Agâh Oktay GÜNER: Atatürk’teki İnsan Mustafa Kemal Olemp Dağındaki bir tanrı gibi anlatılmış ve onun insan olduğu unutulmuş, unutturulmaya çalışılmıştır. “Atatürk 100 yaşında” sloganları da her ne kadar iyi niyetli olursa olsun aynı yanlışın bir diğer devamıdır. Hâlbuki o bir insandır. Yaratan ona büyük bir ruh vermiştir. Eşsiz kabiliyetleri vardır. Onun fikirleri, düşünceleri, eylemleri hiç şüphesiz güçlüdür. Ancak onun insan olarak arzuları, heyecanları, acıları, hüzünleri de vardır. Onun insan olarak iç dünyasındaki herhangi bir zaafı kollayan, Atatürk’e saldırmak için pusuda bekleyenleri de ihmal etmemek gerekir. Her insan gibi Onun da hayatında elbette doğrular ve yanlışlar, günahlar ve sevaplar, zaferler ve yenilgiler, öfkeler ve pişmanlıklar olacaktı. Neden olmasın? Onun istediği ve hemen her fırsatta ifade ettiği milletin, halkının onu olduğu gibi bilmesi “insan Atatürk”ü görmesiydi. Yemek ziyafetinde İzmir Valisi’ne söylediği; “Perdeleri kapatmayın! İçki içtiğimi herkes görsün! Perdeler kapanırsa kadın oynattı derler...” şeklindeki ifadeleri bunun güzel bir örneğidir. Hâlbuki yapılması gereken gerçekleri saklamak değil, gerçekleri tarafsız ve kasıtsız bir gözle ortaya koymaktır. Maria Magdelena’yı taşlamak üzere toplanmış olan öfkeli kalabalıklara İsa peygamber ne demişti; “İçinizde hiç günah işlememiş olan kim ise… Bu kadına ilk taşı o atsın.” Atatürk’ü “insan” olmasından kaynaklanan bazı -aslında olağan- davranışları için suçlamaya çalışanların önce kendilerine bakmaları gerekir. Doğduğu günü tespite çalışan, devrinin kıymetli araştırmacısı, Maarif Vekâleti Talim Terbiye Reisi İhsan (Sungu) Hocaya: "Sene belli... Gününü de tespitlerseniz kutlamaya kalkarlar. Padişahlara benzemek istemem..." demişti. Kendisinin insanüstü varlık olduğunu söyleyenlerden hiç hoşlanmazdı. Ünlü Alman biyografi üstadı Emil Ludvig çocukluğuna ait hatıralarını tespit ediyordu. Aradığı ondaki irsi ve şahsi fevkalade yeteneklerdi. Elde ettiği neticelere ferdi kıstaslar bulabilmek için… Yanında olan çocukluk arkadaşı ve sözünü hiç çekinmeyen Nuri Conker’e döndü. “Nuri… Bu tarih üstadına lütfen benim çocukluk anılarımı anlat…” Conker rahatça: “Kovalamaca, askerlik, kaydırak oynar, yazın mısır tarlasında karga avlardık. Onun farkı biz gevezelik eder veya uyuklarken kitap okumasıydı” dedi. Atatürk, Alman tarihçisine döndü: “Hakikat işte budur. Bende insanlar üstünde meziyet aramaya kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir.” Onun çocukluğu çeşitli psikolojik darbelerle geçmiştir. Kendisinden sonra dünyaya gelen ve Osmanlı geleneğiyle evin bahçesine defnedilen iki küçük kardeşinin çok küçük yaşta ölümleri onu çok üzmüştür. Selanik’i seller altına alan yağmurlardan sonra Ali Rıza Bey’in bahçesini de sular işgal eder. Gece aile uyanır. Ne görsünler; iki yavrularının kefenli cesedi suların üstünde yüzüyor.