F. Kaya: Ahmet Kaya başım belada

Page 1

kutuphaneci - eskikitaplarim.com


© ANKA YAYINLARI BİYOGRAFİ

: 26 :2

Kitabın Adı: BAŞIM BELADA

Yazarı: © FERZENDE KAYA

Yayın Editörü: ERHAN GÜNGÖR

ISBN:

1.

975-6628-19-7

Basım

: Temmuz

2002

Ofset Haz. : Literal Tanıtım Kapak

: Ahmet Mayalı

Baskı:

: Kitap Matbaası

Cilt

: Fatih Mücellit

ANKA YAYINLARI İstanbul Kitap ve Kültür Merkezi Büyükreşitpaşa Cad. No: Tel:

(0212) 513 30 30

2212 Laleli/İstanbul (0212) 513 48 36

Faks:

www.ankakitabevi.com e-mail: anka@ankakitabevi.com


FERZENDE KAYA

başım belada

YAYINLARI


Ferzende Kaya,

Van/Başkale doğumlu. Gazeteciliğe lise yıllarında

başladı. Uzun süre OHAL Bölgesi'nde görev yaptı. Aralarında, AA, Politika, Selam, Nokta, Radikal/Ekler, Yeni Gündem, Öküz ve Turkish Oaily News'in de bulunduğu çok sayıda kurumda çalıştı, yazdı. Kürt sorunu, insan hakları ve Orta Doğu üzerine çok sayıda araştırması yayınlandı. Medya eleştirmenliği ve müzik yazarlığı da yapan Kaya, halen USA Newport Univer'.. "ty'de İletişim Psikolojisi üzerine yüksek öğrenimini sürdürüyor.


Sunuş

Ahmet Kaya'yı yazmak ......................................................13

Birinci Bölüm PARİS SÜRGÜNÜ

. . . .. . . . . . .. .. ... . . .. Her şey o gecede başladı . . . . . .. "Evimi özlüyorum" . . . . . .. . .. .. .. . . . Paris, sana mı kaldı, Ahmet' i almak? . . . . "İstanbul'u özlüyorum" . . . . .. ..

Ben Yandım Siz Yanmayın

..... . .. ..

..

"Memleket hasretine dayanamadı"

...

. . ..

..... . . . . . .... .....

..

....... . . ... . .....

.... ...... .

. . .

. . . ..

. ..

.

.

. . .....

.. . 19 . ..20 . . 2l . . .22 24 . 25 . ..

..... ...

.... . ...............

..

.

.

..

... ..... . .. .

..

.

.

... ..... .. ........... .........

. .. ... .... .

....... . ........... . . . ....... .

....

İkinci Bölüm

"LOŞ DUDAK" ÇOCUK

27 . . 29 Anne Zekiye Kaya . . . .. . . . 30 Üç kızdan sonra gelen erkek: Ahmet . . .. . .31 Koyunoğlu mahallesi . . . . . . . . . . . 31 Tek odalı bir evde süren yaşam . . . . .. ... . 32 Ve nihayet ilk ev... ............................................................32 "Ahmet'i kaçıracaklar" korkusu . . . .. . . .. . 33 Foto Tuna'nın sineması . . . . . . ..... .33 İstanbul hayali 34 Deniz ve Kız Kulesi . . .. . . . . . . .. 35 "Baba, İstanbul 'u anlatsana " ............................................35 Garip bir dengbej: Deli Yusuf . .. . . . .36 Loş Dudak Ahmet................................................................36 Bu çocukta iş var .. . . . .. . . . . . . 37 İlk konser tavuklara . . . . 38 Babanın büyük hediyesi: Bağlama .. . . .. . 38 "Bağlamayı 15 günde öğrendim" ........................................39 İşçi geceleri ve müzik tutkusu .. .. .. .. . .40

Tavuklara verilen konser Baba Mahmut Kaya. . .

..

.

. . .

..... ........ ... . . .

................ .. .. .

.... . ...... ............ .

.

. . .

....... .. .. ................

.............. ........

. ..

.

........

... ........ . .. . . .

. ..

..

...... . .... .. .. . . . . ... . ... ..........

.. ..

. ....

. ..

..

.... .. . ... .........

....... . . .. ....

.. . .. .......... . . ..

........ .

.

.. ...

.....

.. .... . .

....... ... .......... ........ . ....

...

..

.. .

... ..

. . ...

.

...................................... ..............................

. .

.

. .. . .. .

.... ........... .. .......

. ..... . ...

. ...

..

.

.

..

............. . .. .

..

............. ...... ...............

....... ... ..... .......... .... . ...

.. . ..... ........... ....... . ....... . ............. ... ...

. .

..

.. .................. . ... ..

....... . ....

.. . ...

.... .....

. .

.... .

İlk sahne deneyimi ..............................................................4 l Plakçıda çalıştı .

.

. . . . 42 .. . . . . . .. . 43 . . . 43

. ..... ................. ....... . ... .......... ... ......... ......

İlk bestesi: "Başar abi" Ve İstanbul'a göç

. . .

.

. . .. . .

... . .. ... . . .

.. . ......

..

.. ..

... .. .

..

..

... ..

.. ..... . .. .... . . ....... . ........ . ........ ......... ... .


"Malatyalı kırolar geldi" ....................................................44 İstanbul'da ilk günler ..........................................................45 Almanya macerası ..............................................................46

Üçüncü Bölüm İSTANBUL BİR GARİP ŞEHİR Macera yılları

.49

....................................... ............ ................ ..

En kolay iş: Seyyar satıcılık ................................................50 Ajitasyondan sadece kendisi etkilendi ................................51 "Halk Bilimleri Derneği" günleri başlıyor ..........................51 Ar!ı! derneğin müdavimidir ................................................54 Ne t atro, ne folklor. . . ...........................�..... . .. .. . .

. ..

.

....

.. ..... 57

Ahmet'ten "Kapitalizm" semineri ......................................58 İlk cezaevi deneyimi............................................................59 Askerde orkestra.kurdu Emine aiye bir kiz : .

........•.............................................60

:.

. ..... . . . . .

...

: .. .'.........�. .

...

. ..

..

.

. .. .. .... .. 61

...... .. .

Evlilik neyi değiştirecek? ....................................................63 Kaset çalışması gündemde .................................................. 63 Ocakbaşı resitalleri ..............................................................65 70'lere heyecanlı veda ........................................................ 66

Dördüncü Bölüm VE NİHAYET İLK KASET 12 Eylül: "İşte bizim hikayemiz burada biter" ..................69 Bu ayrılığa dayanır mı bu yürek? ........................................71 Kürt İdris ile tanışma ..........................................................72 Hasan Hüseyin Demirel ile buluşma ..................................73 Baran Ocakbaşı'nda karar alındı ........................................74 Ortak noktaları bulmak ........................................................75 Sıkıntıların kaynağı 12 Eylül ............................................75 Kolektif çalışma günleri ......................................................76 "Konser verip, deneyelim'' ..................................................77 İlk konser Hodri Meydan'da ..............................................78 Arkadaş grubu işbaşında ....................................................79 "Bağlama böyle de çalınır be usta" ....................................80 Ruhi Su ile tartışma ve hayal kırıklığı ................................81 Yılların birikimi ilk kaset. . . ................................................82 Hazırlıklar nihayet tamam .................................................. 83


Sezer-Selda Bağcan kardeşler

.

.

.

.

.

. .83

.

.. ........ ......... ....... ... . ......

"Ahmet diye birisi bir gün elinde bağlamayla çıkıp geldi"' ............................................8 4 .

"Şan Konseri istiyorum"

... ............... ........

Kaset bitti ama para yok!

.... .. ...... . ..

.

. .

..

. . ...

.

.8 5

. .

....... ... . .......

..........

. ...................8 5

. .......... . . ............ ................ .. . ...86

Nihayet, Ağlama Bebeğim

...

Şöhret geldi ama para yok

.... .... ... .. . ......... . ....... . ........

.

.

. .

.

.

Hasan Hüseyin Demirel ile yolları ayrılıyor İlk kasete toplatma

.........

..

.

............ ......

.

.

.......

.

.87

.. ........ .....87

. . .................... . .........88

Beşinci Bölüm BİR EFSANE DOGUYOR Kim bu Ahmet?

91

..

......................................................... ........

Gülten Hayaloğlu hayatında ................................................92 "Konser ağı genişliyor"

. . ............. ................. . . .......... ..........95

"Bu yapılır mı be Selda? " ................................................95 ..

Bir sevdanın kahramanları "Ben yine parasızım"

..

.....

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Yavaş yavaş Ahmet Kaya .

.

.

.

..

.

..

..

....

..

. ..

.

.... ............. ..

Şafak Türküsü ve başarı .. .

. . ..

.

. .

. .

. . ... .. .......

97

..

98

.

.. ....

. 98

... ...

. .. ....... ..........99

. .

.

.

.

........ .. .....

. ............. ..... .... ...... ...... .

20 bin kaseti silindi

96

.... ....... ............ ... ....... ...... .....

......... . ......... ..........

.. ....... ... ........ .. .... .

. ............. . ........ ........ .... . ....... .

Yusuf Hayaloğlu ile tanışma Ve Gülten'le evlilik

. .

. .

.

.

.

.

.... .. ... ........ .. .... ........ ....... ...

"Annemin gözü Ahmet'i tutmadı" İlk yuva Galatasaray'da . .

.

..

.

... ...

.

.

102

104

.

.... ............. . ......

. . ... . .....

..... ....... ..

. . .......

.

106

.... ......... . . ...... 107

..

Altıncı B'ölüm PROFESYONELLEŞME YlLLARI "Vazgeçilmezler"i hayatında ............................................ l 11 Arabesk nıi, protest mi?

. .

.

.

....... .... .. ..... .....

..

.

112

.

li3

.............. ..... ...

İşmen: "Yaşasın! Özgürce müzik yapabileceğiz"

.

.. ..... ...

Ayakların yerden kesilmesi... ............................................114 Tek derdi Çiğdem

......

... ... . .. . ...... . ... ..... .. .... ........................ . 115

Deniz'i severken, Melis'e niyetlcnmek .............................. 117

Hoş geldin Melis bebek

.

.

.

.

. 118

.

........ .......... ..... ........... ... ........ .

Yusuf Hayaloğlu'nun şiirleri .. . . .

.. . ...

. ... . . ..... .............. .. . .......

"Devrim satıyor, duygu sömürüsü yapıyor" Hep aykırı bir duruş: Ahmet

.

.

. .

.

..

.

.

.

120

.125

. . . ..... .......

.

. 126

...... .......... ... . ... ....... . .... .


Popülizm yapıyor

.

.

. . .

.

.

........... ........ ........ . .. ............ .... .........

l27

İki türlü çıkış var .............................................................. l27 Ve analizler

. . . ....................................................................

128

Tek bağlamayla tiirkü kaseti.............................................. l29 Taç'tan boşanıp Barış'la evlenme! .................................... 130 Başkaldırıyorum. . . ............................................................ l 32 DGM ile ilk tanışma .......................................................... 133 Başkaldıran kardelenler .................................................... 134 Hayaloğlu ve İşmen'siz kaset ............................................ 135 Özgün müzik ne demek? .................................................. 136 Malatyalı Ahmet'e karşı Elazığlı Fatih.............................. 137 Dardayım yalanım yok ...................................................... 139

Yedinci Bölüm KOD ADI: BAHTİYAR Bir dönüm noktası ............................................................ 143 Devrimci Ahmet-Delikanlı Kadir ve Tatar Ramazan........ 145 Olaylı konserler ............................................................-.... 147 Anadolu'da konser özlemi ................................................ 148 Konser değil tiyatro! .......................................................... 149 Sevgi saldırısı. . . ................................................................ 15 1 . Konser serbest ama şarkılar yasak! .................................. 153 Atatürk Ahmet, İnönü Yusuf ............................................ 154 Efes ve Aspendos yıkılacak mı?........................................ 157 Resitaller-2 ve Etiler'deki ev ............................................ 158 "Stüdyoyu eve çevirdin be Ahmet" .................................. 160

Sekizinci Bölüm

DEGİŞEREK GELİŞMENİN DAYANILMAZ AGIRLIGI Başım Belada .................................................................... 165 "Tabancamı unutmuşum helada" ve ''Lümpen Ahmet" eleştirisi................................................ 170 Entel Maganda .................................................................. 172 Hilton'da kokteyl ve Sol'dan gelen yumruk .................... 173 Devrin1ci arabesk

..

..

...... . .............

.

.

. I75

............... ............. ...... .

Kuşakların buluşması ........................................................ 179 Dokunma yanarsın ........... ................................................ 180 . Raks ile tedirgin bir kaset: "Tedirgin" .............................. 184


Dokuzuncu Bölüm

VE ZİRVE.. Gündeminde Kürt sorunu var

. ...

. 187

......... ... . . ......... .. . ......... .. ..

.

Dünya, promosyon dünyası

........... . .......

.. ...

.

.. .

.... ......

189

. ......

Edirne'den Hakkari'ye hep bir ağızdan: Saza Niye Gelmedin Polis Şefi dostluğu Kooperatif hayali Şaşırtan çıkışlar

. ..

...

.

.

.

.

............................ . .......... . . ...

.................... ........ .

.

. 191

..... .... ..

. 192

.... .... .... ..... . ......

l 94

········································ ' ·················

. .

. . ...... . ..... . ..

..

Klip yönetmeni Ahmet Kaya

..............

..

...

.......

.

. ... . . . ........

..

. 195

...... . .... ...

196

..... . ....... . .......... ....

Jet-Pa sponsorluğu ............................................................200 . .201

"Solcu holding var da, biz mi çalışmıyoruz" Beni Bul-Beni Vur, kafamı karıştır

.

.

"Polis Balosu"na çıktı mı?

.. .... ..... . ... ...

.

.

.

203

........ ... ....... ..... .. . . ............ . ....

.

Yapımcılık deneyimi: GAK Prodüksiyon

.......... ........

Hiç vazgeçmediği bir tutku: Sinema yapmak .... . ..

Son bomba: Dosta Düşmana Karşı Onu herkes dinledi

201

............... ........... .......

. ......... . ....... ...

..... .

.

.....

..

. ...... ............ . .......... . ......... ........... .

: ....207

.. 209 .. .

211

.......

.... .. ..

213

Onuncu Bölüm SONUN BAŞLANGICI

ğ

Kürtçe Şarkı İste i . Devrimci Star

. ..

.... .. ..

.

.

. ..

.... . .... .... ...... . ... .

... ...

. ;.........215 ..

216

....................................................................

Yalnızlık duygusuyla yaptı son kasetini

.

. .218

.... .. ....... . ........ ...

218

Elveda Yusuf Hayaloğlu, merhaba hüzün

... ... . . . .. .. ... .........

Sürgünü yaşamadan yazdı

.

223

..... . . ......................... ....... ........

Sonun başlangıcı: MGD ödül gecesi "Esmerlerin sessizliği"

225

............ ..... . .. . .. . ....... .

.

.

Bir halk sanatçısı daha "vatan haini" Cehennem gibi günler . .

"Ayıp ettin gözüm"

.

226

.............. . ..... ............... ........ ... . ... .

Flaş... Flaş... Flaş: Bölücü Ahmet, az sonra

. ......

...

.

.. ... .

.

. .... ..

.227

.

229

. . ... ...... . .................. .

. .

.

... ......... . ......... .......... .. ........

. .

.............. ...... ..................... .. ...............

DGM'deki yalnızlık

..

....

232 235

.. .................. ...................... . .........

Saz çalan eller, kelepçelenirmiş bir gün

. .... ........

. .. .

"Ahmet Kaya özel linç programı" başladı .. . ... . .

239 241

....

242

. . . ... ................... . ....

245

.

Yağmurlu bir sabah Paris'e yolculuk

.

. . .. ......

.

. .

..

..

. ... .


Onbirinci Bölüm PARİS BİR GARİP ŞEHİR Bu sürgüne dayanır mı bu y ürek ? ....................................249 "Ölünce değil, yaşarken anlayın beni " ............................250 ..

Bir yaşam manifestosu .

..

. ......

. .

. .

.

251

.

..... .. ........... ..... . . ...... .......

"Ben yandım. siz ya nmay ın .." ..........................................252 . . " emı·ı erı yak mad ım. . . . ? "G -5 .ı . "Isıanbul'u benim için ::ip Yusuf.." . . . .. . 255 .

..

·

..................... .............. ......... ...

...... ...............

. . .......

"Artık kimseye güvenmiyorum" . .

...

.

256

. .. ........ ......... . . ..........

"Mikrofondan ürküyordu" . . . .

. 257

.. . . .................................... ...

"Bu ne tahammülsüzlük tanrım?" .

.. . .

.

260

. ..... . ... .. .......... ........

"İşte beni anlatan dizeler" .

......

.. .

.

26 1

. ........ ............................

Sağlık sorunları artıyor ......................................................261 "Sende mi gidecektin be Ahmet'?" . Medya yine iş başında

.

.... ......

262

...................................

. .......... ..................... ...........263

"Bu ülkede Kürtçe serbest olana kadar. Hangi dini esaslara göre gömüldü'?

" ......................264

.. .

Ömür boyu ;ıapse mahkum edeceklerdi Basının tavrı

..

.

.

265

.

. 266

....... . .. ........ ... ........

.

.

..... ..... ....... ..... ..

267

......................................................................

.

Pere-Lachaise mezarlığı .

.. ..

.

............. ...... ................

..

273

........

Onikinci Bölüm NE SÖYLEDİLER? Aydın Oskay (Eski Yapımcısı) . . . . . . .

275

.

.. ............... .................

Cev;ıt Korkmaz (Gazeteci) ................................................275 Cihan Sütşurup (Eski Yapımcısı) ......................................276 Eren Keskin (Avukat) ........................................................276 . .

Ferhat Tunç (Sanatçı) .. .

..

. ... . .....

Halil Ergün (Sinema Sanatçısı)

.

...

.

Hasan Hiiseyin Demirel (Müzisyen) İlyas Salman (Sinema Sanatçısı)

. ..

.

..... ... ..... .. . ..................

... .....

.

.

276

277

.

.... .... ......... ........

.

.... ...

. .......... ............ .278 . .....279

. .

.... .. ....................... .

Kamuran Kayra (Taç Plak çalı şa nı)

..................................279

Levent İnanır (Sinema Sanatçısı) ..... .

. .. .

.

. ... ..... .

Menderes Samancılar (')incnıa Sarıatçısıj

.

. ....

.... .. ..

. .. . . .

.. ... .

.. .

. 280

...

.......

.280

tvlurat Öztemur (Gaz et e ci) ................................................281 Mustafa Kaya ( Ab isi- R ess am ) .......................................... 28 l

Nebil Özgentürk (Gazeteci) . Nevzat Çelik(Şair) . .. .. ... ..

. . .. . . . .

...... .

..

.

.

. . ...... . . .. . 282

.... .... ..

.

.

.

. ..

282

.............. ................. ....... .........


Orhan Çetin (Yönetmen)

...

.

....

283

. 284 .. . . . . .. .. . 284 . .... . . .. . . . . ... 285 .. .. .. . 285 . ... . . .

. . . .. .

.

.... ...... .. .. ...

......... ..

.......... . .

.

. ...

.........

........ .... . . . . . ......... .

Selim Başkale (İş Adamı) Suavi (Sanatçı)

.

...... ............ .........................

..................

Sabahattin Koç (Doktor) Selda Bağcan (Sanaıçı)

..

..

Osman İşmen (Aranjör)

..

....... .

.. . . . . . . . .

..... . .............

.

...........

..................... . . . . . . . ......................................

Tahir Çiçekçi (Elektrik Mühendisi) .

.

.

.

.

286 287

. .............. ....... .........

. Yılmaz Odabaşı (Şair-Yazar) . .. . .. . . Yusuf Hayaloğlu(Şair) . . . . .. . Zinnur Yelderen (Müzisyen)

Yeninur Ada (Vokalisti)

.

.......

..

.

.

....

.

...

.. ...........

.. .

.

.

287

. ....... ..... ...

.

288

... ................... ........

.

290

...... .... . . . . . . . . ...... ............ ........ . .....

..... .

Zühtü Avcı (Avukat)

291

. . . . ......................... . . . ....

.

......... . . ........ ......

.

292

.............................

Onüçüncü Bölüm ARDINDAN YAZILANLAR Ahmet Kahraman (Yeni Gündem) . . .

Ali Kırca (Sabah) .

. .

........ ...

............

.

. ..

293

....... .. . ....................

.

.

295

......... ............... .........

Arda Uskan (Radikal) ........................................................295 Can Dündar (Aktüel) Defne Asal(Aktüel) Eyüp Can (Zaman)

....

..

.

.

..... ............

.

.

. . ......... ................

.

.. 296

..................... ...... ............................

..

................ .

Mustafa Ünal (Zaman)

.

. . . . ................................. ....

..

................... ..................

Nebil Özgentürk (Sabah)

.

.

301

302

...............

303

..... .... .............. .........................

. ..

Necmettin Türünay (Yeni Şafak) Oral Çalışlar (Cumhuriyet) Zülfü Livaneli (Sabah)

.

.. 297

..........

.

.. .

.

.

.. ....

.

..

.

303

......... ............

..

. . . ... ... . ..................

..

........ ........

.

304

....

.

... ............................ ...

305

Ondördüncü Bölüm SÜRGÜNDE SON SÖYLEŞİ Benim şarkılarımı bu toplumsal gidişat yarattı Ekmeğimi haksız sofrada yemedim .

.

. ..308

. .... ..... ..

. ... .. . ::: 10 Haksızlıklara öfkeliyim . . ... . .. . . . .... ... . 311 Sanat ve sanatçı kavramlarının içi bomboş . .... . . . .. 312 Şarkılarım hala dağlara . : ..................................................313 Onlara her zaman "fazla" geldim . . . .. . . . .. .. . . 3 .14 Vicdanları ve ayıpları ile başbaşa bırakıyorum onları . 316 Bir gün sıra herkese gelebilir . . .. . . . .. . . . 317 . ..

. ... .

.

. . .......

.

.

..

...

.... ..

. .

.

..

...

. ........

........

.

...

.. . .

..

.

.. . .

..

.

..

..

.. . . . . .

..

....

..

..

.

.

.....

....

..

. .. ..... .. . ...... .... .. . . .


Türkiye halkına "şerefsiz" demeyecek kadar büyük bir yüreğe sahibim . . . . . . .. . . . . ..

.

..

.

..

.

. . 317

.

... ......... .... ..... .

... .

Ülkemi rengarenk bir çiçek güzelliğinde düşlüyorum . . . 319 ..

.

Onbeşinci Bölüm AHMET KAYA DİSKOGRAFİSİ Ağlama Bebeğim .............................................................. 32 1 Acılara Tutunmak .. Şafak Türküsü

An Gelir

.

.....

. ..

.... .... ..

...

...

.

...

....

. ..

... ..

. .. .. ..

.... ..

.... .

.

..

..

..

. .. ..

... ... . ... .

Yorgun Demokrat . . . .

..

..

. .

İyimser Bir Gül... .. ..

Sevgi Duvarı

.

.......

.

.. .

..

...

..

.....

..

.......

.

.

..

. ..

.

..

..

. . . .

.. . ... . .. ..

..

. ..

.

.

.

324

.. ....

.. . 325

.

.

. ... . . .... . . ..

.

. 324

... ..

... .

. ... ...

. ..

........ .. ...... . .

.

..

. . 323

... .

... ...........

. .

. .

. ..

.

..

...... .

. .. . .... .. ...... ... ..

..

.... . ............. .

. .. .. 322

... .

.

...... . . .

..... ...... ...

.... .......

.. . . .

........

....

. .. . ....

.. . ...

. . . .. . . . . . .

. .....

.. .. .

Resitaller l . ... .. . . ..

.

.. .

. . . ......

Başkaldırıyorum . . .. . . . ... . . ..

.. . . .

...

.

. . . ...

... .

.............. ...... ...... ........ ...

.

. 326

.... .

. 327

..........

. ..

. ..... ..

. . 328

... .

Resitaller 2 ........................................................................328 Başım Belada

.

Tedirgin

.

..

...... .........

Dokunma Yanarsın

.

.... ....

.

.

.

. .

..

... ....... .. .....

.

.. .

.... ......... ... ...

..

.. .....

.

.

..... ............

329

. 330

.

.... ...... ............ .

331

..............................................................................

Şarkılarım Dağlara Beni Bul

.

...

.......... ......

.

.

.

.

.

.

.. . . 332

.

...... ..... ............ .....

.

.. . ..

. .

.

332

..... .................... ... ..... ...... ... ................. . ........

Y ıldızlar ve Yakamoz .

.

.

.

..

.

.

.

.......... .... ..... ... . ..... ........ ... ........

Dosta Düşmana Karşı Hoşçakalın Gözüm

FOTOBİYOGRAFİ

..

.........

.. . .

...

... . . . ...

.

.

. . . ... . ... . ..

.. . ..... .. . ..

. .. ..

..

...

. .

..

. ..

..... ..... ..

.

..

.

.

.. .

........ ......

.....

333

. . 334

.

............ .................... . . ......

.

335

.....

. . . .. 337

.... .... .. . ..


Sunuş Ahmet

Kaya'yı Yazmak ...

Türkiye tarihinde askeri mi.idahalelerden dolayı birkaç ta­ ne geçiş dönemi var. Filmin en heyecanlı yerinden koptuğu bu geçiş dönemlerinde en büyük acıyı ise yeni yetişen kuşak­ lar çeker. Çünki.i onlar, tarihsiz, bilinçsiz ve sahipsiz bir şe­ kilde ortada kalmışlardır. Bu sahipsizliğin en büyük nedeni ise geçiş dönemlerinde yaşanan "bellek silinmeleri." "Ön­ ce"ye ilişkin her şey ama her şey silinir. Yeni kuşakların ilham alacakları, esinlenecekleri, hayatla­ rının ondan sonrasını şekillendirebilecekleri bir kültiirel ve siyasi model yoktm. İşte bu tarihsel dönüm noktalarından birisi de 12 Eylül

1980 . . . Bu tarihte de süregelen bir sistem aniden durdurul­ du. Bellekler silindi, geçmişe dair her şey hafızaların en de­ rin köşelerine gömüldü. Yine bir kuşak belleksiz, temelsiz, önünde hiçbir model olmadan yetişecekti. Ellerinde tek bir şey kalmıştı. "Devrimci abileri"nin deyişiyle; "Yozlaşmış, içi boşaltılmış marşlar ... " Herkesin sustuğu bir anda, 12 Eylül'den nasiplenmiş, ama buna rağmen hayalleri yıkılmamış esmer bir genç, elin­ de bağlamasıyla meydanlara çıkıp marşları, çok değişmiş bir şekilde de olsa söylemeye başlamıştı. İşte bu gencin adı Ah13


b a ş ı m be l a d a

met Kaya'ydı. 12 Eylül kuşağına miras kalan tek şey ise Ah­ met Kaya'nın uzun yıllar "devrimci arabesk" adıyla hatırla­ nacak müziğiydi ve bir kuşak onun müziğiyle büyüyordu. Çok sonra, "Ahmet Kaya kuşağı" olarak anılacak bu "ro­ mantik devrimciler" için Ahmet Kaya'nın müziği, gençlikle­ ri ve davaları demekti. Aradan yıllar geçti, 12 Eylül çok uzaklarda kaldı. 12 Ey­ lül'ün "romantik devrimcileri" de değişti, Ahmet Kaya'nın müziği de. Biri ma(inalleşti, diğeri ise kitleselleşerek, Türki­ ye tarihinin önemli bir kesitinin fon müziği olarak yerini aldı. Ve bir gün Ahmet Kaya, yaşamaya mahkum edildiği Pa­ ris'te hayata veda etti. Milyonların kendisini "müziğiyle an­ dığı" o adam ölmüştü, artık yeni besteler yapamayacak, kon­ serler veremeyecek ve "biri"lerine sataşamayacaktı. Ahmet Kaya hakkında, yaşama veda ettiği ana kadar pek birşey bilinmiyordu. Kitleler onu sadece dinliyordu. Peki, milyonları etkilemiş, geniş bir yelpaze tarafından dinlenen Ahmet Kaya kimdi? Ahmet Kaya'yı, Türkiye'deki siyasi yelpazenin her ucunda bulunan insanlarla buluşturan ortak nokta neydi? Ahmet Kı.ya'nın müziğini sihirli kılan un­ surlar nelerdi? Ölümünden sonra hemen herkes benzeri so· rular soruyordu. Ahmet Ka)ra portresi hazırlama fikrine, benzer sorulardan yola çıkarak ulaştım ben de. Bulabildiğim bütün doküman­ ları toplayarak yola koyuldum. Önce akrabalarından ve yakın çevresinden dinledim onun hikayesini, sonra çocukluk ve gençlik yıllarındaki arkadaşlarını buldum, günlerce süren ko­ nuşmalar yaptım. Ahmet Kaya'nın eşi, yoldaşı ve anılarıyla Ahmet Kaya sü­ recinin ve mücadelesinin en yakın tanığı olan Gülten Kaya ise bu konuda bir tavır belirlemişti. Ahmet Kaya hakkında


�unuş

yazılacak hiçbir kitabın

içinde

yer almak istemiyordu. Bu

doğrultuda yapılacak çalışmaların, ne kadar iyi ele alınırsa alınsın mutlaka bazı eksikler taşıyacağını ve Ahmet Kaya'yı bütünü�·le yansıtamayacağını düşünüyor, bu yüzden içine

sindiremediğini belirtiyordu.

Elbette

ki haklıydı;

çünkü

her­

kesin kendi penceresinden gördüğü bir Ahmet Kaya vardı ve onun bütün pencerelerini Gülten Kaya bildiği için, bir bü­ tün olarak pnsıtınak da ona ait bir haktı. O birgi.in kendi Ahmet Kaya'sını yazacaktı ve kaynaklarını başkasına kullan­ dırtmak istemiyordu. Saygıyla karşılanacak bu tavrı yüzün­ den Ba,mn Belada çalışmasında Gülten Kaya yer almadı. Bu çalışmayı yaptığım süre zarfında şunu gördüm ki; bu ülkede herkesin am�. herkesin bir Ahmet Kaya's� vardı. . . Ah­ met Kaya'lar, solcuydu, sağcıydı, Müslüman'dı, demokrattı, Kürt'ti.i, Türk'tü, muhalifti, müzisyendi, babaydı, oğuldu, kardeşti, yoldaştı, yorgundu, yiğitti, yılgındı, ürkekti, deli­ kanlıydı, tutarsızdı, serseriydi, öfkeliydi, kanlı canlıydı, deli doluydu.. . Ve o tüm bunların bütününden ol�şan bir ülkey­ di; burasıydı Ahmet Kaya. Bütün bunların bir kitapta buluşması mümkün değildi ve her şeyden de önemlisi "bana ait de bir Ahmet Kaya" vardı. İşte bu yüzden, Başım Belada bir Ahmet Kaya biyografisi değil. Sadece bir portre denemesi. Daha açık bir deyişle; bendeki Ahmet Kaya'nın öyküsü. 12 Eylül'ü, bellek silmele­ ri, cezaevlerini, sahipsiz bir kuşağı, romantik devrimcileri, dilsizliği, ezikliği anlatan bir öykü. Eğer bu saydıklarım sizin için de birşey ifade ediyorsa, bu öyküde siz de varsınız de­ mektir; o

halde buyrun birlikte okuyalım öykümüzü. . . Ferzende Kaya 15 Haziran 2002 İstanbul -

15



T cşekkürler...

Yusuf Hayaloğlu, Mustafa Kaya, Cevat Korkmaz, Os­

man İşmen, Tahir Çiçekçi, Halil İbrahim Özcan, Selim Başkale, Selda Bağcan, Hasan Hüseyin Demirel, Sabahat­

tin Koç, Zühtü Avcı, Nebil Özgentürk, Eren Keskin, Ok­ tay Güzeloğlu, Zinnur Yelderen, Aydın Oskay, Levent İnanır, Murat Öztemur, Cihan Sütşunıp, Kamuran Kay­

ra, Nevzat Çelik, Halil Ergün, İlyas Salman, Yeninur Ada, Suavi, Orhan Çetin, Yılmaz Odabaşı, Ferhat Tunç, Men­ deres Samancılar'a anılarını paylaştıkları için; Doğu Perinçek, Tahir Çiçekçi, Cem Yılmaz, Fikri Çi­

çekçi, Memed Özbey, Nebil Özgentürk, Senem Toluay ve Sabahattin Koç'a arşiv katkıları için; Metin Üstündağ'a gönüllü editörlüğü için; Hatice Meryem, Abdurrahman Kaya, Nurten Geroğlu,

Osman Yavuz, Ersan Güngör, Ahmet Mayalı, Seyhan Se­ ,·inç, Senem Toluay ,.e Anka Y�1yınları personeline katkıları ve sevgi dolu paylaşımları için sonsuz teşekkürler.. .

17



Birinci Bölüm

PARİS SÜRGÜNÜ "Ben Yandım Siz Yanmayın"

Ağlama bu günler gelir de geçer babam Ağlama bu dertler elbet biter babam Ocaksız köylerimde dumanlar tüter elbet Ben yandım sen yanma Allah aşkına İki damla gözyaşımla/ Satıldım pazarlarda Kırdılar yüreğimi I Kırdılar azarlarla

Sürgünlere yoffadılar I Sabah dörtte yağmurlarla Ben yandım siz yanmayın Affah aşkına ... (Ahmet Kaya)

Hava karanlık. .. Yağmurlu bir gün . . . Paris'in üzerine bir sis çökmüş . Sabahın erken saatleriyle beraber çok uzaktan geldiği belli olan bu sis dalgası kaplamış her ye­ ri. Kötü bir haber çıkacak sanki birazdan bu şehirden; bu şehirde bir şeyler olacak, bu şehirde bir yürek sonsuz­ luğa yürüyecek ... "Ahmet Kaya öldü ..

"

İşte bu haber çıktı o gün Paris'ten . İlk durakları Tür­ kiye'yeydi, bu kara haberi taşımanın sorumluluğu altın19


b a ş ı m bel a d a

da ezilen beyaz posta güvercinlerinin . Ahmet Kaya'nın ani ölüm haberiyle yankılandı o gün bütün Türkiye. Ah­ met Kaya, sürgünde yaşadığı Paris'teki evinde, geçirdi­ ği kalp krizi sonucu yaşamını yitirmişti . Bu beklenmeyen haber kısa sürede yayıldı , dostlar hüzünlendi , düşmanlar sevindi. Öyle veya böyle herkesi ilgilendiriyordu bu haber. Herkes dikkatle TV kanallarından ayrıntıları izliyordu; tarih 16 Kasım 2000, yer Paris: "Ahmet Kaya, Fransa'nın başkenti Paris'in Porte de Versailles semtindeki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu bu sabah 07.27'de yaşamını yitirdi. Eşi ve kızının da bu­ lunduğu evde kalp krizi geçiren sanatçıya önce eşi Gül­ ten Kaya tarafından kalp masajı yapıldı. Eve 20 dakika sonra gelen sağlık ekibi de ilk müdahaleyi yaptı, ancak sanatçı hastaneye götürülemeden yaşamını yitirdi . " Böyle anlatıyordu haber bültenleri omm ölümünü. Cenazesi saat 1 4.00 sıralarında Porte de Clichy semtin­ deki morga kaldırıldı . Haberin duyulması' üzerine büyük bir kalabalık evine akın etti; yas tutuldu, ağıtlar okun­ du . . . Koca bir yürek suskunluğa yürümüştü; memleket hasretiyle, memleketine küs gitmişti. . . "Memleket hasretine dayanamadı" Ne zamandır hoş olmayan haberler geliyordu Pa­ ris'ten . Gidip gören herkes, onun ne kadar sıkıntılı oldu­ ğundan, memleket hasretiyle yanıp tutuştuğundan söz ediyordu. Ht:psi de bir noktada birleşiyorlcırdı: " Böyle giderse, bu hasrete daha fazla dayanamaz. " Nitekim öy­ le de oldu, "memleket hasreti "ne daha fazla dayanama­ dı ve Faris'te yaşamını yitirdi . Sonunu bilircesine beste­ lemişti sanki son şarkılarından birini. Memleket hasreti­ ni işliyordu:


Paris Sürgünü / "Ben Yandım Siı Yanmayın"

"Giderim bura lardan / Giderim b i r gece vakti / Um u ru nda olmaz u m u runda olmaz bilirim . . . / Ya be­ n i sara rsa mem leket hasreti!. . / Bağı rsan duya mam ki / İsta n bul'da değilim ki / Çağı rsan gelemem ki / Va r­ na'da değilim ki / Uzaklardayım uzaklardayı m / Ben bende değilim ki / Ya ben i sararsa mem leket hasre­ t i . . " (Ahmet Kaya) .

Her şey o gecede başladı Onu Paris'te Pere Lachaise mezarlığında sonsuzlaştı­ ran olayların başlangıcı İstanbul' da bir ödül törenine uzanıyordu. Türkiye'yi çok iyi yansıtan bir ödül töreni. . . O gece yaşananlar, memleketin ruh halini de gözler önüne seriyordu aslında. "Ben öldüğümde" diye başla­ yan cümleler kur111aya başlamıştı o günden sonra. Ver­ diği her demeçte, yaptığı her açıklam?da, " ben öldü­ ğümde" diyordu, "kimse arkamdan memleketini sevmi­ yordu demesin, ben bu memleketi Ardahan'dan Edir­ ne'ye kadar severim. " Her üç cümleden birinde "dön­ mek istiyorum", "!inçin bitmesini bekliyorum" diyordu. Ama "vatan haini" ilan edilmişti bir kere o gece. O da bu vatanı herkesten çok sevdiğini anlatmanın müca­ delesi içine girmişti. Bu topraklarda işler hep böyle dö­ nüyordu maalesef. Şarkıları milyonların dilinde dolaşan, toplumun her kesimi tarafından dinlenen ve hep de bu memleketin şarkılarını söyleyen bir sanatçı, memleketi­ n� sevmeyi ispatlamaya mahkum edilmişti. Halbuki bu. nun ispatı yoktu, bunun ispatı gurbet türküleriydi, özlem şiirleriydi. Hasrete dayanamayıp sürgünde ölmekti bu­ nun ispatı . . . gece mikrofonu alıp, "Ben Kürtçe şarkı söyleyece­ ğim" demişti. İşte bu sözler yüzünden "hain" ilan edil­ miş, sürgüne yollanmış ve memleketine olan sevgisini isO

21


b a ş ım bel a d a

pat etme mücadelesi verirken, hakaretlere uğrayarak. genç yaşta hayata veda etme süreci başlamıştı. Sürgün gittiği diyar için , "Yağmurlarını bile tanımadı­ ğım" bir şehir diyordu. Bu şehrin sokaklarında bir başı­ na bırakılmıştı . Tanıdık bir yüzle karşılaşmadığı, bildik bir şarkı işitmediği yabancı sokaklarda, hep memleket ko­ kusunu aramıştı . Milyonların sevgisinden yoksun bırakıl­ mıştı. Onu bu hale düşürenlere büyük öfke duyuyordu, her seferinde kendisini sevdiği topraklardan biraz daha uzaklaştıracak konuşmalar yapıyordu. "Evimi özlüyorum" Büyük kalabalıkların alkışladığı bu konuşmalar, onun öfkesini dindirmeye yetmiyordu. Çünkü memleketinde­ ki sevgiyi arıyordu. Bir taraftan yaban ellerde yaptığı çı­ kışları alkışlayanların sayısı artıyor, bir taraftan yalnızlığı kat kat büyüyordu. Evini özlüyordu, memleketini özlüyordu. Ve özlediği memleketine bir daha dönemeyecek olmanın endişesi içindeydi. "Evimi özledim'' diyordu her fırsatta , "balko­ numda bacağı kırık mangalımı yakıp, dostlarımla rakı iç­ meyi özledim . . . " Ve her seferinde aynı sitemi tekrarlıyordu: "Beni on­ ların hain ilan etmesi değil, dostlarımın, toprakdaşları­ mın vefasızlığı üzüyor.'' O çok sevdiği ülkesinin "yetkili­ leri" tarafından "hain" ilan edilmenin acısına, dostları­ nın , toprakdaşlarının ihanetinin verdiği ıstırap da eklen­ mişti. Dostlarına, sofrasında rakı içirdiklerine, elinden tuttuklarına. yanında götürdüklerine, abi dediklerine, kardeş diye saçlarını okşadıklarına, dava arkadaşlarına, yoldaşlarına büyük sitem ediyordu. Bu sitemini türküle­ re vuruyordu:

??


Paris Sürgünü I "Ben Yandım Siz Yanmayın"

''B en im ile lokma yiyip içenler / Gö lgemin altında kon up göçen ler / Sizi gidi da r gün ümde kaçanlar / Ben kendi halime yan a r ağları m . . . {Aşık Mahzun! Şerif) "

Sürgünde onu; ne peşinde dolaşan istihbaratçılar, ne de başkaları korkutuyordu; onu en çok; bir türlü başının beladan kurtulmadığı ülkesinden sonsuza kadar ayn kal­ mak, kavuşamamak ve "gurbette ölmek" düşüncesi ür­ kütüyordu. "İçkisini bile sevemediği" bu diyarda, konserler veri­ yor, yuraruğu havada şarkılar söylüyordu. Onu çok sev­ diği topraklardan, dinleyicisinden, ailesinden ayırunlara duyduğu öfkesini kustuğu zemin , dönüş yolunu daha da kapatıyordu . Dilini bilmediği, havasına alışamadığı bir ülkede yaşamak zorunda bırakılması ona büyük acı veri­ yordu ve sürekli bunu hak etmediğini düşünüyor, hnykı­ rıyordu . Türkiye'nin içinden geçtiği kanlı trajedi yüreği­ ni dağlamıştı hep. Türküler yapmış, ağıtlar yakmış ve di­ li yettiğince buna karşı çıkmıştı. Son çıkışı da bununla il­ giliydi, herkes aynı safta durmak zorunda değildi ya! . . Üstelik onu "hain '' , "bölücü" ilan edenler, bu ülkeyi ikiye bölmüştü, ikiye ayırmıştı . Bunun en bariz örneği içine düştüğü durumdu. Bir ülke ikiye ayrılmıştı, onun ikiye ayrılan yüreğiyle birlikte . Ama yüreği iki taraf için de atıyordu. Köprü olmaya çalışmıştı çoğu zaman elin­ den, dilinden geldiğince. Dinleyici kitlesi bu yüzden, bir müzisyenin oluşturabileceği bir kitlenin dışına çıkmıştı. Politik olarak da bu böyleydi, yalnızca müziğini sevenler için de böyleydi . Onun kitlesini, müzik camiasının yerle­ şik tanımlamalarına ve krfü�rlerine göre değerlendirmek mümkün olmuyordu artık. Bu durum duruşunda da rahatlıkla gözleniyordu. Bu ülkede önemli bir popülariteye ulaştığı halde, bunu eli23


b a ş ı m bel a d a

nin tersiyle itebiliyordu. Bütün bunlara "vefa" olarak sürgün mü uygun görül­ müştü! Ama bu ülkede çocuklar. hep sağa sola savrul­ muyorlar mıydı! Çocuklar uzak diyarlarda ölüme mah­ kum edilmiyorlar mıydı ! Ve o da hep bu çocukların hi­ kayesini anlatmıyor muydu şarkılarında . . . ''Hatalarım oldu. Kendimi yeterince ifade edemediği­ mi defalarca kez anlattım. Ama ben anlattım ve sadece ben dinledim." Böyle diyordu, "hatalarınız yok mu içinde bulunduğu­ nuz durumla ilgili" diye soran gazeteciye. Ölüm ferma­ nının erkenden imzalandığını biliyordu; isyanı, öfkesi bu yüzdendi. Zaten ne zarrtçı.ndır fırsat kollanıyordu; o ge­ ce, o ödül gecesinde sarf ettiği o sözler, onun için çok da aykırı şeyler değildi. Ama karar verilmiş, ferman im­ zalanmıştı. O meş'um geceden sonra ve altı yıllık bir "belge "nin bir anda ortaya çıkmasıyla soluğu cezaevi ka­ pısında almıştı. Bu kaçıncı cezaevi öyküsü, bu kaçıncı yargılamaydı? Ama bu sefer biraz daha farklıydı, korku­ larının arkasına saklananların tanrıları kurban istiyorlar­ dı. Bir ödül gecesi, bir ceza gecesine dönmüştü. Bura­ lardan sürülecekti. . Paris, sana mı kaldı, Ahmet'i almak? Sonrası malum, soluğu Paris'te almıştı. . . Paris'te ölüm sessizliği vardı, Paris'te hüzün . .. . Bu şehirde kaldı­ ğı süre içinde büyük bir hesaplaşma yaşamıştı . Kendisi­ ni kimlerin sevdiğini, kimlerin sevmediğini hesaplıyor, geleceğe ilişkin planlarını bunun üzerine kuruyordu. Sık sık eski günleri düşünüyordu, en başa dönüyordu; Malatya'ya . . . İlk günlere, bağlamayla tanışmasına, mü­ ziğe olan sevdasının başladığı işçi gecelerine. Amcasının


Paris Sürgünü / "Ben Yandım Siz Yanmayın"

söylediği klanı (Kü rtçe 'de şarkı, söz a n la m ı na ge/i­ yor)larla geçirdiği uzun geceleri, babasının aldığı ilk bağ­ lamayı. Ve İstanbul'daki ilk günleri. Malatya mı onlara dar gel­ mişti, yoksa onlar mı Malatya'ya sığmamıştı bilinmez ama. umuda yolculuğun hazırlıksız bir yolcusu olarak genç yaşta kendisini İstanbul'da bulmuştu. Okuyacağım diyerek sık sık iş değiştirmesine, daha çocuk denilecek yaşta hayatına sığdırdığı Almanya macerasına ve çok genç yaşta yaptığı ilk evliliğine rağmen alışamamıştı o yıl­ larda İstanbul'a. Bir tek müziği vardı onu hayata bağla­ yan; yılmadan, bıkmadan, usanmadan uğraştığı müziği. İstanbul'daki ilk günlerini düşündü . . . Ne de benziyor­ du Paris'te yaşadıkları ile İstanbul'da yaşadıkları birbiri­ ne. İki şehirde de yaşadığı ortak bir duygu vardı: Yalnız­ lık. İstanbul'a da "zorunlu" olarak gelmişti, Paris'e de. Paris'teki ilk günlerinde yaşadığı sıkıntıl?mn aynısını, .da­ ha İstanbul'a yeni yeni alışmaya başladığı günlerde yaşa­ mıştı. Ve bir daha yaşamamayı dilemişti o günleri. Dernek günlerine döndü, beş parasız olduğu zaman­ lardaki arkadaşlıkları düşündü. İlk toplu çalışmaları, sah­ ne alışlarını ve ilk kaset heyecanını . Ne kadar çaba har­ camışlardı ci ilk kaset için. Çıksın, yeter ki yayınlansın di­ ye ne kadar da heyecanlanmıştı . Ve kaset sonrası çıktı­ ğı konserler. Hayatında en çok konserler heyecanlandır­ mıştı onu . Belki de bu yüzden olsa gerek, hep de yasak­ lı olmuştu konserleri. Hele hele en çok sahneye çıkmak istediği Doğu ve Güneydoğu' da bir türlü sahne almasına izin verilmemişti. " İ stanbul'u özlüyorum" Ve İstanbul burnunda tütüyordu, kızları, canlan, bur­ nunda tütüyordu. Telefonda kızlarının uyurken nefes 25


ba ş ım

b e la d a

alışlcmnı dinleyecek kadar düşkündü onlara. Onu yalnız­ lık hissi, sevenlerinden ayrı kalma duygusu üzüyordu ama, hiç bir duygu, ''Ben bunu hak etmedim" düşünce­ si kada.- kahretmiyordu. Koca bir ömre sığdırılan deli dolu bir macera, bu ülke için atan bir kalp, hep bu ülke­ nin şarkılarını söyleyen yaralı bir yürek Ya eşi Gülten? Bir sevdanın birbirine tutu'nmuş iki kahramanı gibiydiler. İlk günler, Şafak Türküsü, kızları, köpekleri ve birbirleri­ ne olan aşkları . . . Bütün bu hesaplaşmalar sonunda ortaya çok net bir tablo çıkıyordu. İki Ahmet vardı: Biri popüler olan , ek­ ranlarda görünen, o şaşaalı programların vazgeçilmez konuğu, katıldığı her programa, çıktığı her televizyona büyük reyting kazandıran Ahmet ve çevresi. . . Bir diğeri ise her albümü kısa sürede tüketilen, söylediği her söz, yaptığı her şarkı "manifesto " gibi kabul gören, onunla büyüyen, onunla şekillenen milyonların sevdiği Ah­ met. . . Birinci Ahmet'le o ödül gecesi yolları ayrılmıştı. Çünkü o Ahmet artık "aforoz" edilmişti. Ekranlara çık­ ması yasaklanmış, aranmıyor, sorulmuyordu . . . Bütün kapılar kapanmış, dışlanmış ve hakarete uğramıştı . Peki ya öteki Ahmet? . .

26


İkinci

"LOŞ

Bölüm

DUDAK"

ÇOCUK

Tavuklara Verilen Konser

Malatya'dan çıktım yola, yollar yanıyor Düşman sarmış dört yanımı, kurşun saçıyor Düşmüşüm bir çukura, canım yanıyor Yaşasam ını ölsem mi I Karar vermek zor ... (Ahmet Kaya)

Ahmet K=ı.ya, 28 Ekim 1 957 'de dünyaya geldiğinde, Cumhuriyet henüz 34 yaşında; yüzünü Batı'ya dönmüş, yeni yüzüne alışmaya çalışan çok genç bir sistemdi. Da­ ha sonra da memleketin kaderi olacak, "bellek silme" dönemleri başlayacaktı. Ülkenin ilerleme kaydettiği ve bir yerlere vardığı noktada "film" kopartılıyordu . Filmin sonundan kimsenin haberi olmuyordu , kalan kısmı ise filmi anlamaya yetmiyordu . Cumhuriyet'in bu yeni yüzü­ ne en zor alışan ise her zaman için yine Anadolu oluyor­ du . Türkiye Cumhuriyeti, uzun süre gerçekleriyle yüz yü­ ze gelm�k istemedi. Kendisine tarihin mirası olan çeşit27


'b a ş ı m 'b e l a d a

!iliğine sürekli gözlerini kapadı. Kendine özgü bir dünya hayal ediyordu ve bunu kurmaya çalışıyordu . Ama işler hiç de istenildiği gibi gitmedi. Kısa süre içinde Anado­ lu' da isyanlar başladı. çünkü kurulan bu yeni sisteme en uzak yer orasıydı. Toplumdaki siyasal rahatsızlıklara, ekonomik zorluklar da eklenince, uzun süre sarılamaya­ cak derin yaralar açılmıştı. Dönemine uygunluk açısından ; olması gereken işçi sınıfı, orta sınıf ve burjuvazisi yoktu. Toplum ikiye bölün­ müştü, "merkezdekiler" ve "dışındakiler" diye. Üvey ev­ latlar ve öz evlatlar da diyebiliriz buna. Hatta, Anadolu ve Batı şeklinde de isimlendirebiliriz. Sonrası malum za­ ten, taşra ile büyük kentler, varoşlar ile metropoller. . Türkiye ile öteki Türkiye. Ahmet Kaya işte bu bölünmüşlük içerisinde , ihmal edilenlerin, Anadolu'nun , taşranın, varoşların , öteki Türkiye'nin bir çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Malat­ ya'da işçi bir ailenin son çocuğu olarak dünyaya gözleri­ ni açtığında, tarihler 28 Ekim 1 957 'yi gösteriyordu, za­ man bir "kuşluk vaktiydi. " "Hayata karşı, peşinen 1-0 yenik olarak başlamıştı" macerasına. Böyle başlayan macerası, yine böyle bir ay­ rışmanın " kurban"ı olarak sona erecekti. Ülkesindeki bu toplumsal ayrışma ise hiçbir zaman bitmedi . Nedense, birileri sürekli avantajlıydı hayat kar­ şısında. İktidar sahipleri, ülkeyi dünyadan soyutlayarak yaşamaya çalıştı uzun yıllar. "Biz bize benzeriz" denildi ve tuhaf kurallarla bir toplumsal model oluşturulmaya çalışıldı. Diğer taraftan, "Dört tarafımız düşmanlarla çevrili " paranoyası, içeride düşmanlar yarattı. İhmal edilen kalabalık yığınlar, gün geçtikçe seslerini yükselt­ meye başladı . Hem siyasal hem de ekonomik talepleri vardı . Bu talepler yükseldikçe , her on yılda bir askeri 28


"Loş Dudak" Çocuk/ Tavuklara Verilen Konser

müdahaleler geldi. Ekonomik talepler ise beraberinde büyük bir demog­ rafik bozukluk getirdi. Aydınlar da yıllarca bu durumu açıklamak için "köyden kente göç .. olgusunu gündeme getirip durdular. Merkczdekilerle eşit şartlarda yaşamak isteğinde olan yüz binlerce aile Anadolu'nun bağrından kopup, İstanbul'un yolunu tutuyordu. Yıllarca ihmal edilen, inkar edilen çıplak gerçekler kapıya dayanmıştı . Bütün ülkenin sokaklarında, dağla­ rında, meydanlarınc1 hep bu "çıplak gerçekler" olacak­ tı artık. Bir kırılma noktası yaşanıyordu, Türkiye 'nin bir yarısı küsmüş, diğer yarısına yabancılaşıyordu. Kimse "çıplak gerçeklerin aynası"na bakmak istemiyordu. Çünkü aynada hiç de güzel olmayan bir yüz beliriyordu. Aydınlar, bu durumu da, "varoşların öfkesi" tanımını uy­ gun bularak geçiştiriyorlardı. Ama birileri on yılda bir düzenli olarak ortaya çıkıyor ve o aynayı kırıyordu. Ah­ met Kaya'nın macerası da işte böyle kırık bir aynada gö­ rünen resmin içinde, bir köşede, kendi halinde bir işçi ailesinin içinde başlıyordu . . . Baba Mahmut Kaya . . . Kaya ailesi Malatya'da beş çocuklu bir işçi aile.siydi. Baba Mahmut Kaya 1 O yaşındayken annesi ve babasını kaybettiği için abilerinin yanında büyüyen bir çocuktur. 15 yaşına geldiğinde ise Adıyaman 'ın Çelikhan ilçesin­ den Malatya'ya gelir. Okuma yazması olmayan Mahmut Kaya, geçici işlerde çalışmaya başlar. Ta ki, bir gün Ma­ latya'ya Sümerbank Fabrikası kurulana dek. Sümerbank Fabrikası'na ilk giren işçilerden olur. Fabrikanın açılma­ sı Mahmut Kaya 'yı bir nebze de olsa rahatlatmıştır. Ar­ tık sigortalı ve daha iyi aylık alabileceği düzenli bir işi vardır . Bütün bunların hayatını biraz da olsa değiştirme29


b a ş ı m bel a d a

si onu cesaretlendirmiş olsa gerek, evlenmeye karar ve­ rir. Evleneceği kişiyi de çoktan gözüne kestirmiştir. Fab­ rikanın şoförüyle iyi ilişkiler geliştirmiş ve onun kızı Ze­ kiye 'ye gönlünü kaptırmıştır. Anne Zekiye Kaya... . Her şey iyi de, babası Zekiye'yi Mahmut'a verecek mi? Tabi ki hayır! Gerekçe ise hazırdır, hem kimsesi yok, hem Kürt, hem zengin değil. Ama bütün bunların yanında bir özelliği daha var ki; kızı babasından almaya yetiyor. O aynı zamanda bir "kabadayı!" Canına tak et­ tiği bir gün, Zekiye'nin babasının karşısına oturuyor, si­ lahını çıkarıp masaya koyuyor ve "Ya kızını bana vere­ ceksin, ya da beni şimdi öldüreceksin. Bunun ötesi yok. . . " diyor. Bu girişimi üzerine Zekiye ile evleniyorlar. Aileler arası bir düğünle evleniyorlar. İlk evleri ise başka bir aileden kiraladıkları tek bir odadır. Mahmut Kaya ile Zekiye Kaya'nın ilk çocukları olan Mustafa Kaya, bu tek odalı evi şöyle anlatıyor: "Malatya'n ı n Koyu noğlu maha llesinde bir a i lenin yan ı n da kiracı oluyorlar. İki üç oda lı bir evin bir oda­ sı bun lara a it. İlk çocukları ben im . Ben de n son ra Nurcan, onda n son ra da Em ine doğdu. Ben üç yaşı­ ma geldiğimde, a mcam geldi, sonra amca m ı n oğlu geldi. Hepimiz bir odada yaşıyoruz. Em ine'nin doğu­ m u n da n son ra a rtık taşı nma vakti gelmişti. Yine Ko­ yunoğlu mahallesinde Abdu llah Çavuş diye bir tan ı­ dığı m ız vardı, o n u n evine taşındık. Orayı daha iyi ha­ tırlayabiliyorum . O evde de hepim iz bir odada kalıyo­ ruz. Songü l o evde doğdu. Son ra a mcam evlendi ve gitti evden. Ama biz altı kişi bir odada ka lmaya de­ vam ediyoruz. Odanın bir penceresi var. Kap ı n ı n h e­ men girişi m u tfak olarak kullanı lıyor. Diğer ta rafta 30


"Loş Dudak" Çocuk I Tavuklara Verilen Konser

tah tadan bir divan yapılm ış, diva n ı n a ltında banyo var. Ahmet de o evde doğdu. Ben 5 yaş ı ndaydı m. Ol­ duk yedi kişi, bir gözlü odada. Babam çok sigı ı ra içi­ yor; ortalık kesif bir duman olmuş. Göz gözü görm ü­ yor. Elektrik de yok, gaz lambas ı n ı n etrafı na top/anı,, yoruz. Üç kızdan sonra gelen erkek: Ahmet

Ahmet, aiienin son çocuğu olarak dünyaya gelmişti . Yıllar sonra bir röportajında şöyle anlatacaktı bu duru­ mu: "28 Ekim 1 95 7 yılında bir kuşluk vakti doğm u­ şum. Sabah, k uşların zikre ç ıktığı vak te kuşluk vakti derler orada . . " (Cemal Süreya' nın 2000'e Doğru Der­ gisi için 1 989 yılında yaptığı söyleşiden . . . ) .

Dünyaya geldiği yıllarda Türkiye'de toplumsal ayrış­ ma çoktan başlamıştı. Memur aileleri vardı, işçi aileleri, bir de köylüler. Memur aileleri Malatya'nın en ayrıcalık­ lı aileleriydi. Herkes imrenerek bakardı onlara, düzenli bir gelirleri vardı, başkalarına göre daha iyi geçiniyorlar­ dı, sırtlarını ''devlet baba"ya dayamışlardı, çocuklarını okutabiliyorlardı . İşçi aileleri ise o dönemdeki toplumsal yapı içinde orta tabakayı teşkil ediyordu. Ne tam köylü­ lerdi, ne de tam şehirli . Bu ikisinin tam ortasında duru­ yorlardı. Koyunoğlu mahallesi Koyunoğlu mahallesi bir işçi mahallesiydi. İlişkiler çok samimiydi. Özellikle kışın insanlar bir araya toplanır ve uzun kış geceleri, sazlı-sözlü geçerdi. Tek sorunları vardı. iyi bir gelirlerinin olmaması. 31


ba ş ım

bel ada

Mustafa Kaya'nın o günlere ilişkin bir anısı var ki; mahalleyi ve Kaya ailesini çok iyi özetler: "Hatı rladığı m kadarıyla 7 yaşları ndayken, ben her hafta bir torba ayakkabı doldururdum ve eskici Ya­ şar'ın yol u n u tutardı m . Her hafta 7 çift ayakkabıyı götürür, pençe yapa r getirirdim. Aya kkabıla r a rtık pençe yapa yapa çivi çakılamayacak duruma gelm iş­ ti. Ama buna rağmen haya t devam ediyordu, k imse­ n i n ha linden şikayetçi o lduğun u hatı rlam ıyorum. Ya da biz çocuklara yansı tm ıyorlardı . . . "

Tek odalı bir evde süren yaşam Kimse halinden şikayet mi etmiyordu, yoksa çocuk­ lara mı yansıtmıyorlardı bilinmez ama bir gerçek vardı ki; tek odalı bir evde yaşamak; aile kalabalıklaştıkça ve çocuklar büyüdükçe, dayanılmaz bir hale gelmişti. İşte tam da bu �amanda, yıllardır özlemi çekilen bir düş ger­ çekleşti. Artık Kaya ailesinin de kendilerine ait bir evle­ ri olacaktı, bir oda değil, iki odalı "koskoca" bir ev. Ve nihayet ilk ev... Mustafa Kaya anlatmaya devam ediyor: " 1 95 9 yılı nda yapı m ı na önceden başlanan İşçi Lojman ları bitti. Sümerba n k 'ta çalışan bütün işçi lere birer lojma n verildi. Bizim de ilk defa tamamı bize a i t bir evim iz olmuştu. İki odası ola n b u ev, dünya n ı n e n büyük evi gibi gelmişti. Hat ta b i r iki hafta, evi n bir odası nda ya tma alışkan lığı n ı bi le sürdürdük .. Daha son ra bir odasında beş çocuk, bir odasında a n ne ba­ ba, kon um una geçtik. Diğer evden kalma uzu n yor­ gan bu sefe r sadece bizim üzerimizdeydi. Elektriği ilk defa orada gördük . . . "

32


"Loş Dudak" Çocuk I Tavuklara Verilen Konser

"Ahmet'i kaçıracaklar" korkusu Lojmanlara geçildiğinde Ahmet Kaya 2.5 buçuk ya­ şında bir çocuktu . Ailenin ortak görüşüne göre "malıal­ lenin en güzel çoc•1ğuydu . . . "

"Hepimiz Ahmet'in üzerine titrerdik ve kaçırılmasın­ dan korkardık" diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor Mus­ tafa Kaya : "Ahmet çok çok güzel bir çocu k tu . B ü t ü n mahal­ len in oyu ncağı, neşe kaynağıydı. On u her gören kaçı­ rı lacağı n ı söylerdi. 'Aman dikkat edin, kaçıraca klar ' derdi her kes. Biz de b u yüzden çok korkuyorduk. Ah­ met ağzında m eme, hiç bir şeyden habersiz, bacak kadar boyuyla dola n ıyordu ortalıkta. Onu bana tes­ lim ediyorlardı. Ba k sorum lusu sensin diyorlardı . Ben de herkes le kavga ederdim, kimseyi Ahmet'e ya­ naştırmazd ı m . . Ben 6-7 yaşı ndaydım, Ahmet 2 yaşı­ na girmek üzereydi. . . "

Foto Tuna'nın sineması Mustafa Kaya, "Mahalledeki herkes Ahmet'i o kadar seviyordu ki; daha evlere radyo bile girmemişken, Ah­ met sinema.ya çıkmıştı" diyor. İşte Mustafa Kaya'nın an­ latımıyla Ahmet'in o ilginç anı: "Bir sinema efsanesi dolaşıyor b ü tü n Ma la tya 'da. Ama işçi a i le leri için gerçek ten efsane. Foto Tun a di­ ye tan ı na n birisi vardı, mahal leye sık s ı k gelip gid�r­ di, çocu k larla arası çok iyiydi. On ların fotoğrafları n ı çeker, on ları çok severdi. Tek eğlenceleri Foto Tu­ na 'ydı. Aslı nda ismi Niha t 'tı. Ama dü kka n ı n ı n ism i Foto Tuna olduğu için, herkes o n u öyle anardı. Bir gün Niha t yine ge ldi ve bütün maha lleyi topladı, 'Ge­ lin! ' dedi, 'size h iç görmediğiniz bir şey gösterece-

33


'b a ş ı m 'b e l a d a

ğim. ' Oturduk, bir bez vardı, duvara'gerdi. Makinesi­ ni kurdu ve düğmeye basmasıyla beraber, bir ba ktık Ahmet perdede. Herkes hayretler içerisinde. Adam ge lm iş, Ahmet'i çekm iş. Kısa pan tolonlu, askılı, pa­ saklı bir şekilde oraya buraya koşturuyor. Ağzında memesi. Artık bir ay boyunca, mahallenin eğlencesi oldu. Herkes topla n ı r, 'Hadi Nihat, Ahmet'i oynat da izleyelim ' derdi, film başlıyor, herkes gülüyor. Ahmet daha çok ufak, ne olduğun u bilm iyor ve o da gülü­ yor. . . "

İ stanbul hayali Ahmet Kaya' nın babası yıllarca çocuklarına daha iyi bir gelecek sunmanın hayalini kurmuştu. Onları okut­ mayı, büyük adam etmeyi düşlüyordu. Ama nafile . Bütün ömrünü Malatya'da geçirmişti, ömrü gittikçe ilerliyor, hayatında herhangi bir değişiklik olmuyordu. Ahmet de doğunca, ailenin nüfusu biraz da­ ha artmıştı; baba Mahmut Kaya, bütün zamanını çocuk­ larına daha iyi bir ğelecek hazırlamak üzere harcıyordu. Ancak, geceli gündüzlü çalışarak verdiği hayat mücade­ lesinde, bulunduğu noktadan öteye gidemiyordu. İşte böyle günlerden birinde yıllarca kurduğu hayallerini, Ma­ latya' da, baba diyarında gerçekleştiremeyeceğine karar verdi . . . Önünde ise iki yol vardı; birincisi kaderine tes­ lim olmak, ikincisi ise büyük şehre, İstanbul'a göç. "Baba m Sü merba n k Mensuca t Fabrikası 'nda işçiydi. Babama fabrikadan helva verirlerdi. Ekmeklerin arası na koyar ve bana getirirdi helva ları . Babam eli­ ne bir İstanbul resm i alır ve bize İsta n bu l 'u a n la tı r­ dı . " diye anlatıyor Ahmet Kaya bu günleri.(Cemal Sü­ reya'nın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yılında yaptı­ ğı söyleşiden . . . ) Böylelikle Ahmet de daha dört-beş yaş. .

34


"Loş Dudak" Çocuk I Tavuklara Verilen Konser

farında kurmaya başlamıştı İstanbul hayallerini. Babası­ nın anlattığına göre oraya gidince her şey değişecekti, Ahmet okuyacak büyük adam olacaktı . . . Babası artık çalışmayacak, gece gündüz yanlarında olacaktı. Ve ak­ şamları eve geldiğinde , Ahmet'e helva yerine çikolatalar getirecekti. Deniz ve Kız Kulesi İstanbul hayalini kurmaya başlamıştı bütün aile. Baba Mahmut Kaya saatlerce anlatıyordu İstanbul'u. Her ge­ ce bıkmadan usanmadan anlatıyordu. Ahmet'i en çok deniz ve Kız Kulesi ilgilendiriyordu. Hatta ilk defa sine­ maya sırf bu yüzden gitti ; denizi görebilmek için . . . "İstanbu l 'da den iz bildiğin iz gibi değil " derdi. "İs­ tanbul den ince aklıma den iz ve Kız Ku lesi geliyordu. Den izi sinemada görm üştüm. Ama algı lama yetene­ ğim yoktu hen üz. Aklı mda Kız Ku lesi ve kızın h ika­ yesi. Babam bunu belki yüz elli sefer a n/atmıştır. " (Cemal Süreya'riın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yı­ lında yaptığı söyleşiden . . . )

"Baba, İ stanbul'u anlatsana . . " Babası genellikle gece vardiyasında çalışıyordu. Gece herkes uyumak üzereyken o işe gidiyordu. Sabah erken­ den geliyordu, onu hep karşılayan ise Ahmet'ti. Her sa­ bah aynı şeyi isterdi babasından; "Baba bana İstan­ b ul 'u a n latsa na . . . " Babası başlardı anlatmaya; "Biz İs­ tan bu l 'a gideceğiz, hepin iz orada okuyacaksınız" der­ di ve bir şarkı vardı hep on u söylerdi. "Dilo em bım­ rın, dilo h eyran, Le ve behare m ı rı n pır xweşe, dilo h eyran, le m i lke bavu ü kalada . . . " (Yüreğim, ölelim biz/ Bu yaz vakti ölmek ne güzel /. Yüreğim en güzel


ba ş ım

b e la d a

ölüm, ata-dede toprağında olandır . . . } Babası bir yandan İstanbul' a gitmekten söz ediyor, di­ t;er yandan mutlaka ve mutlaka bir gün Malatya'ya dö­ neceklerini ilave ediyordu. "Burası bizim toprağı m ız. Evim iz, arsam ız, ye rimiz hep b urada o lacak . . . " diyor­ du ba ba m . Son rcı her sabah geldiğinde baba m bütün bir gece boyu nca va rdiyada çalıştığı için, ben o n u n la birlikte ya tağa girip ya tıyordum. O za man la r altı yaş­ larındayım; a i lenin en küçüğü o lduğum için olağa­ n üstü düşkün lük gösterilirdi ba na. Sokağa çıkarır; herkese küfrettiri rdi, onur duya rdı ya n i . . . " (Cemal Süreya 'nın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yılında yaptığı söyleşiden . . . ) Garip bir dengbej: Deli Yusuf Mustafa Kaya, ortaokula başladığında, Ahmet ilkoku­ la yeni kayıt olmuştur. Okulda çok yaramaz bir çocuktur, ama bu yaramazlıklarının üstünü örtecek kadar da akıllı ve kurnaz. Yaramaz ama şımarık değil. Mustafa Kaya, kısa sürede okulun gözdesi olduğunu söylüyor. "Ahmet kısa boyuyla önde, bir sürü çocuk arkada her gün okula gidip gelmeye başladılar'' diyor. Loş Dudak Ahmet Ahmet'in müzik tutkusu ise Adıyaman'ın Çelikhan İlçesine bağlı Yağızatlı (Kürtçe ismi ile Bıstıkan) köyüne uzanıyor. Baba Mahmut Kayc:ı yaz tatillerinde, bütün ai­ leyi köye , amcalarının yanına gönderiyor. Üç ay köyde kalınıyor. Köyde " Deli Yusuf" lakabıyla bilinen amcala­ rı Yusuf Kaya'nın evine. Deli Yusuf çok iyi bir dengbej­ dir. Uzun ve sıcak yaz gecelerinde . dama çıkıyor ve ba­ ğıra ça�jıra , klanı ·ıar okuyor. Aynı zamanda çok iyi de 36


"Loş Dudak" Çocuk I Tavuklara Verilen Konser

tambur çalıyor. Bu arada konu lakaptan açılmışken, Mustafa Kaya hatırlatıyor. O yıllarda Ahmet'in lakabı ise Kürtçe'de "büyük dudaklı"'. anlamına gelen "Loş Dudak . . . " "Koca­ man duda k ları va rdı ve herkes o n u loş dudak diye se­ verdi. Ahmet diye bilmezdi kimse o n u . Çü n k ü Ah­ met ismi çok vardı, loş duda k Ahmet den i ldi mi, bi­ zim Ahmet gelirdi akla . . . " diyor. Bu çocukta iş var Ahmet'in amcaları da, dayıları da müzikle iç içe. Mustafa Kaya, yaz tatillerini ve köyü anlatıyor: "Bizde m üzikle ilgili çok kişi va rdı. Dayı m Muzaf­ fer Genç cümbüş, amcam Yus uf Kaya tambur ça la r­ dı: B u n lar bayağı da iyi ça larla rdı. Kü rtçe söylerlerdi. Ba ba m bizi her yaz köye yollardı. Köyde iki te me am­ cam va rdı, biri Demokrat Pa rtili, diğeri ise CI-IP'li. Biz genelde Deli Yusuf ola ra k bilinen amca m ı n evin­ de ka l ı rdık. O, CHP'liydi, babam da onda kalma mızı istiyordu. Amcam her gece içer ve söylerdi, uzLın uzun Kü rtçe şarkı lar okurdu, uzun hava la r çekerdi. Hatta birçok gece onun sesi eşl iğinde uyurduk. Ta m­ bur ça larken, Ahmet de ben im kucağı mda. Daha çok ufak, ağzında meme. O ta mbur ça larken, Ahmet ya­ vaş-ya vaş e l i n i uza tır ve ta mburun teline doku n u rdu. Tı n n .. diye bir ses çıkar, amca m kızar diye korkardım ben. Ama hiç kızmazdı, Ahmet yine biraz bek ledik­ ten sonra, yavaş-yavaş elini uza tı r yine vururdu tele. Amca m gündüz işte o lduğu nda da en büyük oyu nca­ ğı tam burdu. O kızmazdı ve derdi ki: "Ya h u, bu ço­ cukrn iş var . . . "

Ahmet 'in müzikle ilgisi 2 . 5 yaşındayken başlar ve hiç bitmez. Diğer kardeşleri hep özenirler Ahmet · in bu ça37


ba ş ı m b e l a da

balarına . Çünkü 5-6 yaşlarına geldiğinde , bir köşede oturup, sabahtan akşama kadar şarkı söyleyen bir çocuk olmuştur artık o. Tek başına söyleyip, tek başına dinle­ yen bir çocuk . . . İ lk konser tavuklara Sadece amcası veya dayısıyla karşılaştığı zamanlar saz çalabiliyor olması onun canını sıkmaktadır. Bu sıkın­ tılı günlerinden birinde bir inşaatta bulduğu tahta parça­ sından, kendi sazını yapıyor Ahmet. Tahta parçasının iki ucuna düzenli bir sırayla çiviler çaktıktan sonra, bir elektrik kablosunun içinden çıkardığı telleri takıyor. Sazı vardır artık ve tıpkı ailece gittikleri gecelerde sahne alan müzisyenler gibi konser vermek istiyor, ama kime? Kar­ deşlerinin beğenisi artık ona yetmiyor, üstelik onları her zaman birarada göremiyor. Aklına bir fikir gelir ve he­ men evin arka bahçesindeki kümese gider, taştan bir koltuğa oturup, ilk konserini tavuklara verir. . . "Bir inşaattan düz bir tah ta bulmuştu m . Ona bir ta kım elektrik kablola rı n ı n içi nden çı ka rdığı m tel/eri bağlayıp, kendimce bir enstrüman yapmış ve tavuk­ lara türküler söylemeye başlamıştım . " {Cemal Süre­ ya'nın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yılında yaptığı söyleşiden . . . )

Babanın büyük hediyesi: Bağlama . . . Ahmet tavuklara konserini vermeye devam ederken anne Zekiye Kaya onu görür ve bu tabloyu akşam baba­ sına anlatır. Bütün aile gülünç bulsa da baba Mahmut Kaya gurur duyar oğluyla. . . Ahmet'in gece-gündüz şarkı söylemesi ve kendi elle­ riyle bir enstrüman yapması, babasının çok hoşuna gidi38


"Loş Dudak" Çocuk I Tavuklara Verilen Konser

yor ve 6 yaşında, ilkokula başlayacağı yıl kendisine bir bağlama alıyor. Bağlamayı ondan habersizce getiriyor­ lar, üzerine vesikalık bir resmi yapıştırılıyor ve Ahmet' e, arka bahçede yine kendi el yapımı bağlamasıyla oynadı­ ğı bir anda haber veriliyor; '·Gel, baban sana birşey al­ mış! " Ahmet için hayati bir andır bu. Duvarda asılı olan bağlamayı görünce çok heyecanlanır ve tuhaf duygulara kapılır. "İstemiyorum·· der, elini sürmez ve arka bahçe­ ye koşarak saatlerce ağlar. . . Çünkü, bu hiç de bekleme­ diği gelişme Ahme.t'i son derece duygulandırmıştır . . . "Bağlamayı 1 5 günde öğrendim" "6 yaşıma geldiğimde bir gün ben i çağırdıla r. Git: tim baktı m, duva rda bir bağlama var. Üzerine de be­ nim vesika lık resm im yapıştı rı lm ış. Af. eline sazı dedi­ ler. A lmadım, istem iyorum fa lan demiştim. Ha lbu ki gidip a rka bahçede saatlerce o heyecan la ağla mıştım.

Ban a küçük bir cura a lı n m ıştı. Kümesin yan ı nda, nası l o ldu da bir sazı m o ldu diye 2-3 saat ağladı m . Bağlama ça lmaya işte o zaman başladım. Ve çok en­ teresandır, söylemek biraz güç ama, samimi o la rak söylüyorum, 1 5 günde öğrendim bağlama ça lmayı . " (Cemal Süreya'nın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yı­ lında yaptığı söyleşiden . . . )

Bağlama çalmayı 1 5 günde öğrenmişti. Çünkü daha önce sürekli olarak, köyde amcasının tamburunu, Malat­ ya' da i se dayısının bağlamasını gizli-gizli götürüp çalıyor­ du, kendi bağlaması olduktan sonra ise 1 2 saat elinden hiç düşürmediği oluyordu. İlk günlerde evin bütün sakin­ leri bu durumdan son derece şikayetçiydi. Ahmet uyanır uyanmaz, eline bağlamayı alıyor ve saatlerce, hiç dur­ madan tellerine vuruyor. Abisinin, ·' Git tavuklara çal" ıs­ rarına rağmen evde günlerce elinden hiç bırakmıyor, ta 39


ba ş ım

belada

ki 1 5 gün sonra artık "anlamlı sesler'' çıkarmaya başla­ yana kadar . . .

"Kendi boğ/amam o lunca 1 2 saat uyumcıdan ça­ lardım. İ lko k u la gitmeye baş ladım . . . Ca n ı m sıkı lıyor­ du. Sı nıftan kaçıp gidiyor, tarlan ı n o rtasına o tu rup bağlama ça l ıyordum. Yan i okula çok az gidiyordum. Öğre tmenim ise çok gurur duyuyordu öğrencisinin bağlama ça lması ndan . Diğer öğre tmen lere ka rşı, "Benim öğrencim çok yaramaz, ama işte bağlama ça­ lıyor" diyordu. Müziğe karşı s ıradan bir sevgi deği l, büyü k bir tu tkuydu bu. İ lle de m üzik yapacağım di­ yordu m . " (Cemal Süreya'nın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yılında yaptığı söyleşiden . . . ) Mustafa Kaya, Ahmet'in kısa sürede bağlama çalma­ sını, "Hepimiz hayret ettik, bir de ba ktık ki Ahmet bağlama ça lıyor, nasıl öğrendi, nereden öğrendi, bu­ n u bir tü rlü bilemedik . . " diye anlatıyor: .

"Ahmet daha okula yen i başladığı y ı l la rda bağla · rrıa çalmaya başladı . Dediğim gibi, bir baktık çalıyor, sesi de güzel. İ lginç bir şekilde asla sevda tü rkü leri söyl�mezdi. Din lediği Kü rt ezg ilerin i söylerdi. Biz de o zamana kadar popüler olan kişi, dayı mdı. Ahmet çalıp söylemeye baş layı nca onun popü lerliği de bitti. Çi.i n k ü çok devrimci pa rça lar ça lıyord u . Nereden duyduğu nu da bir tü rlü an layamadı k . . . "

İ şçi geceleri ve müzik tutkusu Türkiye'nin bir bakıma ikiye ayrıldığı o yıllarda, ben­ . zer bölünmeler Malatya da da vardı . Siyasal bölünmele­ rin yanı sıra. memurlar ve işçiler diye de bölünmeler var­ dı . İşçi çocukları . memur mahallelerine gidiyor. çöpleri­ ni karıştırıyor ve onlara hep özenerek bakıyordu . Malat­ ya'daki en önemli sosyal etkinlik. insanların aileleriyle 40


"Loş Dudak" Çocuk I Tavuklara Verilen Konser

katıldığı gecelerdi. Türkülerin söylenip, halayların çekil­ diği bu gecelerde Ahmet, artık sahne alma hayalleri ku­ ruyordu . . Bu gecelere heyecanla koşuyor ve sahneye en yakın bulduğu masadaki bir sandalyeye kurularak müzis­ ye.1leri hayran hayran dinliyordu saatlerce. İşte bu yıllar­ da aynı sahnede kendini işçilere konser verirken düşlü·· yordu sürekli .

"Fabrikada pazartesi leri işçi gecesi yapı lı rdı. O za­ ma nla r mem ur evleri n i n yan ı na biz gidemezdik, m ü m kün değildi, mem u r çocu kla rı va rdı. Onla rı n ev­ leri, maha lleleri ayrıydı. Biz, işçi çocu kla rı, onla rı n eğlence gecelerine d e gidemezdik. A ma işçi geceleri· ne herkes geliyordu, çolu k-çocu k anneler, baba lar, iş­ çiler; yaşlılar . . . Burada m üzik gu rupla rı vardı, bağla­ ma ça l ı n ı rdı. Ben im bağlamaya sempa tim o zaman­ lardan başlıyor. " (Cemal Süreya'nın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yılında yaptığı söyleşiden . . . ) İ lk sahne deneyimi Ve Ahmet " İlle de müzik yapacağım " ısrarıyla kısa sü­ rede ilerletmişti bağlama çalmayı . Birkaç halk türküsü ezberlemiş ve sürekli çalıyordu. Artık konserlerini tavuk­ lara değil, mahalle arkadaşlarına veriyordu. Sınıfın da okulun da gözdesi olmuştu. Öğretmenleri onu tahtaya çıkartıyor .;e türkü söyletiyorlardı. Sesinin rengi ve daha küçük yaşta bağlama çalışı herkesi hayran bırakıyordu. Derken. bir gün kendisini sahnede, kalabalık bir kit­ lenin önünde buldu. Oysa daha 9 yaşlarında ancak var­ dı. Bundan önce de sınıfta arkadaşlarına çalıp söylemiş­ ti ama ilk defa bu kadar büyük bir kalabalığa çalacaktı. 24 Temmuz 1 966 'da İşçi Bayramı·nda ilk sahne dene­ yimini yaşadı. O gün . sahnede çalan grubun bir üyesi onu anons etmiş , elinden tutup sahneye çıkarmış ve bir41


ba ş ım b e l ada

kaç türkü söylemesine fırsat vermişti. Hayatının en he­ yecanlı anıydı, türküleri bittiğinde alkışlanmış ve çok be­ ğenilmişti. Herkes artık aynı kanıdaydı: "Büyük bir sa­ natçı olacak bu çocuk. . . "

Ahmet Kaya bu ilk sahne deneyimini yıllar sonra şöy­ le anlatacaktı: "24 Tem m uz İşçi Bayra m ı 'nda 9 yaşın­ da sah n e a ldım . . . Daha son ra Devlet Demiryolları geldi, beni a ldı. Sümerbank 'tan gelip a ldıla r, Ela­ zığ'a, An tep 'e ve çevre i llerdeki gecelere gidiyorduk. Çeşitli progra m la rda bağlama çalıp, türkü söylüyor­ dum. Babam hep, 'Benim oğlu m çok zengin bir sa­ natçı o laca k ' diyordu. On un için iyi bir sanatçi olmak yerine zengin bir sanatçı olmak önemliydi. Yı lla r geç­ ti, ortaoku lda bayağı bir bağlama çalıyordum artık. Son ra sazlar değişti, boyu tla r büyüdü. İlkin curaydı, son ra tambura, ardından normal bağlama. " (Cemal Süreya' nın 2000' e Doğru Dergisi için 1 989 yılında yaptığı söyleşiden . . . ) Plakçıda çalıştı 9 yaşında bir işçi gecesinde sahneye çıkıp işçilere ilk konserini veren Ahmet, 1 O yaşından sonra da yaz tatil­ lerinde artık çalışmaya başladı . Abisi Mustafa Kaya oku­ lu bırakmış, aile bütçesine katkı için bir tornacıda çalış­ maya başlamıştı. Ahmet' e ise kimse çalışması için baskı yapmıyordu. Ama o rahat durmuyordu. Babası Malatya dışındaki illerde sahne almasından haberdar olunca, ona artık çalışması gerektiğini ve Malatya dışına çıkmaması­ nı söylemişti. İlk olarak bir plakçıda çalışmaya başlamış­ tı ve o plakçıda hem geleceğine damgasını vuracak in­ sanlarla tanıştı, hem de müzik tarzını netleştirdi . "Uzun saçlı, İspanyol paçalı gençler geliyorlardı. Bun la r her geldiklerinde Ruhi Su'yu soruyorlardı. 42


"Loş Dudak" Çocuk I Tavuklara Yerilen Konser

Ben im paça /arım dar ve saç larım çok kısaydı, ama on lar uzun saçlı ve İspanyol paçalıydı lar. Ben haya­ tı mda ilk defa görüyoru m b u n ları ve aklı mda "Su­ cu 'la r " o larak ka lmışlar. Çok son ra b u n ları n devrim­ ciler oldukları nı öğrendim " diye anlatacaktı Ahmet bu günleri . (Cemal Süreya' nın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yılında yaptığı söyleşiden . . . ) Ruhi Su, bu gençler tarafından sorulduğu için Ahmet Kaya'nın da ilgisini çekmişti. . . Uzun bir süre dinledikten sonra, artık Ruhi Su'dan, Aşık Mahzunl"den çalmaya başlamıştı. İ lk bestesi: "Başar ahi" Yine bir yaz tatilinde iş ararken , eski ev sahipleri Necdet beyin oğlu Başar isimli gencin aldığı minibüs gel­ di aklına. Hemen konuşmaya gitmişti, Başar abisi onu çok sevdiği için bu isteğini kır�mamış , ve Ahmet'i mu­ avin olarak yaninda işe almıştı. Ahmet artık r'riı:ıavindir, "Başar abi" dediği minibüs sahibiyle aralarında çok iyi diyaloglar olduğu için Ahmet onu çok seviyor. Bir gün minibüs durağında çıkan bir kavga yüzünden "Başar abi­ si" gözaltına alınıp, karakola götürülüyor. Ahmet akşam eve son derece üzgün geliyor, kimseyle konuşmuyor ve oturup ilk bestesini yapıyor: "Bir Volkswagen a lacağı m / Adını Başar koyacağım / Başa r abim gelince . . . " diye giden dörtlüklerle yaptığı besteyi uzun süre çalıyor. "Ah­ met'in hayatında yaptığı ilk beste belki de buydu" diyor Mustafa Kaya. Ve

İ stanbul'a göç . . .

1 9 7 2 yılı geldiğinde Ahmet Kaya' nın babası emekli oldu ve yıllardır düşlerini kurduğu İstanbul'a taşınmaya

43


ba ş ım

b e l a da

karar verdi . Önceden konuşurken herkese iyi geliyordu bu hikaye, ama iş gitmeye geldiğinde herkes bir tuhaftı. İhmal edilen , dışlanan , göz ardı edilen Anadolu'dan, yo­ ğun bir göçün yaşandığı yıllardı . Köydekiler akın-akın kentlere geliyordu. Bu ülkede hangi imkanlar varsa ya­ şamak için, onlar da bu imkanlardan yararlanmak isti­ yordu. Baba Mahmut Kaya, İstanbul 'daki tanıdıklarına haber saldı ve yola çıkıldı. Baba Kaya , İstanbul'da emek­ lilik tazminatını değerlendirmek istiyor, ayrıca çocukları­ na daha iyi bir gelecek hazırlamak için onları okutmayı hayal ediyordu. İstanbul' a göçü sırf bu yüzden istiyordu, kendi toprağını bu yüzden terk edecekti. Bu arada Ah­ met ' in İstanbul'da önemli bir sanatçı olacağına inanıyor­ du.

"Malatyalı kı:rolar geldi" Ve o gün gelip çattı, içlerinde hem bir heyecan, hem bir korku, hem de bir hüzün vardı. Ahmet arkadaşlarıy­ la vedalaşmadı, vedalaşmak hayatında en sevmediği şey olacaktı bundan sonrası için de. Aile üyeleri de eşyalar­ la birlikte, bir kamyonda seyahat edeceklerdi. İstanbul, daha görür görmez, Ahmet' e çok "soğuk" gelmişti. İlk sataşmalara ise daha arabadar ı inmeden muhatap ol­ muştu.

"Bir gün bir kamyona eşya la rı m ızı y ü k lediler ve İs­ tan bu l 'a doğru yola çıktı k. Hayatı mda i l k defa den i­ zi gördüm. Ve şey demiştim, ya b u ne kadar büyük bir dere diye. Harem 'den geçtik, vapu rla Sirkeci 'ye orada n da sah i lden Koca m ustafapaşa 'daki evim ize gittik. İ nsan lar; 'Ma latyalı k ı ralar gelmeye başladı ' dedileı; hep im iz çok kötü olm uştu k. " (Aynalar Belge­ seli . Can Dündar, Show TV)

44


"Loş Dudak" Çocuk I Tavuklara Yerilen Konser

Mustafa Kaya ise İstanbul'a göç hikayesini şöyle an­ latıyor: "Babam emekli oldu. O da artık gördü k i; bu

çocuklar Lıu rada bir şey olmayacak füı n u n için, dedi ki; ben emekli olacağı m oğlum, İs tan b ul'a yerleşme­ yi düşün üyoru m, sen ne diyorsun bu kon uda, yapa­ bilir m iyiz? Dedim ki, ben bu ka rarı n ı destekliyorum, gerçek ten de gidelim biz bu memleketten. Babam emeklilik i kram iyesin i a ldı, biz ona güvenerek İs tan­ b u l 'a ge ldik. Kamyona yükledik eşya la rı . Ha tta A vru­ pa ya kasına geçmek için araba vapuruna bindiğim iz­ de, irısanlar bize gü lüyordu: "Sirk ge lmiş " diye da lga geçm işlerdi o za man. Ahmet ise yukarıda, arada bir çadı rın a l tı ndan baş ın ı çıka r ıp dışarı bakıyor: Burada Kocam us tafapaşa 'da bir ev a ldık ve İs tanbu l 'dak i ilk kazığı da yem iş olduk. Evi bize sı:ı tan em /akçı akraba olmasına rağmen, fiya t ı n ı iki ka t fazla sayarak Vizi kazı klamıştı . . . "

Evet, İstanbul' a ve diğer büyük kentlere, benzer in­ sanları taşıyan kamyonlar gelmeye başlamıştı artık. " Kı­ ro"lar bir şeyleri paylaşmaya, hesap sormaya ve "varın bizim farkımıza" demeye geliyorlardı . Ekmek peşinde yüz binlerce insan, denizi ilk kez İstanbul'da görerek, şa­ şırıyordu. Yersiz-yurtsuz, işsiz-güçsüz; bir umut pe�inde, kanatsız bir şekilde gelmişlerdi hepsi.

İstanbul'da ilk günler İstanbul Ahmet'in hayaliı � Jeki gibi değildi, ilk izlenim­ lerinden korku duymuştu. Bir kere çok büyüktü; evler, arabalar, deniz ve Kız Kulesi babasının anlattıklarına hiç benzemiyordu. İlk günlerde çok sıkılmaya başladı, bura­ daki insanlar Cla bir tuhaftı. Kimseyle konuşamıyor, ev­ den dışarı çıkamıyordu . Bu yalnızlığını . yıllar sonra, şöy­ le anlatacaktı !\aya: ''On larla kon uşamıyordum, çUn-

45


b a ş ım b e l a da

kü o n lar gibi konuşamıyordum. Hiç kon uşmuyor­ dum. Bir dilsiz gibi yaşıyordum adeta. Balkona çı kıp on"ıarı izliyordum, dilleri başkaydı, ta vı rları başkaydı, giyim leri başkaydı. Onlar gibi kon uşmaya çalışıyo r­ dum. Mesela, o n lar gibi pan tolon diktirmeye n iyet­ lendim. Terzinin yaptığı pan tolon lar üzerime uymu­ yordu, o n la ra yakışıyordu, bana yakışmıyordu. " (Ay­ nalar Belgeseli, Can Dündar, Show TV)

Almanya macerası Bu duygular içinde geçti ilk günleri. . . Ona kalsa, he­ men geri dönmek istiyordu Malatya'ya. Ama öyle olma­ �ı. Baba Mahmut Kaya İstanbul'da da çalışmaya başla­ mıştı. Ahmet) İstanbul' a ısınamamıştı.· Dayısı Zeki beyin Almanya' da yaşamasını fırsat biİerek, Almanya'ya gitme kararı aldı, hesaplarına göre orada hem okulunu bitire­ cek, hem de müzikle uğraşacaktı. Ve o günlerde İstan­ bul' da tatilde olan dayısıyla Almanya'ya gitti. Abisi Mustafa Kaya, Ahmet'in Almanya macerasını şöyle özetliyor: "İs ta n bu l 'a gelince Ahmet bu rada d u rmadı ve Al­ manya 'ya gitmek istedi. Zeki dayı m, A lmanya 'da ya­ şıyordu. Dedi, ben bu çocuğu a lıp A lmanya 'ya götü­ receğim. Bura larda harca n ı r bu. Ahmet bir buçuk se­ ne ka ldı, dayım dedi ki; 'Aman b u n u benden a lı n, bu A lmanya 'n ı n altını üstüne getirdi. Bu rada üç tane Kürt vardı, k imse on ları tan ımazdı. Ama Ahmet'in sayesinde bütün Köln, Kürtle ri tan ıdı . . . ' Oraya o ku­ lun u sürdürmek için gitmişti. Ama o k u la g i tmemiş ve ben m üzikle uğraşacağım dem iş. Tamam dem iş ler, sen i m üzikle i lgili bölüme verelim. Ama mümkün de­ ğil, A hmet 'i zaptetmek. Ahmet A lmanya 'da tutuna madı ve geldi. Alman46


"Loş Dudak" Çocuk I Tavuklara Verilen Konser

ya 'yı h iç sevmediğini, düşü ndüğü m üz gibi bir yer ol­ madığı n ı söyledi. 'Za ten iyi bir yer o lsaydı, bütün köylüleri toplayıp oraya götürmez/erdi. Hiç bizim gi­ bi kü ltürlü insa n la rı sevm iyorla r . . . ' derdi. A lman­ ya 'yı beğenm iyord u . . . "

Ahmet, İstanbul'dan sonra Almanya'da da hayal kı­ rıklığı yaşamıştı . Onun tek isteği vardı, müziğiyle uğraş­ mak. Bunun da tek yolu vardı, başka işte çalışmamak. Ama artık çalışma vakti gelmişti. İstanbul'da da olsa, Al­ manya'da da olsa çalışmak zorundaydı . Ahmet'in Malat­ ya' da iken yanlarında çalıştığı, plakçılık yapan Ermeni aile de İstanbul'a taşınmıştı . İstanbul' da bir telefon şirke­ ti kurmuşlardı, Kum Tel. Baba Mahmut Kaya ve abisi Mustafa Kaya burada çalışıyordu. Ablası Songül Kaya PTT'ye memur olarak girmişti . Ahmet ise zorunlu da olsa İstanbul' a alışmıştı artık. Okul hayali artık bitmişti, çalışmak zorunda kalmıştı. Müzikle arasın<;ı ise hiç b,ir şey giremiyordu. İstanbul'da daha bir hırsla sarılmıştı bağlamasına. 1 970'ler Türki­ ye'sinde iki tür müzik vardı, birisi kader şarkıları , diğeri ise devrim türküleriydi. Bir tarafta "Orhancılar" vardı, bir tarafta Ahmet'in ·deyimiyle "Su' cular. " 1 5 yaşına ge­ len Ahmet'in evinde ise her ikisi dinleniyordu. Artık Ma­ latya'yı unutmuş, İstanbul'a ayak uydurmuştu. Onun için her şey daha yeni başlıyordu . . .

47



Ü ç ü ncü Bölüm

İSTANB UL B � R GARİ P ŞEHİR Macera Yılları

Küçücüktüm, küçücüktüm ı Oltayı attım denize Üşüşüverdi balıklar f Denizi gör� üm . . .

Büyüdüm işsiz kaldı m , aç kaldım Para kazanmak gerekiyordu Girdim insanların içine ı İnsanları gördüm . . . (Orhan Veli)

1 97 0'lerin başında köyden yer i gelmiş, büyük şehre alışmaya çalışan, ürkek ve küskün Ahmet gitmiş, yerine büyük şehrin kurallarına göre oynayan bir Ahmet gel­ mişti. Artık dönemin moda akımına uygun olarak saçla­ rını uzatan, vücut geliştirme sporları yapan, pazularını göstermek için fileli atlet giyen ve İstanbul 'daki ilk gün­ lerinde üzerine hir türlü yakıştıramadığı kot pantolonla dolaşan birisiydi . "İstanbul' da devam ettiririm" diye Malatya'd;:ı yarım bıraktıjı okıluna bir türlü başlayamıyordu . İstanbdl'un şartları ve ailenin durumu bunun için hiç bir zaman mü49


ba ş ım

bel ada

sail olamayacaktı . Ahmet İstanbul'da geçici işler bularak çalışmaya başlamıştı . Kimi zaman tezgahtarlık . kimi za­ man yevmiyeli. günlük işler oluyordu bunlar. En kolay iş: Seyyar satıcılık O sıralar mahalleden bir arkadaşının tavsiyesi üzerine Mısır Çarşısı'nın arka tarafında bulunan Sabuncuhan Caddesi 'nde korse işi yapmaya başladı. Kısa sürede çar­ şıdaki seyyar satıcıların gözdesi haline geldi. Kabadayı bir tavrı vardı. İnsanlarla rahat ilişki kuruyordu . Etrafın­ daki insanların da öykülerinde Ahmefin öyküsüyle ben­ zerlikler olunca o çevreyle iyice kaynaştı.

İlk zamanlarda müziğe olan ilgisini belli etmemeye çalışıyordu, farklı bir çevrenin içindeydi . Hem, seyyar satıcılık yapan birisinin müzikle ilgilendiği nerede görül­ müştü ki! Ancak bu sessizliği fazla uzun sürmedi . Bir gün elinde bağlamasıyla gitti işe . Tezgahı açar açmaz da, başladı çalmaya. Bütün arkadaşları işini bırakmış, Ahmet' i dinlemeye başlamışlardı. O günden sonra Mısır Çarşısı etrafında uzun süre bağlamasıyla bağıra- çağıra türküler söyledi Ahmet Ka­ ya. Arkadaşlarının, "Val!a harcanıyorsun buralarda Ah­ met ! " demekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Ahmet Kaya , Orhan Gencebay'dan Ruhi Su'ya kadar geniş bir yelpazeden parçalar çalıyordu. Seyyar satıcılar üç guruptan oluşuyorlardı. Doğu ve Güneydoğu'dan gPlenler bir araya, İç Anadolu'dan ge­ lenler bir araya tcplanmışlardı, bir de karışık bir gurup vardı. Bunlar da Ahmefin Malatya'daki kasetçi dükka­ nından tanıdığı " 2;u'cular'' , kendi deyimleriyle "devrim­ ciler'"di .

50


İ stanbul Bir Gari p Şehir / Macera Yılları

Ajitasyondan sadece kendisi etkilendi Ahmet, Doğulu grubun bir üyesiydi. Başlarında Saim abi dedikleri Mardinli birisi vardı. Diğer gruba ise Erkan diye birisi "abi!ik" ediyordu. Ahmet bağlamayı eline al­ dığında, üç gurup <la dinlemeye geliyordu. Doğulular da, diğerleri dl!, "Su'cular" da . . . Ahmet'in bağlaması başka zaman asla bir araya gelmeyen bu gurupların birleştiği nokta oluyordu. "Devrimciler" bağlama etrafında bir araya toplanan gurubu görünce, hemen bir şeyler anlat­ maya başlıyorlardı; işsizlikten, emeğin sömürülmesin­ den, ülkenin satılmasına kadar bir dizi şey anlatıyorlardı. Bir gün yer kapma yüzünden kavga çıktı. Doğulu gu­ rup ile diğerleri birbirine girdi ; yumrukların , tekmelerin konuştuğu kavgada, Ahmet ön saflardaydı. Kavgayı ayırmak ise "devrimcilere" düşmüştü. Karakola düşmek­ ten yine bu gurup sayesinde kurtulmuşlardı, "Devrimci­ ler"in iki gurup üzerinde de etkileri vardı, ağırbaşlı dav­ ranan bu gurubun sözü dinleniyordu. "Devrimciler"in ıs­ rarı üzerine iki gurup, akşam bir ocakbaşında buluşup yemek yemiş, Ahmet bağlama çalmış, onlar eğlenmiş­ lerdi. İşte bu olay Ahmet'i devrimci guruba daha da ya­ kınlaştırmıştı .

Halk Bilimleri Derneği günleri başlıyor Ahmet' in bağlama çaldığı bir araya gelişlerde , dev­ rimcilerin çektiği ajitasyondan yine sadece kendisi etki­ lenmişti. Ve bu gurup üyelerinden Ali Osman Özçam'ın; "folklor çalışmaları yaptığımız bir derneğimiz var, gel orada sen de bağlamam geliştirirsin'' ısrarlarına da daha fazla dayanamayarak, bir gün Fatih Çarşarnba'da bulu­ nan Halk Bilimleri Derneği'ne gitmişti . Dernek son de­ rece ilginç gelmişti Ahmet' e. Çünkü Türkiye ' nin her ya­ nından insanlar vardı. Herkes Ahmet'le ilgilenmiş, " Hoş 51


ba ş ım

b e lada

geldin yoldaş"la başlayan , " kendi hayatımıza yön ver­ meliyiz, bizim hayatımıza göre , bu l1alkın , bu ülkenin de hayatı şekillenecek''le biten uzun sohbetler ediliyordu. Bu arada Ahmet' e tuhaf bakanlar da vardı hani . Çünkü o kalabalık içinde, kendisi gibi giyinen. saçlarını uzatmış başka kimse yoktu . Halk Bilimleri Derneği , 1 970'lerden sonra kurulan yüzlerce dernekten birisiydi . O dönem kısmen de olsa, sivil toplum örgütlenmelerine izin veriliyordu, işte bu kıs­ mi özgürlükten yararlanan sol kesim elinden geldiği öl­ çüde örgütlenmeye gitmiş , onlarca fraksiyona bölünen bu kesime ait yüzlerce dernek ortcıya çıkmıştı. Halk Bilimleri Derneği 1 97 1 'de kurulmuştu. İlk ola­ rak Halk Oyunları Derneği ismiyle faaliyet gösteren der­ nek, daha sonra faaliyet alanının genişlemesi üzerine isim değiştirmişti. Ahmet , o gece heyecanlı bir şekilde eve dönmüştü. İçinde yeni bir çevreyle tanışmanın verdiği sıcak duygu­ lar vardı . Yeni tanıştığı çevre ona son derece ilginç gel­ mişti. Bu insanlar, o ana kadar tanıdıklarına benzemi­ yorlardı. Bir kere hiç kompleksli değildiler, kendilerine özgü giyiniyorlardı. Bir çoğu Malatya 'daki arkadaşların­ dan farksız davranıyorlardı. Bu yüzden kendisini bir an­ da Malatya' daki çevresinde zannetmişti. İstanbul' da uzun süre arayıp da bulamadığı bir çevreydi bu onun için. Dernekte aynca gözüne çarpan önemli bir nokta daha vardı . Üniversite mezunu ins2mlar da vardı, okuma yazma bilmeyenler de . Mühendisler de vardı , doktorlar da . Bun l a rı n yanı sıra kendisin i rlerneğe götüren seyyar sat ı c ı l a r dcı vardı. Doğrusu işin en çok da bu tarafı Ah­ mct ' i c e :'.be t rni şt i . İstanbul'da yaşamay·a başladığı ilk yıl­ larcfrı er� çok bunun s ı k ın t ı s ı n ı yaşa mıştı . /\nac1ululu ol­ mak , o kuı,,1amamış olrnak, Kürt olmak, Türkç� ' yi cLiz­ gün konuşamamak, sürekli bir kusur �:ıibi vurulmuştu yü52


l stanbul Bir Garip Şehir I Macera Yılları

züne . kinde bu yüzden büyük bir yara açılmıştı ve en çok da bu yüzden özlüyordu Malatya 'yı . Babasının yıllar önc e , uzun kış gecelerinde , sıcacık sobanın önünde an­ lattığı o İstanbul 'a. ilk yıllarında hiç alışamamıştı. Hayal­ lerindeki İstanbul bu değildi, büyük bir hayal kırıklığı ya­ şamış ve babasının , " İstanbul 'a gitmesine gideceğiz ama, bir gün muhakkak buralara döneceğiz, çünkü insa­ nın kendi toprağı gibisi yok. " sözlerini çok sonra, işte yaşadığı bu hayal kırıklığı neticesi anlamıştı . Dernek bü­ tün bunları hatırlatmıştı Ahmet' c. H üzünlenmiş, eski günlere dönmüştü. Keşke bt: hikaye hiç başlamasaydı diyordu içinden, ama bir kere başlamış ve başlayan bii şeyi bitirmeyi öğretmişti ona ebeveynleri . Ahmet e rtesi gün tezgahını açmamış, bağlamasını al­ dığı gibi sabah erkenden derneğin kapısına dayanmıştı. Kapıda dört-beş saat oturmak zorunda kalmıştı . Çünkü dernekteki herkes başka bir işte çalıştığı için, ancak öğ ­ leden sonra açılabiliyordu. O günkü nöbetçi nihayet gel ­ mişti. Kapıda Ahmet'i elinde bağlamasıyla görünce şaşı­ ran kişi Zinnur Yelderen'di. Ne tesadüf ki; Zinnur Yelde ­ ren dernekte bağlama kursu veren hocaydı. Zinnur ile burada başlayan müzikal beraberlikleri kısa sürse de, dostlukları kalıcı olacaktı. O gün akşam saatlerine kadar Ahmet dernekte otu­ rup , diğerlerinin gelmesini beklemişti . Zinnur Yelderen, nöbetçinin görevleri olan , derneğin silip-süpürülmesi iş­ lerini yaptıktan sonra çay koymuş ve Ahrnet' in karşısına geçip oturmuştu: " Çal bakalım Ahmet, nasıl çalacak­ sın? '' Eline sazı aldığı günden o güne kadar hiçbir yerde sazını çalmaktan çekinmemişti . Orada ne olduysa bir türlü istediği gibi çalamadı. Ortada kimse nin olmaması , kar:;asında oturan Zinnur'un da bir "bağlama hocası·· ol­ ması Ahrnet' in canını sıkmıştı . Elini her kaidırdığında. " Öyle olmaz" cliır,� müdahale edecekti Zinnur. Ah· net'in 53


b a ş ım

bel ada

acayip derece canı sıkılmış, bağlamasını bir kenara koy­ muş , konuyu bağlama çalmanın dışına getirmeye çalış­ mıştı . Artık derneğin müdavimidir

O günden sonra, derneğin müdavimleri arasındaki yerini almıştı Ahmet. Kısa zamanda herkesle tanışmış ve kaynaşmıştı . Rahat tavırları, giyimi kuşamı , bağlama ça­ lışı onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerindendi. Herkes Ahmet'ten söz eder olmuştu . Diğer yandan seyyar satıcılık işine devam ediyordu; ancak bu kez Doğulu guruptan ziyade , devrimcilerin arasında duruyor, diğer arkadaşlarını da derneğe davet ediyordu. Dernekte bağlama kursunun yanı sıra, "top­ lumlar tarihi " , ·'halk bilimleri " alanlarında kültürel eğitim de veriliyordu. Haftanın üç günü düzenli seminerler var­ dı ve herkesin· kcıtılması zorunluydu . Bununla beraber folklor ve tiyatro çalışmaları yürütülüyordu. Ahmet se­ minerlerden elinden geldiği kadar kaytarmaya çalışıyor­ du. Bağlama kurslarını ise hiç kaçırmıyordu. Fakat tiyat­ royu, denemesine rağmen başaramıyordu . Ahmet'in bağlama çalışı ve sesi herkesi büyülemişti . Dernekteki otoriteler tarafından bağlama ça\;şı ve söylediği parçalar sloganvari bulunup beğenilmese de, genel yargı olum­ luydu. Bu yüzden dernek gecelerinin aranan ismi olmuş­ tu. İşin doğrusu, o döneme kadar gecelerde bağlama ça­ lan , Abuzer Karakoç, Zinnur Yelderen ve A li Çelik ile arasında kıyasıya bir ya rış başlamıştı. Derneğe artık iyice alışmış, bu çevrenin önemli isim­ lerinden birisi olmuştu. Bir gün arkadaşlarıyla, Toptaşı Cezaevi' ncle bulunan dernek başkanı Tahir Çiçekçi'yi zi­ yarete gitmişti . Çiçekç ; o ilk karşılaşma anını şöyle anla­ tıyor: "Se n e 1 9 76. Ben Top ta ş ı Cezae v i ' n de 1,1dirn . 54


l stanbul Bir Garip Şehir I Macera Yılları

Ha lk Bilim leri Derneği ve Erz incan J{ü ltür ve Daya­ n ışma Derneği yönet icisiydi m. O dö n e mde k i bas k ı la r neden iyle yatıyordum. B i r g ü n Ha lk Bilim leri Derrıe­ ği 'nden gelen bir guru p arkadaşla birlikte A h m e t de ge ldi. Beni çok merak etmiş, n a s ı l bir adam d iye. Bo na da onu a n /a tm ışlardı. A h met diye bir çoc ı ı k va r, çok heyeca nlı birisi, güzel sesi var, iyi bağla m a ça lıyoı diye. Ahmet o gün çok heyecan lıydı, bo no ikide b i ı; 1bu rada sıkı lm ıyor m us u n ? ' diye soruyordu. Onu çok sevim li b u ldum, o da beni çok sevdi, çlaho son ra do birkaç kez geldi cezaevi n e . . . "

Dernekte geçirdiği zaman içinde Ahmet birçok yeni şey öğrel"lmiş , politik olarak gelişmeye başlamıştı . Der­ neğe ilk geldiği günden bu yana çok değişmişti. Hem düşüncesiyle, hem de dış görüntüsüyle . Fakat de�işrne­ yen tek şey vardı , müzik anlayışı . Bütün ısrarlara rağ­ men, bağlama çalışında hiçbir şey değişmemişti . Ah­ met'i bu işin usta.lan ele.ştiriyor, a�na onu dinleyen kala balıklar büyük bir coşkuyla destekliyorlardı. İşte bu des­ tek Ahınet'i "Yaptığım doğru dernek ki " noktasına geti­ riyordu . Saçlarını kesmişti, giyimini de değiştirmişti . Ar­ tık seminerlerden de kaçmıyor ve sıkılmıyordu . Ahmet bir taraftan çalışıyor, bir taraftan müziğiyle il-· gilerıiyordu . İşte bu günlerde seyyar satıcılığı bırakarak, babası ve abisinin de bir dönem çalıştığı . hemşerileri Er­ meni ailenin yanında çalışmaya başlamıştı. Şişhane' deki I<um Tel telefonlarını Antranik isimli bir Ermeni vatan­ daş çalıştırıyordu. Dernek çevresindekilerin birçoğu orta halin altmda insanlardı, çoğu kıt kanaat geçiniyorlardı. Ahmet, Tahir ve Zinnur da bu kıt kanaat geçinenler ara­ sındaydı. Zinnur memurdu . Ahmet haftalıkla çalışıyordu, Tahir ise dah,1 okulunu bitirememişti, işsizdi. Sigara hep ortak içilirdi, gözde sigara ise Birinci idi . Derneğin arka tara55


ba ş ım

belada

fında, ufak bir mutfak vardı, orada bir tek tava vardı, her günün değişmez menüsü bol acılı rnenemendi. Yumurta ve domates alınacak para bulunmadığı günlerde ise çor­ ba içilirdi. Derneğin karşısında iki lokanta vardı. Gidip gelenlerin uğrak yeri olan Anadolu Sofrası , sahibinin Malatyalı olduğu ucuz ;;emeklerin satıldığı bir yerdi. Bir de Trabzonlu bir hacının işlettiği lüks bir lokanta vardı. Uzun sakallı, iri yan olan hacının lokantasına dernekt2n pek kimse uğramazdı ; uğramayı bırakın, hacı kapıda du­ rur, derneğe gidip gelen gençlere sataşırrlı, arkalarından " komünist kafirler " diye söylenirdi . "Anadolu Sofrası" bu gençlerin uğrak yerlerinden bi­ ris;ydi. Nedense buraya gittikleri zaman , Ahmefte hiç para olmazdı. Hadi o da önemli değil, diğerleri paraları olmadığı için çorba içmek, ya da menemen yemekle ye­ tinirken; Ahrrıet, kuru fasulye yiyor, yanına az pilav ve cacık :stemeyi de ihmal etmiyordu. Kuru fasulye 20 li­ raydı ve dernek üyelerinin favori yemeğiydi. Az kuru, az pilav yenildiğinde bile bayram ediliyordu. Çiçekçi'nin anlatımına göre diyaloglar genelde şöyle gelişiyordu: - Buyrun . . .

-3

a:-.

k u ru, 3 az p i la v . . .

- Ta t lı alı r mısı n ı z ? A z ta tlı va r m ı ydı aca ha ? Dernek ::ırkadaşları birgün Ahmef e bir oyun ovna· m<n;a karar verdiler. Zinnur Yelderen maaşını aldığırıı ve onları yemeğe götürmek istediğini söyleyince , plan uy­ gulamaya konuld u . Gittikleri yer ise Trabzonlu hacının )ok:ıntas;ydı. Tahir ve Zinnur "hacı"nırı lokantasında ku­ ru fa s ul y e isterler, Ahmet yine parasız olmasına rağmen en iyi yemekleri SÖ\Jlcr. Yemekler yenir, 7innur; '"ben şu­ radem bir sigara al<:') ıın da bayram edelim" diye kalkar masadan , Tahir ise Zirınur'un ;ıemen cırdmdan üç çay 56


l stanbul Bir Garip Şehir I Macera Yılları

söyleyip , gazete almak için ayrılır orad.:ın . Gidiş o gidiş Ahmet çayını içer ama hala ortalıkta kimse yoktur. Ah­ met oyuna getirildiğini fark etmiştir, işin kötüsü hacı da olan biteni anlamıştır. Ahmet'e pis pis bakar. Anadolu Sofrası olsa durumu izah edebilecek ama, Hacı 'ya izah edebilecek gibi değil durum. " Galiba hesabı sana ödettirecekler arkadaşların " eler Hacı . Ahmet altında kalır mı bu durumun? Hesabı zaten kendisinin ödeyeceğini; fakat aksilik ya, cüzdanını der­ nekte bıraktığını, izin verirse gidıp hemen geleceğini söyler. Hacı diretir, " Hayatta olmaz, ya a�kadaşların ge­ lecek, ya de. mutiağa gidip akşama kadar bulaşık yıkaya ­ caksın ·· der. . . .

Ahmet, Malatyalı olmasından girer; kendi babasının da hacı olduğundan , gece gündüz Kur'an okuduğundan çıkar. Hatta, çocukken Kur'an Kursu'na bile gittiğinden dem vurur; ama hcıcı kül yutacak gibi değildir. Sonunda kimliği karşılığında oradan çıkarL çok kızrr:ıış bir vaziyet­ te derneğe koşar.- Dernekte Tahir .ve Z innur herke si fop� lamış, olayı anlatıp, kahkahalarla gülerken, Ahmet sert çıkar: " Bu yaptığınız bir devrimciye yakışmaz" diye tavır koyar. Sonraki üç gün derneğe iki sokak arkadan dola­ şarak gelir bu üçlü. Üçüncü günün sonunda para bulun­ muş v2 Ahmet' in kimliği alınmıştır Hacı 'dan. Ne tiyatro, ne folklor . . . arada dernekte yoğun bir şekilde tartışmalar de­ vam ediyordu. Tiyatro folklor, el sanatları ve fotoğrafçı ­ lık alanlarında oluşan guruplar faaliyetlerine hız vermiş­ lerdi. Ahmet' e hep baskı yapılıyord u . "Tiyatro grubuna . katıl , bu konuda çok iyisin . diye . Bir · iki deneme sonıJ­ cunda başaramıyordu ve " Ben oynam;:ım arkadaş. ger­ çek hayatımda espriler yaparım . fıkralar anlatının. amrı Bu

57


ba ş ım b e l ada

burada sahnede olmaz" diyordu. Folklora ise bir türlü ayak uyduramıyordu. Ahmet'in girdiği folklor dersinden hocalar hiç verim alamıyordu ; çünkü bir türlü hizaya gi­ remiyor, onun girdiği derslerde halay bile çekilemiyor, kahkahalardan herkes yerlere yatıyordu. "Çalışmalara katılmıyorsun '' diye kendisini eleştirenlere, bir müzik adamı olduğunu ve müzik dışında hiçbir işle uğraşama­ yacağını söylüyordu.

Ahmet'ten kapitalizm semineri Müzikte onunla başedemeyenler, diğer yönlerini eleş­ tirmeye başlıyorlardı . Rakipleri Ahmet'in dernekteki tar­ tışmalara katılmadığını gündeme getiriyor ve politik ola­ rak yetersiz olduğunu savunuyorlardı. Hatta böyle bir tartışmanın sonunda, Ahmet'ten kapitalizm üzerine bir se �iner verilmesi isteniyordu. Tahir (İçek�i konuyu öğ­ renene kadar seminerin günü ve saati kararlaştırılmıştı bile. Tahir Çiçekçi olaya müdahale etmesine rağmen, arkadaşları itiraz etmiş ve Ahmet'in dernekte bulunan herkes gibi iddialı olduğunu, seminer vermesi gerektiği­ ni savunmuşl(;lrdı. Çiçekçi bu olayı şöyle anlatıyor: "Kapi ta lizm nedir,

a n la t dem işleı; o da a n la tı rım dem iş. 'Ah m e t 'e bu aşamada b u n u a n latma görevinin verilmesi yan lıştıı; çocuk drıha okuyor, izliyor, daha çok erken. Ancak kendisinden böyle bir ta lep gelirse verilir' dememe rağmen o n la rı raz ı edemedim. Diğer müzisyen arka­ daş/arla sü rekli cebelleşiyor/ar. Düzen lediğimiz etkin­ liklerde Ali Çelik 'in s logan vari, eklektik parçalcı rı rı ı ondan önce çı ktığı için söylüyoı; kapışıyorla rdı. Bana şikayet ediyorlardı bu n lar A h m e t ' i . . . Ben de 'Za ten bövle beste olmaz . önemli m i çok?' diyord u m . On la r bu vesileyle A h m e t "i köşeye sı kıştırmayı on ıu ç /ıyor58


l stanbul Bir Garip Şehir I Macera Yılları

laı� Ney�e Ahmet bir okuma s ü recin e girdi, hazı rla n­ dı ve sem ineri verecek gün geldi, ça t t ı . Sem iner sa /o nu dolu, içerde ben de varı m. Ahmet baş ladı a n lat­ maya, bazı ta kı ldığı nokta lar vardı, be n ycı rd ı mcı ol­ maya ça lışıyoru m . Diğer arkadaşlar; 'Du r Ahmet a n ­ lataca k ' diyorlar. Ben artık dayanamadım, m üdaha le ettim ve dedim k i; 'Kardeşim burada bir i m tihan, bir ya rışma yapmıyoruz, kon u n u n a n /atı lması nda o n u n eksik b ı ra ktığı noktala rı ben tamam layacağım, be­ n im eksik b ı ra k tı k ları m ı siz tamam layaca ksı nız. Se­ m iner bir söyleşi ve m uhabbet içerisinde geçsin, res m i bir topla n tı gibi olması n. ' Ahmet, 'Tahir doğru söylüyor, ben de za ten böyle düşünm üştüm ' dedi. Se­ m ineri öylece a tlattık, ama bu A h me t ' i n verdiği i l k ve son sem iner oldu . . . " İlk cezaevi deneyimi Dernekteki günleri, hızlı · bir yaşamı da beraberinde getirmişti. Birçok sol gece ve programlarda sahne alı­ yordu. İşte yine böyle bir programdan sonra aranıyordu. 1 9 7 7 yılında Beyoğlu'ndaki bir cafede düzenlenen Na­ zım Hikmet'i anma gecesinde sahne almıştı Ahmet Ka­

ya.

Gerisini Mustafa Kaya anlatıyor: "1 977 yı lında bir gece ben im Beyoğlu 'nda k i evime baskın yapı ldı . Ah­ m e t 'i arıyorlardı. Meğe r o gün Nazı m Hikmet 'i anma etkin liği varm ış, Ahmet de o rada sah n e a lm ış, şiirler okum uş, sağa sola sataşm ış. l'ier tarafta ara n ıyor De­ dim k i, bu rada yok, gelirse ben söylerim. Ahmet de meğer Ba kı rköy 'e an neme doğru gid i yo rm u ş . Tabi polhler de, Ahmet oraya gidebilir diye eve yak ı n bir yerde bekliyorla rm ış. Orada ya kala m ışla r ve sorgu­ dan sonra cezaevine gönderm işler. Ya rgı laması 5 ay

59


ba ş ım

belada

s ü rdü, o s ü reçte Sağm a lcı la r Cezaeui 'nde ka ldı . . " .

Böylelikle ilk cezaevi deneyimini de yaşamış oldu . ·' Bu süreçte çok çekti " diyor Mustafa Kaya. cezaevinde de sürekli müziğiyle uğraştı . Mustafa Kaya askerlikten soma Beyoğlu Vergi Daire­ si 'nde memur olarak işe başlamıştı . Nurcan ile Emine ise evlenip Alrnanya'ya yerleşmişlerdi. Evde 4 kişi kal­ mışlardı: Baba Mahmut, anne Zekiye, abla Songül ve Ahmet . . . Askerde orkestra kurdu Ve Ahmet'in askerliği gelip çatmıştı . 1 977 yılının sonlarında askere gitmişti . İşte Musto.fa Kaya'nın ağzın­ dan_ Ahmet ' in askerlik günleri: "A hme:t aske r'liğin i Gelibo l u 'da yap t ı . Baş langıçta s Cı rekli k<ıçıyord u. Kışlasına kadar geri götü rüyor­ dum, her sefe ri nde de geri ge liyordu. Ne o ldu Ah­ met? İzi n a ldım diyord u . . . İz i n fa la n yoktu tabi, kaçı­ yord u . B iz artık b ı k m ı ş t ı k . Bir gün z iya retine gittim, dedi ki: 'Ab i k u r tu ld u n uz benden . ' 'Hayı rd ı r A h me t ' ded i m . 'Ba na b i r bağlama get i r, gerisine karışma, a r­ t ı k b u radayı m askerlik b i tene kada r. ' dedi. Her sefe­ rinde kaçması n dan, kom u ta n la rı da s ı k ı lrn ış, sen n e i ş yapars ı n dem iş ler buna. Müzi k yaparı m , başka b i r işten a n lamam dey i n ce de, Ord uevi 'ne verm işler. Orada bir o rkes tra k u rm uş ve ça lmaya baş lamış. Biz de çok ra h a t la m ı ş u e aca yip keyifle n m iş t i k . A h m e t a r t ı k kaç m ı yo rd u . 2-3 ay s o n ra ziya retine g i t­ tim, orada da m ha t durmamış, h e r şey iyi giderken, Ahmet ra ha t ı n ı kendi e l le r i yle boun u ş . B i r l ı g i n baş­ çavuşu a n la t m ıştı. Dedi ki, "Biz bun u n la başedern iyo­ ruz. A kşam oldu m u , general e lbises i n i giyiym, b i s i k 60


l st<ınlıul Bir Garip Şehir I Macera Yılları

/ete b ı n ip ş e h i r içi n d e t u ra ç ı k ı yo r. B ü tı'i n i nz i ba t l a r s e la ma d u ruyo r la r. Kı llı i.Jaca k fa r, ba� ı n da şap ka, b i r d e dört yı ldız lı p a l to . Sa ba f ı b ü t ü n l ı e rkes kom u ta n ı n ka rş ı s ı nda. Ko rn u ta n ı m b i rşey m i o l d u ? B i r i k i Liç der­ k e n , ada m b i r b u na lm ı ş ve 'Her gü n n iye ka rş ı m a ge­ l ip, b i r şey m ı o ld u d iye s o ru yors u n u z ' dem iş . Dem iş­ ler

k i, 'her gece b is i k le t /E: gez iyors u n uz . ' Böyle o l u n ­

c a A h m e t ' i n foya s ı o r ta ya ç ı km ış, 'Bu gece b i :> i k le t le geze n i ya ka l a y ı n b a k a l ı m . ' dem iş ler. B i r ba k m ı ş la r A h m e t . B i r hafta cezo e u i n e koym u ş la r o n u . . .

"

/\hrn2t' i askerliğe ba ğ laya n da yine müzik ve kurdu­ ğu orkestra olmuştu . "Yoksa biz yanmıştık" diyor Mus­ tafa Kaya . Öyle veya böyle bitirmişti askerliği . Sivil ha­ yatta ise aynı sıkıntılar, biraz daha artarak devam etmiş­ ti.

Mustafa Kaya 1 9 7 8 y ı lı nd a evleniyordu. Evlendikten k ısa bir süre soma da ayrı bir eve taşınıyordu. Artık ken­

di hayatını kurmuştu 1;e aileye maddi bir katkısı olmu­ yordu. Baba Mahmut Kaya ile Songül Kaya çalışmaya devam ediyorlardı . Ahmet ise iş arayıp duruyordu .

Emine diye bir kız Halk BiliıT.leri Derneğ:· n e gidip gelenlerin çoğu aile ­ lerini de beraberinde gö t ü r üyo rd u. Aileler bu yüzden

derneği tanıyor ve güveniyordu. Mustafa Kaya ve eşi de dernek gecelerine katı l a n l a r a r as ı n d ayd ı Mustafa Ka­ ya · n ın eşi de !emekteki faal kadınlardan birisiydi. Emi1 ı e Başa isimli arkadaşıyla . bütun sc-syal etkinlikl e rde c1k­ tif ola rak görev alıyordu . ı\ı/nca Sakatlar Derneğı ' nd e d e gönüllü olarnk çah şıı_J orlard ı . İşte Ahmet Kaya bu der­ nek çalış• nalarından birinde Emine Başa ile tanışıyordu. Aralarındaki diyalog bir s ü re sonra a:,;ka d ön üş üyo r ve ç ıkmaya başlıyorlardı . B u flört devresi kısa süre sonun.

61


ba ş ım

b e l a da

da evlilikle r�oktalanıyordu. Mustafa Kaya o günleri şöyle anlatıyor: "Eş i m i n bir a rkadaşı vardı Em ine is im li. Bu n la r ç o k faa l insan la r, b i r sürü dern eğe üye ler, ça lışıyorla r. A h m e t, Em ine 'yi görd ü k te n son ra bana, 'A b i ba na b u kızı a ya r la . . . ' dedi. B u n u n üzerin e s ü re k l i b ize ge­ l ip g iderse, b u n u n da h a kolay o lacağ ı n ı söyledi m . Çü n kü , E m i n e d e s ı k s ı k bize gel iyord u . B u şe k i lde sam im iyetleri n i i le rle tti/er. Be n den b i r y ı l son ra o n la r da e v lendi. O s ı ra la r A h m e t 'i n e n b u n a l ı m l ı dönem­ le riydi. Doğ u m san c ı ları çekiyord u, kesin birşeyler yapacak t ı . Çok do l u ydu ç ü n k ü . E v l i l iğin ilk zam a n la ­ rı n da , babam /arla birlikte o t u rm a k zon.mda kalması da o n u b u na ltmıştı . "

1 97 9 sohunda evlener-ı çiftin nikahları Beyoğlu Ev­ lendirme Dairesl'nde kıyılmıştı. Klasik bir düğündü. Dü­ ğünün çalgıcıları ise çok tanıdık iki isimdi; Tahir Çiçekçi ile Zinnur Yelderen . Tahir davul çalıyordu, Zinnur, zur­ na. Ama halay bir türlü yürümüyordu. Çünkü davulcu, Doğu Anadolu yöresinden çalıyordu, zurnacı Trakya yö­ resinden . . . Tüm düğün alayı davulcu ve zurnacıya gülü­ yordu, halay yerine bu ikilinin çaldığı müzikle coşuyordu herkes. Dernek yönetimi ise bir piknik düzenlemişti . Se­ def Adası'na gidilecekti, 22 kişilik bir motor tıktı basa doluydu. Orada da davulcu ve zurnacı krizi devam ede­ cekti. En sonunda çözüm bulunacak ve Tahir, "Ahmet de doğulu olduğuna göre, o benim çaldığım makamda zurna çalabilir" diye bir öneri getirecekti . Bunun üzeri­ ne zurnayı Ahmet almış, ama davul ile zurna arasındaki uyum bir türlü sağlanamadığı için halay, şarkılar eşliğin­ de çekilecekti . Düğün töreni ve eğlerıce bittikten sonra gelin ile da­ mat dosdo�ru damadın, J<:ocamustafapaşa 'claki aile evi62


l stanbul Bir Garip Şehir I Macera Yılları

ne yerleşmişlerdi . Bir süre bu şekilde yaşadıktan sonra . Sarıyer'de ufak bir ev tutulmuş ve çiçeği burnunda çift buraya taşınmıştı.

Evlilik neyi değiştirecek? 1 980'1ere girildiğinde Ahmet artık evli bir adamdı . . . Buna rağmen, gündeminde öncelikle mü?.ik vardı , çün­ kü artık müzisyen 'Jlma durumunu aşmış , kaset yapma arayışi içine girmişti. Bütün bu sorumlulukların üstüne bir de evlat sorumluluğu yüklenmişti ; çünkü kızı Çiğdem bu hengame içinde dünyaya gözlerini açmıştı bile. Emi­ ne ise , Sakatlar Derneği'ndeki görevini devam ettiriyor­ du bir yandan . Bir gün eve, dernekten bir gurup arka­ daşının geleceğini söylemişti Ahmet'e . Hazırlıklar yapıl­ mış ve misafirler bekleniyordu. Bir minibüs dolusu en­ gelli insan kapının önünde durmuştu. Bazılafl görme en­ gelli, bazıları yürüme . . . Ahmet bu davetten sonra solu ğu dernekte almıştı; konuyu anlatmak için . Derneğe gi­ rer girmez, bu ilginç daveti abartarak anlatmaya başla­ mıştı; "Yahu, ben de m isafir den ilince bir iki dern ek

yöneticisini bekliyorum. Bir de baktım ki bir m in ibi.is dolusu insan. Bun la r yürüyem iyor tabi, ben sırtı mda eve taşıyoru m, götür götür bitm iyor, a rtı k sı rtıma a l­ dığımı kapıya doğru fı rlatıyorum. Kapı ö n ü nde et yı­ ğın ı oluştu, bağı ran bağı rana . . . "

Kaset çalışması gündemde Bu arada müzik çalışmaları son hızla devam ediyor­ du. Ahmet bağlamasını ilerletmişti ve artık besteler yap­ mak istiyordu. Bu sırada derneğin İstanbul dışında çeşit­ li toplantıları oluyordu. Kemalpaşa, Sivas, Gümüşhane ve Trabzon'da düzenlenen toplantılara Ahmet de katılı­ yordu. Bu toplantılarda slayt gösterilerine ilaveten , fo63


ba ş ım

b e; l a d a

toğraf sergileri, tiyatro ve folklor guruplarının etkinlikle­ ri de yer alıyordu. Ahmet bu gösterilerde Ali Çelik'in bestelerini çaldığı içi n , aralarındaki kavga da devam edi­ yordu. Ahmet' in bu yıllardc:ı ezeli rakipleri . Abuzer Kaı a­ koç . Ali Çelik ve Zinnur Yelderen idi . Bu dörtlü, müzikal anlamda sürekli bir didişme içindeydi. Bir kaset yapma fikri artık iyiden i)ıiye şekilleniyordu. Ahmet ile Zinnur beraber bir çalışma yapmaya başla­ mışlardı . Zinnur'un ha;:ırladığı rc;p e rtuarı çalıyorlardı ama oricıda bir sorun vardı ki , bu da Ahmet'in saz çalma biçimiydi. Zinnur buna acayip derecede kafayı takmıştı, çünhü o halk müziğine yatkın bir isimdi . Otantik çalış­ maya bağlı kalmayı istiyordu. A hmet ise kendi kendine edindiği kuralları ve tarzı sürdüre rek, içinden geldiği gi­ bi özgürce çalışmayı istiyordu. Oysa Zinnur'un önı:ordiği parçaların hemen hepsi halk müziği parçalarıydı ve üs­ telik bazıları çok sesli 3nlayışa uygundu. Aynı tarzda an !aşmaları neredeyse imkansız �ıörünüyorc.lu. Ahmet ısrarla ·•en azından sentez yapalım " d iyordu . Ahmet'e göre, zaten herkesin icra ettiği tarzda bir halk müziğinin kendilerine bir şey kazandırması mümkün de­ ğildi . Bunun yerine yeni hir ürün ve farklı bir tarz orta­ ya koyrr;alan gerektiğine inanıyordu. Ortak bir noktada buluşamıyorlardı . Zinnur Yelderen o günleri anlatırken , " Sesinin güzelliği yüzünder· vazgeçemiyordum ondan . immılmaz hir şekilde hepirnizi etldiyordu" diyordu. Zin nur'un Cha ngiı- 'deki e v i n d e gi'ı nlcrc� süren ve kü­ İ8 ,h:� kayıt eclilcı rıcırçal2w bu uyumsuzluğun bır türlü giderilemcyece�,ini qösteriyo ı du . Müzik a n la)ıı şl a rı km usundc:ıki anlaşrnaziık!arı sonucu z : rı nur ile /\l ı i n e t' i n )Oll<: n :-wnima noktasına qı,lrıişti ,_,:ik bir

/\hm et Kıya'nın müziği de , nek ve çcvrc:,ind( dc ta r­ tışrn,1ların oJağını oluşturuyordu . A�;lındd /\ hrı : ·l Kayi.ı

64


l stanbul Bir Garip Şehir I Macera Yılları

yıllar sonra, ekol olacak. milyonlar satacak, dilden dile dolaşacak şarkılarının alt yapısını da o günlerdı; attığının farkında değildi. Buna rağmen tarzından vaçgemiyordu. Hatta bu uğurda dernekten dışlanmayı bile göze alıyor­ du. Bulunduğu politik çevredeki diğer m:jzisyenlerin. kendisine karşı bunu bir silah olarak kullanmaları bile onun geri adım atması için yeterli olmuyordu. İşte bu günlerde Atatürk Eğitim Enstitüsi..i ' nde müzik hocalığı yapan Tevfik Işıktimur ile bir araya geliyordu. Tevfik Işıktimur ile bundan bir süre önce, Tünel Kültür Evi'nde tanışmışlardı ve bu ikili beraber çalışmaya başla· mışlardı. Işıktimur, Ahmet'in bağlama çalışını ve sesini beğeniyordu, ilk defa bir hoca, tarzına itiraz etmeden beraber çalışmayı kabul etmişti. Tevfik ile Ahmet'in be­ raberliği, Muammer Sun 'dan müzik dersleri almaya baş­ lamakla , daha bir ivme kazanıyordu. Ocakbaşı resitalleri Tarzına itiraz etmeyen bir hocayla çalışmak Ahmet Kaya'nın yıllardır hayalini kurduğu bir şeydi. Sonuçta bu özlemini gidermiş ve Işıktimur ile çok uyumlu bir şekilde çalışmalarını sürdürmeye başlamıştı. Bu günlerden birin­ de Ahmet'in kulağına bir haber geliyordu. Arkadaşların­ dan Şinasi Özdemir, Galatasaray' da bulunan bir ocakba­ şından söz ediyordu. Gelen haberler eğer doğruysa, ta­ nışmak, tartışmak, ders almak istediği birçok müzisyen buraya geliyor ve burada müzik üzerine uzun tartışmalar yapılıyordu. Haberi alır almaz, soluğu ocakbaşında al­ mıştı. Ocakbaşının müdavimleri arasında, birçok sanatçı vardı . Buradaki faydalı tartışmalarla beraber. Ahmet ye­ ni bir çevre de edinmiş oluyordu. Ocakbaşındaki müzisyenlerle tanışmasına tanışıyor, fakat umduğunu bulamıyordu . Çünkü daha ilk gün , sazı65


ba J ım

belada

nı eline alıp söylediği ilk parçada , orada bulunan çoğu kişi kendisine tavır alıyordu. Eleştiriler yine başlıyor, Ah­ met'in yıllardır bıktığı eleştirilerin aynen tekrar edilmesi onu çok yıpratıyordu. Arif Sağ ile Nida Tüfekçi de Ah­ rnefi n yaklaşımına itiraz edenlerdendi . . . Hatta ikili, Ah­ rnet' e, "Sen Malatyalısın, Malatya türküleri çal, bırak ye­ ni arayışlar, maceralar peşinde koşmayı" diye çıkışıyor­ lardı. 70'lere heyecanlı veda 1 970'ler Türkiye solu için "en parlak" dönem olarak geçmişti tarihe . Sol kesim, Türkiye tarihinde hiç olma­ dığı kadar özgür olmuş, örgütlenmesini gerçekleştirmiş, farklı fraksiyonlara bölünmüş olsa da, aynı çatı altında birleşmeyi zaman zaman becerebilen en geniş kesim ol­ muştu. Üniversite gençliği hareketli günler yaşıyor, he­ men her gün eylemler yapılıyor, emperyalizm karşıtı gösteriler düzenleniyordu. Bir kuşak öncesi kayıp bir gençlik, bir maceraya atılıyordu. Ülkesinin bağımsızlığı­ nı hedefleme adına giriştiği mücadeleler için, bu gençlik birkaç yıl sonra oldukça ağır şekilde suçlanacak ve yar­ gılı yargısız cezaevlerine tıkılacaktı. 80'lere girildiğinde kimsenin başına geleceklerden haberi yoktu. Haberi olmasını bırakın, her gece "yarın kesin devrim olacak" beklentisiyle uyanıyor, yarınlar için büyük ümitler besleniyordu. İşte bu ortam içinde Ahmet de kendine geniş bir zemin bulmuştu, kendisini ifade edebiliyordu. Halk Bilimleri Derneği ile başlayan süreç, birçok sol derneğin gecesinde sahne almasına kadar uzanmış, benzer gecelerin aranan ismi olmuştu. Müzik tarzı iizerine tartışmalar da çoktan başlamış, "Bu adam türküleri bozuyor" eleştirileri yoğunlaşmıştı . İşte gençliğin tam da hayata tutunduğu bu dönemde, 66


lstanbul Bir Garip Şehir I Macera Yılları

bir sabah artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak şekilde bozulacaktı . Şimdi artık acı günler başlayacaktı. Türkiye tarihinde idamlarla, cezaevleriyle, işkenceyle anılacak bir zaman diliminin miladıydı bu: 1 2 Eylül ve sonrası .

67



Dördüncü Bölüm

VE NİHAYET İLK KAS ET 1 2 Eylül:

"İşte bizim hikayemiz burada biter"

Bir güneşti gördüğüm dağlar ardında Uzanıp gittiğim yollar ateşti sanki Tuttuğum ellerde dostluk saklı bağrımda

Yürüyüp gittiğim yollar ateşti sanki...

i ş t e bizim hikayemiz h e p böyle gider Umutlar hep gecelerde yol olur gider İşte bizim hikayemiL burada biter Aydınlıklar karanlıkta yol olur gider. . . (Ahmet Kaya)

7 0'\i yılların başında cılız bir şekilde çıkmaya L.:ı..şla­ yan sol hareketlerin sesi, 1 980 yılına gelindiği' <: : ol­ dukça gür çıkmaya başlamıştı. Orhan Genceba�,- i 'Jir­ likte revaçta olan arabesk müziğe karşı sol çevred,�: t�u­ hi Su, Rahmi Saltuk, Selda Bağcan ve Zülfü Livark i ' nin sesleri yükseliyordu. Bazıları devrim türküleri söyıuvor­ du, bazıları ise kader şarkıları. Ahmet Kaya ise iki tarzı da dinleyerek büyümüştü, belki de bu ikisi arasında gidip gelmesinin n edeni buydu. Müzikte sentez yapma fikri de aynı nedenden kaynaklanıyordu. Üniversiteler bu dönemde hareketlenmeye başlamış. 69


ba ş ım

b e l a da

1 960'larda kampüslere hakim olan aşk türküleri yerini devrimci marşlara bırakmıştı . Sol çevreler bir gün mut­ laka devrim olacağı fikrine her gün biraz daha fazla inanmaya başlamıştı. 1 2 Eylül sabahı Türk solu için bir dönüm noktası ola­ cak, devrim marşları ve türküler birden bire susacaktı . Tank sesleriyle uyanan ülkenin her sokağında ve evinde solcu bilinenler avlanacak ve hallaç pamuğu gibi dağıtı­ lacaktı . Olağanüstü bir dönem başlıyordu artık. Bu ala­ bildiğine yoğun bir baskı dönemiydi. Türkiye solu tam bir bozgun yaşıyordu, izleri uzun yıllar silinmeyecek ağır bir bozgundu bu. Öyle bir bozgundu ki 1 5- 1 6 yaşların­ daki çocukları bile suçlayarak yıllarca içeride çürütecek ve dışarı çıktıklarında bile kendilerini bir daha toparlaya­ mayacak hale getirecekti. Dışarıdakilerin durumu da içerdekilerden pek forklı olmayacaktı. Örgütlerin dağıl­ ması, partilerin susması, sendikaların feshedilmesi ve in­ sanların yalnızlaştırılması bir yana, korumasız, dayanak­ sız ve umutsuz bir şekilde aynı bozgunu başka bir boyut­ ta yaşayan koca bir toplum profili ortaya çıkacaktı . O süreçten Ahmet Kaya ve arkadaşları da en ağır bi­ çimde etkilenmişlerdi. Dernekleri kapanmıştı, birçok ar­ kadaşları içerdeydi . Türkülerin sesi artık hiç çıkmıyordu, sol çevredeki tartışmalar yerini derin bir sessizliğe bırak­ mıştı. Ahmet Kaya'nın tarzında 1 2 Eylül'den sonrJ da hiçbir değişiklik olmamıştı , o aynı şekilde bir arayış için­ de müziğine devam ediyordu. O günlerde cezaevinde bulunan Tahir Çiçekçi'ye gönderdiği bir mektupta , eski günleri özlediğini belirtiyor ve bu duyguyla bir beste yap­ tığını yazıyordu . Bestenin adı, İşte B iz i m Hi kayem iz idi . Ahmet söz konusu bestesinde, 1 2 Eylül öncesi ha­ yallerinden söz ediyor. onlara ilişkin özlemlerini dile ge­ tiriyor ve doğacak güneşin nerede kaldığını sorarak. ya­ şadığı hayal kırıklığını özetliyordu. Aslında hayal kırıklığı 70


Ye Nihayet ilk Kaset ! 1 2 Eylül: "işte bizim hikayemiz burada biter"

yaşayan sadece Ahmet Kaya değildi, o yalnızca, hayal kırıklığıyla geçen bir tarihin sesi olmuştu. Bu ülkede tarih hep hayal kırıklıklarıyla doluydu. Pay­ laşılamayan bir şey vardı, kimileri buna vatanseverlik di­ yordu, kimileri yurtseverlik. Söylemde ikisi de aynıydı. Çok keskin çizgilerle ikiye ayrılmış olan ülkede her on yılda birileri geliyor, bir kuşağın bütün ümitlerini yıkıyor, hikayelerini orada bitiriyordu. Ahmet Kaya kuşağına ka­ dar ne çok hikayeler başlamış ve bitmişti bu ülkede. Ah­ met Kaya yine az da olsa içinde bir ümit barındırmış ve aydınlıkların asla yok olmayacağından .söz ediyordu. Bu ümidini yıllar yılı taşıyacak, ileri bir süreçte popüler ola­ cak kimliğinin yanında taşıyacağı muhalif, devrimci, de­ mokrat ve başkaldıran ruhunu bu şekilde ayakta tutacak­ tı. Bu ayrılığa dayanır mı bu yürek? �

.

�:

/\hme1 Kaya evlendikten bir yıl sonra · kızı Çiğdem doğmuştu. Ahmet'i hayata bağlayan önemli bir geliş­ meydi bu. Ama eşi Emine ile aralarında devamlı sorun­ lar çıkıyordu. Emine , Ahmet'in doğru-dürüst bir işte ça­ lışmasını istiyordu. Kaset yapma çalışmalarını ise hayali buluyor ve sürekli olarak eleştiriı.;ordu. Ahmet'in ise en son yapacağı şey, dokuz-beş mesaisi ile bir işe girip '"ev babası" olmaktı . İşte bu noktada anlaşamıyorlardı . Bir gün Ahmet, Sanyer'deki evine gittiğinde hayatı­ nın şokunu yaşıyodu. Ev bomboştu. Eşyaları boşaltıldı­ ğı gibi Emine ve Çiğdem de artık yoktu. Mustafa Kaya, Ahmet'in büyük hayallerle kurduğu yuvasının yıkıldığı bu günleri şöyle özetliyor: "A h m e t b i r gün e ve gidiyor, b i r ba kıyor k i ; evde h içbir şey yok . Em ine, Çiğdem 'i ve eşya ları a l m ı ş ve gi t m iş a n nesine. A h m e t büyük şok yaşa m ı ş t i . Bana 71


b a ş :ı: m b e l a d a

geldi, beraber Ern in e 'nin babas ı n ı n evine gittik. Emi­ n e 'ye ya lvarıyorum ben, 'Dön evine, yapma etme, se­ nin bir derdin yok, Ahmet 'i rahat bırak, üretsin, ne istiyorsa yapsı n . . . ' Ben evlilikleri nin kurtulmasını is­ tiyorum, Ahmet de ayrı lmak istem iyor. Ama Em ine kararlı, A hme t 'in ya lan söylediğin i, kaset yapacağı m diyerek ça lışmadığı n ı savun uyo r, dönmeyeceğin i söy­ lüyo rdu. '.Ben o n u is tem iyorum, a l ın s izin olsun oğ­ l u n uz. Ben boşanmak istiyorum ' diyordu. Bir-iki de­ fa daha gittim, ba ktım o lm u yor. Ben de dedim ki, 'İlerde çok pişman o lacaksın, yı kma yuva n ı . ' Kabul etmedi. Ahmet'e dedim ki; 'Bı ra k gi tsin, kızını da un u t, karın ı da. ' Sonu nda boşandı la r. 1 4 Nisan 1 981 'de baba m ı kaybetmiştik zaten. Boşanması ve mahkemenin çocuğu annesinde bırakması ona ikinci bir darbe olm uştu . . . "

Mustafa Kaya iki darbeden bahsetse de aslında üçün­ cü bir darbe daha vardı Ahmet Kaya için: 1 2 Eylül. . . Her şey üst üste gelmişti ama onu en çok kızıyla artık eskisi kadar birarada olamaması üzüyordu. Herşeye rağ­ men 1 2 Eylül sonrası ortamında, Ahmet Kaya tarzı mü­ zik sürpriz bir şekilde ilgi çekmeye başlamıştı. Kaseti ol­ mayan, geldiği yer bilinmeyen, sakallı ve esmer hir adam, elinde bağlamasıyla, türküleri 1 2 Eylül öncesine göre çok değişik bir şekilde söylüyordu. Gecelerin aranı­ lan ismi olmuştu . Resitaller veriyordu. Kürt İ dris ile tanışma Emine'den ayrıldıktan sonraki süreçte, ara ara Ferdi Tayfur'un grubunda çalışmaya başlamıştı. Tayfur' a ait Fotoğraf Stüdyosu artık uğrak yerlerinden birisi olmuş­ tu. Tayf ur ile beraber hem çalıyordu, hem de söylüyor­ du. Ferdi Tayfur'un Gayrettepe 'deki stüdyosunun he72


Ve Nihayet ilk Ka�et I 1 2 Eylül:

"

iş te

bizim hikayemiz burada biter"

men yakınında ise Kürt İdris'in bürosu bulunuyordu. Oradakilerin çoğu bölge insanı olduğu için Ahmet ile ta·· nışıyorlardı. Ahmet' in sesine ve çalışına hayrandılar hepsi. Bir süre sonra aralarindaki dostluk daha da geli­ şiyor ve Ahmet artık sık sık Kürt İdris'in bürosuna girip­ çıkmaya başlıyordu . Kürt İdris'in oğlu Murat ile de iyi ar­ kadaş olmuşlardı . Bir yandan ona saz dersi veriyor. bir yandan gezip-tozuyorlardı. Bir gün Kürt İdris'in yazıha­ nesine polis baskını oluyor ve baskında bürodakilerin ta­ mamı gözaltına alınıyor; bir de ruhsatsız silah bulunu­ yordu. Ahmet'in de aralarında olduğu 3-4 kişi bu yüz­ den gözaltına alınıyordu. Uzun süren gözaltı ve sorgula­ malardan sonra, ruhsatsız silahı üstlendiği için Ahmet 3 ay ceza alıyordu. Böylelikle ikinci cezaevi deneyimini de yine Sağmacılar Cezaevi'nde yaşıyordu. Ve bu olay Kürt İdris ve çevresiyle ilişkisinin de uzun bir süre kopmasına yol açıyordu . Hasan Hüseyin Demirel ile buluşma İstanbul, tarihinde az yaşadığı çetin kışlardan birisini yaşıyordu. Tarih 1 984 yılının Ocak ayıydı. . . İşte bu kış günlerinden birinde, lapa-lapa yağar. kara teslim olmuş­ tu İstanbul. Her taraf kilitlenmiş, kimse yerinden hare­ ket edemiyordu. Ahmet'in, canına minnetti. Birkaç ar­ kadaşıyla beraber soluğu hemen Aksaray'daki Baran Ocakbaşı'nda alıyordu. Rakılar açılıyor, kebaplar söyle­ niyor ve muhabbete başlanıyordu. Tartışma konusu ise yine aynıydı: Ahmet'in müziği . Baran Ocakbaşı uzun bir zamandır uğrak yerleriydi zaten. Orada Ahmet'in, böy­ le günlerde çalıp söylemek için bıraktığı bir saz duruyor­ du hep. O gün de sazı eline almıştı Ahmet, Hasretinden Pranga la r Eskittim 'i okuyor, onun üzerine kritik yapı­ yorlardı.

73


b a ş :ı. m

bel ada

Tam karşılarında uzun sakallı birisi oturuyordu. masa­ dakilere yabancı değil ama bir türlü çıkaramıyorlardı. Adam pür dikkat bunları dinliyor. tartışmalarına kulak kabartıyor. hatta bazen bıyık altından gülüyordu . Gurup­ takilerden birisi de Tahir Çiçekçi idi . Çiçekçi sinir oluyor. tam müdahale edecekken adamı tanıyordu: 1 2 Eylül ön­ cesi Tünel Kültür ve Sanat Evi arkadaşlarından Hasan Hüseyin Demirel idi o sakallı adam. . . Hasan Hüseyin Demirel'le 80 öncesi dernekten tanı­ şıyorlardı . Hemen masaya davet ediliyordu Demirel. "Ya çok güzel kritik yapıyorsunuz, ben buradan izleye� yim en iyisi" diyen Hasan Hüseyin, ısrarlara dayanama­ yarak masaya geliyordu. Uzun süre Almanya'da kaldığı­ nı, Türkiye'ye yeni döndüğünü ve müzikle uğraştığını anlatınca Tahir Çiçekçi, ayağa fırlıyordu: "Aha buldum, ikiniz berabe_r çalışıp, Ahmet' e kaset yapın . İkinizi de iyi tanıyorum, siz aynı · kalıbın insanlarısınız. İyi anlaşırsı­ nız . . . "

Bc.ran Ocakbaşı' nda karar alındı Olurdu-olmazdı derken , Hasan Hüseyin Demirel bü­ yük bir heyecanla ocakbaşının hemen ilerisinde bulunan A rif Sağ' ırı kursundaki bağlamasını kapıp geimişti. Bir Ahmet çalmıştı, bir Hasan Hüseyin Demirel. Ve Baran Ocakbaşı 'nda karar alınmıştı: Ahmet ile Hasan Hüse­ yin . özgürlük türküleri söylemek üzere beraber çalışa­ cak tı ariıK. Ertesi JÜn Ahmet. Hasan Hüseyin Demirel'in Fatih İskenderpaşa"da bulunan evine taşınmıŞ.tı . Ahmet için nasıl olsa artık nerede kaldığının önemi :joktu, eşinden ve kızından ayrılmış; yüreği buruktu. Annesine ise baba­ sının acısı henüz dinmediği için gitmiyordu. gitmek iste­ miyordu . 74


Ve Nihayet i lk Kaset I 1 2 Eylül: " i şte bizim hikayemiz burada biter"

Ortak noktaları bulmak Ahmet ile Hasan Hüseyin Demirel ilk gece sabaha kadar uzun uzun konuşmuşlardı . Ve konuştukça ne ka­ dar ortak noktalarının olduğunu anlarnışlardı . Ahmet en başa dönmüştü , Malatya 'ya. Çocukluk arkadaşlarını an­ latmış, okulundan başlayıp, İstanbul'a geldikleri ilk güne kadar gelmişti: ''Yahu ne kadar sıkılıyordum İstanbul'da ilk günlerde biliyor musun? Anlatacak kelime bulamıyo­ rum, bu ne yabancılık, bu ne çaresizlik. . . "

Ya Hasan f Iüseyin? . . Hikayesi Ahmet'in hikayesine ne kadar da benziyordu. 1 2 Eylül öncesinde, Tünel Kül­ tür Sanat Evi'nde zaman zaman beraber çalmışlardı, sonra ayrılmış ve bir daha da görüşememişlerdi . Hasan Hüseyin bu süreçte askere gitmiş, şiirler yazmış. bir or­ kestra kurup türküler söylemiş ve bütün bunların arası­ na Ahmet gibi bir de Almanya macerası sığdırmıştı. Ama ikisinin buluştuğu en önemli nokta , arkalarında bı · raktıkları boşluktu. İkisi de eşlerinden yeni ayrılmış ve ikisi de kız çocuklarını eşlerinde bırakmışlardı . . . Ah­ met' in hasreti Çiğdem'e, Hüseyin' in hasreti ise Nazlı'ya idi . Hasret noktasında daha çok kaynaştıklarını hissedi­ yorlardı. . .

Sıkıntıların kaynağı 1 2 Eylül Bütün sıkıntılarının kaynağı 1 2 Eylül idi . Yaşanan acı­ ların bütün sorumlusu o gündü. Ahmet de, Hasan Hü­ seyin de aynı süreci yaşayarak o güne savrulmuştu. İkisi de daha çok gençti . ikisinin de hayalleri vardı geleceğe ilişkin ve hiç beklemedikleri bir anda dağılmışlardı dört bir yana. Şimdi hayat ikisini de bir kış günü, İstanbul'da bir ocakbaşındc: hiç beklemedikleri bir anda buluştur­ muş tu. İkisi de son derece memnundu bu buluşmadan. İlk geceler sabahlara kadar süren sohbetler yapılmıştı . 75


ba ş ım bel ada

1 2 Eylül öncesine dönülüyordu ister istemez, hikayenin başladığı en başa. Karşılıklı isimler soruluyor, anılar ta­ zeleniyordu . Ne çok arkadaş yitirmişlerdi bu tozlu yolcu­ lukta, kimliği tespit edilmemiş ne çok ceset vurmuştu zeytin güzeli akşamlarına . Kimi hatırlasalar ya cezaevin­ de olduğu, yahutta bambaşka yerlere savrulduğu ortaya çıkıyordu . Hiçbiri yanlarında yoktu. Bu durum ikisinin de morallerini iyice bozmuştu, konuyu ilerleyen günler­ de yeniden açmamaya özen gösteriyorlardı. Artık ikisin­ de de aynı düşünce hakimdi : " Geçmişin intikamını al­ mak ve bunu müzik yoluyla yapmak . . . "

Kolektif çalışma günleri Evde yoğun bir çalışma temposu başlamıştı . Evden dışarı çok az çıkılıyor, evin ihtiyaçları ise dışardan gelen · arl<adaşlar üzerinden temin ediliyordu. Sabah erken sa­ . atlerde kalkıp, öğleye kadar saz çalıyordular. Öğle {izeri genelde eve ziyaretçiler geliyordu. Gelenler arasında Ta­ hir Çiçekçi, Savaş Ay, Oktay Güzeloğlu ve daha bir sü­ rü isim vardl. Ahmet'in kaset heyecanı artık herkesi sarmıştı . Evde­ ki çalışmalara bu çevrede yer alan herkes elinden geldi­ ği ölçüde katkıda bulunuyordu. Hasan Hüseyin Demirel , o günleri şöyle anlatıyor:

"Benzer durumla rı m ız vardı. İkimiz de ayn ı politik çevreden geliyorduk. Ayn ı müziği seviyor ve ayn ı ta­ dı alıyorduk. Yaşam la rı çok iyi gitm iş insa n lar değil­ dik. Eşlerim izden boşan mıştı k, göremediğimiz ço­ cuklarımız vardı ikimizin de. Hatta bir konserimiz i de on lara ithaf etm iştik. 'Kaya ların dibinde b i r Nazlı Çiğdem ' koym uştu k konserin adı n ı . . . Bizi birleştiren birçok nokta vardı, aynı şeylerle 76


Ve Nihayet İlk Kaset / 1 2 Eylül: " i şte bizim hikayemiz burada biter"

duygu la n ıp, aynı şeylerle hüzünlen iyorcluk. İkimiz i n d e çok ya m u k halleri va rdı . Yağm u rda ıslanmış kedi ve köpek ya vruları n ı n daya n ışması gibiydi bizim bir­ likteliğimiz. Eylül bozgun u n u yaşam ıştık, örgü tlü bir süreç­ ten , başıboş gün lere geçmiştik. Kimse ne yapacağı n ı bilm iyordu, herke� sah ipsiz 6 ir şeki lde ortadaydı. Ha­ yata bir şekilde t u t u n maya çalışa n la r ise bizim gibi, yaşamak i le bir şeyler yapıp yaşamak a rasında boca­ lıyord u . B iz Ahmet 'le işte böyle gün lerde, böyle bir ortamda bir araya ge ldik. A macı m ız özgürlük şarkı­ ları söyleyip, m üzik yapmaktı. Eve kapandık ve yo­ ğun bir şekilde çalışmaya baş ladı k. Yoğu n insan ziya­ retleri vardı, evde bir taraftan müzik eği timi yapıyor­ du k, bir taraftan da okuma s ü recine girm iştik. B irbi­ rim izin eksik kalan yan ları n ı tamamlamamız lazım­ dı. Kitaplar okuyor, sabah la ra kada r s ü re n teorik ta r­ tışmalar yapıyorduk. Bazen her birimiz ayrı ayrı odalara kapanıp 7-8 saat h iç a ralıksız çala rdık . . . " 12

" Konser verip, deneyelim" Evdeki hazırlıklar son hızla ilerliyordu, bu arada dışa­ rıda da hazırlıkl�r başlamıştı. " Özgürlük Şarkıları" söyle­ mek için yola çıkan bu iki genç , yoğun bir çalışma tem­ posu ve büyük bir hırsla çalışmalarını sürdürüyorlardı. Eve gidip gelen arkadaşlarına kalsa, kaset hemen çık­ malıydı, çünkü yavaş yavaş şekillenen besteleri dinleyen herkes mest oluyordu. Tepkiler genelde olumluydu ve kaset için zamanın geldiğini telkin ediyordu . Kaset yapıl­ masına yapılacaktı ama, bunun zamanını tayin etmek de kolay değildi. Her geçen gün sabırları tükeniyordu. Bir şekilde kendilerini dinlettirmek istiyorlardı, sadece eve gelip giden arkadaş çevresinin düşüncesiyle hareket et77


ba ş ım

bel ada

meme gibi bir hedefleri vardı. İşte böyle bir program için neler yapılabilir düşüncesiyle geçen günlerden ?irinde konser vermek fikri gelmişti Ahmet' in aklına. Yıllardır özlemini duyduğu bir şeydi . Ayrıca çocukluğundan beri deneyimi vardı ve dernek günlerinde de bu deneyimini bir hayli çoğaltmıştı. Fikir, Hasan Hüseyin'e de son de­ rece cazip gelmişti. geriye konser gününü kararlaştır­ mak kalıyordu. 1 985 yılının Mart ayında bir akşam vak­ ti alınan bu karar, ertesi gün eve gelen arkadaşlara açık­ lanmıştı. Genelde herkes olumlu yaklaşıyordu projeye. Ama en önemli sorun salon bulmaktı. Daha doğrusu sa­ lon tutacak parayı temin etmekti.

İlk konser Hodri Meydan'da · Eve gelip giden arkadaşlar, ikilinin bu konuyu çok önemsediklerini görünce hemen salon arayışına girmiş­ lerdi. Olur mu, olmaz mı derken, Zincirlikuyu'daki Hod­ ri Meydan Kültür Merkezi'nden konser için gün alınmış ve afiş hazırlığına başlanmıştı bile. Bu durum evdekileri çok sevindirmişti. Bir gün konser üzerine yapılan bir sohbette, Ahmet'ten bir teklif gelmişti. Konserin adına ilişkin bir anda gelen teklif, Hasan Hüseyin açısından da son derece cazipti. İşte konserin adı da konulmuştu: "Kaya ların dibinde bir Nazlı Çiğdem . . " Konser iki.li­ nin ardında bıraktıkları kızlarına ithaf edilmişti. Konsere bir hafta kala, evdeki çalışma temposu gittikçe artmıştı . 8 saatlik çalışma süreleri son günlerde 1 0- 1 2 saate çı­ kartılmıştı. Ve konser günü gelip çatmıştı. Gece erken­ den yatağa girilmesine rağmen. heyecandan o gece uy­ kusuz geçmişti , işte bu yüzden konser şiş gözlerle veril­ mişti. Hodri Meydan ·daki ilk konser beklenenin çok üs·· tünde bir ilgiyle karşılanmıştı. 450 kişilik salon tıka basa dolmuştu. Konser öncesi Ahmet çok heyecanlıydı, bü­ tün sahne deneyimine rağmen. I fodri Meydan'daki .

78


Ve Nihayec ilk Kaset ! 1 2 Eylül: "işte bizim hik�yemiz burada biter"

konser ona farkL ��eliyordu . kaset yapma çalışmdlanna başlamasının da bunda etkisi çok büyüktü. Hasan Hüse­ yin ' in sunumuyla sahne alan Ahmet Kaya büyük bir per­ formans sergilemişti o gün . Gördükte( yoğun ilgi büyük bir moral oluşturmuştu üzerlerinde. Arkadaş gurubu işbaşında Konser öncesi aralarında Oktay Güzeloğlu, Savaş Ay ve Tahir Çiçekçi'nin de olduğu gurup özel bir görüşme yapmıştı. Görüşmenin ana konusu, " Konseri dinlemeye gelenleri �ıönlendirmek. . . " idi . Ne yapalım, nasıl edelim derken, guruptakilerden birisi şu fikri ortaya atmıştı: "Her birimiz salonun değişik bir yerine oturalım ve her parça sonunda büyük bir coşkuyla alkışlayıp, salonu yönlendirelim . . . " Bu fikir guruba çok cazip gelmiş, kon­ ser bittiğinde de ayakta alkışlamak üzere anlaşıp, salo­ nun değişik taraflarındaki yerlere oturmuşlardı. Derken konser başlamış ve salonda kıyamet kopmuştu. Ahrnet her parçasını bitird@nde büyük bir alkış alıyor, konser bittiğinde ise bütün salon ayakta alkışlıyordu. Hatta birara Ahmet arkasına bakmış ve acaba bütün salon beni mi alkışlıyor diye şaşırmıştı . . . Hodri Meydan Kültür Merkezi'ndeki konsere ilgi çok olunca , keyifler yerine gelmişti . Kaçınılmaz bir şekilde soluğu Baran Ocakbaşı'nda almışlardı. Bütün arkadaşlar oradaydı ve Ahmet çok sevinçliydi. Çünkü konsere olan bu ilgi kase­ tin lutacağına işaret ediyordu. Sonraki günlerde evdeki çalışmalar daha rahat şekil­ lenmeye başlamıştı . Repcrtuar adım adım oluşuyordu. Parçalan tekrar ede ede, iyice sindirmek gerekiyordu. Artık 24 saatin çok azında uykuya yer vardı , kalan za­ manın ise önemli bir kısmı yine müziğe ayrılıyordu. Hasan Hüseyin Demirel o günlere ilişkin anılarını an79


ba ş ım

belada

)atmaya devam ediyor: ''Benim kafamda şu vardı. Madem özgürlü k türkü­ leri söyleyecektik, o ha lde yavaş yavaş yaygı n laşma­ mız lazımdı. Ahmet de bu fikrime katı lıyordu. Ahmet de sazı n ı ve yoru m u n u sevdiğim çok değişi k bir ta t vardı. Tavı rlı çalma den i len bir durum söz konusuy­ du. O çeşitli liğin zengin liğin i bilen bir insa ndı. Din le­ me kültürü de olgu n laşmıştı. Bağlamanın yanında başka enstrüman ları da ça labilmeye yatkındı. Biraz uğraşması yeterliydi. Ta vrı ve du ruşu noktası n da çok eleştiriliyor ve geleneksel çalmadığı söylen iyordu. Bu eleştirilerden çok bıkmış o lma lıydı ki; biraz da yara­ tı lışındak i asilikle 'Ya h u ben de b u şekilde ça lıyorum ' diye kesti rip a tıyordu. Bağlamayı tek tel üzerinden ·ezgi çalma metoduyla değil, diğer telleri ve diğer par­ makları da k u llanıp süsleyerek çalıyordu. O gün lerde iyi bağlamacı o lara k ö n ü m üzde; Yavuz Top, A rif Sağ ve Orhan Gen cebay gibi isim ler vardı . . . Bir de bağla­ mayı çok iyi ça lmayan, ama söze ve şiire önem veren, Aşı k Mahzun!, Aşı k İhsanf, Abuzer Karakoç ve Rah­ mi Sa ltu k gibi isi m le r va rdı . . . Ahmet Kaya b u n la rı n hepsinden bes lenen b i r adamdı. B u n ları n heps i n i gö­ rüyor ve on lardan farklı o lara k kendine özgü çalabi­ liyordu. Ses i n i n etkileyici tınısını da ekleyince o rtaya çok güze l şeyler ç ı kıyordu. Yaptığı mız işin t u tacağı n­ dan em indik ar t ık . . . "

"Bağlama böyle de çalınır be usta" İlk konsere olan ilgi, ikiliyi büyük heyecana sürükle­ miş ve kaset çalışması bitmeden ikinci konseri de yap­ mışlardı. 8 Nisan 1 985'te Bilsak'ta, "Bağlama böyle de çalınır" resitali vardı. . . Konsere ismini veren konu ise Ahmet Kaya ile yıllar80


Ve Nihayet i lk Kaset I 1 2 Eylül: " işte bizim hik�yemiz burada biter"

ca severek dinlediği Ruhi Su arasında geçen bir tartış­ madan kaynaklanıyordu. Kaya 'nın Ruhi Su'ya hayranlı­ ğı Malatya 'ya çocukluğuna kadar uzanıyordu. Bir kaset­ çi tezgahında çalıştığı sırada, dönemin solcu gençleri ta­ rafından kasetinin sıklıkla istenmesi üzerine Ruhi Su müziği ile tanışan Kaya'nın bu tanışıklığı zamanla beğe­ niye dönüşmüş ve Ruhi Su'yu ilham aldığı kişilerin ara­ sına eklemişti . İstanbul'a gelmeden önce Su 'ya ilişkin daha fazla bilgisi yoktu. Elde sadece severek dinlediği 45'likler vardı . İstanbul'a yerleştikten sonra da Ruhi Su gündemin­ den çıkmamıştı Ahmet'in . Özellikle dernek günlerinden sonra ustaya ilişkin yeni bilgiler edinmiş, hayatını araş­ tırmış ve türkülerle geçen, türkü aşığı bir adamın yaşa­ mına rastlamıştı. Türkülere olan tutkusunun çocuk de­ necek yaşta başlaması, Ahmet'i daha da etkiliyor, serü­ venlerini birbirine benzetiyordu. Van'dan yola çıkmak ile Malatya'dan çıkmak arasında da pek bir fark yoktu ya ! O da işin diğer boyutuydu. Türküler üzerine çalışmaya başlaması, politik bilinçlenme süreci ve sonrasına ilişkin birçok ortak noktaları olduğunu düşünüyordu.

"Ekin İdim Oldum Harma n, El Kapı la rı, Su ltan Suyu, Ezgili Yürek " gibi bestelerini de severek çalıyor­ du o zamanlar.

Ruhi Su ile tartışma ve hayal kırıklığı Durum t)öyle iken, son konserden bir süre önce Ah­ met Kaya, Boğaziçi Üniversitesi "ndeki bir dinletide Ruhi Su ile karşılaşmış ve " Usta size kendimi dinle ttinnek is­ tiyorum , müsaadeniz var mı? " diye izin aldıktan sonra. Ruhi Su 'nun " Mahsus Mahal" türküsünü çalmaya başla­ mıştı . Ruhi Su, Ahmet'in çalış tarzına çok sinirlenmiş ve bağlamanın sapını tutarak, "bağlama böyle döver gibi 81


ba ş ım

b e l a da

çalınmaz . . demişti , ··okşanır, sevilir. " _ Ruhi Su'nun bağlamanın sapını tutup türküyü kesme­ si Ahmefi çok üzmüştü. Bilsak'taki dinletinin adı da iş­ te bu yüzden . . . Bağlama Böyle de Çalınır" konulmuştu . Ahmet, halk müziğini seviyordu: ama en sevmediği şey halk rnüziğinin klasik biçimde, TRT'nin sansür man­ tığıyla icra edilmesiydi. Bundan hiç hoşlanmıyordu, bu anlamda Ruhi Su'yu diğerlerine göre biraz daha özgür buluyordu. Ama ustanın bu çıkışı Ahmet'te büyük hayal kırıklığı yaratmıştı . Eleştiriler de artınca, Bilsak'taki gös­ teri, aydınlara karşı eteğindeki taşlan döktüğü bir dinle­ tiye dönüşmüştü. Bilsak gösterisi Ahmet Kaya 'yı daha da cesaretlendir­ mi ş. artık elinde bağlamasıyla, yılların birikimini dökme­ ye hazır bir derya olduğunu hissettirrnişti. Bu arada ka­ set çalışmaları bitme aşamasına gelmişti. Evdeki ortam. kaseti beraber yapan iki arkadaşın yaşamlanndaki duy­ gusal dalgalanmalar ortaya hüzünlü bir çalışma ç;kar· mıştı . Yılların birikimi ilk kaset . . .

İ�te Hasan Hüseyin Demirel'in ağzından ilk kasetin öyküsü: "Kasette devrimci bir h üz ü n va rdı, örneğin Hasre­ tinden Pranga lar Eskittim 'i bestelemişti Ahmet. Çok insa n i b i r h ü z ü n ve roman tizm taşıyordu o şark ı . Za­ ten 'Ağlama Bebeğim ' kasetinin a na teması da ro­ man t izmdir. Romantizmde n devrimcilik ç ı kacnktır. Roman tik bir dönem in çocukla rı n ı n h ü z ü n /eriyd i o g ü n için. Böyle olmama lıydı noktası nda çok na if, çok sevgi dolu. ciğerparem deme nok tası nda b i r buket sevgiydi. Ben öyle düşün üyo ru m, öyle bcıkıyorum. Şi82


Ve Nihayet İ l k

Kaset /

1 2 Eylül: " İ ?te bizim hikayemiz bur ada biter"

irler ve besteler o noktadadı r. O şa rkı la rı n 1,:·oğu, ı'i ç beş y ı llık süreçlerde dost nıeclis lei-inde okunara k ol­ g u n laşmış ve daha son ra çok sıkı bir si.i reç le belli bir formasyona girmiş ş a r k ı l a rd ı . . B i r defa büyük bir mahpushane s üreci vardı. Tür­ kiye solu 1 2 Eylül zindarı /a rırıdaydı. Dışa rıya büyü k bir göç vardı, büyük bir siyasi tah riba t baş lamı�tı. Bir­ çok şey iğdiş edilmişti. Mü th iş bir ideolojik kavqa var­ dı, içerde de i nsan lar dire n iş için deydi le r: Öli.im oruç­ ları vardı, h ücreye karşı mücadeleler si.i rdü rü lüyor­ d u . İş te bizim kaset bütün b u n lara bir cevap olmak zoru ndaydı . . . ''

Hazırlıklar nihayet tamam Konserlerle birlikte yavaş yavaş Ahmet Kaya'nın ismi duyulmaya başlanmıştı. Kaset hazırlığı da bitmişti . Artık bir stüdyo bulunacak ve stüd:;oya girilecekti . Konserler­ de, salondakileri yönlendirmek için işbaşında olan arka­ daş ekibi yine bir plan yapıyordu. Plana göre , ekipteki herkes günde en az on defa Ahmet Kaya' nın kasetini soracaktı. Kasetçilere . kahvelere . taksicilere , minibüsçü­ lere , müziğin çalındığı her yere Ahmet Kaya kaseti so­ rulup, talep yaratılacaktı.

Sezer-Selda Bağcan kardqler Evdeki hazırlıklar bitmiş, besteler tamamlanmış, re­ pertuar hazırlanmıştı . Sıra stüdyo bulmaya gelmişti . Ah­ met bir tavsiye üzerine besteierini koltuğunun altına . alıp . Stüdyo Değişim in kapısını çalmıştı . Stüdyo Sezer Bağcan·a aitti ve kardeşi Selda Bağcan ile beraber çalış­ cırıyorlardı. Orada Selda Bağcan ile tanışan Ahmet Ka­ ya, heyecanla kaset projesinden söz ediyor ve yakın za83


ba ş ım b e l ada

manda bir konseri olduğunu, konser öncesinde de kase­ tini piyasaya çıkartmak istediğini söylüyordu. Selda Bağe<.m onu ciddiye almıyor, "Kasetin çıkma­ dan nasıl konser veriyorsl).n? . . " diyordu . Ama bu heye­ canlı genci , '' Bir çal bakalım dinleyelim" demekten de kendini alıkoyamıyordu . Ve Ahmet, "Ağlama Bebe­ ğim " bestesini coşkuyla çalmaya başlıyordu :

Ağlama bebek, ağlama sen de / Um u t sende yarı n sende / Yağm u r gibi gözlerinde n a kan yaş n iye / Bu susk u n l u k, bu durgu n l u k, s ı k ı n t ı n-kı rgı n lı k n iye . . . "Ahmet diye birisi bir gün elinde bağlamayla çıkıp geldi" Gerisini Selda Sağcan anlatıyor:

"Bir gün stüdyoya elinde bağlamasıyla bir genç adam geldi. Dedi ki: 'Benim ism in Ahmet Kaya. Mü­ zisyen im, yılla rdır m üz ikle uğraşıyorum . Şura la rda ş u ra larda konserler verdi m, ben s ize kendim i d inlet­ tirme k istiyonfrn ..' İyi, çal da din leyelim dedik. Başla­ dı bu Ağlama Bebeğim pa rçası n ı çalmaya. Daha ilk parçayı söylediğinde, dedim ki, 'Ahmet sen dehşet­ s in . ' 'Ben kase t yapmak is tiyoru m ' dedi, 'Bana kase t yapar mısı n ız?' Konseri d e varm ış. Hasa n Hüseyin Dem i rel de o zaman me ı ıajerliğ i ni yapıyormuş, 'Va /­ la !caset olmadan da biz konser yapıyoruz ve çok da i lgi görüyo r ' dedi. Acele ediyorlardı, ön lerinde Şan sinemasında verecekleri bir konser vardı . Ahmet ıs­ ra r ediyor, kaset i n konsere yet işmesi lazım diyordtJ . Dedim ki: 'Ah me t, ba k serı i çok beğendim, o t u ralım sana ada m gibi bir kaset yapa lı m . ' O çok ısrar etti, üç gü nde yet işmesi gerekiyo r dedi. O zaman dedim, bak çala kalem o l u r. 'Ols u n ben raz ı yı m, yeter k i konsere 84


Ve Nihayet ilk Kaset

I 12

Eylül: "işte bizim hikayemi?. burada biter"

yetişsin ' dedi. Hemen girdik stüdyoya, Sezer Bağcan aranjörlüğü n ü yaptı ve kaset çıktı. Kasetin i lk şarkısı Ağlama Bebeğim 'di. Söylediğim gibi ben o n u dinle· yince büyü le n m iş tim. Ona dedim k i, çok ü n lü ola­ caksın. Ve istediği gibi kasetini üç günde yetiştir­ dik . . . "

"Şan konseri istiyorum" İlk iki konser iyi gidince Ahmet tutturmuş, "İlla Şan sineması konseri istiyorum" diye . Görüşme yapılmış, ancak hiç boş gün bulunamamıştı. Bir tek gün vardı, o da Timur Selçuk'un boşalttığı bir gündü. Başka çare ol­ madığı için 1 2 Mayıs'a razı olmuşlardı, "Tamam biz ya­ parız" diyorlardı. Organizatör kararsızdı, "Yahu siz, Ti­ mur Selçuk'un, ' kimse gelmez' diye boşalttığı günü na­ sıl dolduracaksınız. Kim gelecek ki, sizin konserinize . " diyordu. Sonuçta salon tutulmuştu ve konser günü per­ denin açılışıyla, "İşte söz, işte saz, işte Ahmet Kaya" anonsları eşliğinde , Ahmet Kaya büyük bir konser daha vermişti .

Kaset bitti ama para yok! · O sırada kaset de bitmiş, kasetin kapağını arkadaşla­

rı fotokopiyle çoğaltmıştı. Kaset için gerekli 350 bin li­ ra para borç-harç toplanmıştı. Ahmet'in annesinden 1 00 bin lira alınmış, Hasan Hüseyin neyi var, neyi yok ortaya koymuş ve para toplanmıştı . Fakat büyük ümit­ lerle hazırladıkları kaseti Unkapanı'nda dinleyen firma­ ların hiçbiri basmaya yanaşmamıştı . Verilen tepki ise ge. nelde aynıydı: "Bu ne arabesk, ne halk müziği , ne Türk müziği. Bu acayip bir şey olmuş. kimse almaz bu kase­ ti . . . " Onca emek vererek büyük ümitlerle hazırladıkları kaset, ellerinde kalmıştı. Büyük bir hayal kırıklığı yaşa85


ba ş ım

b e la d a

mışlardı. Kaseti kendi kendilerine basma yollarını ara­ mışlardı ki; ortaya çıkan mali tablo bunu imkansız kıl­ mıştı . İşte bu arayışların sürdüğü bir gün onlara Taç Plak'a gitmeleri önerildi . Sahiplerinin Siirtli olduğu, rizi­ koyu sevdiği ve kasetlerini yaymlabilecekleri ihtimali üzerine Ahmet Kaya bu sefer Taç Plak' ın kapısını aşın­ dırmaya başlamıştı . Taç Plak'ta Cihan Sütşurup ile ta­ nışmışlardı. Sütşurup, "Kaseti çıkartırız, ama masrafları dışında bir şey vermeyiz" demiş ve en sonunda 600 bin liraya anlaşmışlardı. Cihan Sütşurup o günleri şöyle anlatıyor: "A h me t Kaya ve Hasa n Hüseyin Dem i re l beraber ge ldiler. Bir kaset yap t ı k la rı ndan söz ediyo rla rd ı . Biz­ den önce çoğu yere g i t m işlerd i, k i mse ya naşma m ı ş t ı . E n b ü y ü k sebep ise kork uyd u . Çü n k ü m üz i k leri po li­ t i k t i . B i tm iş bir kase t t i . B iz de ç ı ka rt ı rız dedik. Çıkar­ dık, ta n ı n mayan b i ri s i olması na rağmen i lgi gördü, üç dört ay son ra da A n tep Sa vcı lığı ta rafı ndan top la­ t ı ld ı . Fa kat da h a sonra m a h keme k a ra rı yla serbes t kaldı . O kaset fen a değ i ldi. A h m e t i le Hasan Hüse­ yin De m i re l m ü tevazı insan la rdı, acem i lik yı lla rıydı. Gen ç ve iddialı k iş i lerdi. Yapa bilecek leri n e, başarabi­ lccek reri n e i na n m ı ş la rd ı . "

Nihayet, Ağlama Bebeğim Ve nihayet yılların birikimi, ilk kaset olan "Ağlama Bebeğim " ile ortaya dökülmüştü. Taç Plak etiketiyle çı­ kan kasette, "Ağla m a Bebeğim, Kara Yazı, S u s k u n , Geç m iyo r G ü n le r, Kız Kaç ı ra n , Ayn ı Da /dayd ı k , Ma­ viye Ça la r Göz leri n , B ı ra k Ben i, İşte B iz i m Hi kaye­ m iz , Ka ra n l ı k ta " gibi bestelerin yanı sıra, "Ku rt u l uş Savaş ı Des ta n ı " ve M . Akif Ersoy'un şiiri ''Uğu rla r Ola "ya da yer verilmişti . Mehmet Akif Ersoy'un şiirini 86


Ye Nihayet İ lk Kaset I 1 2 Eylül: " İ şte bizim hikayemiı burada biter"

ise yıllar sonra bir TV programında ''tedbir" olarak ka­ sete koyduğunu söyleyecekti Ahmet Kaya. (Aynalar Bel­ geseli , Can Dündar, Show TV) Şöhret geldi ama para yok

Ahmet Kaya'nın kaseti bir anda beklenmeyen bir ilgi görmüş ve sol cenahta gündeme oturmuştu. Adeta biri­ leri yıllarca saklandıkları yerden çıkıvermiş ve bu sesi dinlemeye başlamışlardı. Şöhret gelmişti ancak para yi­ ne yoktu. Ahmet Kaya o günleri şöyle anlatıyor: "Şö h re t o l d u m b i rden b i re. Hapse girmeyi be kli­ yorken, şöh re t o l m u ş t u m . A m a yine beş parasızı m . Soka k ta y ü rüyorum, b ü t ü n tan ı ya r. /a r, öze l l i k le ü n i­ vers ite öğrenci leri soruyor/a r: A h m e t a b i nereye? Un­ kapa n ı 'ndan Koca m us tafapaşa 'ya y ü rüyorum ya, ce­ bimde 90 b i n liro b i le t pa rası yok . Vcı l la spor yapıyo­ rum d iyorum. Ha iy i A h m e t a b i! a marı. sana ih tiyacı­ m ız va r diyorla r. Böyle bir m u habbet .dön üyor. " (Ay-

. nalar BelgeselL Can Dündar, Show TV.)

Hasan Hüseyin Demirel ile yolları aynhyor Çalışmanın Taç Plak'a gitmesi Ahmet Kaya ile Ha­ san Flüseyin Demirel"in yoİlarını ayırsa ela, orl:\ya çok satan bir kaset çıkmıştı. Bu olayı :şöyle aktarıyor Hasan Hüseyin Demirel: "Kase t fi i l i o la ra k A h me t Kaya üze­ rinden Taç P/a k 'a veri l i nce, bizim ayrı lma m ız gü nde­ me ge ldi. Ben çekip gi t i i m . Onda n son ra b i r topla t ­ ma ka ra rı çerçevesi nde Eyl ü l ayı nda a ra n dığı m ı d uy­ d u m . Geldim, sa vcı lığa gitt im, gere k l i savu n m a m ı yap t ı m . Ben kaseti ken d i m iz i n k u racağı b i r plak fir­ mas ı n da n çı kartmayı ist iyord u m . Fa k a t A h m e t o ça­ l ışmada yasa l h a k sa h i b i o ld uğu için Taç Pla k 'a sa t t ı .

87

·


ba ş ım

bel ada

Orada da bizim yolla rı mız ayrıldı. Bizim ilişkimiz ilk kaset çıktı k ta n son ra şöyle oldu. Biz çalışmayı yapar­ ken, gen iş bir insan kitlesinin ka tkı la rı n ı gördük. Ko­ lektif duru m oluşm uştu. Belli bir süre sonra, ben im elimdek i pa ra la r bitti. Maddi koş u l larımız bitti, ama b u arada afiş yapı lacak. Bir grafiker a rkadaş yapa­ cak, çok az bir giderle yaptı mesela. Genel olarak bir katkı ları vardı insa n ların. Kasetin tekn ik işlerin i bil­ m iyorduk, ben i m i nisiyatifim dışında Taç Plak 'a gi­ dince bizim ilişkim iz de orada bitti. Ama esas olan şuydu, Ahmet Kaya diye bir gerçeklik çıkmıştı. Ah­ met Kaya artık istekieri n i yapabilme kon usuna gel­ m işti. Burada n itibaren onun tavrı çok önem liydi, birlikte liğin s ü rmesi kon usunda. Daha önce özgürlük şarkıla rı yapmak için biraraya gelmiştik. Son ra, sekiz aylık bir bera berlik s ü recimiz olmuştu. Şiddet yüklü iki insandık, şiddetimizin dozu da çok yüksek ti. Ya­ ralar gerçekten çok kana tıcıydı. "

İlk kasete toplatma Kaset piyasaya çıktıktan kısa bir süre sonra toplatılı­ yordu. Gerekçe ise çok komikti: "Çok uzakta öyle bir

yer var / o yerlerde m u tlulukla r/ bölüşülmeye hazır bir hayat var " sözleri . . . İşte bu sözlerden dolayı albüm savcılık kararıyla yasaklanıyordu. Bunun üzerine firma sahibi kararın kaldınlması için Danıştay' a başvuruyordu. Aralarında Sulhi Dönmezer"in de yer aldığı bir bilirkişi heyeti kaseti dinliyor ve . serbest bırakılmasına karar ve­ riyordu. Bu gelişme üzerine gazetelere ilanlar veriliyordu: ··Ahmet Kaya· nın kaseti Danıştay kararıyla serbesttir . . . ·

"

Toplatma kararının kaldırılmasından sonra kasetin satişında olumlu bir gelişme yaşanıyordu. Diğer taraftan 88


Ve Nihayet

ilk Kaset I

12

Eylül; "işte bizim hikSyemiz burada biter"

Ahmet Kaya müziği üzerine başlayan tartışmalar da gün geçtikte artıyordu . " Muhalefet müziği, başkaldırı müziği, itiraz müziği. toplumcu müzik, Eylülist müzik" , derken ağırlıklı olarak "özgün müzik" denilmeye başlanıyordu. Kaset çıkmış, Ahmet Kaya çok büyük olmasa da kendi çevresinde bir şöhrete ulaşmıştı artık. İlk kaset maddi olarak hiçbir şey kazandırmasa da , Ahmet Kaya çoktan· ikinci kaset çalışmasına girmişti bile.

st



Beşi nci

Bölüm

BİR EFSANE D O GUYOR Kim Bu Ahmet?

Kavuşmak özgiirlükse özgürdük ikimiz d e Elf,Hi çığlı k çığlık y a n yana iki dünya İkimiz iki dağdan iki hırçın su gibi akıp gelmiştik

Bulw;muştuk bir kavşakta Unutmuştuk ayrılığı yoh saymıştık özlemeyi Şarkımıza dalmıştık Mutluluk mavi çocuk oynardı bahçenıiLde . . . (• !asan Hüs eyin Korkmazgil)

İlk kasetin olumlu bir sonuç doğurması Ahmet Ka ­ ya'yı motive etmiş ve ikinci kaset çalışmalarına hemen başlam ıştı Nc:ısıl olsa belli bir kesimde artık şöhret sayı­ lırdı. Müziği üzerine yapılan tartışmalar da iyice artmıştı artık. Sadece arkadaş çevresi değil, 1 2 Eylül'den büyük bir b ozgu nla çıkan sol çevr,o nin tamamı da artık Ahmet Kaya müziğinden söz etmeye lıa şlamı ştı .

.

Ahmet Kaya'nın çıkışı, darbenin üzerinden beş yıl geçmesine rağmen, büyük bir sessLdiğin yaşandığı dö­ neme denk gelmişti . Türkiye ·nin büyük bir sessizliğe gö­ müldüğü dönemlerdi. Kon u ş m ak bir bedel istiyordu ve 91


ba ş ım

bel ada

birileri yıllardır bu ülkede gerektiğinden fazla bedel öde­ mişti . Kimse konuşmuyordu, konuşmak yerine susma­ nın en makul olduğu tarihlerdi çünkü . . . Türkiye 'de ör­ güt davalarının yanı sıra Aydınlar Dilekçesi ve Barış Der­ neği gibi davalarda onlarca aydın , yazar, sanatçı ve bilim adamı idamla yargılanıyordu. İşte bu dönemde bir anda yükselmeye başlayan "aykırı ses" Ahmet Kaya, yenik devrimcilerin, büyük kentlerin varoşlarında yoksulluğa terk edilmiş halkın, devrim umutlarını yitirmiş yaralan­ mış solcuların, 70'\erin sonundaki kavgadan, 80'lerin sonundaki yalnızlığa düşmüş gençlerin, Kürtlerin, Alevi­ lerin, yıllar sonra " öteki" diye tanımlanacak olan büyük toplumsal kesimlerin çığlığı olmuştu. Artık Türkiye için bir dönem acılarla, gözyaşlarıyla, "ah"larla anılacaktı . Eylemlerle, yürüyüşlerle, marşlarla, devrim beklentisiyle geçen hareketli bir dönem kapan­ mış, sessiz ve durgun yeni bir dönem açılmıştı. Ahmet Kaya işte o hareketli günlerde biriktirdiği her şeyi , her­ kesin sustuğu dönemde dökmeye başlamıştı. Bu durum, müziğinin duyulması için bir avantajken, kendisi için zor­ lu geçecek günlerin işaretiydi. Ahmet Kaya'ya yönelik ilk günlerdeki yoğun ilgiye kimse bir anlam verememiş­ .ti. Müziği üzerine tartışmalar da kaldığı yerden devam ediyordu .

Gülten Hayaloğlu hayatında Tartışmaların artması ve müziğine olan ilgi Ahmet Kaya'yı heyecanlandırıyordu. Bir ürünün bu kadar tartı­ şılması, kalitesini de gösteriyordu aynı zamanda . İşte tam da bu dönemde Ahmet'i heyecanlandıran sadece kaset tartışmaları değildi, Selda Bağcan'm stüdyosuna gittiği bir gün tanıştığı Gülten Hayaloğlu isimli genç kız, onu en az kasetle ilgili yaşanan tartışmalar kadar heye-

92


Bir Efsane Doğuyor I Kim Bu Ahmet?

canlandırıyordu. Gülten Hayaloğlu, politik bir geçmişe sahip, 1 2 Ey­ lül'den nasiplenmiş, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi ' ni başlamadan bırakmış ve Metris cezaevinde 4 . 5 � · ti yattık­ tan sonra yeni tahliye olmuş devrimci bir genç kızdı . . . Tunceli kökenli bir Kürt-Alev\ kızı. Selda Bağcan'ın ce · zaevi arkadaşı. Hikayesi Ahmet'in hikayesine çok yakın . 1 97 8' e kadar Elazığ' da ailesinin yanında yaşadıktan sonra, üniversite sınavı için, İstanbul'daki abisi Yusuf Hayaloğlu'mın yanına taşınmış. Siyasileşmiş, üniversite sınavını kazanmasına rağmen okula gidecekken, tutuk­ lanarak cezaevine atılmış. Aynı yıllarda ikinci kez cezaevinde bulunan Selda Bağcan, o günleri şöyle anlatıyor:

"Gü lten ile Metris Cezaevi 'nde tanıştık. Ben şarkı­ larımla i lgi li cezaevine girm iştim. On lar devrimciler ola rak a n ı lıyorlardı. Ben ise bilm eden bağımsızla r koğuşuna girmiştim, sonra siyasf koğuşa geçtim. Orada tanıştım Gü lten 'le. Bu ben i m ikinci kez ceza­ evine girişimdi. Daha önce bıra ktığım gibi sa nı yor­ dum. Meğerse cezaevleri değişm iş. Siyasiler ve ba­ ğı msızlar d iye ikiye ayrı lmışla r bun lar. Oraya gidince beni a t t ı la r bir koğuşo. Oradan öğrendim k i , orası ba­ ğımsız/ar koğuş uymuş. Bir s üre orada ka ldım, son ra oradak i kızları n da vranışları hoşuma gitmedi. Bir ne­ vi itirafçı gibi bir kon u m ları vardı . Bir gün mahkeme­ ye gideceğim, cezaevi a ra bası nda Fi liz isimli bir genç kız da va rdı, onun da ma hkemesi va rm ış . İ kimiz aynı a raca düştük, Fi liz o c.-/i)nem devrirnci kızların sorum­ , lusu . İ kimizi ayn ı a raçta gören s u baylar, ben im için; 'Ahc bunu da kaybettik, bu da siyasilerin a rasına gi­ recek ' dem işler. Fi l iz bana dedi ki, 'Ne işin va r orada, bizim a ra mıza gel, daha rahcı t eders in . Orda m u tlu olmazsı n . ' Hemen mah keme ertesi di lekçe verdim, 93


b a ş ı· ın

belada

s iyasi koğuşa geçmek için . O sı rnda ora dak i subayla r, 'Aman Selda han ı m geçmey i n . b iz koğuşla ra baskı n ycıpı yo ruz, A l la h n e uerdiyse copluyoruz, orada size de her şey o labilir' d iyerek ben i vazgeçirmeye çalışı­ yor/u r. 'Gelsin, n e yapalı m . ' diyerek değiştirdim ko­ ğuşu. Bu sefer kızlar geldi, 'A m a n ha baskın olursa, ka l ı n giyinecebi n iz ona göre. ' diye rek uyard ı lar. Bir­ kaç kere bas k ı n o ld u , ka lın giyindim a m a daya k ye­ medik. Gülten 'le işte orada ta n ış t ı k. O koğuşta Filiz, Gü l te n ue Ayten d iye bir üçlü kız grubu uard ı . B u n la r ayrı lmaz üçlüydü /er. 13en de a ra la rrna ka t ı ldı m . . B e n bu insa n ları ç o k sevdim, cezaevinden ç ı k t ı k­ tan son ra da haberleştik. Ben cezaeuine ü n l ü türkü; cü olara k girm işim ya, her gören iş istiyo rd u . Gardi­ ya n la r_ b i le ben de n jş istiyorlçırd ı . Ama bilmiyorlardı · . ki; liiç b.i t şey dıŞdrdan görün düğıl gib i· değ i ldi. Döne­ min zor koşu lları n a rağmen, tah liye old u k ta n son ra elimden gele n i yapmaya çalışıyo rdum. Daha sonra Gü lten de cezaevinden ç ı kı nca, ben im yan ı m a uğradı zaten. O s ı ra la r İstanb u l 'da kalm ıyord u . İzm i t 'te, ablası Gü l istan Soyda n 'ı n evinde kalıyordu. Ben o n u çok sevdiğim için, dedim ki; 'Gel ben im yan ı m da s tüdyo­ da ça lış. ' Bu teklifim i o da kab u l e t t i ve geldi İs tan­ b u l 'a yerleşti. Ahmet kaset ça lışmaları için stüdyoya gidip geliyordu, böyle bir gün de Gü lten ile A h me t 'i de tan ı ş tı r m ış t ı m. "

Gülten ile Ahmet' in dostlukları daha sonra bir bera­ berliğe dönüşec1.>.k ve bir daha hiç ayrılmayacaklardı. Ahmet yeni bir aşkın heyecanı ve ilk kasetin getirdiği moralle i kinci albümün hazırlıklarını tamamlamak ü_,:e­ reydi . Tarzında bir değişiklik yoktu . ilk kasetin getirdiği küçük çaplı söhret ve iş yoğunluğu onu eski çevresinden uzak tutuyordu. Kafasına taktığı tek şey de buydu . 94


Bir Efsane

Doğuyor / Kim

Bu Ahmet?

"Konser ağ1 genişliyor" Daha kaseti çı kmadan üç konser veren Ahmet Kaya kaset çıktıktan sonra da konserlere cl:�vam etmişti. Bu sefer sanı İstanbul dışından da duyulmuş. artık dönemin ünlü san::ıtçılarıyla turnelere çağrılır olmuştu. İşte böyle bir organizasyonla . ilk kasetinden hemen sonra İzmir'e çağrılmıştı . Konser teklıfi /\hmef i oldukça duygulandır­ mıştı, yıllardır verdiği emeklerin karşılıqını yavaş yavaş da olsa almaya başlıyordu. Koi ıser teklifinin geldiği gün hem heyrcan!ı. hem hü­ zünlüydü . İlk giinlerini hatırlamıştı. Sıkıntı ve yokluk için­ de geçen günleri , sefalet içinde geçen günleri . . . Birçok işte çalışmış, birçok meslek denemi� , fakat müzikten bir tüdü kopamamıştı . Ardında bir eş, bir kız bırakmıştı . Ai­ lesine de o ana kadar dojru dürüst bir katkıda buluna­ mctması hep içini kemiren bir düşünce olmuştu. Babası­ nı 1 98 1 'de kaybetmişti. müziğe olan ilgisini aile içinde sadece babası gerçekten desteklemişti : "Keşke görsey­ di" diyordu bu günleri . " Keşke kasetimi, keşke konser­ lerimi görebilseydi. benim müziğimle coşan kitleleri gö­ .. rebilseydi . . . diyordu.

"Bu yapılır

be Selda? .. "

İzmir'den gelen konser teklifini hiç düşünmeden ka · bul etmişti . Ahmet Kaya ile konser verecek diğer isimler ise şunlardı : Selda Ba�can ve Yeni Türkü. Bu sırada Ah­ met Kaya ile Gülten Hayaloğlu dostluğu başlamıştı . İz­ mir'e gidecek gurupta Gülten de vardı. Ahmet ile Sel­ da 'nın ısrası üzerine gidiyordu. Bu durumdan memnun bir başka isim de Ahmefti. İstanbul 'da yoğunluktan do­ layı buluşm0�ia fırsat bulamıyorlardı. " İzmir'de belki bu­ . . luşuruz . heyecanı içindeydiler ikisi de. İzmir de bir otele yerleşmişlerdi. Ahmet bir oda da, Gülten ile Selda bir 95


b a ş ım bel ada

oda da kalıyorlardı. Selda Bağcan gayet farkındaydı du­ rumun ve inat edip sabaha kadar Gülten'i odadan dışa­ rı bırakmamıştı. Sohbet etmiş, uzatmıştı da uzatmıştı ko­ nuları, sonunda da : "Sen çıkarsan ben korkarım, beni yalnız bırakma! " diye gitmesine karşı çıkmıştı. Ahmet ise beş dakikada bir koridoru kontrol ediyordu, "Acaba Gülten dışarı çık ı mı?" diye bakıyordu. Ama nafile! Gül­ ten' den haber yoktu. Selda .Sağcan yıllar sonra, bu hoş anektodu şu şekil­ de anlatıyor:

"Ağla ma Bebek 'ten son ra konsere çı kacağız bera­ ber. İ lk konserimiz İzmir'de old u . Ben ve A h met 'le birlikte Yen i Tü rkü de va r. İz m ir'e varıp otele yerleş­ tik. Gülten i le aynı ododa kalıyoruz, Ahmet'in odası da tam karşımızda. İkisi çıkmaya baş lam ış/a r, çıktık­ ları n ı biliyorum; ama b i raraya gelem iyorlar faz la. Gülte n 'i i lk a kşam bıra kmadım salona. Biz o n u n la sohbet ediyoruz, A h rnet 'in odas ı n ı n kapı sesi geliyor ikide bir. Girip çı kıyor, girip çıkıyo r, sabaha kadar bıı dıı.rum böyle deoam etti. Ben içimden çok gü lüyo­ rum tabi. Sabah kah va ltıda bana biraz k ı rgındı, m o­ ra li bozu k, fazla kom ışm uyor . . . " İzmir konseri son derece güzel geçmişti. Çok kalaba­ lık bir kitleye hitap etmişlerdi, Ahmet Kaya müziğine olan ilgiyi ilk defa somut olarak görmüştü. Tek başına çalmış ve söylemişti. Sonrasında ikinci kasete kadar biı kaç konsere daha rıkmışlardı Bağcan'la . Konser taleple­ ri gittikçe artıyor, Ahmet Kaya'nın ünü de yavaş yavaş İstanbul ' u aşıp yurt g8neline yayılmaya başlıyordu .

Bir sevdanın kahramanları Ahı net'in hayatında müziği kadar önemli birşey daha vardı artık; Gülten Hayaloğlu. Selc'.a Sağcan' ın deyimiy96


Bir Efsane Doğuyor I l<im Bu Ahmet!

le , tanıştıkları ilk günden sonra artık hiç ayrılmayan bu ikili, bir sevdanın birbirine tutunmuş iki kahramanı gil.Ji öreceklerdi bundan sonraki yaşamlarını . Gülten Haya­ loğlu Ahmet'e göre daha politik bir geçmişe sahip, ce zaevi deneyimi olan , sol geleneğe dayanan bir genç kız.. Ahmet' in yeni yolunda büyük bir yardımcı faktör oluyor bu durum. Artık tek başına mücadele eden, bugünlere kadar didinerek, savaşarak gelmiş Ahmet Kaya 'nın ar­ kasında duran, onu anlayan, müziğini destekleyen, bes­ telerini tartışan, ona yön veren bir insan vardı hayatın­ da . İkinci kasetin çalışmalarında Ahmet'e aktif olarak yardımda bulunmuş , her türlü desteği sağlamıştı.

"Ben yine pa:rasızım " Kısa bir süre sonra ikinci kaseti Acı lara Tu t u n ­ m a k ın çalışmaları tamamlanmıştı. Acı lara Tu t u n m a k '

kasetinin konsepti d e ilkiyle ayı:ııydı. J\asetin stüdyo ça­ lışmaları Sezer-Se.Jda Bağtan . kardeşlerin stüdyos1:.1nda yapılmıştı, Selda Bağcan ise vokallerdeydi . Ve kaset bü · yük heyecanlar içerisinde nihayet yayınlanmıştı. A m e n na, Öyle Bir Yerdeyim Ki, Acı la ra Tu t u n ­ mak . Yus uf Yus uf, Gayrı Gider Old u m , Kad ı n lar, Ma­ cera, Neden, Bu Dert Ben i Adam Ede r ve Güze l G ü n ­ ler gibi bestelerin de bulunduğu kasetin hazırlık sürecin­

de Ahmet yine çok sıkıntılı günler yaşıyordu . En büyük sorunu parasızlıktı . O günleri şöyle anlatıyor Ahmet Ka­ ya: "İ l k kase t iç i n 600 b i n lira a lm ı ştı m . Za ten masraf 350 b i n l i rayd ı . Yi ne o rtada ka lm ı ş tı n . Acı la ra Tu­ t u n m a k kase t i için çalgıc ı lara pa ra ödeyecek p rodük­ tör yok o rtada . Ben pa ra b u lamayı nca mec b u ren Taç Pla k ' tan pa ra a lıp çalgıcıların pa rası n ı öded i m . !-lala para yok bende. Bir lira pa ra a lmadı m o kase t ten . " 97


ba ş ım b e l a da

(Cemal Süreya ' nın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yı­ lında yaptığı söyleşiden . . . )

Yavaş yavaş Ahmet Kaya İkinci kaset çok kısa bir arayla yapılmıştı . Bu arada tartışmalar da kesintisiz devam ediyordu. Müzikal an­ lamda sol kesimdeki büyük eksiklik, 1 2 Eylül'ün getirdi­ ği sessizlik, bu yeni müzik tarzına ilgiyi arttırıyordu. Du­ yan duymayanlara anlatıyor, dışarıdakiler bu yeni müzi­ ğe alışmaya çalışıyor, içerdekiler dışarı çıktıklarında blr dönemin ·'devrim marşları" yerine çok farklı bir müzikle karşılaşıyorlardı. Ahmet Kaya'nın kitlesi ise ikinci kaset­ le birlikte gittikçe büyüyordu.

20 bin kaseti silindi İkinci kasetini yapmış, ancak maddi olarak yine bir­ şey kazanamamıştı. Yoksulluk günleri devam ediyordu, resitaller veriyor, oralardan gelen paralarla geçinmeye çalışıyordu. ''Ahmet Kaya yapısı gereği kimseden yar­ dım istemezdi" diye anlatıyor Mustafa Kaya. İşte bu yüz­ den çok sıkıntılı günler geçiriyordu. O dönem vergi da­ iresindeki görevinde terfi eden Mustafa Kaya iyi bir ay­ lık almasına rağmen, yardım talepleri her seferinde Ah­ met tarafından reddediliyordu. İkinci kaseti başlangıçta 40 bin adet basılmıştı . Fakat beklenen ilgiyi görmeyin­ ce, 20 bin adedi firma tarafından silinmişti ve tam da o gün Ahmet Kaya'nın firmaya geleceği tutmuştu. İşte bu önemli gelişmeyi Taç Plak çalışanlarından Kamuran Kayra anlatıyor:

"Acı lara Tu tu nmak kasetini yaptı. İlk gün lerde beklendiği gibi satmamıştı. Bunun üzerine firma 20 bin adet sildirdi, si1me işinin konuştı lduğu gün Ah98


Bir Efsane Doğuyor I Kim Bu Ahmet?

met abi de firmaya geldi. Ona tanık oldu. Ve orada çok duygusallaştı, bir laf söyledi. O lafın ı h iç u n u t­ m uyorum. Dedi ki; 'Bir kaset yapacağım, bu çarşıya girdiğim zaman beni parmakla gösterecekler. ' Çok h ı rsla n mıştı. Onda n sonra Şafak Türküsü ' n ü yaptı. Ve çarşıya uzun süre uğramadı. Kaset patladı. Kaset pat ladı ktan son ra, diğer kasetlerine de i lgi o lmaya baş ladı. Altı ay son ra geldi, dedi ki: 'Ben bir laf söy­ lem iştim ue yaptım değil mi?' Gerçekten de a rtık par­ makla gösteri liyordu. "

Şafak Türküsü ve haşan Ahmet Kaya' nın söz ettiği kaset Şafak Türküsü 'ydü. Ve ona bu güveni Şafak Türküsü şiirini Gülten'in çok inanarak kendisine ısrarla bestelettirmesi veriyordu. Ka­ set gerçekten inandıkları gibi büyük bir patlama yapmış­ tı. Bu patlamaya müzik piyasası da şaşırmıştı . Belki şa­ şırmayan sadece iki kişi vardı , Ahmet ile Gülten . Ağla­ ma Bebek sahipsiz kalan bebeleri , Acı lara Tu tunmak geride kalanların acılarla yaşama zorunluluğunu ve mü­ afak Türküsü ise cezaevleri kapısında cadele etmeyi bekleyen anne eri anlatıyordu . Türkiye , tarihinde zor rastlanır bir dönemden geçiyordu. Cezaevleri tıklım tık­ lımdı. Yaşı 1 6 'nın üstünde, bu ülke için bir düşüncesi olan, insanı değerleri sawnan, 1 2 Eylül öncesi yoğun

J

hareketlili.k içinde şöyle veya böyle yer almış hemen herkes ya cezaevindeydi, ya cezaevi kapısında. Çok sa­ yıda ağlayan bebek vardı, çok sayıda sahipsiz bebek; ge­ lecekleri karanlık, bir ümit, bir hayalle awtulan . Herke­ sin bir acısı vardı, derin mi derin . Ya evlat acısı, ya kar­ deş acısı , ya da eş acısı . İşte Ahmet Kaya'nın bu dönem çıkan albümlerinin tamamının konusu bunlardı. İnsanlar onun müziğiyle. ağlıyor, onun notalarında teselli buluyor­ du. Ahmet Kaya, tüm Türkiye 'nin yaşadığı bu sürecin 99


ba ş ım

b e l a da

hem tanığı, hem mağduru, hem de davacısıydı . Şarkıla­ rıyla , satır aralarına gizlediği mesajlarıyla, dinleyicisiyle arasında oluşan özel bağla adeta intikam alıyordu süreç­ ten . Dağılmaktan , �,1enilmekten, acılardan söz ediyordu; ama benzerlerinden bir forkı vardı . Çok uzakta da olsa bir yerden söz ediyordu, uzakta da olsa bölüşülmeye ha-· zır bir hayattan. Belki bir ütopyaydı, belki hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir düş, ama insanları; kırılganlığa, yenilgiye , boyun eğmeye yöneltmiyordu. İşte bu duygularla sürdürdüğü macerasında önemli bir kavşağa gelmişti . Yıllarca Ahmet Kaya denildiğinde milyonların aklına gelecek bir şey olacaktı artık; Şafak Tü rküsil Be n i burada ara m a / A mma a n n e/ Kap ı da adı m ı sorma/ Saçları na y ı ld ı z d ı i ş m iiş / Koparma a n n e ağla­

ma . Be kle be n i a n ne / Bir saba h ç ı kageli rim / B ir sa­ bah a n n e bir saba h / Ac ı n ı süpü rm e k için açtığı nda .

.

kapı n ı / Adı başka ses i başk n / Nice yaş ı t ı m / Koy n u n ­ d a çiçek ler / Çiçe k ler içinde b i r ü l ke getirirler . . . Şafa k Türküsü o sıralarda tutuklu bulunan ve idam­

la )argılanan şair Nevzat Çelik' e ait bir şiirdi. Ahı net ile Gülten, Şafa k Tü rküsü şiirinden son derece ümitliydi­ ler. Şp}a k Tü_r�üs� o dönemi çok iyi anlatan, bir tu� _ !unun annesine yazdıgİ Tıir mektup şeklinde kaleme alın-· dığı için, dönemle birebir örtüşen bir eserdi . Çünkü ül­ kede, binlerce, belki on binlerce anne her gün cezaevi kapısında oğul veya kızından gelecek haberi bekliyorlar­ dı ümitsizce. Ülkenin gündemindeki idam cezaları ve ha­ pishanelerde bulunan binlerce insanın ve onların ailele­ rhıin içinde bulunduğu durum böylece şarkılaştınlmış oluvordUl Şafak Türküsü· ' 1Ün �estelenmesinde en büyük pay ise Gülten'e aitti.

100


Bir Efsane Doğuyor

.'

Kim Bu Ahmet?

Gülten Kaya, Şafak Türküsü olayını şöyle anlatacak­ tı: "Nevzat Çeli k 'in Şafak Tü rküsü şiiri ni o k u m uş ­ tum, piyasaya k i tap çıkmadan evvel. Serbes t bir şiir olduğu n u, bestelen meye çok müsa i t olmadığı n ı da biliyord u m . Yine de deneme/( gereki yordu; o kadar çok acı çeken a n n e vardı ki dışarıda, ş i iri o annelere sunma n ı n doğru bir şey olacağı kon usunda hemfikir oldu k Ahmet 'le. Doğru bir zamanda kendi kitlesiyle bu luştu, o açı lı m ı ':iağlayan o şdrkıdır aslı nda. "(Roll Dergisi - Derya Bengi, Merve Erol söyleşisi, Ağustos 200 1 ) Ahmet Kaya'rnn Şafak Tü rkiisü kasetine ilişkin gö­ rüşleri ise şöyle :

"Nevzat 'ı n ki tabı gü ndeme gelmişti. 1 985 'in son­ ları . Şiiri n i besteledim. A i lesine haber gönderdim, gelip din lediler. Ağladı lar, duygu landı lor, sevindiler. Çok güzel, dediler. O zaman lar Taç Pla k 'tpn pa ra a l­ :nıyorum ki! Telif ücret: o zaman lar 50 bin lircı falan: · Nevza t Çelik için adam 35 bin lira verdi. Gerçe k ten de Şafak Tü rki.isü bomba gibi pa tladı. On bin lerce mektup gelmeye başladı. Gaze teler yazdı . . . " (Cemal Süreya'nın 2000'e Doğru Dergisi için 1 989 yılındc.ı yaptığı söyleşiden . . . ) Şafa k Ti.i rkü:; ü ile yakalanan başarı Ahmet ile Gül­ ten'i heyecanlandırmıştı. Büyük heyecanlar içinde, yo­ ğun bir çalışma temposuyla hazırlanan kasette söz ko­ nusu şiirin yanı sıra, Ki mdi B u n la r, Tu tuşur Dizele­ rim, Geleceğim, Ha ra m i ler, Sel Dağı, Haydi Git isimlt besteler yer almıştı . Kasetin büyük bir başarı sağ­ laması, Ahmet Kaya' nın önceki kasetlerine de ilgiyi ar­ tırmıştı . Ayrıca az da olsa para bile kazanınıştı. Ahmet Kaya ile Gülten Hayaloğlu arasındaki beraberlik gittik­ çe büyük bir aşka dönüşüyordu. İlişkilerini de evliliğe çevirme kararı almışlardı. Çünkü artık hiç ayrılamaya101


b a ş ı m b e l ada

caklarını hissediyorlardı .

Yusuf Hayaloğlu ile tanışma Gülten Kaya bugünlerde karışık duygular içindeydi. Bir yandan cezaevinde geçirdiği yılların acısını taşıyordu yüreğinde, diğer yandan Ahmet'le yaşadığı aşkın sevin­ cini . Bir de abisi Yusuf Hayaloğlu'yla aralarındaki kırgın­ lığın burukluğu vardı . Ahmet'e sık sık abisinin yetenekle­ rinden ve ona duyduğu hayranlıktan bahsediyordu. Ah­ met de Yusuf'u gün geçtikçe daha çok merak ediyordu. Sonunda ısrarlı telkinlerle Gülten'in abisiyle barışmasını . sağladı. .Böylelikle tanışmaları için zemin de oluşmuştu. Banştıktan sonra Gülten, abisine de sıkça Ahmet'ten söz etmeye başlamıştı ve kaçınılmaz tanışma günü gelip çatmıştı. Yusuf Hayaloğlu resim ve heykelle uğraşan, serüven­ ci bir_yapıya sahip, kendi deyimiyle, "sıfır noktasında ya­ şamaya alışmış" yani her an her kapıyı çarpıp gidecek şekilde bağımsiz yaşamayı seven birisiydi . Kimseye ödün vermeden, kimseye bükülmeden ve hiç kimseden emir almadan var olmaya çalışıyor, kendi ürettiği sanat­ sal ürünleri satarak sürdürüyordu hayatını . Kendi kabı ,_ ğunu örmüştü ve içine kolay kolay kimseyi almıyordu. Yaşam tarzı ve düşünme biçimi çok farklıydı, kendine özgü zevkleri vardı ve tanıştığı güne kadar Ahmet'in mü­ ziğini hiç dinlememişti. Bu yüzden, barıştıktan sonra Gülten'in heyecanla ayarladığı randevuya da pek önem vermemişti . Derken kararlaştırdıkları gün , Gi.ilten , Ah·· rnet' i de yanına alıp, abisinin Şişli'deki çalışma atölyesi­ ne gitmişti . Ahmet ile Yusuf un ilk buluşmasında ilginç bir elektrik oluşmuştu, ikilinin kaynaşmasından en mem­ nun kişi ise bunun böyle olacağından çok emin olan Gülten Hayaloğlu'ydu. 102


Bir Eisane Doğuyor I Kim Bu

Ahmet?

Yusuf Hayaloğlu yıllarca sürecek bu birlikteliğin baş­ ladığı ilk tanışma anını şöyle anlatıyor:

"Gü lten 'in ben i Ahmet diye bir arkadaşıyla tan ış­ tırmak için ısrar etmesinin tek bir sebebi o labilirdi, o da beraberliğinin ciddi ve uzun vadeli bir amaç taşı­ mas ı . Yan i bir dnmat adayı ila karşı ka rşıya olacağı­ m ı biliyordum ama böyle durumla rda, bir ağabeyin yaşayabileceği tedirg i n liği ben yaşamadım, çünkü kız kardeşlerimi denetlemek ve h ayatlorın ı düzen lemek gibi despot bir a n layışım yoktu, o n lar ben im a rkada­ :; ım gibiydi. Neyse, randevu alıp geldiler, kapıyı açtı­ ğımda, ilk defa ka rşı laş tığım Ahmet'te dikkatimi çe­ ken ilk şey, çok sıcak gülümsemes iydi. "Bıyık altın­ dan gü lümseme " diye tabir ettiğim iz b u gülümseme bazı i nsan lara çok ya kışı r ve babacan bir hava verir­ di. Ahmet'te de aynen böyleydi. Zaten ben, gü leç yüzlü insanları oldum o lası sevmişimdir. . İkinci hoşu­ ma giden şey ise, içeri. geçer geçmez koyn undan bir rak ı şişesi ç ı ka rıp masaya koymasıyd,. Bu, on u n kafa dengi bir yol ada m ı old uğun u gösteriyordu. för baş­ ka hoşuma giden şey de, tak ı m elbise giymemiş ol­ masıydı. Yan i kendi n i beğendirmek için özen mem iş­ ti, o lduğu gibi gelmişti. Beş dakika içinde üç olumlu puan a lı nca bu görüşmenin uzttn o lacağı nı a n lam ış­ tım . Ben de işim i b ı ra ktım ve rak ı n ın yan ı na gerek li neva leyi telefonla ısma rlayarak a tö lyede güzel bir çi­ lingir sofrası kurdum . Böyle sofra lara Ahmet'in h iç de ya bancı olmadığı a n lrışı lıyordu. Tam bi r m uhabbet cıdam ıydı. Üstelik en az ben im kada r fı kra düşkün üy­ dü. Da ha ne o/sundu yani! Kadefı ler boşa ldı kça ue b iz, al aşağı, ver yukarı, m uhabbeti koyu laştı rdı kça G ü l te n 'in s urat astığı n ı görm üştüm. On u u n utmuş­ tuk, .kenarda ka lmıştı ve san k i içinden 'Samimi olma · n ız ı d i lemiş ; im ama bu kadar da değil!. . ' der gibiydi. 103


b a ş ı m b e l a. d a

Ve işin garip yanı, Gülten ilk defa h issettiği bu duy­ guyu, bundan son raki yaşam ı m ızda yüzlerce defa yi­ ne h issedecek ve ha tta a ra s ı ra b iz i m le, fazla sam im i olduğu muz için ka vga bile edecek ti. . . İlk tanışmadan son ra Ahmet hakkında edi ndiğim diğer bir izlenim de m üz iğine i l işkin oldu; sazı deği­ şik ça lıyordu, akortla rı fa rklı basıyordu. Ruhi Su ve Zülfü L ivaneli tarzına yakın gibi d uruyordu; ama as­ lı nda çok daha başka bir yerdeydi. . B u bana e n tere­ san gelm işti ve hoş bir şeyler yaptığı n ı söylem iştim ona. Yan i m üziğin hareket ala n ı ı ı ı n çok gen iş, çok öz­ gür o lması gerektiğin i, Orhan Gencebay'dan Jean­ Michael Ja ra 'ya kadar açılan bir yelpazeden örnekler vererek a n latıyordum . Geçm işten bugüne kadar icra edilen bütün anlayış/a n harman eden özgür ve cesur bfr s� n teiin hcil-ka daha sıcak geleceğin i, insa n ı m ızı daha içten k uca klayacağı n ı söylüyordum. Klasik ay­ dın anlayı ş ı n ı n soğuk ve statik tavrı n ı n uzağında d u r­ masının da çok yararlı olacağın ı ve halkla bütünleş­ mesini h izlandıracağı n ı kavra tmaya ça lışıyord um . Bütün b u n ları Ahmet de h issediyordu ama birisin in ifcıde et mesi, inancı n ı temellendirmesi gerek iyord u. Birçok şeyi !çg Udüsel yaptığı v e daha çok, yetenekle­ rinin a kışı doğru ltusunda yol aldığı belli oluyordu. Gii lten 'in, teorik birikim iyle A h met'in ufkun u m uaz­ zam bir şekilde gen işletmesi n in yan ında ben im pra­ tik ve net önermelerimin onu güçlü kı ldığı n ı ve ken­ dine g(i ııen sağladığı n ı çok açı kça izliyo �duk. " Ve Gülten'le evlilik Şafak Ti"irki.isCı önemli bir çıkış olmuştu Ahmet Ka­ ya tarihinde. Kaset satışlarındaki grafiğini yükseltmesi­ ·1in yanında, bu ülkede cezaevinden ncısibini alan bütün 104


Bir Efsane Doğuyor I Kim Bu Ahmet!

herkeste ; yani ülkenin yüzdı.-' 7 5 ' inin gözünJe bir Ahmet Kaya efsanesi doğurmuştu. Ahmet Kaya artık tüm Tür­ kiye'nin tanıdığı bir şöhretti . Yıllardır yaşadığı ve maddi­ manevi sıkıntıları adım adım aşma yoluna girmı�ti artık. ' Bu süreçte Ahmet Kaya 'nın önündeki yıllarını şekillen­ din.:cek bir diğer önemli gelişme de Gülten I--Ic1yaloğlu ile olan beraberliğhi evliliğe dönüştürmesi oluyordu.

1 98 6 mayısında gerçekleşen evlilikle, uzur' , çetrefilli ve başanlarla dolu bir yolculuğa adım atmışbrdı . Gül­ ten 'in /\hmet ile beraberliğini evleneceği zamana kadar aileden sadece abisi Yusuf ile ablası Gülistan biliyordu. Anne ve babanın da rızasının alınması lazımdı. Bunu bir şekilde anne ve babasına da açmalıydı ama nasıl? Aile Elazığ'da ikamet eden klasik bir Anadolu ailesiydi. Bu birlikteliği onaylamaları mümkün görünmüyordu . Oysa bu beraberliği evliliğe dönüştü"mekten başka çıkar yolla­ n yr ı'<tu Yalrnzca kendilerine ait bir yuvalan olmalıydı artık. . İkili .uzun uzun düşündükten sonra, bunun da an­ cak gelenek ve göreneklere uygun olarak "görücü usulü ile kız isteme" şel:linde olabileceğine karar veriyordu . Bunun için uygun bir zaman kollanıyor ve nihayet uzun bir aradan sonra Gülten' in anne-babası Yusuf ile Gül­ ten 'i ziyarete İstanbu!'a geliyordu. Yusuf, kız kardeşine görücülerin geleceği:ıi söylüyor ve ikna ediyordu anne­ babasını. Sonuçta uygun bir gün kararlaştırılıyor ve Gül­ ten ile Ahmet'in bir ömür boyu sürecek birlikteliklerinin ili: adımının atılacağı o gün, gelip çatıyordu. Ahmet, her şeye rağmen gizleyemediği bir heyecanla; annesi, abisi ve kız kardeşiyle Gülten'i istemeye, Yusuf'un İstinye 'de­ ki evine gidiyordu. Gülten'in bütün uyarılarına rağmen Ahmet, göze hoş gelecek kurallara uymayarak bildiğini okumuş, üzerinde bir kot pantolon, bir tişörtle gitmişti. Saç ve sakal birbirine karışıktı ve kız istemeye decJil, Yu­ suf'la muhabbete gitmişti sanki. . .

105


ba ş ım b e l ada

"Annemin gözü Ahmet'i tutmadı" Gerisini Yusuf Hayaloğlu anlatıyor:

"Balkonda babamdan gizli sigara içerken , bekledi­ ğimiz 'kız isteme ekibinin ' uzak tan geldiğin i görünce önce şaş ı rm ış, sonra çok gülmüştüm . Bir kadın, bir kız ve iki erkekten kurulu bir ekipti. Erkeklerin biri kot-tişört, diğeri koyu tak ı m elbise ÇTiym işti ve damat adayı görün tüsüne uygun düşüyordu .. Yak laştı k la rı n­ da ise ne göreyim? Meğer, damat g ibi giyinen k işi Ah­ met'in abisi, pejm ü rde giyinen kişi de b izzat damat adcıyı Ahmet değil m iym iş? Esas komedinin biraz­ dan başlayacağ ı n ı düşünerek bastım kah kahayı ta­ bii. . A n nemin de, baba m ı n da yüzü bir karış asılmıştı ve . Gülten diken üstündeydi. · Bizimki ler, böyle bir . . günde elbette ki takım elbise giym i·ş, · tı raş olm uş, efendi, mahcup; elleri n i ve ayakları n ı birleştirerek oturan v e h iç konuşmayan-gülmeyen, terbiye li bir da­ mat adayı tasavvur etm işlerdi. . Oysa k i Ahmet, giyim tarzı bir yana, kapıdan gir­ diği a ndan itiba ren bütün a lışılmış kura l la rı da bir bir altüst etmişti ve annemin gözü fazla tu trrwmıştı bu damat adayın ı . Ka rşı ları nda hacak-bacak üstüne atu­ rak koltuğa göm ü lm üştü, herkesten fazla ve herkes­ ten yüksek sesle konuşup, du rmada n espri ler, şaka· far yapıyor, kahkaha iar a tı yo rdu. B unla r da yet mez­ m iş gibi b i r de ben im saz ı m ı a lıp n eşe l i bir edayla, an­ nem in yü?üne ka rşı 'aman an nem, can ı m a rı nem, b i r so lukluk izin ver; a n a l ı k ha kkın la bağlama ben i! . . ' di­ ye bir bes tes i n i söylemez mi? .. Gerisi tam bir film. Ba bam, uflaya-p uflaya ba lkona attı kendini, a n nem de sando/yesini çevirerek adeta sırtı n ı döndü m isafir­ lere. Nqıse k i Gü lte n 'in kahve ikra m ı ta m o s ı rada 106


Bir Efsane Doğuyor I Kim Bu Ahmed

imdada yetişt i ue fi lm kopmadan ku rtardık duru m u . . Son ra Ahmet'in a nn es i usule uygun o lara k 'AJ/ah 'ın izn iyle .. ' diye başlaya n kız is teme tiradı n ı bitirdiğin­ de annem, sa nda lyesi n i yen iden çevirip sı rtı n ı döne­ rek sürpriz bir şeki lde, kızı vermeyeceğin i söyledi . 'Eğer k ız ben imse, ben verm iyoru m . Kendi isterse, bilmem . . ' dedi. Ortal ı k buz gibi olmuştu. Bereket, Ahmet'in an nesi hoşgö r ü lü bir kadındı, Malatya ve Elazığ kültürü n ü n b i rbirine çok yakın o lmasından do layı annemin kaprisini çok iyi an lam ıştı u e havayı tekrar düzeltecek espriyi pa tla tmıştı. Mahalli şiveyle a n neme: 'Anam-anam, verm iysen, verm iysen de, a r­ kan n iye dön iysen ?' deyince, gergin lik, yerini kahka­ hala ra b ı rakmıştı. Bunda n son ra s ı n ı aşmak biraz da­ ha kolaylaşmıştı . " .Yusuf Hayaloğlu'nun kolay bulduğu bu süreç aslında pek de kolay olmamıştı . Klasik ıwlilik sürecindeki, çeyiz hazırlama, kuyumcudan talepler, ev döşenmesi, eşya lis­ tesi, salon tutulması, gelinlik ısmarlanması, davetli liste­ si, şeker seçimi, çiçek siparişi, fotoğraf çekimi , kına ge­ cesi gibi onlarca formalite birer-birer iptal edilmiş ve her birinin iptali için büyük sıkıntılar yaşanmıştı. Fakat Gül­ ten'in inatçı tutumu ve Yusuf'un da anne-babası üzerin­ deki ikna edici etkisiyle bütün sıkıntılar bir bir aşılmış ve aile arasında yapılan küçük bir kutlamayla nikaha ulaşı! mıştı.

İlk yuva Galatasaray'da . . Sıra, oturacakları evi tutmaya gelmişti ama İstan­ bul'un her yerinde kiralar yüksek, daha doğrusu onların bütçesine göre yüksekti. Aslında Taksim'de oturmak is­ tiyorlardı . Ama orada da, bütçelerine uygun olan evler oturulamaya,�ak kadar kötüydü. Günlerce ev aramışlardı 107


b a ş ım b a l ada

ve Ahmet hiç beklemediği bir anda, Galat<ısaray Lise­ si' nin arka tarafında bir daire bulmuştu . Biraz masraf edilse oturulacak gibiydi, boya ve badana istiyordu. Ki­ rası da düşüktü. Ev _sahibi de çocuksuz bir aile istiyordu. Bu şartlarda istediği kira 80 bin liraydı. Ahmet hiç dü­ şünmeden kabul etmişti . Nalburdan boya badana malze­ melerini alarak günlerce kan-ter içinde çalışmışlar ve . evi oturulacak hale getirmişlerdi. Yusuf Hayaloğlu o günleri şöyle anlatıyor:

"Ahmet ve Gülte n yollarda, stüdyolarda, m isafir. evlerinde, hütün o lu msuz koş u llarda hasretle büyüt­ tükleri aşkları n ı a rtı ;c ya lnızca ker: di/.e rine ait o lan bir yuvaya taşıma n ı n m u tlu luğu içinde Gala tasaray Lisesi 'niıı alt sokağında m ü tevazı b i r ev tutm uşlard ı. İçini ç ok sade b i r şeki lde . !Je yak ı n larında n a ldı k /a n yah u t ta ksitle sa h ip oid u k ları eşyalarla döşedikleri bu iki oda, bir m u tfa k tan ibaret evde artık ı-ahat-ra­ ha t dostlarını da ağı rlayabiliyor/a rdı. Çoğu akşam atölyem i kapa tıp bir şişe rakıyla o ev­ de a lıyordum soluğu. Ahmet, çok güzel ve acılı et so­ f.eler, tava lar; menemen ler yapardı yan ı na . Yerler boydan boya halıf!eks ve m inderdi. Yum uşacı k otu­ rur; sohbet ederdik. Saatlerce bağlama ça lıp t ü rkü söylerdi. Geleceğe dönıl k p la n la r yapar; çeşi tli stra te­ jileı ü retirdik. Gü lte n 'in ve Ahmet'in içleri kıpır kıpı r­ dı, çok ama çok büyii k bir aşkları ve aşkları kadar coşku lu hayalleri va rd ı . Yirm idört :.;aa t kon uşsa lar da doyrnazla rdı, yiı-•n i dört saat koklaşsa lar da . . "

Artık ahatça çalışöcağı bir ortama da kavuşmuş 0lan . Ahmet Kayc:ı büyük bir açlıkla yeni kaseti An Gelir in bestelerini de son aşamaya getirmişti . Evliliğin ve üret· ı nenin tadını çıkarıyordu doyasıya . Llalen parası voktu ve Gülten'in maaşıyla idare ediyordu ama çocuklar � ıibi

108


Bio Efsane

Doğuyor I Kim

Bu

Ahmet?

mutluydu. Gülten Kaya'nın o günlere dair anlattıkları ise şöyle :

"Ga la tasarcıy L isesi 'n i n a rkası n da b i r apartmana taşı ndık. İlk oturduğum uz ev orasıdı r. O zama n lar solcu dergilerde, 'Milyon /u r satıyor, m i /yun /ar kazc.ı nı­ yor. .. ' diye yozı lıyor. Eleştiri ler sa ldı rı lara dönüşünce, böyle şeyler yazmaya baş ladı ia r. Evde bir gaz sobası var, Cihangir'e elimizde i lc i bidon, ga?. almaya gider­ dik. Perde yok, bir Amerikon bez germ işiz; r-ıohi/ya yok, yerde m inderler var, yanda Ahmet'in bağlam,'.l ­ sı. . . Gün lerr:e sokağa çikmadarı de l i le r gibi ça ldığı, şarkı yaptığı gü n ler. B.ir konser yapıp do t:iç kuruş lca zan ı nca doğru Çi"ek Pasnjı 'na gidiyoruz, bir ufa k ra­ k ıda sarhoş oluyoruz. Ben 25 yaşındayım, o 28 ya­ şı nda, bü t ü n lü ksüm üz bu (Roll Dergisi - Derya Bengi, Merve Erol söyleşisi , Ağustos 200 1 ) Bu dönem sol olarak tanımla.nan kitlede· büyük bir yalnızlaşmanın yaşandığJ yıllardı. He �en herkes hir şe­ kilde cezaevi yüzü gürmüş, kimisi cezasını yatarak dışa­ rı çıkmış, kimisi halen içerde gün sayıyordu. İçerdekiler direnişte ısrar ederken, dışarıdakiler hayata tutunmaya çalışıyordu. Hem yenilgi vardı, hem de pasiflik. Hiçbir organize durum yoktu arlık. Ne örgüt, ne dernek. ne si­ vil toplum örgütü . . . Herkes ortada kalmıştı. Mantar gibi birahane ve cafeleı türemeye başlamıştı; gençler biraha­ nelerde bira içip, bu ülke için ne yapacaklarını düşünü­ yordu, seksenli yıllar yarılanıyordu . . İşte bu yıllarda biri 28 diğeri 25 yaşında ikl insan , bütün bu olumsuzluklörn karşı hayatı birarada omuzlamak üzere yola çıkmışlardı.

109



Altıncı Bölüm

PROFESYONELLEŞME YILLARI "Vazgeçilmezler"i Hayatında

An gelir I Paldır küldür yıkılır bulutlar GökyOz:ünde anlaşılmaz bir heybet

O eski heyecan ölür An gelir biter muhabbet. . . (Attila hhan)

Türkiye'nin gündemiyle birebir örtüşen An Gelir ka­ . setinden _sonra Ahmet Kaya müziği artık sadece solcula­ rın değil, entelektüel kesimin de gündemindeydi. Müzik eleştirmenleri, tanımları tartışmaya başlamış, sosyolog­ lar Ahmet Kaya kitlesini analiz etmeye koyulmuşlardı . Yaklaşımlar anlamaktan çok eleştiriye ve saldırıya dönü­ şünce, Ahmet hırslanıyor ve müziğine daha da sarılıyor­ du. İlk üç albümünde, aranjör olarak Sezer Bağcan ve Oğuz Abadan ile çalışan Ahmet Kaya'nın hayatına her alanda artık çok daha profesyonel insanlar girmişti . Ka­ ya' nın ''vazgeçilmezlerim" diye adlandıracağı ve beraber uzun soluklu çalışmalara imza atacağı Yusuf Hayaloğlu 111


b a ş ım

'j e l a d a

ve ara.njör Osman İşmen " işlerin" mutfağındaydı artık. Gülten'in varlığı ise her yönüyle bu çalışmaların motoru­ nu oluşturuyordu. An Gelir isimli dördüncü kasetinde iş­ te bu profesyonelliğin getirdiği av;:mtajlar vardı. Bunun yar; ı sıra, Attila İlhan , Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Ül­ kü Tamer'in şiirleri de bestelere ayn bir tat katarak ka· sete olan ilgiyi daha da arttırmıştı.

Arabesk mi, protesl. mi? An Ge lir kasetinin grafik tasarımı Yusuf Hayaloğlu tarafından yapılmıştı . Hayaloğlu bunun yanı sıra, Ahmet Kaya müziği üzerine yürütülen tartışmaların lehte bir şe­ kilde kullanılması için yeni bir taktik geliştirmişti. " Ma­ dem saldırıyorlar, biz de bu '.;aldırılan biraz daha gıdıkla­ yıp , tartışma ort9.mı sağlayalım, bu bizim lehimize · ola­ ·caktır·" demiş ve bu' doğru1tuda bir gazete· ilanı hazırla­ mıştı ilk defa. Alışılmıştan daha büyük ve iddialı hazırla­ nıp Cumhuriyet gazetesinde vayınlanan bu resimli ilan­ da, Yusuf'un çizdiği gülümseyen Ahmet Kaya portresi­ nin altında, './İne Yusuf'urı şu spot cümlesi yer alı�ıordu: "Tok, yalın, duyarlı bir ozan, çağının tanığı, protest mü­ ziğin yürekli savaşçısı Ahmet Kaya . " İşte bu spotta yer alan "Protest müzik" ibaresi üzerine yapılan tartışmalar bir anda gündeme dinamit gibi girmişti. Hedeflenen olmuştu ve ilanın çıkması gerçekten de umulan etkiyi sağlamıştı. " Nedir bu protest müzik, böy­ le bir müzik tarzı var mıdır? Ahmet Kaya 'nın müziği ara­ besk mi, protest mi?" diye başlayan tartışmalarla Ahmet Kaya ilk defa günlük gazetelerin ve haftalık dergilerin gündemine girmeyi de başarmıştı. Devrimci arabesk ni­ telemesiyle sonuçlanacak süreç böylelikle başlamış olu­ yordu.

112


Profesyonelleşme Yılları I "Vazgeçilmezler"i Hayatında

İ şmen: "Yaşasın, özgürce müzik yapabileceğiz " A n Gelir kasetinin aranjörlüğünü ise Osman İşmen yapmıştı . İşmen 'le tanışmaları müzik firması sayesinde blrnuştu. Osman İşmen mesleğin kıdemlilerinden idi . Oska; Plak'ın sahibi Muhdi Bayem bir gün_ ona Ahmet Kaya ile gitmişti . " Bir dinle bakalım ne diyeceksin '?" di­ yordu. Osman İşmen ilk parçada, "tamam" demişti; "Bu adam kesin çok iş yapar. " O zamana kadar gelen bütün sanat(;ılar klasik bir tarzda müzik yapıyordu. TRT en bü­ yük otoriteydi . Bu da bir aranjör ola;-ak İşmen'in en sev­ mediği şeydi. Ahmet Kaya, sınırsız bir özgürlükle müzik yapan bir adamdı . Bunda hem muhalif olmasının büyük etkisi vardı , hem de müzikte alaylı olmasınm. Akademik bir deneyim olmayın::a, kural falan tanımıyor ve geniş bir ufukla, sınırsız bir fügürlük içinde besteler yapıyordu. Ortaya çok etkili ürünler çıkıyordu. İşmen ile beraberliği işte bu noktaC!an itib�ren başlıyordu . İşte Osman İşmei1'in ağzından o günlerin hikayesi: "Ahmet Kaya o zamancı kadar i.iç kaset yapm ış, ama ben d i n lemem işim. Sesi bana çok en te·resa rı gel­ di. Bak t ı m ses i n i n rengi �:ok i lginç, insa n ları etki leye­ bilecek bir ses rengi vardı, kesin likle iş yapr1cağı n ı h isset m iştim. Akademik bir eğitim olmadığı için, özgür ve en te­ resan bir doğaçlama m ü;-;ik anlayışına sa h ipti. Bes­ lendiği ş i irler, bestelerine ayrı bir tat veri�· )ıdu. TRT'den geçirmek gibi bir derdi olmo dığı için, TRT k u ra lla rı na uygun olmak diye bir elerd i de ynktu. Do­ layısıyla o tosa nsür kaygısı da taşı m ı yordu. İşi n ba na cazip gelen en gUzel tarafı da huydu. Çü n k ü ben de tam b u n u yapmak is tiyordum . Ça lışmaya baş ladığı mız zaman oh ded i m ne kadar giizel, h içbi. derıetirrı 1 13


ba ş ım

bel ada

korkusu duymadan kafa m ızda k i özgür m üziği yara­ tabilecektik. Yepyen i bir tarz denemenin za manı gel­ m işti. Bu ta rz ı n en önemli ya n ı doğu-bat ı sen tezine ya kı n du rmasıydı. Top lumun çeşitli kesim lerine o n la­ rı n h iç din lemedikleri müzikler sunduk. Şeh irdeki in­ san bağla ma d i n lemediği halde, bağlama din lettik, daha kenar ve k ı rsal kesimdeki insan la ra da senfo n i orkestrası n ı d in le t t i k Böyle b i r güzelliğimiz o ldu Ah­ met Kaya m üz iğinde. " .

Ayakların yerden kesilmesi. . . Şafa k Tü rküsü ile kanatlarını açan Ahmet Kaya, A n Gelir kasetiyle kanatlarını çırpıp uçmaya hazır hale gel­ mişti . Ama ayakları hala yerdeydi . Oysa ki uzun yıllar araba kullanmıştı ve yürümekten nefret ediyordu . En kö­ tüsü de kırlara-bayırlara açılıp, -mangalda et pişirmeye bayıldığı halde, arabasızlıktan dolayı bunu yapamamak ve dört duvar arasında et sote ile idare etmek canına tak etmişti. Taç Plak'la bir Resital çalışması gündeme gelmiş ve bunun karşılığında bir araba konusunda anlaşmaya varılmıştı . Kaset satışlarının giderek artmasından dolayı heyecanlanan Cihan Sütşurup ise ilk defa cebinden pa­ ra çıkacak olması ihtimaline karşı uzun süre direnmiş, fakat sonunda teslim olmuştu. Ve bir sabah Galatasa­ ray'daki evin kapısına sıfır kilometre bir Doğan araba park etmişti. Pencereden Lakan Ahmet'e bu füme ıengi Doğan araba tıpkı bir Mercedes gibi gözüküyordu. Artık gerçek anlamda ayaklarının yerden kesildiği günler baş­ lamıştı. İşte Taç Plak çalışanı Kamuran Kayra' nın ağzından füme Doğ<m'ın hikayesi : "Ahm e t abinin kasetleri çok ivi sa tmaya baş la mış­ tı. Uzu n ta rtışmala r son ucu, sıfı r bir Doğa n a raba a l11-l


Profesyonelleşme Yılları / "Vazgeçilmezler"i Hayatında

m ıştık o na. O zamanla r Doğan arabala r y e n i ç ı k m ış­ tı ve çok havası va rdı. B ü t ü n sanatç ı la r şi rketlerinden b u ara bayı is tiyorla rd ı . Amu pek a la n yok tu. Bizim Ahmet abiye a raba a lışı m ız çarşıda birçok dengeleri değiştirm işti. O gü n le rde u n u tamadığı m bir olay da, daha a ra ba n ı n kilometresi açı lmadan kazaya ugra­ masıydı. Araba n ı n i lk gün leriydi, daha p la kası bile takı lmamıştı, işlem /er s ü rüyordu. Ahmet abi a ra ')ay­ /a firmaya geldi 'Je bizim bir arkadaşa arabayı verip, teyp taktırmaya gönderdi. Son ra yazıha nede otu rup sohbete baş ladık. Derken a ra bayı götü ren çocu k gel­ di v e ezi le büzü le kaza yaptığı nı söyledi. Ben de du­ rum u korku içinde Ahmet abirıin k u loğına fısı lda­ dım. Çok öfkeleneceği n i ve bağıracağı r ı ı sanrmştım ama inanamadığı m bir ş e y oldu. Ve o h iç önemseme­ di. Üstel i k kaza yapan arkadaşı n duru m u n u n iyi olup olmadıjjı n ı sordu. On u n b u tavrı ka rşısında hayranlı kla kalakalm ıştım . . . ·

"

Tek derdi Çiğdem Uzun süre evlerine bağlı yaşamak zorunda kalan Ah­ met-Gülten çifti , bir arabaya sahip olduktan sonra bu kez hiç eve girmez olı'nuştu. Galatasaray'dan sonra ilk durak İstinye oluyordu. "Yusuf abileri"ni de kandırıp iş · !erinden alıkoyarak a rabaya bindiriyorlardı . Artık Rume­ li Kavağı mı olur, Sarıyer mi olur, Kilyos mu olur; İstan­ bul'un ne kadar yeşil ve mangal yapılacak piknik sahası varsa gidilip battaniyeler yere seriliyor, sazlar ortaya çı­ kıyor, rakılar ve kızarmış etler eşliğinde muhabbetler edi­ lip, türküler söy l eniyordu. Ahmet Kaya'nın en büyük tut­ kularından biri haline gelen bu piknik sefalarından , Yu­ suf'un olmadığı günlerde geniş ailenin diğer fertleri nasi­ bini alıyordu. Böylelikle Ahmet ve Gülten ya İstinye'de Yusufların evinde, ya Bakırköy'de Zekiye annelerinin 115


ba ş 1 m bel ada

evinde , ya İzmit'te Gülistan ile Mustafa Soydan çiftinin evinde soluğu alıyor ve gitmişken en az on gün kalıp, kendi evlerine hiç uğramıyorlardı . Bazen bunu abartıp ani bir karnrla la Mersin'e , Gülten'in diğer ablası Gülsen ve Kemal Arıdıcı çiftinin evlerine, yahutta Eskişehir'de­ ki arkadaşları Sabahattin Koç'un evine veya başka arka­ daş-akrabalarının evine yerleşip, İstanbul'u unutuyorlar­ dı. Yakınları arasında da çok seviliyordu Ahmet Kaya. Bir dedigi iki edilmiyordu, sevdiği şeyler yerine getiril­ meye çalışılıyordu . Ahmet, İstinye'de Mine hanımın bul­ gur pilavımı, Bakırköy'de Zekiye hanımın yaprak sarma­ sına, İzmit'te Mustafa bacanağın mangalda balığına, Mersin'de Kemal bacanağın çiğköftesirıe bayılırdı. Gü­ nün hangi saati olursa olsun, isterse sabaha karşı olsun, canı çektiğinde tekfon eder,_ ortamını hazırlatır ve hiç üşenmedeı� arabasına \:)irier giderdi. ·onlar da Ahmct'in mutlu olmasından keyif alır ve severek isteklerini yerine getirirlerdi. İlk defa bir video kamera almıştı Ahmet. En büyük hobisi y•akınliırıyla şakalaşmak ve bu anlan kamerayla tespit etlikten sonra, çeşitli montajlar ycır ıp belli bir kur­ guyla bu filmleri öyküleştirmesiydi. İlerde bir gün, bir film '.'Önetme konusurıcla ilk deneyimlerini ediniyordu. Çok mutlu bir dönemiydi Ahmet'in . Her şey yolunda gidiyordu. Amô ilk eşinden oları kızı Çiğdem'den uzak olu:,.u, onun k afasıııı rrı eşgul eden tek konuydu. Ara sıra evirde• ı alır . gezdir mesine rağmen sürekli birlikte ola­ mauışı içine dert oluvordu . Çiğdem ' e inanılmaz bir clüş­ klınlüğ\ i vardı ; Çiğd em ' le yatı p, Çiğdem 'le kalkıyorc.lu. C,. ocuğuna iyi bır gelecek ! ıa�:ır !tırnak istiyor, fakat bölün­ nüş hir cıile �pıpısı içine!� bunu na�.ıl yapabileceğini ke:.;-· tircrniyordu. An Geli r kasetindeki Çiğdem Çiçek beste sin i de bu keo» rmaşık duygular içerisinde yapmıştı : .

"Ada r o ldu y ı l la r o ldu / Ber. yüz i.i. rı ü görmedim 116


Pr.)fesyonelleşme Yılları / "Vazgeçilmczler"i Hayatında

Yüzüne lıasret ka ldı m kız / Yüz ü ne yüzüm s ü rme­ dim . . Bıçak sapladım sineme / Eskidi yara la rı m / Sa­ bah ols u n gelme eğer / Ken d i m i ya ra la rı m . . . .

"

Deniz'i severken, Melis'e niyetlenmek

·

Yüreğinde inanılmaz bir çocuk hasreti taşıyan Ahmet Kaya , bu duygusunu farkında olmadan yakınlarının ço­ cuklarındeı gidermeye çalışıyordu. Gülten'le beraber en­ çok sevdikleri şey, Yusuf'un o sıralar 2 yaşında olan ve babası gibi güzel mavi gözlere sahip olan kızı Deniz'i görmek için, günün hangi sacıti olursa olsun, istiny�'ye gitmekti. Deniz, uykuda bile olsa uyandırılıyor ve ağzı­ burnu yoğrularak, ağlatıncaya kadar seviliyordu. Kızının bu şekilde sevilirken hırpalanmasına yüreği dayrınmayan Yusuf Hayaloğlu da sonunda patlıyor ve "Kardeşim , evi­ nize gidin de ne yapıyorsanız yapın, illa da bir çocuk ya­ pın. Yoksa bundan sonra kızımı sevmek parayla, ona göre" diye tehdit ediyordu . Buna mukabil Ahmet, "Eğer Deniz kadar gilzel olacağını bilsek, hemen yaparız" di­ yordu. Ve belki de bu şakalaşmadan sonra, bir çocuk sa­ hibi olma fikri genç çiftin beyninde gittikçe gelişmeye başlıyordu. Tek sorun vardı; gözaltında gördüğü yoğun işkencelerden dolayı GU!ten'in bu konuda tereddüt et­ mesi . Sonunda doktor kontrollerine girilmiş ve risk taşı­ masına rağmen bazı koşullara uyduğu taktirde çocuk sa­ hibi olabileceğine dair pek de güvenilmeyecek bir teşhis konulmuştu. Ahmet, çok sevdiği eşini riske etmek iste­ miyordu; ama çok cesur bir yapıya sahip olan Gülten için, yüzde on ihtimal bile bir şeye başlaması içiı ı yeter­ liydi. Bir süre sonra Ahmet'e müjdeyi vermekte gecik­ meyecekti: "Artı k kendi çocuğumuzu sevmeye haz ı r ol A h met!" Aynı günlerde yoğunlaşan konser tekliflerini değer­ lendiren ve durumunu biraz daha düzelten Ahi'ôet l\.aya , 117


ba ş ım

bel ada

çocuğun müjdesini de alınca artık Galatasaray'daki kü­ çük köhne eve sığmayacaklarını anlamıştı . Maçka, Vali­ deçeşme'de set üstünde geniş manzaralı yüksek bir da­ ire bulmuşlardı . Kısa sürede taşınıyor ve taksitle aldıkla­ rı eşyalarla 4 odalı yeni yuvalarını döşüyorlardı. Gülten hemen h�men her gün doktor kontrolü altında bebeği­ ni doğurmaya hazırlanıyordu. Yapılan son muayenede bebeğin kız olacağını anladıklarında her ikisi de çok se­ vinmişti.· Çünkü en büyük dilekleri buydu.

Hoş geldin Metis bebek Hamileliğin son dönemlerinde Gülten annesini de ya­ nına almış, doğumu beklemeye başlamıştı . Ahmet, kon­ serleri için İstan_bul dışına gittiği günlerde Yusuf bir gü­ ven unsuru olarak evde kaliyor ve herhangi bir gelişme­ ye karşı hazır bekliyordu. Yine bir hafta sonu A hmet, İz­ mir'de verdiği konserden uçak korkusu nedeniyle gemiy­ le dönerken, bebeğin doğum günü olacağını hiç tahmin etmiyordu . Gerisini Yusuf · Hayaloğlu aktarıyor: "Ahmet olmadığı zaman her i h timale karşı ben Gü l te n 'in yan ı n da kalıyordum. O gün bir ara on u or­ ta lıkta görmeyince odasına gittim ve sancıla r içerisin­ de kı vra ndığı n ı gördiJm. Sorula rı ma karşı lı k, merak edilecek bir şey o lmadığı n ı söylüyordu. Tesadüfen o gün a n nem de İs tinye'deydi. Ve ben erkek halim le d u ruma ne teşh is koyacağı m ı bilem iyordum. Dokto­ ra telefon etmeyi öneriyordum, faka t Gülte n iyi oldu­ ğ u n u belirterek reddediyordu. Bir a ra i n lediğin i duy­ dum, ya n ı na gittim, o ha la iyi olduğu n u söylı'.iyordu. Ben se, o n u h daya n ı klı bir k ız olduğ u n u ve cıcı ları n ı büyü tmediğin i bi liyordum. Bu duyguyla on u din le­ memeye ve doktora götürmeye karar verd i m . Biraz 118


Profesyonelleşme Yılları / "Vazgeçilmezler"i Hayatında

da emrivakiyle giyinmes i n i sağlayıp, acele çoğı rdı:jım taksiye bindirerek, doktora götürdüğümde m uayene odası ndan hemen fı rlaya n doktor, çocuğ u n yolda . ol­ duğu n u söyleyince ne kadar haklı da vrandıği m ı a n la­ dım. Bir taraftan Gü lten 'i a ra baya indirirken, bir ta­ raftan doktor telefon ta limatıyla acil ola ra k yakında­ ki Amerikan Hastanes i 'n in doğum odcısını hazı rlat­ m ıştı. Hasta nen in kapısında sedye bizim için haz ı r bekliyordu. Hemen odaya sok tu la r. Diyebilirim ki, girdikten birkaç dakika son rcı çocuğun ilk çığlığı du­ yu ldu. Birkaç da kika daha gecikseydik, çocuğu ta ksi­ de doğ u racak o la n Gü lten1 cesareti ve acıya daya n ı k­ lı lığı kon us unda ben i bir kez daha kendine hayran bı­ rakmıştı. Doğum odas ı ndan çıka rı la n Melis'i ilk gö­ ren bendim, y u m u k-yum u k elleri vardı, odası na götü­ rü lmeden önce asansö rde serçe parmağımı avucu n u n içinde s ı kışını h iç u n u tamam. Saa tler sonra · Gü lten odada doğum soh ras·ı nekô.h � t uykusundayken sürp ­ riz bir şekilde Ahmet yolcu luk ettiği gem iden, kapta­ n ı rı telsiziyle hen i a radığı nda ona m üjdeyi verdim. Telefo n u n ö te ucu nda şarkı larıyla Türk iye'yi titreten ama şimdi bir çocuk gibi titreyip, ağlayan bir Ahmet Kaya va rdı. Ben böyle bir sevinç çığlığına çok az ta­ n ı k olm uştum . " Melis'in doğumundan yaklaşık bir gün sonra hastane­ ye ulaşan Ahmet Kaya, çok sağlıklı bir bebek olarak do­ ğan Melis'i ilk kucağına aldığında, tarifsiz duygular içeri­ sindeydi . Eşi Gülten'e sarılarak her şey için teşekkür edi­ yor, hem onu hem çocuğunu yüzlerce defa öperek. bağ­ rına basıyordu. Bu sahne karşısında gözyaşlarını tutama­ yan Yusuf Hayaloğlu sigara içmek için sessizce hastane­ nin bahçesine çıkıyordu.

119


b a f ım b e l ada

Yusuf Hay;-ı)oğlu'nun şiirleri Ahmet Kaya ile Yusuf Hayaloğlu'nun beraberlikleri, gün geçtikçe akrabalık ilişkilerinin ötesine taşmış ve bü­ yük bir dostluğa dönüşmüştü. Beraber otunı p kalkıyor, beraber çıkıp eğleniyor, beraber çalıp·-söylüyorlardı. Ay­ nı şeyle.re gülüp , aynı şeylere hüzünleniyorlardı. Birbir­ lerine yakın şehirlerin kültürüyle yetişmelerine rağmen Yusuf, çocukluğundan itibaren İstanbul'da yaşadığı ve yüksek düzeyde eğitim yaptığı için batı kültürünü de

özümsemiş ve ufkunu muazzam bir şekilde genişletmiş­ ti . Aralarınçlaki konuşmaların bir kısmı muhabbet kapsa­ mına girse de, daha çok sanat konusunda strateji belir­

leme w ayrıntıları irdelemeye dönüktü. Müzikteki geli­ şim çizgisine bakıldığında , Ahmet Kaya'nın bu tartışma­ lardan oldukça yarçırlaı:ıçhğı görülüyordu. Buna karşın Yusuf'un� da Ahmet'in yerel külturüne ve otantik yaklaşı­ mına ilgi duyduğu ve süreç içerisinde daha yalın ve hal­ ka yakın bir çizgiye doğru ivme kazandığı, bizzat kendi ağzından ifade ediliyordu. Her bakımdan kazandıran bir dostluktu aralarındaki . Bu arada Gülten, Ahmet' e sık sık Yusuf Hayaloğ­ lu ' nun şiirlerinden söz ediyordu ama Ahmet'irı bütün ıs­ rarlarına rağmen Yusuf, onları göstermeye yanaşmıyor­ du. Sadece sofrayı donatıp içtiklerinde Ahmet çalıyor, Yusuf, kıyısından kenarından birazcık söyliiyordu. Bir gün Ahmet başka bir şey arıyordu ki, tesadüfen baktığı çekmecede Yusuf'un karaladığı kağıtları bulmuş­ tu. Onları karıştırmış ve çok beğenmişti . İlk tepkisi, "he­ men bestelenmeli" olmuştu. Yusuf'a koşmuş, çok kız­ mıştı.

"Neden Şi mdiye kadar göstermedin " diye soruyor

ve şiirlerin bestelenmeye çok müsait olduğundan söz ediyordu. Yusuf Hayaloğlu'nun direnci sonunda kırılmış­ tı ve daha birkaç hafta geçmeden Ahmet'e hir sürpriz hazırlamıştı. 120


Profesyonelleşme Yılları / "Vazgec;ilmezler"� Hayatında

Gerisini Yusuf Hayaloğlu anlatıyor: "Bir gı'.in Afımet, Gü lten ve Gülte n 'in bir kız arka·· daşıyla Sarıyer üstünde manzaralı hoş bir restoranda oturmuş rakı içiyorduk. Aşağılarda İstanbul boğazı, gu rup kızı lıyla yan ıyor gibiydi. Tam bir h üzün a tmos­ feriydi. Bir gece önce yazdığım şiir; cebimde duruyor­ du. Hiç birimiz konuşm uyor, akşcı m ı n bu tılsımlı munzarasını seyrediyorduk. O an kara rımı verd i m . Rc kı bardağına uzanan Ahmet'in öteki eline şiiri tu­ tuş tu ruverdim. Şaşırdı, şiire baktı birkoç m ısrayı ses­ li okudu: 'Ha n i ben im sevincim nerde/Bi lyelerim, topa­ cırrV]\iraz ağacında yı rtı la n gömleğirrı/Çaldılar çocuk­ luğum u habersi.ı/Penceresiz kaldım anne/Uç u rtmam tel örgülere takı ldı/Ha n i ben im gençliğim nerede . . . '

Son ra t ı ka n ıp ka ldı . Bir hıçkırık düğüm lenmişti boğazına. Gözleri dolu doluydu, daha faz lcı o kuya- . mayacağını söyleyip, şiiri Gülten'e uzattı ve okuması­ n ı istedi. Gülte n şiiri okurken, Ahmet h ü ngü r; hün­ gü r ağlamaya başla m ıştı. Şiir bitince, dakikalarca gö­ z ündeki yaşlarla a kşamın kızı l rengine dalıp gitti. Son ra an iden kalktı, 'Çok çabuk eve gitmeliyiz, çok çabuk sazıma u laşma lıyım ' dedi. Hepimiz etkilenm iş­ t i k, a rabada do h iç kon uşmadık. Deli gibi sürüyordu, ev� girer girmez tek başına çalışma odasına daldı. En fazla on dakika son ra bizi çağırdığında, parçayı bes­ telemiş haliyle okudu ve o n u nla beraber biz de ağla­ maya başladı k. Mü thiş bir andı, sanki bir bebeğin ana rah minden çıkışın ı can lı olarak izlemiş gibi biiyü­ lenm iştik. Diyebilirim ki; parçanın o ilk halini h iç de­ ğiştirmeden kasete koydu. Bu, bir çalışta bestelediği ilk şiiri mdi. Vr b undan son raki şiirlerim in çoğ u n u da ilk okuyuşta ve ilk çalışta besteledi. "

121


ba ş ım belada

Yusuf Hayaloğlu ile Ahme1 Kaya arrısında ilk defa ku­ rulan bu köprü müthiş uyumlu bir müzik birlikteliğine dönüşmekte gecikmiyor ve Ahmet ı:lst üste Yusuf Haya­ loğlu şiirleri besteleyerek bir bakıma kasetlerinin ana rengini onun söylemine oturtuyordu. Bunun sebebini ise; " Hiç kimse güncel sorunları halkın diliyle ve halkın nabzını tutarak, onun kadar çarpıcı anlatamıyor. Benim için en az bir Nazım Hikmet, bir Ahmed Arif kadar de­ ğerli ve hatta onlardan daha faydalı bana . . " diye açıklı­ yordu. ,

.

Gerçekten de sol tandanslı bütün ozanlar o güne ka­ dar hep geçmişin şiirlerini bestelemiş ve söylemişlerdi. Bunlar söz gelimi, Aşık Emrah'tan, Pir Sultan'dan başlı. yor ve en fazla Nazırn Hikmet'e, Hasan Hüseyin l<or­ mazgil'e kadar gelip dayaniyordu. Bazıları da ne dün­ den, ne de bugünden hiç söz etmiyor, yainızca gelecek güzel günlerin ütopyasını sunuyordu. Hiç birisi güncele ilişkin besteleyebilecek yeni bir şiir bulamıyordu. Ah­ rriet'in en büyük şar;sı ise buydu. Öyle ki; sabahleyin bir olay olsa, Yusuf bunu yazar, öğleden sonra /\hmet bes­ teler, ertesi gün de kasete koyabilirlerdi. Burada tek bir sorun vardı, günceli irdelemek, ht1kukl ve siyasi olarak risk doğurabiliyordu. Nitekim ileriki günlerde her ikisi d e bu yüzden bir takım kovuşturmalara uğrayacaktı. Yusuf Hayaloğlu bu günleri anlatıyor: "1 2 Eylül a lacakara n lığı n ı n ü lke sa th ında hala hükm ü n ü s ü rd ü rdüğü yıllardı. Afiş asmak, duva ra yazı yazmak, s loga n a tmak, korsan yü rüyüş yapma k gibi çok basi t v e bağışlanası k iiçük suçlardan dolayı enselerinden tutu lup içeriye tıkıla n 1 5-1 6 yaşındaki 'ise öğrencileri hala içerdeydile r ve a n neler ha la ceza­ evi kap ı la rı n da beş dakikalı k bir görüşme uğruna coplan ıp, aşağı lanıyorla rdı . Kı rla rda uçurtma uçur­ maya henüz doyamamış gencecik fida n ların uçu rt1 22


Profesyonelleşme Yılları I "Vazgeçilmezler"i Hayatında

ma ltı n rüzga ra doymadan tel örgü tlere ta kı lmıştı . Penceresiz h ücrelerde, duvarlar kon uşm uyordu ve h içbir kapı açı k kalm ıyordu. Bu fidan lar daha anne sözü nden bile çıkmamışlardı a ma gardiyan sözüne i taat e tmeye zorlan ıyorla rdı. Kurtlar sofrasına di.ış­ m üşlerdi ve an nelerinden başka h iç kimseden şefka t görm üyorla rdı. B u n e ya man çelişkiydi?. _ Oysa ki oza n la rı m ı ,;, ülkede böyle bir dra m yaşanm ıyorm <.ış gibi hata h iç a lakası olmayan şeyler yazıp besteliyor /ar ve kendilerine 'çağı n tan ığı ' demekten u tanm ıyor­ lardı. Oysa ki 'çağ yangı n ı ' on ların e teklerine u las nıam ış tı , on ların e tekleri ku ruydu. Bütün baskı dö nemlerinde olduğu gibi ben de bu dönemi şiirlerim le irdelerken dolaylı ve a legorik a n latımı tercih ettim. 12 Eylü l h u k u k u n u n MacCa rthy'ci sürek avı na karşı böyle bir savunma refleksi geliştirmek zorun dayd ı m . Söz gelimi 'Yür�ğim Kan ıyor' şiirinde vu rulan i k i devrimcin i n öyküsli n ü· a n la ttığım h � lde, on la rı suyu n yanağında sa lınan kuğu ların yah u t, pınara inen cey­ lan la rı n yerine koyarak tasvir ediyordum. Biri şarabı döküyor, soğan ı ça lıyo rdu; fı rtına gelip ara larına seri­ liyordu. Bu fı rtına dediğim şey, 1 2 Eylül'd erı başkası değildi. Saksıyı çiğneyip giden ue kafesteki kuşu vu ­ ran da yine 1 2 Eylü l 'd ü. Ben b u n u sa t_ı r ara la rına giz­ liyordum. Ama insa n la r ne demek istediğim i çok iyi anlıyorla rd ı . A n la maya n lar bir tek yorgun demokrat /ardı. " Peki yorgun demokratlara ne olmuştu böyle? Yahut , demokratlar bu kadar kısa zamanda, nasıl bu kadar çok yorulmuşlardı? O süreçte Ahmet Kaya'nın da en çok ce­ vabını aradığı sorulardan biri buydu. Kafasında bir "yor­ gun demokrat" imgesi vardı ama bunu bir türlü şekillen­ diremiyordu. Amacı 1 2 Eylül'ün balyozunu yiyerek veya yemeyerek, gözü korkmuş bir takım ilerici demokrat un123


baş ım belada

surları sarsıp yeniden harekete geçirmek ve içine düş­ tükleri uyuşukluktan kurtararak başlarını kaldırmaya zor­ lamaktı. Bunun için vurncu bir şarkı gerekiyordu. Bu dü­ şüncesini Yusuf'a açhğında, onun düşüncelerinin de ay­ yönde olduğunu görünce artık bu şarkının mutlaka or-­ taya çıkacağını hissediyordu. N itekim Yusuf , aynı gece Yorgun Demokrat şarkısını birkaç değişik versiyonuyla çalı:,.mıştı . Ahmet ise Hayaloğlu'yla birlikte tamamladık­ ları Yorgun Demokrat şiirini vurucu ve dinamik bir ritim­ le bestelemiş ve bu şarkının müzikal grafiğinde büyük bir kilit taşı oluşturacağını iddia ediyordu. Nitekim de öyle olmuştu . rıı

"Bu yolda dönenler oldu / Mum gibi sönen ler oldu / Yar göğsüne baş koymadan / Vurulup düşenler ol­ du . . . Bi� sen kaldın _gerjde / Ah a kıp gidiyor haya t / Yilreğiin a n.lıybr .'ieni / Artı k susma· Yorgu n Demok­ ra t . . . "

Piyasaya çıkmadan önce rüzgarı esen Yorgun De­ mokrat kaseti tam bir bomba etkisi yaratmıştı. Anneler, Ha n i Benim Gençliğirn ' e ağlıyordu, mücadele arkadaş­ ları Yü reğim Ka n ı yo r ' la tutuşuyordu, bir süredir sinmiş olan solcular ise Yorgun Vemokra t'la ayağa kalkıyordu.

Fakat mücadele artığı bazı eski solcular o sıralar medya­ nın köşe başlarını tutmuştu ve bu durumdan hiç h oşnut değillerdi . Şarkının anlamını ters çevirerek sanki Yorgun Dem o k ra t olan Ahmet'in kendisiymiş gibi onun hakkın­ da yazdıkları bütün yazıların başına ve bütün resimlerin altına bu başlığı koyuyorlardı. İşin garip yanı genişçe bir kesim de sırf Ahmet'e duydukları kinden dolayı , bu tanı­ ma dört elle sarılarak saldırılarını arttırmakta gecikmi­ yordu. Ne yapılsa başa çıkılamıyordu . Ne yazık ki, ülke insanının mantalitesi de buydu.

124


Profesyonelle�me Yılları / "Vazgeçilmezler"i Hayatında

"Devrim satıyor, duygu sömürüsü yapıyor" Oysa ki o günlerde sadece solcular değil, bütün Tür­ kiye yorgundu. 80'ler, ardında binbir acı, kargaşa ve yal­ nızlık bırakarak son demlerini yaşıyordu. Artık şöhreti günden güne artıyor, kitle tarafından her gün biraz daha çok tanınıyordu Ahmet Kaya. Birbiri ardına kasetler ya­ pıyor, türküleri dilden dile dolaşıyor, konserlerinde bin­ lerce insan toplanıyordu. Ancak bir yandan iktidann yo­ ğun baskılarıyla karşılaşıyor, diğer yandan rakipleriyle iş­ birliği yapan ve durmadan kendisine yeni rakip yaratan medyanın yoğun eleştirileriyle başa çıkmaya çalışıyordu. Kimileri onu devrim ticareti, kimileri ise duygu sömürü­ sü yapmakla suçluyordu. Müziği üzerine tartışmalar da hiçbir dönemde olmadığı kadar yükselmişti. Müzik eleştirmenleri, tarzını tartışmaya devam edi­ yorlar; sosyologlar, aydınlar Ahmet Kaya kitlesini analiz ediyorlardı. Çünkü artık, ciddi bir Ahmet Kaya kitlesi ve milyonlarqı satan kasetler vardı ortada. Kısacası yeni bir kuşak, isyan eden, başkaldıran, geçmişin hesabını sor­ mak isteyen bir kuşak Ahmet Kaya ile büyüyordu. İşte bu günlerde, tartışmalar yükseldikçe Ahmet Kaya kitlesi genişliyordu. Aydınlar, köyden kente göç olgusundan söz ediyor, Ahmet Kaya kitlesinin büyük kentlerin ke­ narlarında yoksulluğa terk edilmiş kesimlerden oluştuğu­ nu belirtiyorlardı. Bir diğer yaklaşım ise, Ahmet Ka­ ya'nın asıl kitlesini lümpenlerin oluşturduğu yönündeydi. Bu tezi savunanlara göre bunlar bir dönem devrimcilik yapmış, ama şimdi eski radikal söylemlerini terketmiş, maddi hayat içerisinde kendilerine yer bulmaya çalışan kalabalıklardı . Tartışmalar özellikle Yorgu n Demokra t söylemi üzerine yoğunlaşıyordu. Yusuf Hayaloğlu o gün­ lerden başlayıp , yıllarca sürecek bir mücadelenin içine girecekti. '' Yorgun D emokra t ta ben , 'Bir tek sen ka l­ dın geriye, artı k susma yorgun demokra t ' diyor, onu '

1 25


ba ş ım

belada

ayağa kalkmaya çağırıyordum. " diyordu. Ama eleştir­ menler Yorgu n Demokrat'ı hem yanlış anladı hem de Ahmet Kaya ve müziğiyle özdeşleştirdi. Yusuf Hayaloğ­ lu 'nun bütün çabalarına rağmen , şiiri ısrarla tersinden okumaya devam ediyorlardı. Ve ısrarla Ahmet Kaya'yı aykırı bir çizgiye çekip öfkelendirmeye, yanlış yaptırıp yalnızlaştırmaya çalışıyorlardı. Bu öyle tahammülsüz ve öyle acımasız bir saldırı cephesiydi ki ; tam 1 5 yıl sonra bile en ufak bahaneyle sivri dişlerini halkın nadir yetiştir­ diği büyük sanatçılardan birisi olan Malatyalı Ahmet'in boynuna geçirip, bir ödül gecesinde idam kemendini ke­ yifle sıkacaklardı.

Hep aykırı bir duruş: Ahmet Oysa ki doğduğu günden beri bütün davranışlarıyla hayata ve çevresine aykırı bir Ahmet Kaya zaten vardı. Çalma tarzı üzerine, kendisine ilk sazı alan babasıyla .tar­ tışma onu kaybedinceye kadar sürmüştü zaten. Daha ilk dernek günlerinde ve sonrasında tarzına hep itiraz edil­ mişti. Ama Ahmet hep bildiğini okumuş ve içinden gel­ diği gibi çalmaya devam etmişti. Müzik tarzının temelle­ rini de o günlerde atmıştı ve ondan sonra müziğinde bir değişiklik yapması mümkün değildi. Müzik alanında "otorite " olarak kabul edilen çevrelerin tahammülsüzlü­ ğü de buradan geliyordu, Ahmet Kaya icazet almamıştı. Hiç birisine "hocam" demiyordu, bütün yazılı kuralları alt-üst ediyordu. İçinden nasıl geliyorsa öyle çalıyor, ken­ di hoşlandığı şiirleri aynı şekilde besteliyordu. Ahmet ile yolları kesişen Yusuf Hayaloğlu da bu noktada Ah­ met'ten farklı değildi. O da hiçbir editöre danışmadan ve hiçbir edebiyat lobisine girmeden şiir yazmıştı ve bun­ dan sonra da aynı şekilde yazmaya devam edecekti .

126


Profesyonelleşme Yılları I "Vazgeçilmezler"i Hayatında

Popülizm yapıyor Ahmet Kaya'yı sadece sol kesim eleştiriyordu . Eleşti­ rilerin odağı ise popülizmdi . Onu popülizmle, basitlikle, avamlıkla, arabesk olmakla suçluyorlardı hep . Eleştiriler Ahmet Kaya'mn müziğini, doğal olarak Yusuf Hayaloğ­ lu'nun da şiirlerini hedef alıyordu. İste birinci ağızdan , Yusuf Hayaloğlu'ndan o günlerin ve tartışılanların hika­ yesi:

İki türlü çıkış var "Sanatın hangi a la n ı n da olursa o lsun fark etmez; sanat cam iasında iki türlü yol ve iki türlü ç ı kış vardı.r. Birincisi var o la n edebiya t babala rı n ın, dergi ağa ları­ n ı n , lobici çetelerin; köşebaş/arı n ı t u tm uş, bir ta kım k ifayetsiz adamların yı lla rca kıçı n ı ya larsı n; o n la rı n masasında, sofrası nda oturursun; yazıhanesine gi­ dersin, kül tablası n ı dökersin, abi dersin, üstad der­ sin, usta dersin, kolla rı n ı n a ltına sığın ı rsın; onla r da birgün insafa gelip kenardan köşeden sana bir yer açarla r. Bir yazı köşesi verir; bir şiiri n i yayı n /a mana yardımcı olur, kitabı n ı çı kartmana el verirler. Yan i il­ la k i icazet a lmak zorundası n on lardan. On lar ise ica­ zet vermenin yüce sa rhoşluğu içinde, okşaya okşaya bir gün sen in Brütüs o labileceğini a k ı l larına getirme­ den; sen eği ldiğin müddetçe, sırt ı n ı okşa r/a r. Son ra elbette ki sen, belli bir yere gelince bu sefer ayn ı şe­ k ilde davranmazsın on lara . On lar da 'Ulan, herifin burnu büyüdü ' derler; ama artı k sen yol a lm ışsı ndı r, yürür gidersin ve on la rı a rtık tan ı mazlı k tan gelirsin. İkinci bir yol vardı r; o da, kendi malzemene inanır, kendi gücüne güvenir, kendi yol u n u çizer, kendi doğ­ ru ları n la üreterek yaşarsın, bütün b u n lara h iç tenez­ z ü l etmezsi n . 'Adım Hıdır, elimden gelen budur ' de� 127


b a ş ı m b e l a. d a.

sin, eseri n i ortaya koyars ı n , seven sever, sevmeyen sevmez. Ama hiç kimseye eyva lla h ı n olmadığı için ka lbin rahattı r. Ürettiğin şeyi sunarsın hayata ve sı­ narsın kendin i. Ortaya çıka n duruma göre sen de oturur, n iye sevilmediğin i düşün ü r, kendini yen iden inşa edı?rsin. Veya n iye sevtldiğin i a n la r; daha iyisini yapmaya ça lışırsın. Bütün mesele sen in samim iyetin­ dir. Kusu rlu bile olsan, sam im iyetinden ve hakikili­ ğinden dolayı halk sen i bağrı na basar. Ha lk sen i bağ­ rı na basınca a rtık sen i n le başa çıkamaz o n lar. Çün­ kü, sen in ayakların gerçek a n lamda kitle taba n ı na basıyordur a rtık. Bu öyle sağlam bir zemindir ki; ko­ lay kolay yıkı lmaz. Ellerindeki bütün sila h larıyla sa­ na saldıran ve halkla b ü tü n leştiğin için sen i popülist­ likle, basitlikle, a va m /ı kla, arabeskle suçlaya n eli tler; aristokra tlar, tatlı su solcu ları, yarım aydın la r ue bü­ tün bu n la rı n her türlü uza n tı la rı; sen i yok edemeye­ ceklerini a n ladı kları n da, bu defa sosyolojik bir vaka olarak sen i incelemeye a lı rlar ve sen i seven kitleye sempatik görünmeye gayret ederler. Bu fi lm in son u bellidir; sen kaza n ı rsın ve on lar, sana bia t ederler. "

Ve analizler . . . Yusuf Hayaloğlu gerçekten d e çok haklıydı . Halkın kucakladığı ve desteklediği birçok sanatçıyı aydınlar, ön­ ce dışlamış, aşağılamış, ezmeye-yok etmeye çalışmış, fa­ kat bunda başarılı olamayınca inceleme-irdeleme adı al-· tında onun üzerinden sempati ve tiraj toplamaya çalış­ mışlar ve filmin '.,onunda, gerçekten de tapınmaya geç­ mişlerdi. Başbngıçta ç amu r atan da onlardı, sonuçta toz kondurmayanlar da on la rdı . Bunun bir dolu örneği var­ dı geçmişte. Yılma:c Gü1 ; ey bunların içirde en ç a r pı cı ör­ neği teşkil ediyo rdu . O da ilk başta horlanmış, aşağılan­ mış, lümpenlikle , m aç o l u kl a, avamlıkla suçlanmış; boy128


Profesyonelleşme Yılları I "Vazgeçilmezler"i Hayatında

nuna da "-çirkin kral" yaftası asılmı� fakat zama;1 içeri­ sinde büyüklüğü anlaşılarak, bir sinema dahisi ve bir halk kahramanı haline getirilmişti. Orhan Kemal , Yaşar Kemal , Orhan Gencebay. İbrahim Tatlıses için de aynı durum söz konusuydu. Onlar da ilk önce küçümsenmiş . sonra yere-göğe konamamıştı . O kadar ki ; g;:ınümüzün çok satan yazarı Orhan Pamuk bile İbrahim Tatlıses'e şarkı sözü yazmaya niyetlenmiş ve bunun ic;in özel bir Siyaset Meydanı programı bile ayarlamıştı . l -Iani bu adam mağara adamıydı, köylüydü, arabeskti, çiğ köftey­ di , lahmacundu, yozdu , lümpendi , maçoydu? İbrahim Tatlıses her ne ise oydu ama Orhan Parrıuk'un şarkı sö­ zü yazarı olmadığı çok daha belliyd i . İşte Ahmet Kıya ve Yusuf Hayaloğlu'na karşı açıktan yapılan saldırılar da kaçınılmaz olarak bu gidişatı akla getiriyordu. Çünkü onlar her geçen gün biraz daha faz­ la rağbet görüyor ve doğru yolda olduklarını kanıtlıyor­ lardı. Ahmet Kaya'nın saldırılar karşısında kendisini zayıf hissettiği anlarda Yusuf, büyük bir inançla bunları tekrar­

"Sen potansiye­ li olan bir adams ı n A h met. Halk sen i sevdikçe kork­ ma, h içbir eleştiri ve hiçbir sa ldı rı seni yolundan alı­ koyması n . Yü reğindeki /eri söylemeye devam et . . ·· di­

lıyor ve güven tazelemesini sağlıyordu.

.

yordu.

Tek bağlamayla türkü kaseti Yorgun Demokrat gerçek anlamda patlama yapmış ve o güne kadar görülmeyen satış rakamlarına ulaşmış­ t ı . Bu iyimser tabloya rağmen müziğine ilişkin eleştirile­ rin çoğalması Ahmet Kaya'yı yeni bir arayış içine soku­ yordu. Acaba konserlerindeki gibi tek bir bağlamayla türkü çalıp söylese nasıl olurdu? Zaten konserlerinde yo-

129


ba ş ım

belada

ğun bir şekilde türküler isteniyor, kendisi de en azından solcuların benimsediği ve severek söylediği türküleri söy­ lüyor ve halktan çok olumlu tepkiler alıyordu. Ahmet'in bu düşüncesini eşi Gülten de çok destekliyordu. Ama Yusuf çizgi değişikliğinin pek şık olmayacağını, eğer so­ nunda tekrar aynı müziği yapacaksa, başka açılmaların bir tereddüt ortaya koyacağını, bunun da inançlı gidişa­ tını zedeleyeceğini ileri sürüyordu. Sonuçta, ikiye bir ço­ ğunlukla türkü kaseti yapılmasına karar verilmişti. Bu­ nun için konser kayıtlan derlenerek, stüdyoda temizlen­ miş ve Resitaller-1 kaseti ortaya çıkmıştı. Ahmet, Yusuf Hayaloğlu'nun gönlünü almak için de onun yazıp beste­ lediği ilk türkü olan ve çok severek söylediği Şu Dağla r­ da Kar O/sayd ı m ' ı tek sıfır parça olarak kasete koymuş. tu. Bu kaset . ·normal kasetlerdeki satış.. , rakamlarına ulaş­ . masa bile kendine ·özgü bir alıcı kitle tarafından büyük bir beğeniyle kabul görmüştü. Ahmet Kaya tam yol al­ mış gidiyordu . Malatya'dan büyük hayallerle İstanbul'a gelip, başlangıçta büyük zorluklar çeken, çeşitli basit iş­ lerde dikiş tutturamayan, derneklere takılan, avare dola­ şan ve bu yüzden ilk eşi ve çocuğundan ayrılan Ahmet Kaya, yıllar süren yoksunluklarından sonra her şeye bi­ rer birer sahip olmaya başlamıştı. Hayatı baş döndürücü bir hızla gelişiyor, çevresi olağanüstü genişliyordu. Bir zamanlar kimsenin kendisine kaset yapmak istemediği çarşıda, şimdi bütün plakçılar cazip tekliflerle peşinden koşuyordu. Taç Plak sahibi Cihan Sütşurup, kuşun yu­ vadan uçacağını hissediyor ama onu elinde tutmak için herhangi bir fedakarlıkta da bulunmuyordu.

Taç'tan boşanıp Barış'la evlenme! Ahmet Kaya müzik yolculuğuna firma olarak Taç Plak"la beraber başlamıştı. Taç Plak·a bir arkadaşlarının tavsiyesi üzerine, Hasan Hüseyin Demirel ile gittikleri 130


Profesyonelleşme Yılları I "Vazgeçilmezler"i Hayatında

günden bu yana 3 yıl geçmişti. Bu sürede inanılmaz bir rekora imza atmıştı; tam 6 kaset. Herkesin sustuğu bir arıda çıkmıştı, kimsenin dinlemediği, çok az kişinin bildi­ ği bir müzik yapıyordu, tehlikeli konulara işaret ediyor, " biri" lerine sataşıyordu, bütün bu tehlikeli ve zor detay­ lara rağmen kısa sürede 6 kasete imza atmıştı . Özellikle Şafak Tü rküsü nden sonra ilk kasetlerinin de satışı art­ mış, Ahmet Kaya imzalı her şeye ilgi büyüktü. Artık ha­ yatının her alanında ona büyük destekler veren, müziği­ ne, sanatına, yaşamına etki eden insanlar yer alıyordu. Bu da beraberinde bir büyümeyi ve profesyonelleşmeyi getiriyordu. İşte bu noktada yolları Taç Plak ile ayrıldı . Beraber altı kasete imza attıkları , b u yoldaki en heye­ canlı , en güzel anlan paylaştıkları Cihan Sütşurup ile yolları ayrılmıştı . Sütşurup bu ayrılığı şöyle anlatıyor: '

"Ah me t büyük bir inançla gelm işti. Kesin likle ba­ şaracağına inanıyordu, o den li inan ıyordu ki; bu ko­ n uy u kon uştuğu h erkesi de ikna ediyordu. Ni tekim daha kaseti çıkmadan konserler vermiş, bir çok yer­ de tanı n ı r olmuştu. İlk kaset, ikinci kaset derken, bir baktık a ltıncı kasete u laşmışız. Tam o sı rada yolla rı­ mız ayrı ldı. Kendisi öyle uygun gördü, biz de saygı duyduk . . . "

Kaset satışlarının yeniden canlanması ve bu satışlar­ dan elde edilen karın çok yüksek rakamlara ulaşmasıyla birçok kesimin iştahını kabartan bir iş alanı haline gel­ mişti İMÇ plakçılar çarşısı. "Baba" diye tanınan "Kürt İdris" lakabıyla anılan İdris Özbir'in , oğullan için çarşıda bir dükkan açması ve Ahmet Kaya'yı transfer ettiğine dair basında haberlerin yer alması ortalığı kızıştırmıştı. Yine " Baba" diye anılan "Zaza Şehmuz" olarak bilinen Şehmuz İlgin de . ünlü Kürt işadamı Behçet Cantürk, ka­ set fabrikatörü Aydın Oskay ve besteci Burhan Bayar'ı da yanına alarak Barış Plak'ı kurmuştu. Barış Plak o za131


ba ş ım

b el ada

mana kadar görülmemiş, bir hamleyle İbrahim Tatlıses, Bülent Ersoy, Küçük Emrah, Mahsun Kırmızıgül gibi starların yanına Ahmet Kaya'yı da koyabilmek için her türlü fedakarlıga hazırdı. Ve Ahmet Kaya kurmay heye­ tiyle ve kendi içinde yaşadığı uzun çekişmelerden sonra tavrını Barış Plak'a geçmekten yana koymuş ve bunu uy­ gulamıştı.

" Başkaldırıyorum" Ahmet Kaya'nın Barış Plak'a transfer olması tam bir sansasyondu ve bütün muhalifleri onun başarısız olaca­ ğı anı pusuda bekliyordu. Ahmet Kaya bunun bilincin­ deydi ; Barış Plak'taki ilk kasetiyle onların heveslerini �ursaklannda bırakmçısı gerekiyordu. Bunu nasıl yapa­ cağını araştırıyordu. Gülten Kaya hayat arkadaşı olarak . her zamanki gibi tam destekle yanındaydı ; onun kültürel birikimine, sezgilerine çok güveniyordu. Gülten de ara· dan geçen zaman içerisinde bu karmaşık kaset ve kon­ ser trafiğini çok iyi kavramış, adeta bir maestro gibi her şeyi idare edebilecek güce ulaşmıştı. Öte yandan Yusuf Hayaloğlu'nu aynı şekilde ve koşulsuz, hep yanında bul­ ması mümkün değildi . Yusuf kırılgan bir adamdı , kendi­ ne özgü algılamaları vardı ve piyasa koşulları içerisinde nasıl davranılması gerektiği konusunda tam bir umursa­ mazlık içerisindeydi . Hoşuna gitmeyen bir şey oldu mu kapıyı çekip gidiyordu. İşte tam da bu sırada yine bir şeylere kırılmış yine kapıyı çekip gitmişti . Neyse ki İçer ­ den Çı kan Adam ve Başkaldırıyorum isimli iki şiirini

geride unutmuştu giderken. Ahmet Kaya'nın, üzerine oynayacağı şey de buydu zaten. Her kesimden her tür­ lü saldırıya karşı sert bir cevap verme sırası gelmişti: "Cevap veriyorum: / Eli böğrü nde a na la rdun/Mah­ p u s la rda n ve acı la rdn rv1Çokça bahsediyo r u m , ç ü n -

132


Profesyonelleşme Yılları I "Vazgeçilmezler"i Hayatında

ki.VBaşı n ı k u ma saklaya n lardan/fiksindim, başka ldı­ rıyorum/Ye m i n ediyoru m/Üç kağı tçı n ı n , pezeven­ gin/feslimiyetin ve mihnetin/Yolu uğramayacak ba­ na/Bir dalgayım halk den izinde/Köpürdüm, başka ldı­ rıyoru m/Ben bir namlu ağzıyım/Omuz verm iş halkı­ na/Başkaldı rıyorum hey/Herkes vars ı n fa rkı na . . . "

DGM ile ilk tanışma Tam da Yusuf Hayaloğlu'nun yazdığı şr�kilde oluyor­ du. Herkes farkına vardığı gibi DGM savcıları da bu baş­ kaldırının farkına varmakta gecikmiyordu. Kaset piyasa­ ya çıktıktan hemen sonra Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılığından gelen bu ilk celbin sonraki yıllarda devamı­ nın geleceğini Ahmet Kaya o anda bilemiyordu. Mahke­ me sabahına kadar gözüne uyku girmemiş, midesine kramplar girmişti. Buna rağmen hakimin sorgusu karşı­ sında, espiritüel davranmakta_n çekinmiyordu. "Devlete baş mı kaldırıyorsun?" diye soruyordu savCl.

"Hayır! " diyordu Ahmet Kaya, "Bu şarkıda devlete başkaldırma şeklinde yorumlanacak herhangi bir şey yoktur. Burada başkaldırılan durumlar bellidir. Her türlü yozluk karşısında düşülebilecek teslimiyete ve her türden kirlenmeye bir başkaldırı söz konusudur. Kastedilen , devlet değildir. " DGM'nin kapısında kalabalık bir gazeteci ordusu Ah­ met Kaya 'nın tutuklanmasını bekliyordu. Serbest bırakı­

lınca biraz da düş kırıklığına uğramanın verdiği hırçınlık­ la: "Ahmet bey niye başkaldırıyorsunuz?'' diye soruyor­ lardı . Ahmet'in verdiği cevap tam da kendine özgüydü: "Başkaldırmayayım da kıç mı kaldırayım ! "

133


ba ş ım

b e l ada

B u söz ertesi gün çıkacak bütün gazetelerde Ahmet Kaya haberinin başlığı olarak yer alıyordu. Bu, "delikan­ lı" söylemi ilk defa kullanışıydı ve bundan sonraki hayran kitlesinin büyük bir bölümünü cezbedeceğinin o an far­ kında değildi. Aynı şekilde ağzından çıkan çapraz bir sözle sonraki hayatının şekilleneceğine dair ilk işareti de o gün orada almıştı Ahmet Kaya.

Başkaldıran kardelenler Başka ldı rıyorum şarkısındaki delikanlı üslup ile sert ve isyancı söylem toplumun içinde bulunduğu ve yıllar­ dır acısını çektiği baskı iklimiyle, ekonomik zorluklar ne­ deniyle biriken öfkeye çok denk düşmüştü. Özellikle köyden kente göçmüş ailelerin, işsizlik nedeniyle doğu­ dan batıya taşınmış ailelerin ikinci kuşak çocuklarının duygularını kuşatmıştı. Bu çocukların çoğunun anne-ba­ bası, abisi-ablası veya bir yakını , bir şekilde 1 2 Eylül mağduruydu. Onlar da yağmalanmış hayatların birer de­ vamıydı. Cezaevi ve mahkeme kapılarını çok iyi tanıyor­ lardı. Mezarlıklarda da mutlaka bir yakınları vardı. Doğ­ ru dürüst okullara gidemiyor, doğru dürüst işlerde çalışa­ mıyorlardı . Tam anlamıyla sıkışmışlardı. Şimdi baş kal­ dırma ruhuyla öfkelerini harekete geçiren bir Ahmet ahileri vardı. Ona sımsıkı sarılıyor ve bu tercihleri nede­ niyle diğer zengin ve tuzu kuru ailele rin çocuklarından farklı olmayı benimsiyorlardı . Böylelikle Ahmet Kaya kendisi için kalıcı bir kitle tabanı oluşturmaya başlamış­ tı. Kitle tabanının yarattığı yoğun talep karşısında orga­ nizatörler de yoğun tekliflerle Ahmet Kaya'nın kapısını aşındırıyordu. Gülten ve Yusuf teklifleri inceleyip karar vermekte zorlanıyorlardı . Büyük turneler yapmak gere­ kiyordu ve bunun için bir orkestra kurma zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Arif Sağ'ın tavsiye ettiği yetenekli bir genç vardı, henüz konservatuarda okuyordu, babası 134


Profesyonelleşme Yılları I "Yazgeçilmezler"i Hayacında

halk aşıklarındandı ve Ahmet Kaya'nın repertuarını ez­ bere biliyordu. Bu gencin adı Ahmet Koç'tu . Koç'un bul­ duğu genç elemanlarla kurulan beş kişilik orkestraya Yu­ suf Hayaloğlu oracıkta ismi koymuştu bile : Kardelenler. "Çünkü" diyor Yusuf Hayaloğlu; ""En olumsuz iklim koşullarında kar altından fışkırıp olanca güzelliğiyle kar üstüne serpilen bu nadide çiçekler, doğanın en estetik başkaldırısını temsil ediyorlar. Biz de sanatın estetik kay­ gıları içinde ama hayatın en acımasız gerçekleriyle yoğ­ rularak şiirimizle, türkümüzle var olmaya çalışıyorduk. Birer kardelendik zaten. " Kardelenler Arif Sağ'ın Aksaray'daki stüdyosunda iki hafta boyunca prova yaptıktan sonra onlarca konser için Anadolu'nun tozlu yollarına savruluyordu. Gidilen her kasabada, kentte halkın inanılmaz sevgisiyle kucak­ lanan Ahmet Kaya ne kadar sağlam bir yolda yürüdüğü­ nü halkın gözünde bir defa daha görmenin kıvancını ta­ şıyordu. Yaz böyu süren konserlerde Ahmet Koç ve Kar­ delenler'in gösterdiği performans karşısında mutluluğu­ nu gizlemeyen Yusuf, Ahmet'e bir telkinde bulunuyordu: "Ahmet Koç hem çok yetenekli, hem çok genç, hem çok uyumlu, hem de çok hırslı. Yeni kasette ona şans verirsen, müzik dünyasına iyi bir aranjör kazandıracağı­ na inanıyorum. "

Hayaloğlu ve İ şmen'siz kaset Yeni kasette Ahmet Koç'un aranjörlük yapmasını is­ teyen Yusuf Hayaloğlu , Osman İşmen'in yanı sıra kendi­ sinin de bu kasette yer almayacağını hiç düşünmemişti. Turne bitiminde Ahmet Kaya orkestrasıyla İstanbul'a dönüp hemen stüdyoya girme kararı almıştı; ama Yusuf . Kuşadası'nda ev kiraladığı için çalışmanın ertelenmesini istemişti ondan. Programlar birbirini tutmayınca ve Yu135


ba ş ım

belada

suf kalmakta.diretince ortaya çıkan gerginlik sonucunda Ahmet Kaya, Osman İşmen'siz ve Yusuf Hayaloğlu'suz bir kasetin startını vererek stüdyoya girmişti.

Ö zgün müzik ne demek? Ruhi Su ile başlayan Selda Bağcan, Rahmi Saltuk, Sadık Gürbüz, Zülfü Livaneli, Edip Akbayram gibi sanat­ çılarla süren, son olarak da Ahmet Kaya'nın tarzında ifa­ de bulan farklı bir müzik türü vardı. Bu müzik türü ne türkü , ne şarkı , ne de pop olmadığı için bir türlü tanım­ lanamıyordu. Fakat sözlerinin genellikle sosyal içerikli olmasından dolayı sol müzik olarak bahsediliyordu. O güne kadar gazetelerin kültür-sanat sayfalarındaki mü­ zikle ilgili bölümlerde haftanın listeleri yayınlanıyor ve bu listeler bilinen başlıklar altında toplanıyordu. Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, Pop Müzik, Batı Müziği gibi. Sonraları bunlara , çok satmasından dolayı bir de Ara­ besk-Fantezi türü eklenmişti. Bu müzik türünde ise Ah­ met Kaya'nın dışında çok satan veya onun satış rakamı­ na ulaşan fazla kişi yoktu. Bu gazeteler, başlangıçta Ah­ met Kaya'yı da bazen halk müziği sütununa, bazen de arabe�k-fantezi müziği sütununa yerleştiriyordu. Ama Ahmet Kaya süreç içerisinde kendi kitlesini oluşturmuştu ve bu kitle o denli büyümüştü ki, bu alan­ cla bir sürü takipçinin peşinden gelmesi kaçınılmaz ol­ muştu. Artık ondan önce çalanlar, onunla başlayanlar ve ondan sonra bu işe soyunanların tamamı, Ahmet Kaya tarzını yakalamaya çalışıyordu. Bunun yanı sıra yeni çı­ kan isimler de vardı. Hemen hemen bütün firmalar bir Ahmet Kaya ben­ zeri çıkarıyor ve aynı başarıyı elde etmeyi hayal ediyor­ du . Bunlardan herhangi biri tek başına Ahmet Kaya'nın başarısını yakalayamazsa bile bu tür kasetlerin toplam 1 36


Profesyonelleşme Yılları I "Yazgeçilrnezler"i Hayatında

satışı hatırı sayılır bir meblağa ulaşıyordu. Müzik sayfala­ n editörleri de bu kasetleri hangi sütuna yerleştirecekle­ ri konusunda hem fikir olmayınca, bu sanatçılara bizzat "yaptığınız müziği nasıl adlandırıyorsunuz?" diye soru­ yorlar, fakat ''protest'' diyen Ahmet Kaya'nın dışında kimseden net ve doğru dürüst bir cevap alamıyorlardı. Ta ki; Selda Bağcan'ın, "Bu müzik türü özgündür" sözü­ nü söyleyinceye kadar. Başka anlamda söylenen bu söz editörlerin kolayına gelmiş ve açtıkları yeni bilboardın üstüne "özgün müzik" tanımını yapıştırmışlardı . Sanat­ çıların bütün karşı çıkmalarına ve "Herkesin yaptığı öz­ gündür" demelerine rağmen, bu tanımlama bugüne ka­ dar sürecekti.

Malatyalı Ahmet'e karşı Elazığlı f<)tih O günlerde Ahmet Kaya benzeri olarak lanse edilen isimlerin içerisinde en fazla parlayanı Fatih Kısaparmak olmuştu. Hatta zamanla, Ahmet Kaya gibi müzik yapan , İslamcı müzik toplulukları bile ortaya çıkmıştı. Kısapar­ mak daha önce, Kilim isimli bir kaset çıkarmış, ancak aradığını yakalayamamıştı. Tarz olarak Ahmet Kaya'ya yakın duran , siyasi çizgi olarak da sağ kesime yakın sa­ nılan Kısaparmak, bu kanaati kırmak istercesine reper­ tuarına Nevzat Çelik'ten bir şiir koymuş, Ahmet Kaya'ya kırgın olan Yusuf Hayaloğlu'ndan parça almak için ken­ disiyle yoğun temaslara girişmişti . Ama Yusuf, Ahmet f'\aya'ya olan akrabalık bağından dolayı bunun sakıncalı olacağını düşünm.üş ve yalnızca profesyonel ressam ola­ rak kaset kapağını yapmaya söz vermişti. Şa h i n Özer 'le anlaşan Kısaparmak'ın bir hedefi de Osman İşmen 'le çalışmaktı. Düşüncelerini gerçekleştiren Fatih Kısapar­ rnak'ın Yarı na Kaç Var isimli albümü de iyi sayılabilecek bir ilgiyle karşılanmıştı. Basın artık, sevmediği Ahmet Kaya'ya karşı uslu çocuk Fatih Kısaparmak'ı parlatma 137


ba ş ım

b e l ada

yarışına girmişti. " Ahmet Kaya tarzı söylüyor" , "Ahmet Kaya'ya rakip " , "Ahmet Kaya'dan iyi °' başlıkları altında tartışmalar başlamıştı . Ahmet Kaya'nın , Yusuf Hayaloğlu ve Osman İş­ men'siz Sevgi D uvarı 'nı çıkardığı yıl , Fatih Kısaparrnak Yusuf Hayaloğlu'nun desteğini ve şarkılarını alıp, tekrar Osman İşmen'le çalışarak "Cemre Düşünce" kasetini pi­ yasaya sürmüştü. Kimsenin tahmin edemeyeceği bir ge­ lişmeyle Fatih Kısaparmak o yıl Ahmet Kaya'dan çok daha fazla satarak, yılın özgün müzik sanatçısı unvanını da almıştı. Ahmet Kaya, şairini, aranjörünü ve ödülünü kaptırdığı Fatih Kısaparmak'la, Yusuf Hayaloğlu'nun evinde daha önce birçok kez karşılaşmış ve sabahlara dek süren sohbetlerde bulunmuştu. Fatih'in, 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde, Harbiye Açık Hava Tiyatro­ su'nda verdiği konserin Öe onur· konuklarından biriydi. Konser başladıktan sonra gitmişti Ahmet Kaya, izleyici­ den de yoğun tezahürat almıştı fakat canını sıkan iki şey vardı. Birincisi Yusuf Hayaloğlu'nun da konseri düzenle­ yenlerden biri olarak kuliste bulunması, ikincisi Osman İşmen'in büyük bir orkestrayla Fatih'e eşlik etmesiydi . Duygularını gizleyemeyen Ahmet Kaya, bir süre sonra konseri terk ediyor ve bu iki kurmayını ihmal etmekle belki de hata yaptığını düşünüyordu. Bu günleri Osman İşmen şöyle anlatıyor:

"Fatih Kısaparma k 'ı ba na Şah i n Özer getirmişti. Za ten tan ı yordum, daha önce stüdyoma bes teci ve voka list olarak geliyordu. Kendine iddia lı bir kase t hazı rlama k istiyordu. Ça lıştığı mız albüm, 'Yarına Kaç Va r ' çok ses getirdi. Açık Ha va Tiya trosu 'nda a it­ m ış kişilik bir orkes trayla konser yap tık . Ahmet de geldi o konsere ve çok kızdı . O yüzden bana küsiip ça lışmama kara rı a l m ıştı. A ma Ah met çok dürüst ada mdı, bir kaseti başkasıyla ça lıştı k ta n son ra geldi 138


Profesyonelleşme Yılları I "Vazgeçilmezler"i Hayatında

ve dedi ki: 'Ya biz her şeyi bildiğim iz i san ı rdık, bir şey bilmiyorm uşuz, tekrar beraber ça lışa lı m . ' Tamam de­ dim. Za ten onda n son ra da ça lışmaları mız son kase­ te kadar sürdü . . . " Yusuf Hayaloğlu'nun değerlendirmesi ise şöyle :

"Fatih srarla telefon edip, ben i m le ianışmak iste­ diğini söylüyordu. Ta nıştı ktan sonra sıcak ilgisini ve sevgisini sürdürdü. Kız arkadaşıyla birlikte bana ge li­ yordu, sabah lara kada r s üre n sohbetlerimiz oluyor­ du . Elazığlı olması ve ben im de an nem /erin o t u rdu­ ğu bu kentin kü ltürü n ü çok iyi bilmem aram ızda ki sam i m iyetin daha çab u k ve kolay gelişmesini sağla­ mıştı. Hüman ist biriydi, şiire çok düşkündü. Bana yo­ ğun olarak geldiği gün lerde Ahmet de ba na sık sık geldiği iç in hep karşı laşıyor/ardı. Ha t ta hep birlikte dışarıya yemeğe fa lan gidiyorduk. Fa tih benden pa r­ ça istediği zaman, başla ngıçta b u n u sakı ncalı bulaca­ ğı n ı san m ıştım a ma sonrada n Ahmet'e sorduğumda, h içbir sakıncası o lmadığı n ı , ne is tersem yapabi leceği­ m i söyledi. Ben de zaten kendi doğru larım la da vra­ nan bir adamdım. Bazı neden lerden dolayı Ahmet'le ça lışmadığım o dönemde p rofesyonel bir insan ola­ rak Nilı'.ifer Akba l, Ferha t Tunç ve Fa tih Kısapar­ mak 'la ça lışt ı m . B u n u n problem yara t tığı n ı sonradan öğrendim. " Dardayım yalanım yok Da rdayım yalcı n ı m yok/Bask ı n yedim gün gece/Ö r­ selendi aşkları m üstelik/Bir uzak diya rdayım . . . (Ahmet Kaya) Gerçekten de dardaydı Ahmet Kaya. Daha önceleri de çok darda kalmıştı ama hepsini atlatarak bugünlere gelmeyi başarmıştı . Çocukluğunda başlamıştı müzik tut139


ba ş ım

b el ada

kusu . . . Sonrasında devam eden koca bir macera. Neyi sığdırmamıştı ki o yıllara? Müzik tutkusu, müzik anlayışı ve müziğe bakışı hep eleştirilmişti . Daha kasetinin olma­ dığı, konserler vermediği . yani daha AHMET KAYA ol­ madığı yıllarda, içinde hep büyük bir umut beslemişti. Yola çıktığı gün , geleceğini görür gibiydi. Bu bir yaşam biçimi olmuştu, nereden geldiği bilinmeyen bir özgüveni vardı. Çok kesin ve net konuşuyordu. Geleceğe ilişkin, bir Ahmet Kaya efsanesinden söz ediyor, kimse inanma­ sa da, kimse dinlemese de bunun aksine bir gelişmeyı::, hiçbir ihtimal vermiyordu . İşte bu ümitle sarılmıştı yıllar­ ca müziğine. Büyük bir hırs ve inatla çalışmış, çabala­ mıştı. Herkesin ümidini yitirdiği , müzik adına, ,sanat adı­ na hiçbir şeyin üretilmediği , siyasal olarak herkesin bitip tükendiği bir dönemde çıkmıştı . Sanki o günleri bekler gibi çalışmıştı hep. H erkesih sustuğ� günler gelecek, meydanlarda bağıranlar kabuklarına çekilecek ve koca meydana sakallı, esmer, çocuk yüzlü birisi elinde bağla­ masıyla çıkacak ve herkesi yeniden diriltmek için çala­ caktı. Bugünleri şarkılarında öyle güzel, öyle üstü kapa­ lı aktaracaktı ki ; söylediklerini sadece bir kesim değil , bütün ülke üzerine alacaktı. Bestelerini herkes dinleye­ cek ve içinde kendinden bir şeyler bulacaktı. Aslında Ahmet Kaya tek bir şey söylüyordu; ama o söylediğini herkes anlamak istediği gibi anlıyordu. Çünkü Ahmet Kaya müziğinde bu ülke vardı, acılar vardı; paylaşılan hem de bütün çevreler tarafından paylaşılan ortak de­ ğerler vardı. Bu kadar kısa zamana sığdırdığı altı kaset o günleri anlatması açısından son derece anlamlıydı. Kim­ senin konuşmadığı, bir şey söylemediği , çalmadığı bir dönemde çalmıştı Ahmet Kaya . Yıllarca susmuş, yıllar ca bu anı beklemiş. bütün birikimini şimdi dışa vurarak, notalara dökmüştü. Bin bir sorunla boğuşan toplumun farklı kesimleri de bu müziğe sahip çıkıyordu. Öyle ina­ nılmaz ve coşku dolu bir buluşmaydı ki b1;1, iki taraf da 140


Profesyonelleşme Yılları I "Vazgeçilmezler"i Hayatında

bu günleri beklemiş gibiydi. Kimsenin uzun yıllar bir anlam veremeyeceği, sosyo­ logların tanımlayamayacağı, " bazıları"nınsa ; ' 'solun de­ ğişen yüzü, insanlar vicdanlarını rahatlatıyor" diye aşa­ ğılayacağı bir tabloydu bu. Bu tabloyu, Eylüle İsyan şarkısında daha net gözler önüne seriyordu Ahmet Kaya:

Sen beto n lar içinde ben sen in özlem i n de / Sen ya ngı n lar içinde ben mazlu m u n türküsünde / Aydın­ lığı aradık kara n lı klar içinde / Sen dünün hasretinde ben yarın ların derdinde . . . Sen bir ya na, ben bir yana dostlarımız bir yana / Bölünsek de, çözü /sek de baş­ kaldırdı k zamana . . . İşte o yıllarda, bu duyguları paylaşıyordu insanlar Ah­ met Kaya'yla. Ahmet Kaya'nın müziğinde dünü özlüyor­ du herkes. Ülke , tarihinin en kötü dönemlerinden birini geride bırakmıştı. Her gelen yeni gün eskiyi aratıyor, za­ man geçtikçe insanların bütün ümitleri tükeniyordu. Dü­ nü özlemek, yarınlara ait bir hayal kuramamak gibi bir çelişkiyle yaşıyordu koca halk yığınları. Herkes bir tara­ fa savrulmuştu. Bir tek seçeneği kalmıştı koca ülkenin; baş kaldırmak. "Gözü bağlan m ış kork u lardarvYasak­ lardan ve baskılardan/Asla irkilm iyorum çün k ü/Kan em ici ya rasa la rdan çı ldı rdım, baş kaldı rıyorum . " İşte bu başkaldırıydı çözülmüş, bölünmüş, savrulmuş kitleler­ le; meydanlarda bağıra çağıra isyan türküleri söyleyen Ahmet Kaya'yı buluşturan. Kimse anlamasa da, anla­ mak istemese de bu buluşma gerçekleşmişti bir kere . Şimdi bu buluşmayı sağlayan köprünün ayaklarında bir çatlak meydana gelmişte. Bu çatlak daha fazla büyü­ meden önlem alması gerektiğini hissediyordu. Çünkü Ahmet Kaya yeteneklerinin yanı sıra çok da akıllı bir in­ sandı. Kısa sürede durum muhakemesi yaparak kur141


b a ş ım

belada

maylarının tekrar gönlünü almayı ve yeni çalışmalarında yanına çekmeyi başaracaktı. Yeniden biraraya gelen Ahmet Kaya, Yusuf Hayaloğ­ lu ve Osman İşmen muhteşem üçlüsü, yanlarında mut­ fağın gizli kahramanı Gülten Kaya da olmak üzere treni tekrar rayına sokup, yürütmeye başlamışlardı bile. Çok iyi hazırlanmış ve çok iyi tasarlanmış bir kaset çıkacaktı ortaya: İyimser Bir Gül.

142


Yedinci

KOD

Bölüm

ADI: BAHTİYAR

Bir Dönüm Noktası

Geçiyor önümden sirenler içinde Ah eller üstünde, çiçekler içinde Dudağında yarım bir sevdanın hüznü Aslan gibi göğsü türküler içinde . . . Rastlardım avluda :ıep volta atarken Cıgara içerken yahut coplanır�en Kimseyle konuşmaz ·dal gibi titrerdi Çocukca sevdiği çiçeği sularken ... (Yusuf Hayaloğlu)

Saz . çalıp, türkü söylediği için suçlanarak cezaevine konmuş, tahliye olduktan sonra da sürgüne gönderilmiş bir gencin öldürülmesiyle noktalanan acıklı bir öykünün şiirini yazmıştı Yusuf Hayaloğlu.

"Diyarba k ı rlıym ış, kod adı Bah tiyar/Suçu saz çal­ makm ış, öğrendiğim kadar/Geçiyor önü mden gül yüzlü Baht iyar/Ya ra lıyım, yerde kala n sazı kada r" di­ ye süre giden acıklı bir ağıttı bu. Özellikle öyküyü ve des­ tanı seven Kürt dinleyiciler biraz da kahramanının Di­ yar bakırlı olmasından dolayı bu şarkıya sımsıkı bağlan­ mıştı. Kısa süre içinde şarkı bir marş gibi dilden dile do­ laşmaya başlamış, konserlerin de en çok istenen parça143


baş ım

belada

sı haline gelmişti . İşte Ahmet Kaya bu şekilde ikinci kit­ le tabanını da elde ediyordu. Kürt ve Doğulu kimliklerin­ den dolayı horlanan , dışlanan sayıları 20 milyonu aşkın koskaca bir kitleydi bu. Ve Bahtiyar onların bir parçasıy­ dı , onların ta kendisiydi. Peki ama gerçekte kimdi bu Bahtiyar? Ve niçin bu kadar sevilmişti? Bunun cevabını Yusuf Hayaloğlu'ndan alıyoruz:

"Bah tiyar bir kişi değil, birçok kişi. Cezaevin de ya ttığım dönem içinde yüzlerce A nadolulu gen ç tan ı ­ dı m. Saf, tem iz, yiğit, cengaver insan lardı. A nado­ lu 'n u n çeşitli yöre lerinden, hemen hemen aynı se­ beplerle İs ta n bu l 'a gelm iş lerdi. Tu tu nacak bir dal a rı­ yorla rdı ve sol örgü tlerin etkisi altı nda ka lmışla rdı. Bu etkiyle ve yüreklerindeki isyan ateş iyle, afiş as­ mak, yazı yazmak, korsan yü rüyüşe katılmak gibi dü­ zen in suç saydığı fi i llere ka"lkışmışla rd ı. 12 Eyl ü l hep­ s ini kısa sü rede toplam ış ve örgüt üye liği suçla masıy­ la ya rgı laya rak içeriye tı kmıştı. Teorik bilgi leri faz la yoktu, sempa tizan düzeyindeydi /er; devlete karşı gel­ mek ve düze n i yıkmak iddiası n ı faz la hak etm iyorlar­ dı. Ama artı k akı betleri tayin edilmişti: Aykı rı bir dal­ dılar ve m u tlaka budanacaktı /ar. Bu trajik bir durum­ du ve bunu yazmayı h issediyordum. Bu şekilde a n la­ tırsam didaktik olacaktı. Oysa ki sanatta didaktizme karşıydı m . Bu insan ları teke i ndirgemeliydim, olayla­ rı bir öyküye sığdı rma lıydı m ve ası l mesajı m ı sa tı r arala rı nda vermeliydim. Nitekim öyle yaptım. Bahti­ ya r ism i n i hoşuma gittiği için koydum. Diyarbakı rlı olmas ı n ı da bir kesimi temsil ettiği için özellikle ter­ cih e ttim. Kısacası Ba h tiya r yaşayan bir tip değil, ya­ ra ttığım bir prototiptiı: " İyimser Bir Gü l kasetinde 1 2 Eylül ve sonrasını ya­ şayan, bundan mağdur olan bütün kesimlerin yaşamına tanıktık eden geniş bir repertı ıar söz konusuydu. İyim144


Kod Adı Bahtiyar I Bir Dönüm Noktası

ser Bir Gü l şarkısında "Zorla n m ış bir h ük m ü n tuta­ naklarından/Görüşüme gel n e olur/İyimser bir gül aç­ sın ya naklarında " dizeleriyle dışarıya çıkmaya hazırla­ nan mahkumların büründü?jü iyimserlik duyguları ; Do­ ğum G ü n ü şarkısında "Sa rıa boncu ktan bir kuş yap­ tı m/Konaca k pencerene" dizeleriyle umuda akıyordu . Kaçak ve A n n e şarkısında, "Uçtum a teş üstünd[)ağ· /ansın diye sızı m " dizeleriyle ateş çemberindeki bir fira­ rinin annesine yakar!şı; Bu Ya lnızlık Ben im şarkısında, " Öm rü m ü n ya rısı kavgayla geçtVBu ya lnızlı k ben im ilişmeyin " dizeleriyle cezaevi sonrası bir gencin yalnız­ lıktan bunalışı; Birazda n Kudurur Den iz şarkısında, "Bu şehir, bu sokaklar/Sen i alı r ku lla n ı r/San tim san ­ t i m çürürs ü n " dizeleriyle çürümeye karşı kararlı bir ta­ vır alışı, Kardelen ler Açı nca şarkısında "Dön yüz ü n ü da.ğ larq1Bir mavzer gibi " dizeleriyle mücadeleyi dağlara ta�ımanın umutlu seslenişi ; Le/ey Ku rba n şarkısında ise "Dağlara giden zor gelir/Avcı ya ra /ar kekliğVAğı rıma gider, zor gelir" dizeleriyle bu mücadelenin sonuna iliş­ kin bir tahmin edişi içinde barındırıyordu. Sonuç olarak Yusuf Hayaloğlu çok güzel yazmış, Osman İşmen çok güzel düzenlemiş, Ahmet Kaya çok güzel besteleyip söy­ lemiş, Gülten Kaya çok güzel sunmuş ve alışılmış başarı bir kez daha ikiye katlanarak tekrarlanmıştı. Böylelikle Ahmet Kaya diskografisinde yeni bir dönem daha açıl­ mıştı. Devrimci Ahmet, Delikanlı Kadir ve Tatar Ramazan Ahmet Kaya ile Kadir İnanır, müdavimi oldukları Tak­ sim Sanat Evi'nde sık sık karşılaşıyor ve birbirlerine sem­ pati i1e yaklaşıyorlardı . Devrimciliği temsil eden Ahmet Kaya'nın bir yanı delikanlı; delikanlılığı temsil eden Ka­ dir İnanır'ın bir yanı devrimciydi . Her ikisi de haksızlığa 145


b a ş 1m

b e 1 ada

karşı çıkma noktasında sert ve baş eğmez tavırlarıyla bi­ liniyorlardı. Arkadaş olmaları kaçınılmazdı. O günlerde Tatar Ramazan isimli iddialı bir filmde oynamıştı Kadir İnanır. Haksızlıklara direnen bir mahkumun öyküsüydü bu. Doğallı kla Kadir İnanır'ın aklına da Ahmet gelmişti . ''Ahmet, bu filmin müziğini sen yapar mısın?'' diye sormuştu ona. Aslında Ahmet Kaya' nın uzun vadeli pro­ jeleri arasında film müziği yapmak da vardı. Ancak o ana kadar uygun teklif olmamıştı. Söz konusu olan, Ka­ dir İnanır'ın O) nadığı bir film olunca hayır diyemezdi. Onu etkileyen diğer bir unsur da, filmdeki Tatar Rama­ zan'ın mücadeleci karakteriydi. Kısa sürede kolları sıva­ mış ve beklenenin çok üstünde bir müzik yapmıştı. Film­ de Yusuf Hayaloğlu'nun türküsünü, koğuşta Kadir İnanır (Tatar Ramazan) söylüyordu ve "Şu Dağlarda Kar 01saydırrı/Bir Asi Rüzgar Olsaydı rrı/A rar Bu l ur m u ydu n Ben VSah ipsiz Mezar Olsaydı m " diye ağlıyordu. Filmde çeşitli vukuatlarla mahpuslardan mahpuslara sürüklenen ve her gittiği yerde öldürülmek istenen Tatar Rama­ zan'ın genç karısı büyük bir hırsla onu her gittiği yerde arıyor, sonunda çatıdan düşerek ölüyordu. Bu trajik öy­ küyle türkünün mısraları birebir örtüşüyor ve filmin mü­ ziğine olağanüstü bir katkı sağlıyordu. Levent İnanır, hem İnanır ailesi ile olan dostluklarını hem de Tatar Ramazan'ın film müziği konusunu anlatı­ yor:

"Ah m e t Kaya i le İna n ı r a i lesi çok iyi a ile dostla rıy­ dı lar. Kadir dayım ve biz diğer ai le üyeleri onu çok se­ verdik, o da bizi sever ve sayardı. A ram ızda sonsuz bir m uhabbet va rdı. Ben Ahmet Kaya ile ilk önce bir yemekte biraraya geldim. A ramızda bir elektriklen­ me, bir yak ı n laşma yaşandı. Çok güzel bir abi-ka rdeş iliş k i m iz oldu . Daha sonra 'da bu görüşmelerim iz sık­ laştı. Özellikle Kadir dayımla olan birlikteliklerinde 146


Kod Adı Bahtiyar I Bir Dönüm Noktası

kesinlikle ben i de ara tıp çağırı rdı. Üçlü olurduk, za­ man zaman Yus uf Haya /oğlu da olurdu. yılında Tatar Ramazan fi lmi yapıldı, müziği­ ni kim yapsı n diye tartışıyorduk. Kadir İna n ı r dedi ki; h iç yapmadı ama dedi, Ahmet yapabilir. Dedim k i, yapmaz mı, Ta tar Ramazan 'ın dokusuna en uygun m üziği o yapa r. Sonra biz b i ra raya geldik ve Ahmet abi dedi ki: " Va lfa ben ko lay kolay böyle b i r şey dü­ şün mezdim . Çün k ü m üz i k adı na yapmak istediğim daha çok şey var. Film m üz iği, doyum noktasından sonra uğraşı lacak bir şey. Ama Kadir İnan ı r 'ı n oldu­ ğu bir fi lmde m üz i k yapmak ben i m için şereftir. " Bir . lira ücre t de a lmadı . Halbu ki Kadir İna n ır'ın yapı m ­ c ı s ı o lduğu b i r film değild i, Kadir İnan ı r sadece oyu n ­ cuydu orada. B u n a rağmen, "hayı r " dedi, "Ben Kadir İnan ı r için yapt ı m bu müziği, ücret alamam . . . " Fi lm m üz ik le rini yapt ı ve h erk< s çok bayı ldı . Çok glizel bir esere i mza a tmıştı yine . . . 1 988

,

Olaylı konserler Ahmet Kaya, bu en veı mli yıllarında sadece üst üste kasetler çıkarmakla yetinmeyecekti elbette . Daha kaseti çıkmadan konserler veren, dinleyicisiyle buluşmayı bu kadar önemseyen bir sanatçı, müziğinin zirvesine doğru adım adım ilerlediği bir dönemde durur muydu hiç? O da durmadı ve ilk kasetinden sonra yoğun bir şekilde başlattığı konser trafiği hep sürdü. İlginç bir şekilde , ilk konserlerinden sonra yaygın bir kanı oluşmuştu herkes­ te: " Ahmet Kaya konserleri olaylı olur! " Ahmet Kaya da böyle düşünüyordu, dinleyicisi de, polis de . Ahmet Ka­ ya' nın konser trafiği hep bu gerginlikle geçti. Konserle­ rinden çok önce. yoğun bir güvenlik önlemi alınır, kon­ ser alanına dinleyiciler kadar polis yığılır, insanlar itile-

147


b a ş ım

b e l ada

kakıla, üst aramalarından geçtikten sonra konser alanı­ na bırakılırdı . Daha konser tarihine birkaç gün kala baş­ layan gerginlik, ancak konser olaysız bir şekilde biterse son buluyordu. Özellikle İstanbul dışındaki konserleri tam da bir krize dönüşüyordu. Ahmet Kaya ile dinleyici­ leri buluşmak istiyor, "Onların şaraplarını döken, soğan­ larını çalan birisi" bu buluşmayı sürekli engellemek için mücadele veriyordu. Birçok emniyet müdürlüğünde "Ahmet Kaya konserleri polisi" oluşmuş, Kaya ile dinle­ yici si arasına ilginç bir set çek ilmi şti .

Anadolu'da konser özlemi Tüm Türkiye'nin severek dinlediği, bağrına bastığı Ahmet Kaya bir Anadolu çocuğuydu. Orada doğmuş, oratla büyümüş,· o kültürle besleniyordu. Dolayısıyla Ah­ met Kaya en çok da orada seviliyordu-_ İlk kasetlerinden sonra başlayan konserler dizisi ağırlıklı olarak Anado­ lu' da idi. Ama Ahmet Kaya' nın 1 988 yılında Diyarba­ kır'da verdiği bir konserden sonra, Anadolu'da konser vermesi "derin yerlerden" valiliklere ulaşan özel telkin­ lerle yasaklanmıştı. 1 988 yılında Diyarbakır Stadyu­ mu' nda verdiği konser büyük bir izdihama dönüşmüş, insanlar savaşa gider gibi konsere gelmişlerdi. İşte bu konserde tanıştığı ve ölünceye kadar dostluğunu sürdür­ düğü gazeteci Cevat Korkmaz'ın aktardıkları:

"Ah me t Kaya Tü rki�ıe gen elinde daha tam ta n ı n ­ mamıştı. A ma özellikle bö lgede çok seviliyordu. Bir giin Diyarba k ı r 'a konsere geldi. Ben o dönem Orta­ doğu Haber Ajansı Gen.e l Müdü rü 'yd üm . Konsere gittim ve orada tan ış t ı k. O gü nden sonra ilişk im iz, bir dostluğa dön üşerek son u na kada r deva m etti: Di­ yarbakı r 'da stadyumda yap ı lan konserden sonra, Ah met 'e Diı;arbc k ı r 'da ve bölgede bir daha konser izn i 148


Kod Adı Bahtiyar / Bir

Dönüm Noktası

vermediler. Konser izn i vermedik leri gibi, kaset leri­ n i n sa tış ı n ı engellemek için n e guekiyorsa yap tı lar. Daha konsere bir hafta ka la, Diyarbakır'd a konserin gergin liği ve heyecan ı başlam ıştı. Çün k �i çok yoğun bir ilgi vardı. Nitek im konser tam bir izdiham ha va­ sında geçti. Bu coşk uya h erkes şaşıp kalmıştı. Ah­ m e t 'e gösterilen i lgi a y n ı zamanda bir duyarlı lığı n da ifadesiydi. Konserleri yasaklayan ları asıl raha tsız eden de buydu. Ahmet, kalbin i n on larla birlikte ça rptığı n ı ha lka h issettiriyordu. Ahmet Kaya h içbir konserinde o kitleyi tahrik edecek bir şey yapmadı. A h met Kaya ya ln ızca san a tı n ı icra ediyordu. Ajitas­ yon çekmek gibi özel bir çabası yoktu. Provokasyona gelmek istemediği be{/iydi. İnsan lar o n u n şarkı larıy­ la coş tuğu için, bazen olaylar çıkıyordu ama o asla b u n u n büyü mesine izi n vermiyordu . . . "

Konser değil tiyatro! Ahmet Kaya dinleyicisi, bir starın, bir muzısyenin dinleyicisinden çok daha farklıydı . Ahmet Kaya onlar için sosyal bir duruş ve bir tavır alış demekti . Fabrikalar­ dan, atölyelerden, kentlerin yoksulluğa terk edilmiş ke­ nar mahallelerinden, işsiz kahvelerinden ve nizamiye ka. pılanndan geliyorlardı . Sanki bir siyasi liderin mitingine gelircesine merakla geliyorlardı. Yıllarca özledikleri bir türküyü dinlemek istercesine koşuyorlardı. Dertlerini an­ latabilecekleri bir arzuhalciye kavuşurcasma sev iniy orlar­ dı. Türküleri hep bir ağızdan söylüyorlar, kendi öznel ta­ rihlerini yeni baştan canlandırıyorlardı . Evet, Ahmet Ka­ ya kitlesi . Ahmet Kaya dinleyicisi her konserde kendi ta­ rihiyle karşılaşıyor, kendi öyküsüyle tekrar tekrar buluşu yordu. Bir tiyatro oynanıyordu . çok kalabalık bir Oy'Un cu kadrosunun olduğu bir tiyatro. Bir anla tıcı vard ı . yü­ zü herkese benzeyen, sesi herkese tanıdık gelen , söyle H9


ba ş ım

belada

dikleri herkesle örtüşen . . . Bir ülkeden söz ediyordu. Bir halktan , bir toplumdan , bir tarihten . . . Güzel günleri işa­ ret ediyor, her şeyin eşit paylaşıldığı bir yeri anlatıyordu. Sonra o kalabalık hep bir ağızdan oyunu yönlendiriyor­ du. Anlatıcı tekrar söz alıyordu. Öyküsüne devam edi­ yordu. Öykü bir yerde kesintiye uğruyordu, bir yerde bi­ tiyordu. Herkes bir tarafa dağılıyordu, herkes bir yara alıyordu. Hüzünleniyorlardı hep beraber. Yüz binlerce insanın toplandığı salonlarda birden ölüm sessizliği yaşa­ nıyordu. Başka hiç bir yerde görülmeyecek sahneler ya­ şanıyordu. Sözleşmiş gibi d.avranmalarından aynı duygu­ ları paylaştıkları çok belli oluyordu. Birisinden söz edi­ yordu anlatıcı, "kafesteki kuşlarını vurduğunu" anlatıyor­ du. "O birisi herkesi yaralamıştı, fırtına gelip tam ortala­ rına �erilmişti. " Dört bir tarafa dağılmışlardı . Koca gövdesiyle heybetli bir duruş sergiliyordu anla­

tıcı, kimi zaman bir çocuk oluyordu, "ağlama bebe k " di­ yordu bütün kitle. Bir genç oluyordu, umutları sönmüş, "olmasaydı son u m uz böyle " diye inliyordu meydanlar. Bir anne oluyordu, baba oluyordu. İdama giden bir mahkumun son sözlerini aktarıyordu, celladın yüzüne tükürüyordu. Finale adım adım yaklaştığında, salonda yorulan herkes, hep bir ağızdan, "yorgu n demokrat "ın öyküsünü anlatıyor ve finalde her yer şu çığlıkla inliyor­ du: "Baş kaldı rıyorum . . . " Ahmet Kaya konserlerinin olmazsa olmaz parçaları vardı . Verdiği her konserde, yeni kasetleri çıksa da, çok sevdikleri, çok beğendikleri yeni besteler olsa da, tekrar tekrar dinlemek istedikleri ve gerçekten bir tarihi aktarır­ casına kronolojik bir sırayla dinledikleri besteler vardı: Ağla ma Bebek, Şafak Tü rküsü, Yü reği m Ka n ıyor, Yorgun Demokra t, Kaçak ve An n e, Kod adı: Bah ti­ ya r, Başka ldı rıyo rum gibi Ahmet Kaya tarihinde hit ol­ muş besteler, bütün konserlerde kaçınılmaz olarak re150


Kod Adı Bahtiyar I Bir Dönüm Noktası

pertuarın ağırlığını oluşturuyordu. Konserlere karşı ilk başlarda kimsenin bir anlam ve­ remediği engelleme çabalan. aslında işte bu epik, bu paylaşımcı tiyatroya karşıydı. Çünkü her konserde can­ landırılan oyun aslında oyuncuların yani kitlenin tarihiy­ di. Acılarla, gözyaşlarıyla, direnişlerle, mahpuslarla, sür· günlerle dolu bir tarih . . .

Sevgi saldırısı . . . Konserlerde tüm b u sahneler tekrarlandıktan sonra, finale doğru, bütün kitle sahneye akın ediyor; kendi ses­ leri olan, kendi çığlıkları olan ve onlara dertlerini, hü­ zünlerini, aşklarını , ümitlerini anlatan bu adamla buluş­ mak, ona sarılmak, onu öpmek istiyorlardı. Aralarında bu durumun adı çoktan konulmuştu; "Ahmet'e sevgi sal­ dırısı. . . " Evet, gerçekten bir sevgi saldırısıydı bu! İçinde sevgiyi barındıran bir saldın . . . Engellemeye kalkışsalar, konserleri engellemeye kalkışan o "biri "lerinden farkları olmayacaktı. Aradan çekilseler, içinde sevgiyi barındırsa da bu bir saldırıydı ve Ahmet zarar görecekti. Nitekim öyle de oluyordu, çoğu konserin sonunda Ahmet Kaya sesi kısılmış, yorulmuş ve biraz da hırpalanmış olarak sahneden iniyordu. Yusuf Hayaloğlu Ahmet Kaya' nın sevgi saldırısına uğradığı bir Denizli konserini şöyle anlatıyor:

"Kapa lı spor salo n u nda bir konser va rdı, Den iz­ l i 'de. A h met sa lo n u n tam ortası nda ça lıyordu, insan­ lar da tribündeydi. Konserin ortası nda o h i t parça la r hep beraber söylendikte n sonra, insa n lar hareketlen­ meye başladı . Bakt ı k, yavaş yavaş salona doğru i n i­ yorla r. A h met 'in e trafı bir a nda sa rı ldı . Sa rı lmala r, öpmeler. . . Onun üzerinden ha tıra olarak bir şeyini al­ mak istiyordu yan ı na gelen herkes. Göm leğin i, yele1S1


b a ş ım

belada

ğin i çekiştirip duruyorla rdı . . . Sa lon çok sıcak değildi, ama Ahmet çok terle m işti. Bu yüzden ben boyn una atkı dola m ıştım, boyn u ter/emesin diye. A tkıyı çap­ raz bir şekilde boyn una atmıştım. Atkıyı a lm a k iste­ yen lerin bazı ları bir ucu ndan, baz ı ları da d iğer ucun­ dan tutm uş, kendile ri ne doğru çekiyorla rd ı . Ahmet orta ları n da kalm ış, çırpı n ıyordu. Bir ara ba ktım, ren ­ g i mengi gitm işti, h ı rı ltılı sesler çıkarıyordu. Ulan, dedim, a da m boğu lacak ş imdi. Bulunduğum yerden Ma lkoçoğlu gibi nara la r a tarak ve insa n ları yararak ve ha tta baz ı ları nı y u m ru klaya ra k yetiştim ki; gitti gi­ decek. Ha n i iki san iye geç kalsam, Ahmet boğulacak ve e llerinde ka laca k. Pa ta küte girişerek kurta rdı m ellerinden. Mosmor yüzü uzun süre ası l rengine dö­ n üşmedi desem yeridir. Neyse ki, kısa bir a radan scın­ ra gerekli tedbirleri a la rak konseri bitirebildik. " Yine böyle bir İzmir konserinde sahnenin önüne yı­ ğılmış bütün dinleyici. İnsanlar ayaklarından tutmaya ça­ lışıyor, Ahmet mümkün olduğunca sahnenin ön tarafın­ dan uzak durmak istiyor. Ama nafile, şarkılarını okur­ ken . fark etmeden dinleyicilere yaklaşıyor. Böyle yaklaş­ ma anlarında insanlar ayaklarından tutuyor, güvenlik elemanları zor kurtarıyor Ahmet'in ayağını . Bir dinleyi­ ci ayağını tutmuş, bırakmamakta kararlı, yumruk yiyor, ama yine de bırakmıyor. En sonunda ayakkabısını çıka­ rıyor Ahmet, ayağını ancak öyle kurtarabiliyor. Ayakka­ bıyı aldığı gibi kaçmaya başlıyor dinleyici . Ahmet şarkı­ yı bırakıp anons etmeye başlıyor: "Ulan ya ayakkabımı getir, yahut da gel öteki tekini de al . Tek ayakkabı ne sa­ na . ne bana yarar . . . " Buna inanan adam ayakkabının öteki tekini de almak için sahne önüne geliyor ama ken­ di ı.dindeki ı eki de Ahmet\> kaptırıyordu . Ahmet ise eşe­ ğini kaybedip , yenideı bulmuş gibi ayakkabısına kavuş­ man ın sevincini yaşıyordu. 151


Kod Adı Bahtiyar I Bir Dönüm Noktası

Konser serbest ama şarkılar yasak! Konserler bir taraftan da traji-komik yasaklamalar ve uygulamalarla karşı karşıya kalıyordu . İşte bu uygulama­ lardan birisiyle de 1 990'lı yıllarda çıktıkları bir Muğla konserinde ka�şılaşmışlardı. Muğla'da şehrin erı büyük sinema salonunda düzenlenen konsere yoğun ilgi vardı . Bütün salon konser saatinden çok önce tıklım tıklım dol­ muştu. Herkes iki üç saat önce gelmiş, biraz sonra Ah­ met Kaya ile buluşacak olmanın heyecanı içindeydi. Konser saati yaklaştıkça kitle hareketleniyor ve salonda­ ki sessizlik giderek yerini bir uğultuya bırakıyordu . Kon­ ser saatine dakikalar vardı. Ahmet Kaya sıkıntı içindey­ di, çünkü o ana kadar her şey normal gitmişti, bu nor · mal olamazdı . "Muhakkak bir aksilik çıkacak" diyordu, çünkü normal olan da buydu. Eğer bir engelleme çıkar­ mazsalar, bu işte bir sorun var demekti . Nitekim Ah­ met'in korktuğu gibi de olmuştu. Son da ki kada Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı bir ekip, konserin yasaklandığİna . ilişkin bir karar ulaştırmİştı. "Ben demedim mi?" diye sormuştu Yusuf'a. Polislere dönerek " Nerede kaldınız bu saate kadar?" diye sorması , şaşkına çevirmişti onları. Konseri bu saatten sonra iptal etmek çok zordu, sa­ lon dolmuş, ayda-yılda bir Ahmet Kaya ile buluşacak olan kitle sabırsızlanmaya başlamıştı . Bir saattir süren, "Ahmet, Ahmet' ' tezahüratları gittikçe artarak devam ediyordu. Ahmet'in önünde iki seçenek vardı: Ya her şe­ yi göze alıp konser verecek, ya da çekip gidecek. O bi­ rinci seçeneği tercih etmişti. Bu kararında, konserin ya­ saklandığına ilişkin haberin ona son dakika verilmesinin de etkisi büyüktü. Bir de dinleyici kitlesinin coşkusu önemli bir etkendi. " Ne pahasına olursa olsun , çıkaca­ ğım ben bu konsere" demişti yanındakilere . Ama nasıl? İşte bu sorunun cevabını bulamıyordu kimse . Dinleyici­ lerin tezahüratları gittikçe artarken, arka kapıdan çıkan 153


ba ş ım

belada

Ahmet ile Yusuf doğru Emniyet Müdürlüğü'ne gitmişler­ di . Ahmet karşısındaki yetkili komisere, '' Niye yasak konserim?"' diye soruyor ama komiserden bir yanıt ala­ mıyordu. Yalnızca "Valiliğin emri" olduğu tekrarlanıyor, başka bir açıklama yapılmıyordu. Gerginlik gittikçe yük­ seliyordu, Ahmet gitmemekte kararlıydı. Yusuf' un da tepkisi çok sertti . "Bize bir muhatap gösterin" diye dire­ tiyorlardı . " Niye son dakikada haber veriyorsunuz, kon­ ser niye yasak, kasetler niye serbest?" sorularının muha­ tabı bulunamıyordu. "Bari vali ile konuşalım" diye ısrar ediyordu Ahmet, "Vali burada yok" cevabını alıyordu hep. Emniyet Müdürlüğü birbirine karışmıştı, konserin verileceği salonda da nasıl olduysa ''Ahmet Kaya'yı tu­ tuklayıp, Emniyet' e götürdüler" diye bir söylenti yayıl­ mış ve salondakilerin yarısı Emniyet Müdürlüğü'nün ka­ pısına akın etmişti . "Ahmet, Ahmet" sesleri bu sefer, caddeden yükseliyordu. Emniyet Müdürü ikilem içinde kalmıştı. Yasak uygulanırsa olaylar çıkabilir, konu Muğ­ Ja 'yı aşıp Türkiye gündemine girebilirdi. Yasak uygulan­ mazsa, yukarıdan kendisine "yasakla" emrini veren mercilere bunun hesabını vermek zorunda kalacaktı. Günlerden Pazar olduğu için şehrin valisi hafta sonu tatilindeydi ve ulaşmak zor oimasa bile sorun yaratacak­ tı. Oysa ki Ahmet Kaya ile Yusuf Hayaloğlu net bir ka:-­ şılık almadan Emniyet Müdürlüğü'nden çıkmaya niyetli görünmüyorlardı. Tutuklanmaya bile hazırdılar, her şeyi göze almıştılar.

Atatürk Ahmet, İ nönü Yusuf Emniyet Müdürü zaman kazanmak ve havayı yumu­ şatmak için Ahmet ile Yusuf'a çay ikramında bulunmuş­ tu. Bir süre sonra, elinde uzun bir listeyle yanlarına gön154


Kod Adı Bahtiyar I Bir Dönüm Noktası

derdiği polis, "Şurada adlan yazılı şarkıları söylemek ya­ sak. Konser bu yüzden iptal edildi, eğer bu şarkıları söy­ lemezseniz, konseri verebilirsiniz" diyordu. Ahmet "ya­ sak" listesine bakınca gülsün mü, ağlasın mı karar vere­ memişti; çünkü liste o zamana kadar çıkmış kasetlerin­ deki bestelerinin tümünden oluşuyordu. Emniyet Müdü­ rü, kendince bir çıkış yolu bulduğu için son derece se­ vinçli olmalıydı. " Buyrun kardeşim, konserinizi verin, konsere bir engel yok. Ama bu şarkıları söylerseniz, ya­ saklarız . . . " diyordu. Bunun üzerine Yusuf alaycı bir ta­ vırla, komisere dönerek, "Siz acaba hangi şarkıları söy­ lememizi tavsiye ederdiniz?" deyince , espriyi anlamayan komiser, gayet normal bir ifadeyle " Ne bileyim, mesela anonim türküler olabilir, Yoğurt Koydum Dolaba, Telg­ rafın Telleri . . türküden çok ne var?" diye fikrini söylü­ yordu. Ahmet ise patlamaya hazır bomba gibiydi , tam bu sırada Yusuf müdçıhale .etme.se belki de umulmadık bir çıkış yapacaktı. Ama Yusuf, komisere; "Tamam ko­ ,. miserim, anlaştık . . . Teklifinizi kabul ediyoruz . . : deyin­ ce, şaşkınlıkla donakalmıştı. Ama Yusuf, Ahrnet'i köşe­ ye çekip, ince bir planı olduğunu ve karışmamasını söy­ leyince sakinleşmişti. Yusuf'un planı şuydu: Repertuar­ daki bütün şarkıları söyleyecekti ama listecieki isimlerini değiştirecekti. Polisler ellerindeki listeden farklı şarkı isimleri görünce, bunların farklı şarkılar olduğunu sana­ caklardı. Onlar şarkıların içeriğini bilm;yorlardı ve listeyi de kaset kapağındaki şarkı isimlerine göre oluşturmuş­ lardı. İsimler değişince repertuar da dE;ğişmiş olacaktı. Böylelikle ne şiş yanacaktı, ne de kebap. Plan harikaydı ve Ahmet'in yüzünü rahat bir gülümseme kaplamıştı. "Vay be İnönü" diyordu Yusuf'a. Bu, aralarındaki bir espriydi . Verdikleri savaş bir bakıma kendilerinin kurtu­ luş savaşıydı ve bu savaşta Atatürk'ün misyonunu Ah­ met, İnönü'nün misyonunu da Yusuf temsil ediyordu.

155


b a ş ım

belada

Ve İnönü Yusuf, pratik zekasıyla beş dakika içinde ayak üstü otuz tane şarkı adı yazarak listeyi polislere uzatıyordu. Listeye uzun uzun bakan polisler, "Yahu, bu türküleri daha önce hiç duymadık" diye saf bir şekilde söylenirken, Yusuf taşı gediğine koyuyordu: " Daha ön­ ce kimse söylemediği için henüz meşhur olmadılar. ': Listeyi Emniyet Müdürü de onaylamıştı. Belki polisle­ rin aklından geçen şey onun aklından da geçmişti ama. cahil gözükmemek için sormamıştı. Belki de bir çıkış yo"­ lu bulunduğu için bile bile göz yummuştu. Sonuçta konser bir saat gecikmeli de olsa gerçekleş­ mişti. Ahmet Kaya önüne çıkan engelleri aşmış ve çıka­ bilecek bir sürü sorunu göze alarak dinleyicisiyle buluş­ muştu. Bu ne ilk ne de son deneyimdi. Ahmet Kaya'nın her konserinde olaylar çıkmaya devam edecekti. Bir konser anısını da Levent İnanır aktarıyor:

"Ah m e t 'in konserleri çok i lginç geçerdi. Bir İs ta n ­ bul konseri va rdı, ç o k sayıda sanatçı çıkıyordu. A h­ met Kaya da sah n e a la n sa natçı lardan birisiydi. Her­ kes s ı rayla çı kıp söylüyor ve in iyordu sah neden . S ı ra A h m et Kaya 'ya geldi. İnanı lmaz bir coşku ve kalaba­ lık vardı ve o kalaba l ı k hep bir ağızdan Ahm et Kaya şarkı la rı n ı söylemeye başladı. Konser öyle ina n ı lmaz bir hal a ldı ki, diğer sa natçı lar gölgede kaldı. Oradan ç ıkt ık Çiçek Bar 'a geldik, ben dedim ki: 'Ben bu ka­ dar ilgiyi beklem iyordum doğrusu . . . ' O dedi k i: Va l la ben bekliyordum, ç ü n k ü bu i lgi n in ayn ısını A nado­ lu 'da da görm üştü m . Faka t ben de şaşı rdım, ç ü n k ü burası İstan bul. Bu rada olur m u, olmaz m ı endişesi içindeydim. Ama benden çok diğer ŞGrkıcı a rkadaş lar şaş ı rdı ue ha tta kiifreden ler oldu, bu i n so n la r rı i1ıe böyle hep bir ağızda n , marş g ı b i ok uyorlcır bun u n şarkıları n ı diye. " 1 56


Kod Adı Bahtiyar I Bir Dönüm N oktası

Efes ve Aspendos yıkılacak mı? Ahmet Kaya-Yusuf Hayaloğlu ikilisi, Kardelenler or­ kestrasıyla bütün yurdu dolaşıyorlardı ama bütün kon­ serler çok başarılı geçmesine rağmen Yusuf'u tatmin et­ meyen bir ŞE'Y vardı. Kimsenin yapamadığı bir şeyi yap­ malıydılar. Çok daha üst düzeyde, çok daha ses getire­ cek ve medyada yankı bulacak konserler olmalıydı. Bel­ li girişimlerden sonra basına yaptıkları açıklama, bomba etkisi yaratıyordu: "Ahmet Kaya Efes ve Aspendos'ta konser verecek. " Her zamanki gibi basındaki Ahmet Kaya karşıtları bu başarıyı yüceltmek yerine , engellemek için çeşitli gerek­ çeler bulmakta gecikmediler. Adeta birer ihbarcı gibi ça­ lışarak Kültür Bakanlığı'nı kışkırtmak için çeşitli haberler ürettiler: " Efes ve Aspendos Antik Tiyatroları belli bir desibelden daha yüksek sese maruz kaldıklarında yıkıl­ ma tehlikesi olabilirdi. " Bu haberlerin elbette ki bilimsel bir karşılığı yoktu, çünkü böyle bir şeyin olabilmesi için antik tiyatroların beş yüz metre yc;ı.kınına bir uçağın kon­ ması gerekiyordu. Bir orkestranın çıkaracağı gürültünün bin yıllık depremlerle yıkılmamış taş bir abideyi yıkması mümkün değildi. Ama zaten Ahmet'in konserlerine kar­ şı olan malum çevreler bu gerekçelere sığınarak her iki konseri de engellemek için bütün yollan denemeye baş­ ladılar. Bir süre ertelemeyi başardılar da . . Fakat Ahmet ile Yusuf kararlıydı. Gerekli bütün hrmaliteleri yerine getirdiler ve hatta desibel ölçümleri yaptırarak, bu konu­ daki evrensel kıstaslara ilişkin raporları emsal göstere­ rek, bilimsel raporları onaylatarak mücadeleyi kazandı­ lar. Sıra konserler maratonunun son metrelerini koşma­ ya gelmişti.

Günlerce süren hazırlıklar ve provalar sonunda muh­ teşem konserler gerçekleşt i . İzmir'den ve çevre illerden yüzlerce araç Efes'e akın akın insan taşıdı . Tarihte yüz157


baş ım

b e l ada

!erce opera ve tiyatro eserine, yüzlerce bale ve gösteri­ ye tanıklık eden Efes Antik Tiyatrosu ilk defa bir protest müzik sanatçısının, bütün insanlık tarihini özetlercesine haykırdığı isyan şarkılarına tanık oldu. Aspendos konse­ rinde ise neredeyse Antalya ile Serik ilçesi arasında ara­ ba konvoyundan bir köprü oluşmuştu. Binlerce kişi dışa­ rıda kalmış, içeriyi hınca-hınç dolduracak kadar talihli olanlar ise hayatları boyunca böyle bir konsere tanık ol­ madıklarını yıllar yılı herkese anlatacaklardı: "Aspendos, Aspendos olalı böyle bir konser görmedi! " Ahmet Kaya ise Yusuf Hayaloğlu'na dönüp bir tek şeyi söyleyecekti : " Gene başardın İnönü! "

Resitaller-2 ve Etiler'dekj ev ..

Barış Plak'a transfer olduktan sonra Levent'te Gaze­ teciler Sitesi'nde, şirketin ortağı ünlü organizatör Hasan Bora'ya ait villada ücretsiz oturmaya başlayan Ahmet­ Gülten çifti, burada çok mutlu görünmüyorlardı. Çünkü onlar doğuluydular, kalabalık ailelere ve komşuluk ilişki­ lerine alışkındılar. Bu müstakil villada komşuluk ilişkisi olmadığı gibi, etrafının ıssız olması ve çevre yoluna ya­ kın olması pek cazip gelmiyordu. Bu yüzden evde çok az kalıyorlar, yine eskisi gibi İstinye, Bakırköy, İzmit do­ lanıyorlardı . Ahmet'in sık sık uzun turnelere çıkması da bunu zorunlu kılıyordu. Bu arada altındaki arabayı da değiştiren Ahmet Kaya, 82 model 3. 1 6 bir BMW almış­ tı. Kızları Metis her geçen gün büyüyor, büyüdükçe da­ ha tatlı oluyordu. Konser aralarında kızıyla hasret gide­ ren Ahmet, onu öpüyor, kokluyor ve koynunda yatırı­ yordu. Şarkılarında bambaşka bir adam portresi çizme­ sine rağmen , ailesine çok düşkün evcil bir adamdı. İşi ol­ madığı zaman evden hiç çıkmıyor ve yıllarca özlemini çektiği yuva özlemini doya doya çıkarıyordu. Bir tek ek-

158


Kod Adı Bahtiyar I Bir Dönüm Noktası

siklik hissediyordu, o da hala kendisine ait bir yuvaya sa­ hip olmayışıydı. O sıralar sanatçısını başka firmaya kap­ tırmanın pişmanlığı içerisinde olan Taç Plak sahibi Ci­ han Sütşurup birinci resital kasetinin çok iyi satmasın­ dan da güç alarak Gülten'e sık sık bir resital kaseti daha yapmaya Ahmet'i ikna etmesi için, hatırlar koyuyordu. Teklifi de çok parlaktı, Ahmet'le Gülten'in en zayıf nok­ tasından giriyor ve kaset karşılığı Etiler'de bulunan ken­ di dairesini ortaya koyuyordu. Nitekim Ahmet'le Gülten daireyi gördükten sonra daha fazla direnemeyecek ve Resitaller-2 kasetini yapmaya karar vereceklerdi. Mutlu çifti kasetten daha çok heyecanlandıran şey artık kendi­ lerine ait olan bir yuvayı düzenlemek ve oraya taşınmak­ tı. Kısa süre içinde hazırlıkları tamamlayıp yeni yuvaları­ na yerleştiler. Malatya'da tek gözlü bir evde başlayan macerası yıl­ larca köşe bucak bir sığıntı gibi sürmüş, kendisine ait bir evin hayallerini kurmuştu hep. Bu ana kadar oturduğu hiçbir evi istediği gibi döşeyememiş, istediği gibi gürültü edememiş, misafirlerini istediği gibi ağırlayamamıştı . Bütün sıkıntı dolu günlere rağmen hiçbir zaman ümidini yitirmemişti. Gerçi uzun bir zamandır, kendisine ait ol­ masa da oturduğu evlarde eskiye nazaran daha rahat ediyordu ama, hiçbir şey kendisine ait olan bir evin ye­ rini tutamazdı. Etiler'deki daire işte bu yüzden gerek Ah­ met'e , gerekse Gülten'e olduğundan çok daha güzel ve daha büyük gelmişti. Artık istediği gibi döşeyebileceği bir evi vardı, istediği kadar misafir ağırlayabilecekti . Mi­ safirlerine sofralar hazırlayacak ve oturup onlarla rakısı­ nı içebilecekti . Öyle de yaptı, kendisine ait evinde ilk günlerin çoğunda misafir ağırladı eşi Gülten'le. Çünkü onlar. misafir olmayı sevdikleri kadar, misafir ağırlamayı da seven bir çiftti.

159


ba ş ım

belada

"Stüdyoyu eve çevirdin be Ahmet" İşte bu gelişmelerin yaşandığı günlerde , müzikte üst üste başarılara imza atıyor, yeni turnelere gidiyordu Ah­ met Kaya. Bu yoğun çalışma temposu içinde Ahmefi en çok yoran, bunun yanında en çok zevk aldığı dönem olan stüdyo günleriydi. Ahmet stüdyoya birçok sanatçı­ nın yaptığı gibi özel bir hazırlık yaparak gitmiyordu. Hatta özel hazırlık yapmayı bırakın, saç-sakal birbirine karışmış bir halde, hafta sonları evinde giydiği elbiseler­ le gidiyordu. Stüdyoyu evi gibi kullanıyordu. Çünkü Ah­ met ancak o şekilde rahat edebiliyor, aksi taktirde stres­ li oluyor ve okuyamıyordu. Stüdyoda herkesten çok faz­ la kaldığı için, günlerce evine gitmediği oluyor, bunu hiç önemsemiyordu. Böyle günlerden birinde , senfoniden gelen bir yaylı grubunun üyesi tarafından, stüdyonun "ofis elemanı" zannedilip, tost almaya gönderilmişti. Bu olaydan sonra, Osman İşmen artık dayanamayıp müda­ hale etmiş ve "Stüdyoyu eve çevirdin be Ahmet" diye şi­ kayetini dile getirmişti. Beraber on iki kaset yaptıkları Osman İşmen, stüdyo güderini anlatıyor:

"Stüdyc orta m ı nda çok uzun zaman lar geçirdik. Ahme t inanı lmaz rahat ça lışmayı seven bir insandı, başka sa natç ı lar tam zamanı n da gelir, tam zama n ı n­ da giderlerdi. Ama A h m e t öyle değildi. Çok rahat ça­ lışmaı,ıı seven bir insandı, disiplinden hoşla n m ıyordu. Sa bah stiidyoya gelip akşam beşe kada r uyurdu, on­ da n sonrn başlardı k ça lışmaya; yerdik, içerdik, bu be­ ra berinde sohbeti getirirdi; sohbet zama n ım ızı a l ırdı v e böylece kısa s ü rede bitirilmes i gereken bir ça lışma uz un bir za man dilim ine yayılırdı. Norma lde 250 saa tte b i tecek olan bir iş, Ahmet 'in p rodüksiyo n u olduğu zaman 5 00-600 saa te çıkardı. 160


Kod Adı Bahtiyar I Bir Dönüm Noktası

Bu yüzden firmasıyla sürekli ta kışırdık, 'Nas ıl olur da bu kada r uzun sü rüyor?' diye sorarlardı . Durum u an­ la tırdık ama 'Kardeşim nasıl olur, adam gel iyor bura­ da uyuyor' diye itiraz ederlerdi. Biz de 'Sanatç ı n ı n uyuduğu zaman i le şarkı söylediği za ma n ı n değeri bi­ z im için aynıdır' diye cevaplardı k. Böyle çok m ü na­ kaşa la rı mız oluyordu firma la rla. Stüdyoyu bir otel olarak ku llan ıyordu. Gelip uyuyordu, uyandığı nda saa tlerce yemeklerle uğraşıyo rdu, son ra da ça lışmaya başlıyorduk. Çok rahat davranı yordu, biz de iş yapa n iki insa n ı n dışı nda i k i dost olduğu m uz için birşey di­ yemezdik. İlk kasetlerden biri n e çalışıyorduk, Ahmet h içbir zaman k ı lığı na kıyafetine faz la dikkat etmezdi. Pejm ü rde bir halde, saç saka l birbirine karışm ış bir şekilde stüdyoya gelirdi. O s ı rada Devlet Senfoni Or­ kestrası 'ndan çağırdığı m ız yaylı lar gurubu geldi, ka­ dı n lı erkekli on-on beş k işilik bir guruptu. Ah met sa­ natçı görı'i n ü m ünden o kadar uzaktı ki; kema ncı n ı n birisi, 'Oğlum g i t ş u radan ba na i k i tan e tost a l ' dem iş bulundu. Ahmet h iç bozmadı, biz hemen başkası n ı gönderdik, tostlar a lı ndı, yen i ldi. Tam stüdyoya gire­ ceğiz, bunlar sormaya başladı: 'Ya bu işin solisti kim?' Ah met'i göstererek, 'Solisti bu işte! ' dedim, o kadar u tandılar ki a n la tamam . . "

Osman İşrnen 'e, "Ahmet artık böyle gitmez, biraz toparlan, daha verimli çalışırız" dedirten aslında sadece bu olay değildi . Ahmet stüdyoyu otel gibi kullanmanın yanı sıra , mutfağını da stüdyoya kuruyordu. Kasete baş­ lamadan önce , stüdyoya bir minibüs geliyordu. İçinde tencereler, tavalar, kaşık-çatal-bıçak takımları , baharat­ lar ve yiyecek çeşitleri olurdu. Listeler verilir, alışveriş­ ler yapılır ve stüdyoya da mutfak kurulur. bütün hazır­ lıklar yapıldıktan sonra Ahmet gelirdi . Çoğunlukla ilk yemek güveç türü bir şey olurdu, güveçten öncesinde 161


ba f ım

belada

de muhakkak çiğ köfte yoğrulurdu . İşmen anlatmaya devam ediyor: "Ahmet acayip bir cışçıydı. Çiğ köfteler, güveçler ve çeşitli yöresel ye­ mekler yapa rdı . Üstelik b un ları s tüdyo orta m ı nda ça­ lışı rken yapa rdı . Ben im haya tı mda yediğim en güzel gü vffi Ahmet yapm ıştı r. Stüdyoyu lokan taya çevirir­ di adeta, içeri giri ldiği zaman kebap kokula rı gel irdi. Sa natçı lığı kada r aşçı lığı da iyiydi. Kebap kok u la rı daha silinmeden, bir sonra ki kasete başlardık za­ ten . . . "

Osman İşmen'in, Ahmet'in aşçılığına ve yemek düş­ künlüğüne ilişkin tanıklığı bunlarla sınırlı değil. İşte çok özel bir anı daha:

"Yine bir kaset öncesi evinde parti verdi. Ya k ın a r­ kadaşları topla n m ıştık. Yemek öncesi çiğ köfte yo­ ğurdu. Ha lbu k i hasta lığı va r, çok yememes i gereki­ yor, yiyince ka lbi sıkışıyor. Orada bir doktoru var, adamı çağırınca i laçlarla geliyor; çünkü Ahmet 'in ni­ ye rahatsızlandığı n ı artık çok iyi bil iyor, alışmış ona. Ahmet dayanamadı ve yine yemeye başladı, yiyince de ra hatsızlandı ve dokto r geldi, idrar testi yapacak, şekerin i ö lçecekti. Dok tor testi yap tı, son uçları gö­ rünce çok şaşı rdı, çığlık attı . Ne o ldu diye başına lişüştük. A h met'in şeker olmayaca k kadar yüksek çı kmıştı, onu hemen koltuğa oturttu, yerinden ka lk­ masına iz in vermedi, kon trole başladı. Hep i m iz çok telaşlandı k. Nası l o l u r diye a raştırırken çok kom i k b i r somıçleı karşı laştık. Meğerse idrar için verilen ka­ va nozdu reçe l ar(ığı ka lmış ve iyi yıka n madığı için şe­ keri bu kada r yüksek çıkm ıştı . " Ahmet Kaya �'eme-içme huyundan dolayı yüzlerce sefer giriştiği rejim yapma eylemini bir türlü başarıyla sonuçlandıramıyordu. En uzun rejimi üç gün sürüyordu. 162


Kod Adı Bahtiyar I Bir Dönüm Noktası

Üç gün sonra eksik bıraktığı günlerin de acısını çıkara­ cak kadar · abartılı yiyordu. Ahmefle kilo derdini payla­ şan dostlarından biri olan Cevat Korkmaz anlatıyor:

;(Ahmet, bu kon uda çok meşh ur ola n Muzaffe r Kuşhan 'a gitm işti zayıflamak için, ama herkesin ter­ sine o kilo a lıp gel m işti. Diyordu ki, 'Ada m ı n şöh re­ tini beş pa ralık e ttim . . . ' Muzaffer Kuşhan 'ı n reji m i n i uygu layıp, kilo a lan t e k insandı h erha lde. Bir gün de biz rejim yapma n iyetiyle yak ı n larım ızı ikna ederek Bodrum 'a gittik. Ama bir türlü başlayam ıyo r, durma­ dan yiyoruz. San k i bizi görüp de ihbar edeceklerm iş gibi, bir de gizli gizli yiyoruz. Dedi ki, bu böyle o l­ maz, gel çok pis küfü rler edelim ve bir daha yemeye­ lim. Yağ, tuz, şeker, h a m u r yiyene, bir s ürü sayıp söv­ dük. A rtık yem iyoruz. Gerçekten azmettik ve 1 2 gLi n daya ndık. Ama h e r an göz /erimizin ön ünden kele­ bekler uçuşuyor, beyn i m iz karı nca la n ıyordu. Niyeti bozacağız ama bir kere yem in e tm işiz. Neyse, Bod­ rum 'dan dönerken, yolda kendin pişir-kendin ye lo­ kan ta ları vardı, o n ları görü nce iyice deliye döndük. Dedi k i; boş ver bu rejim i, ben rejimden fa la n vazge­ çiyorum. Peki o zaman ne yapa lı m ? Dedi ki, dur ben a n ne m i a rayıp sorayı m, yem i n nas ı l geri alı n ı r diye. An n esi dedi ki: 'Oğlum .birbirin izi n kafası nda ekmek k ırı n , o za man yem i n i n iz i bozabilirsin iz. ' Gittik bir k ır loka n tası na, Ah met kafası n ı eğm iş, ben kafasın­ da ekmek kı rıyoru m , son ra ben eğdim o ekmek k ır­ dı. Herkes şaşkın ve g ü lüyordu. Son ra garson u çağır­ dı ve dedi ki: "Şu kuzu n u n ya rısı n ı getir bize. Otur­ duk arda akşa ma kadar yedik, içtik . . . "

1 63



Sekizinci Bölüm

DEGİŞEREK GELİŞMEN İ DAYANILMAZ AGI RLIG� Başım Belada

Bugün, düşünemeyeceğin kadar Başım belada! I Köşe başları tutulmuş Üstelik yağmur yağmada . . İler-tutar yanı yok ı Fişlenmişim, adım-eşkalim bilinmekte Üstelik göğsümde , yani tam şuramda Kirli sakalıyla I Bir eşkıya gezinmekte . .

(Yusuf Hayaloğlu)

1 990'lı yıllara da damgasını vurarak yürüyordu Ah­ met Kaya . Kısacık sanat geçmişine çok şey sığdırmış, birçok kaset yaparak gündemden hiç düşmemeyi başar­ mıştı. Yaptığı şarkılar ülke gündemiyle birebir örtüşmüş­ tü hep. 1 2 Eylül'den sonra yaptığı çıkışla, yeni bir döne­ min kapılarını da aralamıştı ama bu dönemin artık yavaş yavaş gerilerde kaldığı şu dönemde yeni bir hamle yap­ ması gerekiyordu . Artık Türkiye ·de bir geçiş dönemi ya­ şanıyor ve birçok şey hızla değişiyordu. Dünyada ve çev­ remizde hızlı bir değişim gözleniyordu. İran'da bir dev­ rim olmuş, rejim değişmiş ve sonrasında Irak'ın saldırısı üzerine savaş başlamıştı. Bölgedeki dengeler. ABD'nin 165


ba ş ım

belada

de yeni stratejileriyle alt-üst oluyor, nereye varacağı tah­ min edilemiyordu. Sosyalist devrimler büyük sarsıntılar geçiriyor. Berlin duvarı yıkılıyor. Sovyetler Birliği dağılı­ yor, birçok yerde iç savaş başlıyordu. Sosyalist düşür,ce evrensel yaralar alıyordu, ideoloji­ ler toz duman içindeydi . Tahliller, tespitler, yorumlar bir­ birini tutmuyordu. Herkes neye inanacağını şaşırmıştı. Türkiye'de ise genel afla beraber cezaevleri boşalmış, idamlar müebbet hupse dönmüş, on yıla kadar yatanla­ rın hepsi tahliye olmuş, sürgünler iptal edilmişti. Yaralar kapanmasa da merhem sürülmüş, acılar bir nebze de ol­ sa dinmişti. Af içerdekilere de, dışarıdakilere de çok iyi gelmişti gelmesine; ama ortada tuhaf bir durum vardı. İçerden çıkanlar dışarıyı, bıraktıklarından çok farklı bir şekilde bulmuşlardı . Üstelik bu değişim çok hızlı olmuş ve içeriye hiç yansımamıştı. Dışarıdakiler ise yaşanan onca deneyimden sonra, içerden çıkanların hala eski anlayışlarında ısrar etmelerini tuhaf buluyorlardı. Bu pa­ radoksu hemen hemen herkes yaşıyor, fraksiyonlar işte tam da bu dönemde yoğun bir bölünme ve dağılma sü­ recine giriyordu. Artık büyük çoğunluğun gündeminde devri m değil, geçim derdi vardı. Solda da , sağda da aşırı fraksiyonlara olan ilgi azalmış, liberalizm yükselen ı ,ir değer olmuştu. Yeni iktidar Amerikancı bir politikayı ulkeye hakim kılmış, her yerde ve her şeyde "serbest pi­ yc:, sa koşulları " geçerli olmuştu. Turgut Öznl zihniyeti Türkiyc'ye damgasını vurmuştu. "

"

1 2 Eylül sonrası . az da olsa sol kesimin genelinde ye­ şeren "toparlanma "' ümidi boşo çıkmıştı. 1 990'1ar tam da kargaşanın hakim olduğu günlerdi . Hiçbir düşünce akımı bugünlere ilişkin bir politika geliştirememiş. toplu­ mun önünde herhangi bir örnek kalmamıştı. İşte bu tab­ lodan ve bu günlerden Ahmet Kaya ve müziği de etkile­ niyordu. Bir dönemin gözdesi olan özgün müzik kaset166


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı I Başım Belada

!erinde büyük bir düşüş yaşanıyordu. Çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi değildi ve eskiyi anlatan bu tür kasetlere kimse rağbet etmiyordu. Ahmet Kaya, İyimser Bir Gül kasetiyle gündemi bir kez daha yakal-)mıştı; ama. artık bundan sonrası için yeni bir malzeme , yeni bir söylem gerekiyordu. Ahmet Kaya o ana kadar, ülkenin içinde bulunduğu olumsuzluklara, mevcut gidişata ve sistemin hoşnut ol­ madığı her yanına şarkılarıyla müdahale etmeye çalış­ mış, milyonları bulan kitlesini de peşinden sürüklemişti. Şimdi bu macerasında tam bir kavşak noktasına gelmiş­ ti. " Muhalif duruşu bundan sonra da sergilemek gereki­ yor; ama güncelden kopmadan, bur ıu nasıl yapmalı?'' İşte bu ayrıntıydı Ahmet'in kafasını karıştıran . Ama bir yandan da " İnönü Yusuf'un buna da bir çözüm bulaca­ ğım ümit ediyordu.

O sürnce ilişkin Yusuf Hayaloğlu'nun değerlendirme­ si şöyle : "Baş ka ldı rıyorum kasetine kadar belli bir konu çerçevesinde gü nceli işledik hep. Bu 'Başı m Belada ' kasetine kadar sürdü. O sırala r, b i r af çıktı. İçeride in­ san kalmadı, on yıl ya ta n lar da çıktı. f.rtık cezae:J ı ve işkence gü ndemden düştü ve birdenbire bir boş luk oldu. Ahmet Kaya ve daha önce devrimci gelenekten gelen arkadaşla rı n heps i, birdenbire bir boş l u k ta kal­ dıla r: Kir.1se ne yapacağı n ı, ne a n la tacağı n ı bilemi­ yo rdu. ÖıJü n m uzi k kasetleri ani bir düşüş gos terdi ve h içbiri satma maya başladı . Çü n /.� ü halen, mahpus­ hane, işkence, özgü r/Li k temala rı n ı i şli y o r l o rd ı Yah u t .

d a sosya lisı ü t,;pya gereği h a len gelecek guzel gü n ­ lerden ve dnğacak gü n eş lerden bahsediyo rla rdı ' )y­ sa ki sos ya l ı z m i na ncı o dönemde b ü yü k zede len m e ­ ler ya� · yor. l.ıastı ğ ı ıe rn i n ler ça tırdıyordu. Hal böı,;/e

olunca, h erkeste, '$imdi ne yapacağız?' durumu gaz

1 67


b a ş ım

bel ada

leniyordu. Her şeye rağmen ben i m kafam çok netti. Herhangi bir disipline bağlı olmadığı m için, gelişme­ leri dışarda n objek tif olarak görebiliyor ve değerlen­ dirme/eri mi bağı msız olarak yapabi liyordum. Yen i devrimci gençlik i rtifa kaybetm işti, ç ü n kü çok h a ta­ lar yapm ıştı . Halkı n değerlerine saldı rm ış, kendi içinde ça tışmış ve teorik lafazan lığı n ötesinde h iç bir şey ü retmem işti. Oysa ki eski devrimci gençlik ya n i Deniz Gez m iş kuşağı n ı n hala büyük itiba rı va rdı. Çün kü, o n la r halkın ve m illetin değerlerine saldır­ mam ış, şiddete başvurmam ış, teorik lafazan lığa ken­ disin i kaptı rmam ış , b izzat Zap s uyuna köprü yapa­ ra k, depremzedelere ya rdım ederek, halkı n soru n ia­ rıyla pra tikte de i lgile n m iş/erdi. On lara duy u la n sev­ gi eksilmek bir ya na, her gün artmıştı. Onla r kişi ola­ ra k da tek tek erdem le re ve insa n f değerlere sah ipti­ ler. Her şeyden önce yapay, karton tip değildiler. Bi­ rinci sigarası içer, kur-u fasulye yer, rakı m uhabbeti yapar, aşık olur, seuişir, hatta küfrederlerdi. Norma l insa n lardı, yiğit ve feoda l yan ları vardı, çok hakiki idiler. Ben iş te on lara hayrandım, o n lar gibi olmak­ tan h içbir zaman kaç ınmadım ue kim liğim i de böyle oluşturdum. Ahm e t'te de böyle bir hakikilik ve böyle bir hoşluk görüyordum h ep. Bu o n u n doğası n da var­ dı. Hem devrime inanan bir roman tizmi va rdı, hem de delika n lı lığa ya tkı n feoda l değerlere sah ipti. Fe­ oda l değerler derken, elbette ki ağalı k-beylik, dere­ beylik gelenekler-inden ba hsetm iyorum . Biz o zaman manevi değerleri önemseyen, söz ün e gü ven ilir, mert, ces u r, yiğit tavırlı insan ları , 'feoda l değerleri yüksek' diye n itelerdik. Ben im kastettiğim budur. B u a n lam­ da ben im şiirimin de_. Ahmet Arif'in, Hasan Hüseyin Ko rkmazgil'in şiirinin de feodal değerleri yü ksektir. Den iz Gezmiş'ten, Yı lmaz Güney'e kadar, halk tara­ fı ndan sevilmiş insan lar da bu yüzden sevilm iştir. Bu 168


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı / Başım Belada

karizman ı n izlerini A h met'te de görüyordum. Bu yüz­ den kafam çok netti ve bu geçiş döneminde h içbir kuşku taşımıyor, h içbir pa ni k yaşam ıyordum. Biz sa­ m i m i ve hakiki devrimci delika n l ı /ardık. " Yusuf Hayaloğlu "nun "geçiş" diye tanımladığı Ahmet Kaya' nın yeni konseptiydi aslında. Nitekim Ahmet Ka­ ya, Yusuf Hayaloğlu'yla yaptığı son şarkılarda bunu his­ settirmeye başlamıştı . Ahmet Kaya'yı, sol kesimde yer alan ve benzer müzik yapan diğer insanlardan ayıran yönü de buydu. Bu onun için büyük bir avantajdı. Belki en baştan, Malatya'ya dönüp, oradan itibaren bütün eleştirileri dikkate alıp, klasik bir tarzda çalarak şarkı söyleseydi , bu noktaya gelemeyecekti. İşte bu tarzının ve ir.adının faydalarını görecekti bundan sonra. Ahmet Kaya'yı özgün müzik kasetleri satmcımaya başladığı bir dönemde yaptığı çıkış değil, önceki kasetlerinde yer alan şarkıların formatı kurtarıyordu. Çünkü Kaya l 990'lara varmadan da sol kesimi aşmış, kısmen de ol­ sa geniş bir tabana sahip olabilmişti. Önemli olan artık bundan sonraki çizgisini bu geniş yığınlara benimset­ mekti . O konuda da Yusuf Hayaloğlu ile çalışmanın avantajını kullandı ve Ahmet Kaya yeni kimliğiyle daha da netleşerek cesurca ortaya çıkıyordu: "Yiğit, yalın , ka­ ba gerçekçi, feodal, dürüst, korkusuz ve isyankar. . . " Ahmet Kaya gerçekten de bu herkesin tıkandığı, dö­ küldüğü dönemi de atlatabilmişti . Hem de büyük bir ba­ şarıyla. Başım Belada kaseti, Ka lan Ka lır, Bir Acayip Adam, En tel Maga nda, Ayrı lığın Hediyes i, Sen Be­ n im Hiçbir Şeyimsin gibi bestelerle günlerce tartışılmış, uzun bir süredir müzik piyasasında daha çıktığı gün " patlayan" ilk kaset olmuştu. Osman İşmen o günü şöy­ le anlatıyor:

"Başım Belada kasetini bir yaz gün ü yaptı k. Son çalışmala rı bitirdik, çok ça lışıp perişa n olm uşuz. Ka169


ba , ım

belada

set sabah ç ı ktı piyasaya, öğlen e doğru .pa tladı. Uz un bir dönemdir, Türkçe rock m üzik yapı lmıyordu, Ah­ met'in kaseti üzerin den biraz da A rıadolu rock dene­ dik. Kaset bir tutuldu, kıycı metler koptu. Türkiye 'de kaseti çık tığı ilk gün pa tlaya n iki k işi biliyorum . Bi­ rincisi Ahmet Kaya. Bu n u n nede n i de Ahmet Kaya ile özgü r bir sanat yapabilmemizdir. Sanat özgü rlük demektir, biz b u n u Ahmet 'i n prodüks iyon un da çok iyi bir şekilde yaşadı k. Çünkü b un u dan ışacağı n ız, kabul ettireceğ i n iz herha ngi bir otorite yok. Otorite tamamen ha lkt ı r. Bizim için de ölçü bu oluyordu . Çok başarılı olduk, b unu kimse i nka r edemez. Hem m üzik vardı, hem ticari b i r tak ı m a n layış la r vardı. Bu ikisi buluştuğu zaman, herkes o kaseti din leyebiliyor­ du. Ahmet Kaya herkesin tı kandığı bir zamanda çok · büyük bir ç ı k ış yapm ıştı . . . "

"Tabancamı unutmuşum helada" ve "Lümpen Ahmet" eleştirisi Başı m belada/Adam ı n biri vurulmuş sokak ta/Ce­ binde adres im bu l u n m uş/Başım belada(faba nca m ı un ut muşum he /cıda/Nereden ba ksan tuta rsızlı k/Ner­ de n ba ksa n ah makça. . . (Yusuf Haya!oğlu) Ahmet Kaya iyi bir çıkı� yapmıştı yapmasına; ama bu sefer de yeni tartışmalar başlamı�,;tı . Ahmet Kaya 'yı hiç durmadan eleştirenlerin eline yeni malzeme geçmişti . El e şti ri okları doğrultulmuş. suçlama ise hazırdı: ··su ka­ sette lümpenlik var. ·· Böyl e likle kısa bir s(ire için azalan tartışmLılar tekrar yükselmiş ve gündeme oturmuştu . Ta­ banca ve hela rnescle "ini soran basına Ahmet de: "Bü­ tün delikanlılar tabcınca til şır ve bir çoğu bir gün bir şe­ kilde tabancasını helada unutuverir. Kime sorsanız. doğ­ rular bunu . . diye y<.rı alaycı cevaplar vererek. onların da 170


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı I Başım Belada

ha çok çıldırmasına sebep oluyordu. İşte Ahmet Kaya hem yeni tarzıyla, hem de kaset satışlanyla artık yeniden tartışılır olmuştu. Yusuf Hayaloğlu, "Bu n u bilinçli bir şek ilde yaptık, çü nkü sa nsasyon işi mize geliyordu, bunu biraz da mahsustan gıdı klıyorduk " diye anlatıyor ve devam edi­ yor:

"Bası n ı n ve e n te llerin saldı rması için biraz ayk ırı bir şey yapmak yetiyordu. Za ten o n la rı n h içbir za­ man yapı lan bir şeyi övmeye. n iyet le ri yoktu. Tü rki­ ye'nin mantalitesi buydu. Ne kada r olumlu işler ya­ parsan yap, bunu görmezlı r-ten geliyo:-- l ar ama en ufa k aykırı şeyi yaptığın zaman üstüne çulla nıyor/ar­ dı. Yaptığı n işi tan ı tabilmek için bu ndan başka seçe­ nek bırakmıyorlardı. Ben de 'madem öyle gel böyle' man tığıyla da vran ıyordum. Kasetin kapağı na fon olarak gcızete/erde çıkan haber kupü rlerini kı,, tlan­ dım , bu kupürlerin hepsinde Ahmet'e sa ldıran baş lık­ la rı terc i h etm iştim, bilinçli olarak. Ön plana da A h­ me t'irı uzun siyah pa ltolu, bi tirim tav ı rlı bir boy res­ m i n i yerleş tirerek, daha tah rik edici bir hale get irm iş­ tim. L.a ten çıkış şa rk ı m ız da tabanca lı bir şarkı o .' un ­ ca, beklediğim yı ldırı m lar çakmaya başladı . A rkası n ­ dan yağm u r boşa ldı ve elbette k i bu yıağm u run bere­ keti bize ya radı. Kaset, tam da beklediğim gibi m ü t­ h iş bir pa tlama yaptı. En teller ben i yan ı ltmamıştı. Onların hepsi dergilerin , gazetelerin köşe başla rı n ı tu tm uşlardı, otomatikman gü ndem oluşuyordu. Ta­ bii saldı rcı ra k yazıyorla rdı. bugü n e kada r lehim izde bir ya z ı ç ık mamıştı ki za ten. iş i n g uzel ya nı A h m e t yap tığımıza inanı yordu v e bü t ıj n sa ldı rı ları göğüsle­ yebi lecek kada r güçlü görü n üyo rd u . Üste lik be n k u r­ naz bir repe rtuar hazırla m ı ş t ı m ve e n tellere a tacağım ası l golü son raya b ı ra k m ı ş •ım. En başa ta rt ı ş ı la ca k 171


baş ım

belada

parçuyı koym uştum, tartışma bu n u n üzerin e yoğun ­ laşacaktı, insa n la r ne o luyor diye kaseti alıp, ba ktık­ larında diğer parça la ra yerleştirdiğim devrimci, yiğit ve i nsani değerler taşıyan temalarla karşı laşaca k la r ve bütün sa ldı rı lar askıda ka lacaktı. Nitekim d e öyle oldu. Ha lk bizim ta rafı m ızı tuttu ve Ahmet'i kuca k la­ yarak bağrı na bastı. Bu gelişmeyle beraber k i t lesel­ leşme başladı Ahmet Kaya 'da. Çünkü o mertliği, yi­ ğitliği, feoda l değerleri yücelterek, ha lkla daha çok örtüşüyordu. Diyebilirim ki; gerçek kucak laşma o za· man gerÇek leş ti. O zamana kada rki kucak laşma ta­ mamen so l tandanslı insa n larla zayıf ve nan kör bir kucak laşmaydı; ama onda n sonra gen el o la ra k ha l1 kın her kes i m iyle, sağcısıyla, solcusuyla, dinda rıyla bu luştu. Bizim yen i m üz i k ta rzında yükselttiğim iz de­ ğerler herkesi kuşattı. Yan i öyle duru m la r o ldu ki; konsere insa n la r geliyor ve 'Biz MHP'liyiz, biz sağcı­ yız, m üslümanız a ma sizi çok seviyoruz ' diyorla rdı. " Entel maganda Ko n u şu rken s o lc u s u n/Yaşarken kara m bolcu­ sun/Oportü n izme b u laşm ış!Tipi k bir orta yolcusun/O yandansın, bu yandası n/Hovardası n hep bardas ı n/Ar­ tık ro l yapmayı bırak/Sen bir en te l magandasın/Be­ hey sanat h ı rsızı/Behey ü retme kabızı/Birazcı k efendi ol/Bırak elinden ş u sazı . . . (Yusuf Hayaloğlu) Yusuf Hayaloğlu'nun , sonraya bıraktığı bu gd ger­ çekten de entell� re attığı asıl goldü. Zaten Ahmet de bu hiciv şiirini bestelerken , günlerce gülmekten katılmıştı . · Bu kahkahalar, golün penaltısını kendisinin atacağını bil­ mekten kaynaklanıyordu. Topu beyaz noktaya koyacak ve kaleciyi şaşırtan bir vuruşla ters köşeden ağlara taka­ caktı. Enteller bu şarkıdan o kadar etkilenmişlerdi ki 172


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı I Başım Belada

üzerlerine yapışmasın diye artık barlara bile gitmekten çekinir olmuşlardı. Ahmet Kaya'nın intikamı biraz acı ol­ muştu. Her şeye rağmen konuyu biraz abartmış ve o günlerde maksadını aşan bazı konuşmalar yapmıştı . Bir gazetecinin şaka olarak sorduğu, " Abi Allah aşkına bu entel maganda kim?" sorusuna, Ahmet Kaya da basının ısrarla Ahmet-Fatih ikilemini körüklemesinden yola çı­ karak şakayla "Fatih Kısaparmc:ık'tır" demişti. Zaten sansasyonel bir gelişmenin peşinde olan gazeteciler için bu şakayı ciddiye alıp, manşetlere taşımak zor olmaya­ caktı . Sonradan gerekli açıklamalar Yusuf tarafından ya­ pılacaktı ama bütün bu tartışma ortamı, her şeye rağ­ men tarafların lehine olmuştu. Ahmet de, Fatih de elle­ rinde olmadan basının reklamından geniş ölçüde yarar­ lanmışlardı . Zaten Ahmet Kaya halk nezdindeki popüla­ ritesiyle artık öyle bir güce ulaşmıştı ki , hakkında eğri de söylense, doğru da söylense fark etmiyordu. Bir çığın yuvarlandıkça büyüme: " gibi, Ahmet Kaya da yasaklan­ dıkça, saldırıya uğradıkça büyüyordu.

Hilton'da kokteyl ve Sol'dan gelen yumruk Ahmet'in müziğinde bundan sonra ön plana çıkan değerler belliydi: "Herkesin kabul edeceği, evrensel in­ sani değerler . . . " Hayaloğlu'na göre bu buluşmanın asıl nedenleri şunlar:

"Ahmet Kaya ha lk yığı nlarıyla bu luştu, çünkü an­ /a t tığımız değerler herkesin değerleriydi. Dü rüstlük, feoda l ahlak, yiğit lik, cesaret gibi erdem ler insan lığın genel değerleri. Böyle ba kı nca ve propaganda yap­ mayı nca, kitlese/leşm e s ü reci hızlandı. Buna i laveten Ahmet'in norm a l bir ha lk çocuğu gibi kon uşması, o t u rması, kalkması ve h içbir süs yapmada n, kendini o lduğu gibi s u n ması ha lkın gözü nde çok sempatik 173


ba ş ım b e l ada

gö rü n üyordu. On u n ka rizmas ı n ı o luştura n öğeler bu n la rdı. Bir halk şarkıcısında olması gereken bütün öze llikleri doğası nda taş ı yo rd u . " İşte sorun da burada başlıyordu. Yusuf Hayaloğ­ lu' nun tespitiyle Ahmet gerçekten bir halk şarkıcısıydı . Bu onun gerçeğiydi. Şimdi bütün bu gerçeği kendi için­ de barındırarak, daha geniş açılımlara ulaşmak berabe­ rinde bir bedel ödemeyi getirmez miydi? Bazen insanlar ne kadar doğru ve mantıklı şeyler ya­ parlarsa yapsınlar, bunu doğru anlatamadıkları, yahut anlatacak bir k<lnal bulamadıkları zaman karşı taraf canı istediği gibi yorumlayıp, bunu aleyhte bir propagandaya dönüştürebilirdi. Ahmet Kaya'nıh kasetin tanıtım kok­ teylini Hilton Oteli'nde yapmayı kabul etmesi işte böyle bir koz vermişti onu eleştirenlerin eline . Bir bakıma on­ ların ekmeğine yağ sürmüştü. Oysa ki kokteyli tamamen plak şirketi düzenlemişti. Çünkü basın zayıf kokteyllere rağbet etmiyor ama iyi yerlerde verilen kokteylleri kaçır­ mıyordu. Hilton kokteyli de Ahmet Kaya aleyhine bir propagandaya çevriliyordu. Bu sefer yapılanlar eleştiri değil, düpedüz saldırıydı. Saldırının geldiği merkez ise yi­ ne aynıydı. ·'Lümpen"likle başlayan eleştirilerin dozajı artıyordu. " Parayı bulunca değişti ! " ortak eleştiriydi. Ah­ met artık önemli bir kesimin gözünde, ''milyarder sol­ cuydu! " İşte Hayaloğlu'nun ağzından o saldırıların değerlen­ dirmesi: "Tü rkiye 'd e sol, bir şeyi beğendiği zaman, so l olmakta n ç ı kar, Tü rkiye solu hiç beğen meyecek, hep eleş tirecek; ka ra k teri ve yapısı bu. Za ten ayn ı fikirde ola n en faz la on solcuyu bir a rada tutabilirsin iz, o n birinci kişi geldiği zaman m u tla ka bir bölünme o l u r v e yen i b i r fra ksiy o n ortaya ç ı ka r. So l e leş t i ri , ya ln ız­ ca beğenmeme, reddetme üzerine k u ru lu ç ü n k ü . Tü rk iye'de başa rı lı olm uş yüzlerce insan var ama on174


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı I Başım Belada

farın hakkında yazı lmış bir tek olum lu e leştiri göste­ remezsi n iz. Bizdeki a n layışı bu, ç ünkü e leştiri deyin­ ce biz ya ln ızca kötü yan ları n ı bu l up sergilemeyi a n l ı ­ yoruz. İyi yan ları n ı bulup sevmek ise ha lka düşüyor. İşte bu yüzden halkın beğe nisi ile solcu la rı n , en te lek­ tüellerin beğe n is i her zaman ters düşm üştür. Ha tta o kadar ki; şöyle bir kanaa tin yerleşmesine bile sebep olm uştur: Eleştirmen lerin beğendiği fi lm seyredil­ mez, beğendiği kitap okunmaz, beğendiği m üzik din­ len m ez. Eğer e leştirm e nler bir şeyi beğe nm iyorla rsa o şey m u tlaka güzeldir. " Devrimci arabesk Ahmet'e saldırıp dışlama çabasına girilmesi üzerine fırsatı değerlendiren " entel kesim" ise bir süredir göm­ dükleri baltalarını hemen çıkarıp, yeniden hücuma geçi­ y, )rlardı. Tozlanmış arabesk dosyası bu kez yeniden açı­ lıyor ve "sol arabesk" başlığı altında yeni bir boyuta ta­ şınıyordu. Böylelikle enteller kendilerince, "yaman bir çelişki" bulduklarını sanıyorlardı. Bir şeyin arabesk ol­ masından daha kötü olan, sol arabesk olmasıydı güya . Ahmet Kaya artık bunalıyordu. Mümkün olduğunca dı­ şarı çıkmamaya özen gösteriyor, gece ve programlara katılmıyor ve tartışmalara artık cevap vermiyordu. Böyle bunaldığı bir gün oturup Yusuf' la uzun uzun tartışmışlardı. Yusuf, Ahmet kadar konuyu kafasına tak­ mıyordu, ·' Eleştirsinler" diyordu, " Çünkü neyi eleştirdik­ lerini bile bilmiyorlar. . . " Ama tartışmalar artınca Ahmet Kaya da tavır değiştiriyordu. Belli bir süreden sonra, "Tamam kardeşim" diyordu " Ben devrimci arabesk ya­ pıyorum. Benim kitlem de varoşlar. Ben çiğ köfteyi de seviyorum . . . Acıyı da seviyorum . . . Var mı ötesi . . . ·· Bu günleri Yusuf Hayaloğlu aı:ılatmaya devam ediyor: 175


b a ş ım

b e l a da

"Ahmet h e r şeyi içgüdüsel ola ra k ve h issederek yapa r, spo n tan e düşü n ü rdü. Biz Gülten'le beraber onu hep sistema tize etmeye ça lışırdık. En büyük etki Gü lten'e aittir. G ü l ten örgü tlü solda n geldiği için, do­ ğa llıkla etkisi de sol çizgi doğru ltusu nda olurdu. Be­ n imse, ö rgü tlü bir sol yapım yoktu, Ma rksist-Len i n is t veya Mao ist b i r devrimin ya kını nda durm uyordum. Bazı ma terya list yaklaşı m larımın ya n ı nda, idea list yan larım da vardı. A llah 'a inanıyo rdum, doğa nı n di­ ya lektiği n i önemsiyordum, halkın de{Jerlerine ve ma­ neviyatına saygı duyuyo rdu m. Karşımdakini politik düşü ncesinde n ziyade insani davra n ışlarına göre de­ ğerlendiriyordum. A h la k ve erdem ben im ana k ıstas­ larımdı, ada m gibi o lmayan adam, ister solcu, isterse sağcı o ls u n, ister neci o l u rsa o lsun ben im için kötü adamdı. A labildiğine sam i m i ve cesur bir devrimci ka ra kter taşımanın yan ı n da insan ve doğa merkezli bir düşü nce s is tema tiğim vardı. Bu biraz tasavvufa yakın bir duruştu. Pir Su ltan 'ın baş ka ldı ran ozansı du ruşu ile Yun us 'u n m ü tevvekil, dervişane d u ruşun u ayn ı anda üzerimde taşıyordum. Dolayısıyla gün lük yaşamımda, üre t tiğim ürün lerde ve çevremde yan sı t­ tığı m kişilik de buydu. Ahmet 'le bu çizgide uzlaşan ya n larım ıza rağmen, o n u n yapısal m uha lifliği bazı şeylerden çok fazla etkilen mesini ve bun u n doğal uzan tısı olara k da spon tane tepkiler ü retmesini ko­ laylaştı rıyordu. " Evet, Ruhi Su'nun tepkisine karşı inatla saz çalma şeklini değiştirmemesinden tutun, son MGD gecesinde tepkilere karşı gösterdiği sert çıkışla kader çizgisini yön­ lendirmesine kadar, birçok şeyi bu çerçevede değerlen­ dirmek mümkündü. İşte yine kızgınlıkla davranmış ve arabesk yapmadığını bile bile basına karşı "devrimci ara­ besk" yapıyorum diyebilmişti. Elbette mantık olarak ara176


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı I Başım Belada

besk bir müzik temasıyla devrimci bir söz ifade edilebi­ lirdi. Örneğin, doğal olarak arabesk müziğe sahip Arap kökenli uluslardan. ilerici-devrimci unsurların isyancı sözlerle yaptığı müzikler başka nasıl adlandırılabilirdi? Başkaldıran Filistin devrimci marşları pop değildi ki? Kurtuluş savaşı veren Cezayir şarkıları şanson değildi ki? Sonuç olarak her ulus kendi müzik karakteriyle şarkı ya­ pacaktı. Türkiye'nin güneydoğusunda yaşayan koca bir kitle de Arap müziği temalarından hoşlanıyordu. Bun­ dan doğal ne olabilirdi? Ama Ahmet'in çok doğru bir ta­ nımlamayla ve çok iyi niyetle söylediği sözler, aleyhine delil olarak kullanılmaya yetecekti. Ahmet'in hatası, bu sözleri söylemek değil, bu sözlerin ters çevrileceğini bile bile sonuçlarına ve bedellerine rağmen söylediğinin ar­ kasında durmaktı ancak. Yusuf Hayaloğlu devrimci arabesk tartışmalarını anla­ tıyor:

"Neticede onla r arabesk diye saldı rıyorla rdı. Ah­ met de devrimci kökenden geldiği için, bu onun çok zoruna gidiyordu. 'Ya ne demek arabesk?' diye karşı çı kıyord u . Diyordum ki: 'Bak Ahmet, yaptığı n m üzik a rabesk deği l. Bunu sen de bi liyorsun, ben de bi liyo­ rum. Türk m üziği makamları k u llan ıyoruz. Mu hay­ yer, Uşşak, Hicaz us. Bunlar Tü rk iye'de herkesin bil­ diği, sevdiği makam lar. Diyelim ki bi lmeyenler a ra­ besk diyor. Bırak desinler, bu nda ne beis var? Tü rki ye 'de arabeski bilen yoktur. Tü rkiye 'de şu anda yapı­ lan h içbir m üzik arabesk değil. A rap m üziğinin per­ deleri, makamları, tavırları, akortları fa rklıdı r. Türki­ ye 'de b u n u bilen yoktur ki; a rabes k yapıls ı n . Ama ne­ dir a rabes k? Aydı n ları n gözünde arabesk olan şudur: kendilerin in beğen mediği, auam olan . bas i t olan. halktan o lan her şeye arabesk d i yo rla r. Bir ü rü n ü n içinde acı lar, dram va rsa, biraz ağda lıysa u e okurken 177


b a ş ı. m

b e l ada

biraz nağme yapıyorsa, biraz yan ı k söylüyorsa h e­ men ara besk dıyorlar. Portekiz fada/a rından daha ya­ n ı k bir şan tekn iği h içbir yerde yoktur. A m a o n lar bu­ nu da bi lmezler. Sen o n ları bilimse l ola rak n e kada r çürütürsen çürüt; bir şey değişmez. On la r bina okur, döner dön er bina okur. Sen n e yaptığı n ı bil yeter. Bi­ zim m üz iğimiz crabesk değil, sözleri m iz h iç değil. Baş ka fdıra n sözler, z u lme, işkenceye karşı ç ı kan söz­ ler, ezi len ler!' sah ip çıka n sözler nası l a ra besk o labi­ lir k i ? 'A h Tanrım, kaderim böyleym iş, la net olsun kahpe feleğe, ben her şeye razıyım, tes lim oldu m, öl­ düm bittim yandı m' diye bir şey yok ki bizim söz leri­ m izde . . Vaha cı n lamad ı n m ı , o n la r halkta n n efr.et et­ tik leri için, halka köylü sü rüsü, ca h i l, k ı ra gözüyle bak tıkları için on ların yaşa m larını, zevkleri n i ve be­ ğen ilerin i aşağı lıyorlar. Halka i lişkin, halk ı n beğen isi­ ne ilişki n her şeye arabesk diyorlar. Bu n edir? Cum­ hu riye t aydı n ı n ı n tipik Ba tı hayran lığı ve A rap düş­ manlığında n kayna klanan bir şeyd ir. Bun lar Yunan m üz iği d i n lerler ve Yu nan tragedyalarından esi n lene­ rek ş iirler yazarlar. TRT'de bile bun ların e tk isi altı n ­ da Yun a n m üz iği ça larlar, bin yı l l ı k Kürt nı ciziğin i çal­ mazla r, değiştirirler, torn istan ederler ama çalmazla r. Yu n a n l ı larla bin yı ldı r savaş etm işsin, Kü rtlerle bin yı ldı r dostsun, üstüne üstlük aynı bayrak a ltı ndasın ve b u n ların m üziğini ça lm ıyors un. Ya n i ası l bö lücülü­ ğü o n lar yapıyor, ama bölücü d iye sen i suçluyorlar. İran m üz iği ça lınmaz, Mısı r müziği ça lın maz, Hin t rn iiziği ça lın maz Ama Yu nan m üziği, İspa nyol müzi­ ği, Frcı nsız m üz iği velhasılı Ba tı'n ı n bütün m üzik tür­ leri ça lı n ı r. Ve ya lnızca o m üz iklerin sevilmesine izin verilir. Ta mam. o m iizikleri biz de seviyoruz, onları n sevdikleri şeyi sevdiğin rnman problem çıkmıyor. Ama o n ların sevmediği şeyi sevdin m i ya ndı n demek­ tir. İşte ası l sorun bu. İnsa n ları n sevdiği şeye ipotek 1 78


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı I Başım Belada

koymak. İşte bu ipotekçi ve faşiza n kafa la r, ondan son ra da özgürlükçü, demokra t, aydı n o lara k orta lı k­ ta salı n ı rlar. Demokrat maskesi takı nmı ş despo tla r­ dır o n lar. Anadol u 'n u n öz müziği o la n türkü lere bile n e radyoları nda, n e televizyo n larında, ne gazetele­ rinde-dergilerinde asla yer vermez ler. Kı ra m üziği di­ ye aşağı larlar. B u n dan daha adi bir yozlaşma var m ı ? İş te Cum h u riyet ayd ı n ı budur, e n tel dediğimiz ya rı aydı n budu r. Ha lk düşm anı budur. İşi n doğrusu ise şudur: Müzik dediğin yedi nota n ı n ça rpışmasından ve bu çarp:şma sonucu ortaya çıkan k ı vı lcı m lardan oluşur. Yan i yedi adet notayı çeş itli varyasyon larla birbiri içi nde kaynaştırı r, ayrıştırı r. istif edersin; yap­ tığın bu istifleme k u lağa hoş gelirse b u n u n adı m ü ­ z ik tir. Bu kadar bas it. 'ı edi nota n ı n h içbir günahı yok­ tur, sekizinc i bir nota da yoktur. Devrimci bir nota da yok tur, faşist b i r nota da yokt u r, i lerici bir nota da yoktur, gerici bir nota Ja yoktur. Nota notadı r, nota­ ya şöyledir-böyledir demek, h üsn ü kuru n tudon başka bir şey değildir. Sen kuşak ları birleştirmiş, d ü n ü bu­ gün ü-yarı n ı kaynaştırm ış bi.iyi.ık bir şarkıcıs ı n . Bun­ lard�n etk i len meme/isin. " Kuşakların buluşması Ahmet Kaya ·nın kuşa klcı rı buluşturan şarkı ları ·· her /P.ni ka se li yle b i rlik t e ni ce l i k v e nitelik açısından çoğ2lı­ yordu. Birçok bestesi 1 96 0 ' lardan 20Qü ' le re bütün k u şaklar t a ra fı nda n benimsendi . " Ahme r K:ıya kuşağ: . . cli­ '.ie adlandırılan ve Kayr< ' n ı n müziğiyle büyüyü p . bir dö­ nemi onun ş a rkıl arı nd a n öğren e n gençliğe ki.ıdar. geniş ki t l e l e r aynı şarkıları . aynı duy�ula:-la dinled i . Kimisi ken di öyküsünü buldu onunla . kirnisı geçmi �ini . Bazı la.rı t:ı rihi okudu. bazıları ise bugünlt>rin a nl am ı n ı çıkn rdı ı\h ­ met Kaya kuşağı" i s e bugünlere nasıl gdindi § :ni öğre n "

·

,

179


b a ş ı l\l

b e l ada

di bu müzikle ; siyası olarak buna göre şekillendi, hayata karşı duruşunu buna göre belirledi . 90'1ı yıllar ilerledikçe bir kartopunun karda ilerlemesi gibi Ahmet Kaya da birikimini, üretimini ve şöhretini ço­ ğaltarak ilerliyordu. Üstelik geçtiği yerlerde derin izler bırakan bir ilerlemeydi bu. Birbiri ardına kasetler yapı­ yor, türküleri dilden dile dolaşıyor, konserlerinde binler­ ce insan toplanıyordu. Başı, zaman zaman derde giri­ yor, birçok yerde konser verememenin yanı sıra albüm­ leri "'sakıncalı " bulunup kısmen de olsa toplatılıyordu. Ahmet Arif, Attila İlhan , Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ülkü Tamer ve Yusuf Hayaloğlu şiirlerinin Ahmet Kaya · müziği ile buluştuğu kasetleri, tüm engellere rağmen halk tarafından kapışılıyordu. Önünün kesilmesi zor bir potansiyele ulaşmıştı .

Dokunma yanarsın Fira rilerin uzma n ı o l m u ş u m/Bü t ü n telsizlerde adı m oku n u r/Ben i bir korka k bile vurur/Dokunma ba­ na fişlen i rsirı/Doku n ma ba na ellerin tu tuşur. . . (Yusuf Hayaloğlu) Büyük sansasyonlar yaratarak ve büyük transferler yaparak Unkapanı Plakçılar Çarşısı'nda fırtınalar estiren Barış Plak kendi içinde esen fırtınalara da karşı koyama­ yarak kısa zamanda birçok sanatçısını yuvadan uçur­ muştu. İbrahim Tatlıses, Bülent Ersoy, Küçük Emrah, Mahsun Kırmızıgül birer birer çıkıp gitmiş, hemen he­ men bir kk Ahmet Kaya kalmıştı. Sonunda ortaklar da kendi aralarında ayrılığa düşmüş ve Barış Plak'ta bir tek Zaza Şehmuz kalmıştı. Çok iyi bir insan olmasına ve Ah­ met'in de onu çok iyi sevmesine rağmen plakçılıktan en az anlayan kişi de oydu ve şirketi de işten anlamayan bir sürü yakınına bırakmıştı . Ortaklıktan ayrılan Aydın üs180


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı I Başım Belada

kay, kaset fabrikasına ilaveten yapımcılığa da başlamış­ tı. Herkesin gönül rızası alınarak Ahmet'in yeni kasetini Aydın Oskay'a ait Tempa-Foneks firmasına yapmasına karar verilmişti . Aydın Oskay o günleri anlatıyor:

"Dokunma Yanarsın kasetini yaptık bera ber. Ben yapımcı olduğum için, işin m üzik boycıtuyla fazlaca i lgilenm iyorum, bu yüzden pek fazla bir araya gele­ m iyorduk. Ahmet Kaya 'nın zirveye oturmaya başla ­ dığı yı llardı. Çok a ltta rı geliyordu. Ora la ra tı tma na, tı rmana, aln ı n ı n teriyle gelmişti. Yaptıkları, geride bıraktıkları bir gurur abidesi olarak du ruyordu. Ah­ met, yapımcısı na, prodüktörüne sorun çıkarmayan çok az insandan biriydi. Çün kü çok az şeye değer ve­ rirdi. O yüzden firma lar on u n la iyi an laşırdı, bildiğim kadarıyla h içbir firmadan k üs ayrı lmadı . Bizim ilişki­ m iz bir abi ka rdeş temeline daya n ıyordu. Ahmet'in bir de böyle bir yön ü va rdı . A nadolu çocuğuydu ve kim olursa olsun, kendisinden büyük o lana çok say­ gısı vardı. " Yeni firmanın belli olmasından sonra Ahmet Kaya ile Yusuf Hayaloğlu bir süredir alışkanlık haline getirdikleri gibi bir yere kapanmak ve konsantre olmak için mekan arayışına girdiler. İyimser Bir Gül kasetini Datça'da bir arkadaşlarının yazlığında, Başım Belada kasetini Şile­ Ağva'da yine bir arkadaşlarının dere kenarındaki evinde hazırlamışleırdı. Bu çalışma şekli onlara iyi geliyordu. İki hafta içinde her şeyden soyutlanarak bütün parçaları ya­ pıp dönüyorlardı. Şimdi ise yine bir arkadaşlarının, son­ radan kendisi de kaset yapacak olan Yasemin Göksu ve Okta· çiftinin Bodrum'daki cafe-pansiyonlarında çalış­ maya karar vermişlerdi. Bu kez yanlarında Mustafa Soy­ dan da vardı. ·

181


'b a ş ı m

'b e l a d a

Yusuf Hayaloğlu o üretim sürecini şöyle anlatıyor:

"Ahmet'in başımda diki/ip, iki de bir, 'Ne yap tın usta?' diye sorma ması için Mus tafa 'n ı n da biz im le gelmesi n i istem iştim. tvJustafa, A h met'i oyalayıp gez­ direcek, ben de şiir/er yazacaktım. Yasemin sağ ol­ sun, ba na pansiyon u n terasında sar7ıaşı klar içinde çok güzel bir çalışma masası hazı rladı. Kimseyi yanı­ ma ya na� tı rm ıyordu, yemekti, s uydu, içkiydi, ne is­ tersem a n ı nda gönderiyordu. Ça lışı rken fonda bir müzik olması hoşuma gidiyordu, beni kışkı rtıyordu. Fakat bu defa İstanb u l'dan özel kasetlerimi getirme­ yi u n u t m uştum. Yasem in'de ise sevebileceğim tek bir kaset va rdı , Kafkasya lı bir oza n ı n kasetiydi ve içinde, bizim Sarı Gelin diye bildiğimiz t ü rk ü n ü n opera tar­ zında söylenmiş orijinali vardı. Muh teşem söylüyor­ du, bende sa vaşçı duygu ları kışkı rtıyordu. Belki de bu n u n etkisiyle orada, 'Bir A n ka Kuşu ', 'Biz Üç Ki­ şiydik ', 'Dokunma Yanarsın ' gibi aji ta tif ve dramatik şi ir/er yazdım. Bir de 'Bir Min i k Kız Çoc uğu 'n u. Ah­ met ise Pa ris'teki konserinden sonra a ldığı gitarla gelmişti. Bir de klavyesi va rdı. İ lk defa bağlaması n ı ya n ı na a lmamıştı. Her akşam Yasem in'in, pansiyo­ n u n ö n ü ndek i restora n ı nda, çevreden kendisini gör­ meye gelm iş insan lara saa tlerce gitar ça lıp, şarkı söy­ lüyordu. Ora n ı n , şa ir Arif Damar, felsefeci Sefaha ttin Hi la v, yönetmen Tu nç Başa ran, Mera l Okay vesaire gibi ü n l ü kon u k ları da va rdı. Ahmet'in h iç ca nı sıkıl­ mıyor, bilakis saa tlerce s ü ren çok keyifli ve uz u n soh­ betlerden son ra geliyordu yatmaya. Son u n da şiir/eri ö n ü ne koyunca, hüngii r h ü ngür ağlayıp bestelemeye giriş ti. Bu kez o sabah lara kadar ızdırapla çalışı rken, eğlenme sırası ba na gelmişti. Gıcık olsun diye iki de bir tepesine dikiliyor, 'Hudi usta ne yaptı n ?' diye inti­ ka m ı m ı alıyordu m. " 182


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı I Başım Belada

1 99 1 yılında çıkan ve içinde Yusuf Hayaloğlu'nun parçalan dışında, İçimde Ö len Biri, Sürgün Acısı, Ke­ nar Mahalleli, Nevroz A teşi, Tı ka Basa Pastırma gibi bestelerin de bulunduğu kaset uzun süre konuşulmuştu. Albüm Ahmet Kaya'nın yeni hedefleriyle de örtüşüyor­ du. Dinleyici profili de büyümüştü . Onu artık sadece sol ya da kalbi sola daha yakın insanlar değil, ciddi bir şekil­ de sağ ve İslami kesim de dinliyordu. Ahmet Kaya·ya bu günlerde gelen eleştirilerin şekli de değişmiş, yaşam bi­ çimine dönük eleştirilerin dozajı daha da artmıştı. "Villasında viskisini yudumlayarak devrimcilik yapı­ yor" diyorlardı onun için. Eleştirilerin gerekçesi ise ha­ zırdı , "Ahmet zaten ucube bir adam, sol müzik yapıyor ama onu sağcı da dinliyor, İslamcı da dinliyor, komünist de dinliyor, böyle bir adamdan solcu olmaz . . . " Ahmet Kaya solcu muydu, solcuysa onu neden sağcılar da din­ liyordu? İşte bu sorunun cevabı Türkiye gerçeğinde sak­ lıydı. Bu soruya cevap bulamayanlar, bu ülkeyi, bu ülke­ deki sosyal dokuyu ve insan ilişkilerine de bir anlam ve­ remiyorlardı. Ahmet Kaya sokağın sesini taşıyordu mü­ ziğine . Beraber verimli bir çalışma süreci geçirdiği şair Yusuf Hayaloğlu ile günceli çok iyi yakalıyor ve ülke so­ runfarıyla müziğini birebir 0rtüştürüyordu. İşte böyle bir aşamaya geldiğinde, marjinalliği aşıp kitleselleşmeye başlamasını, bazıları "değişı:nek" olarak algılıyordu. Yapımcı Aydın Oskay da tıpkı Barış Plak'ın ilk za­ manlarında olduğu gibi piyasaya sansasyonel bir giriş yapmış ve sürpriz transferlerle Ahmet Kaya'nın dışında Sezen Aksu, Nilüfer, Zerrin Özer. Sertap Erener. Mine Koşan gibi büyük starları da kadrosuna katmıştı. Dobra sözlü , net tavırlı , sert mizaçlı fakat kırılgan bir yapıya sa­ hip Aydın Oskay. olanca iddiasına rağmen. yapısı gere­ ği pi�ıasa koşullarına uyum göstermekte zorlanınca kısa süre sonra herkPse kırılarak anlaşmalarını birer birer fes183


ba ş ım

bel ada

hetmeye başlamıştı . Aynı dönemde uluslararası kalitede kaset üreten Raks fabrikası da müzik yapımcılığını dene­ meye karar vermiş ve piyasada kalbur üstü ne kadar sa­ natçı varsa , o güne kadar görülmemiş yüksek transfer­ lerle kadrosuna katıyordu. Gazeteler her gün yeni bir transfer haberiyle çalkalanıyordu . Ne kadar star varsa birer birer Raks ile anlaşarak paralan cebe koyup, tatile çıkıyordu. Plakçılar çarşısı tarihinin belki de en büyük çalkantısına düşmüştü. Benzer bir teklif Ahmet Kaya'ya da yapılmıştı . Ahmet Kaya Aydın Oskay'ı çok sevdiği için durumu olduğu gibi ona aktarmıştı. Aydın Oskay'ın ağzından çıkan cümle, tam da karakterine yakışır şekil­ deydi: " Ben senin yerinde olsam bir saniye bile dur­ mam, parayı alırım, çoluk-çocuğumun nafakası için gi­ derim . . . "

Raks ile tedirgin bir kaset: "Tedirgin" Mu nzur'dan bir kuş indi kara lv'Gittim bak t ı m ka­ natları yara lı/Kirvem belli Dersim dağları mara lı/Kir­ vem kirvem hey/A vcı vurm uş gör kaç gündür yara­ lı/Munzur'da n bir tas su verin de ölem diyor/Hem ağ­ lıyor hem bir türkü söylüyor/Kirvem yine belq/Du­ man olm uş dağlar, yolum kara n l ı k. . . (Ahmet Kaya) ''Aklın yolu birdir" diyerek Aydın Oskay'ın da rızasını alan Ahmet Kaya, Raks firmasıyla derhal anlaşmakta te­ reddüt etmemişti. Yaşamında ilk defa topluca aldığı bü­ yük meblağda bir paraya kavuşmuştu Ahmet. Yıllardır özlemini çektiği bir dolu şey vardı . Hepsine sahip olma­ ya çalışıyordu. Arabasını değiştirmişti, Bodrum'da bir si­ tede , bahçe içinde bir ev almıştı. Giderek yoğunlaşan iş­ leri . konserlerde ve sokakta yaşadığı can güvenliği soru­ nu sonucunda biri şoför olmak üzere iki tane koruma tutmuştu. Eşini ve çocuklarını da alarak Bodrum'daki

184


Değişerek Gelişmenin Dayanılmaz Ağırlığı I Başım Belada

yazlığa yerleşmişti . Her akşam yeni aldığı motosikletine binerek Bodrum koylarındaki gizemli barları dolaşıyor, sabahlara kadar kalabalık masalarda eğleniyor, hepsinin hesabını kendi ödüyordu. Yeni bir çevre edinmişti ve bunların çoğu bir zamanlar Ahmet'e düşman olan İstan­ bul sanat camiasındaki entellerden ve medya mensupla­ rından oluşuyordu. Bu kadro yaz aylarında sürekli Bod­ rum Türkbükü ve Torba koylarındaki barlarda toplanı­ yordu. Ahmet de o barların müdavimiydi artık. Medya­ da sık sık yeni yaşamına ilişkin haberler çıkıyor, Ahmet bu haberlere karşı hiçbir açıklama yapmıyordu. Bir sü­ redir Yusuf Hayaloğlu ile de görüşmüyorlardı . Yusuf ora­ larda birkaç gün kalmış, fakat kendisi ""ıi fazla açmadığını söyleyerek çıkıp gitmişti. İşte tam da o günlerde Ahmet Kaya, Cem Özer'in sunduğu bir televizyon programına konuktu. Program formatı gereği bazı yakıntarıyla da çeşitli küçük röportaj­ lar yapılmıştı. Program içinde bunlar vtr olarak veriliyor ve Ahmet Kaya'nın tepkileri de ekranda alt köşede gös­ teriliyordu. Yusuf Hayaloğlu'yla da bir röportaj yapılmış­ tı, röportajda Yusuf; Ahmet' e hitaben, "Biz senle dağ­ larda, köylerde keklik peşinde dolaşıyorduk. Gel yine oralara gidelim, fazla İstanbul adamı bozar, fazla şöhret adamı bozar, fazla para adamı bozar" diyordu. Ekranın alt köşesinde Ahmet Kaya acı bir tebessümle gülüyordu. Belliydi ki, daha bir sürü başka nedenlerle Yusuf Haya­ loğlu ile yolları ciddi olarak ayrılmıştı . Bu konuda Yusuf Hayaloğlu ısrarlarıma rağmen herhangi bir yorum yap­ maktan kaçınıyordu. Ama sonuçta durum ortadaydı . Ahmet Kaya bundan sonraki iki kasetini de Yusuf Haya­ loğlu olmadan ortaya çıkartacaktı . Ahmet Kaya. Raks firmasındaki ilk kaseti Tedir­ gin'de yer verdiği Munzur/u şarkısında alışılmış türkü formatını kullanmış, Attila İlhan'ın Mah u r şarkısında yi185


ba ş ım

belada

ne daha önce kullandığı makamları kullanmıştı . Buna rağmen kasetin diğer bütün parçalarını kapsayacak şe­ kilde çok farklı bir soundla pop müzik motifleri deneyen Ahmet Kaya, şarkı sözlerini de Ali Çınar, Seda Akay gi­ bi piy·asadaki şarkı sözü yazarlarına yazdırarak. hayran­ larına büyük bir sürpriz hazırlamıştı . Ama hayranlarının da ona bir sürprizi vardı; bu yeni denemeyi beğenme­ mişlerdi. Tedirgin kasetindeki tedirginliğinden rahatsız olanlar çoğunluktaydı . Munzu rlu ve Mah u r şarkılarının rnuhteşern güzelliğiyle, her şeye rağmen yarışı sürdüren Ahmet Kaya, hayranlarının yaklaşımından yeni sonuçla­ ra ulaşarak yoluna devam edecekti. Artık daha çok de­ neyime sahipti, zirveden önceki bu düzlükte yeteri kadar soluklanmıştı. Şimdi zirveye son hamleyi yapmanın sıra­ sı geldiğini hissediyordu.

186


Doku:ıuncu Bölüm

VE ZİRVE . . . Gündeminde Kürt Sorunu Var

O yıllarda, öncesi 1 980'lere kadar uzanan çok önemli bir gündem maddesi vardı Türkiye 'nin : "Kürt so­ runu . " Kimilerine göre bu sadece bir geri kalmışlık soru­ nuydu ve "Güneydoğu sorunu" olarak adlandırılması ye­ terliydi. Türkiye' nin bir yansı, ekonomik ve kültürel açı­ dan geri bırakılmıştı. Bu yüzden orada sürekli sorunlar çıkıyor, sancılı yıllar yaşanıyordu. Birileri de bunun tersi- · ni savunuyor. bir kimlik mücadelesinden söz ediyordu. İşte bu iki tarafın çatışması, sürekli olarak beraberinde isyanlar getiriyor ve Ahmet Kaya'nın doğup büyüdüğü yerlerde eskiden beri bir ''kavga" sürüyordu. Bu ka»;ga. hayatın her alanını olduğu gibi , sanatı da müziği de etkilemiş. nice ağıtlar yakılmış, türküler söy­ lenmişti . 1 980'den sonra işte bu bölgede yine bir kaos yaşanıyordu. Gittikçe büyüyen bir kavga ülkenin her ta­ rafına yayılmış. Kürt sorunu uzun bir aradan sonra , Tür­ kiye'nin en önemli konusu haline gelmişti. Türkiye 'nin 187


ba , ım

b e l ada

dört bir yanından insanlann gözleri dağlardaydı. Dağlar­ da bu ülkenin çocukları vardı çünkü. Her gün gelen ça­ tışma haberleri, yeni yeni gençlerin ölümleri demekti. Ölü sayısı da gittikçe artıyordu. Güneydoğu'dan Batı 'ya gelen asker cenazeleri, bu iki bölge arasında derin bir uçuruma dönüşüyordu. Diğer taraf da cenazelerine bile kavuşamamanın acısı içindeydi. Savaş her yerde olduğu gibi en çok da anneleri etkiliyordu. Yola çıktığı günden itibaren, ülke günd.emiyle birebir örtüştüğü gündemin yine peşine düşmüştü Ahmet Ka­ ya' nın. Bütün Türkiye'yi yakından ilgilendiren bu kavga onun müziğine de yansımış ve işte bu dönemde söyledi­ ği şarkıları dağlara adamıştı. 1 98 0 ' lerin ortalarından itibaren Türkiye PK.K ile ta­ nışmıştı. Güneydoğu'da bir anda başlayan olaylar patla­ mış ve bölge 90'1arın ortalarına doğru tam bir yangın yerine dönmüştü. 1 984 yılında 60 olan ölü sayısı 1 992 yılında birkaç bini bulmuştu. Çatışmalar, operasyonlar, sınır ötesi harekatlarla adeta topyekün bir savaş başla­ mıştı. 1 990'ların o rtalarında bu çatışmalar tüm Türkiye'yi sarmıştı. Sıcak takipler, köy boşaltmalar ve zorunlu göç­ lerle olayın boyutları gelişmiş, sorun artık büyük şehirle­ re taşınmıştı . Kısa bir süre sonra Kürt sorunu uluslarara­ sı çapta bir konuya dönüşüyordu. Bunun yanı sıra çatış­ malar da artık kent merkezlerine kadar giriyordu. Böy­ lesine büyük bir yangın elbette ki, kültüre ve müziğe de yansıyacaktı. İşte bu yüzden Ahmet Kaya bir önceki ka·· setinde bunun ipuçlarını vermiş, 1 994 yılında çıkardığı kasetinde de geniş yer ayırmıştı. Çalışmanın adı ise, içe­ riğini doğrudan yansıtıyordu: Şark ı larım Dağlara . . .

Dağlarda öfkeli başı m / Serhatta hep a kşa m olu­ yor / Nasipsiz kı ştan mı, yağmu rdan mı yoksa aşktan 188


Ve Zirve... f Gündeminde Kürt Sorunu Var

mı / Ağladı kça, ağladıkça dağla rı mız yeşerecek / Gö­ recek, göreceksin / Ağladı kça, ağladı kça / Geceyi t u­ tacağız göreceksin . . . (Gülten Kaya) Bu şarkının yanı sıra, dağlara giden gençleri simgele­ yen "Abin bir gün dağdan döner, sarı lırsın yavruca­ ğım " mısralarıyla sürüp giden bir şarkı yapmış ve kase­ te koymuştu . Ahmet Kaya bunun gibi türkülerinden ötü­ rü, onlarca kez, soruşturmalara, yargılamalara maruz kalacaktı. Kasetlerinin satışı engellenecek, sözlerinden dolayı kovuşturmalara uğrayacak ve birçok yerde kon­ ser vermesinin önüne geçilecekti. Ahmet Kaya, Şark ı larım Dağlara kasetinde de bir toplumsal yaraya parmak basmıştı. Ahmet Kaya diskog­ rafisinde en çok satan albümler arasında yerini alan bu çalışma, aylarca liste başlarında kalıyor ve belki de ona kısmen kırgınlık duyan Kürt djnleyicisiyle yeniden buluş­ masını sağlıyordu. Ahmet Kaya öfkesini şarkılarına yan­ sıtıyordu. Ancak eleştiriler bitmiyordu, kimileri Kaya 'yı yoksulluk edebiyatı yapmak, popülist olmak, mücadele­ yi yıpratmakla suçlarken; kimileri de krallar gibi yaşa­ makla, silah çekip olay çıkarmakla, lüks arabalarla gez­ mekle, hatta tırnaklarını manikürlemekle suçluyordu. Ama buna rağmen, 1 0 yılda çıkardığı 1 2 kasetin toplam satışı 20 milyonu aşmıştı. Ve o tüm engellemelere rağ­ men , her seferinde daha yenilenmiş olarak çıkıyordu hayranlarının karşısına .

Dünya, promosyon dünyası Şarkılarım Dağla ra kaseti kısa bir sürede yarım mil­ yonluk bir satış rakamına ulaşmış ve liste başı olmuştu . Kasette, umulmadık bir şekilde ön plana çıkan ve aylar­ ca dillerden düşmeyen bir şarkı daha vardı : Saza Niye Gelmedin? Bu anonim şarkı , kasetin en çok ön plana 189


b a ş ım

bel ada

çıkan şarkısıydı. Şa rkılarım Dağlara kasetinde şarkı sözlerinin altına çoğunlukla kendi imzasını atan Kaya, Saza Niye Gelmedin parçasını . hiç sevmediği halde, prodüktörü Sacit Süha Dilek'in yoğun ısrarlarıyla kasete koymuş ve B yüzünün en sonuna atmıştı. İlk klip olarak da Kum Gibi şarkısını uygun bulmuştu. Aynı dönemde Türkiye'de birçok şey hızla değişime uğruyor ve bunların başında medyadaki değişimler yer alıyordu . Sürekli yeni televizyon kanalları açılıyor, yeni dergiler, yeni gazeteler yayınlanıyordu. Bu çoğalmadan en çok yararlananlar ise sanatçılardı. Geçmişte, tek ka­ nala mahkum olunduğu o günlerde bütün sanatçılar bantlarını TRT Denetleme Kurulu'na gönderir ve televiz­ yc na çıkmak ıçin aylarca hatta yıllarca bi r onay bekler­ lerdi. 90'lı yıltardan itibaren anayasaya uygunluk açısın­ dan çok yoğun tartışmalara rağmen ilk kez .Star televiz­ yonu uydu üzerinden yayın yapmaya başlamış ve Turgut Özal'ın himayesinde anayasanın delinmesine yol ver+ mişti . Diğer televizyon kanalları da bu emsalden hareket ederek birer birer uydudan yayın yapmaya başlayınca çoğalan televizyon programlarından hemen hemen bü­ tün sanatçılar yararlanmaya başlamışlardı. 5ir taraft an da bu gelişmeye ayak uydurmaya çalışan kaset firmala­ rı " promosyon" adı altında yepyeni bir tanıtma biçimine yönelmişlerdi. Her sanatçıya . medya dünyasından gelen ve "basın danışmanı" olarak adlandırılan kişiler bir nevi menajerlik hizmeti vermeye başlamışlardı . Bunların baş­ lıca görevi kapak fotoğraflarını çektirmek. klibini hazır­ lamak, kaset ve cd'yi de içeren bir tanıtır'1 dosyasını ya­ zılı ve görsel basına sunmak. tanıtım kokteyli düzenle­ mek ve televizyon programlarına çıkarmaktı. Her çıkan kaset öyle bir tanıtım b0mbardımanıyla tanıtılıyordu ki; insanların üç gün içinde öhret olması işten bile değildi. Yıllarca, tırnaklarıyla kazıya kazıya bir yere gelebilmiş 190


Ve Zirve .. f Gündeminde Kürt Sorunu Var .

usta sanatçıların yanı sıra promosyon çalışmasıyla üç günde şöhret olmuş sanatçılar ortalığı i: tila etmişti. Ah­ met Kaya gibi, hiçbir televizyona, radyoya çıkmadan . hiçbir promosyondan yararlanmadan. tamamen halkın sevgisiyle bir yere gelmiş sanatçılar bu durumu şaşkınlık­ la izlemekle beraber, bu durumdan yararlanmaları ge­ rektiğine de inanıyorlardı. Buna paralel olarak sanat dünyasında yeni bir sektör hızla gelişmeye başlamıştı. Bu sektörün adı; klip sektö,.üydü. TRT kökenli bir dolu yönetmen özel kanallara transfer olarak, eğlence prog­ ramlan yapmaya b Jşlamışlardı . TRT veya Yeşilçam kö­ kenli bir dolu insan da gelişen bu sektörde klip yönetme­ ni olarak kendilerine zemin bulmuşlardı .

Edirne'den Hakkari'ye hep bir ağızdan: Saza Niye Gelmedin? O günlerin en ünlü klip yönetmenlerinden birisi de, bir sinemacı ve reklamcı olarak Sinan Çetin'di. Ahmet Kaya, Raks gibi dev bir prodüksiyonun imkanları içinde o günün realitesine ve yukarıda anlattığımız koşullara uygun olarak gereken büyük hamleleri yapabileceği bir sürece girdiğini hissediyordu. Artık kapak resimlerini en iyi fotoğrafçılara çek�i:-iyor. tanıtımını en iyi basın danış­ ma:1larına yaptırıyor, kokteylini en iyi yerlerde veriyor­ du . Klibini de en iyi ekibe yaptırması gerekiyordu. Bu yüzden en i�:,yi ve en pahalı olanı . Sinan Çetin'i tercih etmişti . En :�ok ilgi çeken şarkının Saza Niye Gelme­ din ? olduğu ortaya çıkııı il da . Ahmet'in bütün antipati­ sine rağmen yine Sacit SL·ıha Dilek'in de ısrarıyla bu şar­ kıya klip ce kildi \hmet Kaya biraz da şarkıyı önemse­ memenin getirdiği rahatlıkla Çetin'in her istediğini yap­ mas;na izin verdi. Ve Si n an Çetin o �üne kadar Ahmet �\.aya ile bağdaştırılmayacak bazı sürrrizleri :dipte kulla-

191


b a ş ım

b e l ada

narak büyük bir şaşkınlık yarattı . Bunların e n basında folklorik ama yan çıplak bir giysiyle dans eden, göbeği ve bacakları ön planda olan bir dansçı figürü geliyordu . Bu figür için Zeliş adında bir manken kullanılmış ve eg­ zotik bir erotizmle, mizahi bir anlatım tercih edilmişti. Klibin en vurucu ritüellerinden biri, dans eden kıza elle tempo tutarak eşlik eden bir grup insanın avuçlarını bir­ birine şaklatma biçimiydi. Burada normal olarak iki el aynı zaviyede tutularak birbirine vurulmuyordu; elin biri aşağıda tutuluyor, yukarıdaki el aşağıdaki ele bir masaya vurulur gibi vuruluyor ve komik bir üslup ortaya çıkıyor­ du. Klip yayına girdikten sonra inanılmaz bir ilgi uyan­ dırmış, şarkının Ahmet Kaya tarafından yazılan nakara ­ tı yediden yetmişe insanların diline düşmüş, klipteki el çırpma biçimi sokaktaki çocuklara kadar herkes tarafın­ dan taklit edilmeye başlanmıştı . Televizyonlardaki kome­ di programlarında ve skeçlerde de bu el çırpma biçimi sürekli tekrarlanarak adeta anonim bir ritüel haline geti­ riliyordu. Bir insanın Edirne'den Hakkari'ye kadar tanın­ ması için gerekli bütün varyasyonlar kendiliğinden ger­ çekleşiyor ve Ahmet Kaya yıllarca yaptığı doğru şarkıla­ rın getirdiği başarıyı ikiye katlayacak kadar, kendisinin hiç önemsemediği bir şekilde ve hiç önemsemediği bir şarkıyla bir anda bütün Türkiye'nin sevdiği bir adam ha­ line geliyordu. Bu da Türk mantalitesinin Ahmet Ka­ ya'nın önüne koyduğu bir "yaman çelişkiydi . "

Polis Şefi dostluğu Ahmet Kaya· nın kitleselleşmesi konser ve turnelerine de yansımıştı . Daha önce, sadece bazı sol çevrelerin ge­ celerine katılmak için yurt dışına çıkmıştı. Ancak 90'lar­ dan sonra artık profesyonel organizasyonlarla yurt dışı turnelerine çıkmaya başlamıştı. Yurt dışında da en az ül­ kesinde olduğu kadar ilgi görüyordu Kaya. İşte böyle bir 192


Ve Zirve . . . / Gündeminde Kürt Sorunu Var

f\vrup. , turnesi s. ınııcu, üç i'rylık e meğinin kar:;ılığınm organi zatörlerden alamayınca onu ı i ye rine organizatö rün Mercedes arabasını almıştı . Ahmet l �aya ' nın " M er­ cedes ' l i hali " ınedyadc da 1,1e r alınca, kıyametler kop­ muşt u : "Bir devrimci nasıl Mercedcs ' e biner'!" Kaya eleşti rileri çok da di kkate almamış ; ancak M e icedes ' i n başına

açtığı

işler sadece bunun l a kalmaını�tı . Arabanın

yasal süreci içe:isir ,de yurt dışına çıkış-giriş işleminin ya­ pılması unutulunca , Ahmet l\.aya Harbiye Açıkhava Ti­ yatrosu'ndaki bir konserini takiben gözaltına alınarak so;-gulanmak üzere Mali Şube'ye götürülmüştü. Bu saye­ de İstanbul Mali Şube M üdürü Salih Güngjr ile ilişkisi başlamış , bu i l işki zamanla dostluğa dönüşünce maiurn çevrelerde Ahmet Kaya hakkında anti propagandaya dönüştürülmüştü.

Bunun yan ı sıra " f\açak Mercedes

operasyonbrı "nın da bu döneme denk gelmesi, Ahmet Kaya ' yı bir daha M ercedes'e binmemeye ye mi n ettiren son gelişme .)luyord u . İşte bu M e rcedes

h ikaye sin i n

i ç yüzü Gülten Kaya'nın

ağzından basına şöyle yansıyordu: "Biz üç a y l ı k b i r- A urupa t u rn e s i ynpm ı ş t ı k ue o rga­ n iza törden pa ra m ız ı a la ma yacağı m ız ı a n lay ı n c a . kar­ ş ı lığı n da bir Mercedes a lm • ş t ı k, a da m ı n

kendi a ra ba ­

s ı y :i ı . Türkiye 'ye de b u a ra bnyla döndıl k . O a racı epeyce k u l la n d ı için,

'fri rk iye 'de . !\ i m a n 1 ı lcı hr1 i ı o ld uğu giriş-ç ı k ı ş yap m a k gerelc iyord u .

a l t ı ayda b i r

A m a A h m e t i h m a l e t m iş, perı yod i k m ua m e les i yap ı l­ m a m ı ş a rn ba n ı n ğı o layı pa t la d ı ,

O gı:i i ı / c rd e b i r Mercedes kcıçakçı l ı To nju Ço la k ' / a r fa la n t u t u k la n d ı . B ü ­ .

t Li n yG b a n c ı p la k a l ı o ra ç l a r top lu n ıp i n c e l e m eye a / 1 n ­ dı.

Biz i m k i d e o l ı rı d ı . A h m e t b i r da h a da do k u n mu k

i s te m e d i o a ru baya. O z a m a n la r · �;o /c u . Mercedes 'e

bin ıyor · d iye b i r s li ri.i şey ç ı k t ı bas ı nda. Ben 'Gide l i m b i r ba ka l ı m · dediğ i m de d e o kado r s ı t k ı s ı yrı l m ı ş t ı k i 193


b a ş ı m b e l a da

bu hikayeden, 'Ben o arabayı uçuru m u n kenarı na gö­ türüp vi tesi boşa aldım, arkasından da iteledim, öyle fa rz e t ' dedi. Bir gün kendi kendime Ma li Şube 'ye gi ttim a rabayı sormaya. Dedi ler k i, 'A rabanızı n iye a lm ıyors u n uz, Yeşi lköy gümrüğii n de ç ü rüyor. ' Ma li Şube Müdü rü Sa iih Gü ngör de A h m e t 'le tan ışmayı çok isteyen, şiir yazan, k i tabı olan bir adammış. O mrıbadan dolayı b un lar işlemler için iki-üç kere bir araya geldiler Ma li Şube 'de, sohbet edildi, kon uşul­ du. Son ra on un bir şiirin i besteledi Ahmet (Beni Bul kasetinde , Karlı Dağlar). Böyle bir ilişki . . " (Roll Or,r­ gisi - Derya Bengi , Merve Erol söyleşisi, Ağustos 200 1) .

Her attığı adımda eleşiirilen, her yaptığı çıkışla gün­ deme gelen, söylediği her söz abartılıp , çarpıtılıp man­ şetlere taşınan bir kişi olmuştu artık Ahmet Kaya . Daha önce , tirajları çok düşük, belti bir kesimin takip ettiği sol yayınlarda süren tartışmalar, artık büyük gazetelerin gündemine girmiş ve tüm Türkiye'ye ulaşır bir duruma gelmişti. Ahmet Kaya her yaptığından , her söylediğin­ den sorumlu tutulacağı, şimdiye kadar olduğundc..ın çok daha büyük yığınlara hesap vereceği bir döneme girmiş­ ti. . .

Kooperatif hayali . . . 9 0 ' lar son derece verimli geçmişti Ahmet Kaya için . . Bütün özgün müzik kasetlerinin döküldüğü bir dönemde büyt:k çıkışlar yapmış, çok büyük satış rakamlarına ulaş­ mıştı . Üst üste çıkardığı kasetler kısa sürede tükeniyor, konserk ;"ine olan ilgi onu sen derece memnun ediyor­ du . " Solculuğu kalmadı ar1ık bunun " eleştirilerinin arttı­ ğı bir dönemde ise, komürıal bir hayat sürdürmeyi arzu­ ladığı bir kooperatif işine giriyordu . 1 996 yılında Münir Ceylan' ın başkanlığında gündeme gelen bir yapı koope194.


Ve Zirve

...

/

Gündeminde Kürt Sorunu Var

ratifinde, Münir Ceylan ve Ahmf't Kaya; aralarında i e r­ Laı Tunç, Muzaffer Olca , Mehmet Ekşi , Cevat Kork­ maz, Halil İbrahim Öze. m, Dr. Sabahattin Koç gibi da­ ha birçok arkadaşlarının da bulunduğu bir gurup icin bu amaçla bir binayı ayırmışlardı. 96 'da girdikleri koop e ratif bir türlü bitmediği için, bL düşü gerçekleştiremedi Ahmet Kaya. Ko operatif proje­ sinin tanıklarından Haiil İbrahim Özcan, bu gelişmeyi aktarıyor:

"1 996 'da gü ndeme geldi. Mü nir Ceyla n 'ı n baş­ kanlığı n ı yaptığı koopera tifte bir blok alıp, güzel bir hayat kurmayı haya l ediyorduk. İsimlerin tamamı a r­ kadaştı ve ayn ı duyg u la rı paylaşan, ortak birçok nok­ tası bulunan insanla rd ı . Ahmet hep şöyle derdi: 'A l t katı birlikte yaparız, sen yaln ızsın nasıl olsa. Bende ne piş tiyse, sepetle ba lkondan sa na sarkı tacağı m. ' Böyle bir düşüm i.lz vardı, apartman ı n bir bloku n u ko­ rn ünal bir haya t ı'çih kı:..ı l fa"nacaktık . 1 9 96 'da· baŞlq­ dı k, ben sırf Ah met için girmiştim; ama olmadı, A h ­ m e t öldü v e Ahmet 'i n ölüm y ı ldönü m ü n de koopera­ tifteki payım ı bir başkasına devrettim. Çün k ü Ah­ met 'in hatırası vardı . . . .

"

Şaşırtan çıkışlar Bir taraftan bu gelişmeler yaşanırken, diğer taraftan bunların pek de paralelinde olmayan mevzular giriyordu Ahmet Kaya' nın gündemine. Şarkılarını artık dağlarda ölen gençlere söyleyen bu muhalif şarkıcı, Kanal D tele­ vizyonunda " Ahmet Abi' nin Vapuru" isimli bir show programı yapmasına ilişkin öneriyi kabul etmişti . . Çalış­ ma alanının bu kadar genişlemesine rağmen kadrosun­ da yeterli insanın olmayışı ve Yusuf Hayaloğlu ile bir sü­ redir yollarının ayrı oluşu . düşüncelerini uygulama konu195


ba ş ım

b (, l a d a

sunda enerjisini zayıflatıyordu . Yusuf ile yeniden temasa geçti ve her programında bir şiirini klip olarak yayınla­ ma konusunda anlaşt ı . Buna rağmen '' Ahmet Abi 'nin Vapuru" programında , hayran kitlesinin beklemediği bir ş e kilde şık takım elbiseler giyerek, bir sunucu gibi konu­ şarak ve popçu, medyatik konuklar ağırlayarak herkesi

bir kez daha şaşırtmışt ı . De nebilir ki , programı farklı kı­ lan veya kurtaran tek şey Ahmet'in kendi yönettiği ve Yusuf Hayaloğlu'nun yeni yazdığı şii rleri içeren "şiir kli­ bi" köşesiydi . Yusuf Hayal c ğ lu aynı günlerde ameliyat geçirip ";atak istirahatında olduğu halde hiç aksatmadan her hafta yeni bir şiir yazarak bu ilgiye karşılık veriyor­ du. Ah met'in klip yör ,etme konusundaki başc.rısı drı ı�u köşenin çok sevilmesine yol dÇıyord u .

K l i p yönetmeni Ahmet ifaya " A hmet Abi' nin Vapuru" programında çektiği şiir kliplerinin çok beğenilmesi Ahmet'in kafasında hep var olan film yönetme sevdasını alabildiğine kışkırt ıyordu. Programdan kazandığı paranın bir kısmını film kamera­ sı ve dijitol montaj ünitelerine harcamakta tereddüt et­ memişti. Sabahlara kadcı r uykusuz bir şeki lde klip çe­ kimleri ve montajıyla uğra:;,ıyor, bundan tariİsi1. bir keyif alıyordu. Aynı günlerde b i rçok eski ve yeni sanatçı da kliplerini ona çektirmek için ricada bulunuyordu. Güler Işık, Sümer Ezgü , Bedri Ayseli, Bizim Çocuklar, Musta fa Koya, Umut Yılmaz . K ent Ozanla rı bunlardan bazıla­ rıydı . Rumeli Kavağı klip mekanı olarak lstanbul' da en sevdisi yerlerden birisiydi . Klipleri için Rumeli Kava­ ğı'ndaki Dicle Restauraı • t ' ı merkez üssü olarak kullanı­ yord u . ··Altın K u m 'daki h e r k u m taneciğinde onun ayak iz­ leri var., diye anlatıyor bu sevgiyi Selim Başkale . Selim

196


Ve Zirve . .. I Gündı"rninde Kürt Sorunu Var

Başkale , Rumeli l\avağı 'ndaki Dicle Balık Restauran­ t. nın işletmecisi . /\hm et Kaya ile tanıştığı günden sonra hiç bitmeyen bir dostluğun da mimarlarından . Aynca Ahmet Kaya, Selim Başkale 'nin oğlu Mehmet Ali ' nin kiıvesi . İşte Selim Başkale · ni n Rumeli Lavağı ·na ilişkin aktardıkları: ·

"Ahmet Kaya ôn ceden beri gen iş va kti .Jfduğu za­ man ve dostları n . ağı rlayacağı zaman genellikle bi. zim restorana geliyordu. Kliplerinin çoğu n u da burada çekti. Ahmet Kava 'da bir ocakbaşı k ü ltürii vardı a m a den i z i de çok seviyord u . Yemek düşlc ü n l i.iğü as­ lı nda öyle dışardan görü ldüğü gibi faz la deği ldi. As­ lında onun için yemek buhaneydi, muhabbet için ge­ liyordu. Bası n topla n t ı ları n ı, arkadaş sohbe t lerini bu­ rada yapıyordu. A h r:ıet Kaya 'n ı n şöyle bir esprisi var­ dı: 'Ben ga rson larda n çok korka rım . Çü nk ü bir yere gidersin iz, ada m sizi sevmez, yemeğin ize b i r şey ka­ ta r ve anında işinizi bitirir' derdi. O yüzden i:j/e'tme- . m ize çok g ü ven iyordu ve b u n u hep dile getiriyordu. Çoğu gece klip çekimle ri için sabah lıyorduk. A teş ya kmayı çok seviyordu, k l ip çekimlerinde altım ızda­ ki ku msa lda büyük bir ateş ya kıyorduk. Manga lı da ya n ı na ku ruyorduk. Bir tarafta n köfteler, bcılı k la r pi­ şiyor, bir tarafta n rak ı lar içiliyor, bir taraftan le/ip çe· k i liyorclu . . . En sevdiği yemekler kaburga yemeği ve bulgur p i la vıydı . Bazen daha gelmeden sipa rişini ve­ rirdi, biz de k u z u n u n göğsü n ü içli pilavla dold urarak fm na verirdik. O arkadaşlarıyla gelir gelmez, çıkarıp koca bir iepsi ile ön ü n e koya rdı k. Çok m u tlu olur, çok teza h ü ro t yapa rdı . Yemekten son ra şişkinM yap­ maması için kerıdisine her zaman buzlu ayra nı ue so­ day· karıştırdığı m ız bir sürahi isterdi ve b ütün süra h i­ yi içip ya rı nı saa t şekerleme yapa ra k kendine gelir­ ,, di. .

197


b a ş 1 ın

b e l ada

Bu yemekli, bol sohbet ve esprili klip günlerinin bazı­ larına eşlik edenlerden birisi de Halil İbrahim Özcan 'dı. Özcan. şair arkadaşı Süha Tuğtepe vesilesiyle Ahmet Kaya ile tanışmıştı . Bir dönem çekimlerin vazgeçilmez­ lerinden birisi de , Cevat Korkmaz'dı . Selim Başkale, Ce­ vat Korkmaz ve Halil İbrahim Özcan, Ahmet'in bu dö­ nem çalışma ve sohbet ortamının katılımcılarıydılar. O günlerde zaman zaman bu üçlüye 1 986 'dan beri Kaya ile tanışan gazeteci Murat Ö?.temur da katılırdı. Ru gu­ rubu bir araya getiren başka bir konu da ortak toplum­ sal duyarhhklanydı. Aynı dili konuşmak, aynı hassasiyet­ '.eri paylaşmak 'Je hayata aynı pencereden bakmak gibi birçok noktada birleşiyorlardı. Gurubu birleştiren önem­ li bir unsur olan yemek kültürüne en uzak olan kışi ise Yusuf Haya!oğlu'ydu. Cevat Korkmaz bu durumu şöyle anlatıyor:

"Yusuf abi bizim bu yemeğe düşkün lüğüm üze çok kıza r, bazen de bağırırdı, 'Bi r gü n yemek yerken ça t­ /ayacaksınız göz ü m ü n ön ü n de. Dok tor çağ ırı rsam adiyim ' derd:. Bfr ara A h met i le ye! k laşı k bir hafta Yusuf abinin evinde ka ldı k . Yusuf'un yemek kapları çok küçüktıi, çünkü tek baş:r. a yaşıyo rdu ve yemeği­ ni dışc rdan söylüyordu. Zaten çok fazla yemek ye­ mez, yiyeni de sevmezdi. Bu n u bi ldiğim ha lde, biraz dn o n u kızdı rmak için Ahmet'le sözleşt ik. Ben git tim, dünyanı n olışııerişini yapıp döndüm. Yus uf o sıra bi­ raz şeke ·leme yapıyordu. Meğer yarı uya n ı kmış ve bi­ zi d "n liyormuş. Ahmet bana neler a ldığı n ı sordu, ben de, işkembe a ldım, keile aldım, tavuk a ldım, ne var­ � a a l d ı m dedim. Ahmet bun ları hangi kapta pişirece­ ğin ı izi sorunca, aldığım dört adet koca ten cereyi gös­ terince Ahmet'in gü lüşiine Yusuf deli gibi fı rladı : 'Ulo n n e yapıycrsun uz evimde' diye bağı rmaya baş la ­ dı Biz gülmekten kırılı rken, bir ba ktı k Yusuf tence198


Vı.: Zirve . . I Gündemind·� Kürt So ·unu Var .

releri kaptığı gib; pencereden Sahçeye attı. Son ra da ceketin i giyip 'Ben şimdi gidiyorum, b i r sa a t s o n ra döndüğümde evim i eski halinde istiyorum . En ufa k bir koku, en ufa k bir b u laş ı k görü rsem gerisine ka rış­ mam ' diye tehdit ederek. çıktı gitti. Ben gidip tence­ re/eri a ldım ue o t u rup Ahmet'le keyif içinde yemek/e ­ rimizi yaptık, ra k ı la rı m ızı açtık, yiyip içtik. Ta bi son­ ra korku m uzdan orta lığı tertem iz yıkadık, düzelttik. Yusuf'a da bir çay koyduk. Gelip b u n la rı gö rü n ce yu­ muşadı ama ertesi gün bir bak t ı k, tencerelerin ikisi­ ne ç içek ek m iş , ikis i n i de kapıcıya 1Jerm işti. Yusuf abi değ:şi k bir insandı. B ize hep sa ldı rı r, hatta bazen aşa­ ğı lurdı. Ama bizi çok sevdiğin i bilirdik. Özellikk on­ lar birbir/erin i çok seviyorlardı, birbirlerini çok iyi ta­ mam lıyorlardı. B i rl i k te çok güzel o lab i lecek insan lar­ d ı . Yan yana durdu k la rı zaman, çok şey üretecek in­ san la rdı ve ü rettiler de . . . . .

"

Ahmet Kaya'nın talk-show programı Türkiye'nin en büyük kanallarından birinde, Kana: D'de bütün hıztyla sürüyordu. Genellikle izlenmesine rağmen programda Ahmet Kaya'nın çok yoğun eleştiri almasına yol açan geli şmeler de olmuyor değildi . Bunlardan biri de prog­ ramlardan bi rine "Ülkücü Baba" oiarak bilinen Nihat Akgün'ü çağırmasıydı. Özellikle sol kesimde, bir solcu il� bir mafya babasının yan yana gelebilmiş olması kabul edilebilecek bir şey değildi. Bu "Baba "nın ülkücü kesime yakın olması ise olaya tuz-biber ekiyordu. Gülten Kaya bu olayı şu şekilde açıklığa kavuşturu­ yordu:

"Nihat A kgün bir defa prog··ama iz leyici ola rak ka tı ldı. Kendisi bir Ahmet Kaya hayra n ıydı, b u n u bi­ liyorduk. Sözü ed i l e n o progra m, ba y ra rr. programı. Bayranıda da özel bir şey yapıp Elaz ığ da n yerel m ı:i­ zisye n le r i ve fo l k l o r guru b u n u konu k e tmek istemiş '

199


ba ş ım

b e l ada

t i h . da v u llu z u rnalı b i r ba yram p rog ra m ı yapa l ı m di­ ye. Kan a l D o n la r ı n ma s rafla rı n ı n karş ı /a n ması n ı ka­

b u l e tmedi. Ben kendin Nih a t A k3 0 n le k o n u ş t u m b u n u . 'S izin i l i n iz i n k ı i l ili rü ta n ı t ı la ca k ' ded i m . Ada­ m ı n o teli, res tora n ı va r. b u kon uda bize destek o l up o l mayacağı n ı sord u m . 'Me m n u n iyetle ' d edi ve o 35 k iş i l i k gru b u i k i gün boyu n ca kendi oteli nde ücret a l­ mada n kon u k etti, m a s rafla rı ı'i s t lendi. Biz de doğa l o l a ra k o n u davet e t t i k p ro grrı m ı n çe k i m leri n e . Mafya dünyası ise A h m e t 'in ço k d ı ş ı nda bir d ü n �ıadı r. Gen e lli k le ta şrada n gel m iş, pop ü ler o l m uş e rkek sa n a tçı lar da öyle b i r ya n va rdı r, a m a bi?. ha riciz her halde. P·'> l i t i k ya n ı m ız ı n o lması, ha9a ta başka b it yer­ den ba k ma m ız bizi o raı.:a va k ı n laştı raca k şeyler de­ ğil. Ama ş u n u söyleye b i lirim ra ha t l ı k la : Ço k ge n iş b i r yelr:,aze ta b i i o m a . 'o d ü n ya ' diye t n b i r e t t iğ i m iz d ü n ­ yado n b i r to lc ı m i nsa n lo r; evet; ·Çok ycık ı n laş ma k is te­ m işlerdir. On u n rn üz iğ i n i, o n u çok se ı ; m iş le rd i r. A m a h iç özel i l i ş k i lPrimiz olm a d ı . Olamazdı d e za ten '

'

. "

(Roll Dergisi - Derya Bengi, Merve Erol söyleşisi, Ağus­ tos

200 1) Jet-Pa sponsorluğu Bu yıllarda Ahmet Koya'nın gündemini meşgul eden

konulardan birisi de Jet-Pa sponsorluğuydu. Klip spon­ sorluğundan sonra, sağ kesime ait bu holding tarafından düzenlenen çok c;ayıda konsere çıkmış, bumda. demok­ rasi '.)anlısı ko n uşmala r ı;aprnış ve arada, Türkiye'deki başörtüsü sorununa. da değinmişti. İşte bu gelişme , Ah­ met Kaya ' nın İ slamcılara yaklaştığı şeklinde okunm uş­ tu . Ahmet Kaya ise bütün bu yaklaşımları di kkate almı­ .

yor ve jet-Pa konserlerine devam ediyordu . Cülten Kaya'nın Jet- Pa sponsorluğı na ilişkin kamu­ oyuncı yansıyan görüşleri i se şunL::r: 200


Ve Zirve . . . f Gündeınind€ Kürt Sorunu Var

"Ben onu ta rrı Jet-Pa ilişkisi gibi algı /a rrı n;oru m, oradaki bir kişinin şahsı nda yü rüyen bir ilişk: ..l ir. Jet­ Pa 'nın ortak ları ndan biri, eşi de ede b i ya t öğretmen i o lan b i r arkadaşımdı. İ ki güzel insan b u n lar. On lar­ dan gelen biı teklif vardı . Kadir İ nan ı r 'ı Jet-Pcı re?k­ lam la rı nda oynatrrı ış la ;- ve san ı rı m 'A hmet Kaya 'yı do görmek istiyoruz' giİJi ceklifler gelm iş firmada n . Biz reklam film i değil de, konserlerde ve k l ipte sponsor o lunabileceği gibi bir aşamada a n laştı k. Za ten yü rii · meyen, finale gitmem iş bir ilişkidir. O sı rada yap ıla n bc ;:ı konserlere, i k i tane d e k/i!Je a r ı lar sponsor oldu­ lar. " (Roll Dergisi Dery;;,� Bengi , Merve Erol söyleşisi, Ağustos 200 1 ) ··

"Soku holding var da, biz m i çalışmıym·uz" Ahmet Kaya o günlerde basında çıkan röportajların­ da bu konuyla ilgisini geniş bir şekilde açıkladığı lıaldc , mmşete çıkarılan cümlesi şu olmuştu: " Solcu i1ok1inc• v.ır da, biz mi çalışmıyoruz. Sermayenin kimin elinde ol duğunu herkes biliyor" diyordu. Ve sermayenin do�ru amaçla kullanılmasından yanaydı. Hayata bakışından, duruşundan , düşüncelerinden, ideolojisinden, ilkelerin­ den ödün vermediği sürece . bu tür ilişkiler geliştı imede herhangi bir sakınca bulmuyordu. Yıllarca, şarkılarının herkes tarat mdan dinlenilmesi bile bir kabahatmiş gibi yüzüne vurulmuştu Kaya'nın. O bu duruma ise, " Ben şarkılarımı her yerde shylerirn , keşke MHP' liler de (�ağır­ sa, gitsem söylesem; ama onlar da söyledikledmi anla · yabilseler, dinleyebilseler. . . " diyordu. Beni Bul-Beni Vur, kafamı karıştı r

B i r ince pu :;udayım / Yo l u m u n üstü engerek / B i r ga rip akşamdoyı m / Sı rtımı gözler tüfPk / Ben sen i ·201


b a ş ım

b e l ada

sokağı na u laşamam, dardayım / O masum gözlerine ba karrıqm, fira rdayı m . . . (Yusuf Hayaloğlu) Tartışmalardan , didişmelerden artık gına gelmişti . Her şeyi bırakıp firar etmek duygusu bastırmaya başla­ mıştı. Televizyondaki talk-show programını 1 3'üncü bö­ lümde Mali Şube Müdürü Salih Güngör'ü konuk ederek noktalayan ve bütün eleştirilere karşı bu inatçı karşılığı veren Ahmet Kaya, sonra da eşini ve çocuklarını alarak Bodrum'daki yazlığına çekilmişti . Yani tam anlamıyla İs­ tanbul'dan firar etmişti . Kafasındaki her şeyi silerek aile saadeti yaşamak istiyordu. Bütün gün kızı Melis ve eşi Gülten ile havuzda yüzüyor, bahçesindeki çiçeklerle uğ­ raşıyor, akşamlan da sofrasını kurup, tatilin tadını çıkar­ tıyordu. Yeni kaseti için güç topladığına inandığı bir an­ da Yusuf'u arayarak, nasıl çalışabileceklerini sormuştu. Yustif'un i İk defa evde" Çalışabilecekl�rihe dair olumlu sin­ yal vermesi Ahmet'i çok mutlu etmişti. Bu günlerin öyküsünü Yusuf Hayaloğlu anlz.ltıyor:

"/\ h met'in kızı ve eşiyle çok h uzurlu bir ortamda olduğun u a n layı nca, b unu bozmak istemedim. Çün­ KÜ, yeğenimin ve kız kardeşi m in de en az o n ıı n ko· dar böyle b ir a i le saadetine i h tiyaçları va rdı, on lar­ dan kopa rma k istem ed i m . Tek şa rtım; yazlığı n cera­ sını bana ayırmaları ve yalnız b ı rakmala rıydı. Ger­ çek ten de öyle yaptık. Te rasa bir masa kurdum, ro­ rrıantik bir şeki lde ışı klandırdım, teybim i kurdum ve çalışmaya l ıaşladı m . ,Aynı e vde b irbirim izden kopuk yaşıyorduk. On lar b ü t i.i n gün eğlenirken, ben uyuyor­ dum. On lar gece uyu rk e n, ben sabaha kadar yazıyor d u m . Ben i Bul .1w setindeki �arkı /arı böyfo ortaya ç ı ­ kardı k. " Raks M ::ı z:k bünyesindeki S Muzik'ten çıkan Ben i B ı ı l kaseti de yoğun bir ilgiyle karşılanmıştı . İlk klibini yir1e 202


Ve Zirve ...

I Günde<Tlinde Kürt Sorunu Var

Sinan Çe ti n'l e . Ben i Vur şa rkı s ı n cı çeken Al .met l\aya, bu kez hiç beklernediği bcışka bir eleştiriyle karşılaşıyor­ du. İnsanlar. kasetin adını şaşırıyor. bazıları Be n i B u l derken , bazıları Ben i Vu r d iyord u. Bu ka rış ı kl ı ğc. yol açan şey de kasetin içindt: bu isimlerde iki şarkının rıl ­ masıy dı . Ben i B u l şarkısı Ah me t I<.aya'ya , Be n i Vu r ş.:ır­ kısı ise Yusuf Hayaloğlu'na aitti. Kasete Ben i B u l ad ın ın konup, klibin Ben i Vu r şarkısın a çekilmı;si kafaları ka­ rıştırmışt ı . her şey bundan ibaretti . Ama insanla:, bu ka­ dar basit bir şeyi bile eleştiri konusu yapabiliyo rla rd ı . " Bu kadarına -:la pes denir" dü şün ce sind eki Ahmet Ka­ yc• klip çekiminin a rdınd an B od rum'a g eri clö nm üş ve ta­ tilini kalclığı ye rden sürdürmüştü. Sonraki klirlerini ç e k­ mek için Sinan Çetin'in Bodrum'da olmasından da ya­ rarlanarak bir çalışma planı hazırl0mıştı. Ama daha ça­ lı şmanın ba şın da , Ahmet 'in çok müdahale ettiğinden şi­ kayet eden Sinan Çetin kamerasını ve ekibini Ahmel'e devretmişti . O ana kadar yf-tpıları çekiml�r\ iptal ed�ı:-ı ve Sinan Çetin'in ekibini de r�ddeden . Ah met Kaya,' İsta n ­ bul'd an profesyon e l bir Yeşilçar.ı kameramanı olarak Er­ doğan Engin'i çağırmış kliplerini yeni baştan çekmiş hı­ kat İ stanbul'da pozitif ko pya çalışmasını yaparken be­ ğenmeyerek bunu da iptal etmişti. Ahmet Kaya'nın bütün hayatına hakim olan ve gele­ ceğini hep şekillendiren o hırslı ve inatçı tutumu hiç de­ ğişmiyord u . Belki de Ahmet Kaya zaten bunun için Ah­ m et Kaya idi.

"Polis Baiosu"na çıktı mı? Son p rogramına şair olarak tek başına konu k aldığı s o n ra , Ahmet Kaya 'nın sanne­ ye ç ıktığı söylenen bir .. Polis Gecesi .. olayına da �arı şa ­ caktı. Ga ze tel e ·· e yansıyan ve Ahme t ' in bir taraftan , " PoSalih Güngör ismi dah0

203


ba ş ım

b e l a da

!is balosuna tişörtle katıldı" diye diğer taraftan da ; İşt e dediğimiz doğru çıktı, sonunda polis balosunda sahne aldı" şeklinde eleştirildiği olayı, gecenin en yakın tanığı olan Yusuf Hayaloğlu şu şekilde aktarıyor: "

"Biz stüdyodaydık, Ben i B u l kaseti için yoğu n bir ça lışma temposu için deydik. Nas ı l olsa s tıi dyodan başka bir yere gitm iyoruz diye ev kıyafetleriyle gelmi­ ş iz. Çü n kü bütün gücüm üzün t ü kendiği ana kadar çalışıyo r; ancak sabaha karşı e ve dön iivnrd u k. Bir ta· raftan da i l k k libi çekmek için Sinan Çe tin'le b ir te­ mas a rıyord u k, ama bir türlü b i ra raya gelem iyorduk. O a kşam A hmet, Sina n 'la yine telefonla kon uşuyor­ du Sinan, Ku ruçeşme Diva n 'da ki Po lis Ba los ıı 'nday­ mış. Te lefonda Ahmet'e, 'Ya gelin, aşağıdu bir ba lo var; gece vi:ır. .Hem konJı ş u ruz. hem bir tek a ta rız ' de­ yince, A lımet ;e cazip geldi. Ka l k t ık, Kuruçeşme 'de Diuo n Pastanes i 'ne git t ik. f-la tta biz merdiven lerden çıkıp sa lon a· hakim bir yere u laştığım ızda, herkesi rr;sm f kıyafe t lerle görünce ne oldu,q u n u a n la madık ama kıyafetim izden doluyı dön mek istedik. A ma en başta garson la r oimak üzere ta n ıya n lar yavoş yavaş etrafı m ızı kuşatıp konu::m(lya t ı : t u n ca mecburen b i­ ;-az oya landı k. Son ra bazı i n s a n la r oturun diye ısra r ettiler. Bizi gören Sinan Çetin ve A hrnet 'in daha ön· ce tanışıp konuştuğu Sa lih Gü ngör de yan ı m ıza gel­ diler v e ,)ir süre of ;! rmamız için isra r ettiler. Biz de içeri dalıp ç ı kmış iki kaba adam izle n i m i vermemek içi n neza ket kura lları içerisinde i,iç-beş da k ; ka otur­ ma k zorunda h isse ttik kendirr-: izi. Derken o t u rduğu­ m uz masa çevrildi, bir seugi h alesi iç inde kalcl ; k . Son­ ra masa gen işledi. Yrı n ı im ı yorsam, ya rı m saa t- kı rkbeş dak i ka fa lan ot urduk, yemek ve içkı siparişi de ver­ medik. Tam i?. in isteyip kalkcıcc kken M'.ıazzez A bacı sahneye çı kın ca ayıp olrncısın diyP şa ı·kı ara la rı nı kol204


Vı.; Zirve .. . / Gündeminde Kürt Sorunu Var

lcıyara k ka lkma n iyet i m iz i defa larca tekrar/ac ı k ve son u n da p u nduna ge t i rip ka l k t ı k . Tam o sı rada gaze­ tec i ler geldi ve çe k i m yap t ı la r. Ondan sonrc gazetele­ re ya nsıdı, ça rp ı ta ra k haber yap t ı la r: Dışcırıya . sa n k i Yusuf i le A h m e t haz ı rl a n m ış, i radi ola ra k le.sa r/a n ­ m ış b i r şeki lde po/i::, balos u na git m iş le r gibi ya nsıdı . A ma öyle değil tab i i k i . Çok kendi liğinden gelişen b i r o /ayd: v e A h m e t Kaya o ba loya şa rkı söylemek için gitmemişti. Tab i i b u rada şöyle b i r durum du va r. Ben h a la polis ba losuna g i t m e k t e k i sa k ı nca n ı n ne old uğu­ n u a n laya b i lmiş deği l i m . Bizim n ede;ı , 'Dins iz-i man­ sız, va ta n - m i llet düşmanı pis ko m ü n is tle r ' şek linde d ı ş /a n d ığ ı m ı z ı a n la mad·ğım gibi. . . Oysa k i bizim ne olduğ u m uz o kada r be ! l i ve or tada k i ro l ycıpmamız m ü m k ü n değil. Ya n i sanat ada m ıyız, düşü rıcele ri m i­ zi ü rü n lerim izde b i re bir ya n s ı ta n ı nsa n /a rız, i k i l i ov­ nama m ı z m ü m l,: ü n deği l . Ne ko lay ta n ı m lı yoruz i n san lan, n e koluy h ü k ü m veriyoruz, n e kolay yüce l tip, ne kolay ye rin dibine sok uyoru ?. ? Gerçek ten heı şey b u kada r ko /ı:ıy m ı ? Ya n i ben ölmüş ba ba mc b i r mev­ l i t o k u tsam :ıeriatçı m ı o la cağı m ? Mill iyetçi ba k ka l ı m ­ d a n e k m e k a lsam faş is t m i o lacağı n ı ? Ma h a l le m i n polis i n e sclom versem, işkenceci m i o lacağı m ? Yan i b ü t ü n polis le r işkencec i ue k ö t ü ru h lu m u; veya /Jü ­ tli n s u ç / u lc r pu!isi sevmemek te h a k l ı m ı ? Ha k i m i n , sa vc ı n ı n , askeri n , polis i n , b ü ro k ra tı n , poli tikacı n : n h iç o lmadıiJı b i r ü l ke o la b i l i r m i ? Ben kendi adı ma b u n u e lbe t te saçma b u luyo r u m . Bizim karş ı ç ı k t ığı ­ mız şey k iş i le: ue r;-1 üesseseler değ i l : kişilerin ue m ü ­ essesele; in işlPvsel ya n l ı şlığ ı d ı r. B i z ü l kes i n i , h a l k ı n ı seven, nam uslu solcu larız, h i ç /J i r n ih ı l i s t ue a n a rşist a n layı şla uza k ta n ya lc ı n da n işi m ız olmaz. Hoya t ı m ız ı u e rn ü cadelemizi h e rkes bi liyor. " Elbette k; ô.fın ıet l<:aya . belli kesimler tardından ıs-

LOS


baş ım

be lada

rarla kendisine mal edilmeye çalışılan bütün olumsuzluk­ lara karşın yer yer umutsuzluğa kapılsa da, halkın arası­ na karıştığı zaman onla rdan gördüğü anlayış ve destek­ le yeniden hayat buluyor ve doğru bildiklerini savunma­ ya devam ediyordu.

Artık şunu kesinlikle anlamıştı ; bir

tarafta halk vardı , bir tarafta da halk karşıtları. Bu halk tuzu kuru ayclınlardan , eski solculardan, batı

karşıtları

hayranı entellerden, yoz kültür empoze eden medyadan oluşuyordu. Hiçbir zaman odarın etkisi altında kalmaya­

cak, yaptığı her şeyi halkın içinde test edecekti. Kasetle­ rind<' hep en duyarlı olduğu konulara yer vermeyi sürdü­ recekt i . l�imin yanında olduğunu da en kestirme şekilde böyle

anlatacakt ı .

Halkın

kendisini

anlayacağından

emindi.

Diya rba k ı r o ı}ası n ı.'a v u ru l m uş uza n ı rı m/Ben b u ' k 11rş u n ses.: n i nerede o lsa ta n ı rim/Bu dağlarda genç­ l iği m cay ı r cay ı r yorıa rkerv'Ay uurur gözyaşı na ben ge­ cede ka l ı rı rrVÜzi. Ume sen, ü z ü lm e/Başı n ı öne eğ­ m e/G ü n o l u r ka vuşuru:�, dert e t m e Diyo rba k ı r/Ağla­ m a sen ağla ma, ka n lı Lıez ler bağla ma/Bu ya ngın sö­ ner bir gün, ağla m a Diya rba k ı r . . . (Yusuf Hayaloğlu) Türkiye'nin gündeminde ne varsa, Ahmet Kaya'nın

Kaya bu ül­ yansıtıyordu müziğine . Ah

şarkılarına da o yansıyordu. Çünkü Ahmet kenin acılarını ve sevinçierini

­

met Kaya'nın doğJ.lp büyüdüğü toı:.ı raklarda, geçmişi çok eskilere dayanan bir

yara, 1 980'lerclen sonra yeniden

rleşilmişt i . l 9 88'de yavaş yavaş Tüi kiye'nin gündemine girmeye

başlayan Kürt sorunu Ahmd Kaya'nın müziği­ ne de yansımıştı . 88'de çıkardığı İyimser Bir G ü l isimli

albümünde Yusuf Hayaloğlu'na ait bir '.;iir olctn

Kcd Adı:

Ba h t iyor'ı, onun Di;arbak; r'lı oluşuna duyduğu sempa­ tiyle be� telemişti A hmet Ka\}a Yine İy imser Bir Gü l ka­ setinde ı;er verc.!iği Le le Ku rbo n isimli pan: a da aynı du

yarlılığın bir ürünüydü. işte bu tarihlerden scınra Kürt so206


Ve Zirve . . . I

Gündeminde Kürt Sorunu Var

runu n(� Ahmet Kaya'nın, ne de Tü;�kiye'nin gündemin­ den düşecekti . Kaya'nır� bundan sonra çıkaracağı bütün albümlerinde söz konusu yaranın ağırlığı hissedilecekti. Çünkü dağlarda kardeş kavgası vardı , elbette şiirler dağ­ lara yazılmalı, şarkılar dağlara söylenmeliydi. Nitekim öyle de olmuştu. İyimser Bir Gü l kasetinden sonra çı­ kardığı yedi albümde de aynı duyarlılık ve hassdsiyetleri yansıtc.n parçalara yer verilmişti . Bundan sonraki kaset­ lerinde de aynı gelenek devam ettirilecekti .

Yapımcılık deneyimi: GAK Prodüksiyon Ben i B u l kasetinin ardından alanı daha de genişle­ yen Ahmet Kaya'ya başka firmalardan da yoğun trans­ fer teklifleri geliyordu. Basında yine sık sık transfet ha·· berl�ri yer alıyordu. İstanbul FM'in sahibi Sabri Demir­ döğen Ahmet'e bi� �'aset karşılığı. herkesin iki misli bir para teklif e tmiş, hatta kendi sôn moJei Opel Monterey . jeepini de avans olarak ona vermişti. Buna rağı ıen bu savaştan yine S Müzik galip çıkmış ve Sacit Süha Dilek sanatçısına yeniden Sdhip olmak için aldığı avansları üst­ lenmişti . Bu yeni süreçte Ahmet Kay<l'rnn ilk yaptığı ka­ set yine bir toplama kaset olmuştu. Bu kez daha önceki resital kasetlerinden biraz daha farklı bir anlayışla bütün rJacçalara yeni düzenlemeler yapılmış ve Ya ka moz isim­ li yeni bir parça eklenmişti. Ya ka moz şarkısını Ahmet Kaya Bodrum'da yazmıştı ve daha kasete koymadan çık­ tığı televizyon programlarında s'.:ıylemişti. Bu parçayı çok beğenen ve kendisiyle aynı firmada olan İbrahim Tatlıses de onu yeni kcıs8tinde okumuştu . Yı lclızlar ue Yaka moz kaseti Ahmet Kay.cı'nın ilk dört kasetinden se­ çilmiş en beğenilen parçalardan oluşuyorrlu. Daha son­ ra d;;ı ikinci ve üçüncüsünün devam etmesi düşi.inülüyor­ du.

?07


b a ş ı. m

b a l a d. ll

Bu arada Ahmet Kaya a rtık oldukça büyüyen müzikdl çalışmalarını başka '.;tüdyolarda sürdürmektensP kendin e ait bir stüdyoda, daha rahat koşulla rda sürdürmenin kendisi için daha çok avantaj sağlayacağını düşünere k, bunun için bir yer arayışına girmişti . 4 Levent'te bahçe­ l i , tripleks bir villa bunun için çok uygundu. AH 1{atı stüd­ yo, üst katları ev olarak kullanılabilirdi . Bc>ylelikle günün istedi�{i sa,ıtinde evd e , istediği saatinde ise stüdyoda ola­ bilecekti . Evle stüdyo arası, bir arcı kapı v� on basamak merdivenden ibaretti . FiyJtı çok pahalı olm;:ısına rağ­ men A.h met Kaya bu villayı tutarak düşünce!erini uygu­ ladı . Artık çok rahat bir çalışma düzenine sahipli ama stüdyoya ve cihazlara harcadığı parayı çıkarabilmesi için dışarıya da i�· yapması gerekiyordu. Bu konud�ı e n baş­ ta

kendi 1 rması Haks'a güveniyordu. Stüdyodaki ilk ça­

lışma, kc:ı.seti S Müzik'ten çı kacak olan Kerim Tekin'e kıs­ met olmuştu. Bu son model cihazlarda gerçek�en de pı­ rıl pırıl bir sound elde edilmiş ve Kerim Tehn'in kaseti müzik piyasasında çok olumlu bulunmuştu. Ne yazık ki , Kl'.ri rn Tekin bu kasetten kısa bir süre sonra bir trafik ka­ zasında hayat nı kaybedeo�kti . Gülten 'Je Ahmet Kay21 isimlerinin baş harflerinden uluşan GAK Production isimli firmayı kurması da aynı döneme denk gelmişti Ahmet Kaya'nın amcıcı bazı genç ;eteneklere kendi stüdyosunda kaset yaparak h1• şekilde •

hem para kazanmak, her, 1 de bir amaca hizmet etmek­ ti . Bu düşüncenin ürünü olarak, ilk iki kasette , yıllarca asista nlığın ı yapmış olan <'etin Oraner'e ve korıservatu­ arlı bir gurup gençten olu;an K ent Ozanları'na şans ver­ mişti . Her iki çalışmamı' ela yönetmenliğini A hmet Ka­ ya yapmış, prodüktörlüğünü de Gülten

Kaycı

üstlenmiş­

ti . Ne yazık ki , hesapt? olmayan ve bir türlü üst '>sinder' gele medikleri bir son .nla ka r;;ılaşmışlardı: Da�ıtıı:ı soı ı ı � mı .

20E;

/.eı1Ji dışındaki ' .ı ic;bir gelişmeye : zirı verrr>e·v en plaL


Ve Zirve . .. I

:; ı i a r

Gürıderninde Kürt Sorunu V ,ır

GAK prodüksiyonun kasetlerine de dağıtım ambargosu uygulamış ve onların halka , daşnıasın. engel­ lemeyi başarmıştı . Bu sorunu zaman içinde çözeceğirıi d üşün e n Ahmet Kaya çarşıyla uzlaşmayı şimdilik reddro­ d e cekt i . çarşısı,

Hiç ıazueçmediği bir tutku: Sinema yapmak Ahmet Kaya ' nın baştar, beri film çekme hayalleri var­ d ı . Daha şöhretinin ba şları nda kendisine Selim Soyda n tarafından teklif edilen film projesini, " zayıflayaınadığ 1• nı" gere kçe rıös Eerı�rek ret etmişti. "Zayı flayamadığı" as · lın fa bir mazerett i , çünkü Ahmet Kaya senaryosunu Yu­ suf Hayaloğlu'nun yazacağı bir filmi kendisi yönetrı·ıel'" istiyordu. Daha sonraları ise kafasında bir mültecinin ha­ yatını <,'. ekme konusu bir tutku olarak yer etmeye ba�la­ rnıştı . Buna rağmen Yusuf, yaşamadığı bir öyküyü yazcı · may K ığına dair bir tutum belirleyince olayı kendi ka b­ sında şekillendirmeye başlamıştı. N e red eyse bir t akı ntı haline getirdiği bu mü lte ci öyküsünü gün cl c rnci e k i Kürt s o ru ı ıuyla da paralellik kurarak bi r Kürt mültecinin öy­ küsü h<:Jine dönüştürmüştü. Fakat kaderin garip bir cil­ vesi olarak sonraları bu senaryoyu bizzaL yaşamış ve ger­ ·�ek bir mülte ci olarak P<iris'te g eç i rdi ği son günlerinde bL filmi hayata geçirme nokasma g el m i şti .

İlk günlere geri dönersek Ahmet Eaya'nın kafasında­ bu mü lt e ci proj esini kendisine de açtığı Leve n l İnanır şu şekikle anlatıyor: ki

"Hep b i r m ü i te, i h i kayes i n i fi l m yap ı rı a k istiyor­

İnı.ın ı r '/a kon u ş u rd u . Ke n d i s i n e a i t b i r özg ü n h i ka yes i ua rr:lı . Üç k a rdeş i n :Jaşro lde o lduğu b i r m ü l tec öyküs Uydü b u . Göç le İs­ tarı b u / 'a ge l ip, İs t a n b u l 'da yo ..;n n a n t raji k o lu y l a r ue du. B u p rojes i n i s ü re k l i Ka d i r

ailenin dağı lması n ı e n /a ta n bı ı öyki.i yd ü . Ka d i r İnurw 209


b a ıp. m

bel ada

en büyüğü nü, Ahmet ortancayı, ben küçüğü oynaya­ caktım. Öykü n ü n deva m ı nda ortanca kardeş, · yan i Ahmet po litik neden lerle Avrupa 'ya kaçaca k ve ora da bir m ü lteci ola rak t u t u n maya ça lışaca k t ı . Bu ger­ çekten t u tku ı,ıla ya klaş tığı bir kon uyd u ve b u n u haya­ ta geçirmeye ça lışıyordu . Tü rkiye 'den ayrı ldığı zc ma­ na kadar bu hadiseyi kon uşuyorduk. Her gün yen i bir ilave yapıyor ve biraz daha şekillendiriyordu bu öykil­ yü. B u n u kesin olarak hayata geçireceğini söylüyor­ du, ama hepimizin bi ldiği gibi, son u gelmedi. Dilerim bir gün o n u n ar.ısına biz hayata geçiririz. " Ahmet Kaya'daki film yapma sevdasına fazla ortak olmayan Yusuf Hayaloğlu buna rağmen kendi adının sü­ rekli bu projede geçmesi karşısında sorularımı önce gü­ lümseyerek geçiştir.mey� çalışıyor, fcıkat elimdc..k i dokü­ manla rı gösterin ce kendisini koriılşmak z-orunda hissedi­ yordu. l�te Hayaloğlu'nun bu konuda söyledikleri:

"Ahmet tam bir sinema delisi�,:di. Video ilk çıkiığı zammı kaset kiru lama dükkan la rı nda n a lmadığı, sey­ ı·e tmediği kaset kalmamıştı. Bir gecede 1 0 fi lm bir­ den alır, on la rı da ,-:a ra sara seyredeı� hep i m izi bunc. 1tı r-dı. Kafası nda s ü rekli ensta n ta neler carı lanc!ırır, on­ ları bize rın la ta ra k ne kada r beğendiğimizi an lamayu ço lış ı rdı. Beı1 dııha önce Yı lmaz Gü ney'le beraber ça­ lıştığım clönerncie, fi lmc ilik a la n ı nda öze llikle de yö· netmen olara k ça /ışabi imen in Ti.i rk iye koş u / fa rı nda ne kada r zor o ldus u n u bildiğim için . kafa r rdn n sil­ miştinı ve sine ı rıaya sıcak bakmıyordum. Ahmet ün­ }enmeye bcşladıktarı son ra b i raz da heve:· li o/d:;ğun u gosterdiği içi n ve Çiçcı'c Ba r o/o ra k bilinen Sinema Seven ler Derneği 'ne çokça gitt iği için, bu komıdcı sü­ re !di proje lC'r ı1 retiycr veya üretilen pıojele rl e m uha­ tap oluyordu. Ha ngi birisini sayayı m , bir gü n Selim 21 0


Ye Zirve ... / t)ündenıinde Kürt Sorunu Var

Soydan 'ı n tek l ifini i l e t t i, ben reddettim. Başka bir giin, Çiçek Bar'ı n sah iplerinden Azmi bey fle ortak bir film şirketi k ıı roca k ları n ı söyledi, Azm i bey de bu­ nu doğruladı, ha t ta fi lmi yönetecek ola n Erdoğan To ka tlı i le gün lerce kon uştu k, düşü nce ven i sa rmadı; Ahmet'in inancı da sa rsı ldı, o du vazgeçti. A m u ş u n u sö_yleyebilirim k i; şöyle veya böyle bütün bu n la rı n tek amacı vardı, sinema yapma k istediğin i herkese du­ y v rmak ve en uygun olcın projeyi bir gün haya ta ge­ çirmekti. Bu kon uda da devamlı o la ra k tek lifler geli­ vordu. Başlangıçta birçok sinemacı ben im yazdığım bir şa rkıdan yola çıkara k Ahmet'e fı lrn yapmak is te­ m işti. Örneğin, İçer Jen Çıkan Adam, Bir Acayıp Ada m , A h Ula n Rıza gibi. Daha son ra ları A h me t'in kafası nda kendi öyküsü o luşmaya ba.� l.:ıdı. Bu bir m ü l tecinin öyküsüydü. Benden b u n u yazmamı ilk is­ tediğinde, yaşamada n yazamcıyacağınıı söyleyin ce, öyküyü tamamen keneli >i şek i1_l endi rnıeye başladı . Bu öyküye her gü n yen i bir şek i l, yen i b i r boyut kcı tı­ yordtı . En son bildiğim, bu öykü bir Ku rt m ü l teci n in Pa ri: /te n o k ta lmıan serüve n in i a n fa tcı ca k tı . Hatta b u · n u bizza t kendisi yazocak, oynayaca k v e yönetece k i i. Ne acıdır ki, sonra da n bu öyküyü bizza t kendi hayu­ tı nda yaşadığı ha lde ve hatta fi l m i n i tam da gerçek­ leştirme aşamasına geldiği bir sı rada o n u kaybettik. Ve ne yaz ı k ki, A hm e t Kaya 'n ı n düş ü n üp dE: yapama­ dığı çok nadir şeylerden biriydi bu. Haya tta ben i en çok üzerı şeylerden birisi, bir sa ncı tçı n ı rı projesi n in yarı m ka lmasıdır. Bu sanatçı n ı n Ahmet Kaya gibi, ha­ ya ta, aşka ve sana ta o labildiğine t 1.ı tk u l u biri olması ben i daha da derinden ya raladı. " Son bomba: Dosta Düşmana Karşı Bozar mı sandı n acı la r/Be/oya a t/u r giderim/Kur­ .5 u n gibi, ma vzer gibVDağ gibi pa tla r giderim/Ezclir 2n


b a �n. m

belada

me n sana kendim t1Gövde m i ya kar giderim/Beddua etmem ü z ü l m e/Kafa m a s ı k a r giderim . . . (Yusuf Hayaloğlu) Ahmet K aya'nın her türden saldırıya karşı verdiği gu­ rur mücadelesi ve taşıdığı öfke , Yusuf Hayaloğlu'nun inanılmaz bir şekilde, gururu ve öfkeyi bir arada harman

ederek ycızdığı bu şarkıya denk gelmişti . Ahmet Kaya herkese karşı son sözürıü sö�:ler gibi kafasına sıkıp gide­ c2ğini haykı; . yordu. Bundan ötesi yoktu, insanın dama­ rına basabilecek daha uç c ir yaklaşım olamazdı. Kaset­ teki diğer şarkılarda da aynı isyancı tavırlar, aynı duygu­ sal yaklaşım lar alabildiğine haki mdi. Bir bütün cJlarak bakıldığında, bir devrimci delikanlının bütün serüveni or­

"Bize kir, bize pas, bize to rtusu kaldı, yı llar çiğr:ı?YİP. ge ç t i l e r, yaşa ma kork us u k a ld ı " mısra­ lari bir mücadeleden-· geriı.,ıe kalanı; "Beıı i vuracaklar, ba na k ıyaca k la r, ben i yakaccı lda r ya r '' mısraları müca­ delenin yalnızlığını ; "Siz be n i m neler çektiğimi, siz be­ n im kime küstüğümü nerede n bileceks i n iz " mısrala­ tawı

seriliyord u .

rında mücadelenin karşılaştığı mınkörlüğü ; "Hesa b ı m

ka lsı n mah şere, elimi yı ko r giderim " m ısralarında mü­ cadeleyi yozlaştıranlara duyulan öfkeyi; "Dağlara soru S(lru lmaz, döner m i

dön mez

mi

bilmem "

mısralarında

nıücadelenin barındırdığı acıları seslendiren Ahmet Ka­ ya, "Dos ta

DUşmcına

Ka rş ı " adeta bir veda manifesto­

su ilan eder gibiydi . Kasetin bt' sert yapısı . Fosso

da t

,;e

Nec­

Yazmalı Ge lin gibi şarkılarla yumuş<:tt11maya ça­

lışılr,1asma ı·af1merı hüzün ve öfkenin ağırlığı dinleı,ıenie­

C1 zer;nde d erin izler bırakıyordu.

ı-in

Bunun

ebebi·ıi

\le

�iretim sürecini kcıs ettc: siir !eri

ağırlıkla yer alan ı'usuf 1--Iayaloğlu şöyle a nlatıyo r : "A h me t '/p a k: a ba o l uş u m

ue o n u n

s0 ru n lcı rı na )O­

k ı n do n ta n ı k o l u ş ı ı m ş ii p h es iz be n i <.le çok

ue

212

ho ı t n

bazen ,m u n la ;;zdeş

k ı .' ı yo rd u .

Çok

etki liyor •;ag u n e t.·


Ve Zirve . . . I Gündeminue Kürt Sorun!J Var

k i tepki içinde old uğu b i r dônemdi. o n u alıp İs tu n bu l'da n uza k laştırmam gerekiyor .lu. Ama b i r fo rn/­ ta n da bazı soru n la rı n ı n çö?. ü m ü ıçin fsta n bu l 'a ya k ı n o lması gerekiyordu. Seli mpaşa 'da, Bişa r i s i m l ı , İs­ veç1te yaşaya n orta k b i r arkadaş ı m ız ı n yaz lığı va rd ı . boş olduğu için ça lışmaya ç o k uygu n d u . Oraya yer­ leş tik ama Ahmet ya n ı m da faz la dura m ı yor, hep İs­ tan b u l 'a dönmek zorunda kalıyordu. Koyu bi;- ya lnız­ lik orta m ı n a girm iştirn. Ev. den ize tamamen hakim bir ya mrıçtayd ı . Aşağı la rda h ı rçı n bir u e n i z, mendirı'­ ğin taşlu rı na çarpıp du ruyordu. Uçsuz, buca ks ı z den i­ zin ufk u n da güneş bir :-ıa r gibi doğuyor, b i r ııar g i ö i ba tıyo rdu . Den iz a de ta b i r nar g i b i k!pkız ı l kan ıyo r­ du. İçim izde bir şeyler kan ıyordu. Bu a tm osfer i ç i n ı.i e ymdığı m şarkı lar da kanayacaktı elbet. "

Onu herkes di�ledi Ahmet 1\cıya'yı macerasına atıldıktan kısa bir süre . sonra tüm Türkiye dinlemeye başlamıştı. Çok az kişinin bir anlam vembildiği bu durum, Kaya'nın müziğindeki "Türkiyelilik" idi aslında . O bütün hissettikleriyle bu 'jl­ keye aitti. ' Notanın örgütü, siyasal rengi olmaz, la Adı­ yaman' da da , Afrika'da da aynı la'dır" diyecek kadaı ev­ rensel düşünen , "Sosyalistlei iktidara gelirse, on:. ınn ela iktidarlarına karşı çıkarım" diyecek kadar muhalif bir tu­ tumu varch . Türkiye 'de yaşayan herkesi işte bu noktada yakaladı. Bu tavrını müziğe aktarması onun başarılara üst üste imza a tmasına neden oldu. "Sokaktaki şiddetle karşılaşan herkesin yanındayım ve o şiddete karşı çıkıyo­ rum, kime uygulanıyor olursa olsun" eli yordu, başörtül ii öğrencilere destek açıklamaları ya parken . Ana haber buıtenlerini izlerken. c:tkilenip ağlayacak kadar da hü 7.ünlüydü.

213


b a ş 1 111

belada

Başka\d\ran tavrı, delikanlı söyle.mi, tek tabanca du­ ruşu, sokaktaki insanla buluşturuyordu onu. Her söyle­ diği söz ve şarkısı olay oluyordu. Bu gelişmeler ışığında yeni kaseti için kollarını sıvayan Ahmet Kaya, sonu ha­ zin bir öyküye dönüşecek kararı da çoktan vermişti: Ye­ ni kasetinde Kürtçe bir p<ırça okuyacaktı!

?14


O nuncu

Bölüm

S ONUN BAŞLANGICl Kürtçe Şarkı İsteği

Ceşmeler akıyor I Kervan gidiyor Geride bir şey kalmadı·f Umut, ateş ve duman Ve gezgin bir rüzgar ı Uykudan uyandırmışlar ' Küllenmiş derin anıları I Ağlama�lı gözlerin. balıı oudakların

Kervan hızla gidiyor ı Uzaktaki kentime

Söyle anne ve babaya I Yol gözleyen sevgiliye Geleceğim ı O gün gelecek . . . (Xoşnaw Tilli)

Şarkı larım Dağlara kasetiyle b2şlayan , öncesinde de bir iki bestede yer verdiği bir dram, Ahmet Kaya'mn en önemli gündemi olmuştu. 1 990'lardan sonra, Dosta Düşmana Ka rşı kasetine kadar işleyeceği bu konu T�ir­ kiye'nin de en önemli gündem maddesiydi. Ahmet Kaya, macerasına başladığı günden beri top­ lumsal olaylara karşı bir duruş sergiliyordu. İlk başta sol çevreler, sonrasında a�,;dınlar ve ente!ektüeller ve bilu­ mum medya tarafından her daim eleştirilmesine rağmen o bu duruşundan hiçbir zaman ödün vermedi. Beraber 215


b a. ş :ı ın

b alada

çalıştığı şairler, müzisyenler ve içinde bulunduğu çevre­ nin de gösterdiği bir duruştu bu. Aslında her sanatçının göstermesi gereken bir duruştu. Öyle ya bir sanatçı, ül­ kesinin içinde bulunduğu sorunlara duyarlı olmalıydı. Toplumsal olaylara tanıklık etmekti sanatçıya yaki;:an. Ahmet Kaya işte bu felsefeyle vaptı müziğinL Kimileri­ ne

göre ajitasyon çekti �11llarca , kiınilerir:e göre clevrim­

ciiiği arabeskleştird i . Alttan geliyordu; ezilenleri n , sömürülenlerin, varoşla­ rın , yoksulların , " öteki Türkiye"nin içinden geliyordu. Şarkılarıyla yükselmiş , emeği ve sanatıyla gündeme gel­ miş ve şöhret olmuştu . Her yaptığı bilinen ve merak edi­ len bir çevrenin içindeydi ve o çevrenin " ph,ıasa kuralla: n"

denilen kuralları vardı. Eğer orada dumak istiyorsa­

rnz, bu kurallara uymak zorundasınız. Ahmet Kaya' mn l.ıir yanı hep bu oldu. Bu ülkede yaşıyordu, bu ülken i n müzik sektörünün i çindeydi v e o sektörün kurallarına göre oynamak zorundaydı. Diğer taraftan muhalif bir kimliği wHdı, devrimciydi , demokrattı, emektf:! n yanavdı ve Kürt'tü.

Bu

iki kimliği bir arada barındıran, onun ka­

dar popüler bir sanatçı yoktu bu piyasada. Yan i hem şöhret nlmuş , hem de hala mesaj kaygısı taşıyan ve top­ lumcu duyarlılığı olan birisi yoktu.

Devrimci star Ahmet Kaya ' nın bu "aykın" duruşu en başından beri hep göze batmıştı aslında . Çünkü ne bu ülke , ne bu top­ lum böyle bir duruşc:ı sıcak bakrrıaya hazırdı . bir insan ya devrimci olacak, muhalif olacak. demokrat olacak ve dışlanıp acı çekecek ya ,fa bütün bu kimliklerin i bir ke­ ıvıra bırakarak,

poli tik

hiçbir cluruş ser�Jilemeyerek,

" Ben sanatçıyım , polit i ka)n sevmi\;orum" diyerek şöhret basamaklarını ç:kacaktı

Bunun orı ası yoktu ; anın Ah-


Sonun

Başbıııgıcı I Kürtç•· Şarkı l�teği

met tam da bunun ortasıydı iş te. O bu durumı._ıyla var olan kuralları alt üst e tmiş milyonlarcc:ı hayranıyla zirve­ ye t:rmanınış ve yerleşik kuralları alt-üst ederek "devrim­ ci bir star'' olmuştu. ,

Ahmet Kaya'nın duruşı. kadar müziği de, yerleşik ta­ nıaılann hiç birine uymuyordu. Söyleminde ağır bir ha­ va vard ı , "Saza n iye gelmedin, söze n iye gelmedin . . " gibi anonim renkli bir oyun havası bile /\hrnet Kaya mü­ z@yle ve onun sesiyle farklı bir şekle bürünüyordu. Ya­ ni bir beste Ahmet tarafından söylenince devrimcileşi­ yn 1Jaşkası söyleyince smıdanlaşabiliyordu. Bu durum tamamen, dinleyicisi ile kendisi arasında gelişen ilginç bir bağdan kaynaklanıyordu. Özellikle çıkış yaptığı ilk yıllarda 1 2 Eylül uygulamalarından dolayı , mesajlarını satır aralarına gizleme çabası, işte bu ilişkiyi doğurmuş­ tu. Kitlesi için Ahmet Kay ::ı ' nın duruşuydu önemli olan, ne ı;alıp söylediği değil. "Beni yaktın ay gız . . " bile utsa söylenen, "devrimci _marş" gibi geliyordu bu kitleye: . . .

·,

Türkiye ' deki toplumsal gidişata göre şekillendirdiği şarkılarının son zamanlardaki konusu netleşince , Ahmet l\aya' nın duruşu da buna paralel olMak netleşiyordu. Kaya' nın gündeminde ağtrlıklı olarak Kürt sorunu vardı. Kürt sorunu bu dönemde Türkiye'nin de gündeminden hiç düşmüyordu. Sorun uluslararası bir boyuta taşınmış, insan hakları çerçevesinde , bireyse! hak olarak ana dilin kullanılması gündeme gelmişt i . Türkiye'de yıllardır süre gelen bir tabu da böylelihle yavaş yavaş kırılıyordu . Ah­ net Kaya da işte bu tabuyu Lıran ilklerden olmak istiyor­ d u . Onun ne " bölücülük yapmak, ne de bilmediği bir dil­ de şarkı söyleyerek, terör örgütüı ıe yardım ve yataklık etmeh'' gibi bir derdi yoktu. Kürt kökenliydi, )nadili Kürtr, e 'ydi Şarkılarını hep Türkz;e SÖ'.;iemişti ve bundan he rhanrıi bir gocunma vey:ı rohatsızlık duı;muyordu, <;nu ra:ıôtsız eden Türkiye 'deki tabuhrdı . Bir dil :;asak'2 1 7


!; a ş ı m b e l a d a

lanmıştı ve bu yasaklanan kendi diliydi. Bu dili kullanma· sa da, bu dili bilmese de, herhangi bir dilde şarkı söyle­ menin kimseye bir zararının olmayacağını ve yasaklarla 0 dilin yok edilemeveceğini ispat etmek istiyordu. Bu l\onudaki en güzel yaklaşımın yeni çıkaracağı kasetinde bir Kürtçe şarkıya yer vermek olduğunu biliyordu. İşte bu bakış açısıyla Dos tn Düşmana Ko rşı 'dan sonra hô zırlıklanna başladığı kasetinde yer alacak Kürtçe şarkı için arayışlara giıdi . Bu sırada Suriyeli bir Kürt olan Xoş­ naw T:lli 'ye ait Karwan (Kervan) isimli besteye denk gel­ mişti . Kürtçe'yi sadece bir tavır olarak kasetine koyaca­ ğı için , söyleceği şarkının formatının da çok farklı olma· sını istiyordu. Sözü edilen şarkıyı bu çerçevede çok be­ ğendi ve onu kullanmaya karar verdi.

Yalnızhk duygusuyla yaptı son kasetini Ahmet Kaya' nın son döneminde giderek netleştir;p ser�ıilediği tutum, onu aynı zamanda bir yalnızlığa da it­ mişti. Etrafındaki insanlarla bu konuda tartışıyor, bir ço­ ğuvla görüş farklılığı yaşıyordu. İşte bu günler sıkıntılı ge­ çeı:ek ve hazin bir sonla bitecekti . Ahmet Kaya gibi şar­ kiları baştan beri politik mesajlar içeren bir isim bile, yal· hızlaşabiliyordu; bunu düşünüyor, :;eni kasetini buna gö­ re şekillendiriyordu.

Elveda Yusuf Hayaloğlu, merhaba h üı.ün

. . .

Son kasetinin hazırlık aşamasında Yusuf Hayaloğlu ycktu. Üstelik Hayaloğlu ile yollan bu kez ciddi biçimde ayrıimış gör ünüyordu ve her ikisi de ayn çalışrrıalar yap­ ma süreçlerine gi:mişlerdi. Hayaloğlu ile yollarınır ayrıl­ ması, Ahmet'i bu günlerde ü�·en konulardan birisiydi . Yusuf Hayaloğlu bu günleri ve ayrılık nedenlerini hiçbir )erc!e açıklamamış olmasına rağmen , farklı yorumlara 218


Sonun Başlangıcı f Kürtçe Şarkı i steği

yol açmamak gereğini hissederek şöyle konuşuyor :

"Bizim ayrı lıkları m ızın hiçbir zaman anlık veya güncel bir sebebi olma;dı . Bçızı b irik i m in son ucunda bir dam lan ı n bardağı taşı rması gibi bi şevdir ben i m k ı rı lmala rı m. Elbette k i ufa k-tefek olayla rdan dolayı da çok küsmüşümdür. Ama A!ımet, a lttan a la n yak­ laşımı, tevazusu, olgun luğu ve sevim{; kişiliğiyle her :;eferinde b u n ları, fazla bü!;ı:imeden ha lletmeyi becer­ m iştir. Ne va r ki alttan a lta, uzun yı lların b i riktirdiği bir tak i m şeyler, bazen insan ları stro tejik bit yol ayrı­ m ı na ycı n i radikal bir kara r a lma nok tası na getirip bı rakır son unda. İşte bu son ve büyük ayrı lığım ızda da böyle oldu. " ·

Bir süre anlatıp anlatn ıamakta tereddüt geçi! en Ha­ yaloğlu, konuya biraz açıklık getirmesini istedi;Jimde sözlerini sürdürmeye !:arar veriyor:

"Üç boyutlu bir ilişkiydi bizimkisi. Birincisi, iş a r­ kadaşlığı ve emek-ücret ilişkisiydi. Ben bu ilişkide h içbir zaman tatm in o lduğ u m u düşü n m üyordum. Sek tördeki emek-ücre t denges izlikle ri, ben im ü reti­ mimin ka rşı lığı n : alamamam ve emeğim in gerçek de­ ğerini bulamaması gibi nede n lerim de vardı. O, mad­ di-manevi var.l ığı na fıer yıl yen i eklemeler yapara k çığ gibi büyü rken, ben hala bodrum ka tlarında sürü­ nen, tek şarkı a ldığı kişiler kadar bile kadri bilinme­ yen ve h içbir şekilde ismi lansP edilmeyen, manevi ola rak bile onore edilmeyen biriydim. Bu nun ne de­ mek olduğun u en iyi, ev kad ı n lan b i li r. On la ; her giin evi tem iz ler, yemekler yapa r ve eşle ri n in önüne Jw­ ya rlar ama b u n u n maddf bir ka rşı lığını görem�dikle­ ri gibi, manen de ta kdir edi lmezler. Çü n k ü bu onlu ­ rı rı görevidir, çünkü evin hurı ı m ıdır arı lar. Belki bı-:: ­ n i m de sebebirr. 9yn ıydı. Çünkü o n u n kayı n biraderiy­ dim, ç ü n k ü göre'vimdi bunla r. Bu yüzden, komşudan 219


b a :; ı m

balada

ge len yem ek be n i m k i nden daha değe rli oluyo rd u . Yı l la rca biriktim v e a r t ı k y e m e k yapmamaya kara r verdi m . " Konuşmanın burasında uzun uzun gülüyor ve yaptığı­ nın espri olduğunu belli etmeye çalışıyordu sanki . Haya­ loğlu daha sonra konuşmasını şöyle sürdürüyor:

"İ k i nc isi, normal a r ka da ş l ı k dos t l u k i l i ş k isiydi ve bız i k im iz birçok ba k ı mdan fa rklı i n sa n la rdı k . He r n e kadar hafif ko n u larda m u ha bbet etm ek, fı k ra a n la t­ mak, g il lnıek gibi bazı o rta k ::ev k lerim izde çok iyi a n ­ laşsak b i le, b u, her şey d e m e k değildi. Hayata bakışı­ m ızda, etik a n layı ş ı m ızda, es te t i k kavrayı ş ı m ızda ve yaşa rrı ta rz ı m ızda ço k b Oyıj k fa r ld ı / ı k la r vard ı . Ve üs­ telik o n u n, pa rası i le şöhreti a ri t ı k(a bu fa rk lar çok dah a derin bir ş e k i lde o rtaya ç ı kıyord u . Dolayısıyla, birlikte olduğu m uz za m a n d i l i m leri, gü n geç ti kçe aıu lıyord u . Ha tta son zaman larda iş iİişk i s i n i n d ı � ı n ­ d a ben i h iç a ra madığı n ı, kendisine yen i a rkadaşlar edind iğin i ve to mu men i k i yaba ncı d u r u m u na geldi­ ği m iz i b i le söyleye b i l i r i m . Ya n i a r t . k o baş ka bir m u ­ h i t i n ada m ı o l m u ş tu, es k i m u h ı ti n e uğra m ı yord u . Be­ n i i n citen ve içlen içe s ı z la ta n b i r duyguydu b u . " Hayaloğlu'nun sesi titriyor ve yaşadığı burukluğu dışa vurmak isterrıezrniş gibi bir süre kalkıp dolaşıy(•r.

Sonra

sözlerini tamamlamak ; çiıı yeniden yanımızcı dönüyor ve başlıyor a nlatmaya :

"Oç n ncüsü ise sana ta ve s iyasete ba kış i l iş k i m izdi. Gü lter', A h m e t ue be n i m a ramda düşü nsel fo rklı l ı k­ lar ua rrl ı . B u do ü ç ci m ü;;: a ras ı rıdo gi:: !i ve s ü re k l i b i r ted i rg i n / iğe yo l açıyord u . 8e n , "top l v: mw -ge . çe k ç i " sa n a t k u rcı m ı n dc .:c i .oplu mcu luğ u n , tcn·iyi h a va ta ge ç i mı e a :ı l ay ı : ı ı ı ı ü top i � b i r yo n ı l: a m o ue dida k t i k b i r dcıya tma o la ro k gô r Ü !> · : d u n ı Gcru+ çi l iği ı ı is·:· a s lı ı ı . .

220


Sonun Başlangıcı /

Kürtçıc Şark; isteği

da gôreceli olduğur� ı ; fa kat rr u t la k m ı ş gibi k< ' 11ra n c! ı­ ğı n i d ü ş ü n ü y o rd u m . Dahu bas ı t an iatmcı k ge re k iyo r­ sa, ben k i toptn k i teorilerin p ra t iğe i n d i rge n i rken zor­ la:ıacağı n ı , çi.m k ü 'ı aya tı b ü t ü n d i n a m i k leriyle kavra­ m adığı n ı , ü s te ı i k i n sa n ı n kalbine ve cluğasıncı ve do­ .ğa n ı n d iya le k t iğine de n k qe lrned iği iç i ' ı e r geç ya n ı la ­ cağı n ı seziyord u m . Üs te li k slogancı, didaktik ue poli­ tik su. n a t u n loyışlar: n ı kendime çok ya k ı n b u l n ı uyor­ d u m . Ben çıpla k gerçeğin, o lduğu gibi ya n s ı t ı lm a s ı n ­ da n ve a n a f ı lc ri n sa t ı r a ra la r ı n da kavra n ması n du n ya nayd ı m . Dogm a t i k ya k laş ı m la r ı n , p rnpagn ncl if su­ n uş la r ı n , sa n a t ı n iç lev�e lliği n de k i i n a n dmcı /ığı �ede­ leyeceq i n i c/ üş ü n üy ) rd u m . Ha keza, ke 'ı d i top l u m sa l k i m / i_(j i m i ifa de ederken de a y n ı gen iş , >e n ce red e n ba­ kıyordum. Fu t b o l u scumek bcışkaydı, 'en büyü k fi la n ­ ca, başka büyük yok! ' demek başkayd ı . Söz geli m i Tu nce l i l i o l m a k başkayd ı , 'Tu n ce l i c i l i k ' şoı1e n iz m i başkaydı. Kü r t doğma/, başkaydı, 'Kü rtçü ' davı-a n ­ mak başka ydı . A levi köke n l i olmak baş kaydı, 'Alevi­ ci ' o l m a k başkayd ı . Sol d ıJ ş Li rı m e k ba ş ka yd ı , 'so lcu­ l u k ' yapma k başkaydı. A l la h 'a i n a n m a k başkaydı, 'şeria tç ı ' o l m a k r aş kcıydı. us . . . Ben h içbir za m a n ' . . . cı ' o lmayı h issetmedim ue o lmadı m da . Çü n k ü en­ gin bir h oşgö rü ye, k u ca k layıcı bir sevgiye ve ewensel bir h ü ma n izmaya sa h ip t ı rn . Üsteli/.,: her şeyi geç ic i ve ö l ü m lü qören, deru işa n bir kora k terim va rdı . Ostelik büWn s ta t ü k o /a ra ve s tu t i k ci Cış Li n celere k a rş ı yd ı m . i-faya t s i.i re k l i k ı p ı rda r k e n , değ i ş i rken ve d ö n i.i ş ü r­ ken; sebep-so n u ç i l i ş k i le r i h e r gün yen iden şeki llen i r­ k e n , k u ra m la rı ka vra m lcı rı dogma loş t rn n o k d i ycı le k t i ­ ğe a y k ı r ı y d ı . Os te l i k b e n i m empa t i yeteneğim de ço k ge l i ş m i ş t i : haya t • i rdelerker fi k i r jimnastiç_'ji n i ı s ka la­ m ı yo rd u m . 5, ) r u l o n ya n ı t la m o da n , sebep i e r i teme /­ l e rı c! i ; rn e d e n h iç b i r şeyin peş i n den gi t m i y o rd wn "

22 l


ba ş ım

belada

Daha fazla konuşmak istemiyo.rmuş gibi sıkıntılı bir şekilde ayağa kalkan Hayalcğlu sözlerini şöyle noktalı­ yordu: "Neyse . . . İşte ben i Ahme t'le tamamen ayırmayan a m a a rt ı k kendi yolumu tek başıma yürü mem gerek­

tiğine inandıran sebepler, aşağı-yukcı rı bun la rdı. Tıp­ kı A h met'ten önce o lduğu gibi yol u m u kendi malze­ mem le döşemeli ve kendi yolcu luğu m u kendi doğru­ ları m la sürdürmeliydim. Kısacusı ona ödünç verdi­ ğim kana tları m ı geri a lmalı ve kendi kana tla rı m ı n gerçe k gücüyle, ya ln ız baş ı ma uçmalıydım. Sen in a n ­ layacağın kendi p işirdiğim i kendim yemeliydim . "

Yusuf Hayaloğlu'nun söylediği ve espriyle bağladığı bu son cümlelerin anlamı gayet açıktı : Artık kendi şiirle­ rini kendisi besteleyip, başki:ılarına verecek veya kendi şiir1erini kendisi okuyarak, maddi-manevi bütün getirile­ rine vey<,; götürülerine tek başına razı olacaktı . Durum böyle olunca ortada iki yalnız adam kalmıştı , Ahmet ile Yusuf . Ne var ki her şey bu kadar kolay olmayacaktı. En ba­ sit beraberliklerin bile bitişiı ıde ortaya çıkan sancılar bu iki devin ayrılığında hüyük çatırtılara yol açacaktı. Kolay değildi . . . 1 '.» yıla varan ve içinde akrabalığı, dostluğu, üretimi barındıran muhteşem bir beraberlikti onlarınki. Bu beraberlikten yeşeren onlcırca şarkı dilden dile dola­ şarak : 5eniş yığınların . kalbine ulaşan sağlam bir köprü oluştı ırmuştu. Şimdi bu köprü dinamitlenecek ve :,ıollar i ıkanacak mıydı? Yoksa ırmağın başka başka noktaların· dan, b<1şka ba:;;l�a yollardan mı yürüyeceklerdi eırtık? Ga· liba bu kez öyle görünüyordu. O günlere tanıklık eden ortak arkadaşlarının ifadelerine göre her ikisinin de yü­ reğini kapla�Jan hüzün bulutu gözle görünür orcmda bü· yüktü ve biriktirdiği yağn ,urun ne zaman , ne şekilde , ne­ reye bo�alncağını kiı'lsc kestirrr·ıiyordu. 222


Sonun Başlangıcı I Kürtçe

Ş,u·kı isteği

Yusuf Ha:;aloğlu, ayrılık kararındar sonra ikinci radi­ kal ka ra rı nı alarak bir şii ,· <\aseti yapmaya kat:ır vern ıiş ve 15 yıllık emeğinin toplamından da ha büyük bic telif ücreti karşılığında an laşara k ilk de fa bir ev sahibi olmuş ve Ah Ulan Rıza ;ılbümü için stüdyo�,;.1 g irm işt i bile . Ama Ahmet'in ağzınd an abartı!ı:ırak birçok sitem nakle­ di liyor, Hay a1 oğlu ise bu söylentiler karşısında :.;essiLliği­ rıi korumayı tercih ediyordı ı. O g ün le rde Ahmet'e ilişkin izlenimlerini şöyle açıklayacaktı . Yusuf Ha ya loğlu :

ayrı lmam ıza insanf bir tavır koyuyordu. Böyle bir duru mda bü U.i n i nsa n /ar, kendi n e cı i t olan bir şeyi kaybetmen in hüzn ü n ü yaşarlar. Oğlu n u ve kı­ z ı n ı evlendirirken, bir a i lenin vcışadığı o layla r gibiydi. Dünya nı n er güzel kısm eti bile ge lse, a i leler istemez­ ler. Ağla rlar, düğün evinde ağlamak gibidir bu. Ah­ met 'irı tavrı da böyleydi. İs tem iyordu " e ağlıy;>rdu . . . "A h rn e 1

"

Sürgünü yaşamadan yazdı İşt e Ahmet Kaya da bu ve benzer yalnızlık duygularıy­ la hazırlık aşamasınc girmişti yeni albümünün . Yeni şai r olarak bir başka Kürt şair olan Yılmaz Odahaşı ile çalış­ maya karar vermişti. i\dım adım repertuar hazırlıyordu. Ölümünd<�n sonra eş\ Gülten Kaya tarafından hazırlanıp yayınlanan Hoşçcı Kalı n Gö?.üm albümündeki bazı bes­ teler, bu sıkıntılı , tuhaf günlerin ürünleriydi . Eğer " sanat­ çı sezgileri"' Jiy-2 bir durum varsa, bunu bütün Tü rkiye Ahmet Kaya örneğinde 1,ıaşcdı . Kaya :.>ıkıntılı g ün l erde hazırladığı son albümüncle yer alan bir bestede sonunu görürcesine, sürgünü, hasrnti ve ölümü işlemişti . AJh,j,n­ de yine Osman İşme n l e çalışmıştı . Bir çok pa rçası bit­ miş, bu bestele: in stüdyo aşamaları d evam ediyrxdu. Son alb 8rn�ınd e yer verm ek istediği Kürtçe şarkıyı da okumu ş ve çalışma yavaş yavaş hazır hale gdmişti . '

223


ba ş ım bel ada

Osman İşmcn son albümün stüdyo sürecini anlatır­ ken , "Çulc t u haf" diyor ve ekliyor: "Ah m e t Kaya yaşa­ dı kla rı n ı önceden h isse t m iş ve bestelerine a ktarmış. Za ten s tüdyo çalışm a la rı da fa rklıydı b u sefer. Bir so­ r;a htızı rları ıyo1- gib iydik, besteler h üz ü n do luyd u . Ah­ met Ka va 'nı n b ü t ü n kaset leı ; nde h üz ü n va rc.iı; ama bu sefer gerçP-kten fa rklıydı. Bir şeyler h isse t m iş ve bestelerı n i ona göre yap m ı ş t ı . . . " Bu herkese tuhaf ge­ len durum. yani AhnlE't'in sürgünü ve sürgünde ölümü­ nü. önce yazıp sonra da yaşarnı·; sını, eşi Cülten Kaya, "Savaş kom u ta n ları masa başı nda stra teji yaza rlar, sonra ela o n u L'ygula rlar ya, Ahmet 'in şarkı ları da kendi s t ra teji s i g i b i . Ör:ce yazı lm ış, sonra yaşan m ış. J-liç metafiz ik dt1 ş ü n mediğim için b u n u böyle temel­ lendirmek h iç tarz ı m de!Jil· Ama i lginç ge liyor. . . " şek­ linJe açıklıyor. Gülten !-<:aya ise bu tuhaf ıJünle i şöyle anlatıyor:

"Son ç ı ka n a lb ü m ü o s ı ra lar s tüdyo aşaması n day­ dı. Kü rtçe b i r şa r k ı söyiemeyi çok istiy ırc! u . O gün ler­ de de s eç i m le r ya k laşıyor, hu roj sis tem i var, Kü rt ha l­ kı yine çok ya / n ı z la s t ı rı lr n ış. E-iep 'Ben ne yapa b i lirim acaba 'yı kon uş u rd u k . 'Belki ü n /a ı a, o n la rı n dilinde n bir şa rlc ı söyleyebilirim ' dedi. Çü n k il Kü rtçe h iç bil­ mezdi A.' ı met. Kii rtçe b i r şarkı a rayışına girm iştik. Ödü ı gecesi n de A h m e t 'i n hesaplayamadığı şey, gelen tepki ue tepkir i n biJ y Jk lüğO. O lafla rı o kada r o lağan düşü rı Ü]ıordu ve o kada r o lağorı söylüyordu k i . Çok drı g .i le r yüz l ü :;öyled i . Magaz i n c i ler geces i o rası , m a ­ gazinciler açısı nda n haber değe ri taş ı ya n b i ı· ş e y ; ;- u . Şöyle cl i "oıdu .1.'ı, h rn e t : 'Bu n /a ı· !] . m el i ; e k e • teker g e le­ c:e k !c ı : röportaj yapacak !aı: Ben ::ıe n e yan lış a n 'rı ş ı lo m , 9 c n e istismar ed iyc r m u ş u rn g i b i s ı m u 1ucağını. C r : u · , ; ( i n , heps : n e b i r de n sıS tJ !ı·ypyi m , h .ı r t u layı m dec! i rrı . . . ' C :,::"izden o !Jecede bJ u/c L i r şeyi söyledi. "


Sonun Başlangıcı I Kürtçe Şarkı İsteği

(Roll Deı gisi - Derya Bengi, Merve Erol söyleşisi , Ağus­ tos 200 1 ) Sonun başlangıcı: MGD ödü! gecesi İşte ne olduysa o gecede oldu: Magazin Gazetecileri Derneği Geleneksel Altın Objekti f Ödül Töreni'nde . Söz konusu dernek tarafından Ahmet Kaya, ·'Yılın Müzik Yıldızı" seçilmişti . Kaya da ödülünü almak için 1 0 Şubat 1 999 günü törenin düzenlendiği İstanbul Princess Ote­ li 'ne gitti. Her şey çok normal gidiyordu, ta ki ödül alma sırası Ahmet Kaya' ya gelene kadar. Kaya sahneye çıktı, ödülünü MGD Başkanı Dursun Karadağ 'dan aldıktan sonra, şöyle bir konuşma yaptı:

"Ben bu ödülü ya ln ızca kendi adıma deği l, bu ödü­ lü İnsa n Hak ları Derneği, bu ödülü Cumartesi Anne­ leri, bu ödü lü magazine emek veren tüm insa n lar ve Türkiye halkı adına a lıyoru m . Bir de bu m isyo n u sa­ na kim yükledi diye sorması n lar; bana tarih yükledi. Ön ü müzdeki gün lerde bir kaset çıkarıyorum . Ben Kü rt ası llı olduğum için bir Kürtçe şarkı yapıyorum ve Kürtçe klip çekiyorum. Bu k libi yayın layacak insan la­ rı n olduğun u da biliyorum. Yayın lamazlar ise Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşaca k larını da biliyorum. " Bu konuşma esnasında salondaki bazı kişiler masala­ ra vurarak, histerik bir ruh hali içerisinde inanılmaz ha­ karetler ve küfürler yağdırmaya başladılar. " . . . yuh, bölü ­ cü, defol git, Apo'nun yanına git, atın bunu dışarı . . . " bi­ çimindeki tepkilere hiç aldırmayan Kaya hiç şarkısını okudu. Şarkısı bittikten sonra, '· Biz yaşamımız boyunca Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünü savunduk. Ama Kürt halkının realitesini red eden insanların da kafasından in­ . meyeceğiz, bu böyle biline , diye bir açıklama yaptı tep­ ki gösterenlere . 225


b a ş ım

b e l a d a.

Ahmet Kaya daha sözlerini bitirmeden , salonu doldu­ ran kalabalık tarafından protesto edilmeye başlandı. Bir gurup Ahmet' e hakaretler �ıağdırıyor, Türkiy<>' nin bu " örnek" ve "seçkin" insanları , önlerindeki çatal ve kaşık­ ian ona doğru fırlatıyorlardı. Kaya masasırıa oturmuş, salondaki gelişmeleri büyük bir şaşkınlıkla izliyordu. Gar­ sonlar, masası etrafında bir araya gelmiş, atılan çatal ve bıçaklara kendilerini siper etmişlerdi.

"Esmerlerin sessizl?ği" Ahmet Kaya, müziğini herhangi bir hesap üzerine kurmamıştı hiçbir zaman. Hiçbir ırka, siyasal gruba da­ hil etmemişti kendisini. Hele hele Kürtler üzerine hiç he­ s<;tp yaparak yola çıkmamıştı. Yıllarca bu yönlü eleştiri­ ler almasına rağmeri, " esrner"lerin yaptığı gibi, şarkıla­ rının içine, " Lele, lolo" gibi cümleler serpiştirip, kimse­ yi avlamak gibi bir derdi olmamıştı. Ama buna rağmen, insan olduğu için, muhalif olduğu için, demokrat olduğu için, o gecede bir duyarlılık göstermiş ve insani bir tavır koymuştu. M CD gecesindeki konukların arasında " es­ merler" de vardı. Yıllarca Kürtçe besteleri çalıp-çırpa­ rak, değiştirerek, saçma sapan sözler yazarak, şarkıları­ nın arasına " Lele, lolo, daye" gibi kelimeler sıkıştırarak, Kürtçe'ye duyarlı dinleyicileri avlamak için hesaplar ya­ pan " esmerler" . İşte bu " esmerler", Ahmet Kayi'\'nın "Kürtçe şarkı okuyacağım" dediği için linç edilmeye ça­ lışıldığı o gecede, köşelerinde oturmuş, yüzlerinde uta­ namamanın verdiği garip duyguyla bu sahneyi izliyorlar­ dı . Daha sonra sahneye çıkıp Ahmet Kaya aleyhindeki gösterilere büyük bir gönül rahatlığıyla da destek vere­ ceklerdi . Gecede Ahmet Kaya'nın yanında bulunanlardan biri · si de eşi Gülten Kaya"ydı. Gülten Kaya yaşadığı bu deh­ şet dolu dakikaları şöyle anlatacaktı: 226


Sonun Başlangıcı I Kü.-tçe Şarkı

isteği

"Ben de o gece seyircilerin arasındaydı m Öyle il­ ginç bir şey oldu ki, Ahmet bu sözleri söylediğinde. salon u n ya rısı a lkışlıyor, diğer yarısı şaşı rı yor. O şaşı­ ran lar da mas u m sayı labilir; ama beş-on kişi a n ında ayağa fı rlayıp bağı rmaya başlı yor. B u n lar ekrana yan­ sıyan görün tü ler değil. Mon tajda iJir-iki kişi görü n ü­ yor. Ha lbuki o kadrajı n dışı nda kala n bazı insa n la r um: 'Sünnetsiz pezeven k ', 'A po 'n u rı yan ı na git' ... İna­ n ı lmaz hakaretler: Üstelik, 'Kü rtçe şa rkı söyleyece­ ğim ' cüm lesi ağzındcın ç ı kar ç ıkmaz . . . işte bu tepki­ nin üzerine Ahmet 'in tavrı sertleşiyor: 'Bu ü lkede Kü rtler var ve tepen ize v u ra v u ra kabul ettireceğim size bun u ' diyo r. Montajlı görün tü lere bakan herkes 'Niye böyle tehditkar kon uşuyor?' diye soruyor. Ama gelen o k üfü rleri duym uyor ki ekran başındaki o in­ san lar. Mesela biri n i n adı n ı söyleyeyim: Şenay Düdek diye magazin gazetecisi bir kadı n . Ben im gördüğüm . ayağa fı rlayan , haka ret yağd ı ran i lk insan larda n biri­ si. Benim aklı mda bir tane güzel fotoğraf var: Meh ­ met Aslantuğ'un masasında n ka lkıp o t urd uğum uz masaya kadar gelmesi ve o fı rla t ı lan çata llara; kaşık­ lara kendi n i siper etmesi. Bilahare Savaş Ay'ın gel­ mesi. Ve birdenbire bizi orada garson ların koruduğu­ nu gördüm. Garson ların o çatallara siper d u rdukları­ nı gördüm . Zaten bir anda acayip bir rüzgar esti. O koro nas ı l oluştu bir an da, nas ı l 1 O. Yı l Marşı 'n ı söy­ lemeye başladı lar. . . Çok ü rkütücüydü gerçekten . " (Rol! Dergisi - Derya Be n g i Merve Erol söyleşisi , Ağus­ tos 2 0 0 1 ) ,

Flaş ... Flaş ... Flaş: Bölücü Ahmet,

az sonra . . .

Ahmet Kaya ' nın karşı karşıya kaldığı bu tablo hemen hemen bütün televizyon kanallarında aynı anda verilme­ ye başlandı . Haber bültenlerinde, " Flaş'' haber olarak.

227


b a ş ı. m

b e 1 ada

alt yazılarda flaş . . flaş . . geçilerek: "Ahmet Kaya'nın Tür­ kiye'yi bölmek üzereyken, bir gurup vatanperver sanat­ çı tarafından suç üstü edildiği" veriliyordu. Ertesi gün gazetelerde şöyle haberler yer aldı :

"Ahmet Kaya yuhalandı" "Özgü n m üz iğin temsilcilerinden Ahmet Kaya, Magazin Gazetecileri Derneği Ödü l Töre n i 'nde söyle­ diği çirkin sözlerle ba rdağı taş ı rdı. İş, sana t ve poli ti­ ka dünyası ndan b irçok tan ı n m ı ş ismin katı ldığı gece­ de, ödü l a ld ı k tan son ra yaptığı kon uşmasıyla şimşek­ leri üzerine çeken A h me t Kaya, üzerine yürüyen grıı­ bun elinden güvenlik görevlileri tarafı ndan zor k u rta­ rıldı. Yen i ç ı karacağı kasetinde Kü rtçe bir şarkı okuya­ cağı n ı ve bu şa rkıya çekeceği klibi yayım layacak 'ba­ bayiğit, yüre kli ' b i r TV kanalı a radığı nı söyleyen Ah­ met Kaya, sözle ri n i şöyle s ü rd ü rdü: 'Kü rtleri tanı ma­ ya n ların kafası ndan in meyeceğim. Ayrıca bu ödü l ü insan hakları adı na, Cu martesi A n neleri adı na a lıyo­ ru m. ' Kaya'n ı n bu sözleri üzerine salon bir a nda ka­ rıştı . Davetlilerin bir kısmı Kaya 'y ı yuhala rken, bir kısmı da 'Bu rası Tü rkiye ' diye bağırara k üzerine yü·­ rü mek istedi. Ahmet Kaya, b u tepkinin a rd ı n da n da, 'Kii r t halkını kabul etmeyen lere böyle bir halkın var­ lığı n ı kab u l ettireceğim . Söylediklerimin a rkasında da her zaman dururu m . ' dedi . Bu söz ler üzerine öf­ kesi da ha da artan ve ara ları n da Ayna grubu n u n da bulu nduğu da vetliler, Ahmet Kaya 'y ı sah neden indir­ mek istedi. Ça ta l-kaşı kların ha vada uçuş tuğu bu a rbede sı ra­ sı nda güven l i k gö revlileri de Ahmet Kaya 'y ı kulise kaçı rdı . İhba r ı"izerine ote le gelen po lis ler, AhmPi Ka??R


Sonun Başlangıcı I Kürtçe Şarkı isteği

ya 'yı göza ltına almak istediler. Ancak Kaya, polisle­ rin gelmesinden birkaç dak i ka önce m u tfaktan ç ı ka­ rak, oteli terk etti. 8u ta tsız o laydan hemen sonra sa hne alan ue 1 O. Yı l Ma rşı 'n ı söyleyen Serdar Ortaç'a aya k ta eşlik eden dave t l i ler sanatçıyı çı l g ı nca a l k ış ladı . Daha son­ ra bLitün sanatçı lar sahneye çı ka rak 'Mem leketim ' adlı şa rkıyı hep birl i k te söylediler. " (Hürriyet 1 ?. Şu­ bat 1 999) -

Bir halk sanatçısı daha "vatan haini" Ahmet Kaya'yı sürgüne götüren sürece ivme kazan­ dıran Kürtçe şarkı, politik mesajları olmayan bir aşk ve hasret şarkısıydı. Kaya'nın da politik mesajlar vermek gibi bir derdi yoktu. Sadece bir tavır ortaya koymuş ve yeni çıkaracağı kasetinde bir Kürtçe şarkıya yer vermek istemişti . Zaten sözü edilen gecede Ahmet Kaya'ya tep­ ki gösterenleri, Kürtçe şarkının içeriği ilgilepdi_rmiyordu. Onlar için önemli olan, Kürtçe bir şarkı söylenmesiydi .

Ödül gecesinde ağzından " Kürt" kelimesi çıktığı and a kıyametler koparılmıştı. Kimse, "Acaba ne demek isti­ yor bu Ahmet?" diye dinleme gereği bile duymamıştı . İş­ te Ahmet Kaya'nın tepkisi de bu anlayışaydı zaten. O , bu tabunun yıkılması için yeni çıkacak kasdinde Kürtçe şarkıya yer vermek istiyordu. Fakat onu hep eleştiren o " seçkin! " kitle, milyonların temsilcisi olarak, "öteki Tür­ kiye"nin sesi olarak, o gece aralarında olan bu adama tahammül edememişlerdi ve yıllardır bu ülkenin şarkıla­ rını söyleyen, bütün emeklerini bu ülkeye veren Ahmet Kaya, artık "vatan haini" ilan edilmişti . Nazım Hik­ met'lerin, Yılmaz Güney'lerin kervanına şimdi onu da eklemişlerdi . . .

229


ba ş ım

b e l ada

Ahmet Kaya o gece orda ayrıldıktan sonra Levent'te­ ki evine gitti. Yakın çevresi ve arkadaşları da gelmişti. . İçeri her gelen, Ahmefi desteklediğini söylüyordu. Ger­ çi bu olanlar tatsızdı ama, Ahmet'in bunları kaldıracak gücü vardı elbette. Henüz hiç kimse gelecek günlerin ne getireceğini hesaplamıyordu . Olaylı gecenin doğuracağı sonuçları hesaplayarak kaygılarını dile getiren de yine arkadaşı Yusuf Hayaloğlu oluyordu. Hayaloğlu o geliş­ meyi anlatıyor:

"Ben o layı televizyonda n izlediğim kadar biliyor­ dum, avukat Zühtü bey ue Mine han ı m la 'geçmiş o L s u n ' a gittiğimde e v kalabalıktı ve genel o la ra k, yapı­ lan çı kışı destek leyici kon uşmala r yapı lıyo rdu. Bense o layı n bu kadar basit olmadığı n ı ve Öir s ü rü nega tif gelişmeye yol açacağı n ı tah mi n ediyordum. Çünkü o sıra la rda medyan ın habercilik an layışı tamamen çığı­ rından �ıkmıştı ve gazetelerde, televizyo n la rda her gün yeni bir ku rban seçi lerek ha/kırı önüne a tı lıyor ve linç ediliyordu, böyle bir manta lite vardı. Önsezile­ rim bana, yeni k u rba n ı n A h me t Kaya olacağı n ı söy­ lüyordu ve bundan do lay ı son de rece azap duyuyor­ dum . . . . " Yusuf Hayaloğlu'nun ödül gecesinin sonuçlarına iliş­ kin yaptığı hesap ne yazık ki doğru çıkacaktı ve masu­ mane söylenmiş sözlere başka anlamlar yüklenmiş ve Ahmet Kaya yeni bir kurban olarak, linç edilmek üzere birileri tarafından medyanın önüne atılmıştı . . . Ödül ge­ cesindeki gelişmeleri de şöyle anlatıyor Hayaloğlu:

"Ben o ödü l gecesinde tamwnen b i r e tk i-tepki me­ kan izması n ı n devreye girdiğin i ve man tığı yok ede­ rek, her şeyi duygu cehennem ine s ı:ir ü k lediğin i d lişü­ n iiyoru m . Ahmet'in o geceyi takip eden siJ reç te son

230


Sonun B.;şlangıcı i KürtÇE' Şarkı l\teği

geldiği noktayı da etki-tepki m ekani z m ası n ı n k u ralla­ rı içinde değerlendiriyoru m. Davra n ış psikolojisinin temelini oluşturan bu mekan izma, o ilk an da n it iba­ ren k ı vı lc ı m lar ı n ı saç m ı ş ve alev a lev büyüyerek her iki tarc.fi da ku�atm ıştı. İ lk Ahmet b irkaç söz söyle­ dikten sonrn, salondaki bazı insa n la r tepki gösterdi­ ler. Bu etki-tepkide bi r a n laşı labilirl i k olacuğı na da ir toleransımızı k ulla n sak bile, b undan sonraki talihsiz gelişmelerde h içbir şey tasa r land ı ğ ı veya layık olduğu yere gitmedi. Kasıtlı ve iradi' olara k sa ldıra n malum bir şer cephes i n i muaf t u ta rsak; ne başka insa n ların ona saldırırken bilinçli oldu.ğ u nu düşün üyorum, ne de Ahme t 'in o saldı rıları n bir tek i n i b i le hak ettiğini . Ama, o sa ld ı rı la r sonucunda taraflar ayrışmaya baş­ ladı, ayrışınca da etki-tep ki nin kaç ı n ı lmaz sonucu olara k A h m e t başka bir sürecP girdi, o i nsa n la r da başka bir değerlendirm eye yöne ldi. Ben o layla rı bir bütün o la ra k incelerken, teraziyi bir ya na bı rak ı yor ve keşke böyle olm_asaydı diyorum.� Çünkü Ah met i r� o insa n la rı n z·annett lğ i gibi bir kas ı t taşımadığ ı w ben çok iyi biliyo r um ; o ins a n la r da, Ah m e t i daha ö n ce se uerı insan lar olduğu ha lde, neden tepki verdiler, bun u n sebepler i n i de çok iyi bil iyo ru m ; fakat asla ba­ ğışlayam ıyorum o n ları. Ahmet Kaya gibi, her şeyiyle bu m e m leket i n çor:uğu o la n ııe yüreği bu memle ket için çarpan bir büyü k sana tçıya böyle bir akıbeti ha­ z ı r la yo n lar ı n ve onu böyle bir k isveye b üründüre n /e­ rin, eğer kası tları varsa A llu h bela la rı n ı versin . Bir kası tları olmadığı ha lde bu gidişat ta payı olan ları n da zan n ediyoru m k i vicdan ları Sizlam ıştır artık . . Eğer hala vicdan ları sızlamaya n birileri varsa b i r gün onla r da, o taş y ü re k le riy le, huk ettikleri a k ı bete uğraya­ c ak/ardı r m u tla ka . . . .

'

'

"

Yusuf Hayaloğlu'nun dediği gibi . ·'o geced� bulunan-

2:31


baş ım

belada

!arın vicdanları sızladı mı? " bilinmez ama, Ahmet'in o geceden sonra girdiği ruh halinden, hayata veda ettiği güne kadar kurtulamadığı gerçeği ortada duruyor. O ge­ ceden sonra gazete ve televizyonlar tamamen aleyhte yayınlara başlamıştı. Ahmet 'in evi kurşunlanmış, inanıl­ maz tehdit telefonları almaya başlamıştı . Ayrıca, sağlık sorunları da artarak devam ediyordu. Uzun yıllardır dok­ torluğunu yapan ve aynı zamanda aile dostu olan Dr. Sabahattin Koç sürekli arıyor, kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Sabahattin Koç işte o gelişmeleri anlatı�,ıor:

"Kilo ve şöhretin handi kapları n ı n gerilim iyle sağ­ lık soru n ları ile erken ta n ışmıştı. Ka lp krizinin bütün risk fak törlerin i taşıyordu ne yazı k ki. Bazen sağlığı­ na dikkat ediyordu, ancak uzu n turneler, konser ler ve hafta larca s ü ren beste yapma ve stüdyoya girme devrelerinde b u m ii m k ü n olmuyordu. Son dönem ya­ şadı kla rı bu sorun ları arttı rmıştı. . " Cehennem gibi günler Ahmet'in hayatında geçirdiği en kötü günlerdi belki de bunlar. Bir anda bütün medya aleyhinde yayınlar yapmış, tıpkı o şarkısında olduğu gibi "adı eşkali bilinen" bir " kaçak" olmuştu. İşte bu günlerde "ortalık biraz ya­ tışsın" beklentisiyle Selim Başkale 'nin Sanyer'de bulu­ nan evinde kalmaya başlamıştı. Başkale o günleri anlatıyor:

"Olaydan son raki sabah kendisine gittim, yoğun bir sa ldı rı kampanyası başlamıştı. Gittiğimde gayet rahat gördüm, bir o gün, bir de t u tu kla ndığı gün , çok rahatlamış bir yüzü va rd ı . Magazin Gazetecileri Der­ neği Başkanı 'yla bir bası n toplan tısı düzen leyecekler­ di. MGD Başka nı telefonda ona sitem etti ve 'Bu n la­ rı n iye bizim gecem izde söyledin ?' dedi. O da, orada 232


Sonun Başlangıcı I Kürtçe Şarkı isteği

bu lunan gazeteciler yüzünden açıkladığı n ı söyledi. Telefonda bir ina tlaşmala rı o ldu ve A h m e t bası n top­ lantısı düzen lemekten vazgeçti. Stüdyodaydı ve zrı ­ man ilerledikçe kimse kalmadı yan ı n da. Bir başına ka lmıştı, çok sayıda gazeteci gidip geliyord u _ Ben bu­ radan gidelim, biraz din lenmen lazım dedim. Gelmi­ yorum, dedi. Yoğun ısra rları m sonucu, herh nlde ben i k ı rmamak için teklifim i kab u l etti ve bizim eve gittik. İ lk gece orada kaldık, sonra telefon ları n ı kapa ttı ve k imseyle görüşmek istemedi. Ha lbu k i b i r s ü rü ta nıdı­ ğı insan vardı, o n ları arayıp, saldırı luı durd u rtabi /ir­ di, ama bunu c ;linçli olara k yapmadı. Böyle bir şeyi hak etmediğirı i düşün üyor ve üzü lüyordu. " Sarıyer'deki evde, Ahmet Kaya'nın yanı sıra Cevat Korkmaz ve Halil İbrahim Özcan var. Evde büyük bir sessizlik hakim. Kimse pek konuşmuyor, göz göze gel­ mek istemiyor. Televizyon 24 saat açık ve sürekli haber­ ler izleniyor .. .Türn Türkiye'nin günd_emi bir anda Ahmet Kaya olmuş. -

Halil İbrahim Özcan büyük sıkıntı içinde geçen bu üç günün öyküsünü anlatıyor:

"Ahm et linç politika ları a ltında iyice sıkıştırı lmış ve aranıyordu. Pol is ler s ü rekli evine gidiyor, o rıyo r­ lar: Bir de o n u n sağlı k problem leri va r, bu kadar stre­ se gelemez. Orta lık biraz yatışsır:ı diye Se lim 'in evin­ de ka lmaya başladık. Üç gü n kaldık o evde ve ik imiz de h iç uyumadı k. Televizyon s ü rekli açı k tı, 'Flaş, flaş, flaş ' başlıklarıyla Ahmet 'in o gecede yaptıği ko­ n uşma n ı n mon tajlı kaseti gösteriliyor ve kam uoyu yön lendiriliyordu. Ev sah ibinin dışı nda ü ç kişi ka lı­ yorduk arda. Hiç kon uşmuyord u k, göz göze gelem i­ yorduk ve sadece yemekte b i r a raya geliyord u k. Ben orada ş u n u gördüm Ahmet 'in göz leri nde. Sevgiyi, sevgisiz lıJi, u m udu, u m u tsuzluğu gördüm. İnsa nla r 233


ba � ım b e l ada

n e yaşarsa yaşası n, nereye gelirlerse ge lsin ler, hen o rada koskoca A h me t .kaya 'nı n ya lnızlığı n ı gör­ düm . . . "

Evet, koskoca Ahmet Kaya yalnız kalmıştı, bir başına bırakılmıştı . Çünkü artık, "dokunanın yanacağı" birisi ol­ muştu Ahmet. Kimse dokunmuyordu , 8trafında hiç kim­ se kcıimamıştı . Ahmet Kaya birçok şarkısını, okuduktan sonra yaşamıştı. Yaşadığı şarkılardan birisi de Dok unma Yanars ı n oluyordu şimdi. Sanyer'deki o evde kanepeye uzanmış, Yusuf Ha�ıaloğlu'nun Dok unma Yanarsın şi­ irini mırıldanıyordu: Çoc uk luğum çıraklıkta geçti kir pas içi nde / Genç­

liğim korsan yü rüyüşlerde, m itinglerde / Hapse erken düştii.m jopla erken ta n ıştı m / Küçük volta la rJa n bık­ t ı m usa ndı m / Şimdi uçsuz· bucaksız ova larclq/ Adım· /arım ı saymadan, geriye dön üp bakmada n / Usanma­ dan, b ı k mada n / Deli taylar gibi koşmak ·istiyorum / Ve görüyorsu n ki aşkı becerem iyorum / Beni ke ndi halime hı rak yavrucuğum / Ben yol umu nası l o lsa bu­ luru m / Firarilerin uzman ı olrrnışu m / Bü t ü n telsizler­ den adım oku n u r / Ben i bir çocuk b i le D u ru r / Dokun­ ma bana, fiş/en i rsin / Dokunma bana, ellerin tu tıışu ı / Dokunma bana, çı ldırı rsı n / Dok u n ma bana, sen de yanarsın . . . Ahmet Kaya kimsenin dokunmak istemediği, adının beraber anılmak istemediği birisi olmuşi u artık. Bu yal­ nızlığı DGM'lerde de devam edecek, kalp krizi geçirdiği Pa.ris'teki evinin eşiğinde son bulacaktı. Halil İbrahim Özcan , Sanyer 'deki o qünleri anlatma­

ya devam ediyor:

"O dönemde Ahmet'irı .\m n ı nda k imse ypktu. Sa­ nat dünvası ndan ve hatı rlı yerlerdek: dostlarından da gelen olmam ıştı . . Ölümü nden sonra l; nn uşa nların 234


Son ın Baılangıcı ! Kürtçe Şarkı isteği

hiçbiri o gün lerde neler yaşadığı n ı sormamıştı. Yi.'1e daralt ı lm ıştı. 14 Şubat Pazar günC Gülten geldi: çi­ çeklerle gelm işti, lıir demet mor menekşeyle . . . Ah­ met'in Sevgililer Gün ü 'n ü k u tluyordu. Ev bir cıpart­ man ı n son katındcı küçük bir daireydi. Ben sürekli yan ı n dayı m, Selim ve Cevat da gidip geliyorlar. O gün le ri h iç uyumadan geç irdik. Yrı cak larımıza .girin­ ce, uzun bir sessizlikten son ra Ahmet S'.)ruyordu: - Uyuyor m us u n ? - Yok . . diyordum . . . - Ha, tamam o zaman . . . diyordu. Bü ti.i n diyaloglar b u n la r . . . O gün lerin geçmesini bekliyordu, büyük bir stres altındaydı . Ahmet'e halk­ tan bin lerce destek mesajları geliyordu bir taraftan. Yurt dışında n sanatç ılar, yazarlar VE aydınla r destek veriyordu. A ma Ahmet, a ramas ın ı beklediği kişile rin a ramayışına çok k ızgındı, hepsine öfkelen iyor ve 'Be­ n im meğer kimsem yol.:muş!' diyordu. O s ü reçte çok gergindi, hep sokağa çıkma k ta n söz ediyordu, sokağı özlediğin i a n latıyordu, içeri tı kı lmak onun çok zoru­ na gidiyordu. Dışo rıya çıkır.; çıkmama düşı:i nce/eri içinde bocalıyordu ve biz de çıkmas ı n ı istem iyorduk. Otu rup içiyordu, yemek Japıyordu . . . " "Ayıp

ettin gözüm"

Gülten Kaya' nın elinde bir demet mor menekşeyle , büyük bir yalnızlığa iti.. niş kader arkadaşının Sevgililer Günü'nü kutlamaya gittiği 1 4 ŞL1bat 1 99 9 Pazar günü gazetelerden birinde şöyle bir haber çıkmıştı: "Ayıp e ı'tin göz ı�i m "

Ona Tü rk-Kürt diye bakmadı k . . . Tü rkü leriyle ağ /ad ık, gü ldi1 k . . . TV'lerden evlerim ize konuk ettik . . . 235


ba ş ım

bel ada

Meyha nelerim izde rakı içtik . . . Sa kalı, a tkısı ve göbeği i le bizden biriydi ç ü n k ü . . MEGER ÖYLE DEGİLMİŞ AHMET . . Bebeğe, kadı na, dedeye, askere k u r­ şun sıka n lardanmış . . . PKK'lı Ahmet . . . Yazı k la r ol­ sun. . . Magazin Gazetecileri Derneği ödü l tören inde söylediği, 'Çirk i n ve tahrik edic i ' sözlerle orta lığı ka­ rıştıran özgün m üz iğin temsi lcilerinden A h m e t Ka­ ya 'n ın, PKK'n ı n A lmanya 'da düzen lediği bir gecede, sözde Kü rdista n haritası ve Apo 'n un resm i ön ü nde konser verdiği ortaya çı k tı. Olaylı gecede Tü rkiye 'nin böl ü nmesine karşı olduğu n u söyleyen A h me t Ka­ ya 'n ın ç irkin yüzü, 1 993 yılının Kas ı m ayı nda çeki­ len fotoğrafla rla belge lendi. Tü rkiye Cum h u riyeti ha­ ritası içinde yer a lan sözde Kürdistan ve Kürtçe ad verilmiş ..Türk ken tlerinin . bu.lu.nduğu harita ön ü nde fotoğraf çektiren A hme t Kaya, Apo 'yu da baş ı na !.aç yaptı. A lmo nya 'daki Kü rt İşadam la rı Derrıeği 'nin Beri in 'de düzen lediği konserin videoya alınan görün­ tü lerinde, Kaya 'n ın , sözde Kü rdistan haritası ve Apo 'nun fotoğrafı altı nda zafer işareti yaptığı da gö­ rüliiyor. Berfin 'de yaklaşık 5 bin kişinin ka tı ld ığ ı k on­ ser, Ya lçı n Küç ü k 'ü n açış konuşmasıyla başlıyor. Da­ ha sonra ise sahn eye Ahmet Kaya çı k ıyor. PKK'lı lara h i taben bir konuşma yapa n Kaya 'nı n ağzı ndan şu sözler dök ü lüyor: 'Orkestrayla gelmedim. Gelseydim bu konser 20-25 bin marka mal o l u rdu. Dağda k i ada­ m ı n paraya ihtiyacı var. ' .

'YASAL MERMİSİYLE BİR TC YAKLAŞMAKTA. '

Bu sözler, dernek yönetim i açı lış kon uşması n ı n çe­ kilmesin i yasakladığı için videoya alın mazken, Kaya, çeki len diğer görün t ü lerde PKK'lı lara m esajı n ı veri­ yor. Konserde söylediği bazı pa rça ları n sözlerin i de­ ğiştiren Kaya 'nın, 'Başım Belada ' şarkısı n ı n bir yerin­ de, 'Şimdilik hoşça kal yaban çiçeğim. Yasal merm isi 236


Sonun Başlangıcı I Kürtçe Şarkı isteği

ile bir TC ya klaşma k ta ' sözleri dikkat çekiyor. Kaya, diğer bir şarkısında ise e liyle ka lbin i göstererek, 'Tam şu ramda kirli sakalıyla bir gerilla gezin mekte ' diyor. Katılan herkesin PKK militan la rı tarafı ndan tek tek a randığı konsere, sadece dernek için çekim yapacak bir video kamera sokuldu. Dernek yöneticileri, sade­ ce Kaya 'nı n ya kın p lan görü n t ü lerini a ldırdığı bu ka­ sete daha sonra el koydu. Kasette, Kaya 'nı n yakın plan çekilmiş görü n t üsli i le sözde Kü rdistan haritası­ n ı n bir bölü m ü görülüyor. TÖRENİ MAHVETTİ A h rrıe t F\aya, MGgazin Gazetecileri Dern eği 'n in, Maslak Princess Otel 'de çarşamba gecesi düzen lediği A ltın Obje ktif Ödülleri tören inde yap tığı konuşma),'­ la, şimşekleri üzerine çekmişti. Kü ltür Bakan lığı 'n ı n Kü rtçe şarkı kasetlerine ba ndrol vermesine v e Kü rtçe şarkı söyle mek yasak olmamasına rağmen, Kürtçe çekeceği k libi yayın layacak, 'babayiğit-yürekli ' bir te­ levizyon kana lı a radığı n ı belirten Ahmet Kaya, 'Kü rt­ ler'i tan ı maya n ların kafası n dan inmeyeceğim. Ayrı­ ca, bu ödülü insan hak ları adına, Cumartesi An nele­ ri adına a lıyoru m ' dem işti. ÜZER İNE YÜR ÜD ÜLER Bu sözler üzerine karışan sa /ondan, 'Yu h ' sesleri yü kse lmeye başlamı ş, bazı davetliler ise 'Bu rası Tü r­ k iye ' d iye bağırarak Kaya ' n ı n üzerine yürümek iste­ m işti. Bu tepkilere sinirlenen Ahmet Kaya, 'Kü rt hal­ k ın ı kabu l etmeyen lere, böyle b i r halkın varlığı n ı ka­ bu l ettireceğim. Söyledikle rimin arkası nda da her za­ man dururu m ' dedik ten sonra yerine oturmuştu. İyi­ ce öfkelenen davetlilerden baz ıla rı çatal-bıça k fı rla­ tınca, otelin güven lik güçleri ile o tele çağrı la n polis Kaya 'yı k u lise kaç ırmış, Kaya da o teli terk e tm iş237


b a ş ı m b () l a c.l a

ti. "( 1 4 Şubat 1 999 Pazar - Hürriyet) Söz konusu haberde bir de fotoğrafa yer verilmişti. Fotoğrafta, Ahmet'in sazı i le bulunduğu sahnede eli ile zafer işareti yaptığı, arkasındaki sahne dekorunda ise Kürdistan haritası ve harita üzerinde Abdullah Öcalan 'ın posteri görünü'\)ordu. Fotoğraf 6 yıl öncesine yani; tam 1 99 3 yılına aitti. Anlaşılan birileri düğmeye basmış, Ah­ met Kaya'yla ilgili bir linç sürecini başlatmıştı. İşte bu ha­ ber üzerine, ödül gecesinde yaptığı konuşma sebebiyle Kaya hakkında "Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçlaması ile soruşturma başlatan DGM Savcılığı , soruş­ turmaya "Y<.ısadışı PKK örgütüne yardım ve yataklık et­ mek" suçlama'.;mı da ekliyordu. Gülten Kaya, bu haberin iç yüzünü şöyle anlatıyor: "Hü rriyet gazetesinin 'Ayıp ettin gözum ! ' d iye attığı manşette h içbir iddia söylendiği gibi değildi. Bir fo­ toğraf uar orada: 1 993 yılında Ahmet Kaya Berlin 'de konser yapm ış, PKK-Kü rdistan hari tası n ı n , A bdu llah Öca lan posterinin önünde şarkı söylem iş İk i m iz de çok şaş ı rd ı k O kadar net hatırlıyo rum ki, hayı r, böy­ le bir konser yok. O dönemde sadece 94 'te Berlin 'de Alevi Esnaflar Cemiyeti diye bir k uruluş u n yaptığı bir konser var. Dünyadaki bütün A levi esnafı n örgü t­ lendiği bir meslek k u ru lu ş u o, S u r iyeli, İra n lı, frak­ lı . . Oraya gitmişti Ah met. o n ları n da örgü tle, rrı ö r ­ gü tle a lakaları yok. En basitinden yola ç ı ka lım: Bir sana tçı sah n eye kimin ıe astığı ndan, salonun deke.. rasyo n undan, oraya gelip sloga n atan ins a nla rı n ide­ o lojisinden sor u m l u tu t u labilir rn i ? Orada sah neye ç ı · ka n yirm i adamdan bır tanesi o. Türkiye 'den giden başka insa n lar da vm- o konsere . Ayrıca, eğer bu bir suç deliliyse, bunu gizleyerek s iz de s u ç işlem iş o l u ­ yors u n uz. Ayrıca 1 993 yı lında biz bu konseri yaptıy.

.

. .

238


Sonun Başlangıcı {

KürtçP. ŞMkı isteği

sak ve f-,ôfücü i la n ettiysen iz !\h m e t 'i, n ederı 94 y ı l ı n ­ da Ahmet 'e Altın KeftC?bek Ödülü verdiniz? Mesela Ge­ nel Yayın v·önetmeni Ertu:�rul Özkök köşesinde defa­ la rcG yazı yazmıştır, Ahmet Kaya şarkı /arı n ı din leye­ rek tat i le gittiğin i, Suza Niye '· )elmedin 'i ne kadar be­ ğendiğini. . . Beriin Alevi Esn:ıflar Birliği, kendi a n tet­ li kağı tlarıyla, dernek kaşeleriyle resmi yazı gönderdi: 'U konseri b iz yaptı k, h içbir siyasi ö rgütle ilişkimiz yoktur, oraya sadece önderim iz o larak kab u l ettiğimiz Seyit Rıza 'rıın bir portresini asmıştık . . . ' diye. O resmin fotomon taj o lduğu n u düş ü n ü yorduk ve m u tlaka bir bilirkişi tarafı nda n ince lenmesi gerektiği­ ni ta l ep ettik mah kemeden . İncelenm edi. Ortada h iç­ bir film kaydı filan da yok. Tek bir fotoğraf. Bir yıl boyunca her ay DGM 'ye, d u ruşmaya gittim. İki daki­ ka süren duruşmalardah bi.i tün laf şuyd u : 'Hürriyet gazetesine yazı yazı lmasına, ellerindeki bütün filmle­ rin, fotoğrafların · mahkememize gönderilmes ine . . . ' Tak, bitiyordu duruşma. Bir . yıl boyu nca mah keme Hürriyet 'e yazı gönderdi. Hiçbir şey ge lmedi Hürri­ yet 'ten. Son unda mahkeme bu defa 'Polis marifetiy le de lil ler i n gönderilmesi ' diye bir yazı gön derdi. On­ dan son ra Hürriyet'in avuka tlarında n bir yazı geldi: 'Elimizde fa lanca numara lı belge dışı nda -ya n i o fo · toğraf dışında- h içbir şey b u lun mamak tadı r. ' ?a ten o n u vermek zorunda da değil gazete. Nitek i m de ver­ medi, orijina l foto(rafı da vermedi . İna n ı lmaz bir h u ­ k u k trajedisi. . . " (Roll Dergisi - Derya Bengi, Merve Erol söyleşisi , Ağustos 200 1)

DGM' deki yalnızlık İşte bu hukuk trajedisi sözü edilen hab.erin çıktığı 1 4 Şubat' tan hemen sonraki gün yani 1 5 Şubat 1 999 P.:i239


başım

b e l ada

zartesi başlamıştı . Ahmet Kaya, hakkında açılan bu so­ ruşturma çerçevesinde soruşturmayı yürüten DGM Sav­ cılığı' na ifade vermeye gidiyordu. Sarıyer'deki evden çı­ karken herkes çok gergindi. Ahmet, onu bugünlerde sormayanların , en azından DGM'ye geleceğini umuyor­ du . Saat 1 1 sularında Beşiktaş DGM'nin kapısından içe­ ri girdiğinde, yanında "iyi gün dostları" yok, eşi Gülten Kaya, avukat Eren Keskin , avukat Zühtü Avcı, Sebla Erdoğan Aydın çifti ve üç gündür beraber olduğu arka­ daşları Cevat Korkmaz, Selim Başkale, Halil İbrahim Özcan ile basın mensupları vardı sadece . Yusuf Haya­ loğlu'nun gelmesi ise Ahmet ve Gülten tarafından alınan ortak bir kararla, sakıncalı görülerek önle.nmişti, çünkü bu hassas dönemde onun da bu linç olayına ortak edil­ mesini istemiyorlardı. Bari ona dokunmasınlardı. . Cevat Korkmaz mahkeme gününü şöyle anlatıyor:

"Olacakları bilmediğimiz için, her an başına bir iş açabilirler duşüncesiyle, ifade l!ereceği güne kadar ortadan kaybolduk. Çü n k ü öyle bir hava estirildi ki; bir anda san ki ü lkenin en önem li meselesiymiş gibi bir durum oldu. Mahkeme gü n ü erkenden hazı rlan­ dık, çok gergindik hep i m iz . Ben im k u l landığım bir arabayla DGM'ye g ittik, hepim izde arda birileri bi­ z i m le olacak ve destek leyecek düşüncesi vardı. Ama ne yaz ı k k i; k imse yok tu . " Cumhuriyet Savcısı Hadi Salihoğlu tarafından alınan ilk ifadesinde , suçlamaların hiçbirini kabul etmediğini belirterek, bunları komik bulduğunu söylemişti Ahmet. Kürt realitesinden Cumhurbaşkanı'nın da bahsettiğini, gazete haberinde 6 yıl önceye atfen yer alan " Dağdaki adamın paraya ihtiyacı var" şeklinde asla konaşmadığı­ nı beyan etmişti .

240


Sonun Başlangıcı I Kürtçe Şarkı isteği

Saz çalan elier, kelepçelenirmiş bir gün

. .

Savcılıkta alınan b u ifadenin hemen ardından. tutuk­ lanması istemiyle DGM Nöbetçi Yedek Hakimliği'ne mevcutlu olarak gönderildi . Buradaki sorgusund2, , savcı · lıkta alman ifadesi ile benzer şeyler söyledi . Ahmei'in sorgusunu yapan İstanbul 4 Nolu DGM Yedek Hakimli­ ?Ji, savcının talebine uygun olarak tutuklanmasına karar vermişti. Ve ellerine kelepçe vurularak cezaevine gönde­ rildi. Bir ozanın saz çalan hünerli ellerine bir kez daha kelepçe vurulmuştu işte . . Bunun üzerine avukatları Eren Keskin ve Zühtü Avcı 4 No' lu DGM 'ye başvurarak, Ahmet Kaya'nın "sctbit ikamet sahibi, adresi belli, kaçak değil" gerekçesiyle tu­ tuklanmasına itiraz etti . İtiraz kabul edilince serbest bıra­ kılmıştı. Ahme� Kaya,, hakkında verilen tutuklama kararı ü ,_.2rine Ümranive Cezaevi' ne göWr.üldü. Ancak cezaevi yetkilileri bir gerekçe bularak Kaya'yı kabul etmedi. Bu sefer Kaya'nın Metris Cezaevi'ne konulması gündeme geldi. Metris cezaevinde bulunan bazı çete sanıklarından dolayı eşi Gülten Kaya, onları sürekli takip eden basın mensuplarına anında bir açıklama yaparak; Ahmet Ka · ya'nın can güvenliğinden savcısını sorumlu tutacağını ve eşinin en azından düşünce suçlularının bulunduğu bir ce zaevine konulması gerektiğini belirterek, Metris Ceza ­ evi'ne konulmasına itiraz etti . Bunun üzerine Ahmet Ka­ ya tekrar Ümraniye Cezaevi 'ne götürüldü. Ümraniye Cezaevi yetkilileri bu sefer zorunlu olarak Ahmet Ka­ ya'yı teslim alacaklardı. Tam işlemleri yapılıyordu ki; tahliyesi gündeme geldi . ·

211


b a ıp. ın

b e l a. d a

"Ahmet Kaya özel linç programı" haşladı "Ahmet Kaya özel linç prograrnı" diye adl �ndırıyor­ du yaşadıklarını Ahmet Kaya. Bu bir saatlik cezaevi ma­ cerasından sonra hiç bir şey normale dönmemişti . Esas sıkıntı clolu giinl2r şimdi başlıyordu. Bu tarihten iki gün sonra, soruşturma savcısı, Ahmet için yurt dışına çıkış yasağı konulmasını talep etmiş, bu talebi inceleyen ve daha önce tutuklama kararı veren yedek hakim, Vaya hakkında yurt dışına çıkış yascığı konulmasına karar ver­ mişti . İtiraz etme hakkının bulunduğu bu karardan ne Ahmet 'in ne de avukatının haberi olmamıştı. Bu karar­ dan ancak bir ay sonra :ddivname hazırlanıp dava açıl­ dığında haberleri olmuştu. Bu sıkıntılı günlerin birebir tanığı Cevat Korkmaz !atı�ror:

:ı.n­

" Mah kemede n son·ra· sWdyüyeı kapandı. Ben haf­ ta n ı n beş g ü n li ordaydım. Stüdyodan h iç dı.5 arı çık­ mıyord u k. Müzik yapıvordu, okuyordu. O sı k i n tıyr dzerinderı a tmak için çok içki içiyordu. Sık ı ntıdan dolayı aş;rı kilo alm ıştı. Saba h ta n a kşama kadar ye­ mek yapıyoruz. Ancak böyle stres a tabiliyorduk. Son dönem lerde çok fazla uykusuz ve hareke tsizdi. Ken­ disine reva göril /en m ua meleleri hak etmediği n i dü­ ş ün üyor ue b undan dolayı çok üzü l r"i yordu. " DGM Savcılığı 1 6 Maı " 1 999 tarihli iddianame ile , Ahmet Kaya hakkında yasadışı örgüte yardım ve yatcık­ lık ile bölücülükten dava açtı. İstanbul 6 Nolu oc;M'de yargılanmasına başlar;mış ·;e ilk :luruşnıası 30 Nisan 1 999 günü yapılmıştı. İlk ·duruşmada Ahmet çok hüzün­ lüydü. Durusrrıayı yine aynı kişilerle basın mensupları iz· liyordu. Bir de İstanbul Burosu Başk<'nı Yücel Sayman vardı . Baro Başkan ynrdırncısı Av. Osman Ergin de avu­ katlığını üstlenmi;ti . Ahmet ilk rl u ruşma va 1 2 savblık 242


Sonun Başlangıcı

I Kürtçe Şarkı isteği

biı savu;ımayla çıkmış, hiç bir zaman ülkenin bölünme­ sinden yana olmadıqını , her zaman barıştan ve kardeş­ likten yana olduğunu , Kürtçe şarkı yapma projesini ma­ ;Jazinsel haber değeri olması bakımından MGD gecesirı de açıkladığını belirtiyor, 1 993 yılındaki konserde her zaman olduğu gibi sahne dekorunun konseri düzenle· yenlerce yapıldığını, sahneye çıktığında arka pbnında yer alan harita ve fotoğrafı görmesinin mümkün olma · <lığını uzun uzun anlatıyordu . Ayrıca kendisinin değişik zamanlarda verdiği konserlerde , şarkı aralarında ülkenin bölünmesine karşı olduğunu anlattığı konuşr;-ıalardan <lerlenmiş bir video kasetini delil olarak mahkemeye su­ nuyordu. Avukatları Osman Ergin ve Zühtü Avcı, Ahmet l\a · ya'nın önceden programlanmı� yurtdışı konserleri oldu­ ğunu, bunların aksamasının büyük bir mağduriyet yara­ tacağını , bu seueple yurt dışın0 çıkış yasağının kalciırıl· masını talep e tmişti . Mahkeme bu talebi yerinde göre­ rek Ahmet'in yurt dışına çıkış yasağının kaldırılmasına karar vermişti. Avukat Zühlü Avcı, bu gelişmeleri şöyle anlatıyor: "Ahmet sa vunmas ı n ı yaptı, biz de son radan hc;beri· n izin o lduğu yurt dışına çıkış yasağı na i t i raz e ttik, itiraz ka bul edildi. Ayrıca, bir gazetede 'Ayıp ettin gö· zü m ' başl ı k lı yazıya daya nak teşkil eden kaset, gö · rü ntü, ses bandı, röportaj ve buna benzer be lgelerin b u gaze te yazı işleri müdü rlüğünden k u rye ile acilen gönderilmes i n in is te nmesin i kararlaşt ı rdı. Mah keme heyeti dosyada bul unan 4 kaset i le A h m e t 'in sundu9u kasetin ve gaze teden gelecek kasetlerin izlen mesi· ne de karar vererek duruşmayı erteledi. '

Belirlenen gOnde mah keme heyeti ue san ı k vek i li o larak bizler, yedek hakim odası n da b u lunan video cihazı ile dosyada b u l u n a n kasetler i le A h met 'in sun243


b A , ım

b e l a da

duğu kaseti iz ledik. Dosyada mevcut kasetlerde, çe­ şitli TV kana lları n ı n haber bü lten lerin de yer a la n ve A h met a leyh ine kam uoyu oluşturmaya yönelik yo­ ru m larla bezen m iş olaylı ödü l gecesinden görü ntüler i le bu görü n tü ler arasına mon tajla n m ış A lmanya 'da­ ki konsere da iı; farklı ortam ve za man la rda çekilmiş çok kısa hareketli görün tüler vardı. Bu görüntü lerde Ahmei'in b u l u nd uğu sa hnede hari ta ve poster yoktu. Harita ve posteı-in bulunduğu görün t ü ler h a reketsiz fotoğraf görü n tü leriydi. l\yrıca h içbir kasette 'Dağda­ k i ada m ı n paraya ih tiyacı var' şek lindeki b i r söze rastlamadı k. D iğer ta raftan gazeteden istenen kaset ve belgeler inceleme g ü n ü n e kadar gelmediği gibi, her du ruşma sonrasında yeniden istenmesine karşı n, gazete yazı işleri m ü d ü rlüğü ta rafı ndan mahk emeye yan ı t da h i verilmedi. Ya klaşı k 8 a y son ra lü tfen verilen cevapta, ellerinde h erhangi bir doküman bu lu n madığını be­ lirttiler. Yan i, ellerinde ne şeki lde elde edildiği, foto­ mon taj o lup olmadığı dah i belli olmayan fotoğraftan ba şka h içbir belge ve görüntü olmaya n bu medya k u­ ruluşu, uygu n gö rdüğü şeki lde haber yapabilmekte, ka m uoyun u yön lendirmekte, linç ortamı yara tarak kam u düze n i n i tehdit et.mekte, insanların kişilik hak­ larına di lediği gibi, dilediği sıfa tla rla sa ldı rabilmekte, insa n la rı n ve a i leleri n i n hayatla rı n ı a ltüst edebi lmek­ tedir. Ve bu pervasızlık ne h i kmetse kamu d üzen i n i i l­ gilendirme mekte, savcı lu rı harekete geçilememekte, hesabı soru lmamaktadı r. Yaz ı l ı ve görsel medyada yer a lan h e r türlü haber gerçek kab u l edilmek te, aslı araştı rı lma ksızın ihba r ya da delil kabul edilerek davalar cıç ı lmaktad1 1� Ah­ met J\aya ya rgı lanı rke;·ı de, aslı-astarı olmaya n bir ta­ kım beya n la r Ahmet tarafı nda n söylen m iş gibi ha?.44


Sonun Ba�langıcı I Kürtçe Şarkı isteği

berler ü reti lmişti. Bu haber.ferden hareketle Ahmet hakkında üç dava görü lüyordu, dördüncüsü de aç ı l­ mak üzereydi. Başka bir delil ve a raştı rı lacak başka bir h usus kal­ madığı nda n, iddia maka m ı esas hakkındu m ü ta laada bulunarak, Ahmet'in yasadışı örgüte yardım ve ya­ taklık suçundan cezalandırı lması n ı ve bu ceza n ı n Te­ rörle Mücadele Kan u n u ' n u n 5. maddesi uya rı nca art­ tırı lması n ı talep etti. San ı k veki l leri ola ra k bizler yazılı ve sözlü savurı ­ malarımızda, iddian ı n yaln ızca b i r fotoğrafa daya ndı­ rı ldığını, bun u n yeterli bir delil o lamayacağı nı, bir in­ san ı n kendi bü t ü nsel/iği içinde değerlendirilmesi ge­ rek tiğin i, seçilmiş tek bir söz veya hareke t i n i n o insa­ n ı n a macın ı göstermede ü lkenin b irliğinden, insa n la­ rın kardeşliğinden söz e ttiği n i ve esas alın ması gere­ ken i n bu yöryçleki bey� n l�rı . oldı:ığun l} u� yete:li, inondırıcı, kesin ve tartışı lmaz delH o lamadığın dan bera a t i ne ka ra r verilmes i n i ta lep · e t t i k. Savunma ları m ızdan sonra kar<;ırı n ı açı k layan Mah ke­ me; ödül gecesinde yaptığı kon uşman ı n halkı kin ve düşman lığa açı kça tahrik edecek mahiyette o lmadığı ve bu sebeple suç u nsurları oluşmayan bu suçlama­ dan beraatirıe, 1 993 yılı nda A lmanya 'da verdiği kon­ serde harita ve pos ter ö n ü nde şarkı söylemesi ue şar­ kısı nda 'eşkıya ' yerin e 'gerilla ', 'kom iser ' yerine 'T. C. ' olarak değişiklik yapmas ı n ı n PKK örgüt ü n ü destekle­ diği görüşüyle; 3 yı l 9 ay ağı r hapis cezasıyla cezalan­ dırı lmasına karar verdi. "

Yağmurlu bir sabah Paris' e yolculuk . . . Ahmet Kaya mahkemenin ilk duruşmasına katılmış, sonrasında yurt dışındaki konserleri nedeniyle ülke dışı245


ba ş ım

be lada

na çıkmıştı . Türkiye 'de yaşadığı bu süreçte , inanılmaz bir yalnızlık yaşamıştı . Bu ruh hali yaptığı şarkılara da yansımış ve ge1·i dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktığını dizelerde dile getirmişti: Giderim burala rda rv'Giderim b i r gece vak tVUmu­ ru ndü o lmaz bilirirrvYa beni sararsa/Jv!em leket hasre­ t i . . . Bağı rsan duyamam k0sta n b u l 'da değilim k VÇa­ ğırsan gelemem k i/Va rna 'da değilim k VUzak larda­ yım;Ben bende değilim ki/Ya ben i sara rsa/Mem leket hasreti . . .

Gülten Kaya, Ahmet'in Paris'e gitmeden önceki bu sıkıntılı günlerini şöyle anlatacaktı :

"O sırada bir taraftan da stüdyo çalışmaları sii rü­ yordu. Bu yen i a lbümdeki şar k ı ların o k unduğu gü n­ lerdir o gi! n /er, çok mora ls iz o k u n m uştur şarkı lar. Bir yı l son ra din lediğinde 'Hayı r, bu okuma/a n m u tlaka değiştirmek istiyorum. ' dedi. B u n u yapamadı k tabii. Üç ay boyunca kendini stüdyoya kapata n, h iç k im­ seyle görüşmeyen, hiç kimse tarafı ndan ziyaret edi l­ meyen, kapısı çalın mayan bit ada mdı. Sokağa bi!e çı­ kamaz durumdaydı, inanı lmaz tehdit telefo n la rı geli­ yo rdu. Kız lar o k u la gidiyorlar, kızım o rta oku lda, bü­ y ü k kız lisede. Televizyon haberlerinde ne söylen iyor­ sa, çocu k la r kendi aralarında onu konuşuyorlar: 'Se­ n i n baban bölücü, sen i n haba n Apocu, va ta n haini. . . ' Çocukla r da kendi çap la rı nda kendi sosyal çevrele­ rindeki saldırıla rı göğüslüyorlar. Beş yıl bo,ı;unco eve gelip elektrik işlerimizi yapan elek trikçim iz bile eve ge lmedi, çağrı ldığı halde. Birden şöyle bir şey oldu şarkıda k i gibi: 'Doku nma bana oa narsın, dokunma bana fişlenirsin . . . ' Ha kikaten A hmei 'e dokunan ya­ nacağı n ı zan netti. Çok zor gü n ler yaşadık. Milyon lar­ ca seve n i n izin o lduğu bir ü lkede, birden bire vatan ha ini i la n edilip, köşeye s ı icıştırı lrnışsı n ız. " (Rol! Der246


Sonun Baş! .ıngıcı I Kürtçe Şarkı lst·�ği

gisi - Derya Bengi , Merve Erol söyleŞisi, Ağustos 200 1) Ahmet Kaya işte b u ruh haliyle , sözleşmesi önceden yapılmış bir turne için yurt dışına çıktı. Dava açılınca tur­ ne ertelenmişti Mahkeme Ahmet · e çıkış yasağı koy­ muştu, bu turneden söz ederek yasağın kalkmasını talep etmiş, mahkeme de yas<1ğı kaldırmıştı. İşte bu günlerde, üç konser yapmak üzere küçük bir çarı tayla, yağmurlu bir gecenin sabahında, saat dörtü� bir daha dönemeye ceği ülkesini geride bırakarak gitti Yurt dışına çıktıktan sonra da peş peşe davalar açıldı . Bu nedenle dönmeme karan alan Ahmet, Avrupa'da yaşayabileceği tek yer olan Paris' e yerleşti; yüreğinde memleket hasreti ve in­ ce bir sitem vardı. .

24'i'



Onbirinci Bölüm

PARİS BİR GARİP ŞEHİR Bu Sürgüne Dayanır mı Bu Yürek?

Nedir bu baş ımdaki felaket Kırk yıldır sefalette bu Ahmet Kefenimi alın biçin bir zahmet Gömün beni, gömün beni bir baş ıma Susamıyorum, susamıyorum Elimde değil susamıyorum . . . (Ahmet Kaya)

Avrupa'ya iki konser vermek için, elinde küçük bir bavulla gitti Ahmet Kaya. Dönmeme gibi bir düşüncesi yoktu, olamazdı. Her şey bir tarafa kendisini biliyordu; ailesi, eşi, kızı, dostları, köpeği olmadan, İstanbul olma­ dan, Türkiye olmadan, rakı olmadan, çiğ köfte yoğur­ madan, bu ülkede konserler vermeden duramazdı. İşte bu yüzden, bütün olumsuzluklara rağmen, orada kalma. yı hiç aklından geçirmiyordu giderken.

Türkiye'den ayrıldıktan sonra ilk olarak Almanya'ya gitti. Burada daha önce sözleşmeleri imzalanmış iki kon­ seri vardı. Söz konusu konserlerini yaptı ; ancak her 249


b a ş 1m

b e l a da

konserden sonra, çok farklı bir Ahmet portresi yansıdı Türkiye'ye . Türkiye'deyken hakkında başlatılan kam­ panya yurt dışındayken de devam ediyordu. Medya, konserlerinin sonrasında, aleyhinde yayınlar yapmayı sürdürdü. Haziran ayında Almanya' da verdiği ilk konser, Ham­ burg' daki Hittheıus adlı bir salonda gerçekleşmişti. Kon­ serde şarkılar okumuş, dinleyenleriyle dertleşmişti. İşte bu konser, ertesi gün medyaya, " PKK konserinde boy gösterdi" şeklinde yansımıştı. İddialara göre konser sa­ lonunda, PKK ve Abdullah Öcalan lehinde sloganlar atılmıştı . Ekim 1 999'da verdiği konser de benzer bir şe­ kilde yansıdı Türkiye kamuoyuna. Almanya'nın Münih kentinde " Barış, Demokrasi ve Özgürlük Festivali" adı altındaki etkinlikler çerçeve·sinde sahne almıştı Kaya. Konserler sonrası medyaya yansıyan haberler savcı­ ları harekete geçirmiş ve Ahmet Kaya hakkında çok sa1/ıda dava açılmıştı. Yine süren bir davasının hapis ceza­ sıyla sonuçlanması, dönüş yolunu tamamen kapatmıştı. Avnıpa'da yaptığı her şey takip ediliyor, söylediği her söz çarpıtılarak Türkiye'ye ulaşıyor ve hakkında açılmış bir DGM soruşturmasına dönüşüyordu. Bütün bunlara cevap vermek için iki defa basın toplantısı düzenledi Ah­ met KayC;ı .

" Ölünce değil, yaşarken anlayın beni. .

.,

İlk basın açıklamasına yoğun ilgi gösterilmiş; ancak

yine Ahmet Kaya' nın umduğundan çok farklı bir şekilde

yansıtılmıştı . Ahmet Kaya süreı ı mahkemesi yüzünden hakkında çıkan haberlerle ilgili suskunluğunu sürdürdü­ ğünü; ancak her konseri sonrası y<:·pılan haberlerden clolayı dayanamayıp basının karşısına geçtiğini vurgulu­ yor ve bu konudcıki sıkıntılarını dile getiriyordu. 250


Paris Bir Garip Şehir I Bu Sürgüne Dayanır

Bu Yürek!

Toplantıda şu çarpıcı tespiti yapıyordu: "Ben, klasik bir kadere teslim olmak istem iyor ve öldükten son ra değil, şimdi a n laşılmak istiyorum. Ben i doğru a n la­ ma yolu ndaki en küçük bir çabayı, bir sağduyu ve bir hoşgörüyü çok özlediğimi ve b u n u içinde taşıyan her­ kesi bü tün iç ten liğimle selam ladığı mı söylemek isti­ yorum . İnsanın kendisini asla ve tam o la rak ifade edemediği bu sı n ı rlı koşullar için ben i bağışlaman ızı diliyor ve geldiğiniz için hep i n ize teşekkür ediyorum . . . "

Basın toplantısının sonunda"Öldüğümde değil, ya­ şarken anlaşılmak istiyorum" diyordu, çünkü haklı oldu­ ğuna inanıyordu. Yansıtıldığı gibi bir Ahmet'in hiç olma­ dığını biliyordu ve er ya da geç bütün Türkiye'nin bunu öğreneceğinden de emindi. Ama Ahmet Kaya erken ol­ sun istiyordu, yaşarken olsun istiyordu; çünkü daha ha­ yata dair, sanata dair, ülkesine dair çok hayalleri vardı. Hep ertelediği ve hiç bir zaman gerçekleştiremeyeceği hayaller. . .

Bir yaşam manifestosu Avrupa'da olduğu süre zarfında verdiği bütün müca­ deleye rağmen kendisini anlatamadı. Daha doğrusu kimse onu anlamak istemedi. Ahmet Kaya oradan ne söylerse söylesin, nasıl bağırırsa bağırsın, Türkiye'deki bazı çevreler bildiklerini okuyordu. Aleyhinde çıkan ha­ berlerin artması üzerine kaygılanıyor ve bir basın açıkla­ ması yapıyordu bu sefer. Basın ar,ıklamasında madde madde bütün saldırılara cevap veriyordu. Adeta bir ya­ şam manifestosuydu bu yazılı açıklaması. Hayatı boyun­ ca hiçbir siyasi parti ve örgüte üye olmadığını belirtiyor, barışı ve kardeşliği savunduğuna vurgu yapıyordu.

251


ba ş ım b e l ada

..Ben yandım, siz yanmayın . .

"

Hayatı, yaşam biçimi ve kendisine atfedilen konular­ la ilgili madde madde açıklama yapmasına rağmen, sal­ dırıların önüne bir türlü geçemedi. Mahkemesi de so­ nuçlanınca Paris' e yerleşmeye karar verdi . "Ahmet Ka­ ya Özel Linç Programı bitene kadar burada yaşamak zo­ rundayım" diyordu. Paris'te

14. bölgede, Victor bulvarında, Paris'in en

uzun caddesinin üzerinde küçük bir daireye yerleşti. İlk günlerde sürgünü kabullenemiyordu, büyük özlemler içerisindeydi . Hemen her gün eşiyle görüşüyor, Me­ lis' inin uykuda nefes alışlarını dinlemek istiyordu. Türki­ ye'de başlayan yalnızlığı Paris'te de devam etti. Onu bu­ rada, kendi ülkesinde DGM 'lerde bir başına bırakanlar, Avtupa'da da arayıp sormuyorlardı . Paris'te yaptığı bes­ tesinde buna değiniyor, " Ben yandim , siz yanmayın" di­ yordu. Eşi Gülten Kaya ayda bir iki defa gidip geliyor, çocuk­ lar da okullarından dolayı ancak yarı yıl ve yıl sonu tatil­ lerinde gidebiliyorlardı. Annesi ve kardeşini de yanına çağırmış ve onları da görmüştü. Eşi ve çocuklarıyla, Tür­ kiye' de yarım bıraktığı hayatı üzerine planlar yapıyordu hep . "Tekrar döneceğim ve her şey bıraktığımız yerden devam edecek" şeklindeki ümidini son ana kadar koru­ yordu. Avrupa 'daki konserleri , katıldığı her toplantı, çık­ tığı her TV programı aleyhinde bir malzemeye çevrilin­ ce, dönüş yolları gittikçe kapanıyordu. Sürgünde olmak garip bir duyguydu, hani başka zaman gelse, yıllarca kal­ sa buralarda sıkılmayacak; ama şu kısa zaman dilimi, Ahmet'in ömrünün geri kalanını yemişti . Kilo vermiş, ı nidesinden rahatsızlanmış, kalbi gittikçe tehlike sinyalle­ ri çalmaya başlamıştı . Bütün zamanını, evinde müzik ya­ parak tekrar Türkiye 'ye dönüp, yarım bıraktığı yerden devam edeceği günlerin hayalini ·kurarak geçiriyordu. 252


Paris Bir Garip Şehir I

tfü

::.urgüne Dayanır mı Bu Yürek!

"Gemileri yakmadım" İşte bu günlerde kendisiyle bir söyleşi yapan gazete­ cinin, "Türkiye'ye ne zaman döneceksin?" sorusuna şu cevabı veriyordu: " Herkes benim gemileri yaktığımı dü­ şünüyor. Ama .benim kenarda bağlı küçük bir sandalım var, bir gece yarısı o sandalın iplerini çözüp karanlık su­ larda Türkiye'ye doğru yol alabilirim, herkes çok şaşıra­ bilir. . . " Sıkıldığı, kendisini patlayacak gibi hissettiği an­ larda Gülten'i arıyor, gelmek istediğini söylüyordu. "Ar­ tık ne olacaksa olsun, gelmek istiyorum" diyordu. Her seferinde eşi tarafından engelleniyordu, hapis cezası vardı, devam eden mahkemeleri vardı ve hepsi aleyhin­ de sonuçlanacaktı . Bütün bunların dışında henüz Türki­ ye' de hiçbir şekilde can güvenliği yoktu. Çünkü Ahmet Kaya sürecinin nasıl bir sonla biteceğine ilişkin karar çoktan verilmişti. Bunu kendisi de, eşi de, dostları da bi­ liyordu. Bütün çabası bu süreci tersine çevirmek, hak­ kında verilmiş peşin hükümlü kararları durdurabilmeye dönüktü . . Paris'teki ev her an Türkiye'ye dönecekmiş gibi bir hava oluşturuyordu gören herkeste . Paris'te 1 999 Ka­ sım'ında kendisiyle bir görüşme yapan gazeteci Nebil Özgentürk, "Evi görünce anladım ki, Ahmet bütün gün­ lerini her an Türkiye'ye dönme beklentisiyle geçiriyor" diyordu. Evde küçük bir televizyon, küçük bir müzik se­ ti vardı. İlk günlerde uydu anteni yoktu, sadece Fransız kanallarını izlemek, Fransızca öğrenmek istiyordu. Ama dayanamayıp kısa süre sonra eve uydu antenini kurdurt­ tu ve Türkiye'yi izlemeye başladı. Fransızca için hocalar tutmuş, derslere başlamıştı bile. Bir de Kürtçe öğrendiği bir hocası vardı. Zamanının çoğunu evinde geçiriyor, bir programı ve konseri olmadığı sürece dışarı çıkmıyordu. Paris'te görüştüğü, muhabbet ettiği çok az kişi vardı . 253


b a ş ım

b e l ada

Evinde yeni besteler yapıyor, müzik dışında farklı alan­ larda projeler geliştiriyordu. Ekim 1 999'da kendisiyle yaptığım söyleşide, " Beynimin içinde binlerce melodi var ve bunlar olgunlaşma sürecini tamamladığında zaten gün ışığına çıkıyor. Yeni şarkılar yapıyorum sürekli. Sö­ zünü ettiğim kapsamlı turne çalışmamın teknik hazırlık aşaması ile ilgiliyim ve yeni ufuklar peşindeyim. Hiçbir başarı beClelsiz olmuyor. Kendimi yorgun ama iyi hisse­ diyorum. Ve rengarenk bir demet çiçek güzelliğinde bir Türkiye düşlüyorum . . . " diyordu. Paris'te yaşamak zo­ runda kalmak, sürgünde olmak onu yormuştu. Ama bu­ na rağmen yeni projeler geliştiriyor, farklı ufukların pe­ şinde koşuyordu. " Oturup Dadaloğlu'nu, Pir Sultan'ı, Karacaoğlan'ı önüme koyup doğaçlama, ne hissediyor­ sam öyle, tek enstrümanla yapmq.yı çok istiyorum" di­ yordu. Dört-beş CD'lik, senfonik yapıda "Kurtuluş Sava­ şı Destanı"nı yapmayı istiyordu. Nazım'ın metninde çar­ pıldığı bölümler vardı, çok duygulanıyordu. Bunların ya­ nı sıra bir film projesi vardı . Üç ülkede gerçekleştirmeyi düşündüğü bu projeye zamanının çoğunu ayırmıştı . Pa� ris'te öyküsünü yazmış, Güney Fransa'da, Bask bölge­ sinde plato bile bakmıştı . Mimarisi Türkiye'ye benzeyen bir yer ariyordu. Hikayesi çok tanıdıktı, Ahmet'in hika­ yesine benziyordu. Türkiye 'de yıllardır tabu olan bir ko­ nuyu işleyecekti ki; o konu Ahmet'in sonunu da hazırlı­ yordu. "Türkiye'den haber alıyor musunuz?" diye soran bir gazeteciye, "Türkiye'den başka bir yerden haber almı­ yorum ki! " diye cevap veriyordu Ahmet Kaya. Gerçek­ ten de bütün gündemi Türkiye'ydi. Türkiye'den giden herkese büyük özlemle sarılıyor, dostlarını arıyor ve yan­ larına gitmelerini istiyordu.

254


Paris Bir Garip Şehir I Bu Sürgüne Dayanır mı Bu Yürek!

"İstanbul'u benim için öp Yusuf .. " Çok görmek istediği kişilerden birisi de Yusuf Haya­ loğlu' ydu. Hayaloğlu ile sık sık telefon görüşmeleri yapı­ yor, hazırlık aşamasını bir türlü bitiremediği kaseti üzeri­ ne konuşuyordu. Her konuşmasında da muhakkak Pa­ ris' e çağırıyordu. "Yaptığım şarkıların hepsi de yarım­ yamalak. . Sen olmayınca olmuyor işte . . Zaten bunların üç-dört tanesini ancak koyarım kasete . . Gel de seninle tabanca gibi şarkılar yapalım yeniden . . " diyordu. İkna etmek için ise sürekli Paris'i övüyor ve orada hayatın, aşkın, her şeyin çok farklı olduğunu anlatarak Yusuf'a bir cazibe alanı oluşturmaya çalışıyordu ama Yusuf 'un aklını bir türlü çelemiyordu. " Boş versene . . " diyordu Yu­ suf, ve başlıyordu İstanbul'u anlatmaya. O kadar güzel anlatıyor ve Ahmet'in damarına o kadar güzel basıyordu ki, sonunda Ahmet pes ediyor ve, " He ula . . Allah Pa­ ris'in belasını versin . İstanbul'un çöpüne kurban ola­ yım . . " diyerek memleketi ne kadar özlediğini itiraf edi­ yordu. "O İstanbul kaltağını benim için öp Yusuf. . " di­ ye bağıracak kadar özlüyordu Türkiye'yi . . . O günlerde ayak damarlarından birisi tıkandığı için Güre'de kaplıca kürü yapmakta olan Hayaloğlu tam ik­ na olmuş ve gitmeye hazırlanırken , bir kalp krizi sonucu genç yaştaki abisi Ali Hayaloğlu'nu kaybediyordu. Bu zamansız ölüm karşısında Ahmet de çok sarsılıyor ve eli­ kolu bağlı bir halde Paris'te kalışına lanetler yağdırıyor­ du. Paris artık ona çok dar gelmeye başlamıştı. Türki­ ye'den giden her haber onu derinden etkiliyor ve üzü­ yordu. Bundan önce de 1 7 Ağustos depreminde ablası Nurcan'ı yitirmiş ve büyük bir sarsıntı yaşamıştı. Nitekim bu son olaydan iki buçuk ay sonra da Paris'te Ahmet Kayc.t'nın ani ölümüyle Yusuf-Ahmet buluşması bir türlü gerçekleşemiyor ve müzik dünyasını sarsacak yepyeni şarkılar da bir bakıma doğmadan ölmüş oluyordu . . 255


ba ş ım b e 1 ada

"Artık kimseye güvenmiyorum" Avrupa'ya gittiği ilk günlerde birçok gazetenin Avru­ pa temsilcisi kendisiyle görüşmüş, ancak bu görüşmele­ rin hiç bi . i yayınlanmamıştı. Yayınlanan birkaç bölüm ise, onun fotoğraflan eşliğinde, ona ait olmayan sözler­ di . İşte bu yüzden Türkiye' deki bütün basın-yayın men­ suplarına karşı inanılmaz bir güven sarsıntısı geçiriyor­ du. Bugünlerden birisinde kendisini söyleşi için aradı­ ğımda, hiç düşünmeden "hayır" cevabını veriyordu. �>öyleşinin nasıl olsa yayınlanmayacağını, ne söylerse söylesin çarpıtılacağını söylüyor ve "kusura bakma" di­ yordu . Söyleşi gerçekten de yayınlanmayabilirdi; ama yayınlanırsa da, onun söylediği sözlerin dışında bir şey­ ler koymamak için mücadele vermeye kararlıydım. So­ nunda yoğun uğraşlar sonucu kabul ettirdim ve kendisiy­ le uzun bir tele-söyleşi yaptık. İkimizin de hiç bekleme­ diği bir şekilde söyleşinin tamamı yayınlanmıştı. Kendi­ sine karşı ön yargıların yavaş yavaş yıkıldığı günlerdi. İş­ te bu günlerde gazeteci Nebil Özgentürk bu sefer aradı Ahmet Kaya'yı. Özgentürk Sabah Gazetesi'nde "Haya­ tın İçinden" başlığı altında sürdürdüğü yazılarına Ahmet Kaya'yı konu edinmek istemiş, bu fikrini o dönemdeki yayın müdürü Ufuk Güldemir de onaylayınca hemen Ahmet'i aramıştı . Ahmet'ten de onay alan Özgentürk, bir iki gün içinde hazırlanmış ve soluğu Paris' te Ah­ met' in yanında almıştı. Ahmet Kaya'yla yaşadığı ilk günü Nebil Özgentürk anlatıyor: "Röportaj talebime olumlu ya n ı t gelince, ben a tla­ dım Pa ris 'e gittim. Birinci gü n ü m üz göz göze gel­ mekle geç ti. Aylardır Türkiye 'den uza k ta ka lmış bir Ahmet Kaya i le Nebil Özgen türk arası n da, m i krofu­ n u n , ka lem in olmadığı bir yirm i saa t yaşadık. Duygu­ lanarak, Paris 'i dolaşarak geçirdik. Ona hep şunu 256


Paris Bir Garip Şehir

I Bu Sürgüne Dayanır

Bu Yürek�

sormak istiyordum ve o ilk gün sordum. Ded im ki: 'Ya Ahmet, A l la h aşkı na ne işin vardı sen i n o gece­ de?' Böyle bir yirm i saa t geçirdik. Çok keyifle ı m iştik ikimiz de. Tü rkiye 'den birisini görmek, bir dos tuyla ka rşı laşmak, biri lerinin o n u arayıp sorması acayip duygu/a ndırmıştı. O gün bize sürekli olara k yen i yap­ tığı besteyi din letip durdu. Daha bağla masıyla ça lın­ mış ham halinin kaydı vardı, onu dinletiyordu: İki dam la gözyaşı m la / Sa t ı ldım pazarlarda / Kı rdı ­ l a r yüreğim i / Kı rdı lar azarlarla / Sürgü n lere yolladı­ lar/ Sabah dörtte yağmu rlarla / Ben yandı m / Siz yan­ mayın A l /alı aşkına . . . İlk gün tamamen sohbet havası nda geçiyordu. Gerçek ten de tam yaptığı beste gibi bir ruh ha li içeri­ sindeydi. "

"Mikrofondan ürküyordu" Ertesi gün röportaja başladıklarında çok ilginç bir ge­ lişme yaşandı. Nebil yapacağı söyleşiyi kaydetmek için ses kayıt cihazını çıkarmış, mikrofonu Ahmet' in yakası­ na takma isteği, Ahmet tarafından çok ani bir refleksle geri çevrilmişti. Her şey çok ani gelişmiş, Ahmet bir an­ da gerilmişti. Mikrofonu görünce tuhaflaşmış . bütün sü­ recini yeniden hatırlamış, duygulanmış ve tepki vermiş­ ti. Daha sonra herkes biraz yatışmış ve Ahmet mikrofo­ na karşı bir tepkisinin olduğunu, mikrofonu görünce inanılmaz rahatsız olduğunu söylemiş, söyleşiyi kayıtsız yapmak istemişti . Söyleşi bittikten sonra Nebil Özgentürk, Ahmet'i te­ levizyon çekimleri için de ikna etmişti . İlk başta şiddetle karşı çıktığı bu konuda. Nebil'in verdiği güven havası onu rahatlatmıştı . Apar topa: Türkiye ' yi arayan Özgen­ türk, bir iki saat sonra Şanzclize.ye bnkan bir stüdyoda 257


ba ş ım

b e l a da

çekimde bulmuştu kendisini. Bir saatlik bir televizyon çekimi de yapılmış, tekrar görüşmenin sohbet kısmına geçilmişti. Sonrasını Özgentürk anlatıyor:

"Söyleşiden son ra inanı lmaz keyifli dakikala r ge­ çirdik. Orada da bir Kü rt lokan tası bu ldu Ahmet ve ç iğ köfteler yapı ldı, kebaplar ge tiri ldi. Daha sonra k i öğü nde b i r Çin loka n tası na gittik, tek tük Fransızca­ sıyla siparişler verdiği çeşit li kafe lere gittik. Her gitti­ ğ i m iz yerde de, yen i besteleri n i din letiyordu: 'Ya be­ n i sara rsa mem leket hasreti ! ' Ça lışmala rı daha m iks edilmem işti. Ha m ha liyle din letiyordu. Daha sonra evine gittik, benim için işin e n çarpıcı tarafına gel­ m iştik. Ben on yı ldı r çok büyük pa ra la r kaza ndığı n ı düşündüğüm, olağa n üstü zengin sandığım Ahmet Kaya 'n ı n , bu sürgün yı l la rı n da kendisine modern bir Fra nsız, bir Pa ris evi sa tın a lmas ı n ı d ilerken, tam bir işç i eviyle karş ı laştı m . Gerçek ten de bu ben i çok e tk i­ lem işti. İçerisinde çok küçük teybi, çok küçük televiz­ yon u olan, derme ça tma b i rkaç eşyası o lan bir evde yaşa masın ı görmek ben i çok e tk ilemişti. San ki her an b u radan gidecekm iş, Tü rk iye 'ye dönecekm iş gibi bir havası vardı. Bir dura kta geçici ola rak konak/an­ mak için, ku ru lmuş bir yer gibiydi. Çok şaşırtmıştı bu ben i. Evde Ahmet, a n n es i ve kardeşi va rdı . Orada gözyaşları na da şah i t olu nca, çok faz lasıyla etkilen­ dim . . . "

Nebil Özgentürk, doğru bir tespit yapmıştı. Ahmet Paris'te bulunduğu süre zarfında, her gününü, her an Türkiye 'ye dönecekmiş duygusuyla geçirmişti. Evini bu­ na göre kurmuştu, bütün işlerini buna göre yürütüyordu. Paris üzerine, Avrupa üzerine , sürgün üzerine hiçbir he­ sabı yoktu; zaten sürgünü kaldıracak bir yüreğe de sahip değildi . Paris 'te olmak, uzakta olmak onu kahrediyordu. 258


Paris Bir Garip Şehir I Bu Sürgüne Dayanır

Bu Yürek?

Memleket hasreti her tarafını sarmıştı. Özgentürk'ün Paris'teki Ahmet Kaya'ya ilişkin gözlemleri ise şunlar: "Ahmet Kaya gerçek ten çok üzgündü, bam başka bir A h met vardı. Din leyicisiyle bu luşamamak onu kah rediyordu. Konser verememesinden dolayı değil. Çü n k ü orada konserler veriyord u . Hem de gen iş k i t­ lelere veriyordu. Ama oradaki kalaba lıkların her a n ne yapacağı n ı bi lmediğin i söylüyordu. O yüzden de oradak i konserlerden çok memn u n değildi açı kçası. O aslında buradaki net konserlerin i vermek istiyordu v e bir an önce mahkemenin son uçlan ması n ı, kendi­ siyle i lgili linç habe rlerin i n bitmesi n i istiyordu. Ve ha­ kim gurupların, ona ilişk in bir sakinleşmesini bekli­ yordu, bu ü lke i le kaynaşmak istiyord u . Her s ü rgü­ n ü n öyle bir duygusu va rd ı r zaten, A h m e t 'i n fazlasıy­ la va rdı. 'Etiler'deki evime giderken, köşe başlardak i polisleri bile özledim ' d iyordu. O k�dar ç o k şey özle­ diğin i söylüyordu k i; kanaryaları, martı ları, Etiler'i, Boğaz 'ı, rakıyı, ba lığı, kebabı, şalga m ı . O üzerindek i ağı r psikoloji hemen h issediliyordu. Da lgın, mahsun, ses ton u kırık, yüzü biraz şişen, hat­ ta vücudu da şişman layan bir A hmet vardı. Ca n ı çok s ı k ı lan, ne olacağı belli o lmayan bir sürece girm iş bir Ahmet Kaya vardı Paris 'te. Tabii haliyle bu insa n ı et­ kiliyor, on bin lerce insa n ı n karşısında konser verm iş bir ada m ı n, birdenbire ya ln ızlaşması ve 's. . tir çekil­ m i ş ' bir adam haline gelmesini yadırgıyordu, hazme­ dem iyordu. İki m eseleyi çok ısra rla belirtmemi istiyordu. Bi­ rincisi ya n lış an laş ı la n kişi olmadığı gerçeğini, ikinci­ si her şeye rağmen kaynaşmak isteğin i. Son uçta dön­ düm ve söyleşi hem televizyonda, hem de gazetede ç ı k t ı . Ondan sonra kıyametler koptu : 'Bu va tan ha i n i­ n i nası l koyars ı n ız gazete ve televizyon lara?' diye tep259


b a ş ım b e l ada

kiler gelmeye baş/adı. Bir yerlerden o tomat iğe bağ­ /an m ış tepkilerdi. Ben ondan son ra Ahmet Kaya 'yı iyi a n ladım, hakika ten ne kadar da taham m ü lsüz bir ü lkeym iş be burası . . . "

.. Bu ne tahammülsüzlük tanrım?" Evet, tahammülsüz bir ülkeydi gerçekten burası. Yıl­ larca bu ülkeye hizmet etmiş, " Bu ülkeyi Edirne'den Kars'a kadar köşe bucak seviyorum" diyen ve yaptığı her konuşmada, çıktığı her konserde bunu dile getiren Ahmet Kaya'yı sürgünlere yollayacak kadar tahammül­ süz. Kendi çevresi bile Ahmet'in o çıkışlarına tahammül edememişti. Nebil Özgentürk' e anlattığı konulardan bi­ risi de buydu: "Kendi çevresiyle de bir hesaplaşma içine girm işti. Çü n k ü kendi çevresi o gecek i çıkışı n ı ha ksız görüyor­ du; ama Ahmet o geceye gitmekten pişman olduğu­ n u, fakat o söz/eri söylemekten asla pişman olmadı­ ğın ı söylüyordu. 'Ben görüş/erimi söyleyemeyecek m iyim?' d iyordu, pek çok insana çok kızıyordu. Yeri gel ince solcu, devrimci, demokra t geçine n lerin ken­ dis i n i böyle bir durumda nas ı l yalnız b ı raktı kları n ı a n la tıyordu. Büyük bir k ı rgınlığı vardı, o k ı rgın lığı yaptığı müz iğe de yansı mıştı. Ahmet Kaya 'n ı n Paris 'teki ya lnızlığı, o kah redici ya lnızlı k acı bir fotoğraf olarak ka ldı içimde. Ka lbine ilişkin rahatsızlığı nda n söz etmişti. Söz konusu bütün sıkı n t ı lardan do layı, sağlı k soru n ları baş gösterm işti. Ama ölümden h iç kon uşma m ıştık. Ba na şunu özellikle her yerde vurgu lamamı söylem iş­ ti: Ben sadece o gecede olmaktan pişmanım, o gece­ de söylediğim h iç bir şeyden dolayı h iç bir zaman piş­ man olmadım . . . " 260


Paris Bir Garip Şehir I Bu Sürgüne Dayanır mı Bu Yürek!

"İşte beni anlatan dizeler" Gazeteci Özgentürk' e döneceği gün Paris ve kendisi­ ne ilişkin iki dize şiir okumuştu Ahmet. Durumunu son derece özetleyen dizelerdi bunlar:

"Ben h iç böyle ya lnız kalmadı m / Ve h iç bu kadar ya tJm urlara sığın madım / Yoksa bu ömrü m hep Pa­ ris'te m i geçecek / A kşa m lar hep böyle yağm u rla m ı bitecek / Sürgünde aylarım / Masu m yı llarım / Dos­ tum gözyaşla rımdır. " (Ahmet Kaya) . .

"Be n im i le lokma yiyip içen ler / Gölgemin a l tı nda kon up göçen ler / Sizi gidi dar gün ümde kaça n la r / Ben kendi halime yanar ağlarım . " (Aşık Mahzuni) .

.

Paris'te çok sık dinlediği bir ozan vardı: Aşık Mahzu­ ni. Aşık Mahzuni'nin birçok bestesi Ahmet'in düştüğü durumu anlatıyordu. Bunun dışında aralarında çok iyi bir dostluk vardı ve onu Paris'te ziyaret eden tek sanat­ çıydı Mahzuni. Ahmet'in sürgün günleri için bir şiir de yazmıştı.

Sağlık sorunları artıyor Paris'te, ülkesinden uzak geçirdiği her gün onu biraz daha Yıpratıyordu. Gittikçe daraldığını hissediyor, yaşa­ dığı bu sıkıntı dolu günler beraberinde sağlık problemle­ rini de getiriyordu. Arkadaşı Dr. Sabahattin Koç , Pa­ ris'teyken görüştüğü az kişiden biriydi . Koç'a sık sık es­ ki günlerden söz ediyor ve özlemlerini dile getiriyordu.

Sabahattin Koç bu görüşmeleri anlatıyor:

"Son zaman lardaki kon uşmala rı m ız hep eski gü­ zel gün lerimizle ilgi liydi, çok hüzün lüydü . Sürekli , Türkiye 'yi, ailesi n i, a rkadaşları n ı özlediğini, artık da­ ya namadığı nı, kendisine çok haksızlık edildiğin i dil­ lendiriyordu. Büyük projeleri, özlem leri o lmasına 261


ba ş ım

belada

karşın, e n çok istediği şeyin, bir gün hep beraber es­ ki gü n lerde olduğu gibi ba lkon unda manga l yakıp türkü söylemek o lduğun u be lirtecek kada r da müte­ vaz i idi. Bir keresinde n işan l ı /a rı m ızla beraber çek il­ diğim iz bir siyah-beyaz fotoğrafı gönderdiğimde he­ men a rayıp, gerçekten sesi ti treyerek ne kadar genç­ m iş iz, ne kadar güzelm işiz, şeklinde h üzn ü n ü ifade etmişti. Ölümünden bir kaç ay önce, son radan ka lbi­ ne a i t o lduğu nu öğreneceğim iz ya kınmala rı baş lam ış­ tı. Bana m idesinin bazen çok ş iddetli ve k rizler halin­ de ağrıdığı nı, b u n u n kendisini çok yıpra ttığı n ı söylü­ yordu. İlk zaman la r Paris gibi bir metropo/de hasta­ lığına tan ı konamaması ihtimaline pek prim verme­ sem de ağrı tipi itiba ri i le b u n u n m ide dışı bir göğüs orga n ı n dan kaynakla nabi leceğinden kuşkulan maya başladı m . Ancak kendisine ka lp kelimes in i telaffuz edem iyordum, çünkü dönem d()nem kalp nörozu ge­ ç iriyordu. "

"Sende mi gidecektin be Ahmet?" İşte bütün bu duyguların şekillendirdiği bir ruh hali içinde olan Ahmet Kayu, sürgünde, ülkesinden çok uzakta, tıpkı doğduğu vakitte yani "bir kuşluk vakti" ha­ yata veda etti. Yaralı yüreğinden söz ediyordu herkese, memleket hasretini anlatıyordu. Bu konuyla ilgili yaptığı besteleri bir kasete kaydetmiş, onunla görüşmeye giden gazeteciye dinlettirmişti sünlerce. Ne kadar duyarlı oldu­ ğunu anlatamadan , yüreğinde memleket özlemi ve onu iki damla gözyaşıyla satanlara duyduğu ince sitemle, 1 6 Kasım 2000 günü sabah saat altıda kalp krizi geçirerek, vefat etti . Ardından milyonlarca sevenini, her biri hit ol­ muş yüzlerce beste , masum türküler ve hazin bir öykü bırakarak gitti.

262


Paris Bir Garip Şehir I Bu Sürgüne Dayanır mı Bu Yürek?

Dr. Sabahattin Koç'un yoğun ısrarları sonucu Pa­ ris'teki bir hastaneden yeniden randevu alınmıştı ama ömrü buna yetmedi . Randevuya gideceği günün sabahı geçirdiği kalp krizine yenik düştü ve karısı ile kızının ku­ cağında göçüp gitti . Yaralı yüreği, bir gecede yapılan lin­ ci, türlü entrikalarla vatan haini ilan edilmesinin getirdi­ ği gerilimi ve ülke hasretini kaldıramamıştı. Sevenleri inanmak istemedi ölümüne, günlerce ağla­ dı milyonlar, yas tutuldu, ağıtlar okundu. Bir yazar şöyle yazıyordu arkasından: "Ey, hayat . . Dinle . . Ahmet Ka­ ya'nın Paris'te , kalp krizi geçirerek yaşamını kaybettiği saatlerde ; bu ülkenin 'merkez sağ' partisi ANAP'ın lide­ ri Mesut Yılmaz, Kürtçe TV'den, Kürtçe eğitimden söz ediyor. . . " Ahmet Kaya masum bir istek dillendirmişti; ama bu ülkede " hakim koltuğunda" oturanlar o denli ta­ hammülsüzlerdi ki; bu yaralı yüreğe, en çok acı çekece­ ği cezayı, sürgünü reva görmüşlerdi. Sürgünde, memle­ ket hasretiyle, " Ben ardımda yaş bıraktım/Ağlayan bir eş bıraktım/Sol yanımı boş bıraktım hey/Siz benim ki­ me küstüğümü/ Nereden bileceksiniz" dercesine son­ suzluğa yürüdü. Eşi, sevgilisi , yol arkadaşı, can damarı Gülten ve onu hayata bağlayan en önemli varlığı Me­ lis'in kolları arasında veda etti dunyaya . Hep bozgunlara uğramış milyonlarca öfkeli insan, devrimciliğiyle ve başkaldırısıyla övünen bu asi adamı, kendi türküsüyle uğurluyordu . İçleri daralıyor, yürekleri yanıyor ve keşke "Olmasaydı son u m uz boyle / Bi tme­ seydi oykümüz boyle " diyorlardı.

Medya yine iş başında Ahmet Kaya'nın sağlığında, aleyhte haberler yapa­ rak yakasını hiç bırakmayan medya. bu sefer de cenaze­ sini tartışmaya başlamıştı . İddialara göre eşi Gülten Ka263


b a ş ım b e l ad a

ya Ahmet'in cenazesini Türkiye'ye getirmek istiyor; an­ cak PKK buna karşı çıkıyordu. Medya bu tartışmaları ya­ parken, eşi, kızı, dostları ve 30 bin insan onu Paris'in meşhurlar mezarlığı olan Pere-Lachaise 'de sonsuzluğa uğurladı. Görkemli bir cenaze töreni yapıldı Kaya için. Cenaze töreni, Paris 'teki Kürt Enstitüsü 'nün önünde başlamış, Yılmaz Güney'in de mezarının bulunduğu Pe­ re-Lachaise mezarlığında son bulmuştu. Ahmet Kaya için planlanan tören ve yürüyüşe Fran­ sız hükümeti, Yılmaz Güney'in cenazesinde çıkan olay­ lan gerekçe göstererek izin vermiyordu. Yoğun güvenlik önlemleri altında gerçekleşen törene 30 bin kişi katıl­ mıştı. Dünya basınının yoğun ilgi gösterdiği cenaze töre­ ninde Ahmet Kaya'nın posterleri taşınmış, bestelediği türküler seslendirilmişti. Sabah saatlerinde Paris Kürt Enstitüsü'ne getirilen Ahmet Kaya'nın cenazesi Avrupa'nın çeşitli yerlerinden gelen ziyaretçi akınına uğramıştı. Öğleden sonra Kürt Enstitüsü'nden alınan cenaze 200'e yakın arabanın oluşturduğu konvoyla Pere-Lachaise Mezarlığı'na götü­ rülmüştü. Alkışlar ve sloganlarla karşılanan Kaya'nın ce­ nazesi, arabadan indirilerek tören yerine taşındı. Ahmet Kaya Fransa saatiyle 1 4. 30'da, 43 yaşında toprağa ve­ rildiğinde, arkasında bir eş ve iki kız çocuğu bırakıyor­ du . . .

"Bu ülkede Kürtçe serbest olana kadar

...

"

Türkiye' deki tartışmalar üzerine Gülten Kaya, bir ba­ sın toplantısı düzenlemiş, birçok noktaya açıklık getir­ mek zorunda kalmıştı. Gülten Kaya, Paris Kürt Enstitü­ sü Başkanı Kendal Nezan ile Paris'te düzenlediği basın toplantısında, .. Ahmet Kaya'nın en büyük özlemi Türki­ ye 'ye dönmekti. Bu özlem içerisinde onu uğurlayacağız. 264


Paris Bir Garip Şehir I Bu Sürgüne Dayanır mı Bu Yürekl

Ülkesine, Türkiye'ye küsmüştü. Bunun için burada kal­ ması gerekiyor" diyor, ''Türkiye 'nin radyo-televizyonla­ rında Kürtçe şarkılar söylenene kadar mezarının Paris'te kalmasını istediğini" belirtiyordu. Gülten Kaya bu konuya şöyle açıklık getiriyor: "Ka rı­ sı cenazeyi Türkiye 'ye getirmek istemesine rağmen PKK ona engel oluyor, diye yazdı lar. Çı ldırabi lirsiniz. Tam tersi söz kon usudur. Seven lerinin tamam ı onun buraya getirilmesini istiyordu. Ben tek başıma a ldım bu kararı, bilerek a ldım . Gerekçelerim vardı . Ah­ met 'in buraya gelmesi bir sayfa n ı n kapatı lması de­ mek o lacaktı. Hiç bir şey sorgula nmayacaktı. Gele­ cekti, sıradan bir Zincirlikuyu mezarı o lacaktı. Yine magazinciler gidip başucunda 'Sanatçı dostları bu se­ ne gene gelmedi ' gibi haberler yapacaktı yılda bir ke­ re, kapanmış o laca k tı iş. Ha lbu ki orada kalması de­ mek, bir sürü şeyi n biraz daha sorgu lanması demek­ tir. Sokak la rı nda dolaşamadığı ü lkesine onu o muzlar üzerinde getirmek çok saçma. Sisteme, 'A lın, adam öldü, size zarar veremeyecek, onun için getirdim ' de­ mek gibi. . . Orada, gerçekten kendisine yakışan bir yerde olması bana çok a n lamlı geliyor. " (Roll Dergisi - Derya Bengi, Merve Erol söyleşisi, Ağustos 200 1)

Hangi dini esaslara göre gömüldü? Yine tartışma konusu yapılan bir diğer husus da Ka­ ya 'nın cenaze töreninin hangi dini esaslara göre yapıldı­ ğı yönündeydi. Gülten Kaya bu konuda da şunları söy­ lüyor:

"Cenazesinin defn i bile polem ik konusuna dönüş­ türü ldü . . . Çok net bir şey söyleyeceğim: Ahmet Kaya inançlı bir insandı ve a i t o lduğu dinin gereklerine gö­ re uğurlandı. Bun la rı kimse bilmez; a ma, ben Pa265


baş ım

b e l e. d a

ris ' t e . an nesi de bu rada o n u n k ı rkı nda mevlidini ok u t t u k . B u n lar bir ya na, vefatı n dan son ra, hiç tanı­ madığım ız, imam ha tip ve i lôh iya t öğrencisi olan hayra n ları onun iç in sayısız hatim indirdiler. Gün ler­ ce Ahmet Kaya için Ku r 'an okudula r. Ha tta onun in­ teraktif sayfasından, 'Bizce Ahmet Kaya Süleymani­ ye 'nin bahçes ine göm ü lmelidi r ' şeklinde mesaj gön­ derenler bile vardı . . . " {Yeni Şafak, Mucip Deniz söyle­ şisi . . 1 1 Temmuz 2 0 0 1 ) .

Ö mür boyu hapse mahkum edeceklerdi Ahmet Kaya sürgün sürecini başlatan malum gecede yaptığı konuşmadan dolayı hakkında açılan davadan be­ raat etmişti . Ancak bir gazete kupüründen yola çıkıla­ rak, İstanbul DGM tarafından 3 yıl 9 ay ağır hapis ceza­ sına çarptırılmıştı. Yurt dışındaki konserleri ve söyledik­ leri Türkiye'ye tamamen çarpıtılmış olarak yansıyınca, hakkında peşpeşe davalar açılmıştı. İşte hakkında açılan davalardan birkaçı :

"Fra n kfu rt 'taki bir konserinden dolayı İstanbul 3 No '/u DGM'de 4 . 5 i le 7. 5 yıl a rası nda ağı r hapis ce­ zası istem iyle dava açı lmıştı. 18 Şuba t 1 999 ta rihinde Mü n i h 'te düzen len en bir konserle ilgili ola rak da istan bu l 6 No 'lu DGM'de de b i r da va açılmıştı. I-fa m b u rg 'da 4 Haziran 1 999 ta rihinde yapı lan konser s ı rasında, söylediği iddia edilen bir söz yüzün­ den Kaya hakkı nda, yine İstan bul 6 No 'lu DGM'de b i r da va daha açı lmıştı. Hakkı ndaki son da va da, A lmanya 'nın Mü n ih kentinde düzen lenen bir konse r s ı rası nda yaptığı id­ d ia edilen kon uşmada, 'Tü rkiye Cu mhuriyeti ' n i a le266


Paris Bir Garip Şehir I Bu Sürgüne Dayanır mı Bu Yürek?

nen tahkir ve tezyif ettiği ' gerekçesiyle İstanbul 2. Ağı r Ceza Mahkemesi 'nde açı lmıştı . ''

Basınm tavrı Ahmet Kaya'nın şimdilik Paris'te sona eren macera­ sında basının rolü büyük. Onun yalnızlığa itilip , memle­ ket hasretiyle sonsuzluğa yürümesinde önemli bir zemin oluşturuyor basın . Nitekim Ahmet Kaya'ya karşı o ma­ lum geceden başlayıp cenaze törenine kadar süren bir psikolojik saldırı yapılmıştı. Bu tavır Ahmet Kaya öldü­ ğünde biraz da olsa değiştirildi. Sanki birileri vicdanları­ nı rahatlatmak istiyordu. İşte ölümünden sonra basının takındığı tavra ilişkin bir özet:

"Ahmet Kaya 'n ı n ölüm haberlerinde Hürriyet, Milliyet ondan sadece 'şarkıcı ' diye söz etmişlerdi. Radika l özen gösterm iş ve 'Özgü n m üzik sanatçısı ' ifadesi n i k u l la n m ıştı. Cum h u riyet daha da özen gös­ tererek 'sanatçı ' sıfatı n ı k u lla n mış. Bu farklı sıfa t lara ta k ı lmak çok m u önemli? 'Ço k ' olmasa da, m uhak­ ka k k i önem li. Ahmet Kaya tabii ki bir 'şarkıcı 'ydı; anca k, 'sa na tçı ' sıfatını k u lla n ı rken haddinden fazla 'el i açı k ' da vranan bu gazetelerin sı ra Kaya 'ya gelin­ ce 'şa rkıcı ' diye ısrar etmesinin de b ir a n la m ı yok mu? Hürriyet gazetesi Kaya 'n ı n ölümünü birinci sayfa­ da n iki sa tırlık bir haberle duyuruyor okurla rına. Oy­ sa sana tçıyı 'Vay şerefsiz ' manşetiyle ta n ı tan da ayn ı gazete değil m iydi? İki y ı l önce başta basın olmak üzere Kaya 'yı (Cu m h u riyet 'ten Oral Ça lışlar'ın ifade­ siyle) 'cadı kazan ları na a ta n a n layış' h iç değilse ölü­ m ü n de ağzı n ı bozmamaya gayret sarf e tm iş. 1 7 Ka­ sım tarihli gazeteler içinde sadece Star gazetesi 'ha­ tırla tmayı ' başlıkla rla yapıyor: 'Bölücü lükten ara n ı267


ba ş ım b e l ada

yordu ', 'A PO 'yu çok özlemişti. ' Hemen herkesin hatı rladığı gibi, basının Ahmet Kaya 'yla arası n ı bozmaya karar verdiği tarih 12 Şu­ ba t 1 999. Bu tarihte n bir gün önce Magazin Gazete­ cileri Derneği Ödül Tören i 'nde yaşanan o laylar u n u­ tulabilir mi? Hatı rlayalım: Kaya, bu ödü l töreninin ödü llü/erinden birisi o la rak yaptığı kon uşmada 'Yeni albümümde Kürtçe bir parça okudum. Kürtçe şarkı­ ya bir de k lip çekeceğim. Bu k libi yayın lamayan/arın tepesine bineceğim ' diyor. Ve tabii ortalık karışıyor. 12 Şuba t tari h li bazı gazetelerde yer a la n haberler şöyle: 'Davetlilerden bir kısmı, Kaya 'yı yuhalarken, bazıları şarkıcın ı n üzerine yürüdü. Bu a rada Kaya 'ya çatal-kaşık fırlatarak tepki gösterenler de oldu. Tar­ tışmalar sürerken sah n eye çıka n Serdar Ortaç, reper­ tuarına 1 0. Yıl Marşı 'n ı a ldı ve programına bu marş­ la başladı. Sa londaki 600 davetli ayağa kalkarak şar­ kıcıya eşlik etti. Parçaya, elleriyle tempo t u tan ko­ n uklardan çoğun u n marşı Kaya 'nın oturd uğu masa­ ya dönerek söylemesi dikka t çekti. ' (Mil liye t); 'Bu sözler üzerine öfkesi daha da a rtan ve ara ların da Ay­ na grub u n u n da bulunduğu davetli ler, Ahmet Kaya 'yı sahneden indirmek istedi. ' (Hürriyet); 'En İyi Hab.e r Spikeri ' öçlülünü a la n Reha Muhtar da, gergin l iği ya­ tıştırmak için, geceye katıla n bütün san a tçı ue ü nlü­ leri 'Memleketim ' şarkısını söylemeleri için sahneye davet etti. Müzikseverlerin 1 974 Kıbrıs çıkartması sı­ rası nda Ayten A lpman 'dan din lemeye alıştığı parça­ yı, sahneye çıka n Ajda Pekkan, Berna Laçin, Reha Muh tar, Sibel Turnagül, Fatih Ürek, Emel Sayı n . . .. gf­ bi ü n lülerin oluşturduğu koro yorum ladı. Sa londa bulunan davetliler de, o,, /ara eşlik etti. ' ·ıa rı i özetle taın 'magazi n ! '

268


Paris Bir Garip Şehir I Bu Sürgüne Dayanır mı Bu Yürek!

Bir dönem Kanal D 'de 'A hmet Abi'nin Gem is i ' ad­ lı bir program da yapan Kaya, 14 Şuba t 1 999 tarih li Hürriyet de bu kez 'Ayıp ettin gözüm ' başlığıyla ha­ berdir. Gazete sanatçıdan şu 'özgün m üzik ' dizele riy­ le söz e tmektedir: 'Ona Türk-Kürt diye bakmadı k . . . Türkü leriyle ağladık, güldük . . . TV'lerden evlerim ize kon u k ettik . . . Meyhanelerim izde rak ı içtik . . . Sakalı, a t kısı ve göbeği ile bizden biriydi çünkü . . . MEGER Ö YLE DEGİLMİŞ AHMET . . . Bebeğe, kadı na, dede­ ye, askere k u rşun sıka n la rdanmış . . . PKK'lı Ahmet . . . Yaz ı k la r olsun . . . ' Sanatç ı n ı n 'göbeği, sakalı ve a tkısı ' a rtık i tibar görmemektedir; çünkü Kaya 'n ı n 'çirkin yüzü, 1 993 yı l ı n ı n Kasım ayı nda çeki len fotoğraflar­ la ' belgelenm iştir. 'A lmanya 'daki Kürt İşada m ları Derneği 'n in Berfin 'de düzen lediği kon;;erin videoya a lınan görü n tü lerinde, Kaya 'nı n sözde Kürdistan ha­ ritası ve Apo 'n u n fotoğrafı a ltında zafer işareti yaptı­ ğı ' görü lmektedir. Magazin Gazetecileri Derneği 'nin ödü l tören i nde yaşanan olayların üzerine bir de 6 yı l önceki bu sabı­ ka ek len ince Ahmet Kaya yurt dışına çıkmış ve b u n­ dan böyle Avrupa 'da verdiği konserlerle haber olma­ ya başlam ışt ır. Hürriyet 20 Tem m uz 'da ' Vay şerefsiz ' manşeti altında Kaya 'n ı n 'PKK m i litanı gibi ' olduğu­ nu belirtmekte, iki gün son ra ise Kaya 'n ı n İzmit 'te yaşayan 'benzeri 'ni bulara k bu kez onun ağzı ndan konuşmaktadır: Kaya 'nın kaset ve klip leri n i satma­ ma ve yayı n lamama kararı a lan Erzurumlu 'müzik market sahibi ' ve radyocu ları n tepkilerine de gazete­ de yer verilmek tedir. Ahmet Kaya, Magaz in Gazeteci/eri Derneği 'nin ödü l töreni nde yaptığı kon uşmadan dolayı hakkı nda açı la n davadan beraat ederken, l 993 'teki konserden dolayı DGM ta rafı nda n üç y ı l dokuz ay Jıapis cezası269


ba ş ım

b e l ada

na ça rptırı lı r. Avukatı 'konserin bas ı n tarafı ndan çc. r­ pıtı ldığı n ı ' öne s ü rer. Ahmet Kaya, 1 6 Kasım 'da Pa ris 'te öldüğünde 43 yaşı ndadır ve arkası nda İstanbul 3 No '/u ve 6 No '/u DGM 'de, Frarı kfurt ve Mün ih 'teki konserleri sırasın­ da aynı suçu işlediği gerekçesiyle gıyabi tutuklu ola­ ra k ya rgı landığı iki da va da ha bı ra k ı r. Şimdi de 1 7 Kası m ta rih li gazetelerde Ahmet Ka­ ya 'n ı n ölümü ardı ndan kaleme alınan haber ve yazı­ lara bir göz a talım: Milliyet 'in gen iş yer verdiği ha­ berden anlıyoruz ki, Ma latya 'da doğan sa natçı orta­ okul döneminde İstan b u l 'a gelir ve 1 6 yaşı ndayken 'iz insiz afiş asmak suçundan ' dem ir parmaklıklarla ta nışır. Kaya, ruhsatsız s i lah ku llanmakta n dolayı ce­ zaevine bir kez daha g i recektir. Cezaevinden ç ı k tığın­ da 'evine kapanarak ' bağlama çalar ve beste yapar. İ lk kaset yapma giriş i m i Un kapan ı 'nda 'Yok karde­ şim, bu ne a rabesk ne halk m üziği! ' türünden itiraz­ larla karşıla n ı r. Kaya 'yı Nevza t Çelik 'in 'Şafak Tü rkü­ sü ' adlı şiirinin bir böl ü m ü n ü ku llandığı aynı adı ta­ şıyan şarkısı ün lü kı la r. Toplat ı lan kaset serbest bı ra­ kı lınca bir anda · çok satan lar a rasına girer. Cum h u ri­ yet 'te yer a lan 'Özgü n m üziğin isim babası ' başlıklı bir değerlendirmede Kaya 'n ı n m üzik haya tı n ı n i lk dönemi şöyle özetle n m iş: İ lk kasetini yaparken Un­ kapa n ı 'nda ü rettiği m üziğe bir isim a ra n m ı ş ve tesa­ düfen bulunan 'özg ün m üzi k ' terimi daha sonra BO'ler ve 90 'la rı n en t u t u lan tü rlerinden birine isim baba lığı yapm ıştır. Müzik basını Kaya 'nı n m ilyo n l u k tirajlara u laşan a lb ü m lerin i 'fa n tezi ' k u lvarında n de­ ğerlendiri rken o, yaptı k larına 'a lternatif m üz i k ' di­ yordu. ' ..

Cum h u riyet 'te yer a lan değerlendirmede Ahmet Kaya din leyicileri profilinin kısa ta rih inden de söz 270


Paris Bir Garip Şehir I Bu Sürgüne 8ayanı r

Bu Yürek!

edi liyor: 'Sanat yaşa m ı n ı n ilk yı llarında sol kesimden büyük destek görü rken son rala rı gecekondu sem tin­ de kaset imza lama ya da lüks o tomobi lleri gibi maga­ z in kon u la rıyla yıpra tı lmaya baş lan m ış t ı . Ta lk show 'ların eh ara n ı lan kon ukları ndandı; bir ara ken­ disi talk sho.w yapmayı denedi a ma başaramadı. ' Radika l 'den Zeki Coşkun da A h me t Kaya 'n ın ar­ kası ndan yazan lardan birisi. Yazısına 'darbe yiyen in­ san da, toplum da kôlay iflah o lmaz ' diyerek başla­ yan Coşkun, 1 998'de kaleme a ldığı bir Ahmet Kaya değerlendirmesini tekrar yayı m lam ış. Coşkun 'un Ka­ ya 'nın m üziğini an lamak ve açı klamak için merkezr:� koyduğu kavram 'varoş '. BO 'li yı lları n ikinci ya rısın. dan itibaren gecekonduların 'va roş/aşması 'yla Ka­ ya 'n ı n m üziğinin çakıştığı n ı söylüyor. 'Tabii bu karşı­ lık, sadece ses ale minde, şarkıda ka lmayacak; top­ lu msa l fenomen haline gelece k t i r. Çünkü o, ilk ağız­ da öfkeyi söylüyor. ' Coşkun bu kısa denemesinde Ka­ ya 'n ın şarkı larından baz ı dizeleri de akta ra ra k sanat­ çıyı kuşatan 'çaresizliği, sı kıştı rı lm ışlığı, yokluğa-h içli­ ğe mafıkum ediliş i ' açı k lamaya ça lışıyor. 'Hep bir du­ ruş, ayakta durma, açık vermeme, görü nme refleksi. Rol kesme değil asla . Sürekli kendi eksen inde dönüp duran ve sürekli bir yerlere sa vru lma, çarpıp dağı lma korkusu n u taşıyan varoş aha lisin in hali, ruhiya tı bu. ' A k tardığı m ız değerle n d i rm e le r m u hakkak ki, özellikle bir dönem çok dinlenen Ahmet Kaya 'yı h iç değilse bir yön üyle açıklıyor. Cu m h u riye t 'in dediği gi­ bi, Şafak Türküsü 'n ü n sol kesimden büyük ilgi gör­ ı-rıesi kaç ı n ı lmazd ı . Bir idam mah k u m u n u n infaz ön­ cesi ruh ha lin i a n la tan bu şiir/şark ı n ı n 'B ir sabah an­ ne bir sabah/ acı n ı süpürmek için açtığı nda kapın�1 adı başka sesi başka n ice yaşıtım/ koyn u nda çiçekler içinde bir ü lke getiri rler' dizeleri sadece 'varoşlar271


ba ş ım

b e lada

da '(?) dinlen m iyordu. Ahmet Kaya 'nın şa rkı sözleri­ ne şöyle b ir ba kma k bile, 'Türkiye 'ye özgün ' bir m ü­ zikle karşı karşıya olduğ u m uz u a n lamaya yetiyor: 'Martı lar ağlardı çöplüklerde/ Biz sen inle gülüşürdük ( . . .) Aydın lansın diye şu kirli yüzler/ Biz durmadan savaşırd ı k ' 'Çok uzakta öyle bir yer var/ O yerlerde m u tluluklar/ Bölüşü lmeye hazır/ Bir haya t var' ; 'Acı çekmek özgü rlü kse/ Özgü rüz ikimiz de/ O yuvasız ça­ lı kuşu/ Bense kafeste kan arya '; 'Görecek, göreceksirv' Ağladı kça, ağladı kçcv' Güneşi t u ta cağız göreceksi n '; 'Zindan lardan taşa taşa kar ben V Mamak 'lardan Met­ ris 'lerden sor ben V Diyarbek i r 'e kan la bastım mührü­ mü/ Ceset ceset, kefen kefen sar benV Bu türkü mor dağların ema netidir '; 'On lar gü neşin bağrında a teşi Ye_ryüz li nde bir taze çiçektiler/ Nam luda na musun fi­ şengV İsyanda yürek/ Kara düşte/ Bembeyaz gerçekti­ ler. ' Ahmet Kaya 'n ı n bir çoğu n u şiirlerden derlediği bu şarkı sözlerin i n Türkiye 'de birçok kesimden din leyici bu lması h iç şaşırtıcı değil. Cum h u riyet 'te yer a lan yazıda i lginç bir bölüm de var: 'A h met Kaya 'y/a bugüne dek sa lt s.a natı ve m üzi­ ğiyle s ı n ı rlı bir söyleşi yap ı lamam ıştı; ç ü n k ü kendisi­ n i bir da va adamı o larak görüyor ve m liziğini bu yo­ la adadığı n ı söylüyordu . Görüşleri ve son dönemdeki politik söylem leri medyaya da ilginç gelince sürekli bu yan ı!)la yer b u ldu manşetlerde. ' Peki Ahmet Ka­ ya 'nın basından iz lediğimiz kada rıyla politik görüşle­ ri hangi yöndeydi? İstersen iz, şarkı sözleri gibi bun­ lardan bazıları n ı da alt alta koyalım: 'Benim u lusallı k diye bir derdim var; evrensellik diye bir derdim yok . A k l ı m ı bu ü lkeyle bozm uşum ; Ağrı 'ya, Ha k kari 'ye g i tmeden A t i na 'ya , A lmanya 'ya, Fransa 'ya g i i meyeceğim . ' (Cu m h u riye t); 'Kaset için 272


Paris Bir Garip Şehir / Bu Sürgüne Dayanır

Bt. Yürek'

şarkı yaptım, linç senaryos u n u n son u n u bekliyoru m . O n b i r şarkıda n biri Kü rtçe. Avrupa 'da basmay; dü­ şünm üyorum . Burası bana dar geliyor. '; 'A hmet Ka­ ya, asla hesaba ka tmadığı ya lnız yı lla rı n ı yaşıyor. Sür­ günde yaşa mayı hazm edem iyorum açı kça. ' ; 'Geri dönmekten korkuyoru m . Çünkü Tü rkiye kork u lacak bir ü lke. ' (Milliyet); 'Bu ü lkeyi bölmek isteyen de, bö­ len de şerefsizd i r, namerttir. '; 'Biz ne insa nlar gör­ r!Jı k 3 rıydır işkence görmesine ras] ·nen, a rsla n gibi ıa uır koydu . Bir kere daha söylüyoru m . Ben bölün­ meyi savunm uyo ru m . Korkuyu ha laya dön üştürü n adlı b i r kitap yazıyorum. Yakı nda çı kaca k. Korkuyu ha laya dönüştürelim arkadaşla r. '; 'Türk aya ı n la rı Ru mla rla ba rış yaptı, 1 500 yı ldır birlikte old uğu Kü rtlerle barış yapmadı. Ba na sünnetsiz pezevenk di­ ye bağı rd ı lar, b u n u n sen in için n e mahzuru uar? A na­ ma k üfretseler bir şey demem; ama Kürt yok tur diye­ mez. Bu rada Tü rkiye Cu mh u riyeti 'nin m uhbirleri var, gazeteciler va r. Hiç bir şeyden korkm uyoruz. Biz ül keyi bölm üyoruz . . . ' (Hü rriyet) İşte böyle . . . Ahmet Kaya 'nın m üziği kadar 'politik söylem leri ' açısından da 'Türkiye 'ye özgü ' birisi o ldu­ ğuna şüphe yok . . . Müziği ve görüşlerini güzel-çirkin ve doğru-ya n lış diye değe rlendirmek bambaşka bir kon u. Ama son uç her ba kımdan o lu ms uz olsa bile m ilyonla rca din leyicisi olan b u 'şarkıcı 'n ı n medya marifetiyle 'cadı kaza n ı 'na a tı lması marifet m iydi ? Ne oldu, ele ne geçti? Bütün 'sivri ligi 'ne rcığmen sa­ natçı olma n ı n dışı na çıkmayan bir insan öldü gitti iş­ te . . " ( 1 7 Kasım 2000) Medyakronik .

Pere ·Lachaise mezarlığı Ahmet Kaya' nın da defnedildiği Paris'teki Pere-Lac­ haise mezarlığı komünarların ve muhalif sanatçı-aydınla273


ba ş ım

b e l ada

n n ebedi istirahatgahı olarak biliniyor. Pere-Lachaise mezarlık tepesi. yirminci bölgenin üç eski köyü olan Belleville . Menilmontaint ve Charon­ ne' un kesiştiği noktada bulunuyor. Paris ' in bu en büyük ve ziyaretçi trafiği en yoğun olan mezarlığın alanı 44 hektar. 1 2. Yüzyıl'da bölge Champe de L'Eveque olarak anılıyormuş. 1 430 'da Folie Regnault isimli zengin bir tüccar bura­ da bir yer satın alıp kendisine bir ev yapınca, bölge bu adla da anılmış. Burayı 1 626'da Cizvitler satın almış ve Saint Louis anısına buraya Mont-Louis adını vermişler. Daha sonra 1 4 . Louis'in de günah papazı olan ve 1 6651 709 yılları arasında burada ikamet eden Reverend Pe­ re La Chaise'in adını almış. Tepe, 1 803 yılında Paris Va­ liliği' ne satilmış ve Vali Frachot burayı mezarlığa dönüş­ türmüş; tariınması için de Heloise ve Abelard gibi ünlüle­ rin buraya defnini sağlamış. Daha sonra Moliere ve La Fontaine ' nin mezarları da buraya nakledilmiş. Balzac'tan Muse'ye, Gerard Nerval'den Prust'a, Simon Signor'dan Edit Piaf'a ve Yves Montand'a kadar Fransa'nın en ünlü sanat ve siyaset adamlarının bu mezarlıkta yattığı bölge­ de iki kez ayaklanma olmuş. 1 8 14'te Politeknik öğrenci­ leri ile Maison Alfrod okulu öğrencilerinin ayaklanması­ na, 187 1 'de ise Paris komünü ve onu bastıran Versay'lı devlet güçleri arasındaki çatışma eklenmiş. Bu son çatış­ mada 1 1 . O 1 8 kişi ölmüş. Komünarların birçoğu burada toprağa verildiği için, Komünarlar Mezarlığı olarak da anılıyor. Komünarlardan "Kirazlar Zamanı" şiirinin şairi Jean Baptiste Clement de bu mezarlıkta yatıyor. Mezar­ lık 1 984 'ten beri de Türkiye ' den giden sürgünleri ağırla­ maya başladı. Oscar Wild ve Frederic Chopen gibi ya­ bancı gJçmen yazarlar ve yapımcıların da yattığı mezar­ lıkta, Ahmet Kaya, Yılmaz Güney ve Jim Morrison yan­ yana sonsuzluk uykusundalar . . . 274


Onikinci Bölüm

NE SÖYLEDİLER?

.

İşte, alfab�tik sıraya göre, Ahmet nn ağzından, kısa kısa Ahmet Kaya:

Kaya'yı tanıyanla­

Aydın Oskay (Eski Yapımcısı): 1 992 yılında Doku n ma Yanarsın kasetiyle başladı birlikteliğimiz. Beraber üç kasete imza attık. Ben yapım­ cı olduğum için, işin müzik boyutuyla fazlaca ilgilenmi­ yordum, bu yüzden pek fazla bir araya gelemedik. Ama şunu söyleyebilirim ki; mert, yürekli ve yiğitti. İyi bir dosttu.

Cevat Korkmaz (Gazeteci): Değerlerine son derece bağlı, ortaya koyduğu siyasi tavırda son d e rece tutarlı, halkını milletini seven, bunun yanında bütün insanları seven , bunu fırsat buldukça sü­ rekli dile getiren, bu ülkedeki insanların kardeşliğini sa­ vunan ve bu tavrını politik amaçlı değil, içinden geldiği için ortaya koyan, çok ciddi bir haksızlığa uğrayan ve bu 275


b a ş ım

belada

sonu asla hak etmeyen bir insandı . Ahmet Kaya'nın ölü­ münden sonra ortaya çıkan insanların yüzde doksanı kriz dönemlerinde yoktu. En çok buna kahroluyordu.

Cihan Sütşurup (Eski Yapımcısı): " Başaracağım" diye gelmişti. Didindi, inanılmaz bir çaba ve gayretle başardı. Sonra aldı başını yürüdü, fir­ malar da ona dar geldi , Unkapanı da . İyi bir ses, iyi bir arkadaştı .

Eren Keskin (Avukat) : Ahmet Kaya aslında solcuların en çok dinlediği, ama gizli dinledikleri bir sanatçıydı . Çok ilginç birşey. Çünkü Ahmet Kaya çok oynayan bir insan değildi. Solcuların kendilerine koydukları, " solcular eğlenmez, solcular iç­ mez" gibi kuralları yoktu. Ahmet Kaya bunların dışında kalan bir insandı. Rakısını da içerdi, viskisini de içerdi. Gezerdi, eğlenirdi. Ben o yönünü seviyordum Ahmet Kaya'nm. Hepimizin içinde bu tür istekler vardır, ama dışa vurmuyoruz. Ahmet Kaya bunları gizlemeden yapı­ yordu. Bu yüzden solcular da Ahmet Kaya'yı gizli dinli­ yorlardı.

Ferhat Tunç (Sanatçı) : Ben Ahmet Kaya'yı 1 9 8 8 yılından beri tanıyordum . Tanışmamız �.adece iki müzik insanının ilişkisi düzeyinde olmayıp, aynı zamanda yaşadığımız toplumsal duyarlılık­ ları paylaşmak adına bir ilişki oldu. Aynı duyarlılıkların yanı sıra. ortak kültürel değerlerimizin de bu birliktelikte önemli bir rolü oldu. Zaman zaman anlaşamadığımız noktalar, kavgalarımız bile oldu ancak, Ahmet bir sevgi adamıydı ve yüreğinde kötülük adına bir zerre bile taşı276


Ne Söylediler?

mayan bu özelliğinden ötürü de hiç kimseyle uzun süreli küs kalmayan bir insandı. Sanırım onu benim kadar ta­ nıyan herkes bu konuda bana hak verecektir. Ayrıca va­ tan haini tanımını ona yakıştıranların, büyük bir insafsız­ lık içerisinde olduklarını ifade etmeliyim; sanıyorum bu ülkeyi ve insanlarını Ahmet kadar sevebilseydi herkes, bugün farklı bir Türkiye'de yaşıyor olacaktık. Hala yasak­ ların, insafsızlıkların, yoksulluğun ve acımasızlığın pençe­ sinde değil, özgür ve demokratıii. bir ülkede yaşıyor ola­ caktık. Toplumsal mücadele içinde Ahmet ile çokça bira­ rada olduğumuzu söylemem mümkürı değil; Ahmet mu­ halif kimliğini şarkılarıyla ve yaptığı müzikle ifade etme­ nin doğruluğuna inanmış biriydi ve bunu çok iyi beceren önemli bir kişilikti . Bir kere iyi bir besteci olduğu kadar, iyi bir yorumcuydu ve ben onun bu yaratıcılığına büyük bir hayranlık beslemişimdir hep. Marjinal dar bir gurubun sanatçısı olmaktan çıkıp, herkesin dinlediği, herkesin şar­ kılarında kendisini bulduğu ve benimsediği bir sanatçı ol­ mak önemlidir. Sanıyorum Ahmet Kaya muhalif kişiliği­ nin yanı sıra bunu becermiş önemli bir müzik adamıydı, yine bu özelliğiyle benim örnek aldığım bir kişiydi. Her ne kadar bunun doğuracağı sıkıntılar ve tepkiler olsa da, Ahmet bunları göğüsleyip aşabildi. Kürtçe şarkı söyle­ mek, klip çekme istemi çatal ve bıçaklarla karşılık bulma­ saydı, bugün Ahmet de yaşıyor olacaktı belki. Bugün bu istemlerin bile çok üstünde , farklı taleplerin bile tartışıldı­ ğını görüyoruz. Artık hiçbir şey Ahmet' i geri getirmez belki, ancak sanıyorum ki, tarih sayfasında yer alacak olan , Ahmet' i anlayamayan ve kendisini vatan haini bö­ lücü ilan edenler değil, Ahmefin kendisi olacaktır.

Halil Ergün (Sinema Sanatçısı) : Varsınızdır ama, sizinle birlikte , sizi sarıp sarmalayan çt.:•vreniz de vardır. Sesler, kokular, renkler, iklimler, in277


b a ş ım

bel ada

sanlar, insani ve toplumsal durumlar. Başka tutumlar, başka tavırlar. Çoğunun farkındaymışsınız gibi gelir, fa­ kat farkında değilsinizdir. Kokuları duyarsınız, görürsü­ nüz, dinlersiniz, nasılsa bu işleviniz olağanlaşmıştır. Sıra­ danlaşmıştır algılamalarınız. Oysa işin aslı , gördüklerimi­ zin, işittiklerimizin bilincine varmak değil midir hayat? Hayatın size uzanan ellerinin çarpıntısını duymak, derin­ liğini yakalamak ve hakkını vermek değil midir insanı in­ san yapan çaba. . . Ahmet bir çarpmtıymış meğer. Umudun, acının, isya­ nın, aşkın, bir tavrın çarpıntısı. Dinliyordum, seviyor­ dum, alkışlıyordum . Ama yitirildikten sonra kavradım ki Ahmet Kaya daha derinlerdeymiş. Güç odaklarımdan,

zenginliğim, gücümmüş. Müziğirıi şarkıcılığını tartışmak

bana düşmez. Daha ötelerde yakal ıyorum Ahmet'i ben. Onu hep özleyeceğim. Yapabileceği -biliyorum ki çok doluydu- şarkılarının hasretini hep çekeceğim. Ne diye­ lim ki, insanlığın insanlaşması böylesi acı ve kahrın ha­ malı evlatlarının üzerinden geçiyor. Onurun ve cesaretin hamalı Ahmet Kaya'yı sevgimle saygımla selamlıyorum. Koşumuz ötelere olsun.

Hasan Hüseyin Demirel (Müzisyen): Biz özgürlük şarkıları söylemek için biraraya gelmiş­

tik. Benzer durumlarımız vardı. M üziğimizi seviyor ve

beste yapıyorduk . Yaşanılan çok iyi gitmiş insanlar de­ ğildik. İkimızin de çok yamuk halleri vardı. Yağmurda ıs­ lanmış, kedi ile köpeğin yavrularının dayanışması vardı. Özgürlük şarkıları söyleyip . müzik yapacaktık. Biz ayrıl­ dıktan sonra bizi karşı karşıya getirmek isteyenler oldu, ama başaramadılar. Çünkü Ahmet 'in bana karşı söyle­ yebileceği bir şeyi yoktu, ben ise söylemem gereken her şeyi, bir ideolojik seviye içinde detayları kendime saklı

278


Ne Söylediler!

tutarak söylemiştim . Ahmet bu sonu hi<; hak etmeyen bir insandı.

İ lyas Salman (Sinema Sanatçısı) : Ahmet Kaya ile birbirimize çok benzeriz. Ahmet dü­ şüncelerini ensesinin arkasına değil , masanın ortasına koyardı . İnsanlar bu düşüncelerin istediklerini çekerdi. Birçok konuda aynı şekilde düşünüyoruz. Deliler ve ağadar ayakta ölür, suçlular ise iktidarda ölürler. Ahmet ayakta öldü . Ahmet en çok kendisini ait gördüğü kitle tarafından eleştirildi. Bir keresinde Tuncelililer Derne­ ği'nin gecesinde Harbiye Açık Hava'da beraber sahne aldık. Ahmet o zamanki olaylardan yola çıkarak, şiddeti eleştirdi ve şiddetin Kürtlere zarar getireceğini söyledi. Bu düşünceleri büyük tepki gördü. Çok üzüldü orada . Ben de çıktım dedim ki ; Türkiye'de eğer bir buçuk ileri­ ci, demokrat insan ve sanatçı kaldıysa, bunun buçuğunu Ahmet Kaya oluŞturur. Kendi kitlesinin onu eleştirmesi, Ahmet'i çok üzüyordu.

Kamuran Kayra (Taç Plak çalışanı): Ahmet abiyi çok seviyordum. Kendisi de bizi çok se­ verdi , espriliydi bize karşı . Bizden ayrılıp Raks'a geçmiş­ ti. Ben i Bul albümünü yapmıştı. Telefon açtım ve evine gittik. Bana dedi ki; " Sen beni bu piyasaya geldiğimden beri biliyorsun , şu ana kadar hiç değiştim mi ben?"" Ha­ yır, dedim, hakikaten de hiç değişmemişti. Ben onu gör� düğümde çocuktum, büyüdüm, geliştim; ama Ahmet abi hep aynı kaldı . Onu özlüyorum ve bir gün Unkapanı'na gelip, " Kamuran , bana kavurmalı sandviç ve çay söyle" demesini bekliyorum.

279


1 > a :ı ı m

belada

Levent İ nanır (Sanatçı): Ahmet Kaya'nın yeri dolmaz. Tabii ki bir ses gelir, onun gibi bir bilgi ve birikim gelir. Ama inanın onun ye­ ri dolmaz. Bunun altını çizmek istiyorum . Ahmet Kaya herifti . Adam gibi adamdı yani. Biz bir dostumuzu kay­ bettik, bu ülke çok önemli bir değerini kaybetti. Ahmet Kaya yaptıklarıyla , onları sunumuyla ve sanatçı duruşuy­ la çok önemli bir semboldü. Ülke adına çok önemli bir semboldü. Nicelik olarak önemli bir potansiyelin, nitelik olarak da bir çok kimsenin idolüydü. Ahmet Kaya'nın yeri dolmayacak. Bu ülke böyle bir evladını, böyle bir değerini, anlamsız ve saçma sapan nedenlerle yitirdiği için kendini sorgulamalıdır. O çok önemli bir yıldızdı, şimdi gökyüzünde yerini aldı ve oradan bizi izliyor. Dile­ rim ki; bizi izlerken fazla üzülmez.

Menderes Samancılar (Sinema Sanatçısı): Yüreği sağlam, ama deli dolu olan birisiydi. Şiir gibi yaşamayı seviyordu, özgürlük türküsü tutkunuydu, ben en çok ondaki başkaldırıyı seviyordum . Çok sevgi dolu bir yüreği vardı. Espri yeteneği oldukça gelişmişti. Be­ nim yeşil elma diye bir şiirim var, Ahmet bir gün gitarı aldı eline ve bestelemeye başladı . Dur, telifini vermeden olmaz dedim , çıkardı on dolar verdi . Güya sesimi çıkar­ mayayım diye avans olarak vermişti . Bir de ben ona hep kilolarıyla ilgili takılırdım, şakalar yapardım . Dedi ki , o zaman sen bir çözüm bul . Bana kendini teslim edersen , sana 3 günde 1 O kilo verdirtirim dedim . Ciddiye aldı , hadi hemen yapalım dedi . Dedim ki , seni bir yere kapa­ tacağım ve sadece su vereceğim . . . Sen galiba beni öl­ dli rıneyi düşiinliyorsu n , diye tepki verd i . Ahmet, bütün '.<11 ıatçıla rın örnek alrr:ası gereken birisiyd i . Çünkü top­ lu. ı ı ısa! duyarlılıkları ';ar•atına yansıtan örnekler çok az280


Ne Söylediler!

dır. O da bunu becerebilen az kişiden biriydi. Her ölüm erkendir, ama onunkisi çok çok erken oldu . O şimdi dağların başında geziyor ve oradan rüzgarla bıze ulaşı­ yor, tıpkı bir şiir gibi. Hepimiz, bu rüzgarlı ve güzel ko­ kudan nasibimizi alacağız.

Murat Ö ztemur (Gazeteci): Ahmet Kaya dendiği zaman benim aklıma, ahmak ve alçak olmadan, yaşamı ıskalamadan, teşekkür etmesini ve özür dilemesini bilerek yaşayan, insan ilişkilerine özen gösteren birisi geliyor. Ahmet, ne ben ahnıak ol­ mayayım diye alçaklık yaptı. ne de ahmaklık yaptı . Ze­ ki , doğduğu günden yaşamını yitirdiği güne kadar, için­ de bulunduğu her koşulda, üretken olmayı ve mutlaka birşeyler üreterek yaşamayı kendine ilke edinmiş biriydi. Yaptığı iş, kişiliğiyle çok örtüşen bir işti. Ahmet Kaya için mutluluğun bir tek reçetesi vardı , istediği insanla ya­ şarken, istedi•}i işi yapabilmek. Belki de bizi yakınlaştı­ wn , en az ortaklık buydu . Hiç bir zaman Ahmet Kaya ceket tutn ıadı , hep kafa tuttu. Yanlışıyla, doğrusuyla, eğ­ risiyle fazlasıyla bu sanatçı olduğunun bir göstergesi . Hiçbiı saııa tçı , iktidarlara, resmi ideolojilere , kendi top­ lumunun eyvallah dediği konulara. eyvallah dememeli­ dir. Ahmet Kaya yaşamı boyunca , her insanda olabile­ cek eksikleri ve zaafları da taşıyan ama hiç bir koşulda ceket tutmayı asla benimsemeyen bir adamdı .

Mustafa Kaya (Abisi): Ahmet Kaya, yaş olarak benden küçüktü , ama beyin olarak hepimizden büyüktü . Onun bizi örnek a lm a s ı ge­ rekirken . bizim örnek aldığımı z bir dürüstlük sembolüy­ d ü . Bir sevqi sembolüydü . b ı r insan modeliyd i . Bir gün bir konse ı sonr<cısı (Emek Sineın21sı . ndaki konserden çı281


ba ş ım

belada

kar gider, Aksaray'da rakı içerdi), beni çağırdı ve dedi, " Gel Aksaray'da rakı içelim. ·· Buluştuk, dedi ki ; · Abi ben kaset yaptım şöhret oldum. sen okudun memur ol­ dun . Bizim kendimize dikkat etmemiz lazım. Benim san­ sasyondan kaçı nam lazım, senin yolsuzluktan kaçman lazım. Paraya ihtiyacın olursa, benim param senin pa­ ran , benim resmiyete ihtiyacım olursa, senin resmiyetin benim resmiydim . " Daha çocuktu bunları söylerken, ama bunları diyebilecek kadar olgun bir çocuktu. Örnek alınması gereken bir insandı. Dolu dolu yaşanmış kısa bir yaşam. Keşke olmasaydı ;,onumuz böyle . . . Ama ben kaderciyim ve cılın yazısı diyorum .

Nebil Ö zgentürk (Gazeteci): Ahmet Kaya bir çocuk yüreğine sahipti . Bu ülke onu çocuk haliyle sevmişti . O da bunun farkındayd ı . Ve nazı geçtiği için, yerine göre tutarsız . yerine göre dağınık davranıyordu. Ama şu bir gerçek ki : bu sonu hiç hak et­ medi . Ayrıca onu halk değil, birileri bu hale getirdi, onu da iyi biliyoruz. Paris'te son görüşmeyi yaparken, şunu gözlemledim ; Ahmet Kaya sadece MGD gecesinde ol­ maktan dolayı pişmandı , söyledikleri ya da yaptıkların­ dan dolayı kesinlikle pişman değildi. Zaten pişman olu­ ' nacak bir şey de yapmamıştı. Keşke bu ülkede, bu top­ raklarda kalsaydı ve buranın bağrına gömülseydi.

Nevzat Çelik (Şair) : Ölümünden birkaç ay önce internet üzerinden buluş­ tuk. Bir gün chat yoluyla sohbet ettik . Uzun uzun yazış­ tık. Çok duygusal bir ruh hali içerisindeydi. O malum ge­ cede uğradığı faşizan baskıyı nefretle kınıyorum . Yurt dı şında yaşamak zorunda bırakılması ve oradaki trajik ölü münden dolayı derin üzüntü duyuyorum. 282


Ne Söylediler?

Orhan Çetin (Yönetmen): Ahmet ile 1 984 yılında Ferdi Tayfur'a ait büroda ta­ nıştım. Söz konusu büroyu bir fotoğraf stüdyosuna çe­ virdim, orada birlikteliğimiz başladı . İlk başlarda bir arka­ daşlığımız başlamıştı, sonra bu arkadaşlık kendi içinde kişilik kazandı. Biz hiçbir zaman dünya görüşlerimiz doğrultusunda konuşmazdık, konuşursak birbirimizi kır­ maktan korkardık; ama çok sıkı ve özel bir arkadaşlığı­ mız vardı. Teknolojiyi çok severdi , keşifleri vardı, yönet­ menlik duygusu çok büyüktü, çok büyük bir sinema ka­ fası vardı , kafasında gerçekleştirmek istediği çok sayıcla projesi vardı . Hayata karşı yürekliydi, Evini çok severdi, Gülten'i çok severdi, kızlarını çok severdi. Dostlarıyla da sürekli kavga eden birisiydi, sevgisini böyle dile getiri­ yordu. Sevdiği insanlarla sürekli didişir, zıtlaşırdı. Ahmet hep büyük taşlarla kavga etti, küçük taşlardan birşey ol­ mayacağını düşünüyordu. Bu yüzden küçük taşlara bak­ mıyordu ve o gecede qnüne çıkan küçük taşı görmedi. Önemsemediği o küçük taş ayağına dolandı, düştü ve öl­ dü. Benim için Ahmet bir arkadaş ıslığıydı, Ahmet'in ıs­ lığını duyduğum zaman ne iş yaparsam, bırakır onun ıs­ lığına doğru koşardım. Tam,. "Ahmet artık huzura ka­ vuştuk" dediğim zaman onun başına bu anlamsız olay geldi. Aradan zaman geçtikçe onu özlemeye başlıyo­ rum, şimdi fark ediyorum ki ; Ahmet artık yok. Gittiğimiz bazı yerlerde , onu hatırlatan her şeyde aklıma geliyor, Ahmet nerede diye soruyorum duraklayıp ve acı gerçe­ ği fark ediyorum. Bir gece evde yalnız başıma içiyor­ dum, sarhoştum, cep telefonuma bir mesaj geldi. Bak­ tım; " Ben Ahmet. . . Nabersin lan . . . Paris'ten sevgi­ ler. . . " Şok oldum, sabaha kadar o şarhoş kafayla bir tu­ haf oldum, Ahmet' le buluştuğumu hissettim o gecede. Sabah uyanır uyanmaz, hemen telefona sarıldım ve me­ saja bir daha baktım: "Ben Ahmet Kaya'nın mezarının 283


ba ş ım

b e l n d a.

bcı s ıııclayım , Paris 'ten sevgiler. . . " diye bir mesajdı . Bir ,ır k ıJi.i�ım göndermişti . Onu çok özleyeceğiz.

Osman İşmen (Aranjör) : Ahmet rahat çalışmayı çok çok seven bir insandı, ba­ sanatçılar vardır ki tam böyle zamanında gelir, zama­ nında giderler. Ahmet öyle değil. Çok geniş çalışmayı sewn bir in,andı. Ahmet disiplini sevmiyordu, sabah stüdyoya gelip saat beşe kadar uyurdu . Saat beşten son­ ra başlardık çalışmaya, yerdik, içerdik, bu beraberinde sohbeti getirirdi, sohbet zamanımızı alırdı ve böylece kı­ sa sürede bitirilmesi gereken bir çalışma uzun bir zaman dilimine yayılırdı . Ahmet'in iki şahsiyeti vardı, bir tane herkesin bildiği politik kişiliği . O sert, isyankar, agresif kişiliği. Bir de o kadar tatlı ve şirin bir adamdı ki, ben bi­ le inanmazdım. Ya bu adamla , diğeri bir mi? Tam bir sa­ lon adamıydı, çok enteresandı bu . Ben bu iki yönünü çok ivi bildiğim için, mukayese edebiliyordum . Görüntü­ sü ile i ç dünyası çok farklıydı, çok sevecendi, çok iyi bir kalbi vardı; iyi bir aile babasıydı, ailesine çok düşkündü. Hayvanları çok severdi, yanından ayırmadığı bir köpeği vardı: Pako. Mizahi yönü çok gelişmişti. zı

Sabahattin Koç (Doktor) : 1 984'ün o kısır ortamında, tesadüfen Ağlama Bebe­ ğim isimli bir kaset gördüm. Daha önce ismini hiç duy­ madığım Ahmet Kaya'nın ilk kasetiymiş . Dinledikçe çok sevdim, kendimden epey çizgiler buldum. Bir gün arka­ daşım Gülten bize gC'ldi, onunla beraber ilk kez gördü­ ğüm, tertemiz yüzlü . pırıl pırıl bakışlı bir çocuk vardı. Daha masaya oturmadan ilginç bir önsezi iie ağzımdan şu kelimeler dökülmüştü ' Siz Ahmet l-\.aya' sınız" . . Her­ kes çok şaşırdı , Gülten'i iyi tanıdığımdan olsa gerek, bir284


Ne Söylediler?

kaç saniyelik zihin fırtınası-çağrışımlarla böyle bir sonu­ ca varmış olmalıydım . İlerleyen günlerde Ahmet ile çok yakınlaştık, birbirimizi çok sevdik. Sıcak. dost canlısı , ye­ rinde duraIT.ayan , anlık karar veren. kendine güvenli, spontane çıkışlnrı zeki ve kıvrak olan, gülmeyi ve güldür­ meyi çok seven, bnzen kaba bazen zarif ama hep sevim­ li bir çocuk yüreği taşıvan, bütün sosyalliğine karşın için­ de hep bir yerlerde yalnızlık taşıyan, aykırı olmayı se­ ven , popüler kültürden r.ıarjinal kültürlere kadar geniş bir bilgi alanı olan , çevresim: saygılı, ilerici, devrimci bir dostum olmuştu . Bir gecede linç edilmeye çalışılması , türlü entrikalarla vatan haini ilan edilmeye çalışılması çok zoruna gidiyordu. Bu üzüntü, gerilim ve hasret, kalp krizi geçirmesindeki en büyük etkendir. O bu sonucu hak etmedi.

Selda Bağcan (Sanatçı): Ahmet olabildiğince heyecanlı birisiydi . Kafasına koyduğunu muhakkak yapardı ya da yapmak için sonu­ na kadar mücadele ederdi. İlk kasetlerinin heyecanını beraber yaşadık, konserlere beraber çıktık. Ahmet o günden önüne büyük hedefler koymuştu ve başardı da. Yaşadığı sonucu en son hak edecek insan oydu.

Selim Başkale (İş Adamı) : Tertemiz bir kalp, iyi bir yürek sahibi , mert ve alçak gönüllüydü. Biz onun ilk kasetlerini , Diyarbakırlı Ahmet diye dinliyorduk. Hemşerimiz diye gurur duyuyorduk. Sonradan tanıştığımızda, birçok insanın böyle zannetti­ ğini söyledi . O da kendisini Diyarbakırlı sayıyordu. İyi bir Kürt ' tü . Güzel sofra kurar, az yer ve iyi konuşurdu. Mu­ habbetine asla doyum olmayan bir insandı . Düşündükle­ rini söyleyebilen insanlardandı ki; bu insanlardan çok az 285


b a ş ım

belada

var. Şimdi Rumeli Kavağı'nda n e zaman ateş yakılsa, Ahmefin biraz sonra geleceği hissine kapılıyoruz hepi­ miz. Biraz sonra gelecek. bulgur pilavını hazırladık mı? Biraz sonra gelecek, denize masayı atacak ve kurulup sohbetine başlayacak. . . Suavi (Sanatçı): Onu tanıdığım için hep keyif aldım ve dostum oldu­ ğu için onur duyuyorum. Bu anlamda yokluğu ve ayrılış şekli içimi yakmaya devam ediyor. Yakından tanımak gerekir ki Ahmet'i. Zeki ve espriliydi. Dostlarıyla ilişkilerini hep bu temel­ de sürdürmüştür. Gülmek onun en önemli özelliğiydi. Hiç beklemediğiniz bir vakit onun bir muzipliğiyle karşı karşıya kalır ve bedelini de ağır öderdiniz. Yaptığı şaka­ larda son derece zekiydi ve emek harcardı. Bu şakaların­ dan yakın bir dostumuz epey nasip almıştı. Bir gün bu dostumuzun internet sitesine girip kendi­ ni bir kadın olarak tanıttı ve mail atmaya başladı. Bir sü­ re sonra dostumuz bu mesajlara cevap vermeye başladı ve bu mesajlaşmalar uzun süre devam ediyordu. Tabii ki bu arada Ahmet bu dostumuzla biraraya geliyor ve hiç renk vermiyordu. Nitekim bir süre sonra bu dostumuz internetten tanıştığı bu hanım arkadaşla buluşmak istedi ve randevu verdi. Randevu yeri Ortaköy'de yola yakın bir yerdi. Dostumuz orada bekleyecek ve gelen hanımla buluşacaktı, ancak kendisini kimsenin görmemesi için kuytu bir yerde bekliyordu. Ve Ahmet oradan tesadüfen geçiyormuş gibi ge.ldi ve dostumuzu görünce yanına yaklaştı, " Hayırdır, burada ne bekliyorsun?" dedi. Tam randevu saatiydi ve beklediği hanımın gelince Ahmet ta­ rafından görüleceğini düşünen dostumuz bir hayli telaş­ landı ve bir süre şaşkınlığından saçmaladı. Ahmet onu 286


Ne Söylediler/

orada bırakırken , sinsice gülümsüyor, dostumuz ise asla gelmeyecek olan hanımı bekliyordu. Ve günler sonra benim de bulunduğum bir dost meclisinde Ahmet dostu­ muza bu olayı deşifre etti. Ahmet ve biz gülmekten kırı­ lırken, dostumuz şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi. Ama Ahmet'i ve şakalarını iyi bildiği için sonra o da gül­ meye başladı . Ahmet' i çok özlüyorum.

Tahir Çiçekçi (Elektrik Mühendisi): Ahmet'in gençliğinde biz devamlı beraberdik, karşı­ lıklı büyük bir sempatimiz vardı . Çocukluğundan gelen bir müzik tutkusu vardı, gençlik dönemi ise tam patla­ mak üzere olduğu dönemlerdi. Gecesi, gündüzü müzik­ ti. Ahmet derneğe her geldiğinde, herkes toplanır, Ah­ met'in getirdiği haberi dinlerdi. Kesinlikle asparagas bir haberle gelirdi ve o kadar inandırıcı anlatırdı ki, herkes bir and� heyecanlanırdı . Şaka yapmaya bayılırdı . Ahmet müzikal olarak yol alınca eski çevresinden uzaklaşmak zorunda kaldı. Ama sıkıldığı zaman yine doğal çevresine dönerdi. Çok sevecen bir yanı vardı, çok çabuk kayna­ şıyordu insanlarla. Ahmet bulunduğu yere her zaman birkaç numara büyük geliyordu. Demokratlığıyla, muha­ lifliğiyle , aykırılığıyla sonuçta bu ülkeye de büyük geldi.

Yeninur Ada (Vokalisti) : Şanslıyım, onunla çalışmış ve tanışmış olmaktan do­ layı . Ya hiç tanımasaydım? Bugün bende bir şeyler ek­ sik olurdu. Sahnede bir dev, perdenin arkasında baba­ can, sıcak, doğal. bazen de çocuksuydu. Onunla kısa bir süre çalışma olanağım oldu. Sahnedeki performansı ve yorumundan çok etkilendim. Onun müziğindeki evren-

287


ba ş ım

belada

selliği benim anlatmama gerek yok sanırım. O hep mü­ ziğiyle içimizde yaşayacak. İyi ki yaşıyor, iyi ki bende onu tanıdım .

Yılmaz Odabaşı (Şair-Yazar): Ahmet Kaya, bir sohbetimizde şöyle demişti : " Ben varoşlarda sınıf bilinci almamış çocukları bu sistemin karşısına dikiyor, şarkılarımla onları birer muhalif, birer demokrat yapıyorum ; sonra örgütlü olup, beni arabesk olmakla suçluyorlar, bana küfrediyorlar . . . "

80'li yıllarda bu ülke , generallerin sıkıyönetimiyle si­ yasal, sosyal kuşatmalar yaşarken, elinde sazı ve keder­ li, öfkeli şarkılarıyla milyonlara cüretle seslenen Ahmet Kaya' nın , özellikle 80 ve 90'lı yılların , gençliği üzerinde büyük etkisini hiç kimse yadsıyamaz. Ahmet Kaya, var­ dığı yere dişi ve tırnağıyla kazıyarak gelmiş, bedelini de farklı çevrelerden farklı haksızlıklara uğrayarak fazlasıy­ la ödemiş bir arkadaşımızdı. Yaşam pratiğiyle ; çocuksu yanlarıyla, kırgınlıkları , öfkeleriyle onu bir bütün olarak alıp, bütün bunlara yeteneğini de eklediğimoe, onun bü­ yük bir besteci ve gerçek bir sanatçı olduğuna hep inan­ dım, buna hala inanıyorum, Onunla geç tanışmamız 1 994 yılının ilk aylarındaydı. Benim de siyasal baskılarla boğuştuğum günlerdi ; bir gün , "Merhaba gözüm, ben Ahmet Kaycı" diyerek tele­ fonla aradı beni ve ekledi : "Seninle çalışmak istiyorum gözüm, atla gel İstanbul'a, oturup konuşalım seninle , anlaşalım . Burada kal, ben bütün masraflarını karşıla­ rım . _ _

Şaşırmıştım . . . Şiirlerimi okumuş olabileceğini ummu­ yordum ; o güne dek ona bir kart veya bir şiir kitabımı fi­ lan da göndermemiştim. Üç gün sonra evine gittim; bir hafta stüdyodan eve gidip gelclik. Fakat henüz birbirimi288


Ne Söyled iler1

zi iyi tanımadığımız için dostluğ2 taşıyamadık ve o aylar­ da çıkacak Şar k ı larım Dağla ra adlı kasetindeki bazı şar­ kı sözlerini yazmak yerine, bir tartışma sonucu apar to­ par evini terk ettim. Küskünlüğümüz tam dört yıl sürdü. 1 998 yılının son ayları yeniden barıştık, dahası eşi Gül­ ten ve ortak dostumuz Cevat Korkmaz'ın ısrarıyla barış tırıldık. 1 999 yılının Mart ayının ilk günleri ben düşüı ıce su­ çundan kesinleşen bir mahkumiyetim için hapse gire­ cektim; Ahmet Kaya, cezaevi öncesi yeni kaseti için bir­ likte çalışmamızı önerip , Ocak 1 999' da yeniden davet etti beni . Bu kez yine kavga ederiz diye evinde değil , ge­ celeri otelde kalmam koşuluyla kabul ettim. Geceleri Taksim'de bir otelde kalıp, gündüLleri 4. Levent"teki evi­ ne gidiyordum. Fakat, itiraf etmeliyim ki, onu kişi olarak, şarkılarının ötesinde asıl o zaman çok benimsedim . Orada beraber­ liğimiz süresince hep birbirimize ne çok benzediğimizi, o yıllar önceki küskünlüğümüzün nedeninin de , asıl bu şaşırtıcı benzerlik olduğunu düşündüm durdum. İkimiz de o yaralı topraklardan geliyorduk, ikimizin de bir tür­ lü yenemediği b,r taşralı öfkesi, kabalığı ve isyancılığı vardı, ikimiz de çok hırslıydık, ikimiz de 1 2 Eylül faşiz­ miyle zulmü, mahpusluğu, hasreti, dışlanmayı ve aşağı­ lanmayı iliklerimize kadar yaşamıştık; ikimiz de çok yok­ sulluk çekmiştik (onun deyimiyle, yıllar yılı bir lahmacu­ nu bile koklamakla yetinecek kadar), ikimiz de aynı ge­ rekçelerle yüksek öğrenimlerimizi tamamlayamamıştık, ikimizi de Bizans çelmeliyordu, ikimiz de Kürtlerin ve bütün mazlumların çığlıklarını kalplerimizde duyuyor­ duk, ikimiz de gereğinden fazla kıllı ve esmerdik, ikimiz de aslında çok mutsuzduk ve bunu gizlemeyi çok iyi ba­ şarıyorduk. . . Üç farkımız: O popüler, daha kiloluydu ve adlarımız 289


ba ş ım

b e l ada

değişikti . . . Onu çok özlüyorum! Bu satırları yazarken , gözlerimin buğusundan bilgisayarın tuşlarını göremiyo­ rum! Onun dostu olmamın, onu yakından tanımamın ve onunla sanatsal beraberliğimizin üç şarkıda kalmasının onuru da bana yeter, diyemiyorum; zira, yaşasaydı daha çok yetecekti. . . Ortak dostumuz Suavi dışında, herkesin onunla bir­ likte çalışmama öfkeyle karşı çıktığı günlerde , 1 999'dan itibaren bütün kasetlerinde onunla birlikte çalışacağımı­ za dair birbirimize söz vermiştik. Ben sözümde duruyo­ rum. Sen, hayatın ciğerinden söküp aldın şarkılarını; bu yüzden bu ülkenin çocukları senin adını, şarkılarını yaşa­ tacaktır: Sen rahat uyu büyük besteci , rahat uyu yiğit, asi, uslanmaz Kürt!

Yusuf Hayaloğlu (Şair): Ahmet Kaya pervasız, gözüpek, atılgan, ajitatif ve ro­ mantik bir solcuydu . İyi olan her şeyden etkilenir ve ken­ di içinde sentezini yapıp muhteşem yetenekleriyle şekil­ lendirerek birer etkileme aracına dönüştürürdü onları. Pencereleri kin ve düşmanlığa kapalı; sevgi ve dostluğa açıktı . Kendi odaklı kabilemsi bir yaşama yatkındı . Her yönüyle insanın damarına basan bir adamdı. Ses rengiyle , beste yeteneğiyle, sevimli fiziğiyle, deli-dolu ki­ şiliğiyle olumlu yahut olumsuz ama mutlaka etkilenirdi­ niz ondan. Ahmet , kendisine lakayt kalınamayacak ka­ dar göz kamaştıran bir manzara sunardı hep. Başlangıç­ ta yadırgatır ama sonunda alışkanlık yaratırdı üzerinizde. Büyük harflerle şarkı söyler, konuşur ve büyük harflerle yaşardı . Sıradanlaşmayı aklından bile geçirmez, sıradan­ lıkların yanına bile yaklaşmazdı. Onunla yaşarken , ona dair, sevgi-nefret, hayranlık-öfke, vefa-ihanet, dostluk290


Ne Söylediler�

düşmanlık, korku-cesaret, sevinç-keder. . . gibi karşıt duy­ guları bir tek güne sığdırabildiğinizi farkedip şaşardınız. En çok yaptığı şeyin, sizi şaşırtmak olduğunu farkeder­ diniz. Bundan hoşlanırdı üstelik, sürpriz yapmadan du­ ramazdı . Çok hızlı ve hiperaktif bir tarzı vardı, ona yeti­ şemezdiniz. Onun en çok şakalarına, fıkralarına, muhabbetine doyulmazdı. Hep keyifli yaşamak ve yaşatmak üstüne kurulu bir sistematiği vardı. Belki solcu bir şarkıcı-beste­ ci olmasaydı, komedyen olabilirdi. İnsanda öyle bir alış­ k2mlık yaratırdı ki bir gün görmeseniz boşluğunu hisse­ derdiniz. O kadar doldururdu birlikte olduğu insanın ha­ yatını. Zaten gür sesi ve abartılı jestleriyle bulunduğu her ortama mutlaka hakim olur ve herkesin kendisine yönel­ mesini sağlardı. Bu anlamda biraz da kaprisliydi; ilginin bir başkasına kaymasına hiç dayanamaz ve mutlaka bir darbe yapardı . Benzeri bir daha olmayacak ve hatta gi­ bisi bile olmayacak dev bir sanatçıydı. Olmasaydı sonu böyle . . .

Zinnur Yelderen (Müzisyen): Ahmet müziğe aşık bir adamdı . Tek derdi sanatıydı, kendini çok kısa sürede geliştirdi ve büyüdü. Çok güzel, çok duru bir sesi vardı. Biz gençlik döneminde onunla müzikal olarak yarış halindeydik. Sonra bir baktık ye­ mekte de yarışıyoruz. Yemek yerken sürekli kavga eder­ dik, o benim önümden yemeye çalışırdı, ben onun önünden . Böyle didişip dururduk. Ahmet sivriydi , za­ mansız çıkışları olurdu, keskin konuşurdu. Böyle bir mi­ zacı vardı. Onu tanıyanlar, bu şekilde kabul ediyordu, se­ venleri de kabul etmişti. Sanırım son söylediklerini de · böyle düşünerek söyledi, kimseye sataşma ya da bir şey­ ler dayatma gibi bir derdi olabileceğini sanmıyorum.

291


ba ş ım

b e l ada

Ama Ahmet' in aykırılığını bile bile ona tahammül etme­ diler.

Zühtü Avcı (Avukat): Onun avukatı olmadan önce hep bqna takılırdı, "Be­ nim avukatım olabilecek son kişi sensin" derdi. Yine böyle, " Benim gibi bir adamın Zühtü isimli bir avukatı olabilir mi?" dediği günün ertesi vekaletnamesini almış­ tım . Ahmet çok iyi yürekli ve mert bir insandı . Son de­ rece de demokrat bir insandı. Yaşamı boyunca insanları anlayabilmeyi, onlarla ilgili ön yargılı olmamayı başara­ bilmiş insanlardan birisiydi . İnsan olarak çok iyi bir in­ san, çok iyi bir dost, yürekli bir yoldaştı.

292


Onüçüncü Bölüm

ARDINDAN YAZILANLAR

Ahmet Kaya' nın ölümü birçok gerçeğin görülmesine neden oldu. Hakkında ölümünden önce aleyhte yazı ya ­ zan çok kişi , öldükten sonra "pişmanlık" kokan satırlar kaleme aldı . Ama artık çok geçti, Al '11.et Kaya artık Yu­ suf Hayaloğlu'nun deyimiyle , "Yıldı; ır ve çiçekler ülke­ sine" göç etmişti . Kaya'nın ölümür en sonra sağcısın­ dan solcusuna; liberalinden İslamcı�uıa kadar geniş bir yelpazede yazılar yazıldı. Ahmet Kay<l efsanesini yansıt­ ması açısından son derece önemli olan bu yazılardan ba­ zılarını olabildiğince özetleyerek alıııtıladık. İşte yazar!;:. rın isimlerinin alfabetik sıralamasına göre Kaya' nın ölü­ münden sonra yazılan yazılardan bazıları:

Ahmet Kahraman - Düellocunun Ölümü (2000'de Yeni Gündem- 1 8 Kasım 2000) Halkımın ses oğlu Ahmet Kaya , sürgünde bulunduğu Paris'te öldü. Yaralı yüreğim acıdan yanıyor. Yüreğim 293


b a ş ım

bel ada

ağrıyor, ağlıyorum. Ağlayan bir ben değilim. O , hele­ zonlaşarak yankılanan sesiyle "ağlama anne" dese de genç kızlar, delikanlılar, ihtiyarlar da ağlayarak, yasını tu­ tuyorlar. ***

Mertliğin , onursallığm düellocu ruhuna yabancı, onunla hiç tanışmamış , bazılarının entrikacı , pusucu ha­ yat tarzı utancını hala baş tacı ettiği yerlerde, Ahmet Ka­ ya, Senih'ciğin deyimiyle "çat desin, çatlasın ulan bu yü­ rek" diye haykırarak, düelloya giren soylu bir geleneğin şövalyesiydi . ***

Protestocu, düellocu duruşuyla meydan okuyor, "Ar­ tık Kürtçe okuyacağım, Kürtçe klip çekeceğim, bu klibi yayınlamayanlar, Kürt halkına hesap vermek zorunda kalacak" diye bağırıyordu. Onun , 1 99 9 Şubat' ındaki bu düello sahnesini, mil­ yonlarca kişi şaşıp, ürpererek televizyonlardan izledi. Onu linç etmeye kalkı,şanlar, soyguncular, hırsızlar, kuşa, böceğe , kelebeklerin kanatlarındaki renklere düş­ man , etini yiyemedikleri ayının burnuna çelik halka ge­ çirerek işkenceyle oynatan kültürün tohumları, karınları­ nı doyurmak için öldüren, insanlık budur diyerek cina­ yetler işleyenler, işkenceciler, ölülerin bile ırzına geçen tecavüzcüler, gözünüz aydın, acıların şarkıcısından kur­ tuldunuz. Bir namus eri, yabancısı olduğunuz onur düellocusu artık yok. Ama o bir sestir. Sese kurşun işlemez, sesler ölümsüzdür. . .

294


Ardından Yazılanlar

Ali Kırca - Penceresiz Kalmak (Sabah- 1 8 Kasım 2000) Ahmet Kaya 'nın iri gövdesiyle tezat oluştururcasına dudaklarından dökülen hüzünlü nağmeleri önce varoşla­ rı esir aldı. Hayatın acımasız yükü altında ezilen çaresiz milyonların ve hayata tutunamayanların ortak senfonisi gibiydi ilk şarkıları . . . Bir zamanlar programlarında ve müzik kanallarında "rayting"i yüksek adamı tepe tepe kullananlar susuyor. . Şarkılardan eser yok. . . Son yıllarında kendi dışındaki rüzgarlara teslim olup oradan oraya savrulan; kendi ha­ talarının kuşatmasında kalbi yorulan adam ölünce . . . İyi­ kötü söylenecek tek sözcük dahi yok muydu? Meydan, " çanak anten r ı rsa tçıları" na mı bırakılacaktı? . . Çoğumu­ zun belki de haklı olarak öfkelendiği o adamı bu ülkede hala seven onca insanın, kendi ülkelerinin kanallarında, iki-üç şarkısını dahi dinlemeye hakları yok muydu? Pen­ ceresiz kalmadı mı aradaki duvarlar? Pencereler kapan­ madı mı?

Arda Uskan - Ahmet Kay� Ö ldü (Radikal, 20 Kasım 2000) Ahmet Kaya hiçbir zaman yorgun bir demokrat ol­ madı . Yorgun demokratlar, onun hakkında hiçbir yasal yasak olmadan, adı,u bile anmaktan korkan bizleriz. Yorgun , şaşkın, korkak sözde demokratlar. Ölümünden sonra kaleme sanlan korkaklar. Gerçek demokratlar bi­ zi affetsin .

295


ba ş ım

belada

Can Dündar - Olmasaydı Sonumuz Böyle (Aktüel Dergisi-23 Kasım 2 000) Ahmet Kaya öldü. Serdar Ortaç ve hezeyan korosu, marşına gönül rahatlığıyla devam edebilir. Ahmet Ka­ ya 'nın Paris'te öldüğü haberini aldığımda Kudüs'te, onun kliplerindekine benzer bir manzaranın orta yerin­ deydim. Göğsüm daraldı, yüreğim kanadı birden ; onun en güzel türküsünü, "Olmasaydı sonumuz böyle "yi söy­ le,nek geçti içimden, bağıra çağıra . . . Ne sağa ne sola yaranabildi ; ama h em sağda hem solda dinlendi. Kendisine "Biz buradayız gitmeyiz / ül­ kemizi bekleriz" diye sataşanlara yazdığı şarkıda şöyle diyordu: " Dövülmüşüm, sövülmüşüm, kovulmuşum ben / S . . ktir çekilmişim yani/ kendi öz yurdumdan çeker gi­ derim . . . "

Çekip gitti , ama ayrılığa yüreği dayanmadı . * * :);

O fanatik hezeyan korosu, zerrece iplemediği marş­ lar söyleye söyleye, sürgünde bir muhalifler mezarlığı kurdu sonunda . . .

Lakin bilmeliyiz ki ;

:::ı

mezarlıkta Nazım Hikmet ' ten

Yılmaz Güney'e ve Ahmet Kaya'ya kadar öz yurdundan

kovulanlar için kazılan her mezar, bu ülkeyi biraz daha kurutup çölleştiriyor. * :jı: *

Nasıl Ncızım 'ın şiirleri afişlerdeyse bugün. nasıl Yıl­ maz Güney filmleri perdelerdeyse , hiç kuşkusuz Ah­ met'in söylemek istediği türküler de dillerde olacak çok yakında .O zamana kadar Serdar Ortaç ve korosunu din­ leyecek bu vatan . 296


Ard ından Yazılanlar

Defne Asal - Sen Demirel Misin Be Ahmet? (6 Aralık 2000-Aktüel) Fırsat kollanıyordu. " İslamcılar"ın gecelerine katılı­ yordu . Ve , Magazin Gazetecileri Derneği°nin ödül töre­ ninin ve altı yıllık bir "belge"nin "zuhur edivermesi"nin ardından , soluğu cezaevi kapısında aldı. Demirel'in 1 993'te Oiyarbakır'da kabul ettiği bir " realite "yi hatırlat­ mıştı oysa . . . Soyunuzun yaşaya geldiği, ekip biçtiğiniz, sularından içtiğiniz, çocuk doğurup büyüttüğünüz, biraz uzak kalın­ ca sıla hasretiyle yandığınız topraklarda, ananızdan öğ­ rendiğiniz dilden utanarak yaşamaya mahkum oldunuz mu hiç? Yedi yc:şında anneniz önlüğünüzü giydirirken , belki de daha sonra çok seveceğiniz ama, o gün henüz bilmediğiniz bir dilde " Günaydın çocuklar" diyecek bir öğretmenle karşılaşacak olmanın tedirginliğini yaşadı mı yüreğiniz? Ya da dokuz ay karnınızda taşıdığınız bebeği­ nize anneannenizin; sevindirmek için babanızın adını vermekten korktunuz mu hiç? . . Hayata bö�ıle başlamadıysanız eğer, yukarıda anlatı­ lanları ancak tahmin edebilirsiniz . . . Ve kimsenin böyle şeyler yaşamaması sizin de onur savaşınız olur. Ya da " Neleri eksik , milletvekili bile olabiliyorlar" der, ama o milletvekillerinin Meclis'ten yaka paça g ötürülmesini görmezden gelir, "Kürt realitesi" sözcüğünü duyar duy­ maz hop oturup hop kalkarsınız . . . "Atın bu adamı dışarı!"

1 1 Şubat Perşembe. TV haberlerinde , Reha Muh­ tar' ın . III . Dünya Savaşı çıkmış da ilk anonsu geçiyor­ muş gibi bir ses tonuyla aktardığı haber, Magazin Gaze­ tecileri Derneği'nin ödüle layık gördüğü ama bazı köşe 297


b a ş ım

belada

yazarlarına göre " kaybettiği ilgiyi yeniden kazanmak için provokasyon yapan" Ahmet Kaya'nın konuşmasıyla il­ gili. Protest müziğin ünlü ismi ödülünü alırken bir konuş­ ma yapıyor ve "Ödülü İnsan Hakları Derneği ve Cumar­ tesi Anneleri adına kabul ettiğini" söylüyor, sonra da sa­ londa bulunan bazı kişileri " Burası Türkiye, " ''Atın bu adamı dışarı" diye haykırtan, çatal bıçaklı, "hayvan oğlu hayvan "lı saldırılara neden olan sözleri : ''Kürtçe bir tür­ kü söyleyeceğim, bir de klip çekeceğim . . . Kürt realitesi­ ni kabul etmeyenlerin kafasından inmeyeceğim. " O anda, daha Kürt sözcüğünü duyar duymaz arala­ rında yönetmen Tunca Yönder'in de bulunduğu bazı ki­ şiler ayağa fırlıyor, yuhlamalar, laf atmalar, saldırılar baş­ lıyor. Ahmet Kaya oturduğu yerden "Ben Türkiye'nin bütünlüğünden yanayım . Sadece Kürt realitesini kabul etmek zorunda bu ülke, bunu söylüyorum" diyor, ürkek bir yüz ifadesiyle ve linçten zor kurtuluyor. . . Protest müzik deyince . . . Bir köşe yazarı, ''Ciddiye alsan değmez. Çünkü han­ çeresinden çıkan sesin ona para kazandırmasından baş­ ka, insan olarak hiçbir 'artı'sı olmadığı fizyonomisinden akan bir tip" diye yazıyor Kaya için. Oysa Türkiye onu " protest müziğin babası" olarak tanıdı. Müziği ve tavır­ ları hep protestoydu; ona göre yanlış olan, içine sindire­ mediği her şeyi protesto . 1 980 sonrası ortalık suspus­ ken patladı türküleri; köşesine çekilmiş "demokrat"ları eleştirdi , cuntanın cezaevlerine, işkenceye karşı çıktı , " Baş kaldırıyorum" dedi; " Kan emici yarasadan çıldır­ dım . . .

"

Aibümlerinin milyonlar satmasının nedeni de bu pro­ testoydu. Şimdi moda olan "sessiz çoğunluk" onun hay­ kırışlarıyla birleştirdi ker.dini, baş kaldıramadı ama " Baş 298


Ardından Yazılanlar

kaldırıyorum" diye bağırttı Ahmet Kaya'yı, kasetçaları­ nın sesini sonuna kadar açarak. Kaya, sonra da sürdürdü protestoyu. Bu kez türban yasağına karşı çıktı ; demokrasiyi herkes için istediğini söyledi . Kürt meselesindeki tutumu ise hiç bir gün , ödül törenindeki sözlerinden farklı olmadı. Bu tavrını kürsü­ den cümleleştirmemişti sadece , bir de İslamcılar'dan ya­ na gibi durmamıştı; yoksa türküleri hep söyledi söyleye­ ceklerini , duymak isteyen duydu . . . Son olarak da ödülünü alırken karıştırdı kafaları, kimi "silinip gidiyordu, reklam için yaptı" dedi , kimi "o zaten bölücü . . . " Ama bazıları da düşünmeye başladı , "Gerçek­ ten neden Kürt lafını duyunca ayağa fırlıyor insanlar?" Muhammed Ali ve diğerleri. . .

·

'"O gece gelen insanlar eğlenip hoş vakit geçirmeye gelmişti. Bu sözleri söylemenin oradaki insanları tahrik edip olay çıkarmaktan başka bir amacı olabilir mi?" di­ ye yazıldı gecenin ardından. Oysa birçok söz tam da böyle, ödül törenlerinde söylendi ve tarihe böyle geçti; Marlon Brando 'nun Oscar ödülünü reddedişi gibi. . . " Baba" filmiyle Oscar kazanan Brando, kürsüye çıkmış ve Amerikan Kızılderililerinin hakları ile ilgili bir konuş­ ma yaptıktan sonra, onları aşağılayan Hollywood filmle­ rini protesto ederek ödülünü almayı reddetmişti . Bu tavrıyla bazılarını çok kızdırırken, insan hakları ile ilgili yeni yeni düşünmeye başlayan kamuoyunun sevgi­ sini kazanmıştı. Türkiye' de nedense çoğunluk hep Kızıl­ derililerden yana olduğu için biz de onu bağrımıza bas­ mıştık. Koca Oscar ödül töreninde yaşanan bu "rezalet" Amerikan kamuoyunu derinden etkilemiş ve kendileriy­ le yüzleştirmişti. . . Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu Muhammed Ali 299


ba ş ım

b e l a d a.

de 1 96 7 ' de askere gitmeyi reddedince unvanı elinden alınmış . mahkemelerde yargılanmıştı; ama savaş karşıtı tutumuyla insanların gönlünü fethetmiş, savaşın kirli yü­ zünü düşünmelerini sağlamıştı . Ödül protestolarına ilişkin pek çok örnek var, özellik­ le İrlandalı sanatçıların çoğu ulusal varlıklarını duyurmak için, başararak çıktıkları, hak ettikleri bu kürsülerin ara­ cılığına başvurdu. Sinead O ' Connor'ın, halkının hakları tanınıncaya kadar sıfır numara kazıttığı saçları insanları şaşırtmış ama düşündürmüştü. Bir de hafızalarımızdan silinmeyen Mexico City Olimpiyatları var. 200 metre madalya töreninde birinci ve ikinci olan iki Amerikalı atlet, Tommie Smith ve John Carlos kürsüye çıplak ayakla çıkmış ve siyah eldivenli yumruklarını kaldırarak ırk ayrımını protesto etmişti. Smith ve Carlos olimpiyat kcyünden apar topar atılmış ve bir daha da olimpiyatlara katılamamıştı ; ama tüm dünya Kara Panterler'in adını onlarla duymuş ve ırk ay­ rımı üzerine düşünmeye başlamıştı. . .

Söz uçar, yüreğe kaçar. . . Magazin Gazetecileri Demeği' nin öüLıl törenindeki olayların hemen ardından Türkiye'de alışık olduğumuz cinsten bir de "habercilik" örneği yaşandı . "Kuşlar" sa­ dece haber değil, kaset de getirmişti altı yıl sonra. Ka­ ya'nın Almanya'da PKK'nın düzenlediği bir geceye ka­ tıldığı, "Kürdistan haritası" önünde türkü söylediği, PKK'ya destek olduğu yazıldı. Ee, artık bu kadar "bel­ ge" den sonra kimse çıkıp da bu tutumun arkasında du­ ramazdı herhalde! "Böyle bir yaratık"ın ödül töreninde söyledikleri ancak "küstah" bi r " provokasyon " olabilirdi; vatan bölünmek isteniyordu, her şey gün gibi ortadaydı! Ama yine de, ''kuşlar" ne fısıldarsa fısıldasın , Ahmet 300


Ardından Yazılanlar

Kaya'nın kürsüde kurduğu cümleler de tıpkı tarihteki ör­ nekleri gibi havaya asıldı kaldı ; söz uçar, açık ve sıcak bulduğunda yüreğe girer. Sözün kime ait olduğunun ne önemi var, gerçek gerçektir. . .

Eyüp Can - Gurbette Ölüm!

( 1 8 Kasım 2000 Zaman Gazetesi) Ahmet Kaya, rıleyhinde yapılan haberleri, DGM'de süren davaları , hakkında çıkan gıyabi tutuklama kararını geride bırakarak, sürgünde yasadığı Fransa'da kalbine yenik düştü. Bir türlü barışık yaşayamasa da çok sevdiği vatanından uzak, gurbette hayata gözlerini yumdu. Bel­ ki de tek tesellisi, son nefesini verirken yanında çocuk­ ları ve onu bütün zor zamanlarında yalnız bırakmayan metanetli eşi Gülten Hanım'ın olmasıydı. ***

Sevgili Ahmet Kaya, ülken tahammülsüz, mizacın hırçın olduğu için kavgan da isyankar şarkıların gibi hiç bitmedi . Kimi zaman şarkıların seni söyledi, kimi zaman sen şarkılarını . "Yaşamak ağrısı asıldı boynuna / Oysa türkü tadında yaşamak isterdin" bilirim, "Ölmek ne ga­ rip şey anne" derken çocuklarına sarılırsın görürüm, "Artık duvarları kanatırcasına tırnağınla / Şaşkın umut­ lu şiirler yazamayacaksın / Mutlak bir inançla gözlerini tavana çakamayacaksın . . . Toprak olmak ne garip şey" deme iki gözüm, vakit tamam toprağa karışacaksın, se­ ni gıyabında tutuklayan ülkene, umut edilir ki , toprağın­ la barışık döneceksin . . . Cenazeni " siyası şova" dönüştürmek isteyenlere de, yasaklarla · gölgeleyenlere de, sessiz tebessümünle cevap vereceksin . . . Üzülmeyesir., artık O'nun huzurundasın . . . 301


ba ş ım

belada

Mustafa Ünal - İşgal altında bir hayatın ölümü (Zaman Gazetesi

-

23 Kasım 2000)

Teypten onun sesi geliyor: "Seyyah oldum pazar pa­ zar dolaştım / Bir tüccara satamadım ben beni / Koyun oldum kuzum ile meleştim / Bir sürüye katamadım ben beni. . . "

Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Onunla ilgili yazı yazmak mayınla dolu tarlada dolaşlT'ak kadar tehli­ keli. Ama olsun zaten hayat tehlikeli sula ela akıp gitmi­ yor mu ki? . . O bir mülakatta, "Benim çelişkilerim vardır ve sürek­ lidir" diyor. Gene diyor ki: "Çok hatalarım oldu . . . " İşte ölümünden sonra yaşananlar tam çelişkiler yumağı. . . ***

Ben oldum olası onun yaşamının bazı bölümlerinin işgal altında olduğunu düşünmüşümdür. Bir türlü yarıp çıkamadığı bir kuşatma . . . " Bağışlanması güç hataları" başkalarının işgali altın­ da bulunduğu dönemlere ilişkin olmalı. Süreklilik arz eden çelişkilerinin nedeni de kuşatma. Lanet olası işgal ölümünden sonra da kendini gösteriyor. ***

İçinde bulunduğu durumdan müthiş şikayetçi olduğu­ nu belirten Ahmet Kaya'nın şöyle söylediğini anlatmış­ lardı tanıdıklarım: "Kutsallara ilişkin söyledikleriniz ta­ mamen doğru. Benim bulunduğum yer değil sizin dur­ duğunuz yer doğru. Ama artık benim için geriye dönüş çok zor. Keşke daha önce karşılaşsaydık. . . "

***

Ahmet Kaya keşke ömrünü i �gal a.ltında tamamlama­ saydı. Sizi bilemem; ama benim öfkem işgale ve bu ku­ şatmayı giderek koyulaştıran şartlara . . .


Ardından Yazılanlar

Nebil Özgentürk - Ve . . . Son . . . (Sabah Gazetesi- 1 8 Kasım 2000) Ey, hayat! . . Dinle ! . . Ahmet Kaya'nın Paris'te kalp krizi geçirerek yaşamını kaybettiği saatlerde ; bu ülkenin "nerkez sağ" partisi ANAP'ın lideri Mesut Yılmaz, Kürtçe TV'den, Kürtçe eğitimden söz ediyordu . . İşte bu karmakarışık haleti ruhiye içinde . . Ben Nebil Özgen­ türk . . Eski defterlerden birini açtım ve yeniden Paris'e döndüm .. 1 99 9 Kasım 'ına .. Paris, "kara bir kış "a hazır­ lanıyordu . . Ve o "son röportaj" yapılıyordu . . . " Kalp kri­ zi " geçirilen Paris evinde . . Çok sıkıntılı, kalbinin sıkıntı­ sı sesine yansıyan ve her üç cümleden birinde "dönmek istiyorum, !inçin bitmesini bekliyorum" diyen bir müzik adamının evinde. . Saatlerce, günlerce . . . O kadar çok konuşulmuştu ki . . Anlatılanların tümü aktarılamamış, bir kısmı "bir başka bahar"a kalmıştı. .

Necinettin Türünay - Ahmet Kaya (Yeni Şafak- 1 8 Kasım 2000) Bir insanı sevmeye bazan bir sözü, bazan da küçük bir işareti kafi gelir. Yeter ki biz insanda ne aradığımızı, neyi görmek istediğimizi bilelim. Ahmet Kaya hakkında daha başından beri , kuşkusuz benim de bazı kanaatlerim var. Eski solcu, hapishaneler­ de yatmış hantal bir vücut! . . Ahmet Kaya'nın eski sol, devrimci çizgisini değiştirmek için neler yaptığını da; lümpen çevrelerin onun başarıya ulaşmış müziğini ek­ ranlara taşımak noktasında geçirdiği istihaleyi de kuşku­ suz yakından biliyorum. İşin özü Ahmet Kaya değişmek, değiştiğini göstermek istiyordu . ***

Müstehzi bir gülüş, hantal gözüken fakat son derece 303


ba ş ım

b e l ada

atik bir vücut ve kırılgan bir ruh alemi ! . . Sonra da Ma­ latya' nın standart dışı ve üstü bir enmuzeci! . . Yani kes­ kin dili bir Nefi! . . Unutmayalım ki bu tipler, sürekli ken­ dileriyle çatışır durur. Netice olarak bu günler geçecek, mevcut siyaset ve zaruretler eskiyecek ki, Ahmet Ka­ ya' nın ıssız evreni alabildiğine somutlaşabilsin ! . .

Oral Çalışlar - Ahmet Kaya' nın ölüı�1ü (Cumhuriyet Gazetesi, 2 2 Kasım 2000) Ahmet Kaya'ya haksızlık yapıldı. Bu haksızlığa yeterince tepki gösteremediğimiz için kendimize kızıyorum . Bir avuç adam bu ülkede her şeyi keyiflerine göre düze­ ne sokabiliyorlar ve bizler de bunu kabulleniyonız. Ah­ met Kaya olayı bir acıdır. Ahmet Kaya'nın yad ellerde ölümü aslında bu ülkenin bir döneminin güzel bir özeti­ dir. * * *

MHP İstanbul Milletvekili Mehmet Gül , çok sayıda öl­ dürme ola:;ının sanığıydı. Yaptıklarını TRT televizyonun­ dan i 2 Ey!Ul'ün başında itiraf etmişti. Ahmet Kaya'nın ölümü üzerine bir TV kanalında "Hakkımı ona helal et­ n ıiyorum" dedi . Ahmet , kimseyi öldürmemişti, hakkın­ da cinayet dav<:ısı da açılmamıştı. Mehmet Gül, Türki­ ye 'yi yöneten bir partinin milletvekili, Ahmet Kaya ise sürgünde öldü, mezarı Yılmaz Güney . ibi Paris'te kaldı. ***

Ahmet Kaya' nın yurt dışında ölümü acıdır. Bu acı, Türkiye' nin, hepimizin acısıdır. Ahmet yurt dışında öldü . Aslında bu ölümle hepimiz bırcız öldük Tıpkı Nazım ' ır : . Yılmaz Güney in ölümünde ; >lduğu g · hi


Ardından Yazılanlar

Zülfü Livaneli - Sazın teli koptu (Sabah Gazetesi- 1 9 Kasım 2000) Ölüm acıdır. Vadesiz ölüm daha da acıdır. Gurbette vadesiz ölüm ise bunların en acısıdır. Ne yazık ki Ahmet Kaya böyle acı bir ölümle noktaladı yaşamını. Sazının teli Paris'te koptu. $ * •

Sanatçıların, politikacılar gibi her sözü ölçüp biçerek, sonuçlarını tahmin ederek konuşması beklenmemeli. "Ozan dili çevik olur ! " özdeyişini yaratan halk, sanatçı­ ların iç fırtınalarını hesaba kattığı için böyle söylemiş . Şimdi artık her şey için çok geç . Ahmet Kaya 'nın sazının teli Paris'te koptu. Ve ne yazık ki kopan tel bir daha onarılamıyor.

305



Ondördüncü Bölüm

SÜRGÜNDE SON SÖYLEŞİ

Ahmet Kaya, Türkiye'deki linç ortamından uzaklaş­ mak için gittiği Paris' te büyük bir yalnızlık yaşıyordu. Medya orada da yakasını bırakmamıştı, yaptığı her şeyi takip ediyor, demeçlerini çarpıtıyor, yalan yanlış bilgiler­ le Türkiye kamuoyunu, Ahmet Kaya' nın aleyhine çevi­ riyordu. Üstelik davalarının da devam ettiği bir süreçti. İşte bu günlerden birinde aradım onu. Söyleşi yapmak istediğimi , buradaki saldırılara karşı kendisini savunması için bunun bir şans olduğunu söyledim. Söyleşiyi Selam gazetesi için yapacaktım. Türkiye'deki hiçbir medya or­ ganına ve medya mensubuna karşı güveni kalmamıştı. "Bir yaran olmayacak, onlar beni infaz etmekte kararlı" dedi, ilk başta reddetti . Ancak ısrarla aramalarım sonu­ cu söyleşi talebini kabul etti. Uzakta, ülkesinden çok uzakta bir Ahmet Kaya ile telefonda yaptığımız uzun söyleşi, 3 Ekim 1 999 tarihli Selam gazetesinde geniş bir şekilde yayınlandı . Paris günlerini ve yaşadığı dlirumu 307


ba ş ım

belada

anlatması açısından önemine inandığım için , bu son söyleşiyi buraya almakta yarar gördüm: Ahmet Kaya: Hayatla ilgili olduğum sürece, benim ülkemin gündeminde dağlar ve oralarda ölenler olduğu sürece:

"ŞARKILARIM DAGLARA" "Benim şarkılarımı bu toplumsal gidişat yarattı " Her şey bir ödül töreninde, yaptığı Kürtçe şarkıya klip çekeceğini ve klibi yayınlayacak cesur televizyonlar aradığını söylemesiyle başladı . . O ana kadar özgün mü­ ziğin Türkiye' deki tek ismi 9lan sanatçı Ahmet Kaya medya tarafından bir anda "protest şarkıcı" ilan edildi. Ne de olsa Türkiye 'de herşey "an"lıktı. Yıllarca bu ülke­ ye sanatıyla emek veren, milyonların gönlünde taht ku­ ran bir insan bir gecede, bir saatte hatta bir dakikada "vatan haini" ilan edildi . Türkiye'de yargı da, medyanın bakış açısıyla görevini yerine getirdiğinden dolayı, Kaya hakkında soruşturma açıldı ve ellerine kelepçe vurularak mahkemeye çıkarıldı. .

Yurt dr;ına çıkmasından sonra söz konusu olaylar hakkında kamuoyum. aydınL mak amacıyla düzenlediği basın toplantısı medya tarafından yine çarpıtılarak veril­ di. Bütün bu olayların ardından tüm eleştiri oklarını üze­ rine çeken Ahmet Kaya şimdi yurt dışında. Kaya ile olay gününü ve sanatçı gözüyle Türkiye gerçeğini konuştuk. İşte , "'Fikirlerimi çekinmeden söylerim, bu benim miza­ cım" diyen Kaya' dan mizacına uygun görüş!er:

308


Sürgünde Son Söyleşi

"Türkiye, eşiğinde durduğu bu yüzyılda kendisine ya­ kışanı yaşamak zorunda ve adamım diyen herkes de bu sürece omuz vermek zorunda . . . "

"Örgütsüz ve düşünemeyen kalabalıkların niceliği ne olursa olsun, ben bu kalabalıkları anlamlı bulmuyo­ rum . . . "İşçileri, memurları, öğrencileri sokaklarda ben hır­ palamadım. Açlığı ve yoksulluğu ben yaratmadım. Be­ nim şarkılarımı bu toplumsal gidişat yarattı . . . "

Bir k lip çekeceğin izi söyledi n iz ve haya tı n ız değiş­ ti. Tü rkiye 'de haya tlar n eden böylesine kolay değişti­ rilebiliyor? İnsa n ların hayatları n ı böyle alt üst edebi­ len gücün adı nedir? Bazı gizli mahfiller m i, m edya mı, yoksa b u n la rı n gücü aslında b u kada r büyük de­ ğil de bireylerin ve kitlele rin güçsüzlüğünden m i bes­ len iyorlar? Benim hayatımı alt üst eden tek bir güçten, ya da bu gücün nedenlerinden söz edebilmek için, şakası yok, ül­ kenin bütün bir insanlık ve demokrasi tarihine göz at­ mak lazım. Ama bunun yolu elbette ki tek başına bu söyleşi değil. Bazı kısa değinmelerim olabilir ancak. Şöyle ki; sizin de dikkat çektiğiniz gibi bireylerin ve kit­ lelerin güçsüzlüğünden kaynaklanan ve beslenen ba�ı güçlerin varlığını reddetmek mümkün değil. İnsanlık ta­ rihinde her yeni dönemin kapıları, kıyımlarla açılmıştır. Benim durumuma kısa bir yorum getirmek gerekirse eğer; bir ödül töreninde (ki, medya ve sanat adı altında­ ki iki dünyayı temsil eden insanlar oradalar) yeni reper­ tuar çalışmamdan söz ediyor ve Kürt olduğum için , bu albfrnde Kürtçe bir şarkıya yer vermek istediğimi , ona bir klip çekmek istediğimi ve bu klibi ekranlarında yayın­ layacak yürekten insanların varlığına inandığımı söylü309


b a ş ım b e l ada

yorum. Kıyamet kopuyor. Ağzımdan daha Kürt kelime­ si çıkar çıkmaz hakaretler başlıyor ve toplumun sözüm ona önünde olması gereken bu insanlar, kardeş oldukla­ rını her fırsatta iddia ettikleri bu insanlara olan taham­ mülsüzlüklerini böylece açığa çıkarıyorlar ve ondan son­ ra bildiğiniz (TV kanalları başta olmak üzere) dizi film(I) başlıyor. 42 yıldır bu ülkede Türkçe konuşan , okuyan , yazan ben , bir gecede "hain" , "bölücü" , "yavşak", "fi­ kirsiz fikir suçlusu" vs. vs. ilan ediliyorum. Bir Allah'ın kulu da kalkıp, "Yahu bu adam ne dedi ki?" diye sormu­ yor. Çünkü bu ülkeye ve bu ülke insanına sürekli suni gündemler yaratmak gerekiyor. Halkı bilgilendirmekle yükümlü tek ve tek güç medyanın hali ortada. Dünyanın herhangi bir ülkesinde (özellikle iddialı bir ülkesinde) böyle bir durumu tahayyül etmeye çalışın. Mantığınızın sınırları zorlanır eminim. 1V kanallarında günlerce ve haftalarca benim görüntülerime eşlik eden neydi? Han­ gi hayati ve tarihsel suçlarımdı? Nereyi bölmüş ya da ba­ tırmıştım? Hangi kıyametleri koparmıştım? Kimi öldür­ müş ya da dolandırmıştım? Hangi insanlık suçunu işle­ miştim? Ellerime neden takılmıştı o kelepçeler ve benim 1 1 yaşındaki kızım birdenbire nasıl bir babayla karşılaş­ mıştı o ekranlarda? Bu soruları daha çok soracağım. Cevabını bu ülke vermek zorunda. Bu sistem, bu halk . . . Ekmeğimi haksız sofrada yemedim Benim kimliğimi, kişiliğimi, sanatımı, yüreğimi ve beynimi tuzla buz etmeye çalışan bu süreç tabii ki bite­ cek. Ben tabii ki yalnız kalmayacağım. Çünkü ben ek­ meğimi hiçbir haksız sofrada yemedim ve yemem. Öyle a n laşılıyor ki; Tü rkiye sanatçıların, ayd ı n la310


Sürgünde Sun Söyleşi

rın, sorumlu bir ta vı r ve tutum sa hibi insanla rı n k uı dile ri n i güvende hissetmelerin i n zor olduğu bir ü lke . Siz de kendini güvensiz h issederı lerdensiniz. Ne yap­ tınız? Nedir sizle alıp ve remedikleri? Sizi sa kı nca lı ve hedef adam haline ge tiren hangi özelliği n iz? Türkiye, bu yüzyılda kendisine yakışanı yaşamak zo­ runda ve adamım diyen herkes de bu sürece omuz ver­ mek zorunda . Bu dağlar, bu ovalar, bu köyler, bu sokak­ lar tertemiz yıkanmak ve arınmak zorunda. Ben hiç öf­ kesiz olmadım, olamadım. Bu kirlilikten arınmak iste­ yenlerle, yani öfkesini, insanlığın ve ülkesinin güzellikler yaşaması adına koruyanlarla beraber olduğumu hissedi­ yorum.

Haksızlıklara öfkeliyim Türkiye, aydınları, gerçek sanatçıları, Türkiye üzerine gerçekten kafa yoranları tolore edemeyen bir ülke ne yazık ki. Ama ne yapalım ki bizim ülkemiz ve biz, gül yüzlü çocuklara emanet etmek zorundayız bu ülkeyi . Ben sözümü hiç sakınmadım . Hiçbir haksızlık için " Bana ne!" demedim. Bu ülkeye, bu ülkeyi değersizleş­ tirmeye çalışanlara fazla geliyor olabilirim; ama ben böyleyim ve kendimi böyle olduğum için " insan " ve " iyi " hissediyorum.

Tü rkiye 'de en kolay göz altına alı nan, t u t u k lanan, tehdide maruz kalan kesim sanatç ı la r: Oysa seven le­ ri, hayran kitleleri var: Buna rağmen devlet erki kar­ şısı nda güçsüz o luşla rı kitlelerin, kalaba lıkla rı n bu ü lkede esam esinin okunm uyor oluşu ndan kayna kla­ n ıyor diyebilir m iyiz ? Örgütsüz ve düşünemeyen kalabalıkların niceliği ne 311


baş ım

be1ada

olursa olsun, ben bu kalabalıkları anlamlı bulmuyorum. Kendisinin ve haklarının ve hak ettiklerinin farkında olan nitelikli azınlıklar benim için daha çok şey ifade edi­ yor. Sanat

ve

sanatçı kavramlarının içi bomboş

Ülkemizde bir " gerçek ulusal sanat"tan hala söz ede­ miyoruz. Sanatı yamalı bohçaya döndürülmüş, ulusal ve kültürel değerlerinin çok az farkında olan, popüler kül­ türün peşine kolaylıkla takılan kitlelerin kendine bile hayrı olmaz. Sanat ve sanatçı kavramlarının içi bomboş şu anda. Böyle bir durumda hangi sahiplenmeden söz edebiliriz? Kaldı ki, bu kolaylıkla gözaltına alınan ve tu­ tuklanan ve tehdide maruz kalan sanatçıları kapsayan "suç"(!) yelpazesi de oldukça renklendi. Terslik belki de burada. Gerçek sanatın toplum adına bir işlevi vardır. Sanatçının da . . . Bir sanatçıya yapı lan haksızlı k, o n u seven lere kar­ da yapılmış sayı lmaz m ı ? Seven leri, sanatçıyı des­ şı teklemek için neler yapabilirler? Ne ler beklerdiniz se­ ven lerin izde n ? B u sorunun yanıtını ilginç bir örnekle bezemek istiyo­ rum. Hangi bilgi ya da kültürel birikimine vize verildiği , halk adına beni oldukça ilgilendiren ve hayatının bir aşa­ masında birdenbire köşe yazarı olarak karşımıza çıkan bir zatın köşe yazısından bir alıntı: " . . . sen çıkardığın her kaseti alan sözde entelektüel dangalaklar sayesinde yüz binlerce cd sattın . . . ulan, ulan oğlu ulan . . . " Bu alıntıya fazla bir şey eklemek istemiyorum. Çünkü bunun yanıtı benim şarkılarımı dinleyen herkes kendi adına vermek zorunda. Ayrıca bu sorunun yanıtını siz de kendi adını­ za çok anlamlı bir biçimde veriyorsunuz; " Bir sanatçıya, 312


Sürgünde Son Söyleşi

yapılan haksızlık, onu sevenlere karşı da yapılmış sayıl­ maz mı?" Ne diyeyim? Köşe yazarı böyle olan bir halkın, ken­ disine yapılmış en büyük haksızlık hangisi acaba? Ken­ dimden vazgeçtim, bence böyle bir köşe yazarına sahip olmak . . . Kendime bu üslubu hiç yakıştıramasam da, köşe ya­ zarı olabilmenin hakkını her şekilde veren gerçek gaze­ tecileri tenzih ederek, içimde kalmaması için söylemek istiyorum: Köşe yazarı olmak için ellerindeki medyatik gücü, ai­ lesinden insanlara cinsel taciz amacıyla kullanmak gibi bir referansa sahip olmak gerek galiba. Yaşadığı n ız güçlükleri ve uğradığı nız vefasızlıkla rı görd ü kçe kızıp, "Şarkı ları mı dağlara söyleyeceğime televo lelere söyleseydim keşke " dediğiniz oluyor m u ? Ben sevgi denen şeyin her zaman bir eylem, bir fa­ aliyet olduğunu düşünmüşümdür. Tutmak, korumak, kurtarmak ve bunların her b_irinden sorumlu olmak faali­ yeti . . . İnsan hırpalanmadan , içinin acıdığını hissetme­ den büyüyemiyor. Vefasızlıkta insanı hem hırpalayan, hem de büyüten ve olgunlaştıran bir yan var. Şarkılarım hala dağlara Ben şarkılarımı dağlara da yaptım kentlere de . Tele­ vole programlarını var eden sevgili ve duyarsızlaştırılmış, ölümlere alıştırılmış halkım beni dinlemek isterse her şe­ kilde dinler. Ama ben. hayatın içindeki her şeyle ilqili ol­ duğum sürece , benim ülkemin gündeminde d21<jlar ve oralarda ölenler olduğu sürece ben " şarkıbrı rn cbc� lc.1ra·· diyeceğim . . . Suçu, hapishaneyi , işkenct:'.yi , idam cezala313


ba ş ım

b e l a J. a

rını ben yaratmadım. Kaybettikleı i çocuklarının resımlc­ rini bıkmadan , usanmadan yürekle r i n ı n üzerinde taşı­ yan, anneler gününü gencecik çocuklarının mezarı ba­ şında geçiren anneleri ben yaratmadı m . O ' , ıcukları ben kaybetmedim. İşçileri , memurları . öğreııc ıbı sokaklar­ da ben hırpalamadım. Açlığı ve yoksullu�; u ben yaratma­ dım. Benim şarkılarımı bu toplumsal gicli�at yarattı. Ben bu ülkede iyiye gitmeyen her şeyin kcır5t'.>ıı ıda oldum ve olmaya devam edeceğim . Bu da beniı ı , d c �ı şme z ya­ sam . .

Size ödü l veren gaze teci lerin bır "Kü rtçe k l ip " lafı üzerı ne _feverana kap ı lmala n n ı nası l değerlendiriyor­ sunuz :.> Sa londa b ulunan ları kı/dıran "Kürtçe k lip " lafı olabilir m i'.? Yoksa siz i n le ilgili haşka nefret sebep­ leri m i ua ı dı ? O tep k i fevri bir tep k i m iydi, yoksa bi­ linçli ve haz ı rl ı k lı b ir tepki o lduğunu mu düşün üyor­ sunuz? Onlara her zaman fazla geldim O ödül töreninde bana hakaret edenler, bana ödül veren , basına emek veren gerçek gazeteciler değil, ne idüğü belirsiz bir kültürü kendi gazete ve televizyonların­ da yücehen ve halka pompalnyan gazeteciler(!}di . Bun­ ların uyutulan halkı dürtükleyen her şeye ve herkese tepkisi var. Ben onlara her zaman "fazla" geldim, çün­ kü onların alıştığı " sanatçı" normlarına hiçbir zaman sığ­ madım. Gücümü onlardan değil şarkılarımdan, doğru yaptığım işlerden ve benimle buluşan insanlardan aldım. Dolayısıyla oyunun kurallarım belirleme haklarını ellerin­ den aldım ve oyunun kurallarım her fırsatta bozdum.

Onların ölçülerine göre bir insan hem Kürt, hem dev­ rimci ve demokrat, hem muhalif, hem ınsanldrın inanç314


Sürgünde Son Söyleşi

!arının özgür olmasını savunan , düşüncenin suç olr•ıak tan çıkarılmasını isteyen, hem milyorılarca satan, hem vergi sıralamasında her yıl yerini alan, hem namussuz­ luk yapmayan, hem ailesi olan ve inandığı toplumsal de­ ğerlere göre yaşayan, emeğiyle ve şarkılarıyla para ka­ zanan bir insansa, bu durumia bir tuhaflık var demektir. Bu olamaz, bunun altında kimbilir neler (!) vardır? Onıar buna değil, yaşadığı ülkenin ve yönetildiği sistemin bile farkında olmayan, hayatı sadece "kim-kiminle- nerede " gazeteleriyle sınırlı sanatçı(!)lara alışkınlar ve onları yara­ tıyorlar ve onları yüceltiyorlar. Düşünen ve üstelik tehli­ keli(! ) düşünen Ahmet'i içlerine sindirebilirler mi? Size tepki gösteren ler, ü lken i n içinde bulu nduğu konjonktürü n birer sözcüsü olarak mı tepki gösterdi­ ler? Konjonktürü sizin için böylesine olumsuz k ı lan gelişmeler nelerdir? Bana göre gerçekten bağımsız ve taraf sız olabilmenin yolu, insanın beyninin kapılarını hayatın bütün renkleri­ ne açık tutmasından geçiyor. Medya denen gücün siya · si konjonktürden ve sistemden beslendiği bilinir. Bu kon · jonktürün benim açımdan olumsuzluklarını saymak yeri­ ne, olumlu pek fazla yanının olmadığını söylemekle ye­ tiniyorum. Neden Avrupa 'dası nız? Tü rkiye 'de kalsaydınız ne­ ler o labilirdi? Olaca klara da i r duyumları n ız neler? Birinci neden, o meşhur ödül töreninden aylarca ön­ ce yaptığım iş planlarım ve yargılanmam sebebiyle erte­ lemek zorunda kaldığım konser sözleşmelerinin gerekle­ rini yerine getirmek. İkinci sebep, özellikle medyanın beni özne yaparak yarattığı suni gündem ve irkiltici bir linç psikolojisi. Hayat her şeye rağmen devam ediyor ve 315


ba ş ım

bel ada

benim iş sürecim kesintiye uğramamalı. Albüm çalışma­ mı bitirdim, geriye kalan teknik hazırlıklar benim dışım­ da yürüyor zaten. Ekim-Kasım aylan boyunca süreceği sörünen yeni dönem turne çalışmamın bitiminde, ken­ dimi ve birikimlerimi yeni bir alanda değerlendirme ça­ balarım ve denemelerim olacak. Vicdanları ile baş başa bırakıyorum onları Avrupa'da kaldığım süre boyunca bana atfen yapılan bütün o asılsız haberlere, Paris'te düzenlediğim bir basın toplantısı ile cevap vermeme rağmen , benimle ilgili kıyı­ cı tutumlarından vazgeçmeyen bir kısım medyayı kendi hallerine bıraktım. Beni ülkemden, beni halktan, beni ailemden ve çocuklarımdan , beni kendi topraklarımdan ısrarla ve bilinçli bir biçimde koparmaya dönük bütün çabaların farkındayım. Bu kesinlikle çok bilinçli yürütü­ len özel bir çaba ve özel bir politikanın sonucu. Hakkım­ da bunca kurgu ve asılsız haber üretenleri de, varsa eğer kendi vicdanları ve ayıpları ile başbaşa bırakıyorum. Ne zaman döneceksiniz? Döndüğün üzde sizi nele­ rin beklediğin i düşün üyors u n uz ? Sözünü ettiğim i ş programı (ki, bunun ekip olarak birçok ayağı var ve sadece bana bağlı değil) , bittiğinde elbette döneceğim. Ben, hayatın adaletine inanan bir in­ sanım . Bir hukuk devleti olmanın asgari gerekleri vardır. Hazırlanan yeni CMUK tasarısına göre ciddi delil ve ka­ nıtl<.ıra dayanmayan dosyalar hakkında dava açılmaya­ cakmış. Basında çıkan ve bana atfedilen bütün o sözle­ rin, benim ağzı mdan tek tek k anı tlan ması en azından bu sözleri sarf ettiğimin görsel olarak belgelenmesi ge­ rekmez mi? Bu ne kadar iz bırakan bir çamur olursa ol­ sun, hukukun gücü bunu temizlemek zorunda. ,

3J6


Sürgünde Son Söyleşi

Bir gün sıra herkese gelebilir Benim taşlarımın, neden yerinden oynatılmaya çalışıl­ dığını benim anlamam yetmez. Bunu sormak ve anlamak isteyenler arttığı oranda, bu ciddi pervasızlıkların önünün Lesilebileceğine inanıyorum. Çünkü bu anlayış bugün be­ ni mağdur etse de, bir gün sıra herkese gelebilir. Bir sanatçı olcı ra k hakkın ızda ki sorula ra yurt dı­ şından cevap vermek zoru nda ka lmak nas ı / bir duy­ gu? Hem uzaklardan kon uşmak zorunda olmak, h 'm de birilerinin uzak larda bile size u laşmaya çalış · a­ sındaki çelişkiyi nası l değerlendiriyors u n uz? Tabii ki yeterli değil. Bu sorunların her birinin açılımı, bütün bir Türkiye tahlili gerektiriyor aslında ve ben bu­ nun uzun saatler boyunca karşılıklı irdelenmesini ister­ dim. Bana uzaklarda iken bile ulaşılmaya çalışılmasını ancak şöyle açıklayabilirim; kamu vicdanında oluşan boşlukların bir biçimde kapatılmaya (negatif ya da pozi­ tif amaçlarla) çalışılması. Çünkü bu çok ciddi bir linç sü­ reciydi ve tamamen kurgulanarak tasarlanmıştı. Türkiye halkına "şerefsiz" demeyecek kadar büyük yüreğim var Benim Türkiye halkına "şerefsiz" demeyecek kadar büyük bir yüreğe sahip olduğumu bilmeyenler, bu lafın üzerine atlayıp kendi küçüklüklerini kapatmaya çalıştılar. Bunun adına niye küçüklük diyorum biliyor musunuz? Adam olmak kolay olmuyor, hele akıllı adam olmak hiç kolay olmuyor. Biri ortaya '"haber" adı altında bir şey atıyor ve bunu, kaynağını -doğruluğunu- var olup olma­ dığını anlama ya da araştırma zahmetine girmeden , her317


ba ş ım b e l ada

kes kendine göre yorumluyor. Bunu neyle açıklayabile­ ceğimi bilmiyorum. Çünkü bütün nitelemeler hafif kalır. Kimsenin aklına "bu gerçekten söylenmiş mi?" diye sor­ mak gelmiyor mu sanıyorsunuz? Tabii ki geliyor. Bunu sormak işlerine gelmiyor. Çünkü insan kendi yalancılığı ile yüzleşmekten rahatsız olur. Bu "vur abalıya" Y ılaycı­ lığının bize ve bu ülkeye neler kaybettirdiğini bir bilebil­ seler keşke. Siz bir sana tçısın ız. Sanatı n sorun la rı ndan çok si­ yasal sorun larla i lgili soru larla karşı laşmayı nası l yo­ rum luyorsun uz?

·

Sanat ve siyaset, hayatın içinde cidd! anlamda bir yer edinmek isteyen herkes için birlikte ele alınması gereken iki kavramdır. En kolay formülasyonla, sanat da, siyaset de insan için ve onun adına hayatı ileriye götürmek ve güzelleştirmek amacıyla vardır. Kaldı ki ben "toplumcu" ve "muhalif" bir insan olduğumu her fırsatta ve her yer­ de söylüyorum. Sanatın sorunlarını siyaset çözecekse eğer, her sanatçının siyasete müdahale etme ve katılım­ cı olma hakkı vardır. Siyasetin sorunlarını sanatıyla ko­ laylaştıracak ya da çözmeye yardımcı olabilecek her sa­ natçının da böyle bir işlev edinmesi olağan sayılmalıdır. Bu iki kavramı birbirinden çok soyutlamamak lazım. S Plakçı lığın, "yen i kasetin i ancak PKK'yı kınama­ sı üzerine yayın larız " söz ü n ü nası l değerlendiriyorsu­ n uz?

Benim S Müzik adlı bir şirketle hiçbir ticari bağım ya da yürürlükte olan bir sözleşmem yok. Şu anda bağım­ sız bir sanatçıyım ve kimsenin benim adıma böyle bir açıklama yapma hak ve yetkisi yok. Ben S Müzik yetki­ lileri ile görüştüm ve onlar böyle bir açıklama yapmadık318


Sürgunde Son Söyleşi

!arını ifade ettiler. Yeni albüm çalışmam, teknik hazırlık­ ları bittiği anda tüketime sunulacaktır. Ben söylemekten bıktım ama yeri gelmişken bir kez de sizin aracılığınızla söylemiş olayım; hayatım boyunca hiçbir siyasi parti ya da örgute üye olmadım ve olmayı da reddettim. Sanat, doğası gereği özgür olmak zorundadır. Örgütlü sanatçı olamaz. Sanat ancak kendi içinde (siyasi bir tarafla de­ ğil) örgütlü olabilir. Sanat kendi geliştirici ve dönüştürü­ cü gücünü insanlığın gidişatı üzednde nasıl daha doğru ve etkili kılabileceğini bilir. Çünkü sanat tek başına duy­ gu ile açıklanmaz. Akıl da gerektirir, hem de fazlasıyla . . . Şu an devam eden veya başlamayı düşündüğün üz bir csalışman ız var m ı ?

Ülkemi rengarenk bir demet çiçek güzelliğinde düşlüyorum Beynimin içinde binlerce melodi var ve bunlar olgun­ laşma sürecini tamamladığında zaten gün ışığına çıkıyor. Yeni şarkılar yapıyorum sürekli . Sözünü ettiğim kap­ samlı turne çalışmamın teknik hazırlık aşaması ile ilgili­ yim ve yeni ufuklar peşindeyim. Hiçbir başarı bedelsiz olmuyor. Kendimi yorgun ama iyi hissediyorum. Ve ren­ garenk bir demet çiçek güzelliğinde bir Türkiye düşlüyo­ rum.

319



Onbeşinci Böl ü m

AHMET KAYA DİSKOGRAFİSİ*

Ahmet Kaya'nın Nisan 1 985'de yayınlanan ilk albü­ mü Ağlama Bebeğim , Temmuz 200 1 'de yayınlanan son albümü Hoşça kalın Gözüm 'dür ve toplam 1 8 al­ büm yayınlamıştır. Bu albümlerde 1 9 1 şarkı seslendir­ miştir. Bu şarkılardan 1 53 tanesi Ahmet Kaya bestesi­ dir. Ahmet Kaya bestesi olmayan eserlerin büyük bir bö­ lümü de anonim eser-türkülerdir:

Ağlama Bebeğim Nisan 1 985 Taç Plak Ağlama Bebeğim -

Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Kara Yazı

Söz: Sabahattin Ali Müzik: Ahmet Kaya

Suskun Söz: Ahmet Arif Müzik: Ahmet Kaya ,. (www. ahmetkaya.gen. tr) den alıntılanmıştır. 321


b a f ı m b e l a da

Geçmiyor Gü n ler Söz: Sabahattin Ali Müzik: Ahmet Kaya

Hasretinden Pranga lar Eskittim

Söz: Ahmet Arif Müzik: Ahmet Kaya

Kız Kaçıra n Söz: Sabahattin Ali Müzik: Ahmet Kaya

Şahin Gibi 5':

z:

Karacaoğlan Müzik: Ahmet Kaya

Aynı Daldaydık Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Maviye Çalar Gözlerin

Söz: Ahmet Arif Müzik: Ahmet Kaya

Bıra k Beni Söz: A. Damar Müzik: Ahmet Kaya

Hikayemiz (Bizim)

Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya '(a ranlıkta �ö:.... : Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

�urtufuş Sauaşı Destanı

Söz: Anonim Müzik: Anonim

Uğu rlar Ola

Söz: M. Akif Ersoy Müzik: Ahmet Kaya

Acılara Tutunmak Aralık 1 985 Taç Plak Amenna -

Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil Müzik: A. Kaya Öyle Bir Yerdeyim Ki Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil Müzik: A. Kaya

Acılara Tutunmak Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil Müzik: A. Kaya Yusuf Yusuf Söz: Enver Gökçe Müzik: Ahmet Kaya

Gayrı Gider Oldum

Söz: Enver Gökçe Müzik: Ahmet Kaya 322


Ahmet Kaya Diskografısi

Kadın la r Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil Müzik: A. Kaya Macera Söz: Orhan Ve\i Müzik: Ahmet Kaya Neden Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Bu Dert Ben i Adam Eder Söz: Ataol Behratnoğlu Müzik: Ahmet Kaya Güzel Gün ler Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil Müzik: A. Kaya Sivastopol Marşı Söz: Anonim Müzik: Anonim Ortadoğu Söz: H. Hüseyin Korkmazgil Derleme : Ahmet Kaya

Şafak Türküsü Mayıs 1 986 Taç Plak Şafak Türküsü Söz: Nevzat Çelik Müzik: Ahmet Kaya Kimdi Bun la r Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Tutuşur Dizelerim Söz: Nevzat Çelik Müzik: Ahmet Kaya Geleceğim Söz: Nevzat Çelik Müzik: Ahmet Kaya Haramiler Söz: Hasan Hüseyin Müzik: Ahmet Kaya Sel Dağ Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Kore Dağları Söz: Enver Gökçe Müzik: Ahmet Kaya Zeytin Karası Söz: Nevzat Çelik Müzik: Ahmet Kaya Haydi Git Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya -

323


b a f ı m b e l a da

Potbori (Fabrika kızı, Cam a Çı kma, Fabrika Ön ü) Söz: Bora Ayanoğlu/ A. Kaya Müzik: Bora Ayanoğlu/ A. Kaya Haydi Gü l Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

An Gelir Aralık 1 986 Taç Plak An Gelir Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya Büyüdü n Bebeğim Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Lili Marlen Tü rküsü Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya Çiğdem Çiçek Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Tezkere Derleme : Ahmet Kaya Metris 'in Ö n ünde Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Üşür Ö lüm Bile Söz: Ülkü Tamer Müzik: Ahmet Kaya Sen İn sa nsın Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya Şeyh Bedrettin Şiir : Nazım Hikmet Ney/eyim Söz: Nevzat Çelik Müzik: Ahmet Kaya Ha lay Ha vası Söz: H . Hüseyin Korkmazgil Müzik: Ahmet Kaya -

.

·

Yorgun Demokrat Kasım 1 987 Taç Plak Han i Ben im Gençliğim Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya -

324


Ahmet Kaya Oiskografısi

Alnı nda Dağ A teşi Söz: Arkadas Z . Özger Müzik: Ahmet Kaya Yorgun Demokrat Söz: Yusuf Hayaloğlu - A. Kaya Müzik: A. Kaya Kı lıç Balığı n ı n Öyküsü Şiir : Halim Sefik Güzelsen Haçan Ö lesim Gelir Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya Unutulmayan lara Derleme : Ahmet Kaya Tu t Ki Gecedir Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya Yüreğim Kan ıyor Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Kat lime Ferman Söz: Enver Gökçe Müzik: Ahmet Kaya Yaşamadın Sen Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Bir Veda Havası Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Bu Gala Daşlı Gala Derleme : Sene! Önaldı

Başkaldırıyorum Ağustos 1 988 Barış Plak Ben i Tarihle Yargı la Söz: Ersin Ergün Müzik: Ahmet Kaya Başka ldırıyorum Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Acı Nin n i Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya İçerden Çı kaca k Ada m Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Herkes Kendi İşine Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya -

325


b a ş ım b e l ada

Gül Dike n i Söz: Ülkü Tamer Müzik: Ahmet Kaya Sorgucula r Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Koru Kendi n i Söz: A. Kadir Müzik: Ahmet Kaya Uçun Kuşlar Uçu n Söz: Rıza T. Bölükbaşı Müzik: Ahmet Kaya Den izin Ardı Özgürlü k Müzik: Ahmet Kaya Şiir : Nihat Behram

Resitaller 1 1989 Taç Plak Ö nce Dişlerim iz Dökü ldü - Lifi Marlen Tü rküsü Söz : Anonim / Attila İlhan· Müzik: Anonim / Ahmet Kaya Odam Kireçtir Ben im Söz: Anonim Müzik: Anonim Ağlama Bebeğim Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Kara Yı lan Söz: Anonim Müzik: Anonim Amenna Söz: H . Hüseyin Korkmazgil Müzik: Ahmet Kaya Han i Ben im Genç/iğim Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Geçmiyor Gü n ler Söz: Sabahattin Ali Müzik: Ahmet Kaya Katlime Ferma n Söz: Enver Gökçe Müzik: Ahmet Kaya Şafak Türküsü Söz: Nevzat Çelik Müzik: A . Kaya Dersim Dört Dağ İçinde Söz: Anonim Müzik: Anonim -

326


Ahmet Kaya Diskografısi

Yü reğim Kan ıyor

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Metris'in Önünde

Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Acı lara Tutunmak

Söz: H. Hüseyin Korkmazgil Müzik: Ahmet Kaya

Bacala r / Kara toprak (Mamoş) Derleme : Ahmet Kaya

Kadınlar

Söz: H . Hüseyin Korkmazgil Müzik: Ahmet Kaya

İyimser Bir Gül Kasım 1 989 Barış Müzik Adı Bahtiyar -

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

İyimser Bir Gül

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Birazdan Kudurur Den iz

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Bu Ya lnızlık Benim

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Çek Mustafa Çek

Söz: Pedro Shimose - A.Kaya Müzik: Ahmet !<aya

Evlerinin Ön ü

Söz: Anonim Müzik: Anonim

Doğum Gün ü

Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Kaçak ve Anne

Söz: Yusuf Hayaloğh.,; Müzik: Ahmet Kaya

Kardelenler Açı nca

. Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Kaçakçı Kurban

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Yollarına Baka Baka

Söz: Anonim Müzik: Anonim 327


ba f ım b elada

Ama n ı n Min noş Söz: Fethi Perilioğlu Müzik: Fethi Perilioğlu

Sevgi Duvarı Ekim 1 990 Barış Müzik Dardayım -

Söz: Ahmet Erhan Müzik: Ahmet Kaya

Eylüle İsyan Gibi Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Sevgi Du va rı

Söz: Can Yücel Müzik: Ahmet Kaya

Kendine İyi Bak Söz: Ali Çınar Müzik: Ahmet Kaya

Gaş Gabah

Söz: Anonim Müzik: Anonim Derleme : Sene! Önaldı

Karar Vermek Zor Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Şiddet

Söz: H. Hüseyin Korkmazgil Müzik: Marcel Halef - A. Kaya

Hep Sonrada n

Söz: Ali Çınar Müzik: Ahmet Kaya

Şiire Gazele Söi: Anonim Müzik: Anonim

Doruk lara Sevda landım

Söz: Nihat Behram Müzik: Ahmet Kaya

Resitaller 2 Mayıs 1 990 Taç Plak Ö lürem Kardaş -

Söz: Anonim Müzik: Anonim

Dağlarda Kar Olsaydım

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Bahtiyar

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

328


Ahmet Kaya Diskografısi

Yemen Türküsü Söz: Anonim Müzik: Anonim Turna Semahı Söz: Anonim Müzik: Anonim Doğum Gün ü Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Diyarbakır Türküsü Söz: Ahmet Kaya Müzik: Anonim Hey Göklere Söz: Anonim Müzik: Anonim Değirmen Başında - Duman Çökmüş Munzur'a Söz: Anonim- Abuzer Karakoç Müzik: Anonim- A. Karakoç Ne Yandasın Söz: Anonim Müzik: Anonim Başkaldı rıyorum Söz: Yusuf Hayaloğlu JV!Dzik: Ahmet Kaya Had i Sen Git İşine Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Üşü r Ö lüm Bile Söz: Ülkü Tamer Müzik: Ahmet Kaya Halay Havası {Oy Leyli) Söz: H. Hüseyin Korkmazgil Müzik: Ahmet Kaya Gayrı Gider Oldum Söz: Enver Gökçe Müzik: Ahmet Kaya

Başım Be�ada Ağustos 1 99 1 Barış Plak Başım Belada Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Tezgôh ta r Neba hat Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Hiç Bir Şeyimsin Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya -

329


ba f ım

b e l a da

Kalan Ka lır

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Bir Acayip Adam

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

En tel Maganda

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Ayrılığın Hediyesi

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Yangı n Gecesi

Söz: Attila ilhan Müzik: Ahmet Kaya

Vahşi At

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Gel Haydi Gel

Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Hasretinden Pranga lar Eskittim

Söz: Ahmet Arif Müzik: Ahmet Kaya

Oy Hauar

Söz: Ahmet Arif Müzik Ahmet Kaya

Dokunma Yanarsın Temmuz 1 99 2 Tempa Plakçılık İçimde Ölen Biri -

Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Dokun ma Yanarsın

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Tı kabasa Pas t ı rma Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Böyle Bir Sevmek

Söz: Attila ilhan Müzik: Ahmet Kaya

Bir A n ka Kuşu Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Rinna Rinnan Nay Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya

Biz Üç Kişiydik 330


Ahmet Kaya Diskografısi

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Sürgün Acısı Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Merhaba Söz: A. Hülya Özzümrüt M ü zik : Ahmet Kaya Kenar Mahalleli Söz: Süha Tuğtepe Müzik: Ahmet Kaya Nevroz Ateşi Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Bir Minik Kız Çocuğu Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya

Tedirgin Nisan 1 993 Raks Müzik Munzurlu Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Tedirgin Söz: Ali Çınar Müzik: Ahmet Kaya Mahur Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya Layla Söz: Ali Gökçe Müzik: Ahmet Kaya Grev (Di lekçe) Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya Derin Bir Ah Çektim Söz: Ahmet Kaya - Ali Çinar Müzik: Ahmet Kaya Yazamadım Söz: Ali Çınar Müzik: Ahmet Kaya Yalancı Ayrı lık Söz: Seda Akay Müzik: Ahmet Kaya -

Sevemezsi n

Söz: Ali Çınar Müzik: Ahmet Kaya Ah!. . Söz: Attila ilhan Müzik: Ahmet Kaya 331


b a , ım b e l ada

Elektro Şok Söz: Ali Çınar Müzik: Ahmet Kaya

Şarkılarım Dağlara 1 994 Raks Müzik Yapım Kum Gibi Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Cinayet Saat i Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya Gururla Bakıyorum Dünyaya Söz: Orhan Kotan Müzik: Ahmet Kaya Ağladıkça Söz: Gülten Kaya Müzik: Anonim Mavi'n i n Tü rküsü Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Ölüm Dörtlüğü Söz: Anonim Müzik: Anonim Özgür Çağrı Söz: A. Kaya Müzik: A. Kaya Şiir : Orhan Kotan Sabır Kalmadı Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Yalan da O lsa Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Yeter Söz: Zeynep Talu Müzik: Ahmet Kaya Bize Ne Oldu Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Saza Niye Gelmedin Söz: Anonim Müzik: Anonim Derleme : A. Kaya -

Beni Bul 1 995 S Müzik Arka Maha lle Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Demedim m i Haydar -

332


Ahmet Kaya Diskografısi

Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Telgrafçı Akif Söz: Anonim Müzik: Anonim Ben i B u l Anne Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Yet iş Nerdesi n Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Can Yoldaşım Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya · Ben i Vu r Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Diyarbakır Türküsü Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Sen Yan ma Diye Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Sen in Derdindeyim Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya · Ka rlı Dağlar Söz: Salih Güngör Müzik: Ahmet Kaya Sürya n i Derleme : Bedri Ayseli

Yıldızlar ve Yakamoz · 1 996 Raks Müzik Yapım Yakamoz Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Gayrı Gider Oldum Söz: Enver Gökçe Müzik: Ahmet Kaya Kadın la r Söz: H . Hüseyin Korkmazgil Müzik: Ahmet Kaya Acı lara Tu tunmak Söz: H . Hüseyin Korkmazgil Müzik: Ahmet Kaya Öyle Bir Yerdeyim Ki Söz: H . Hüseyin Korkmazgil Müzik: Ahmet Kaya Ağlama Bebeğim -

333


b a ş ım b e l ada

Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Tu runcu Gem i Söz: Gülten Kaya Müz!k: Ahmet Kaya Suskun Söz: Ahmet Arif Müzik: Ahmet Kaya Ka ra n lıkta Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Kara Yazı Söz: Sabahattin Ali Müzik: Ahmet Kaya Şafak Türküsü Söz: Nevzat Çelik Müzik: Ahmet Kaya

Dosta Düşmana Karşı 1 998 Raks Müzik Yapım Giderim Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Adı Yı lmaz Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Nerden Bileceksiniz Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Dost Söz: Hüseyin Karakuş Müzik: Hüseyin Karakuş Bize Kalan Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya Fosso Necda t Söz: Yusuf Haya/oğlu Müzik: Ahmet Kaya Dosta Düşmana Karşı Söz: Orhan Kotan Müzik: Ahmet Kaya Korkarım Söz: Gülten Kaya Müzik: Ahmet Kaya Söyle Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Ay Gidiyor Söz: Gülten Kaya Müzik: Ahmet Kaya Mican -

334


Alı'net Kaya Diskografısi

Derleme : Ahmet Yamacı Yazma lı Gelin Söz: Abdurrahman Kızılalp Müzik: Abdurrahman Kızılalp

Hoşçakalın Gözüm Temmuz 200 1 Gam Production Siz Yanmayın Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Mem leket Hasreti Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya A l Öfkem i Söz: Gülten Kaya Müzik: Ahmet Kaya Telgrafın Telleri -

Söz: Anonim Müzik: Anonim

Yakarım Geceleri

Söz: Yılmaz Odabaşı Müzik: Ahmet Kaya

Karwan (Keruan) Söz: Xoşnav Tilli Müzik: Xoşnav Tilli

Ada Sah i l leri

Söz: Anonim Müzik: Anonim

Diyarbakır Hasreti

Söz: Yılmaz Odubaşı Müzik: Ahmet Kaya

Hadi Bize Gidelim

·

Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya

Hoşçakal ı n Gözüm Söz: Ahmet Kaya Müzik: Ahmet Kaya Şiir : Gülten Kaya

335



Başım Belada - Fotobiyografi Ahmet Kaya, 1957 - 2000

Ölüm her aklına geldiğinde Ah edip vah edip inleme Bu halinle tanrıyı incitmiş olacaksın Ecel kapını çaldığında Evi telaşa verme O geldiğinde sen gitmiş olacaksın


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

____________________ Ahmet Kaya. 1958

-

2


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

3

_____________________ Ahmet Kaya, 1961 __________________________

Nurcan, Ahmet ve Emine Kaya...

Aklında hep müzik yapmak vardı.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

Ahmet Kaya, 1969

Sümerbank Ortaokulu’nun futbol takımında...

-

4


Başım Belada - Fototiyografi - 5 _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ Ahmet Kaya, 1977 _______________


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

6

_____________________ Ahmet Kaya, 1977 ____________________

Ahmet Kaya askerde. Müziğe olan tutkusunu hiçbir şey önleyemiyor. Gelibolu Orduevi'nde kontrbas çalıyor.

Askerde bir grup kurmuş, veda partilerinde sahne alıyor. Enstrümanlar ise 2. Kolordu Orkestrası’ndan.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

7

_____________ Ahmet Kaya. 1978 - 1979 _______________________

Ankara TİKP Kongresi, Ahmet Kaya (bağlama), Zinnur Yelderen (flüt) ve Fikri Çiçekçi'den (davul) oluşan üçlü, sol parti ve derneklerin dü zenlediği programların aranılan grubu olmuş.

İlk evlilik: 1979 yılının son aylarında dernekten tanıştığı Emine isimli genç kız ile dünya evine giriyor. Düğün, Beyoğlu Evlendirme Dairesi nde. Çalgıcılar ise tanıdık: Zurna Zinnur Yelderen, Davul Tahir Çiçekçi.


Başım Belada - Fotobiyografi - 8 _________________ Ahmet Kaya, 1983-1984 _________________________

Tevfik Işıktemur, Ahmet Kaya ve Tahir Çiçekçi bir mangalbaşı keyfinde.

Uzun yıllar gideceği Baran Ocakbaşı’nda arkadaşlarıyla.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

9

_____________________ Ahmet Kaya, 1985 __________________________

Asaf Güven Aksal, Ahmet Kaya ve Hasan Hüseyin Demirel.

Kumkapı Çatı Resturant’ta organizatör Osman Dişli ile beraber,


Başım

Belada

-

Fotobiyograf1

-

10

_______________________ Ahmet Kaya, 1986 ___________________________


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

11

_____________________ Ahmet Kaya. 1988 __________________________


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

12

_______________________ Ahmet Kaya, 1988 ___________________________

Ahmet Kaya konserlerine yoğun ilgi var. Bu ilgi yasaklı konser günlerini de beraberinde getiriyor.

-İkametgah1988 yılında konser izni için aldığı ikametgâh.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

13

__________________ Ahmet Kaya. 1989-1990 _________________________

Ahmet Kaya efsanesi yavaş yavaş doğuyor. Kaya, hayranlarından gelen mektuplarla basın mensuplarına poz veriyor.

Ahmet Kaya, yoğun ilgi gördüğü konser trafiği ve kasetlerinin yüksek satış rakamlarıyla 1990’lara "Merhaba" diyordu.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

14

___________________ Ahmet Kaya, 1990-1991 _________________________

Ahmet ve Gülten, Ortadoğu Haber Ajansı çalışanlarıyla.

Selda Bağcan ile Koçero kasetinin stüdyo çalışmaları esnasında.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

______________________ Ahmet Kaya. 1992 ______________

Ahmet Kaya konser öncesi bilek güreşinde.

Yılmaz Güney’i anma programı çerçevesinde gittiği Paris’te Arif Sağ ile birlikte.

15


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

16

______________________ Ahmet Kaya, 1993 ___________________________

-1 Ağustos 1994Açık Hava Tiyatrosu nda verdiği 8 bin kişilik konserde annesi Zekiye Kaya ile birlikte... Ahmet Kaya konserlerinde sık sık annesini sahneye çıkartıp, "Hani Benim Gençliğim" şarkısını söylüyordu...


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

17

_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ Ahmet Kaya, 1994 _______________

Stüdyoların çalışma düzenine “ayak uyduramadığı" için, kendi evini stüdyoya çevirmişti.

Tek başına çay keyfinde.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

18

__________________ Ahmet Kaya, 1994 - 1995 _________________________

Bodrum'da tatilde...

Gittiği birçok yere beraberinde götürdüğü Pako'yla...


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

19

_____________________ Ahmet Kaya, 1995 ___________________________

-17 Şubat 1995Şubat 95’te yeni aldığı Mercedes'i için kurban kesiyor.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

20

____________________ Ahmet Kaya, 1996 _________________________

İstanbul’un en sevdiği bölgesinden birisi de boğazdı...

23

Mart

1996'da

“Kürt'lerin

düzenlediği

gecelere

üzerine Mezopotamya Kültür Merkezi'nde verdiği bir konserde...

çıkmıyor"

eleştirileri


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

21

_____________________ Ahmet Kaya, 1997 _________________________

Güler Işık la birlikte bir yurtdışı konserinde.

Ahmet Kaya. Ali Kırca ve Naşide Göktürk televizyon çekimi sonrası yemekte.


Başın

Belada

-

Fotobiyografi

-

22

____________________ Ahmet Kaya, 1998 _________________________

Eşi Gülten Kaya ile birlikte...

Eşi Gülten’le birlikte bir gazetede çıkan “boşanacaklar’’ haberini yalanlıyor... Ahmet. Gülten Kaya’nın yazdığı ve "Dosta Düşmana Karşı" kasetinde yer alan “Korkarım” isimli şarkının aşklarını anlattığı söylüyor...


Başım

Belada

-

Fototiyografi

-

23

______________________ Ahmet Kaya, 1998 ___________________________

-28 Haziran 1998Ahmet ve eşi Gülten Kaya’nın sahibi olduğu Gak Prodüksiyon şirketi ilk sanatçıları olan Kent Ozanları isimli müzik grubunu tanıtıyor... Kaya, “Kent Ozanları" isimli grubun üyeleriyle Taksim Sanat Evi’ndeki tanıtımda...

Jet-Pa'nın sponsorluğu üzerine eleştiriler alan Kaya. “Ke^t Ozanları" grubuyla birlikte. “Avrupa’da inanca Saygı, Düşünceye Özgürlük 1 ’ konserleri verdi...


Başım Belada - Fotobiyografi - 24 ______________________ Ahmet Kaya. 1998 ___________________________

Ahmet Kaya, Hülya Avşar ve Nurseli idiz bir televizyon çekimi esnasında...

Evinde bir söyleşide.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

25

______________________ Ahmet Kaya. 1999 __________________________

-10 Şubat 1999Magazin Gazetecileri Derneği'nin ödül töreninde, “Yılın Müzik Yıldızı" ödülüne layık görülen Ahmet Kaya, ödülünü MGD Başkanı Dursun Karadağ'dan alıyor...

Kaya ödülü, insan Hakları Derneği, Cumartesi Anneleri, magazine emek veren tüm insanlar ve Türkiye halkı adına aldığını söylüyor. Yeni çıkaracağı kasetinde Kürtçe bir şarkıya yer vereceğini, bu şarkıyı yayınlayacak insanların olduğunu bildiğini söylemesi üzerine salonda kıyamet kopuyor. Bir grup Kayaya çatal ve kaşıklar fırlatarak saldırıyor.


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

26

______________________ Ahmet Kaya, 1999 _________________________

Ödül gecesinden birkaç gün sonra aleyhinde çıkan bir haberle ilgili DGM'ye ifade vermeye giden Ahmet Kaya hakkında tutuklama kararı çıkarıldı.

30 Nisan 1999'da DGM’de ifade veriyor.


Başım Belada - Potobiyografi

- 27

______________________ Ahmet Kaya. 1999 _____________________________


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

28

___________________ Ahmet Kaya. 2000_____________________________

Ahmet Kaya sürgünde yaşadığı Paris'te 16 Kasım 2000 günü sabah saat altıda kalp krizi geçirerek vefat etti. Ardında masum türküler ve hazin bir öykü bırakarak gitti.

Yılmaz Güney’in de mezarının bulunduğu Pere-Lachaise mezarlığına defnedildi. Kızı Melis ve eşi Gülten mezarı başında..


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

29

______________________ Ahmet Kaya (...) _________________________


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

Ahmet Kaya (...)

Size, yüzyıllardır sesini kaybetmiş Bir türküyü söyleyecektim; Ve bir yayla rüzgarı şefkatiyle Kirpiğinizin ucundan öpecektim... Bir masum türküydü sadece Yüz binlerce mağdurun gönlünde; Belki söyleriz hep birlikte Belki... mahşerin birinci gününde. Nasıl sevmiştim hepinizi, nasıl böyle oldu akıbetim? Ve nasıl çöle döndü, O benim gül-gülistan memleketim?

İşte gidiyorum, Hiçbiriniz, hiçbir dilde anlamadınız, Ben başımı verdim, sizinse İnsafsız bir linç oldu karşılığınız. İşte gidiyorum, Penceresiz bir dünyanın bilinmez labirentine.. İşte gidiyorum, “Saçlarındaki yıldızları artık koparabilirsin anne!" Sonunda kaptırdım gönlümü Ölüm denen o kaypak türküye. Ve işte kurtuldun benden $en olasın ey sevgilim, Türkiye! Elbet benim de vardı, Kendime ve yurduma dair umutlarım. Belki bıraktığım yerden sürdürür; Dostlarım, karım ve çocuklarım... Çatladı yüreğim, çatladı sazım. Demek ki böyleymiş yazım. Sizlere armağan olsun Sizlerden ödünç aldığım bu yürek sızım.

-

30


Başım

Belada

-

Fotobiyografi

-

31

__________ __________ Ahmet Kaya (...) __________________________



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.