8 1914 yılı sonlarında Sofya’dan, yakın arkadaşı Salih Bozok’a yazdığı mektuptan; – Genel durum hakkında görüşümü soruyorsun. Bu husustaki görüşüm, yalnız sende kalmak şartıyla yazıyorum. Biz, hedefimiz belirlemeden umumi seferberlik ilân ettik; bu çok tehlikedir. Çünkü başımızı bir tarafa mı, yoksa birçok taraflara mı vuracağız ? Belli değildir…Ben, Almanların bu savaşta galip geleceklerine kesinlikle emin değilim.” 9 – Türk çocuklarında yetenek, her milletinkinden üstündür. Türk yetenek ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için gereken atılım kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten, Türk çocukları bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler ve bu yetenekle kimseye buyun eğmeyeceklerdir.” 10 – Biz balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır; bu da İslav Araştırma Cemiyetinin kurduğu dil kurumlarıdır. Bizim içimizdeki insanların milli bilinçlerini uyandırdığı zaman, biz Balkanlarda Trakya sınırlarına çekildik.” 11
İzmir’de Suikastı Tel’in Heyetine Söyledikleri – Soylu milletimin beni ne kadar sevdiğini biliyorum. Bu gösteri bana olan sevginin, şefkatin, özellikle ortak ülkümüze olan bağlılığın yüksek derecesini doğrulayan yeni bir kanıttır; teşekkür borçluyum, mutluyum. Beni öldürürlerse vatandaşlarımın intikamımı alacaklarından eminim. Ben ölürsem, soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına inanıyorum; bununla övünüyorum… Onların çılgınca hareketleri bizim devrim ateşimizi söndüremez.” 12 Yukarıya alınan görüşlerinden de anlaşıldığı üzere, tarihe ve özellikle Türk tarihine bu kadar önem veren Atatürk 12 Nisan 1931’de “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni ( daha sonraki adıyla Türk Tarih 8
a. g. e. s277 a. g. e. s277 10 a. g. e. s282 11 a. g. e. s282 12 a. g. e. s282 9
291 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kurumunu) kurmuştur. Gerekli araştırmaları yapıp neticeye varmak üzere bu kurum görevli kılınmıştır ve başarılı sonuçların alınması sağlanmıştır.
26– Dilimizin Sadeleşmesi, Özleşmesi ve Zenginleşmesini İsteyen Atatürk Milli mücadeleyi kazandığımız, işgalci düşmanları yurttan çıkardığımız günlerde, konuştuğumuz dil Türkçe, Arapça, Farsça’dan oluşan karışık bir dildi. Ülkemizde, önde gelen tabakaların dili ile, kırsal bölgelerde yaşayan halkımızın (köylülerimizin) konuştuğu dil arasında da büyük farklar vardı. Aynı ülkede yaşayan ve aynı dili konuşan insanlar arasında birbirini anlamakta güçlük çekilen farklı kelimelerle konuşuluyor olması, milli birliğimizin ve ülke bütünlüğümüzün sağlam temellere oturmasını da güçleştiriyordu. O halde, milli birliğimiz için, öncelikle dilde birleşme olması gerekli oluyordu. Dilimizin yabancı diller boyunduruğundan kurtarılarak sadeleştirilmesi gerekiyordu. Ülkede dil birliğine çok önem veren Atatürk, yabacı kelimelerin dilimizden atılarak, yeni Türkçe kelimelerin bulunmasını uygun görüyor ve bunu istiyordu. Dilimizin sadeleştirilmesi ve zenginleştirilmesini sağlamak gayesi ile, 12 Temmuz 1932 ‘de “Türk Dili Tetkik Cemiyetini” (daha sonraki adıyla Türk Dil Kurumunu kurmuştur. İlmi çalışmaları yanısıra, “Türk Dili Dergisini de” çıkaran Türk Dil Kurumu, ufak köylere varıncaya kadar, dil üzerinde arama – tarama çalışmaları yaparak, halkımız tarafından kullanılmakta olan, fakat sözlüklere geçmemiş bulunan çok sayıda Türkçe kelimeleri toplayıp dilimize kazandırmıştır. Çıkardığı Türkçe sözlüğe geçmesini sağlamıştır. Bu yolla dilimizin zenginleşmesinde çok önemli gelişmeler olmuştur. Fakat bu arada, Atatürk’ün çevresini bir “öztürkçecilik” akımı sarmıştır. Atatürk’ü de ikna ederek, yabancı kelimelerden Türkçemizi kurtarmak gayesiyle, bu sefer de karşılığı bulunmakta güçlük çekilen yabancı kelimeler için yeni Türkçe kelimeler üretme yoluna gidilmiş ve bu yolla, yerli yersiz çok sayıda kelime üretilmiştir. Bir kısmı zorlama ile üretilen bu yeni kelimelerin birçoğu halk tarafından benimsenmemiş ve kullanılmamıştır. Türkçe köklere de uymayan bu tip uydurma kelimelerle yazılan makaleler ve kitaplara da rağbet gösterilmemiştir. Ama, yeni üretilen
292 Rasim PEHLİVANOĞLU
bir kısım kelimeler, konuşma dilimize yatkın olduğu için tutunmuş ve halkımız tarafından kullanılmıştır. Örnek olarak belirtelim: sebep yerine neden, tedbir yerine önlem, misal yerine örnek, mesela yerine örneğin, hayat karşılığı yaşam gibi… 1935 yılında, yeni kelime üretmede aşırıya gidişin farkına varan Atatürk, hatayı kabul ederek, ilmi yolu seçmiştir. Uzun yıllardan beri halkımız tarafından kullanılan ve konuşma dilimize yerleşmiş olan kelimeler, Arapça’ da olsa, Farsça’da olsa Türkçeleşmiş olduğu kabul edilerek dilimizden atılması hatasından vazgeçilmiştir. Bugün, “Yaşayan Türkçemiz” olarak kullanmakta olduğumuz ve benimsediğimiz bu dil, milletimizce yadırganmadan kullanılmaktadır. Fakat bazı aydınlarımız veya aydın geçinen okumuşlarımız arasında, halâ hatada ısrar ederek bir kısım uydurma kelimelerle konuşmaya veya yazmaya devam edenlerimiz bulunmaktadır. Üniversite sınavları sorularında da bu kelimelere yer verildiği görülmektedir. Oysa, vaktiyle dilimize girmiş ve halkımız tarafından benimsenmiş olup severek kullanmakta olduğumuz kelimeler, kökü yabancıda olsa artık bizim olmuştur ve “Yaşayan Türkçemiz” olarak yerini almıştır. Yadırganmadan kullanılmasında hiçbir sakınca olmamalıdır. Aksine, bir bakıma bunlar dilimizin zenginliği olmaktadır…
Dilimizin Sadeleştirilmesi ve Özleşmesi Hakkında Atatürk’ün Söyledikleri Çok önem verdiği konulardan birisi olan. Türkçemizin sadeleştirilmesi ve özdeşleşmesi hakkında, Atatürk’ün önemli görüşleri olmuş ve bunları yeri geldikçe açıklamıştır. İşte Atatürk’ün, dilimizin Türkçeleşmesi hakkındaki görüş ve duyuşlarıyla ilgili konuşmalarından önemli gördüğüm bir kısmını aşağıya alıyorum. Yorumu okuyucularıma bırakıyorum: – Her şeyden evvel, her gelişmenin ilk yapı taşı olan soruna değinmek isterim. Her araçtan evvel, büyük Türk Milletine kolay bir okuma yazma anahtarı vermek gerekir. Büyük Türk Milleti bilgisizlikten, az emekle kısa yoldan, ancak kendi güzel ve soylu
293 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
diline kolay uyan böyle bir araç ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı, Latin esasından alınan Türk alfabesidir…”13 1928 yılında yeni Türk alfabesinin kabul edilmesiyle, eski Arap harflerinden, Latin alfabesinden oluşan yeni Türk alfabesine geçilmesini sağlayan Atatürk: – Milleti bilgisizlikten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini bırakıp, Lâtin esasından Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur” demiştir. 14 – Şurasını deneyim ile ifade edeyim ki, hece ve alfabe yeniliği gerçekten çocukları güçlüklerden kurtaran, onlara küçük yaşta başarı zevkini tattıran en etkili yoldur. İnsanlar arasında kolay ve istekli okumak yolunun sağlanması, hem milli gelişmeye hem de milletler arasında anlaşmaya çok hizmet eder.” 15 – Bizim uyumlu, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içince bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu gereği anlamak zorundasınız…”16 – Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik ve milliyetçilik görevi biliniz… Bir milletin, bir toplumun %10, 20 si okuma – yazma bilir, %80 i 90 ı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması gerekir. Bu millet, utanmak için yaratılmış bir millet değildir; övünmek için yaratılmış, tarihini övünçle doldurmuş bir millettir!” 17 Yeni Türk harflerinin çabuk öğrenmemizin önemini vurgulayan Atatürk, dilimiz Türkçenin önemini de aşağıdaki sözleriyle dile getirmiştir. – Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için, her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk Milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felâketler içinde ahlâkını, geleneklerini, anılarını, çıkarlarını, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin, dili 13
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri G. 2.Basım s 257 a. g. e. s256 15 a. g. e. s257 16 a. g. e. s257 17 a. g. e. s257 14
294 Rasim PEHLİVANOĞLU
sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” 18 – Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet örgütümüzün dikkatli, ilgili olmasını isteriz.” 19 (1932) – Türk dili kaynakları üzerinde edindiğimiz bilgiler, umduğumuzdan daha verimli çıktı. Şimdi, yalnız ana dilimizin öz varlıklarını bilmekle kalmıyoruz; bunların çok eski bir uygarlığın ilk ana dili olduğunu da öğrendik” 20 (1938) diyen Atatürk, milli duygu ile Türk dili arasındaki bağı şöyle belirtiyor. – Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, bilinçle işlensin…”21 (1930) Milli Türk Talebe Birliğine verdiği cevaptan: – Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar sizin gibi duygusu derin, yorulmaz Türk gençleridir. Türkçemizi günün en ileri bilgi dili yapmak, değerli araştırmacılarımızdan beklenir.” 22 (1932) – Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar” 23 1936 yılında 3. Türk Dil Kurultay’ına gelen yabancı dil bilginlerini kabulü sırasında şöyle söylemiştir: – Dünya dil bilginlerinin, Türk bilginleriyle beraber çalışmaları, dil biliminin şimdiye kadar çözümleyemediği birçok güçlüklerin çözümünü kolaylaştıracaktır. Bundan, büyük gerçekler de meydana çıkacaktır.” 24 (1936) – En iyi savunma yöntemi, saldırıdır. Şu halde dil alanında türemiş yabancılıklara saldıralım; ağacı bir defa silkeleyelim: Görelim, hangi çürükler düşecek; kalan sağlamlar bakalım ne 18 19 20 21 22 23 24
a. g. e. a. g. e. a. g. e. a. g. e. a. g. e. a. g. e. a. g. e.
s260 s260 s260 s260 s261 s261 s261
295 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
kadardır? Dökülmeyenler, özleri ve arınmışları bulununcaya kadar biraz daha işe yarayabilir; geçici olarak!...” 25 – Yeni Türkçe kelimeleri teklif edebiliriz. Bu yönde ısrarla çalışmalıyız. Fakat Türk dilinin yapısını zorlamak olmaz. Bu yapı sorununu Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız…” diyen Atatürk 1938’de şöyle söylüyor: – Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi için her yayın aracından faydalanmalıyız. Her aydın, hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli; konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hale getirmeliyiz.” 26 – Yeni sözcükleri ortaya atmak gerekir. Milli zevkimiz hangisinden hoşlanır ve onu kullanırsa, o zaman sözlüğümüze koyalım.” diyen Atatürk ilâve ediyor: – Dil Kurumu en güzel ve verimli bir iş olarak türlü bilimlere ait terimleri belirlemiş ve bu şekilde dilimiz, yabancı dillerin etkisinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.” 27 (1938) Yukarda ki sözünden de anlaşılacağı üzere, Atatürk, Türk Dil Kurumunun görevinde esaslı adımlar atmış olduğunu ifade etmiş oluyor.
27– Musiki Sever İnce Ruhlu Atatürk Öğrendiğimize göre, güzel sanatların her dalına büyük ilgi duyan Atatürk, musiki konusuna da çok duyarlı idi. Türk musikisini çok sever, dinlemekten, hatta katılarak söylemekten büyük haz duyardı. Milletimizin yaşantısını, sevinçlerini ve hüzünlerini dile getiren, milli duygu ve heyecanlarını aksettiren türküler, şarkılar marşlar O’nu da heyecanlandırır, coşkuyla dinler ve dinletirdi. Bugün bizler, Atatürk’le ilgili özel günlerde, anma törenlerinde veya başka nedenlerle yapılan özel toplantılarda ya da TV. Programlarında; Atatürk’ün çok sevdiği milli değerde ki şarkı, türkü ve marşları dinlerken milli duygumuz şahlanıyor, heyecanla ve büyük bir hazla programı takip ediyoruz.
25
a. g. e. s261-262 a. g. e. s262 27 a. g. e. s262 26
296 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk en çok Türk müziğini sever ve Türk musiki sanatkârlarını dinlemekten haz duyardı. Fakat, Avrupa müziğine (alafranga müziğe)de yabancı kalmamıştır. Avrupa müziğinin kıvrak ritmini beğeni ile karşılamış ve bu müziğin de bir ölçü dahilinde radyolarımızda söylenmesine rıza göstermiştir. Her şeyde olduğu gibi, müzik konusunda da Atatürk’ün önemli görüşleri olmuştur. Bunlardan birkaçını aşağıya alarak okuyucularımın bilgisine sunmayı gerekli görüyorum. – Yaşam (hayat) musikidir. Musiki ile ilgisi olmayan yaratıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan yaşam, insan yaşamıysa musiki kesinlikle vardır. Musikisiz yaşam, zaten var olamaz. Musiki yaşamın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir. Yalnız musikinin türü üzerinde düşünmeye değer.” 28(1925) – Güzel sanatların hepsinde, milli gençliğin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.” 29(1934) – Musiki dendiği zaman yüksek duygularımızın, yaşam ve anılarımızın ifadesini bulan bir musiki istiyoruz… Biz, bir Türk bestesini dinlediğimiz zaman, ondan geçmişin uyanma bırakması gereken hikayesini kalbimize giren oklar gibi duymak isteriz. Acı olsun, tatlı olsun biz, bir beste dinlerken, farkında olmaksızın duygularımızın incelir olduğunu hissederiz. Bütün bunlardan başka, musikiden beklediğimizin maddi, fikri ve duygusal uyanıklık ve çevikliğin kuvvetlendirilmesi olduğuna şüphe yoktur. yeni şairlerimizden, ediplerimizden, musiki bilginlerimizden ve özellikle ses sanatçılarından istediğimiz ve aradığımız budur.” 30 (1938)
Atatürk’e Göre Gerçek Musikimiz – Bizim geçek musikimiz, Anadolu halkında işitilebilir”
31
(1930) – Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak, doğunun en seçkin iki musiki topluluğunu dinledim…. Şimdi karşıda uygar 28
a. g. e. a. g. e. 30 a. g. e. 31 a. g. e. 29
s267 s267 s268 s268
297 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar doğu musikisi denilen şarkılar karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyorlar. Bu pek doğaldır. Türk, yaratılıştan şen ve neşelidir…”32 – Biz çok defa, Türk musikinin tam onurunu bulamıyoruz. İşte bu dinlediğimiz gerçek Türk musikisidir ve hiç şüphesiz, yüksek bir uygarlığın musikisidir. Bu musikiyi, bütün dünyanın anlaması gerekir. Fakat onu bütün dünyaya anlatabilmek için, bizim milletçe bugünkü uygar dünyanın düzeyine yükselmemiz gerekir.” 33 – Biz batınınkini saygıyla dinlediğimiz gibi bizim musikimiz de bütün dünyada saygıyla dinlenecek bir durumda olmalıdır.” 34 – Zeybek oyunu milletimizin erkek oyunu, kahraman oyunudur; bilmek gerek!” 35 Eğitimci Selim Sırrı ( Tarcan ) Bey’in bir kız öğrenci ile zeybek oyununu izledikten sonra söyledikleri: – Selim Sırrı Bey, zeybek raksını geliştirirken ona bir uygar şekil vermiştir. Bu sanatçı üstadın eseri hepimiz tarafından kabul edilerek, milli ve sosyal hayatımızda yer tutacak kadar olgunlaşmış, estetik bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara; “Bizim de eksiksiz bir raksımız var” diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda, okul gösterilerimizde oynayabiliriz.” 36 Müziksever Atatürk’ün yukarıya alınan sözlerine ek olarak belirtelim: “ Müzik ruhun gıdasıdır.” Bu görüşü benimsiyor ve müziksiz olamayacağımızı kabul ediyoruz. Yaşamasını bilen iyimser insanlara göre, müzik yemek içmek kadar gereklidir. Aslında, hayatın kendisi de bir müziktir… Hayata iyimser gözle bakanlara göre, yaşamın her yönü ve her dönemi bir nevi müziktir, müzik havasındadır. Olaylara kötümser olarak değilde, iyimser gözle bakanlar, her üzücü olayda bile sevindirici bir yön bulabilirler ve böylece hayattan zevk alabilirler.
32
a. g. e. a. g. e. 34 a. g. e. 35 a. g. e. 36 a. g. e. 33
s268 s269 s269 s269 s269
298 Rasim PEHLİVANOĞLU
28– Akılcı, İlimci, Gerçekçi Atatürk Önceki konuları işlerken Atatürk’ün akılcılığını, ilimciliğini ve gerçekçiliğini yeri geldikçe işlemiş ve gerekli açıklamaları yapmıştık. Fakat özel bir başlık altında ayrıca işlememiştik. Bu konuda az çok görüş sahibi olmuşsak da müstakil bir başlık altında bu konulara özetle değinmeyi gerekli ve faydalı görüyorum.
Akıl ve Akılcılık Akıl: İnsanda var olan düşünme, anlama, karar verme, tedbir alma gücüdür Akılcılık:Akla dayanan, akıl yolu ile insanın gerçekleri bulması ve anlaması, bilginin kaynağı olarak aklın alınması ve akılla varlıkları açıklama yeteneğidir. Atatürkçülüğün en önemli özelliği, akılcı ve bilimci bir zihniyeti yansıtmış olmasıdır. Milli ve milletler arası sorunlara, duygusal, dogmatik açıdan bakarak peşin hüküm ve kalıplarda değil de akılcı, bilimci ve pragmatik (faydacı) bir yaklaşımla bakmak eğilimidir. Akılcılıkta, insanların doğru karara varması ve başarılı uygulamalar yapması için sağlam fikirlere sahip olmaları gerekir. Atatürk’ün ifade ettiği gibi: – Fikirler anlamsız, mantıksız, boş sözlerle dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır. Aynı şekilde, sosyal hayat, akıl ve mantıktan uzak; faydasız, zararlı, birtakım (bağnaz) inançlar ve geleneklerle dolu olursa felce uğrar” diyen Atatürk; – Akıl ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele yoktur” görüşünü savunuyor. Devamla: – Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade etmeyeceği hiçbir şey düşünemiyorum” diyor. 1 Atatürkçülükte akılcılık, eğitilmiş insan zekâsı ile, bilim ve teknoloji bir bütün olarak ele alınır. Zekânın eğitimi kültür ile mümkündür. – Bizim, akıl mantık, zekâ ile hareket etmek en belirgin özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin delilidirler.” 2 diyen Atatürk, Cumhuriyetin gelişme aşamalarında akılcılığın nasıl kullanıldığını dile getirmiş oluyor. 1 2
Atatürkçülük 3. Kitap Gen–Kur İst. 1984 s 107 a. g. e. s108
299 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürkçülükte, akılcılık insan ilişkileri ve faaliyetlerinde kullanılmaktadır… Bütün faaliyetlerin başlangıç noktası, konulara akılcı bir yoldan yaklaşmakla olmuştur. Atatürk’e göre: – Kitapların cansız teorileriyle karşı karşıya gelen genç beyinler, öğrendikleriyle memleketin gerçek durumu ve çıkarları arasında ilişki kuramıyor. Yazarların ve teorisyenlerin tek taraflı dinleyicisi durumunda kalan Türkiye’nin çocukları, hayata atıldıktan sonra bu bilgisizlik ve uyumsuzluk yüzünden tenkitçi, karamsar, milli şuur ve düzene uyumsuz kitleler meydana getiriliyor.” 3 Bu sözleriyle Atatürk, fikri gelişmenin tesisinde akılcılık yoluyla, ilimci, gerçekçi, yapıcı ve maddi sonuçlar alındığını açıklamış oluyor.
Bilim ve Teknoloji Atatürk’ün: – Dünyada her şey için medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlmin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır.” 4 sözlerinden anlaşıldığı üzere, bilim ve teknolojinin yaygın bir şekilde kullanılması, gerçekçi ve doğru davranışları ve doğru hareket tarzlarını belirten bir yol gösterici oluyor. Bilim ve teknolojiyi bilip uygulayan kişiler, toplum ve milletler kesin başarıya ulaşıyor. Atatürkçülüğe göre, “Taassup cahilliğe dayanır. İlim mutlaka cahilliği yener. O halde halkı aydınlatmak lâzımdır. Cahillik okumamış olmak değil, hakikati bilmemektir. Cahil dediğimiz zaman mutlaka okula gitmemiş olanlar kastedilmiyor. Kastedilen ilim, gerçeği bilmektir.”diyen Atatürk, dinamik idealimize ulaşmamızı bu yolda görüyor: – Bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü ilminden buluşlarından, ilerlemelerinden istifade edelim… Asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. 5 diyerek de Türk Devletinin dinamik idealinin müspet ilimlere dayanması gerektiğini vurgulamış oluyor…
Gerçekçilik Gerçekçilik, gerçeği görmek ve anlamaktır. Bilim gerçeğe yöneliktir ve gerçeği gösterir. “İlim bilmek gerçeği bilmektir.”Bu yönden, bilimsellik gerçekçilik anlamına gelir.
3
a. g. e. s108 a. g. e. s110 5 a. g. e s 111 4
300 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk hayatının her döneminde geçekçi olmuştur. Faaliyetlerinde hep gerçeği aramış, gerçeği bulmuş ve bu yolu takip ederek başarılı olmuştur. Gerçeği bulmak için de okumuş, araştırmış, incelemiş ve bilimi öğrenmiştir. Bilim ışığından faydalanarak ve aklını kullanarak gerçeği görmüş ve öğrenmiştir. Gerçekçi yoldan giderken hedefine ulaşmış başarılardan başarılara koşmuştur.
29– Atatürk’ün Dış Ülkelerle Barışçı Milli Politikası Atatürk Türk Milletini, dünya milletleri dışında, onlara yabacı bir topluluk olarak görmek istemezdi. Atatürk’e göre, Türkiye, devletler ailesinin bir unsurudur… Türkiye’nin kendi görev ve anlayışı dünya barışı ve dünya saadeti için çalışmaktır. Bencilliği, kişiler için olduğu kadar milletler içinde fena bulurdu. Der ki: – Miletler, işgal ettikleri arazinin hakiki sahibi olmakla beraber, beşeriyetin vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin servet kaynaklarından hem kendileri istifade eder, hem de bütün beşeriyete istifade ettirmekle mükelleftirler” diyor ve devamla: – Barışa milletin ve memleketin ihtiyacı kadar, bütün cihan medeniyetinin de kati ihtiyacı vardır. 1 görüşünü ifade ediyor. Milletler arasında bulunması gerekli olan karşılıklı düşünce ve duyguları da Atatürk şu güzel sözlerle ifade etmektedir. – Bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetin düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını da düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetine hadim olmaya (hizmet etmeye) elinden geldiği kadar çalışmalıdırlar.” – Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur.” – En uzakta zannettiğimiz bir hadisenin, bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için beşeriyetin hepsini bir vücut ve 1
Atatürkçülük 2.Kitap Gen–Kur Yay. s 197
301 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
bir milleti bunun bir uzvu sanmak lâzımdır. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün âza müteessir olur.” – Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa, bana ne dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla alakadar olmalıyız. Hadise ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak lâzımdır. İşte bu düşünüş, milletleri hodbinlikten (bencillikten) kurtarır. Hodbinlik şahsi olsun milli olsun daima fena telakki edilmelidir.” 2 Devletler arası münasebetlerin milli olduğu kadar, insani duygular üzerine kurulması gereğine işaret eden Atatürk: – Artık insanlık mefhumu vicdanlarımızı tasfiyeye ve hislerimizi ulvileştirmeye yardım edecek kadar yükselmiştir.” diyor ve şu görüşleri belirtiyor: – İnsanları mesut edeceğim diye, onları birbirine boğazlatmak gayri insani (insani olmayan) ve son derece teessüfe şayan bir sistemdir.” – İnsanları mesut edecek yegane vasıta, onları birbirlerine yaklaştırmak, onlara birbirlerini sevdirmek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir.” – Cihan sulhu (dünya barışı) içinde beşeriyetin hakiki saadeti ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ile olacaktır.” – Eğer devamlı sulh isteniyorsa, insan kütlelerinin vaziyetlerini iyileştirmek için beynelmilel tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyeti umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir.” 3 Atatürk bir harbin patlak verebileceğini de işaret ederek, şayet bir harp çıkarsa başvurulacak tedbirleri şöyle belirtiyor. – Eğer harp bir bomba infilâkı gibi birden bire çıkarsa, milletler harbe mani olmak için müsellâh (silahlı) mukavemetlerini ve mali kudretlerini mütaarrıza (taarruz edene) karşı birleştirmekte tereddüt etmemelidirler. En sert, en müessir tedbir bir muhtemel taarruz edene, taarruzunun yanına kar kalmayacağını anlatmaktır.” 4 ( bugünkü Birleşmiş Milletler Teşkilatının görevi gibi) 2
a. g. e. s197 a. g. e. s198 4 a. g. e. s199 3
302 Rasim PEHLİVANOĞLU
Milli Dış Politika Atatürkçülükte milli dış politikamız: – Milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek mutluluğu ve kalkınmasına çalışmak… Rastgele, bitmeyen emeller peşinde milleti uğraştırmamak, zarara uğratmamak… Medeni dünyadan, medeni ve insanca muameleyi ve karşılıklı dostluğu beklemektir.” 5 “Yurtta Barış Dünyada Barış” unutulmaz sözüyle iç ve dış barışı sağlamayı amaç edinen Atatürk’ün söylediği gibi: – Yurt içinde bozgunculuğa ve anlaşmazlığa müsaade etmeyen, hizmet ve külfeti bütün memlekette her vatandaş için eşit tutan, milli birlik sınırları içinde ekonomik gelişmeye yönelik iç politika güderek öncelikle, Türkiye’nin iç güvenliğini sağlamak ve hiçbir memleketin aleyhinde olmayan barışçı bir dış politika uygulamak, maceracılıktan ve geçmişteki düşmanlıklardan Türkiye’yi arındırarak, ‘ yurtta barış ve dünyada barış ’ idealini olumlu yönde etkilemek milli politikamızdır. ” 6 Atatürk: – Bizim açık ve uygulanabilir gördüğümüz siyaset milli siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları ve yüzyılların beyinlerde ve karakterlerde biriktirdiği gerçekler karşısında, hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur. İlmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin güçlü, mutlu ve kararlı olarak yaşayabilmesi için, devletin her yönüyle milli bir politika izlemsi ve bu politikanın bünyemize tamamen uygun ve devamlı olması lâzımdır.” 7 diyerek, dış politikanın başarısının ancak milli bir politika izlemekle mümkün olacağını açıkça belirtmiştir. Atatürkçülükte, milli dış politika unsurları, şu şekilde sıralanabilir: 1- Her şeyden önce milli gücümüze dayanmak 2- Milli sınırlarımız içinde kalmak. 3- Gerçekleştiremeyeceğimiz emeller peşinden koşmamak.
5
Atatürkçülük 3. Kitap s 61 a. g. e. s61 7 a. g. e. s62 6
303 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
4– Milletler arasında ilişkilerde, eşitliğe dayanan karşılıklı ilişkiler, dostluluklar ve ittifaklar kurmak. 5- Milli politikayı yürütürken iç teşkilatı dikkate almak. 6- Diğer devletlerin iç politikalarından ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek. 7- Dış politikada, diplomaside bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak kullanmak. 8 Yukarıya alınan ve uygulamamız gerekli olan (7) maddelik dış politika unsurlarının açıklamasını ve yorumlamasını okuyucularımın idrakine (algısına) bırakıyorum.
Savaştan Kaçınan Barışsever Atatürk Atatürk, savaşlar kazanmış muzaffer bir komutan olduğu halde, başka bir yönü de barıştan yana insancıl bir devlet başkanı olmasıydı. Atatürk’e göre, savaş hali çok kötüdür. Fakat zaruret hasıl olunca kaçınılmazdır. Şartlar oluşursa, “barış için savaşmak” gerekli olmaktadır. Savaşılmasa dahi, barışı sağlamak için savaşı önceden göze almak gerekli olabilir. İşte o zaman her ne pahasına olursa olsun savaşı kabullenmek zorundayız. Nitekim, Hatay meselesi böyle halledilmiştir. Bilindiği üzere, Hatay Türkiye ile Fransa garantörlüğünde kurulmuş küçük bir devletti. İleride Türkiye’ye geçmesi düşüncesiyle bu yol düşünülmüştür. Fakat bir türlü Türk hakimiyetine devredilmiyordu. Atatürk, ağır hasta yatağında iken bile Hatay meselesi ile ilgileniyordu ve almakta kararlıydı. Hatay Türkiye’ye verilmezse, zorlada olsa savaşarak Hatayı alabileceğimiz anlaşılınca hava yumuşamış ve barış yoluyla Hatay konusu Türkiye’nin lehine halledilmişti. Hatay Cumhuriyeti, aldığı bir kararla Türkiye’ye bağlandığını dünyaya ilân etmiştir. Kimselerde ses çıkartamamıştı. Bu da gösteriyor ki: zafer kuvvetlinindir. Böyle bir olay daha önce İtalya ile de olmuştur. Şöyle ki: 1934 yılında İtalya diktatörü Mussolini iyice şımarmıştı. Antalya’nın İtalyanlara verilmesi gerektiğini söyleyerek tehditler savurmaya, palavra atmaya başlamıştı… Atatürk, o günlerde, bir akşam İtalyan Büyükelçisinin Ankara Palasta yemek vermekte olduğunu duyunca, onun yanındaki masayı kendisine hazırlamalarını emretmişti… Büyükelçi ile selâmlaşıp yerine oturdu… Herkesin duyacağı yüksek bir sesle O’na hitap etti: 8
a. g. e s 62-63
304 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Antalya’yı istiyormuşsunuz?” Antalya buradadır Anadolu’da… Niçin gelip almıyorsunuz ?...”: Büyükelçi: – Bu bir savaş ilânımı ekselans? diye sorunca: – Hayır. Ben burada herhangi bir vatandaş gibi konuşuyorum. T.B.M.M, zamanı gelince benim gibi basit yurttaşların duygularını da göze alır. Büyükelçi yemeğini bitirmişti. Atatürk’le vedalaşıp tek kelime söylemeden Ankara Palas’ı terk etmiştir. Mussolini… Sanki Atatürk’ün o sözlerine cevap vermek istiyormuşçasına Rodos Adasına asker yığmaya başladı. Birkaç ay sonrada İtalyan büyükelçisi Cumhurbaşkanımızla görüşmek üzere randevu talep etti. Belki, hükümetinin bir notasını, bir ültimatomunu ona vermek niyetinde idi. Atatürk, elçiyi günlük kostümü ile kabul etti. Fakat, daha onun konuşmasına fırsat bırakmadan: – Bana 10 dakika müsaade etmenizi rica ederim” diyerek yandaki odaya geçti. 10 dakika sonra büyük önder, tepeden tırnağa Mareşal üniformasını ve çizmelerini giymiş olarak elçinin yanına döndü ve: – Buyurun, şimdi sizi dinliyorum. dedi İtalyan Büyükelçisi afallamış gözlerle ona baktıktan sonra kekeleye kekeleye şunları söyleyebildi. – Ekselanslarını Duce’nin (Mussolini’nin) selâmlarını ve iyi dileklerini takdim etmek için rahatsız etmiştim.” dedi başka tek laf etmeden çıktı gitti. Ertesi gün Mussolini, Rodos’taki askerlerini geri çekmiş bir daha da Antalya’nın adını ağzına almamıştı. Fakat, o hırsla Habeşistan’ı işgal ederek sinirlerini yatıştırmaya çalıştı. -Atatürk barışçı idi ama, barışı korumak uğruna hiç kimseye en küçük bir taviz vermezdi. Hele, vatanının topraklarına göz dikenlerin sıcağı sıcağına hadlerini bildirmekten hiçbir zaman geri kalmazdı. 9 Atatürk bir konuşmasında diyor ki: – Milletime şunu ihtar ederim… Kendimizi cihanın hakimi zannetmek gafleti artık devam etmemelidir. Gerçek mevkiimizi dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla 9
Muvaffak İhsan Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 28–29
305 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir. Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz.” 10 Bu basireti gösterememiş olan Hitler ve Mussolini’nin başlarına gelenleri bütün dünya milletleri ibretle görmüştür. Mustafa Kemal’in kazandığı büyük zaferi, hangi başkumandan olursa olsun, düşman ordusunu parçalayarak mahvettikten, ülkesinin topraklarından fırlatıp attıktan sonra, birdenbire orada durmaz, hemen dostluk elini uzatmaz ve barış masasına oturmazdı. Hiç olmazsa, daha 10 yıl önce (1912’de) aynı düşmanın kalleşçe bir saldırı ile en zayıf anımızda eline geçirdiği (doğum yeri olan) Selanik’i geri alırdı. Mustafa Kemal: Trablusgarp’taki görevi sırasında yaralanan, Viyana’daki göz ameliyatından dönüp Makedonya’daki subay arkadaşlarının oturduğu kahvehaneye gözleri dolu olarak girerek: – Selanik’i nasıl düşman eline bırakırsınız”!? Niçin ölünceye kadar orada kalıp savaşmadınız?… diye bağırdığı Selanik’i de o hızla alabilirdi… Ama şimdi, 1922 Eylülünde, zafer sarhoşluğu ile yurdumuzu yeniden tehlikeye atmaya hakkı olmadığını biliyordu. Zira: Askerlikte duygusallığın, kinin, maceranın, aşarı hırsın yeri olmadığını biliyor ve ölçüyü kaçırmamayı gerekli görüyordu. Atatürk, barışın ancak güçlü olmakla korunabileceğine, tarafsızlıkları bütün dünyaca kabul edilmiş ülkelerin ordularına ve savunmalarına büyük önem verdiklerine dikkati çekmekten geri kalmamıştır. Savaşın facialarını herkesten iyi bilen Atatürk diyor ki: – Ben harpçi olamam. Çünkü harbin acıklı hallerini herkesten iyi bilirim… Harp zaruri ve hayati olmalıdır. “Öldüreceğiz” diyenlere karşı “ölmeyeceğiz” diye girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir…”11
10 11
a. g. e. s29 Turhan Fevzioğlu: Atatürk ve Milliyetçik s79
306 Rasim PEHLİVANOĞLU
30– Yokluklar İçinde Varlık Gösteren Atatürk Güç de olsa bir şeyi yapılması gereğine inanmış olan bir insan, o işin olabileceğine kesin bir kararla önce kendisini inandırmış olması gerekir. Zira inanmak başarmak demektir.
Hayırlı İşe İnanarak Başlayan Yokları Var Eder Mustafa Kemal de milli mücadelenin başarılacağına, çok güç şartlara rağmen inanmış, yakın çevresini de inandırmıştır. Kendisini ve çevresini bu güç işe ruhen hazırlamış, büyük bir azim ve irade gücüyle işe girişmiştir. Artık bundan sonra vazgeçmek yok, yılgınlık yok, ileriye ve daima ileriye doğru hamle yapmak vardır. Önüne çıkarılan sayısız manialar (engeller) olacaktır. İnanmış, azimli insanların irade gücüyle ve alınan etkili tedbirlerle bu manialar aşılacaktır. Amaca yürürken önüne çıkan en büyük engel maddi yönden yokluk olacaktır. Ama, davasına yürekten inanmış olan kararlı insan bunu da yenmesini bilecektir. İşte Mustafa Kemal, bu tarz engelleri de aşmış, sabır ve sebatla yürüyerek gayesine ulaşmıştır. Aşağıya aldığım birkaç fıkra bu gerçeği çok iyi ifade etmektedir.
Yoklar Var Edilir Kurtuluş savaşının başladığı sırada Mustafa Kemal’e sordular: – Nasıl yapacaksın ? Ordu yok. Cevap kısa: – Kurulur. – İyi ama, bunun için para lâzım… O da yok. – Bulunur. – Diyelim ki bulduk. Düşman hem kalabalık hem de güçlü… – Yenilir. – Bu kadar kesin konuşan bir insanın “elbet bir bildiği vardır” der önce biraz tereddüt de etseniz peşinden gidersiniz. İşte O, zaferi bu inançla kazandı. Devleti bu inançla kurdu. İnkılâpları bu güvenle gerçekleştirdi. Mustafa Kemal Ankara’ya geldiği zaman 1200 lirası kalmıştı, bu da Ordu Müfettişti olarak İstanbul’dan ayrılırken verilen yirmi bin liradan artan para idi. Sonradan Diyanet İşleri Başkanı olan Rıfat Hoca (Rahmetli Rıfat Börekçi) tüccarlardan altı bin lira toplayarak kendisine verdi. Bu küçük sermaye ile kurulan devleti
307 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
beslemek, mütemadiyen para bulmayla uğraşmak, Büyük Önder’in halletmek zorunda kaldığı en çetin meselelerden biri olmuştur. 12
Milletvekillerinin Yoksulluğu ve Atatürk T.B.M.M Mustafa Kemal’in en büyük dayanağı olmuştur. Fakat meclisin ilk açıldığı günlerde, Meclis Başkanı Mustafa Kemal’in mükemmel bir hatip olarak etkileyici konuşmalarının tesiri ile Milletvekilleri maddi sıkıntılarına sabırla göğüs germişler ve aşkla görevlerini yapıyorlardı. Ancak bir müddet sonra, bir kısım Milletvekillerinin yokluklar ve yaşama güçlükleri karşısında topluca geri dönme kararı aldıklarını duyan Mustafa Kemal kürsüye çıkarak şu veciz konuşmayı yapmış ve etkisini görmüştür. – İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla Millet Meclisine davet etmedim. Herkes kararında serbesttir. Bu karara başkaları da katılabilir. Ben bu kutsal davaya inanmış bir insan olarak, buradan hiçbir yere gitmeyeceğim. İsterseniz hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline mavzerini, ötekine de bayrağını alır, bu şekilde Elma Dağına çıkar. Orada son kurşunu da bitinceye kadar tek başına düşmanla dövüşür. Sonra da bayrağına sarılıp can verir. Ben buna ant içtim!...” 13 Bu içli sözler beklenen sonucu vermiş, duygulanan Milletvekilleri önderi coşkunlukla alkışlamışlardı. Hiç birisi Ankara’yı terk etmemiştir…
Mazhar Müfit Kansu Anlatıyor – Ben bir gece, Mustafa Kemal Paşa’ya büyük bir tehlike içinde olduğumuzu söyleyerek çok sinirli bir halde: – Hepsi güzel, fakat biz burada beş altı kişi oturmuşuz, yalnız memleketimizle, padişahla, Ferit Paşa ile değil bütün dünya ile uğraşıyoruz. Para yok, asker yok, top yok, tüfek yok, velhasıl bu savaşımızı destekleyecek elimizde bir kuvvet yok. Buna çare düşünelim, dedim. Mustafa Kemal Paşa gülerek:
12 13
Muvaffak İhsan Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 88-89 a. g. e. s 89
308 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Azizim Mazhar Müfit, bu senin dediklerinin hepsi olsa, o zaman bu işi annem de görebilir. Marifet bu yokluk içinde muvaffak olmaktır. Her nedense bu gece sinirlenmişsin. Haydı git yat, yarına kadar bir şeyin kalmaz” dedi14
Beş para yok (Atatürk anlatıyor: ) – Senelerce evvel bu memleketi, bu güzel ve kıymetli milleti düştüğü felâketten çıkarabileceğim kanaati ile Anadolu’ya geçtiğim ve maksadın icap ettirdiği teşebbüslere giriştiğim zaman, hiç de emrimde beş para olmadığını beyan edebilirim. Fakat parasızlık benim milletle beraber hedefe atmaya muvaffak olduğum koca adımları kösteklemek değil, zerre kadar azaltmaya dahi sebep teşkil edememiştir. Yürüdük, muvaffak olduk. Yürüdükçe, muvaffak oldukça, maddi zorluklar ve engeller kendiliğinden hallolundu. 15 Yukarıya alınan sadece birkaç fıkradır. Bunlara benzer ve daha kötü durumlarla karşılaşılan binlerce feci olaylar olmuş, maddi ve manevi sıkıntılar yaşanmıştır. Önde gelen komutanlar ve yöneticiler, yokluklar içinde varlık gösterebilmek için çok caba sarf etmişlerdir. Mustafa Kemal ve arkadaşları, fedakâr milletimizin vicdanlarına hitap ederek; yiyecek, giyecek, eski püskü neler varsa gönüllü olarak almışlar; postal bulamadığı için ayağı çarıkla, hattâ yalınayak çarpışan Mehmetçiklere dağıtmışlardır. Allah’a sığınan kahraman Mehmetçiklerin yenilmez güçleriyle zaferler kazanılmış, yıllarca süren savaşlar sonrasında yurdumuz düşman işgalinden kurtarılmış ve Türk Milleti bağımsızlığına kavuşmuştur. Türk İstiklal Savaşımız ruhla maddenin çarpıştığı bir mücadele olmuştur. Sonunda, mazlumun yardımcısı olan Yüce Allah’ın takdiriyle ruh maddeye galip gelmiştir… Gelecek nesiller için acılarıyla ve sevinçleriyle, ibret ve örnek olacak önemli dersler alınmıştır.
14 15
Adnan Nur Baykal: M. Kemal’in Liderlik Sırları s 31-32 a. g. e. s 117
309 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ÜÇÜNÇÜ BÖLÜM Atatürk’ün Yüksek İnsanlık Meziyetleri Atatürk’ün çok yönlü kişiliğe sahip büyük bir lider olduğu yalnız ülkemizde değil bütün dünyaca kabul edilmiştir. Savaşta, düşman karşısında orduları şahlandıran muzaffer bir komutan; barışta, ileri görüşlü, kudretli bir yönetici; toplumun ihtiyaçları doğrultusunda atılımlar yapmasını bilen inkılâpçı bir lider; her devirde ve her dönemde toplulukları coşturan ateşli bir hatip olan büyük Atatürk, bu üstün kişilik özellikleriyle, inandığı ve güvendiği büyük milletiyle el ele vererek, azgın düşman işgalinden ülkesini kurtarmış ve milletini bağımsızlığa kavuşmuştur. Bu büyük başarıya nasıl ulaşmıştır? Hangi kişilik özellikleriyle, sahip olduğu hangi görüşleriyle, hangi yetenekleriyle ve hangi yolları izleyerek bu büyük başarıları kazanabilmiştir? Bu soruların cevaplarını yukarıya aldığımız ikinci bölümde açıklamaya çalıştık. İşlediğimiz konularda, Atatürk’ün bizzat kendi sözleri maddede sıraladığımız üstün kadarıyla göstermeye ve bu belirtmeye çalıştık.
faydalandığımız en önemli belge ve kendi açıklamaları olmuştur. 30 kişilik özelliklerini görebildiğimiz vasıflarının başarısına olan etkisini
Atatürk’ün, ikinci bölümde işlediğimiz üstün kişilik özellikleri yanı sıra, bu özelliklerinin bütünleyicisi ve yan etkileyicisi olan üstün insanlık meziyetlerini de görmezlikten gelemeyiz, aşağıda bunları da teferruata kaçmadan küçük örneklerle ve özetle vermeye çalışacağız.
1 – Hürriyet Aşığı – Bağımsız Ruhlu Önder Atatürk Hürriyet, insanların düşündüğünü, dilediğini, başka birinin hiçbir tesiri ve müdahalesi olmaksızın mutlak olarak yapabilmesidir. Fakat bu tarzda geniş anlamlı hürriyet hiçbir zaman olmamıştır ve olamaz da. Zira, her şeyde olduğu gibi hürriyetin de sınırı vardır. Atatürk’e göre hürriyet, başkalarının haklarının başladığı yerde sınırlanır. Mutlak kişisel hürriyet olamaz. Bir başkasının hak ve hürriyeti ve milletin ortak çıkarları kişisel hürriyeti sınırlar. Bu konuda Atatürk şöyle söylüyor:
310 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Hakkın bulunduğu yerde vazife ve vazifenin bulunduğu yerde hak vardır. Yani, her insan aynı zamanda hem kendine ait birtakım haklara sahiptir, hem de başkalarına ait hakların kendine yüklediği birtakım vazifelere sahiptir. İnsanlar, toplumsal hayatta haklardan ve vazifelerden örülmüş bir sistem içinde düşünülebilir. İnsanlar, insan kaldıkça bu sistemden çıkamazlar.” 1 diyen Atatürk’e göre, insanların hürriyeti topluma ve devlete karşı sorumluluklarıyla birlikte ele alınmalıdır. İşte Atatürk, hayatı boyuncu bu düsturu kendisine rehber edinmiştir. Sadece kendisi hürriyetini değil, başkalarının ve özellikle devletin hürriyetini esas almıştır. Başka milletlerin ve başka devletlerin hürriyetlerine de saygı duymuş, onların da hür ve bağımsız olmaları hususunda çaba göstermiş ve kendilerine örnek olmuştur. Atatürk, doğuştan hür fikirli bir ailenin çocuğudur. Önce dürüst bir devlet memuru olan, sonra istifa ederek ticarete atılan babasının başına neler geldiğini ve hastalanıp ölümüne sebep olduğunu öğreniyoruz. Küçük Mustafa, çocukluğundan beri hürriyeti aramıştır. Daha altı yaşındayken annesiyle birlikte bir yakınlarını ziyarete giderken, geçtikleri pazar yerinden, harçlığından artırdığı 2 kuruşu ile bir kuş satın aldığı görülmüştür. Annesinin ne yapacağını sorması üzerine: – Onları hürriyetine kavuşturmak için aldım anne” diyor ve: – Artık hürsünüz haydi uçun” diyerek kuşları havaya fırlatıyor. O gün minik kuşları hürriyetine kavuşturan küçük Mustafa yıllar sonra, çok sevdiği Türk Milletinin hürriyet mücadelesini veriyor ve başarılı sonuca ulaşıyor. Hürriyetten yoksun başka mazlum milletlere de örnek oluyor ve onları bağımsızlığa teşvik ediyor. Mustafa Kemal, okullarında okurken de kafasında hürriyet mücadelesi devamlı yer ediyor. Bu konuda arkadaşlarına etkili telkinler yapıyordu. El yazması gazeteler çıkarıyor ve küçük çapta hürriyete hazırlık eylemlerinde bulunuyordu.
1
Atatürkçülük 3. Kitap: Gen-Kur Yay. S 73
311 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Hürriyet Aşığı olan Atatürk Şöyle Konuşuyor: –Hürriyet (özgürlük) ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimizin ve büyük atalarımın en değerli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, özel ve resmi yaşamımın her evresini yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, saygınlığın, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, kesinlikle o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben kendim, bu saydığım özelliklere çok önem veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikler taşımasını şart ve esas bilirim. – Ben yaşayabilmek için kesinlikle bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım! Bu sebeple milli bağımsızlık, bence bir yaşam sorunudur. Millet ve memleketin çıkarları gerektirdiği takdirleri insanlığı oluşturan milletlerin her biriyle, uygarlık gereğinden olan dostluk ve siyaset ilişkilerini büyük bir duyarlılıkla takdir ederim. Ancak, benim milletimi tutsak etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.” 2 Hürriyet hakkındaki görüşlerini yukarıya aldığımız Atatürk, Kurmay Yüzbaşı olarak ilk tayin yeri olan Şam’daki 5. Orduda görevliyken, gördüğü ihtiyaç üzerine yanındaki sadık arkadaşlarıyla gizlice “Vatan ve Hürriyet” cemiyetini kuruyor. Şam’dan gizlice Makedonya’ya gelerek oradaki arkadaşlarıyla birlikte Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin şubesinin açıyor. Ne yazık ki, daha önceden gizli kurulmuş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin varlığı ile Vatan ve Hürriyet Cemiyeti büyüyemeden kapanıyor. Katıldığı İttihat ve Terakki Cemiyetinin önde gelenleri Mustafa Kemal’in fikirlerini hoş göremiyor ve itibar etmeyerek başına buyruk hareket ediyorlar. Acele ederek ilân ettikleri 2. Meşrutiyeti de değerlendiremiyorlar. Zamansız ve gereksiz yere 1. Cihan harbine girerek malûm akıbetin doğmasına sebep oluyorlar. Onların yıkıntılarını onarmak ve Yeni Türkiye Devletini kurmak görevi de Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına düşüyor. Büyük Türk Milletinin aç biilaç, fakir ve zaruret içinde ki perişan hallerine bakarak, onlara ümit, güç ve destek veriyor ve yurdumuzun işgalden kurtarılmasında önder oluyor. Böylece, Milletimiz hürriyetine ve Devletimiz bağımsızlığına kavuşuyor. 2
Utkan Kocatürk: A.’ün F.ve D. G. 2 Basım s 476
312 Rasim PEHLİVANOĞLU
2 – Mütevazi (Alçak gönüllü) Atatürk Atatürk bunca başarılarına ve kazandığı zaferlere rağmen, hiçbir zaman kendini büyük gören diktatör taslaklarından olmamıştır. Kendine güvenmiştir, büyük hizmetler göreceğine inanmıştır ama hiçbir zaman büyüklük kuruntusuna kapılarak başkalarını küçük görmemiştir. Mensubu olduğu Türk Milletine inanmıştır, güvenmiştir. Milletini küçük görenlerden de olmamıştır. Milletiyle el ele vererek birlik ve beraberlik içinde kazandığı başarıları kendine değil milletine mal etmiştir. Hep “milletim – milletim” demiştir ve bu büyük Türk Milletinin bir ferdi olduğu için de gurur duymuştur. Atatürk’ün tevazuunu gösteren sözlerden birkaçını aşağıya alıyorum. Atatürk şan ve şeref düşkünü değil hizmet aşıkı idi, bu konuda şöyle söylüyor. – Benim şan ve şerefimden söz etmek de hatadır. İyi dinleyiniz. Öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başımızın belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur! Bağlı olduğum Türk Milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir bireyi olmak sıfatıyla şanım şerefimdir. Asla başkası değilim.”(1923) Atatürk devam ediyor: – Ben zannediyorum ki, millet bireylerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdani eğilimleriniz bana dayanak noktası oluşturmamış olsaydı; bende ki girişimlerin hiç biri olmazdı…”3 – Efendiler, bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalade işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Lakin öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar. Meğer ki bir hissi umuminin (genel duygunun) amili (sahibi), mümessili olsunlar. Ben milletimin efkâr ve hissiyatına yakından vakıf olmaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı ifadeden başka bir şey yapmadım.” diyen Atatürk devamla:
3
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün F. v D. G. 2.Basım s479
313 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Bir insan eğer hayatında başarılı bir iş yapmışsa o iş tarih ve millete mal olmuştur. O şahıs sadece onunla övünerek kalmak isterse ki, bu hal insanı tembelliğe götürür ve yeni başarılardan yoksun kılar.”4 Atatürk sofra sohbetinin birinde şunları söylüyor: – Efendiler, size şunu söyleyeyim ki, inkılâpçı Türküye Cumhuriyetinin benim kişiliğimde daim olacağını sananlar çok aldanıyorlar… Türkiye Cumhuriyeti, her anlamı ile, büyük Türk ulusunun öz ve aziz malıdır. Değerli evlâtlarının elinde daima yükselecek sonsuza kadar var olacaktır “diyen Atatürk, yüzüne karşı övülmekten hoşlanmak şöyle dursun, her hangi bir iyiliğinden dolayı kendisine teşekkür edildiği zaman bile sıkılır, utanır, hemen sözü değiştirirdi. 5 Büyük Taarruzdan sonra esir alınan düşman Başkumandanı Trikopis Atatürk’ün huzuruna çıkartılıyor. Zaferin galibi olan Atatürk, bitkin halde olan mağlup Generali son derece nezaketle kabul ediyor ve onu teselli ediyor: – Harp talihidir, müteessir olmayın. Buyurun oturun, dinlenin, ne emredersiniz?” diye soruyor. Mağlup general aç olduğunu söylüyor. Atatürk: – Yemek yiyeceğiz efendim, önce bir isteğiniz var mı? Ondan evvel bir kahve mi yoksa bir içki mi istersiniz? diye soruyor. 6 Mütevazi Atatürk, esir düşen düşman Başkomutanını bile nezaketle karşılıyor. Onu bile incitmekten çekiniyor.
3– Sevebilen ve Sevilen Duygulu Atatürk Atatürk’ün en büyük meziyetlerinden birisi de insanî duygu, sevgi ve insanlık sevgisidir. Her şeyden önce Atatürk, kendi milletini çok sever ve ona çok güvenirdi. Büyük milletinin kendisine inanması ve büyük fedakârlıklara katlanarak destek vermesi sayesinde, erişilmesi imkansız sanılan büyük başarılara ulaşmıştır. Milletinden gördüğü özverili destek olmasaydı, kendisinin tek başına bir şey yapamayacağına inanır ve bunu söylerdi. Bu inançla “Gerektiği zaman milletim için canımı vereceğim” diyebilmiş ve 4
Adnan Nurbaykal M.K. Atatürk’ün Liderlik Sırları s165 a. g. e. s 167 6 a. g. e. s 167-168 5
314 Rasim PEHLİVANOĞLU
milletinin selâmeti uğruna risklere atılabilmiş ve de apaçık görülen tehlikelere karşı çekinmeden göğüs gerebilmiştir. Atatürk, köylü-kentli, işli-işsiz, fakir–yoksul, yalınayak– başıkabak demeden, eski püskü giyimine bakmadan, milletinin bütün fertlerini sevmiş ve saygı duymuştur. Onlara yardımcı olabilmek için elinden gelen gayreti göstermiştir. Eskimiş, yamalıklı elbisesiyle, ayağında delinmiş ayakkabısı veya potiniyle, delinmiş çarığıyla, giyecek kasketi olmadan başı kabak görüntüsüyle, Türk Ordusuna katılan askerlerine şefkatle sarılmış, onlara moral vermiş, güç vermiş, var olan vatan sevgilerini kamçılamış, milli duygularını şahlandırmış ve hepsinin de ilerisinde, kendisini askerlerine sevdirmişti. Onları, sevinerek vatan ve millet için ölüme sevk etmesini bilmişti. Millet ve memleket sevgisiyle bu denli yüklü olan bir büyük komutan, yetenekli ve dirayetli devlet adamı, asaletine inandığı büyük Türk Milleti tarafından sevilmez mi?. Böyle bir komutanın askerleri, emirlerini yerine getirmek için ölüm pahasına da olsa kendisini fedaya hazır olmaz mı?... İşte Atatürk bu meziyetiyle, askerlerini severek ölüme sevk eden büyük bir komutan, otoritesini daha çok sevgiye dayandıran dirayetli bir devlet adamı, milli duygusuyla halkımızı coşturan ateşli bir hatip olarak temayüz etmiş nadir insanlardan birisidir. Böyle bir lidere sahip olduğumuz için, Türk Milleti olarak kıvanç duymak tabii hakkımızdır. Atatürkçülüğün önemli özelliklerinden birisi de insan sevgisidir. Sadece kendi milletini değil, bütün insanlığa karşı duyduğu sevgidir. Atatürk’e göre, insanların birbirlerine olan bağlılıkların da her şeyden önce “milli sevgi” gelmektedir. Hiçbir sevgi uğruna milli sevgi feda edilemez. Bu konuda Mustafa Kemal şöyle söylüyor: – Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız” diyen Atatürk Romanya Dışişleri Bakanı Antonescu ile yaptığı konuşmada şunları söylüyor: – İnsan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını da düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetine hâdim (yardımcı) olmaya elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Çünkü dünya Miletlerinin saadetine çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini temine
315 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun, vuzuh (açıklık) ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzursuzluğa mahkumdur… En uzakta zannettiğimiz bir hadisenin bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için, beşeriyetin hepsini bir vücut ve her milleti bunun uzvu addetmek icap eder. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün aza müteessir (etkilenmiş) olur.” Yukarıda ki sözlerinden de anlaşılacağı üzere, Atatürk, milli menfaati insanlık duygusuyla bağdaştıran değerli bir insandır. Atatürk’ün anlayışını ve sevgisini belirtmek için, Çanakkale’de bizimle çarpışırken ruhunu teslim eden ve mezarları burada olan yabancı askerlere hitaben dile getirdiği sözleri, O’nun insani duygusunu belirtmesi bakımından aşağıya alıyorum. – Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlarıdır.” 7 Avustralya’nın, “Gelibolu Onur Çeşme’sinde” yazılı olan bu sözler, büyük Atatürk’ün kişiliğinde ifadesini bulmuş ve Atatürkçülükte önemli yerini almıştır. Atatürkçülükte kin ve kindarlık yoktur. hoşgörülü olmak ve yeri geldikçe affetmesini bilmek vardır.
4 – Çocukları Çok Seven Atatürk Sevecen yaratılışta olan ve yüksek insanlık sevgisiyle dolu olan Atatürk, çocukları da çok severdi. Atatürk’ün yakınlarından olan Kılıç Ali’nin anlattığına göre: “Atatürk çocukları çok severdi. gittikleri yerlerde gözüne bir çocuk ilişirse derhal onunla sıkılmadan, yorulmadan uğraşırdı. Çocukların ellerine birer kağıt kalem vererek, yaşlarına göre kimine resim, kimine hesap, kimine de başka bir konu vererek onlarla meşgul olmaktan zevk alırdı. Örneğin: Oğlum demir küçüktü, yazı ve şiir yazmaya hevesliydi. Hatay için bir şeyler yazmıştı. Bir gün çocuğu 7
a. g. e. s 477
316 Rasim PEHLİVANOĞLU
karşısına aldı hiç usanmadan saatlerce onu dinledi, yazdığı yazıları düzelttirdi. Çocuklarla böyle uğraşmaktan zevk alırdı. Hele Ülkü’ye tahminlerin üstünde bağlanmıştı ve onu o kadar candan severdi ki, ölüm gününden bir iki gün öncesine kadar, sabahları kalkar kalkmaz gözler Ülkü’yü arardı. Onu yanına getirtir saatlerce konuşur, meşgul olurdu. Diyebilirim ki, bütün eğlencesi Ülkü olmuştu. Ülkü’nün ‘Atatürk!’ diye uzaktan bağırıp koşarak kucağına atılmasından büyük zevk duyardı. Her yerde, nereye gitseler Ülkü’yü yanından ayırmazdı. O büyük adamın Ülkü ile meşgul olduğu görülecek bir manzara idi…”8 Çocuk sevgisi büyük olan konusunda ise şöyle konuşuyor:
Atatürk, çocukların eğitimi
– Çoğu ailelerde öteden beri kötü bir alışkanlık var. çocuklarını söyletmez ve dinletmezler. Onlar söze karışınca; – Sen büyüklerin konuşmasına karışma” derler. Onları sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket. Halbuki tam tersine, çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye alıştırmalıdır. Hem de ileride yalancı ve riyakâr olmalarının önüne geçilmiş olur. – Kısacası, çocuklarımızı artık düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça söylemeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılıkta başkalarının samimi düşüncelerine saygı göstermeye alıştırmalıyız. – Aynı zamanda onlara yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle birlikte, doğruya iyiye ve güzele karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıdır. Bence bunlar çocuk eğitiminde ana kucağından, en yüksek eğitim ocaklarını kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu suretledir ki çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve çok iyi birer insan olurlar” 9 Amerikalı, 10 yaşındaki küçük bir çocuğun yazdığı mektuba, Atatürk gönül alıcı sözlerle şu cevabı yazıyor: Mr. Curtis La France Mektubunuzu aldım. Türkiye hakkındaki ilgi ve dileğinize teşekkür ederim. İsteğiniz üzerine bir fotoğrafımı ilişikte gönderiyorum. Amerikanın zeki ve çalışkan çocuklarına biricik 8 9
Cemil Sönmez:Atatürk’te Çocuk Sevgisi İş Bank Kültür Yayınlar 1997 s138–139 a. g. e. s 140
317 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
tavsiyem: Türklere dair her işittiklerine gerçek gözüyle bakmasınlar. Kesin olarak bilimsel ve esaslı incelemeye önem versinler. Hayatta başarıya ve mutluluğa ulaşmanızı dilerim.” Gazi Mustafa Kemal Paşa
Ağlayan Çocuk Sıcak bir yaz günü idi. Amerika’nın ticaret ataşesi ve eşi 4 yaşındaki sevimli kızı ile tıpkı bir İstanbullu gibi Florya Plajına koşmuşlardı. Küçük kız kendi başına bebeği ile oynuyordu. Birden onun haykırışlarla ağlayışı duyuldu. Annesi, babası ona doğru koştular, tam bu sırada o tarafa bir grup insanın yöneldiği görüldü. Çevresindekiler gelenleri ayakta alkışlarla karşılıyordu. Ortalarında golf pantolonlu, açık yaka biri vardı. Sarı saçlı idi. Ataşe ve eşi onun Gazi Paşa olduğunu anlamışlardı. Ağlamakta olan çocuklarına yetişemeden saygıyla kenara çekildiler. Çocuğun halini gören Gazi Paşa derhal yönünü değiştirdi. Sevimli kızın önünde çömeldi. Okşayarak ona neden ağladığını sordu. Çocuk hıçkırıklarını sürdürüyor ve bebeğini gösteriyordu. Bebeğin bir kolu çıkmıştı. Gazi Paşa, arkasında bekleyenleri umursamadan bebeği ve kopuk kolu yerden aldı. İnceledikten sonra, kolu içindeki lastik fitille bedene bağladı, çocuğa uzattı. Bebeğinin eskisi gibi sağlam olduğunu gören çocuk sustu. Yüzünde, gözyaşları yerine tatlı bir gülümseme belirdi. Birden Gazi Paşa’nın kucağına atıldı. Minicik dudaklarıyla onu öptü. Gazi Paşa ve çocuk birbirlerine bir şeyler söylüyorlardı. Ne var ki, birbirlerini anlamıyorlardı. Ama ne önemi vardı, onlar birbirlerini sevmişti. Sevgiden daha açık bir dil olur muydu?10 Yukarıya alınan mektuptan ve ağlayan çocukla olan ilgisinden de anlaşılıyor ki, Atatürk çocukların gösterdiği yakınlığa ilgisiz kalmıyordu. Ülkemizde çıktığı gezilerde gördüğü çocuklarla ilgileniyor, konuşuyor, şakalaşıyor, hediyeler verdiği oluyordu. Atatürk’ün çocuklarla ilgili epey hatırası olmuştur. Burada hepsine değinmek mümkün değildir. Ancak çok önemli gördüğüm bir sözünü aşağıya alıyorum: – Çocukluk ne güzel, çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? En çok hoşuma giden halleri nedir bilir misiniz? İkiyüzlülük bilmemeleri: bütün istek ve duygularını içlerinden geldiği gibi açıklamalarıdır.” 11 (Hasan Rıza Soyaktan) 10 11
a. g. e. s 141-142 Utkan Kocatürk: A’ün F. v.D.-Genişletilmiş 2. Basım– s481
318 Rasim PEHLİVANOĞLU
5– Sorumluluk Duygusu Yüksek Atatürk Büyük işler yapmak zorunda olanlar, büyük sorumluluk yüklenmeye peşinen hazır olmalıdırlar. Atatürk bu yüksek meziyete sahip olduğundan, giriştiği riskli işler de dahi gösterdiği büyük başarılarla kendisini kanıtlamıştır. Bu konuda Atatürk diyor ki: – Sorumluluğu üzerine almak cesaret ve hevesi her işte en çok lâzım olan bir huydur. Bir çok insanlar, sorumluluğun başkalarında olduğunu bildikleri zaman en cesur ve cüretkar olurlar. Fakat eğer sorumluluk kendilerinde olursa, bu cesaret ve cüretin azaldığı ve çekingen oldukları görülür. Halbuki sorumluluğu bilerek, hesaplayarak üzerine alan insanlar, küçük ve büyük aldıkları işlerde başarı gösterirler.” – Sorumluluk yükü her şeyden, ölümden de ağırdır.” – Bir meselenin tartışmasına katılan kimse düşündüğünü, kanaatini açık söylemeli, yaptıklarını da kendi namına yapmalı, yaptığının sorumluluğunu da kendi üzerine almalıdır” 12 Bu konuyu bir fıkra ile açalım:
Ordu Geriye Çekilirken Mustafa Kemal Paşa 2. ordu komutanlığına geldiğinde pek nazik bir durumda kalmıştı… Doğuda, Çapakçur Boğazı Kuzeydoğusunda, pek şiddetli ve sürekli kış aylarında vasıtasız orduyu, o dağlarda tutmak tehlikeli idi. Fakat bir türlü sorumluluğu üstüne alan yoktu. Genç ordu komutanı Mustafa Kemal Paşa, bütün sorumluluğu üzerine alarak, orduya geri çekilme emrini veriyor. Emir başarıyla uygulanıyordu. Ordu, Rus hücumundan kurtulmuş geride yeniden kurulmuştur. Ordunun geri çekilmesi sırasında, ordu gerisinden gelen genç kumandan Mustafa Kemal Paşa, bir neferin: – Ne korkak komutanlardır bunlar. Ben düşmanı öldürüp duruyordum. Ne diye geri çektiler bizi …” diye söylendiğini duydu ve sordu:
12
Adnan Nurbaykal M. Kemal’in Liderlik Sırları s 103
319 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Peki ama yalnız düşman öldürmenle olmaz ki. Koca ordu bu… Belki senin anlamadığın sebepler vardır” deyince, nefer Mustafa Kemal’in yüzüne baktı. – Sen kimsin? diye sordu: – Ben sizin kumandanınızım cevabını alan nefer, kendini kurtarmak için en önde kaçıp gittiğini zannettiği kumandanını yanında görünce hem hayret etti, hem sevindi. Mahcubiyetle: – Haa o başka! diyebildi. 13 *** Mustafa Kemal’e göre: Tüm riskleri değerlendirdikten sonra, başaracağınıza inanıyorsanız sorumluluğu almakta tereddüt etmeyiniz. Siz, asıl sorumlu kişilere sormadan kendi kendinize karar verirseniz, çalışanlar bu kararlar için sorumluluk duymazlar. Atatürk diyor ki: – Bir kumandan ancak sorumluluğu üstlenmek sayesinde büyük işler görebilir… Ordu ne kadar önemli ise, onun başına getirilecek olan milli başkumandan da başarı için en aşağı o kadar önemlidir. 14 Askerine kendisini sevdiren dirayetli komutanlar, isterlerse onları vatanı için severek ölüme sek edebilirler. Fakat Mustafa Kemal’in dediği gibi: – Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi gerçekleştirmek yapmak ve yerleştirmektedir. …” Bu mizaç ve karakter örgüsü Mustafa Kemal’in davranış çalışmalarına hayatının sonuna kadar hakim olmuştur.
Anadolu’ya Geçiş Sorumluluğu Vatanımız ve milletimizin en kara günlerinde Anadolu’ya geçerek oradaki ordunun ve milletimizin başına geçmek, bildiriler, tamimler göndererek bütün devlet görevlilerini ve bir kurtuluş umudu besleyen halkımızı uyarmak ve uyandırmak görevini göze almak Mustafa Kemal için gerekli oluyordu. Okuldan beri en yakın arkadaşı ve 20.Kolordu Komutanı Ali Fuat(Cebesoy) ‘a söylediği gibi:
13 14
a. g. e. s 204-205 Osman Bircan: Belge ve Fotoğraflarla: A’ün Hayatı s 17
320 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Artık bundan sonra milletin kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de ona bu yolu göstermemiz ve ordu ile yardım etmemiz lâzımdır” diye düşünüyordu. 15 Bütün riskleri göze alarak Anadolu’ya geçmeyi düşünen Atatürk daha önce belirtildiği gibi diyordu ki: – Dayanacak gücün doğrudan doğruya millet olacağı düşüncesi bende çok güçlü idi. İstanbul’da olup bitenlerden, yapılan girişimlerden milletin haberi yoktu. İstanbul’da oturup millete haber ulaştırmanın da imkânı kalmamıştı. Öyleyse yapılacak tek şeyin İstanbul’dan çıkıp milletin içine girip ve orada çalışmak olduğuna karar verdim. 16 Bunun için bir fırsat aranıyordu. O fırsatta çıkmıştı. Şöyle ki: Kuzey ve doğu illerimizde bozulan asayişi düzeltmek için oraya bir ordu müfettişi göndermek gerekiyordu. Dahiliye Nazırı (içişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey, Ali Fuat Paşanın aracılıyla Mustafa Kemal’in adını vermişti. Bir kısım devlet önde gelenlerinde bazı endişeler olmuşsa da sonunda bu teklif uygun görülmüş ve Mustafa Kemal teklif edilen görevi kabul etmişti. Mustafa Kemal bu konuyu anılarında şöyle anlatmıştır: – Ne alâ şey! Talih bana öyle müsait şartlar hazırlamıştı ki, kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar mutluluk duyduğumu tarif edemem. Nezaretten (bakanlıktan) çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum” diyor ve şöyle devam ediyor: – Ben zaten şu ve bu suretle Anadolu’ya geçmek fırsatını arıyordum. Mademki onlar teklif ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar yararlanmalıyım” diyor ve bu büyük sorumluluğu üzerine alarak Samsuna çıkıyor, kurtuluş mücadelesine ilk adımı Samsun’da atmış oluyor. 17 Atatürk sadece bu konuda değil, hayatı boyuncu millet hayrına sorumluluklar almaktan çekinmemiştir. Ön görüşüyle gerçekleri önceden görebilmiş ve inisiyatifini kullanarak öncelikle davranmış ve amaçladığı büyük işlerde başarıya ulaşmasını bilmiştir.
15
a. g. e. s 56 a. g. e. s 57 17 a. g. e. s 59 16
321 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk Sağduyulu Bir Liderdi – Ben bir defa (düşünerek) söz verdikten sonra, ondan şüphe etmeye kimsenin hakkı yoktur” diyen Atatürk sağduyusunu şöyle ifade ediyor. – Ben o adamım ki, ordunun memleketi, milleti muhakkak bir sonuca götürebileceği noktasında emir veririm. Fakat bilim ve özellikle sosyal bilim alanına giren işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki, bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için siz, kendi biliminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz, sosyal bilimin güzel yönlerini gösteriniz, ben izleyeyim.” 18 Sağduyulu Atatürk, halk adamı idi. Hiçbir zaman halkından kopmamıştı. Halkının sağduyusuna inanarak ve büyük milletinin desteğini alarak başarılardan başarılara koşmuş ve ülkemizin düşman işgalinden kurtarılmasını sağlamıştır. Halk adamı Atatürk şöyle söylüyor: –Ben düşündüklerimi, sevdiklerimi olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü, ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar halkın beni yalanladığını görmedim” 19
6 – Dürüst, Faziletli Atatürk Mustafa Kemal Atatürk’ün önemli insanlık meziyetlerinin başında geleni dürüst ve faziletli oluşudur. Fazilet burada ahlâk anlamında kullanılmaktadır. Ahlâkı: 1) Kişisel Ahlâk 2) Milli Ahlâk 3) Siyasi Ahlâk olarak tanıtabiliriz. Atatürk’ü, sözlerinde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, dürüst, faziletli ve şerefli kişiliğe sahip bir insan olarak tanıyoruz. Bu yüksek meziyetlerini kararlarıyla, davranışlarıyla ve çalışmalarıyla defalarca ispat etmiştir. Aşağıda birkaç örnekle açıklayalım:
18 19
Utkan Kocatürk: A.’ün F. ve D. s480 a. g. e. s 480
322 Rasim PEHLİVANOĞLU
Dürüst Mustafa Kemal İlk hizmet yeri olan Şam 5. Ordu’da görevliyken, vergi toplamında yapılan haksızlıklar ve yolsuzluklar halkın ayaklanmasını teşvik ediyordu. O günlerde Mustafa Kemal’in bizzat yaşadığı bir olayı aşağıya alıyorum: Bir gün öğrenirler ki Havran bölgesindeki Dürziler vergi vermeyi kabul etmeyip ayaklanmışlar. İsyanı bastırmak görevi 5.Orduya verilmişti. Mustafa Kemal’in ve arkadaşı Müfit Kırşehir’in dahil olduğu alaylar bu görevi üstlenmiştir. Emri alan alaylar hemen harekete geçmiştir. Fakat alayın eski subayları Mustafa Kemal ile arkadaşı Müfit’i geçersiz bahanelerle aralarına almak istememişlerdir. Bu iki arkadaş: – Bölüğümüzle birlikte bizde katılmak istiyoruz diye itiraz etmişler, ama sözlerini kimseye dinletememişler. Üst makama başvurmuşlar, ama ordu komutanlığı müracaatlarını küstahça bulmuştur. Merak içinde kalan iki arkadaş “ Her ne olursa olsun mutlaka bu harekete katılmalıyız” kararına varmışlar, zaman geçirmeden hemen atlarına bindikleri gibi alayın arkasından yola çıkmışlardır. Genç bir süvari subayı önlerine çıkarak, kendilerini sevdiğini belirterek durdurmaya çalışıyor. Bugün Suriye ordusunda menfaat şebekesinin hakim olduğunu belirten süvari, gitmemelerini istiyor. Giderlerse öldürüleceklerini söylüyor. Bu sözleri işiten Mustafa Kemal kesin kararını veriyor: – Asıl şimdi gitmemiz şart oldu” diyerek atlarını sürüyorlar.. İlk durak yerlerinde kıtaya yetişiyorlar. Kıtada onlarla hiç kimse ilgilenmiyor. Yemek ve çadır vermiyorlar. O geceyi emir erlerinin çadırında geçiriyorlar. Ertesi gün, bir bölük komutanı onları yanına çağırıyor: bu harekette kendilerine asla kumandanlık verilmeyeceğini söylüyor. Üzerine aldığı kontrolörlük görevinde kendisine yardımcı olmalarını teklif ediyor. Kontrolör, sonucu kimseye bildirmeyeceklerine dair kendilerinden namus sözü istiyor. Teklifi kabul eden Mustafa Kemal ve arkadaşı Müfit ne olacağını merakla bekliyorlar. Kıta havrana varınca, isyanı bastırmak için gelen birlikler yağma ve talan hareketine girişiyorlar. Her birlik kendi bölgesini tarayarak bulduğunu alıyor. Bu hali görerek öğrenen Mustafa Kemal ve arkadaşı işin iç yüzünü anlıyorlar.
323 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
–Bunlar vergi toplamıyorlar. Düpedüz soygun yapıyorlar” diye acınıyorlar. Harekât kötü şartlar altında devam ediyor. Şam’a dönüşte talancılar, talanladıkları altınları arlarında paylaşıyorlar. Bir miktarını da “bunlar da sizin hissenize düşen” diyerek Mustafa Kemal ve Müfit’e ayırıyorlar. Müfit ve Mustafa Kemal’in tepkisi çok sert oluyor ve şiddetle reddediyorlar. Ama talancı subayların da düşmanlıklarını kazanıyorlar: “Bunlar bizim işlerimizi bozacak” diye susturma yollarını arıyorlar ve bazı tuzaklar da hazırlıyorlar... Tedbirli olan Mustafa Kemal ve arkadaşı her şeyi atlatıyor ve onlarla başa çıkmasını biliyor. Mustafa Kemal, bir konuşmasında arkadaşlarına: – Ben namuslu bir insanım. Benimle arkadaş olanlarında namuslu olmaları gerekir…” deyince talancılar geriliyor. Dürüst subaylar seviniyor. Ve Mustafa Kemal’e arka çıkıyorlar. 20 Ölen İngiliz Subay’ın Saati Savaş hali devam ederken, 22 Temmuz 1922’de Konya’ya gelen İngiliz Generali Towushend şerefine verilen ziyafetin sonunda, Mustafa Kemal Paşa kolundan çıkardığı saati General’e vererek şöyle diyor: – Bu saati bana Anafartalar’da bir Türk askeri, ölen bir İngiliz Subay’ının kolundan çıkarıldığını söyleyerek getirdi. Saatin arkasında subayın künyesi yazılıdır. Bu subayın ailesini arattımsa da bulamadım. İngiltere’ye döndüğünüzde ailesini bulur ve saati verirseniz çok memnun olurum” 21 (1922) Mustafa Kemal öyle bir kumandan ki, savaşırken ölen bir düşman subayının kolundan çıkarılan saatin ailesine verilmesi için yıllarca arıyor ve nihayet bir İngiliz General’ine emaneti teslim ediyor. Bu ne büyük bir dürüstlük! ? Atatürk bir konuşmasında: – Büyük zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, o günün savaşlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyardım” diyor ve devam ediyor: -Ben savaşlarda dahi, düşmanım üzerinde bir kin duymam. Yalnız askerlik kurallarının uygulanmasını düşünürüm” diyerek de
20 21
Rasim Pehlivanoğlu: Sevdiğimiz Atatürk s 35 Utkan Kocatürk: A.’ün F. v. D. G. 2. Basım s482
324 Rasim PEHLİVANOĞLU
düşmanına dahi kin duymadığını ve hoşgörüyle karşıladığını belirtmiş oluyor.
Hediye Adı Altında Verilen Rüşvet 1.Cihan Savaşında Almanlarla müttefik olduğumuz biliniyor. Bu arada, cephe kumandanlıkları Alman Generallerine verilmişti. Mustafa Kemal, bunlardan Alman Mareşal Falkenhayn’ın kumandası altına girmek istemiyordu. Oysa, İstanbul’da izinliyken Suriye cephesinde yeni kurulan, Falkenhayn’ın komutasında ki 7.Ordu Kumandanlığına tayin edildiğini öğrenmişti. Bir gün, İstanbul’da Akaretler’ deki 74 No.lu evine birisi Alman iki subay gelerek, Mustafa Kemal’e ufak sandıklar içinde bir şeyler getirdiler. Mustafa Kemal sordu: – Bunlar nedir.? Alman subay cevap verdi. – İstanbul’dan ayrılıyorsunuz. Size Mareşal Falkenhayn bir miktar altın gönderiyor. (iki bin altın) – Bu paraları bana yanlış getirdiniz. Ordunun levazım başkanlığına gönderilmesi lâzımdır. – Efendim, o da başka… Mustafa Kemal, altınları gözü önünde onlara saydırdıktan sonra teslim aldığına dair bir senet yazıp imzalıyor. Fakat Alman Subay senedi almayı kabul etmiyor. O zaman Mustafa Kemal Türk Subayına emrediyor: – Bu subay usullerimizi bilmiyor. Senedi alsın, Mareşal’ e versin sizde paraları gelip teslim alması için levazım başkanlığına haber gönderiniz. Mustafa Kemal birkaç ay sonra 7.Ordu komutanlığı görevinden ayrılmıştı. İstanbul’a gelince senedi yaverine sorar: – Mareşal Falkenhayn’a gidiniz, kendisini görünüz. Bu senedi vererek, benim imzam bulunan ilk senedi ondan alınız ”diye emretti. Yaver gitti, fakat Alman Mareşal’i ona: – Mustafa Kemal Paşa’ya böyle bir para verdiğimi hatırlamıyorum. Bende imzalı senedinde bulunduğunu bilmiyorum. Onun için Ali Rıza imzalı kağıdı da kabul edemem demişti. Böylesi inkâr cevabını alan Mustafa Kemal, söylenmesini tembih ederek, Mareşal’e şu cevabı yolladı:
aynen
– Verdiğiniz altınlar olduğu gibi duruyor. Size senet verilmiştir. Sizde böyle bir senedin bulunmayışı altınları yok
325 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
edemez. Belgeyi kaybetmiş olabilirsiniz. O takdirde altınları size iade edeceğiz. Aldığınıza dair siz bize makbuz vereceksiniz. Ben, altın için memleket menfaatleri konusunda müsamaha gösterecek insan değilim. Paralarınız duruyor. Fakat onlardan çok daha değerli olan Mustafa Kemal imzası sizde kalamaz” İki subay bir saat sonra senedi alıp dönmüşlerdi. 22
Mustafa Kemal’in Affetmediği Sınırsız hoş görüşü ve bağışlaması ile tanınan Atatürk’ün kesinlikle affetmediği şey, rüşvet almak ve devlet parasını zimmetine geçirmekti. Bir rastlantı eseri bizzat tanık olduğunu gören bir kişi anlatıyor: 1933 yılının bir yaz gecesinde, ani olarak Suadiye Gazinosu’na gelen Gazi Mustafa Kemal’in masasının iki metre ötesinde oturmuş, onu doya doya izlemiştik. Büyük önder üç dört saat oturduktan sonra yerinden kalktı, halkın coşkun tezahüratı arasında kendisini bekleyen “Acar” motoruna doğru yürümeye başladı. Tam gazinonun kapısından çıkacağı zaman kalabalık arasından fırlayan elli yaşlarında, temiz pak giyinmiş bir adamın birden bire onun ayaklarına kapanarak kendisini affetmesi için yalvarmaya başladığını gördük. Gazi’nin yüz ifadesi sert ve haşin… Omzuna dokunup adamın ayağa kalkmasını sağladıktan sonra, yüzüne karşı gürlüyor!: – Hayır, sizi hiçbir zaman affetmem siz bu fakir milletin dişinden tırnağından artırıp ödediği vergilerden oluşan devlet parasına el uzattınız. Ülkeyi zarara soktunuz. Cezanızı çekeceksiniz” diyor ve yürüyüp gidiyor, motoruna biniyor. 23 İşte lider böyle olur. Hırsıza fırsat vermedi, göz yummadı. -Cumhuriyet yüksek ahlâka dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilet demektir” Diyen Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, kendisini yakından tanıyanlarında anlattıklarına göre: Atatürk olduktan sonra da yalan söylememiştir. Milletini oyalamak, kandırmak yoluna hiç sapmamıştır. Yapmayacağı ve yapamayacağı şeyi asla vaat etmemiştir. Vaat ettiklerinin de hepsini kesinlikle yapmıştır. Atatürk kin nedir bilmezdi. Devlet işlerinde ise, kişisel duygulara yer vermez, sadece hak, dürüstlük ve fazilet arardı 22 23
Muvaffak İhsan Garan: Milletlerin Sevgilisi Atatürk s 134–135 a. g. e. s 135–136
326 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk başarı gösteren insanları maddi bakımdan değil, her başarı göstereni paradan ve armağandan daha önemli olan “manevi değerlerle ödüllendirmekten geri kalmazdı.” Çoğu kere de, kendi başarılarını, yakın arkadaşlarına mâl etmekten zevk duyardı.
Atatürk Affediciydi Falih Rıfkı Atay’ın anlattığına göre: Ordu İzmir’ e girdi. İzmir’de Mustafa Kemal’i bulduk. Latife Hanım’ın köşküne taşınmıştı. Bir gün kapının önünde gördüğüm subay Mustafa Kemal’in inmesini bekliyordu. Mustafa Kemal holde görüldü. Hepimizle selâmlaştıktan sonra beklemekte olan eski arkadaşına dönerek. – Kovmuşlar seni ha … Sakın yağmacılık etmiş olmayasın? – Hayır efendim menedememişim.
kıtadan
ayrılanlar
olmuşta,
ben
– Vah vah, şimdi bir şey yapamayız. Ankara’ya dönüşte görüşürüz. Sonra aynı subay askerlikten çıkarak milletvekili adayları arasına girmiştir. Uzun yıllar mecliste idi. Atatürk insan zaaflarını bilir ve pek çok defa affetmesini de bilirdi. Kendisi Anadolu’da iken, o arkadaşının İstanbul merkez komutanlığında nasıl çalıştığı hatırlatıldığı zaman: – Öyledir… Pek sıkışmağa gelmez. Fakat doğrusu ya, ben Anadolu’da iken yanıma gelmekte pek kolay değildi. İnanılır şey değildi ki bizim yaptığımız! demişti. Pek samimi idi. “Kuvay-ı Milliye devrinde nerede idin, ne vazife görürdün.” diye sormayan yalnız O idi. Başkaları ise, Anadolu’ya bir gün önce ve bir gün sonra gelmiş olmayı, pek önemli bir kıdem davası gibi güderlerdi. Yüz ellilikleri bile affetmesi, insan zaafına karşı feylezofça davranışının bir eseri değil midir? Bir gün barışmayacağı hasmı, bir gün bağışlamayacağı suç yoktu diyebilirim. İnsanların kendi kendilerini “yeniden yapmalarına” fırsat vermekten zevk alırdı. Her şeyi görür, bir çok şeyleri görmezlikten gelirdi. Not defterine aldığı en güzel sözlerinden biri şudur:
327 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Ben onları affederim, çünkü kalbim vardır. Onlar beni affetmezler, çünkü kalpsizdirler!” Gerçektende, O’nu ölümünden sonra bile affetmeyen düşmanları olmuştur. 24 Önceki konular işlenirken de yeri geldikçe değinildiği gibi, Atatürk milli ve manevi değerlerimize sahip olan faziletli bir liderdi. Yüksek ahlâk, insanî iyi davranışlar, ahlâki kurallara uymaya iteleyen manevi güçler Atatürk’te yer etmişti. Erdemli ve iffet sahibiydi. Okuduklarımdan bu kanaati edinmiştim. Atatürk, bilhassa ahlâki değerlere çok önem verirdi. Kişisel ahlâkın yanı sıra, milli ahlâk ve siyasi ahlâk yönünden de çok duyarlıydı. Bu konudaki görüşlerine özetle değinelim.
Milli Ahlâk Atatürk’e göre: –Bir milletin meydana gelmesinde ahlâkın rolü çok büyüktür… Ahlâk kurallarının nasıl meydana geleceği, ahlâklılık olduğu anlaşılan işler görüldükten, tecrübe edildikten sonra anlaşılır. İnsanlar mecbur olmadıkça kendilerini görmek istemezler. Halbuki, bazı işler vardır ki kendiliğinden, insanda onu yapmak üzere, içinde bir arzu, bir eğilim doğar, o işi yapmak arzulanmaya değer olur. İşte ahlâki işler aynı zamanda hem mecburi hem de arzulanabilir işlerdir.” – Milli ahlâk, milletin sosyal düzen ve huzuru, şimdiki ve gelecekteki refahı, saadeti, selâmeti ve güvenliğiyle medeniyette ilerlemesi ve yükselmesi için insanlardan her hususta ilgi, gayret, nefsin feragatini ve gerektiği zaman seve seve canımızı vermemizi isteyen ahlâktır.” – Millet analarının, millet babalarının, millet öğretmenlerinin ve millet büyüklerinin, her yede ve her işte millet çocuklarına, milletin her ferdine bıkmaksızın ve devamlı olarak verecekleri milli terbiyenin (milli eğitimin) amacı, işte bu yüksek milli hissi (milli duyguyu) sağlamak olmaktadır. Ahlâk kutsaldır, çünkü aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir çeşit değerle ölçülemez… Gerçek ahlâk, tanrı katında değişmiş, örnek bir şekilde düşünülmüş bir toplumla birleşmiştir... – Dini terbiye, milli terbiye, milletler arası terbiye.. bütün bu terbiyelerin hedef ve gayeleri başka başkadır.. Yeni Türkiye
24
Falih Rıfkı Atay: Çankaya Pozitif Yayınlar İst./2004 s577
328 Rasim PEHLİVANOĞLU
Cumhuriyetinin yeni nesle vereceği terbiye ise milli terbiyedir (milli ahlâktır)… 25 –Milli ahlâkımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle beslenmeli ve kuvvetlendirilmelidir. Tehdit esasına dayalı ahlâk, bir fazilet olmadıktan başka, itimada lâyık değildir.” 26
Siyasi Ahlâk Ord. Prof. Enver Ziya Karal’ın anlatışına göre: Siyasi ahlâk, siyasi partiler arasındaki münasebetler sebebiyle ortaya çıkmıştır. En çok iktidar ve muhalefet partilerinin sözcüleri tarafından kullanıldığı görülmektir. Siyasetin ahlâkla olan münasebetleri hükümet şekillerine göre değişmektedir. İstibdat idaresinde siyaset ahlâkından söz açılamayacağı tabiidir. Demokrasi idaresinin fazilete dayandığı Aristo’dan bu yana söylendiği için, ahlâk ile çok sıkı bir ilişkisi bulunduğu apaçıktır… Şu halde fazilet, demokrasi için gerçekleştirilmesi gereken bir amaçtır ve ülküdür. Demokrasi halk idaresi demek olduğuna göre, siyaset ahlâkı, gerçekten siyasi partilerle çok yakından ilgilidir. Yürürlükteki anayasamıza göre: “Siyasi partiler, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” Atatürk: “Türklerin ruhen demokrat doğmuş bir millet olduğunu ve hatta dünya üzerinde yaşamış ve yaşayan milletler arasında ruhen demokrat doğan yegana millet olduğuna” kaniidir. Böyle gören Atatürk, Türkiye Cumhuriyet’inde siyasi partilerin kurulmasının zaruretine inanır. Bu bakımdaki görüşlerini şöyle ifade etmiştir: – Partiden maksat, millet evlâdından bir kısmının, ahali sınıflarından bazılarına, diğer evlât ve sınıfların zararına menfaat sağlamak değildir. Belki bunlardan ayrı ve hariç olmayıp, halk namı altında bulunan umum milleti müşterek ve müttehit (birleşmiş) bir surette hakiki refaha isal (ulaşmak) için faaliyet göstermektir. 27 Atatürk, iktidar ve muhalefet münasebetlerinde, muhalefetin de saygıya değer olduğunu kaydeder. Bununla beraber muhalefetin yapıcı olabilmesi için, yapılacak itirazların makul ve 25
Atatürkçülük 1. Kitap Gen-Kur Yayınları s55-57 a. g. e. s59 27 Atatürkçülük 2. Kitap Gen-Kur Yayınları s 202 26
329 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
meşru sebeplere dayanmasını ve bu şekilde ifade edilmesinin gerektiği görüşünü belirtir.Atatürk’e göre: – Siyasi partilerin, vatandaşların her isteğini getirmelerini vaat etmeleri demokrasi için zararlıdır. partiler, vatandaşın istediğini, imkânların elverdiği memleketin genel menfaati ve genel mukadderatı denkleştirmeye mecburdur.
yerine Siyasi ölçüde, ile de
Siyasi ahlâk ve siyasi partiler konusunda Atatürk’ün önemli görüşlerinden bazılarını daha aşağıya alıyorum. – Milleti, aklımızın ermediği veya yapmak güç ve yeteneğini kendimizde görmediğimiz hususlarda aldatarak geçici teveccühler kazanmaya tenezzül etmemeliyiz. Millete, adi politikacılar gibi yalancı vaatlerde bulanmaktan nefret ederiz…. Biz milletimizi gerçek kurtuluşa, esenliğe, kavuşturmak için tatbikinin gerekli olduğuna kanaat getirdiğimiz esasları tatbik ve icrada tereddüt göstermedik. Bu esasların devam ve istikrarını teyit için hayatımız ortadadır. Atatürk’ün ahlâk konusundaki fikirleri, günümüzün kimi siyaset adamlarına uyacak nitelikte ve şöyledir. – Ahlâkın millet teşkilinde yeri çok büyüktür… Ahlâk dediğimiz zaman, ahlâk kitaplarında yazılı olan veya bir takım ahlâk hocalarının tavsiye ettikleri nasihatleri murat etmiyorum. Murat ettiğim (kastettiğim) eğitim ahlâkı, milli ve sosyal ahlâktır… Kaynağı da cemiyettir, millettir.” 28 Atatürk, adi politikacıların partiler yoluyla meclise girebileceklerini de düşünür. Bunlar, yapmak kudret ve kabiliyetinde olmadıkları vaatlerde bulunarak ve millete dost gözükerek iktidar mevkiine bile geçebilirler…Şahsi menfaatlerini sağlamaya çalışırlar. Atatürk, partilere girebilecek bu gibi samimi olmayan ve gizli maksatlı unsurların, kanun üstünde netice almak isteyen emel sahiplerinin bütün milletçe menfur görülmesini tavsiye eder. 29
28 29
a. g. e. s 203 a. g. e s 204
330 Rasim PEHLİVANOĞLU
7 – Uzlaştırıcı, Problem Çözücü Atatürk Atatürk’ün bütün hayat mücadelesinde, uzlaştırmacı, birleştirici, bütünleştirici, problem çözücü bir kişiliğe sahip olduğu görülüyor. Bu özelliğinin de etkisiyledir ki, insanlarımızı birbirine yaklaştırmış, milletimizi birleştirmiş, ülkü arkadaşlarıyla elele vererek, milli birlik ve beraberlik halinde ülkemizi düşman işgalinden kurtarmış ve bağımsız Türkiye Devleti’nin kurulmasını sağlamıştır. Atatürk’ün bu üstün meziyetini aşağıya aldığım açıklamalar ve fıkralarla belirtmeye çalışacağım. Atatürk’ün uzlaştırmacılığı ve lider kişiliği okul hayatındayken kendisini göstermiştir. Askeri Rüştiyeye ilk girişinde, öğrenci arkadaşlarını da çevresinde toplamış ve sınıfın çavuşu olmuştur. Okuduğu okullarda her geçen yıl, gerek arkadaşlarına gerekse öğretmenlerine kendisini kabul ettirtmiş ve çevresinde bir saygı hâlesi oluşturmuştur. Okuldaki bazı gelişmelerde daima ön safta yer almış, arkadaşlarını yönlendiren lider kişiliğiyle dikkatleri üzerine çekmiştir. Harp akademisindeyken çıkarılan gizli gazetenin yönetmeni, yazıcısı ve dağıtıcısı olmuş; faaliyetine arkadaşlarının da yardımcı olmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal’in asıl uzlaşmacılığı, Şam 5. Orduda görev almasıyla kendini göstermiştir. Birkaç örnek verelim: Uzlaştırmayla Bastırılan İsyan Şam’da 5. Orduda Kurmay Yüzbaşı olarak görev yaparken bir gün, Mustafa Kemal’in komutanı Binbaşı Lütfi’ye gelen telaşlı bir haberci: – Asiler ordugahı basacaklar ve herkesi öldürecekler haberini veriyor. Mustafa Kemal, daha önce harekata katılan subayların soygun olayından ders alarak: – Sakın soygun için bir bahane olmasın” diye düşünüyor. Ama tedbirli olmak ihtiyacı duyuyor. Bir keşif yapıp durumu öğrenmek için kumandanından izin alıyor. Yanına arkadaşı Müfit’i ve bir emir erini alarak keşfe çıkıyorlar. Önce kimseye rastlamıyorlar. Sonra tepeye çıkıp etrafı gözetlerken, ileride bir atlı grubu görürler. Onlarda bunları görmüşlerdir. Mustafa Kemal ve yanındakiler atları topuklayarak (koşturarak) hızla karargaha yönlenirler. Öbürleri de atlarıyla dört nala peşlerine düşerler. Düz ovada bir kovalamacadır başlar. Zikzaklar yaparlar, düşmanı şaşırtırlar ve ordugaha dönerek kurtulurlar. Haber öğrenilince,
331 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
ordugahta tedbir alınır. Fakat arkadan gelen olmaz. Kovalayanlar, gafil avlayamayacaklarını görünce geri dönmüşlerdir. Bu olaydan sonra komutan Binbaşı Lütfi kendilerini tehlikeden kurtaran bu iki stajyer arkadaşa özel değer vermeye başlar. Başka bir gün, askeri eğitim yaptırırken uzaktan kendilerini izleyen kalabalık bir atlı grubunu (Dürzileri) görürler. Binbaşı Lütfi, “ne yapalım” ? diye Mustafa Kemal’e sorar. O ise eğitime devam etmeyi ister. Ama hücuma geçecekleri endişesine kapılan Mustafa Kemal: – Ben onları bilirim. Namuslu insanlardır. Kendilerine silah çevirmeyene silah kullanmazlar” der. Onlarla konuşmak üzere tek başına yanlarına gider. Aralarında bir süre konuşurlar… Sonra kalabalık atlılar döner giderler. Bu olay, Mustafa Kemal’in uzlaşmacı tavrını ve ikna edici gücünü göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Bu sayede, çarpışmadan zafer kazanılmıştır… Ertesi gün Şam’dan gelen Jandarma Komutanı, Dürzileri püskürttükleri için Binbaşı Lütfi ve Mustafa Kemal’i tebrik eder: Mustafa Kemal: – Hayır biz püskürtmedik, onlar gittiler der. Buna rağmen Jandarma Kumandanı, Padişaha bir telgraf çekerek olayın bildirilmesini Binbaşı Lütfi’den ister. Bu isteğe Mustafa Kemal’in cevabı kesin ve sert olur: – Ben hiçbir zaman böyle bir sahtekârlığa alet olamam!... Zatı şahane sizin gibi düşünenlerin ne olduklarını anlayabilmelidir” demekten kendini alamaz. 30 Bu olay, kendisi gibi düşünen Binbaşı Lütfi ile dostluğunu geliştirmiştir. Dürüst subay arkadaşları arasında ki itibarını artırmıştır.
Trablusgarp’ta Güç Kullanmadan Bastırılan İsyan Mustafa Kemal Kolağası rütbesiyle Selânik’te görev yaparken, Sadrazam Talat Paşadan aldığı bir emirle, Trablusgarp’ta çıkan isyanı bastırmak üzere görevlendirilmiştir. Vakit kaybetmeden İzmir– İskenderun üstünden deniz yoluyla ve bin bir güçlükle Trablusgarp’a varmıştır.
30
Rasim Pehlivanoğlu Sevdiğimiz Atatürk 2004 s36–37
332 Rasim PEHLİVANOĞLU
İyi kalpli Trablusgarp sevkiyat memurunun iki odalı ve toprak tabanlı evinde bir gece kalarak yorgunluğunu giderir. Ertesi gün Trablusgarp Komutanının yanına giderek geliş görevini hatırlatır. Ölen Recep Paşa’nın köşkü kendisine tahsis edildi. Komutan İbrahim Paşa’nın iznini alan Mustafa Kemal subayları topladı. Belediye Başkanı Hasume Paşa’dan şikayet ediliyordu. Hemen getirmelerini emretti. Kendilerine teslim edilen asi Belediye Başkanı ile bir müddet konuştuktan sonra, emirlerini dinleyeceğine dair kendisinden söz aldı. Sonra serbest bıraktı. Böylece asi Belediye Başkanı güzellikle hizaya getirildi. Bir sonraki gün polis müdüründen gelen habere göre: Trablusgarp şehri ve havalisinde yaşayan kabile ve aşiretler şehri basacaklar. Mustafa Kemal’i öldürecekler veya vapura bindirip kovacaklarmış! Komutanı, kendisine teslim edilen bütün kuvvetleri kullanmasını istemişti. Ama Mustafa Kemal: – Kuvvete ihtiyacım yok, gidip yüz yüze konuşmak istiyorum” diyerek, Arapça bilen yaveri Murat’ı yanına alıp, asilerin karargahına gitmişti. Asileri idare edenlerin kaldığı bölüme bir hamlede girdi. Orada, devletin önemli kademelerinde hizmet görmüş, çıkarcı kimseler vardı: – Siz kimsiniz ? Ne yapmak istiyorsunuz?” diye sertçe sordu. Mustafa Kemal’in askerlerle gelip kendilerini sardığını sandılar. Korkup telaşlandılar… Mustafa Kemal’den çıkarlarının korunmasını istediler. Mustafa Kemal bütün bu zavallı halkın, kendi kişisel çıkarlarını düşünen beş on kişinin peşine takılmış olduğunu üzülerek gördü: – Çıkarlarınızı korumak için. Bu toplanan halka ben bizzat konuşmalıyım” dedi ve halka dönerek: – Ey ahali! Ey din kardeşlerimiz!” diye söze başlayarak halkın anlayacağı dilden güzel bir konuşma yaptı: – Kuvvetlerimizi birleştirelim. Emeklerimizi birleştirelim. Aramızda müşterek olan ahlâk ve tabiata dayanarak adam olalım” diyerek samimiyetini halka inandırdı. O gün, asilerin şeyhi ile de görüştü. Şeyh, başlangıçta önemsemedi. Mustafa Kemal’den önce üç kişi yakalayıp hapse attırdığını söyledi. Ama Mustafa Kemal’in konuşmalarına yabancı kalamadı… Sonunda anlaştılar: Mustafa Kemal’in isteğine uyarak, önce tutuklanan üç kişiyi serbest bıraktırdı. Şeyhle de bu şekilde
333 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
anlaşan Mustafa Kemal, artık çatışmaya lüzum kalmadan Trablus’daki görevini yapmış ve devlet otoritesini sağlamıştı. 31
Bingazi’den Gelen Mektup–Şeyh Mansur Mustafa Kemal Trablusgarp’tan dönmeye hazırlanırken Bingazi’den bir mektup aldı. Orada da devlet otoritesi silinmişti. Çağrıya uyarak gittiği Bingazi’de sevgiyle karşılandı!... burada da Şeyh Mansur; bütün memurlara baskı yapacak bir otorite kurmuştu. Şeyh Mansur, Mustafa Kemal’i ziyarete gelir. Fakat Mustafa Kemal hiç yüz vermeden konuşur: – Sen hiç sıkılmaz mısın? Burada devlet teşkilatına hükmedecek cüretkârlıklarda bulunuyormuşsun” diye çıkışır ve haddini bildireceğini söyler. Beklemediği bu tavır karşısında şaşkınlaşan Şeyh Mansur odadan ayrılır. Kurban bayramı gelmiştir: Mustafa Kemal bayramlaşmak niyetiyle birliği toplar. Teftiş eder ve bayramlarını tebrik eder. Bu unutulmuş köşede meşakkatle (zorluk içinde) askerlik yaptıklarından dolayı övgüyle söz eder. Sonra da – bazı subayların itirazına rağmen– tatbikat yaptırır. Öyle bir plân yapar ki: Son harekette Şeyh Mansur’un evi kuşatılmış olur. Korku içinde kalan Şeyh teslim olacağı haberini gönderir. O akşam, Şeyh Mansur ve çevresi ile bir yerde toplanırlar. Mustafa Kemal onlara hürriyetin manasını anlatır. Şeyh, tuttuğu Kur’ân-ı Kerimi Mustafa Kemal’e gösterir: – Halife-i Zişan efendimize fenalık yapmayacağına dair bu kitap üzerine yenin eder misiniz?” diye sorar. Mustafa Kemal, Kuranı saygıyla alır, öper ve: – Yemin ederim ki, Halifeye bu kitabın haricinde fenalık yapılmayacaktır” der. Ama bu sözlerindeki inceliği kavrayamazlar. O gün orada bulunanların katılımıyla bir anlaşma yapılır. 32 Mustafa Kemal’in ferasetiyle (zihin uyanıklığıyla) Bingazi’de hiçbir çatışma olmadan devlet otoritesi sağlanmıştır. Mustafa Kemal askerliği diplomasi ile birlikte yürütmüştür. Uzlaşmacı kişiliğini burada da göstermiştir.
31 32
Rasim Pehlivanoğlu Sevdiğimiz Atatürk 2004 s49–50 a. g. e. s 50–51
334 Rasim PEHLİVANOĞLU
Trablusgarp ve Bingazi’de işi kalmadığından artık Selanik’e dönmüştür. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, Atatürk’ün en önemli başarı sırlarından birisinin uzlaşmacı ve problem çözücü kişiliğinde aranması gerekiyor. Karşılaştığı bir çok sorunları, kavgaya gerek kalmadan, uzlaşma yoluyla çözdüğü ve huzurlu ortamı geliştirdiği kendisini iyi tanıyanlarca bilinmekte ve yazılmaktadır.
8 – Önce Kamuoyu Oluşturan Atatürk Atatürk yapacağı veya yapmak istediği işler için, önce hitap ettiği halkı inandırmak isterdi. Bilirdi ki yapılacak işin olacağına ve önemine halk inanmazsa yardımcı da olamazdı. Oysa, uzlaştırmacı kişiliği olan Atatürk kavgalı insanları ve hattâ düşman milletleri bile birbirlerine yaklaştırmak için önce hitap ettiği topluluk üzerinde kamuoyu oluşturmayı ve onları ikna etmeyi gerekli görüyordu. İşte Atatürk, bunu yaparak, görevlerinde ki başarısını artırmış ve çözülmeyecek sanılan problemlerin çözülmesini sağlamıştır. Bırakın diğer küçük problemleri, milli mücadele günlerinde dağdaki çeteleri düze indirerek, onların severek milli orduya katılmalarını sağlamış, hattâ gülerek şehit düşmelerini göze aldırmıştır. Bu yolla milli mücadeleyi kazanmıştır. Karşılaştığı diğer bir çok problemleri de bu tür uzlaştırmacılığı ile çözebilmiştir. Atatürk’e göre: yaptığımız işlerdeki başarımız, çevremizin bu başarıyı algılamasına bağlıdır. Çevremizi, yaptığımız işlere ikna ederek inandırırsak daha kolay başarıya ulaşırız. Zira asıl başarı, ancak o işle ilgili tüm çevrenin aynı noktada odaklanması ile mümkün olabilir… Bu konuda bir fıkrayı aşağıya alıyorum.
Gazeteci Ahmet Emin Yalman anlatıyor; Milli mücadelemiz zaferle sona erdikten sonra, İstanbul’un henüz yabancı işgali altında bulunduğu bir sırada bir gün İstanbul’un yedi gazete baş yazarı İzmir’e davet edildi. Orada Mustafa Kemal Paşa eşsiz bir tarihi tartışma açtı. Her birimize ayrı ayrı şu soruyu yöneltti. – Hilafetin geleceği hakkında fikriniz nedir. Her birimiz kendi kanımıza göre bu soruyu cevaplandırdık. Hilâfetin şu veya bu biçimde sürdürülmesini tabii görmeye zihinler o
335 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
kadar alışmıştı ki, herhangi bir insanın bunun kaldırılması gibi temelden bir düşünceyi hatıra getirebileceğini hiçbirimiz göz önüne bile getiremiyorduk Paşa hepimizi sabırla dinledikten sonra dedi ki: – Hayır! yanlış düşünüyorsunuz. Hilâfet kaldırılmalıdır. Bu fikrimin nedenlerini de size anlatacağım. Karşı duranlarınız olursa, çekinmeden ortaya koyunuz. Hepinize karşılık vereceğim. İçinizde en küçük bir duraksama kalmasını istemiyorum. Eğer buna inanmış olursanız gazetenizin başına geçiniz. Bu önemli devrim adımı için ortamı hazırlamaya, vatandaşları inandırmaya çaba gösteriniz. Tartışma bir gün bir gece aralıksız sürdü. Uyku hatıra bile gelmedi. Yemek zamanları da söze sofrada devam ediyorduk. Paşa, eski hanedanın ruhani bir sıfatla memlekette kalmasında ki sakıncaları saydı. İşin niteliğini açıkladı. Aydınlanmadık hiçbir nokta bırakmadı. Fikir, hepimiz için o kadar yeni idi ki güçlüklerimiz ve duraksamalarımız çoktu. Fakat Paşa, hayret verici zekâsıyla tartışmaya çok iyi hazırlanmıştı. Hiç sabrını yitirmiyor, her karşı koymaya inandırıcı karşılıklar veriyordu. Sonuç olarak, ‘hilafetin kaldırılması’ fikrini hepimiz benimsedik. Geniş yayınla ortamı hazırladık. 33 Yukarıda ki anlatımlarda belirtildiği üzere, Atatürk’ün büyük başarılarında uzlaştırmacı kişiliğinin ve kamuoyu oluşturması yeteneğinin büyük etkisi olmuştur. Bu niteliğini de, gelecek nesillere örnek olarak bırakmıştır.
33
A. Nurbaykal: M. K. A.’ün Liderlik Sırları s125–126
336 Rasim PEHLİVANOĞLU
9 – Eleştiriye Saygılı, Adil, Şakacı (Esprili) Atatürk Atatürk çocukluğundan beri adil olmuştur. Düşüncelerinde, kararlarında adil hareket ermiştir. Üstelik eleştiriden kaçınmamıştır. Kendisi de eleştirilerde bulunmuş ve kendisinin de eleştirilmesini hoşgörüyle karşılamıştır. – Birbirinize uymakta ve haklı tenkit etmekte yalnız fayda vardır. Bundan asla zarar gelmez…” diyen Atatürk: – Vatani, milli meselelerde yürürken, fikri ve fiili noksanlarımızı görüp dostça ihtar edenlerden memnun ve müteşekkir kalırız.” diyerek de eleştirinin gerekli olduğunu ve kendisine yapılan eleştirilerden memnun kaldığını belirtmiş oluyor. 34
Atatürk’ün Adalet Duygusu ve Eleştirisi ile İlgili Fıkralar Adalet duygusunu ve eleştiriden hoşlandığını belirten birkaç fıkrayı aşağıya alıyorum.
Atatürk’e Ali Saip Suikastı Cumhuriyet Savcısı Baha Arıkan anlatıyor: – Her mahkeme oturumundan sonra Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu beni alır, bilgi vermek üzere Atatürk’ün yanana götürürdü. Kendi şahsıyla ilgili bir hareket olduğu için bu görevi seve seve yapar, oturumu olduğu gibi anlatırdım.Hiç bir zaman ‘şöyle yapınız böyle yapınız’ diye bir emriyle karşılaşmadım. Bütün açıklamaları dinledikten sonra: – Meslek göreviniz neyi emrediyorsa onu yaparsınız! derdi. Davanın süregeldiği günlerde idi. Telefonla yaveri bana şu emri bildirdi: – Atatürk, sizi Karpiç’te bekliyor. Hemen Karpiç’e gittim. Büyük masanın etrafında devrin ileri gelenleri yer almışlardı. Bana yer gösterdiler, oturdum. Orada bir fırtına kopacakmış gibi sessizlik vardı. Atatürk’ün yüzünün anlatımı çok sertti. Bana şöyle seslendi: – Ali Saip davasının sonucu ne olacak? 34
Adnan Nurbaykal A.’ün Liderlik Sırları s 41
337 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Ayağa kalktım: – Mahkemenin kararını beklemenin gerektiğini arz ettim. Daha henüz sözümü bitirmemiştim ki, Atatürk’ün gök gürültüsünü andıran sesi salonu çınlatıyordu: –Mahkemenin kararı ne demek, hâkim ne demek, sen ne demeksin? Mahkemeyi de kapatırım, hakimleri de atarım, seni de atarım! Masanın etrafındakilerin en az benim kadar heyecanlı olduklarını hissediyordum. Ama biliyordum ki, Atatürk’ün huzurunda ne pahasına olursa olsun doğru konuşulacaktır. Tekrar ayağa kalktım ve dedim ki: – Atatürk’üm, mahkemeyi de kapatırsınız, hakimleri de atarsınız, beni de atarsınız. Ama tarihe adınız Mustafa Kemal diye geçmez! Güneşli bir gök parçası maviliği ile ışıldayan gözleri nemlenmişti ve içten gelen bir gülüşle: –Çocuk! Ben senden bunu bekliyordum, dedi” 35
Seçilen Milletvekilleri Henüz ilk seçimde bir vatandaş Eskişehir’de tek parti listesine isyan etti. Bağımsız milletvekili çıktı. Bu vatandaşın adı Emin Sazak’tı. Tethişçiler bu isyanıcıyı cezalandırmak için olanca tahriklerde bulundular, fakat muvaffak olmadılar. Atatürk’ün tek parti listesine ikinci isyan Trakya’nın bir çevresinde olmuştur: Bir halk partili, Bağımsız Milletvekili olarak meclise geldi. Tethiş meraklıları yeniden harekete geçtiler. Onu herkese ibret verecek gibi cezalanandırmalı idi. Bu sırada, milletvekilini tanıyanlardan biri Atatürk’e: – Bu zat için iyi bir adamdır derler. Bende öyle tanıyorum dedi.” Atatürk şu cevabı verdi: – İyi adam olmasa halk bize karşı tutar mıydı? Onu kaybetmeye değil, kazanmaya bakınız. 36 Atatürk yeri ve sırası geldikçe eleştiri yapar ve bundan haz duyardı. Bunlardan birkaç örnek verelim. Yugoslav Kralı Aleksandr 35 36
a. g. e. s 42–43 a. g. e. s 43
338 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kral’ı Aleksandr ile, İstanbul’da Dolmabahçe Sarayında konuşurken, konuk kral: – Ekselans, dedi. Biz Türkleri çok severiz. O kadar çok
ki, vaktiyle 1. Cihan Harbinin sonunda ‘Lloyd George’ batı Anadolu’yu Yunanistan’a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George’un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık. Atatürk, kralın bu sözlerine şu cevabı verdi: – Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. Sonra, büyük geçmiş olsun!... 37 İstanbul’da Polis Müdürü: Atatürk bir gün İstanbul Polis Müdürü Salih Kılıç’ı çağırtır: – Bana Yahya Kemal’i bulun! der. Bulamazlar. Bunun üzerine Atatürk, Salih Kılıç’a şöyle çıkışır: –Sen benim dostlarımı bulmaktan acizsin, benim düşmanlarımı nasıl bulursun? 38
Günde Bir İki Paket Sigara Ünlü uzman hekim Dr. Fisenje, Atatürk’ün muayene ettikten sonra, sormuştu: – Cıgara içiyorsunuz herhalde ekselans. – Evet. – Biraz azaltamaz mısınız? – Azaltabilirim, ama ne kadar azaltayım? – Günde kaç paket içiyorsunuz? – Altı paket. Hekim şaşırdı. Altı paket cıgara içen kaç pakete indirilebilirdi? – Hiç olmazsa bir iki paket içmelisiniz. Atatürk gülümsedi: – Doktor, dedi. Zaten bir iki paket içiyorum, ama bundan sonra bir iki paketi doktor müsaadesiyle içmiş olacağım. 39 Telefon Edip Sorunuz:
37
a. g. e. s 59 a. g. e. s 60 39 a. g. e. s 60-61 38
339 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bir yaz gecesi köşkün alt salonunda oturuluyor. memleket meselelerinden bahsediliyordu. Biraz sonra yemek yenecekti. Davetliler arasında bulunan eski bir İngiliz gazetecisi gecikince, Atatürk yanındakine: – Telefon edip sorunuz, dedi. Acaba Mister Londra saatiyle mi gelecekler?” 40
Zât–ı âlinize Teşekkür Ederim Atatürk’ün ünlü sofrasında bir akşam, Başbakan Londra Büyükelçimizin bir raporunu getirmişti. Aramızda, şimdi hatırımdan çıkmış olan, bir mesele vardı: Devlet reisi ve Başbakan rapor üzerine bir müddet konuştular, nasıl cevap yazacaklarını kararlaştırdılar. Sofraya çevrildiler. Tam bu sırada sofranın hayli altında oturan dalgıncı bir şairimiz, Celal Sahir mecliste söz ister gibi, elini kaldırdı. Atatürk: – Bir şey mi söyleyeceksiniz, buyurunuz. – Efendim, meseleyi yanımızda açık görüştüğünüze göre bize de söz hakkı veriyorsunuz demektir. Şunu arz etmek isterim ki, İngilizler başka memleketlerle münasebetlerinde bilhassa, hattâ yalnız kendi menfaatlerini düşündükleri meşhurdur. Sustu. – Bu kadar mı efendim. – Evet! –Yüksek irşadınızdan dolayı gerek kendi namıma, gerek Cumhuriyet Hükümeti namına zat–ı alinize teşekkür ederim. Şairimiz hiç aldırmadan – Estağfurullah efendim. 41
40 41
a. g. e. s 61 Falih Rıfkı Atay: Çankaya s 586
340 Rasim PEHLİVANOĞLU
10– Cesur ve Korkusuz Atatürk Atatürk’ü yüksek başarılara ulaştıran önemli meziyetlerinden birisi de cesur ve korkusuz olmasıdır. Cesaret ve kendine güvenmek başarının ön şartıdır. Korkaklar, pısırıklar her şeyi menfi tarafından gören kötümserler atılgan olamazlar. Böyleleri, kendilerini toparlamaz ve cesaretlerini geliştiremezlerse, peşinen başarısızlığa mahkûm olurlar. Öngörüşlü ve inisiyatif sahibi olduğunu ikinci bölümde gördüğümüz Atatürk, aynı zamanda, son derece cesurdu. Fakat cesaretin de bir sınırı olduğu bilincindeydi. En doğrusu, akıllı cesur olmaktı. Aklını kullanarak cesaret gösterenlere başarı yolu açıktır. Fakat, öyle anlar olur ki: Tehlikeden korunmak veya mutlak başarıya ulaşmak için aklı kullanamadan anında faaliyete geçmek gerekebilir. İşte böyle anlarda, o an için en doğru bilinen yolda, “Allah’a sığınarak” ve gelecek tehlikeyi göğüsleyerek işe koyulmak gerekli olmaktadır. Hayatı boyunca, Atatürk’te böyle yapmıştır. Daima aklını kullanmıştır. Gerektiğinde ise inisiyatif gücüne uyarak, riskli işlere bile göğüs germesini hatta ölümü de göze alarak karşı koymasını bilmiştir. Bu yolda, başarılardan başarılara koşmuştur.
Konuyla İlgili Fıkralar Kurtaran Saat – Ölüme en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok savaşlara katıldım hattâ ölüm bir defa kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı, bu saat mermi parçasının şiddetini kırdı. 42 Atatürk bir değil pek çok tehlikeli anlar geçirmiştir. Fakat hepsinden de –görünmez bir gücün etkisiyle- kurtulmuştur. Ülkesinin de düşman işgalinden kurtarılmasında önder olmuştur. Atatürk’ün, korkmadan cesaretle giriştiği işlerin belirsizdir. Bunlardan sadece iki örneği aşağıya alıyorum.
sayısı
Top Değmez Mustafa Kemal her zaman ateş altında dolaşıyordu. Askerlerin maruz kaldığı her türlü tehlikeyi paylaştığı, etrafında yüzlerce insanın öldüğü halde O’na bir şey olmuyordu. Bir seferinde yeni 42
Utkan Kocatürk: A.’ün F. v. D. G. 2.basım s 477
341 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
kazılan bir siperin önünde otururken, bir İngiliz bataryası üstlerine ateş açtı. Top, menzilini bulmaya çalışırken, gülleler de gittikçe yaklaşıyordu. Vurulması, matematiksel bir kesinlik arz ediyordu. Yanındakiler sipere girmesi için yalvarmaya başlamıştı. O: – Hayır, diye itiraz ediyordu. Sipere gizlenecek olursam askerlerime kötü bir misal olurum. Geride siperde bulunanlar korku ve hayretle kendisini seyrederken, o sigarasını yakmış hiçbir şey yokmuşçasına gayet sakin konuşuyordu. Düşman topçusu menzili biraz daha yaklaştırdı. Patlayan şarapnel yağmuru altında, üstü başı toz içinde kaldığı halde, Mustafa Kemal’e bir şey olmamıştı. 43 Güç Mevki de Kalabilirsiniz Fethi Bey Başbakandır. Meclis çetin çarpışmaların arifesindedir. Mustafa Kemal, bir gün Fethi Bey’e: – Yarın meclisin kararını göreceğiz, diyor. – Siz, diyor Fethi Bey, meclise gelmeseniz daha iyi olur. Mustafa Kemal soruyor: – Niçin ? – Güç mevki de kalabilirsiniz. – Yaa! Güç mevki de nasıl kaldığımı bende görmeliyim. Onun için yarın bilhassa geleceğim!... 44 Atatürk diyor ki: – Şunu bilmenizi isterim ki, biz emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş, sefil bir ölüme mahkum olmaktansa, babalarımızın oğlu sıfatı ile vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ederiz.” Devamla: – Savaşta yağan mermi yağmuru, ürkmeyenleri, ürkenlerden daha az ıslatır.” 45
o
yağmurdan
Atatürk’ün yukarıya alınan sözlerinden de anlaşıldığı üzere, tehlikelere karşı koyanlar, tehlikelerden ürkenler ve çekinlerden daha az zarar görürler. Şunu da önemle belirtelim: Atatürk’ün korkmadan, cesaretle giriştiği işler ve kurtuluşları, başlı başına bir kitap olacak kadar çoktur. Hepimiz kabul etmeliyiz ki: Atatürk, Milletimiz ve özellikle gençliğimiz için örnek bir liderdir
43
Adnan Nurbaykal: A.’ün Liderlik Sırları s31 a. g. e. s 32 45 a. g. e. s 31 44
342 Rasim PEHLİVANOĞLU
11– Kendine Güvenen – Çare Arayan Atatürk Mustafa Kemal Paşa hayatı boyunca giriştiği bütün işlere kendine güvenerek başlamış ve başarmıştır. Ama önceden okuyup da bilgilenmiş ve iyi düşünmüştür. Ön hazırlığı iyi yapmış ve tedbirlerini almış, ondan sonra işe koyulmuştur. Gerekli ön hazırlığı yaptıktan sonra, önüne çıkacak engelleri de hesaplayarak ve bazı riskleri göze almak suretiyle işine başlamıştır. Ondan sonrada yolundan dönememiştir. Bazı ani olaylarda, çok çabuk karar vermek zorundan kaldığında, yüksek inisiyatif gücüyle öncelikle harekete geçerek başarıya ulaşmıştır. Aşağıya aldığım birkaç fıkrayla Atatürk’ün kendine güven duygusunu belirtmeye çalışacağım.
Kumandayı Bırakmıyorum Çanakkale – Arıburnu’nda harp ederken, başkumandan Liman Von Sanders Paşa, Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal Bey’den kumandayı almak üzere bir Alman Miralayını (albayını) göndermiştir. Ama Mustafa Kemal kumandayı vermeyeceğini söyler. Şikayet üzerine Başkumandan, Kolordu Komutanı Esat Paşa’yı gönderir. Mustafa Kemal: – Ben bir şartla kumandayı bırakabilirim: Miralay cenaplarının kumandayı aldıkları vakit ne yapacaklarını öğrenmeliyim. Alman Miralayı vaziyeti tetkik etmiş: – Ben ricat emri veririm demiştir. Mustafa Kemal Bey: – İşte ben bunu bildiğim için kumandayı bırakamıyorum. Ben bu vaziyette taarruz ederim. Arkada nihayet bir iki kilometrelik mesafe vardır. Böyle bir vaziyette ricat etmek, mahvolmak, denize dökülmek demektir. Binaenaleyh taarruzdan başka yapacak bir şey yoktur” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Esat Paşa Mustafa Kemal’in omzunu okşayarak: – Allah muvaffakiyet versin” demekle yetinmiş ve karargahına dönmüştür.
343 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Mustafa Kemal Bey, taarruz kararını tatbik etmiş, o günün gecesi içinde, tehlikeli vaziyet değişmiş, muvaffakiyet başlamıştır. Bu neticeyi gören Alman Miralayı askeri bir tavır ile selâm vererek Kaymakam Mustafa Kemal Bey’e yaklaşmış: – Ben bir Miralayım. Rütbece sizden büyüğüm. Fakat sizin emriniz altında çalışmayı kendime şeref bilirim. Bunu Liman Von Sanders Paşa’ya da böylece bildirdim” demiştir. 46
Yazar Halide Edip Adıvar anlatıyor Cephe karargahı gizli tutulduğundan, nereye gideceğimi bilmiyorum. Malı, istasyonda trenden indirdim. Buna, cepheye gitmekte olan genç bir Yüzbaşı refakat ediyordu. Yine bir subay beni başkomutanın karargahına götürdü. Mustafa Kemal Paşa oturduğu koltuktan güçlükte kalkmaya çalıştı; Çünkü Sakarya Savaşında attan düşerek kırılan kaburga kemiklerinin ağrıları durmadan devam etmekteydi. Başkomutana doğru, kalbimde kesin bir saygıyla gittim, elini öptüm: – Hoş geldiniz hanımefendi, dedikten sonra yanında bulunan subayı tanıttı. Ben oturduktan sonra Mustafa Kemal Paşa Ankara hakkında havadis sordu, aynı zamanda tahta masasının üzerindeki bir haritaya eğilerek durumu, 4 yaşındaki bir çocuğun bile anlayabileceği kadar açık ve sade bir ifade ile anlattı: İşte Sakarya kıvrılarak gidiyor. Etrafına bir takım toplu iğneler üzerinde kırmızı ve mavi kağıtlar konulmuş. Yunan Ordusu kocaman bir canavar gibi, Ankara’ya yaklaşmış görülüyordu. Buna karşıt olarak Sakarya’nın doğusunda, Türk Ordusu da kıvrılarak bu canavarın Ankara’yı yutmasına engel olmaya çalışıyordu. Siyah canavar o kadar kocamandı ki, insana karamsarlık veriyordu. Paşaya sordum: – Eğer Ankara’ya gider de bizi geride bırakırsa ne yaparız?... – Korkunç bir kaplan gibi güldü, şu cevabı verdi: – İyi yolculuklar baylar! deriz; arkalarından vurarak onları Anadolu’nun boşluğunda mahvederiz.” 47 * * * – Ben hayatımda hiçbir karamsarlık tanımadım” diyen ve: 46 47
Adnan Nurbaykal: A.’ün Liderlik Sırları s 82- 83 a. g. e. s 81-82
344 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Zafer, zafer benimdir! diyebilenin. Muvaffakiyet, muvaffak olacağım diye başlayanın ve muvaffak oldum diyebilenindir” görüşünü savunan Atatürk: –Her şeyden önce maneviyat, kalp ve vicdan gücü yüksek tutulmalıdır” diyor ve başarıya ulaşmada vicdanın ve yüksek manevi gücün önemini özellikle vurgulamış oluyor. Kendine güven duygusu yüksek olan Atatürk, yapamayacağımız şeyleri asla söylememeliyiz, söylediklerimizi de mutlaka yerine getirmeliyiz öğüdünü veriyor.
Yeni Çareler Arayan Atatürk Atatürk’ün kendine güvenmesinin, üstün başarılarında büyük etkisi olduğunu yukarda belirtmiştik. Başarı için, önce ön hazırlığı yapmak gerekiyordu. Ön hazırlık ise; Konuyla ilgili bilgi toplama, ön görüşüyle karar verme, engelleri yenecek tedbirleri alma, ondan sonra da, azimle işe koyularak ve irade gayreti göstererek ara vermeden ve yılmadan çalışmak suretiyle başarıya ulaşılabilir. Ancak, mutlak başarıya ulaşılması gerekli olan işlerde, yolumuz üzerinde beklenmedik engellerle karşılaşabilir ve güvencimiz sarsılabilir. Böyle hallerde, paniğe kapılarak yılgınlık göstermek yada geriye çekilmek yerine; yeni çareler arayıp bulmak ve doğru bildiğimiz yolda devam etmek başarının vazgeçilmez şartıdır. Atatürk, kazandığı zaferlerin ve başardığı önemli işlerin hemen hepsinde güçlüklerle karşılaşmış, önüne sayısız engeller çıkarılmıştır. Fakat O, hiçbir zaman yılgınlık göstermeden, yeni çareler düşünüp bulmuş ve hedefine ulaşmıştır. Atatürk için, çaresizlik diye bir sorun yoktur O, yapılacak her şeyin ve yenilecek her güçlüğün bir çaresinin bulunacağına inanmıştır. Diyebiliriz ki: Atatürk’ün büyük başarılarının önde gelen nedeni çare araması, bulması ve uygulaması olmuştur. Atatürk küçük veya büyük işlerde çareler aramış, bulmuş ve başarmıştır.
Bulduğu Çarelerden Örnekler Aşağıda, Atatürk’ün dünyaca bilinen büyük başarılarından bir kaçını, bulduğu yeni çarelerle kazanmış olduğu başarılara değinerek, çare arayan Atatürk’ü tanıtmaya çalışacağım:
Tek Çare Vardır
345 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Albay Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşının en kritik günlerinde, mevcut tedbirlerle mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunu görerek çareler aramıştır:Başkumandanıyla yaptığı konuşmada bulduğu çareyi anlatmış ve yetki istemiştir. Başkumandan Liman Von Sanders: – Durum nedir ? diye sorunca Mustafa Kemal durumun vahametini anlatmış ve savaşın kaybedileceğinden söz etmiştir. Başkumandan: – Çare nedir ? diye sorunca Mustafa Kemal: – Tek çare vardır demiş. – O nedir ? diye sorunca da – Başkumandan olarak uhdenizde bulunan bütün yetkileri bana devretmenizdir” cevabını vermiştir. – Çok değil mi? denilince de: – Az gelir” cevabını almıştır. Bir müddet düşünüldükten sonra, o gece,Çanakkale’deki ordunun bütün yetkileri Albay Mustafa Kemal’e devredilmiştir. Vakit geçirmeden, o gece sabaha kadar, atlarla dağ - taş aşılarak yapılan ciddi bir hazırlık ve uyanıklıktan sonra; şafak atarken yapılan şiddetli bir baskınla gafil avlanan düşman askerleri deniz kıyısındaki vapurlara kadar kaçmış ve zafer kazanılmıştır. Böylece, muhtemel mağlubiyet, mutlak galibiyete dönüşmüştür. Düşmanın hayal ettiği İstanbul’a geçiş yolu kendilerine kesin olarak kapatılmıştır.
Halep Şehrine Çekilme Güneyde bizi arkadan vuran Arap kardeşlerimizle yapılan savaşta, İngilizlerin yardımıyla Araplar bir ara üstünlük kazanmış, Ordumuz paniğe kapılmıştır.Duruma vakıf olan Ordu Kumandanı Mustafa Kemal, orduyu daha fazla zayiata uğratmamak ve dağılmasını önlemek için çare aramış.Ordunun Halep’e kadar çekilerek orada toparlanmasını düşünmüş ve uygulamıştır. Hiçbir kayıp verdirmeden ve dağılmadan, disiplinli olarak geri çekilen ordumuz Halep’te konuşlanmış ve bütünlüğünü korumuştur. Mondros Ateşkes antlaşmasından sonra milli mücadele başlayınca; Halep’e çekilen askerlerimiz terhis edilirken, Mustafa Kemal’in uyarısı ile silahlarını teslim etmeden köylerine götürmüşlerdir. Bu askerler ve bu silahlar, milli Kurtuluş Savaşımızın başlamasında ve devam etmesinde ön safta hizmet görerek düşmana yılgınlık vermişlerdir.
346 Rasim PEHLİVANOĞLU
Sakarya Savaşında Geri Çekiliş Taktiği Birinci ve ikinci İnönü Savaşlarını kazandık, milletimiz moral buldu. Ama, yurdumuzun büyük kısmını işgal etmiş bulunan düşman güçleri, başta İngilizler olmak üzere, çeşitli ülkelerden maddi yardımlar ve her türlü silahlar alıp, bütün imkanlarıyla hazırlanarak yeniden saldırıya geçmişlerdi. Sakarya nehrinin doğusuna da geçerek bazı yerlerimizi işgal ediyorlardı. Düşman her yönden Ankara’ya doğru ilerliyorlardı. Mustafa Kemal ve önde gelen ideal arkadaşları düşünüyor ve çare arıyorlardı. Bu, karşı konulmaz sanılan düşman canavarlarını yenebilmek için bir çare bulunmalıydı. Bulunan çare bir taktik savaşıydı. Ordumuz bilinçli olarak geri çekilmeye devam ediyor ve düşman güçleri çevremizi sarıyordu. Yakında Ankara’ya bile gelineceğinden endişe ediliyordu. T.B.M. M. ’n de fırtınalar kopuyor, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına ağır hücumlar yapılıyordu. Fakat onlar, sakladıkları sırrı vermeden sabrediyorlardı. Sadece kendilerini savunuyor ve geleceğin iyi olacağını söylemekle yetiniyorlardı. T.B.M.M.’n de Mustafa Kemal’in Başkumandan olarak bizzat ordunun başına geçmesini teklif edenler oldu.Bu teklif kabul gördü. Ama Mustafa Kemal, meclisin bütün yetkilerini (şimdilik 3 aylığına) başkumandana devredilmesini istedi. Bu isteğe karşı koyanlar olduysa da ekseriyetle kabul edildi. Artık Mustafa Kemal T.B.M.M.’nin bütün yetkilerini üzerine alan bir Başkumandan sıfatını ve yetkisini almıştı. Bundan sonra artık daha rahat hareket edilebilecekti. Önlemler almada önüne çıkarılan güçlükleri daha kolay yenebilecekti. Cephedeki askerin geri geri çekilmesi devam ediyordu. Ama düşman askerleri de koskoca arazide dağılmışlardı. Şiddetli bir karşı hücumda bir araya gelmeleri çok güçtü. Bu arada, çare olarak düşünülen başka taktikler de kullanılarak, düşman güçleri yanıltılıyordu… Sonunda, düşmanın beklemediği bir günde ve beklenmeyen bir yerden ani taarruza geçilerek, çevreyi saran dağınık düşman askerleri püskürtüldü ve kaçmaya başladı. 22 gün 22 gece süren, “Sakarya Savaşları” adı verilen bu zorlu savaşta kaçan düşmanlar Sakarya nehrine döküldü, boğulanlar çok oldu. Kurtulanlar ise karşı kıyıya geçti. Bu seferde orada toparlanmaya başladı ve hazırlığa girişti. Ta ki, 26 ağustos 1922 de başlayan Büyük Zafer taarruzuna geçtiğimiz güne kadar…
347 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
12– Sır Saklamasını Bilen Sabırlı–Hoşgörülü Atatürk Atatürk’ün deha sahibi olduğu bölümünü işlerken, dehanın sadece üstün zekâyla olmadığını, zekânın geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştik. Zira işletilmeyen zekâ körlenmeye mahkumdur. Zekânın işletilerek geliştirilmesi elbette bir çok şartlara bağlıdır. Dahi olmanın önemli bir şartı da sır saklamasını bilmek ve sabırlı olabilmektir. Saklanması gereken sırları zamanı gelmeden açığa vurmak, başarıya sekte vurur. Başarı için sabırla beklenmesi gereken şeylerin, acele edilerek öne alınması başarıyı köstekler. Bunun gibi, sabretmek ve sır saklamasını bilmek başarılı olmaya zemin hazırlar ve yüksek zekâlı kimselerde dehanın gelişmesini teşvik eder. Bir Fransız bilim adımı Buffon, “Deha uzun bir sabırdır” der. Mustafa Kemal’de yapacağı işlerde hiç acele etmemiş, ama eline geçen hiçbir fırsatı da kaçırmamıştır. “Milletlerin Sevgilisi Atatürk ”isimli kitabın yazarı Muvaffak İhsan Garan: –Mustafa Kemal, büyük işler görmek isteyen insanların asla telaş etmemesi, acele yüzünden bir takım çıkmazlara saplanmaması gerektiğini çok iyi bilirdi. Kendini boş yere ortaya atmaz, normal görülebilecek beşeri hırslara kapılmaz, terslikler içinde bunalıp kalmazdı. ‘Bir insan ölmedikçe daima vakti vardır’ diye düşünürdü” diyor. 48 Atatürk’ün sofrasında açıkça fikrini söylemek bir cesaret işi değildi. Söylememek, yada hoşa gitsin diye saptırarak başka türlü söylemek, yaltaklanma diye nitelenirdi. Daha kötüsü çıkar bekleyen bir dalkavukluk sayılırdı. Bu tür toplantılara çağrılanlar hükümeti de bizzat Atatürk’ü de diledikleri gibi tenkit edebilirlerdi diyor ve ilâve ediyor; Samimi olmak, bir art düşünce taşımamak şartıyla herkes her istediğini söyleyebilirdi. Büyük önder, doğrudan doğruya kendisine karşı çıkmayan, hasım olduğunu açıkça ortaya koymayan kimseler için inatçı, hele hiç kinci değildi. Kusurları bile olsa, ülkeye ve millete
48
M. İ. Garan: İnsanların Sevgilisi Atatürk s98
348 Rasim PEHLİVANOĞLU
zarar verecek boyutlara varmamak şartı ile onları hoşgörüyle karşılar, kısa süre sonra affeder, unutur giderdi. 49 Mustafa Kemal, ilân edileceği güne kadar, ağzından Cumhuriyet kelimesini kaçırmamak için büyük dikkat ve sabır göstermiştir. “Mustafa Kemal’in başlıca prensibi: Beklemek, sabırla fakat yoklayarak, hazırlanarak, hatta sinerek, her durumu inceleyerek, değerlendirerek beklemek idi.” “… Halka karşı son derece iyimser görünüyor, hiçbir bezginlik, yılgınlık eseri göstermiyor, her şeyin yolunda gittiğine inandırarak millete şevk ve güç veriyordu… Ama her şeyi en küçük detayına kadar bilmek ve tedbirini ona göre almak isterdi…”50 Mustafa Kemal sabırlı olmasının yanı sıra adam seçmesini de bilirdi. “O, adama göre iş değil, işe göre adam” arayan son derece ciddi ve ölçülü bir devlet adamıydı. En yakını olan Salih Bozok Mustafa Kemal’in hoşgörüsünü bir örnekle şöyle anlatıyor: – Bir gün Çankaya’nın epeyce uzağında bir köylü evine uğramıştık. Girdiğimiz kulübede ihtiyar bir köylü ile karısı oturuyordu. Bize ikram ettikleri kahveleri içerken Atatürk köylü ile sohbete başladı. Ben merak ederek ihtiyara sordum: – Sen Atatürk’ü tanır mısın, baba? – Atatürk’ü tanımayan var mı ki? – Peki, bir tarif eder misin? Nasıl bir insanmış? – Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli Camiinde Cuma namazı kılarmış. Ta göbeğine kadar aksakalı varmış. Nur yüzlü peygamber gibi bir zatmış. Gülmemi güç tutarak, Atatürk’ün sakalsız, bıyıksız, dipdinç yüzüne baktım, O, kaşlarını kaldırıp kendisini tanıtmamamı emretti. İhtiyara kahve için teşekkür ederek dışarı çıktık. Atatürk gülüyordu. – Varsın, oda öyle bilsin. Hakikati öğrenmek, belki biçarenin hayalini yıkar. Onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp de, sevgisini kaybetmekte ne mana var?” 51
49
a. g. e. s 98-99 a. g. e. s 104-105 51 a. g. e. s 106-107 50
349 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün hoşgörüsünü gösteren iki fıkrayı daha aşağıya alıyorum.
Ben Ne yapmışım Ona Atatürk’e hakaretten sanık bir yapılıyordu. Durumu Atatürk’e arz ettiler.
köylü
hakkında
takibat
– Mahkemeye veriyoruz, size küfür etmiş’ dediler.Atatürk sordu: – Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar: – Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuşta ondan. Atatürk’e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş: – Siz hiç gazete kağıdıyla sigara içtiniz mi? – Hayır… – Ben Trablus’dayken içmiştim bilirim pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.” 52
Aleyhte Yazılan Şiir Bir öğretmen Atatürk aleyhine bir şiir yazmıştı. Kendisini hizmetten çıkarmışlardı. Öğretmen yeniden kadroya girmek için dört biryana başvuruyordu. Bir gün bakanın yanına gitti. Ehliyetli bir gençti. Bakan: – Oğlum, hakkınızda bir şey yapamayız’ dedi. – Niçin yapamazsınız ? – Oğlum, suçun doğrudan doğruya Atatürk’ün şahsına ait. Biz karar veremeyiz. – Öyleyse ben Atatürk’ün karşısına çıkacağım. – Hele biraz bekle. Pek inatçıymışsın. Bana bir hafta sonra yine gel. – Bakan bir akşam sofrada Atatürk’e meseleyi açtı. – Hani efendim hakkınızda ağır bir hiciv yazan bir öğretmen vardı… – Evet… – Af kanunundan faydalanarak yeniden öğretmen olmak istiyor. – Öğretmen yapılmasına bir kanun engeli var mıdır? – İşlediği suç sizin hakkınızda…. – Aşk olsun sana… Şahsi dargınlığım için kanun emirlerini yerine getirmenizden hoşlanmayacak kadar beni egoist mi sanıyorsun? Kendisini hemen ilk açılacak yere tayin ediniz. 53 52 53
Adnan nur Baykal:M.K.A.ün liderlik sırları s156 a. g. e. s 157
350 Rasim PEHLİVANOĞLU
13– Açık Sözlü, Ölçülü, Hesap Adamı Atatürk Atatürk açık kalpli, samimi bir insandı. Milletin bilmesinde fayda gördüğü gerçekleri açıklamaktan çekinmezdi. Davranışlarında ve konuşmalarında ölçüyü kaçırmazdı. Kararlarında ve çalışmalarında ihtiyatlı idi. Gelecek tehlikelere veya çalışırken önüne çıkacak engellere karşı uyanık ve tedbirli idi. Bu konuda Atatürk’ü dinleyelim: – Arkadaşlar! Birbirimize daima hakikati söyleyeceğiz. Felâket ve saadet getirsin, iyi ve fena olsun, daima hakikatten ayrılmayacağız. – Ben düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sırrı kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. – Biliyorsunuz ki, samimiyetin lisanı yoktur. Samimiyetin ifadesi kabil değildir. O, gözlerden ve alınlardan anlaşılabilir.İşte size alnımı, gözlerimi tevcih ediyorum. Bakınız, görünüz. Oradan anlayacaksınız ki kalbim çok şiddetli bir muhabbetle çarpmaktadır. – Milletin başkanı olan kişinin halka doğruyu söylemesi ve halkı aldatmaması, halkı genel durumdan haberdar etmesi son derece önemlidir. 54 Böyle söyleyen Atatürk’ün açık kalpliliğini ve samimiyetini kendi dilinden öğrenmiş oluyoruz.
Tecrübenin Başarıya Etkisi Bir gün Atatürk’e sormuşlardı: -Biz pekala bir çok işler yapıyoruz. Acaba ittihatçılar 10 yılda neden hiçbir iş göremediler ? Atatürk: – Bizim tecrübelerimizi görmemişlerdi de ondan! Cevabını vermişti. Atatürk 1908’den 1918’e kadar süren ve bin bir macerayla geçen devredeki tecrübelere neler borçlu olduğunu itiraf edecek kadar samimi ve inkâr etmeyecek kadar erdemli idi. 55 Bir konuşmasında Atatürk diyor ki: – Muhtelif ihtimalleri çok iyi hesap etmeli. En iyi görünenleri cesaret ve kesinlikle uygulamalıdır.” devamla: 54 55
Adnan nur Baykal:M.K.A.ün liderlik sırları s1 a. g. e. s 2
351 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Bu alemde hiçbir şeye güvenilemez. Bundan dolayı insanın hayatta daima daha çok ölçülü olması lâzımdır. – Azami tasarruf milli amacımız olmalıdır. 56 Yukarıya alınan sözleriyle, Atatürk, bir işe başlarken hesaplı ve ölçülü olmamız gereğini vurguluyor. Bu konudaki fıkralara devam edelim:
Ben Hesabımı Yaptım Kurtuluş savaşı sırasında İzmit’te bir çayhanede buluştuğu Claude Farrere, Mustafa Kemal Paşaya – Bu yaptığınızı, mantık dışı bir çılgınlık olarak yorumlayanlar var, der. Paşanın bu söze verdiği cevap şudur: – Ben hesabımı mucizeye değil gerçeklere ve rakamlara dayanarak yaptım…! der ve oturur. Üşenmeden Fransız edibine, O’nu şaşkına çeviren bir kesinlikle, Müttefiklerin, yunanlılara istediği yardımı neden yapamayacaklarını, onların iç politikalarından gerçekler getirerek kanıtlar. 57
Vazgeçtim Torpil Atmaktan Bir tarihte Atatürk, Eğe vapuru ile Mersin’e gitmiş. Dönüşte vapur Fethiye’de durmuş. İlçede halk şenlik yaparken, gemilerden havai fişekler atılıyormuş. Kendisine refakat eden zafer torpidosunda bulunan Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, kumandanlardan biri, zafer torpidosu kumandanına bir torpil atmasını söylemiş. Torpido kumandanı: – Hay hay efendim, yalnız bir torpilin kıymeti elli bin liradır’ demiş. Bunun üzerine Atatürk: – Vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin değildir…! der ve torpido kumandanına dönerek: – Sizi tebrik ederim, diye iltifatta bulunur. 58
Maceraya Atılmam Milli mücadele henüz bitmiş, ordularımız Meriç sınırına dayanmıştı. Çankaya’da oturuyorduk. Atatürk’ün Selanik’ten çocukluk arkadaşı Nuri Conker dedi ki: – Paşam ne duruyorsunuz ? Her şey elinizde. Selanik’teki eviniz boş duruyor. Bir sözünüzle orada oturabilirsiniz; size kim engel olabilir.? 56
a. g. e. s 95 a. g. e. s 97 58 a. g. e. s 98 57
352 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürk, hepimizin yüzüne baktı ve şunları söyledi. – Böyle bir hareket bütün Avrupa’yı aleyhimize birleştirmeye sevk eder. Büyük bir mücadele iyi bir biçimde sona erdi. Tehlikeli bir maceraya atılmam…59
14– Atatürk’ün Başarısının Sırları Askerlik hayatında çok başarılı bir komutan, devlet yönetiminde ise o nispette başarılı büyük bir devlet adamı olan Atatürk’ün başarısının sırları nereden geliyordu? Hepimizin, özellikle yetişmekte olan gençlerimizin cevabını merakla beklediği bir sorudur bu. Soruya, birkaç cümleyle doyurucu cevap vermek mümkün değildir. Ancak, Atatürk’ün hayatını bütünüyle öğrenmek ve bilmekle, bildiklerini akılla yoğurmak ve muhakeme süzgecinden geçirmekle soruya cevap bulabiliriz. Bu kitapta yer alan, Atatürk’ün üstün kişilik özellikleri ve üstün insanlık meziyetleri incelenirken, Atatürk’ün üstün başarılarının sırları da işlenen konular içerisinde yer yer belirtilmiştir. Bunları tek tek okuyup, her konudaki başarı nedenlerini bir araya getirip değerlendirsek başarısının sırlarını derli toplu olarak öğrenmiş oluruz. Kabul edelim ki: İnsanı en iyi yetiştiren kendi isteğiyle çalışması ve çalışmada gösterdiği irade gayreti ve azmidir. Çok okuması, araştırması, incelemesi, ilerleme ve yükselme yolundaki hevesi insanın irade gayretini kamçılamaktadır. Atatürk’ün üstün başarılarını her aydın kişi veya her yazar merak etmiş, bu konuda sayısız eserler yazılmıştır. Atatürk’ü tanımak isteyenler, bunları okuyarak ve aydın kişileri dinleyerek Atatürk hakkında fikirler edinmişlerdir. Bu kitap da onlardan yararlanılarak yazılmıştır. Yaptığı ve yapacağı işler hakkında Atatürk konuşturulmuştur. Fakat, başarısının sırları hakkında direk olarak kendi görüşleri yer almamıştır.
59
a. g. e. s 134
353 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Kendi Dilinden Atatürk’ün Yüksek Başarılarının Sırları Aşağıya aldığım paragraflarla, Atatürk’ün yüksek başarılarının sırlarını, değişik zamanlarda ve değişik ortamlarda söylediklerinden, bizzat kendi ifadeleriyle vermeye çalışacağım. Bu konudaki görüşlerini Atatürk’ün kendi sözleriyle – Utkan Kocatürk’ün eserinin 469- 472 sayfalarından aynen aşağıya alıyorum. – Ben, bir işle nasıl başarılı olacağımı düşünmem; o işe neler engel olur diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı iş kendi kendine yürür.” 60 Yeni kuruluşlar için bina, para, ortam olanaklarından söz edilmesi üzerine söyledikleri: – Gerekli sebeplerle hata ediyorsunuz! Bana, yeni bir kuruluş oluşturacağınız yerde cansız maddelerden söz ediyorsunuz; halbuki bana adamdan söz etmelisiniz! Filân yerde Ali Bey var, deyin; onu gözünüzde canlandırın. Eğer bu Ali Bey istenen adamsa binayı da, parayı da, etrafına toplânacak kitleyi de oluşturur. Taşa toprağa değil insana değer verin!” 61 – Herhangi bir zorluk önünde kaldığım zaman benim yaptığım iş şudur: Durumu iyice belirlemek, sonra bu durum karşısında alınacak önlemlerin ne olduğuna karar vermek. Bu kararı bir kere verdikten sonra artık acaba yapayım mı – yapmayayım mı diye kararsızlık göstermemek, duraksamadan kararı uygulamak ve başaracağına inanarak uygulamaktır! 62 – Ağır ve kesin bir kararın doğruluğuna inanmak için durumu her köşesinden incelemek gerekir. Ağır ve kesin bir karar uygulanmaya başlandıktan sonra, keşke şu tarafını, bu tarafını da düşünseydim… belki bir çıkar yol bulurduk. Yeniden bunca kan dökmeye, bunca can yakmaya gerek kalmazdı!” gibi kararsızlıklara yer kalmamalıdır. Böyle bir kararsızlık, karar sahibinin vicdanında kanayan bir nokta olur ve onu yaptığının doğruluğundan da şüpheye düşürür. Bundan başka, beraber çalışacak olanlar yapılandan başka bir şey yapılmak olasılığı (ihtimali) kalmadığına inanmalı.” 63 (1919)
60
Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri G. 2. Basım s469 a. g. e. s 469 62 a. g. e. s 469 63 a. g. e. s 469 61
354 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Bazen hiç umulmadık adamdan, ben pek çok şeyler öğrenmişimdir. Hiçbir görüşü, değersiz görmemek gerekir. Sonuçta, kendi fikrimi uygulayacak bile olsam herkesi ayrı ayrı dinlemekten zevk alırım.” 64 – Verdiğiniz emrin yapılmasından emin olmak istiyorsanız, taa en son gerçekleşme ucuna kadar kendiniz onun başında bulunmalısınız” (Ruşen Eşref Ünaydın’dan) 65 – İlerlemek yolunda yapılacak her önemli girişimin, kendine göre önemli sakıncaları vardır. Bu sakıncaların en az dereceye indirilmesi için önlem ve girişimlerde kusur etmemek gerekir.” 66 – Benim yaptığım işler, biri diğerine bağlı ve gerekli olan şeylerdir, fakat bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan söz edin” (Afet İnan’dan) 67 – Büyük kararlar vermek yeterli değildir. Bu kararları cesaret ve kesinlikle uygulamak gerekir.” ( Asaf Albay’dan) 68 Çalışmanın önemi ve gereği hakkındaki sözleri (Afet İnan’dan naklen): – Çalışmak genel yasadır; gelir sahipleri, zenginler de, bu yasanın dışında kalamazlar. Mevcut servetini milli servetin artmasına yardım edecek şekilde kullanmalıdır. Bir zengin, bedensel çalışmadan uzak kalabilir, fakat bu takdirde, faaliyetini fikir uğraşısına yöneltmelidir – Çalışmak gerçekte güç değildir. Yalnız tutulan iş ile kişinin yetenekleri ve zevkleri arasında uygunluk olmalıdır.” – Sonuçsuz (verimsiz) uğraşmak çalışma sayılmaz. Hiçbir şey yapmamak veya sonuçsuz, anlamsız şeyler yapmak, çalışma yasasına karşı büyük suçtur. – Çalışma, insanların bedensel kuvvetlerini geliştirir ve yaşam için gerekli olan şeyleri sağlar. Çalışmaksızın fikri gelişme ve ahlâki olgunlaşmada mümkün değildir.” – İnsan çalıştığı işi eli altında veya kafasının içinde eserini büyütmekte ve yükselmekte gördüğü zaman ne büyük zevk duyar. Bu eser, ister çiftçinin ürünü, ister mimarın evi veya heykeltıraşın 64
a. a. 66 a. 67 a. 68 a. 65
g. e. s 469 g. e. s 470 g. e. s 470 g. e. s 470 g. e. s 470
355 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
heykeli, ister bir bilginin veya bir sanatçının buluşu, kitabı olsun, zevk birdir. Zevk, bütün güçlükleri, saban arkasından dökülen terleri, sanatçının, düşünürün bazen pek elemli olan yorgunluklarını derhal unutturur.”( Afet İnan’dan) 69 – Başarılarda gururu yenmek, düşmemek gerekir.”(Afet İnan’dan)
felâketlerde
ümitsizliğe
– Bir insan milyoner olur. Fakat bir gün bütün servetin kaybeder, düşebilir. Ancak, o adamın içinde cevher varsa, çalışma kudreti çalışma aşkı yaşıyorsa gene kazanıp eski servetini elde edebilir.” (Hikmet Bayur’dan) 70 – Bir insan, yaşamında büyük bir başarı kazanabilir. Fakat yalnız onunla övünerek kalmak isterse, o başarıda unutulmak zorundadır. Onun için çalışmak ve daima başarı arama, herkes için esas olmalıdır.” 71 – İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri tanıyan ve genelleştiren kimselerdir. Fikrin özelliği de hiçbir itirazın bozamayacağı bir kesinlikle kendi kendini kabul ettirmektir. Bu ise, fikrin yavaş yavaş duygular haline gelerek inanca dönüşmesi ile mümkündür. Ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka değerlendirmelerin hükmü olamaz.” 7273 –Pekala bilirsiniz ki, benim bütün yaşamımda bu ana kadar güttüğüm amaç hiçbir zaman kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem daima memleketin, milletin ve ordunun adına ve çıkarına olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır. (1914) 74 – Yaşamımın bütün dönemlerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatımı her çeşit kişisel duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askeri yaşamımın ve gerekse siyasi hayatımın bütün dönem ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde
69 70 71 72 73 74
a. a. a. a. a. a.
g. e. s 470-471 g. e. s 471 g. e. s 471 g. e. s 472 g. e. s 472 g. e. s 474
356 Rasim PEHLİVANOĞLU
daima hareket kuralım, milli iradeye dayanarak milletin ve vatanın gereksindiği amaçlara yürümek olmuştur.”(1920) 75 – Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir amacım yoktur. Bu, bir insan için yeterli bir sevinç ve zevk sağlar. Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarımda aynı amacı izlemektedirler….Ben ve benimle beraber olanlar hedefimizin yüceliğine yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin yakın uzak tarihine dair gereği kadar bilgimiz vardır. Geçmişin derslerini, bugünün ve geleceğin yaşamı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin övünç sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz.”(1925) 76 M. Kemal’in Çevresindekilere söylediği bir söz: – Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız onları söyleyin!” (Afet İnan’dan) 77 – Ben görevimin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu görev bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonrada devam edecektir!.... Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal göreve vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mutlu olacağım. Görevime başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin, kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir.” 78 Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir: – Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevi kişiliğinde olmalıdır.”(1937) 79 – Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok savaşlara katıldım. Hatta ölüm bir defa kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat mermi parçasının şiddetini kırdı.”(1928) 80 75 76 77 78 79 80
a. a. a. a. a. a.
g. e. s 474 g. e. s 474 g. e. s 474 g. e. s 475 g. e. s 476 g. e. s 477
357 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Her zaman tekrar etmek zorunluğunda kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime her hangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben her hangi bir girişimde önayak olmuşsam, bu hizmet ve girişimin temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonrada saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına varlığımı, yaşamımı vereceğim aziz milletime, sizlere dayanmaktadır… Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm yetenek ve gereksinimi belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun bu yetenek ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum. Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak … Bütün mutluluğum işte bundan ibarettir.”(1923) 81 – Benim için dünyada en büyük makam ve ödül, milletin bireyi olarak yaşamaktır. Eğer Cenabı Hak beni bunda başarılı yapmış ise şükrederim. Bu gün olduğu gibi ömrümün sonuna kadar milletin hizmetinde olmaktan övüneceğim.”(1923) 82 – Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim…. Buna rağmen görüyorsunuz ki başardık… Şimdiye kadar söylediklerimin gerçekleşmiş olması, bütün düşüncelerimin beni yalanlamaması, milletin ciddi ve samimi olarak bana yardımcı ve destek olmasıyla mümkün olmuştur. Onun için yeni amaçlara erişmek içinde bu yardım ve desteğe gereksinim (ihtiyacım) vardır.”(1923) 83 (Bugün de ihtiyacımız vardır) – Benim şan ve şerefimden söz etmekte hatadır. İyi dinleyiniz, öğüdüm budur ki: İçinizden her hangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belasıdır. İlk önce kafası kırılacak adam budur! Bağlı olduğum Türk Milletinin şan ve şerefi varsa benim de bir bireyi olmak sıfatıyla şanım şerefim vardır. Asla başka değilim.”(1923) 84 – Ben o adamım ki, ordunun memleketi, milleti muhakkak bir sonuca götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat bilim ve özellikle sosyal bilim alanına giren işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki, bana bilginler doğru yolu göstersinler Onun için,
81
a. a. 83 a. 84 a. 82
g. e. s 477 g. e. s 478 g. e. s 479 g. e. s 479
358 Rasim PEHLİVANOĞLU
siz kendi biliminize, kültürünüze güveniyorsanız bana söyleyiniz. Sosyal bilimin güzel yönlerini gösteriniz. Ben, izleyeyim.”(1923) 85 – Ben, başkalarının ilkelerine değil, ancak kendi ilkelerime uyarım.”(Mim. Kemal Öke’den) 86 – Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat aşığıyım.” 87 – Hiçbir zaman kişisel gücenikliklerimi, birtakım olumsuz girişimlerle tatmine kalkmak adiliğine tenezzül etmedim.”(1914) 88 –Samimi dostlarımız sevdikleri tarafından bir işkenceye mahkûmdurlar ve bu işkencede sevdiklerinin dertlerini dinlemektir. 89 Atatürk konuşmalarının birinde büyük olmamın yolunu da göstermiştir.
Atatürk diyor ki: “ Büyük olmak için kimseye iltifat etmeyeceksin; kimseyi aldatmayacaksın; memleket için gerçek ülkü ne ise o hedefe yürüyeceksin. Herkes onun aleyhinde bulunacaktır; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır; fakat sen buna dayanacaksın. Önüne nihayetsiz manialar yığacaklardır. Kendini büyük değil küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telakki ederek; kimseden yardım gelmeyeceğine kâni olarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonrada sana büyüksün derlerse bunu söyleyenlere güleceksin.” Düşmanları için söylemiştir: –Ben onları affederim çünkü kalbim vardır;onlar beni affetmezler, çünkü kalpsizdirler.” 90 Mutlu olup olmadığı sorusuna verdiği cevap: – Evet mutluyum, çünkü başardım!” 91 – Ben ölürsem, soylu milletimizin, beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağından eminim; bununla gönlüm rahat!” 92 (1926) 85 86 87 88 89 90 91 92
a. a. a. a. a. a. a. a.
g. e. s 483 g. e. s 481 g. e. s 483 g. e. s 483 g. e. s 483 g. e. s 483 g. e. s 483 g. e. s 484
359 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
DÖRDÜNCÜ BÜLÜM Üstün Kişilikli Atatürk Hakkında Diğer Bilgiler 1 – Yetiştiği Çevrenin ve Dönemin Atatürk’ün Kişilik gelişimine Etkisi Mustafa Kemal’in çocukluk ve gençlik yılları, Osmanlı devletinin ağır sorunlarla uğraştığı ümitsiz bir geleceğin görüntüsü dönemine rastlar.
İlk Etkilenme Aile Ocağı Atatürk’ün düşünce yapısının oluşmasında ki ilk etkilemenin aile ocağından ve öğretmenlerinden geldiği söylenir. Atatürk bir konuşmasında: – İlk ilham, ana baba kucağından sonra mürebbinin (öğretmenin) lisanından, vicdanından, terbiyesinden gelir” diyerek yetişmesinde öncelikle ailesinden ve öğretmenlerinden etkilendiğini kendi yaşantısından edindiği tecrübeleriyle ifade etmiş oluyor. Atatürk ‘ün annesi, babası yönünden Yörük sülâlesinden gelen asil bir aileye mensup bulunduğunu öğreniyoruz. Kendisi, Yörük olmakla iftihar ettiğini söylüyor ve yazılıyor. Selanik’te, babasının satın aldığı pembe boyalı evde doğan Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi, iri yapılı uzuna yakın boylu, dürüst ahlâklı, cesur, haksızlıklara karşı koyan ciddi bir devlet memuruydu. Oğlu küçük Mustafa’nın doğumundan sonra memuriyetten istifa ederek, bir ortakla kereste ticaretine başlamıştı. Fakat o günlerde halkı yıldıran güçlü eşkıyaların baskınına uğramış, elinde avucunda ne varsa hepsi alınmış ve keresteliği yakılmıştı. İşsiz güçsüz kalan Ali Rıza Efendi’nin ruhi hayatında sarsıcı bir etkisi olan bu olaydan sonra iş bulmakta güçlük çekmiş, zayıf düşmüş ve hastalanmıştır. Fazla sürmeden hayata gözlerini kapamıştır. Anne Zübeyde Hanım üç çocuğu ile birlikte dul kalmıştı. Babası Ali Rıza Efendi, genç yaşta ölümüyle, çocuklarının yetişmesinde pek etkili olamamıştı. Ama, küçük Mustafa daha doğduğu
360 Rasim PEHLİVANOĞLU
gün, askerlik hatırası olarak sakladığı silâhını “ Benim oğlum asker olacaktır” diyerek bebek Mustafa’nın baş ucuna aşmıştı.Mustafa büyüdükçe, zaman zaman “Benim oğlum paşa olacak” diyerek de geleceği görüyormuş gibi hayal kurardı. Çevresinde “Molla Zübeyde” diye anılan annesi Zübeyde Hanım, çocuklarıyla birlikte kardeşi Hüseyin Ağanın RAPLA çiftliğine giderek orada bir müddet kalmışlardı. Çocuklar çiftlik hayatına alışmışlar, dayı Hüseyin Ağa’ya yardımcı oluyorlardı. Ama Mustafa, mutlaka okumak hevesindeydi. Anne Zübeyde Hanım, okula gidemeyen çocuklarını okulsuz bırakmamak için Selânik’e dönerek evinin bir bölümüne yerleşmişler, kiraya verdikleri diğer bölümünden aldıkları kira ile, rahmetli kocasından bağlanan bir miktar emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyorlardı. Mustafa’da hasret kaldığı okuluna devama başlamıştı. “Atatürk’ün yetişmesi ve öğretmenleri” isimli kitabın yazarı olan Cemil Sönmez ’in anlattığına göre: – Mustafa Kemal Atatürk’e, üstün vasıflı olmasının ilk oluşumunu kazandıran da annesi Zübeyde Hanım olmuştur. Sarı saçlı olan Zübeyde Hanım düzgün beyaz tenliydi. Derin ama berrak, açık mavi gözleri vardı.” Zübeyde hanım’ın ailesi yıllar önce Anadolu’nun göbeğinden kopup göç ederek Makedonya’ya gelmişler ve buradan da Selânik’e giderek yerleşmişleridir. Zübeyde Hanım, damarlarında ki ilk göçebe Türk Kabilelerinin torunları olan ve halâ yaşayışlarını sürdüren sarışın Yörüklerin kanını taşıdığını düşünerek seviniyordu.1 Mustafa Kemal’in ilk ilham kaynağı olan annesi Zübeyde Hanım, yeterince eğitim görmemiş ama okuma yazmayı öğrenmişti. Güçlü bir beden yapısına sahip olduğu gibi güçlü bir iradeye de sahipti. Annesine Molla Hanım denildiği gibi kendisine de Molla Zübeyde denilirdi. Dinine ve geleneklerine bağlıydı. Zübeyde Hanım, oğlu Mustafa’nın zamanın gerektirdiği biçimde yetişmesini engellememiş, hele eşi öldükten sonra, onun iyi öğrenim görmesi için elinden geleni yapmıştır.
1
Cemil Sönmez: Atatürk’ün Yetişmesi ve Öğretmenleri – A.A. Merkezi Ank. / 2004 s10
361 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk bir konuşmasında: – Size bu münasebetle, anamın ve kız kardeşimin inkılâp işlerinde bana inandıklarını ve hizmet ettiklerini de zikretmeliyim” diyerek inkılâp işlerinde ailesinin ve kardeşinin kendisine yardımcı olduklarını belirtmiştir. Cemil Sönmez, sağduyusu ve onur duygusu yüksek olan Zübeyde Hanım’ın, Mustafa Kemal’in de sözünü ettiği şu olayı anlatıyor: “O, Selanik’te bulundukları sırada oğlunun, kendi evinde II. Abdülhamit yönetimine karşı çalışan bir takım arkadaşlarıyla yaptığı toplantıda nelerle uğraştığını öğrenince, padişaha karşı çalışmanın sonuçlarından ürkmüş. Ancak Mustafa Kemal’in işi kendisine anlatması üzerine sorunu kavrayıp, – Gizli şeylerinizi varsa ben saklayayım. muvaffak olmak zordur. Mahvolmak da tabîdir”, dedikten sonra şöyle konuşmuştur: – Evlâdım, bir gün bu işler olduktan sonra seni namus ve haysiyet sahibi olanlarla görmezsem, işte o zaman meyus olurum. Ben senin kadar okumadım, senin kadar bilmem, seni, gördüğüm, anladığım şeyleri yapmaktan menetmeye kalkışmam. Yalnız dikkat et, esas muvaffak olmaktır. Muvaffak olmaya çalış.” 2 Yukarda ki anlatıştan da anlaşılıyor ki: anne Zübeyde Hanım, başlangıçta Mustafa Kemal’in asker olmasını istememekle beraber, askeri okula yazıldıktan sonra O’nu teşvik etmiş, yardımcı olmuş, hatta uyarıcı öğütler vermiştir. Milli Mücadeleye atılmasında, vatanın kurtuluşunda ve inkılâpların başarılmasında daima yanında olmuş ve başarılarına duacı olmuştur. Ne mutlu böyle analara! Mustafa Kemal, büyük başarılara ulaştıktan ve Milli Devleti kurduktan sonra da ayakta kalabilen annesi Zübeyde Hanım, 1922 Yılında Çankaya’daki evinde tarihçi Enver Behnan Şapolya ile konuşurken ona da şu öğüdü vermiştir. – Oğlum, çok çalış, çalışmaktan yılma. Mustafa’m çok çalıştı, her okulda çavuş oldu. Büyük adam olmaya heves ederdi. Hem de büyük adamlarla tanışmak isterdi. Sen de büyük mevkilere geçmek istersen kendini büyüklere tanıt. Çok çalış!
2
a. g. e s 12
362 Rasim PEHLİVANOĞLU
Şemsi Efendi İlkokulu ve Öğretmeni Şemsi Efendi Annesinden sonra Atatürk’ün yetişmesi ve gelişmesinde etkili olan, O’na yol ve yön gösteren değerli öğretmenleri olmuştur. Onlardan bazılarına aşağıda değinelim… Bilindiği üzere, Küçük Mustafa İlkokul çağına gelince önce annesinin isteğine uyarak, dini törenlerle mahalle mektebine verilmişti. Kısa bir süre sonra, babasının isteğine uyularak, o zaman yeni usullerle öğretim yapmakta olan “Şemsi Efendi Mektebine” yazılmıştı. Böylece, çocuk Mustafa, daha okula adımını atar atmaz eski ve yeni çatışmasını da yaşamış oluyordu. 1852 yılında Selanik’te dünyaya gelen Şemsi Efendi, yüreğindeki öğretmenlik sevgisiyle, 871 yılında Selanik’te yeni açılmış bulunan bir yabancı özel okulda Türkçe öğretmenliği yapmaya başladı. Şemsi Efendi, öğrenmiş olduğu Fransızcanın yardımıyla Avrupa’daki gelişmeleri izleyerek, Selanik’te kendini yetiştirmiş, modern eğitim yöntemlerini takip etmiştir. Özel okuldaki uygulamalı öğretmenliğiyle de deneyim kazanmış olan Şemsi Efendi, ilkokul açma girişiminde bulunmuştu. Kimi öğrenci velileri ve birkaç meslektaşı teşvik edip desteklemişti. Halktan topladığı para yardımıyla işe koyulan Şemsi Efendi, Selanik Maarif Müdürü Radoviç’li Mustafa Bey’in yardımıyla, yeni bir okul açması için kendisine ruhsat verilmiş ve bir de bina tahsis edilmişti. Böylece Şemsi Efendi, 1872 yılında Selanik şehrinin Sabri Paşa Caddesi’nde tek katlı küçük bir binada ilkokulunu açarak hizmete başlamıştır. Bu okul Şemsi Efendinin kurduğu Selanik özel eğitiminin ve yeni usul öğretiminin ilk temel taşı olmuştur. İşte küçük Mustafa, 6 yaşında başladığı ilk öğrenimine – birkaç günlük mahalle mektebi tecrübesinden sonra- bu okula devam ederek yeni usulle öğrenimini yapmış ve yetişmiştir. Şemsi Efendi Okuluna devam eden öğrencilerin başarılarını öğrenen ana babaların nazarında Şemsi Efendi’nin ünü artmıştır. Ancak, kimi çevrelerde Şemsi Efendi’nin yeni usulle eğitim – öğretim yapmasına karşı çıkanlar olmuştur. Okulu basanlar, yazı tahtasını kıranlar, yolunu kesenler, ölümle tehdit edenler bile olmuştur. Ama O’nu yolundan döndürememişlerdir… Çocuklarla uğraşmayı seven, kendisini çevresine sevdiren Şemsi Efendi, yalnız görev itibariyle değil ruhen de tam bir
363 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
eğitimciydi. Aynı zamanda öğrencilerinin disiplinine de çok dikkat ederdi. Mesleği ile ilgili Avrupa’daki yayınlar ve gelişmeleri de takip eder, yeni etkin öğretim metotlarına göre uğraş vererek, çağına göre modern bir ilkokul öğretmeni olduğunu çevresine kabul ettirmişti. Şemsi Efendi, öğrencilerini sıra düzeni içinde şehir içi gezilerine de götürdüğü bilinmektedir. Bu tür gözlem ve inceleme gezileri ile, eğitimi okul binası dışına çıkarmak suretiyle, öğrencinin hayata daha bilgili ve bilinçli olarak hazırlanmasını sağlamıştı. Şemsi Efendi, daha bir çok yenilikçi usulleri, metotları ve insani tavırlarıyla da öğrencilerinin kişiliğine gereken değeri vermiş ve modern eğitim uygulamalarıyla devrinde ki devlet okullarına örnek olarak gelişmeler göstermiştir. İşte Atatürk, ilk çocukluğunda böylesi bir ilkokulda ve böylesi sevecen, duyarlı ve disiplinli bir öğretmen elinde yetişmiştir. İlk ilhamını ana baba kucağından sonra bu öğretmenden ve bu öğretmenin değerli okulundan almıştır. Atatürk, ilkokuldan sonra devam ettiği bütün okullarda çok çalışmış ve başarılı bir öğrenci olarak devam etmiştir. Selanik Askeri Rüştiye’si başta olmak üzere, her girdiği okulda kendisine rehberlik yapan öğretmenler bulabilmiş ve öğrenciler arasında iyi arkadaşlar edinmiştir. Bunların her birinden nasıl etkilendiğine, kısa olarak değinmek ve bazılarını sadece isimleriyle yazarak tanıtmak istiyorum.
Mustafa Kemal’i Etkileyen Öğretmenleri Öncelikle kabul edelim, öğretmenlerinden en ilginç olanı, matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Bey olmuştur. Annesi önce rıza göstermediğinden, gizlice Selanik Askeri Rüştiye’sine yazılan öğrenci Mustafa, sonradan annesinin gönlünü yaptığı gibi, derslerini de kolay ve çabuk öğrenmesiyle okulunda kısa sürede tanınmıştı. Öğretmenlerinin, özellikle matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Bey’in dikkatini çekmişti. Çok ciddi ve sert bir öğretmen olan Mustafa Bey, öğrenci Mustafa’yı çok takdir ediyor ve seviyordu. O’nu kendisinden daha farklı görüyordu. Bu görüşünü belirtmeliydi: Bir gün dershanede Mustafa’ya dönerek:
364 Rasim PEHLİVANOĞLU
– Oğlum, seninde ismin Mustafa benim de. Bu böyle olmayacak, arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun.” dedi. O günden sonra ismi gerçekten Mustafa Kemal oldu ve hayatı boyunca hep Mustafa Kemal olarak tanındı ve anıldı. Matematik merakı ve yeteneği epeyce gelişmiş olan Mustafa Kemal, Askeri Rüştiye’sindeyken matematik öğretmeni Mustafa Bey’in sınıfa gelmediğinde onun yerine bu dersi bir çok kereler kendisi vermiştir. “ Sen bu Fransızcanın peşini bırakma” diye Mustafa Kemal’i öğütleyen Fransızca öğretmeni Nakiyüddin Bey’de Mustafa Kemal’i etkileyen öğretmenlerin önünde gelmektedir. Mustafa Kemal’in “ örnek öğretmen” olarak tanıttığı,1866 doğumlu Nakiyüddin Bey, Jandarma Alay Kumandanlığına kadar yükselmiş, 1914’de sağlık nedeniyle emekliye ayrılmıştır. Mustafa Kemal’in Suriye’de (Şam’da) kurduğu “Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin” Selanik’te şubesini açanlar arasında Nakiyüddin Bey’de bulunmuştur. Devlette önemli görevler almış ve bir ara Elazığ milletvekilliği yapmıştır. Mustafa Kemal’i etkileyen öğretmenlerden başlıcaları, Selanik Askeri Rüştiye’si tarih öğretmeni Hakkı Baha (Pars), Askeri Rüştiye’sinin Müdürü (sonradan İttihat ve Terakkinin önemli kişisi) Bursalı Tahir Bey, Selanik öğretmen okulu müdür hoca Mahir (İsmail Mahir Efendi) olmuştur. İsmail Mahir Efendinin evi sonraki yıllarda İttihat ve Terakki Cemiyetine alınacakların yemin etme yeri olmuştur. Mustafa Kemal’in öğretmenlerinden biri de ünlü yazar Ahmet Emin Yalman’ın babası Osman Tevfik Bey’dir. Mustafa Kemal, Ahmet Emin Yalman’a: “ hocam Tevfik Bey’i çok iyi hatırlarım ve çok severim. Sizi de çoktan beri yazılarınızdan tanıyorum ve bu yazıları zevkle okuyorum” demiştir. 3 Mustafa Kemal’i en çok etkileyen “ Çocuklara Rehber” isimli dergi olmuştur. Kültür düzeyini artırmak için, sürekli yazıları izlediği görülen Mustafa Kemal, birkaç öğretmen ve yazarın çıkardığı bu derginin düzenlediği matematik konularındaki yarışmayı kazananlar arasında bulunmuştur. Bu olay, O’nun daha çocuk yaşlarındayken okuma, araştırma alışkanlığını ve geniş kültürünü gösteren bir delil olmuştur. 3
a. g. e. s 68
365 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Çocuklara Rehber dergisinin okuyucularından olan Şerafettin Turan kanaatini şöyle belirtiyor: – Bu bilgi, daha sonra ki yıllarda,“GENÇ KALEMLER” dergisi ile “Ziya Gökalp’ı” yakından izleyen Mustafa Kemal’de, Türkçenin, Arapça ve Farsça kurallarından ve sözcüklerinden arınarak öz benliğine kavuşması gerektiği yolunda bir kanaate dönüşecektir.” Selanik Askeri Rüştiyesini bitirerek, Manastır Askeri İdadisine (lisesine) geçen Mustafa Kemal, aile çevresinden ilk kez böylesine süreli ayrılıyordu. Bundan böyle, O hemen hemen bütün yaşamını hep böyle aile çevresinden uzakta geçirmiştir. Ev yaşantısı çok sayılı günlerini kapsıyordu. Bu hal, O’nun yapısında var olan yalnızlık ve bağımsız yaşama huyuna uygun düşüyordu. Kitaplarıyla haşir neşir olması, fikir çalışmaları ve ülke sorunlarıyla ilgilenmesi onun yalnızlık duygusunu gideriyordu. Mustafa Kemal’in Manastır Askeri İdadisine geçmesi Kurmay Subay Hasan Bey’in tavsiyesiyle olmuştur. Askeri Rüştiyeye bir çok kez gelmiş olan Hasan Bey Mustafa Kemal’i tanımış ve takdir etmişti. Son sınavında bulunduğunda, Mustafa Kemal’in İstanbul’ gitmek istediğini öğrenince: – Bundan vazgeç oğlum, Manastıra gidiniz orada daha iyi yetişirsiniz” demişti. Hasan Bey’in isteği yerine getirilmişti. Aradan yıllar geçmişti. Mustafa Kemal Şam’da Kurmay Yüzbaşı iken kurduğu “Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin” Selanik’te şubesini açmak için Makedonya’ya geldiğinde hocası Hasan Bey’le de görüşmüş ve ona, tavsiyesinde haklı çıktığını söylemiştir. Fakat o günlerde karşılaştığı felâket bir durumu da anlatmış, aranmakta olduğunu söylemişti. Hasan Bey’in vatanseverlik duygusundan faydalanarak başına gelebilecek feci bir durumdan kurtulmasını sağlamıştı. Hasan Bey’e minnet borçluydu…
Öğretmeni Faik Bey Mustafa Kemal’i etkileyen öğretmenlerden olan Faik Bey, kızı Sabiha Bernak’ın aracılığıyla, 1922 yılında Arifiye İstasyonunda karşılaşıyorlar. “Hakimiyeti Milliye” gazetesinde bu mutlu olay şöyle dile getiriliyor. – Gazi, teftişi sırasında Adapazarı okullarının önünde duran nur yüzlü bir ihtiyarı görerek ilerledi ve kendisine iltifatta
366 Rasim PEHLİVANOĞLU
bulundu ve elini sıktı. Bu öğretmen, Gazi Hazretlerinin Manastır Askeri İdadisindeyken kendisine ders okutan öğretmeni Faik Bey idi.” Gazi Hazretleri, hocasını görünce pek memnun oldu ve yanlarında bulunan dahiliye vekili Şükrü Kaya Bey’e: – Bu gördüğün zat, Faik Bey benim eski hocamdır.” Gazi Hazretleri Faik Beyle görüştü: – Nasılsınız hocam ?” – Duacınızım efendim.” – Sizi çok iyi ve çok dinç görüyorum” – Siz her zamankinden daha iyisiniz paşam Allah sizi millete bağışlasın” Bu görüşmeden sonra gazi hazretleri tekrar hocasının elini sıkarak iltifatta bulundu ve oradan ayrıldı. Gazi Hazretlerinin iltifatından çok memnun olan Faik Bey yanındakilere dedi ki: – Bir insana, bir hoca için acaba bundan daha büyük bir bahtiyarlık tasavvur eder misiniz?”
Mustafa Kemal’in Arkadaş Çevresi İnsanların yaşamında her yaşta ve her dönemde, yakın arkadaş çevresinin önemli ölçüde etkili olduğu bilinir. Bu gerçektir. Mustafa Kemal’in de yaşamında, ailesi ve okul çevresinin yanı sıra, yakın arkadaş çevresinin de önemli etkisi olmuştur. Bunlardan hepsini yazmak mümkün olmadığından ancak birkaç tanesi üzerinden durmayı faydalı görüyorum. Örneğin: Ömer Naci, Ali Fuat (Cebesoy), Fethi (Okyar) Bey ve başkaları.
Ömer Naci Şair ruhlu olan, toplum karşısında çok güzel konuşan ve etkileyici hitabeti olan Ömer Naci, Mustafa Kemal’i de etkilemişti. Mustafa Kemal’e edebiyat zevkini veren bir bakıma Ömer Naci olmuştur. Ömer Naci’nin Mustafa Kemal’e verdiği çeşitli şiir ve tiyatro kitapları arasında daha çok Namık Kemal’in kitapları dikkati çeker. Bundan sonra Namık Kemal’in eserlerini zevkle okumaya başlar ve etkisinde kalır.
367 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Namık Kemal’e göre, vücudun mayasının hamuru vatan toprağındandır. Onun için vatan yolunda eziyet ve sıkıntılarla toprak olursa bunda üzülecek ne var ? Mustafa Kemal’i etkileyen Namık Kemal’in birkaç beytini aşağıya alıyorum. Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma. Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadri kıymetten. * Felek her türlü esbabı cefasın toplasın gelsin Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten. * Merkez–i hâke atsalar da bizi Patlatırda çıkarız kürre–i arzı. * Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini. Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini. 4 *
Namık Kemal’in şiirlerinden yukarıya alınan beyitler, anlam itibariyle çok güçlüdür. Bunlar ve benzerleri Mustafa Kemal’i fazlasıyla etkilemiştir. Namık Kemal’in Mustafa Kemal’e etkisi yaşamının çeşitli dönemlerinde de süre gelmiştir. Onun milli duygusu ve düşüncelerinin güçlenmesinde etkili olmuştur. Hattâ bir konuşmasında şöyle söylemiştir: – Et ve kemiklerimin babası Ali Rıza Efendi ise duygularımın babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp” demiştir. Mustafa Kemal’in Ömer Naci ile olan yakın dostlukları ölümüne kadar sürmüştür. Vatan ve hürriyet cemiyetinin toplantılarında, Trablusgarp savaşında yine Ömer Naci ile birlikte olmuşlardır. Denilebilir ki, vefalı bir dost olan Ömer Naci Mustafa Kemal’deki gizli kudret ve dehayı ilk keşfedenlerden birisi olmuştur. Ziya Gökalp Ömer Naci hakkında şöyle söylemiştir. O, coşkun bir kalpti, şen bir fikirdi Sevdiği vatandı sevgisi birdi. Şairden ziyade o bir şiirdi: Hayatı bir gaza destanıydı 4
a. g. e. s 97
368 Rasim PEHLİVANOĞLU
O yalnız bir hatip, bir fert değildi; O yalnız millete hem dert değildi: Fert olsa yanmazdım, o fert değildi Milletin canlanmış imanıydı. 5
Ali Fuat Bey (Cebesoy) Askeri İdadiden değil de, normal liseden gelerek harp okuluna imtihanla kayıt yaptıran Salacaklı Ali Fuat Efendi, Mustafa Kemal’in takımına verilmişti. Burada başlayan, kafa dengi arkadaşlık dönemi hayat boyu devam etmiştir. 3 yıl boyu Harp okulu hayatında birlikte olmuşlar, birlikte çalışmışlar, birlikte gezmişlerdir.Ali Fuat Efendinin babası İsmail Fazıl Paşa, Erzincan’dan İstanbul’a gelmiş Genel Kurmay’da görev almıştı. Ali Fuat bir gün Mustafa Kemal’i evine götürerek babasıyla tanıştırmıştı. İsmail Fazıl Paşa Mustafa Kemal’i çok beğenmiş ve: – Seni çok sevdim evlât” demiş ve tekrar görüşmelerini istemişti. Başka bir gelişinde, Mustafa Kemal’i yatılıya alıkoymuştu. Ertesi gün evlerine misafir gelen Osman Nizami Paşa ile tanışmasını sağlamıştı. Ayrılmadan önce, Osman Nizami Paşa Mustafa Kemal’e takdirlerini belirtmiş ve şöyle demiştir: – Efendi oğlum, görüyorum ki, İsmail Fazıl Paşa seni takdir etme konusunda yanılmamış. Sen de memleketin başına gelecek büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim.. Keskin zekân ve müstesna kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir olacaktır. Bu sözlerimi iltifat olarak alma. İnşallah yanılmamış olurum” demiş ve hakkında iyi temennilerde bulunmuştur. Bu övgü karşısında mahcup olan Mustafa Kemal: – Paşa Hazretleri bana asla lâyık olmadığım iltifatı gösterdiniz” demiştir. Paşanın uzattığı eli saygıyla öpen Mustafa Kemal, büyük bir moral bulmuş ve kendisine olan güveni daha da artmış olarak ayrılmıştır. 6 Bundan sonraki günlerde Ali Fuat’la birlikte çalışmışlar, birlikte mücadele vermişlerdi. Mezun olduktan sonra da birlikte Harp 5 6
a. g. e. s 100 Rasim Pehlivanoğlu: Sevdiğimiz Atatürk Ank./2004 s27
369 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Akademisine yazılmışlardı. Burada birlikte gizlice gazete çıkarmışlar, birlikte takibata uğramışlar, birlikte mezun olmuşlardı. Mezuniyetten sonra da daha görev almadan birlikte sorgulanmışlar, birlikte hapsedilmişlerdi. Ali Rıza Paşa’nın aracılığıyla birlikte bırakılmışlar ve Kurmay Yüzbaşı olarak Şam’daki 5. orduya, yanlarında Müfit Kırşehir’de olduğu halde birlikte tayin edilmişlerdir. (sürülmüşlerdir) Vatan ve Hürriyet Cemiyetini Şam’da birlikte kurmuşlar, birlikte Makedonya’ya dönmüşler ve orada birlikte faaliyet göstermişlerdir. Milli mücadele hazırlığı yapılırken de, Mustafa Kemal’in Şişli’deki evinde birlikte geleceği görüşmüşler, birlikte çareler aramışlar ve kararlar vermişlerdir. Toplantının son gününe katılan, 20. Kolordu Komutanlığına tayin edilmiş bulunan Ali Fuat Paşa, ayrılırken ayağa kalkıp: “PAŞAM KOLORDUM EMRİNİZDEDİR!” diyerek başlatılacak mukavemet hareketine katılan ilk komutan olmuştur. Milli Mücadelede bir ara Batı Cephesi Komutanlığı yapan Ali Fuat Paşa, sonra Rusya Büyükelçiliğine tayin edilmiş ve orada büyük hizmetler vermiştir. Milli Mücadeleden sonra, her nedense bir ara ordudan ve meclisten uzakta kalmış ve araya bir kırgınlık girmiştir. Fakat Mustafa Kemal ile birbirlerini unutmamışlar, ara ara konuşmuşlardır. Hattâ, Atatürk’ün ölümünden önceki günlerde Atatürk’ü ziyarete gelmiş olan Ali Fuat Paşa, ülkemiz ve dünya meselelerini hararetle konuşmuşlar, hasret gidermişlerdir.
Ali Fethi Bey (Ali Fethi Okyar) Ali Fethi Bey’de Mustafa Kemal’in Harp Okulunda bir sınıf ilerde olan arkadaşlarındandır. Şamdan sonra Kolağası rütbesiyle Makedonya’da çalışırken arkadaşlıkları ilerlemiştir. Genç subaylar Selanik’in Olympos Meydanındaki çay bahçelerinde ( özellikle Olympos Palas’ta) memleket meselelerini konuşurlar, fikir teatisi yaparlardı. Ali Fethi Bey’de onlardan birisiydi. Üstelik, Ali Fethi Bey bir ara İttihat ve Terakki Cemiyetinin önde gelen kişileri arasında yer almıştır. Fikirlerini burada telkin eden Mustafa Kemal’in fikirleri, cemiyetin hoşuna gitmiyordu. Ama Ali Fethi Beyle iyi anlaşıyorlardı. Birinci Cihan savaşı öncesinde Mustafa Kemal Sofya Ataşemiliteri iken, Ali Fethi Bey’de Büyükelçi olarak görev yapıyordu. Sık sık buluşuyorlar ve konuşuyorlardı.
370 Rasim PEHLİVANOĞLU
Milli Mücadele sonrasında dostlukları devam etti. Bir ara Başbakanlığa getirildi. 1930 yılında Mustafa Kemal’in izniyle Serbest Cumhuriyet Fırkasını (partisini) kurdu. Fakat partisi mensuplarının aşırı eleştirilerine hakim olamayarak, bir müddet sonra partiyi kapatmak zorunda kaldı. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşlarından olan Nuri Conker, Sadi Borak, Dr. Mim. Kemal Öke ve başkaları da ölünceye kadar yanından ayrılmamışlardır. Mustafa Kemal’in sevgi ve ilgisini çeken öğretmenlerden olan Manastır Askeri İdadisindeki tarih öğretmeni Tevfik Bilge Bey, bu okulun müdürlüğü görevini de yapmıştı… Milli Mücadeleden sonra Diyarbakır milletvekilliğine seçilmiştir. Yayınlanmış bir çok eseri de vardır. 23 Haziran 1923 günü İstanbul Darülfünun edebiyat medresesinden Necip Asım (Yazıksız) İzmirli İsmail Hakkı ile Şemsettin (Günaltay) Beylerden oluşan heyet, Mustafa Kemal’e “Fahri Edebiyat Profesörlüğü” diplomasını vermişlerdir Şemsettin Günaltay, Mustafa Kemal’in tarih sevgisini dile getiriyor ve –Ben edebiyattan ziyade tarihle uğraşmayı severim” dediğini söylemiştir. Kendisine teveccühle: –Tarihçilerle çok konuşacağız” iltifatında bulunmuştu. Aradan 7 yıl geçtikten sonra Mustafa Kemal’in, okullarda resmen okutulanlarda dahil olmak üzere, bütün tarih kitaplarını toplattırarak tetkik buyurduklarını söyleyen Ord. Prof. Şemsettin Günaltay: –Onun tarih görüşünün ne kadar kapsamlı olduğunu, tarih bilgisinin ne kadar geniş olduğunu hayranlıkla gördük” demiştir. Bilhassa milli kültür itibariyle, Türk tarihinin tetkikine ve milli tarih görüşüne dair açıklamaları ile bu konuya olan ilgisini ve bilimsel yaklaşımlarını dile getirmiştir. 7
7
Cemil Sönmez:a. g. e s104-105
371 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Harp Okulunda Mustafa Kemal’in Öğretmenleri Harp Okulu döneminde, Mustafa Kemal’in yetişmesinde emeği geçen öğretmenlerini ismen de olsa aşağıda zikretmeyi gerekli görüyorum. Talim Öğretmeni Rahmi Paşa, Binbaşı Fazıl Bey, Yüzbaşı Naci (Eldeniz) Erzurumlu Osman Efendi, Yanyalı Esat Paşa; Türkçe –Fransızca– Tarih dersleri okutan Necip Asaf’ (Yazıksız)… Bunlardan her biri, bir başka yönden Mustafa Kemal’in yetişmesine ve gelişmesine, kendi yetenekleri doğrultusunda etkili olmuşlardır. Bunlardan bir kısımları sonradan Mustafa Kemal’in komutanı olmuş, önemli görevler yapmışlardır. Bir kısmı da Kurtuluş Savaşından sonraki yıllarda önemli görevler almışlar, bu yönden memlekete faydalı hizmetler görmüşlerdir. İçlerinde milletvekili seçilenler olmuş, T.B.M. Meclisinde milleti temsil etmişlerdir. Bugün hepsi ruhunu teslim etmiş olan bu değerli öğretmenlere Allah’tan rahmet diliyoruz.
Trabzonlu Nuri Bey Mustafa Kemal’in öğretmenleri arasında kendisini en çok etkileyen ve hatırasını hiç unutamadığı Trabzonlu Kurmay Yarbay Nuri Bey olmuştur. Nuri Bey hakkında Ali Fuat’ın babası İsmail Fazıl Paşa bir gün her ikisine birden: – Nuri Beyin derslerine ilgi gösterirseniz, kendisini dikkatle dinlerseniz çok şey kazanırsınız. Mesleğinde kuvvetli ve geniş görüşe sahip, bilgili bir askerdir.” diye nasihat etmiştir. Geniş kültürlü, devrine göre aydın fikirli, stratejide üstat sayılan Kurmay Yarbay Nuri Bey tabiye (Harp taktiği) dersi okuturdu. Genç Kurmay adaylarının çeşitli sorularını da cevaplandırırdı. Bir gün dershanede “gerilla nedir, ne değildir” sorusuna tatmin edici cevaplar vermişti. Sorulu–cevaplı devam eden bu derste Mustafa Kemal’in görüş ufukları açılmış ve onun ileride karşılaşacağı sorunlara yol gösterici olmuştu. Mustafa Kemal, Yarbay Nuri Beyi ve onun çok etkili olan dersini hiç unutamamıştır. Mustafa Kemal’in çok değer verdiği Yarbay Nuri Bey 1. Dünya Savaşı ilânında Kolordu Kumandanı olmuştu. Fakat savaşa girmeden önce bir kaza sonucu ölmüştü. Ruhu şâd olsun.
372 Rasim PEHLİVANOĞLU
2 – Atatürk İstismarcılığı ve Saptırmalar Bugün ülkemizde, Atatürk’ü okuyarak, araştırarak, çok yönlü hizmetlerini iyi öğrenerek gönülden seven ve onun gösterdiği ışıklı yoldan yürüyen “Gerçek Atatürkçüler” elbette vardır. Bunların yanı sıra: Atatürk’ü gereğince okumadan, araştırmadan, kulaktan dolma yalan yanlış bilgilerden veya siyaset ağırlıklı gazete bilgilerinden Atatürk’ü öğrendiğini sanan yanlış Atatürkçüler de vardır. Bilinçli olmayan bu gibiler iyi niyetli olabilirler. Ama Atatürk’ü doğru öğrenemedikleri ve doğru anlatamadıkları için, Atatürk’ün doğru tanınmasında, faydalı olmak yerine çoğu zaman zararlı olmaktadırlar. Bir de, Atatürk hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı halde koyu Atatürkçü geçinen, her yerde Atatürk’ten ve Atatürkçü olduğundan söz eden, fakat kendi tutum ve davranışlarıyla Atatürk’ün duygu, düşünce ve dinamik ülküsüne ters düşen sözde Atatürkçüler de vardır. Atatürk’ü yanlış anladıkları gibi, yanlış anlaşılmasına da neden olan bu gibiler zararlı olmakta ve halkımız nazarında Atatürk’ün değerinin küçük düşürülmesine neden olmaktadırlar. Bunlar arasında, kendi hatalı ve yanlış tutumlarını Atatürk’le özleştirerek kendilerini haklı ve mazur göstermeye çalışanlar da bulunmaktadır. Asıl zararlı olan ve Atatürk’ün çizdiği, millete hizmet yolunda ilerlememize engel olanlar bu sözde Atatürkçülerdir. Bugün, doğru olsun – yanlış olsun, ülkemizde yaşayan çoğu insanlarımız Atatürkçü olduğunu söylemektedirler. Bu arada, çeşitli çevrelerde ve çeşitli şekillerde Atatürkçülük istismar konusu yapılmaktadırlar. Milletimiz için çok önemli olan, Milliyetçilik, Ülkücülük ve Din gibi milli ve manevi değerlerimizin yanı sıra; Atatürkçülükte –maalesef- birçoklarınca istismar konusu olmuştur. Atatürk’ü iyi öğrenmeyen veya davranışıyla Atatürk karşıtı görünen kimselerden birileri, Atatürkçü olduğunu söylerse, veya; “Atatürkçüyüm” demeyenlere karşı tutarsız sözlerle Atatürk savunuculuğu yapmaya kalkarsa, o kimseyi Atatürkçü sananlar olmaktadır. Bu gibi yeterli bilgisi olmayan Atatürkçü geçinenler arasında, ikna ederek değil de küfrederek Atatürk savunuculuğu
373 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yapanlar… İşte asıl bunlar, Atatürk düşmanlığını körükleyerek zararlı olan sözde Atatürkçülerdir. Birde, Atatürk’ü hiç sevmediği halde asıl niyetlerini gizleyerek, kendilerini Atatürkçü göstermek suretiyle, yanlış ideolojilerine ulaşmak için, milletimizi parçalayıp bölmek gayesiyle Atatürk’ü basamak yapan “sahte Atatürkçüler” vardır. Gerçekleri saptırarak anlatan ve tehlikeli olan asıl maksatlarını saklayanlar bunlardır. Bunların aldatıcı vaatlerine kapılmaktan sakınmalıyız. Yukarıda, Atatürk’ün çeşitli çevreler de ve çeşitli şekillerde istismar konusu yapıldığını söylemiştik. Başlıca istismar şekillerini aşağıda görelim. (Bu konuyu yazarken daha çok Ankara Ticaret Odası 1974 yılı yayınlarından olan ATATÜRKÇÜLÜK isimli, 34 sayfalı broşürden de faydalandım.)
1) Sosyalist Atatürkçülüğü Bu çeşit Atatürkçülük daha çok 12 Eylül 1980 öncesi yıllarında faaliyet göstermiştir. Ve ülkemizde kargaşalar çıkarmıştır. 1980 darbesiyle hızları kesilmişse de amaçlarından dönmeyenler olmuş ve sinsice faaliyetlerine devam etmişlerdir. Rusya’daki Yenilikçi Devrimden ve komünizmin çöküşünden beri etkisiz hale gelmiştir. Bugün susmuş görünseler de zaman zaman yüzeye çıkarak yaptıkları seyrek eylemlerle kendilerini göstermektedirler. En zorlama Atatürkçülük bunların yaptığıdır denebilir. Bu gibilere göre, “Sosyalizm, Atatürkçü gelişmenin tabii bir sonucudur. Atatürk yaşasaydı bugün Sosyalist olurdu.” Böyle söyleyenlere göre: “Atatürk hareketi bir sol ihtilaldir. Ezilenlerin ezenlere başkaldırmasıdır. Atatürk’ün Devletçilik ilkesi, ferdi hürriyete ve hür teşebbüse karşı çıkan, sonuçta onları ortadan kaldırma emelini güden bir Sosyalizm başlangıcıdır.” görüşündeydiler Böyle düşünen Sosyalist ve Komünistlerin zorlama Atatürkçülükleri başarıya ulaşamamış ve sonuçsuz kalmıştır. Fakat bunların bir bölümü yıkıcı faaliyetlerinden vazgeçmemişler, çeşitli isimler altında ülkemizi ve milletimizi bölmek, parçalamak çabasına devam etmektedirler. Teröristleri kışkırtanlar da genellikle bunlar olmuştur. Ama bilinçlenen halkımız bu gibi materyalistlerin ağına düşmek gafletinden kendilerini kurtarmaktadırlar. Bunların,
374 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürkçülük maskesi altına saklanarak eylem yapmalarına hoşgörü ile bakmamız mümkün değildir.
2) Saptırmacı Atatürkçülük (Sistem Bozucular) Sistem bozucu Atatürkçüler de diyebileceğimiz bu saptırmacılar, Atatürk’ün inkılâpçılık ve laiklik ilkelerini saptırıp, gerçek anlamının dışında başka anlamlar yüklemek suretiyle, milletimizi çeşitli kamplara ayırmak ve birbirlerine düşürmek çabasında olan bölücü kimselerdir. İçlerinde gafiller de vardır ama çokları kasıtlıdırlar. Bunlar, Atatürk’ün bizzat ifade ettiği İnkılâpçılık ilkesini devrimcilik adıyla, ihtilalcilik şeklinde yorumlayarak, geçmişe ait iyi kötü ne varsa hepsini devirmek ve yeni bir düzenle Atatürkçülük Sosyalizmini kurmak gayesinde olanlardır. Böylece, inkılâpçılık sistemini saptırarak, geçmişimizden ve mili kültürümüzden koparılmış yeni bir nesil yetişmesini sağlamak amacını gütmektedirler. Atatürk’ün söylediği gibi, geçmişinden ve milli benliğinden kopan milletler başka bir milletin avı olur. Unutmayalım ki: Geçmiş geleceğin basamağıdır. Çok tecrübeler geçirmiş olan milletimiz, artık geçmişimizden tamamen kopmak gibi bir tuzağa düşmek gafletinde bulunmayacaktır, samimi temennimiz ve inancımız budur. Saptırmacı Atatürkçüler, Atatürk’ün laiklik ilkesini de saptırarak manevi değerlerimize karşı bir nevi savaş açmakta, laikliği dine karşıymış gibi göstermek çabasında bulunmaktadırlar. Bu tip sistem bozucu Atatürkçülere göre: “ Din bir afyondur, uyuşturur…” Bunlar, Atatürk’ün de dine karşı olduğunu yaymak isterler. Dinin gereklerini yerine getiren inançlı kimselere gerici gözüyle bakan ve kendilerini ilerici gören bu sözde Atatürkçüler,milletimizi gerici veya ilerici diye parçalara bölmekten çekinmezler. Karşı görüşlere ve değişik inançlara saygı duymak olgunluğunu gösteremeyen bu gibi sözde ilericiler, nerede ise Atatürkçülüğün laiklikten ibaret olduğunu sanmakta ve laikliği de dejenere etmektedirler. Din düşmanlığını İslâmiyet düşmanlığına döndürerek Türkiye’nin dincilik baskısı altında bulunduğunu ifadeye çalışmaktadırlar. Bugün de, böylesi sistem bozucu Atatürkçülerden, ona buna çatarak, “ laikliğe karşıdır” ithamıyla dini inançlarına bağlı bir kısım samimi Müslüman vatandaşlarımızı rahatsız edenler vardır. Böyleleri,
375 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Türkiye’yi ilericiler–gericiler ülkesi, milletimizin büyük bölümünü de irtica içinde bir kitle olarak tanıtmak gayretinde bulunuyorlar. Oysa, her fırsatta Atatürk’ün övgüsüne mazhar olan yüce milletimiz, büyük çoğunlukla inkılâpları da laikliği de benimsemiş ve Atatürk’ün belirlediği anlamda üzerine düşen görevini yaparak ilerlemektedir. Milletimizin büyük çoğunluğu - kandırılan küçük bir azınlığın dışında – hiçbir zaman mürteci (yeniliklere karşı çıkan) olmamıştır. Ve de yarı aydınların iğfallerine kapılarak yolunu şaşırmamıştır. Bundan sonra da milletimiz Atatürk’ün uyarılarından da ilham alarak, doğru bildiği yolda azimle yürüyecek ve gelişmekte olan demokrasimizi çelmelemek isteyenlere karşı fırsat ve imkân vermeden ilerlemeye devam edecektir. İnacımız ve temennimiz budur… Ancak, Türkiye Cumhuriyet’i Devletini kuran ve laiklik ilkesini kabul eden Büyük Devlet Adamı Atatürk’ün şahsında, laiklik istismarı yapanların günden güne arttığı ve bir kısım halkımızın sokaklara dökülmesine neden olduğu görülmektedir. Öyle ki: Sokaklara döktürülen kalabalıklar, ülkemizin huzurunun bozulmasına ve dış ülkelere karşı menfi görünüm verilmesine neden olmaktadırlar. Meydanlarda bayraklar açarak, “Türkiye laiktir laik kalacaktır” sloganı atarak yürüyenler sanki laiklik aleyhinde olan yetkililer varmış da laikliği kaldırmak istiyorlarmış havasını vererek onlarla mücadele veriyorlarmış gibi ortalığı velveleye vermekte ve demokrasimizin sağlıklı ilerlemesine zarar vermektedirler. Nüfusu 70 milyonun üzerinde olan ülkemizde laikliğe karşı küçük bir zümre olabilir. Bu kadarı normaldir. Fakat, halkımızın laikliğe karşı olduğunu sanmak ve bunu ısrarla söylemek gülünç karşılanacak bir durumdur. Malûm sloganlarla halkımızı sokaklara döktürenlerin maksadı, laikliği korumak olmayıp politik nedenlerle bu yola düştükleri ya da Ülkemiz huzurunun bozulmasında özel çıkarları oldukları sanılmaktadır. Laikliği savunmak bahanesiyle özgürlük yasakçılığını teşvik edenler, insanlarımızı sokaklara döküp laiklik sloganları attıranlar ve laikliği umacı gibi gösterip, halkın gözünden düşürenler, ve de milletimizin bu yolla huzurunu bozanlar laiklik taraftarı değil, ancak laiklik istismarcısı olabilirler. Bu gibiler, bilerek veya bilmeyerek laiklik düşmanlığı yaptıklarının artık farkına varmalı, öylesi ayırıcı ve kışkırtıcı tavırlarından vazgeçmelidirler. Ancak o zaman hoşgörülü ve laiklik yanlısı olduklarına inanılabilir.
376 Rasim PEHLİVANOĞLU
Atatürkçülüğün önemli ilkesi olan laiklik, gerçek anlamıyla bilinir ve doğru uygulanırsa milletimizin kazancı büyük olacaktır.
3) Şahıs Atatürkçülüğü (İsim Atatürkçülüğü) Buna isim Atatürkçülüğü de diyebiliriz. Bunların tavırları Atatürk’ün şahsına karşı duyulan sevgi saygı ve ilginin tezahürüdür. Atatürk hakkında yazılan kitapları ve diğer yazılanları ciddi olarak okumamışlarsa da gazetelerde yazılanlar ve çevresindekilerin konuşmalarından edindiği kulaktan dolma bilgilerle Atatürk’e karşı sevgi ve saygı duymaktadırlar. Atatürk’ün söylediklerini ve hizmetlerini yeterince öğrenememişler ve çevresindekilere öğretecek güçte değillerdir. Ama bunlara göre, Atatürk’ün şahsı ve ismi her şeyin üstündedir. Atatürk’ün adını anmak bir büyü, bir dua gibi her şeyi halletmeye yeterlidir. Her şeyi Atatürk ve Atatürkçülüğe bağlarlar. Atatürk’e toz kondurmak istemezler. Genellikle, bunlar samimidirler. Ama, Atatürkçü geçinen yanlış Atatürkçülerin anlatışlarından etkilenerek, onlara çabuk kanarlar ve onların şakşakçısı olabilirler. Farklı bir nedenle, Atatürk’ün bir yönünü ya da Atatürk devrimlerinden birisini eleştiren olursa birden parlar ve sert çıkışlar yaparak adamı sustururlar… Şahıs Atatürkçüleri şüphesiz iyi niyetledirler. Ama, genellikle sığ düşünceli ve fikir tembelliği içinde bulunan saf insanlardır. Bunlar, Atatürk istismarcılarının ve saptırmacı Atatürkçülerin ağına kolay düşerler ve yönlendirilebilirler. Bu gibileri aydınlatarak doğruyu görmelerine yardımcı olmak ve Atatürk simsarlarının ağına düşmelerini önlemeye çalışmak, Atatürk’ü sevenlerin ve gerçek Atatürkçülerin milli görevidir diye inanıyorum.,
4) Şekil Atatürkçülüğü (Gösterişçi Atatürkçüler) Şekil Atatürkçülerine göre, Atatürkçülük her şeyden önce bir şekil ve merasim meselesidir. Bunlar yerine getirildi mi her şey halloldu demektir. Atatürkçülüğün ne olduğunun pek farkında değillerdir. Atatürk’ü okuyup, araştırıp öğrenmeye pek heves etmezler. Yeterince okumadan, araştırmadan ve bilmeden bildiklerini sanırlar. Bunlar, her tarafa Atatürk büstlerinin yerleştirilmesini, Atatürk heykellerinin dikilmesini, her yanın Atatürk resimleriyle donatılmasını, Atatürkçülüğün ön şartı sanırlar.
377 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Bu tarz gösterişçi Atatürkçüler, adetâ yasak savmanın kolaylığı içindedirler. Büstlerini- heykellerini, canlı varlığı yerine koymak, bizzat Atatürk’ün nefretle karşıladığı, hasımları tarafından ciddiyetle eleştirilmesine yol açan eylemlerdir. Bunlar, Atatürk’ün heykellerini putperestlik gibi göstermeye meyilli Atatürk aleyhtarı kimselerinin haksız eleştirilerine fırsat vermektedirler. Girdiği bütün savaşların yenilmez komutanı ve büyük Devlet Adamı olan Atatürk’ün küçük düşürülmesine neden olmaktadırlar. Atatürk’ün de taraftar olduğu resim, büst, heykel elbette olacaktır. Ama bunlar bir ölçü dahilinde, çok değil az fakat kaliteli olacaktır. Atatürk’ü gerçek anlamda temsil edecek nitelikte bulunacaktır. Ankara Ulus meydanındaki ve Samsun’daki Atatürk heykelleri örnek olarak gösterilebilir.
5) Fırsatçı Atatürkçülük Atatürk, kurduğu milli devlette, sistemi geliştirmek ve doğru yolu bulmak için her konuda yeni denemelere başvurmak ihtiyacını duyuyordu. O devirde ,yetişmiş yeteri kadar ilim ve ihtisas adamından ülkemiz yoksun bulunuyordu. Atatürk, devlet idaresi ihtisasının dışındaki birçok meseleleri de yine kendi zekâsı ve tecrübesiyle halletmek zorunda kalıyordu. Bu nedenle birçok konuda kendi görüşlerini söylüyor ve arkadaşlarını da bu konuda yönlendiriyordu. Bu arada – az da olsa- yanıldığı konular da oluyor ve uygulamada yanlış sonuçlar alındığını görünce hatadan dönmek olguluğunu gösteriyordu.Atatürk bir müddet sonra, yanlışlarından vazgeçerek asıl doğru yolda karar kılıyordu. Fakat, Atatürk’ün önce başvurduğu ama sonradan vazgeçtiği denemelerde kalmayı esas sayanlar, yanlış yolda devamda ısrar edenler, Atatürkçülük istismarı yapıyor ve olumsuz tutumlarıyla, yıkıcı ideolojiler adına çıkarlar sağlıyorlardı. Birkaç örnekle açıklayalım: a) Dilimizin zenginleşmesi ve sadeleşmesi konusunda arayış içinde olan Atatürk, bir ara dilimizi yabancı kelimelerden arındırmak için öz Türkçecilik adı altında aşırı tasfiyeciliği denemiş, fakat bunun çıkar yol olmadığını görerek vazgeçmiştir. Tam bir seziş kabiliyetiyle ilmi yolu seçmiş olan Atatürk bunda karar kılmıştır. Bu yolla, dilimize giren bütün yabancı kelimeleri atmak yerine, dilimizde yaşamakta olan kelimeleri de Türkçe kabul ederek ve onların da dilimize zenginlik kattığını düşünerek
378 Rasim PEHLİVANOĞLU
“yaşayan Türkçe” olarak konuşmamızda sakınca görmemişti. Böylece büyük bir tasfiyecilik hareketinden dilimizi kurtarmıştır. Fakat bugün halâ, dilimize ters düşen birtakım uydurma kelimelerle yazıp çizerek fırsatçı Atatürkçülüğe devam ederler olduğu bilinmektedir. b) Atatürk, Türk müziğini çok seven ve dinlemekten milli haz duyan bir Türk büyüğüdür. (Önceki sayfalarda Atatürk ve Türk musikisi konusu işlenirken musikimiz hakkındaki görüşleri yer almıştır). Bugün biz de, Atatürk’ü anma günlerinde, Atatürk’ ün sevdiği türküler şarkılar ve marşları dinlerken coşuyor, milli duygu ve milli heyecanlarımızın şahlandığını görüyoruz. Buna rağmen, Atatürk Avrupa müziğinin kıvrak havasını da beğeniyordu. Birara radyolardan Türk müziği programlarını kısarak - alıştırmak içinAvrupa müziği çaldırmaya başlamıştı. Milletimizi canlandırmak için o müziğin de dinlenilmesinde fayda görüyordu. Fakat bir müddet sonra, belli çevrelerin hep Avrupa müziğine merek sarıp Türk müziğinin sabote edildiğini fark edince hatasını anlayarak, Türk müziğinin gelişmesine olanca kuvvetini vermiştir. Ama fırsatçı Atatürkçülerin, Atatürk’ün Avrupa müziğini de seviyor olduğunu görünce, Türk müziğini kötüleyerek Avrupa müziğini tercih etmekte oldukları görüldü. c) 19 Mayıs 1919’da, Atatürk’ün Samsun’a çıkışını takip eden yıllarda milli mücadelemiz devam ederken, büyük paraya ihtiyacımız oluyordu. 1918 yılında Rusya’da ihtilal olmuş ve Bolşevikler iktidara gelmişti. Anadolu hükümeti ile dost olmayı kendi çıkarlarına uygun görüyorlardı. Rus hakimiyeti altında olan Orta Asya’daki Türk kardeşlerimiz, milli mücadelemize katkıda bulunmak için aralarında topladıkları büyük miktarda paraları veya kıymetli eşyalarını, Rusya hükümeti aracılığı ile Türkiye’ye göndermişler ve bu yolla milli mücadelemize önemli katkıda bulunmuşlardı. Sonradan, komünizmi dünyaya yaymak çabasında olan, Sovyet Rusya hükümetleri, 2. Cihan savaşı sırasında bizden boğazları isteyince aramız bozulmuştu.!... Ülkemize giren etkili Rus ajanları, bizde de komünizmi yaymak istiyor ve halkımızı parçalara bölerek birbirine kırdırmak çabasında bulunuyordu. İşte o zaman, ülkemizden kandırdıkları birçok taraftarları yoluyla, Atatürk’ün de sosyalist olduğunu ve komünizme karşı olmadığını yaymaya çalışıyorlardı… Atatürk döneminde, Sovyet Sosyalist Rusya Devletiyle dost olduğumuzu, hatta istiklâl Savaşımız da Atatürk’ün Rusya’dan
379 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
büyük miktarda yardımlar aldığını söyleyerek milletimizde Sovyet Rusya sempatisi uyandırıyorlardı. Aslında Orta Asya’da ki Türk kardeşlerimizin aralarında toplayıp gönderdikleri parayı sanki Sovyet Rusya devleti göndermiş gibi anlatıyorlardı. Fırsat buldukça yaptıkları bu propagandayla epeyce insanımızı kandırabilmişlerdi. Nerede ise, iç savaş bile çıkacakken, 1980’de yapılan 12Eylül darbesiyle sesleri kesilmiş ve sinmişlerdi. Sonradan Sovyet Rusya ‘da bile komünizmin çöküşü ile şaşkına uğrayan fırsatçı Atatürkçülerin elebaşları, Atatürkçülük maskesi arkasında bugün halâ aramızda yaşadıkları biliniyor. Bu seferde, çeşitli isimler altında zaman zaman kendilerini göstermekte olan bu gibi fırsatçı sahte Atatürkçülere karşı daima uyanık bulunmak zorundayız. Bugün güneydoğu bölgemizde, devlete karşı başkaldıran PKK’lı teröristlerin önde gelenlerinin de Marksist görüşlülerden olduğu söyleniyor ve biliniyor. Fırsat Atatürkçülüğü hakkında birkaç örnek verdim. Sadece bu örnekler değil, daha başkaları da vardır. Dikkatli olduğumuzda kendi çevremizde bile fırsatçı Atatürkçülerin olduğunu görebileceğiz. Bunlar, herhangi bir durumu fırsat bilerek hemen Atatürk’e sarılırlar. Atatürk’ü överek veya kendilerinin Atatürkçü olduğunu söyleyerek çevrelerinde hoşa gitmeye ve kişisel çıkarlarını yürütmeye çalışırlar. Gerçek Atatürkçü olanlar, Atatürk maskesi arkasına sığınarak ve Atatürkçü olduklarını söyleyerek, şahsi çıkarlarını yürütmeye çalışanların maskelerini indirmeyi görev bilmelidirler.
6) Tek Adam Atatürkçülüğü (Tecritçi Atatürkçülük) Atatürk’ü yeterince okumayıp iyi tanımadığı halde, hakkındaki yarım yamalak bilgileriyle Atatürkçü geçinen ve bu konuda bilgiçlik taslayan birçoklarına göre, Atatürk’ün üstünde hiçbir güç yoktur. O, her şeyden ve herkesten üstündür. Her şeyi gören yapan ve her güçlüğü yenen O’dur. Milli mücadelemizin kazanılmasında tek âmildir. Tek adamdır. Nerdeyse Atatürk’ü tanrılaştıranlar bile vardır. Böyle görenler Atatürk’ün mütevazi ( alçak gönüllü) kişiliğini görmekten çok uzaktırlar…Atatürk’ten önce sanki hiçbir şey yokmuş ve hiçbir kimse olmamış gibi sadece Atatürk’ü görenler ve ona
380 Rasim PEHLİVANOĞLU
sarılanlar, Atatürk’ü boşlukta bırakan, tarihimizden ve milletimizden soyutlaştıran sözde okumuş yarı aydın kişilerdir. Oysa, Mustafa Kemali Atatürk yapan, Onun çok okuduğu Türk ve dünya tarihinden ve de mensubu olduğu büyük Türk Milletinden aldığı ilhamlardır, yaşadığı olaylardan çıkardığı örnek ve ibret dersleridir. – Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”diyen Atatürk, geçmişteki Türk büyüklerine karşı duyduğu takdiri belirtmiş ve gençlerimizin onları tanımakla, daha büyük işler başarmak gücünü kendilerinde bulacağını ifade etmiş oluyor. O halde, Atatürk’ü tek adam olarak değil de onun yetişmesine yol gösteren ve ışık tutan, tarihte adı geçen çok sayıda Türk büyükleriyle birlikte görmemiz ve onları da tanımaya çalışmamız gerekli olmaktadır. Özellikle, milli mücadelemizde ki dava arkadaşlarını da okuyup tanımakla, Atatürk’ün ruhunu şâdetmiş oluruz. Bunu yaparsak, Atatürk’ü küçümsemek temayülünde olan bir kısım kadir bilmezlerin: “Ondan başka kimse yok mu da hep Atatürk, Atatürk diyorsunuz” diyenlerin Atatürk’ü küçümseyen tavır ve sözlerine fırsat vermemiş oluruz. Çocukluğunda dindar bir çevrede yetişen ve dini inancı çok kuvvetli olduğundan, başta Allaha güvenen Atatürk, mensubu olduğu Türk Milletine inanıyor ve güveniyordu. Onun, milletini öven önemli sözlerine önceki konularda yer vermiştik. Sırası gelmişken, Kayseri Şeker Lisesinin yayınladığı 10 Kasım 2006 Tarihli resimli broşürden, Atatürk’ün birkaç sözünü daha aşağıya alalım – Ben 1919 senesi Mayısında Samsun’a çıktığım gün elimde, maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben, bu milli kuvvete bu Türk Milletine güvenerek işe başladım. Ben, Türk ufuklarından bir gün mutlaka bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına; bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle görüyordum.” – Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esaret ve aşağılığı kabul etmez. Fakat Onu bir araya toplamak ve kendisine:
381 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Ey Millet! Sen esaret ve aşağılığı kabul eder misin diye sormak lâzımdır… Ben biliyorum ki bu millet, kendisine bu suali soran çocuklarının hep o esasa dayanan çare ve hazırlıklarını canla başla kabul edecektir...” – Ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler, milletin asıl vatanı, ümitsiz felâkete düştüğü zaman görevli oldukları; vicdanen, namusen, haysiyeten yükümlü bulundukları vazifeyi yapmak mevkiinde kaldılar… Ben bu mukaddes esasların dışında hareket edebilir miydim.? Bence mensubiyetiyle övündüğüm milletin hiçbir ferdi, bu namus görevinden asla sapmamıştır...” diyen Atatürk devamla: – Ölmek isteyen bir milleti hiçbir kuvvet kurtaramaz. Türk Milleti ölmek istemez; O, daima yaşayacaktır efendiler!” diyerek görüşünü belirtmiştir. İşte Atatürk, böylesine asil bir milletin önüne düşmüş; Ondan aldığı cesaret ve güvenle milli kurtuluş savaşına girişmişti.. Milletimizin ve memleketimizin düşman işgalinden kurtarılmasında ön safta yerini almıştı. Ama hiçbir zaman ben yaptım, ben başardım dememişti. Hep ideal arkadaşlarıyla beraber çalıştığını, ve milletinden aldığı güç ve imanla başarıya ulaştığını söylemişti. 1
Atatürk’ü Müteessir Eden Söz Bir gün arkadaşlarından birisi Atatürk’e: – Allah sana ömür versin. Yoksa vah bu milletin haline!” demesi üzerine Atatürk’ün verdiği cevapta: – Bu sözünüz beni çok müteessir etti! düşmanlarımız da böyle söylüyor. Onlarda “O ölsün de kurduğu eser mahvolsun demiyorlar mı? Ve bunu beklemiyorlar mı? niçin böyle düşünüyorsunuz? Her şeyi niçin bana mâl ediyorsunuz? Ben bir eser vücuda getirdimse, milletimizin kuvvet ve kudretine ve ondan aldığım ilhama dayanarak yaptım. Sizleri konuşturdum, sizleri koşturdum, yaptım. 2 Böyle düşünen ve böylesine mütevazi (alçak gönüllü) olan Atatürk’ü tarihinden kopararak, dava arkadaşlarından soyutlayarak ve milletinden tecrit ederek tek adam ve yalnız adam haline düşürmek, her şeyden önce Atatürk’e karşı yapılan en büyük haksızlıktır ve hatta kötülüktür. 1 2
Kayseri Şeker Lisesi Atatürk’ü anma günü armağanı 10 Kasım 2006 s 4 a. g. e. s 14
382 Rasim PEHLİVANOĞLU
Çok okuyan Atatürk, hiçbir milletin tek adam üzerine kaim olmadığını ve olamayacağını ve hele Türk tarihinin tek adam görmeye müsait bulunmadığını herkesten iyi bilen bir liderdir. Ne kadar büyük olursa olsun, tek bir adamın, bir milletin parlak geleceğinde kafi olmayacağını kimse Atatürk’ten daha iyi bilemezdi. O halde, Atatürk’ün dava arkadaşlarından ve milletinden tecrit edilerek tek adam olarak görülmesi ve gösterilmesi, bütün başarıların Atatürk’e mâledilmesi, bizzat Atatürk’ün görüşüyle hoş görülmemektedir. Bu durum bir Atatürkçülük istismarıdır. Atatürk’ü tarihiyle, dava arkadaşlarıyla, yetiştiği çevresiyle ve bilhassa çok sevdiği ve o nispette sevildiği büyük Türk Milletiyle birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak görmek ve göstermek en doğru görüş ve davranış olur diye düşünüyorum.
7- Yazılarda ve Şiirlerde Atatürk İstismarı Atatürk’ün büyüklüğüne inanarak gerçekten saygı duyan ve gönülden seven çok sayıda yazarlarımız ve şairlerimiz olduğu muhakkaktır. Yazarlarımız ve şairlerimiz, yazılarında veya şiirlerinde Atatürk’ü övgüyle anmıştır. Milli şairlerimiz hamasi şiirleriyle Atatürk ve hizmetleri hakkında ölmez eserler bırakmışlardır. Özellikle, milli şairlerimizin hamasi şiirlerini okuyan gençlerimiz coşmuş, milli duygu ve milli heyecanları şaha kaldıran şiirler okumuşlardır. Fakat bunların içerisinde övgüde çok ileri gidenler de olmuştur. Heyecanını yenemeyerek Atatürk’ü insan üstü varlıkmış gibi gösterenler hattâ (yukarıda belirtildiği gibi) tanrılaştıranlar bile olmuştur. İşte, ölçüyü kaçıran bu gibi yazılar veya şiirler, Atatürk’ü övmek isterken aleyhinde hava oluşmasına ve halkın gözünden düşmesine neden olmuşlardır. Bu tür nesir veya şiirleri yazanlar, Atatürk’ün lehinde değil aleyhinde olmaktadır. Bunları yazanlara “akılsız dostlar” da denebilir. Oysa Atatürk, bizzat kendisinin ifadesiyle büyük Türk Milletinin sade bir ferdiydi. O, insan üstü değildi. Ve kendisini hiçbir zaman öyle görmemişti.O, sadece bizlerden biriydi. Kendisini farklı görenlerden ve ölçüsüz büyütenlerden hoşlanmazdı. Bu konuda bir fıkrayı aşağıya alıyorum: Atatürk’ten Bir Hatıra: Bir gün, Atatürk’ün adet olan ünlü sofrasında oturur ve fikir ziyafeti verilirken, Gazi birden bire aklına gelen soruyu sorar:
383 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
– Deyin bakıyım, öldükten sonra benim hakkımda ne söyleyeceklerdir.? Böyle bir soru, sofrada göze girmek isteyenler için bulunmaz bir fırsattır. Nitekim övgü dehalârını birer birer dökmeye başlarlar. Kimi der: - ölmüş Türk Milletini Hz. İsa gibi diriltti”, kimi der: onun gibisi insanlık tarihine bir daha gelmedi.” Kimi der: “Fatih Yavuz, İskender, Cengiz, Napolyon Gazinin eline su dökemezler diyecekler. Atatürk böyle daha 10 tanesini dinledikten sonra, eli ile onları susturur. Öfkesini acı bir nükte halinde dökerek: – Bilemediniz! Hiçbirisi değil… Benim milletim ben öldükten sonra diyecek ki: – Mustafa Kemal, memleketin çok felâketli bir zamanında üstüne düşen büyük bir teşkilatlanma ve kurtarma işini hakkıyla başarmıştır. Ancak, eğer etrafında kendisini yanıltmaya ve nabzına göre şerbet vermeye kalkan filân filân (sofradakileri sayar…) gibiler olmasaydı, muhakkak ki, bu milletin pek çok seveceği daha nice işler başaracaktı…” diyecekler der. 3 Anlaşılıyor ki: Atatürk kendisini fazla övenleri değil, fikir üretenleri seviyor ve onlara büyük saygı duyuyordu. Aşağıya alınan Atatürk’ü övgüde ölçüyü kaçıran yazı ve şiirler Aydın Oy’un- “Şiir Dünyamızda Atatürk” isimli kitabının 55-62 sayfalarından alınmıştır.
Hiddetlenen Atatürk Ankara Yüksek Öğretim öğrencilerinin tertiplediği bir çayda heyecanla konuşan bir genç: – Atam, sen bir Allah’sın!” demesi üzerine hiddetle ayağa kalkan Atatürk: – Arkadaşlar! Allah mefhumu insan beyninin çok güç kavrayabileceği metafizik bir meseledir…”4 diyerek, fazla söz etmeden genci terslemiştir. Kendisine yöneltilen aşırı övgülerden hiç hoşlanmayan Atatürk’ü, neredeyse tanrılaştıran şair ve şiirlerden birkaç örnek vermek yerinde olacaktır. 3 4
4 Eylül 1981 Tarihli Türkiye Gazetesi – Ahmet Kabaklı’nın makalesinden alınmıştır Aydın Oy: Şiir Dünyamızda Atatürk – Atatürk Araştırma Merkezi Ank/1985 s 55
384 Rasim PEHLİVANOĞLU
Kazım Sevinç Altınçağı: “Bir ilah ki, yurduma ölüm saçan bugünde Mucizeler yarattı zulme haykıran sesi” beytiyle, Orhan Seyfi Orhan:
Bir güneş tesiri var o ilâhi başında Karanlıklara düşmüş ümitsizler üstünde” beytiyle Atatürk’ü ilâhlaştırmışlardır.
Faruk Nafiz Çamlıbel:
Ünlü Han Duvarları şiirinin yazarı olan F. N. Çamlıbel:
Tanrı, Peygamber diye nedir, kimdir bilemeden Taptığımız ne varsa hepsi ondan şeklaldı” beytiyle ve Tanrı gibi görünüyor her yerde, Topraklarda, denizlerde, göklerde Gönül tapar, kendisinden geçerde Hangi yana göz dalarsa Atatürk” kıtası ile Ömer Bedrettin Uşaklıgil: Bir güneş gibi yalnız Sensin ülkü tanrımız” beytiyle Yusuf Ziya Ortaç:
Yoktan var ediyordu Tanrı gibi her şeyi” mısraı ile,
Fazıl Hüsnü Dağlarca: Kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu’da” mısraı ile, Atatürk’ün Anadolu’daki kahramanlığını Tanrılaştırmışlardır. Behçet Kemal Çağlar: Ey, alçak ecel; ne yüzle kıydın ? Fâni olmasaydı O’da tanrıydı” beytiyle ve de İnsana ne ilah ne de sevgili Ne de ana baba aratıyordu. Her an yaratıyor, yaratıyordu. kıtasıyla ve Bütün ilahlardan daha güzelsin” mısraı ile, Atatürk’ü övgüde haddini aşmış ve Tanrılaştırmıştır. Nurettin Artan:
Millete can veren, vatan yaratan Tanrının göklere dönüşü gibi.” beyti ile
385 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Edip Aysel:
Lâyık onu tutsak biz ilahlara müsavi İnsanlar ölür, Türk’e ilah olmuş er ölmez.” mısralarıyla
Hamit Macit Selekler: Şukûfe Nihal: Hasan Şimşek: Mehmet Salihoğlu:
Sevdikti tanrılaştırarak her zaman onu” mısraı ile Bugün bir tek gönülle dünya seni anıyor. Baş eğerek önünde yarı ilah tanıyor.” beytiyle Der ki: o bir ilah idi Aşk idi doğan gönüllerde.” Beytiyle Gördüm onu tanrısal yalnızlık içinde, Arayanlar onda bulurdu yüce Tanrıyı.”
mısraları5 ile övgüde ölçüyü kaçırmışlardır. Daha ileri giderek Tanrılaştıranlar olmuştur. Bu tarz övgüler Atatürk’ü büyütmemiş aksine halkın gözünde küçük düşürmüştür. Bizim gibi bir Allah kulu olduğu halde, ölçüyü aşarak Atatürk’ü tanrılaştıranlar, O’nu halkımıza karşı yabancılaştırmışlar ve halkımızın büyük sevgisine gölge düşürmüşlerdir. Bu tarz sınırsız övgüde bulunanlar, Atatürk’e iyilik değil, kötülük yapmış oluyorlar. Atatürk aleyhtarlığını habire körükleyenler de bu gibi, ölçüsüz övgüleri yapanlar olmuştur. Aslında bu şairler, milli şiirleriyle halkımız tarafından sevilen şairlerdir.Ama Atatürk’ü övmekte ölçüyü kaçırarak hataya düşmüşlerdir. Yukarıda verdiğim örneklerden başka, daha pek çok yazar veya şairler, ölçüsüz övgülü yazı ve şiirleriyle Atatürk’ü milletinden koparıyor ve yalnızlaştırıyorlar. Bunlar iyilik yapayım derken kötülük yapıyorlar. Bir Atasözümüzde belirtildiği gibi, “kaş yapıyım derken göz çıkartıyorlar.” Milletimiz, artık bu tip yazarlar ve şairlere hoşgörüyle bakamıyor. Yeri gelmişken, Atatürkçü Düşünce Derneği Kayseri şubesinin yayınladığı Düşün Dergisinin Temmuz -Ağustos 2000 yılı 28. sayısında yer alan Atatürk’ü överken halk nazarında, küçük düşüren küfürbaz bir şiiri, kötü örnek olarak göstermek üzere aşağıya alıyorum.
5
Aydın Oy: Şiir Dünyamızda Atatürk Ank./1999 s55-62
386 Rasim PEHLİVANOĞLU
Kötü Örnek: ‘Cevaben’ Şiiriyle “Atatürk’e dil uzatanlara”
Ne ararsın Tanrı ile aramdan ? Sen kimsin ki orucumu sorarsın? Hakikaten gözün yoksa haramda Başı açığa niye türban sararsın? Rakı, şarap içiyorsam sana ne? Yoksa sana bir zararım içerim. İkimizde gelsek kıldan köprüye, Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim. Esir iken mümkün müdür ibadet? Yatıp, kalkıp Atatürk’e dua et. Senin gibi dürzülerin yüzünden, Dininden de soğuyacak bu millet. İşgaldeki hali sakın unutma! Atatürk’ e dil uzatma, şerefsiz… Sen anandan yine doğardın ama, Baban kimdi bilemezdin şüphesiz… Mutlu ÇELİK (Polis Memuru ) 6 Yukarıya alınan küfürbaz şiir, “Kamu Yararına Çalışan Dernekler” statüsünde görülen “Atatürkçü Düşünce Derneğinin” Kayseri şubesi yayın organı olarak, Mart-Nisan 2008 tarihli ve 54 sayılı DÜŞÜN dergisinin 5. sayfasında yeniden yayınlanmış olduğunu hayretle gördüm. Ama bu sefer, aynı şiirin yazarı değiştirilmiş: Mutlu Çelik yerine Neyzen Tevfik imzasıyla yayınlanmıştır. Hangisi doğrudur…? Sormak istiyorum: Böylesi küfürlü bir şiirin önemi nedir ki, aynı dergide yayın üstüne yayın yapılıyor ?... Oysa Atatürk, savaştaki bütün azametine rağmen, kişisel olarak nazik bir insandı. Gönül kırmaktan kaçınan kibar insandı. Düşmanı bile olsa incitmekten sakınan saygılı insandı. İnsaniyeti böylesine üstün bir lider, kendisini savunma adına da olsa, böyle küfürlerle dolu kaba bir şiiri ve bu şiirin küfürbaz şairini hoşgörüyle karşılaması mümkün değildir… Benim bildiğim ve tüzüğündeki amacını defalarca okuduğum “Atatürkçü Düşünce Derneği”, çok iyi niyetlerle kurulmuştur. 6
Düşün Dergisi 2000 yılı Temmuz – Ağustos sayı 28 s 10
İst./1998
387 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Atatürk’ün görüş ve duyuşlarından faydalanarak, ülkemizde Milli Birlik ve beraberliğimizin pekişmesini sağlamak amacıyla faaliyette bulunan milli bir dernektir. Kurucularının ve dernekte görev alanların iyi niyetlerinden şüphe etmiyorum. Ama, yanlışlıklarını da görmezlikten gelemiyorum. Uyarıda bulunmayı milli görev biliyorum. Atatürkçü Düşünce Derneğinin, “Atatürk İstismarı” konusunu dile getiren ve tüzüğündeki amaçlar bölümünün son paragrafının ikinci yarısın da yer alan bölümü, iyi örnek göstermek üzere aşağıya alıyorum. “…Atatürkçü düşünceye hiç inanmadığı halde, Atatürk adını kendisine kalkan yaparak, toplum içinde başarı sağlamak kalkışımlarıyla olduğu gibi; “Onun ölümlü varlığını putlaştırma doğrultusunda yozlaştırılmış bir Atatürkçülük anlayışıyla” da mücadele edecek. Atatürk’ün ilkelerinin, zihniyetinin, felsefesinin ve devrimlerinin özünü ortaya koyacak ve savunacaktır. 7 (Atatürkçü Düşünce Derneği Tüzüğü 1989 s 7)
Atatürkçü Düşünce Derneğinin amaçları arasında bulunan, yukarıya alınan paragrafta yazılı görüşler hakkındaki yorumu okuyucularımın takdirlerine bırakıyorum. Atatürk’ün, insan yönüyle, insana duyduğu sevgiyle, insanlığa yaptığı büyük hizmetleriyle tanınmasını isteyenler; Atatürk’ü, milletini seven, milletine hizmet aşkı duyan, hizmet edebilmek için kendisini iyi yetiştiren, çok okuyan, çok çalışan, büyük risklere atılarak, milletiyle birlikte milli mücadeleyi gerçekleştiren, başarıya ulaştıran vatansever Türk büyüğü olarak görmek ve göstermek istiyorlar. Bu tarzdaki yazıları ve şiirleri okumaya ihtiyaç duyuyorlar. Atatürk’ü insan yönüyle gören, milletinden kopmadan, milletiyle bir ve beraber olarak, dünyanın hayran kaldığı büyük işleri başaran ve esaret altında ki mazlum milletlere örnek olan ve onlara yol gösteren bir dünya lideri olarak gören ve gösteren yazılar ve şiirlerde pek çoktur. Bunlardan da örnekler verilebilir.Gerçeği aksettiren bu tip mütevazi bir üslupla yazılan şiirleri bulup okumalarını okurlarımın heves ve gayretine bırakıyorum. Ancak, yeni şairlerimizden birisinin, sade bir dille yazılmış mütevazi bir şiirini aşağıya alıyorum.
7
16.04.1993 tarih ve 21554 sayılı resmi gazetede yayınlanan “Kamu Yararına Dernekler” Statüsünde
388 Rasim PEHLİVANOĞLU
Kayseri Şeker Lisesi öğretmenlerinden Adnan Büyükbaş’ın ölçüyü kaçırmadan yazılan övgülü şiirinin ikinci bölümünü, iyiye örnek vermek üzere aşağıya alıyorum.
‘Atatürk’ Şiiriyle İyi Örnek İlim ve aydınlık şaşmaz yoluydu. Milletine derin aşkla doluydu. O da bizim gibi Tanrı kuluydu. Senin benim gibi candı Atatürk! Halkıyla beraber güler ağlardı Kemerini bizim gibi bağlardı. Bazen durgun akar, bazen çağlardı. Edirne, Giresun, Van’dı Atatürk! Toprağı severdi, ekip biçerdi. “İstikbal göklerde” yükselin derdi. Türkü çok severdi, türkü dinlerdi. Oğuzca şerefti, şandı Atatürk! “Milletin efendisi köylü” diyen O, Kadına en büyük değeri veren O, Karanlık dönemi dürüp büken O, Gözde ışık, damardı kandı Atatürk! Adnan BÜYÜKBAŞ8
8
Kayseri Şeker Lisesi Atatürk’ü anma armağanı 10 Kasım 2006 s 11
389 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
3 – Atatürk Aleyhtarlığı - Düşmanlığı Hayatta her insanın seveni de vardır, sevmeyeni de. Ülküsüne yaptığı hizmeti beğeneni de vardır, beğenmeyeni de. Bir kimsenin büyük hizmetlerini öveni de vardır yereni de.Ülkesinde ya da dünya çapında çok önemli hizmetler gören bir büyük insan ne kadar değerli olursa olsun takdir edenlerin yanı sıra tenkit edenleri de mutlaka olmuştur ve olacaktır. T.B.M.M. tarafından verilen Atatürk soyadı ile andığımız Mustafa Kemal’in, milletine ve memleketine yaptığı çok büyük hizmetlerde, ülkesinin düşman işgalinden kurtarılmasında baş rolü olmuştur. Buna rağmen istemeyenleri ve aleyhinde atıp tutanlar görülmüştür. Hakkında iftiraya varan isnatlarda bulunanlar dahi olmuştur. Hayatın genel gidişatı dikkate alınınca, bu duruma da normal diyoruz. Ancak gerçeği öğrenmenin ve insanlarımıza doğruyu anlatmanın da milli görevimiz olduğuna inanıyoruz. Bu görüşle, Atatürk aleyhtarlığı konusunu da işlemeyi gerekli görüyorum. Atatürk aleyhtarlığı ve düşmanlığı, ülke dışından ve ülkemiz içinden iki yönlü olmuştur. Bu aleyhtarlık ve düşmanlık, Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da milli mücadeleye girişimiyle başlamış ve istiklâl savaşı süresince devam etmiş. Savaş sonrasın da dahi sürmüştür. Önce ülke dışından gelen düşmanlıkla başlayalım ve onların nasıl bertaraf edildiğini özetle görelim. Aşağıya aldığım bilgilerde, daha çok Suat İlhan’ın “Evrimleşen Atatürk” isimli kitabından yararlandım. Ayrıca, kendi üslûbumla ve Ankara Ticaret Odası dergisinin 1974 tarihli sayısının eki olarak yayınlanan Atatürkçülük isimli broşüründen de faydalandım
Ülke Dışı Karşı Çıkışlar Mustafa Kemal’e ilk karşı çıkış İngilizlerden gelmiştir, diyebiliriz. İngiltere, 20 Mayıs 1919 günü Samsun’a bir miktar asker çıkarmakla, Mustafa Kemal’den şüphe ettiklerini belirtmişlerdir. 6 Haziran 1919’da İngiliz Generali Milne, Mustafa Kemal’in İstanbul’a geri çağrılmasını Harbiye Nezaretinden (Milli Savunma Bakanlığından) istemiştir.ve bu istek 8 Haziranda yerine getirilmiştir. Ama Mustafa Kemal, görevinden ve askerlikten istifa etmek suretiyle cevaplamış ve Anadolu’da başlattığı milli kurtuluş görevine devam kararı vermiştir. Tâ ki yurttan düşman temizlenene kadar ….
390 Rasim PEHLİVANOĞLU
İngilizlerin desteğinde Fransızlar, İtalyanlar bulunuyordu. Atatürk politika ve diplomasisi ile bunları tek tek bertaraf ederek, İngilizlerin desteğinde olan Yunanistan’ı yalnız bırakmıştı. Yunanlılar da, İngilizlerden umduğu kadar desteği bulamamış ve Anadolu’nun büyük bir kısmını işgal etmiş olmalarına rağmen, mağlubiyete mahkûm olmaktan ve 9 Eylül günü İzmir’de denize dökülmekten kendilerini kurtaramamışlardır. Atatürk politikasını en çok zorlayanlardan biriside Sovyet Rusya olmuştur. Rusya’da 1918 İhtilalinden sonra idareyi eline alan Bolşevikler, her ne kadar Türklere yakın görünmeye çalışmışlarsa da, eski alışkanlıları olan Muş, Van ve Bitlis’i istemek saplantısından kurtulamamışlardır. Üstelik Türkiye’ye komünizm sokmaya çalışıyorlardı. Bu tarz zararlı isteklerinden vazgeçirmek ve karşı tarafta yer almasını önlemek için Rusya’ya karşı yumuşak bir siyaset izlemek gerekli oluyordu. Üstelik, Orta Aysa Türklerinin, özellikle Buhara Emirinin 100 Milyon altınlık yardımı ile silah ve askeri malzeme yardımlarının Türkiye’ye gönderilmesini sağlamak gerekiyordu. Rusya’ya karşı yürütülen bu çok zor politika başarıya ulaşmış ve istiklâl savaşının kazanılmasında önemli rolü olmuştur. Bu arada Fransa, İtalya ve de Ermenistan tek tek bertaraf edilmiştir. A.B.D. ise topluluktan çekilerek içe dönmüştür. Ünlü Wilson prensiplerini hazırlayarak dünyaya yaymıştır. Böylece, karşımızda faal olan sadece İngiliz desteğinde ki Yunanistan kalmıştır ki o da ( bilindiği üzere) malûm akıbetine uğramışlar. İzmir’in kurtarıldığı günlerde İngiliz Amiral’ i Brock –un Atatürk’e İngilizlerle harp halinde olup olmadığımızı sorması üzerine Atatürk: – Aramızda siyasi ilişkiler bulunmadığını ve bu ilişkilerin başlaması için bazı formalitelerin gerektiğini” bildirmiştir ve Harp halinde olmadığımızı da belirtmiştir. Böylece İngiltere ile de savaş halimiz sona ermiş oluyordu. 1
Ülke içinde Atatürk Aleyhtarlığı ve Düşmanlığı Ülkemiz içindeki Atatürk aleyhtarlığı ve düşmanlığını istiklâl savaşı döneminde ve savaş sonrası olmak üzere iki bölümde incelemek yerinde olur. 1
Suat İlhan – Evrimleşen Türk Devrimi - A.A.M.. – Ank/1998
391 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
İstiklal Savaşı Dönemi İstiklal savaşını başlatan milli mücadele hareketi, önce sivil – asker karışımı olarak kurulan milli teşkilatlarla başlamıştır. Yunanlılar tarafından İzmir’in işgal edilmesi ve batı bölgemizde, ilerlemesi milli teşkilatların kurulmasını hızlandırmıştı. Çete savaşı şeklinde başlayan ve yer yer yapılan çarpışmalarla düşmana kayıplar verdirilmiş ve hızla ilerlemesi durdurulmuştu. Ama, daha çok efelerin kuruluşu olan ve içlerinden bazı askerlerinde yer aldığı bu faydalı milli teşkilatların yanısıra ne yazık ki, memleket aleyhinde çalışan ve kötü ruhlu insanlardan oluşan zararlı kuruluşların ve çetelerin de bulunduğu biliniyordu.Bunlar ülke içinden ve dışından çeşitli düşman güçlerinin kışkırtmasıyla yer yer ayaklanıyor ve milli güçlere zararlar veriyordu. Önce, bu başı bozuk çetelerle savaşarak onları yok etmek gerekiyordu. Bunlardan istiklâl savaşı döneminde çeşitli isimler altında 17 ayaklanma olmuştu ve hepside Ankara hükümetine bağlı milli güçler ve sonradan kurulan düzenli ordumuz tarafından ortadan kaldırılmıştı. Bundan sonradır ki, kuvvetlerimizi bir kumanda altında birleştirerek bilinen zaferler kazanılmış ve 1922 yılının Ağustos – Eylül aylarında büyük zafer kazanılmıştır. İstiklal savaşı devam ederken, T.B.M.M. içinden de Atatürk’ e karşı önemli çapta muhalefet edenler olmuştur. Ama bunlar daha çok savaşın gidişatıyla ilgili olduğundan ve de Atatürk’ün geri çekilme taktiğinin gayesi bilinmediğinden fazla önemsenmemiş ve zararlı olmaları önlenmiştir. Fakat savaşlar kazanıldıktan ve bütün düşman güçleri yurttan kovulduktan sonra ve çizilen milli sınırlar içerisinde, kalkınma hamleleriyle köklü inkılâp hareketleri başlayınca, devletin kurucusu ve başı olan Atatürk’e karşı muhalefet sesleri de yükselmiştir. İstiklal mücadelesi başlamasıyla, Atatürk harekâtın başına geçince düşmanlıklarda yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Fakat o günlerde Atatürk’e karşı muhalefet, kurtuluş savaşı süresince pek büyüyememiş ve tesirli hale gelememişti. Savaştan sonra, Atatürk muhalefetin büyüyeceğinden ve ayak bağı olacağından kuşkulanarak zararlı olmalarına meydan vermemek için tedbirler almıştır. İşte bu aşamada, muhalefet sınırları aşmış ve Atatürk düşmanlığı körüklenmiştir. Bu arada Atatürk’ün en yakın dava arkadaşları arasında bile kırgınlıklar, küskünlükler olmuştur. Dava
392 Rasim PEHLİVANOĞLU
arkadaşlarından her ne kadar kırılanlar veya küsenler olmuşsa da bunlar hiçbir zaman Atatürk’ün değerini inkâr etmemiş, adından övgü ve saygıyla söz etmişlerdir. Bunlar arasında, en yakınlarından olan, 19 Mayıs’ta Samsun’a birlikte çıktığı arkadaşı Rauf Orbay: – Ben ve bütün dava arkadaşlarımız olsaydı da sadece Mustafa Kemal olmasaydı biz başarıya ulaşamazdık. Ama biz hepimiz olmasaydık da sadece Mustafa Kemal olsaydı, o kendi kadrosunu kurar yine başarıya ulaşırdı.” İtirafından bulunmuştur. Ancak birilikte çalıştığı Rıza Nur’un yazdığı kitaptaki duygusal atışları, milletimizce hoş görülmemiş ve kendi itibarını düşürmüştür. Kurtuluş Savaşının lider kadrosunda ki bölünme elbette ki üzücü olmuştur. Ancak, işlerin yürütülmesinde tek bir otoritenin iradesine muhtaç duyulduğu bir dönemde, ayrılıklara fırsat vermemek için, Atatürk bazı arkadaşlarını geri plânda tutmak gereğini duymuştur. Mustafa Kemal, milli mücadelenin başından beri yanında bulundurduğu en yakın mücadele arkadaşlarından kopmayı elbet istemezdi. Ama, üzülerek de olsa bu gelişmeyi önleyememiştir. Fakat sonradan bir kısım arkadaşlarıyla görüşüp barıştığı, özellikle, Manastır Askeri Lisesi’nden beri en yakın sınıf ve dava arkadaşı olan Ali Fuat Cebesoy Paşa’yı son günlerinde yanına çağırdığı ve kendisiyle hararetli konuşmalar yaptığı anlatılmıştır. Eski Türk Devlet Başkanları, devletin selâmeti için kardeşlerine ve evlâtlarına bile kıymaktan çekinmedikleri bilinen bir gerçektir. Atatürk’ü de bu yönden düşünerek, yeni Türkiye devletini beraber kurdukları bazı arkadaşlarını geri plânda tutmuş olmasına hoşgörüyle bakamaz mıyız…? Ama biz inanıyoruz ki, Atatürk’ün bu çok değerli mücadele arkadaşları da milletimizin gönlünde yer etmişlerdir. Ve başkanları olan Atatürk’le birlikte ilelebet gönlümüzde yaşayacaklardır. Ruhları şadolsun.! Atatürk’ün kurduğu, daha çok gençlerden oluşan yeni kadrolar hizmetlerini liyakatle yürütmüşlerdir. Geri plânda bırakılan dava arkadaşlarının bıraktığı boşluğu doldurmuşlar, hizmetlerini ve yapılan inkılâpları sürdürmüşlerdir. Onların da ruhu şadolsun.!
393 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Yukarıda yazıldığı gibi, istiklâl savaşı döneminde ülkemiz de 17 iç ayaklanma olmuş ve hepsi bastırılmıştır. İstiklal Savaşı sonrasında ise, çeşitli nedenlerle 13 ayaklanma daha olmuş ve bunlarda bastırılmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, bir ülkede tam bağımsızlığın devam etmesi, sadece dış düşmanları yenerek yurttan kovmakla yeterli olmuyor. Yurt içinde de çıkabilecek muhtemel ayaklanmalara karşı daima hazırlıklı olmak ve ayaklanmaların çıktığı yerde bastırılmasını sağlamak gerekli oluyor.
Atatürk Aleyhtarlığının Bugünkü Durumu Bugün ülkemizde ufak tefek aksamalar olsa da, demokrasimiz duraksamadan gelişmeye devam etmektedir. Geçtiğimiz çok partili hayat, hükümet darbesi ile 2 defa kesintiye uğramışsa da kısa bir müddet sonra, Kurucu Meclislerde kabul edilen yeni anayasalarla normal seyrine girmiştir. Bu arada, verilen birkaç muhtıra ancak uyarıcı etkisini yapmış ve demokrasinin yürümesine engel olamamıştır. Çünkü: Atatürk’ün başkanlığında kurulan ve milli özellik taşıyan yeni Türkiye Devleti sağlam temeller üzerine kurulmuştur. Atatürk İlke ve İnkılâpları, çok büyük bir çoğunluk tarafından benimsenmiş ve milletimizin koruması altına alınmıştır. Milli mücadelenin (kurtuluş savaşımızın) ilk günlerinde başlamış olan bazı bölgeler ve küçük gruplar arasındaki Atatürk aleyhtarlığı, eski menfi etkisini kaybetmiş olmasına rağmen, gene de bazı bölgelerde, şahıslar ve küçük zümreler arasında devam etmekte olduğu biliniyor. Günümüzde, Atatürk aleyhtarlığı veya düşmanlığını birkaç maddede inceleyebiliriz.
a) Atatürk’ün Bilerek Kasıtlı Düşmanları (Kötüleyenleri) Bunları da 3 bölüme ayırabiliriz: 1) İslâm dininin yüceliğini anlayamayan, dini kendi inhisarlarına alan aşırı dindar kesim. Bunlar, Kurtuluş Savaşımızın başından beri vardı. Savaş devam ederken, İstanbul’daki Padişah hükümetinin havadan attığı fetvalarla, milli mücadeleyi yürütenler aleyhinde halkı kışkırtmışlardı. Ama, bunların karşısında, Mustafa Kemal’e bağlı 150 din adamının imzaladığı, milli mücadele taraftarı karşı
394 Rasim PEHLİVANOĞLU
fetvalar ile, Şeyhülislâm Dürrüzade’nin imzasıyla dağıtılan yıkıcı fetvanın menfi etkisi azaltılmıştı. İstiklal Savaşı kazanıldıktan sonra saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet’in kurulması ve kaldırılan halifeliğin yurtdışına çıkarılması, arkasından gelen şapka inkılâbı ve başka alışılmış müesseselerin kaldırılarak yenilerinin kurulmasını hazmedemeyen aşırı dincilerden, Atatürk düşmanlığını habire körükleyenlerin iğfaline kapılanlar da oluyordu. Bunların sayısı gün geçtikçe azalmış olmasına rağmen, tamamen yok olamamıştır. Özellikle, çıkardıkları yayın organları yoluyla dini de alet ederek beyin yıkamaya halâ devam edenlerin bulunduğu bir gerçektir. Bu gibiler, herhangi bir tarikata mensup olanlar arasında çıktığı gibi; bilinçsizce Atatürk düşmanlığı yapanlar da vardır. Bu gibi Atatürk düşmanlarını zorlayarak veya tahkir ederek değilde, mümkünse aralarına girerek, tanıyarak, tanışarak ve yanlışlarını doğru bilgilendirmeyle düzelterek gerçeği görmeleri sağlanırsa olumlu bir gelişme olur. Aşırı dincilerin Atatürk düşmanlıklarının çoğunluğu Atatürk’ü dinsiz olarak tanımalarından veya tanıtılmalarından ileri geliyor. Ta ebeveynlerinden beri ola gelen, Atatürk aleyhtarı çevrenin de etkisi altında kalarak yetişen ve çoğu samimi dindar olan bu vatandaşlarımızı gözden çıkaramayız. Mutlaka, Atatürk’ü gerçek yönüyle tanımlarını ve Onun yüksek vasıflarına ve de milletimize yaptığı büyük hizmetlerine saygı duymalarını sağlamak için elimizden gelebilecek yardım ve uyarı görevimizi yapmakla mükellef olduğumuzun bilincinde olmalıyız. 2) Kasıtlı Atatürk aleyhtarı olanlar: Bunların bir kısmı dine karşı olan inançsızlar veya gerçek dinsizlerdir. Birçoğu Atatürk’ü sever görünür ve Atatürkçü geçinirler. Atatürk’ü dinsiz tanıyanlardan hoşlanırlar. Zira, kendilerine yandaş arayan bunlar, Atatürk’ün dinsiz olması veya dinsizmiş gibi tanınmasından kendilerine dayanak bulmuş olurlar. Fakat bunlar, Atatürk’ün dine saygılı olduğunu ve İslâm dinini çok iyi bilen, milli kültürümüze, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkan dindar bir lider olduğunu öğrenince de hoşlanmazlar. Açıktan aleyhinde olamazlarsa da; O’nun ilericiliğinden şüphe eder ve irticaya taviz verdiğini kendi aralarında gizliden gizliye konuşabilirler. Bu gibilerin büyük çoğunluğu, kendilerini iyi
395 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
yetiştirmemiş olan, fakat bir şeyler bildiklerine sanan yarı aydınlar arasından çıkmaktadır. 3) Atatürk Aleyhtarlığını körükleyenler arasında, Atatürk istismarcıları konusu işlenirken açıklamasını yaptığımız “Sistem Bozucu – saptırmacı Atatürkçüler” önde gelmektedir. Bunlar, Atatürk’ün DEVLETÇİLİK ilkesini sosyalizme geçiş yolu olarak görenlerdir. İNKILÂPÇILIĞI ise, devrimcilik ifadesinden ötürü devirmecilik olarak anlayarak, milli kültürümüzü, maddi ve manevi bütün değerlerimizi kökten yıkmak isteyenledir. LAİKLİĞİ dinsizlik olarak anlayanlar da, din düşmanlığını yaymaya çalışanlar olarak görülmektedir. Bu gibiler, şu ve bu makamı işgal etmiş olsalar da, millet ve memleket hizmetinde belli bir amacı ve dinamik bir ülküsü olmayan inançsız kimselerdir. Bunlar yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı olan yarı aydınlardır. Yapılan her olumlu işe olumsuz çabalarla engel olmaya çalışırlar. Bunlar arasında inkılâba veya gelişmelere karşı olalar da bulunmaktadırlar. Yeni gelişmeler karşısında: “Bunlar İrticai Faaliyetlerdir- laikliğe aykırıdır” damgasını vurarak engellemeye çalışanlar da olmaktadır. T.B.M.M.’inden büyük bir oy çoğunluğuyla çıkarılan, kişi özgürlüğü ile ilgili gerekli bir anayasa değişikliğine bile, “Laikliği kaldırmak için bu bir ön girişimdir” görüşüyle karşı çıkar ve önlemek için çaba gösterirler. Bütün bunları, laik devletin kurucusu olan Atatürk adına yaparlar ve Atatürkçülüğe karşı bir tavır olarak gösterirler. Bu yolla Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü halkımızın gözünden düşürmekte olduklarının farkına bile varmazlar. Denebilir ki, etkili Atatürk düşmanlığını yapanlar bu gibilerdir. Buna rağmen, sağduyulu halkımız, büyük çoğunluğuyla gerçekleri görüyor. Bu gibilere yeri geldikçe gereken dersi veriyor. Ama anlamamakta ısrar edenler de bulunuyor. Bunlara bakarak, “Eğer laiklik buysa ben yokum” diyenlerin sayısı da az olmuyor. Böylece laiklik istismarı yanısıra, Atatürk aleyhtarlığı veya düşmanlığı da teşvik edilmiş ve yayılmış oluyor.
b) Atatürk’ü Savunurken Kötüleyenler Atatürk’ü okuyan, anlayan, samimi olarak seven ve ona gönülden bağlanan aydın insanlarımız elbette büyük çoğunluktadır. Fakat bunların da arasından bir kısımlarının, Atatürk’ü övmek isterken farkında olmayarak karaladıkları görülüyor. Örneğin:
396 Rasim PEHLİVANOĞLU
Bir sohbet sırasında birisi, Atatürk’le ilgili bir eleştiriyi yaparken; gerçekten Atatürk’ü seven ve takdir eden bir başkası kötüleyeni uyaracak ve onu ikna edecek ve açıklama da bulanacak yerde, birden kabarıyor, Atatürk’e attırmam heyecanıyla karşısındakini kıracak sözler ediyor, hatta küfürlerle hakaretler savuruyor. Bu hal Atatürk savunuculuğu olmuyor, Atatürk aleyhtarlığını körüklemek oluyor. Zira Atatürk hakkında iyi şeyler dinleyerek onu anlayacak ve sevecek yerde, Atatürk yüzünden hakaret gören, hatta küfür işiten insan şuur altı bir tepki ile Atatürk’ten soğuyor ve aleyhtarlığına daha fazla devam ediyor. Bunu bilerek, Atatürk’ü gerçekten seven ve takdir edenler, bu sevgiyi ve takdirini başkalarıyla da paylaşmalıdırlar. Bunun için, öncelikle kendileri Atatürk’ü iyi tanımalı ki, tanımayanlara da söyleyecek sözleri, verecek bilgileri olabilsin. Sevmeyenlere Atatürk sevgisini verebilsin. İşte Atatürkçülük budur. Yoksa, Atatürk’ü sevmeyenlere ve ona atanlara hatta küfredenlere hakaret ederek ve küfre küfürle cevap vererek, Atatürk sevgisi ve saygısı verilemez ve de Atatürk’ün hizmetlerinden örnek alınması sağlanamaz
c) Atatürk’ün Birleştirici Özelliğini Ayrımcılığa Dönüştürenler Atatürk’ün hayat hikayesi okununca görülüyor ki, O’nun önde gelen özelliklerinde birisi uzlaştırıcı ve birleştirici olmasıdır: Atatürk Kurmay Yüzbaşı olarak ilk görev yeri olan Şam’da; çıkarılan bir isyanı bastırmak için gittiği Trablusgarp’ta, ikinci Balkan Savaşında, Çanakkale Savaşlarında; ülkemizin doğusunda, güneyinde ve görev yaptığı her yerde uzlaştırıcı ve birleştirici kimliğiyle, kitleleri birleştirmiş, gönülden gelen bir sevgi ve istekle düşman üzerine yüklenmesini sağlamış, dünyaya ün salan başarılar kazanmasını bilmiştir. Geçmiş hizmetlerinden ders alarak söylüyorum: Atatürk’ün millet ve memleket sevgisiyle birleşen uzlaştırıcı ve birleştirici kişiliğinden ve de Atatürk’ün hizmetlerinden alınan ilhamlarla, ülkemizdeki muhtemel tartışmalara, ayrışmalara ve bölgesel çatışmalara fırsat verilmeden sorunlarımızı çözebilir ve gelişen huzurlu ortamda ülkemizi kalkındırabiliriz. Fakat görünen odur ki: Atatürk’ün bu yüksek sıfatlarından gerekli dersi alamamış olduğumuz ve Atatürk örneğinden yeterince
397 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
faydalanmadığımız anlaşılıyor. Zira: Çok partili hayatımız, olaysız geçen hür seçimlerle devam ederken, kurulmuş bulunan partilerimiz birbirlerine uyarıcı olacak, çalışmalarına destek olacak yerde, genellikle köstekleyici oldukları ve faydalı hizmetlerini önlemeye çalıştıkları görülmektedir. Eleştiri yapanlar, rakip partileri, Atatürk inkılâplarına karşıdır ithamıyla gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. Ya da “temel ilke olan laikliğe aykırıdır,” peşin hükmüyle hizmetin önü kesilmeye çalışılmaktadır. Bütün bu gibi, yapıcılıktan uzak yıkıcı eleştiriler de genellikle Atatürk adına yapılmaktadır.Atatürkçülüğe karşı olunduğu savunulmaktadır. Bu tarz aşırı eleştirileri gören veya seyreden halkımızın bir bölümü Atatürk’e ve Atatürkçülüğe endişeyle bakmakta, dolayısıyla Atatürk aleyhtarlığı gelişmektedir. Bunu yapanlar da sıradan halkımız değil –maalesef– okullarda dirsek çürütmüş olan yarı aydınlarımızdır... Mutlu geleceğimiz için, öncelikle bunların Atatürk’ü iyi öğrenmelerive çok okuyarak bilgilenmeleri gerekmektedir. Her devlette olduğu gibi, ülkemizde de çeşitli dinlere ve dini mezheplere mensup vatandaşlarımız vardır. Atatürk nüfus cüzdanlarımızdan dini ve mezhebi sorularını çıkarmıştır ki maksat din ve mezhep ayırıcılığını önlemektir. Ama din farkını önde görüp, karşı dinden olanlara hoşgörüyle bakmayanlar olduğu gibi; aynı dinden olup ta mezhep farkı olan vatandaşlarımıza da hoşgörüyle bakmayan, hatta mezhep mensuplarını birbirlerine karşı kışkırtarak bölücülük yapan art niyetli kimselerin bulunduğu da gerçektir. Özellikle, alevi – suni kavgasını çıkarmak çabasında olanlar bulunmaktadır. Bunların elebaşları art niyetli olup, aslında Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı kimseler olmasına rağmen, Atatürkçü geçinmesini de bilmektedirler. Bu kimselerin şerrinden korunmak için, milletimizin çok uyanık bulunması gerekmektedir..
d) Bölge ya da Soy Farkı Güdenler Ülkemizde bölge farkı gözetenler olduğu gibi, halkımız arasında soy farkı gözetenler de vardır. Anayasamızın 66.maddesine göre, hepsi Türk olan vatandaşlarımızın içinde değişik gruplar olabilir. Ama bunlar vatanı bir, resmi dili bir, kültürü bir, ülküsü bir, tarihi bir, hatta büyük çoğunluğunun dini bir olan gruplardır. Bunlarla işbirliği halinde geçmişte beraber yaşamış, Kurtuluş Savaşımızı beraber
398 Rasim PEHLİVANOĞLU
vermiş ve ülkemizin üstün düşman işgalinden kurtarılışında beraber savaşmışızdır. Ama ne yazık ki, son yıllarda, özellikle güney doğumuzda yaşayan vatandaşlarımızın bir bölümünün içinden çıkan teröristler, soy farkı gözeterek devletimize baş kaldırmışlardır. Kendilerine “Kürt” diyerek ve “ Türk- Kürt farkı” göstererek, bağımsızlık sevdasına düşen bu kandırılmış teröristler, milli birliğimizin bozulmasına ve milli huzurumuzun kaçırılmasına neden olmaktadırlar. Tarih biliminin açıkladığına göre, kendilerine Kürt diyen vatandaşlarımız aslında Türk soylu olup Orta Asya’dan gelmiş buralara yerleşmiştir. Türklerle fiziki benzerlikleri olan, gelenek ve görenekleri ve de kültürleri bir olan, aynı topraklarda yüzyıllardan beri beraber yaşamış ve beraber düşmanı kovalamış olan, bu vatandaşlarımızın bir kısmının son yıllarda âsi tutumları; Atatürk’ün uzlaştırıcı ve birleştirici vasıflarına ters düşmektedir. Birçoğu, Marksist ideolojiyi benimsemiş olan bu bölgede ki terörist vatandaşlarımızı teşvik edenler, bugünkü ayırıcı davranışlarıyla Atatürkçü olmaktan çok uzak bulunmaktırlar. Bu halleriyle Atatürk aleyhtarlığını ve düşmanlığını körüklemektedirler. Dış kaynaklardan beslenen, PKK adı ile anılan bu isyankar teröristlerden kurtulmak için her türlü imkânlarımızı kullanıp, milletçe hepimiz elbirliği içinde çalışarak görevimizi yerine getirmekle mükellef bulunuyoruz. Milletçe huzurlu olmamız ve mutlu geleceğe ulaşmamız buna bağlıdır. Her ne suretle olursa olsun, bir önceki konuda işlediğimiz Atatürk istismarcılığı, bir bakıma Atatürk aleyhtarlığı veya düşmanlığının teşvikçisi olmaktadır.Öncelikle, Atatürk istismarcılığı bertaraf edilirse ve öğrencilerimiz gerçekten Atatürk sevgisiyle yetiştirilirse, Atatürk aleyhtarlığının da gün geçtikçe azalacağı ve hatta yok olacağı inancında bulunuyorum. Bunun için, Atatürkçülüğü doğru şekliyle ortaya koymak, onu iyi tanımak ve tanıtmamız gerekli olmaktadır. Atatürkçülük dışında kalan unsurları mutlaka dışarıda bırakarak, Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü en saf şekliyle öğretmek, görevimiz olmaktadır. Atatürk’ün sahte dosta da, akılsız dosta da ihtiyaca yoktur. O, akıllı düşmanın akılsız dosttan daha iyi olduğunu herkesten iyi bilen öngörüşlü bir liderdir.
399 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Önemle belirtelim: Atatürk’ü, sahte ve akılsız taraftarlarının şerrinden korumak, Büyük Türk Milletinin fertleri olarak bizlerin çok önemli bir görevimiz olmuştur. Unutmayalım ki: Atatürk, içinde yaşadığımız Türkiye Devletinin kurucusudur. Hiçbir devlet, kurucusunun adına sarılmaktan ve onun yolunda gitmekten uzak kalamaz. Biz de, Atatürk’ün yolunda gitmekten ve onun etkileyici uyarılarından uzakta kalamayız.
4– Atatürk Nedir Ne Değildir (49. Madde) Atatürk’ün ne olduğunu ve ne olmadığını elbette merak ediyoruz. Atatürk hakkında yaptığımız araştırmalar, incelemeler ve okuduklarımızdan edindiğimiz kanaatlere göre tespit ettiğim; Atatürk’ün ne olduğu ve ne olmadığını, maddeler halinde özetle ve derli toplu olarak kitabın sonuna eklemeyi gerekli gördüm. Buna göre, aşağıda Atatürk nedir ve ne değildir başlığı altında işlediğimiz konuları eksik bulanlar veya yanlış bulanlar olabilir. Biz, öğrendiğimiz gerçeklerin ışığında hazırladığımız bu notları okuyucularımızın takdirlerine sunuyoruz. Bazı konularda aksini iddia edenler olabilir. Bunların uyarılarını da önemseyerek değerlendiririz.
Atatürk Nedir ? Ne Değildir? Atatürk: 1- Akılcıdır, nakilleri aklın süzgecinden geçirerek değerlendirir – Ön yargılı değil. 2– Akla, mantığa uygun olan nakillere karşı koymaz – İnkarcı değil. 3- Bilimcidir – Dogmatik değil. Bilim yoluna inanır – Hurafelere değil. 4- Gerçekçidir – Maceracı değil. Hayal gücü yüksektir – Hayalperest değil. 5- Batıcıdır, batının medeniyetini, tekniğini almak ister – Milli kültürünü, ahlâkını değil. 6- Türkçüdür, Türk kültürünü korumak ister – Irkçı değil. 7- Türklüğüyle övünür – Türk Milletini küçük görenlerden değil. 8- Cumhuriyetçidir, demokrattır – Diktatör değil. 9- Milli iradeyi hakim kılmak ister – Halkın görüşüne uzak kalanlardan değil. 10-İlericidir, yenilikçidir – Gerici değil.
400 Rasim PEHLİVANOĞLU
11- Hürriyetçidir – Sınırsız değil 12- Otoriterdir – Totaliter değil. 13- Laiktir – Teokrat değil. 14- Dine saygılıdır, inançlıdır – Din istismarcısı değil. 15- Akla yatkın olan kutsal kitabımız Kur’an’ı Kerim’den nakillere inanır – İnançsız değil. 16- Hamlecidir, girişkendir – Tutucu ve yerinde sayıcı değil. 17- Dinamiktir, enerjiktir – Statükocu ve sadece mevcudu koruyanlardan değil. 18- Ülkücüdür (idealisttir) – Amaçsız ve ülküsüz değil. 19- Yapılmasına inandığı hizmetlere engel tanımaz – Yılgıncı, boşverci değil. 20- Toplumcudur, fedakârdır, millet menfaatlerini önde tutar– Şahsi çıkarını değil. 21- Manevi değerlerimize sahiptir – Maddeci, materyalist değil. 22- Kalbi insan sevgisiyle dopdoludur – Katı kalpli değil. 23- Milletini çok sever ve sevilmek ister – Duygusuz değil. 24- Milletimizce daima hatırlanmak ister – Unutulmak değil. 25- Hür teşebbüsü teşvik eden devletçidir: karma ekonomi milli ekonomi taraftarıdır – Kapitalist, sosyalist değil. 26- Milliyetçidir, milletine hizmet aşkıyla doludur – Milletinden kopanlardan değil. 27- İnkılâpçıdır, gelişimcidir – İhtilalci, yıkıcı, devirici, köktenci değil. 28-Barışçıdır – savaşçı değil, gerektiğinde barış için savaşa hazırdır – Mazlumları ezenlerden değil. 29- Ülke birliğine ve bütünlüğüne karşı duyarlıdır – Bölücülere fırsat verenlerden değil. 30- Ülkenin yükselmesini milli birlik ve beraberlikte görür – Nifakta, tefrikte, ikilikte değil. 31-Çalışkandır, çok çalışmamızı ister. – Tembelliğe prim verenlerden değil. 32- Millet ve memleket hizmetinde ihtiraslıydı – Mevki ve koltuk meraklısı değil. 33- Eğitimde milli kültüre önem verir – Milli kültürden kopan sözde aydınlardan değil. 34- Bildiğiyle yetinmez, çok okur, araştırır incelerdi – Okumadan, araştırmadan, incelemeden, iyi öğrenmeden ahkâm kesenlerden değil. 35-Kafasına takılan konularda fikir danışır, dinler, müzakere eder susturmazdı. –Erbabına değer vermeyen, onları önemsemeyenlerden değil.
401 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
36- Uzak görüşlüydü, gerçeği görmeye çalışırdı – Günlük olayların içinde bunalıp itidalini kaybedenlerden değil. 37- Seziş gücü fazlaydı – Çevresinde dönen dolapları, kötü niyetleri fark etmeyenlerden değil. 38- Askeri disipline mutlak uyardı ve uyulmasını isterdi – Disiplinsizliği hoş görenlerden değil. 39- Orduyu siyasetin dışında tutmak isterdi – Siyaseti orduya sokanlardan değil. 40- Haksızlıklara karşı isyankardı, daima haklının yanındaydı – Haksızlığa göz yumanlardan, neme lâzım diyenlerden değil. 41- Halk çocuğuydu, halkın içine girer onları anlamaya çalışırdı – Halkını tanımadan halk adına konuşan sözde aydınlardan değil. 42- Münevverlerin (aydınların)halka yaklaşmasını, halkla kaynaşmasını isterdi – Halktan kopmuş okumuşlardan değil. 43- Başarılarını daima millete mal ederdi – Kendini milletin üstünde görenlerden değil. 44- Mütevazi (alçak gönüllü) idi – Kendini büyüklük kuruntusuna kaptıranlardan değil. 45- Bağlandığı ve başladığı bir işe aşkla devam eder yarım bırakmazdı–Yarı yoldan dönen yılgınlardan değil. 46- Güçlükler karşısında azimliydi, iradeliydi, direnirdi – Ümidi kırılıp vazgeçenlerden değil. 47- İnsanlığından ve bağlandığı davasından asla taviz vermezdi – Zemine ve zamana göre davranan kişisel çıkarcılardan değil. 48- Türk milliyetçisiydi, milleti için canını vermeye hazır olduğunu söylerdi – Kendi çıkarı için millet menfaatini görmeyenlerden değil. 49- Oda insandı, hatası olabilirdi – Hatasını göremeyenlerden, hatada ısrar edenlerde değil.
Atatürk’ün Sahip Olduğu Diğer Vasıflar 1-İnisiyatif sahibiydi, müteşebbisti, girişkendi – Müteşebbisliği, girişkenliği teşvik ederdi. 2- Teşkilatçıydı. Teşkilatçılığıyla Osmanlı İmparatorluğunun enkazından yeni Türkiye Devletini çıkarmış ve güçlendirmişti. 3- Tabiatçıydı. Tabiatı inceleyerek yer altı ve yerüstü servetlerini bulup çıkarmak isterdi. 4 -Sanata ve sanatkara değer verirdi. Sanatın milletin faydasına kullanılmasını isterdi. 5- Cesaret, metanet, kahramanlık şiarıydı. Korkaklığı ürkekliği, pısırıklığı güvensizliği Türk Milletine yakıştıramazdı.
402 Rasim PEHLİVANOĞLU
6- Tam bağımsızlığa ulaşmamızı isterdi. Sadece siyasi ve askeri bağımsızlığı yeterli görmez. Ekonomik, kültürel ve adli bağımsızlığı da şart görürdü. 7– Hürriyet aşağıydı. Daha başka üstün insani meziyetlere sahipti. Tespitlerimize göre, Atatürk’ün üstün vasıfları ve önemli meziyetleri yukarıda maddeler halinde özetlenerek belirtilmiştir. Elbette daha başkaları da vardır. Atatürk’ün, bizden istediklerini öğrenmede ve Atatürk’ün yolunu bulmada, bunlar bize ışık tutacaktır. Akılcı, bilimci ve gerçekçi olan Atatürk gibi bizde aklımızı kullanarak, bilim yoluyla (okuyarak, inceleyerek, araştırarak, gözleyerek, deneyerek) gerçeği bulmaya çalışmalı ve bulmalıyız. Atatürk’ü sevenlerin yapacağı budur. Atatürk’ün çizdiği olumlu yoldan gitmeden, kuru kuruya Atatürk sevgisi Türk Milletine bir şey kazandırmaz. Kavgadan, dedikodudan yıkıcı eleştirilerden uzak kalarak, Atatürk’ün gösterdiği müspet yolda ilerlemek ve bu yolla milletimize hizmet etmek hepimizin milli görevimizdir.
403 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
5–Atatürk’ün Veda Mesajı Atatürk, Türkiye’nin istikbalini teslim edeceği Türk Gençliğinin yetişmesine çok önem veriyordu. Gençliği yalnız bilgi yönünden değil, milli ve manevi değerler bakımından da zenginleştirmek için verdiği güzel öğütleri yanında, onlara birde sorumluluk duygusu veriyordu. Her vesile ile gençliğe hitap etmesinin ve eserlerini onlara emanet etmesinin sebebini bu sorumluluk duygusundan almış olmalıydı. Atatürk, 6 gün süren Büyük Nutkunun sonunda yer alan gençliğe hitabesinde, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini gençliğe emanet ettiğini vurgulamıştır ve “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asıl kanda (Türk kanında) mevcuttur” diyerek de gücünü nereden alacağını belirtmiş oluyordu. Atatürk, idealine (ülküsüne) erişmek için, eğitime çok önem veriyor ve durmadan okul açılmasına, öğretmen yetiştirilmesine gayret ediyordu. 1938 yılında, ölüm yatağında bile gençliği düşünüyordu. T.B.M.M’nin açılış törenine katılmak için Ankara’ya gidemeyeceğinden, yeni yasama döneminin açılış nutkunu hasta yatağında kendisi yazmış ve okunması için Başbakan Celal Bayar’a vermişti. Atatürk bu son nutkunu geçliğe ve orduya ait sözlerle bitirmişti. Bir Veda Mesajı niteliğinde olan bu nutkun gençliğe ve orduya ait son bölümünü aşağıya alıyorum.
Atatürk’ün Veda Nutku’nun Son Bölümü ve Yorumu “Yüksek tahsil gençlerini, istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi milli şuurlu, modern kültürlü olarak yetiştirmek için, İstanbul Üniversitesinin tekamülü, Ankara Üniversitesinin tamamlanması, Doğu Üniversitesinin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar içinde Van Gölü civarında kurulması çalışmalarına önemle devam edilmektedir. Vatanın ve rejimin koruyucusu olmakla kalmayıp, en geniş ve hakiki manasıyla sulh âmili ve öğretim ocağı olan yenilmez ordumuzun, geçen senede işaret ettiğimiz gibi, son sistem silah ve motorlu vasıtalarla cihazlanması yolundaki çalışmalara hız verilmiştir. Şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar dilerim”
404 Rasim PEHLİVANOĞLU
Bu sözler, Büyük Atatürk’ün milletine son sözleri ve son dilekleri olmuştu. Bu son sözler ve dilekleri, Atatürk’ün bir nevi veda mesajı olarak görülmektedir. 1938 de Atatürk’ün hasta yatağında hazırladığı T.B.M.M. ini açılış nutkunun son bölümünde yer alan,yüksek tahsil gençliğimizle ilgili sözlerinden anlaşıldığı üzere, o dönemde, ülkemizde sadece İstanbul Üniversitesi ile, tamamlanması istenilen Ankara Üniversitesi bulunuyordu. Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğundan buyana, aradan bir müddet geçtikten sonra,başta Erzurum Atatürk Üniversitesi olmak üzere, her geçen yıl bir başka ilimizde üniversite açılmakta ve önceki üniversitelerimizde geliştirilmektedir. Bugün sadece İstanbul’un çeşitli semtlerinde, değişik isimler altında çok sayıda üniversite açılmıştır.Devlet üniversitelerinin yanı sıra, özel teşebbüste azımsanamayacak sayıda üniversite açmıştır. Bu gelişmeler elbette kıvanç vericidir. Ancak,mevcut üniversitelerimiz; öğrencilerine gerekli meslek bilgisi,branş bilgisi ve genel kültürün yanı sıra; “Milletimizi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracak” milli kültürü verebiliyorlar mı? Atatürk’ün yukarıya alınan son nutkunda belirttiği gibi: “Muhtaç olduğumuz milli şuurlu, modern kültürlü” öğrencileri yetiştirebiliyorlar mı? Bu değerde yetişen öğrencilerimizin sayısı acaba yüzde kaçı bulur?...
“Asıl üzerinde duracağımız ve araştırmaya değer bulduğumuz konu budur” diye düşünüyorum… Rasim PEHLİVANOĞLU
SON
405 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
Faydalanılan Kaynak Kitaplar (BİBLİYOGRAFYA) 1– Akçakayalıoğlu, Cihat: Atatürk (720 Sayfa)– Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları– M.E.Basımevi– Ankara/1980 2– Akyol, Avni :
Atatürk, Milli Egemenlik ve CumhuriyetM.E.Basımevi– Ankara/1990
3– Angı, Hacı :
Çocuk Gözüyle Atatürk– Angı Yayınları– Ank./1997
4– Ataman, Sadıyaver:
Atatürk ve Türk Musikisi– Kültür Bakanlığı Yayınları–Atak Ofset Ank./1991
5– Bayar, Celal :
Atatürk’ ün Metedolojisi ve Günümüz– Kervan Kitapçılık Basımevi– İstanbul/1978
6– Baykal, Bekir Sıtkı (prof.): Milli Mücadede Anadolu Kadınları– Atatürk Araştırma Merkezi (2. baskı)– Ank./1996 7– Baykal, Adnan Nur:
Atatürk’ ün liderlik Sırları– Sistem Yayıncılık– İst./1999
8– Bayraktar, Sinan:
Gazi Mustafa Kemal Atatürk– A.A. Merkezi– Ank./2004
9– Bil, Hikmet:
Atatürk’ ün Sofrasında– Erciyes Matbaası…./1949
10– Bircan, Osman:
Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ ün Hayatı– M.E.Basımevi– İst./1999
11– Bolayır, Fethi :
Atatürk İlkeleri– Sanem Matbaası Ltd. Şti.– …./1986
12– Borak, Sadi :
Atatürk Gençlik ve Hürriyet– Anıl Yayınevi, Hamle Matbaası–İst./1960
13– Borak, Sadi :
Atatürk ve Din– Anıl Yayınevi– İst./1962
14– Bozdağ, İsmet :
Atatürk’ ün Evrensel Boyutları– Kültür ve Turizm Bakanlığı– Başbakanlık Basımevi– Ank./1988
406 Rasim PEHLİVANOĞLU
15– Bozkurt, Esat Mahmut : Atatürk İhtilali I– Cumhuriyet Yayınevi, Yenigün Haber Ajansı– İst./2000 16– Bozkurt, Esat Mahmut : Atatürk İhtilali II– 17– Bozkurt, Esat Mahmut : Atatürk İhtilali III–
Aynı Aynı
18– Cevizoğlu, Hüseyin : Atatürkçülük– Ufuk Ajansı Yayınlar No 4– …./1973 19– Cumhur Müjgan :
Atatürk ve Milli Kültür– Kültür Bakanlığı Y.- Başbakanlık Basımevi Ank./1982
20– Dergi :
Atatürk Anma Günü– Kayseri Şeker Lisesi Özel Sayı–Kayseri/2006
21– Dergi :
Başarı Dergisi– Atatürk Özel Sayı– Akbank– İst./1981
22– Dergi :
Düşün Dergisi– Atatürkçü Düşünce Derneği– Sayı 28 –Kayseri Şubesi– Yıl 2000
23– Dilek, Zeki :
10 Kasımlarda Atatük’ ü Anmak ve Anlamak– (panel)– A.A. Merkezi– Ank./2004
24– Dönmezer, Sulhü(Ord.Prof.): Atatürkçü Düşünce El Kitabı (16 yazar)– A.A.Merkezi– Ank./1998 25– Dündar, Can :
Sarı Zeybek(Atatürk’ ün Son Günleri)– Milliyet Yayınları–İst./1994
26– Eroğlu, Hamza (Prof.) : Atatürk’ ün Milliyetçilik Anlayışı– A.A.Merkezi– Türk Tarih Kurumu Basımevi– Ank./1992 27– Eroğlu, Hamza (Prof.) : Atatürk ve Milliyetçilik– Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Basımevi Ank./1992 28– Eroğlu, Hamza (Prof.) : Türk İnkilap Tarihi(560 sayfa)– 1. Basım–Devlet Kitapları M.E.Basımevi– Ank./1982 29– Eski, Mustafa :
Cumhuriyet Döneminde Mustafa Necati– A.A.Merkezi– Ank./1999
407 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
30– Evsile, Mehmet :
Atatürk’ ün Söylev ve Demeçlerinin Konular İndeksi– A.A.Merkezi– Ank./1999
31– Feyzioğlu, Turhan :
Atatürk ve Milliyetçilik– A.A.Merkezi– Türk Tarih Basımevi– Ank./1986
32– Feyzioğlu, Turhan :
Türk Milli Mücadelesi ve Milli Egemenlik– A.A.Merkezi– Türk Tarih Basımevi– Ank./1988
33– Feyzioğlu, Turhan :
Devlet Adamı Atatürk– İlköğretim Dergisi Yayınları– M.E.Yayınları– Ank./1963
34– Garan, Muvaffak İhsan : Milletlerin Sevgilisi Atatürk– Kültür ve T. Basımevi– Ank./1982 35– Genç, Reşat(Prof.) :
Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar– A.A.Merkezi– Ank./2005
36– Genel Kurmay Bşk.lığı : Atatürkçülük1.Kitap, (730 s.)– M.E.Basımevi– İst./1988 37– Genel Kurmay Bşk.lığı : Atatürkçülük 2. Kitap, (388 s.)– M.E.Basımevi– İst./1988 38– Genel Kurmay Bşk.lığı : Atatürkçülük 3. Kitap, (274 s.)– M.E.Basımevi– İst/1988 39– Giritli, İsmet(Prof.) :
Kemalist İdeoloji– Duran Ofset Matbaacılık– …./1981
40– Gündüz, Necati :
Atatürk Çağı ve Zihniyeti– Emel Matbaacılık–Ank./1973
41– Gürtaş, Ahmet :
Atatürk ve Din Eğitimi–Diyanet İşleri Bşk.lığı–Ank./2000
42– İlhan, Suat :
Evrimleşen Türk Devrimi–A.A.Merkezi– Güneş Ofset–Ank./1998
43– İnönü, İsmet :
İstiklal Savaşı ve Lozan– A.A.Merkezi– Türk Tarih Kurumu Basımevi– Ank./1993
44– İnönü, İsmet :
Aziz Atatürk– M.E.Basımevi– Ank./1963
45– Kalelioğlu, Oğuz(Em.Kur.Alb.: Atatürk ve Atatürk İlkeleri– Diyanet İşleri Bşk.lığı Ank./2001
408 Rasim PEHLİVANOĞLU
46– Kars, Zübeyir :
Milli Mücadelede Kayseri– A.A.Merkezi– Ank./1999
47– Kazmaz, Süleyman : Yeni Bir Güneş, Atatürk ve Anadolu Medeniyeti–A.A.Merkezi– Ank./2004 48– Kaynar, Reşat ve arkadaşı : Atatürk Düşüncesi– M.E.Basımevi– İst./1996 49– Kocatürk, Utkan(Prof.) : Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri(372s.)– Edebiyat Yayınevi, Ayyıldız Matbaası– Ank./1971 50– Kocatürk, Utkan(Prof.) : Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Genişletilmiş 2 Baskı-(510s.)– A.A.Merkezi– Yücel Ofset–Ank./2005 51– Kocatürk, Utkan(Prof.) : Atatürk– Kültür Bakanlığı, Sevinç Matbaası– Ank./1987 52– Kocatürk, Utkan(Prof.) : Cumhuriyetin Temel İlkelerinden Laiklik(panel),( 8 Konuşmacı)– A.A.Merkezi– Ank./1995 53– Kuran, Ercümend (Prof.) : Atatürkçülük Üzerine Denemeler– Kültür Bakanlığı– Eroğlu Matbaacılık– Ank./1981 54– Mili Eğitim Bakanlığı : Atatürk Diyor ki– M.E.Basımevi– İst./1980 55– Meydan, Sinan :
Bir Ömrün Öteki Hikayesi– Can Matbaacılık(3. Basım)–İst./2004
56– Omurtak, Salih ve arkadaşları : Atatürk– Devlet Kitapları– M.E.Basımevi– İst./1970 57– Önder, Mehmet :
Atatürk Bildirileri– Kültür Bak. Gaye Mat.- Ank./1990
58– Özakman, Turgut :
Şu Çılgın Türkler(750s)– Bilgi Yayınevi– 237. basım– Ank./2005
59– Oy, Aydın :
Şiir Dünyamızda Atatürk–K.D.T.Kurumu Yayını Ank/1989
60– Panel Metni :
Ali Çetinkaya Anma Paneli Bildirileri– Semih Ofset Ank.2000
409 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
61– Panel Metni :
Ali Fuat Cebesoy Anma Paneli– A.A.Merkezi–Ank./1994
62– Panel Metni :
Fikir, Siyaset ve Devlet Adamı Kazım Karabekir Paşayı Anma Paneli– A.A.Merkezi–Kale Ofset– Ank./2000
63– Panel Metni :
Cumhuriyetin Temel İlkelerinden Laiklik– A.A.Merkezi–Ank./1995
64– Saray, Mehmet(Prof.) : Türklerde Dini ve Kültürel Hoşgörü– A.A.Merkezi–Ank./2002 65– Sevük, İsmail Habib : Atatürk İçin– Kültür Bakanlığı– Ank./1981 66– Sekban, Şükrü Memmet(Dr.) : Kürt Sorunu- Menteş Basımevi– Belgelerle Tarih Dergisi Yayını–…./1970 67– Sempozyum Metni :
Atatürk’ün Cumhuriyetin İlanından Sonraki Hedefleri Sempozyumu Bildirileri–Divan Yayıncılık- İzmit/1998
68– Sönmez, Cemil :
Atatürk’ün Yetişmesi ve Öğretmenleri– A.A.Merkezi–Divan Yayıncılık– Ank./2004
69– Sönmez, Cemil :
Atatürk’ün Annesi Zübeyde Hanım– A.A.Merkezi Ank./1998
70– Sönmez, Cemil :
Atatürkde Çocuk Sevgisi– Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları– Ank./1997
71– Şimşek, İbrahim :
Mustafa Kemal Bir Destan– Rinoğlan Yayınları–İst./1992
72– Taşkıran, Cemalettin : Milli Mücadelede Kazım Karabekir Paşa– Gün Ofset–Ank./1999 73– Ticaret Odası Dergisi : Atatürkçülük– (334 s)– Ayyıldız İlave Yayını (Ankara) Matbaası– Ankara– 1974 74– Yaşa Dursun : Ayrıca :
Atatürkçülüğün Esasları– Açıkalın Matbaası–Ank./1988 Çeşitli sözlükler, çeşitli ansiklopedilerden, gazete kupürlerinden ve başka yayınlardan da yararlanılmıştır.
410 Rasim PEHLİVANOĞLU
411 Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri
RASİM PEHLİVANOĞLU 1928 yılında Ürgüp’ ün Karain Köyünde doğan ve ilkokulu bu köyde bitiren Rasim Pehlivanoğlu, 1947 yılında Kayseri - Pazarören Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş, kendi köyü ilkokuluna Başöğretmen (Okul Müdürü) olarak atanmıştır. Ürgüp’ ün Ortahisar Beldesi İlkokulunda Başöğretmen olarak çalışırken, 1955 yılında askere alınmıştır. İstanbul - Tuzla Uçaksavar Yedek Subay Okulundan mezuniyet töreninde kendisine verilen, Okul Komutanının konuşmasına cevap verme görevini yerine getirmiştir. Kıta hizmetini Erzincan da tamamlamıştır. 1956 sonbaharında -asker dönüşü- Ürgüp Çökek köyü Başöğretmenliğine atanan Rasim Pehlivanoğlu, 1957 yılında -genel istek üzerine- yeniden Karain Köyü Başöğretmenliğinde görevlendirilmiştir. Bu köyde, başkanı olduğu “Karain Köyüne Kütüphane Kurma ve Geliştirme Derneği” yoluyla, Türkiye’nin ilk köy kütüphanesi açılmıştır. Sonradan eşekli kütüphane olarak gelişmiş ve ünlenmiştir. 1959–1964 yıllarında Kayseri Merkez Mustafa Özgür ve Mehmet Karamancı ilkokullarında öğretmenken, Ankara–Gazi Eğitim Enstitüsü’ne dışarıdan devam ederek “PEDEGOJİ” Bölümünden diploma ile Edebiyat Grubu Bölümünden de “Yeterlilik Belgesi” alarak mezun olmuştur. 1964 yılından itibaren Kırşehir’in Mucur ve Çiçekdağı ile Kayseri’nin Nazmi Toker ve Esenyurt Ortaokullarında Edebiyat Grubu öğretmenliği yapmıştır. Bugünkü Argıncık Lisesinin ilk açılış yıllarında orta okul müdürü olarak hizmet görmüştür. 1978’de emekliye ayrılmıştır. Emekli olduktan sonra da eğitimden kopmayan Rasim Pehlivanoğlu, maddi gelir sağlayacak tekliflere sıcak bakmamış, fırsat buldukça okumuş, incelemiş, araştırmış, gözlemler yapmış ve eğitim ağırlıklı makaleler yazmıştır. Milli Eğitim Bakanlarına kapsamlı Milli Eğitim raporları vermiş; katıldığı 12. 13. 15. Milli Eğitim Şûralarında ilginç konuşmalarıyla dikkati çekmiştir... Ülkemiz milli eğitim uygulamasındaki başarısızlığın asıl nedeninin “verimli çalışmanın ve iyi öğrenmenin yollarının bilinmeyişi” olduğu kanaatine varan Rasim Pehlivanoğlu “Okullarda Başarının Yolları” genel isimli, Talim ve Terbiye Kurulu
412 Rasim PEHLİVANOĞLU
Başkanlığınca tavsiyesi uygun görülen (ayrı ayrı özel isimleri de olan), 3 ciltlik eserini yazmış ve bastırmıştır. Atatürk’ü gerçek yönüyle tanıtacak ve herkes tarafından zevkle okunabilecek bir eser yazmayı kendisine görev bilen Rasim Pehlivanoğlu’nun, “Sevdiğimiz Atatürk” isimli kitabı, “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”na bağlı “Atatürk Araştırma Merkezi” tarafından bastırılmıştır. Hazırladığı “Mevcut Milli Eğitim Uygulamalarımız, Eleştiriler, Tavsiyeler” isimli “Türkiye Eğitim Raporu”, ile “Türkiye’de Köy Enstitüleri ve Pazarören Köy Enstitüsü” isimli eseri basıma hazır beklemektedir. Rasim Pehlivanoğlu tarafından hazırlanan, “Örnek Köy Olmak” tutkusuyla harekete geçen bir Orta Anadolu köyü halkının, çevre köyleri de etkileyerek hızla gelişirken nasıl sabote edilerek amacından saptırıldığı ve hareketin söndürüldüğü gerçeğini dile getiren, “Eşekli Kütüphaneye Dönüşen Türkiye’nin İlk Köy Kütüphanesi” isimli eseri de, bu konuya merak saran ve Türkiye çapında dağıtımını yapacak olan yayımcıyı beklemektedir… Rasim Pehlivaoğlu’nun hazırladığı, Atatürk’ü bütün yönleriyle tanıtan, “Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri” isimli elinizdeki bu eser, uzun bir hazırlık dönemi ve özenli bir çalışmanın ürünü olarak meydana gelmiştir. Milletimiz ve özellikle öğrencilerimiz tarafından ilgiyle okunacağı inancındayız. Halen Kayseri’de yaşamakta olan Rasim Pehlivanoğlu’nun, yüksek öğrenim görmüş 4 çocuğu ve çoğu üniversite bitiren 9 torunu bulunmaktadır.