Jean Deny: Yeni Türkiye

Page 1


Nurer U�URLU başkanlıQında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.

Dizgi - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Baskı: ÇaQdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Haziran 2000


JEANDENY

YENİ TÜRKİYE

Çeviren Sencer Kodolbaş

Cumhuriyet



Jean Deny'nin "Petit Maunel de la Turquie Nouvelle" isimli eserinin Türkçesini okuyucularımıza sunuyoruz. Ki­ tabın 1933 'de yayınlanmış olan aslı iki bölümdür. Birincisin­ de Türkiye'nin yakın tarihi, İstiklal Mücadelesi, Zafer ve onu takip eden devrede devrimlere dair toplu bilgi verilmiş­ tir. Bu bölüm, Jean Deny tarafından yazılmıştır. İkinci bölüm­ de, Türkiye'nin coğrafyası, iktisadi, içtimai hayat ile savun­ ma gücü, dış politikası, Türk-Fransız münasebetleri vardır. Bu kısımda Rene Marchand tarafından yazılmıştır. İçindeki bilgi, hayli eski olduğu için ikinci bölümü tercümeye lüzum görmedik. Kitabın yazan Jean Deny, Türk okuyucuları için ismi ve Türk dili hakkındaki çalışmaları ile tanınmış bir Fransız bil­ ginidir. Paris Şark Dilleri Okuhı'nda uzun seneler dilimizi okutmuş ve Osmanlı lehçesi hakkındaki incelemelerini büyük eserinde yayınlamıştır. Konusunda klasik olmuş bu eser, sa­ yın Ali Ulvi Elöve tarafından ilaveler, eleştirmeler ve haşiye­ lerle (notlarla) Milli Eğitim Bakanlığımız zamanında 1142 sa­ hifelik bir kitap olarak 1941 'de basılmıştır. Profesör Jean Deny, sayılı Türk dostlarından bir Fransız­ dır. Sunduğumuz kitabı, 1933 senesine kadarki olaylan toplu bir şekilde özetler. Bu dostluk ruhu, kitabın yazılışında hakim-

5


dir. Bununla beraber, dostumuz Jean Deny bile Osmanlı top­ luluğu içinde olup bitmiş Müslüman-Hıristiyan mücadelele­ rinden bahsederken bizi suçlandıncı bir ifade kullanmaktan kendini kurtaramamıştır. Tarih olaylarını tek taraflı görmeye bir misal olan bu türlü yargılarda, sanki Türkler durup durur­ ken Ermenileri ve Girit Rumlarını kesmiş gibi gösterilme adet olmuştur. Hatta 1897 Türk-Yunan Harbinde Osmanlı Devleti muharebenin müsebbibi olarak tasvir edilmiştir. İşin hakika­ ti, o günkü Ermenilerle Girit'teki Rumların isyanlarını bastır­ mak için devletin mukabil (karşı) harekete geçmesi ve Türk­ Yunan Harbinde ise galip geldiğimiz halde neticede kazandı­ rılan tarafın Yunanistan olduğundan anlaşılacağı üzere böyle bir muharebeyi çıkarmakta bizim hiçbir menfaatimiz olmadı­ ğıdır. Türlü vesilelerle Türklere dostluğunu gördüğümüz Je­ an Deny bile tarih olaylan karşısında tam tarafsız kalma im­ kanını bulamamıştır. Daha metnin birinci yaprağında yazarın kendisi değil; bu sefer, tarih konusunda otorite sayılan R. Grousset'den aldığı parçadaki Osmanlı imparatorluğuna dair hükümleri de yan­ lıştır. Osmanlı ordusunda Arnavut ve başka soydan insan bu­ lunabilir. Ama özü ve asli unsuru Türktür. "O hiilde niçin bu gibi yanlışı olan eserler tercüme ettiri­ lip yayınlanmaktadır" denilecek. Bir defa şu noktayı kabul ge­ rektir ki, umumi olarak yabancıların hakkımızda olumlu­ olumsuz neler söylediğini bilmekte fayda olduğu muhakkak­ tır. Başka yoldan aleyhimizdeki propagandaları karşılayıp ken­ dimizi savunamayız. Öbür yönden, sunduğumuz kitapta oldu­ ğu gibi, yazılanların her tarafı bu haksız yargılarla doldurul­ muş değildir. Eleştirdiğimiz cihetler dışında, hemen bütün ki6


tap, objektif bir görüşle yazılmış ve neticede bizim lehimize yargılarla son bulmuştur. Sade aleyhimizde olan taraflarına ba­ kıp kitabı büsbütün elden atmak, lehimize olanlardan vaz geç­ mek olur ki, bu da faydamıza bir davranış sayılamaz. Kitabın başında bulacağınız ve Ankara'da Büyük Elçilik etmiş sayın Albert Sarraut tarafından yazılmış olan başlangıç, dünyaca tanınmış önemli bir şahsiyet tarafından Atatürk ve devrimleri konusunda ciddi ve kıymetli bir tanıklık belgesi­ dir. Türkler, gördükleri dostlukları hiçbir zaman unutmazlar. Loti, Farrere; hafızalarımızda birer dostluk timsali olarak şük­ ranlarımızla çevrili durmaktadırlar. Açıkça doğru olmadığını söylediğimiz taraflarına rağmen sunduğumuz kitabı için Pro­ fesör Jean Deny'e de teşekkürden çekinmemekteyiz. Hakkımızda yazılmış yabancı eserler tercümesine devam niyetindeyiz. Başarı, Tanrı lı1tfu olacaktır. 15 Haziran 1960

Hasan Ali Yücel

7



ÖNSÖZ Fransa Büyük Elçisi olarak Türkiye 'de bulundugum zaman­ lar, hayatımın en iyi hatıralarındandır. Bu söz, gezici bir mesle­ gin mihnet/erinin (sıkıntılarının), hemen hemen bütün kıt 'a/ar­ da, dünyanın en güzel manzaraları ile karşılaştırdıgı bir insanın agzında belki ayrı bir kuvvet kazanır. Bir halkın yeni/eşmesinden güzel bir şey yoktur. Ben, 1925 'de, o vakitler Angora denilen Ankara 'da, zamanın zayıfla­ tamadıgı bir hayranlık ve heyecan hissiyle, bu yenileşmede ha­ zır bulundum. Ve yenileşmenin tanıklıgını bu kitabın girişine kay­ detmekle bahtiyarım. Bu tanıklıgın adagı, gayretleri lstanbu/ 'da ölen Türkiye 'yi Ankara 'da tekrar var eden kararlı, cüretkiir, açık görüşlü, azim­ li vatanperverler topluluguna düşer. Bununla beraber o adak, ön­ ce ve bilhassa, halkı uyandıran, devleti kuran, benzersiz yaratı­ cı ve dirilmenin erkekçe fikrini memleketine aşılamak için şah­ sında askeri şef kahraman/ıgi ile politika dehası birleşmiş olan Mustafa Kema/ 'e aittir. Bugünün Türkiye 'si nedir? O, bizde, Fransa 'da, yeteri kadar tanınmıyor. Aynı zamanda, onu yeniden yaratanlar da kiifi derecede bilinmiyor. Fransızlar, bu edebiyat­ . çı ve hassas halk; Loti 'nin Osmanlılarında, kendi devrinin Türk dostlarında ve onların romancı lirizmiyle resmedilmiş tasvirle­ rinde kalmışlardır. 9


Boğaziçi, Göksu, Haliç ve yüzlerce minareli lstanbul, Av­ rupa 'nın ve belki evren 1'1anzaralannın en muhteşemi olarak durmaktadır. Bununla beraber, bu ihtişamın içine girmeye çalı­ şalım: O, her zaman için seyircisiz oldugu gibi aktörsüz, metrUk (terk edilmiş) bir sahneye konulmuş ilahi bir dekordur. Hayat, çalışkan, sert, mütevekkil, metin, kuwetli diğer bir yere gitmek için oradan çekilmiştir. Şefin uzun zaman meçhul kalan veya her­ halde doguda iyi takdir edilmeyen cehti (çabası), siyasete, içti­ maiyata, münewerliğe, iktisada çözülmezcesine bağlanmış ve lstanbul sultanından çoktan beri kaybolan istiklali büyük müca­ deleler ile ele geçirmiştir. Bu ceht, Gazi Mustafa Kemal'de, öy­ le bir vasıf (nitelik) ve üstünlüktedir ki, en değerli yardımcıları olan ismet Paşa ve Tevfik Rüştü Beyin gayretleriyle kıyaslansa bile, üstünlüğü azaltılamaz. ilk temasımdan beri onları arkadaşlarım gibi telakki ettim, aynı ve derin dostlukla on/an daima seviyorum. Şunu söylemek ltizımdır ki. kendilerine ve başkalarına karşı sert, vatandaşların­ dan en güç fedakarlık/arı talep etmekten çekinmeyen, yenilik te­ şebbüslerine karşı koyar gördükleri her yerde alışkanlık/arı. hat­ ta gelenekleri isltihta tereddüt etmeyen ve kendilerine uyamayan­ /ardan şüphe eden bu insanlar; eski Türkiye 'nin aydın ve o/gıin insanını, bir kelime ile bizim XVIJ'inci asır Fransa'sının çelebi insanı vasfında, münasebetlerinde tatlılığı, asrımız için şaşırtıcı bir nezaketi muhafaza etmişlerdir. Kontrolsüz ve daima insiya­

ki (içten) oluşundan,·gerçek görünen bu devamlı ve güleç neza­ ket, aradaki münasebetleri, hatta siyasi niza/arda (anlaşmazlık) bile kolaylaştırıyordu. Bilhassa en mühim meselelerle karşıiaşı­ lan şu Suriye-Türkiye hududunun tahdidini !ıazırlamak için va­ zife icabi çağrıldığım günlerde, kendi kendimi tebrikten başka ya­ pılacak bir şey kalmıyordu. Burada bir nokta üzerinde ısrar etmek isterin: Bu münase10


betlerin kolaylık ve müsaadeJcarlıgı (izin verdigi), bugünkü Tür­ kiye insanlarının Fransızlar ve Fransayı ilgilendiren hususlar için muhafaza ettikleri bariz temayülle desteklenmiş ve artmış­ tır. Bunda ısrar ederim. Milli kalkınma için elzem sayılan bazı tedbirler neticesi, halk ejkôrımız Türk hükUmetinin tavrında, asır­ larca karşılıklı ittifak ve anlayışla devam etmiş Fransız dostlu­ guna karşı bir soguma, hatta bir kararma var gibi görm�tü. Burada, başka her yerde oldugu veçhi/e, hiçbir şey hakikat­ ten üstün degildir. Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i, Avrupalı devletlerle, Ab­ dülhamit imparatorlugımun garabet içindeki münasebetlerine girmeyi isteyemez ve bunu devam ettiremez. Kapitülasyonlar denilen, Türkiye 'de Avrupa milletlerini TürkJerden daha kudretli yapan idare kaybolmuştur ve bir daha geri gelmeyecektir. Bu idareyle, Türkiye üzerinde hakiki bir ve­ sayet tatbik eden, Ankara tarafindan tahammül edilmez sayılan, iktisadi ve mali imtiyazlar da yok olmuştur. Bugünün Türkleri is­ tiklallerini pahalıya elde etmişlerdir ve istiklal/erinin dokunul­ maz oldugunu kesin söylemektedir/er. Onu gölgeleyebilecek olan. kendi hür egemenligine lcıskançca ve hakikaten ôşık Fransız hal­ kı degi/dir. Söylenmiştir ve tekrarı lazımdır; Osmanlı lmparator/ugu, sayısız ve muhteris parazitlerle bogulan, birliksiz, inzibatsız (dü­ zensiz), dagınık bir uzviyet idi. Türkiye Cumhuriyeti, şefinin es­ ki usulleri ve eskimiş lcısım/annı reddettigi, /aile bir rejimde, eşit vatandaşlar olan Anadolu Türklerinden mürekkep mütecanis (oluşan açık) bir devlettir. işte bu genç nesille ve onun kuwetli hülcıimetiyle, dürüst temeller üzerine, karşılıklı saygı ile eskinin bag/annı yeniledik. Evlatlannın dilimizi pürüzsüz konuşmaya devam ettikleri Türk milletinin kalbinde, bu dostlugun aziz ola­ rak muhafaza edildigine i!fanmak icap eder.

11


Bana gelince, ırkın faziletlerinin daima mevçut olduğunu gö­ rerek, lstanbul sultanlarını vesayet altına koyan eski hatalı usul­ lerden vaz geçmek ve karşılıklı müesseselere saygı içinde, müş­ terek menfaatleri anlama politikasını müsavi olarak tatbik etmek şartıyla, bu münasebetleri yenilemenin imkanlarım ve hatta ko­ laylık/arım takdir etmiş bulunuyorum. Sonunda kadar temiz ve dürüst olmak yerinde olur. Büyük Harp'ten önce, Fransız menfaatleri Türkiye'de ön safta idiler; harp herşeyi altüst etti ve bittabi hundan ilk zarar görmüş olan da Fransız menfaatleri oldu. Kendilerini kötürüm h<ile getiren bir sulhu takip eden ilk senelerde, Türklerin Avru­ pa insanlarını, bundan böyle neden yaban telakki ettikleri ve başşehirlerinin nakledidiği Asya 'mn vatandaşı olarak neden bir­ birlerine sokulduk/arının sebebi anlaşılmaktadır. Türk menfaat­ leri için bile tehlikeli bu çekinme devam edemezdi. Ve Anka­ ra 'da, seyirci ve aktör olarak, Avrupa kıt 'asına bir kere daha yö­ nelen milli bir Türk hissinin yeniden doğuşunda hazır bulunmak­ la bahtiyarım. ilk anlardan itibaren bu yeniden yönelişin tam ol­ ması istenemezdi; iyileşmiş, hatta tamamiyle şifa bulmuş yara­ ların deride ne ıztırap vermesi, ne de iz bırakmaması için günler ve günler lazımdır; dostluk çiçeklerinin karşılıklı tekrar açılma­ sı için sabır kadar doğruluk ve iyi niyet gerekir. işte tam bu dev­ rede hazır bulunduk. Yeniden uyanan ve şuurlanmaya başlayan alaka üzerine sert hareket etmeksizin, ısrarla düşmeden, Fran­ sız feraset (anlayış) ve yumuşaklığım harekete geçirmek zamanı idi. Türk, hassas olduğu kadar şüphecidir. Türk milliyetçiliğinin gayret sa1:fettiği milli yenileşme cehti içinde büyük ve asil olanı anlayabilen ve ona hürmet eden herkes; ona bağlandığı zaman, kendisine güvenene ve ihanet endişesi ve de ne hayal kırıklığı ver­ meyecek bir dostluğun emin ve doğrµ yolunu kolaylıkla karşısın­ da bulacaktır. ALBERT SARRAUT 12


YENİ TÜRKİYE

13



BİRİNCİ KISIM BİRİNCİ BAHİS KEM ALİST RÔNESANSTAN ÖNCEKİ OLAY LAR Yeni Türkiye sahasının tahdidi. -Osmanlı İmparatorlu­ ğunun inkirazı (yıkılışı). - İkinci Mahrnut'tan Abdülhamit I I'ye. -Abdülhamit (1878-1908). -Jön Türkler (1908-1918). -Jön Türk Hükfuneti. - Mondros Mütarekesinden (30 Ekim 1918)1zmir'in Yunanlılar tarafından işgaline (15 Mayıs 1919). Yeni Türkiye'nin coğrafi, tarihi, beşeri saYeni Türkiye a asmın hasını, önce halef devlet olarak Osmanlı İmpaS h Tahdidi (Sının) ratorluğundan farklı bir çerçevede mevcut ol­ duğunu ve geliştirdiğini işaret ederek, tahdit etmek (sınırla­ mak) yerinde olur. "1908'e kadar bir Türk imparatorluğu bulunmadığı aşı­ n tezada düşmeksizin ileri sürülebilirdi. Osmanlı İmparator­ luğu. birbirine düşman yirmi ırkın bir araya gelmesinden vü­ cut bulmuş Müslüman Avusturya-Macaristan'a benzer, mil­ letlerarası bir devlet olarak mütalaa edilebilirdi. Şüphesiz ki bu dağınık imparatorlukta, hanedan Türk, fakat ordu kısmen Arnavut, din adamları kısmen Arap, ticaret Rum, Ermeni ve

15


Yahudi, diplomasi Ermeni ve Rum, öğretim münevver sınıf­ lanla lran ve Fransız idi. Türk halkı, hiçbir zaman başka ırk­ tan unsurları temsili düşünmedi. Onları lisanlarına, dinlerine, adetlerine, içtimai teşkilatlarına hürmet ederek iyi, kötü ida­ re ediyordu. Ermeniler ve Kürtler, Dürzüler ve Maronimler milli mevcudiyetlerini Babıali'nin hem müstebit (baskıcı) hem de yumuşak otoritesi altında devam ettiriyorlardı. "Bu kozmopolit imparatorlukta, Türk halkının kendine mahsus toprağı vardı: Küçük Asya. Küçük Asya lonya kıyı­ sında Rumları ve Kilikya ve Kapadokya'da Ermeni azınlıkla­ rını ihtiva ediyorsa da nüfusun büyük kısmı itiraz götürmez şekilde Türk veya Türk dostu idi. XI'inci asırdan beri, Selçuk Türkleri Orta ve Doğu Anadolu yaylalarında yerleşmişlerdi. XIV'üncü asırdan beri, Osmanlı Bitini'yi ve Ege vadilerini Yu­ nanlılıktan temizlemişlerdi. Küzük Asya yarımadası yeni bir Türkistan, Kaşgar veya Maveraünnehir kadar Turancı bir top­ rak olmuştu. Buradan kök alan kuvvetli Türk halkı, yer yu­ varlağının en sağlam çiftçi nesli örneklerinden birini temsil ediyordu. İşte oradan, vadilerin çiftçilerinden ve yaylaların ço­ banlarından Osmanlı imparatorluğu kudretini alıyordu." (Re­ ne Grousset, Asya'nın Uyanışı) Avrupalılar nazarında bu saha, Türklere atalarından ka­ lan Anadolu, Kürt meselesinin daha da vahimleştirdiği bir Er­ meni rehini gibi idi. Gaddar ve mağdur, ırkça ve lisanca akra­ balaşmış fakat dini kin ve hürriyet rekabetiyle birbirinden ay­ rılmış Ermeniler ve Kürtler, sözde müttehit (birlik) ve müste­ bit ihtiyar Türkiye aleyhine, akisleri batıda sonsuz bir husu­ meti (düşmanlığı) devam ettiren ettiren kanlı bir ihtilali sür­ dürüp duruyorlardı. işte bu her zaman uyanık batılı heyecanındandır ki, Av-

16


rupa milletleri, 'Hasta adam'ın akıbetini açıklamakla yetin­ miyor, belki onun kesinleşmeyişini ve imparatorluğun yıkıl­ masını hazırlayan sarsıntıları dikkate almaksızın bu sonucu ar­ zuluyorlardı. Fakat Müslüman dünyasının ne olduğunu bizden saklayan bütün perdeleri Dünya Harbi söküp yırtınca, Küçük Asya'da bir Anadolu Türkiye'sinin, yani milli emelleri, aske­ ri kudreti ve insan kaynaklan bizden önceleri gizli kalmış, esastan Türk bir ülkenin mevcudiyetini tanıdık. Demek ki Türkiye, kendisine daha büyük emniyet temi­ neden Asya'daki yerleşmesiyle Avrupa'daki kudretinin kaybol­ duğunu gördü. Anlaşma hükümlerince, Avrupa'da ancak Me­ riç suyuna kadar 1.200.000 nüfusla meskfın bir mıntıkayı tem­ sil eden Doğu Trakya elinde bırakıldı. Harpten evvel bütün Balkan yarımadasını işgal ederken, sahası İstanbul bölgesin­ de veya Edirne'de kalıyor. . "Bununla beraber bu dar mıntıkanın ehemmiyeti büyük­ tür. En eski zamandan beri, Asya'nın Avrupa' yla ve Akde­ niz'in Karadeniz'le kavşağı bu karalı ve denizli çifte geçit, Türkler için refah ve komşu halklar için ihtiras unsuru idi. Sü­ veyş kanalının açılmasına ve Transsiberiye'nin ihdasına (ar­ mağanına) rağmen faydasından hiçbir şey kaybetmedi." (Je­ an Brunhes) Bu ehemmiyet yalnız lstanbul'da 700.000 veya Edirne'de 70.000 tutan yığılmış nüfustan değil; lstanbul'a erişmek için Edirne'den geçen Paris-Viyana-Belgrad beynelmilel büyük de­ miryolundan ileri gelmektedir. Diğer taraftan Marmara denizi ile birbirine bağlanmış Çanakkale ve İstanbul boğazlan, 7 kilo­ metre ile 500 metre arasında değişen bir genişlikte, Boğaziçi kı­ yılarında geniş bir milletlerarası pazarın bekasını (varlığını) te­ min eden 300 kilometrelik bir deniz yolu teşkil etmektedirler. 17


Bununla beraber milli hayat, Asya'ya, hemen hepsi Müs­ lüman, kıyılarda toplanmış, yaylalarda dağılmış, kilometre karede 16 kişiyle oldukça zayıf nüfus kesafetli (yoğunluklu), fakat hadiselerin mucizesi olarak Türk vatanının esasını tem­ sil eden bugün on iki buçuk milyon ahali ile meskıln Anado­ lu 'ya geçmiştir. Eski Ancyre'in yükseldiği alanda, yenilenmiş ve yeniden kurulmuş bir medeniyetin idare merkezi haline gelen

75.000

nüfuslu küçük Ankara şehrinde, başkenti cüretle tesbit edilen Ankara hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti remzi altında tahak­ kuk eden (gerçekleşen) bu yeniden doğma, batı farkında bile olmadan, böyle bir çerçeve içinde açılıp gelişmiştir. Avrupa, Türklere meskUn yerlere münhasır, fakat mo­ dem devletler umumi haklarınca bir hükümdarlık bütünlüğü ile cihazlanmış (donanmış) ve aynca deniz mahreçleri (giriş­ lerine) verilmiş, iyi kötü derniryolu vasıtaları ile teçhiz edil­ miş, Yunanistan gibi bütün harp zararlarından kurtulmuş, hu­ kuk ve maliye bakımından hür bir Türkiye'yi Lausanne'da (24 Temmuz

1923) tanımıştır.

Yahya Kemal Beyin Türk meselesi yazan Maurice Per­ not'ya söylediği gibi "Osmanlılık ancak Türklerin aleyhine gerçekleşebilirdi. Osmanlılık, memleketin birliğini temin ede­ medi ve aksine imparatorluğun zaafını teşkil eden bir ayrılığı devam ettirdi. Az geniş, fakat daha kuvvetli bir imparatorluk daha iyidir. Yalnız bu imparatorluk, Müslüman Türklerin ek­ seriyetle oturduğu mıntıkalarda bulunmalıdır." Osmanlı impa ratorluğu nun lnkirazı (yıkılışı)

18

Kıt'adan kıt'aya geçişi bizi hayrete düşü­ ren bu milletin hükUmet merkezini değiştirme­ si nasıl olmuştur? Teokratik, feodal ve birleşik kalıbına rağmen Osmanlı İmparatorluğu nasıl


dağıldı? Halife-sultan, görünüşte ebedi olmasa bile değişmez olan eski bir geleneğin muhafaza ettiği bu ikili iktidarı, sul­ tanlık ve hilafeti nasıl kaybetti? Bu şüphesiz ki Türklerin Ka­ nuni vasfını verdikleri Muhteşem Süleyman'ın ölümü (1566) ile başlayan uzun bir hikayedir. Bütün Müslüman haşmeti ge­ ride kalmıştır: Mehmet il tarafından İstanbul'un alınması (29 Mayıs 1453), Türklerin Atina'ya girişi (1458), Trabzon Rum­ larının tabiiyeti (1461), Karaman Türk beylerine Mehmet II'nin zaferi (1464), Müttefik Rodos, Venedik ve lran'a karşı mücadelesi (1470), Türklerin Arnavutluk'ta İşkodra önlerine gelişi (1474), Kaffe'nin alınması ve Kırım Hanlığına el kon­ ması (1476), Friollere (1) Türk girişi (1477), Otranto taarru­ zu (1480), Mehmet il ölümünde (1481) en yüksek dereceye geliş, Kafkasya'nın fethi (1489), Venedikle harp (1499), İran­ lıların Türkler tarafından yenilmesi (1514), Memhiklann mağ­ lup edilmesi (1516), Selim'in Emir-ül Müminin ilan edilme­ si (1517), bu sırada Papa X'uncu Leon'un Türklere karşı boş yere bir vergi ihdas etmesi (koyması), Mezopotamya'nın Se­ lim tarafından fethi (1518), Selim'e halef olan Kanuni Süley­ man tarafından Rodos'un alınması (1522) ve Mohaç ovasın­ da ordularını ezdikten sonra Macaristan Kralı Lui II'nin öl­ dürülmesi (1526), Süleyman tarafından Viyana muhasarası (kuşatması) (1529), François 1 ile ittifak (1533), Bağdat ve Tu­ nus 'un fethi (1534), kendisini destekleyen tüccar ve bankacı Fuggerlerin (2) yardımı ile Charles-Quint Tunus'u 1535'te tekrar ele geçirecektir, Macaristan'ın işgali (1537), Yemen'in ( 1) Büyük kısmı 1919' a kadar Avusturya'ya tabi olup sonra ftalya'ya ka­ tılan eski Venedik ülkesi. Başlıca şehirleri Görüce, Udine. (2) Bir ara 1535'te para basma hakkını edinen Augsbourglu bankacılar ai­ lesi (XIV, XV ve XVI. asırlarda)

19


alınması (1537), Silezya'da Osmanlı akınları (1544), Van'da İranlıların bozgunu (1548), Avusturya ile mütakere ( l 562). Sü­ leyınan'dan sonra Türklerin zafer kronolojisi gittikçe fakirle­ şir. Taarruz kuvvetlerini teşkil etmiş olan nizami ordulan, Ye­ niçeriler, bundan böyle zaaf sebebi, bozulma etkeni, kargaşa­ lık kaynağı olacaktır; Yeniçeriliğe giriş para ile elde edilince, ordunun temsil ettiği hakiki kudret, dükkanlarında oturan, fa­ kat sivil hayatla daimi temasta olan esnafın ellerine geçti. İh­ zibat (düzen) alışkanlığı kayboldu. Muhafazakarlık ruhu, de­ vamını istedikleri imtiyazlarla mütenasip olarak inkişaf etti. 18'nci asırda tehlikenin ciddiyetini anlayacak kadar uya­ nık, fakat isyan ve fesatla baş edemeyecek kadar zayıf bir çok sultan geldi: Osman il (1618-1622) ve daha sonra Selim III (1789-1807) giriştikleri ıslahatı tamamlayamadan onun ağır­ lığının altında ezildiler. Üstelik harp hezimetleri, ıslahatları büsbütün zorlaştırıyordu. Fransız İhtilfıli, Fransa krallarının politikasını yeniden ele almıştı ve Fransız bayrağının 1535 kapitülasyonlarından beri istifade ettiği imtiyazlardan, aynı zamanda Fransa ile 1. François'dan beri diplomatik ve ticari münasebetlere bağlanan bağıştan faydalanmaya gayret ederek Osmanlı temamiyeti mülkiyesini (toprak bütünlüğünü) benimsemişti. Sultan da, Çariçe gibi, üç renkli bayrağın istimalini menetmişti (kulla­ nılmasını yasaklamıştı) (1793). Fakat Selfımeti Umumiye Ko­ mitesi din aynlıklanndan kaygılanmıyordu; milli hakikati ilk defa ortaya koyuyordu. Elçi Descorches, komite adına Türki­ ye'yi Rusya'ya karşı silfıhlanmaya teşvik ediyordu: İhtilalle­ rin diplomatik tutumunda o zamandan beri değişen bir şey yok­ tur. General Aubert - Dubayet 1796'da, bir yıl sonraki ölümüy­ le bitmiş olan bir öğretim vazifesi görmek üzere İstanbul'a ge20


lir. Bonapart ve Mısır seferiyle bariz (belirgin) değişiklik baş­ lar, Babıali ve Rusya müşterek bir tehlikenin tehditkarlığı önünde birbirlerine yaklaşırlar: (30 Ağustos 1 798 muahede­ si), Paris muahedesi (25 Haziran 1 802) ile Türklerin gözü ka­ palı muhtemel bir harbe gidişleri. Austerlitz'den sonra yeni bir değişiklik! Napoleon'un Se­ bastini'ye talimatları, Türkiye'yi kurtarma ve kuvvetlendirme arzusuna delalet (aracılık) ediyor. Sultanın 23 Ağustos 1 807 kararıyla bağlandığı Tilsitt anlaşması (7 Temmuz 1 807) Rus­ ların mağlubiyetini ve Osmanlıların kurtuluşunu gösteriyor. Bu Fransız tavassutu (aracılığı) kısa sürüyor: Erfurt'tan son­ ra doğu için Napoleon, Çar Aleksandr'a tam salahiyet verin­ ce sona eriyor; bu da Osmanlı İmparatorluğuna, Bükreş an­ laşması ile (28 Mayıs 1 8 1 2) yeni fedakarlıklar yükleyerek bi­ ten Türk-Rus harbine sebep oluyor. ( 1 809- 1 8 1 2) Batı ile İslıim doğunun yakınlaşması fırsatı ortadan kay­ bolmuştu. Bu arada Selim III öldürülmüştü; halefi Mustafa iV hal edilmiş, Mahmud II 'u korumak ve Türk idaresini gençleş­ tirmek istemiş olan Alemdar Mustafa, patlayan cephanenin alevleri arasında ölmüştür. İşte bu şartlar içinde, saray faciaları ve Sırpların isyanı akabinde Mahmut II'nin ( 1 809) hükümdarlığı başlıyor. Anla­ şılıyor ki, sultan, gördüğü tehlikeye karşı tedbir almak için 20 sene beklemiştir. Sultanın donanması, parası ve emrinde olan Mısır Hidivi Mehmet Ali 'den başka dayanağı yoktur. Sırp-Hır­ vat mim fikri uyamyor, Bulgarlık imanı kuvvetleniyor, Yuna­ nistan isyan ediyor, bütün Avrupa Helen taraftarlığını ilan edi­ yor, Yunan istiklal harbi umumi bir dikkat merkezi haline ge­ liyor; Edirne sulhu ( 1 829), Rusya'nın lehine toprak kayıpla­ mn ve Osmanlı bozgununu tasdik ediyor (onaylıyor). 21


İşte bu müthiş tehlikeli anlar sırasında, Mahmut il ordu­ sunu ve imparatorluğunu yeniden teşkilatlandırmaya kalktı. Yeniçeriler isyan etmeye devam ediyorlardı, fakat yaptıkları mücadeleler ciddiliğini kaybetmişti. Mahmut il top ateşi ve idamla Yeniçerilerin son mukavemetlerini sona erdirdi. Tahay­ yül ettiği gibi bir Büyük Petro olacak mıdır? Hayır, zira mem­ leketini kurtarmaya faideli olacak temel ıslahata cesareti ye­ ter değildi. 70.000 askeri, Avrupalı usullerle teşkil ve talim et­ mekle iktifa ediyor; fakat Avrupalılar gibi giyinip, onlar gibi şarap içtiğinden ve·tabii, ilerlemenin icap ettirdiği masrafları karşılamak üzere vergileri arttırdığı için müteassıplann itiraz­ larını uyandırıyor. Bu itirazlar karşısında gayretleri başarıya eremeyecektir. Üstelik, Rus politikası onu ürkütüyor, şaşırtı­ yor ve cesaretini kırıyor; kendini Rusya'nın vesayetine terke� diyor ( 1833). Köksüz ıslahat arzulan, ordularının talihsiz aki­ betine uğruyor. Suriye'nin Mısırlılar tarafından istilası ve Ni­ zip'te (9 Temmuz l 839) Osmanlı birliklerinin ezilmesi, bu aşa­ ğı yukarı fasılasız mağlubiyetler silsilesini müthiş bir felaket­ le neticelendirecektir: Türk ve Mısır filolarının Navarin'de imbası (20 Aralık J 827). Mahmut ll'nin oğlu Abdülmecit, Reşit Paşanın yardımı ile, babasının hürriyetçi teşebbüsünü takip etmeye

boş

yere

gayret edec;ektir. Bu, 3 Kasım l 839 Gülhane Hattı Şerifinin açtığı Tanzimat denilen devre olacaktır. T�ssup, bu fermanın ve o zamana kadar Türkiye'nin en yüksek kanunu olarak de­ vam etmiş bulunan alışılmış esaslara zıt olan her ıslahatın ger­ çekleşmesine mani oluyor. ••süleyman'dan Abdülhamit ll'ye kadar

(l '66'dan

J 876 'ya) bu dini imparatorluğu 23 sultan·halife devam ettirdi. Fakat imparatorluğun harpçi gayreti, hilafetin dini hizmetin-

22


den daha fazla onları meşgul etti; ancak isimde ve davranışta Müslümanların dini reisleri olarak kalıyorlardı; fikir ve fiilde daha ziyade Türk imparatoru idiler. İslamın birlik ve devamı­ na değil, kendi devletlerinin genişlemesine ve bütünlüğüne ça­ lıştılar: Mukaddes şehirlere doğru değil, Avrupa'ya doğru po­ litikalarını çevirdiler. Önce bir buçuk asır zapt ve ilhaklarla (ele geçirmelerle) ( 1 520- 1 683) Viyana surlarının önüne kadar iler­ lediler ve Müslüman olmayanlar arasında durmadan çıkan mü­ naziiaları (çekişmeleri) hiil etmeye mecbur kaldılar; Müslü­ manları türlü tarikatlar ve Sünnilikten çıkarıcı rafiziliklerle oraya, buraya çekilmeye bıraktılar. Daha sonra, Hıristiyanlara karşı, adım adım fetihlerini müdafaaya iki asır boyunca (16831876) mecbur oldular. İdarelerinin ve ordularının bozulması, daimi bir çekilmeye onları icbar ettiğinden (zorunlu kıldığın­ dan) bunları ıslah etmek için örnekleri Avrupa'da aradılar. Is­ lah çarelerini Müslüman olmayan Avrupalıların itikatlarından (inançlarından) değil, ilimlerinden almak istediler. "Mustafa III ( 1 757- 1 774) tarafından düşünülen, Selim'in arzu ettiği, MahmutIJ'nin (1809- 1 839) zorla kabul ettirdiği, Abdülmecit'in ( 1 839- 186 l) devam ettirdiği bu ıslahat, genç Türklerin imparatorluğu cihazlandırmayı tasarladıkları parle­ manto idaresine ulaşacaktı: medeni ve liiik bir nizam, teokra­ tik militarizmin yerini alacaktır; eski İsliimın buyrukları yeni dünyanın hürriyet taraftarı tecrübelerine yerlerini bırakacak­ lardır... Fakat Abdülhamit Il genç aydınları bertaraf etti ( l 877), onların hazırladıkları eserleri harap etti ve İsliim hükumet prensiplerini yeniden ortaya koydu: bundan böyle sultan, her­ Şeyden evvel halife olacaktı." (Victor Berard) Abdülhamit II'nin saltanatı eski TürkiAbdülhamit n (1878-1968) ye'nin geri gidişinde son merhaleyi işaret eder. 23


Kızıl Sultan, Türk-Rus harbi (Nisan 1877 - Mart 1878) aka­ binde mutlak iktidarı ele almıştı. Bu harpte Osmanlı askeri­ nin meziyet ve fedakarlıklarına, Osman Paşanın şahsi başarı­ larına rağmen, Sırp ve Karadağlıların yardım ettiği Rus ordu­ su bir kere daha İstanbul'un tarihi yolunu tutmuştu. Edirne Sulh mukaddimatı (başlangıcı), Yeşilköy anlaşması (3 Mart 1878) sonra Bedin Muahedesi (13 Temmuz 1878) Bismarc'ın dikte ettiği büyük devletlerin kararlarına Türkiye'nin tabi ka­ lan çeşitli din ve ırktaki halka "müsavatçı (eşitlik içinde) bir siyaset" tatbikini vaad etti. Bu tebliğdeki taahhüt, Abdülha­ mit'in mizacıyla bağdaşamaz olduğunu hemen açığa vurdu. O Abdülhamit ki, dindar, müstebit ve müvesvis (kuruntucu) idi ve 1876'nın talihsiz ıslahatçısı Mithat Paşa'nın karikatür çizgileriyle istihzalara hedef olan hayalinin bulunduğu Y ıldız Sarayına daha 34 yaşında iken kendini kapamıştı. l878'de gözden düşen, nefy (sürgün) edilen Mithat Pa­ şa'nın hayatına son verdiği 1883'e kadar Abdülhamit' in başlı­ ca gayreti, mutlak kudretini rahatsız eden ve endişeye düşüren hürriyetçi teşekküllerden kurtulma yolundadır. İmparatorluğun başlıca gelirlerini, Osmanlı borçlarını ihtiva eden (Muharrem fermanı 20 Aralık l 881) bir mali mürakebe (denetleme) şekli altında Avrupa'ya terketmekte zorluk çıkarmıyor: Gümrük faz­ lası, tuz, tütün, pullar vesaire ile liman inşaatını alacaklı dev­ letlere bırakıyor, yabancı sermayenin işlettiği derniryollanna ga. ranti veriyor. Fakat aynı zamanda son sultanların elinden giden, kaybolmuş cismani iktidarın yerini tutacak bir manevi kudreti halife olarak yeniden elde etmeye gayret ediyor. Abdülhamit'in anladığı İslam birliği, ona göre dini bir emperyalizmdir: Yeğeni Prens Sabahttin'in izah ettiği gibi Osmanlı mutlakiyyetinin sallanan binasını önce gizlemek, 24


sonra muktedir olabilirse (gücü yeterse) kurtarmak için ruha­ ni bir libas (örtü) ile örtmek. .. Pan-İslamizm hareketini destekleyen arka fikirler ne olur­ sa olsun, din, İslam ahaliyi derinliğine ve geniş bir alan üze­ rinde hareketlendirmektedir: Müslüman olmayanlara karşı olan kini diriltir veya canlandırır. Ermenilerin kanlı katliam­ ları l 888'den itibaren yeniden başlar; Girit Hristiyanlannın katliamı, 1896 kasımındaki Mukaddes cihada, sonra 17 Nisan 1897'de Türk-Yunan Harbine yol açar. Bu harp, Yunanlıların mağlubiyetiyle sona ermesine rağmen Girit istiklal kazanır ve Prens Georges, büyük devletler yüksek komiseri olarak bir müddet adayı idare eder. (26 Kasım 1898). Bununla beraber, Abdülhamit, hakkında müdahalesizlik (karışmazlık) politikası gözetmeyi kararlıştıran İngiltere ve Al­ manya, Rusya ve Avusturya gibi büyük devlterin takındığı ta­ vırdan istifade ediyordu. Fransa, müstenkifliği (çekimser kal­ mayı) dostluğa kadar ilerletiyor. Gabriel Hanotaux, ikinci Ha­ riciye Vekilliğinde

(30 Nisan 1896), Mecliste "her türlü mü­

daheleyi, Haçlı seferi ve macera zihniyetini" reddederek Fran­ sa'nın isteğine tercüman oluyor ve Müslüman bütünlüğünün müdafiliğini (savunuculuğunu) vekillikten düşmesine kadar yapmaya devam ediyordu. Bu türlü himayeler sayesinde, Abdülhamit' in Makedon­ ya 'da Rumeli'de ve bütün imparatorluk sahasında, zahiren mu­ ahede (görünürde anlaşma) hükümlerine uymak için aldığı be­ lirsiz idari tedbirleri ıslahat şeklinde maskelemesine müsaade edilmiştir. Berlin Muahedesinden çıkan rekabetler "Hasta Adam"a, ( l 897) Avusturya-Rusya itilafı Türkiye'yi imtiyaz­ lı avcılar ve dostlar için bir çeşit mahfuz av sahası yapasıya kadar, uzunca bir hayat sağlar.

25


" 1 897, yeni bir devrin başlangıcıdır: Ennenistan katliam­ ları, yunanistan' ın mağlubiyeti, sultanın kudretini temin etmiş­ tir; Avusturya-Rusya anlaşması Makedonya'yı sultanın arzu­ suna bırakır. Düşüş Makedonya'dan başlayacaktır. Fransız ma­ liyesi ve Alman genel kurmayı ile kuvvetlenen Abdülhamit, Slavlara karşı zıt bir tavır alır. 200.000 Makedonyalı, kendi­ lerine bir mukavemet (direnme) teşkilatı sağlayan (Sofya ha­ rici teşkilatı 1 893) Bulgaristan' a sığınıyorlardı. Ennenistan üzerine olduğu gibi sultan, Makedonya üzerine de, başıbozuk­ ları, Arnavutları ve Anadolu rediflerini hücum ettiriyor. Bun­ lar eski Sırbistan yaylalarını talan ediyorlar, mukavemet ede­ bilmek için Makedonyalılar Petersburg'a ve Viyana'ya çok bağlı Sofya'dan ayrılıyorlar ve Sarafof'la Selanik dahili teş­ kilatını tesis ediyorlar (kuruyorlar) ( 1 899): Makedonya, Slav komitecilerin, Yunan andartlannın (gayri nizami) ve Müslü­ man başı bozukların zülumlannın, sirkat, tecavüz, idam, ke­ silen kulaklar, açılan karınlar, diri diri derileri yüzülen çiftçi­ lerin hikayeleri ile doludur. Babıali, kıyamı tahrik ediyor (Sof­ ya Osmanlı komiseri "bir seferde hepsinin hakkından gelmek için karşımızda 2 0. 000 asi olmasını isteriz" diyor.) ve birlik­ ler yığıyor (1902- 1903 kışı). Arnavutlar Peç, Diakova Sırpla­ rını kati ediyor, köyleri yakıyor, Makedonya çiftçilerini ateşe veriyorlar (1903 bahan). "29 Nisan 1 903 'te Selanik'te bombalar atıldı; 2 Ağus­ tos'ta Manastır'a hakim olan, Priştine 'de sığındığı Saint-Elie Manastırından Sarafof, ihtilali ilan ediyor; Slavların mülkle­ ri satılıyor, kilise ve okulları kapatılıyordu. Sofya'nın ihtilal­ cilerle suç ortaklığını reddetmesine rağmen (1 O Ağustos l 903 Bulgar memorandomu) Makedonyalılar kitle halinde Bulga­ ristan'a kaçıyorlar. Slavlara hınçlı Yunanlılar, komitacılara 26


cephe alıyor ve Uzak Doğu harbi Rusları Balkanlar'dan uzak­ laştırdığı için sultan, Yunan çetelerini Slavlara saldırtıyordu ( 1 904 Ağustosu). " 1 904 baharında, 2 Ekim 1 903 Mürzteg programıyla sul­ tana kabul ettirilen "Avrupalı jandarma" (Hristiyan jandarma, Avrupalı subay) bazı şehirlere yerleşmişti. Umumi Vali Hilmi Paşayı çevreleyen mali müşavirlerin ve subayların çalışmala­ rını Osmanlı otoriteleri felce uğratıyorlar ve Avusturya, bilhas­ sa en fazla kargaşalık içinde bulunan hududuna komşu sancak­ ları polis kontrolundan istisna ettiriyordu. Anarşiyi arttırmak için, sultan, Makedonya'yı, ırk kavgalarını kızıştırmak için iyi bir kararla, "milli bölgelere" ayırıyordu. İhtilalcilerin "Make­ donya Makedonyalılarındır"dan başka beyanda bulunmama­ larına rağmen Yunan, Sırp, Bulgar çeteleri kendi köyleri için dövüşüyorlar; Yunanlılar Ulahlarla, Sırplar Arnavutlarla hudut­ lardan uzaklarda bile boğazlaşıyorlar; yalnız 1 907 Kasım ayı içinde Avrupalı jandarma istatistikleri 1 50 'si Slavlara ait olmak üzere 2 1 1 cinayet kaydediyor; 20 veya 30.000 komiteci, 1 00.000 başı bozuk, 1 50.000 Osmanlı askerine karşı 50 Avru­ palı jandarma subayının elinde 6000 jandarma var! Becerebi­ len Makedonyalılar en çok Amerika'ya göç ediyorlar: 1 903, 1 908 arası dörtte üçü Sliiv 75 .000 göçmen" (Jacques Ancel). Bu 1 9'uncu asrın uzun kargaşalığı deva­ Jön Türkler mınca ve geçici akitlerle zorunlu olarak arası (1908-1918) kesilmiş harpler süresince batı düşünceleri, ede­ biyat sayesinde, bilhassa, İbrahim Şinasi ( 1 826- 1 87 1 ) ve Na­ mık Kemal ( 1 840- 1 888) gibi mümtaz ( seçkin) yazarlar yardı­ mıyla, herşeye rağmen, Türklere nüfuz etmişti. 1 865 Hazira­ nın bir pazar günü Jean Jacques Rousseau ve Voltaire sevgi­ sini, Stuart Mill ve Spencer bilgisiyle bir araya getiren bir 27


gençler grubu Genç Osmanlılar Cemiyetini kurdular. Sonra Paris ve Londra'da (Ali Suavi) faaliyet şubeleri ile bir Genç Türkiye Komitesi kuruldu. tık Jön Türk neşriyat organı Hür­ riyet gazetesi, 1868'de Londra'da intişar etti (yayınlandı). Bu rüşeym (oluşum) halindeki grup, suplesi olmayan, fakat liya­ katli ıslahatçı sadrazam ve Abdülhamit'ten bahsederken an­ dığımız gibi siyasi şehit Mithat Paşanın şahsında taazzuv et­ mek (simge) talihine erdi. Mithat Paşa, memleketini iki mec­ lisli bir parlemento ile cihazlandırarak (donatarak) tasarıları­ nı gerçekleştirmişti. (11-23 Aralık 1876 Kanunu Esasisi) Türkiye'de parlamento rejimini Abdülhamit'le kurmak için zaman, fena seçilmişti. Harp çıkınca, sultanın emirlerine bağlı olmalarına rağmen mebuslara yol verildi: Kanunu Esa­ si ancak, salnamelerde kalmış, fakat işlemez bir halde bir ke­ nara atılmıştı. Jön Türk hareketi, daha sonra meşhur olan İttihat ve Te­ rakki Komitesini, Askeri Tıbbiye'den üç arkadaşıyla kuran Dr. Abdullah Cevdet'le 1894-1895'e doğru ıslahat gördü. Evvelce Bursa'da okul müdürü yumuşak huylu Ahmet Rı­ za, Paris'te Jön Türk neşriyat organlarının ilki Meşveret'i neş­ retti (1895). Murat Bey Cenevre'de Meşveret'e karşılık Mi­ zan'ı çıkardı (1896). Bu defa tek şef yoktu. Gizli olmaya gayret eden bir reis­ liğin vazifesini muhtelif şahsiyetler deruhte ediyorlardı (üzer­ lerine alıyorlardı). Bazıları kötü şöhretli oldu: Doktor Nazım, posta memuru Talat Bey, Bahattin Şakir, Damat Mahmut Pa­ şa ve oğullan, daha sonra ayrılan Prens Sabahattin ve Prens Lütfullah. Başlangıçta Paris ve Selanik'te yerleşmiş propaganda ocakları çoğaldılar. Abdülhamit fena metod tatbik ediyordu: or28


tadan kaldırmak için küçük gazeteleri satın alırken daha bü­ yük miktarda bunların yerlerini alanlan desteklemiş oluyordu. Ordu, Fran-masonluğun desteklediği Jön Türk hareketi­ ne çabuk denebilecek bir zamanda kazanıldı. Subaylar, büyük devletlerin yerinde olmayan müdahelelerine hiddetleniyor, gayri Müslimlerin hürriyet teşebbüslerinden telişlanıyorlar­ dı. Jakobenlikleri, henüz milliyetçilik seviyesinde idi. Hare­ keti ilk defa Selanik'teki 3'üncü Ordu topluca tasvip etti (ka­ bul etti). İttihat ve Terakki Komitesi'nin çok kere romantik, çok ke­ re kahramanca olan tarihini, tafsilatına girerek burada anlata­ mayız. Sadece Manastır yakınında Resne'den hareketle, bun­ dan böyle hatırası Yeni Türkiye'nin ilk kutlama tarihi olarak te­ sit edilmekte olan 23 Temmuz l 9 08 ihtilalini çıkaran iki subayın, Ahmet Niyazi ve Enver'in, cüretkar hamlesini hatırlatalım. 23 Temmuz 1 908 ihtiliili, herkes için, Ma­ Jön Türk kedonya mevzuunda Rusya ve İngiltere tasarı­ Hükümeti ları üzerinde neticesiz konuşup duralı batı politikacıları için, kuvvetlerini tam takdir edemeyen ve ümitlerini sultanın ölümüyle Hamit idaresinin son bulma­ sına bağlayan kurtarıcıların kendileri için de beklenmedik bir süpriz oldu. Filhakika, kudretin zahiri görünüşü Abdülha­ mit'in çevresinde emsalsiz bir baskı, men ve ihbar cihazı ile devam ettirilmekte idi. İlk isyan emaresinde, yıpranmış bir ida­ reyi muhafaza etmeye kimsenin niyetli olmadığı ortaya Çıktı. Makedonya'nın asi birliklerine karşı sultan, Asya birliklerini çağırdı, onlar ise cevap vermeyi reddettiler. Daha fenası Ve­ risoviç 'e toplanıp Y ıldız'a �eşrutiyet idaresine dönüşü talep için telgraf çeken Arnavutların döneklikleri oldu. Şu halde, razı olmak, 1 8 76 Meşrutiyetini meriyete (yü29


rürlüğe) koymak, seçimleri hazırlamak, yeni bir hükfunet kur­ mak icap ediyordu. İktidar, bittabi ekseriyeti subay olan İttahat ve Terakki Ko­ mitesini idare edenlerindi. Bunlar, doğrudan doğruya devlet iş­ lerini ele alacak yerde, hükı1mete getirdikleri şahıslar vasıtasıy­ la devlet işlerini yürütmeyi ihtiyar (alışkanlık) edinmişlerdi. Bu ilk devrede, ilk Fransız ihtilalinin şairane aylarında, Lui XVI gibi Abdülhamit' in de dava haricinde bırakıldığı an­ laşılmaktadır. Çünkü ihtiyar sultan zaruretlere boyun eğdi, iyi teşkilatlı bir ihtilalcilere güler yüz gösterdi. 24 Temmuz 1908, Türkiye'de ve Türkiye haricinde, sul­ tanın hareket tarzındaki çekinmeye bakarak hükmedildiği gi­ bi, umumi heyecan uyandırdı denilebilir. Asi subaylar muzaffer oldukları için memnundurlar. Dü­ nün saray adamları tekrar kendilerini toplama imkanıyla kur­ tulmuş olmalarına memnundurlar. Birkaç derviş, birkaç mü­ neccim ve irtikapla az çok doyurulmuş bir çok yüksek erkan hariç, Hamitçi memurlar, sultan ve kendileri mevkilerini mu­ hafaza ettiklerinden hoşnutturlar. Hapse atılmış asiler hürri­ yetlerine kavuştukları için bahtiyardırlar. Yunan andartları, Bulgar komitacıları Meşrutiyet sevinci içinde kardeş oluyor­ lar. Hristiyan halk yenilenen Kanunu Esasi'nin "tabi oldukla­ rı din ne olursa olsun, bütün imparatorluk tebaası fark göze­ tilmeksizin Osmanlıdır" diyen sekizinci maddesinden ötürü sevinmektedir. Hele Fransa'da ne sevinç! Bütün cumhuriyetçiler kendi­ lerine demokrasi ve hürriyette iltihak eden (katılan) Türk kar­ deşlerinin bayramını kutluyorlardı. Kendi öz telkinimizi bul­ manın hoşumuza gittiği bu Türk ihtilalinin sevinçli haberinin ilham ettiği safiyane mısraları burada tekrarlamaya lüzum yok30


Fakat bu hareketin diplomatik sahada tesirve yayılışı o de­ rece kuvvetli idi ki, Abdülhamit' e çok bağlı Almanya İmpara­ toru bile, iktidara gelişleri umumi bir teveccüh ile selamlanan bu bahtiyar suikatçileri tebrik etmekten kendini alamadı. Şüp­ hesiz ki hükı1met reisi Kamil Paşa tarafından açıklanan prog­ ramın bazı maddesi kapitülasyonların muhtemel ilgasını bil­ dirdiğinden yabancılar için gönül kıncı idi. Fakat dikkatli bir­ kaç izan (anlayış) sahibi hariç, tebliğ safhası, geçirilen zaman ve felaketlerle kazandığı gerçek ehemmiyetini bulamadı. Yenilenen Türkiye'ye bir dostluk kredisi açılmıştı (1909). Bu evvelce olduğu gibi, idamlar sistemi işlemeye başlayana kadan uzun aylar sürdü. Fazla olarak hükı1metler tereddütlü veya yorgun cumhuriyetlerdeki kadar çabuk birbiri arkasın­ dan değişiyordu. Bir komite istibdatı, sultanın istibdatı yeri­ ne dehşet saçıyordu. İstanbul örfi idare altına alınmıştı. Biri­ ken bu hatalar, Selanik birliklerinin müdahelesine sebep olan ve temsili bir sultanla, Mehmet V ile değiştirilen Abdülha­ mit'in tasfiyesini mazur gösteren bir tepkiyi tahrik ettiler (27 Nisan 1909). Türk dahili hayatı böylece karışmış iken, milli ihtirasın aniden alevlenmiş olduğu Balkanlar'da, Temmuz 1908 ihtila­ linin neticeleri gelişiyordu. Türk milliyetçiliği tarafından ya­ ratılan atmosferde, Sırp ve Bulgar milliyetçilikleri canlanıyor­ lardı. "Avusturya, kendini rahatsız etmeyen Bulgar milliyet­ çiliği ile bağdaşmazdı. Avusturya,Yugoslav kaynaşmasına son vermek için cüretkiir bir karar aldı: 5 Ekim 1908 'de Françoistur.

(*)Kitabın yazan burada önemli bir olayı atladığı için tarihi sıra bozulmuş ve nedenler kapalı kalmıştır. Çünkü Abdülhamit'in halini gerçekleştiren olay 31 Mart isyanıdır. Bundan sonraki devrede ittihat ve Terakki Komitesi'nin sıkıyö­ netime gitmesi bu yüzdendi.

31


Joseph, 1878'de Avripa' nın muhafazasını kendine emanet et­ tiği Türk eyaletleri Bosna Hersek'in ilhakını ilan etti. Daha öne, Avrupa'yla anlaşarak Prens Ferdinant, krallığa tahvil et­ tiği (çevirdiği) prensliğinin istiklalini ilan etmişti; kendini Bul­ garların çan ilan ettirdi" (J. lsaac) Avusturya'nın karan, başlangıcının tarihini belirtmemek ihmalcilik olabilecek olan Merkezi Avrupa buhranını açıyordu. Bu arada, Jön Türk hükı1meti, dahili statüsüyle aynı za­ manda harici politikasını nafile tesbite uğraşıyordu. Dahiliye nazın Talat Bey, Selanik'te: "Rejimimizin, bütün teveccühle­ re rağmen, bekası için hakiki bir desteğe ihtiyacı olduğundan kudret sahibi Üçlü lttifak'la bilhassa Avusturya-Macaristan'la ve dolayısıyla hem kuvvetinin hem teveccühünün kafi delil­ lerini bize göstermiş bulunan Almanya ile sıkı bir dostluğu de­ vam ettirmeye mecburuz," diye söylüyordu. 1911. "İhtiliil bitmemiştir. İhtiliili kazananların menfaat­ leri çekişmek için ihtilafa (anlaşmazlığa) düştükleri devrede­ yiz: Bu, Umumi Selamet Meclisi veya İttihat ve Terakki de­ dikleri bütün mutlak meclislerin akibetidir". (Rene Pinon) Fa­ kat bu dahili karışıklıklar yanında harici hadiseler harp man­ tığına uygun olarak cereyan ettiler. Fas hadiseleri, Afrika top­ raklan için tamahı uyandırdı ve bilhassa İtalya, Fransa Fas'a ve Almanya Kongo'ya yerleştiğine göre Trablus'u kapmanın saati geldiğini düşündü. Jön Türkler, Trablus'u itibarları ze­ delenmeden bırakamazlardı. Harp, İtalyanlar Trablusgarp'ı işgal ettiklerinde ilan edildi (7 Ekim 1911). Bir sene sonra Tür­ kiye, Merkezi imparatorlukların tazyiki altında anlaşmaya mecbur oluyordu (Ekim 1912). Fakat Türk-İtalyan harbi diğer harpleri hazırlıyordu. Bul­ garistan Sırbistan'la (Mart 1912), sonra Yunanistan'la ittifak

32


ettiğinden, Karadağ Sırbistan'a yardım vaad ettiğinden, Rus­ ya tarafından gizlice muzaheret (yardım) gösterilen bir Bal­ kan İttifakı Türklere karşı ortaya çıktı. Yunanlılar Selanik'e girer iken, Türkler Kırkkilise'de (Kırklareli), Bulgarlar Kuma­ n ova'da Sırplar tarafından mağlup edildiler. Bulgarlar, İstan­ bul'a 30 km. mesafede, Çatalca'da, durdurulabildiler. Türk­ ler, kendilerine Avrupa'da yalnız İstanbul ve Boğazları bıra­ kan Londra Sulh mukaddimatını (antlaşmasını) (30 Mayıs 1913) imzaladılar. Bu mağlubiyet saatinde ne Üçlü İttifakta ne de Küçük İtiliif'ta dostları kalmamıştı ve Pierre Loti'nin sesi "Can çekişen Türkiye" için tek başına bir matem şakısı olmuştu. Birkaç ay sonra (1913 Aralığı) Alman generali Li­ man von Sanders Birinci Ordu Kumandanlığına getiriliyordu. Rusya'nın itirazı üzerine, generalim görev emri Türk Ordusu Müfettişi olarak değiştirildi. 1914 Ekiminden itibaren, Türki­ ye Dünya Harbi 'nde Almanya yanında yer alıyordu. 1908 hadiselerinden çıkan Türkiye'yi Almanya'ya doğ­ ru sürükleyen karara, hala iktidarda bulunan İttihat ve Terak­ ki Komitesini muhalefet eden Ahrar Fıkrasının veya 1tilaf Par­ tisinin veya tam ünvanını vermek için saflarında Prens Saba­ hattin ve Lütfi Fikri'nin faaliyet gösterdiği, fakat Kamil Paşa ve gayrimüslim unsurlara dayanan Hürriyet ve İtilaf 'ın yarat­ tığı ayrılıklar sebep olmuştu. Komite ve bu muhalefet arasın­ daki mücadele gaddarlığın en feci şekillerine büründü: İtilaf­ çı Harbiye Nazırı Nazım, askeri şöhretinin kinlerden koruya­ madığı Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, müteaddit defalar ilan edilen bir örfi idare marifetiyle gazeteleri muntazaman kapa­ tılan ve üstelik kötü mıuımeleye maruz bırakılan gazetecilere yapılan cinayetler. Tanınmış bir muharrir olan Hüseyin Ca­ hid'in idare ettiği ve komitenin resmi neşriyat organı Tanin de 33


bu sansürden kaçınamadı. Sansürün darbeleri eski batı usulü­ ne göre önleniyor; kapatılan Tanin, Renin, İkdam, lktiham oluyordu. Türk Robespierreliği rolünde ise muzaffer ihtilalin uya­ nık subayı, maceralarda rütbeler alan, şimdi paşa ve Sultan mehmet V'le hanedana damat olan Enver Paşa idi. Hakikatte Türkiye 'nin harp içerisinde muharip (savaşan) taraflardan bi­ rine katılmasına ve neticede sonuna karar veren de olur. Enver, niçin Alman dostu oldu? Çünkü Almanya, Boğa­ ziçi kıyılarında kudret ve karan temsil ediyordu. Rusya, ana­ nevi düşman idi ve Fransa, İstanbul'da, prestijine yaramayan imtiyazlı bir saflık havası içinde idi. Sarı kitap, Sadrazam Sa­ it Halim' in, İtilaftemsilcilerine 4 Ağustos 1 9 1 4 'te "Babıali' nin kati bir bitaraflık gözeteceğini" temin ederken istifade ettiği bu saflığın izlerini taşır. Aynı ayın 8' inde aynı teminatlar ve İngi­ liz donanmasından kaçan ve Boğaziçi' ne doğru yolda olan Al­ man kravüzörleri Breslau ve Goeben'e Çanakkale Boğazı 'nın kapatılacağı vaadi. 1 0 Ağustos 1 9 1 4 'te iki gemi Boğazlar'ı aşıyor ve ertesi günden itibaren bir satış masalıyla Türk gemi­ si olarak maskeleniyordu. 1 1 Ağustos 1 9 1 4 'ten, İstanbul 'la Rusya, İngiltere ve Fransa'nın bütün siyasi münasebetleri kes­ tiği 3 1 Ekim 1 9 1 4 tarihine kadar Türkiye, emperyalizmin ye­ ni müttefikine cephane, işçi ve bahriyeli veren Almanya'nın askeri müstemlekesi olur. Bu, İtilaf devletleriyle harbe, aynı za­ manda mukaddes cihada hazırlıktır. Kararı Talat, Cemal ve Enver paşalar takbik edecektir: Cemal Paşa İstanbul askeri valisidir, Talat Bey dahiliyeyi, polisi idare eder ve bilahare sadrazam olacaktır (Ocak 1917 ), üçüncüsü daha aldatıcı, daha kurnaz, fakat asker olduğu için kendini Napolyon sanmak derecesinde mağrurdur. Bu trium34


vira, ihtilalin babası yaşlı Ahmet Rıza'yı ve intihar eden (1 Şubat 1916) Velieaht Prens Yusuf İzzetin'i susturur. Bu ara­ da kapitülasyonlar kimseye danışılmaksızın kaldırıldığında, zorla herşey Türkleştiriliyordu. Ermenistan vak'alarına yeni­ den bir dönüş olduğu kendiliğinden anlaşılıyor. Amerikalı Morgenhau'un tahkikatı benzeri görülmemiş bir dehşet bilan­ çosunu açıklıyor. Aşırılıkları bu sert şekilde tezahür eden (beliren) milli­ yetçiliğin, başka propaganda tarzları da vardı. Bilhassa, Ham­ dullah Suphi ve romancı Halide Edib'in beraberce çalıştıkla­ rı Türk Yurdu mecmuası ile prensipleri açıklanan milliyetçi­ lik, Türk Ocaklarını kuruyordu. Sultan bu gösterilere yaban­ cı kalıyordu: Çanakkale zaferine veya ordularının methine tit­ rek bir elle manzumeler yazmakla iktifa ediyordu. Büyük Harbin ve ona Türk iştirakinin (katılmasının) ta­ rihini yeniden yazmanın yeri değildir. Sadece tarihçilerin na­ sıl bir ihtimamla bu Türk iştirakini asgariye indirdiklerine işa­ ret etmek münasip olur. Fransa tarafından kini sürdürmek hiç temenni edilmemiştir: aksine, muharebelerin meşru şiddeti içinde, Türk ruhunu belirten alicenaplık ve insanlık çizgileri­ ne işaret etmekle iktifa edilmiştir. Pekala şimdi, harbin müsebbibi Jön Türkler hakkında maziye intikal etmiş bir meselede, nasıl bir hüküm vermek la­ zımdır? Mazeret mevzuubahs olmaksızın durumları başlı ba­ şına bir izahtır. Bu izah nedir? Osmanlı İmparatorluğunu teş­ kil eden bütün unsurlardan kaygılanan vatanperverlikleri ve imparatorluk Hristiyanlarının kurtuluş teşebbüsleri, İttihatçı­ lar, Osmanlılık fikrini tutmuşlardı ve bu mükellefiyeti taşıya­ bilmek için doğru bir mantıkla Abdülhamit'in İttahadı İslam­ cı (İslam Birliği) politikasını yenilemek zorunda kalmışlardı. 35


Böylece Arnavutlara, bir Hint-Avrupa dili için hemen hemen kullanışsız olan Arap harflerini aldırmaya kadar gitmişlerdi. İslama, sırf vatanperverlik mülahazasıyla dönüş, impa­ ratorluk Hristiyan tebaasının hamileri (koruyucuları) İtilaf memleketlerine karşı Jön Türkler'in beslediği husumeti (düş­ manlığı) yakından izah eder. 1 908 esaslarından uzaklaşmayı anlamaya imkan verir. Jön Türk hareketinin nazariyatçısı sosyolog Ziya Gökalp, hareketin programını şu üç kelimeyle izah etmişti: Türkleş­ mek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (Batılılaşmak)! İslamlaş­ mak! O zamandan beri tasavvur edilen, devletin ve dinin ay­ rılmasına hiç benzemeyen bir şey! Islahatlar, bilhassa tensikatlara (kısmalara) "idari kadro­ ların yeknesak, tertipli bir hale getirilmesi için tasf iyesi"ne hasredilmişti (ayrılmıştı). lki Meclis, namuslu ve usanmaz cethi nihayet mükafatlandırılmış Ahmet Rıza'nın riyasetinde (başkanlığında), devri sabıkın en bariz suistimallerine son ver­ mek mevzuubahs olduğunda birçok kanuna oy verdiler; fakat yenilerini yapmada çekingen kaldılar. Dini taassubu gücendir­ mek korkusu, eski alışkanlıklara şuursuz bir hürmetten bah­ setmeksizin Jön Türk ıslahatçılannın heyecanını sık sık diz­ ginledi. Onların ve Mustafa Kemal'in icraati arasında ne bü­ yük fark! Birincilere bu dar hareket tarzını veren belki ve bil­ hassa bu mukayesedir (karşılaştırmadır) ve şüphesiz ki ittihat­ çılar için bir intikal (geçiş) devresi insanları olmak mazereti­ ni kabul etmek doğru olacaktır. Büyük bir şef bulmak talihine de eremediler. Belki bü­ yük bir şef olma istidadından olan Mahmut Şevket'in ömrü, yapabileceğini göstermek için vefa etmedi. Her biri yapı iti-

36


barıyla kısa boylu üçler birtakım liyakatlere sahip idiler, fa­ kat hiçbiri büyük çapta değildi. Nihayet ilave icap ederki, İttihatçılar, halk efkarının gö­ zünde itibarlarını, iaşe rezaletleri ve aralarından bazılarının bulaşmış bulunduğu gayrimüslimlere fena muamele ile kaybet­ tiler. Bütün dünyada olduğu gibi harp içerisinde yeni zengin­ ler edinen Osmanlı rejimi diğer taraftan muhtelif (çeşitli) ida­ re işlerinden de zarara uğradı. Bir Kara Kemal'in icraati meş­ hur olarak kaldı. Feshine karar vermek için, 1 9 1 8 Ekiminde ko­ mitece yapılan son içtimada (Kongreye nazari olarak bütün sa­ lahiyetlerin intikali) TaLit Paşa, partisine isnat edilen vakıala­ rın doğruluğunu mahzun bir eda ile kabul etti. Bu icraatı önle­ mek niyetinde olduğunu ancak meselenin ahval ve şerait mü­ saade ettiği zaman, daha ileride ortaya atılmasını teklif etti. Mesela Bahattin Şakir gibi bazı ittihatçılar, isimlerinin Er­ meni kaliamlarına karışmasıyla, kötü gösterildiler. Komite bunları reddetmeyerek susmasıyla örtbas etti ve suçlan üze­ rine almış oldu. Bu sebepten ve başkalarından sönmeyen kinler, bu siya­ si partinin idarecilerini takip edecektir. Meşhur triumvira aza­ larının Asya ve Avrupa'da harpten bir hayli sonra feci şekilde öldürüldükleri göze çarpacaktır. İttihatçı eski sadrazamlardan biri Prens Sait Halim ve Dr. Bahattin Şakir de aynı akıbete uğ­ radılar. Komitenin fırtınalı mukadderatının feci sonu, İzmir Su­ ikastı davası ve komite azalarından dördünün idama mahku­ miyeti oldu (26-27 Ağustos 1 926). Bunlar arasında, memle­ ketin merkezi imparatorluklar yanında harbe girişine karşı itiraz etmiş bulunan nadir Jön Türklerden biri, Cavit Bey de vardı . 37


29 Eylül 1 918'de Bulgaristan silahlan bı­ raktığında, Suriye'de General Allenby Kuman� dasında İngiliz birlikl�rinin ilerleyişinden mü­ teessir olan Türklerin daha uzun zaman mu­ kavemet edemeyecekleri belli oldu. Filhakika bir ay sonra, yeni Bahriye Nazırı Rauf Bey ve Akdeniz Müttefik Donanmaları Baş Kuman­ danı Amiral Calthrope, Mondros körfezinde demirli Superb zırhlısında bir mütakere aktediyorlardı. General Franchet d'Esperey' in tasvibini getirmesi icap e­ den kuriye İngiliz hatlarında kaldığından, İngiliz Amirali, Müttefikler adına, mütarekeyi yalnız olarak imzalamıştı. Mü­ zakerelere, Kut el-Amara (Irak cephesi) esiri, esaretinden be­ ri Türklerin büyük dostu olmuş olan General Towshend'in arabuluculuğu ile başlanmıştı. Bu anlaşmanın başlıca hükümleri şunlardır: Boğazların serbestliği; ordunun terhisi ve harp gemilerinin teslimi; To­ ros tünellerinin işgali; telgraf merkezlerinin kontrolu; ticaret gemilerinden ve demiryollanndan Müttefiklerce faydanıl­ ması; imha etmemek kaydı ile Müttefikler istediklerinde, si­ lah, cephane, harp malzemesinin teslimi; Ermenilerle mes­ kfuı bir yerde kargaşalık patlak verirse Müttefiklerin burayı işgal etmeleri. Bir maddeyi, belki neticeleri itibarıyla en mühimi olanı­ nı ilave etmek icap eder: Müttefikler, emniyetleri için lüzum­ lu gördükleri bazı stratejik noktalan i şgal etmek hakkını mu­ hafaza ediyorlardı. (7'nci madde) Mütakere şartları, Türklerin derhal silahsızlanması hu­ susunda ısrar etmemekle, az şiddetli gibi telakki edilebilirdi, fakat bu yumuşaklık bile hiç olmazsa mevzuubahs 7'nci madMondros Mütakeresi'nden (30 Ekim 1918) İzmir'in Yunanlılar Tarafından İşgaline (15 Mayıs 1919)

·

38


de kadar müstakbel ihttilaflara gebe idi. Unutmamak lazım­

dır ki, Fransa, eski bir Yunan dostu Cleınanceau ve İngiltere öfkeli bir Türk düşmanı Lloyd George tarafından idare edil­ mekte idi. Mondros mütakeresi Ahmet İzzet Paşanın ve Mehmet iV (Vahdettin)'nın hükümdarlığı sırasında imzalandı. Aynı senenin temmuz ayından beri sultan olan bi ikinci­ si, saltanatı kısa süren Murat V dahil, diğer üç selefi gibi Ab­ dülmecit'in oğlu idi. Zeki, fakat karaktersiz bir insan idi. Bütün Türklere yayılmayan bir gevşeme, harbi takip et­

ti,fakat rehavet uzun sürmedi. Zaten harpten mütessir olmuş memleketi yeni mücadeleler bekliyordu. Türk halk efkiirı, vatanın bölünmesinden bahsolunması­ nı istemiyordu, ancak bir manda ihtimalini kabul ediyordu. Halbuki Müttefikler, hatta harp sırasında taksimin şartlarını, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya arasında aktedilen 26 Nisan 1915 Londra anlaşması gibi ahitlerle (anlaşmalarla) tesbit et­ mişlerdi. Bu tasarılardan ve parçalanmalardan bihaber bazı Türk gazeteleri, İngiliz mandasını övüyor (bilhassa Alemdar), diğerleri 8 Ocak 1918 Reis Wilson beyannamesinin 12'nci maddesinin tesiri altında kalmış, Amerikan tarafları idiler (İs­ tiklal). Ali Kemal, Rıza Tevfik, Sait Molla, Şeyhül lslam Mus­ tafa Sabri'nin mensup oldukları bir İngiliz Dostları Cemiyeti bile kuruldu. Rahip Frew bu cemiyetin kurulmasında mühim bir rol oynadı. Fakat az sonra, Müttefikler mütakere hükümlerinin tat­ bikine geçtiler. Muahede (anlaşma) hükümlerini tatbike kafi derecede Türkiye'nin g·ayret etmediğini bahane ederek, Ka­ sım 13 'te, İstanbul' a kadim (eski) başşehir Hristiyanlarının he­ yecan gösterisi ile istikbal edilen (karşılanan) donanmalarını 39


gönderdiler ve aynı ayın 23'ünde General Franchet d'Espe­ rey, Türklerin kalbinde hatıra�ı uzun zaman hüzünle kalacak olan muzafferane girişini yaptı. Bu hadiseler, milliyetçi (İttihatçı) veya sırf vatanperver olsun kaynaşmanın tekrar uyanmasını, aynı zamanda azınlık unsurlar arasında istiklal emelinin yeniden doğmasını mukad­ der olarak tahrik edecek veya hiç olmazsa şiddetlendirecekti. Şu manalı olaylar zikre değer: Yunan Konsolosluğu tara­ fından asılan ve dalgın yolcuların hayret bakışları altında Be­ yoğlu kaldırımlarını süpüren muazzam Yunan bayrakları ve camiye karşı muhtemel bir hareketi önlemek için ihtiyaten Ayasofya'nın kubbeleri altında yatırılan Türk askelerinin nö­ bet tutması. Bu andan itibaren, Türk vatanının kurtulması için türlü cemiyetler kuruldu. Bilhassa merkezi İstanbul'da, biri Erzu­ rum 'da ve bir başkası Harput'ta mümessillikleri olan Vilaya­ tı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti vardı. Bu ce­ miyetin başlıca sözcüsü meşhur Türk kitapseveri, Diyarbakır sabık (eski) Defterdarı Ali Emiri Efendi idi. Gaye, Müslüman­ ların göçünü önlemek ve Ermenilerin muhtemel teşebbüsle­ rine mukaveket etmek idi. Diğer cemiyetler, ademi merkezi­ yetçilikte bir çare veya daha az kötülük görerek, infiratçılık isnadına (ayrılıkçılık suçlamasına) uğramak pahasına bölge­ ci gruplaşmalar yaratıyordu. Edime bölgesinde Trakya Paşa­ eli Cemiyeti veye Pontus müstakil devletini kurmak isteme­ lerinden şüphe edilen Rumların hareketine karşı savaşmayı ta­ sarlayan, merkezi İstanbul 'da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyet gibi. Ayn ayn unsurlardan mürekkep olan Osmanlılar, Türk­ ler için yeni endiye mevzuları teşkil eden muhtelif cemiyet40


lerde gruplaşıyorlardı. Pontus bölgesindeki faaliyetlerinden başka olarak, Rumların 1stanbul'da Patrikhanenin himaye et­ tiği yetişkinlere açık Mavri Mira izcilik teşkilatı vardı. Kürtler, bir yabancı kuvyetin himayesinde Kürdistan is­ tiklalini güden Kürt Teali Cemiyetini İstanbul 'da kurdular. Di­ yarbakır, Bitlis ve Elazığ'da (Harput) mümessillikleri vardı. Tamamen Türk dahili siyaseti bakımından, partilerin du­ rumu, uğranılan mağlftbiyetle altüst olmuştu. Fesh edilmiş 1ttahat ve Terakki Komitesi tarafından ter­ kedilmiş hükı1met mevkilerini eski Hürriyet ve hilaf azaları ele geçirdiler; Peyam gazetesi ve daha sonra Mihranın yerine geçen Sabah'ın başyazarı polemikçi Ali Kemal Dahiliye Na­ zın oluyor (gerçekte kısa zaman için: Mayıs-Haziran l 919) Fi­ lozof Rıza Tevfik'e de aynıyle bir vekalet temin edildi Jön Türkler, bununla beraber iktidarı ele geçirmek üıni­ dinden vazgeçmediler ve partinin yeni ismi olan Tereddüt Fır­ kası altında tekrar toplanmaya teşebbüs ettiler. İngilizler, bu kaynaşmalara, başlıca İttahatçılan (bu arada sürgün mektup­ lan 1 93 1 'de neşredilen (yayınlanan) Ziya Gökalp' ı) hapsede­ rek ve sonra Malta'ya sürerek son verdiler. l 6 sürgün Mal­

tan'dan kaçmaya ve Avrupa'ya geçmeye muvaffak oldu. (Sa­ bık İaşe Nazın Kara Kemal bunların arasında idi.) Mütakereden sonra siyasi klüp veya cemiyet olarak, Hür­ riyet ve İtilaf (Reisi Albay Sadık Bey), Ferit Paşa tarafından riyaset edilen, İngiliz tarafları Sulh ve Selamet, Teali i İslam -

Cemiyetleri vardı.

Türk Ocakları da kapatıldı, fakat İttihatçılar gizli olarak faaliyete devam ediyorlardı. Böylece, İngilizler memleket üzerinde baskılarını daha 41


fazla arttırmaya lüzum gördüklerinden politika atmosferi bir hayli bulanık idi. 1 9 1 9 Ocağından itibaren, Musul'u 3 Kasım'dan beri iş­ gal altında bulunduran lnglizler Kilikye'da (Adana, Maraş, antep) ve Urfa'da (eski Edes) yerleştiler. 7 ay sonra Suriye ile beraber bu mıntıkayı Fransızlara bıraktılar. Fakat bu andan sonra Türkler, Mustafa Kemal Paşa tarafından tayin edilen muhtelif subaylar ve 3.300 kişi ile Mersin, Tarsus, Osmaniye mıntıkasında bir Adana cephesi kurmuşlardı. Esasen, Mütakerenin arifesinde Halep yakınında bulunan Katma'daki umumi karargahında Mustafa Kemal Paşa, Ali Cenai Bey gibi mümtaz kimselere milli müdafaa çeteleri teş­ kil etmelerini tavsiye ve onlara silah tedarik etmişti. 29 Nisan l 9 1 'da İtalyanlar, 26 Nisan 1 9 1 5 Londra anlaş­ masına uygun olarak Antalya'yı ve Anadolu'nun doğu-batı kö­ şesini işgal ettiler. Bu toptan işgaller haricinde İç Anadolu 'daki muhtelif şe­ hirlere Müttefik birlikleri giriyordu: Konya'da İtalyanlar, Mer­ zifon ve Samsun' a İngilizler, Bursa ve Balıkesir' e Fransızlar yerleşmişlerdi. Müttef ikler arasında tevali eden (süren) ihtilatlara ve muhtelif beynelmilel anlaşmazlıklara rağmen, Türk arazisi üzerindeki bu el koyuşlar, şüphesiz, evvelden kararlaştırılmış bir plana göre devam ediyordu. Bununla beraber bunların halk efkarında, Türkiye'nin bütünlüğüne yeni bir darbe kadar te­ sirleri kati olmuyordu. Müteşebbisleri tarafından ağır bir psi­ koloji hatası ile İzmir Yunanlılara işgal ettirildi. Vaziyetten iyi haberdar edilmeyen İngiltere, Fransa, İtal­ ya ve Japonya başvekilleri içtimaında (toplantısında), "Yük­ sek Meclis", Mütakerenin 7'nci meşhur maddesi gereğince, 42


Yunanistan'ın İzmir'i işgale salahiyetli kılınmasına karar ver­ di. 1 4 Mayıs 1 9 l 9'da İngiliz, Fransız, Amerikan ve Yunan bir­ liklerinden müteşekkil (oluşan) bir donanma ile Amiral Calth­ rope İzmir limanına girdi. Calthrope, bu kararı XVII'nci Os­ manlı Kolordu Kumandanlığına resmen tebliğ ve kumandan­ lığı muhalefet etmemeye davet etti. Kolordu kumandanı İstan­ bul'dah talimat talep etti. Fakat aciz hükfunet, İngiliz amirali­ nin tebliğinin Mütakere hükümlerine uygun olduğunu Harbi­ ye Nezareti vasıtasıyla bildirdi. 1 5 Mayıs'ta sabahın saat 7 'sinde, nakliye gemileri, Yu­ nan Averof ve Limnos zırhlıları refaketinde (eşliğinde), Al­ bay Zafiriotis kumandası altındaki birliklerin çıkartmasına başladılar. Yunun askerleri İzmir'in Ortodoks halkının alkış­ larıyla karşılandılar. Bazı taşkınlıklar yapıldı. Türk askerleri serpuşlannı (şapkalarını) çıkararak "yaşa Venizelos" diye ba­ ğırmaya zorlanıyordu ve itaat etmeyi red eden bir Türk suba­ yı öldürüldü. İsmi Fethi Bey idi ve XVII. Kolordu askerlik şu­ besi reisi ve erkanıharp albayı idi. Yunan torpitoları, Türk as­ kerlerini getiren gemiler üzerine ateş ettiler, 30 kişiyi öldür­ düler, 40 kişiyi yaraladılar. 8 gün sonra, İzmir hinterlandı da böylece işgal edildi. Silahlı bir mukavemet imkansızlığından, vatanseverler, Calthrope tebliği haberi üzerine derhal bir Reddi İlhak Cemi­ yeti kurdular. Fakat Müttefiklerin Türkiye'ye karşı tuttukları politikaları için daha endişe verici bir hadise hemen hemen ay­ nı zamanda vuku buldu. Tam İzmir'in işgalinin ertesi günü, 1 6 Mayıs, Mustafa Kemal Paşa, İstanbul 'u Milli Mukaveme­ ti idare etmek üzere Samsun'a gitmek için terkediyordu. Bu fevkalade insanı okuyucuya takdim etmek sırası gel­ miştir. 43



İKİNCİ BAHİS MUSTAFA KEMAL SAMSUN' A HAREKETİNE KADAR HAYATI ( 1 6 MAYIS 1 9 1 9) Mustafa Kemal - Çocukluk ve tahsil seneleri - Askerlik mesleği - ilk muharebeler - Büyük harp (Çanakkale, Kafkas cephesi, Filistin ve Suriye) , Mütakereden sonra. "Şarkın uyanış tarihine, hadiselere tesir eden nafiz (seçkin) simalı yaratıcısının siluetini çizmeksizin girmek imkansızdır. Çok nadir ahvalde birbiriy­ le beraber olan iki vasıf, onda bir arada bulunmaktadır: Aske­ ri kumandanlık kabiliyeti, sivil teşkilatçılık kudreti. Mustafa Kemal

"Kuvvetli şahsiyetiyle Anadolu'nun şefi, değiştirdiği şark ruhu üzerinde derin tesir icra eder." (Berthe Georges-Gaulis) "Mustafa Kemal 'in şahsiyeti bu son senelerin Türkiye ta­ rihini baştan başa doldurur. Sultan ve Babıiili' nin ihanetiyle vicdanı isyan ederek lstanbul'u terkettiği, Osmanlı İmparator-

45


luğu yerine bir milli Türk devleti yaratmak için Samsun'a çık­ tığı günden beri olan askeri zaferler, siyasi ihtilal, içtimai ıs­ lahatlar (devrimler), hepsi onun kendi eseridir. O, her seferin­ de, her sahada ve ne kritik durumlarda takip edilecek yolu çiz­ miştir; tatbik edilecek usul hakkında karar vermiş ve icrasını idare etmiştir. Meclisin üstünde ve dışında milletine lüzumlu teşviki aşılamaya devam eden de odur. Evvelce savaş meydan­ larında ne idi ise, devletin başında yine öyle, bir hareket ada­ mı, insan idarecisi olmak istiyordu. Nutuklarında şatafatlı cümleler, sözlerinde değersiz, ağdalı hitabet yoktur. Lisanı sa­ de, samimi, gösterişsiz, herkesin anlayabileceği seviyededir. Ve görüldüğü gibi, tek bir ülkü onu tamamen kavramıştır: M e­ deniyet. Mustafa Kemal'e göre Türkiye, Dünya'yı idare eden modern medeniyeti kayıtsız, şartsız kabul etmeli, asrıyla be­ raber yürümelidir." (P. Gentizon. Mustafa Kemal ou L'Orient en marche) "Kemal, diktatörlüğe, benzerini söylemek çok güç olan, neticeleri zengin, kesin bir zaferin kanatlarıyla ulaştı." "Mustafa Kemal, tam bir istiklalden faydalanan ve Os­ manlı İmparatorluğunun en şanlı anlarından sonra maruz kal­ dığı yabancı müdahalelerden masun görünen yeni Türkiye'yi ortaya çıkardı. Bütün aşağılatılmalara tevekkülle katlanan ve büyük devletlerce taksimi kararlaştırılmış bir halktan en bü­ yük devletler tarafından tam itibarla muamele edinen bir mil­ let vücuda getirdi. Hürriyete alışmış olmayan bir halkın, kur­ tarıcısının elleri içine bütün kudretleri vermesine nasıl hayret etmemeli?" "Mustafa Kemal, bir sulh idaresi ile 1 2 harp ve felaket senesinin yaralarını iyileştirmekle iktifa etmedi. Bir doğu hal­ kında asla görülmemiş en derin ihtiliili Türkiye'de yaptı: Hi46


!afeti kaldırdı ve onu uzun zamandan beri temsil eden Osman­ lı hanedanını memleket dışına çıkardı; dinin devlet işlerine ka­ rışarak idarenin temelini teşkil ettiği bir memlekette onu dev­ letten ayırdı; esastan dine bağlı bir halktan, kökten laik bir mil­ let yaptı." "Gelenekler düzeninde ortaya attığı devrim, din alanıda­ ki kadar deri ve tamdı."

(F.

Cambo)

Mustafa Kemal, kaderini herkesten çok çocukluk ve Tahsil Seneleri mirasa veya irsiyete dayanmadan kendi eliyle yoğurdu. Anası ve babası, mütevazi kimseler­ di; Amavutluk' un Sırbistan' a yakın bir yerinden, Mustafa'nın 1 880'de doğduğu Selanik'e gelmiş Türklerdi. Babası, Ali Rı­ za Efendi, liman müdürlüğünda önceleri memur oldu ve bila­ hare kereste tüccarlığı yapmak için idareden ayrıldı. Genç yaş­ ta öldü ve küçük Mustafa, Güney Amavutluk'un mütevazi bir çiftçisi ile bir Makedonyalı 'nın kızı olan annesi Zübeyde Ha­ nım tarafından büyütüldü. Zübeyde Hanım, ikinci oğlu Mus­ tafa'da benzeri görülecek kuvvetli karakteriyle, iyi çiftçi nes­ linden bir ev kadını idi. İlk oğlu doğumda ölmüştü. Musta­ fa'nın küçüğü, Makbule adında bir de kızı vardı. Babanın ölümünden sonra aile, Selanik yakınında Laza­ ran'da Zübeyde Hanımın çiftçi kardeşi yanına çekildi ve Mus­ tafa Kemal, Selanik'te oturan teyzesinin yanına gönderilesi­ ye kadar bir küçük çiftçi çocuğunun sıhhatli hayatını yaşadı. Teyzesi onu Şemsi Efendi ilk okuluna kaydettirdi. Öğretim, burada yeni programlara göre yapılmakta idi. Mustafa Kemal, sonra mülkiye rüştiyesine kabul edildi ise de orduya karşı sev­ gisinden ve o zamandan tezahüre (belirmeye) başlayan hür n:ıi­ zacından (kişiliğinden), okulu haksız bir cezadan dolayı ter­ ketti ve kendi arzusu ile Askeri Rüştiyeye kaydoldu. Müstes-

47


na kabiliyetleri, burada hocaları ve bilhassa matematik hoca­ sı Yüzbaşı Mustafa Efendi tarafından fark edildi ve bu, sınıf çavuşu veya müzakereci seçilmesini temin etti. İşte kendisiy­ le aynı ismi taşıyan bu subaydandır ki, Arapçada olgun ma­ nasına gelen Kemal ismini aldı.(Mustafa, Peygamber' in isim­ lerinden biri olup seçkin manasına gelmektedir.) Mustafa Kemal, bundan sonra, 1 7 yaşına Manastır As­ keri İdadisine geçti. Bu sıralarda Türkiye Yunanistan 'la harp halinde idi. Mustafa Kemal, bu andan itibaren ihtilalci fikir­ leri benimsedi ve dominiken rahiplerinin vermekte olduğu Fransızca derslerinden faydalanarak Rousseau ile Voltaire ' in eserlerini Ohrili yeni dostu Fethi Bey ile okumaya başladı. Ta­ tillerini Seliinik'te geçiriyordu, fakat annesi Zübeyde Hanı­ mın yeniden evlenmiş olduğu üvey babası Rodoslu zengin tüccarla geçinemiyordu. İmtihanlarını parlak bir şekilde vererek,

20 yaşında Ma­

nastır'dan ayrıldı ve asteğmen rütbesiyle İstanbul ' a geldi; Pan­ galtı 'daki Harp Okuluna, daha sonra da bu okulun kurmay sı­ nıfına girdi. matematiğe karşı temayülü (ilgisi) gitgide artıyor­ du. Güzel konuşan bir hatipti, arkadaşlarına ihtilalci mevzu­ larda nutuklar verir ve siyasi makaleler hazırlardı. Harp Okulu talebeleri ihtilalci bir cemiyet kurdukların­ da, Mustafa Kemal, neşrettikleri el yazması gazeteye hararet­ le yardım etti. Harp Okulundaki siyasi toplantılar Askeri Tedrisat U­ mum Müdür İsmail Hakkı Paşa tarafından yasak edilince, ta­ lebeler toplantılarını dışarıda yapmaya başladılar. Mezuniyet imtihanlarından sonra Mustafa Kemal, bu toplantıların idare­ sini ele aldı ve annesinin gönqerdiği harçlıkla�la gizli bir yer kiraladı.

48


Sultanın hafiyeleri tarafından bu toplantıların ihbar edil­ mesi gecikmedi ve Kurmay Yuzbaşı ünvanı kendisine tanın­ dığı gün (29 Kasım 1904) tevkif edildi. Y ıldız Sarayındaki Tahkik Komisyonuna arkadaşları ile beraber götürülen Mus­ tafa Kemal, hapse mahkfun oldu ve burada üç ay kaldı. Mü­ teakiben, İsmail Paşa tarafından tekdir edildikten sonra Suri­ ye'ye sürgüne gönderildi. Suriye'de Mustafa Kemal, asi Dürzülere Askeri Meslek karşı yapılan seferlere iştirak etti. Şam'a dön­ Hayatı düğünde ihtilalci faaliyetlerine devam etti ve Harp Okulundan arkadaşı Lütfi Müfit ile beraber "Vatan ve Hürriyet" adını verdikleri gizli bir cemiyet kurdu. Hakiki ihtilalci merkezin Selanik olduğunu takdir ederek, kısa bir tatilden, değişik kıyafette Yafa'ya geçmek için istifa­ de etti. Buradan Mısır, Atina yoluyla Makedonya'ya geçti. Se­ liinik'te annesinin evinde barınır, arkadaşları vasıtasıyla gar­ nizon değiştirme işini temine çalışırken, İstanbul'dan derhal tevkifi için emir çıkarıldı. Fakat, o sırada Seliinik Merkez Ku­ mandanlığı muavini (daha sonra Dahiliye Vekili), Vatan Ce­ miyetine aza olmuş olan Cemil Bey bunu önledi ve kaçması için zaman bıraktı. Selanik'te bulunalı dört ay olmuştu. Ya­ fa'ya döndü ve ilk firarında kendisine yardım eden liman ku­ mandanı Ali Bey, bir üniforma tedarik ederek ve Gazza'ya göndererek bir defa daha yardımına koştu. Bundan sonra Ah­ met Bey, Mustafa Kemal'in Suriye'den hiç ayrılmamış bulun­ duğunu ve halen Gazza'da olduğunu bildiren bir rapor hazır­ ladı. Mustafa Kemal'in takibinden vazgeçildi. 1907 Eylülünde, o zamanlar kolağası bulunan Mustafa Kemal, ileri fikirlere kazanılmış_muhtelif sub,aylarla teması sa­ . yesinde, vazifesini Manastır'a naklettirmeye muvaffak oldu< 49


Tayin yerine gidemedi; Üçüncü Kolordu Kumandanı bir as­ keri teftişte kendisini beğenerek Selanik'te kurmay olarak alı­ koydu. Orada tekrar dul kalan ve rahat bir hayat sürecek ka­ dar geliri olmayan annesini buldu. "Vatan ve Hürriyet"in bir şubesini Selanik'te kurmayı yeniden denedi. Fakat burada yer­ leşmiş bulunan İttihat ve Terakkinin yeni teşebbüslere serbest bırakmadığını ve mahalli ihtilal faaliyetini merkezileştirdiği­ ni farketti. Mustafa Kemal, İttihatçılarla anlaşamıyordu. İttihatçıla­ rın teşkilatları ve aralarında dereceleri vardı ve sadece mesle­ ki ve askeri inzibat tanıyan Mustafa Kemal, kendinde bir ma­ iyet adamı değil, bir şef i stidadı seziyordu. Cemal Bey için müphem (gizli) bir sempatisi vardı, diğerleri için ise başta En­ ver olmak üzere hiçbir sempatisi yoktu. 1 908 ihtilalinin pat­ lak verdiği güne kadar, onların hoşuna gidecek birşey yapma­ dı, bu şekilde hadiselerden uzak kaldı. İttihat ve Terakki Ce­ miyeti erkanının itibarını sarsan kargaşalıktan itibarı lekesiz çıktığı için bahtiyar bir anlaşamamazlık! Mamafih Mustafa Kemal, İttihatçı harekete, 1 909 Nisa­ nı i syanının (3 1 Mart) bastırılmasında iştirak etmiştir: Mah­

mut Şevket Paşa, 2 ve 3 . Kolordularla İstanbul üzerine yürür­ ken, bu birliklerin öncüsü olan 1. Tümen Kurmay Başkanı Mustafa Kemal idi. 1 9 1 O'da Mustafa Kemal Fransa'da kısa bir müddet kaldı: Pikardi manevralarına giden Ali Rıza Paşa heyetine dahil bu­ lunuyordu. Bu vesiyleyle Gazi'nin, Fransa'daki bu ikametini ve Fransa ülkesinin erdemlerini asla unutmadığını söylemek mümkündür. Bundan sonra tamamen mesleki vazifelerine döndü ve 3 . Kolordu eğitim merkezinde ve kurmayında vazifelerini par-

50


lak şekilde başardı . Fakat manevralarda, gezilerde ve harp oyunlarında yaptığı tenkitler amirlerinin hoşuna gitmiyordu ve bu sebeple kendisinden, Selanik'te 3 8 'inci Alay Kumandan­ lığını vererek kurtulmak çaresine başvuruldu. Orada da çok muvaffak oldu ve arkadaşları, maiyeti nezdinde itibarı arttı. Orduyu isyana teşvik ettiği bahanesiyle, Harbiye Nazın olan Mahmut Şevket Paşa onu Seliinik'ten çağırttı ve payitahttaki Genel Kurmaya tayin etti. Bu arada yükselen şöhretinden, kendisine siyasi bir mev­ ki yapmak için istifade etmeyi denedi ise de hemen bundan vazgeçti. Siyaset hoşuna gitmiyordu ve siyasetin icap ettirdi­ ği teşebbüsleri istemeyerek yapıyordu. Siyasetten, gönlünün daha hoşlandığı bir iş için vaz geçiyordu. 1 9 1 1 'de İtalya Trablus 'u işgal etmişti. Vakİlk Muharebeler tiyle kısa bir vazifeyle burada bulunmuş olan Mustafa kemal, birkaç arkadaşıyla Anadolu, Su­ riye ve Mısır'ı trenden ve eline geçen her vasıtadan faydalana­ rak aşıp ikinci defa Trablus 'a vardı. İskenderiye 'deki İngiliz ku­ mandanının ihbarına rağmen hududu, hudut subayı Mısırlının yardımı ile geçebildi. tık rastladığı birlikler, Tobruk mevziini tutan Halepli Etem Paşa kuvvetleri idi. Bu birlikleri taarruza kaldırmaya karar verdi. Trablus 'ta Türklerin ilk muvaffakiye­ ti bu oldu. Tobruk'ta binbaşılığa terfini öğrendi. Daha sonra Deme kuvvetleri kumandanlığına tayin edil­ diğinde, kendisinden daha genç olmasına rağmen kumandan olan Enver' in emri altında bulundu. Mizaçları çok farklı bu i­ ki insan, birbirlerine ısın;�.madılar. Mustafa Kemal bir sene­ den beri Derne'de idi ki, daha vahim endişelerTrablus harbi­ ni ikinci pliina geçirdi. Balkan devletleri Türkiye'ye saldırmıştı: Mustafa Ke51


mal, İstanbul' a Mısır, Fransa, Avusturya, Romanya yolu ile ge­ lebildi. Ümitsiz bir durum buldu: Osmanlı İmparatorluğu, Balkanları Rauf Bey kumandasında bulunan Hamidiye 'nin Karadeniz'deki baskınları hariç, bir muvaffakiyet tanımaksı­ zın kaybediyordu Seliinik, Mustafa Kemal' in doğduğu şehir, Yunanlıların eline geçmişti. Bir mülteci (göçmen) kampında bulunan ihtiyar, perişan annesi ile kızkardeşini aramaya gitti. Onları alıp İstanbul ' a yerleştirdi ve Gelibolu yarımadasında Bolayır hattını tutan bir hücum tümenine kurmay başkanı ola­ rak iltihak etmek üzere hareket etti. Bu birlik, biliihare Edir­ ne'nin kurtulması harekatına iştirak etmiştir. Mustafa Kemal, Balkan harbinden sonra yarbay oldu. Enver'le ve İttihatçılarla münasebetleri, Enver'in Liman von Sanders' i Türk ordusunu yeniden teşkilatlandırma heyeti re­

isliğine atanmış olduğunu öğrenince daha gerginleşti. Alman­ ya'nın, memleketine bu el koymasını netice almaksızın pro­ testo etti. İttihatçılar, Mustafa Kemal'i rahatsız edici bulduk­ larından Sofya'ya askeri ateşe tayin ederek uzaklaştırdılar; Sofya'da Türk elçisi olarak dostu Fethi Beyi bulacaktı. Bul­ garistan 'da ikameti sırasında, Mustafa Kemal, imkanları nis­ betinde Babıali'nin bu harbe karışmasına mani olmaya çalı­ şarak dikkate değer bir ileri görüşlülük gösterdi. Almanların Paris üzerine yürüyüşlerinde dahi bu harbin tahripkar netice­ lerinden Türkleri korumaya uğraşıyordu. Mustafa Kemal, bir kumandanlık elde ede:Büyük Harp (Ç an akkale, bilmek için çabalıyordu, Sofya'da 1914 AralıKafkas, Filistin ğa sonuna kadar kaldı. ve Suriye Cepheleri) Kafkas cephesine gitmiş olan Enver'in yokluğunda nihayet bir kumandanlık elde etme­ ye muvaffak oldu. Bu kadroları bir hayli eksik 19. Tümendi 52


( 1). Tümeni kurmaya, teşkilatlandırmaya ve kendisine büyük kıymet veren Liman von Sanders'in teşebbüsü ile Tekirdağ'dan Maydos'a naklettirmeye muvaffak oldu. Aynı bölgeye bir al­ bayla ikinci bir tümen gönderildiğinden, Maydos kesimi bu albayın emirleri altına girdi ve Mustafa Kemal, birliğiyle Müt­ tefiklerin Gelibolu yarımadasına çıkartma tarihi olan 25 Ni­ sana kadar kaldığı Bigalı köyüne yerleşti. İngilizlerin Anbur­ nu 'na karşı teşebbüs ettikleri beklenmedik hücumu soğuk­ kanlılığı, karar verme kudreti, bir nevi seziş kabiliyeti saye­ sinde muvaffakiyetsizliğe uğratmasını bilen, işte bu Mustafa Kemal'dir. Avustralya ve Yeni Zelanda (Anzak) kuvvetlerinin ilerleyişini durduran ve cephelerini tesbite zorlayan da odur. 1 9 Mayıs 1 9 1 5 'te Miralay oldu. Gene 6-9 Ağustos günlerinde Suvla koyuna çıkartma ya­ pan İngiliz ordusunun Anafartalar'ı geriden almak ve Anbur­ nu cephesini çökertmek için tasarladıkladı çevirme hareketi­ ni Kabatepe, Kocatepe ve Conkbayın mukabil taarruzu ile önleyen de Mustafa Kemal'dir. Mustafa Kemal, Çanakkale'nin hakiki müdafii oldu. Müt­ tefik kuvvetlerinin çekilmesi üzerine Kafkas cephesine gön­ derildi ve Diyarbakır'da iken hak ettiği mirliva rütbesini ka­ zandı. Albay İsmet, Kurmay Başkanı ve General Kazım Ka­ rabekir kumandan vekili idi. 7 ve 8 Ağustos 1 9 1 6 'da Mustafa Kemal, Bitlis ve Muş'u hatları dağılmaya başlayan Ruslardan geri aldı. Rusların boz­ gunu, bu çevrede malzeme ve teçhizat bakımından feci durum­ da olan Türkleri büyük bir sıkıntıdan kurtardı. ( 1) Yarbay olmasına rağmen bir tümene kumanda etmekte idi. Dünya har­ bi sırasında Türk ordusunda kadro noksanlığı şiddetle hissolunuyordu ve umu­ miyetle subaylar rütbelerinin üstünde kumandanhklar deruhte ediyorlardı.

53


Tehlike geçince, Mustafa Kemal, cephenin bu kısmında alaka çekici birşey görmemeye başladığı sırada Hicaz seferi kuvvetleri kumandanlığına tayin edildi. Kazım Karabekir Pa­ şaya Kafkasya Ermeni askeri birlikleri ile uğraşması işini tev­ di ederek ( 1 9 1 7) Suriye'ye gitti. Şam'da Başkumandan Vekili Enver'le bir mülakat yaptı, Suriye cephesini takviye için Hicaz'ı boşaltmayı tavsiye etti; fakat görüşünü kabul ettirmeye muvaffak olamadı ve bu mü­ lakat sonunda 2. Ordu Kumandanlığına tayin edildi. Az sonra General von Falkenhayn' ın kumanda ettiği ve Bağdat'ı geri almak vazifesi verilecek olan Yıldırım Ordular Grubuna bağlı 7'nci Ordu Kumandanlığının kendisine tevdi­ ine karar verildi. Mustafa Kemal, tahakkukunu imkansız gör­ düğü bu projenin terkini talep ederek ileri görüşlülüğünün ye­ ni delillerini vermiş oldu. Alman generalinin Arap kabileleri için tasarlamış oldu­ ğu siyaseti, Türkiye'nin dahili işlerine bir müdahale telakki e­ den Mustafa Kemal 'i öfkelendiriyordu. Aynca bazı askeri ha­ rekat projelerini de tasvip etmiyordu. Düşüncelerinden vaz­ geçirmeye çalışmadan başka, her vasıtadan istifade ederek onu ezmeye uğraşan von Falkenhayn ile arasında vahim an­ laşmazlıklar patlak verdi. Nihayet Mustafa Kemal, o sıralar­ da Halep civarında bulanan 7'nci Ordu Kumandanlığından is­ tifasını gönderdi. Vak'alar Mustafa Kemal'in ileri görüşlülüğünde bir de­ fa hak verdi. Irak seferini iyi bir sonuca ulaştıracak imkansız­ lık karşısında, Y ıldınm Grubu, von Falkenhayn tarafından Fi­ listin' e alındı. İstifasını takiben, Mustafa Kemal 2. Ordu Kumandanlı­ ğına yeniden tayin edildi ise de buraya dönmeyi kabul etme54


di. İtibarı zevale (yok olmaya) başlayan Enver Paşa ısrara ce­ saret edemedi ve asi komutana izin vererek işin içinden çıktı ve sonra 1 9 1 8 Haziranında, Veliaht Vahdettin'in, Alman Ge­ nel Karargahına seyahatinde, Mustafa Kemal ' i ona refakat et­ mekle vazifelendirerek merkezden uzaklaştırmayı münasıp gördü. Üç aylık hareketsizlikten bıkkın Mustafa Kemal,bu gö­ revi kabul etti. Hatıralarında, Almanların fikrince Türk misa­ firlerini oldukça tesir altında bırakması icap eden bu seyaha­ tin kısa, fakat meraklı hikayesi vardır..Bu hatıralarda, Guilla­ ume II'nin kabulü ve Hindenburg, Lüdendorff ile karşılaşma­ lar yazılıdır. Mustafa Kemal, resmen ilan edilmiş askeri nik­ binliğe (iyimserliğine) iştirak etmediğini kimseden gizleme­ di. Müstakbel sultanla durumun düzeltilmesinde ona yardım için boş yere anlaşmaya çalıştı. Bu seyahatten sonra tedavi için gittiği Karslbat'ta, Tem­ muz 1 9 1 8 'de Mehmet V'in ölümünü öğrendi. Yeni sultan, Mustafa Kemal ' i getirtti ise de bu kere hiç anlaşamadılar. En­ ver, Mustafa Kemal ' in Erkanı Harbiye Reisliğine çağrılan Fevzi Paşanın yerine 7. Ordu (Karargahı Nablus'ta) Kuman­ danlığına tayinini istedi. Damat Başkumandan Vekilinin kış­ kırtması ile Mustafa Kemal için 8. ve 2. ordular arasında me­ kik dokumalar yeniden başlıyordu. Mustafa Kemal 'in iki kolordusuna İsmet ve Ali Fuat pa­ şalar kumanda etmekte idiler. Başkumandan ise, von Falken­ hayn' in yerine gelen Mustafa Kemal'in·eski dostu Liman von Sanders'ti. Filistin'de durum vahim denilecek derecede karışıktı. Fay­ sal'ın Araplarıyla hırpalanan, Albay T.E. Lawrence' in baskın­ larına maruz Türkler, cepheyi zor tutuyorlardı. 20 Eylülde İn­ gilizlerin taarruzu esnasında Mustafa Kemal'in ikazlarını na-

55


zarı itibare almamak hatası işlendi. Cephe çöktü ve Mustafa Kemal, toptan bir hezimeti önlemek için bütün enerjisini kul­ lanmaya mecbur kaldı. Umumi panikte bütün mesuliyeti üze­ rine alarak Halep üzerine çekilişte ve bu arada hazırlattığı ikinci bir hat üzerinde nizamı kurmaya muvaffak oldu. (Umu­ mi karargahı Halep kuzeyinde Katma 'da) Bu anlarda büyük İttihatçı şefler, Türkiye'yi kendi kade­ rine bırakıp memleketi terkediyorlardı. Mütakereden Sonra

Liman von Sanders ve Alman subayları, mütakere günü cepheden gittiler. Mustafa Kemal, imkan nisbetinde teşkilatlandırmış oldu­

ğu birliklerle cephede tek kumandan olarak kaldı. Aynı tarih­ te, Yıldırım Ordular Grubu ve gruptan ne kaldı ise onun baş­ kumandanı oldu. Muhasemat sona ermişti. Buna rağmen Sad­ razam İzzet Paşanın emirleri hilafına İskanderun 'u İngilizle­

re vermeyi reddetti. Umumi maneviyat bozukluğu arasında, uzakta, Suriye'dc Türk şerermin halası (kurtuluşu) için çalışırken, İstanbul çev­ releri onu unutmaya karar vermişe benziyorlardı. Arkadaşlarından çoğu, daha gözde olanJan İzzet Paşa ka­ binesine girmişlerdi. Albay İsmet Bey Harbiye Nezareti müs­ teşarı olmuştu (22 Kasım 1 9 1 8) Fevzi Paşa; Rauf, Fethi bey� ler hükumet azası idiler. İzzet Paşa tam istifa ettiği anda, Mustafa Kemal'i telg­ rafla 1stanbul'a çağırdı. Beraberce İngiliz taraftan Tevfik Pa­ şa kabinesini devirmek için uğraştılarsa da muvaffak olama­ dılar. Mustafa Kemal'in ikaz ve gayretlerine rağmen Meclis yeni sadrazama itimat beyan etti ve sultan da bu suretle hem ondan yakasını kurtardı, hem de Mustafa Kemal'in tenkitle­ rinden sıyrılmış oldu.

56


Mustafa Kemal'in bu vesile ile huzura kabulü ise Mebu­ san Meclisinin kapamasına sebep olmakla itham edilmesine imkan verdiğinden kendine zararlı olmuştur (2 1 Aralık 1 9 1 8). Sultan, bu arada sadrazam olarak bir başka İngiliz taraftarını, Damat Necip Paşanın dulu Mediha Sultan'ın kocası, üvey kar­ deşi Damat Ferit Paşayı tayin ediyordu. Böylece eski Bizans, büyük itibarı ve dokunulmaz aske­ ri zaferleri temsil eden bu insanı tanımamazlıktan geliyordu. Şu halde lstanbul'da müessir bir şekilde muvaffak olamazdı. İttihatçılar gibi Hürriyet ve İtilafçıların da onu istemedikleri açıkça görünüyordu. Şüphesiz ki, bu anda vatanın selameti­ nin başka yerde, Anadolu'da onu beklediğini anladı. Dikkate en çok çarpan husus, sultanın kendi kaderini kendi eliyle hazırlamasıydı. Aynı zamanda sultan, hünkar ya­ veri olan Mustafa Kemal'in bütün telkinlerini reddetmişti. Bununla beraber, zihinlerin bulanmasının endişe verici bir mahiyet almaya başladığı Anadolu'da nizamı kurmayı Mus­ tafa Kemal'e vazife olarak vermeyi düşündü. İngilizlerin hoş görmemelerine rağmen, Mustafa Kemal, şahsında Enver'in ve İttihatçı şeflerin muazınnı (karşısında) gören Damat Ferit'in tavsiyeleriyle bu vazifeye seçildi. İzmir'e Yunan çıkartması günü 3 . Ordu Müfettişliğine ta­ yin emrini alıyordu. Bu iki hadise arasında, çıkartma ve tayin­ de bir tarih tesadüfü vardır; fakat birçok Türkün olduğu gibi İzmir kaybının Mustafa Kemal'in kararlarında ağır bastığı muhakkaktır. 1 6 Mayıs'ta lstanbul'u terkediyor. l 9'da Samsun'a çıkiyor. Bu tarihten sonra Türk milli mücadelesi başlıyor. Milli kahraman o sıralarda 39 yaşında idi. 57



ÜÇÜNCÜ BAHİS MİLLİ MÜCADELE Muhtelif Milli cepheler - 1 9 1 9 Mayısında nizami Türk Ordusu - Kemalist hareketin başlangıcı - Erzurum Kongresi Sivas Kongresi - Milli Kuvvetlerin Reisi olarak Mustafa Ke­ mal' in çalışmaları - Son Osmanı Mebusan Meclisi ve lstan­ bul'un Müttefikler tarafından işgali. Müttefikler, Yunanlılar da dahil, Türkiye'de işgal mıntıkalarını genişletmişlerdi. Zaten bir hayli uzamış olan Mütakere, daha da devam edeceğe benziyordu. Bu sebeptendir ki, Müttefikler emniyet tedbirlerini almaya devam ediyorlardı. Bu vesile ile Fransa ile aktedilen anlaşmaya dayanarak (22 Mayıs 1 9 1 9), İngiltere' nin Milli Cepheler

Filistin, Mezopotamya (Irak) ve petrol mıntıkası Musul'u da işgal ettiğini ilave edelim. Türkiye'de yabancı işgal kuvvetlerinin mevcudu, Tarih ki­ tabına göre (Cilt iV, sayfa 30) şu şekilde dağılmıştı: İngilizler İstanbul mıntıkası.

.

.

.

.

.

.

.

....

.

.

.

.

.

.

.

. . .

.

.

30.000

59


Çanakkale kesimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 .000 Anadolu demiryolları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 .500 Musul kesimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 .000 4 1 .500 Fransızlar İstanbul ve Çatalca mıntıkası . . . . . . . . . . . . . . 24.000 Çanakkale kesimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .4.000 Şark demiryolları (Trakya) . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 .000 Klikya (Adana, Mersin, Tarsus, Urfa, Maraş, Antep) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20.000 49.000 .

.

.

.

.

.

.

.

.

İtalyanlar İstanbul mıntıkası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 .900 Antalya, Isparta, Söke, Muğla, Finike . . . . . . . 12.000 Afyon Karahisar, Konya ve Akşehir. . . . . . . . . 1 .500 1 7.400 Umumi yekun 1 07 .900 ..

.

.

.

Bu miktara İzmir ve havalisi Yunan işgal kuvvetlerini ve öteye beriye dağılmış Müttefik birliklerini de ilave etmek i­ cap eder. Türklerin ise sadece, nizami orduda kalandan başka Mü­ tarekeyi takiben kurulan müteaddit birlikleri vardı. Bunların faaliyeti muhtelif cephelerin teşekk:ülüyle neticelendi ise de bu cephe tabiri mütecanis ve devamlı bir mukavemet hattı ma­ nasını ifade etmiyordu. Samsun'a vardığı andan itibaren, Mustafa Kemal, bu da­ ğınık iyi niyetli insanları cesaretlendirmeyi ve kabil olduğu ka­ dar sevk ve idareyi vazife edindi.

60


Batıda Yunanlılara karşı en mühim birlik, halen Meclis Re­ isi Albay Kazım (Özalp) ve Yarbay Ali'nin (Çetinkaya) (Af­ yon Mebusu) kumanda ettiği 6 1 . tümendi. Bu sonuncusu, 28 Mayıs l 9 1 9'da Ayvalık'ı işgal etmiş bulunan Yunan kuvvetle­ rine silahlı mukavemetinin başlangıcı olarak kabul edilmekte­ dir. Bursa ve civarında silahlı l 000 kişi toplanmıştı. Haziran ve temmuzda bazı birlikler, maneviyatları bozularak dağılma­ ya başladılar. Mustafa Kemal bunları toplayarak teşkilatlandır­ dı ve Bahriye Nazırlığından istifa ederek Milli Mücadele'ye katılan Rauf Beyin yardımı ile bu kuvvetleri birleştirdi. Güneyde Toros ve Amanos geçitlerini 20 Ekim 1 92 l 'e kadar tutan Adana cephesi kuvvetlerinden ayn olarak Kozan ve Osmaniye'de cepheler kuruldu. Bu mıntıkadaki gerillalara yüzbaşı Osman Nuri (Tufan) ve yüzbaşı Salim (Yörük Selim) kumanda ediyorlardı. Bu kimseler, bizim bu mıntıka Ermeni­ lerinden kurmuş olduğumuz birliklerle savaştılar ve daha son­ ra 1 4 Kasım 1921 'de Kozan' ı aldılar. Maraş, Urfa ve Antep mıntıkalarında olanlardan, daha ileride bahsedeceğiz. Kuzeydoğuda Türkiye'yi taksim planlarının tatbikine, Bolşevikleşmiş Rusya'nın, 1 6 Şubat 1 9 1 6 İngiliz, Fransız, Rus anlaşmasının temin ettiği imkanlardan faydalanmak iste­ memesinden, geçilememişti ( 1 ). Rusların, bu mıntıkada, mez­ kur anlaşmaya göre işgal edeceği yerleri, eski Türk hududu kuzeyinde İngilizlerin yardımı ile kurulan genç Ermeni dev­ leti almıştı. ( l ) Bu anlaşma, Kürdistan' m (bazılan Kürt ekseriyetle Türk vilayetleri) ve Ermenistan'ın (az veya çok Ermeni ekalliyetli vilayetler) Rusya'ya verilme­ sini tasarlıyordu. -Kerenski hükumeti ilhaksız bir sulh taraftan olduğunu ilan et­ mekle beraber Türklerin Avrupa' dan uzatlaştınlroasını ve Boğazlara Rusların el koymasını talep ediyordu.

61


Dolayısıyla, burada da bir Türk cephesi, hem de her ta­ raftan daha kuvvetli ve nizamlı, General Kazım Karabekir ta­ rafından kumanda edilen bir harp cephesi vardı. Silahtan tec­ ridi, müttefik kontrol subaylarının talebine rağman reddede­ bilecek kadar silahlı kuvveti bulunuyordu. Şu halde özet olarak, üç milli mukavemet cephesi oldu­ ğu söylenebilir: Biri batıda Yunanlılara karşı, ikincisi güney­ de Fransız ve Ermenilere, üçüncüsü ise kuzeydoğuda Erme­ nilere karşı. Güneybatıda İtalya işgaline karşı bir cephenin mevcut olmadığı görülmektedir. 1919 Mayısında Mustafa Kemal Samsun'a çıktığında TürNizami Türk kiye'de silahlı kuvvet olarak 50.000 kişi kalmışOrdusu tı. 3. Orduya, daha doğrusu Ordu Müfettişliği­ ne ayrılmış bulunan bu kuvvetlerin dağılış tarzı şöyle idi: Birinci Ordu : İstanbul, Fevzi Paşa, 4 kolordudan müteşekkil l 7 ' nci Kolordu : İzmir cephesinde, Ali Nadir Paşa 1 4'üncü Kolordu : Bandırma, Yusuf İzzet Paşa 25 'inci Kolordu : İstanbul, Sait Paşa l ' inci Kolordu : Edirne, Cafer Tayyar Bey İkinci Ordu

: Konya, Mersinli Cemal Paşa, iki kolordu 1 2 ' inci Kolordu : Konya, Fahrettin Bey 20'inci Kolordu : Ankara, Ali Fuat Paşa

Üçüncü Ordu

62

: Erzurum, Mustafa Kemal Paşa, iki kolordu


3 'üncü kolordu : Sivas, Refet Bey 1 5 'inci Kolordu : Erzurum, Kazım Karabekir Paşa Bundan maada (başka) Diyarbakır'da Cevdet Bey ku­ mandasında 1 3 'ünca Kolordu müstakil, gerçekte doğrudan doğruya İstanbul 'a bağlı olarak bulunmakta idi. Bütün bu birliklerin sadece isimleri veya pek az mevcu­ du vardı. En kesif (yoğun) birlik Mustafa Kemal' in emrinde bulunan, evvelce bahsettiğimiz Kazım Karabekir Paşa'nın 1 5 'inci Kolordusu idi. Üçüncü Ordunun kumandasını alır al­ maz ( 1 9 Mayıs 1 9 1 9) Mustafa Kemal diğer iki ordu kuman­ danlığı ile temasa geçti. Kemalist Samsun 'da bulunan İngiliz kuvvetlerinin Hareketin ve Entellijans Servisinin nezaretinden kurtulBaşlangıcı mak için Mustafa Kemal, önce Havza'ya, son­ ra sahilden daha içeride Amasya'ya geçti. İstanbul 'da Damat Ferit Paşa hükumetinin tasvip ve teş­ viki ile Yüksek Müttefikler Meclisinin sert kararlarını önle­ mek hususundaki boş ümidine göre basında ve sokakta şöyle böyle bir kaynaşma ortaya çıkarken, Fransa 'ya sırtlarını çevi­ rerek İngiliz dostluğu güden İstanbul hükumeti, yine Fran­ sa 'nın teşebbüsü ile Paris toplantısına Damat Ferit ve Tevfik Paşa idaresinde bir heyet gönderiyordu. Mustafa Kemal ise taş­ rada daha geniş ve daha cüretkar bir harekete başlamak üze­ re idi: Anadolu'da ecnebi nüfuzuna, eski payıtahta ve Osman­ lı hanedanının teşebbüslerine rağmen yeni bir devlet kurmak büyük ülküsünün önce belirmesi, sonra yavaş yavaş gerçek­ leşmesi görülecektir. Bu sebeple sultanın hükumeti, bu hareketin başlangıç 63


hamlelerini müsbet karşıladığı halde bir müddet sonra bun­ dan hoşlanmamaya başladı . Mustafa Kemal' in tasarılarını, Edirne l . Kolordu Ku­ mandanı Cafer Tayyar Beye yazdığı mektuplarda görmek ka­ bildir: "Trakya ve Anadolu'da milli hareketlerin birleştirilme­ sini ve Türk halkının dünyaya açıkça ilan edilmesini temine matuf" Sivas 'ta bir kongre toplanması daha o zaman mevzuu bahistir. Aynı ayın 22'sinde Mustafa Kemal, Amasya'dan yine mahrem bir tamim gönderiyordu: 1 . Vatanın bütünlüğü ve milli istiklal tehlikededir. 2. Merkezi hükumet mesuliyetini müdrik değildir. Bu, millet için bir şerefsizliktir. 3 . Millet hürriyetini kendi gayreti ile kurtaracaktır. 4. Millete reva görülen kötü muameleye bir hal çaresi bul­ mak ve milletin meşru taleplerini cihana duyurmak için, her­ hangi bir tesir ve murakebeden uzakta bir milli meclis kurul­ malıdır. 5. Anadolu'da en emin yer olarak Sivas görüldüğünden, burada bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. 6. Netice olarak her vilayetten milletin itimadına layık üç delegenin seçilmesi ve bunların en kısa zamanda Sivas' a gön­ derilmesi lazımdır. 7. Her ihtimale karşı bu tasavvurun milli bir sır olarak mu­ hafazası ve delegelerin seyahatlerini gizli yapması iktiza eder. 8 . Doğu vilayetleri adına bir kongre Erzurum'da 1 O Tem­ muzda toplanacaktır. Eğer diğer vilayet temsilcileri, bu tarih­ ten evvel Sivas'ta toplanabilirler ise müstakbel Erzurum Kong­ resi azaları Umumi Meclise iştirak için aynı zamanda Sivas'a gideceklerdir. 64


Bu tamim bütün taşra askeri ve sivil mercilerine ve payı­ tahtın bazı şahsiyetlerine gönderildi: Beyannameye şu mana­ lı cümleyi ihtiva eden bir mektup ekliydi: "Bundan böyle İs­ tanbul, Anadolu'ya hakim değil, tabi olacaktır." Bu davet Kazım Karabekir, Cafer Tayyar, Mersinli Ce­ mal gibi kıymetli kumandanların kazanılmasını temin etti. Mustafa Kemal, Amasya' yı 27 Haziran'da terketti ve coş­ kulu bir şekilde karşılandığı Sivas 'a vardığında ikna için ev­ lerine gitmek suretiyle kendisi gayret sarfederek her zaman­ kinden daha faal bir politikaya girişti. Askerler nezdinde si­ villere nazaran daha muvaffak oluyordu, fakat umumiyetle halk, Yunanlıların kötü hareketlerinden son derece heyecan­ lıydı ( 1 7 Haziran Menemen hadisesi.) Aynı zamanda mahal­ li milli müdafaa delegelerinin istikrarı ile 28 Haziran Balıkc­ sir'de bir kongre yapıldığı da biliniyordu. Mustafa Kemal' in İstanbul ' a karşı takındığı tavır, Harbi­ ye Nazın Şevket Turgut Paşa'nın istifasına ve yerine gelen Ferit Paşa'nın ise Mustafa Kemal' i azletmesine sebebiyet ver­ di. İstanbul 'dan gelen bu haberlerden hiç kaygılanmayan Mus­ tafa Kemal, 3 Temmuzda Erzurum' a geldi ve kongre hazırlık­ ları ile meşgul oldu. Bu arada Fevzi ve Cevat paşalar (Genel Kurmay başkanlığı vazifesinde Fevzi Paşanın halefi, halen harp meclisi azası ve Orgeneral) ile ve dostu İsmet Beyle (Al­ bay ve sulh hazırlıkları komisyonu azası) mektuplaşıyordu. 8-9 Temmuz gecesi Mustafa kemal yalnız vazifesinden değil, askeri sıfatlarından da istifa ettiğini padişaha bildirdi. Az sonra Doğu Vilayetleri Müdafaai Hukuk Cemiyeti ve Er­ zurum İcra Komitesi, kendisini reisliğe seçti. 65


Erzurum Kongresi 23 Temmuz l 9 l 9'da toplandı ve müzakere l 4 gün sürdü (6 Ağustos' a kadar). Reisliğe Mustafa Kemal seçildi ve aşağıdaki esaslardan mülhem bir nizamname ve beyanna­ me hazırladı: 1 . Milli hudutlarla çevrili vatan, tektir ve paylaşılamaz. 2. Osmanlı hükumeti zaaf gösterirse, millet her türlü ya­ bancı işgal ve müdahalesine karşı savaşacaktır. 3 . Vatanın müdafaasını idare edecek bir hükı1met kuru­ lacaktır. Bu hükı1metin azaları milli kongre veya bunun top­ lanmamış bulunması halinde icra komitesince seçilecektir. 4. MiUi kuvvetler, icra organı ve milli irade mutlak ha­ kim olmalıdır. 5. Hristiyan azınlıklar (metinde unsurlar) siyasi hüküm­ ranlığımıza ve iktisadi muvazenemize tesir edebilecek herhan­ gi bir imtiyazdan istifade etmemelidirler. 6. Ne manda, ne himayecilik kabul edilmeyecektir. 7. Milli Meclisin en yakın zamanda toplanması ve hüku­ met faaliyetinin bu meclise murakabesi için icap eden yapıla­ caktır. Bundan maada Kongre, Aralık ayından beri lağv edilmiş bulunan Mebusan Meclisinin toplanmasını İstanbul 'dan talep etti. Erzurum kararları, metnin baştan sona tetkikinin göster­ diği üzere, milli hareketin tabi olacağı esasları tesbit etmekle beraber ancak mahdut bir sahaya tealluk ediyordu. (Doğu Ana­ dolu'nun 7 vilayeti, Canik Sancağı ile Trabzon, Erzurum, Si­ vas, Mamuretülaziz (Elazığ), Van, Bitlis). Kararlarda günün şartlarına göre Müslüman ve hilafet tabirlerinden istifade et­ mek zaruretine uyulmuştu. Erzurum Kongresi

66


Kongrenin Doğu Vilayetleri yerine Doğu Anadolu Mü­ dafaai Hukuk Cemiyeti adını aldığı da nazarı dikkati çekmek­ tedir. Kongre kapanmadan evvel seçilen Heyeti Temsiliye şöy­ le idi: Sabık 3. Ordu Müfettişi, AskerlikMustafa Kemal ten Müstafi Rauf Bey Sabık Bahriye Nazın Raif Efendi Sabık Erzurum Mebusu Sabık Trabzon Mebusu İzzet Bey Sabık Trabzon Mebusu Servet Bey Şeyh Fevzi Efendi Erzincan Nakşibendi Şeyhi Bekir Sami Bey Sabık Beyrut Valisi Sadullah Efendi Sabık Bitlis Mebusu Hacı Musa Bey Kürt Motki Aşireti Reisi ( 1 ) Yine Erzurum'da Mustafa Kemal, 1stanbul'dan kendisini tevkif emrini almış bulunan Kazım Karabekir Paşanın milli mücadeleyi iştirakini temine muvaffak oldu. Sivas Kongresi Mustafa Kemal Erzurum 'u 2 Eylülde, Sivas'a gitmek üzere terketti. İki gün sonra Mil­ li Kongre Sivas'ta, onun reisliği altında toplandı. Erzurum programı genişletilerek, kararlaştırılan hususların bütün Tür­ kiye'de tatbiki kabul edildi. Bu suretle cemiyetin ismi "Ana­ dolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti" adını alarak de­ ğiştirildi. ( l ) Bu unvanlar o zaman meri (yürürlükteki) toplantı kanuna uyularak ko­ mite tarafından Erzurum valiliğine 24 Ağustos l 9 l 9'da yapılan bildiriden alın­ mıştır.

67


Kongre, padişaha, çok hürmetkar bir başlangıçtan sonra şu mealde devam eden bir telgraf gönderdi: ( 1 ) ". . .Kendimizi kırgın durmaktayız ve dünün yaraları hala kanayan, milli ve dini ve coşkun hislerle dolu kalplerimiz mü­ teakip hadiselerle yeniden rencide edilmiş bulunmakktadır: 1 . Daha düne kadar hükümranlığımıza bağlı yeni devlet­ lere Türk halkının 1 00 de 75, hatta 90'ı teşkil ettiği aziz vila­ yetlerimizin hibe şeklinde terkedilişi, 2. Umumi harpte aldığı yaralar hala kapanmamış kardeş­ lerimizin ve dindaşlarımızın maruz kaldığı eza ve cefalar. Eğer Avrupa bizi benzeri görülmeyen bir ölüme mahkum etmeyi tasarlıyorsa, katillerimizin dahi içine dehşet sakak bir kahramanlık ve cesaretle bu hükme karşı gelmeye ve mukad­ deratımıza sükı1n içinde razı olmak yerine, damarlarımızdaki kanın son damlasını düşmanlarımızın kanına karıştırmadan, teslim olmamaya yemin ettik. Memleketin hükümdarı ve bu milletin sevinç ve kederi­ ni bizimle 600 seneden beri paylaşmış bir sulltanlar ailesinin şanlı halefi olan siz, padişah hazretlerinin lütfilndan bekledi­ ğimiz, Osmanlı milletinin ölüm veya kalımı mevzuu bahs ol­ duğu şu tarihi anda, milli hareketi ciddi telakki etmeniz ve memleketi her isyan ve dahili taksimden korumanız ve mu­ hafaza etmenizdir. Zatı şahaneye, bu mıntıkada gelişmeye başlayan milli ha­ reketin siyasi partilerin basit menfaatleri ile alakası olmadı­ ğını kati olarak temin ederiz. Bu sebepler, umumi bir kararla, müteakip hususları hu­ zuru şahanelerine arzederiz: ( 1 ) Mustafa Kemal, nazırlarıyla en ihtilaflı olduğu anlarda bile sultana kar· şı hürmetkar tavrını muhafaza etmiştir.

68


l . Türkler, her ne şekilde olursa olsun, hürriyetlerinin tahdidine, ne de Türklere meskUn vilayetlerinin en küçük par­ çasının dahi terkine razı değildirler ve olmayacaklardır. 2. Müslüman olmayan vatandaşlarımıza azami kanun eşitliğini ve mal, can emniyetini tanımaya hazırız; esasen ki­ tabımız Kur'an'ın emirleri de bizi buna zorlamaktadır. 3 . Vilayetlerimizin bir karış toprağının dahi Ermenistan' a veya başka bir devlete verilmesi imkansızdır. İskenderun Kör­ fezi ' nden Musul'a giden hattın kuzeyinde herhangi bir bölge­ de işgal ve yabancı idaresi devam ettikçe, silahları bırakma­ maya kati kararlıyız ve bunun için yemin etmiş bulunuyoruz. 4. Eğer Avrupa devletleri, iddia ettikleri gibi insanlık his­ lerine hakikaten sahip iseler, lüzumsuz ve haksız bir kan dö­ külmesine müsamaha etmeyi tasvip etmezlerse yukarıda belir­ tilen taleplerimizin esas olarak kabul edileceğine dair teminat vermelidirler ve bu teminatı fiilen teyit içinde Adana, İzmir gi­ bi bize ait mıntıkalardan kuvvetlerini derhal çekmelidirler. 5. Memlekette ahenk ve birliğin her zamandan daha faz­ la hakim olması icap eden bu tarihi anda bile, tarafgirane ha­ reketten çekinmeyen ve milletin yüksek menfaatlerinin korun­ masında ve vatanın müdafaasında acizliklerini isbat eden hü­ kumete ve hükUmet azalarının her birine karşı hiçbir güven beslememekteyiz. Netice olarak zatı şahaneleri, imparato�luğu her türlü tak­ simden ve çözülmeden uzak tutmak isterse, Osmanlı milleti­ nin itimadına layık tecrübeli ve şerefli şahıslardan müteşek­ kil bir hükUmet, iktidarı ele almaya davet edilmesi ve seçim­ ler çabuklaştırılarak Meclisin en kısa zamanda toplanması temin edilmelidir. 6. Bu kararlar nihai bir karar alınmadan evvel, aynı za·

69


manda İtilaf devletlerine ve onların insanlık hislerine hitaben açıklanmalıdır. 7. Taleplerimize uygun bir cevabı sabırsızlıkla telgrafba­ şında beklemekteyiz. Şimdilik talep edebileceklerimizin hep­ si budur. Taleplerimizin reddinin sebebiyet vereceği vahim netice­ lerin takdiri zatı şahanelerine bırakıyoruz. Bu mesuliyet hü­ kllmete ve zatı devletlerine düşecektir. Türklerin büyüklüğü­ nü, bütün dünyanın yüzüne çarparak, selameti kuvvetimizde arayacağız. (*) Sivas Kongresi Heyeti Demek ki, kongrenin İtilaf devletlerine ve İstanbul Hü­ kllmetine karşı tavrı Erzurum'a nazaran daha mütecaviz, bu­ na mukabil Hristiyan azınlıklara karşı daha yumuşaktı. Diğer taraftan toplantıların havası çetindi ve bazı delege­ ler mütereddit, hatta mütecaviz tavırlarıyla Mustafa Kemal'e bir hayli müşkülat çıkardılar. Bazıları Amerikan mandası me­ selesini ortaya attılar ise de bu husus kongre tarafından red­ dedildi. Müzakerelerde sükllnu temin ve bazı delegelerin si­ nirlerini yatıştırmak için Mustafa Kemal toplantıya gönderi­ len birtakım maksatlı haberleri elemek mecburiyetinde kaldı. Milli hükllmete açıkça cephe alamayan Damat Ferit Pa­ şa hükfuneti, çarpışık yollardan itifadeyi denedi. Ali Galip namında birini Harput Valisi tayin etti. Bu, mürteci Kürtlerle Sivas Kongresi üzerine bir hücum hazırladı. Mustafa Kemal taraftarlarını öfkelendirmekten başka işe yaramayan bu hare­ kete Malatya'da bulunan İngiliz Albayı Novill bulaşmış olmak­ la bilahare itham edildi. Mustafa Kemal yedeklerden müteşek(*) Bu telgraf, kitaptaki metinden -olduğu gibi- Türkçeye çevrilmiştir.

70


kil 1 5 ' inci Alayı Malatya'ya sevketti ve Kürtler toplanmadan dağıldılar. Erzurum Kongresi gibi Sivas Kongresi de, 7 günlük içti­ madan sonra, 1 1 Eylülde toplantı dağılırken Mustafa Kemal 'in reisliğinde bir icra heyeti seçti. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti başka toplantı yapmaya imkan bulamadığından İcra Mustafa Kemal'in İlk Komitesinin reisi olarak M ustafa Kemal iktidaMilli Kuvvetin rı fiilen ve hukuken temsil ediyordu. Şu halde Reisi Olarak M ustafa Kemal' in 1 1 E y l ü 1 9 1 9 'dan itibaren Çalışmaları mılli hükumetin reisi olduğunu kabul etmek ik­ tiza eder (gerekır). İlk işi, Ali Galip tarafından tasarlanan tecavüze karışmış olduğu için İstanbul hükumetini itham etmek oldu. ( M üteca­ vizin ele geçen mektuplarından sadrazamın suç ortak l ı ğ ı mey­ dana çıkıyordu. ı Dah ı liye

Nazırı

Adil Beye çektiği telgraf sa­

rayın a lışmadığı sertlıkte idi ve tehditlerle sona crıyordu. Bu muharebereler, Osman l ı hükumetiyle münasebetin kcsı lmc­

sini sonuçl andırdı. Mustafa Kemal, bundan sonra Damat

Fent Paşa kabine­

s i n in azli ve Mec l i s i n davet edilmesi i ç i n sultana mtimessi ller gönderdi . Sultan nihayet boyun eğdi ve 2 Kasımda İstanbul 'da

kabine değiştı. Tevfik Paşa Hükumet kurma talebini yaşı bahanesıyie rc­ ededince, sult an kabineyı kurmaya General A l i Rıza ' y ı davet ett i . Salih Paşa Bahrıye, Damat Şerif Dahiliye, Reşit Paşa Ha­ riciye, Tevfik bey de Malıye Nazırı oldular. Harbiye Vekaletı, Jyiustafa Kemal ' i n dostu Mersin l i Ce­ mal Paşaya verı l d i . Yeni kabine

bir bakımdan mılli hareket i ç i n müsaitti. 71


Yeni kabineyi ilan eden Hattı Hümayun, Mebusan Mec­ lisinin de kısa zamanda davet edileceğinden bahsediyordu. Diğer taraftan Mustafa Kemal, 7 Kasım tarihli beyanatı ile Ali Rıza Paşa kabinesi için memnuniyet ve sempatisini iz­ har ediyordu. Hatta Bahriye Nazın Salih Paşa Milli hareketin başbuğu ile müzakere için gönderildi. Müzakereler üç gün sürdü (2022 Kasım 1 9 1 9) ve hiikfunetin bu müracaatı Kemalist hiikft­ metin gayrı resmi tanınması olarak telakki edildi. Amasya'da 22 Kasımda imzalanan bu protokolle Salih Paşa, müteakip ka­ rarları arkadaşlarına kabul ettirmeyi, kabul ettiremediği tak­ dirde istifa etmeyi taahüt etti. 1 . Manda şeklinde dahi olsa Türklerle mesfuı hiçbir vi­ layet yabancı bir devlete terk edilmeyecektir. 2. Hristiyanlara müteallik hükümler Erzurum Kongresi kararlarına uygun olacaktır.

3. Anadolu ve Rumeli Müdaafi Hukuk Cemiyetinin hük­ mi şahsiyeti tanınacaktır.

4. Müttefiklerler Barış Konferansına iştirak edecek dele­ geler, Heyeti Temsiliye tarafından tasvip edilecektir.

5. Yeni Mebusan Meclisi İstanbul 'dan başka yerde topla­ nacaktır. Osmanlı kabinesi bu protokolü tasvip etmedi ve Salih Pa­ şa da istifa etmek vaadini tutmadı. Bilhassa Damat Şerif Pa­ şanın hareket tarzından bir müddet sonra Mustafa Kemal'le nazırlar arasında anlaşmazlıklar çıktı. Bununla beraber, Mus­ tafa Kemal Ali Rıza Paşa kabinesinin müstakbel seçimleri ha­ zırlamada kendisine yardım edeceğine inanıyordu. Yeni Mebusan Meclisi nerede toplanacağı sorusu bütün

72


zihinleri işgal etmekte idi. Mustafa Kemal, ya­

Son Osmanb Mebusan Meclisi ve tstanbul'un Möttefıkler Tarafından işgali

bancıların eli altında olacağından, Meclisin İs­ tanbul 'da toplanma fikrine muanzdı (karşıy"'. dı). Seçimlerle �eşrô olmayı ümit eden.arka­ daşlarından ekserisi ise kendisinden ayn kana­ atte idiler. Bu fikir cereyanı daha kuvvetli ol­

duğundan M ustafa Kemal tarafından idare edilen Heyeti Tem­ siliye ttiraza cesaret edemedi ve R auf Beyin ve diğer muhalif Kemalistlerin Osmanlı payıtahtına gitmesine müsaade etti . Mııst�fa Kemal, siyası hadiselere daha yakın olR1a.k için İs­ tanbul'a demiryolu ile bağlı Ankara ' ya taşınmaya kar-ar ver­ di. İ şte bu 2 7 Aralı k 1 9 1 9 tarihinden itibaren Ankara m i m ha­ reket muvakkat hükumetinin merkezı oldu. Mustafa Kemal , Ankara 'da seçimler� hazırl.ananlara tavsiyelerde bul unmayı ve mebusları lüzumlu talimatla teçhizi düşünüyordu. fakat bu hususta fazla

bir muvaffakiyet elde edemedi,

Bunun üzerine

seçimlerle alakası n ı kesti ve namzetliği n i koymaktan vazgeç­ ti . i leride kendisini ziyarete gelecek Ankara

mebuslarına

ve

diğer müstakbel parlamentoculara tesir etmeyi ümit ederek mil lete, yan! halka dönmeye karar verdi . . Aralığın ortasında, mil li teşkiJ§t, yani m ill iyetçiler ile Kemalistlerin himayesinde seçimler yapıldı ve bittabi H ürri· yet ve İtilafçıların aleyhine neticelendi. Meclis

12 Ocak 1 920 'de ekseriye temin edilemediğinden

toplanamadı ve aynı ayın onaltısında yapılan ikinci toplantı­ da saray, açılış n utkunda, harbin müsebbiplerinden (İttihatçı­ lardan), İzmir' in Yunaµlılar tarafından işgalinden, iyi bir i da­ reyle d urumun haili lüzumundan bahsetmekle beraber, milll hareketten söz etmedi. Mustafa Kemal, çalışmaların millet ta-

73


rafından takip edileceğini hatırlatmayı ihmal etmeyerek Mec­ lisi tebrik etti. Mebuslar, programı toprak bütünlüğünü temin, hilafet ve hükilmetin istiklali, iktisadi bağımsızlık, Milletler Cemiyetine Türkiye'nin kabulü gibi hususları ihtiva eden mil­ li hizip adlı bir parti kurmaya teşebbüs ettiler. Bu milliyetçi temayüllü parti, 1 Şubattan itibaren Felahı Vatan adını aldı. Ye­ ni mebusların durumu zordu: Müttefikler yeni meclisi çok millici, Mustafa Kemal ise Müttefiklere karşı kafi derecede karşıt bulunmakta idi. General Milne ve Fransız (Defrance), İtalyan (Maissa) yüksek komitelerinin müşterek müracaatı üzerine Mustafa Kemal ' in hükfunette en sadık arkadaşı, Harbiye Nazırı Mer­ sinli Cemal Paşa istifa etmek mecburiyetinde kaldı ( 1 8 Ocak

1 920). Bazılarına göre Klikya'da Fransızlara, bazılarına gö­ re ise 1zmir'de Yunanlılara karşı milli kuvvetleri destekledi­ ği kendisine isnat edilmekte idi. Aynı zamanda Erkanı Har­ biye Reisi Cevat Paşanın istifası istendi ve elde edildi. Mus­ tafa Kemal ise, Fevzi Paşanın 1 Şubatta Cemal Paşanın yeri­ ne alması, kabinede yeni kısmi değişiklik ( 1 ) ve bilhassa An­ kara'yı ziyarete gelen mebuslar nezdinde propagandasında muvaffak olarak Erzurum ve Sivas kongrelerinin teyidi de­ mek olan Misakı Milli'yi Meclise kabul ettirmkle mukabe­ lede bulundu. Bu Misak'ın metni şudur: "Ekte bir suretini verdiğimiz Misakı Milliiyi tasvip ve im­ za etmiş Osmanlı parlamentosu mebusları, Misakı Millide be( 1) Müstafi Damat Şerifi Aziz Paşa takip etti. Kazım Paşa Adliye Nazın oluyordu. Mustafa Kemal için daha az ehemmiyetli olanları kaale (dikkate) al­ maksızın, değiştirilen kabinede böylece altı geoeral bulunuyordu.

74


lirtilen esasların adil ve devamlı bir sulhu temin için, Osman­ lı milletinin tasvip edebileceği azami fedakarlığı ihtiva ettiği­ ni beyan ederler. Madde 1 . Hassaten Arap ekseriyetiyle meskun ve 30 Ekim 1 9 1 8 mütakeresi sırasında düşman işgali altında bulu­ nan Osmanlı İmparatorluğu ülkelerinin mukadderatı, ahalisi­ nin serbestçe belirtecekleri reylere göre tesbit edilmelidir. Mütakere hattının içinde veya dışında, dince, ırkça ve emelce bir ve yek diğerlerine karşılıklı hürmek ve fedakarlık duyguları ile bağlı ve ırki ve içtimai hakları, muhit şartlarına tamamıyla riayet eden Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskfın bulunan kısımların bütünü, hakikaten ve hükmen hiçbir sebep­ le ayrılma kabul etmez bir küldür. Madde 2. Ahalisinin ilk serbest kaldıkları zamanda umu­ mi reyleri ile anavatana iltihak etmiş bulunan üç vilayet (Kars, Ardahan, Batum) için icabında tekrar kamu oyuna müracaat edilmesini kabul ederiz. Madde 3. Batı Trakya'nın hukuki vaziyeti ise, halkının serbestçe ifade edilecek arzusuna istinat edilmelidir. Madde 4. İmparatorluğun payıtahtı, hükfımetin ve hali­ feliğin durağı İstanbul ve aynı zamanda Marmara denizinin emniyeti, her tecavüzden masun bulunmalıdır. Bu esas mahfuz kalmak şartı ile, Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının dünya ticaret ve münakalatına (ulaşımına) açıl­ masında, bizimle diğer alakalı devletlerin verecekleri karar muteberdir. Madde 5. İtilaf devletleriyle düşmanları ve bazı ortakla­ . rı arasında takarrür eden (imzalanan) anlaşma esaslarına gö­ re azınlıklar hukuku, komşu memleketlerdeki Müslüman aha75


linin de aynı haklardan istifadesini sağlamak üzere tarafımız­ dan teyit ve temin edilecektir. Madde 6. Milli ve iktisadi inkişafımızı temin ve daha mo­ dem bir idare ile memleketi teçhiz etmek gayesi ile istiklal, mut­ lak hürriyet ve hareket serbestisini, bu paktı imzalayanlar, mil­ li mevcudiyetin ayrılmaz unsuru olarak kabul ederler. Netice olarak siyasi, adli, mall vs gelişmelerimize engel olacak kayıtlara muhalifiz. Tahakkuk edecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu esaslara mugayir (aykırı) olmayacaktır. (28 Ocak 1 920) 6'ıncı ve sonuncu maddelerin kapitülasyonlilr mesele­ sinden evvelce yapılan beyanlarda daha sarih (açık) olduğu­ na dikkat ediniz. Nizami olan veya olmayan milli kuvvetlerin faaliyetlerinin muhtelif cephelerde ciddiyet kesbetmesiyle Müttefiklerle olan çatışma gitgide vahimleşiyordu. İzmir hinterlandında mühim takviye kuvvetleri getiren Yunanlılar, 3 Ekim 1 9 1 9'da Milne tarafından tesbit edilen hat­ tı memleketin içinde daha ileri götürmek müsaadesene Müt­ tefiklerden aldılar. Fransız taraftarlığına umumi efkarda uyanan temayüller, Klikya cephesinde İngilizlerin yerini Fransızların almasıyla in­ fiale (tepkiye) döndü. Milli kuvvetler bu cephede taarruzla ara­ zi kazanmaya ve 1 1 Şubat 1 920'de Maraş' ı tahliye ettirmeye muvaffak oldular. Maraş cephesinde (İslahiye, Maraş, Pazar­ cık) iki şef temayüz etti: Kılıç Ali (lakabı yüzbaşı Asaf) ve As­ lan (sabık Maraş mebusu). Ayıntap 'ta önce Kılıç Ali Bey, Şahin, daha sonra ise Re­ cep ve Özdemir beyler kumandasında 2500 kişiden ibaret bir kuvvet askerlerimize 1 O ay mukavemet ve şehri 8 Şubat

76


l 920'ye kadar müdafaa etti. (Bu şerefli müdafaadan dolayı şe­ hir bilahare Gazi Antep adını alacaktır.) 9 Şubatta Ali Saip Bey ve Nuri Bey kumandasında Ur­ fa' ya karşı harekete başlandı. Kuvvetlerimizi üç ay sonra bu şehri terketmeye mecbur ettiler. Garnizon harp kaidelerine rağmen hücuma uğradı, bir kısmı katledilde, geri kalanı ise e­ sir alındı. Diğer gerillalar Suruç, Birecik ve Cerablus 'ta Ağus­ tos sonuna kadar büyük faaliyet gösterdiler. Yine şubat içerisinde, askerlerimiz tarafından muhafaza edilen Akbaş 'taki silah ve mühimmat deposuna muvaffakiyet­ le neticelenen bir baskın yapıldı. Kuvvetlerini peyderpey Kafkasya, Kırım ve Anadolu'dan çekmekte ve terhis etmekte olan İngilizler, milliyetçilerin cü­ retinin artmasından endişelendiler ve İstanbul Türklerine bir kuvvet gösterisi ile tesir etmeyi tasarladılar. Müttefiklerin hükCımet nezdinde gitgide artan müracaat­ ları karşısında iki ateş arasında kalan Ali Rıza Paşa kabinesi

3

Mart 1 920'de istifa etti. Yerine, ölü doğan Amasya protokolu murahhası Salih Paşa geçti. Yeni kabine Damat Ferit'in iktida­ ra gelişi için bir intikal (geçiş) kabinesi vazifesini görecektir.

Sultan ve Salih Paşa, nazırlarının dağıtılmasında Mütte­ fiklerin şüphesini izaleye çalıştılarsa da Müttefikler daha mü­ essir bir hususun tatbikine kararlıydılar. 1 920 Martında İstanbul 'daki Türk Ocağına baskın yapıldı. 16 Martta İstanbul'un işgali, daha doğrusu mevcut işgal baskının arttırılmasına teşebbüs edildi. Fransa, İngiltere ve İtalya yüksek komiserlerinin sultana ve sadrazama notasını İstanbul Müttefik İşgal Kuvvetleri Ku­ mandanı General Sir Henry Wilson, kara ve deniz kuvvetle­ rinin yardımı ile Harbiye, Bahriye nazırlıklannı, polis ve pos-

77


ta telgraf idarelerini ve karakollarını (Şehzadebaşı karakolun­ daki erler öldürüldü) işgal ettirdi. ( 1 ) Yüksek komiserler, lstanbul'un sultanın hükümdarlığı altında kalacağını bildirdilerse de işgal müddetini tasrih etme­ diler. İşgal, neticede hakiki bir örfi idare halini aldı. Örfi ida­ re hükümlerini bildiren General Wilson'un beyannamesinde, millici ve tahrikçi herhangi bir harekete teşebbüs edenin şid­ detle cezalandırılacağı bildiriliyordu. Böylece sabık Sadra­ zam Prens Halim, Ağaoğlu Ahmet Bey ve birçok mebus, Mü­ takereden beri Malta'da bulunan İttihatçı arkadaşlarının yanı­ na sevkedildiler. Mebuslar arasında Rauf, Fethi Bey gibi müm­ taz şahsiyetler bulunduğundan protesto maksadı ile ve Sinop mebusu Rıza Nur Beyin teklifi ile Meclisin lağvına karar ve­ rildi. ( 1 8 Mart 1 920) Mebuslar 23 Martta lngilizlerin İzmit' e çıkartma yapma­ sından birkaç gün sonra dağıldılar. Ekseriyeti Ankara'ya gi­ decek ve toplanan Milli Meclisi takviye edecektir. Diğer ba­ zı şahsiyetler de onlara Ankara'da iltihak etti. Fevzi Paşa, İs­ met Bey (20 Mart), Halide Edip, Adnan Adıvar vs ... Sadrazam Salih Paşa, Müttefiklerce Kemalist hareketi teline zorlandığından istifa etmeyi tercih etti. (7 Nisan) Böylece Müttefikler tarafından yapılan tazyik, Milli ha­ rekete yarıyordu. Müttefikler, Mustafa Kemal' in nazarında si­ yasi otoritesini zaten kaybetmiş İstanbul 'u aşağılatırken, Ana­ dolu'yu takviye etmekten başka birşey yapmadıklarının far­ kında değillerdi. Umumiyetle ilave edilebilir ki, Müttefikler Milli hareke( 1 ) Bu haberler, bürosu işgal edilene kadar telgraf başında kalaıı Manas­ tırlı Hamdi Efendi adında bir memur tarafından Mustafa Kemal' e peyderpey bil­ dirmekte idi.

78


tin ehemmiyetini değerlendirmeyi bilemediler. Mustafa Ke­ mal, batının basını ve adamlarıyla temasa girmek ve dikkat­ lerini çekmek için gayret sarfederken, Müttefikler, hareketi ha­ fifsediler. İrtikap edilen en büyük hata ise Kemalizmle İttihat­ çılığı karıştırmak idi. Başlangıçta ki hareketin kaynaştığı fik­ rinin tesiri altında kalınmıştı ve ne zaman birbirlerinden ay­ rıldıkları, daha başlangıçta, farkolunamamıştı. Bazı İttihatçı­ lara muarız (karşı) Türkler ve öncelikle azınlıklar, ayırtede­ memekten veya anlayamamaktan Müttefikleri bu hayata sev­ kediyorlardı. Fransa, kendi istihbarat ajanlarını yalancı çıkar­ mayı sevmez: tehlikeli veya müziç (zararlı) olmaya başlayan dostlarının, sadaketlerine bağlı kalarak aldanmayı, bazı kıs­ taslara göre tanzim ettiği muhakeme tarzını yeni ahval ve şa­ hıslara göre değiştirmeye tercih eder. İşte uzun zaman, tem­ belce ısrar edilen hatalı bir usulün esası budur.

79



DÖRDÜNCÜ KISIM BÜYÜK MİLLET MECLİSİ tık milli parlamento - 2'nci ve son Damat Ferit Paşa hü­ kumetleri ve milli kuvveterle mücadelesi - Türk-Fransız An­ kara mütakeresi (30 Mayıs 1 920) - İlk milli Teşkilatı Esasiye kanunu - Büyük Millet Meclisinde siyasi partiler. İlk. Milli Parlamento

Damat Ferit Hükfunetinin ilk işlerinden biri, zaten kendiliğinden dağılmış Mebusan Meclisini resmen lağvetmek oldu. Kanunu

Esasinin 7'nci maddesine göre kaleme alınan sarayın ferma­ nı, İstanbul Merkez kumandanı Mustafa Natık Paşa tarafın­ dan Fındıklı Sarayında bekletilen 1 5 mebus huzurunda okun­ du. (Pazartesi 1 2 Nisan 1 920) Mustafa Kemal, eskiden beri istediği, İstanbul dışında de­ vamlı bir meclisin kurulması saatinin nihayet geldiğinde hük­ metti.

Rıza Nur'un veto gösterisinden bir gün sonra, yani 20

Mart 1 920 'de mil1i sivil ve askeri mercilere hitaben kaleme al­

dığı bir beyanname ile '�Ankara'da fevkalade salahiyeti haiz

bir meclisin toplanacağı" bildirdi. Gazi tarafından bilahare ve­

rilen izahatten anlaşıldığına göre, teşrii meclis tabiri kendi ta81


rafından önce münasip görülmekle beraber halk tarafından an­ laşılmayacağı düşüncesiyle terk edilmiştir. Beyanname, İs­ tanbul 'den gelecek mebuslarla temsil edilme imkanından bah­ sediyor ve 1 5 günde bitirilmek üzere seçimlere başlanmasını talep ediyordu. Türkiye için münasip hükumet şeklini münakaşa ile işe başladı. Bir hükfimet reisinin veya padişah vekilinin seçilme­ si arzu edilmediği kararlaştırıldı. Büyük Millet Meclisi, mil­ letten aldığı bütün salahiyetleri, teşrii ve icrai, elinde bulun­ duracaktı. Salahiyetleri kendi içinden bir vekiller heyetine devredecek ve Meclis reisi de bu heyetin reisi olacaktı. Böylece karara bağlanan tasarısının sonunda şu not var­ dı: Padişah ve halife, Meclis tarafından hazırlanacak kanun hu­ dutları dahilinde, üzerinde baskı kalktıktan sonra, salahiyet­ lerini elde edecektir. Bu karardan sonra Mustafa Kemal, Meclis reisi ve hüku­ met başkanı seçildi. (24-25 Nisan 1 920) 27 Nisan Fevzi Paşa, İsmet Bey Büyük Millet Meclisine kabul edildiler. 29 Nisanda Meclis, İhaneti Vataniye kanununu çıkarıyordu. 30 Nisanda, yeni Türk devletinin kuruluş Müttefiklere tebliğ edildi. 2 Mayısta, Vekiller Heyetinin kuruluşuna dair kanun çı­ karıldı. Genel Kurmay Başkanı bu heyete dahil bulunuyordu. 3 Mayısta ilk milli kabine kuruldu. Fevzi Paşa Harbiye Vekili, İsmet Bey Genel Kurmay Reisi oldu. Heyetin diğer aza­ lan Şeyhülislam Mustafa Fehmi, Dahiliye Cami, Hariciye Be­ kir Sami, Sıhhat Dr. Adnan, Maliye Hakkı Behiç, Maarif Rı­ za Nur, Nafıa İsmail Fazıl, Adliye Celalettin Arif beyler idi. 82


Yeni hükumet, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti adını aldı ve 5 Mayısta ilk defa toplandı. Şu halde milli başkent, l 920'den itibaren Ankara'da yer­ lişiyordu. O tarihlerde Angora dediğimiz, Galatların şehri ve Ogüst'ün vasiyetnamesinin hakkedilmiş (yazılmış) olduğu abi­ deden dolayı maşhur larihi Ankir, bir şehirden ziyade büyük­ çene bir köydü ve ehemmiyetı vilayet merkezi olmasından ile­ ri geliyordu. Yüksek yaylaların temiz ve aydınlık atmosferin­ de, geniş ovayı çevreleyen güzel tepelerden birinin üzerindeki şairane kalesiyle güzelliği yoktu denemez; fakat tuzlu ve ço­ rak toprak bitkiye ve insana muhtaçtı ve kalenin içine ve etra­ fına dağılmış, sıkışık, alçak evleriyle çöl ortasında kaybolmuş gibi idi. Yolcu burada hiçbir konfor bulamazdı. Otel diye harp­ ten beri beyaz Ruslar tarafından işletilen ve yontma taştan ya­ pıldığı için onlar tarafından Taşhan adı verilen barınak vardı. Boğazın şirin kıyılarını terkederek, toz ve o zamanlar hü­ küm süren sıtma içinde yaşamaya gelenlerin bu hareketinde­ ki feragatı anlayabilmek için, eski İstanbulluların hissettiği so­ ğumayı, içlerinde bulundukları kayıtsızlık havasını tanımış olmak lazımdır. Onları canlandıran milli heyecanın büyüklü­ ğü ve göç halindeki bu vatanın yeni şefinin cazibesi bu suret­ le ölçülebilir. Yeni Osmanlı kabinesi iktidarı 5 Nisan 2'nci ve Son 1 920'de aldı. Yeni kabine, tasvibini (onayını) alDamat Ferit madan, Hürriyet İtilaf Partisine istinat ediyorHükftmeti ve Milli du. Bu parti ise bütün hükumet mevkilerinden Kuvvetlerle tek başına faydalanmak istiyor ve Damat Ferit' i Mücadelesi siyasi göfüş farklarının tercihinde hoşuna gide­ ni yaptığından beğenmeyip tenkit ediyordu. 83


Damat Ferit hükCımet idaresinin zihniyeti, neşredilen hat­ tıhümayun ile kısa zamanda ortaya çıktı. Padişah, Kanunu Esasinin 27'nci maddesini zikrettikten sonra millkilik perde­ si altında, zaten zor bir durumu büsbütün vahimleştiren ihti­ lalin tenkili (ortadan kaldırılması) lüzumuna işaret ediyordu. Sultanın politikasında değişiklik ani ve kati idi. Bu deği• şiklik kabinenin ilk kararında, Şeyhülislam Dürrizade Aptullah Efendi imzalı ve 1 O Nisan tarihli bir fetvada görülmekte­ dir. Bu fetvada şu müliihazalar (görüşler) vardı: "Halifenin (Allah onu kıyamete kadar korusun) hükümdarlığı altında bu­ lunan Müslüman şehirlerde toplanmış ve kendilerine reis seç­ miş, yalan ve hileleriyle padişah hazretlerinin tebasını kandır­ mış, müsaadesiz asker toplanmış, vergi tarhetmiş (koymuş) kimselerin öldürülmesi, şeran caiz midir? Bu şakilleri öldü­ ren halife askerlerinin gazi ve onlar tarafından öldürülenlerin şehit unvanına liiyık olacağı doğru mudur? Bütün bu sualleri cevap "evet "ti. Anadolu ile bütün muhabere (haberleşme) ke­ silmiş olduğundan, bu fetva müttefik tayyareleri ile atıldı. Ertesi gün (1 l Nisan), hükümet Meclisin lağvını ilan edi­ yor ve 23 Nisanda, metni verilen mukaddes fetvaya senada (öv­ güde) bulunarak, milli kuvvetlerle ilişiği olanların, bunlarla münasebetini kesmesi için bir hafta mühlet verildiğini bildi­ ren bir tebliğ neşrediyordu. Kemalistlere karşı, önce paşa unvanını alan, Muhamme­ diye denilen birliklerin kumandanı, Çerkez Ahmet Anzavur Bey gönderildi. Bazı muvaffakiyetler kazandı, Bandırma 'yı ( 1 6 Nisan), Adapazarı'nı (20 Nisan) geri aldı, bir karşılaşma­ da 500 kadar esir alarak Eskişehir civarına kadar ilerledi. Nisan sonuna doğru, eski Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa kumandasında, erkanı harbiyesi de bulunan bir başka bir-

84


lik kuruldu. Bu gaye için 300.000 Türk lirası tahsis edildi (ay­ rıldı). Sadrazam ve Hariciye Nazır Vekili Damat Ferit, Harbi­ ye Nazırlığını da derihte etti (üzerine aldı) ve Bolu, Düzce mıntıkasında teşekkül eden birlikler, Hilafet ordusu adını aldı. Süleyman Şefik de başlangıçta muvaffakiyetler kazandı Hilafet ordusu, az sonra İzmit'i, Biga'yı, Bursa'ya kadar olan havaliyi işgal ederken, halk Konya'da ve diğer şehirlerde mil­ licilere karşı ayaklanarak, Mustafa Kemal'in askerlerine vah­ şiyane hareketlerde bulunuyordu. 1 1 Mayısta Divanı Harp, Mustafa Kemal'in ve 20'nci Kolordu sabık kumandanı Ali Fuat Paşa, Kara Vasıf Bey, sa­ bık Washington Elçisi Ahmet Rüstem Bey (Alfred Bilinski), sabık Sıhhat Müdürü Dr. Adnan ve eşi Halide Edip Hanım gi­ bi bazı taraftarlarının idamına gıyaben karar veriyordu. Bu karar 24 Mayısta, padişah tarafından tasdik edildi. Mustafa Kemal, sadrazam tarafından alınan kararlara şid­ detle mukabele etti (karşılık verdi). İsyanı bastırmak için, Büyük Millet Meclisinden, evvelce bildirdiğimiz İhaneti Vataniye Kanunu'nu çıkardı. 5 Mayısta An­ kara müftüsü, birçok dini ve sivil erk.an tarafından imzalanan bir fetvayı, İstanbul'unkine mukabele olmak üzere ilan etti. Bilahare İhaneti Vataniye Kanunu'na istinaden (dayana­ rak) teşekkül eden (kurulan) İstiklal Mahkemeleri faaliyete başladılar. Mustafa Kemal, durumu düzeltmeye muvaffak oldu. Hi­ lafet ordusunu olduğu gibi diğer düşmanlarını da kaçırttı. 6 Haziranda padişahın iki alayı Millicilere iltihak ettiler (katıl­ dılar) ve 1 O Haziranda l stanbul Harbiye Nazırı çarpışmalara son verilmesini emrediyordu. Damat Ferit kabinesi, bu çarpışmalara yeniden başlamak üze85


re kuvvetlerini teşkilatlandınnaktan yine de vazgeçmeyecektir ve göreceğimiz gibi Sevres muahedesinin (antlaşmasının) Mustafa Kemal tarafından tanınmasının reddi üzerine düşecektir. Türk-Fransız Ankara Anlaşması

Gördüğümüz gibi, birliklerimiz Kilikya 'da bir hayli aksiliklere maruz kalmışlardı. Diğer muvaffakiyetsizlikler de onları bekliyordu. 1 7 Mayısta Milliciler, Pozantı mıntıkasında şid­

detli bir taarruza giriştiler ve aynı ayın 28'inde birçok birliği­ miz esir edildi. Lüzumsuz bir kan dökülmesini durdurmayı arzu eden ve bu mücadelenin hakii bir harbe dönerek soysuzlaşmamasını isteyen Fransa, Suriye Yüksek Komiserlik Umumi Sekreteri M. Robert de Caix de Saint-Aymour'u bir anlaşma aktiyle va­ zifelendirerek Ankara 'ya gönderdi. 30 Mayısta General Go­ uraund'nun temsilcisi 20 gün için mütakere imzalandı. Mus­ tafa Kemal, müzakerelerde temsilcilerimizden Kilikya'nın tahliyesinin taahhüt edilmesini talep etti. Temsilciler bu hu­ susta karar vermeye salahiyetli olmadıklarını bildirdiler. Çar­ pışmalar, Zonguldak kömür nnntıkasının 1 8 Haziran l 920'de Fransızlar tarafından işgalini Türklerin bir harp hali telakki et­ meleri üzerine, yeniden başladı. Türk-Fransız sulhu bir sene sonra imzalanabilecektir. Buna rağmen Ankara mütakeresi faydasız olmamıştır. Bu şimdiye kadar kimsenin tanımadığı Büyük Millet Meclisi hükfunetiyle yabancı bir devletin aktettiği ilk anlaşmadır. De­ mek ki -bunu unutmayınız- bu hükfımetin zımnen (üstü kapa­ lı) tanınması teşebbüsünü (girişimini) Fransa yapıyordu. tık Miltt Teşekkül eder etmez, Büyük Millet MecTeşkilitı lisi, Mustafa Kemal tarafından verilen direkEsasiye tiflere uygun olarak, Esas Teşkilat Kanunu'nu Kanunu hazırlamakla meşgul oldu. Bu gayeyle seçilen

86


Kanunu Esasi Encümeni, esaslan 4 ay müzakere edilen bir la­ yiha hazırladı. Münakaşa, bilhassa layihanın 2'nci maddesi üzerine yapıldı. Milli Meclis hükümetinin "gayenin hüsulü­ ne değin" devam etmesi hükmü tahdit edici görülmekte idi. İki teyamül vardı. Bu tahditin muhafazasına taraftar olanlar, Millet Meclisini muvakkat (geçici) bir meclis telakki ediyor (görüyor) ve hatta din adamları, hocalardan müteşekkil bu grubun sağ kanadı halifelik ve sultanlığın yeniden tesisinin da­ ha vazıh (açık) olarak yer alacağı bir metnin ilavesini talep edi­ yorlardı. Diğerleri, milli hükfıınetin yeni şeklinin nihai oldu­ ğunu ileri sürerek talep edilen hususun reddini istiyorlardı. Mustafa Kemal, sürüp giden bu münakaşalara son ver­ mek gayesi ile o günkü halife ve padişahın bir hain olduğunu, dolayısıyla yaşanılan zor şartlar içerisinde hilafet meselesini münakaşa etmenin yersiz olduğunu söyledi. (25 Eylül 1 920) Mesele muallakta (boşlukta) kaldı, fakat 1 3 Eylülde Mus­ tafa Kemal tarafından hazırlanan tasarıyla uygun olarak Teş­ kilatı Esasiye ana maddeleri 20 Ocak 1 92 1 'de Meclisce kabul edildi. Metin, hakimiyetin millete ait olduğunu, milletin de bu hakkı Büyük Millet Meclisine bıraktığını ilan ediyordu. Mec­ lis reisi hukuken, meclis içinden seçilen Vekiller Heyetinin Re­ isidir. Hilafetin ne lağvı ne de muhafazası mevzuu bahis idi. Zamanın zihniyeti, Meclisin şeri kanunlarının tatbikini gözet­ mekle mükellef olmasına lüzum göstermekte idi. Milli Mücadelenin başında, Millicilerin Büyük Millet Meclisinde Siyasi Partileri

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk tabir edilen geniş bir cemiyet kurmuş olduklarını söylemiştik. Bu hususlar, Erzurum, Sivas kongre­

lerinde ve nihai (son) şekiJ olarak Misakı Milli'de ifade edil­ miştir. Misakı Milli'nin mahdut hükümlerine bakarak bunun bir parlamento partisi programı olarak kullanılamayacağı söy87


lenebilir. Bu sebepten Mustafa Kemal, Meclisce tasvip gören Teşkilatı Esasiye'nin ana 1 0. maddesine istinat eden bir siya­ si parti programı hazırladı. Ve 1 3 Eylülde bunu Halkçılık prog­ ramı adı altında ilan etti. Yine bu pı:ogramın prensiplerine na­ zaran tali siyasi gruplar teşekkül etti: Tesanüt grubu, İstiklal grubu, Müdafaai Hukuk zümresi, Halk zümresi. Islahat gru­ bu gibi. Parlamentonun çalışmasını vazife taksimiyle kolay­ laştırmak için bu kuruluş teşvik edilmişti. Fakat az sonra ha­ yal kırıklığına uğrandı. İhtilafların hakikiden ziyade zahiri va­ sıflarına rağmen, müzakereler lüzınnsuz yere uzuyordu. Mustafa kemal, bunun Üzerine Anadolu ve Ruınelı Mü­ dafaai Hukuk Ceriüyeti adı altında ve aynı isim taşıyan eski cemiyetin parl;ımentoda temsili içın bir grup teşkıle karar ver­ di. (1 5 Mayıs 1 92 1 ) Mustafa Kemal tarafından ıdare edilen bu mütesanit (bır­ lik) grup, Misakı Mill\"ye istinat ederek (dayanarak) Teşkılatı Esasiye'de bildirilen prensiplcrı tatbik edecektı Bahsettiğimiz kısa ömürlü gruplar istisna edilirse, Milli Mecliste siyasi partilerden ziyade birtakım siyasi temayüller (yönelimler.) olduğu söylenebilir. Sağ kanatta Müslüman muhafazakarlar, bilhassa din adamları vardı. meclisin bazı ıslahatlannı başlangıçta gecik­ tirmeye muvaffak oldu ise de, bu topluluk, ikinci Büyük Mil­ let Meclisinde büsbütün ehemmiyetini kaybedecektir. Sonra mutedil (ılımlı) muhafazakarlar vardı. bunlar yavaş yavaş Mustafa Kemal politikasına iltihak ettiler (katıldılar). Sol kanatta halkçıl ar, Mustafa Kemal'in siyasi fikirleri� ne taraftar olanlar vardı. Aşırı s.olda komünistler var idi ise de, maceralarını ileri­ de anlatacağımız Yeşil Ordu ve Etem vakasında itibarlarını ta­ mamen kaybettiler. 88

·


BEŞİNCİ BAHİS İSTİKLAL HARBİ İKİNCİ 1NôNü MUHAREBELERİNE KADAR 26 Haziran 1 920-3 1 Mart 1 92 1

İstiklal harbinin başlangıcında durum. -20 Haziran 1 92 1 Yunan taarruzu. -Sevres muahedesi ( 1 0 Ağustos 1 920). -Ye­ şiJ Ordu ve Çerkez Ethem. -Birinci İnönü muharebesi (9-1 O Ocak 1 92 1 ). -Kuzey Doğu cephesinde Ermenilere karşı zafer­ ler. -Müttefiklerle Osmanlıların uzlaşma teşebbüsleri. -İkinci İnönü harbi (26-3 1 Mart 1 92 1 ).

İstiklfil Harbi Milli Mücadele'nin en mühim safhasıdır ve bu safha, Sevres muahedesini kabuJ ettirmek için başlayan, Türk-Yunan harbiy­ le karışmaktadır. (Müttefikler görünüşte müs­ tenkif (çekimser) veya müdafaa halinde idiler.) Bu safha son­ nuda Sevres muahedesinin meriyete (yürürlüğe) girmesine ma­ ni olunacaktır. Sevres muahedesinin Osmanlı hükfunetince ka­ bulü ise, eski imparatorluğun fiilen son buJmasına ve yine Tür­ kiye ile arasında kati bir uçurum açılmasına sebep olacaktır. Harp ilan olmadığından, Yunan taarruzunun başlangıç ta­ rihi olan 20 Haziranı, İstiklal Harbi'nin başlangıcı olarak al­ mak gerekir.

tstiklil

Harbinin Başlangıcmda Durum

89


Bu tarihin sulh sulh muahedesinin imzalanış tarihinden evvel olmasının pek ehemmiyeti yoktur. Hükümler evvelce Türklere bildirilmişti ve daha çok önceden manevi tesirlerini yapmıştı; Milllciler mücadelenin tehlike ve ehemmiyetini müdrik (anlamış) idiler. Mayıs ortasına do ğru. İtilaf devletlerinin pek ağır şartlar teklif edecekleri öğreni lince. durumları bu sıralarda karış ı k olan Milliciler i şlerin i halle muvaffak olmuşlardı. Anzavur öl­ dürülmüş. Süleyman Şefik İstanbul ' a sığınmıştı. M üttefikler fena durumda idiler. İngilizler İzmi t ' i işgal etmişlerdi, fakat bir taraftan Marmara denizine diğer taraftan

Boğaz

içine doğru

ilcrl iyen M il liciler tarafında durumları tehdit edilmekte idi. H atta b i r mütareke bile aktedildi. Çarpışmalar mütareke sona ermeden başladı ve M i lliciler 1 7 H aziranda Gebze ' y i aşmış ve Tuzla'yı işgal etmişlerdi. Anadolu" nun içinde. Konya mınta­ kasında demiryolunu tutan İtalyan birl ikleri Eski�ehır\: kadar itildiler ve buradaki İngi liz garnizonu i le beraber denize kadar sürüldüler. Müttefik kontrol subayları tevkif ve Malta sürgün­ lerine kar�ılık rehine olarak muhafaza ediliyordu. Kili kya'Ja M i l licilerin muvaffakiyetleri (başarılan ı ise müiumdur. Trak­ ya öa istanbul ' un 1 6 Martta işgali üzerine, sadrazama h ü ku­ metiyle bütün münasebetleri kesmış olduğu ve müterekeni n ih­ lfıl edilmiş telakki ettiğini bildirmiş olan M ustafa Kemal ' e bağ­ lı Cafer Tayyar, duruma hakimdi. Kuzey-Doğuda seferberlik. 1) Haziran l 920'de. Büyük M i l l et :V1ecl is i tara1i ndan i lan edil­

mişti. Kazım Karabekir Paşa. bu çevrede Ermenilere karşı mü­ him zaferler kazanmak ari fesinde idi. İstanbul 'da b i le M i lllc i l e ri n gitgide tehdidi n i arttıran çe­ v i rmenleri. bazı muhitlerde (çevrelerd e ) Hristiyanları, her an Mustafa Kemal ' i n askerlerinin gözükmesinden endişe ediyor­ l ardı. O senede Haziranın 2 0 'sinc tesadüf eden bayramı n son

90


günü, Mustafa Kemal'in lstanbul'u geri almak niyetinde ol­ duğu söyleniyordu. Sokaklarda, vatansever Türk kadınları giz­ lice milli renkleri taşıyan kokartlar dağıtıyorlardı. Müttefik kuvvetlerine gelince, şehri boşaltmaya hazırlanıyorlardı.

Millicilerin başlıca kozu, İtilafdevletlerinin yeni bir harp

için inkar edilmez isteksizlikleri idi ama bu isteksizlik, Mus­

tafa Kemal'i yenmek için ortaya atılan Venizelos'un taleple­

rini kabule mani olmuyordu. Venizelos'un talepleri, Hythe ve

Boulgone konferanslarında kabul edildi. Yunanistan, Anado­ lu ve Trakya'yı işgal müsaadesini aldı.

Şu halde, Yunanlıların Hazira 1 920 taarruzu, serbest ve

milliyetçi Türkiye'yi dize getirmek için yapılan dört tazyik te­ şebbüsünden sonuncusu ve en mühimidir (1). s�vres Muahedesi (10 Atostos 1920)

Yunanlılar ilerlerken, siyasi çalışmalar

bunları takip ediyordu. Bunlar bir müddetten . . . ben devam etınekte ı"d"l ı er; Uzun ve çetin mu.

zakereler Londra Sulh Konferansının 5 komisyonunu işgal et­

mekte idi. San-Remo konferansında 1 920 Nisanında Lloyd George ve Millerand tarafından büyük bir hamle yapıldı.

Müttefiklerin daveti üzerine, San-Remo kararlarını tebel­

lıiğ etmek( bildirmek) için, Damat Ferit Paşa tarafından bir he­

yet teşkil edildi. Bu heyet Versailess'a 6 Mayıs'ta geldi. He­

yet şu şahıslardan müteşekkil idi: Tevfik Paşa, eski Sadrazam, Heyet Başkanı; Reşit Bey, Dahiliye Nazın; Fahrettin Bey, Ma­ arifNazır; Cemil Paşa, Nafıa Nazır, eski İstanbul Valisi. (Mah­

mut Muhtar Paşa, Bahriye Nazın ve harbin ilk üç senesinde Berlin elçisi, delege olarak seçilmeyi kabul etmemiştir.)

( l) Hatırlanacağı gibi ille üçü, Mütarekeden sonra İstanbul ' un işgali, l S Ma­ yıs l 9 1 9'da lzmir'e Yunanlıların çıkartma yapması, 1 6 Mart 1 920'de İstanbul üzerinde işgal tazyikinin (baskısının) arttınlması idi . •

91

·


Heyet, Millerand'ın riyaset (başkanlık) ettiği Sulh kon- . feransı tarafından 1 1 Mayısta kabul edildi. İtilfıf devletlerinin görüşü belirtildikten sonra anlaşmanın başlıca hükümlerini muhtevi (içeren) metin heyete verildi. Muahedeyi (anlaşma­ yı) incelemek ve görüşlerini yazılı olarak ifade etmek üzere heyet ebir ay mühlet (süre) verildi. Tevfik Paşanın, Müttefiklerin talep ettikleri hususları bil­ diren telgrafı Türkler arasında şaşkınlık yarattı. Verilen mühlet 1 5 gün daha uzatıldığından, heyetin iki azası Reşit Bey ve Cemil Paşa, Türkiye'nin cevabını hükumet­ lerine takdim etmek üzere İstanbul' a geldiler. Dönüşlerini beklemeksizin Damat Ferit, Boulogne Konferansı'nda konu­ şulmak üzere, Trakya ve İzmir' e dair mukabil (karşı) teklifle­ ri hamil olarak Toulon'a doğru yola çıktı. Versailles'a 20 Ha­ ziranda, Yunanlıların Türklerin hakkından gelmek vazifesini aldıkları tarihte geldi. Mukabil teklifler, mühletin sona erdiği 26 Haziranda, Damat Ferit tarafından veridi. İstanbul' a giden diğer iki delegenin cevabı 3 1 'inde teklifler tamamlandı. Tanzim edilen mukabil teklifleri Spa konferansı inceledi ve 17 Temmuzda Millerind, Yüksek Meclis adına bunların red­ dedildiğini Osmanlı heyetine bildirdi. Spa 'daki "sükUt"la ma­ neviyatı bozulan heyet, 1 4 'te İstanbul' a dönmüştü: Damat Fe­ rit, Spa konferansına kendini davet ettirmeye muvaffak ola­ mamıştı. Anlaşmayı imzalamayı reddederse payıtahtını da kaybe­ deceğinden korkan padişah, mühim hallerde yapıldığı gibi Şurayı Saltanatı davet etti (22 Temmuz). Sabık sadrazam Ali Rıza Paşa hariç, Şurayı Saltanat, ekseriyetle muahedenin im­ zalanmasına karar verdi. Bununla beraber, Sulh Konferansın­ dan Trakya 'nın Milletler Cemiyetinin kontrolu altında bulun92


masının ve İzmir' in serbest liman olmasının hükfunetçe temin edilmesi temennisini (dileğini) belirtti. Bundan sonra Damat Ferit kabinesi anlaşmanın imzası iç­ ni 3 temsilci tesbit etti: Bağdatlı Hadi Paşa, Filozof Rıza Tev­ fik, Bern elçisi Halis Bey. Müttefiklerle sulh muahedesi 1 O Ağustos 1 920 'de S�v­ res 'de imzalandı (1). Hiçbir zaman tatbik edilmemiş olması­ na rağmen muahede hükümlerini hatırlamak gerekir: 1 . İstanbul- Bu şehir, anlaşma hükümlerini ve bilhassa azınlıkların haklarını ihlal etmemek şartıyla padişaha bırakıl­ mıştı (36 'ncı madde). 2. Boğazlar- Harp zamanında dahi seyrüsefere açık ve­ serbest olacaktı (3 7'nci madde). Alakalı milletler ve İtilaf dev­ letleri temsilcilerinden müteşekkil Boğazlar komitesinin ne­ zareti (gözetimi) altında bulunacaktı. 3 . Kürdistan- İ stanbul 'da bulunan bir komisyon, kürt hal­ kının ekseriyette bulunduğu bölgeler için bir istiklal tasarısı hazırlayacaktı. 4. Ermenistan- 88 'nci madde "İtilaf devletleri gibi Tür­ kiye'de Ermenistan' ın hür ve müstakil bir devlet olduğunu ilan eder. " Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis vilayetlerinde Türk-Ermeni hududunun tesbiti Birleşik Amerika Devletleri Cumhurreisinin hakemliğine tevdi edilmiştir (bırakılmıştır). (madde 89) 5 . Yunanistan- Türkiye, Yunanistan'a Trakya'yı Karade­ niz sahilinde Podima'nın 7 km. kuzey batısındaki bir nokta­ dan (Midye'nin doğusunda), Büyük Çekmece gölü kenarın( l ) Almanya ile Versailles muahedesi 28 Haziran 1 9 1 9, Avusturya ile Sa­ int-Germain 10 Eylül 1 9 1 9, Bulgaristan'laNeuilly 27 Kasım 1 9 19, Macaristan'la Trianon 4 Haziran 1920' de imzalanmıştı.

93


daki Kalikrita'nın 1 km. güney batısındaki bir noktaya kadar terkediyordu ( 1 ). Bozcaada ve İmroz adaları Yunanistan' a ge­ çiyordu. İzmir, 66'ıncı maddede tasrih edilen (belirtilen) ci­ var bölge ile beraber, Türk hükümdarlığında kalıyor; fakat Türkiye, bu şehirdeki hükümranlık haklarını Yunan hüküme­ tine devrediyordu. Türkiye'nin imtiyaz hakları şehrin dış ka­ lesine devamlı çekilecek bir Türk bayrağı ile temsil edilecek­ ti. Beş sene sonra İzmir şehir meclisi Yunanistan' a nihai ilha­ kı talep edebilirdi. Milletler Cemiyeti de kendi zaviyesinden plebisit isteyebilirdi. 6. Hudut Arap Memleketleri- Türkiye, Suriye, Arabistan ve Musul vilayeti dahil Irak, aynı zamanda Mısır üzerindeki haklarını kaybediyordu. Mısır üzerinde İngiliz himayeciliği ta­ nıyordu. Suriye sınırı Mardin kuzeyinden, Urfa'dan Cebelibe­ reket (Osmaniye) sancağından geçiyordu. 7. Diğer memleketler- Türkiye, Fransa'nın Tunus ve Fas'ta himayeciliğini tanıyor, Britanya İmparatorluğuna Kıb­ rıs'ın, İtalya'ya On İki Ada'nın ilhakını (katılmasını) kabul ediyordu. 8. Azınlıklar- Müteaddit (çeşitli) hükümler onların hak­ larını koruyordu. 9. Ordu ve deniz kuvvetlerine dair hükümler- Türkiye, 3 5 .000'i jandarma, 1 5.000'i asker olmak üzere 50.000 kişiyi silah altında bulundurabilecekti. Deniz kuvveti, 7 şalopa ve 6 torpito muhburundan ibaret olacaktı. 1 O. Mali hükümler- İtilaf devletleri tazminat talebinden vazgeçmekte, fakat sivillerin zararları için tazminat hakkını muhafaza etmekte idiler. ( 1 ) Mukabil tekliflerinde Türk hükümeti, Enez-Midye hattını talep ediyordu.

94


1 1 . Kapitülasyonlar- Yeniden tesis edilecek ve ağırlaştı­

nlacaktı.

Sevres muahedesinin ertesi günü, yabancılar ve Kemalist­

lere muarız (karşı) Türkler, milli hareket olmasaydı şartların bu

kadar sert olmayacağını, diğerleri ise, belki de haklı olarak, mil­

li hareket olmasaydı daha da sert olacağım düşünüyorlardı.

Muahedenin imzasını takiben, derhal İtalya İstanbul 'da bir

elçilik kuracağım bildirdr Fransa, 1 920 Eylülünde İtalya'yı ta­

kip etti. İngiltere ise bir mümessillik iki iktifa etti (yetindi). Yu­

nan Yüksek Komiseri Kanellopulos, Ortodosk Kilisesi Saint­ Synode ve Karma Meclisin müşterek toplantısında, Sevres mu­

ahedesinin "Helenleri, başşehirler kraliçesinin kanlı boyalı ka­

pılarına yaklaştırdığını" bildiriyordu. ( 1 920 Ağustos sonu) Yeşil Ordu ve Çerkez Ethem

Ağustos sonunda Yunanlılar Simav ve

Uşak'ı işgal ettiler, sonra cephede kısa bir sükfuı oldu. Müttefikleri muahededen itibaren

Anadolu'da asayişi temin için altı ay mühlet tanıdıkları Osman­ lı kabinesi, Lütfi Fikri'nin teklifiyle Yunanistan'la müzakere ederek, meşkük (belirsiz) imtiyazlar elde etmeye çalışıyordu.

Fakat yola getirilemeyen Mustafa Kemal'in mütecaviz tavrıy­ la karşılaşan İtilaf devletlerinin memnuniyetsizliği karşısında

Damat Ferit, kabinesini iki defa islaha teşebbüsten sonra bir daha iktidara gelmemek üzere, Kasım 1 920'de istifa etti. Hür­

riyet İtilaf Partisi çöküyor ve iktidar bir intikal (geçiş) hüku­

meti kuran Tevfik Paşa'ya geçiyordu.·

Bir müddet sonra, Milliciler lehine, başka bir hadesi ola­

caktır: Venizelos'un, Kral Aleksandr'ın kaza ile ölümü aka­ binde, seçimde devrilmesi (Kasım 1920). Plebisitle tahta ge­

çen Kral Konstantin'in dönüşü ile Müttefiklerin Yunanlılar'a

karşı durumunu değişip değişmeyeceği konuşuluyordu.

95


Fakat başka endişeler Mustafa Kemal' i beklemekte idi. Bu da, bu anda ihtiyacını hissettiği, Yunan kuvvetlerine karşı koymaya muktedir kafi miktarda nizami askerdi. Diğer cephelerde olduğu gibi, Batı cephesinde de disiplinsiz cephe­ lere başvurmak mecburiyetinde kalıyordu ki, bitmez tükenmez harplerle yorgun düşmüş nizami birliklerin, bunlarla teması maneviyatlarının bozulmasına sebebiyet veriyordu. Bu duru­ ma deva bulmak için bazı müteşebbis kimseler Millet Mecli­ si 'ne harpçi ve itimat telkin eder bir kuvvetin teşkilatlandırıl­ masını teklif ettiler. Mustafa Kemal, meşgul bulunduğundan, bu teşebbüse karışmadan yapılmasına izin verdi. Teı;;kilatçılar isminin nüfuzundan istifade ettiler. Bir müddet sonra kurulan birlikler, Yeşil Ordu adını 'aldı. Çerkez Reşit Bey, bir mebus ve iki kardeşi, Ethem ve Tevfik Bey belli başlı kurucular ara­ sında idi. Anzavur'a karşı çarpışmalarda Ethem, Millicilere büyük hizmet etmişti. Bu muvaffakiyetler başını döndürdü­ ğünden siyasi rol oynamaya kalktı; komünist propagandasına kapıldı ve kızıl temayüllü Yeni Dünya gazetesi, yeni askeri teş­ kilatın himayesinde, Eskişehir'de 20 Ağustos'ta çıktı. Kütah­ ya'da ikamet eden Ethem'in birlikleri Kuvvei Seyyare adını aldı. Bu işte tehlike gören Mustafa Kemal' in tavsiye ve gay­ retlerine rağmen, bu propaganda Büyük Millet Meclisi mebus­ ları arasında da taraftar buldu ve bu mebusların ekseriyeti re­ islerine ciddi müşkülat çıkardılar. Hatta o zamanki Garp Cephesi Kumandanı Ali Fuat Pa­ şanın, 24 Kasım 1 920'de, Gediz'de Yunanlılara karşı yaptı­ ğı taarruzun, Ethem ve kardeşi Tevfik'in talimatıyla yapıl­ dığı dedikodusu dolaştı. Bu taarruz, Yunanlıların Bursa cep­ hesinde biraz daha ilerlemesini temin etmekten başka bir netice vermedi. 96


Diğer taraftan, Nazım Bey adlı sabık bir vali, yabancı des­ teğiyle bir Komünist Partisi kurmayı tasarladı (Halk İştiraki­ yön) ve hafifbir ekseriyetle Dahiliye Vekili seçilmeye muvaf­ fak oldu. Mustafa Kemal bunun üzerine harekete geçti. Nazım Bey' i istifaya mecbur etmeye muvaffak oldu ve umumi karar­ gahı Bilecik'te bulunan Garp Cephesi Kumandanlığı 'na, Ge­ diz taarruzuna Erkanı Harbiye Reisi olarak muhalefet etmiş olan İsmet Bey'i tayin etti ( 1 0 Kasım). Ali Fuat Paşa ise Mos­ kova'ya elçi olarak gönderildi (8 Kasım 1 920). Bu tedbirlerden memnun olmayan Ethem, Mustafa Ke­ mal' e karşı hesaplı bir hürmekar tavır muhafaza ederken cep­ he kumandanının emirlerine açıkça karşı gelmeye ve dilediği gibi hareket etmeye başladı. Mustafa Kemal, nihayet bulun­ duğu zor duruma rağmen, cepheden çektiği askeri Ethem' e karşı sevketti. Bunlar, asiyi ve kardeşlerini Kütahya 'dan ata­ rak, Gediz istikametine sürdüler. Ethem, o zaman, Yunanlıla­ ra iltihak ederek hizmetlerine girdi. Ethem' in ve ihanetinin ha­ tırası, Rus propagandasına kapılan birkaç Türkün ham komü­ nistlik arzularını sarstı. Yunanlılar, önlerindeki perdenin Et­ Birinci İnönü hem 'in takibi yüzünden inceldiğini farkedin­ Harbi (9-10 Ocak 1921) ce, Bursa ve Uşak cephesinde, Afyon ve Eskişehir istikametinde yeni bir taarruza geçti­ ler (6 Ocak 1 92 1). Ethem' in tenkilinin (uzaklaştınlmasının) yarattığı imkandan istifade ederek Anadolu'yu kat eden de­ miryolunu ele geçirmek istiyorlardı. Taarruzun başında İsmet Bey, Kütahya cephesinde Et­ hem' in asilerine karşı Yarbay İzzettin Bey kumandasında 6 1 ' inci Tümeni ve bir süvari birliğini bırakarak, bütün kuv97


vetlerini kuzeyde, Eskişehir batısında, İnönü'ye ve güneyde Uşak doğusunda, Dumlupınar' a gönderdi. 9 Ocakta, Bursa ke­ simindeki 3 Yunan tümeninden ikisi, lnönü'deki Türk mevzi­ leri ile karşılaştılar. 1 O Ocakta asilerin takibinden vazgeçen İs­ met bey, Kütahya'dan İnönü'ye geldi ve gecenin 9'unda, Yu­ nan taarruzunun kırılmasıyla son bulan, şiddetli bir savaş baş­ ladı. Aynı gece, Yunanlılar Bursa istikametinden çekildiler. Tarihe'e göre, bu muharebe, Yunanlanların kuvvetleri 20.000 silah, 1 50 ağır makineli, 50 top, 200 kılınç, Türklerin­ ki ise 6.000 silah, 50 mitralyöz, 28 top, 300 kılınçtı. Yunan ordusu, Afyonkarahisar'ı tutan Dumlupınar mev­ ziine hücuma teşebbüs etmedi. Birinci İnönü Savaşı, Yunanlılara karşı harpte ilk Türk za­ feri olmakla mühimdir. Bu zafer, Kemalist ordunun manevi­ yatını yükseltmeye yaradı. Kuzeyde Yunanlılar hücum ederken, Ethem aynı anda, kütahya batısındaki Türk kuvvetlerine taarruz ediyordu. İzzet­ tin Bey tarafından mağlup edildi ve İnönü'nün muzaffer kuv­ vetleri tarafından Gediz istikametinde kovalandı. Ethem ve kardeşleri Eskişehir' e hücumu denedilerse de mağlup oldular ve askerlerinin kendilerini terketmesiyle yunan hatlarına ilti­ ca ettiler. l 9 1 7 'de Rus cephesinin dağılmasını taki­ Kuzey Doğu Cephesinde ben, Kafkasya'nın güneyinde Erivan mıntıka­ Ermenilere sında, Gümrü ve Karsta, İtilaf devletleri tara­ Karşı Başarılar fından himaye edilen ve milliyetçi, Türk düş­ manı hislerle mücehhez (donanmış) Taşnak Ermeni siyasi par­ tisinin idare ettiği bir Ermeni devleti kurulmuştu. Millet Meclisi, bu mıntıka ve hudut Türklerinin maruz kaldıkları tethiş, hatta katliama müsamaha etmekle itham et98


tiği bu hükumete karşı mevzii seferberlik ilan ve emri altında 1 5 ' inci Kolordu bulunan Kazım Karabekir Paşaya kuzey-do­ ğu cephesi kumandanlığını tevdi etti. Ermeniler, Türklerin müstakil bir devlet kurmayı tasarladıkları için Oltu'yu işgal ettiklerinden, Büyük Millet Meclisince 7 Temmuz 1 920'de bir ültimatom gönderildi. Bu ültimatom hiçbir netice vermedi. 22 Eylülde, Afyankarahisar'da toplanan askeri şefler, Ermenis­ tan 'ı istilaya karar verdiler. 24 'te hudutta yığılan Türk birlik­ leri, bir Ermeni hücumunu defettiler ve sonra taarruza geçti­ ler. Kazım Karabekir Paşa Oltu, Albay Halit Sarıkamış, Yar­ bay Nihat Bey Bayburt ve Karakilise, Nuri Paşa ise Karabağ ve Zangezor üzerine yürüyordu. 29 Eylülde, bu ant taarruzla şaşıran Ermeni hükumeti seferberlik iliin etti. Çarpışmaları, Türkler, maharet ve süratle sevkettiler. tık olarak, Kazım Karabekir Paşa Oltu'yu aldı. 8 Ekimde, Bolşe­ vikler ve Azerbaycanlılar, başı bozuk Tatarlar açlığın hüküm sürdüğü Ermenistan'ın kuzey hududuna hücum ettiler. Erivan hükfımeti tarafından yanında harbe davet olunan Gürcistan se­ ferber oldu ise de hududunu beklemekle iktifa etti. Sarıkamış cephesinde Ermenilerin birkaç muvaffakiyetine rağmen bu şe­ hir, 1 O Ekimde Türkler tarafından alındı ve 1 7 Ekimde lğdır'da Azerbaycanlılar ile Türkler irtibat tesis ettiler. 22 Ekimde Sov­ yetler bir nota vererek, Erivan demiryolu imtiyazının terki şar­ tı ile, Rus-Tatar cephesinde muhasamatın (çatışmasının) kesil­ mesini teklif ettiler. talep reddedildi. 30 Ekimde 1 5 'inden beri boşaltılmış Kars' ı Türkler aldı. 7 Kasımda, Gümrü zaptedildi. Bu arada, Erivan'da bir halk hareketi Taşnak hükfımetini devir­ mişti ve 5 Kasımda yeni sosyal-demokrat kabine mütakere ta­ lep ediyor ve 3 Mart 1 9 1·8 Brest-Litowsk anlaşmasını tanıma­ yı kabul ediyordu. Bu anlaşmaya göre, Ermeni birlikleri Arpa99


çay gerisinde, Türle �irlikleri ise Gümrü hattında kalacaklardı. Türle kumandanı nizamı teminle mükellefti. Ermenilerin, Türle­

leri derhal silahsızlanrnalan hususunda ısrar etmekle ve Türk­ lerin Ermenileri, Ermeni Generali Sabuh'un Güıruü üzerine yü­ rüyerek mütakereyi ihlal etmekle itham etmeleri (suç1amalan) üzerinde çarpışmalar tekrar başladı

.

(1 1 Kasam

1 920)

Bir defa daha yenilen Ennenisten, 1 8 'de yeni bir müta­ kereyi kabul etti ve 26'da başlayan sulh müzakereleri Gümrü ·

anlaşmasına (3 Ar.ılık 1 920) ulaştı. Ermenistan, Btest-Litowsk an laşmasın ı tanıyor, hangi devletin olursa olsun Vllliliğini ka­ bul etmemeyi taahhüt ediyor, Natişevan, Zangezor ve Kara­ bağ nuntılcalannın mlİkadderatını (geleceğini) plebisitle tes­ biti tasvip ediyordu. Türlciye, bu.suretle 1 878'de kaybetmiş olduğu Kars'ı ge­ ri alıyprdu. Ermenistan'da iktidar, Sovyetlerin eline geçince Gümrü anlaşması. Moskova ( 1 6 mart 1 92 1) ve Kars ( 1 3 Ekim 1 92 1 ) . anlaşmaları ile teyit edildi. Türk:lerin Ermenistan üzerinde zaferleri, İngilizlerin tah1 iyesinden sonra Batum'u işgal eden Gürcülerin daha mÜnis­ l cşmes ini (yumuşamasını) temin etti. Büyük Millet Mec li s i bu ilhakı protesto ederek, Brest-Litowsk ve Trabzon Türk-Gür­ cü anlaşmalarının, Batum 'u Türldere bıraktığını bildirdi. Gür­ cüler, murahhas (delege) göndererek, Artvin, Ardahan ve Ba­ tum'un Türklere terkini kabul ettiler. Bu bölgeler, 1921 Mar­ tında, Türle ordusu tarafından işgal edildi; fakat Batum, Mos­ kova antlaşmasıyla sonradan Ruslara verilecektir. Artvin ve Ardahan kesim olarak Türkiye ye kalacaktı. Böylece, Büyük Millet Meclisi, milli sahasınİ, felaketli SCvres muahedesinin imzalanmasından pek az sonra, genişletiyordu. ,

'

1 00


E sasen Millicı Türklerin bir taraftan, Antalya'yı (Mayıs 1 92 1 ) boşaltmak üzere bulunan İtalya ile, diğer taraftan Mart 1 9 2 1 anlaşmasına zemin teşkil edecek 23 Ağustos 1 920 tarih­ li anlaşmayı imzalamış bulunduğu Sovyet hükumeti ile iyi münasebetleri vardı. Bu anlaşmaya göre, Millici hükfımet " Sovyet hükumeti­ nin muvafaki olmaksızın Müttefiklerle anlaşmaya girişmeye­ ceğini" taahhüt ederken, Sovyet hükfımeti de "Türk millici­ lerin haklı taleplerini manen ve maddeten desteklemeyi" ka­ bul ediyordu (madde 2). Bu hükümler başlangıçta gizli iken 1 920 Aralığında açıklandılar. Damat Ferit Paşa ve Venizelos'un devril­ Uzlaşma mesinden sonra siyasi hava bir hayli değişmişTeşebbüsleri ti. İhtiyar Tevfik Paşa tarafından riyaset (baş­ kanlık) edilen yeni kabine, mutedil, milli harekete müsait kim­ selerden müteşekkildi. Şu şekilde hülasa edilebilecek progra­ mının başında Mustafa Kemal' e yakınlaşmak yer alıyordu: l . İstanbul ve Ankara'yı iki hasım kardeş gibi ayıran ik­ tidar ikiliğine bütün Türklerin birliğini gerçekleştirerek ve Anadolu'yu sükfına erdirerek son vermik, 2. İtilaf devletleri ile iyi münasebetleri arttırmak. (Halka ilan tarihi 20 Ekim) Dahiliye Nazırlığının, Tevfik Paşanın siyasi karşıtı Ah­ met İzzet Paşaya verilmesi bile manic;!.ardı. Hürmet gören bu general, bilindiği gibi, Mondros mütakeresi sırasında sadra­ zam olmuştu ve Mustafa Kemal 'le iyi münasebetleri vardı. İşe başlar başlamaz, kabine, İzzet Paşa reisliğinde bir he­ yeti, Müttefiklerin tasvi�i ve bazılarına göre telkini ile, Mus­ tafa Kemal nezdine göndermekle meşgul oldu. Vaktiyle, bu tasarı Damat Ferit Paşa tarafından da düşünülmüş ise de dü·

101


şüşünü hızlandırmaktan başka işe yaramamıştı. Bilhassa mil­ li harekete karşı sempatisinin, bu hareketi Müttefik kararlan üzerine bir baskı vasıtası olarak görmesinden ileri geldiği sa­ nılan İzzet Paşanın tercih edilmesi şartlara en uygun olarak gö­ rülmekte idi. Sevres muahedesinin imzalanmasından beri de­ ğişen zaruret karşısında, Şurayı Saltanat toplantısı kararına iş­ tirak etmiş olduğu için, bu muahede hükümlerinin tatbikine de yararlı olması icap ettiği düşünülüyordu. Millicilerin şüphelerini izale (gidermek) için, heyete hiç­ bir yabancı temsilcinin katılmaması kararlaştırılmıştı. İzzet Paşa, Mustafa Kemal' e Müttefiklere karşı mukavemetin bey­ hudeliğini ve onlarla uyuşmasının daha yerinde olacağını an­ latacaktı. Mareşal İzzet Paşa ve arkadaşları (1 ) Bilecik'e 5 Aralık l 920'de geldiler ve Mustafa Kemal tarafından karşılandılar. Daha sonra Ankara'ya geçtiler ve Osmanı heyeti burada uzun müddet kaldı. Gazi'nin sonradan dediği gibi, "İzzet ve Salih Paşa Anadolu'ya ısınamadılar." Aralık ayı sonunda, sadra­ zam Fransa yüksek komiseri vasıtası ile, açık bir mektup gön­ dererek geri dönmelerini istedi; buna rağmen heyet gitmeyin­ ce gizli emirlerle birincinin iptal edilmesi düşünüldü. Nihayet uzlaştırıcı heyet hiçbir netice elde edemedi. İzzet Paşa, İstanbul' a 19 Mart 1921 'de, beklenmediği, zi­ ra İstanbul 'da bile kimse onlarla alakadar değildi, bir sırada dön­ dü. Vazifesi, gayesini kaybetmişti. Müttefiklerin bile değiştir­ meye hazırlandıkları bir muahedenin tatbikini övemezdi. Müttefik siyaseti zaten başka anlaşma yollan arıyordu; Sevres muahedesinin yeniden gözden geçirilmesi fikri yavaş ( 1 ) Bunlar Salih Paşa, Bahriye Nazın (milliciler nezdinde ikinci defa vazi­ feli). Hüseyin Kazım Bey, Adliye ve Ticaret Nazın, Cevat ve Münır beyler idi.

1 02


yavaş vücut buluyordu. Bu değişikliğin emareleri, daha Veni­ zelos 'un devrilmesinden evvel zuhur etmişti. Bir müddet ev­ vel Sevres muahedesinin tadil edilmeyeceğinden (değiştirile­ meyeceğinden) bahseden Fransa Hariciye Nazırı Millerand, Aix-les-Bains'de, M. Gioletti ile milllcıler ve Babıali arasın­ daki ihtilafa son verdirerek, Türkiye'ye yardım etmek husu­ sunda anlaşmıştı. ( 1 920 Eylülü). Türkler, bundan mütehassis oldular ve bunu takiben Millerand'ın Cumhurreisliğine seçil­ mesi hararetle karşılandı. Millerand'ın halefi Leygues, Meclisin hariciye komisyo­ nunda, muahedenin, Türkiye için müsait bir şekilde değişti­ rilmesi mevzuu bahs olduğunu bildirdiğinde kimse hayret et­ medi. Bu fikre alışılmaya başlanmıştı. İtalya, Fransa gibi Kemalist harekete git gide taraftar ol­ makta ve Roma, Anadolu ile gizlice temas etmekte idi. Cavit Bey kabinesi hususi kalem müdürü olan Reşit Saffet Bey ve eski Atina elçisi Galip Kemali Bey, İtalyan hükfuneti nezdin­ deki siyasi temsilcisi Osman Nizami Paşa ile irtibat temin edi­ yorlardı. 1 5 Ocak 1 92 1 'den 20'ye kadar Roma'da, Batıda bulunan Türk devlet adamları gizli bir toplantı yaptılar: Ahmet Rıza, Cavit, Hüseyin Hilmi Paşa, Şükrü Paşa, Mahmut Muhtar Pa­ şa ve iki kemalist delege Rüstem Bey (Talat Paşanın kongre­ ye iştirak talebini red eden) ve Kenan Bey. 25 Ocakta Patis Konferansı, esası Sevres muahedesi ol­ mak üzere, Doğu meselesinin hallini müzakere etmek için, Müttefik devletler ile Yunan ve türk hükfunetlerinin Londra 'da yapılacak 2 1 Şubat konferansına davet edilmesine karar verdi. Aynı tebliğ, Türk hükı1metinin, Mustafa Kemal' in veya Anka­ ra hükı1meti seçkin temsilcilerinin Osmanlı heyetinde bulun1 03


ması şartı ile davet edileceğini ilave ediyordu. Bu, Anadolu'da kurulan hükfunetin yeni ve zımni (dolaylı) tanınması idi. Tevfik Paşa, Mustafa Kemal' i temsilcilerini tesbite davet etti. Mustafa Kemal dayatarak, beynelmilel bir konferansta Tür­ kiye'yi temsile, yeni Teşkilatı Esasiyenin gösterdiği gibi, yal­ nız Büyük Millet Meclisi hükfunetinin salahiyetli olduğunu ce­ vaben bildirdi ve cevabına Teşkilatı Esasiye metninin bir sure­ tini ekledi. Demek ki Millici delegeler, doğrudan doğruya Lond­ ra konferansına gönderileceklerdi. Filhakika, Lloyd George,

İtalya vasıtası ile bir davet yaptığından, Mustafa Kemal, Hari­ ciye Vekili Bekir Sami reisliğinde bir heyet teşkil ettirdi. Londra konferansı

(1)

(27 Şubat - 1 2 Mart 1921), lzmir ve

Trakya 'ya ilk olarak beynelmilel bir heyetin gönderilmesine ka­ rar vermekle işe başladı. yunanistan, bu kararı kabul etmeyin­ ce

(6 Mart notası) s.evres muahedesi hükümlerine zıt bir çok

değişiklik ihtiva eden (içeren) ikinci bir teklifyapıldı (12 Mart). Cevap için bir ay mühlet verilmişti; fakat teklif, ne Türkleri ne de Yunanlıları memnun etmediğinden Londra konferans} ne­ ticesiz kaldı ve çarpışmalar, az sonra yeniden başladı. Müzakereler esnasında, ihtiyarlardan müteşekkil Osman­ lı heyeti genç Ankara delegelerine büyük hürmet gösterdi. He­ yete Sadrazam Tevfik Paşa riyaset ediyordu ve heyet azaları arasında Mustafa Reşit Paşa ile Osman Nizami Paşa vardı. Aynı zamanda Londra konferansına davet, Osmanlı hü­ kfunetinin millici şeflere karşı tutumunun değişmesi gibi bir netice de verdi. İstanbul Divanı Harbinin Mustafa Kemal ve arkadaşlarını idama mahkfun eden kararı, Askeri Temyiz Mec( l ) Heyetin diğer azalan şunlardı: Cami Bey, sabık Dahiliye Vekili; Yu­ nus Nadi ve Mahmut Esat, lzrnir mebusları; Vehbi, Karasi mebusu; Hüsrev, Trabzon mebusu; Necati Erzurum ve Zekai Adana mebusu.

1 04


lisi tarafından bozuldu. 1 Şubattan itibaren İstanbul gazetele­ ri Damat Ferit kabinesinin bir kararının manettiği paşa, bay ünvanını milliciler için kullanmaya başladılar. Londra müzakerelerine muvazi (paralel) olarak Büyük Millet Meclisi hükfuneti, Moskova'da Sovyetlerle bir anlaşma imza ediyordu (16 Mart 192 1). Yine Londra konferansı sırasında, Ankara delegesi Be­ kir Sami Bey, İngiltere, Fransa, İtalya ile alaşmalar aktetti. Bri­ and'la müzakere edilen konu, Klikya'nın bazı şartlarla tahli­ yesine dairdi. Bu anlaşmalar, Üçlü İtilaftan mülhem olduğu ve Sevres'i tamamladığı, Türkiye'ye bırakılan mıntıkaları İn­ giltere, Fransa ve İtalya'nın iktisadi nüfus bölgelerine böldük­ leri mülahazasıyla, Büyük Millet Meclisinde red edildiğinden meriyete (yürürlüğe) giremedi. Londra anlaşmaları, l 92 l Ma­ yısında neşrolunan Malta sözleşmesi kadar faydasız oldu. Be­ kir Sami, l 2 Mayıs 1 92 1 'de istifa etti. Yunan taarruzu, 23 Martta, yani Londra İkinci İnönü Harbi Konferansında teklifedilen bir aylık müddetin sona ermesinden evvel başladı. I 'inci İnönü Harbini takiben, Bursa ve Uşak'taki Yunan ordusu takviye edilmişti. Diğer taraftan 1zmit'te Yunanlılar bir tümen yerleş­ tirdiler ise de, Türkler, Kocaeli grubu ile buna karşı koydular.

İkinci İnönü, neticede birinciye cevap oldu. Bu defa da Yu­ nanlılar, Bursa ve Uşak'tan aynı gaye ile hareket ettiler: Ana­ dolu demiryolu. Bununla beraber, kuvvetler evvelkinden daha mühim idi: Yunanlıların 40.000 tüfek, 3 700 ağır ve hafif ma­ kineli, 144 top, 1200 kılınç; Türklerin ise 1 5.000 tüfek, 1 50 ağır ve hafif makineli, 56 top ve 900 kılıçlan vardı. Yunan cephe­ sinde General Papulas, Türk cephesinde ise İsmet paşa (Et­ hem'in tenkili, !'inci İnönü zaferinin mükafatı olarak 1 O Ocak 1921 Büyük Millet Meclisi kararıyla) kumanda ediyordu. 1 05


Yunan taarruzu, milliciler için bir süpriz olmadı. 1 5 Mart­

tan beri, Eskişehir ve Afyon mıntıkalarına birlikler yığmışlar­ dı. 22 martta Kütahya'ya, maraş askeri kumandanı Salahattin Adil Bey kumandasında 2 ' nci Kolordu geliyordu. İleride bu birlik, İnönü mevzilerinin sağ kanadını takviye edecektir. Kas­ tamonu valisi ve askeri kumandanı Muhittin Paşa, 20 Martta, Bursa cephesi sağ kanadının kumandasını aldı. Bursa'dan hareket eden Yunan birlikleri, Bilecik-Pazar­ köy istikametinde yürüdüler. tık gün, 20 km. ilerleyerek Ha­ sanpaşa-Fındıklı-Yenişehir hattını işgal ettiler. Ertesi gün, 24 Martta, Türkleri Nazif Paşa -Köprühisar mevzilerinden çıkar­ dılar ve Gümüş deresi - Bilecik hattını ve 25 Martta da Pa­ zarcık-Yeniköy hattını işgal ettiler. 26'da Adapazarı alındı ve Yunanlılar, İnönü'ndeki Türk uç mevzileri ile temasa geçti­ ler. Türk birlikleri Karaköy, Afgin, Karadağ ve Çukurdağ arasında toplanmıştı. Yunanlılar, önce sağ kanada ve sonra ye­ ni takviyelerle merkeze ve sola hücum ettiler. Türklerin geri çekilmesi ile Kovalıca'ya ulaştılarsa da hamleleri Türk mu­ kabil (karşı) taarruzları ile kırıldı. 30 Martta takviyelerle ta­ arruza kalkmayı denediler fakat Ankara 'dan, bu arada Mec­ lis Muhafız Taburunu da takviye olarak alan Türkler tarafın­ dan püskürtüldüler. Güneydeki Yunan kuvveti, Uşak'tan hareketle Dumlupı­ nar mevzilerini 24 Martta, Balmahmud'u 27 Martta ve niha­ yet Afyonkarahisar'ı 28 Martta aldı ise de kuzey ordusunun muvaffakiyetsizliği güney ordusunu çekilmeye icbar etti (zor­ ladı). Buna rağmen 8'den 1 1 Nisana kadar, Türklerin geri al­ maya çalıştıkları Dumlupınar'ı muhafaza ettiler. Yunanlılar aynı zamanda İzmit'i 28 Nisandan 28 Hazi­ ran 1 92 1 'e kadar işgal ettiler.

1 06


ALTINCI BAHİS 1ST1KLAL HARBİ. DEVAM VE SON İKİNCİ İNÖNÜ HARBİNDEN MUDANYA MÜTAREKESİNE (3 1 Mart 192 1 - 1 1 Ekim 1922) Kütahya Eskişehir muharebeleri. - Sakarya harbi (23 Ağustos - 1 3 Eylül 1921 ). - Arabuluculuk teşebbüsleri. - Sa­ karya muharebesinden sonra askeri durum. - Zafer taarruzu veJ3aşkumandanlık savaşı. - Mudanya Mütakeresi ( 1 1 Ekim 1 922). - Türk-Rus anlaşması. - Türk-Fransız Ankara anlaşma­ sı (20 Ekim 1 922). Anadolu'da Yunan seferi, görüldüğü gibi KütahyaEskişehir Venizelos 'un eseri idi. Bu devlet adamı yunanisMuharebeleri tan'ı terkedince, (16 Kasım 1 920) bir plebisitin yeniden tahta çıkarttığı Kral Konstantin, siyasi hasmı tarafın­ dan başlanılan teşebbüsü bırakmak istemedi veya bırakamadı. Zaten, Millicilerin davranışlarından memnun olmayan Mütte­ fiklerden, daha doğrusu Lloyd George'dan teşvik görüyordu. Yunan başkumandanı ise, Türk nizami ordusunu olgunlaşma­ dan ezmek için zamanın müsait olduğunu, İkinci İnönü Sava­ şı 'ndan sonra tanzim ettiği (düzenlediği) bir raporda belirtiyor­ du. Yalnız, 85.000 kişilik bir takviye istemekte idi. 107


İstek kabul edildi ve ikinci neticesiz teşebbüsü takip e­ den sükun devresinde, yunanlılar kuvvetli bir ordu kurmakla meşgul olur iken küçük İnebolu şehrini bombardıman ve Pon­ tus Yunan Cumhuriyeti çetelerini takviye etmekle yetindiler. Tarihe göre Anadolu'daki Yunan kuvvetleri, bu arada 96.00 tüfek karşılığı 7 iHi 1 2 tümene, 1 300 kılınca, 5600 ağır ve hafif mitralyöz ve 345 topa yükseldi. türklerin bütün Ba­ tı cephesinde 5 1 .265 tüfekleri, 440 mitralyözleri, 4. 727 kılınç­ lan ve 1 62 toplan vardı. Her iki İnönü savaşında da cephe iki kısma bölünmüştü. Batı cephesi İsmet Paşa, Güney cephesi ise Refet Paşanın emirleri altında idi. Tecrübe, tek bir kumandanlığın idaresine ihtiyaç gösterdiğinden, Batı cephesi Geyve'den Afyonkarahi­ sar'a kadar uzatıldı ve İsmet Paşanın kumandasına verildi. Eskişehir'in kuzeybatısında, Kütahya batısında ve daha güneyde müdafaa sistemi takviye edildi. Türk tümenleri dört gruba ayrılmıştı: 1 'inci grup Albay İzzettin Bey : İnönü kesimi 3 'üncü grup Albay Arif Bey : Kütahya bölgesi 4'üncü grup Albay Kemalettin Sami : Çöğürler kesimi ve Kütahya kuzeyi 1 2 'nci grup Albay Halit Bay : Afyonkarahisar şehri ve bölgesi Bundan maada (başka), Kocaeli grubu tabir edilen diğer bir grup daha olup, Albay Kazım Bey kumandasında idi. Al­ bay Fahrettin Bey kumandasında da 5 ' inci bir süvari grubu kuruldu. 1 08


1921 yazında yeni Yunan taarruzu başlayınca, 2'nci İnö­ nü.' nden beri ancak

3 ay geçtiğinden ve ulaştırma zorluğun­ dan, Türkler mühimmat ve silih stoklarını tamamlamak için kifi 7.8Dl8D bulamamışlardı. Dolayısıyla kabul edilen taktik müdafaa oldu. Yunan birlikleri, 1 O Temmuz 192 l 'de harekete geçtiler. · llerlemcleri çok süratli oldu. Türklerin merkezinde ve sağ ka­ nadına yükleniyorlardı. 1 3 temmuz'da Afyon, 1 T de Kütah­ ya, 20'de Eskişehir alındı. Evvelki Yunan taarruzlarının hede­ fine nihayet ulaşılmıştı ve Türkler, demiryolu gibi kıymetli u­ laştırme vasıtasından mahrum kalacaklardı . y Ywınnlılar bu i lk muvaffakiyetle yetinebildilerdi. Onlar için esef edilecek cihet, daha ileri gitmek istemeleri oldu. 1 8 Temmuz'da Karacahisar' a nakledilen Batı cephesi ka­ rargahına gelen Mustafa Kemal, cephe kumandanına ordu y!-1 Sakarya gerisine çekmek üzere. Eskişehir' in kı.ızcy ve güne­

y inde toplanılması içi n talimat verdi. İki ordu ara:,, ı na pek lx:­ rcketli olmayan topraklan ve nehri sokmak ve Türklere yeni­ den toplanmak için zaman kazandırmak istiyordu.

Buna rağmen l ürk kumandan lığı, 2 I T<.!tnmuzda Esk i­ !')ehir' in dnğp:"ıunda bir mukabil (kar.şı) hü umu d · nedi ; fak • t

birlik! 'r �'<: ) ı t Oazi Kırgıulağ mtntıkasıı ıda bn ��ı:virml.." rcketinc ginşen, ·adetçe üstün Yunan ku v..:tkn ile

lıu­

karŞıiaş­

t ı l a r. Bu Türklerin Es�işehir muharebesi diye isi mlendirdik­ leri k arş ı l a ş m ad ı r

.

Türkler, Sakarya gerisine çekildiler. B.,kumand aa

\1ustafa Kemal

bekir

Paşa,

.

Eskişehir' in alınmasından sonra, 25 Tem-

muzda b aşlaya n Yunan taamm.mun durdurulmasına rağmen durum vahi m idi. Kazım Kara­

yapılacak bir iş kalmamış olan kuzey-doğu cep­

hesi nden �kviyeler getirdi.

1 09


Millet Meclisinde endişe hüküm sürüyordu ve paniği dur­ durmak zaruri idi. Bütün ümitler Mustafa Kemal'de toplandı ve 5 Ağustos 1 9 2 1 'de Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal' e, o zamana kadar yalnız padişaha verilen, Başkumandanlık un­ vanını verdi ve üç ay sonunda yenilebilir mutlak hak tanıdı. 3 Nisan 1 92 1 'den beri Vekiller Heyeti Reisi, Harbiye Ve­ kili ve Erkanı Harbiye Reisi olan Fevzi Paşa, Harbiye Veka­ letini Rafet Paşaya bırakarak diğerlerini muhafaza etti. Mustafa Kemal, derhal faaliyete geçerek, birliklerin ik­ mali için milli tekalif komisyonlarını kurdu ve Fevzi Paşayla Polatlı 'ya gitti. Diğer taraftan, Yunanlılar da büyük faaliyet gösteriyor­ lardı. Başkumandan olan Kral Konstantin İzmir'e çıkmış ve

7 Temmuz'da Uşak' a gelmişti. Sonra Kütahya'ya yerleştiğin­ de Lloyd George, İngiliz Parlamentosunda Sevres muahede­ sinin kifliyetsiz (yetersiz) olduğunu ve daha da genişletilme­ si icap ettiğini (gerektiğini) söylüyordu. 1 3 Ağustosta Eskişehir Seyit Gazi hattın­

Sakarya Savaşı

(23 Ağustos -13 dan harekete geçen Yunanlılar, ilerlemeye baş­ Eylül 1921> ladılar. l S 'de, Kral Konstantin "Ankara'ya ! "

emrini veriyordu. Tarihe göre, yunanlılar 88.000 tüfek, 7 .000 mitralyöz, 300 top ve 1 300 kılınç, 1 5-20 tayyare ile mücehhez iken Türklerin 40.000 tüfeği, Yunanlılardan l O defa eksik olmak üzere 700 mitraly ö zü 1 77 topu, 2.745 kılıcı ve 2 tayyareleri vardı. Süva­ ,

ri kuvvetleri hariç, Türklerin adetçe azlığı barizdi (belli idi). Türk ordusunun dağılışı, gruplar itibarıyla, İkinci İnönü muharebesinin aynı idi ve grup kumandanları da değişmemiş­ ti . birliklerin dağılışı şöyle idi : l ' inci grup Mihallıççık'ta, sa­ karya önünde, 3 'üncü grup Ankara-Eskişehir demiryolunun

1 10


kuzeyinde ve nehrin doğusunda, 12'nci grup aynı demiryolu­ nun öbür tarafında, 4'üncü grup Polatlı-Malıköy mıntıkasın­ da, Kocaeli grubu, Sakarya istikametinde yürüyüşte idi. Bir ihtiyat grubu, Sincanköy'de Yusuf İzzettin Paşa kumandasın­ da idi. Nihayet, Kilikya'da Fransızlarla yapılan anlaşma sonun-: da serbest kalan 2 'nci Kolordu, Akşehir'den Haymana 'ya, Sa­ lahattin Adil Bey kumandasında ilerlemekte idi. 5 ' inci süva­ ri grubu, Fahrettin Paşa kumandasında Aziziye'de idi. Hareket halinde birlikler müstesna, yalnız süvariler ve 3 'üncü grup Sakarya önünde bulunuyordu. Taaruzun başında, Yunanlılar süratle ilerleyerek nehrin sağ kıyısına, karşıya geçmemiş Türk birliklerini attılar; sonra, Yunan taaruzu sol kanat üzerine yüklendi. Yunan sağ kanadı Sakarya'yı geçti ve doğudan batıya akan ve Sakarya'nın sağ kanalını teşkil eden Ilıca çayına geldi. İki ordu arasında yakın temas 23 Ağustos'ta temin edildiğinden, bu tarih Türklerce, bu muharebelerin başlangıç tarihi olarak kabul edilmiştir. Bu muharebe 22 gün, 22 gece, 1 00 kilometre uzunluğlm­ da bir cephe üzerinde cereyan etti. Muharebede, Yunanlıların Helenizm Megoloideası 'nın mukadderatı, Türklerin ise vatan­ larının bekası mevzuu bahs olduğundan, çarpışmalar çok şid­ detli oldu. Türkler tarafında en seçkin kumandan olarak Ka­ zım, Şükrü Naili, Kemalettin Sami, Fahrettin, İzzettin, Der­ viş ve başkaları vardı. Bilhassa, Türkler için ikınal zorluğu mevcuttu ve daimi bir gayret ve tükenmez imana ihtiyaç gösteriyordu. Biçare köylüler, tahta tekerlekli kağnıları ile, kadınlar ise sırtlarında mühimmat taşıyorlardı. (1) ( l) Ankara'da, Gazi 'yi at üzerinde temsil eden heykelin dibinde, bir obü­ sün ağırlığı altında bükülmüş bir köylü kadını göze çarpmaktadır.

111


Ilıca nehri üzerinde Yunan birlikleri taarruza başladıkla­ rında, evvelce batıya dönük bulunan Türk cephesi, cenuba (güneye) bükülmüştü. Türkler şimdi Ankara'yı müdafaa edi­ yorlardı. Mustafa Kemal, taarruzun başında Yunanlıların gü­ neyden bir çevirme hareketine girişeceklerini tahmin ederek, bu tedbiri baştan düşünmüştü. Ilıca nehrinin kuzeyinde, düş­ manı şiddetli bir mukavemetle yıprattıktan sonra, sol kanadın­ dan birliklerini mukabil taarruz için mecburi yürüyüşle sağa çekmekten çekinmedi ve sonra mukabil taarruz bütün cephe­ de başladı. Yunan ordusu kaçıyordu. l 3 Eylül de Sakarya'nın sağ kıyısında Yunanlı kalmamıştı. Yunan ilerleyişi, bundan 22 asır evvel, Makedonyalı Bü­ yük Fatih ' in, zihnindeki "Doğu meselesi "nin karışık düğüm­ lerini çözmek için efsanevi ve sembolik kılınç darbesini in­ dirmiş olduğu, tarihi Gordium mıntıkasında kırılmıştı. 1 9 Eylül 1 92 1 'de Büyük Millet Meclisi, Türkiye'nin kur­ tarıcısına Müşir askeri ünvanını ve Müslüman memleketler­ de muzaffer manasına gelen Gazi şeref rütbesini veriyordu. Milli Mücadelenin ve Türklerin Marne'ı olan bu muharebe­ nin ruhu, Mustafa Kemal olmuştu. İtilaf devletleri, Fransa, İngiltere ve İtalArabulucuk Teşebbüsleri ya, muhasamata (düşmanlığa) son vermek için hizmetlerini sunmaya karar verdiklerinde, Pa­ ris 'te 22 Mart 1 0922 'de toplanan üç hariciye vekilinin "Do­ ğu Konferansı", bir mütareke teklif etti. Bu teklif, İtilaf dev­ letleri tarafından tesbit edilecek askeri komisyonların kontro­ luna tabi, bir bitaraf mıntıka tesisine dairdi. Mütareke üç ay için imzalanacak ve yenilenebilecekti. İtilafdevletlerinin teşebbüsü, iki hasım tarafça kabul edil­ di. Bununla beraber, Kemalist Türkiye yabancı askeri kontrol 1 12


tanımıyordu. Müzakereyi, Yunanlıların Anadolu'yu tahliyesi halinde kabul ediyordu.

O

zaman,

26

Martta, Paris Konferansı, sulh anlaşması

şartlarını bildiren bir nota gönderdi. Bu Sevres muahedesinin iyileştirilmiş veya yeniden tanzim edilmiş bir nevi idi . Bazı tah­ dide tabi olarak, İzmir Türklere iade ediliyordu. Türk birlikle­ rinin sulh zamanı mevcudu

50.000 den 85 .000 çıkarılacaktı.

Bu teklifler, Türk Millicilerinde İnfiü (tepki) yarattı. Sev­ res muahedesinin nefret uyandıran hükümlerinin yeni ve ba­ sit bir tab'ı, bir nevi sulh taarruzu denilebilecek bu teklifler­ le, Yunanlıların başını kurtarmak, aynı zamanda Doğu mese­ lesini yine Batının lehine halletmek istendiği düşünülüyordu. Ankara hükfuneti, du. Teklifler,

5 Nisanda, mukabil tekliflerde bulun­

1 5 tarihli bir cevapla reddedildiler. Büyük Mil­

let Meclisi, lzmit'te bir konferans toplanmasını teklif etti. Bu da Londra tarafından reddedildi. Bir defa daha söz silahlarındı. Sakarya Harbinden Sonra Askeri Durum

Sivrihisar ve Afyonkarahisar istikametin­ de çekilen Yunan birlikleri takip edildiler ve Eskişehir'in doğusunda, Kütahya ve Afyon'da evvelce hazırlanan müdafaa mevzilerine kadar

kovalandılar. Netice olarak, Yunanlılar, Eskişehir muharebe­ sinden sonra işgal ettikleri mevzilere dönmüşlerdi. İşi bitirmeye karar veren ve müzakerelerin lütfuna kati bir zaferi tercih eden Mustafa Kemal, tasarısını gerçekleştir­ mek üzere Türkiye'yi lüzumlu kuvvetlerle teçhiz (donatmak) için bütün enerjisini kullandı. Diğer cephelerde fazla olan her­ şey, yayan veya en iptid;ıi (ilkel) ulaştırma vasıtaları ile, batı­ ya yollandı. Erzurum, kars, Elcezire, Adana mıntıkasında pek az kuvvet bırakıldı. Kağnı, belki de basitliğinden olacak, ye-

1 13


niden ikmiil çalışmalarına iştirak etti: Dolu tekerlekler, par­ maklı tekerleklerden daha az çamura batıyordu. Sadık unsur­ ların ve milli gayeye katılan bahriyelilerin gayretleri ile, Müt­ tefiklerin nezareti altında bulunan İstanbul'daki silah depola­ rından, cephane sandıkları, hatta toplar gizlice alınıyor ve Anadolu'ya sevkediliyordu. Sakarya 'da sağ kanada kumanda eden ve Büyük Millet Meclisi başkanı olacak olan yeni Milli Müdafaa Vekili Kazım Paşa, ordunun ikmalini teşkilatlandırarak memlekete büyük hizmetler etti. Tesirli olduğu görülen süvari birlikleri takviye edildi. Yunanlılar, mevzilerini süratle sağlamlaştırmakla meşgul idiler. Durum tersine dönmüştü ve dikenli tel lerin arkasında Türk taarruzunu bekleyen şimdi onlardı. Taarruza, l 922 Haziranında, Mustafa Kemal karar verdi. Bu sıralarda, Mustafa Kemal, bazı Meclis azalarının, bilhassa Malta'dan dönen İttihatçıların, sinsi faaliyetlerine maruz idi. Mustafa Kemal ' e tanınan mutlak hakkın yenilenmesinden memnun olmadıklarından, Yunanlılara taarruzda gecikilmiş olmasına hayrette gözüküyorlardı. Bunun üzerine Gazi, aske­ ri durum hakkında açıklamada bulunmay lüzumlu gördü. Yunanlılara hücum kararı verilince, 1 O Zafer Taarruzu ve Ekim 1 92 1 'den beri Batı cephesi kumandanı Başkumandanlık İsmet Paşa, taarruzu hazırlamakla meşgul ol­ Savaşı du. Başkumandan, Akşehir'deki karargaha bir ziyaretten sonra harekatın Ağustos'ta başlamasına karar ver­ di ve Ankara'ya döndü. (6 Ağustos) Bu sıralarda, tamamlanan askeri güç meyvalarını vermiş­ ti; Türk ordusu, Yunanlıların kuvvet ve silahlarına ulaşama­ makla beraber hissedilir derecede yaklaşmış, hatta süvari bir-

1 14


liklerinde adetçe bir üstünlüğe bile sahip bulunuyordu. Batı­ dan kolaylıkla ikmal gören Yunanlıların malzemesi daha iyi idi. tarihte Yunan ordusu 1 30.000 tüfek, 8.060 mitralyöz, 348 top, 1 .300 kılıçtan müteşekkildi. Türk ordusu ise 98.670 tüfek, 1 .864 mitralyöz, 232 top ve 5.286 kılıçtan ibaretti. Mustafa Kemal 'in planı şöyle idi: Düşmanın silahlı kuv­ vetlerinin imhasını hedef tutan bir hareket harbi yapmak ve Afyonkarahisar'ın güneyinden Akarçay ve Dumlupınar'a hü­ cum etmek, bu suretle kati bir netice elde etmek. Şuhut kasabası civarında dar bir sahada, Türk birlikleri­ nin toplanmasını gizli tutmak için, icap eden (gereken) bütün tedbirler alınmıştı. 20 Ağustos 1 922 'de, Başkumandan, gizlice ayrıldığı An­ kara'dan, otomobille Konya üzerinden Akşehir umumi karar­ gahına geliyordu. İsmet ve Fevzi Paşa, Erkanı Harbiye Heyetleri ile birlik­ te, Türk hücum birliklerinin toplanma yeri, Küçük Şuhut' a git­ tiler. Buradan, hücum kuvvetini teşkil eden 1 1 piyade ve 3 sü­ vari tümeni, gece yürüyerek, gündüz tayyarelerden saklana­ rak Akarçay ile Ahırdağ arasında mevzi aldılar. 26 Ağustos'ta, İsmet ve Fevzi paşalar refakatinde Başku­ mandan, Kocatepe (Afyonkarahisar güneyinde, bu şehirle Şu­ hut kasabası arasında) rasat yerine çıktı. Sabahın beş buçuğun­ da kesif bir topçu ateşi başladı. Hücum akşama kadar devam etti ve Yunanlıların takviyeli mevzileri bir günde alındı. Erte­ si günü, yeni taarruzlar, Yunanlıları kuzeye doğru püskürttü. M üteakip günlerdeki savaşlarda- 1 ve 2 'nci Türk orduları, gü­ ney ve doğu kenarından cepheyi tazyik ettiler ve süvari gru­ bu batı ve kuzeyden onları takip etti: böylece Yunan ordusu ikiye böiünmüs oldu. Dumlupınar ' ın kuzey batısındaki Asl�-


banlar mıntıkasında çevrilen güney kısmı, Çalköy yakınında, başkumandan tarafından şahsen idare edilen bir muharebe so­ nunda tamamen imha edildi (30 Ağustos). 3 1 Ağustos'ta Mus­ tafa Kemal, bu zaferi kazandığı harp sahasını incelerken, ka­ çan düşman kuvvetlerinin talebini süratledirmek, Uşak'tan trenle çek i l en birliklere ve Eskişehir bölgesi nde bulunan Yu­ nan ordu unun iki nc i parçasına hü cum ederek, Anadolu'yu Yunanl ılardan tamamen tı:mizlemek te dbirl er ini kararlaştırı­ yordu l Eylü l de meşhur emrini verd i : "Ordular, Hedefiniz .

.

Akdeni z 'dir. lleri ! "

' 2 Eyl ül de Uşak.'a girdi. Burada, esir edilen General Tri­

kupi s (azledilen

Hacı

Anestis'in

yerine gelen) ve yard ımcısı

General Dionis kendisine getirildi.

ordusu, lzmir'i 9 Eylülde ve Mustafa Kemal, erte­ . si günü şehre girdi . Maalesef, 1 3 Eylülde, müthi� b i r yangın, şehri tamamen harap etti. Yunanlılar ve Türkler, bu felake te sebebiyet verdik­ leri içın, birbirlerini kar�ıhklı ol arak İtham ettiler (suçladılar) . Menderes bölgesi Yunan birliklcn, Türklerin ellerine dü­ �en kumandanlarından emir alamadıklarından. lzmir'in işga­ Türk

füıdcn -.onra esir edildiler. IJığ r tara ftan, Yu nan l ıları Pskişchir"den ç ı karmış

:, 'üncü Ordu grubu, onları takip etti

virdı: bu gruba

bağlı

ve Bursa

olan

doğusunda çe­

bir tümen, Mudanya yakınlarında esir

edildi. Gerisi, Bandırma'dan veya Kapıdağ yarımad ası nda n

gemi l ere binerek kurtuldu.

1 8 Eylülde Batı Anadolu, Yunan birliklerinden tamamen

temizlenmişti. nanlılar.

Sakarya harbinden sonra yaptı kl arı gibi Yu­ peşlerinde Yunan halkı olduğu halde. yollan üzerin­

de bulunan herşeyi yakarak ve tahrip ederek kaçtılar.

1 16

.


Bir müddet sonra, lzmit'ten hareket eden Türk birlikle­ ri, Boğazlar istikametinde, Gebze'ye kadar ilerleyerek İngiliz birlikleri ile temasa geçtiler. Mudanya Mütakeresi (11 Ekim 1922)

Trakya'da bir Yunan ordusu var idi ise de duruma tesir edemezdi. Herşey, İstanbul Boğa­ zında ve Çanakkale'de mevzilenmiş, Harrington birliklerinin takınacağı tavra bağlı idi. Baş­

vekil Lloyd George silahlı bir çatışma ihtimalini kabul eder göründü. Hatta dominyonlara takviye için müracaat etti ise de, hadiselerin harici inkişafından (gelişmesinden), teşebbüsü ne­ ticesiz kaldı. İşte bu kritik anda, Çanakkale'yi tahliye ettirmiş olan ve ileride görüleceği üzere, Türkiye ile ayrı bir anlaşma aktetmiş bulunan Fransa, bir çatışmayı önlemek için gayret gösterdi. Fransa, Franklin-Bouillon'un keskin zekası ve açıksözlülüğÜ ile buna muvaffak oldu. Müzakereler, Türk-Fransız dostluğu­ nun yeniden teessüsünü temin etti (kurulmasını sağladı). Fransa İstanbul yüksek komiseri General Pelle'nin lz­ mir'de, Mustafa Kemal'den Türk ordularının bitaraf mıntıka­ ya sokulmamasını talep ettiği bir ziyaretten maada (başka) Ga­ zi, bir Fransız harp gemisiyle buraya gelen M. Franklin Bo­ uillon'la mühim bir görüşme yaptı. Mustafa Kemal' in Trakya kurtarılmadıkça ileri

yürüyü­

şü durdurmanın imkansız olduğunu bildirdiği bu görüşme sı­ rasında, Meriç'e kadar Trakya'nın tahliye edileceğini vaad e­ den ve Yunan birliklerinin hangi hat gerisine çekileceğini tes­ pit için lzmit veya Mudanya'da bir askeri mütareke komisyo­ nu toplanmasını teklifeden, 23 tarihli İtilaf devletlerinin muh­ tırası geldi. Büyük Millet Meclisi hükümeti Mudanya'yı seçtiğinden,

1 17


muhtelifdevlet temsilcileri 3 Ekim 1922 'de ve müteakip gün­ lerde toplandılar. İngiltere'yi General Harrington, Fransa'yı General Charpy, İtalya'yı General Monbelli, Türkiye'yi İsmet Paşa ve Yunanistan' ı General Mazarakis temsil ediyordu. Müzakereler, İtilaf devletleri temsilcilerinin, Trakya'nın tahliyesini bir sulh antlaşması neticesine doğru bağlamak iste­ melerinden çetin geçiyordu. Çarpışmalara Türklerin yeniden başlama tehdidi karşısında derhal kesilen müzakerelere bir müd­ det sonra tekrar başlandı ve 1 1 Ekim'de bir anlaşmaya varıla­ bildi. Yunan temsilcisi imzalamayı reddetti ise de hükümetin müttefiklerin tazyiki (baskısı) ile anlaşmayı daha sonra tanıdı. Yunan ordusu, Trakya'yı on beş gün içerisinde tahliyeyi kabul ediyor, Türkiye ise, burayı bu suretle silah atmadan el­ de ediyordu. Türkler, bu mıntıkada nizamı, anlaşmanın ger­ çekleşmesine kadar, en fazla 8 .000 kişilik bir jandarma kuv­ veti göndererek temin edebileceklerdi. Boğazlar mıntıkasında sivil idare Türklere geçiyor, fakat İtilaf devletleri, sulhun akdine kadar, burada asker bulundur­ ma hakkını muhafaza ediyorlardı. Trakya'daki Yunan halkının ekseriyeti, çekilen Yunan bir­ liklerini takip etti. Evvelce görüldüğü gibi, Büyük Millet Türk-Rus Anlaşmaları Meclisi ile Sovyetler arasında bir anlaşma 20 Ağustos l 920'de aktedilmişti ve Ali Fuat Paşa Moskova'ya elçi olarak gönderilmişti. Ruslar, çifte İnönü zaferinin ve Müttefiklerin, Ankara de­ legelerini Londra Konferansına davet etmelerinin tesiri altın­ da kalarak, 1 Mart l 921 'de Türkiye ile bir anlaşma aktettiler. Bu anlaşma, İktisat Vekili ve Kastamonu mebusu Yusuf 1 18


Kemal bey, MaarifVekili ve Kastamonu mebusu Rıza Nur Bey ve elçi, hususi murahhas olarak Ali Fuat Paşa ile Harici İşler Halk Komiseri Çiçerin ve Merkez İcra komitesi azası Kork­ mazof tarafından imzalandı. Wilson'vari bir başlangıçla, milletlerin kardeşliği pren­ sibinden ve milletlerin mukadderatını serbestçe tayin hakla­ rından bahsediyor ve emperyalistliğe karşı mücadelede mil­ letleri tesanüte (dayanışmaya) davet ediyordu. Her iki taraf da, tarafeynden (taraflardan) birine yüklen­ mek istenen, herhangi bir sulh anlaşması veya beynelmilel ak­ ti tanımamayı prensip olarak kabul ediyordu. Rusya, Türkiye namı altında 1 9 Ocak 1 920 tarihli Misakı Milli'de belirtilen

mıntıkaların anlaşıldığını kabul ediyordu. ( 1 ' inci madde)

Her iki tarafda, Çar Hükiımeti ile padişahın Türkiyesi ara­ sında aktedilen bütün anlaşmaları muteber (geçerli) saymıyor­ lardı. (madde 6) Rusya'da Türkiye'de kapitülasyonların lağvını kabul edi­ yordu (madde 7). Taraflar, mukabil (karşı) tarafa hasım toplulukların ken­ di memleketlerinde teşkilat kurmalarını veya ikametini kabul etmemeyi taahhüt ediyor (8. madde) ve milletçe en fazla is­ tenilen rejimin karşılıklı olarak tatbikinde anlaşıyorlardı. Takriben 7 ay sonra, Türkiye, Rusya ve üç Sovyet Sos­ yalist Kafkas Cumhuriyeti ile (Ermenistan, Azerbaycan, Gür­ cistan) Kars anlaşmasını aktediyordu. ( 1 3 Ekim 1921) (1) ( l ) Murahhaslar şunlardı: Rusya, Jak Hanetsky, Letonya Fevkalade mu­ rahhası; Ermenistan. Askanos Mroviyan, harici işler halk komiseri; Boğos Ma­ kinciyan, dahili işler komiseri; Azerbaycan, Behdut Şahtantinski, devlet mura­ kabesi halk komiseri; Gürcistan. Şalva Elivya, Harbiye ve Bahriye Halk Komi­ seri; Aleksandr Svanidzi, harici ve mali işler halk komiseri; Türkiye, Edime me­ busu ve Doğu cephesi kumandanı Kazım Karabekir Paşa. sabık Nafıa Vekili Bur­ dur mebusu Veli Bey, Müsteşar Muavini Muhtar Bey, Türkiye Azerbaycan fev­ kalade temsilcisi Memduh Şevket Bey.

l l9


Bu anlaşma, bilhassa Moskova muahedesi hükümlerini, Türkiye'nin yeni ilhaklannı teyid ediyordu. ( 1 ) Nihayet 2 Ocak 1 922 'de, Ukranya Sovyet Sosyelist Cum­ huriyeti ile bir anlaşma yapıldı. Hariciye Vekili Yusuf Kemal ve Ukranya Sovyetleri Merkez İcra Komitesi azası, halk ko­ miserleri meclisi azası, Kının ve Ukranya'da bütün silahlı kuv­ vetler başkumandanı, Kızıl Yıldız nişanını hamil, konferans­ ta fevkalade elçi olarak bulunan Mişel Frunze arasında akte­ dildi (imzalandı). Ruslar, Türkiye'yi resmen tanıyan ilk devlet oldular. Türk-Rus anlaşması, şu halde Kemalist devlet için çok ehemmiyetli idi. Müzakereler, Avrupa'da büyük hoşnutsuzluk­ la takip edildi, Bununla beraber, tekmil Doğu Avrupa'nın is­ tikrar kazanması hususunda bu anlaşmaların gayet müsait ini­ kaslarını (yansımalarını), aynı zamanda bazı gayeye matuf (yönelmiş) neşriyatın Türkiye'yi komünizm hegemonyası al­ tına sokmayı istemekle itham etmeye kadar vardıkları Kema­ list politikaya tevcih edilen aceleci tenkitlerin esassızlığını, Av­ rupa fark etmeye başladı. Türkiye ile Fransa'nın 1920 Mayısından Ankara - Tirit Fransız beri bir anlaşma zemini aradıkları görülmüştü. Anlaşması (20 Ekim 1922) Bu gayretler Briand tarafından devam ettirildi. Fakat 192 1 Haziranında bir neticiye varılabil­ di ve Ankara'ya resınl sıfatla giden Franklin Bouillon'la bir anlaşma tanzim edilebildi. Mustafa Kemal, Hariciye Vekili Yu-

(1) Moskova muahedesinden 1 5 gün evvel Türkiye Afganistan'la, kendi­ si için pek müsait bir dostluk anlaşması imza etmişti. lngiltere'nin tesiri ile vu­ "kua gelen dahili siyasi değişikliklersonunda bu anlaşmameriyete (yürürlüğe) ko­ namadı. Başka bir anlaşma bu devlet ile 1928' de imzalandı.

120


suf Kemal ve Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa tarafından takip edilen müzakereler uzadı. Türkiye'ye karşı iyi temayüllerini takdir ettiği Franklin Bouillon'la, Mustafa Kemal müzakere ederken, yalnız yeni Türk devletinin var olduğunu ve Misakı Milli'ye uygun bu devletin mutlak bir hürriyeti hakkı bulunduğunu ona kabul et­ tirmeye çalışıyordu. Müzakereler, kapitülasyonlar meselesin­ den ve Kemalist hareketin belirtiği kökten değişikliğin anla­ şılmamasından zorluklarla karşılaştı. Kemalist hareketten do­ ğan Türk devleti, sadece Osmanlı İmparatorluğu 'nun yeniden canlanması olmayıp, üstelik dahili siyasetinin başlıca nokta­ larında ona tamamen zıt anlayışa istinat eden (dayanan) bir te­ şekküldü. M. Franklin Bouillon 'un büyük liyakatı, bu husu­ su açıkça ayırt etmeye ve peşin hükümlere galebe çalmaya mu­ vaffak oldu. Kendisi ile Yusuf Kemal tarafından 20 Ekim l 92 1 'de Ankara anlaşması diye anılan aktin imzalanması, bu peşin hükümlere ilk darbeyi vurdu. Bu siyasi vesika diplomatik maharati gösterir: İki taraf arasında harp halinin sona ermesi ( 1 . madde) ve üçüncü mü­ teakip maddelerde Kilikya 'nın Fransa tarafından tahliyesi de­ mek olan birliklerin karşılıklı çekilmesi. T inci madde ile Fran­ sa, Türk halkının ekseriyette bulunduğu İskenderun mıntıka­ sında, resmi lisanı Türkçe olmak üzere, bu hususi idare reji­ mi tesis etmeye razı oluyordu. 8 'inci madde ile Türk-Suriye hududu şöyle tarif edilmiş­ ti. " İskenderun Körfezinde Payas' ın kuzeyindeki bir nokta­ dan hareketle hudut Meydanı Ekbes 'e doğru ilerleyecek, ora­ dan güney doğuda Moskova'yı Suriye 'yi, Kamaba'yı ve Ki­ lis' i Türkiye'ye bırakarak dönecek; buradan Bağdat hattına ulaşarak Nusaybin'e kadar bu hattı Türk arazisine bırakacak; 121


oradan Nusaybin-Cezire - İbni Ömer eski yolunu takiben Dic­ le'ye ulaşacaktır." Muahedede, kapitülasyonlardan bahis yoktu. Yalnız mu­ ahedeye ek bir mektubunda, Yusuf Kemal Bey, Türkiye'nin hükümranlık ve hürriyetine dair bütün meselelerini, karşılık­ lı bir anlayışla halletmeye, Fransa hükümetinin çaba sarfede­ ceğine ümidi olduğunu ifade ediyordu. Sade bu memlekete derhal temin ettiği imkanlar bakımın­ dan değil, Türkiye'ye karşı bir müttefik cephesinin kalkma­ sını belirtmesinden, yeni devleti resmen tanınmasına delalet ettiğinden ve o zamana kadar Kilikya cephesinde tutulmakta olan Millici birliklerin serbest kalmasını temin etmesinden, Ankara anlaşması, Türkiye'de mühim bir siyasi muvaffaki­ yet (başarısı) olarak telakki (kabul) edildi.

1 22


YEDİNCİ BAHİS SALTANATIN LAGVI VE LAUSANNE KONFERANSI Saltanatın lağvı ( 1 Kasım 1 922). - tık Lausanne Konfe­ ransı (20 Kasım 1 922-4 Şubat 1 923).- İkinci Lausanne Kon­ feransı (23 Nisan-24 Temmuz 1 923).- İstanbul'un Müttefik­ ler tarafından tahliyesi (2 Ekim 1 923).- Lausanne müzakere­ leri sırasında iç siyasi durum.- İkinci Büyük Millet Meclisi ve Halk Fırkası.- Türkiye'nin yeni başkenti. Mudanya mütarekesinin aktinden sonra Saltanatın Müttefikler sulh müzakereleri ile meşgul oldu­ La�vı (1 Kasım 1922) lar. İki Türk hükumetine yapılan davet, sadrazam Tevfik Paşaya hitaben gönderildi. Sadra­ zam Tevfik Paşa da bu daveti Büyük Millet Meclisine ulaştır­ dı (28 Ekim 1 922). Bu beceriksizlik, aşağıda Gazi tarafından bizzat hüliisa edilen hikayede görüleceği üzere, Saltanatın devrilmesine sebep veya vesile oldu: Zaferden sonra Mustafa Kemal, askeri ve siyasi mesele­ lerin kendisini tuttuğu İzmir'de, ikametini bir müddet daha uzattı. Mebusların çoğu ise, onu Ankara'da görmek istiyorlar­ dı. Siyasi çevreler, bilhassa Sultanın mukadderatının ne ola­ cağını tahminle meşgul idi. Milllcilerin galebesi, Mehmet

123


VI'nın tahtı ergeç terketmeye mecbur kılacağını ve mühim de­ ğişiklikler olacağını tahmine imkan veriyordu. O sıralarda, (12 Temmuz 1922'den beri) Vekiller Heyeti Reisliğinde Rauf Bey bulunmakta idi. İkinci grup tabir edilen Sultanın iktidarına taraftar olanlarca seçildiğinden, Rauf Bey bu andan itibaren, eski dostunun hareket tarzından uzaklaş­ maya başlamakta idi. Hatta, Mustafa Kemal'i Ankara'ya ge­ tirtmeye çalıştı. Mustafa Kemal, bu ısrarda, askeri hareket bit­ tiğinden devlet işlerine karışmamaya bir davet görüyordu. Mustafa Kemal' in reddi üzerine RaufBey İzmir' e gitti ve mü­ teaddit günlük işler müzakere edildi. Mustafa Kemal, nihayet Ankara'ya gitmeye karar verin­ ce, RaufBey bundan, saltanatın iikibetini soruşturmak için is­ tifade etti. Konuşma, Keçiören'de Refet Paşa'nın evinde, ev sahibi ile Ali Fuat Paşanın yanında oldu. Rauf, Gazi'ye ani­ den Saltanatın lağvına niyeti olduğuna dair dedikoduların ne­ ye istinat ettiğini sordu. Mustafa Kemal, Rauf' a Saltanat mev­ zuunda ne düşündüğünü sorarak cevaptan sakındı. Rauf, ken­ disinin ve babasının ekmeğini yemiş oldukları padişahların de­ vamına taraftar olduğunu açıkça söyledi. Asırlardan beri sü., ren bir hürmetle çevrili olarak ve tebaalarının ihtiras ve kav­ galarının üstünde tahtta kalmaya devam etmelidirler. Refet Paşa bu görüş tarzını tasvip etti. Ali Fuat, Rus­ ya 'dan dönüşünü mazeret göstererek özür diledi ve konuşma­ ya iştirakı reddetti. Mustafa Kemal, bu meseleyi müzakere için zamanın gel­ memiş olduğunu söylemekle iktifa etti. Aslında harekete geçmek için müsait bir fırsat bekliyordu. Yukarıda bahsettiğimiz davet şeklinde bu fırsatortaya çıktı. Tevfik Paşanın telgrafını ele geçiren Mustafa Kemal, Bü1 24


yük Millet Meclisindeki locasına Rauf'u, sonra da .Kazını Ka­ rabekir Paşayı çağırtb ve Saltanatın devrilmesini talep edece­ . ğini söyledi. Kendisine yardım etmelerini rica ediyordu. Ka­ bul ettiler ve Rauf Bey, kürsüde Padişahlığın devrilmesini ile­ ride �illi bir gün olacağını söyledi. Mustafa Kemal burada söz aldı, saltanatın kaldırılması i­ cap ettiğini açıkladı. Ertesi gün, Büyük Millet Meclisinde Hilafet mesele. i uzun, uzun münakaşa edildi. Mustafa Kemal, bu müesseılin Hülağu'nun son halife Mustasım' ı 1 258'de katlettiğinden be­ ri mevcut olmadığını ve bittabı Selim I ' ın Mısır'ın fethi sıra­ sında Mustasım' ın soyundan bir mülteciye mübalağalı bir eheminiyet atfetmiş olmasının, bugün de mevcut qlmasını i­ cap ettirmeyeceğini söyledi. Bundan sonra bir önerge yağmuru oldu. Meselenin mü­ zakeresi, üç encümene gönderildi: Teşkilatı Esasiye, Şeriye, Adliye. Bu bir red idi. Ama, Mustafa Kemal meseleyi böyle görmüyordu. Bir sıranın üzerine çıktı ve şu sözleri söyledi : Beyler, iktidar ve hükümranlık az· veya çok akademik müna­ kaşalarla temin edilemez. Sultanlar, iktidarı ve hükümranlığı kuvvetle elde �ttiler ve millete emri vaki yaptılar. Eğer mil let hükümranl ık istiyorsa, ayni şekilde hareket etmelidir, bu em­ ri vaki hali de esasen mevcuttur. Benim gibi .düşünmeyen me­ buslara gelince, hiç bir şeye mani olamıyacaklardır ve başla­ rını lüzumsuz yere tehlikeye atmaktadırlar." Sonra bazı teknik izahat vererek, Meelisin din adamları­ nı ikna etti. Karma encümen süratle bir kanun layihası hazır­ ladı. "Aynı günün ikinci içtimaında, (toplantısında)" Gazi ila­ ve ediyor, "kanun tasarısı okundu. Birisi açık reye konmasını


teklif ettiğinde, kürsüye çıktım: Beyhude, dedim, Yüksek Mec­ lisinizin memleketin ve milletin hürriyetini ebediyen temin edecek tedbirleri ittifakla kabul edeceğinden şüphe etmiyo­ rum. "Reye, reye" diye sesler işitildi. Nihayet reis oya koydu ve derhal ilan etti. "İttifakla kabul edildi". Bununla beraber bir itiraz, bir tek itiraz duyuldu. Birisi " itiraz ederim" diye bağı­ rıyordu. Haykırışı "karar verilmiştir" sözleriyle bastırıldı. İş­ te Saltanatın yıkılışının son safhası böyle kapanıyordu." Kanun, Mehmet VI.nın Padişah ünvanının kaldırıldığına dairdi. Hilafet, Osmanlı hanedanına, salahiyetleri belirtilme­ den, bırakılmıştı. Son Osmanlı kabinesi derhal istifasını verdi ve beş gün sonra, İstanbul 'un adresi Milli Meclisin eline geçiyordu. O sı­ rada, Trakya yüksek komiseri olarak oradan geçmekte olan Re­ fet Paşa idareyi ele aldı ve az sonra Adnan Bey daimi temsil­ ci oldu. Ali Kemal' in gün ortasında kaçırılması ve linç edilme­ siyle telaşa düşen Sultan, bir müddet sonra İngiliz kuvvetleri baş kumandanı Sir Charles Harrington'a mutemet bir adamı­ nı gönderdi. Hayatından endişe ederek, bütün müslümanlann halifesi sıfatı ile, kendisine melce teminini rica ediyordu. 1 7 Kasım 1 922 sabahı, İngiliz generali Mehmet VI. yı otomobille aldı ve bir harp gemisine götürdü. Burada, İngiliz amirali tarafından kabul edildi. Yüksek komiser Henderson, kendisini ziyarete geldi ve Krala bildirilecek bir husus olup olmadığını sordu. 1 8 Kasım içtimada, Büyük Millet Meclisi Vahdettin'i halifelikten de iskat ediyor ve Abdülaziz' in oğlu ve Mehmet VI.'nın kardeş çocuğu Aldülmecit efendiyi halife itan edi­ yordu. 1 26


Sevres muahedesinin halle muvaffak olamadığı sulhü müzakere etmek üzere La­ usanne 'a gidecek heyet reisliğine, Türkiye tarafından İsmet Paşa seçildi. İsmet Paşa, bu vazifeye hazırlık olarak 26 Ekimden beri Hariciye Vekilliğine getirilmişti ( 1 ). Yalnız Türkiye, üç delege göndermişti. Fransa, Barrare ve Bompard, İngiltere Marki Curzon of Kedelston (Konferans Başkanı) ve Sir Horace Rumbold tarafından temsil edilmekte idi. Uzun müzakerelerden sonra, ilk Lausanne Konferansı bir tasarı hazırladı. I'inci Lausanne Konferansı (20 Kasım 19224 Şubat 1923)

A. Türk-Yunan münasebetlerine müteallik hükümler:

1 . Sulh müzakereleri neticelenmeden evvel sivil ve aske­ ri esirlerin mübadelesine dair anlaşma (öncelikle imzalandı.) 2. Mudanya mütarekesine uygun olarak Trakya'da Me­

riç ' in sol kıyısından Türk hududunun tesbiti. Türkiye İmroz ve Bozcaada' yı geri alıyor ve Yunan adalarından Anadolu kı­ yısına yakın olanlar silahsızlandırılıyordu. (Midilli, Sakız, Si­ sam, Nikarya) 3 . Türkiye'deki Yunanlılar ile Yunanistan'daki Türkler, Batı Trakya ve İstanbul Rumları hariç, mübadele edilecekler­ di. Mübadele edilen kimseler hiçbir mazeretle eski yerlerine dönemiyeceklerdi. 4. Doğu Trakya'da ve Batı Anadolu'da, Yunanlılar tara­ fından yapılan tahribatın tazmini meselesi. ( 1 ) Heyetin diğer azalan şunlardır: Delegeler, Sinop Mebusu Sağlık Veki­ li Rıza Nur Bey, Trabzon Mebusu Hasan Bey, Müşavirler, Adana Mebusu Zekai, Hariciye Vekılleti Hukuk Müşaviri Münir Bey, Siyasi işler Müdürü Hikmet Bey.

127


B. Türkiye'nin Müttefik devletlerle münasebetlerine taalluk eden hükümler (Anlaşma ile halledilebilenler)

1 . Suriye hududunun tesbiti (Ankara-Türk-Fransı anlaş­ masının tasvibi). 2. On iki ada üzerinde İtalya hakimiyetinin tanınması. 3. Boğazlar meselesine gelince, Türkiye 'ye, kendinin de iştirak edeceği bir harpte, bunları silahlandırmak hakkı tanı­ nıyordu. Yabancı devlet gemilerinin geçişi, bazı formalitele­ re tabi idi. Boğazlar komisyonu, yalnız ecnebi gemiler için yet­ kili olabilecekti; askerlikten tecrit edilen mıntıkalarda ise hiç­ bir kontrol hakkı olmayacaktı. 4. Çanakkale mıntıkasında Müttefik mezarlıklarına say­ gı gösterilmesi. C. Anlaşmanın Müttefik Devletlerle halledemediği meseleler.

1 . Sabık Osmanlı İmparatorluğu ile olan borçlar meselesi. Bilhassa Fransız murahhaslarını alakadar etmekte idi. 2. Kapitülasyonlar meselesi. 3 . İstanbul'un ve Boğazlar'ın Müttefiklerce tahliyesi. 4. Irak'la hududun tesbiti. Bu tasniften sonra, İsmet Paşa ile Müttefiklerin hal ede­ mediği meselelerin bir hayli olduğu görülmektedir. Türk he­ yeti reisi, kendisine tevdi edilen tasarıyı imzalamayı reddetti­ ğinden konferans inkitaa uğradı (4 Şubat 1 923). Lozan Konferansı, 23 Nisan 1 923 'te topİkinci Lausanne !anarak tam üç ay sürdü. Sekreterlikte bazı deKonferansı ğişiklikler müstesna, Türk heyeti ilk konfe23 Nisan 1923 ranstakinin aynı idi. Müttefikler, bilhassa Fransızlar heyette değişiklik yapmıştı. General Pell' e' nin delege olarak tayini, Türkler tarafından çok müsait karşılandı. 128


Bununla ber�ber, Türk-Fransız nizaları, (anlaşmazlıkla­ rı) konferansta en fazla endişe veren hususlar oldu. Hatta, Türk gazeteleri Fransa'nın tecridinden bahsettiler ve bu güç­ lüklerle, General Weygand'ın Suriye yüksek komiserliğine tayini ile Suriye hududunda Türk birliklerinin yığınak yapma­ sını, ilgili gördüler. Borçlar meselesinde hakkımızın tanınma­ sını takiben, iki memleket arasında başlıca zorluk, Osmanlı borçlan kuponlarının ödenme şekli oldu. Fransa, Türkiye'ye borç verilen paranın, bu kuponların ödenmesinde de ayni, ya­ ni altın olmasına dair Muhterem kararını teyidini kat'iyetle is­ tiyordu. Türkiye ise bunu reddetti. Bundan başka Chester pro­ jesine taalluk eden (dayanan) anlaşma kararını, daha doğrusu bu isimdeki yeni projeyi, ( 1 'inci Chester projesi 1 9 1 1 'de idi.) Fransa protestosu ediyordu. Bu, Büyük Millet Meclisince tas­ vibi kaydıyla, Nafıa Vekili Fevzi Bey ile "K.A. Quennedy ve Arthur Chester" Amerikan grubu arasında imzalanan muaz­ zam bir mukavele idi. 4385 kilometre uzunluğunda bir demir­ yolu inşasına dairdi. Samsun-Sivas hattının inşası harpten ev­ vel Fransızlara verildiğinden; General Pell 'e, millici hükumet temsilcisine, hükUmetimizin protesto notasını verdi ( 1 1 Ni­ san). Nihayet üçüncü bir zorluk mevcuttu: Ekseriyeti Fransız olan demiryolu, liman, tramvay ve gaz, tütün işletmelerini ve­ ya şirketlerinin imtiyazları meselesi. İngiltere ile İstanbul'un ve tahmin edilmeyen müşkülat (zorluk) mevzuu Musul'un tahliyesi vardı. Harp tazminatı ödemek istemeyen Yunanlılarla da zor­ luklar çıktı ise de bu mevzuda çabuk anlaşıldı: 27 Mayısta tan­ zim edilen bir anlaşma ile Edirne'nin istasyonu Karaağaç, harp tazminatlarına karşılık Türklere verilecekti. Münakaşa, bir müddet sonra, Yunan ordusu tarafından Türkiye 'de imza-

1 29


lanan harp tekalifi senetlerinin Yunanhlann ödemeyi reddet­ meleriyle tekrar canlandı. Bütün devletleri alakadar eden kapitülasyonlar mesele­ sinde, yabancılara hukiıki teminatlar veren bir anlaşmaya va­ rıldı. 5 sene süresince, Türk Adliye Vekaleti nezdinde Avrdu­ pah hukuk müşavirlerinin bulunmasına, her yabancı tebaalı­ nın tevkifinde, bunların haberdar edilmesi ve bu tedbir sebep­ lerini tetkik etmelen karar altına alındı. Bu tedbir muvakkat olduğundan, Türkler haklı olarak kendilerini kapitülasyonlar meselesinde davayı kazanmış kabul ettiler. Karantina ve sağlık servisleri için 3 doktorun Türk me­ muru olarak tayini, bu arada kabul edildi. . Müttefik delegelerinin 4 Temmuzda müşterek müracaatı gibi acil meselelere rağmen, ismet Paşa evvelce kararlaştırdı­ ğı meseleler üzerinde ısrar etti ve böyece diğer imkanlar, me­ sela kabotajın millileştirilmesi gibi, elde etti. Nihayet Müttefikler, sulh muahedesinin tasvibinden 6 hafta sonra, Boğazlar'ı ve İstanbul 'u tahliyeyi kabul ettiler ve anlaşma 23 Temmuz 1923 'te Polonya, 24 Temmuzda da bü­ tün itilaf devletleri ile imzalandı. Bu, Meşrutiyetin ilanı yıl­ dönümünün ertesi gününe tesadüf ediyordu. İki vahim mesele halledilmemiş kalıyordu: Kuponların ödenmesi ve Musul'un tahliyesi. "Bizden istenenler ve elde ettiklerimiz" başlığı ile 25 Temmuz tarihli akşam gazetesi, sulhun bilançosunu şöyle ya­ pıyordu: "Bizden istenilen, Trakya'nın Yunan, İstanbul'un beynel­ milel, Anadolu'nun Ermeni, Adana'nıo bir Fransız, İtalya 'nın bir İtalyan kolonisi olması idi. Ne ordumuz, ne bahriyemiz ol­ mamalıydı. Anadolu 'nun ortasında kaybolmuş iki veya üç vi-

1 30


hiyetle, Saray, ufak veya büyük devletlerin mürakabesinde ka­ lacaktı; Maliyemiz, Adliye, Nafıa, Deniz ve Kara kuvvetleri­ miz, hudutlarımız, boğazlar, maarifimiz mürakabe altında bu­ lunacaktı. Türkler parya ve Hristiyanlar efendi olacaktı; bir ke­ lime ile, Türkiye bir devlet olmaktan çıkacak, dağılacak, bay­ rağı Marmara ve Ege denizi kıyılarından kaybolacaktı. İşte Sevres muahedesi tasarısı, manası bu idi. "Elde ettiklerimiz ise: Anadolu ihtilali, İzmir mıntıkasın­

da Yunanlıların, Adana bölgesinde işgal ordusunun, Doğu cep­ hesinde Ermenilerin yolunu kesti. Antalya'daki kuvvetler çekil­ diler. Bütün Doğu ve Batı Anadolu, Adana, Trakya, Antalya, Boğazlar, İstanbul bizimdir. Ordumuz, bahriyemiz olacak, ken­ di kendimizin efendisi olacağız. Milli birlik tahakkuk edilmiş­ tir. Türkiye'de, Türkler imtiyazlı unsuru teşkil edeceklerdir. İş­ te, arzumuz bu idi. İşte Lausanne anlaşmasının manası budur." Türkler, Sevres muahedesi ile İstiklal harbi zaferinin te­ min ettiği anlaşma arasında kat ettikleri yolu böyle ölçüyor­ lardı. Lausanne anlaşmasının imzalanması haberiyle Türkle­ ri saran büyük sevincin manası böylece anlaşılıyor. Bazı istisnalar dışında, Mustafa Kemal' in askeri başarı­

larından

sonra sadık yardımcısı İsmet siyasi başarıların en

parlağını kazanmış oluyordu. Bu iki muvaffakiyet, bazılarınca, hatta Avrupa'da "Türk Mucizesi" olarak vasıflandınldı. Daha, anlaşmanın Büyük Millet Meclisince tasvibi vardı.

23 Ağustos 1 923 içtimaında, Büyük Millet Meclisi hari­ ci işler encümeni reisi Yusuf Kemal Bey, raporunu okuyarak, İsmet Paşa'yı tebrik etti. Bununla beraber, bunu takip eden mü­ zakerede bazı tenkitler belirtildi. Bilhassa Suriye hududunun çizilmesi Mersin Mebusu Niyazi, Şair Yahya Kemal ve Ham-

131


·

dullah Suphi Beyler tarafından tenkit edildi. 23 içtimaında İs­ met Paşa bir nutuk söyledi ve anlaşma 4 kanun layıhası halin­ de tasvip edildi. İkisi l 3 oya karşı 208 'le, diğer ikisi ise 1 4- 1 6 oya karşı 2 1 3 oyla. Lausanne 'da kararlaştırıldığı gibi İstanbul lstanbul'un Müttefikler ve Boğazlar, anlaşmasının tasvibi tarihi 23 Tarafından Ağustos'tan itibaren 6 hafta içerisinde tahliye Tahliyesi (2 Ekim 1923) edielcekti. Bu tasvibi dahi beklemeksizin, Türk hükfuneti, bu hare­ keti hazırlamakla vazifeli bir komisyon kurmuştu. İstanbul Mevki Kumandanı Salahattin Adil 'in başkanlığında bu komis­ yon, subaylardan ve alakalı diğer teşkilat mümessillerinden müteşekkildi. (Hariciye, İstanbul Vilayeti, Vakıflar, Polis.) Tahliye faaliyetine, bu komisyonun ilk toplantısını takiben başlandı (5 Ağustos). Harp malzemesi müstesna, tahliye hu­ susunda fazla zorlukla karşılaşılmadı. Bir kaç müzakereden sonra, depolarda mevcut malzemenin, anlaşmanın imza edil­ diği 24 Temmuzda teslim edilmesi kararlaştırıldı. Türkler, hadise çıkarmadan ve birbiri ardına Osmaniye telsiz istasyonlarını (6 Eylül), posta merkezlerini (20 Eylül), İmroz ve Bozcaada'yı (aynı ayın sonunda) işgal ettiler. Müttefik birlikleri, Tevhidi Efkar gazetesinin yazdığı gi­ bi, "Dört buçuk asırdan beri ilk defa yabancı işgal görmüş bir şehri" terkederek 2 Ekimde gittiler. 6 Ekim 1 923 'te Türk birlikleri, Türk halkının çılgınca te­ zahüratı arasında, şehri giriyordu. Başlarında, Yunan Baş Ku­ mandanından alınan ata binmiş, Şükrü Naili Paşa ilerliyordu. 6 Lausanne Ekim, Türkiye'nin milli bayramlarından biridir. Müzakereleri Lausanne murahhasları toplandığı sırada, Sırasında iç Büyük Millet Meclisinde şu siyasi partiler vardı: Siyasi Durum

132


1 . İktidarda ve ekseriyette, Mustafa Kemal'in idare etti­ ği, Müdafaai Hukuk Partisi, 2. Reisleri, Millet Meclisi Reis Vekili Hüseyin Avni olan İkinci Grup denilen muhalefet. İkinci grubun kati bir programı olmamakla beraber, mu­ hafazakar temayüllü, düşen hanedana sempati besleyen ve her fırsatı (Mesela Linci Lausanne Konferansının inkitaa (kesin­ tiye) uğraması gibi) kollayarak Mustafa Kemal'e sinsi bir mu­ halefet yapmakta i di Taktiğini belirtmek için, 22 Aralık l 922'de 3 mebus tarafından Meclise verilen ve Türkiye 'nin şimdiki hudutları içerisinde doğan kimselerin Büyük Mil let .

Meclisine seçilebilmesine taalluk eden bir kanun tasarıs ı zik­ redilebilir.

Bu, Mustafa Kema l ' i , siyasi faal iyetten uzaklaştır­

mak idi. 3 . İttihatçılar. Nizami İttihat ve Terakki partisi mevcut de­ ğildi fakat uslanmamış bazı ittihatçılar eski devirleri tahayyül ediyor

ve

icabında perde arkasından faal iyet gösteriyorlardı.

Yen i nizama hararetle i ltihak eden bir kaçı müstesna, diğerle­ ri pek itibar görmüyordu

ve Malta sürgünlerinin dönüşü

res­

men tesit edilmedi.

Ali Şükrü B e yin bir !az, Topal Osman Ağa tarafından 27 Mart 1 923 'te öl ­ dürülmesiyle, galeyana geldi. Nizam! olmayan bir birliğin, Giresun alayının, yarbay payesini edinmiş bulunan Osman Ağa, aslında Çerkez Etem nevinden, başlangıçta milli hare­ kete hizmet eden nizami ordu kurulunca gücenen, bir çete re­ isi idi. Hükumet, seri ve merhametsiz (katilin 25 adamı ile giz­ lendiği evin muhasarası ve ağanın öldürülmesi) bir tenkille, ikinci gruba bu cinayeti istismar imkanını vermedi. İkinci grup, azalarından Trabzon mebusu

­

133


Tahmin edilemiyecek kadar vahim bazı haller sonunda, muhalefetin tasavvurlarına bir mani teşkil edeceğinden kay­ gılanarak, Mustafa Kemal Meclisi lağva, daha doğrusu kendi kendini feshe zorlamaya karar verdi. 20 Ocak 1 92 1 Teşkilatı Esasiye Kanununa ek muvakkat bir madde "Büyük Millet Meclisi iki sene için seçilmiştir ve milli tasavvurların tahak­ kukuna değin devam edecektir" hükmünü ihtiva etmekte idi. Bu maddeye istinaden, 3 senedenberi toplanabilen Meclis, al­ kışlar arasında kendini fesh etti. (1 Nisan 1 923) 1 Nisanda, Büyük Millet Meclisi Reisi ı'inci Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal' in bir yazısı, 1 20 kişilik yeni ve Hallı. Fırkası seçimlerin yapılacağını bildiriyordu. 3 Nisanda 50.000 yerine 20.000 kişinin bir mebus seçeceğine dair yeni seçim kanun yürürlüğe giriyordu ( 1 . madde). Seçime iştirak edebilmek için 25 yerine 1 8 yaş ka­ fi idi. (2. madde). Profesörler müstesna, memurlar, seçimler­ den iki ay önce istifa ettikleri takdirde, mebus olabilirlerdi (3. madde). Seçimler, evvelce olduğu gibi, iki dereceli olacak, fa­ kat seçim için hiç bir iştirak ücreti alınmayacaktı (4. madde). Kanun kabul edilir edilmez, seçim faaliyetine Dahiliye Vekili Fethi Beyin emri ile başlandı. 8 Nisanda, Mustafa Kemal, Halk Fırkası adı altında ye­ ni bir partinin, Müdafaai Hukuk yerine kurulacağını bildiren bir seçim beyannamesini, Müdafaai Hukuk Grubunatasvip et­ tiriyordu. Beyanname, aynı zamanda, yeni siyasi partinin programı­ nı teşkil edecek dokuz temel prensibi de (umde) tanıtıyordu. Birinci prensip, hükümranlığın halka ait olduğunu ve ma­ halli idare teşkilatının şekillerini gösteriyordu: Vilayet mec­ lisleri, vilayet müfettişlikleri, köy kanunları. İkincisi, Saltanatın lağvına dair idi. 134


Diğer prensipler, veciz tabirlerle, bütün sahalarda yeni­ den teşkilatlanma projelerine temas etmekte idi. Seçim faaliyeti şu şekilde devam etti: Teftiş heyetleri, 66 yerine 78 livada kütükleri tanzim ettirip ilan oluyor ve nam­ zetlik beyannamelerini kabul ediyordu. Müdafaai Hukuk mü­ teşebbis heyeti, namzetleri merkezden gösteriyor, icabında mahalline propaganda heyetleri gönderiyor ve Ankara'daki heyetle mahalli heyetler daimi, temas halinde bulunuyordu. Hakikatte Mustafa Kemal, Müdafaai Hukuk'un reisi sıfatiy­ le sık, sık müdahale ediyor ve mühim kararlar onun imzasını taşıyordu. Bu ilk devre, namzetlerin ekseriyetlerini eleyerek, mik­ tarını azaltmaya yaramakta idi. Kabul edilen namzetler, bitta­ bi Müdafaai Hukuk'unkilerdi. Birinci derece seçimlere, 9 Haziranda ilk önce İstanbul'da başlandı. Seçimler, mutlak bir sükunet havası içinde tamam­ landılar. Onlar, zaten yegane mevcut parti Müdafaai Hukuk'un namzetlerine ittifakla verildi. Memleketin seçim kargaşalığı yerine her zamandan daha fazla sükuna ihtiyacı vardı. Mebusların seçilmesi de ayni şartlar altında yapıldı. 29 Haziranda, İstanbul şehri valisine, Mustafa Kemal bir mektup göndererek, kendisine tevdi edilen şehir hemşeriliği fahri ün­ vanı için teşekkür ediyordu. Bu mektuba, ikinci derecede seç­ menlerin (müntehibi sani) reylerini verecekleri 1 5 namzedin isimlerini havi listeyi eklemişti. Seçimler, 1 923 Ağustosu ba­ şında nihayetlendirildi. İkinci BüyükMilletMeclisi, 1 1 Ağustos 1 923 'teen yaşlı üye, tarihçi Abdurrahman Şeref'in (İstanbul mebusu) reisliğinde top­ · landı. Geçici reislik için ise, Ali Fuat Paşa namzet gösterildi. . İkinci içtimada, ( 1 3 Ağustos) Meclis Başkanlık Divanını kurdu. Mustafa Kemal ittifakla reis seçildi. (Aslında ittifak 135


değil ekseriyet idi. Zira Mustafa Kemal oyunu, Lausanne'dan

yeni dönen İsmet Paşa'ya vermişti.) Ali Fuat Paşa, ikinci re­ is olarak bırakıldı.

Mustafa Kemal, iki şehirden, Ankara ve İzmir'den seçil­

mişti. Ankara'yı tercih etti.

Hüseyin Avni Bey ve eski meclisin bir kaç mebusu seçil­

mişti.

Bir müddet evvel kurulacağı resmen b ildirilen Halk Fırka­

sı, bir kaç gün evvel teessüs etmişti (9 Ağustos). Programı der­

hal ilan edildi ise de 1 8 Ağustos 'ta bazı değişiklikler yapıldı.

Vekiller Heyeti, 1 4 Ağustosta Büyük Millet Meclisi ta­

rafından ekseriyetle seçildi: En talihsizi 1 90 oydan 1 86 'sını al­ mıştı.

Mustafa Kemal ' in siyasetinden git gide ayrılan Rauf Be­

yin yerine Fethi Bey, Başvekil ve Dahiliye Vekili seçildi.

İsmet Paşa Hariciye, Kazım Paşa Milli Müdafaa Vekil­

liklerine ittifakla getirildiler. Fevzi Paşa, Genel Kurmay Baş­

kanı olarak kaldı. Türkiye'nin Yeni Başkenti

1 3 Ekim 1 923 'te, Büyük Millet Meclisi,

Ankara'nın merkez olmasına dair kanunu kabul etti. Bütün mühim kararda olduğu gibi, me­

sele oya konmadan önce, meşru ve müessir bir ekseriyeti olan

yegane siyasi parti Halk Fıkrası grubunda görüşülmüştü. Kon­ ya'nın merkez olarak seçilmesi de mevzuu bahs oldu ise de, Milli Mücadele hatıraları sebebiyle, Ankara tercih edildi.

Aslında, yeni kanunda kullanılan tabir, başşehir olmayıp,

Fransızcaya idare merkezi veya idarenin ikametgah yeri ola­

rak tercübe edilebilecek " makarri idare" idi. Bu değişiklik,

payıtaht kelimesinden itiınolojik sebeplerle hoşlanmıyan Mus­

tafa Kemal ' in müdahalesi ile olmuştur. Filhakika bu kelime aslında "tahtın eşiği" demektir. 1 36


SEKİZ�Cİ BAHİS REJİMİN İSTİKRAR BULMASI CUMHURİYET Lausanne Konferansını takiben iç siyasi durum.- Cum­ huriyetin ilanı (28 Ekim 1 923).- 9 Ekim 1 923 tarihli kanunun metni.- Hilafetin lağvı. Yeni Büyük Millet Meclisinin Lausanne Lausanne Konferansını anlaşmasından sonra toplandığı görülmüştü. Takiben İç Halk Fırkası tarafından kuvvetle desteklenen Siyasi Durum seçimlerin, bu parti şefinin elleri arasına itaatli bir parlamento getireceği sanılabilirdi. Bu ümitler tamamen tahakkuk etmedi. Filhakika, muhaliflerin en mühimleri yeni Meclisten uzaklaştırılmış iseler de, Meclis eski azalarından ço­ ğunu muhafaza ediyordu. Ve aralarında yeni rejim sertleştik­ çe muhalefet fikri uyanıyordu. Ve aralarında yeni rejim sert­ leştikçe muhalefet fikri uyanıyordu. Muhalefet, kendini sak­ ladığından ve ihtiyatla sindiğinden, herrüz elle tutulur halde olmamakla beraber, başını kaldırmak için müsait fırsatlardan istifadeye yeniden hazırdı. Bu karışık durumdan Mustafa Kemal, Türkiye'ye demok­ ratik ve meşruti idare şeklini verirken, şahsi durumunu kuvvet­ lendirecek bir rejim değişikliği yaratmak için istifade edecektir. 1 37


Gazi, Cumhuriyeti ilan etmesine nelerin zorladığını biz­ zat anlatıyor. Burada, bu mevzuda, "Nutku"nun bize öğret­ tiklerini hülasa etmekle yetineceğiz. Yeni Fethi Bey kabinesi, aşikar bir kötü niyete maruz kal­ makla gecikmedi. Bazı mebusların tavrı o kadar mütecaviz i­ di ki iktidar hırsı ile hareket edip etmediklerinden şüphe edi­ lebilirdi. Kendini hırpalanmış hisseden ve vazifelerinden birini at­ mak suretiyle teselli bulacağını zanneden Başvekil Fethi Bey,

24 Ekim 1 923 'te Dahiliye Vekiliğinden istifa etti. Aynı gün, Ali Fuat Paşa da, Millet Meclisi ikinci reisliğinden ayrılıyordu. Bu istifalardan cesaret bulan muhalefet, Dahiliye Vekil­ liğine, Mustafa Kemal'in bu mevkie onu istemediğini bile bi­ le, Erzincan mebusu Sabit Beyi namzet gösterdi. Ayni zaman­ da Halk Fırkası grubu, lstanbul'da bulunan Rauf Beyi ikinci reisliğe teklif etmeyi kararlaştırıyordu. Bu, namzet gösterme­ yi Lausanne siyasetinin vasıtalı bir reddi telakki eden Musta­ fa Kemal' e karşı çıkınca cephe almaktı. Fethi Bey ve arkadaşları, Mustafa Kemal' e, haksız tertip ve hücumlarda hareketsiz bırakıldıklarından, acı acı şikayet ediyorlardı. Bunun üzerine Gazi, durumun zannedildiğinden de kötü olduğuna hükmederek, vekilleriyle müteakip tedbirler üze­ rinde anlaşmaya vardı. Fethi Bey ve diğer vekiller, Çankaya'ya, Mustafa Ke­ mal 'in ikametgahına davet edildiler. Onlara, Mustafa Kemal, istifa etmelerini ve yeni bir kabine için teklifleri kabul etme­ melerini tavsiye etti. Yalnız Fevzi Paşa, Genel Kurmay Baş­ kanlığını, askeri meselelerde idarenin devam etmesini temin için, kabul edecekti. Kendi haline terk edilen Büyük Millet

138


Meclisi, bu sebepten kargaşalığa düşecek ve neticesiz konuş­ malarla meşgul olacaktı. İşte o sırada, yeni cumhuriyetçi re­ j imin ilanını teklif eden bir kanun tasarısıyla Mustafa Kemal müdahale edecekti. Her şey bu plana uygun olarak cereyan etti. 27 Ekimde, Fethi bey kabinesi istifa etti. Cumhuriyetin 28 ' inde Halk Fırkası merkezi, zorlukla namzet­ ilanı {29 Ekim 1923) ler listesini hazırlayabiliyordu. Ayni gün grupta, Fethi Bey başkanlığında müzakere edildi. Mustafa Kemal, kanunen reis olduğundan, bu toplantıya da­ vet edildi. Müzakereler, bir neticeye varmaksızın, geç vakte kadar devam etti. Toplantı sonunda, Mustafa Kemal, fikrini söylemek için, bazı mebusları Çankaya'ya götürdü. Kazım Pa­ şa vasıtasıyla davet ettiği İsmet ve Fethi Beyleri, ayni zaman­ da kendisini ziyarete gelmiş bulunan Rize mebusu Fuat ile Af­ yon Karahisar mebusu Ruşen Eşref' i de yemeğe alakoydu. İş­ te bu yemekte, Mustafa Kemal ertesi günü Cumhuriyeti ilan edeceğini bildirdi. Davetlilerin ayrılacağı sırada yalnız İsmet Paşa'yı tuttu ve onunla bir kanun tasarısı hazırlamak için geç vakitlere kadar çalıştı. 29 Ekim Pazartesi, öğleden sonra, Halk Fırkası evvelki gibi bir neticeye ulaşamıyan yeni bir toplantı yaptı ve ümit­ sizlik içinde, Gazinin fikrine müracaat etmeye, grubun açık oturumunda düşüncesini bildirmesini ricaya karar verdi. Bu toplantı, aynı günün akşamı oldu. Davete icabet eden Mustafa Kemal, cevap vermek için mebuslardan bir saat müh­ let talep etti. Bu mühlette, bir çok mebusu odasına çağırmak, evvelki gece hazırladığı kanun tasarısı müsfettesini göstermek ve metni münakaşa etmek için istifade etti. Bundan sonra, toplantı salonuna giden Mustafa Kemal,

1 39


söz alarak, en iyi usulün Teşkilatı Esasiye'yi değiştirmek ol­ duğunu bildirdi. Sonra, Cumhuriyetin ilanı tasarısını okudu. Yeni bir münakaşayı takiben bu tasarı kabul olundu ve toplan­ tı İsmet Paşa riyasetinde Büyük Millet Meclisi açık içtimaına (toplantısına) çevrildi. Öğleden sonra saat, altı idi. Teşkilatı Esasiye encümenine tasarı verilirken, gündemdeki diğer hu­ susların müzakeresine geçildi. Bir müddet sonra encümen, ta­ sarıyı acilen müzakeresi kaydıyla iade ediyordu. Alkışlarla tek­ lif kabul edildi. Bundan sonra Mustafa Kemal'i, yeni cumhu­ riyetin reisi yapan kanun oya kondu. Gizli oya iştirak eden 1 58 mebus tarafından tasarı ittifakla kanunlaştı. Cumhuriyet rejimi, 29 Ekim 1 923, saat 8.30'da ilan edil­ mişti. Türkiye'de Cumhuriyeti ilan eden bu ka29 Ekim 1923 nun metninin tercümesi şudur: Kanununun Metni " Milletin bekasını ve hürriyetini temin eden harp müddetince milli hakimiyet esası ka­ bul edilmiş ve bu esasa hassasiyetle riayet edilmişti. Bu tar­ zın millete temin ettiği hizmetleri tekrarlamak yersizdir. Mil­ li hakimiyet millilerin kendi mukadderatının kendi tarafından idaresi esasına dayandığnıdan Cumhuriyet idaresi ile karış­ maktadır. Cumhuriyet kelimesi kendi kendini idare kavramı­ nı ıfade etmek için daha makul görülmektedir. Cumhuriyetçi rejimi kati bir şekilde ifade eden bu tarzın Teşkilatı Esasiye 'ye yerleştirilmesine bu sebepten lüzum görülmüştür. Cumhuri­ yet ilan edildiğinde bir Cumhurreisliği ihdas etmek gerek­ mektedir. "Salfıhiyetlerin tesbiti bakımından, Cumhurreisinin Baş­ kanvekili göstermesi, bunun da hükfuneti kurması lazımdır. Netice olarak mevcut hükfunet şeklini tasrih gayesi ile, Teş140


kilatı Esasiye kanununun l , 3, 8, 9 maddelerinin müteakip şe­ kilde değiştirilmesini ve devletin müslüman dinine ve Türk li­ sanına dair yeni bir madde konulmasına lüzum olduğu kana­ atindeyiz. Acilen oya baş vurulmasını ve maddelerin kanun­ laştırılmasını teklif ederiz. 1 . Madde. Hakimiyet mutlak şekilde milletindir İdare, halkın mukadderatını kendi kendine idaresi esasına dayan­ maktadır. Türk hükfuneti şekli cumhuriyettir. 2. Madde. Türk devletinin dini islam, resmi lisanı türk­ çedir. 4. Türk devleti, Büyük Millet Meclisince idare edilir. Bü­ yük Millet Meclisi, muhtelif hususları, bu arada hükumet ça­ lışmalarını, vekiller vasıtasıyla idare eder. 1 O. Madde. Cumhurreisi, Büyük Millet Meclisi tarafın­ dan, açık oturumda azalan arasından ve bir devre için seçilir. Reis, halefi seçilesiye kadar, vazifesine devam eder ve tekrar seçilebilir. 1 1 . Madde. Türkiye Cumhuriyetinin reisi devletin de re­ isidir. Bu sıfatla lüzum görüldüğünde Vekiller Heyetine baş­ kanlık edebilir. 1 2. Madde. Başkanvekil, Büyük Millet Meclisi azalan arasından Cumhur Reisi tarafından seçilir. Diğer Vekiller yi­ ne Meclis azalan arasından ve Başvekil tarafından seçilirler. Cumhur Reisi, kabineyi Meclisin tasvibine arzeder. Eğer Mec­ lis, toplantı halinde değil ise içtimaını bekler." 1 0, 1 1 , 1 2 'nci maddeler, Gazi tarafından 28 Ekim gece­ si hazırlandığı gibidri. 2 ' inci madde encümen tarafından ilave edilmiştir. Ekim ayı ortalarından beri, basında, Teşkilatı Esasiye'de bir islahattan ve rejimin cumhuriyetle yenilenmesinden hah·

141


solunmakta idi. Gazetelerin tedarike muvaffak oldukları Mec­ lis Teşkilatı Esasiye encümeni tarafından hazırlanan bir kanun tasarısı, 23 Ekimde neşredilmekle değişik tefsirlere ve anlaş­ mazlıklara sebebiyet vermişti. l l 4 maddelik bu tasarının ka­ bul edilenle pek az benzer tarafı vardı. En büyük fark ise, ilk tasarıda Cumhurreisinin yalnız Vekiller Heyetinin değil, Bü­ yük Millet Meclisinin de kanunen başkanı tanıması idi. Mustafa Kemal 'in mahir ve enerjik müdahalesi olmak­ sızın, mezkılr tasarının kabul edilmesi ve hiçbir zaman kanun­ laşamaması muhakkak gibi idi. Bundan böyle, O'nun sayesinde, Hükfunet mekanizma­ sı, Cumhurreisinin himayesinde arızasız işleyecektir. Vekiller için istikrar temin edilmiştir. İsmet Paşa, bu devirden; yani 1 O. seneden beri memleketi, şefinin ve daimi dostunun umumi ta­ limatları ile idare etmektedir. Bu istikrar sayesinde iktisadi, idari, hukuki, içtimai dini bir programın tamamı, ciddi mukavemet olmaksızın tatbik edilecektir. Hilifetin Lilğvı 3 Mart 1924

Cumhuriyetin kuruluşunun l O.uncu yıl dönümü münasebetiyle hazırlanan böyle bir tarihi eser, Cumhuriyetin ilanı mevzuuna gelip

orada kalmalıdır. Bununla beraber evvelkilerin tabii bir neticesi olmakla be­ raber, hiç olmazsa kısaca mühim bir mevzua temas etmezsek, vazifemiz tamamlanmamış olur: Hilafetin lağvı. İzmir'de yapılan harp oyunları sırasında ( 1 5-22 Şubat 1 923) kararlaştırılan hilafetin lağvı, Halk Fırkası tarafından 2 Martta müzakere edildi. 3 Mart 1 924'te Büyük Millet Meclisinde, eğitimin laik­ leştirilmesi, şeriye işleri, vakıflar (müdürlüklere değiştirildi)

142


ve Erkinı Harbiye "Vekilliklerinin" kaldırılması kanunları ile beraber kabul edildi. Kanunlaşan metinler kısa, fakat manalı (anlamlı) idi. Medreseler ve dün tedrisatı mekteplerinin kaldırılmasına ve nizamiye, şeriye mahkemelerinin tefrikine taalluk etmekte idi. Halife Abdülmecit efendi, 4 Martta, yani kanunun kabu­ lünün ertesi günü, bütün düşen hanedanla birlikte Türki­ ye'den ayrıldı. Böylece yeni Türkiye'nin siyasi rejimi sağlamlaştırılmış oldu.

1 43



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.