Galip K. S.: Yok edilmek istenen millet

Page 1


Dizgi - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Haziran 2001


GALİP KEMALİ SÖYLEMEZOGLU

YOK EDİLMEK İSTENEN MİLLET

Cumhuriyet



ÖNSÖZ Bu kitap, 1920 yılında Roma'da "L'assasinat d'un peup­ le" adıyla ve Fransızca olarak yayınlanmıştır. Türklüğün en karanlık günlerinde kaleme alınıp, Ameri­ ka Birleşik Devleti'nin ve bütün Avrupa devletlerinin önder­ lerine, hükümet ileri gelenlerine, siyasi partilerine, ünlü ma­ reşal ve generallerine, gazetelerine gönderilen bu kitapta bir Türk'ün acı haykırışı duyulmaktadır. 10 Ağustos 1920'de Osmanlı İmparatorluğu temsilcileri­ nin şaşkınca bir duygusuzluk ve acz içinde Sevres anlaşma­ sını imzalamaları, bu kitabın yazılmasında başlıca etken ol­ muştur. Damat Ferit Paşa Hükümeti ise, Osmanlı Dışişleri'ne mensup bir büyükelçinin bu kişisel girişimlerini suç kabul ederek, Galip Kemali Söylemezoğlu'nun görevine son ver­ miştir. "L'assasinat d'un peuple" 1957 yılında Türkiye'de ve Türkçe olarak ilk kez yayımlandığında yazarının izniyle "Yok Edilmek İstenen Millet" adı verilmiştir. Yeni kuşaklar bu kitapta, Türk Milletinin nasıl yokedil­ mek istendiğini, eski bir büyükelçinin kaleminden okuyacak­ tır. 5



SORRENTO, 20Ağustos1920 YOK EDİLMEK İSTENEN MİLLET Dünya tarihinin en korkunç sosyal ve siyasi cinayeti 1O Ağustos 1920'de, adalet, insanlık ve bundan sonra sözde mil­ letlerin yaşamına ve ilişkilerine hakim olacak çok kutsal il­ keler adına işlendi. Doğunun en asil ve kahraman milletlerin­ den biri olan ve mevcut olduğu günden beri hür yaşamış bu­ lunan Türk milleti ani bir hoyratlıkla siyasi özgürlüğünü ve milli istiklalini kaybetti. Hakim kuvvetine, yaratılışındaki hoşgörü ve sınırsız alicenaplık erdemini katmış olan bu mil­ let, on asırdan beri üç kıtaya hükmetmiş bulunuyordu! .. Ve ne fecidir ki, hak ve hürriyet uğrunda savaştıklarını iddia edenler tarafından büyük bir soğukkanlılıkla tasarlanan ve özenle hazırlanan bu iğrenç hareket, dünyanın en ince ve meşhur sanat ocağının mükellef salonlarında tevsik edildi. Sevres Anlaşması, dayanıksızlığım şüphesiz geniş bir öl­ çüde, taşıdığı ünlü isimden almıştır! Yalnız.onun harikaları­ nın mümeyyiz vasfını oluşturan ve onları kıymetlendiren in­ celik ve sanat güzelliği, konu ve motiflerindeki zenginlik ve asalet, bu uluslararası vesikada yerlerini temsil ettiği iğrenç­ liğe, (dürüst görünmesine rağmen, Türk ve Müslüman olan 7


herşeye karşı sürekli kötü niyetli, mutaassıp, kindar ve inti­ kamcı olan) eski Avrupa diplomasisinin ananevi hilelerine ve onun skandal derecesini bulan emperyalist amaçlarına terket­ mişlerdir. Kim ne derse desin, alınan bütün tedbirlere rağmen, bu anlaşmadaki başlıca hükümlerin sathi bir şekilde tetkiki, onun herşeyden önce, keyfi, hukuka aykırı, haksız ve tahrip­ kar içeriğini ortaya koymaya kafidir. Fakat, bu anlaşmanın metnini incelemeden önce, mütte­ fikler tarafından, geçen

18

Temmuzda Spa'da kaleme alınan

ve İstanbul'dan gönderilen murahhas heyetine derhal tevdi edilen cevabı irdeleyelim. İşte bu cevabın metni:

OSMANLI MUKABİL TEKLİFİNE MÜTTEFİKLERİN CEVABİ NOTASI Spa, 16Temmuz1920 "Müttefik Devletler, Osmanlı Hükümeti' nin kendisin­ den imzası talep edilen sulh muahhedesi projesi hakkındaki mülahazalarını dikkatle tetkik etmişlerdir. Osmanlı hüküme­ ti, harpteki mesuliyetinin, müttefiklerine nisbetle daha az olduğu ve bu itibarla kendisine karşı daha yumuşak davranıl­ masını istemekte haklı bulunduğu kanaatinde görünüyor. Müttefikler bu iddiayı kabul edemezler. Onların f ikrince, Türkiye bütün milletlerin hürriyetine karşı tertip edilen su­ ikasta, bu tertibin zalim gayesi dünyanın nazarında açıkça be­ lirdiği bir sırada, kendi arzusuyla iştirak etmiştir. Müttefikle­ rin kanaatince, bu suretle hareket etmekle Türkiye, yarım asırdan fazla bir zamandan beri denenmiş dostları oldukları-

8


nı ispat eden devletlere karşı aşikar bir ihanet irtikap etmiştir. Türkiye, en küçük bir mazereti olmadan ve hiçbir tehdit kar­ şısında kalmadan harbe girmiştir. Müttefikler kendisine kar­ şı hiçbir hasmane maksat beslememekte idiler. Daha

1914 yı­

lı ağustos ayında devletler Babıaliye, Türkiye harbin sonuna kadar tarafsız kaldığı takdirde müttefiklerin Osmanlı toprak­ larının bütünlüğünü garanti etmeyi kabul ettiklerini bildir­ mişlerdir. Bu beyanatı istihfafla karşılamakla Türkiye, harbe girmesindeki amilin, emniyeti kaygısı değil, ihtiras olduğunu ispat etmiştir. Osmanlı heyetinin, Türkiye'nin müdahalesinin insanlık için sebep olduğu kötülükleri ve kayıpları doğru ola­ rak ölçmediği anlaşılmaktadır. Türkiye'nin mesuliyetinin şu­ mulü, yalnız müttefiklerin Türk ordularına karşı kazandıkla­ rı zaferin bahasına bağlı değildir: Sebepsiz olarak müttefikle­ re büyük bir deniz muvasala yolunu kapamakla, bu suretle bir taraftan Rusya ile Romanya arasındaki, diğer taraftan onlarla Batılı müttefikleri arasındaki münasebetleri kesmekle Türki­ ye, harbi en aşağı iki sene uzatmış ve müttefiklerin birkaç milyon insan ve yüzlerce milyar kaybetmelerine sebep ol­ muştur. Türkiye' nin, muazzam kayıplar pahasına dünya hür­ riyetini yeniden tesis edenlere borçlu olduğu tazminat, vere­ bileceği miktarın çok üstündedir

( 1).

Müttefikler, Türklerin diğer milletler üzerindeki hakimi­ yetlerine son vermesi zamanının geldiğini açıkça görmekte­ dirler. Harpten önceki uzun devletlerde Babıali ile büyük devletler arasındaki münasebetlerin tarihi, Bulgaristan'da, Makedonya'da, Ermenistan'da ve başka yerlerde vukua gelen (l) Altı asn geçen bir zamandan beri hür yaşamış bir Türkiye'nin parça­ landığı ve esaret altına alındığı bir sırada ileri sürülen bu iddia pek cüretkarane­ dir.

9


zalimane hareketlere son verilmesi için yapılan ve muvaffak olamayan seri halindeki teşebbüslerin tarihidir. Bu zalimane hareketler insanlık vicdanını sarsmış ve isyan ettirmiştir. Son 20 sene içinde Ermeniler, işitilmemiş barbarlık şartlan altın­ da katledilmişlerdir. Harb esnasında Osmanlı hükümetinin katliam sürgün ve harb esirlerine kötü muameleler gibi hare­ ketleri, bu gibi kötülükler bahsinde bundan evvelki hareket­ lerini geride bırakmıştır. Yapılan tahminlere göre, 19 14 yılın­ dan beri Osmanlı hükümeti sözde bir isyan bahanesiyle er­ kek, kadın ve çocuk olarak 800 bin Ermeniyi sürgüne gönder­ miş veya ocaklarından kovmuştur. Türk hükümeti, Türk ır­ kından olmayan tebalannı yağmaya, hoyratlığa ve cinayete karşı koruma vazifesini yapmamakla kalmamıştır; aynı za­ manda, himayesiyle mükellef bulunduğu halk kitlelerine kar­ şı en vahşiyane hücumları bizzat idare ve tertip etmek mesu­ liyetini de üzerine almıştır. Bu hususta müttefiklerin elinde birçok deliller mevcuttur. Bu sebeplerle müttefik devletler, Türk ırkından olmayan ekseriyetlerle meskun bütün toprakla­ n Türk boyunduruğundan kurtarmaya azmetmişlerdir. Türk olmayan birçok halk topluluklarını, Osmanlı idaresi altında tutmak ne doğru bir hareket olur, ne de Yakın Doğuda adila­ ne bir sulh kurmaya yarar. Müttefik devletler, Trakya'yı ve İzmir'i Türk hakimiyetinden ayıran muahede hükümlerinde hiçbir değişiklik yapılmasına muvafakat edemezler. Çünkü, bu topraklarda Türkler ekalliyettedir (2). Suriye ile Türkiye arasındaki hudut hakkında da aynı hükümler caridir. Müttefik devletler, aynı sebeple Birleşik Amerika Reisi (2) Milletlerin hak ve hürriyetlerini korumak iddiasında bulunanlar tara­ fından kaleme alınan beynelmilel bir vesikada bu ciddiyetten ve hakikatten uzak ifadelere tesadüf edilmesi cidden teessüfe şayandır.

10


tarafından adilane bir şekilde tesbit edilecek olan hudutlar içinde müstakil bir Ermenistan ihdasını hedef tutan hüküm­ lerde hiçbir değişiklik yapamayacaklardır. İzmir hakkındaki hükümler, bu limanın A nadolu ile ti­ caretini ve mübadelelerini tahdit etmek gibi bir netice verme­ yecektir. Bilakis, limanın serbestliği muahede ile garanti edil­ diği için bu bölge halkı onun, hinterlandın bir mahreci olma­ sından geniş ölçüde istifade edecektir. Namuslu bir hüküme­ tin idaresi altında bu liman, dahilin ihtiyaçlarını eskisinden daha müessir bir şekilde sağlayacaktır. Derpiş edilen rejim Dantzig rejimine benzemektedir. Boğazlar rejimine gelince: Büyük devletler herhangi bir Türk hükümeti tarafından medeniyet davasına karşı yapılacak yeni bir ihaneti (3) önlemek için gereken tedbirleri almakta tereddüt edemezler. Bu itibarla Boğazların serbestliğini temin için meşru ve adilane olduğuna kani bulundukları rejminin esas hatlarını değiştirmeyeceklerdir. Bununla beraber, mütte­ fikler, Osmanlı heyetinin, Türkiye'nin sahildar bir devlet sı­ fatiyle temsil edilmesi hususundaki mülahazalarını ve Bulga­ ristan gibi aynı şartlar altında bu komisyona bir murahhas göndermesi hakkını tamamiyle reddetmemektedirler. Türki­ ye lehinde yapılan bu değişiklik ve mesela, Türkiye'nin 1600 ve daha yukarı gayri safi tonajdaki bütün gemileri müttefik hükümetlere teslim etmesi hakkındaki maddenin kaldırılma­ sı gibi yapılması mümkün görünen diğer bazı tadiller işbu ce­ vabın zeylinde yazılıdır. Türkiye'nin mali kontrolunu hedef tutan hükümlerden maksat bu devleti vesayet altına almak değildir. Bu hükümler ( 3 ) Bu hususta Türkiye'nin müttefiklere karşı ahdi taahhütleri olup olma­ dığı ve bunları ihlal edip etmediği sorulabilir.

11


bizzat Türkiye'yi, mazide kendisini yıpratmış olan irtişa ve spekülasyona karşı korumak ve nihayet emperyalist temayül­ lerden kurtulmuş olan Türk milletine

(4) refah ve iyi bir ida­

re temin etmek gayesiyle konmuştur. Netice olarak müttefikler, muahedenin, Osmanlı heyeti tarafından bu vesikaya isnad edilen mahiyeti taşımadığını bil­ dirirler. Muahedenin, Türkiye' nin, Türk hükümetleri tarafın­ dan o kadar amansız ve kötü bir şekilde idare edilen toprak­ lar üzerindeki hakimiyetine �on verdiği doğrudur. Fakat mu­ ahedede, Türkiye'yi geniş ve mahsüldar topraklara malik milli bir devlet olarak ipka etmektedir. Tesbit edilen hüküm­ ler, Türk milletinin metotlarını islah ettiği takdirde müreffeh bir millet olmasına engel teşkil edecek hiçbir kaydı taşıma­ maktadır. Muahede, lstanbul' un, burada Türklerin ekseriyeti teşkil ettikleri şüpheli olmakla beraber

(5) başkent olarak

Türkiye'de kalmasını bile temin etmektedir. Türklerin mazi­ de, kuvvet ve kudretlerini kötü bir şekilde kullanmaları key­ fiyetinin doğurduğu büyük tereddütlere rağmen müttefikler, ihtiyatlı ve basiretli olduğunda şüphe uyandıracak böyle bir karara varmışlardır. Türk hükümeti sulhu imzalamaktan imtina ettiği, yahut Anadolu üzerinde otorite tesis etmekte aciz gösterdiği veya muahedenin tatbikini temin edemediği takdirde, müttefikle­ rin muahede hükümlerine uyarak bu maddeyi değiştirmeleri ve Türkleri bu sefer ebediyen Avrupa dışına atmak mecburi­ yetinde kalmaları ihtimali vardır. (4) İki asırdan beri komşularının devamlı taarruzlarına ve büyük devletle­ rin entrikalarına ve gizli emellerine karşı kendini koruyan Türkiye'yi emperya­ list temayüllerle itham etmek ciddiyetle telif edilemeyecek bir iddiadır. (5) Başlıca gayesi sulh ve adaleti garanti etmek olan bir konferansta bu ka­ dar münasebetsiz bir söz hiç işitilmiş midir?

12


Müttefik devletler bu notalarıyla Osmanlı heyetine, Tür­ kiye'ye muahede hükü�lerini kati olarak kabul ettiğini ve muahedeyi imza edeceğini bildirmek için on gün mühlet ve­ rildiğini tebliğ ederler. Mühlet 27 Temmuz'da gece yarısı so­ na erecektir. Muahede gösterilen şartlar altında imza edilme� diği takdirde müttefik devletler vaziyete göre, gereken tedbir­ leri alacaklardır." O tarihte sulh konferansının reisi olan M. Clemence­ au'nun Damat Ferit Paşayı Paris'ten uzaklaştıran 25 Haziran 1919 tarihli (6) notası hiç olmazsa Türklerin bazı meziyetle­ rini öven ve onları muzaffer devletler tarafından hak ve ada­ let esaslarına göre muamele göreceklerine dair uzak bir ümit­ le avutan nazikane birkaç kelimeyi ihtiva etmekte idi. Bir sene süren korkulu bir bekleme devresinden, tarife sığmaz yeni işkencelerden ve büyük zulüm ve mahrumiyet­ lerden sonra Spa konferansı Türklere çok sert ve haysiyet kı­ ncı bir lisanla kaleme alınmış olan bir nota hediye etti. Bu no­ tada, baştanbaşa "amansız ve ebedi düşmanlar haline gelmiş dünkü ananevi dostlarının" galiplerin kin ve intikam hisleri, Osmanlı İmparatorluğu ile hilafeti ve Türk milletini yok etmek hususundaki azimli ve değişmez kararlan belirtmiştir. Hiçbir muasır diplomatik vesikada bir millete karşı bu kadar kötü niyetli ve alçaltıcı bir lisan kullanılmamış, dünya­ da yeni bir birlik ve adalet devresinin temellerini atmak iste­ yen hiçbir sulh konferansında mağluplara karşı bu derece ka­ sıtlı ve iftiralı sözler işitilmemiştir. Üstelik iki seneden beri devamlı hücumlara maruz kalan ve rasgele en ağır suçlarla it­ ham edilen devlet, canilere bile tanınmış olan müdafaa hak-

(6) Kitabın sonundaki metne müracaat. 13

·


kından mahrum edilmiş bulunuyordu. Bilakis iki mütareke senesi esnasında Türkiye'de yükselen her türlü protesto sesi boğulmuş, mukaddes, fakat pek bahtsız olan Osmanlı davası­ nı müdafaa edebilecek her vatanperver gadre uğramış veya ortadan kaldırılmıştır. İftiralar ve tatmin edilmemiş kinlerle dolu olan bu nota­ nın, büyük Yunanistan'ı ihdas ettiği iddiasında bulunan adam tarafından kaleme alındığını yazan Rumca gazeteler, bu hadi­ seden dolayı memnun olmakta haklı idiler. Bununla beraber bu sonuncu ithamname yeni bir delili ihtiva etmemekte idi. Müttefikler, M. Clemenceau'nun nota­ sında ele alınan mülahazaları tekrar etmekte, yani Türki­ ye'nin milletlerin hürriyetine karşı suikastte bulunduğunu, dostlarına ihanet ettiğini, Hıristiyanların Türkiye'de sistemli bir şekide katliama maruz kaldıklarını, Türkiye'nin başka milletleri idareden aciz bulunduğunu iddia eylemekte, hülasa kuvvetli bir muhayyelenin, düşmanın müstahak olsun veya olmasın, yokedilmesini dünya efkarında haklı göstermek için bulabileceği bütün bahaneler ileri sürülmekte idi.

_

Devamlı ve gayretli bir propaganda tarafından mahiyeti değiştirilen veya ustaca izam edilen, az çok yeni ve münferit vakaları değil, on asırdan fazla süren şerefli ve faziletli bir ta­ rihi şahit tutarak bu haksız iddiaların tekzibinin her insaf ve izan sahibi tarafından yapılması mümkündür. Bu iddiaların gayesi, merhametsiz düşmanlarla çevrili ve bir sulh devresi içinde bulunulmasına rağmen, kendi memleketi içinde bile en ağır hakaretlere ve tecavüzlere maruz kalan müdafaasız bir milleti, hoyrat bir kuvvete boyun eğmek istemediği, iman, hürriyet ve istiklalini ne pahasına olursa olsun müdafaaya az­ mettiği için küçük düşürmektir.

14


Fakat Tüklerin barbar olmadıklarına, Avrupa diplomasi­ sinin içyüzünü iyice bildiklerine, onların da bir ideali oldu­ ğuna ve bütün gayretleriyle büyük devletlerin zalim vasiliğin­ den kurtulmaya çalıştıklarına, Avrupa'yı, milletleri ve Hıristiyanlık alemini inandırmak için ne yapmak lazımdır? Türkiye'nin gelişmesine ve diğer komşu devletler ve bunların arasındaki rekabet, entrikalar, bencil ve emperyalist emeller­ dir. Bir kere daha alenen söylemek lazımdır ki, Türler herhan­ gi bir milletin istiklaline kastetmemişlerdir. İhı;met, Türklerin tarihinde meçhul bir mefhumdur. Türkler daima zayıf olanı kuvvetliye, mağduru zalime karşı müdafaa etmişlerdir. Türk­ lere, tarihlerinin en nazik anlannda sadakatsizlik veya alaka­ sızlık gösterenler Türklerin dostlandır. Bunu isbat için 1908 inkılabından sonra cereyan eden son derece feci hadiselerden bir kere daha bahsetmek mi lazım geliyor? Genç Türkiye tarafından Fransa ve İngiltere ile her saha­ da anlaşmak için sarfedilen ciddi, fakat beyhude gayretleri mi hatırlatalım? Bilhassa Osmanlı idaresinin islahı ve ihyası için İngiltere ile samimi ve sadıkane bir işbirliği temini hususun­ da yapılan ısrarlı teşebbüslerimizden mi bahsedelim? Sir Edward Grey, Türkiye'deki İngiliz-Alman menfaat­ lerinin (1902-1914) telifi için Babıalinin talimatı üzerine, o tarihte Londra sefiri.olan eski Sadrazam Tevfik Paşa'nın (7) Hakkı Paşa ile (8) sıkı bir işbirilği halinde sarfettiği takdire şayan gayretleri şüphesiz ki inkar.etmeyecektir. Hiç olmazsa Osmanlı lmparatorluğu'nun batmak üzere bulunduğu bu se(7) Bu satırlar yazıldığı sırada Tevfik Paşa iktidarda değildi. (8) Osmanlı lmparatorluğu'nun en kıymetli siyasi şahsiyetlerinden biri olan Hakkı Paşa, sadrazamlık makamını işgal etmiş, sonra Berlin büyük.elçili­ ğinde bulunmuş ve Ağustos 1918'de vefat etmiştir.

15


nelerin feci hadiselerini hatırlatmamıza müsaade edilsin... Meselii, büyük devletlerin, Balkanlarda statükonun muhafa­ zası için neşrettikleri müşterek beyanname .. Ve talih Türk si­ lahlarının aleyhine dönünce bu beyannameye nasıl riayet edilmişti? Ya Makedonya'da, Epirde ve eski Sırbistan'da 300 bin bedbaht Müslümanın hayatına malolan o merhametsiz katli­ amlar!.. Avrupa medeniyetinin küçük şampiyonları tarafın­ dan mütareke devrinde soğukkanlılıkla hazırlanan bu cinayet­ ler, Türkiye'de Hıristiyanların herhangi bir tecavüze uğradık­ larına dair çıkarılan esassız bir haber üzerine kıyametleri ko­ paran başvekaletlerde hiç olmazsa küçük bir merhamet hissi uyandırmış mıdır? Avrupa medeniyeti ve vicdanı Türkleri büyük insanlık ailesi haricinde mi tututyor? Yoksa, herhangi bir dava uğrun­ da çalıştılarını iddia edenler tarafından ceza görmeden ve durmadan asil Müslüman kanının akıtılmasına cevaz var mı­ dır? Bu yüz binlerce Müslümanın bıraktıkları yüz binlerce yetim, Umumi Harpte irtika edilen cinayetler kadar korkunç olan katliam karşısında, medeni dünyanın adil kararını bek­ liyor... Aynı adamlar tarafından mütarekede ika edilen meza­ limden sonra Makedonya'da, Trakya'da ve lzmir'de ezici ço­ ğunluğu teşkil eden Müslümanları bugünkü cellatlarına tes- . lim etmek suretiyle mi galip devlet adaleti tesis ettiklerini sa­ nıyorlar? Türkiye' nin hiçbir mazereti olmadan ve hiçbir tahrike maruz kalmadan harbe girdiği tekrar ediliyor. Bu iddayı ileri sürenlerin samimi kanaati acaba bu mudur? 1915'den sonra itilaf devletlerinin safından savaşmaya teşvik veya icbar edi16


len, büyük veya küçük dört düzine devlet hangi mazeret ve­ ya tahrik dolayısıyla öteden beri hiçbir şikayetleri olmayan milletlere sırasıyla saldırmışlardır? Halbuki, Türkiye'nin kendisini hor gören veya komşula­ rı tarafından sisteı.nli bir şekilde gadre uğratılmasına veya parçalanmasına göz yuman dostlarından ümidini keserek Al­ manlar ve Avusturyalılarla beraber yürümek mecburiyetinde kaldığı malumdur. Sür'atle seyrini takip eden hadiselerin sev­ ki ile, Türkiye nihayet felaketlerinin başlıca sebebi olan Mos­ kof heyülasını azami şansla yıkmak gibi istisnai bir fırsatı ele geçirdiğini sanmıştır. Tahrike gelince: Türkiye belki ani bir tahrik karşısında kalmamıştır. Fakat entrikaları, haksızlıkları, zulümleri ve tah­ rik veya müsamaha neticesi kendisinden parçalar koparılma­ sı gibi hadiseleriyle yarım asırlık bir tarih meydandadır. İki talihsiz harpten sonra bitkin bir halde bulunan Türkiye bütün Avrupa mukadderatının bahis mevzuu olduğu bir harbe nev­ midane bir gayretle katılmıştır. Bu korkunç buhranların devamı müddetince itilaf dev­ letleri, Türkiye'yi kendi selametli taraflarına çekmek için bir teşebbüste veya ciddi bir teşvikte bulunduklarını idda edebi­ lirler mi? Edemezlerse bugün Türkiye'yi ihanetle itham et­ mek doğru olur mu? Buna mukabil, yine talihsiz bir harp olan 1877 muhasa­ masından sonra İngiltere resmen Türkiye'nin müttefiki idi. Bu tarihten sonra, İngiltere Türkiye'yi desteklemek için ne yapmıştır? Büyük devletler 40 senelik bir zaman içinde dört defa (1841, 1856, 1871 ve 1878) garanti ettikleri Osmanlı İm­ paratorluğu'nun tamamiyetini muhafaza için ne gibi gayretler sarfetmişlerdir? 17


İstemiyerek bahsetmeye mecbur kaldığımız bir hadise daha var: Bulgarlar Filibe vak'asını ( 16 Eylül 1885) hazırladıkları zaman İngiltere, Bulgaristan prensini hükümdarına karşı des­ teklemek yolunu tutmuştu. Aynı devlet oldukça mevsimsiz ve karanlık bir isyan hareketinden istifa ederek Avrupa'nın ga­ rantisi altında muhtar bir Osmanlı eyaleti olan Mısır' a pek mahirane bir şekilde el koymuştu ( 1882). Küçük veya büyük, fakat hepsi de Türk milli izzetiıwfsi­ ni rencide eden diğer bir çok hadiselerden bahsetmek istemi­ yoruz. Bu hadiseler Sultan A bdülhamid'in saltanat devrinde 33 yıl Türk-Avrupa münasebetlerini lekelemiştir. Elleri vicdanlara götürmek ve açık konuşmak şartıyla soralım: an'anevi dostluk delillerinin kıymetinden veya Os­ manlı topraklarının bütünlüğünün muhafaza edilebileceğine dair son dakika yapılan müphem beyanattan söz açılabilir mi? Bu dostluk 50 seneden beri yalnız ellerinde silahlarla Osman­ lı lmparatorluğu'nu yıkmak isteyenlerin menfaatlerine işle­ miştir. Resmi teminat ise, daima biraz daha hastalanmasına çalışan adamdan bir parça daha koparılmasını sağlamıştır. Türkiye'nin kendi arzusuyla ve hiçbir tahrik karşısında kalmadan harbe girdiğini farzedelim. Böyle bir vaziyette kı­ rılan bütün çanakları Türkiye'nin ödemesi veya onun ortadan kaldırılması mı lazımdır? Geçende (22 Temmuz 1920) Sovyetlerin Polonya'ya tah­ mil etmek istedikleri şartlardan bahseden M . Lloyd George pek haklı olarak, "herhangi bir devletin, hükfuneti taarruz et­ tiği için milleti söndürmek istemesinin ahliik dışı bir hareket olduğunu" söylemişti. Halbuki, Damat Ferit Paşa başkanlı­ ğındaki Türk hey'etine tevdi edilen ve İngiltere başvekilinin 18


kaleminden çıkan 25 Haziran 19 19 tarihli notada aynen şöy­ le bir cümleye tesadüf edilmektedir: " - Fakat umumiyetle bir millet, hakkında, o milletin po­ litikasını idare eden ve ordularını elinde bulunduran hükfune­ tine göre bir hüküm verilir." 1 1 Ağustos'ta irat ettiği başka bir nutukta da yine İngiltere başvekili şöyle demiştir: "- 1870'de Prusya'ya karşı tecavüze benzeyen bir hadi­ se olmuştur. Bunun böyle olmadığını şimdi öğrenmiş bulu­ nuyorum. Fakat hiç kimse, hatta o tarihte Fransa'nın suçlu ol­ duğunu iddia edenler bile, Almanya'nın, Fransa'nın milli var­ lığını ve istiklalini tahrip edecek mahiyette sulh ileri sürmek­ te haklı olduğunu kabul edemezlerdi. Almanya eğer bunu yapmış olsaydı bütün medeniyet alemini aleyhine çevirmiş olacaktı. Bu 19 14 vukuatına da teşmil edilebilir. Almanya'nın istilaya başladığı inkar edilemez. Fakat Almanya mağlup ol­ duktan ve bozguna uğradıktan sonra, müttefikler sulh şartı olarak Alman milletinin yok edilmesi için ısrar etmiş olsay­ dılar, bütün medeni dünya pek haklı olarak isyan ederdi. Bu itibarla muzaffer bir milletten yeni tecavüzde bulunmayacağı­ na dair istenecek teminat ile bir milletin istiklalini ortadan kaldırmaya matuf herhangi bir şart arasındaki farka işaret et­ mek isterim. Herhangi bir devletin, bir milletin hükUmeti tarafından yapılan tecavüz dolayısıyla o milletin yok edilmesini isteme­ si ahlak dışı bir harekettir. Avrupa'yı dikkate almak lazımdır. Ve Avrupa'nın, Polonya'nın istiklali lehinde bir söyleyeceği vardır. Polonya'nın istiklali ve varlığı Avrupa sulh binasının esaslı bir parçasıdır. Avrupa sulhunun idamesiyle alakalı olan müstakil milletlerden hiçbiri Polonya'nın ortadan kalkmasına razı olamaz. Polanya'nın yeniden taksimi yalnız bir cinayet 19


olarak kalmayacak, aynı zamanda Avrupa sulhu için bir teh­ like teşkil edecektir. Politikamızın esası olarak bunu hesaba katmamız lazımdir. Spa'daki müdahalemizin sebebi budur." İngiltere başvekilinin bu sözleri hakkında herhangi bir tefsirde bulunmayı zait addediyoruz. Bu sözleri, mükemmel bir centilmene, vicdan ve iz' an sahibi bir devlet adamına la­ yık görüyoruz. Fakat, Türkiye bahis mevzuu olduğu zaman aynı zat, birden bire açık bir haksızlığın ve hudutsuz bir şuur­ suzluğun timsali oluyor. Çünkü, bu adam, Türklerin, Polon­ yalılarınki kadar mükaddes olan hakların tanımıyor. Türkle­ rin milli istiklali, onun nazarında, Avrupa sulbünde hiçbir rol oynamıyor. Bundan daha mühim ve daha hazin olanı Lloyd George tarafından bir çok defalar zikredilen, medeni dünya­ nın, Türkiye' nin sulh ve hürriyet uğrunda savaşanlar tarafın­ dan parçalandığını görmemesidir. Diğer taraftan, aynı devletler, Osmanlıların milli istikla­ lini müdafaa eden asil ve cesur insanlara, umumi sükı1neti bozmaya çalışan tahrikçiler ve haydutlar nazarıyla bakmak­ tadırlar. Halbuki, Şark iki asırdan beri huzur ve sükı1nun has­ retini çekmektedir. Kuvvetli olanlar ne zaman zayıflara irade­ lerini ve istilacı politikalarını kabul ettirmek isteseler, onlara karşı sahte bir şefkat gösterirler. Bundan Türklerin ve . Müslümanların alacakları büyük bir ders vardır. Onlar bilme­ lidirler ki, büyük devletlerin, biri Hıristiyan Avrupa için, di­ ğeri Müslüman Asya ve Afrika için iki türlü politika anlayış­ ları vardır. Yani iki tartı ve iki ölçü ... Yeryüzündeki

350 mil­

yon Müslüman bu hakikatı ıstırapla öğrenmiş bulunuyor. Son zamanlarda gerek M. Lloyd George ve gerekse diğer İngiliz siyasi şahsiyetleri tarafından söylenen ve en mühimle­ ri aşağıya alınan nutuklar bu hakikatı inkara mahal bırakmı-

20


yacak bir şekilde ortaya koymakta ve Avrupa diplomasisinin Türkiye'ye karşı ne kadar haksız, hilekar ve emperyalist ol­ duğunu isbat etmektedir:

LLOYD GEORGE TARAFINDAN 17ARALIK1917'DE AVAM KAMARASINDA SÖYLENEN NUTUK Türkiye meselesi: "Bu meseleyi halledebilmek için Amerika Birleşik Dev­ letleri' nin ne yapmak istediğini bilmemiz lazım geliyor. Bize diyorlar ki: "Türkiye ile, tamamiyle Türk olmayan toprakla­ n kendisinden almak suretiyle niçin sulh akdetmiyorsunuz?

İyi, fakat İstanbul ve Boğazlar ne olacak? Bu kapılar açık ol­ saydı, harb ve ticaret gemilerimiz buradan serbestçe geçebil­ seydi dünya harbi iki sene kısalmış olacaktı. Bu kapılar bir ihanet neticesi olarak kapatılmıştır (9). Bu sebeple biz artık bunların muhafızına emniyet edemeyiz. Fakat A merika'nın tasavvurlarını bilmeden alınacak tedpirleri kabul edip etmi­ yeceğini, edecekse hangi ölçüde kabul edeceğini öğrenmeden ne yapabiliriz? Fransa'nın, İngiltere' nin ve İtalya' nın ağır harici taahüt­ leri vardır. Amerika'nın hiçbir taahüdü yoktıır. Ve geniş kay­ naklara sahiptir. İşleri sür'atlendirmek Amerika ile anlaşmaz­ lıklara sebep olabilir ve şüpheler uyandırabilirdi. Halbuki (9) Türkleri İstanbul'dan kovmak ihtimalinden ilk defa olarak ciddiyetle bahsedildiği bu nutuklarda bize ''hain" denildiği için, bu yersiz ve haksız ittiha­ mı potesto etmek ve şarkta galip devletler için de korkunç neticeler verecek olan tamiri imkansız kararlar vermemesi ricasında bulunmak üzere M. Lloyd Geor­ ge'a bir mektup yazdım. Bu mektubun metni kitabın sonundadır.

21


Amerika ile anlaşmanın bizim için hayati bir ehemmiyeti var­ dır. Bununla beraber biz bugüne kadar, söz verdiğimiz kadar hatta daha çok bekledik. Amerika' nın karan memnuniyeti mucip gibi görünmüyor. Bu şartlar altında biz kendimizi ne­ zaket kaideleri dışına çıkmadan ve Amerika'yı Şarktaki Hıristiyanlann himayesi şerefini bizimle paylaşmaktan mah­ rum etmeden Türkiye ile sulh imzalamak hakkına malik ad­

dediyoruz. Gayemiz bu işe bir an evvel başlamaktır (10). İlk müzakerelere bir kaç güne kadar sırasıyla burada ve Fran­ sa'da devam edilecektir. Sulh şartlarımızı Osmanlı hüki'ımeti­ ne pek yakında bildireceğimizi ümit ediyorum ..

"

1920 senesi şubat ayının 27. çarşamba günü Sir Donald Mac Leanqui avam kamarasında şunları söylemişti: "-Sulh-konferansının Türklerin İstanbul'da bırakılması­ na dair kararı halkın büyük bir kısmı için bir sürpriz teşkil et­ miştir. Tarafımızdan hiçbir tahrike maruz kalmadan harbe gi­ ren ve Almanya'nın samimi ve pek faydalı müttefikleri hali­ ne gelen Türklere karşı hiçbir taahhüdümüz yoktur. Türkler İstanbul'da kalacak olurlarsa eski entrikalı politikalarına de­ vam edeceklerdir. (11)" Edward Carson da şöyle demiştir: " - Türklerin İstanbul'dan kovulmaları teklif edildi. Bu tatbiki imkansız bir tekliftir. Türkleri İstanbul'dan kovmaya

(10) Aradan aylar geçtiği halde, Türkiye haklı ve adilane bir sulha kavu­ şamadı. (11) Muhterem Sir, Türklerin kime karşı, ne zaman, nasıl ve niçin entrika­ lar çevirdiklerini bildirecek olursa, Türkleri pek memnun etmiş olacaktır. Avru­ pa diplomasisi tarafından asırlardan beri lstanbul' da çevrilen entrikalara gelin­ ce, en kıymetli yabancı diplomatlar için İstanbul 'un bir mektep teşkil ettiği ve bunların Osmanlı payitahtında yetiştiklerini muhterem İngiliz mebusuna hatırla­ tırım.

22


kalkacak olursanız yeni ve küçümsenmeyecek bir harbe baş­ lamış olursunuz. Ordu ve donanmanın masraflarını kısmak­ tan bahsettiğiniz şu sırada hükilmeti Türkleri İstanbul'dan kovmuyor diye takbih edemezsiniz." Lloyd George şu cevabı vermiştir: "- İstanbul'a Türklerin yerine Rusların ikamesi hakkın­ daki anlaşma Rus ihtilalinden ve Brest-Litovsk sulbünden sonra hükümsüz kalmıştı. BugüR için Bolşevikler, kendileri­ ne bu yolda bir teklif yapılması bahis mevzuu olsa bile böyle bir mes' uliyet kabul etmeye hazır bulunmamaktadırlar. Her­ halde Çanakkale'nin bekçisini değiştirmiş bulunuyoruz. Bundan sonra hiçbir zaman Türklere Boğazlan İngiliz gemi­ lerine kapamak fırsatını vermiyeceğiz. Avusturya-Macaris­ tan' ı yok etmek veya Akdeniz'den Karadeniz' e geçiş yolunun milletlerarası bir hale getirilmesi şartıyla payitahtı İstanbul olan bir Türk İmparatorluğu' nun ipkasına mani olmak için çarpışmıyacağımıza dair ocak 1918'de yaptığımız vaadi de yerine getireceğiz. Aynı vaad mucibince Arabistan, Ermenis­ tan, Mezopotamya, Suriye ve Filistin ayn birer millet olarak tanınmak hakkına malik olacaklardı. Yukatdaki beyanat bizi Hindistan'da oldukça geniş bir ölçüde derhal asker toplama­ ya mecbur etmek gibi bir netice vermiştir. Bizim, dünyanın en mühim Müslüman devleti olduğu­ muz ve Türklerin İstanbul'dan kovulması ihtimalinin Müslüman imparatorluğundan derin bir teessür uyandırdığı unutuluyor. Asya'da, İngiltere' nin sözüne güvenilemiyeceği zehabını uyandırmak dünyanın bu kısmında İngiliz nüfusu için çok zararlı neticeler yerebilir. Türkiye ile aktedilen sulh şartlan neşredildiği zaman Türklerin suçlan ve bütün çılgın­ lıkları için kafi derecede cezalandınlmadıklarını düşünecek 23


olan tek bir Türk dostu görülemiyecektir. İmparatorlukların yansından fazlasını kaybedecek, payitahtları müttefik topla­ rının tehdidi altına girecek, ordu ve donanmalarının itibarı kalmıyacak olan Türklere verilmesi tasarlanan ceza en sert hakimlere bile korkunç gelecektir. Hilalin salibin önünde eğilmesini temin arzusuyla sulh şartlarının tahmil edildiği hissini vermek Şarktaki hükfuneti­ miz için öldürücü bir darbe olacaktır. Böyle bir hareket İngil­ tere ve onun dini anlayışları için de bir şeref teşkil etmiyecek­ tir. Hayır!. Türkiye meselesinde ilham aldığım prensip Bo­ ğazların serbestliği, Türk ırkından olmayan cemaatlerin Müslüman boyunduruğundan kurtulması ve ekseriyeti bilhas­ sa Türk ırkından olan yerlerde tamamiyle Türk olan bir hiikil­ metin ipkasıdır. Bundan başka Türklerin bir zamanlar Akdeniz'in amba­ rı olan zengin toprakların inkişafına mani olamamaları lazım­ dır. Şu halde Türkiye artık Boğazın bekçisi olmayacaktır. Onun bu bölgede bulunan kaleleri yıkılacaktır. Sahiller civa­ rında Türk kıtalan bulunmayacaktır. Müttefikler donanmanın yardımıyla geçiş serbestliğini sağlıyacak olan garnizonları bizzat temin edeceklerdir. Nisbeten zayıf kuvvetlerin Çanak­ kale' yi ve icap ederse Boğaziçi'ni muhafaza edebileceğini ümit ediyoruz. Türkiye'nin donanması olmayacaktır. Başka çare bulamadık. Böyle yapmasaydık, İstanbul ve boğazların civan için beynelmilel bir askeri hükUmet kurmak liizım ge­ lecekti. Böyle bir hükfunet, devletlere ağır bir yük tahmil ede­ cek ve tasavvur edilebilecek hükfunet şekillerinin en kötüsü olacaktı. Karşılaştığımız güçlüklerden biri böyle bir hükümetin mes'uliyetlerin paylaşmak üzere güvendiğimiz iki büyük

24


memleketin, Rusya ve Amerika'nın yanımızda yer almamış olmalarıdır. Biz, Amerikalıların, Ermenilerin ve belki de İs­ tanbul'un bekçisi olmak hususunda muvafakat edeceklerini ümit etmiştik. Fakat Amerika'yı, Türkiye'deki Hıristiyan eka­ liyetlerin himayesi için düşünebileceğimiz tedbirlerden hiç­ biri hakkında bugün hesaba katamayız. Bana gelince, ben Ermenilerin bir katliam tehlikesi kar­ şısında bulunduklarını bilseydim, Sultanı Toros dağlarının yüzlerce mil gerisinde değil, İstanbul'da İngiliz gemilerinin toplarının tehdidi altında görmeyi tercih ederdim. Müttefiklerin istedikleri Türkle.rin elinden, kendi ırkla­ rından olmayan cematlerin idaresini almaktır. Bu cemaatlar, kendilerine bu kadar zulmeden insanların bugün İngiliz, Fransız ve İtalyan toplarının tehdidi altında kendi kurtuluş ka­ rarlarını imzaladıklarını öğrendikleri zaman tamamiyle hima­ ye edilmekte olduklarını hissedeceklerdir (12)" Lord Robert Cecil, Türklerin İstanbul'da bfrakılmasının esef edilecek bir şey olduğunu, Sultanın bu şehirde bırakıla­ bileceğini, fakat Babıali'nin hükfunetle beraber ortadan kay­ bolması lazım geldiğini" bir kere daha tekrar etti. Lord, bu hususta Hindistan ahalisinin hislerine hürmet etmekle bera­ ber, Sultanın İstanbul'da bırakılmasında ısrar edilmesini hay­ retle karşıladığını ilave etti. Ve "bence Sultanın, halife ünva­ nını taşımakta ısrar etmesi için hiçbir sebep yoktur" dedi. Söz alan Bonar Law şunları söyledi: " -İstanbul 'da büyük bir donanmamız var, fakat Türk hü­ kfuneti Konya'da olsaydı, ona kuvvetli olduğumuzu isbat ede(12) Başka yerlerde zalimane muamelelere maruz bulunan milyonlarca Müslüman mevcut olduğunu unutmayalım. 10 seneden beri Makedonya' da Yu­ nan zulmü altında inleyen 800 bin Türk hiç alaka uyandırmıyor mu?

25


meden sadece notalar gönderebilirdik. Halbuki, Türkiye gibi memleketler yalnız kuvvete hürmet ederler. (13) Gümrükleri milletler cemiyetine devretmek, bu teşkilatı daha başlangıçta f iyaskoya doğru sürükler. Milletler cemiyetinin ordusu yok­ tur. A merika' ya, İstanbul'da bir manda kabul etmesini teklif­ te bulunmak ne makul ne de munzifane bir hareket olur. Fa­ kat, müttefikler Türkleri lstanbul'dan kovmak niyetinde de­ ğildirler." San Remo konferansının neticeleri hakkında 30 Nisan 1920'de Avam kamarasında söylediği bir nutukta M. Lloyd George, evvela: "San Remo konferansının mütarekeden son­ ra akdedilen bütün konferanslardan daha verimli olduğunu ve anlaşmazlıkların ve şüphelerin ortadan kalkması dolayısıyla alınan neticelerden bütün dünyanın memnun kaldığını" be­ lirtmiştir. Bundan sonra Ren havalisinin ve kömür bölgeleri­ nin ilhamına dair basın ve bazı Fransız şahsiyetleri tarafından açıkça ileri sürülen tekliflere temas eden hatip şöyle demiştir: "- Bu hususta, İngiltere' nin herhangi bir vaziyette böyle bir politikaya alet olmayacağım tasrih etmek mecburiyetinde kaldık. 1870 ve 1871'de alınan dersler bütün Avrupa' nın zih­ ninde derin izler bırakmıştır. Bismarck ve onun generalleri tarafından yapılan hata dünyada görülmemiş ölçüde bir felakete sebep olmuştur. Bambaşka bir millete, bir ırka ait olan topraklardan bir kıs­ mının dost bir devletin topraklarına ilhakına müsaade etmek suretiyle böyle bir hatanın tekerrürüne imkan vermek istemi­ yoruz. Çocuklarımıza bir A ls�ce-Lorraine mirası bırakmak (13) Adalet ve sadakatten başka hiçbir şeyin önünde eğilmeyen Türklerin, hoyrat bir kuvvetle sindirilmelerine imkiin yoktur. Batılıların şarkılar hakkında ne kadar yanlış bir fikir besledikleri buradan da anlaşılıyor.

26


niyetinde değiliz. Böyle bir harekette bulunacak olursak ço­ cuklarunız bize lanet edeceklerdir (14) 22 Temmuz 1920'de M. Lloyd George, Avam kamarasın­ da Türk hakimiyeti altındaki Şarkın tarihi, stratejik ve ticari ehemmiyeti üzerinde durduktan sonra şöyle demiştir: "- Büyük devletler Türkleri toplu bir halde bırakmışlar­ dır. Bunu, onlara herhangi bir suretle itimatları olduğu için değil, Türkleri ortadan kaldırmanın neticelerinden korktukla­ rı için yapmışlardır. Sona eren harp bu korkuyu tamamiyle izale etmiştir. Türkiye tamamiyle ezilmiştir. Buna müteessir olmanız için de hiçbir sebep yoktur. Türkiye'nin yerine kimin ikame edilmesini araştırmamız lazım geliyordu. Bunu yapa­ bilecek olan başlıca Avrupa devletleri, İngiltere, F ransa, ve İtalya idi. Bu üç devlet dünyanın her tarafında ezici taahhüt­ ler altına girmiş bulunuyorlar. Bunu dikkate almak lazım ge­ lir. Vaziyeti düzeltmek için elimizden gelen yardımı yapmak bir zaruret haline gelmiştir. Bulgaristan'a artık itimat edeme­ yiz. Fakat diğer taraftan Yunanlılar ın gösterdikleri kuvvet, maharet ve siyasi anlayışı takdir etmekle mes'uduz. Yunan kuvvetleri harekete geçmiş ve M. Venizelos'un planı tatbik edilmiştir Yunan kıt'aları iyi teşkilatlandırılmış ve mükemmel bir şekilde sevk ve idare edilmiştir. Büyük bir gayret ve cesaretle çarpışan bu kıt'alar, umumiyetle ırklarının büyük an'anelerine layık bir şekilde hareket etmişlerdir. Ken­ dilerine gösterilen bölgeleri iki haftada değil, on günde te(14).Halbuki, taınamiyle Türle ve Arap olan ülkeler bir kalem darbesiyle, cömertçe ve karşılıklı olarak müttefikler arasında paylaşılmaktadır. Bir tek Al­ sace-Lorraine meselesine mukabil yalon şarkta birçok ebedi di�enli meseleler ih­ das edilmiş bulunuyor.

27


mizlemişlerdir. Türk kuvvetleri tamamiyle mağlup olmuş ve nizam iade edilmiştir. (15) Yunanlılar şimdi Trakya'da da buna benzer hareketlere girişmişlerdir. Siyasi ve askeri işlerde hiçbir zaman kat' i ke­ hanetlerde bulunmak mümkün değildir. Fakat, Yunanlıların Anadolu'da olduğu gibi Trakya'da da muvaffak olacakların­ dan eminim. Yunan milleti pek akıllı, kahraman ve şerefli bir tarihte malik ve M. Venizelos gibi büyük devlet adamları ye­ tiştirmeye müstait bir millettir. Bu itibarla müttefikler niza­ mın iadesi ve sulh muahedesinin tatbiki için Yunan kuvvetle­ rini kullanmaktadırlar. Bu fikir mükemmeldir ve muvaffaki­ yetle neticelenmektedir. Çünkü, Yunanlıların bir harekete te­ şebbüs ettikleri zaman, kendi kuvvetleri ve kaynaklan hak­ kında doğru bir kaanat sahibi olduklarını göstermektedir. Va­ ziyeti tamamiyle kavramışlardır. Şarkın bu kısmında en mü­ him hadiselerden biri budur (16)." 5 Ağustosta Avam kamarasında cereyan eden müza­ kereler: Lord Weınys, Lordlar kamarasının dikkatini Türkiye ile akdedilecek olan muahede üzerine çekmiştir. Lord'un kana­ atine göre, bu muahedenin ihtiva ettiği bir çok hükümler İn­ giltere menfaatleri için zararlı, hatta tehlikelidir. Bu itibarla (15) M. Lloyd George, Yunan raporlarında ileri sürülen iddiaların doğru­ luğundan emin midir? Şimdiye kadar lngiltere tarafından beslenen ve destekle­ nen 7 Yunan tümeni sadece zeybek şeflerinin kumandasında bulunan 7-8 bin gö­ nüllü ile karşılaşmıştır. Milliyetçiler gerilerini emniyete almadan evvel Yunan­ lılara karşı nizami kıtalar sevkedemezler. (16) Yakın bir gelecekte hadiseler, M. Lloyd George'un M. Venizelos ta­ rafından ne kadar aldatıldığını ve İngiliz devlet adamı tarafından izhar edilen he­ yecanın ne kadar yersiz olduğunu gösterecektir.

28


bu muahede kendi kanaatini paylaşanların itirazları dinlen­ meden tasdik edilmemelidir. Lord: "İzmir'de kalabalık ve nüfuzlu bir Rum kolonisi vardır, fakat bu koloni bir Osmanlı vilayetine aittir. Anado­ lu'nun bir çok vilayetlerinde de vaziyet aynıdır. Trakya'yı Yu­ nanistan'a vermekle, Edirne'ye Yunan kıt'alarını sokarak Bulgaristan'm Ege denizine çıkmasına mani olmakla bütün harp sebeplerinin ortadan kaldırıldığı mı sanılıyor? Türkiye ve Bulga_ristan bir intikam hissine kapılarak, kı­ lıçla kaybettiklerini yine kılıçla elde etmeye çalışmıyacaklar mıdır?" demiştir. Lord Curzon şu cevabı vermiştir: "-Türkiye ile imzalanacak sulh muahedesinden bahset­ mek için bundan daha fena bir zaman seçilemez. Filhakika Türk murahhasları bu muahedeyi imza etmek için Paris'e gel­ mektedirler. Ve muahede metni henüz neşredilmemiştir. Hu­ susi bir komisyon İzmir vilayetinin bir Türk vilayeti olmadı­ ğını ve Yunanistan'a devredilen bölgede pek büyük bir Rum ekseriyetinin mevcut bulunduğunu nizami bir şekilde tespit etmiştir. Trakya hakkında da aynı şey söylenebilir. Çatal­ ca'dan Bulgar hududuna kadar uzanan bölgede oturan Rum- . lar pek büyük değilse de, mahsus bir ekseriyete sahiptirler. İs­ tanbul'un Türklere bırakılmış olması, büyük devletlerin baş­ ka bir hal çaresi üzerinde mutabık kalmak istemediklerinden veya kalamadıklarından değil, sadece müttefiklerin dünyanın muhtelif yerlerinde bulunan Müslüman teb'alarının arzuları­ nı yerine getirmek düşüncesinden doğmaktadır. Kanaatımca, istikbalin, yapılan bu tavizin yerinde olmadığını göstermesi kuvvetle muhtemeldir." Hatip, Filistin mandasından ve Ermenistan ile Mezopo29


tamya'ya yapılan muameleden memnun olmayan Lord Wemys'e, elinde olsaydı bu meseleleri nasıl halledeceğini sormuş ve şöyle devam etmiştir: "-Türkiye'nin bu memletleri fena idare etmesine ve ha­ rebeye çevirmesine müsaade edilmesini mi isteyecektir? Ermenistan'ın menfaatleri, Türkiye'nin kötüye kullandığı kudretinin azaltılmasını emretmiyor mu? Diğer taraftan, muahede, Türkiye'ye müreffeh ve sulh sever olmak imkanını vermektedir. Türkiye'ye A nadolu'da mütecanis etnografik topraklar bırakılmaktadır. Bu topraklar İspanya'ya nisbetle daha geniş ve Avusturya'ya bırakılan top­ rakların üç mislidir. Muahede bundan başka, Türklere büyük mali ve iktisa­ di imkanlar sağlamaktadır. Bir mali kontrol komisyonu ihda­ sı sayesinde Türkler, vergilerin adilane bir şekilde tevzii im­ kanına kavuşacaklardır. Bu hal şimdiye kadar onlarca meçhul bir şeydi. Bu sayede hükfunet de irtişa derdinden kurtulacak­ tır. Türkiye, kendisinden alınan limanlardan istifade edecek­ tir. Türk hükUmeti mazinin kötü an'anelerinden kendini kur­ tarabilirse, Türkler dünyanın inkişafı için faydalı bir unsur ol­ mak gibi mükemmel bir fırsat elde etmiş olac�ardır. Haklı ve adil olduğundan emin bulundukları bu muahedeyi tahmil eden büyük devletler, Türkiye'nin iyi niyetle hareket ettiğini görecek olurlarsa, kendisine ellerinden gelen yardımı yap­ maktan geri durmayacaklardır. Bu hususta selahiyetli kaynaklardan hiçibr malfunat ala­ mamış olmakla beraber, bana söylediklerine göre, Türk mu­ rahhasları bu muahedeyi imza edeceklerdir. Bundan daha isa­ betli bir karar tasavvur edemem." 30


11 Ağustosta M. Lloyd George, Polonya meseleleri hak­ kında aşağıda beyanatta bulunmuştur: " . . .Fransa'nın ve İngiİtere'nin ihtarlarına rağmen Polon­ ya taarruzunun başlamış olmasına pek müteessir oldum. Ka­ naatimce Sovyet hükumetinin sulh şartları içinde bu vakayı dikkate almaya hakkı vardır. Yani, böyle bir taarruzun teker­ rürüne mani olmak için teminat istemekte haklıdır. İngiltere hükfımeti namına ben hiçbir zaman bu hakkı inkar etmedim. Müttefiklerimizden herhangi birinin de inkar edeceğini san­ mıyorum. Bizim kabul etmediğimiz keyfiyet, başka bir mil­ lete yapılan tecavüzde bir hükumetin hatası ne kadar büyük olursa olsun, bu hatanın bir milli varlığın yok edilmesine kadar giden bir misillemeye yol açmasıdır. Bu sebeple Avam ka­ marasının bu vaziyet karşısındaki hareket tarzını açıkça ve sa­ mimiyetle izah etmek istiyorum. 1870'de Prusya'ya karşı bir tecavüz hareketi sanılan bir hadise vukua geldi. Şimdi böyle bir şey bahis mevzuu olma­ dığını biliyorum. Fakat hiç kimse, hatta o zaman Fransa'nın suçlu olduğunu iddia edenler bile, Almanya'nın milli varlığı­ nı ve istiklalini ortadan kaldıracak sulh şartları tahmil etmek­ te haklı olduğunu düşünemezdi. Almanya eğer bunu yapmış olsaydı, bütün medeniyeti aleyhine çevirmiş olurdu. Bu haki­ kat, 1914'de cereyan eden hadiseler için de varittir. Hiç şüp­ he yok ki, istilayı yapan Almanya'dır. Fakat Almanya mağlfı­ biyete ve bozguna uğradıktan sonra, müttefikler sulh şartı olarak Alman milletinin ortadan kaldırılması hususunda ısrar etmiş olsaydılar bütün medeni dünya, pek haklı olarak isyan ederdi. Binaenaleyh bir tecavüz hareketinin tekerrürüne karşı, mağlup bir devletten istenilen garantilerle, bir milletin milli 31

·


istiklalini ortadan kaldırmaya matuf herhangi bir şart arasın­ da bir fark olması lazım gelir. Vaziyet vahim olduğu için, söylediğim sözleri dikkatle tartmak mecburiyetindeyim. Herhangi bir devletin, hükfune­ ti tecavüzde bulunan bir milletin yok edilmesini istemesi ah­ . lak kaidelerine tamamiyle aykırıdır. Avrupa'yı dikkate almak lazımdır ve Avrupa'nın, Polonya'nın istiklali lehinde söyliye­ cekleri vardır. Polonya'nın istiklali ve mevcudiyeti, Avrupa sulh binasının esaslı bir parçasıdır. Avrupa'da sulhun idame­ siy.le alakalı müstakil devletlerden hiçbiri Polonya'nın orta­ dan kalkmasına karşı kayıtsız kalamaz. Polanya'nın yeniden taksimi sadece bir cinayet olmakla kalmaz, aynı zamanda bir tehlike de teşkil eder. Politikamızın esası olarak bunu dikka­ te almamız lazımdır. Spa'da müdahalemizin sebebi budur." Bu güzel nutukları dikkatle okuduktan sonra, Türklere büyük devletler tarafından adilane ve insanca muamele yapıl­ dığını iddia edecek Avrupa'da vicdan ve haya sahibi tek bir insan var mıdır? Türklerin bu şartlar altında serbetçe yaşaya­ bileceklerine, rahatça inkişaf edeceklerine ve Avrupa hudut­ larında bir sulh, nizam ve terakki amili olacaklarına inanmak mümkün müdür? İngiltere, Türkiye'nin mevcudiyetine ehemmiyet versey­ di, maksat Şarkta yeni çatışmalara mani olmak olsaydı. Os­ manlı lmparatorluğu'nu son derecede zayıf düşürmek iste­ mezlerdi. Yunanlıları, ekseriyetin zararına olarak Türkiye'de hiçbir zaman inkar edilmemiş olan ekalliyetlerin haklarını sözde korumak için, İstanbul 'un kapılarına yerleştirmezlerdi. Nihayet iki uzun seneden beri talihsiz Türkleri en ağır taşkın­ lıklara ve mahrumiyetlere maruz bırakarak, onlardaki vatan hissini ve milli şuuru öldürmeye çalışmazlardı. 32


Bunun yerine, sadece istikbalde yeni ihtilaflara mani ol­ mak için, ciddi, fakat serbest ve müstakil devlet anlayışına uygun bir şekilde garantiler elde etmeye gayret ederlerdi. Bil­ hassa Osmanlı İmparatorluğu'nun tarafsızlığını ve tamami­ yetini temin etmeye çalışırlardı. Bu tarafsızlık ve tamamiyet Rusya da dahil olmak üzere, büyük devletlerin müşterek ga­ rantisi .altına alınabilirdi. Fakat sulh şartlan neşredildikten sonra oynanan oyun tamamiyle meydana çıktı. Bu şartlarda Türkiye'nin felaketten kurtulmasına imkan vermemek ve ilk fırsatta onu ortadan kaldırmak hususunda alakalılarca güdü­ len maksadı görmemek için kör olmak veya her türlü hakikat mefhumunu kavramaktan aciz olmak icap eder. Çok şükür, can çekişen adam ölmeye hazır değildir. İna­ nılmayacak bir hayatiyet ve zindelikle tekrar doğrulmuştur. Ve kendisini kemiren hastalığın hücumlarına muvaffakiyetle mukavemet etmektedir. Şimdi, Osmanlı İmparatorluğu 'odan bir parça koparmak icap ettiği zaman Hıristiyanlık aleminin taassubunu tahrik için Avrupa diplomasisi tarafından bir kızıl manto gibi kulla­ nılan en dikenli meseleye, yani Türkiye'deki Hıristiyanlann katliamı meselesine gelelim: Spa notasında diğer milletler üzerindeki Türk hakimiye­ tine ebediyyen son verilmesi zaruretinden şiddetli bir lisanla bahsedilmekte ve "harbe tekaddüm eden uzun devrelerde Ba­ bıali ile büyük devletler arasındaki münasebetler tarihinin, in­ sanlık vicdanını isyan ettiren zulümlere son verilmesi için ya­ pılan, fakat neticesiz kalan teşebbüslerin tarihi" olduğu ha­ tırlatılmaktadır. İnsan zekasının havalarda bile hakim olduğu bu sanat ve muazzam terakkiler asrında, hakikatlere bu kadar susamış

33


olan Avrupa'nın, Orta Şarkta kendi gözleri veya Türklere kar­ şı musamahakar davrandıkları iddia edilemeyecek olan ken­ di ajanlarının gözleri önünde cereyan eden hadiselerin haki­ katini anlamamakta ısrar etmesi cidden hayret edilecek bir şeydir. Şahısların, hatta parlamentoların, Tanrının sırlarına vakıf olmadıklarını kabul edelim. Fakat, Avrupa başvekalet­ lerinin arşivlerinde bütün bu katliamların nasıl, kimler tara­ fından ve niçin hazırlandığını veya ne gibi tahriklerin mahsu­ lü olduğunu gösteren kalın gizli dosyalar mevcut değil midir? 1877 Türk-Rus harbinden evvel ve sonra neşredilen ha­ kiki vesikalar, mesela Bulgaristan'da katliam sebepleri yarat­ mak için emperyalist Rusya'nın konsolosluk ajanları tarafın­ dan girişilen caniyane faaliyetini meydana çıkarmamış mı­ dır? Rusya'nm İstanbul'daki eski büyük elçisi Nelidov'un son zamanlarda neşredilen hatıraları bu karanlık ve iğrenç hadise­ leri mükemmel bir şekilde aydınlatmaktadır. Tatar, Pazarcık, eski Zara ve Filibe gibi bazı mahallerde binlerce Müslüman Bulgarlar tarafından katledilmemiş midir? Fakat İnglitere'de efkarı umumiye Bulgar katliamı hakkındaki yanlış haberler karşısında müteessir olmuştur! . 1 5 seneden fazla bir zamandan beri Makedonya'yı kana boyayan feci hadiselere gelince: İnsan haklarının korunması namına hak ve adaleti inhisar altına almış olanların, yabancı memleketler tarafından hazırlanan ve desteklenen bu uzun ve elim anarşi devri esnasında Bulgarların, Sırpların ve Rumla­ rın birbirlerini yok etmelerine mani olmak için kahraman Türk'ün kendini feda ettiğini bu kadar çabuk unutmuş olma­ larına cidden teessüf etmek lazımdır. Birbirlerine karşı tahrik edilen bu muhtelif ırklar Bal­ kanlar'da hegemonyayı paylaşmaya çalışmakta idiler. 1 908 34


Türk inkılabı bu planı suya düşürdüğü için yine ve daima Pet­ rograttan uçurulan bir parola, o zamana kadar birbirlerini bo­ ğazlayan bu küçük milletleri bir blok halinde birleştirdi. Os­ manlıların bu büyük kalkınma ve huzur hamlesi, Jön Türkle­ rin bu güzel ve mükemmel eseri Balkanlıların iğrenç ve cani­ . yane taarruzları karşısında eridi. Bunun dünya harbine mün­ cer olan neticeleri malumdur. Statükonun muhafaza edilece­ ğine dair resmen taahhütlerde bulunan Avrupa, sözünü tutma­ dığı veya tutmak istemediği için cezasını çekti. Ya Ermeni katliamı denecek? Fakat bunu kim inkar etti? Maalesef 30 seneden beri bu gibi hadiseler cereyan etmiştir. Fakat bunlara kim sebep oldu? Ermeni unsurunun kesif bir halde bulunduğu Kafkasya'da her türlü Ermeni hareketine mani olmak için Ermenileri Türkiye'de sultana isyana teşvik eden emperyalist Rusya değil midir? Muhtemel bir Ermeni ayaklanmasının bastırılmasına Rusya'nın muvafakati karşılı­ ğı olarak, Çarın Sultan Abdülhamid'den haksız yere Ermeni­ lere ait oldukları iddia olunan hem hudut eyaletlerde şimen­ difer inşası imtiyazını aldığı hala bir sır olarak mı kalacak? Türk'ün birdenbire Hıristiyan düşmanı veya daha mutaassıp olmak için niçin altı asır beklediği makul bir sual olarak so­ rulamaz mı? Fakat tarih Türklerin kendi hakimiyetleri altın­ da sükunetle yaşayanlara karşı geniş bir müsamaha gösteren birkaç millet arasında bulunduklarını şükranla kaydediyor. Nihayet, imparatorluk içinde katledilen yalnız Ermeni­ ler mi var? Beynelmilel yeşil masanın bu sevgili kuzuları Türklerin misillemesini davet edecek hiçbir şey yapmadılar mı? Rus topraklarında teşkil edilen Ermeni çetelerinin gad­ darlığına kurban olan yüzbinlerce Türk'ün, Kürdün ve Ara-

35


hın kanı daima muzdarip insanlığı müdafaaya hazır olan me­ deni Avrupa'nın gözlerinde hiçbir kıymet ifade etmiyor mu? Asıl vahim olan cihet, bu çetelerin harp esnasında, yani Türkiye'nin mevcudiyeti için çarpıştığı bir sırada faaliyette bulunmuş olmaları ve Türk ordusunu kendi memleketinde ar­ kasından vurmalarıdır. Harp esnasında ortaya atılan prensiplere dayanarak istik­ lale kavuşmak isteyen İrlandalı vatanseverlere İngiliz polisi­ nin nasıl muamele ettiğini görerek, bu bedbahtlar eğer harbin en hararetli zamanında isyan edip İngiliz kıtalarına hücum et­ seydiler veya köylerde İngilizleri öldürmeye kalksaydılar Lloyd George hükümetinin onlara ne gibi bir muamele yapa­ cağını öğrenmek isterdik. Türkiye gibi bir memlekette bir tenkil hareketinin şahsi intikam hareketi mahiyetini alması ve gayri meşru gayelere alet olması kadar kolay birşey yoktur. Fakat mütarekede müt­ tefiklerin üniformasını taşıyan Ermeniler tarafından yapılan taşkınlıkları, ik'a edilen korkunç cinayetleri nasıl mazur gö­ relim? Onların iki seneden beri Kilikya'da, Suriye'de ve Azar­ beycan'da yaptıkları katliamları tel'in etmemek mümkün mü­ dür? Ermeniler A zarbeycan'da hükümet şefini birkaç arkada­ şıyla beraber öldürecek kadar cüretlerini ileriye götürmüşler­ dir. Resmi ajanlar tarafından ika edilen ve daha korkunç cina­ yetleri zikretmek lazım gelirse tarafsız ve namuskar halk kit­ lelerinin gözleri önüne aşağıdaki raporu sermekle iktifa ede­ ceğiz. Bu rapor geçen sene İzmir'de Avrupa kuvvet ve adale­ tinin sembolü olan müttefik filosunun kayıtsız gözleri önün­ de cereyan eden kanlı hadiseleri mahallinde resmen tahkik eden fevkalade müttefik komisyonunun azalan tarafından ka­ leme alınmıştır:

36


İZMİR İ ' N V E CİVARININ YUNANLILAR TARAFINDAN İŞ GALİ H AKKINDA MÜTTEFİKLER ARASI KOMİSYONUN RAPORU İstanbul, 12 Ağustos 1919 Mesuliyetlerin tesbiti Madd e 1- Mütarekeden beri Aydın vilayetinde Hıristiyanlann umumi vaziyetinin memnuniyeti mucip old­ uğu yapılan tahkikattan anlaşılmıştır. lzmir'in işgali emri yanlış malumata dayanılarak sulh konferansı tarafından verilmiş ise de, hadiselerin asıl mesuli­ yeti bu gibi malumatı hazıtlayan veya tahkik etmeden veren şahıslara veya hükümetlere aittir. Bu malumattan tesbit edilen noktalar numara 1 'de bahsedilmiştir. (İtalya'yı temsil eden general bu hususta 37. celsenin zaptında yazılı ihtiraz kayıt­ larını tekrar eder.) Madd e 2- Hadiselerin başlıca sebebi dini kinlerde aran­ malıdır. Yunanlılar nümayişlere mani olmak için hiçbir şey yapmamışlardır. Yunan işgali, medeni bir vazifenin ifası şek­ linde tecelli etmekten uzak kalmış ve derhal bir fetih ve haç­ lı seferi mahiyetini almıştır. Madd e 3- 15 ve 16 Mayıs 'ta karaya çıkmayı takip eden ilk günlerde lzmir'de ve şehrin yakın civarında cereyan eden hadiselerin mesuliyeti Yunan yüksek askeri kumandanlığına ve vaizfelerini yapmamış olan bazı subaylara terettüp etmek­ tedir. Yunan hükümeti aldığı ceza tedbirleri ile bu mesuliyeti tanımıştır. Bununla beraber, mesuliyetin bir kısmı Yunanlılar gel­ meden evvel adi suçluların hapishanelerden kaçmalarına ve 37


silahlanmalarına mani olmak için hiçbir tedbir almamış olan Türk makamlarına terettüp etmektedir.

Madd e 4- Yunan hükümeti kendisini İzmir'de temsil eden yüksek sivil otoritenin şahsında, Yunan kıtalarının ileri hareketi esnasında memleketin iç bölgesini kana boyayan va­ him karışıklıklardan mesuldür. Çünkü: a) Yukarıda zikredilen otorite, M. Venizelos tarafından telgrafla verilen yüksek meclisin talimatına uymamıştır. Bu otorite, itilaf mümessilinin müsaadesini almadan

1 0-23 Ma­

yıs'ta, askeri kumandanlığa İzmir sancağı hudutlarının dışın­ da bulunan Aydın, Manisa ve Kasabaya (Turgutlu) kıtalar gönderilmesine emir verme müsaadesini tebliğ etmiştir. b) ·Aynı otorite halka işgal sahasının genişliği hakkında kasten malumat vermemiştir. Bu suretle, Müslüman ahalinin heyecanının artmasına ve daha sonra karışıklıkların fazlalaş­ masına sebep olmuştur.

Madd e 5- Yüksek Yunan makamları, memlekette silah­ lı sivillerin dolaşmasına müsaade ettikleri için de mesuldür­ ler. Bu makamlar bazı askeri ve polis hareketleri için nizami kıtalarla birlikte bu silahlı sivillerin de kullanılmasına müsa­ ade etmiştir.

Madd e 6- Menderes vadisinde vukua gelen karışıklık­ ların ilk sebebini haksız olarak yapılan işgalde aramak la­ zımdır. Yunan kıtalarının yürüyüşü ve yerleşmesi esnasında vukua gelen müessif hadiseler, bu kıtalar yürüyüşe başlar başlamaz memleketin bir harp haline girmiş olmasından ile­ ri gelmiştir. Türklerle Yunanlılar arasında asırdan beri mevcut olan kin, hadiselerin sık sık tekerrür etmesinde ve vahşiyane bir

38


şekil almasında başlıca amil olmuştur. Bu hadiselerden yalnız Yunanlıları mesul tutmak doğru değildir. Aynı mülahazalar, Bergama bölgesinde, Manisa ve Öde­ miş civarında vukua gelen hadiseler için de ileri sürülebilir. Madd e 7- Bunun aksine olarak Menemen katliamından yalnız Rumlar mesuldür. Bu katliam hazırlanmamıştır. Fakat, Bergama meselesi dolayısıyla kıtalannın galeyan halinde bu­ lunduğunu bilen Yunan kumandanlığının, sinirli ve yorgun olan ve korku içinde bulunan askerlerinin hiçbir tahrik karşısında kalmadan sivil Türkleri öldürmelerine engel olacak tedbirleri alması lazımdı. Ve bu tedbirleri alabilirdi. Menemen'de bulunan Yunan subayları vazifelerini katiyen yapmamışlardır. Madd e 8- Vaziyet şimdi düzelmiş olmasına rağmen, Ay­ dın vilayetinde sükunet teessüs edememiştir. Anadolu ile ticari muameleler hemen kamilen durmuş­ tur. Bu vaziyet işgalin ve Türk sivilleriyle Yunan kıtalan ara­ sında devam eden harp halinin bir neticesidir. Yunan kıtalan artık işgal bölgelerini genişletertıemektedirler. Eski eşkiya çetelerinin reisleriyle müştereken hareket eden milli Türk hareketlerinin şefleri, emirleri altındaki kuv­ vetler W;erinde kafi bir otorite tesis edemedikleri için bu bir­ likler bazan akınlar yapmaktadırlar. Bu itibarla halen memle­ kette hüküm süren vaziyetin mesuliyeti kısmen kendilerine terettüp etmektedir. Bu mesuliyetin arkasında bugüne kadar milli hareketin şefleri üzerinde hiçbir otoritesi bulunmayan Türk hükümetiniiı mesuliyeti belirmektedir. Komisyon Azalan

Bristol

Bunoust

Har e

Dall'olio 39


KOMİSYONUN VARDIGI NETİCELER 1 - İşgal neticesinde İzmir'de ve Aydın vilayetinde ihdas edilen vaziyet sahtedir. Çünkü: a) Prensip itibariyle gayesi nizamı temin etmek olan iş­ gal hareketi hakikatte ilhakın bütün şekillerini almıştır. Yalnız Yunan Yüksek komiserliği müessir bir otorite kurmuştur. Va­ zife başındaki Türk makamlarının hiçbir nüfuzu kalmamıştır. Bu makamlar artık İstanbul 'dan emir almamaktadırlar. Türk polis ve jandarmasının hemen kamilen ortadan kalkmış ol­ ması dolayısıyla, bu makamlar kararlarını tatbik ettirecek va­ sıtalardan mahrum kalmışlardır. b) İşgal Yunanistan'a, ifa edeceği vazife ile, eğer bu va­ zife muvaktat ve gayesi nizamın teessüsünden ibaret kalacak ise, ölçülemeyecek derecede askeri fedakarlıklar tahmil et­ mektedir. c) İşgal, şimdiki şekliyle, nizamın iadesini ve· açlık teh­ didi karşısında bulunan ahalinin muhtaç olduğu sükuneti te­ min edememektedir.

2- Komisyonun kanaatince: a) Askeri işgalin gayesi nizam ve asayişin temininden ibaret ise, işgal, Yunan kıtalarına değil, Anadolu'daki yüksek müttefik kumandanlığının otoritesi altındaki müttefik kıtala­ rına tevdi edilmelidir. b) Yunan işgali, sulh konferansı bu bölgenin tamamiyle Yunanistan' a ilhakına karar verdiği takdirde devam ettirilme­ lidir. Bu takdirde Yunan kumandanlığı Türk kuvvetlerine kar­ şı dilediği gibi hareket etmekte serbest bırakılmalıdır. c) Yukarıda derpiş edilen ilhak keyfiyeti, milliyetlere hürmet emreden prensibe aykırıdır. Çünkü, İzmir ve Ayvalık

40


hariç olmak üzere işgal edilen bölgelerde Türk unsuru, Rum unsuruna· nisbetle hakim bir ekseriyettedir. Mukavemetini izhar eden Türk milli şuurunun böyle bir ilhakı kabul etmeyeceğine dikkati çekmek komisyonun vazi­ fesidir. Türk milli şuuru ancak kuvvet karşısında, yani Yuna­ nistan' ın tek başına herhangi bir muvaffakiyet şansı ile yürü­ temeyeceği askeri bir sefer karşısında eğilecektir. 3- Bu şartlar altında komisyon aşağıdaki tedbirleri teklif eder: a) Yunan kıtaları tamamen veya kısmen çok daha az sa­ yıda müttefik kıtalarınıi yerlerini bir an evvel terketmelidir­ ler. b) Yunanlıların izzetinefsini korumak için Yunan kıtala­ rından bir kısmının işgalde işbirliği yapması kararlaştırıldığı takdirde bu kıtaların, milli Türk kuvvetleriyle doğrudan doğ­ ruya temas etmelerine mani olmak için, işgal edilen bölgenin içine dağıtılması. c) İşgalin müttefikler tarafından gerçekleştirilmesini müteakip Türk hükümetinden müttefik subaylarının idaresi ve kumandası altında jandarmanın yeniden teşkilatlandırıl­ masının istenilmesi. Jandarma bir an evvel bütün bölgede ni­ zamı temin edecek ve bu maksatla müttefik müfrezelerinin yerini alacak bir hale getirilmelidir. d} Türk hükümeti jandarmayı yeniden teşkilatlandır­ makla beraber sivil idarede de islahat yapmalıdır. 4- Türk milli hareketinin şefleri muhalefetlerinin yalnız Yunanlılara karşı olduğunu bildirdiklerinden bu tedbirler si­ lahla mukavemete devam etmeleri için ortada hiçbir sebep bı­ rakmayacak ve İstanbul'daki merkezi hükümete temin ede­ mediği otoriteyi kazandırmış olacaktır.

41


Nizami kıtalann terhisi için ortada hiçbir sebep kalma­ yacaktır. Aksi takdirde itilaf, Türklerin, gerek milli hareket şefle­ ri, gerekse hükümet erkanı vasıtasıyla izhar ettikleri sadakat hisleri hakkında nihayet bir fikir sahibi olabilecektir. Komisyon azalan: Amiral Bristol (Amerika Birleşik Devletleri murahhası) General Bunoust (Fransız murahhası), General Hare (İngiltere murahhası), General Dall'olio (İtalya murahhası). Bu tahkikatın ne gibi bir netice Yerdiği malumdur. Babıali, İzmir'deki Yunan işgalinin muvakkat olacağına dair müttefiklerden resmi teminat aldı. Tipik olan cihet, bü­ yük devletlerin yeniden resmi bir vaadde bulunmuş olmaları­ na rağmen M.Venizelos'un Roma'dan geçerken, bana, birkaç gün sonra "İzmir'e oradan çıkmak için gitmediğini, orada bu­ lunduğunu ve orada kalacağını" söylemiş olmasıdır. Fakat büyük devletlerin teminat ve vaidlerini en iğrenç şekilde tekzip eden Sevres muahedesidir. Bu muahede ile, bu Türk vilayeti Osmanlı İmparatorluğu'ndan alınarak düpedüz Yunanistan'a verilmiştir. Büyük bir siyasi yanlışlık ve anla­ şılmaz bir adaletsizlik eseri olarak büyük devletler bu muahe­ de ile Osmanlı Trakyasını da Yunanistan'a cömertçe hediye etmişler, Edime'nin tarihi bir kıymeti olduğunu, Türklerin mukaddes bir şehri mahiyetini taşıdığını ve lzmir'de olduğu gibi bu vilayette de Türklerin ezici bir ekseriyette olduğunu dikkate almamışlardır. ( 1 60 bin Rum'a mukabil, 460 bin Türk. Bütün Trakya'da 253 bin Ruma mukabil, 992 bin 862 Türk vardır.) Bu iki vilayette Türkler'in ekseriyette bulunduklarının

42


bir delili olarak İzmir ve Trakya'daki Müslüman ve Rumların mübadelesine dair Temmuz 1 9 14'de M.Venizelos ile akdetti­ ğim anlaşmayı zikredebilirim. Filhakika zikredilen vilayetlerde ekseriyet Rumlarda olsaydı M.Venizelos böyle bir anlaşmayı imza eder miydi? Fransız askeri makamlarının Trakya'yı işgal ettikleri za­ man tanzim ettikleri bir istatistik bu hususta başka bir delil teşkil etmektedir. Bu vesikada gösterilen rakamlar, tarafım­ dan San Remo ve Paris konferansına gönderilmiş olan muhtırada ve protesto mektubunda verilen malumata tama­ miyle uymaktadır. Bu vesikaların metinleri aşağıdadır:

20 NİSAN 1920' DE SAN REMO KONFERANSINA TEV Dİ EDİLEN MUHTIRA Bay reis, Galip devletlerin 4,5 sene uğrunda çarpıştıklarını bildir­ dikleri adalet ve hak namına bu devletlerin ve dünya sulhu­ nun prestiji menfaatine olarak yüksek konseyin aydın ve ta­ rafsız dikkatine aşağıdaki mülahazaları, malumat edinilmek üzere, sunmama müsaadelerini rica ederim. Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasını haklı gös­ termek için Türklerin muhtelif ırklarla meskun geniş bir memleketi idareden aciz oldukları iddia edildi. Bilhassa Türkler, Hıristiyan unsuruna karşı kin beslemek, zalimane davranmakla itham olundu. Fakat bir sıra vakıalar ve hakikatlarla dolu on asrı geçen bir tarih bu iddiaların yanlışlığını ortaya koymaktadı. Osman­ lı İmparatorluğu'nun 1 30 seneden beri sarfettiği insan kuvve­ tinin üstündeki gayretlere rağmen diğer devletler gibi inkişaf 43


edememiş olması, diğer binbir engel arasında, iki asırdan be­ ri bu uzun vadeli işin başarılması için gereken imkan ve sü­ kunete kavuşmamış olmasından ileri gelmektedir. Çünkü, im­ paratorluk her 1 0, 1 5, 20 senede bir komşularının taarruzla­ rına maruz kalmıştır. Son 1 2 yıl içinde cereyan eden vukuat Türkler tarafından terakki yolunda ve Avrupa anlayışı istika­ metinde yapılan her hareketin veya atılan her adımın, fena karşılanmakla kalmayıp aynı zamanda merhametsiz düşman­ ları tarafından şiddetle engellendiğini açıkça göstermektedir. Hıristiyanların imparatorluk içinde maruz kaldıkları id­ dia edilen tazyiklere gelince, şu ciheti dikkate almak kafidir ki, Türk Asya'da bin seneyi geçen bir hakimiyetten sonra, Av­ rupa'da Hıristiyan milletlerin mukaddes iman namına durma­ dan ve merhamet etmeden birbirlerini boğazlamaları geçen asrın bu kararsızlığı içinde, evet, bedbaht Musevilerin aynı iman namına Avrupa'dan bilamerhamet kovuldukları ve iş­ kenceye maruz bulundukları bir sırada, Türkler kendi geniş ve kuvvetli imparatorlukları içinde yalnız milyonlarca Hıristiyanın mevcudiyetine değil, aynı zamanda onların ka­ nunları ve adetleri içinde hiçbir güçlüğe uğramadan mevcu­ diyetlerini muhafaza etmelerine, gelişmelerine ve umumiyet­ le hakim ırkın zararına olarak zenginleşmelerine müsaade et­ mişler ve Hıristiyan Avrupa tarafından kovulan bedbaht mil­ letlere geniş ve pederane bir misafirperverlik göstermişlerdir. Bugün bütün hak ve adalet prensiplerine aykırı olarak asil ve mukaddes Trakya ve Anadolu topraklarına yerleşebi­ leceğini zanneden Yunanistan aynı müsamaha misalini vere­ bilir mi? Yunanlı olmayan unsurlara karşı iç politikasının ve bilhassa kendi hakimiyeti altına geçmek talihsizliğine uğra­ yan ve 1 883 'den evvel Teselyanın geniş ve münbit ovalarını 44


dolduran

300 bin Türk' ün, Epir'deki yüzbinlerce Müslüman Arnavut' un, Girit' teki 50 bin ve Makedonya'daki 800 bin

Müslümanın hesaplarını verebilir mi? Modem medeniyetin bu acı ve ebediyyen utandırıcı fas­ lı üzerinde fazla durmak lüzumunu hissetmiyorum. Çünkü galip devletler tamamiyle Türk olan İzmir' i, nizamı iade et­ mek bahanesiyle, mütareke devrinde işgal eden eski Yunan medeniyeti varislerinin binlerce Müslümanı nasıl öldürdük­ lerini tesbit için 4 ay evvel müttefikler tarafından yapılan tah­ kikat neticesinde daha fazlasını öğrenmiş bulunuyorlar. Ben sadece, yüksek meclisin hayırhah dikkatine arzedil­ mek üzere evvelki gün tarafımdan ekselans Mr. Lloyd Geor­ ge' a gönderilmiş olan vesikalarda da mevcut olan bazı ra­ kamları burada göstermekle iktifa edeceğim. 1 Mart 1914 tarihli resmi istatistikler:

Müslüman İstanbul

Edime (Kırk kilise, Tekirdağ, Gelibolu)

560.000 (% 61) 369.427 (% 57)

Ermeni

Rum

205.733 (% 22) 224.680 (% 35)

86.093 (% 9) 9.888 (% )

Mart 1914'den sonra Rumların mühim bir kısmı Make­ donya' ya hicret etmiş ve orada bulunan Müslümanlar Yunan idaresi tarafından kovuldukları için gelip onların yerlerini al­ mışlardır.

İzmir

Müslüman

Rum

Ermeni

1.249.067 (% 77)

299.097 (% 18)

20.766

299 bin Rumdan -60-80 binin çıkarılması lazımdır. Çün­ kü bu Rumlar Ocak-Haziran 1914'de Makedonya'da cereyan

eden acıklı hadiselere bir misilleme olmak üzere bu toprak45


lardan çıkarılmıştı. Temmuz 1914 'de Atina elçisi bulundu­ ğum sırada M. Venizelos ile imzaladığım anlaşma mucibince Makedonya Müslümanları ile mübadele edilecek olan Trak­ ya ve İzmir Rumları kategorisine dahil bulunmakta idiler. M. Venizelos 'un bugün İzmir vilayetinde ekseriyetin Rumlar­ da olduğunu söylemesi yeni Hellad ajanlarının bu talihsiz Müslüman vilayetinde iğrenç olduğu kadar hazin bir iş gör­ müş olmalarından ileri gelmektedir. Ermeni Rum Müslüman 8.974 (% 3) 57.687 (% 1 4) Adana 84 1 .903 (% 83) 921 . 128 (% 83) Trabzon 161 .564 (% 14) 40.237 (% 3) Erzurum 673.297 (% 82) 4.864 1 36.6 1 8 (% 1 6) 57.732 (% 22) 1 79.380 (% 69) Van Şimdi bay reis, bu rakamların belagati ve mütarekeden beri bedbaht Osmanlı topraklarını kana boyayan hadiselerin dehşeti karşısında Türk milleti alnı açık olarak ve en gururlu. bir sükunet içinde tarihe karşı bütün dünyayı adalet, ittihat ve sulhün sağlam temellerine istinat ettirmek gibi ağır bir mesu­ liyeti yüklenmiş olan galip devletlerin adilane ve insani kara­ rını beklemektedir. Bu devletlerin yegane ve en doğru yolu, yani Osmanlı milletinin ve onun aynı zamanda yeryüzündeki 350 milyon Müslümanın yüksek şefi olan Sultanın tarihi ve dini hakları­ na riayet yolunu seçmelerini Allah'tan diliyorum. Mazlum milletlere karşı İtalya hükümetinin alicenabane ve haynhahane hareket tarzından cesaret alarak ekselansları­ na Türk. milletinin şükranlarını sunar, derin hürmetlerimi te­ yid ederim.

Galip Kemali (İtalya'da mezunen bulunan orta elçi)

Roma, 17Temmuz1920 46


PARİS KONFERANSINA VE BirrtiN DCNYA DEVLETLERİNİN BAŞVEKALETLERİNE GÖNDERİLEN NOTA Büyük devletlerin Yunanistan'a, iman, şeref ve hayatla­ rının ve bir kelime ile milli ve dini istiklallerinin muhafaza­ sından başka bir gayeleri olmayan milyonlarca masum ve na­ muskar insan üzerine atılmak gibi hazin bir vazifeyi tevdi et­ tikleri; on binlerce Müslümanın asil kanı medeni milletlerin ve bütün insanlığın gamsız gözleri önünde tekrar akıtıldığı bir sırada Trakya murahhas heyeti bir kere daha dünya vicdanı­ na müracaat ederek adalet talep etmeyi ve yeni kanlı mücada­ lelerin önüne geçilmesi için, sonu görülmeyen bir kardeş har­ binden çok zarar görmüş olan Avrupa milletlerinin müdaha­ lesini rica etmeyi faydalı saymıştır. Büyük bir ihtimam ve teknik itina ile hazırlanmış olan ilişik iki hatıra (biri ırkları, diğeri emlak ve akan göstermek­ tedir) 6 asırdan beri tamamiyle Türk olan bu topraklar üze­ rindeki Yunan iddialarının ne kadar çürük olduğunu inkar edilemez bir şekilde isbat etmekte ve Yunanistan'ın emper­ yalist emellerini bir kere daha meydana koymaktadır. Bütün milletlere tanınmış olan haklara ve prensiplere rağmen Bal­ kan milletleri de bu suretle zarar görmüş olmaktadırlar. Trakya murahhas heyeti, bilhassa Türk ve Müslüman olan bu bölgenin, bu topraklar üzerinde hiçbir hakkı olmayan Yunanistan'a ilhakı hakkındaki keyfi ve haksız kararlan Pa­ ris konferansı nezdinde resmen ve şiddetle protesto eder. Heyet, bütün milletlere tanınan kendi mukadderatını ta­ yin hakkına müsteniden ezici ekseriyeti teşkil eden Trak­ ya'daki Müslüman ahalinin (235.768 Rurn'a ve 88.702 Bul-

47


gara mukabil 992.687 Türk) kendi mukadderatı hakkında ka­ rar verecek yegane unsur olduğunu resmen ve alenen beyan eder. Ve davasının haklılığına imanının parlak bir delili olmak üzere, Milletler Cemiyetinin kontrolu altında yapılacak bir plebisitin neticelerini şimdiden kabul eder.

Trakya Müslümanları büyük devlet erin yüksek hak ve adalet hislerinden ilham alarak, Müslümanlara karşı bariz bir haksızlık teşkil eden yersiz bir karan geri alacaklarını ümit ederler. Bu karar, kuvvet ve şiddet yoluyla ayn ırk ve dinden olan bir bölgenin yabancı bir devletin hakimiyeti altına gir­ mesine sebep olmaktadır. Bu devletin hakimiyeti altına gir­ mesine sebep olmaktadır. Bu devletin ananeleri ve idare sis­ temi, mevcut olduğu günden beri, kendi hakimiyeti altına geçmek bedbahtlığına maruz kalan milletlerin hayat hakları­ nı tanımadığını isbat etmiştir.

Galip Kemali Mezun Orta elçi ve Trakya murahhas heyeti reisi Fakat M. Venizelos'un tesiri altında kalan Mr. Lloyd Ge­ orge İzmir ve Edime vilayetlerinde Rumların ekseriyette ol­ duklarını ilan etmekle kalmayarak Türklerin İstanbul 'da da azlıkta bulunduklarını iddia edecek kadar ileri gitmiştir. Me­ deni dünya ve daha ziyade Balkan milletleri · Türkiye'ye, muhtelif ırklara ve dinlere mensup milletleri kendi bayrağı al­ tında toplayarak onları asırlarca kendi aralarındaki anlaşmaz­ lıklara ve komşu devletlerin emperyalist iştihalanna karşı ko­ ruduğu için minnettar olmaları lazım gelir. Bütün bu müddet içinde, Osmanlılar, Slav-Germen akın­ larına karşı vücutlarını aşılmaz bir siper olarak kullanmamış.

48


olsaydılar bu milletlerden hiçbiri Türklere isnat edilen cebir ve tazyikten kendini kurtaramazdı. Bu milletlerin, 7 asırlık bir esaretten sonra bugün hata imparatorluk içinde müreffeh bir halde bulunmaları, bu cebir ve tazyikin mahiyeti ve neticesi hakkında Avrupa efkarını ay­ dınlatacak bir vakıa teşkil eder. 20. asırda yabancı bir hakimiyet altına geçmek talihsiz­ liğine uğrayan milyonlarca Müslümanın medeniyet ve terak­ kiye en iyi intibak etmek iddiasında bulunan idareler altında hayatlarını, şereflerini ve dinlerini muhafaza etmek ve aynı kolaylık ve müsamaha ile gelişmek imkanını bulmaları arzu edilir. Müttefiklerin notası Suriye'den Mezopotamya'dan ve umumiyetle Türk olmayan bütün milletlerin Türk boyundu­ ruğundan kurtarılması zaruretinden bahsediyor. Bu notada deniliyor ki: " - Yakın Şarkta Türk olmayan birçok milletleri Osman­ lı hakimiyeti altında bırakmak doğru birşey olmadığı gibi, de­ vamlı bir sulh temini bakımından da hatalıdır. Müttefik dev­ letler, Trakya ve İzmir'i Osmanlı hakimiyetinden ayıran mu­ ahede hükümlerinde hiçbir değişiklik yapılmasına muvafakat edemezler, çünkü bu toprakların her ikisinde de Türkler ekal­ liyettedir." Fakat, Avrupa devletleri hangi prensibe dayanarak ken­ dileriyle aralarında hiçbir yakınlık olmayan milletlerin mu­ kadderatını tayin etmeye kalkıyorlar? Herhangi bir karar ittihaz etmeden evvel, Müttefikler hiç olmazsa bu milletlerle istişarede bulunmuşlar mıdır? Veya bunların namına konuşmak için kendilerine hukuki bir mes­ net temin etmişler midir? Eğer bu milletleri temsil ediyorlar49


sa Suriye'de, Mezopotamya'&, İzmir'de,

Trakya'da ve başka

yerlerde neden bu kadar büyük kuvvetler tahşidine lüzum gö­ rüyorlar? Ve bilhassa bu topraklarda iki seneden beri durma­

dan, dinlenmeden vukua gelen çarpışmaların sebebi nedir? Harp esnasında, hükümdar-halifelerine ihanet eden bazı şefler bu suçlarını, hiç olmazsa, memleketlerini herhangi bir hakimiyetten kurtarmak gibi vatani bir hareketle haklı göster­ medikleri takdirde, İslam aleminin ebedi kinine ve lanetine iki defa layık olmuş olurlar. Fakat hal hiç de böyle değlidir. Ne Suriye, ne Mezopo­ tamya, ne de Hicaz arapları ağırlığını şimdiden hissettikleri yeni ve hakiki boyunduruğu kabul etmek istemeyeceklerdir. Trakya ve İzmir' e gelince; ekseriyet bu vilayetlerde Rumlarda ise, muahede hükümlerine göre, bu toprakların ka­ derini tayin edecek olan plebisit niçin uzak bir tarihe bırakıl­ dı? Sonra nasıl, oldu da Yunanistan iki seneden beri Türk ekalliyeti ile başa çıkamadı? .

M. Lloyd George'un, M. Venizelos'un mübalağalı bir­ çok defalar esassız iddialarını ciddi telakki ederek haksız ve makul olmayan şartları Türklere şiddet ve kuvvetle kabul et. tirebileceğine inanması cidden tesadüfe şayandır. Daha çok esefle karşılanacak bir nokta vardır:

M. Lloyd George'un bu

politikanın İngilterenin hakiki menfaatlerine uygun olduğu­ nu, bir an için dahi olsa, kabul etmesidir. İngiltere asırlardan beri Rusya'nın emperyalist politika­ sıyla mücadele etmiştir. Çünkü bu politika İngiltere'nin As­ ya'daki müstemlekeleri için bir tehdit teşkil etmiş ve Pan-İs­ lamizm, Avrupa'da ve Asya'da fiili bir hegemonya tesis et­ mek tehlikesini göstermiştir. Bu hegemonya, Almanyanın önüne geçmek üzere bulunduğu bir sırada, İngiltere Rusya ile

50


bir ittifak akdetmiş ve o andan itibaren bu yeni ve eskisinden daha korkunç olan kuvvetin büyümesine ve genişlemesine her ne pahasına olursa olsun mani olmak için elinden gelen gayreti sarfetmiştir. Almanya ve İngiltere nasıl olsa bir gün boy ölçüşecek­ lerdi. Ve o gün daha çok gecikemezdi.

45 seneden beri, ken­

disine Alsace ve Lorraine' in avdetini sağlayacak bir intika­ mın peşinde koşan Fransa'ya gelince, bu memleket kendisi­ ne ittifaklar temini için her fırsattan istifade etmekteydi. Rus­ ya 'nın durmadan, dinlenmeden Türkiye'yi tazyik etmek ve zayıflatmak politikasını geliştirdiği bir sırada ananevi dostlar Şarkta kendilerine karşı daima müzahir ve dost olan bir mil­ leti ihmal etmekte beis görmemişlerdir. Bu kayıtsızlık, alakalıların günün birinde ebedi Şark me­ selesini gizli maksatlarına göre halletmek hususundaki arzu­ larının bir ifadesinden başka bir şey olamaz. Türkiye işte bu­ nun için, tecrit edilse bile ihmal edilmiş ve tesadüfe bağlı te­ şebbüslere atılmak zorunda bırakılmıştır. Böyle olmasaydı, İngiltere ve Fransa kuvvetli ve tekrar canlanmış bir Türki­ ye'nin mevcudiyetini cidden istemiş olsaydılar; Jön Türkle­ rin, bazan mahalline masruf olmamakla beraber, takdire pek layık olan gayretlerini felce uğratan devamlı sarsıntılara ka­ yıtsız bir gözle seyirci kalamazdılar. Ve nihayet Türkiye'nin birbiri arkasından bu kadar felaketlere uğramasına müsama­ ha edebilirler miydi? Bu şartlar altında, Türkiye'yi dostlarına karşı vefasızlıkla itham etmek ve ona medeni milletlerin dost­ luğuna ve hayyırhahlığına layık olmayan bir memleket mu­ amelesi yapmak doğru mudur? Bilhassa onu, sözde zararsız bir hale getirmek için, mahvetmek veya zayıflatmak ihtiyatlı ve siyasete uygun bir hareket olur mu?

51


Ne olursa olsun, mütarekeden beri İstanbul'da tatbik edi­ len metotlar bu neticeyi temin etmekten, hele galip büyük devletlerin Şarkta itibarını artırmaktan pek uzaktır. Türk milletinin kendi payitahtında hoyrat ve gayri in­ sanı muamelelere maruz kalması, iki seneden beri bu şehir­ de hüküm süren baskı ve mezalim, galip milletlerin ruh asa­ leti ve idare üstünlüğü hakkında hiç de iyi bir fikir verme­ mektedir. Mütareke mukavelesinin iyice malum olan hükümlerine aykırı olarak idareye el konulması, kitle halinde yapılan tev­ kifler, imparatorluğun en yüksek şahsiyetlerinin Malta'ya sü­ rülmesi, dünya harbinin en kanlı ve şanlı muharebe meydan­ larında şöhret kazanmış olan Osmanlı ordusu kumandanları­ na reva görülen hakaretamiz muameleler hiçbir zaman haklı gösterilemez. Nihai muvaffakiyeti elde edenlerin bu kanunsuz ve hazin hareket tarzlarıyla, memleketlerine ölüm saçan nisbetsiz ve korkunç mücadeleye rağmen Kutul-Amara'nın kahraman müdafiine senelerce bir prens muamelesi yapmış olan Os­ manlıların hareket tarzları arasında ne büyük bir tezat göze çarpıyor. Fakat, İstanbul'un işgal edildiği gün ( 1 6 Mart 1 920) se­ kiz yüz bin Türk kendi payitahtlarında daha feci, daha tüy­ ler ürpertici sahnelere şahit olmuşlardır. Aşağıdaki vesika­ lar daha iyi konuşacaklar ve dünya efkarına hakikatleri bü­

tün çıplaklığıyla anlatacaklardır. Eski ve yeni medeniyetin mümessilleri tarafından yapı­ lan bu taşkınlıkların asil Türk topraklarını kirleten son teza­ hürler olmasını Tanndan dileriz. Bu topraklarda milyonlar-

52


ca Hıristiyan ve yabancı, asırlarca en geniş ve samimi misa­ firperverliğine nail olmuşlardır. Türk milleti, Tanrının izniy­ le büyük medeni milletler arasında hak ettiği yeri yakında alacaktır.

Müttefik Yüksek Kom iserler i tarafından Sadrazam Sal ih Paşa y ' a gönd er ilen müşt er ek notanın sur et i İstanbul, 1 6 Mart 1 920 Altes, Fransa, İngiltere ve İtalya Yüksek Komiserleri, Yüksek Müttefikler Meclisi tarafından, 1 6 Mart günü saat l O 'dan iti­ baren İstanbul şehrinin Müttefik devletlerin askeri işgali altı­ na alınacağını alteslerine bildirmeye memur edilmişlerdir. Yüksek komiserler tarafından bu hususta ittihaz edilen kararın metni leffen takdim edilmiştir. Bundan başka, Mustafa Kemal Paşa'nın ve bazı nokta­ larda ve bilhassa Kilikya'da vukua gelen hadiselerden ve te­ cavüzlerden mesul bulunduklarından şüphe edilemeyecek olan sözde "milliyetçi" hareketin diğer şeflerinin Osmanlı hükümeti tarafından takbih edilmesini talep etmeye memur bulunuyoruz. Bu gibi hadiseler veya tecavüzler tekerrür etti­ ği takdirde Türkiye ile akdedilecek sulh muahedesi için der­ piş edilen şartların daha ağır olacağını ve yapılan tavizlerin geri alınacağını Osmanlı hükümetine bildiririz. Sulh muahedesi hükümleri kabul edilip tatbik sahasına konuluncaya kadar İstanbul'un Müttefik askeri işgali altında kalacağını ilave etmeye de memuruz. Yüksek hürmetlerimizin kabulünü rica ederiz. 53


16 Mart 1920 tar ihli müşt erek notanın zeyli Biz, Fransa, İngiltere ve İtalya Yüksek Komiserleri, Yüksek Müttefik Meclisinin emirlerine uyarak aşağıdaki ka­ rarları ittihaz etmiş bulunuyoruz: 1- İstanbul şehri 1 6 Mart saat l O'dan itibaren Müttefik devletlerin askeri işgali altına alınacaktır.

2- Müttefik askeri makamları, Müttefik Yüksek Komi­ serleri namına şehrin işgali için gereken bütün askeri tedbir­ lerin tatbikini temin edeceklerdir. 3- Yukarıda bahsedilen tedbirler şu hususları ihtiva ede­ cektir: a) Harbiye ve Bahriye Nezaretleri işgal edilecek, bu ne­ zaretlerden verilecek emirler ve yapılacak tebligat kontrola ve sansüre tabi tutulacaktır. b) Posta, Telgraf, Telefon kontrol altına alınacaktır. c) Polis sıkı bir kontrola tabi tutulacak ve umumiyetle as­ keri işgal altına alınan bölgede sükun, nizam ve asayişin mu­ hafazası için gereen bütün nizamnamelerin tanzimi, neşri ve tatbiki tarafımızdan temin olunacaktır.

A. De FR ANCE

J.De.RO BERC K

MAI SSA

SADRAZAM SALİH PAŞ ADAN FR ANSA, İTALYA VE İNGİLTERE YÜKSEK KOMİSERLERİNE 17 Mart 1920 1 6 Mart tarihinde saat lO'dan itibaren İstanbul şehrinin müttefik devletlerin askeri işgali altına alınacağını bildiren ve

54


ekselansları tarafından . . . . ve . . . meslekdaşlarıyla birlikte gön­ derilen l 6 Mart tarihli müşterek notayı ve zeylini aldığımı bildirmekle şeref duyarım. Bu münasebetle İstanbul 'da müttefiklerin emniyetini tehdit edecek bir vaziyet mevcut olmadığına işaret etmek is­ terim. Şehirde hiçbir karışıklık vukua gelmediği gibi bir nizam­ sızlık ihtimalini de akla getirecek bir hadise bile cereyan et­ memiştir. Esasen müttefik devletlerin elinde her ihtimale kar­ şı koymaya yetecek miktarda kuvvet mevcuttur. Bu şartlar altında, İmparatorluk Hükümeti böyle bir ted­ birin zaruretini izah edememekte ve en esaslı haklarına yapı­ lan bu tecavüzü protesto etmeyi bir vazife bilmektedir. Anadolu'daki harekete gelince, bu hareketi doğuran baş­ lıca sebebin Aydın vilayetinin tamamıyla haksız olarak Yu­ nan kıtaları tarafından işgali ve bu kıtaların, yerli Rumların da iştirakiyle ika ettikleri, işitilmemiş zulüm ve gaddarlıklar olduğu ekselanslarınca da malumdur.

O tarihte,

büyük bir Ermenistan ve bir Pontos Rum dev­

leti ihdas edileceğine dair ısrarla dolaşan şayialar ve heyecan verici diğer söylentiler ve neşriyat bu hareketin Anadolu'nun daha büyük bir kısmı üzerinde yayılmasına sebep olmuştur. İmparatorluk hükümeti bu harekete yabancı kalmıştır. Esasen mütarekenin uzun sürmesi ve onun tatbik şartları, hü­ kümetin otoritesini geniş bir ölçüde azaltmış olduğu için, bu hareketin kontrolü mümkün olamamıştır. Hükümet, bahis mevzuu olan hareketin idarecileri veya mensupları tarafından yapilmış olan tecavüzleri tasvip ve tec­ viz etmediğini beyan eder. Bu münasebetle Babıali, mütarekeden beri Anadolu'nun

55


hiçbir yerinde katliam yapılmadığını bir kere daha beyan et­ mek ister. Maraş hadiselerine gelince, bunun sebepleri evvelce izah edilmiştir. Orada Müslümanlarla silahlı Ermeni müfrezeleri arasında çarpışmalar vukua gelmiş ve bu çarpışmalara bu müfrezeler sebebiyet vermişlerdir. Babıali, bazı kimselerin bu çarpışmaları bir Ermeni katliamı gibi göstermek istemele­ rine teessüf eder. Bu hadiseler hakkında muhtelit bir heyetin tahkikat yapması yüksek komserlerden istenmiştir. Ve Babı­ ali bu talebinde ısrar etmektedir. Mezkur notada ekselansları, bu gibi hadiseler veya teca­ vüzler tekerrür ettiği takdirde Türkiye ile akdedilecek sulh muahedesindeki şartların ağırlaştırılacağını ve yapılan taviz­ lerin geri alınacağını ilave etmektedir. Memlekette emniyeti bozacak hadiseler cereyan etmeye­ ceği ümidini izhar ederim. Diğer cihetten müttefik devletle­ rin bazı kimselerin düşüncesiz hareketlerinin veya sözlerinin neticelerinden Osmanlı milletinin mesul tutulmasının ve bu milletin mukadderatının ·İradesi haricinde cereyan eden mün­ ferit hadiselere bağlanmasının doğru olmayacağını kabul edeceklerinden emin bulunmaktayım. Yüksek müttefik mec­ lisinin Türkiye hakkındaki kararlarında daha yüksek mülaha­ zalardan ve hislerden ilham alacağından şüphe etmemekte­ yim. Bilvesile . . . . . . . .

HARİCİYE NAZIRI SAFA BEYDEN MÜTTEFİK YÜKSEK KOMSERLERİNE Yüksek Komserliğe, Mebusan meclisinin müttefikan itiraz ve protestoda bu­ lunmuş olmasına rağmen mebuslardan Hüseyin Rauf ve Va-

56


sıf beylerin dün akşam saat sekizi çeyrek geçe İngiliz asker­ leri tarafından meclis binası içinde zorla tevkif edildiklerini ekselanslannıza bildirmekle şeref duyanın. Ayandan Çürüksulu Mahmut Paşa da evinde esef verici şartlar içinde tevkif edilmiştir. Bu hareketlerin parlamento azalarına tanınan ve her memlekette riayet edilen dokunulmazlık prensibine tamamiy­ le aykırı olduğunun tarafı alilerince kabul edileceğinden emi­ nim. İmparatorluk hükümeti, umumi efkarı pek kötü bir tesir altında bırakması ve memlekette nahoş akisler husule getir­ mesi ihtimali bulunan bu hareketleri protesto etmeyi kendisi için bir vaı;ife addeder. Bu ve�ile ile . ..

HARİCİYE NAZIRI SAFA BEY 'DEN FRANSA, İNGİLTERE VE İTALYA YÜ KSEK KOMSERLERİNE 17Mart 1920 N. 21221 / 87 İstanbul ve Beyoğlu posta ve telgraf bürolarının mütte­ fik müfrezeleri tarafından işgali neticesinde hükümet merke­ zinin vilayetlerle ve mütekabilen telgraf muhavereleri dünden itibaren kesilmiş bulunmaktadır. Hükümetle vilayet makam­ ları arasındaki temasın inkıtai devam ettiği takdirde bunun se­ bep olacağı mahzurları saymaya lüzum görmüyorum. Bu se­ beple resmi makamlar tarafından İstanbul' a veya İstanbul 'dan

57


gönderilecek telgrafların serbest bırakılması hususunda Os­ manlı Telgraf dairelerini kontrol eden subaylara emir veril­ mesi için yüksek askeri makamlar nezdinde teşebbüste bu­ lunmalarını ekselanslarımızdan rica ederim. Bu vesile ile....... .

H ARİCİ YE NAZIRI SAFA BEY' DEN MÜTTEFİ K YÜKSEK KOMSERLERİNE 17Mart 1920 N. 21229/86 Dün İstanbul 'da cereyan eden ve aynı tarihte üç yüksek komiser tarafından neşredilmiş olan beyannamenin metni ile dahi izahı mümkün olmayan pek teessüfe şayan bir hadiseyi ekselanslarına bildirmek isterim. İmparatorluk hanedanına mensup olan prens Tevfik Efendi ile refikası prenses, İngiliz ajanları tarafından tevkif edilerek bir İngiliz harp gemisine bindirilmişlerdir. Prens ve refikasıhın bu sabah serbest bırakılmış olmala­ rına rağmen hükümet, müttefik büyük devletlerin yüksek oto­ ritesine riayet ettiklerini bildirdikleri Zat-ı Şahanenin yüksek haklarına vahim bir tecavüz hadisesi karşısında bulunulduğu­ na kanidir. Babıali, hiçbir suretle haklı gösterilemeyecek olan bu hareketi protesto etmek mecburiyetinde kalmaktadır. Bu vesile ile..... .

58


H ARİCİYE NAZIRI S AFA BEY 'DEN İNGİLİZ YÜKSEK KOMSERLERİNE 17Mart 1920 N. 21220/130 50 İngiliz askerinden mürekkep bir müfreze, dün sabah 1 0. Tümen Karargahı'nda

saat l O'a doğru Şehzadebaşı'ndaki

bulunan askerlere mesken vazifesini gören binanın önüne otomobille gelmiş ve evvela nöbet bekleyen Türk askerine ta­ arruz etmiştir. Askerin bağırması üzerine nöbetçi onbaşısı ko-. şarak yanına gelmiş ve müfrezeye kumanda eden subayın ta­ bancasından çıkan kurşunlarla yaralanmıştır. İngiliz askerle­ ri bundan sonra yatakhaneye girmişler ve henüz yatmakta olan askerlere ateş etmeye başlamışlardır. Bir müddet sonra hadise mahalline bir miktar Hintli asker gelmiş ve bunlar da taarruza iştirak etmişlerdir. Yatakhanede bu hadise cereyan ederken,

15

kadar İngiliz askeri mızıka kıtası askerlerine ait

odaya girmişler ve bunları, koridorda bir sıraya dizdikten sonra İngiliz subayı, çavuşun kendisine mızıka efradı olduk­ larını söylemesine ve filhakika silahsız olmalarına ve hiçbir mukavemet teşebbüsünde bulunmamalarına rağmen, askerle­ rine onlara ateş etmelerini emretmiştir. Neticede mı;;ı:ıka as­ kerlerinden üçü öldürülmüş, ikisi yaralanmıştır. Diğerlerine gelince, bunlar yere yatmak veya kaçmak suretiyle ölümden kurtulmuşlardır. Diğer cihetten, üst katta yatmakta olan karargah kuman­ danı teğmen Nail Efendi ile katiplerden Arslan ve Bekir Ze­ ki Efendiler muhafaza altında, Sultan Beyazıt Camii 'nin kar­ şısında bulunan eski jandarma dairesine götürülmüşlerdir. Osmanlı askerlerinden alınan silahlar da bu binaya nak:ledil-

59


miştir. Bu teessüfe şayan hadiseyi bildirirken, mezkfır İngiliz askerlerinin hareket tarzı hakkında verilecek hükmü ekse­ lanslarına bırakır ve bu gibi vakalann tekerrür etmemesi için gereken tedbirlerin alınacağını ümit ederim.

H ARİCİYE NAZIRI SAFA BEYDEN MÜTTEFİK YÜKSEit KOMSER LERİNE 17/Mart/1920 Müttefik makamları, dün akşam Türk gazetelerini İngil­ tere, Fransa ve İtalya yüksek komserlerinin bir "Resmi Teb­ liğini" mahreç zikretmeden neşretmek mecburiyetinde bırak­ tıklarını ekselanslarına bildiririm.

Efkan umumiyetle mezkfu

tebliğin Babıali tarafından kaleme alındığı zehabı hasıl ol­ muştur. İmparatorluk hükümeti, gerek memlekete, gerekse mü­ tarekeyi imza eden devletlere karşı giriştiği taahhütleri sada­ kat ve tarafsızlıkla yerine getirmek için basirete ihtiyacı ol­ duğu bir sırada mesuliyeti hakkında yanlış bir fikir verebile­ cek olan bu gibi hadiseleri protesto etmek mecburiyetini his­ seder. Bu vesile ile ...

H ARİCİYE NAZIRI SAFA BEY 'DEN FR ANSA, İTALYA V E İNGİLTERE YÜKSEK KOMSER LERİNE 18 Mart 1920 İngiltere, Fransa ve İtalya yüksek komiserleri tarafından

60


' 1 6 Mart'ta İstanbul gazetelerinde neşredilen tebliğin 4. fıkra­ sında herkesin sultanın emirlerine itaat etmesi lazım geldiği kaydedilmekte ise de, imparatorluk hükümeti, bu telkinin tat­ biki geniş bir ölçüde İstanbul makamlarıyla Anadolu vilayet­ leri arasında muhabere imkanına bağlı bulunduğu kanaatin­ dedir. Halbuki, İstanbul'un işgalinden beri memleket dahili ile her türlü posta ve telgraf muharebeleri tamamiyle kesilmiş bulunmaktadır. Burada cereyan eden hadiseler hakkında resmi malumat­ tan mahrum bulunan imparatorluğun A sya vilayetlerinin, iş­ galin şumulü ve neticeleri hakkında bir fikir edinemedikleri için, bu gibi hallerde olduğu üzere süratle ve yanlış olarak ya­ yılan söylentileri bile izam ederek mezkur tebliğde hedef tu­ tulan maksada tamamiyle aykırı bir netice verecek olan tehli­ keli bir galeyana kapılmalarından korkulur. Bundan başka imparatorluk hükümeti, umumi nizamın temini zımmında İstanbul 'da verilecek kararların vilayetlerde tatbikini sağlamak üzere her şeyden evvel Asya vilayetleriy­ le posta ve telgraf muharebelerinin derhal başlaması elzem olduğu kanaatindedir. İmkanların isabetli bir anlaşından doğan bi mülahazala­ rın doğruluğunun ekselanslarınca takdir buyrulacağından emin olan imparatorluk hükümeti, .kesilen hatların ve muha­ beratın bir an evvel tesisi icap edenlere gereken talimatın sü­ ratle verilmesini rica eder ve aksi takdirde Payitaht ile vila­ yetler arasında temasın kesilmesi neticesinde vukua gelebile­ cek hadiselerden mesul olamayacağını beyan eder. Bu teşeb­ büsün müsbet bir şekilde karşılanacağı ümidiyle hürmetlerimin kabulüne ......... .

61


H ARİCİYE NAZIRI SAFA BEYDEN İNGİLTERE YÜKSEK KOMSER LİGİNE 18/Mart/1920 N. 21245/94 Müttefik askeri makamları tarafından İstanbul garnizo­ nu kıtalarının silahlarının alınması için emir verildiğini öğ­ renmiş bulunuyorum. Zatı Şahanenin her cuma şehrin bir camiinde namaz kılması adet olduğu ekselanslarının malumudur. Bu törenin resmi bir mahiyeti vardır. Ve ananeye göre, askeri müfreze­ lerin hükümdarın yolu üzerinde dizilerek selam durmaları lazımdır. Üç yüksek komiser tarafından, evvelki gün İstanbul ga­ zetelerinde neşrettirilen tebliğin muhtevası gereğince itilaf devletleri zat-ı şahanenin bütün hak ve selahiyetlerine hürmet etmek emelinde iseler mutad selamlık resmine iştirak eden kıtaların silahlarını muhafaza etmeleri şarttır. Çünkü halifenin kudret ve selahiyetinin azaldığının bir emaresi bile Müslümanların en aziz hislerini rencide ediyor. Yarın cuma olduğu için mezkur kıtaların selamlık resmi­ nin ananelerine göre silahlarını muhafaza etmelerine müsa­ ade edilmesini teminen askeri makamlar nezdinde süratle te­ şebbüste bulunmanızı rica ederim,

MUHTIR A 19/Mart/1920 Aydın vilayetinde Yunan işgal kıtaları ayın ikinci günü

62


Ödemiş istikametinde taarruzlarına devam ederek Köldik ovasını işgal etmişler ve açtıkları ateş karşısında korkarak kaçmaya çalışan bu bölgenin sakinlerini, kadınlar ve çocuk­ lar da dahil olmak üzere katlettikten sonra evlerini yakmışlar­ dır. Çine kasabası bombardıman ve yağma edilmiştir. Salihli (Aydın vilayeti) kaymakamının geçende Osman­ lı hükümetine çektiği bir telgrafta, müttefik devletler tarafın­ dan kendilerine gösterilen bölgenin ilerisinde harekete geçen Yunan kıtalannın Bozbağ, Kötek ve Teke mevkilerini tahrip ettikten sonra Ödemiş'e bağlı dört köye ateş vererek bunları da tahrip ettikleri bildirilmektedir. Binlerce aile, çocuklarıy­ la birlikte düşmandan kaçarak bitap ve yan ölü bir halde Sa­ lihli'ye gelmişlerdir. Kaçamayanlar derhal öldürülmüş ve ka­ dınlar müstevlilerin tecavüzüne uğradıktan sonra aynı akıbe­ te maruz kalmışlardır.

İSTANBUL' DAKİ YÜKSEK KOMSERLERE TEV Dİ EDİLEN NOTA 2 1 Mart 1 920'de İngilizler Üsküdar'da sulh mahkemele­ rinin bulunduğu bina ile istintak hakiminin bürolarına, jan­ darma dairesine, belediye servislerine ve hapishaneye el koy­ muşlar, bu suretle amme hizmetlerinin hemen kamilen dur­ masına sebep olmuşlardır. Mahkemeler, hususi surette kendi­ leri için hazırlanmış olan binalar haricinde toplanmayacakla­ n için vazifelerini ifa edemeyeceklerdir. Diğer cihetten, ha­ pishane binasında, istiap hadlerini aşmış olan İstanbul hapis­ hanelerindeki mevkufların bir kısmı bulunmakta idi. Bu vazi­ yet karşısında bu mevkuflar İstanbul hapishanelerine iade edilecektir. Halbuki, bizzat müttefik makamları sıhhi bakım­ dan mahpusların bu hapishanelerde kalmalarını mahzurlu görmekte idi. 63


TERKOS TESİSLERİNİN YUNANLILAR TARAFINDAN İŞGALİ VE HADIMKÖY'DE HAYDUTLUK VAKALARI Bir Yunan taburu Hadımköy'e yerleştirilmiş ve bu tabur tarafından Terkos'a gönderilen bir bölük sular idaresinin te­ sislerini işgal etmiştir. Bu tabur ile beraber gelen sekiz sivil Rum, kendilerine iltihak eden 30 kadar arkadaşlarıyla haydut çeteleri teşkil etmişler ve Hadımköy civarındaki köylerde tet­ hiş hareketlerine başlamışlardır. Bu çetelerden biri

1 9 Mart'ta

İstanbul yolu üzerinde bir çiftlik sahibine ve yanında bulunan bir köy bekçisine taarruz etmiştir. Yusuf Bey kaçmaya mu­ vaffak olmuşsa da, bekçi öldürülmüştür.

MUHTIRA

21/Mart/1920 Bir İngiliz müfrezesi

1 6 Mart saat l O 'dan 1 7 Mart akşa­

mına kadar Beyazıt yangın kulesini işgal etmiştir. İngilizler gittikten sonra hükümdara mahsus ipek bayra­ ğın yırtıldığı ve bu kumaşın büyük bir kısmının kaybolduğu görülmüştür.

HARİCİYE NAZIRI SAFA BEY'DEN FRANSA, İTALYA VE İNGİLTERE YÜKSEK KOMSERLERİNE

21 Mart 1920 N. 21264/9 7 1 7 Mart tarih ve 2 1 2 1 9/86 numaralı mektubumla ekse64


lanslarına payitahtla vilayetler arasındaki resmi telgraf muha­ berelerinin inkıtaa uğradığını bildirmiştim. Beş günden beri dahiliye nezaretine hiçbir telgraf habe­ - ri gelmemiş ve bu dairenin talimatından hiçbiri vilayet ma­ kamlarına ulaştırılamamıştır. Bu vaziyet karşısında, imparatorluk hük:ümetince duyu­ lan derin endişeyi gizleyemeyeceğim. Muhaberatın inkıtaın­ dan doğacak idari mahzurlar hariç olmak üzere bunun, impa­ ratorluk hük:ümeti ve müttefik devletler tarafından izalesi kendi menfaatleri iktizasından olan ilk neticesine işaret et­ mek isterim. Filhakika, lstanbul'un askeri işgal altına alındığına ve bu münasebetle bazı hadiseler cereyan ettiğine dair doğru veya yanlış olarak dolaşan haberler halen vilayetlere ulaşmış bu­ lunmaktadır. Bu haberler galip bir ihtimalle ya izam edilmiş veya hakikate aykırı bir şekle bürünmüştür. Sükunet ve amme nizamının temini bakımından vakit geçirilmeksizin bu şayi­

zj

alara nihayet verilmeksi n büyük bir ehemmiyeti vardır. Bu sebeple vilayetlerde efkarı umumiyeyi teskin etmek, vilayet makamlarına emirler verebilmek ve vilayetlerde cere­ yan eden hadiseler hakkında malumat alabilmek üzere Türk­ çe telgraf muharebelerinin Osmanlı makamları için serbest bırakılması hususunda işgal makamları nezdinde süratle te­ şebbüste bulunmanızı rica ederim.

İSTANBUL MERKEZ KUMANDANI SAİT PAŞ A' NIN TEV KİFİ MÜNASEBETİ İLE TEV Dİ EDİLEN PROTESTO NOTASI İstanbul merkez kumandanı Sait Paşa'nın

2 1 -22 gecesi 65


bir İngiliz müfrezesi tarafından evinde tevkif edilerek bir harp gemisine götürüldüğünü ekselanslarına arzederim. Hiçbir veçhile haklı görülemeyecek olan ve hükümetin en meşru haklarına bir tecavüz mahiyetini taşıyan bu hareke­ tin ne kadar vahim olduğu takdir buyrulacaktır. Sait Paşa'nın serbest bırakılması için lazım gelen teşeb­ büslerde bulunulmasını ekselanslarından rica ederim.

TEKİRDAGI'DA KATLİAM YAPILDIGINA DAİR V ERİLEN H ABERLERİN RESMEN TEKZİBİ 23/Mart/1920 4 Mart tarihli Temps Gazetesi Paris'teki Yunan elçiliği tarafından, Tekirdağ'da Rumların Türkler tarafından katledil­ diğine dair gönderilen bir tebliği neşretmiştir. Bu haber tamamiyle yalandır. 7 Mart'ta Tekirdağ limanı­ na gelen büyük bir İngiliz harp geinisinin süvarisi gemide Rum metropolitini, Ermeni murahhası Balıkçıyan Efendiyi ve belediye meclisi azalarını kabul etmiştir. Suvarinin katliam hakkında dolaşan şayialara dair sorduğu sual üzerine metro­ polit ve Ermeni murahhası böyle bir şey olmadığı, asayişin hiçbir zaman bozulmadığı ve hiçbir katliamdan korkulmadı­ ğı cevabını vermişlerdir. Pek yakın bir zamanda, bir katliam vukua geleceği hak­ kındaki kaste müstenit haberler tahmini kolay bir maksatla Yunanlılar veya bir müddetten beri dindaşlarını Tekirdağ'dan hicrete teşvik etmekte olan Ermeni komitesi tarafından yayıl­ mış olsa gerekir. 66


Haksız bir hareketi takbih etmek icap ettiği zaman M. Lloyd George tarı;tfından daima ileri sürülen medeni dünyanın müdahalesini sağlamak ümidiyle bütün memleketlere tara­ fımdan gönderilmiş olan protesto mektubunun metnini aşa­ ğıda veriyorum:

B ÜTÜN MİLLETLERİ DAV ET İslamiyetin payitahtı olan İstanbul'da bugün en şiddetli zulüm hüküm sürmektedir. Burada Avrupa medeniyeti, tara­ fından

milletlerin

mukaddes

hakkı

namına

mazlum

Müslüman halkı, mütareke eşartlarının hüküm sürdüğü bir sı­ rada işkenceye maruz bulunmakta, Türkiye'nin en asil çocuk­ ları, nazırlar, mebuslar, generaller, muharrirler, kadınlar, ihti­ yarlar, hatta imparatorluk prensleri Türkleri korkutmak için tevkif edilmekte ve sürülmektedir. Bunlar her türlü müdafaa imkanlarından mahrum bırakılmakta, kendilerini

20. asırda

emperyalist bir politikanın esirleri haline getirecek olan bir sulhun gayri insani şartlarını kabule icbar edilmektedir. Maraş'ta Müslümanların taarruza uğrayıp katledilmiş ol­ malarına rağmen bu hadiselerden pek mahirane bir şekilde is­ tifade edilerek vakıalar değiştirilmiş ve bu suretle Hıristiyan­ lık alemi Türklere karşı tahrik edilmiştir. Halbuki, hadiselerin mahiyetini anlamak ve mahirane bir propagandanın kendile­ rine isnat ettiği utandırıcı iftiraları meydana çıkarmak üzere, Türkler burada beynelmilel bir heyetin tahkikatta bulunması­ nı talep etmişlerdir. Londra konferansı bu meşru ve namus­ karane talebi kabul etmemiş, bilakis İstanbul 'da Osmanlı oto­ ritesinin son izleri de silinerek payitaht geniş bir askeri ve düşman kampı haline getirilmiştir.

67


İki asırdan beri komşu devletlerin devamlı taarruz ve tazyiklerine uğrayan ve bu sebeple terakki etmek imkanından mahrum kalan Türkler, uzun zamandan beri imparatorlukla­ rını kalkındırmaktan ve idareyi ıslah etmekten başka bir gaye peşinde koşmamışlar ve bu maksatla tarafsız bir devletin sa­ dıkane ve menfaatsiz işbirliğini resmeq talep etmişlerdir. Türkler 1 6 aydan beri mukaddes ve meşru haklarına kar­ şı açıkça yapılan tecavüzleri dünya vicdanı muvacehesinde şiddetle protesto ederken, diğer cihetten taleplerini samimi­ yetle tekrar eylemekte, fakat açıkça ilan olunan prensipler hi­ lafına kendilerini milli birliklerinden ve on asırlık istiklalle­ rinden mahrum edecek şartlara boyun eğmeyi katiyetle red­ detmektedirler. Türkiye'de hiç kimse itilaf aleyhinde değildir ve herkes medeni milletlerin maddi menfaatleri ve kazançlarını hedef tutan bu iğrenç ve gayri insani politikayı takbih edeceklerini kuvvetle ümit etmektedir. Bu politika beş sene devam eden korkunç bir harpten sonra, bu kadar ıstıraba katlanan insanlı­ ğı dünyada şimdiye kadar misli görülmemiş bir felakete sü­ rüklemek istidadındadır. Şimdiki teşebbüsler Türkiye'ye istikrarlı bir hükümet temin edecek yerde, onu anarşiye götürmekte ve Anadolu'da 20 milyon Müslümanı ölüme mahkfun etmektedir. Mütare­ keden beri cani eller 200 binden fazla Türk'ü öldürmüş ve büyük devletler bunu yapanları hiçbir veçhile cezalandırma­ mışlardır. ROMA, 20 Nisan 1 920 Galip Kemali Mezunen Roma'da bulunan Osmanlı Elçisi 68


Şimdi, Sevres 'de imzalanan ve Türkiye tarafından tas­ diki istenilen mahut muahedenin hükümlerini kısaca tetkik edelim.

26 maddeden ibaret bir bütün olan ilk kısımda Milletler Cemiyeti'nden bahsedilmektedir. Sağlam ve samimi bir zih­ niyetin mahsülü olan bu müessese hiç olmazsa insanların fe­ laketlerini hafifletir, hataları ve sefaletleri azaltabilirse beşe­ riyet onunla iftihar etmelidir. Fakat bu yeryüzü cennetine girmek için mağlupların ce­ hennemde kalmaya razı olmaları ve beynelmilel taahütlere sadık kalmak hususundaki niyetleri hakkında fiili garantiler vermeleri, askeri, deniz ve hava kuvvetleri ve silahlan hak­ kında cemiyet tarafından tespit edilen nizamları kabul etme­ leri mi lazımdır? Bu, onların esarete ebediyen razı olmaları ve daima daha büyük bir kuvvetle üzerlerine çökecek olan ce­ hennemi boyunduruktan kurtulma fikrini ve imkanını unut­ maları demektir. Bundan başka bu cennete kabul edilebilmek için As­ samble'de reylerin üçte ikisini almak lazımdır. Assamble'de yalnız azizler ve veliler yoktur. Orada dünyanın mukaddera­ tını mahir, hodbin ve ihtirasla dolu ellerinde tutmakta devam edecek olan Avrupa politikasının bazı havarilerinden talimat alan hükümet ajanları da vardır. Zafer, eğer lekesiz ve samimi bir şeref de doğuruyorsa, büyük devletlerin resmi ve aleni taahhütlerini hatırlamaları, sulh muahedelerine toprak ihakı, tazminat gibi keyfi şartlan sokmamaları ve milletlerin meşru haklarına istisnasız riayet etmeleri gerekir. Haklı ve adil olabilmek, büyüklükleri ve cihan sulhuna karşı bağlılıklarıyla hürmet kazanmak için bu yüksek cemiyet

69


kurucularının evvela dünya nizamını sağlam temellere istinat ettirmeleri, herkesin hakkına hürmet edilmesini sağlamaları, milletlerin zararına olarak milli toprakların parçalanmasına ve bilhassa sulhun ve dünya sükunetinin ihlaline mani olma­ ları şarttır. Halbuki bu cemiyet, harabeler, haksızlıklar ve kin­ ler üzerine kurulmakta ve prensip olarak şiddet ve hoyratlığı desteklemektedir. Muahedenin 9 maddeyi ihtiva eden ikinci kısmında, Os­ manlı İmparatorluğu'nun yeni hudutları çizilmektedir. Türki'

ye'nin en iyi kısımlarının, elinden ne büyük bir haksızlık ve sinsilikle alındığını anlamak için haritaya bir göz atmak ve harpten evvelki Fransız-İngiliz istatistiklerini tetkik etmek kafidir. Bu hudutlar asla kabul edilemez. Türkiye, milli birli­ ğini temin edecek etnoğrafik hudutlara malik olmadığı müd­ detçe dünya sulhu tekerrür etmeyecektir.

31

maddesi ve bir zeyli olan üçüncü kısım siyasi hüküm­

leri ihtiva etmektedir: Beş yüz seneye yakın bir. zamandan beri hilafetin baş şehri ve merkezi olan . İstanbul sözde Türklere bırakılmakta­ dır. Fakat Yunanlılar hiçbir silah patlamadan (mütareke için­ de) şehrin hudutlarına kadar yerleşmişlerdir. Yunan toplan, Sultanı ve hükümeti her an tehdit etmektedirler. Boğazlar mahalli hükümetin hükümdarlık haklarına ay­ kırı olarak hususi bir kontrol sistemine tabi tutulmakta ve " sulh ve harb zamanında hangi bayrağı taşırlarsa taşısınlar bütün ticaret ve harp gemilerine ve askeri ve sivil balonlara" açık bulundurulmaktadır. Bu yeni rejimin, Payitahtın emni­ yeti için olduğu kadar Türk milletinin hükümranlık haklan için de ne kadar tehlikeli ve mahzurlu olduğunu söylemeye hacet yokur. Devletlerin tehditlerine ve müdahalelerine her

70


taraftan maruz bulunacak olan imparatorluk hükümeti son derece nazik bir vaziyette kalacak ve yabancı kanunlara tabi olarak müttefiklerin elinde bir rehine gibi muamele görecek­ tir. Esasen, M .Lloyd George bir nutkunda, itiraz eden bir me­ busa cevap verirken açıkça şunları söylemişti: " - İstanbul' un Türkler' e bırakılmasından maksat onları alçaklıklarından ( ! ) dolayı taltif etmek değil, Sultanı ve onun hükümetini el altında bulundurmaktır. Türkler Konya ' ya yer­ leşecek olrularsa her türlü kontroldan uzak kalmış olurlar." Üçüncü kısmın üç maddesinde hiçbir talep vaki olmadı­ ğı halde Kürdistan' a verilecek olan muhtariyet için hazırlık yapmak üzere bir İngiliz-Fransız-İtalyan komisyonunun teş­ kilinden bahsedilmektedir. İmparatorluk hükümeti bu komis­ yon tarafından verilecek kararlan şimdiden kabul etmek mec­ buriyetindedir.

19 maddelik (65-83) dördüncü kısım İzmir şehri ile civa­ 1O asırdan beri

rındaki topraklan Yunanistan' a ayırmaktadır.

tamamiyle Türk olan bu vilayetlerde Yunanistan' ın hiçbir hakkı yoktur. Şuursuzluğun ve manasızlığın son derecesi ola­ rak beş sene sonra mahalli parlamentonun karan teyid edil­ mek üzere bir plesibit istenebilecektir. Bu parlamento ekseri­ yete dayanarak İzmir ve civarının kati olarak Yunan krallığı­ na ilhakını talep edebilecektir. Halbuki, son beyanlarından birinde, İngiltere başvekili İzmir'de Rumların ekseriyette olduklarını bir kere daha iddia etmişti . Şu halde plebisit tarihini uzağa atmanın manası ne­ dir? Rumlar ekseriyette iseler 7 Yunan tümeni iki seneden be­ ri bu vilayette kimlerle çarpışıyor. Oynanmak istenen oyun meydandadır. Bu müddet için­ de Yunan idaresi A nadolu'nun ayrılmaz bir bütününü teşkil

71


eden bu bölgede, bütün Müslüman unsurun değilse bile, ek­ seriyetini ortadan kaldırmak için 50 seneden beri kendi top­ raklarında tatbik ettiği emin ve pratik çareleri burada da tek­ rarlamakta mahzur görmeyecektir. Beşinci kısımdaki hükümler gereğince (madde 84-87) Yunanistan, Avrupa Çatalca hattının ilerisindeki bütün top­ raklan eline geçirmekte, Marmara'ya inmekte ve İmroz, Boz­ caada ve Limni adalarına yerleşerek Boğazların ağzında yer almaktadır. Böylece fiilen Yunanlıların elinde bulunan bir pa­ yitaht ile hür bir Türkiye bırakıldığı ileri sürülmektedir. Altı maddeyi (88-93) ihtiva eden altıncı kısımda Türki­ ye, 1 9 l 8 Brest-Litovsk muahedesi ile esasen ihdas edilmiş bulunduğu Ermenistan' ı hür ve müstakil bir devlet olarak ta­ nımak mecburiyetinde kırabılmaktadır. Türkiye, aynı zaman­ da, Amerika Birleşik Devletleri Cumhurreisi tarafından Er­ zurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilayetlerinde Ermenistan'ın yeni hudutlarını tayin için verilecek karan kabul etmeye ic­ bar edilmektedir. Bu vilayetlerde dünya harbi felaketlerinden evvel bile, hiçbir noktada, kesif bir Ermeni topluluğu bulun­ mamakta idi. Ve kati ekseriyet, şimdi de olduğu gibi, Müslümanlarda idi. Yedinci kısmın dört maddesiyle (94-97) Suriye ve Me­ zopotamya, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmakta ve bu memleketler, kendilerini idare edebilecek bir vaziyete gelin­ ceye kadar mandater bir devletin (Fransa ve İngiltere) tavsiye ve yardımından faydalanmaları şartıyla muvakkaten müsta­ kil birer devlet olarak tanınmaktadır. Filistin ise, büyük devletler tarafından seçilecek bir man­ daterin idaresine tevdi edilecektir. (Bu mandater tesadüfen yi­ ne İngiltere 'dir.) 72


Şamatacı, mutaassıp, terakki düşmanı Türk'ü (!) ceza­ landırmak için tertip edilen bütün kombinezon ve formül­ lerde Osmanlı İmparatorluğu'nun dolambaçlı yollarla par­ çalanması hedefinin bulunduğunu görmemek, Türk-Arap milli sahasının en güzel ve verimli parçalarına Fransızlar ve İngilizler tarafından el konulduğunu hissetmemek için pek saf olmaya hacet yoktur. Milletler dört seneden beri adalet ve dünya hürriyeti namına bu neticeye varmak için mi çar­ pıştılar? Sekizinci ve dokuzuncu kısımlarda, İngiltere, Türki­ ye'yi, krallık haline gteirilen Hicazın istiklalini tanımak ve Sultanı Mısır, Sudan ve Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından ve ünvanlanndan vazgeçmemek mecburiyetinde bırakmakta­ dır. 1 878'de akdedilen bir ittifak muahedesi ile Kıbrıs adası, Türkiye'yi emperyalist Rusya'nın yeni bir tecavüzüne karşı müdafaa etmesi şartıyla, lngiltere'ye bırakılmıştı. Halbuki, İngiltere şimdi Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamak iste­ yen devletlerin başında bulunuyor. Dokuzuncu ve onuncu kısımlarda, Fransa ve İtalya, Sul­ tanı, birincisi Fas ve Tunus üzerindeki himayesini tanımaya ve 1 2 Ekim 1 9 1 2 Lozan muahedesi ile Libya'dan kendisine verilen bütün hak ve imtiyazlardan ikincisinin lehine tama­ mıyla feragat etmeye mecbur bırakmaktadırlar. Bu beş fasıl ile Sultan-Halifenin mukaddes ve dokunul­ maz hakları ortadan kaldırmakta ve zatı şahane ile, impara­ torluk tebası olsunlar veya olmasınlar, asırlardan beri Müslüman milletler arasında mevcut olan bağlar koparılmak­ tadır. Bu muhtelif milliyetler iki asırdan beri iyi işlemeyen üs-

73


manlı idaresi aleyhine ciddi şikayetlerde bulunmak isteseydi­ ler bunda güçlük çekmezlerdi. Fakat harpten evvel ve harp içinde müttefikler tarafından ustaca kandırılan bazı şefler 1 3 asırdan beri Müslümanların mirası olan ve halifenin manevi ve fiili himayesi altında bulunan bu memleketlerin, yabancı­ ların himayesi ve mandası altına girmesi ihtimalini kabul ederken hakikaten yerli ahalinin hislerine tercüman olabil­ mişler midir? Yoksa beyhude siyasi hürriyet ümitleriyle avu­ tulan bu halk günün birinde Türklerin boyunduruğundan da­ ha ağır ve daha merhametsiz bir boyunduruk altına mı soku­ lacaktır? Tabiyet meselesi, on ikinci kısmı teşkil eden 9 maddenin (1 23- 1 3 1) hükümlerine göre, Osmanlı lınparatorluğu'nun hü­ kümdarlık haklarına ve kanuni esaslara aykırı olarak halledil­ miştir. Bu suretle mesela, harpten evvel müttefik devletlerden birinin tabiyetine girmiş olanlar, Osmanlı hukukunun buna aykırı olan bütün hükümlerine rağmen o devletin tebası ad­ dedilmektedirler. Yani, kuvvet hakka tecavüz etmekle kalma­ makta, aynı zamanda bariz bir kanunsuzluğu bu sahada bile zorla kabul ettirmektedir. Muahedenin pek mahirane bir şekilde ifade edilmiş olan en çirkin hükümlerinden biri, umumi hükümler başlığı altın­ da toplanan 1 3 . kısmın sonuncu maddesine sıkıştırılmıştır. Filhakika Türkiye'nin herhangi bir devletin hükümran­ lığına ve hiamyesine tabi olan Müslümanlar üzerindeki, hü­ kümranlık veya kaza haklarından, bunların mahiyeti ne olur­ sa olsun, vazgeçtiğini ve Türkiye'den ayrılan veya işbu mu­ ahede mucibince statüsü halen Türkiye tarafından tanınmış olan topraklarda herhangi bir Türk makamı tarafından, gerek

74


doğrudan doğruya, gerekse dolayısıyla hiçbir kaza hakkı id­ dia edilemeyeceğini büyük devletler tasrih eylemişlerdir. Bu suretle Türkiye'yi, hükümdarının aynı zamanda dünyadaki 350 milyon Müslümanın en yüksek şefi olması dolayısıyla haiz olduğu dini hak ve selahiyetlerinden zımnen mahrum et­ mektedirler. Halbuki, Müslümanların manevi kuvvetlerinin dikkate alınması ve onların hislerine, bu kadar istihfafla ve kaygusuzca bakılmayıp, riayet edilmesi lazım gelirdi. Haki­ katta şeriat bakımından, beynelmilel bir muahede ile tahmil edilen bu hükümlerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü dini pren­ sipler ve meseleler siyasi muahedelerin hodbin ve ahlakla il­ gisi olmayan muhtevasına giremez. Bu gibi muahedeler Müslümanların vicdanı, itikatları ve dini ananeleri üzerinde hiçbir veçhile müessir olamaz. Muahedenin 9. kısmı ekaliyetlerin himayesi mevzuunu ihtiva eden 1 2 maddeden ( 1 40- 1 5 1 ) mürekkeptir. Tarafsız muhitler, Türklerin 1 O asırdan beri kendi idareleri altında ya­ şamış bulunan muhtelif milletlere karşı ne kadar müsamaha­ kar davrandıklarını açıkça kabul etmektedirler. Dünyanın hiçbir memleketinde milli ve dini hisler Türkiye 'de olduğu kadar rahat ve endişesiz bir şekilde inkişaf edememiştir. Av­ rupa'da Hıristiyanlar din namına birbirlerini boğazlar, biça­ re Yahudilere eziyet ve işkence ederlerken, Türkiye'de mil­ yonlarca Hıristiyan vemusevi sadece mecudiyetlerini idame etmekle kalmamışlar, aynı zamanda zengin olmuşlar ve ço­ ğalmışlardır. Türkiye 'nin şüphesiz ki, cezri islahata ihtiyacı vardır. Fa­ kat, bu islahatın istisnasız bütün milletlere serbestçe ve hiçbir engel karşısında kalmadan yaşamak ve inkişaf etmek hakkı­ nı vermesi lazımdır. Halbuki, yukarıda zikredilen hükümler75


le Türkiye halkının çoğunluğu yani Müslümanlar ekaliyete karşı aşağı bir seviyede bırakılmakta ve Osmanlı devleti ken­ di tebalanna karşı hükümranlık hakkını kullanmayacak bir vaziyete getirilmektedir. Muahedenin 56 maddelik (1 52-207) beşinci kısmı müs­ takbel Osmanlı Devleti'nin askeri, deniz ve hava teşekkülle­ ri hakkındaki hükümleri ihtiva etmektedir. Zatı Şahanenin 700 subay ve erden mürekkep şahsi bir muhafız kıtası olacaktır. Osmanlı ordusunun mevcudu ise, er­ kanı harbiyesi, topçu, süvari, istihkam ve fen kıtalan da dahil olmak üzere subay ve er olarak 1 5 bini tecavüz etmeye yete­ cektir. Bundan başka mevcutu 35 bini tecavüz etmeyecek olan bir jandarma kuvveti, koparılan parçalara rağmen Fran­ sa kadar büyük kalacak olan yeni Osmanlı topraklarında ni­ zam ve asayişi temin edecektir. 1 O bin kilometreyi tecavüz eden sahillerinin müdafaası için Türkiye, 600 ve 1 00 tonluk yedi şalope ve altı torpido ile iktifa etmek mecburiyetinde ka­ lacaktır. Silahlı kuvvetler, erbaşlar ve erler için 1 2 senelik ve su­ baylar için 25 senelik bir hizmet müddeti kabul edilmek su­ retiyle, gönüllülerden mürekkep olacaktır. Silah, cephane ve harp malzemesi ithali ve ihracı yasak­ tır. Boğazlar ve adalar bölgesindeki istihkamlar kamilen yı­ kılacaktır. Bu hükümlerle Türkiye'nin, yabancı bir memleketin te­ cavüzüne karşı bütün kuvvetleri ve müdafaa imkanları orta­ dan kaldırılırken, diğer taraftan üçüncü faslın üç maddesine ( 1 78-1 80) göre de padişah, boğazlar rejimine bağlı bulunan payitaht üzerinde hükümdarlık hakkını kaybetmektedir. Memleket içinde faaliyette bulunacak olan müttefik 76


kontrol ve teşkilat komisyonları, maliyenin inkişafı ve mahal­ li otoritelerin iyi işlemesi ve sağlamlaştırılması hususlarında ağır bir yük ve engel olacaklardır. Umumi hükümleri ihtiva eden beşinci bölüm, 30 Ekim 1 9 1 8 tarihli mütareke mukavelesinin 7, 1 0, 12, 1 3 ve 14. maddelerinin yürürlükten kaldığını tasrik etmek suretiyle milli hakimiyet ve istiklal namına geride kaldı ise hepsine son darbeyi indirmektedir. Çünkü, mesela bu mukavelenin 7. maddesi müttefiklere, emniyetlerini tehdit edecek bir vaziyet husule geldiği takdirde Türkiye'de herhangi bir stratejik nok-' tayı işgal etmek hakkını vermektedir. İki mütareke senesinin acıklı tecrübesi, beynelmilel an­ laşmaların zahiren ve en zararsız hükümleri Şarkta tatbik edi­ lirken ne kadar kayfi hareket edildiğini göstermiştir. Harp esirleri ve mezarlara ait kısmın 1 8 maddesindeki (208-225) hükümlerinde bile az çok keyfi kayıtlar ihtiva eden umumi prensiplere tesadüf edilmektedir ki, bunların tahlilin­ den sarfınazar edilebilir. Buna mukabil müeyyideler ismini taşıyan 7. kısmın hiçbir veçhile meşru olmayan hükümleri karşısında milli vicdanın isyan etmemesi mümkün değildir. Bu hükümlere göre, İmparatorluk hükümeti, müttefik devlet­ lerin harp kanunlarına ve adetlerine aykırı hareket etmekle zan altına alınan kimseleri kendi askeri mahkemelerine sev­

26) ve müttefiklere, 1 1 9 1 4 'de Osmanlı İmparatorluğu 'na bağlı bütün top­

ketmek hakkını tanımakta (madde Ağustos

raklarda, harp esnasında vukua gelen katliamların mesulleri sıfatıyla, isteyecekleri şahıslan teslim etmeye mecbur tutul­ maktadır (Madde 230). Bu hükümler yalnız hür millet mefhumunu ortadan kal­ dırmış olmakla kalmıyor, aynı zamanda tehlikeli ve tarihte

77


misline tesadüf edilmeyen bir misal teşkil ediyor. Hak ve ada­ leti inkar eden bu hükümler, bilhassa İslam dünyasına karşı manasız ve pervasız bir tahrik mahiyetini alıyor. Herhangi bahane ile olursa olsun, doğrudan doğruya ve­ ya dolayısıyla bir cinayet işlemiş veya böyle bir fiile karşı müsamahakar davranmış olanların mesuliyetini hiçbir veçhi­ le azaltmak istemeyiz. Ancak, mütarekeden sonra, o zaman­ da iktidarda bulunan şimdiki sadrazam Tevfik Paşa'nın, bü­ tün memlekette dolaşmak ve harp esnasında yapılan kötülük­ lerin mesullerini tesbit etmek üzere Türkiye'ye muhtelif bir tahkik heyeti gönderilmesini Avrupa devletlerinden istemiş olduğunu medeni dünyaya tekrar hatırlatmak isteriz. Gariptir ki, bu halisane ve diploması tarihinde misli görülmemiş te­ şebbüs Avrupa'da bir red cevabı ile karşılanmıştır. Siyasi hükümlerden sonra muahedenin mali işler hak­ kındaki sekizinci kısmı Türk milletine kalan son toprak par­ çalarında bile, istiklal namına ne varsa yok etmiştir. Filhakika meşrutiyet rejimine bağlı olan Türkiye kendi bütçesini tanzim edemeyecektir. Bir mali komisyon bu işi kontrol edecektir. Hükürnet dahili ve harici istikraz addede­ meyecek ve Türkiye'nin bütün kaynaklan herşeyden evvel aşağıdaki hususlara tahsis edilecektir:

1 - Mali komisyonun maaşları ve cari masrafları: Mütte­ fik işgal kuvvetlerinin gerek Osmanlı toprakları üzerinde, ge­ rekse Türkiye'den ayrılan topraklarda normal masrafları.

2- Osmanlı hükümeti tarafından müttefik tabiyetinde bulunanlara verilecek tazminat... Türkiye, mali komisyonun muvafakati olmadan kendi tabiyetinde bulunanlara bile imtiyazlar veremeyecektir.

78


Diğer devletlere bırakılan topraklardaki bütün emlak, hazinei hassaya ait olanlar da dahil olmak üzere, bu devletle­ rin malı olacaktır. Hülasa, Türkiye kendi topraklarında bütün hükümranlık haklarını müttefiklerin mali komisyonuna devretmeye mec­ bur tutulmaktadır. Bu suretle Türk milleti cebri bir vasilikten ve asırlardan beri devam eden utandırıcı bir istismardan kur­ tulmak için muazzam bir mücadeleye giriştikten sonra bir esir muamelesi görecektir. Şarkta sulh ve sükunun temini, daha doğrusu hürriyet ve dünya refahının havarileri kıyafetine giren emperyalistlerin sonsuz iştihalarının tatmini gayesini güden Sevres muahede­ sinin başlıca hükümlerini telhis etmiş bulunuyoruz. Artık Türk mukavemetinden, milliyetçilerin Bolşevik­ lerle anlaşmasından, İslamiyetin yegane ve ebedi müdafileri olan

Türklerin

maruz

kaldıkları

haksızlık

karşısında

Müslümanlık aleminde beliren infial ve kardeşlik hislerinden bahsedildiği zaman kimse hayret etmemelidir. Bu şartların pek ağır, haksız ve dolayısıyla tatbik kaabi­ liyeti olmadığını, bunları Türklere kabul ettirebilmek için bü­

tün Şark'ı durmadan ve aralıksız olarak tahribe devam etmek, hayatlarını, şereflerini ve dinlerini pek pahalıya satmaya az­ metmiş bulunan milyonlarca insanı soğukkanlılıkla ortadan kaldırmak lazım geldiğini Avrupa anlamıyor mu?. Beş sene devam eden korkunç bir harpten ve birkaç me­ şum şahsın ihtiras ve hodbinliğinden doğan bu kadar büyük felaketlerden sonra tarihte eşi ve misali olmayan bu kadar bü­ yük bir cinayeti Avrupa'da açıkça kim işleyecektir? Çünkü, yapılması istenen iş Anadolu'daki 1 5-20 milyon Müslüman Türk'ün yok edilmesidir.

79


Fakat, bu korkunç hareketi yapmak için kendi arzusu ile ortaya çıkan biri vardır (!). O, kılıcını şimdiden çekmiştir. Ve kurbanına son darbeyi indirmeye hazırlanmaktadır. Muvaffak olacak mıdır? Asla . . . Türk, herhalde boyun eğmeyecektir ve Venizelos, emrindeki yedi tümenle, hayatlarını koruyan kah­ raman Türklerle başa çıkamayacaktır. Büyük devletler nasıl olsa Türklere karşı politikalarını değiştirmek mecburiyetindedirler. Şark ile yakından alakalı olan iki devlet, Fransa ve İngiltere Türkiye'yi canlı ve müsta­ kil olarak ayakta tutmak zorundadırlar. Bunun muhtelif se­ bepleri vardır. İtalya'ya gelince, bu memleket Türkiye'den büyük ikti­ sadi ve ticari menfaatler sağlamak arzusundadır. Türkler ise, memleketlerinin sayısız kaynaklarını kıy­ metlendirmek için iktisadi sahada müttefik devletlerle sami­ mi ve adilane bir işbirliğinden doğacak hesapsız faydalan tam değerleriyle ölçmektedirler. Fakat bu neticeye varmak için müttefiklerin siyasi hatalarını anlamaları, kuvvetli, hür ve müstakil bir Türkiye'nin Avrupa için ne büyük bir zaruret olduğunu kavramaları ve ona hiçbir engelle karşılaşmadan kendini toplamak ve gelişme çarelerini ve imkanlarını sağla­ maları lazımdır. Esasen Türkler, milli ve tabii hudutlardan, toprak bütünlükleri, siyasi ve iktisadi hürriyetleri ve istiklal­ leri için ciddi ve fiili garantilerden başka bir şey istememek­ tedirler. Hükümranlık haklarını, istiklallerini ihlal etmeyecek olan adil şartlan kabule hazır bulunmaktadırlar. Fakat bunun aksine olarak, müttefikler Türkler'in bu meşru haklarını tanımamakta ısrar edecek haksız ve şerefsiz tazyik ve imha politikalarına devam edecek haksız ve.şeref­ siz tazyik ve imha politikalarına devam edecek olurlarsa, sin-

80


si tahrip vasıtalarına m�lik olduklarına göre, Türk mukave­ metinde muhakkak ki büyük rahneler açacaklar, fakat Türk mücadele imanını asla yok edemeyeceklerdir. Ve tarih ergeç bunun intikamını almakta gecikmeyecektir. Roma,

30 Ekim 1 920

V ESİKALAR Şimdi, davaların en asili ve haklısı olmasına rağmen bü­

yük devletler tarafından kayıtsızlıkla karşılanan Türk davası­ nın müdafaasıyla alakalı bazı mühim vesikaları veriyoruz:

İNGİLİZ BAŞ V EKİLİ LOYD GEORGE ' A GÖNDERİLEN MEKTUP Roma, 1 Ocak 1920 Bay Başvekil, Dünya sulhunun menfaati, insanlık haklan ve adalet na­ mına aşağıdaki mülahazaları haynhah ve aydın dikkatinize sunanın: Evvela, müsaadenizle ve büyük bir hürmetle size bildir­ mek isterim ki, son beyanatınız Türklerin ruhunda derin bir hayret '.le huzursuzluk uyandırmıştır. Haksız yere ihanetle it­ ham edilen Türkler imparatorluklarının çökmesi tehlikesiyle karşılaşmış bulunuyorlar. Harp sonunda, bütün dünya İngiliz hakimiyeti altıµa gir­ dikten sonra İngiltere başvekilinin, bu yüksek mevkiden, bin seneden fazla bir zamandan beri Asya'da Şark'ın ve İslamiye-

81


ti medeniyetini, asaletini, ruh ve karakter yüksekliğini temsil eden Türk milletine bu kadar kin ve istihfafla muamele etme­ sinin sebebi hiçbir zaman anlaşılamayacaktır.

1 877-1 878 Kıbrıs muahedesiyle tevsik edilen asırlık bir dostluk ananesiyle Türkiye'ye bağlı bulunan İngiltere, Türk­ lerin şeref, alicenaplık ve kahramanlıklar dolu tarihinde hiç­ bir ihanet numunesi vermediklerini, muahedelere daima ri­ ayet ettiklerini ve Osmanlı lmparatorluğu'nun muasır tarihin pek az kaydettiği bir kahramanlık vakasından, zaferin yüz çe­ virdiği muharip bir orduya yapılan yardımdan doğduğunu herkesten iyi bilmesi lazımdır. Aradan yedi asırlık bir zaman geçtikten sonra talihin sevkiyle Türkiye muazzam bir harbe sürüklenmiş ve mağlup olmuştur. Avrupa medeniyetinin en büyük iki şampiyonu ara­ sında, dünya hegemonyasını elde etmek için yapılan bu mü­ cadelede Türkler, yine en kuvvetlilere karşı yürümüşlerdir. Çünkü, gaye ananevi ve merhametsiz düşmanı emperyalist Rusya'yı mağlup etmekti. lngiltere'nin Almanya'yı mağlup ettiği bütün dünyanın adilane ve devamlı bir sulha muhtaç bulunduğu, nihayet bü­ yük devletler tarafından ilan edilen yeni milliyet prensipleri­ ne göre, yeni devletler kurulduğu, bazılarının da genişletildi­ ği bir sırada Osmanlı lmparatorluğu'nu, her ne pahasına olur­ sa olsun, imha etmek ve İstanbul'daki halifenin prestijini azaltmak doğru mudur ve mümkün müdür? insanlık, hak ve adalet namına ve bu kadar ıstırap çek­ miş dünyanın yeni felaketlere uğramasını önlemek için cihan mukadderatını ellerinde bulunduranların adil, müsamahakar ve bilhassa basiret sahibi olmaları lazım gelir. Ne denirse denilsin, Osmanlı İmparatorluğu'nun mevcu82


diyeti dünya sulhu için siyasi bir zarurettir. Halifenin İstan­ bul 'da kalması Müslümanlık aleminin huzur ve selameti için şarttır. Kısmen yabancı entrikaların eseri olan bütün hataları­ na ve mekanizmasındaki bozukluğa rağmen Osmanlı otorite­ sinin Makedonya'dan çekilmesi dünya harbine sebep olma­ mış mıdır? Hilafetin İstanbul 'dan kaldırıması Müslümanlık alemini müthiş ve sonsuz bir keşmekeşe sürükleyecek ve bu­ nun neticesi ne İngiltere ne de Fransa için hayırlı olmayacak­ tır. (Selahiyetli şahsiyetleriniz bunu aylardanberi tekrar et­ mektedirler.) Evet, bu kadar menfi tecrübelerden sonra bir tahrik ve bilhassa bir entrika merkezi olan Şarkın bütün hastalıklarını tedavi etmek için mertçe çareler arama lazım geliyor. Bu pratik ve cidden merdane çarenin Osmanlı impara­ torluğunun taksimi gibi meşum ve gayri insani bir hareket de­ ğil, asırlık inanışlara ve alakalıların gizleyemedikleri emper­ yalist emellere son vermek olduğundan şüphe edilebilir mi? Türklerin Hıristiyanlara yaptıkları büyük iyiliklerin (evet, bu­ nu açıkça iddia ediyorum) mükafatı olarak, imparatorlukları sağlamlaştırılmalı ve kalkınmasını temin için de onu her tür­ lü taarruza karşı korumalıdır. Çünkü, Türklerin geniş bir im­ paratorluğu idare edecek kabiliyette olmadıklarını iddia et­ mek bir haksızlıktır. Bilhassa Türklerin kendi tebaları olan Hıristiyanlara karşı kin ve tazyikten ibaret bir ananeye sahip oldukları iddiası tamamıyla bir iftiradır. Üç kıta üzerinde yedi asırlık bir hakimiyetten ve bu ka­ dar hadiselerden sonra Türkiye yalnız sinesinde milyonlarca Hıristiyanı barındırmakla kalmamış, onlara hiçbir engelle karşılaşmadan gelişmek, çoğalmak ve zengin olmak imkanla­ rını da vermiştir. Hıristiyanların, imparatorluğun her tarafın-

83


da, mektepleri, kiliseleri, hastahaneleri, ticarethaneleri, hüla­ sa bütün dini, kültürel ve sosyal meseleleri mevcuttur. Ve bu vaziyet onların bugünkü müreffeh durumlarını izah etmeye

kafidir. Bu harp esnasında, komitenin idarecileri Hıristiyanlara karşı misilleme tedbirleri almak zorunda kaldıkları bir za­ manda bile, içlerinden binlercesi Müslümanların zararına muazzam servetler kazanmamışlar mıdır? 1 9 1 2 'de Balkan­ lar'da statükonun muhafaza edileceğine dair büyük devletler tarafından resmen verilen teminata rağmen Makedonya'da, Epirde, Arnavutluk'ta ve Trakya'da başka hakimiyetler altına geçen üç milyon Müslüman hakkında da aynı şeyler söylene­ bilir mi? 1 883'den evvel 300 bin Müslümanın Hıristiyan va­ tandaşlarıyla birlikte topraklarının mahsulü ile geçindikleri geniş ve mümbit Teselya ovalarında bugün 20 Müslüman ai­ lesi gösterilebilir mi? Türk milleti bütün meziyetlerine rağmen, dünyada ismi iki asırdan beri kalın bir iftira ve kin örtüsü ile örtülü bulunan yegane millettir. İngiltere, Anadolu'daki 1 5 milyon Türk'ü boğmak veya ağır, fakat muhakkak bir ölüme mahkum etmekle şerefine hiçbir şey ilave etmiş olmayacaktır. Çünkü, bu insan kitlesi­ ni istiklalinden, beş asırdan beri hilafetin merkezi olan payi­ tahtından mahrum bırakmak onu ölüme mahkum etmek de­ mektir. Türklere, "cehenneme kadar yolunuz var(!), hak namı­ na, adaletin zaferi ve milletlerin hürriyeti namına beş sene­ den beri harp etmiş bulunan biz büyükler, kuvvetliler, galip­ ler sizi kısaca İstanbul'dan kovuyoruz (!), 20. asırda haçlı se­ ferlerini hilafeti tahrip etmek suretiyle sona erdiriyoruz (!) ni-

84


hayet, sizin en kıymetli şeyinizi alıyoruz, çünkü siz Türk'sü­ nüz; dünyada her türlü istinat noktasından ve en büyük şefin­ den mahrum bırakmak, sefalete sürüklemek ve mahvetmek istediğimiz İslamiyeti temsil ediyorsunuz" demek, bu talih­ sizlikleri ümitsizliğe sevketmek, çılgına çevirmek demektir. Fakat, muhterem Başvekil, böyle gayri insani, gayri si­ yasi, ihtiyatsız ve tarihte misalsiz bir hareket tarzının ne ka­ dar kötü ve felaketli neticeler vereceğini bir an düşündünüz mü? Ben kendi nefsime böyle bir ihtimali düşündükçe deh­ şetle titriyorum. Böyle bir tedbirin itiraf edilen gayesi büyük devletlerin Şarkta yeni sarsıntılara kati surette mani olmak azimleri ol­ duğuna göre, bu devletlerin, hareket tarzlarıyla barut fıçısını bizzat ateşlemeleri hayrete şayandır.

.

Fakat, belki de büyük devletler Osmanlı İmparatorluğu içinde geri kalan Türkleri de imha etmeye karar vermişlerdir. Muhterem başvekil, rahim ve intikamcı tanrı namına, in­ sanlık, adalet ve İngiltere'nin İslam alemi üzerindeki prestiji namına teklif edilen merdane tedbirler hususunda kararlar al­ manızı istirham eder ve kati tamamiyet ve tarafsızlığı Rusya da dahil olmak üzere büyük devletlerin müşterek teminatı al­ tında bulunacak, büyük, kuvvetli ve kalkınmış bir Türki­ ye'nin kendisine hakseverliklerinin ve alicenaplıklannın de­ lilini vermiş olanlara karşı ebediyyen minnettar kalacağını ve Şarkta sulhün kıyinetli bir bekçisi olacağını size temin ede­ rim. Böyle bir sulhün şartlan ilişik broşürün 2 1 -23 sahifele­ rinde gösterilmiştir. Bu vesile . . . . . . . . . . Halen Roma'da bulunan Elçi

85


Galip Kemali SİYASİ BİR Ş AH SİYETİN İSTAN BUIJ DAN YAZDIGI 28 MART 1920 TARİH Lİ MEKTUP Sulh muahedesinin henüz malum olmayan müstakbel hükümlerinin tatbikini sağlamak bahanesiyle, İstanbul, geçen 1 6 Mart'ta işgal edildi.

Bir askeri ameliyenin yapılması için gereken müddet zarfında bütün nakil ve muvasala vasıtaları tatil edildi. Posta, telgraf ve telefon merkezleriyle polis merkezleri ve bazı umu­ mi binalar İngilizler tarafından işgal edildi. İngilizler o kadar

sert ve şiddetli davrandılar ki, doktorlara müracaat etmek ih­ tiyacında bulunan kimselerin bile serbestçe dolaşmalarına mani oldular. Milletin ve ordunun saygısına mazhar olan ve Fran­ sa'ya karşı daima iyi hislerini ve sempatilerini izhar etmiş bulunan birçok kimseler, Fransız mümessilinin muvafaka­ tiyle hoyratça tevkif edildiler. Bu kimseler milli ordu ile mü­ nasebette bulunmakta itham edilmektedirler. Onları bu ha­ reketlerinden dolayı takbih değil, bilakis tebrik etmek lazım gelirdi. Gece tevkif edilenler arasında Cemal, Cevat ve Mahmut Paşaların bulundukları söyleniyor. Her üçü de eski nazır olan bu zevat hakarete maruz kalarak gecelikleriyle ve elleri bağlı hapishaneye götürülmüşlerdir. İngiliz ajanları kapılan ve pencereleri kırarak bu zevatın evlerine girmişler ve zevcelerini silahla tehdit etmişlerdir. 1 3- 1 4 yaşında ço­ cuklar da tevkif edilmiştir. Parlamento üyelerinin, bilhassa parlamento usulünün ku­ rucusu olan İngilizler tarafından nasıl tevkif edildiklerini bir

86


türlü anlayamıyoruz. Ne Anadolu taraftarı ne de ittihatçı olan mebus Celal Nuri Bey'in sadece Ferit Paşa'nın politikasının düşmanı olduğu için tevkifini misal olarak gösterebiliriz. Diğer cihetten, İstanbul şehrinin iktisadi vaziyeti gittik­ çe nezaket kesbetmekte ve tahammül edilmez bir hal almak­ tadır. Müttefik kıtalan bütün toprak mahsullerine el koymak­ ta ve bunları da kendileri istihlak etmektedirler. Sayılan çok olan yabancılar ve Rus müstecileri de ilave edilecek olursa, İstanbul 'da yiyecek buhranının ne kadar vahim bir şekil aldı­ ğı kolayca anlaşılır. Halkın en acil gıda maddelerinden mah­ rum kalmasından da korkulur. Söylendiğine göre, İngiltere

hükümeti açlık ıstırabı içinde kalacak olan Türkleri muahe­ denin ağır şartlarını kabul etmeye zorlamak için böyle bir kıt­ lık yaratmak istemektedirler. Türk matbuatının ağzına bir kilit asan İngiliz sansürü Fransız gazeteleri tarafından Osmanlı İmparatorluğu lehinde yazılan makalelerin iktibas edilmesine de mani olmaktadır. Bir seneden beri işlerin sürüncemede bırakılması ve sulh muahedesinin imzalanması keyfiyetinin bir günden diğerine atılması İstanbul 'daki huzursuzluğu ve sefaleti arttırmaktadır. İngiltere hükümeti, Babıali'nin milli harekatı takbih etmesi­ ni isteyecek kadar keyfi müdahalelerine devam etmektedir. Gayesi Sultanın şahsen milli hareketi tasvip etmediğini ve Londra kabinesinin bütün imparatorlukta halifenin otoritesi­ ni idame ettirmekten ve kuvvetlendirmekten başka bir şey yapmadığını göstermek suretiyle Müslüman Hintlileri kendi­ sine bağlamaktır. Hint Müslümanları, İngilizlerin milli ordu­ ya karşı düşmanca hareketleri dolayısıyla hoşnutsuzluklarını izhar ettikleri takdirde, bir delil olarak kullanılmak üzere, pa­ dişahın milli hareketi resmen takbih etmesi istenmektedir. Fa-

87


kat Hintliler ve İslam alemi hakikatı er geç öğreneceklerdir. İngilizler, Osmanlı kabinesine kıtalarını İzmir bölgesi­ nin üç kilometre gerisine çekmesini teklif etmişlerdir. Bu ted­ bir Müslüman ahalinin hayatını, mallarını ve namusunu Yu­ nanlılara teslim edecek mahiyetteydi. Osmanlı hükümetinin, sulh konferansındaki beynelmilel tahkik komisyonunun var­ dığı neticeler karşısında bu talebi kabul etmemiştir. Bunun üzerine, İngiliz hükümeti, Ali Rıza Paşa kabinesinin milli ha­ rekatı tasvip etmediğini resmen bildirmesini istemiştir. Kabi­ ne bu ağır teklifi reddetmiş ve istifasını vermiştir. Türklerin hakiki ve amansız düşmanları, Türkiye'nin kendisini müdafaa etmek hususundaki maddi imkansızlığın­

dan ve Türkiye lehindeki makalelerin neşredilmesini yasak eden İngiliz sansür rejiminden pek mahirane bir şekilde isti­ fade ederek, Ermeni katliamı, Yunan mezalimi vs. gibi Os­ manlı İmparatorluğu'yla alakalı yanlış ve uydurma haberleri yaymakta ve vicdansız hareketleriyle siyasi gayelerine eriş­ meye çalışmaktadırlar. Halbuki, bu acıklı hadiseleri aydınlat­ mak için faydalı yollar bulunsaydı hakiki mağdurların her ta­ rafta Hıristiyanlar değil, umumiyetle Müslümanlar olduğu meydana çıkarılabilirdi. Türk dostu olmadığı herkesçe bilinen Times Gazetesi sükutu muhafaza edememiş ve fakat hadiselerin sarahati ve doğruluğu karşısında, hakikati tamamiyle boğmaya muvaffak olamamıştır. Bu gazetenin 1 9 Mart 1 920 tarihli sayısında Kafkasya'da Ermenilerin Müslüman halkı aleyhindeki insaf­ sız ve gayri insani faaliyeti hakkında şu satırları okuyoruz:

" - Tatar makamları tarafından maverayı Kafkas 'daki İn­

giliz yüksek komiserine ve sulh konferansındaki Amerikan mümessillerine ibraz edilen deliller Ermenilerin bu topraklar-

88


daki Müslüman komşularına karşı insanlığa aykırı metotlar kullandıklarını göstermektedir. Tatar başvekili, geçen aralık ayında müttefiklerin himayesinde 23 Kasım 19 19'da imzala­ nan anlaşma mucibince münazaalı topraklar Azerbaycan kı­ taları tarafından tahliye edildikten sonra, aralarında topçular da bulunan nizami Ermeni kıtalarının Zangezur bölgesine ge­ lerek Müslüman ahaliyi kitle halinde katlettiklerini bildirmiş­ tir. Diğer taraftan, Nahcivan'daki Tatar valisi aynı bölgede ta­ tarlara ait hayvanlara el konması, şikayetçilerin tevkifi, Müslümanların süngüyle öldürülmeleri, kadınlara ve çocuk­ lara fena muameleler yapılması ve bunların ateşe atılması gi­ bi hadiseler hakkında mufassal malumat vermiştir." Türklerin mesuliyeti hakkında hakikatın tecelli etmesi için katliam meselesinin tahkik ettirilmesi tarafsız hakem sı­ fatıyla medeni dünyadan bir defa daha istemeyi bir vazife sa­ yarız. Tahkikat neticesinin lehimize olacağından, aynı zaman­ da Hıristiyan Batıyı Müslüman Doğu aleyhinde istismar eden profesyonel müfterilerin kötü niyeti de aydınlanacağından emin bulunuyoruz. İmparatorluk içindeki Rumlara gelince, bunlar harbin devamı müddetince her türlü vatan aleyhtarı manevralara baş­ vurmuşlardır. Buna mukabil bir kin ve tazyik rejimi ile Trak­ ya'da,

Epir'de

ve

Makedonya'da

yüzbinlerce

bedbaht

Müslümanın uğradığı acı akibetler dolayısıyla bugün insanlı­ ğa M.Venizelos bile, 19 14'de Makedonya'daki Müslüman ahali ile Trakya ve İzmir'deki romların mübadelesi hakkında bir anlaşma akdini kabul etmek suretiyle İzmir ve Trakya üzerindeki Yunan emellerinin haksızlığını itiraf etmiştir. Yunanlıların İzmir' i işgal ettikleri günden beri, mazur 89


gösterilmesi mümkün olmayan, haksız hareket tarzları bugün açıkça ve resmen belirtilmiştir. Müttefikler arası tahkik ko­ misyonunca tanzim edilen rapor hakiki suçluların kimler ol­ duğunu meydana koymuştur. Bu raporun belli başlı fıkralarını aşağıya alıyoruz:

1 - İşgal, medeni bir vazifenin ifası şeklinde tecelli et­ mekten uzak kalmış ve derhal bir fetih ve haçlı seferi mahi­ yetini alinıştır.

2- Yunan hükümeti, kendisini İzmir'de temsil eden Yük­ sek sivil otoritenin şahsında Yunan kıtalarının ileri hareketi esnasında memleketi kana bulayan vahim karışıklıklardan mesuldür.

3- Yüksek Yunan makamları memlekette silahlı siville­ rin dolaşmasına müsaade etmekle mesuliyet altına girmişler­ dir. Katliamın yegane mesulleri Yunanlılardır. Yunan subay­ ları vazifelerini hiçbir veçhile yapmamışlardır. Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan generalleri işte bu neticeye varmışlardır. -Elimizde bulunan resmi bir listeye göre, Yunanlılar Ar­ navutluk'ta bile 1 8 1 köyü yakmış ve tahrip etmişler, bu köy­ ler sakinlerinden kaçamayanları öldürmüşlerdir. Bulgarların, Balkan harbinden sonra, Rumeli 'de Türkle­ re karşı işledikleri cinayetler üzerinde durmaya lüzum yoktur. Büyük Carnegie anketi Bulgarlara terettüp eden bütün mesu­ liyeti tesbit etmiştir. Türklere

isnat

edilen

katliamlardan

bahsedildikçe

Ermeniler, Rumlar ve Bulgarlar tarafından işlenen cinayetle­ ri kasten unutmak teessüf edilecek bir şeydir. Osmanlı siyasi ve milli çevrelerinde, Fransa'nın ve İtal­ ya'nın, İngiliz kabinesinin çizdiği siyasi ihtiras yolunda yürü-

90


meleri teessüfle karşılanmakta ve bu yolda devam ettikleri takdirde, birincisinin Şark'ta manevi itibarını, Türkiye ile dostane ve iyi iktisadi münasebetler tesis etmek isteyen ikin­ cisinin de son zamanlarda Şark'ta kazandığı itimadı kaybede­ ceklerine işaret olunmaktadır. Sulhün adilane ve devamlı, şartların da kaabili tatbik ola­ bilmesi için milletin bu hükümleri bilmesi, münakaşa ve ka­ bul etmesi lazımdır. Parlamento milletin iradesini temsil et­ mektedir. Bu sebeple, meclisin tamamiyle hür olması meşru­ tiyet rejiminin başlıca prensibidir. Kendi mukadderatına ha­ kim olan yalnız millettir. Halbuki, payitahtın İngilizler tara­ fından işgalinden sonra, meclis hürriyetini kaybetmiştir. Me­ buslardan bir kısmı tevkif edilmiş, bir kısmı da takip edilmek­ te olduğundan parlamento bu vaziyeti protesto etmek için açık toplantılarına son vermiştir.

ADANA V İL AYETİNİN İŞ GALİNDEN SONR A YAPI LAN TEC AV ÜZLERİ V E MEZ ALİMİ V E Müslüman H ALKIN ACI KLI DURUMUNU H Ü L AS A EDEN MUHTIR ALAR 1 - Adana vilayetinin işgali mütareke hükümlerinin ihla­

li mahiyetinde olduğu için, prensip itibariyle, Osmanlı mille­ tinin yaşama hakkı prensiplerine sarih bir tecavüz teşkil eder. 2- İşgal kuvvetlerinin kumandanı halka hitaben neşretti­

ği bir beyannamede işgalin muvakkat olduğunu, sathi bir kontroldan başka bir gayesi olmadığını, Osmanlı kanunları­ nın yürürlükte kalacağını, Albay Bremont'un, Osmanlı me­ murları vas.ıtasıyla vazifesini yapacağını ve muvakkat idare şeklinin siyasi propagandaları önlemekten başka bir gayesi 91


olmadığını bildirmişti. Bu beyanname Fransız askeri kuvvet­ lerinin, mahalli makamlarının işlerine el koymaları için bir bahaneden ibaretti. İşgal Fransız taburları tarafından yapıl­ mıştır. Bu taburların büyük bir kısmı, "Amerikan lejyonu" is­ miyle tanınan Ermeni komitelerine mensup kimselerden mü­ rekkepti. Bunlar berbatlıklarıyla şöhret bulmuşlardı. Bu sürüler şehre girip yayıldıktan sonra Türklerin kanı­ m

içmek ve etini yemek için geldiklerini yüksek sesle söyle­

meye başlamışlar ve düşüncelerini derhal tatbik etmişlerdir. Gece zorla Müslüman evlerine girmişler, en iğrenç tecavüz­ lerde bulunmuşlar ve kıymetli eşyaları alıp götürmüşlerdir. Fransız üniformasını taşıyan bu Ermeniler, şimendüfer hatla­ rı üzerinde Müslüman yolcuları tahkir ederek ve barbar bir şekilde döğerek soymuşlardır. Pozantı'da güpegündüz bir su­ bayı ve yüze yakın Türk askerini öldürmüşlerdir. (Bunların isim ve hüviyetleri malumdur ve kaydedilmiştir.) Gözleri önünde yapılan bu cinayetlerin dehşeti içinde, Müslüman hal­ kı Fransız makamlarına şikayette bulunmuşlarsa da, bu ma­ kamlar canileri cezalandıracakları yerde, bunların yerlerini değiştirmekle iktifa etmişler, jandarma ve polis kadroları Müslümanların amansız düşmanı olan Ermenilerle dolu ol­ duğu halde bu kadrolara yeniden tayinler yapmak yolunu tut­ muşlardır. 3- Polis ve jandarmayı da ellerine alan Fransız makam­

ları bütün siyasi, idari ve adli işlere müdahale ederek mahal­ li hükümetin otoritesini sıfıra indirmişlerdir. Mahalli makamların bu suretle bertaraf edilmesi, hay­ dutların türemesine sebep olmuştur. Çoktan beri ismi işitil­ meyen meşhur eşkiya Kara Yusuf, çetesi ile tekrar köylere baskınlar yapmaya başlamıştir. Bu baskınlardan ve yağmalar-

92


dan yalnız Müslümanlar zarar gördüğü müddetçe bu hareket­ lere müsamaha edilmiştir. Fakat, eşkiyalar yolun üstünde te­ sadüf ettiği birkaç Ermeniyi soyunca Müslümanlara karşı if­ tiralar başlamış ve Kara Yusuf'un geçtiği bütün köylerde hay­ dutun yağmalarını ve cinayetlerini ödemek üzere masum Türkler yakalanmıştır. Bu suretle eşraftan 54 Türk sualsiz ve tahkikatsız kurşuna dizilmiştir. Bu haydutluk hadisesi üzeri­ ne yeni Ermeni komiteleri teşekkül etmiş ve bunların teçhiza­ tı Fransız memurları tarafından temin olunmuştur. 4- Ermeni entrikaları ve manevraları :t;"ransız makamları­ nın hareket tarzı üzerinde müessir olmuştur. Türk memurla-. nnın büyük bir kısmı ehemmiyetsiz sebeplerle vilayet hudu­ du dışına sevkedilmiştir. Osmanlı bayrağının çekilmesi yasak edilmiştir. Türk ilk mektepleri sıkı bir nezaret altına alınmış­ tır. Talebelerin milli marşlar söylemeleri yasak edilmiş, zira­ at mektebi ile lise ve diğer mektepler kapatılmıştır. Türklerin toplanmaları da yasak edilmiştir. En bayağı halk tabakalarına mensup gayri müslim unsurlara yüksek mevkiler verilmiştir. Kendilerine Türkler aleyhinde faaliyet göstermeleri tavsiye olunmuştur. Ermeniler her tarafa bayrak­ larını çekmişlerdir. Hiçbir zaruret olmadan teşekkül eden ko­ misyonlar Müslümanlara ait malların müsadere edilmesine karar vermişlerdir.

WİLSON PRENSİPLERİ 1 9 1 8 mütarekesi arifesinde bütün muharipler tarafından kabul edilen ve sulh müzakerelerine esas olacağı bildirilen meşhur 1 4 madde aşağıdadır: 1 - Sulh muahedeleri herkesin gözü önünde, açıkça ha-

93


zırlanacak ve bundan sonra hususi mahiyette beynelmilel an­ laşmalar ve milletler arasında hususi ve gizli anlaşmalar ya­ pılmayacaktır. Diplomatik faaliyet herkesin gözü önünde açıkça devam edecektir. 2- Denizlerde sulh ve harp zamanlarında, kara sulan ha­ riç olmak üzere seyrüsefer serbesttir. Beynelmilel anlaşmala­ rın tatbiki maksadıyla beynelmilel bir teşebbüsle tamamen veya kısmen kapatılabilecek denizler müstesnadır. 3- Bütün iktisadi manialar mümkün olduğu nisbette kal­ dırılacak, sulha muvafakat ve sulhun idamesine iştirak eden oütün mill�tler için eşit ticaret şartaln konacaktır. 4- Milletlerin silahlanmaları iç emniyetle telif edilebile­ cek son hadde kadar tahdit edileceğine dair kaif teminat teati edilecektir. 5- Bütün müstemlekelere ait talepler geniş ve tamamıy­ la tarafsız bir zihniyet içinde halledilecektir. Bu hükümran­ lık meselelerinin hallinde, alakalı halkın menfaatleri, hü­ kümranlık hakkı sona erecek olan hükümetin makul taleple­ ri ölçüsünde dikkate alınması prensibine tamamıyla riayet edilecektir. 6- Rus arazisi tamamıyla tahliye edilecek ve Rusya'ya ait bütün meseleler hallolunacaktır. Bütün dünya milletleri, en iyi ve en serbest şekilde işbirliği yaparak, Rusya'ya hiçbir güçlük ve engelle karşılaşmadan ve tamamıyla müstakil ola­ ra siyasi inkişafını ve milli teşkilatını tayin etmek imkanını vereceklerdir. Aynı surette Rusya'yı hür milletler cemiyetine samimiyet ve haynhahlıkla kabul edecekler, bundan başka ih­ tiyaç göstereceği ve arzu edeceği her türlü yardımı kendisine yapacaklardır. Gelecek aylarda kardeş milletler tarafından 94


Rusya'ya yapılacak mualeme, onların iyi niyetlerinin ve ken­ di menfaatleri hariç olmak üzere, Rusya'nın ihtiyaçlarına kar­ şı gösterecekleri anlayışın, nihayet akilane ve cömert sempa­ tilerinin miyarım teşkil edecektir. 7- Belçika, herkesin takdir edeceği veçhile, tahliye ve ih­ ya edilmeli ve diğer bütün hür milletler gibi, sahip olduğu hü­ kümranlıktan, bu hükümranlığın tahdidi için hiçbir teşebbüs yapılmadan istifade etmelidir. Başka hiçbir münferit muka­ vele, milletlerin karşılıklı münasebetlerini tanzim için bizzat ihzar ve tesbit ettikleri kanunlara karşı itimatlarını işbu muka­ vele kadar iade edemez. Bu mukavele olmasaydı milletler hu­ kukunun bütün mekanizması ve bütün kuvveti ebediyyen sar­ sılmış olurdu. 8- Fransız toprakları tamamıyla kurtarılmalı ve istilaya uğrayan bölgeler ihya edilmelidir. 1 87 1 'de Prusya yüzünden Fransa'nın Alsace-Loraine'de uğradığı ve 50 seneye yakın bir zaman dünya sulhünü ihlal eden zarar, herkesin menfa­ atine olarak sulhün yeniden tesis edilebilmesi için taµıir edil­ melidir. 9- İtalyan hudutları, milliyetler prensibinin açık hüküm­ lerine uygun bir şekilde tashih olunmalıdır. 1 {}- Milletler arasında yerlerini muhafaza ve temin et­ mek istediğimiz Avusturya-Macaristan milletlerine bir an ev­ vel muhtariyet çerçevesi içinde gelişme imkanı verilmelidir. 1 1 - Romanya, Sırbistan ve Karadağ tahliye edilmelidir. İşgal altındaki topraklar ihya olunmalıdır. Sırbistan için deni­ ze serbest bir mahreç verilmelidir. Balkan devletlerinin ken­ di aralarındaki münasebetleri tarihin tesis ettiği ananevi ve milli bağlardan ilham alınarak dostane bir anlayış içinde tayin edilmelidir. Bu devletlere beynelmilel siyasi ve iktisadi istik95


lal ve toprak bütünlüğü garantileri verilmelidir. 12- Şimdiki Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki Türle bölgelerinin hükümranlığı ve emniyeti garanti edilmelidir. Fakat, halen Türk hakimiyeti altında bulunan diğer milletle­ re, hiçbir fena muameleye maruz kalmadan, tam bir yaşama emniyeti ve muhtariyet çerçevesi içinde gelişme imkanı te­ min edilmelidir. Boğazlar'a gelince, bunlar beynelmilel ga­ rantilerin himayesi altında bütün milletlerin gemilerine tica­ retine serbest bir geçit olarak açık bulundurulmalıdır. 1 3 - Ahalisi münakaşa götürmez bir şekilde Polonyalı olan topraklan ihtiva edecek müstakil bir Polonya devleti ihdas edilmelidir. Bu devlet için denize serbest bir mahreç temin olunmalıdır. Polonya'nın siyasi ve iktisadi istiklali ile toprak bütünlüğü beynelmilel bir anlaşma ile temin edilme­ lidir. 1 4- Sarih mukavelelere müstenit umumi bir milletler ce­ miyeti teşekkül etmelidir. Bu cemiyetin gayesi küçük ve bü­ yük devletlere karşılıklı siyasi istiklal ve toprak bütünlüğü ga­ rantileri vermek olmalıdır.

DEVAM LI BİR SULH İÇİN TAT BİK EDİLECEK BAŞLICA DÖRT PREN SİP (Bu prensipler 1 2 Şubat 1 9 1 8 tarihli mesajda zikredil­ miştir.) 1 - Nihai anlaşmanın her kısmı, devamlı bir sulh sağla­ maya en müsait hususi hükümler mahfuz kalmak şartıyla bil­ hassa her hususi halde adalete istinat etmelidir. 2- Milletlerin ve eyaletlerin basit menkul eşya gibi veya bir kumarda, büyük devletlerin bugün ebediyyen gözden düş-

96


müş olan büyük muvazene oyununda değiştirilen fişler gibi, hükümetler arasında el değiştirmesine nihayet verilmelidir. 3- Bu harpte alakalı milletlerin menfaatlerine tekabül et­

meyen veya lehlerinde olmayan ve rakip devletlerin ihtirasla­ rı arasında sadece bir pazarlık vesilesi olan hiçbir toprak an­ laşması yapılmayacaktır. 4- İyice tayin edilmiş her milli bünye, kendi arzu ve

emellerini imkan nisbetinde ve her türlü yeni ve eski ihtilaf ve çatışma sebeplerini bertaraf edecek şekilde tahakkuk ettir­ melidir. Bu olmadıkça ileride Avrupa ve dünya sulhü için ye­ ni tehlikeler doğabilir.

T ÜRKİ YE V E SULH Damat Ferit Paşa Onlar Meclisinin 1 7 Haziran 1 9 1 9 ta­ rihli topalntısında Osmanlı murahhas heyetinin şefine Türki­ ye'nin müstakbel statüsü hakkında, Osmanlı hükümetinin gö­ rüşünü bildiren bir muhtıra tevdi etmişti. O tarihte sulh kon­ feransı namına M. Clemenceau tarafından bu muhtıraya veri­ len cevap aşağıya alınmıştır.

Par is 25 Haziran 1919 Başlıca müttefik ve şerik devletler konseyi ekselansları tarafından tevdi edilmiş olan 1 7 Haziran tarihli muhtırayı, bü­ yük bir itina ve dikkatle okumuştur. Meclis, verdiği söze sa­ dık kalarak bu vesika hakkında aşağıdaki mülahazaları ser­ detmek arzusunu izhar etmiştir. ·

Türkiye'nin harbe girmesini intaç eden siyasi entrikalar­

dan ve bunu takip eden facialardan bahsederken ekselansları,

97


Türk hükümetinin o tarihte işlediği suçlan mazur gösterme­ ye veya hafifletmeye hiçbir veçhile teşebbüs etmemiştir. Bu muhtırada Türkiye'nin ihtilaf devletleri ile hiçbir anlaşmazlık mevzuu mevcut olmadığı, Türkiye'nin, Almanya' nın sadık bir aleti olarak hareket ettiği ve başlangıcı mazeretsiz ve sev­ ki idaresi merhametsiz olan harbin, tarihin kaydettiği, hatta etmediği ölçüde hesaplanmış katliamlara sebep olduğu sara­ haten ve zımnen kabul edilmektedir. Fakat muhtırada bu suç­ ların, kötü hareketleri Türk milletine yükletilemeyeceği, Müslümanları da Hıristiyanlar kadar mutazamr eden bu suç­ larda hiçbir dini taassup unsuru mevcut olmadığı, bu hareket­ lerin, tarih boyunca Türkiye 'nin muhtelif ırklara mensup te­ balanna karşı muamelesinden de anlaşılacağı veçhile Osman­ lı ananesine hiçbir veçhile uymadığı, Osmanlı lmparatorlu­ ğu 'nun ipkası dünyanın dini muvazenesi bakımından elzem olduğu ve yalnız siyaset bakımından değil, adalet bakımın­ dan da bu toprakların harpten evvelki vaziyetleriyle muhafa­ zası lazım geldiği iddia edilmektedir. Meclis ne bu neticeyi, ne de onun istinat ettiği delilleri kabul edebilir. Meclis şimdi­ ki Türkiye hükümetinin selefleri tarafından takipi edilen si­ yaseti hiçbir veçhile tasvip etmediğinden bir an bile şüphe et­ memektedir. Türk hükümeti ahlaki mülahazalara mesul tutul­ masa bile hadiselerin cereyan şekliyle mesul bulunmaktadır. Hükümet erkanı şahsen mütalaa edildikleri zaman, neti­ cesi memleketleri için bu kadar zararlı olan hareketleri red­ detmek hususunda bütün hak ve imkanlara maliktirler. Fakat umumiyetle bir millet hakkında, dış politikasını idare eden ve ordularını emrinde bulunduran hükümetine göre hüküm veri­ lir

( 1 7). Sadece tarihinin en nazik bir zamanında Türkiye'de, ik-

98


tidarın, muvaffak olması ihtimali bulunmayan bir zümrenin eline geçtiği için, bu prensibin makul neticelerinden muaf tu­ tulması da istenmez. Bununla beraber, arazisinin tamamiyle iadesi talebini ih­ tiva etmekle, muhtıra Türkiye'nin nazırları tarafından işlenen suçların cezasını çekmeye mecbur tutulmaması deliline isti­ nat etmektedir. Daha derin sebepler mevcut olduğu iddiası, Türkiye'nin mazideki hükümranlık tarihine ve Müslümanlık aleminin bugünkü durumuna dayanmaktadır. Meclis faidesiz münakaşalara girişmemek, gerek ekselanslarını ve gerekse kendisine refakat eden murahhasları boş yere müteessir etme­ mek arzusundadır. Meclis, meziyetlerini takdir ettiği Türk milletine karşı iyi niyetler beslemektedir. Fakat, Türk mille­ tinin yabancı ırkları idare hususundaki kabiliyeti bu meziyet­ leri arasında sayılamaz. Tecrübe çok sık ve çok uzun bir za­ man tekerrür ettiği için netice hakkında en küçük bir ümide bile yer kalmamıştır. Tarih bize birçok Türk muvaffakiyetin­ den, birçok Türk muvaffakiyetsizliğinden bahsediyor. Haki­ miyet altına alınan milletler ve kurtarılan milletler. Bizzat muhtırada bile son zamanlarında Osmanlı hakimiyeti altında bulunan toprakların azalmasına dair bir telmih var. Fakat bütün bu değişikliklerde Türk hakimiyetinin bir memleket üzerinde kurulması neticesinde, bu memlekette maddi refahın azalmadığını, kültür seviyesinin düşmediğini gösteren tek bir misali bile ne Avrupa'da ne Asya'da ne de Af­ rika 'da bulmak mümkündür. Buna mukabil Türk hakimiyeti bertaraf edildikten sonra maddi refahın artmadığını ve kültür seviyesinin yükselmediğini gösteren tek bir misale de tesadüf edilemez. Türk, gerek Avrupa Hıristiyanlan arasında, gerekse Su-

99


riye, Arabistan ve Afrika Müslümanları arasında yaşadığı her yerde bir tahrip unsuru olmuştur. Harp yoluyla kazandığını sulh yoluyla geliştirmeye hiçbir zaman muvaffak olamamış­ tır. Onun kabiliyetini bu sahada aramamalıdır. Bu vakıaların aşikar neticesi, şu olsa gerektir: Türkiye hiçbir mazereti olmadan ve hiçbir tahrik karşısında kalma­ dan, kendi arzusuyla itilaf devletlerine taarruz ettiği ve mağ­ lup olduğu için, muhtelifunsurlardan mürekkep olan impara­ torluğundaki milletlerin mukadderatını tayin etmek gibi ağır bir vazifeyi galiplere yüklemiştir. Başlıca müttefik ve şerik devletler meclisi bu vazifeyi, bizzat bu milletlerin temennilerine ve devamlı menfaatlerine uygun geldiği için ifa etmek arzusundadır. Fakat, meclis ma­ alesef muhtıranın bu hususta büsbütün başka ve sözde dini re­ kabetlere müstenit mülahazalar serdettiğini müşahede etmek­ tedir. tleri sürülen sebeplere bakılacak olursa, Osmanlı İmpa­ ratorluğu 'nun, kendi hudutları içinde yaşayan Müslümanları­ nı veya Hıristiyanların menfaati düşünülerek değil, Türk bo­ yunduruğunu hiçbir zaman hissetmemiş veya hissetmek zo­ runda bulunanların ne kadar ağır bir yük altında kaldığnıı unutmuş olanların dini hislerine riayet kaygısıyla, muhafaza edilmesi istenmektedir. Fakat, hadiseler bu fikri asla haklı gösterecek mahiyette değildir. Bütün harp tarihi bu mütalaanın hiçbir mesnede da­ yanmadığını isbat ediyor. Protestan Almanya'nın, Katolik Avusturya'nın, Ortodosk Bulgaristan' ın, Müslüman Türki­ ye'nin komşularını yağma etmek için birleştikleri bir müca­ delede din unsuru aranabilir mi? Bütün bu davada, Hıristiyan Ermenilerin Türk hükümetinin emriyle katledilmesi koyu bir taassubu meydana çıkarmış olmaktadır. Fakat, ekselansları

1 00


aynı tarihte ve aynı makamların emriyle zararsız Müslüman­ ların oldukça büyük bir ölçüde ve dini tarafgirlik şüphesini tamamıyla uzaklaştırmaya değilse bile, hafifletmeye kafi ge­ lecek korkunç şartlar altında katledildiklerine işaret etmekte­ dir. Şu halde, harp esnasında hükümetler ırk meselelerine pek az önem vermişlerdir. İtilaf devletlerine gelince, bunlar hiç ehemmiyet vermemişlerdir. Fakat o zamandan beri bu hükmü değiştirecek mahiyette hiçbir hadise cereyan etme­ miştir. Herkesin itikadına riayet edilmiş, mukaddes yerler ih­ timamla korunmuş, harpten evvel Müslüman olan devletler ve milletler dinlerini muhafaza etmişlerdir. Dine taalluk eden hiçbir husus, dinin icaplarına riayet ettiği için gereken emni­ yet şartlan müstesna olmak üzere, değiştirilmemiştir. Ve bu değişiklik müttefiklerin kontrolu altında bulunan yerlerde iyiliğe doğru giden bir istikamette yapılmıştır. Tarihi bir Müslüman devletin topraklarının azalması bütün memleket­ lerde Müslüman davasına zarar verecek bir hadise teşkil ede­ ceği ileri sürülürse, müsadenizle bunun yanlış olduğu kana­ atinde bulunduğumuza işaret etmek isteriz. Normal düşünen bütün Müslümanlar için İstanbul tahtını işgal eden hüküme­ tin muasır tarihi bir sevinç veya gurur kaynağı olamaz. Yuka­ rıda bildirdiğimiz sebepler dolayısıyla Türkler pek az kabili­ yeti olan bir işe girişmiş, neticede az bir muvaffakiyet elde et­ miştir. Türkler daha müsait şartlar altında çalışır, enerjisi bil­ hassa zekasına uygun bir çerçeve içinde, daha az karışık ve daha kolay yeni hal ve şartlar içinde inkişaf edecek olursa ir­ tişa ve entrikadan ibaret kötü bir ananeyi terkettikten, belki de unuttuktan sonra bu kadar açık misallerini verdiği cesaret ve disiplinden başka meziyetler ibraz etmek suretiyle neden

101


memleketini ve dolayısıyla dininin yükselmesini temin ede­ mesin? Eğer yanılmıyorsak, ekselansları, ümitlerimizin ve te­ mennilerimizin mahiyetini iyi anlayacaktır. Muhtıranın dik­ kati çeken bir yerinde Türkiye'nin çalışmalarını kesif bir ik­ tisadi ve fikri faaliyete tahsis edeceği bildiriliyor. Hiçbir değişiklik bu kadar heyecan ve hayret verici ol­ mayacak, hiçbir değişkilik bundan daha büyük bir fayda te­ min edemeyecektir. Ekselansları Türk ırkından olan insanlar­ da bu değişikliği husule getirecek hareketin başına geçebile­ cek olursa elimizden gelen bütün yardıma mazhar olacak ve bu yardımı bilfiil görecektir. Bu vesile ile ...... . Clemenceau

102



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.