Atatürkün Uşağı İdim Anlatan:
C E M A L
G R A N D A
Yazan
T U R H A N
G Ü RK A N
:
Numosmaniye Caddesi, No: 3, Cağaloğlu — İSTANBUL
Y A Ş A N T I
1)
D İ Z İ S İ
GEÇMİŞTE
YOLCULUK
Mebrure Alevok
2)
GELİBOLU
GÜNLÜĞÜ
General
3)
365
(Bitmiştir.)
lan
Hamilton
GÜN Dr. Ronald J. Glasser
4)
KANSIZ
GİYOTİN
Rene
5)
Belbenoit
CUMHURİYETE KAN
VERENLER
N. E k i c i - D. B a y l a d ı - İVI. A l p t e k i n
6)
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI Cemal
İDİM
Oranda
Hazırlanan :
SATILIK
İPİM
M a h m u t Saim
Altındağ
Ö N S Ö Z
Yemyeşil Yalova sırtlarında emekli ikramiyesiyle yap tırdığım minicik bahçeli evimde ömrümü tamamlarken, Bü yük Atatürk'e ilişkin oniki yıllık hizmet yıllarım da bir si nema şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Bu eşsiz insanı yakından tanıdığım, O'na geceli gündüzlü hizmet ettiğim için de kendimi Dünyanm en şanslı inşâm sayıyorum. Bir daha Dünyaya gelmiş olsaydım eğer, yine Atatürk'ün hizmetkân olarak yaşamayı ve kalmayı isterdim. O'nun ya kınında, O'nun yamnda yeniden yaşamak, yaşayabilmek, ne yüce bir şey olurdu benim için. Kamarotluktan, akbmın kenarından bile geçmeyen bir işe, yani Atatürk'ün hizmetkârlığına gelişimin ilginç bir öy küsü vardır: 1910 yılında izmir'in Salihli ilçesinde Dünyaya gelmişim. Başkomiser Mustafa Kâmil Efendi'nin oğluyum. Küçük yaşta Bursa'ya gitmiştik. Hoca Ali Zade Mektebinde, Bursa Sultanisi'nde, sonra yine Hoca Ali Zade Mektebi'nde okudum. Oribeş yaşımdayken ailece istanbul'a geldik. Kandilli'de oturuyorduk. O zamanlar Seyrüsefain (Devlet De nizyolları) Idaresi'nde kamara şefi olan komşumuz Hüseyin Kip, beni gemilere yazdırdı. Henüz çocuk denecek yaşta, kısa pantolonlu, tüysüz bir çırak olarak işe başladım. İlk görevim, Karadeniz, Akdeniz seferini yapan Reşitpaşa Va purunda stajyer kamarotluktu.
12 haziran 1926'da seyyar sergi iıaline getirilen Kara deniz Vapuruyla Avrupa limanlarında uzun bir geziye çık tım. Üç ay beş gün süren bu gezi sırasında; Cezayir, Bon, Barcelona, Cebelitarık, Tanca, Londra, Hamburg, Elbe ka nalıyla Stockholm'a geçtik. İsveç, NcH-veç, Hollanda limanla rını dolaştıktan sonra Leningrad'a gittim. Rus Çan'mn Sa rayını, müzeleri gezdim. O devirde Rusya'da cami ve kili seler açıktı. Dönüş; Anvers, Marsilya, Napoli, Cenova, Ça nakkale yoluyla oldu. 5 eylül 1926'da istanbul'a döndüm. Aj'nı işletmede kamarot olarak çalışmağa başladım. Karadeniz Vapurunda iki İtalyan metrdotel vardı. Birinin adı Giovanni, öbürününkü Fontana idi. Çok şık giyinen metrdoteller o dönemde ayda bin lira para abyorlardı. Öyle ki, günde üç kez elbise değiştirdikleri bile oluyordu. İşte bu İtalyanlar bende önüne geçilmez bir heves uyandırmışlardı. Onlara imrenerek garsonluğu seçmeğe karar verdim mes lek olarak. Atatürk'ü o zamana kadar hiç görmemiştim. Yalnız bir keresinde Karadeniz Vapuruyla geziye çıktığımızda bir tel siz gelmiş, Atatürk'ü Bandırma'ya götürmemiz istenmişti. Geri dönüp Mudanya'dan Atatürk'ü aldık ve götürüp Ban dırma'ya bıraktık. Gerek Mudanya'da gemiye binerken. Ban. dırma iskelesine çıkarken filikaların arasmdan uzaktan kor ka korka seyretmiştim. O'nun hizmetkârı olacağım o zaman akhmın ucundan bile geçmemişti. Biri çıkıp ta o an bunu bana söylemiş olsaydı, karşımdakine her halde çıldırmış gö züyle bakardım. Soyadımı çok kimse garip bulup, bunun anlamını öğren mek istediği için burada değinmeden geçemiyeceğim. Soyadı Kanunu çıktığı zaman herkes beğendiğini alıyordu. Bunla rın içinde çok yerinde olanlar olduğu gibi, çok acayipleri de vardı. Ben de gemilerde ikinci direk anlamına gelen «mes lekten» bir soyadı seçtim ve (Granda)yı aldım. Gençlik yıl larında olduğumuz için hepimiz o dönemin bir sinema yıl dızına âşıktık. Yıldızları paylaşmıştık âdeta. Benim ünlü yıldız Karmen Miranda'ya âşık olduğumu bilmeyen yok gi-
biydi. Hiç olmazsa alacağım soyadı, sevgilimin adıyla ka fiyeli olur diye düşünmüştüm. Her ay Tayyare Piyangosu ahyordum. Kazanıp milyoner olacak, gidip Miranda'yı ala caktım. Böylece (Granda) soyadı yerleşip kaldı bende. Büyük Atatürk'ün hizmetine girdiğim 3 temmuz 1927'den, ölümü olan 10 kasım 1938'e kadar yaranda geçen oniki yılbk dönemde amlarımdan hatırda kalabilmiş olanları 1947 yazmda not etmeğe başladım. Bunların bir yapıt haline gelebi leceğini doğrusu ya düşünmemiştim. Atatürk'ün hizmetkârı bulunduğum yıllarda, Falih Rıfkı Atay'ın Hakimiyeti Milli ye Gazetesinde çıkan Samsun - Ankara demiryolunu anlatan «Beş Yıllık Tren Tarihi» adlı bir yazısını okumuştum. Bu yazarı pek sevmezdim, fakat yazısı hoşuma gitmişti. Akşam sofraya geldiğinde «Bugünkü yazınız çok güzeldi,» demek ten kendimi alamadım. Ruşen Eşref Ünaydın da yanınday dı. Hiç beklemiyordum, birden «Sen de yazarsın istesen,^ dedi. Şaşırmıştım. «Nasıl yazarım?» diye sormuş bulundum. «Konuşuyorsun mademki yazarsın. Böyle konuştuğun gibi yaz.» dedi. îşte bu anıların hazırlanmasında, Falih Rıfkı Atay'ın o günkü sözlerinin verdiği cesaretin de rolü olmuştur. Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali'nin de bu anıların yazılmasında etkisi olmuştur. Atatürk'ün ölümün den sonra Kılıç Ali'yi Nişantaşı'ndaki evinde ziyarete git miştim. Yazı yazıyordu. Elindeki yazıları işaret ederek, «Cemal, bu yazı 1926'daki Büyük Nutku,» dedi. «1926 değil, 1927'dir,» diye düzelttim. Dikkatim hoşuna gitti. «Sen de yazsana hatırladıklarım,» demez mi. Sonra .elindeki ufak kâ ğıtları göstererek, «Notlarını böyle ufak kâğıtlara yaz, son ra onları genişletirsin,» dedi. İki ufak not defterine aklıma geldikçe karaladım. Atatürk'ün ölümünden sonra çok sıkıntıya düşmüş, üzün tülü günler yaşamıştım. Sekizyüz lira emekli aylığıyla ay rıldığım son işim Denizcilik Bankası'mn Termal Oteli Mu bayaa Memurluğu'na gelinceye kadar başımdan hayli şey geçmişti, istanbul'da bir işte tutunamıyordum. Sonunda
Atatürk döneminin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Ha san Rıza Soyak'a gidip, başıma gelenleri anlattım ve bana bir iş bulmasını istedim. Zonguldak, Etibank Ereğli Kömür İşletmeleri İdare Amirliği Servisi'ne girmem, işte Soyak'm aracılığıyla olmuştur. Orada Daireler Müdürü olan kardeşi İhsan Soyak'a telefon edip beni Zonguldak'a yoUadı. Göre vim kırka yakın yapmm kontrolü, bekçi ve odacıların giyin meleri ve temizliğe uymalarını sağlamaktı. Çok boş zama nım oluyordu. Bir gün aklıma geldi. Oniki yıl Atatürk'ün yanında kal dım. O'na değinen amlan kafamda toparlayıp, şöyle ufak ufak birer sajrfa yazsam hem gecelerim boş geçmemiş olur, hem de ilerde bir yarar sağlar diye düşündüm. Ve başla dım yazmağa... Eskiyi hatırlamak kolay değildi. Bir sayfa yazınca külçe gibi oluyordum. Onbir ayda 210 sayfa yazı yazabildim. Böylece bu kitabın özü olan notlar ortaya çıktı. 1959 yılmda Şehir Gazetesi'nin yaziişleri müdürü olan Kemal Onan (Con Kemal) bu yazıları gördü ve yayınlamayı istedi. O sıralarda Turhan Gürkan'la tanıştım. Günlerce otu rup, bazen gazete idarehanesinde, bazen Nuruosmaniye'deki İkbal Kıraathanesi'nde notları birer birer elden geçirdik. Böylece Atatürk'e ilişkin anılarım, Turhan Gürkan'ın kale miyle ilk kez 1959 yıhnda halkın önüne çıktı. Anıların ge nişletilmiş ilk hali 4 mart - 31 mayıs 1959 tarihleri arasında yayınlandı. Bunların içinde unutulanlar vardı. Sonradan ya pılan eklerle 432 sayfalık bir yapıt çıktı ortaya. Çok zorluk içinde yazdığımı hatu-ladıkça üzülüyorum. Normal kafayla ve zamaranda yazabilseydim, çok daha iyi sonuç alınabilirdi bu kitaptan. Hayatta çok hırpalandım. Bu da zekâyı etkiliyor. Sonradan hatırlayabildiklerim işte önünüzde. CEMAL GRANDA
B A Ş L A R K E N
Bu kitabın içinde Atatürk'ü «insanüstü bir varlık»mış gibi değil de, yalın, açık bir dille, yüreklilikle «bizim gibi bir insan» olarak anlatan Cemal Granda'mn anüarını bula caksınız. Atatürk'ün tam oniki yıl buyruğunda çalışmış, hiz metini görmüş, o dönemin tüm gerçeklerini O'nun ağzmdan dinlemiş, sofrasım kurup kaldırmış, yalnızlık anlarında der dine ortak olmuş bir adamın kelimesine dek not edilen ta rihe geçecek amlan bunlar. Cemal Granda'yı 1959 yılında tanıdım. Bu yanık yüzlü, yılların yükünü ve acısmı üzerinde taşıyan temiz yürekli iç tenlik dolu adamla görür görmez kaynaştık. İçtenlikle an lattığı aralar, içimde büyük yankılar yarattı. Atatürk'ün bi linmeyen yönleriyle en iyi şekilde bu amlarla anlatılabile ceği inancıma o da katıldı. El büyüklüğündeki bir deftere kaydettiği notlar, büyüye büyüye bu kitabı oluşturdu. İlk haliyle 4 mart - 31 mayıs 1959 taî-ihleri arasında Şehir Gaze tesinde «Atatürk'ün Sofrası» başhğı altında yayınlanan bu anıları sonradan geliştirip, büyük hacimli bir kitap halinde oluşturmak geldi aklımıza. Yeni amlar da katılarak hazır lanan kitap, yayınevleri tarafından «Uşağm ne sözü olabilir ki» gerekçesiyle bir türlü ciddiye alınmak istenmedi ve ger çek değerini de bulamadı. Oysa uşağın çok sözü vardı bu konuda söyleyecek.
Atatürk hakkında yerli ve yabancı dilde binlerce kitap, onbinlerce makale, bir o kadar da anı yzızılmıştı. Dış ül kelerde bile yüzlerce kitap yayınlanmıştı. UNESCO, birçok dilde Atatürk'le ilgili yayına yönelmişti. En büyük yazarın dan en küçüğüne dek yerli ve yabancı binlerce kalem, Atatürk'ü anlatmak için sanki yarışa girmişti. Çocukluğun dan başlayarak, devrimci yönleriyle Atatürk çeşitli görüş ve düşüncelerle kitaplıkları doldurmuştu. Yalnız ölümü üze rine yazılanlar bile koskoca bir kitaphk ederdi. Ama O'nun özel yaşantısına pek az yer verilmişti. Oysa yepyeni bir Türkiye yaratan, çağ kapatıp çağ açan bu büyük adamı an • latmak, yeni yetişen kuşaklara duyurabilmek için O'nun nasıl yaşadığını, özelliklerini de en ince noktalarına dek bilmek gerekiyordu. Atatürk'ün yakmlan, arkadaşları, Zaferi beraber ka zandığı. Cumhuriyeti beraber kurduğu, Devleti beraber yö nettiği kimseler de zaman zaman O'na ilişkin anılarım ya yınladılar. Özel yaşantısını —derinliğine inebildikleri oran da— anlatmağa çalıştılar. Ama bunların çoğu eksik, birbi rini bütünlemekten uzak, belirli bir yol izlemeyen parça parça amlardan ileri gidemedi. Geçen yıllar Atatürk'ün yaşantısım füme almak isteyen yabancı filmciler, seçtikleri yüzlerce kitap arasında O'nun özel yaşamına ilişkin birşeyler aramışlar, ancak böyle bir bilgiyle senaryolanmn gerçekçi bir hava taşıyabileceğini söylemişlerdi. Ancak ne yazık ki, onların istedikleri yeter likte derK toplu bir yapıt bulunamamıştı. Atatürk'ü daha iyi tanıyabilmek, anlayabilmek için O'nu tüm yönleriyle öğrendikten başka, özel yaşamına da eğil mek gerekti. Atatürk nasıl bir insandı? Yirmidört saatini nasıl doldurur, ne yer, ne içerdi? Nasıl çalışır, ne zaman uyur, hangi arkadaşlarım üstün tutar, sakin ve sinirlilik za manlarında ne yapar, kimlerle olmaktan hoşlanır, gezilere kimlerle çıkardı? Şakaları, öfkesi, sitemi, kuşkusu, sevgisi, nefreti nasıl olurdu? Hangi kitabı okur, hangi müziği dinler, hangi renk-
leri, mevsimleri sever, hangi içkiyi kullanu^dı? Evlilik yıl ları çok kısa süren Atatürk'ün kadınlar karşısında tutumu neydi? Atatürk'ün yaşamına girmiş kadınlar var mıydı? Cumhuriyet'in ilk yıllarından ölümüne dek Atatürk'ün değindiği insanlar, Atatürk'ü ziyaret eden yabancı devlet adamları ve hükümdarlarla yapüan görüşmelerin kitaplara geçmemiş en gizli yönleri, Atatürk'ün manevî evlâtları, Atatürk'e ilişkin bilinmeyen fıkralar ve birçok saklı kalmış gerçekler. Bunları eksiksiz, hiç bir etki altında kalmadan yazabil mek için gece ve gündüz her an Atatürk'ün yanında bulun mak, yataktan çıkışından yatağa girişine dek bir gölge gibi peşinden gitmiş olmak gerekti. Atatürk'ün «Çelebi»si Cemal Granda, bunları gerçekleştirebildi mi? Bu sorunun karşı lığını, kitabı bitirdikten sonra verebileceğiz. Atatürk'ün görevine ilk girdiğim an, O'na ilişkin amlan not ederek saklamak, ilerde Türk Tarihi yazacak tarihçile rin eline bir belge vermek istediği halde, Dolmabahçe Sarayı'na şvester (hizmetçi) olarak alınan Alman kadını (Havuzdame)nin tuttuğu notlar yüzünden kovulduğunu görün ce, aynı akıbete uğramamak için anılarım herkes uyuduk tan sonra gizli metodu ile not eden ve bunları yıllar sonra yazıya döken Atatürk'ün çok sevdiği ve kendisine en yakın tuttuğu adamla birlikte koskoca bir çağı yaşayacak, onunla birlikte heyecanlanıp, duygulanacaksınız. Bu kitapta merakla okuyacağınız anılar yüzde yüz doğ ru olup, basit bir hizmetkârm görüş açısından içtenlikle ka leme alınmıştır. Şimdi sözü tam oniki yıl hizmetini görmüş, Atatürk'ün «Çelebi»si Cemal Granda'ya bırakıyoruz. TURHAN GÜRKAN
SARAYA
1927 y ı l ı n ı n şimdiki
güneşli
Dış Hatlar
kurulmuş
bir
temmuz
İşletmesi
CAĞIRILDIM
günüydü. O
olan Sultan Aziz
zaman
zamanında
Seyrüsefain İdaresi'nde çalışıyordum. Henüz
yedi yaşında, ince, zayıf, içi hayat a t e ş i y l e dolu bir tim.
Bu i d a r e y e
tam
üç
yıl
önce, henüz çocuk
y a ş t a , kısa p a n t o l o n l a , t ü y s ü z b i r ç ı r a k o l a r a k O zamanlar çok çalışkandım. Kendimi
denecek girmiştim.
işe v e r d i m m i , ba
ş ı m ı z o r k a l d ı r ı r d ı m . Bu h a l â m i r l e r i m i n d e d i k k a t i n i miş olacak ki, çok g e ç m e d e n
karşılığını görmekte
m e d i m . Bir gün m ü d ü r i y e t t e n
çağırıp:
—
«Seni Saraya göndereceğiz,
on
genç
hazır o l , »
çek gecik
dediler.
H e y e c a n d a n az d a h a y ü r e ğ i m a ğ z ı m a g e l e c e k t i . Ö n c e pek iyi a n l a y a m a m ı ş t ı m ama, birkaç dakika sonra A t a t ü r k ' ün dan
hizmetine
gireceğimi
sezinlemiştim.
ileri g e l i y o r d u . Saraya
Heyecanım hemen
arka
«Gece h i z m e t i ç o k zor.» d i y e m a n e v i y a t ı m ı
bozu
daşlarıma
gönderileceğimi
bun
açtım.
Kimi: —
«Çok s e r t
adam...»
Kimi: —
yor, beni caydırmağa çalışıyor, sonra
da:
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
U —
«Sen b i l i r s i n , y i n e d e istersen git,»
O gece uykum kaçtı. Kendi —
«Haydi
diyorlardı.
kendime:
Cemal.» diyordum. «Göster
kendini. Talih
k u ş u i n s a n m b a ş ı n a b i r k e r e k o n a r m ı ş . Bu h e r k e s e
nasip
olmaz. Senin ş a n s m v a r m ı ş k i , böyle büyük bir adamın hiz metine
çağrıldın. Aptallık
e t m e . Bunlar
rı i ç i n b ö y l e k o n u ş u y o r l a r , »
seni
kıskandıkla
diyordum.
Ertesi günü sevinçten kabıma sığamıyordum. Aynı za manda içimi de heyecanla dolu büyük bir korku
kaplamış
t ı . O'nun karşısında ilk anda bir pot kırarsam, diye d ü ş ü nüyordum. Ne yapardım o zaman? Günlerden 3 temmuzdu. O gün yeni görevime yacaktım. O zaman çok Mağaza'sinden mışlardı.
bana
Bunaltıcı
başla
ünlü olan Galatasaray'daki
güzel
sıcağın
bir
smokin,
etkisiyle
rugan
smokinin
Trink
pabuç
al
içinde
bu
ram b u r a m t e r d ö k ü y o r d u m . Fakat bu kıyafet içinde o ka dar şıktım k i . . . Atatürk, benden istanbul'a
gelip
iki gün önce 1 t e m m u z
Dolmabahçe
Sarayı'na
cuma
günü
yerleşmişti.
beni A t a t ü r k ' ü n h i z m e t i n i g ö r e c e ğ i m bu saraya
İşte
götürüyor
lardı. O zaman kamara â m i r i m i z o l a n , daha sonra da Denizyolları
Başmüfettişliği'nde
bulunan
rıhtımda bekleyen Çankaya motoruna kapıyor, A t a t ü r k ' ü n
yanında
Muzaffer
bindik.
geçireceğim
âleminden
uyanıyordum. Muzaffer
günlerin Bey,
Bey'le
Gözlerimi
ni kuruyor, sonra b i r d e n M u z a f f e r Bey'in s e s i y l e hayal
Devlet
hayali daldığım
«Çocuğum,
ş i m d i seni Saraya g ö t ü r ü y o r u m . Orada çok dikkatli
olman
lâzım,» d i y e r e k ö ğ ü t v e r i y o r d u . Can
kulağı ile
Muzaffer Bey'i
r a ğ m e n , aklım çok daha
başka
dinliyor
yerlerde
görünmeme
idi. Yine
ö ğ ü t l e r i y l e irkilerek k u r d u ğ u m hayal e v r e n i n d e n aşağı
onun ini
yordum. —
«Orada
her
ne görürsen,
duyarsan,
gördüğünü
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM görmemeziikten,
işittiğini
15
işitmemezlikten
geleceksin.
Senin için çok iyi olur.» Motorumuz, bahçe
Sarayı'na
heyecanım
son
Boğaz'ın
mavi
sularını
yanaştı. Rıhtıma haddini
yararak
Dolma
ayak bastığımız
bulmuştu,
l-iayatta
çok
zaman şaşırtıcı
o l a y l a r l a k a r ş ı l a ş t ı m . A t a t ü r k ' ü n h i z m e t i n d e t a m o n iki y ı l boyunca
çeşitli olaylarla
birinde O'nunla
karşı karşıya g e l d i m . Fakat
hiç
ilk karşılaştığım v e bana ilk seslenişi an
larını u n u t a m a d ı m . Atatürk,
duyduğuma
göre
padişahların
oturduğu
sa
r a y l a r d a o t u r m a ğ a ö n c e l e r i h i ç n i y e t l i d e ğ i l m i ş . H a t t a kızkardeşi Makbule Atadan ağabeysini Kuruçeşme'deki lâyık
bir
sonra
hale
evi
getirmeğe
ilk kez g e l d i ğ i
merasim
baştan
icabı
aşağı
misafir silip
çalışmış.
İstanbul'da,
uğramış.
etmek
için
süpürmüş,
O'na
Kurtuluş
ilk gün
Makbule
Savaşı'ndan
Dolmabahçe'ye
Atadan, hem
kendisini
karşılayıp, hoş geldin demek, h e m de evine götürmek üze re Saray'a gittiğinde sevinç içinde gördüğü A t a t ü r k ' ü n bir den keyfi, neşesi kaçıvermiş. O sırada kendisine bir mek tup
getirmişler.
Mektubu
kın yok,» d i y o r m u ş . İmzasını
bile
yazan
«Sarayda oturmağa
M e k t u b u da «bak, hain ne
atmamış,»
radan Makbule A t a d a n :
diye
kızkardeşine
«Ağabeyimin
uzatmış.
Saray'da
y o l r t u . İlk g ü n m e r a s i m d e n
İstanbul'a,
Derince'den
Sarayı'na
gibi
demişti. bindiği
Ertuğrul
tı ile g e l m i ş , g ö r ü l m e m i ş bir karşılama töreni Dolmabahçe
niyeti
s o n r a b i z e g e l e c e k t i . Bu
hiç sevmez, sinirlenirdi,»
Atatürk,
Son
kalmasına
sebep olan bu mektuptur. Çünkü Saray'da kalmağa tehditleri
hak
yazmış.
çıkınca da büyük
ya
yapılmıştı.
merasim
kapısı
nın arkasındaki salonda İstanbul'un her sınıf halkının t e m silcilerini
kabul
etmiş, «Hoş
geldiniz,»
tarihi cevapta: «Artık bu Saray gölgelerinin Sarayı'dır. V e
değil, gölge ben burada
diyenlere
Tanrı'nın
olmayan, milletin
gerçek
verdiği
yeryüzündeki olan
milletin
bir f er di, bir
misafiri
16
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
olarak bulunmakla bahtiyarım,» d e m i ş t i , A t a t ü r k , bir daha Dolmabahçe'den
ayrılmadı.
İstanbul'a
her
gelişinde
ora
da k a l d ı . H a y a t a d a o r a d a g ö z l e r i n i y u m d u . Seyrüsefain
İdaresi'nden
benimle
beraber
Rüknettin v e Vus'at adında iki arkadaş daha
Saray'a
istemişlerdi.
Fakat onlar A t a t ü r k ' ü n h i z m e t ç i s i olamadılar. Saray'da ka lıp Y a v e r l i k t e
(Kalem-i
Mahsus)
kara'ya d ö n ü n c e iki arkadaş
çalıştılar. Atatürk,
denizyollarındaki
eski
An
işleri
ne b a ş l a d ı l a r . Ne tuhaf!
Hayatında hiç saray, hatta müze bile
gez
m e m i ş olan ben, o gün doğma büyüme bir saraylı gibi çev reme bakmadan çalımla dimdik yürüyordum. Muzaffer
Bey
önde, ben arkada, o zaman özel kalem m ü d ü r ü olan, son radan u m u m î
kâtipliğe yükselen
Atatürk'ün
mahremiyeti
ne k a d a r g i r e n l e r d e n b i r i o l a n H a s a n Rıza S o y a k ' m
karşı
sına çıktık. Atatürk'ün zamanla
en
anladığım
güvendiği Hasan
insanların
başında
geldiğini
Rıza S o y a k , a d ı m ı , y a ş ı m ı
so
rup, Salihlili o l d u ğ u m u ö ğ r e n d i k t e n sonra zile b a s t ı , Başsofracı
İbrahim
(Ergüven)
Efendi'yi
ç a ğ ı r d ı . Beni
teslim
a l a n b a ş s o f r a c ı da k o r i d o r l a r d a y ü r ü r k e n a y n ı s o r u l a r ı
so
ruyor, nereli, kim
ça
lıştığımı
Saray'ın
Daire'ye
başlamış
nerelerde
öğreniyordu.
Böylece susi
olduğumu, bundan önce
oldu.
Harem
geldik. Benim
kısmına de
şimdiki
böylece
adıyla
Saray
Hu
hayatım
AÇINIZ
CUMHURİYET
döneminde
İstanbul'a
ilk
PERDELERİ
kez
gelen
A t a t ü r k ' l e ilk karşılaşmamız burada o l d u . A t a t ü r k ' ü o za m a n a kadar hiç g ö r m e m i ş t i m . Yalnız bir keresinde, Kara deniz vapuruyla geziye çıktığımızda bir telsiz gelmiş, Ata türk'ü, Bandırma'ya götürmemiz Mudanya'dan Atatürk'ü
aldık
istenmişti.
ve götürüp
Geri
dönüp
Bandırma'ya
raktık. Gerek Mudanya'da gemiye binerken, gerekse
bı Ban
d ı r m a iskelesine inerken filikaların arasmdan korka korka gizlice s e y r e t m i ş t i m . O'nun hizmetkârı olacağım o zaman aklımın ucundan bile geçmemişti'. Biri çıkıp ta o zaman b u n u bana s ö y l e m i ş o l s a y d ı , k a r ş ı m d a k i n e her halde
çıldır
mış gözüyle bakardım. Vaktiyle Son Halife Abdülmecid Efendi'nin yemek sa lonu olan bu daire gayet güzel d ö ş e n m i ş t i . Bütün
mobil
ya lake idi. H e r e k e kumaşından ağır, çiçekli perdeler yer lere kadar i n i y o r d u . Ortada çok güzel s ü s l e n m i ş bir ra v a r d ı . İ b r a h i m , N u r i v e b e n , A t a t ü r k ' ü n salona
sof
gelme
s i n i b e k l i y o r d u k . Saat 14'e d o ğ r u kızkardeşi M a k b u l e A t a dan, manevî kızlarından Rukiye, Sabiha, Zehra
Hanımlarla,
ü ç ü n c ü kâtip Tevfik Bey o l d u ğ u halde yukarı odayı
salona F: 2
18
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
bağlayan merdivenlerden
indi. Dimdik ayakta duran
Ata
türk: —
«Açınız perdeleri,» diye s e s l e n d i .
A t a t ü r k ' ü n ağzından d u y d u ğ u m ilk ses işte budur. H e m e n k o ş t u m v e p e r d e l e r i a ç t ı m . S a l o n a y d ı n l a n d ı k t a n sorsra A t a t ü r k
sofraya
oturdu. Yanındakiler
de yerlerini
al
O gün büyük bir d i k k a t l e A t a t ü r k ' ü n nasıl y e m e k
ye
dılar. diğine baktığım için yemek listesi olduğu gibi İlk y e m e k g ü z e l b i r o r d ö v r ,
ikinci
yemek
aklımdadır.
püreli
tavuk,
üçüncü kuşkonmaz, meyva olarak ananas k o m p o s t o s u b u lunuyordu. Boğazına d ü ş k ü n o l m a y a n A t a t ü r k , ç o ğ u kez
yoğurt,
ayran, bir d i l i m ekmek y e r d i . Kurufasulye, pilav ve g ü l r e çelinı
severdi. Akşam
sofrasında
rakıyı tuzlu
leblebiyle
içer, konuklar g i t t i k t e n sonra mutfağa inip ahçı Recep U s tanın ocakta hazır t u t t u ğ u k u r u f a s u l y e v e pilavdan
iştahis
yerdi. Sofrada soğan, sarmısak. sucuk, pastırma gibi
ko
kulu yiyecekler bulundurulmamasma dikkat ederdi. Beyaz peyniri bile, midede ekşime yapar diye istemezdi. İlk gün A t a t ü r k ' ü n
bütün
hareketlerini
dikkatle
izle
dim. Yemekten sonra, önce Harem Dairesi'nin üstüne çık mış, sonra bütün Saray'ı dolaşmış, akşam üstü de lü y a t ı y l a B o ğ a z ' d a g e z i n t i
Söğüt
yapmıştı.
Gezintiden sonra sofra faslı başlıyor ve çok geç saat lere dek sürüyordu. İçkili olan akşam yemeklerinde arkadaşları,
Kabine
ü y e l e r i d e hazır
bulunuyor,
yakın bi.'çolc
m e m l e k e t meseleleri burada hallediliyordu. Sofrasına lirli
mesleklerdeki
eski dostları ve silâh
başka, b i l i m , sanat, ticaret, endüstri
be
arkadaşlarından
dünyasının
tanınmış
k i ş i l e r i n i t o p l u c a ç a ğ ı r d ı ğ ı d a o l u r d u . Bu h a l , 1938 y ı l ı h a ziranına dek. yani hastalığı kendisine değişik
bir y a ş a y ı
şı zorunlu kılıncaya kadar s ü r ü p g i t t i . Saray'a daha doğrusu A t a t ü r k ' ü n
hizmetine gireli
on
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
19
gün o l d u ğ u halde A t a t ü r k , o güne kadar bir kez bile
heş
«dönüp y ü z ü m e b a k m a m ı ş , k i m o l d u ğ u m u d a s o r m a k g e r e ğ i n i duymamıştı. Önceleri önemsemediğim
bu hal, yavaş
y a v a ş bana k o y m a ğ a b a ş l a m ı ş t ı . İ ç i m i t a r i f s i z bir
üzüntü
Ikaplamıştı. Tam on beş gün O'na bir «dilsiz» gibi
hizmet
etmiştim. Üzüntüm Cemal, dum.
gittikçe
elbet bir
Ayrıca
gün
artıyordu. Kendi
kendime:
konuşacak, seni
tanıyacak,»
diyor
k o r k u da b e l i r m i ş t i : « Y a ,
diyor
i ç i m d e bir
d u m , benimle konuşmadan buradaki işimden
«Sabret
uzaklaştırılır-
..sam?>- Ö y l e y a , b e l k i h i z m e t i m b e ğ e n i l m e y e b i l i r , h o ş a
git-
mezdi. Bu hal a r k a d a ş l a r ı m ı n da d i k k a t i n i alaylı —
çekmiş olacak ki,
alaylı, « C e m a l , ne a d ı n ı , ne d e n e r e d e n g e l d i ğ i n i
henüz
;sormadı. Seni tanımak bile istemiyor,» diye takıldıkları biîle o l u y o r d u . Onlara
ne
cevap vereceğimi
l a b i î görünmeğe çalışarak, rine
korlar ve sorarlar,»
bilemiyor,
fakat
gayet
«Elbet bir gün olur, adam
diyordum.
ye
ADIMI
DEĞİŞTİRİYOR
BİR a k ş a m s a a t 20 s u l a r ı n d a S a r a y ' ı n M a r m a r a ' y a b a kan balkonunda y i r m i kadar tanınmış konuk A t a t ü r k ' l e y e mek yiyordu. Arkamda duran —
Atatürk:
»Efendi, e f e n d i . . . » d i y e bana s e s l e n d i .
Döndüm.
Hiç
unutmam, elimde
kristal
rakı
sürahisi
vardı. —
«Buyrun e f e n d i m . Bir emriniz m i v a r Paşam?»
di
ye karşılık v e r d i m . Cumhuriyet
rejiminin
kurulmasına
rağmen
herkes
A t a t ü r k ' e « P a ş a m , » d i y e h i t a b e d e r d i . B e y l i k , paşalık k a l k tığı h a l d e bu «Paşaolık, A t a t ü r k i ç i n k a l k m a d ı . B u , ö l ü n c e ye dek sürdü. O a k ş a m ilk kez k o n u ş t u ğ u m
Atatürk'le
aramızda
şunlar geçti: —
«Senin ismin nedir?»
—
«Cemal.»
—
«Sonu yok m u
—
«Var,
bunun?»
Cemalettin.»
Bunun üzerine A t a t ü r k birden bana doğru —
ilerleyerek:
«Haaa,» d e d i . « İ s i m l e r K e m a l e t t i n o l u r , f a k a t
Ce-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDiM
Zt
malettin olmaz. Sen yine Cemal kal. Dinin cemali
miydin
ki, sana bu ismi koydular?» devam
ediyor
du. Sevinçten kabıma s ı ğ m ı y o r d u m . Evet, Atatürk
Aradan
en so
nunda
yarım
benimle
saat geçmişti. Yemek
konuşmuştu.
Hem
de
uzun
uzun.
gün benimle alay eden arkadaşlarıma anlatacağım kafamda tasarlıyor, onlardan
hıncımı
alacağımı
Ertesi şeyleri
düşünü
yordum. Fakat A t a t ü r k ;
bu Cemal
adına t u t u l m u ş
olacak
ki^
yeniden seslendi: —
«Bu C e m a l e t t i n i s m i n i k i m k o y d u
Artık adamakıllı korkmağa —
«Babam,» d i y e karşılık v e r d i m .
—
«Öyleyse baban ne a d a m m ı ş
çıkıştı. Bunun —
sana?«
başlamıştım: senin!» diye
sertçe
üzerine:
«Ben b a b a m ı t a n ı m ı y o r u m , » d e y i n c e y ü z ü d a h a d a
sertleşti: —
« B a b a m ı t a n ı m ı y o r u m n e d e m e k ? S e n b a b a s ı z mı;
doğdun? Baban y o k m u senin?» —
«Ben dokuz aylıkken babam
Atatürk birden
üzüldüğümü
sesini
yumuşattı:
ölmüş.»
yüzümden «Anneni
okumuş tanıyorsun
olacak ya
kir
yeter,»
d e d i . V e biraz d u r d u k t a n s o n r a e k l e d i : «Ben de babamı ta nımıyorum ya...» O gece y e m e k sabahın beşine kadar s ü r m ü ş t ü . Çoğu geceler böyle olur, meclisin horozlar öterken dağıldığı g ö r ü l ü r d ü . Bu y ü z d e n A t a t ü r k d e s a b a h s a a t b e ş t e n ö n c e y a tağına g i r e m e z d i . Saat
on birden
s o n r a hava
serinlediği
için konuklar birer ikişer balkondan içeri girmeğe dılar.
Masanın
üzerinde boşalmış
Dimltrokopulo
d u r u y o r d u . O devrin en ünlü rakısı olan
başla şişeleri
Dimitrokopulodan
A t a t ü r k her g e c e y a r ı m kilo i ç e r d i . M e z e s i de sadece tuz lu l e b l e b i y d i . A r a s ı r a d a f a v a d e n i l e n z e y t i n y a ğ l ı , l i m o n lu
bakla
ezmesini
istediği
o l u r d u . En s e v d i ğ i
yemekler
22;
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
arasında
kurufasulye
ve pilav geldiğini
tekrarlamak
iste
rim. Atatürk yordum.
tekrar
Fakat
beni
O'nun
çağırdı. Yemek
aklı
hep
benim
isteyecek
sanı
ismimde
değil
miymiş? —
«Ulan, bu ismi sen mi k o y d u n , y o k s a baban mı?»
d i y e bar bar b a ğ ı r m a ğ a Çok
korkmağa
başladı.
başlamıştım.
Benim
korktuğumu
gö
rünce daha fazla bağırıyordu. A r t ı k e l i m ayağım t i t r e m e ğ e başlamıştı. Ayakta duracak halim yoktu. Belki daha fazia k ı z a r da k o v u l u r u m d i y e g ö z ü n d e n u z a k l a ş m a ğ a k a r a r v e r d i m . Saat üçe doğru sofrayı O
gece
sabaha
dek
bırakarak yatmağa
gözümü
uyku
gittim.
tutmadı.
Yattığım
y e r d e dua e d i y o r d u m . Kâbusla karışık k o r k u l u rüyalar gör d ü m . Yavaş yavaş m ı ş t ı m . Bu
geldiğime
isim de başıma
pişman
bile
iş açıyordu
b u l m u ş l a r d ı b u « C e m a l » i d e , bana
olmağa galiba.
takmışlardı?
Ertesi gün de aynı k o r k u ve heyecan Adeta
akşam olmasını
başla
Nereden
içinde
geçti.
i s t e m i y o r d u m . Tek a v u n t u m ,
Ata
t ü r k ' ü n akşamki olayı u n u t m u ş olmasıydı. Akşam miye
doğru
Başyaver
yemeğini Atatürk,
hazırlamış, bekliyordum. arkasında A f e t
Rüsuhi, umumî
Saat
İnan, Zehra
kâtip Tevfik
yir
Hanım,
Bey o l d u ğ u
halde
s a l o n a g i r d i . B a ş y a v e r a ş a ğ ı i n e r e k ö b ü r k o n u k l a n da s o f raya getirdi.
Sofraya
oturmadan
önce Atatürk
konuklara
Arapça: —
« F a d d a l , » dedi- v e h e r k e s
masadaki yerlerini
aldı.
« O t u r u n u z , » y a da « b u y r u n , » a n l a m ı n a g e l e n b u s ö z ü , ç o k keyifli
olduğu
zamanlar
sık sık d u y d u ğ u m u
hatırlıyorum.
Sofrada ilk söz bana i d i : —
«Cemal, seni dün akşam sert sözlerle çok
hırpa
l a m ı ş t ı m . Fakat C e m a l ' l e r daima büyük adamlar olur. Sen de büyük adam
olacaksın.»
Sonra tarihteki ünlüleri
sıralamağa
başladı:
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
—
23
«Sen C e m a l Paşa'yı tanır mısın? Şehzade
lettin Efendi'yi, Konya Çelebisi Cemalettin'i tanır —
«İsimlerini
—
«Bu k a d a r ı d a y e t i ş i r , »
Yemek
işittim,» diye cevap
Cema mısın?»
verdim.
dedi.
s ü r ü p g i d i y o r d u . Hava
yumuşadığı
gün önce içimi kaplayan korkuyu üzerimden
halde
bir
atamamıştım.
Her an yine o konuya d ö n e c e ğ i n d e n ö d ü m k o p u y o r d u . Sa at gece y a n s ı m
geçiyordu. Birden i s m i m l e
bana
seslen
diğini duydum ve yanına k o ş t u m . —
«Cemal, senin bu ismini d e ğ i ş t i r e l i m , olmaz
mı?
Sen kendine göre bir i s i m bul bakalım.» Şaşırmıştım. Daha karşılık v e r m e ğ e vakit — lebi
bulamadan:
«Ben sana i s i m buldum,» d e d i . «Senin
ismin
Çe
«Biz
sev
olsun.» Atatürk'ün çok sonraları yine bir mecliste
diğimiz
insanlara
Çelebi
deriz,» dediğini
O anda b ü t ü n k o r k u m bir b u l u t Yüzümdeki
memnunluğu
görünce
duymuşumdur.
gibi
kabul
dağılıvermişti. ettiğimi
anladı.
Zaten kabul e t m e m e k için hiç bir sebep de y o k t u . Fakat bir kere de iznimi almadan e d e m e d i : —
«Güzel m i ? Ç e l e b i adını beğendin mi?» diye s o r d u .
—
«Çok
güzel
e f e n d i m . Siz
bulduğunuza
göre
daha
da güzel,» d e d i m . Bunun üzerine sofradaki konuklara —
«Bu ç o c u ğ u n i s m i
döndü:
bundan sonra Çelebi'dir,»
diye
herkese tanıttı. A t a t ü r k inceliği, zarifliği kadar gönül almasını çok
iyi
b i l i r d i . H i z m e t ç i l e r i n i n bile böyle gönlünü aldığı o l u r d u . O
anda A t a t ü r k ' ü n
bu kadar önem verdiği
bir
adam
olmanın gururu içindeydim. Koltuklarım kabarmıştı. O gün Sarayda kim varsa h e r k e s e v e bütün konuklara beni yenf gelmiş önemli bir k i ş i y m i ş gibi tanıtıyor: —
«Bu z a t ı
Böylece
bilir
misiniz,
Atatürk'ün
Çelebi'dir,»
diyordu.
serzenişlerinden, hatta
bağırma-
24
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
larından kurtuluyor, üstelik O'nun sevdiği, çağırırken zevk d u y d u ğ u b i r i s m e d e s a h i p o l u y o r d u m . O g ü n d e n , y a n i 20 t e m m u z 1972'den itibaren i s m i m
«Çelebi»
A r k a d a ş l a r da hâlâ bu i s i m l e çağırırlar Sonradan
öğrendiğime
olarak
kaldı.
beni.
göre Atatürk,
hizmetine
gir
d i k t e n bir süre sonra, bir yakınının beni m e t h e t m e s i
üze
rine ilgilenip, o gece adımı sormuş. Adımı soruş
nedeni
de şöyle: Olay
yatıyla
gecesinden
bir gün önce Söğütlü
Beylerbeyi Sarayına gitmiştik. Â f e t İnan'm mezun Dam de Sion
olduğu
öğrencileriyle
beraber
dik. Kızlar kendi aralarında g e t i r d i k l e r i y e m e k l e r i
yiyorlar,
havuzun
(Fransız Kız Lisesi)
başında
gramofon
halde okulu bitirmelerini Hizmet ettik diye
çalıyor,
eğleniyorlardı.
Her
kutluyorlardı.
S ö r l e r i n biri çıkarıp bana on
lira
b a h ş i ş v e r m e k i s t e d i . O n lira da o zaman b ü y ü k para. A l mayınca
ısrar e t t i . Y i n e
r e d d e t t i m . Kadın ille de
v e r m e k istiyor, bu yüzden aramızda bir ç e k i ş m e
parayı
geçiyor
d u . Tartışmayı uzaktan gören  f e t İnan: —
«Al Cemal Efendi. Almazsan küçük düşerler. Son
ra ayıp olur.» d e d i . Ben de. â d e t i m olmadığı halde bahşişi almak zorunda
kaldım.
Meğer o akşam olayı Atatürk'e yetiştirmişler. h i z m e t ç i n t o k g ö z l ü l ü k t a s l a d ı . Parayı a l m a k kalsın bizi
küçük düşürecekti,»
demişler. Bunun
de o güne kadar yüzüme bile bakmayan s o r m u ş . Bahşiş kabul e t m e k Atatürk'ün gözünde
«Kibar
istemedi.
Atatürk,
i s t e m e y i ş i m , anlaşılan
yükseltmişti.
Az
üzerine adımı beni
ANKARA
ATATÜRK'ÜN
Cumhuriyet
döneminde
YOLUNDA
ill< k e z
geldiği
İstanbul'daki tatili yavaş yavaş sona eriyor, Ankara'ya yol görünüyordu. gerekti.
Cumhuriyet
Benim
niyetim
Bayrammda
Ankara'ya
başkentte
gitmekti.
olması
Gece
hayatı
çok zordu. Dayanamıyacağımı sanıyordum. Gitmesine
çok
az k a l m ı ş t ı . B i r g e c e s o f r a d a a n s ı z ı n s o r d u : —
«Çelebi Efendi, sen de bizimle Ankara'ya
sun değil
geliyor
mi?»
Gelmek ister misin? diye sormuyordu. 'Geliyorsun de ğil
mi'?
diyordu. Ne
diyeyim.
Atatürk'ün
emirlerine
hiç
karşı durulur mu? —
«Evet Paşam,» d i y e karşılık
verdim.
F a k a t Ç a n k a y a ' y a g i t m e m e y i b i r kez a k l ı m a tum. İstemediğim yere
niye zorla gideyim?
koymuş
Belki
unutur
d i y e u m u t l a n d ı m . Bu n e d e n l e d e u m u m î k â t i p H a s a n Rıza Soyak'a, ablamın
ve
eniştemin
İstanbul'da
onları bırakamıyacağımı, orada hastalanacak
oturduklarını, olursam ba
na bakacak k i m s e m olmadığını s ö y l e y e r e k , beni
Ankara'ya
götürmemelerini rica e t t i m . Atatürk, Ankara'ya, Bursa'ya uğrayarak gittiği için be-
26
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
ni unuttular. Gerçi sofracı arkadaşlardan bazıları
Ankara'
ya g i t m i ş l e r d i a m a , b a n a k i m s e o h e n g â m e d e « h a y d i » d e mediği için yerimden
kımıldamamıştım.
Beni unutacak s a n m ı ş t ı m ama
yanılmışım.
Atatürk
hiç bir şeyi kolay kolay u n u t m a z d ı . Korkunç bir zekâ v e hafıza gücüne —
sahipti. Orada sofracı
arkadaşlara:
«Çelebi nerede?» diye s o r m u ş . Onlar da
t i m olduğunu ileri sürerek kendi kendime için
istanbul'da
ablamın
Dolmabahçe
yanında
kaldığımı
Sarayının kadrosundan
mazere
bakamıyacağım söylemişler.
maaşımı
aldığım
için y e r i m d e n kımıldamak n i y e t i n d e d e ğ i l d i m . Yazın türk gelince yine O'na hizmet eder diye düşünüyor, kendime «Üç, dört aylık yorgunluktan
bir
şey
Ata kendi
çıkmaz,»
diyordum. 1928 y ı l ı n ı n ş e k e r b a y r a m ı n d a g e z m e k gitmiştim.
Ankara'yı
ilk kez
için Ankara'ya
g ö r ü y o r d u m . «Hazır
gelmiş
k e n Ç a n k a y a ' y a da u ğ r a y a y ı m , a r k a d a ş l a r ı g ö r e y i m , b a k a lım ne yapıyorlar?» d e d i m . Köşke girerken, Atatürk yanın da y a v e r i v e u m u m î k â t i b i o l d u ğ u h a l d e b a y r a m
tebrikle
rini kabul e t m e k üzere M e c l i s ' e gidiyordu. Bereket beni g ö r m e d i . Daha doğrusu hem i ç i n , h e m de beni g ö r ü n c e
sıkıldığım
alıkoyar korkusuyle
görünme
d e n g e ç t i m . B i r k a ç g ü n s o n r a da İ s t a n b u l ' a d ö n d ü m . O y s a b e n i m y e r i m d e b i r b a ş k a s ı o l s a y d ı , hazır h a t ı r l a y ı p , a r k a d a ş l a r ı m a ne y a p t ı ğ ı m ı s o r m u ş k e n , h e m e n k o ş u p
ellerini
öper, gözüne girmeğe çalışırdı. A r a d a n iki ay g e ç m i ş t i . A t a t ü r k , İstanbul'a g e j d i . Y i ne
eskisi
yanlarında
gibi
Dolmabahçe'de
olduğu
halde masaya
sofrayı oturur
kurduk. oturmaz
Konuklar işaretle
beni yanına çağırdı. H e m e n k o ş t u m . Önünde e ğ i l d i m . Eği lince de kulağımı tutup başladı çekmeğe. Büyük bir kaba hat işlemiş çocuk gibiydim o an. Atatürk, yarı öfke. yarı şaka şöyle dedi: —
«Geçen yıl her gece burada ' g e l i r i m , g e l i r i m ' d i y e
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
27
SÖZ v e r i r s i n . S o n r a , o r a d a b a n a b a k a c a k k i m s e y o k , d i y e cayar, bizi mi
atlatırsın. Orası
ki, gelmekten
insanlıktan
Sana bakılmaz
bir
yer
mı
Köşkte.
N a s ı l söz v e r i y o r s u n b ö y l e . H a y d i b a k a l ı m , ş i m d i
kendini
nasıl
kaçıyorsun.
nasipsiz
affettireceksin?» Kendimi temize çıkarmak
için hemen
—
«Paşam, ben Ankara'ya geldim,»
—
"Öyleyse niye gelip beni
—
«Gelecektim
—
«Bak A n k a r a ' y ı da g ö r m ü ş s ü n .
ama
atıldım:
dedim.
görmedin?»
çekindim.» Saray
mı,
yoksa
Köşk mü daha iyi?» —
«Siz i ç i n d e o l d u k ç a i k i s i d e i y i . K ö ş k
ama kullanışlı. Sarayın havası daha
A t a t ü r k , Köşkü s e v d i ğ i m i böylece anladığı —
«Öyleyse
bu yıl Ankara'ya
biraz
ufak,
başka.» beraber
için: gideceğiz,»
dedi. 1928 y ı l ı y a z ı n ı n s o n u n d a A n k a r a ' y a , A t a t ü r k ' l e
bera
ber g i t t i m . Böylece A n k a r a hayatım başladı. A r t ı k A t a t ü r k nerdeyse, ben de ordaydım. O'nun larım.
hizmetinde geçti
yıl
ÇELEBİ S A R A Y D A
OTURUR
BİR y a z s o n u A t a t ü r k , A n k a r a ' y a d ö n m ü ş , b e n bir süre
için Dolmabahçe'de
geçici
kalmıştım. Bedavadan
aylık
alıyor, bütün gün yiyip içip yan gelip yatıyor, yalnız sara ya gelenleri gezdiriyordum. Bütün işim bu kadardı. Saray başkâtibi
Mustafa
B e y , iş s ö y l e y i n c e
kaytarı
y o r , o da A t a t ü r k ' e s ö y l e r i m k o r k u s u y l e f a z l a ü s t ü m e v a r m ı y o r d u . Bir g ü n canına tak d e m i ş olacak k i : —
«Çelebi, sana bir
Kemal'in adamıyım
iş b u y u r u y o r u z .
Sen
saraya bakıyorum, vaktim yok, diyorsun. Aylık geliyor.
Mustafa
diye kaytarıyorsun. Şunu yap
desek,
Ankara'dan
D ü n y a n ı n kıçına m a y m u n c u ğ u u y d u r m u ş s u n ,
ge
ç i n i p gidiyorsun...» d i y o r d u . D u r u m u m u A n k a r a ' y a d u y u r m u ş l a r . Bir p u n d u n a g e t i rip A t a t ü r k ' e ş i k â y e t e t m i ş l e r . Bir gece d a v e t l i l e r e
şöyle
demiş: —
«Bizim sofracı Çelebi büyük adam olmuş.
Han adını almış. Bizim gibi
Ankara'da
oturmaz.
Çelebi Padişah
s ü l â l e s i n d e n , s a r a y d a o t u r u r . İ ş i n i b i l i r o...» Bu k o n u ş m a y a t a n ı k o l a n s o f r a c ı R e m z i , b u n l a r ı b a n a ballandıra ballandıra anlattıktan sonra:
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
—
29
«Sanırım s e n i şiicâyet e d e n l e r , u t a n ç l a r ı n d a n o an
y e r i n dibine batmışlardır. O gece sofrada olaydın, da k u laklarınla duyaydm, gözlerinle göreydin...»
dedi.
NE YER, NE İÇERDİ?
ATATÜRK sabahları erken
kalkmazdı.
geç, çoğunlukla şafak s ö k e r k e n yattığı
Geceleri
çok
için. gündüz
saat
o n b i r , o n i k i y e d o ğ r u k a l k a r , z i l e b a s a r d ı . H e m e n b i r firncan kahveyle o günkü gazeteleri götürürdüm. Kahveyi ta şekerli içerdi. Gayet ince ketenden yapılmış bir
or
enta
r i y l e u y u d u ğ u i ç i n , u y a n ı n c a da b i r s ü r e o k ı y a f e t l e
kalır,,
divana
arka
bağdaş kurarak
kahvesini
içerdi. Çok yakın
daşlarından ve umumî kâtipten başkası içeriye giremezdi.. Bazen d e ş e z l o n g a u z a n ı r ,
uzun
uzun
günlük
o k u r d u . Bu o k u m a b i r b u ç u k s a a t k a d a r Sonra
banyosunu
yapardı.
Temizlik
t i t i z d i . Y a z v e kış a y ı r m a z , m u h a k k a k par, her gün çamaşır gösterir,
traşlı
katiyen
sürerdi. konusunda
her gün banyo
değiştirirdi. Giyimine gezmezdi. Kışın
rır, s o ğ u k h a v a y ı c i ğ e r l e r i n e
gazeteleri)
karşı
pencereleri
çofe ya
titizlik açtı;-
doldururdu.
Banyodan çıktıktan sonra soğuk ayranla bir d i l i m f r a n cala yer, bazen ayranın yerine bir kâse y o ğ u r t alırdı. B i n d e bir davetli bir konuk olacak k i , ayıp o l m a s ı n diye
yemek
y e s i n . Bazen s ü t l ü k a h v e y l e ç a y i s t e d i ğ i d e o l u r d u . İkinde k a h v a l t ı s ı y a p m a z , o n u n y e r i n e b i r b a r d a k e k m e k s i z ayran? içerdi.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Akşam yemeklerini
ise k e s i n l i k l e
31
arkadaşlarıyle
y
anek a l ı ş k a n l ı ğ ı n d a y d ı . Ç a n k a y a v e D o l m a b a h ç e S a r a y m d a ki akşam yemeklerinde davetli
topluluğu
meselelerinin
her
sayısı ondan aşağı d ü ş m e y e n z a m a n hazır
görüşüldüğü
bulunurdu.
bu toplantılarda
bir
Memleket
herkesin
.şüncesini ö ğ r e n m e k i s t e r d i . Fakat y i n e de kendi
dü-
bildiğin
d e n şaşmazdı. M e c l i s ' e bir istek mi getirilecek, bunu yaScınlarıyla t a r t ı ş m a k t a n z e v k d u y a r d ı . A t a t ü r k ' ü n sofrada günlük olayların dışında harf dev r i m i , d i n d e v r i m i g i b i y e n i v e h e y e c a n l ı k o n u l a r da o r t a y a a t t ı ğ ı o l u r d u . Bazen h e r k e s i ş a ş ı r t a n b u k o n u l a r d a n a l a c a ğ ı o l u m l u cevaplar da, olumsuz giderdi. Herkesi
konuşturur,
c e v a p l a r da ç o k
düşüncelerini
hoşuna
öğrenir,
son
s ö z ü h e r z a m a n k e n d i s i s ö y l e r d i . Bu i ş t e y a n ı l d ı ğ ı n ı
hic
hatırlamıyorum. Sofra konuşmalarında konuyu kalarının
konu ortaya atmasına
hep kendisi açar, baş
meydan vermez,
sorduğu
s o r u l a r ı n karşılıklarını büyük bir dikkatle d i n l e r d i . Başka5arının y a p t ı ğ ı p r e n s i p l e r e d e ğ i l , a n c a k
kendi
prensipleri
n e uyardı. Bir gün y u r d u m u z u gezen bir yabancı r)\n
yaptığı
görüşmede
-«Programım
benim
«Programınız
hareketimden
nedir?»
çıkar,»
gazetecisorusuna
karşılığını
ver
mişti. Doğruluğuna inandığı düşünceyi sonuna dek
savunur
d u . H a r e k e t l i v e h e y e c a n l ı y a ş a n t ı s ı n ı n t e k z e v k i n i n , ak şam
sofraları
maların yerini
olduğunu saatler
söyleyebilirim.
ilerledikçe
anılar
Akademik alır,
tartış
geçmişten
söz edilir, t a r i h s e l olaylar sıralanır, bazen de hoş hikâyeüer a n l a t ı l ı r d ı . Sofrası, çoğu akşamlar
bir edebî sohbet m e c l i s i ha
f i n i a l ı r d ı . En ç o k t a r i h , p o l i t i k a , s a n a t k o n u l a r ı
görüşülür,
anılara değinilirdi. Günlük olaylar üzerinde de durulur tartışılırdı. Sanat ve musiki
ve
görüşmeleri de yapılırdı. Ko-
snuşmacılar s ı r a d a n i n s a n l a r d e ğ i l d i , b i l g i l i k i ş i l e r d i . Z a t e n
32
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
bilgisizlerin O'nun sofrasında yeri olmazdı. Konuştular m ı , o işin aslını bilerek konuşurlardı. Hepsi değerli
kimseler
di. Bakanlar o l s u n , m i l l e t v e k i l l e r i
olsun, gerçek
sıfatları
kişilerdi. Tanınmış edebiyatçılar, kalem
sahiple
na l â y ı k
ri, çoğu yabancı dil bilen b i l i m adamları toplanırdı da.
Sofraya
katılacak
olanları
Atatürk
seçerdi.
sofra
Önceden
kimin geleceği pek belli olmazdı. Sonradan çağırtılıp, sof raya alınanlar da o l u r d u . Özel K a l e m , önceden seçilen kişilere haber gönderip, Atatürk'ün çağrısını bildirirdi. Özel Kalem müdürü
telefon
edip; —
«Gazi H a z r e t l e r i sizi bu a k ş a m b e k l i y o r l a r , » d e r d i .
Sofrası sanki, arkadaşları ve dostları ile t a r t ı ş m a
ve
eğlence yerini b i r l e ş t i r e n bir köprü görevi g ö r ü y o r d u . Bu g e c e l e r i n hiç birine d o y u m olmadığını v e her birinin i ç i n de bir tarih yaprağının yaşadığını zamanlg anladım. Sofrasında her ç e ş i t insana yer v e r i y o r d u . Hepsi ayrı düzeydeki
bu
insanlarla
tartışırken, sanki yurdun
sesini
duyardı. Güvendiklerinin ve sevdiklerinin eleştirilerine sa bırla katlanmasını b i l i r d i . Şakayı çok
severdi. Şakalaşanları
gülümsemeyle
iz
l e r d i . K e n d i s i de ara sıra şakalar yapardı. Eski arkadaşla rından Nuri C o n k e r , Salih Bozok, sık sık şaka yaparlar
ve
sofrayı
bir
şenlendirirlerdi. Sinirli
zamanlarında
bunların
nüktesi ya da h i k â y e s i , A t a t ü r k ' ü n bir anda ö f k e s i n i dağıt mağa yeterdi. A m a Atatürk, her zaman neşeliydi. Sinirlen diği zamanlar çok azdı. O zaman da arka arkaya sigara v e k a h v e i ç e r d i . En g ü ç a n l a r d a b i l e s o ğ u k k a n l ı l ı ğ ı n ı , n e ş e s i ni y i t i r m e m e s i n i
bilir ya da ö y l e g ö r ü n ü r d ü . Çok
konuk
s e v e r d i . Sofradakilerin ayrı ayrı gönüllerini alıp, hatırlarını sormadan yapamazdı. A ç ı k konuşanları sever ve yanında her şeyin konuşul m a s ı n ı i s t e r d i . Bu y ü z d e n s ı k s ı k i l e r i g e r i k o n u ş a n l a r a da rastlanırdı.
Atatürk'ün
sofrasından
kimler
geçmemiştir
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
33
ki... Mahalle arkadaşları, silâh arkadaşları, devrim
arka
daşları, politikacılar,
bilim
edipler,
şairler,
müzisyenler,
a d a m l a r ı , ö ğ r e t m e n l e r , iş a d a m l a r ı , yabancı d e v l e t başkan ları, krallar... İşten v e y u r t gezilerinden artan bütün ö m r ü g e ç m i ş t i r denilebilir. Fakat burası hiç bir zaman ve cümbüş bayağılığına i n m e m i ş , bir sohbet ve
sofrada bir
içki
tartışma
m e c l i s i olarak k a l m ı ş t ı r . E ğ l e n c e n i n yanı sıra en zor d e v let işlerinin karara bağlandığı «Politikanın, aktüalitenin
bir meclis olmuştur.
ziyafet
sofrası»
adım
Buna
takanlar,
yanılmamışlardır. Resmî g ö r ü ş m e l e r i n d e son derece titiz v e t ö r e n c i olan Atatürk'ün
özel
hayatındaki
s a m i m i y e t i , dünyada
d e v l e t a d a m ı n a n a s i p o l m u ş t u r , d e n i l e b i l i r . Bu içinde çevresindekilere
düşüncelerini
pek
az
samimiyet
aşılardı ama,
körü-
körüne diktaya giden bir adam değildi hiç bir zaman. Her şeyi ç e v r e s i n e d a n ı ş m a s ı , bunun en
güzel
örneği
değil
miydi? Danışmaya bazen o kadar büyük değer v e r i r d i k i . ak lından geçen meseleler hakkında çok zaman hiç
olmadık
insanların g ö r ü ş ü n ü bile aldığı o l u r d u . Sonunda yine di g ö r ü ş ü n ü u y g u l a y a c a ğ ı n ı b i l d i ğ i
halde — b u n u
ken
sofrada-
kiler de hep b i l i r l e r d i — hiç k i m s e n i n hor g ö r ü l m e s i n e kat l a n a m a z d ı . Bu y ü z d e n h i ç o l m a d ı k k i m s e l e r d e n b i r
şeyler
öğrendiğini de saklamaz, açık açık anlatırdı. Bir g ü n s o f r a d a S a l i h B o z o k , A t a t ü r k ' ü n ç o k n e ş e l i b i r zamanını yakalayarak şöyle dedi —
:
«Paşam, şu danıştıklarının
içinde bazen
öyleleri
var k i , ş a ş ı y o r u m . Bunların g ö r ü ş l e r i n e nasıl olsa katılma yacaksın. Kararı önceden de v e r d i ğ i n m a l u m . O halde on ları ne d i y e b i r e r b i r e r çağırıp
karşında
A t a t ü r k , buna şöyle karşılık verdi —
«Bazen h i ç
öğrenmişimdir. Hiç
terletirsin?»
:
umulmadık
adamdan
bir kanaati
hakir görmemek
ben
çok
şeyler
gerektir. F: 3
34
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
S o n u n d a l<endi f i k i r l e r i m i u y g u l a y a c a k b i l e o l s a m ,
herke
s i a y r ı a y r ı ( d i n l e m e k t e n z e v k a l ı r ı m . Bu z e v k t e n b e n i k i m se mahrum
edemez.»
A t a t ü r k , sofrada ortaya attığı her
konu üzerinde
gö
rüşme açılınca, karşısındakilerin liyakat derecesini de ölç müş o l u r d u . Konukların sıkı ş e k i l d e
sınavdan
geçirildiği
bu toplantılardan birinde : —
«Ben y a l n ı z l i y a k a t â ş ı ğ ı y ı m » d e m i ş t i .
Atatürk bu alışkanlığını
ömrünün sonuna dek değiş
t i r m e d i . Sofrada d u y d u ğ u m kadarıyle Atatürk, bu alışkan lığını
gençlik
yıllarında
a l m ı ş t ı . Daha
Selanik'teyken
Er-
kân-ı Harbiye Dairesinde işini bitirir bitirmez m e v s i m eğer yazsa Beyaz Kule b a h ç e s i n d e , y o k eğer kışsa Y o n y o b i r a hanesinde arkadaşlarıyle bir masa
başında toplanır,
ara
sıra havai bir k o n u , çoğu kez de ciddî bir bahis açar, h e m içilir, h e m de uzun uzun k o n u ş u l u r m u ş . Nasıl A s k e r î
Mah
filde topluluğa
olur
düşünceleri
ve eleştirileriyle hâkim
s a , Y o n y o ' d a , ya da Beyaz K u l e ' d e de ö y l e o l u r , s o n hep kendi
sözü
söylermiş.
Her gece içtiği halde A t a t ü r k ' ü n bir kere bile içki y ü zünden
kendinden geçtiğini, taşkınlıklar
yaptığını
görme
d i m , duymadım. Aksini iddia edenler varsa, bunların tıkları düpedüz dedikodudan münden sonra
yap
başka bir şey değildir.
Ölü
çekememezlik ve kıskançlıklarından
Ata
türk'ün sofrasını sarhoşluk, ayyaşlık ve zevke
düşkünlük
le k ö t ü l e m e k i s t e y e n l e r o l d u a m a , b u ç a b a l a r n e k a d a r b o şunadır. O'nun Gizlenecek
yaşantısı
bütün açıklığıyla
meydandaydı.
bir yönü yoktu k i . . . Halkın sofrasıydı.
KEMAL M I , KAMAL
MI?
D O Ğ U M U N D A N ö l ü m ü n e dek ç e ş i t l i adlar kullanan A t a türk'ün son kartvizitinde v e s i l e ile alıp sakladığım odamdaki de
büfenin
(Kamal Atatürk)
çekmecesinde
durur. A t a t ü r k
adı y a z ı l ı d ı r . Bir
bu tarihî kartvizit, hâlâ
hakkında
özel bir
çıkan
Atatürk» yazıldığı halde, O'nun
birçok
muhafaza kitapta
son adı, «Kamal
olarak tarihe geçmiştir. Hattâ Ankara'daki Siyasal Fakültesi'nin dış « K a m a l » adı
duvarındaki
misafir
bir vecizesinin
için
«Kemal Atatürk» Bilgiler
altında
da
okunmaktadır.
Türk t o p l u m u n d a ö t e d e n beri ün y a p m ı ş ö n e m l i
kişi
lere, yaptıkları işlere göre sonradan adlar, sanlar takılmış, bunların
tutanları,
ölümsüz
kişilerinden
tutmayanları biri
olmuştur.
İşte t a r i h i n
olan ve çağ kapayıp, çağ
açan
Atatürk'ün de yaşamında çeşitli adları olmuştur. Çankaya'daki kitaplıkta boş zamanlarımda
karıştırdığım
kitaplarda,
Atatürk'ün şu adlarına rastlamıştım : A t a t ü r k ' ü n öz a d ı , 1 8 8 1 ' d e k o n u l a n M u s t a f a ' y d ı . A r a p ça o l a n v e ( s e ç k i n ) m i z d e pek çok
anlamına gelen Mustafa adını, t a r i h i
ünlü kişi
taşımıştır. M ü s l ü m a n l a r ı n , Türk-
36
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
lerin çok kullandığı adlarından
(Mustafa)
Peygamberin
de
tanınmış
biridir.
1893 y ı l ı n d a S e l a n i k
Askeri
Rüştiyesinde
matematik
d e r s l e r i n d e başarı g ö s t e r e n M u s t a f a ' y a , kendi adı da M u s t a f a o l a n r i y a z i y e h o c a s ı « İ k i m i z i n adı da M u s t a f a . Bu b ö y le o l m a y a c a k . A r a m ı z d a b i r f a r k b u l u n m a l ı . B u n d a n senin
adın M u s t a f a
Kemal olsun,»
sonra M u s t a f a K e m a l adını alan kütüğüne böyle
demiş. O
sonra
zamandan
A t a t ü r k ' ü n adı d a , o k u l
işlenmiş. «Olgun»
anlamına gelen
«Ke
mal» sözcüğü Arapça olup, (Namık Kemal vb.)Türk büyük leri tarafından
taşınmıştır.
A t a t ü r k , uzun yıllar taşıdığı M u s t a f a Kemal adını, yaz mada ve imza etmede güçlük M . Kemal olarak
doğurduğu için
mal adına rastlanır. Yakınları v e çevresi 1 n i s a n 1916'da Ç a n a k k a l e ' d e rütbesi tuğgeneralliğe
Ke
Atatürk'ü
y ı l l a r h e p M u s t a f a K e m a l Paşa d i y e a n m ı ş v e
ise ölümüne dek
kısaltarak,
kullanmıştır. Birçok metinlerde M.
gösterdiği
uzun
çağırmıştır.
başarıdan
sonra
y ü k s e l e n A t a t ü r k ' ü n «Paşa»
sıfatı
sürmüştür.
« M u s t a f a K e m a l Paşa» a d ı . K u r t u l u ş S a v a ş ı n d a n s o n ra Bursa'nın
Kirmasti
kullanılması zorluğu
ilçesine nedeniyle
K e m a ! Paşa o l a r a k a n ı l m a ğ a
verilmiştir.
Uzun
i l ç e n i n adı s o n r a d a n
A t a t ü r k , K u r t u l u ş Savaşından sonra adını
ce «Kemal» olarak «Atatürk»
uzun bula kullanmıştır.
sonra aldığı yeni harflerle
nüfus hüviyet cüzdanında
M.
başlanmıştır.
rak M u s t a f a ' y ı k u l l a n m a m ı ş , sadece K e m a l ' i Soyadı Kanunundan
adların
adı
yazılmış
(Mustafa'sı atılarak)
sade
yazılıdır.
soyadını
başkalarının almamasına
ilişkin
k a n u n d a d a öz adı « K e m a l » d i y e y a z ı l ı d ı r . Dumlupmar
Zaferinden
K e m a l Paşa» o l a r a k
«Gazi
Mustafa
anılmıştır. Sakarya Meydan
sonra Atatürk
Savaşını
k a z a n m a s ı n d a n s o n r a d a T . B . M . M . 19 e y l ü l 1 9 2 1 ' d e b i r k a nunla O'na m ü ş i r l i k ve gazilik unvanı
vermiştir.
Arapça
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
37
b i r s ö z c ü k o l a n «Gazi» unvanı savaş kazanan b ü y ü k k o m u tanlara verilmektedir. Tarihimizde Osman Gazi, Orhan Ga z i , G a z i O s m a n Paşa g i b i b i r ç o k d a T ü r k b ü y ü k l e r i Atatürk kendisine
vardır.
v e r i l e n «Gazi» sanını çok beğen
m i ş , birçok imzasının üstüne, ya da
başına «Gazi»
diye
y a z m ı ş t ı r . Z a m a n l a « G a z i M . K e m a l Paşa» adı k ı s a l t ı l a r a k , « G a z i Paşa» v e e n s o n u n d a « G a z i » o l a r a k a n ı l m a ğ a
baş
lanmıştır. Halkın ç o k t u t t u ğ u «Gazi» s ö z c ü ğ ü , ş i i r l e r d e , k i t a p l a r d a , k o n u ş m a l a r d a tfek b a ş ı n a g e ç e r l i Mustafa Kemal, Cumhuriyet'i
kurduktan
olmuştur. sonra
yaptı
ğı d e v r i m l e r e « S o y a d ı » nı d a e k l e m e k t e g e c i k m e d i . Y u r t taşlarının birer soyadı alması gereği üzerinde durmuş, bir çok tanıdıklarına soyadlarını kendi vermiştir. Örneğin met İnönü'nün, bugünkü
C u m h u r b a ş k a n ı Fahri
İs
Korutürk'-
ü n , F a l i h Rıfkı A t a y ' ı n , F a h r e t t i n A l t a y ' m v e d a h a p e k ç o k yakınının soyadını Atatürk vermiştir. Hattâ Selânikli iki berberinin de soyadlarını Atatürk (Mete)
ve Rıdvan
2 temmuz yurttaşların
vermiştir:
olan
Mehmet
(Gürarı)...
1934 t a r i h i n d e
soyadı alması
2525
sayılı kanunla
bütün
zorunlu kılındı. İşte o zaman
M u s t a f a K e m a l , h a n g i s o y a d ı n ı a l a c a ğ ı n ı d ü ş ü n ü y o r d u . Bu konuda sofrada tartışma
yapılıyor, herkes bir ad
ortaya
atıyordu. Henüz kesin bir karara varmış değildi. Türk Dili Tetkik C e m i y e t i Başkanı Saffet A r ı k a n , Dil B a y r a m ı n e d e n i y l e 2 6 e y l ü l 1934 t a r i h i n d e « U l u Ö n d e r i m i z A t a t ü r k M u s t a f a K e m a l » d i y e başlayan b i r k o n u ş m a hazır lamıştı. Mustafa
Kemal,
buradaki
«Atatürk» sözünü
güzel bir buluş d i y e n i t e l e d i . Sonunda da b u n u
y a b a ş l a d ı . A t a t ü r k soyadını a l m a s ı n d a Prof. Â f e t rolü
çok
kullanma İnan'm
büyüktür. —
«Paşam, bu çok
güzel...» dedi. Alınmasını
Fakat «Atatürk» soyadı öyle bir günde, iki günde dı. Üzerinde çok
istedi. alınma
konuşuldu.
T . B . M . M . 24 k a s ı m
1934 t a r i h i n d e 2587 s a y ı l ı
kanun-
38
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
la, ulus adına, M u s t a f a K e m a l ' e « A t a t ü r k » soyadını v e r d i . Hattâ o zaman Radyo, Soyadı Kanununun
kabulünü bildi
rirken «Atatürk» ü «Anatürk» olarak v e r m i ş . A r a p rindeki
«Ata»
ile «Ana» arasındaki benzerlikten
Sonradan durum
harfle-
dolayı...
a n l a ş ı l m ı ş v e Radyo da i l k h a b e r i n i d ü
zeltmiş... « A t a t ü r k » s o y a d ı n ı n t e k k a l m a s ı g e r e k l i y d i . 17 a r a l ı k 1934'te 2622 sayılı kanunla
da A t a t ü r k
soyadını
başkala
rının alması ö n l e n d i . Soyadı Kanunu ile ağa, bey, paşa g i bi u n v a n l a r da k a l d ı r ı l m ı ş , b a y , b a y a n
sözleri geçerli
m u ş t u . A r t ı k O'na Gazi M u s t a f a Kemal A t a t ü r k du. Fakat bunun s ö y l e n m e s i
ol
deniliyor
ve yazılması oldukça zordu..
G i d e r e k «Gazi M . K e m a l 4tatürk», o n d a n sonra bu da k ı s a l t ı l a r a k « M . K e m a l A t a t ü r k » d i y e a n ı l m a ğ a b a ş l a n d ı . En sonunda
başındaki
Mim
de atılarak sadece
türk» denildi. Nüfus hüviyet «Kemal Atatürk» imza atmak
olarak
«Kemal
Ata
cüzdanında da r e s m î
adını
yazdı. Fakat b u n u yazmak
güç.
zordu. O zamanlar Atatürk'ün, imzalarını
Atatürk diye attığını hatırlarım. Zamanla de kayboldu. Bütün dünya ve Türklük
baştaki
evreni
K.
K harfi
onu sadece-
Atatürk olarak anmağa başladı. Giderek halk ve yazarlar, içli ve duygusal konular o l duğu zaman A t a t ü r k ' ü de kısaltarak «Ata» diye ğe başladılar. Ozanlar
«Atam» deyimini
seslenme
çok sık
kullan
maktadırlar. İstanbul'da Bakırköy'ün bir semti olan
Emlâk
Kredi Bankasının altmış bin kişilik modern bir sitesine d e b i r y a r ı ş m a y l a A t a k ö y adı
v e r i l m i ş t i r . Fakat A t a t ü r k , ne
d e n s e bu «Ata» sözcüğünü «Ata» denilmesine
Hele
kendisine
iyice tutulmuş. Gazetelerde
kendisine^
Ata denildiğini okudukça
beğenmemiş.
s i n i r l e n m i ş . Bir g ü n Ş ü k r ü
Ka-
ya'ya dönüp : —
« B e n i m a d ı m A t a d e ğ i l , A t a t ü r k ' t ü r . Bazı g a z e t e l e r
neden böyle yazarlar?»
dedi.
Aradan yıllar geçtiği
halde ulusal bayramlarda,
Ata-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM -türk'ün ö l ü m
yıldönümünde hâlâ
«Büyük Atam»
39
gazeteler
diye sözetmekte, okul
kendisinden
kitaplarında
Aîam'la başlayan şiirler, manzumeler yer
hâlâ
almaktadır.
Türk d i l i n i n s a d e l e ş m e s i n e , ö z l e ş m e s i n e , yabancı söz lerden arınmasına
önem
verildiği
günlerdeydi.
in A r a p ç a o l d u ğ u v e T ü r k ç e d e « K a m a l » d i y e
«Kemal»
b i r söz b u
lunduğu ileri s ü r ü l m ü ş . A t a t ü r k de bu g ö r ü ş ü uygun bula rak Kemal y e r i n e
Kamal
diye yazmağa
başlamış.
Bizim
bundan haberimiz yok. Yine O'nu Mustafa Kemal diye b i liyoruz. Müstahdem
arasında polislikten
emekli
olmuş
K e m a l adlı b i r d e s o f r a c ı v a r d ı . A s k e r l i ğ i n i K ö ş k t e
hizmet
ederek y a p ı y o r d u . Bir a k ş a m sofrasında üç kadeh
içkiden
sonra A t a t ü r k bize dönerek şaka şeklinde : —
«Dünyada ne kadar K e m a l varsa hepsi
eşektir...»
•dedi. Sofracı Kemal şaşaladı. Ne diyeceğini parlandı. Dili tutulmuş
bilemedi. To
gibiydi. Dudakları titriyordu.
lerini Atatürk'ün yüzünden
ayıramıyordu. Hepimiz
Göz bunun
altından ne çıkacak d i y e m e r a k l a b e k l e r k e n , A t a t ü r k , söz' ierini şöyle bitirdi : —
«Haaa a n l a d ı m . S e n b a n a b a k ı y o r s u n . S e n d e
Ke
m a l s i n d e m e k i s t i y o r s u n . Ben a r t ı k K a m a l o l d u m . K e m a l ' ler başının ç a r e s i n e b a k s ı n . . . »
dedi.
Atatürk'ün son kartvizitinde «Kamal Atatürk»
yazılıy
dı v e bu k a r t v i z i t , ö l ü m ü n e d e k d e ğ i ş m e d i . F a k a t b e n K a m a l adını h i ç
bu
t u t m a d ı m . B i r t ü r l ü ı s ı n a m a d ı m . Bu adı
niye almış? Mustafa Kemal bütün harekât ve devrimlerde o zamanın insanları üzerinde etki yapmıştı. Cengâver insan
idi. Kamal
adını
nereden
çıkardılar
bir
bilemiyorum...
YANINDA
ÇALIŞANLAR
EMRİNDE çalışarak Atatürk'e hizmet edenleri şu şe kilde sınıflandırmak Başyaver üçüncü
yaver Celâl
Şükrü, Cevdet Umumî
yerinde olacaktır
Rüsuhi
Savaşçı,
:
ikinci
yaver
Sami
Üner. Yine ikinci yaverlerden
Bey, Nâşit,
Bey'ler.
kâtip
Tevfik
Bıyıklıoğlu,
Hasan
Rıza
Soyak.
Özel K a l e m m ü d ü r ü Sabit Bey, Özel K a l e m m ü d ü r y a r d ı m cıları ve memurları. Kütüphane m e m u r u Başsofracı
İbrahim
Nuri.
Ergüven, Cemal
Granda
(ben),
Hüseyin, A l i Necami, A l i Bebek, A h m e t , Nuri. Odacılar: Ekrem, Suat, iki Tahsin'ler,
Hüseyin,
Mus
tafa. Ş o f ö r A b d u l l a h , Sait ( ö l d ü ) . Remzi B i r o l . A b d u l l a h ö l dükten sonra
Remzi Efendi başşoför
f a z l a ş o f ö r l ü ğ ü n ü y a p t ı . A y r ı c a Rauf
oldu ve on yıldan Kızılkaya v e
adlı iki şoför daha vardı. A t a t ü r k ' ü n e m r i n d e sekiz görev yapıyordu. D o k t o r K e m a l , Celâl Tahsin, N e c m i , Baki Reis. Berberler: M e h m e t v e Rıdvan.
Niyazi şoför
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Polisler:
Komser Kemal
41
Bey, Yalova Güneyköylü
Ha-
l i t Bey, B a l ı k ç ı H i k m e t , F a i k İ m d a t v e R a g ı p . Öbür hizmetkârlar:
Bekir
Çavuş, Arap Nesip
Efendi
(KapıcıbaşO, sofracı Recep'in oğlu Küçük Recep. Kadın h i z m e t ç i l e r :
Famdöşambr
zayıf nahif Ankaralı bir kadındı),
iJlfet
Hanım
Ülkü'nün annesi
(ince, Selâ
nikli Vasfiye Hanım. Yugoslav göçmeni sarışın Fatma Ha nım
(Ütü, çamaşır
işleri
yapardı).
NEREDE Y A T A R D I K ?
ATATÜRK'ün Çankaya'da ve
hizmeti ve korunmasıyla
Dolmabahçe
ayrılmış özel y e r l e r d e
Sarayında
Çankaya'da, yaverlik kattaki
birinci
dairesinin
odada
Rıza y a t a r d ı . İ k i n c i o d a d a Berber M e h m e t
(öldü)
metini
için
sol tarafında,
müs
kalırdık.
Mubayaa
Memuru
Odacıbaşı Arap
Yüzbaşı
Nesip
(öldü),.
v e Berber Rıdvan hep beraber
lırlardı. Ü ç ü n c ü oda bize Ergüven, ben, Ali
bizler,
yatardık.
t a h d e m e ayrılmış iki katlı bir köşkte Üst
görevli
«müstahdem»
ayrılmıştı:
Başsofracı
ka
İbrahim
Bebek ve A l i Necati. Bunlar sofra
hiz
görürlerdi.
A l t katta ise
bahçıvanlar kalırdı. Bunlar:
Kâmil, Hü
seyin, Recep, Tahsin ve kapıcı Hüseyin'di. Görevleri çeyi düzenlemek,
çiçekleri yetiştirmek, tarhları
bah
hazırla
maktı. Yaverlik
dairesinde
yatanlar ise şunlardı:
Tahsin, Başyaver Celâl Beyin berberi Kuş İstanbul'da kaldığımız
Sofracı
İsmail.
zaman ben Dolmabahçe
Sara
yında Hususî Dairede, tavanı ayna olan ç i ç e k l i odada tardım. Önceleri burada
yatmaktan tarifsiz gurur
ya
duyar.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
«
k e n d i m i Padişah s a y a r d ı m . Fakat sonraları k o r k m a ğ a baş ladım. Yürürken — h e l e g e c e l e r i — tahtalar gıcırdıyor, müt hiş sesler çıkarıyordu. Sonra kendi i s t e ğ i m l e aşağıda yat mağa başladım. Yattığımız odada oldukça kalabalıktık. Birin ci
kattaki bir
oda adeta
koğuş
halindeydi. Ben,
İbrahim
Ergüven, Faik Ç e l e n , A l i Bebek, A l i N e c a m i y i n e bir ara daydık. Berberler Rıdvan, M e h m e t ile Saip v e Bekir Çavuş, Sarayda Hususî Dairede başka bir odada kalırlardı. Nesip Efendi ise kapının yanındaki bir k i ş i l i k tardı...
odada yalnız ya
^BİRBİRİMİZDEN A Y R I L M A Y A L I M ^
bizlerle sık sık
ilgilenir,
uşak o l d u ğ u m u z a b a k m a d a n s o f r a d a , k o n u k l a r ı n
ATATÜRK, yanında çalışan
arasında
yaptığı şakaların, takılmaların
dışında yalnız gördüğü
manlar da bir e k s i ğ i m i z , i s t e ğ i m i z o l u p olmadığını
za
İsrar
la s o r a r d ı . —
«Sağolun Paşam, hiç bir eksiğimiz yok» karşılığı
nı alınca da d ü ş ü n c e l i bir halde uzaklaşırdı. A t a t ü r k ' ü n e l i n i p e k az ö p m ü ş ü m d ü r . İ z i n l i o l a r a k g i t tiğim İstanbul'dan dişlerimi tedavi ettirip Ankara'ya düğümde
Atatürk'ün yanma
çıkıp geldiğimi
dön
bildirmek
is
t e d i m . Köşkün kütüphanesinde çalışıyordu. İçeri girip
eli
ni ö p m e k
öp
için e ğ i l d i ğ i m zaman, ayağa kalkarak e l i n i
t ü r m ü ş t ü . K a r ş ı s ı n d a k i uşak b i l e
olsa, insanları eşit gö
rür, saygı gösterirdi. 1928 gün
yılında
İstanbul'dan
Ankara'ya
gidişimde
bir
Atatürk: —
«Çelebi
Efendi, yerinden
memnun
musun?»
diye
sordu. Köşkte şoförler ve müstahdem
için ayrılmış
v a r d ı . Ü ç , d ö r t k i ş i b i r a r a d a y a t a r d ı k . Biz d e
yerler
başsofracı
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI iDİM
45
İbrahim, iki A l i ' l e r v e ben d ö r d ü m ü z , aynı y e r d e d u k . Pek r a h a t da s a y ı l m a z d ı k . B ö y l e o l d u ğ u —
«Çok m e m n u n u m
Atatürk, bu sözlerimi
Paşam» diye karşılık duymamış
gibi
kahyor-
halde: verdim.
konuşmasına
şöyle devam etti: —
«Burada belki rahat d e ğ i l s i n i z . Ben de rahat d e ğ i
lim. A m a her şey zamanla
düzelir.»
Ben, y e n i d e n : «Ben r a h a t ı m
Paşam,»
dedim.
Bunun
üzerine Atatürk: —
«Kaç p a r a a l ı y o r s u n ? » d i y e s o r d u .
—
«Elli
—
«Yarın yüz lira alırsın. A m a
lira.»
reisicumhurluktan
zaman gelecek, ben
çekileceğim. O zaman belki
bu
parayı
alamıyacaksın. Belki beş lira alacaksın. O zaman da b i r b i rimizi
bırakmayalım.»
Bu s ö z l e r A t a t ü r k ' ü n , h i z m e t ç i l e r i n e b i l e n e k a d a r b a ğ lı o l d u ğ u n u v e o n l a r d a n a y r ı k a l m a k i s t e m e d i ğ i n i a ç ı k s e çik
gösteriyordu. A t a t ü r k beni çok s e v e r d i . Sonsuz güveni vardı. Gezi
lere çoğunlukla beni de
g ö t ü r ü r d ü . Bir t r e n gezisinde
z a m a n k i u m u m î k â t i p H a s a n Rıza S o y a k i l e a r a m ı z d a
o bir
t a r t ı ş m a g e ç m i ş t i . H a s a n Rıza: —
«Biz M e r s i n ' d e t r e n d e n i n i p v a p u r a b i n e c e ğ i z . S e n
trenle istediğin yere git. Artık
burada yerin yok
d e m i ş t i . Bu b e n i m r e s m e n k o v u l m a m
senin,»
demekti.
Çok üzüldüm bu sözlere ama, gidip Atatürk'e de aça madım. Sadece d u r u m u m u
bir ara C e v a t
Abbas'a
anlat
tım. Tren M e r s i n ' e gelince yolcu salonunda A t a t ü r k ' e ziyaretçi topluluğu, sepetle limon armağan Benim Çevat . Abbas'a söylediklerimi,
bir
etti. anlaşılan
biri
duyup A t a t ü r k ' e y e t i ş t i r m i ş olmalı k i , birden bana s e s l e n d i ğ i n i d u y d u m . A t a t ü r k , beni kovan Hasan Rıza'nın gözle rinin içine bakarak şöyle diyordu:
46
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
—
«Çelebi
orada bulur
Efendi, bu
limonları vapura götür.
Seni
alırım.»
Korka korka
Hasan
Rızaya
baktım:
«Şey,
efendim,
ama...» diyecek oldum. Derhal sert bir hareketle
sözümü
kesti: —
« H a y d i ne d i y o r s a m o n u y a p , a n l a d ı n m ı ? »
Limon
s e p e t i n i alıp
çaresiz vapura
ce kovulmaktan kurtulmuş
oldum.
götürdüm.
dedi. Böyle
BİZİM VİLLAMIZ
CUMHURBAŞKANLIĞI
Umumî
ş e n Eşref Ü n a y d m , A t a t ü r k ' ü n
YOK
Kâtibi, Milletvekili
Ru
s o f r a s m d a n hiç eksik o l
m a z d ı . Bir g ü n ö l ü m k o n u s u a ç ı l m ı ş . A t a t ü r k , R u ş e n E ş r e f Ünaydın'a: —
«Yahu, A l l a h m u h a f a z a , bir gün bana bir şey o l u r
sa b u ç o c u k l a r ı n hali ne olur?» d i y e bizi i ş a r e t e d e r e k sor m u ş . Ruşen Eşref de şöyle d e m i ş : —
« P a ş a m , biz v a r ı z y a ? »
Bugün Napoleon'un uşaklarının ris'te
t o r u n l a r ı n ı n b i l e Pa
Seine Nehri kıyısında villaları, köşkleri var.
içinde yüzüyorlar.
Bütün
meziyetleri
Varlık
de, Napoleon'a
hiz
m et eden uşakların torunlarının torunu oluşları. Atatürk, sanki bizim geleceğimizi r u y u s o r m u ş . Bize d e ğ i l v i l l a , O ' n d a n mediler. Yalova kaplıcalarındaki 800
lirayla emekliye
okumuş
gibi o so
sonra su bile
mubayaa
ver
memurluğundan
ayrıldım. Gördüğüm servet
bundan
ibaret. O da yıllarca v e r d i ğ i m e m e ğ i n , ç a l ı ş m a m ı n
karşı
lığı. Atatürk'ün
ölümünden sonra
vasiyetnamesi
açıklan
dığı zaman bir ikinci v a s i y e t n a m e n i n daha b u l u n d u ğ u , b u n -
48
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
da A t a t ü r l < ' ü n ç o k
sevdiği hizmetçi,
özel hayatında beraber
berber, odacı
olduğu kişilere
ilişkin
gibi
maddeler
bulunduğu, fakat sonradan bu vasiyetnamenin yok edildiği yolunda söylentiler
çıkmıştı.
Arkadaşlar araştırmışlar, fakat bu söylentileri layan bir ize
rastlayamamışlardı. Oysa Atatürk,
çeşitli zamanlarda
yaptığı konuşmalarda
garanti altına alınacağı yolunda kafasında o kayıp
(?)
geleceğimizin
sözler e t m i ş t i .
v a s i y e t n a m e hâlâ bir
doğru bizlerle
Hepimizin
soru
olarak
kalmıştır. G e ç e n yıl İ s m e t Bozdağ, T e r c ü m a n gazetesindeki
bir
yazısında ikinci v a s i y e t n a m e konusuna değinerek, bu va siyetnamenin
Kılıç A l i ' d e olduğunu s ö y l e m i ş t i . Kılıç
nin «Ben ö l m e d e n açmayın» dediği
vasiyetname
g e r ç e k t e n v a r s a — ne oldu? Kılıç A l i ' n i n ö l ü m ü n d e n ra e ş i n e b u n u s o r d u ğ u m u z d a ş u k a r ş ı l ı ğ ı v e r m i ş t i :
Ali'
—eğer son «Oğlu
A l t e m u r Kılıç, evdeki bütün evrakları toplayıp g i t t i . V a s i y e t n a m e varsa açıklasın.»
MASAJ
ATATÜRK un 76'ydı.
Bakışları
vücudu kendisini
muntazamdı. Boyu çok
daha
YAPTIRIYOR
1.76,
heybetli
kilosu
gösterirdi.
Ç o k zaman sabaha karşı yattığı ve uykusunu t a m
olarak
a l a m a d ı ğ ı halde, zindeliğinden hiç bir şey y i t i r m e z d i . Ha y a t ı n ı n s o n z a m a n l a r ı n d a h a s t a l ı ğ ı n e d e n i y l e o t u z k i l o za y ı f l a m ı ş ve kırk altı kiloya kadar Temizliği severdi,. Her gün
düşmüştü. banyo alır ve
sabahları
m a s a j yaptırırdı. Masajı berber M e h m e t ve Rıdvan, Vasfiy e ve Ülfet Hanımlar yaparlardı. İstanbul'a geldiği zaman lar, sabah banyosundan sonra çok tanınmış bir masör olan A r a p Şahver Hanım masajını yapardı. H e r s a b a h s a k a l t r a ş ı o l u r d u . Bazı g e c e l e r b a l o y a g i t mesi g e r e k t i ğ i z a m a n a k ş a m l a r ı da i k i n c i kez t r a ş o l d u ğ u olurdu. Çok temiz adamdı. Her gün çamaşır ve elbise t i r i r d i . Bizi s a k a l l ı g ö r ü r s e
k ı z a r d ı . Bu y ü z d e n
değiş
giyimimize
d i k k a t eder, her gün c e n t i l m e n l e r gibi traş olurduk. C u m h u r i y e t ' t e n sonra bıyıklarını d a bıyık b ı r a k m a m ı ş t ı . Bıyığı
k e s m i ş v e b i r dalın
s e v m e d i ğ i n i bazı k o n u ş m a T: 4
50
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
lan arasında d u y m u ş t u m . Fakat bıyık
bırakan
yakınlarına
bir şey d e m e z d i . En ç o k l â c i v e r t ç i z g i l i
e l b i s e s i n i s e v e r d i . Bu e l b i s e
eskidiği halde atmıyor, ördürüp yine giyiyordu. Gömlekle rinin hepsi beyaz r e n k t e y d i . Yaka numarası 41-42'ydi. Ö l ç ü s ü b i l i n d i ğ i i ç i n İ s v i ç r e ' d e yapılır v e hazır g e l i r d i . Elbi selerini, İstanbul'a gelince,
Beyoğlu'ndaki Terzi
Arman'a
d i k t i r i r d i . A r m a n ' ı n atölyesi Galatasaray'daydı. Prova s e v m e z v e y a p t ı r m a z d ı . Bir kez ö l ç ü a l ı n d ı m ı , t ü m
elbiseler
o ölçüye göre dikilir ve yollanırdı. Şimdi ölmüş olan man, Atatürk'e yıllarca elbise
Ar
dikmiştir.
Atatürk, çizgili, renkli çorapları severdi. O devrin
en
şık çoraplarıydı bunlar. Bakanlar, İsviçre'den armağan g e tirirlerdi. Siyah, ucu sivri 44 n u m a r a
rugan
ayakkabı giydiğini
ayakkabılarından
birini ayağıma
ayakkabıları s a n ı y o r u m . Bir geçirmiştim
kullanırdı. gün
de, çok
eski bü
yük g e l m i ş t i . Bir gün artmış g ö m l e k ve ayakkabılarını ba na v e r m i ş l e r d i . —
Başyaver:
« A l Ç e l e b i , b u n l a r da s a n a d ü ş t ü » d e m i ş t i . F a k a t ,
bana b ü y ü k g e l d i ğ i i ç i n a l m a m ı ş t ı m . M e ğ e r s a k l a m a k z ı m m ı ş . O zamanki akıl i ş t e . Ş i m d i ne olurdu benim
için.
büyük bir
la
hazine
MASRAFINI CEBİNDEN
ÖDERDİ
1930 y ı l ı n d a y d ı . B ü y ü k M i l l e t M e c l i s i y a z t a t i l i n e
gir
mişti. H e r yaz o l d u ğ u g i b i Bursa'da
b u y a z d a t a t i l i İ s t a n b u l , y a da
geçirecektik.
Programda önce Bursa yer
almrştı. Derince'den
tuğrul yatıyla Mudanya'ya gidilecek, oradan
Bursa'ya g e ç i l e c e k t i . Ben de ayrı olarak Bilecik ünden otomobille
Bursa'ya gidip, bu tarihi
Er
otimobillerle Karaköy'-
yeşil
şehrin
y a z l ı ğ ı o l a n Ç e k i r g e ' d e B u r s a l ı l a r ı n A t a t ü r k ' e a r m a ğ a n et tiği köşkün hazırlanması için çalışacaktım. Böyle gezilerde Çankaya Köşkünden çıkılmadan
önce
son akşamlar sofraya hep paşalar çağırılır, çeşitli yurt so runları
görüşülürdü.
Bursa'ya
hareketimizden
önce de son gece y i n e
ş a l a r ç a ğ r ı l ı y d ı . B a ş t a M a r e ş a l Fevzi Ç a k m a k o l d u ğ u
pa hal
de yüksek rütbeli subaylar t o p l a n m ı ş l a r d ı . Gece saat yir mi dörde doğru
sofra dağıldı. Konuklar
birer
ikişer
gitti
ler. Ertesi gün de yola çıkıldı. Önce otomobiller
kılavuz trene
k o n m u ş , daha
sonra
polis ve muhafız kıtası b i n d i r i l m i ş t i . Tren Derince'ye
va-
52
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
rınca, otomobiller Ertuğrul yatıyla Mudanya'ya gelen A t a türk'ü karşılayıp Bursa'ya götürmek için harekete
geçiril
di. O sırada ben Bursa'da Vali ve Belediye
Başkanıyla
köşkün yatak ve sofra takımlarını hazırlıyor, hasırları
te
mizletiyordum. Burada sırası g e l m i ş k e n şunu da s ö y l e y e y i m k i , A t a türk hiç bir yerde belediyelerin konuğu olmamış, her y e r de masrafını c e b i n d e n
ö d e m i ş t i r . Y a l n ı z 1927 y ı l ı n d a
İs
tanbul'a ilk gelişinde İstanbul
Belediyesinin konuğu ola
rak
yıllar
kaldığını
hatırlarım. Öbür
masrafı hep kendi ö d e m i ş t i r . Hiç
İstanbul'a
gelişinde
bir otelcinin, gazinocu
nun etkisinde kalmamıştır. Onlar her ne kadar para a l m a k istemezlerse de —
Atatürk:
«Bir daha g e l m e m
sonra» diyerek parasını
öder
ve başyavere sorardı: —
«Gazinocu parasını aldı
«Verildi»
mı?»
k a r ş ı l ı ğ ı n ı a l m a d a n da g a z i n o d a n
çıkmazdr»
OTOMOBİLLERİ
BURSA'da bir hafta kaldıktan sonra otomobillerle Ya lova'ya gittik. Otomobiller deyince sanmayın yüzlerce oto m o b i l i vardı. Sadece sekiz t a n e . Biri açık yazlık, biri
ka
p a l ı i k i L i n c o l n , ü ç B u i c k , b i r Benz M e r c e d e s . İkinci
Cumhurbaşkanı
zamanında
bu sayı
on
sekize
çıkmıştı. Oysa İsmet İnönü, Rusya'ya yaptığı geziden dön düğü zaman, Sovyet y ö n e t i m i n i n etkisinde kalarak bakan ların altından arabalarını aldırmak i s t e m i ş t i . Tevfik
Rüştü
A r a s ' l a Şükrü Kaya, Köşk'e gelerek A t a t ü r k ' e d u r u m u an lattılar. A t a t ü r k : —
«Benim otomobilleri de kaldırıyor mu?»
—
«Hayır
aldı. Bunun —
deyince.
Paşam, sizinkilere dokunmuyor.»
Cevabını
üzerine:
«Yahu. böyle
şey
olur
mu?
Bir
bakanın
altından
o t o m o b i l a l ı n ı r m ı ? Bu n e b i ç i m iş,» d i y e s ö y l e n d i . Ş ü k r ü Kaya: —
«Biz d e k a b u l
O
sıralar
binmedi.
Kendi
İsmet özel
lığa g i d i p g e l d i y d i .
etmeyiz.» İnönü, bir
dedi. yıl
otomobiliyle
kadar Meclise
resmî ve
arabaya
Başbakan
54
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Atatürk, ulusun
malı olan otomobillerin
m a s ı n a ç o k s i n i r l e n i r d i . Bir g ü n K ö ş k ' t e
hor
kullanıl
m a n e v î kızı N e -
bile'nin makam arabasına binerek arkadaşına gittiğini rünce çok öfkelenmiş, yaveriyle sonra —
Nebile
Hanım'ı
paylayarak
arabayı geri şöyle
demişti:
«Her aklına e s e n buradan araba alıp g i d e m e z .
arabalar babanızın malı d e ğ i l , m i l l e t e
gö
çevirttikten
aittir.»
Bu
ELBİSELERİMİ
YALOVA'DA
uzun s ü r e
kaldık. Akşamları
YAKIN
Atatürk'ün
sofrası yine konuklarla dolup taşıyor, birçok yurt sorunla rı b u s o f r a d a g ö r ü ş ü l ü y o r d u .
Bir a k ş a m y e r l i m a l ı
nılması üstüne bir konuşma
oldu.
Herkes
söylüyor, yurtta yerli endüstrinin gelişmesi kampanya açılması, herkesin yerli lı g i y i n m e s i
isteniyordu. Yerli
da b u g ü n l e r e Atatürk,
«Bundan
kullanmam
için büyük bir
malı y e m e s i , yerli
Malı
Haftası'nm
ma
açıklanışı
rastlar. herkesin
öne sürdüğü
manki dikkatiyle dinledikten —
kulla
düşüncesini
her
za
sonra:
sonra önder
gerek.
düşünceleri,
olarak benim de yerli
Gardroptaki
elbiselerimi
getirin.
malı Köş
kün önünde yakın,» buyruğunu v e r d i . H e r k e s t e bir sessiz lik. O şen, g ü r ü l t ü l ü sofra sanki bir anda mezar s e s s i z l i ğine
bürünmüştü.
Herkes
birbirinin
yüzüne
bakıyordu.
Sessizliği ilk ö n c e , konuklar arasında bulunan Ulus gaze t e s i b a ş y a z a r ı F a l i h Rıfkı A t a y b o z m a ğ a c e s a r e t e d e b i l d i : —
«Paşacığım,
b i z l e r e v e r i n . Biz
elbiseleri de
hâtıra
Atatürk hafifçe gülümsedi:
yakmayın, olarak
birer
saklayalım,»
tanesini deyince
56
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
—
«Peki.» d e d i .
O r a d a hazır b u l u n a n h e r k e s e b i r e r k a t e l b i s e Bunların artık o elbiseleri hâtıra olarak mı
verildi.
sakladıklarını,
yoksa giyerek mi eskittiklerini bilemem. Bir g ü n s o n r a B e y o ğ l u ' n u n t a n ı n m ı ş t e r z i l e r i n d e n man, Yalova'ya
getirildi.
Atatürk,
Köşktekilerin
Ar
gözleri
önünde yerli kumaştan elbiselerini kestirdi ve diktirdi. O olaydan sonra A t a t ü r k , elbiselerini hep yerli k u m a ş t a n s e çip
Arman'a
gelmedi.
diktirmiştir.
Bir
d a h a da
İsviçre'den
kumaş
ŞAPKA
Devriminden sonra fes bir
KAFA
ÖLÇÜSÜ
kenara
atılmış,
herkes şapka g i y m e ğ e başlamıştı. Şapkayla beraber, bunu g i y e c e k o l a n l a r ı n k a f a ö l ç ü l e r i d e o r t a y a ç ı k m ı ş t ı . 1930 y ı lında Ankara'dayız. O zamanın M i l l î E ğ i t i m Bakanı olan Dr. Reşit Galip elindeki bir makineyle herkesin kafatasını ö l çüyor. Dolikosefal
m i , b r a k i s e f a l m i ? Yani biz
hizmetkâr
ların konuşmalarına göre hayvan m ı , yoksa insan mı? Ha tırımda
kaldığına göre
77-79 g e l e n
8 1 ' d e n i l e r i o l a n l a r da F o r d m a n
kafalar
Dolikosefal,
Brakisefal.
A t a t ü r k ' ü n b a ş ı ö l ç ü l d ü v e 81 g e l d i . O d a d a k i l e r ya
girmişler,
Reşit —
başlarının
ölçülmesini
bekliyorlar.
Galip'e: «Çelebi'ninkini ölç,»
dedi.
Ö b ü r l e r i n d e n ö n c e b a ş ı m ö l ç ü l d ü . 81 ç ı k t ı .
Sevinme
ğe b a ş l a m ı ş t ı m . Öyle ya, A t a t ü r k ' l e aynı kafa ölçüsü ş ı y o r d u m . Fakat s e v i n c i m —
sıra
Atatürk,
uzun s ü r m e d i .
ta
Atatürk:
«Olmaz! O hayvan kafalıdır. Bir yanlışlık
olmasın,»
dedi. Nerdeyse
ağlayacaktım. Alındığımı
anlayınca
gülme
ğe başladı. Tekrar dalıma basarak, —
«Baksana Ç e l e b i ' n i n kafasına. O m e l o n kafanın be
n i m k i y l e ilgisi var mı?» dedi.
G Ö Z Ü M GÖRÜYOR, A Y A Ğ I M DA
YERİNDE
ATATÜRK, uzun s ü r e A n k a r a ' d a k a l m ı ş v e yazın İstan bul'a
gelmesi
g e c i k m i ş t i . Bu g e c i k m e b i r ç o k
dedikodula
ra y o l a ç m ı ş , h a t t a h a l k a r a s ı n d a h a s t a o l d u ğ u , f e l ç
gel
diği, gözlerinin g ö r m e d i ğ i , ayağının tutmadığı gibi söylen tiler ortaya çıkmıştı. Sonunda tos
1929
İ s t a n b u l ' a g e l d i k . 10 a ğ u s
gecesiydi. Söğütlü yatıyla
yapmayı buyurdu. Hareket
Boğaz'da
bir
gezinti
ettik.
Benim i ç i m d e bir merak
b e l i r m i ş t i . Ne kadar içki
tiğini anlamak istiyordum. Söğütlü yatında kurulan nın başından hiç a y r ı l m a d ı m . Ö n c e bira i ç m e k
iç
sofra
istemişti:
—
«Bira var mı?» diye s e s l e n d i .
—
«Var Paşam,» d e d i m ve h e m e n bira g e t i r d i m . Bir,
bir daha, bir daha d e r k e n ü ç ü n c ü şişe O sırada
Büyükdere'ye
gelmiş
bitti.
bulunuyorduk.
Doğru
ca Erzurum genel m ü f e t t i ş i m i l l e t v e k i l i Tahsin Uzer'in y a lısına g i t t i . Çok güzel bir yalıydı burası. A t a t ü r k bu yalıyı çok sever, sık sık g e l m e k i s t e r d i . Tahsin Üzer, çok sevdiği arkadaşlarından evine gittiğimiz Yattaki
biriydi.
Atatürk'ün
Ankara'da
da
onun
olurdu.
sofranın
ikinci
yarısı
hemen
yalıda
Sofrada on kadar konuk bulunuyordu. Şükrü
kuruldu.
Kaya, Tevfik
Rüştü A r a s , Salih Bozok. Hasan Cavit, Ruşen Eşref
Ünay-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
d m , F a l i h Rıfkı A t a y f a l a n v a r d ı .
59
İçki faslı gece
d e k s ü r d ü . Biz y a l ı d a s o f r a b a ş ı s e f a s ı n d a i k e n
yarısına
Atatürk'ün
Büyükdere'ye geldiğini duyan ve yatı iskelede gören
halk,
yalının önünde toplanmış: —
«Gazi'yi isteriz, Gazi'yi
isteriz...»
diye
bağırışma-
ğa b a ş l a m ı ş t ı . Evdekiler telâşlandılar. A t a t ü r k rahatsız olmasın
diye
kalabalığı dağıtmanın çarelerini aramağa başladılar.
Hattâ
polis çağırılmasını öne sürenler de oldu. Atatürk,
gürültüyü duyunca, ev sahibi Tahsin
Uzer'e
sordu: —
«Nedir bu? Ne istiyorlar?»
—
«Paşam, sizi balkonda g ö r m e k , alkışlamak
istiyor
lar.» Atatürk'ün o günlerde çok hasta olduğu, yataktan çıka mayacak durumda bulunduğu söylentileri, anlaşılan içine
işlemişti. Dışardaki gürültü Bunun
üzerine Atatürk
giderek
halkın
artıyordu.
yavaşça yerinden
kalktı.
Bal
kona doğru y ü r ü d ü . Evin caddeye bakan y ö n ü , m a h ş e r i ka labalıktı. Kapıda g ö r ü n ü n c e çılgınca bir alkış başladı. Tra fik durmuştu. Arabalar geçemiyor, iskeledeki vapurlar kalkamıyordu. Gece yarısından sonra sokaklara dökülen görmek
ve
çılgınca
alkışlanmak
dırmıştı. Kalabalığa hitaben dedi —
Atatürk'ü
çok
halkı
duygulaıı-
ki:
«Sevgili vatandaşlarım. Benim için zahmet
ediyor
sunuz. M a h c u p o l u y o r u m . Beni g ö r m e k , behemahal y ü z ü m ü görmek değildir. Benim fikirlerimi, duygularımı nız v e h i s s e d i y o r s a n ı z
bu kâfidir. B e n i m
bozmayın, gidip yatın. Hepinizi Fakat halk e v i n ö n ü n d e n —
yarın
için
işiniz
anlıyorsa huzurunuzu
bekliyor.»
ayrılmıyor,
« Y a ş a , v a r o l , biz s e n i n i ç i n y a ş ı y o r u z , » d i y e
bağı
rıyordu. Bunun üzerine A t a t ü r k : —
« A r k a d a ş l a r , i ç i n i z d e bazı İ s t a n b u l l u l a r bana
nüzul
60
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
İ n m i ş , eli ayağı t u t m u y o r , sözler çıkarmışlar.
ölmesi
mümkündür,
(Bu sırada haik
düşmanlarımız,' diye
coşmuş
bağırışıyordu).
diye
bazı
'Kahrolsun
Görüyorsunuz
karşınızdayım, sıhhatim yerinde. Elim de tutuyor,
ya.
(ayağı
nı b a l k o n d e m i r i n e v u r a r a k ) a y a ğ ı m d a y e r i n d e , g ö z ü m d e görüyor. Hiç kimse —
merak
etmesin.
«Siz b u a k ş a m k a r ş ı m d a m i l l e t i n t i m s a l i , g ö l g e s i s i -
niz. Size s e s l e n i r k e n , bütün
millete
sesimi
işittireceğimi
b i l i y o r u m . İşittiniz, sizin için sağlığını, ö m r ü n ü vazifeye ada yan adam sahnededir. Sizin için çalışacak, sizin için yaşa yacaktır. Benim k u v v e t i m , size olan m u h a b b e t i m ve
sizin
bana olan m u h a b b e t i n i z d i r . Bu m i l l e t , bu m e m l e k e t d ü n y a n ı n e n m a k b u l b i r v a r l ı ğ ı o l a c a k t ı r . Bu m i l l e t i , ö b ü r letlerin üstünde
görmeden
ölmeyeceğim.»
diyerek
mil
halkın
dağılmasını rica etti. Bunun üzerine o bağrışan, çağrışan kalabalık hemen dağıldı, evlerine gitti. Atatürk de balkon dan içeri girdi. A t a t ü r k o gece çok neşeliydi. Hayâtında en çok
içki
yi de y i n e o g e c e i ç m i ş t i . Boğaz d ö n ü ş ü M a r m a r a ' d a y a t l a ikinci bir gezinti daha yapıldı. A t a t ü r k : —
«Bu g e z i n t i m i z
sabaha kadar
sürecek.»
S a a t 1'de S e y r ü s a f a i n İ d a r e s i g e n e l m ü d ü r ü Bey, İstanbul
Radyosu Müdürlüğüne
dedi. Sadullah
şöyle bir telsiz
d e r d i : «Gazi H a z r e t l e r i Radyo h e y e t i n e t e ş e k k ü r
gön
ediyorlar
v e seçecekleri bir iki şarkı v e gazel okutulacak olursa, çok m e m n u n olacaklarını
söylüyorlar.»
O gece Radyoda M u s i k i Heyeti tarafından A t a t ü r k o n u runa en güzel şarkılar ve seçme parçalar
okunmuştu.
O gece sabaha dek içildi. Hepsini hesaplamıştım: şişe bira ve yarım şişe Dimitrokopulo
Üç
(üç kadeh de faz
lası v a r d ı ) . İşte bütün
milletin
miktarı bu kadardı.
ve benim
de merak
ettiğim
A t a t ü r k içki olarak bira ve
başka şampanyayı da s e v e r d i . Ö b ü r i ç k i l e r i ender
içki
rakıdan içerdi.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
61
Yalnız bir gece Kâzım Özalp'in evinde t a m y i r m i sekiz ka deh
kokteyl
içtiğini
h a t ı r l a r ı m . B u n u n adı N a p o l e o n
Kok
t e y l i i d i . Bir m i k t a r c i n , b i r m i k t a r v e r m u t , b i r m i k t a r Seribrandi içkiyi
likörü ile yapılıyordu. Bunların dışında
değiştirmemiştir.
Her gece içen Atatürk,
gündüzleri
alkol
yalnız çok sıcak g ü n l e r d e bir iki bardaktan fazla üjzere
da
alıştığı
bira
i ç e r d i . Bu y ü z d e n
kimse
Atatürk'e
kullanmaz, olmamak gündüzleri
içki i ç m e k i ç i n İ s r a r e t m e z , e n k o y u a l ı ş k a n l a r b i l e
akşa
m ı n olmasını iple ç e k e r d i . Sabaha kadar içki faslı pek e n d e r d i . Büyükdere gezisi o ender gecelerden birine
rastla
m ı ş ve halkın gösterisi karşısında coşan A t a t ü r k , içki fasiını farkında olmayarak
sabaha dek
sürdürmüştü.
ÇEVRESİNDEKİ
ASALAKLAR
ATATÜRK'ÜN sofracısı olduğum için çok temiz giyini y o r d u m . Elbisem her lı,
iskarpinlerim
kıskanır ve
giyimimi
birçok bakan ve
zaman ütüiü, beyaz g ö m l e ğ i m
rugandı. Davetlilerden benzetmeğe
milletvekili
bile
birçoğu
yeltenirlerdi. papyonlarını
kola
şıklığımı O
zaman
bana
bağ-
l a t ı r l a r d ı . U m u m î k â t i p H a s a n Rıza S o y a k , Rize m i l l e t v e k i l i Hasan Cavit, özel k a l e m m e m u r u Lütfi Bey, g i y i m d e v r i m i ne k e n d i l e r i n i
uydurmağa
çalışanlar
arasındaydı.
C u m h u r i y e t yeni k u r u l m u ş t u . Çok k i m s e g i y i m devri m i n i k a v r a y a m a m ı ş y a da h e n ü z b e n i m s e y e m e m i ş t i . A r a l a rında tahsilsiz, cahil
o l a n l a r da v a r d ı . F a k a t k ı s a
zaman
da y a ş a d ı k l a r ı o r t a m a u y m a s ı n ı b i l i y o r , e n c e n t i l m e n lomattan daha c e n t i l m e n
dip
kesiliyorlardı.
Bunların bazıları o k u m a yazma bile b i l m e d i k l e r i
halde
evlerine çok büyük kitaplıklar yaptırmışlardı. Örneğin Ata t ü r k , b i r a t l a s y a da k i t a p a r a d ı ğ ı z a m a n , k i t a p l ı k t a n b i z g i der, bunları çıkarırdık. A t a t ü r k ' e onlar kendileri bulmuş g i bi g ö t ü r ü p v e r i r l e r d i . İ ç l e r i n d e ç o k z e k i l e r i d e v a r d ı . A t a türk herhangi bir emir verse, onlar bunu istedikleri
şekle
s o k a r , k e n d i l e r i n e o i ş t e n pay çıkarırlardı. Oysa bu
işleri
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM zavallı m e m u r l a r l a uşaklar görür, hazıra onlar
63 konar,
her
yerde parsayı onlar toplardı. Her zaman gezilere onlar g i der, hepsi birer silâhşor kesilirlerdi. Fakat b ü t ü n bunlar A t a t ü r k ' ü n hiç gözünden onları inceden i n c e y e alaya alır, bazen karşılık
kaçmaz,
veremeye
cekleri bir soru y a ğ m u r u n a tutar, karşısında nasıl ecel ter l e r i d ö k t ü k l e r i n i h a z l a s e y r e d e r d i . D a l k a v u k l a r a , lâf e b e l i ğ i yapanlara çok kızardı. Çok g e ç m e d e n bir punduna rek, yaptıklarının acısını onlardan çıkarmasını
getire
bilirdi.
H ı r p a l a y a c a ğ ı , y a da a l a y a a l a c a ğ ı k i m s e l e r i s ı k s ı k s ı nava çekişine tanıklık
etmişimdir.
Atatürk'ün şaşırtıcı soruları ve mantık oyunları sında
bunların
dökülüşleri
görülecek
şeydi. Zaten
karşı O'nun
S o r u l a r ı n a t a m c e v a p v e r e c e k a d a m az b u l u n u r d u . B u n l a r b i l i m s e l açıdan cevaplandırılacak sorulardan d e ğ i l d i . Hepsi birer zekâ oyununa dayanıyordu. K i m s e altından kalkamazdı.
İÇKİSİNE
ATATÜRK'ÜN umumî
içki
kâtip Yusuf
içmesine
Hikmet
karşı
KARIŞANLAR
olanların
başında
Bayur g e l i y o r d u . Bayur
—heır
halde A t a t ü r k ' ü hepimizden çok sevdiğinden o l a c a k — O ' h u içkisinden caydırmak için türlü bahaneler bulur, fakat
hiç
birini başaramazdı. A t a t ü r k çok i ç m e z d i . İçtiği zaman da i ç m e s i n i
bilirdi»
A c e l e etmezdi, konuşarak, sohbet ederek, yavaş yavaş iç meği severdi. Ö l ç ü y ü kaçırmazdı. Sarhoş olduğunu bir bile g ö r m e d i m . Taşkın bir hareketine
kez
rastlamadım.
B ö y l e o l d u ğ u h a l d e H i k m e t B a y u r ' l a a r a l a r ı n d a s ı k sık: tartışmalara tanık o l u r d u m . H e m e n her sabah bu t a r t ı ş m a l a r d a n B a y u r ' u n
yenilgiye
tekrarlanar^
uğradığını
üzülerek
görürdüm. H i k m e t Bayur, erken saatlerde A t a t ü r k ' e gelir, o kü
ajans
bültenlerini
getirir
ve
kendisinden
emir
gün alırdı.
A t a t ü r k ' ü n y o r g u n halini g ö r e n Bayur dayanamaz: —
«Paşam, yine
renginiz
yerinde
değil, çok
yorgure
ve b i t k i n s i n i z . Şu içkiyi bu kadar i ç m e s e n i z d a h a iyi o l u r , « derdi.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
65
Bu k a r ı ş m a y a A t a t ü r k ' ü n c a n ı s ı k ı l ı r a m a , h i ç b e l l i e t memeğe —
çalışarak:
" A H i k m e t Bey, ben rakıyı ş i m d i d e ğ i l , daha
biye talebesiyken i ç e r d i m . Bugüne kadar görmedim,» diye karşılık v e r i r d i . Bayur
da
hiç
Har
zararını
bunun da
altında
kalmazdı: —
« M u h t e r e m Paşam, bugün belki zararını g ö r m e d i ğ i
n i z i s a n ı r s ı n ı z , f a k a t y a r ı n g ö r e c e k s i n i z . Siz b u m e m l e k e t e lâzımsınız. Kşndinize acımıyorsanız bari bu m i l l e t e acıyın. Bu m i l l e t s i z i n v a r l ı ğ ı n ı z l a v a r d ı r . N e o l u r ş u i ç k i y i az i ç i n . » A t a t ü r k b u s ö z l e r i h e p g ü l ü m s e y e r e k k a r ş ı l a r d ı . O da Hikmet
Bayur'un
içinde bir
kötülük
olmadığım,
h e r k e s t e n çok s e v d i ğ i n i b i l i y o r d u . Fakat o n u n bu benzemeğe
başlayan
uyarıları
Atatürk'ü
karmadıkça Hikmet
nasihata
sinirlendirmeğe
başlamıştı. Gerçi nasihatlar samimiyettendi böyle uyarılara muhtaç bir
kendisini
ama,
Atatürk
insan değildi. A t a t ü r k ses ç ı
Bayur da
yüreklenerek
nasihatlerin
dozunu artırıyordu. Fakat bir gün canına tak d e m i ş
olacak
ki. H i k m e t Bayur yine içkiyi kötüleyen konferansına başla dığı sırada birdenbire sözü başka bir yana ç e v i r e r e k : —
«Bugünkü işler arasında neler var bakalım?»
diye
sordu. A t a t ü r k o an y i n e s i n i r l e n d i ğ i n i
belli etmemişti
ama,
k a r a r ı n ı v e r m i ş t i . Bu i ç k i a l e y h t a r ı k o n f e r a n s l a r a a r t ı k
bir
son v e r e c e k t i . Üç gün sonra m e s e l e anlaşıldı. A k ş a m sof rada A t a t ü r k ,
Hikmet
Bayur'la
beraber
hepimizi
şaşırtan
şu haberi v e r i y o r d u : —
« H i k m e t B e y , s e n i Kabil'e s e f i r y a p a l ı m . G i t , o r a
ları gör; hatta g e r e k i r s e Hindistan'a kadar git. Oralar hak kında bilgi e d i n . O k u , ö ğ r e n v e i l i m g e t i r . Bize bu yolda faydalı ol,» d e d i . Bu s u r e t l e H i k m e t B a y u r ' u n Kabil b ü y ü k e l ç i l i ğ i n e a t a n ma emri v e r i l m i ş önce veda
oluyordu.
Hikmet
Bayur
hareketinden
için Köşke geldi. Atatürk, onu salonda
ayağa F: 5
66
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
kaikaral< zuna
karşıladı. Giderken
koyarak
uğurladı. Bayur
de
kapıya kadar
birkaç
elini
gün sonra
omu-
ayrılarak
Kabil'e g i t t i . Bana ö y l e g e l i y o r k i , b u a t a n m a , B a y u r ' u n y u r d a h i z m e t kaygusu, yalansız olarak Atatürk'e içki i ç m e m e s i öğü dü ve içmesine engel olma hareketinden ileri geliyordu. O Hikmet
Bayur
ki, sevgisini, saygısını hiç
eksik
etmediği
Büyük A d a m a «İçme Paşam» sözünü ilk s ö y l e y e b i l m e k ce saretini göstermiş, fakat bunu çok sevdiği Atatürk'ün ya nından uzaklaştırılmak cezasıyla ö d e m i ş t i . N i t e k i m Bayur haklı ç ı k m ı ş , A t a t ü r k de sonunda içkinin a n l a m ı ş , f a k a t iş i ş t e n g e ç m i ş t i .
Hikmet
fenalığını
A R M S T R O N G A Z BİLE Y A Z M I Ş
A R M S T R O N G adlı bir yazar, A t a t ü r k hakkında yazdığı bir kitapta, O'nun içki â l e m l e r i n e de değinerek olumsuz v e yakışıksız y ü k l e m e l e r d e bulunuyordu. H ü k ü m e t o zaman bu nedenle
kitabın
yurda
sokulmasını
yasaklayan
bir
karar
bile a l m ı ş t ı . Bir sabah Çankaya K ö ş k ü ' n ü n salonunda A t a türk kahvesini içerken. Hikmet
Bayur,
elinde
bir
kitapla
g e l d i . Bayur, o d ö n e m d e C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı u m u m î
kâtibiy
di. A t a t ü r k ' e H i k m e t Bayur'un geldiğini haber verdik. A t a türk'ün karşısına ilişen H i k m e t Bayur'un halinde bir tuhaf lık s e z i n l e m i ş t i k . A t a t ü r k ' e lemekle söylememek
çok önemli
bir meseleyi
arasında duraksadığı
söy
anlaşılıyordu.
Atatürk, bakışlarıyla kitabı işaret ederek: —
« O k u y u n b a k a l ı m H i k m e t B e y . B a k a l ı m ne y a z m ı ş ? »
dedi. Anlaşılan Atatürk'ün, Hikmet Bayur'un elindeki
kitap
tan önceden haberi vardı. H i k m e t Bayur çok güzel İngilizce b i l i r d i . Sadece lizce
konuşmakla
kalmaz,
İngiliz
geniş bir bilgiye s a h i p t i . H e m e n viri
Edebiyatı
İngi
hakkında
da
İngilizce kitabı açıp, çe
yapar gibi değil de, sanki Türkçe yazılmış bir
kitabı
68
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
okumanın
rahatlığı içinde Türkçe okumağa
başladı.
Ata
t ü r k , bazan kaşları çatılarak, bazan h a y r e t b e l i r t i s i y l e
Hik
met Bayur'u dikkatle dinliyordu. Armstrong, Atatürk'ün
içki âlemlerini
oldukça
ağır
sözcüklerle anlatıyor, fakat buna ilişkin bölümün sonunda, «Böyle olduğu halde yurdunu ve ulusunu ilgilendiren
her
hangi bir olay çıktı m ı . h e m e n içkiyi ve eğlenceyi bir ya na bırakıp, aslan gibi k ü k r e y e r e k p e n ç e s i n i rine atmasını bilir,» d e m e k t e n de kendini Atatürk,
kitabın
burasında
söze
o olayın üze alamıyordu.
k a r ı ş t ı . Biz,
kızacak,
«Kapat şu kitabı, y e t e r . H a l t e t m i ş bunları yazmakla!»
diye
bağıracağını sanıp k o r k m u ş t u k . Oysa H i k m e t Bayur'a şöy le
dedi: —
«Bu k i t a b ı n y u r d a s o k u l m a s ı n ı y a s a k l a m a k l a H ü k ü
m e t h a t a y a d ü ş m ü ş t ü r . Bu z a t b i z i m y a ş a d ı ğ ı m ı z
safahatı
e k s i k b i l e y a z m ı ş . Bu e k s i k l i ğ i b e n t a m a m l a y a y ı m d a . k i taba eklensin, m e m l e k e t de kitabı t a m okusun.» Sonra H i k m e t Bayur. yeniden kitabı
kaldığı
yerden
okumağa başladı. Atatürk, yine büyük bir dikkatle dinliyor d u . Bir b a ş k a b ö l ü m e g e ç i l m i ş t i . H i k m e t B a y u r ' u n sayfa atladığını farkeden —
birkaç
Atatürk:
« N e v a r ki o k ı s ı m d a , s a y f a l a r ı a t l a d ı n ı z ? » d i y e s o r
du. Hikmet
Bayur, ç e k i n g e n l i k i ç i n d e : «Paşam, izin
seniz burasını okumadan geçeyim,»
verir
dedi.
Atatürk iyice meraklanmıştı: —
« N e d i r y a h u , bu a t l a m a k istediğiniz? A d a m ne söy
l e m i ş , ne yazmışsa h e p s i n i b i l e l i m . O k u m a ğ a devarp...» A t a t ü r k o k u t m a k t a ısrar. Bayur o k u m a m a k t a yorlar, aralarında sessiz bir
çekişme
geçiyordu.
inat edi Atatürk
sonunda biraz s e r t ç e : —
«Ne diyor bu adam bizim için? Hakaret mi
Hayvan mı diyor?»
diye
ediyor'
sordu.
H i k m e t Bayur bu sözler üzerine iyice şaşırdı. C ü m l e -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM leri keltelemeğe başladı.
Artık
kaçamak
69 yol
kalmamıştı
onun için. Okumaktan başka çaresi y o k t u . —
«Paşam,» d e d i . «Sizin K a s t a m o n u ' d a ş a p k a y ı
nıza i l k g i y d i ğ i n i z i
anlatırken ağır k e l i m e l e r
başı
kullanmış.»
Atatürk, A r m s t r o n g ' u n bu sözlerine kızmak şöyle dur sun, neşelenmişti bile. —
«İnsanlara bazen hayvan sıfatları takar, aslan
gibi
d e r i z . Bu da o n u n g i b i . C a n ı i s t e m i ş , b ö y l e d ü ş ü n m ü ş b i z i . N e y s e fena d e ğ i l . Haydi o k u y u n , daha neler var içinde ba kalım?
Bayağı e ğ l e n c e l i
Atatürk'ün
kitap,»
dedi.
ne b ü y ü k h o ş g ö r ü sahibi
olduğunu
b i r kez d a h a a n l a m ı ş t ı m . B ü y ü k b i r o l g u n l u k i ç i n d e dinliyor, yazarın d ü ş ü n c e l e r i n i , g ö r ü ş ü n ü , g e ç m i ş ışığı altında k e n d i d e ğ e r ö l ç ü l e r i n e v u r a r a k
o gün kitabı
olayların
kıyaslıyordu.
UYKU
ATATÜRK
DÜŞMANI
uykuyu sevmezdi. Uyanık geçirdiği
zaman,
uykuda geçirdiğinden çok fazladır. Bir insan yaşamına sığdırılamayacak gibi imkânsız görünen büyük işleri
başarısı,
bu yüzden ko|ay olmuştur. Atatürk, yirmi
dört saatlik yaşantısını
bir programa sığdırmak
i s t e m e m i ş , ani
hiç bir
kararlarla
zaman o anda
aklına gelen şeyi yapıvermiştir. Savaştan v e C u m h u r i y e t ' i n k u r u l m a s ı n d a n s o n r a da m e m l e k e t i ş l e r i y o l u n a g i r d i ğ i d ö nemde de, sınırlı bir yaşamın içine
girmemiştir.
Daima
dinç ve uyanık t u t m a ğ a çalıştığı asap ve enerjisi de
O'nu
uyutmazdı. Atatürk' ün yaradılışı da, çerçeveli bir yaşama sine engel olmuştur. bahçe'de
oturduğu
Gerek
Çankaya'da, gerekse
sıralar, gezilerinde, halk
bestçe girip çıkmasında belirli bir program tır. U y k u n u n d o s t u d e ğ i l d i , adeta
girme Dolma
arasına
ser
uygulamamış-
düşmanıydı
diyebilirim.
Ü n l ü « S o f r a » s ı bu n e d e n l e s a b a h l a r a d e k s ü r e r , d a v e t l i l e r birer ikişer çekilip gider, O ise sabah güneşini
görmeden
yatağına girmez ve uyumazdı. Bir gece
sabaha karşı, sofradakiler dağıldıktan
sonra
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
71
i<endisine y a t m a s ı i ç i n a d e t a y a l v a r a n b a ş y a v e r C e v a t A b bas
Gürer'e, uykuda
geçirdiği
zamana
acıdığını
söyleye
rek şöyle d e m i ş t i : —
«Hayat
pek
kısa. Çocukluk
ve mektep
hayatı
bir
k ı s m ı n ı a l ı p g ö t ü r ü y o r . G e r i y e k a l a n ı n ı da u y k u y a r ı y a i n diriyor. Uykusuzluğu
giderecek
ve vücuda gerekli
me gıdasmı verecek komprimeler
dinlen
icat olsa ne iyi o l u r d u .
Fakat bir gün bu da olacaktır. N i t e k i m tıp i l m i , k i m y a , uyut mak için çok güzel ilâçlar
yapmağa
başlamıştır.»
A t a t ü r k ' ü n uykuya karşı bu a l l e r j i s i , a s k e r l i k d ö n e m i n den
kalmış. Çanakkale'den
beri
yaverliğini
yapan
Cevat
Abbas şöyle anlatırdı: —
«Atatürk muharebe
Siper muharebelerinde
sahalarında
de tetik
katiyen
yatmak
uyumazdı.
kaydıyla
seyyar
karyolaya e l b i s e y l e uzanır, bir gözü açık, bir gözü u y u r d u . Tabiî b u n a
uyumak
denirse.
Kafkas
kapalı
Cephesinde
Buğlan Gidiği muharebelerine y e t i ş m e k için otuz altı
saat
hayvan sırtından i n m e d e n y ü r ü y ü ş y a p m ı ş v e iki gün hiç gözünü k ı r p m a m ı ş t ı r . O acı m ü t a r e k e g ü n l e r i n d e
uykusuz
l u ğ u s ü r e k l i o l a n A t a t ü r k , 19 m a y ı s 1 9 1 9 ' d a S a m s u n ' a a y a k basışından Lozan Barışının imzasına d e k g e c e u y k u s u gör medi
diyebilirim.»
UYKUSUZLUK
ATATÜRK
REKORU
i ç i n «içl<iyi bıral<amaz» d i y e n l e r , a c a b a
bir
gün gelip aldanacaklarını hiç d ü ş ü n m ü ş l e r m i d i r ? O'na
iç
kiyi
bıraktırmak
isteyenler, o zaman kimbilir
nasıl
mışlardır. Evet, bu kadar içki kullanan v e ondan g ö r ü n e n a d a m , üç ay hiç rakı i ç m e d e n de Atatürk
şaşır
ayrılmaz
durabiliyor.
hiç kimsede bulunmayan büyük bir irade gü
cüne sahipti. Eğlenmesini de, içmesini de, çalışmasını
da
çok iyi b i l i r d i . Büyük N u t k u ' n u yazarken ben bunun tanığı oldum. Akşamları yine sofra kuruluyor, herkes
karşısında
y i y o r , i ç i y o r ; f a k a t O, a ğ z ı n a b i r d a m l a b i l e i ç k i
koymuyor
du. Hatta yemek yerken seyredişi
herkesin
içişini
gülümsemeyle
hâlâ g ö z ü m ü n önündedir. Oysa b e n , içkiye alış
kın insanların bir gün bile i ç m e d e n d u r a m a y a c a k l a r ı n ı
sa
n ı r d ı m . A t a t ü r k ' ü n t a m üç ay kendi i s t e ğ i y l e içkiye b o y k o tuna benimle birlikte t ü m çevresindekiler de şaşıp kalmış l a r d ı . Bu d a O ' n u n g ö r e v a ş k ı n ı v e s o r u m l u l u ğ u n u , a l ı ş k a n lıklarının ve b e ğ e n i l e r i n i n de ü s t ü n d e t u t t u ğ u n u n en güzel örneklerinden
biridir.
A t a t ü r k ' ü n sevdiği ve güvendiği insanlardan otuz beş
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
73
yıliıl< a r k a d a ş ı İ z m i t m i l l e t v e k i l i S ü r e y y a Y i ğ i t , b i r a n ı s ı n da şunları anlatmıştı: hazırlarken asla alkole
ilgi
g ö s t e r m e z d i . N i t e k i m Erzurum'da iken biz i ç e r d i k , O
—
"Atatürk,
büyük
işler
içki
teklifimizi kabul etmez, kahve içmekle yetinirdi.
Korkunç
d e r e c e d e bir irade gücü vardı. İçkiyi irade zaafından d e ğ i l , düpedüz sarhoş olmak için Çankaya içki
Köşkünde
içerdi.»
Büyük
Nutku'nu
hazırlarken
içmediği g i b i , kırk sekiz saat hiç gözünü
hiç
kırpmadan
yazı d i k t e e t t i r i ş i n i d e h a t ı r l a r ı m . Ö y l e k i , yazı y a z m a k t a n yorulan değişiyor, fakat O, binlerce belge arasından dığı
notlarıyla büyük
bile
vermekten
eserini
tamamlamak
için
ayır
uykusunu
ç e k i n m i y o r d u . Böyle zamanlarda, yazdık
larını sofrada arkadaşlarına o k u t u r , sonra y i n e
eski
köş
kün çalışma odasına geçer, kâh oturarak, kâh ayakta lışmalarını sürdürürdü. Nutuk, çalışmanın, nasıl üstüne çıkışını gösterdiği
insan
ça
gücünün
için, ayrı bir ö n e m de ta
şımaktadır. A t a t ü r k ' ü n h i ç u y u m a d a n üç g ü n d u r a b i l d i ğ i n i d e . gör müş ve gözlerime
inanamamıştım. Cephede değildik,
v a ş da y o k t u . U y k u s u z l u ğ u
gerektirecek
önemli
bir
sa olay
la da k a r ş ı k a r ş ı y a b u l u n m u y o r d u k . F a k a t O , b i r i ş e , a m a ciddî bîr işe başladı m ı , onun
sonunun
geldiğini
görme
d e n asla rahat edemezdi. Atatürk, çalışnraları sırasında yer ve zaman ögeleriyle ilgili değildi. Nerede ve hangi şartlar altında olursa ol sun, y u r t çıkarlarını kapsayan bir görev belirdi m i , onu ye rine getirmeğe
çalışırdı. Gezileri sırasında trende, ya
o t o m o b i l i ç i n d e e v r a k a ç t ı r a r a k ç a l ı ş t ı ğ ı ç o k t u r . En
da
keyif
li eğlence anında sofrada bile karşısında g ö r e v l i l e r d e n b i rini gördü mü, sohbeti,
konuşmayı
hemen yarıda
«Beni m i i s t i y o r s u n u z ? » d i y e kalkıp g i d e r d i . IJlke
keser, işlerini
h e r ş e y i n ü s t ü n d e t u t a r d ı . E l i n e a l d ı ğ ı h e r h a n g i b i r işi yarım
bırakmaz,
bitirmeden
rahat
edemezdi.
Bazen
de hiç
74
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
durmadan okuduğu, kırk sekiz saat aralıksız çalıştığı da o l muştur. Çankaya Köşkünde
eline geçirdiği
bir tarih
bını b i t i r m e k için iki gün, iki gece hiç yatağa şezlongta
dinlenmekle
yetinmişti.
Yalnız
kaldığı, ya
okuduğu zamanlar masaya pek iltifat etmez, koltuğa daş
kurup o t u r m a y ı daha çok Tarihle
kita
girmemiş, da bağ
severdi.
uğraştığı sıralarda. Atatürk
içerde
çalışıyor,
ben kapıda o t u r m u ş b e k l i y o r d u m . A r a sıra u y u m a m a k banyoya girip, yüzüme su vuruyor, sonra anahtar
için
deliğine
g ö z ü m ü u y d u r u p , bir post üzerinde y ü z ü k o y u n uzanıp N u t ku hazırlayan A t a t ü r k ' ü şine geliyordu. Uykumu mıştım. Adı
gözetliyordum.
Saat
sabahın
dağıtmak için elime bir kitap a l
«İzmir'in İşgali» idi. Çok meraklı olan bu ki
taba kendimi kaptırdığım halde, t ü m uğraşım boşa şafak
be
sökerken
gitmiş,
dayanamamış, yorgunluğun etkisiyle
uyu
ya k a l m ı ş ı m . Bu s ı r a d a A t a t ü r k z i l e b a s m ı ş , f a k a t b e n k o l t u k t a d e rin bir uykuya daldığım için uyanamamışım. Zille uyandıramayınca, kendisi
ç a ğ ı r m a k zorunda k a l m ı ş . Bir de bak
t ı m k i , kapıyı aralamış: —
«Çelebi, Çelebi.» diye
Hemen yerimden —
sesleniyor.
fırladım:
«Paşam. Emriniz...»
diyebildim.
A m a bendeki k o r k u y u varın siz hesap e d i n . Bağıracak, parlayacak
diye ödüm kopuyordu. Ellerimi
önüme
t u r m u ş , b e k l i y o r d u m . Fakat nedense kızmadı. Gayet
kavuş sakin
yüzüme bakarak; —
«Bana b i r k a h v e getiriniz,»
dedi.
Hemen k o ş t u m . Orta şekerli bir kahve yapıp g e t i r d i m . Daha
kahveyi
içmeden:
«Senin tahammülün
kalmamış,
haydi git yat; arkadaşların gelsin,» dedi. Söyleyecek hiç bir şey kalmamıştı. Sadece rek,
kekeleye
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Paşam, u y u m a d ı m .
Kitap
75
ol<urken
içim
geçmiş,»
diyebildim. Gidip arkadaşları kaldırdım. Hizmeti devrettim ve yat mağa gittim. A k ş a m nöbet sırası yine cedir ki, Atatürk
bana g e l m i ş t i . Üçüncü ge
gözünü kırpmıyordu. Kütüphanede
yere
s e r i l i b i r ayı p o s t u n u n ü s t ü n e u z a n ı y o r v e ç a l ı ş ı y o r d u . N o t ların arasına g ö m ü l m ü ş t ü . Y e r l e r t a r i h kitaplarıyla du. Sadece duş yapıyor, kurulanıp tekrar odaya
doluy
kapanıyor
du. Yemeği bile kütüphaneye getiriyorduk. Yüzü hafif sü zülmüş gibi geldi bana. Çankaya
Köşkünde
sofra
k u r u l d u . Bu, on altı
kişilik
bir sofraydı. Konuklar gelerek y e r l e r i n i aldılar. Sabahki uy ku olayını u n u t m u ş t u m b i l e . Tam içki faslı başladığı z a m a n , konuklara —
dönerek:
«Bu ç o c u k
dün gece sabaha kadar
beni
bekledi,»
baktım.
Konuklar
dedi. Birden koltuklarım kabardı, önüme bana biraz da kıskançlıkla b a k a r k e n — mez
Atatürk:
«Öyle ama, sabaha karşı uyuyarak beklemiş,» de
mi? Sonra «Senin u y k u s u z l u ğ a t a h a m m ü l ü n yok» d i y e alay
etmeğe başladı. Canım,
çok sıkılmıştı.
Önceleri
«Çelebi
i ş i n i b i l i r P a ş a m , » d i y e b e n i ö v e n k o n u k l a r da h e p gülmeğe
başladıklarından
utanç içinde
birden
kıvranıyordum.
İ ç i m d e n k e n d i k e n d i m e n a s ı l da k ı z ı y o r d u m . S a a t
sabahın
beşine kadar u y u m a da, ondan sonra u y u . Bu o l a y b a n a d e r s o l d u . A t a t ü r k ' ü n o t a r i h t e n
sonra
üç gün s ü r e n b ü y ü k bir u y k u s u z l u k g e ç i r d i ğ i n i h a t ı r l a m ı y o r u m . F a k a t g e ç s a a t l e r e dek kaldığı v a k i t l e r de b ü t ü n dik katimi
kullanarak
uykuyu aklıma bile getirmemeğe
çalış-
mışımdır. O birkaç
dakikalık
anı b ı r a k t ı . B ü y ü k
adama h i z m e t i n zor o l d u ğ u n u bir
daha anlamış
oldum.
uyku, bende unutulmaz
bir kez
S O F R A Y I TERK EDİYOR
D r . R e ş i t G a l i p , A t a t ü r k ' ü n ç o k s e v d i ğ i v e nazını ç e k tiği arkadaşlarından biriydi. Sevdiklerinin
nazını
çekmek,
zaten A t a t ü r k ' ü n başlıca iyi huylarından b i r i y d i . Reşit
Ga-
lip'in zekâsını, çalışkanlığını, enerjisini, doğrusözlülüğünü, d e v r i m c i l i ğ i n i , yurtseverliğini, kendisine bağlılığını çok be ğenirdi. İşte A t a t ü r k ' l e Reşit Galip arasında geçen oldukça i l ginç bir tartışma vardır ki, birçokları tarafından yanlış b i linmektedir. Bir a k ş a m sofrasında geçen bu t a r t ı ş m a y ı , Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuriyet gazetesinde
yayın
lanan bir yazısında y a z m ı ş , s o n u n u da b i l e n l e r
tamamla
sın, d e m i ş t i . Bilenlerden biri olarak üstadın bu
makalesi
ni t a m a m l a m a ğ a
çalışacağım.
A t a t ü r k asla kin
t u t m a z d ı . Bir k i m s e y e ne kadar k ı
zarsa kızsın, bir zaman sonra onu affeder, olanları unutur d u . Bu y ü z d e n ç e v r e s i n d e n b i r ç o k l a r ı z a m a n z a m a n g ö z d e n düşer, sonra yeniden affedilir, eski yerlerini alırlardı. A t a t ü r k ' e karşı gelen v e meydan okuyan Dr. Reşit Galip İşte gözden düşüp, sonra itibara Dolmabahçe Sarayının harem
de.
kavuşanlardandı. kısmında
(hususî
dai-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM re)
akşam sofrasını yeni
77
kurmuştum. Mevsimlerden
yaz
d ı . K o n u k l a r b i r e r i k i ş e r g e l d i l e r . R u ş e n E ş r e f Ü n a y d m , Re cep Z ü h t ü , Ş ü k r ü Kaya, T e v f i k Rüştü A r a s , Dr. Reşit G a lip, C e l â l S a h i r , Hasan C e m i l Çambel ve bayanlar vardı. Yemek süresince
herkes, her konuda konuştu.
Gece
yarısına dek süren toplantının sonuna doğru, halkın eğitil mesiyle ilgili
konular tartışılmağa
başlandı. Millî
Eğitim
sorunları e l e ş t i r i l i r k e n Reşit Galip'in ayağa kalktığını d ü m . Doktorun pek tabiî
sayılmayan bir hali v a r d ı .
gör Coş
k u y l a k o n u ş u y o r d u . İçi i ç i n e s ı ğ m ı y o r d u . O tarihte sinde
H a l k e v l e r i n i n d e n e t i m i , C.H.P. Parti
bulunan
Reşit Galip'in
o z a m a n ı n M i l i E ğ i t i m Bakanı Esat Hoca'dan başladı. Halkevlerinin temsil lerdeki
kadın rolleri
le s e ç i l e c e k
amatör
Mecli
e l i n d e y d i . Reşit Galip kollarında oynanacak
i ç i n Kız L i s e s i n d e n
söze.
yakınmayla
kendi
piyes-
istekleriy
r u h l u kadın ö ğ r e t m e n l e r e , Esat
Ho-
c a ' n ı n izin v e r m e d i ğ i n i s ö y l e d i . T i y a t r o n u n e s k i Yunandar» beri insanlık için bir sanat ve kültür
kaynağı
olduğunu.
H a l k e v l e r i t e m s i l k o l l a r ı n ı n da b u a m a ç l a k u r u l d u ğ u n u , k a dının bu
kültür
hareketinin dışında
böyle bir d ü şü n ce n i n
bırakılamayacağını,
d e v r i m l e r i n ruhuna aykırı
düşeceği
ni b e l i r t t i k t e n s o n r a s e s i n i p e r d e p e r d e y ü k s e l t e r e k : —
«Yaşlı insanlara V e k i l l i k y a p t ı r m a m a l ı .
Memlekete
fayda yerine zarar getiriyor,» diye s e r t bir dille
konuşma
ğa b a ş l a d ı . A t a t ü r k , biraz şaşkınlık, fakat büyük bir sabır ve gunlukla dinlediği
bu
sözlerden sonra: «Merak
hepsi düzelecek,» diye doktoru Atatürk'ün o geceki
yatıştırmağa
sabrına
dur
etmeyin,
çalıştı.
şaşıyordum
doğrusu.
Eyüp P e y g a m b e r d e bile b ö y l e sabır y o k t u b e l k i . Benim g i bi h e r k e s t e de aynı şaşkınlık v a r d ı . A t a t ü r k kez d a h a s a b ı r v e d u r g u n l u ğ a ç a ğ ı r d ı k t a n —
«Siz b ö y l e
konuşmakta
ze muhatap olmamakta
doktoru
bir
sonra:
devam ederseniz, ben s i
mazurum,»
dedi.
78
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Fakat d o k t o r ö y l e s i n e dolgundu k i , giderek s e s i n i n t o
nunu yükseltiyor, sözlerine g e m vuramayarak daha tiz per deden saldırılarını —
artırıyordu:
«Kabahat hep sizde. Hocadır
diye cahilleri
başı
mıza koydunuz.» Sofrada bir bomba
etkisi yapan
bu k o n u ş m a
üzerine
Atatürk: —
«Memlekette Maarif Vekili yok mu?»
—
«Var y a . E s a t H o c a m ü k e m m e l d i r , »
Galip «hayır» anlamında —
başını
deyince
Reşit
sallayarak,
« Ç o k i y i a m a , ç o k da i h t i y a r . A r t ı k o n d a n g e ç m i ş
t i r . B u m e m l e k e t i n M a a r i f V e k i l i o a d a m d e ğ i l d i r . Bu m e m lekete daha dinç bir V e k i l gerektir,»
dedi.
Bunun üzerine A t a t ü r k ' l e , Reşit Galip arasında şu tar tışma geçti: —
«Yahu nasıl olur?
Bu a d a m b e n i o k u t m u ş t u r .
Kül
türü yerinde, ilme vukufu vardır. Soframda hocam hakkın da böyle k o p u ş m a m Maarif Vekili —
«Değil
seni okutmak, senin
bu adam Maarif Vekili O
i s t e m e m . Beni o k u t a n
adam,
nasıl
Allahını okutsa
yine
olamazmış?» olamaz.»
devirde dalkavukların yanında böyle medeni
cesa
r e t s a h i b i , s ö z ü n ü s a k ı n m a z c i n s t e n k i m s e l e r d e v a r d ı . Fa kat bu derece ileri gideceği, bir H ü k ü m e t üyesi
hakkında,
hem de A t a t ü r k ' ü n önünde bu derece sert konuşacağı k i m senin aklından bile geçmezdi. Hepimizin
rengi sararmıştı. Korkudan titriyorduk.
Ko
nuklar donup k a l m ı ş l a r d ı . Hiç b e k l e m e d i ğ i m i z bu k o n u ş m a herkesi şaşkına ç e v i r m i ş t i . Ortalıkta çıt çıkmıyordu. kes hareketsiz, bu patlak v e r e n olayın nereye
Her
varacağını
düşünüyordu. Sinirden titrediğini ve ellerini masaya daya dığını g ö r d ü ğ ü m A t a t ü r k , t a r i f s i z b i r ş e k i l d e k ı z m ı ş t ı . Fa kat duygularını belli e t m e d e n çok sakin şu buyruğu v e r d i :
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Lütfen sofrayı terk
O an biraz ferahladık. da burada
—
ediniz.» Reşit Galip kalkıp gider,
kapanır, ertesi gün unutulur diye
Ne yazık k i , s e v i n c i m i z bir coşmuştu
79
iki saniye s ü r d ü . Reşit
bir kez. Ne karşılık v e r d i
olay
umutlandık. Galip
dersiniz?
«Burası sizin d e ğ i l , m i l l e t i n sofrasıdır. Burada otur
m a ğ a b e n i m d e s i z i n k a d a r h a k k ı m v a r d ı r . G e r ç i biz S a r a y dayız a m a , hocanız Hace-i Sultanî tenkit serbesttir...»
diye
değildir.
Cumhuriyette
başlayınca Atatürk yavaşça
rinden kalktı. Kucağındaki
peçeteyi
masaya
ye
bıraktıktan
sonra, —
«Öyleyse
müsaade
ederseniz
ben t e r k
dedi ve dünyada eşi, benzeri görülmemiş büyüklük örneği
göstererek
edeyim,»
bir efendilik
ayağa kalkıp, salondan
ve
çıkıp
gitti. Hemen
arkasından
koştum. Doğru
harem
kısmındaki
yatak odasına g i r m i ş t i . Ben de arkasından g i r d i m . Her za man olduğu gibi kapıları k i l i t l e d i m . A t a t ü r k
soyunana
ka
dar bir k e l i m e k o n u ş m a d ı . Sinirleri henüz y a t ı ş m a m ı ş t ı . Y ü zü sapsarıydı. C u m h u r b a ş k a n ı o l d u k t a n sonra belki de hiç kimse O'nunla böyle konuşmamıştı. —
«Çelebi
yütüyormuşuz.»
Efendi, desene
k i , yılanı koynumuzda bü-
dedi.
Karşılık v e r m e y e r e k yavaşça kapıyı açıp dışarıya
çık
t ı m . Oradaki görevim bitmişti. O sırada yaver, dağılmağa hazırlanan sofradakilere emri getirmişti: «Reisicumhur
Hazretleri
kendileri
şu
varmış
gibi sofranın devamını arzu ediyorlar.» Yemek salonuna
d ö n ü n c e bir de ne
göreyim.
Reşit
G a l i p rakı k a d e h i n i d i ş l e r i n i n arasına a l m ı ş k e m i r i y o r . Başu c u n d a da R e c e p Z ü h t ü v e K ı l ı ç A l i d u r u y o r l a r . Ö b ü r
da
vetliler g i t m i ş l e r . Reşit Galip başını kaldırıp beni görünce: —
« Ç e l e b i , bana bir kadeh rakı ver,» diye bağıfdı.
Nasıl v e r e b i l i r d i m bu d u r u m d a ?
«o
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
—
«Efendim kilerci uyumuş,» diye atlatmağa çalıştım.
—
« D e m e k bana v e r e c e k bir kadeh rakın bile k a l m a
d ı , d e s e n e . Ö y l e y s e k a l k ı p g i d e l i m , » d i y e a c ı acı s ö y l e n d i . Sonra Recep Z ü h t ü ile Kılıç A l i ' n i n koluna g i r e r e k sa londan çıktı. N e y a l a n s ö y l e y e y i m o l a y d a n ç o k ü z ü l d ü m . Ç ü n k ü Re şit Galip'i gerçekten çok seviyordum. Aralarının açılması na g ö n l ü m razı d e ğ i l d i . Fazla i ç i p d e d a h a k ö t ü b i r o l a y a meydan verilmemesini
i s t e m i ş , bu yüzden de «rakı
d e m i ş t i m . Rahmetliye bir kadeh rakıyı e s i r g e y i ş i m eziklik olarak
yok»
içimde
kaldı.
Ertesi gün Reşit Galip, A t a t ü r k ' e ve istanbul'a rek Ankara'nın yolunu t u t t u . Hatta olmadığı
için tren
borç aldığını
parasını
küse
cebinde on lirası
umumî kâtip
Tevfik
bile
Beyden
hatırlarım.
A r a d a n b i r a y g e ç m i ş t i . Biz y i n e İ s t a n b u l ' d a y d ı k . S a at on beş sularında y e m e k salonuna g e l e n A t a t ü r k bir ara bana: —
«Çelebi
Efendi, şimdi Ankara'da
bir konferans verecek. Onu dinleyelim,»
Reşit Galip
Bey
dedi.
Daha şaşkınlığım g e ç m e d e n koşup radyoyu a ç t ı m . O zaman önemli
konferanslar
radyoda v e r i l i r d i . Reşit
Galip'
in T ü r k o c a ğ ı s a l o n u n d a v e r d i ğ i b i r s a a t t e n f a z l a s ü r e n k o n feransı sessizce dinledi. Radyoyu kapattıktan
sonra, göz
lerinde bir sevinç pırıltısı yanıp söndü. —: « K e n d i s i n i a f f e t t i r d i , »
dedi.
On beş gün kadar sonra güzel bir sonbahar günü biz Ankara'ya g i t t i k . Ertesi akşam Reşit Galip'i sofraya
çağı
rılmış g ö r d ü m . Sanki aralarında hiç bir şey g e ç m e m i ş g i bi hareket e d i y o r l a r d ı . Atatürk bir
ara Reşit
Galip'e doğru eğildi,
sadece
o n u n işitebileceği bir s e s l e : —
«Yarından
itibaren Maarif
Vekilisiniz,» d e d i . Bir-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
81
kaç
g ü n s o n r a da A n a d o l u A j a n s ı , R e ş i t G a l i p ' i n M i l l î
tim
Bakanı o l d u ğ u n u h a b e r O gece sofra
Eği
veriyordu.
oldukça kalabalıktı. Reşit Galip'in üze
rinden sevinç a k ı y o r d u . Toplantının en kıvamlı anında A t a t ü r k , kapıda duran a s k e r l e r d e n i k i s i n i çağırdı v e meğe
başladı. Çoğunluk
güreştir
böyle yapar, gezilerinde
Köşkte olsun, yiğit Mehmetçiklerden
olsun.
birkaçını yanma
ğırarak güreştirir, Türk gücünün nelere yettiğini
ça
gözleriy
le g ö r m e k i s t e r d i . H a t t a y a n ı n d a b u l u n a n ç o k s e v d i k l e r i n i , bu M e h m e t ç i k l e r l e — i s t e m e s e l e r onların
hırpalanışını
hazla
b i l e — güreş
seyrederdi.
tutuşturur,
Birkaç
keresinde
M e h m e t ç i k l e r i kendisiyle güreşe davet e t m i ş , fakat hiç biri « S e n i n s ı r t ı n ı y e d i d ü v e l y e r e g e t i r e m e d i , biz m i
getire
ceğiz,» diye güreşe y a n a ş m a m ı ş l a r d ı . Güreş çok z e v k l i y d i . Hepimiz büyük bir dikkat ve me rakla sonunun nasıl geleceğini bekliyorduk. Reşit
Galip'in
ise m e r a k ı son haddini b u l d u ğ u bir sıra, A t a t ü r k
askerle
re i ş a r e t e d e r e k y e n i bakam «altı okka» y a p m a l a r ı n ı
em
retti. Hepimiz
şaşırmıştık.
B a k a n da ö y l e . D a h a ş a ş k ı n l ı ğ ı
mız g e ç m e d e n o babayani iki asker. Reşit Galip'i karga t u lumba
kucaklayıverdiler.
Havaya
kalkan bakan, önce
bir
iki çırpınmayı d e n e d i ; f a k a t ne haddine. Dev gibi muhafız ların birer çelik
pençeyi
andıran elleri arasında
kıpırda
Toplantıda bulunanlarda heyecan son haddini
bulmuş
mak ne m ü m k ü n .
t u . Sonunun ne olacağını merak ediyorlar, adeta nefes b i le a l m a k t a n k o r k u y o r l a r d ı . A t a t ü r k i s e s o ğ u k k a n l ı v e t a b i î görünüyordu. Askerler, Reşit Galip'i
i k i üç kez
Tam yere vuracakları sırada Atatürk'ün
havaya
kaldırdılar.
bir işaretiyle
maktan vazgeçiyorlar, tekrar var güçleriyle
vur
havaya sallı
yorlardı. F: 6
82
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
B i r k a ç kez t e k r a r l a n a n b u h o ş o y u n d a n s o n r a ( b i z ç o cukluğumuzda çok oynardık)
Atatürk,
Mehmetçiklere:
—
«Yeter,» dedi. Sonra sofradakilere döndü. Gülerek,
—
«Biz i s t e r s e k b ö y l e d e h a r e k e t e d e b i l i r i z , »
Acaba Atatürk, bu oyunla, vaktiyle eden Reşit Galip'e c e n t i l m e n c e
dedi.
kendisine
hakaret
bir ders mi v e r m e k
iste
m i ş t i ? A m a ben, bunun şaka çerçevesini hiç bir zaman a ş madığını s a n ı y o r u m . A t a t ü r k , Reşit Galip'i
sevmeseydi,
o
olaydan sonra onu ne bakan yapardı, ne altı okka e t t i r i r d i . A t a t ü r k , v a k t i y l e kalk d e d i ğ i halde s o f r a d a n k a l k m a y a n Re şit Galip'i isterse
böyle kaldırabileceğini
mi
ima
etmişti
acaba? Reşit G a l î p ' i n M i l l î E ğ i t i m Bakanı o l u ş u n d a n b i r k a ç ay geçtikten
sonra
İstanbul
Üniversitesinde
«İnkılâp
Tarihi»
i ç i n b i r k ü r s ü g e r e k m i ş t i . Bu k ü r s ü d e i l k d e r s i v e r e c e k devrimlerimizin tarihçesini yapacak kişinin kim ği g ö r ü ş ü l ü y o r d u . Y i n e bir a k ş a m sofrasındaydık. hararetle bu görevin
kendisine düşmesi
ve
olabilece Atatürk,
gerektiği
tezini
savunuyor: —
«Bu i ş i a n c a k b e n y a p a b i l i r i m . G e r ç i i n k ı l â b ı b e r a
ber yaptık, fakat bu kürsüyü ben işgal e d e b i l i r i m ,
yoksa
bu Maarif V e k i l i n i n işi d e ğ i l . Olmazsa benim namıma k ı zım  f e t yapar,» diyordu. Reşit Galip ise itirazı —
basıyor,
« P a ş a m , h e r ş e y i s i z y a p a r s a n ı z biz n e iş g ö r e c e
ğiz?» d i y o r d u . Fakat A t a t ü r k de dediğinde —
ısrar
ediyor,
«Ya b e n , y a  f e t H a n ı m , » d i y o r d a , b a ş k a b i r
şey
söylemiyordu. Reşit Galip buna da cevabı y e t i ş t i r i y o r : —
«Paşam, Â f e t Hanım kızınızsa, bizler de oğlunuzuz.
A r a m ı z d a f a r k v a r m ı k i . Bu i ş i M a a r i f V e k i l i n i n
yapması
g e r e k t i r . Biz d e o ğ l u n u z o l a r a k b u v a z i f e n i n k e n d i m i z e v e rilmesini istiyoruz,» diye
söyleniyordu.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
33
Bu İş s o n u ç l a n m a d a n a y n ı günler i ç i n d e bir b a ş k a o l a y a daha d e ğ i n m e k i s t e r i m . B i r k a ç g ü n s o n r a s o f r a d a , K ı lıç A l i , R e c e p Z ü h t ü , A t a t ü r k ' ü n ç e v r e s i n i ç e v i r m i ş l e r , s u r d a n h u r d a n k o n u ş u y o r l a r d ı . B i r ara R e c e p Z ü h t ü . A t a t ü r k ' e : —
«Paşam,» d e d i . « R e ş i t G a l i p ' e b i r i d e m i ş k i : H i t l e r
bugün konuşacak. Bunun üzerine Reşit Galip de şu cevabı v e r m i ş : Bizim Hitler her gün konuşur.» A t a t ü r k b u lâfa k ı z m a k ş ö y l e d u r s u n , k a h k a h a l a r l a g ü l müştü. Aradan günler geçti. Reşit
Galip hâlâ İnkılâp Tarihi
kürsüsü için çalışıyor, A t a t ü r k ' ü uygun bir zamanda
kan
dırabilir m i y i m , d i y e d ü ş ü n ü y o r d u . T a m o sırada M i l l î Eği t i m Bakanlığından da a f f e d i l d i . Y e r i n e H i k m e t Bayur g e l d i . Bakanlıktan ayrılması Reşit Galip'e uğurlu g e l m e m i ş t i . O yaz İ s t a n b u l ' a g i t m i ş t i . B i r g ü n M o d a ' d a a i l e s i y l e b i r likte sandalla
gezerken denize düşmüş, zatürreeye yaka
l a n m ı ş . İki ay k a d a r t e d a v i o l d u . K ı ş y a k l a ş m ı ş t ı . R e ş i t G a lip,
Keçiören'deki
evinde
yatıyordu. Garip rastlantı, Hik
m e t B a y u r , Inkilâp K ü r s ü s ü n d e i l k k o n f e r a n s ı n ı v e r d i ğ i g ü n , b u k ü r s ü u ğ r u n a A t a t ü r k ' l e t a r t ı ş m a y ı g ö z e alan R e ş i t G a lip d e h a y a t a g ö z l e r i n i y u m m u ş t u .
KAFESE G İ R D İ
A T A T Ü R K ' ü n b ü t ü n i s t e ğ i ö z g ü r oimal<, hail<ın a r a s ı n da o n l a r g i b i
yaşamaktı. Cumhurbaşkanı
olduktan
hep böyle bir yaşamın özlemini ç e k m i ş t i . Resmî arasında aristokrat
sofrasından sıkıldığını,
sonra
kişilerin
bazı
kereler
kendi ağzından d u y m u ş u m d u r . Halkın içinde şöyle bir
kol
t u k m e y h a n e s i n d e , d i l e ğ i n c e i ç e b i l m e k , O'nun için ne vaz geçilmez bir t u t k u y d u . Bir gün yine A t a t ü r k , halkın yaşadığı gibi yaşamamak t a n acı acı yakınarak, —
«Şöyle
Karaköy'deki
koltuk
meyhanelerinde
rup, halkın arasında içmek, sonra aklına esince nu alıp A v r u p a ' y a
otu
bastonu
g i t m e k ne iyi o l u r d u . Bıktım bu
resmî
hayattan, törenli şekilde yaşamaktan. O meyhaneler
şimdi
d u r u y o r m u acaba?» d i y e hür
koyu
olma isteğini ortaya
yor ve şöyle ekliyordu: —
«Tokatlıyan'da oturuyorsun. Bir sürü insan
etrafını
ç e v i r m i ş . Ne rakıyı, ne suyu rahat içebilirsin. Eskiden ne iyi i d i . Koltuk m e y h a n e l e r i n e gider, bir t a b u r e y e o t u r u r , ra hatça yer içerdim de k i m s e farkında bile olmazdı. Nerde
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM O günler? Şimdi
85
bir y e r d e o t u r d u m m u , herkes beni
sey
rediyor.» A t a t ü r k ' ü n sınırlı yaşayıştan ikide —
usanarak Nuri
Conker'e
bir: «Bu C u m h u r r e i s l i ğ i n i h e r s e f e r i n d e b e n i m
üzerime
yıkıyorsunuz. Ben asker a d a m ı m . Tarihte okuduk. NapolĞon'lar da Fransa'ya pek yararlı
olmamışlardır.
böyle o l m a y a c a ğ ı m ne m a l u m ? Bırakın da
Benim
de
serbest geze
y i m . A l a y ı m e l i m e b a s t o n u m u . Hindi Çini dolaşayım,» der di. Atatürk, Cumhurbaşkanlığını
istemediğini
rarlardı. Fakat Türk u l u s u onu bırakabilir
sık sık t e k
miydi?
Atatürk'ün bu protokollu yaşayıştan usanarak
ara s ı
r a k a ç t ı ğ ı da o l u r d u . Ö z g ü r l ü k ö z l e m i n i n k a ç ı n ı l m a z b i r s o n u c u y d u bu kaçışlar. Bir g ü n D o l m a b a h ç e Sarayında yalnız kalınca canı çok s ı k ı l m ı ş . Bir başına dolaşıp hava
almak
i s t e m i ş . Garaja t e l e f o n edip bir araba g e t i r m e l e r i n i
emret
m i ş . Şoför arabayla kapıya
gizlice
kapıdan çıkıp Boğaza kadar
gelince de, çocuk gibi
arabaya atlamış ve kimseye
görünmeden
gitmiş.
A t a t ü r k ' ü n yalnız başına, halktan bir k i ş i y m i ş gibi do laşmak i s t e m e s i n e ara sıra tanık olurduk. görevli —
bir polis
m e m u r u , şunları
«Bir g ü n A t a t ü r k ,
Dolmabahçe'de
anlatmıştı:
Sarayın kapısına
IJzerinde sade bir g ö m l e k ve pantolon vardı.
kadar
geldi.
Çevresine
baka baka t r a m v a y y o l u n a kadar y ü r ü d ü . G e l i p g e ç e n t a ş ı t l a r a b a k a c a ğ ı n ı s a n m ı ş t ı m . Bir a r a l ı k , y o l d a n g e ç e n b o ş taksilerden
birine
işaret ederek durdurdu. Arabaya o ka
dar hızlı bindi k i , daha kıpırdamağa bile v a k i t O'nun şoföre
yaptığı «Çek»
işaretiyle arabanın
kalmadan gözden
kaybolması bir oldu. Ne yapacağımı şaşırdım. Saray birbi rine girdi. Her
yerde Atatürk'ü
aradılar. O gün
Atatürk,
H a r a m i d e r e korusuna kadar g i t m i ş . Tek başına dolaşıp, öz gürlüğün ve yalnız yaşamanın tadına
bakmış.»
36
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Bir gece yine Dolmabahçe Saraymda herkes
yattıktan
s o n r a A t a t ü r k yatağından çıkıp, b i l i n m e y e n bir s e m t e
git
m i ş . Olayı biraz geç farkeden o devrin Valisi M u h i t t i n
Üs-
tündağ, alarm
zilini çalarak bütün
sarayı ayağa kaldırdı.
Sarayda A t a t ü r k ' ü k o r u m a k l a görevli ne kadar m e m u r var sa, h e p s i n i t o p l a y ı p , kendi de daha pijamalarını vakit bulamadan otomobiline atlayarak
çıkarmağa
Atatürk'ü
aramağa
gitti. Saatlerce aramadık yer bırakmamışlar. Her tarafa t e l sizler ç e k i l m i ş . Sarayda kalanlar heyecan içinde bekliyoruz. Sonunda sabaha
karşı A t a t ü r k ' ü n
izine rastlanmış.
Kireç-
burnu'nda bir gazinoda olduğu tespit edilerek oraya
gidil
m i ş . Vali bir de ne görsün? Deniz kenarındaki bir gazino da c ü m b ü ş l ü bir eğlence. Sabah o l m a k üzere. A t a t ü r k , üze rinde gelişigüzel bir elbise, başında kasket, sabahçı kahve lerinden çevresine topladığı balıkçılarla omuz omuza
ver
m i ş Kasabiko o y n u y o r . Bir anda ne yapacağını, A t a t ü r k ' ü balıkçıların arasından
kurtarıp, Saraya nasıl
götüreceğini
düşünen Üstündağ, m e m u r l a r l a birlikte balıkçı kılığına g i rip, oyun halkasına
katılmış ve balıkçıları birer birer
silterek Atatürk'le omuz omuza
ek
kalmış.
Keyfi bozuldu diye önce Valiyi bir güzel paylayan A t a türk, —
«Yahu, felekten şöyle bir gece çalıp
keyfetmeğe,
alelade bir vatandaş gfbi kendi başımıza e ğ l e n m e ğ e t ı k . B u n a da s e n e n g e l o l d u n , » Meğer Atatürk, özgürlük
kalk
demiş.
isteğine dayanamayarak
Sa
raydaki kafesinden gece yarısı dışarı fırlamış. Önce Beşik taş'taki sabahçı kahvelerinden birine girip bir sade
kahve
söylediği
işare
tiyle
sırada ocakçı
k e n d i s i n i t a n ı m ı ş . K a ş göz
kahvedeki balıkçılara Atatürk'ün
Balıkçılar da,
bu beklenmeyen
uzaktan korka
korka
sokulmuşlar.
baktıktan
«Hoş geldin
varlığını
duyurmuş.
yeni müşteriye sonra yavaş
Paşam,» d i y e
bir
yavaş
ellerini
süre
yanına öpmeğ'3
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
87
kalkışmışlar. Aralarında bir kaynaşma o l m u ş . Atatürk, o n lara kahve ı s m a r l a m ı ş . Karşılıklı h o ş b e ş t e n ye haber v e r m e m e l e r i n i
sonra
kimse
geceyi onlarla
birlikte
g e ç i r m e y i t e k l i f e t m i ş . S e v i n ç t e n ne y a p a c a k l a r ı n ı
şaşıran
balıkçıları, otomobiline
öğütleyip aldığı
gibi
Kireçburnu
gazinosuna
gidilmiş. Gazinocu uykudan uyandırılıp, masalar içkiler
içilmiş.
Sonra
hep
beraber
kalkıp,
kurulmuş,
oyuna
başla
mışlar. Bir gece A t a t ü r k , yine D o l m a b a h ç e Sarayından larak bir
taksiye atladığı gibi
kaçmış. Anadolu
g e ç m i ş . O s ı r a d a IVlaltepe A s k e r î
Lisesi
buna-
sahiline
öğrencilerinden
bir grup. Çubuklu asfaltında Beykoz'a doğru gece y ü r ü y ü şü yapmaktadır.
Birdenbire
önlerine
çıkan
bir
otomobilin
i ç i n d e A t a t ü r k ' ü n t e k başına o t u r d u ğ u n u g ö r ü n c e bir hay li
şaşırmışlar. O t o m o b i l i n kapısı açılıp A t a t ü r k yere
inince
lerin başında bulunan yüzbaşı rütbesindeki
bir
hemen selâm vaziyeti alıp, t e k m i l haberini
verir.
öğrenci
öğretmen,
Atatürk, öğrencilerin gece yürüyüşünü görünce nun olur. Türk Gençliği'nin gece
gündüz
tanın bekçiliğini yaptığını söyledikten —
«Haydi
Atatürk,
uyumayarak
gelin d e , şöyle bir kenara oturalım,»
soru atarak tartışmağa
der.
alırlar.
başlar. O
kanadığını
söylemeğe
Or
sırada
A t a t ü r k ' ü n ş a k a ğ ı n d a i n c e c i k b i r k a n izi f a r k e d i l i r . şakağının
va
sonra:
yere çöker. Öğrenciler çevresini
taya askerî bir
mem
Önce
cesaret edemezler.
So
nunda öğrencilerden biri dayanamayıp şöyle der: —
« A t a m , şakağınızda
bir yara
var. Galiba
kanıyor
da.» Atatürk, silmek için mendilini sırada öğrenci
a r a r s a da b u l a m a z .
hemen yerinden fırlayarak cebinden
dığı bir mendille şakaktaki pıhtılaşmış dili çok değerli
bir
hatıra
kanı siler, o
olarak saklamak
üzere
O
çıkar men cebine
88
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
koyar. Atatürk, yaralanmasından
büyük
üzüntü duyan
öğ
rencilere: —
«Önemsiz
b i r ş e y . İVlerak
etmeyin.
Farkındayım,
kaçarken oldu,» der. Bunun nedenini k i m s e sormağa cesaret edemez. Kos k o c a C u m h u r b a ş k a n ı , n e d e n , k i m d e n k a ç ı y o r ? Bu k a r ş ı l ı ğ ı , az s o n r a a n l a ş ı l ı r . A r a d a n geçmeden
uzaktan
motor
bile
gürültüleri, klakson sesleri
ge
lir ve Atatürk, sözünü yarıda —
sorunun
daha beş dakika
keserek:
« E y v a h , g e l i y o r l a r , » d e r . « Y a k a l a n d ı m . Bu g e c e t e k
b a ş ı m a ş ö y l e bir d o l a ş a y ı m d e d i m . Fakat beni y i n e arayıp buldular. Anlaşılan yine yalnız
kalamayacağım.»
Az sonra otomobiller ve motosikletler Atatürk'ün
ge
lip önünde durmuşlar. İnen görevlilerin yüzlerinde A t a t ü r k ' ün
kaçmasından
ne derece
telâşlanıp, üzülmüş
oldukları
okunmaktadır. A t a t ü r k , b i r gece de k e n d i s i n d e n izin almadan sizce Saraydan
haber
kaçan Kılıç A l i ile bir arkadaşını, k o n u k
olarak gittiği bir evde içki içerken arayıp b u l m u ş , A t a t ü r k ' ü o zamana kadar hiç g ö r m e y e n ev sahibi ile b i r l i k t e bahçe d e kurulan sofrada yiyip içerlerken, birden Atatürk'ün kö p e ğ i Foks, içeri d a l m ı ş . Kılıç A l i ' d e de şafak atmış A t a t ü r k , yarı kızgın, yarı şaka Kılıç A l i ' y e ş ö y l e — rada
«Bravo size. Beni Dolmabahçe'ye
eğlenceye
tabiî.
çıkışmış:
tıktınız, siz
bu
daldınız.»
O da s o f r a y a o t u r u y o r . G ö r e v l i l e r o n l a r ı a r a y ı p b u l a n a kadar sofra dörtlü olarak
sürüyor.
ENİŞTESİNİN
ATATÜRK'ün
FABRİKASI
kendisinden önce doğan Fatma.
Ömer, kendisinden sonra doğan
Ahmet,
Naciye ve Makbule
adlı
beş kardeşi v a r d ı . M a k b u l e ' n i n dışında bu k a r d e ş l e r i n hep si de küçük yaşta ö l m ü ş l e r d i . M a k b u l e Hanım, A t a t ü r k ' t e n d ö r t yaş daha k ü ç ü k t ü . A t a t ü r k ' ü n annesi Z ü b e y d e H a n ı m , 1923 O c a k a y ı n d a İ z m i r ' d e
öldükten sonra tek
mirasçısı
kızkardeşi Makbule Hanım kalmıştı. Makbule Hanım, M u s tafa
Mecdi
Boysan'la
evlenmiş, fakat
sonradan
ayrılmış
lardı. Atatürk öldüğü zaman Makbule Hanım. M u s t a f a M e c di ile evli o l d u ğ u n d a n Boysan soyadını t a ş ı y o r d u . Eşinden ayrıldıktan
sonra
ten yadigâr
kalan
daha sonra
da
Atadan
soyadını
anlamına
emekli
aldı.
geliyordu.
Albay
Nuri
Beyle
Atadan,
Atatürk'
Makbule
Atadan,
evlenmiş
ayrıl
mıştı. Atatürk,
Vasiyetnamesi'nde
kızkardeşine
ayda bin l i
ra v e r i l m e s i n i , a y r ı c a y a ş a d ı ğ ı s ü r e c e Ç a n k a y a ' d a ğu evin emrinde
kalmasını
istemiştir. Sonradan
A t a d a n ' ı n «mahfuz hisse» si çıkarılan bir kanunla
oturdu Makbule ortadan
kaldırılmış ve ağabeysinin mirasından bir şey alamaz d u ruma gelmiştir. M a k b u l e Hanım, eşinden ayrılıp yalnız kal-
90
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
dığı ve g e ç i m darlığına düştüğü için bir kanunla kendisine aylık bağlanmıştır. şekilde yayın
Bununla
ilgili
olarak gazeteler
yapmışlardı. Hiç çocuğu olmayan
Atadan,
1956 y ı l ı n d a k a n s e r
Gûlhane
Hastanesi'nde
geniş
İVlakbule
hastalığına tutularak
Ankara
ölmüştür.
Makbule Hanım'ın eşi Mustafa M e c d i , Kurtuluş Sava şı sırasında İstanbul'la Ankara arasında gidip gelip
haber
l e ş m e sağlamış, Fransız yazarı v e d i p l o m a t ı Glaude Farrer ile A t a t ü r k ' ü n İzmit'te buluşmasını düzenlemiş, kaçak zeme bulma sonra
işinde çalışmıştı.
iş hayatına atılan
çevrede
söylentiler
Cumhuriyet'in
mal
ilânından
Mustafa Mecdi'nin durumu
d o l a ş m a ğ a b a ş l a m ı ş t ı . Bu
için
söylentiler,
Atatürk'ün de kulağına gitmiş olacak ki, bir akşam sofra sında M a l i y e Bakanına: —
«Bizim e n i ş t e n i n fabrikası ne vaziyette?» d i y e
sor
du. Maliye Bakanı: —
«Mecidiyeköy
sırtlarında...» diye anlatmağa
mıştık k i , daha sözlerini b i t i r m e d e n A t a t ü r k , içini kuşkulara —
kemiren
değinerek:
« N e y a p ı p y a p . Bu a d a m a v e r g i y i k o y . F a b r i k a y ı k a
pamağa mecbur
kalsın. Çünkü fabrika çalışırsa
benim adımı kötüler. Benim Yapmak istemese de öyle O geceki
namıma istediğini
piyasada yapabilir.
sanırlar.»
konuşmadan sonra Atatürk'ün
fabrikasına g e r ç e k t e n fazla vergi
eniştesinin
kondu m u , konmadı
b i l m i y o r u m . Fakat çok g e ç m e d e n M u s t a f a M e c d i ' n i n ettiğini
başla
duyduk. Fabrika kapandı, kendisi de
gitti. Mustafa
Mecdi
bir
ara m i l l e t v e k i l l i ğ i
mı iflâs
Romanya'ya de
Karısından a y r ı l d ı k t a n sonra zor v a z i y e t t e ö l d ü .
yapmıştı.
FENERBAHÇE'YE
FENERBAHÇE Klübü için A t a t ü r k ' t e n
BAĞIŞI
uygun bir
bağış
istemişler. O da b e ş y ü z l i r a b a ğ ı ş t a b u l u n m u ş t u . A t a t ü r k ,
Fener
b a h ç e ' y e özel b i r i l g i b e s l e r d i . Bir k o n u ş m a s ı r a s ı n d a F e nerbahçe'nin halka ait bir t a k ı m olduğunu söylediğini duy m u ş t u m . Halka ait her şeyi A t a t ü r k tutar ve
severdi.
Dr. R e ş i t G a l i p , h e m e n F e n e r b a h ç e ' y e b a ğ ı ş
haberini
getirip: —
«Çelebi...
Çelebi...
lira bağışta bulundu.» diye
Gazi, Fenerbahçe'ye müjdeyi
O zamanın beş yüz lirasının
beş
bugünün on bin
karşılık olduğunu söylemeğe b i l m e m
yüz
verdi. lüzum var
lirasına
mı?
YUNAN MAÇINDAN
SONRA
İZİNLİ o l a r a k i s t a n b u l ' a g e l m i ş t i m . O s ı r a d a Y u r ı a n l ı l a rın A p o l l o takımı g e l m i ş , Fenerbahçe ile maçları var. Fe n e r b a h ç e m a ç ı 1-0 k a z a n ı y o r . S a ğ a ç ı k F i k r e t , k a l e y e g i r e n topu çıkarmaya çalışan kaleciden bir y u m r u k yiyor. Bunun ü z e r i n e s a h a y a a t l a y a n b i r s u b a y da k a l e c i y i
dövüyor.
Daha s t a d y u m yok. Baraka gibi eski T a k s i m kışlasın da o y n a n ı y o r . O l a y l ı m a ç i k i g ü n s o n r a y e n i l e n d i . Y u n a n l ı l a r ı 2-0 y e n d i k . Ç o k h e y e c a n l ı b i r m a ç t ı A l l a h i ç i n . çocuklar
çok
g ü z e l o y n a d ı l a r . Sağ a ç ı k
Leblebi
Bizim
Mehmet
t o p u ortalıyor, s a n t r f o r N e c d e t sol v u r u p , t o p u Y u n a n ka lesine s o k u y o r , soldan Rebii ortalıyor, t o p Y u n a n ağların d a . B ö y l e c e m a ç 2-0 b i t i y o r . Ankara'ya
döndüğümde
arkadaşlarla
oturmuş,
maçı
yüksek sesle tartışırken, Atatürk sesimizi duymuş. Yanımı za g e l i p b a n a : —
«Maç hadiseli geçmiş, öyle mi?» diye
Ballandıra ballandıra anlattım. Millî
sordu.
hislerim
kalkmış, subayın Yunan kalecisini nasıl dövdüğünü yordum. —
«Subayı
k i m bilir ne yaptılar?»
dedi.
ayağa anlatı
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Hapsetmişler,» diye karşılık
—
«Yerini değiştirmişlerdir,»
93
verdim.
dedi.
Atatürk'ün yanında serbestçe konuştuğumuz ve
onun
da b i z i m l e s ı k s ı k ş a k a l a ş t ı ğ ı i ç i n ş ı m a r m ı ş t ı k . O ' n u n yifli halini görünce her şeyi
olduğu gibi
ke
s ö y l e r d i k . O da
bundan hoşlanırdı. O gün de bir coşkunluğuma gelmiş o l malı ki: —
«Yunanlılar ö y l e p e r i ş a n oldu k i , kaç para e d e r s e
nin Sakarya Harbin,» d e d i m . Atatürk, gerçi bir şey demedi ama, sonra söylediğime, söyleyeceğime unutuyor bazen.
bin pişman
oldum.
İnsan
kendini
böyle
R U S MİLLÎ
A N K A R A ' D A Türk-Rus Millî
MAÇINDA
Maçı oynanıyor. Millî Ta
kım kalecisi Hüsamettin gelen şutları geri çeviriyor. Santr f o r V a h a p , Rus k a l e s i n e g o l l e r i s ı r a l ı y o r . Ö n c e 2-0 d i k . S o n ra 2-1 o l d u k . M a ç ı n b i t i m i n e o n d a k i k a k a l a , n e o l d u y s a o l d u . R u s l a r , i k i g o l a t ı p 3-2 o l d u l a r . Y e n i l i n c e ç o k ü z ü l d ü m . Yıl
1928. O z a m a n s t a d y u m
falan yok.
Muhafız
yının sahasında oynanıyor. Köşke d ö n d ü m . Rengim Atatürk'le —
Ala atmış.
karşılaştım.
«Ne o Çelebi Efendi?» diye s o r d u .
—
«Yenildik...»
—
«Nasıl
yenildik?»
A n l a t t ı m . Can kulağıyla dinledi. A t a t ü r k ama, yakından
ilgilenir, futbol
maça
karşılaşmalarını
gitmez
gazeteler
d e n i z l e r d i . İ s t a n b u l ' d a k i m a ç l a r l a da « B a k , m a ç t a y i n e h a dise çıkmış,» diye
ilgisini
belirttiğini
h a t ı r l a r ı m . Rus
ma
ç ı y l a da f a z l a i l g i l e n m i ş , d u r m a d a n : —
«Neden yenildik?» diye
soruyordu.
—
«Bizimkiler onların ayarına g e l e m e m i ş de
ondan,»
diye karşılık v e r d i m . O da b e n i m k a d a r ü z ü l d ü . T a m k a z a n m ı ş k e n , s o n d a -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
l<il<ada y e n i l . O l u r iş d e ğ i l . A t a t ü r k
bir süre
95
düşündükten
sonra: — ti,»
"Galibiyetten mağlubiyete geçmek çok zoruma git
dedi.
HASTA ÇOBANI
ZİYARET
O K U M A kitaplarına kadar geçen Sığırtmaç M u s t a f a ile Atatürk'ün karşılaşması çok
enteresandır;
1930 y ı l ı n d a yaz a y l a r ı n d a A t a t ü r k , b i r g ü n a t l a Y a l o v a dağlarında den
bir gezintiye çıkar. O sırada Balaban d e r e s i n
çıkıp, sığırları
otlata otlata ilerleyen
bir
sığırtmaca
rastlar. Atını oraya doğru sürüp yanına geldikten sonra: —
«Bu y o l ç ı k a r m ı ? » d i y e
sorar.
Üzerine doğru y i r m i kadar atlının geldiğini gören
ço
ban hiç ü r k m e z . Eliyle y o l u g ö s t e r i r . A t a t ü r k , y o l u n a g i d e cek y e r d e atını durdurur. Y e r e atladıktan sonra k i m olduk larını m e r a k bile e t m e y e n çobanla aralarında şu
konuşma
geçer: —
«Adın ne senin?»
—
«Mustafa.»
—
«Ya, benimki de M u s t a f a . D e m e k
adaşız.»
Çobanın A t a t ü r k ' ü tanımadığı bellidir. Belki de
gelen
atlıları zengin çiftlik sahipleri sanmıştır. Atatürk, tanınma mış olmasından —
keyiflenerek:
«Sen Gazi'yi tanır mısın?» diye sorar.
Çocuk bozuntuya vermez. Bilgiçlik
taslayarak:
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Tanırım,» der.
—
«O'nu sever
—
«Severim.»
—
«Niçin
97
misin?»
seversin?»
Sığırtmaç şöyle bir düşünür gibi —
«Paşa o l d u ğ u
için
—
«Peki b u k o y u n l a r
—
«Ağanın.»
yapar:
severim.» kimin?»
—
«Sen kaç p a r a y a
—
«IJç l i r a y a . »
çalışıyorsun?»
—
«Ayda üç lira yılda kaç para eder?»
Çoban bunun hesabını yapamaz. A t a t ü r k ' ü n ve yanınd a k i l e r i n y a r d ı m ı y l a ayda üç liranın, yılda otuz altı lira yap tığını hesaplar. —
«Sana b u o t u z a l t ı
me gelir
lirayı v e r i r s e m , benim
çiftliği
misin?»
•— « A ğ a
razı
olursa gelirim. Ağanın
rızasını
alın
da
ondan sonra.» —
«Senin anan, baban yok
mu?»
—
«Yalnız anam
—
« B a k a l ı m razı o l u r
var.»
—
« O n u n da r ı z a s ı n ı a l ı r s a n ı z razı o l u r . O z a m a n b e n
mu?»
de sizin ç i f t l i k t e çalışır, ona
bakarım.»
Atatürk, bu sırada cebinden bir sigara çıkarıp
çobana
uzatır. Çoban on bir-on iki yaşlarındadır. Sigarayı —
«Sigara
içmiyor
—
«Daha s ı r l a ş m a d ı m
almaz.
musun?» (alışmadım).»
Bunun üzerine A t a t ü r k , cebinden bir
on
lira
çıkarıp
v e r m e k i s t e r . Ç o b a n b u n u d a a l m a z . Bu g ü z e l h a l i A t a t ü r k , parayı alması için ısrar
gören
eder:
—
«Neden almıyorsun?» diye sorar.
—
«Bu ç o k p a r a . H e m b a n a n e r d e n a l d ı n d i y e
—
«Aferin
sorar
lar.» oğlum. Böyle
o l m a l ı . Fakat ben
sana
bu F: 7
98
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
parayı, bana yol g ö s t e r d i ğ i n için v e r i y o r u m . K i m s e bir
şey
demez.» Atatürk,
parayı
alması
için
çobana
yeniden
ısrar
edince: —
« A l ı r ı m a m a , bir şartla,» der. «Sen de b e n i m v e r e
c e ğ i m cevizleri alırsan paranı alırım.» A t a t ü r k , çobanın y e m e k için yanına aldığı yarım okka kadar cevizi alır, parayı verir. İş b u k a d a r l a k a p a n s a i y i . E r t e s i g ü n S ı ğ ı r t m a ç
Mus
tafa, j a n d a r m a tarafından apar topar, daha ne o l d u ğ u n u a n lamağa vakit bulamadan Yalova A t a t ü r k Köşküne Ç o b a n daha A t a t ü r k ' ü n
kim olduğunu
getirilir.
bilmemektedir.
Sığırtmaç M u s t a f a ' y ı işte b e n , ilk kez o g ü n , orada ta nımıştım. Salonda birçok konuk vardı. Çoban elinde sopa sı
olduğu
halde
oturuyor,
başına
geleceğinden
ürkek bakışlarla çevresine bakmıyordu. Yanına —
«Konuştuğun
—
«Bilmem,» diye karşılık verdi.
Bunun
üzerine
adam
kimdi?»
çocuğa
diye
habersiz, sokulup:
sordum.
bulunduğumuz
yeri
Çoban:
anlatarak,
e l i m d e n geldiği kadar öğütte bulundum: —
« D i k k a t l i ol ve hiç çekinme,» d e d i m . «Seni
a d a m o l u r s u n . Bu g ö r d ü ğ ü n
okutur,
Atatürk'tür.»
Çocuk artık köşke getiriliş nedenini öğrenmiş
bulunu
y o r d u . Yüzünde m e m n u n l u k hali b e l i r m i ş t i . Derken Atatürk salona girdi. Sığırtmaç Mustafa'yı te peden tırnağa süzdükten
sonra
suratı
asıldı.
Konuklara
dönerek: —
Çocuğa k i m o l d u ğ u m u söylemişler. Baksana, nasıl
konuşması, tavrı değişti,» dedi. Bunu duyar duymaz benim söylediğim meydana
çıka
cak diye korkudan h e m e n oradan s ı v ı ş t ı m . Cılız, ç e l i m s i z Sığırtmaç M u s t a f a ' n ı n köşke
getirildik
ten sonra sıtmadan dolayı karnının davul gibi şiş
olduğu
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
99
görüldü ve İstanbul'a yollanarak Şişli Çocuk
Hastanesine
yatırılıp tedavi altına alındı. Yalovadan İstanbul'a d ö n m ü ş t ü k . Bir gece yarısı A t a türk'ün
aklına
geldi. Çoban
Mustafa'yı
sordu.
«Yatıyor,»
dedik. «Gidip görelim,» d e d i . Saat g e c e n i n ikisinden sonra Şişli Çocuk Hastanesine yollandık. Gelişimiz bir â l e m d i . Bütün çocuklar uykudan uyandı lar. A t a t ü r k , Ç o b a n M u s t a f a i l e b e r a b e r , y a t a n ö b ü r ç o c u k l a r ı n da s ı h h a t i n i s o r d u . H a s t a n e d e k a l d ı ğ ı m ı z s ü r e
içinde
çocukların hiç biri uyumadı. Atatürk, Çoban Mustafa'nın yanından ayrılmak istemi yordu. Çoban Atatürk'ü
görünce yatakta doğrulmak
ama, eliyle ona engel o l d u . Onunla
özel olarak
istedi
konuştu.
Hatırını sordu: —
«Sen ayağa k a l k m a y ı bırak da, buradan nasıl çıka
cağını düşün,» dedi. Sonra
çobanın
omuzunu
okşayarak
şöyle konuştu: —
«Benim
çiftliğime
çalışmağa
gelmemiştin.
Şimdi
ağandan aldığın üç lira aylıkla öde b a k a l ı m hastane
para
larım.» Çobanı önce bir korku aldı. Gerçekten dediği
doğruy
sa bu parayı nasıl ö d e r d i . Sonra A t a t ü r k ' ü n yüzüne d i k k a t l i dikkatli bakarak şaka yapıp yapmadığını kendi aklınca ölç tükten sonra: —
«Sen k o s k o c a G a z i P a ş a ' s ı n . E l b e t t e h a s t a n e p a r a
s ı n ı da v e r i r s i n , »
dedi.
Sabaha karşı Sığırtmaç M u s t a f a ' y ı bırakarak
hastane
den ayrıldık. Ertesi akşam
sofrada
konu, yine
bu Çoban
Mustafa
üzerindeydi. Herkes onun için bir şey söylüyordu. Lehinde v e a l e y h i n d e . . . Bazı k o n u k l a r : —
«Paşam, bu çocuğa
—
«Niçin?»
boşuna emek
vereceksin.»
—
«Efendim, çoban hiç okur mu? A d a m olur
mu?»
100
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Bu s a ç m a l a r ı b ü y ü k b i r d i k k a t l e d i n l e y e n A t a t ü r k : —
lar
«Yahu, ne uzağa g i d i y o r s u n u z . Ben de bir z a m a n
tarlada
kargaları
bekledim.
Dayımın
koyunlarını g ü t t ü m . Beni biraz zeki
çiftliğinde
'Bu çocuğu o k u t m a l ı , ' d e d i . Bundan sonra beni okula
yazdırdılar.
Çobanlar okumaz
onun
gören dayım: askerî
Ben o k u d u m , gördüğünüz
yere
diye
Bu ç o c u k
bir
nazariye yoktur.
geldim. da
o k u r . B e l k i b ü y ü k b i r a d a m da o l u r . O n u d a z a m a n g ö s t e rir,» dedi. her
gelişi
mizde Saraya gelir, A t a t ü r k ' l e görüşür ve mubayaa
Çoban M u s t a f a , Kuleli'de iken
İstanbul'a
memu
r u y ü z b a ş ı e m e k l i s i Rıza K ö s e ' d e n a y l ı ğ ı n ı , y a n i a l ı r , bazı d e f a y e m e k t e Çoban
harçlığını
alıkonulurdu.
Mustafa, Atatürk'ün
Dolmabahçe'de
mübarek
nâşmı yaşarmış gözlerle selâmlarken, üzerinde Kuleli forması
üni
bulunuyordu.
Yıllar geçti ve zamanla bu çocuğun okuyup adam o l duğunu gördük. Çoban m i ş ve emekli
Mustafa
binbaşılığa kadar
olmuştur. Şimdi Yalova'da
yüksel
oturmaktadır.
AYAKLARINA KAPANAN
A T A T Ü R K h e r yaz d i n l e n m e k
için Yalova'ya
KADIN
gelir
ve
b u r a d a üç ay k a d a r k a l ı r d ı . Y a l o v a ' n ı n i n s a n a h u z u r v e r e n havasına, s e s s i z l i ğ i n e âşıktı âdeta. Burada t a b i a t l a baş ba ş a k a l m a k t a n b ü y ü k b i r haz d u y d u ğ u n u , f e r a h l a d ı ğ ı n ı halinden belli ediyordu. Denizcilik
Bankasının
her
yaptırdığı
T e r m a l O t e l i n i n i l k k o n u ğ u d a 22 o c a k 1938 c u m a r t e s i g ü nü A t a t ü r k o l m u ş t u . Termal'in üçüncü katında bulunan dai r e s i hâlâ O n u n a n ı s ı n a k a p a l ı t u t u l u r . A t a t ü r k ' ü n
Termal'de
koru içindeki ahşap A t a t ü r k Köşkünü çok sevdiğini, ö m r ü nün son günlerini
burada geçirmek
istediğini
birçok
kez
duymuşumdur. Yine b i r yaz, Yalova kaplıcalarındayız. Tatil ayları k e n dine özgü bir t e m b e l l i k l e
sıcak ve ağır g e ç i p
gitmede...
Günlerden bir g ü n , ansızın köşkün kapısında bir kadın be l i r d i . Bu s ı r a d a A t a t ü r k , k ö ş k ü n
merdivenlerinden
inmek
t e y d i . Kadın b i r d e n kendini y e r e atıp, A t a t ü r k ' ü n ayakları na k a p a n d ı , ö p m e k i s t e d i . F a k a t A t a t ü r k , b u n a h e m e n gel oldu. «Estağfurullah,» diye geri geri
en
çekildi.
Ö n c e m a h c u p o l m u ş g i b i b i r t a v ı r t a k ı n m ı ş t ı . F a k a t az sonra kızdığını a n l a d ı m . Sert bir ş e k i l d e :
102
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Ne istiyorsun?» diye sordu.
—
«Üç ç o c u ğ u m var, okula v e r m e k
—
«Peki, siz ne iş yaparsmız?»
Kadın ezile büzüle, adeta —
istiyorum.»
utanırcasına:
«Öğretmenim...» diyebildi.
A t a t ü r k ' ü n canı adamakıllı sıkılmağa
başlamıştı.
Bir
öğretmen, hem de «Yeni nesli sizler yetiştireceksiniz, y e ni nesil sizin eseriniz olacaktır,» dediği bir ö ğ r e t m e n , g e l sin, O'nun ayaklarına kapansın. Olur şey değil. —
«Siz b ö y l e y a p a r s a n ı z , s i z i n y e t i ş t i r d i ğ i n i z
çocuk
lar n e y a p a r ? B ö y l e b i r h a r e k e t f a n i i n s a n l a r a y a p ı l ı r
m\?
Haydi istediğin neyse çabuk s ö y l e . Yalnız şunu iyi bil k i . k i m olursa o l s u n , elini ayağını
öpmek
hiç
de
doğru
de
ğildir.» Kadın ö ğ r e t m e n i n isteği, iki çocuğunu yatılı okula ver mek, okutmaktı. Aynı öğretmen
otomobile
alındı.
Yalova
iskelesinde'
indirildi. Ertuğrul yatındaki sofraya oturtulup, öğle yemeği v e r i l d i . Sabiha G ö k ç e n , Zehra ve Rukiye Hanımlar da ordaydı. A t a t ü r k , y a v e r i aracılığıyle kadına yüz lira v e r d i . Ç o c u k l a r ı da A t a t ü r k ' ü n e m r i y l e
hemen
yatılı okula
gönde
Kadıncağız o an ne yapacağını, nasıl t e ş e k k ü r
edece
rildi. ğini bilemiyordu. Ayrılırken gözleri
yaşlarla
dolu
«Allah
uzun ö m ü r l e r versin,» diyebildi. Yalova'da Atatürk'ün Öğretmenin
çok
o
gün
ayaklarına
canını sıkmış
ve
kapanan neşesini
öğretmen
olayı
kaybettirmişti.
davranışına kızmış, fakat sonuç olarak
kadın-
olduğu için de yardımı e s i r g e m e m i ş t i . A t a t ü r k , her zaman kadına t o p l u m içinde gereken ö n e m i n v e r i l m e s i n i
istemiş
t i . B a t ı k a d ı n ı i l e T ü r k k a d ı n ı a r a s ı n d a k i f a r k ı k a l d ı r m a k enbüyük
amacıydı. Türk
kadını
bütün aşağılık
duygulardan-
kurtarılmalıydı. Ö m r ü n ü n sonuna dek de bunu savunmuştur»
NİYE KADINI
S I C A K b i r yaz g ü n i j y d ü . . .
İstanbul'da
ÖPMEDİN?
bulunuyorduk.
Beylerbeyi Sarayında yine sazlı sözlü bir s o f r a hazırlanmış t ı . Saraya hizmete gelen yaşlı bir kadının sebep olduğu bir olayı asla u n u t a m a m . . . Adını bile ö ğ r e n e m e d i ğ i m bu yaş lı k a d ı n s a d e c e b i r g e c e ç a l ı ş t ı , f a k a t h i z m e t a ğ ı r
geldi.
Dayanamadı ve ertesi günü çekip gitti. Öyle ya, gece sa baha kadar çalışmak kolay mı? Kadın sofraya de kendi
bir
kadeh
rakı v e
çeşitli
atıyordu. Belki
içki
v e r i y o r , arada
alışkanlığından,
bir
belki
heyecanını yatıştırmak i ç i n . . . A m a arada bir içtiğini gözüm le
gördüm. Bir an g e l d i , kadın salonda bir koltuğa y ı ğ ı l ı v e r d i . He
men koşup kaldırmak i s t e d i m . Eğlenceli bir geceydi. Her kes c o ş m u ş , bambaşka bir dünyada y a ş ı y o r d u .
Maksadım
kimseye sezdirmeden, Atatürk'ün keyfini kaçırmadan kadı nı s a l o n d a n ç ı k a r m a k , s o n r a d a S a r a y d a n
uzaklaştırmaktı.
Kollarımla kadını arkasından t u t u p , ayağa çalışırken,
korktuğuma
uğradım. Atatürk,
kaldırmağa
uzaktan
kadına
sarıldığımı g ö r m ü ş . Böyle şeyler de hiç gözünden
kaçmaz.
B a ş ı m d a b i r d e n üç
Atatürk,
gölge
görünce
sendeledim.
104
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
N u r i Conl<er, T a h s i n Ü z e r . . .
Korkudan ne yapacağımı
şa
şırdım. Atatürk
kaşlarını
çatarak:
—
«Sen kadını öpüyordun...»
—
«Hayır Paşam,
—
«Öpüyorsun...»
—
dedi.
öpmüyorum...»
« Ö p m ü y o r u m . Nasıl ö p e r i m . Ben kadının
dayım. Saçları ağzıma —
«Saçlarını mı
—
«Hayır e f e n d i m , hiç
Atatürk'ün
öpüyordun?» bir yerini
öpmedim...»
b u kez s e s i n i n y u m u ş a d ı ğ ı n ı
sezdim:
—
«Neden öpmedin?» diye sordu.
—
«Çalıştığım yerde doğru bulmuyorum...»
—
«Neye doğru
—
«Ekmek y e d i ğ i m yerde
Bu s ö z l e r i m A t a t ü r k ' ü n
böyle' şeyler
gerilmiş
düşünmem.
Atatürk
cevaplarımı
beğenmiş
nerken: —
işaret
«Çok iyi yerden ders almışsın,»
«Bravo,» d e d i ğ i n i d u y d u m .
ederdim.»
kaşlarını
havanın yumuşamasından
bana d ö n ü p , gözucuyla A t a t ü r k ' ü —
dedim.
bulmuyorsun?»
A m a dışarda o l s a m istediğim şekilde hareket Tahsin Üzer de
arkasın-
geliyor.»
gevşetti.
cesaret
alarak,
ederek, dedi.
olmalı
ki, yerine
dö
MADAM
BEVOĞLU'ndaki
Eden L o k a n t a s ı n a
VERA
gitmiştik.
Papazla
rın toplantısı vardı. Y i r m i dört kişilik bir masada
birbirle
rine ziyafet çekiyorlardı. Mal sahibi M a d a m Vera güzel bir kadındı. A s l e n
Be
yaz Rustu, Ç o k t i t i z ve düzenli bir s e r v i s i v a r d ı . A t a t ü r k , y e m e k sırasında M a d a m Vera'yı masaya çağırttı: — tikten olabilir
« L o k a n t a n ı z ç o k g ü z e l , » d i y e ö v ü c ü b i r k a ç söz e t sonra, «Bir ş e y e miyiz?» diye
ihtiyacınız
var m ı , size
yardımcı
sordu.
M a d a m Vera u m m a d ı ğ ı anda başına konan bu Kuşundan son derece keyiflenmiş, ellerini —
«Evet var
Devlet
oğuşturarak,
Paşam,» diye sıkıntı içinde
bulundukla
rını, bir m i k t a r k r e d i y e i h t i y a ç l a r ı o l d u ğ u n u s ö y l e d i . Bunun üzerine
Atatürk,
—
«Ne kadar?» diye
—
«On bin lira kadar.»
sordu.
—
«İş B a n k a s ı n a s ö y l e y e l i m . M ü m k ü n s e b i r
çaresine
baksınlar,» d e d i k t e n sonra başyaver Rüsuhi Beye bu k o n u da talimat
verdi.
Ertesi günü Eden Lokantasının d u r u m u inceden inceye
106
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
İ n c e l e t t i r i l d i . Bal<tılar k i , b o r ç i ç i n d e . Bir s ü r e Bu o l a y ı n t a n ı k l a r ı n d a n D r . R e ş i t çok
Galip,
oyaladılar. kredi
işine
içerlemişti, —
«Biz b u k a d a r t a r i h y a z ı p ç a l ı ş ı y o r u z . Beş p a r a b i
le a l d ı ğ ı m ı z y o k . Rus k a r ı s ı n a p a r a v e r i l i y o r , » d i y e dı s ö y l e n m e ğ e . Oysa para falan v e r i l m i ş değildi.
başla
RUM KADINIYLA
KAVUNCU
BİR yaz a k ş a m ı B ü y ü k a d a ' y a g i t m i ş t i k . 1936 y ı l ı y d ı . İ s kelede A t a t ü r k ' ü büyük bir kalabalık karşıladı. İçten sevgi gösterilerinde Vapur
iskelesine
binmesi
bir
bulundu. Splandit Oteline otomobil
yanaştırmışlar.
—
Atatürk'ün
için. Oysa Adalarda tekerlekli, motorlu
gezilmesi yasak. Atatürk, otomobili
gelen
gidilecekti. araçlarla
görünce şöyle
«Adada otomobille dolaşmak yasak değil
sordu: mi?»
S o r u s u n u n karşılığını daha b e k l e m e d e n , —
«Kaldırın bu otomobili,» dedi. Sonra iki dizi h a l i n
de sıralanıp, kendisine yol açan kalabalığın
arasında y ü
rüyerek
çiçek
otele geldi. Herkes yolda Atatürk'e
atıyor,
kalabalığı yaranlar, eğilip elini öpüyorlardı. Otelin alt kat terasında çok güzel bir sofra
hazırlan
m ı ş t ı . Fakat A t a t ü r k , halkın c o ş k u n l u ğ u n u g ö r ü n c e bu sof raya pek ilgi g ö s t e r m e d i . Bir s e r v i s masası üzerindeki ra k ı y l a l e b l e b i d e n a l ı p , e l l e r i a r k a s ı n d a b i r a ş a ğ ı , b i r yukaı-ı dolaşmağa
başladı.
Balkonun önü çepeçevre insanla doluydu.
Her
çeşit
insan Ata'larını g ö r m e k için t o p l a n m ı ş , b i r b i r l e r i n i n başları 'üzerinden
bakmağa
çalışıyorlardı.
Atatürk,
merdivenlere
108
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
d o ğ r u y ü r ü y ü n c e l<aiabaiık a r a s ı n d a y e n i b i r k a y n a ş m a o l d u . Y u k a r ı s ı ç r a y ı p y e n i d e n b a ş l a d ı l a r el ö p m e ğ e . Göz y a şartıcı bir manzaraydı bu. Kalabalığın arasında siyah dekolte bir elbise
giymiş,
uzun boylu, dolgun vücutlu çok güzel bir Rum kadını, ora daki herkes gibi A t a t ü r k ' ü n de dikkatini ç e k t i . Kadının ko c a s ı y a da y a k ı n ı o l d u ğ u n u s a n d ı ğ ı m b i r e r k e k v a r d ı . A t a türk kadını yanına çağırdı. İçki içip i ç m e d i ğ i n i s o r d u . «Ha yır» karşılığını alınca onu dansa kaldırdı. O sırada salonda orkestra
yukarı
çalıyordu.
O devirde sırtlarındaki
küfelerle
mahalle
aralarında
dolaşan seyyar kavuncular vardı. Uzun b o y l u , babayani k ı lıklı, kırçıl sakalı göbeğine kadar inen böyle bir da, sırtındaki
küfeyle
türk'ü görmeğe
kavuncu
kalabalığın arasına s o k u l m u ş ,
Ata
çalışıyordu.
Rum kadınıyla dansını bitiren A t a t ü r k , birden
gözüne
çarpan sakallı kavuncuyu eliyle işaret ederek yanına çağır dı. Kavuncu, bir Cumhurbaşkanı
tarafından
çağrılacağını
aklının ucundan bile g e ç i r m e d i ğ i için yerinden dı. «Acaba kimi çağırıyor?» gibisinden sağına
kıpırdama soluna
ba
kındı. Yanındaki bir iki genç «ben m i , ben mi?» diye orta ya fırladılar. A t a t ü r k , başıyla «hayır» işareti y a p t ı k t a n s o n ra p a r m a ğ ı y l a y e n i d e n k a v u n c u y u işaret Kavuncu bir anda k e n d i n i Ne
olduğunu
pistin ortasında
anlayamadan çevresine
nıyordu. Atatürk,
etti.
kavuncunun sırtındaki
Sonra Rum kadınına, kavuncuyla
buluverdi.
şaşkın şaşkın
dans
küfeyi
bakı-
çıkarttırdı.
etmesini
söyledi.
Kadın çok güzel dans biliyor, p i s t t e döndükçe kıvrak hare k e t l e r i y l e göz k a m a ş t ı r ı y o r d u . P e j m ü r d e k ı y a f e t l i k a v u n c u y s a h a y a t ı n d a h i ç d a n s e t m e m i ş t i . Bu i k i a y r ı t o p l u m nın
insanının
birbirine
sarılarak
dans
edişleri
şeydi. Dans bittikten sonra Atatürk, ellerini —
katı
görülecek
çırparak:
«Bravo, bravo.» dedi. «Çok güzel dans oldu.» Son
ra R u m k a d ı n ı y l a g e l e n e r k e ğ e
beraber
dans
etmelerini
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
103
s ö y l e d i . Bu kez o n l a r d a n s a b a ş l a d ı l a r . O r k e s t r a
hiç
dur
madan çalıyor, toplanan halk alkış t u t u y o r d u . Atatürk, bir
Büyükada'daki
Rum kadınıyla
yoksul
o
eğlence
bir
akşamında
kavuncuyu
acaba neyi anlatmak i s t e m i ş t i ?
dans
«İmtiyazsız,
zengin
ettirmekle
sınıfsız
bir
k i t l e , " o l d u ğ u m u z u g ö s t e r m e y i m i ? Yoksa o zengin kadına «ben i s t e r s e m seni bir cumhurbaşkanıyla da, bir k ü f e c i y l e de dans ettirmesini bir türlü ç ö z e m e d i m .
bilirim,»
d e m e ğ e m i g e t i r m i ş t i . Bunu.
S A M İ P A Ş A N I N S Ü S L Ü EŞİ
YIL 1931. Dolmabahçe Sarayında ç o k ' p a r l a k bir düğün oluyor, generallerden
birinin
kızı e v l e n i y o r d u . Y u r d u n
n ı n m ı ş k i ş i l e r i d ü ğ ü n e ç a ğ r ı l ı y d ı l a r . 1-fer y a n d a ş ı k güzel hanımlar, genç kızlar, yakışıklı erkekler
ta
elbiseli
göze çarpı
yordu. Türkiye'nin Berlin büyükelçisi olan Kemalettin
Sami
Paşa v e e ş i d e k o n u k l a r a r a s ı n d a y d ı . Elçi v e e ş i d i k k a t i
çekecek
kadar şık
giyinmişlerdi.
K e m a l e t t i n S a m i Paşanın eşi A r a p d ü n y a s ı n d a t a n ı n m ı ş bir p r e n s e s t i . Ne kadar m ü c e v h e r i varsa hepsini t a k m ı ş t ı d e nebilir. Yürüdükçe pırıl pırıl yanıp herkesin bakışlarını yapılı bir sütunu
sönen
mücevherlerle
üzerinde t o p l u y o r d u . Sanki
ışıklardan
andırıyordu.
Prensesin bu aşırı s ü s ü , çok g e ç m e d e n A t a t ü r k ' ü n de dikkatini çekti. Canının sıkıldığını anlamakta
gecikmedim.
Bütün neşesi bir anda uçup g i t m i ş t i . Dans biter b i t m e z Ke malettin
Sami
Paşayı
yanına
çağırdı. Ayakta
şu
şekilde
konuştu: —
«Lütfen etrafınıza bir bakın. Ne kadar güzel
hepsi t a b i i . Hiç bu kadar
elmaslısına
rastlıyor
varsa
musunuz?
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Sizin Iıanımefendi
bujular
içinde. Kendi çirkinliğini
mak için kuyumcu dükkânına Kemalettin
Sami
111
kapa
benzemiş.»
Paşa, e ş i y l e
beraber
salonda
daha
çok kalamadı. H e m e n Saraydan ayrıldı. Eşinin bu kadar s ü s l e n m e s i n e v e h o ş o l m a y a n b u d u r u m u y a r a t m a s ı n a o da çok üzülmüş ve pişman o l m u ş t u . Çok şık giyinen A t a t ü r k , s ü s t e n , g ö s t e r i ş t e n
tiksinir,
b ö y l e ş e y l e r d e n uzak d u r u r d u . T a m b i r s a l o n a d a m ı
oldu
ğu halde, t a b i î l i k t e n hîç bir zaman ayrılmaz, g ö r ü n d ü ğ ü g i bi o l m a y ı y e ğ t u t a r d ı .
HANIMLARINIZI
ATATÜRK'ÜN
her
geceki
sofralarından
UNUTMAYINIZ
biri.
Sofrada
C e v a t A b b a s , Recep Z ü h t ü , Kılıç A l i . Recep Peker, Tahsin Üzer gibi yakın arkadaşları, sofrasının
gedikli
konukları
bulunuyordu. O
gün
Saraya
tanımadığım
bir hanım
gelmişti. Ata
t ü r k ' l e g ö r ü ş m e k i s t e d i . G ö r ü ş t ü r ü l d ü . Beş o n d a k i k a s o n ra da t a n ı m a d ı ğ ı m b u k a d ı n g i t t i . O z a m a n p e k
ilgilenme
m i ş t i m . M e ğ e r gelen kadın, A t a t ü r k ' ü n yakın arkadaşı Ce v a t A b b a s ' ı n eşi değil m i y m i ş . Kadıncağız, son zamanlarda kocasının
kendisini
bir
kenara ittiğini
söylemiş,
ilgisizli
ğ i n d e n yakınmış. A t a t ü r k ' ü n bu konuda yardımını rica et m i ş . Tabiî b ü t ü n b u n l a r d a n C e v a t A b b a s ' ı n h a b e r i y o k . Konuklar sofrada yerlerini aldıktan sonra Atatürk binden
altın
sigara
tabakasını
çıkardı. İçinden
iki
ce
sigara
ç e k t i . Birini kendi y a k t ı , öbürünü de Cevat A b b a s ' a fırlat tıktan —
sonra: « Y a k b a k a l ı m b i r s i g a r a C e v a t Bey,» d e d i .
Atatürk'ün sofrada sigara dururken sadece Cevat Ab bas'a sigara atışını, anlamlı
anlamlı süzüşünü pek
hayra
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM yormadık. Arkasından ğini
113
hemen bir fırtınanın patlak verece
anlamıştık. Cevat Abbas
sigarasından
henüz bir nefes bile
m e m i ş t i k i , A t a t ü r k ona t a m bir ders olan şu
çek
konuşmayı
yaptı: —
«Bir zamanlar genç bir subaydınız. Hanımlarınız da
genç kızlardı. Sevişip evlendiniz. O zaman fakirdiniz. Ş i m di hem zenginsiniz, hem de mebussunuz. O zaman olan aileleriniz ş i m d i size
çirkin ve kart geliyor.
pulsuz bir t e ğ m e n k e n size gönül v e r m i ş , yıllarca
güzel
Parasız kahrınızı
ç e k m i ş , çoluk sahibi etmiş hanımlarınızı unutmayınız. Ak lınızı başınıza alınız v e kadınlara k ö t ü m u a m e l e e t m e y i n i z . »
F: 8
M A R İ F E T M İ Ş GİBİ
BİR g ü n
sofrada
kadınlar
üzerine
EVLENMİŞİZ
görüşmeler
yapılı
yor, kadın konusunda ortaya atılan düşünceleri A t a t ü r k dik k a t l e d i n l i y o r d u . Bir e r k e ğ i n b e r a b e r y a ş a d ı ğ ı b i r k a d ı n d a n ayrıldıktan nin
sonra
onun
aleyhindeydi
ve
için
yakışıksız
ısrarla
bu
sözler
düşünceyi
söylemesi savunuyordu
Atatürk. Atatürk'ün ayrıldıktan
evliliği
kısa
sürmüş
ve
Lâtife
Hanım'dan
sonra bile, yeri geldiği zaman ondan
saygıyle
söz e t m e ğ i alışkanlık haline g e t i r m i ş t i . —
«Bizim Lâtife Hanım kraliçe gibidir. Lisan bilir, se
f i r ağırlar, s o s y e t i k m i s a f i r l e r i nasıl kabul e d e c e ğ i n i
bilir,
k ü l t ü r l ü , aydın kadındır.» Şeklindeki ö v ü c ü sözleri çok k i şinin kulağından
gitmemiştir.
Bir gün A t a t ü r k ' e Kitabı okuyunca
Armstrong'un
kaşlarının
sayfa, O'nun özel hayatıyla ilgili —
«Bu
İngiliz
benim
kitabını
çatıldığmı gördüm. evime
getirdiler. Okuduğu
bölümdü. giremez. Özel
hayatıma
nüfuz edemez. Bizim Lâtife Hanım Avrupa'da tahsil
etmiş
tir. Ona bunları olsa olsa o yazdırmıştır. İngiliz, özel haya t ı m ı bilir ama, bir y e r e kadar bilir,» d e d i .
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Dalla
sonraları
evlenme
konusu
115
açıldığında
Atatürk'
ün şöyle konuştuğunu hatırlarım: —
«Biz d e b i r z a m a n l a r m a r i f e t m i ş g i b i
Merasimlerle Atatürk'ün
evlenmeyi bir marifet Lâtife
Kanunun çıkışma
evlenmiştik.
sanmıştık.»
H a n ı m ' d a n a y r ı l ı ş ı , 1926'da
da y o l
açmıştır.
Eskiden
Medenî
boşanma
k o l a y d ı . Boş o l d e d i m i , k a r ı k o c a a y r ı l ı v e r i r d i .
çok
EN B Ü Y Ü K
O
zamanlar
havasına
basit
arkadaşlarını
bir
kasaba
olan
SERVET
Ankara'nm
sıkıcı
alıştırmak için uzun bir süre
Baş
kentten ayrılmayan Atatürk, devrimleri yerleştirmeğe baş l a d ı k t a n s o n r a yaz m e v s i m l e r i n i İ s t a n b u l ' d a g e ç i r i r olmuş-> t u . IJç, d ö r t a y s ü r e k l i o l a r a k İ s t a n b u l ' d a k a l ı r , y a t l a mara v e Boğazda geziler yapardı.
Bu
gezilerde
Mar
Sakarya.
Çankaya ve İstanbul motorlarıyla Ertuğrul yatını kullanırdık. Şehirdeki
gezintilerinin yerlerini, ömrünün
son yılla
rında deniz banyoları almağa başlamıştı. Selanik
gibi
bir
kıyı şehrinde d o ğ m u ş olduğu halde, o zamanki softalık y ü zünden A t a t ü r k denize hiç g i r m e m i ş t i . Y ü z m e y i , kendi e s e ri olan Florya'da öğrendi ve halkın arasında yüzdü. Zaten halk arasında, kalabalık için
içinde yaşamak
isteğinde
İstanbul'u bu işe daha e l v e r i ş l i bulur v e
çok İstanbul'u İstanbul'da
olduğu
Ankara'dan
severdi. b u l u n d u ğ u m u z bir yaz m ü z e l e r i
dolaştı,
e s k i yapıtları i n c e l e d i . Topkapı Sarayında ne var, ne
yok
hepsini birer birer gözden g e ç i r d i . Topkapı Sarayı
müze
s i n i n k u r u l m a s ı da A t a t ü r k ' ü n b u y r u ğ u y l a o l m u ş t u r .
Meci-
diyeköşkü'nü gezerken, Millî Eğitim Bakanlığının
emriyle
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
117
Topkapı Sarayında t o p l a n a n , f a k a t ne h i k m e t s e halkın gö zünden saklanan hükümdarların portrelerini görmüş ve bun ların sergilenmesi
emrini v e r m i ş t i . A t a t ü r k , ayrıca
halkın
içeri alınmasını da i s t e m i ş , o sırada Gülhane Parkında b u lunan birçok k i m s e , çevresini kuşatmış olarak Saraya alın mıştı. A t a t ü r k , daha sonra kapalı vaziyetteki
Hırka-i
Saadet
dairesini gezdi. Hilâfete bağlı olan bu dairenin kırk kıdemli m e m u r u , bunların hademesi
kadar
b a ş ı n d a da H ı r k a - i S a a d e t
Ser-
unvanını taşıyan Hoca Rasim Efendi adında
bir
adam vardı. A t a t ü r k ' ü n yanında Kâzım Özalp da v a r d ı . Her biri birer
hazine değerindeki
eşyaları sandıklardan
çıkar
tıp teker teker gözden geçirdi. Sonra bunların tekrar san dıklara yerleştirilmesine
gözcülük etti. İçlerinde
Emanat-ı
Mukaddese'nin de bulunduğu seksen bin parçayı aşkın bu tarih ve sanat hazinesinin çok zamanda
halka açılması
iyi saklanması ve en
için emir
kısa
verdi. Türkiye'nin
en
büyük s e r v e t i n i n t a r i h o l d u ğ u n u bir kez daha h a t ı r l a t t ı . A t a t ü r k , Topkapı Sarayında «Sancağı Şerif»
i görmek
istediği zaman, m e m u r l a r , mahfazasını açarak Sancağı Şe r i f i çıkarmışlar ve önüne koymuşlardı. Atatürk, bunu katle gözden geçirdikten sonra kaşlarını —
«Bu S a n c a ğ ı
Şerif
Topkapı Sarayında
değildir. Aslını
yarım yüzyıl
dik
çatarak: bulun,»
çalışmış
dedi.
memurlar,
bu sözlerin karşısında şaşkınlık geçirdiler. Fakat bir
süre
sonra Topkapı Sarayı t a m bir müze şeklini alıp. arşivi d ü zenlenirken
gerçek
meydana
çıkıyor.
Muhafazasından
çı
k a r ı l a n y e ş i l r e n k l i 30 s a n t i m e n i n d e v e 113 s a n t i m b o y u n daki kumaştan yapılan ve feth-ün
karip)
yazıları işlenmiş yeşil
(Nasrun minallah
ve Aşere-i
olan Sancağı Şerif
renklisi yapılmıştı. Mahfazanın
torbanın içinde de siyah
ve
Mübeşşire
Sancağı Ş e r i f i n sonradan dikildiği
dana çıktı. Siyah renkte yerine
üzerinde
Allah, Muhammed
mey
çürümüş
ve
altındaki
bir
renkte çürümüş kumaş
parçala-
118
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
rı b u l u n u y o r d u . A t a t ü r k ' ü n o g ü n S a n c a ğ ı Ş e r i f i n olmadığını
nasıl anladığını hâlâ merak eder
hakikisi
dururum.
Tarih yapıtlarına karşı A t a t ü r k ' ü n büyük bir saygı duy d u ğ u b e l l i y d i . Tarihe, özellikle Türk Tarihine büyük veril-, t a r i h yapıtlarının
iyi saklanmasını
bozulup
masını her zaman tekrarlardı. Okuldayken O'nun d i ğ i d e r s i n t a r i h o l d u ğ u n u b i r k a ç kez a ğ z ı n d a n
değer
yıkama en
sev
işitmiştim.
12 n i s a n 1 9 3 1 ' d e a ç ı l ı ş ı y a p ı l a n T ü r k T a r i h K u r u m u ' n u a m a ç l a k u r d u r m u ş t u . Bu k u r u m u n ç e k i r d e ğ i 23 n i s a n da Türkocaklarının
altıncı
kurultayında
kurulan
rih Heyeti» idi. Türkocakları, yedinci kurultayında
«Türk
bu
1930 Ta
kapanma
k a r a n v e r m i ş , A t a t ü r k ' ü n b u y r u ğ u ile de Türk Tarih Tetkik C e m i y e t i k u r u l m u ş t u . Bu d e r n e k , 1 9 3 5 ' t e T ü r k T a r i h K u r u mu âdını almıştı. Atatürk,
kurumun koruyucu başkanıydı.
Kuruma çok önem verirdi. Ölümünden önce son
okuduğu
kitap, bu k u r u m u n üç ayda bir yayınladığı «Belleten» b i l i m s e l derginin son sayısı o l m u ş t u .
adlı
MISIRLI
SARAYBURNU
Parkının yeni
açıldığı
MUGANNİYE
günlerdeydi.
10
a ğ u s t o s 1928 ç a r ş a m b a g e c e s i C u m h u r i y e t H a l k P a r t i s i b u rada b ü y ü k bir e ğ l e n c e d ü z e n l e m i ş v e A t a t ü r k ' ü d e çağır mıştı.
İstanbul
motoruyla
gittik. Rıhtımdaki
Atatürk
Dolmabahçe'den heykeli
Sarayburnu'na
ışıklarla
aydınlatılmış
o l a r a k d i m d i k v e h e y b e t l i d u r u y o r d u . Bu h e y k e l i n a ç ı l ı ş ı 3 e k i m 1926 p a z a r g ü n ü y a p ı l m ı ş t ı . T ö r e n e b e n d e
katıldığım
için hatırlıyorum. Türkiye'deki ilk A t a t ü r k h e y k e l i y d i . Hey kelin açılmasından birkaç
gün
sonra İzmir
Bölge
Ziraat
O k u l u M ü d ü r ü A b i d i n , G a z i ' n i n i l k h e y k e l i n i n ü ç ay k a d a r önce okulun bahçesine dikildiğini bildiren bir mektup yol lamıştı ama, onun yazdığı heykel değil büst olsa g e r e k t i . anlatanların
etki
siyle heykele karşı gösterilen çekingenlik, Atatürk'ün
Cumhur/yet'e
karşı
1923
yılında yaptığı bir
dini
yanlış
anlayıp
konuşmayla giderilmiş, yurdumuzda
artık heykel dikme işinin bir uygarlık gereği olduğu sı güç
da
kanı
kazanmıştı.
Her gün y e n i b i r d e v r i m i m ü j d e l e y e n A t a t ü r k , bu t a rihî
konuşmasında
«dünyada
medeniyim
diyen
herhangi
120
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
bir millet mutlaka heykel recektir.
Heykel
ahkâmını
gereğince
heykeltraşlığı heykellerle
yapacak ve heykeltraş
dikilmesini
incelememiş
ilerletecek,
dünyaya
dine aykırı
olanlardır.
atalarımızın
yetişti
sayanlar,
şeriat
Milletimiz
hatıralarını
yâdettirecektir,»
güzel
demişti.
Yine o zamanlar duyduğuma göre Atatürk kendi kelinin yapılmasını
hey
istememiş, fakat yurtta heykel anlayı
şının yerleşmesinin
ancak
kendisinin heykelleriyle
olaca
ğı k a n ı s ı n a v a r d ı k t a n s o n r a d ı r k i , s a ğ l ı ğ ı n d a h e y k e l i n i n y a pılmasına
razı o l m u ş t u . S a r a y b u r n u ' n d a k i
lini İstanbul Belediyesi
Atatürk
g ö r ü ş ü n ışığı altında y a p t ı r m ı ş t ı . A t a t ü r k , K r i p p e l heykeltraşı
kabul
heyke
Viyana'lı bir heykeltraşa işte
ederek
uzun uzadıya
bu
adlı bu
karşısında
oturup
istediği kadar poz v e r m i ş t i . O zamanki parayla on beş bin liraya çıkan bu heykelin beğenilmesi
üzerine aynı
sanat
çıya A n k a r a ' d a iki A t a t ü r k heykeli daha y a p t ı r ı l m ı ş t ı . Taks i m ' d e k i C u m h u r i y e t anıtı ile Ankara'da Etnografya M ü z e si ve Yenişehir'deki A t a t ü r k heykelleri
ise Canonicav
ta
rafından yapılmıştı. Sarayburnu o gece ışıklarla pırıl
pırıldı. Rıhtıma ya
naştığımız zaman gecenin karanlığı içinden fışkıran ışıkla rın arasındaki
büyük
kalabalığı gördük. Uzaktan tatlı
kadın sesi çın çın ö t ü y o r d u . A t a t ü r k ' ü n g e l d i ğ i n i gören halk, kadınlı, erkekli
bir
duyan,
coşmuş, sevgi gösterisi
yapı
y o r d u . A t a t ü r k t a m bir halk adamıydı. Halkın içinden
çık
mış, halkın
hep
malı o l m u ş t u . Bu
yüzden düşündüklerini
halkın önünde söyler, «yanlışım varsa halk düzeltsin,» der di. Her zaman m i l l e t i n ferdi olmakla övünür, «yapılan şey lerin şerefi millete aittir, her şeyi millet yaptı» derdi. Git tiği
her yere
halkla
haşir
neşe götüren bir insan olduğu neşir
Parkın b i r
için
hemen
oluverdi.
köşesinde
bir caz, sahnede A r a p ç a
şarkı
lar söyleyen M ü n i r e - t ü l M e h d i y e takımı vardı. M ı s ı r l ı m u -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
121
g a n n i y e C e m a l i y y e ' y i i l k k e z o r a d a , Park G a z i n o s u n d a g ö rüyorduk. Kadının sesi
gerçekten güzeldi. Allah için gü
zel ses... Kadın A t a t ü r k ' ü selâmlayarak billur gibi sesiyle A r a p ça şarkılar söyledi. Konserinde de büyük bir başarı
kaza
nıp bol bol alkışlandı. Atatürk
hiç
konuşmadan
büyük
bir dikkatle
dinledi.
Şarkı b i t i n c e kadını yanımıza ç a ğ ı r d ı . Batı m ü z i ğ i n i de ö ğ renmesini öğütledikten —
sonra,
«Bu s e s l e s e n i
bütün dünya dinler. O zaman
şöhretini t a m yaparsın,» K a d ı n da t e ş e k k ü r
işte
dedi. ederek ayrıldı.
O zaman A t a t ü r k ' ü n , bu sözleri A r a p şarkıcısına s ö y l e d i ğ i n i a n l ı y a m a d ı m . Biz h e r a l a n d a b ü y ü k b i r
niye
devrim
y a p m ı ş , A r a p dünyasından ayrılıp Batı'ya y ö n e l m i ş t i k . A c a ba A t a t ü r k , D o ğ u d ü n y a s ı n ı n k ü l t ü r v e s a n a t a l a n ı n d a
bizi
izlemesini mi hatırlatmak istemişti? Yoksa... Atatürk
Türk
musikisini
Batı
müziğini
sevdiği
halde, müzik
benimsemek
ve
devrimimizin
uygulamakla
ancak
gerçekleşeceğine
inanıyordu. Evet, yoksa bunu d ü ş ü n e r e k m i M ı s ı r l ı hanen deye yol
göstermek istemişti?
Bunu daha sonraları
anla
dım. Atatürk, dil k o n u s u n d a o l d u ğ u gibi müzik alanında kendi
beğeni ve
alışkanlıklarını
ği sevdiği ve sofrasından
çiğnemiş, alaturka
hiç eksik etmediği
da
müzi
halde,
Batı
m ü z i ğ i n e i n a n m ı ş . Batı u y g a r l ı ğ ı n ı n m ü z i ğ i n i n g e l e c e k k u şakların müziği olduğunu söyleyerek Devlet
Konservatuva-
r ı n m t e m e l l e r i n i attırmıştır. 1924'de kurulan M u s i k i lim Mektebi, 6 mayıs
1936 y ı l ı n d a A t a t ü r k ' ü n
Mual
buyruğuyla
Ankara Devlet Konservatuvarı halini almış ve yurtta müziği
sanatını
Özel
eğitim
hayatında
yoluyla
yerleştirmeğe
alaturkalıktan
bir ara Radyoyu yalnız alafranga
Batı
başlamıştı.
kurtulamayan
Atatürk,
müziğe ayırtacak
kadar
•122
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
ileri gitmiş ve
kulağına kadar
gelen yakınmalar
de, alaturka âşıklarına, d e v r i m yapan luk ve fedakârlıklara
üzerine
kuşakların
yoksun^
katlanmak zorunda olduklarını
hatır
latmıştı. Müzik kültürü çok kuvvetli olan ve alaturkayı çok sev diği
i ç i n bâzı g e c e l e r s e v d i ğ i
şarkıları
kaidesine
uygun
şekilde söyleyen A t a t ü r k ' ü n müzik d e v r i m i n i de halka ka bul
ettirişi, o gece
dan belli değil
Sarayburnu
Parkındaki
konuşmasın
miydi?
Atatürk'ün kendi beğeni ve isteklerini bile sırası ge lince devrimler müziği
uğruna
çiğneyerek radyolardan
kaldırması tepkilere
yol
açmış, alaturka
alaturka sevenler
b u hale çok üzüldüklerini, Türk müziği duyamamaktan k u laklarının
paslandığını
söylemekten
bile
çekinmemişlerdi.
B i r gece Dolmabahçe Sarayında Yunus Nadi. A t a t ü r k ' e bu konuda —
yakınmalarını
sıralayarak
«Paşam ne olur
şöyle
demişti:
alaturka şarkılardan
bizi
mahrum
b ı r a k m a s ı n l a r . Z e v k i m i z e , dugularımıza el atıldığı için üzülüyor ve
inciniyoruz.»
A t a t ü r k bu sözlere şöyle karşılık —
yer
vermişti:
«Alaturka şarkılardan ben de hoşlanıyorum.
unutmamak gerekir ki, devrim kârlıklara
çok
katlanmasını
Fakat
y a p a n b u n e s i l , bâzı f e d a
bilmelidir.
Ancak
millî
türkülere
verilmelidir.» Radyolarda Klâsik Türk
Müziği
çalınması yasağı
s ü r e s ü r d ü . Bir gece sofrada A t a t ü r k , konuklar
bir
arasında
bulunan bestekâr Sıtkı Beyin ud ve t a m b u r u n u , eşi V a s f i ye Hanımın sesiyle coşarak dinledikten —
sonra:
"Sıtkı Beyefendi. Gidip İstanbul ve Ankara Radyo
larında birer konser veriniz,»
dedi.
Bu s ö z l e r l e R a d y o l a r d a n k a l d ı r ı l a n
Klâsik Türk
Musi
kisi, yeniden konulmuş oluyordu. Gülhane Parkındaki şenliklerde Mısırlı
Muganniyeden
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
123
s o n r a E y ü p s u i t a n C e m i y e t i ö ğ r e n c i l e r i n d e n l<urulu v e K e m a n i IVIustafa B e y i n y ö n e t t i ğ i F a s ı l H e y e t i k o n s e r i n e b a ş ladı. Heyetteki sazcılar, kadın o l s u n , erkek olsun giyinmişler, böyle seçkin bir toplantıya
rastgele
yakışıksız
giysi
l e r l e g e l m i ş l e r d i . Bu h a l A t a t ü r k ' ü n g ö z ü n d e n k a ç m a d ı . C a nının sıkıldığı belli
oluyordu. Bunu
da, onları
dinler
görünürken önündeki gazeteye dalmış olmasından
gibi
anlıyor
d u m . A t a t ü r k , b i r ara Fasıl H e y e t i n d e n p r o g r a m l a r ı n ı
iste
d i . O l m a d ı ğ ı n ı ö ğ r e n i n c e ü z ü n t ü s ü daha da a r t t ı . Fasıl H e yetini zor durumdan kurtarmak için t u t u p sevdiği dan bir
liste yapıp, sahneye
şarkılar
gönderdi. Listenin
g a l i b a . Faize H a n ı m ı n b e s t e s i o l a n Şataraban
başında
makamında
«Bade-i vuslat i ç i l s i n kâse-i fağfurdan» şarkısı vardı. A t a t ü r k bu şarkıyı çok severdi v e sofrada keyifli
zamanların
da k e n d i s e s i y l e o k u r d u . Fasıl H e y e t i bu şarkıyı da iyi ç a l a m a y ı n c a A t a t ü r k ç o k s i n i r l e n d i . K o n s e r d e n s o n r a ayağa-, kalkarak şunları —
söyledi:
«Her zaman, her yerde olduğu gibi bu gece de b u
r a d a aziz m i l l e t i m i z l e
karşı
karşıya g e l d i ğ i m anda
büyük
b i r k u v v e t i n e t k i s i a l t ı n d a k a l d ı ğ ı m ı d u y u y o r u m . Bu k u v v e t nedir? Türk halkının, Türk t o p l u m u n u meydana getiren yük sek
insanların
zuların,
halk kaynaklarından yükselen
heyecanların,
bazların
bir
noktada,
hislerin, bir
b i r g a y e d e b i r l e ş m e s i d i r . Bu k u v v e t i n b u b u k a d a r laşa o l a b i l m e s i , o n u n ç o k t e m i z , çok asil o l d u ğ u n u m e k t e d i r . Bu g e c e b u r a d a D o ğ u n u n
en s e ç k i n iki
ar
hedefte, ortak göster musikî
h e y e t i n i d i n l e d i m . İ l k o l a r a k s a h n e y i s ü s l e y e n IVItsırlı M u ganniye, sanatkâr olarak başardı. Fakat benim Türk duygu larım üzerindeki görüşüm şudur k i , artık bu basit
musiki.
Türklüğün çok gelişmiş ruh ve duygularını kandırmağa yet mez. Karşıda medenî dünyanın müziği de i ş i t i l d i . Bu
ana
kadar şark musikisi karşısında uyuşuk duran halk. hemen ayağa kalktı. Hepsi neşe
içinde oynuyor. Tabiatın
icabını
yapıyor. Türk, yaradılış olarak şen v e satırdır. Eğer Türkün
124
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
b u güzel huyu ş i m d i y e kadar farkolunmamışsa,
kendisinin
kusuru d e ğ i l , acı felâketlerin sonucudur. Türk m i l l e t i bunun için gaml(
g ö r ü n ü y o r d u . Fakat artık hatalar
tilmiştir. Türk milleti artık şen
olacaktır.»
işte
düzel
HARF DEVRİMİ
GELİYOR
S A R A Y B U R N U P a r k ı n d a 9 a ğ u s t o s 1928 g e c e s i d ü z e n lenen şenlikler
sırasında
du. Müzik devriminden
çok
ö n e m l i bir olay daha o l
sonra Atatürk, bir
devrimi
müjdeledi. Az önce sahnede Müniret-ül Mehdiye
daha
takımıy
la ş a k ı y a n A r a p ş a r k ı c ı C e m a l i y y e , b i r s ü r e A t a t ü r k ' ü n m a sasında kalıp, O'nun müzik konusunda söylediği ilginç söz leri hayranlıkla dinledikten sonra teşekkür edip t ı . A t a t ü r k bundan sonra ayağa doğru —
kalkarak
ayrılmış
kadehini
halka
kaldırıp: «Arkadaşlar, hanımlar, beyler. Şu gördüğünüz
içki
rakıdır. Bunu v a k t i y l e Padişahlar saraylarda, dört duvar v e kafes arkasında gizli gizli içerlerdi. Bizse, hepimiz
şurada
t o p l u o l a r a k a l e n e n i ç i y o r u z . İ ş t e aziz m i l l e t i m i n
önünde
ve onun şerefine
içiyorum,»
dedi.
A t a t ü r k ' ü n b i r h a l k a d a m ı o l d u ğ u n u , b u n d a n daha g ü zel hangi olay anlatır? Halkın halkla beraber kadeh —
içinden
çıkan büyük adam,
kaldırıyordu.
«Hepinizin şerefine
içiyorum,» der demez
bütün
gazino bir anda karıştı. Topluluk ayağa f ı r l a m ı ş : —
«Yaşa Paşam. Sağol Paşam. A l l a h seni
başımızdan
126
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
eksik
etmesin!» bağınşlarıyla
kadehlerini
t ü r k ' e d o ğ r u s a l l ı y o r l a r d ı . Bu
kaldırıyor,
manzara O'nu çok
Ata
içlendir-
m i ş t i . Halkın coşkunluğu sürüp gidiyordu. Atatürk, birdenbire coşan halka, sayısız
kararlar verirdi. Yine öyle
devrimlerinden
olmuş,
birin, daha
müjdeli
y o r d u . 1927 y ı l ı n d a n e p a h a s ı n a o l u r s a o l s u n y a p m a ğ a k a r a r v e r d i ğ i v e 1928 kış a y l a r ı n ı da h a z ı r l ı k l a r ı y l a
geçirdiği
Lâtin harflerinin Türkçeye alındığını ilân edişi işte o gece ye rastlar. İleri bir m i l l e t olabilmemiz
için yeni
harflerin
kullanılması gerektiğini halka anlatan A t a t ü r k şöyle
diyor
du: —
«Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir. Yeni Türk
harflerini her vatandaşa, kadına, erkeğe, hammala, sandal c ı y a ö ğ r e t i n i z . Bu ö d e v i y a p a r k e n d ü ş ü n ü n ü z k i , b i r
mille
tin yüzde onu, yüzde yirmisi okuma-yazma bilir de, yüzde s e k s e n i , d o k s a n ı b i l m e z s e a y ı p t ı r . Bu m i l l e t
utanmalıdır.
A m a Türk M i l l e t i , utanmak için yaratılmış bir millet değil dir. İftihar
etmek
için yaratılmış, şanlı, şerefli bir
t i r . Tarihi baştan başa i f t i h a r l a d o l u bir
millet
millettir.
«Okuma-yazma bilmeyenlerin çokluğu, onun hatası de ğildir. Hata, Türk'ün seciyesini anlamayarak, kafasını takım zincirlerle
saranlardadır. Artık
rını kökünden t e m i z l e m e k zamanı
g e ç m i ş i n bu
bir
hatala
gelmiştir. Hataları
dü
z e l t e c e ğ i z . Bu h u s u s t a b ü t ü n v a t a n d a ş l a r ı n ç a l ı ş m a s ı n ı i s t e r i m . En n i h a y e t b i r - i k i y ı l i ç i n d e b ü t ü n T ü r k h a l k ı , y e n i harfleri öğrenmelidir, öğrenecektir.
M i l l e t i n , kafasıyla
d u ğ u g i b i , y a z ı s ı y l a da m e d e n i y e t â l e m i n i n y a n ı n d a ğunu
ol
oldu
gösterecektir.» Bunu duyan halk, O'nu
için birbirini
çiğnemeğe
kucaklamak, bağrına
başladı. Görülmemiş
basmak
coşkunluk
sırasında ağlayanlar da v a r d ı . Eğlencelerden sonra Gülhane Parkından Büyükada Y a t Kulübüne giderken
bir olay oldu. Atatürk'ü geçiren, çev
resini sarıp O'nu çılgınca alkışlayan halkın arasında s i m -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
127
sıkı bir çarşafa sarılmış bir kadın, dikkatini ç e k m i ş t i . He m e n kadının yanına doğru g i t t i : —
« H a n ı m e f e n d i , adınız nedir?» d i y e
—
«Hafız
sordu,
Hanım.»
—
«Nerelisiniz?»
—
«Eyüplüyüm.»
—
«Hafız H a n ı m , b e n i m hatırım için başındaki şu s i
yah örtüyü atıp, etrafı daha rahat g ö r m e k istemez
misin?»
Kadın bu sözlere, sözle d e ğ i l , iki eliyle sarıldığı şafı başından çıkarıp atarak karşılık v e r d i . Sonra ni Atatürk'ten
hiç
ayırmayarak
diz ç ö k t ü . Ellerine
öperken dudaklarından şu cümleler —
«Sana k u r b a n
gecenin
ikisi
sarılıp
döküldü:
olayım...»
Bu o l a y d a n s o n r a A t a t ü r k , g i d i ş i n i b i r a z d a h a Saat
çar
gözleri
olup, bütün
gazino boşalıncaya
oradan ayrılmadı. Herkes çekildikten
sonra
yollandık. Anadolu Yat Kulübünün çağrılısı
uzattı. kadar
Büyükada'ya olduğu halde,
halkın eğlencesini s e ç e n A t a t ü r k ' ü n pırıl pırıl ışıkların a l tında fraklı, smokingli erkeklerle, tuvaletli, süslü kadınla rı g ö r ü n c e s u r a t ı —
asıldı:
«Hani Sarayburnu'nda yaptığımız ş e y i , burada
pamazdık,»
ya
dedi.
Böylece Lâtin harfleri kabul edildi. H e m de halkın için d e , O'nun o y u alınarak... A t a t ü r k b a ş ö ğ r e t m e n o l d u . A n a dolu'yu baştan başa dolaştı. Gezilerinde halka dersler ver di, sınav yaptı... Halk okulları açıldı, bir buçuk milyon ca hil insan okuyup yazma öğrendi. Halkın kültür yükselmesine Kararını daha
başlıca
engel, Arap
1927'de v e r m i ş ,
harflerini
1928 k ı ş
bakımından görüyordu.
ayları
hazırlıkla
g e ç m i ş t i . A t a t ü r k , Harf D e v r i m i için beş yıllık bir plan ha zırlayıp getirenlere çıkışmış,
«bu iş ya üç ayda olur, ya
hiç olmaz,» d e m i ş t i . Olaylar. O'nun haklı o l d u ğ u n u bir kez daha gösterdi.
BENİ İ M T İ H A N
YENİ harflerin alındığı günlerdeydi. A t a t ü r k
EDİYOR
çok
dü
şünceli g ö r ü n ü y o r d u . IJzerine, büyük bir işe girişeceği za manlardaki dalgın hali ç ö k m ü ş t ü . Söğütlü yatıyla bir gezinti yapacaktık. Hareket
Boğazda
ettik.
Bu g e z i d e o z a m a n B a ş b a k a n o l a n İ s m e t İ n ö n ü d e v a r dı. Şükrü Kaya, Nuri Conker, Dr. Reşit Galip, Salih
Bozok,
R e c e p Z ü h t ü , F a l i h Rıfkı A t a y , R u ş e n E ş r e f I J n a y d ı n , b a ş yaver Rüsuhi'nin de b u l u n d u ğ u bir t o p l u l u k da çağrılı b u lunuyordu. Yat, Kuruçeşme önlerine geldiği zaman Atatürk, dalgın v e d ü ş ü n c e l i haliyle o t u r d u ğ u y e r d e n ayağa O sırada ben hizmet linde bir işaret —
yine
kalktı.
g ö r ü y o r d u m . Parmağıyla «gel» şek
yaparak:
«Sen okumak-yazmak bilir misin?» diye sordu.
—
«Eski h a r f l e r l e o k u r
yazarım.»
—
«Yeni harfleri biliyor
musun?»
—
«Biliyorum, fakat
—
«Öyleyse seni imtihan
birleştiremiyorum.» edelim.»
İşte o zaman şaşırıp kalmıştım. Hayatta en çok
kork
t u ğ u m şey, i m t i h a n ; sonunda başıma g e l m i ş t i . H e m de na-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Sil v e
kim tarafından? Ufacık
günlerde düşünceli içinde geçirdiğim
bir pot kırmam, zaten
gördüğüm Atatürk'ü
mağa ve bağırtmağa
129 son
bir anda
kızdır
yetebilirdi. Benim, o bir iki
saniye
korkuyu hiç
fark etmeyerek
İsmet
İnö
nü'ye döndü ve şöyle sordu: —
«Ne dersin
Paşam?»
İsmet İnönü başıyle —
onaylayarak:
«Derhal i m t i h a n e d e l i m , » d e d i . Sonra bana bir kâ
ğıt alarak g e l m e m i
emretti.
Bir y a n d a n s a l o n d a n k a m a r a y a k o ş u y o r , b i r y a n d a n d a «İnşallah
ben dönünceye
t u r l a r da, başka
kadar imtihanı, yeni yazıyı
şeylere dalarlar,»
Fakat hiç de u m d u ğ u m gibi ğimde bütün olarak
d u y d u m . Başta
kişinin önünde
unu
düşünüyordum.
olmadı. Tekrar salona
bakışları üzerimde
bu kadar seçkin
diye
imtihan
girdi
Atatürk vermek...
O l u r iş d e ğ i l . A t a t ü r k ' ü n başı hep ayni d ü ş ü n c e y e saplanmış
gibiy
d i . B u n u n ne o l d u ğ u n u b i r a z s o n r a ç ö z e b i l e c e k t i m . H e p dalgın haliyle başı önüne —
o
eğik:
«Yaz b a k a l ı m . B i r a s o ğ u k t u r . . . »
dedi.
Ben de a y n e n , ş i m d i o l d u ğ u gibi nasıl yazılırsa, o k u n duğu gibi yazdım. Oysa eski harflerle «Soğuktur,» diye ya zılır. Ş i m d i ise aynı s ö y l e n d i ğ i gibi yazılıyor. Ben «Souktur» diye yazmıştım. —
«Sen ö ğ r e n e m e m i ş s i n » d i y e ö b ü r s o f r a c ı
lardan Selâhattin'i
çağırdı. O arkadaşın
üstünde
arkadaş de
aym
bendeki korkuya benzer bir korku vardı. Benim nasıl yaz dığımı, başıma geleni de gördüğü için ayni hataya d ü ş m e yeceğini s a n ı y o r d u m . Her halde daha başka bir şey yaza caktı. Nitekim —
«Souktur,» d i y e yazdı. Ona da ayni
hakaret:
«Sen de öyle... Ö ğ r e n e m e m i ş s i n i z . »
Bir anda i k i m i z i n d e k o r k u s u d a ğ ı l m ı ş t ı . A t a t ü r k ' ü n bu sözlerden sonra artık bize bağırmayacağını anlamıştık. Her F: &
130
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI iDİM
z a m a n b ö y l e o l u r , h a k a r e t i n d o z u b i r a z f a z l a k a ç ı n c a , ba ğ ı r m a faslı da başlamadan
biterdi.
O gün bu konuda herhangi bir karara varamadı. Yal nız b i r a r a İ ç i ş l e r i B a k a n ı Ş ü k r ü K a y a ' n ı n b e n i m y a z ı m ı s a vunduğunu —
duydum:
«Paşam, Ç e l e b i n i n yazdığı
doğrudur,» diyor. Ata
türk de gözünü kırparak gayet m e m n u n : —
«Biz b i l i r i z » d i y e i ş i k a p a t ı y o r d u .
Gezinti Küçüksu Sarayında sona erdi. A t a t ü r k ' ü n
harf
d e v r i m i ü z e r i n d e ç o k kafa y o r d u ğ u n u , b u n u n i ç i n kaç g e cesinin
uykusuz geçtiğini
çok iyi
hatırlarım.
İNÖNÜ'NÜN
ATATÜRK, aralarındaki
düşünce
ÇOCUKLARI
çatışmalarına
karşın,
İ s m e t İnönü'yü sever ve saygı g ö s t e r i r d i . Bir gece Çanka ya Köşkü'nde sazlı sözlü bir a k ş a m
sofrasında
oturmuş,
Celâl Bayar, Ruşen Eşref Ü n a y d ı n , T e v f i k Rüştü A r a s , Sa lih Bozok, Kılıç A l i , Nuri Conker, A f e t İnan'la s o h b e t eder ken dışardan
gelen İ s m e t İnönü'yü ayağa kalkarak
karşı
lamıştı. İnönü, o gece sofraya telefonla çağırılmış ve raz d a g e ç g e l m i ş t i . K i m s e y e a y a ğ a k a l k m a y a n İnönü'yü böyle ayağa ilgi gösterdiğini
kalkarak
Atatürk'ün
karşılaması, ona özel
b e l i r t i y o r d u . İnönü'ye ç o k kızdığı
Bir gün
Çankaya'da
şimdi
ar
duymadım.
adını hatırlıyamadığım
kişi, A t a t ü r k ' ü n İnönü hakkında beslediği duygularla şu anısını
bir
zaman
larda bile yıllarca Başbakanlığını yapmış bu eski silâh kadaşı için o l u m s u z bir söz söylediğini
bi
bir ilgili
anlatmıştı:
Serbest Cumhuriyet
Fırkası'nın
kurulduğu
günlerde
fırka başkanı Fethi Okyar, vapurla İstanbul'dan İzmir'e g i diyormuş. O zaman İzmir Valisi
olan Kâzım Ditik
Paşa,
Atatürk'e
Fethi Okyar'ın bu
gezi
bir telgraf
göndererek,
den hemen geri döndürülmesin!
istemiş
ve şöyle
demiş
132
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
telgrafında: «İzmir'liler Fethi Bey'e büyük bir antipati bes liyorlar. Eğer buraya ayak basarsa, b ü y ü k olaylar Hatta
hayatına
bile kastedilebilir.
çıkabilir.
Bunu ben bile
önleye-
iTiem.» A t a t ü r k y a n ı n d a k i l e r e ş ö y l e d e m i ş : «Bu t e l g r a f ı Bey'e gönderiniz. Hareketinde
Tabiî Fethi Okyar. t e l g r a f a a l d ı r m a y ı p İ z m i r ' e mış. Vapur tersi
İzmir'e
geldiğinde Vali'nin
olmuş. Görülmemiş
Serbest
Fırka
Başkanını
Fethi
serbesttir.»
bir kalabalık sevgi
yollan
dediklerinin
tam
Kordonboyu'nda
gösterileriyle
karşılamış.
O m u z l a r a a l m ı ş . Bununla da k a l m a m ı ş . K e m e r a l t ı ' n d a k î k ı raathanelerde bazı k e n d i n i
bulunan Atatürk'ün ve İnönü'nün
resimleri,
bilmezlerin kışkırtmalarıyla yırtılmış,
ayaklar
altına atılmış. Tabiî b ü t ü n bu
olup bitenler Atatürk'e
duyurulmuş.
Olaylardan çok üzülen Atatürk'ü yatıştırıp, gönlünü
almak
için milletvekillerinden kurulu bir topluluk Çankaya'ya miş. Atatürk onlara şunu — dim
Benim resimlerimin yırtılıp çiğnenmesine
desem doğru
git
söylemiş:
söylememiş
olurum.
üzülme
Fakat beni
üzeri n o k t a , o İ z m i r ' i k u r t a r m a k i ç i n canını d i ş i n e d ö ğ ü ş e n Garp C e p h e s i K o m u t a n ı İ s m e t Paşa'nın rinin yırtılıp çiğnenmesidir. Hiç olmazsa onun
asıl
takarak resimle
resimlerine
dokunulmamalıydı... İnönü'nün Yunanistan'a giderken çocuklarını emanet edişi olayı vardır ki. oldukça ilginç Türk-Yunan
dostluğunun
kurulmağa
Atatürk'e
sayılır:
başladığı
günler
d e y d i . Yunanistan Başbakanı Venizelos Türkiye'ye
gelmiş,
bu r e s m î ziyarete karşılık olarak ta Türkiye Başbakanı m e t İnönü'nün Yunanistan'a gitmesi Hazırlıklarını Çankaya
bitiren İnönü, akşam üzeri veda
Köşkü'ne gelmişti. Atatürk'le
neye geçtiler. Kahvelerini
İs
kararlaştırılmıştı.
götürdüğümde
beraber başbaşa
ler, alçak sesle görüşüyorlardı. Atatürk, görüşme
etmeğe kütüpha vermiş bittikten
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
133
sonra Başbakanı uğurlamak için antreye kadar
geldiğinde
İnönü'nün ürkek ve çekingen hali gözümden kaçmadı. Y u nanistan'a gitmek istemiyordu da, sanki zorla gönderiliyor hissi vardı üzerinde. Sonradan d ü ş ü n d ü m . İnönü çok lıydı gitmek
hak
i s t e m e m e k t e . Savaştan yeni çıktığımız, daha
d ü n e kadar can düşmanı o l d u ğ u m u z , o r d u s u n u
toprakları
m ı z d a n k o v u p d e n i z e d ö k t ü ğ ü m ü z b i r ü l k e y e g i d i y o r d u . Bu b i r d o s t ziyareti olduğu halde insanın başına her şey ge lebilirdi. Taşlanır, hakaret görür, hatta ne kadar
güvenlik
t e d b i r i almırsa a l m s ı n , s u i k a s t e b i l e uğrayabilirdi. İnönü' nün k o n u ş m a s ı n d a n — k a p a l ı da
g e ç i ş t i r s e — bu
kaygılar
açıkça belli oluyordu. İnönü bir şey söylemek istiyor, fa kat söyleyemiyordu. Tam ayrılacakları zaman şöyle —
dedi:
«Paşam, ben g i d i y o r u m . Ç o l u ğ u m , ç o c u ğ u m
sana
emanet.» Atatürk, İnönü'nün kaygılanış
nedenini a n l a m ı ş t ı . Bu
dokunaklı sözler üzerine gülümseyerek
elini onun omuzu-
na k o y d u . S o n r a s ı r t ı n ı s ı v a z l a d ı k t a n s o n r a ş ö y l e
karşılık
verdi: —
«Güle güle git. Yolun açık olsun. Gözün
kalmasın. Çoluk çocuğunu
hiç
düşünme. Allah
arkanda korusun,
bir ş e y o l s a b i l e biz n e c i y i z burda?» İnönü, Atatürk'ün bu sözleri aldı. Yüreğine
üzerine rahat bir
su serpildi. Sağ s a l i m
döndü. Hiçbir şey de olmadı
Yunanistan'a
nefes gidip
korkulacak.
Atatürk'ün, Vasiyetnamesi'nde İsmet İnönü'nün çocuk larına yüksek ö ğ r e n i m l e r i n i t a m a m l a m a l a r ı için m u h t a ç o l dukları yardımın yapılmasını istemesi, bence onun nistan gezisi
arifesindeki
rına d ü ş k ü n l ü ğ ü n ü çocuklarına
bu
gördüğü
o konuşma için
derece düşkün
olsa
sırasında gerektir.
Yuna
çocukla İnönü'nün
olduğunu gören ve
çocuk
sevgisi tatmamış olan Atatürk, ölümünden sonra onlar için de
bir miras
bırakmak
kadirbilirliğini
göstermiştir.
Oysa
134
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
O zaman çıkan söylentiler, A t a t ü r k ' ü n İnönü'yü ölmüş dığı için çocuklarına
san
miras bıraktığı yolundaydı.
Atatürk'ün ölümünden sonra Vasiyetname'yi dikte tirdiği
H a s a n Rıza S o y a k , b u k o n u d a ş ö y l e
— dikte
«Atatürk, Vasiyetname'nin beşinci maddesini ederken, üzüntülü
tederek:
«Onun
çocuklarına keli
serveti
bakan
bir safra
bir
şekilde
yoktur.
İsmet
bana
İnönü'yü
Kendisine
bir hal
kas olursa
olmaz,» d e m i ş t i . İnönü o sıralar
kesesi
hastalığı
et
demişti:
tehli
geçiriyordu. Ölümünü
bile
düşündüğü o l u y o r d u . İnönü o sıralar m i l l e t v e k i l i ve emekli generaldi. A i l e s i n e bakamayacak bir durumda değildi. Eğer o sıralar
İnönü'ye
bir şey
olsa, geride
sadece
çocukları
d e ğ i l , k a r ı ş ı v e a n n e s i d e k a l a c a k t ı . Bu b a k ı m d a n
Atatürk*
ün Vasiyetnamesi'nde «İnönü'nün çocuklarına yüksek sillerini
bitirmeleri
için muhtaç olacakları yardım
tah
yapıla
caktır,» maddesi, olsa olsa O'nun mertliğinden, dostluğun dan, sevgi ve bağlılık duygularından başka bir şey
olmasa
gerektir.
bahane
Atatürk,
bence
İnönü'nün
parasızlığını
ederek, çocuklarını öne sürüp, ona ilerisi için çok ince v e anlamlı bir mesaj yollamak
istemiştir.
Atatürk'ün ölümünden sonra İsmet İnönü'nün
Cumhur
b a ş k a n ı o l m a s ı n ı . M a r e ş a l Fevzi Ç a k m a k i s t e m i ş v e gerçekleştirmek
için
büyük
çaba
harcamıştır.
bunu
Atatürk'ün
ö l d ü k t e n sonra y e r i n e k i m i n g e ç i r i l e c e ğ i konusunda ne d ü şündüğünü
pek
b i l e m i y o r u m . Fakat şöyle
bir
olay
dinle
uğramasından
sonra
miştim: İzmir
Suikasti'nin
İzmir'e gidilmiş. evinde
toplanılıp
24 bu
başarısızlığa
haziran mesele
1926'ymış
galiba.
görüşülüyor.
Atatürk'ün
Yapılan
t u r m a hakkında kendisine bilgi veriliyor. Atatürk'e olsun telgrafları yağıyor. İstiklâl Mahkemesi ralin tutuklanmasını
birkaç
soruş geçmiş gene
istiyor. Fakat İnönü, buna taraftar o l
madığını bildiriyor. İnönü, o zaman Başbakan. Tutuklanma sı istenenler Kâzım Karabekir, M ü n i r Hüsrev
Gerede.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
135
Kurban Bayramı'nın ilk günü. Atatürk, İnönü'yü İzmir'e çağrrıyor. Toplantıda İnönü de bulunuyor. Suikast olayı üze rinde
görüşüldükten
sonra
Atatürk,
gayet
neşeli
şöyle
diyor: —
«Çocuklar,
insanın
başına
her
şey
gelebilir.
Ben
ö l ü r s e m İ s m e t ' i n e t r a f ı n d a t o p l a n m a l ı s ı n ı z h a a a . Fevzi Pa ş a ' n ı n da
ancak reyinden
istifade
edersiniz.»
ŞAİR VE EDİPLER
ARASINDA
ATATÜRK, sanatı sever, sanatçıyı sayar, çağının ve
ediplerine çok
sına
değer verirdi. Her zaman onları
oturtur, düşüncelerini
celerini
ortaya
öğrenmek
koyardı. Onların
ister, kendi
kollarına
şair
sofra düşün
girdiğini,
arka
daşça k o n u ş t u ğ u n u , yakınlarından hiç ayırt e t m e d i ğ i n i kez
çok
görmüşümdür. Atatürk
Yakup
devrimlerini
Kadri
yazıları ve yapıtlarıyla
Karaosmanoğlu, Ruşen Eşref
Rıfkı A t a y g i b i ü n l ü l e r , Ç a n k a y a ' d a k i her akşam
çağrılıları
savunan
Ünaydm,
eski köşkün
arasındaydılar.
Öbür
Falih hemen
konuklar
ise
h e r a k ş a m d e ğ i ş i r d i . Ebedî s o h b e t l e r s a b a h a d e k s ü r e r d i . Bazı e d i p l e r d e A t a t ü r k ' ü y u r d u n a y d ı n t a k ı m ı y l a mak
için
c a n a t a r l a r d ı . Bu y ü z d e n
tanıştır
sofrasında,
tanınmış,
y a da t a n ı n m a m ı ş b i r ç o k y e n i y ü z ü h e r z a m a n g ö r e b i l i r d i k . 1934 y ı l ı n ı n b i r s o n b a h a r a k ş a m ı y d ı . Ç a n k a y a ' d a k i y e m e k salonunda her zamanki sofrayı hazırlıyordum. Bu y i r mi
kişilik
bir
sofraydı. Konuklar
arasında
dikkatimi çekti. Sordum. «Behçet
çok
genç
Kemal Çağlar»
O gece zamanın Bükreş büyükelçisi Hamdullah Tanrıöver ile şair Yahya Kemal
biri
dediler.
Beyatlı da çağrılılar
Suphi ara-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
137
sındaydı. Tüm konukları tanıdığım halde Yahya Kemal Behçet
Kemal'i
tanımıyordum. Yalnız
adlarını
ile
işitmiştim.
Bir de Yahya K e m a l ' i n bir iki şiiri e z b e r i m d e y d i . Ona kar ş ı u z a k t a n b i r h a y r a n l ı ğ ı m v a r d ı . Bu i k i ş a i r d e b i z i m s o f raya ilk kez g e l i y o r l a r d ı . Zaten Yahya Suphi
ile Romanya'dan yeni
Kemal,
Hamdullah
gelmişti.
O akşam sofra şair ve ediplerle doluydu. Yahya mal
Beyatlı.
Hamdullah
Suhpi
Tanrıöver,
Behçet
Ke
Kemal
Çağlar'dan başka Y a k u p Kadri K a r a o s m a n o ğ l u , Ruşen Eş r e f Ü n a y d ı n , Fazıl A h m e t A y k a ç g i b i e d e b i y a t kalburüstü kişileri de gelmiş
dünyasının
bulunuyorlardı. Öbür
konuk
l a r , h e r z a m a n b u l u n a n T e v f i k R ü ş t ü A r a s , Ş ü k r ü Kaya g i bi devlet
adamlarıydı.
Yemek başladı. Atatürk'ün
keyifli
gecelerinden
biriy
d i . İlk soruyu Behçet Kemal'e s o r d u : —
«Yahya Kemal'i
Genç şair (Halkevi)
tanıyor
henüz bir
musunuz?»
lise öğrencisiydi.
Türkocağı'nda
oynayan Faruk Nafiz Çamlıbel'in «Çoban» piye
s i n d e rol aldığı için oradan görüp t a n ı m ı ş v e Atatürk'ün —
sorusu
onu
biraz
«Paşam, eserlerini
getirtmişti.
heyecanlandırmıştı:
okudum.
Şimdi
ilk
kez
görü
yorum.» Atatürk o zaman Yahya Kemal'i, Behçet
Kemal'le
ta
nıştırdı. —
«Yahya K e m a l , m e m l e k e t i m i z i n tanınmış
dendir. Senin
de bunun gibi yükselmeni
gibi gençlerin
yükselmesine
Yahya Kemal
dedikten sonra Yahya Kemal'e —
«Nasıl
Beyfe'ndi!
şairlerin
istiyorum. Sizin yardım
etsin.»
dönerek.
Yardımınızı
esirgememenizi
rica
Kemal
dö
ederim.» —
«Emredersiniz
Paşam.»
Bunun üzerine Atatürk. nerek: —
«Şu sofraya
Behçet
bak ve bir şiir
Çağlara
yaz.» d e d i .
138
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Behçet Kemal derhal cebinden portföyünü ve kalemi ni çıkardı. Hiç d ü ş ü n m e d e n bu ısmarlama ş i i r i birkaç
da
kika içinde bitirdi ve okudu. A t a t ü r k şiiri can kulağıyla dinledi. Çok hoşuna g i t m i ş t i . O kadar sevindi k i , yerinden doğruldu. Behçet alnından ö p t ü . Bir lise ö ğ r e n c i s i
Kemal'i
için bu ne e r i ş i l m e z
bir
onurdu. A t a t ü r k onu sofrasına çağırsın, ilk soruyu ona s o r sun, sofrası
için şiir yazdırsın, beğensin ve kalkıp
alnın
dan öpsün. Behçet K e m a l , bu ö p ü ş ü de bir anda Hatırımda kaldığına göre bu dize
şiirleştiriverdi.
şöyleydi:
« A l n ı m d a n ö p e n A t a m . Bu ö p m e y i c e h e n n e m l e r
sile
mez.» Atatürk bundan sonra çevresine —
dönerek,
«Bu g e n c i İ n g i l t e r e ' y e g ö n d e r e l i m .
Orada
İngiliz
edipleriyle tanışsın ve iyi bir şair olarak m e m l e k e t e sün,»
dön
dedi.
Bundan sonra Hamdullah Suphi Tanrıöver'in, İstanbul' un işgali
yıllarına
ilişkin bir
konuşması
başladı. A k l ı m d a
kaldığına göre ş ö y l e y d i : İstanbul'un
işgal
edildiği
lıca'daki evinden Şirket-i
gün. Hamdullah
Supi, Kan-
Hayriye'nin Boğaziçi
vapurların
dan birine biniyor. Köprüye varınca bir de ne görsün? İ n gilizler, Fransızlar, İtalyanlar. Bütün işgal d e v l e t l e r i n i n as kerleri. Köprü üstünden Sultanahmet'e doğru ilerliyor. Kan lı Ç ı n a r a a r k a s ı n ı d a y ı y a r a k Ç ı n a r ı n y a r d ı m e t m e s i n i
bek
liyor. Oradan A y a s o f y a ' y a gidiyor. Fakat Bizans'ın bu yapıt, onun sesini Sinanın
duyar
mı
Süleymaniye
sesleniyor:
sanıyorsunuz?.Daha Camiine
«Bizi halâsa
doğru
ileriye
yürüyor.
doğru,
Kubbesine
götürecek yol ve adamın
de?» Kubbeden gelen s e s : «Korkma sizi Şarktan bir yiğiti kurtaracak,» diyor. Hamdullah Suphi de kalp lığı
içinde
evine
dönüyor.
nere Türk rahat
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
139
Bu l<onuşma A t a t ü r k ' ü ç o k h o ş n u t e t m i ş t i . IVleclis, o g e c e sabaha karşı saat beşe kadar s ü r d ü . Dağılırken herkes,
konuşmanın
etkisi
y o r d u . Bana g e l i n c e h e m
altında
kalmış, gözyaşı
ağlıyor, h e m rakı
bile
dökü
sunuyordum.
İLK TÜRK F İ L M İ N İ N A S I L
GÖRDÜ?
O Z A M A N L A R şimdiki gibi yüzlerce değil, yılda ancak birkaç tane Türk filmi çevrilir ve bunlar haftalarca sinema ların a f i ş l e r i n d e kalırdı. İzinli m i ş t i m . Türk günlerdi. mi
filmciliğinin
Muhsin
Ertuğrul'un
oynuyordu. Akşam
bir günümde sinemaya
yeni
yeni
gelişmeye
«İstanbul
dönüşte
Sokaklarında»
merdivenlerde
git
başladığı fil
Atatürk'le
karşılaştım: —
«Nereye gittin?» diye sordu.
Sinemaya gittiğimi
söyledim.
—
«Güzel miydi?» dedi.
—
«Fevkalâde,» diye karşılık v e r d i m .
Atatürk e m i r v e r d i . Hazırlık yapıldı v e o gece «İstan bul Sokakları» f i l m i n e g i t t i . Saat y i r m i üç sıralarında d ö n düğü zaman: —
«Çelebi
Efendi, iyi v a k i t geçirdik,»
dedi.
Atatürk. Lâtife Hanım'la evli olduğu yıllarda «Ateşten
Gömlek» filmini görmüş ve başrolünde
İzmir'de^ oynayan
Bedia M u v a h h i t ' i çok beğenerek sahneye çıkması için öğüt te b u l u n m u ş t u . Fakat ondan sonra askerî f i l m l e r ve m a n e v ra f i l m l e r i n i n d ı ş ı n d a f i l m g ö r m e m i ş t i . C u m h u r b a ş k a n ı o l -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
141
dul<tan s o n r a A n l < a r a ' d a i l k g ö r d ü ğ ü f i l m « i s t a n b u l
Sokak
ları» o l u y o r d u . Ü s t e l i k bu f i l m i b e n i m t a v s i y e m l e
görmüş
ve çok hoşuna
getirtir,
gitmişti. İsteseydi o filmi
Köşke
oturduğu yerden s e y r e d e b i l i r d i . A m a A t a t ü r k , bir halk ço cuğuydu. Halkın içinde yaşamaktan hoşlanıyor, halkın git tiği yerlere gitmek için vesileler arıyordu. Sinemaya
gidi
şi de sadece bir vesileden başka bir şey değildi. Sinema da halkla beraber f i l m g ö r m e k , halkın Onun daha çok hoşuna
beğenisini
ölçmek
gitmişti.
A t a t ü r k , kendi hayatını bir f i l m halinde t e s p i t için
Münir
Bir İnkılâp
Hayri
Egeli'ye
bir
senaryo
Ç o c u ğ u y u m » adını v e r d i ğ i
etmek
imzalamıştı.
«Ben
bu senaryonun
bü
yük b ö l ü m ü n ü k e n d i s i d i k t e e t m i ş , iki kez de k e n d i el ya z ı s ı y l a ü z e r i n d e d ü z e l t m e l e r y a p m ı ş t ı . Bu i ş b i t t i ğ i
zamaa
şöyle demişti: —
«Sinema, gelecekteki
Dünyanın
bir
dönüm
nokta
sıdır. Şimdi bize basit bir eğlence gibi gelen radyo v e s i nema, bir çeyrek yüzyıla değiştirecektir. deki
siyah
adam,
ve birleşmiş
kalmadan yeryüzünün
Japonya'deki
bir
kadın, Amerika'nın
Eskimo'nun Dünyayı
dediğini
hazırlamak
çehresini göbeğin
anlayacaktır.
bakımından
ve radyonun keşfi yanında, tarihte devirler
açan
Tek
sinema matbaa,
barut ve Amerika'nın keşfi gibi olaylar birer oyuncak ye rinde
kalacaktır.
«Ben bir İnkılâp Ç o c u ğ u y u m »
filmi
çekilemedi.
Ne
A t a t ü r k ü n s a ğ l ı ğ ı n d a , n e d e ö l ü m ü n d e n s o n r a . 1947 y ı l ı n da
Cemal
Kutay'ın yayınladığı
Millet
Dergisi'nin
öncülük
ettiği «Atatürk Sevgisi» filminin çekimi için yüzlerce versiteli
üni
genç, rol almak üzere baş v u r d u ğ u halde, o za
m a n k i C.H.P. i k t i d a r ı « A t a t ü r k ' ü k ü ç ü k d ü ş ü r e c e ğ i » çesiyle filmin
çekimine
izin v e r m e m i ş t i . A t a t ü r k
gerek Kanunu
çıktıktan sonra A t a t ü r k ' l e ilgili f i l m çekimi işlemi de dur du. Sadece Kurtuluş Savaşıyla ilgili f i l m çeviren y ö n e t m e n -
142
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
l e r , bazı b ö l ü m l e r d e A t a t ü r k ' ü s e m b o l o l a r a k
gösterdiler.
Yabancı f i l m yapımcıların Atatürk'ün yaşamına ilişkin film ç e v i r m e konusundaki g i r i ş m e l e r i de d e v r i n h ü k ü m e t l e r i t a rafından önlendiği için sadece Atatürk'le ilgili f i l m çevril mesi bugüne değin
gerçekleşemedi.
T Ü R K T İ Y A T R O S U İŞTE O D U R
BİR I r a k h e y e t i y u r d u m u z a g e l m i ş , e k o n o m i k v e k ü l t ü rel görüşmelerde bulunuyordu. Ankara'da yapılan toplantı larda A t a t ü r k , iki ülke arasındaki kültür ilişkilerinin g e l i ş t i r i l m e s i n i istiyor' «Irak'la T ü r k i y e kardeş m e m l e k e t l e r d i r . Y ı l larca
bir
arada yaşamıştır.
arttıralım,»
Ne yapıp
yapıp,
ilişkilerimizi
diyordu.
Toplantının sonunda A t a t ü r k , orada bulunan Millî Eği tim
bakanı'na: —
«Bağdat'a Türk Tiyatrosunu g ö n d e r e l i m ! » d i y e e m i r
verdi. Bakan b i r an ne d i y e c e ğ i n i henüz
kurulmamıştı. Yabancı
şaşırdı. Devlet Tiyatrosu,
bir ülkeye
sahne gücümüz yoktu. Gidip orada
yollanacak
mahcup olmak
bir vardı.
Yavaş bir sesle: —
«Hangi
tiyatroyu
göndereceğiz
sordu. —
«Ankara'da
—
«Evet
bir Halkevi
var
—
«Orada bir t e m s i l oynanıyor
—
«Oynanıyor.»
mı?»
var.» mu?»
Paşam?»
diye^
144
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«İşte Türk Tiyatrosu
odur.
Bağdat'a
onu
gönde
riniz.» Bu k o n u ş m a d a n k ı s a b i r s ü r e s o n r a R a ş i t Rıza T o p l u îuğu
Bağdat'a
gitmiş ve orada temsiller
vermişti.
H Â Z I M ' I NASIL
GÜREŞTİRDİ?
H A Z I M , A t a t ü r k ' ü n en s e v d i ğ i a k t ö r d ü . A n k a r a ' d a n İs tanbul'a geldiği zamanlar Hâzım'ı sofrasında g ö r m e k v e t e m s i l sonrası o t o m o b i l i n i g ö n d e r e r e k bu büyük
ister sanat
çıyı Saraya g e t i r t i r , karşılıklı sanat sohbetleri yapardı. Ne şe, espri havası içinde geçen toplantı sırasında, ç e ş i t l i ko nular üzerinde görüşülür, Y i n e b i r yaz g e c e s i
tartışılırdı. geç saatlerde
Hazım, Atatürk'ün
s o f r a s ı n d a y d ı . K o n u s p o r a g e l m i ş t i . A t a t ü r k , s a n a t ç ı y a şöy le s o r d u : —
«Hazım, hiç spor yaptın mı
Hazım,
Atatürk'ün
m e t ' i de koruduğunu —
«Gençliğimde
güreşi
ömründe?»
sevdiğini
ve
Çoban
Meh
Paşam,»
diye
bildiğinden: biraz güreş yaptım
atmasyon bir karşılık v e r d i . Aradan beş-altı saat geçmiş, spor konusu unutulmuş tu.
Bu a r a d a A t a t ü r k ' ü n , y a v e r i n i n
kulağına
eğilerek
bir
şeyler söylediği gözden kaçmadı. Yaver h e m e n uzaklaştı. Daha beş dakika bile den yanında
Muhafız Alayından
seçme
yarı beline
geçme kadar
çıplak leventendam on pehlivan erle beraber göründü., F: 10
146
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
l-lerl<es
şaşkınlık
içinde
ne olacağını
yordu. Az
öne söylediklerini
unutan
ceklerden
habersiz, gelenlere
biraz
merakla
bekli
Hazım, basma gele da
şaşkınlıkla
bakı
yordu. Atatürk keyifli —
«Kuzum
relim.» demez
keyifli:
Hazım, şunlarla
güreş de, marifetini
Hâzım'da ansızın şafak a t m ı ş t ı . H e m e n kendini layıp, işin içinden sıyrılmağa —
«Aman
Ama Atatürk
topar
çalıştı:
Paşam, ben g e n ç l i ğ i m d e
güreştim.
falan çoktan u n u t t u m . Bunlar benim pestilimi ti.
gö
mi?
kararlıydı. İlle de Hazım'ı
Güreşi
çıkarırlar.» güreştirecek-
Gülümseyerek: —
«Sen neşenle kalpleri tuşa g e t i r m i ş adamsın. Bun
lar s e n i n
karşında dayanır
Hazım, Atatürk'ü
mı?» deyince gözleri
kıramayacağını
anlayarak
yaşaran
çaresiz
ceke
tini çıkardı. Kollarını sıvayarak pehlivanların yanına soku lup yavaşça: —
«Bak, ben p e h l i v a n f a l a n d e ğ i l i m . Ş i m d i b i z i m va
z i f e m i z P a ş a ' y ı e ğ l e n d i r m e k . Siz k e n d i n i z i b o ş b ı r a k ı n . B e n sizi tutacağım,» diye onların saflıklarından yararlanıp, m a sanın önüne kadar g e t i r d i . Başta duran pehlivanın bir an lık d a l g ı n l ı ğ ı m f ı r s a t b i l i p , h e m e n e l - e n s e y e r e
düşürmeğe
çalışınca Atatürk: —
«Bravo!
kahkahadan
Bravo. Yaşa
Hazım,»
diye bağırdı.
Salon
kırılıyordu.
Sabaha karşı sofra dağılırken Hazım, ç e v r e s i n d e k i l e r e : —
« M e ğ e r Paşa'nın önünde g ü r e ş m e k
ne
kadar
m u ş . Kuyruk s o k u m u n a kadar terledim,» d i y o r d u .
zor-
KARAGÖZ
H A Z I M , Atatürk'ün eşsiz sofrasına onur
OYNATALIM
veren
s a n a t ç ı l a r d a n b i r i y d i . B i r z a m a n l a r , yaz a y l a r ı n d a
ender
Beşiktaş'
t a k i H a ş i m Bey p a r k ı n d a k o n a k t a n b o z m a b i r e s k i y a p ı n ı n önünde Karagöz oynattığı nasılsa A t a t ü r k ' ü n kulağına git miş, istanbul'da
bir sohbet sırasında, sofrasında
sanatçıya
bir soru
şöyle
—
«Hazım, sen iyi Karagöz
—
«Evet, Paşam... Ç o c u k l u ğ u m d a n
oynatırmışsın.» beri
heves
Bu b e n i m t i y a t r o m e s l e ğ i n e g i r m e m e b a ğ l a n g ı ç Atatürk dikkatle
dinliyordu:
—
gün oynat, seyredelim,»
«Öyleyse
Hazım —
—
kaytarmak
«Aman
Huzurunuzda
bir
Paşam. Karagöz'ün
yok,
çekinme...
s ö y l e n i r . Y e t e r k i , h a l k a ışık —
«Paşam, zaten
ışıkta
r u l u ş u n d a n b e r i e t r a f a ışık —
«O h a l d e
ettim.
oldu.»
dedi.
istedi: çeşitli
belki bir gaf yaparım, pot
«Ziyanı
bulunan
yöneltti:
maharetini
Perde
fasılları
vardı--.
kırarım...» arkasında
her
şey
tutsun.» canlanır
hayal
saçar.» seyredelim.»
oyunu... Ku
148
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
halka
« B e n i s e y r e t m e n b i r ş e y i f a d e e t m e z . Bu ışığı s e n tut.»
Bu s ö z Atatüi^k u n ç o k h o ş u n a —
« B r a v o . . . Bravo...»
gitti:
dedi.
l-iâzım, d a h a s o n r a k i g ü n l e r d e
A t a t ü r k ' e Karagöz
oy
nattı m ı . oynatmadı m ı , hatırlamıyorum. A m a bir süre son r a R a ş i t Rıza i l e b i r l i k t e « B i z i m L o k a n t a » d i y e b i r y e r
aç
tılar. Hazım orada her a k ş a m Karagöz o y n a t ı y o r d u . Atatürk, kabul
Karagöz'ün
bir halk gösteri
e t m i ş , bu sanatın
«Karagöz»
gazetesi
bir
yaşatılmasını halk
sanatı
olduğunu
istemişti.
gazetesi
olduğu
Nitekim
için
C.H.P.
iktidarı zamanında partiden yardım görmüştür. Son
sahibi
de romancı Burhan Cahit Morkaya idi. Karagöz'ün yaşaması, kayırılması
için
o zamanki
İs
tanbul Belediyesi avukatlarından Rahmi ile hayali ve bes tekâr
Kaptanzade
Ali
Rıza, H â z ı m ' l a
Yaşatma ve Tanıtma Cemiyeti»
birlikte
adında
bir
«Karagöz'ü
dernek
kur
muştu. H a z ı m , bazı
Karagöz
oyunlarını
kendi
sesiyle
d o l d u r m u ş t u . Bunların en enteresanı, harf devrimini tekleyen
Karagöz'ün
okuma
yazma
öğrenmesi
plağa des
oyunudur.
Bu p l a k l a r d a n A t a t ü r k ' e d e y o l l a m ı ş t ı , H â z ı m ' m ç e k t i ğ i b i r de kısa metrajlı Karagöz f i l m i vardı. «Aynaroz Kadısı» f i l m i n i n içinde Hazım, Karagöz oynatmıştı.
ARTİSTLER
1928 y ı l ı n d a A n k a r a ' d a
Türkocağı
ARASINDA
binası
açılıyordu.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türkocakları davası uğruna her şeyini vermişti. Davanın gerçekleştiğini
görmekle
en bü
yük mutluluğu tadıyordu. Türkocağı sahnesinde
oynanacak
ilk piyes
Tiyatrosu)
için
İstanbul'dan
Darülbedayi
(Şehir
g e t i r t i l m i ş t i . Aynaroz Kadısı'nı t e m s i l ettiler. Büyük bir a l kış topladılar.
Atatürk, piyes
artistlerini Marmara
bittikten
Darülbeday»
Köşküne davet etti. Artistler
erkekli büyük bir kalabalık
halinde
geldiler.
toplantıda Atatürk, kadehini artistlere —
sonra
«Hepiniz günün birinde birer
vekil, başvekil, hatta
reisicumhur
O
doğru
kadınlı, akşamki
kaldırarak:
mebus,
müsteşar,
olabilirsiniz. Fakat
ben
bir artist o l a m a m . Çünkü bu A l l a h vergisidir. Ne tesadüf le, ne de yıllarca Bu, Allahın
dirsek
çürütülerek sanatkâr
ender kullarına verdiği bir nimettir.
olunamaz. İşte
ara
mızdaki fark bundan ibarettir,» dedi. Türkocağı'nda Françalse
artistleri
ikinci
temsili
Türkiye'ye
vermek
gelmişlerdi.
için
Comedie
Bunların
ara
sında o d e v r i n en b ü y ü k sanatçısı olan M a r i e Belle de b u lunuyordu.
J50
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Atatüri< konukların g ö s t e r i l e r i n i s e y r e t t i . Piyes ten sonra makyajlı
tam
kapıdan çıkacağı zaman, artistlerin
halleriyle kapıya
hücum
edip, Atatürk'ü
istediler. Atatürk, bunlara
kapıda
yakınlık
bittik hepsi görmek
g ö s t e r d i . Elle
rini sıktı, hatırlarını s o r d u , kutladı. Fakat bir ziyafete ça ğırmadı. Türk
sanatçılarını temsilden
tiği halde, yabancı
sanatçıları
sonra yemeğe davet
çağırmayışı,
uzun
et
zaman
bende bir soru olarak kaldı. Düşüne düşüne ancak şu
ka
nıya v a r a b i l d i m : A t a t ü r k , Türk sanatçısının çağdaşlarından kat kat üs tün olduğuna inanan
bir insandı. Türk'ün her işte
olduğu
g i b i , sanat alanında her zaman en önde g i t m e s i n i
isterdi.
B u ayırım da, işte bu d ü ş ü n c e d e n ileri g e l m i ş
olmalı.
M U H S İ N ERTUĞRUL'LA
SOFRADA
1931 y ı l ı n d a y d ı k . Bir g ü n D r . R e ş i t G a l i p y a n ı n a sin Ertuğrul'u alarak Çankaya'ya g e l m i ş t i . Şehir
Muh
Tiyatrosu
haline dönüştürülen «Darülbedayi» on beş kişiyi g e ç m e y e n kadrosuyla çıktığı A n a d o l u t u r n e s i n d e , ilk durak olarak A n kara'da
bulunuyordu. Sofrada
konuşma açılmadan Atatürk, — nasıl
henüz
«Faruk Nafiz Ç a m i ı b e l ' i n buldunuz?»
O
diye
herhangi
bir
Muhsin Ertuğrul'a yazdığı
konuda
dönerek:
'Akın'
piyesini
sordu.
sıralarda devrimi yayacak
ve yerleştirecek
ulusal
yapıtlara şiddetle ihtiyaç vardı. Devrimci yazarlar, edebi yatçılar dern
kollarını
Türkiye'nin
lardı. İşte Faruk
sıvamışlar, devrimlerini
gece gündüz
uğraşıyor,
destanlaştırmağa
Nafiz'in Türk tarihini
konuşturan
«Akın»
piyesi de, «Kahraman» piyesi gibi A t a t ü r k ' ü n emriyle zılmış, Ankara Türkocağı binasında İbrahim Necmi Halil Vedat Fıratlı ve
Münir
Hayri
Egeli'nin
mo
çalışıyor ya
Dilmen,
gözetiminde
İ s m e t p a ş a Kız E n s t i t ü s ü v e Gazi E ğ i t i m E n s t i t ü s ü ö ğ r e n c i lerine oynattırılmıştı. «Akın» Türklerin Orta Asya'dan Ana dolu'ya tandı.
göçünü, yayılıp
genişlemelerini
anlatan
bir
des
152
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Safine yapıtlarıyla yakından "rın k e n d i t a r i h l e r i n e ö n e m l i söyler nin
ve çok köklü bir geçmişe
destanlaştırılmastnı
ilgilenen Atatürk, utusfa-
yerler
ayırmaları
gerektiğini
sahip olan Türk T a r i h i
isterdi. Behçet Kemal
Çağların
«Çoban» piyesi de, bu amaçla yazılmıştır. İşte M i l l î T e m sil Akademisi
Kanunu'nun
çıkarılışı ve Devlet Tiyatrosu'-
nun k u r u l u ş u bu g ö r ü ş ü n ürünüdür. Atatürk, Akın piyesinin Ankara'daki temsilini
görmüş
v e çok b e ğ e n m i ş t i . M u h s i n Ertuğrul ise henüz g ö r m e m i ş ti.
Kendisine yazılı
metin verildi. Atatürk, Muhsin
Ertuğ-
rul'dan şunu istedi: —
«Biz b u
piyesi sizin
sahnenizde oynanmasını —
sahneye
koymanızı
ve
sizin
istiyoruz.»
«Eseri henüz i n c e l e m e d i m , ama
baş
sayfalarına
ş ö y l e b i r göz g e z d i r d i m . » —
«Öyleyse
hemen
bu
eserde
yazılı
olan
dan en güç konuşulanı, bize s a h n e d e y m i ş gibi
mısralarlütfediniz.»
M u h s i n Ertuğrul, sahne dışında kalabalık bir
mecliste
uzun boylu konuşmaktan, hatta oturmaktan kaçınacak ka dar
sıkılgan
bir
insandı.
Bunu
yakınları
da
biliyorlardı.
M e s l e ğ i y l e zıt g ö r ü n e n b u h u y u y ü z ü n d e n A t a t ü r k ' ü n rini yerine
em
getiremiyordu.
IJzerindeki sıkılganlığı bir türlü atamayan M u h s i n
Er
tuğrul: —
«Paşam, nasıl balıklar sudan çıkınca yaşayamazsa,
biz de öahneden başka y e r d e ne konuşabilir, ne yaşıyabiliriz,» diye karşılık v e r d i . Bu s ö z e R e ş i t G a l i p d e k a t ı l ı y o r , s ö z l e r i n i o n a y l a r g i bi başını
sallıyordu. Muhsin
Ertuğrul, Reşit
Galip'ten
de
kuvvet alınca: — lim.
«Bendeniz hiç bir s o s y e t e d e k o n u ş m u ş insan d e ğ i
Bütün
konuşmalarım
•tiyatrodan evime Önce
bunu
sahnededir.
Evimden
tiyatroya,
gidiyorum.» bir artist
kaprisi sanan
Atatürk,
gücenir
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
155
gibi oluyor, hatta ö f k e l e n i y o r , ısrar ve t a r t ı ş m a l a r ça
uzadık
uzuyordu. Y e m e k b o y u n c a sahnede en güç s ö y l e n e n en zor ke
l i m e üzerinde d u r u l d u . Saat gece yarısını ç o k t a n g e ç m i ş t i . iHerkesin gözünden u y k u a k ı y o r d u . Sonunda Ertuğrul, s a h nede en zor s ö y l e n e n c ü m l e n i n g ı r t l a k t a n k o n u ş m a k
oldu
ğunu söyledi v e buna örnek olarak da p i y e s t e geçen çaklar»- kelimesini
g ö s t e r d i . Bu k e l i m e
boğuk
bir
«Al sesle
söylenmişti. Atatürk: -— « O t u r u n u z ! . . » Muhsin Ertuğrul
dedi. oturdu. Artık sofra paydos
Giderlerken Atatürk, Muhsin Ertuğrul'a .—
olmuştu.
dönerek:
«Sen b u e s e r d e m u v a f f a k o l a m a y a c a k s ı n , »
Muhsin
Ertuğrul
dedi.
gülümseyerek:
—
«Muvaffak olmağa çalışırım
—
«Şimdi seninle bahse g i r e l i m . Piyesi gelip
d e c e ğ i m . A m a dikkat et. Rolünü
iyi
Paşam.» seyre
oynayamazsan
seni
bizzat ben t e n k i t e d e c e ğ i m , kötü bir aktör olduğuna inana c a ğ ı m . İyi o y n a r s a n o z a m a n da g e r ç e k b i r s a n a t ç ı o l d u ğ u na i n a n a c a ğ ı m . » M u h s i n Ertuğrul bu bahsi kabul e t t i . A t a t ü r k ' ü n e m r i ni m e m n u n l u k l a
yerine getireceğini
söyledi. Ellerini
öptü
Konuklar gitikten sonra Atatürk, salondan yatak
oda
veayrıldılar.
sına
çıkarken
İbrahim'le
bana
döndü. Anlaşılan
konunun
hâlâ e t k i s i a l t ı n d a y d ı : —
«Bu e s e r i
size
v e r s e m daha
yaparsınız.
Bu
«Paşam, bu adam bu işi yapar,» diye karşılık
ver
a d a m , bu işi yapamaz,» —
iyi
dedi.
d i m . H e m bu m i l l e t M u h s i n Ertuğrul'u sever,» d e y i n c e ba na k ı z a r a k s e r t ç e : —
«Maskaralığını sever,» dedi ve daha fazla bir
konuşmadan yatmağa
çıktı.
şey
154
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Atatürl< odasına
girdikten
sonra
arkadaşım
İbrahim
bana d ö n e r e k : —
«Cemal,
işin
mi yok.
İster
muvaffak
o l a m a s ı n . S a n a ne?» d i y e
söylenmeğe
o düşüncede
çok geçmeden
anladım.
değildim
ve
olsun,
başladı. A m a haklı
ister ben
olduğumu
G Ö Z Ü N D E N Y A Ş GETİREN PİYES
MUHSİN Ertuğrul Bir
olayının
ü z e r i n d e n ü ç ay
geçmişti.
kış m e v s i m i A n k a r a ' d a n İ s t a n b u l ' a g e l m i ş t i k .
Tepeba-
şı'ndaki Şehir Tiyatrosunda Faruk Nafiz Ç a m l ı b e l ' i n «Akın» piyesi temsil ediliyordu. M u h s i n E r t u ğ r u l v e a r k a d a ş l a r ı 1932 y ı l ı n ı n i l k
ayında
«Akın»ı oynamak üzere hazırlığa başlıyorlar.
Dekorlar
pılıyor,
ezberleniyor.
kostümler
dikiliyor,
Piyeste Türk hakanı İ s t e m i
roller
dağıtılıp
Han'ı M u h s i n Ertuğrul
canlan
d ı r ı y o r d u . Ö t e k i r o l l e r d e İ. G a l i p [ A r c a n ) , E m i n B e l i ğ lönü), Hüseyin Kemal Neyir, Şaziye Provalar
[Se-
( G ü r m e h ) , Talât ( A r t e m e l ) , Neyyiro
(Moral) ve Zehra vardı. ilerlerken Atatürk
birkaç
kez
piyesin
o l u p o l m a d ı ğ ı n ı s o r m u ş t u . Eser o y n a n a c a k h a l e sonra
ya
temsillere
başlanabileceği
Atatürk'e
hazır
geldikten
bildirilmişti.
Şubat ayının ilk haftasında «Akın» oynamağa başladı. Baş ta M u h s i n Ertuğrul olmak üzere piyeste
rol alan s a n a t ç ı
lar,
kez
büyük
gelecek
bir
heyecan
Atatürk'ün
içindeydiler.
önünde
çok
İlk
çetin bir
tiyatrolarına
sınav
vermeğe
hazırlanıyorlardı. A t a t ü r k ' ü n her işte olduğu gibi sanat işlerinde de çok
156
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
t i t i z , İnce eleyip sık d o k u y a n , ufak t e f e k başarılarla
ken
disini m e m n u n etmeğe imkân olmadığını çok iyi bilen, bir yıl önce kendisiyle t u t u ş t u ğ u bahsi aklından M u h s i n Ertuğrul, en ufak bir falso bile «Akın»ı kusursuz oynamağa
çıkaramayan
yapmamak
için
çalışıyordu.
1932 y ı l ı n ı n 19 ş u b a t a k ş a m ı A t a t ü r k ' ü n « A k ı n » p i y e sini g ö r m e k üzere, birkaç yıl önce bir yangınla kül Tepebaşı
Dram
Tiyatrosuna
gelişi, başlıbaşına
olan
bir
sanat
olayı, Türk Tiyatrosu için de tarihsel ve unutulmaz bir ge cedir. Muhsin Ertuğrul, Atatürk'ün
onuruna sahnenin
tam
karşısına düşen iki locayı b i r l e ş t i r m i ş , büyük bir loca mey dana g e t i r m i ş ve s ü s l e m i ş t i . İşte bu şeref locasında A t a türk'ün t a m arkasında bulunuyordum. İstemi Han'ı
konuş
turan Muhsin Ertuğrul: «Kıtlık var şehirde, isyan başgöstermek üzere. Bütün halk Kurultay kuralım. Kralın huzurunda,» d i y o r d u . Orada Kralın çok
güzel bir seslenişi
vardı:
«Tanrı s u v e r m e z s e . H a k a n n e y a p s ı n b u n a ? » Atatürk'ün
gözlerinin
Gerçekten
çok
yaşardığını güzel
bir
deyince
gördüm.
temsildi, Atatürk,
temsilin
b a ş ı n d a n s o n u n a d e k s e r a p a h i s , b ü y ü k b i r haz v e gururu ayağa kalkmış bir halde oyunu
ulusal
seyretti.
Şehir Tiyatrosunun doğmasında ve gelişmesinde emeği geçen İstanbul
Valisi
Muhittin
Üstündağ,
ün yanıbaşmdaydı. A m a piyesi seyretmiyor, t ü m
çok
Atatürk' dikkatiy
le A t a t ü r k ' ü n yüzünde her an b e l i r e c e k m e m n u n l u k ya da öfke çizgilerini
hesaplamağa çalışıyordu. Temsil
ilerledik
çe A t a t ü r k ' ü n ligisi artıyor, bakışları y u m u ş u y o r v e ilk per de kapanmak
üzereyken yanaklarından
süzülüyor. Perde kapandıktan Atatürk'ün
locasından
sonra
en
iki damla
gözyaşı
değerli
alkışlar,
yükseliyordu.
Temsilden sonra Atatürk, Muhsin Ertuğrul
v e üç
ar
kadaşını locaya çağırtıp kutladı. M u h s i n Ertuğrul'un yüzü nü bir mutluluk
halesinin çevirdiğini fark ettim. Çok
he-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
yecanlıydı. Atatürit'ün
«muvaffal<
olamayacai<sm,.-
bir piyesten yüzünün akıyla çıkmıştı. Nasıl Güzel
sözlerle
157
sanatçıların gururunu
dediği
sevinmesin? okşarken
IVİuh
sin Ertuğrul'a şöyle diyordu: —
«Bahsi
kazandın. Sen bizim
en d e ğ e r l i
sanatkârı-
mızsın.» A t a t ü r k , M u h s i n Ertuğrul v e arkadaşlarını
kutlar
k e n b i r a n a r k a s ı n a d ö n ü p b e n i m y ü z ü m e b a k t ı . Bu b a k ı ş larda oldum.
haklı
çıktığımı
doğrulayan
bir
davranış
sezer
gibi
ÇALLI İBRAHİM'LE
ARKADAŞI
ATATÜRK. C u m h u r b a ş k a n ı olduğu halde t a m bir
halk
adamıydı. Halkın içinden çıkmış olan bu büyük insan, ka labalık içinde y a ş a m a k t a n , halkın içinde d o l a ş m a k t a n , hal k ı n g i t t i ğ i y e r l e r d e o t u r m a k t a n b ü y ü k b i r haz d u y a r d ı . H a l kın e ğ l e n d i ğ i n i
görmekten
hoşlanır, o eğlencenin
içine
kendini de sokardı. 1930
yılındaydı.
Beyoğlu'nda
Tünel ile
Galatasaray
a r a s ı n d a M a d a m V e r a a d l ı b i r Beyaz R u s u n i ş l e t t i ğ i adında bir lokanta v a r d ı . Bir gün oraya g i t m i ş t i k . yedi-sekiz sonlar
Eden
Sofrada
kadar k o n u k v a r d ı . Saat g e c e n i n on b i r i .
çevremizde
fırdolayı
dönüyorlar.
Atatürk'ü
Gar
hoşnut
etmeğe çalışıyorlardı. Neşe konuklar
içinde yenilip
içildi. Vakit
hayli g e ç m i ş t i .
i z i n i s t e y i p a y r ı l d ı l a r . Biz y a l n ı z
Atatürk,
bir
yere
gittiğinde
orada
Bazı
kaldık.
kim varsa,
hesap
O'nun tarafından ödenir, orası derhal bir aile çevresi
ha
lini alırdı. O gece de Eden Lokantasında d u r u m aynı oldu A t a t ü r k ' ü n o t u r d u ğ u masanın biraz i l e r s i n d e iki daş o t u r m u ş l a r , rakı içiyorlardı. Kendi â l e m l e r i n e
arka
dalmış-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM lar, bizim varlığımızdan
habersiz
159
görünüyorlardı.
Atatürk,
bana seslenerek: —
« H e m e n git, beyleri çağır,» d e d i .
M a s a l a r ı n a g i d i p k e n d i l e r i n e e m r i b i l d i r d i m . O n l a r da derhal
toparlanıp,
tanınmış
ressam
bizim
Kavalalı adında bir Çallı
masaya
geldiler.
Çallı İbrahim, yanındaki
Bunlardan de
biri
Hüsamettin
arkadaşıydı.
İbrahim, daha önce kafayı iyice t u t m u ş a
benzi
yordu: —
«Büyük Başkanımız, beni huzura kabul
buyurduğu
n u z için...» ş e k l i n d e u z u n b i r n u t k a b a ş l a y ı n c a A t a t ü r k s ö zünü kesti: — Asıl
« B ü y ü k B a ş k a n n e b e n i m , n e ş u d u r , ne d e
Büyük Başkan, hepimizin
göğsümüzü
budur.
kabarttığımız
o
b ü y ü k T ü r k M i l l e t i d i r . Biz o n u n e g e m e n l i ğ i a l t ı n d a y ı z . O n u n amacına hizmet —
etmekle, görevimizi
yapmış
oluyoruz.»
«Siz n e b ü y ü k s ü n ü z k i , s ö y l e t i y o r v e b i z i
dinliyor
sunuz.» —
«Ben s i z i e l b e t t e d i n l e r i m . S i z i n b u n e k a d a r h a k -
kınızsa. benim de size bütün millete söylemek ve kendimi ona dinletmek
hakkımdır.»
—
«Büyük
—
«Hayır, ben bu a k ş a m sizinle c u m h u r b a ş k a n ı
Cumhurbaşkanı...» ola
rak d e ğ i l , b i r v a t a n d a ş o l a r a k k o n u ş u y o r u m . S i z e ğ e r b e n i cumhurbaşkanı olarak memlekette
ve
her
seviyorsanız,
memlekette
değerim
yoktur.
cumhurbaşkanları
Bu
vardır.
Burada sizinle sadece bir vatandaş olarak k o n u ş u r k e n , va tandaş sıfatını d ü ş ü n ü y o r u m . Başka t ü r l ü uygunluk olamaz. Şimdi burada M u s t a f a Kemal yok. Eşit şartlar içinde sizin le k o n u ş a b i l i r i m . B e n i m l e
konuşurken
sizin ve
hepimizin
d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z bu olmalıdır.» —
« B ü y ü k Paşam...»
—
«Hayır, o y o k t u r artık, sıfır
Konuşmanın burasında Hasan
olmuştur.» Cavit
kısa
bir
nutuk
160
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
çelcti v e b u t a r i h i m a n z a r a y ı t a s v i r e d e n b i r t a b l o y a p m a sını Çallı'dan i s t e d i . Atatürk, bunun üzerine şöyle —
dedi:
«Ben d e v l e t başkanıyım. Yanımda d e v l e t
büyükleri
v e m i l l e t v e k i l l e r i v a r . S i z l e r l e e ş i t o l a r a k b u l u n u y o r u z . Bu güzel s o n u c u y a n s ı t m a k , sanata ait bir
iştir.»
—
« P a ş a m , T ü r k k a v m i s a n a bel
—
« S e n ş i i r s ö y l ü y o r s u n . Bu r a k ı i n s a n l a r a n e ş e
bağlamıştır.» ve
rir, fakat sanat v e r m e z . Sen bununla neşe b u l u y o r s u n . Fa kat s a n a t ı b u n d a b u l a m a z s ı n . » Çallı İbrahim, daha birçok şairane sözler s ö y l e d i . A t a türk'le
karşılıklı söz atışı yapıyorlar, h e r k e s
mest
olmuş
dinliyor. Derken A t a t ü r k , biraz sonra ikisine de şu soruyu sordu: —
«Siz r a k ı y ı n i ç i n
Çallı İbrahim'in —
içersiniz?»
arkadaşı Hüsamettin
«Bendeniz rakıyı herkes
gibi
için değil, kafamı öldürmek için
Kavalalı:
midemi
içerim,»
doldurmak
diye
karşılık
verdi. A t a t ü r k , b u hazır c e v a p l ı k t a n ç o k —
«Bravo.» d i y e r e k
Daha sonra konuğa
bu yabancı
hoşlanmıştı: konuğu
kutladı.
hangi partiden olduğunu
sormuş,
H ü s a m e t t i n Kavalalı da hiç ç e k i n m e d e n S e r b e s t
Fırkadan
olduğunu
söylemişti.
Atatürk,
bundan
da
memnun
oldu.
İkinci bir defa daha: —
«Bravo,» d e d i k t e n
—
«Çallı
İbrahim,
sonra Çallı'ya
Çallı
İbrahim.
ressamlar, heykeltraşlar geliyor, benim lerimi,
heykellerimi
yapıyor.
Siz
ressam
olmanıza
rağmen
sizin hiç
birçok
resimlerimi, büst
nerdesiniz?
gömüldünüz de. hiç görünmüyorsunuz? bir
dönerek:
Avrupa'dan
Çalılara
mı
Bu k a d a r
tanınmış
sesiniz
çıkmıyor.
Onlarsa binlerce lirayı alıp. m e m l e k e t l e r i n e
gidiyorlar.»
Bu s ö z ü z e r i n e Ç a l l ı İ b r a h i m . A t a t ü r k ' ü n a d e t a b i r i h tarı andıran sözlerine g ü l ü m s e y e r e k şu karşılığı v e r d i :
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
16t
« P a ş a m , P a ş a m . Fındıi<lı S a r a y ı n d a
(Akademi)
n i m yaptığım bir portreniz vardır. Anlaşılan bunu mışsınız. Gidip onu görün.
Atatürk
siz
be
duyma
değilsiniz,
asıl
O'dur.» Atatürk
bu karşılıktan da
çok memnun
kalmıştı. Ka
dehini kaldırarak Fındıklı Sarayındaki p o r t r e onuruna
içti.
Sonra şöyle dedi: —
«Fındıklı Sarayı da n e r e s i ? Ben Saraylardan
hoş
lanmam ama, İstanbul'a geldiğimde Dolmabahçe denilen
o
s o ğ u k y e r d e o t u r u r u m . F a k a t r a h a t e d e m e m s a r a y d a . Evde oturmak daha iyidir.» H ü s a m e t t i n K a v a l a l ı da c o ş m u ş t u . —
«Ben var
olduğumu
a n l ı y o r u m . O zaman biraz
anladığım
zaman,
yokluğumu
insan olduğumun farkına
varı
yorum.» A t a t ü r k , bu sözleri de ç o k beğenerek, —
«Çok
güzel
söyledin
arkadaş.
Bu s a m i m î
sözlere
bir şey katmak i s t e m i y o r u m . Gerçek vatandaş
nerede
ne
kafasından
durumda
olursa olsun, serbest
konuşmalı,
ve
g e ç e n , v i c d a n ı n d a n g e l e n ş e y l e r i s ö y l e m e l i . Bu ç o c u k b ö y le y a p m ı ş t ı r .
İsterim
konuşsunlar.
Karşısındaki
şüncelerini
ki, bütün vatandaşlar Cumhurbaşkanı
açıklamaktan çekinmesinler,»
böyle bile
serbest
olsa,
dü
dedi.
O gece sabaha dek sofrada sanat sohbetleri
yapıldı.
Çallı İbrahim'den Türk r e s m i ve sanatı hakkında uzun boy lu b i l g i a l d ı . B u n l a r ı d i k k a t l e d i n l e d i . S a n a t ç ı n ı n
korunma
sı v e
olacağına
sanatın
gelişmesi
söz v e r d i . A t a t ü r k ' ü n hiç aklıma O
için Devletin yardımcı
bu konuyla
bu kadar
ilgileneceğini
getirmemiştim.
zamanlar
Soyadı
Kanunu
daha
bazı a d l a r ı n ' b a ş ı n d a k i s a n l a r l a a n ı l a n
çıkmamıştı.
Fakat
kimseler vardı. İş
t e Ç a l l ı İ b r a h i m de b u n l a r d a n b i r i y d i . A t a t ü r k , bir ara r e s sama, adının
başındaki
sanın anlamını
sormuş, sonra
da
yarı şaka y o l l u : F: i t
162
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Acayip
bir k e l i m e seçmişsiniz. Sizin çalıya
z e r y e r i n i z y o k ki,» d i y e t a k ı l ı n c a —
ben
demişti;
« Ç a l l ı P a ş a m , y a n i i k i ( 1 ) ile.» A t a t ü r k b u n a da ş u
karşılığı —
ressam şöyle
vermişti: «Farkındayım c a n ı m , bu kadar i ç t i k t e n sonra
biraz peltek
elbet
konuşacaksınız.»
Saat sabahın dördüne g e l m i ş t i . Toplantı sona erdi ve Saraya
dönüldü.
Çallı İ b r a h i m ' e i l i ş k i n bir anı daha: İkinci Dünya Savaşından sonra gazeteciliğe ve
ordudan emekli
sırasında
İhsan Boran, Bükreş
bir sanatçılar
topluluğuyla
İbrahim'le bir görüşme militer, Çallı —
başlayan
Ataşemiliterliği
Bükreş'e gelen
yapmıştı. Sohbet sırasında
Çallı ataşe-
İbrahim'e:
«Üstat,
hatıra
olarak
lütfedip bir şey
çizer
misi
niz?» d i y e s o r m u ş . Çallı İ b r a h i m d e , k e n d i n e özgü k o n u ş ma
diliyle: —
«Ne gibi bir
—
«Mesela Atatürk'ü hayalinizden çizebilir
—
«Ben o n u k a l b i m e
Ve sihirli Atatürk'ün
kalem
şey?» resmetmişim.»
darbeleriyle, birkaç
eşsiz bir portresini
İhsan Boran'ın eşi A d v i y e
misiniz?»
çizmiştir.
Boran'da
(Şar)
saniye Bu r e s i m
içinde şimdi
bulunmaktadır.
KEMAN
SINAVI
Ç A N K A Y A ' d a k i eski Köşkte bir gece A t a t ü r k , iki genç kemancıyı Zeki
yarıştırdı. Cumhurbaşkanlığı
Beyin M o s k o v a
Konservatuvarında
Orkestrası öğrenim
o ğ l u Ekrem Zeki ile N e c d e t adlı bir askerî okul Atatürk'ün
huzurunda, Orkestranın
bir
parçası
yapmış
öğrencisi olarak
man çalıyorlardı. Orkestrada sivil ve asker birçok yen
şefi
ke
müzis
vardı. Necdet
kemanını
pürüzsüz
çalıyor,
gösterişe
kaçma
dan olgun ve vakur, t e l l e r i n üzerinde yayını gezdiriyordu. Ekrem Zeki ise biraz çalıyor ama, jestleri doğru
kemanıyla
adlı bir binbaşı Atatürk,
n u m a r a c ı g i b i g e l d i b a n a . O da var...
Eğilip
sanki vals
doğruluyor,
yapıyordu.
iyi
sağa
sola
Kemancıları
Edip
yönetiyordu.
Binbaşı'ya:
—
«Kemanların
—
«Zeki Beyin oğlu artistik, öbürü gösterişsiz,
ketsiz çalıyor.
Müzik
hangisi
güzel
kaidesine
çalıyor?»
göre daha
diye
sordu. hare
makbul
olarr
piyanistti. Piyanosuyla
ke
bu...» d e d i . Necdet'in mancılara eşlik
kızkardeşi ediyordu.
de
164
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Atatürl<, Binbaşının verdiği
bilgiyi
dinledikten
kemancılar arasında bir ayırım yapmadı. İkisini
de
sonra, takdir
ettikten sonra: — milletin
«Bravo!.. Çok güzel çaldınız. Sizler çocuklarısınız. Sizinle ne kadar
dır,» d e d i .
sanatkâr
iftihar
etsek
bir az
«FISKİYEYİ
CUMHURİYET'in
Onuncu
Mayıs Stadyomu'nda
büyük
Yıldönümüydü. On bir tören yapılmış,
söylenmiş, hatta Sovyetler Birliği'nden Mareşal
KIS...»
dokuz nutuklar
Varoşilof,
B u d i o n i , b i r ç o k da g e n e r a l g e l m i ş l e r d i . Ç a n k a y a ' d a b i r a r a radyoyu açıp, nutukları d i n l e m e k i s t e d i m , fakat i ş i m o ka dar çoktu ki, dinlemeden Bayramı
onuruna
bir sofrayı
gelmiş
kapattım. Öyle
ya.
seçkin davetlilerin
hazırlamak öyle kolay olmasa
Cumhuriyet ağırlanacağı
gerek...
Cumhurbaşkanlığı Yeni Köşkte Viyana'lı mimar mayster tarafından harfi)
yapılan
G şeklindeki
masayı hazırlıyordum.
Birden
kapıda
antrede elini
Yağcılık
üzerimdeydi...
—
ö p t ü m . İlk kez e l i n i
baş
peleriniyle
Atatürk göründü. Tören dönüşü oldukça yorgundu. koştum,
Hors-
(Gazi'nin
Hemen
öpüyordum.
«Sesim iyi geldi mi?» d i y e s o r d u .
Önce anlamadım. Fakat h e m e n toparlandım. M e r a s i m de söylediği —
nutku soruyordu
her
halde...
« Ç o k i y i y d i Paşam...» d i y e k a r ş ı l ı k
Oysa
radyoyu
kapatmış, Onuncu Yıl
verdim. Nutku'nu
dinle
m e m i ş t i m b i l e . İ l g i s i z l i k g ö s t e r e m e d i m . O a n bal g i b i y a -
166
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
l a n s ö y l e d i m . Bu g e r e k s i z h a r e k e t e b a ş v u r d u m . A m a b u n lar m e ş r u y a l a n d ı . B a ş k a ç a r e m v a r m ı y d ı k i . o a n . . . Atatürk'ün
hizmetinde
geçen on iki yılda
söylediğim
yalan işte bundan ibaret kaldı. Atatürk. Nutkun hizmetkârı üzerindeki etkisini
ölçtük
ten sonra yukarı çıktı. Soyunup tekrar aşağı indi. Öyle yo r u l m u ş t u m k i , ayakta duracak halim y o k t u . Hiç bir t a r a f ı m t u t m u y o r d u . Perişan bir
haldeydim.
I\;1asanın p a r ç a l a r ı n ı b i r
araya getirip, G
harfini
m a m l a y a m a m ı ş t ı m . Ankara ile Viyana'nın iklimi bir dığından, masanın parçalarının ekleneceği pimler
kurumuş
olmalı k i , birbirine g e ç m i y o r d u . Her tarafımdan ter nıyordu. Odunlar iyice bel Ben b ö y l e —
masayla
ta
olma boşa-
vermişti.
uğraşırken
«Yahu!..» d i y e s e s l e n d i . Sandım ki sigara yakacak.
Hemen koştum kibrit çaktım... —
«Değil hayvan...» d e d i .
Kibrit
rüzgârdan söndüğü için
hemen yenisini
y o r d u m , yine sönüyor. A t a t ü r k yine aynı sözleri —
«Değil
hayvan...»
D u r u p y ü z ü n e b a k t ı m . A c a b a ne —
çakı
söylüyor:
«Koltukları düzelt...» e m r i n i
istiyordu? verdi.
B e n i m y a p t ı ğ ı m da bundan başka bir şey m i y d i
san
ki? K o l t u k l a r d a n b i r i n i s e r t bir hareketle i t t i m . Sanki
«bu
m u d u r y a p a c a ğ ı m iş...» g i b i l e r d e n . . . B e n d e k i a p t a l l ı ğ a , c e halete bak. Koskoca C u m h u r b a ş k a n ı n ı n karşısında o l d u ğ u m u u n u t m u ş u m bile... Yerler
yeni cilâlı... K o l t u k g i t t i , g i t t i , hızla bir
başka
koltuğa çarptı. Zaten, canım b u r n u m d a n çıkacak hale gel m i ş i m . F a k a t A t a t ü r k n e h i k m e t s e k ı z m a d ı . Bu h a l i m i
hoş
gördü. Y u m u ş a k bir sesle bu kez: —
«Git fıskiyeyi
kıs, ç o k akıyor...»
dedi.
Bahçeye fırladım. Havuzun fıskiyesini dim.
kısıp geri
gel
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
167
Tekrar işime başlamıştım k i , A t a t ü r k ' ü n sesi
kulakla
rımda çınladı: —
«Böyle
az a k a r .
Taşkın olmazsa
daha iyi
değil
mi?» dedi. Utancımdan kıpkırmızı
yerin dibine
girecek
yanıyordu. Ne y a p m ı ş t ı m
a n l a m ı ş t ı m . F a k a t iş i ş t e n
gibi oldum. ben?..
Yüzüm
Hata
ettiğimi
çoktan geçmişti. Ve
Atatürk,
yorgunluğun ve sinirliliğin getirdiği taşkın bir
hareketimi,
havuzun f ı s k i y e s i ö r n e ğ i y l e y ü z ü m e v u r u v e r m i ş t i . Bir uşa ğa, taşkın h a r e k e t l e r d e n k a ç ı n m a s ı n ı , nazik bir d i l l e
hatır-
latıvermişti. Bu o l a y bana b ü y ü k b i r d e r s o l d u . A l t ı
ay d o ğ r u d ü
r ü s t O'nun yüzüne b a k a m a d ı m . Kızgın g i b i y d i . A s l a kin t u t m a z d ı a m a , b e l k i bana ö y l e g e l i y o r d u .
RUSLARLA BİR EĞLENCE
CUMHURİYET'in mızda
Onuncu Yıldönümü
GECESİ
gecesiydi. Ara
i k i İVİoskovalı k o n u k da b u l u n u y o r d u . V a r o ş i l o f
B u d i y o n i . Bir ara Rusya'nın en y ü k s e k Yüksek Şûrası
Presidium
Mareşal Varoşilof ve
mevkiinde
Başkanı» olarak
ve
»Sovyet
görev
yapan
a r k a d a ş ı , o z a m a n Rus
Ordusunda
g e n e r a l d i l e r v e İ s m e t İnönü ile Recep Peker'in
Moskova'
ya yaptıkları geziyi iade e d i y o r l a r d ı . Onuncu yıl geçit t ö r e n i n i
izleyen konuklar,
o
akşam
Cumhurbaşkanlığı Köşkünde v e r i l e n akşam y e m e ğ i n d e ha zır b u l u n d u l a r . S o f r a e l l i d ö r t k i ş i l i k t i . B u d i y o n i , ün solunda, Varoşilof
sağında yer
Varoşilof ve Budiyoni'nin
Atatürk'
almışlardı.
üzerlerinde özenle
dikilmiş
askerî üniformalar vardı. Y e m e k masası Viyanalı ünlü
mi
mar
ek
Hostmayster'e
ısmarlanmıştı. Masalar
lenince Gazi'nin baş harfi Yemek büyük bir her konuşmasının —
(G)
birbirine
çıkıyordu.
neşe içinde sürüyordu.
Varoşilof,
başında:
«Recep Peker yapar. Recep
Peker bilir,» d i y e
sö-
za b a ş l ı y o r d u . Recep Peker o zaman « C u m h u r i y e t Halk Fırkası U m u -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
169
m î K â t i b i » i d i . R u s y a ' d a h e r i ş i Fırica U m u m î K â t i b i
(Sta-
lin)
sanı
yaptığı
için, bizde de
Umumî
Kâtibin yaptığını
y o r v e Recep Peker'e özel bir ilgi g ö s t e r i y o r d u . Kimse işin farkında değildi. Atatürk
hemen
durumu
anladı ve Stalin düzeninde bir y ö n e t i m i n bizde de varmış hissini konukların üzerinden kaldırmak ğıtmak gereğini duydu. Atatürk'ün
için toplantıyı
bir işareti
da
üzerine ye
mek sona ermiş olan toplantı dağıtıldı. Hep beraber
kal
kılıp, Türkocağı binasında v e r i l e n Onuncu Yıl balosuna g i dildi. Şahane bir baloydu b u . Bir süre ayakta s o h b e t e d i l d i , dansa kalkıldı. Atatürk de konuklara uyup dans
etti. Ata
t ü r k ' ü n en s e v d i ğ i d a n s , v a l s t i . Türkocağından Orduevine
gidildi. Asıl eğlence bura
daydı. Gelenler asker olduğuna göre, askerce bir daha yakışık a l m ı ş t ı . O r d u e v i n d e t ü m
eğlence
ordu zabitanı, ge
n e r a l l e r d e hazır b u l u n u y o r d u . Saat
üç s u l a r ı n d a ,
eğlencelerin
en
haraketli
olduğu
bir sıra A t a t ü r k e m r e t t i . Bir grup genç subay V a r o ş i l o f Budiyoni'yi dılar. Müzik
eller
üzerine
alıp salonda
gezdirmeğe
« M a v i T u n a » v a l s i y d i . Rus g e n e r a l l e r i
lar arasında omuzlarda Genç subaylardan
ve
başla alkış
taşınıyorlardı. bir başka grup
coşarak
Atatürk'ü
de eller üzerinde t a ş ı m a k i s t e d i . O sırada A t a t ü r k
kahve
sini içiyordu. Gülümseyerek eliyle İsmet İnönü'yü
göster
d i . Bir s a n i y e i ç i n d e İ n ö n ü , o m u z l a r a a l ı n a r a k h a v a d a g e z d i r i l m e ğ e başlandı. O m u z l a r a alınan üç k i ş i n i n d o l a ş m a s ı , müzik bitene dek sürdü. Eğlencelerden resinde toplandılar.
sonra
tüm
Konuklar,
generaller, O'ndan
Atatürk'ün
bazı ş e y l e r
çev
öğren
m e k n i y e t i n d e y d i l e r . Zaten g e l i ş l e r i n i n asıl nedeni de, bu amaca dayanıyordu. Fakat Atatürk, ustaca d ü z e n l e n m i ş oyuna düşmedi.
Varoşilofa:
bu
170
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Biz a s k e r i n s a n l a r ı z . S i y a s e t e a k l ı m ı z e r m e z . S i
yaseti siviller konuşsun,» diye kestirip attı. Sovyet
generalleri
te, Orduevindeki
onuruna verilen o geceki
eğlenceler sırasında,
arasında bulunan General Recep Peker tarafından
İzzettin
ziyafet
b i r ara
Çalışlar'ın
konuklar
gerdanının,
gıdıklandığı, Atatürk'ün
gözünden
k a ç m a d ı . Recep Peker bir ara salonda d o l a ş m ı ş ve p e n c e re kenarındaki masada o t u r a n İzzettin Çalışlar'ın biraz ş i ş manca
olan gerdanını
gıdıklamak
istemişti.
Recep
Peker
bunu yaparken de, samimi bir şekilde: —
« N a s ı l s ı n Paşa?..»
diye s o r m u ş t u . Gıdıkladığı
bir general, Recep Peker'in rütbesi O sırada
içmekte
olduğu
kişi
ise yüzbaşıydı.
kahvesini
tabağına
A t a t ü r k ' ü n bu d u r u m a çok canı sıkılmış olacak
döken
ki, ertesi
gün, öğleye d o ğ r u Köşke gelip, her zamanki alışılmış r ü ş m e s i n i yapan Başbakan —
«Recep Peker'in
İsmet İnönü'ye şöyle
dün
akşam yaptığını
gö
dedi: gördünüz
m ü ? Bir yüzbaşı e f e n d i s i olan Recep Peker, nasıl olur
da
b i r P a ş a n ı n y ü z ü n ü o k ş u y o r , g ı d ı ğ ı n ı e l l e y e r e k o n a hal h a tır s o r a b i l i y o r . Bir yüzbaşı e f e n d i s i haddini b i l m e l i . D e m e k ki, fazla
şımarmış.» sonra
İnö
nü'nün bu işi ö n l e m e s i n i ve Recep Beyin ç e k i l m e s i n i
Atatürk
sert bir dille bunları söyledikten
em
retti. İşte Recep Peker'in istifasının nedeni, bu Cumhuriyet
Halk
Partisi, bu t a r i h t e n sonra
Kâtipliğinden alınarak Bazı a n ı l a r d a re bağlı olarak
Başbakanlığa
Recep Peker'in
Recep
Peker arasındaki
türk ile anlattığı
Fırka
Umumi
bağlanmıştır.
istifası, başka
gösterilmektedir. Sözgelimi
Soyak, bu olayı, Trakya U m û m i
hareketidir.
Müfettişi
nedenle
Hasan
anlaşmazlığa bağlamaktadır.
Florya'da geçen bir
görüşmesine
Rıza
Kâzım Dirik göre
ile Ata
Soyak'ın
şudur:
Recep
Peker, Kâzım
Dirikin Trakya'da
köylüleri
ezdi-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
171
ğ i n i , l<endilerinden liizmet ve para yardımı
istediğini
ile
ri s ü r e r e k , o n u o r a d a n u z a k l a ş t ı r m a s ı i ç i n A t a t ü r k ' ü n e m rini koparmağa kalkmış. Atatürk ya'da
neler
yapmak
istediğini
de Kâzım Paşa'nın
öğrenmek
gün y i r m i arkadaşıyla Trakya'da bir geziye istasyonunda trenden
inen Atatürk,
Trak
amacıyle çıkar.
istasyonun
ertesi Muratlı
karşısın
daki bir evin önünde oturan yaşlı bir karı koca ile konu şup dertlerini dinler. Kadın, gelininin hastanede, askerde
olduğundan, adam, gözlerinin
oğlunun
görmediğinden
ya
kınır. A m e l i y a t için doktorlara e m i r v e r m e s i n i ister. İstas yona dönülürken Atatürk, yanındakilere: «Artık burada işi miz kalmadı. Doğru İstanbula. Gördün ya Recep Peker iş te bunlardan şikâyet ediyor.
Hayret,»
der. İstanbul'a,
er
t e s i g ü n d e A n k a r a ' y a d ö n ü l ü r . İki g ü n s o n r a Ç a n k a y a K ö ş künde A t a t ü r k ile Recep Peker, aynı konuyu tartışırlar. Kâ zım
Paşanın
müfettişlikten
uzaklaştırılması
için
emir
mağa çalışan Recep Peker'e canı sıkılan A t a t ü r k ,
al
şunları
söyler: —
«Artık y e t e r Recep Bey. Kendini üzme, beni de boş
yere meşgul
etme. Aldığınız
Beye v e r i r s i n . G e r e k i r s e
bilgileri ve
vesikaları
m ü f e t t i ş gönderip. Kâzım
Vekil Paşa'
nın yaptıklarını t e f t i ş e t t i r i r . G e r e k i r s e r e s m î t a h k i k a t ya pılır. Bunun sonucuna göre kanuni i ş l e m e geçilir,» Olaydan iki gün
sonra
(A.A.)
Umumi Kâtipliğinden çekildiğini Fakat Recep eğlence
Recep
der.
Peker'in
Parti
Ruslarla
ilgili
olmuştur.
Ata
duyurur.
Peker'in ç e k i l m e s i , asıl
gecesinde geçen olay yüzünden
t ü r k ' ü n Ordu saygınlık ve onuruna ne denli ilgi v e t i t i z l i k gösterdiğinin
seçik
bir örneğidir. Oysa
Atatürk,
Recep
P e k e r ' i s e v e r v e s o f r a s ı n d a n e k s i k e t m e z d i . Sık s ı k ş a k a laştığı o l u r d u . Hatta bir s ü r e önce Recep Peker çok manladığı, göbek bağladığı için Viyana'ya gidip kürü y a p t ı r m ı ş , çıta gibi yurda d ö n m ü ş t ü . Recep
şiş
zayıflama Peker'in
172
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
y i n e s o f r a d a , e s k i s i n i a r a t m ı y a c a k ş e k i l d e büyiJk b i r i ş t a h la y e m e k y e d i ğ i n i g ö r e n —
«Bir
insanın
Atatürk:
m i d e s i ç a l ı ş ı r s a , kafası ç a l ı ş m a z . O-
n u n i ç i n az y e y i n , » d i y e t a k ı l m ı ş t ı b i l e .
NİŞANCILIĞI
ATATÜRK eski ve tecrübeli bir askerdi. O'nun nişancı olduğunu d u y m u ş t u m . Hatta
bir gün
iyi b i r
Dolmabahçe
Sarayının bahçesinde yakınlarına nişan alma hakkında gi v e r d i ğ i n i Bir
bil
hatırlarım.
gece
sofradan
yeni
k a l k ı l m ı ş t ı . Söz n i ş a n ,
atış
ü z e r i n e y d i . Konuklardan Ş ü k r ü Kaya, bir ara başıyla tava na doğru i ş a r e t —
ederek:
«Elektrik ampullerine
nişan almak zordur.
Hedefe
isabet olmaz,» diye bir söz attı ortaya. Atatürk, bunu garip bulmuş gibi —
nini anlatmasını —
bakarak:
«Yaaa, ö y l e mi?» d i y e s o r d u . Sonra bunun
nede
i s t e d i . Şükrü Kaya da:
« A m p u l ışıklı o l d u ğ u n d a n göz alıyor. Nişan ve v u
r u ş da z o r o l u y o r , » d e d i . Atatürk hemen kapıdaki —
«Şu g ö r d ü ğ ü n
M e h m e t ç i k hiç — duvarda
nöbetçiyi çağırttı.
ampulü vurabilir
misin?»
dedi.
düşünmeden:
« E m r e t Paşam...» d i y e r e k h e m e n s i l â h ı n a a s ı l d ı v e asılı
bulunan
t a m isabetle vurdu.
aplikteki
üç
ampulü
teker
teker
-174
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM A t a t ü r l < , i<onul<lara d ö n e r e k ; —
«Gördünüz ya, Türk askeri
böyle vurur...»
dedik
ten sonra, arka cebindeki toplu tabancasını çekerek tavan daki
avizenin
ampullerini
başladı teker teker t a m
isabet
vurmağa. A t ı ş işi b i t i n c e A t a t ü r k , Şükrü Kaya'ya d ö n d ü : —
«Hani yahu, senin
dediğin olmadı,»
dedi.
Şükrü
Kaya'da ses seda yok tabiî. Eski k ö ş k
ahşap olduğundan
atılan kurşunlardan t a
v a n d e l i k d e ş i k o l d u . Bu k a d a r l a k a l s a i y i . Y u k a r d a k i y a tak
odasının
gardrohunda
varsa delik deşik
ne kadar
gömlek, don, fanila
o l m u ş . Bereket yatak odasında o
anda
kimse yoktu. Ertesi günü bu delikli g ö m l e k l e r i tılar. Önce delik
olduklarını
getirip bize
bilmiyorduk. Ağır
ve
dağıt pahalı
cinsten olan g ö m l e k l e r i görünce, hatta alalım m ı , almaya lım
mı
gibisinden
duraksama
lik g ö m l e k l e r i A t a t ü r k ' e
lâyık
bile
geçirmiştik.
görmemişler.
Fakat
Umumî
de g e t i r i p bize v e r d i . Belki de bundan A t a t ü r k ' ü n olmadı.
de
Kâtip haberi
YALNIZLIĞ!
BİR s o n b a h a r
gecesi. Çankaya Köşkünde
akşam
sof-
rasmdalar. Hava biraz s ı c a k
olduğundan Atatürk, sofrayı
kurmamı e m r e t t i . Onlar sofradayken, ikinci yaverliğin —
arkasındaki
bahçeye
dışarı
bir sofrayı da
hazırladım.
« S o f r a hazır P a ş a m , » d e y i n c e ö n c e A t a t ü r k
ayağa
kalktı. Sonra birer birer t ü m konuklar kalktılar. Kadınlı, er kekli neşeli bir t o p l u l u k t u . G r a m o f o n d a zeybek havası ça l ı y o r d u . M e c l i s i n e n k e y i f l i z a m a n ı y d ı . Bu b u l u n m a z a h e n gi bozmama k
için
gramofonu kucakladığım
gibi
onların
önüne düştüm. Konuklar
kucağımda taşıdığım
gramofo
nun ahengine kendilerini
kaptırmışlar, oynayarak
ilerliyor
lardı. Böylece
bahçedeki
sofraya
vardık.
Herkes
yerlerini
aldı. Yediler, içtiler, çalgı çalıp eğlendiler; güldüler oyna dılar. A t a t ü r k ' ü n sofrada uzun süre
i ç t i k t e n sonra hora t e
p i p d a n s e t t i ğ i , z e y b e k o y n a d ı ğ ı g ö r ü l ü r d ü . En s e v d i ğ i m ü zik parçaları arasında Rumeli t ü r k ü l e r i n d e n sonra, zeybek havaları
gelirdi. O'nu
neşelendirmek
için
arkadaşları
ve
176
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
d a v e t l i l e r de k e n d i s i n i n pek s e v d i ğ i zeybek oyunlarını oy narlardı. G ü z e l b i r ay ışığı v a r d ı . S a b a h a k a r ş ı h e r k e s e b i r m a h zunluk
çöktü. Sesler,
adamakıllı
çalgılar
yavaş
serinlemişti. Herkes
yavaş
başladı
Konuklar ellerini öperek ayrıldılar. Â f e t —
«Paşam, soğuk
kesildi.
Hava
üşümeğe.
başladı, gidelim,»
Hanım:
dedi.
Fakat A t a t ü r k , bu insanı i l i k l e r i n e dek ü r p e r t e n havadan
ayrılmak
istemiyordu.
Bunun
ile Sabiha Gökçen, Â f e t İnan, Rukiye, nımlar
hep beraber
üzerine
serin
kızkardeşi
Nebile, Zehra
izin i s t e y e r e k ayrıldılar.
Bütün
Ha
gece
lerini uykusuz geçiren Atatürk, sıhhatine pek düşkün de ğildi. Yerinden bile
kıpırdamadı.
Orada benden başka k i m s e kalmadı. Bir de
yaverler
d e n C e l â l Bey v a r d ı . A t a t ü r k ü ş ü y e c e k t i . Ç o k ü z ü l ü y o r d u m . Fakat v a z i f e m yüzünden orasını Gramofonda
güzel valsler
bırakamazdım. çalıyor, ben O'na hâlâ
ra
kı v e r i y o r d u m . B i r a n g e l d i : —
«Rakı i s t e m e z . . . Y e t e r ! »
dedi.
A r t ı k yalnız g r a m o f o n d i n l i y o r v e d ü ş ü n ü y o r d u . Biraz önce burasını neşeye boğan konuklar, yeyip
içmişler, bi
rer ikişer başlarını alıp ç e k i l i p g i t m i ş l e r d i . H e p s i n i n evin de bir bekleyeni vardı. Çoluğu, çocuğu, e ş i , anası, babası. Atatürk
ise sadece d ü ş ü n c e l e r i y l e baş haşaydı. Koca
K ö ş k t e y a p a y a l n ı z d ı . Bu h a l b a n a ç o k d o k u n d u . ö y l e s i n e hüzün v e r i c i y d i ki... Bir gece
kendisini
çıkaracak
acı acı
bir adamı
bile
olmadığından
ne kadar bedbaht o l d u ğ u n u anlatmak
Yalnızlığı odasına yakınmış,
istemişti.
Sabah o l m u ş t u . Belki üç d ö r t saat öyle k a l m ı ş t ı . Gü nün ilk ışıkları
ağaçlardan
süzülünceye dek orada
kaldı.
A t a t ü r k hâlâ ç e n e s i n i y u m r u ğ u n a d a y a m ı ş , o l d u ğ u y e r d e y d i . Yavaş yavaş d o ğ r u l d u ğ u n u , ağır adımlarla Köşke
doğ
ru i l e r l e d i ğ i n i g ö r d ü m . Ben d e arkasından ağır ağır yatak odasına kadar y ü r ü d ü m . Sessizce odaya g i r d i . Bir anahta-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM rın döndüğünü
177
işittikten sonra geri döndüm. Sofrayı
ladıktan sonra yatmağa g i t t i m . Atatürk belki
ama, bütün benliği Türk m i l l e t i y l e d o l u y d u . Bütün de
top
yapayalnızdı
kalbinde yatıyordu. Aile mutluluğunu milletinin
milletin sevgi
siyle değişmişti.
F: 12
CİĞERLERİMDEN
HASTALANDIM
ATATÜRK her gece çok geç, sabaha karşı yattığı
için
ben de ayni saatlerde y a t m a k z o r u n d a y d ı m . Saraydaki öbür sofracılardan
benim
bu zor
mevkiimle
yerini
hemen
de
ğişecek olanlar ç o k t u . Fakat A t a t ü r k ' e olan sonsuz b a ğ ı m , sevgim,
s a y g ı m , bu s ı k ı n t ı l ı
hayata beni
kuvvetli
la b a ğ l a m ı ş t ı . O ' n u n y a n ı n d a n a y r ı l m a m a k lerimi
bile feda
etmekten çekinmez.
sını hazırlar, h i z m e t i n i eksik
Köşkte
gün
kalır, sofra
etmezdim.
B i r k a ç y ı l s o n r a bu s e v g i n i n a r m a ğ a n ı n ı te gecikmedim. Ciğerlerimden çalışamıyacağımı
bağlar
için izinli
(!)
görmek
hastaydım. Doktorlar
artık
yatmamı
iste
d i l e r . D e n i z h a v a s ı a l m a m g e r e k i y o r m u ş . Bu y ü z d e n
1935
da hava d e ğ i ş i m i hem
söylediler. Sanatoryuma için Ertuğrul
aylığımı, hem
elbiselerimi
yatma
verildim. Atatürk,
Ankara'dan
göndertiyor-
du. Hiç bir sıkıntım y o k t u . Rahattım. A n k a r a ' n m vasından da
kurtulmuştum. Üstelik
ocağımdaydım. Yalnız beni
O'ndan ayrı
kalmam
d u . Hava d e ğ i ş i m i n d e n sonra yeniden Ankara'ya Hastalığım
sert ha
memleketimde,
geçmemişti. Doktorlar
gece
aile
üzüyor döndüm.
çalışmamı
m e n e t t i l e r . Başka yapacak çare y o k t u . K e n d i m i halsiz h i s -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
179
s e t m e s e m , her ş e y e r a ğ m e n dol<toriarı d i n l e m e y e c e k , y i ne çalışmağa devam
edecektim.
A y r ı l ı k g e l i p ç a t m ı ş t ı . Bu s e f e r k i b ü y ü k a y r ı l ı ğ a ziyordu. Çaresiz boynumu
büküp,
ben
ayrılmadan önce
Ata
t ü r k ' e veda e t m e k üzere yanına çıktım. Gözlerimdeki
yaş
ları zor t u t u y o r d u . Boğazıma Konuşamıyordum. Atatürk teselli
etmek
—
bir hıçkırık takılıp
halimi
görünce
kalmıştı.
üzüldü.
Sonra
istercesine:
«Korkma Çelebi
Efendi. Bizim Sabiha v e
Rukiye
d e aynı ş e k i l d e y d i l e r . D o k t o r l a r onlara da c i ğ e r l e r i n i z has t a dediler, haya d e ğ i ş i m i yaptırdılar. A m a , hiç bir şey çık m a d ı . S e n d e İde b i r ş e y y o k t u r . İ s t a n b u l ' d a k e n d i n i a d a m akıllı doktorlara göster. Gerekirse seni İsviçre'ye de gön deririz.» —
«Paşam, doktorlar benim çalışmamı
Benimse
işim gece
sofraya
hizmet
menediyorlar.
etmektir. O
sofraya
h i z m e t e d e m e d i k t e n s o n r a n e y e y a r a r ki d ü n y a ! »
deyince
o hassas adam bir an d u r a k l a d ı . A y r ı l ı ş ı m d a n O'nun
da
üzüntülü olduğu b e l l i y d i . Öyle ya, ö güne kadar on yıl ge celi
gündüzlü
hizmetini
görmüştüm.
yalnızlık anlarında beni her yere
beraberinde
karşısına
götürmüştü. O bir
ben b i r h i z m e t k â r da o l s a m , alışmıştık. Elini o m u z u m a
nihayet
«Gene o sofraya hizmet
—
«Hizmet
ederim
—
zamanlarında,
birbirimize
edersin, böyle
ama, bundan
sonra
ısınmış,
kalmaz.» yapacağım
olur.»
«Birkaç zaman böyle olsun. Ne çıkar
Söyleyecek
gittiği
Cumhurbaşkanı,
vurarak:
—
hizmet sığıntı gibi
Dertli
alıp d e r t l e ş m i ş ,
başka
bir
yanından ayrıldım. İstanbul'a
şey
kalmamıştı.
bundan?» Elini
g e l d i m . Tam iki ay
öperek kalkma-
macasına yatakta y a t t ı m . On yıl A t a t ü r k ' ü n hizmetinde ge ce sabahlara dek çalışmamın sonucu işte böyle Bir süre sonra A t a t ü r k
olmuştu.
İstanbul'a gelmiş, ben de b i -
180
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
raz i y i l e ş t i ğ i m i ç i n t e k r a r y a n ı n a d ö n m ü ş t ü m . F a k a t
artık
sağlık d u r u m u m , geceleri çalışmama elverişli değildi. Be nim değil, Atatürk'ün de sıhhatinin eskisi gibi üzülerek
gördüm.
olmadığını
SESİM
BİR
GÜN
nas!İ
olmuş
bilmiyorum, sesim
KISILDt
kısılmıştı.
Hizmet sırasında Atatürk, bir şey soracak diye ö d ü m
ko-
p u y o r d u . Cevap v e r e m e y e c e ğ i m için k i m b i l i r ne kadar be nimle
alay eder, d i y e
Herkes
düşünüyordum.
kendi âlemindeydi. Büyük bir dikkatle
yapıyor, en ufak bir f a l s o y a m e y d a n v e r m e m e ğ e d u m . A h , bu geceyi
bir
çekmeden sofra faslını Vaktin konu
atlatabilsem. Kimsenin
gibi,
İçişleri
Bakanı Ş ü k r ü
rında elpençe dikilip duran beni işaret —
«Paşam, Çelebi dün gece çok
sılmış...» d e m e s i n Bütün ğuma
gözler
dikkatini
kapatabilsem.
ilerlemiş bir saatinde, sanki başka
kalmamış
servis
çalışıyor
konuşacak
Kaya,
karşıla
ederek: içki
içmiş, sesi kı
mi? üzerime çevrildi. Sonunda
uğramıştım.
Bakışların
altında
işte
eziliyor
A t a t ü r k , b u s ö z l e r e ne d i y e c e k d i y e m e r a k l a
bekliyordum.
Ya beni uzun uzun k o n u ş t u r m a ğ a , ya bir n u t u k kalkarsa. Ne yapardım?
Sesim çıkmıyor
ki
korktu
gibiydim. attırmağa
konuşayım...
182
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM A t a t ü r k y ü z ü m e baktı, b a k t ı . Sonra ne d e s e
beğenir
siniz? — ği
için
«Keski
içse
kısılmıştır.»
hayvan. Sesi
kısılmayacaktı.
İçmedi
BAMYA
ATATÜRK
boğazına
düşkün
KONSERVESİ
değildi. Yemek
seçmez,
g e ç s a a t l e r e d e k s ü r e n a k ş a m s o f r a l a r ı n d a p e k az y e m e k yerdi.
Vapur
ve
tren
gezilerinde
ise
soğuk
yemeklerle
yetinirdi. Bir
kış
günü
Ertuğrul
Yatıyla
İstanbul'dan
Yalova'ya
gidiyorduk. Y e m e k saati gelince sofrayı hazırlamağa ladım. Deniz oldukça le beşik gibi
çalkantılıydı. Yat dalgaların
sallanıyordu. Sofraya
ralanmıştı.
Bir
konservesi
vardı.
alimünit
kayık tabakta da, yeni
A t a t ü r k , daha
çok
bamya
yemekler
açılmış
konservesine
bir
ilgi
yediği
bir
yiyecekten midesini
layamadım, yemekten tifra
etmeğe
diyebi
m ı , yoksa daha
bozduğundan
sı
bamya
gösterdi.
H e m e n h e m e n başka şey y e m e d i . Tabağı boşalttı l i r i m . Fakat t e k n e n i n sallantısından
baş
etkisiy
önce
m ı , pek
an
kalkar kalkmaz lavaboya koşup, is
başladı. Anlaşılan
aç k a r n ı n a y e d i ğ i
baTnya
k o n s e r v e s i n i m i d e s i k a l d ı r m a m ı ş t ı . Kay ederken d ö n ü p : —
«Beni zehirlediniz.» diye
bağırmağa
başladı.
H e p i m i z telâşlandık. Yatta ne kadar adam v a r s a , bir k o r k u d u r aldı h e p s i n i . Tanrı k o r u s u n , ya b i r ş e y olursa?..
184
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM A t a t ü r k , sağa sola çatıyor, arada bir —
«Beni
zehirlediniz,»
sözünü
de:
tekrarlıyordu.
Kim zehirleyebilirdi O'nu? Midesi kaldırmamıştı o ka dar.
Yoksa
konserve
kutusunu
elimle
açıp, tabağa
koy
muştum. A t a t ü r k ' ü n bu halini gören görevliler, hemen te geçip
soruşturmağa
başladılar. Neler akla
hareke
gelmiyordu
ki, o an. Suikast söylentisini ortaya atanlar bile o l m u ş t u . Böyle
şeyler
konservesini mamıştı.
insanın
sofradakiler
Üstelik
suikast
bamyayı y i y e n l e r aynı Bazı i n s a n l a r ı n cekler
karşısında
Oysa
bamya
de y e m i ş t i . A m a onlara
fenasına
gidiyor.
dokun-
yapıldığından
şüphe
edenlerle,
kişilerdi.
mideleri tepki
hassas
gösteriyor.
oluyor.
Belirli
Böylelerine
yiye yedik
leri hemen dokunuyor. Üstelik Atatürk, o gün içkiyi
biraz
fazla
almıştı. Deniz
dön
müştü
sallantıdan.
Nane desi
biraz
limon
çok
kaynatıp
düzeldi. Bizim
dalgalıydı.
Hepimizin
içirdikten sonra korkumuz
da
başı
Atatürk'ün
yavaş
yavaş
mi da
ğıldı. O gün g e ç i r d i ğ i m k o r k u y u kolay kolay u n u t a m a m . Bir daha%, s o f r a y a
ne bamya k o n s e r v e s i
g e t i r d i m , ne d e
d i m y e d i m . Bu d e r s b a n a y e t t i d e a r t t ı b i l e .
ken
BERBER R I D V A N ' I
KOVUŞU
BERBER R ı d v a n , A t a t ü r k ' ü h e r g ü n t r a ş e t m i ş
adamdır.
A t a t ü r k , Selânikli olan Rıdvan'ı çok sever, her zaman t a kılır, şakalaşır,
o da
Atatürk'ü
neşelendirmek
bahaneler bulur, s a b u n l u fırçayı ağzına sokarak
için
türlü
şaklaban
lık y a p a r d ı . Bir gün kahvede bilardo o y n u y o r d u m k i , Rıdvan g e l d i : —
«Hadi
deceğiz,»
kalk, beraberce
Berber
Hami'nin
evine
gi
dedi.
—
«Ben tanımadığım adamın evine
—
«Ne çıkar? H e m orda içki de var. Bol bol
—
«İçki de
Rıdvan'la
gitmem.» içeriz.»
içmem.»
gidersin,
gitmezsin
t i k . A m a s o n u n d a da k a l k t ı k ,
diye
uzun
uzun
çekiş
gittik.
Evde F a h r e t t i n Paşanın y a v e r i de v a r m ı ş . K e n d i s i n i t a n ı m ı y o r u m . İçki faslı b a ş l a d ı . H e r k e s s a r h o ş . Bir ben miyorum. Yani
meclisin
tek
ayık adamıyım.
plak çalıyor. A t a t ü r k ş ö y l e , Şükrü Kaya böyle oynar taklit yapılıyor. bahtan
sonra:
Derken Berber
Mehmet
iç
Gramofonda
geldi. Selâm
diye sa
186
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Vasfiye'yi
sana yapayım
mı?» diye bir soru
attı
ortaya. V a s f i y e , A t a t ü r k ' ü n Kızı d i y e a n ı l a n I J l k ü ' n ü n a n n e s i y d i . D u l d u v e K ö ş k t e A t a t ü r k ' ü n h i z m e t i n e b a k ı y o r d u . «Bu da nerden çıktı?» gibisinden: —
«Başkasını bulamadın mı yani?» diye s o r d u m .
—
«Senin e v l e n m e n l â z ı m . Paşa'ya da s ö y l e r i m . H a
di bu işe «He» d e . Bizim —
konuşmayı duyan
Berber
Rıdvan:
«Bu b a b a l ı ğ ı b a n a y a p . B e n a l ı r ı m , »
dedi.
Berber M e h m e t ' i n dediğine göre kadın beni paralı b i liyor, derli toplu buluyormuş. O günkü konuşma, Vasfiye' nin kulağına g i t m i ş . Söylentiye göre V a s f i y e , Rıdvan'ın ken disine talip bulup
sabah
bir
Köşkten
halde
çekecekle —
için bir
«Sizin taklidinizi yaptı,» diye A t a t ü r k ' e
Bir sinirli
olduğunu duyunca, atlatmak çıkmağa
ayakkabılarını
hazırlanan
bağlayan
fırsatını
söylüyor.
Atatürk,
Rıdvan'ın
çok
başına
vurarak:
«Defol, g i t buradan,»
Rıdvan
ne
olduğunu
dedi.
anlayamadı. Ağzı,
dili
tutuldu.
Biz d e t a ş g i b i d o n u p k a l d ı k . K o v u l u ş u n u n n e d e n i n i ö ğ r e nemeden
Rıdvan
eşyalarını
kadar ben g ö t ü r d ü m . A k ş a m
topladı. Kendisini trenine
istasyona
bindirdim:
—
«İstanbul'da k i m s e n var mı?» diye
—
«Annem var
—
«İnşallah
sordum.
Cemal.»
orada istikbalin iyi olur, kazancın
a n a n a da b a k a r s ı n , »
artar,
dedim.
O gece Atatürk sofraya inmemiş, yemeğini
kütüpha
n e d e t e k b a ş ı n a y e m i ş , h a t t a i ç k i y i d e ç o k az i ç m i ş t i . A k şam çiftlikten
Köşke gelince
:— « R ı d v a n g i t t i
Rüsuhi Beye
sormuş:
mi?»
—
«Gitti
Paşam.»
—
«Kim
geçirdi?»
—
«Samimi
arkadaşıdır, Çelebi
geçirdi.»
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Bunu
öğrendi
ya, tam
yemeğini
187
önüne
koyuyordun^,
k i , a y n ı s o r u l a r ı b u k e z b a n a da s o r m a ğ a b a ş l a d ı : —
«Rıdvan g i t t i
—
«Gitti efendim. Kendisini trene bindirirken
ettim.
Çok
mi?»
üzgündü.
Orada
daha
çok
para
tesellf
kazanırsın,
dedim.» A t a t ü r k , yüzüme bakarak onu kovuşundan dolayı hak lı o l d u ğ u n u a n l a t m a k —
istercesine:
« C e z a s ı n ı ç e k s i n . B u n u h a k e t m i ş t i . G e ç e n l e r d e iç
ki i ç e r k e n b e n i m t a k l i d i m i —
yapmış.»
«Paşam, o y e m e k t e ben de v a r d ı m . Birçok
nin taklidi yapıldı. A m a
sizinkini yapmak
kimin
kimse
haddine?
Rıdvan sadece sizi en yakından tanıyan biri olarak
gülü
şünüzü b e n z e t m e ğ e çalıştı. H e m bu olayın üzerinden
altf
ay
şey
geçti.
Şimdiye
kadar
neredeydi
d e ğ i l , Rıdvan'ın baktığı bir Öyle
deyince
Rıdvan'/
tekrar
işe
kapadı, konuşmadı.
alması
mümkün
Bir
yıl
söylettik.
için
alacaktı.
birçok
berberi
ricalar
için
af
ko
olmadı.
sonra
İstanbul'a
Rıdvan'ı
yeniden
geldiğimizde
işe
alması
b u k c n u d a izin a l m ı ş o l m a l ı k i , h e m e n —
Üzüldüğü
ki, geri
araya
sevdiği
Bir
var.»
olsa, demek
g i r d i . Fakat A t a t ü r k ' t e n , çok parmak
adamlar?
de anacığı
gözlerini
b e l l i y d i . Rıdvan A n k a r a ' d a
o
Salih
için...
Bozok'a
Atatürk'ten
bana:
«Paşa a f f e t t i . G i t R ı d v a n ' ı b u l , »
dedi.
A r a b a t u t u p Rıdvan'ı b e r b e r dükkânlarında a r a d ı m , b u l a m a d ı m . Saraya
döndüğümde
orada. Atatürk, başıyla
bir
Rıdvan'ı
de
işaret
baktım
kendisine söylediğim sözleri unutmadığını le
ki,
Rıdvan
edip, bir yıl belirterek
önce şöy
konuştu: —
«Çelebi Efendi, Rıdvan dışarda çok kazanmış ama,
y i n e de bizi t e r c i h Böylece Atatürk'ün
etti.»
Rıdvan
hizmetinde
yeniden çalıştı.
işe
alındı.
Ölünceye
kadar
BEKİR Ç A V U Ş ' U N
HİZMETİ
BEKİR Ç A V U Ş , A t a t ü r k ' e ç o k i ı i z m e t e t m i ş b i r
asker
d i . C u m h u r i y e t d e v r i n d e de uzun s ü r e A t a t ü r k ' ü n
yanmda
kaldı. Çok sevdiği hizmetkârlarından biriydi. Bekir
Çavuşu
çok seven Atatürk'ün, onu birçok
kez a l n ı n d a n
öptüğünü
g ö r m ü ş ü m d ü r . Özel hizmetlerinde kullandığı Bekir daha
çok Yozgat
ayaklanmasını
larından dolayı çok takdir Bekir Çavuş, ta Birinci de Atatürk'ün
yanında
bastırmasındaki
Çavuşu yararlık
etmişti. Dünya Savaşında,
bulunmuş.
Çanakkale'
Mütareke yılları
o d a h e r a s k e r g i b i t e r h i s o l m u ş . Baba
ocağı
içinde
Çankırı'ya
dönmüş... Aradan uzun bir zaman geçtiği halde Bekir Ça vuş annesinin yanından ayrılmaz... Kemal
Paşa'nın Ankara'ya
geçtiğini
Bir gün
Gazi
duyan
annesi
Mustafa hemen
oğluna: —
«Haydi ç o c u ğ u m , eşyalarını topla. Senin kumanda
nın Ankara'ya gitti. Orada asker topluyormuş. Ordu cakmış. Senin
de orda olman
yarın sabah yola
lâzım. Derhal
kura
hazırlan
ki,
çıkasın.»
Bekir Çavuş bu işe pek istekli değildir. Barut k o k u s u , ateş ve şarapnel yağmuru, yoksunluk onu
yıldırmıştır.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM — yince
" A n n e , daha
gün oldu askerden geleli,»
de
annesi;
—
"Eğer
m e m . Derhal sözünü — nın
kaç
189
gitmek
istemezsen
sütümü
gideceksin, anladm
emir sayan Bekir
sana helâl
et
mı,» der. A n n e s i n i n
bu
Çavuş:
«Derhal anneciğim,» diyerek ertesi sabah Ankara'
yolunu
tutar.
O zaman t r e n falan yok. Dağ t e p e d e m e z , Çankırı - A n kara arasını yaya olarak alır. A t a t ü r k ' ü n o t u r d u ğ u ya'ya
(o zamanki adıyla)
Papazın
Köşkü'ne
Çanka
gelir.
Atatürk, eski askerini görünce: — diye
«Bekir
Çavuş, nasıl oldu
da s e n b u r a y a
geldin?»
sorar. —
«Paşam, sizin
men heybemi Fakat
Ankara'ya
omuzlayıp
Atatürk,
geldiğinizi
duyunca
he
koştum.»
Bekir
Çavuşu
çok yakından
tanımak
tadır: —
«Sen
kendiliğinden
gelmemişsindir.
g ö n d e r m i ş t i r . Yoksa sana kalsa zor
Seni
annen
gelirdin.»
Atatürk, Bekir Çavuşun bu sözlerden gücendiğini layınca şöyle —
an
konuşmuş:
«Çok iyi e t m i ş s i n de g e l m i ş s i n . A f e r i n
sana.»
A t a t ü r k bundan sonra Bekir Çavuşu gözlerinden
öper.
Geldiğinden dolayı hem teşekkür eder, hem de Birinci Dün ya Savaşında o l d u ğ u gibi Çavuş olarak yanında
kalmasını
ister. —
«Fakat bu s e f e r y e n i l m e y o k ha... Ona göre,» der.
Ertesi gün Eskişehir'e hareket edip orada karargâh lar. Bir zaman orada
kurar
kalırlar.
Y u n a n l ı l a r , E s k i ş e h i r ' e y a k l a ş m a k t a d ı r . Bu s ı r a d a bir rastlantı, Sakarya'da cepheyi teftiş
ters
ederken, yanmda-
kilerden birisi Atatürk'ün sigarasını yakmak için kibrit ça kar. Bundan hayvan ürker v e A t a t ü r k attan düşerek ga k e m i k l e r i kırılır. İlk t e d a v i s i yapıldıktan sonra
kabur
röntgeni
190
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
alınsın diye Ankara'ya
döner. Kınlan kaburga
den birinin ucu, ciğerini duymakta,
nefes
bile
zedelediği
almakta
kemiklerin
için Atatürk
güçlük
çok
çekmektedir.
k e m i k p l a s t e r l e t u t t u r u l d u k t a n sonra biraz rahata Atatürk, men şım
doktorların
dinlenme
öğüdünü
otomobiline atlar ve cepheye yönetir. Orduya
sonuncu
kavuşan
sayarak
koşup, Sakarya
taarruz
A t a t ü r k ' ü n k ı r ı k k a b u r g a l a r ı da
hiçe
emrini
acı Kırık he
Sava
verdiği
gün
iyileşmiştir.
A t a t ü r k ' ü n hizmetinde bulunduğum ilk günlerde
Köşk
te görevli bulunan Bekir Çavuş bu olayı h e m anlatır, h e m gözleri y a ş a n r d ı . Ben de bu hikâyeleri ona t a n haz d u y a r , « H a y d i
anlat!» diye israr
tekrarlatmak
ederdim. Çavuş
da dayanamaz, başlardı a n l a t m a ğ a . A t a t ü r k ' l e ilgili diğim
birçok
^
şeyleri
«Atatürk
Bekir
hasta
Çavuş'tan
olduğu
zaman
bilme
öğrenmişimdir. nasıl
bakardın
Ça
vuş?» —
«Hiç u n u t m a m Çelebi. Atatürk attan düştükten s o n
ra ç o k h a s t a l a n m ı ş t ı . Y a t a k t a
yatıyordu. Oysa
banyo
Fakat
yapmadan
rimizden
sanma.
duramazdı. O zaman
bu
duş falan
her
banyoyu ne
arar?
sabah
bildikle Bir
s o ğ u k s u y u başından aşağı d ö k e r d i m . İşte banyo
kova
dediğim
budur. A m a attan düşüp kaburgaları çatladığı için artık su dökünemiyordu. Sabunlu
su ve süngerle
dım. Günlerce Atatürk'ü
bu ş e k i l d e banyo y a p t ı r d ı m .
«Bir de ucuna
keçinin
boynundan
ip b a ğ l a y a r a k s o f a y a
vücudunu
çıkardığım
bir
ovar-
çıngırağın
uzatmıştım. Çıngırağın
altın
da o t u r u r , nöbet b e k l e r d i m . Hasta olduğu halde bir
şez
longa uzanır, önünde bir Sakarya haritası, hep onunla u ğ raşır d u r u r d u . Bir şey i s t e y e c e ğ i zaman da ipi çeker, b e n i çağınrdı. « D e r k e n Y u n a n k u v v e t l e r i ağır b a s m a ğ a başladılar. Biz de Eskişehir'i leri düşüncesi
bırakmak zorunda
kaldık. A t a t ü r k ' ü n
A n k a r a ' y ı da bırakıp daha i çe r l e r e
v e düşmanı t a m y o k e t m e k t i . Fakat sonra bu
önce gitmek
düşüncesini
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
191
d e ğ i ş t i r d i . ' A n l < a r a ' y ı t e r l c e d e r s e m Türi< İ V l i l l e t i n i n m a n e v i y a t ı b o z u l m a z m ı ? ' d i y e d ü ş ü n ü y o r d u . Bu y ü z d e n yı sonuna kadar
B e k i r Ç a v u ş b i r kez c o ş t u Bir
Ankara'
boşaltmadı.» m u , ağzını
kapayamazsın.
s o r , o n c e v a p al o n d a n . —
«Atatürk
cumhurbaşkanı
olduktan
sonra
bir
deği
zeytin
peynirdi.
ş i k l i k oldu m u onda?» d i y e s o r d u m . —
«Tabiî» d e d i .
«Eskiden
kahvaltısı
Ş i m d i ise ince kahvaltı istiyor (kavun, gül reçeli ve beyaz p e y n i r ) . Eski h a l i n i g a l i b a Atatürk
unuttu.»
çok zaman, gece sofradan konuklar
ayrıldık
tan sonra Bekir Çavuşu çağırır ve şu kahvaltıyı —
isterdi:
«Peynirli sulu o m l e t , bir d i l i m kavun v e gül reçeli.»
Bekir
Çavuş, Atatürk'ün
istediği
m a k l a ün s a l m ı ş t ı . Zaten kendisi
en
iyi
omleti
Lâtife Hanım
yap
tarafından
g a y e t iyi y e t i ş t i r i l m i ş t i . Bütün e l b i s e l e r i n i , g ö m l e k l e r i n i
o
hazırlar, papyonlarını — k a b a o l d u ğ u h a l d e — çok iyi bağ lardı. Atatürk,
neşelendiği
çağırır ve m a t e m a t i k t e n ol
vaziyetinde
tıpkı
zamanlar
Bekir
Çavuşu
sofraya
imtihan ederdi. Karşısında
kıtadaymış
gibi
dimdik
hazır
duran
Bekir
Çavuşa: —
«Beş kere beş kaç eder?» diye s o r a r d ı .
Bekir bir tavırla
Çavuş,
büyük
bir
bilgiçlikle,
A t a t ü r k , bu karşılığı alınca çok lere
kendinden
emin
g a y e t c i d d i : «On beş eder. Paşam,» d e r d i . keyiflenir,
sofradaki
dönüp: —
«Şu b i z i m B e k i r
Çavuşun hesabını görüyor
musu
nuz? Ne kadar kuvvetli değil mi?» diye sorardı. Atatürk, bu sınavı sık sık tekrarlatır ve her d e aynı karşılığı
alırdı. Acaba
Bekir
Çavuş
bunu
seferin cahilli
ğinden m i , yoksa A t a t ü r k ' ü bir nebze o l s u n g ü l d ü r ü p , ağır devlet işlerinden uzaklaştırarak mutlu etmek için mi le söylerdi?
Bunu o zaman
bir türlü
çözemedim.
böy
102
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM B e k i r Ç a v u ş u n a y r ı l ı ş ı da h a y l i i l g i n ç
olmuştur.
Çavuş bir gün Tepebaşı
içkisini
tedir,
ilerdeki
Kavgacılardan
masada biri
iki
gazinosunda
arkadaş
Galatasaraylı
kavgaya
boksörlerden. Çavuş
ları ayırmak istiyor. D i n l e t e m e y i n c e de f o r s (I) — Bekir!.,
«Sen
benim
derler.»
kim
deyince
olduğumu boksör
içmek
tutuşmuşlar.
biliyor
bunu
koyuyor.
musun?
Bana
Avrupa'dan
futbolcu Bekir sanarak hemen elini sıkıyor ve
on
gelen
yanaklarını
öpüyor. Bu o l a y ı o d e v r i n i ç i ş l e r i b a k a n ı Ş ü k r ü K a y a i l e b a ş yaver Rüsuhi Savaşçı, A t a t ü r k ' e bildirip şikâyette
bulunu
yorlar. Bundan sonra Bekir Çavuş polislikten komiser rak
emekliye
a y ı r t ı l ı p , y a n ı n a da
bir
miktar
para
rek köyüne gönderiliyor. Çavuş sonradan kemik
veremine
yakalanmış, on beş yıl kadar önce Çankırı'nın Dikenli yünde öldüğünü
öğrendik.
ola
verile kö
KÖPEĞİ F O K S ' U N
ÖLDÜRÜLÜŞÜ
ATATÜRK un en s e v d i ğ i hayvanın at o l d u ğ u n u
biliyo
r u m . F a k a t k ö p e ğ i d e ç o k s e v e r d i . Bu v e f a k â r i k i h a y v a n a ayrı ayrı s e v g i besler, onlara çok
acırdı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında A l p adında çok sevdiği iri
bir
köpeği varmış. Atatürk'ün
kapısında
nöbet
bekler,
hiç kimseyi içeriye bırakmazmış. Kurtuluş Savaşı sırasın d a Y u n a n l ı l a r d a n a l ı n m ı ş b e y a z - s a r ı k a r ı ş ı m ı b i r av k ö p e ğ i vardı. Yunan komutanlarından birinin
köpeğiydi
bu. Alber
adındaki bu köpeği de çok s e v e r d i . Ö l ü m ü n e de çok üzül müştü. A t a t ü r k ' ü n bunlardan başka Foks adında bir köpeği da ha v a r d ı . Y a l o v a ' d a yapan Hasan
hâlâ
banyolarda
seyyar
fotoğrafçılık
E f e n d i d e n 50 l i r a y a s a t ı n a l m ı ş t ı . O z a m a n
50 l i r a o l d u k ç a ö n e m l i b i r p a r a y d ı . A t a t ü r k b i r s a b a h g e zintisinde seyyar fotoğrafçının sehpasının ayakları arasın da y a t a n k ö p e ğ i g ö r ü n c e —
«Bu k ö p e k s e n i n
Fotoğrafçı
birden
sordu: mi?»
ne yapacağını
şaşırdı. Hemen
to
parlanarak: —
«Evet Paşam,» d i y e
karşılık
verdi. F:
n
194
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
« Ç o k g ü z e l b i r şey...»
Atatürk'ün
köpeğiyle
ilgilenmesi
üzerine
fotoğrafçı
Hasan Efendiye cesaret g e l d i : —
«Çok beğendiyseniz
size
hediye
edeyim
Paşam,»
dedi. Köpek o zaman y a v r u y d u . A s i l falan d e ğ i l , bayağı
bir
sokak köpeğiydi. A m a tüyleri çok güzeldi. A t a t ü r k bir da ha
hayvana dikkatle —
baktıktan sonra
«Bu a d a m ı m e m n u n e d i n i z , »
Böylece fotoğrafçının
yanındakilere: dedi.
köpeği Foks, Atatürk'ün
köpeği
oldu. Foks aşağı, Foks yukarı derken hayvan büyüdü. A d ı nın
nereden
geldiğini,
kimin
taktığını
pek
hatırlayamı
yorum, Foks'un
ilk sahibi
Hasan
Efendi, Atatürk'ün
çok
fo
t o ğ r a f l a r ı n ı ç e k m i ş t i . Bu f o t o ğ r a f l a r ı n c a m l a r ı n ı v e a r a p l a rını, bir
sandık
içinde
saklıyordu. Atatürk'ün
ölümünden
üç - d ö r t yıl s o n r a çıkan bir yangın sonunda ahşap
eviyle
b i r l i k t e bu sandık da kül o l d u . Böylece bugün bir t a r i h ha zinesi miş
olacak
Atatürk'ün
en güzel fotoğraflarını
da
yitir
olduk. Foks, uzun süre K ö ş k t e kaldı. Bir c u m h u r b a ş k a n ı
kö
peği olarak hayatta kendi c i n s l e r i n i n hiç birine sahip
ol
mayan rahat ve
mutlu bir yaşantı
sürdü.
Foks, Atatürk'ün yatak odasında yatardı.
Karyolasının
ayak ucunda onun i ç i n d i k t i r i l m i ş özel bir m i n d e r d u r u r d u . A t a t ü r k sabaha karşı yatağına g i r e n e n e kadar Foks da u y u maz, O'nu
bekler,
ancak
sahibi
kıvrılırdı. Çok sadık, çok duygulu Atatürk'ün
Foks'a
yattıktan bir
düşkünlüğünü
sonra
mindere
hayvandı. bilen
bazı
kimseler
sofrada çok zaman onun bahsini açarlar, sadakatinden, bü yüklüğünden dem vurup, neslini üreterek memlekete mayı
teklif
ederlerdi.
Dalkavukluğuyla
dikkati
yay
çekenler,
Foks'un asil kandan geldiğini, kaynağının A v r u p a olduğunu s ö y l e y e c e k kadar ileri gidip «Köpek değil âdeta insan. İn-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
195
sandan da akıllı,» d e r l e r d i . A t a t ü r k , bu k o n u ş m a l a r ı
belli
belirsiz bir g ü l ü m s e m e y l e dinler, Foks'a bakıp başını s a l lardı. A t a t ü r k , Foks'Ia yakından i l g i l e n i r d i . Bir gün Ankara^ da, Köşkün bahçesinde ni
dikkatle
neydi?
Bir
dolaşırken, köpeğinin
izliyordu. Foks'un tembelliği köşeye çekilmiş,
yordu. Atatürk
hayvana
boş
gözlerle
uzun uzun
mi
hareketleri üzerindeydi,
sahibine
baktıktan
bakı
sonra
bana
döndü: —
«Bu h a y v a n aç,» d e d i .
—
«Yemeğini
—
«Yese
—
«Bir tencere
az ö n c e y e d i , » d i y e k a r ş ı l ı k
böyle
olur
verdim.
mu?»
pilavı
elimle
verdim. Hem
öyle
bir
pilav ki, fukara evinde dört kişi doyar.» A t a t ü r k bu sözüme güldü. Foks genellikle b e n i m a v u c u m d a n y e r d i . Bir şey s ö y l e m e d i a m a , a k ş a m aklına Foks g e l m i ş olacak k i , y e m e k t e n sonra sözü yine ona —
«Bu k ö p e k ç i f t l e ş t i
mi?» diye
getirdi:
sordu.
A n l a ş ı l a n F o k s ' u n k e y i f s i z h a l i n i , b u kez d e c i n s e l b o zukluğuna y o r u y o r d u . O y s a iki ay ö n c e k i Konya ona bir hanım b u l m u ş t u k . Bunu iki ay ö n c e
gezisinde
hatırlatarak:
—
«Konya'da
—
«İyi a m a , o o r a d a k a l d ı . K o n y a b a ş k a , A n k a r a b a ş
çiftleşmişti,»
k a . Ben b u r a d a b i r ş e y o l d u m u , d i y e —
«Henüz olmadı
O zaman A t a t ü r k —
«Hayvanlar
asaletini
görüyor
Atatürk'ün
bu
soruyorum.»
Paşam.» şöyle
belirli
konuştu:
zamanlarda
musun? Hiç değilse
mi var. Onlar kadar
dedim.
çiftleşirler. arzularının
Onların mevsi
olamıyoruz.» sözlerine
için
için
ne
kadar
gülmü-
şümdür. Â f e t İnan, Darülaceze'den d ö r t beş yaşlarında bir ev l â t l ı k a l m ı ş t ı . G a l i b a adı İ n c i ' y d i . O r t a d a d o l a ş ı r , K ö ş k t e k i lerin sigaralarını y a k a r d ı . Bir gün m u z i p l i k o l s u n diye F o k s '
196
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
u n ağzına da b i r s i g a r a t u t u ş t u r m u ş . taşıması evlâtlık
için ağzına v e r i l e n
Hayvan
bir çubuk
kibriti çakmış. Kibrit alevinden fena
Foks, bir
bunu
sanmış.
an n e y a p a c a ğ ı n ı ş a ş ı r d ı . E v l â t l ı k
önce
Ardından
halde kız
ürken
kibritleri
peşpeşe çakıp hayvana doğru t u t u y o r d u . Foks gözlerini ora da bulunanların Ne dişlerini
üzerinde
g e z d i r d i . Kıza b i r ş e y y a p m a d ı .
g ö s t e r d i , ne de
hırladı. Boynunu
kenara çekildi. Sessizce beklemeğe Atatürk —
bu olaydan
«Gördünüz
büküp
duygulanmıştı:
m ü , şu köpek
bile
insan denen
luktan çok daha t e m i z , çok daha asildir,» kalmıştı. Zaman
zaman
mah
dedi.
Foks aslında hırçın bir k ö p e k t i . Birkaç yıl yanında
bir
başladı.
hırçınlaştığı
Atatürk'ün olurçdu.
Bir
g ü n A t a t ü r k ' ü n elini sarılı gördük. Foks ısırdı dediler. O l a y gece olmuş. Atatürk, Kamçıyla
başlamış
ne
olmuşsa
olmuş, Foks'a
dövmeğe. Vurdukça
hayvan
kızmış.
geri
geri
g i t m i ş . F a k a t k a m ç ı n ı n d o z u a r t ı n c a da s a l d ı r ı p e l i n i
ısır
mış. Elinden kan akmağa başlayınca zile basmış.
Hemen
koşup kanları oksijenli suyla yıkamışlar. Tendürdiyot müşler. O gün elini sarılı görünce hepimiz Demek
ki, meselenin
aslı
buymuş.
Bunun üzerine köpeği Köşkten uzaklaştırdılar, götürdüler. Yakınlarından
sür
meraklanmıştık.
birkaç
kişi
«Sahibini
pekten hayır gelmez,» diye öldürülmesi
çiftliğe
ısıran
kö
için A t a t ü r k ' e İs
r a r e t t i l e r . İzin v e r d i m i , v e r m e d i m i b i l m i y o r u m a m a , F o k s o günlerde
öldürüldü.
Baytarlar
Atatürk'e
yaranmak
özenle köpeğin d e r i s i n i y ü z m ü ş l e r . İçini samanla
için
doldurup
g ö z y e r l e r i n e c a m göz t a k m ı ş l a r . B i r c a m e k â n i ç i n e o t u r t m u ş l a r . Tabiî b u n l a r d a n A t a t ü r k ' ü n Bir gün gezinti camekânda Üzgün —
bir
Foks'u
haberi
yok.
sırasında ç i f t l i ğ e de uğradığı görünce
duraklar.
İçi acıyla
zaman, burkulur.
halde:
«Sevdiğim mahluku böyle görmek istemem, kaldı
rın onu!»
der.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Atatürl<'ün
elini
ısıran
köpekten
197
«sevdiğim
mahluk»
diye sözetmesi, oradakileri şaşırtır. Bunu yüzlerinden o k u yan Atatürk, şunları — yapmak
«Her için
Ertesi
ısırana
söyler: kızılmaz.
Foks
can
acıtmak,
fenalık
ısırmamıştır.»
gün
Foks'un
doldurulmuş
kaldırılmış ve bahçenin bir köşesine
derisi
camekândan
gömülmüştü.
KUŞLARA ÇOK
ATTAN
ve
köpekten
başka
Atatürk,
ACIRDI
kuşları
da
severdi. Köşkte kuşçu Nuri Ustanın baktığı birçok cini ve larını
güvercinliği
hazla
vardı. Onların
uçuşlarını, takla
atış
gözlerdi.
A t a t ü r k ' e , Şile'ye yaptığı bir gezide etmişlerdi. Hayvanlara, özellikle türk,
çok
güver
pencereleri
kapattırdı, sonra
Şaşkınlık içindeki
kuşlardan
çarptıktan
yorgun
sonra
kuşlara
bıldırcın çok
hediye
acıyan
bıldırcınları
Ata
saldırttı.
biri dönüp dolaşıp sağa
düştü.
Gelip Atatürk'ün
kondu, boynunu büktü. Bıldırcını ince parmaklarıyla
sola
önüne okşa
yan Atatürk, bir kafese konularak Köşkte beslenmesini
is
t e d i . Bu b ı l d ı r c ı n A n k a r a ' y a g ö t ü r ü l d ü m ü , y o k s a o r d a y e nisi
bulunup
da k a f e s e m i
konuldu
bilemiyorum.
Biz
İs
tanbul'dan Ankara'ya döndükten sonra bir gün Köşkün bah çesinde dolaşırken A t a t ü r k bıldırcını hatırladı. Görmek
is
t e d i . Kafesin önüne g i t t i . Fakat içi b o ş t u . A t a t ü r k ' ü n
ye
meğe
kıyamadığı
kuş, konulduktan
birkaç
gün
sonra
bir
kedi tarafından afiyetle y e n m i ş t i . O'nu üzmemek için
bıl
dırcının kafesin, açık kalan kapısından kaçtığı yolunda
bir
yalan uydurdular. İnandı m ı , inanmadı mı b i l m i y o r u m . Y a l -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
199
nız uzun boylu boş kafese dalgın dalgın baktı. Kafeste bıl dırcının tüylerini
kaldırmayı
unutmuşlardı.
istanbul'da b u l u n d u ğ u m u z b i r yaz m e v s i m i n d e deniz
köşkünde
bir akşam
sofrası
hazırlamıştık.
Florya Oldukça
kalabalık vardı. Sofraya büyük bir porselen tabağın
içinde
b ı l d ı r c ı n k e b a b ı g e t i r i l d i . S o f r a n ı n o r t a s ı n a k o n u l d u . i\4evs i m i n en s e ç k i n , h e m de en pahalı y e m e ğ i y d i b u . A t a t ü r k ' ün hoşuna gider u m u d u y l a özenle hazırlanmıştı. Başta A t a t ü r k olmak üzere herkes birer tane alıp, keyifle
tabağına
k o y d u . Bıldırcınlar da öyle güzel kızarmışlardı k i . . . Nar g i bi, midelere
sesleniyorlardı.
O sırada hiç b e k l e n m e d i k bir şey oldu. Sofranın öbür ucunda oturan Salih
Bozok, eğlence olsun diye,
önceden
cebine koyduğu bir canlı bıldırcını çıkarıp, sofranın kena rına
koyuverdi. Kalabalıktan ve ışıklardan ürken zavallı kuşcağız, cep
t e m a h p u s kalmanın da s e r s e m l i ğ i içinde u ç a m a d ı . Tabak ların
üstünden
Atatürk'ün
atlaya
kucağına
atlaya
gitti,
sanki
biliyormuş
d ü ş t ü . Başını O'nun
kucağına
sakladı. Sanki «beni koru,» der gibi bir hali
gibi doğru
vardı.
Bu k u ş , az ö n c e m u t f a k t a k e s i l e n h e m c i n s l e r i n i n a r a sından her nasılsa canını k u r t a r a b i l m i ş t e k bıldırcındı. Sa lih Bozok tarafından sofrada A t a t ü r k ' ü n e ş e l e n d i r m e k , n ü k t e kaynağı o l m a s ı için g e t i r i l m i ş o l m a l ı y d ı . Fakat tersi
oldu.
Atatürk'ü
neşelendireceği
yerde
bir tam
üzüntüye
boğdu. Kuşun bu dokunaklı hali, bir anda sofranın neşeli ha vasını
bir
bıçak
gibi
dondu, konuşmalar
kesti.
Dudaklardaki
gülümsemeler
kesildi, fısıltılar söndü. Çatal
bıçaklar
sessizce sofraya bırakıldı. Herkes büyük bir kabahat işle m i ş çocuklara b e n z e m i ş t i . Ortalığı bir ölüm sessizliği kap ladı s a n k i . H e p i m i z
ne olacak
diye
merak
ve
heyecanla
bekliyorduk. Atatürk, beklediğimiz gibi Salih Bozok'a kızmadı. Kuşu
200
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Özenle e l i n e a l d ı . Ö b ü r e l i y l e t ü y l e r i n i u z u n u z u n o k ş a d ı . Ceketinin yan cebine arkadaşa —
koydu. Sonra hizmeti yapan
kebap tabağını
göstererek
şu
buyruğu
sofracı verdi:
«Bu t a b a ğ ı k a l d ı r ı n ı z v e b i r d a h a s o f r a m a
şun yemeğini
bu ku
getirmeyiniz.»
Herkesin önündeki bıldırcın sanki taş k e s i l m i ş t i . kesin
iştahı
kursağında
k a l m ı ş t ı . Ne
bilsin
Salih
Her Bozok
yaptığı oyunun böyle keyif kaçıracağını. Ö iyilik olsun d i ye
yapmıştı
bunu. Ama
Atatürk'ün
ne
kadar
merhametli
o l d u ğ u da. bir kez daha ortaya ç ı k m ı ş t ı . Ç o k iyi nişancı olan A t a t ü r k , ava m e r a k l ı o l d u ğ u de kuşlara acıdığı
hal
i ç i n a v l a n m a z d ı . Pek e n d e r o l a r a k
gü
v e r c i n a t ı ş ı y a p a r , s o n r a da ü z ü l ü r d ü . Trenle
İzmir'e
vardı. Cellât
gidiyorduk. Yanında
Gölünün
yakın
arkadaşlarr
kenarından geçerken birden
sürüy
le y a b a n ö r d e k l e r i h a v a l a n d ı . E ş s i z b i r g ö r ü n t ü y d ü b u . H e men
çifteler
getirildi. Av
ayağımıza g e l m i ş t i . Önce
t ü r k ' e uzattılar. Fakat O a t m a d ı . Tüfeği yol
Ata
arkadaşlarına
u z a t t ı . O n l a r a t t ı l a r s a da p e k b i r ş e y v u r a m a d ı l a r . A n l a ş ı lan
yürüyen
trenden
ördek
vurmağa
alışkın
değillerdi.
Atıştan sonra tüfeklerini ve başlarını öne eğiyorlardı. Bun lardan tanımadığım biri ateş etti ve uçan ördeklerden ni
ilk atışta d ü ş ü r d ü . A r k a d a ş l a r ı : «Olmadı»
daha a t t ı . Garip değil
biri
deyince
bir
m i . yine vurdu. Yine «olmadı.» de
diler. Adam üçüncü
dipçiği
ördeği
de
sinirli
bir halde yeniden omuzlayıp
tepetaklak
edince Atatürk
tüfeği
den aldı. Eliyle şöyle bir tarttıktan sonra atıcısına —
«Bu t ü f e k
Avcı diye
sana
yakışır.
Hediye
cek manzaraydı o zaman.
elin
uzatıp:
ediyorum,»
geçinip de ördek vuramayanların yüzü
da,
dedi.
görüle
Ö N Ü N D E NASIL
ATATÜRK'ün
Edirne
gezilerinden
cı H a m d i , s o f r a c ı Y u s u f istedik.
Belediye
Maksadım Yunan
şehri
sınırını
Sınıra
birindeydik.
Sofra
ve ben şehri gezmek için
tarafından
gezmek
emrimize
bir
araba
değil, çok merak
araba verildi.
ettiğim
Türk-
(Kurtuluş)
oldu
görmekti.
kadar
gittik. Orada Tatavlalı
ğunu ö ğ r e n d i ğ i m güzel yüzlü bir
asker:
—
«Ne i s t i y o r s u n u z ? » d i y e s o r d u .
—
«Biz G a z i ' n i n
ruz,»
GÜREŞTİM?
adamlarıyız. Hududu
görmek
istiyo
dedim. Sağ elindeki t ü f e ğ i sol eline aldı. Sağ e l i y l e o t o m o b i
lin
kapısını —
açıp:
«Buyrun...»
dedi.
H e p b e r a b e r b i n d i k . Bize b i r h a y l i i t i b a r d a b u l u n d u . S ı n ı r k a p ı s ı n ı a ç t ı . B i r Y u n a n a s k e r i n i ç a ğ ı r d ı . Biz d e
sınır
kapısından dışarı çıktık. Karşı köyde kızlar vardı.
Uzaktan
bizleri görünce koşup yanımıza geldiler. Büyük bir
merak
la t e k e r t e k e r h e p i m i z i lar, ş ı k
kıyafetli
incelemeğe
bizleri merak
başladılar.
etmişler. Yunan
kızların niye bize böyle baktıklarını
sordum:
K ö y l ü kız askerine,
202
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Sivilsiniz...
Kızlar tabiî size bakar, bize
d e ğ i l y a . Biz a s k e r i z . H ı n z ı r V e n i z e l o s Biz b u r d a n ö b e t b e k l i y o r u z , »
kızlarla
dedi.
İstanbul'a döndüğümüzde bunu Atatürk'e Kızmadı
ama,
hemen
orada
bakacak eğleniyor.
bir
güreş
söylemişler.
hazırlattı.
Kapıda
nöbet tutan Şakir adlı bir posta eriyle beni güreşe
tutuş
turdu. Şakir kapı gibi iri k ı y ı m bir erdi. Yavaşça yanına s o kuldum. İstese, beni bir
bir tutuşta pestilimi
çıkarırdı.
Hafif
İdare et de,
biraz
sesle: —
«Sen
oynaşalım,» Sonra tüme
yüz, bense
elli
kiloyum.
dedim. onu
palaskasından
tutup
geliyor. Bir yakalasa, p e s t i l i m
çektim. Üstüme çıktı d e m e k t i r .
üs Nasıl
oldu b i l m i y o r u m , posta eri yere yuvarlandı. Her halde par kede postalları kaydı. Yere kapaklanınca At at ür k ' ün
arka
sında bu o y u n u m e r a k l a izleyen Reşit G a l i p : —
«Paşam, yendi
Atatürk
bul
bunu
Çelebi...»
kabul
yenme
dedi.
etmedi:
—
«Böyle
—
«Efendim, ben elli, o yüz kilo...» d e d i y s e m de ka
olmaz...
diye
diretti.
ettiremedim. Atatürk, sonunda benim güçsüz olduğumu kabul
etti.
Fakat güreşi bıraktırmadı. Yanıma bir kişi daha kattı. Böy lece iki tarafı aynı kiloya eşit g e t i r m i ş Şimdi Yusuf'la birlikte posta erine reşiyorduk.
Maraşlı
pıyordu, fakat
Yusuf
sivildi. O
da
oluyordu. karşı
iki kişi g ü
sofracıydı. Askerliğini
da b e n i m l e
Yunan
sınırım
ya ge
zenlerdendi. A s k e r , az ö n c e k i y e n i l g i n i n d e v e r d i ğ i
bir hınçla be
ni t u t t u . T u t m a s ı y l a y e r e v u r m a s ı b i r o l d u . S o n r a b e n i b ı rakıp Y u s u f ' u kavradı. Bir Diziyle Adam
göğsüne nerdeyse
bastırdı. ölecek...
saniyede Ağzından
onu da y e r e köpükler
yatırdı.
geliyordu.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Atatürk, —
keyifli
203
keyifli:
« B u n u da t u t , b u n u d a . . . » d î y e b e n i
Zaten yerdeydim. Sırt üstü
gösterdi
uzandım. Yeniden
hırpa-
iSanmayayım d i y e : —
« B e n y e n i l d i m Paşam...» d e d i m .
Fakat kabul —
etmedi:
«Sırtın yere gelmedi,»
dedi.
Hemen sırtımı sımsıkı yere Yusuf
kendinden
yapıştırdım.
geçmiş, yerde
yatıyordu. O
sırada
T e v f i k Rüştü A r a s ' l a Reşit Galip g e l m e s e l e r d i , b e n i m
so
n u m da ondan farklı o l m a y a c a k t ı . Masaj Su
yaptık.
vermedik.
Kollarını, ayaklarını
Genç,
kuvvetli,
sağlam
hareket çocuktu
ettirdik. ama,
iki
gün kendine gelemedi. Böylece Atatürk'ten
izinsiz. Yunan
c e z a s ı n ı b ö y l e acı b i r ş e k i l d e ö d e m i ş
sınırını olduk.
geçmenin
S E L A N İ K ' T E N NE Ç I K A R ?
ATATÜRK
uysal
bir
insan değildi. Hatta
haşin
oldu
ğu dahi söylenebilir. Böyle olduğu halde çok t e r b i y e l i , çok olgun, çok merhametli, çok hoşgörürlü bir insandı. Temiz kalpliydi, alçak gönüllüydü. Gösterişten uzaktı. Vazife
ba
şında Lâubaliliğe yer v e r m e z , f a k a t özel yaşantısında s e v diklerinin
nazını
çekerdi. Dostlarına, arkadaşlarına
vefa
lıydı. Zaten A t a t ü r k ' ü n en büyük üstün hallerinden biri de kin ve garaz gibi insani duyguların üzerine çıkabilmiş o l masıdır. Bağışlamıyacağı
suç yok gibiydi. Birçok
hataları
gördüğü halde görmemeziikten gelirdi. Kendisine
sofrada
k a f a t u t a n D r . R e ş i t G a l i p o l a y ı n d a da o n a k a r ş ı k i n t u t m a m ı ş ve sonunda affederek M i l l i Eğitim bakanı bile yap m ı ş t ı . En b ü y ü k m e z i y e t l e r i n d e n b i r i d e ç a b u k d i . K i m l e r i , ne zaman a f f e d e c e ğ i n i sı ç o k çabuk
affetmesiy-
de çok iyi b i l i r d i . Hır
geçerdi.
Bir gün Çankaya'da eski Köşkte Selânikli Berber M e h met ve Berber Berberlerin kendilerini
Rıdvan'la antrede
ikisi
de
Atatürk'ün
oturmuş
konuşuyorduk.
hemşerisi
olduklarından
imtiyazlı sayarlar, yüksekten
konuşurlardı.
Bu
ş e k i l d e şaka da olsa b ö b ü r l e n e r e k dolaşmalarına, kendile-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
205
r i n e poz v e r m e l e r i n e ç o k t u t u l u r , f a k a t y i n e r e n k v e r m e m e ğ e ç a l ı ş ı r d ı m . Fakat b ü t ü n d i k k a t i m e
rağmen
aramızda
bulmuşlar,
bana şa
yine de t a r t ı ş m a l a r eksik o l m a z d ı . O gün y i n e onlar zayıf t a r a f ı m ı kadan —
takılıyorlar: «Biz
Selânikliler
olmasaydık
diyorlar, ben de cevap olarak:
siz
kurtulamazdınız,»
«Biz k e n d i
kendimizi
kur
tardık. Selâniklilere ihtiyacımız yok. Hem Selanik'ten çık sa çıksa Yahudi çıkar,»
diyordum.
O sırada merdivenleri yavaş yavaş inen A t a t ü r k ' ü gör memiştik. Konuşmalarımıza istemeyerek kulak misafiri o l muş ki, o akşam sofrada bir Selânikli olan Nuri damdan düşer —
«Nuri
O
anda
gibi
Conker'e
sordu.
Bey, S e l a n i k ' t e n beynimin
ne
çıkar?» gibi
oldum.
Demek korktuğum başıma gelmiş, Atatürk antrede
konuş
tuklarımızın
hepsini
karıncalandığını
duymuştu...
duyar
Nuri
Conker,
Atatürk'ün
nazmı ç e k t i ğ i , kaprislerine katlandığı eski bir çocukluk ar kadaşı olduğu b i r i y d i . Elde
için aklına eseni s ö y l e m e k t e n ettiği
aşırı
imtiyazlar
çekinmeyen
yüzünden
ciddi
ciddi
« S e n ç e k i l d e , b i r a z da biz c u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı y a p a l ı m , » d i yecek
kadar
ileri
gittiği
zamanlarda
bile
Atatürk
gülüp
g e ç e r , işi ş a k a y a b o ğ a r d ı . F a k a t b u s e f e r k i n i n ş a k a y a g e lir yanı y o k t u . Nuri Conker, sanki bütün konuştuklarımızı da, beni k o r u m a k kararını —
«Bol Y a h u d i ç ı k a r Paşam,» d e m e s i n
Bunun meyle
daha ö n c e
ne karşılık —
üzerine
biliyormuş
vermişcesine:
Atatürk, yüzünde kulağına
çalınmış
alaylı
mi? bir
gülümse
dedikoduların
« B e n i m i ç i n d e bazı k i m s e l e r — S e l a n i k ' t e
ğumdan—
tümü
verdi: Yahudi
olduğumu
söylemek
istiyorlar.
doğdu Şunu
u n u t m a m a k lâzımdır k i , Napoleon da Korsikalı bir İtalyand ı . A m a F r a n s ı z olaraT< ö l d ü v e t a r i h e F r a n s ı z o l a r a k g e ç -
206
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
t i . insanların içinde bulundukları cemiyete çalışmaları
lâ
zımdır.» O
günkü
kadar
utandığımı
ve Atatürk'ün
karşısında
küçüldüğümü on iki yıllık hizmetim süresince hiç m ı y o r u m . Belki de ö m r ü m
boyunca benim için en
utanç da bu o l m u ş t u r . O g ü n d e n sonra Selanik n i bir daha ağzıma a l m a d ı m .
hatırla büyük
kelimesi
F A L İ H RIFKI VE A L M A N
ANKARA'NIN
yeni yeni
kurulduğu
yasına bir kapı a r a l a n m ı ş , A v r u p a ' n ı n
KİZİ
y ı l l a r d ı . Batı
dün
eğlence yaşamı
yavaş yavaş yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin
başkentine
da sız
m a ğ a b a ş l a m ı ş t ı . U l u s a l a n ı n d a « T a b a r i n Bar» a d l ı b i r p a v y o n a ç ı l m ı ş t ı . Çıplak v a r y e t e kızlarının c i r i t attığı bu e ğ lence yerine yapıp,
bizim
gönüllerince
^ O
çağın
ünlü
Köşktekiler
de dadanmışlar,
eğlenmeğe kişileri
kaçamak
bakıyorlardı.
Kılıç
A l i , Recep
Ç ı n a r , F a l i h Rıfkı A t a y , b u e ğ l e n c e l e r i
Zühtü,
Vasıf
hiç kaçırmayan k i
şilerdi. A k ş a m sofrasından sonra bir kolayını bulup t e n kaçıyorlar, s o l u ğ u bu pavyonlarda
Köşk
alıp, felekten
gece
çalmağa bakıyorlardı. Bunlara çoğunlukla Vasıf Çınar e l e başılık e d i y o r d u . Tabii böyle y e r l e r e para y e t i ş t i r m e k z o r d u . Fakat bunun Meclis
Başkanı
da kolayını
Kâzım
Özalp'i
bulunca bir köşede kıstırıp — lenelim.
tavlamışlar,
O eşref
çok
zamanki saatini
hemen:
«Paşam, bize para ver Gözümüz,
bulmuşlardı.
gönlümüz
de
şöyle sayende
açılsın,»
K â z ı m Paşa o n l a r ı a t l a t a b i l i r s e
bir
eğ
diyorlardı.
ne âlâ.
Atlatamazsa
da a d a m ı n a g ö r e b o l k e s e d e n e l l i l i r a , a l t m ı ş l i r a
dağıtır-
İ208
ATATÜRK'ÜN ÜŞAĞ( İDİM
d ı . Bir g e c e d a y a n a m a y ı p , k a ç a m a k ben de o pavyona g i t t i m . Serde gençlik var. Başımızda kavak yellerinin günler. mek
Fakat
parasızlıktan
zorunda
kalışımı
hâlâ hatırımdan
hiç
içki yerine
maden
unutamam. Orada
estiği
sodası
çıkmaz.
O sıralarda Falih
Rıfkı A t a y , Tabarin Bar'daki
yıldız
lardan birine t u t u l m u ş diye bir söylenti çıktıydı. Keti bir Alman
iç
gördüklerim
kızıydı
bu.
adlı
Güzeldi, sarışındı, gürbüzdü;
bak
m a y a d o y a m a z d ı i n s a n . F a l i h Rıfkı d a o z a m a n l a r g e n ç , y a kışıklı ve de ünlü bir yazar. IJstelik A t a t ü r k ' ü n
sofrasının
baş k i ş i l e r i n d e n b i r i . Fakat aralarındaki i l i ş k i n i n
derecesi
ni
b i l m i y o r u m . Belki
de sadece
tunulmuş, tek taraflı gelip
geçen
plâtonik ve
toylukla tu-
bir aşktı bu. Her erkeğin
dinsten bir
şey. Her
başından
neyse...
Bir gün bu s ö y l e n t i l e r i A t a t ü r k ' e de d u y u r d u l a r . kaya
Köşkündeki
cı pek Kılıç
kimse
A l i , Nuri
manki
sofralarından
yoktu sofrada. Salih Conker,
Hasan
Bozok,
Cavit
Çan
birindeydi. Yaban Recep
gibi bilinen
Zühtü, her
za
kişiler...
Günün sonra
akşam
hafif
özenle ele
olayları
üzerindeki
konulara alınıyor,
geçildi. sofrada
görüşmeler Son
sona
günlerin
erdikten
dedikoduları
bulunmayanların
kirli
çama
ş ı r l a r ı b i r b i r o r t a y a d ö k ü l ü y o r d u . S o f r a d a F a l i h Rıfkı A t a y ' m bulunmadığı d i k k a t i m i ç e k m i ş t i . Derken söz dönüp laşıp Tabarin Bar'daki A l m a n
do
kızı K e t i ' y e g e t i r i l d i . B u n u n
ü n l ü y a z a r l a o l a n i l i ş k i s i o r t a y a a t ı l d ı . Bir a r a b u s ö y l e n t i y i allayıp pullayıp Recep Z ü h t ü şöyle —
dedi:
«Paşam, bu gazetecinin gidişatı hiç de
iyi
Bence sizin yakınınız olması dolayısıyle yaşantısına dikkat etmesi Atatürk —
değil. biraz
gerek.»
hayretle
sordu:
«Ne varmış onun
hayatında
sanki?»
Recep Z ü h t ü ' n ü n de istediği zaten bundan
başka
bir
şey değildi. O geceki sohbeti bile bile, çevire çevire
bu
Cemal Granda, 13 yıl sürecek olan Atatürk'ün hizmetine girdiği günlerde.
ATATÜRK'ÜN EN YAKIN HİZMETKÂRLARI Atatürk'ün günlük hayatında onun özel hizmetleriyle uğraşanların hepsi bir arada. Öndekiler (soldan sağa): Tahsin, Tahsin ve Cemal Granda. Arkadakiler [soldan sağa) : Ali, Yusuf ve İbrahim.
ÖLÜMÜNDEN 33 YIL SONRA... Atatürk'ün çocukları, onun ölümünden 33 yıl sonra ilk defa Hürriyet Gazetesinin önünde bir arada. Soldan sağa {arkadakiler): Kütüphane memuru Nuri Ulusu, koruma memuru Kemal Özada, baş şoförü Remzi Öztunç, şoförlerinden Rauf Kızılkaya (öndekiler): Garsonu Cemal Granda, garsonu Sami Ocak, sofracıbaşısı İbrahim Ergüven ve berberi Rıdvan Güran.
Atatürk'ün Ege vapuruyla yaptığı bir Karadeniz gezisinden sonra Rize'de karaya çıkışı. Ata'nın hemen gerisinde kapı ağzında paltosunu taşıyan Bekir Çavuştur. Cemal Granda ise sağda okla gösterilen şahıstır.
1 Haziran 1938 yılında Türkiye'ye İlk defa gelen Savarona yatının mürettebatı Yalova iskelesinde (soldan sağa): Mithat kaptan, Cemal Granda, ikinci çarkçı Muhittin, 2. Kaptan Adnan, çarkçıbaşı baş makinist Hüseyin, Dr. Fazıl,Süvari Özeke'nin kızı, elektrik uzmanı Rökoman ve Yusuf kaptan.
Atstürk'ün terzisi Jan Pilürls
1934 Haziranından bir hatıra. Atatürk en yakın Eırkadaşlarıyla bir arada. (Soldan sağa): Baş yaver Rüsuhi (Savaşçı), Salih Bozok, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Nuri Conker, Refik Saydam, Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu.
Atatürk'ün «çocukları» Yalova Termal Otelinin havuzunda. (Soldan sağa): Kadir (sofracı), Faik (sofracı), Ssip (Marmara köşkünün sofracısı), Atatürk'ün köpeği Foks, (simidin üstünde), Ali Bebek (sofracı), Rıdvan (Ata'mn berberi). Cemal Granda (boynunda simit asılı olan), İbrahim (sofracıbaşı).
Cemal Granda Savarona yatmda Atatürk'ün çalışma odasında, Atatürk'ün masasmın başmda.
1938 yılında Savarona yatından bir hatıra. [Soldan sağa): Dördüncü çarkçı Necip, Polis Necati ve Cemal Granda.
Cemal Granda 1936 yıNnda «Ertuğrul» yatmın güvertesinde yatm ahçıbaşısı Hayri Usta ile beraber.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM lıale o g e t i r m i ş man
kızıyla
emin
bir tavırla
— le
değil
ilişkisini
miydi?
Maksat,
Atatürk'e
başladı
209 Falih
Rıfkı'nın
duyurmaktı.
anlatmağa:
«Paşam, bu zat g e c e l e r i pavyona gidiyor,
bağdaşmayan
Al
Kendinden
davranışlarda
mevkiiy-
bulunuyormuş.»
Atatürk, kaşlarını çatarak sordu: —
«Ne var
Pavyona —
bunda
gittiyse
garip olan?
kıyamet
kopmadı
«Pavyona g i t m e k l e kalsa
varmış.
IJstelik
kadın
Türk
de
Ne olmuş
gidiyorsa?
ya...»
i y i . Orada bir de değil. Adı
nedir? İşte bu yabancı kadınla m e r c i m e ğ i
da
dostu
Keti
fırına
midir
atmışlar
m ı , yoksa atmak üzereler m i ? Her n e y s e . Sizin bu
kadar
yakınınız
yaşa
olan bir kişinin
ması doğru m u bilmem Atatürk, bütün —
—
hayatı
ki?..»
bu sözleri
«Gözünle gördün
sun?» diye
bir A l m a n ' l a dost
hayretle
dinliyordu:
mü ki, böyle tafsilâtlı
anlatıyor
sordu.
«Bunu duymayan
kalmadı Ankara'da Paşam.
İster
seniz M e c l i s Başkanı Kâzım Paşa'ya s o r u n . A r a sıra pav yon parasını bile Paşa'dan
istiyorlarmış.»
Recep Z ü h t ü , bu s ö z l e r i y l e düşürüyor,
hem
de
Meclis
Falih Rıfkı'yı
küçük
Başkanını zor d u r u m d a
hem
bırak
mış o l u y o r d u . A t a t ü r k , Recep Zühtü'nün ce gayet sakin bir halde şöyle bunları
konuşması
bitin
sordu:
—
«Bütün
—
«Kötü bir maksadım yok Paşam. Sadece çevreniz
söylemekte
maksadın
nedir?»
deki bir adamın özel hayatına biraz dikkat e t m e s i tiğine
işaret e t m e k i s t e d i m . Bir insanın d o s t u da
gerek olabilir
ama, neden Türk kadını d u r u r k e n , bir yabancı kadını m i ş t i r . Bazı ç e v r e l e r d e h i ç d e h o ş k a r ş ı l a n m a y a n b u rumdan türlü çeşit anlam çıkaranlar
seç du
olur.»
A t a t ü r k , d e d i k o d u d a n n e f r e t e d e r , d e d i k o d u y a p a n ı da hiç s e v m e z d i . A t a t ü r k ' ü n bu huyunu çok
iyi
bilen
Recep F: 14
210
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Zühtü'nün hangi amaçla bu ûlay üzerinde bu derece ısrarla d u r d u ğ u n a bir t ü r l ü akıl
erdiremiyordum.
Atatürk, konuşmanın bittiğini anlayınca sertçe şu söz leri
söyledi: —
«Bana b a k R e c e p B e y . D e m i n d e n b e r i s ö z ü n ü
et
t i ğ i n i z o g a z e t e c i n i n bana k a f a s ı y l a k a l e m i l â z ı m . G e r i k a lanı k e n d i s i n e dın mı?»
aittir.
Ne seni
i l g i l e n d i r i r , ne b e n i . A n l a
«PROFESÖR
ÇANKAYA'DAKİ
DEĞİLSİNİZ»
Köşkte bir akşam sofrasmda
Hukuk
Fakültesi profesörü Sadri Maksudî de konuk olarak
bulu
nuyordu.
Çeşitli
sonra
söz sırası
Denizyollarına
yimleri
üzerinde
konular
üzerinde
görüşüldükten
geldi. Türk
duruluyordu.
Dil
Kurumunun
Adının Denizcilik
de
Bankası
m ı , y o k s a Deniz Bank mı olarak k a l m a s ı t a r t ı ş ı l d ı . Sofrada şarap içen Sadri Maksudî, Deniz Bankın gra mer
kurallarına aykırı olduğunu
savunuyor
ve
bu d i j ş ü n -
cesinden bir adım bile geri g i t m i y o r d u . O konu orada ka pandı. Aradan bir iki saat kadar g e ç m i ş t i . A t a t ü r k bir ara. bir
şeye
eden
sinirlenmiş
Sadri
—
olacak
k i , hâlâ kendi
Maksudî'nin sözünü
tezinde
israr
kesip:
«Siz p r o f e s ö r d e ğ i l s i n i z , »
dedi.
Bu b e k l e n m e d i k s e s l e n i ş , h e r k e s i ş a ş ı r t m ı ş , p r o f e s ö rü de can evinden v u r m u ş t u . Hepimiz dona kalmış, neye Atatürk
uğradığımızı
nazik a d a m d ı . Kızsa
bile
Acaba profesör büyük bir pot mu B i r an s ü r e n ş a ş k ı n l ı ğ ı n d a n
put gibi
yerimizde
şaşırmıştık. pek
belli
etmezdi.
kırmıştı?
kurtulan
Sadri
Maksudî'
212
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
nin titreyen eliyle kadehini masaya koyup, kendini
topar
layarak A t a t ü r k ' e ş u karşılığı verdiği d u y u l d u : —
«Hâşâ, ben p r o f e s ö r ü m . H e m de Türkiye'de d e ğ i l .
İ s v i ç r e ' d e d e bana k ü r s ü v e r m i ş l e r . O l m a z s a g i d e r dersimi v e r i r i m . Şimdi ben kalkıp burada bir «Siz k u m a n d a n d e ğ i l s i n i z , » d e r s e m n e o l u r ?
orada
kumandana
Kumandanlığı
e l i n d e n alınır mı? Yalnız böyle bir söz o kumandanın na sıl gücüne giderse, bu söz de benim g ü c ü m e gider. kumandanlara kürsü vermediler
Ama
daha.»
Sadri Maksudî'nin elinde şarap kadehiyle söylediği bu sözlere Atatürk
karşılık v e r m e d i . Az sonra
da s o f r a
da
ğıldı. Sadri Maksudî'yi de bir daha sofrada g ö r m e d i m . Bir süre
sonra
da
Sadri
rıldığını d u y d u m .
Maksudî'nin
milletvekilliğinden
ay
ÇALINAN
ÇANKAYA'DA
eski Köşkün misafir
PIRLANTALAR
salonunda
came
kânlı bir büfe vardı. Her zaman kilitli t u t u l a n büfenin de padişahlara
ait madalya
lunuyordu. Vitrin camının
ve Atatürk'e
ait nişanlar
için bu
üzerinde çaprazlama asılı, kab
z a l a r ı p ı r l a n t a l ı i k i k ı l ı ç d u r u r d u . Bir s a b a h b a k t ı m k i . A t a türk,
bu
vitrin camının
önünde
durmuş,
inceden
inceye
bakıyor. Bunlar k e n d i s i n e v e r i l m i ş a r m a ğ a n l a r d ı . Beni gö rünce
seslendi:
— talar
« Ç e l e b i E f e n d i . Bu k ı l ı ç l a r ı n k a b z a l a r ı n d a k i
pırlan
çıkarılmış.» Hayretle
büfeye yaklaştım. Atatürk'ün dedikleri
ruydu. Gerçekten de kılıçların
üzerindeki pırlantalar
doğ alın
mıştı. —
«Ne oldu pırlantalar?» d i y e
—
«Bilmiyorum
efendim.»
sordu.
dedim.
D e d i m ama, içirn de rahat d e ğ i l d i . Orda bizden baş ka k i m s e y o k t u . K i m ç a l a c a k ? Ç a l s a ç a l s a h i z m e t k â r l a r ç a lardı. Atatürk
hem üzülmüş, hem
sinirlenmişti.
B i r y a n d a n da k a f a m ı ç a l ı ş t ı r ı y o r , e l m a s l a r ı k i m i n ç a l -
214
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
dığmı çözmeğe uğraşıyordum. Bütün tanıdıklarım önünden bir şerit gibi geçip
gözümün
gidiyordu.
İki üç h a f t a k a d a r ö n c e b i z d e ç a l ı ş a n Ş a m l ı adlı
bir
çocuğun
kılıçlara
dikkatle
baktığını
Hüseyin
görmüştüm.
H ü s e y i n , üstelik kumara da d ü ş k ü n d ü . Kumar oynar, kaza nırdı. Bir s e f e r i n d e k u m a r d a n altın k o r d o n g e t i r m i ş t i . Atatürk, dikkatle yüzüme —
«Kimden
Şüphelerimi —
diye
sordu.
söyledim:
«Paşam, günahını
seyin'den
bakarak:
şüpheleniyorsun?»
almayayım ama, ben Şamlı
şüpheleniyorum.
Biraz
kumarcıdır.
Altınla,
müşle oynamayı sever. Ondan başka böyle bir şey
Hü gü
yapa
cak karakterde bir kimse t a n ı m ı y o r u m aramızda. Emreder seniz bir soruşturma
yapsınlar.»
Yaverler de aynı şeyi d ü ş ü n m ü ş l e r . S o r u ş t u r m a ladı. A t a t ü r k pırlantayı alanın en kısa zamanda
baş
bulunması
için yaverlere e m i r v e r m i ş t i . Şamlı Hüseyin sıkı bir ş e k i l de s o r g u y a ç e k i l d i . Bir süre sonra K ö ş k t e n a y r ı l d ı . Lekeli olarak
gitti.
B i r k a ç ay s o n r a y d ı . K a r a c a o ğ l a n C a d d e s i n d e H ü s e y i n ' e rastladım. Ayak üstü konuştuk. O gün izinli o l d u ğ u m u ö ğ renince: —
«Bize gidelim,»
dedi.
Eski a r k a d a ş . H a y ı r m ı d i y e c e k s i n ? K a l k t ı k g i t t i k . Y e mek
ç ı k a r d ı . Bu a r a d a e v l e n m i ş . K a r ı s ı y l a t a n ı ş t ı r d ı . H o ş
b e ş ettik. A k ş a m ayrılıp Köşke döndüm. İçimde bir eziklik vardı. Hüseyin'in kovulmasında dimi
suçlu
ken
görüyordum.
A t a t ü r k ' ü n yanında çâhşanlar, yani bizler dışarı
çıktı
ğımızda nereye gidiyoruz, k i m l e r l e görüşüyoruz, takip edil diğimizi
biliyordum.
O
gün
Hüseyin'lere gittiğim
haberi,
anlaşılan polis tarafından v e r i l m i ş olacak ki, sofrada A t a türk birden bire —
bana:
«Sen H ü s e y i n ' i
görüyor musun?» diye sordu.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Evet, e v i n e g i t t i m , »
—
«Konuş, konuş,
çekinme.»
—
«Çekinmiyorum
efendim.»
Nasıl nuna dek — —
so
anlattım. dedim.
Atatürk:
« O n u n bu i ş t e k a b a h a t i y o k . B i r o y u n a g e l m i ş . K ı üstündeki verip
pırlantaları sattırmış.
bizim
kızlardan
Hüseyin'le
biri
almış,
görüşmende
bir
ne çıkacak d i y e b e k l i y o r d u m . Rahat bir
ne
yok.»
Altından
fes aldım. O sırada yanımızda —
başından
«Bu a r a d a b i r t a s da ç o r b a s ı n ı i ç t i m , »
Hüseyin'e mahzur
eledim.
rastladığımı, evine nasıl g i t t i ğ i m i
Bunun üzerine lıçların
215
bulunan
«Çelebi, mademki, o seni
evine
Cevat
Abbas:
çağırdı. Sen
de
onu M a r m a r a Köşküne d a v e t et, ağırla,» d e y i n c e ş a ş ı r d ı m : —
«Aman e f e n d i m . Burası b e n i m e v i m değil k i . Hem
Hüseyin gelse bile elin nikâhlı
karısı gelir
mi?»
dedim.
«REİSİCUMHURLUK
NURİ
Conker,
Atatürk'ün
katlandığı bir çocukluk reketlerine
nazmı
YAPAMAZSIN»
çektiği,
şakalarına
arkadaşıydı. Onun aşırı giden ha
kızmaz, patavatsızca kırdığı potları hoş
görür,
en koyu tenkitlerine bile katlanırdı. Nuri Conker, Atatürk'e takılır, kızdığı zaman
damarına
basar. O da punduna
t i r i p , bu ç o c u k l u k arkadaşına yapmadığını ta onu deli e d e r d i . Nuri C o n k e r arada — sak,»
ge
bırakmaz, ade
bir:
« P a ş a m , ç e k i l s e n d e , o k o l t u k t a b i r a z da biz o t u r diye
takılırdı.
Bir a k ş a m y e m e ğ i s ı r a s ı n d a s o f r a n ı n e n n e ş e l i
anın
d a A t a t ü r k , y i n e bu ş e k i l d e ş a k a l a ş a n N u r i C o n k e r ' e d ö n ü p : —
«Sen
—
« O l u r u m . H e m s e n d e n d a h a iyi i d a r e
reisicumhur
olabilir
—
«Öyleyse prova e d e l i m . Geç otur bakalım koltuğa.
Şimdi sen reisicumhursun. Söyle
misin?» diye
sordu.
ederim.»
b a k a l ı m ö n c e ne
yapa
caksın?» Nuri Conker hiç istifini
bozmadan keyifle
Atatürk'ün
koltuğuna o t u r d u . Çevresini şöyle bir tepeden bakışla süz d ü k t e n sonra bana —
«Hayvanlar,
dönüp: yemek
getirin,»
dedi.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Herkesin
yüzünde
bir
217
gülümseme. Atatürk
de
gülü
y o r . Bana d ö n ü p : —
«Çelebi
Efendi. Ben böyle
mi
söylüyorum?»
diye
sordu. Hayır, diye
cevap
versem,
bu
biraz
da
dalkavukluk
olacaktı. Kendimi toparladım. Fırsat bu fırsat deyip, hemen taşı g e d i ğ i n e
yerleştirdim:
—
«Aşağı
yukarı
—
«Anlaşıldı.
böyle oluyor
Sen
paşam.»
reisicumhurluk
Dur ben yine y e r i m e geleyim,» dedi.
yapamayacaksın.
RECEP Z Ü H T Ü M E T R E S İ N İ N A S I L V U R D U ?
RECEP Z ü h t ü . A t a t ü r k ' ü n s o f r a s ı n d a n v e y a n ı n d a n
hiç
eksik etmediği yakın arkadaşlarından biriydi. Çankaya Köş künde olsun, Dolmabahçe Sarayında olsun A t a t ü r k ' ü n zaman
yanıbaşında görmeğe
alıştığımız
Recep
her
Zühtü'nün
kıskançlık yüzünden metresini tabancayla v u r m a olayı var dır k i , kolay kolay aklımdan
bir şuh
çıkmamıştır.
Recep Z ü h t ü ' n ü n Ç e n g e l k ö y ' d e oturan genç ve
güzel
kadınla
Kadın
bir
evinde
ilişkisi
vardı. Bunu hepimiz
sosyete dilberiydi. Öyle oturacak
cinsten
tek
biliyorduk.
erkeğe
bağlanacak,
d e ğ i l d i . Recep Z ü h t ü ' n ü n
İstan
bul'da olmadığı günlerde gayrimüslim bir gençle sevişme ğe
başlamış.
Aralarındaki
aşk
ilişkisi
dal budak s a r m ı ş . Recep Z ü h t ü
giderek
İstanbul'a
vesileyle olayı duyduğunda beyninden vurulmuşa Akşam lanırken mış
gelişmiş,
geldiğinde
içki sofrasından sonra yatağa girmeğe
Recep Z ü h t ü , alkolün de e t k i s i y l e
bir
dönmüş. hazır
kadına başla
çıkışmağa: —
«Madem
ki y a p a c a k t ı n
mı da, kefereyle işi p i ş i r m e ğ e
bu i ş i , bir Türk kalktın?»
bulamadın
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
219
Kadın h e m s u ç l u , h e m g ü ç l ü . A l t t a n alıp, kızgın d o s tunu yatıştıracağı yerde, üstüne üstüne —
«Ne o l m u ş
gitmiş:
sanki. Kefere mefere
cuk. Hoşuma gitti. Ö m r ü m ü n
sonuna
ama, güzel
kadar senin
ço
kahrını
ç e k e c e k d e ğ i l i m ya. Git aynada suratına bak. Hoşafın çık mış. Çingeneden farkın Bu s ö z l e r i
yok.»
söylerken
kadın yatağa
uzanmış,
Recep
Z ü h t ü ise ayakta... Recep Zühtü bunu duyar duymaz çılgına d ö n m ü ş . Za ten sinirli huyu var. A t a t ü r k ' ü n yakını olmanın verdiği şımarıklılıkla yerinden fırladığı —
«Seni
namussuz
gibi:
orospu. Şimdi
senin
canını
henneme...» diye
asılmış tabancasına. Korkudan
fırlayıp
başlayan
kaçmağa
muş. Kurşunlar
kadını
kurşun
için bilerek
mi
yağmuruna
böyle
ce
yataktan
kadının vücuduna değil de, ayağına
lamış. Öldürmemek
bir
yapmış,
sarhoşlukla mı hedefini şaşırmış b i l m i y o r u z . Kadın
tut rast
yoksa hemen
o anda ö l m e m i ş . Yarası tedavi e d i l m i ş . Fakat yara sonra dan kangrene ç e v i r m i ş . Bir s ü r e sonra da kadının ö l d ü ğ ü nü duyduk. Korkudan kimseye bir şey söyleyemedik. cep Zühtü bu. Ağzımızdan kopuyordu.
Hepimiz
bir söz kaçacak
duman
olurduk
diye
Re
ödümüz
sonra...
Recep Z ü h t ü Sinop m i l l e t v e k i l i y d i o z a m a n . D o k u n u l mazlığı
vardı. Adli
Recep Zühtü
makamlar
hakkında
da, A t a t ü r k ' ü n yakım
kovuşturma
yapmaktan
diye
çekiniyor-
l a r d ı . F a k a t u m u m î k â t i p H a s a n Rıza S o y a k , c e s a r e t i n i t o p layıp, ertesi sabah Dolmabahçe
Sarayında
sabah
gazete
lerini okuyan A t a t ü r k ' e olayı bir bir anlattı. Bunu anlatmak zorundaydı. Ekmeğinden, mevkiinden
olabilirdi.
A t a t ü r k , büyük bir dikkatle Recep Z ü h t ü hakkında an latılanları dinledi. Arada —
«Yaaa, öyle
bir:
mi?..» diye
mırıldanıyordu. Kadının öldüğü
hayretini haberini
belirten
duyunca
sözler Atatürk'
220
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Ün l o ş l a r ı i y i c e ç a t ı l m ı ş t ı . D e r i n d e r i n d ü ş ü n d ü k t e n başını iki tarafa —
sonra
sallayarak:
« Y a h u , k a d ı n da v u r u l u r m u h i ç ? »
dedi.
Bu o l a y , k a d ı n l a r a k a r ş ı b ü y ü k b i r s a y g ı b e s l e y e n A t a türk'ün duygularını çok incitmişti. Hele bunun yakınların dan ve
koruyucularından
biri
tarafından yapılmış
olması,
onu canevinden vurmuşa benziyordu. Olayın A t a t ü r k rindeki
n u n u b e k l i y o r d u k . H a s a n Rıza S o y a k d i m d i k a y a k t a yor,
üze
t e p k i s i n e o l a c a k t ı . M e r a k v e h e y e c a n l a işTrt' s o
bu
üzücü olayın Atatürk'teki
etkilerini
duru
ölçmeğe
ça
lışıyordu: —
«Ne e m r e d e r s i n i z
Paşam?» diye sorunca,
Atatürk
şu karşılığı v e r d i : — ha
«Kanunî işlem neyse onu yapsınlar. Hiç
müsama
gözetmeden...» A t a t ü r k , e n y a k ı n ı , h a t t a f e d a i s i b i l e olsa bu
şekilde
yüzkızartıcı v e kanunsuz bir o l a y yaratan kişiyi a f f e t m i y e ceğini g ö s t e r m i ş o l u y o r d u . prensiplerinden
Zaten
biri de, yurtta
Atatürk'ün
ne
pahasına
değişmez
olursa
sosyal adaleti y e r l e ş t i r m e k , yasalara aykırı hiç bir yer
olsun işleme
verdirtmemekti. işlem neyse onu yapsınlar»
buy
ruğundan sonra Recep Zühtü hakkında k o v u ş t u r m a y a
Atatürk'ün
«Kanunî
baş
landı. Olay A t a t ü r k ' ü çok
üzmüştü
ama, belli
ç a l ı ş ı y o r d u . Bir d a h a b u k o n u y a h i ç Sonradan duyduğumuza ları,
onu
kurtarmak
hastalıkları
uzmanı
için Prof.
etmemeğe
değinilmedi.
g ö r e Recep Z ü h t ü ' n ü n
dünyaca Mazhar
tanınmış Osman
yakın
akıl v e
Uzman'dan
sinir deli
raporu almağa kalktılarsa da, red cevabı aldılar. Sonradan başka bir doktordan rapor almak zorunda kalmışlar. Recep Z ü h t ü , s i n i r hastası o l d u ğ u g e r e k ç e s i y l e ü ç - d ö r t ay O r t a k ö y Ş i f a Y u r d u n d a t e d a v i g ö r d ü . B i r d a h a da o n u A t a t ü r k ' ün
sofrasında
görmedik.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Atatürk'ün ölümünden sonra cenazenin trene
Recep Z ü h t ü de b i n m i ş .
221 götürüldüğü
İzmir'den Ankara'ya
gidi
y o r m u ş . Fakat y e n i c u m h u r b a ş k a n ı olan İ s m e t İnönü, b u nu haber alır almaz h e m e n
Recep Z ü h t ü ' y ü
Eskişehir'de
t r e n d e n i n d i r t m i ş . Buna gücenen Recep Z ü h t ü de bir daha Ankara'ya
gitmemiş.
«İŞLER L A Ç K A
ATATÜRK, maiyetindekilere olmasına bilmiştir. yurt
içi
fazla g ü v e n g ö s t e r i r
rağmen
her zaman t e t i k t e ve
Ankara
ve
gezilerinde
İstanbul
içindeki
olsun, kendini
uyanık
Bir gün
Dışişleri
—
Bakanı Tevfik
gibi
kalmasını
gezilerinde
korumak
t e d b i r l e r e g ü v e n m e y i p , her zaman dikkatli şürken şöyle dediğini
OLUR»
için
olsun, alınan
davranmıştır.
Rüştü Aras'la
görü
hatırlarım:
«Ben kendimi k e n d i m k o r u r u m . İçişleri Bakanı, Em
niyet Genel
M ü d ü r ü , V a l i , daha ne kadar varsa ilgili
ki
şiler benim korunmam için bir takım tedbirler alırlar. Bun l a r o n l a r ı n g ö r e v i d i r . Bu i ş l e r e h i ç k a r ı ş m a m . K a n u n î
gö
revlerini
ko
yapmalarına
da k a r ş ı
gelmem.
Fakat kendi
r u n m a m ı , onların aldıkları bu tedbirlere bırakmış Kendimi
koruma
Gelip geçtiğim rim.
Gezi
işimi
kendim
yerlerde
yaparım
ve
yapmaktayım.
neler olup bittiğine
saatlerini, günlerini
tiririm. Benim dikkatimden
gerektikçe
hiçbir şey
değilim.
dikkat
kendim
ede değiş
kaçmaz...»
A t a t ü r k ' ü n gezilerinde arkasında her zaman
yaverleri
olduğunu bildiği halde, tabancasını eksik etmediği ve üze rine a l m a d a n dışarı adım atmadığını çok iyi h a t ı r l a r ı m . A s ker adam ne de olsa.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Bir
gece
ahştığımız
yine
sofra
223
l<urulmuş, her zaman
kişilerle derin
görmeğe
b i r s o h b e t e d a l m m ı ş t ı . D r . Re
ş i t Galip, bir konu attı ortaya. A t a t ü r k ' e bakarak
şunları
söyledi: —
«Paşam b i l i y o r
musunuz, bugünlerde
h i ile i l g i l i b i r k i t a p o k u y o r u m . Bir F r a n s ı z a n ı l a r ı n ı n da y e r poleon,
Fransa Tari politikacısının
aldığı bu kitapta anlatıldığına göre
maiyetinde
bulunan
yöneticilere. Devlet
Na-
adamla
rına, politikacılara hiç i t i m a t e t m e z m i ş . Daima kuşku d e y a ş a r m ı ş . En y a k ı n l a r ı n d a n b i l e Atatürk, Reşit Galip'i
dikkatle
için
şüphelenirmiş.» dinliyordu. Ne
demek
istediğini pekâlâ a n l a m ı ş t ı . Reşit Galip, hiç s e v m e d i ğ i A t a türk'ün
bazı
arkadaşlarını
Atatürk anlamamazlıktan —
kastetmek gelerek şöyle
«Takıldığınız bir husus m u var
apaçık yazmış
istiyordu
anlaşılan,
sordu: bu konuda?
Adam
gerçekleri.»
Reşit Galip, bir an durakladı. Sözlerinin b e l i r l i bir h e defe dayandığı belliydi ama, bunu açıkça ortaya
koymak
t a n ç e k i n i y o r d u . S o f r a b ü y ü k b i r s e s s i z l i ğ e b ü r ü n m ü ş , Re şit Galip'in vereceği
karşılığı bekliyordu. Reşit
Galip
bir
iki saniye duraksadıktan sonra şöyle dedi: — Her
«Hayır Paşam. Kitapta takıldığım hiç bir husus yok.
halde yazılanlar
doğrudur.
Yalnız
kafama
şöyle
bir
s o r u takıldı. A c a b a d i y e d ü ş ü n d ü m , siz de bir D e v l e t baş kanı olduğunuza sıl
göre, Napoleon'un
bu d ü ş ü n c e l e r i n i
na
karşılıyorsunuz?» O
allak
anda A t a t ü r k ' ü n v e r e c e ğ i bullak
olabilirdi.
Fakat
ters
bir karşılıkla
o soğukkanlılıkla
Galip'in dolaylı biçimde kastettiği
kişilerin
ve
sofra Reşit
üzerinde
şöy
le bir gözlerini g e z d i r d i k t e n sonra dedi k i : —
«Napoleon'un yaptığı doğru galiba. M a i y e t i n e faz
la i t i m a t e d i n c e
işler
laçka
hale gelir. M a i y e t e
m a t e d i l m e m e l i . Sonra çok çabuk suistimal
fazla
ediliyor.»
iti
SALONDAKİ
ÇOK kuvvetli bir
ATLAR
iradeye sahip olan A t a t ü r k ' ü n
duy
g u y a n ı da ç o k z e n g i n d i . S o n d e r e c e m e r h a m e t l i y d i . Z a yıflara
acır
Kurban
ve yardıma
sevdirmezdi. At
arasındaydı.
Çiftlik
koşardı. Hayvanları ve
köpek
hayvanlarından
en
çok
sevdiği
ruam
kalanan, bir tayı öldüreceklerini duyunca
severdi. hayvanlar
hastalığına
çocuk gibi ağla
m ı ş v e e l l e r i n e l a s t i k e l d i v e n g i y e r e k b i r k a ç kez dan ö l d ü r m e l e r i n e Zavallı hayvanı
izin
— Eğer
«Çocuğum
bir
evlât
gözyaşlarını
tutamadığını
demişti:
olmadığında
kaybetmek
bu e l e m v e k e d e r e
okşama
vermemişti.
okşarken
söyleyen Atatürk, şöyle
ya
hikmet
felâketine
ve
isabet
uğrasaydım,
varmış. kalbim
dayanamazdı.»
Bir g e c e s o f r a d a o t u r u r l a r k e n A t a t ü r k , y a v e r l e r d e n b i rini çağırdı ve şu emri v e r d i : —
«İki g ü n ö n c e b i z i m
onları buraya
atların biri d o ğ u r m u ş t u . A l ı p
getiriniz.»
Hayvanların getirilmesinin istendiği yer Çankaya, em ri v e r e n de bir c u m h u r b a ş k a n ı i d i .
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
225
Yaverler ve konuklar duraksadılar. Sofradakilerin şaş kınlığı henüz g e ç m e d e n yine A t a t ü r k ' ü n —
sesiyle
irkildik:
«Sevelim, görelim, okşayalım.»
Köşke, h e m de şeref salonuna hiç hayvan girer
miy
di? Fakat e m i r e m i r d i işte. Yeni doğan tay ve annesi Yıl dız, h e m e n
Köşke
getirildi. Ama
hayvanlar
bir t ü r l ü
sa
londa yürüyemiyorlar, cilâlı yerlerde ayakları kayıyordu. Hemen
yerimden
fırladım. Aklıma
bir
çare
gelmişti.
Y e r l e r e s e r i l i s e c c a d e l e r i t o p l a d ı m . Tay ve annesinin g e çeceği yere s e r d i m .
Hayvanlar, bakıcıları
seyis
Kerim'in
y e d e ğ i n d e r a h a t ç a s a l o n a g i r d i l e r . F a k a t ş u n u da s ö y l i y e yim
ki, hayvanlar
salona
daha
çok
yakışıyorlardı.
«Jokey» diye anılan s e y i s K e r i m , sonradan A n k a r a ' d a büyük bir oyun salonu açmıştır. A t a t ü r k ' ü n hizmetindeki f ö r ) , İbrahim
insanlardan
Dr. Kemal
(sofracı), İsmail
(berber),
nun kahvesinde toplanıp, eski anıları Atatürk, o gece
Çankaya'daki
hayatta
(şoför), Ali
(şo
Necami
bu
tazelerler.
şeref
salonuna
hayvanların yanında kaldı. Eliyle anne ile yavrusuna me
şeker yedirdi. Ayrı
kalan
Niyazi
ayrı s e v d i , okşadı. Bundan
alınan kes sonra
h a y v a n l a r s a l o n u t e r k e t t i l e r . H e r k e s m e m n u n d u . Kimin a k lına salona h a y v a n s o k m a k
gelir. Belki d e bir atla
yeni
doğmuş yavrusunun cumhurbaşkanı
salonuna girişi, yer
yüzünde
kimsenin
ilk k e z o l m u ş t u r .
Atatürk,
yapmadığı,
y a p m a ğ a k a l k a m ı y a c a ğ ı İ ş l e r i y a p a n çok y ü r e k l i bir kişiy d i . Böyle o l m a s a y d ı bu kadar kısa s ü r e d e y e p y e n i bir ü l ke v e uygarlık k u r a m a z d ı .
F: 15
siz SENYÖRSÜNÜZ
K ö ş k ü n d e a r a s ı r a da p o k e r p a r t i s i
verilir
ve A t a t ü r k o y u n sonunda çok zaman kazanırdı. Bir
ÇANKAYA
akşam
yine Köşkte yeşil çuha masanın çevresinde on-on beş kişi kadar t o p l a n m ı ş l a r , poker oynuyorlar. D e r k e n para
bitiyor.
O zamanlar üzerlerinde kurt resmi olan yeşil bir
liralıklar
vardı. Meclis
Atatürk'
dağılırken
bakanlar, milletvekilleri
ün elini öpüyor, çıkıp gidiyorlardı. Atatürk
elindeki
ları, antrede çıkanlara kendi eliyle dağıttı. A m a m e m i ş t i . Kalan d e m e t i —
bana
para
para
bit
uzatarak:
«Kalanları say,» d e d i .
Hemen —
saydım:
«On iki
efendim.»
Paraları bize v e r e c e k s a n m ı ş t ı m . Orada İ b r a h i m ' l e i k i miz kalmıştık. Fakat öyle y a p m a d ı : —
«Ver..» d i y e
geri
aldı.
Sonra
İbrahim'e
uzattı.
Ona da: —
«Say.» d i y e b u y r u k v e r d i .
O
sırada
İbrahim
s e v i n m i ş , paraları
ona
vereceğini
s a n m ı ş t ı . O z a m a n d a o n i k i l i r a az buz ş e y d e ğ i l d i . Para ları s a y d ı k t a n s o n r a :
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«On İki e f e n d i m , »
227
dedi.
Para d e m e t i n i ç e k i p o n d a n d a g e r i a l m a s ı n m ı ? S o n r a bize
dönerek: —
«Ben
bu
paraları
size
verebilirim,
ama
vermem.
Onlar birer lirayı aldılar. Hepsi bakan, m i l l e t v e k i l i . İhtiyaç i ç i n d e l e r . F a k a t s i z i n d u r u m u n u z i y i o n l a r d a n . Siz
senyör-
sünüz. Gazi'nin sofrasmdan yeyip içiyorsunuz. Ne aile ge ç i n d i r i y o r s u n u z , ne de masrafınız var,»
dedi.
A s l ı n a bakarsanız A t a t ü r k ' ü n eli biraz sıkı idi. Çok cö mert
malını milletin
malı
olarak kabul ettiğinden m i d i r nedir, oldukça t u t u m l u
insandı
d i y e m e y e c e ğ i m . Kendi
dav
r a n ı r d ı . S o n u n d a da t ü m m a l ı n ı y i n e m i l l e t e b ı r a k ı p g ö ç t ü . K e n d i s i n d e n s a d e c e o n i k i y ı l d a b i r kez İ s t a n b u l ' a ken yüz
lira
harçlık almışımdır.
Bunu
kendisi
vermişti.
Öbür aldıklarım küçük bayram harçlıklarıydı. Burada bile
gider sözü
edilmez. Atatürk —
yatmağa
«Meğer
gittikten sonra İbrahim'e
biz s e n y ö r m ü ş ü z
de
haberimiz
dönüp: yokmuş.
Keski s e n y ö r o l m a s a y d ı k d a , o p a r a l a r b i z d e k a l s a y d ı , » d i ye takıldım.
KÖYLÜNÜN
GÜZEL bir sonbahar günü Etimesut Ç i f t l i ğ i n e tik.
Atatürk
otomobilden
inip, biraz y ü r ü m e k
de arkasmdan gidiyorduk. Yaverleri
ve
köşk
EŞEĞİ
gitmiş
istedi.
Biz
polisleriyle
arkasındaydık. O sırada karşı patikadan eşeğiyle bir
köy
lü b e l i r d i . Ben Foks'Ia o y n a ş t ı ğ ı m için biraz g e r i l e r d e
kal
mıştım. Atatürk'ün
köpeği
her zaman yaptığı gibi
Foks, yabancıyı
havlayarak
vanı t u t m a k i s t e d i m s e de
görür
görmez
üzerine saldırdı.
Hay
başaramadım.
Bir anda ne o l d u ğ u n u anlayamayan k ö y l ü , e l i n d e k i s o payı olanca hızıyla Foks'a doğru salladı. Bereket sopa hay vana g e l m e d i . Hemen köylünün yanına k o ş t u m : —
" S e n ç ı l d ı r d ı n m ı b e a d a m ? » d i y e ç ı k ı ş t ı m . «Şu s o
pa f ı r l a t t ı ğ ı n k ö p e k
kimin biliyor
musun?»
Köylü dikleşerek sordu: «Ne olmuş —
«O köpek Gazi'nin
Bunu duyunca
sanki?»
köpeği...»
köylünün
korkudan
sıvışacağını
san
m ı ş t ı m . İstifini bile bozmadı. Sonra şu b e k l e n m e d i k karşı lığı v e r d i : —
" O G a z i ' n i n k ö p e ğ i y s e , b u da b e n i m e ş e ğ i m . Gazi
bir köpek daha b u l u r a m a , ben bir e ş e k daha
alamam.»
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM O sırada, geçenlerden türk, uzaktan köylüyle
lü,»
229
habersiz, yürüyüş yapan
tartıştığımızı
Ata
duymuş:
—
«Ne oluyor orda?» diye s e s l e n d i .
—
«Eşeğin kendisine ait olduğunu söylüyor
bu
köy
dedim. Yanına
gelince de
olayı başından sonuna dek
tım. Atatürk söylediklerimi s a n m ı ş t ı m . Başını —
dikkatle
dinledi.
anlat
Kızacağını
sallayarak:
«Köylü d o ğ r u s ö y l e m i ş , » d e d i . « G e r ç e k t e n de öy
le. Bir daha n e r d e n e ş e k
bulacak?»
TAYYARE
PİYANGOSU
BİR al<şam s o f r a d a i ç k i ü z e r i n e k o n u ş u l u y o r d u . K a d e h ler
havaya
kalktıkça
çeşitli
görüşler
ortaya
yapan yerli fabrikaların kurulması düşüncesi
atılıyor,
içki
savunuluyor
d u . Önce bir bira fabrikasının kurulması tartışılmağa- baş landı. Bira fabrikası yapılsın, güzel. A m a gerekli nereden
yatırımı
bulacağız?
Atatürk, sermaye konusunda ileri sürülen istekleri gü lümseyerek dinliyordu. Sonunda hiç
birini gözü
tutmamış
olacak k i , son u m u t olarak bir «Tayyare Piyangosu»
bileti
alınmasına karar v e r i l d i . Yaverler, sofracılar, ahçılar
onar
liralık
bilet aldılar. Bütün biletlerin
parasını
da
Atatürk
verdi: —
«Kimin şansına çıkarsa, bununla bira fabrikası k u
racağız,»
dedi.
O gece otuz-kırk kadar bilet alınmıştı. Birkaç gün s o n ra p i y a n g o
ç e k i l d i . Fakat — A t a t ü r k ' ü n
a l d ı ğ ı da
hiç birine bir şey ç ı k m a d ı . Yalnız b e n i m b i l e t i m e
içinde— amorti
ç ı k m ı ş t ı . A t a t ü r k , y i n e bir g e c e sofrada b i l e t l e r i n ne o l d u ğunu sordu. Sonucu öğrendikten sonra da: —
«En ş a n s l ı
hepimizi geride
adam
bıraktı.»
Çelebi'ymiş,»
d e d i . «Bu
yarışta
EDVAR B İ Y A N G O
1929 y ı l ı n d a A n k a r a ' y a
Arjantin'den
ORKESTRASİ
bir müzik
toplu
luğu g e l m i ş t i . Edvar Biyango O r k e s t r a s ı adını taşıyan toplulukta
i k i e r k e k , b i r kız v a r d ı . S ı c a k k a n l ı , c a n a
insanlardı. Çikolata
rengi
kız ş a r k ı
söylüyor,
bu
yakın
çocuklarsa
k e m a n ve gitar çalıyorlardı. Bir g e c e Edvar Biyango O r k e s t r a s ı M a r m a r a gelmiş, Atatürk'ün
önünde
bir
konser
Köşküne
veriyordu.
Birçok
güzel melodiler çalındı. O sırada Vâsıf Çınar, Lâtin
Ame
rikalı müzisyenlere: —
«Bizim
İstiklâl
Marşımızı
çalabilir
misiniz?»
diye
sordu. —
«Deneyelim,»
Keman
dediler.
çalan genç
üç
kez d i n l e d i k t e n s o n r a
İstiklâl
Marşını k e m a n i y l e çalmağa başladı. H e m ne çalış. Herkes dikkat kesilmiş, kemanın çıkardığı sihirli nağmeleri
dinli
yor. İstiklâl Marşını hiç de kemandan d i n l e m e m i ş t i m . de
güzel o l u y o r m u ş . Gözüm A t a t ü r k ' t e
hoşuna gittiğini
uzaktan hareketlerinden
i d i . O n u n da seziyordum.
Arjantin Tangoları o zaman çok modaydı. ise bir Arjantin
Orkestrası
Ne çok
vardı. Tangoların
Karşımızda biri
bitiyor,
232
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Öbürü b a ş l ı y o r d u . C o ş k u n l u k s o n h a d d i n e v a r m ı ş t ı . adı h a t ı r ı m d a
kalmadı. Çok ahenkli bir
Şimdi
tangoyu
dinleyen
« Ç o k g ü z e l , ç o k g ü z e l , » d e d i . «Bir d a h a
çalsınlar,
Atatürk: — söyle.» Hemen koşup Atatürk'ün emrini
ilettim. Yeni
baştan
başladılar çalmağa. Ne güzel, ne eşsiz günlerdi onlar. daha g e r i g e l i r m i hiç? Ne gezer.
Bir
V İ Y A N A ' D A N GELEN KOLTUK
VÎYANALI
mimar
Horsmayster'in
Viyana'dan Ankara'ya gelmiş,
yaptığı
Çankaya'da
mobilyalar
yeni
yapılan
köşke k o n m u ş t u . Hepsi birbirinden güzel ş e y l e r d i . Pembe Köşkte o kadar güzel d u r u y o r l a r d ı k i . Ne yazık k i . Viyana' nin
havasıyla
Ankara'nın
havası
birbirine
uymadığı
gelen mobilyalar bozulmuş. Kuru hava, g e ç m e
için
mobilyala
rın e k l e r i n i açmış... M a s a l a r k u l l a n ı l a m a d ı . T e s t e r e y l e p i m lerini kestilerse de, sonunda
bir işe yaramadığı
Viyana'dan gelen eşyalar arasında A t a t ü r k ' ü n
görüldü. oturma
s ı i ç i n ö z e n l e y a p ı l d ı ğ ı b e l l i o l a n b i r d e k o l t u k v a r d ı . Bu büyük koltuğu kapıya koyduk. A t a t ü r k u y u y o r d u . Uyanınca O'na sürpriz
yapacaktık.
Atatürk'ün
uyumasını
fırsat bilip hemen
koltuğa
r u l d u m . Ne güzel, ne rahat k o l t u k t u öyle. Sanki
ku
kemikle
rim dinlendi. Kalkmak bile istemiyordum. Atatürk
uyanınca
koşup,
yeni
koltuğunun
söyledim. Gelip koltuğa oturdu. A m a oturmasıyla sı b i r o l d u . Y ü z ü n ü e k ş i t e r e k : —
«Hiç de rahat değil,» d e d i .
geldiğini kalkma
234
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Paşam, biraz önce t e c r ü b e
t u m . Bana r a h a t — uzak
gibi
geldi,»
etmel< i ç i n
oturmuş
dedim.
«Bizim eski koltuklar daha rahattı. Ne vardı
yerlerden
getirtecek,»
daha da o koltuğa o t u r m a d ı .
dedi.
Koltuğu
kaldırdık.
bunu Bir
RÜŞVET V E R D İ Ğ İ M İ
DIŞARDA Atatürk'ün yanmda çalrştığımı saklar,
kimliğimi
belli
etmemeğe
DUYUNCA
çok
zaman
çalışırdım. Trende,
va
p u r d a yarenlik edip de k i m o l d u ğ u m u soran çıkarsa, t i c a rethanelerde duyanlar,
çalıştığımı
benimle
söylerdim.
serbestçe
Çünkü
Atatürk
konuşmağa çekiniyorlar,
adını or
t a l ı k t a r e s m î b i r h a v a e s m e ğ e b a ş l ı y o r d u . Bir, g ü n e n i ş t e m le A n k a r a ' d a n İstanbul'a iziıili olarak Beşiktaş'ta bir ev a l mağa g i d i y o r d u m . Trende kibar giyimli bir adam, nereden n e r e y e g i t t i ğ i m i , k i m o l d u ğ u m u s o r d u . Nakliye işi yaptığı mı s ö y l e d i m . İnanmayan gözlerle bana baktı. Sonra: ,—
«Öyle
ama
arkasında gördüm,»
ben
sizi
Gazi
—
" E v e t , bazı k e r e l e r Ç i f t l i ğ e
—
«Hayır, her zaman O'nun
Mecbur —
oldum
«Gazi'nin
Çiftliğinde,
Atatürk'ün
dedi. giderdim.» arkasmdasımz.»
sonunda:
hizmetkârıyım,»
dedim.
İstanbul'a gelince Beşiktaş'taki
evle
ilgili tapu
y a p t ı r m a k için Tapu Dairesinde beş lira istediler. oldum
vermeğe. Oysa, Atatürk'ün
söyleseydim, bunu alamazlardı.
hizmetinde
işini
Mecbur
olduğumu
236
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Anl<ara'ya g e l i n c e bir k o n u ş m a sırasında bunu Berber
Rıdvan'a a n l a t t ı m . O da s a b a h t r a ş m d a A t a t ü r k ' e a n l a t m ı ş . Akşam sofrasmda
Atatürk, Maliye
bakanına
damdan
d ü ş e r gibi ş ö y l e s o r d u : —
« Ç e l e b i ' d e n r ü ş v e t a l m ı ş l a r . Bu ne b i ç i m
Bakan bir anda ne d i y e c e ğ i n i
şaşırmış:
—
diye
«Yanlışlık
olacak
Paşam,»
iş?»
kapatmağa
çalış
mıştı. Atatürk durumu benden öğrenmek istedi. Hepsini bir a n l a t t ı m . T r e n d e k i
konuşmayı da n a k l e t m e y i
bir
unutma
dım. Bunun ü z e r i n e A t a t ü r k , bir anısını a n l a t t ı ; Bir gün İtti hatçılar zamanında Selanik'ten
Fransa'ya
kaçıyor.
Bindiği
vapurda yabancı bir kadınla karşılaşıyor. Kadın, A t a t ü r k ' e soruyor: —
« N e iş yaparsınız?»
—
«Gazeteciyim.»
—
«Hangi
gazetede
çalışıyorsunuz?»
Bir g a z e t e adı u y d u r u v e r i y o r o anda. Kadın i n a n m a y a n g ö z l e r l e A t a t ü r k ' ü süzüyor: —
« S e n d e sivil d a v r a n ı ş y o k . askersin.»
—
«Neden?»
—
«Elbisenin altında p a d u f l a . Bu sivil a d a m işi değil
askersin.» Bunun ü z e r i n e A t a t ü r k , asker elbisesini
kadını
kamaraya
götürüyor,
gösteriyor.
A t a t ü r k bu anısını a n l a t t ı k t a n sonra bana s e s l e n d i : —
« Ç e l e b i E f e n d i , s e n i n d e sivil olmadığını
lar,» d e d i . «Fransız kadının
anlamış
b e n i m sivil o l m a d ı ğ ı m ı
anla
dığı gibi.» A t a t ü r k , İ m p a r a t o r l u k t a n bu yana sürüp giden t o p l u m u m u z u n m ü z m i n l e ş m i ş yarası
olan
rüşvet
meselesine
çok kızar v e bunun ö n l e n m e s i n i i s t e r d i . Bir gün yabancı bir f i r m a A n k a r a m ü m e s s i l l i ğ i e l i y l e on t a n e altın sigara
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
tabalosı yollamıştı. Atatürk,
bu
tabakaları
237
sofradakilere
göstererek: —
«Bunu almamız doğru değil a m a alıyoruz. Nezaket
icabı. A l m a s a k ayıp olur. Peygamber bile 'Birbirinizle ahpaplık etmek için hediyeleşin,'»
demiş.
HALKIN EKMEĞİYLE
OYNAMA
ATATÜRK, savaştan yorgun çıkan Türk halkının bir an önce kalkınarak yoksulluktan kurtulmasını, bolluğa
kavuş
masını, insanca yaşamasını isterdi. Yaptığı devrimler, dığı e k o n o m i k
tedbirler
al
hep bu amaca dayanıyordu. Türk
halkının çağdaş düzeye erişmeden gözlerini kapamak
iste
m i y o r d u . Yapılan her işin halkın yararına v e halk için o l masına çalışır, t ü m prensiplerini
bu g ö r ü ş ü n ışığı
altında
ortaya koyup, uygulanmasına çalışırdı. Bir
yaz
mevsimi
İstanbul'a
gelmiştik.
Gece
Dolma
bahçe Sarayında bizimle beraber kalan İstanbul valisi M u h i t t i n Üstündağ, sabah sabah Başbakan İ s m e t İnönü'ye y a pılan günlük işleri anlattıktan sonra şu haberi —
«Paşam, haberiniz olsun. Ekmek fiatını
İ s m e t İnönü, v a l i y e e k m e ğ e ne kadar zam
uçurdu: arttırdık.» yapıldığını
s o r d u . O da b e ş k u r u ş t a n y e d i k u r u ş a ç ı k a r ı l d ı ğ ı n ı s ö y l e d i . İnönü, bu iki kuruşluk z a m m a pek sesini ç ı k a r m a d ı . Olay kapandı sanıyorduk. M e ğ e r fırtına O
gece
sofrada
den sonra Vali mını ortaya
günlük
Muhittin
atıp, buna
daha
başlamamış.
konuşmaların
Üstündağ, yeniden
görüşülmesin ekmek
neden gerek duyulduğunu
zam
bir
bir
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM sıralayaral<
l<enclini
den Atatürk'ün
lıal<lı g ö s t e r m e ğ e
kaşlarının çatıldığmı
239
çalışıyordu
ki,
gördüm. Vali,
İnönü'ye anlattığı ve hiç bir tepki g ö r m e d i ğ i e k m e k mı işinde A t a t ü r k ' ü n de pasif kalacağını sanmıştı
bir
sabah zam
anlaşı
l a n . Bu k o n u d a d a h a a y r ı n t ı l ı b i l g i v e r m e ğ e k a l k ı n c a
Ata
türk birdenbire ciddileşti: —
« N e y a p t ı n ı z V a l i B e y . Bu f a k i r m i l l e t i n z a t e n y e
m e k i ç i n s a d e c e b i r e k m e ğ i v a r . O n a da m ı g ö z
diktiniz?
O n u da mı e l i n d e n almağa kalktınız? Bula bula f a k i r i n ek meğini mi buldunuz
arttıracak?»
Vali kıpkırmızı kesildi. Doğrusu ya böyle bir tepki pek beklemiyordu. —
«Şey efendim...» diye k e m k ü m e t m e ğ e
ki, Atatürk sesini daha da yükselterek şöyle —
«Bizim
millet
başka
milletlere
başlamıştı
konuştu:
benzemez.
Bizim
m i l l e t e k m e k l e b e s l e n i r . Ekmeği kara s o m u n a katık Fakir köylünün yiyeceği mektir. Ekmekten
bir baş s o ğ a n l a , bir s o m u n
ne istediniz?
Ekmek fiatını
nıza, e l i n i z d e n g e l i y o r s a y ü z p a r a y a
indirin...»
eder. ek
arttıracağı
ERTUĞRUL Y A T I N I
ATATÜRK Marmarada
İstanbul'da
yatla
bulunduğu
gezmeğe
bayılır,
sıralar
BATIRIRIM
Boğazda
yorgunluğunu
ve
ancak
b u ş e k i l d e ç ı k a r ı r d ı . Bir yaz g ü n ü a k ş a m ü s t ü y i n e Boğaza doğru bir
gezi d ü z e n l e t t i r m i ş t i . A t a t ü r k
kızmış olacak ki, yanına —
önemli
bir
şeye
girdiğimde:
«Ertuğrul yatını batırırım,»
diye
sertçe
konuşu
yordu. O sırada
Kavakların önüne gelmiştik. Akıntının
etki
s i y l e yat başladı beşik gibi sallanmağa. Herkes: —
«Paşam, hava f e n a , dönelim,» diyor,
—
«Hayır olmaz, Boğazdan çıkalım,» diye d i r e t i y o r d u .
Boğazdan çıkarak
Zonguldak'a gidilmesi
Atatürk:
isteniyordu. Tam
o sırada yatın güvertesinde Seyrüsefain İdaresinin m ü d ü rü Sadullah Beye —
rastladım:
« B e y i m , h a v a ç o k k ö t ü . Bu ş a r t l a r a l t ı n d a g i d e m e
yiz,» d e y i n c e bana g ü l d ü : —
«Biz A t a t ü r k ' e s ö y l e d i k , k ı z d ı . S e n s ö y l e . B e l k i s e
ni dinler,»
dedi.
Bir an d u r a k l a d ı m . A t a t ü r k , dediği d e d i k bir a d a m d ı . Bir
şeye
karar verdi
mi, onun
üzerinde diretmek
boştu.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
241
Fai<at b i r h u y u d a v a r d ı l<i, al<la y a k ı n d i l e k l e r i y e r i n e g e tirmekten
çekinmezdi.
Cesaretimi
nun kapısı önüne g e l d i m . A t a t ü r k ' e
toplayıp,
hemen
salo
damdan düşer gibi:
—
«Paşam, ilerki burundan dönelim mi?»
—
«Peki d ö n e l i m , »
deyince:
dedi.
D o ğ r u s u b u k a d a r k o l a y l ı k l a A t a t ü r k ' ü razı e d e b i l e c e ğimi aklıma g e t i r m e m i ş t i m bile. Onun için birden bire şa ş ı r ı p k a l d ı m . Bir y a n d a n d a s e v i n i y o r d u m . H e m e n venin dibinde heyecanla Beyin yanma —
merdi
benden cevap bekleyen Sadullah
koştum:
«Paşa H a z r e t l e r i i l e r k i b u r u n d a n d ö n m e m i z i
emret
t i , » d e y i n c e S a d u l l a h B e y i n s e v i n ç t e n g ö z l e r i y a ş a r d ı . Ba na ö d ü l o l a r a k b i r m a a ş
ikramiye verilmesi
için
kamara
m ü d ü r ü Muzaffer Beye emir v e r d i . O zaman almış o l d u ğ u m a y l ı k 27 l i r a y d ı . Ö m r ü m d e a l d ı ğ ı m t e k ö d ü l d e i ş t e b u p a radır.
F: 16
BEN DE S İ Z İ N GİBİ
İNSANIM
M O D A koyundayız. Sıcak bir yaz a k ş a m ı . Sakarya m o toruyla bir deniz gezisine çıkmıştık. Mehtabın ilk g ü n l e r i y di. Koyun
manzarası Atatürk'ün çok hoşuna g i t m i ş t i .
nerbahçe'deki
Belvü
demirlenmesini
Gazinosunun
emretti. Motorda Atatürk'ün
arkadaşı vardı. Yabancı bir
başını —
açıklarında
birkaç
yakır»
kimseyi almamıştı. Maksat
şöyle
dinlemekti. Atatürk
«Buraya
geldiğimizi
bize:
kimse
görmesin.
Elektrikleri
de söndürüp kendi kendimize rahat bir şekilde yiyip l i m . M e h t a p da hazır.» Güvertede
Fe
motorun
içe
dedi.
karanlıkta yenilip içilmeğe başlandı. Eşsir
b i r g e c e y d i . F a k a t d a h a o n b e ş d a k i k a b i l e g e ç m e m i ş t i ki., çevremizin sessiz sedasız sandallarla çevrilmekte nu gördük. Güya k i m s e n i n kın baskınına —
uğramıştık. Atatürk
«Karanlığın
anlamı
olduğu
haberi olmayacaktı. Oysa sarıldığımızı
kalmadı.
hal
görünce:
Elektrikleri
yakın,
dedi. Ortalık
ışıyınca
beyaz
yazlık
elbiseleriyle
içinde Atatürk'ün heybetli vücudu, bir
heykel
gecenir»
parlaklığıy
la o r t a y a ç ı k t ı . O a n d e n i z i n o r t a s ı n d a b i r a l k ı ş s e s i
yük-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞ\ \D\M
2A3
seldi. Işıkların yanışıvla bizim orada olduğumuzu başka sandallar
öğrenen
da k a f i l e y e katıldılar. Ö y l e k i , y a r ı m
saat
sonra Sakarya mqtorundan sandaldan sandala basmak su retiyle
karaya
geçilebilirdi.
Atatürk, sevgi gösterisinde bulunan kalabalığa, kendi
konuklarıymış
—
gibi
sormağa
«Size n e i k r a m e d e y i m , n e
Sandallardaki
kalabalık
sanki
başladı: istersiniz?»
arasından sesler
yükselmeğe
başladı: —
«Paşam,
—
«Saz
Bunun
seni
isteriz.»
isteriz...»
üzerine
Atatürk
emir
verdi. Hemen
güzel
bir
saz g e l d i . Halka s u n u l m a k üzere bolca i ç k i , y e m i ş g e t i r t i l di. Sandallardaki
davetsiz konuklara dağıtılmağa başlandı.
Halk A t a t ü r k ' ü
yakından
görebilmek
için
toplanmış,
birbirinin üstüne çıkıyordu. Görülecek manzaraydı bu. Ata t ü r k b i r ara e l i y l e b e n i ç a ğ ı r d ı : —
« R a k ı , ş a r a p n e v a r s a h e p s i n i h a l k a d a ğ ı t . Bana d a
b i r ş i ş e bırak,»
dedi.
Ben de ne kadar
içki varsa, orada
bulunan
herkese
d a ğ ı t t ı m . Y a r ı m bardak kadar rakı kaldı. O sırada f u t b o l c u F a z ı l g e l m i ş t i . K a l a n ı n ı da o n a v e r d i m . Ç o k s e v i n d i : —
«Gazi b i z e r a k ı v e r d i . Y a ş a s ı n be...» d i y e b a ğ ı r m a
ğa başladı. Kalabalığın çemberi ka
gittikçe daralıyordu. Atatürk
hal
dönüp: '— « A l a t u r k a m ı , a l a f r a n g a m ı i s t e r s i n i z ? » d i y e s o r d u . D e n i z kızı E f t a l y a g e l e n e k a d a r m ü z i k ç a l a c a k t ı . H e r
kes ayrı bir şey i s t e d i . Bağırış, çağırış gırla gidiyor. O za man Atatürk, karşısında coşan, sevgi gösterisi yapan hal ka d o ğ r u k a d e h i n i k a l d ı r a r a k —
şahlar gizli beraber
şöyle
konuştu:
«Vatandaşlarım... Buna rakı derler. içerlerdi. Ben açık
içiyorsunuz.
Karşılıklı
Vaktiyle
i ç i y o r u m . Siz d e içiyoruz.
Hepimiz
padi
benimle eşitiz.
244
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI
İDİM
B e n i m için rakı içer, ş u n u bunu yapar diyorlar. Ben bunla rın h e p s i n i yaparım. Hepsi doğrudur. N e t i c e d e
unutmayın
ki, ben de sizin gibi insanım. Sizinkinden bir fazla d e ğ i l dir
yaptıklarım.»
KAFANI
D O L M A B A H Ç E Sarayında
Balkan
Devletleri
KULLAN
heyetleri
için mükellef bir büfe hazırlamıştık. Sofrada bir kuş
sütü
eksikti. Her şey yerli yerinde. Böyle sofraya insan
otur
mağa kıyamaz. Sofraya
bakı
geri
geri çekilerek
yor, bir yandan da k e y i f l e e l l e r i m i
uzaktan
oğuşturuyordum.
Öyle
ya, bu da b i z i m e s e r i m i z , ne de olsa. Tam o sırada A t a türk çıka şeyler
geldi, Sofraya
atıştırmağa
hazır
şöyle
b i r göz a t t ı k t a n
—
«Bize b i r ş e y y o k m u ? » d i y e s o r d u .
Az
sonra
konuklar
sonra
bir
vaziyette:
gelecekti.
Sofra
bozulmasın
diye
hernen A t a t ü r k ' ü n önünde e ğ i l d i m : —
«Balkona buyrun, oraya getirsinler,»
dedim.
O y s a sofrada her şey v a r d ı . H e m de hazır, y e n i l e c e k cinsten. Atatürk'ün birden yüzü değişti: —
«Ya... D e m e k ö y l e . B i z i m b u r a d a y i y e c e k , i ç e c e ğ i
miz yokmuş,» diye söylendi. «Balkona g i d e l i m , oraya
g3-
tirilecekmiş...» A t a t ü r k , bu sözleri yanında bulunan Fethi Okyar, M e c lis Başkanı Kâzım Özalp, başyaver Celâl'e dönerek
söyle-
246
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
misti.
Onlar
balkona
yönelirlerken,
başyaver
bana
dönüp
mu?»
diye
yavaşça: —
« Ç e l e b i , ne y a p t ı n , b ö y l e
konuşulur
söylendi. —
«Ne
yapalım. Sofranın
kenarı
güllerle
işlenmiş.
Ş i m d i oturdular m ı , işin zevki kalmayacak. Bozuldu m u ayıp olacak. Kockoca sonra
Balkan
Devletleri
t e m s i l c i l e r i . Ne
derler
arkamızdan.»
Atatürk'e düm. Ama —
o an b i r ş e y
ikram
edemediğim
için
üzül
sonra:
«Boş v e r
kapanır, sofrada
Cemal. Yemediği bir
iyi o l d u . Sonra
şey yiyemezdi,»
diye
kendi
iştahı
kendimi
avuttum. Saat y i r m i y e doğru davetliler geldiler. Salondaki tukların
hepsini
kol
dışarıya t a ş ı m ı ş t ı m . Fakat koltuklar
yet
m e m i ş t i . En s o n R u k i y e H a n ı m g e l d i . K o l t u k l a r b i t i n c e a y nı r e n k t e o l s u n d i y e k ı r m ı z ı H e r e k e k u m a ş ı n d a n b i r
san
dalye getirdim. Böylece takım bozulmamış oluyordu. Ata türk bunu görünce sordu: —
«Niye koltuk
—
«Koltuk bitti. Aynı desenden sandalyesini verdim.»
Atatürk
vermiyorsun?»
sinirlenmişti:
—
«Hayvan kafanı kullan, koltuk ver,» dedi
—
«Aynı renk olsun diye sandalye g e t i r m i ş t i m
efen
dim.» Tekrar:
«Hayvan kafanı kullan,»
dedi.
Bu s ö z l e r e ç o k c a n ı m s ı k ı l d ı . G e r ç i a r a d a s ı r a d a a l ı ş kanlıkla bu hitabı i ş i t m i y o r d e ğ i l d i m . Fakat nedense bu kez bana d o k u n m u ş t u . Koşa koşa
yukarı
çıktım. Kendimi
tamayıp başladım koca adam hüngür hüngür Az sonra eski başyaver Naşit yanıma
geldiler:
—
«Niye
—
«Hayvan
ağlıyorsun?» dedi.»
tu
ağlamağa.
Cevat Abbas'la, ikinci
yaver
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Bize h e r g ü n
eşşoğlu
247
e ş e k eliyor.
Darılıyor
mu
yuz? Ne var d e d i y s e . Hayvan mı o l d u n h e m e n . Nazik, ter biyeli adam. Hepinizi de çok seviyor. Sevmese
bunca yıl
yanında t u t a r mı? A m a arada bir b ö y l e k o n u ş u y o r . Ne var alınacak. Koskoca reisicumhur. Her şeyi O n l a r g i t t i l e r . Ben d e a ş a ğ ı tesi
i n i p y a t m a ğ a g i t t i m . Er
gün kaçıp g i t m e k en iyisi diye Biraz k e s t i r d i k t e n
söyler.»
düşünüyordum.
sonra sabaha karşı saat
üçte
tek
rar u y a n d ı m . A t a t ü r k ' ü s o y m a ğ a m e c b u r d u m . Oda h i z m e t kârı k o v u l m u ş , y e r i n e ben bakıyordum. Saip, sabah işe gelemediği
için bir g e c i k m e
yüzünden
kalkıp
kovulmuştu.
Ç o k güzel, paşazade gibi kibar bir ç o c u k t u . Fakat on beş gün sonra tekrar işe aldılar. İşte o gece kendi işim y e t m i y o r m u ş gibi, onun işini de ben g ö r ü y o r d u m . Gerçi gören Vasfiye, İJlfet, G ö ç m e n ama, benim işim O'nu Yavaşça
Fatma
yatağa kadar
hizmet
gibi hanımlar
vardı
götürmekti.
sofraya yaklaştım. Konukların
hepsi
gitmiş
ler, beş kişi yandaki masada poker o y n u y o r l a r d ı : A t a t ü r k . R e c e p P e k e r , N u r i C o n k e r , A d a l ı A y ş e H a n ı m , Rize M e b u su Hasan C a v i t , Tahsin Hangisinin
nerede
Üzer. Bugün gibi hepsi
oturduğu
gözlerimin
narda durup, oyunlarına bakıyordum —
«Beni
lâzım olduğun Birkaç
bırakıp kaçarsın
aklımda.
önünde... Bir
ki, beni
ke
gördü:
değil mi? H e m de en
çok
zaman.»
saat önce
elimi
smokinimin
yeleğine
takmış,
hem ağlıyor, hem gidiyordum. M e ğ e r görmüş benim gitti ğ i m i . Oysa ben farkında bile değil
sanıyordum.
—
« P a ş a m . . . Şey...» d i y e c e k o l d u m .
—
«Hayvansın, nereye gitsen yine hayvansın,»
Oyun bitti. Peşinden y ü r ü d ü m . Yatarken zile bastı. Famdöşambr
Odasına
geldi. Bizim
girip işimiz
dedi. yattı. bit
m i ş t i . Dönüp y a t m a ğ a g i t t i m . Büyük adama hizmet ne zor du Yarabbi...
ARMUT
DİLİMİ
BİR yaz y i n e l s t a n b u l ' d a y d ı l < . Büyül<ada Y a t K u l ü b ü n d e bir balo
veriliyordu. Sofra hazırlanmış, konuklar
almışlardı. Neşeli
yerlerini
bir hava içinde g e ç e n y e m e ğ i n
doğru Atatürk meyva
sonuna
istedi. Yemek pek yemezdi, çerezle
idare ederdi. Meyvaya
i s e d ö n ü p b a k m a z d ı b i l e . Başı b o ş
d e ğ i l d i m e y v a y l a . Bu y ü z d e n m e y v a i s t e y i ş i n i b i r a z karşıladım. «Hangi
dağda
kurt
öldü acaba?»
garip
diye
aklımı
yorarak, hemen meyva tabağından bir armut aldım. Sürat le s o y u p yedi.
üç-dört
Konuşmaya
dilime
ayırdım. Önüne
daldı. Ne
koydum.
İştahla
kadar zaman g e ç t i , b i l e m i y o
rum. Yeniden seslendi: —- « Ç e l e b i E f e n d i , m e y v a Yediğini
unuttu
dim...» deyince —
getir.»
sandığımdan
mı ne,
«Yediniz
efen
sana mı s o r d u m . Gene
istiyo
kıyamet koptu.
«Hayvan, yediğimi
rum...» Ben hayretler içinde resindekilere —
«Ben
yeni bir armudu soyarken,
çev
döndü: böyle
söylüyorum
ama,
siz
aldırmayın.
Bu
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Konya
Çelebisi'dir.
Bal<mayın
böyle
söylediğime.
k e r l i k t e n gelen alışkanlıkla bazen böyle sözler ruz. Bunlar b e n i m
askerlerim...»
249 Biz
as
sarfediyo-
DAVULLU
DOLMABAHÇE sofrasındaydıl<...
Sarayında
Davetliler
Hususi
yerlerini
Dairede almışlar,
OPERA
bir
ai<şatn
henüz
her
h a n g i b i r k o n u ü z e r i n d e t a r t ı ş m a a ç ı l m a m ı ş t ı . Radyo a ç ı k . . Sözüm ona şarkılar çalmıyor diye parazit
ama, ikide
bir «dom
dom,»
yapıyor.
Başsofracı
İbrahim:
—
«Ne o C e m a l , ne oluyor?» diye s o r d u .
—
«Ne olacak. Radyo d e ğ i l , 'davullu opera'...» d e d i m .
Bu s ö z ü m ü z e r i n e i k i m i z d e g ü l ü ş t ü k . A t a t ü r k ' ü n zünden
kaçmamış
gülüşümüz.
Meğer
kârlarını izliyormuş. Gülüşmemizden
gözucuyla
gö
hizmet
huylanmış olacak ki.
beni yanına ç a ğ ı r d ı : —
"Ne gülüşüyorsunuz?» diye sordu.
B e n d e a n l a t t ı m . R a d y o d a k i p a r a z i t e ad t a k t ı ğ ı m ı , d a vullu opera dediğimi, falan filân... Benim
sözlerime
inanmamış
olmalı
ki, bu
h i m ' i ç a ğ ı r d ı . A y n ı s o r u y u o n a da s o r d u : « N e
kez
İbra
gülüşüyor
sunuz?» O da a y n ı ş e y l e r i a n l a t ı n c a y a l a n s ö y l e m e d i ğ i m i z i a n ladı. K i m b i l i r , belki de s o f r a d a k i l e r l e alay e t t i ğ i m i z i , i ç k i -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
251
l e r i n e g ü l ü ş t ü ğ ü m ü z ü s a n m ı ş t ı . Ö y l e o l s a y d ı hapı y u t a r d ı k . Atatürk
bizleri yalan s ö y l e m e d i ğ i m i z , dalkavukluk
yapma
d ı ğ ı m ı z , h e r ş e y i a ç ı k açık ö n ü n d e k o n u ş t u ğ u m u z i ç i n s e v e r d i . Yoksa o n u n h i z m e t i n d e on iki yıl barınabilir Davullu Opera sözü hoşuna g i t m i ş . O —
miydik?
gece:
«Açın şu davullu operayı, dinleyelim,» deyip durdu.
KİMSE O N U N KADAR GÜZEL ALLAH
DİYEMEZ
DİN konusunda A t a t ü r k ' ü n tam anlamıyla laik söylenebilir.
Kimsenin
inancına
karışmaz, dindar
olduğu kişilere
s a y g ı g ö s t e r i r , y o b a z l a r a , s o f t a l a r a ç o k kızar, d i n k a v r a m ı nın s ö m ü r ü l m e s i n e i z i n v e r m e z d i . A l l a h v e P e y g a m b e r k o nuları, Atatürk'ün yanında
tartışma
konusu
yapılamazdı.
O n u n için dindar bir a d a m d e n e m e z . Bir g e c e s o f r a d a Pey gamber
üzerine
bir
konu açılmıştı. Atatürk'ün
dindar
madığını bilenler, O'na yaranmak için Peygamberi şekilde konuşmalar yapıyorlardı. Atatürk, bu dan sıkıldığını —
belli e t t i . Elini masaya
«Bu b a h s i
Konuşmalarında din sorununa adeta
kendine
konuşmalar
indirerek:
kapatın... Peygamberleri
terseniz, kendiniz küçülürsünüz,»
ol
küçültür
küçültmek
is
dedi. değindikçe
ç e k i d ü z e n v e r i r d i . Bu k o n u d a
ciddileşir, düşüncesini
açmazdı. Atatürk, namaza
Harbiye'de okurken, abdestsiz
giderlermiş. Orduya
den cepheye
koşmaktan
katıldıktan
olarak
toptan
sonra da
cephe
namaz kılmağa vakit
Anlattıklarına göre II. Abdülhamit'e genç
bulamamış.
subaylar
el
öp
m e ğ e g e l i r m i ş . P a d i ş a h el v e r m e z , b i r p a ç a v r a s a l l a r , g e -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
253
l e n l e r o n u ö p e r i e r m i ş . B i r g ü n l ı u z u r a g e n ç b i r s u b a y çıl<m ı ş . Paçavra f a l a n ö p m e m i ş . Bir s e l â m çakıp, s o l d a n geç m i ş . Padişah: —
«Kim
—
«Mustafa Kemal,»
bu adam?» d i y e
—
«Sürün
bu
Abdülhamid
sormuş.
demişler.
adamı.»
O'nu
sürünce
bir
cuma
namaza
gider.
H e m de alayla. Sultan Hamid'in Yıldız Sarayına gidişi gibi.. Cumhuriyet'in
ilânından sonra
din ve devlet
işlerini
birbirinden ayırınca rahat bir nefes almıştı. Lâikliği çevre sindekilere
aşılamağı
duğum süre
içinde
başarmıştı.
hiç namaz
Benim,
yanında
kılmadı. Oruç
bulun
da t u t m a d ı .
Ramazanlarda içki içer, f a k a t Kadir G e c e s i ağzına k a t r e s i ni k o y m a z d ı . K a d i r g e c e l e r i s o f r a b i l e k u r d u r m a z d ı . S a y g ı s ı b ü y ü k t ü . Bazen m e v l i t d i n l e d i ğ i d e o l u r d u . S o f r a d a
Ha
fız Yaşar Beyin M e v l i d i n i
Mi
raç
bölümünde
saygıyla dinlerdi. Mevlidin
«Göklere çıktı
Mustafa,»
denince
gözleri
yaşarırdı. O zaman h e m e n kolonya g ö t ü r ü r d ü k . İnanışı sa m i m i y d i . Bence A l l a h ' a
inanıyordu.
Ö y l e «Allah» derdi ki yalnız kalınca, O'nun gibi se diyemez. Herkes çekilip yapayalnız bakar, kendi diyen adam
kendine
«Allah»
kalınca
derdi. Böyle
kim
gökyüzüne
güzel
«Allah»
yoktur.
Atatürk'e
geri
kafalı softalar, yobazlar
«dinsiz»
de
m i ş l e r d i . Oysa kasıtlı olarak yapılan bu yakıştırma, düpe düz bir iftiradan başka bir şey Bir gün sofrada —
olmamıştı.
çevresindekilere:
«Bana A l l a h ı n b ü y ü k l ü ğ ü n ü
anlatır
mısınız?»
diye
sordu. Konuklar birer birer, Allah'ı
nasıl
anlayabildiklerini
anlattılar. Ç o ğ u ipe sapa gelmez ş e y l e r d i . Hepsini
dikkat
le d i n l e y e n A t a t ü r k : —
«Hepiniz Tanrı'yı
ayrı
ayrı g ö r ü y o r
ve
büyütüyor-
254
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
sunuz. Anlaşılan A l l a h , herkesin
kafası
kadar
büyüktür,»
dedi. Bir yaz a k ş a m ı D o l m a b a h ç e S a r a y ı n d a k a d ı n l ı
erkek
li o t u z k a d a r ç a ğ r ı l ı v a r d ı . P r o t o k o l Ş e f i Saf e t t i Z i y a B e y i n yemek masasındaki yerlerin şemasını önceden şekilde
konuklar
yerlerine
oturdular.
Fakat
hazırladığı
Atatürk,
resmiliğin çabucak farkına vardı ve herkesle eşit
bu
şekilde
ilgilenerek k i m s e n i n hatır v e gönülü kalmamasına çalıştı. Sekiz dokuz saat süren y e m e k sona e r e r k e n salonunun
büyük
muayede
kapısının parmaklıkları arasından
doğuyordu. Eşine çok
az r a s t l a n a n m u h t e ş e m b i r
güneş manza
raydı bu. A t a t ü r k ' ü n bir işaretiyle manevî kızlarından
Ne-
bile Hanım, sandalyesinin üzerine çıktı. İnce endamıyla b i r h e y k e l i a n d ı r ı y o r d u . B a ş l a d ı s a b a h ezanı o k u m a ğ a . A h e n k l i bir ses geniş salonda
yankılandı.
A t a t ü r k başını yukarı d o ğ r u kaldırmış, kendinden
geç
m i ş b i r h a l d e e z a n ı d i n l i y o r d u . Bir a n g e l d i , y a n a k l a r ı n d a n yaşlar süzülmeğe
başladı.
İÇKİYE ALIŞAN
A T A T Ü R K , bazı
kimselerin
sandığı
gibi
içki
HOCA
için
hiç
i k i m s e y i z o r l a m a z d ı . Bu y ü z d e n s o f r a s m d a i ç k i i ç m e y e n d i n a d a m l a r ı , bilginler de b u l u n u r d u . Kendisi içtiği halde s e n i n g ö n l ü n ü n k ı r ı l m a s ı n a razı o l m a z , i s t e m e y e r e k ladığı
insanın da sonradan
gönlünü
alırdı.
İçkiyi
kim hırpa
içtikten
s o n r a sanki vahiy g e l i y o r d u . İçmediği zamanlar sakin, say g ı l ı , ç e k i n g e n , kibar bir salon adamıydı. İltifat e t m e s i n i de çok
iyi
biliyordu. Yalana
yaşamında
ve
riyaya
katlanamıyordu.
da ç o k s a k i n o l a n A t a t ü r k ,
sonra vahiy geliyordu. Peygamberler o zaman v e r i y o r d u . Hepsi de isabetli
üç k a d e h
gibi. Bütün şeylerdi.
Özel
içtikten kararları
Devrimle
r i n çoğunu ayık kafayla yapmağa kalksaydı, belki de başa ramazdı. Yaptıkları delice, cesaret
isteyen şeylerdi. Tutu
c u u l u s t a n f e s i , çarşafı çıkarıp at, alfabeyi yıllardır delice
alışılagelmiş cesaretin
gelenekleri
örnekleriydi.
ortadan
Kararları
değiştir, kaldır.
önceden
yüz
Bunlar veriyor,
s o n r a « Y a p ı n » d i y o r d u . Y a p a c a ğ ı m d e d i k l e r i n i n h e p s i n i bu yüzden yapmıştır. Bunun için her akşam kurulan içki rası, bence saygı duyulması gereken bir
sof
yerdir.
Bir gece sofrada konuklar arasında A m a s y a Tarihi ya-
256
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
zarı H ü s e y i n H ü s a m e t t i n E f e n d i d e b u l u n u y o r d u .
Hocanın
bir şey almadığını gören A t a t ü r k : musunuz?»
dedi.
H ü s a m e t t i n E f e n d i , b u n u n ü z e r i n e bana b i r l i m o n a t a
—
«Hoca Efendi, bir şey
getir
m e m i söyledi. Bunun üzerine —
almıyor Atatürk:
«Allah, A l l a h . Burası içki s o f r a s ı . Hiç limonata olur
mu? Rakı, bira içmez m i s i n i z ? » d i y e s o r d u . Hoca ezildi, büzüldü. Sonra kararında ısrar —
«Hayır e f e n d i m , limonata
—
« H a y h a y , siz b i l i r s i n i z , » d e d i v e t e k r a r
etti:
içeceğim,» deyince Ata
türk: konuşulan
konuya döndü. Hüsamettin
Hoca, getirdiğim
limonatayı
içtikten
ra g ö z l e r i m a s a d a k i m e z e l e r e t a k ı l d ı . A n l a ş ı l a n gidecek
bir şeyler
limonataya
a r ı y o r d u . Bu d u r u m A t a t ü r k ' ü n
gözün
den kaçmadı. Öyle hassas, öyle zekiydi ki, bu gibi zaten gözünden hiç kaçmazdı. H e m e n bana — tir.
«Şu zata l i m o n a t a s ı y l a y i y e b i l e c e ğ i
Baksana
aç
son
şeyler
seslendi: bir şeyler
ge
Hocanın önüne bir tabak bisküvi,
be-
kalıyor.»
Bunun üzerine tonsale gibi şeyler
g e t i r d i m . Bunlar
Hocanın çok
hoşuna
g i t t i . H e p s i n i b i r d e n y e d i . A n l a ş ı l a n k a r n ı ç o k a ç t ı . Bir t a bak daha g e t i r d i m O
gece
arkasından.
Atatürk'ün
içkisini
reddeden
Hüsamettin
Efendi'nin bir s ü r e sonra y i n e bir başka s o f r a d a bira y u dumladığını görünce
gözlerime
me «Her halde Hoca Efendi
inanamadım. Kendi
içkinin haram
sonunda anladı,» d e d i m . H ü s a m e t t i n eşsiz sofrasının
etkisinde
kendi
olmadığını
Efendi, Atatürk'ün
kalmış, burada
içkisiz
en o
oturula-
mıyacağını ve sohbet edilemiyeceğini kavramış ve sonun da h a c ı l ı ğ ı , h o c a l ı ğ ı b i r y a n a b ı r a k ı p , p e r h i z i Ne m u t l u ona...
bozuvermişti.
Y Û Ş A HAZRETLERİNİN
ATATÜRK, Beykoz'da
Harbiyede
Yûşa
Şeyh de O'na
Efendi
öğrenciyken
Dergâhınrn
ve beraber
hafta
şeyhine
DERGÂHI
tatillerini
konuk
gider,
gelen öbür gençlere okulu bı
rakmamalarını, okuyup büyük adam olmalarını
öğütlermiş.
Atatürk, bunu hiç u n u t m a m ı ş . Boğazdan her geçişimiz de
başını
Beykoz'un
üstündeki
Dergâha
doğru
çevirerek
eski anıları tazeler v e bize: —
«Eğer b i z e Ş e y h H a z r e t l e r i o k u m a a ş k ı
vermesey
di, halimiz nice olur?» der d u r u r d u .
F: 17
RİFAT H O C A ' N I N
MİLLÎ birinin
Mücadeleye
ağzından
katılmış
dinlemiştim:
Atatürk'ün 19 M a y ı s
BAĞIŞI
yakınlarından
1919...
Atatürk
K u r t u l u ş Savaşına başlamak üzere S a m s u n ' a ayak basmış t ı . B i r y a n d a n iç v e d ı ş d ü ş m a n l a r l a s a v a ş ı r k e n , b i r y a n d a n da hastalıklarla
uğraşmaktadır.
Böbreklerinden hasta olan A t a t ü r k , Bafra ılıcada v e Havza'da t e d a v i zurum
Kongrelerinden
yakınlarında
altına alınmıştır. Sivas ve
sonra Ankara'ya dönüyor.
Er
Bu s ı r a
d a A l i F u a t C e b e s o y , bazı y a r d ı m l a r d a b u l u n m u ş t u r . V a h i d e t t i n ' i n k e n d i s i n e v e r m i ş o l d u ğ u y o l l u k l a r ı n da s o n u g e l m i ş t i . Elde avuçta beş para k a l m a m ı ş t ı . N e r e d e n para bulunacağı d ü ş ü n ü l ü r k e n D i y a n e t Başkanı Rıfat Hoca
çıkageliyor.
Hemen cebinden bin
İşleri lira
çıkarıyor ve A t a t ü r k ' e : —
«Paşam, ş i m d i sizin paraya ihtiyacınız
vardır.
günlük bu kadar t e m i n e d e b i l d i m . Kusura bakmayın,» parayı —
Bu diye
uzatıyor. «Bu p a r a y ı
hiç
unutmam,»
sırası geldikçe övünerek sözederdi.
der ve
Rifat
Hocadan
FELAH YERİNDE
KALSIN
YEPYENİ b i r Türl<iye l < u r u l m u ş t u . Bir y a n d a n
savaşın
yaraları sarılıyor, bir yandan d e v r i m l e r birbirini du. Şapka d e v r i m i , harf d e v r i m i d e r k e n , dilin
l<ovalıyor-
sadeleştiril
mesi ve yabancı sözcüklerin Türk dilinden arınması
işine
s ı r a g e l m i ş t i . Bu a r a d a e z a n ı n da T ü r k ç e o k u n m a s ı ü z e r i n d e d u r u l u y o r d u . Bu d e v r i m d e b a ş a r ı l m ı ş t ı s o n u n d a . A r t ı k m ü e z z i n l e r m i n a r e d e « A l l a h - ü E k b e r » y e r i n e «Tanrı u l u d u r » diye sesleniyorlardı. Ezanın T ü r k ç e o k u n m a s ı n ı n k a r a r l a ş t ı r ı l ı ş ı s ı r a s ı n d a d i n adamlarıyla, hafızlarla çeşitli görüşmeler yapılmış, onların da d ü ş ü n c e l e r i a l ı n m ı ş t ı . Ezandaki
bütün Arapça
sözcükler
atıldığı
halde
«Fe-
lâh»a b i r k a r ş ı l ı k b u l u n a m a m ı ş t ı . « H a y d i f e l â h » ı n n a s ı l d e ğiştirileceği tartışılıyor, fakat k i m s e bunun karşılığını lamıyordu.
Felah,
kurtuluş anlamına g e l i y o r d u . «Haydi
bu kur
tuluş» dense, bu d e y i m çok garip kaçacak, d i n i n kutsallığ ı y l a da b a ğ d a ş a m a y a c a k t ı . K u r t u l u ş d e n i n c e a k l a İstanbul'da
Rumların çoğunlukta
bulunduğu
hemen
eski
Tatavla
Bu
konuda
semti geliyordu. Son
çare
olarak
Atatürk'e
başvurdular.
260
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
ileri sürülen düşünceleri teker teker dinleyen AtatiJrk
de
«Felâh»a bir karşılık b u l a m a m ı ş olacak k i : —
«Bu da
Felah
kalsın,» diye bu içinden çıkılmaz g i
bi görünen işi sonuca bağladı.
SON HALİFENİN
GÖZYAŞLARI
CUMHURİYETİN kuruluşundan sonra Halifelik de dırılmış, son
Halife A b d ü l m e c i t bin-i
y u r t t a n k o v u l m u ş t u . 1924 y ı l ı
mart
Abdülaziz ayında
Efendiyi bir gece birdenbire y u r t t a n ayrılmağa
kal
Efendi
Abdülmecit zorlamışlar,
o n u n i k i g ü n h a z ı r l ı k y a p m a k i ç i n i s t e d i ğ i izni b i l e . B ü y ü k M i l l e t M e c l i s i n d e n ç ı k a n k a n u n u k e n d i s i n e g ö s t e r i p , «da kika tehiri mucibi Abdülmecit
idamdır,» gerekçesiyle
vermemişlerdi.
Efendiyi Çorlu istasyonuna kadar
otomo
b i l l e g ö t ü r e n ş o f ö r ü M u s t a f a , o olayı sonradan bana anlat m ı ş t ı . Ben b u r a d a y a z ı l a r l a i l g i s i b u l u n d u ğ u n d a n dan
anlatma
geçemeyeceğim: Abdülmecit
«Millî
Efendi, emri
irade»ye boyun
üzüntüyle
dinledikten
sonra
eğerek dört karısı, bir odalığı, ço
cukları D ü r r ü ş e h v a r ve Ö m e r Faruk'la p e r d e l e r i inik üç ay rı k a p a l ı o t o m o b i l e b i n d i r i l i p Ç o r l u ' y a g ö t ü r ü l ü y o r . H e r h a n gi bir olayın çıkmaması için de Sirkeci'den t r e n e bindiril miyor. Yolda A b d ü l m e c i t Efendi —
şoförüne:
«Mustafa, sen de benimle gelir misin?» diye so
ruyor. Mustafa, efendisinin
gidişinden
çok
üzüntülüdür.
Fa-
262
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
l<at o n u kırmal< da i s t e m i y o r . Ö y l e y a b i r b i r l e r i n i b i r d a h a hiç
göremeyecekler. —
«Gelmeyi
çok
isterdim
ama, burada
doğdum,
luk ç o c u ğ u m burada. Bunlardan ayrılamam,» d i y e
ço
karşılık
veriyor. M e c i t Efendi bu sözlerden çok d u y g u l a n m ı ş t ı r . tüsünü belli e t m e m e ğ e çalışıyor, ama
IJzün-
boş:
— « A h , ne o l u r d u , b e n i d e bu v a t a n ı n b i r
köşesinde
g ö z a l t ı n d a b ı r a k s a l a r d ı , » d i y e b i l i y o r . O a n d a IVİecit E f e n d i nin gözlerinden Aradan
çok
bir dizi yaşın süzüldüğünü zaman geçtiği
b i r z a m a n bu k o n u ş m a y ı
halde şoför
aklından
görüyor. Mustafa,
çıkaramadığını
hiç
söyle
mektedir. Halife Türkiye'den
ayrıldıktan sonra
İsviçre
sınırında
büyük güçlüklerle karşılaşmış. Dört karısı olduğu için ora nın
kanunlarına
göre
içeri
sokulmak
istenmemiş.
d e v l e t başkanının özel izniyle İ s v i ç r e ' y e
Ancak
girebilmiştir.
ATATÜRK'ÜN
YAVERLİĞİ
BİR g ü n A t a t ü r k ' ü n V a h i d e t t i n ' i n y a v e r i o l d u ğ u n a i l i ş k i n b i r yazı o k u m u ş t u m . A t a t ü r k , I. D ü n y a S a v a ş ı s ı r a s ı n da Vahidettin'le b i r l i k t e bir A l m a n y a gezisine çıkmış, ateş hatlarında dolaşmış, yapılan harekâtı gözleriyle görüp in c e l e m i ş , fakat hiç bir zaman onun yaveri olmamıştır. A t e ş hattında dolaşırken, Vahidettin'in
Alman İmparatoru
fından yanma
verilen
mihmandar
olarak
Komutam, Atatürk'ün savaş
karşısındaki
tara
Alman
Kolordu
bilgisini
hayran
l ı k l a i z l e d i k t e n s o n r a o n a ş ö y l e s o r m u ş : «Siz V e l i a h t ' m y a veri
misiniz?»
Atatürk şöyle karşılık v e r m i ş :
«Hayır, de
ğ i l i m v e o l m a m da...» Bu kez A l m a n g e n e r a l i ş ö y l e d e m i ş A t a t ü r k ' e : «O h a l d e n e m ü n a s e b e t l e y a n ı n d a b u l u n u y o r s u n u z ? » A t a t ü r k ' ü n k a r ş ı l ı ğ ı da ş ö y l e : « B ö y l e b i r v a z i f e a l d ı ğım
için.» Atatürk'ün
Vahidettin'in yaveri
olduğuna
ilişkin
daha
önce de s ö y l e n t i l e r kulağıma çalındığı için bu işi kurcala yıp esasını ö ğ r e n m e ğ e karar v e r d i m . Bir gün Çankaya Köş künde
böyle
bir
İnan, yaverliği
konu
kabul
a ç ı l m ı ş , g ö r ü ş ü l ü y o r d u . Prof. etmiyor,
«Atatürk,
değil, müşahitti» diyordu. Karşısında
Veliahdın
konuşanlar
Afet yaveri
ise A t a -
264
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
türl<'ün y a v e r o l d u ğ u t e z i n d e ı s r a r e d i y o r l a r d ı . Bu
duruma
s i n i r l e n e n A f e t İnan ise «Hayır, A t a t ü r k A l m a n y a ' y a
yaver
olarak değil, müşahit olarak gitti,» diye ısrar ediyordu. A f e t Hanım bu konuşmadan çok sıkılmıştı. Kendi gö rüşünü öylesine hararetle savunuyordu k i : «Hayır A t a t ü r k ' ümüz hiçbir zaman Padişah yaveri olmamıştır,» diye d i r e tiyordu. Baktım o anda h e r k e s bir şey s ö y l ü y o r . Hazır
ortada
A t a t ü r k d e y o k . Ben d e s ö z e k a r ı ş t ı m : —
«Ne o l m u ş yaver olduysa. İşte ş i m d i de
Cumhur
başkanı o l d u . İnsan Padişah yaveri olduysa küçülür
mü?»
Bu s ö z l e r i m A f e t H a n ı m ' ı ç i l e d e n ç ı k a r m a ğ a y e t t i . S i nirlenip
yanımızdan
uzaklaştı. Doğrusu
ya
benden
böyle
bir şey b e k l e m i y o r d u . O uzaklaşırken i ç i m d e n kıs kıs g ü lüyordum.
SAMSUN'A
NİÇİN
ÇIKMIŞ?
PROFESÖR Â f e t H a n ı m , b i r g ü n t a r i h d e r s i n d e b i r ö ğ r e n c i y i d e r s e tcaldırıyor. K o n u IVİiliî M ü c a d e l e T a r i h i d i r v e Atatürk'ün ayak
kurtuluş
basışına —
hareketine başlamak üzere
ilişkin
bölümüdür. Çocuğa
Samsun'a
soruyorlar:
«Atatürk Samsun'a niye çıktı?»
Herkes
«Vatanı
kurtarmak,
bizi
hürriyete
kavuştur
m a k » g i b i b i r ş e y l e r b e k l e r k e n , ç o c u k ne d e s i n : — O'nu
«Menfaat
icabı. Eğer Samsun'a
çıkmamış
olsaydı
öldüreceklerdi.» Âfet
İnan'ın t e p e s i n d e n sanki
kaynar
Ç o c u ğ u azarlamakla kalmamış, bir de sıfır
su
boşanmış.
numara
ver
m i ş . Fakat ç o c u k inandığı d ü ş ü n c e d e n d ö n e c e k c i n s t e n d e ğil. Özür bile
dilememiş.
 f e t İnan, o kadar s i n i r l e n m i ş k i . tarif edilmez. nakları
kızarmış. Hiddetle
salonda
dolaşır
buldum.
Ya Biraz
sonra Atatürk geldi. Onu bu halde görünce bir olayın geç t i ğ i n i a n l a d ı v e s o r d u . Â f e t İnan d a o g ü n t a r i h geçen olayı Atatürk'e anlattı. Anlatırken larını
koparıyordu.
dersinde
hırsından
tırnak
266
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Atatürk
gülümseyerek
bütün söylenenleri
dinledikten
sonra: — mara
«Haklı çocuk,» d e d i . «Sen ona sıfır d e ğ i l , t a m n u vermeliydin.»
Bu da A t a t ü r k ' ü n t e n k i t l e r k a r ş ı s ı n d a n e k a d a r h o ş g ö rü sahibi olduğunu
göstermektedir.
KAFANI TARİHE
TÜRK T a r i h
YORMA
Kurumunun çalışmalarıyla Atatürk
yakın
dan ilgileniyor, her f ı r s a t t a Türk Tarihinin en g e n i ş ş e k i l d e y a z ı l m a s ı i ç i n ç e v r e s i n e u y a n d a b u l u n u y o r d u . Boş z a manlarında Atatürk'ün elinden, tarihle ilgili kitapların düş mediğini
hatırlarım.
Bir gün y i n e A t a t ü r k , t a r i h l e ilgili kalın bir kitap o k u y o r d u . Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali y o k t u . Bir sürü y u r t s o r u n u d u r u r k e n , d e v l e t başkanının
kendini
tarihe v e r m e s i . Vasıf Çınar'ın biraz canını sıkmış
olacak
ki, Atatürk'e şöyle dediğini —
duydum:
«Paşam! Tarihle uğraşıp
ta kitap okuyarak mı Samsun'a Atatürk, Vasıf gülümseyerek —
k a f a n ı y o r m a . 19
Mayıs
çıktın?»
Çınar'ın bu çok s a m i m i
yakınmasına
şöyle karşılık verdi:
«Ben ç o c u k k e n f a k i r d i m .
İki
kuruş elime
bunun bir k u r u ş u n u kitaba v e r i r d i m . Eğer b ö y l e dı, bu yaptıklarımın hiç birini
yapamazdım.»
geçince olmasay
İNSANLAR
TRAKYA
gezilerinden
Atatürk,
Kırklareli'nde-
ki bir ilkokula u ğ r a m ı ş , sınıfları g e z i y o r d u .
Öğrencilerden
birinin önündeki
birinde
ŞAHTADIR
kitapta şaba kalkmış at
Atatürk, çocuğun önünde
resimleri
durduktan sonra şöyle bir
vardı. soru
sordu: —
«Bunlar
—
«Şaha k a l k m ı ş
nedir?»
—
« A t l a r ş a h a k a l k a r , p e k i g ü z e l ; i n s a n l a r da
atlardır.» kalkar
mı?» Gözü pek bir ç o c u k t u b u . A t a t ü r k ' ü Sonra —
hiç ü r k m e d e n
şu
umulmadık
«Zaten insanlar şahtadır,
şöyle bir süzdü.
karşılığı verdi:
kalkmaz.»
Çocuğun bu zekice cevabı A t a t ü r k ' ü n çok hoşuna git mişti. —
Gülümseyerek: «Aferin;» dedikten
sonra, kimin çocuğu
olduğunu
sordu. Çocuk: —
«Meyhanecinin.»
deyince
Atatürk
daha çok
keyif
lendi: — dedi.
«Tevekkeli meyhaneci
çocuğu böyle
zeki
olur,»
ANKARA
LİSESİNDE
B i r g ü n Çani<aya Köşl<ünden o t o m o b i l e b i n i p y o l a k o yulduk. Gideceğimiz yer bilinmiyordu. Çoğunluk öyle olur, yo la ç ı k t ı k t a n s o n r a
karar verilirdi. Atatürk,
şoför
Renizi
Efendiye: —
«Ankara Lisesine,» diye seslendi.
—
«Başüstüne
Lisesine
Paşam,» diye
karşılık
verdi.
Ankara
gittik.
A t a t ü r k , ç e ş i t l i sınıflara g i r d i . Dersleri izledi. Sıralar da ö ğ r e n c i l e r l e y a n y a n a o t u r d u . Ö ğ r e t m e n l e r i n d e r s tışlarını yakından dırılan öğrencilere cukların
hepsi
başladı çeşitli
heyecan
sorular sormaya...
içindeydiler.
Bir p o t
çalışıyorlardı. Ö y l e ya, iki sınav birden v e r m e k ğildi. Atatürk'ün
anla
gördü. Kitapları karıştırdı. Tahtaya
sorularını
cevaplandırmak
kal Ço
kırmamağa kolay de
da, başlıbaşı
na b i r s ı n a v g i b i y d i . Atatürk, çocukların kendi çaplarında verdikleri lardan çok m e m n u n d u . Tam genç bir ö ğ r e t m e n :
okuldan çıkacağımız
cevap sırada
270
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Paşam, sizden bir r i c a m var,» d i y e y a k l a ş t ı . A t a
—
«Peki a n l a t ı n ı z , » d e y i n c e ş u n l a r ı
—
«Burada
türk: pek
çok zengin ve vekil
söyledi: çocukları
var.
Öğle zamanı bunları, hususî otomobilleri gelip alıyor,
ye
m e ğ e g ö t ü r ü y o r . Y a da s e f e r t a s l a r ı i ç i n d e g a y e t g ü z e l ç e şit çeşit yemekler
geliyor. Bunları öbür çocukların yanın
da y i y o r l a r . O y s a ö b ü r ç o c u k l a r ı n y o k . Bu d u r u m d a n biz elimizden hiç bir şey
yiyecek ekmekleri
hocalar pek çok üzülüyoruz. gelmiyor.»
Çok kritik bir konuydu b u . A t a t ü r k ' ü n yüzü
düşünce
li b i r hal a l d ı . N e d i y e c e ğ i n i o da ş a ş ı r m ı ş t ı . B i r şündükten —
bile Ama
an d ü
sonra:
«Bunlar
zamanla
dir,» diye karşılık
verdi.
düzelir. Şimdi
memleket
fakir
KONTESİ ŞAŞKINA
Atatürk
doğru
söze
bayılır, dobra
dobra
ÇEVİRDİM
konuşanları
severdi. Kibirli değildi, gururluydu. Hizmetkâr
olmamıza
men bizlerle, neferleriyle arkadaşça konuşur, sorular rar, şakalaşır, d e r t l e r i m i z l e
ayrı ayrı ilgilenir, her
rağ so
fırsatta
bize konuşma özgürlüğü tanırdı. —
« Ç e l e b i , ne
düşüncemi
d e r s i n bu işe?» d i y e
aldığını hatırlarım. O'nun
s ı k sık
bu huyunu
beniıtı
bildiğim
i ç i n , sorduğu her şeyi hiç ç e k i n m e d e n , ucu zülfi yâre de dokunsa, cesaretle
karşılık v e r m e ğ e
gayret ederdim. Bu
nun ödülünü de, ölünceye dek hizmetinde kalmak
suretiy
le g ö r d ü m . A t a t ü r k b e n i , h e r ş e y i a ç ı k ç a k o n u ş t u ğ u m , y a lancılığa ve dalkavukluğa kaçmadığım
için t u t m u ş
olmalı.
Bir gün yurdumuza Fransa'dan konuk bir madam di. Adını hatırlayamadığım
bu m a d a m ı
Kontes
diye
gel çağı
rıyorlardı. Yaşlı, temiz g i y i m l i , asil görünüşlü bir kadındı. Atatürk
Dolmabahçe Sarayını, madama kendisi gezdi
r i y o r d u . G e z i n t i d e F e t i h O k y a r , K â z ı m Ö z a l p da v a r d ı . A r kalarından, üzerimde smoking centilmen gibi
yürüyordum.
olduğu
halde
ben de
bir
272
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM S a r a y ı n l<abul s a l o n u n d a N a p o l e o n ' u n
Damdonörleri,
annesi, ve kızkardeşinin adları yazılıydı. Boş
zamanlarım
da S a r a y ı g e z m e ğ e ç ı k ı n c a h e r z a m a n b u m a s a l a r a
bakar,
üstündeki yazıları okumağa dalardım. Okuya okuya f a r k ı n da o l m a y a r a k e z b e r l e m i ş i m . O r a y a g e l i n c e
fırsatı
kaçır
madım. Hemen atıldım. Napoleon'un aile kişilerinin rını sıralamağa
adla
başladım.
K o n t e s ş a ş ı r m ı ş t ı . H e m N a p o l e o n ' u n s ü l â l e s i n i bir hiz m e t k â r ı n ezbere b i l m e s i n d e n , h e m de başkanının karşısında bestçe
koskoca ortaya
bir devlet
atılarak
ser
konuşmasından...
Kontes —
hizrnetkârının
Atatürk'e
dönerek:
«Sizin için diktatör diyorlar. Oysa bu adamlar
d e n hiç ç e k i n m e d e n , korkmadan
siz
konuşabiliyorlar.»
Atatürk, şu karşılığı v e r d i : —
«Benim
için diktatör
diyorlar.
Evet, ben
diktatö
r ü m ama, kalpleri kazanarak diktatör o l d u m . Bunlar verdiğim Bir
emirleri tonlantıda
yaparlar. Benden bir
genç,
yine
ne diye bu
benim
korksunlar?»
konuya
değinerek
Atatürk'e buna benzer bir soru s o r m u ş : —
«Paşam, sana
ş u karşılığı —
diktatör diyorlar,»
dedikten
sonra
bana bu
soru
almıştır:
«Ben d i k t a t ö r o l s a y d ı m , sen ş i m d i
yu soramazdın.» Bir gün sonra... İzinli
olduğum için o gece
sofrada
h i z m e t e d e m e m i ş t i m . A t a t ü r k , ş e f i m i z İbrahim'e beni sor m u ş . İzinli o l d u ğ u m u
söylemiş. Bunun üzerine
Fethi
Ok-
yar'a dönerek: —
«Napoleon'un
annesini, kızkardeşini
s i n , ne de ben. Bizim Çelebi zeki çok
ne sen
çocuktur. Hele
hoşuma gitti. Türklerin hizmetkârları bile
u n familyası ile alâkalı. Beni diktatör tanıyan bir tanesi num,»
bu vaziyeti
demiş.
bilir bugün
Napoleon' insanlardan
görmüş oldu. Onun için
memnu
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Ertesi gün, bu sözleri
273
İbrahim'in ağzından
duyduğum
zaman kabıma sığamıyordum. Atatürk'ün
diktatör
olduğuna dair yabancı
pek çok şey yazmışlardır. O'nunla
yazarlar
konuşmak ve
röportaj
y a p m a k için b i r ç o k ünlü yabancı yazar v e gazeteci g e l m i ş tir.
1935 y ı l ı n d a
gelen Amerika'nın
tanınmış
gazetecile
rinden Gladys Baker, yaptığı konuşmada, A t a t ü r k ' ü
kıska
nan v e dargın olanların yaydığı diktatör sözcüğünü s o r m u ş , O da şu karşılığı v e r m i ş t i r . —
«Diktatör
değilim. Kuvvetli
olduğumu
bu doğrudur. A r z u edip de yapamıyacağım zoraki
ve insafsızca
ğerlerini
hareket
söylüyorlar,
iş y o k t u r .
b i l m e m . Bence diktatör,
iradesine r â m e d e n d i r . Ben kalpleri kırarak
k a l p l e r i kazanarak h ü k m e t m e k
Ben di
değil,
isterim.»
B i r b a ş k a z a m a n d a da y i n e a y n ı k o n u ü z e r i n d e k o n u ş m a açıldığı zaman şunları s ö y l e m i ş t i : — rar ve
«Ben i s t e s e y d i m , h e m e n askerî bir d i k t a t ö r l ü k k u memleketi
öyle yönetmeğe
Fakat
kalkışırdım.
ben
istedim ki, m i l l e t i m için modern bir devlet kurayım ve bu nu
yaptım.» Bir gün Şükrü Kaya, A t a t ü r k ' ü n diktatör olup o l m a d ı
ğını soran bir yabancı d i p l o m a t a şöyle d e m i ş t i : —
«Son d ö r t yıl içinde d ı ş i ş l e r i , adalet v e i ç i ş l e r i ba
kanlıklarında
bulundum.
Bütün
bu zaman
içinde
Atatürk,
b i r kez b i l e k e s i n e m i r v e r m e d i . S a d e c e bazı t a v s i y e l e r d e bulunmuştur tışmışızdır.
k i , b u n l a r ı da k e n d i s i y l e b i r l i k t e Fakat hiç
bir zaman bana ş u n u
buyruğunu v e r m e m i ş t i r . Bakanlık
işime de
oturup bunu
karışmamıştır.
Bakanlar kurulundaki öbür arkadaşlar da aynı ş e y l e r i lüyorlar. Böyle bir k i m s e
tar
yapma
diktatör olabilirse, Atatürk
söy de
diktatördür.»
F: 18
NESİP E F E N D İ ' N İ N
YANGINI
HABEŞÎ Nesip Efendi, Atatüri<'ün en çok sevdiği
hiz
metkârlarından
biriydi. Uzun yıllar Babıâli'de «vükelâ»
hizmet etmiş,
d ü r ü s t l ü ğ ü , iyi a h l â k ı , n a m u s u y l a
güvenini
kazanmıştı. Abdülhamid'in
halde. Cumhuriyetin oradan Ankara'ya
ya
herkesin
seyislerinden
olduğu
i l â n ı n d a n s o n r a da S a r a y d a
kalmış,
alınıp Çankaya'da kapı h i z m e t i n d e
kul
lanılmıştı. Biz N e s i p
Efendiyi
tanıdığımızdan
altmış
beş-yetmiş
yaşlarında vardı ama, A r a p olduğundan yaşını pek belli et m i y o r d u . Atatürk, köşkün kapıcılığını yapan Nesip Efendi y e a ş ı r ı b i r s e v g i g ö s t e r i r d i . Bazı b a y r a m l a r d a e l i n i Nesip
Efendinin
yanaklarından
öptüğünü
bile
öpen
görmüşüm-
dür. A t a t ü r k ' ü n , Nesip Efendiyi Şükrü Kaya'nın tavsiyesiyle y a n ı n a a l d ı ğ ı n ı s a n ı y o r u m . Bu b a b a c a n , m e l e k g i b i kalpli ihtiyar, kısa zamanda A t a t ü r k ' ü n g ü v e n v e
temiz
sevgisini
kazandığı için de k i m s e y e metelik v e r m e z , başına
buyruk
yaşayıp d u r u r d u . Nesip Efendinin kendi gibi siyahî bir de oğlu vardı ki, yardımcısı
durumundaydı.
A t a t ü r k , manevî kızlarından s i n e m a y a , ya da a l ı ş v e r i şe gidecek olanların yanına çoğunlukla Nesip Efendiyi
de
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
275
k a t a r , o n l a r ı y a l n ı z g ö n d e r m e z d i . Bu t e m i z v e s a f i h t i y a r ı n , yaverlerce hoş karşılanmayan bir alışkanlığı vardı k i , Ata t ü r k bunu bildiği halde g ö r m e m e z i i k t e n gelir, belki de hoş karşılardı. Ağzına sebzeden gayri
yiyecek koymayan
Ne
s i p E f e n d i , e s k i b i r a k ş a m c ı y d ı . İşi b i t i n c e , e s k i b i r a l ı ş kanlıkla çilingir sofrasını
kurar, başlardı
Bir gece Köşkün büyük
demlenmeğe.
salonunda kurulan
sofranın
sonlarına doğru Şükrü Kaya'nın yavaşça yerinden kalkarak dışarı doğru
süzüldüğünü görünce
peşinden gittim.
o l u r , n e o l m a z . Ö y l e ya d e v r i n i ç i ş l e r i b a k a n ı . H a n i Kaya da hatırı sayılır
Ne
Şükrü
içkicilerdendi.
Şükrü Kaya koridora çıkınca kendini h e m e n bir k o l t u ğa
attı. Sızacağından
için hemen yanına
koş
t u m . Biraz s o n r a A t a t ü r k , Ş ü k r ü K a y a ' n ı n y o k l u ğ u n u
korktuğum
fark-
e d i p , bana n e r e y e g i t t i ğ i n i s o r u n c a , o n u n a s ı l
kaldıracak
t ı m sonra? O sırada akşamdan beri içen Nesip
Efendiyi
k a r ş ı s ı n d a g ö r e n Ş ü k r ü K a y a , b i r an d e r t l e ş m e k
ihtiyacını
d u y m u ş olacak ki, onun sarhoşluğunu farketmeyerek
şöy
le d e d i : —
«Nesip
Efendi, Nesip
Efendi.
Şu
halimi
görüyor
musun? Böyle içki içip sarhoş olan adamdan dahiliye v e kili olursa, bu m i l l e t e Nesip
hayrı dokunur
mu?»
Efendi, belki Şükrü Kaya'nın ne d e m e k
istedi
ğini anlamadı. Dili dolaşarak şöyle karşılık v e r d i : —
«Dokunmaz
efendim,
dokunmaz...»
Bu s ö z l e r e Ş ü k r ü K a y a c e v a p y e r e c e k
halde
değildi.
Bir gün Nesip Efendi, bu içki yüzünden bekçi
kulübe
Sadece güldü.
s i n i y a k t ı . Kendi de y a n m a k t a n güç k u r t u l d u . Fakat bu olay işten kovulmasına neden oldu. Köşkün kapısında içkiyi çok
kaçırdığı bir gece sızın
ca, ağzındaki yanar sigara yere d ü ş m ü ş . O t u r d u ğ u
koltu
ğu t u t u ş t u r m u ş . Kulübe alev almış. Yanık kokusunu
duyan
276
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
kapıdaki görevli polis m e m u r u yetişip, yangının yayılması nı, Nesip Efendinin de canlı canlı yanmasını Olayı duyan Başyaver
Rüsuhi, hemen
önlemiş.
Nesip
Efendiyi
kovmuş. —
«Defolsun, gözüm görmesin onu. Bunamış artık. Az
daha köşkü yakacaktı,» d e m i ş . Nesip Efendi h e m e n kapıcı
kulübesinden atıldı. Ata
türk, ertesi gün kapıdan çıkarken ihtiyarı göremeyince
sor
du: —
«Nerede bizim Nesip
Efendi?»
Başyaver Rüsuhi, Atatürk'ün Nesip Efendiyi çok
sev
diğini bildiği için, onu kovduğunu doğrudan doğruya
söy
l e y e m e d i . Dolambaçlı yoldan köşkün kapıcı kulübesini ya kışını anlatmağa
başladı. Hiç durmadan onun
nu öne sürerek, suçlu g ö s t e r m e ğ e
sarhoşluğu
çalıştı. Atatürk,
sert
bir şekilde: —
«Anlaşıldı, anlaşıldı. Şimdi
Nesip
Efendi
nerde,
onu söyle?» dedi. Başyaver
için doğruyu söylemekten
başka çare
kal
mamıştı: —
«Kovdum
efendim,» deyince Atatürk çok
sinirlen
—
«Bu a d a m ı k o v a r k e n h i ç m i d ü ş ü n m e d i n i z ?
di: Zavallı
n e r e y e g i d e r b u y a ş t a ? B a k a c a k ne e v l â d ı , n e k i m s e s i v a r . Nerde yatıp kalkar bu a d a m . Çabuk bulup g e t i r i n onu b u raya.» Başyaver biraz daha d i r e n d i . Kendini
haklı
çıkarmak
istercesine: —
«Paşam, Köşkü
dediyse de A t a t ü r k ' e —
«Yanmadık
yakacaktı
ama... Bunamış
artık,»
dinletemedi:
ya birader. Yandıktan
sonra
düşünü
rüz,» d e d i . A z sonra Nesip Efendi bulunup g e t i r i l d i . Ölünceye ka-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
277
dar d a A t a t ü r l < ' ü n h i z m e t i n d e k a l d ı . A t a t ü r k , s o n g ü n l e r i n de b i f e hasta haliyle e m i r l e r i n i , y a t t a n , N e s i p Efendi eliy le y o l l u y o r d u .
AMERİKALI
ANKARA
GAZETECİ
Palas O t e l i s a l o n l a r ı s ı k s ı k b ü y ü k
sahne olur ve bunların Atatürk de çağrilı
bazılarında, şeref
balolara
misafiri
olarak
b u l u n u r d u . Bir g e c e y i n e b ö y l e
büyük
b a l o l a r d a n b i r i v e r i l i y o r d u . Kızılay e l i y l e d ü z e n l e n e n balo da A t a t ü r k dans
ederken elinde viski kadehiyle
dolaşan
uzun boylu bir adama yaklaştı. Duruşundan bir yabancı o l duğu
anlaşılıyordu.
A t a t ü r k , yanında b u l u n a n D ı ş i ş l e r i Bakanı Tevfik Rüş tü Aras'a: —
«Bu m ö s y ö k i m d i r ? » d i y e s o r d u . T e v f i k R ü ş t ü A r a s
—
«Paşam, A m e r i k a n gazetecisidir,»
da: rılmasını
deyince tanıştı
istedi. Tanıştırıldılar. Atatürk'le yabancı
gazete
ci arasında Fransızca olarak şu konuşma g e ç t i . —
«Hangi
—
«Amerikalıyım.»
ırktansınız?»
diye sordu.
—
«Hayır, siz A m e r i k a l ı
değil, Türksünüz,» diye
kar
şılıkta bulundu. Amerikalı
önce
şaşırmıştı. Aralarında
lık o l d u ğ u n u sanarak y i n e
bir
ilk sözünde d i r e t i n c e
anlaşmaz Atatürk:
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
—
273-
«Kristof Kolomb'tan elli yıl önce Türkler Amerika'
yı k e ş f e t m i ş l e r , » d i y e
başladı anlatmağa.
Amerikalı
can
kulağıyla d i n l i y o r d u . A t a t ü r k , buna örnek olarak müzelerimizde ceylân de r i s i n d e n y a p ı l m ı ş haritaJ-ar b u l u n d u ğ u n u , A m e r i k a ' y a ken r a s t l a n a n K a r a i b d e n i z i n d e k i
Kayık Adalarının
gider Türkçe
olduğunu, bunlardan en büyük olanının «Büyük Türk»
adı
nı t a ş ı d ı ğ ı n ı , b u r a d a k i a h a l i y e T ü r k d e n i l d i ğ i n i . K a y ı k
keli
mesinin onlarda da, bizde de
sandal anlamına
geldiğini,,
Kanarya Adalarının adının «Kanari» olarak yazıldığım, Kanari'nin bizim Türkçede Kanarya kuşu tan sonra —
olduğunu
anlattık
Amerikalıya:
«Siz A m e r i k a l ı l a r O r t a A s y a ' d a n h i c r e t e t t i n i z . O l
sanız o l s a n ı z T ü r k o l a b i l i r s i n i z , » d i y e s ö z l e r i n i
bitirdi.
Amerikalı A t a t ü r k ' ü gittikçe artan bir heyecan ve şaş kınlıkla dinliyordu. Bunca yıllık
meslek hayatında
ülkesi
hakkında bu d e n l i ilginç b i l g i l e r i olan k i m s e y e hiç
rastla
mamıştı. Atatürk'ün çekiciliğinden bir türlü kendini ramıyor, daha çok k o n u ş m a s ı için t ü r l ü bahaneler d u . G ö r ü ş m e s a a t l e r c e s ü r d ü . Bir ara A m e r i k a l ı
kurta
buluyor gazeteci
nin, çevresindekilere: —
«Hayatımda
tanıdığım
di k a r ş ı k a r ş ı y a y ı m , » d e d i ğ i n i
en harikulade
Amerikaiı gazeteci Atatürk'ün ilgisini ra b i r k a ç g ü n l ü ğ ü n e Günlerce —
geldiği Türkiye'deki
müzelerimizde
aldı. Amerika'ya
gidince
gördükten kalışım
şim son uzattı.
incelemeler yaptı, çalıştı,
notlar
de:
«Biz A m e r i k a l ı l a r T ü r k t e n
başka
bir şey
diye yazılar y a z m ı ş . Bizim Türk gazeteleri de nın yazılarını
adamla
hatırlıyorum.
çevirmişlerdi.
değiliz,»
Amerikalı
SİLİNDİRLİ
AMERİKAN büyükelçisi, Atatürk'le
ÇOBAN
beraber Gazi
Or
m a n Ç i f t l i ğ i n d e . . . Y ı l 1932.. F o x M o v i t a n ' l a A t a t ü r k ' ü n h a tıra f i l m i çekilecek. Ç i f t l i k t e koyun, kuzu, keçiler var. Sü rünün arasında silindir
şapkalı, ceketataylı iki adam. Biri
devrin Cumhurbaşkanı, öbürü Amerikan ban onları g ö r ü n c e k o r k u d a n
-büyükelçisi. Ço
sürüsünü bırakmış, ortadan
kaybolmuş. Böyiece film çekiliyor. Atatürk'le
Amerikan
elçisinin
sürünün arasındaki hareketleri filmde yer alıyor. Bir s ü r e s o n r a Ç a n k a y a K ö ş k ü n d e A m e r i k a l ı l a r ı n tiği
b u f i l m i A t a t ü r k ' e g ö s t e r d i l e r . Biz d e a r k a t a r a f t a
oynayacak diye
merakla bekliyorduk.
çek ne
Işıklar söndü. Film
b a ş l a d ı . Bir d e n e g ö r e l i m ? K o c a s ü r ü n ü n o r t a s ı n d a i k i s i lindir şapkalı adam, yürüyor, eğiliyor, doğruluyor.
Öylesi
n e g a r i b i m e g i t t i k i . H e r k e s , A t a t ü r k ' ü n ne d i y e c e ğ i n i m e rakla bekliyor. Işıklar yandıktan sonra —
Atatürk:
« A m a n bu f i l m i g ö s t e r m e y i n ! » e m r i n i v e r d i . «Ben
ne yapmışsam sefir de
aynısını yapmış.
Sürünün
içinde
şapkalı çobanlara benzemişiz. Dünyanm hiç bir yerinde s i lindir şapkalı çoban yoktur. gördük yeter,»
dedi.
K i m s e g ö r m e s i n . Biz b u r a d a
İKİ K A D I N
1933 y ı l ı n d a P a r k
GAZETECİ
Otelde orta yaşlı, fakat çok
güzel
i k i > k a d ı n A t a t ü r k ' ü n d i k k a t i n i ç e k t i . IVİavi g ö z l ü , s a r ı ş ı n kadınlar bir köşeye ç e k i l m i ş l e r , sessiz
sedasız
bu
oturuyor
lardı. Özel Kalem M ü d ü r ü Süreyya Beye: « K i m d i r bu kadınlar?» d i y e s o r d u . Süreyya Bey, M e t r d o t e l
Karabet
Efendiye
kim olduklarım sordu ve Amerikan gazetecileri öğrenerek A t a t ü r k ' e b i l d i r d i . Bunu duyan —
kadınların olduklarım
Atatürk:
«Acaba masamıza davet etsek gelmezler mi?» de.
di. Metrdotel, Amerikaliilarm
yanına giderek
Atatürk'ün
çağrısını bildirdi. Kadınlar «memnuniyetle» diyerek yerlerinden kalkıp A t a t ü r k ' ü n yanına
O gece geç vakte kadar A t a t ü r k , konuk ilgilendi. Gezdikleri
yerleri
sordu. Çalışma
dinledi. Tercümanlığı Süreyya
hemen
geldiler. gazetecilerle programların!
Bey y a p ı y o r d u . A t a t ü r k , da
ha s o n r a k o n u k l a r a ş u n u s o r d u : —
«Siz T ü r k i y e ' d e n e r e l e r i
Gazeteciler şu karşılığı —
«İstanbul'u gördük,
dolaştık.»
gördünüz?
verdiler: müzeleri gezdik, tarihî
yerleri
282
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Türl<iye y a l n ı z İ s t a n b u l
memleketimde
misafir
d e ğ i l d i r . S i z i o n b e ş gün
e t m e k i s t i y o r u m . Bu z a m a n
içinde
istediğiniz yerleri görmekte serbestsiniz, böylece Türkiye' y i daha yakından tanımak fırsatını
elde etmiş
olursunuz.
iKabut e d e r m i s i n i z ? » —
«Teşekkür
ederiz. M e m n u n i y e t l e
kabul
ediyoruz.»
Bunun ü z e r i n e S ü r e y y a Bey, o n l a r a e ş l i k e t m e k A m e r i k a l ı gazetecilerin
üzere
yanına veriliyor. İzmir, Efes, A n
talya, Belkıs yıkıntılarını dolaştıktan sonra Ankara'ya gidi y o r l a r . Birkaç gün de orada kaldıktan sonra Jstanbul'a dö nüyorlar. Amerikalı gazeteciler
İstanbul'a dönüşlerinde
bahçe Sarayında yeniden Atatürk
Dolma
tarafından kabul edilip,
yemeğe alıkonuldular. Sofra gece saat yirmi dörde sürdü. Konuklar gezdikleri yerleri
kadar
anlattılar. Atatürk
yük bir dikkatle bunları dinledi. Eksik edindikleri
bü
bilgileri
tamamladı. Bir gün sonra
konuklar, bir
manevraya
götürüldüler.
A s k e r î m a n e v r a l a r ı hayranlıkla s e y r e t t i l e r . Bir ara, m a n e v ra a l a n ı n a b a ğ l a n a n b i r t e l e f o n h a t t ı y l a A m e r i k a n B a ş k o n s o l o s u y l a da b i r g ö r ü ş m e Birkaç
gün sonra
yaptılar.
Amerikalı
gazeteciler
memleketle
r i n e d ö n d ü l e r . Bu i k i k a d ı n y ü z a l t m ı ş b e ş g a z e t e y e b i r d e n g i t t i k l e r i y e r d e n yazı y a z a r l a r m ı ş . T ü r k i y e i z l e n i m l e r i lerce A m e r i k a n basınında yer aldı. Bunları lerden bazıları ç e v i r t i p
gün
bizim gazete
yayınladılar.
Amerikalı gazeteciler
yazılarında
Atatürk'ten
hayran
lıkla söz e t m e k t e , ç o k nazik v e c e n t i l m e n bir d e v l e t baş kanı o l d u ğ u n u s ö y l e m e k t e , D o i m a b a h ç e Sarayının ç i ç e k l e r içindeki
güzelliğini
övmekteydiler.
Atatürk'ün,
konuklenn
bulunduğu sofraya smoking giyerek geldiğini yazıyorlardı. O y s a A t a t ü r k ' ü n o gece düz lâcivert bir e l b i s e vardı üze rinde.
K U R B A Ğ A L I ZİL
YİNE İstanbul'dayız. Dolmabahçe Sarayında büyük ha zırlıklar göze çarpıyor. Fransız M e c l i s Başkanı M . Herriot,, yurdumuzu ziyaret etmektedir. Misafir gelmeden önce Ata t ü r k bana —
dönerek:
« Ç e l e b i , d i k k a t l i b u l u n . Fransız M e c l i s Reisi g e l e
cek,» d i y e t e n b i h f e b u l u n d u . Oysa şimdiye
kadar böyle bir şey s ö y l e m e m i ş t i . De
mek gelenler çok ö n e m l i kişilerdi. Hizmetimiz de gelenle re g ö r e —
değişmeliydi. «Tabiî. E m r e d e r s i n i z , » d i y e
karşılık
verdim.
A k ş a m saat on altıya doğru M . Herriot, Saraydan içe r i g i r i y o r d u . Ben de, çok şık bir m ö s y ö gelecek diye
ken
dime oldukça çeki düzen v e r m i ş , s m o k i n g i m i aynanın
kar
ş ı s ı n d a b i r k a ç kez d ü z e l t m i ş t i m . H e y e c a n d a n e l i m , a y a ğ ı m tutmaz bir halde beklerken, babayani tavırlı bir adam çıka gelmesin mi? M . Herriot... Sandığım gibi
çok önemli
bir
deviet adamıydı. Çok sayılıp, değer veriliyordu. Konuklara kahve buyuruldu. Kahveleri getirdik, içildi. Konuşmalar çok samimi
bir hava içinde
geçiyordu. Ata
t ü r k ' ü n ö n ü n d e k u r b a ğ a ş e k l i n d e b i r z i l v a r d ı . Bu z i l i ç a l a -
284
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
ralc b e n i ç a ğ ı r d ı . Büyül< b i r l<onul< g e l d i ğ i z a m a n b e n i ç a ğırmak için
bu zili kullanırdı. H e m e n
koştum.
Kendisinin
yazdığı Büyük N u t u k v e dokümanları i s t e d i . Bunları Fran sız M e c l i s B a ş k a n ı n a a r m a ğ a n e d e c e k t i . O z a m a n Ö z e l K g Jem
Müdürü
olan
H a s a n Rıza S o y a k ' a
gidip
Atatürk'ün,
Nutkunu istediğini s ö y l e d i m . Derhal Nutuk bulundu, fakat dokümanları yoktu. A t a t ü r k ' e durumu ankattım. —
«Zararı yok. N u t u k var ya, kâfi,»
dedi.
D e r k e n z i t b i r d a h a ç a l ı n d ı . Bu k e z k u r b a ğ a l ı z i l i n s e s i d e ğ i l d i . M . H e r r i o t benden Fransızca bir şekersiz ve daha —
kah
istiyor: «Sans s u c r e cafee (yani ş e k e r s i z k a h v e ) » d i y o r d u .
Anlaşıfan Türk kahvesinin tadı hoşuna g i t m i ş olacaktı. —
«Emredersiniz,»
diye
karşılık v e r d i m . Ve
hemen
sade kahveyi yine özene bezene pişirerek konuğumuza gö t ü r d ü m . Sans sucre kahve diye her halde tek şekerli kah veyi kasdetmiş olacaktı. —
«Mersi,» diye karşılıkta bulundu. Döndüm, gidiyor
d u m ki. tekrar zile basarak beni çağırdı. Aşağıda çantası nın o l d u ğ u n u v e alıp g e l m e m i rica e t t i . Çantayı g e t i r d i m . T e k r a r d a n t e ş e k k ü r e t t i . Bu b a b a y a n i
kılıklı devlet
adamı
üzerimde çok hoş bir etki bırakmıştı. Konuk devlet adamı Sarayda bir buçuk saat kadar kal dı. Görüşmelerden çok m e m n u n olarak ayrıldı. Yurduna g i dince duyduğumuza göre Atatürk'ü çok
ö v m ü ş . Bu a r a d a
b i z h i z m e t k â r l a r a da b i r i l g i k ö ş e c i ğ i a y ı r m a y ı
unutmamış:
«Önünde kurbağa şeklindeki zili çalıyor. H e m e n bir hizmetkâr geliyor. Derhal verilen emirleri ne yerine getiriyor,»
demiş.
çok
harfi
zeki harfi
«GİT MEKTUBU
ATATÜRK'ün yanında
GETİR»
çalıştığım on iki yıl içinde ba
şımdan çok ilginç olaylar g e ç m i ş t i r . Fakat onlardan hiç b i ri, adıma gelen bir mektup çekilmem
kadar
beni
nedeniyle tarafından
heyecanlandırmamış,
tır. Hâlâ hatırladıkça bir ürperti Atatürk'ün manevî
sorguya
korkutmamış-
geçiririm.
evlâtlarından
Nebile Hanımın Da-
rüşşafaka Lisesi orta bölümü altıncı sınıfında okuyan M u vaffak Reslan adında bir kardeşi vardı. N e b i l e , li kimsesiz bir kızken, Atatürk'e
Cevat Abbas tarafından
götürülmüş, himayesi
rica
Beyierbeybulunup
e d i l m i ş . Bu s u r e t l e
e v l â t l ı k o l m u ş . U z u n b o y l u , s a r ı ş ı n , z a r i f b i r kız o l a n N e bile'yi Atatürk, Arnavutköy Amerikan tuktan sonra bir hariciyeciyle
Kız K o l e j i n d e
okut
evlendirmiş, düğünlerini
de
A n k a r a P a l a s t a p a r l a k b i r t ö r e n l e y a p m ı ş t ı . Eşiyl-e V i y a n a ' ya g i d e n N e b i l e , yakalandığı bir göz
hastalığından
sonra
yapılan bütün tedavilere rağmen iyileşememiş ve kocasın dan ayrılmıştı. Atatürk'ün ölümünden
sonra
Nebile, İnö'-
nün himayesine alınmışsa da, çok geçmeden hayata
veda
etmişti. İşte Nebile'nin
kardeşi bir gün Saraya ablasını
gör-
286
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDlM
meğe geldi. A k ş a m y e m e ğ i n i ablasının yanında
beraberce
yediler. Y e m e k t e n sonra çocuk benden gizlice bir bira is t e d i . Buzluktan birayı alarak g e t i r d i m . Ablasından gizli ola r a k b i r a y ı i ç t i , t e ş e k k ü r e t t i . Bir g ü n s o n r a
çocuk
okula,
biz d e A n k a r a ' y a g i t t i k . B i r s ü r e g e ç i n c e ç o c u k bana b i r m e k t u p M e k t u b u A t a t ü r k armalı bir
göndermiş.
kâğıda yazıp, A t a t ü r k
armalı
bir'zarfa k o y m u ş . Posta idaresi de bu m e k t u b u bana gönderm e y i p . Ö z e l K a l e m M ü d ü r ü H a s a n Rıza S o y a k ' a u l a ş t ı r m ı ş . B e n i m t a b i î b u n l a r ı n h i ç b i r i n d e n h a b e r i m y o k . H a s a n Rıza Soyak mektubu doğruca Atatürk'e götürür. Zarfı
belli
et
m e d e n açıp, i ç i n d e k i l e r i A t a t ü r k ' e okur. Sonra özenle ka patarak masanın
üzerine koyar. O sırada odaya giren
kadaşım sofracı Tahsin Efendi, benim adıma yazılmış t u b u g ö r ü n c e alır, f a k a t görünce
vermez,
Atatürk
saklar.
armasını
Mektup
zarfın
masanın
ar
mek
üstünde
üstünden
yok
olunca tabiî herkes b e n i m aldığımı sanır. O akşam
sofra
da hiç bir şeyden haberim olmadığı halde mektubu
benim
aldığımı sanan A t a t ü r k , konukların ö n ü n d e bana — Benim rede?»
«Çelebi
Efendi, dün
gece
seni
dönerek:
rüyamda
gördüm.
a r m a m l a s a n a b i r m e k t u p g e l m i ş . Bu m e k t u p deyince
birden
şaşırdım.
Kafamı
yordum.
ne
Nere
den gelebilirdi ki... Fakat Atatürk'ün
söylediği, alt tarafı rüya
idi. Önce
ö n e m v e r m e d i m . M e k t u b u Atatürk de koymuş olabilirdi. —
«Bana
mektup
gelmemiştir
değil mi? Bendenjz de
sizi dün gece
deyince, «Nasıl gördün?» diye —
«Sizin elbisenizi
efendim.
Hem
rüyamda
tuhaf
gördüm,»
sordu.
b a n a g i y d i r i y o r l a r d ı . Ben d e
giy
m e d i m . Bir köpek gelip, üstümdeki elbiseyi yırttı,» d e d i m . —
«Yaaa!» dedi. Sonra y e n i d e n :
—
«Git
mektubu getir.» diye tutturdu.
Mektuptan
haberim olmadığına
Atatürk'ü
bir
türlü
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
287
i n a n d ı r a m ı y o r d u m . S o n u n d a sofradal<i k o n u k l a r , i ş e k a r ı ş tılar: —
«Çocuğum, git odana. Bavuluna bakıver,» deyince:
—
«Efendim, yok böyle bir şey,»
Heyecan s ö y l e s e m , ne
ve üzüntüden bitkin bir hale g e l m i ş t i m . Ne yapsam
karşımdakileri
anlamıştım. Atatürk, bocaladığımı —
diyebildim. inandıramıyacağımı
görünce:
« Ç a ğ ı r b a n a H a s a n Rıza B e y ' i , » d e d i .
H e m e n y a v e r l i ğ e t e l e f o n e d i l d i . H a s a n Rıza S o y a k ' ı n Sovyet
Büyükelçiliğinde
kordiplomatiğe
verilen
ziyafette
olduğunu s ö y l e d i l e r . Ben de A t a t ü r k ' e d u r u m u a n l a t t ı m . —
«Rus
Sefaretine
telefon
edilsin.
Hemen
gelsin,»
dedi. T e l e f o n e d i l d i v e b i r a z s o n r a H a s a n Rıza S o y a k g e l d i . Beni ve sofracıları dışarı çıkardılar.
Konuklar
içerde
kal
d ı . B i r k a ç d a k i k a s o n r a da H a s a n Rıza S o y a k s a l o n d a n a y rıldı. Hemen arkasından —
koşup:
«Kuzum, mektup kimden?» diye sordum. Sertçe bir
dille: —
«Nebile Hanımın kardeşi Muvaffak Reslan'dan.» de
yince rahatladım. Salona g i r d i ğ i m zaman A t a t ü r k — rum,» —
bana:
«Çelebi Efendi. Sen namuslu bir çocuksun. Biliyo dedi. «Paşam, sizin rüyanız hakikat. Fakat bana
falan gelmedi,» diye ilk i f a d e m d e ısrar Ertesi
günü
sabahleyin
N e c m i Efendi, daha
Hasan
Rıza S o y a k ' ı n
ben yataktayken
mektup
ettim.
mektubu
şoförü
getirdi.
gün öğle yemeğinde m e k t u b u A t a t ü r k ' e v e r d i m .
O
Mektupta
selâmdan başka şey yok gibiydi. A n n e a n n e y e selâm. Â f e t Hanıma selâm, Rukiye'ye —
«Mektubu
s e l â m . Fakat yine de
Atatürk:
v e r H a s a n Rıza B e y ' e . T a h k i k a t
sın,» d e d i . Ben de m e k t u b u
Hasan
Sonra okulda çocuğu sorguya de böylece temize çıktım.
Rıza S o y a k ' a
çektiklerini
yaptır verdim.
öğrendim.
Ben
N Â Z I M HJKMET'İN
PLÂĞI
KÖŞKTE ç o k sayıda plak v a r d ı . Bunların çoğu a l a t u r k a şarkılardı. A t a t ü r k emredince bunların arasından
seçtikle
rimi
zamanlar
da
gramofona gramofon
parmaklarıyla
koyar
çalardım. Yalnız
dinlemeyi vurarak
s e v e r d i . Plak
kaldığı
dönerken,
sofraya
anlarda
gözle
rini kapatarak uzun uzun d ü ş ü n ü r d ü . Sevdiği parça
olursa
gramofonda, hafif
makam tutar, böyle
mırıltılarla şarkıya
katılırdı.
Bir k ı ş g e c e s i y i n e s o f r a d a h e m y e n i l i p i ç i l i y o r , plak dinleniyordu. O d ö n e m i n en gözde şarkılarını m ı ş t ı m . Biri bitiyor, öbürü başlıyordu. Herkes
hem
sırala
neşe
için
d e y d i . Plakların arasında — n e r e d e n g e l m i ş s e g e l m i ş — bir de Nâzım H i k m e t ' i n «İniyor kayık, çıkıyor kayık,» d i y e t e k rarlanan
«Salkımsöğüt»
şiiri
v a r d ı . Plağın
öbür
yüzü
de
« A t l ı l a r a t l ı l a r kızıl a t l ı l a r , » d i y e b a ş l a y a n « B a h r - i H a z e r » d i . O sırada gramofonun sustuğunu gören —
« Ç e l e b i E f e n d i , plak koy,» d i y e
Sofraya
rakı y e t i ş t i r m e ğ e
çalıştığım
Atatürk:
emretti. için
Atatürk'ün
e m r i n i alır almaz h e m e n aradan bir plak çekip, gramofona koydum. Meğer bakmadan aldığım plak. Nâzım şiiri değil
miymiş?
Hikmet'in
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
28&
Plak, N â z ı m ' m o t o k s e s i y l e d ö n m e ğ e b a ş l a y m c a sof rada d e r i n b i r s e s s i z l i k o l d u . K o n u ş m a l a r Atatürk'e
çevrildi. Acaba bilmeyerek
kesildi. Gözler
bir yakışıksızlık
mı
yapmıştım? Sofrada Tevfik Rüştü A r a s , Şükrü Kaya, Hasan Saka, Yakup Kadri K a r a o s m a n o ğ l u , Sabiha G ö k ç e n , Zehra Hanım vardı.
Gramofonun
borusundan
durmadan
«İniyor
kayık,
çıkıyor kayık» avazesi y ü k s e l i y o r d u . A t a t ü r k , bunu duyun ca b i r d e n b i r e b a n a s o r d u : —
«Bu n e d i r Ç e l e b i
—
«Nâzım H i k m e t ' i n şiiri
Efendi?» Paşam.»
A t a t ü r k b u kez s o f r a d a k i l e r e d ö n ü p —
«Şimdi n e r e d e bu adam?»
Bu s o r u y a s a n ı r ı m Ş ü k r ü —
«Bursa
Atatürk —
sordu:
Kaya karşılık
Hapishanesinde
bunun üzerine şunları
«Şimdi
verdi:
Paşam.» söyledi:
bu adamı dışarı çıkarsak. Gel b i z i m l e
ça
lış, desek gelmez. Halk Fırkasına sokmağa kalksak g i r m e z . Girdiği zaman küçüleceğini
sanır.
Kendisinde
büyüklük
duygusu var.» A t a t ü r k ' ü n bu k o n u ş m a s ı n d a n y ü r e k l e n e n T e v f i k tü Aras şöyle —
Rüş
dedi:
«Paşam, şimdi bütün A v r u p a bu plağı dinliyor. Ar
monize olduğunu söylüyorlar. Öbür plaklarımıza pek
itibar
etmiyorlar.» A t a t ü r k , bu konuşmadan
sonra başka konulara
geçti
Fakat üzerinden atamadığı d ü ş ü n c e l i b i r hal v a r d ı . A k l ı n ı bir şeye taktığı belliydi. Belki de biraz önceki şiiri ve pla ğı d ü ş ü n ü y o r d u . Bu o l a y ı n ü z e r i n d e n ü ç d ö r t a y g e ç m i ş t i . İstanbul'a
gelmiştik.
Sofrada
bir
ara
Ankara'dan
Atatürk,
Cevat
Abbas'a: —
«Tiyatrolarda
n e oyunlar oynuyor?» diye
sordu. F: 19
290
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Anlaşılan
Cevat
Abbas'ın
tiyatrolardan
pek
haberi
y o k t u . Bu s o r u n u n k a r ş ı l ı ğ ı n ı a r a ş t ı r ı r k e n , h e m e n ö n e a t ı l d ı m . Bir gün önce izinliydim ve tiyatroya —
«Unutulan Adam
—
«Kimin
oyunu
oynuyor
bu?»
diye
gitmiştim.
Paşam.» yeniden
dedim. Cevat
Abbas'a
sordu. —
«Nâzım
—
«Hâlâ bu adama fırsat
Hikmet'in
Paşam.» veriliyor
mu?»
Ertesi gün piyes sahneden kaldırıldı, afişleri i n d i r i l d i . A t a t ü r k ' ü n , Nâzım —
Hikmet'in
şiirlerini
mırıldanarak:
«Bu adamı a ş m a l ı , altında ağlamalı...» Ş e k l i n d e bir
söylentiyi çok yerde duymuştum. Araştırdım, fakat doğru luk derecesini bir türlü
öğrenemedim.
A t a t ü r k ' ü n ö l ü m ü n d e n s o n r a F a l i h Rıfkı A t a y , G a z e t e s i n d e yazdığı bir makalede Nâzım H i k m e t ' i n «Sakarya» ad lı ş i i r i n d e k i « A s l a n y e l e l i M u s t a f a K e m a l , » d e y i m i n e d e ğ i nerek «O'na ait şiiri ne Yahya K e m a l , ne A b d ü l h a k n e Fazıl A h m e t A y k a ç k i m s e y a z a m a d ı , » d e m i ş t i .
Hamit,
D E M O K R A S İ VE
KOMÜNİZM
BİR a k ş a m Ç a n k a y a ' d a Y e n i K ö ş k t e y a z a r l a r , e d i p l e r l e dolup taşan bir sofra... Hararetli bir tartışmaya g i r i ş i l m i ş . . . D a v e t l i l e r arasında Ruşen Eşref Ü n a y d m , Falih Rıfkı A t a y başta olarak birçok ünlü kişi bulunuyordu. Konumuz siya setti.. Demokrasiyle
Komünizmin
karşılaştırması
yapılı
yordu. Herkes konuşuyor, her zamanki gibi A t a t ü r k dinliyordu. Herkesin düşüncesini söyleyeceğini
öğrendikten
sonra kendi
sözünü
biliyor ve toplantının sonunu merakla
bek
liyorduk. Herkes aklının y e t t i ğ i , dilinin döndüğü kadar
Demok
rasi ile K o m ü n i z m i tarif e t m e ğ e çalışıyor, t a r i h t e n
örnek
ler getirerek kendi tezlerini haklı g ö s t e r m e ğ e gayret edi yordu. K i m i D e m o k r a s i n i n en iyi idare tarzı o l d u ğ u n u , iyi ya şantının ölçüsü sayılacağını, kimi Komünizmin eşitlik sağ lamakla fakat
hiç
beraber,
özgürlükleri
biri Atatürk'ü
hoşnut
kısıtladığını bırakacak
ileri tarifi
sürüyor, bir
türlü
bulamıyordu. Herkes konuştuktan ve konuşanların hepsini büyük bir
292
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
dil<katle d i n l e d i k t e n s o n r a , s o n sözün k e n d i s i n e
geldiğini
g ö r e n A t a t ü r k , s o f r a d a k i l e r i n ağzını açık bırakan şu olağan üstü karşılaştırmayı —
«Demokrasi
yaptı: ile
Komünizm
arasındaki fark
şudur:
M e r m e r , temiz bir salon... İçinde çırılçıplak uzanmış
keh
ribar gibi sarışın, güzel bir kadın... Kadının ü s t ü n e bir tül ö r t ü l m ü ş . Ü s t ü n d e k i bu t ü l D e m o k r a s i d i r . Tülü ç e k i p
kal
dırdığınız zaman altından
fark
b u n d a n ibaret...»
Komünizm
çıkar.
Aradaki
MASONLUK
GÜLCEMAL mir'e
vapuruyla
gelmiştik. Orada
Mersin
Naim
gezisinden
sonra
Palas O t e l i n e k o n u k
İz
olduk.
Y e m e k , A t a t ü r k ' ü n o t e l d e k i d a i r e s i n d e y e n i l d i . S o f r a d a Re cep Z ü h t ü , Salih Bozok, Kılıç A l i , Tahsin ü z e r vardı. Daha yemek başlamadan Salih —
Bozok:
«Paşam, dün gece A d l i y e
(Bozkurt)
Karşıyaka'daki
Vekili
Mason
Cemiyetinin
t a b a n c a y l a tuzla buz e t t i r m i ş . Galiba Cemiyet üyeleri korku
Mahmut
Esat
camlarını
i k i el a t e ş
edilmiş.
içindeler.»
Bu h a b e r i d u y u n c a A t a t ü r k ' ü n k a ş l a r ı ç a t ı l d ı . Ç o k c i d d i bir şekilde: —
« H o p p a l a . . . Bu n e b i ç i m i ş y a h u ? D a ğ b a ş ı n d a
yaşıyoruz? Gecenin yarısında bir cemiyete tabancayla ş u n s ı k m a k o l u r m u ? Eğer bu c e m i y e t m e m l e k e t e
mı kur
zarar
l ı y s a k a n u n î y o l l a r v a r . Bu y o l a b a ş v u r u l u r , k a p a t ı l ı r . » Atatürk d i . Sofrada
bunları söylerken derin bir düşünce Mason'Iuk
yordu. Atatürk,
üzerine çeşitli
bu konuşmalara
içindey
konuşmalar
p e k az
yapılı
katılıyor,
daha
doğrusu dinler g ö r ü n ü y o r d u . Başka ş e y l e r düşündüğü h a k k a k t ı . Sofradakiler, A t a t ü r k ' ü n s u s u ş u n d a n da
mu
cesaret
294
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
alarak hiç durmadan
M a h m u t Esat'a atıp t u t u y o r l a r ,
kos
koca A d a l e t bakanının kendi adamlarını silâhlandırarak ka nun himayesinde çalışan bir c e m i y e t i kanun dışı yollardan ateş yağmuruna
tutmasını
kınıyorlardı. Silâh atmakla
ce
m i y e t kapatılamıyacağmı belirtip, kanunların ne güne dur duğunu
soruyorlardı. Mason Cemiyetine tabancayı Torba-
lılı Emin Bey s ı k t ı r m ı ş t ı . E m i n Bey İstiklâl
Mahkemesinde
beraat e t m i ş t i . Oysa tabancayı M a h m u t Esat'ın sıktığı söy leniyordu. K o n u ş m a l a r d a h a da k ö t ü l e y i c i b i r hal a l ı n c a elini
masaya
vurarak
konuşmacıları
Atatürk
susturdu. Sonra
hiç
kimsenin beklemediği, herkesi şaşkınlık içinde bırakan şu konuşmayı —
yaptı:
«Bir
zamanlar
ben de M a s o n
o l m u ş t u m . Bir
bir arkadaşım beni alıp, Beyoğlu'ndaki M a s o n
gün
Cemiyetine
g ö t ü r d ü . Daha ne o l d u ğ u m u bile anlayamadan k e n d i m i c e miyetin içinde buldum. M e r m e r merdivenlerden büyük salona indik. Orada yüzlerini g ö r m e d i ğ i m birtakım vardı.
Bizi b u y u r
edip, oturttular,
kahveler
sundular,
hatır sordular. Orada fazla kalmadık, t e k r a r
bir
kişiler hal
merdivenlerle
d a h a da a ş a ğ ı y a i n d i k . B i r ö n c e k i n d e n d a h a g e n i ş b i r s a londa bulduk
kendimizi. Salonda büyük bir kalabalık
lanmış, kılıçlı
b i r t ö r e n y a p ı l ı y o r d u . Bu i ş l e r i d a h a
den bildiğini anladığım arkadaşım beni kolumdan d u r m a d a n ne y a p m a m
gerektiğini
anlatıyordu.
tutmuş, Kılıçların
a r a s ı n d a n , g e ç i p , k u t s a l b i r k i t a b a el b a s t ı k . B ü t ü n olup bittikten sonra dışarı çıktık. İçerde çok
top önce
bunlar
sıkılmıştım.
Bu o l a y d a n s o n r a b i r d a h a n e o b i n a y a g i t t i m , n e d e dakilerle karşılaştım. Ş i m d i gitsem, arasam, o binayı ki de b u l a m a m . İşte b e n i m M a s o n l u ğ u m b u n d a n Böylece
Atatürk, kendisine
Mason,
bu anlattıklarıyla t o p y e k ü n cevap v e r m i ş
dinsiz
orbel
ibaret....» diyenlere
oluyordu.
A r a d a n zaman g e ç t i . Bir akşam gece sofrada b i l i m s e l konular tartışılıyordu. Konuşmacıların arasında
Fuat
Köp-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞ» İDİM
rülü. Alımet
Hakkı Tekçe, H i k m e t
Bayur
Aklımda kaldığına göre okul ve ^asın yoluyla
kamu
ve M i m
Ağaoğlu, İsmail
295
Kemal Öke vardı.
oyunun değiştirilmesi konusu görüşülüyordu. Atatürk, öne sürülen düşünceleri
beğenmemiş
yarıda
sırada
kesiyordu. O
olmalı ki,
Hikmet
Bayur,
konuşmaları konuşmasının
içine Masonluğu da katınca işler d e ğ i ş t i . A t a t ü r k , olarak bilinen M i m Kemal'e —
Mason
dönerek:
«Kemal Bey. ş i m d i sıra s i z i n . Bize M a s o n l u ğ u a n
latacaksınız. Önce söyleyiniz, Masonluğun prensipleri lerdir?» diye Mim
ne
sordu.
Kemal, dilinin döndüğü kadar Masonluğu
anlat
m a ğ a , bu arada ö v m e ğ e ç a l ı ş t ı . M a s o n l u k m i l l i y e t ç i , halk çı, cumhuriyetçi nanlardan —
«Mademki
prensipleri
gibi
sözler
söyleyince, toplantıda
bulu
biri: Masonluk
böyle, bizim
Halk
Partisinin
de bunlardan başka bir şey değildir. O
halde
M a s o n l u ğ u n h i k m e t i vücudu kalmaz,» dedi. A t a t ü r k tekrar M i m Kemal'den buna karşı ne diyece ğ i n i s o r d u . O da şu karşılığı v e r d i : —
«Halk Partisinin
prensipleri
memleket
içinde geçerlidir. Masonluk, bu idealin memleket
sınırları sınırları
dışına yayılmasına aracı olan rasyonel bir kuruluştur. Dik tatörlüğün
egemen olduğu
ülkelerde M a s o n locaları
yıkı
lır. Masonlar yok edilirken, Türk millî Masonları huzur ve güvenlik içinde yaşamaktadır. Dünyanın en mutlu
Mason
ları Türkiye'de barınmaktadır. Yabancı Masonlar, yerli M a sonlara
kıskanarak uzaktan
Masonluğu böylesine
bakmaktadırlar.» hararetle
öven
Mim
Kemal'i
d i k k a t l e d i n l e y e n A t a t ü r k , onun sözü daha fazla uzatması nı ö n l e m e k —
için:
«Peki, anlaşıldı. Reisiniz kim?»
diye sordu.
M i m Kemal, hiç kimsenin ummadığı, söylemeğe cesa ret edemediği şu sözleri
söyledi:
296
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«IVlemlel<ette b a r ı ş v e h u z u r i s t e y e n v e b ü t ü n D ü n
yâya seslenerek bu idealin Zatı
gerçekleştirilmesine
çalışan
Devletleridir.» A t a t ü r k ' ü n bir anda kaşları
çatıldı.
Sesinin
tonunu
sertleştireret:: —
«Ben M a s o n C e m i y e t i n e g i r m e m . Başkalarının y a p
tığı prensiplere değil, ancak kendi prensiplerime
uyarım.»
Bu s ö z l e r i d u y a n M i m K e m a l , b i r a z i r k i l i r g i b i sa da, s ö z l e r i n i ş ö y l e b i t i r m e k —
«Masonluğun temsil ettiği yüksek idealin
yerine getirileceğini
kabul
her ülkede
ülküsünün
insanlık
etmek
«Hayır Kemal Bey. Sen bunu
değilsin. Günün birinde insanlık
kolayca
i s t e m i y o r u m . Fakat
gerçekleşmesine
aydınların bir araya g e l m e s i n e yardımcı —
olduy
istedi: bu
çalışan
olabilir...»
söylemeğe
idealinin
mezun
gerçekleşmeye
ceğini kabul e t m e k doğru değildir. İnsanlığın günün birinde bu mutlu sonuca e r i ş m e s i çok Ünlü
bir
Masona
mümkündür.»
yanlış düşündüğünü
söyleyen
türk, gelecekteki m u t l u insanlık için her zaman gördüğümüz
ülküsünün
gerçekleşeceğine
insandı. Ulusun kalkınması
inanan asil
bir
için sosyal reformları her şe
yin üstünde t u t m u ş t u . Başkalarının değil, kendi rini uygulamıştı.
Ata
insanüstü
prensiple
KAYSERİ'DEKİ SÜRÜ
SAHİBİ
A T A T Ü R K sık sık halkı v e m e m l e k e t i g ö r m e d i k ç e hat etmez, bu yüzden ansızın gezilere
ra
çıkardı. Balolara,
e ğ l e n c e l e r e , davetlere de gidişi ansızın olur, okullara ha b e r v e r m e d e n b a s k ı n y a p a r , d e r s l e r e k a t ı l ı r d ı . Bu
yüzden
birçok kimse gafil avlanır, hazırlıksız olduklarından
şaşkı
na
dönerlerdi. Yurt gezilerinde de çoğunlukla böyle olurdu. Önceden
hazırlanmış bir gezi p r o g r a m ı y o k t u . G e c e sofrada, ertesi gün falanca yere gidilmesi
istenir, sabah olur olmaz
reket edilirdi. Çok zaman gidilen l e r i t r a ş l ı y a da d ü z g ü n o l m a y a n daradar yetiştikleri
ha
y e r i n ilgilileri bizi yüz kıyafetlerle
karşılamağa
için Atatürk, bunların telâşlarıyla
in
ceden inceye alay ederdi. 1931 y ı l ı n d a y d ı k . Y i n e b ö y l e a n s ı z ı n ç ı k ı l m ı ş y u r t g e zilerinden birinde bulunuyorduk. Trenimiz Kayseri
istasyo
nundan
kıyafetli
kalkmak
ü z e r e y d i . Bir de b a k t ı m , çoban
bir adam, kalabalığı yararak bulunduğumuz vagona yaklaş mağa
çalışıyor.
Bir olay geçtiğini
a n l a m ı ş t ı m . Vagonun kapısını ara
ladım. Beni kapıda gören çoban kıyafetli
adam:
298
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«Atatürk'ü görmek istiyorum, nerededir?» dedi.
—
«Yaverlerden
izin
almadan
Atatürk'ü
göremezsi
niz,» d i y e k a r ş ı l ı k v e r d i m . A m a adam ısrar ediyor, ben b ı r a k m ı y o r d u m . daki
tartışma
gittikçe
kızışıyordu.
Aramız
A d a m da i n a t ç ı
mı
inatçı. Biz b ö y l e ç e k i ş e d u r a l ı m , A t a t ü r k b i z i m k o n u ş m a l a r ı mızı b u l u n d u ğ u v a g o n u n
penceresinden
duymuş.
Başınt
uzatarak: —
«Çelebi, ne istiyor bu adam?» diye s o r d u .
—
«Efendimizi
—
«Al gel efendiyi öyleyse.»
görmek
i s t i y o r . Paşam.»
dedim.
A d a m önüme düştü, ben arkada, beraberce
vagondan
içeri girdik. Benim çoban sandığım adam meğer davar sahibiymiş.. Başladı A t a t ü r k ' e serencâmını
anlatmağa:
Beş y ü z k o y u n u i l e d a v a r ı v a r m ı ş . Ankara'ya
götürürken
baytar yolunu
Bunları
kesmiş.
satmağa
«Kayseri'de
hastalık var, hayvanları götüremezsin,» demiş. Bunun üze rine adamcağız baytara yalvarmağa — Her
başlamış:
«Efendim, Kayseri'nin her yerinde mi hastalık var?
yerinde
olmaz.
Bu
şehrin
garbı
var,
şarkı var.
Hiç
olmazsa buralardan bana bir yol v e r s i n l e r . Hastalık o l m a yan bir yoldan geçireyim,» demiş. A m a bir türlü bu vanlara
yol
verilmemiş.
Davar
sahibi,
hayvanlarıyla
hay eli
böğründe kalmış. Ne yapsın, neylesin, derdini kime açsın. Validen umudunu kesince, geldiğini —
birden
Atatürk'ün
Kayseri'ye
duymuş.
«Varıp gideyim, Atatürk'e derdimi
ileteyim.
Belkr
O'nun sayesinde feraha çıkarım,» diye düşünmüş. Hayvan ları otluğa bıraktığı gibi s o l u k soluğa istasyona Davar sahibini büyük bir dikkatle trenin hareketini
dinleyen
yetişmiş. Atatürk,
g e c i k t i r d i . V a l i i l e B a y t a r ı ç a ğ ı r t t ı . İkisiı
M M Ü R K ' Ü N UŞAĞI \D\^A
de zaten
istasyonda
bulunuyorlardı.
299
İkisine
birden
dö
nerek: —
«Bu arkadaşın s ü r ü s ü n e n e d e n engel oldunuz?» dî
ye sordu. Baytar kekelemeğe başladı. Ne karşılık vereceğini şa şırmıştı: —
«Şey, e f e n d i m , bu mıntakada hastalık v a r da, o n
dan müsaade etmedik,» deyince bu kez d e valiye d ö n d ü : —
«Siz n e d e r s i n i z v a l i b e y ? » d i y e s o r d u .
Vali ezile büzüle: —
«Efendim, doktor haklıdır,» deyince A t a t ü r k
kızdı
ğını belli e d e r e k : —
«Demek bu sürü sahibi burada hayvanlarıyle bera
ber ölsün. Siz de seyirci
kalın. Sizin maksadınız
malum,
anlaşıldı,» d e d i . Sonra da daha fazla öfkelenerek: —
«Şu k ö y l ü k a d a r d a o l a m a d ı n ı z . B u a d a m ı n ş a r k a ,
garba aklı e r i y o r da, sizin n e y e e r m i y o r a m ü b a r e k a d a m lar?» d e d i . Vali ile baytarda şafak atmıştı. Önlerine Hemen sürü sahibine —
bakıyorlardı.
dönerek:
«Baba, ş i m d i s ü r ü n ü t o p l a . Ş e h r i n t a m g ö b e ğ i n d e n
A n k a r a ' n ı n y o l u n u t u t . Eğer sana engel o l m a k
isterlerse,
hiç ç e k i n m e d e n bana t e l g r a f ç e k . Ben s e n i n o l d u ğ u n y e r e yetişirim,» Adam
dedi. teşekkür
edip, Atatürk'ün
ellerine
sarıldıktan
sonra yanımızdan ayrıldı. Atatürk tekrar valiye dönerek şu soruyu sordu: —
« N e d i r b u h a l ? Bu s a ç m a h a l i g ö r m e d i n i z
—
«Paşam, farketmedik.»
—
«Tabiî s e n f a r k e t m e z s i n , o f a r k e t m e z .
serveti de böylece
harcanıp
IVlemleketin
gider.»
Vali ile baytarın önlerine bakarak öyle v a r d ı kî...
mi?»
bir
gidişleri
SAKARYA
BİR g e c e s a a t il<i s u l a r ı n d a y d ı . üzerinden trenle geçerken adındaki
duk. Trenin tekerleklerinin
Sakarya
ben ve
arkadaşla Atatürk'ün
KÖPRÜSÜNDE
trende
yemek
çıkardığı
köprüsünün çalışan
yemesini
Rıza
bekliyor
tiktaklardan
başka
hiç bir şey d u y u l m u y o r d u . İkimizin de gözünden uyku akı yordu. Uzakta siyah, s i m s i y a h bir gece boşlukta
uzanıyor,
ara sıra b i r ağacın g ö l g e s i , b i r s a n i y e n i n onda b i r i
kadar
bir zaman için penceremize düşüp kayboluyordu. Atatürk, y e m e k t e n başını kaldırıp
bize:
—
«Nereden geçiyoruz.» diye sordu.
—
«Paşam, Sakarya köprüsünün üstünden,» diye
kar
şılık v e r d i m . —
«Peki.»
Konuşmanın daha uzayacağını
sanıyordum.
Yanılma
m ı ş ı m . A r a d a n kısa bir süre geçince A t a t ü r k , yaşımın
kaç
o l d u ğ u n u s o r d u . Y i r m i o l d u ğ u n u s ö y l e d i m . Başını salladı. Sonra t r e n d e çalışan arkadaşa da yaşını s o r d u . O n u n yaşı da y i r m i d e ğ i l m i y m i ş ? A t a t ü r k , y a ş l a r ı m ı z ı —
«Siz ç o c u k s u n u z . Y u n a n l ı l a r ı n
öğrenince:
burasını
işgal
ğini bilmezsiniz,» deyince ikimiz de bir ağızdan:
etti
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
30r
«Paşam, biliriz. Siz olmasaydınız Yunanlıları
dan k i m
çıkaracaktı?
başladık
konuşmağa.
bura
Siz kurtardınız. Siz yaptınız,»
diye
Biz g e r ç i i ç i m i z d e n g e l d i ğ i g i b i ç o k s a m i m i b i r ş e k i l de konuşuyorduk. Fakat yaptığımız, dalkavukluktan
başka
bir şey d e ğ i l d i . A t a t ü r k ' ü n de dalkavukluğa ne kadar kız dığını çok yakından biliyorduk. Fakat bizim
samimiyetimi
ze inandığı için sözlerimize kızmadı. Ve şu olağanüstü kar şılığı v e r d i : — toprağı
«Ben hiç bir ş e y i Yunan
Onun için onlar
kurtarmış
kumandanlarından yenildiler.»
değilim. daha
iyi
Yalnız
bu
tanıyordum.
ÇUBUKABAT
BİR g e c e bir
gezi
sofrada otururken Atatürk
ÇAMLIĞINDA
yine
birdenbire
i s t e d i . Bu d a ö n c e d e n k a r a r i a ş t ı r ı l m a m ı ş ,
hazır
lıksız, s ü r p r i z l i gezilerden biriydi. Daha sofra faslı b i t m e den konuklara —
dönerek:
«Hazır mısınız? Seyahate çıkıyoruz,» deyince
her
kes şaşırdı. Sonra: —
«Hazırız...» d i y e k a r ş ı l ı k
verdiler.
Otomobillere hazırlanma emri verildi. Ankara yakınla rında Ç u b u k a b a t d e n i l e n çamlık, güzel bir yayla vardır. Ta biî manzarası çok güzel olan bu yaylanın y o l u o l d u k ç a t e h likelidir. Daracık y o l u n a l t ı , göz karartan u ç u r u m l a r l a kap lıdır. Ö y l e bir y o l k i , o t o m o b i l g e ç e r dikkatsizlikte hemen uçuruma
ama, en küçük
bir
uçabilir.
İçişleri bakanı tarafından hemen haber gönderilip y o l lar t e m i z l e t i l d i . A r a b a l a r
yola koyuldu. Uçurumlu
araziye
gelince sarsıla sarsila ilerlemeğe başladık. Şoförler dikkatlerini,
önlerinde
uzanan
daracık bozuk
şeride
bütün ver
m i ş l e r d i . Titrek farların yetişemediği s i m s i y a h , ö l ü m saçan bir uçurum bir yanımızda; öbür yanımızda sivri, granit tepe ciklerle yükselen bir dağ parçası.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞ\ İDİM Ben vaziyeti
görünce
yokuşun
303-
başmda
otomobilden,
indim. Daracık yoldan uçurumu seyretmeğe başladım. Bu lunduğum met
arabada oturan m i l l e t v e k i l l e r i n d e n
Bey'le, Nuri
Conker'e yolun
Hacı
Meh
buradan ilerisinin
daha
t e h l i k e l i o l d u ğ u n u s ö y l e d i m . Ç ü n k ü g ü n d ü z b i r k a ç kez butehlikeli yolu geçmiştim. Nuri —
«Yani
ne yapalım
Conker:
Çelebi. Ölümden
mi
korkuyor
Ben
iniyorum,
sun?» d e d i . —
«Herkes
başının
çaresine
baksın.
sonra yayladan d ö n ü ş t e beni alırsınız,» d i y e karşılık
ver
dim. Fakat
milletvekilleri
otomobilden
inmediler.
aşağı i n d i ğ i m i gören Kılıç A l i ile M u h a f ı z A l a y İsmail Hakkı Tekçe, kızarak şöyle —
Benim
komutanı
dediler:
«Niçin indin otomobilden, niye korktun? Bizim ca
nımız yok mu? A t a t ü r k ' ü n canı y o k mu?» — rer
«Sizin de canınız var a m a , hepinizin kafasında b i
şişe
Dimitrokopula
var. Bende
ise
Onun için ben i n m e d e , siz i n m e m e d e Sabaha
karşı saat
dörde
doğru
hiç bir şey
yok.
haklısınız.» Çubukabat'a
vardık.
Birkaç çadır k u r u l m u ş t u . Hepimiz çadırlara girerek y o r g u n luktan
ve
uykusuzluktan
battaniyelerin
üstüne
kıvrılıver-
dik... Ertesi gün A t a t ü r k uyandıktan sonra hareket verdi. Gece
geçtiğimiz
yoldan
kınlığını bir
görmeliydiniz:
dönerken
«Yahu dün
emrini
Atatürk'ün
gece
biz
şaş
buradan
mı geçtik?» diyor, şaşkınlığı iyiden iyiye artıyordu. Önce
bana kızanlar, gece
geçtikleri
sırat
andıran yolu gözleriyle g ö r ü n c e hak v e r d i l e r .
köprüsünü,
Ç E L E N G İ NEREYE K O Y A R S A N I Z
18 M a r t Ç a n a k k a l e Gelibolu
Zaferinin
yarımadası'ndaki
yıldönümü
şehitliklerin
KOYUN
nedeniyle
bulunduğu
yerde
düzenlenen anma törenine Atatürk de çağrılı bulunuyordu. Törene, Çanakkale'de dövüşen ve on binlerce kurban ren devletlerin temsilcileri
de gelmiş. Ortalık
g e ç i l m i y o r d u . Fransız v e İngiliz M e ç h u l
ve
çelenkten
Asker
Anıtlarına
çelenkler konulmuş, ulusal marşlar çalınmış, fakat
henüz
b i r Türk anıtı olmadığından M e h m e t ç i k ç e l e n g i n i n konaca ğı y e r konusunda bir d u r a k s a m a
olmuştu,
Çanakkale Savaşları sırasında düşmana atılan m e r m i lerden
meydana getirilmiş piramit şeklinde
bir
de
Türk
anıtı vardı k i , zamanla b o z u l m u ş , kalıntıları da k a y b o l m u ş t u . A t a t ü r k ' ü n o zamanlar bu anıta çelenk koyarken çekil m i ş bir f o t o ğ r a f ı da Harbi U m u m î M e c m u a s ı n ı n
kapağında
yayınlanmıştı. O günkü törende çelengi koyacak bir yer hemen Atatürk'e —
bulamayınca
koştular:
«Paşam, bizim çelengi nereye koyalım?» diye sor
dular. Tarihin en k o r k u n ç
savunma ve
hücumunun
geçtiği
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
305
alanda, o günleri yaşar gibi dalgın gözlerle ufka bakan A n a fartalar Kumandanı, kendisinden mutan ve beraberindekilere —
cevap bekleyen vali, ko
dönüp:
« T ü r k k a n ı y l a s u l a n m ı ş bu t o p r a k l a r ı n h e r
köşesi,
bir Türk abidesidir. Çelengi nereye isterseniz oraya koyun, fark etmez,"
dedi.
1935 y ı l ı n d a T ü r k T a r i h
Kurumu
üyeleri,
Atatürk'ün
buyruğuyle tarihi bir geziye çıkarıldılar. Programın ilk u ğ rak yeri Anafartalar
ve Conkbayırı o l d u . Üyeler, bu t o p
raklar için canlarını v e r e n binlerce ş e h i t M e h m e t ç i ğ i n anı sına saygı duruşunda bulundular. Orada pek çok
yabancı
anıt vardı, M e h m e t ç i k anıtı ise y o k t u . D ö n d ü k t e n s o n r a k u r u l ü y e l e r i a r a s ı n d a b u l u n a n Prof. A f e t İnan, A t a t ü r k ' e
gezi
anılarını
anlatırken,
Mehmetçik
a n ı t ı n a da d e ğ i n d i . O r a d a n e d e n b i r M e h m e t ç i k a n ı t ı y a pılmadığını —
sordu. Atatürk şu karşılığı v e r d i :
«Çok doğru söyledin.
Biz d e M e h m e t ç i ğ i m i z i
an
m a k için çok büyük anıtlar yapmalıyız. Fakat b u , bir zaman v e i m k â n i ş i d i r . A n c a k ş u n u da s ö y l e y e y i m k i , b u t o p r a k ların sınırları içinde kalmasıyla M e h m e t ç i k en büyük anıtı zaten kendi
kurmuştur.»
İçişleri bakanı Şükrü Kaya, Çanakkale bölgesini t e f t i şe g i d e r k e n , A t a t ü r k ona ş ö y l e d e m i ş t i : — ret
« Ç a n a k k a l e ' y e g i t t i ğ i n d e aziz ş e h i t l e r i m i z i d e z i y a
etmeyi
unutma.
Bu g ö r e v i
Yalnız orada nasıl bir nutuk
yapacağına
şüphem
yok.
söyleyeceksin?»
Atatürk, Şükrü Kaya'nın, söyleyeceği nutku
düşünme
ğe başladığını görünce şöyle dedi: —
«Dur
diyeceksin
ben
söyleyeyim
nasıl
konuşacağını.
k i : 'Ey b u r a d a y a t a n s e v g i l i
saygıyla anıyoruz.' Sonra
Orada
şehitlerimiz,
sizi
M e h m e t ç i k anıtının başında y a
pacağın konuşmada: 'Burada rahat ve huzur içinde yatınız. Siz olmasaydınız, d ü ş m a n
bu
kutsal topraklarımıza
yayı
lacaktı.'» F: 20
3D6
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Şü!<rü K a y a , A t a t ü r l < ' e
tıpkı bu ş e k i l d e
konuşacağını
söyleyince A t a t ü r k itiraz etti; —
«Hayır böyle k o n u ş m a y a c a k s ı n . Bundan daha güzel
konuşacaksın. Çanakkale'de yalnız bizim ş e h i t l e r i m i z i
de
ğil, bu topraklar üzerinde kanlarını döken yabancı muharip l e r i de s a y g ı y l a a n a c a k s ı n . D i y e c e k s i n k i : ' B u ü l k e n i n t o p raklarında
kanlarını
döken
vatan toprağındasınız. IVlehmetçik'le koyun
kahramanlar.
Burada
Huzur ve sükûn
içinde
bir
uyuyun.
dost
deyince
Atatürk
koyunasınız.'»
Şükrü Kaya buna karşı ç ı k t ı : —
«Paşam, ben bunu yapamam,»
kızdı: —
«Söyleyeceksin. Cihana karşı böyle
konuşacaksın.
Diyeceksin ki: 'Uzak diyarlardan evlâtlarım savaşa gönde ren analar. Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrıınızdadır. Huzur içinde rahat uyumaktadır. O n l a r bu t o p raklarda canlarını verdikten sonra artık bizim
evlâtlarımız
olmuşlardır.'» A t a t ü r k ' ü n bu sözlerini, tüylerimiz diken diken d i n l e d i k . Y a r a b b i , b u ne b ü y ü k
İnsan,
yüce
olmuş
düşüncelere
sahip bir büyük adamdı. Böyle bir sözü tarihte hangi bü yük devlet adamı söylemişti bugüne Şükrü Kaya'nm
kadar.
Çanakkale'de M e h m e t ç i k anıtının ba
şmda söylediği Atatürk'ün yendiği uluslara
karşı
göster
d i ğ i y ü k s e k insanlık duygularını yansıtan bu nutuk, orada bulunan yabancı gazeteciler Daha
tarafından dünyaya
bir hafta geçmeden Şükrü Kaya'ya
Yeni Zelanda'dan maya başladı.
ve daha
birçok
yerden
yayılmış.
Avustralya'dan. telgraflar
yağ
MANEVÎ
EVLÂTLARININ
SONU
ATATÜRK, g e n ç l i ğ i n d e n beri kız, erkek dokuz
çocuğu
e v l â t l ı k e d i n m i ş t i r . H i ç ç o c u ğ u o l m a y a n A t a t ü r k ' ü n bu k o ruyuculuk
h u y u , daha çok yaşamı boyunca evlâtsız kalıp,
annesinin ö l ü m ü n d e n sonra kızkardeşinden başka bir y a kını
bulunmayışından
aldığı
bu k i m s e l e r i n
ileri her
gelmektedir.
haliyle
Koruyuculuğuna
ilgilenir,
iyi
yetişmeleri
i ç i n e l i n d e n g e l e n i y a p a r d ı . H e s a b ı n ı , k i t a b ı n ı ç o k iyi b i l m e k l e tanınan A t a t ü r k , bu e v l â t saydıklarından hiçbir esirgemez,
çevresindekilerin
de onları sevip
şey
saymalarını
isterdi. Ölümünden sonra vasiyetnamesiyle
bunlara
bağlanması da, onlara düşkünlüğünün seçik
belirtisidir.
Atatürk,
sofrasında
her zaman manevî
evlâtlarını
bulundurur, her isteklerini
yerine getirirdi. Çankaya
künde manevî evlâtlarının
hepsinin
zamanlarda aralarına kıskançlık yapardı. Manevî
evlâtlarının
bir
girmesin
arada diye
harcamalarını
aylık
da
Köş
bulunduğu iş
bölümü
Umumî
Katip
H a s a n Rıza S o y a k ' a g ö r d ü r ü r , h a r ç l ı k l a r ı n ı da o n u n
eliyle
verdirirdi. A t a t ü r k ' ü n i l k m a n e v î e v l â d ı , I. D ü n y a S a v a ş ı n d a V a n ' da b u l u n u r k e n , k i m s e s i z v e m u h t a ç o l d u ğ u n u g ö r e r e k y a -
308
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
nına alıp İstanbul'a
getirdiği
sekiz yaşındaki
Abdürrahim
adındaki çocuktur. Beşiktaş Akaretler'deki evlerinde anne si Zübeyde Hanım'ın yanına bırakmış, zaferden sonra A n k a r a ' y a g ö n d e r e r e k « S a n a y i M e k t e b i »nde o k u t u p b i r m e s l e k s a h i b i o l m a s ı n ı s a ğ l a m ı ş t ı r . İ k i n c i s i , y i n e 1. D ü n y a S a vaşında
Bitlis
çekilmesi
sırasında kendisine
y a ş ı n d a k i A f i f e a d l ı y e t i m b i r kız ç o c u ğ u d u r .
sığınan
altı
Karargâhına
aldığı bu çocuğu cephe gerisine g e t i r m i ş , sonra İstanbul' daki evlerine
yollayıp büyütmüş, eğitimini yaptırmış,
nunda evlendirerek
İzmir'e
so
yollamıştır.
Lâtife Uşaklıgil'le evliliğinden sonra Kâğıthane Darüleytam'ından
a l d ı ğ ı Z e h r a a d l ı kızı da A r n a v u t k ö y
kan Kolejinde,
sonra
Londra'da okutmuş,
geçirdiği ruhsal bir bunalım sonunda Fransa'dan kendini t r e n d e n atıp intihar Konya olan
gezisi
Rukiye adlı
sırasında
Ameri
bu talihsiz
kız
geçerken
etmişti. A t a t ü r k , ç o k acılı bir
bir kızcağızı A n k a r a ' y a
getirip
yaşamı
okutmuş,
sonra bir jandarma yüzbaşısı ile e v l e n d i r i p , düğününü A n kara Palasta
kendi yaptırmıştı. A t a t ü r k , düğünde ilk dan
sı R u k i y e i l e y a p a r a k o n a o n u r v e r m i ş t i . R u k i y e ' n i n k o c a sı Yüzbaşı H ü s n ü , sonra Yalova kaymakamlığına
atanmış,
e m e k l i o l d u k t a n s o n r a da ö l m ü ş t ü r . Atatürk'ün
manevî evlâtlığa aldığı insanlardan b i r i de
N e b i l e H a n ı m d ı r . 1927 T e m m u z u n d a Ç a p a Ö ğ r e t m e n
Oku
lundan üç ö ğ r e n c i h i z m e t için D o l m a b a h ç e Sarayına g e t i r i l m i ş t i . Bu k ı z l a r d a n i k i s i g e r i g i t t i . N e b i l e i s e k a l d ı . N e bile on sekizinci baharını s ü r ü y o r d u . Orta b o y l u , mavi göz lü, beyaz t e n l i , sarışın oldukça güzel bir kızdı. O zaman Atatürk,
Nebile'yi
de A n k a r a ' y a
istemişti. Nebile duraksıyordu. Gidip gitmemek
götürmek konusun
da b i r k a r a r v e r e m i y o r d u . O s ı r a d a b e n d e A n k a r a ' y a t ü r ü l e c e k t i m . Bir g ü n y a n ı m a —
«Cemal
Efendi, beni
gö
sokulup: Ankara'ya
götürmek
istiyor-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
30»
lar. K o r k u y o r u m g i t m e ğ e . N e y a p a y ı m d e r s i n ? » d i y e
sor
du. —
«Beni de
g ö t ü r m e k i s t i y o r l a r . Bak
ben
korkuyor
«Öyle ama sen erkeksin. Canın sıkılınca
kahveye
muyum?» dedim. —
g i d e r s i n . Ben k ı z ı m . O r a d a —
tek başına
ne
«Sen de K ö ş k t e o t u r u r s u n . Orada
Zehra H a n ı m l a r v a r . S e n d e o r a d a h a n ı m
yaparım?» Rukiye, Sabiha, olursun.»
Biz b ö y l e d e r t l e ş e d u r a l ı m , N e b i l e A n k a r a ' n ı n
yolunu
t u t t u . B e n d a h a s o n r a g i t t i m . Ç a n k a y a ' d a b i r d e ne g ö r e y i m ? N e b i l e , « h a n ı m » o l m u ş . Biz « b e y » o l a m a d ı k .
Hizmet
kâr o l a r a k k a l d ı k . Nebile, Başkâtibi
Atatijrk'ün
(Çerkeş)
aracılığıyla
Tahsin Beyle
Viyana
Büyükelçiliği
evlendirildi.
Düğününü
de R u k i y e ' n i n k i g i b i , A t a t ü r k , A n k a r a P a l a s t a y a p t ı r d ı . B a ş kâtip, beraberinde Viyana'ya g ö t ü r d ü ğ ü
Nebile'yi hor
kul
l a n m ı ş . Bu a d a m l a o t u r a m ı y a c a ğ m ı a n l a y a n N e b i l e b i r s ü re s o n r a a y r ı l ı p y u r d a
d ö n d ü . Sonradan da İzmit
Fabrikasında görevli Sabahattin İrdelp adlı bir
Kâğıt
mühendis
le e v l e n d i . Nebile de.
Fikriye, Zehra
gibi talihsiz bir
kadındı.
Hastalandı, bir çiçek gibi solmağa başladı. Atatürk'ün münden birkaç gün önce Nebile, hasta haliyle
ölü
Dolmabah-
ç e y e g e l m i ş t i . O'nu ağır hasta v e ö l ü m e y a k l a ş m ı ş g ö r ü n ce d a y a n a m a y ı p b a ş l a m ı ş a ğ l a m a ğ a . A t a t ü r k k e n d i lığını b i r an i ç i n u n u t u p , k a r ş ı s ı n d a g ö z y a ş ı
hasta
döken
Nebi-
le'ye «Benim için a ğ l a m ı y a c a k s ı n , anladın mı?» d e m i ş . Fa kat h ı ç k ı r ı k l a r ı n
d o z u a r t ı n c a «Sana
e m r e d i y o r u m , ağla
mak y a s a k ! » d i y e e k l e m i ş . Bunun üzerine N e b i l e ' y i rından t u t a r a k d ı ş a r ı
kolla
çıkarmışlar.
A t a t ü r k ' ü n ö l ü m haberini d u y d u k t a n sonra N e b i l e Ha nım i y i c e h a s t a l a n d ı . İ l k i n g ö z l e r i
görmez
oldu. Arkasın
dan k o l u u y u ş m a ğ a b a ş l a d ı . D e r k e n i n m e i n d i ğ i n i
duyduk.
Daha s o n r a b ü t ü n b u n l a r y e t m i y o r m u ş g i b i z a t ü r r e e y e y a -
310
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
k a l a n d ı . Bir süre kurtarılamıyarak Atatürk'ün biri
de Sabiha
Yakacık
Sanatoryumunda
hayata gözlerini manevi
y a t t ı y s a da,
yumdu.
evlâtlarının
en
G ö k ç e n ' d i . 1924'te Bursa
önemlilerinden gezisi
sırasında
Hünkâr Köşkünde tanıdığı Sabiha'yı manevî e v l â t olarak alimış, 1925'te de A n k a r a ' y a g e t i r m i ş . Ben, Sabiha Gökçen'i Çankaya'da tanımıştım. A m e r i k a n Kız K o l e j i n e burasını
bitiremeyip
artınca Atatürk,
Sabiha ilkokulu b i t i r d i k t e n
sonra
yollanmış, fakat hastalandığı
Üsküdar
Kolejine geçmişti.
Sabiha'nın evde oturmasını
için
Hastalık
uygun
bul
m u ş t u . Daha sonra H e y b e l i S a n a t o r y u m u n a yollanan Sabi h a , b u r a d a n k a ç ı n c a A t a t ü r k , bu k e z o n u V i y a n a ' y a g ö n d e r d i . Viyana d ö n ü ş ü beş yıl d i n l e n e n Sabiha G ö k ç e n A t a t ü r k tarafından
F r a n s a ' y a y o l l a n m ı ş v e o r a d a da s e k i z ay ka
d a r k a l m ı ş t ı . 1935 y ı l ı n d a
açılan Sivil Havacılık
Okuluna
yazılan Sabiha G ö k ç e n , burasını b i t i r i p ilk Türk kadın pi l o t u s a n ı n ı a l m ı ş t ı . A v e B b r ö v e l e r i n e s a h i p o l a n Sabiha Gökçen, C brövesini
a l m a k i ç i n R u s y a ' y a da g i t m i ş , d ö
nüşte de Hava Harp Okuluna yazılmıştı. D e r s i m
ayaklan
m a s ı sırasında Sabiha G ö k ç e n de b i r havacı o l a r a k hare kâta katılmıştı. A t a t ü r k ' ü n çok sevdiği v e onur duyduğunu söylediği
Sabiha
Gökçen, Atatürk'ün
isteyen, fakat reddettiği ile Atatürk'ün ölümünden sonradan
sağlığında
kendisini
hava yüzbaşısı A l i K e m a l sonra
Esiner
e v l e n m i ş t i . Y ü z b a ş ı da,
soyadını değiştirmiş, eşine Atatürk
tarafından
verilen Gökçen soyadını almıştır. Sabiha Gökçen y i r m i yıl lık
hizmet
ğinden
süresini
1955 y ı l ı n d a
Atatürk'ün
doldurarak
Türkkuşu
emekliye
ayrılmıştır.
manevi
evlâtlarından
başöğretmenli
en
önemlisi
Afet
İnan'dı. A s a f İlbay ve eşinin t a v s i y e s i y l e D a m e de Sion'da o k u y a n A f e t H a n ı m , kısa zamanda
Çankaya
Köşkünün
yönetimini üzerine almış, Atatürk'ün düşüncelerini benim seyip uygulamış, adeta bir eşin alabileceği yeri doldurma ğa
başlamıştı. Zamanla
Atatürk'ün
en
yakınlarından
ve
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
31t
s o f r a s ı n d a n ei<sil< e t m e d i ğ i b i r k i ş i h a l i n e g e l e n A f e t İ n a n , öğrenim yapması için İsviçre'ye
gönderilmiş, Türk
Tarih
Kurumuna da başkan o l m u ş t u . T ü r k Tarih K u r u m u ve Türk Dil K u r u m u g ö r ü ş m e l e r i n d e A t a t ü r k , A f e t İnan'a geniş yet k i l e r v e r m i ş t i . 1907 d o ğ u m l u kara Kız L i s e s i n d e t a r i h
olan A f e t
İnan, bir ara A n
ve yurtbilgisi
dersleri
1935 y ı l ı n d a Y u g o s l a v y a , İ t a l y a , F r a n s a , İ s v i ç r e , Belçika,
Hollanda,
versite ve
Almanya, Avusturya,
müzelerde
incelemelerde
yurda d ö n m ü ş t ü . A t a t ü r k , yeni
okutmuş, İngiltere,
Romanya'da
bulunduktan
üni sonra
kurulan Dil ve Tarih
Coğ
r a f y a F a k ü l t e s i n d e A f e t H a n ı m ı n da ö ğ r e t i m ü y e s i görevde bulunmasını istiyordu. Fakat burada
olarak
çalışabilmek
bir Batı ü n i v e r s i t e s i n d e ö ğ r e n i m y a p m a y ı z o r u n l u
kılıyor
d u . Bu n e d e n l e A f e t H a n ı m , C e n e v r e
Üniversitesi
Sosyal
Modern ve Yakın
Çağlar
ve Ekonomik
Bilimler
Fakültesi
Bölümüne yazıldı. Burayı b i t i r m e d e n
ilk s ö m e s t r
sonunda
Ankara'ya d ö n ü n c e bu f a k ü l t e d e A t a t ü r k ' ü n
emriyle
fesör olarak ilk dersini v e r d i . A f e t
üniversitenin
İnan, bir
birinci s ö m e s t r i n d e o k u r k e n , bir başka üniversitede
pro ders
v e r e n b e l k i d e i l k ö ğ r e t i m ü y e s i y d i . B u n d a n s o n r a da p r o f e s ö r unvanını g ü n ü m ü z e dek t a ş ı d ı . Daha sonra İsviçre' ye yeniden dönen A f e t İnan'a A t a t ü r k , birçok m e k t u p yaz m ı ş t ı r . A f e t İnan y u r d a d ö n d ü ğ ü z a m a n A t a t ü r k ö l m ü ş b u l u n u y o r d u . O n d a n s o n r a da A n k a r a ' d a p r o f e s ö r l ü k
görevi
ni s ü r d ü r d ü . Atatürk, Afet
İnan'ı A v r u p a ' y a
öğrenime yolladığı sı
r a l a r d a m a n e v î e v l â t o l a r a k S a b r i y e a d l ı b i r g e n ç kızı da ha k o r u y u c u l u ğ u n a a l m ı ş v e h u k u k ö ğ r e n i m i y a p t ı r ı p , y a r gıç ç ı k m a s ı n ı
sağlamıştı.
Ertuğrul yatının kaptanlarından
Kemal
K a p t a n ' m kız
kardeşi Bülent Hanım da A t a t ü r k ' ü n m a n e v i evlâtları ara s ı n d a b i r s ü r e y e r a l m ı ş t ı . A r n a v u t k ö y A m e r i k a n Kız
Ko
lejinde okuyan Bülent Hanım, yirmi yaşlarında, güzel, alım lı b i r k a d ı n d ı .
Çok güzel giyinir,
çevresinde hemen
bir
312
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
hayranlık halkası yaratırdı. Selânik'li olduğu için
Atatürk,
h e m ş e r i s i b u g e n ç v e g ü z e l kıza a y r ı b i r i l g i g ö s t e r i r d i . Biz B ü l e n t H a n ı m ı m a n e v î e v l â t gün ansızın
b i l i y o r d u k , a m a bir
K ö ş k t e n u z a k l a ş t ı r ı l d ı ğ ı n ı d u y d u k . M e ğ e r Bü
lent H a n ı m , bir H ı r i s t i y a n l a s e v i ş m i ş . Bunu A t a t ü r k ' e du yurmuşlar.
Köşke gelmediğini
görünce
m e r a k l a n d ı k . So
r u ş t u r u n c a da a r t ı k g e l m e m e k ü z e r e g i t t i ğ i n i a n l a d ı k . A t a t ü r k ' ü n ç e v r e s i n d e k i k a d ı n l a r g e r ç i o k u m u ş , k ü l t ü r l ü , gör gülü, sözü sohbeti
y e r i n d e k i m s e l e r d i . F a k a t B ü l e n t Ha
n ı m g i b i g ü z e l o l a n ı y o k t u . Bu y ü z d e n o n u n
uzaklaştırılı
r ı n a o l d u k ç a ü z ü l d ü m . İ n s a n u z a k t a n b i l e o l s a g ü z e l kadı na dayanamayıp
bakıyor.
S o n r a d a n B ü l e n t H a n ı m s e v d i ğ i g e n ç l e e v l e n d i . Fakat bu evlilik
ona uğur g e t i r m e d i . Bir zaman sonra hastalan
d ı v e ö l d ü . R u m e l i h i s a r ı M e z a r l ı ğ ı n a g ö m ü l d ü . K e m a l Kap t a n i s e İ s v e ç ' l i b i r k a d ı n l a e v l e n d i . A r k a s ı n d a n İ s v e ç ' l i de öldü. Kaptan boş durmadı, sonradan Almanya'da bir lik daha yaptı...
evli
ZEHRA'NIN AMIENS GÖLÜNDE
İNTİHARI
ATATÜRK'ün manevî kızlarmdan biri de Zelıra i d i . Bu g e n ç kızırt a c ı k l ı ö l ü m ü , b e n i o z a m a n l a r ç o k s a r s m ı ş , d u y gulandırmış, hayali yıllarca gözümün önünden Zehra, öğrenim yapması diği
İngiltere'den
gitmemişti.
için Atatürk tarafından
gönderil
d ö n e r k e n , Fransa topraklarında
kendini
t r e n i n p e n c e r e s i n d e n g ö l e a t a r a k c a n ı n a k ı y m ı ş t ı . Bu a c ı k lı o l a y ı n d e d i k o d u s u a y l a r c a s ü r m ü ş , b ü t ü n ü l k e d e ç a l k a n tıları olduğu gibi, Çankaya Köşkünde hizmet gören bizleri de u z u n s ü r e o y a l a m ı ş , e t k i s i n e a l m ı ş t ı . A t a t ü r k , adı Z e h r a M e h m e t kızı, Kâğıthane'deki D a r ü l e y t a m ' ı
olan bu Amasya'lı (Yetimler Yurdu)
ken görmüş ve manevî evlât olarak
genç gezer
alıp, Çankaya'ya
gö
türmüştü. Henüz çocuk yaşta olan Zehra, büyüdükten son ra A r n a v u t k ö y A m e r i k a n Kız K o l e j i n e Atatürk, öbür
manevî
kızları gibi
verilmişti. Z e h r a ' y ı da
lü, ideal Türk kadınına örnek olarak y e t i ş t i r m e k
kültür
istiyordu.
Z e h r a da t ı p k ı S a b i h a G ö k ç e n g i b i h a v a c ı l ı ğ a b a ş l a m ı ş , f a k a t m o r a l i b o z u l d u ğ u i ç i n — h a s t a b i r m i z a c a da s a h i p o l d u ğ u n d a n — bu heyecanlı ve tehlikeli mesleğe dayanama yıp ayrılmıştı. Atatürk, bu
alanda başarısızlığa
uğrayan
-314
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Z e h r a ' y a b i r ş a n s d a h a t a n ı m ı ş v e ö ğ r e n i m y a p m a s ı için onu Londra'ya yollamıştı. Londra'da istenildiği
gibi okuyamayan ve
özlemine dayanamıyacağını
memleket
anladığı için geri dönmek
t e y e n Z e h r a , A t a t ü r k ' e söz v e r d i ğ i n d e n m a h c u p için oradaki oturma
is
olmamak
süresini uzatıyordu. Sonunda durum
dan haberdar olan Atatürk, Zehra'ya isterse dönebileceği n i b i l d i r m i ş t i . İ ş t e t a l i h s i z Z e h r a , 1936 y ı l ı n d a
Londra'dan
dönerken A m i e n s yakınlarında henüz y i r m i yaşında
Paris
e k s p r e s i n d e n kendini atarak canına kıymrştı. Yanında, Atatürk'ün silâh arkadaşlarından, o Londra büyükelçisi Zehra, midesinin
Fethi
Okyar olduğu
zamanki
halde yola
çıkan
bulandığını ve başının döndüğünü
s ü r e r e k biraz hava a l m a k i ç i n çıktığı k o m p a r t ı m a n ı n dor penceresinden, gölün
kıyısından yüz y i r m i
hızla g i d e n t r e n d e n kendini boşluğa Atatürk,
Zehra'nın
ölümünü,
öne kori
kilometr;?
bırakıvermişti.
Paris
Büyükelçiliğinden
yollanan bir telsiz haberinden öğrenince çok
üzülmüştü.
O g ü n h e m e n U m u m i K â t i p H a s a n Rıza S o y a k ' a , Z e h r a ' n ı n adının b i l d i r i l m e m e s i
için
emir
v e r d i . Fakat
d u y u l m u ş t u . Yalan yanlış gazete sütunlarını
olay
çoktan
doldurmuştu
bile. Sonradan
öğrendiğimize
kızları, e r t e s i gün Paris tiklerinde
genç
göre Paris
Büyükelçisinin
garına Zehra'yı karşılamaya
kızın , t r e n d e n i n m e d i ğ i n i
görünce
git
telâş
lanmışlar, k o l a y b u l a b i l m e u m u d u y l a gar m ü d ü r ü n e b a ş v u r u p « T r e n d e A t a t ü r k ' ü n kızı o l a c a k t ı . Ç ı k m a y ı n c a k a y g ı l a n dık» d e m i ş l e r . Olay, bundan sonra Fransız
gazetelerinde
sansanyon için h e m e n paha biçilmez bir konu o l m u ş . «Ata t ü r k ' ü n kızı i n t i h a r e t t i » b a ş l ı ğ ı a l t ı n d a ç ı k a n y a z ı l a r l a o l a y t ü m dünyaya yayılmış. Amiens istasyonuna giden Başkonsolos, Zehra'nın ce sedini bir kilisede bulmuş. Meğer Türklerin M ü s l ü m a n ol duğunu ve cenazenin camide yıkanması gerektiğini
bilme-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞ\ \D\NA
315.
yen Fransızlar, Z e h r a ' n ı n ö l ü s ü n ü k i l i s e y e g ö t ü r ü p , ü z e r i ni h a ç l a r v e ç e l e n k l e r l e ö r t m ü ş l e r . B ö y l e c e d i n î ö d e v l e r i ni y e r i n e g e t i r d i k l e r i n i s a n m ı ş l a r . B a ş k o n s o l o s d a , d i l i n i n döndüğü kadar d u r u m u anlatıp, ölünün üzerindeki
haçları
kaldırtmış. O zamanki Fransa h ü k ü m e t i , Z e h r a ' y a zı)
diye parlak bir cenaze töreni
yapmayı
(Atatürk'ün kı kararlaştırmış.
Fakat B a ş k o n s o l o s buna e n g e l o l m u ş . Buna r a ğ m e n , Paris Belediye Başkanı yine de cenaze kaldırılırken saygı d u r u ş u n d a b u l u n m u ş . M a r s i l y a ' y a g e t i r i l e n ö l ü , o r a d a da a y n ı t ö r e n tekrarlanarak Piyer Loti v a p u r u n a k o n u l u p getirildi. Maçka
Mezarlığına
gömüldü. Zehra'nın
bütün hizmetkârlar acımış, gözyaşı
dökmüştük.
İstanbul'a ölümüne,
ÜLKÜ'NÜN
EVLİLİK d ö n e m i k ı s a s ü r e n v e ç o c u ğ u
ÖYKÜSÜ
olmayan Ata
türk'ün yaşamında Ülkü, önemli yeri olan talihli bir çocuk t u r . Ü l k ü , A t a t ü r k ' l e b i r l i k t e y ı l l a r c a A l f a b e k i t a p l a r ı n a ka pak o l m u ş t u r . Türkiye
C u m h u r i y e t i n i n en popüler
haline gelmiştir. Atatürk için çıkarılan fotoğraf n i n birçok sayfasını, Ülkü'yle beraber lar süslemektedir.
çektirdiği
Ülkü, yıllarca halk arasında
çocuğu
albümleri fotoğraf hep «Ata
t ü r k ' ü n kızı» o l a r a k a n ı l m ı ş t ı r . Ü l k ü , k i m i z a m a n b a n a « C e mal Efendi», kimi zaman «Cemal Ağabey» diyerek istedi ği şeyleri yaptırmıştır, bir dediğini Ülkü'nün annesi
Selânikli
iki
Vasfiye
ettirmemiştir. Hanım,
Atatürk'ün
a n n e s i Zübeyde Hanım tarafından daha k i m s e s i z küçük bir kızcağızken yanma alınıp b ü y ü t ü l m ü ş . Selanik'te
Zübeyde
Hanımın yanına geldiği zaman henüz beş altı yaşlarmdaym ı ş . K ö ş k t e s ı k s ı k a n l a t ı r l a r d ı : E v i n kızı g i b i i ş l e r Vasfiye. Zübeyde Hanımın büyük sevgisini t i ş k i n b i r kız h a l i n e g e l e n V a s f i y e , Z ü b e y d e
Hanımla
r a b e r S e l a n i k ' t e n İ s t a n b u l ' a , o r a d a n da A n k a r a ' y a Atatürk'ün annesi ölünce Atadan'ın
(Boysan)
gören
kazanmış. Ye
Vasfiye de, kızkardeşi
be
gelmiş. Makbule
yanında kalmış. Vasfiye gelinlik
çağa
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM gelince Makbule
317
Hanımın iznini almadan e v l e n m i ş . V a s f i -
ye'den A t a t ü r k ailesi yıllarca haber alamamış. Oysa Vas f i y e , bu e v l i l i k t e a r a d ı ğ ı n ı b u l a m a m ı ş , m u t s u z o l m u ş t u . 1930 y ı l ı n d a V a s f i y e bir hanımla Dolmabahçe Abbas
bir gün, yanında komşusu Sarayına gelip, başyaver
olan Cevat
(Gürer)i gördü. Utancından susuyordu. Komşu
nımın yardımıyla ona
ha
durumunu anlattı. Ortak üzerine ev
l e n m i ş t i . Kendisine iyi d a v r a n ı l m a m ı ş t ı . Evlilik hayatı ağırdı, dayanılır gibi değildi. Gözlerinden yaşlar uzun yıllar ç e ş i t l i e v l e r d e ağır zandığını, yuvası yıkılmasın,
çok
süzülerek
işler görerek hayatını ka
namusuna
leke
sürülmesin
diye bu y a ş a m a göğüs g e r d i ğ i n i , o ağır işlere karşı kazan d ı ğ ı ü ç - b e ş k u r u ş u da e l i n d e n a l d ı k l a r ı n ı a n l a t t ı . A t a t ü r k ' ün yanına s ı ğ ı n m a k i s t e d i . Genç kadının anlattıklarından büyük bir üzüntü Cevat Abbas, bunları aynen A t a t ü r k ' e
iletti.
duyan
Vasfiye'nin
acılı hayatından üzüntü duyan ve duygulanan Atatürk, çok sevdiği annesinin yadigârı olan bu kimsesiz zavallı
kadını
ertesi günü himayesine aldı. Vasfiye Hanim, Ülfet Hanım la b i r l i k t e u z u n s ü r e A t a t ü r k ' ü n ö z e l h i z m e t i n d e ç a l ı ş t ı r ı l dı. Famdöşambr olarak oda hizmeti gördü. Hatta Atatürk'e masaj
yaptı.
V a s f i y e Hanım daha sonra A t a t ü r k ' ü n izniyle Ankara' da, D e v l e t D e m i r y o l l a r ı İ d a r e s i n d e n , Gazi
Orman
Çiftliği
istasyon m e m u r u M e h m e t Tahsin Ç u k u r o ğ l u ile e v l e n d i r i l d i . Bu e v l i l i ğ i n i l k y ı l ı n d a d a Ü l k ü d ü n y a y a g e l d i . A t a t ü r k , daha yüzünü g ö r m e d e n adını k o y m u ş , d o ğ u m u haber c a « V a s f i y e ' n i n ç o c u ğ u n u n adı Ü l k ü o l s u n , » Ü l k ü , Gazi İ s t a s y o n u n d a
kasvetli,
küçücük bir
d o ğ m u ş t u . A n n e s i , Ülkü'yü iki aylıkken Çankaya g ö t ü r d ü . A t a t ü r k , adını
koyduğu bebeği
alın
demişti. evde
Köşküne
annesinin
kuca
ğında g ö r ü n c e k a l k t ı , kucağına aldı. Bir baba ş e f k a t i y l e s e v i p o k ş a d ı . S o n r a « Ç o c u k ne g ü z e l ş e y . D e m e k biz d e b ö y le i m i ş i z , b ü y ü m ü ş ü z , »
dedi. O akşam Sabiha
Gökçen'e
318
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Ül!<ü'yü s o r a n A t a t ü r i < , e v e ciönciül<ierini ö ğ r e n i n c e
mama
p a r a s ı olaral< çiftlil<tel<i e v i n e y ü z l i r a y o l l a d ı . Atatürk, İstanbul
gezisinden dönerken
Gazi
İstasyo
nunda O'nu karşılayanlar arasında altı aylık IJlkü de
var
dı. O kalabalığın içinde çocuğu görünce dayanamayıp
an
nesinin
kucağından
almış, Ankara
dek kompartımanda
İstasyonuna
gelinceye
s e v i p o k ş a m ı ş t ı . IJlkü d e O ' n a
çok
ısınmıştı. Boynuna sarılıp öpüyor, mendil cebinden
sarkan
saati kulağına götürerek tiktaklarını dinliyor, sonra
kordo-
nuyla oynuyordu. A t a t ü r k , o kadar alışmıştı ki, bir gün g ö r m e s e
«Geti
rin bana IJIkü'yü,» d i y e arayıp s o r a r d ı . Ü l k ü , bir b u ç u k y a şına g e l m i ş t i . A t a t ü r k —
İ s t a n b u l ' d a b u l u n u y o r d u . Bir
«Babasından izin alsın, Vasfiye Ülkü'yü
gün:
getirsin,»
diye haber saldı. V a s f i y e H a n ı m da Ü l k ü ' y ü İstanbul'a g ö t ü r d ü . A t a t ü r k , Ülkü'yü görünce kendi
çocuğuymuş
gibi
ona sarıldı.
O
g ü n d e n s o n r a da y a n ı n d a n a y ı r m a z o l d u . H a t t a Ege v a p u ruyla yapılan Antalya gezisine Ülkü'yü de beraberinde gö türdü. Ülkü'nün yarım yamalak sözcüklerle konuşması Ata türk'ün
çok hoşuna
giderdi. Onun tüm
hareketlerinden
hoşlanırdı. Küçük çocuk sevmeyen A t a t ü r k ' ü n çocuk Ülkü'dür
ilk
sevdiği
diyebilirim.
Atatürk kucakta
çocukları sevmez, anlamı
şeylerin kendisini ilgilendirmeyeceğini
olmayan
söylerdi. Ülkü dört
yaşına gelince anlam taşıyan sevimli bir yaratık
olmuştu.
A t a t ü r k : « B i r kız ç o c u ğ u a c a b a b e n i m t e r b i y e m a l t ı n d a n a sıl yetişebilir?
Bu ç o c u k l a i l g i l e n i r s e m , T ü r k u l u s u n a y a
raşır m o d e r n , faziletli bir Türk kadın t i p i n i y a r a t a b i l i r yim?» diye
mi
düşünüyordu.
Atatürk'ün Ülkü'den
b a ş k a ç o c u k l a r l a da
ilgilendiği
o l u r d u . A f e t İnan'ın kardeşi A y l a , biraz daha büyükçe ya ş ı y l a A t a t ü r k ' ü n kızı i ş l e m i n i g ö r ü r d ü . A y l a ' n ı n yakından ilgilenir, ödevlerini düzelttirirdi.
durumuyla
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
319
Bir g ü n İ s m e t p a ş a Kız E n s t i t ü s ü n d e ç o c u k
bahçesini
g e z e r k e n : «Biz ç o c u k l a r ı n i ç i n s e v e r i z ? » d i y e b i r s o r u s o r m u ş , h e r k e s b i r ş e y s ö y l e d i k t e n s o n r a da k e n d i sini şöyle açıklamıştı: «Çocukları
düşünce
severiz. Çünkü
çocuk
bizim devamımızdır. Her çocukta biz ebediyete d o ğ r u uza nıp g i t m e i s t e ğ i m i z i İşte A t a t ü r k ' ü n
buluruz.» büyük bir zekâ bulduğunu
söylediği
Ü l k ü s e v g i s i , b u d ü ş ü n c e y e b a ğ l a n a b i l i r . Z a m a n z a m a n «bu çocuğu kendi
elimle
yetiştirmek
isterim,»
demesi
bunu
doğrulamaktadır. Küçük
Ülkü, Dolmabahçe'de
bulunduğu
zamanlar
nından hiç ayrılmaz, « A t a t ü r k ' ü m , seni ö z l e d i m , gel
ya yanı
ma,» dediği zaman her işini bırakıp, Ülkü'nün yanına
ko
ş a r d ı . O n u n y a n ı n d a a d e t a çocuklaş4rdı. Ö y l e s e r b e s t
bir
eğitim sistemi uygulanıyordu ki, çocuğun her istediği ye r i n e g e t i r i l i y o r d u . Bu y ü z d e n Ü l k ü o l d u k ç a ş ı m a r m ı ş t ı . B i r gece Dolmabahçe'de yemek run yanında duran Ülkü, —
salonunun solundaki
korido
bağırarak:
«Atatürk'üm, gel çabuk gel. Gelmezsen tepinirim,
y e r l e r e yatarım,» d e m i ş t i . A t a t ü r k de sofradan kalkıp, Ü l kü'nün elinden tutarak getirip yanına o t u r t m u ş t u . Ülkü büyüdükçe ve konuşmağa başladıktan sonra A t a t ü r k ' ü n daha çok ilgisini ç e k m i ş , onunla oyalanmağa baş l a m ı ş t ı . Gazi
Orman
Çiftliğine
her gelişinde
nına getirtir, onun ç o c u k s u sözlerini
Ülkü'yü ya
hazla d i n l e r , b i r b ü
y ü k a d a m m ı ş gibi ona ö n e m v e r i r , bazen o t o m o b i l i n e
alıp
yanma oturtur, arkadaşıymış gibi konuşurdu. Beş b u ç u k y a ş ı n a d e k ç o c u k l u ğ u A t a t ü r k ' ü n d i z l e r i d i binde geçen Ülkü güzel bir çocuk sayılmazdı. Elmacık ke m i k l e r i ç ı k ı k g e n i ş b i r y ü z ü , ö n ü p e r ç e m l i k ı s a , düz s i y a h saçları vardı. Fakat A t a t ü r k ' ü n kalbinde k i m s e n i n
alamıya-
cağı bir yer elde e t m i ş t i . Bir gün bahçede A t a t ü r k ' ü n ç i menler üzerinde oturduğunu gören Ülkü koşa koşa g e l m i ş : «Kalk A t a t ü r k ç ü ğ ü m , çimenlere oturma, hasta
olacaksın,»
320
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
d e m i ş t i . Bu i ç t e n s ö y l e y i ş A t a t ü r k ' ü n «ne hassas ç o c u k , k i m o l d u ğ u m u
çok hoşuna
gitmiş
b i l m e d e n b e n i n a s ı l da
düşünüyor,» demişti. A t a t ü r k ' ü n uyku saati geçtiği zaman Ülkü yatak oda sının kapısı önüne rırdı. Erken
gider, gürültü
patırtı yaparak
kalkması gerektiği sabahlar,
uyandı
uyandırmaktan
çekindikleri zaman Ülkü'yü ileri sürerler, ona
kızmayaca
ğını b i l d i k l e r i n d e n «haydi g i t kaldır,» d e r l e r d i . O da gider «Çok u y u d u n A t a t ü r k ç ü ğ ü m , haydi kalk, bak güneş çıktı,» d i y e u y a n d ı r ı r d ı . A t a t ü r k , ç o c u ğ u n b u m a s u m i s t e ğ i n e kız maz, hoşgörüyle
karşılardı. Atatürk'ü
uyandırmak yürekli
liğini — g ö r e v l i l e r i n d ı ş ı n d a — yalnız Ülkü
gösterebilmiştir.
Ü l k ü , A t a t ü r k ' ü n her şeyiyle ilgilenir, kravatını düzel tir, yakasına çiçek takar, terliklerini taşır,
ayakkabılarının
tozunu alırdı. Hatta bir gün o zaman çok moda olan sarı ayakkabılarını aşağıda bulduğu boya ile siyaha boyayıve"m i ş . H e r k e s i bir telâş ve korku aldığı bir sırada ellerini simsiyah
gören Atatürk'ün
rusuna «Atatürkçüğüm, yakıştıramadım O'nu bir hayli
«ne oldu
Ülkü'nün
böyle?»
sarı ayakkabıları siyah
da s i y a h a
boyadım,» diye
so
elbisene
karşılık
verip,
güidürmüştü.
Ülkü dansa çok meraklıydı. Atatürk'ün dansı sevdiği ni bildiği için
yanında eteklerini yana açarak
öğrendiği
dansları yapar, büyük adamı eğlendirmeğe çalışırdı. Tanın mış bir sanatçıyı taklit etmek Ülkü'nün başlıca hüneriydi. A t a t ü r k , en çok Z e y b e k v e Kazaska oyunlarını s e v e r , Ü l kü'ye de
bunları
oynatırdı. Ülkü
hüherleriyle Atatürk'ü
âdeta
bazen coşar,
mestederdi.
gösterdiği
Nereden
ezber-
l e m i ş s e e z b e r l e m i ş , Ülkü hiç durmadan «anasını i s t e m e m , k ı z ı n ı da v e r bana,» ş a r k ı s ı n ı s ö y l ü y o r , A t a t ü r k d e
keyifli
zamanlarında ona bu şarkıyı tekrarlatıyordu. Ülkü'nün
her
istediğini yerine getirmek isteyen Atatürk, onun artist o l m a k i s t e y i ş i n i , «daha ç o k küçüksün,» diye geri
çevirmiş-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI \D\U
321
t i . Eğer Ü\kQ b i r a z b ü y ü k o l s a y d ı , o n u t i y a t v o o k u \ u n a v e r mesi i ş t e n b i \ e d e ğ i l d i . 1937 y a ş ı n d a Ü l k ü h a s t a l a n m ı ş , D o l m a b a h ç e S a r a y ı n da p a r a t i f o d a n y a t ı y o r d u . F l o r y a K ö ş k ü n d e k a l a n her g ü n D o l m a b a h ç e ' y e
Atatürk,
gidiyor, doktorların geçici
hasta
lıkla t e m a s ı m i s t e m e d i k l e r i h a l d e , t a v s i y e l e r i n e a l d ı r m a y a rak y a n m a g i r i y o r , s a ğ l ı k d u r u m u y l a y a k ı n d a n
ilgileniyor
du. H a s t a l ı k n e d e n i y l e o n a d ü ş k ü n l ü ğ ü i y i c e a r t m ı ş t ı . Ba şına t o p l a d ı ğ ı
doktorlara «bu çocuğa bir şey olursa
ben
y a ş a y a m a m , ne yaparsanız yapın, b u n u kurtarın,» d i y o r d u . Ülkü'nün yanına önce A t a t ü r k girer, onun moralini y ü k s e l t tikten sonra
yanındakiler de
peşinden Ülkü'yü
ziyaret
ederlerdi. Son zamanlarında
gezdiği birçok yere Ü l k ü s ü n ü
beraber götüren A t a t ü r k , onu halk arasında
de
söyletmekten
b ü y ü k haz d u y u y o r d u . A t a t ü r k , h a s t a l ı ğ ı s ı r a s ı n d a da Ü l k ü ' y ü y a n ı n d a n ayırm a m ı ş t ı . İlk k o m a d a n d ö r t g ü n s o n r a Ü l k ü ' y ü i s t e m i ş , y a tağına oturtup, yanağını okşadıktan —
«Cumhuriyet
sonra:
Bayramı yaklaştı. Ankara'ya
gidin.
Ülkü Bayramı görsün,» d e m i ş t i . Ülkü bir t ü r l ü ayrılmak i s t e m e m i ş , A n k a r a ' y a istemediğini —
gitmek
söyleyerek:
«Atatürkçüğüm, sen
de gel. Bayramı beraber
relim» demiş, boynuna sarılarak ağlamıştı. A t a t ü r k , nün ağlayışına çok üzülmüş ve gözleri dolu dolu —
«Ben
de
arkanızdan
hiç bir zaman g i d e m i y e c e ğ i n i
geleceğim,»
olarak:
demişti.
Fakat
biliyordu. Bunu sırf
çocuk
üzülmesin diye söylemiş olacaktı. Ülkü Ankara'ya
döndük
ten sonra A t a t ü r k her gün Nesip Efendiye telefon
ettirip
«Ülkü nasıl?» d i y e s o r d u r m u ş , annesinin çocuğa iyi masını
gö
Ülkü'
bak
tenbihlemişti.
Bir gün Savarona yatında ü z e r i m d e r e s m i e l b i s e m o l duğu halde
trabzanlardan
kayarak eğleniyordum.
Yanlış F: 21
322
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
anlaşılmasın, y i r m i altı yaşındaki koca adam, çocuklar gi bi trabzandan aşağı kayıyor, kendi k e n d i m e oyun
oynuyor
d u m . S a a t y i r m i b i r s u l a r ı n d a y d ı . G e c e n i n b u s a a t i n d e be n i m trabzandan k a y ı ş ı m ı , bir kenara g i z l e n m i ş olan Ülkü, büyük bir merakla seyrediyormuş. Elleri arkasında karşıma dikildi. Hareketimi
geldi,
a n l a ş ı l a n ç o k g a r i p s e m i ş ola
cak ki: —
« C e m a l E f e n d i , s e n h e m ş e f , h e m d e ( e l i y l e kaçık
işareti yaparak)
biraz böylesin,»
dedi.
Benim de ç o c u k l u ğ u m t u t t u . Çocukla bir o l d u m ; e l i m le b e n d e o n a ( k a ç ı k )
işareti yaparak:
—
«Öyleyim ama, ben çok büyük adamım,» dedim.
—
«Atatürk'ten de
—
«Tabiî, o b e n d e n s o n r a g e l i r . »
mi?»
Karşımdaki alt tarafı beş yaşında çocuk. Şakadan an lar m ı ? Ayaklarını yerlere vurup, ter ter —
tepinerek:
« S ö y l i i i i c e m , i ş t e söyliiicem...» d i y e bağırıp çağır
mağa başladı. Sonra koşa koşa salona sından s e ğ i r t t i y s e m de
doğru gitti. Arka
yetişemedim.
Gidip aramızda geçen konuşmayı bir bir A t a t ü r k ' e ye tiştirmiş. Atatürk —
de:
«Çağırın bakalım
şu büyük adamı,
görelim,» de
miş. Ben h e m e n b a ş t a r a f a
koştum. Kimsenin
bulamıyaca-
ğ ı b i r k ö ş e y e s i n d i m . A s ı l k o r k u m , « b ü y ü k a d a m » lık t a s layışımdan değildi. Üzerimde
resmî kamara m e m u r u
f o r m a m vardı. Kayarken e l b i s e m i n sarı madeni
üni
düğmele
ri, yeni alınan Savarona'nın o canım maun trabzanmı boy dan boya çizmiş. Olay meydana çıkarsa ne cevap verece ğ i m , diye düşünüyordum. Bereket üzerinde duran olmadı. Bir gün sonra Kemal yaptırılması için
Gedeleç, maun üzerindeki
mefruşatçı
Psalti'ye
çiziklerin
baş v u r d u . «Yapıl-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
323
maz» d e n d i . S o n r a a n l a m a y a n b i r a d a m g e l d i . G ü z e l i m m a unları b e r b a t e t t i . Atatürk öldüğü zaman Ülkü beş buçuk yaşındaydı. O z a m a n l a r Gazi Ç i f t l i ğ i n d e o k u l a y a k ı n o l s u n d i y e A t a t ü r k ' ün y a p t ı r m ı ş o l d u ğ u e v d e o t u r u y o r l a r d ı . Ü l k ü k a y ı t s ı z o l a rak o k u l a g i d i y o r d u . Z a t e n i l k o k u l u d a ç i f t l i k t e o k u d u . A t a t ü r k , v a s i y e t n a m e s i n d e ö b ü r « m a n e v i e v l â t l a r ı » na o l d u ğ u gibi Ü l k ü ' y e d e a y l ı k b a ğ l a m ı ş t ı . O z a m a n ı n p a r a s ı y l a a y da 200 l i r a o l a n b u p a r a , s o n r a d a n g ü n ü n h a y a t k o ş u l l a r ı na u y u l a r a k
1 Ocak
1957 y ı l ı n d a 400 l i r a y a ç ı k a r ı l d ı .
E r e n k ö y Kız L i s e s i n d e o k u y a n Ü l k ü , s o n r a d a n monu Senatörü olan ü s t e ğ m e n Fethi Doğançay'la
Kasta evlendi.
A h m e t adlı bir o ğ l u o l d u . G e ç i m s i z l i k n e d e n i y l e ilk den yatını
ayrılan
Ülkü,
birleştirdi
ikinci ve
kez
bu
olay
e l e ş t i r i l e r e yol açtı. Ü l k ü , bu
Musevî basında
asıllı o
biriyle zaman
e v l i l i ğ i de y ü r ü t e m e d i
eşin ha sert ve
ü ç ü n c ü kez ç i f t ç i N e j a t Ö z e n e k ' l e y u v a k u r d u . İ l k e ş i n d e n olan o ğ l u A h m e t , A l e k s i adlı bir İngiliz kızıyla e v l e n d i . Vas fiye Hanımla kocası oturmaktadır.
şimdi
İstanbul'da
Kartal,
Cevizli'de
ÇAMAŞIRLARINI
DAĞITIYOR
A T A T Ü R K ' ü n s o n y ı l b a ş ı s ı . 1937'yi 1938'e bağlayan yıl başı gecesini, nedense içine kapanarak g e ç i r m e k
istemiş
t i . B e l k i d e s o n y ı l b a ş ı n ı y a ş a d ı ğ ı i ç i n e d o ğ m u ş t u . O za manki Dışişleri Bakam Tevfik Rüştü A r a s , Köşkte bulunu yordu. Kütüphaneye —
çağırttı:
« D o k t o r , b e n b u g e c e b i r t a r a f a ç ı k m a y a c a ğ ı m . Sen
d e h e r h a l d e s u a r e g ö r m e k t e n b ı k m ı ş s ı n d ı r . Y ı l b a ş ı n ı bu rada geçiririz,»
dedi.
Tevfik Rüştü Aras'ın yüzünde bir sevinç halesi dalga landı. Böyle bir şeyi aklından —
geçiriyordu:
«Sevinç d u y a r ı m Paşam,» d i y e karşılık
verdi.
O gece herkes eğlenirken. Cumhurbaşkanıyla
Dışişle
ri Bakanı baş başa v e r m i ş l e r , yılın olaylarını v e
gelecek
yılda yapılacak i ş l e r i g ö r ü ş ü y o r l a r d ı . Bu ağır çalışma ki daha da s ü r e c e k t i . O sırada
yanlarına Kavalalı
bel
İsmail
Hakkı gelince konuyu değiştirip, günün olaylarına sözü ge tirdiler. Havadan sudan konuşmağa
başladılar.
G e c e n i n y a r ı s ı n a d o ğ r u y a t a k o d a s ı n a g e ç i l d i . Başka y a p a c a k iş k a l m a m ı ş g i b i A t a t ü r k ' ü n e l b i s e v e ç a m a ş ı r d o laplarını birlikte gözden geçirmeğe
başladılar.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Atatürk, elbiselerini,
325
çamaşırfarını ara sıra ç o k s e v
diği kimselere dağıtırdı. O gece de öyle yaptı. Elbiselerin den, gömleklerinden, kravatlarından —yılbaşı hediyesi ola rak— dağıttı. Tevfik Rüştü
Aras, teşekkür ettikten
sonra
şunları
söyledi: —
«Paşam, mendilden
nizi bize
ayakkabıya
vermekten hoşlanıyorsunuz.
kadar
giyecekleri
Keski
b i r ay
aklımıza geleydi de, bütün giyeceklerinizi yeniden l a s a y d ı k . Bu g e c e b a ş k a seydik.
Elbiselerinizi,
arkadaşları da çağırıp
gömleklerinizi
aramızda
önce ısmar-
sevindirkapışsay-
d ı k . Bu g ü z e l y ı l b a ş ı g e c e s i n i n a n ı s ı o l a r a k s i z d e n b i r ş e y ler taşısaydık ne iyi olurdu,»
dedi.
Atatürk de bakanın bu sözlerine —
katıldı:
«A doktor, bunu niçin daha önce düşünüp
söyle
m e d i n ? » d i y e iç g e ç i r d i . Tevfik
Rüştü A r a s , bu s ö z l e r i n d e n dolayı
üzüldüğünü
gördüğü Atatürk'ü teselli etmek istercesine şöyle
karşılık
verdi: —
«Zararı yok Paşam. G e l e c e k yıl b ö y l e yaparız.»
A t a t ü r k bu söz üzerine uzun d ü ş ü n d ü . A r a d a derin bir sessizlik o l d u . Ne söyleyeceğini
merak ediyorduk.
Sonra
hepimizi taş gibi donduran şu sözleri yavaşça fısıldadı: —
«Bakalım gelecek yıla yaşayacak
mıyım?»
Ortalığı d e r i n bir hüzün kapladı. K i m s e ağzını açıp bir söz edemedi. A t a t ü r k de istemeyerek çevresini anlamış olmalı ki, hemen kasvetli
üzdüğünü
havayı şu sözlerle da
ğıttı: —
«Yılbaşı gecesi
lim ve
konuşmayalım.»
Atatürk
böyle kederli
bu sözlerini
gömleklerinden
perçinlemek
şeyler
düşünmeye
istercesine
Tevfik Rüştü Aras'a uzatarak:
da a l . Yazın Yalova'da beraber giyeriz,»
yazlık
«Bunlardan
diyordu.
326.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Atatürk'ün cömertliği üzerindeydi., O gece
gömlekten
başka pijama bile v e r d i . A t a t ü r k , acaba «gelecek yıla
bakalım yaşayacak m ı
yım?» derken, ölümün yaklaştığını içinde duymuş Öyle olmasaydı, o sevinçli
yılbaşı
muydu?
gecesi, içimizi
karar
tan o kötü düşünceyi ortaya atar mıydı? Bir başka gece yine Ankara'da eski köşkte ün elbiselerini yakınlarına
Atatürk'
dağıttığını hatırlarım. Anılarla
dolu bir geceydi. İsmet İnönü, Cevat Abbas, Topçu
İhsan
falan vardı sofrada. Atatürk'ün
neşesine
diyecek
Gülüyor, şakalaşıyor, çevresine
mutluluk
saçıyordu:
—
yoktu.
« K i m s e y i ç a ğ ı r m a y a l ı m da b u g e c e b a ş b a ş a
lım. Başımızı d i n l e y e l i m .
Biz b i z e o l a l ı m , »
kala
diyordu.
A t a t ü r k ' ü n bu n e ş e l i h a l i n d e n y a r a r l a n m a k i s t e y i p , f ı r sat bu fırsattır d i y e n C e v a t A b b a s : —
«Paşam, senin
İstanbul'dan
getirdiğin
gıcır
gıcır
elbiseler gardropta güvelenip gidecek. Şunları ver de, ço luk çocuğa d a ğ ı t a y ı m . Elbise e l b i s e d i y e kaç g ü n d ü r
ba
şımın etini yiyorlar,» dedi. A t a t ü r k bu sözleri duyunca g ü l m e ğ e başladı: —
«Çoluk ç o c u k anlaşılan sözün g e l i ş i . Beni m i
dırıyorsun. Elbiseleri ya kendin sın,»
g i y e c e k s i n , ya
kan
satacak
dedi. Sonra gardroptaki
Abbas'ın önüne —
elbiseleri getirtti.
Hepsini
Cevat
sürerek:
« B e ğ e n , b e ğ e n a l . H e r z a m a n b ö y l e o l m a m . Bu g e
ce c ö m e r t l i ğ i m tuttu,»
dedi.
C e v a t A b b a s da e l b i s e l e r i n i ç i n d e n a l a b i l d i ğ i k a d a r a l dı. Ertesi günü bunları çoluk çocuk dediği kişilere
dağıttı
m ı , dağıtmadı m ı , pek b i l e m i y o r u m . Fakat bu şık v e paha lı e l b i s e l e r
Cevat Abbas'ın
üzerinden
pek eksik
A t a t ü r k , 1929 y ı l ı n d a Y ü k s e k A s k e r i verdiği bir akşam yemeğinden sonra —
«Benim artık
askerliğim
Şura
olmadı. üyelerine
konuşurken:
kalmadı,»
diyerek
askerî
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM elbise
ve teçhizatını g e t i r t m i ş , her birini
hatıra olarak
327 Şura
üyelerine
dağıtmıştı. Yakasında mareşal arması
olan
peleriniyle, süvari kolordusunu Ilgın'da teftiş ederken tak t ı ğ ı i ş l e m e l i g ü m ü ş k ı l ı c ı v e a l t ı n i ş l e m e l i h a n ç e r i de O r general Fahrettin Altay'a vermişti.
AFGAN KRALININ
ATATÜRK
siyasî
GELİŞİ
d o s t l u l < l a r a b ü y ü k ö n e m v e r i r d i . Bu
yüzden yurdumuza gelen yabancı devlet büyüklerinin lanması
için hiç bir şeyden kaçınılmamasmı
Eski A f g a n i s t a n tarihinde
Kraliçe
Kralı
rih ve coğrafyasını
E m a n u l l a h H a n 20 M a y ı s
Süreyya
geldi. Kralın gelişinden
ağır
isterdi.
Hanımla
beraber
1928
yurdumuza
önce Atatürk, günlerce Afgan ta
incelemiş, o zamanki Umumî
Kâtip
H i k m e t Bayur'u da bu konuda bir e t ü t hazırlamakla
görev
l e n d i r m i ş t i . Ö t e d e n beri adetiydi. Yabancı bir d e v l e t ada mı mı gelecek? Hemen o ülkenin tarihi, coğrafyası, sosyal hayatı, hakkında bilgi toplar, onların bile bilmeyeceği leri öğrenir, konuklarını şaşkına çevirir, hayran Emanullah
Han, Ankara'ya
şey
bırakırdı.
gelen ilk hükümdar
oldu
ğu için bu ziyarete büyük ö n e m v e r i l i y o r d u . Han, T ü r k i y e ' ye Rusya'dan gelecekti. Atatürk, Orgeneral tay'ı
Kralın, eşini de Kraliçenin
tı. Korgeneral Naci
Fahrettin
mihmandarlığına
Eldeniz ile eşi de ikinci
Al-
atamış
mihmandar
lardı. Bizim mihmandarlar pol'a giderken Başbakan
Kralı karşılamak üzere
Sivasto
İsmet İnönü Fahrettin
Paşaya
MMÜRK'ÜH
şöyle
UŞAĞ\ \D\M
diyordu: «Aigan Kral\n\n hali
^23
elverişli
görülürse
Atatürlc s e n i A f g a n i s t a n ' a g e n e l k u r m a y başkanı v e başku mandan y a p m a k istiyor.» Fakat Fahrettin A l t a y , kendi d u rumunun
elverişli olmadığını ileri
edemiyeceğini
bildirdi. Etmedi
sürerek bu işi kabul
a m a 1934 y ı l ı n d a
İran-Af-
gan sınır anlaşmazlığında h a k e m olarak Musaabad'a d e r i l d i . Sonunda Altay'ın hazırladığı rapor
uygun
ve i k i h ü k ü m e t de Türkiye'ye sınır anlaşmazlığını tiği için teşekkürlerini
gön
görüldü hallet
bildirdiydi.
Kralı almağa Sivastopol'a giden İzmir vapuru m i h m a n darlar takımı, protokol
memurları, yaverler,
tercümanlar,
gazete muhabir ve fotoğrafçılarıyla d o l u y d u . Peyki v e P e y k i Ş e v k e t t o r p i d o l a r ı da v a p u r a e ş l i k Ruslar, S i v a s t o p o l ' a
Satvet
ediyorlardı.
gelen Türkleri büyük bir
törenle
karşıladılar. Hatta karşılayıcılar arasında Rusya'nın A n k a ra b ü y ü k e l ç i s i K a r a h a n da b i z i m b ü y ü k e l ç i T e v f i k B ı y ı k o ğ lu bile bulunuyordu. Gece Orduevinde de büyük bir ziya f e t v e r i l d i . Ertesi gün Kral v e
Kraliçe
Süreyya'yı
alarak
S i v a s t o p o l ' d a n ayrıldık. Ruslar savaş g e m i l e r i v e 38 u ç a k la İ z m i r v a p u r u n u g e ç i r d i . K r a l a s k e r g i y i n i y o r d u . Kara bıyıklı, kara
olduğu halde
sivil
gözlü, esmer, yakışıklı
bir
adamdı. A v r u p a l ı l a r gibi açık g i y i n e n K r a l i ç e ise nazik v e güzeldi. Annesi Şamlı olan Kraliçe Türkçe bildiği ve m e ramını anlatabildiği halde Farsça konuşmayı t e r c i h
ediyor
du. Yolculuk
şekilde
boyunca Kral ve Kraliçe
gazetecilerle görüşüyor, bol bol Kral, Kraliçeye
samimi bir
fotoğrafları
çekiliyordu.
karşı çok nazikti. Tercümanlık
yapıyordu.
Eğlenceli bir ş e k i l d e g e ç e n y o l c u l u k t a n sonra Boğaz'a yaklaştığımız zaman bizim donanma ve uçaklar
karşılayı
cı çıktılar. İstanbul V a l i s i M u h i t t i n Ü s t ü n d a ğ , donanma ko mutanı ve amiraller vapuru çıkarak Kral v e Kraliçeyi s e lâmladılar.
Boğaz'ın kıyısına dizilen
halk, konukları
men
dil sallayarak karşılıyordu. Vapur Haydarpaşa önünde de m i r l e d i . Özel trene binilerek Ankara'ya hareket
edildi.
330
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Emanulialı Han Anl<ara'ya g e l i ş i n d e eşi
bir törenle
karşılandı. Her taraf donanmış,
görülmemiş, yer
yerinden
oynuyor. A t a t ü r k ' l e Kralın kırk yıllık dost gibi sarmaş do laş o l m a s ı h e r k e s i h e y e c a n l a n d ı r m ı ş t ı . Pek az d e v l e t a d a mına yapılan bu içten gelen
sevgi gösterisi
karşısında
Emanullah Han çok d u y g u l a n m ı ş t ı . Tören v e a s k e r i n şi, halkın selâmlanmasmdan
tefti
sonra Çankaya'da, Krala
ay
rılan Köşke g i d i l d i . K r a l v e K r a l i ç e b i r h a f t a k a d a r A n k a r a ' d a k a l d ı l a r . 27 Mayısta yine karşılanışında olduğu
gibi çok tantanalı
t ö r e n l e Kral ve Kraliçe
uğurlandı. Kralın Ata
İstanbul'a
bir-
t ü r k ' e çok bağlı ve hayran olduğunu g ö r m ü ş t ü m . Atatürk' ün ö l ü m ü n d e artık Kral olmadığı halde İstanbul'a Dolmabahçe'den
Sirkeci'ye
kadar gözleri yaşlı
gelmiş,
cenazenin
arkasından y ü r ü m ü ş t ü . Sonradan kendisi de İtalya'da
ha
yata gözlerini y u m d u . Kral ve Kraliçenin
İstanbul gezisi de yine
törenlerle
geçti. Güzel Sanatlar A k a d e m i s i n i gezisi sırasında bir atöl y e d e ö ğ r e n c i l e r çırılçıplak bir kadın m o d e l i n r e s m i n i pıyorlardı. K r a l i ç e bu z i y a r e t e
katılmadı. Kral ise
ya
çıplak
kadına başını bile ç e v i r i p b a k m a d ı . A f g a n K r a l ı K u r b a n B a y r a m ı n ı da İ s t a n b u l ' d a g e ç i r m i ş t i . Kendisine Tarabya Konak O t e l i n d e bir öğle y e m e ğ i ve rildi. Hürriyet-i Ebediye Tepesinde yapılan bir geçit t ö r e ninden sonra yine İzmir vapuruyla ve kendisini almağa g i den mihmandarlarla
birlikte Batum'a yolcu
edildi.
Kral g i t t i k t e n sonra bir gece sofrada A t a t ü r k , tin Altay'a, yolculuk
sırasındaki
izlenimlerini
Fahret
sordu
ve
« K r a l ı n a s ı l b u l d u n ? » d i y e s o r d u . O da « i y i b i r a d a m a b e n z i y o r . F a k a t i d a r i t e c r ü b e s i b i r a z az g a l i b a . K e n d i s i n e
de
fazla güveniyor. Polatlı yakınlarında kendisine Sakarya Sa vaşımız hakkında bilgi v e r m e k meyip, kendi
i s t e d i m , fakat beni
dinle
İstiklâl Savaşlarını övmeğe başladı. Yaptık-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDlM
larıyla övünen bir adam gibi geldi bunun üzerine başmı —
bana,» d e d i .
331
Atatürk,
sallayarak:
«Öyledirler, öyledirler,» diye karşılık verdi.
A Ğ L A Y A N KRALDAN NASIL KAÇTIK
TÜRKİYE'yi z i y a r e t i n d e n altı ay s o n r a , E m a n u l l a h H a n k r a l l ı k t a n d ü ş m ü ş , eşi Süreyya'yı da yanına alarak yurdumuza g e l m i ş t i . Fakat değerbilir A t a t ü r k , aynı yerde,
Gazi İ s t a s y o n u n d a
karşılamış,
tekrar
Kralı
yine
otomobiline
b i n d i r e r e k A n k a r a Palas O t e l i n e k o n u k e t m i ş t i . E m a n u l l a h Han'a kralken ne y a p ı l m ı ş s a , o zaman da aynı şey y a p ı l mıştı. Türkiye'ye
gelişinin
ikinci
gecesi
Emanullah
Han
onuruna
K ö ş k t e y i r m i d ö r t k i ş i l i k b i r y e m e k v e r i l d i . Eski
Çankaya
Köşkünde sofradaki
görüşmeler
uzadıkça
uzadı.
Hoşbeşten sonra nihayet A t a t ü r k Krala sordu: —
«Nasıl oldu
memleketinizi terk
sizin bu işiniz? etmek zorunda
Sizi düşürdüler
ve
kaldınız?..»
Emanullah Han'ın üzüntü içinde anlattığına göre, k e n disi T ü r k i y e ' d e y k e n Peçe Saki adındaki a m c a z a d e s i , b i r t a kım dedikodular çıkarmış... Afgan Kralı, ülkesine
döndüğü
zaman bir de bakıyor ki, amcazadesi iktidarı ele g e ç i r m i ş . Onun çevresi Kralı tehditle Afganistan'dan çıkarmağa luyor. Zaten çok nazik
olan Kral, savaşmadan
b i r uçakla yurdundan ayrılıp İtalya'ya
zor
kaçınarak
gidiyor.
A f g a n Kralı, h e m ağlıyor hem de A t a t ü r k ' e
bakarak
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
333
Üzüntüsünü a ç ı ğ a v u r u y o r d u . V a z i y e t çoi< n a z i k t i . B u y a s l ı havayı d a ğ ı t m a k g e r e k t i . Ç o k z e k i v e k u r n a z o l a n A t a t ü r k , bu a ğ l a m a k l ı d u r u m u ö n l e m e k
için olmalı, hemen bir ge
zi o r t a y a a t t ı . K r a l ı n b u k a d a r g ö z ü y a ş l ı o l d u ğ u n u b i l s e y di, hiç s o r a r mıydı? —
«Yarın biz y u r t t a bir i n c e l e m e gezisine çıkıyoruz,»
dedi. Emanullah Han,
geziye katılmak
ricasında
bulundu.
Fakat A t a t ü r k : —
« M e m n u n i y e t l e . F a k a t b i z i m İç A n a d o l u ' d a y o l l a r ı
mız ç o k b o z u k t u r . Z a t i â l i n i z r a h a t s ı z o l u r s u n u z . S i z A n k a ra, y a d a İ s t a n b u l ' d a i s t i r a h a t e d i n i z , d a h a i y i o l u r , » d e d i . Fakat Kral, A t a t ü r k ' ü n
bu jestini
anlamazlıktan
geli
yor, g e z i y e ç ı k m a i s t e ğ i n i t a z e l e y i p d u r u y o r , g i t m e k t e
is
rar e d i y o r , h e r ş e y e k a t l a n m a ğ a r a z ı o l d u ğ u n u s ö y l ü y o r d u . A t a t ü r k ' ü razı e d e m i y e c e ğ i n i a n l a d ı k t a n
sonra:
—
«Her t ü r l ü sıkıntıya dayanırım,» deyince, Atatürk:
—
«Bizim memlekette
her yere t r e n
yoktur.
Birçok
y e r l e r i m i z e o t o m o b i l b i l e i ş l e m e z . D a ğ l a r a y a e ş e k , y a da katırlarla seyahat
etmek
Hayvan
üs
edecek hal k a l m a m ı ş t ı . Sofra
geç
tünde hasta olursunuz.» A r t ı k Kralda israr
mecburiyeti
vardır.
dedi.
vakte dek s ü r d ü . Saat üçe doğru Kral ve konuklar mak ü z e r e
ayrıl
kalktılar. Kral, Atatürk'le öpüşerek vedalaştı.
Ertesi gün gerçekten
böyle b i r gezi o l d u . — b i z i m o
güne dek h a b e r i m i z y o k t u — her zaman gezi olacağı olmazdı. A m a
böyle gece yarısında
v e r i l e n gezi
belli
kararını
hiç h a t ı r l a m a m . Ertesi sabah herkes eşyasını alıp istasyona Köşkte bir ben, bir A f e t
gitmişti.
Hanımdan bir de ahçı
Mehmet
Ustadan başkası k a l m a m ı ş t ı . A t a t ü r k ' e y e m e ğ i n i
verirken
şöyle bir soruyla —
karşılaştım:
«Çelebi Efendi. Dün
akşam
sofrada
Krala
karşı
a y k ı r ı b i r hal o l d u m u ? Y a n l ı ş b i r ş e y y a p m a d ı k y a ? » d e d i .
334
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Bu s o r u y u b a n a n i y e s o r d u ğ u n u b i r
d ı m . Karşılık —
«Çok
t ü r l ü anlayama
olarak: güzeldi
Paşam. Kırıcı
hiç
bir şey
olmadı.»
dedim. S o n r a n e r e d e n a k l ı m a g e l d i b i l m e m , d u r d u k y e r e bir s o r u da ben O'na s o r d u m : —
«Paşam, Kralın ağlaması benim
v e çok üzüldüm. Büyük yor, değil
çok gücüme
gitti
a d a m l a r ı n d ü ş m e s i ç o k z o r olu
mi?»
Kısa bir duraklamadan sonra A t a t ü r k : —
«Krallar...
ancak krallar
öyle olur,»
diye
cevap
verdi. Bu c ü m l e n i n a n l a m ı n ı ç o k s o n r a , d ü ş ü n e d ü ş ü n e an l a d ı m . B u g ü n d a h a i y i a n l ı y o r u m y a . F a k a t o z a m a n b u ge reksiz soruyu neden sorduğuma sonradan pişman ve üzüldüm. Benim neme
oldum
gerekti?
Bu k o n u ş m a d a n s o n r a K ö ş k t e n e n s o n b i z ç ı k t ı k . Tre ne binip Konya'nın
yolunu tuttuk. Afgan
Kralı
Emanullah
H a n da a y n ı g ü n İ s t a n b u l ' a h a r e k e t e t t i . O r a d a b i r k a ç gün kaldı.
K O N Y A ' D A BİR O L A Y
DÜŞÜK A f g a n Kralı A m a n u l l a h Han'dan kurtulmak
için
gece y a n s ı karar v e r i l e n ani y u r t gezisinde ilk durak Kon ya i d i . K o n y a ' d a A t a t ü r k ' ü n e v i v a r d ı . A k ş a m s o f r a s ı n ı h a zırladık. Başsofracı
İbrahim'le ben hizmet
ediyorduk.
On
kişilik bir s o f r a y d ı b u . Tam sofraya o t u r u l m u ş t u k i , Recep Zühtü ve orada bulunan m i l l e t v e k i l l e r i telâşla —
« A m a n Paşam çok fena,»
—
«Hayrola, yoksa basıldık mı?
geldiler:
dediler. Neymiş fena
olan?»
Onlar yine aynı heyecanla: —
«Gidiş çok fena, berbat
—
«Fena o l a n
—
«Burada
Paşam.»
nedir?»
Komünizm
almış
yürümüş.
Bütün
Konya
Lisesi öğrencileri ve başlarındaki ö ğ r e t m e n l e r i , hatta m ü dürü de b e r a b e r l e r i n e alarak baştan başa K o m ü n i s t o l m u ş . E ğ i t i m i de o y o l d a . Bu hal ne o l a c a k ? » Bu k o n u ş m a y ı a y a k t a d i n l e y e n A t a t ü r k , R e c e p Z ü h t ü ' nün sözlerinin bittiğini anlayınca gülerek sofraya
oturduk
tan sonra: —
«Canım Padişahlığı i s t e m i y o r l a r
rafı d ü z e l i r . B u n u n k o r k u l a c a k
ya. İşin öteki ta
nesi var? O da bir
çeşit
336
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Cumhuriyettir,» diye onları yatıştırmağa çalıştı. Konya'da bir iki gün kalıp i n c e l e m e l e r d e
bulunduktan
s o n r a A d a n a ' y a , o r a d a n G a z i a n t e p ' e u ğ r a d ı k . D a h a s o n r a da Yalova'ya
geldik.
Bu a r a d a b i r s ü r e T ü r k i y e ' d e n a y r ı l a n A m a n u l l a h Han, tekrar
İstanbul'a gelmiş ve Atatürk'ü ziyaret etmek
mişti.
O
gün Dolmabahçe
Sarayında
yapılacak
iste
buluşma
d a hazır b u l u n m a k i ç i n t o r p i d o y l a Y a l o v a ' d a n h a r e k e t edip İ s t a n b u l ' a g e l d i k . Bu g ö r ü ş m e i k i s a a t k a d a r s ü r d ü . Konuk A m a n u l l a h H a n , k a l m a s ı i ç i n a y r ı l a n y e r e g i t t i . Biz d e t e k rar Yalova'ya döndük. Bu gezi sırasında ilginç bir olay ol d u : İ s t a n b u l ' a g e l i r k e n , k ı r k m i l s ü r a t y a p ı y o r d u k . Bu s ü ratin meydana getirdiği dalgaların şiddetiyle A d a kıyıların d a b u l u n a n bazı s a n d a l l a r p a r ç a l a n m ı ş l a r d ı . B u n u A t a t ü r k ' e d u y u r u n c a «biz randevuya y e t i ş m e k i ç i n s ü r a t l i geldik. O n ların ne kabahati var. Derhal aratıp
buldurun.
v e r m e k suretiyle zararlarını karşılayın. Bizim zarara uğramasınlar,»
buyruğunu
verdi.
Tazminat
yüzümüzden
J A P O N V E L İ A H T I N A VERİLEN DERS
JAPON veiiahtı Ankara'ya geldiği gün kendisini
garda
fcarşılamak i ç i n D ı ş i ş l e r i b a k a n ı T e v f i k R ü ş t ü A r a s , C u m hurbaşkanlığı U m u m i kâtibi Tevfik Bıyıkoğlu, başyazar Rü suhi S a v a ş ç ı v e a s k e r î , m ü l k î e r k â n i s t a s y o n a g i t m i ş l e r d i . Japon
Veiiahtı
trenden
inince
yalnız
İVİareşal
Fevzi
Çakmak'la Dışişleri bakanı Tevfik Rüştü A r a s ' ı n ellerini sık mış, ö b ü r l e r i n e p e k i l g i g ö s t e r m e m i ş . Bu h a l T e v f i k v e Rü suhi B e y l e r i n ç o k c a n ı n ı s ı k m ı ş . Ç a n k a y a K ö ş k ü n e
geldik
leri z a m a n A t a t ü r k , b a ş y a v e r i v e T e v f i k B e y i h o l d e
karşı
ladı. T e v f i k B e y e : —
«Japon v e l i a h t ı n ı
nasıl
buldunuz?»
diye
sorunc:n
Tevfik B e y b i r d e n b o ş a n d ı . İ s t a s y o n d a u ğ r a d ı k l a r ı
muame
leyi a y n e n a n l a t t ı : —
«Paşam, v e l i a h t bizi adam y e r i n e koyup
bile s ı k m a d ı , »
ellerimizi
dedi.
Bunun üzerine Atatürk: —
«Çok m a ğ r u r olmasınlar. Gurur
iyi bir şey
değil
dir.» d i y e h e m k a n a a t i n i b e l i r t t i , h e m d e i l e r i g ö r ü ş l ü l ü ğ ü nün b i r ö r n e ğ i n i d a h a v e r d i . N i t e k i m , a r a d a n y ı l l a r
geçtikF: 22
338
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
t e n s o n r a o g u r u r l u , k i b i r l i v e l i a h t ı n k o s k o c a J a p o n İmpa ratorluğu, müttefikleri
yok edeceği
girmiş, fakat sonunda
büyük
düşüncesiyle
bir yenilgiye
savaşa
uğramıştı.
V e l i a h t ı n g e l i ş i n d e n b i r s a a t s o n r a M a r m a r a Köşkün de bir ö ğ l e n y e m e ğ i v e r i l d i . Veliahta
Gazi O r m a n
Çiftliği
g e z d i r i l d i . A t a t ü r k , V e l i a h t a ç o k n a z i k d a v r a n ı y o r d u . Bu hal beni epeyce üzmüştü. Öyle ya, kendisini
k a r ş ı l a m a ğ a gi
d e n i l g i l i d e v l e t a d a m l a r ı m ı z ı h i ç e s a y a r a k e l l e r i n i b i l e sık m a k i n c e l i ğ i n i g ö s t e r m e y e n b i r i n s a n a , i s t e r v e l i a h t olsun, bu iltifatlar niyeydi?
H â l â bu n e z a k e t e b i r a n l a m v e r e m i -
yordum, A t a t ü r k . J a p o n v e l i a h t m ı n k a b a l ı ğ ı n a i y i d e n i y i y e içer l e m i ş t i . Ö y l e y a , d ü n y a n ı n ö b ü r u c u n d a n k a l k , d o s t b i r ül k e y e g e l d e . s e n i k a r ş ı l a y a n l a r ı n e l i n i s ı k m a . B u kabalığa incelikle
karşılık
vermek
ve
onu
utandırmak
g e r e k t i . Bu
y ü z d e n A t a t ü r k , v e l i a h t a ç o k n a z i k d a v r a n ı y o r , i l t i f a t edi y o r d u . H a t t a z i y a f e t s o f r a s ı n ı n ö z e n l e h a z ı r l a n m a s ı y l a ken di
uğraşmıştı. Y e m e k a r a s ı n d a A t a t ü r k , J a p o n t a r i h i n d e n s ö z açmış
t ı . V e l i a h t a ç e ş i t l i s o r u l a r s o r u y o r , d a h a o n u n k a r ş ı l ı k ver mesine meydan bırakmadan, sorusunun kendisi
vererek
veliahtı
hayretten
karşılığını
hayrete
yine
düşürüyordu.
A t a t ü r k , t a r i h t e ünlü Japon savaşlarını sıralıyor, Japon mi t o l o j i s i n d e n s ö z e d i y o r , b i r J a p o n k a d a r J a p o n y a ' n ı n coğ rafyasından
örnekler
veriyordu. Veliaht, adamakıllı
şaşır
m ı ş t ı . O y s a J a p o n l a r z e k i o l u r l a r d e r l e r . B i z i m k o n u ğ u n ağ zı a ç ı k , A t a t ü r k ' ü n e z b e r e o k u d u ğ u J a p o n ş a i r l e r i n i n
şiir
lerini d i n l i y o r d u . A t a t ü r k «Japon ş i i r i n i n dünya edebiyatın da ç o k b ü y ü k y e r i v a r d ı r , » d i y e ş i i r d i z e l e r i n i a r k a arkaya sıraladıkça, veliahtın şaşkınlığı artıyordu. Veliaht nereden öğrendiniz?» v e hafızasına
diye
«bunları
de soramadı. A t a t ü r k ' ü n
hayran kaldı, adeta O'nun
esiri
oldu.
sanıyorum ki, veliaht, kendi ülkesine ve milletine
bilgi Öyle ilişkin
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
339
birçol< ş e y l e r i , o g e c e y a b a n c ı b i r ü l k e d e , o ü l k e n i n
dev
let b a ş k a n ı n ı n a ğ z ı n d a n ö ğ r e n m i ş t i . Japon veliahtım şaşırtan olay şöyle o l m u ş t u ; herkesi k e n d i n e
hayran
veliahtının g e l i ş i n d e n
bırakmasını
Japon
gün önce Japonya'ya
ilişkin
bir h a y l i k i t a p k a r ı ş t ı r m ı ş , b i l g i e d i n m i ş t i . V e l i a h t a
bunla
rı s ö y l e m e y i
birkaç
Atatürk
bilen insandı.
düşünürken, istasyondaki
meydana g e l m i ş . A t a t ü r k anlattığımız ş e k i l d e
ilgi
o can sıkıcı
de Japon konuğumuza gösterip, ülkesine
ilişkin
birçok
soru s o r m u ş v e k a r ş ı l ı ğ ı n ı y i n e k e n d i s i v e r e r e k , o n a ettiği d e r s i i n c e l i k l e a n l a t m ı ş t ı .
olay
yukarda hak-
I R A K KRALİ F A Y S A L ' I N GELİŞİ
I R A K K r a l ı I. F a y s a l ' m A n k a r a ' y a g e l i ş i n d e y i n e hare k e t l i g ü n l e r g e ç i r m i ş t i k . Ü ç g ü n k a d a r y u r d u m u z d a konuk kalan Kral, A t a t ü r k tarafından ilgiyle Kral
onuruna
Marmara
Köşkünde
karşılanmıştı. bir ziyafet
verildi.
Bu z i y a f e t t e M e c l i s B a ş k a n ı K â z i m Ö z a l p , b a ş b a k a n İsmet İ n ö n ü , U m u m i k â t i p T e v f i k B ı y ı k o ğ l u , b a ş y a v e r v e bakan l a r h a z ı r b u l u n u y o r l a r d ı . Z i y a f e t ç o k s a m i m i b i r h a v a için de g e ç t i . Y e m e k t e n sonra. K r a l , Gazi O r m a n gezdirildi. Üç günlük resmi ziyaretten sonra
Çiftliğinde Kral,
trenle
İ s t a n b u l ' a h a r e k e t e t t i . I r a k K r a l ı h i ç d e İ r a n Ş a h ı n a benze miyordu. Akşamları
birkaç
meyi unutmuyordu. Özel
k a d e h v i s k i y a da k o k t e y l
iç
hayatı ç o k s a k i n d i . Kendi halin
d e g ö r ü n ü y o r d u . Kibar t a v ı r l ı y d ı . Boğazına d ü ş k ü n değildi. Ö r n e ğ i n A f g a n Kralı gibi pilava merakı y o k t u .
VENİZELOS'UN
GELİŞİ
Y U N A N İ S T A N başbakanı Venizelos'un İstanbul'a gelişi oldukça
enteresan
almak, Ankara'yı mı.
oldu. Daha birkaç
kendi
Tanrı, Ankara'ya
dikten
ülkesine
gelmeyi
sonra, askerleri
nasip
denize
yıl önce
katmak
Türkiye'yi
i s t e y e n bu
e t m i ş t i . Fakat
döküldükten
sonra,
ada yenil konuk
olarak, acı d u y a r a k . Venizelos'un geldiği gün A t a t ü r k , kendisini eski Köşk t e k a b u l e t t i . Bu z i y a r e t d o l a y ı s ı y l e a r k a d a ş l a r ı y l a h e r h a n gi bir fikir y ü r ü t t ü ğ ü n ü h a t ı r l a m ı y o r u m . Yalnız sabah g i y i n i r k e n berber IVlehmet'e t a k ı l d ı : —
«Mehmet,
bugün
Venizelos'un
K e n d i s i y l e görüşeceğiz. Buna ne
ayağına
gideceğiz.
dersin?»
A t a t ü r k , b e r b e r i y l e sık sık ş a k a l a ş ı r d ı . M e h m e t bir an düşündükten —
sonra:
« P a ş a m , b e n sfizin y e r i n i z d e o l s a m n e g i d e r , n e d e
görüşürüm. Çünkü o millet, bizim Selâniğimizi
(berber Se
l â n i k l i y d i ) , t o p r a ğ ı m ı z ı , y e r i m i z i a l d ı . Bu y e t m i y o r m u ş
gi
bi, bir de Ankaramızı a l m a y a k a l k t ı . Bütün bunlardan s o n ra s i z o n l a r l a d o s t mam.»
gibi
konuşacaksınız.
Ben
olsam yap
342
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Atatürk, berberinin safça sözlerini dinlerken madı. Hatta onun samimiyetinden —
memnun
bile
h i ç kız kaldı.
«Bu m e m l e k e t i ş i d i r . Bu y ü z d e n d o s t o l m a ğ a , d o s t
görünmeye
mecburuz.
Hem
bunu
yapmazsak,
tarih
bizi
affetmez.» A t a t ü r k , işte ilk T ü r k - Y u n a n d o s t l u ğ u n u n
temellerini
o g ü n a t m ı ş t ı . V e n i z e l o s ' l a K ö ş k t e k i g ö r ü ş m e i k i s a a t ka dar s ü r d ü . Ertesi gün Gazi O r m a n Ç i f t l i ğ i n d e
konuk onu
r u n a o t u z k i ş i l i k b i r y e m e k v e r i l d i . Y e m e k ç o k s a m i m i bir h a v a i ç i n d e g e ç t i . Y u n a n B a ş b a k a n ı , A t i n a d a n g e l i r k e n bir sandık şarap hediye g e t i r m i ş t i . A t a t ü r k de ra'dan ayrılırken bir kafes
konuğa Anka
içinde beyaz renkli
çok
güzel
bir Ankara Kedisi hediye e t t i . Yunanistan başbakanı Venizelos'un ziyaretine, bir süre sonra
o devrin
karşılık
başbakanı
vermiştir.
İsmet
İnönü, Atina'ya
giderek
YUGOSLAV KRALININ
Y U G O S L A V Kralr A l e k s a n d r a , 4 E k i m 1933 günü
bir torpridoyla
istanbul'a
g e l m i ş t i . Kral
GELİŞİ
Çarşamba
geldiği
gün
Dolmabahçe Saraymda A t a t ü r k ' ü ziyaret e t t i . A t a t ü r k . Saraym ünlü salcnlarmdan biri olan Somaki Salonunda
Kralı
kabul e t t i . G ö r ü ş m e d e o zaman Dışişleri bakanı olan Tev f i k R ü ş t ü A r a s ' l a u m u m i k â t i p H a s a n Rıza S o y a k d a b u l u nuyordu. Krala ö n c e bir alaturka kahve s u n d u m . Biraz sonra da limonata ve bisküvi g e t i r d i m . Kral çok m e m n u n Teşekkür
ederek
ayrıldı, torpidosuna
kalmıştı.
döndü. Yarım
sonra A t a t ü r k , Sakarya m o t o r u y l a torpidoya giderek
saat Kralın
z i y a r e t i n e k a r ş ı l ı k t a b u l u n d u . Biz d e t o r p i d o y a b e r a b e r g i t miştik.
Onlar
yarım
saat
kadar
biz d e d ı ş a r d a b e k l i y o r d u k .
kamarada
İçerde
görüşürlerken,
Atatürk'e
şampanya
sundular. Bizlere de dışarda birer kadeh ş a m p a n y a , b i s k ü vi, likörlü çikolata ve havyarlı kanapeler verdiler.
Atatürk
görüşmeden m e m n u n olarak
binerek
çıktı. Tekrar
motora
Saraya döndük. O gece Sarayda kırk kişilik
kadar bir z i
yafet verildi. Kralın ziyaretine
verildiğinden
midir
nedir, Tokatlıyan
büyük
Otelinden
önem
garsonlar ve
yemekler
344
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
g e l m i ş t i . Y e n i l d i , i ç i l d i . Bilinen nutuklar ç e k i l d i . Hatırlarım çok
hoş
bir geceydi. Herkesin
yüzünden
neşe
akıyordu.
Saat i k i y e d o ğ r u K r a l , bir m o t o r a b i n e r e k Saraydan ayrıldı. Konuk
gittikten
sonra
nasıl buldunuz?» diye —
arkadaşları
Atatürk'e:
«Kralı
sordular.
« Ç o k n a z i k , ç o k z e k i b i r a d a m . M e m l e k e t i i ç i n ça
lışmış, çalışıyor.
Makûl
görüşlü.
Kendisini
çok
beğen
dim,» diye hoşnutluğunu gösterdi. A t a t ü r k ' e ilişkin anılar arasında yer alan k r a l l a bir tanesi vardır k i , çok hoşuma gider. O gece
ilgili
konuşulup
konuşulmadığını duymadım ama, yine de yazmadan
geçe
meyeceğim. Kral A l e k s a n d r a , A t a t ü r k ' e : —
«Size
bir
sırrımı
söyleyeceğim,»
demiş.
Koltuğa
o t u r d u k t a n s o n r a da ş u n u e k l e m i ş : « E ğ e r bazı A v r u p a d e v letlerinin
vaadlerine
d o l u ' y a biz
Atatürk, gülerek —
inansaydık. Yunanlıların
yerine
Ana
çıkacaktık.» Kralın elini
sıkmış:
«Öyleyse g e ç m i ş olsun d i y e y i m Ekselans,» d e m i ş .
Yugoslav kralı bir süre sonra Fransa'ya g i t t i ğ i Marsilya
limanında
suikastçılar
tarafından
sırada
öldürülmüştür.
« Ö Z S O Y » OPERASI N A S I L Y A Z I L D I
ATATÜRK, Türk - İran d o s t l u ğ u n u n g e l i ş m e s i n e
büyük
ö n e m v e r i r d i . Bunu, İran Ş a h m m T ü r k i y e ' y e yaptığı ziyaret sırasında daha iyi anladım. Şahın geleceği kesinleştiği s ı ralarda Türklerle İranlıların soy ve kültür bakımından deş olduğunu, sırf bir mezhep savaşı yüzünden
kar
ayrıldık
larını belirten bir piyes yazılıp, bunun opera olarak oynan masını istedi. Bunun için M ü n i r Hayri Egeli'yi çağırıp ge rekli emri verdi. Ankara'da bütün müzisyenler
seferber
bul'dan Nimet Vahit Hanım ve t ü m Musiki
Mualim
Mektebi
elemanları
edildi.
orkestra,
İstan
Ankara'dan
bulduruldu.
İzmir'e
gitmekte olan bestekâr A h m e t Adnan Saygun trenden in dirilip Ankara'ya getirildi. Dördüncü gün operanın ilk bes t e l e r i provaya konuldu. Y i r m i gün içinde «Özsoy»
operası
bitirildi. Atatürk provalara geldi. Ankara Halkevi
binasının bir bölümü
değiştirilerek
özel bir daire haline g e t i r i l d i . Her eşyanın yerini
Atatürk
kendi s e ç t i . Bahçeye büyük ağaçlar g e t i r i l d i ve d i k i l d i . İş t e «Özsoy» operası böyle meydana g e l d i . H e m de ne ge-
346
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
l i ş . . . Y i r m i g ü n d e y a z ı l ı p , b e s t e l e n e r e k , o y n a n m a s ı şartıy l a . Ü s t e l i k b a ş a r ı y l a da o y n a n d ı . Aradan
uzun bir
zaman geçmişti.
Atatürk,
zamanda y a p ı l m a s ı n ı i s t e d i ğ i bir işi bir bakandan —
kısa
bir
istiyor.
« E f e n d i , s e n n e s ö y l ü y o r s u n . Biz y i r m i g ü n d e o p e
ra yazmış, b e s t e l e m i ş , oynatmış bir m i l l e t i n i z . Elverir elebaşı davasına inansın,» diye
çıkışıyor.
ki,
İRAN ŞAHİNİ C İ N
ÇARPTI
İ R A N Ş a h ı T ü r k i y e ' y i z i y a r e t e d e c e k . Bu h a b e r d u y u l u r duyulmaz
Şah o n u r u n a h e p i m i z e
yeşil
fraklar
yaptırdılar.
Kadife yakalı, sarı d ü ğ m e l i , o zamanın modası olan
frak
lar... 1934 y ı l ı n ı n h a z i r a n b a ş l a r ı y d ı . İ r a n Ş a h ı n a olarak atanan Orgeneral
Fahrettin A l t a y , Şahı
mihmandar Trabzon'da
karşılamağa g i t t i . Şahı Trabzon'dan Yavuz zırhlısına b i n d i rip Samsun'a getiriyorlar. Karadeniz'de Yavuz'un kuleye]
28'lik
koca
toplarının
ilerlerken
bulunduğu
tarete
girmek istemiş. Daracık giriş yerinden
Şah, (zırhlı
elbiseleri
nin k i r l e n m e s i pahasına, bir t o p erinin yukarı
çekmesiyle
geçip, yukarı çıkmış ve Türk kıyılarını kuleden
seyretmiş.
Samsun'da büyük bir karşılama töreni o l m u ş . Atatürk' ü n 19 M a y ı s ayak
1919'da vatanı
kurtarmak
için
bastığı iskeleye döşenen halılar üzerinde
Samsun'da yürüyerek
trene binip Ankara'ya gelmişti. Şah, Ankara'ya Dışişleri —
gelmeden
bakanı Tevfik
iki a k ş a m önce
Rüştü Aras'a
«Şah H a z r e t l e r i i ç k i v e s a i r e k u l l a n ı y o r m u
Malumatınız var
mı?»
Atatürk,
sordu: acaba?
ATATİJRK'ÜN UŞAĞI İDİM
340 —
« Z a n n e d e r s e m akşamları iki üç kadeh konyak içer
miş.» Atatürk,
Şahı
istasyonda
karşıladı.
O
sahneyi
u n u t a m a m . Kalabalığın arasında parmaklarımın
hiç
ucuna
ba
sarak g ö r m ü ş t ü m . Şah t r e n d e n iner inmez ö p ü ş t ü l e r . Şahı, A n k a r a Palas O t e l i n e k a d a r Akşam geldi.
geçirdi.
saat on yedi sularında Şah
Resmi
kabul
yapıldı. Musiki
Hazretleri
Muallim
r e n c i l e r i daha, ö n c e K ö ş k e g e l i p , y e r l e r i n i
Köşke
Mektebi
öğ
almışlardı. Ön
c e İran M i l l î M a r ş ı ç a l ı n d ı . Bunu b i z i m İstiklâl
Marsı
iz
ledi. Bir gün ö n c e T e v f i k Rüştü A r a s , Şahın konyak
içtiğini
s ö y l e d i ğ i için k o k t e y l d e İran hükümdarına konyak
sunma
ğa k a r a r v e r m i ş t i m . T ö r e n b i t e r b i t m e z İ b r a h i m ' l e b e n Ş a ha s u n u l m a k ü z e r e e l i m i z d e v e r m u t , l i k ö r , k o n y a k olduğu halde salondan
içeri
tepsisi
girdik. İbrahim tepsiyi
y o r d u . Tepsiden bir kadeh konyak alıp, Şaha d o ğ r u meğe hazırlanırken, konukların içki içmediğini
tutu götür
daha
önce
ö ğ r e n m i ş o l a n A t a t ü r k , b a n a kaş g ö z i ş a r e t i y l e « d u r » i ş a reti y a p t ı . Tam yüzgeri e t m e ğ e hazırlanıyordum k i . Şah bu vaziyeti gördü ve eliyle beni çağırdı. Yüzüme bakarak eli ni u z a t t ı , k a d e h i a l d ı . A r k a s ı n d a n b i r k a d e h , b i r , b i r d a h a . . . Derken «şerefe,» diye diye kadehleri yuvarladı. Atatürk,
ömründe
dikişine hayretle yük
hiç
içki
içmeyen
Şahın
bakıyordu. Şah, Türkiye'de
konukseverlikten
m i , yoksa
mi nedir, gayet m e m n u n d u .
ilk
içkinin
Keyiflenmiş,
A t a t ü r k de. Şah i ç t i ğ i için m e m n u n . «Yurdun tanyeri aştı ülkümün»
kadehleri
gördüğü
neşelenmişti.
Dışarda
öğrenciler
marşını söylüyorlardı.
Saat gecenin y i r m i i k i s i n e doğru y e m e k salonuna di.
bü
rehavetinden
Herkes sofradaki yerine oturdu. Atatürk tam
inil
sofranın
ortasındaydı. Sağında Şah vardı. S e r v i s t e ilk y e m e k çorba, av e t i , sebze v e ş a r a p t ı . Şah, hayatında ilk kez olarak b u r a d a ş a r a p da
içti. Ondan
sonra
protokol
nutkunu
yazılı
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
349
olarak o k u d u . Y e m e k ç o k s a m i m i b i r h a v a i ç i n d e g e ç m i ş ti. Y a l n ı z s o f r a d a h i ç k a d ı n k o n u k y o k t u . Yemeğin sonuna doğru Atatürk ve Şah, candan bir şe kilde s a r ı l ı p ö p ü ş t ü l e r . B u n d a n s o n r a a l d ı ğ ı i ç k i l e r i n si f a z l a l a ş t ı v e Ş a h f e n a l a ş ı n c a k e n d i s i n i t e r a s lerinden g ü ç l ü k l e i n d i r i p , A n k a r a Palasa Ertesi sabah Prof. A f e t
etki
merdiven
uğurladık.
İnan:
—
«Nasıl, güzel oldu mu?» diye sordu.
—
«Üçüncü yemekten
sonra
paydos
oldu,»
deyince,
Afet H a n ı m : —
«Ne d e m e k bu?» d i y e tekrar s o r d u .
Ben de a k ş a m k i vaziyeti başından sonuna
kadar
an
lattım. Kahkahalarla g ü l d ü . Ertesi akşam sofrada Atatürk, bir gece önceki hatırlayarak s e r t bir ş e k i l d e bana ş ö y l e —
ziyafeti
çıkıştı:
«Beğendin mi yaptığını? Ben işaret e t t i ğ i m
dinlemeyip
verdin adama
konyağı, cin çarpmışa
halde
döndür
dün.» —
«Paşam, Şah
Rüştü
Bey
söyledi. Herhalde bizim konyaklar s e r t geldi, midesi
kal
dırmadı,» d e d i m .
zaten
içiyormuş.
Tevfik
İKİ A R S L A N BİR POSTA
İRAN
Ş a h ı Rıza P e h i e v i , T ü r k i y e ' y i
ziyareti
SIĞMAZ
sırasında
A t a t ü r k ' l e b e r a b e r İ z m i r ' e , o r a d a n B a b a e s k i y o l u y l a Çanak kale'ye Soyak'ın
bir
gezi
y a p m ı ş t ı . Bu g e z i y e
dönüşte
anlattığı
katılan
bir olay, A t a t ü r k ' ü n
merhametli bir insan olduğunu gösterdiği dan
H a s a n Rıza ne
kadar
i ç i n h i ç aklım
çıkmamıştır. Çanakkale
yakınlarındaki
Kirazlı
bölgesinde
kurul
m a k t a o l a n g a r n i z o n u n t e m e l a t m a t ö r e n i n i d e i k i devlet Atatürk
o bölgeye
gelince kıtaları ikiye ayırıp küçük bir manevra
adamının geliş
gününe
rastlatmışlar.
yaptırmış.
Ş a h ' l a b i r l i k t e b i n d i ğ i a ç ı k o t o m o b i l l e t a t b i k a t ı i z l e y e r e k te m e l a t m a t ö r e n i n i n y a p ı l a c a ğ ı y e r e k a d a r g e l m i ş . Temele bir kutu
içinde
iki d e v l e t
başkanı tarafından
iki kâğıt
konulmuş. Atatürk,
imzalanmış
Şah'a m a n e v r a n ı n
sonucunu
e l i y l e i ş a r e t e d e r k e n , b i r k o y u n u n t e m e l e y a t ı r ı l ı p boğazı n ı n k e s i l m e k ü z e r e o l d u ğ u n u g ö r ü n c e « d u r u n u z » d i y e ba ğ ı r m ı ş . S ö z l e r i n i b i t i r d i k t e n s o n r a da
başını
öbür
tarafa
ç e v i r e r e k , « Ş i m d i k u r b a n ı k e s i n , » d e m i ş . Ş a h b u n d a n duy duğu hayreti açığa v u r u n c a
Atatürk:
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
351
«Evet, ben kana b a k a m a m . Bir t a v u ğ u n
masına b i l e t a h a m m ü l
boğazlan
edemem.»
Şah dayanamamış: —
«Fakat bu kadar bulunduğunuz savaş
meydanları,»
diyecek o l m u ş . —
«Ha o başka m e s e l e . Savaş meydanlarında
ceset
lerin ü z e r i n d e n a t l a y a r a k g i d e r i m . O b a m b a ş k a b i r «iştir,» demiş. İran Şahının g e l i ş i n i n
ertesi
günü
beni
istanbul'a g ö n d e r d i l e r . G ö r e v i m Sarayı
Ankara'dan
hazırlamaktı. Ata
türk, Ş a h l a b e r a b e r B a l ı k e s i r , U ş a k . İ z m i r v e Ç a n a k k a l e ' y e gittikten sonra İstanbul'a geldi. Konuklar beklene d u r s u n , Saray m e n s u p l a r ı n ı b i r d ü ş ü n c e d i r a l m ı ş t ı : A c a b a i k i d e v let a d a m ı da D o l m a b a h ç e ' d e m i o t u r a c a k l a r , y o k s a A t a t ü r k Beylerbeyi'ne mi
gidecek?
istanbul valisi
Muhittin Üstündağ
rü S e z a i S e l e k b a ş b a ş a v e r m i ş l e r ,
ile Saraylar
görüşüyor,
müdü
fakat
bir
çözüm y o l u b u l a m ı y o r l a r d ı . —
«Bunda
sığmaz.»
dedim.
d ü ş ü n e c e k n e v a r ? İki a r s l a n b i r «Şah
misafirdir.
Dolmabahçe'de
posta oturur,
Atatürk de Beylerbeyi'nde.» deyince: —
«Aferin Çelebi.» dediler. Benim dediğimi
Şahın gönlünü hoş e t m e k verilmişti.
Fakat
Şah. karyolada
hizmetkârına kendi yer yatağını boylu b o s l u y d u .
yatmağı getirtti.
sevmediği Şah,
de Tahran'dan
oda için
maşallah
Y a t a ğ a z o r s ı ğ ı y o r d u . : Bu y a t a k
attırıldı, yere yayıldı. Üzerine
yaptılar.
için Atatürk'ün yattığı
hallaca
getirdikleri
bir c i b i n l i k k o n d u . F a k a t Ş a h ' ı b i r t ü r l ü u y k u t u t m u y o r d u . Yavuz'la
iki
torpido.
Dolmabahçe önüne
demirlemişlerdi.
Donanma ışıklarla d o n a t ı l m ı ş t ı . Halk, Şah onuruna denizde donanma şenlikleri yapıyor, vapur g ü r ü l t ü l e r i , havai fişek ler u y u m a s ı n a e n g e l o l u y o r d u . Şahın h i z m e t i n i g ö r e n bir M a h m u t Han v a r d ı . Han ne
352
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
d e r s e Şah o n u y a p ı y o r d u . IVlahmut H a n h i z m e t l < â r d ı ama, s o n r a d a n Ş a h ' ı n al<rabası o l d u ğ u n u d u y d u m . Ş a h ı n k a l d ı ğ ı d a i r e n i n b a n y o b ö l ü m ü n ü , İ r a n l ı l a r çaya m e r a k l ı o l d u k l a r ı n d a n ç a y o c a ğ ı n a ç e v i r m i ş l e r d i . Semaver ler kaynıyor, çaylar d e m l e n i y o r d u . Banyo dairesini
çayha
ne yapmak k i m i n aklına gelir? Ş a h ı n h i z m e t ç i s i M a h m u t H a n y a n ı m a g e l e r e k , deniz deki donanma şenliklerinden başladı yakınmağa: —
«Bu s e s i n k e s i l m e s i i ç i n n e y a p a l ı m C e m a l Han?"
diye sorunca, yaver Cevdet Beye telefon ederek
durumu
anlattım. H e m e n d o n a n m a y a b i r m o t o r g ö n d e r i l d i . B ü t ü n elek trikler
s ö n d ü r ü l d ü . Fakat e ğ l e n c e l e r i n ardı arkası
ceğe b e n z e m i y o r d u . Şahın yattığı
odanın
kesile
önünde
stop
e d e n b i r a r a b a v a p u r u n u n i ç i n d e h a l k d a v u l z u r n a çalarak çılgınca meğe
e ğ l e n i y o r d u . Şah çok fazla y o r g u n d u
ihtiyacı vardı. Şahın hizmetkârı tekrar
v e dinlen y a n ı m a ge
lerek: —
« B u n l a r ı da d u r d u r a m a z m ı s ı n ı z ? » d e d i ğ i
—
«Biz
Hazretleri
bu
eğlenceyi
Atatürk'e
bile
zaman:
y a p m a d ı k . Şah
i ç i n y a p ı l ı y o r . Bu h a l k ı n e ğ l e n c e s i d i r ,
sevgisi-
d i r . B u n a e n g e l o l a m a y ı z , » d i y e r e k k a r ş ı l ı k v e r d i m . V e ge c e s a a t y i r m i d ö r d e k a d a r h a l k d a v u l u n u , z u r n a s ı n ı çaldı. Ç ı l g ı n c a e ğ l e n d i . S o n u n d a da v a p u r d e m i r a l a r a k g i t t i . Ben Şahın bu sevgi g ö s t e r i s i n e ceğini
engel o(mak
isteye
h i ç s a n m ı y o r d u m . N i t e k i m , e r t e s i g ü n , b u n u n hiz
metçisinin bir işgüzarlığı Şahın
çamaşırlarını
olduğunu yıkanması
anladım. için
hizmetçi
kadına
v e r d i k . Ş a h , g e l e n e k l e r e s a d ı k b i r i n s a n d ı . Ö r n e ğ i n giydi ğ i d o n u z u n p a ç a l ı y d ı . Ş a h o n u r u n a e n k u s u r s u z b i r sofra hazırlamayı mekler
üzerime
almıştım. Saraya
Tokatlıyan'dan
ye
g e t i r t i p , Pera P a l a s t a n b ü f e d ü z e n l e t t i r m i ş t i k . Fa
k a t Ş a h , b u n l a r ı n h i ç b i r i n e i l g i g ö s t e r m e d i . Y a t a k odasın-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
d a y e m e ğ i n i y e d i . Bu a ğ ı r , ö z e n l i s o f r a d a s a d e c e
353
yaverler
ve konuklar ağırlandı. Şaha g ö s t e r m e k
için bir de f i l m
getirmişlerdi.
Fakat
bunu bile g ö r m e k i s t e m e d i , i s t a n b u l ' d a kaldığı günler, ak şamları saat yirmi birde yatmak alışkanlığını değiştirmedi.
F: 23
«BANA CEMAL H A N
DEYİNİZ»
İRAN Şahının yanmdakiierini İstanbul'da gezdirmek gö r e v i bana v e r i l m i ş t i . Ö n c e İran parası Riyali Türk la d e ğ i ş t i r d i m . S o n r a k o n u k l a r ı a l ı p
parasıy
dolaştırmağa
başla
d ı m . Konuklar İstanbul'daki İranlıları g ö r m e k istediler. O n ları aldığım gibi çaycıların y a n m a g ö t ü r d ü m . Çaycılar
çok
y a k ı n l ı k g ö s t e r d i l e r . Taze ç a y d e m l e y i p ü s t ü s t e k o n u k l a ra s u n d u l a r . Y a n l a r ı n d a n ç o k s a m i m i b i r ş e k i l d e İranlı —
ayrıldık.
konuklar: «Bizim
buradaki
yapıyor.» deyince
halk çok fakir.
Baksana
onları bu b e ğ e n m e d i k l e r i
çaycılık
fakir
çaycıla
rın yanından alıp, zengin halıcıların yanına g ö t ü r d ü m . Bun l a r da ö z b e ö z İ r a n l ı y d ı . F a k a t buraya
kadar
bakmadılar
gelmiş
olan
memleketlerinden
yurttaşlarının
gezdikten sonra otomobille
Çay sundum semavere. Orada nargile —
dönüp
bile.
Konuk İranlıları Tünel'e g ö t ü r d ü m . Çok kısa Müzeleri
kalkıp,
yüzlerine
buldular.
Emirgân'a, içenleri
gittik.
gördüler;
«Bu n e d i r ? » d i y e s o r d u l a r .
Onlara bunun bir çeşit sigara olduğunu ve bizim m e m lekette tiryakilerinin
çok bulunduğunu
söyledim.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
«BİZ b u n l a r ı
355
içmeyiz. Şampanya, Finkonyak
içiyo
ruz,» d e d i l e r . B e n d e : —
«Biz
nargile
içiyoruz.
Tömbekisi
de
İsfahan'dan
geliyor,» deyince şaşırdılar. Şahın gelişinin ikinci günü sofracılara
kızmış.
«Çelebi'yi
Atatürk,
getirtin,»
almaz Tevfik Rüştü Aras'la beraber
Emri
alır
motora binip. Beyler
beyi Sarayına g i t t i k . Sarayda Sabiha —
Beylerbeyi'nde demiş.
Gökçen:
«Şah n e y a p ı y o r ? » d i y e s o r d u .
Ben d e Ş a h ı n r a h a t ı n ı n ç o k y e r i n d e o l d u ğ u n u
söyle
dikten sonra: —
«Yalnız artık
beni
'Efendi' diye
çağırmayın.
Ben
Han' o l d u m . Bütün İranlılar beni ' H a n ' diye çağırıyor.
Siz
de öyle yapın,» d e d i m . Bunu h e m e n A t a t ü r k ' e —
«Çelebi,
yetiştirmişler.
duyduğuma
göre
Han
Beni
çağırttı:
olmuşsun.
Şah
Hazretleri yine konyak içiyor mu?» — hepsini
«Bir
şişe
m i , yoksa
şampanya, finkonyak yarısını
mı
içiyor,
veriyorum.
Acaba
bilmiyorum.
Yalnız
b i l d i ğ i m gece ş i ş e l e r i d o l u v e r i y o r u m , sabahları boş
bu
luyorum.» Şah, ilk içkiyi perhizi
bizde içti ama, yanındakilerin hiç
bozmadılar. Ne
kadar
uğraştımsa,
ağızlarına
biri bir
k a t r e i ç k i d e ğ i r t e m e d i m . Y a l n ı z N u r i C o n k e r b i r ara A t a türk'e, ağzından ş u sözleri —
kaçırdı:
«Efendim, hizmetkârlar
dolu ş i ş e l e r i hatıra
saklıyorlar.» A t a t ü r k bu sözlere kahkahalarla
gülmüştü.
olarak
Ş A H I N İSVİÇRE'YLE
KONUŞMASI
D O L M A B A H Ç E S a r a y ı n d a y i n e b i r al<şam y e m e ğ i s ı r a sındaydı. Atatürk,
konuklarını
neşelendirmek
için
uğraşı
yor, fakat Şah, t ü m konukların içtiği sofrada içki i ç m e m e k te direniyor,
mazur görülmesini
ğı ve d ü ş ü n c e l i
hali A t a t ü r k ' ü n
istiyordu. Şahın dalgınlı gözünden kaçmamış
ola^
cak ki, bir şeye üzülüp üzülmediğini s o r d u . Şah da hiç bir üzüntüsü olmadığını, hayatının en güzel dakikalarını yaşa dığını, yalnız İsviçre'de öğrenimini yapmakta olan v e çok tandır
görüşemediği
oğlu
ş i m d i k i Şah aklına g e l d i ğ i
için
bir ara daldığını s ö y l e d i . Bunun üzerine Atatürk, dakika sonra
İsviçre
yaverine
ile telefon
işaret
etti.
hattı bağlanmış
Birkaç ve
Şah,
A t a t ü r k ' ü n b u i n c e l i ğ i n e h a y r a n k a l m ı ş t ı . O ğ l u Rıza P e h i e vi ile yaptığı g ö r ü ş m e sırasında telefon santralındaki lar. Şahın genç v e y a k ı ş ı k l ı
oğlunun
kız
sesini
duyabilmek
konuşma
yapılamıyor
«Duymuyorum, duymuyorum. Aradaki
matmazeller
için araya g i r d i k l e r i n d e n , bir t ü r l ü du. Şah d u r m a d a n : —
çekilsin,» diye bağırıyordu.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
3S7
Sonunda yaver C e v d e t Bey e m i r v e r d i de, santraldeki kızlar aradan çıktılar. Şah o ğ l u y l a k o n u ş a b i l d i . Telefon konuşması sırasında Şahın arkasında bulunu y o r d u m . Belki bir e m r i olur diye. Oğluna, okulunu, dersle rini, bir şeye
ihtiyacı olup olmadığını sordu.
Seyahatinin
iyi geçtiğini s ö y l e d i . O ğ l u y l a görüşen Şahın masaya
dön
düğü zaman üzerindeki dalgın halin kaybolduğunu ve ne şelendiğini gördük. Önce içmek istemediği kadeh elindey di ve şerefe kaldırıyordu. i s t a n b u l ' d a k a l d ı ğ ı s ü r e i ç i n d e Iran Ş a h ı n a ş e h r i n g ö r ü l m e ğ e değer güzel yerleri gezdirildi. Kızkulesi'nin önün den geçerken
istanbul'un
olağanüstü güzellikteki
panora-
maîîi k a r ş ı s ı n d a : diye
hay
retle sordu. Hepsinin İstanbul olduğunu öğrendikten
—
«Bunun h e m m i s i
(hepsi)
Istanbuldur?»
son
r a da ş ö y l e e k l e d i : —
«Allah sahibine bağışlasın. Gerçekten de çok gü
zel ve çok büyük bir şehir. İ ş i t m i ş t i m ama, bu derece gü zel ve büyük olacağını
sanmamıştım.»
Şah'a a y r ı c a P e n d i k v e Y a k a c ı k ' a k a d a r o t o m o b i l l e b i r 'gezinti yaptırıldı. Şah. M a r m a r a ' y a rine hayran
bakan sayfiye
semtle
kalmıştı. A t a t ü r k ' e buraların çok güzel
oldu
ğunu ve ayrılmak istemediğini söyledi. Atatürk: —
«Ufak ufak köyler.» diye
k a r ş ı l ı k v e r i n c e Ş a h da
yanamadı: —
«Bunun neresi köy, hepsi birer büyük şehir
haline
gelmiş.» dedi. Bu g e z i n t i s ı r a s ı n d a S u a d i y e p l a j ı n a da u ğ r a n ı l d ı , p l a j yeni yapılmıştı. Deniz kenarında üzerinde mayosuyla boy lu b o s l u g e n ç v e güzel bir kadın dalışa hazırlanıyordu. Şa hı g ö r ü n c e güzel b i r atlayışla denize dalıp y ü z m e ğ e baş l a d ı . B u n u n y a b a n c ı d e ğ i l d e b i r T ü r k kızı o l d u ğ u n u n i n c e Şah ç o k ş a ş ı r d ı . H e l e k a d ı n l a r ı n e r k e k l e r l e
öğre
beraber
353
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
aynı y e r d e denize g i r m e l e r i n i n s e r b e s t o l d u ğ u n u
duyunca
hayreti büsbütün arttı. Sonra Atatürk'e şöyle dedi: — lenmiş
«IVlaşallah, h a n ı m l a r ı n ı z y e n i l i ğ i ç o k ç a b u k görünüyor,»
diye
gördüğü
yeniliklerden
hayranlığı belirtip, devrimlerimizi hararetle övdü.
kabul
duyduğu
Ş A H A B İ N BİR G E C E
MASALLARI
İRAN Şahının İstanbul'a g e l i ş i sırasında Beylerbeyi Sa r a y ı n d a özel b i r z i y a f e t Şah'a
unutulmaz
ki Ş a h , T ü r k i y e ' d e
güzel
sesli
hafızlar, sanıyorum
kaldığı süre içinde en çok
Beylerbeyi
Sarayındaki eğlenceleri Beylerbeyi
verilmiş,
bir gece yaşatmışlardı. Öyle beğenmiştir.
Sarayındaki
eğlencelere
dışardan
kimse
alınmadı. Şah, kendi mihmandarı Fahrettin Altay'dan baş kasını i s t e m e m i ş . Kendisi de sadece bir n e d i m i n i
getirdi.
Şahla beraber gelenler, mihmandarlar v e dışişleri
memur
ları o g e c e Park O t e l d e , ayrı b i r s o f r a d a ağırlandılar. Ş a h , Beylerbeyi'ndeki
eğlencelerin
dışarıya
sızmamasını
ısrar
la i s t e d i . Beylerbeyi Sarayında Başbakan İsmet İnönü ile lis Başkanı da v a r d ı . D o l m a b a h ç e ' d e n m o t o r l a
Mec
Beylerbeyi'-
ne gelen Şahı, kapıda şık g i y i m l i on beş kadar genç ve g ü z e l k a d ı n k a r ş ı l a d ı , B u n l a r o z a m a n k i İ s t a n b u l ' u n saz ş a r k ı v e dans a r t i s t l e r i y d i l e r . Şaha t a k d i m e d i l e n kadınlar, ö n ü n d e d i z ç ö k e r e k h ü k ü m d a r ı s e l â m l a d ı l a r . O da g ü l e r e k
ken
dilerine iltifatta bulundu. Şaha ö n c e S a r a y g e z d i r i l d i . G e c e o r a d a k a l m a s ı
ihti-
360
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDlM
mali düşünülerek ortasındaki
bir yatak odası
mermer
havuzun
hazırlanmıştı.
kenarına
Sarayın
yerleştirilen
tuklara oturuldu. Arkada güzel bir büfe ve orkestra
kol vardı.
Şah, önüne getirilen içki tepsisinden bir kadeh şarap aldı. Derken
artistler
şarkılar
okumağa
ve
çeşitli
gösteriler
yapmağa başladılar. Genç kadınlar havuza atlayarak yüzü yor, sularla oynaşıyor, müziğin ahengine uyarak dans edi y o r l a r d ı . Ş a h , Bin Bir Gece Masallarını andıran bu şahane dekorun önünde
k e y i f l e n m i ş , bir yandan şarap
yudumlu-
yor, bir yandan da gülümseyerek: —
«Çok güzel, çok güzel,» d i y o r d u .
Bu sırada uzun b o y l u , çıplak, güzel bir a r t i s t , havuzun kenarına
kadar gelip
bir şekilde
Şahın
önünde
d u r d u . Kadın
saygılı
önüne bakıyordu. Şah, kadının saçlarını
okşa
yarak: —
«Allah
bağışlasın.
Çok
güzel
ve
maharetlisiniz.
Haydi içeri girin de giyinin. Sonra üşürsünüz,» Şah, önünde rakseden çıplak kadınlar
dedi.
karşısında
hiç
b i r h a f i f l i k g ö s t e r m e d i , c i d d i v e a ğ ı r b a ş l ı y d ı . Bu h a l i , o r a daki herkesin takdirini Şah, eğlencelerden t e m e d i . Gece yarısına bahçe'ye
çekmişti. sonra doğru
Beylerbeyi'nde motorlara
yatmak
binilerek
Dolma
dönüldü.
Bu o l a y d a n y i r m i i k i y ı l s o n r a 1956'da İ s t a n b u l ' a len Şahın
oğlu
şimdiki
Şah
Rıza P e h i e v i
de.
de, o zamanki eşi Kraliçe Süreyya ile oturarak Türk sanatçılarının
rastlantı...
çaldığı parçaları d i n l e m i ş t i .
ge
Beylerbeyi
Sarayında, aynı havuzun başında, babasının o t u r d u ğ u siki
is
Ne
yer Mu garip
İNGİLTERE KRALI N A H L İ N
YATINDA
İNGİLTERE K r a l ı 8. E d v v a r d ' ı n y u r d u m u z a g e l i ş i 4 E y l ü l 1936 t a r i h i n e r a s t l a r . K r a l . N a h l i n y a t ı y l a g e l m i ş t i . Z i y a r e t özel n i t e l i k t e olduğu için W i n d s o r D ü k ü unvanını
taşıyor
du. Böyle olduğu halde kendisine çok büyük karşılama t ö reni
yapılmıştır. Kral, İstanbul'a g e l m e d e n önce Çanakkale Savaşı ala
nını
gezmişti. Kralın
larında
Arıburnu
mihmandarlığına,
Cephesi
Çanakkale
Kolordu Kurmay
Savaş
Başkanı
Orgeneral Fahrettin Altay v e r i l m i ş t i . Kırk iki
olan
yaşlarındaki
orta boylu, sırma saçlı, sivil giyimli Kral, Türk denizcile rinin denize
çelenk
atarak
İngiliz
denizcilerinin
taziz ettiği b i r deniz t ö r e n i n d e b u l u n m u ş ,
ruhlarını
Seddülbahir'de-
ki İngiliz mezar ve anıtlarını g e z m i ş , k u m a n d a n gibi ta ü z e r i n d e s a v a ş ı n g e ç t i ğ i y e r l e r i
bir bir gözden
hari geçir
d i k t e n sonra izin alıp burada f o t o ğ r a f l a r da ç e k m i ş t i . Ça nakkale'de
halk.
Krala
sevgi
gösterilerinde
Bu a r a d a K r a l , A t a t ü r k ' e A m e r i k a ' d a kapalı otomobile
birterek oraları
bulunmuştu.
özel olarak
karış karış
Mehmet Çavuş Anıtı önünde Fahrettin Altay'a:
yapılmış dolaşmış,
362
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM —
« G e n e r a l , ş u n u n ö n ü n d e d u r u n da s i z i n b i r f o t o ğ
rafınızı çekeyim,» d e m i ş t i . A t a t ü r k , konuk Kralı
Tophane
rıhtımında
karşıladı.
Kralın motoru yaklaştığı zaman Atatürk, deniz
kenarından
e l i n i u z a t m ı ş . K r a l d a d e n i z d e n e l i n i u z a t a r a k , d e n i z l e ka ranın birleştiği y e r d e iki hükümdarın büyük eli birleşmişti. O anda garip bir şey o l m u ş . Kralın m o t o r u , Boğaz'ın
hiç
d i n m e y e n d a l g a l a r ı y l a b i r i n i p b i r ç ı k ı y o r d u . K r a l , t a m rıh t ı m a atlamak üzereydi k i , eli birden y e r e değdi ve tozlan d ı . O s ı r a d a A t a t ü r k , K r a l ı r ı h t ı m a a l m a k ü z e r e e l i n i uzat mış b u l u n u y o r d u . Kral, bir m e n d i l l e elini s i l i p , öyle
uzat
m a k i s t e d i . Fakat A t a t ü r k buna m e y d a n v e r m e d i ; —
«Vatanımın
toprağı temizdir
Ekselans,
elinizi
kir
letmez,» diye elinden tutup çıkarıverdi. Atatürk,
Tophane
rıhtımından
aldığı
Kralı,
şı'ndaki İngiliz Sarayına kadar kendi üstü açık
Tepeba-
otomobiliy
le g ö t ü r m ü ş t ü . Caddelerde b i r i k e n m a h ş e r i kalabalık, sev gi g ö s t e r i l e r i n d e b u l u n u y o r d u . Türkiye C u m h u r b a ş k a n ı Anafartalar'da
dize
getirdiği
İngiliz
devletinin
ile,
alınyazı-
sını elinde tutan hükümdarın yanyana o t o m o b i l d e görünü şü ayrı bir anlam, ayrı bir ö n e m taşıyor, görülmemiş
gösteriler
halk
tarafından
yapılıyordu.
A t a t ü r k , büyük konuğu saat on altı sularında
Dolma
bahçe Sarayının Somaki Salonunda kabul etti. Görüşme sı rasında
İngiliz büyükelçisi. Dışişleri
Bakanı Tevfik
Rüştü
A r a s d a hazır b u l u n m u ş t u . O a k ş a m D o l m a b a h ç e ' d e len ziyafet çok parlak o l m u ş , A t a t ü r k ' ü n İngiliz verilen ziyafetleri ra, Kralı sanki ğine hayran
yakından bilen birisine
büyülemiş, Atatürk'ün
kalmıştı. Öyle ki, bir
tebrik ve teşekkürlerini
veri
Sarayında
hazırlattığı
zekâsına ve
inceli
punduna getirip
sunarak, kendisini
sof Kral,
İngiltere'de
sandığım bile söylemişti. Y e m e k sırasında hoş m u , yoksa nahoş demek mi ge rek,
kestiremiyeceğim
bir
olay
geçti. Garsonlardan
biri.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM fazla heyecanlandığı için m i
363
nedir, elindeki
len t a b a k l a y e r e y u v a r l a n d ı . S o f r a d a k i l e r i n önlerine baktıkları anda A t a t ü r k , sanki
büyük
porse
utanç
içinde
hiç bir şey
olma
mış gibi Krala d o ğ r u e ğ i l e r e k «bu m i l l e t e her şeyi
öğret
t i m , fakat uşaklığı öğretemedim,» diye h e m meseleyi
ka
p a t t ı , h e m d e o r t a l ı ğ ı n e ş e y e b o ğ d u . G a r s o n a da « V a z i f e ne d e v a m e t » e m r i n i
verdi.
Kral, değişik adla, Duc den tören de ona
de
Lancstre
olarak
geldiğin
göre olmuştu. Dolmabahçe
Sarayında
ağırlandıktan sonra bir seyyah gibi gezmeğe başladı. Kra lın y a n ı n d a g e z d i r d i ğ i , g a z e t e l e r i n y o l a r k a d a ş l a r ı d i y e s ö z ettiği gizli
kadınlar dikkati konuklarıydılar.
çekiyordu. Bunlar İstanbullular
Nahlin
arasında,
bu
yatının kadınlar
dan g e n c i n e Kralın âşık o l d u ğ u s ö y l e n i y o r d u . Kral g e c e l e ri Park O t e l e b u k a d ı n k o n u k l a r l a b e r a b e r kinmiyor, yaverlerinin
bu kadınlarla
gitmekten
dansedişlerini
çe
seyre
diyordu. İngiltere
Kralı, istanbul'a
gelişinde
Barbaros
Hayret
t i n Paşanın B e ş i k t a ş ' t a k i t ü r b e s i n e ç e l e n k k o y m a k i s t e m i ş . Bugünkü
Beşiktaş
Parkındaki
ğu yerde Abdülhamid'in şanın türbesi mek
Barbaros
Beşiktaş
Anıtının
bulundu
M u h a f ı z ı 7-8 H a s a n Pa
var. A t a t ü r k , Beşiktaş'a gidip, türbeyi
gör
istiyor. —
«Barbaros'un Türbesi bu mu?» d i y e
soruyor.
—
« H a y ı r P a ş a m . Bu 7-8 H a s a n P a ş a n ı n T ü r b e s i , » d i
yorlar. —
« B u r a d a ne i ş i v a r 7-8 H a s a n P a ş a n ı n .
un kanatları altına
Barbaros'
girmiş.»
Türbenin onarılmasını ve çevresinin park haline geti r i l m e s i n i e m r e d i y o i - . . . H a s a n Paşa K a r a k o l u i l e T ü r b e
kal
dırılıp, duvar yıkılıyor. Barbaros'un Türbesi meydana
çıkı
yor. Meydan onarılıyor, oduncular iskelesi kaldırılıyor. Ham i d i y e Ç e ş m e s i de Spor ve Sergi Sarayı alanına nakledi-
364
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI iDİM
liyor. Bütün b u n l a r üç g ü n içinde o l u y o r . Kral da çelengi
getirip
koyuyor.
Y u r d u m u z d a üç gün zintiler yapmış, konuklar
kalan İngiltere
K r a l ı , b i r ç o k ge
onuruna bir de deniz gezisi dü
z e n l e n m i ş t i . K o n u k h ü k ü m d a r d a n , M o d a ' y a y a p ı l a n b i r de niz yarışını g ö r m e s i
rica
bu isteği seve seve kabul
edilmiş, sporsever
İngilizler
de
etmişlerdi.
Ertesi gün, Kral ve yanındakiler
Nahlin yatıyla
yarış alanına g e l d i . Biz de A t a t ü r k ' ü n b u l u n d u ğ u yatıyla aynı yere vardık. Takvimler 6 eylülü
Moda
Ertuğrul
gösteriyordu.
Nahlin y a t ı y l a E r t u ğ r u l yatı yanyana bağlandılar. Kral yal nız o l a r a k M o d a D e n i z K u l ü b ü n e ç ı k t ı . B i r a z s o n r a da ya tına
döndü. Bir
rek Atatürk'e
ara
Kralın
İngiliz gelmek
büyükelçisi istediğini
Ertuğrul'a
gele
bildirdi. Az
sonra
K r a l , y a n ı n d a İ n g i l i z b ü y ü k e l ç i s i v e û ç k a d ı n o l d u ğ u halde E r t u ğ r u l y a t ı n a ç ı k ı y o r d u . A t a t ü r k , k o n u k l a r ı m e r d i v e n ba şında karşıladı. Güvertede oturup bir süre konuştular.
Bu
konuşmalarda A t a t ü r k ' ü n yanında H ü k ü m e t üyeleri de bu l u n u y o r d u : O zamanın Başbakanı Celâl nü, Fethi Okyar ve başkaları...
B a y a r , İ s m e t İnö
M A D A M SİMPSON'A SUNDUĞU
İNGİLTERE K r a l ı 8 . Edvvard v e ö b ü r k o n u k l a r
KAHVE
Ertuğrul
yatındayken kendilerine Türk kahvesi verildi. Servis, usu len konuklardan değil, ev sahibinden den önce iki kahve
b a ş l ı y o r d u . Bu y ü z
getirdim. Atatürk'ün
Böyle zamanlarda O'ndan
mimikle
emir
yüzüne almayı
baktım.
alışkanlık
haline g e t i r m i ş t i m . Başının d e ğ i l , gözünün en küçük
bir
h a r e k e t i y l e n e d e m e k i s t e d i ğ i n i h e m e n anlar, ona göre ha reket ederdim... Atatürk hemen gözüyle
Kralı işaret
etti.
Götürüp kahveyi Krala s u n d u m . İkinci kahveyi de Atatürk'e g ö t ü r d ü m . Fakat n e d e n s e kahveyi i ç m e d i . A y a ğ a Madam Simpson'a kendi
eliyle sundu. Atatürk,
kalkarak kadınlara
karşı her zaman nazik ve saygılıydı. Toplum içinde nın rolünün ö n e m i n i , fırsat buldukça m i s a f i r e v e r d i k t e n sonra da bana —
kadı
savunurdu. Kahveyi
dönerek:
«Bana da b i r sade k a h v e getir,» d i y e e m i r b u y u r d u .
İşte A t a t ü r k ' ü n eliyle kahve sunduğu kadının S i m p s o n » o l d u ğ u n u o z a m a n ö ğ r e n d i m . Kral da ç o k fazla i l g i l e n i y o r d u . Fakat n e d e n s e ç o k Pek k e y i f l i o l a n A t a t ü r k ' ü n
neşesine
«Madam Madamla
düşünceliydi.
istemeyerek
katılır
366
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
gibi bir hali v a r d ı . Onu n e ş e l e n d i r m e k mak için A t a t ü r k t ü m zekâsını
ve kederini
kullanıyordu
M a d a m S i m p s o n , bir ara e l i n d e k i
dağıt
denebilir.
dürbünle
yerinden
k a l k ı n c a , K r a l da b a ş ı y l a A t a t ü r k ' t e n i z i n i s t e y e r e k y e r i n d e n k a l k ı p . M a d a m ı n a r k a s ı n d a n g i t t i . Bu a y r ı l ı ş b i r a z uzayınca, Atatürk fısıltı halinde —
«Kralın Madama
:
k a r ş ı zaafı
olduğunu
görüyorum.
K o r k a r ı m k i , t a h t ı n ı bu k a d ı n y ü z ü n d e n k a y b e d e c e k , » d e d i . Nitekim zaman, İngiltere
tahtının akıbetini daha ön
c e d e n g ö r e n A t a t ü r k ' ü haklı çıkaracak, kısa bir süre
son
ra Y i r m i n c i Yüzyılın en b ü y ü k a ş k l a r ı n d a n b i r i o r t a y a çık mış olacaktı. Dillere destan olan bu macera, İngiliz
Kralı
8. Edvvard'ın t a h t v e t a c ı n d a n ç e k i l m e s i y l e m u t l u b i r
so
n u c a e r i ş e c e k , M a d a m S i m p s o n , VVindsor D ü k ü n ü n e ş i o l a caktı. O gün yattaki geçmiş.
çok samimi
Kral A t a t ü r k ' ü n gönderdiği
teşekkür ederek —
görüşme
bir hava
içinde
iki sandık sigara
için
:
«İçimi çok güzel. Alışmaktan
korkuyorum. İngilte
re'ye g i t t i k t e n sonra bunlardan bir m i k t a r daha g ö n d e r m e nizi rica e d e c e ğ i m , » d e m i ş . A t a t ü r k ise : —
«Emredersiniz,»
K r a l da A t a t ü r k ' e
diye
iki sandık
türk, bu viskilerden çok hatırlayacağını
karşılıkta
bulunmuştu.
viski göndermişti. Ata
hoşlandığını, içerken daima
onu
söylüyordu.
Yatta Kralın sevgilisi büyük ve saygılı bir çevrede bu l u n m a n ı n da v e r d i ğ i b i r s e r b e s t l i k i ç i n d e g ü l e r e k yor ve kendisiyle
konuşanları hayran
konuşu
b ı r a k ı y o r d u . Bu p o
zu bir f o t o ğ r a f t e s p i t e t m i ş t i o zaman. Moda'da yelken yarışları başlamıştı. Kral çok
sevdiği
bu deniz sporunu zevkle s e y r e t t i . Moda'dan Florya'ya doğru hareket ettik. Marmara kı yıları boyunca
İstanbul cami siluetlerinden
Kral bir
türlü
ATATÜRK'ÜN UŞAĞ! İDİM
367
g ö z l e r i n i a y ı r a m ı y o r d u . K o n u ş u l a n k o n u da m i n a r e v e A y a sofya'ydı. Onları Florya'ya bırakıp
döndük.
Kral onuruna sonra Florya'da bir kokteyl parti v e r i l d i . Güzel bir büfe hazırlanmıştı. Çay içildi, pasta Kral ve kadınlar, deniz köşkünü v e beğenmişlerdi. Madam
süslemesini
çok
Simpson, glayöl çiçeklerine
ran kalmıştı. Kral deniz kenarından «ne ince, ne güzel
yenildi.
bir
avuç kum
hay alarak
kum,» diye gösterirken, Atatürk,
Ma
dam Simpson'a dönerek : — sizden
«Kral
Hazretlerini
beklerim,»
davet ediyor ve kendisi rahat edebileceğini
buraya
da A t a t ü r k ' ü
gibi değişik
getirmeyi İngiltere'ye
isimle gelirse, daha
söylüyordu.
Çok tatlı ve s a m i m i r e k e t hazırlığı g ö r m e k yatım
yazın tekrar
d i y o r d u . Kral
İstanbul'da terk
geçen konuşmalardan sonra üzere oradan ayrıldı. Kral
edecek ve trenle
ha
Nahlin
gece saat
yirmi
üçte Avrupa'ya gidecekti. Kralın hareketinden önce Sirke ci i s t a s y o n u hınca
hınç d o l m u ş t u . Bir c e m i l e olmak
üze
re A t a t ü r k , kendi t r e n i n i hazırlatmış v e Kralın e m r i n e ver mişti. Konukları
bekliyordu.
Kral t a m vaktinde istasyona geldi. Görülecek bir m a n zaraydı Kralın uğurlanışı. S a m i m i ş e k i l d e vedalaştılar. Kra lın y a n ı n d a k i h a n ı m l a r a , A t a t ü r k t a r a f ı n d a n F l o r y a K ö ş k ü n de beğendikleri o Glayöl çiçeklerinden t i . Kadınlar, bu b u k e t l e r i g ö ğ ü s l e r i n e arka balkonuna
buketler
verilmiş
dayayarak
vagonun
çıkıp, uğurlayıcıları gülümseyerek
ladılar... A t a t ü r k , b u n u n l a da k a l m a m ı ş , k o n u k çok beğendikleri o
çiçeklerle kalacakları
selâm
hanımların
kompartımanın
i ç i n i d o n a t m ı ş t ı . Bu i n c e l i k k a r ş ı s ı n d a h a n ı m l a r , ş a ş k ı n l ı k larını
saklayamadılar.
Madam
Simpson çirkin, fakat
Atatürk'ün bindiği ken, oradaki
kültürlü
beyaz t r e n l e Viyana'ya
bir kadındı. seyahat
hizmetkârlar, haklarında birçok ilginç
eder şeyler
anlattılar sonra. M a d a m S i m p s o n ' a zenci bir m e t r d o t e l g e -
368
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
lip, e m i r alıyor, bir f a m d ö ş a m b r da p i j a m a l a r ı n ı giydirip ç ı karıyor, k o r d e l â s ı n ı bağlıyor, h a z ı r l ı y o r m u ş . G e z i
boyunca
M a d a m S i m p s o n ' l a Kral oturdukları y e r d e v i s k i içip kitap o k u m u ş l a r . M a d a m ı n , bütün v ü c u d u n u s a r a n y e ş i l
kırmızı
r e n g â r e n k p i j a m a s ı , h i z m e t k â r l a r ı n a k l ı n d a n ç ı k m a m ı ş . Her halde ş i m d i y e kadar b ö y l e bir şey g ö r m e d i k l e r i n d e n
ola
cak. Kadın yalnız başına y a t ı y o r , g e c e gündüz k i t a p o k u y o r l a r m ı ş . Sonunda duyduk k i , asil o l m a y a n bu m a d a m y ü zünden
etmiş.
Devlet
a d a m l ı ğ ı ne kadar zor. Protokol var, n e f e s a l a m a z
Kral t a h t ı
bırakmış. Çok isabet
insan.
A d ı m atışı bile kontrol a l t ı n d a . D i l e d i ğ i gibi yaşadı v e öldü.
EMİR ABDULLAH'IN YATLA
GEZİSİ
Ü R D Ü N E m i r i A b d u l l a h 1937 y ı l ı n ı n h a z i r a n b a ş l a r ı n d a y u r d u m u z u ziyaret e d i y o r d u . Emir A b d u l l a h , g e n ç l i ğ i n i n en güzel dönemini İstanbul'da Emirgân, Çamlıca yalı ve köşk lerinde safa s ü r e r e k g e ç i r m i ş , Birinci Dünya Savaşı başın da b a b a s ı torluğuna
Hicaz Emiri Şerif karşı açtığı
Hüseyin'in, Osmanlı
İmpara
ayaklanma bayrağı altında
önemli
bir rol oynamak üzere buradan ayrılıp g i t m i ş t i . İstanbul' dan Hicaz'a ağlaya ağlaya giden Emir A b d u l l a h , daha son ra m i l l e t v e k i l i o l a r a k b i r k a ç kez g e l i p g i t t i k t e n s o n r a y i r m i yıl önce ayrıldığı İstanbul'a bir
hükümdar olarak
gel
miş bulunuyordu. Politika değişmiş, geçmiş unutulmuş Emir, samimi
bir şekilde tantanayla
karşılanmış ve
lanmıştı. Emir önce A n k a r a ' y a g e l m i ş , sonra da le b i r l i k t e özel trenle Emiri karşılamak
İstanbul'a
hareket
ve
ağır-
Atatürk'
etmişlerdi.
için İstanbul'da büyük
bir
hazırlık
göze çarpıyordu. Taklar k u r u l m u ş , caddeler Ürdün ve Türk bayraklarıyle donatılmıştı. Ertuğrul darpaşa rıhtımında
yatı
hazırlanmış,
Hay
bekliyordu.
İki b ü y ü k d e v l e t a d a m ı H a y d a r p a ş a g a r ı n d a p a r l a k törenle karşılandı. Vali
Muhittin
Üstündağ, karşılama
bir
haF: 24
370
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
z ı r l ı l < l a r ı y l e l<endisi u ğ r a ş m ı ş t ı . Bu t ü r k a r ş ı l a m a l a r d a şılmış her şey y e r i n e
alı
getirilmişti.
Emir Abdullah, Ertuğrul yatıyla Dolmabahçe
rıhtımına
çıktı. Dolmabahçe Sarayında Özel Dairede konuk e d i l d i . O sırada Ertuğrul yatına bir e m i r geldi : —
«Florya Köşküne gidiniz,»
deniliyordu.
Yatta gerekli hazırlıkları bitirdikten sonra Florya Köş küne gittik. Burada Emir onuruna bir müzik ziyafeti de çe kildi. Hatırımda kaldığına göre M ü n i r Nurettin Selçuk, M e s u t C e m i l T e l , k e m a n ı R e ş a t Erer, R e f i k F e r s a n , F a h i r e Fersan, Vecibe Daryal, Cevdet Kozanoğlu, öğle yemeğini yen Emire, Türk Sanat Müziğinden s e ç m e parçalar
yi
dinlet
tiler. M u s i k i faslının daha başında Emirin yüzündeki anlam birdenbire d e ğ i ş m i ş , elindeki çatalı tabağının kenarına bı raktıktan sonra masadaki öbür konuklara eliyle «sus» işa reti yaparak şöyle d e m i ş t i : —
«Böyle
bir
musikiyi dinlerken yemek
Önce dinleyelim, sonra yeriz. Yemeğimiz
yenilmez.
soğursa
da zi
y a m yok.» Saz t a k ı m ı , y e m e k s o ğ u m a s ı n d i y e f a s l ı k ı s a l t t ı a m a , Emirin yanaklarından kır sakalına doğru
süzülen
yaşlara
yine de engel olamadı. Emir Abdullah
Florya'ya
kü'yü de tanıtmıştı. Ülkü,
gittiğinde A t a t ü r k O'na Ü l
ömründe
i l k kez b ö y l e s a r ı k l ı ,
cübbeli bir adam gördüğü için merakla gidip kucağına otur du ve onu s o r u y a ğ m u r u n a t u t t u : —
«Niye böyle
N i ç i n başınıza bu
bembeyaz
uzun entari
bezleri sarıyorsunuz?
giyiyorsunuz?
Atatürkçüğümün
sakalı yok, sizin neden var?» Emir, çok sevdiği çocuğa şu karşılığı v e r m i ş t i —
:
«Bizim m e m l e k e t çok sıcak olduğu için böyle giyi
n i r i z . S a k a l da b i z d e a d e t t i r k ü ç ü k h a n ı m . » Emir Abdullah, gittikten sonra Ülkü'ye güzel bir hedi ye göndereceğini vadetmiş ve hediyesini de yollamıştı.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
371
Emir Abdullah Türkiye'yi ziyaretinde Atatürk'e
hayran
kalmış ve bu hayranlığını şu cümlelerle belirtmişti —
:
« A t a t ü r k ' ü A n k a r a ' d a i l k kez g ö r d ü m . O n d a n
önce
y a l n ı z r e s i m l e r i n i g ö r m ü ş t ü m . Bu r e s i m l e r b i l e , O ' n u n y o r gun bir ülkeyi birdenbire d i r i l t e c e k ta
olduğunu
anlatıyordu.
kudretli bir
İstanbul'daki
A t a t ü r k ' ü daha başka t ü r l ü g ö r d ü m . A k l ı n ı , sevgisini olanca
yaradılış
görüşmemde
ise
düşüncesini,
gücüyle ulusuna ayırmış çok büyük
bir
a d a m . Kendisini gören her halde O'na kayıtsız şartsız ina nır. Gözlerinin ışınlarında, m u r a d ı n ı ettirecek şaşılacak bir güç
karşısındakine
kabul
var.»
Ürdün Emirinin Yalova gezisi ise
unutulmaz
anılarla
doluydu. Ertuğrul yatına Emir A b d u l l a h , m i h m a n d a r ı , yave ri i l e g e l d i . Y a l o v a ' y a d o ğ r u y o l a ç ı k t ı k . E m i r ' i n y a t l a y a p ı l a n bu IVlarmara g e z i s i ç o k h o ş u n a g i t m i ş t i . U z u n yatın denizde
bıraktığı
köpükten
süre
i z l e r e daldı.. Y a p a y a l n ı z
y e m e ğ i n i yedikten sonra biraz yatmak üzere kamaraya in d i . Bana da « A d a ö n ü n e g e l i n c e b e n i k a l d ı r ı n , » d i y e
emir
verdi. Y a t ada
önlerine g e l m i ş t i . Emiri
k a m a r a y a i n i n c e b i r d e ne
uyandırmak
üzere
göreyim? Emir Hazretleri
yunmadan yatmış. Ayağında reye pantolon, başından fiyesini çıkarmış... Kırçıl sakallı Emir,
aslında çok
so key-
güzel
bir yüze s a h i p t i . Fakat onu güzel ve heybetli g ö s t e r e n , ba şındaki k e y f i y e s i i m i ş . Onu çıkarınca, saçsız başı cascav lak m e y d a n a
çıkmış.
Bir süre onu bu haliyle s e y r e t t i m . Uyandırıp
uyandır
m a m a k arasında kısa bir d u r a k l a m a g e ç i r d i k t e n sonra e m rini yerine getirdim. Emir keyfiyesini duktan sonra Adaları
seyretmek
h e m e n başına
üzere güverteye
koy
çıktı.
Saat on altı sıralarında Y a l o v a ' y a g e l d i k . Bütün Y a l o va E m i r i k a r ş ı l a m a ğ a ç ı k t ı . B a ş t a Ş e h i r
Bandosu
olduğu
halde ellerinde bayrak sallayan öğrenciler ve kalabalık halk
topluluğu, büyük
şenliklerde bulundu. Alkışlar
bir ara-
372
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI
İDÎM
s m d a o t o m o b i l i n e b i n d i v e b a n y o l a r ı n b u l u n d u ğ u y e r e ha reket ettik. Burada A t a t ü r k ' ü n kendisine ait köşkünde konuk edil d i . E m i r o n u r u n a b i r g ü n ö n c e saz v e m u s i k i h e y e t i o l a r a k Florya Köşküna gönderilen Münir Nurettin kemanî Reşat Erer, yal,
yönetimindeki
Refik v e Fahire Fersan, V e c i b e
C e v d e t K o z a n o ğ l u , M e s u t C e m i l Tel
ve
iki
Emirin isteği üzerine, Yalova'ya g e t i r t i l m i ş t i . Emir, faslından o kadar m e m n u n kalmıştı k i , Ürdün'e
Dar
hanende müzik
döndükten
sonra A t a t ü r k ' e yazdığı mektuplarda Türk M u s i k i s i hakkın daki beğenilerini
bildirmeden yapamamıştı.
H a t t a E m i r i n g i d i ş i n d e n b e ş ay s o n r a A t a t ü r k ,
aldığı
m e k t u p l a r ı n d a e t k i s i y l e a y n ı saz v e m u s i k i h e y e t i n i mabahçe Sarayına çağırmış
«Ürdün Emiri
her
mektubun
da ısrarla sizden d i n l e d i ğ i m u s i k i d e n söz ediyor v e teşekkürlerini
bildiriyor,»
dedikten sonra
Dol
Emire
bana
çalınan
parçalan tekrarlattırmış ve sonunda şunları eklernişti —
«Şimdi Emiri neden böyle teshir
ettiğinizi
r u m . Biz ç o k k e r e b u m u s i k i n i n h a y s i y e t i n i İşte bu d i n l e d i ğ i m i z
anlıyo
bulamıyoruz.
gerçek Türk musikisidir, yüksek
m e d e n i y e t i n m u s i k i s i d i r . Bu m u s i k i y i
:
bir
bütün dünyanın an
laması gerektir. Onu bütün dünyaya anlatabilmek için mil letçe bugünkü medenî dünyanın seviyesine
yükselmemiz
gerektir.» Emir onuruna Yalova'da verilen alaturka müzik ziyafe ti çok güzel oldu. Gerçekten
e ş s i z b i r g e c e y a ş a d ı k . Saz
ve şarkılar gece yarısına dek sürüp g i t t i . Türk ahengine kendini
kaptırarak huşu
Müziğinin
içinde müzik
dinleyen
Ürdün Emiri, o gece M ü n i r Nurettin Selçuk'a bir hayli ilti fatta
bulunmuştu. Gece yarısından sonra müzik faslına son verildi. Mec
lis de dağıldı. Herkes yatak odalarına ç e k i l d i . Konuklar sa bah geç kalkar diye d ü ş ü n m ü ş t ü m . Fakat Emir
Hazretleri
nin sabah karanlığında kalktığını görünce şaşırdım. Sabah
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM namazını Y a i o v a ' n m
373
zümrüt gibi göründüğü balkonda
kıl
mıştı. Namaz b i t t i k t e n sonra eliyle işaret ederek beni ça ğırmış, zevkin sabah namazında olduğunu
söylemişti.
Emir Hazretlerine güzel bir kahvaltı hazırladım. valtıdan sonra o t o m o b i l e binerek Baltacı ve M i l l e t lerini gezdi. Yalova gezisi
öyle sanıyorum
ki, Emirin
hoşuna g i t m i ş t i . Tekrar Ertuğrul yatına binerek
Kah
Çiftlik çok
İstanbul'a
döndük. O geceyi Dolmabahçe Sarayında geçiren Emir, bir gün sonra yurdumuzdan ayrılarak Ürdün'e
döndü.
ROMANYA
KRALI I I . K A R O L ' U N
GELİŞİ
R O M A N Y A K r a l ı I I . K a r o l , 18 H a z i r a n 1938 c u m a r t e s i î g ü n ü İ n g i l t e r e K r a l ı 8. Edvvard'ın İ s t a n b u l ' a g e l d i ğ i
Nahlin
;yatıyla y u r d u m u z a g e l m i ş t i . Yatı İ n g i l t e r e ' d e k i bir
konttan
k i r a l a m ı ş t ı . Kral y u r d u m u z u r e s m e n z i y a r e t e t m i y o r , İngiltereye yaptığı yarı r e s m i bir geziden dönerken uğruyordu. Yat yine Dolmabahçe önlerinde
demirlemişti.
K r a l ı n g e l i ş i n d e n h i ç k i m s e n i n h a b e r i y o k t u . N e Bük;reş'teki e l ç i l i ğ i m i z , ne de y u r d u m u z d a k i ları b u k o n u d a r e s m i m a k a m l a r ı m ı z a
Romen
diplomat
hiç bir bilgi
verme
mişlerdi. O sırada, iki aydan beri Savarona yatında hasta bulu nan A t a t ü r k ' ü n
çağrısına gitmekte olan
Dışişleri
Bakanı
Tevfik Rüştü A r a s , Nahlin yatını D o l m a b a h ç e ö n l e r i n d e de mirlerken görünce, önce çok şaşırdı, sonra bindiği
moto
run yolunu d e ğ i ş t i r d i . Çünkü o sırada yatta Krallık 'dalgalanmağa
b a ş l a m ı ş t ı . Eğer d o ğ r u d a n d o ğ r u y a
fors'i
Savaro-
n a ' y a g i t s e y d i , A t a t ü r k ' e « K r a l ı n g e l i ş i n d e n h a b e r i m yok,» n a s ı l d i y e b i l i r d i . Ö n c e d u r u m u ö ğ r e n e c e k , s o n r a da A t a ttürk'e bilgi
verecekti.
Tevfik Rüştü A r a s , sonradan A t a t ü r k ' e anlatırken duy-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
375
m u ş t u m . N a l ı l i n y a t ı n a yal<laştığı s ı r a d a k ü p e ş t e y e d a y a n mış
K r a l ı n y a n ı n d a r ü z g â r d a kızıl s a ç l a r ı u ç u ş a n , g ü z e l l i
ği d i l l e r e d e s t a n
ateşli
sevgilisi
Madam
Lupesku'yu
da
g ö r m ü ş . Fakat zarif ve c e n t i l m e n olarak b i l i n e n Kral, ne dense «hoş geldiniz» deyip, sabah sabah bir kadeh Rumen şampanyası sunduğu Dışişleri nıştırmamış. Yanında kadın
Bakanımıza
sevgilisini
yokmuş gibi davranmış.
ta Kral
Karol, Tevfik Rüştü Aras'a şöyle d e m i ş : —
«Reisicumhur
Hazretleri
ile
tanışmak
istiyorum
Ekselans. Ne kadar ç a b u k o l u r s a , o kadar iyi.» Tevfik Rüştü A r a s da, A t a t ü r k ' ü n hasta o l d u ğ u n u , eğer karşı ziyaret
istemezse,
isteğini
Atatürk'e
duyuracağını
s ö y l e m i ş . Kral Karol, bu g ö r ü ş m e d e , o sırada
İstanbul'da
bulunan Romen elçisini bile yanına almak i s t e m e m i ş t ü r k ' l e iki d o s t olarak k o n u ş m a k Tevfik
istiyorum,»
«Ata
demiş.
Rüştü A r a s , oradan Savarona'ya gelerek
yatta
gördüklerini ve Kralın isteğini A t a t ü r k ' e anlattı. Atatürk —
:
« K a p t a n d ü r b ü n l e b a k t ı . Y a t t a k a d ı n da v a r m ı ş . A c a
ba y a l n ı z m ı g e l e c e k ,
y o k s a onu da g e t i r e c e k mi?»
s o r d u . Bakan, buna pek sağlıklı
bir karşılık
diye
veremeyince
şöyle ekledi : —
«Pek t a k a t s i z i m . A m a
bir
gayret
edip
deneyelim.
Ayıp olmasın. M a d e m k i buraya kadar g e l m i ş . Belki bir der di vardır adamın. Sakın Südet'ler için g e l m i ş Atatürk, o gün
olmasın.»
öğleden sonra saat on altı
sularında
Kral Karol'u kabul e t t i . Kral yalnız g e l m i ş , sevgilisi Lupesku'yu getirmemişti. Savarona'nın yaver
C e l â l Bey t a r a f ı n d a n
yazı o d a s ı n a
m e r d i v e n i b a ş ı n d a ba-ş-
karşılanıp,
Cumhurbaşkanlığı
g ö t ü r ü l d ü . A t a t ü r k ' ü n üzerinde açık gri
bir
k o s t ü m , beyaz ipek g ö m l e k v e düz y e ş i l bir kravat v a r d ı . Yanında Dr. N e ş e t Ö m e r
İrdelp de bulunuyordu.
Atatürk,
hastalığı nedeniyle doktorun sürekli olarak kontrolü
altın
da t u t u l u y o r , y e m e k l e r d e p e r h i z
gelen
t ü m dikkat gösteriliyordu.
yapmasına elden
376
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Krala ilkin kahve, (Lange chat)
s o n r a l i m o n a t a , ardından kedi dili
b i s k ü v i v e r i l d i . K r a l l a r a k ı i ç i l m e d i . Bazı ha
tıra kitaplarında Romen Kralıyla içki içildiğine
değinilerek
ilgi çekici bir parmak hikâyesi anlatılır k i , bunun aslı yok t u r . Parmak hikâyesi bir başka zamana aittir. Aslı olmayan bu anıya göre A t a t ü r k , Romen Kralı için bir s o f r a
kurdur
m u ş . Fakat sofraya içer korkusuyla içki k o n u l m a m ı ş . Çe şit çeşit maden suları sıralanmış. Konuğa protokol gere ğ i n c e h i ç d e ğ i l s e b i r k a d e h i ç k i s u n m a k g e r e k i y o r . K r a l iç k i i ç e r k e n e v s a h i b i n i n i ç m e m e s i t u h a f k a ç a c a k . O n u say m a m a k gibi bir şey olacak. Atatürk d u r u m u Neşet Ömer'e açınca doktor
b u n a ş i d d e t l e k a r ş ı k o y m u ş . Bir d e v l e t h ü -
• k ü m d a r m a i ç k i s u n m a m a n ı n ne k a d a r a y ı p k a ç a c a ğ ı n ı N e ş e t Ö m e r d e ç o k i y i b i l i y o r . F a k a t ne v a r k i , A t a t ü r k ' ü n s a ğ l ı ğ ı , o n d a n ç o k d a h a ö n e m l i . H a s t a l ı ğ ı a r t m a s ı n d a , var sın R o m e n h ü k ü m d a r ı n ı n h a t ı r ı Fakat A t a t ü r k , olağanüstü ç a b u c a k b u n a razı
kalsın. kandırma
ediyor. Aralarında
gücüyle
doktoru
kısa s ü r e n
pazarlık
sonunda şuna karar veriliyor: Sofraya içki konacak,
fakat
A t a t ü r k , k e n d i k a d e h i n d e n a n c a k b i r p a r m a k i ç e c e k . Dok tor
bunu
sofracılara, hizmetkârlara
maktan fazla içki kaçırılmamasını Sofraya çeşit çeşit içkiler doldurmağa hazırlanırken,
tembihliyor.
Bir
geliyor. Atatürk,
kadehini
parmağını yanlamasına
'değil de, dikine doğru t u t u y o r ve sofracılara
doğru
p a r m a k bo
yu d o l d u r t t u ğ u kadehini doktora doğru uzatarak bir parmak d e m e m i ş miydin?» diye
par
istiyor.
«doktor,
soruyor.
A t a t ü r k ' ü n zekâ ve espri gücünü yansıtan bu hoş fık rayı k i m uydurmuş b i l m i y o r u m ama, o gün Kralla Atatürk •arasında i ç k i n i n n e k a t r e s i i ç i l d i , n e d e s ö z ü e d i l d i . Romen Kralıyla g ö r ü ş m e bir buçuk saat kadar sürdü. Atatürk, konu
Balkan Antantı'na geçtiği
için
hastalığını
u n u t m u ş , k o n u ş t u k ç a konuşuyor, bu hal de O'nu halsiz dü..şürüyordu. A t a t ü r k ' ü n j e s t l e r i , m i m i k l e r i , s e s i n i n t o n u kar-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM şısında Kral, büyülenmiş
377
gibiydi. Tercümanın
sözlerinden
çol<, A t a t ü r k ' ü n j e s t l e r i n e v e s e s i n i n a h e n g i n e d a l d ı ğ ı b e l li o l u y o r d u . D o k t o r v e g ö r e v l i l e r b i r k ö ş e y e ç e k i l m i ş nenin heyecanı Atatürk
içinde konuşmaları
izliyorlardı.
yanılmamıştı. Kralın gelişi
di. Kral, Atatürk'le konuşmağa
sah
Südetlerle
ilgiliy
başladıktan sonra
şunları
söylemişti : —
«Uluslararası d u r u m pek nazik. D u r u m u n en
kritik
n o k t a s ı da S ü d e t l e r . Ç e k o s l o v a k y a ç o k i n a t ç ı b i r y o l yor. Beneş çok güçlük çıkarıyor. Balkan Antantı'nın ları, Çekoslovakya'nın
biraz uysal
hareket
izli
çıkar
etmesini
ge
rektirir.» A t a t ü r k ç o k iyi F r a n s ı z c a b i l d i ğ i h a l d e , D e v l e t B a ş k a nı o l a r a k
yabancılarla konuşurken
ve tercüman
kullanırdı. Romanya
yalnız Türkçe Kralıyla
böyle yaptı. Tercümana şöyle dedi —
«Kral H a z r e t l e r i n e
da
konuşur
konuşurken
:
söyleyiniz. Çekoslovakya
dostumuzdur, fakat kendilerinin müttefikidir.
bizim
Çekoslovakya
dostlarından olduğu gibi m ü t t e f i k l e r i n d e n de böyle d u r u m larda yardım umar. Kral Hazretleri Beneş'in güçlük dığından söz
ediyorlar.
Bir d e v l e t b a ş k a n ı n ı n
yurdunu savunmaktır. Çekoslovakya'dan parçası koparılmak
ilk
büyük bir
çıkar görevi, toprak
istenirken Cumhurbaşkanı Beneş
ne
y a p s ı n y a n i ? K o l a y l ı k m ı g ö s t e r s i n ? Siz b u n u y a p a b i l i r m i siniz?» Kral geldiğine geleceğine bin pişman o l m u ş t u . Karşı sındaki hasta, bitkin Cumhurbaşkanı aslandı sanki. Atatürk'ün —
karşısında
«Ekselans, biz de d u r u m u
ya'nın tehditleri
değil, kükremiş kekelemeğe
bir
başladı:
anlıyoruz ama, A l m a n
karşısında telâşa kapılıyoruz,»
diyebildi.
Bundan sonra konuyu d e ğ i ş t i r i p , havadan sudan konu şulmağa başlandı. Sonunda görüşme bitti. A t a t ü r k , hasta lığına r a ğ m e n y i n e zinde bir halde Kralı Savarona'nın
is-
378
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
kelesine
k a d a r g e t i r i p , u ğ u r l a d ı . Bu s ı r a d a A t a t ü r k ' ü n b ü
yük gayret sarfettiğini
gördüm.
Sonradan anlattıklarına göre Kral K a r o l , hayatının son günlerini yaşayan bir büyük insan karşısında tarifsiz üzün t ü y e kapılmış ve yatın m e r d i v e n l e r i n i i n e r k e n : «Sizin için b i l m e m a m a , b i z i m i ç i n daha i k i y ı l y a ş a m a s ı g e r e k , » d e miş.
SAVARONA YATININ
ÖYKÜSÜ
A T A T Ü R K s ı k s ı k d e n i z y o l u y l a da y u r t g e z i l e r i n e ç ı k tığı i ç i n d ö r t başı m a m u r bir yata
ihtiyaç v a r d ı . Eski de
v i r d e n kalma Ertuğrul y a t ı , bir gün s e r t bir havada
Kara
deniz'de batma tehlikesi geçirdiği için kullanılması sakın calı bulunuyordu. A t a t ü r k denizi çok s e v i y o r d u , deniz âşı ğ ı y d ı . S o n z a m a n l a r d a s a ğ l ı k d u r u m u , o n u n d e n i z d e n uzak laşmasının doğru olmadığını da ortaya koyduğundan bunları gözönünde
bütün
bulunduran H ü k ü m e t , O'na ulusun
bir
armağanı olarak A m e r i k a l ı m i l y a r d e r bir kadından çok ucu za b u l d u ğ u S a v a r o n a y a t ı n ı a l m ı ş t ı . S a ğ l ı k d u r u m u n u n d ü z e l m e s i i ç i n a l m a n bu y a t t a A t a t ü r k ne y a z ı k k i , ç o k b e ğendiği ve sevdiği halde ancak elli gün kalabilmiş, sonra Dolmabahçe
Sarayına
alınmıştı.
S a v a r o n a ' n ı n p l a n l a r ı d ü n y a n ı n ne ü n l ü g e m i y a p ı m c ı l a r ı n d a n A m e r i k a l ı m ü h e n d i s VVilliam r a f ı n d a n h a z ı r l a n m ı ş v e 29 T e m m u z Blohom Voss tezgâhlarında
Frances Gibbes 1930'da
ta
Almanya'da
y a p t ı r ı l m ı ş , 28 Ş u b a t
1931'de
de denize indirilmişti. İşsizlikten o zamanlar bir sandal b i le y a p a m a y a n b u f i r m a , S a v a r o n a ' n ı n y a p ı m ı i ç i n t ü m h ü ner ve sanatını gösterip, gemi yapımında kalburüstü yapıt ortaya
koymuştu.
bir
3S0
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM O tarifıte sahibine on m i l y o n dört yüz bin dolara mal-
o l a n S a v a r o n a , d e n i z e i n d i r i l d i k t e n s o n r a i k i kez d ü n y a t u ru y a p m ı ş t ı . Y a t l a a l t m ı ş üç gün
dünyayı dolaşan
Rich M . Cadvvalader, vatanına dönünce A m e r i k a
Misis
Hüküme
t i , y a t dışarda yapıldığından yapım masrafı kadar v e r g i is t e d i . Sahibinin malî vaziyeti bozulduğundan bu vergiyi ödey e m e d i . Z a t e n IVlisis C a d v v a l a d e r k o c a s ı n ı y i t i r m i ş , h a y a t ta yapayalnız k a l m ı ş t ı . Yattan hevesini aldığı, ü s t e l i k A m e r i k a ' y a da s o k a m ı y a c a ğ ı n ı a n l a d ı ğ ı i ç i n H a m b u r g
limanın
da s a t ı ş a ç ı k a r d ı . Türk heyetinin Savarona'ya istekli Krupp harekete mak
olması
karşısında
geçmişti. Hem müşterisini elinden
kaçır
istemiyor, hem de A l m a n deniz endüstrisinin
tekrar
yapılmaz bir başyapıtı olan yatın kendi ellerinde için satın almak K r u p p ' u n bu Hükümetinin
kalması
istiyordu. düşünceyle harekete
Savarona'yı
haczetmesiyle
geçmesi,
Alman
s o n u ç l a n d ı . Yatı
s a t ı n a l m a m ı z t e h l i k e y e g i r m i ş t i . H a c i z k a r a r ı , A l m a n y a ile A m e r i k a arasında siyasal bir olayın doğmasına neden ol du. A t a t ü r k ' e karşı sempatisi olan A m e r i k a nı R o o s e v v e l t , y a t ı n
Cumhurbaşka
bizim tarafımızdan alınmasını
istedi
ğinden, Savarona'ya konulan hacize m i s i l l e m e olarak A m e rika limanlarına girecek ilk A l m a n g e m i s i n i n
haczedilme-
s i n i e m r e t t i . Bu s ı r a d a ü n l ü b i r A l m a n t r a n s a t l a n t i ğ i
New
Y o r k l i m a n ı n a g i r m e k ü z e r e y d i . B u n u n ü z e r i n e H i t l e r ' i n işe elkoymasıyla Savarona bir milyon
üzerindeki haciz kaldırıldı ve
iki yüz elli bin Türk Lirasına satın alındı.
olaydan sonra satın alma işleminin Almanya'da
yat Bu
yapılması
uygun görülmediğinden yat. A m e r i k a n bandırası altında İn giltere'deki
Southampton
limanına
getirildi. Yata
ilk
o z a m a n k i A l m a n B a ş b a k a n Y a r d ı m c ı s ı V o n Papen olmuştu
ama, bizim komisyoncular
dını yatı A t a t ü r k ' e satması
i ç i n razı
kez
istekü
a ç ı k g ö z d a v r a n ı p , ka etmişlerdi.
Böylece
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
381
Amerileaiıların sevgisi yüzünden Hitler'in istediği yat
ona
kısmet olmadı. Yatın İngiltere'den almışı
sırasında ben de bulundu
ğ u m için kısaca Savarona'nın öyküsünü buraya koymak ye r i n d e o l a c a k t ı r . 1938
ilkbaharında trenle Sofya, Belgrad,
M ü n i h , Strazburg, Paris, Dünker, Londra
üzerinden
Sava
rona'yı almağa g i t t i m . S o ğ u k bir M a r t günü Londra'ya üç saat uzaklıktaki
Southampton
limanına vardık. Burada
24
Ş u b a t 1938'de y a t T ü r k e k i b i t a r a f ı n d a n z a t e n t e s l i m a l ı n mıştı. Savarona'ya büyük bir törenle Türk bayrağı çekildi. Bayrak çekme töreninde
İngiliz
Bahriyesinden amiral
ve
komutanlar, şehrin ileri gelenlerinden birçok kimse vardı. Londra büyükelçimiz Fethi Okyar ile elçilik ileri
gelenleri
hazır b u l u n m u ş t u . ' Geminin alınmasında Cumhurbaşkanlığı Umumi H a s a n Rıza S o y a k , U l a ş t ı r m a
Bakanlığı M ü s t e ş a r ı
Kâtibi Sadul-
lah Güney, N a k l i y a t Şefi B u r h a n e t t i n , m ü h e n d i s Naci
Ark
ile k o m i s y o n e r olarak A v r u p a ' d a bulunan Zeki adlı bir k i şi v e n ü k t e d a n Bal M a h m u t Savarona'dan
(Baler)
önce Almanya'da
vardı. Krupp fabrikaları
bir yat sipariş etmek için bir heyetimiz görüşme
ile
halindey
d i . G ü n e ş - D i l adı v e r i l e c e k b u y a t ı n p l a n l a r ı da h a z ı r l a n ı y o r d u . Fakat heyet, yeni yapılacak bir yatın uzun alacağını hesaplayarak, o sırada na'yı almayı daha elverişli
bulmuştu.
L i m a n d a b i r ay k a d a r k a l d ı k . Y a t ı n d ı ş beyandı. İçersinde
zaman
satışa çıkarılan Savaro
yapılacak değişiklikler
kısmı için
beyaza İngilizler
çok para i s t e d i k l e r i n d e n , İ n g i l t e r e ' d e n ayrılıp H a m b u r g l i manına gittik. Yat Hamburg'ta yapıldığı için Almanlar
de
ğ i ş i k l i k konusunda hiç zorluk ç e k m e m i ş l e r d i . Burada
beş
h a f t a k a l a n y a t , 22 M a y ı s 1938 g ü n ü h a r e k e t e t t i . 1 H a z i r a n ' d a da İ s t a n b u l ' a g e l d i k . F l o r y a ö n l e r i n d e b i z i p o l i s gümrük
memurları
karşıladı. Dolmabahçe
Sarayı
vn
önlerine
geldiğimiz sırada A t a t ü r k , Acar motoruyla yata geldi.
382
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM A t a t ü r k ' ü b u n e d e n l e t a m i k i b u ç u k ay
görmemiştim.
Heyecanla ve özlemle merdivenleri çıkmasını bekliyordum. H e m e n yanına k o ş t u m . Fakat daha ilk bakışta hasta oldu ğunu sezdim. Yüzü s o l m u ş , incelmiş, karnı ş i ş m i ş t i . A t a t ü r k ' e kaygıyla ve dikkatle baktığımı gören Kılıç A l i —
:
«Neden bu kadar d i k k a t l i baktın Ç e l e b i ? M e r a k et
m e bir şey yok,» diye b e n i m h a y r e t i m i y a t ı ş t ı r m a k i s t e d i . Ama
kandıramadı. Yata hemen yerleşildi. Gerekli
türk, yatın
eşyalar taşındı. Ata
mobilyasını. Amerikan zevkini çok
sevmişti.
Çünkü yatın sahibi ince zevkliydi. Yatın içindeki
eşyaların
bir kısmı, Fransa'daki müzelerden aslı gibi t a k l i t
olunarak
yaptırılmıştı. Birçok Atatürk'ün
köşeleri tarihî
Savarona'ya
eşyalarla
ilk geldiği
gün
bezenmişti. İngiltere'den
d ö n m ü ş o l a n İş B a n k a s ı G e n e l M ü d ü r ü M u a m m e r E r i ş d e , gezisi hakkında bilgi v e r m e k üzere Saray'a g e l m i ş t i . A t a türk, M u a m m e r Eriş'i de yanma alarak Savarona'ya Yata adımını atar atmaz, hasta ve halsiz oluşuna
geçti. bakma
d a n , g ö r ü l m e s i g e r e k l i o l a n h e r y e r i n i g e z i p d o l a ş t ı . En i n ce ayrıntılarına dek
yatı bir bir inceledi. Kendi
yatacağı
yerden başka, arkadaşlarının yatacakları kamaraları
özen
le b a ş t a n s o n a d e k g ö z d e n g e ç i r d i . T ü m g e z i l e r i n d e d e b ö y le y a p a r , g i d i l d i ğ i
her yerde ö n c e l i k l e arkadaşlarının
beraberindekilerin
yatacakları yerleri görür, onların
edebilecekleri
kanısına vardıktan sonra
b ö l ü m ü gözden g e ç i r i r d i . Bencil hiç disini daima yakınlarından rin dinlenecek
kendisine
ve rahat
ayrılan
bir yönü y o k t u . Ken
sonra düşünürdü.
Yanmdakile-
durumda olmadığını görürse, kendisi
için
hazırlanan daire ne kadar k o n f o r l u olursa o l s u n , orada kal mak istemez, bir bahane bularak oradan uzaklaşır,
başka
yerde kalırdı. Atatürk'ün Savarona'yı
baştan sona gezisi uzun
s ü r d ü . Yatı hasta haliyle bu kadar i n c e l e m e s i de ları h o ş n u t e t m i y o r ,
yanındakileri kaygıya
süre
doktor
düşürüyordu.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
383
Heri<es b i r a n ö n c e y a t a ğ a g i r i p d i n l e n m e s i n i
bekliyorlar
d ı . Planlarını g ö r d ü ğ ü zaman yatı çok beğenen A t a t ü r k , ne yazık k i . ona k a v u ş t u ğ u n d a ö l ü m e y a k l a ş m ı ş ağır bir has t a y d ı . Savarona'nın safasını s ü r e m e y e c e ğ i n i o da anlamış ve üzülerek «bu t e k n e yoksa benim mezarım mı
olacak?»
d i y e hazin hazin s o r m u ş t u . A t a t ü r k yatta kaldığı ilk on beş gün içinde biraz d ü z e l m e ğ e yüz t u t t u . Küçük gezintiler yapıyordu. Deniz
ha
vası yaramış,
hal
yüzüne biraz renk g e l m i ş t i . Fakat bu
uzun s ü r m e d i . Amansız hastalığın etkisiyle
yavaş
yavaş
eridiği görülüyordu. Büyük bir dikkatle tedavi edildiği hal de hastalık yavaş yavaş ilerliyordu. Yattaki ilk
haftasında
kendisini ziyaret eden Fransız d o k t o r u Fiessinger, m u a y e neden sonra merdiven çıkmaması ricasında bulundu. «Savarona» Hint adalarında yaşayan uzun boyunlu
bir
kuğu kuşu anlamına gelmektedir. Kamaralarında, tabaklar da, termoslarda
kuşun resmi
nın son g ü n l e r i n d e , Varşova
vardır. Atatürk'ün
hastalığı
dönüşü Orgeneral
Fahrettin
A l t a y ziyaret e t m i ş t i . Yatın güvertesinde bir şezlonga uzan mış dinlenen A t a t ü r k , o sırada deniz havasının
kendisine
çok iyi geleceğini s ö y l e y e n g e n e r a l e , Savarona'nın ne an lama geldiğini sormuş, Fahrettin Altay,
göllerde
yaşayan
uzun boyunlu bir kuş olduğunu söyleyince de, g ü l ü m s e m e ğe çalışarak : —
«Arkadaşlar vapura Savaronu dediler. Hastalığı sa
van bir gemi demekmiş,» demişti. Çok ağır durumda bile şakayı elden bırakmamış, ade ta hastalığıyla alay eder bir tavır
takınmıştı.
T e s l i m a l ı n d ı ğ ı 24 M a r t 1 9 3 8 ' d e C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı e m rine verilen Savarona,
1951 y ı l ı n a
dek
Cumhurbaşkanlığı
yatı olarak k u l l a n ı l m ı ş . Fakat İ s m e t İnönü, C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı d ö n e m i n d e y a t l a ç o k az g e z d i . D e m o k r a t P a r t i i k t i d a ra g e l d i k t e n bir yıl s o n r a 2 T e m m u z 1951'de Deniz K u v v e t leri Komutanlığına devredildi. O günden beri Deniz
Harp
384
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
Okulunda öğrencilerin eğitimi için kullanılmaktadır. rona'dan önce okul
Dünya Savaşında büyük zırhlısı
Sava
g e m i s i olarak Türk Donanmasının kahramanlıklar yaratan
kullanılıyordu. Eskidiği
gerekçesiyle
ayrılan Hamidiye'nin y e r i n i , y i r m i iki yıldır
I.
Hamidiye
Donanmadan Savarona
dol
d u r m a k t a d ı r . S a v a r o n a ' d a n ö n c e E r t u ğ r u l y a t ı v a r d ı . Padi şahlar
gezmiş, Abdülhamid
onunla Selânik'e g i t m i ş , Ata
türk yıllarca kullanmıştı. M ü z e olacak bir tekneydi rul yatı. J i l e t o l d u , g i t t i . Çok yazık oldu
Ertuğ
Ertuğrul'a.
136 m e t r e b o y u n d a , 16 m e t r e e n i n d e , e l e k t r i k l i d ü m e n le y ö n e t i l e n
17 m i l s ü r a t i n d e k i S a v a r o n a , H e y b e l i a d a ö n
lerinde d e m i r l i durmaktadır. Her y ı l e ğ i t i m için 7 bin de n i z m i l i s e y i r y a p a n y a t ı n m a k i n e l e r i 7 b i n 200 b e y g i r g ü cündedir. Savarona'ya 7,62'lik d ö r t tane
sonradan selâmlama atışları
t o p , hava saldırılarına
uçaksavar tareti konulmuştur.
karşı dört
Üç lüks s a l o n u , on iki
için tane ka
marası vardır. Deniz Harp O k u l u n u n k u r u l u ş u n u n 200. y ı l dönümü, 1 Ağustos ile
1973'de Savarona'da v e r i l e n
bir
balo
Atatürk'ün oturduğu köşeler, portreleriyle
süs
kutlanmıştır. Yatta
lüdür. A y r ı c a yatı yaptıran M i s i s Cadvvalader'in de b i r port resi bulunmaktadır. Yata sonradan yeni mobilyalar alınmış, birçok
devlet büyüğü tarafından altın, gümüş eşyalar
mağan e d i l m i ş t i r . A t a t ü r k ' ü n kaldığı rek o z a m a n k i h a l i y l e
kamaralar,
ar
kilitlene
saklanmaktadır.
1938 y ı l ı n ı n s o n a y l a r ı y d ı . A t a t ü r k ' ü n ö l ü m ü n d e n
son
ra S a v a r o n a i l e P i r e ' y e g i t t i k . A y r ı l d ı ğ ı m 1941 A ğ u s t o s u n a dek Savarona'da kamara m e m u r l u ğ u y a p m ı ş t ı m . Yatta Dış i ş l e r i B a k a n ı Ş ü k r ü S a r a ç o ğ l u , D ı ş i ş l e r i i l g i l i l e r i v a r d ı . Ru şen Eşref Ünaydın A t i n a büyükelçisi idi. Pire'den Atina'ya geçildi. Onlar Atina'da Yunan Meçhul A s k e r anıtına çelenk götürdükleri
sırada, ben de elçiliğe
gitmiş,
Savarona'da
v e r i l e c e k ziyafetin nasıl ve ne şekilde olacağını d u m . Ruşen E ş r e f i n eşi Saliha Hanım :
soruyor
—
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
385
« H e r ş e y hazır. S i z y a l n ı z t a b a k
çanakları verin.
Vazifeniz konukları karşılamak,»
dedi.
Atina'nın ünlü bir oteli, yemek
servisi işini
üzerine
almıştı. O sırada e l ç i l i k t e n çıkıp, M e ç h u l A s k e r anıtı önü ne gelince sıralanmış Efsun a s k e r l e r i n i g ö r d ü m . Bando m ı zıka b i z i m İstiklâl M a r ş ı m ı z ı çalıyor, onlar hazırol tinde dinliyorlardı. Bunlar A t a t ü r k ' ü n nan askerinin d e v a m ı y d ı . Ne
vaziye
denize döktüğü Y u
göz yaşartıcı ve
dokunaklı
bir manzarası v a r d ı . Ç e l e n k y e r i n e k o n m u ş . Ş ü k r ü Saraç oğlu ile Ruşen Eşref
IJnaydm saygı duruşundaydılar.
Ay
nı g e c e S a v a r o n a y a t ı n d a b a l o v e r i l d i . S e ç k i n Y u n a n d e v let adamlarının katıldığı balo çok göz kamaştırıcıydı. A t a türk'ün temellerini
attığı Türk-Yunan dostluğu, O'nun
ölü
m ü n d e n s o n r a da b ö y l e s ü r ü p g i d i y o r d u . S a b a h b e ş t e İ s tanbul'a dönmek üzere limandan hareket
ettik.
O zaman Savarona'nın kaptanı (Mülazım) tan'dı. Akademide resim
M i t h a t Kap-
dersleri almış. Resme çok
me
r a k l ı . Bir g ü n bize S a v a r o n a ' d a k i k u ş r e s i m l e r i n i
göstere
rek a n l a t m ı ş t ı : A k a d e m i ' d e
dersinde
öğrenciyken
resim
bir s ü j e (konu) v e r m i ş l e r . Bir genç kadınla bir kuşun çift leşmesini
en g ü z e l n a s ı l a n l a t a b i l i r s i n i z , d i y e . Bizim kap
tan da boynu uzun güzel bir kuş y a p m ı ş . Kuşun
boynunu,
genç v e güzel bir kadının boynuna sarmış, gagasını
kadı
nın dudağına y a k l a ş t ı r m ı ş , kanatlarıyla kadının d o l g u n gö ğüslerini kaldırmış. Şahane bir tablo yaratmış. Ortaya
bir
kuşla bir kadının s e v i ş m e s i çıkmış. Kaptan
daha öğren
ciyken bunu başarmış. Hem de bilmeyerek
Savarona'daki
kuşun yıllar
önce aynını
yapmış.
Ben bunları A t i n a gezisinde Bayan Ünaydın'a anlatın ca, çok m e m n u n kaldı : —
«Cemal Efendi. Siz A v r u p a ' y ı g ö r d ü k t e n sonra d ü
şünceleriniz genişlemiş, bayağı değişmişsiniz. pa g ö r m e n i n f a y d a l a r ı , »
İşte
Avru
dedi. F: 25
GÜNEY GEZİSİNE H A S T A
ÇIKTI
A T A T Ü R K A n k a r a ' d a 19 M a y ı s t ö r e n i n i i z l e d i k t e n s o n r a saat 17'de özel t r e n i y l e hasta hasta çıktı. Hatay
işini kesinlikle
Mersin'e doğru
sonuçlandırmağa
karar
yola verdi
ği için o sıralarda bir Güney gezisi y a p m a y ı zaten kafası na k o y m u ş t u . H e m
Hatay konusunda
karşı gövde gösterisi
direnen
Fransızlara
yapacak, hem de m e m l e k e t e
hasta
olmadığını g ö s t e r m i ş olacaktı. Çünkü bir süreden beri has ta olduğu, k e n d i s i n e i n m e indiği s ö y l e n t i l e r i
vardı.
Gerçekten de Atatürk, bir süreden beri hasta bulunu yordu. Halinde, tavrında bir
yorgunluk, bitkinlik, zayıflık,
ç ö k ü n t ü v a r d ı . B u r u n k a n a m a l a r ı b a ş l a m ı ş , k a ş ı n t ı l a r ı n ar dı a r a s ı k e s i l m e z o l m u ş t u . D u r m a d a n b a c a k l a r ı n ı
kaşıyan
A t a t ü r k «acaba burada karıncalar m ı var da kaşındırıyor?» diye soruyordu. Bu hal 1 9 3 7 ' d e u z u n a r a l a r l a , d a h a s o n r a s ı k s ı k g ö rülmeğe
b a ş l a m ı ş t ı . Dr. Ziya Y a l t ı r ı n , burun
kanamaları
i ç i n bazı t e d a v i ş e k i l l e r i u y g u l a d ı y s a d a , b u n u n s o n u c u a l ı n a m a m ı ş t ı . 27 Ş u b a t Bakanlarına
1938'de Balkan D e v l e t l e r i
Çankaya'daki
mekte Atatürk'ün yine
Dışişleri
Köşkünde
Dışişleri
verilen
burnu kanamış v e Dr. A s ı m
ye Arar,
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
387
ill< kez A t a t ü r k ' ü n c i d d î ş e k i l d e h a s t a o l d u ğ u n u f a r k e d e rek d u r u m u ilgililere anlatmış, sonunda o zamanki Başba kan Celâl Bayar da haberdar e d i l m i ş t i . D o k t o r l a r ı n m u a y e nesinden sonra şu gerçek ortaya çıkıyordu: Ayak rinde ödem vardı ve karaciğer
bilekle
büyümüştü.
Fakat A t a t ü r k , bir t ü r l ü hastalığı kabul e t m e k
istemi
yor, doktorların istirahat ve perhiz öğütlerine karşı y o r d u . H ü k ü m e t i n I s r a r ı y l a 1938 M a r t ı n ı n s o n u n d a len dünyaca ünlü karaciğer hastalıkları uzmanı
Fiessenger
Paris'ten g e l m i ş ve hastalığın ne olduğu anlaşıldığı kendisinden
s a k l a n m ı ş t ı . Bu o l a y d a n
sonra
duru getirti halde
Cumhurbaş
kanlığı Genel Sekreterliği de A t a t ü r k ' ü n Şubat ayında yap tığı Yalova, Bursa ve İstanbul gezilerinde şiddetli bir gri be yakalandığı yolunda bir bildiri
yayınlayarak,
üstü örtülü bir şekilde m e m l e k e t e
duyurmuştu.
İşte A t a t ü r k , M e r s i n ' e hastalığının başladığı
hastalığı günlerde
g i t m i ş t i . Bu y o r u c u g e z i y e ç ı k m a s a , i y i b i r d i n l e n m e y a p sa b e l k i de i y i l e ş e c e k t i . F a k a t y o r u c u g e z i , h a s t a l ı ğ ı n h ı z la i l e r l e m e s i n e y o l
açtı.
Mersin istasyonunda yürüyen Atatürk, askeri
birlikle
ri d e n e t l e m i ş , yapılan g e ç i t törenini i z l e m i ş t i . Viranşehir'e gidip, eski
şehrin kalıntılarını gezdikten
sonra Tarsus'a
g e ç m i ş , Parkta b i r s ü r e d i n l e n d i k t e n s o n r a A d a n a ' y a g i d i p . İstasyon C a d d e s i n d e n A t a t ü r k Parkına dek y ü r ü m ü ş t ü . Pi yade ve topçu birliklerinin törenini zorlukla ayakta selâm layan A t a t ü r k , ö y l e s i n e hastaydı k i , ayakta zor d u r a b i l i y o r du. «Marş marş!» komutuyla töreni acele bitiren
Atatürk,
Ankara'ya doğru bir kat daha bitkin bir d u r u m d a yola ç ı k ı y o r d u . 25 M a y ı s ' t a A n k a r a ' y a v a r d ı ğ ı n d a g a r ı n dek güçlükle
y ü r ü y e b i l m i ş t i . Rengi s o l m U ş ,
salonuna
sararmıştı.
Bir gün sonra da, yanında M a r e ş a l Fevzi Ç a k m a k
olduğu
halde İstanbula doğru yola çıkmıştı. Haydarpaşa'dan Acar motoruyla Dolmabahçe geçen Atatürk, İstanbul'a gelişinin
ertesi günü
Sarayına Florya'ya
368
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
yaptığı bir geziden
dönerken birden fenalaşmış ve
bunu
ö n c e k a l p k r i z i s a n m ı ş l a r d ı . 29 M a y ı s t a i s e k a r n ı n ı n ş i ş meğe başladığı görülüyordu. A t a t ü r k , buna biraz sinirlen m i ş , fakat bir şeyin farkına varamadan şişmanladığını san mıştı. Dr. Neşet
Ömer, Atatürk'e
karaciğerinden
rahatsız
olduğunu söyleyerek hiç değilse birkaç gün
dinlenmesini
i s t e m i ş t i . İ k i g ü n s o n r a d a biz S a v a r o n a i l e
İngiltere'den
yurda
döndük.
ELBİSE O L M U Y O R
A T A T Ü R K A n k a r a ' d a 19 M a y ı s t ö r e n i n i i z l e d i k t e n s o n ra ç ı k t ı ğ ı G ü n e y g e z i s i n d e n h a s t a o l a r a k İ s t a n b u l ' a g e l d i . G e l d i k t e n i k i g ü n s o n r a da S a v a r o n a y a t ı n d a k a l m a ğ a b a ş l a d ı . Bu O ' n u n s o n g e l i ş i y d i . B i r d a h a A n k a r a ' y ı g ö r e m e d i . A t a t ü r k iyice rahatsızdı artık. Deniz havasının iyi g e leceğini düşünerek O'nun için Savarona yatını hazırlamış lardı. Atatürk, Köşkte olsun, Sarayda olsun hiç bir yatak
odasının
dışında
önünde bile elbisesini
gecelikle giyerek
dolaşmazdı.
zaman
Uşaklarının
otururdu. Savarona'da
en
tari gecelikle O'nu görünce bir hayli yadırgadım. Devetüyü rengindeki Jeagu
pardesüsü de üzerindeydi.
Çehresi
s o l u k , hali üzüntü v e r i c i y d i . Boynu v e ensesi ç o k i n c e l m i ş , kansız kulakları şeffaf bir renk
almıştı.
O s ı r a d a y o ğ u n b i r hal a l a n H a t a y d a v a s ı i ş i n i d e ü z e rine alan C u m h u r i y e t Halk Partisi genel s e k r e t e r i ve İçiş leri bakanı Şükrü Kaya'yı A t a t ü r k , acele olarak Ankara'dan İstanbul'a çağırtmış, Savarona'da kamarasının yanında ona da b i r y e r h a z ı r l a t m ı ş t ı . Ş ü k r ü K a y a h e m e n i s t a n b u l ' a g e l di. Savarona'ya çıkıp A t a t ü r k ' l e görüşmeğe başladı. Atatürk, M e c l i s ' t e k i kanunlar ve Hatay konusunda bil-
390
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
g i aldıl<tan s o n r a , Ş ü k r ü K a y a ' n ı n a ç ı k l â c i v e r t y a z l ı k
ce
ketine dikkatle bakarak: —
«Ne güzel ceket böyle,»
dedi.
Şükrü Kaya h e m e n c e k e t i n i ç ı k a r d ı ; —
«Beğendinizse
buyrun, güle güle
giyiniz
efendim.
Ben başkasını yaptırırım,» d e d i . Bu j e s t A t a t ü r k ' ü n
hoşuna gitti. Şükrü Kaya'nın
elbi
s e l e r i n i her zaman b e ğ e n i r d i . Daha ö n c e de palto v e
par-
desüsünü alıp g i y m i ş t i . Zaten A t a t ü r k ' ü n üzerindeki p a r d e s ü d e o n u n d u . A t a t ü r k d e Ş ü k r ü K a y a ' y a bazı
elbiselerini
vermişti. Hemen koşup, Atatürk'ün üzerindeki pardesüyü ceketi
giydirdik.
gözlerini —
Ama
üzerimizde
ilikleyemedi.
IJzüntülü
bir
aldık, şekilde
gezdirerek;
« G a l i b a h e p i m i z u n u t t u k . Bu k a r ı n l a b u c e k e t
giyi
lir mi? Karnımda asit v a r m ı ş . Ne olacak bilmem,» dedi. Atatürk
hastalığının
nedenini
çok
iyi biliyordu.
Dok
torların saklamasına rağmen ansiklopedi ve tıp dergilerin den siroz (Cirrhose)
fasıllarını okuduğunu ve
s o n u c u n u da p e k i y i g ö r m e d i ğ i n i
hastalığının
a n l ı y o r d u k . F a k a t O da,,
b i z l e r d e b i l m e m e z l i k t e n g e l i y o r d u k . Bu k o n u d a s a n k i a r a mızda gizli bir anlaşma yapmıştık. A t a t ü r k , hiç bir zaman, hiç bir k i m s e y e halinden ğından ve
ölümden
göstermekten
söz
kaçınır,
yakınmamış, hastalığının etmemişti. Ölümden
«ölümden
korkmak
ağırlı
korktuğunu ahmaklıktır,»
derdi. Şükrü Kaya, A t a t ü r k ' ü n — rın
üzüntüsünü geçiştirmek
için:
«Sizin hastalığınız tedaviyle geçecek e f e n d i m . Y a
kumaş
getirtelim, yeni
ölçüde
bir
elbise
yaptıralım.
İyileştiğiniz zaman daraltırız,» d e d i . Başıyla O'nun nı a l d ı k t a n s o n r a A n k a r a ' y a
onayı
Mümtaz Ökmen'e telgraf
kildi. Kumaşlar g e l d i . Fakat d i k t i r m e k
ve giymek
o l m a d ı . O k u m a ş l a r sonradan «Üç top A n k a r a sofu» Atatürk'ün tereke listesinde çıkmıştı.
çe
kısmet diye
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
391
Atatürl<, Savarona'nın en güzel odalarından birinde ya t ı y o r d u . Burası h e m iskele, h e m sancak tarafındaki
deniz
l e r e bakan g e n i ş bir o d a y d ı . Bir köşede y a t a ğ ı , bir köşede mavi soya örtülü büyücek bir masanın çevresine sıralan m ı ş k o l t u k l a r , ş e z l o n g , k ü ç ü k yazı
masası,
kitap
vardı. Ortada t e k kişilik beyaz ö r t ü l ü bir y e m e k
dolabı
masasının
üzerinde sürahi ve çiçekli bir vazo duruyordu. Atatürk, içkisiz masayı Şükrü Kaya'ya işaret —
ederek:
«Şimdi soframız işte böyle fakir. Perhizdeyiz. Duy
d u ğ u m a g ö r e a r k a d a ş l a r da s o f r a l a r ı n d a n JTiışlar," d e d i .
alkolü
kaldır-
üç
ATATÜRK, birkaç gün
Dolmabahçe
DONDURMA
YEDİ
Saraymda
hasta
yattıktan sonra 1 haziranda İstanbul limanına gelen Sava rona yatma nakledildi. A t a t ü r k yenilikten hoşlanır ve yatla bir süre oyalanıp, belki de Saraydan daha rahat eder diye o r a d a k a l m a s ı n ı u y g u n g ö r m ü ş l e r , O d a b u n u s e v i n ç l e kar şılamıştı. S a v a r o n a y a t ı n a g e ç i l d i ğ i i l k g ü n l e r d e A t a t ü r k , h e r za manki gibi d o k t o r l a n n ö ğ ü t l e r i n e o kadar ö n e m
vermiyor
du. Uzun o t u r m a k t a n , yatakta y a t m a k t a n sıkılıyordu. Karnı şişmekte
olduğundan
eski
pantolonları
uymuyordu
üzeri
ne. K e n d i s i n e y a t k ı y a f e t i y a p m ı ş l a r d ı . Beyaz p a n t o l o n üze rine l â c i v e r t c e k e t , beyaz i s k a r p i n g i y i p y a t t a bir aşağı bir yukarı d o l a ş ı y o r d u . A k ş a m l a r ı da hava s e r i n l e r İş
Bankası
genel
müdürü
Muammer
Eriş'in
korkusuyla İngiltere'den
hediye olarak getirdiği beyaz yün süveteri g i y i y o r d u . Öğle ve akşam yemeklerini yukarı salona çıkarak kadaşlarıyla beraber yiyordu. Oysa yürümek, hele ven çıkmak, O'nun için çok zararlıydı. Doktorlar
ar
merdi
bunu ke
sinlikle kendisine bildirmişlerdi. Atatürk'ün
iştahsız
hali dikkatimizi
çekiyordu.
Adeta
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
393
zorla yemek yiyordu. Sevdiği yemeklerin hiç birine dönüp bakmıyordu bile. Sıcak
bir g e c e y d i . Yine y e m e ğ i n i
iştah
sız y e m i ş , b i r k o l t u ğ a o t u r m u ş , d i n l e n i y o r d u . O s ı r a d a İ s tanbul'da bulunan Ülkü de Atatürk'ün
isteğiyle yata geti
rilmişti. Ülkü Atatürk'ün
dondurma
karşısında
yemeğe
başladı. Zaten perhiz yapan Atatürk, dondurmayı
görünce
c a n ı ç e k t i v e k a m a r o t Rıza'ya h e m e n b i r d o n d u r m a
getir
mesini emretti. K a m a r o t Rıza, h i ç k i m s e y e s o r m a d a n A t a t ü r k ' e
gidip
bir dondurma getirdi. Büyük bir iştahla dondurmayı
yiyen
Atatürk: —
«Çok h o ş u m a g i t t i . Bir tane daha getir,»
emrini
v e r d i . İ k i n c i d o n d u r m a da g e l d i . O n u d a y e d i . B i r ü ç ü n c ü sünü istedi... Atatürk'ün raretini
söndürmeğe
i ç i y a n ı y o r d u . Üç d o n d u r m a , h a
yetmemişti. Arkasından
bir
bardak
da s o ğ u t u l m u ş s u i ç t i . Derken gece yarısına doğru yatta ilk kriz geldi. Ora d a hazır b u l u n a n D r . N e ş e t Ö m e r İ r d e l p , d e r h a l u y a n d ı r ı l dı. Neşet Ömer, Atatürk'ün
özel d o k t o r u y d u . İlk
tedaviyi
yaptı. Fakat vaziyeti t e h l i k e l i g ö r ü y o r d u . Dünya çapında
bir
adamın tedavisinde
sonra artık sorumluluk alamıyacağım dan hemen bir mütehassıs Atatürk'ün
hastalığı
doktor
sırasında
bu
dakikadan
söyledi ve
Avrupa'
çağrılmasını
istedi.
bütün
koymalara
karşı
aldırmadan Ülkü, yanma girip çıkmıştır. Son günlerine dek Dolmabahçe Sarayında bulunan Ülkü'yü, ölümünden on beş gün önce A t a t ü r k yanına i s t e m i ş . Yatağına oturtup
okşa
yarak: —
«Cumhuriyet
Bayramı yaklaştı.
Ankara'ya
Ülkü bayramı görsün,» d e m i ş . Ülkü de boynuna —
gidin.
sarılarak.
« A t a t ü r k ç ü ğ ü m , b a y r a m ı g ö r e l i m a m a , s e n de gel,»
diye başlamış yalvarmağa. Bir t ü r l ü ayrılmak i s t e m i y o r m u ş . —
«Sensiz A n k a r a ' y a gitmerrı,» d e y i n c e .
—
«Ben de g e l e c e ğ i m , »
diyormuş.
394
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Ayrıiırl<en, Ülkü'nün
ağlayışına
çok
üzülmüş,
gözleri
dolmuş. Ülkü ayrılırken: —
«Gidiyorum
Atatürkçüğüm, ama
yine
geleceğim,»
demiş. Atatürk, Ülkü'yü okşayarak: —
«Siz g e l m e y i n , b e n g e l e c e ğ i m , » d i y e o n u
avutmak
istemiş. Atatürk, son günlerinde bile Ülkü'yü unutmadı. Nesip Efendi ile t e l e f o n —
ettirerek:
«Ülkü nasıl, annesi çocuğa
iyi baksın,»
diyordu.
Sonradan d u y d u ğ u m a göre uzun süre A t a t ü r k ' ü n münü Ülkü'den saklamışlar.
«Avrupa'ya
gitti,
ölü
gelecek,»
d e m i ş l e r . Fakat o, bu sözlere k a n m a m ı ş : —
«Beni bu kadar s e v e r d i , niye beni de
diye ağlarmış. Sonra yastığının
altında
bir şeyler
götürmedi,»
sezinlemiş.
sakladığı fotoğraflarım
Atatürk'ün
yüzüne
yapıştı
rıp için için ağladığını sonradan Vasfiye Hanım anlatmıştı. Hatta altı ay kadar sonra bir Z e y b e k havası çalınırken an nesi «Haydi kalk, oyna Ülkü» deyince Ülkü birden bire sar sılarak şöyle karşılık Atatürk yok
vermiş:
«Ne
oynayacağım.
Artık
ki...»
A t a t ü r k ' ü n son günlerinde başucundan hiç
ayrılmayan
h e k i m l e r i n (Dr. A k i l M u h t a r Ö z d e n , Dr. N e ş e t Ö m e r İrdelp, Dr. Nihat Reşat Belger, Dr. Hayrullah Diker, Dr. A b r a v a y a M a r m a r a l ı , Dr. M . Kemal Ö k e , Dr. M . K â m i l Berk, Dr. Sü reyya Hidayet Serter) kü'nün ziyaretleri şöyle
tuttukları son nöbet defterinde
Ül
gösterilmektedir:
21 E k i m 1938. Ü l k ü , H a s a n Rıza S o y a k ' l a g i r d i , o n d a k i k a k a l d ı . 24 E k i m
1938. Ü l k ü , a n n e s i V a s f i y e
ile
girdi,
o n b e ş d a k i k a k a l d ı . 25 E k i m 1938. Ü l k ü , V a s f i y e , A f e t İnan ve Sabiha Gökçen'le girdi. Birkaç dakika
kaldı.
MAREŞAL ÇAKMAK'LA
YATTA
ATATÜRK daha Savarona yatında hasta iken Ankara' dan o zaman Başbakan bulunan Celâl Bayar ile
genelkur
m a y b a ş k a n ı o l a n M a r e ş a l Fevzi Ç a k m a k d a s ı k s ı k İ s t a n bul'a gelir ve Atatürk'ü ziyaret
ederlerdi.
Atatürk, Mareşal Çakmak'ın ziyaretine rir ve
hiç
Çankaya
kimseye
göstermediği
davetlerinde
ziyafetlerde
bile
saygıyı
çok önem ve ona
gösterirdi.
öyleydi, Mareşal'in
bulunduğu
masaya içki konmaz, A t a t ü r k de o gece
ye
m e k t e içki perhizi yapar ya da b i r iki kadeh içer, sofra en geç gece saat y i r m i şölenlere veda
üçte
dağıtılır,
sabahlara dek
süren
edilirdi.
M a r e ş a l Fevzi Ç a k m a k , Savarona yatına geleceği man Atatürk
hasta olduğu halde Yatın
iskelesine
za
çıkar,
bir iki saat s ü r e n t o p l a n t ı l a r d a n sonra y i n e iskeleye kadar getirip motora Atatürk'ün
bindirirdi. hastalığı sırasında
eski başbakan ve A t a
türk'ün Kurtuluş Savaşı arkadaşı İsmet İnönü'nün geldiğim hiç g ö r m e d i m . Aradan günler g e ç t i k ç e bu merak adamakıl lı i ç i m i k e m i r m e ğ e b a ş l a d ı . A c a b a a r a l a r ı n d a b i r d a r g ı n l ı k
396
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
m ı v a r d ı ? S o n u n d a d a y a n a m a d ı m . B i r g ü n B a ş y a v e r CelâF Üner'e sordum: —
« İ s m e t Paşa A t a t ü r k ' ü çok
severdi.
Niçin
gelip
görmüyor?» —
«Cemal, birkaç defa gelmek için telefon etti. Ata
t ü r k ' e h a b e r v e r d i k . İ s m e t Paşa g e l i p s i z i z i y a r e t
etmek
istiyor,» dedik, 'Ankara'dan ayrılmasın' diye karşılık
ver
d i . Biz d e İ s m e t İ n ö n ü ' y e A t a t ü r k ' ü n s ö z l e r i n i a y n e n
tek
rarladık. Bunun t e p k i s i n i n ne o l d u ğ u n u b i l m i y o r u m . A t a t ü r k ' ü n Savarona ve
Dolmabahçe'de hasta
yattığı
s ü r e i ç i n d e b a ş b a k a n o l a n C e l â l B a y a r i s e b i r ç o k kez g e l mişti. Atatürk'ün
hastalığının son günlerinde
bütçe
hak
kında bilgi v e r m e k üzere gelen Celâl Bayar'a doktorlar an c a k o n b e ş d a k i k a i ç e r d e k a l a b i l e c e ğ i n i b i l d i r m i ş l e r d i . Fa kat A t a t ü r k d u r u m u kavradığı için Celâl Bayar'ı on beş da kika sonra dışarı bırakmadı. Bütçede sözü edilen
kurula
c a k f a b r i k a l a r h a k k ı n d a b i l g i v e r m e s i n i i s t e d i . B u n u önle m e k i ç i n d o k t o r l a r b u kez i ç e r i y e A f e t İ n a n ' ı
yolladıkları
halde, A t a t ü r k , onu da o t u r t u p Bütçeyi d i n l e m e ğ e
mecbur
etti. Atatürk
bir
ara Celâl
Bayar'a, Dünyanın
geçirmekte
olduğu bunalımdan söz ederek şöyle d e m i ş t i : —
«Dünya m u t l a k bir savaşa d o ğ r u gidiyor. İki yıllık
bir zamanımız var. Bütçe formüllerine uyarak tembel mak doğru değildir,» dedi.
kal
BUZ SANDIKLARINI
ATATÜRK'ün doktor
özel
doktoru
Neşet
getirtilmesin! istedikten sonra
İrdelp,
AHIRIYOR
Avrupa'dan
dünyaca
tanmmış
bir Fransız d o k t o r u çağırıldı. F i e s s e n g e r adlı bu doktor 8 Haziran 1938'de g e l d i . Fransız d o k t o r , N e ş e t Ö m e r
İrdelp,
N i h a t Reşat Belger, A b r a v a y a v e daha b i r ç o k d o k t o r l a A t a türk'ü muayene ettiler. Doktorlar raporu hazırlarken, Ata türk, yanında duran İçişleri bakam Şükrü Kaya'ya sordu: —
«Ne diyorlar
—
«Bağırsak,
bunlar?»
karaciğer
rahatsızlığı. Perhiz,
ve tedaviyle geçer diyorlar,» diye karşılık
istirahat
aldı.
İlk k o n s ü l t a s y o n y a p ı l d ı k t a n s o n r a D r . F i e s s e n g e r ,
şu
öğütlerde bulundu: —
«Yatak
odasında
dolaşabilir.
Dışarıya çıkmak
saktır. M e r d i v e n inip b i n m e y e c e k t i r . Hava tertibatı d i ğ i i ç i n d u v a r l a r a buz s a n d ı k l a r ı Savarona tan demirli Boğaz'ın
konulacak.»
yatı, Dolmabahçe önlerinde
bulunuyordu.
poyrazı
ve
Havalar
meltemi,
ya
yetme
baştan ve
da ö y l e s i n e
kamaraları
sıcaktı
kıç ki.
serinletemiyor-
du. Odanın havasını biraz s o ğ u t m a k için d o k t o r u n öğüdüne u y a r a k d ö r t k ö ş e s i n e l e ğ e n l e r i ç i n d e buz s a n d ı k l a r ı k o n u l -
398
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
muştu. Atatürk,
Şükrü
Kaya'ya buzları
göstererek,
alaylı
bir dille; —
«Bak b e n i m
de bağırsaklarım, l e ğ e n l e r d e k i
buzlar
gibi su içinde yüzüyor. Böyle insan yaşar mı?» d i y e d u . Şükrü Kaya, üzüntüsünü belli e t m e m e ğ e —
sor
çalışarak;
«Tabiî y a ş a m a z a m a , s i z i n k i ö y l e d e ğ i l m i ş .
Sonra
galiba s u y u n alınmasına da karar verildi.» A t a t ü r k , s o n r a Ş ü k r ü K a y a ' y a b i r g ö r e v v e r d i . Fransız doktorunu alıp, Florya'ya götürerek ağırlamasını ve arayarak
hastalığıyla
bildirmesini
ilgili
her
şeyi
öğrenerek
ağzını
kendisine
istedi.
Sonradan öğrendiğimize göre Şükrü Kaya, konuk dok toru,
Florya'da
Kılıç A l i ' n i n
evine
götürmüş.
Ağırlamış.
Sonra doktora şöyle s o r m u ş : —
î
«Sizden şunu ö ğ r e n m e k i s t i y o r u m . A t a t ü r k bu has
t a l ı k t a n ö l ü r m ü ? E ğ e r ö l ü r s e ne v a k i t ö l e b i l i r ? Bu s o r u ların, karşılığını şimdi
benden
Hükümet,
Parti v e
Meclis
beklemektedir.» Fransız d o k t o r u bu g ö r ü ş m e d e A t a t ü r k ' ü bir hayli öv müş. Koyu
Katolik, fakat cumhuriyetçi
olan doktor, Fran
sa'nın o günlerde böyle bir şefe ihtiyacı söylemiş.
Sonra
sözü
hastalığına
olduğunu
getirerek,
üzüntülü
bile bir
halde: —
«Atatürk, tıbbın ve tabiatın yardımıyla daha iki yıl
y a ş a y a b i l i r . B u n u n t ı p t a r i h i n d e b i r ç o k ö r n e ğ i v a r d ı r . Fa kat şimdi Yata döndüğümüzde Atatürk'ü bağırsak ve beyin k a n a m a s ı n d a n ö l m ü ş d e b u l a b i l i r i z . Bu b a k ı m d a n s i z . C u m huriyetin selâmeti için şimdiden gerekli tedbirleri
alınız,»
demiş. Atatürk'ün —ölümünden
sonra Türkiye'nin
geleceğini
d ü ş ü n e r e k — her şeyi konuşun d e m e s i n i n nedenini
Fransız
doktoru işte böyle açıklamış oluyordu. D r . F i e s s e n g e r buz k a l ı p l a r ı g i b i d a h a b i r ç o k t e d b i r l e r
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM a l d ı r t ı p , yasal<lar l<oydul<tan s o n r a ,
399
Savarona'dan
ayrılır
ayrılmaz Atatürk beni çağırdı: — var
«Çelebi
Efendi, bu sandıklardaki
m ı ? » d i y e s o r d u . Buz s a n d ı k l a r ı n ı n
buzların
faydası
yanına
giderek
baktım. Ne faydası olabilirdi' k i : —• « H i ç f a y d a s ı y o k P a ş a m , » d i y e k a r ş ı l ı k —
— -«Evet P a ş a m , ş i m d i m o t o r a —
verdim.
«Doktor gitti mi?» diye yavaş bir sesle sordu. bindi.»
« Ö y l e y s e h e m e n b u z k u t u l a r ı n ı ç ı k a r ı n . Buz
ları buraları
kutu
kirletmesin.»
H e m e n buz k u t u l a r ı n ı d u v a r l a r d a n ün Fransız d o k t o r u n u n yasaklarına
çıkardım.
içerlediği
Fakat onun yanında itiraz e t m e k i s t e m e d i ğ i S a d e c e buz k u t u l a r ı n ı ç ı k a r t m a k l a
Atatürk'
muhakkaktı. anlaşılıyordu.
kalmadı. Kendini
biraz
serbest hissedince hemen yata hareket emrini verdirtti... Savarona Marmara'ya doğru yol aldı. Ertesi günü Şarköy'e vardık. Çok güzel bir yaz g ü n ü y d ü . A t a t ü r k ' ü n canı yukarı çıkmak i s t i y o r d u . Böyle havada
hürriyet
âşığı
bir
için kamarada kapalı k a l m a k ne d e m e k t i ? Fakat
insan
doktorlar
O'na dışarı çıkmasını k e s i n olarak y a s a k l a m ı ş l a r d ı .
Böyle
olduğu halde: —
«Çelebi
Efendi, şezlongu güverteye
çıkar.
Doktor
dışarı çıkma diye t e m b i h etti ama, doktorların her
dediği
yapılmaz,» dedi. İ s t e r i s t e m e z e m r i n i y e r i n e g e t i r d i m . Bir t a r a f t a n ü z ü l ü y o r d u m . Ya hastalığı g e ç m e z s e , artarsa
diye
da
kaygı
içindeydim. A t a t ür k güverteye çıktı. Şezlongta bir süre uzandıktan sonra, tekrar aşağıya indi. A ç ı k hava O'nu fazlasıyla muştu. O geceyi
Şarköy'de
geçirdik.
Atatürk'ün
yor
onuruna
g e c e halk s a h i l d e bir f e n e r alayı d ü z e n l e m i ş t i . Fakat A t a t ü r k ' ü n dışarı çıkmadığını görünce üzüldüler. Ne çare k i , Atatürk'ün
ayakta duracak hali
y o k t u . Bunu halka
duyur-
400
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
mamal< g e r e k t i . M i l l e t A t a s ı n ı n h a s t a l ı ğ ı n ı b i l i y o r d u . Fa kat bu d e r e c e ağır bir hal aldığı s a k l a n ı y o r d u . O g ü n y a t l a M a r m a r a ' d a d o l a ş t ı k . Bu s ü r e i ç i n d e A t a türk
kâh kamarasında
d i n l e n d i , kâh yasak
kararını
meyerek güverteye çıktı. Ertesi gün Dolmabahçe demirledik.
dinle
önlerine
MEMLEKET HASTANEYE
DÖNDÜ
ATATÜRK, çok ağır hasta olduğu halde kendini muş, o sıralar
rahatsızlık
geçiren
İnönü'nün hastalıklarıyla yakından
Celâl Bayar ilgilenmeğe
unut
ve
İsmet
başlamıştı.
C e l â l Bayar d e v l e t i ş l e r i h a k k ı n d a A t a t ü r k ' e b i l g i v e r m e k için İstanbul'a geldiği zaman garip bir rastlantı oldu. A n î bir karaciğer krizi geçirdi v e yatta tedavi altına girdi. A r t ı k Savarona'da iki hasta v a r d ı . A t a t ü r k bu sırada kendi derdini
unutmuş,
Başbakan'mkiyle
uğraşmaya
t ı . Kendisinin de karaciğer hastalığından Atatürk'ü
iyiden
başlamış
yatağa
düşüşü,
iyiye kaygılandırmıştı. Atatürk,
artık ka
raciğer hastalığını — k i m yakalanırsa y a k a l a n s ı n — felâket sayıyordu. A t a t ü r k ' ü n bir ara ş ö y l e dediğini —
duydum:
«Ben hasta y a t a k t a y ı m . Celâl Bayar da hasta yatı
y o r . Fevzi Ç a k m a k ' ı n da ş e k e r i v a r , o da h a s t a . hastaneye döndü. Ne olacak Neyse
ki. Celâl
Memleket
bilmem?»
Bayar'ın
hastalığı
Atatürk'ünki
gibi
değildi. Çabucak iyi oldu ve yattan taburcu edildi. Dr. Fiessenger'in İstanbul'a ikinci gelişinde eski baş bakan İsmet İnönü de Ankara'da safra kesesinden lanmış. Vedit Beyin başyavere anlattığı
bu olayı
hasta Atatürk F:
26
402
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
d u y u n c a çol< ü z ü l d ü . K e n d i s i ç o k a ğ ı r h a s t a o l d u ğ u Fiessenger'in etmesini
hemen
Ankara'ya
gidip, İnönü'yü
halde
muayene
istedi.
Fransız doktor, h e m e n o gece t r e n l e A n k a r a ' y a
gitti.
İ n ö n ü ' y ü m u a y e n e e t t i . B i r g ü n k a l d ı k t a n s o n r a t e k r a r İs t a n b u l ' a d ö n d ü . S o n r a da A t a t ü r k ' e
İnönü'nün
hastalığıyla
ilgili şu bilgiyi v e r d i : —
« İ s m e t Paşa'da şeker olduğu için yapılacak, a m e l i
yatı t e h l i k e l i b u l d u m . Tarif e t t i ğ i m tedavi ş e k l i n e göre ha reket edilirse çok çabuk
iyileşecektir.»
Gerçekten de İnönü'ye o zaman böyle bir a m e l i y a t ya pılmadı v e bir süre sonra da i y i l e ş t i . Fiessenger bir gün kalmak
için
geldiği
Türkiye'de
böylece A t a t ü r k ' ü n e t k i s i n d e n kurtulamayarak beş gün kal mış ve g i d e r k e n de şöyle d e m i ş t i : —
« B e n i b ı r a k ı n d a b u r a d a n ç a b u k g i d e y i m . Eğer
gün daha burada k a l ı r s a m h e m e n e m r i n e g i r e c e ğ i m . kuvvetli çok
bir
adam
k i , hâlâ e t k i s i
altındayım.
iyi a n l ı y o r u m . Nereye, k i m i n yüzüne
bir
Öyle
Üzüntünüzü
baksam, gözle
r i n i n i ç i n d e n kalbine akan acı gözyaşlarını g ö r ü y o r v e b e r a b e r a ğ l ı y o r u m . Bu t e h l i k e l i f ı r t ı n a i ç i n d e b e n i m d e s i z i n le a y n ı g e m i d e b u l u n d u ğ u m u k a b u l e d i n , »
demişti.
A t a t ü r k işte böyle eşsiz bir yaradılışa sahipti. Ö l ü m l e savaştığı en t e h l i k e l i anında, kendi doktoru, ileride
Türkiye
ğ i m i z iki arkadaşının hastalığı Atatürk
Savarona'da
seyrini biraz
tam
gelen görece
etmiş, kendi
unutmuştu.
56 g ü n
daha arttırıyordu.
söndüğünü gözlerimizle
için
başında
için seferber
derdini hiçe saymış, kendi acısını gün
hastalığı
Cumhuriyeti'nin
görüyorduk.
kaldı. Hastalık Günden
güne
Savarona
her
eriyip
yatı
gün
g e ç t i k ç e A t a t ü r k ' ü s ı k m a ğ a b a ş l a m ı ş t ı . K o n f o r l u da
olsa,
bir yandan alçak tavanlı kapalı oda, bir yandan yazın sıcaq!, y a t t a o t u r m a y ı
dayanılmaz
bir hale g e t i r m i ş t i .
Hasta
l ı ğ ı n a c ı s ı da h e s a b a k a t ı l ı r s a , A t a t ü r k s ı k ı l m a k t a ç o k h a k -
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
/>03
iıydı. İşte böyle sıkıntılı bir günde belki bir d e ğ i ş i k l i k olur. A t a t ü r k belki biraz avunur d ü ş ü n c e s i y l e Erdek'e g i d i l d i . O sırada
Erdek
limanında
Donanmamız
demir
atmıştı. Do
n a n m a K o m u t a n ı Ş ü k r ü Paşa, y a t t a A t a t ü r k t a r a f ı n d a n k a bul e d i l d i . O geceyi Erdek'te g e ç i r m e y i p t e k r a r döndük.
Oysa
geceyi
Erdek'te
geçirecektik.
İstanbul'a
Dolmabahçe
önünde demirledikten sonra sıcağın etkisi A t a t ü r k ' ü
tek
rar s ı k m a ğ a v e ü z m e ğ e b a ş l a d ı . Fiessenger yurdumuza ikinci gelişinde Atatürk'ün sü rekli olarak yatta kalmaktan sıkılacağını düşünerek istedi ği
gezintiler yapmasını
tavsiye
e t m i ş t i . A t a t ü r k b i r g ü n A c a r m o t o r u y l a bir gezi
zaman
emretti,
fvlotorda
Boğaz'da kızkardeşi
motorla Makbule
Atadan,
Afet
İnan,
Sabiha
G ö k ç e n , Prof. N e ş e t Ö m e r , K ı l ı ç A l i , S a l i h B o z o k v e y a verleri vardı. Motorla önce
Florya'ya
gidildi.
Atatürk'ü
hasta olarak bilen halk, g i y i n m i ş vaziyette Acar da görünce de
kıyamet koptu. Heyecanlı
bulundu. Zorlukla
sevgi
uzandığı şezlongtan
motorun
gösterilerin
kalkıp
yan kü
peşteye k a d a r g e l d i . H a l k ı n a l k ı ş l a r ı n a , « y a ş a , v a r o l » s e s l e r i n e e l i n i y a v a ş ç a kaldırarak Florya'dan sonra
karşılık
vermsvG
Dolmabahçe önüne gelindiği
çalıştı.
halde
Ata
türk, yata çıkmak i s t e m e d i , Boğaz'da ikinci bir gezinti da ha y a p m a k i s t e d i . B o ğ a z ' d a k i g e z i d e d e s a h i l l e r i
dolduran
h a l k A t a t ü r k ' e g ö r ü l m e m i ş ssvgi g ö s t e r i s i n d e b u l u n d u . Bu aezi R u m e l i k a v a ğ ı ' n a d e k s ü r m ü ş t ü . BoğEz'ın s o n u n a ya!-.laştığımızda Atatürk
her halde büyük bir rahatsızlık d u " -
muş o l a c a k k i , s o n s ü r a t l e d ö n ü ş e m r i n i verdi. G e ç s a a t lerde Savarona yatına geçildi. Florya
ve Boğaz'a
yapılan
bu g e z i , ne y a z ı k k i A t a t ü r k ' ü n s o n y o l c u l u ğ u o l d u . Boğa:' gezintisinden birkaç gün sonra Atatürk'ün hararetinin b i d e n b i r e y ü k s e l d i ğ i g ö r ü l d ü . H e r k e s i büyük b i r t e l â ş a l d ı . H a r a r e t i ç o k artan A t a t ü r k , b i r a r a
çevresindekilere
dö
nerek: —
«Boğuluyorum,
odada
oturamayacağım,»
diye ba-
404
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
ğırıp yataktan fırlamak i s t e m i ş ve yatın güvertesine çıka rılıp hasır şezlonglardan bîrinin üzerine uzanmıştı. Yatta Atatürk'ün hastalığının
ilerlediği
ve
beklenen
bir sonuç alınamayacağı anlaşılarak, Saraya çıkmasına ka rar v e r i l d i . Belki Saraydaki odalar daha s e r i n d i . Orada da ha i y i r a h a t e d e b i l e c e k t i . Bu y ü z d e n S a r a y a g e ç i ş i ç i n e m i r verdi. Savarona'dan ayrılıp
Dolmabahçe
Sarayına
gidece
ği gün A t a t ü r k kamaradan m e r d i v e n başına kadar
koltuk
la g e t i r i l d i . Bu ç o k a c ı k l ı b i r m a n z a r a y d ı . K o l t u k , b a ş t a K ı lıç A l i , M u h a f ı z A l a y K o m u t a n ı İ s m a i l H a k k ı T e k ç e , m e m u r u Faik Ç e l e n , başyaver Celâl Üner, bir de nöbetçi askerin elleri den
üzerindeydi. A ğ ı r ağır
baları
diye
Sarayın bahçesindeki
söndürtülmüştü. Atatürk'ün
üzerinde İstanbul Sarayın içeriye odasına
girer
işini
oturduğu
koltuk,
motoruna konuldu. Motor yattan kadar y i n e
girmez,
hemen
kimse
bütün elektrik
rıhtımına yanaştı. Aynı şekilde asansöre
kapıdaki
merdivenler
i n d i r i l d i . V a k i t g e c e y a r ı s ı y d ı . Bu g e ç i ş
görmesin
polis
omuzlarda önceden
koltuk
lam eller ayrılıp
Saraydan
götürüldü.
Yatak
hazırlanan
yatağa
de
Yattan
tıkanıp: " —
«Oh, dünya varmış. Gerçekten
burası
daha serinmiş,» diye derin bir nefes aldı. Bu g i d i ş A t a t ü r k ' ü n s o n g i d i ş i o l d u . B i r d a h a S a v a r o na'ya dönmek kısmet olmadı.
V A S İ Y E T N A M E S İ N İ EMİRLE
ATATÜRK'ün
karnının
silmesi, Avrupa'lardan karşısında çınılmaz
gittikçe
getirtilen
elleri, kolları
bağlı
bir şey olduğunu
YAZDIRDI
ş i ş m e s i , idrarının doktorların
k a l m a s ı , O'na
ke
hastalığının ölümün
anlatmıştı. Atatürk,
ka
karnından
i l k kez s u a l ı n m a s ı n d a n b i r s ü r e ö n c e (5 E y l ü l 1938) V a s i y e t n a m e s i n i hazırlamış v e kendi e l i y l e 6 Ekim 1938'de N o tere v e r m i ş t i . Çünkü yavaş yavaş öleceğini artık
kesinlik
le a n l a m ı ş b u l u n u y o r d u . A t a t ü r k D o l m a b a h ç e ' d e 71 s a y ı l ı o d a d a y a t ı y o r d u . B u odanın ortasında duvara dayalı ceviz oymalı karyolası var dı. Üstünde beyaz t ü l d e n bir c i b i n l i k asılıydı. Yatağın y a nında k o m o d i n , üzerinde m o r bir kolonya ş i ş e s i , a y a k u c u n da bir şezlong d u r u y o r d u . Denize bakan panjurlu pencerelerin önüne mavili H e reke kumaşıyla kaplı koltuklar, kanepeler, köşeye de y a s t ı k l ı b i r s e d i r y e r l e ş t i r i l m i ş t i . O d a n ı n s o f a y a a ç ı l a n iki k a pısı v a r d ı . Bunların arasında bir t u v a l e t m a s a s ı ,
masanın
üzerinde de d ö r t köşe a k r e p v e y e l k o v a n ı f o s f o r l u bir sa at duruyordu. İşte A t a t ü r k ' ü n son sözü olarak tarihe geçen
406
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
" S a a t kaç » s o r u s u b u s a a t e bakarak Gcruimuştu. D ı ı v a r i s e m a v i üstüne s a r ı y a l d ı z l ı b i r fonla k a p l ı y d ı . Vasiyetnamesinin
hazırlanması için umumî
kâtip Ha
san Rıza S o y a k ' ı n y a r d ı m ı n ı i s t e d i ğ i n i d u y m u ş t u k . B i r g ü n Soyak'ı çağırdı. M a l olarak nesi varsa bir listesini masını
istedi, umumî
kâtip buna
hiç
gerek
çıkar
olmadığını,
kendilerine yapılacak operasyonun basit ve tehlikesiz bir şey olduğunu, bundan kaygılanacak hiç bir şey bulunma dığını s ö y l ü y o r s a da d i n l e t e m i y o r d u . —
« B u n u ne p a h a s ı n a o l u r s a o l s u n y a p a l ı m , »
diyor
du. Emir emirdi. H e m daha fazla ı s r a r e t m e s i , zaten hasta olan A t a türk'ü üzebilirdi. Umumî kâtip bürosuna giderek kayıtlardan istediği lis teyi ç ı k a r ı y o r . Bu l i s t e esas t u t u l a r a k K o c a e l i Selâhattin Yargı ile bir vasiyetname
milletvekili
hazırlanıyor.
Atatürk, vasiyetnamesinde bütün mal ve mülkünü y i ne
millete
bırakmaktaydı. Şahsi
servetinden, çok yakın
larına, s e v d i k l e r i n e aylık bağlanıyordu. Vasiyetnamede
yaşadıkları
sürece
kızkardeşi
Makbu
le A t a d a n ' a ayda 1000, P r o f e s ö r A f e t İnan'a 8 0 0 , t a y y a r e c i Sabiha
Gökçen'e
600, Ülkü'ye
200, Rukiye v e
Nebile'ye
d e 100'er l i r a b ı r a k ı y o r d u . A y r ı c a S a b i h a G ö k ç e n ' e b i r e v alabilecek para v e r i l e c e k . M a k b u l e Atadan'ın da Çankaya' da o t u r d u ğ u e v ö l ü n c e y e k a d a r e m r i n d e k a l a c a k t ı . B u n l a r dan başka İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek ö ğ r e n i m l e rini b i t i r i n c e y e kadar gereken
yardımın yapılmasına
ilgin
b i r madde d e v a r d ı . U m u m î k â t i p H a s a n Rıza S o y a k , A t a t ü r k ' ü n gün A l t ı n c ı
Noter
İsmail
Kunter'i
Dolmabahçe
emrettiği Sarayının
ü s t k a t ı n d a k i d e n i z e b a k a n odaya g ö t ü r ü y o r . A t a t ü r k o n ları i p e k p i j a m a s ı v e k ı r m ı z ı r o p d ö ş a m b r ı s ı r t ı n d a , b o y n u na b a ğ l a d ı ğ ı v i ş n e ç ü r ü ğ ü e ş a r b ı i l e t r a ş o l m u ş v a z i y e t t e karşılıyor. Sigara ve kahveler içildikten sonra bir süre şun-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
407
d a n b u n d a n , l s t a n b u l ' d a l < i N o t e r s a y ı s ı n d a n , o y ı l çıl<an N o ter
Kanunundan konuşuluyor, fakat hastalığından
edilmiyor.
Sonunda
umumî
kâtip'le
Noter,
hiç
gitmek
söz
üzere
ayağa kalkıp izin istedikleri zaman, masanın üzerinden a l dığı kapalı bir zarfı N o t e r e d o ğ r u —
«Bu b e n i m
uzatarak:
vasiyetnamemdir.
İcap
ettiği
zaman
açarsınız,» diyor. Noter, d o k t o r ve u m u m î kâtip kalkıp ç ı kıyorlar. H a s a n Rıza S o y a k s o n r a d a n b u n l a r ı a n l a t ı r k e n , g ö z l e rinin yaşlarla dolduğunu fark Hasan
etmiştim.
Rıza S o y a k , A t a t ü r k ' ü n
vasiyetnamesini
nasıl
hazırladığını şöyle a n l a t m ı ş t ı : —
«Vasiyetnamenin
Notere verilişinden
bir
ay
önce
A t a t ü r k b e n i ç a ğ ı r d ı . Sağ k o l u n u b a n a d o ğ r u u z a t a r a k y a r d ı m istedi. Elini t u t t u m . Böylece d o ğ r u l d u ve yatağın
için
de bağdaş k u r d u . Birkaç dakika denize ve karşı sahile bak t ı . Heyecanını yenmeğe çalıştığı bana
çevirdiği
zaman uzun
belli oluyordu.
kirpiklerinin
Gözlerini
ıslandığını
fark
e t t i m . Sonra önüne bakarak şöyle konuşmağa başladı: 'Bu yolda k o n u ş m a k b e n i m için de, senin için de ağır bir şey ama başka çaremiz yok. Konuşmağa mecburuz ço cuk. Hani s e n i n l e bir
işimizden
sözederdik.
Hatta
bunun
için bir kanun çıkarılmıştı. Şu V a s i y e t n a m e m e s e l e s i . Bu g ü n , y a r ı n o işi b i t i r m e l i y i z . N a s ı l o l s a b i r g ü n
karnımdan
su alınacak. Ne olur, ne olmaz. Bağırsaklardan biri deline b i l i r , b a ş k a b i r arıza o l a b i l i r . H e r h a l d e t e d b i r l i
olmalı?'
« G e r ç e k t e n de bu k o n u y u beş yıldan beri ara sıra ko nuşuyorduk.
Medenî
Kanunun
12 H a z i r a n
1933 t a r i h i n d e
çıkarılmıştı
ki, bundan
452.
2307
maddesini
numaralı özel
Atatürk'ün
değiştiren bir
tasarruflarının
kanun mahfuz
hisseler hakkındaki hükümden müstesna olup, bütün
mal
larında m u t e b e r olduğu b e l i r t i l i y o r d u . «Atatürk'ün artık fâni âlemdeki günlerinin sayılı oldu ğ u n u v e acı s o n u n y a k l a ş t ı ğ ı n ı ç o k i y i b i l d i ğ i m h a l d e V a -
408
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
siyetnamenin
yapılması
sözünden
türk'e sonra güçlükle şunları
iyice
sarsıldım.
Ata
söyleyebildim:
'Emrinizi sırf öteden beri düşündüğünüz bir şey oldu ğu için d i n l i y o r u m . Yoksa buna hiç lüzum yoktur. Yapıla c a k iş g a y e t b a s i t b i r a m e l i y e d i r v e b u y u r d u ğ u n u z katiyen
tehlike
yoktur.'
« A t a t ü r k ' ü n h e m e n mal olarak nesi varsa bunların bir listesini
yapıp
getirmem
konusunda
verdiği
emri
yerine
getirmek için büroma gidip, defter ve kayıtlara bakarak is tediği
listeyi
hazırladım. Listeyi
alıp
inceledikten
«Bunları i k i y e ayıracağız. Bir kısmı hayatta müddetçe üzerimizde
sonra:
bulunduğumuz
kalması gerekenlerdir. Nukut,
senetleri. Çankaya'daki
köşkle eşyası gibi...
hisse
Yapacağımız
vesikaya işte bunları koyacağız. Öbürleri yani başka lerdeki evleri ve emlâki. Ankara'ya döner dönmez
yer
mahalli
belediyelere ve öbür kurumlara verir, muamelesini
yaptı
rırız,» d e d i . «Vasiyetnamenin
müsveddesini
hukukçu
şım olan Kocaeli milletvekili Selâhattin Yargı yıp A t a t ü r k ' e
bir
arkada
ile hazırla
sundum. Okuduktan sonra: 'Derhal yazalım.
Kapıyı kapa da içeri k i m s e g i r m e s i n , ' d e d i . Ö n ü n e yemek
tablasını
alarak
müsveddeye
baka
baka
ayaklı
kendi
yazısıyla yazıp b i t i r d i . Bir ara ' Y o r u l d u n u z , b ı r a k a l ı m , kaç saat sonra d e v a m ederiz.'
dediğim
halde
'Hayır, hayır başladık, b i t i r e l i m , ' diye karşılık
el bir
dinlemedi verdi.»
ÇOK ACI ÇEKİYORDU
ATATÜRK hasta yattığı son günlerinde gerek
Savaro
na y a t ı n d a g e r e k s e D o l m a b a h ç e S a r a y ı n d a g e c e l i k
kıyafe
ti olan e n t a r i y l e dolaşır v e uzanırdı. Fransız d o k t o r u n u sevmeyişine
karşı hiç bir zaman başucundan ayrılmayan
Şakir A h m e t ve Ziya
Naki'ye karşı derin bir sevgi
y o r d u . Türk doktorlarına daha çok g ü v e n d i ğ i her
Dr.
besli
halinden
belli oluyordu. Koltukla Savarona'dan Dolmabahçeye taşındıktan son ra A t a t ü r k , d a h a ö n c e
neden Saray'a gelmediğine
üzülür
bir hal t a k ı n m ı ş t ı . Ç ü n k ü yattaki c e h e n n e m i andıran sıcak tan
burada eser
y o k t u . Sarayın odaları
daha
serinceydi.
H e m b u r a d a buz s a n d ı k l a r ı g e r e k m i y o r d u . Atatürk'ün
karnı
günden
güne
ş i ş i y o r d u . Bu
yüzden
n e f e s a l m a k t a g ü ç l ü k ç e k t i ğ i n i g ö r ü y o r d u k . Bizi a r t ı k y a n m a b ı r a k m ı y o r l a r d ı . Pek ö n e m l i b i r g ö r e v i ç i n
pek
doktor
ların istediği bir şeyi g ö t ü r m e k üzere kapısına gidiyor, ço ğ u z a m a n da i ç e r i g i r m e d e n
dönüyorduk. Ancak
kapının
aralığından görebilirsek o kadar. A t a t ü r k ' ü n hastalığı hepi mizin
kolunu, kanadını
sizliğine
kırmış, Saray derin
bir ö l ü m
ses
bürünmüştü.
Yapılan
bütün tedaviye
ve tıbbın
gerektirdiği
işlem-
410
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
lere r a ğ m e n Atatürlc'ün d u r u m u lıer gün biraz dalıa ye
gittiğinden,
Hükümet
son
bir
çare olarak
kötü
Viyana'dan
E p i n g e r , A l m a n y a ' d a n da B i r e g m e n a d l ı i k i ü n l ü
profesör
d a h a g e t i r t m i ş t i . F a k a t b u n l a r ı n da k o y d u ğ u t e ş h i s , y a p t ı ğ ı t e d a v i , aldığı t e d b i r hep aynı idi. Hastalık Atatürk
gittikçe
ilerliyor,
çevresindekilere
karın
neşeli
gittikçe
görünmek
şişiyordu.
istediği
acı içinde kıvrandığı belli o u y o r d u . Y o r g u n l u k ve
halde
halsizlik
yüzünü i n c e l t m i ş , O'nu bitkin bir hale g e t i r m i ş t i . A r t ı k ka rın ş i ş m e s i , t e h l i k e l i bir hal yarattığından su alma na g i t m e k t e n alma
yolu
başka çare k a l m a m ı ş t ı . Fakat d o k t o r l a r ,
işlemini
elden
geldiği
kadar
su
geciktirmek
kararında
g ö r ü n ü y o r l a r d ı . A t a t ü r k de d u r u m u n ciddîliğinin
farkınday
dı. Hatta bir gün doktorlara: — diye
«Su a l m a k a m e l i y e s i t e h l i k e l i m i d i r , a c ı v e r i r m i ? »
sormuştu.
Fakat
doktorlar
O'nu
kaygılandırmamak
için çok basit o l d u ğ u n u , hatta bu işi k e n d i l e r i d e ğ i l , a s i s tanlarına
yaptırdıklarım söylüyorlardı. Aslında bu, doktor
l a r ı n s a k l a d ı k l a r ı n d a n da t e h l i k e l i
bir
şeydi. Barsaklardan
biri d e l i n e b i l i r d i . Sonunda Atatürk, bütün dayanıklılığını yitirmeğe
baş
ladı. A r t ı k acıya dayanamaz hale g e l m i ş t i . D o k t o r l a r a : —
«Karnımdaki
suyu
b i r an e v v e l
alın,»
diye
emir
v e r d i . Fakat hiç b i r i n d e buna c e s a r e t y o k t u . Daha bir süre suyun alınmamasını uygun görüyorlardı. Atatürk'ün Fransız
suyun
doktorunun
alınması
ikinci
için diretmesi,
gelişine
t ü r k ' ü daha iyi bulacağını u m u t ettiğini gelir
gelme.-? d ü ş
türk'e
kırıklığına
söylemişti.
uğradı. Bunun
bakan Türk doktorlarıyle
tam
rastladı. Doktor,
Fransız
uzun bir g ö r ü ş m e o l d u v a A t a t ü r k ' ü n
üzerine
doktoru
bir çare
kalmamı,ştı v e bunu yapmağa
A k s i halde hastalık daha k ö t ü y e g i t m e ğ e
Fakat Ata
arasında
karnından
alınmasına karar v e r i l d i . Yoksa acısını h a f i f l e t e c e k hiç
da Ata
suyun başka
zorunluydular.
başlamıştı.
ARTIK D U A
BÜTÜN m e m l e k e t A t a t ü r k ' ü n
hastalığıyla
EDİYORDUK
ilgileniyor
d u . H e r k e s s a b a h g a z e t e s i n i a ç ı n c a i y i b i r h a b e r alır u m u duyla heyecanlanıyor, fakat beklediği müjdeyi göremiyordu. M i l l e t t e n hastalığın gidişi saklandığı için henüz işin tehli keli hali, yurda yayılmamıştı.
Avrupa'dan
doktorlar
gel
m i ş t i , elbette k i , bu hastalığa bir de çare bulacaklar, A t a türk'ü
eski s a ğ l ı ğ ı n a
kavuşturacaklardı. Halk
bu
şekilde
avutuluyordu. O y s a biz i ş i n i ç i n d e y d i k . H e r s a a t d e ğ i l , h a t t a her d a kika kulağımıza bir başka haber çalındığı için gece u y k u larımızda
bile Atatürk'ten
t u k . Y a r a b b i , ne b u n a l ı m l ı O'nun yaşaması yastığım
başka şey günler
düşünemez
olmuş
g e ç i r i y o r d u k . Her
için Tanrı'ya dua e d i y o r d u m . Çok
gözyaşından
sırsıklam
ıslanıyordu. Günler
yor, fakat b e k l e n e n iyi haber bir t ü r l ü
gece zaman geçi
gelmiyordu.
A t a t ü r k ' ü n k a r n ı n d a n ilk o l a r a k b i r t e n e k e y e y a k ı n s u alındıktan sonra O'nun birden ç ö k t ü ğ ü , çok zayıf haberi geldi. Böyle olduğu belirmişti. birbirimizle
halde
Sudan kurtuldu, belki hastalık hakkında fikir
içimizde düzelir
düştüğü
yine bir
diye
umut
düşünüyor,
yürütüyorduk.
412
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Atatijırl<'ün
karnından
Doktor
Fiessenger
ve
Neşet
Ö m e r ' i n g ö z e t i m i a l t ı n d a O p e r a t ö r İVI. K e m a l Ö k e t a r a f ı n dan bir t e n e k e y e yakın su alınmıştı. Ç ü n k ü artık karnına toplanan suyun yüzünden yatakta dik
Atatürk
oturamıyor,
büyük bir sıkıntı çekiyordu. Kendisini dik tutabilmesi
için
arkasına yastıklar yığılmıştı. Çok yorgun, bitkin, halsiz ol duğu
halde, çektiği
meğe
acıyı
belli
etmemeğe, neşeli
görün
çalışıyordu. Buna r a ğ m e n acısı, sıkıntısı belli
olu
yordu. A t a t ü r k , ilk suyun alınmasından sonra çok zayıflamış t ı . İki k o l u n u b a ş ı n ı n a l t ı n a a l a r a k a r k a ü s t ü y a t ı y o r d u . Kar nını büyük bir sargıyla s a r m ı ş l a r d ı . Kendisine « g e ç m i ş o l sun»
diyen
Kılıç A l i ' y e ,
doktorların
duyamıyacağı
kadar
hafif bir sesle şöyle dedi: —
«Çıkan suyu gördün m ü
karnımdan?
Bu k a d a r
dolu bir kap insanın karnı üzerine konsa dayanabilir
su mi?
Bak b e n n e h a l d e y i m , b u n a n a s ı l d a y a n m ı ş ı m ? » Kılıç
Ali, Atatürk'ün
kollarını
öperek
şöyle
karşılık
verdi: —
«Geçmiş olsun
Paşam, bunların hepsi
Su a l ı n d ı k t a n s o n r a A t a t ü r k duyduk.
Fakat
gece
inlemeleri
biraz
geçecek.»
sakinleşmiş
kesilmedi
diye
denHince
yüre
ğ i m ağzıma gelir gibi oldu. gittim.
Yatı
neden Dolmabahçe önlerinden kaldırıp Bebek koyuna
O
sıralar
ben Savarona
yatıyla
Bebek'e
gön
d e r m i ş l e r d i b i l m i y o r d u m . Fakat hemen her gün Saraya ge liyor, arkadaşlarımdan A t a t ü r k ' ü n sağlık d u r u m u bir
şeyler
öğrenmeğe
gözleri yolda, akşam
çalışıyordum. Yattaki benim dönmemi
hakkında
personel
sabırsızla
de
bekliyor,
beni güvertede karşılıyor, fakat ağzımı açmadığımı
görün
ce bir değişiklik olmadığını anlayarak susuyorlardı. Karından
su alınma
halde genel durumunda
işlemi
bir parça rahatlık
verdiği
hemen dermansızlık meydana ge
t i r m i ş , o büyük adam saatten saate sanki küçülür gibi
bir
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
413
hal a l m ı ş t ı . Fakat o halde bile aralıksız sabah gazeteleri ni izliyor, her sabah t r a ş m ı oluyor, k a r a r n a m e l e r i
imzalı
yor, devlet işlerinin aksamamasına gayret ediyordu.
Hal
sizliğini belli e t m e m e k için radyo dinliyor, gramofonu din liyor, hatta gösterip
yanına
girenlere
üzülmemeleri
için
şakalaşıyordu. Gece uykusu kaçtığı
güleryüz
zaman
zile
basıp, g ö r e v l i n ö b e t ç i arkadaşı çağırıyor, n ö b e t t e k i m var sa yanına g e t i r t i p y o r u l u n c a y a dek k o n u ş u y o r v e k o n u ş t u r u y o r d u . Hastalığının bu d ö n e m i n d e A t a t ü r k , Ankara'ya git m e k t e ısrar —
ediyor:
«Beni A n k a r a ' y a g ö t ü r ü n , ne olacaksa orda olsun.»
diyordu. H a t t a A n k a r a y o l c u l u ğ u i ç i n ü ş ü m e m e s i i ç i n S a l i h Boz o k ' a u z u n y ü n ç o r a p v e b a c a k s a r g ı s ı b i l e a l d ı r t m ı ş t ı . Sa lih Bozok'la Kılıç A l i ' y e bunları —
göstererek:
«Bunları ayağıma g i y i p , b o y n u m a da kalın bir eşarp
s a r d ı m m ı b i r ş e y o l m a z . Gazi i s t a s y o n u n d a t r e n d e n
iner,
oradan otomobille Çankaya'ya çıkarım.» diyordu. O
günlerde Romanya
ğından öldüğü
rülmesine şiddetle kendisini
neden
siroz
göndermek
«Budalalar!» diye «Bir
götü
doktorların
istemediğinin
ne
sinirlenmiş: bağırmıştı.
A t a t ü r k her gün A n k a r a ' y a g i t m e k t e ısrar —
hastalı
Ankara'ya
karşı çıkıyorlardı. Atatürk,
Ankara'ya
denini öğrenince —
kraliçesi, trende
için doktorlar, Atatürk'ün
an önce
beni Ankara'ya
ediyor:
gönderin.
Yapacak
ö n e m l i işler var.» d i y o r d u . A t a t ü r k , acaba Ankara'ya giderek hangi ö n e m l i işi b i t i r m e k istiyordu? Ne yazık k i , d ü ş ü n d ü ğ ü neyse bunu ya p a m a m ı ş v e b u g i z l i i s t e k b i r acı o l a r a k k a l ı p , birlikte
Atatürk'ün tığı
kendisiyle
gitmiştir. hiç durmadan
ısrar, h e p i m i z i n
yaratmıştı. Gider
üzerinde
Ankara'ya büyük
gitmek
için yap
bir heyecan
m i , gider, diye düşünüyorduk.
dalgası «Giderse
414 ne
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM o l u r ? T r e n i n s a r s ı n t ı s ı n d a n daha ç o k k u v v e t t e n
düşer
m i , yoksa daha büyük bir f e l â k e t gelir m i ? G i t m e z s e tulur mu?» diye aramızda tartışmalara başlamıştık.
kur Bütün
g ü n ü m ü z ü bu tür konuşmalar alıyordu. Sonunda
doktorların
elbirliğiyle
verdikleri
karar
ke
s i n l i k kazandı: A t a t ü r k Saraydan hiç bir y e r e ç ı k a r ı l m a y a - , cak, gerektiği nacaktı.
kadar
Ankara
yolculuğu
konusunda
oyala
BEBEK'le şimdi
Dolmabahçe
düşündükçe
arasmda
o günleri
yaşar
candan bitkin bir hale g e l m i ş t i m
nasıl
SON
BAYRAMİ
gidip
geldiğimi
gibi o l u y o r u m .
o günler.
Heye
Bazen
dan, kötü ve acı haberin k o r k u s u n d a n Saraya
korku
gidemediğim
zamanlarda telefonla Dolmabahçe'nin santralını bulup,
ür
kek ü r k e k santral m e m u r u K e m a l Beye « d e ğ i ş i k l i k varmı?» diye
soruyordum. Ondan
«hayır»
karşılığını
alınca
içime
su serpiliyor, h e m e n yattaki arkadaşlarımın yanına «Çok şükür, daha yaşıyor,» d i y o r d u m .
Ondan
koşup,
sonra
hep
birden «inşallah kurtulur!» diye başlıyorduk duaya. B ö y l e c e 1938 y ı l ı n ı n C u m h u r i y e t B a y r a m ı g e l i p
çattı.
Halka bir şey d u y u r m a m a k ve ş e h i r d e yas havası e s t i r m e mek için şenliklerin eskiden olduğu gibi yapılması
uygun
görüldü. Yine taklar kuruldu, parlak bir geçit töreni yapıl dı, gece fener alayları düzenlendi. Hatta Kuleliler
Sarayın
önüne vapurla gelip gösteri yaptılar. Gece sabaha dek ha vai fişeklerle şenlikler
sürüp
gitti.
On beşinci Yıl ş e n l i k l e r i g e r ç e k t e n de A t a t ü r k ' e olmu.stu. Bütün C u m h u r i y e t
Bayramlarını
sabahlara
dek ayakta, neşe, zevk ve keyif içinde halkla kucak
zehir dek kuca-
416
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
ğa g e ç i r e n A t a t û r l < i ç i n y a ş a m ı n ı n s o n C u m h u r i y e t
Bayra
mının gününü ve
sessiz
gecesini, Doimabahçe
Sarayının
bir odasında ö l ü m d ö ş e ğ i n d e g e ç i r m e s i , O'nun için ne b ü yült, ne dayanılmaz a c ı y d ı . G ü n l e r i
değil
saatleri
sayılı
olan bu büyük insan süzülmüş, solgundu, kesik kesik n u ş u y o r d u artık. Yanındakiler O'na iyileşeceksiniz»
şeklinde
«kalkacaksınız
oyalayıcı
sözler
söylüyorlardı.
Gece ışıklarla donatılmış bir vapur, Sarayın rıhtımına ğecek sesi
derecede
yanaşmıştı. Vapurdan
yükseldi. Ölüm
duvarlarında gelmişler,»
sessizliğine
dediler. Çok
kati yoktu. İşaretle
duygulandı.
kaldırılmasını
çılgınca
bürünen
yankılandı. «Üniversite
ko
Paşam,
bir
odanın
de alkış
soğuk
gençleri
kutlamağa
Kalkmak
i s t e d i . Ta
istedi. Kollarına
girildi,
pencere kenarındaki bir koltuğa oturtuldu. Yine yanındakilerin yardımıyla ayağa kaldırıldı. Kılıç A l i ile Ş ü k r ü
Kaya
vardı hatırladığıma göre. Sonra eliyle vapurdakileri selâm ladı. Vapurdan bir alkış tufanıdır koptu. «Yaşa, varol!» s e s l e r i g ö k l e r e y ü k s e l i y o r d u . B e l k i A t a t ü r k ' ü n el i ş a r e t i n i
gör
müşler, belki de g ö r m e m i ş l e r d i . Gençlerin söylediği
«dağ
başını d u m a n almış» marşı vapurla b i r l i k t e uzaklaşıp, ka ranlıkların içinde kayboldu. Atatürk
cansız fakat m u t l u bir sesle
sanki
işitecek-
lermiş gibi gençlere arkalarından şunları söyledi: —
«Bu b a y r a m l a r v e y a r ı n l a r s i z i n d i r . G ü l e
güle...»
Birkaç dakika ayakta kalmak O'nu y o r m u ş t u . Yatağına yatırıldı. Yanındakiler
sessizce
dışarı
süzüldüler.
Hepsi
nin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Hepimiz gözyaşlarımızı d ı ş a r ı , h ı ç k ı r ı k l a r ı m ı z ı i ç i m i z e Her taraf vardı. Millet donanmıştı.
akıtıyorduk.
e l e k t r i k l e r l e donatıldığı halde bir i ç t e n i ç e a ğ l ı y o r d u . Bu
Buradan
atılan fişekler
arada ve
patlayıcı
lar A t a t ü r k ' ü r a h a t s ı z e t m i ş o l m a l ı k i , z i l e b a s ı p , arkadaşlardan Kâmil'i çağırdı. Sofracıya: —
«Bü p a t ı r d ı l a r n e d i r ? » d i y e s o r d u .
sessizlik
Kızkulesi
de
maytap sofracı
ATATÜRK'ÜN UŞAĞr İDİM
417
Kâmil aklınca A t a t ü r k ' ü n ü z ü l m e m e s i için olacak, bir denbire: —
«Gök g ü r l ü y o r Paşam,» d e y i v e r i n c e , A t a t ü r k
istemez gülümseyerek:
ister
«Haydi enayi,» dedi v e tekrar ya
tağına uzandı. Biz
Cumhuriyet
Bayramının
on
beşinci
yıl
dönümü
şenliklerine candan katılamadık. İçimiz kan ağlıyordu. Hep Büyük Ata'yı
düşünüyorduk.
Kimbilir
O, şenlikleri
göre
m e d i ğ i için ne kadar ü z ü l m ü ş t ü r . Sevgili m i l l e t i n i n
arası
na k a t ı l a m a d ı ğ ı i ç i n k e n d i k e n d i n i
yemiştir.
F: 27
SON
DAKİKALARI
CUMHURİYET Bayramının ertesi günü Atatürl<'ün ate şinin
birdenbire
yüicseidiğini
duydul<.
İçimizi
derin
bir
ü z ü n t ü l<apladı. K i m s e n i n a ğ z ı n ı bıçal< a ç m ı y o r d u . Derl<en bir haber
daha g e l d i : A t a t ü r k komaya g i r d i . Bütün
Saray
ileri gelenlerini, sanki iğne üstündeymiş gibi uykusuz t u t a n bu i l k k o m a , k ı r k s e k i z s a a t s ü r d ü . K o m a d a n s o n r a b i r kaç k e l i m e k o n u ş t u ğ u n u öğrendik. A r t ı k yordu.
Hepimizi
bir
ferahlık
mıştık. Tehlikeyi atlattı diye Atatürk,
atlattığı
sakinleşti. deni
k a p l a m ı ş t ı . Bayağı
umutlan-
düşünüyorduk.
tehlikenin
farkındaydı.
Çevresinde
k i l e r e «bana n e o l d u ? » d i y e s o r m u ş , « d e r i n b i r u y k u dunuz»
karşılığına pek
beili etmek istemiyor Birinci şından
inanmamıştı.
uyu
inanmadığını
görünmüştü.
komadan sonra artık doktorlar A t a t ü r k ' ü n
ayrılmaz
olmuşlar
diye duyduk.
her zaman b a ş u c u n d a , ö b ü r l e r i mişler.
Fakat
Birinci komadan
sürmedi. Atatürk'ün
Neşet
de ikişer ikişer
kurtuluşun
karnındaki
Dr.
verdiği
nöbettey-
sevinç
su yine çoğalmaya
d ı . Y a t a k t a o t u r a m a z , u z a n a m a z o l d u . Ç e k t i ğ i acı a r t t ı . Fakat ö y l e s i n e
dayanıklıydı
ki, herkesi
ba
Ömer
bu
uzun başla
arttıkça haliyle
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
419
şaşl<ına ç e v i r i y o r d u . H e r s a b a i ı g a z e t e l e r i b a ş ı n d a n na k a d a r o k u m a s ı , e s k i h a l i n i
sonu
hatırlatıyordu.
A t a t ü r k a r t ı k n e f e s a l m a k t a da g ü ç l ü k ç e k i y o r d u . BLI yüzden yeniden karnından s u
alınmasında
ısrar
etmeğe
başladı. Doktorlar önce buna karşı çıktılarsa da, sonunda oybirliğiyle
suyun
alınması
konusunda
birleştiler,
ikinci
s u da a l ı n d ı . S u a l m a i ş i n i bu kez D r . M e h m e t K â m i l y a p m ı ş t ı . Fakat ne yazık
Berk
k i , b u i k i n c i s u a l m a da hiç
i ş e y a r a m a d ı , s a d e c e A t a t ü r k ' ü ö l ü m e b i r a z daha
bir
yaklaş
tırdı. O günlerde Atatürk'ün cam enginar istemiş. olmadığı
için
de
Hasan
Rıza S o y a k , t e l e f o n l a
Mevsimi Hatay'dan
s i p a r i ş e t m i ş t i . İ k i n c i s u a l ı n m a s ı n ı e r t e s i g ü n ü Kılıç A l i ' ye yakınmada —
«Yahu
bulunarak: doktorlar
bana
niçin
enginar
yedirmiyo;-
1ar?» d i y e s o r m u ş , o da ş ö y l e k a r ş ı l ı k v e r m i ş t i : —
«Enginar
mevsimi
olmadığı
edildi. Bugün yarın gelecek. İnşallah
için
A t a t ü r k bu s ö z l e r d e n ç o k m e m n u n Atatürk'ün
yaşamında
isteyerek
Hatay'a
sipariş
yersiniz.» olmuştu.
ısmarladığı
Enginar.
belki
de
ilk
v e s o n y e m e k t i . F a k a t ne y a z ı k k i , b u n u y e m e k k ı s m e t o l madı. İkinci su almadan sonra yine b i t k i n ve y o r g u n A t a t ü r k ' ü n 8 Kasım günü kay e t t i k t e n sonra ya g i r d i ğ i n i kendini
düşen koma
duyduk.
Atatürk'ün ve
ikinci
berberi
kay e t m e ğ e
Mehmet,
birdenbire
başladığını
haber
fenalaştığını
verince
Hasan
Rıza S o y a k , K ı l ı ç A l i , N e ş e t Ö m e r v e A b r a v a y a , A t a t ü r k ' ü n başucuna k o ş m u ş l a r . A t a t ü r k onlara «saat kaç?» diye sor m u ş . O n l a r da s a a t i n y e d i o l d u ğ u n u
söylemişler.
9 Kasımı dalgın bir halde geçiren A t a t ü r k , dakikadan dakikaya
sönmeğe
başlamış.
Gelen
haberlere
göre
artık
u m u t k a l m a m ı ş . D o k t o r l a r d a da u m u t y o k t u . G ö z y a ş l a r ı m ı zı t u t a m ı y o r d u k . A r t ı k h a y a t
bize zindan gibi
görünmeğe
420
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
başlamıştı. O geceyi uykusuz geçirdik. Yine d e dua etmek ten kendimi alamıyordum. 9 K a s ı m ı 10 K a s ı m a r e t i 3 7 , 5 , n a b z ı 132,
bağlayan gece Atatürk'ün
s o l u n u m u 33 i m i ş .
Rengi
hara
tamamen
s o l m u ş . Gırtlağından bir ara «Hı... h ı . . . hı...» diye bir ses ç ı k a r m ı ş . D o k t o r İVlehmet K â m i l B e r k b a ş u c u n d a b i r
yan
d a n g ö z y a ş l a r ı n ı a k ı t ı r k e n , b i r y a n d a n da ı s l a t t ı ğ ı b i r p a mukla Atatürk'ün
ağzına su v e r m e ğ e
uğraşıyormuş.
y o l a n ı n a y a k u c u n d a da S ü r e y y a H i d a y e t S e r t e r Dr. A b r a v a y a , A t a t ü r k ' ü n ayak p a r m a k l a r ı n ı n le u ğ r a ş ı y o r l a r m ı ş .
(Paşa)
Kar ve
hassasiyetiy
SALİH BOZOK KENDİNİ
ATATÜRK'ün
ikinci
komaya
girdiği
geceyi
VURUYOR
uykusuz
geçirmiştim. O'na on iki yılık h i z m e t i m
bir f i l m şeridi gibi
rimin önünden g e ç t i . Boğazıma bir içinde,
sırılsıklam
t e r l e m i ş t i m . Sabahı
la b e r a b e r b i r a z d a l a r g i b i
gözle
şey t ı k a n m ı ş t ı . Kâbus güç
ettim.
Şafak
olmuştum.
Uykusuz gecenin sabahında v ü c u d u m ezilmiş gibi ya t a ğ ı m d a n ç ı k t ı m . Biraz sonra Saray'a gider, vaziyeti nirim, diye
öğre
düşünüyordum.
Yatta i ş l e r i m i b i t i r i r k e n Bebek Polis Karakolunun bay rağının yavaş yavaş yarıya d o ğ r u indiğini
gördüm.
Bütün
v ü c u d u m s a n k i k a r ı n c a l a n ı y o r d u . Bir a n d a ş i d d e t l i b i r
ür
p e r t i sardı her yanımı. O a n d a acı g e r ç e ğ i a n l a m ı ş t ı m . D e m e k k i , A t a t ü r k y a ş a m ı y o r d u artık. O mavi gözler bir daha parlamamak
üze
re s ö n m ü ş t ü . Bir an d u y g u s u z , t a ş gibi kaskatı k a l d ı m . Ne a ğ l a y a b i l i y o r , n e d e b i r s e s ç ı k a r a b i l i y o r d u m . Bir s ü r e i ç i m ürperme dolu, öyle duraksadım. Neden sonra kendimi to parlayıp bildim.
aşağıya
koştum.
Arkadaşlarıma:
«Ölmüş»
diye
422
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
O anda yatta bir f e r y a t l a figandır başladı. Hiç
kimse
gözyaşlarını tutamıyordu. Benim de o ilk duygusuz, taş gi bi h a l i m
geçmiş, yanaklarımdan yaşlar
süzülmeğe
başla
mıştı. Kendimi
toparladıktan
le b a ğ l ı o l a n t e l e f o n u n a
sonra
Savarona
koştum. Hemen
yatının
şehir
telefona
sarıla
rak S a r a y ı n s a n t r a l m e m u r u K e m a l B e y i a r a d ı m . H â l â i n a namıyor,
inanmak
istemiyordum.
Sesimi
duyunca
Sadece «doğru» d i y e b i l d i . Başka bir şey Hemen
bir taksi ç e v i r i p
t u m . Rüyadaymış gibi
tanıdı.
söylemedi.
Dolmabahçe'nin
gidiyordum. Beynim
yolunu
tut
zonkluyordu.
Saraya nasıl v a r d ı m b i l e m e m . Orası görülecek ş e y d i . Her yan derin bir sessizliğe b ü r ü n m ü ş t ü . Boşalmıştı Hiç kimse kalmamıştı. Hemen oradakilere —
«Ne
Aldığım
o l d u , ne var?»
sordum.
karşılık, sessizlikten
Bu a r a d a A t a t ü r k ' ü n nı s a ğ l a m l a ş t ı r m a k ce ü z ü n t ü m
diye
bazı
denebilir.
:
başka
bir şey d e ğ i l d i .
çok yakınlarının
için Ankara'ya
durumları
koşuştuklarını
bir kat daha a r t t ı . Fakat
öğrenin
bunlara karşı
Ata
t ü r k ' e b a ğ l ı l ı ğ ı n ı h a y a t ı y l a ö d e y e n kimsfeler d e v a r d ı . O ' n u n ölümüne Bilecik
dayanamayıp, acıdan milletvekili
yatıyordu. Yaverlik nunun önünde
kendini
Salih Bozok, kanlar dairesinin
tabancayla
vuran
içinde bir
karşısındaki
köşede
bekleme
salo
kendini vuran, Atatürk'ün bu vefalı ve sa
dık arkadaşını böyle kanlar içinde görünce biraz daha fe n a l a ş t ı m . Salih Bozok o anda ö l m e m i ş , ama aldığı yarala rın e t k i s i y l e bir yıl kadar sonra hayata gözlerini tı. Atatürk'ün Köprüaltında
ölümünden
bir
süre sonra
Salih
kapamış Bozok'a
r a s t l a m ı ş t ı m . Elini ö p t ü m :
—
«Nasılsınız?» diye
sordum.
—
«Nasıl olacağız Ç e l e b i Efendi,» d e d i . Başladı
ken
dini t u t a m a y ı p Köprüaltında hüngür hüngür ağlamağa. Be ni g ö r ü n c e eski g ü n l e r i hatırlamış ve m o r a l i
bozulmuştu.
Kendisini Kadıköy i s k e l e s i n e kadar g ö t ü r ü p u ğ u r l a d ı m . Bir
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
423
daha da g ö r m e k k ı s m e t o l m a d ı . Bir s ü r e sonra da ö l d ü ğ ü nü d u y d u m . A t a t ü r k ' e bu denli bir s e v g i y l e bağlı bir insa nın daha o l a b i l e c e ğ i n i
s a n m ı y o r u m . Salih Bey,
fedakârlıkla hayatım boyunca cek
gösterdiği
gözümün önünden
gitmeye
kişilerdendir, Salih Bozok, k e n d i n i ö l d ü r m e ğ e ç o k t a n karar
ti. Atatürk'ün
hastalığı ilerlediği sıralar, kapıldığı
vermiş üzüntü
nün etkisi altında ikide bir «bu adam ölürse ben yaşaya mam,» d e m e s i ve bunu yapacağına n a m u s ve ş e r e f i üze rine y e m i n e t m e s i hâlâ g ö z l e r i m i n
önündedir.
Y Ü Z Ü N D E K İ TÜLBENTİ K A L D I R I P
ATATÜRK, Dolmabahçe
Saraymda Harem
BAKTIM
kısmmda,
her zaman yattığı odada y a t ı y o r d u . A r t ı k bu odaya b a k a m ı yor, fenalaşıyordum. Yaldızlı mobilyalar, üzeri yaldızla süs lü m a v i t a v a n b i r ö l ü m r e n g i n e odada sonsuz uykusunu
bürünmüştü. Atatürk
bu
uyuyordu. Geniş bir yatakta
tek
yastıkta yatıyordu. Hayattayken
gülkurusu
rengini
sever
di. Yine öyle bir renk içinde sonsuz uykusuna dalmıştı. S a r a y d a Rıza a d l ı b i r s o f r a c ı
arkadaşım daha
vardı.
Onunla beraber yavaşça odadan içeri süzülmüştük.
Çene
s i b a ğ l a n m ı ş v a z i y e t t e h a r e k e t s i z d u r u y o r d u . İki g e n ç s u bay, ayakucunda nöbet bekliyorlardı. A t a t ü r k öldükten saat
kadar sonra
İstanbul'daki
F a h r e t t i n Paşa, A n k a r a ' d a n
Ordu Müfettişi
verilen emirle
cenaze
için hazırlıklara geçirilmiş, üniformalı subaylar başucunda nöbet tutulmağa İşte ölümüne
bir
Orgeneral töreni
tarafından
başlanmıştı.
bir türlü inanamadığım o büyük
insan,
o koskoca t a r i h , biraz ilerde çenesi bağlanmış şekilde ya t ı y o r d u . H e r ö l ü m l ü g i b i O d a g ö ç m ü ş t ü F a k a t O, durdukça
yaşayacak ender
insanlardan
biriydi.
dünya
ATAJÜRK'ÜN UŞAĞI \D\M
—
A25
«Bir t ü r l ü ö l d ü ğ ü n e i n a n a m a d ı m . A ç b a k a l ı m y ü z ü
nü,» d e d i m . Yüzündeki tülbenti
açtırdım. Gözyaşlarımı
içime
akı
tarak yüzüne, bir daha s a d e c e r e s i m l e r i n d e g ö r e c e ğ i m y ü züne uzun uzun b a k t ı m . Yüzü
hafif
siyahtı, morarmış
gi
biydi. —
«Gerçekten ş i m d i inandım,»
dedim.
O günü nasıl g e ç i r d i ğ i m i b i l m i y o r u m . Kendime
sahip
d e ğ i l d i m . S a r a y d a n b i r t ü r l ü a y r ı l a m ı y o r d u m . O anda y a t taki görevi kim
düşünür.
Sarayda o güne kadar g ö r ü l m e m i ş
bambaşka bir ça
lışma vardı. A b a n o z ağacından bir t a b u t y a p ı l m ı ş t ı . Bunun içini
kurşunluyorlardı. Akşam üstü sofracı İbrahim'le selâmlık kısmında otu
rup d e r t l e ş i r k e n İsmail Hakkı Tekçe (Paşa) g e l d i . İ b r a h i m ' le bana d ö n e r e k : —
«Son v a z i f e m i z i
de yaptık. Yıkandı,
kefenlendi»
dedi. Sonra nöbet sırası geldi, diyerek üniformalarını giyip nöbete gitti. Giderken arkasından şöyle —
«Beyler, paşalar, şimdi
bekliyorsunuz. Yıllarca O'nu raktınız da ş i m d i m i Cenaze
dedim:
hepiniz geldiniz.
Atatürk'ü
iki cahil sofracının eline b ı
geldiniz?»
töreninin
bütün
ayrıntılarını
biliyorsunuz.
Cenaze Sarayburnu'ndan Zafer torpidosuyla Yavuz'a alınıp, İzmit'e doğru yol alırken, O'nu
izleyen yabancı
donanma
n ı n g e r i s i n d e n S a v a r o n a y a t ı y l a biz d e b u l u n u y o r d u k . nanmayı Adalara dek izledik. Önce cenaze töreni
Do
progra
m ı n a biz a l ı n m a m ı ş t ı k . F a k a t S a v a r o n a ' n ı n o d ö n e m d e s ü varisi bulunan Sait Kaptan, yatı protokole sokabilmek Saraya
gitmiş
ve çekişe
çekişe istediğini
için
yaptırmıştı.
Onun : —
« B ü y ü k a d a m l a r ı ö l ü m ü n d e atı i l e y a t ı t a k i p e t m e
lidir,» sözünü hiç
unutmayacağım.
ÖLDÜKTEN
ATATÜRK öldükten sonra Cumhurbaşkanı İnönü, Savarona yatını
hiç
olan
görmemiş. Gezmeği
Y a t ı İ n e b o l u ' y a ç a ğ ı r d ı l a r . Biz d e S a v a r o n a
SONRA
ile
İsmet
istemiş.
İnebolu'ya
gittik. Orada öyle rıhtım falan yok. Kıyıdan uzakta
demirle
dik. İsmet İnönü m o t o r l a yata geldi. Her tarafını gezdi ve b e ğ e n d i . Kısa bir y o l c u l u k yapıp İnebolu'dan
Zonguldak'a
gittik. İnönü orada yattan inerek trenle Ankara'ya
hareket
etti. Aradan
üç
yıla
yakın bir zaman
geçmişti. Yıl
1941,
H a z i r a n 22... A t a t ü r k ' ü n ö l ü m ü n d e n s o n r a b e n y i n e D e n i z yolları İşletmesi kadrosunda Savarona yatında g ö r e v l i y d i m . Artık eski
imtiyazlı
durumum
kalmamıştı. Yani
Türkiye
Cumhurbaşkanı A t a t ü r k ' ü n h i z m e t ç i s i d e ğ i l d i m . Gadecs İs m e t İnönü yata g e l i n c e h i z m e t i n i y a p ı y o r d u m . Hepsi o ka dar. O zamanın Başbakanı olan Refik Saydam'la,
Dışişleri
Bakanı Ş ü k r ü S a r a ç o ğ l u İstanbul'a g e l m i ş l e r . İ s m e t ile Savarona yatına binmişler. Gelibolu'ya
doğru bir
İnönü gezi
y a p ı y o r l a r d ı . G ü v e r t e d e İ s m e t İnönü ile Refik S a y d a m baş
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
427
başa v e r m i ş l e r k o n u ş u y o r l a r d ı . K o n u , İ k i n c i D ü n y a
Savaşı
ve Türkiye'nin nazik d u r u m u y d u . O zaman çok zor d u r u m da b u l u n u y o r d u k .
Derken salondan
çıktı. Cumhurbaşkanıyla nür vaziyette görünce —
güverteye
Saraçoğlu
B a ş b a k a n ı b ö y l e baş b a ş a
düşü
:
«Yahu ne var bunda d ü ş ü n e c e k ? Tarafsız
olduğu
muzu ilân ettik, anlattık. Buna r a ğ m e n çatarsa çatar, harp yaparız. Çatmazsa zaten m e s e l e yok.» Bu g ö r ü ş m e d e n s o n r a Ç a n a k k a l e
Boğazına d o ğ r u
reket etitk. Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu
ha
İstanbul'da
kaldılar. O zaman dört bir yanımız ateşle sarılmıştı. İkinci Dün ya S a v a ş ı t ü m h ı z ı y l a s ü r ü y o r d u . A l m a n l a r , S t a l i n g r a d İVloskova k a p ı l a r ı n a d a y a n m ı ş l a r d ı . 1-Ier an b a ş ı m ı z d a like çanları çalıyordu. Her
sabah
gözlerimizi,
kendimizi
ateşin içinde bulabileceğimiz bir güne açıyorduk. zin s i n i r l e r i
ve teh
Hepimi
bozulmuştu.
Gelibolu'da
birçok
general ve yüksek
rütbeli
kurmay
subayı yata g e l d i l e r . G ü v e r t e d e yine m e m l e k e t i n
durumu
ve savaş gücü konuşuluyordu. İnönü herkesin
düşüncelv;-
r i n i d i n l i y o r v e n o t a l ı y o r d u . Biz d e h i z m e t i d ü z e n l i
yap
mağa, pot k ı r m a m a ğ a çalışıyorduk. Konukları en iyi ş e k i l de ağırlamak
istiyorduk.
İnönü, genç bir —
kurmay subayına şöyle sordu :
«Almanlarla harp edersek
muvaffak
Subay d ü ş ü n m e d e n şu cevabı verdi —
" P a ş a m , bizi A l m a n l a r
Anadolu'da başlarına Bunun üzerine kendi anlatmağa —
«Şimdi
belâ
Trakya'da
olur
muyuz?»
: yenerler,
faket
oluruz.
İ s m e t İ n ö n ü »yaaa»
diyerek
başladı
:
Almanlar
saatte
seksen
kilometre
y o r l a r . Bu d u r u m k a r ş ı s ı n d a R u s l a r b i r b u ç u k a y d a l e r . Bu b i z i m i ç i n d e b ü y ü k k a z a n ç o l u r . K a f k a s l a r ı
ilerli yenilir alırız.
T ü r k i y e ' n i n n ü f u s u da o t u z s e k i z m i l y o n o l u r (o z a m a n n ü -
428
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
fusumuz sadece on sekiz m i l y o n d u ) . Aynı zamanda petrollerine de İnönü
Baku
kavuşuruz.»
sevinç
i ç i n d e y d i . Kabına sığamıyor, adeta
ge
l e c e k t e k i T ü r k i y e ' y i y a ş a r g i b i o l u y o r d u . Bu s ı r a d a y a n ı n da b u l u n a n A m i r a l Ş ü k r ü O k a n ' a d ö n e r e k : —
«Rus d o n a n m a s ı n e o l u r ? » d e y i n c e :
—
«Paşam, Beykoz önlerinde demirler. Gemilerin ka
malarını alır, savaşın sonunu bekleriz,» karşılığını aldı. Bu g ö r ü ş m e s ı r a s ı n d a y a t t a b u l u n a n İnönü'ye —
Fahrettin
Altay,
: «Paşam, İran savaşa g i r e r mi?» d i y e bir s o r u
sor
muş ve şu karşılığı almıştı : —
«iran'a harp
yok.»
Bunları duyunca ileride diye k o r k t u m . Daha fazla kamarama çekildim. Ne
belki ağzımdan
laf
kaçırırım
konuşulacakları duymamak olur. ne olmaz. Fakat
için
aksilikler
korktukça üzerime geliyordu., Baktım
İsmet
İnönü'nün yirmi
yıllık hizmetkârı
man Efendi, kamaramın kapısını aralamış —
«Cemal, şimdi
Os
:
Hitler radyoda, Rusların bir
buçuk
ayda yıkılacaklarını söyledi,» d e y i n c e ben de : —
«Yıkılırsa y ı k ı l s ı n , bize ne?» d e d i m .
Biraz s o n r a y i n e aynı arkadaş geldi : —
«Göbels
radyoda
Rusların bir
buçuk
ayda
yıkıla
cağını söyledi,» deyince, ben de gayet saf bir şekilde : —
« U l a n a p t a l l ı ğ ı n â l e m i y o k . Bu i ş
bir buçuk
olmaz.» diye, Rusların sanıldığı kadar hafif İ s m e t Paşayla aynı d ü ş ü n c e d e b u l u n m a d ı ğ ı m ı Bizim bu konuşmalarımızı m e ğ e r
ayda
olmadıklarını, söyledim.
kamarot Faruk
not
e d e r d u r u r m u ş . F a r k ı n d a b i l e d e ğ i l d i m . H e p s i n i İ s m e t Pa şaya y e t i ş t i r m i ş .
YATAK
ÇARŞAFLARI
S A V A R O N A y a t ı e r t e s i g ü n ü esl<i I\/leclis Başl<anı A b dülhalik Rend&iie çocuklarını almak için Bandırma'nm yolu nu t u t t u . Bandırma'ya g e l m e d e n bir saat önce Bayan M e v hibe İnönü beni çağırdı: —
«Renda'nın kamarasının yatak çarşaflarını
değişti
rin,» d e d i . —
«Hanımefendi, çarşafları
pis mi buldunuz?»
de
yince: —
«Hayır, fakat d e ğ i ş t i r i n , b i z i m çarşaflardan o l s u n , "
diye karşılık v e r d i . B i z i m ç a r ş a f l a r d e d i ğ i , y i n e b e n î m Lazzari
Franko'dan
yaptırdığım patiska çarşaflardı. —
«Peki e m r e d e r s i n i z , » d e y i p e m i r
verdim
ve
çar
şaflar değişti. K a m a r a m a g e l d i ğ i m z a m a n D o k t o r Fazıl B e y l e Ç a r k ç ı başı H ü s e y i n v e ikinci çarkçı M u h i t t i n Özeğe vardı. —
«Ne o Cemal, canın sıkılmış senin?» deyince ken
dimi toparladım: —
«Bir şey yok,» d i y e karşılık v e r d i m . Fakat onlar ıs
rar ediyorlardı:
430
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
— « E v e t c a n ı n sılcılmış s e n i n , n e n v a r s ö y l e ? » d e y i n ce b e n d e : —
«Çarşafları
beğenmediler.
de böyle güzel çarşaf görmüşler k a d a r da g ü z e l d i g ö r s e n i z , » üzerine: «Aldırma
geçer,»
Sanki
babalarının
evin
gibi. Keten çarşaflar
diye
karşılık v e r d i m .
ne
Bunun
dediler.
Bu k o n u ş m a sırasınd-3 b e n f a r k ı n d a d e ğ i l d i m . K a m a r o t F a r u k y i n e o r a d a y m ı ş . B e n i m bu i k i n c i k o n u ş m a m ı da g a nimet bilmiş. Hemen jurnal etmiş. A r a d a n o n b e ş g ü n g e ç t i k t e n s o n r a İ s t a n b u l P o l i s iVlüdürü Selâhattin Beyle iki sivil p o l i s m e m p r u v e
Denizyol
ları G o n e l M ü d ü r ü K e m a l B a y b o r a iki m o t o r l a g e l i p k a m a ramı aradılar. Allahtan beni bütün polis tanıyordu : —
«Sen b i r
kitap okuyormuşsun, o kitap
nerede?»
dediler. O sırada ben M a k s i m Gorki'nin bir romanını
okuyor
d u m . B e n i g ö t ü r m e l e r i i ç i n b i r b a h a n e g e r e k t i . Bu b a h a n e de, okuduğum —
Rus e s e r i . O n u n l a
«Evet.» d e d i m . « K i t a p
madım. Güneş Salonunun . Polisler
hemen oraya
suçlandıracaklaı-dı.
benim
rafında
d e ğ i l , d a h a da
oku
duruyor.»
koştular.
Raftan kitabı
indirdi
ler. Baktılar k i . M a k s i m G o r k i ' n i n «Ayak takımı» adlı Şehir Tiyatrosunda
o y n a n a n p i y e s i . D e r k e n bizi y a k a p a ç a
Emniyet Müdürlüğüne
alıp.
götürdüler.
Birinci Şubenin üst kattaki misafirhanesinde gayet gü z e l b i r l o c a . A l l a h t a n ki y a t a k l ı . P o l i s l e r bana : —
«Tek y a t a k l ı d a m ı y a t m a k i s t e r s i n , y o k s a ç i f t
ya
t a k l ı da m ı ? » d i y e s o r d u l a r . B e n d e : —
«Tabiî t e k y a t a k l ı d a , » d i y e k a r ş ı l ı k v e r d i m . .
A l l a h razı o l s u n o d e v r i n
polislerinden. Yoksa
halim
y a m a n d ı . T a m üç g ü n g a y e t n a z i k m u a m e l e g ö r d ü m . Ü ç ü n cü gün sorgular tekrar
b a ş l a d ı . F a k a t b u kez s o r u
sahip
l e r i İ ç i ş l e r i B a k a n ı Faik Ö z t r a k , E m n i y e t M ü d ü r ü
Selâhat
t i n , V a l i L ü t f i K ı r d a r , S ı k ı y ö n e t i m K o m u t a n ı Rıza
Artunkal
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM g i b i ö n e m l i k i ş i l e r d i . Bu bir konuşma geçti
431
idare adamlarıyla
aramda
şöyle
:
—
«Senin t a h s i l i n ne
kadar?»
—
«Altıncı sınıfa
—
«Nerelisin?»
kadar.»
—
«İzmirliyim. Salihli'de
—
«Baban
—
«O d a o r a l ı .
doğdum.»
nereli?»
Derken damdan düşercesine şu soruyu sordular : —
«Senin Ruslardan tanıdığın falan var mı?»
—
«Türklerden dahi yok. Ben yıllarca A t a t ü r k ' ü n hiz
metinde kaldım.
Tanıdığım k i m s e l e r ya s o f r a c ı , ya şoför,
y a da m i l l e t v e k i l i , b a k a n g i b i k i m s e l e r . Y a b a n c ı kimseleri t a n ı m a m . Bizler daima takipte kendi arkadaşlarımdan başkasıyla Beni sorguya ç e k e n l e r e —
milletten
olduğumuz
için
ilgilenmedim.»
:
« S e r b e s t m i y i m ? » d i y e s o r d u m . İ ç i ş l e r i Bakanı Fa
ik Ö z t r a k , p o l i s m ü d ü r ü n e : —
«Bu a d a m ı n i ç i n g e t i r d i n i z ? » d i y e s o r d u . S o n r a b e
ni s e r b e s t
bıraktılar.
Benimle beraber
gelen sekiz arkadaş da s e r b e s t b ı
r a k ı l d ı . F a k a t h e p s i b a k a n l ı k e m r i n e a l ı n m ı ş t ı . Bu v a z i y e t t a m kırk gün s ü r d ü . Bir
gün
geldiğini duyunca
Kâtip Kemal Gedeleç'e
Umumî
İsmet İnönü'nün
İstanbul'u telefon
ettim : —
«Bir adamın i f a d e s i y l e sekiz on aileyi nasıl s ü r ü n
dürürsünüz?» diye sordum. —
«Ben y a p m ı y o r u m , kanun yapıyor,» d e d i .
—
«Hangi kanunla t e v k i f ettiniz, hangi kanunla
b e s t b ı r a k t ı n ı z ? P o l i s b e n i a r a d ı , t a r a d ı , ne b u l d u ?
ser Benim
ihtiyacım yoktur, fakat öbür arkadaşlarım çoluk çocuk sa hibidir. Hiç olmazsa onların işlerini veriniz,» d e d i m . —
«Pekâlâ, onların işlerini veririz,»
Arkadaşlar
işlerine
alındı. A m a
dedi. Savarona'ya
değil,
432
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
b a ş k a g e m i l e r e . Bana hapsinde kaldım.
gelince, t a m sekiz yıl
polisin
Beşiktaş'taki evimi sattım. İzmir'e
t i m . O r a d a da göz h a p s i
devam etti. Baktım olacak
değil. Kalktım Ankara'ya g i t t i m . Çankaya'da Kemal leç'le görüştüm. Kendisinden
bu vaziyetin
göz git gibi
Gede-
düzeltilmesini
ve tekrar Denizyollarına d ö n m e m i istedim. Neyse bu iste ğ i m kabul e d i l d i . Y e n i d e n g e m i l e r e kumanyacı olarak alın dım. Bu a n l a t m ı ş Emniyet
olduğum notlar, konuk
Müdürlüğündeki
dosyamda
olarak
kaldığım
bulunmaktadır.