Edward Weisband: 2.ci Dünya Savaşı'nda İnönü 1.Cilt

Page 1


Nurer U(iURLU başkanlıQında bir kurul tarafından hazır1anmıştır.

Dizgi - Yayımlayan: Yeni Gün

Haber Ajansı Basın ve Yayıncdık A.Ş.

Baskı: ÇaQdaş Matbaacılık ve Yayıncılık.Ud. Şti. Temmuz2000


EDWARD WEISBAND

iKiNCİ DÜNYA SAVA,l'NDA INÖNÜ'NÜN Ol' POLITIKASI 1

Çeviren M. Ali Kayabal

Cumhurtye(



İÇİNDEKİLER Özet

.

,

.

Teşekkür

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

BİRİNCİ BÖLfJM

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

7

, .......................11 .

. .

1. Politika Tespit Usulü

.

. . .

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

.

. .

.

. .

.

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

.

.

.

.

. IS .

.

17

.

İsmet İnönü ve Türk Dış Politikasının Delişmez Unsurlan . .

.

.

.

.

. .

.

. . .

.

.

. .

.

.

.

. . .

. . .

.

.

.

.

.

.

Numan Menemencioğlu ve Dışişleri Bakanlığı Bakanlar Kurulu

.

.

. .

.

.

. . .

.

.

.

.

.

BMM ve CHP Parlamento Grubu Türk Tarih Kunımu .

,

,

. . .. ..

.

.

.

.

. .

.

.

. . . . .

il. Türkiye'de Basın ve Kamuoyu

. .

.

.

.

. 17 .

• .

, . , .41

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

,

47

. . . . . . . . • . . . .

Savaş Yıllarında Türkiye'de Basın

• . . . . . • . ... .

Savaş Yıllarında Türkiye'de Kamuoyu

.

.

32

.

.

. .

.

.

,8 61. 61 77

111. Ekonomik Yapının Kısa Bir Çözümlemesi . . 81 .

Enflasyon Afeti

.

.

.

.

.

.

.

.

.

...

. .

..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. . 82 .


Önleyici İç Tedbirler

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

87

Türkiye'nin Almanya'yla Ekonomik Bağımlılığı 90 .

Almanya'dan Kopma Teşebbüsü

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

96

İngiliz-Amerikan Tercihli Satın Alma Programı

.

.

.

.

.

.

.

Krom Sorunu ve Türk Tepkisi T ürk Pazarlıkçılığının Sonu

6

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.102

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

107

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

112


ÖZET İkinci Dünya Savaşı sırasında Türk dış politikasının he­ defi, savaşa katılmadan Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ko­ rumak oldu. Türk politikasının yönünü çizenler, yabancı as­ kerleri Türk sınırlarından uzak tutarken, Türk askerlerini de yabancı sınırlardan uzakta tutmaya yönelmiş .bir tarafsızlık siyaseti izlediler. Türk önderleri, ne bir karış toprak verme� yi, ne de bir karış daha toprak edinmeyi düşünüyordu. Tür­ kiye'yi savaşa sürükleyecek serüvenci bir politika izleme­ miş; bunun yerine, bir "Müttefik" ya 'da "Mihver" zaferine karşı ağırlık olarak Türkiye'nin güvenliğini sağlamayı uygun bulmuşlardı. Türkiye' nin tarafsızlığı, bu bakımdan, küçük bir devletin bağımsız bir güç olarak kendisini saldırıdan ko­ ruyup, dev ülkeler arasında bir denge unsuru olma politika­ sının uygulaması olmuştur. Devlet Başkanı ve tek siyasal partinin önderi olarak· oy­ nadığı rolle, Ankara'nın mutlak egemeni İsmet İnönü, bu uy­ gulamanın başyöneticisi olmuştur. En önemli yardımcısı ise, dışişlerinde görevli Numan Menemencioğlu'ydu. Sınırlı bir muhalefete izin veriliyor ve Cumhuriyet Halk Partisi Parla­ mento grubu, Bakanlar Kurulu'ndaki öbür üye bakanlarla, ba7


sında ve üniversitede ileri gelen kişiler, danışmanlık görevle­ rini yerine getiriyorlardı. Bu kişilerce çizilen politikanın yönü, Atatürk'ün yöne­ timi altında girişilen tarihsel denemenin geleneklerini yansı­ tıyordu: Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğünün doku­ nulmazlığı, Avrupa'daki güçler dengesinin korunması ve her türlü serüvenci politikadan uzak durulması. Ancak, tek bir kuşku bu geleneği bozdu. Atatürk, Sov­ yetler Birliği'yle bir modus vivendi (1) sağladığı halde, İnô­ nü ve yardımcıları bunu olanaksız gördüler. Bunun sonucu ola­ rak da Türk önderleri, savaşın gidişi Müttefiklerden yana gül­ meye başladıktan sonra, şunlardan korkmaya başladılar: 1) Müttefikler, Almanya'yı bir güç olarak Avrupa'dan sil­ meye kalkışacaklardı; 2) İngilizler, Ruslarla etki alanlan an­ laşmalarına girişecek ve bunun sonucu olarak Sovyetler Bir­ liği, Doğu Avrupa'yla Balkanlara egemen olabilecekti; 3}1n­ giltere, Türkiye'yi savaşa girmeye zorlayacaktı; 4) Sovyetler,. Türk havaalanlannın kullanılması da içinde, İngilizlere tanı­ nan hakların, Türk hükfunetince kendilerine de tanınmasını is­ teyeceklerdi. 1943 yılında olaylar geliştikçe, Türk politikasını çizen­ ler bu görüşlerin geçerliğine daha çok inandılar ve Türkiye sa­ vaşa girecek olursa, Sovyet Rusya'nın ülkelerini Mihver' e kar­ şı koruma bahanesiyle istila edebileceği görüşünü savundular. Bu nedenle, İnönü ve Menemencioğlu, İngilizlerle işbir­ liğine yanaşmayı kabul etmediler. Çeşitli nedenlerle İngiliz ve (1) lki komşunun karşılıklı haklarına saygı beslemeleri anlamına Latince bir diplomasi deyimi.

8


Amerikalıları, Sovyetler Birliği'nin savaş sonrası niyetleri ko­ nusunda uyardılar. Bu alanda başarısızlığa uğrayınca da, İn­ gilizlerin kendilerini savaşa sokma çabalarına ve Türk toprak­ larında hava üsleri kurma isteklerine set çektiler. Bu alandaki görüşmeler, adım adım ilerlediği halde, dış bakanları düzeyin­ de hatta zirve toplantılarında bile başarısızlıkla sonuçlandı. Türkler, İngilizlerin Stalin' in ekmeğine yağ sürdüğüne, gittik­ çe daha çok inanıyordu. İngilizler de, Türklerin Müttefikler- . den yana oldukları üzerine söylenenleri politik oyun sayıyor­ du. Sonuç olarak bu durum, 1944 yılı başlarındabir güvensizlik bunalımına yol açtı. Fakat Müttefikterin 'savaşı kazanacakları kesinleşince, İnönü, Türkiye'nintek baş1iıa kalmakta·olduğunu anladı; özel­ likle, ülkesinin SovyeUerBirliği karşısında yalnız bırakılma­ sından kuŞkulandı. Bu kuşku, 1944 yılı ortalarında yeni bir dö­ nüşe yol açtı. Türk dış politikasını yeni'den Müttefiklerin çiz­ gisine sokma çabası içinde Türkiye, Mihver devletleriyle olan diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sertleştirdi, bunu da Nu­ man Menemencioğlu'nun görevinden ayrılması izledi. Türki­ ye, San Francisco Konferansı 'na katılabilmek için 23 Şubat 1944'te Mihver devletlerine savaş açtı. Savaş, Türk sözcüle­ rinin Sovyetler Birliği'yle pek sıkı bir biçimde ilgilendikleri, fakat, endişelerini umut dolu bir güven maskesi ardında sak­ ladıkları hava içinde sona erdi. ·

9



TEŞEKKÜR (1) Araştırmamın hazırlanışı sırasında bana vakitlerini ayı­ ran, görüşlerini ve bildiklerini cömertçe aktaran birçok kişi­ ye, burada en içten teşekkürlerimi ifade etme fırsatı bulduğum için kıvanç duyuyorum. Benim, Türk dış politikasıyla ilgilenmeme neden olan Stanford Üniversitesi Siyasal Bilgiler Bölürnü'nden emekli Profesör Christina Phelps Harris' e özel teşekkür borçluyum. Stanford Üniversitesi Siyasal Araştırmalar Enstitüsü Direk­ tör Yardımcısı Profesör Jan Triska ile Profesör Robert C. North da bana dış politika çözümlemelerinin dolambaçlı yol­ larını ilk kez tanıtan, değerli kişilerdir. İkisini de burada an­ mam gerekir. Türkiye'de de pek çok kimse bana karşı çok kibarca dav­ randı ve y�dımcı oldu. Dış sorunlarda en eski Türk uzmanı Pro­ fesör Ahmet Şükrü Esmer'le Siyasal Bilgiler Fakültesi Eski De­ kanı Profesör Fahir Armaoğlu da benim için çetin olan birçok sorunu çözdüler. Türk Dışişleri Bakanlığı Hukuk Dairesi Şefi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üye­ si, Uluslararası Hukuk Profesörü A. Suat Bilge ile Siyasal Bil(1) Yazarın, araştırmasını hazırlarken yardım gördüğü kişilere teşekkürle­ rini sunduğu bu bölümde gösterdiği görevler, kendi ifadesidir. Kişilerin, görevle­ rinde sonradan olan değişiklikler ya da ölmüş olmaları, dikkate alınmamıştır.

11


giler Fakültesi profesörlerinden Mehmet Gönlübol ve Haluk Ol­ man da, bana değerli bilgiler sağladılar. Benimle birlikte geçir­ diği uzun ve aydınlatıcı saatler için Ankara Üniversitesi Edebi­ yat Fakültesi öğretim üyelerinden Profesör Enver Ziya Karal'a da teşekkür etmek isterim. Profesör Karal, Türk kültürü ve ta­ rihini aydınlatmak için o kadar çok şey yapmıştır ki, Türkiye ile ilgilenen hepimiz kendisine minnet borçluyuz. Diplomatlarla hükumet memurlarına gelince: Türk Dı­ şişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği'nden yeni ayrılan ve bu­ gün Londra 'da Türkiye Büyükelçisi olarak görevli bulunan Ze­ ki Kuneralp, anlatılan dönemde Türk Dışişleri Bakanlığı Ge­ nel Sekreteri olan Cevat Açıkalın ile Büyük Millet Mecli­ si 'nden bir Tabii Senatör, savaş yıllarındaki Türk dış politika­ sının çözümlemesinde bana cömertçe vakit ayırarak yardım­ cı olmuşlardır. Kendilerine en derin teşekkürlerimi sunarım. Eski Türk Dışişleri Bakanı ve savaş yıllarında Dışişleri Ba­ kanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Feridun Cemal Erkin, yine 194 3 yılı Mart ayında Moskova'ya Büyükelçi olarak atanan savaş yıllarındaki Matbuat Müdürü Selim Sarper de, bana çok yararlı bilgiler sağlamışlardır. Türk Dışişleri Bakanlığı 'nda ve Uluslar Cemiyeti 'nde ( 1 ) uzun yıllar yararlı hizmetlerde bulunan ve özellikle l 930'lar­ la l 940'ların Türk devlet adamları arasındaki kişisel ilişkile­ rin değerlendirilmesinde büyük yardımları dokunan yakın dostum Tevfik Erim'e de teşekkür ederim. Cumhuriyet Halk Partisi eski Grup Başkanı Kazım Özalp'a, Türk Tarih Kuru­ mu Başkanı Uğur lğdemir'e, bana Türk Siyasal kuruluşları­ nı, kişiliklerini ve politikasını az rastlanacak bir anlayış ve sa­ bırla anlattıklarından ötürü teşekkür borçluyum. ( 1) 1 . Dünya Sa\ıaşı 'ndan sonra kurulan "Cemiyeti Akvam".

12


Türk gazeteciliğinin en eski üyelerinden ve bugün dok­ sanına yaklaşan Ahmet Emin Yalman da, ikinci Dünya Sava­ şı sırasında Ankara'nın dramatik havasını ve siyasal yaşantısı­ nı yansıttı. Bu alanda, savaş sırasında Ankara kordiplomatiği­ nin duayeni olan Polonya'nın Ankara Büyükelçisi'nin eşi Ba­ yan Irena Sokolnickia'ya da, teşekkür etmem gerekir. Kendi anılan ilginç olduğu gibi, bana kocasının yayınlanmamış gün­ lüğünden bölümler okuyarak, kocasının özel belgelerini ince­ lememe izin vererek de yardımlarına katkıda bulunmuştur. Bütün bu teşekkürler, Bay ve Bayan Seyfullah Turan'ın adlarını anmadan tamamlanmış sayılamaz. Turan'lar, Anka­ ra'da bulunduğum sırada beni ağırlamışlardır. Türlü nezaket­ lerini hep övgüyle anacağım. Sir Huge Knatchbull-Hugessen'e de, lngiltere'de, Bar­ ham'daki evinde bana ayırdığı bir bütün öğleden sonrası için teşekkür etmek isterim. Savaş sırasında Birleşik Krallık'ın Ti­ caret Kurulu Başkanı olan Lord Swinton da, çok cömert dav­ ranmıştır. Gerek Profesör WH. Medlicott'la Profesör Bernard Lewis, gerekse eski hocam Dankwart A. Rustow ve eski mes­ lektaşım Kemal Karpat, bana ilginç görüşler aktarmışlardır. Uyarıcı önerileri için Profesör Walter Weiker ve Profesör Vic­ tor Swenson'a, yine Harry N. Howard'a da içtenlikle teşek­ kürlerimi sunarım. Uluslararası llişkileri Araştırmalar Okulu Yazmanı Ba­ yan Miriam de Grazia ile Okutman Bey Semih Üstün de, yıl­ larca süren bu araştırma sırasında dostluklarıyla beni cesaret­ lendirmekten geri kalmamışlardır. New York Üniversitesi Siyasal Bilgiler bölümündeki meslektaşlarıma, özellikle New York Üniversitesi Uluslarara­ sı Araştırmalar Merkezi Direktörü Profesör Thomas M. F ranck' a, bu araştırmanın tamamlanması sırasında gösterdik­ leri güven ve nezaket için minnetle teşekkür ederim.

13


Bu fırsattan yararlanarak, sekreterlik görevlerini yerine getirirken ispatladığı dikkati, sabrı ve etkili çalışması için de Bayan Margaret A. Wormser' e teşekkür etmek isterim. Başta, Nevin Menemencioğlu ve Turgut Menemencioğ­ lu ile Bayan Nermin Streater olmak üzere, Menemencioğlu ai­ lesi, Numan Menemencioğlu'nun yayınlanmamış olan anıla­ rından yararlanmama izin verme inceliğini göstermişlerdir. Bayan Streater ve Elçi Turgut Menemencioğlu, aynca olağa­ nüstü bir kimse olan amcalarının kişiliği ve politikası üzerine son derece değerli katkılarda bulunmuşlardır. Onların yardım­ ları olmasaydı, araştırma hiçbir zaman bugünkü durumuna erişemezdi. Eski Cumhurbaşkanı İsmet 1nönü'ye de teşekkür etmek isterim. Türkiye'nin siyasal geleceğini çizmek için çok şey­ ler yapan bu büyük önder, bir sürü soruma karşılık verme ne­ zaketinde bulunmuştur. İki uzun görüşme sırasında, savaş yıl­ larındaki Türk dış politikasının ana çizgilerini ortaya koyar­ ken, kendi görüşlerinin ve varmak istediği noktaların ne oldu­ ğunu anlatmıştır. Son olarak, Uluslararası İlişkileri Araştırmalar Okulu profesörlerinden Macid Khadduri 'ye de en içten minnet duy­ gularımı ifade etmek isterim. Kendisini öğretim kurumuna adayışı, bütün üniversite çevrelerince övgüyle anılan Profe­ sör Khadduri, yıllarca bir kılavuz gibi çaba göstermiş ve be­ nim İslamiyet kuruluşlarıyla İslam kültürünü ve çağdaş Orta Doğu sorunlarını anlamama yardımcı olmuştur. Bu araştırma­ ya beni ilk olarak iten ve gerçek bir bağlılıkla ilerleyişini iz­ leyen profesöre, her zaman için minnet duyacağım. E.W New York City 14


BİRİNCİ BÖLÜM Savaş Yıllannda Türkiye

15



1

POLİTİKA TESPİT USULÜ Savaş yıllaında Türkiye'nin izlediği dış politika, bir ta­ rafsızlık politikasıydı. Bu politikanın geniş boyutlu sonuçları ve olayların gerektirdiği değişiklikleriyle birlikte kapsamı, her şeyden önce bir tek adamın çabalarına dayanıyordu: İsmet İnö­ nü'nün. Devletin politikasını çizerken, İnönü yine de yalnız de­ ğildi. Düzenli olarak Bakanlar Kurulu'na, Parti'ye, Parlamen­ to'ya (TBMM) dayanan, küçük, sınırlı, fakat oturmuş bir dış politika "kadro"suna, basında birtakım kişilere ve Türk Tarih Kurumu gibi bazı derneklere danişıyordu. Dış politika alanın­ da alınacak kararlarda İnönü'nün güvendiği bu kişiler içinde en önümlisi, Dışişleri Bakanı Numan Menemenoğlu'ydu.

İsmet İnönü ve Türk Dış Politikasının değişmez un­ surları İncelenmekte olan çağda, Türkiye'nin her türlü po­ -

litikasına egemen olan başlıca unsur, İsmet İnönü'nün etkisi­ dir (l )

.

l 943 'le 1946 yılları boyunca, bir yanda Cumhurbaş-

(1) Yedinci TBMM'nin etkili kişilerinin başlıcalan, bu etkeni doğrulamak­ tadır; yazarın görüştüğü kimseler arasında özellikle Profesör Ahmet Şükrü Es­ mer, Cavit Oral ve Kazım Özalp, lnönü'nün savaş yıllannda oynadığı rol konu­ sunda aydınlatıcı olmuşlardır. 25 Nisan 1966 'da Ankara' da kendisiyle görüşü!

17


kanı ile, öte yanda Başbakan ve Cumhuriyet Halk Partisi Ge­ nel Sekreteri arasındaki statü ve etki sınırlan bakımından ara gittikçe artmıştır. Frederick Frey'in özlü bir biçimde belirtti­ ği gibi, "iğneleyici bir gözle bakılırsa, İnönü'nün İnönü'den başka kimsesi yoktu" (2). Başka türlü söylersek İnönü, hükU­ metin çarklarını sıkı bir denetim altına almıştı. Gerek devlet başkanı, gerekse tek siyasal partili bir sis­ temde parti başkanı olarak sağladığı güçle, denetimini otoriter bir biçimde yürütebiliyordu. Türle devlet gemisinin çarkı, İnö­ nü'nün biyografisini yazan Şevket Süreyya Aydemir'in de be­ lirttiği gibi, tüm sonuçları ile birlikte, bütünüyle İnönü'nün elin­ deydi (3). İleri sürülen bu savlar, dış sorunları konusu için doğ­ rudur. İnönü, hükfunet politikasının her alanında eşit biçimde etkili olmaya kalkışmamıştır. Doruğa erişen bütün politikacılar dlllil zaman, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi profesörlerinden, Türk Dışişleri Bakanlıtı Hukuk Dairesi Başkanı olan Profesör A. Suat Bilge ile, Siyasal Bilgiler Fakültesi eski dekanı ve şimdiki Ankara Üniversitesi Dış ilişki­ ler Enstitüsü Başkanı Profesör Fahir A. Annaoğlu da bu görüşü ileri sünnüşler­ dir. Yazar yaşayan Türk tarihçilerinin en ünlülerinden ve savaş yıllannda Türk Tarih Kurumu üyesi olan Profesör Enver Ziya Karal'a da, lnönü'yü dış politika lwarlannı alan kişi olarak ilginç bir biçimde yansıtması yönünden borçludur. lrıö­ nü'nün savaş öncesi politik yaşantısı ve özel yaşantısı üzerine daha ayrıntılı bil­ gi isteyenler, aşajıdaki kitaplara başvurabilir: lbrahim Allattin Gövsa, Türk Meş­ hurlan Ansiklopedisi (İstanbul, Yedigün Neşriyatı, 1946) sayfa ı 88 l 90; Kad­ ri Kemal Kop, Milli Şef İnönü'nün Hitabe, Beyanat ve Mesajları (Ankara, Re­ cep UlusoA!u Basımevi, 1941); Şakir Ziya Soku, ismet İnönü, Hususi, Askeri, Siyasi Hayatı (İstanbul, Ülkü Basımevi, 1939); Yusuf Ziya Ortaç, ismet İnönü: 1884- ı 982 (İstanbul, 1946). (2) Frederick W. Frey, The Turkish Political Elite (Seçkin Türk Politika­ cılan), (Cambridge, Massachussetts Teknoloji Enstitüsü Yayınlan, 1965) Say­ fa: 235. (3) Şevket süreyya Aydemir, İkinci Adam: ismet İnönü l 938-1950, Cilt 2, (İstanbul, Remzi Kitapevi, 1967, S. 153); Türk diplomatlanndan Zeki Kune­ ralp da, yazara 8 Eylül 1939'da Londra'da verdiği özel bir demeçte, lnönü'nün ''Savaş Yıllannda Ankara'da siyasal durumu bir diktatör gibi denetimi altına al­ dıjıru" söylemiştir. -

18


gibi, o da bazı sorunlarda başkalarına öncelik tanımayı, gerek­ li görmüştür. Bir asker olarak yetiştiği ve başarılı bir enerjisini en büyük bölümünü dış sorunlara ayırmış ve bir bakıma da, "hü­ kı1metin kendi başının çaresine bakmasına izin vermiştir" (4). İnönü, çeşitli fırsatlarda, dış politikanın dışındaki geliş­ melere özel bir dikkat göstermiştir. örneğin, basını ve öbür kit­ le haberleşme araçlarını sıkı bir denetim altına alma konusu­ na kişisel olarak karışmıştır. Savunma Bakanı Ali Rıza Artun­ kal aracılığıyla sıkıyönetimi yürütmüş, 1942 yılı sonunda ko­ nan Varlık vergisi uygulamasını, dikkatle izlemiştir ( 5). Fakat, bu dönemde dış politika, yine de lnönü'nün, başlıca uğraşısı olmuştur genellikle. Bu konuda kanıtlar çoktur. Sözgelişi, o zamanlar Dışiş­ leri Bakanlığı Genel Sekreter Yardımcısı olan Feridun Cemal Erkin, Cumhurbaşkanı ile beş ya da altı haftalık toplantılar yaptığını, bu toplantılar sırasında İnönü'nün o hafta alacağı kararların ana çizgilerini çizdiğini hatırlamaktadır (6). Cevat Açıkalın'ın Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği­ ne atandıktan sonra getirdiği ilk yeniliklerden biri, her türlü dip­ lomatik yazışmanın ve telgraf mesaj!arının hemen İnönü'ye ve­ rilmesi olpmştu (7). Bu durum, Cumhurbaşkanının, diplomatik mesajları ve haber alma dairesi raporlarını daha gelir gelmez de(4) Bu söz, eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü ile yazar arasında 21 Eylül 1966'da Ankara'da, Çankaya'daki evinde yapılan bir görüşmede söylenmiştir. lnönü'nün asker ve yönetici olarak yetişmesi üzerine, aynı eserin 210. sayfasın­ daki dip notuna bak. (5) Bu konular ilerde tartışılacaktır. (6) Feridun Cemal Erkin'le özel görüşme. Ankara, 16 Haziran 1966. (7) Yazar, 1966 yılı yazında ve sonbahan başında Cevat Açıkalın'la çeşit­ li sohbetler yapma fırsatını elde etmiştir. Senatör Açıkalın 'la özel görüşmelere ait sözler ve deyimler hep bu dönem üzerinedir.

19


ğerlendirmesine fırsat hazırlıyordu. İnönü böylece, gelişmeler üzerine, Menemencioğlu ya da Dışişleri Bakanlığındaki öbür yüksek memurlar kadar çabuk bilgi edinebiliyordu. İnönü, bu yöntemin dışişlerini yönetmekte kendisine büyük kolaylıklar sağladığını kabul etmektedir (8). Görevleri başındaki elçileri­ nin gönderdikleri raporlar ve verdikleri salıklar, ileri sürdüğü­ ne göre, İnönü'nün karar alırken dayandığı tek kaynaklardı. İncelenmekte olan çağın Türk dış politikasını anlamak için, bu değişmez unsurların belirtilmesi ve İnönü'nün savaş­ ta Türkiye'nin yolunu çizerken dikkate aldığı fikirlerin kav­ ranması gerekir. Böyle bir listenin başında, İnönü'nün çok iyi bilinen doğuştan ölçülüğü gelir. İnönü, dış ilişkileri, askerlik stratejisinin ilk ilkesi olarak nitelendirdiği "ölçülük"le yönet­ tiğini ileri sürmektedir. "Savaşta izlediğim dış politikayı ka­ rarlaştırırken benimsediğim temel ilke, daha başlangıçta işle­ necek bir hatanın düzeltilmesinin zor olduğunu bilmekti '' (9). Bunun sonucu olarak da Türkiye, İnönü döneminde hep sava­ şa girmeye hazır durumdaydı; ama, ancak İnönü'nün kendi koyduğu bazı şartların gerçekleştirilmesi halinde . . . Aceleci ve atak eylemlerden ya da gözüpek davranışlardan hep uzak kaldı. Bu tür davranışlar, Türkiye'yi göz göre göre ateşe at­ mak demektir (1O). (8) Eski Cumhurbaşkanı ismet İnönü ile kişisel görüşmeler, Çankaya, 2 1 v e 2 2 Eylül 1966. (9) ismet İnönü ile özel görüşme, 21 Eylül 1 966. ( 1 0) Gerek İnönü, gerekse Açıkalın, bunu doğrulamakla birlikte, savaş yıl­ ları boyunca lnönü'nün her Kasını ayının birinde söylediği nutuklarda da bunu doğrulayıcı kanıtlar bulunabilir; Bak: Hasan Ali Yücel, lnönü'nün Söylev ve De­ meçleri cilt 1 (lstanbul, Milll Eğitim Basınıevi, 1946). İnönü özellikle 1 Kasını 1 942 'deki nutkunda çok iyi bilinen bu politikanın izlenmesinin giderek güçleş­ tiğini, ··çünkü herkesin daha çok öfkelenmeye başladığını'' söyleyerek, özellik­ le ilginç bir yorumda bulunmuştu; lnönü"nün Söylev ve Demeçleri, s. 360.

20


İnönü'nün kişiliğindeki bu unsur Türk topraklarını kan­ lı savaşlardan kurtarmakla birlikte, eski Cumhurbaşkanı'nı savaş yıllarında da, daha sonra da, sert eleştirilerden kurtara­ mamıştır. Sözgelişi; "Savaş yıllarındaki Türk politikası neydi?" sorusuna verdiği karşılıkta Nadir Nadi: "Biz (Nadir Nadi ve Türk basınındaki dostlarından olu­ şan bir klik) diyor; yönetimimize 'kaypak rejim' adını taka­ rak eleştirmeye alışmıştık; çünkü, bu yöntemi dilediğimiz yö­ ne çekebilirdiniz (11) Daha sonraları bu konuda İnönü 'ye da­ ha başka eleştiriler de yöneltildi, çekingen davranışının, ihti­ yatlığının "Türk ulusunun erkekliğini öldürdüğü" bile ileri sü­ rüldü (12). Türkiye dışında başkaları ise, savaş yıllarındaki Türk dış politikasını "çekingen" ( 1 3) ya da "korkak" olarak nitelendirdiler (14). Ancak, İnönü, savaş yıllarında dış politika kararlarını alır­ ken gösterdiği titiz ölçülükle, Türkiye 'yi büyük bir yıkıma uğ.

(11) Nadir Nadi, Perde Aralığından (İstanbul, Cumhuriyet Yayınları, 1964, s. 22); Tekin Erer, "Yasakçılar" (İstanbul. Toker Matbaası, 1964) adlı İnö­ nü rejimini eleştiren incelemesinde şöyle diyor: "Türkiye o günlerde demokrat ulusların müttefikiydi (İkinci Dünya Savaşı'nda), ama bir Milli Şef tarafından yönetiliyordu. Başka bir deyimle, İnönü savaşı kazanan tarafa yönelecek ve 'Ben sizinle birlikteyim', diyecekti. s. 72." (12) Aydemir, aynı kitap, s. l 35; kitabında genellikle lnönü'yil şiddetle eleş­ tiren Nadir Nadi de bu tür eleştirileri reddederek, "saçma ithamlar" olduğunu yazmaktadır, aynı kitap. s. 37. (13) Örneğin, Profesör William 1-1. Mcdlicott,1OMart1966'da Londra'da Ekonomi ve Siyasal Bilgiler Okulu'ndaki odasında yaptığı görüşmede bunu sa­ vunmuştur. ProfesörMcdlicott. Thc Econonıic Blockadc (Ekonomik Abluka) ad­ lı iki ciltlik kitabın yazarıdır. (Londra, Longmans Grecn, 1952-1959). (14) George E. Kirk, "Turkcy"; The War and the Neutrals, (Savaş ve Ta­ rafsızlar), Arnold ve Vcronica M. Toynbcc (Londra, Oxford Üniversitesi Yayın­ ları ve Kraliyet Uluslararası ilişkiler Enstitüsü, 1956), s. 345-366 ve 365.

21


ramaktan ve acılardan kurtardığına hala inanmaktadır (15). O önemde halkın duygularının kendisinden yana olduğu anlaşı­ lıyor. İnönü, 1943 yılı Mart ayında Türk Dışişleri Bakanlığın­ ca hazırlanan bir durum raporu almıştı. Bu raporda halkın her tabakasının, ordu da içinde olmak üzere, daha saldırgan bir tu­ tuma karşı olduğu, özellikle ülkeyi savaşa sürükleyecek atı­ lımlardan çekindiği gösteriliyordu (16). Demek ki, Türk tarafsızlığı, İnönü'nün yönettiği duru­ muyla bir bekleme politikasıydı aslında (17). İnönü'nün uy­ guladığı ölçülülük felsefesi, günden güne değişen özel bir ka­ rar verme tarzı geliştirmişti kendisinde. Aydemir, savaş sıra­ sında olaylar her saat değişmekteyken lnönü'nün aşın bir dik­ kat gösterip vakit kazanmaya çalıştığını yazarak bu durumu belirtmiştir (18). İnönü de bir seferinde kendisi şöyle söyle­ miştir: "Bırakın, önce geceyi geçirelim, bırakın, önce sabaha çıkalım; yıllan, aylan ya da haftaları düşünmeyelim" (19). Bu, lnönü'nün Türk dış politikasını dile getirdiği ya da amaçlarla doldurmayı başaramadığını söylemek anlamına gel­ mez. Tersine, politika tespitine derin bir inanç duygusu getir­ miştir. Her günün üzemi 'de dikkatle, ayn ayrı çalışması, uzun (15)Eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü ile Çankaya'da, 21Eylül 19 66'da­ ki görüşme. ( 16 ) Savaş yıllarındaki Türk kamuoyunun görüşleri daha ilerde tartışıl­ mıştır. ( 1 7) Yazar, Neutralit' e d'attente ( bekleme politikası) deyimi için, Profe­ sör SuatBilge'ye müteşekkirdir. ( 1 8) Aydemir, aynı eser, sayfa 157-158. ( 19 ) lnönü'nün ölçülülük teması üzerinde daha ayrıntılı bilgi isteyenlerin başvurabilecekleri kitaplar: "Negotiations and the National Interest." James T. Shotwell, Perspectives in Peace (Barışta Görüşler) " 19 10- 19 60" New York, s. 1 35-149 .

22


vadeli amaçlan olmadığı anlamına da gelmez. Üstelik, şu te­ mel amaç için her zaman inançla çaba göstermiştir: "Türkiye yalnız Türklerindir." (20) Atatürk devriminin Türkiye'de kök salmasından bu ya­ na Türk dış politikasının temeli, Türkiye'nin toprak bütünlü­ ğü ve Türklerin kendi toprakları üzerinde kendi kaderlerini çiz­ me hakkına sahip çıkmaları olmuştu (21). Savaş yıllarında da İnönü bu hakka ve Türk topraklarının bütünlüğüne, Türk dış politikasının temel ilke ve amaçlan olarak bakmıştı. Atatürk, halkına, imparatorluğu yıkıp bağımsız bir ülke durumuna ge­ çişleri sırasında, toprak bütünlüğüne dayanan modern bir dev­ let kavramını öğretmişti ama, 1923'te Lausanne'da, Türk sı­ nırlarına dokunmanın buna kalkışacaklara çok pahalıya otu­ racağını Lord Curzon�a inandıran, İnönü olmuştu (22). Bu (20)Eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü ile görüşme, aynı tarih. ismet lnö­ nü, Olaylarla Dolu On Yıl: 1938-1947 (New York, Türk Haberler Merkezi, 1948). ismet lnönü, ikinci Dünya Savaşı'nda Türk Tarafsızlığı. Dictionnaire Diplomatique International (Uluslararası Diplomasi Sözlü­ ğü) A. F. Frangulis (Paris, Academie Diplomatique International, 1957). (21) ProfesörEnver ZiyaKara! 2 Mayıs 1966 'da Ankara'daki evinde ken­ disiyle yapbğımız konuşmada bunun önemini belirtmiştir; Profesör Kara!, tabii bu konuda çok şeyler yazmıştı; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi: 1918-1944 (lstan­ bul, MilliEğitimBasımevi, 1945); JohnKingsley Birge de, Türk dış politikası­ nın temel ilkesi olarak belirtmektedir bunu; "TurkeyBetween Two Wars", Fo­ reign Policy Reports (iki Dünya Savaşı Arasında Türkiye, Dış Politika Raporla­ rı), Cilt XX, 1Kasım 1 944, s. 194-207. (22) LausanneKonferansı'nda lnönü'nün lngilizleri nasıl idare ettiğini da­ ha iyi anlamak için, savaş yıllarında yayınlanan Ali NaciKaracan'ın LozanKon­ feransı ve ismet Paşa (lstanbul, Maarif Matbaası, 1 943) adlı kitabına bakınız; ay­ nı konuda,Karacan'ın eseri kadar Türklerden yana olan lngilizce şu kitaplara da başvurulabilir: Roderic H. Davison, "Turkish Diplomacy from Mudros to La­ usanne" (Mondros'tan Lozan'a Kadar Türk Diplomasisi), Gordon A. Craig ve Felix Gilbert, "The Diplomats: 1919 - 1939", (Princeton Üniversitesi Yayınla­ n, 1953), s. 1 72-209, Lord PatrickKinross, "Atatürk: The Rebirth of a Nation" (Atatürk: Bir Ulusun Yeniden Doğuşu), s. 354-363, (Weidenfeld ve Nicolson, Londra, 1964).

23


konuda Mussolini'yle Hitler'i de ikna ettiği anlaşılmaktadır. Buna ayrıca dikkat edilmelidir. İnönü, Nazi Almanyası'nın tehdidinden korkmaya baş­ lamadan çok daha önce, Mussolini'nin ltalyası'ndan çekinmiş­ ti; Türk sınırlarını ilk tehdit eden Hitler değil, Mussolini ol­ muştu. l 935'te İtalyanların Habeşistan seferinden sonra İnö­ nü, Mussolini'nin Antalya bölgesindeki verimli toprakları ül­ kesine katmak isteyeceğini tahmin etmişti. Bu, Mussolini'nin sık sık ileri sürdüğü bir istekti (23). Öte yandan Alman halkı­ nın yeniden birleşmeyi istemesini l 935'te son derece anlayış­ la karşılamak mümkün görülüyordu (24). lnönü'nün tutumu, Almanlar ancak Doğu Avrupa'yı ve Balkanları istila ettikten sonra değişti; Südetler bir başka sorundu, Polonya ve Bulga­ ristan başka (25). 'Savaş boyunca İnönü, özellikle Mihver kuv­ vetlerinin dört bir yanda hızla ilerledikleri sırada, gerek Al­ manlara gerekse İtalyanlara, Türkiye'nin sınırlarının bozulma­ sına asla izin vermeyeceğini belirtmekten hiç geri kalmamış� her türlü istila teşeb�üsüne olanca gücüyle karşı koyacağını belirtmiştir. Bunun Berlin üzerinde etkili olmadığı söylenemez. Söz(23) Aydemir, aynı cilt, s. 111; aynca Anthony Eden, Facing the Dicta­ tors (Diktatörlere Karşı), s. 320-321 (Londra, Cassell, 1962). (24) Profesör Enver Ziya Kara!, 2 Mayıs 1966'daki görüşmemiz sırasın­ da bunu ileri sürmüştü. (25) Cevat Açıkalın, Almanların Polonya ve Bulgaristan 'ı istila edişleri­ nin, lnönü üzerindeki etkisinin ne anlam taşıdığını belirtmiştir; lnönü'nün Söy­ lev ve Demeçleri, s. 358'de lnönü. Balkan uluslarının bağımsızlığının, Türk dış politikasının temellerinden olduğunu açıklamaktadır. Ahmet Şükrü Esmer'in Türk Diplomasisi adlı eserinde de (İstanbul, Ne­ bioğlu Yayıncvi, 1959) s. 86'da savaş boyunca Ankara'da Polonyalılar için bes­ lenen derin sempati duyguları belirtilmektedir.

24


gelişi, Ribbentrop bir seferinde Von Papen 'e, Komuta Kuru­ lu, Türkiye'nin istilası için yeteı- derecede güce sahip olduğu­ nu kesinlikle belirtinceye kadar, Türkiye 'ye yalnız diploma­ tik baskı yapılması konusunda talimat vermişti (26). Türk sı­ nırlarına dokunulamayacağı konusunda lnönü'nün gösterdi­ ği azim, Hitler 'in 3 Mart 1941 'de kendisine gönderdiği mek­ tubun anlaşılmasına da yardımcı olabilir. Alman birliklerinin Bulgaristan 'ı istila ettikleri bir sırada gönderilen bu mektup, Bulgaristan'ın istila edilmesinin Türkiye'yi hiç bir biçimde tehdit etmediği üzerine garanti veriyordu (27). Hitler, İnö­ nü' ye ordularını Türk sınırından 60 kilometre uzaklıkta dur­ duracağını, böylece Almanya'nın Türk sınırlarına karşı hare­ kete geçmek gibi bir niyet beslemediğini ispat edeceğini bil­ diriyordu (28). Dolayısıyla bu mektup, İnönü'nün Türk sınır(26) Lothar Krecker, Deutschland und die Turkei im Zweiten Weltkrieg (İkinci Dünya Savaşında Almanya ve Türkiye), s. 225, (Frankfurt, Frankfurter Wissenschaftliche Beitrage Vittorio Klostermann, 1964). (27) Bu mektubun bir kopyası aşağıda olduğu gibi, aynca Birleşik Ame­ rika Dışişleri Bakanlığı, Alman Dış Politikası Belgeleri, Seri D, Savaş Yıllan Cilt: XII (Washington, Birleşik Amerika Hükfuneti Basımevi, 1962), s. 201-203'te de bulunmaktadır. Hitler'in lnönü'ye yazdığı mektup şöyledir: " ... Alman tugayla­ nna bağlı birliklere... Bulgaristan'daki harekat sırasında Türk sınınnı aıeş altına alabilecek menzile girmemeleri için... gereken emri verdim." Aynı belgelerde, Seri D, cilt: XII, s. 286-287'de lnönü'nün karşılık niteliğindeki mektubu görü­ lebilir. lnönü, 1 Kasım 1941•de TBMM'nin açılışında verdiği nutukta, Hitler'in mektubundan sora yapılan görüşmelerden şöyle söz etmiştir: "Almanya ile olan ilişkilerimiz, Balkan harekatı sırasında en çetin devresini yaşamıştır... Alakamı­ zı ve endişelerimizi müşahede edip anlayan Hitler, bana gönderdiği özel bir mek­ tupla dostluğunu ifade etmiştir. Hükumetin onayı ile kendilerine gönderdiğim ce­ vabi mektup ve bunu izleyen muhaberat, karşılıklı bir güven havası yaratmış, bu da 18 Haziran 1941 tarihli Türk - Alman Paktı ile sonuçlanmıştır"; lnönü;nün Söylev ve Demeçleri, s. 358-359. (28) Bu garantiye rağmen Türkler, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki, Me­ riç nehri üzerinde bulunan köprüleri yıkmıştır. Türkkaya Ataöv, Turkish Fore-

25


lannı savunmak için gösterdiği kararlılık ve azmin, Hitler'ce kabulü olarak anlaşılabilir. Hitler de buna karşılık bir bedel koparmak istemiştir. Tür­ kiye, Almanya'ya karşı açıkça hiç bir yıkıcı etkinliğe girişme­ yecektir. Hitler ' in l 94 l yılı Mart ayında gönderdiği mektu­ bundaki tehditler, İnönü'nün gözünde, ölçülü olmanın önemi­ ni bir kat daha artırmıştır. Gerçekten de, bütün savaş süresin­ ce İnönü ve Hitler, karşılıklı olarak ülkelerini bir çatışmaya sürükleyecek davranışlardan özellikle kaçınmışlardır (29). Her ikisi de, önce kendisini gemleyerek, ötekini durdurabilmiştir. Hesaplarına göre, her ülkenin ötekine zorla yaptırmak is­ teyeceği şey, onun yapamayacağını umdukları şeyden daha az ign Policy, (Türk Dış Politikasi) s. 89, (Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bil­

giler Fakültesi Yayınlan No. 197-179, 1965) s. 89; Cevat Açıkalın, "Turkey's In­

temational Relations" (Türkiye'nin Uluslararası ilişkileri), Intemational Relati­

ons (Uluslararası İlişkiler) Cilt XXIII, No: 4, Ekim 1947, s. 477-491. Savaş sıra­

sında Türkiye ile Bulgaristan arasında demiryolu trafiğinin tam olarak kesilmedi­

ğine dikkat edilmelidir .. Sözgelişi, 1943'te Almanya 'ya ihraç edilen krom made­ ni, bu yoldan göı,ıderilmekteydi; William .Arthur Helseth, Turkey and the United States: 1784-1945 (Washington, Dışişlerj Enstitüsü, 1957) s. 136 (Türkiye ve Bir­

leşik Amerika: 1784-1945; Türkiye, Almanya 'nın Bulgaristan' ı istila etmesinden birkaç hafta önce Sofya ile 17 Şubat 1941 'de bir saldırmazlık paktı imzalamıştı.

Menemencioğlu, İngiliz ve Amerikan hükumetlerinin, Türkiye'nin bu paktı, Bul­

garistan'ın başına gelen felaketten ötürü kirlenen ellerini temizlemek için imza­ ladığı biçiminde yorumladıklarını sezinlemişti. Aynca, Almanların Bulgaris­

tan 'dan Yunanistan'a saldırmayı tasarladıklan da, aynı hükı1metlerce hesaplan­

mıştı. (Türkiye'deki büyükelçinin MacMurray'ın Dışişleri Bakanına raporu; An­

kara, 2 Şubat 1941 ), Birleşik Amerika Dışişleri Bakanlığı, Foreign Relations of

the United States: Diplomatic Papers (Birleşik Amerika'nın Dış ilişkileri: Diplo­

matik Belgeler), 1941, Cilt: 1. (Washington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası,

1958, s. 287-289); buradaki bütün belge dizileri için bak. Dış İlişkiler.

(29) Bu hiç bir belgeye dayanmayan anlaşma, daha sonra, 18 Haziran

1941 'de, Almanların Sovyet Rusya'ya saldırmalarından yalnızca dört gün önce,

Almanya ile Türkiye arasında imzalanan bir saldırmazlık paktı biçiminde resmi­

yete dökülmüştü. Paktın bir maddesinde, imza atan her iki devletin de ''karşılık-

26


önemliydi. Her ülke bunun içni birtakım olumsuz teşebbüs­ leri tercih etti. Sözgelişi, Türklerin, İngilizlere topraklarında havaalanları yapmalarına izin vermemeleri, yani, karşı yanın saldırısından sakınma amacını güdüyordu. Dolayısıyla İnönü, savaşta Türk dış politikasını, Türki­ ye'nin toprak bütünlüğünü koruma açısından yönetti. Bu gö­ rüş açısı, "Ne başkasının bir karış toprağında gözümüz var, lı toprak bütünlüklerine saygılı olacaktan ve her türlü,dolaylı ya da dolaysız dav­ ranıştan sakınacaklan" belirtilmekteydi. Anlaşmanın Türkçe Metni İsmail Soy­ sal'ın Türkiye'nin Dış Münasebetleriyle ilgili Başlıca Siyasi Anlaşmalar(Anka­ ra, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1965) s. 291'de bulunabilir. Anlaşmanın başlığı, "Türk-Alman Saldırmazlık Anlaşma· sı"dır; Ruslar da bu anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlanan yazışmanın çeviri­ lerini yayınlamışlardır; Arkhiyovnoe UpravleniMinisterstva lnostrannik Diel So­ yuza SSR. Dokumenti Ministerstva lnostrannik Diel Germanii, Vipusk il, Ger­ manskaya Politika v. Turtsii (1941-1943), OğizGospilitizdat, 1946; Ruslar, Bo­ ğazlar statüsünün yeniden gözden geçirilmesi konusunda Türkiye üzerinde dip­ lomatik baskıya başladıktan sırada, Türkiye'yi politik yönden güç durumda bı­ rakmak için bundan yararlanmıştır; bu koleksiyonu Madelaine ve Michel Eris­ tov Fransızcaya çevirerek, Alman Dışişleri BakanlığınınGizli Belgeleri adıyla yayınlamıştır. (Paris, Editions Paul Dupont, 1946); 1968 yılı temmuz ayında da bu belgelerin Türkçesi lstanbul'da, ikinci Dünya Savaşı'nınGizli Belgeleri: Al­ manya'nın Türkiye Politikası· Almanya Dışişleri Bakanlığı Arşivinden 19411943 adıyla yayınlanmıştır. (İstanbul, May Yayınlan 1968); anlaşma metninin lngilizce kopyası ise lngiltere'de, British and Foreign State Papers(Ingiliz ve Ya­ bancı Devlet Belgeleri) adıyla bulunabilir (His Majesty's Stationery Office), cilt: 144, s.816-817; aynca bak. Docs.Ger. F.P., dizi D, cilt:XIH, sayfa: 1051; an­ laşma döneminin çevresindeki diplomatik etkinliği daha ayrıntılı incelemek için bak. Ataöv, aynı kitap, s.93; Rıfkı Salim Burçak, Türk-Rus-İngiliz Münasebet­ leri: 1791-1941(lstanbul,AydınlıkMatbaası,1946),s.127;aynca bak. Franzvon Papen, Anılar(New York, E.P. Dutton,1953), s.477-479; Profesör Ahmet Şük­ rü Esmer' in anlattığına göre Türkler, anlaşma metninde "yürürlükteki anlaşma­ lar" deyimini Almanlara kabul ettirmeyi başarmıştır; bununla, Türkiye'nin ln­ giltere'yle olan karşılıklı yardım anlaşmasının yürürlükten kalkmadığı kabul et­ tirilmiş oluyordu. Esmer, aynca İngiltere'den daha çok Birleşik Amerika'nın bu anlaşmadan tedirgin olduğunu ileri sürmektedir. Hatta bu nedenle Birleşik Ame­ rika'nın bu anlaşmadan tedirgin olduğunu ileri sürmektedir. Hatta bu nedenle Bir­ leşik Amerika'nın bir ay süreyle her türlü yardım konvoyunun gönderilmesini durdurduğunu hatırlatmaktadır. Bak, Ahmet Şükrü Esmer ve Oral Sander, ikin­ ci Dünya Savaşı'nda Türk Dış Politikası, Olaylarla Türk Dış Politikası: 19191965. Ankara üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış Münasebetler Enstitü­ sü üyelerince hazırlanmıştır.(Ankara, Dışişleri BakanlığıMatbaası,1968), s.126171; Türk Dış Politikası Bölümü.

27


ne de başkasına bir kanş toprak veririz" diye özetleniyordu. Bu görüşün çifte anlamı vardı. İnönü, Türkiye 'nin sınırlarına saldırılamayacağını hesaplarken, bunun bedelini de kabul et­ mişti. Türk topraklarının bir karışını bile vermemeye karar­ lıydı, ama herhangi bir başka ülkenin topraklarına göz dikil­ memesi de şiddetle karşıydı. Bu ilke Rusya için de geçerliy­ di. Almanya 'nın, Stalin Rusyası 'na karşı 1942 yılı sonunda ka­ zandığı ilk zaferlerden başlayarak Alman diplomasisi, Sovyet­ ler Birliği'nden alınan bazı bölgeleri ganimet diye kabul et­

mesi için İnönü'yü sıkıştırmışsa da, başarısızlığa uğramıştı (30). İnönü' nün, serüvenci ve ırkçı kavramlara karşı direnişi, ilerde de göreceğimiz gibi, o zamanlar var olan Turancılık akımının Türk dış politikasını etkilemesini kesinlikle sınırla­ mıştır

(31 ).

Aslında, Türkiye'nin Rusya'dan toprak almaya kalkış­ ması dahice bir buluş değildi. Asıl düşündürücü sorun, Sov­ yetler Birliği'nin Türk topraklarına söz dikmesi ihtimaliydi. Kuşkusuz, bu da İnönü 'yü en çok düşündüren sorunlardan bi· riydi. Cumhurbaşkanlığına seçildili dönemde, Türkiye ile Sovyetler Birliii arasında, o zamana dek eşi görülmemiş yir·

(30) Bu çok önemli bir nokta olup, ilerde aynca tartışılacaktır; ılmdlllk bak. Ali Fuat Erdcn, lamct lnönil (lıtanbul, Burlıanottin Erenler Matbaast, 1952), ı.214. General Ali Fuat Erden, 1941 'dc Alman hilkQmotinin çajnhaı olarak Al· man hİıtlannın acriıindc kalan Ruı topraklannı dolaemıı, Ankara'ya döndükten sonra da, "Ruıya'dan geriye bir karlan kalmıe" diye raporvermltti. (Ankara'da, 20 Nisan l966'da Ahmet Şükrü Eımcr'le yapılan aörilfmoden.) Tilrkiyc'nln Mihver'o kareı çok daha olumlu bir tavır takınmaaını coşkuyla savunan Erden, lnönil'niln Almanya'nın yanında yer alması için yapılan bütün tctcbbüslor kar· ıııında "aranit kadar aotuk ve ııaraılmaz kaldıaını" yazmaktadır. (31) Profcllır Ahinct Şükrü Eamcr, özel aörlleme, Ankara, 11 Mayıs 1966; bu konu ilerde yeniden tartıtılacaktır.

28


mi yıllık bir iyi niyet dönemi yaşanmış olduğu halde, İnönü kişisel deneylerine dayanarak, Rusların tutkuları karşısında te­ tikte bulunmak gerektiğini öğrenmişti. Sözgelişi, İnönü 1930'da, Türkiye'nin Rusya'yı kızdırmadan Batılılarla daha sıkı ilişkiler kurmak istediği sıralarda, Sovyetler Birliği'ne bir gezi yapmıştı (32). İnönü bu geziden dönüşünde, CHP parla­ mento grubunun seçme üyelerinin önünde, Atatürk'e aşağı­ daki çözümlemeyi sundu: Ruslar, özellikle Batılılarca uzak­ laştırılıp sarıldıklarını hissediyor, bunun sonucu olarak da, Batı sınırlarının güvensizliği kendilerinde bir tutku biçimin­ de. Türkler kendilerine doğrudan bir baskı unsuru olmadıkla­ rı sürece, Türkiye'yle dostça ilişkiler sürdürüyorlar ve sürdür­ mek de isteyecekler. Ruslar, Batı sınırlarını güçlendirmek için zaman kazanmak amacıyla, Doğu sınırlarının güvenlik için­ de olması isteğindedir. İnönü, Sovyetler Batı sınırlarına güvenilir gözüyle bak­ maya başladıktan sonra, "Artık bizimle dost olmaya önem vermeyeceklerdir" biçiminde görüşünü açıklamıştır. Sovyet­ ler, Batılı devletlerin tehdidinden kurtulmaya başladıklarını hissettikleri anda, Doğu'da çok daha saldırgan duruma gele­ cek, umulur ki, Türkiye'ye de aynı biçimde davranacaktır. İş­ te bu nedenle İnönü, Sovyetlerin kendilerini Batı karşısında tam anlamıyla güvenlik içinde görmelerini istemiyordu. 1939 yılı Nisan ve Mayıs aylarında İngiliz ve Fransız diplomatla(32) MehmetGönlübol ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politika­ sı, (lstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1963), s. 106-107; savaştan önceki Türk dış politikası için aynca bak. 1919-1938 yıllan arasında Türk dış politikası'', Türk Dış Politikası, s.5-125; Lozan Konferansı üzerine yapılan tartışmalar için bak. s.47-55; bak. dipnotu 22. '•

29


rı, bir Türk-İngiliz-Fransız-Sovyet paktı için uygun zemin kollarken, Sir A lexandre Cadogan'ın ifadesine göre İnönü, "Sovyet ordusunun kara savaşlarına katılmasının gerekli ol­ duğunu, çünkü bir Avrupa savaşından Rus ordusunun hiç za­ rar görmeden çıkmasının felaketler doğuracağı görüşünü üs­ teleyerek savunmuştur. Rusya'nın Batı sınırlarının güvenilir duruma gelmemesi, Türkiye için en iyi korunma amacıydı. Batı Avrupa 'da Rus egemenliğine yol açacak bir savaş, bu ko­ runma aracını ortadan kaldırmaya yeterdi. İnönü 1930'da, aradan en az yirmi beş yıl geçmeden böyle bir güvenliğin sağ­ lanacağını sanmıyordurİnönü'nün umduğu gibi, Rusya sa­ vaşa katıldı; ancak, 1943'te A lman ordularına karşı kazandık­ ları kesin zafer, İnönü'nün tahmin ettiğinden on iki yıl daha önce, Sovyetlerin Batı'da aradıkları güvenliğe kavuşacakla­ rını ortaya koydu (33). Belki de İnönü'nün Sovyet politikası üzerindeki bu gö­ rüşleri, Stalin'in 1941 yılı sonunda İngilizlerle birlikte Yuna­ nistan'a ait bazı toprakların Türkiye'ye verilmesi önerisi kar­ şısında Türkiye'nin gösterdiği sert tepkiyi açıklayabilir. İnö­ nü, belki de Türkiye'nin doğusundaki bazı toprakları Sta­ lin'in kendi ülkesine eklemek istemesinden çekiniyordu. Kı­ sacası, İkinci Dünya Savaşı sırasında İnönü'nün kararlarını etkileyen unsurlardan biri Türkiye'nin toprak bütünlüğÜ ise, ağırlığını en çok duyduğu karşı unsur da, Sovyetler Birli(33) Aydemir, aynı kitap, s.103; Cadogan'ın Büyük Britanya Dışişleri Ba­ kanlığı'na raporu. Docurnents on British Foreign Policy 1919-1939,(lngiliz Dış Politikası Üzerine Belgeler), E.L. Woodward ve Roban Butler, Üçüncü Dizi, 1939, cilt:5(Londra, HisMajety's Stationnary Office, 1952), s.452; bundan böy­ le bak. Docs. Brit. F.P.

30


ği'nin siyasal tutkularıydı (34). Alman ordularının ilerlediği dönemde İnönü, görüşlerini açık seçik İngiliz ve Amerikan diplomatlarına anlatmakta kararsızlık göstermedi. Birleşik Amerika Büyükelçisi Lawrence A. Steinhardt'ın güven mek­ tubunu sunuşu sırasında kendisiyle yaptığı ilk resmi görüş­ mede, savaş sonrası dünyasında Sovyet etkisi sorunu büyük bir yer almıştı. Alman orduları büyük bir hızla Stalingrad'a doğru ilerledikleri halde, Türkiye Cumhurbaşkanı, eğer Rus­ ya, Almanya'yı yenecek olursa, Sovyet emperyalizminin Av­ rupa'yı ve OrtaDoğu'yu "silip süpüreceği" konusunda Ste­ inhardt'ı uyarıyordu. İnönü bu arada Rusya eğer imkıin bu­ lursa Boğazlara da el koymaktan çekinmeyecektir, endişesi­ ni beslediğini de belirtti (35). Savaş sırasında İnönü, yanına aynı inançta olan adamla­ rı almıştı. Gerek kararlan hazırlarken, gerekse uygulama sı­ rasında, sayılan bir epeyce kabarık olan bu yardımcılarına da­ yanıyordu. Kendisi, dünya sorunlarına iyice daldığı için, yardımcı­ larına batın sayılacak kadar yetki tanıyor, bağımsız olmasa bi­ le, serbestçe iş görmelerine izin veriyordu. Yine de, bu adam­ ların oynadıkları rolü çözümlerken şu unsuru akıldan çıkar­ mamalıyız: Hareket özgürlüğü ve dış politikaya katkıda bu­ lunmak, ancak lnönü'nün bir lütfuydu; burada incelenmekte (34) Bu sonuca, eski Cumhurbaşkanı ismet İnönü ve Cevat Açıkalın'la yapılan özel görüşmelerden sonra varılmıştır. (35) Steinhardt'ın Türkiye'ye elçi olarak atandığı ilkin 7 Ocak 1942'de açıklandı. Daha önce Moskova'da ABD'yi temsil ediyordu veJohn Van Antwerp MacMurray'ın yerine gönderilmişti. Yukarda sözü edilen görüşmenin geçtiği 10 Mart l 942'de güven mektubunu sunmuştur; bak. Foreign Relation, 1942, cilt: iV, s.683.

31


olan dönem ancak İnönü'nün egemen olduğu Türk politikası çerçevesinde içinde anlaşılmalıdır (36). İnönü'nün göz yumuşunun sonucu olarak karar alma ko­ nusunda kendisine hizmet eden yetkililerden en önemlisi de Numan Menemencioğlu'ydu. Numan Menemencioğlu ve Dışişleri Bakanlığı- Epey­ ce karmaşık bir kişiliği vardır. Hukuk öğrenimi yapmış, fakat doğal yatkınlığı nedeniyle diplomatlıkta karar kılmıştır. Nu­ man Rifat Menemencioğlu, 1942 yılı Ağustos ayında Türki­ ye Dışişleri Bakanlığı'na atandı ve 1944 yılı Haziran'ında is­ tifa edinceye kadar da bu görevde kaldı (37). Namık Kemal'in torunu olan Numan Menemencioğlu, Birinci Meclis'te Menemen eyaletini temsil eden Refet Pa­ şa'nın ikinci oğluydu (38). Öğrenimini İsviçre'nin Lausanne şehrinde yapmış, 1914'te Dışişleri Bakanlığı'na girmişti. Kur­ tuluş Savaşı'ndan sonra yükseldi ve olağanüstü yetenekleri pek çabuk Atatürk'ün gözünde değer kazandı. 1933'te Dışişleri (36) Nadir Nadi, bu konuda daha da ileri giderek, "Hükfunet i en küçük ayrıntılarına kadar, tek elden yönetmek isterdi İnönü" diye yazmaktadır. "1lgi­ li bakanları, hatta başbakanı bile atlayarak, genel sekreterlere ve genel müdürle­ re emirler verdiği işitilmiştir. .. " Aynı kitap, s.l 85-186. (37) Yazar özellikle, Numan Menemencioğlu'nun kişiliğini ve karakteri­ ni anlatan yeğeni ve Turgut Menemencioğlu 'nun kız kardeşi Bayan Nermin Stre­ ater' e; aynca, Cevat Açıkalın ve Bayan Irene Sokolnickia'ya minnetle teşekkür eder; 1927-1944 yılları arasında Anadolu Ajansı Genel Müdürü olan Numan Me­ nemencioğlu'nun ağabeyi Muvaffak Menemencioğlu'nun kızı Bayan Streater, savaş yılları boyunca Ankara' da bulunmuş ve yaşantısının bu döneminde onu ya­ kından tanıma fırsatını elde etmişti; savaş yıllarında Ankara' daki Polonya elçisi ve elçilik duayeni Michel Sokolnickia'nın eşi Bayan Irena Sokolnickia da, İnönü ve Menemencioğlu'yla sık sık görüşmüştü; yazar, Bayan Sokolnickia ile 1968 yı­ lı Ağustos ayının 7' sinde, 21'inde ve Eylül ayının S'inde Londra'da görüşmüştür. (38) Numan Menemencioğlu'nın kısa hayat ve meslek hikayesi için bak. Türk Meşhurları Ansiklopedisi, s. 2 5 2.

32


Bakanlığı Genel Sekreteri oldu. Bir politikacıdan çok bir ay­ dın olan, halktan çok fikirlerle ilgilenmekten hoşlanan Numan Menemencioğlu, dış politika üzerinde çalışmaktan ve bunun uygulamasından çok zevk alıyordu (39). Dışişleri Bakanlı­ ğı 'na atanması dolayısıyla şöyle yazmaktaydı: "Bu görev için bir çıraklık dönemi geçirmemin gereği yoktu; 13 yıldan beri bakanlığın çeşitli dairelerinin başında bulunmuş ve bu görev­ ler sırasında Türkiye'nin dış politikasını yönetmeyi kavramış­ tım. Şimdi ise sorumluluğum yalnızca başka bir biçime bü­ rünmekteydi." (40) Gerçekten de, aradan geçen yıllar boyunca Dışişleri Ba­ kanlığı'nın, Menemencioğlu 'nun yaşantısının merkezi duru­ muna geldiği söylenebilir. (39 ) Türkiye DışişleriBakanlığı eski Genel Sekreteri ve bu araştırmanın yazıldığı sırada Londra'daki Türk Büyükelçisi olan Zeki Kuneralp, 8Eylül 19 69 'da Londra'da yazarla arasında geçen özel bir görüşmede, "Menemencioğ­ lu bir politikacı değil, DışişleriBakanlığı'nı çok seven bir aydındı'' demiştir. Sa­ vaş yıllarında lngiltere'nin Türkiye'deki elçisi Sir HugheKnatchbull-Hugessen de, yazara, 19 66 yılı Mart ayında İngiltere'ninBarbam kentinde, "Menemenci­ oğlu'nunki kadar çabuk kavrayan ve bilgili bir zeka tanımadım'' demiştir. Fran­ sız elçisi Rene Massigli de, La Turquie devant la Guerre: Mission a Ankara 19 39 19 40, (Savaş karşısında Türkiye: Ankara'daki görev: 19 39 -19 40) adlı kitabında şöyle yazmaktadır: "Numan (Menemencioğlu)Bey'le sohbet ederken hep az rast­ lanan bir aymn zevki almak mümkündü; dildeki yumuşaklığı, çözümlemedeki inceliği, varsayımlarında görülen deha, hukuki kanıtlamalarının kesinliği, bütün konuşmalarına eşit ölçüde zenginlik verirdi." (Paris, Librairie Plon, 19 64), s.282. (40) Yazar, Numan Menemencioğlu'nun şimdiye kadar yayınlanmamış olan ve Les Detroits vus de la Mediterranee: Apercus,Etudes, Souvenirs (Akde­ niz'denBoğazlara Bir Bakış: Bakışlar, İncelemeler, Anılar) adını verdiği anıla­ rından yararlanmasına nazikçe izin veren Menemencioğlu'nun manevi kızı Ne­ vin Menemencioğlu'na burada teşekkür etmek ister. Menemencioğlu'nun Paris'te Türk elçlisi olarak bulunduğu dönemde, bütünüyle Fransızca olarak yazılan bu anılar, Bakanlık dönemiyle, bundan hemen önce ve hemen sonraki günleri kap­ samaktadır. Bu araştırma, Menemencioğlu'nun anılarından Türkiye'de ve dün­ yada ilk kez yararlanılmasına izin verilen bir inceleme olmaktadır.Bundan böy­ le aynı anılardan Menemencioğlu'nun Yazılan diye söz edilecektir.

33


Menemenciolu l 942'de Dışişleri Bakanı olduğu zaman, Bakanlığın personelini çoktan avcunun içine almıştı. Daha Genel Sekreterliği sırasında diplomatik görevlerdeki ve Dışiş­ leri Bakanlığı'ndaki adamların değerli kişiler olmasını sağla­ mıştı. Bakanlığın, Birinci ve İkinci Daire başkan yardımcıla­ rı olan Abdullah Zeki Polar ile Muharrem Nuri Birgi, İkinci Daire Başkanı Nurettin Vergin, Menemencioğlu 'nun Özel Sekreteri Şadi Kavur, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği Özel Kalem Müdürü Turgut Menemencioğlu, Protokol Daire­ si Başkanı Kadri Rizar, 1944 'te Beyrut 'ta genç bir başkonso­ los olan Fatin Rüştü Zorlı.i gibi adamlar, Menemencioğlu'nun yanına aldığı kişilerdi hep (41). Bakanlıktaki görevlerine en iyi biçimde uyabilmeleri için Menemencioğlu, evinde ya da (4 1 ) Türk Dışişleri Bakanlığı ve kordiplomatik üyelerinin daha ayrıntılı listesi için bak: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Basın ve Yayın Umum Mü­ dürlüğü Yayınlan, Devlet Yıllığı: 1 944- 1 945, (Ankara, Devlet Matbaası, 1945, s. 1 37- 142); Almanach de Gotha: Annuaire Genealogique, Diplomatique et Sta­ tistique (Gotha Almanağı, Jenealojik, Diplomatik ve istatistik Yıllığı), Gotha: Jus­ tus Perthes, ( 1 944), s. I 122- 1 1 33. Dankwart A. Rustow ise, meslekten yetişme diplomatların gelişmesini, 1925-1938 yıllan arasında Türk Dışişleri Bakanı olan Tevfik Rüştü Aras'a bağ­ lamaktadır. Bak. "Foreign Policy of the Turkish Republic", Roy C. Macridis, Fo­ reign Policy in World Politics (Dünya Politikasında Dış Siyaset), (Englewood Cliffs, New Jersey, Prentice-Hall, ine., 1 959), s.295-322. Aras, iyi yetiştirilmiş bir kordiplomatiğin gelişmesinde önemli rol oynamış, fakat 1936' dan başlayarak Menemencioğlu'nun bakanlıktaki etkisini duymuştu. Menemencioğlu, Aras'ın yargılarına ya da kişisel davranışlarına uymamış, 1938 sonlarında lnönü, Aras'ı kabine dışı bıraktığı zaman, lnönü'yü desteklemişti. Menemencioğlu ile Aras arasndaki bağlar son olarak 1 937'de, Türklerin Lyon Konferansı'na katılması ko­ nusunda anlaşmazlığa düştükleri zaman kopmuştur. Bu konuda Aras, Türkiye'nin lngiltere ve Fransa 'nın çağrısını hemen kabul etmesi için ilgilileri sıkıştırırken, Menemencioğlu, lnönü ile birlikte, çok daha dikkatli davranılması görüşünü sa­ vunmuştur. Herhalde Menemencioğlu 1930'larda Türkiye'de iyi yetişmiş bir kor­ diplomatiğin gelişmesinde, Aras'tan çok daha büyük rol oynamıştır.

34


bakanlıkta sık sık seminerler düzenler, onların çeşitli sorun­ lar ve durumlar karşısındaki tepkilerini incelerdi. Menemencioğlu, Bakanlık üzerindeki denetleyici duru­ munu korumak için "zalimane" davranmaktan çekinmemiş­ tir (42). Bakanlığın asıl "çalışan çarkı" ya da yüreği (43), dünyanın çeşitli bölgelerini ele alan üç siyasi daireydi. Birin­ ci Siyasi Daire, Batı Avrupa, Fransa, İngiltere, Almanya ile uğraşıyor, Birleşik Amerika ile öbür Kuzey Amerika ülkeleri de bu dairenin alanına giriyordu; İkinci Siyasi Daire, Doğu Av­ rupa'dan, Balkanlardan, Yunanistan ve Sovyetler Birliği'nden sorumluydu. Seyfullah Esin'in yönettiği Üçüncü Daire ise, Or­ ta Doğu ve Uzak Doğu sorunlarıyla ilgileniyordu. Menemenciolu, adı geçen daireleri etkili bir biçimde yö­ netiyor ve tümüne kendi etkinlik alanı gözüyle bakıyordu (44). Kesinlikle anlatmak zor olmakla birlikte, İnönü'nün dışişleri Yazar, Türk Dışişleri Bakanlığı'nda savaştan önceki dönemde görev al­ mış yüksek memurlar arasındaki kişisel ilişkiler üzerine açıklamalarda bulunan Bay Tevfik K. Erim'e de teşekkür borçludur. Türk kordiplomatiğinin eski üye­ lerinden olan Bay Erim, yıllarca Uluslar Cemiyeti 'nde yazmanlık görevi yapmış­ tır. Menemencioğlu ile birlikte aynı yıllarda, lsviçre'nin Lausanne şehrinde hu­ kuk öğrenimi görmüş, gerek onu, gerekse Aras'ı iyi tanımıştı. Yazar, kendisiyle 1 966 yılı Mart ayının 3'ünde, Londra'da görüşmüştür. Bu dönemin daha ayrın­ tılı tarihçesi için bak: Türk Dış Politikası, s. l 04- 108. Burçak, önceki kitabı, s.63-64. Nihat Erim, "The Development of the Anglo-Turkish Alliance", (Türk­ lngiliz ittifakının Gelişmesi), Asiatic Review, cilt:XLII, Ekim 1 946, s.347-35 1 . (Tevfik K. Erim ve Nihat Erim arasında akrabalık yoktur.) (42) Bu tutum, özel bir görüşme sırasında Bayan Nermin Straeter'ce be­ lirtilmiştir. (43) Cevat Açıkalın yazara Dışişleri Bakanlığı'nın kuruluşu anlatılırken bu deyimi kullanmıştıt. (44) Cevat Açıkalın, Turgut Menemencioğlu ve Bayan Streater de bu ko­ nuda aynı görüştedirler.

35


sorunlarına kişisel merakı oluşunun, başka bazı etkenlerle bir­ likte, Menemencioğlu'nun Dışişleri Bakanlığından istifasını istemesine yol açtığı düşünülebilir. Yine de İnönü, Menemen­ cioğlu'nun yargılarını ve görüşmelerdeki ustalığını beğenmiş­ tir: "Numan işini biliyordu; çabuktu ve gelişen olaylar karşı­ sında, ileri görüşlülükle tepki gösterirdi" (45). Menemencioğlu'nun, Dışişleri Bakanlığını sıkı denetim altında tutuşu kadar önemli bir başka konu da, Bakanlar Kuru­ lu'ndaki arkadaşlarına karşı durumuydu. Öbürleri ona genel­ likle perde arkasındaki başbakan gözüyle bakarlardı. Bu bakım­ dan Frederick Frey, Dışişleri Bakanı'nın o dönemde "Bakanlar Kurulu piramidinin en üst noktasına çıktığını söylemektedir (46). Menemencioğlu'nun, Türk hükfunetinin geri kalan üye­ leriyle olan ilişkilerinde oynadığı rolü anlamak için, bakanlığı­ nın her gün gayrı resmi toplantılara sahne olduğunu hatırlamak yeter. Her sabah saat 9'da Başbakan Şükrü Saraçoğlu, gündelik resmi programına, Dışişleri Bakanlığı odasında, Menemenci­ oğlu'yla bir toplantıyla başlardı. Böylece, bütün dünyaya karşı birleşmiş bir cephe durumunda çıkabilirler, etkinliklerini düzen­ leme yeteneğine kavuşurlardı. Toplantıya başka bakanlar da ka­ tılırdı. Sık sık aynı toplantılarda hazır bulunan Cevat Açıkalın,

(45) Eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü ile yazar arasında geçen.özel bir görüşme sırasında. (46) Frey, aynı kitap, s. 265; Nimet Anık, ismet lnönü'nün kişiliğine ve politikasına yönelttiği acı eleştirilerle dolu kitabında, Bitmeyen Kavga: ismet lnö­ nü (Ankara, Kurtuluş Matbaası, 1966) Menemencioğlu için şöyle demektedir: "Bakan olmadan önce uzun bir süre Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğinde bulundu. Daha o zaman bile sözleri ve adı, en gözde bakanlardan daha çok etki­ liydi..." s. 66, Arzık, Menemencioğlu'nun öbür kabine üyeleriyle kesin bir dil­ le konuştuğunu da hatırlamaktadır.

36


bu görüşmelerde çıkan bütün tartışmalar sırasında Meneı:tien­ cioğlu'nun başrolü oynadığını hatırlamaktadır (47). Savaş döneminde Menemencioğlu'nun izlediği politika üzerinde çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Anthony Eden'la da­ ha başkaları, savaş sona ermeden önce, Menemencioğlu'nun Mihver davasından yana olduğuna inanmıştı (48). Şimdi bu konuda iki şey söylenebilir. Bir: Menemencioğlu'nun Dışiş­ leri Bakanı olarak güttüğü ilk hedef, Türkiye'yi savaşın dışın­ da tutmaktı. İnönü gibi o da, Türkiye hangi gruptan yana sa­ vaşa katılırsa katılsın, ülkenin baştan aşağı yakılıp yıkılacağı­ na, hatta belki de işgale uğrayacağına inanmıştı. Menemenci­ oğlu, "Dış politikamızın hedefi, sonuna kadar geleceğimizi kendi kendimize belirlemek amacını korumaktır. Savaşa ka­ tılsaydık, geleceğimizi kendi kendimize belirleme hakkını yi­ tireceğimizden, ülkemin bundan hiç bir şey kazanamayacağın­ dan eminim" , derken, kararlılığının ardındaki mantığı açıkla­ mış oluyordu (49). Bir başka gün de Menemencioğlu, şöyle bir konuşma yapmıştı: "Biz benciliz ve sadece kendi çıkarla­ rımız için savaşırız" (50). Menemencioğlu, savaşta Türki(47) Cevat Açıkalın, yabancı bir diplomatın aynı gün içinde, özellikle na­ zik bir sorun üzerine, Cumhurbaşkanı lnönü, Numan Menemencioğlu, Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve en sonunda kendisinden, birbirine çok yaklaşık karşılıklar alın­ ca nasıl öfkelendiğini çok iyi hatırlamaktadır. Diplomat, "Bunu nasıl beceriyor­ sunuz?'' diye sorunca, Açıkalın, şunu söylemiş: ' 'Bu da bizim mutfağın sırrıdır.'' (48) l 966'da Barham'da (lngiltere) Sir Hughe Knatchbull - Hugessen'le yazar arasında geçen özel görüşme. (49) Ankara'daki Büyükelçinin (von Papen) 13 Temmuz 1943'te Tarab­ ya' dan Berlin'e, Dışişleri Bakanlığına gönderdiği mesaj, Ele Geçirilen Arşivler, Ankara'daki Alman Büyükelçiliği, Ulusal Arşivler, Washington, mikrokopya, di­ zi no. T-1 20, makara no. 2618, kare no. E 364726/2 E 364726/5; (bundan böy­ le, yayınlanmamış Alman Büyükelçiliği belgeleri, Ele geçirilen Arşivler diye anı­ lacaktır.) Bu konu, Londra'da 5 Eylül 1969'da Bayan Nermin Streater'ce da onaylanmıştır. (50) 28 Mart 1941 'de Ankara'da, Türkiye'deki Alman Büyükelçisinin (von Papen) memorandumu, Alman Gizli Belgeleri, Dizi: D, cilt XII, s. 4 11.

37


ye'nin hiç bir şey kazanmadan, çok şey yitireceğine inanmış­ tı. Toprak isteği yoktu, uluslararası durumunun radikal bir bi­ çimde gözden geçirilmesini de istemiyordu. Menemeneioğ­

lu 'nun inancına göre Türkiye'nin savaşa girmekten elde ede­ ceği tek şey, büyük devletlerin ordularına savaş alanı olmak­ la kalacaktı.

Buradan ikinci konuya geçilebilir. Menemencioğlu, oku­ duğu tarihi eserlerden, küçük ulusların kendi kaderlerini çiz­ me konusunda, en iyi biçimde, ancak büyük devletler arasın­ daki güç dengesi sayesinde korunabileceklerine inanmıştı. Bu nedenle de Büyük Britanya ile bir anlaşma, Nazi A lmanyası ile de bir dostluk paktını hedef tutan politikada yanlış bir yön göremiyordu. Bunların her ikisi de Türkiye'nin "etken taraf­ sızlık" politikasının belirtileriydi. Bu tarafsızlık, Türkiye'yi korumayı gözetirken, Sovyetler Birliği ile Nazi A lmanyası'nın aşın derecede güçlenmelerini de engelliyordu (S l ). Mene­ mencioğlu bir seferinde de şunları söylemişti: "Buna göre biz, bu savaşın, karşıt yanlardan birinin ya da öbürünün kesin yenilgisiyle sonuçlanmasını istemiyoruz .. . Türkiye'nin çıkar­ ları, görüşme yoluyla varılacak bir barışa yönelmiştir" (52). Menemencioğlu, bütün bu ülkelerin, küçük devletlere karşı saldırgan emeller beslediğini düşünüyordu; bunlar an­ cak birbirlerine düşürülerek gemlenebilirdi. Savaşın sınır boy­ larında sürüncemede kaldığı ilk döneminde, Menemencioğlu da, İnönü'nün görüşünü paylaşmaktaydı. Buna göre savaş, Rusya' nın tarafsız ve dokunulmadan bir yanda kalmasıyla ve­ rilecekti. Yine Menemencioğlu da, olup bitenlerden sonra Al(5 1), B u cümle Menemencioğlu'nca söylenmiştir, Gizli Belgeler, s . 96. (52) Alman Dış Politikası Belgeleri, cilt: XII, s. 411.

38


manya 'nın tutkularının sınırsızca yayılmasından çekiniyordu. Alman ordularının ilerlemesi sürüp giderken, şöyle bir konuş­ mada bulunmuştu : "Yeni düzenle (Üçüncü Reich), sıkı bir alışverişimiz olsun istemiyoruz. Bize göre, her ülkenin kendi bağımsızlık ve var oluş biçimini seçmesi, en doğal hakkıdır. Mihverin yaydığı yeni düzen üzerine pek az şey bilin­ mektedir" (53). Menemencioğlu aynı düşünceyle, Türkiye'nin herhangi bir büyük ülkenin ardından gitme­ mesi gerektiğine inanıyordu. Alman ordularının bütün cephe­ lerde ilerledikleri dönemde ve savaştan önce Menemencioğ­ lu, Türkiye'nin ekonomik ve askeri yönlerden Almanya' ya çok bağımlı kalmaması için büyük çaba göstermişti. 1938'de Rib­ bentrop'a, Türkiye'nin bir tarafsızlık politikası izlemek iste­ diğini belirten de oydu. Böylece, Türkiye'nin askeri araç ve gereçlerinin tamamını Almanya'dan almak istemediğini; ha­ va kuvvetlerini, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri (R.A.F.) mo­ deline uyduracağını anlatmıştı (34). Menemencioğlu' nun, Türkiye'nin büyük devletlerden herhangi birine aşırı derece­ de bağımlı olmamak için gösterdiği çaba, titizlik ve büyük dev­ letler arasında bir güç dengesi kurma inancı, küçük bir devle­ tin en iyi savunma aracıydı. Yine lngiltere'yi de, Almanya'yı Avrupa politikasından uzaklaştırma niyetine karşı uyarmak­ tan geri kalmamıştı. Menemencioğlu, bu konuda Eden'e: " Sa­ vaşı kazanacak ve Almanya' yı yıkmak isteyecek olursanız, Av-

(53) Menemencioğlu'nun, Sovyetler Birliği'nin savaşa katılmaması ihti­ mali karşısında beslediği kaygıyla ilgili olarak, bak: lngiliz Belgeleri, cilt: V, s. 399; Almanya'dan korkusuyla ilgili olarak bak: Aynı belgeler. (54) Ataöv, aynı kitap s. 9

39


rupa'da müthiş bir boşluk meydana gelecek, doğacak girdap bizi, yani, Türkiye'yi de silip süpürecektir" demişti (55). Rusların Almanlara karşı kazandıkları zaferlerin sayısı arttıkça, Menemencioğlu'nun da Almanya'nın artık Rusların tutkularını gemleyemeyeceği üzerine korkuları çoğaldı. "Po­ litikamızın temel ilkesi, daima Avrupa 'nın merkezinde kuv­ vetli bir Almanya'nın bulunmasına dayanıyordu" (56). Bu görüş, kendisini İngiliz politikası ile anlaşmazlığa düşmeye yöneltmiş, özellikle Menemencioğlu için Avrupa üzerinde Sovyet egemenliğinin kurulması anlamına gelen Tür­ kiye'den yardım isteği, anlaşmazlığı iyice su üstüne çıkarmış­ tır. Bu konuda da, şu biçimde bir ko11uşma .yapıpıştır:: : (55) Bak. Alman Dış Politikası Belgeleri, cilt: XIL. s. 411; Raymond La­ coste, Türklerin, Rusya'ya Avrupa'nın göbeğinde aşırı güçlenme imkanı verine­ nin tehlikesini, ı942 yılı başlarıııda, lngiltere'nin Moskov.a'daki etçisi ve Rusla­

rın Berlin' i sürekli olarak jşgal etmelerini öneren elçileri. Sir Siafford Cripps 'ten daha ' 'çabuk'' anladıklarını yazmaktadır bak : La Russie Sovi 'etique et la Qu­

estion ·d'Orlent:· La \>ous�· ee Sovil 'etique vers les Mets Chauds-M' editetran ' ee et Golfe Pcrsique (Sovyet Rusya ve Doğu Sorunu - Sıcak Denizlere, Akdeniz ve

Basra Körfezine Sovyet Sızması), (Paris, Les Editions Internationales, 1946), s.78.

(56) Alman Dış Politikasi Belgeleri, cilt: XII, s. 411; Menemendoğlu da,

öbür Türk devlet adamları gibi, içgüdüsüyle SovyetlerBirliği'ne karşı bir güven­ sizlik duygusu beslemekteydi, gerek İngiliz, gerekse Amerikalı resmi memurla­

rın karşısında sık sık bundan söz ederdi. Sözgelişi, 1941 yılı Kasım ayında bir Rus denizaltısı Karadeniz' de, Bulgar kıyılarına yakın bir yerde küçük bir Türk gemisini batırmıştı. Türk hükumeti bu olayı protesto etmeme karan aldı ama, Me­ nemencioğlu tepkisini Amerikan Elçisi karşısında gösterdi. Mac-Murray'ın an­ lattığına göre, ' 'Menemencioğlu, Rusya bugünkü şartlar altında Birleşik Ameri­ ka ve Büyük Britanya gibi demokrasilerle kader birliği yaptığı halde bu ülkele­ rin siyasal görüşlerini asla benimsemeyeceğine ve siyasal düzenbazlıklardan ken­ disini kurtaramayacağına olan inancını biraz da öfkeli bir biçimde dile getirdi. ' ' Birleşik Amerika'nın Türkiye Elçisinin (Mac-Murray) Dışişleri Bakanı'na me­ sajı, Ankara, 24 Kasım 1941, Dış tlişkiler, 1941, cilt: I, s. 334.

40


"Kendileriyle müttefik oluşumuzu, güttüğümüz politi­ kayla ispatladığımızı İngilizler bilirler; ama, buna rağmen üçüncü bir gücün (Sovyet Rusya) yararına sömürülmeye göz yummayacağımız da bilinmelidir." (57). Kısacası Menemen­ cioğlu, yapmacık bir içtenlik gözüyle baktığı bir şeye araç ol­ mak istemiyordu. İnönü dış politika kararlarında nasıl ölçülü bir yol izliyorsa, Menemencioğlu da katı bir pragmatik (olay­ lara dayanan) gerçekçilik uyguluyordu. Bir seferinde; "Bırakın da siyasette hissiyattan, eski dostluklardan, si­ lah arkadaşlığından değil de ... gündelik çıkarlardan bahsede­ lim:..." demişti. Bu dediğini de yoğun bir inançla yerine getir­ mekteydi. Bakanlar Kurulu Bozulan sağlık durumu nedeniyle Menemencioğlu 1 943 yılı başlan�da Moskova'da elçi olarak -

bulunan Cevat Açıkalın'ı geri çağırarak, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğine atadı (58). Açıkalın, lsviçre'de Mene­ mencioğlu'yla birlikte öğrenim yapmıştı; ama, o dönemde pek sıkıfıkı olmamışlardı. Buna rağmen aralarında sağlam bir dostluk kuruldu. 1 943 'ten b�layarak Menemencioğlu, Açı­ kahn' a en giivenilir dost ve meslekt�lanndan biri olarak bak­ maya başlamıştı (59). Açıkahn'ın Menemencioğlu üzerine yargısı, fnönü'nünkinin doğrultusundadır: .. Bir kaptan, par­ lak bir müzakereci, usta bir tartışmacı" (60). Dolayısyla Cevat Açıkahn

da,

incelenmekte olan dö-

(57) Alınan Dış P"olitikası Belgeleri, cilt: XII, s. 4 1 1 . (58) Özel bir görüşmede Cevat Açıkalın'ın ifadesi. (59) 2 1 Ağustos 1 969'da özel bir görüşmede Bayan Nermin Streater'in ifadesi. (60) Özel bir görüşme sırasında Açıkalın'ın ifadesi.

41


nemde karar alma konusunda rol oynamıştır. Bunu dikkate al­ mak gerekir. 1943 yılı mart ayında Genel Sekreter olmak üze­ re Moskova'dan döndüğü zaman, Dışişleri Bakanlığının kordiplomatik kadrosunda 23 yıl­ lık hizmetini tamamlamış bulunuyordu. Atatürk'ün ayrıldığı eşinin kız kardeşi ile evlenmiş, Menemencioğlu gibi, o da genç yaşında Atatürk'ün takdirini kazanmıştı. Menemencioğ­ lu 'ndan çok daha genç olduğu halde, yalnız Dışişleri Baka­ nı'nın yakın arkadaşı olarak değil, ayrıca İnönü 'nün kişisel gü­ venini de kazanarak Genel Sekreterlikte önemli roller oyna­ mıştır. İnönü onun için : "Cevat Açıkalın bana daima yararlı ve yakın olmuştur", demiştir (61). Açıkalın, Moskova 'da bu­ lunduğu sırada, Rusların Türkiye'nin savaşa girmesini baha­ ne ederek ordularıyla Türkiye 'ye yerleşmeye kalkışmaların­ dan çekinmeye başlamıştı (62). İnönü ve Menemencioğ­ lu 'ndan bağımsız olarak politikada yön çizecek biri olmadığı halde, 1943 'le 1946 yılları arasında alınan belli başlı önemli kararlarda, o da etkili olmuştur. Müttefik ordularının cephelerde ilerlemeye başladığı dö­ nemde, Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Alman ordularının cep­ helerde zaferden zafere koştuğu dönemde, Refik Saydam ka­ binesinde Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuştu (63). Bu nitelikle gittiği ve bir aya yakın süre kaldığı Nazi Almanya­ sı 'nın beklenmedik müttefiki Sovyet Rusya'yla da bir ittifak yapmaya çabalarken, 1939 yılı Eylül ayının 26 'sından Ekimin desi.

(6 1 ) 21 Eylül 1966' da, Çankaya'da yapılan özel görüşmede İnönü'nün ifa-

(62) İnönü de, Açıkalın da bunu doğrulamıştır. ( 63) Şükrü Saraçoğlu 'nun politik yaşantısının kısa bir özeti için bak. Türk Meşhurlan Ansiklopedisi. s. 345-346.

42


1 7 'sine kadar Moskova'da bulunduğu dönemde, oyalanmanın ve aldatılmış olmanın büyük acısını tatmıştır (64). Bu dönem­ de Ruslarla bir anlaşmaya varmakta gösterdiği başarısızlık. Molotov'un davranışları, ilerde tanık olacağımız gibi, Sara­ çoğlu'nun Rusya'nın savaş sonrası niyetleri üzerine etkili bir biçimde aydınlatmıştır. Saraçoğlu, Menemencioğlu'nun isti­ fasından sonra üç ay süreyle başbakanlık ve Dışişleri Bakan­ lığı görevlerini birlikte yürütmüştür.

(64) Saraçoğlu'nun Sovyetler Birliği'ndeki üzücü, fakat anlamlı gezisi üze­ rine çok şey yazılmıştir; o zamanki Türk tepkisi için bak: Yunus Nadi, "Türki­ ye ve Rusya", Cumhuriyet Gazetesi, 19 Ekim 1939; Asım Us, "Türk-Rus Mü­ nasebetleri", "Vakit Gazetesi, l 9 Ekim 1 939; Hüseyin Cahit Yalçın'ın Yeni Sa­ bah gazetesinde aynı tarihte yayınlanan "Türk-Rus Müzakereleri" adlı makale­ si daha da aydınlatıcıdır. Aynca, lnönü'nün yorumu için bak: lnönü'nün Söylev ve Demeçleri, s. 341 -342. Molotov, daha sonra Türkiye'den aşın isteklerde bulunduğunu yalanla­ mıştır; V. M. Molotov, Sovyetler Birliği Dış Politikası, (Mokova, Yabancı Dil­ ler Yayınevi, 1939). Aync bak: S.S.C.B Halk Komiserleri Konseyi Başkanlık Ra­ poru, S.S.C.B. Yüksek Prezidyumu beşinci olağanüstü toplantısı, 3 1 Ekim 1 939, s. 1 4- 1 5; V.M. Molotov, Sovyet Banş Politikası (Londra, Lawrence and Wishart, 1 94 1 ), s. 42-43. Daha ayrıntılı bilgi için bak: Feridun Cemal Erkin, Les Relations Turco Sovletiques et la Question des Detroits (Türk-Sovyet tıişkileri ve Boğazlar So­ runu), (Ankara, Başnur Matbaası, 1968), s. 1 60-179. Türk Dış politikası, s. 129- 1 32. Burçak, önceki aynı kitabı, s. 98-99. Ataöv ,.önceki aynı kitabı, s. 56-60. . Harry N. Howard, "Germany, The Soviet Union and Türkey During World War il", B. Amerika, Dışişleri Bakanlığı, Bulletin, 1 8 Haziran 1948- s. 63-78. George E. Kirk, "Turkey: The U.S.S.R. and the Middle East 1939-1945, "The Middle East in the War (Savaşta Orta Doğu), (Londra, Oxford Üniversite­ si Matbaası, Kraliyet Uluslararası llişkiler Enstitüsü, 1952), s. 443-467. Rustow, aynı kitap, s. 302-303. Necmettin Sadak, "Turkey Faces the Soviets", Dış Sorunlar, XXVII, Ni­ san 1 949-46 1 . Annette Baker Fox, ''Turkey, Neutral Ally' ' , The Power of Small States: Diplomaey in World War II (Kjiçük Devletlerin Gücü: İkinci Dünya Savaşı Dip­ lomasisi), (Chicago, Chicago Üniversitesi matbaası, 1959), s. 1 0-42. Molotov bu gezi sırasında, Türklerin Boğazlan kapatmalarını ve Polon­ ya'nın Soveytlerle Naziler arasında bölüşülmesini tanımalarını istemişti; Molo­ tov aynca, Rus-Alman denetimi altında bir Balkan blokundan söz etmişti. Sara­ çoğlu'nun Moskova'da bulunduğu sırada, Ribbentrop habersizce çıkagelmiş, 43


Bakanlar Kurulu'nun öbür üyelerinin, dış politika ko­ nusundaki kararlarda etkileri son derece sınırlı olmuştur. Sta­ tüleri ve etkileri bakımından Maliye ve İçişleri Bakanları, Yedinci Meclis dönemi olan 1 943- 1 946 yıllarında, önem sı­ rası bakımından Dışişleri Bakanı'ndan sonra gelmişler (65): Molotov'la Ribbentrop aralarında tartışırlarken, Saraçoğlu boşu boşuna Mosokva' da bekletilmişti. Hesapların çoğu, bu tür davranışların o zamana kadar dostça olan Türk-Rus ilişkilerinin sonunun geldiğini gösteriyor, Ankara da ye­ niden Sovyetler Birliği 'nin emperyalist emellerinden kuşkulanmaya başlıyordu. Amerikan elçisi MacMurray, her şeyden önce Rusya'nın Nazi Alman yası ile bir pakt imzalaması karşısında Türklerin ' 'hayal kırıklığına'' uğradığını, bunu, 'yü­ ze indirilen bir şamar" olarak kabul ettiklerini Başkan Roosevelt' e bildirmişti. Ankara, 9 Kasım 1939, Dış İlişkiler, 1 940, cilt: 1, s. 446. Elizabeth Wiskemann da, Alman-Rus paktının ' 'Türkiye'nin tutumunu de­ ğiştirmeye yaray acağını" Hitler'in Mussolini'ye kabul ettirmeye çalıştığına dik­ kati çekmektedır, The Rome - Birlen Axis: A. History of the relations B etween Hitler and Mussolini, (Roma-Berlin Mihveri: Hitler'le Mussolini Arasındaki İliş­ kilerin Tarihçesi), (Londra, Owford Universitesi Matbaası, 1 949), s. 1 66. Nazi - Sovyet Paktı'nın 22 Ağustos 1 9 39'da imzalanmasından önce Hit­ ler' in generallerine, ' 'Kemal'in (Atatürk) ölümünden beri Türkiye, küçük beyin­ li,.. kararsız, güçsüz adamlarca yönetiliyor" dediğine dikkat edilmelidir. Uluslararası Askeri Mahkeme, Mihver Suçlularını Yargılama Başyargıç­ lığı, Nazi Conspiracr. and Aw.ession, (Nazi Tertipleri ve Saldırganlığı), cilt: III (Washington, Birleşık Amerıka hükumeti devlet matbaası, 1 947), s. 583. David Dallin ise, Kremlin'in 1943 yılı Ağustos ve Eylül aylarında Türk­ lerle açıkça bağlan koparma izlenimini uyandırmak istemediğini ve Saraçoğlu'nu ' ' dostça'' uğurlamak ıi;in çaba gösterdiğıni ileri sürmektedir. Soviet Rµssia's F o­ reign Pciliey, (Sovyet Rusya'nın Dış Politikası), (New Haven, Yale Universeti­ se matbaası, 1 943), s. 1 1 0. Bütün bu döneme ait en ilginç eserlerden biri de, Rene Massigli'nin an­ lattıklarıdır. Massigli, Saraçoğlu'nun Moskova'ya gidişi sırasında Ankara'nın ha­ vasını anlatmaktadır, önceki aynı kitap, s. 273-292. fleri sürdüğüne göre Mene­ menioğlu, Rusya'nın yeniden Boğazlar üzerinde denetleme yetkisini ele geçir­ mek istemesine neden olarak " Hıtler dalgasının kopup gelmesi"ni göstermek­ teydi, s. 283. AlmanY.a ile Rusya arasındaki saldırmazlık paktının metni için bak: Al­ man Dış Politıka Belgeleri, dizi D. cilt: VII, s. 245- 247. Daha çok bilgi için bak: Birleşik Amerika Dışişleri Bakanlığı, Nazi-Soviet Relations 1 939-1 940: Docu­ ments from the Archives of the German Foreign Offıce, ( 1 939-1940 Nazi-Sov­ yet İlişkileri: Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivlerinden Belgeler), Raymond Ja­ mes Sontag ve James Stuart Beddie, (Washington, Birleşik Amerika Devlet Mat­ baası, 1 948), s. 1-78. (65) Frey, önceki aynı kitap, s. 265: Birleşik Amerika elçisi Steinhardt, Saraçoğlu kabinesini "sınırsız Amerikan ve İngiliz taraftan" olarak nitelemiş­ ti; oysa bu, işi çok basitleştirmektir; Türkiye' deki A.B.D. elçisinin (Steinhardt) Dışişleri Bakanına raporu, Ankara, 1 7 Temmuz 1 942, Foreign Relations, (Dış ilişkiler), 1 942, elit: IV, s. 727.

44


İncelemekte olduğumuz dönemde Maliye Bakanlığı görevi­ ni Fuat Ağralı ve Nurullah Esat Sümer yüklenmişlerdi. 17 Ağustos 1942'ten 25 Mayıs 1943 'e kadar İçişleri Bakanlığı yapan Recep Peker ise, Mihver 'e daha yakın bir politikanın savunucusu olmuştur (66). Daha sonra Peker ' in yerini Hilmi Uran almış (67), Uran 'la birlikte Milli Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal (68) ve özellikle İnönü 'ye yakınlığı ile tanı­ nan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel (69), 1944 yılı Ma(66) Profesör Ahmet Şükrü Esmer'le Ankara'da, 1 1 Mayıs 1 966'da özel görüşme; Türk Tarih Kurumu Başkanı Uluğ Iğdemir'le Ankara' da, 20 Mayıs 1966 'da yapılan özel görüşme: Kazım Özalp 'la İstanbul' da 27 Eylül 1966 'da ya­ pılan özel görüşme; bu görüşmelerde her üçü de Recep Peker'in, Türkiye 'nin Mih­ ver devletleri yanında savaşa girmesinden yana olduğunu belirtmiştir. Walter F. Weiker'in, The Free Party of 1 930 in Turkey (Türkiye'de, 1930 Serbest Fırkası) adlı, yayınlanmamış ve 1962'de Princeton Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümü'ne teslim edilen araştırmasında Peker'in savaştan önceki poli­ tik yaşantısı; Kemal H. Karpat'ın Turkey's Politics: The Transition to a Multi­ Party System, (Türk Siyaseti: Çok Partili Sisteme Geçiş), (Princeton, N. J., Prin­ ceton Üniversitesi Matbaası, 1959) adlı kitabında da savaştan sonraki politik ya­ şantısı tartışılmaktadır; Karpat, Peker'den şöyle söz ediyor: "Tek parti ve otori­ ter önderlik sisteminin savunucusu olarak tanınmıştı (Peker). Her türlü anlaşma­ ya karışsıydı ve görüş aynlıklarının basit bir diplomasiyle çözülmesinin müm­ kün olduğu hallerde bile, kuvvet kullanılmasından yanaydı. ' ' (67) Hilmi Uran savaş yıllarında geçirdiği deneyler üzerine ilginç bir es­ er yazmıştır. Hatıralarım, (Ankara, Ayyıldız Matbaası, 1959). ( 68) Artunkal, Yedinci Meclis dönemi olan 1 943- 1 946 yıllan arasında ara­ lıksız Milli Savunma Bakanlığı görevini yapmıştır; Profesör Frederick Frey'in belirttiği gibi, bir Meclis döneminde, bakanlıkta aralıksız kalan tek kişidir. Ön­ ceki aynı kitap, s. 291 . (69) lnönü'nün Söylev ve Demeçleri adlı eseri yazan Yücel, savaş yılla­ rında Turancılık akımının kökünü kazıdığı için, Türkiye'deki sağ kanadın şid­ detli eleştirilerine uğramıştır. Aynca, Hürriyet, Gene Hürriyet (Ankara, Türk Ta­ rih Kurumu Basımevi, 1 960) adlı bir eseri daha vardır. Kemal Karpat'ın anlattı­ ğına göre, solcu aydınlarca desteklenen ve Başbakan olmayı tasarlayan Yücel'in, savaş yıllarında görevinden alınması için Saraçoğlu 'nun ırkçıları ve aşın sağcı­ ları desteklediği yolundaki iddialan doğrulayacak kanıtlar elde edilmemiştir, ön­ ceki aynı kitabı, s. 265, Yücel'in, Türkiye' deki sol kanatla ilişkisi olduğu doğru­ dur ama, komünist unsurlarla, ileri sürüldüğü biçimde hiç bir ilişkisi olmamıştır.

45


yıs ayından sonra Turancılık akımı eylemlerinin ezilmesinde etkili olmuşlardır. Ünlü general Ali Fuat Cebesoy da savaşın büyük bir dö­ neminde Uluştırma Bakanı olarak görev almıştır. Söylendiğine göre, Peker gibi, o da İkinci Dünya Sava­ şı 'na, Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nin egemenliğini kırma­ ya yarayacak bir fırsat gözüyle bakmaktaydı (70). Yine de, Peker gibi körü körüne bir Mihver yanlısı de­ ğildi (71). Son olarak bir ad daha anmak gerekir ki, o da Hasan Şa­ ka 'dır. İncelenen konuda Menemencioğlu kadar önemli bir rol oynamadığı halde, Hasan Saka, 15 Eylül 1944 'te onun yerine Dışişleri Bakanlığı'na atanmış ve San Francisco Konferan­ sı'nda Türkiye 'yi temsil etmiştir. Bu göreve gelişinde, dış po­ litika sorunlarında yasama ve yürütme organlan arasında oy­ nadığı bağdaştırıcı, başarılı rol etkili olmuştu (72). Şimdi de, Meclis'in, savaşın son döneminde dış politi­ kanın saptanması konusunda oynadığı rolü inceleyelim.

(70) Profesör Ahmet Şükrü Esmer, Uluğ İğdemir ve Kazım Özalp, (6 1 ) no.lu dipnotunda belirtilen özel görüşmelerde, General Ali Fuat Cebesoy'un tu­ tumunun her şeyden çok Rusya'ya karşı olduğunu söylemişlerdir. (7 1 ) Görüşlerini doğrulayan bazı kanıtlar, Ali Fuat Cebesoy'un, Gl. Ali Fuat Cebesoy'un Siyasi Hatıraları, (İstanbul, Vatan Neşriyatı, 1957) adlı kitabın­ da bulunabilir. Sözgelişi, Recep Peker'i "totaliter bir kişi" olara niteleyen Ah­ met Emin Yalman, Ali Fuat Cebesoy'un da aynı karakterde olduğunu kesinlik­ le yalanlamaktadır. Yalman'ın anlattığına göre Cebesoy, Ruslardan çekiniyor­ duysa da, Mihver yanlısı değildi, hele, Turancı fikirlerle hiç ilişkisi yoktu. (72) İstanbul' da, 27 Eylül 1969' da Kazım Özalp 'la yapılan özel görüşme­ den, Hasan Saka'nın yaşantısı ve politika yıllan üzerine kısa bilgi edinmek için bak: Türk Meşhurları Ansiklopedisi, s. 3 4 1 . ( 1 969 yılı Eylül ayında Londra'da yapılan özel görüşmeden.)

46


Büyük Millet Meclisi ve C.H.P. Parlamento Grubu İnönü'nün, Ankara siyasal çevrelerine egemen olması, kendi­ sini Meclis'in üstünde gördüğü anlamına gelmez. Tersine, İnönü, Büyük Millet Meclisi üyeleriyle düzenli olarak bağlan­ tı içinde kalmayı adet edinmişti. İnönü, yalanlamak istercesine, "Halk benim savaş yılla­ rında mutlak otoriteye sahip olduğumu düşünür," demiştir. "Oysa benim sadece menevi ya da yönetici bir etkim olmuştu ve ben daima Büyük Millet Meclisi'ne teklifler götürmüşüm­ dür." (73) Dolayısıyle bizim de, Meclis'i, savaş yıllarında dış politika kararlarının alınışıyla olan ilişkisini, C.H.P. Meclis Grubu'nun ya da C.H.P. Grubu 'nun tutumunu ve özellikle can alıcı rol oynayan milletvekillerini tartışmamız gerekir. 1924 Türk Anayasası 'na göre Türkiye Cumhuriyeti 'nde egemenlik, onun temsilcisi olan T.B.M.M. aracılığıyle, ulu­ sundur (74). Meclis de, yürütme yetkisini, T.B.M.M. üyeleri arasından dört yıl için seçilen Cumhurbaşkanına verir. Cum­ hurbaşkanı yine Meclis üyeleri arasından bir başbakan atar, Başbakan'ın atadığı bakanları onaylar ve isterse Bakanlar

-

-

(73) Çankaya'da, 22 Eylül 1 966'da, eski Cumhurbaşkanı İsmet lnönü'yle yapılan özel görüşmeden. (74) 1 924 Türk Anayasası için bak: Bülent Tanör ve Taner Beygo'nun ya­ yınladıkları Türk Anayasaları, (İstanbul, Filiz Kitabevi, 1 964), s. 1 05-106. Ay­ nca bak: A. ŞerefGözübüyük ve Suna Kili'nin yayınladıkları Türk Anayasa Me­ tinleri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültsi idari ilimler Enstitüsü, ya­ yın no. 2), (Ankara, Ajans-Türk Matbaası, 1 957), s. 1 0 1 - 123; bu belgeye giriş olarak bak, Edward C. Simith, "Debates on the Turkish Constitution of 1 924" ( 1 924 Türk Anayasası Üzerinde Tartışmalar), Ankara Üniversitesi Siyasal Bil­ giler Fakültesi Dergisi, cilt: XIII (Eylül 1958), s. 82-130; bu araştırmadaki 1 924 Anayasası'ndan alıntılar, Tanör ve Beygo'nun yayınladıkları metinlerden alın­ mıştır.

47


Kurulu toplantılarına başkanlık da edebilir (75). Demek ki Meclis, yürütme gücünü, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuru­ lu aracılığıyle uygulamaktadır. Bu temel yapının da üstünde, elbette bir de siyasal yaşantının gerçekleri vardır. Türkiye'de iki partili bir demokrasiyi geliştirmek için gösterilen çeşitli çabalara rağmen, o dönemde C .H.P. tek başına varlığını sür­ dürmekteydi. Siyasal gücü yalnız bu parti temsi ediyor, hükCımetin si­ yasetini yalnız bu parti etkiliyordu. Daha l 923'ün başlarında C .H.P.'nin bir Meclis Grubu kurularak, hükCımetle parti siya­ setinin bağdaştırılması amacı güdülmüştü (76). Savaş patlak verdikten sonra, devletin izlediği siyaseti onaylama sorumlu­ luğu, Meclis Genel Kurulu içindeki C.H.P. Meclis Grubu'nun üzerine kalmıştı (77). A.C. Edwards'ın belirttiği gibi, Anka­ ra'da "İkili bir parlamento türü" vardı (78). Özellikle savaş yıllarında bu yöntem çok uygun düşmek­ teydi. Gelenek gereğince, Meclis'teki tartışmalar halka açık­ tı. Meclis Grubu'nun siyasal toplantıları ise kapalı oluyordu. Meclis'in pazartesi, çarşamba ve cuma günleri yapılan olağan (75) 1924 Anayasası'nın 4, 5, 6 ve 7. maddeleri için bak: Tanörve Beygo, önceki aynı kitap, s. 1 05 - 1 06. Aynca bak: Frey, önceki yanı kitap, s. 9. Burada dikkati çeken özellik hükumetin yasama ve yürütme dallarına bölünmüş olması­ na rağmen, Amerikan hükumet sisteminde olduğu gibi, kesin bir güç ayrımı bu­ lunmamasıydı. (76) Frey, önceki aynı kitap, s. 1 l; parti ve hükilmetin denetleme yetkisi üzerindeki tartışma için bak. Aynı eser, s. 303-304. (77) Mümtaz Soysal, Dış Politika ve Parlamento: Dış Politika Alanındaki Yasama - Yürütme ilişkileri Üzerinde Karşılaştırmalı bir inceleme, (Ankara Üni­ versitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınlan, No. 1 83-165), s. 1 04-105. (78) A. C. Edwards, "lmpact of the War on Turkey", (Savaşın Türkiye Üzerinde Yarattığı Şok), International Affairs, cilt: XXII, Temmuz 1 946, s. 38940 1 .

48


toplantıları, sıradan bir biçimde geçiyor, hükümetin ne istedi­ ğini ve neyin oybirliğiyle kararlaştırılmasını dilediğini ortaya çıkarıyordu (79). Gerçek Parlamento çalışmaları ise - oylama­ lar ve soru önergelerinin görüşülmesi, Bakanlar Kumlu'nun izlediği politikanın gözden geçirilmesi, kararların tartışılma­ sı ve yapıcı yeni tasarıların ele alınması - düzenli olarak sah­ lan toplanan Meclis Grubu'nun oturumlarında yapılıyordu. Savaş yıllarının büyük bir bölümünde Ticaret Bakanı olan Fu­ at Sirmen, Meclis Grubu toplantılarında Bakanlar Kurulu üye­ lerinin, kendilerine yöneltilen sorular karşısında ürkek ve çe­ kingen olduklarını, bazı toplantılardan çok yorgun, ya da gö­ revlerinden uzaklaştırılmış olarak çıktıkları bile belirtmiştir (80). Anlaşılıyor ki, Bakanlar Kurulu, Meclis Grubu'nun sa­ lı günkü toplantılarından aldığı direktiflerle yönünü çizer ve bütün bir hafta boyunca da grubun kilit noktalarındaki yöne­ ticilerle sıkı ilişkide olurdu (8 1 ). İşte, bizi burada özellikle il­ gilendiren de budur. Dış politika kararlarında yasama ve yürütme organları­ nın işbirliğinin incelenmesinden çıkan gerçek; Türkiye'yi il­ gilendiren siyasal bir karar alma konusunda asıl güç ve otori­ tenin hiç de yürütme organının yararına.ağır basmadığının an­ laşılmasıdır. Meclis grubundaki bu coşkulu tartışmalar, aslın-

(79) Soysal, önceki aynı kitap, s. 1 1 4; Soysal, buradaki tartışmasını eski Büyük Millet Meclisi başkanlarından Fuat Sinnen'le yaptığı görüşmeye dayan­ dınnaktadır. (80) Hilmi Uran, önceki aynı kitap, s. 342. (8 1 ) Tahsin Bekir Balta, Türkiye'de Yasama - Yürütme Münasebeti, (An­ kara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınlan, No. 1 00-32; ida­ ri ilimler Enstitüsü Yayınlan, no. 9, 1 960), s. 45.

49


da parlamentenon (82). Menemencioğlu ve ondan daha sey­ rek olarak da Saraçoğlu, kararlan Meclis'e, onaylanması için değil, -çünkü, bundan nasıl olsa kuşkulan yoktu- meşruluğu­ nun onaylanması için sunuyorlardı. Bu meşruluğu gözetme ve dış politika sorunlarında soru önergeleriyle tartışmaları kola­ laştırmaya çalışmakla, tartışmalara katılamayan ve Parlamen­ to'da oy kullanmak yetkisi olmayan İnönü, 1 924 Anayasa­ sı "nın temel mekanizmasını korumuş oluyordu (83). Hükumetin yasama dalında görevli olanların büyük bir çoğunluğu, hem Meclis'te milletvekili, hem de C.H.P. Mec­ lis Grubu üyesi niteliğiyle İnönü ve yardımcılarının dış poli­ tikaya yön vermesinden hoşnuttular. Zamanın etkili Meclis ve Meclis Grubu üyelerinden olan Cavit Oral, Menemenci­ oğlu ve öteki Bakanlar Kurulu üyelerinin, ancak temel karar­ lar alındıktan sonra, güdülen siyasetin tartışılmak üzere Mec­ lis' e getirilmesi görüşünü savunduklarını söylemektedir (84). (82) "Hissi görev" kavramını, Princeton Üniversitesi profesörlerinden Harry Eckstein ortaya atmıştır. (83) 1924 Anayasası'nın 32. maddesi şöyle der: "Reisicümhur, Devletin reisidir. Bu sıfatla merasimi mahsusada Meclisce ve lüzum gördükçe İ cra Vekil­ leri Heyetine riyaset eder. Reisicumhur, Riyaseti cümhur makamında bulunduk­ ça, Meclis münakaşat ve müzakeratına iştirak edemez ve rey veremez." (Türk­ çe aslında olduğu gibi alınmıştır.) Tanör ve B eygo'nun yayınladıkları metinden, s. 1 1 O: Cumhurbaşkanının dışişlerini yönetmeye katılışı Anayasa 'ya göre yalnızca sembolik bir yetkiydi. 1 924 Anayasası'nın 37. maddesi şöyledir: "Reisicümhur, ecnebi devlet­ lerin nezdinde Türk Cümhuriyetinin siyasi mümessillerini tayni ve ecnebi dev­ letlerin siyasi mümessillerini kabul eder.'' (Türkçe aslından, olduğu gibi aktarıl­ mıştır. Ç.N.) (Madde 37), Tanör ve B eygo'nun metninden, s. 1 1 1 . (84) 1 966 yılı Haziran ayının S'inde, Ankara' da, 7. dönem milletvekille­ rinden ve incelenmekte olan dönemde dış politika tartışmalarına etken bir biçim­ de katılan Cavit Oral'la yapılan özel görüşmeden.

50


Grubun, İnönü'nün ya da Menemencioğlu'nun aldığı bir ka­ rarı kabul etmemesi düşünülemezdi. Oral, böylece dış poli­ tikayla ilgili soru önergeleri üzerinde açılacak tartışmaların, Grup üyelerine Bakanlar Kurulu'nun güttüğü politikadan ya­ na ya da ona karşı konuşmaya fırsat vermesini öneriyordu. Bu yoldan hem yoğun bir biçimde Menemencioğlu, Saraçoğ­ lu ve öteki bakanları sorguya çekebiliyorlar, hem de hükUme­ tin en basit konulara kadar, çeşitli görüşte kişilere danıştığı yolunda kendi kendilerini tatmin ediyorlardı. Bunun sonucun­ da İnönü ve hükumeti, oybirliğiyle alınması garantiye bağ­ lanmış ve onayı almaktaydı; ama bu oybirliği pekala serbest­ çe sağlanmış da olabilirdi. Daha başka kanıtlar da, Oral' ın ifa­ desini doğrulamaktadır. Sözgelişi, Prof. Mümtaz Soysal, İnö­ nü'nün 1 Kasım nutuklarının gelecek yıl içinde Meclis gru­ bundaki tartışmalara ışık tutan bir kılavuz işi gördüğünü keş­ fetmiştir (85). Sosyal, ayrıca 11 Mayıs 1945'te Meclis'e ve­ rilen bir önergeyle milletvekillerinin, dış politika sorunları­ nı yönetimindeki berecerikliliği için lnönü'ye minnet ve te­ şekkürlerini sunuşunu, bu konularda Meclis' in, Bakan lar Ku­ rulu'nun nasıl kopyası gibi davranmadığının başlıca kanıtı olarak göstermektedir. Gerek Profesör Esmer, gerek Profesör Armaoğlu, Mec­ lis Dışişleri Komisyonu'nun da, hem statüsü, hem de politi­ ka üzerindeki etkisi bakımından hiç de önemli bir rol oyna­ madığı görüşünü ileri sürmüşlerdir. Meclis Dışişleri Komis­ yonu, hükumetin ve onun asıl başının, yani lnönü'nün, ç iz(85) Sosyal, önceki aynı kitap, s. 1 05.

51


diği politikayı sürekli izleyen bir komiteden başka bir şey de­ ğildi aslında (86). Kısacası, anlaşıldığı kadarıyla gerek kendisi, gerekse Cumhuriyet adına kullanmak üzere, Cumhurbaşkanına ema­ net etmişti; buna karşılık İnönü de dış politika kararlarında Meclis'in onayını aramaktaydı. Meclis, gerçek oturumundan önce, Meclis Grubu olarak kendi arasında bir anlaşmaya va­ rıyordu; böyle olunca da, hiç şaşmaz bir biçimde hükı1metin güttüğü siyaseti onaylıyordu. Yine de Meclis Grubunda kilit noktalarını tutan bazı ki­ şilerin dış politika konusundaki etkilerini görmezlikten gel­ memeye dikkat edilmelidir. İnönü, C.H.P. ve Meclis'te bazı kimselerle temel konularda anlaşmadan hiç bir politik karar almaya yanaşmadığını ileri sürmektedir (87). Bunların içinde en önemlisi de, özellikle A lman ordularının bütün cepheler­ de ilerledikleri dönemde, Ali Fethi Okyar'dı. İnönü, Okyar'ın görüşlerine özellikle değer veriyordu. Profesör A . Suat Bilge, "Dış politika konusunda İnönü 'nün dinlediği tek kişi Fethi Ok­ yar'dı" diyecek kadar ileri gitmektedir. Her ne kadar bu Ok­ yar'tn savaştan önce ya da savaşın başında oynadığı rolü bi­ raz büyütmek olursa da, savaştan önce Türkiye'nin, Büyük Britanya'nın yanında yer almasını İnönü'ye kabul ettirenin (86) 1 1 Mayıs 1966'da Ankara'da Profesör ahmet Şükrü Esmer'le yapı­ lan özel görüşmeden. Savaş yıllarında Profesör Esmer, C.H.P. 'nin resmi organı Ulus gazetesinin yazı işleri yönetmeni yardımcılamıdan, milletvekili ve Meclis Dışişleri Komisyonu üyelerindendi. Görüşme sırasında, yani, 20 Nisan 1 966'da Profesör Fahir A. Armaoğlu da Ankara'da, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası Münasebetler Enstitüsü'nün başındaydı. (87) Eski Cumhurbaşkanı ile 2 1 Eylül 1 %6'da Çankaya'da yapılan özel görüşmeden.

52


Okyar olduğu da gerçektir. Türkiye'nin eski Londra Büyükel­ çilerinden ve Saydam kabinesinden Adalet Bakanı olan Ok­ yar, Britanya'nın savaşı kazanacağından emin görünüyor, Tür­ kiye'nin bu ülkeyle karşılıklı bir savunma paktı imzalaması­ nı istiyordu. Türkiye, Fransa ve İngiltere arasında 1 9 Ekim l 939'da imzalanan üçlü karşılıklı yardım paktı, büyük çapta Fethi Okyar 'ın etkisiyle gerçekleşmiştir (88). (88) Saraçoğlu'nun Moskova'dan dönüşünden iki gün sonra, Türkiye, ln­ giltere ve Fransa arasında bir karşılıklı yardım paktı Ankara'da imzalanmıştı. Sa­ vaş yıllarında imzalanan Türk-İngiliz ittifakını temel alan bu anlaşma, Türkiye'nin hangi şartlar altında lngiltere ve Fransa'ya yardımda bulunacağı konusunda son derece belirliydi. Türkiye'ye ancak, bir Avrupa devleti, gerek lngiltere'ye, ge­ rekse Fransa'ya karşı saldırıya girişir ve bu saldın Akdeniz' de her ikisinin de sa­ vaşa girmelerini zorunlu kılarsa, lngiltere ve'Fransa'ya yardım edecekti. Türki­ ye aynca, her iki devlet de Yunanistan ve Romanya'nın savunması için savaşa girmek zorunda kalırlarsa, yine lngiltere'yle Fransa'ya yardım edecekti. Buna karşılık İngiltere ve Fransa, Akdeniz bölgesinde bir saldırıya uğrar ya da savaş­ la tehdit edilirse, Türkiye'nin yardımına koşmayı garanti ediyorlardı. Bu anlaş­ ma uyarınca Türkiye'nin, savaş Akdeniz'e sıçrayıncaya kadar lngiltere ve Fran­ sa 'ya askeri yönden yardım etmek gibi bir zorunluluğu olmuyordu. Oysa, savaş Akdeniz'e sıçramakta gecikmedi. On beş yıl yürürlükte kalacak anlaşmanın bir de eki vardı. 2 no.lu ek protokolde, anlaşmada söz konusu edilen maddelerden hiç birinin, Türkiye'yi Sovyetler Birliği'yle silahlı bir çatışmaya girme zorunda bırakmayacağı belirtiliyordu. Metnin lngilizce orijinalinin kopyası için bak: Bü­ yük Britany"a Dışişleri Bakanlığı, British and Foreign State Papers, (lngiliz ve Yabancı Devlet belgeleri), Birleşik Krallık adına Majesteleri Kral, Fransa Cum­ huriyeti Cumhurbaşkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı arasında An­ kara, 19 Ekim 1 939 tarihli Karşılıklı Yardım İttifakı; İttifaklar Dizisi no. 4, Avam Kamarası Oturum Belgeleri, cilt: XII (Londra, His Majesty's Stationery Offıce,

1 940); metnin Fransızca kopyası için bak: Erkin, önceki aynı kitap, s. 484-487; Türkçe kopyası için bak: ' 'Türk-Fransız-lngiliz Üçlü İttifakı", lsmail Soysal, ön­ ceki aynı kitap, s. 283-289. İngiltere ve Fransa, ayn bir özel anlaşmayla, Türkiye'ye savaş araç ve ge­ reçeleri için 23 milyon lngiliz lirası kredi, 15 milyon İngiliz lirası değerinde al­ tın, aynca ticari mal ithalatı için de 31 milyon İngiliz liralık bir başka kredi açıl­ masını öngörmüşlerdi; bak. Ataöv, önceki aynı kitap, s. 39; ve İngiliz Dış Poli­ tikası Belgeleri, cilt: VI, s. 74.

53


İnönü'nün hemen çevresindeki bakanlardan sonra, ya­ zara kendisinin ifade ettiği gibi, savaş yıllarında en çok değer verdiği kişilerden biri de, Kazım Özalp'tı. Başarılı bir asker, Meclis'in yedi döneminde Savunma Bakanı (89) olan Kazım Özalp, savaş yıllarında C.H.P. Meclis Grubu Başkanıydı. Böylece İnönü, Bakanlar Kurulu ve Meclis Grubu üye­ leri arasında elçi rolü oynamaktaydı (90). Meclis'e sunulacak dış politikayla ilgili yasama kararları ve meclis Grubu'nda tar­ tışılan dış politika sorunları üzerine oturumları, Kazım Özalp ele alır, bazen doğrudan doğruya yönetirdi de (91). Özalp, sa­ vaş sırasında ilk defa kendisinin "Rus tehdidi" üzerine eğil­ diğini kabul etmekte, savaş sürecince Türk dış politikasının "yönetici ilkesi"nin "her ne pahasına olursa olsun Ruslarla silahlı bir çatışmaya girmemek" olduğunu, "özellikle Alman­ Iar:ın Kının tia yenilmeye başlamaları üzerine" bu ilkeye da­ ha çok sarıldıkları söyyenmektedir (92).

C.H.P. Meclis grubu toplantılarında, dış politika sorun­ larında açılan tartışmaların aslında hissi bir görev olduğunu önce de ileri sürmüştük. Bu yol, üyelere görüşlerini açıkça ifa­ de etme imkanı veriyor, hükUmetin de yasama organının duy­ gularını ve tutumunu anlamasına yarıyordu. Toplantılar bazen sert geçmekle birlikte, İ nönü ve Menemencioğlu'nca sapta­ nan politikanın yönünü, hiç demeyelim ama, pek az değişti(89) Kazım Özalp, herkesten daha uzun bir süre Savunma Bakanlığı göre­ vinde bulunmuştur. (90) Özalp, özel bir görü_şme sırasında, incelenmekte olan dönemde CHP Grup Başkan Vekili olan Faik Oztrak'ın iç sorunlara oranla dış politika ve askeri sorunlarla çok daha az ilgilendiğini ileri sürmüştür. (9 1 ) 1966 yılı Eylül ayının 27' sinde lstanbul'da, General Kazım Özal'la yapılan özel görüşmeden. (92) Cavit Oral ve eski Cumhurbaşkanı lnönü bu konuda aynı görüştedir­ ler.

54


rebiliyordu. Bu da, o dönemde Meclis Genel Kurul ve Mec­ lis Grubu üyeliğinin ne kadar sınırlı bir görev olduğunu orta­ ya çıkarmaktadır. Üyeler, dış politika kararlarında genellikle hiç bir rol almamayı tercih ediyor ya da sözün gelişi, İnö­ nü'nün avcu içinde bulunuyordu. Bunu belirttikten sonra, bu "hissi görev"in önemini küçümsememe konusunda dikkatli olmalayız. Gerek İnönü gerekse Menemencioğlu, izledikleri politikanın onaylanması için çeşitli görüşlerin serbestçe dile getirilmesinin önemini bilmiyor değillerdi. Yasama Mecli­ si'ndeki en güçlü muhalefetin bile ancak bir onaylama biçi­ minde ortaya çıkmasına rağmen, yine de bu tartışmaların aka­ demik nitelikte olduğu sonucuna varamayız. İnönü, Meclis Grubu'nun görüş ve düşüncelerini düzenli olarak alıyordu; çünkü, böylece ülkenin nabzını dinlemiş olmaktaydı (93). Meclis Grubu üyeleri ancak, İnönü'yü, ulusun neyi kabul edip, neyi etmeyeceği konusunda etkileyebildikleri ölçüde dış po­ litika kararlarında etkili olmuş sayılırlardı. Bu konuda iki kişi daha anılabilir: Ali Rana Tarhan ve Hasan Saka. Bunların ikisi de gerek Meclis grubunun, gerek­ se Meclisin toplantılarında etken bir rol almışlardır. İncele­ mekte olan· döneme ait Büyük Millet Meclisi tutanaklarına şöyle bir göz atmak, Ali Rana Tarhan'ın, çağının yaşama tar­ tışmalarına ne derece etkili bir biçimde katıldığını gösterme(93) Profesör Mümtaz Sosyal, 1950'den sonra muhalefet önderi olarak lnö­ nü'nün hükfunetin dış politika konusunda Meclis üyelerine danışmanlığından ya­ kındığını belirtmektedir. Soysal, lnönü'nün 1950 Temmuzunda verdiği bir de­ meçte, " ... Savaş Türkiye'nin kapısını çaldığı zaman Cumhuriyet Halk Partisi, Almanya ile iktisadi ilişkileri kesme konusnda bile Meclis'e danışmıştı," dedi­ ğini hatırlatmaktadır, önceki aynı kitap, s. 106; kendi tutumu üzerine ileri sürdü­ ğü bu kanıt doğrudur; çünkü lnönü, Parlamento Grubunu gerçekten de, politika­ sına karşı ülkenin tepkilerini yansıtan bir organ olarak görmüştür.

55


ye yeter. Tarhan, Varlık Vergisi, Almanya ile dipolomatik iliş­ kilerin gerginleşmesi, Almanya'ya savaş açılması ve San Fran­ cisco Konferansı'nda formüle edilen beyanname gibi belli baş­ lı yasama konularında söz alıp görüşlerini açıklamıştır. Tar­ han ' ın, yirmi bir kişilik C.H.P. içindeki "Müstakil Grup"un başkan yardımcısı oluşu, hükı1metin, güttüğü politikayı onay­ lamasını önemli bir duruma getirmekteydi (94). Serbest Fır­ ka 'nın kapatılmasından sonra, bir muhalefet partisi ihtiyacı yi­ ne hissedilmişti. l 939'da, Frey'in belirttiği gibi, "açıkça değil de, sözde muhalefet yapmak için " C.H.P içinde bir "müstakil grup" kurulmuştu (95). Tarhan işte bu sözde muhalefetin gay­ ri resmi önderiydi ve dolayısıyla dış politik a sorunları üzerin­ deki yorumlan, y asama organının "hissi görev"ini yerine ge­ tirmesinde başlıca unsur olmuştu. Fakat, Tarhan'm uyarılan dış politika sorunlarına yeni ya da karşı göriişler getirmiyordu. Profesör Soysal,

haklı olarak Tarhan'm izlediği tutumla

C.H.P.'nin üyeleri arasında "görüş aynlıkları bulmaya imkan olmadığını" belirtmektedir

(96). Buna rağmen Tarhan, fırsat

buldukça Meclis Grubu'nda beliren ana görüşleri ve düşünce­ leri ele ştirmiştir

(97). Ama, resınen İnönü, müstakil grubun ba­

şı olarak kalmış ve İçişleri Bakanı Hilmi Uran'ın da belirttiği gibi, "Tarhan, emirlerini ondan almaya devam etmiştir."

(98).

(94) Türkiye'deki çağdaş siyasal partilerin yapılan ve etkinliklerinin can­ lı bir eleştinnesi için bak. Tank Z. Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler 1 859-1952, (İstanbul, Doğan Kardeş Yayınlan, 1 952), s. 540-748; Tunaya, Müstakil Grup'un parlamento etkinliklerinin 1 943'te daha da yoğunlaştığına dikkati çekmektedir. Aynı kitap, s. 563. (95) Frey, önceki aynı kitap, s. 344. (%) Mümtaz Soysal, önceki aynı kitap, s. 1 1 6. (97) Tunaya, aynı kitap, s. 563. . (98) Uran, önceki aynı kitap, s. 344. Aynca bak: Frey, önceki aynı kitap, s. 345; Karpat, ö. a. k., s. 1 1 7.

56


Hasan Saka'nın oynadığı aracı role, önceden de değin­ miştik. Fakat, bu konuda Saka 'nın, hükı1metin iki eşit dalı ara­ sında gidip gelmediğini belirtmek önemlidir. Tersine, zaman zaman oyndığı rol, sadık bir yasama organı üyesinin davranı­ şına dönüşmüştür (99). Son bir belirleme daha: İnönü'nün her türlü karşı görü­ şü ortadan kaldınnaya çalıştığı ya da bunu başardığını ileri sür­ mek, doğru ve dürüst bir iddia olamaz. General Kazım Kara­ bekir, Refet Bele, Yusuf Hikmet Bayır, ( 1 00) Recep Peker, Şükrü Sökmensüer, Rasih Kaplan, Mahmut Şevket Esendal, Şinasi Devrim, Faik Öztrak ve Şemsettin Günaltay gibi kişi­ ler, pek de hükumet politikasıyla uyuşmayan görüşlerini ifa­ de etmişlerdir. Bir bölüğü, çok daha saldırgan ve daha az öl­ çülü bir politika izlenmesini görmek istediklerini belirtmiş­ lerdir; bazıları da, Almanların Sovyet Rusya'yı istila etmesin­ de� yararlanılarak, Türkiye' nin Mihver' in yanında savaşa girmesini savunmuştur ( l O 1 ). . İnönü, .bazı sınırları aşmamak ve kendi politikasını teh­ dit etmemek şartıyle bu tür karşı görüşlerin var olmasına hep izin vermiştir. Görüş ayrılıklarına da, ciddi bir siyasal muha.

(99) Kazım Nami duru, Cumhuriyet Devri Hatıralarım, (lstanbul, Sucu­ oğlu Matbaası, 1958), s. 6 1-62; savaş yıllarında milletvekili olan Duru, Hasan Saka'nın çok sert davrandığını yazmaktadır. ( 100) Yusuf Hikmet Bayur, savaş sırasında Türk dış politikası üzerine, Türkiye Devletinin Dış Siyaseti adlı bir kitap yazmıştır (lstanbul, lstanbul Üni­ versitesi Yayınlan No. 59, s. 59, 1 942). ( 1 0 1 ) 1 943 yılı mart ayında yapılan seçimlerle Büyük Millet Meclisi'ne seçilen milletvekillerinin resmi listesi için bak: T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, cilt 1 , içtima 1, Devre VII, (Ankara, Türkiye Büyük Millet Meclisi Basımevi, 1 943), s. 4-6; bundan böyle bu kaynak T..B.M.B. Zabıt Ceridesi olarak belirtilecektir.

57


lefet cephesi yaratmadığı ya da dışta talihsiz siyasal suçlama­ lara yol açmadığı sürece göz yummuştur. Türk Tarih Kurumu İnönü'nün bütün bunlardan baş­ ka, halkın daha seçkin unsurlarıyla da ilişki kurma olanakla­ rı vardı. Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu'nu sık sık bilgi almak için Çankaya'daki evine çağırırdı. ( 1 02). Savaş yılların­ da Kurul üyeleri arasında bulunan Enver Ziya Karal şöyle de­ mektedir: "O zamanlar bunu anlayamamıştık ama, İnönü bizi 'Ne dersiniz, savaşa katılmamız gerekir mi?' türünden ya da bu­ na benzer, sık sık jestler de kattığı sorularla yoklarmış." ( 1 03). Bazen Kurul üyeleri kendi aralarında uzun tartışmalara girer, bu arada İnönü hiç bir şey söylemezdi. Kişiler, özel po­ litik görüşlerini savunurlardı. Türk Tarih Kurumu üyelerinin çoğu, 1 943 'ten sonra 1nönü'ye savaşın dışında kalmasını sa­ lık vermişlerdir. Ancak, savaşın başında bir üye, Türkiye'nin Mihver'in yanında savaşa katılmasını savunmuştur. Karal, "Türk sınırlarını yeniden Viyana surlarına kadar genişletmek­ ten" söz eden bir üyeyle İnönü'nün alay ettiğini de hatırlat­ maktadır. Yine, Karal'ın belirttiğine göre, Türk Tarih Kuru­ mu'ndakilerin duygulan, her şeye rağmen Müttefiklerden ya­ naydı. Ayrıca, Rusların cephelerde kazandıkları zaferler, üye­ lerin pek çoğunu sarsıyordu." l 940, 1 945 yıllan arasında Türk -

( 1 02) Savaş yıllanıi.da, hükfunet dışındaki en ünlü örgütlerden biri olan Türk Tarih Kurumu, Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'yle birlikte, yan öz­ erk bir kuruluştur. Kendine özgü tüzüğü vardır ve bugünkü başkanı Uluğ İğde­ mir'in belirttiği gibi, savaş yıllarında nasılsa, şimdi de "kendini eğitime adamış bağımsız bir araştırma örgütüdür." ( 1 03) 1966'da Ankara'da, Enver Ziya Karal'la yapılan özel bir görüşmeden.

58


Tarih Kurumu Yönetim Kurulu üy�leri şunlardı: Kurum Baş­

kanı Şemsettin Günaltay, Yönetim Kurul Genel Sekreteri U­ luğ İğdemir, Afet İnan, Enver Ziya Karal, Şevket Aziz Kan­ su, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Hamit Ongunsu ( 1 04). Bu kişiler, savaş yıllarında İnönü'nün sık sık danıştığı ve güvendiği "beyin takımı"ydı. Fakat, Türkiye'de hükümet dı­ şında en önemli yeni fikirler ve öğütler, basından geliyordu. Bu alanda da, sansürcü görevini omuzlarına İnönü yüklenmek­ teydi ( 1 05).

(104) Türle Tarih Kurumu Yönetim Kurul sadece 7 üyeden oluştuğu için, bu göreve çağrılmak büyük bir onur sayılıyordu. ( lOS) Türle kamuoyunu etkisi altına alan başka .etkenler de vardı elbette. Nazi ve komünist yeraltı ajanları, karşı yan savaşı kazandığında Türleleri büyük tehlikelerin bekledigine inandınnaya çabalıyordu. Bunu da, Nazi ya da komünist ajanlannın Türkiye'de zararlı biçimde etkili olduklan, dolayısıyla bunlara karşı direnmek gerektiği havasını yaratarak uyguluyorlardı. Türkler bıınun farkınday· dılar. Sözgelişi, 1943 yılı mart ayında Türkiye Cumhurbaşkanı için hazırlanan bir dosyada, Tilrkiye'deki Alman ajanlannın, komünist faaliyetlerini kendileri yönettiği belirtiliyordu. Böylece Nazi unsurlar, Türkiye'deki Sovyet heyulasın· dan yararlanmak istiyorlardı. ''Türk rejimi, bir komünist tehdidinin var olduğu gerçeğinden haberli sayılmaktaydı." Bu dosyada aynca, Nazi ajanlannın "bir­ takım genç Türk aydınlarında komünizme eğilim doğurmaya kalkıştıklan", ile­ ri sürülüyordu. Raporda, "Bu davranışın amacı, Türkiye'yi, Sovyetler Birli­ ği 'nde Türk düşmanlığının artmasına yol açacak sert tedbirler almaya zorlamak­ tı", sözleri de yer alıyordu. Ancak, Türklerce hazırlanan bu rapor üzerine bazı kuşkular da vardı. Mahalli komünist faaliyeti, Sovyetler' den esinlenmiş olabilir­ di. Rapor, "Konuyla ilgili soruşturma sürdürülmekte olup, cumhurbaşkanı ko­ nu üzerine dikkatle eğilmelidir'', diye ekliyordu. Ankara'daki büyükelçilerden (von Papen) Berlin' de, Dışişleri Bakanlığı 'na, Ankara, 3 1 Mart 1943, Ele Geçi­ rilen Belgeler, NA T-20, rulo no. 261 8 E 364579 no.lu bölüm.

59



il

TÜRKİYE'DE BASIN VE KAMUOYU Savaı Ydlannda Türkiye'de Basın Türkiye'nin yüreğinin nasıl attığını, beyninin nasıl çalış­ tığını derinliğine anlatan bir kaynakda, Türk basınında çıkan yazılar ve yorumlardır. Savaş boyıınca basın, Türkiye'yi sa­ ran tehdit ve ite lemeler karşısında ülkenin tepkisini yansıtmış­

tır. Türk gazetelerinde yer alan başmakaleler, Mihver'den ya­ na olanlardan Sovyetler'den yana olanlara kadar, geniş bir yel­ paze içinde bunu gerçekleştirmiştir. Buna rağmen Türk hükümeti, savaş boyıınca basında ya­ yınlanan yazıları sıkı bir denetim altında tutmuştur. Birtakım basın kanunları ve tüzükleri bu konuda hükümete geniş yet­ kiler vermekteydi ( 1 ). Bunlar arasında en önemlisi, "halkın devlete karşı güvenini sarsacak" yazılar yazan yazarlara, pa-

( 1 ) Savaş yıllarında Türle basınını yöneten kanunların tamamı için bak: Tür­ kiye Cumhuriyeti Başvekilett Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü, Basın ve Ya­ yınla ilgili Kanun, Kararname, Nizamname, Talimatname ve Tamimler, (Anka­ ra, Başvekalet Devlet Matbaası, 1 944 ).

61


ra ve hapis cezalan öngören 1881 sayılı kanundu (2). Nadir Nadi, gazate başyazarlarının dünya sorunlarına öbür konular­ dan daha çok eğilmelerini, "Milli Şef'i (İnönü), hükümeti ve CHP'ni eleştirmenin kesinlikle yasaklanmasına" bağlamak­ tadır (3). Buradaki iddia bir bakıma yanlıştır; Türkiye'nin bel­ li başlı makale yazarlarının çoğu, dış sorunlarla yakından il­ giliydiler: Ancak, gazetelerin, sık sık hükümeti eleştirdikleri için �apatıldıklan doğrudur. Nadir Nadi, lnönü'nün basını de­ netlemesinden söz ederken, "Bir telefonla gazeteleri kapatı­ vermek ve alarca kapalı tutmak moda olmuştu" , demektedir. (4). Yazar aynca, makalelerdeki fikirlerin Basın ve Yayın U­ mum Müdürlüğün özellikle özellikle gerek Sovyetler Birli­ ği'ne, gerekse Mihver devletlerine karşı saldırıda bulunmama­ larına dikkat ettiğine değinmektedir (5). 1 943 yılına kadar Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü'nün başında olan Selim Sarper, örgütünün, siyasal saldırganlık ya­ zılan yayınlamaması için gazeteleri dikkatle izlediğini doğ­ rulamıştır (6). Her şeye rağmen Yunus Nadi, Yalman, Sertel (2) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı, Son Değişikliklere Göre Matbuat Kanunu, (Ankara.Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayınlan, No. 1 5, 1 946), s. 446-464; yukarda sözü edilen konu, Basın Kanunu'nun 1 1 . Bölüm, 34. mad­ desinin A fıkrasından alınmıştır ve 455. sayfadadır; 35. maddenin G fıkrasında, "Devlet güvenliği ile ilgili konularda ve devlet güvenliği ile ilgili olarak alınan tedbirler üzerine yayın yapmak yasaktır" denmektedir, s. 456. (3) Nadir Nadi, önceki aynı kitap, s.21 -22. (4) Aynı eser, s. 1 83 . (5) Aynı eser, s . 4 1 , aynca s. 1 83 - 1 84; Basım-Yayın Umum Müdürlüğü ve bu Umum Müdürlüğün Dışişleri Bakanlığı ile olan ilişkileri için bak: Sadi Kı­ yak, Dışişleri Bakanlığı Mevzuatı ve Yayınla llgili Hükümler, (Ankara, Başba­ kanlık Devlet Matbaası, 1947). Aynca bak: Kanun no. 4475 " Basın ve Yayın U­ mum Müdürlüğü Teşkilat, Vazife ve Memurları Hakkında Kanun", kabul tari­ hi: 23 Temmuz 1043, s. 429-445. (6) 1 966 yılı 2 1 Temmuzunda Ankara'Da yapılan özel görüşmeden.

62


gibi yazarların dışpolitikayı eleştiren yazılar yazmaları müm­ kün oluyordu; bu da, kısıtlamaların, bütün sertliğine karşılık asla boğucu olmadığını göstermektedir. Tersine, burada örnek­ leri de geniş olarak alındığı gibi, basına tanınan özgürlük, eleştirici yorumlara pekala izin veriyordu. 1 943'te, Türkiye'de 1 3 1 gazeteyle 1 72 haftalık, on beş günlük ya da aylık dergi yayınlanmaktaydı (7). Buna rağmen Türkiye'de okuma yazma bilenlerin sayısı azdı. Hele politika­ ya girmeyen, fakat, politika sorunlarına etken bir biçimde ilgi duyan dikkatli okuyucu sayısı daha da azdı (8). Sözgelişi, İs­ tanbul 'daki en büyük gazetenin toplam tirajı, yaklaşık olarak 1 6.000'di. 1 943 ile 1 943 ile 1 945 yıllan arasındaki dönemde İstanbul ve Ankara'da yayınlanan on bir büyük gazete vardı.

(7) Servet lskit, Türkiye'de Matbuat idareleri ve Politikalan, (Ankara, Ba­ sın ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayınlan, 1 943), s. 36 1 ; lskit, eserinin 363 364'üncü sayfalannda "Cumhuriyet Halk Partisi hükümetiyle basın arasındaki ilişkileri belirelyen kanunlar olarak 1 83 1 ; 4475 ve 3837 sayılı basın kanunların­ dan söz etmektedir. (8) "Dikkatli okuyucu" deyimi burada, bu deyimden ilk defa yararlanan iki kişiden alınarak kullanılmıştır. Bunlar Gabriel, A. Almond ve James A. Ro­ senau 'dur. Almond'un The American People and Foreign Policy (Amerikan Hal­ kı ve Dış Politika), (New York, Frederick A. Praeger, 1 960); özellikle bak. s. 1 5 1 ve Rosenau'Nun Public Opinion and Foreign Policy: An Operational Formula­ tion (Kamuoyu ve Dış Politika: Bir ifade Harekatı, (New York, Random House, 1 96 1 ); s. 39-41 .

63


Tirajlarına göre bu gazeteler şunlardı: Cumhuriyet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 6.000 Ulus . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 2.000 Tan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 2.000 Yeni Sabah . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 0.000 Akşam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 0.000 Son Posta . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 0.000 Vatan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 7.000 Tasviri Efkar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 6.000 Son Telgraf : 4.000 ikdam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 4.000 Vakit . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 4.000 (9) .

.

.

.

.

.

.

• .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

1 943 yılı sonlarında "Yeni Sabah"ın sahibi, gazeteyi ye­ ni bir hamleyle canlandırdı; on beş yıldan beri yayınına son vermiş olan "Tanin"le birlikte, başlıca gazetelerin sayısı bir düzineye ulaştı. Bütün bu gazetelere servis yapan haber ajansı da bir ta­ neydi: Anadolu Ajansı. Bu Ajansı 6 Nisan l 920'de, Kemalist (9) Büyük Britanya Kraliyet Uluslararası Sorunlar Enstitüsü, Dış Araştır­ ma ve Basın Servisi, Review ofthe Foreign Press, (Yabancı Basının Görünüşü), Dizi B, Müttefik Hükümetler, Avrupalı Tarafsız Ülkeler, Güneydoğu Avrupa ve Yakın Doğu, (Oxford, Belliol College), No. 1 77, s. 142. 14 Temmuz 1 943'ten sonra, Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığı, Araştır­ ma Dairesi, Dizi No. Yakın ve Orta Doğu, (Londra, His Majesty's StationeryOf­ fice). Savaş yıllan boyunca Kraliyet Uluslararası ilişkiler Enstitüsü ve Dışişleri Bakanlığı Araşatınna ve İstihbarat Daireleri, Whitehall tarafından ayn ayn ha­ zırlanan bu yayın, yabancı basında çıkan başyazıları ve demeçleri toplayıp çevi­ riyor ve bunlar, bütün savaş boyunca haftada bir kez yayınlanıyordu. Fırsat bul­ dukça takınılan tavır ya da başında savunulan politika çizgisi çözümlenmektey­ di; bundan böyle bu belgelerden, Görünüş diye söz edilecektir.

64


devrim haberlerini yaymak üzere Atatürk kurdurmuştu ( 1 0). Anadolu Ajansı, 1 Mart 1 925 'te bir şirket durumuna girişerek haber servislerini genişletti. 1 944 yılı kasım ayında İnönü, Numan Menemencioğlu'nun ağabeyi olan Anadolu Ajansı U­ mu Müdürü Muvaffak Menemencioğlu'ndan istifa etmesini istedi. Menemencioğlu'nun genel müdürlüğü zamanında ya­ bancı ülkelerde muhabir bulunmamasından ve yabancı haber servislerinden yararlanılmaması yüzünden ajansın genel ha­ ber alma işlevi çok daralmış, bu da Ahmet Şükrü Esmer'in eleştirilerine yol açmıştı. Esmer, 1 Kasım l 944 'te "Ulus" ga­ zetesinde yayınlanan bir makalesinde, Anadolu Ajansı'nın bütünüyle yabancı basın ajanslarına bağımlı olduğunu ileri sürdü ( 1 1 ). Esmer, ajans kendi simgesi olan A.A. ile bu ha­ berleri verdiği için, bunun bir aldatmaca olduğunu yazdı. Ajan­ sın yabancı ülkelere muhabirler göndererek etkinlik alanını ge­ nişletmesini ve bundan böyle kaynaklarının ne olduğunu açık­ lamasını istedi. Esmer' in eleştirileri savaş boyunca bütün Türk gazetelerinin ne kadar sınırlı imkanlarla çalıştıklarını gürül­ tülü bir biçimde yansıtmak.taydı. O zamanlar Anadolu Ajan­ sı, Türk basınını besleyen başlıca haber kaynağıydı. Gazete( 1 0) Firuzan Hüsrev Tökin, Basın Ansiklopedisi, (İstanbul, 1 963), s. 1 314; bu kitap, belli başlı Türk gazetelerinin tarihçeleri ve başlıca gazete sahiple­ rinin hayata ve meslekleri bakımından yararlı bir eser sayılabilir; olaylara daya­ nılarak hazırlandığı halde, zaman zaman Adalet Partisi'ne yatkın görünmekte­ dir; bundan böyle, Basın Ansiklopedisi diye anılacaktır. Türk basını üzerine başka görüşler için bak: Lütfi Levonyan, The Turkish Press: 1932- 1 936, (Beyrut, 193 7). Bulgaristan'daki Türk basını için bak: Adem Ruhi Karagöz, Bıılgaristan Türk Basını: 1 879-1945; (lstanbııl Üniversitesi Matbaası, 1 945). Öteki kaynaklar için bak: Karpat, önceki aynı kitap, s. 74, n. 127. (il) Ulus, 1 Kasım 1943.

65


lerin doğrudan doğruya yabancı basın ajanslarından haber alıp kullanmaları zaman zaman yasak ediliyordu. Anadolu Ajan­ sı da dış haberler konusunda yabancı basın ajanslarına bağım­ lı olduğundan, çok defa verdiği haberler ikinci elden gelmiş oluyordu. Türk gazetelerine, özellikle Müttefiklere ait : ya­ bancı haber ajanslarından ve telgraf servislerinden yararlan­ maları için izin verilse bile, yine de bunları doğru dürüst elde etmeyi başaramıyorlardı. Bu durum, Fritz Fiala 'nın başında bulunduğu Alman Haber Ajansları Birliği Transkontinent Press 'in etkenliğini artırmaktaydı (12). Nadir Nadi basında sağ, sol, merkez akımları ya da ide­ olojileri savunan belirli gruplaşmalar olmadığını belirtmek­ tedir. Bu konuda, "Her gazetede zıt fikirlere adanmış imzalar görmek mümkündü " diye yazıyor : (13). 12 Mayıs 1939 'da İn­ giliz- Türk karşılıklı yardımlaşma anlaşmasının ilanından son­ ra, bütün gazetelerin "Mussolini ve Hitler'i mahkı1m etmek için birbirleriyle yarıştıklarını " ileri sürüyor. Ancak, Alman­ ların Sovyetler Birliği 'ni istilaya başlamasından sonra, gaze­ telerin çoğu svaşın "teknik" yönlerini açıklayabilmek için bir emekli generalle anlaşma yoluna gitmiştir (14). Nadir Nadi şöyle diyor: "Çoğunluğu Mihver 'den yana olan bu generaller, Almanların falanca ya da filanca şehri almalarının "Qir gün me­ selesi olduğunu yazarlar, tahminleri yanlış çıkınca da, duru­ mun neden öyle değil de böyle olduğunu açıklamak için uzun izahlara kalkışırlardı. .. " (15) Nadir Nadi'nin savaş yıllarında ( 1 2) 8 Eylül 1 969'da Londra'da Deo D. Hochstetter ile yapılan özel görüşmeden; bak: Herdeki 28 notu dipnotu. ( 1 3 ) Nadir NAdi, önceki aynı kitap, s. 37. ( 1 4) Aynı kitap, . 123. ( 1 5) Aynı kitap,

66


Türk gazeteleri arasında anlamlı anlaşmazlıklar olmadığı, he­ men tümünün kadrolarında birkaç Mihver yanlısı bulunduğu, hiç birinin inatla bir siyasal görüşü benimsemediğini söyle­ mesi, kuşkusuz, savaş döneminde yayınlanan gazeteler arasın­ da var olan önemli anlaşmazlıkları küçümseme amacını güt­ mektedir. Bu gazetelerin çoğunluğu farklı kişilerin yönetimi ve denetimi altındaydı; hepsinin ayrı ayrı bağlılıkları, inanç­ ları vardı; bu nedenle de, siyasal görüşleri ve olayları birbir­ lerine karşıt çözürnleyişlerle sunuyorlardı. Gazetelerin önem bakımından en başta geleni, CHP 'nin resmi organı olan "Ulus "tu (16). İnönü'nün güvenilir arkada­ şı Falih Rıfkı Atay 'ın (17) yönetimindeki bu gazete, hüküme­ tin siyasetini yansıtıyordu. Atay ve "Ulus " gazetesi, İnö­ nü 'nün başka bir sesiydi sanki. Savaş yıllarında "Ulus"un dış haberlerden sorumlu müdürü de, Ahmet Şükrü Esmer 'di (18). Savaş sırasında Atay kadar olmamakla birlikte, Esmer, yine de iç kabinedeki dış politika çizgisini saptayan danışmalara ve CHP 'nin Parlamento grubuna yakındı (19). Bu nedenle makalelerindeki yorumlara özel bir önem verilmeliydi. Nadir Nadi 'nin kendi gazetesi olup 7 Mayıs l 924'te ba­ bası Yunus Nadi Abalıoğlu'nca (20) kurulan "Curnhuriyet"e ise, savaş yıllarında genellikle Mihver yanlısı gözüyle bakı( 16) Basın Ansiklopedisi, s. 125. ( 1 7) Aynı kitap, s. 20; Nadir Nadi, '' Atay'ın samimi olarak lnönü'ye bağ­ lı" olduğunu söylemektedir; "El üzerinde tutulurdu, çünkü Parti'nin değil, hü­ kümetin başyazarı olarak kabul edilirdi' ', aynı kitap, s. 1 7 1 . ( 1 8) Basın Ansiklopedisi, s.54. ( 1 9) Esmer de, Atay, Yalçın ve Yunus Nadi ve birçok gazeteci gibi, Mec­ lis 'te bir sandalye sahibiydi. (20) Basın Ansiklopedisi, s.45

67


lırdı (2 1 ). Nadir Nadi, babasının "Cumhuriyet" gazetesinde­

ki makalelerde izlenen politikasını, Alman yanlısı yazılarını, Türkiye'nin ulusal çıkarları bakımından politik gerçekçilik diye yorumlayarak savunmak istemiştir (22). Sözgelişi, 30 Temmuz ve 3 1 Temmuz 1 940 yıllarında yayınlanan iki baş­ yazıda, Almanya'nın kabul edilmesi gereken bir güç olduğu­ nu ileri sürüşünü, hük:Umetin tarafsızlık politikasına yardım­ cı olmak için kaleme aldığı biçiminde yorumlamaktadır. Ama­ cı, Türk kamuoyunda dengeyi sağlamak, körü körüne bir Müt­ tefik yanlılığından, savaşan yanlar arasında, orta bir yola çek­ mekti. Yunus Nadi, 3 1 Temmuz tarihli makalesinde tek bir ulu­ sun bütün Avrupa'ya egemen olmasına karşı çıktığını ileri sürmektedir. "Bir tek ulusun hegemonyası bir hayaldir" di­ yor, bu hayali Büyük Britanya adına sempati yaratmak ama­ cıyla, Türkiye'de Alman korkusu yaymak isteyenlerin ortaya attığını ileri sürüyordu (23). Nadir Nadi, bu satırların Alman­ ya'yı savunmak için değil, tarafsızlık havasını güçlendirmek için kaleme alındığında diretmektedir. buna karşılık hükumet, l 2 Ağustos 1 940 'ta, " Cumhuriyet" in yayınını 9 Kasım 1 940 tarihine kadar yasaklamışır (24 ). Nadir Nadi' nin kendisinin de (2 1 ) Yunus Nadi'nin uzun ve ünlü meslek hayatı için bak: Aynı kitap. Na­ dir Nadi'nin kısa hayat hikayesi için bak: s.4 1 ; Yunus Nadi'nin meslek hayatı­ nın ilginç bir hikayesi de, Tekin Şrer'in Basında Kavgalar (lstanbul, Rek-Tur Ki­ tap Servisi Yayınlan, 1965), s.23-24'te bulunabilir; Erer, Nadir Nadi ile kardeşi Doğan Nadi'yi de eleştirmekte, Nadir Nadi'den "muhteris bir sosyalist" diye söz etmektedir; s. 75-76. Erer' in ileride iki kitabına daha başvuracağımız için, iki­ si de ayn ayn adlarıyla anılacaktır. (22) Nadir Nadi, aynı kitap, s.89-94. (23) Yunus Nadi, "Tek Devlet Hegemonyası Bir Hayaldir", Cumhuriyet, 3 1 Temmuz 1 940. Aynca bak: Basında Kavgalar, s.77-79. (24) Nadir Nadi o dönemde Selim Sarper'in oynadığı kişisel rolü de an­ latmaktadır, aynı kitap. s.99.

68


kabul ettiği gibi, gerek İnönü, gerekse o zamanki Başbakan Refik Saydam, bunu ve aynı amaçla yazılmış daha başka ma­ kaleleri, kamuoyunu yansıtmak için çizdikleri sınırı aşan gö­ rüşler olarak kabul etmişlerdir. Nadir Nadi, İnönü'nün, "Bu çocuklar başıma iş açacaklar. Kapatın gazeteyi" dediğini de anlatmaktadır (25). Nadir Nadi 'nin tersini ileri süren görüşlerine rağmen, ka­ nıtlar Yunus Nadi ve " Cumhuriyet" in savaş yıllarında Alman çıkarlarını desteklediğini göstermektedir. Sözgelişi, Peyami Sefa ve savaşın büyük bir döneminde "Cumhuriyet" gazete­ si yazı kadrosunda bulunan emekli General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, kesinlikle Mihver' e sempati besleyen kişilerdi (26). Aynca, 28 Haziran 1 945 'te 1sviçre'de ölünceye kadar "Curnhuriyet"in sahibi olarak görünen Yunus Nadi de, eko­ nomik nedenlerle, Mihver' e karşı hep anlayışlıydı (27). Trans­ kontinent Press'in müdürü ve savaş döneminde Alman istih­ baratı adına Türkiye 'de çalışmış en önemli ajanlardan biri olan Fritz Fiala, l 944 yılı Eylül ayında Batı 'ya sığındığı zaman, bu yönde doğrulayıcı ifadeler vermiştir. Birleşik Amerika Savaş

(25) Aynı kitap, s . 1 0 1 . (26) Nadir Nadi, Peyami Sefa'nın, dış politika konusunda sadık bir Nazi yanlısı olduğunu açıklamakta ve Hitler'in yenilgisinin "onu yıktığını" söylemek­ tedir, ayııı kitap, s. I 04. Peyami Sefa'nın meslek hayatı için bak: Basın Ansiklo­ pedisi, s.97. Nadir Nadi, ilerde daha geniş biçimde tartışılacak olan Erkilet'ten de Alman yanlısı olarak söz etmektedir, s. 123. Nadir Nadi'nin de kabul ettiği gi­ bi Fevzi Togay " 1 9 1 7'de Rusya'yı terk edip Türkiye'den irtica hakkı istemek zorunda kaldığından, aşın ve körü körüne bir Rus aleyhtarıydı'', s. 103- 104; Ka­ zan Türklerinden olan Togay, 1 944 yılı Mayıs ayında Turancılık komplosuna ka­ tılmakla suçlanarak adlan hükumet e açıklananlardandı. (27) Yazar, bu konuda ileri sürülenlerle ilgili kanıtların rasgele olduğunu belirtmek ister.

69


İstihbaratı Dairesi Baştemsilclisi George W H. Britt, görevli memurlarından biri olan Leo Hochstetter'den, Fiala 'nın sor­ gusu sırasında verdiği bilgileri kapsayan bir rapor almıştır. 2 Eylül 1 944 'te Britt, Hochstetter raporunun bir kopyasını, Tür­ kiye'deki Amerikan elçisine göndermiş, ancak " bunları Fiala'nın ileri sürmüş olmasından başka, doğru olduğunu garanti ede­ cek bir kanıt yoktur" diye belirtmiştir. Bu rapor, Elçi Stein­ hardt'ın Kongre Kitaplığı 'ndaki kişisel belgeleri arasında bu­ lunmaktadır (28). Fiala, "Cumhuriyet" gazetesinin Alman ye­ raltı örgütünce beslendiğini ileri sürmekteydi (29). Fiala, "Cumhuriyet" ve "Tasviri Efkar" gazetelerinin çok düşük fi­ yatlarla ve gazete kağıdı olarak maddi yardım aldıklarını söy­ lemekte, fakat gerek Abalıoğlu '!ara, gerekse Ebüzziya 'lara doğrudan doğruya maddi yardım yapılmadığını, Peyami Se­ fa ve onun gibi düşünen başka kimselerin de aslıdna Turan­ cı ve ırkçı oldukları için, maddi yardıma ihtiyaçları olmadı­ ğını eklemektedir (30). Ahmet Emin Yalman da, daha sonra­ lan Yunus Nadi'nin "Büyük Millet Meclisi'nde milletvekili (28) Birleşik Amerika, Kongre Kitaplığı, Yazma Belgeler Dairesi, Papers of Laurence A. Steinhardt, (Laurence A. Steinhardt'ın Belgeleri), Kutu no.45, " Memorandum" , Leo Hochstetter'den Baştemsilciye (W.H. Britt), Birleşik Amerika Savaş istihbaratı Dairesi, lstanbul, 6 Eylül 1 944, bundan böyle Hochs­ tetter Raporu diye anılacaktır. (29) Leo Hochstetter, Londra'da, 8 Eylül 1 969'da yazarla yaptığı özel bir görüşmede, Fiala'nın savaş dönemi için söylediklerini doğrulayabileceğini be­ lirtmiştir. Hochstetter, Amerikan istihbarat Örgütü'nün şüpheye yer bırakmaya­ cak biçimde Yunus Nadi ve Zeyyat Ebüzziya'nın, Mihver yanlısı politikayı des­ teklemeleri karşılığında düşük fiyatla gazete kağıdı aldıklarını ispatladığını ileri sürmektedir. Hochstetter, Almanlardan alınan yardımın tek ödeme biçiminin bu olduğunu da ileri sürmektedir. (30) Hochstetter Raporu.

70


olmasından yararlanarak bir dizi savaş faaliyetinden çıkar sağladığını" ileri sürmüştür (3 1 ). Nadir Nadi, bu suçlamala­ ra doğrudan doğruya karşı çıkmamaktadır. Tersipe, " Cumhu­ riyet" in l 940'ta kapatılışını anlatırken, İnönü'nün bile bu suç­ lamaların doğruluğuna inandığını söylemiştir. 7 Ağustos 1 940'ta İnönü, trenle Ankara'ya dönerken bir ara istasyonda, aralarında Yunus Nadi 'nin de bulunduğu kalabalık bir grup kendisini karşılamıştı. İnönü, karşılayıcılar gidinceye kadar Yunus Nadi 'ye kalmasını söyledi. Derken Yunus Nadi 'ye dö­ nerek, "Ticari amaçlarla siyasi yazılar yazılmasına tahammül edemem" dedi. Yunus Nadi 'nin itirazları karşısında İnönü tekrar etti: " Kesinlikle tahammül edemem buna! " (32). Yu­ nus Nadi, Mihver'i ister mali, ister başka nedenlerle destek­ lemiş olsun, "Cumhuriyet" gazetesinin başyazılarındaki dü­ şünceler incelendiği zaman, ancak savaşın kaderinin mütte­ fikler yararına ağır basmaya başlamasından, birkaç ay sonra değişecek bir Alman yanlısı olduğu ortaya çıkar. Uzun ve parlak bir geçmişi bulunan, Ziyat Ebüzziya'nın (33) sahipliğiyle yöneticiliğini yaptığı "Tasviri

Efkar"

gaze­

tesi (34) de, Fiala'nın ileri sürdüğü gibi, 1 943 'te kesinlikle

(3 1 ) 1 966'da lstanbul'da, yazarla yapılan özel görüş�eden: Yalman ve Yunus Nadi 1937'de sert bir biçimde çatışmışlar, Yalman, Yunus Nadi'yi faşist­ likle suçlamış, Yunus Nadi de Yalman'ın, Kari Marx ve Engels'in kavramına uy­ gun tarihsel maddecilik üzerine broşürler yazdığını ileri sürmüştü; Basında Kav­ galar, s.27-30. (32) Nadir Nadi, aynı kitap, s.98-99, Nadir Nadi babasının savaş döne­ minde Almanlardan özel bir davranış görmediğini belirtirken, kanıt olarak Yu­ nus Nadi 'nin zengin bir adam olarak ölmediğini söylemektedir, s. 1 99. (33) Basın Ansiklopedisi, s.52. (34) Aynı kitap, s. 1 1 5- 1 1 7.

71


Mihver yanlısıydı. Belirli biçimde Nazileri tutan Ali Ihsan Sabis, gazetenin genel yayın müdürlüğünü yapıyordu. Peyami,.Sefa ise, gazeteye makaleler yazmaktaydı. "Tas­ viri Efkar" savaş döneminde kapatılmış, ancak 1 945'te "Tas­ vir" adıyla yeniden yayın hayatına atılmıştır. Savaş sırasında ideolojik durumunu sürekli koruyan tek gazete ise, politika yelpazesinin sağında değil, solundaki bir · yayın organı, yani "Tan" olmuştur (35). "Tan"ın ilk kurucu­ ları Halil Lütfi Dördüncü, Zekeriya Sertel, Ahmet Emin Yal­ man ve Rifat Yalman olduğu halde, gazetenin yayın politikası 1 943 'te bütünüyle Sertel ve eşi Sabiha Hanım'ın eline geçmiş­ ti (36). Savaş yıllan birbirini kovaladıkça, Sabiha Sertel, Ze­ keriya Sertel ' in sosyalist felsefe görüşünü bir Sovyet komüniz­ mi anlayışına çevirmeyi başarmıştır (37). "Tan" gazetesi 4 Aralık 1 945 'te komünist karşıtı bir öğrenci gösterisi sırasında tahrip edilmiş, Serteller ise Sovyetler Birliği'ne gitmiştir. Bir yanda "Cumhuriyet"le "Tasviri Efkar", öte yanda da "Tan"ın temsil ettiği aşırı uçlar arasında, orta yeri de "Ak­ şam" gazetesi (38) dolduruyordu. 1 9 1 8 'de, Kazım Şinasi Dersan, Ali Naci Karacan ve Nec­ mettin Sadak'ın kurduğu "Akşam", başyazı politikası konu­ sunda "Ulus"a çok yakındı. Bir noktada Falih Rıfkı Atay, ya(35) Aynı kitap. s.1 1 4. (36) Basında Kavgalar, s.23; Nadir Nadi, Sertellerin yönetimindeki "Tan" gazetesinin " Aşağı yukarı bütünüyle sistematik bir sol politikaya adanmış" Tür·

kiye'nin tek gazetesi olduğunu belirtmektedir. aynı kitap, s.37. (37) Ahmet Emin Y alman, 8 Eylül 1 969' da yazarla Londra'da yaptığı özel bir görüşme sırasında, Zekeriya Sertel'in "fanatik eşi "nin etkisi altında kalmış "zayıf bir adam" olduğunu söylemiştir. (38) Basın Ansiklopedisi, s. 1 1 .

72


zı işlerinde gazeteye yardımcı oluyordu. Savaş yılları boyun­ ca "Akşam" gazetesi, tıpkı "Ulus" gibi, ölçülü bir Müttef ik yanlısı yazı politikası izlemiş, a.rada sırada Müttef ik politika­ sını eleştirmekten de geri kalmamış, fakat bunu hep bir dost tavrıyla yerine getirıniştir (39). Savaş yıllarında Türkiye'deki en önemli makale yazarla-

(39) Akşam gazetesinin sahibi ve başyazarı Necmettin Sadak, 1 947 yılın­ da Türkiye Dışişleri Bakanı olmuştur. Dolayısıyla Fritz Fiala'nın, Sadak'ın sa­ vaş döneminde Alman yeraltı örgütünden birtakım ödenekler aldığını ileri sürü­ şünü belirtmek gerekir. Hochstetter raporunda bu konuda şöyle demektedir: '' F i­ ala 'nın bildiği kadarıyla, yalnızca bir tek Türk gazetecisi ödenek alıyordu, ama bu da dolaylı bir yoldan kendisine veriliyordu Fiala, Akşam gazetesi yayın mü­ dürü Necmettin Sadak'a bir Mercedes otomobil verildiğini, eşinin de çeşitli za­ manlarda pahalı kürkler ve başka süs eşyaları aldığını söyledi. Birkaç kez de Sa­ dak'ın bezik borçları, çeklerle ödenmişti." Ahmet Emin Yalman ise, Fiala'nın söylediklerini yalanlamakta ve Sa­ dak'ın hiç Mihver yanlısı yazılar yayınlamadığını, çünkü çok "ihtiyatlı" oldu­ ğunu söylemektedir. Sadak'ın, Mihver yararına yazılar yayınlaması gerekirken böyle davranmamasını, von Papen'in de dikkatini çekmişti. Hochstetter Rapo­ ru'nda şunlar da belirtilmektedir: "Fiala, Sadak'la von Papen arasında geçen eğ­ lendirici bir konuşmayı da anlattı. Sadak'ın hoşuna gitmek için yapılan maddi yardımlara karşılık, yazar, Alman aleyhtarı bazı yazılar kaleme almaktaydı. Bu konuyu von Papen kendisine hatırlatıldığı zaman, sözde Sadak şöyle bir açıkla­

mada bulunmuş 'içiniz rahat etsin ekselans, Türk halkı aslında benim başyazıla­ rımı okumaz. Ben, Alman görüşünü, etkili arkadaşlarım yanında kişisel olarak yayıyorum.' Von Papen de buna şu karşılığı vermiş: 'Herr Sadak, Reich bu tür

ahlak düşüklüğüyle ilgilenemez.' Bu araştırmanın yazarı, 1 O Ekim 1966 'da Franz von Papen'e telefonla baş­ vurarak bu olayı doğrulatmak istemiştir. Eski Alman elçisi bir yorumda bulun­ maya yanaşmamış, 14 Ekim'de de yazara bir mektup göndererek, Türklerin hep­ sinin "eski dostlar" olduğundan söz etmiştir. Önemli olan unsur, "Akşam'ın sa­ vaş döneminde gerçekten de, genellikle Müttefiklerden yana bir yazı politikası izlediğidir. Leo Hochstetter de en sonunda, Fiala'nın Necmettin Sadak'la ilgili ifadesini doğrulamayı başaramadığını söylemiştir. (8 Eylül 1 969'da, Londra'da yapılan özel görüşmeden.)

73


rından biri de, Hüseyin Cahit Yalçın'dı (40). Yalçın, Müttefik davasına sıkı sıkıya sanlı olduğu halde, Sovyetler Birliği 'ne hiç güvenemiyordu (41 ) . Bu da birtakım çatışmalara yol açmış, Müttefik politikasından hoşnut kalıp kalmamasına göre Yal­ çın bu çatışmaları çözümlemekte güçlüklerle karşılaşmıştır. Sözgelişi, İngiliz ve Amerikan devlet adamlarının, mu­ zaffer Rusya'nın yarattığı tehlikeleri yeterince anlayamadık­ larını ileri sürmüştür. Ama bu da, Türkiye'nin lngiltere'yle olan ittifakını onurlandırmak için savaşa katılması yolunda di­ retişini engelleyememiştir (42). Alman ordularının cepheler­ de ilerledikleri dönemde Yalçın, 1 938 'de Cemalettin Saraçoğ­ lu'nca kurulan ve Reşat Mahmut Yanardağ ile Tevfik Erol'un yönettikleri Yeni Sabah gazetesinde yazılar yazmış, 1 943 'te ise yeniden "Tanin"i çıkarmıştır (43). (40) Hüseyin Cahit Yalçın 'ın hayatı ve eserleri üzerine geniş bilgi için bak: Suat Hızarcı, Hüseyin Cahit Yalçın, (İstanbul, Varlık Yayınlan, No.550, 1 957). Aynca bak: Basın Ansiklopedisi, s.1 59. Erer de, Basında Kavgalar adlı kitabın­ da Yalçın'ın Nazi Almanyası'nın tehdidi karşısındaki korkusundan söz etmek­ tedir, s.59. (4 1 ) ilerde göreceğimiz gibi, Sovyetler Birliği temsilcilerinden biri, Tür­ kiye'nin Rusya ile ilişkilerini düzeltmek için atacağı ilk adımlardan birinin, Yal­ çın'ı temsilci olarak San Francisco Konferansı'na göndermemek olduğunu ileri sürecektir. (42) ilerde de görüleceği gibi, Türkiye'nin savaşa girmesine karşı çıkan­ ların pek çoğu, Sovyetler Birliği'nin Türk topraklarını istilasından çekinmişler­ dir. Yalnızca Yalçın, hem Sovyetler Birliği'nden korkmuş, hem de Türkiye'nin savaşa katılmasını istemiştir. (43) Basın Ansiklopedisi, s. 1 14- 1 1 5; Yalçın, "Tanin" gazetesini ilk de­ fa olarak 1 908'de, Tevfik Fikret ve Hüseyin Kiizım'la birlikte yayınlamıştır. O zamanlar Ahmet Emin Yalman, Falih Rıfkı Atay, Asım Us ve Halil L. Dördün­ cü gibi kimseler de yanında çalışmışlardır. "Tanin", 1 9 1 2 ' de Sultan tarafından kapatıldı. Yalçın, 1 9 1 9 'da İngilizlerce Malta'ya sürüldü. 1 922'de Türkiye'ye döndü ve yeniden "Tanin"i yayınlamaya başladı. Atatürk, 1 928'de gazeteyi ka­ pattırdı; çünkü Yalçın, Kemalist reformların bazılarına, özellikle Halifeliğin kal­ dırılması ve dil reformuna karşı çıkmıştı. Yalçın, artık Atatürk'ün ölümünden son­ ra yeniden etkin politikaya döndü. Türkiye'nin savaşa girmesi konusundaki tu­ tumu nedeniyle Türk basınının öteki üyelerince horlandığı zaman, ana politika akımına karşı çıkmanın acısını aslında çoktan tatmış biriydi. · 'Yeni Sabah" ga­ zetesinin kısa tarihçesi için bak: aynı kitap, s. 1 3 1 .

74


Yalçın sevimli olmayan davaları savunmakta tek başına değildi. Ahmet Emin Yalman da sık sık böyle şeyler isterdi (44). Yalman'ın, bu araştırmanın yazarına, "Yakın arkadaşlar Vatan'ı kontrolleri altına aldığından beri (45), istediğim rizi­ kolara atılmakta kendimi serbest hissettim. Hoşuma ne gidi­ yorsa onu yazdım, onu söyledim" demiştir (46). Yalman, İnö­ nü ve Saraçoğlu' nun, 1 1 Kasım 1942 'de kabul edilen Varlık Vergisi'ni (47) eleştirdiği için gazetesini kapattıklarını kesin­ likle söylemektedir. Basında daha başka anılması gereken kişiler de vardı. Meslektaşlarınca, askeri deniz harekatına gösterdiği ilgi yü­ zünden " Sivil Amiral" diye ad takılan Abidin Daver, bunlar­ dan biriydi (48). Savaş döneminde " İkdam" gazetesinin (49) yazı işleri yönetmenlerindendi. 1 943 'te Review of the Foreign Press (Dış Basından Gö­ rünüşler), "İkdam gazetesi Mihver'i desteklemekten uzaktır, ama öbürleri gibi Mihver politikasını mahkum etmeye yakın­ dır denemez... " diye yazıyordu (50). Asım Us da (5 1 ), İstanbul'da yayınlanan " Vakit" gaze­ tesinin sahibi ve başyazarı olarak anılmaya değer. " Vakit" (52) gazetesi, genellikle ılımlı ya da orta yolda bir yayın po(44) Aynı kitap, s. 1 30. (45) Aynı kitap, s. 1 23; Yunus Nadi ile çatıştığı zaman, Yalman ''Tan'' gazetesi yazı işleri yönetmeniydi. (46) Özel görüşmeden, İstanbul, 1 966. (47) Özel görüşmeler, İstanbul ve Londra, 8 Eylül 1 969. (48) Basın Ansiklopedisi, s.5. (49) Aynı kitap, s.74. (50) Görünüş, dizi N, No:8, s.54. (5 1 ) Basın Ansiklopedisi, s. 1 25 . (52) Aynı kitap, s. 1 27.

75


litikası izlenmekteydi. Savaş döneminde Türkiye'de yayınla­ nan başlıca on iki gazeteden geriye kalan ikisi ise, " Son Pos­ ta" ve " Son Telgraf" gazeteleriydi. 1 930 yılında Halil L. Dör­ düncü, Ekrem Uşaklıgil, Zekeriya Sertel ve Selim Ragıp E­ meç'in kurduğu " Son Posta" gazetesi (53) pek çabuk C.H.P.'ye karşı çıkmakla ün salmıştı (54). Gazete, sert eleşti­ rileri yüzünden savaştan önce ve sonra sık sık kapatılmıştır. Dolayısıyle, bu araştırmada yeri çok önemli değildir. " Son Telgraf" gazetesi için de durum aynıdır. Gazetenin sahip ve başyazarı Ethem İzzet Benice (55) bir zamanlar Ulus gazete­ sinde dış politika yazan olarak çalıştığı halde, savaş dönemin­ de kendi gazetesinde yayınlanan makalelerin genellikle bu in­ celememizi ilgilendiren yönleri pek yoktur. Birkaç tane de yabancı dille yayın yapan gazete vardı ve bunların çoğunluğu Fransızca ve İngilizce olarak yayınlanan, Mihver yanlısı yayın organlarıydı. Bunların içinde en öneml­ li üçü, "Türkische Post", " İstanbul" ve "Beyoğlu" gazetele­ riydi. Ali İhsan Sabis'in yönetiminde ve Alman yardımları ile yayınlanan "Türkische Post" gazetesi, savaş döneminde An­ kara'daki geniş Alman kolonisince okunuyordu (56). 1 8 Şu­ bat 1 944 tarihli Balkanlar Kurulu kararı ile yayını durdurul­ muştur. Öte yandan, "İstanbul" gazetesi, maddi yönden Tür­ kiye dışındaki çıkar gruplarınca desteklenmiyordu. 1 943 yılı Nisan ayında kuruluşunun yetmiş altıncı yılını kutlayan T:ürkiye'nin en uzun ömürlü yayın organı "İstanbul" (53) Aynı kitap, s. 1 08. (54) Aynı kitap. (55) Aynı kitap, s.42 (56) "Türkische Post" gazetesine ilerde daha geniş olarak değinilecektir.

76


gazetesi, savaş döneminde esen dalgalara göre makalelerini dü­ zenlemekteydi (57). Müttefiklerin Güney Fransa'yı işgaline ka­ dar "İstanbul", Vichy hükfunet ini desteklemişti. Bunun sonu­ cu olarak da, Almanlarla işbirliğine karşı olan Türkiye'deki Fransızların çoğunluğunun sempatisini yitirmişti. Fakat, bütün Fransa'nın işgali, General Giraud'nun Kuzey Afrika'daki ça­ baları ve mall baskılar sonunda, gazete bir "kalp nakli "ne baş vurma zorunda kalmıştır (58). 1 943 Nisanından sonra "İstan­ bul" gazetesi, haberleri Müttefiklerden yana bir hava içinde vermeye başladı. İtalyan çıkarlarını temsil ettiği halde Fransız­ ca olarak yayınlanan "Beyoğlu" gazetesi, daha çok ekonomik haberler veriyordu. Türkiye'de yine, bir de yabancı dille yayın yapan komünist yanlısı gazete vardı: "La Turquie". Baykurt ailesinin sahibi olduğu "La Turquie" gazetesi, genellikle ge­ rek Marksist felsefenin aydın önerileri, gerekse Sovyetler Bir­ liği 'ne siyasal bağlılıkla yönetilmekteydi (59). 1 945 yılı Ara­ lık ayındaki öğrenci gösterileri sırasında bu gazetenin yönetim yeri de "Tan" gazetesiyle birlikte tahrip edilmiştir. Savaş yıllarında Türkiye'de Kamuoyu Bütün bu ga­ zeteler, halkı etkilemeye çalışıyordu. Fakat bu arada, savaş dö­ neminde.Türkiye'de esen fikir akımlarına bir göz atmak ge­ rekir. Ülkede belirli iki tutum vardı: Savaşa karşı isteksizlik ve Sovyet Rusya'ya karşı beslenen genel bir güvensizlik. Sözgelişi, 1943 yılı mart ayında Dışişleri Bakanlığınca Cumhurbaşkanı İsmet İnönü için hazırlanan bir durum Ra-

(57) Görünüş, Dizi B, No. 1 82, s.224. (58) Aynı belgeler. ( 59) Yazarın çözümlemesi; Leo D. Hochstetter ile 8 Eylül l 969' da Lond­ ra 'da yaptığı bir özel görüşmede onaylanmıştır.

77


poru, ülkedeki savaşa karşı akımları etken unsur olarak be­ lirtmekteydi: Halkın her sınıfı, hatta her devlette savaşa en meraklı olan ordu bile, savaşa karşıdır. Bugün her Türk vatandaşı, Türki­ ye 'nin savaşa katılmasıyle bir şey kazanamayacağını anlamış­ tır. Ancak kendi bağımsızlığı tehlikeye düştüğünde savaşa gir­ meyi düşünmektedir. Bir saldırıya uğramadan ya da özgürlü­ ğü doğrudan doğruya tehdit edilmeden, yani, kışkırtılmadık­ ça savaşa girmenin, ülkesine daha büyük bir yoksulluk, açlık, hastalık, hatta ölüm ve yıkım getireceği kanısındadır (60). Michel ve Irena Sokolnicki'nin özel belgeleri arasında bulunan bir memorandum da, Türk kamuoyunun görüşünü aşağı yukarı bu biçimde belirlemektedir (6 1 ). Türkler savaşa katılmaya kesinlikle nasıl karşıysalar, Sov­ yetler Birliği'ni de en büyük tehdit unsuru olarak görmektey­ diler. Savaş döneminde Soyvetler Birliği'ne karşı Türk tutu­ munda en ilginç olan yön, yirmi yıldır çok iyi gelişen Sovyet­ Türk ilişkilerinin, Türklerin Sovyetler Birliğini saldırgan ola­ rak gören geleneksel inançlarını ne kadar az etkilediğidir (62). Sözgelişi, Daniel Lemer yaptığı araştırmada, bilgilerine baş (60) Ankara'daki Büyükelçi'den (von Papen), Berlin'de Dışişleri Bakan­ lığı'na, Ankara, 1 5 Nisan 1943, Ele Geçirilen Arşivler, NA, T- 1 20, rulo 26 1 8, E364561 - E 364569 no.lu bölümler. (61) Bayan lrena Sokolnickia'nın izniyle incelenen bu memorandum, 1 5 Ekim 1942 tarihini taşımakta ve Türklerin savaşa katılmaya nasıl karşı oldukla­ rını geniş biçimde belirtmektedir. (62) Ahmet Şükrü Esmer, A. Suat Bilge, Uluğ İğdemir, Enver Ziya Ka­ ra!, Cevat Açıkalın, Feridun Cemal Erkin ve eski Cumhurbaşkanı ismet lnönü, yazarla yaptıkları özel gröüşmelerde, savaştan önceki iyi Sovyet-Türk ilişkileri­ nin, Türkiye'nin beslediği geleneksel düşman Rusya görüntüsünü değiştirmeye pek az katkıda bulunduğunu doğrulamışlardır.

78


vurduğu Türkler arasında % 80'inin Sovyetler Birliği üzerine görüşünü açıkladığını, ancak bunlar arasında yalnızca % 2 'si­ nin görüşlerini yeni bilgilere dayandırdığını, geri kalanının ise "eski Türk folklorundan bildikleriyle" hareket ettiğini söyle­ miştir

(63). Lemer, Türk kamuoyunun XX. yüzyıl olayların­ XVIII. ve XIX. yüzyıl olanlarıyle yönetildiğini de

dan çok,

ileri sürmektedir. Feridun Cemal Erkin de, "Üç yüzyıl boyun­ ca girişilen onüç savaş, Türklere hiç şaşmaz bir tehlikeyi sez­ me yeteneği kazandırmış, Rus tehdidinin ne olduğunu öğret­ miştir," diye yazarken, bu fikirle bağdaşmaktadır (64) Bu gö­ .

rüş, köylüler için geçerli olduğu kadar şehirli öğrenciler için de böyledir. "Tan" gazetesinin tahrip edilmesi, Sovyet yanlı­ sı partizanlar olarak gördükleri Sertellere karşı öğrencilerin ansızın bir öfke patlaması eylemini temsil etmektedir. Savaş yılları boyunca ekonomik kısıntılar, istifçilik, kar­ borsa ve bunlara karşı hükumetin gösterdiği sert tepkiler, Tür­ kiye 'de bir moral kırıklığına ve öfkeye yol açmıştır. Bu da, iler­ de ekonomik durum incelenirken geniş olarak tartışılacaktır.

(63) Daniel Lerner, The Passing ofTraditional Society (Geleneksel Top­ lumun Göçüşü), (New York, The Free Press of Glencoe, 1958), s. 140; Lemer araştınnasını savaş sona erdikten birçok zaman sonra yapmıştı; fakat buluşları­ nın niteliğine bakıp, savaş döneminde de Türk kamuoyunun böyle olduğunun ger­ çekliği kabul edilebilir. (64) Erkin, önceki aynı kitap, s.230.

79



III EKONOMİK YAPININ KISA BİR ÇÖZÜMLEMESİ Savaş dönemindeki Türk dış politikası, ekonomik değer­ lerin ve kısıtlamaların büyük etkisi altında kalmıştır. İnönü, Menemenciğlu, Saraçoğlu ile Fuat Ağralı ve Nurullah Esat Sü­ mer gibi öbür yetkililer, günün şartlarının oluşturduğu ekono­ mik durumun tehditleri üzerine dikkatle eğilmişlerdir. Türki­ ye savaş dışında kalmıştı ama, müzmin dertlerinden, ihtiyaç maddeleri yokluğundan, enflasyon ve benzeri bunalımlardan yakasım kurtaramamıştı. Türk politikasını çizenler, özellikle Menemencioğlu, bu tür sıkıntıların etkilerini en aza indirmek için Türkiye'nin malik olduğu sınırlı ekonomik avantajlardan, görüşme yoluyle, tam verimle yararlanmaktan yanaydı

( 1 ).

Onun amansız pazarlıkçılığı, gerek Müttefikleri, gerek­ se Mihver devletelrini çileden çıkarıyordu. WH. Medlicott'un ileri sürdüğü gibi, " sıkı pazarlıkçılık", Menemencioğlu ve öbür Türk devlet adamlarının gözünde "yurtseverliğin en yü­ cesiydi" (2). Türk devlet adamlarının bu konudaki çabalan ( 1) Medlicott, önceki kitap, cilt: l, s. 274. (2) Aynı kitap, s. 269.

81


karşılıksız kalma�ıştır. Türkler, ihraç malları karşılığında git­ tikçe daha yüksek fiyatlar elde etmiş, bu da savaş sonunda ol­ dukça elverişli bir ekonomik duruma erişmeleri sonucunu do­ ğurmuştur (3). Türk devlet adamlarının zihninden çıkmayan şey ise, temel siyasal ilişkileri tehlikeye düşürmeden, en bü­ yük çıkarları sağlama olanağını olgunlaştırmaktı. Bu bölüm­ de, Türkiye'nin savaş dönemindeki ekonomik durumu kısaca anlatılmakta ve Türklerin bu durum karşısında nasıl bir tica­ ri ve mali politika izledikleri açıklanmaktadır. Enflasyon Afeti - Yüzölçümü 780.623 km2 ve 1 940'ta nüfusu 17.869.901 olan Türkiye, savaş döneminde bir tanın ülkesiydi (4). Topraklarının ancak % 1 O'u işlendiği halde, nüfusun % 70'i tanın alanında çalışıyordu (5). Tarim ürünleri 1 935 ile 1 945 yılları arasındaki dönemde Türkiye ihracatının % 9 1 ' i­ ni ve ulusal gelirin % 70'ini sağlıyorsa da, çiftçilik genellik­ le ilkel yöntemlerle yapılıyordu (6). (3) Büyük Britanya. ihracat Geliştirme Dairesi. E.R. Lingeman, Turkey: Economic and commercial conditions in Turkey (Türkiye: Türkiye'de Ekono­ mik ve Ticari Şartlar) (Londra, His Majesty' s Stationery Office, 1 948), s.43; bun­ dan böyle Ekonomik ve Ticari Şartlar diye anılacaktır. (4) Birleşik Amerika, Ticaret Dairesi Dış ve iç Ticaret Bürosu. S. Gold­ berg, "Turkey: Basic Economic Position and Recent Changes, (Temel Ekono­ mik Durum ve Son Değişiklikler), Jntemational Reference Services (Uluslrara­ sı Referans Hizmetleri), cilt:l, No.9 Nisan 1 94 1 , s. 1 -4. (5) Banque de Paris et des Pays-Bas (Paris ve Hollanda Bankası), Etudes (incelemeler) No. 638. Situation Economique et Financiere de la Turquie (Tür­ kiye'nin Ekonomik ve Mali Durumu), (Paris, 1 947), s.4; bundan böyle Ekono­ mik Durum olarak belirtilecektir. (6) Aynı belge, savaş yıllarına ait tarım istatistiklerinin tamamı için bak: Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, Zirai istatistik özetleri, 1 936- 1 956, (Ankara 1957). Merkez istatistik Dairesi, birçok bölümleri savaş dönemine ait, hayati önemi olan istatistikler yayınlamıştır. Ayrıca �ak; Tür­ kiye Cumhuriyeti Başvekalet istatistik Umum Müdürlüğü, istatistik Özetleri, Milli Eğitim Bakanlığı, 1932- 1 952, (Ankara, 1 953), Nüfus Sayımları 1 927-1950,

82


Türkiye 'de fiyat düzeyi daha savaş patlamadan önce yük­ sekti; l 940'tan sonra da artması sürmüştür. Yetersiz bir enfrast­ rüktür (ekonomik yapı) yolculuk ve ulaşım imkanlarını çok güçleştiriyor, bu yüzden taşıt ücretleri, üretim giderlerini artı­ rıyordu (7). Pek az gelişmiş bir sanayi, yüksek üretim giderle­ rinin sıkıntısı içinde kıvranıyor, bu sektör de ancak yüksek fi­ yatlarla mal üretebiliyordu (8). Türkiye, savaş patlayıncaya ka­ dar sanayi ürünlerini ülkesinde üretme yerine, bunları hazır ola­

rak dışardan ithal etmeyi çok daha ekonomik bulmuştu. Fakat, savaş ticareti aksatınca, Türkiye çok önemli sıkın­ tılarla karşı karşıya kaldı. Bu, fiyatların daha da yükselmesi­ ne yol açtı. Ayrıca, savaş döeminde büyük bir orduyu besle­ me zorunluluğu, savunma giderlerinin artmasını sağladı; bu da enflasyon girdabının hızlanması sonucunu yarattı (9). Müt­ tefiklerin ve Mihver devletlerin bazı Türk ürünleri için öner­ dikleri gülünç fiyatlar, gariptir, "bir sürü paranın pek az mal sağladığı" bir durum yaratarak, önceki durumu iyice kötüleş­ tirdi ( 1 0). 1 94 1 ve 1 942 'de özellikle buğday ürününün çok az olu­ şu, ana besin maddelerinin bile kısıtlanmasını zorunlu kıldı.

(Ankara, 1 95 1 ). New York Üniversitesi profesörlerinden Alexander Melamid bu tür belgeleri incelemiş ve çeşitli çelişkilerle karşılaştığı için, bunlan kabul etmek­ te titiz davraılmasını hatırlatmıştır (24 Eylül 1969'da New Y ork'ta yapılan özel görüşmeden). (7) Ekonomik ve Ticari Şartlar, s.28. (8) Aynı belge. (9) 1 943 yılında Türk hükumetinin toplam giderleri içinde savunma giderlerine aynlan para, bütçenin yansından daha çoğunu kapsamaktaydı. Bak: Eko­ nomik Durum, s.40; bütçenin toplam giderleri 1 939 yılında 270 milyon lirayken, bu sayı 1 944 'te 550 milyon liraya ulaşmıştır. Nadir Nadi, önceki aynı kitap, s. 1 83 . ( 1 0) Ekonomik v e Ticari Şartlar, s.28. Aynca bak: Önceki kitap, s.37.

83


Hükfımetin aldığı denetleme tedbirlerinin gerektiği biçimde uygulanmaması sonucunda, bu maddelerin fiyatlarında da ar­ tışlar önlenemedi

( 1 1 ).

Savaş döneminde resmi döviz kuru, 1 dolar= 1 lira 80 ku­ ruş olarak kaldı. Oysa, liranın gerçek satın alma gücü, sınır­ sız bir oranda düşmeye başladı. Yabancı ekonomilerle olan iliş­ kileri bakımından, savaş sona erdiği zaman Türk lirasının de­ ğeri, savaştan önceki değerinden % 30 ile % 70 arsında: daha düşüktü ( 1 2). Türk lirasının altına oranla değre yitirişinin ora­ nı ise, % 233 'e kadar varıyordu. Bu düşüş, İngiliz, Amerikan ve İsviçre paralarının uğradığı değer yitirişinden üçte iki ora­ nında daha çoktu ( 1 3). Ülke içindeki paranın alış gücünü yi­ tirme oranı da hayat pahalılığı alanında % 254'e toptan satış fiyatlarında ise % 344 ' e ulaşmıştır ( 1 4). Sözgelişi, sebzelerde 1 93 8 yılı 1 00 sayısı birim alınmak üzere fiyat artışı 1 942'de 424.9'a varmıştır ( 1 5). Bir sonraki yıl, yani 1 943 'te ise, bu sayı 894.5 'i bulmuştur. 1 944 ve 1 945 yıllarında da toptan satış fiyatlarında yükselme durmamış, ( 1 1 ) Enflasyon durumunun genel açıklaması için bak: Aydemir, önceki aynı kitap, s.226-227; Aydemir aynca savaşın başındaki yetersiz hükumet dene­ timlerini de açıklamaktadır. Kendisi ve Şükrü Sökmensüer bu konuda bir rapor hazırlamakla görevlendirilmiş, onlar da başlıca sorunları kapsayan ve uygulana­ bilir çözüm yollarını gösteren bir taslak hazırlamışlardır. Aynı kitap, s.22 1-222. Aynca bak: Nadir Nadi, önceki kitabı, s. 1 76. ( 1 2) Servet Tarhan, La Monnaie Turque Pendant la Deuxi;ıteme Guerre Mondiale (İkinci Dünya Savaşında Türk Parası), (Neuchatel, H. Messeiller ba­ sımevi, 1952), s. 1 32. ( 13) Aynı kitap. ( 1 4) Aynı kitap. ( 1 5) Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet istatistik Umum Müdürlüğü, ista­ tistik Özetleri, 1942-1946, (Ankara, 1947), s.409; bundan böyle bu belgeler is­ tatistik Özetleri diye belirtilecektir.

84


önce 539.4'e, sonra da 595.9'a ermiştir. Hayvansal besin mad­ deleri de aynı istatistik eğrisini izlemiştir. 1 938 yılının 1 00 sa­ yısı birim alınmak üzere bu alanda da fiyatlar l 942'de 3 86,6'ya, 1 943 'te 752,8'e fırlamış, 1 944 'te 520.9 ve 1 945'te 492. 1 olarak saptanmıştır. Sanayi hammaddeleriyle yan işlenmişlerin toptan fiyat­ ları da satış yıllarında sürekli artış göstermiştir ( 1 6). Hayat pa­ halılığının artış grafiği belki bunlardan daha iyi bir biçimde durumu yansıtmaktadır. 1 93 8 'de Ankara'da besin ve içecek­ lerin toptan fiyat düzeyi 1 00 iken, bu sayı 1 942 'de 262. l 'e u­ laşmıştır. 1 943 'te 400.6'ya çıkmış, 1 944 ve 1 945 yıllarında ise pek az bir düşüş göstermiştir ( 1 7). Akaryakıt ve aydınlatma araçları bunlardan pek az de­ ğişik bir çizgi izlemiştir. Bu alandaki sayılar 1 942 'de 1 4 1 .2; 1 943 'te 1 97.6; 1 944'te 229.3; 1 945 'te de 227.2'dir ( 1 8). Giyim fiyatları 1 943'te 508 .0'a varmış, savaş süresince de 500 çevresinde dolaşmıştır ( 1 9). Ankara'da savaş yılların­ da toptan fiyatlarda hayat pahalılığı düzeyi 1 942'de 220.9'a; 1 943 'te 322.0'a; 1 944'te 3 30. 1 'e; 1 945 'te de 33 1 . 1 'e inmiştir (20). Bu sayılar genellikle ülke çapındaki hayat pahalılığı dü­ zeyini de yansıtmaktadır. İstanbul'daki fiyat artışları ise, An­ kara 'daki artışlyara oranla biraz daha yüksek bir düzeye ulaş­ mıştır (2 1 ).

( 1 6) Aynı kaynak. ( 1 7) Aynı kaynak. ( 1 8) Aynı kaynak . ( 19) Aynı kaynak. (20) Aynı kaynak. (2 1 ) Aynı kaynak.

85


Küçük esnafça satılan mallar da öbürlerini izlemiş ve tü­ keticiyi alışverişe çıkmaktan bezdirecek oranlara ermişti (22). Sözgelişi, Ankara'da ibr kilo ekmeğin satış fiyatı 1 94 1 'de 1 2 kuruş, 1 942 'de 2 5 , 1 943 'te 4 1 , 1 944'te 32, 1 945 'te ise 33 ku­ ruştu. Trabzon 'da ise ekmeğin kilosunun fiyatı 1 94 1 'de 1 4 ku­ ruşken, 1 943 'te 70 kuruşa fırlamıştı (23). resmi makamlar, 1 942'de lstanbul 'da ekmeğin kilosunun 23 kuruşa satıldığını belirtmekle birlikte karaborsada ekmeğin kilosunun 60 kuru­ şa kadar satıldığını hatırlayanlar çoktur (24). Savaş yıllan ge­ lip geçtikçe, kuzu ve koyun etinin, kesme şekerin, zeytinyağı ve pirincin de fiyatlarında artışlar oldu. Ankara'da koyun etinin kilosu 1 94 1 'de 39 kuruşken, 1 944 'te 1 29 kuruşa çıktı; İstanbul'da ise fiyatlar 1 94 1 'de 46 ku­ ruşken 1 944 'de 1 82 kuruşu buldu (25). Buna paralel olarak kes­ me şekerin kilosunun fiyatı 50 kuruştan (26) 345 kuruşa çıktı (27). Zeytinyağının kilosu 1 94 1 'de 85 kuruştu, 1 944'te 250 kuruşu buldu (28). 1 94 1 'de kilosu 56 kuruş olan koyun etinin 1 944 'teki fiyatı 1 76 kuruştu. 1 94 1 'de kilosu 38 kuruştan satı­ lan pirincin kilosu ise 1 943 'te 1 49 kuruşu bulmuştu (29). (2 1 ) Aynı kaynak. (23) Kaıpat, Karadeniz bölgesinde toprağın küçük parçalar durumunda iş­ lendiğini ve halkın genellikle mısır ve tütün yetiştirdiaini belirtmektedir. 1948' de Toprak Mahsulleri Ofisi, ürünün çoğunu dış ülkelere sattığı için, bu bölgenin ih­ tiyacını karşılayamayacak duruma düştü. Bu da büyük kızgınlıklara yol açtı, Kar­ pat, önceki aynı kitabı, s. 104. (24) Review ofthe Foreign Press (Dış Basından Görünüşler), dizi B, no. 1 63; s.598; aynca bak. Aydemir, önceki aynı kitabı, s.203. (25) istatistik Özetleri, s.412-4 1 3 . (26) 1 94 1 'de. (27) 1 943'te; aynı belge, bak s.4 1 3 . (28) Ankara'da; aynı belge, bak. s.41 6-4 1 7 . (29) Koyun eti v e pirinç fıyatlan, Ankara için geçerlidir; aynı belge, s.4174 1 8 ve 423.

86


Önleyici İç Tedbirler Bütün bunların toplu sonuçlan pek yıkıcı oldu. İnönü 1 Kasım 1 944'te bunu, "Geçen yıllar içinde, memleket içinde başlıca uğraşımız beslenme güçfükle­ ri ve enflasyonun zararlarıyle oldu (30) sözleriyle belirtmiştir. Hükumet daha savaşın başlangıcında duruma bir çare bu­ labilmek için birtakım iç ve dış tedbirlere baş vurmuştu. Dış tedbirlerin en önde geleni, ilerde de göreceğimiz gibi, bütü­ nüyle Türk ekonomisinin çıkarları gözetilerek alınmıştı. İçte­ kilere gelince, bunların arasında önleyici ve kısıtlayıcı bazı sert tedbirler de bulunmaktaydı ki, vatandaşlar, özellikle köylüler, acısını çok çekmişlerdir. Bu acı ve kırgınlık, daha sonra İnö­ nü' nün siyasal yenilgisini hazırlamıştır. Savaş döneminde Türk hükumetinin aldığı en önemli iç tedbir, Büyük Millet Meclisi'nin 1 8 Ocak 1 940'ta kabul etti­ ği Milli Koruma Kanunu'dur (3 1 ). Bazı durumlarda hükumet . kanunla kendisine tanınan yetkileri uygulamakta duraksamış­ tır. Sözgelişi, insan gücü eksikliğini çözümlemek için, köylü vatandaşlara sanayi bölgelerinde çalışma yükümlülüğü koy-

(30) lnönü'nün Söylev ve Demeçleri, s.3 1 7. (3 1 ) 1 9'24 Anayasası 'nın 5. Fasıl 86. maddesi: "Harp halinde veya harbi icap ettirecek vaziyet hususunda veya isyan zuhurunda veyahut vatan ve Cum­ huriyet aleyhinde kuvvetli ve fiili teşebbüsat vukuunu müeyyit, kat'i emare gö-. rüldükte, lcra Vekilleri Heyeti müddeti bir ayı tecavüz etmemek üzere umumi veya tevzii idarei örfiye iliin edebilir ve keyfiyet hemen Meclisin tasdikına arzo­ lunur veya tenkis edebilir. Meclis müçtemi değilse derhal içtimaa davet olunur. ldarei örfiyenin fazla temadisi Meclisin kararına mütevakkıftır. .. '' (Türk­ çe aslından olduğu gibi aktarılmıştır.) Sıkıyönetimin uzatılmasına ancak Meclis karar verebildiği için, hükumet bu amaçla sürekli olarak sıkıyönetimin uzatılması isteklerini Meclis'e getirmek­ teydi; bak: T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Yedinci Meclis, 28 Mayıs 1 943, cilt:!, s. 1 3 3 . İnönü 1 94 1 'de "Savaşın zararlı etkilerini" önlemek amacı güttüğünü söy­ leyerek bu kanunu savunmuştur; bak: lnönü'nün Söylev ve Demeçleri, s.362.

87


muştur. Mahalll memurlar görevlendirilerek, askerlik hizme­ tinden bağışık ya da hizmetlerini yapmış, erkeklerin stratejik önemi olan sanayi dallarında, özellikle madenlerde, bir yıl sü­ reyle ve düşük ücretle çalıştırılmaları sağlanmıştır (32). Bu uy­ gulama "köylüler arasında büyük hoşnutsuzluğun yayılması­ na sebep olmuştur" (33 ). Sanayi bölgelerinde çalışma yükümlülüğü öncelikle ma­ den merkezlerine yakın yerlerde yaşayan köylüler için uygu­ lanmıştır. Toprak Mahsulleri Ofisi 'nin kararları ise çok daha geniş kitleleri etkilemiştir. Ofis, köylülerin ellerindeki ürünü piyasa değerinden daha aşağı fiyatlarla kendisine satmalarını istemiştir. Köylüye kendisi ve ailesi için yetecek kadar ekmek­ lik buğday bıraktıktan sonra geri kalan ürününün tümünü elin­ den almak böylece mümkün olmuştur (34). Bu kararların ama­ cı, besin maddelerinin halk arasında eşit dağıtımını sağlaya­ rak, yoksulluk ve açlığın yayılmasını önlemek, besin madde­ leri, özellikle ekmek fiyatlarını belirli bir düzeyde tutmaktı. Ancak, kararlar yanlış uygulanmış ve bir bakıma çare ye­ rine daha büyük dertlerin açılmasına yol açmıştır. Köylüler, tedbirler karşısında ürünlerini daha büyük bir inatla saklama­ ya ve kaçırmaya başlamış, bazı zengin toprak sahipleri ise, ürünlerini karaborsacılara satarak büyük kazançlar sağlamış(32) Karpat, aynı kitap, s.9 1 . no.28; Karpat, Ekonomi Bakanı Fuat Sir­ men 'in bu tür iş mükellefiyetinin askerlik hizmetinin yerine sayılması için iş ka­ nunları hazırlattığını söylemektedir. Karpat s.9 1 'de de Hikmet Bayur'un, mükel­ leflerin kendi topraklarında yapılacak önemli işleri olduğunu, zaten pek çoğunun askerlik hizmetini bile yaptığını, buna rağmen çok düşük ücretlerle çalışmaya zor­ landıklarını savunduğunu belirtmektedir. (33) Aynı kitap. (34) Aynı kitap, s. 1 04.

88


tır. Bu tür yolsuzluklara çok kez zengin toprak sahiplerinden gereken sus payını alan Toprak Mahsulleri Ofisi'nin bazı me­ · murları da aracı olmuştur. l 943'te, Ofis'teki yolsuzluklar üze­ rine birçok gazete, geniş ölçüde yayın yapmıştır (35 ). Fakat, Türkleri büyük kitleler halinde etkileyen ve öfke­ lendiren tedbirler, özellikle gelirleri vergilendirme alanında alınmıştır. Savaş döneminde Türkiye'de kazançların vergilen­ dirilmesi büyük eşitsizliklere yol açmıştı. Maaşlı ve ücretli olanlar, hükumete vergi borçlarını tam olarak öderken, çok sa­ yıda özel kuruluş sahibi -ki bunların sayısı savaş yıllarında hız­ la artmıştı- kazançlarını gizleyerek çok az vergi ödeyebiliyor­ du (36). Bu da birtakım savaş zenginlerinin elinde büyük çapta sermaye birikimi doğurmuştur (37). Bu adamlar paralarını açık açık harcamaktan çekinmemiş, lira üzerindeki enflasyon­ cu baskıyı tutumlarıyla körüklemişlerdir. Sözgelişi, İnönü l Kasım l 942'de şöyle diyordu : Siyasi çıkarları için her bunalımı büyük bir fırsat belle­ yen ve kim bilir hangi yabancı ulusu.n çıkarları için çalışan vur­ guncular, toprak ağalan, açgözlü ve fırsatçı tüccar . . . ve bazı politikacılar, büyük bir ulusun bütün yaşantısını mayınlama­ yı denemektedirler (38). İnönü bu kötü insanları ayıklamanın bir bakıma kolay olacağını söylemiştir. Fakat, durumun hiç de böyle olmadığı (35) Bak. Cumhuriyet gazetesi, 2 ve 6 Mart 1 943: Tasviri Efkar gazetesi, 4 Mart 1 943. (36) Karpat, önceki aynı kitap. s.92. (37) Aynı kitap, s.93. (38) lnönü'nün Söylev ve Demeçleri, s.37 1 .

89


kısa zamanda anlaşılmıştır (39). Savaş yılları boyunca Tür­ kiye'de uygulanan vergilendirme politikası, zenginliklerin eşitliksiz dağılımını körüklemiş, enflasyonu önlemeyi başa­ ramamıştır. Varlık ve Toprak Mahsulleri vergileri, mutlu azın­ lığı ve köylüleri vergilendirmişse de, enflasyonu önlemekte yine etkili olamamıştır ( 40). Bu iki vergi üzerine kopartılan çığlıklar daha dinmeden, sonuçları para piyasasında kendini göstermiştir ( 41 ). Fakat, deflasyoncu tedbirler olarak, yine de yarar sağlayamamıştır. Ayrıca sosyal birer kurum olarak çe­ şitli yolsuzluklara yer hazırlamıştır. Karpat bu konuda şu so­ nuca varıyor: " Sermayenin bazı 'görünmeyen' ellerde toplanması ve cömertçe çarçur edilmesi ... İkinci Dünya Savaşı sonunda ger­ çekten o kadar çarpıcı bir hal almıştı ki, Büyük Millet Mecli­ si'nde bile bir şikayet kaynağı olmuştur." (42) Türkiye'nin Almanya'ya Ekonomik Bağımlılığı - Tür­ kiye'nin savaş döneminde çektiği ekonomik sıkıntıların ve yoklukların, öncelikle Almanya'ya bağımlı olmasından ileri geldiği kesindir. Savaşın yaklaştığının belirtileri, Türk devlet adamlarını, Büyük Britanya, Birleşik Amerika ve Fransa ile daha sıkı ekonomik ilişkiler kurmak için, ekonomik dengeyi geçici olarak bozma rizikosunu göze almaya zorlamıştır. 1 930- 1 945 yılları boyunca Türkiye ile Almanya arasın­ daki ticari ilişkiler, çıkış ve inişleriyle, denizin dalgalanması­ na benzeyen bir eğri izlemiştir. Sözgelişi, 1 93 l 'de Almanya, (39) Karpat, aynı kitap, s.92 (40) Tarhan, önceki aynı kitap, s. 134- 135. (41) Aynı kaynak. (42) Karpat, aynı kitap, s.93.

90


Türkiye'nin toplam ihracatının % 1 0,7'sini almış, Türkiye it­ halatının da % 2 1 ,3 'ünü karşılamıştır (43). Beş yıl sonra, 1 936'da da, Türkiye toplam ihracatının % 5 1 'ini Almanya'ya yöneltmiştir (44). Toplam ithalatının % 45, 1 'ini de Alman­ ya 'dan yapmış olması, belki çok daha anlamlıdır (45). 1 948 {le Türkiye, toplam ithalatının % 46,9'unu Alman­ ya'dan yaparken, İngiltere'den % 1 1 ,2, Birleşik Amerika'dan da % 1 0,4 oranında ithalat yapmıştı ( 46). Aynı yıla ait ihracat sayılan ise çok daha çarpıcı bir karşıtlık ortaya koymaktadır: Türkiye, toplam ihracatının % 42,9'unu Almanya'ya, yalnız­ ca % 3,4'ünü de İngiltere'ye yöneltmiştir. Birleşik Amerika ise Türkiye'nin toplam ihracatından % 1 2,2'sini almıştır (47). Almanya savaştan önce inşaat demiri, çelik, işlenmiş bakır, her türlü motorlu araç, ağır makineler, otomobil lastiği ve daha başka her türlü işlenmiş lastik, cam, gazete kağıdı, ilaç vb. gi­ bi maddeler bakımından Türkiye'nin başlıca ve vazgeçilmez kaynağıydı (48). Türkiye de buna karşılık tanın ürünlerinin bü­ yük bir bölümünü Almanya'ya ihraç ediyordu. 1 942'de Barbara Ward'un vardığı gözlem şuydu:

(43) Uluslar Cemiyeti. Dünya Banşı ile ilgili Olarak Ekonomi Politikası Üzerine Genel Etüt Konferansı. Hazım Atıf Kuyucak, Memorandum on Exchange Control in Turkey (Tür­ kiye'de Kambiyo Kontrolü Üzerine Memorandum), (Paris Uluslararası İşbirliği Uluslararası Enstitüsü, 1 939), sayfa numarasız. (44) Aynı kaynak, bu ihracatın o zamanki değeri yaklaşkı olarak 60 milyon liraydı. (45) Aynı kaynak. (46) Aynı kaynak. (47) Aynı kaynak. (48) Ekonomik ve Ticari Şartlar, ek 1 9, s. 1 73.

91


" ... Türkiye ' nin dış ticaret eğrisinin, dış ilişkilerindeki iniş çıkışları izlemesi, bir rastlantı değildir." (49). Türk dış politikasının 1 9 Ekim l 939'da Büyük Britanya ve Fransa ile karşılıklı bir savunma anlaşmasına vardığı dö­ nemde, Türkiye'nin Almanya ile olan ticareti büyük bir dü­ şüş göstermiştir. 1 940 'ta 8 milyon lira değerindeki Alman ihracatından sağlanan döviz Türk devletinin kasalarına girerken, bu oran, toplam ithalatın ancak % l l ,7'sini buluyordu (50). Ertesi yıl da Almanya'nın Türkiye'ye yaptığı ihracat, bu ülkenin top­ lam ithalatının ancak % 1 2,2'sini bulabildi (5 1 ). İhracat sayı­ lan da ilginçtir. 1 940'ta, Türkiye'nin Almanya'ya yaptığı ih­ racatın değeri 9 milyon lirayı buluyordu ve bu, Türkiye ihra­ catının toplam değerinin sadece % 8,6'sını oluşturmaktaydı (52). 1 94 1 'de ise, Türkiye'nin Almanya'ya yaptığı ihracatın (49) Barbara Ward, Turkey (Türkiye), (Londra Oxford University Press, 1 942), s.9 1 .

B u aynı zamanda, Yuluğ Tekin Kurat'ın da genel tezidir; İkinci Dünya Savaşında Türk-Alman Ticaretindeki İktisadi Siyaset, (Ankara, Türk Tarih Ku­ rumu Basımevi, 1 96 1 ). (50) Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, ista­ tistik Yıllığı, 1 942-1 945, cilt 1 5 (Ankara, 1 946) s.349-3 5 1 . (Bu sayılar, Başlıca Mmeleketlere Göre ithalat ve ihracat Kıyınetleri başlıklı cetvelde bulunmakta­ dır.) Aynca bak: Uluslararası İmar ve Geliştirme Bankası. Krediler Dairesi. Do­ ğu Masası. Statistical Tables on Turkey (Türkiye Üzerine istatistik Cetvelleri), (Washington, 1 947), cetvel no. 50, s.53. ( 5 1 ) Aynı kaynak. (52) Aynı kaynak. Türk mallarını satın alma ve Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılama alanında Almanya'nın yerini önce İtalya'nın aldığına dikkat edilmeli­ dir. Fakat, savaş Akdeniz'deki ticaret yollarını kapatınca, Türk-İtalyan ticareti çok azaldı. Bak: Birleşik Amerika Ticaret Dairesi, iç ve Dış Ticaret Bürosu, ' 'Ef­ fects of War on Turkey's Foreign Trade" (Savaşın Türk Dış Ticareti Üzerinde­ ki Etkileri), Foreign Commerce Wekkly (Haftalık Dış Ticaret), 1 3 Aralık 1 94 1 , s.4-5.

92


değeri 26 milyon liraya, oranı da toplam ihracatının % 2 J ,8' ine yükselmişti (53). Fakat, asıl sıçrama bundan sonraki üç yıl içinde görüldü ve Almanya 'yı adeta eski gözde yerine getirdi. 1 943 'te Alman­ ya, Türkiye ithaliitının % 3 7,7 'sini karşılarken, Türkiye ihra­ catının % 23,7'sini de satın aldı (54). Almanya'dan yapılan it­ haliit 1 944 'te hafif bir düşüş göstererek toplam ithaliitın % 30,4 'üne indi; ancak, Almanya 'ya yapılan ihracat, toplam ira­ catın % 78,2'sine fırladı (55). Aynı yılın başında Türkiye, Al­ manya ile olan ekonomik ilişkilerini sertleştirdiği halde, elde edilen bu sayı, özellikle ilginçtir. Bunu da, Almanların Türk mallan için çok çekici fiyatlar vermeleri, Almanların Türk ti­ caret yollarını denetimleri altında tutmaları ve Türklerin ürün­ lerini başka yere satma imkansızlığı, bir de hükUmetin 1 940 'ta Almaya ile imzalanan anlaşmaya uymaktaki kararlılığı ile açıklamak mümkündür. Dalgalanmaların durulması ise 1 945 'te Türkiye ile Almanya arasındaki ticaretin hemen he­ men sıfıra indiği dönemde oldu. Almanya 'nın savaştan önce Türkiye 'yle ticaretini çok ge­ liştirmiş olması bir şans eseri değildir (56). Bu, Hjalmar (53) Aynı kaynak, aynca bak. Ekonomik ve Ticari Şartlar, Ek 24, s.204. (54) Aynı kaynak. (55) Aynı kaynak. (56) Gelişme, biraz da Almanya'nın kararlı çabalarının bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Alman ekonomi ve kalkınma politikasının geniş bir çözümle­ mesi için bak: Cleona Lewis, Nazi Europe and World Trade (Nazi Avrupa ve Dünya Ticareti), (Washington Brookings Kurumlan, 1941 ); aynca bak. N.Montc­ hiloff, Ten Years ofControlled Trade in South Eastem Europe (Güneydoğu Av­ rupa'da On Yıl Süren Denetimli Ticaret), (Cambridge, İngiltere, Cambridge Uni­ versity Press, 1 944). Montchiloff, ülkesinin Nazi Almanyasınca işgalinden ön­ ce, Bulgaristan'ın Londra Büyükelçisiydi. E.R. Lingeman ise, Türkiye'nin sa-

93


Schacht'ın "Yeni Plan" denilen Alman ekonomik kalkınma­ sının sonucudur (57). Schacht, 2 Ağustos 1 934'te Ekonomi Bakanlığının başına gelince, hemen hiç gecikmeden, hesap­ larla yeni bir ödeme yöntemi uygulamaya başladı. Bu yöntem, Schacht'ın deyimiyle şöyle açıklanmaktadır: "Bize (Alman­ ya'ya) mal satan yabancı ülkeler, satın aldıklarımızın karşılı­ ğını hesaplarına Alman parası olarak geçirmelidir. Bu paray­ la da Almanya'dan her istedikleri şeyi satın alabilirler (58). Bu vaştan önce Almanya'ya bağımlı oluşunu, "rekabet zafiyeti"ne bağlamaktadır; bak: Ekonomik ve Ticari Şartlar, s. 1 77. Kambiyo denetimleriyle ilgili Türk talimatları için bak: Kuyucak, önceki aynı kitabı, ekler bölümü cetvel no. XIII. Hükumetin çabalarına rağmen Türk­ ler, savaştan önce dünya piyasalanyle yarışacak işlenmiş mallar üretme imkanı­ nı bulamamışlardı. Bu nedenle de, Almanların, tarım ürünleri karşılığında dün­ ya piyasasından yüske fiyatlar ödemekte gösterdikleri çabanın çekiciliğine ka­ pılmışlardır. (57) Hjalmar Schacht, Account Settled, (Kapatılan Hesap), Çeviren: Ed­ ward Fitzgerald, (Londra, Weldenfeld ve Nicolson, 1 949). Schacht, "Yeni Plan" dediği yöntemin mantığını şöyle açıklamaktadır: ' 'Bir ülkenin, ihtiyaçlarını karşılamak için yeteri kadar yabancı döviz rezervleri yoksa... ucuzluk sorunu artık ilginç olmaktan çıkar... Öyleyse, mallarını kendi paralan ile değil, başka şartlarla satmak isteyen ülkeler bulmak ... mümkün ola­ maz mı?" s.78-83. (58) Aynı eser, s.8 1 . John C . Dewilde, "The German Economic Dilemma", (Alman Ekono­ mik İkilemi), Dış Politika Raporları, Cilt XIII, No. l , 1 5 Mart 1 937 s.2- 1 6, Yeni Plan uyarınca takasın dolaylı olarak yerleştiğine dikakti çekmektedir: "Özel kle­ ring sistemi içinde yabancı ihracatçılara ödemeler mark karşılığında yapılıyor ve "eski mark" denen bu parayı (Auslandersonderkonten für Inlandszahlungen) Almanya' dan daha çok mal satın almak isteyen ithalatçılara satabiliyorlardı.'' Dewilde'ın da belirttiği gibi, bu dolaylı takas sistemi, Almanya'nın Latin Amerika ve Güneydoğu Avrupa ülkeleriyle ticaretinin başarılı bir biçimde de ge­ lişmesine yardım etmiştir. Almanya'nın savaştan önce Güneydoğu Avrupa ile olan ticaret ilişkileri üzerine daha ayrıntılı bilgi için bak: John C. Dewilde, "German Trade Drive in Southeastern Europe", (Güneydoğu Avrupa'da Alman Ticaret Yönetimi), Dış Politika Raporları, cilt: XII, No. 1 7, 1 5 Kasım 1 936, s.2 1 4-220.

94


yöntemin gerek Türkiye, gerekse Almanya açısından avanta­ jı, ender bulunan yabancı dövizleri, dışardan gerekli mallan satın alma ihtiyacını karşılamakta rahatça kullanabilmekti (59). Hammaddelerini ve tanın ürünlerini elden çıkarmak is­ teyen Türkiye ile, uluslararası para piyasasında daha çok bor­ ca batmadan sanayi ürünlerini satmaktan son derece memnun olan Almanya, bu takas sistemine gidersiz bir harcama gözüy­ le bakmışlardır (60). 1 939'da Türk politikasını çizenler, Türkiye'yi ekonomik bakımdan Almanya'ya çok bağımlı duruma getirmiş olmak­ tan korkmaya başladılar ve bu durumun yapmak isteyecekle­ ri siyasal manevraları tehdit edebileceğini düşündüler. 1 4 Ara­ lık 1 939'da Şükrü Saraçoğlu �öyle diyordu: Ortada başka gerçek daha var ki, bir ülkenin bağımsız bir ulusal politika izleyebilmesi için, dış ticaretinin büyük bö­ lümünün yalnızca bir tek ülkeye yönelmemesini zorunlu kıl­ maktadır. Dış ticaretin tek bir ülkenin tekeline girmesi, bunun (59) Aynı eser, s.2 1 5 . (60) Her şeye rağmen iki ülke için d e birtakım sakıncalar vardı. Almanya mallarını en iyi şartlan ileri sürecek kaynaklardan değil de, bir an önce yetiştir­ diklerini elin<Jen çıkarmak isteyenlerden almak zorunda kalıyordu. Dewilde'ın belirttiği gibi bu klering hes�lan sistemi, ''Alman ticaretini doğal ve en ekono­ mik kaynaklarından bütünüyle saptınyordu. Bak: ' 'Alman Ekonomik İkilemi ' ' s.6; Almanya'nın hammadde giderleri d e gün geçtikçe artıyordu. Almanya ken­ di klering hesaplarının kölesi olma durumunda daha çok kalıyordu. "Ekonomik ikilem ' ' de bundan ileri gelmekteydi. Savaş döneminde Güneydoğu Avrupa ile Almanya'nın ihtiyaçları arasın­ daki stratejik işbirliğinin daha kesin bir çözümlemesi için bak: Basil Davidson, "Can Germany Live on the Balkans?" (Almanya Balkanlara dayanarak yaşaya­ bilir mi?), Free Europe (Özgür Avrupa), 29 Aralık 1 939, s.67-69. Almanya ile olanı da içinde, Türkiye'nin savaş dönemindeki ticaretinin geniş bir incelemesi için bak: Türkiye Cumhuriyeti Başvekalet istatistik Umum Müdürlüğü, Dış Ticaret 1938-1952 (Ankara, 1 953).

95


ölçüsü ne kadar küçük olursa olsun, hatta bu ülke müttefik bi­ le olsa, ulusal bir politika izlemeyi çok zorlaştırır. Amacı ba­ ğımsızlık olan ulusal politika ile, hedefi kazanç olan ulusal ti­ caret yan yana yüreyemez duruma gelince, ulusal ticaret fe­ dakarlık yapmak zorundadır (6 1 ) Türkiye, Almanya ile ticaret yapmaktan vazgeçecekse, bunun fedakarlıkları en aza indirecek bir biçimde gerçekleş­ tirmeliydi. Türkler de İngiltere'ye kanca atmakta hiç vakit ge­ çirmediler. Almanya'dan Kopma Teşebbüsü Türkiye ile Alman­ ya arasındaki ödeme anlaşması 3 1 Ağustos 1 939'da sona er­ diği zaman, Türk hükumeti Büyük Britanya ve Fransa ile ti­ cari ilişki kurduğu için, bunu uzatmayı kabul etmedi. 1 9 Ekim 1 939 tarihli üçlü Türk-İngiliz-Fransız ittifakına eklen�n mali anlaşma, bu üç ülke arasında çok daha sıkı ticari ilişkiler ku­ rulmasını öngörüyordu (62). İngilizler, 1 9 Ekim 1 939 tarihli .

-

(6 1 ) Helseth'in belirttiği gibi, önceki kitabı, s. 1 33; Helseth referans ola­ rak ABD Devlet Muhaberatı Dairesi No. 1 343, 29 Ocak 1940'ta Ankara'dan gön­ derilen rapor, dosya ref. no. 662. 763 1 - 1 1 6. 19 Ekim 1 939 anlaşmasından sonraki göıiişmeler sırasında Türkler, Al­ man denetiminden kurtulmak istediklerini belirttiler. Bak: Viscount Halifax'ın Dışişleri Bakanlığında Sir Knatchbul-Huguessen 'e mesajı, 2 Ağustos 1939, ln­ giliz Belgeleri, cilt VI, s.567-568; Halifax, Türkiye'deki lngiltere elçisine, Tev­ fik Rüştü Aras 'ın; Türkiye ''iç politikasıyle birlikte dış politikasını da Büyük Bri­ tanya ve Fransa 'yla bir işbirliğine yaklaştırmak için,'' demokratik büyük devlet­ lerin Türkiye'ye ekonomik yardımda bulunmaları gerektiğini söylemişti. Ertesi gün Knatchbull-Hugessen, Halifax'a, Türkiye' de "hayal kırıklığı ve umutsuz­ luk" duygularının arttığını, Türklerin artık İngilizlerin kendilerine gerekten yar­ dım etmeye pek niyetli olmadıklarını düşünmeye başladıklarını bildiriyordu. ln­ giliz Belgeleri, cilt: VI, s.574-575. (62) Bu anlaşma üzerine daha çok bilgi için bak: Bu araştırmanın I. bölü­ mü, 88. dipnotu.

96


itifakın cömert milli şartları içinde Türklerle yeni bir ticaret politikası üzerine görüşmeler yapmanın kolay olacağını san­ mışlardı. Bu konuda en önemli sorun krom ihracatıyle ilgiliy­ di. Görüşmeler hemen hemen 1 9 Ekim'in ertesi günü başla­ dı. Türkler, İnglitere'nin iki yıl içinde, yılda 200.000 ton krom almayı kabul etmeleri için diretiyordu (63 ). Buna karşılık, Al­ manya'ya hiç krom ihraç etmemeyi üstlenmekteydiler. İngilizler, sonunda "peki" dedi; fakat, bu arada Türkler yeni bir şart daha koştu. 1 6 Kasım 1 939'da Londra'daki Türk Büyükelçisi, İngiltere hükumetine, hükilmetinin Almanya'ya krom ihraç etmeme kararını, ancak İngiltere de Türkiye'den incir, fındık, iizüm ve tütün ürünleri ithal etmeyi kabul eder­ se yerine getirebileceğini bildirdi. Bu istek Londra'da kızgın­ lık uyandırdı ve Batılı Müttefiklerin "Türklere çok iyi ettik­ leri" (64) havası esti. İngilizlerin tutumu, Türkiye pazarından Almanya'yı si­ lecek kadar çok Türk ürünleri almalarının imkansızlığı karşı­ sında, daha da belirli bir duruma geliyordu. Türkler ise, ihraç edilmeyi bekleyen üretim fazlalıkları olduğu sürece Alman­ ya 'ya krom satmayı sürdürecekleri konusunda üsteliyordu. Görüşmel�rin ölü noktaya varması üzerine, Menemencioğlu Londra ve Paris'e bir yolculuk yaptı (65). (63) Türkler, güvenlik düşüncesiyle ittifaka bir de "bekleme süresi mad­ desi" eklenmesinde, diretmiş, anlaşmanın, ancak lngilizler kendilerine Trakya sınırlarını savunabilmeleri için yeterli askeri malzemeyi sağladıktan sonra yürür­ lüğe girmesini kabul etmişlerdi. (64) Aynı belge The Economic Blockade, Cilt: 1, s.273. (65) Medlicott, önceki aynı kitap, s.274, Menemencioğlu'nun o zaman­ lar, ''hiç altta kalmayan ve zaman zaman da insanın sabrını taşırtan bir görüşme­ ci olduğunu ispatladığını belirtmektedir.

97


Menemencioğlu, Londra'da da, İngilizlerin iki milyon sterlin değerinde Türk tanın ürünleri ithal etmeleri yolunda­ ki görüşünü sürdürdü. İngilizlere krom satmaya karar verdik­ lerinde, Almanların bu tür ürünlerini almak istemeyecekleri­ ni ileri sürdü. Eğer İngilizler Türk kromunun Almanya'ya ak­ masını önlemek istiyorlarsa, Türklerin çabuk bozulan tanın ürünlerini satın almayı kabul etmeleri gerekiyordu. Menemencioğlu, kuru meyvelerin satışı konusunda bir anlaşmaya varılmadıkça, görüşmelere katılmayacağını da bil­ dirdi. WH. Medlicott: "Kuru meyve anlaşmasını kabul etme­ yen Bay Menemencioğlu 'nun blöf yaptığını düşünmek müm­ kündü; ancak, blöf yaptığı yüzde yüz doğrulanamıyordu," di­ ye yazmaktadır (66). İngilizler sonunda Menemencioğlu'nun önerilerini kabul etti. Menemencioğlu bunun üzerine hemen Paris'e geçti ve burada da İngilizlere karşı desteklendiğini hayretle gördü. Aralık ayı ortasında Londra'ya döndüğünde, yeni bir istekte bulundu. İngiltere hükümetinin Türk kromu­ nu iki yıl değil, yirmi yıl süreyle satın almayı garanti etmesi­ ni istedi. İngilizlerce isteği geri çevrildi. Buna rağmen 8 Ocak l 940'ta Fransızların da katıldığı bir anlaşma imzalandı (67). İngilizler, çarpışmaların kesilmesinden sonra, ihracat mevsi­ minin sonuna kadar Türk kuru yemişlerini satın almak için söz verdiler. Fakat, bu garantinin kendilerini 1 942- 1 943 ihracat (66) Aynı kitap, s.274-275. (67) 8 Ocak l 940 tarihli Türk-İngiliz-Fransız İttifakı için bak: Uluslar Ce­ miyeti. Anlaşmalar Dizisi, cilt: 200, No. 4689, s. 1 77- 1 89. Bu anlaşmalar Paris 'te imzalanmıştı. Temel anlaşmaların tam başlığı, " Yüzde 4 Faizli 25 Milyon Ster­ linlik Krediyle 1lgili Bir Anlaşma" ve "Yüzde 3 Faizli on beş milyon Sterlinlik Yardım Anlaşması"dır. Bu konu için aynca bak: Bu kitabın 1. Bölüm, 88. dip­ notu.

98


mevsiminden sonra bağlamayacağını da belirttiler. İngilizler aynca, gelecek iki yıl içinde her yıl 50.000 ton krom satın al­ mayı, 1 943 'ten sonra da krom konusunda kendilerine öncelik tanınmasını istediler. İleride göreceğimiz gibi, Menemencioğlu'nun Türk kro­ munu yirmi yıl süreyle İngilizlere verme önerisini geri çevir­ dikleri için, İngilizler sonradan büyük pişmanlık duyacaklardır. Menemencioğlu Ankara'da bulunmadığı sırada, Türki­ ye ile Mihver arasındaki görüşmeler kesilmemişti. Dışişleri Bakanının Ankara'ya dönüşünden sonra İngilizlere, Türki­ ye'nin Türk fabrikalarında kullanılan Alman üretim madde­ lerine karşılık, Almanya'ya yaklaşık olarak beş milyon lira de­ ğerinde pamuk, susam, fındık, tütün ve Alman ekonomisi ba­ kımından çok önemli bir madde olarak zeytinyağı ihraç ede­ ceği bildirildi (68). İngilizler, Türk hükfımetinin Almanya ile Türkiye arasında her türlü ticari ilişkileri kesmeye yol açacak bir savaş ticareti anlaşması yapmak istemediğini bu sefer da­ ha da açık bir biçimde anlamıştı (69). Gerçekten de, 8 Ocak 1 940 anlaşmasından sonra Türk dip­ lomasisi, Mihver devletleriyle Müttefikleri birbirlerine karşı koz olarakcynamayı sürdürdü. Türkler, 1 940 yılı Şubat ayında Almanya ile ticaret ilişkilerini kesmeyi düşünmeden önce, is­ tedikleri bazı malların listesini İngilizlere sundular (70). Aynı zamanda Almanya'dan da kamyon, yedek parça, silah, fabrlka (68) Helseth, önceki aynı kitap, s. 1 34; aynca bak. s.267-277. Helseth, Türk­ lerin bu görüşmeler hakkında lngilizlere önceden haber verdiklerini, fakat anlaş­ ma metninde zeytinyağının da bulunduğunu belirtmeyi unuttuklannı söylemek­ tedir. (69) Ekonomik Abluka, cilt: 1 , s.277. (70) Aynı kaynak.

99


kurma kolaylıkları, demiryolu araçları, lokomotifve buna ben­ zer isteklerde bulundular (7 1 ). En sonunda, 25 Temmuz l 940'ta Türkiye ile Almanya arasında bir ticaret anlaşması imzalandı (72). Bu anlaşmada, yaklaşık olarak 25 milyon lira değerinde ihracat ürününün Türkiye'ye ihraç edileceği belirtiliyordu. Al­ manlar, 39 lokomotif, Sıvas çimento fabrikasının kurulması için gerekli araç, yedek parça, tıbbi malzeme, il aç vb. mallar göndereceklerdi. Türkler de buna karşılık Almanya'ya tiftik yünü ve zeytinyağı da içinde türlü tanın ürünleri sağlayacaklar­ dı (73). Bunlar arasında İngilizlerin, Almanların yoksun kalma­ sını istedikleri birçok stratejik değerde madde de vardı. Türk-Alman Ticaret Anlaşması'nın yürürlüğe girmesin­ den bir yıl sonra, Almanya'dan Türkiye'ye ancak 9 milyon li­ ra değerinde Alman mamulü gönderilebilmişti

(74). Bu ise,

Türkiye'nin makine ve silah ihtiyacını daha geciktirilmeye gelmez bir dunima sokuyordu. Öte yandan Almanya, Türk kromuna gittikçe daha açgözlü bakmaya başlamıştı. En sonun­

da, 1 8 Haziran 1941 tarihli Türk-Alman Dostluk lttifakı'nın imz.alanmasından sonra, dunimu aydınlığa kavuşturmak için Alman ticaret görüşmelerinin başyöneticisi Kari Clodius'un Eylülde Ankarıf'ya gideceği açıklandı (75). Almanya 'ya krom ( 7 1 ) Aynı kaynak. (72) Aynı kaynak (73) Bu anlaşmanın hükümleri uyannca Almanya 'ya gönderilecek malla­ nn üçte birini tütün teşkil edecekti. (74) Helseth, öriceki aynı kitap, s. 1 35. (75) Clodius ile Menemencioğlu arasındaki görüşmelerin genel havası üze­ rine bak. Ekonomik Politika Dairesi Müdür Yardımcısından (Clodius), Dışişle­ ri Bakanlığı 'na; Ankara, 26 Eylül 1 94 1 , Alman Dış Politikası Belgeleri, cilt: XII, s. 566-568. Menemencioğlu, krom konusunda Türkiye'nin elinin kolunun bağlı olduğunda diretmiş, 1 5 Ocak 1939'a kadar yalnız lngiltere'ye krom ihraç etme­ yi kabul ettiklerini ileri sürmüştür. Buna rağmen Türkiye Dışişleri Bakanı, Al­ manya ile bir anlaşmaya varabilmek için çok çabalamıştır. Clodius, ' 'Numan (Me­ nemencioğlu)ı başka hiç bir konuda bu kadar didinir, adeta yalvanrken görme­ miştim," diye yazmıştır.

1 00


ihracı konusunda görüşmeler, 9 Ekim 1 94 1 'e kadar sürdü ve o tarihte de Ankara'da, sözde Clodius anlaşması denen ittifak imzalandı (76). Türkler bu anlaşma uyarınca Almanya'ya 1 5 Haziran 1 943 ile 3 1 Mart 1 943 tarihleri arasında, yani, İngi­ lizlere tanınan önceliğin sona ermesinden hemen üç ay son­ ra, 45 bin ton krom göndermeyi kabul ediyordu. Almanya. Türkiye 'ye 1 8 milyon lira değerinde askeri malzeme gönder­ meyi kabul ederse, Türkiye de Almanya 'ya 1 943 'te açıktan 45.000 ton krom, 1 944'te de 90.00 ton krom daha ihraç ede­ cekti (77). Bu anlaşma, Almanların hoşuna gitmedi. Türkle­ re, krom isteklerini hemen karşılamayı kabul ettirebilecekle­ rini umdular (78). Öte yandan anlaşma, İngilizlerin de hiç ho­ şuna gitmemişti. Türklerin bir kez daha ekonomik yönden Al­ manlara bağımlı duruma düştüklerini sanıyorlardı. Bunun üze­ rine İngilizlerle Amerikalılar anlaşmayı engelleme çabalan� na giriştiler. (76) Clodius Anlaşması artık, Türk-Alman Ticaret ve Ödeme Anlaşma­ sı 'ndan başka bir şey değildi ve iki�i de 9 Ekim 1 94 1 'de Ankara'da imzalanmış­ tı. Bu anlaşmalar için bak: önceki aynı belge,s. 626-627. Anlaşmaların tam me­ tinleri için bak: Almanya, Reichgezetzblatt, elit: il, No. 42, 1 94 1 . ' ' Regelung des Wareuverkehrs" (Ticari Görüşmeler Tüzüğü), 9 Ekim 1 94 1 , (Berlin, Alman Hü­

küıneti Yayınları, 1941), s. 375-380. "Türkiye ile Almanya Arasında Ticari Mübadelelerin Tanzimi Hakkın­

daki 9 Ekim 1941 Tarihli Anlaşma" başlığı altındaki Türkçe metin ise, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Neşriyat genel Müdürlüğü, Düstur, üçüncü tertip, cilt: 23 (Ankara, Devlet Matbaası, 1 942), s. 93-1 03'te bulunabilir; bundan böyle, Düstur diye belirtilecektir. (77) Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 527 'de Clodius Anlaşması 'nın madde­ lerinin ve aynntılarının geniş açıklaması için ayrıntılı bilgi bulunabilir. (78) Clodius'un Ankara'daki Yardımcısı Hans Anton Kroll, "Türklerin tutumu karşısında çok şaşırdığını" yazmaktadır. Daha sonra da şunları belirtmiş­ tir: "Türklerle birlikte çalıştığım altı yıla yakın süre içinde her türlü anlaşmada bir açık kapı bulacak kadar usta olduklarını anladım... " Bak: Kroll 'dan, Bakan­ lık Daire Müdürü Wiehl'e; Tarabya, 1 3 Ekim 1 94 1 . Alman Dış Politikası Belge­ leri, cilt: XIII, s. 645-647.

101


İngiliz-Amerikan Tercihli Satın Alma Programı 1 940 yılı başlarında Başbakan Churchill, Philip Swinton 'dan Birleşik Krallık Ticaret Birliği 'nin (U.K.C.C.), Müttefiklerin tercihli satın alma yoluyle Mihver' e stratejik değeri olan ithal malların ulaşmasını sağlamak için birtakım tedbirler hazırla­ masını istemişti. Bu program uyarınca İngilizler, 1 94 1 'de aşa­ ğıdaki oranda malları Türkiye'den satın aldılar: -

Ton . . . . : 1 5 1 .066 . . . . . . :3.350 . . . . . . :5 .09 1 . . . . . . : 5.000 . . . . . . : 1 .622 . . . . . . :8.000 . . . . . . . . . . . . : 124 .. . . . . . . . . . : 1 32,5 (79) Amerikalılar da 1 942 'de Birleşik Amerika Ticaret Birli­ ği 'ni (U. S.C.C.) kurarak Türk mallarını açık pazardan sağla­ ma çabalarına katıldılar (80). Krom . . . . . . . . . . . . . . . Tiftik . . . . . . . . . . . . . . Zeytinyağı . . . . . . . . . . Meşe palamutu . . . . . . . Pamuk tohumu . . . . . . . Pamuk yağı . . . . . . . . . Keten tohumu . . . . . . . Susam. . . . . . . . . . . . .

. . . . . .

.

.

.

.

.

.

.

. . . . . .

. . . . . .

.

. . . . . .

.

.

. . . . . .

.

.

. . . . . .

.

.

. . . . . .

.

. . . . . .

.

.

. . . . . .

. . . . . .

. . . . . .

. . . . . .

.

.

.

.

(79) Ekonomik Abluka, cilt: 1. s. 6 1 0. (80) Amaçları bir olduğu halde. Ankara'daki lngiliz ve Amerikan ajanla­ rı, bütünüyle değişik davranmaktaydılar. Türklerden mümkün olduğu kadar çok mal satın almayı öngören Amerikalılar, Türk Ekonomi Bakanlığı'nın isteği bile olmadan alımlara girişiyorlardı. İngilizler ise, Türk hükumetini kızdırmamak için bundan titizlikle kaçınmaktaydı. Ayrıca Amerikalılar, yapacakları alımlar için Türkleri de kullanıyordu; lngilizler ise, aldatılma korkusuyla buna pek yanaş­ mıyordu. Bak: Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 246-247. lngilizelrin bu çekingenli­ ği, anlaşıldığı kadarıyla geniş çapta hoşnutsuzluğa yol açmaktaydı.

1 02


Yine de, önemli Türk ürünlerinin Almanya'ya ulaşma­ sını engelleme amacını güden program, geniş çapta başarısız­ lığa uğradı. Türkler Clodius Anlaşması'yle üstlendikleri şey­ lere titizlikle bağlıydı. Sözgelişi, 1 943 yılında Türkiye'nin Mihver ülkelerine ihracatı şu oranlan buluyordu: Metreküp Krom . . . . . . . . . . '. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :46.783 Yağ tohumları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :. 1 7.942 Balık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 7.597 Sepicilik maddeleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 3.756 Pamuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 0.247 Pik demiri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :9.508 Bakı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :7.384 Kuru meyveler . . . . . . . . . . . . . . , . . . :6.445 Deri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :.2.894 B itkisel yağlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : .2.068 Tiftik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : l .438 Demir ve çelik çevheri . . . . . . . . . . . . . . . . . : 966 (8 1 ) .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Michel ve Irena Sokolnickia'nın özel belgeleri arasında bulunan 1 5 Ekim 1 942 tarihli bir notta, "U.K.C.C. Türk işadamlannın sevgi ve saygısını kazan­ mayı hiç beceremedi; çünkü, Türk organlanyle işbirliği yapmaya, onlardan ya­ rarlanmaya bir türlü yanaşmadı; hala da yanaşmıyor,' ' denilmektedir. Bu not, Ba­ yan lrena Sokolnickia'nın izniyle yayınlanmıştır. Davit L. Gordon ve Royden Dangerfield, The Hidden Weapon: The Story ofEconomic Warfare (Gizli silah: Savaş Ekonomisi Tarihi), (New York, Harper Bross. 1 947), s. 1 23'te her iki ya­ nı da eleştirmekte ve tercihli satın alma programının Türkiye' den çok ispanya' da başarılı oluşunun nedenini, "Müttefiklerin çok sayıda mala, saldırırcasına atıl­ malarında" görmektedir. Lord (Philip Cunliffe-Lictes) Swinton'un I Remember (Hatırlıyorum), (Londra, Hutchinson and Co. 1 948) adlı eseri, U.K.C.C.'nin özellikle Türkiye'de sağladığı başarılardan örnekler veriyor; s. 1 64-170. (81) Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 540-54 1 .

1 03


Türkler her iki yanla da yaptıkları ekonomik anlaşmala­ ra hiç şaşmadan bağlı kalmakta direttiler. Tıpkı Müttefikler gibi, Almanya da söz verilen malları aldı. Türkler,

1 943 'ten

önce Almanlara krom satmadıkları gibi, Müttefiklere de, Al­ manya 'ya ihracat yapmalarını imkansız duruma getirecek ih­

1 8 Nisan 1 943 'te imzalanan ikinci Clodius Anlaşması ile sessiz sessiz onayladı (82). Profesör Medlicott'un belirttiği gibi, "Türler,

raç izinleri vermeye yanaşmadılar. Bu durum,

Almanların en çok ihtiyaç duydukları maddeleri çekinmeden onlara sağlama görüşündeydiler."

(83). Çünkü Türkler, Al­

manya'ya ihraç edilmek üzere geniş mal stokları yapmıştı. Türkiye, anlaşmanın imzalanmasını izleyen on dört ay içinde yani

1 944 yılı Mayısına kadar, Almanya 'ya 40 milyon lira tu­

tarında stratejik değeri olan mal ihracını kabul etmişti. Bu anlaşmayı harfi harfine uygulama politikasının ar­ dında, İnönü ile birlikte Menemencioğlu da vardı

(84). İkisi­

nin de neden önce Almanlarla ve Müttefiklerle bir dizi anlaş­ malara giriştiklerini, her iki yanın da tepkisi ne olursa olsun, bu anlaşmanın şartlarına dayanarak işleri yürüttüklerini açık­ layacak çeşitli nedenler vardır. Önceden de belirtildiği gibi İn­ giltere' nin, Türkiye'nin bütün ihtiyacını karşılamasına imkan

(82) İkinci Clodius anlaşması, Türkiye'nin Almanya'ya yün ve bitkisel yağ satmasını öngörüyordu; ikinci Clodius anlaşmasının tam metni için bak. Al­ manya, Reichgezetzblatt, cilt: II, No. 29, 1 943, "Abkomen Zur Regelüngdes Wa­ renverkehrs Zwischen Deutschland und Turkei." (Almanya ile Türkiye arasın­ da Ticari Mübadelenin Düzenlenmesiyle ilgili Anlaşma), 1 8 Nisan 1 943 (Ber­ lin: Alman Devlet Yayınlan Dairesi) s. 355-358. (83) Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 535. (84) Menemencioğlu savaş döneminde yüksek düzeydeki ekonomik ve ti­ cari görüşmeleri yürütmekle görevlendirilmişti; bunların hepsini de o yürütmüştür.

1 04


yoktu. Almanya ise, ancak kendi istediğini aldığında, Türki­ ye 'ye gerekli olan malları verebilirdi. İşte Menemencioğ­ lu'nun, Türkiye'nin elindeki stratejik ürünleri, Alman mamul­ lerini elde etmek için Almanların ağızlarını sulandırmak ama­ cıyle kullandığı anlaşılmaktadır. Bu politika, Türkiye'nin ma­ den kaynaklarının tümüne sahip olma ya da dilediği gibi kul­ lanma yeteneğini elinden alma konusunda Alman hükfımeti­ nin beslediği niyetleri ortadan kaldırmaya da yaramıştır. Son olarak, Türk ürünlerinin fiyatlarını belirli bir düzeyde tutma­ ya da yardım etmiştir (85). Demek ki Türkler, İngilizlere ve Amerikalılara, Almanya'ya vaat ettiklerinden daha çok mal satmaktan hoşnuttular. Ancak, Müttefiklerin kendilerine bir olta gibi uzattıkları tercihli satın alma yemini yutmaya ya da Alman isteklerini geri çevirmeye pek yanaşmıyorlardı (86). Türklerin yaptıkları tek şey, İngiliz ve Amerikalılara Türk ürünlerini yüksek fiyatlarla satmak olmuştu ki, bunun nede(85) Profesör Ahmet Şükrü Esmer, Cevat Açıkalın ve Zeki Kuneralp'in Yazarla yaptıkları özel görüşmelerden; Menemencioğlu 'nun Belgeleri de bu çö­ zümlemeyi onaylıyor. (86) Lewis V. Thomas ve Richard N. Frye, The United States and Turkey and Iran, (Birleşik Amerika ve Türkiye ve İran), (Cambridge, Harvard Üniver­ sitesi Matbaası, 1 95 1 ), s. 93; bu yazarlarala göre, "Türkiye cesaret buldukça, Mih­ ver devletlerine önemli İnaddeleri vermeyi reddetmiştir; " David L. Gordon ve Royden Dangerfıeld, önceki kitap, s. 123, Müttefiklerin tercihli satın alma prog­ ramlarının başarısızlığa uğrayışının nedenlerini açıklarken, başlıca nedenin, "Tür­ kiye'nin en önemli ürünlerini savaşan iki yan arasında paylaşmaya izin veren po­ litikası" olduğunu söylemekle, gerçeğe daha çok yaklaşmaktadır. Medlicott ise Ekonomik Abluka, cilt il, s. 532'de 1 943 yılı için şu sonu­ ca varıyor: " ...Türkler, Müttefiklere gönderecekleri mallan öyle ayarlamışlardı ki, Mihver devletlerine gönderdikleri ve ilerde gönderecekleri yeterli stoklan hep el altında bulundurabiliyorlardı . " Önceden de gördüğümüz gibi bu stoklar ol­ dukça cömertçe tutulmuştu, ama buna rağmen, yine de çağın Alman yetkilileri­ ni hoşnut edemediklerini belirtmeliyiz.

1 05


ni, Almanya'nın bazı Türk ürünlerini elde etmek içn olağa­ nüstü fiyatlar önermesinden doğan fiyat yükselişleridir (87). Böylece, Birinci Clodius Anlaşması ile, 1 944 yılı Nisan ayın­ da Türkiye'nin Almanya ile olan ekonomik ilişkilerinin bo­ zulmaya başladığı zamana kadar geçen döneminde, Almanla­ rın Türkiye'ye vaat ettikleri mamulleri gönderememesinin, Türk ürünlerinin Almanya'ya ihracını önleme bakımından da­ ha etkili bir unsur olduğu söylenebilir. Savaş döneminde krom, bakır, tiftik, pamuk gibi maddeler üzerinde yapılan görüşme­ ler, bunu geniş biçimde göstermekte ve doğrulamaktadır.

(87) Bu, tercihli satın alma gücünün bütünüyle önemsiz kaldığı anlamına gelmez. Bu program, kiralama ve ödünç verme anlaşmasıyle birlikte, Türkiye'yi diplomatik yönden olduğu kadar ekonomik yönden de hassas olmaya zorlamış­ tır. Tercihli satın olma programına savaş döneminde Türkiye'ye yapılmış bir Müt­

tefik ekonomik yardımı gö:ı;üyle bakılacak olursa, bu ışık altında programın ba­ şanlı olduğu söylenebilir; çünkü, hiç olmazsa Türkiye'nin bağımsızlığını koru­ masına yardımcı olmuştur. Hem de bu bağımsızlık, programın ilk hedefine göre başansızlığa uğramasına yol açtığı halde. Kiralama ve ödünç verme programı uyannca Türkiye'ye aynlan ve gön­ derilen mallann ve araçlann cinsleri ve miktarlan için bak: Helseth, önceki ay­ nı kitap, s. 1 38; Birleşik Amerika, Dışişleri Bakanlığı, Kiralama-Ödünç verme Harekatı Üzerine Kongre'ye Yirmi Üçüncü Rapor, Yayın no. 2707 (Washington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1 945), s. 1 5- 1 6. Bu kiralama ve ödünç verme anlaş­ ması uyannca Birleşik Amerika'nın yaptığı toplam savunma yardımı 43 milyo­ na yakındı; bak, aynı belge, no. 5 1 . Aynca bak: A.B.D. Başkanı, 3 1 Aralık 1 945'te Sona Eren Yıl İçinde ya­ pılan Kiralama ve Ödünç Verme Yardımlan ile Ugili Kongre 'ye Otuz Altıncı Ra­ por, (Washington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1 955), Başkanın Mesajı. Kiralama ve Ödünç verme programının genel tanıtımı için bak: Birleşik Amerika, Askeri Tarih Dairesi, Ordu Bölümü. Richard M. Leighton ve Robert W. Coakley, Global Legistics and Strategy 1 94- 1 943, ( 1 940- 1 943 döneminde Ge­ nel Lojistik ve Stratejiler), elit: iV, (Washington, Birleşik Amerika Devlet Mat­ baası, 1 955), s. 522.

1 06


Krom Sorunu ve Türk Tepkisi Savaş döneminde Tür­ kiye 'nin elindeki mallar ve ürünler arasında en önemli olanı kromdu. Bir yazarın dediği gibi, "Ekmek için maya neyse, mo­ dern sanayi için de krom odur; pek az miktarda gerek duyulur, fakat, onsuz da olmaz; tıpkı, mayasız ekmek olmayacağı gibi." (88). l 939'da Türkiye, Dünya krom üretiminin % l 6,4'ünü, ya­ -

ni yaklaşık olarak 1 90.000 tonunu sağlamıştı (89). Savaş bo­ yunca da üretim hep böyle yüksek düzeyde kaldı. Savaş yılla­ rında Türkiye'nin krom üretimi, ton olarak şöyledir: (88) Arthur Kemp, "Chromium: A. strategic Material ", (Krom: Stratejik bir madde), Harvard Businesss Review, kış dönemi, 1 942, 1 99-2 1 2. Kemp, Birleşik Amerika Kara ve Deniz Orduları Cephane dairesinin, an­ timuan, manganez, civa, nikel, çinko, tungsten gibi altı madenle birlikte, kromu da stratejik değeri olan madenler sınıfına soktuğunu belirtmektedir. Bu konuda­ ki geniş tartışma için bak: Brooks Emeny, The Strategy of Raw Material: A S­ tudy of America in Peace and War (Hammaddelerin Stratejisi: Barışta ve Savaş­ ta Amerika'nın bir incelemesi), (New York, Macmillan Co. 1 944). Herhangi bir yanlışlığı önlemek için, krom, kromium ve kromit deyimle­ ri iyice anlaşılmalıdır. Kromit, kimyasal formülü Fe (Cr02) olan bir madendir. ve kromium ve krom, bu maddenin türevleridir. Krominium, çelik üretiminde ya­ rarlanılan ve çeşitli kimyasal karışımlar oluşturmak için başka elementlerle ka­ nştınlarak sanayide geniş çapta yararlanılan bir alaşımdır. Bu alaşımlardan iki­ si, asetat kromium ve klorid kromium, sepicilikte kullanılır. Krom, kromattan el­ de edilen san bir maddedir. Savaş döneminde savaşan yanlarla Türkiye arasında görüşmelere yol açan, ham kromitti; yani, alışılageldiği gibi söylenen kromini­ um ya da krom değildi. (89) Ona K.D. Ringwood ve Louis E. Frechtling, "World Produktion of Selected Strategic Materials" (Seçme Stratej ik Maddelerin Dünya Üretimi), Dış Politika Belgeleri, cilt: XVIII, 1 5 Haziran 1 942, s. 90-96. l 940'tan önceki dünya üretiminin tam listesi için bak: Aynı Belgeler, s. 205. Türkiye' deki maden sanayiinin ayrıntılı bir araştırması ve Türkiye'deki kromit yataklarının yeri ve cinsi için bak: Birleşik Amerika içişleri Bakanlığı. Madenler Dairesi, Lütfullah Naha!, "The Mineral lndustry of Turkey" , (Türk Maden Sanayii), Information Circular 7855, (istihbarat Sirküleri 7855). (Was­ hington. Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1 958), özellikle bak. s. 79-96. Türk kromitinin gittikçe artan önemini savaştan önce yapılan bir çözüm­ lemesi için bak: Birleşik Amerika İçişleri Bakanlığı, Maden Dairesi. Robert L. Ridgeway, " Shifts in Sourca of Chromite Supply" (Kromit ihtiyacı Kaynakla­ nnda Değişiklikler), lnformation Circular 6886 (istihbarat Sirküleri, 6886), (Was-

107


1 939 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 83 .300 1 940 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 69.800 1 94 1 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 35 .700 1 942 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 1 6.300 1 943 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 54.500 1 944 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 82 . 1 00 1 945 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 48. 1 00 (90). Bu durum, umutsuzca, kroma ihtiyaçları olan savaşan yanlan, maden üretiminin aslan payını elde etmek için Türki­ ye üzerinde alışılmamış baskılar yapmaya zorlamıştır. Bu ba­ kımdan Türkiye, adeta bir ip cambazı gibi, gerili halat üzerin­ de yürümek zorunda bırakılmıştır (9 1 ). İp üzerinde yürüme görevi öncelikle Menemencioğ­ ' lu 'nun omuzlarına yüklenmiştir. Önceden de belirtildiği gihington, Birleşik Amerika Devlet Matbaası, 1 936), Ridgeway, Türk kromitinin üstün kalitesini belirtmektedir. Türkiye'nin Cumhuriyetin ilk yıllarında kromit madenlerini nasıl geliştir­ diğini incelemek için bak: H. von Engelmann, "Turkey Extehding Railroads De­ velop Chroma Ressources" (Krom, Kaynaklıirını Geliştirmek için Türkiye, De­ miryollarını Geliştiriyor), Engineeering and Mining Journal (Mühendislik - Ma� dencilik Dergisi), 29 Haziran 1 929, s. 1 037-1038. {90) Bu sayılar Nahai'nin lnformation Circular 7855'inden alınmıştır, s. 1 0. Bölgelere göre tam üretim sayılan için bak: Etibank, Konjonktür ve ista­ tistik Dairesi, 1 94 1 - 1 95 1 döneminde Etibank' ın Maden işletme istatistikleri, (Ankara, 1954). Etibank, 1935 yılında 3460 sayılı bir kanunla kurulmuş olan bir devlet teşebüssüdür. Öteki bankalar ve özel teşebbüsle de işbirliği yaparak, Tür­ kiye' deki maden yataklarını ve üretimini işletmekle özel olarak görevlendirilmiş­ tir. Daha ayrıntılı inceleme için bak: Etibank. Etibank'ın Bağlı olduğu iktisadi Devlet Kuruluşlarının Başlıca Nitelikleri, (Ankara, 1 949). (9 1 ) Zeki Kuneralp, sahip olduğu kromlann savaş döneminde Türkiye'nin başına "dert" açtığını söylemektedir. (Yazarla 24 Şuba 1 965'te Londra'da ya­ pılan özel bir görüşmeden).

1 08


bi, Menemencioğlu'nun 1 939 yılı Aralık ayında Londra'ya yaptığı gezi sırasında İngilizlere Türk kromlannı satın alma­ ları için 20 yıl süreli ve öncelik tanıyan bir anlaşma önerdi­ ği hatırlardadır. İngilizler bunu kabul etmiş olsalardı, işler çok daha basitleşecekti. Menemencioğlu daha sonra da, 1 943 'te en çok 90.000 ton, l 944'te 45.00 ton kromun Mihver'e ihra­ cını öngören Clodius Anlaşması 'nın görüşmelerini yürüt­ müştü. Bu kadar kromu alabilmek için, Almanya'nın Türki­ ye'ye belirli bazı maddeleri, araç ve gereçleri göndereceği­ ne dair yaptığı vaadi yerine getirmesi gerekiyordu. 1 942 Eki­ minde İngilizler, arkasından da Amerikalılar, Türk kromla­ nnın Almanya 'ya ihracını önlemek için çaba harcamaya baş­ ladılar. Memencioğlu, 1 8 milyon lira değerindeki Alman as­ keri malzemesi alınmadıkça, bu miktarın Mihver'e ihraç edil­ meyeceği konusunda Müttefiklere güvence vermeye çlaıştıy­ sa da, Türkiye'nin Almanya'ya vaat ettiği miktarda kromu göndermesini imkansız kılacak ihracat izinlerini İngiltere 'ye tanımaya inatla yanaşmadı (92). İngilizler bunu "acı bir sı­ nav" (93) ve "Türkiye' ni.n Müttefiklere karşı tutumunun mi­ henk taşı" (94) olarak kabul ettikten sonra, öfkeden küplere bindiler. Medlicott bu konuyu: "Bakanlık (Ekonomi) öfkey(92) Müttefikler, krom ihracatı için isteklerde bulunurken, Menemenci­ oğlu birçok kez kesinlikle bunlara karşı durdu, Türkiye' de görevli ateşeden (Kel­

iey), Dışişleri Bakanına, Ankara, 1 6 Ekim 1 942; Menemencioğlu 2 1 Ekim 1 942'de Kelley'e, Clodius'la vardığı anlaşma uyarınca öncelikle Almanlara 45.000 ton krom teslim edileceğini bildirmişti; bak. Dış ilişkiler, 1 942, cilt: IV, s. 758-762 ve s. 762-763. (93) Bak: Birleşik Krallık elçilerinden (Winant), Dışişleri Bakanına, Lond­

ra, 1 8 Eylül

1 942; bir önceki belgeler, s. 745-746.

(94) Bak. Türkiye'deki ataşeden (Kelley) Dışişleri Bakanına, 5 Ekim 1 942; bir önceki belgeler, s. 753-754.

1 09


le 'Türkler en sonunda içlerindekini açığa vurdular ve iki yüz­ lülüklerini olanca haşmetiyle ortaya koydular' demektedir," diye belirtiyor (95). Müttefiklerin tercihli satın alma programında bulunan öbür maddelerde olduğu gibi, Türkiye'den Almanya' ya krom ihracatının sınırlandırılmasının nedeni, İngilizlerin kendi ça­ balarından çok Almanya'nın pazarlığın kendi payına düşen bö­ lümünü yerine getirmeyişidir. 3 1 Mart 1 943'e kadar Alman­ ya, 1 8 milyon lira değerindeki siliihlardan ancak pek az bir bö­ lümünü Türkiye'ye gönderebilmişti; bunun karşılığında da Türklerin Mihver için ayırdıkları 45.000 ton kromun tamamı­ nı alamamışlardı. 1 5 Ocak ile 3 1 Mart 1 943 tarihleri arasında Almanya'ya ancak 1 000 ton krom gönderilmişti (96). İkinci Clodius Anlaşması ise, Almanlara vaat ettikleri askeri malze­ meyi göndermeleri için 3 1 Aralık 1 943'te sona erecek son bir süre tanımaktaydı. 1 943 Haziranından sonra ticaret hızla ge­ lişti ve Almanlar, Türkiye'nin istediği savaş malzemesini al­ dıklarına tanık oldular. Türkler de bunun karşılığını vererek (95) Ekonomik Abluka, cilt: II, s. 528; Türkiye'nin Almanya'ya 1 94 1 'de söz verdiği miktarda kromu göndermekteki kararlılığı karşısında, İ_ngilizlerin ve Amerikalıların tepkisi olmuştur; İngilizler kızmışlardı ama, 1 944 Nisanına ka­ dar, bütün bütün damarlarına basmaktan korktukları için, Türkleri karşı tedbir­ lerle tehdit etmeye yanaşmamışlardır; Amerikalılar ise, öfkeli bir tutum takın­ makla birlikte, Türk hükumetiyle başlarımn daha da derde gireceğine aldırma­ dan, Türk planlarını engellemeye kalkışmışlardır. Dışişleri Bakanlığı Savunma Araçları Dairesi Şefi Thomas K. Finletter'in yazdığı gibi; "Bu tutum umutsuz görünmekle birlikte, bir kere denemeliydik." aynı belgeler, s. 775. Ahmet Şükrü Esmer, bu kitabın yazarına, savaş yıllarında Türk ve Ame­ rikan hükumetleri arasında çıkan en önemli sürtüşme konusunun bu olduğunu belirtmiştir. (Ankara'da, 1 Mayıs 1 966'da yapılan özel görüşmeden). (96) Ekonomik Abluka, cilt: il, s. 5 3 1 .

1 10


yıl sonuna kadar Almanya'ya ihraç edilen kromun miktarını 46. 783 tona çıkardılar (97). Bu hızlı artış , daha sonra görebi­ leceğimiz gibi, İngiliz ve Amerikalıların, Türk hükı1metine bir dizi uyarıda bulunmalarına yol açtı (98). Türklerin buna kar­ şı ilk tepkisi Almanların yalnızca ilk Clodius Anmlaşması uyarınca almaları gereken miktarı aldıklarını söyleyerek dav­ ranışlarını haklı göstermeye çalışmak oldu. Ancak, 1 944 yılı Nisan ayında Türk hükı1met i, Müttefik baskılarına boyun eğe­ rek Almanya ile ekonomik ilişkilerini kısıtladı. Anette Baker Fox, görüşmelerin tartışmasını yaptıktan sonra, şu sonuca varıyor: "Askeri terazi birbirlerine karşı güç­ ler arasında sallantıdayken ve kimin kefesinin daha ağır basa­ cağı anlaşılmadan, Türkiye, karşıt gruplardan biriyle yapılan ittifakla, küçük bir devletin, adeta tekelinde tuttuğu stratejik değeri olan bir hammadeyi pazarlık konusu haline getirip bun­ dan yararlanabileceğini göstermiştir." (99). 1 9 Mayıs 1 943 'te İngiltere hükumet inin Türk kromunu 8 Ocak 1 943 'le 3 1 Ara­ lık 1 944 arasındaki dönemde tonu 270 şiling gibi yüksek bir fiyattan almayı kabul ettiğini belirtmeden, varılan bu yargı tam olarak ifade edilmiş sayılmaz. İngilizler 1 940'ta kromun tonu için 1 40 'şilingi yüksek bulmuşlardı. 1 943 yılı Mayıs ayının ortasında ise aynı İngilizler, Almanların Türkiye'ye önerdiği fiyatı kabul etmekteydi ( 1 00).

(97) Aynı belge, 1 943'te Türkiye'nin toptan krom ihracatı 80828 tondu. Bak: Nahai, istihbarat Sirküleri 7855, s. 1 1 . (98) Bu olaylar ilerde yeniden tartışılacaktır. (99) Fox, önceki aynı kitap, s. 20 ( 1 00) Ekonomik Abluka, cilt: ll, s. 528-530.

111


Türk Pazarlıkçılığının Sonu Menemencioğlu' nun bir ip cambazı gibi gösterdiği çabalar, Türkiye'nin savaş sonrası dönemine ekonomik bakımdan rahat çıkmasını sağlamıştır. Sözgelişi, Türkiye'nin ticaret deQgesi savaşın başlangıcında yararınayken, savaş boyunca da dikkate çekecek biçimde böy­ le kalmıştır. 1 939'da, Türkiye'nin ticaret dengesi 2 milyon sterlindi; 1 946'da ise Türkiye'nin ticaret dengesi yararına ola­ rak 25 milyon markı aşmıştı ( 1 0 1 ). Ticaret dengesinin bu bi­ çimde oluşu, doğrudan doğruya Türkiye'nin ihraç ürünleri karşılığında elde ettiği yüksek fiyatların sonucuydu. Oysa, devlet borçlan, altı yıl süren savaş boyunca iki katının biraz daha üstüne çıkmıştı ( 1 02). Yine de, öbür ulusların borçlarıy­ le karşılaştırıldığında bu artış bir bakıma "ölçülü" sayılabi­ lirdi ( 1 03). Bir de A.C. Edwards'ın belirttiği gibi, Türkiye'nin ulusal borcu 1 946 'da hük:Umetin yıllık giderlerinin %20 'si ile karşılanabiliyordu. Yine, başkalanyle kıyaslanacak olursa, bu da ölçülü birorandı ( 1 04). Ancak, Türkiye'nin savaş döne­ minde izlediği politikanın başarısı ya da başarısızlığı, ekono­ mik kavramlar ve deyimler içinde ölçülemez. Böyle bir şey için, yeniden ve siyasal-askeri sorunlar açısından Türk dış po­ litikasına dönmemiz gerekir. -

( 1 0 1 ) Ekonomik ve Ticari Şartlar, s. 43. ( 1 02) Aynı belge. ( 103) Edwards, önceki aynı kitap, s. 389. ( 1 04) Aynı belge, savaş döneminde Türk hükfimetinin bütçe giderleri için bak: Türkiye Cumhuriyeti Maliye Tetkik Kurulu, 1 924- 1 948 Yıllan Bütçe Gi­ derleri, (lstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1 948).

1 12



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.