K. Ali: İstiklal Mahkemesi hatıraları

Page 1


Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Kasım 1997


İSTİKLAL MAHKEMESİ HATIRALARI

KILIÇ ALİ

Cumhurtyel

GAZETESİNİN

OKURLARINA ARMAGANIDIR.



- 1 -

İSTİKLAL MAHKEMELERİ NE MAKSATLA VE NASIL KURULDU? İstiklal Mahkemeleri'nin teşkiline saik olan amillerden ve buna dair bazı mülahazalardan bahsetmek faydalı olur. Anadolu'da Milli Mücadele yapılırken herşeye ha­ kim olan düşünce istiklal son emelimiz, son hedefimiz yine kayıtsız şartsız istiklaldi. Birinci Büyük Harp'te, dünyanın yarısıyla beraber, biz de çökmüştük. Buna rağmen milletimiz uzun ve fela­ ketli muharebelerden sonra da yine silahını elinden bı­ rakmamış, hala mücadelesine devam ediyor ve didine di­ dine memleketini kurtarmaya çalışıyordu. Milletimiz yoksulluklar, mahrumiyetler, fedakarlıklar pahasına kur­ tulmaya çalışırken, içimizde öyle bedbahtlar vardı ki giri­ şilen mücadelenin manasını, azametini, kudsiyetini takdir etmek şöyle dursun, milletin bu ulvi mücadelesine karşı suikastlere teşebbüs etmekte birbirleriyle adeta yarışa çıkmışlardı. Birinci Büyük Harb'in meşum felaketli neticesi, mil­ lete, kendi kaderine kendisi sahip olmak fikrini telkin et­ tiği için, onu temsil eden Meclis'e karşı hükümet, millete 5


karşı da Meclis, kar��lıklı olarak, ağır mesuliyet yüklen­ miş bulunuyorlardı. Binaenaleyh Meclis'çe ve hükümet­ çe millete ve memlekete, dahilden ve hariçten gelecek bilcümle hainane teşebbüsler, suikastler karşısında hiçbir an, fasılaya ve inkıtaa

(araya ve kesintiye) meydan ver­

meden, büyük bir teyakk�zla mücehhez bulunmak el­ zemdi. O kara günlerde ucu saraya ve sarayın emriyle ve­ rilen fetvalara dayanan, memleketteki isyanlardan başka aynı hain kaynaklardan akan zalim propagandalarla dava­ mızın yegane ist�nadgahı

(tek dayanağı) olan ordumu­

zun da kuvveti tenkis edilmek istenmekte, orduyu daha doğmadan boğmak için bir takım hainane hareketlere gi­ rişilmekteydi. İstanbul'dan, düşmanlardan gelen menfi propagan­ dalar, yavaş yavaş askerimizin, halkımızın ruhuna işliyor, orduda inzibat, halkta maneviyat sarsılıyordu. Hariçten· gelen ecnebi tahriklerle casusluklar da ayrıca uyanık bu­ lunmayı icabettirecek bir ehemmiyet almaktaydı. Onun içindir ki Büyük Millet Meclisi'nin emel ve maksadına zıt, fakat düşman maksat ve menfaatini temin yollu teş­ viklerde, mefsedetlerde

(bozgunculuklarda) bulunanlar­

la, memleketin ve milletin her türlü maddi ve manevi kuvvetini, her ne suretle olursa olsan kırmak isteyenlere karşı şiddetli bir cephe almak ve bunlarla mücadele et­ mek lazım geliyordu. Milli davayı salahiyetle ve büyük hassasiyetle ele al­ mış olan Birinci Büyük Millet Meclisi vatan aleyhine olan hareketlerin şiddetle tecziyesi

(cezalandırılması)

taraftarıydı: "Cepheden firar edenleri, firarları kolaylaş-

6


tıranları, f irarileri himaye edenleri, efrat sevkinde ve cem'inde tekasül

(asker gönderilmesinde ve toplanma­ sında tembellik) gösterenleri, ordunun ve memleketin

maddi ve manevi kuvvetini kırmak isteyenleri şiddetle cezalandıralım" diyordu.

Meclis'te hakim olan haleti ruhiye O zaman Meclis'te bakim olan fikir ve haleti ruhiye şöyle idi: Bu kabil insanlara ceza verecek heyetler iki nevidir: Biri mahkemeler diğeri de divanıharpler. Mahkemelerin içersinde yuvalanmış, hatta vazife almış mebuslar ve hu­ kukçular o zamanki adalet çarklarının bozuk ve içlerinde inkılap zamanına uymayan usuller mevcut olduğunu, bu yüzden idamları icabeden kimselerin bazan beraat ettikle­ rinin görüldüğünü ileri sürüyorlar, divanıharpler için de, korkunç isimlerinden başka diğer mahkemelerden farklı olmadıklarım söyleyerek bu mahkemelerin verdikleri ce­ zaların işin ehemmiyetiyle mütenasip

(orantılı) olmadı­

ğını, hatta daha ileri giderek bunların ceza vermek usulü­ nü bilmedikleri için senelerce sorgusuz sualsiz hapisha­ nelerde yatanların pek çok olduğunu iddia ediyorlardı. Bu iddialar ve düşünceler karşısında "milli hareket, celadet,

(yiğitlik) şiddet ve mukavemet ister. Madem ki (oyunu) temsil etmektedir, bunun fevkinde (üstünde) kuvvet yoktur, o halde, mem­

Millet Meclisi millet arasını

leketin müdafaa, mukabele ve mukavemet kuvvetlerini temsil eden Meclis, kendi içinden, azalan arasından bir 7


heyeti hakime ayırarak kendi maksadının meydana gel­ mesine ve ifasına çalışsın. Bu gibi mühim işleri aldıkları emre göre hareket edenlerin eline bırakmayalım.' diyor­ lardı. İşte Meclis'te İstiklal Mahkemeleri' nüı teşkiline amil ve saik olan fikir ve haleti ruhiye bu idi. Bu kanun Meclis'te günlerce müzakere ve münakaşa mevzuu oldu. Nihayet kanuna "Büyük Millet Meclisi'nin amil

(emelleri) ve maksadına münafi (aykırı) olarak

düşman maksat ?e menfaatini temin yollu teşvikat ve if­ sadatta bulunanlar ve memleketin kuvayı maddiye ve maneviyesini her ne suretle olursa olsun kırmaya ve azaltmaya çalışanlar, düşman hesabına askeri ve siyasi casusluk edenlerle

29 Nisan 1920 tarihli Hiyaneti Vatani­

ye Kanunu'nun muhtevi olduğu maddelerden maznunu­ aleyh

(sanık) bulunanların da icrayı muhakeme ve tenfizi

hüküm salahiyeti bu mahkemelere verilir" denilerek mahkemelerin salahiyeti biraz daha teşmil ve tevsi edil­ miştir.

(yaygınlaştırılmış ve genişletilmiştir.) Bu mahke­

melerin (İstiklal Mahkemesi) namiyle teşkiline karar ve­ rilmiştir. Mahkemelere (Millet Mahkemesi) ismini ver­ mek isteyenler olduğu gibi (Terreur

(terör) Mahkemesi)

denilmesini ileri sürenler de olmuştu.

1 Numaralı İstiklal Mahkemesi Kanunun hükümlerine tevfikan Ankara'da teşkil edi­

(1) Numaralı İstiklal Mahkemesi azalığına Büyük Millet Meclisi tarafından ben de intihap edilmiştim (se-

len

8


çilmiştim). Bizim mahkeme, Cebelibereket Mebusu İhsan (Eryavuz), Elaziz Mebusu Hüseyin, Kütahya Mebusu Cevdet (Çamlıca Lisesi Müdürlüğü'nden emekli) Bey­ ler'le benden teşekkül etmişti. Reisi, azalan aralarından seçecekleri için biz de İhsan Bey'i reis seçmiştik; fakat ekseriya dava dosyasını tetkik edenler tetkik, ettikleri da­ vanın muhakemesine riyaset edebilirlerdi. Mahkememiz Ankara'nın üç dört mütevazi binasın­ da faaliyete başlamıştı. İcabında dairei kazamız dahilinde seyyar bir halde vazife görebilirdik. (1) Numaralı Ankara İstiklal Mahkemeleri diğer İstiklal Mahkemeleri'nin lağ­ vından sonra da epey müddet vazifesine devam etmişti. Aradan hayli zaman geçtikten sonra İsmet Paşa hü­ kümetinin gösterdiği lüzum üzerine Takriri Sükı1n Kanu­ nu ile beraber Büyük Millet Meclisi Ankara'da ve Şark'ta tekrar İstiklal Mahkemeleri'nin faaliyetine karar vermiş­ ti. Bu ikinci mahkemede Afyon Mebusu Ali (eski Nafıa Vekili (Çetinkaya), Reşit Galip (eski Maarif Vekili), Rize Mebusu.Ali ve Denizli Mebusu Necip Ali (Küçaka) Bey­ ler'le benden mürekkepti. Bu ikinci İstiklal Mahkemesi­ 'ne ilk mahkemelerden farklı olarak, Meclis yine azalan arasından birer de müddeiumumi intihap etmişti. Bizim mahkemenin müddeiumumisi Denizli Mebusu merhum Necip Ali Bey'di.

Çiçerin ile İstiklal Mahkemeleri hakkında bir görüşme İstiklal Mahkemeleri ilk teşekkül ettiği zaman bu

9

·


·mahkemeleri Çeka mahkemelerine benzetenler de olmuş­ tu: Onlarca İstiklal Mahkemesi demek, yalnız sehpa, yal­

nız asmak demekti. İstanbul'un her şeyi fena görmek ve göstermek itiyadında olan bir iki gazetesi bu münasebet­ le neler yazmamıştı ki! Rus inkılabının 15'inci yıldönümünde Moskova'da yapılacak muazzam ıörene bizden de bir heyet davet edilmişti. Halk Partisi Katibi Umumisi Saffet (Arıkan) Bey'in riyasetinde o zamanki Darülfünun Emini Prof. Neşet Ömer (İrdelp) ve Siirt Mebusu Mahmut Beyler'­ den mürekkep olan heyete Gazi beni de memur ederek Moskova'ya göndermişlerdi. Orada bir ziyaret esnasın­ da Hariciye komiseri olan Çiçerin ile bu mahkemeler hakkında aramızda bir görüşme olmuştu. Çiçerin, bizim İstiklal Mahkemeleri'ni, kendilerinin Çeka mahkemele­ rine benzetiyordu ve benden aradaki farkı sordu. Çeka mahkemelerinin gizli ve dört duvar arasında ne tarzda cereyan etlikleri bilinemez bir halde faaliyette bulun­ duklarını, bizimkilerin ise millet karşısında her davayı açık muhakeme ederek yine millet karşısında hükümle­ rini verdiklerini söylediğim zaman, Çiçerin bile beni tasdik etmiş ve: " - Evet, bu hal inkılap mahkemeleri için bir itimat ve emniyet unsuru teşkil eder." demişti. Halbuki bizde çok tarih okuduklarından dolayı öğünen bazı kimseler bizim İstikkıl Mahkemeleri' ni başka milletlerin inkılaplarındaki (İhtilal mahkemeleri­ ne) ve bu arada bilhassa Rusların Çeka mahkemelerine benzetmek istiyorlardı. O ihtilal mahkemeleri ki işleri 10


ve güçleri baştan başa kan ve tedhiş idi. Onların vazife­ leri yalnız memleketlerine korku, heyecan vermekti. Bi­ zim mahkemelerimiz ·ise· ve inkılabın nigehbanı

yalnız,

ancak adaletin timsali

(bekçisi) olmuşlardı. Fakat itiraf

etmeliyim ki bizim mahkemelerimiz de o kadar yumu­ şak değil, biraz sertçe, bati

(yavaş) değil, oldukça sürat­

li idi.

Mahkemelerin icraatı hakkındaki hükmü tarih verecektir. İstiklal Mahmemeleri'nin adilane faaliyeti kurt ruhu taşıyanlara bir koyun sükuneti, koyun gibi yaşayanlara bir arslan masuniyeti vermişti. İşte hainleri ürküten, maz­ lum vatandaşlan esirgeyen bu mahkemeler olmuştu. En inatçı, en azılı şakiler bile kendi arzularıyla bu mahkeme­ lerin önünde inkiyat

(kendini teslim) ediyorlardı. Y ine

bu mahkemeler sayesinde idi ki o zaman en atıl ve hile­ kar amirlere ve memurlara bir intibah

(uyanış), hükümet

çarkına bile iyi bir dönüş ahengi gelmişti. İstiklal Mah­ kemeleri bilhassa milletin hayat ve hürriyetini yıkmak, mefkiiresini

(ideallerini) sarsmak, maddi ve manevi kuv­

vetlerini kırmak kastında olan hainler, asiler, mürtecilerle siyasi, caniyane maksatlara mütecasir

(kalkışan) ve alet

olanların amansız bir adalet divanı idi. Milli Mücadelenin binlerce zorluk arzeden birçok tehlikeli ve ümitsiz safhaları esnasında, memleketin lü­ zumlu noktalarına gönderilen İstiklal Mahkemeleri'nin verdikleri kararlardaki sürat, isabet ve icraatındaki ciddi-

11


yetle yeni Türkiye Devleti' nin kuruluşu�da yaptıkları hizmetler çok büyük olmuştur. Bunun en doğru takdirini, hadiseleri yarın daha soğukkanlılıkla tahlil edecek olan istikbale, yani tarihe bırakmak yerinde olur. İsmet Paşa ve İstiklal Mahkemeleri

İstiklal Mahkemeleri salahiyetlerini istimal ederken (yetkilerini kullanırken), bir fırka içtimaında (parti toplantısında) İsmet Paşa'nın da dediği gibi, "Gayrı ka­ bili içtinap (kaçınılması olanaksız) olan sehv-ü hatalara düşmüşlerse bunu samimi kanaatlerinden başka bir şeye atfetmemelidir. Bilakis kanaatleri ve mefkureleri uğrunda yapılması lazım gelen bazı eksiklikleri de vardır." Zamanın Başvekili olan İsmet Paşa İstiklal Mahke­ meleri 'nin lağvı dolayısıyla yine bir fırka içtimaında yap­ tığı beyanatta şöyle demiştir: "Biz Takriri Sükun Kanu­ nu'nu koyduktan ve İstiklal Mahkemeleri'ni tesis ettikten sonra karşısında bulunduğumuz vaziyetleri evvelden tah­ min ettiğimiz vaziyetten daha mühim bulduk. Elde sarih deliller olmaksızın tecrübenin ve görgünün verdiği bir ta­ kım delail (deliller) ve ihtisas yoluyla duyduğumuzu bil­ fiil tecrübe ettik. Memleketin dört köşesinde, dahilde ve hariçte nice teşkilat, nice dal budak salmış cemiyetler bu­ lunduğu tezahür etti (ortaya çıktı). Mahkemeler, gerek şarkta, gerek garpta fesat unsurlarını takip etmek için bü­ tün gayretlerini sarfetmişlerdir. Benim kanaati kamilem (kesin kanım) şudur ki bu mahkemeler vazifelerinde 12


muvaffak olmuşlardır. Onların bu muvaffakiyetlerinden her zaman bahsedebiliriz." İsmet Paşa, mahkemeler lehinde daha bir takım iza­ hattan sonra, sözlerini şöyle bitirir: " - Samimi olarak parti huzurunda ve iki gün sonra da Meclis huzurunda söyleyeceğim ki, Büyük Millet Meclisi İstiklal Mahkemeleri'ni intihap ve teşkil ederken büyük bir isabet ve hüsnü intihap göstermiştir. Mahke­ melere intihap etmiş olduğu arkadaşlar, her türlü tesirden azade olarak, yalnız büyük ve aziz mefkurelerinin ve memlekette inkılabın müdafaası için Büyük Meclis'in kendilerine emanet ettiği yüksek salahiyet ve hakk-ı ka­ zayı

(yargı yetkisini) yerinde ve lazım olduğu kadar dik­

katle istimal etmişlerdir. Kendilerini huzurunuzda tebrik ve teşekkür etmeyi bir vazife telakki ederim."

Ne hatır, ne gönül . . . Keyfi idarelerin milli seciyede yapacağı tahribatı bi­ len adamlarız. Onun için mahkemelerde aldığımız vazi­ feyi Büyük Millet Meclisi'nin şahsiyeti maneviyesine la­ yık surette, hiçbir tesir altında kalmayarak ifa etmiş oldu­ ğumuza vicdanen kaani olanlardanız. Vazifemizi yapar­ ken ne hatır dinledik, ne gönül, ne de emir... Hissiyattan kendimizi uzak bulundurmak, inkılabın, memleketin kur­ tuluşu, ordunun takviyesi, milli davanın her tesirden siya­ neti

(koruması) başlıca hedefimizdi. Elde yalnız bir millet kalmıştı: Onu kendi kuvvetiyle

kurtarmak, temiz kanından yeni ordular çıkarmak, elde

13


kalan enkazdan bir devlet kurmak her mülahazanın üs­ tünde bulunuyordu. İstiklal Mahkemeleri bu fikir ve iman ile yoğrulmuştu. O tarihte bazı muhalifler, İstiklal Mahkemeleri'ni, kendilerini ezmek, boğmak için ele alınmış bir tehdit ve tedhiş

(korkutma) aleti olarak şüphe altında bulundur­

mak politikasını gütmekte idiler. Takrir-i Sükfın Kanunu ile birlikte ikinci defa mah­ kemelerin tekrar faaliyete geçmesi için İsmet Paşa'nın İkinci Büyük Millet Meclisi'ne yaptığı teklif müzakere edilirken bir hayli münakaşalar olmuş, teklif uzun uzadı­ ya hırpalanmak istenmişti. Halbuki İstiklal Mahkemeleri vatandaş kanı dökmek için değil, memleketin birliğini, dahili ve harici düşmana karşı milli müdafaayı korumak için kurulmuş bir inkilap müessesesi idi. İstiklal Mahke­ meleri'nin bu gayeleri gerçekleştirmekteki isabetli faali­ yetleri Meclis'in çoğunluk karan ile İstiklal Mahkemele­ ri'ne verdiği takdirname ile sabitti. O tarihte memlekette, daha ziyade maziye bağlı, gö­ reneğe esir, herhangi bir iğfale müsait

(kandırılmaya

yatkın), en küçük bir teşvik ile inkitaba karşı hemen alevlenmeye, ayaklanmaya kalkacak bir haleti ruhiyeye, yer yer, sık sık şahit oluyorduk. İnkılap kurtlan, her nevi haşere; milletin kurtuluşunu engellemeye, inkılabın aley­ hindeki harekata hakim olmaya çalışıyorlardı. Hatta, en acısı, içimizde güya dava yoldaşlığı yapan­ lardan bir kısmının da dahil olduğu bir Halifecilik, bir Padişahçılık ruhu, zaman zaman canlanıyordu. Hilafet ve Saltanat makamına en küçük bir hürmetsizliği çekeme-

14


yenler, kanının her damlasında Padişah nimeti yaşadığını söyleyenler, cumhuriyetin ilanını bir türlü havsalalarına sığdırıp kabul edemeyenler aramızda yaşamakta, bizimle aynı yolda yoldaşlık yapmakta idi. Zahiren

(görünüşte) inkılapçı ve dava yoldaşı görü­

nenlerin bu zihniyetlerine ve netice itibariyle sözlerine inanmak güç oluyordu. Bu zihniyetle malfü

(sakatlanmış)

kimselerin memleketi bir tecrübe sahasına çevirmelerine imkan bırakmak tehlikelerle dolu görünüyordu. Mahkeme heyeti olarak çalışırken daha ziyade bu gibilerin muzmer­ lerindeki (içlerinde

sakladıkları) emelleri, gizli ihtirasları

meydana çıkarmaya çalışmak İcab ediyordu. Eğer İstiklal Mahkemeleri, memlekete müteveccih

(yöneltilmiş) bir takım kötü ve caniyane hareketlere, su­ ikastlara lakayıt ve müsamahakar davranmış olsaydı, hiç şüphesiz ki, tarih huzurunda en ağır, en acı itaba

(azarla­

maya) muhatap olacaktı. İstiklal Mahkemeleri, kanunun ve memleket menfa­ atlerinin emirlerini yerine getirmek suretiyle, işte, bilhas­ sa bu hataya düşmemeye çalıştı.

İstiklal Mahkemeleri nasıl çalışırdı? İstiklal Mahkemeleri'ni alakadar eden hadiselerin, vak'alann evvelemirde ilk tahkikatı hükümetçe yapılır; ondan sonra muntazam bir dosya halinde mahkemeye tevdi edilir, tevdi edilen dosya mahkeme heyeti tarafın­ dan aynca tetkik ve noksanları ikmal edildikten sonra ha­ dise ile ilgili olanların aleni

(açık) muhakemelerine geçi-

15


lirdi. Muhakemeler sureti mutlakada aleni olarak yapılır­ dı. Gizli yapılmış tek bir muhakeme yoktu. Asker, sivil, bütün devlet memurları için İstiklal Mahkemeleri'nin verdikleri hükümlerin temyizi kabil değildi. Hükümler derhal infaz edildiği

(yerine getirildiği) için bu ağır

mes'uliyet karşısında dava, kılı kırk yararcasına tetkik edilir, bu sebeple de muhakemeler, büyük itina ile halk efkarı önünde açık olarak cereyan ettirilirdi. İstiklal Mahkemeleri'nin memleket vazifesinde, va­ tanın selamet ve istiklali endişesiyle, en ağır hükümlerini verirken hatır ve gönül tanımadığına, hiç kimsenin tesiri altında bulunmadığına, bununla beraber elindeki ölçüleri hassasiyetle, dikkatle, titizlikle kullandığına, salahiyetle­ rini kullanırken zulümden kaçındığına, fakat memlekete zararlı ve fasid

(bozguncu) olduklarına kanaat getirdiği

kimselere karşı da amansız davrandığına dair misaller pek çoktur.

Dişikilitli çetesini kaçıran yüzbaşı Sakarya Muharebesi'nin en heyecanlı günlerinde idi.

( 1 ) Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi'nde vazife ba­

şında iken, ordunun gerilerinde birtakım eşkıyanın türe­ diği haber verildi. Bunların içinde bilhassa Çiçekda­ ğı'ndaki Dişikilitli denilen mel'un bir şaki, ortalığı allak bullak ediyor, adeta şehirlerin muvasalasını

(ulaşımını)

kesiyordu. Ordunun geri iaşe menzilleriyle irtibatı bn : .a­ ki tarafından daima tehdit altında bulunuyordu. Bu 1'.!hli­ keyi bertaraf etmek ve bilhassa ordunun geri ile irtibat1nı

16


ve iaşesini emniyet altına almak için, Başkumandan hattı harpten bir süvari fırkasını geri çekmiş, Miralay Nidai Bey kumandasında olan bu fırkayı eşkıyanın tenkiline

(tepelenmesine) ve şehirler arasındaki muvasalanın ve asayişin teminine memur etmişti. Sakarya Harbi'nin şiddetli ve heyecanlı günlerinde, cepheden bir süvari fırkasını ayırmak mühim bir mesele idi. Dişikilitli pek azgın ve çetin olduğu için süvari fır­ kasını hayli uğraştırdı ve peşinden hayli koşturdu. Niha­ yet günün birinde fırkanın eline düştü. Bu hain ve azgın şaki İstiklal Mahkemesi'ne tevdi edilmişti. Yaptığı habaset kazamız haricinde

(alçaklık) ve cinayetler daire-i (yargılama yetkimiz dışında), Kay­

seri İstiklal Mahkemesi'ne ait olduğu için kendisini Kay­ seri'ye sevke karar vermiş ve muhafız taburundan Yüz­ başı Kemal Bey kumandasında bir müfrezenin muhafa­ zası altında Kayseri'ye sevketmiştik. Bunların Ankara 'dan hareketinden bir gece sonra, geceyi geçirdikleri bir köyde, müfreze kumandanı Dişiki­ litli ile arkadaşlarını bir camie tıkar ve alelusul kapıya bir nöbetçi dikerek uykuya dalar. Bu gafletten, kontrolsüz bırakılan nöbetçinin uyukla­ masından istifade eden Dişikilitli bir sırasını getirip azılı avanesiyle

(yandaşlarıyla) camiden kaçmış gitmiş!

Hadise haddi zatında ilk nazarda adi bir vaka telakki edilebilirdi. Fakat biz onu öyle düşünmedik: Evvela ateş hattından mühim bir kuvvetin çekilmesini ve bıraktığı boş­ luğu, sonra da ordunun iaşe işinin tehdit ve tehlike altında 17


bulunmasını, nihayet süvari fırkasının binbir müşkilat ile ele geçirdiği bir şakinin tekrar ordunun gerilerine, iaşe menzillerine musallat ve bela olmasını gözönüne getirdik. Buna sebep olan, böyle mühim bir vaziyeti kavrayamayan bir zabitten daha mühim anlarda daha mühim zararlar ge­ lebileceğini düşündük ve kendisini derhal muhakeme altı­ na aldık. Neticede silk-i askeriyeden tard

(askerlik mesle­

ğinden çıkardık) ve on beş sene hapse mahkı1m ettik. Bu Y üzbaşı Kemal benim süt kardeşim idi ve evim­ de idi.

İdamına karar verilen bir genç nasılkurtulmuştu? Yine Ankara 1 Numaralı İstiklal Mahkemesi'nde va­ zifede iken günün birinde Düzce veya Hendek halkından bir genç vatandaş, bilfiil Düzce isyanına iştirak etmiş ol­ masından dolayı hiyaneti vataniye cürmü ile hükumet ta­ rafından mahkemeye tevdi edilmişti. Aleni olarak yapılan muhakemesinde Büyük Millet Meclisi aleyhine fiilen ve müselliihan

(silahlı olarak) isyana iştirak ettiği tahak­

kuk etmişti. Hıyaneti vataniye kanununa tevfikan idama mahkum ettik ve kararı kendisine tebliğ ettik. Akşam, arkadaşım İhsan Bey'le mahkemeden çıktık. Evlerimize gidiyorduk. Mahkemede evrak çantamı unutmuştum. Onu almak üzere döndüm. Çantamı aldım, tekrar mahke­ me kapısından çıkarken jandarma zabiti arkamdan koştu: " - İdam mahkumunun size bir söyleyeceği var­ mış... " dedi. Derhal döndüm. Genç bana:

18


" - Efendim, ben bu hıyaneti yaptım, fakat sonradan affı umumiye uğramı�tım" dedi. Kendisine: "- Müdafaanda niçin bunu söylemedin?" dedim. "- Korktum da ağzım tutuldu, onun için söyleyeme­ miştim" dedi. Derhal arkadaşım İhsan Bey'in yanına gittim. Vazi­ yeti anlattım. İkimiz de tekrar mahkemeye döndük, arka­ daşımız Hüseyin Bey'i (Eiaziz Mebusu) çağırarak bir celse yaptık. Garp Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşa'dan makine başında bu gencin affa dahil olup olmadığını sor­ duk. Cephe Kumandanı 'nın affa mazhar olmadıklarını bildirdiği yedi kişi meyanında bu gencin ismi yoktu. Şu halde umumi aftan istifade etmişti. Derhal tahliyesine ka­ rar verdik ve serbest bıraktık. Ertesi günü idamını bekle­ yen gencin sevincine ve bizim de gönül rahatlığımıza pa­ yan yoktu.

Kurşuna dizilmeyi beklerken Bir defa da İkinci Ankara İstiklal Mahkemesi'nde Afyon Mebusu Ali Bey'le vazifede idik. Osmaniye'nin Bahçe kazasından boylu poslu, irice levend gibi gayet gü­ zel bir delikanlı mahkememize tevdi edilmişti. Askerlik­ ten firar etmiş, takip eden müfrezeye karşı müsellahan müsademe neticesinde derdest edilmiş

(yakalanmış) ol­

makla maznundu. Mahkememize tevdi edilen dosyadan ve yapılan muhakemesi neticesinde kendisinin cürmü ka­ tiyetle tesbit edilmişti. Birçok bakımdan tetkik ettik:

19


Kendisini kanunun pençesinden kurtarmak imkanı yoktu. İdamı lazımgeliyordu. İdam kararını verdik, fakat bu karar beni çok müte­ essir etti. Aslan gibi gencin vaziyeti gözümün önüne gel­ dikçe geceyi uykusuz geçirdim ve sabahleyin muayyen saatten daha çok evvel mahkemeye gittim. Baktım, Reis Ali Bey de, hiçbir zaman vaki olmayan, vakitsiz denecek kadar erken gelmişti. Sigarasını içiyor, beni bekliyordu. Bana: "- Hayrola Kılıç Ali, niçin erken geldin?" dedi. Saklamadım: "- Ali Bey, doğrusunu söyleyeyim, dünkü delikanlı­ ya çok acıdım. Müteessir oldum. Uyuyamadım. Onun için erken geldim" dedim. Ali Bey de: " - Tuhaf şey, ben de aynı hisle uyuyamadım. Yazık! Delikanlı cahilliğinin kurbanı oldu!" Diye görüşürken telefon çaldı. Telefonda idam hük­ münü infaza memur olan mahkeme azasından Rize Me­ busu Ali Bey: "- Kararda salben

(asılarak) idamı diye yazılı...

Halbuki asker olduğu için kurşuna dizilmesi lazım değil mi? Bir yanlışlık olmasın!" diye soruyordu. Rize Mebusu Ali Bey'e: "- Hükmü infaz etmeyiniz. Telefonumuzu bekleyi­ niz!" dedim ve telefonu kapattım. Reis Ali Bey'e: " - Ali Bey, dedim, biz Büyük Millet Meclisi namına icrayı kaza eden yüksek bir mahkemeyiz. Salahiyetimiz

20


vasidir. Acaba bu gencin idam cezasını müebbed küreğe tahvil edemez miyiz? Müddeiumumi Necip Ali Bey'le Reşit Galip Bey'i de çağırıp bir görüşsek." Ali Bey'in de muvafakatı ile arkadaşları derhal top­ ladık. Görüştük. Kendisinin islah-ı hal eder (tutumunu düzeltir) takımından olduğuna kanaat getirdiğimiz cihet­ le idam cezasının müebbed küreğe tahviline karar verdik ve bu kararımızı süratle Rize Mebusu Ali Bey'e bildir­ dik. Kararımız Ali Bey'in eline geçtiği vakit meğer San­ kışla meydanında askeri merasim yapılmış, kıtaat hazır­ lanmış. Ali Bey'in telefonu üzerine vereceğimiz cevap bekleniyormuş. Yani "salben mi, yoksa kurşuna dizilerek . mi idam edilecek?" sualinin cevabı bekleniyordu. Karar Ali Bey'e tebliğ edilerek: " Şu ve şu sebepler­ den dolayı idamına ve fakat kendisi ıslahı hal eden takı­ mından olduğuna heyeti hakimece kanaat edinildiğinden idam cezasının müebbed küreğe tahvil edildiğine..." diye karan okuyunca başta kumandanlar olduğu halde hazirun

(bulunanlar) mahkemenin kararını alkışlamış ve bu ka­ rar mahk:Um kadar biz hakimlerde de vicdani bir rahatlık uyandırmıştı.

Hadisenin içyüzü anlaşılınca ... Fakat hadise bu kadarla kalmadı; genç, mahkumiye­ tini ikmal için hapishaneye sevkedildi, aradan kısa bir müddet geçti. Bahçe kazasından bitaraf bir zattan aldığı­ mız bir mektupta bu delikanlı hakkında verdiğimiz son

21


karardan memnuniyet beyan edilmekte ve "Bu kararınız Cenabı Hakk;ın bir lütfu oldu. Çünkü bu çocuk haksız bir muameleye uğramış, haksızlık yüzünden bu cürmü iş­ lemeye mecbur kalmıştı. Kendisi henüz askerlik çağında değildi!" diyordu. Mektubu alır almaz işe ehemmiyet verdik, demek böyle bir tesadüf olmasaydı, haksız yere bir vatandaş kaybedecektik. Yaptığımız tahkikat neticesinde hakika­ ten delikanlının tevellüdü

(doğumu) itibariyle askere

sevki icap etmiy�rmuş. Onun yaşındakiler henüz askere alınmamışlar. Ancak kazada "efendiler, beyler" diye yekdiğerlerine hasım iki parti varmış. Askerlik şubesi reisini "beyler" partisi ele alarak " efendilere" karşı onu muhasamaya

(düşmanlığa) iştirak ettirmişler. Ni­

hayet "efendiler"e mensup birinin oğlunu askerlik şu­ besi reisini tahrik ve teşvik ederek ve haksız olarak as­ kere sevkettirmek istemişler. Askerlik şubesi reisi bin­ başı efendi de bu haksızlığa uymuş ve çocuğu askere sevketmeye kalkışmış. Delikanlı haksızlığa tahammül edememiş. Ellerinden kurtulmak imkanı olmadığını da anlamış. Başka bir çare bulamayınca kendini takip edenlerden kurtulmak için kazadan firar etmiş, jandar­ malar peşine düşmüş, bir yerde kıstırmışlar, teslim ol­ mamış, aralarında müsademe

(çatışma) başlamış, neti­

cede ele düşmüş. Bu vaziyet karşısında tekrar muhakemeye başladık. Bu defa delikanlıya verilen müebbed kürek cezasını da reffettik (kaldırdık). Ancak askerlik şube reisinin yaka­ sına yapıştık. Bu suretle vazifesini suistimal ettiğinden

22


dolayı kendisini askerlikten kovduk ve on beş sene hap­ sedilmesine karar verdik. Görülüyor ki anlayışta, insafla, vaziyetleri olduğu gi­ bi görüp nizam-ı adaleti daima elde tutarak icaplarını derhal yapmakta, İstiklal Mahkemeleri gerçekten büyük hassasiyet göstermekteydi.

Keskin Hastahanesi hadisesi Yine 1 . Ankara İstiklal Mahkemesi'nde idi. Sakarya Harbi bütün şiddetiyle devam ediyordu. İstiklal Mahke­ mesi ordu gerilerinde toplanan firarileri muhakeme et­ mek üzere Keskin'e gitmişti. Keskin'de bulunduğumuz günlerde, Askeri Hastane'nin vaziyetinden, Sakarya'da fedakarlıkla çarpışarak yaralanan ve tedavi için gönderi­ len hastaların bakımsız, giyimsiz, iaşesiz, fena hallerin­ den mütemadiyen şikayetlerde bulunuluyordu. Bu şika­ yetler üzerine, Mahkeme, heyet halinde, bir gün kalkıp hastaneye gittik. Vaziyet yerinde incelendi. Hakikaten, denildiği gibi, yaralıların hali feci idi. Bunların ne altla­ rında, ne üstlerinde bir şey vardı. Bakımsız, perişan deni­ lebilecek halde yatıyorlardı. Hastaların bu halinden has­ tanenin operatörü de şikayetçiydi. Depolarda her şey mevcut olduğu halde verilmediğinden, ihmal, tembellik, Iakaydi ve kırtasiyecilik yüzünden ilaç ve gıda temininin imkansız hale getirildiğinden, en elim nokta olarak varlık içinde yokluk çekildiğinden, deliller gösterilerek dert ya­ nılıyordu. İddiaların doğru olup olmadığını tahkik için depolar baştan başa teftiş edildi. Bunlar hakikaten hasta23


lann her nevi ihtiyaçlarını temin edecek tarzda doluydu. İaşe depolan da aynı vaziyete, ağızlarına kadar gıda mad­ deleriyle yüklüydü. Hastanenin binbaşı rütbesinde mesul bir başhekimi vardı. Kendisi çağrıldı, elde bu kadar çok malzeme, yiye­ cek varken, depolar ağızlarına kadar dolu iken, bunları hastalara vermeyerek ,küflendirmenin ve yaralıları sefil ve perişan etmenin sebepleri soruldu. Binbaşı sorgulara tatminkar cevap veremiyordu. Mugalata yapıyor ve aczi­ ni kırtasiyecilik sebeplerine bağlayıp duruyordu. Binba­ şının fikriyle hareket edilse, yaralıların hatta hepsi dahi ölse depolardan ilaç ve gıda alabilmek, formaliteler yü­ zünden tamamen imkansiz görünüyordu. Bu vaziyet karşısında mahkeme heyeti şu karara var­ dı: Memleket için fedakarlık eden, canlarını veren vatan evladının geride kendilerini yedirecek, giydirecek, tedavi edecek bir hastane bulamamalarının ordu içinde yapacağı kötü tesirleri önlemek, aczi yüzünden birçok insanların ölümüne sebebiyet veren hekim binbaşıyı tecziye etmek, kötü bir zihniyeti ve idaresizliği ortadan kaldırmak ve binbaşı gibi hareket edenlere ibret olmak üzere vak'ay; ele almak lazımdı. Binaenaleyh başhekim derhal tevkif edildi. Hemen orada muhakemesi yapıldı. Böyle bir zih­ niyetle malfil bir amirin orduda vücudundan istifade edil­ mek şöyle dursun, bilakis zarar görüleceğine kanaat geti­ rilerek kendisi askerlikten tardedildi ve hadisede hata ve ihmali görülen diğer alakalılar da cürümlerine göre dere­ ce derece, tecziye olundu. Bu hareketin tesiri gözükmek­ te gecikmedi. Az. sonra şikayetler kesildi ve her hastane

24


hu misale bakarak, yaralılara azami bir şefkat ve itina ile muamele yoluna girdi.

İki tipik hadise İkinci İstiklal Mahkemesi'nde cereyan eden muhtelif hadiseler arasında tipik mahiyet gösteren bir vak'ayı da­ ha belirteyim: Mahkemece, yine heyet halinde bir seya­ hate çıkmıştık. Yol üzerinde, Eskişehir'e uğradık. Eskişe­ hir mebuslarından bir zatın oğb, belki de babasının me­ busluğundan cüret alarak ve bu sayede bir yolunu bulup kurtulacağını

umarak mektepteki hocasını tabanca ile

vurmuştu. Hükümet hadiseyi mahkememize tevdi etti. Eskişehir'de genci, muhakemesini yaparak cezalandırdık­ tan sonra yolumuza devam ediyorduk. Adana'ya uğrayıp Gaziantep'e gidecek ve oradaki mühim bir eşkıya çetesi­ nin muhakemelerini yapacaktık. Adana'ya geldiğimiz gün, halktan bir takım şikayet­ ler alındı. O zamanlar Adana'da (Külhanbeyler) diye si­ yah poturlu ve gömlekli bir sınıf türemişti. Bunların şer­ rinden namuslu bir kadının sokağa çıkabilmesi adeta im­ kansız hale gelmişti. Ne polis, ne jandarma, elhasıl bütün hükümet otoritesi, bunlarla başa çıkamıyordu. Alınan bü­ tün tedbirlere rağmen, vali ve polis, sarkıntılığın bir türlü önüne geçememişti. Bu sebepten herkes adeta hükümete karşı muğber, dilgir

(gücenik ve kırgın) vaziyetteydi.

Mahkeme bu hadi3eyi ele aldı, şikayetlerin tamamen haklı ve yerinde olduğunu anladı. Bu vaziyet karşısında hükümet otoritesinin kuvvetlenmesi, maddi ve manevi

25


bütün varlıklarıyla çalışan, memleketlerini düşman işga­ linden kurtarmak için kanlarını döken ve fedakarlıklarla taiihe mal olan Adanalıların kendi kuvvetleriyle kurtar­ dıkları topraklarında huzur içinde yaşayabilmesi lazımdı. Mahkeme heyeti toplanınca ilk karar olarak Adana vilayeti dahilinde ne kadar külhanbeyi varsa bunların hepsinin polis müdüriyetinden bir liste halinde kendisine bildirilmesini istedi. Oldukça mühim bir yekun tutan bu listedeki külhanbeylerin derhal tevkifleriyle muhakeme­ leri yapılmak üzere Ankara'ya sevklerine karar verildi. Sonradan külhanbeylerin hepsi toplandı, mahkeme kara­ rıyla memleketin muhtelif yerlerine sürüldü ve karar ne­ ticesindedir ki, Adanalılar da rahata, huzur ve sükuna ka­ vuştular.

Arkadaşımız Maraş Mebusu Tahsin Bey'i de mahkum etmiştik Çok kanlı, çok vahşiyane bir şekilde işlenmiş bir ci­ nayetin muhakemesini yapmak üzere Adana'dan Gazian­ tep'e gelmiştik. Cinayet şöyle olmuştu: Milli Mücadele'nin ilk ve ümitsiz günlerinde Fran­ sızlar tarafından işgal altındayken, Maraş'ta ilk milli teş­ kilatı kuran, bu uğurda maddi ve manevi büyük fedakar­ lıklar yapan Çuhadarzade Mehmet Efendi isminde bir vatanperver vardı. Bu zat, Maraş civarındaki çiftliğinde eşkıya tarafından uykuda bastırılmış, altı aylık gebe ka­ rısıyla yatak içinde, canavarca katlolunmuştu. Çuhadar-

26


zade'yi seven Maraşlılar, muhakemeyi dinlemek üzere, Gaziantep'e gelmişlerdi. O meyanda merhumun son za­ manlarda Maraş Mebusu seçilen ve o tarihte on altı on yedi yaşında bulunan büyük oğlu, Çuhadarzade Ali Rıza başta olmak üzere diğer küçük çocukları da samiin (din­ leyici) sıralarında, göz yaşlarıyla muhakemeyi takip edi­ yorlardı. Yapılan muhakeme neticesinde canilerin idamına ka­ rar verildi ve idam hiikmü, caniler mahkeme kapısının önüne asılmak suretiyle, hemen oracıkta infaz edildi. Bu davanın asıl ibret alınacak tarafı şu noktadaydı: Y ine Maraş'ın kurtuluşunda ve Milli Mücadele'nin daha ilk günlerinde, tıpkı Çuhadarzade gibi maddi ve manevi hizmetlerde bulunan, bundan dolayı da kendisini sevdiği­ miz, saydığımız Maraş Mebuslarından Tahsin Bey ismin­ de yakın bir arkadaşımızın tahkikat vaziyetine göre, cina­ yette alakası sabit görüldü ve tevkifine karar verilerek masuniyetinin ref'i

(dokunulmazlığının kaldırılması)

için Meclis'e müracaat edildi. Bu suretle Ankara'ya avdetimizde bu arkadaşın da muhakemesini yapmaya mecbur kaldık ve maalesef bü­

tün ididalar sabit oldu ve deliller aleyhinde tecelli etti. Binaenaleyh kendisini mahkfun etmekten başka yapacak birşey kalmıyordu. Kendisine: " - Neresinden bakılırsa bakılsın vatan hizmetinizi, ahlakınızı, yakın arkadaşlığımızı nazarı dikkate almakla beraber maalesef hadise o kadar sarih, o kadar elim ve fecidir ki heyeti hakime sizi kanunun pençesinden kurtar-

27


maya muvaffak olamadı" demiş ve kendisini on beş se­ neye mahkum etmiştik.

Hilmi Bey'i niçin muhakeme etmiştik? Yine İkinci İstiklal Mahkemesi'nde bir aralık kısa bir müddet eski Maarif Vekili Necati Bey merhum da müddei-umumilik yapmıştı. Adana'dan bazı mevkufların Ankara'ya gönderil­ mesi için Adana Valiliği'ne verdiği emir vali tarafından birtakım müşkülata uğratılmak istenmiş, vaktinde infaz edilmemişti. İdare amirlerinde eski bir zihniyetin de­ vam ettiği görülüyordu. Halbuki vali sıfatiyle mahke­ menin verdiği emri ifa ve infaz etmeye kanunen mec­ burdu. Bu noktadan valiyi Ankara'ya celbettik ve mu­ hakeme altına aldık. Dahiliye vekilinin valinin iyi bir idare amiri olduğuna dair verdiği izahat üzerine kendi­ sini yalnız bir maaşının kesilmesi suretiyle tecziye ede­ rek serbest bıraktık. Bu tecziye karşısında vali tabiatiy­ le Adana'ya dönemezdi. İstifa etti. Fakat bu zattan di­ ğer sahalarda istifade etmek mümkündü. O zaman An­ kara'da Milli İthalat ve İhracat namında bir şirket vardı. Bu şirketi İttihatçılar kurmuş, hisselerin kısmı azamı

(çoğunluğu) Birinci Harp'te şehit olan asker ailelerin­ de idi. Şirketin vaziyeti keşmekeş içinde olduğundan şirketi derleyip toplamak ve şehit ailelerini zarardan kurtarmak için İktisat Vekaleti, Ali Bey'le beni şirketin iyi idaresini sağlayacak tedbirleri almaya memur etmiş­ lerdi. Ali Bey reis, ben ikinci reis 'idim. Adana'dan ge-

28


tirip muhakeme ettiğimiz valiyi buraya umum müdür yaptık. Bir müddet sonra Halk Partisi müfettişlikleri ihdas edildi. bu zatla temaslarımız sonunda karakterini yakın­ dan tanımak fırsatını bulduğumuz için Antep, Maraş ve havalisi müfettişliğine, kendisini tavsiye ettik. Müfettiş oldu. C sıralarda Meclis intihabı yenileniyordu, Bütün müfettişlerin mebus olması düşünülüyordu. Buna karar verilmişti. Yine bu zat bu meyanda mebus olarak Mec­ lis' e geldi. Daha sonra da müteaddit defalar vekillikler yaptı. Nihayet Cumhuriyet Halk Partisi'nin tek şef idare­ sinin son fırka Katibi Umumisi ve biliihara da reis vekili olarak vazife görmeye başladı. Bu zat eski Adana Valisi Hilmi Uran'dı.

Hintli bir casusun idam hükmünden çıkan hadise Birinci Ankara İstikliil Mahkemesi'nde iken dikkate şayan olarak bir de şu vaka cereyan etmişti: Ankara'nın yanıbaşında Mali köyü civarında bir gün zabıta tarafından bir Hintli Müslüman yakalandı ve zabı­ taca yapılan tahkikatta ahvali şüpheli görülerek kendisi İstiklal Mahkemesi'ne tevdi edildi. Orta boylu, karaya­ ğız, pejmürde kıyafetiyle miskin bir tavır takınan bu Hintli hakkında yapılan tahkikat ve muhakeme neticesin­ de mevkufun Hintli bir İngiliz zabiti olduğu ve casusluk yaptığı anlaşıldı. Bu adam evvela Ankara'nın vaziyetini tetkik etmek sonra da ordu gerilerinde olan biteni taras­ sut etmek

(gözlemek) vazifesi ile gönderilmişti. Muha-

29


keme edilerek casusluk vaziyeti sabit olunca kendisi ida­ ma mahkfun edildi. Hintlinin idam hükmü ertesi sabah Ankara Polis Müdürü tarafından infaz edilecekti. Sabaha karşı, o zamanki Polis Müdürü Dilaver beni uykudan uyandırdı ve Erkanıharbiye Reisi bulunan İsmet Bey (Paşa) tarafından Hintli hakkındaki idam hükmünü infaz keyfiyetinin Gazi ile yapacağı görüşme neticesine kadar tehirini istediğini söyledi. Tam bu esnada istasyon­ daki Kalemi Mahsus binasında ikamet eden Mustafa Ke­ mal Paşa da beni nezdine davet etmişti. İstasyondaki ika­ metgahım, Gazi'nin bulunduğu binaya çok yakın olduğu için derhal gittim. Gazi, İsmet Bey tarafından uykudan uyandırılmış, arkasında pijama, elinde polis telefonu (se­ ne: 1 920. O zaman Ankara'da polis telefonundan ve as­ keri telefondan başka telefon yoktu) İsmet Paşa ile konu­ şuyordu. Gazi'nin hali sıkkın ve hırçınca idi. Telefonu kapa­ tınca bana döndü: " - İsmet telefon ediyor. Bir Hintli asıyormuşsunuz. Bunun idamı İngilizlerle aramızda hadise çıkarır, diyor. Ben cevabını verdim. Siz vazifenizi bilirsiniz." Dedi. Derhal Polis Müdürü Dil§.ver'e telefonu aça­ rak hükmün hemen infaz edilmesini ve bu gibi taallülle­ rin,

(işten kaçınmaların) alacağı emirler nereden gelirse

gelsin, bir daha tekerrür etmemesini ve mucibi mesuliyet olacağını kendisine şiddetle ihtar ettim. Hintli o gece sabaha doğru idam edildi. Sonradan öğrendik ki İsmet Bey'i bu hadise müna-

30


sebetiyle tahrik eden o tarihte Ankara'da bulunan Halide Edip Hanım imiş!

* İstiklal Mahkemelerine ait herhangi bir hükme varmak için, mutlaka, bu muhakemelerin hangi siyasi şart­ lar, hangi haleti ruhiyeler, hangi tehlikeli vaziyetler için­ de çalışmış, vazife görmüş olduklarını bilmek, gözönüne getirmek gerekir. Muhakkak olan nokta şudur ki, İstikliil Mahkemele­ ri, kendilerini vücuda getiren Büyük Millet Meclisi tara­ fından Kurtuluş Savaşı'nda, memleketi, iç ve dış bozgun­ lara karşı kommak için keskin bir silah olarak, fakat tam bir adalet ve vicdan ölçüsü ile kullanılmıştır. Y üzlerce vaka içinden alarak naklettiğim üç beş muhakemenin mahiyeti, bu mahkemelerin hatır gönlü tanımadığına, hissiyata kapılmadığına, kimseden emir almadığına memleket endişesinden başka bir endişenin tesiri altında kalmadığına ve herhangi bir sanığı muhakeme ve mah­ kUm ederken son dakikaya kadar, Büyük Meclisin tayin ettiği salahiyetler dışına çıkmamaya çalıştığına, hataya düşmemek için kılı kırk yardıklarına ayn ayn delalet edebilir. Atatürk'e karşı tertip edilen suikast teşebbüsüne ait muhakemenin tafsilatını anlattığımız zaman, mahkeme­ nin dikkat ve hassasiyeti, o nazik mevzu üzerinde, şüphe­ siz ki daha iyi görülecektir.

31



-2-

İZ MİR'DE ATATÜ RK'E KARŞI HAZIRLANAN SUİKAST TEŞ EBB Ü SÜ NÜ N İÇYÜZ Ü VE SUİKASTÇILARI N MUHAKEMESİ Birinci Büyük Harpten mağlup çıktıktan sonra ken­ dini feshe karar vermiş ve mukadderatını tarihe tevdi et­ miş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti içinden bazılarının, iktidar ve nüfuzun ellerinden gitmesinden müteessir olar­ ak, memleket haricinde gizli bir komite halinde faaliyet­ lerine devam ve memleket dahilindekilerle temas ettikle­ rine şahit olunuyordu. Birinci Dünya Harbi'nin sonuna doğru memleketin kurtulacağından ümitlerini kesip Avrupa'ya kaçan bazıla­ rı Gazi Mustafa Kemal memleketi kurtardıktan sonra, ha­ riçte tekrar birer kahraman tavrı takınmışlar, Anadolu'ya girmek, yeniden hükümet işlerine karışarak hatta iktidarı tekrar ele geçirmek sevdasına düşmüşlerdi. Bu gayeyi temin için dahilde Milli Kantariye. vesair unvanlarla Kara Kemal'in başına topladığı güya iktisatçı teşkilat, bir fitne ve fesat ocağı şeklinde gizlice faaliyette bulunuyordu.

33


Kara Kemal, Malta'dan döndüğü vakit, mütevellilik sıfat ve salahiyetiyle İttihatçıların meşhur Kantariye, mil­ li ihracat vesair şirketlerinin tekrar başına geçmiş, tevabi­ ini

(adamlarını) etrafına toplamış, zahiren şirketleri can­

landırmaya ve bu şirketlerin sermayesini kurtarmaya ça­ lışıyor gibi bir vaziyet almıştı. Onun bu hal ve hareketlerine hiç kimse birşey diye­ mezdi. Nitekim, onun hareketleri karşısında "varsın çalışsın, birtakım insanlar geçinsin"denilmekteydi. Halbuki bu müsamaha ile ne kadar bü�ük hataya düşül­ düğü sonradan en acı tecrübelerle tecelli etti. Kara Ke­ mal'in gösterilen uluvvücenap

(saygı) ve müsamahadan

cesaret alarak kurduğu fesat ocaklarıyla vatan ve mil­ letin huzur ve asayişine, hatta hayatına yeniden kasdet­ mek cüretini kendinde nasıl bulduğunu, Mustafa Ke­ mal 'in şahsında vatanın hayatını istihdaf eden suikastın nasıl belli başlı amillerinden biri olduğunu aşağıda gö­ receğiz.

Ta Sakarya Harbi sırasında başlayan hazırlık Sakarya muharebesi devam ederken Enver ve Halil Paşalarla Eskişehir İttihat ve Terakki Katibi Mesulü Nail, Küçük Talat, Hacı Sami (Bu Hacı Sami, bilahare Musta­ fa Kemal' e suikast yapmak üzere Kuşadası civarına bir kayıkla gizlice çıktığı zaman halk ve jandarmalar tarafın­ dan ölü olarak elde edilmişti) ve diğer arkadaşları Ba­ tum'da toplanarak ve bu toplantıya bir kongre süsü vere­ rek gönüllü nam ve sıfatiyle birtakım politikacıları mem-

34


lekete sokmaya, dahildeki arkadaşlarıyla temas etmeye çalışıyorlardı. Bunlar ellerinden kaçırdıkları iktidar ve nüfuzu tek­ rar elde etmek için birtakım tedbirler, kararlar almakla meşgul oluyorlardı. Hatta eski Adliye Vekili Hafız Meh­ met Bey'i de gizlice Batum'a celbederek yaranları dela­ letiyle dahilde fesatlar çıkarabilmek çarelerini arıyorlar­ dı. Bunların, Mustafa Kemal'in dahilinde nüfuzunu kay­ bettiği, bu yüzden memleketin anarşi içinde bulunduğu zehabına vardıkları bundan istifade ederek memlekete girmek üzere hududa yakın yerlerde dolaştıkları haber alınıyordu. Nitekim aradan birçok seneler geçtikten sonra Tanin gazetesinin neşretmiş olduğu "Tarihi Mektuplar" serisin­ de hariçten (Rüstem) imzasıyla Cavit Bey'e gönderilen bir mektupta okuduğum şu kısım, Ankara'nın o zamanki istihbaratım teyit eder mahiyettedir. "Mustafa Kemal nüfuzunu kaybetmiş, anarşi vaziye­ ti tahaddüs etmişse içeriye girmek, aksi takdirde, yani Mustafa Kemal millet ve ordu üzerinde hakim ise girme­ mek şartiyle, hududa yakın bulunan Batum'a gitmeyi ka­ bul ettim."

Kara Kemal ile İstanbul'da görüşme İstanbul henüz İtilaf Devletleri kuvvetlerinin işgali altındaydı. O sırada, Gazi, benimle arkadaşım İhsan'ı (eski Bahriye Vekili) İstanbul 'daki milli teşkilatımızı gözden geçirmek ve rüesa

(önde gelenler) ile görüşmek,

35


temas etmek üzere gizli olarak ve müstear (takma) ad­ larla İstanbul' a göndermişti. İstanbul 'daki çalışmalarımız arasında teşkilat arka­ daşlarımız bizi Kara Kemal'le de temasa getirmeyi arzu etmişlerdi. Bu temastan alacağımız intiba bizim için fay­ dalı olacağı için görüşmeyi muvafık gördük. Mesadet ha­ nındaki yazıhanesinde kendisiyle birlikte gizli teşkilat ar­ kadaşlarımızdan Hamdi Başar ve Yakup Kadri (Karaos­ manoğlu) Beyler de beraber olduğu halde bir toplantı yaptık. Kara Kemal, görüşme esnasında, bize Ankara'da ikinci gurup namiyle tebellür etmiş olan tefrikayı caiz

(ayrışmayı uygun) görmeyerek bu tefrikanın izalesine tavassut edebileceğini, hatta samimi bir anlaşmaya varıl­ dığı takdirde halen maiyetinde mevcut kuvvetiyle o za­ manki (Müdafaai Hukuk) teşkilatımıza müzaheret edece­ ğini, bunun için ehemmiyet verdiği bu maksadını gidip Gazi 'ye dahi söyleyeceğini ilave etti. Kara Kemal'in; İttihat ve Terakki' ye istinad eden çok mühim bir siyasi varlıkmış gibi bir vaziyet almak is­ tediğini görünce, bu mevzuda kendisiyle müzakereye gi­ rişmenin, bir yokluğa elimizle vücut vermek olacağını düşündük, bundan dolayı onunla müzakerenin, hatta te­ masın devamını bile lüzumsuz gördük. Esasen temasımız da hususi bir mahiyetteydi.

Kara Kemal İzmit'te Gazi'ye neler teklif etmişti? Fakat bundan bir müddet sonra Gazi İzmit'e gidip orada gazetecileri kabul ettiği zaman bunlar meyanında

36


(arasında) Kara Kemal de Gazi ile mülakat yapmaya muvaffak oldu. Vaktiyle İstanbul'da bize söylemek istedi­ ği fikirlerini, mülahazalarını yine aynı vatanperverane eda ve esrarengiz Bektaşi tavrıyla umumi olarak Gazi'ye anlattı. Bu gaye ile Ankara'ya gelip çalışmak için Ga­ zi'den müsaade de istedi. . Gazi, Kara Kemal'e aynen şöyle dedi: "- İstanbul'da bir Müdafaai Hukuk teşkilatı mevcut­ tur. Oraya iltihak etmekle ve orada bir

fert olarak çalış­

makla vatanperverane maksadınız hasıl olur." Halbuki onun sadece Müdafaai Hukuk teşkilatına il­ tihak etmesi kendisine, maksadına kafi gelmemekteydi. O "yeni intihap yapılarak yeni bir merkez vücuda gelsin. Bu merkezi teşkil edecek aza kısmen mevcut Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nden, kısmen de benim göstereceğim namzetlerimden olsun! " demek istemekteydi. Kara Kemal'in bu teklif ve düşüncelerinde samimi olmadığı aşikardı. Kara Kemal ile arkadaşları tarafından İttihat ve Terakki 'yi yeni baştan başka bir programda canlandırmak için yaptıkları faaliyetin günden güne arttı­ ğı görülüyor, işitiliyordu. Sonradan "Tanin" gazetesinin neşrettiği mektuplar serisinde yine Rüstem imzasıyla es­ ki Maliye Nazın Cavit Bey'e hariçten gönderilen bir ra­ porda: "Bizim Kemal Bey'in İstanbul teşkilatından Hüsnü Bey isminde bir zat geldi. İstanbul'da teşkilatların iyi git­ tiğinden ve İslamlar üzerinde hakim mevkide oldukların­ dan bahsetti. Bu zevat eski İstanbul teşkilatını bozmamış­ lardır. Memuriyetlerinden tardedilen arkadaşlarımızdan

37


bile vefasızlık görmediklerinden yarın İstanbul'da bir in­ tihap olsa namzetlerin muvaffakiyetlerini temine muvaf­ fak olacaklarından bahsediyor." diye yazdığına göre Kara Kemal'in alttan alta tezga­ hı mükemmelen kurduğuna şüphe kalmıyordu.

Kara Kemal'in yazıhanesindeki toplantılar Kara Kemal İzmit'te Gazi Mustafa Kemal ile görü­ şüp İstanbul'a avdet eder etmez mevcut ittihatçı arkadaş­ larını ve bu arada Meşrutiyet ihtilalinin fedailerinden bir­ kaçını Mesadet Hanı'ndaki yazıhanesine toplayarak Gazi ile İzmit'te vaki olan görüşmelerini anlatmış, bu toplantı­ da hazır bulunan Kara Kemal'in arkadaşları Gazi'nin "Müdafaai Hukuk Teşkilatına iltihak ediniz" tavsiyesine itiraz etmişler. Ne pahasına olursa olsun İttihat ve Terak­ ki'nin ihyası (canlandırılması) için faaliyete geçilmesin­ de ısrar etmişler. Toplantıda hazır bulunanlardan ve Meş­ rutiyet inkılabının emektarlarından vatan perverliği ve te­ miz karakteri ile tanınmış eski topçu zabiti (Bulgurlu­ mescitli Hamdi Bey) ismindeki zat, bu manasız ısrarlara ve müzakerelere itiraz ederek: " - Şimdi bizim için vicdani ve vatani vazife, bütün kuvvetimizle ve imkanlarımızla Mustafa Kemal'i takviye etmek, ona müzahir olmak ve hiçbir işine karışmamakta­ dır. İcraatında ona engel olmak vatanperverlik değildir." Diyerek arkadaşlarını bu f ikir ve kanaat etrafında toplanmaya davet etmiş. Aradan bir zaman geçtikten son­ ra Hamdi Bey bir gün Kara Kemal'i ziyaret maksadiyle

38


Mesadet Hanı'ndaki yazıhanesine gittiği zaman tesadüf olarak eski Maarif Nazın Şükrü Bey'i de orada hazır bul­ muş. Şükrü Bey konuşma esnasında mütemadiyen Anka­ ra hükümetini tenkid ediyomuş. İttihat ve Terakkinin ilk Selanik heyeti merkeziyesi azasından olduğunu bildiği Hamdi Bey'i kendilerinden addederek memleket idare­ sindeki sakatlıkları sayıp dökerek bunların ıslahı için fev­ kalade teşebbüslere girişmek lüzumundan bahsetmeye başlamış. Oturduğu masanın başında bu sözleri kemali dikkatle takip eden Kara Kemal nihayet dayanamayarak Şükrü Bey'e hitaben: "- Şükrü Bey, hiç yorulma, Hamdi Bey'i bu tasarla­ dığın işe ne imale edebilirsin, ne de ikna. Çünkü o bize daha evvelce fikrini, düşündüklerini açık ve kat'i olarak söylemişti." demiş. Bundan sonra Hamdi Bey kendilerinden müsade is­ teyerek çıkmış. Yazıhaneden hemen 1 5-20 adım uzakla­ şmışken, yazıhaneye doğru giden İzmir Valisi Rahmi Bey'e raslamış. Hamdi Bey bu hikayeyi 20 sene sonra bir gün arka­ daşım Bahriye VekHi İhsan Bey'e anlatmış ve: " - Zanneder misin ki suikast meselesinden bunların haberi olmasın?" demiş. Gene Tanin'in neşrettiği tarihi mektuplar serisinde Rüstem imzasiyle Cavit Bey'e gönderilmiş bir mektupta "Rahmi Bey Viyana'ya gitmiş. Bugün yarın buraya gel­ mesi memı11 (umuluyor)..." dedikten sonra Gazi'yi kas­ tederek: "San çok titiz ve müvesvis (kuruntulu). Onun için hiç olmazsa Malta'dan kurtulan samimi arkadaşları-

39


mızın bir an evvel Anadolu'ya gitmelerini vatanımızın selameti namına hayırlı ve elzem görüyorum. Acı:rba Ca­ hit Bey ne düşünüyor?" demesi de Rahmi Bey'in bu zümre ile temasta ve hakikaten suikastten haberdar edil,.. miş olduğu zannını verir.

Kör İhsan Bey'in ifşaatı Bundan başka, Kara Kemal'in yakın arkadaşlarından ve çok mutemetlerinden bir de (Kör İhsan) namıyla ma­ ruf namuskar, vatanperver bir zat da suikast muhakemesi esnasında şayanı dikkat olarak şöyle bir ifadede bulun­ muştu: "- 1 926 Teşrinievvel (Ekim) ayının bir gününde Ka­ ra Kemal'i ziyaret maksadıyla Mesadet Hanındaki yazı­ hanesine gitmiştim. Odacısı Hasip: "Efendi, bazı arka­ daşlarıyla görüşüyor. İçeri girmeyiniz, bana bu tarzda emir verdi" diyerek her zaman müsaadesiz ve serbest olarak girip çıktığım bu odaya beni sokmamıştı. (Efen­ di)den maksat (Kara Kemal)dir. İçeriye girmeme müsa­ ade edilmeyen bu mühim mülakatta kimlerin olduğunu sorduğum zaman da odacı, bunların Ziya Hurşit ve Hafız Mehmet Beyler'le diğer birkaç kişiden ibaret olduğunu ilave etmişti. İzmir suikast hadisesi tahakkuk ettikten sonra odacının Kara Kemal'in odasına girmeme mani oluşu ve toplantıda Ziya Hurşit ile Hafız Mehmet Bey'in bulunuşu hatırıma gelmiş, o zamanki mühim mülakatın manasını anlayarak suikast teşebbüsü ile Kara Kemal'in behemehal alakadar olduğuna hükmetmiştim." demişti.

40


Binaenaleyh Kara Kemal ve tevabiinin fena ve tehli­ keli bir yol üzerinde yürüyerek emellerine nail olabilmek için her çareye tevessül etmiş olduklarım anlamıştık.

İttihat ve Terakkinin ihyası teşebbüsleri ve Terakkiperverler Eski Maliye Nazırı Cavit Bey'in Nişantaşı'ndaki evinde sık sık gizli toplantılar yapıldığını ve bu gizli top­ lantılara bizzat Cavit Bey'in riyaset ettiğini öğrenmiş ve bu gizli içtimalarda yeni ihya olunacak (İttihat ve Terak­ ki) namına hazırlanmış bir programın madde madde gö­ rüşülerek ekseriyetin kararına iktiran etmiş olduğunu da tespit etmiştik. Şayanı dikkattir ki bu gizli içtimalarda ekseriyetin kararına iktiran eden 9 maddelik gizli prog­ ram tetkik edildiği zaman bu maddeler hemen hemen Te­ rakkiperver Fırka programının siyasi kısmına tekabül eder görünmekte idi. Esasen programın elde edilen müsveddeleri göster­ miştir ki bu programın heyeti umumiyesi Şükrü Bey'in bizzat el yazısı ile yazılmış olduğu gibi program heyeti umumiyesi itibarıyla da İzmir suikastına doğru fikirlerini ilerletmiş olanların düşüncelerinin, müzakerelerinin neti­ cesi idi. Cavit Bey'in reisliği altında yapılan bu gizli toplan­ tılar ve Cavit Bey'in hariç ile münasebet ve temasta ol­ dukları muhakkaktı. Fakat bunu tespit edecek bir emare­ ye tesadüf edilemiyordu. Neden sonra Tanin gazetesinin neşrettiği o tarihi mektuplar serisinden biri bir noktaya

41


kat'i şekilde tenvir ve o zamanki haklı kanaatları büsbü­

tün teyit etti. Berlin'den (Doktor Rüstem) imzasıyla gene Cavit Bey'e gelen mektupta gerek Trabzon, gerek Ankara'da­ ki teşkilata ehemmiyet verilmesi tavsiye edildikten son­ ra: " Şarki Anadolu'da bulunan arkadaşlarımız Küçük Talat'ın programı üzerinde günden güne taazzuv etmekte

(şekillendirmekte) olduklarından bence istikbalde eski ittihatçıları bir noktada toplayabilecek bir program esası­ nı süratle yapmaya şimdiden lüzum vardır. Dağınık kalır­ sak memleket, asker terbiyesi görmüşler elinde bırakılır. Maazallah felakete sürüklenmiş görürüz." denilmekte idi. İstiklal Mahkemeleri'ndeki tecrübelerimiz bize gös­ termiştir ki, saltanatçı, hilafetçi zihniyetinde bulunanlarla bu zihniyetin timsali olmak esasını taşıyanlar Ankara merkezine karşı daima hınçlıdırlar. Onlar devlet merkezi­ nin İstanbul olmasını isterler. Şayanı dikkattir ki canlan­ dırmak, faaliyete geçirtmek istedikleri İttihat ve Terak­ ki'nin bu gizli programında da devletin merkezi İstanbul olması lazımgeldiği musarrahtı (açıklanmıştı). Bundan başka gene şayanı dikkat olarak devlet teşkilatı namına hayaliita kapılmayarak derhal pratik bir idareye geçilece­ ği tasrih olunuyordu. Bu devlet merkezi meselesinin izlerine Terakkiper­ verlerde de sık sık tesadüf edildiği gibi ona tekaddüm eden ikinci grubun dahi fikir ve maksat itibarıyla aynı yolda olduğu malum ve mazbut idi.

42


Siyasi teşekkül hazırlıklarından suikast teşebbüsüne Kara Kemal, hasbi (karşılıksız) vatanperverlik ve mutavassıt (arabulucu) maskesi altında oynadığı muhte­ lif rollerinde muvaffak olmuştu. Bu maske altındaki fa­ aliyeti ve Cavit Bey'in -evindeki gizli toplantılar netice­ sinde birinci meclisteki ikinci grubu tekamül ettirerek ikinci meclisteki terakkiperverlere iltihak ettirip hepsini birden ittihatçıların sinesine alarak bir terkip halinde sah­ neye çıkmıştı. Nitekim İzmir 'de cereyan eden suikast mahkemesinde: Kara Kemal'in ikinci grup azasından Kara Vasıf Bey delaletiyle bu vadide müzakerelerdP. bu­ lunmak üzere ikinci grup erkanı ile temasa gelerek Çolak Salahattin Bey'in Erenköyü'ndeki evinde ve ondan sonra da Kara Kemal'in yazıhanesinde yaP.ılan toplantılarda ikinci grubun Kara Kemal zümresi ile anlaşmasını temin ve Kara Kemal'in getirdiği nizamname müsveddesi üze­ rinde fırka teşkilatı münakaşası yapıldığı ve bu müsved­ denin bilahara Terakkiperver Fırka nizamnamesini teşkil eylediği ve Fırkayı Kara Kemal, Rauf (Orbay), Şükrü Beyler'le Ali F uat (Cebesoy) Paşa'nın kurmuş olduğu anlaşılmıştı. Bilhassa Çolak Salahattin Bey merhumun muhakemesi esnasında verdiği bir ifade de şayanı dikkat­ ti. İfade şöyle idi: "Bütün bu işleri yapan, kendilerini Kara Kemal'e sevkeden, Paşaların ordudan istifalarını ve bir fırka kur­ mak üzere Meclise iltihaklannı temin ve teşvik eden hep Rauf Bey'dir."

43


Halbuki bu yalnız Salahattin Bey'in gördüğü cephe idi. Hakikat böyle olmakla beraber bu işte Rauf Bey'in yalnız olmadığı da sonradan öğrenilmişti. Gizli içtimala­ ra riyaset eden Cavit Bey'in bütün faaliyetlerde bir nevi lider rolü ifa etmekte olduğu tesbit edilmiş mühim bir nokta idi. Bu içtimalarda tanzim edilip Kara Kemal'in yazıhanesinde muhasebecisi Sait Bey tarafından teksir edilmiş olan İttihat ve Terakkinin bu gizli programı An­ kara'ya ve Ankara'mn yarattığı bütün inkilaplara taarruz etmekte olmasına rağmen muhteviyatı itibarıyla bir cü­ rüm teşkil eder mahiyette değildi. Ancak gizli olarak yapılan bu program etrafında giz­ li bir komitenin "Cemiyeti hafiye" şeklinde icrayı faali­ yet etmesi bilhassa hariçte aynı gaye ile teşekkül etmiş olan bir komite ile teması tabii bir cürüm teşkil etmekte idi. Netekim Cavit Bey de muhakemesi esnasında bu programın kendi evinde yapılan gizli içtimalarda müza­ kere edilip ekseriyetle kabul olunduğunu itiraf ve İttihat ve Terakkinin infisahından itibaren ne pahasına olursa olsun onu tekrar ihyaya niyet eden adamların mevcudiye­ tini ikrar etmişti. Halbuki şayanı dikkat hadise olarak Cavit Bey'in evinde yapılan bu gizli içtimalarda bulunanların ekserisi böyle bir programdan ademi malfunat (bilgileri olmadı­ ğım) beyan etmişlerdi. Hatta bu içtimada bizzat bulunup hukuku esasiye (Anayasa) münakaşaları yapan ve huku­ ki birtakım izahlarda bulunan eski Hariciye Nazırı Ah­ met Nesimi Bey dahi muhakemesinde bu işlerden malu­ matdar olmadığım beyan etmişti. Yalnız hakikat olan bir 44


nokta bu program mevkii itibariyle ikinci derecede olan eşhasa (kişilere) gösterilmemiş, programın daha ziyade seçme ve mahdut (belirli) şahısların iştirak ettiği hususi bir komitenin mahsulü olduğu anlaşılmıştı. Bu gizli içtimaların birinde de İttihat ve Terakkiye sadık kalabilecek zevatın fikirleri yoklanmış ve Müdafa­ ayı Hukuka 1 5-20 namzet gösterilmesi ve bu namzetlerin Müdafaayı Hukuk Cemiyeti içinde bir zümre halinde ha­ reket etmelerini temin maksadiyle intihaplarının kazandı � rılması için faaliyete geçilmesini kararlaştırmışlardır. Y ine Tanin gazetesinin tarihi mektuplar serisinde neşredilen ve Doktor Rüstem Bey tarafından eski Maliye Nazın Cavit Bey'e gönderilen bir mektupta Berlin'e gi­ den iaşecilerden Hüsnü Bey'in ifadesine atfen söylediği birtakım sözlerden sonra: Kara Kemal teşkilatı için: " - ·Namzetlerin muvafakiyetlerini temine muvaffak olacaklarından, bütün hayırlı işlerle meşgul cemiyetleri ellerine almışlar, esnaf da zaten ellerinde olduğu için ek­ seriyeti ara kendilerine müteveccih (yönelmiş) demek­ tir." diye yazdığına göre; Kara Kemal ile tevabiinin her halde bu mektup mefadına göre intihabı kazanacakların­ dan emin oldukları anlaşılır. İttihat ve Terakki Eskişehir Katibi Mesulü Nail Bey, muhakemedeki ifadesinde o zaman heyeti vekile reisi olan Rauf Bey'in İsmail Canbolat Bey'le Ankara'da uzun uzadıya görüştüğünü ve eski İttihatçıların intihabat husu­ sundaki f ikirlerini anlayarak bunlar namına hükümete müracaat edilmesini tavsiye ettiğini söylemişti ki Nail Bey'in bu tarzdaki ifadesini yine muhakeme esnasında

45


maznunlardan iaşeci ve Kara Kemal'in mutemetlerinden olup gizli olarak Berlin'e gidip oradakilerle temas ettiği bilahara anlaşılan Hüsnü Bey'in ifadesi de teyid etmek­ teydi. Bu ifadelere nazaran Rauf Bey'in Heyeti Vekile reisi iken kendi etrafında bir kuvvet tedarikine veya bir fırka teş­ kiline tevessül etmiş olduğuna hükmetmek lazım gelirdi. Filhakika Rauf Bey de ondan sonra daima ve mütemadiyen vücut vermeğe çalıştığı görünen bir zümre içinde görünür­ dü. İkinci devrei intihabiyede (devre seçimlerinde) İzmit Mebusu Şükrü ve İstanbul Mebusu Canbolat Beyler'in me­ bus olabilmeleri Rauf Bey tarafından sureti mahsusada ta­ kip ve temin edilmiş olduğu tahakkuk etmişti. Mezkfir tarihte Cavit Bey'in evinde içtima etmiş olan gizli komitenin nafiz (sözü geçen) bir uzvu olan es­ ki İzmir Valisi Rahmi Bey'in San Efe Edib'e yazdığı bir mektupta Şükrü Bey'i İzmitten mebus intihap ettirmeye (seçtirmeye) muvaffak oldukları ve Hüseyin Cahit'le İtti­ hatçı Salah Cimcoz Bey'in de Manisa'dan intihap olun­ malan lüzumunu bildirmesi şayanı dikkatti. Şimdi, bu mukaddeme ile siyasi cephenin hazırlanı­ şını anlattıktan sonra, bu siyasi hazırlıkların Atatürk'e suikast teşebbüsü hadisesi halinde nasıl soysuzlaştığına gelelim.

Suikast teşebbüsünü haber alışımızdan evvel Arif Bey'in evine uğramıştık Mevsim yaz. 1 7 Haziran 1 926. Hava boğucu bir hal-

46


de sıcak. O gün mahkemede çok çalışmış, sıcaktan bu­ nalmış bir hale gelmiştik. Biraz hava almak ihtiyacını hissederek arkadaşlarla görüştük. Çankaya civarında otu• ran arkadaşımız Maraş Mebusu Nurettin Bey'in köşküne gidip orada istirahat etmeye ve akşam yemeğini de orada yemeye karar verdik. İlk otomobile Afyon Mebusu Ali Bey 'le ben, ikinci otomobile de Necip Ali, Reşit Galip, Rize Mebusu Ali Beyler binmiş ve yola çıkmıştık. Çan­ kaya yolu üzerinde, Kavaklıdere'de ikamet eden Terakki­ perverlerden� Eskişehir Mebusu Miralay Arif Bey'in köş­ kü önünden geçerken her nedense içime yakın arkadaşı­ mız olan Arif Bey'e uğramak, konuşmak gibi bir arzu geldi. Bu arzumu Ali Bey'e söyledim. "- İyi olur. Biraz laf atarız !" dedi. Biz bunları görüşüp karar verinceye kadar Ayıcı la­ kabiyle maruf miralay Arif Bey'in köşkünü hayli geçmiş­ tik. Arka otomobildeki arkadaşlara da işaret vererek dur­ duk. Bulunduğumuz noktadan otomobillerin manevra ya­ parak dönmeleri kabil olmadığı için her iki otomobil arka arkaya geri giderek Arif 'in köşkü önüne geldik. Diğer arkadaşlar da indiler. Hep beraber - adeta mahkeme he­ yeti halinde - bağın içine girdik. Köşke doğru ilerliyorduk. Uzaktan Arif Bey bizi gö­ rünce mahkeme heyeti halinde hepimizin bir arada yaptı­ ğımız bu vakitsiz ziyaretin manasını anlıyamamış pek te­ laşlanmış heyecanlanmıştı. Telaşında, heyecanında da haklı idi. Çünkü değil heyetçe, tek başımıza dahi olsa, böyle bir ziyareti asla ne düşünür, ne de bekler vaziyette idi. Rengi sararmış olmasına rağmen:

47


"-Hayrihi ve şerrihi minallahü teala!.." diye latife­ lerle bizi karşılamaya geliyordu. Köşkün içersine girmedik. Önündeki çiçeklikte hep beraber oturduk. Oturur oturmaz ben, hiçbir sebep olma­ dığı halde, muhakkak bir latife yapayım diye: " - Ey Arif Bey ! Şimdi doğruyu bize söyle bakalım. Son toplantınızda kimler vardı ve nelere karar verdiniz?" dedi. Benim bu latifemden Arif ürker gibi bir vaziyet alın­ ca Ali Bey sıkıldı ve Arif Bey'i tatmin etmek ve ona em­ niyet vermek için: " - Arif Bey, Kılıç Ali sana muziplik ediyor. Aldır­ ma !" dedi. Ali Bey'in dediği doğru idi. Hakikaten o sözü tama­ men muziplik olsun diye söylemiştim. O sırada kahveler gelmişti. Ben Ali Bey'in sözüne rağmen gülerek ve muzipliğe devam ederek: "Sen hele şu kahveyi bir tarafa bırak da içtimada kimler vardı, onları söyle!" dedim ve mütemadiyen Arif Bey'le latifeye devam ettim. Biraz sonra Arif Bey haki­ katen latife ettiğimi anladığı için müsterih oldu. Öyle gö­ rünüyordu. Fakat ne fena bir tesadüf, sonradan muhake­ me esnasında anlıyoruz ki biz Arif'in evine uğradığımız o gün İzmir suikastinin icrasının kendilerince takarrür et­ tirildiği (kararlaştırıldığı) bir gün imiş ve bunun için bi­ zi görünce ürkmesinde, heyecanlanmasında da meğer haklı imiş! Şimdi birkaç satırla Ayıcı Arif lakabiyle maruf Arif Bey'in çehresini çizeyim:

48


Arif Bey, Erkanıharp Miralayı idi. Bir aralık Kolor­ du Kumandanlığı yapmıştı. Gazi Mustafa Kemal Başku­ mandan olunca kendisine karşı itimadından dolayı onu askeri katip olarak yanına almıştı. Gazi, Arif 'i Kolordu Kumandanı iken birkaç vartadan kurtarmıştı. Güya Gazi­ ye karşı sadıkane bağlı, minnettar görünürdü. Adeta Ga­ zinin gözünün içine bakardı. Sevimli, hoş m�şrep, ciddi bir askerdi. Oldukça da azametli idi. En büyük sıkıntıla­ rından biri İsmet Paşa idi. İsmet Paşayı çekemezdi. Gazinin namzedi olarak Eskişehir'den mebus seçil­ mişti. Meclise geldikten sonra İsmet Paşa ile mücadeleyi kendisine başlıca hedef ittihaz etmişti. Küçük şeylerle uğraşırdı. Mesela günün birinde: "Arif Bey, İsmet Paşa ile niçin bu kadar uğraşıyor­ sun? Gazi sıkılıyor ! " demiştim. Hemen cebinden bir def­ ter çıkarmış: "-Birader, nasıl uğraşmıyayım? İşte bak: İsmet Paşa Müdafaai Milliyenin askeri arabaları ile köşküne kireç naklettirmiş ! Bu da olur mu ya?" diye manasız, aslı asta­ n olmayan birtakım meseleler çıkarmak ister ve önüne gelene ve daha bu gibi küçük şeyleri dedikodu mevzuu yaparak naklederdi. Bu zatın meşhur bir ayısı vardı ve onun için de ken­ disine "Ayıcı Arif " lakabı takılmıştı. Kendisi tevkif edildikten sonra çok ürkmüştü. Çok korkuyordu. Eskiden o kadar cesur görünen adam, adeta pısırık bir hal almış, korkusundan iğrenç bir vaziyet ta­ kınmıştı. Son zamana kadar Gazi'nin -suikast işinde de, muhtelif vartalardan kurtarıldığı gibi- kendisini kurtara-

49


cağını zannediyor, ondan yardım bekliyordu. İşte, o boğucu yaz akşamı çehresini şu beş on satırla çizdiğim Arif'in evine uğrayarak bahçesinde hiç haberi­ miz olmadan dediğim latifeleri yaptıktan ve kahvesini iç­ tikten sonra kalktık, yine hep beraber heyet halinde Nu­ rettin'in köşküne gitik.

Gece yarısından sonra gelen haber Arif'in evinden çıktıktan sonra Nurettin'in köşküne gittiğimizi kimseye haber vermemiştik. Gecenin geç vak­ tine kadar orada kaldık. Gece yarısından sonra evime geldiğim zaman zavallı rahmetli annem beni kapıda bek­ liyordu. telaşla akşamdanberi İsmet Paşa'nın beni arattı­ ğını ve kendisinin Dahiliye Vekaletinde beni beklediğini söyledi. O gün seyahatte bulunan Gazi Balıkesir'den İzmir'e hareket edeceklerdi. Allah şahittir. İsmet Paşa'nın beni ehemmiyetle aratmakta olduğunu ve Dahiliye Vekaletin­ de geç vakit beklemekte bulunduğunu haber alınca, içime fena şüpheler geldi. "Acaba Gaziye bir hal mi oldu?" di­ ye korktum. Hemen Dahiliye Vekaletine koştum. İsmet Paşa Vekilin odasında idi. Ve Dahiliye Vekili Cemil Bey (Uybadın) ile beraber bize intizar ediyorlardı. Ali Bey de aynı şekilde arandığı için o da hemen oraya gelmişti. Ar­ kamızdan da Necip Ali ve Reşit Galip Beyler gelmişlerdi. İsmet Paşa, elimize İzmir Valisi Kazım Paşadan ge­ len ve Gaziye suikast teşebbüsünü bildiren bir telgraf uzattı ve bu meş'um suikast teşebbüsü de bu suretle kar-

50


şımıza çıkmış oldu. Telgraf sarihti ve şüpheye mahal yoktu: Gazinin şahsında vatanın hayat ve selametine tev­ cih edilmiş elim ve meş'um bir hadise karşısında bulunu­ yorduk. Hükümet, derhal İzmir'e hareketimizi lüzumlu görü­ yordu. Orada, Dahiliye Vekilinin odasında, hep birlikte vaziyeti tetkik ve mütalaa ettik. Hadiseyi yerinde tetkik ve tahkikata vaziyet etmek üzere derhal İzmir'e hareketi­ mizi kararlaştırdık. Esasen hükümet de bunu istiyordu. Tam bu sıralarda İzmir'den gelen ikinci bir telgrafta İzmir zabıtası tarafından silahlan ve bombalarıyla yaka­ lanmış olan Ziya Hurşid'in o gün İzmir'e muvasalat eden Gaziye karşı tertip edilen suikast hakkında bizzat ikrar ve itirafta bulunduğu bildiriliyordu.

İstiklal Mahkemesi süratle İzmir'e gidiyor Hükümet, İzmir'e hareketimiz için bir treni mahsus (özel tren) hazırlatmıştı. Trenin hareketinden evvel tre­ nin salonunda arkadaşlarla toplandık. Vaziyeti inceledik. Ziya Hurşid'in itirafı üzerine hadise ile Terakkiperverle­ rin alakası ihtimalini teemmül ettik (düşündük). Bütün Terakkiperver Fırka azalarının bulundukları yerlerde ve aynı saatte derhal tevkif edilmelerini ve evlerinin büyük itina ile aranılmasını ve çıkacak bütün evrakın İzmir'e gönderilmesini karar altına aldık. Bu kararımızın ehem­ miyetle ve hemen tatbiki için icap edenlere lazım gelen talimat ve emirleri verdikten sonra 1 7 Haziran 1 926'da Ankara'dan İzmir'e müteveccihen hareket ettik. 51


Mahkememiz heyeti İzmir' e muvasalat eder etmez cinai hadisenin esas mahiyeti ve failleri hakkında mahalli hükümetçe başlanmış olan tahkikata el koydu. Yapılan daha ilk tahkikatta Terakkiperver erkanından İzmit Me­ busu Şükrü Bey'le Kara Kemal ve arkadaşları tarafından ötedenberi tasavvur ve tasmim edilen (düşünülerek ta­ sarlanan) bir tertiple 1 7 Haziran 1 926 günü İzmir'e mu­ vasalat edecek olan Reisicumhur Gaziyi öldürmek ve sonra da İcra Vekilleri heyetini iskat (düşürmek) suretiy­ le hükümeti taklib eylemek (kanunsuz olarak değiştir­

mek) için hainane teşebbüse geçmek üzere karar alınmış ve bu kararın tatbiki için de İstanbul 'dan Gülcemal vapu­ riyle Ziya Hurşit ile birlikte birtakım şerirler ve suikast malzemesi sevkedilmiş olduğu ve bu tertibin İstanbul 'da Kara Kemal ve Terakkiperverlerden Şükrü Bey'le diğer birtakım İttihatçı arkadaşları tarafından izhar ve tertip edilmiş (hazırlanmış ve düzenlenmiş) olduğu sarih ola­ rak anlaşılıyordu. İzmir Valisi Kazım Paşa'nın seri ve sükilnetli hare­ keti ve İzmir polis müdüriyeti kısmı adli amiri M.Ali Be­ y' in Türk polisinin yüzünü ağartacak surette cesurane ta­ kibi ve mahirane tertibi neticesinde Gazinin İzmir 'e mu­ vasalatından bir gece evvel (salı gecesi) cürüm aletleri, tabanca ve bombalariyle birlikte yakalanmış olan Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi ismindeki şerirler alçakça şenaatlerini itiraf etmişlerdi.

Suikastçı hainler Gazinin huzurunda Gazi İzmir'e muvasalat eder etmez Ziya Hurşit'le di-

52


ğer şerirleri bizzat huzuruna celbedip isticvap etmiş. Ziya Hurşit bütün şenaatlerini ikrar ve itiraf ettiği zaman Gazi: "- Ziya Hurşit ! Seninle hayli arkadaşlık ettik. Haya­ tıma kastedecek kadar ileri gitmende sebep neydi? Ban� acımadın mı?" dediğinde yüzünü, aşağı eğip susmuş. Bir tek kelime cevap verememiş. Gazi bu aralık önünde bir yılan gibi kıvranan Gürcü Yusuf 'a: "- Bana atabilecek miydin?" diye sorunca. "- Seni gördükten sonra atamazdım ! " diye cevap vermiş. Bir aralık Ziya Hurşit Gaziye dehalet etmek iste­ miş, fakat Gazi buna cevaben: "- Ben şahsen müntakim (intikamcı) bir adam deği­ lim. Fakat iş mahkemeye intikal etmiştir. Bunun neticesi­ ni beklemek lazım. Müdahaleye hakkım yoktur !" demiş.

Gazi, Naim Palas önünde biriken halka hitap ediyor Şerirlerin yakalanması üzerine hükümetin neşrettiği tebliğ şuydu: "Reisicumhurun seyahatleri esnasında İzmir'de tat­ bik olunmak üzere bir suikast tertip edildiği keşfedilerek mürettipler silahlan ve bombalan ve hazırlıklariyle Re­ isicumhurun muvasalatından (varışından) evvel tevkif edilmişlerdir." Hükümetin neşrettiği bu beyanname üzerine hadise- · den haberdar olan bütün memleket teessür ve heyecan içerisinde idi. Bilhassa böyle meş 'um bir suikastın İz53


mir'de yapılmasının kararlaştırılmış olması İzmirlileri ga­ leyana getirmişti. Halkı teskin güç oluyordu. Maznunla­ rın İzmirliler tarafından linç edilmesinden korkuluyordu ve hatta tevkif edilip İzmir'e getirilmekte olan Terakki­ per\rer rüesasını (önde gelenlerini) linç etmek için bazı teşebbüsler de alındığı haber verilmişti. Gazi bu haberi aldıkları vakit ikamet ettikleri Naim Palasta akşam sofrada bulunuyorlardı. Sofraları otelin al­ tında holde kurulmuştu. İkametgahlarının önünü halk hıncahınç doldurmuştu. Bazı zevat Gazinin içki içtiğini halktan gizlemek maksadiyle kapılan ve pencerelerin ke­ penklerini kapattırmışlardı. Gazi bunu görünce hiddetle: "Benim milletimden gizli yaptığım hiçbir işim yok­ tur ! Her şeyi milletimin gözü önünde yaparım. Derhal kapılan açınız!" diye emir buyurdular. kapılar açılınca İzmirlilerin Gaziye karşı candan bağlılıkları, gösterdikle­ ri samimi tezahürat görülecek bir manzaraydı. Halk kıya­ metler koparıyordu. Gazi derhal kapının önüne çıktı ve halkı selamladı ve onlara hitaben: "Beni öldürürlerse vatandaşlarımın, intikamımı ala­ caklarından eminim. Ben ölürsem necip milletimizin be­ . raber yürümekte olduğumuz yoldan asla ayrılmayacağına mutmainim (inanıyorum) ve bununla müsterihim. Ha­ sımlarımız düşünebildikleri menfur çarelere istedikleri kadar tevessül etsinler. Onların mezbuhane (son umut ve son kuvvetle çıpınır gibi) hareketleri bizim inkılap ate­ şimizi söndüremez. Onların kendilerini hüsrana, zaman zaman milleti ıstıraba düçar eden akılsızlıklarına açıyo­ rum. Hükümeti Cumhuriyemizin demir pençesi ve İstik54


lal Mahkemei aliyesinin yeddi adaleti vaziyete tamamen hakim bulunuyor. Muhterem halka onların adilane icraatı neticelerine sükunetle intizar buyurmalarını tavsiye ede­ rim." buyurmuşlardı. Bu hitap ve bundan sonra yine İz­ mir'de yaptıkları ikinci bir hitabede söyledikleri şu sözler artık tarihin malı olacaktı: "Cumhuriyetimizin milletin ruhundan mülhem pren­ siplerimizin bir vücudun izalesiyle haleldar olabileceği zehabında bulunanlar çok hafif dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların Cumhuriyetin adalet ve kudret pençe­ sinden müstahak oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasibeleri olamaz. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat T ürkiye Cumhuriyeti ilele­ bed payidar kalacaktır. Ve T ürk milleti emniyet ve saade­ tini zamin prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürümeye devam edecektir." Bu hitabelerdir ki halkı bir dereceye kadar teskin et­ miş ve linç hadisesinin önüne geçilmek için zabıtaca da ayrıca icap eden sıkı tedbirler aldırılmıştı.

İstiklal Mahkemeleri'yle İsmet Paşa arasındaki bir hadise Ankara'dan İzmir'e hareketimiz esnasında Terakki­ perver Fırka erkanının tevkifi hakkında İstiklal Mahke­ mesi müddeiumumisi tarafından verilen talimat ve emir­ ler gerek İstanbul'da ve gerek Ankara'da harfiyen tatbik edildi. Yalnız bu tevkifat esnasında Başvekil İsmet Paşa ile İstiklal Mahkemesi arasında ehemmiyetli bir hadise cereyan etmişti. Şöyle ki: 55


Kazım Karabekir Paşa da Terakkiperver Fırkası Re­ isi sıfatiyle Ankara'da tevkif edilmiş bulunuyordu. Baş­ vekil İsmet Paşa bu zevatın tevkifleri için mahkemenin verdiği karardan haberdardı ve bu kararın kati olduğunu ve mahkemenin Büyük Millet Meclisi tarafından verilmiş kanuni salahiyetlere dayanarak ve o· Meclis namına icrayı kaza ettiğini de biliyordu. Buna rağmen mahkemeye ha­ ber vermeden Polis Müdürüne Kazım Karabekir Paşanın serbest bırakılması için emir vermişti. Ankara Polis Müdürü Dilaver Bey Başvekilin bu emri üzerine Kazım Karabekir Paşayı serbest bırakmış, keyfiyeti de hemen mahkeme müddeiumumiliğine bildir­ mişti. İsmet Paşanın Başvekil sıfatiyle de olsa mahkeme­ nin verdiği herhangi bir karar veya emrin infazına müda­ hale etmeye katiyen salahiyeti yoktu. Bilhassa ilk Ankara İstiklal Mahkemesinin faaliyeti sırasında Hintli bir İngi­ liz casusunun idamı meselesine müdahale etmek istediği zaman nasıl çetin bir mukabeleye maruz kaldığını yuka­ rıda işaret etmiştim. . Derhal heyetçe, vaziyeti müzakere ettik. Mahkeme­ mizin kararını infaz ettirmemek isteyen Başvekilin tevki­ fi ile hakkında takibat yapmaya ve keyfiyeti Büyük Mil­ let Meclisine arzetmeye karar verdik. Ve İsmet Paşanın emriyle serbest bırakılan Kazım Karabekir Paşa'nın di­ ğer zevat _misillu (kişiler gibi) derhal tevkifi hakkında hiçbir guna istisnai (şekilde ayrıcalıklı) muamele yapıl­ maması için Ankara Polis Müdürüne emir verdik. Mahkeme ile Başvekil arasında tahaddüs eden (do­ ğan) bu ihtilafı haber alan Gazi fena halde sıkılmışlar, 56


izahat almak için beni çağırmışlardı. İzmir'de Naim Palas Otelinde henüz banyodan çıkmış vaziyette bulunan Ga­ zi 'ye vaziyeti arzettim. Hemen, Kalemi Mahsus Müdürü Hayati Bey'e emir verdi. O zaman telefon olmadığı için, telgrafla makine başında, İsmet Paşa'ya tarzı hareketinin İstiklal Mahkemeleri Kanununa aykırı olduğuna dikkati­ ni çekti ve bu fena gerginliğin izalesi için hemen İzmir 'e gelip mahkeme heyetiyle temasını tavsiye etti. İsmet Paşa 20 Haziran 1 926'da Ankara'dan, hemen, hareketle İzmir'e geldi. Gazinin gösterdiği arzu üzerine kendisini Karşıyaka istasyonunda istikbal edenler arasın­ da biz de heyetçe bulunduk. Fakat, mevzuua ait hiçbir şey görüşmedik. Bir " Hoş geldiniz ! " dedikten sonra mahkemeye döndük. O esnada İstanbul'da, Ankara'da tevkif edilip İzmir 'e gönderilmiş olan İzmit Mebusu Şükrü, İstanbul Mebusu İsmail Canbulat, Saruhan Mebusu Abidin, Eskişehir Me­ busu miralay Arif, Erzincan Mebusu Sabit, Ziya Hur­ şit'in kardeşi Giresun Mebusu Faik, Baytar Miralay Ra­ sim, eski mebuslardan Hüseyin Avni, Çolak Salahattin Beyler'le Erzurum Mebusu Rüştü Paşanın, İttihatçıların Serez fedailerinden eski jandarma yüzbaşısı San Efe is­ miyle tanınan Edib'in isticvaplariyle (sorgulanmalarıy­ la) meşgul oluyorduk. İsmet Paşa istasyondan doğruca Gazi 'ye gitti ve oradan çıkar çıkmaz sureti mahsusada mahkeme heyetini ziyarete geldi. Uzun uzadıya izahat al­ dı. Kendisinden akşam yemeğinden sonra mahkemeye gelip mevkufların isticvaplannda bizzat bulunmalarını ve bunların ifadelerini dinlemesini rica ettik. Hakikaten o

57


akşam yemekten sonra geldi. Tesadüf olarak Sabit Bey'le Faik Bey'in isticvaplan yapılıyordu. Bu isticvaplarda biz­ zat hazır bulundu. Bu zevatın ifadelerini dinledi. Mesele­ nin zannettiği gibi öyle alelade bir zabıta vakası olmadı­ ğını ve ehemmiyetini anladı. Bu vaziyet karşısında Kazım Karabekir Paşanın tev­ kifinin de yerinde olduğunu kabul etti ve derhal Anka­ ra'daki Heyeti Vekile arkadaşlarını da vaziyetten haber­ dar etti. Aynı zamanda mahkeme heyetine o gün şu tez­ kereyi yazdı: "İstiklal Mahkemesi riyaseti alisine: Salahiyeti adliyenize mevdu meselenin mahiyeti hak­ kında daha Ankara'da iken malumat almıştım. Bu defa bizzat İzmir'e muvasalatımda mevcut malumatımın T ür­ kiye Büyük Millet Meclisi'nden heyeti aliyenize mevdu salahiyetin istimal değeri olduğuna kani oldum. Şimdiye kadar her meselei vataniyede oluduğu gibi bu defa da ne­ tayici mesainizin vatanın ve Cumhuriyetin selamet ve em­ niyeti ve T ürk milletinin saadeti için hayırlı ve nümunei adalet olacak neticelerle tetevvüç edeceğine (taçlanacağı­ na) emniyetim berkemal olduğunu beyan ederim. 22 Haziran 926 Başvekil İsmet" Bu tezkere bir nevi tarziye (özür dileme) mahiyetin­ de idi, hadise kapanmış addedildi. 58


İsmet Paşa aynı gün İzmir'den Ankara'ya döndü.

İstiklal Mahkemesinin beyannamesi İzmir' e vardığımız dakikadan ve hadiseye el koy­ duktan itibaren geceli gündüzlü yaptığımız tahkikat ve mevkufların isticvaplanndan edindiğimiz ilk intibaı, der­ hal galeyan halinde bulunan efkarı umumiyeye, şu be­ yanname ile bildirmek mecburiyetinde kalmıştık: " 1 6 Haziran 1 926 tarihine müsadif çarşamba günü İzmir'e muvasalat etmek üzere seyahatta bulunan Gazi Hazretleri'ne bir suikast tertip edildiği mahalli hükümet­ çe haber alınması üzerine bu meş'um kasdı icraya .me­ mur olanlar silah ve bombalar gibi vesaiti cürmüyeleri ile birlikte müşarünileyh hazretlerinin muvasalatından evvel cürmümeşhut halinde derdest olunmuşlardır. Suikastı fi­ ilen icraya memur edilmiş olanların başında (eski Lazis­ tan Mebusu) Ziya Hurşit vardır. Bunun yanında İstan­ bul'dan beraberinde getirdiği sabıkai mükerrere eshabın­ dan birkaç şerir ile San Efe denilen jandarma mütekaidi Edib ve buna mensup birkaç şahıs bulunmaktadır. Tetkikat ve tahkikat ile şimdiye kadar tecelli eden safhaya nazaran bu tertibatın mülga Terakkiperver Fık­ ra merkezi umumi azasından harici teşkilata memur İz­ mit Mebusu Şükrü Bey de dahil olduğu halde İstan­ bul'da içtimalar ve müzakereler neticesinde tasmim ve ihzar edildiği, Reisicumhurun İzmir'e muvasalatlarında tatbikata geçilmek üzere Ziya Hurşit ve rüfakasıyla (arkadaşlarıyla) İzmir'de bulunan Sarı Efe ve men59


suplarının faaliyet sahasına sevkolundukları anlaşılmış­ tır. Daha evvel kış aylarında bu eşhas tarafından su­ ikastın icrası hususunda isimleri malum olmuş bulunan kimselerin hanelerinde içtimalar ve müzakereler yapıl­ dığı ve fakat esbabı mania haylfiletine binaen

(engelle­

rin araya girmesi sebebiyle) musammen f iilin ikaı (yapılması) zan;ıanının tehir olunduğu ve meselenin, isimleri zikredilen Şükrü, Ziya, Hurşit ve Sarı Efe Edib Beyler'e şahsi tasmim ve teşebbüslerinden ziyade gizli komite halinde icrayı faaliyet eden bu zümrei siyasiye­ nin ittihaz ettiği karar ve program cümlesinden ve aynı zamanda taklibi hükümet

(hükümet darbesi) gaye ve

maksadını istihdaf eden siyasi bir suikast olduğu anla­ şılmaktadır. "Mücrimlerin tevkifleri esnasında elde edilmiş olup bu hususta istimal edilecek

(kullanılacak) olan silah ve

bombalarla suikastçilerin ihtiyacatını temin eyleyecek mebaliğin İstanbul'da tedarik edilerek vapura kadar geti­ rildiği ve suikastı deruhte edenlere tevdi olunduğu itira­ fatı vakıa cümlesindendir. "Halas bulmuş, istiklale ermiş, terakki ve taali yolu­ na girmiş olan aziz vatanın huzur ve sükfuıunu kanla ih­ lal ve reisicumhuru izaleye

(yoketmeye) ve hükümeti taklibe matuf bulunan ve en deni (alçakça) ihtirasatı şah­

siyenin mahsulü olan bu suikast ve bu tertibat mahiyeti maddiye ve maneviyesi itibarıyla doğrudan doğruya va­ tanın hayat ve istiklaline ve selametine tevcih edilmiş bir hadisei elime ve meş'umedir. "Bu cinayetkar fiil ve maksadın muhakemesine mu-

60


vacehei millette başlayacağız. Muhakeme safahati efkarı umumiyeyi daha ziyade tenvir edecektir."

İşi kimler idare ediyordu? İstanbul'da Cavit Bey'in evinde ve bizzat reisliğinde bazı ittihatçıların gizli içtimalanndan ve gizli bir prog­ ramdan Kara Kemal'in Mesadet Hanı'ndaki yazıhanesin­ de Şükrü, Ziya Hurşit vesairenin yine gizli içtimaların­ dan evvelce bahsedilmişti. Bu gizli içtima ve faaliyetlerin müntehi olduğu (uzandığı) meş'um suikast işinin tatbi­ kat cihetini Şükrü Bey'in ele alarak suikast tarikiyle tak­ libi hukümetin daha ilk zamanlardan beri en muzır ve muannit (inatçı) taraftan ve muakkibi (takipçisi) kesil­ miş olduğu ve bu işin perde arkasındaki siyasi hazırlık kısmını da Cavit Bey'in idare etmiş olduğu anlaşılıyordu. Şükrü Bey suikast tertibat ve teşkilatını deruhte eden bir komitenin rüknü (üyesi) sıfatıyla gerek Ziya Hurşit, eski Ardahan Mebusu Hilmi, Sıvas Mebusu Halis Turgut gibi Terakkiperver Fırka'ya dahil olan gerek Ankara eski valisi Abdülkadir, Kara Kemal, Cavit gibi fırkaya dahil olmayan eşhas ile daimi tema<> tesis etmiştik. Ziya Hurşit vasıtasıyla fiilen silah kullanacak olan sabıkai mükerrere eshabından ve bilhassa işgal senelerinde İstanbul'da çarşı içinde güpegündüz kendisi gibi müsellah arkadaşlarıyla zengin bir kuyumcu dükkanını basarak para ve mücevhe­ rat gaspedecek kadar pervasız, cüretkar, cinayet ikaında mahir bir şerir olan Laz İsmail'i bulmuştu. Onun delale­ tiyle de aynı cüret ve tıynette bulunan ve yine mütareke 61


seneleri esnasında Karadeniz'de Fransız Pake Kumpanya­ sı vapurlanD<,lan birisini deniz ortasında ve ufak bir mo­ torla basarak milyonlarca franga karip (yakın) bir mebla­ ğı gasp ve bir katil meselesinden dolayı Batum'dan firar ederek İstanbuİ'da bulunun Gürcü Yusuf ve Şükrü Bey'le bu meseleler üzerinde öteden beri görüşmüş ve anlaşmış olan ve gizli olarak Batum'a gidip oradaki ittihatçılardan mürekkep komite ile temas ederek tekrar memlekete av­ det eden eski Adliye Vekili Trabzonlu Hafız Mehmet de­ laletiyle de Mehmet Bey'in yeğeni Vehab'ı ve Vehabın delaletiyle de Sürmeneli kayıkçı Keleş Mehmet nam şe­ rirler temin edilmişti. Bundan sonra artık fiiliyata geç­ mek zamanının gelmiş olduğuna karar verilmişti. Fakat bunlardan Keleş Mehmet bu işe asla muvafakat etmeye­ rek yanlarından ayrılmış. Ziya Hurşit Mehmet'in de be­ hemehal ikna edilmesi için cebinden çıkardığı üç bin li­ raya yakın bir paradan Vehab'a bir miktar para vermiş ve daha da vereceğini vaadetmiş, fakat Vehap paralan aldık­ tan sonra güya yapılacak işin şenaatinden ürkerek mem­ leketine savuşmuştu. Tuhaf değil mi? . . Bu suikast hadisesinden bir müd­ det evvel Afyon Mebusu Ali Bey'le, dinlenmek üzere birkaç gün İstanbul'a gelmiş, Tobtlıyan Oteli'nde yatı­ yorduk. Bir sabah Ziya Hurşit geldi. Kendisi ile Birinci Meclis 'teki arkadaşlığımıza istinat ederek yaptığı bazı küçük ticari işler için benden yardım istedi ve İş Banka­ sı'ndan kendisine üç bin liralık bir hesap açılmasına ta­ vassutumu rica etti. Ali Bey'le görüştük. Böyle bir yar­ dımla kendisini belki ıslah eder ve tarafımıza imale ede62


bilir (çekebilir) ve zararsız bir hale getirebiliriz düşünce­ siyle bu arzusunu da o gün yapmıştık. İhtimal cebinde görülen üç bin lira belki de tavassutumuzla bankadan al­ dığı işte o para idi!

Suikastın daha evvel Ankara'da yapılması düşünülmüştü Gizli komite namına suikastı icraya memur şerirleri sevk ve idare eden İzmit Mebusu Şükrü Bey'in bunları, emir ve nüfuzu altına alarak müteaddit defalarca evine davet ve cinayet planlarının icra tarzına dair kendileriyle görüşmeler yaptığı daha ilk tahkikattan sarahatle anlaşıl­ makta idi. Şerirlerin maneviyatını yükseltmek için en na­ fiz (sözü geçen) meclis azalarının kendileriyle müşterek oldukları, Gazi 'yi öldürmeye muvaffak olduktan sonra reisicumhurluğa getirecekleri zata affı wnumi ilan ettire­ rek Gazi 'yi öldürdüklerinden dolayı kanuni takibattan derhal vareste bırakılacaklarını katiyetle vaad ve temin suretiyle kendilerini itma ve ikna ettikleri, Laz İsmail ile Gürcü Yusuf 'un yol masraflarını vererek ve bunları bera­ berlerine alarak ilk defa İstanbul'dan Ankara'ya geldikleri yine tahkikat cümlesinden olarak meydana çıkmaktaydı. Yine tahkikat gösteriyordu ki Ziya Hurşit siyasi vazi­ yetten dolayı nazarı dikkati celbetmemek için yalnız başı­ na ve şerirlerden ayn olarak Ankara'ya gelmiş. Laz İsmail ile Gürcü Yusuf'un yattıkları otelden başka bir otelde bir gece kalmış ve ertesi günü evvelce Terakkiperver Fırka merkezi olup fırkaya mensup bazı mebusların ikamet et63


tikleri eve naklederek Sıvas Mebusu Halis Turgut Bey'in odasında onunla beraber İstanbul'da izinli bulunan Feridun Fikri Bey'in yatağında kalmış. Orada kaldığı müddetçe Ziya Hurşit mütemadiyen Şükrü ve Şükrü Bey vasıtasıyla da Miralay

Arif Bey'le suikast ve taklibi hükümet tatbikatı

etrafında gayet gizli bir surette görüşmeler yapmış. Bir gün Terakkiperver mebuslardan tedarik ettikleri duhuliye

(giriş) bileti ile ve Gürcü Yusuf ile Laz İsmail'i

Meclise sokarak Gazinin Meclis müzakerelerini dinle­ mek üzere locada bulunduğu sırada tabanca veya bomba ile öldürmek imkanını temin için reisicumhur locasının vaziyetini tetkik ve bu loca ile samiin mevkii

(dinleyici­ ler yeri) arasındaki mesafeyi ve atılacak bombanın tesir sahasını dahi tespit etmişler. Bundan sonra heyeti vekile­

nin toplandığı başvekalet dairesinde Gazi'nin iştirak ede­ cekleri ve herhangi bir heyeti vekile içtimaında baskın ic­ rası düşünülmüş ve bunun için de bina etrafında ayrıca tetkikatta bulunulmuş. Fakat muhafaza tertibat ve teşkila­ tının bu teşebbüsleri muvaffakiyetle icra hususunda ma­ nia teşkil edebileceğini teemmül ederek

(düşünerek)

bunun için daha kuvvetli bir çete teşkili icap edeceği ne­ ticesine varmışlar. Daha emin ve salim bir şekilde maksadı temin için Gazi'nin Ankara kulübüne gelmesi ihtimalini hesaba ka­ tarak mezkür kulüple civarında ve yine Çankaya şosesi üzerindeki (o günkü şose vaziyetine göre) şimendifer köprüsünü geçtikten sonra Numune Hastanesi'nin cenup istikametinde ve şoseye tamamıyla hakim bir mevkide bulunan ve o zamanki mevcut (şimdiki T ürkocağı binası

64


önündeki) mezarlık içersinde pusu tertibine müsait ve muvafık bir yer mevcut olup olmadığını araştırmışlar. Bundan sonra da nihayet Gazi'yi öldürür öldürmez cani­ lerin sühuletle (kolaylıkla) firar edebilmeleri noktai na­ zarından en müsait bir tatbik sahası olmak üzere Eskişe­ hir Mebusu Miralay Arif Bey'in teklifi üzerine muma­ ileyhin Çankaya yolu üzerinde Kavaklıdere'deki köşkü ve arazisi mevzuubahis olmuş ve bunun üzerine Arif Bey arazi hakkında malumat vermek üzere bir gece Laz İsma­ il'i Terakkiperver Kulübü binası önünden otomobiline alarak köşküne götürmüş. Ertesi günü hep birlikte köşkün etrafı ve civarındaki arazi ve bilhassa şosenin dar bir kavis teşkil ettiği, Ka­ vaklıdere ve oradaki ağaçların aralan gözden geçirilmiş ve civardaki emniyet karakollarının görebilmek ihtimal­ leri tetkik edilmiş. Burada suikastin yapılması tekarrur ettirilmiş, hatta Arif Bey, suikastçıların pusu kuracakları noktayı ve şose ile olan mesafeyi dahi tespit etmiş. Fakat tecrübeli canilerden ve şakilerden olan Laz İsmail, kış mevsimi olduğu için yapraklan dökülmüş olan ağaçların arasında böyle bir pusu tutmak imkanı olamayacağını ve emniyet devriyelerinin nazarı dikkatini celbedeceğini söyleyerek bu karara itiraz etmiş. Bu görüşmelerde ve tetkiklerde sabahın erken saatinde Arif'in köşküne gel­ miş olan Şükrü Bey de beraber bulunmuş.

Şükrü Bey'in sarhoşlukla yaptığı ifşaat Komitecilik ve siyasi meseleleri kanlı şekilde hallet65


mek gibi mesaide (çalışmalarda) ismi ilk defa olarak geçmeyen ve ittihatçıların Serez yaranından olan Şükrü Bey'in, çok alkol kullanan, çabucak sarhoş olan ve sar­ hoşluğunda ne yaptığım ve ne söylediğini bilmeyen bir adam olduğunu kendisi ile yakından düşüp kalkan ve ay­ nı yerde beraber yatan arkadaşları söylerler. Laz İsmail, Miralay Arif Bey tarafından köşküne gö­ türüldüğü gece işte Şükrü Bey'in bu tarzda bir sarhoşlu­ ğu esnasında yaptığı b'azı imalar beraber bulunan Sabit Bey 'i şüphelendirir. Büyük bir telaşa ve korkuya düşürür. Derhal ve alessabah Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa gibi fırka rüessasının nezdine koşar. Vaziyeti ve şüphelerini anlatır. Ziya Hurşit'in kardeşi Ordu Mebusu Faik Bey 'i vaziyetin vahametinden haberdar eder. Faik Bey bu meş'um cina­ yetin önüne geçmek için hemen pürtelaş ve heyecan için­ de teşebbüse geçer. O da alessabah Arif 'in köşküne gitti­ ği zaman Şükrü, Arif ve Laz İsmail'i içtima halinde bu­ lur: "Derhal şimdi dağılmazsanız ve bu akşam bu Laz İs­ mail Ankara'dan avdet etmezse hükümete haber veri­ rim ! " diyerek takarrür ettirilen ve tatbik edilmek üzere olan o günkü suikasta mani olur. Avdetinde kardeşi Ziya Hurşit'i görür, fakat o bu va­ ziyeti tamamen inkar eder. Faik Bey muhakemesi esnasında verdiği ifadesinde, "Rauf Bey 'le Karaoğlan Çarşısında yürüyorduk. Ziya Hurşid'e rastladık: "Böyle bir iş yoktur. Varsa git hükümete haber ver ! " dedi. Kabahatli adam b u kadar cüretle söz söyleyemezdi. İnandım. Buna rağmen Arif 'in evine gittim. Mebus mira-

66


lay Arif'i, Şükrü Bey ve Laz İsmail ile bir masada çay içerken buldum. "Ne yapıyorsunuz? Felakettir !" dedim. Nihayet onları o gün için kararlarından vazgeçirmeye muvaffak oldum. Beş on dakika sonra Şükrü Bey Laz İs­ mail ile birlikte çıkıp gittiler. Ben de Sabit Bey'e gittim. Rauf Bey'e de, her ikisine de, "Bunlar inkar ediyorlar, dedim. Fakat kanaatim suikast yapacakları merkezinde idi." demişti. Faik Bey'in bu müdahalesi sayesinde vazi­ yetin bu suretle şayi olması üzerinedir ki mukarrer (ka­ rarlaştırılan) cinayeti icraya imkan ve iktidar bulama­ yınca Şükrü Bey Laz İsmail ile Gürcü Yusuf 'a para ver­ mek ve Barabellum birer tabanca hediye suretiyle taltif ve ileride zuhur edecek ilk fırsatta tekrar hizmetlerine müracaat edilmek vaadiyle bunları İstanbul'a gönderdiği anlaşılmıştı.

İzmir'deki suikast nasıl yapılacaktı? Bu hadisei cinaiyede Terakkiperverlerin nafiz azala­ rından Erzurum Mebusu Rüştü Paşa, Sıvas Mebusu Halis Turgut, Saruhan Mebusu Abidin Beyler gibi kimselerin aynı fikir ve gaye etrafında birleşik bulundukları, hatta Halis Turgut Bey'in bu cinayeti ika için iktiza eden silah­ ları tamamlamak üzere polis sisteminde bir tabancayı Ankara'da kendisine vereceğini Abdülkadir vasıtasıyla Ziya Hurşid'e haber gönderdiği, Abidin Bey'in Rüştü Paşa'ya, Sarı Efe'nin bir suikast teşkilatı etrafında çalış­ makta olduğunu hadiseden üç ay evvel haber verdiği tes­ pit edilmişti.

67


Ankara'daki suikast te şebbüsleri anlattığım sebepler­ le akim kalmış olsa da karar baki kaldığı için bu defa Ga­ zi'nin İstanbul'a gelmesi ihtimali etrafında tertibat ve te­ şebbüsatta bulunmuşlardı. Halbuki son aylarda Gazi İs­ tanbul' a gelmemişti. Bilakis cenuba (güneye) seyahat ediyordu. Bu arada Bursa'ya da gideceği kuvvetle söyle­ niyordu. Gazi'nin bir Bursa seyahati ve oradaki ikameti suikast için bu cinayet şebekesine tekrar yeni bir imkan ve fırsat ihtimali vermişti: Laz İsmail, Şükrü Bey'den aldığı 1 50 lira kadar bir harcırahla ve seyahatini gizlemek için (Naciye) isminde bir kadını "karımdır..." diye yanına alarak Bursa'ya git­ miş, orada etrafı tetkik etmiş, suikastı yaptıktan sonra da­ ğa çıkmak mecburiyeti olacağım, bunun için de aynca uzun

çaplı silaha ihtiyaç olduğunu anlamış, fakat muhiti

maksada muvafık görmeyerek İstanbul' a dönmüş... İşte bu sıralarda Gazi'nin İzmir seyahati havadisi tahakkuk etmiş. Binaenaleyh suikastın en emin ve kati şekilde İz­ mir'de yapılabileceği düşünülerek orada yapılması ve bu maksatla Ziya Hurşit ve rüfekasının İzmir'e hemen hare­ ketleri tahtı temine alınmış. Cinayetin ikaı (işlenmesi) için Şükrü Bey tarafından Ziya Hurşid'e verilen sekiz yüz liradan dört müceddet (yeni) ve iki de müstamel (kullanılmış) tabanca ile külliyetli miktarda fişek satın alınarak Şükrü Bey'in İstanbul'daki evinde hazırlanmış ve İzmir' e hareketten bir

gün evvel mezkür silahlar ve fi­

şekler Laz İsmail ve Gürcü Yusuf tarafından Şükrü Be­ y' in evinden alınarak Şükrü Bey'in muvaffakiyetler te­ mennisi ve duaları arasında Ziya Hurşit, Laz İsmail ve

68


Gürcü Yusuf Gülcemal vapuruyla İzmir' e hareket ve er­ tesi

gün zeval zamanı (öğle vakti) İzmir' e muvasalat et­

mişler. Bu arada Ziya Hurşit aynı zamanda Şükrü Bey'le baytar miralay Rasim Bey 'in imzalayıp verdikleri bir mektubu da İzmir'de kendilerini karşılayan Sarı E fe Edib' e veriyorlar. (Bu Rasim Bey, eski komitecilerden ve Kara Kemal'in yazıhanesinde çalışan, yakın arkadaşla­ rından idi. Kendisi esasen baytar miralayı olup benim ve arkadaşım İhsan Bey'in yakın dostu idi. Daima yanımız­ da ve aramızda bulunurdu.) Rasim ve Şükrü Beyler'in Ziya Hurşit'e gönderdiği bu mektupta Ziya Hurşid'in şayanı itimat olduğu ve ev­ velce mevzuu bahis edilmiş ve kararlaştırılmış olan işi deruhde ederek İzmir'e gelmekte bulunduğu ve kendisiy­ le teşriki mesai (işbirliği) edilerek kararın beheamehal tatbik edilmesi bildiriliyordu. Ziya Hurşit ve arkadaşları İzmir'e muvasalat ettikten sonra nazarı dikkati celbetmemek için Ziya Hurşit Gaf­ farzade oteline ve

Laz İsmail ile Gürcü Yusuf da Ragıp­

paşa oteline inmişler. Zira Hurşit Gaffarzade otelinde Sa­ n Efe ile görüşüp mezkür mektubu birlikte okuyarak de­ ruhde ettikleri vazifenin süratle icrasını ko�uş�n son­ ra mezkür mektubu yakınışlar. San Efe Edib, Ziya Hurşit ile burada görüştükten sonra, kendisini arkadaşlarından ve mütekait zabitlerden Çopur Hilmi ve kaçakçılıkla maruf Giritli Şevki ile tanış­ tırır. Hep beraber Karşıyaka'daki İdris'in bahçesine gider­ ler. Orada içtima edip musammen suikasdin şekli ve yapı-

69


lacağı yer etrafında uzun uzadıya müzakereler yaparlar. Nihayet cinayetin ikaına ve münasip yer olmak üzere Gaf­ farzade oteli civarında tuhafiyeci Nuri Efendi 'nin mağa­ zası yakınındaki üç yol ağzım muvafık görürler. Bu mak­ sat için San Efe Edip evvelce saklamak için vermiş oldu­ ğu iki bombayı Giritli Şevki 'den ister. Bombalar derhal Çopur Hilmi vasıtasıyla evden getirtilerek Laz İsmail' e teslim edilir. Bu içtimada, Gazi 'nin öldürülmesine muvaf­ fak olunduktan sonra üç yol ağzından Yemiş Çarşısı'na giden yol üzerinde bekleyecek olan otomobillerin canileri süratle kaçırması ve Giritli Şevki' nin tedarik edeceği (sağlayacağı) bir motorla Sisam veya Sakız adalarına aşılması kararlaştırılır. Fakat Şevki'nin bulacağı motor, 600 liraya mahcuz (hacizli) imiş. Saruhan Mebusu Abi­ din 600 lira vererek motorun hazırlanmasını temin eder.

Suikast Gazi'nin bir hissikablelvukuu neticesinde akim kalmıştır Gazi'nin 1 7 Haziran 1 926 günü İzmir'e muvasalat edeceği haber verildiği için suikastçılar bütün tertibatı o gün için hazırlamış bulunuyorlardı. San Efe Edip ile Sa­ ruhan Mebusu Abidin, İzmir'deki tertibatı yoluna koy­ duktan sonra suikast yapılacağı anda İstanbul 'da bulun­ mak üzere bir gün evvel İzmir'den Mahmutşevketpaşa vapuruyla İstanbul'a gelmişler. bunların İstanbul'a hare­ ket ettikleri günün gecesi de Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf tekrar Giritli Şevki'nin evinde gizlice topla­ narak suikast planının süratle tatbiki ve otomobillerle na70


sıl firar edileceği tekrar mütalaa edilmiş ve bidayette (başlangıçta) ilk kurşunun Ziya Hurşit tarafından atıl­ ması, sonra da her biri birden atmayı ahdü peyman (ye­ min ve sözbirliği) etmişler. Dönerek otellerine gitmişler. Fakat 1 7 Haziran 1 926 günü Gazi'nin İzmir'e muva­ salatı beklenirken, ekseri zaman olduğu gibi bu defa da Gazi bir hissi kablelvuku (olacağı önceden sezme) ile ve her nedense Balıkesir'den hareket zamanlarını tehir ediyor. Bu tehir dolayısıyla Gazi'nin beklendiği gün İz­ mir'e gelmemesi ve San Efe ile Abidin Bey'in bir gün evvel İstanbul'a hareket etmiş oldukları için ortadan kay­ bolmaları Giritli Şevki 'yi endişeye düşürüyor: "Hükümet bu işten haberdar oldu. Gazi onun için gelmedi! San Efe ile Abidin onun için ortadan kayboldu­ lar!" diye şüpheleniyor, korkuyor. Kendisini muhbir vazi­ yetine sokarak işin içinden sıyrılmasını düşünerek me­ şum cinayetin icrasına kısa bir zaman kalmış iken, Şevki ile Vali Kazım Paşa'ya koşuyor. Gazi'ye hitaben acele olarak kurşun kalemi ile yazmış olduğu bir mektubu tev­ di ederek vak.ayı ihbar ve valiye hikaye ediyor. Vali Ka­ zım Paşa ile Polis Kısmı Adli Amiri Meymet Ali Bey'in müdebbirane hareketleri sayesinde Ziya Hurşit Gaffarza­ de Hanı'nda, Laz İsmail ile Gürcü Yusuf Ragıppaşa Ote­ li'nde, Çopur Hilmi ise Karşıyaka'da biraderlerinin evin­ de bombalarıyla, tabancalarıyla basılıp yakalanıyorlar. Ziya Hurşid' in yakalanması şu şekilde oluyor: Kısmı adli amiri Mehmet Ali Bey iri yan, gayet ce­ sur, fedakar bir zabıta amiridir. Bu zat otelin dahil ve ha­ ricinde lazımgelen tertibatı almış. Meğer Ziya Hurşit, 71


herhalde telaştan veya heyecandan olacak, odasının kapı­ sını kilitlemeyi unutmuş. Mehmet Ali Bey birdenbire ka­ pıyı açıp, yatağın içinde arka üzeri, ellerini, yastığın al­ tında bulundurarak yatmakta olan Ziya Hurşid'e elindeki tabancayı tevcih ederek: "- Teslim ol, derhal ayağa kalk." deyince birdenbire neye uğradığını bilmeyen Ziya Hurşid şaşırmış, derhal ellerini yukarıya kaldırarak ayağa kalkmış, yastığının al­ tındaki tabancası ve yatağının yanında bulunan bombala­ n ile polis müdüriyetine getirilerek tevkif edilmiş. * Yaptığımız ariz ve amik (yüzeysel ve derinliğine) tahkikattan ve cereyan eden muhakeme safahatından an­ laşılmıştı ki bu müthiş suikast şebekesi aylardan beri bir­ takım tertibatı mahsusa ile her ne olursa olsun Gazi 'ye karşı suikast yapmayı ve bu suretle hükümeti devirerek iktidara geçmeyi karar halinde aralarında takarrür ettir­ mişler ve aylardanberi fikirlerinde, vicdanlarında işleye­ cekleri bu cinayete karşı en küçük bir tereddüt hissetme­ mişlerdi. Terakkiperver erkanından bazıları ile İttihat ve Terak­ ki 'yi ihya ederek meydana çıkmakta menfaat mülahaza eden birtakım adamların vücude getirdikleri bu suikast halitasının (karışımının) bütün emellerinin iktidarı elde etmek olduğunda asla şek ve şüphe kalmamıştı. Muhtelif grup ve zihniyetlerin birleştiği bu acip (tuhaf) halitanın ve cinayet şebekesinin ortasında en büyük rolleri Şükrü Bey'le Kara Kemal almış bulunuyorlardı. Bütün caniler "elebaşımız Şükrü Bey'dir! " demekte birleşiyorlardı. 72


Kara Kemal, bu vaziyeti sevk ve tahrik etmekte, eski Ankara Valisi Abdülkadir gibi cüretli adamları bir varlık etrafında toplanmış göstermek için eski şirketlerini ihya ve idame etmekte idi. Şirketlerin idamesi için eski Mali­ ye Nazın Cavit Bey'den nakdi yardımlar temin etmekte idi. Rüştü Paşa, Halis Turgut, Arif ve arkadaşları gibi Te­ rakkiperver mebuslar bu teşkilat içinde, bu mel'un mak­ sat için inat ve ısrarla çalışanlardandı. Miralay Akif, suikast tedbirine, hatta bizzat kendi köşkünü makar ittihaz etmiş (merkez seçmiş) ve bunun tatbikatını temin için bizzat çalışmıştı. Arif'in ilk isticva­ bını ben yapmıştım. Bana: " - Ben bunların hepsini olmayacak birer iş telakki ettim, suikastın yapılabileceğine inanmadım" tevili iti­ raflarda bulundu. Ali Fuat ve Refet Paşalar'ın ise mani olmaya çalış­ makla beraber, teşebbüsten haberdar oldukları anlaşıl­ mıştı. Fakat bu zevatın hiçbirinin, Rauf Bey de dahil ol­ duğu halde, mesuliyeti maddiye ve maneviyesi müthiş olan bu musammem felaket hakkında, hükümetin nazarı dikkatini celbe lüzum gördüklerine dair hiçbir hareketle­ rine tesadüf edememiştik.

Mahkemenin meydana çıkardığı hakikatler Mahkeme kararı ile Terakkiperverlerden mebus olan azalar tevkif edildiği gün Cafer Tayyar Paşa, Feridun Fik­ ri Bey'le Refet Paşa'ya giderek masuniyeti teşriiyeye 73


muhalif (yasama dokunulmazlığına aykırı) olarak yapı­ lan tevkifatı protesto etmek istemişler. Refet Paşa, Cafer Tayyar Paşa'ya: "- Biz masuniyet perdesi arkasına sığınmayalım." demiş. Cafer Tayyar Paşa, muhakeme bittikten sonra Refet Paşa ile görüştüğü zaman Refet Paşa: "- Faik Bey, Ziya Hurşid'i suikastten vazgeçirmek için görüştükten sonra Ali Fuat Paşa'yı, Rauf Bey'i ve beni haberdar etmişti! " demiş. Cafer Tayyar Paşa, bunun üzerine: " - Meğer Refet Paşa, bundan haberi olduğu için bi­ zim protestomuza taraftar olmamış ! " demişti. Bunları gözönüne alarak vaziyet mütalaa olunursa tertibe ait malumatın mahdut (sayılı) eşhas ve efkara münhasır kalmadığına, yalnız içlerinden Erzincan Mebu­ su Sabit ve Faik Bey'lerin müdahaleleriyle Ankara'da ya­ pılması mukarrer suikastın önlenmiş olduğuna inanmak zarureti hasıl olmakta idi. Kazım Karabekir Paşa'nın ve Adnan (Adıvar) Bey'in meseleden haberdar olduklarına dair hiçbir delil ve emareye tesadüf edilememiş, Cafer Tayyar Paşa'nın ise bu suikast ile yakından ve uzaktan hiçbir alakası gö­ rülmemişti. Hatta Paşa, Terakkiperver azası iken, bir içti­ mada Miralay Arif Bey'in: " - Ordu ile alakadar olmamız, alay kumandanlarını ele almamız lazımdır! " diye bir teklif yapması üzerine hayrete düşmüş ve hiddetlenerek Arif'e hitaben: " - Arif Bey, sen bilirsin ki ben kolordu kumandanı 74


idim. Ben orduyu ele alarak iş yapmaya karar verseydim kolordumu elde bulundurur ve onu emelime göre kulla­ nabilmek için başından ayrılmazdım. Biz memlekette meşru bir muhalefet yapıyoruz. Ben bir daha böyle bir teklif karşısında kalırsam, derhal istifa ederim. Böyle iş­ lere gelemem." demiştir. Başka bir gün de Ankara'da Taşhan önünde San Efe Edib'e rastladığı zaman, San Efe, memleketin idaresin­ deki fenalıklardan ve tahakkümden bahsederek sebep olanların bertaraf edilmesi lazım geldiğine dair bazı ma­ nalı ve imalı mütalaalarda bulunmuş, ona da gene hiddet­ le: " - Biz milletvekiliyiz. Söylediğin yolsuzlukları kür­ süden konuşuruz. Sokaklarda böyle konuşmalara iltifat edenlerden değilim." demiş ve kendisine yüz vermeyerek yürümüş gitmiş. Cafer Tayyar Paşa gene bir gün Babıali 'de Meserret Oteli önünde Ankara Valisi Abdülkadir'e rastlamış. O da aynı San Efe gibi konuşmak istemiş, fakat Paşa kendisi­ ne cevaben: "- Sen komiteci gibi hareket etmek istiyorsun. Hal­ buki o devir çoktan geçmiştir. Şimdi fikir ve prensip üze­ rinde çalışmak lazımdır! " demiş, ayrılmış. * Suikasdin belli başlı amillerinden olan Şükrü'nün istihlas ve istiklal cidalinden (kurtuluş ve bağımsızlık sa­ vaşmdan) muzaffer çıkan milli idarede şahsen mazhar olduğu lfituf ve atıfetleri bilmeyenler bulunabilir. Mal­ ta'dan kurtulup gelen, daha doğrusu kurtarılıp getirilen

75


Şükrü Bey, memlekete gelir gelmez İzmit'te milli idare­ nin Vilayet Meclisi Umumi Encümeni'ne aza olarak inti­ hap ettirilmiş, oradan bazı hüsnü şahadet ve iltizamlarla mazharı itimat olarak Trabzon Valisi yapılmış, nihayet mebus olarak Meclis'e getirilmişti. Şükrü Bey'in Trab­ zon Valiliği'ni ve İzmit'ten mebus çıkarılmasını Rauf Bey Başvekil iken i_ltizam etmişti. Gerçi diğer bazı arka­ daşlar da bilvesile Şükrü Bey lehinde söz söylememiş değillerdir. Şükrü Bey'in kimler tarafından iltizam edilmiş ol­ masının muhakeme esnasında tesbiti haizi ehemmiyet ol­ muştu. Çünkü aynı zamanda Şükrü Bey'in o zamandaki türlü muzır ve müz'im düşüncelerle vakit geçirdiği, Cavit Bey'in evinde, Kara Kemal'in yazıhanesinde taklibi hü­ kümet fikrini ortaya atarak gizli içtimalar tertip ettiği ve bu maksadın üzerinde ısrarla tevakkuf ettiği muhakeme esnasında katiyetle tesbit edilmişti . Kör İhsan Bey'in Mesadet Hanı'ndaki yazıhaneyi ziyareti de mühimdi. İh­ san, Şükrü Bey'in muzlim fikirlerle meşbu olarak mace­ raperest bir siyasete atılmak hırs ve hevesi ile Kara Ke­ mal' i kazanmaya çalışmış olduğuna yakınen vakıftı. İh­ san Bey ifadesinde: "- Vaziyetin içyüzü böyle iken, günün birinde Şük­ rü'nün Trabzon Valisi tayin edildiğini ve sonra da İz­ mit'ten mebus çıktığını görünce hayretime payan olma­ dı! "demişti. Şükrü Bey, mevcut idarenin yıkılması için daima gizli toplantılar ve tertiplerle meşgul olurken zahirde tıp­ kı diğer bazı zevat gibi o da Müdafaai Hukuk'a, Cumhu-

76


riyet Partisi'ne mensup, hatta bir aralık İzmit Fırka İdare Heyeti azalığına dahil görülmüş, Parti umdelerine

(ilke­ lerine) sadakatini, bağlılığını mutazammın (belirten) ta­ ahhütnameyi imza etmekte hiç tereddüt etmemiş ve iki yüzlü bir politika ile Ankara'yı aldatmakta mahzur gör­

memişti.

* Bütün bu vaziyetleri, istinat ettikleri vesaik ve delillerle karşılaştırarak yakından tetkik ettiğimiz zaman an­ lamıştık ki bu suikast bazı kimselerin kafalarını uzun za­ mandan beri musırren

(ısrarla) işgal etmiş bir düşünce

idi. İlk merhalesinden itibaren memleketin selametini tehdit edecek mertebede vasi ve cinayetkarane bir tertip olduğu anlaşılan bu korkunç ve iğrenç maceranın bütün perdelerini İstiklal Mahkemesi açmak ve bütün hakikat­ leri ortaya sermek vaziyetinde idi. Muhakeme safahatını tesbit eden ifadelerle ve Müd­ deiumuminin iddia ve talepnamesi ve maznunların ifade­ leri mütalaa ve tetkik olunduktan sonra bütün bunlar ka­ naati vicdaniye halinde tecelli etmekte gecikmedi. Tahki­ kat ve muhakeme safahatı neticesinde Terakkiper ver Fır­ ka'nın resmen teşekkül etmezden evvel programının Me­ sadet Hanı'nda Kara Kemal yazıhanesinde ve Cavit Bey'in Şişli'deki evinde, kendilerini ittihatçılığın timsal­ leri addeden eşhas

(örnekleri sayan kişiler) tarafından

tertip ve ihzar edildiği, bu arzu ve hırsla Kara Kemal'in, Cavid'in, Şükrü'nün çileden çıkmış oldukları, taklibi hü­ kümet ve suikasdı istihdaf eden

(hedefleyen) gizli içti­

malarda ve yapılan tertibat ve teşkilatta Cavit Bey'in evi

77


ile Kara Kemal'in Mesadet Hanı 'ndaki mahut ve meş 'um yazıhanesinin bu gizli cemiyetin her türlü menfur faali­ yetlerinin adeta kaynayan bir kazam haline geldikleri an­ laşıldı. Gene anlaşıldı ki, Terakkiperver ileri gelenlerinden bazılarıyla İttihat ve Terakki'nin yeniden mevkii iktidara gelmesi maksadıyla çalışan bazı netameli şahıslar birle­ şerek hep birlikte mevkii iktid.ın elde etmek üzere su­ ikasde müntehi (uzanan) bir faaliyeti siyasiye şebekesi teşkil etmişlerdi. Teşkil edilen bu şebekenin Kara Kemal, Şükrü, Cavit, Halis Turgut, İsmail Canbolat, miralay Arif, Hilmi, eski Ankar� Valisi Abdülkadir Beyler'in emir ve iradeleri altında bulunduğu meydana çıkıyordu. Suikast kararının tatbiki sahasında istidadı görülen ve bütün siyasi meseleleri kan ile temizlemek prensibini güttüğü, daha Birinci Büyük Millet Meclisi'nde mebus iken malumumuz olan Ziya Hurşid'in, Vali Abdülkadir vasıtasiyle Şükrü Bey'le tanışmış ve birleşmiş oldukları, Cavid'in evi ile Kara Kemal'in yazıhanesinden gayri de hazan Şehzadebaşında Direklerarasındaki çayhanelerin birinde Ziya Hurşit, Nail, Abdülkadir'in, hazan da Tünel karşısındaki sokakta küçük bir lokantada Ziya Hurşit, miralay Rasim ve Şükrü Beyler'in toplanıp aralarında ka­ rarlar aldıkları ve Ziya Hurşid'in İzmir'e giderken teşyii (uğurlanması) esnasında Rasim Bey'in Ziya Hurşid'e: "- Allah selamet versin! ... Tehlikeli bir işe girişiyor­ sun, fakat San Efe Edip ihtiyatlı bir adamdır! " dediği ta­ hakkuk ediyordu. *

78


Cavit, Kara Kemal, Şükrü, İsmail Canbolat Beyle­ r'in riyaset ve idaresindeki zümre ile herhangi sebeple Gazi'ye veya mevcut iktidara muğber vaziyete geçmiş di­ ğer zevatın kurulan teşkilata dahil olarak taklibi hüküınet gayesi güden bir cemiyeti hafiye şeklinde çalıştıkları ev­ vela İzmir'de, ikinci satha olarak da Ankara'da ikmal edi­ len muhakemelerle kati surette tahakkuk etmişti. İstiklal Mahkemesi heyetinin mümkün olduğu kadar az vatandaş mahkum etmek için büyük bir dikkat ve titiz­ likle hareket etmiş olmasına rağmen nefislerini bu sür'et ve cinnete kaptırmış olan bedbahtların sabit olan cürüm­ leri karşısında kendilerini adeletin ve inkilabın kahhar (kahredici) pençesinden kurtarmak kabil değildi. Bu da­ vada İstiklal Mahkemesi, elini vicdanına koyarak verdiği kararlarıyla memlekette kafaları fenalığa en çok müstait olanların dahi köşebaşı cinayetleri ve taklibi hükümet iş­ leriyle mevkii iktidara geçmenin artık Türkiye'de muhal olduğunu görenlerin ve Türkiye'de iktidar mevkiine, kö­ şebaşı cinayetleriyle değil, fakat ve ancak meşru yoldan çıkılabileceğini göstermek istedi. Kara Kemal ve Abdülkadir'in akibetleri

Rauf Bey Avrupa'da bulunuyordu. Mahkemenin da­ vetine icabet etmemişti. Eski Vali Abdülkadir ile Kara Kemal de hali firarda idiler. Onun için bu üçü hakkındaki karar gıyaben verilmişti. Gerek Kara Kemal, gerek Abdülkadir, zabıta kuvvet­ leri tarafından ehemmiyetle aranıyordu. Zabıtanın azim79


kar takibi Kara Kemal'i sıkıştırmıştı. Nihayet çok gecik­ medi; Kara Kemal, bir gün, Aksaray'da, mutemetlerinden (güvendiklerinden) birinin evinde bastırıldı. Polis tara­ fından basıldığını gören, yakalanacağını anlayan Kara Kemal yatağında içmekte olduğu sigarasını yanık bir hal­ de tablasında bırakarak kendisini bahçeye atmış ve bah­ çenin bir köşesindeki tavuk kümesine saklanmıştı. Fakat memurların evden bahçeye çıktıklarını, orada araştırma­ ya başladıklarını hissedince, tam yakayı ele vereceği bir sırada yanında taşıdığı Brovnig tabancasını çekerek ken­ dini tavuk kümesi içinde öldürmek suretiyle cezasını biz­ zat kendisi vermişti. Bir müddet sonra da Abdülkadir, Bakırköyü'nde giz­ lendiği bir dostunun evinden bir sandığa girerek öküz arabası ile hududa yakın bir yere kadar gitmiş, orada san­ dığı ve arabayı terkederek tam hududu geçerken jandar­ mamız tarafından şüphe üzerine tesadüfen yakalanmış, Ankara'ya izam edilmişti (gönderilmişti). Tekrar vica­ hen (yüzüne karşı) yapılan muhakeme neticesinde o da kanunun pençesinden kendini kurtaramamıştı.

Ziya Hurşid'e gelince... İzmir suikastinin belli elebaşılarından olan Ziya Hurşid'in şahsı hakkında biraz malumat vereyim: Ziya Hurşit, bahriye zabitliği yapmış, gayet yakışık­ lı, atılgan bir gençti. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Lazistan Mebusu idi. Kendisi maceraperest görünüyordu. Her işe, her şeye itiraz ve muhalefet ederdi. Bizlere karşı

80


bir sempatisi, bir yakınlığı vardı. Bizimle dost geçinirdi. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde iken aramızda teş­ kil ettiğimiz yedi sekiz kişilik bir grup halinde evlerde toplanır, Meclis müzakerelerinin tanzimi ve hükümetin takviyesi için tedbirler alırdık. Bir gün Van Mebusu Hay­ dar Bey'in evinde toplanmıştık. Müzakerelerimiz esna­ sında Ziya Hurşit gelmiş, bahçe kapısını çalıyordu. Arka­ daşlar kendisinin ikinci gruba mütemayil ve onlarla bera­ ber hareket eder vaziyette olduğunu ileri sürerek bu içti­ maa gelmesini arzu etmediler. Hatırımda kaldığına göre, arkadaşımız Doktor Operatör Emin Bey, Ziya Hurşid'in, kapının ipini çekip içeri gelmesi ihtimalini gözönüne ala­ rak koştu, kapının arkasına dayandı. Ziya Hurşit böyle bir muamele karşısında kalınca hiç şüphesiz muğber ola­ rak geri döndü. Bu hadiseden sonradır ki, kendisini artık tamamen ikinci gurup emrine vermiş, onların ilk safına geçmiş gördük. Ziya, Hurşit, çok menfi ruhta bir delikanlı idi. Mese­ la Gazi Sakarya 'yı yapmış, düşmanı hezimete uğratmış, muzaffer bir kumandan olarak Ankara'ya gelmişti. Ken­ disi Ankara'da- hükümet ve halk tarafından muazzam te­ zahürat ile karşılanıyordu. Bütün Meclis azalan tarasaya çıkmış, Gazi'nin geçişini selamlar ve onu alkışlarken, Ziya Hurşit, Birinci Meclisin orta salonuna konulmuş bir kara yazı tahtasının üzerine tebeşirle: " - Bir millet, putunu kendi yapar, kendi tapar! " Cümlesini yazıyordu. Bu cümleyi yazdığını benim gördüğümü görünce hareketinden utandı: "- Laf olsun diye yazdım! Manasız bir yazı! " dedi. 81


Fakat bu cümle dediği gibi manasız değildi. Onun kendi­ since mutlak, behemehal bir manası vardı. Bu bir çeke­ memezliğin, hıncın, hırsın, kinin ifadesi idi. Bu kin niha­ yet soysuzlaşa soysuzlaşa suikast teşebbüsü ile neticelen­ di. Ziya Hurşid'i tahlil ettiğimiz zaman diyebiliriz ki bu adam Gazi ' nin adeta hasbetenlillah düşmanı idi . Gazi'nin o kadar düşmanı idi ki, hatta bir gün Gazi'yi Mecliste kürsüde vurmayı dahi düşünmüş, bu maksatla Meclisin çatı arasına çıkmış, oradan bir budağı atmış, bir göz yeri açarak bu delikten atacağı rovelver ile muvaffak olup olamıyacağını tetkik etmiş, hesaplamış olduğunu idamından sonra yakın arkadaşlarından biri bana anlat­ mıştı. O kadar gözü pek, fevkalade cüretkar bir adamdı. * Suikast hadisesi esnasında İzmir'de Polis Müdüriyetinde kendisini Reşit Galip Bey ile birlikte isticvap edi­ yorduk. Mahkeme Reisi Ali Bey de hazırdı. Cürüm alet­ leri, bombalar, silahlar ortada masanın üzerinde duruyor­ du. Masa küçük ve toparlaktı. Hepimiz etrafında idik. O da masanın kenarında, aramızda bulunuyordu. İsticvabı bitmemiş, öğleden sonra gene aynı vaziyette masanın ke­ narında toplanmıştık. Reşit Galip usulcacık kulağıma: "- Ellerine bak! " diyerek Ziya Hurşid'in ellerini bağlayan kelepçeyi gösterdi ve nazarı dikkatimi celbetti. Kelepçe sabahki vaziyette değildi; istediği anda kolaylık­ la elini açabilecek derecede gevşek vurulmuştu. Fakat bunu bize hissettirmemek için ellerinin bileğinden üst ta­ rafını gergin tutmuş, kelepçeyi germişti. " - Ziya Hurşit! Ellerini gevşet! " dedim. 82


Gevşetir gevşetmez kelepçenin boşluğu sarktı. Me­ ğer gardiyanlara: " - Çok sıkıyor, biraz gevşek tutunuz! " demiş, aynı zamanda kelepçe vurulurken ellerini dediğim tarzda bir­ birinden açık tutmuş. Bu hareketinden şüphelenmiştim. Bundan, maksadının ne olduğunu, başka bir gün kendisi. ni yalnız isticvap ederken, sormak aklıma geldi, merak e­ derek ve hususi olarak kendisinden sordum: " - Ziya Hurşit! Kelepçeyi gevşek tutmakta maksadın ne idi?" dedim. İşi latifeye vurarak: " - Biraz daha işin farkına varmamış olsaydınız niye­ tim, masanın ortasındaki bombaların birine saldırıp hep birlikte meseleyi halletmek idi! "demişti . . . Gözü bu kadar pek bir adamdı ve bu dediğini de ya­ pabilirdi. İsticvabı ve muhakemesi esnasında da, cidden cesur hareket etti. Hakiketleri olduğu gibi söylemekten çekin­ medi. Aynı zamanda hakikatleri itiraf ederken diğer arka­ daşlarını ele vermemeye, onların rollerini ve münasebet­ lerini ortaya koymamaya dikkat ediyordu. Bilhassa eski Adliye Vekili Hafız Mehmet Bey'in rolleri ve münasebe­ ti hakkında hiçbir itirafta bulunmamış, buna dair hiçbir ifade vermemiş, hep kaçamaklı cevaplarla iktifa etmişti. Fakat nihayet Hafız Mehmed'e cürmü itiraf ettirildi. Ha­ fız Mehmet sorgusunda yeğeni Vehab'ı suikast için Ziya Hurşit ile tanıştırdığını ve temin ettiğini söyledi. Hafız Mehmed'in buna ait ifadesi okunduğu vakit Ziya Hurşit gene inanmadı, onu gene ele vermek istemedi: 83


"- Bunu karşımda yüzüme söyler mi? dedi. Kendisi­ ni yüzleştirdik. Hafız Mehmet ifadelerini tekrar edince bu sefer: Ziya Hurşit fena halde kızdı: "- Bu efendi eksik söylemiş, o halde ben bu adamın rollerini, temaslarını ikmal edeyim! " dedi ve Hafız Meh­ med'in suikast işindeki rolünü bu sefer ariz ve amik an­ lattı. Mahkeme heyetinden Gazi'ye bir şikayet hadisesi

Mahkeme Heyeti, henüz haklarında kanaat edinme­ diği sanıkları muhakeme ederken onlara karşı daima ne­ zaketle muamele etmekte idi. İzmir'de bu suikast muha­ kemesi esnasında da Mahkeme Reisi Ali Bey maznunlara "Paşa Hazretleri" veya "Beyefendi" diye hitap ediyordu. Bu meyanda Kazım Karabekir Paşa'ya da muhtelif defa­ lar aynı tarzda "Paşa Hazretleri" diye hitap etmişti. Bir gün, samiin arasında bulunan bir mebus arkadaş, bu tarz­ da hitabı her nedense Paşa'nın lehine bir hareket olarak tefsir eder ve aynı gün bazı gazete fotoğrafçılarına maz­ nunlardan bazılarının resimlerini çekmek için verilen müsaadeyi de haber alınca, gider, Gazi'ye, bir sırasını ge­ tirerek Mahkeme Heyetinin zayıf hareket ettiğini, maz­ nunlara karşı mülayim davrandığını, hatta ihtilattan me­ nedilen Kara Vasıf'ın gazetecilerle görüşmesine müsaade edildiğini söyler. Gazi'nin büyük meziyetlerinden biri de gammazlığa, dedikodulara kıymet ve ehemmiyet vermemesi ve böyle bir harekete müsamaha göstermemesi idi. Biri gelip ken84


disine diğeri aleyhinde söz söyler, dedikodu yaparsa söy­ leneni dikkatle dinler, fakat o akşam sofrada aleyhinde söylenen zatı da bulundurarak jumalcılığı yapana: "- Bugün sen bu zat hakkında birşeyler söylemiştin. Onu burada bir defa daha tekrar eder misin?" diyerek adamı berbat ederdi. Gazi bu mebus arkadaşı da dinlemiş; o gece Çeş­ me'de Gazi bir baloya davetli idi. Biz de, Mahkeme He­ yeti olarak, davetliler arasında bulunuyorduk. Balodan evvel Gazi hepimizi akşam yemeğine davet etti. Balo ve­ rilen salonun yanındaki bir odada yemek yeniyordu. Ye­ mekte Müşir Fevzi Paşa (Çakmak) da vardı. Bir aralık Gazi bize hitaben: " - Bir arkadaş, ismini söylemeyeceğim, mebus ve yakın bir arkadaş, bana mahkemenin bu davada zayıf ve müsamahakar hareket ettiğini söyledi. Ben de mahkeme salahiyetini müdriktir, diye cevap verdim. Haberiniz ol­ sun! "diye bir telmihte bulundu. Bu telmih bizi çok müte­ essir etti ve sinirlendirdi. Bu kadar ağır mesuliyetleri omuzlarımıza aldığımız ve geceli gündüzlü çalıştığımız halde Mahkeme Heyeti hakkında tereddüt uyandıracak böyle bir düşüncenin yayımlanmak istenmesi gücümüze gitti ve bunu bir mesele haline koymaklığımız icap etti. Fakat o akşam baloda zemin müsait olmadığı için meselenin açıklanmasını ertesi güne bırakmayı münasip gördük. Ancak artık böyle sinirli bir vaziyette orada bu­ lunmayı ve Gazi'yle alkol almış vaziyette karşılaşmayı muvafık bulmadık. Aynı zamanda bahsettiği mebus ar­ kadaş kim ise, söylediklerinin bu suretle mühim bir mev85


zu imiş gibi ortaya atılmasını da protesto etmek fikriyle hemen o dakikada baloyu terkederek İzmir'e dönmeye karar verdik. Baloyu terketmek için bulunduğumuz ye­ mek odasından çıkmak, salondan geçmek mecburiyeti vardı. Halbuki salondan geçerken Gazi bizi görecek ve çok muhtemel olarak alıkoyacak, bırakmayacaktı. Onun için kendilerine görünmeden çekilmek için pencereden birkaç adım alçakta olan bahçeye atlamak mecburiyetin­ de kaldık ve derhal otomobil ile Çeşme'den ayrıldık. . Yan yolda bir otomobil park yapmış, tamir ile meş­ guldü. İçinde, bizden evvel balodan hareket etmiş olan Müşir Fevzi Paşa vardı. Müşarünileyhi otomobilimize al­ dık, yolumuza devam ettik. Otomobille gelirken Müşir Fevzi Paşa sofrada sıkıl­ dığımızı hissettiğini ve Gazi'nin bahsettiği mebusun adı­ nı söyledi. Esasen tahmin etmiştik. Fevzi Paşa sözlerine: " - Bu adamlar niçin iş karıştırırlar, bundan ne zevk alırlar? İnkılapçılar arasına girmiş kötü niyetli adamlar! cümlesini ilave etti. Ne tuhaf tesadüftür ki, ertesi günü Kazım Karabekir Paşa'yi isticvap ediyorduk. Kendisine: "- Atatürk'e karşı muhabbetle bağlı olduğunuzu bi­ liyorduk. Ne oldu da işi ayrılığa, nihayet yüksek şahsiye­ tinizi bu çirkin hadiselere karıştırmaya kadar götürdü­ nüz? Bunun sebebi ne idi? İzah eder misiniz?' dediğimiz zaman, Paşa, bir müddet tereddütten sonra: " - Buna sebep, sonradan aramıza giren inkılap kurt­ lan olmuştur" diye cevap verdi. Kazım Karabekir isim tasrih etmek istememişti. Israr ettik: " - İfadeleriniz tarihi bir vesika olacaktir. İsim tasrih 86


ediniz."diye rica ettik. Cevaben bir iki isim tasrihle şunla­ rı ilave etmişti: " - Her inkılapta olduğu gibi ilk zamanlar beraber ça­ lışanlar, sonradan, maksat hasıl olduktan sonra, araya gi­ ren bu gibi tufeyliler yüzünden parçalanırlar. Lozan Sul­ huna kadar elele çalışan arkadaşlar arasında o tarihten sonra bir iftirak (ayrılık) başladı. İlk ihtilaf Rauf Bey ile İsmet Paşa arasında oldu. İçimize öyle çehreler karıştı ki ne Gazi, ne de İsmet Paşalar nezdinde eski arkadaşları eski yola sevketmek imkanı kalmadı. Her gün üzerimize hücumlarla saldırıldı: Sanki biz cahil kafalı softalardan daha mutaassıp imişiz. Gazetelerde aleyhimizde yazılma­ dık hezeyan bırakmadılar! " diyerek Kazım Karabekir Pa­ şa de Fevzi Paşa gibi o mebus arkadaştan şikayette bu­ lundu. Bu mebus arkadaşımız ertesi gün Gazi'ye söyledik­ lerinin Gazi tarafından bize bahsedildiğini duymuştu. Bunun üzerine, (şimdi hala masamın üzerinde ve gözü­ mün önünde bulunan) bana hitaben, "İzmir Posta, Telg­ raf, Telefon Başmüdüriyeti" etiketli bir kağıda yazılmış ve zarfının üzerine (şahsi ve mahremdir) kaydı konulmuş dikkate şayan bir mektup bırakmış ve muhtemelen Ga­ zi 'nin kendisine vaki tavsiyesi üzerine hemen o sabah ha­ reket etmek üzere bulunan bir yük vapuruna binerek İz­ mir'den uzaklaşmıştı. Hadiseden yıllarca sonra öğrenilen hakikatler

Suikast hadisesi üzerinden yıllar geçtikten sonra idi 87


ki, bir gün, mahkemenin hükümlerinde ne kadar isabet ettiğini gösteren ve teşebbüsün mahiyeti ile içyüzüne ait çok dikkate değer vaziyetleri meydana seren bir zat beni bularak birçok malumat verdi. Bu zatın adı da suikast işi­ ne karışmış ve kendisi de arkadaşları gibi muhakeme edilmiş, fakat neticede beraat etmişti. Kendisi itimada şa­ yan idi. Anlattıkları, hadisenin içyüzüne taalluk eden son müphem noktalan da aydınlatarak verdiğimiz hükümler­ le vardığımız kanaatleri tamamen takviye ediyordu. Tarihi bir vakayı aydınlatması itibariyle şimdi bu sö­ züne inanılır zatın tasv lr ettiği vaziyeti nakledeyim: Bu zata göre, Gazi 'ye bir suikast tertibinden Rauf, Adnan, Sabit Beyler'le Ali Fuat, Refet, hatta Kazım Ka­ rabekir Paşa da haberdar imişler. Sabit Bey'in, Ankara'da ilk defa yapılması tasmim edilen suikastı haber alınca derhal harekete geçerek arkadaşları olan Ali Fuat ve Re­ fet Paşalar'la Rauf ve Adnan Beyler'i haberdar etmesi, o anda korkmasından, haleti ruhiyesinin birdenbire sarsıl­ masından ve vehmin tesiri ile aklını başına toplayarak neticenin ne derece vahim olabileceğini kavramasından ileri gelmiş. Neticeyi gözönüne getirerek akibetinden çe­ kindiği için imiş. Yoksa, suikast işinden evvelden haber­ dar imiş. Bu esnada şu hadise cereyan etmiş: Arkadaşları bu haberi alır almaz çok telaşlanmışlar. Bu telaş ile Rauf Bey kalkmış, Faik Bey'in evine gitmiş. Ziya Hurşid'in kardeşi Ordu Mebusu Faik Bey uykuda imiş. Rauf Bey henüz uykuda bulunan Faik Bey'i vaziyetten haberdar ederek: 88


"- Arif' in köşküne adam getirmişler. Bugün Gazi'ye suikast yapacaklarmış. Hemen git. Bu işe mani ol ! " de­ miş ve çok telaş göstermiş. Buna karşı Faik Bey: " - Ben böyle işlerle ne meşgulüm, ne de alakadar olurum. Bu işi kim tertip etmiş ise ona söyleyiniz. O git­ sin halletsin. Görüyorsunuz ki ben uykudayım. Benim alakam yok ! " diye cevap verince o zaman Rauf Bey mecbur kalarak: " - O halde alakadar olan senin kardeşin Ziya Hur­ şit'tir! " demiş ve bunun üzerine de Faik Bey yataktan fır­ lamış. Rauf Bey'le birlikte sokağa çıkarak evvela Şükrü Bey'i aramışlar. O anda Şükrü Bey'i evinde bulamamış­ lar. Şükrü Bey'i bulamayınca, Rüştü Paşa'yı aramışlar. O da evinde yokmuş. Rauf Bey bu aramalar esnasında faz­ laca telaşta imiş. Mütemadiyen Faik Bey'e: "- Vakit geçiyor! Çabuk git! Yetiş ! " diye rica ediyor ve Faik Bey de: " - İşin içyüzünü anlamadan gidemem! " diye ısrar ediyormuş. O aralık Rüştü Paşa'nın evinden dönerken ve Karaoğlan'dan geçerken, Ziya Hurşid'e rastlamışlar. Faik Bey, Ziya Hurşid'den böyle bir iş olup olmadığını sor­ muş. Ziya Hurşid: " - Sen bu sözler için mi bu vakit uykudan uyandın? Böyle bir iş varsa hükümete haber versinler! "demiş Faik Bey, Ziya Hurşid'in gösterdiği bu soğukkanlılık, bu aldı­ rış etmemezlik, bu emniyet karşısında biraz sükı1net bu­ lur gibi olmuş. Fakat herhalde birşeyler karıştırmaları ih­ timalini de gözönüne alarak bir kere de Arif Bey'in köş­ küne koşmuş. Faik Bey'in tarlalar arasından köşke doğru 89


telaşla geldiğini gören Arif, Laz İsmail' e: "- İş bozuldu! Gelen Ziya Hurşid'in kardeşidir. Seni görmesin. Gel seni saklayayım! " demiş. Tam bu esnada da Faik Bey köşkten içeriye girmiş bulunuyormuş. Orada yalnız Arif'e rastlayacağını sanırken karşısında Şükrü Bey'i bulmuş. Arif'in nerede olduğunu sormuş. Şükrü Bey de cevaben: " - Bağını belletiyor. Ameleye bakmak için gitti, şim­ di gelir." diye cevap vermiş. Bu cevap üzerine Faik Bey fena halde hiddetlenerek ve hırslanmış bir tavır takınarak: " - Sarhoş kafaların karariyle memleket ateşe verile­ mez. Bu herifler nerede ise derhal dağıtacaksın. Hükü­ metin gözü açık ise arkadaşları nerede ise tevkife baş­ lar! " Diye tehdit ederek o günkü müsammem teşebbüsün önüne geçmiş, oradan doğruca kendisini toplu olarak ke­ mali tehalükle (içi içine sığmayarak) Meclis'te bekleyen Ali Fuat, Refet Paşalar'la Sabit, Adnan ve Rauf Beyler' in yanına girerek işin vahametini ve vaziyeti olduğu gibi anlatmış ve: " - Gizli bir komitenin böyle caniyane bir teşebbüse geçmesi, bir fırka olarak bize istinat ederek cüret alma­ sından ileri geliyor. Yoksa böyle bir iş yapmaya cesaret edemezler. Onun için size derhal Fırka'nın feshini ve bu suikast işinden hükümeti haberdar etmek için teşebbüse geçmenizi teklif ederim." demiş. Faik Bey'in bu ciddi müdahalesi ve ısrarı karşısında bu zevat düşünmüşler, "Bir haftaya kadar istediğini ya­ pacağız" diye vaadetmişler. 90


Faik Bey bununla kalmamış, orada bulunan Sabit Bey'i de bir kenara çekerek: " - Kardeşimin de alakadar olduğu böyle mühim va­ kayı biliyorsun da daima beraber olduğumuz halde şim­ diye kadar niçin bana haber vermedin?" demiş ve Sabit Bey de: " - Ben seni bu işe dahil farzederek haber vermeye lüzum görmedim." demiş. Bu hadisenin üzerinden bir hayli zaman geçer, fakat Terakkiperver Fırka erkanının o telaşlı günde Faik Bey'e yaptıkları vaade rağmen ne hükümete haber verilir, ne de Fırka'nın feshi yoluna gidilir. * Bu zevat, Gazi'ye bir suikast yapılacağını işittikleri halde, niçin hükümeti haberdar etmediler? Niçin Fır­ ka'nın hemen o tarihte, Faik Bey'e vaadettikleri gibi fes­ hi cihetine gitmediler? Bu zevat, evvelden veya sonradan, herhalde sabittir ki, suikastten haberdar idiler veya oldular. Haber alınca da, suikaste mani olmağa dahi çalıştılar. Yukardaki ifade Rauf Bey'in Ankara'da suikast icrasının tasmim edildiği (tasarlandığı) gün heyecanla vaki müdahalelerine şüphe bırakmamaktadır. Rauf Bey ve diğer zevat suikastı önle­ mek için o gün her tarafa başvurmuşlardır. Ancak bir suikastı önlemenin en kısa yolu hükümete haber vermek olduğuna göre, acaba niçin bu yola gitmedi­ ler? Bu bir suali mukadderdir ki cevabını bulmak zaruridir. Şimdi, hadisenin tasfiyesinden yıllarca sonra, akla şu ihtimal gelmektedir:

91


Bir suikast ihbariyle hükümeti ayaklandırıp Fırkala­ rını ve nihayet uzaktan yakından kendilerinin de malu­ matdar oldukları vaziyetlerin meydana serpilmesine fır­ sat vererek şahıslarını töhmet ve mesuliyet altında bırak­ maktan kaçınmak! Halbuki bizce eğer hakikaten bu endişe ile harekete geçilmedi ve hükümete haber verilmedi ise tamamen yersiz bir düşünce ile, kötü bir teşebbüs önlenmemiş, fa­ kat vaziyet büsbütün vahim bir hale getirilmiştir. Zira elebaşılar ve şerirler yakalanarak suikast daha o tarihte, daha başlangıçta derhal tasfiye edilebilecek iken bu ih­ mal yüzünden şebeke alttan alta daha da genişletilmiş ve suikastın günün birinde tatbiki ile muvaffak olması ihti­ maline, velev istemiyerek dahi olsa, açık bir kapı, bir ge­ dik bırakılmak yoluna gidilmiştir ki, bunu tasvip etmek kabil değildir. Suikast teşebbüsü hadisesinin tasfiyesi

İttihatçıların elebaşıları Birinci Büyük Millet Mecli­ si 'nin ikinci grubu ile birleşerek teşekkül eden Terakki­ perverlerden bir kısmını da aralarına alarak suikastı tertip ettikten, suikastın evvela Ankara'da yapılmasını tasarla­ dıktan, müteakiben bu tasarlamll)'ı muhtelif düşüncelerle terkederek Bursa'yı tercih ve bundan da vazgeçtikten sonra, anlattığımız gibi, İzmir'i münasip yer olarak tesbit etmişler ve orada harekete geçmişlerdi. Gazi'nin Balıke­ sir'den hareketinin gecikmesi ve bu esnada San Efe ile Abidin'in cinayet esnasında İstanbul 'da bulunmak üzere 92


kurnazlık ederek, -herşeyi hazırladıktan sonra- İzmir'den hareketleri Giritli Şevki 'yi şüpheye düşürmüş ve bunun üzerine "Muhbir vaziyetine geçerek kurtulayım! " düşün­ cesiyle bir kağıt parçasına yazdığı birkaç satırla suikastı mahalli hükümete haber vermişti. Bunun üzerine bir taraftan İzmir'de yakalanan Ziya Hurşit ve maiyetindeki şerirlerle diğer taraftan muhtelif yerlerde tevkif edilen bir kısım Terakkiperverlerle İttihat­ çıların muhakemesi sonunda hadisenin uzun zamandan beri iyice düşünülüp t<ı;şınılmış ve etraflıca planlaştınlmış olduğunda hiç şüphe kalmadı ve mahkeme elde ettiği ka­ ti ve müsbet deliller ve bizzat mücrimlerin ifadelerine is­ tinat eden hakikatler karşısında elini vicdanına koyarak ve Büyük Millet Meclisi adına icrayı kaza eden bir inkı­ lap mahkemesi olarak hükmünü vermişti. Bu hükümler neticesinde musammem suikast hadisesinde alakadar olanlar cürümlerine göre derece derece tecziye edildi. İzmir'de verilen bu hükümler bir taraftan infaz edilirken diğer taraftan hükümete bildirildi. Başvekilden mahke­ menin tebliğine cevaben gelen mektup şöyle idi: "İ stiklal Mahkemesi Heyeti Aliyesine: Telgrafnamenizi Reisicumhur Gazi Hazretleriyle be­ raber okuduk. Cumhuriyetin ve onun istinat ettiği yüksek mefkuremizin siyaneti ve tarsini uğrunda vicdanpervera­ ne ve adilane ve Cumhuriyetperver olduğu bütün tezahü­ ratı ile sabit bulunan necip Türk milletinin vicdanını tat­ min eden ve Türk tarihinin olduğu gibi cihan tarihinin sayfalarında da ibret verici dersleri muhtevi sayfalara ge­ çecek olan adilane ve akılane hükümlerinizi takdirle kar93


şıladık. Emniyetle mali (güvenle dolu) uhuvvet ve mu­ habbetimizi izhar için tarihi vazifenizin hüsnü ifa edil­ miş olduğu haberini vesile ittihaz ettik. Muhabbetle cüm­ lenizin gözlerinden öper, iştiyakla muvasallatımza inti­ zar ederim. 1 5.7.1926

Başkevil İsmet" Mahkemenin Ankara'daki ikinci safahatından sonra da yine Başvekil İsmet Paşa Fırka grubunda şunları söy­ ledi: " - Samimi olarak Parti huzurunda ve iki gün sonra da Meclis huzurunda söyliyeceğim ki Büyük Meclisin İs­ tiklal Mahkemeleri 'ne intihap etmiş olduğu arkadaşlar, her türlü tesirden azade olarak, yalnız büyük ve aziz mef­ kurelerinin ve kendilerine memleketin ve inkilabın mü­ dafaası için Büyük Meclisin emanet ettiği hakkı kazayı istimal etmek hususunda yerinde ve lazım olduğu kadar hüsnü dikkat sarfetmişlerdir. Kendilerini huzurunuzda tebrik ve teşekkür etmeyi bir vazife telakki ederim." İsmet Paşanın beyanatından sonra Bursa, Mebusu Refet Bey 3 Teşrinisani 1 926 tarihinde Meclise bir takrir vererek İstiklal Mahkemesi heyetinin Cumhuriyetin mü­ dafaası hususundaki faaliyetlerinin takdir edilmesini tek­ lif etmiş ve mezkur teklif Milletvekillerince kabul edil­ mek suretiyle Büyük Millet Meclisi de verdiğimiz hü­ kümleri tasvip etmiş bulunuyordu. *

94


Umumiyetle inkilaplar, mensuplarının vicdanlarında öyle derin bir aşk ve heyecan, o mertebe metin ve sarsıl­ maz bir itikat ve iman yaratırlar ki, inkilapçılar bu heye­ canın hıziyle hiçbir tehlikeye ehemmiyet vermezler, hiç­ bir fedakarlıktan çekinmezler. Vatan, millet, memleket, istiklal adına, hatta ecelin üzerine atılmayı, dünyada be­ delsiz vazife ve şeref telakki ederler. Bizler, Milli Mücadelede olduğu gibi, hainlere, ca­ suslara, bozgunculara, memleketi içten ve dıştan yıkmak için suikast ve cinayet yoluyla öldürerek onun tesis ettiği Cumhuriyet nizamını ye inkilap sistemini tahrip etmek ve memleketi yeniden, düşman için kolay yutulabilecek bir lokma haline getirmek için en meş'um planlan tasar­ lamış ve tatbik etmek üzere bulunmuş olan cürüm erba­ bına karşı, Büyük Millet Meclisi'nin uhdemize emanet ettiği mukaddes vazifeyi, bu milli heyecandan aldığımız kuvvet ve iman ile başardık. Y ıllarca arkadaşlık ettiğimiz insanları muhakeme et­ tiğimiz zaman, onlarla süregelmiş münasebetlerimizin te­ sirleri altında kalmamaya çalıştık ve kalmadık. Dışarıdan da, kimseden, ne Gaziden, ne hükümetten, ne Meclis 'ten; hiçbir yerden ne emir, ne de ilham almadık. Hatta hü­ kümlerimizi vermeden evvel, uzaktan yakından en ma­ sum imaları bile önlemek için, denilebilir ki, dışarı ile temasımızı bile mümkün olduğu kadar azalttık. Bu vaziyet sanıldığı kadar kolay değildi. Mahkeme, Meclis'in içinden terekküp etmişti ve sanıklar otuz yıl-

95


danberi devlet işlerinde, ordu başında, Meclis 'te derece derece vazife almış kimselerdi. Bunlara karşı, Meclis'i temsil eden yüce bir mahkeme olarak, adil olmak ve içle­ rinden memlekete kastedenleri -kim olurlarsa olsunlar, hatta mesela miralay Arif Bey gibi, Saruhan Mebusu Abidin Bey gibi, miralay Rasim Bey gibi yakın arkadaş­ larımız dahi olsalar- hiçbir hissi tesire ve mülahazaya ka­ pılmadan ve göz kırpmadan cezalandırmak vazife ve mecburiyetinde idik. Mahkeme heyetinin üzerine aldığı vazife, birçok ba­ kımdan, çok ağırdı ve bu ağırlığı hafifleten tek mühim nokta gözlerimiz önünde yalnız ve yalnız memleket men­ faatinin üstünde hiçbir düşünce ve kuvvetin mevzuubahis olamıyacağı mülahazasıydı. Bu münasebetle şu noktayı da belirtmek yerinde olur kanaatindeyim: Zaman geçtikten sonra hadiseler hakkın­ da, o hadiselerin bütün sebeplerini, delillerini etraflı bir tetkik ve muhakemeye tabi tutmadan, gelişigüzel mütala­ alara tabi tutmak mutlaka hatadır. Onun için İzmir su­ ikastına ait hadiselerin tahlilinde de, suikastı hazırlayan­ ları tahrik eden haleti ruhiyeleri \ e memleketin o günkü umumi şartlarını gözönüne almak gerekir. Bir fırka prog­ ramının içinde yazılı "itikadatı diniyeye hürmetkardır" cümlesinin yıllar geçtikten sonra mücerred olarak çok büyük bir mana ifade etmemesi muhtemeldir. Fakat bu fırka programının bir inkılap hareketinin ertesi günü bu madde ile ortaya atıldığı düşünülür ve programın ilanın96


dan sonra tahrik edilen programcıların tesiri altında şeyh ve derviş kıyafetinde bir takım rehberleri önlerine katan bir kalabalığın isyan ederek Diyarbakır' ı işgal ve Ela­ ziz' e doğru at koşturdukları gözönüne getirilirse ve bu hadise bu suretle o maddenin neticesi olarak birbirine bağlanırsa o günün vaziyeti hakkında daha sahih (doğru) bir hüküm ve mülahazaya varmak kabil olabilir.

97



3

-

-

GAZ İ 'NİN MÜ DAHALE ETTİGİ B İR TEVKİF KARARI Sakarya Harbi esnasında idi. Bir Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi'nde hakimiz. Bir sabah İhsan Bey'le mahkemeye gidiyoruz. Karaoğlan Çarşısı'nda Taşhana yaklaştığımız sıralarda cepheye sevkedilen bir asker kafi­ lesine rastladık. Ayaklarında kirli birer içdonu, sırtlarında rengarenk yırtık pırtık birer mintan, başlarında kimisinde birer şekilsiz sade kalpak, kimisinde de rengi atmış yağlı püskülsüz birer fes. Bellerinde iplerle bağlanmış birer kasatura. Görünüşte bu askerlerin dermansız, hatta ekse­ risinin hasta oldukları zannı hasıl olmuştu. Müdafaai Milliye Vekili Refet Paşa, Müsteşarı da Diyarbakırlı Mi­ ralay Kazım Bey idi. Bu manzara karşısında İhsan Bey'le müteessirane şöyle konuşmuştuk: "- Ne yapalım? Geri kalmışız. Sanatta, servette, her şeyde geri ve fakir bir milletiz. Vatanımızı, istiklalimizi müdafaa için yalnız silahımızı, topumuzu, tüfeğimizi de­ ğil, giyecek elbisemizi de hariçten tedarik zorundayız. Hariçle rabıtamız yok, büyük devletlerle münasebatın 99


dostane olmadığı böyle bir zamanda bu hal tabiidir" di­ yor, birbirimizi teselli ediyorduk. Akşam, mahkemeden çıktık. Aynı yoldan evlerimize gidiyorduk. Karaoğlan Çarşısı'nda muhallebicinin üze­ rindeki fırka kumandanlarından miralay Hulusi Bey'in evinin önünde gayet temiz giyinmiş, üstü başı muntazam, sıhhati yerinde dinç bir asker, balta ile evin önünde yığıl­ mış olan odunları kırıyor. Belli ki bu asker fırka kuman­ danının hizmet eriydi. Böyle her şeyi tam, sıhhati, kuvve­ ti yerinde dinç bir nçfer hizmet erliği için gerilerde alıko­ nuluyor, sabahleyin gördüğümüz gibi herşeyleri noksan, kimisinin kıyafetleri · perişan, ekseriyet itibariyle hasta, ihtimal ki kimsesiz olanlar cepheye sevkolunuyordu. Bu nasıl olurdu? Tekrar mahkemeye dönmüştük. Vaziyeti mahkemede yeni baştan mütalaa ve münakaşa ettik. merkez kuman­ danı miralay Şevki Bey'e (Paşa) fırka kumandanı Hulusi Bey'in tevkifi ile mahkememize sevkine dair bir tezkere yazılmasına karar verdik. Yazdık, derhal gönderdik. Çün­ kü Hulusi Bey ' in bu hareketi mahkememizi alakadar eden cürümlerden birisi idi. Mahkemede Hulusi Bey'in gelmesini bekliyorduk. Şevki Bey telefonla fırka kumandanı Hulusi Bey'in tev­ kifine Müdafaai Milliye Müsteşarı Kazım Bey tarafından mümanaat edildiğini (engel olunduğunu) bildirdi. Bu­ nun üzerine merkez kumandanına derhal Kazım Bey'in de mahkeme kararına muhalefetten dolayı tahtı muhake­ meye alınması için hemen tevkifi ile mahkemeye sevki emrini verdik.· 1 00


Ka�ıin Bey'in bu hareketi de İstiklal Mahkemeleri Kanunu'na göre bir cürüm idi. O kanuna göre mahkeme­ nin emirlerini infaz etmeyen her kim olursa olsun aynı mahkeme tarafından tevkif ve muhakeme olunabilirdi. Merkez kumandanı Şevki Bey'e verdiğimiz bu emir ve karar herhangi bir yerde, herhangi bir kimse tarafın­ dan mümanaata uğrarsa, meseleyi Büyük Millet Mecli­ si 'ne arzedecek, icap ederse İstiklal Mahkemesi'nden is­ tifa edecektik. Az sonra, İhsan ile beni, Mustafa Kemal Paşa, istas­ yondaki ikametgahına çağırdı. Paşa, karar ve hareketimizi, salahiyetimizin harici bir taşkınlık addetmiş, çok hiddetli idi. Bizden sordu: " - Fırka kumandanını, onu takiben de Müsteşar Ka­ zım Bey'i hodbehod (kendi başınıza) tevkif ve muhake­ me altına almak salahiyetini nereden aldınız?" Cevap verdik: " - Kendi hususi evinin işini, hizmetini ordiınunkin­ den ileri tutanlar elinde, bir türlü ihzar edilemeyen ordu­ yu, manen ve maddeten tarsin ve takviye etmeye çalışı­ yoruz. Karar ve hareketimizde, Büyük Millet Meclisi'nin mahkememize verdiği kanuni . ve yüksek salahiyete isti­ nat etmekteyiz." Bu cevabımız üzerine Paşa'nın emriyle İstiklal Mah­ kemeleri Kanunu getirildi. Birlikte mütalaa ve tetkik olundu. Biz haklı idik ve kararımız kanuna uygundu. . . Mustafa Kemal asabi vaziyetini değiştirdi: " - Ben şikayet ettiğiniz bu halin önleneceğini vade­ diyorum. Bu tezkerenizi geri alarak bu seferlik bu kararı­ nızda ısrar etmemeniz mümkün müdür?"dedi. 101


İhsan Bey'le düşündük: " - Maksadımız ordu mensuplarıyla Meclis arasında bir hadise çıkarmak değil, orduda muzaffer olmak gaye­ sine matuf bir tekayyüt ve intizamın tesirini görmektir" dedik. Paşa, bu son düşünce ve kararımızdan memnun ol­ muştu. İhsan ile bana imzalı ve yazılı birer fotoğraflarını vererek memnuniyetlerini bu suretle de izhar ettiler. İngilizlerin Ankara'ya gönderdikleri casus Mustafa Sagir vakası

Harici ve dahili birtakım gaileler arasında o zaman efkarı umumiyeyi sinirlendiren ve bizi meşgul eden bir de "Mustafa Sagir" hadisesi zuhur etmişti. İstanbul'da gizli çalışan milli gruplardan biri telgrafla, Hint Hilafet Cemiyeti azasından Mustafa Sagir isminde birinin Ana­ dolu 'ya, Hint Hilafet Komitesi'nin muavenetiyle ve adeta Hindistan Müslümanlarını Anadolu'da temsil etmek için izam edildiği bildirilmişti. Dahiliye Vekaleti ilk nazarda bu malumatı mühim ve mevsuk (belgeli) addettiğinden Mustafa Sagir hakkında hürmet ve kolaylık gösterilmesi için İnebolu'ya emir ver­ mişti. Bir müddet sonra İnebolu'ya çıkan Mustafa Sagir'e gerek ahali, gerek hükümet tarafından samimi istikbal merasimi yapılmış, kendisi misafir olarak izaz edilmiş ve orada bazı nutuklar da vermişti. Kastamonu'ya geldiği zaman İnebolu'ya nazaran merasim daha eksik olmuş, 102


bundan müesssir olarak hükümete telgrafla şikayet dahi etmiş, hatta bu şikayet üzerine Vali biraz da tahtie edil­ mişti (yanlış yapmakla suçlanmıştı). Mustafa Sagir üzerindeki bu fena tesiri izale maksa­ diyle olacak ki Ankara'ya yaklaştığı zaman Gazi Paşa beni bizzat istikbale göndermişti. Ankara'nın Çankınka­ pısı dışında karşılaştığım zaman arabasında Kemalettin Sami Paşa ile beraber bulunuyordu. Gazi'nin selam ve muhabbetlerini iblağ ettim ve onun namına "hoşgeldi­ niz" dedim. Aynı arabaya binerek kendisini Millet Mec­ lisi binasına getirdim. Orada hemen Gazi'ye mülaki oldu. Görüşme yarım saat kadar bile devam etmedi. Mustafa Sagir, Gazi'nin yanından çıktı ve ikametine tahsis edilen Hürriyet Oteli'ne götürüldü. Mustafa Sagir çıktıktan sonra Gazi'nin yanına gir­ miştim. Gazi, Mustafa Sagir'in görüş tarzından hiç de memnun görünmüyordu. Adam hakkındaki intibalarını sorduğum zaman: "- Dikkatli olmalı! Mükemmel bir casustur! " demiş­ lerdi. O zaman Dahiliye Vekili Adnan (Adıvar) Bey'di. O da daha ilk temasında Mustafa Sagir'in casusluğundan şüphe etmiş, Hind Hilafet Cemiyeti murahhası olarak Ankara'ya gelmiş olan bir adamın birçok ziyaretler kabul ettiği ve birtakım insanlarla görüştüğü halde sıkı teması ve münasebet tesis etmesi lazımgelen hükümetten uzak bulunmayı tercih etmesi ve yaptığı temaslarda İngilizler­ den bahsetmiyerek daima Rusların aleyhinde bulunması nazarı dikkati celbetmiş ve şüpheyi arttırmıştı. İşi mey103


dana çıkarmak için isabetli tedbirlerle iyi bir hareket yolu takip etmiştik. Bu sayede de günün birinde İstanbul 'daki meşhur "Nelson" a gönderilmek üzere ecza ile büyük bir kağıt üzerine yazılmış ancak iki satırlık mektubu elde edilmiş, üzerine dökülen amonyak ile meydana çıkmış olan muhteviyatı şüpheli görülerek kendisi tevkif edil­ miş, yapılan isticvap ve tahkikattan sonra yakayı ele ve­ ren bu yaman casus, azasından bulunduğum 1 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi 'ne tevdi edilmişti. Bu suretle mahkememiz o andan itibaren yalnız Türkiye için değil, dış alem için fevkalade mühim olan bir hadiseye el koy­ muş bulunuyordu. Sagir kimdi, nasıl gelmişti?

İngiliz Hariciye Nezareti'nin ta gençliğinden beri tahsiline itina ve ihtimam ederek (özen göstererek), bil­ hassa Şark için yetiştirdiği anlaşılan bu adam müthiş bir casus olmakla beraber o kadar zeki değildi. O esnalarda Ankara'da bina bulmak hayli müşküldü, büyük bir gayret ve müşkülatla bir mütekait zabitin evi kiralanmış, mahkememiz bu evde faaliyete geçmiş bulu­ nuyordu. Evin üst katında merdivenden çıkınca dar bir salon, bu salonun sağında müzakere salonu ve katiplerin çalışma odaları vardı. Muhakemeler bu dar salonda yapı­ lırdı. Salonun siyah perdeli iki dar penceresi, önünde at nah şeklinde küçük bir heyeti hakime kürsüsü ve heyeti hakimenin oturduğu yerin arkasında ve tam iki pencere arasında yeşil bir levha üzerine siyah ile yazılmış: 1 04


" 1 Numaralı İstiklal Mahkemesi heyeti, mücadele­ sinde Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmaz" yazısı vardı. Salon heyeti umumiyesiyle heybetli idi. Mustafa Sagir'in ilk isticvabını burada, aleni muhakemesini ise Ağır Ceza Mahkemesi'nin büyük salonunda yapmıştık. Mustafa Sagir mahkememizin salonuna getirildiği vakit gözüne çarpan heyeti hakime arkasındaki asılı lev­ hanın onu çok ürküttüğü ve çok heyecana getirdiği görü­ lürdü, sinirli bir haldeydi. Hiç durmadan heyecanla müte­ madiyen etrafı ve heyeti hakimeyi tetkik ediyordu. İsmi­ nin Mustafa, babasının isminin Zekeriya olduğunu söyle­ yen bu Hintli, otuz üç yaşından biraz fazlaca idi. Ayağın­ da reyye pantalon, sırtında redingot, başında kıpkırmızı bir fes vardı. Kısa boylu ve şişmandı; irin gibi sapsarı bir rengi vardı. Daha ilk isticvabında öğrendiğimize göre bu adam o güne kadar İngilizler hesabına neler yapmamıştı ki! Bu mel'un Ankara'ya geliş tarzında da cidden büyük bir maharet göstermişti.

İlk temasları ve dostlukları

İstanbul ' a geldiği zaman kendisini saf, mütevazi, kalbi milletimize muhabbetle, müslüman dünyasının uğ­ radığı cefa ile çarpan bir dindaş olarak tanıtmıştı. Milli hareketimizle samimi alakasını göstererek, her nasılsa er­ kanıharp binbaşılarından Filibeli Ali Rıza Bey'le (Gene­ ral Ali Rıza Artunkal) münasebet tesis etmiş ve bu zatın daha ilk günlerde emniyetini elde etmişti. Ali Rıza Bey'in delaletiyle süvari kaymakamlığından mütekait 105


Aziz Bey'le temasa gelmiş, ilk görüşme Filibeli Ali Rıza Bey'in evinin karşısında Mustafa Sagir'in oturduğu evde vaki olmuş, Mustafa Sagir, Hind Hilafet Cemiyeti'nin murahhası olarak kendini tanıtmış. Bu ilk görüşmeden sonra Filibeli Ali Rıza Bey, Aziz Bey'e gelmiş: "Müteferrik (ayrı ayrı) çalışmak olmaz, İstanbul'da Türk-Hind Muhadenet Cemiyeti namıyla bir cemiyet teş­ kil edelim, bu adamın alemi İslam hakkında calibi dikkat (dikkat çekici) tetkikleri vardır. Bu sayede alemi is lam ile münasebet tesis edelim" demiş. Aziz Bey de bunu ka­ bul etmiş. Bir gün sonra Filibeli Ali Rıza Bey bir nizam­ name müsveddesi getirmiş; Aziz Bey müsveddeyi göz­ den geçirmiş: "Zararlı bir şey değil, bu müsvedde üze­ rinde görüşelim" demiş. Fakat üç gün sonra Mustafa Sa­ gir'in evinde toplandıkları vakit, Filibeli Ali Rıza Bey ta­ rafından tesvid edilen nizamnameyi tabedilmiş olarak bulmuş. Aziz Bey Nizanıname'nin Filibeli Ali Rıza Bey tara­ fından istical edilerek tabettirilmek (acele olarak bastı­ rılmak) suretiyle bir emrivaki yaptığından sinirlenmekle beraber bunu hiçbir veçhile mahzurlu görmediği için red de etmemiş. Yalnız böyle bir cemiyet kurmak için Musta­ fa Sagir'in elinde vesikası olup olmadığını sormuş. Buna Ali Rıza Bey cevap vererek, "Hind Hilafet Cemiyeti Re­ isi Mehmet Ali Han'dan mektup var. O mektuplan ben gördüm. Pasaportunun arkasında da Hind Hilafet Cemi­ yeti'ne dahil olduğuna dair resmi vesika var, onu da gör­ düm" demiş. Bunun üzerine Aziz, Filibeli Ali Rıza, Bah­ riye Mektebi Müdürü Hamit Naci, erkanıharp binbaşısı 106


Müfit ve Hamit Naci Bey'in damadından mürekkep ola­ rak Filibeli Ali Rıza Bey'in istediği cemiyet kurulmuş ve riyasete Aziz Bey seçilmiş. Hatta nizamnameleri muci­ bince reise (1 00), azaya (40) lira maaş dahi tahsis edilmiş. Emniyet telkin eden hadise

İçtimalardan bir gün sonra Düveli İtilafiye memurla­ rıyla İstanbul Merkez Kumandanlığı'ndan bazı zabitler Mustafa Sagir'in evini basmışlar. Mustafa Sagir biraz ev­ vel dışarıya çıkmış olduğu için bulamamışlar. Evini taharri etmişler (aramışlar), bazı evrak almışlar. Aynı zamanda Filibeli Ali, Rıza Bey'le diğer arkadaşlarını tevkif ederek merkez kumandanlığına götürmüşler. Bir müddet sonra Mustafa Sagir Merkez Kumandanlığı'na gelmiş, celadetle: "- Siz nasıl milletsiniz? Biz uzak yerlerden geliyor, size hizmet etmek istiyoruz. Sizde zerre kadar kan yok mu, ne yapıyorsunuz" diye bağırmış. Bunun üzerine Merkez Kumandanı kendisine tarziye vererek (özür dile­ yerek) tevkif ettikleri zevatı serbest bırakmış. Bunun üzerine artık Filibeli Ali Rıza Bey'in ve arka­ daşlarının düşüncesiyle Mustafa Sagir'in İstanbul'dan uzaklaşması ve Ankara'ya gitmesi münasip görülmüş. Esasen guya Mustafa Sagir Mehmet Ali Han'dan Anado­ lu'ya gidip Kuvayı Milliye ile doğrudan doğruya temas etmesi için emir almış. Aziz Bey vasıtasiyle bütün hare­ ket hazırlıkları yapılmış, motör tutulmuş. Tam hareket edeceği sırada Filibeli Ali Rıza Bey gelmiş: "Motör pa­ rası fazla tutuyor, motörle gitmesi müşkül olacak, onu 1 07


Bulgaristan tarikiyle (yoluyla) göndereceğim. Filibe'ye uğrar orada yardım görür, iş daha kolay olur" demiş. Mustafa Sagir Bulgaristan'a hareketten sonra yolda muhalefeti havadan İğneada'ya düşmüş, orada Yunanlılar yakalayıp Atina'ya götürmüşler. Bilahare İngilizlerin müdahalesi üzerine oradan kurtulmuş, tekrar İstanbul' a gelerek Filibeli Ali Rıza Bey'in karşısındaki eski evine yerleşmiş. Esefle kaydetmeli ki bu zevat hala bu adamın safiyetine inanmışlar ve hareket tarzından hiç de şüphe etmeyerek, hatta eline "şayanı itimattır" (güvenilebilir) diye bir de vesika vererek Ankara'ya göndermişlerdi. Sonradan anlaşıldı ki Mustafa Sagir bu zevatla olan bü­ tün temaslarını ve yaptıkları işleri günü gününe İngilizle­ re haber veriyordu. Mustafa Sagir'in mazisi

Mustafa Sagir'in yaptığımız isticvabından ve aleni muhakemesinden aldığımız neticeler şu idi: İngilizler Hindistan'ın muhtelif semtlerinden her beş senede bir, müteaddit Hintli çocuk tefrik eder (ayırır), bunları tahsil ve terbiye edilmek iizere hükümet hesabına İngiltere'ye gönderirlermiş. Mustafa Sagir'i de bu meyanda henüz on yaşında iken intihap edip kendisini Londra'ya gönder­ mişler, bir kasabada hususi bir mektepte okutmuşlar. "Edinburg"da bir sene çalışarak "Oksford" imtihanlarını hazırlamış. "Oksford"daki "Linkin" kolejine giTI:niş. Bu­ rada dört sene tahsilden sonra diplomasını alarak Hindis­ tan' a gitmiş. İngilizler tarafından kendisine: " İngilte1 08


y

re' e sadık kalacağına, kral ve imparatorun taç ve tahtı tehlikeye maruz bulunduğu takdirde bu hususta hayatını bile fedadan çekinmeyeceğine dair Kuranı Kerim üzerine yemin ettirilmiş. İlk vazife olarak 1 9 1 0 senesinde Mustafa Sagir Mı­ sır'a gönderilerek orada Mısır milliyetperverlerinin ahval ve harekatını tetkike memur edilmiş. Kendine, oraya Arapça tahsiline gelmiş bir Hindli sıfatı vererek birtakım ca'li (yapmacık) ve safiyane. tavırlar takınarak, İstan­ bul'da yaptığı gibi, Mısır'da da milliyetperverlerin arası­ na girmeye muvaffak olmuş ve hatta reisleri "Ali Fehmi Kamil" ile de dostluk peyda ederek bunların bütün iç­ yüzlerini ve gayelerini anlayıp raporla İngiliz Hüküme­ ti 'ne bildirmiş.

1 9 1 1 'de "Povta" Valisi, bir Hintli anarşist tarafından atılan bomba ile öldürüldüğü zaman, firara muvaffak olan fedai hakkında yapılan tahkikat neticesinde, bunun Alman darülfununlarında (üniversitelerinde) tahsil et­ miş "Morlu Dehar" namında bir genç olduğu anlaşılınca, İngilizler Almanya'da tahsilde bulunan Hint talebelerin­ den ürkmeye başlamışlar, bunların ahval ve harekatını te­ cessüs ettirmek için Mustafa Sagir'i derhal Almanya'ya göndermişler. Orada da kendisine tahsile gelmiş bir tale­ be süsü vererek " Haydelberg " Darülfünunu ' na girip mevcut Hintli talebelerin ahvalini yakından takip ettikten sonra "Hansrac" ve "Mahadeva" isminde iki genç Hintli anarşistin bütün vaziyetlerini tetkik etmiş ve oradan fel­ sefe doktoru unvanını alarak İngiltere'ye avdet eylemiş. İngilizler bu olgun casuslarına dünyayı göstermek için

109


Mustafa Sagir'i 1 9 1 3'te bir harp gemisi ile üç ay devam eden bir devrialem seyahatine de çıkarmışlar. Bu seya­ hatten avdetinde Hindistan nezareti kendisini Türkiye, İran ve kısmen de Afganistan ahvali ile meşgul olmak üzere umuru şarkiye (doğu işleri) dairesine tayin ediyor. Harbi Umumi 'de Hindistan'ın vaziyeti ehemmiyet kesbettiği (önem kazundığı) zaman oraya gönderilen bu mel'un adam Valii Umumi 'nin maiyetinde bir müddet çalıştıktan sonra Hindistan Nezareti Umuru Maliye Mü­ dürü Umumisi " Lord Radstok"un tavsiyesiyle Erkanı Harbiyei Umumiye istihbarat şubesine memur ediliyor ve Londra'ya geliyor. Bu adamın isticvabında Harbi Umumi içinde çok mühim roller oynamış ve muhtelif memleket­ lerin casusluk ve propaganda teşkilatıyla uğraşmış oldu­ ğu görüldü. Bilhassa İsviçre'ye memur edildiği zaman orada bütün harp müddetince Hind istiklali için çalışan Hintli bir vatanperver süsü verdiğini, birçok Türk ve Al­ manları iğfale (kandırmaya) muvaffak olarak onların fe­ laketine sebep olduğunu anlamıştık. Bu mel'un casus bi­ ze o zaman İran'da çıkan " Davetül-halk" gazetesinin neşri için İngilizler'in, İngiliz taraftarı �lan "İrantı1" he­ yetine para verdiklerini, Kaşgar aşiretlerinin isyanını, (Muhammere) şeyhine İngilizler'in para verdiğini ve bu­ nu nasıl kullandığını, tsfahan 'daki İngiliz adamlarının na­ sıl çalıştıklarını, (Yehad) gazetesine verilen paralarla ne­ ler yaptırdıklarını, Harbi Umumide İran Şahı 'nı nasıl el­ de ettiklerini, Bağdat'ta hafi (gizli) teşkilata memur Mu­ hammed Şahın Hankin hududunda Rauf Bey'le (Eski Başvekil) musademe eden aşiretleri nasıl teşvik ettiğini 1 10


ve buna benzer daha birçok şeyleri anlatmıştı. Bir aralık da Afganistan'a gönderilmiş, orada İngil­ tere aleyhindeki faaliyetleri tetkik etmiş. Afganistan aleyhine çalışarak ika edilen suikastlara karışmış. Afga­ nistan'da İngilizler'den aldığı elli bin lirayı sarfederek el­ de ettiği Afganlılarla teşriki mesai etmiş, nihayet "Hay­ dar" isminde bir Afganlıya Afganistan Emirini öldürt­ müş, Afgan hükümeti kendisini şüphe üzerine tevkif et­ miş fakat İngilizler'in nüfuz ve tesiriyle yalnız hudut ha­ ricine çıkarılmakla yakayı kurtarmaya muvaffak olmuş. Bundan sonra tekrar İngiliz hariciyesinin umuru şarkiye şubesindeki vazifesine dönmüş. Mahkemede anlattıklarına göre Sagir'in casusluğu çok müthişti, mühim bir İngiliz casusu idi. Casuslukta mühim bir maharet göstermiş ve muvaf­ fak olmuş olan Mustafa Sagir'i İngiliz hariciyesi bu defa da vazifelerin en mühimmine, Anadolu'da milli harekatı akamete uğratmak için çalışmaya ve elinden gelebilecek suikastleri ihzar etmeye (hazırlamaya) ve yaptırmaya göndermişti. Ankara'ya ne yapmaya gelmişti?

Hint Müslümanlarının murahhası olarak, onların verdikleri bir buçuk milyon altın ile Anadolu'da mektep­ ler yaptıracağını, milli ordunun nevakısını (noksanları­ nı) ikmaline çalışacağını söyleyen, kendisini saf ve te­ miz bir dindaş gibi gösteren ve böyle bir tavır takınmış olan bu yaman casus alttan alta Gazi'nin hayatını tetkik111


ten ve ona bir suikast tertibi için hazırlıklar yapmaktan da çekinmemişti. İyi tetkikler yapmış. Gazi'nin aşçı ve vekilharcının bahşiş alır takımından olmadıklarını, Ga­ zi'ye sadık ve bağlı oldukları için onları elde edip vasıta­ larıyla yemeklerine zehir koydurarak öldürtmenin imkan­ sızlığını anlamış, ata veya otomobile binerken yaverleri ve yanında bulunan sadık arkadaşları derhal ata veya oto­ mobile binmeyip onun binmesini beklerler ve bininceye kadar da etrafı tarassut ederlermiş (gözlerlermiş). Bunun için de Gazi'ye kolay kolay silah atılıp öldürülemezmiş. Türk zabıtası bu hain casusun müessif bir hadise çı­ karmasına meydan vermeden bütün planlarını altüst edip meydana çıkarmaya muvaffak olmuştu. Bu suretle birçok memleketlerde maharet ve muvaf­ fakiyetle iş gören bu resmi İngiliz casusunun, onu, emir, talimat ve para vermek suretiyle harekete getiren Türki­ ye 'deki İngiliz casus şebekesinin ve İngiliz hariciyesinin bütün gizli faaliyet ve hazırlıklarını meydana çıkarmış olan Dahiliye Vekili Adnan Bey'i tebrik etmemek kabil değildi. Memleketimize karşı kasdi ne idi, bu hiyaneti nasıl yapabilecekti, bir İslam olarak bu vazifeyi nasıl kabul et­ mişti? Bunları sorduğumuz zaman: "- Bu memleketin evladından değilim, hiyaneti vata­ niye ile maznun olamam. Ben Türk nimeti ile perverde olmadım. Beni İngiliz yetiştirdi. Siz yetiştirmiş . olsaydı­ nız size de aynı vazifeyi yapardım" demiş ve: "Hayat tuhaf şey. idam. Fakat korkmuyorum. İzzeti nefis mahvolduktan sonra hayatın kıymeti yoktur. İslam-

1 12


da merhamet vardır. Siz merhamet ederseniz size daha çok İngiliz esrarını söyleyeceğim ve yazacağım . . . Bili­ yordum Türkiye'de iki türlü kalabilirim: Merhamet eder­ seniz yerin üstünde, etmezseniz yerin altında" sözlerini ilave etmişti. Günlerce devam eden muhakemesi neticesinde mel'unun memleketimizdeki casusluğu ve hiyaneti ta­ hakkuk etmiş adaletin pençesinden kurtulamayarak idam edilmişti. Bunun idamının İngilizler'i üzerimize saldırta­ cağını düşünenler vardı. Fakat bu düşünceler yersiz, ma­ nasızdı. Çünkü bu kadar aleni ifşaatı İngilizler üzerlerine alacak kadar tecrübesiz ve saf değillerdi. Ali Şükrü Bey hadisesi ve Topal Osman vakası

Milli Mücadele esnasında Osman Ağa ile Miralay Osman Bey ayn ayn ve fakat başlı başına birer tipti. Biri Topal Osman, diğeri de Kasap Osman ismiyle anılırlardı. Osman Ağa, aslen Giresunlu olup Giresun'dan topla­ mış olduğu milli kıyafetli, oldukça kuvvetli bir müfreze ile Ankara 'ya gelerek Milli mücadeleye ve bilahare bu müfrezeden Giresun Alayı teşkil edilerek kendi kuman­ dası altında Sakarya Harbine de iştirak etmişti. O zamanlar vaziyeti harbiye icabı cepheden geriye herhangi bir kuvvet çekmek doğru görülmediği için Gi­ resun Alayından tefrik edilen bir Laz müfrezesi Gazi Pa­ şa'nın muhafazasına memur edilmişti. Köşkte ve gittikle­ ri yerlerde Gazi'nin muhafazasından bu müfreze mesul­ dü. Müfreze vazifesini kemali sadakatle ifa ediyordu. O 1 13


karışık günlerde Gazi şehir içersinde bir tarafa giderse, gittiği yollardan mühim noktalarla gittiği ve oturduğu ye­ rin etrafı bu müfreze tarafından tahtı emniyete alınırdı. müfreze zaptü rapt ve vazife itibariyle Başyaverin emrin­ de bulunurdu. Osman Ağa, okur yazar değildi. Milli duygularla çok mütehassıs, süreta halim ve selim görünür, fakat ru­ hen pek hadid ve şedid, çok haşin bir adamdı. Hissiyatını hiç belli etmez, aklına her geleni yapar ve yapabilir ka­ rakterdeydi. Ayağından geçirmiş olduğu bir kazadan do­ layı aksar bir vaziyette olduğundan kendisine Topal Os­ man lakabı verilmişti. Giresun Alayı teşkil edildiği zaman ona askeri kay­ makamlık payesi verilmişti. Askeri üniformayı giyerek elinde baston, arkasında müfreze efradından bir iki ada­ mı olduğu halde çarşı pazar dolaşmaktan çok zevk alırdı. Kendisi, Samanpazan'nda kiraladığı bir evin üst katında emniyetli bir iki adamı ile birlikte ikamet ederdi. Ga­ zi ' nin muhafazasına memur edilmiş Laz müfrezesi ise Çankaya civarında, Ayrancı 'da Papazın Bağı denmekle maruf olan bağdaki köşkte bulunurdu. Müessif hadise nasıl olmuştu?

29 Mart 1 923 Perşembe günü Ankara'da kulaktan kulağa fısıldanan ve türlü türlü kötü tefsirleri yapılmakta olan müessif bir hadiseden haberdar olmuş bulunuyor­ duk. "Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey salı akşamından l l4


beri ortada yokmuş. Salı akşamı çarşıdaki kahvelerden birinde oturduğu görülmüş. Ondan sonra meydana çık­ maması ailesini meraka düşürmüş, hükümete müracaat edilmiş. Hükümet derhal şiddetli bir tahkikat ve takibata girişmiş ..." Ali Şükrü Bey'in muhalefette faal bir rol oynamakta olmasından dolayı gaybubetine türlü türlü manalar verili­ yordu. Kulaktan kulağa fısıldanan bu hadise aynı gün Mec­ lise intikal ettirilmişti. Hakikaten salı gününden itibaren Ali Şükrü Bey'in meydanda olmadığı anlaşılıyordu. Mecliste heyecan

O sabah Meclise girdiğim zaman manzara pek hazin idi. Heyeti umumiyetle büyük bir heyecan vardı. Mebus­ lar bu gaybubeti siyasi bir şekilde tasvir ederek Ali Şükrü Bey'in şimdiye kadar bulunamamasından dolayı bir yan­ dan şiddetle hükümeti tenkid ediyorlar, diğer yandan da, "bu gaybubet siyasi ise, demek ki bu memlekette herhan­ gi bir fikrin serdarı ölecektir?" diye imalı beyanatta bu­ lunuyorlar: "- Biz masuniyet istiyoruz, mücadele etmeliyiz." di­ ye bağırıyorlar ve celadet gösteriyorlar. Fakat açık olarak sarih (açık) ve müsbet bir ithamda bulunamıyorlardı. Allah rahmet etsin, Kırşehir Mebusu Yahya Galip Bey, artık böyle müphem ve imalı laflara ve ithamlara dayanamayarak ayağa kalktı. Hatibin birine: 1 15


"Sus canım. Açık söyle de anlayalım. Böyle müphem sözlerden kimse bir şey anlayamaz ve hiç kimse de bunu kabul etmez." diye bağırmaya mecbur olmuştu. Buna: " - Açık söylüyoruz. Müphem değildir. Susmayaca­ ğız." diye cevap verenler hata müsbet ve sarih bir şeyler söylemiyor, imalı sözlerine devam ediyorlardı. Ali Şükrü Bey'in gaybubetinden dolayı Mecliste ga­ yet samimi olarak içten acı duyanlar çoktu. İcra Vekilleri Reisi Rauf Bey, bu arkadaşların bütün heyecanlarını, te­ essürlerini teskin için Meclisin itimadına mazhar olan hükümetin ve hür adliye ile polis ve jandarmanın her te­ sirden uz<ı;k bulundurularak vazifesini yapacağını ve bu hususta şimdiden faaliyete geçmiş olduğunu, bu birkaç gün içinde bütün hakikatin tezahür edeceğini temin edi­ yor ve Adliye Vekili Rifat Bey de bunu teyid ediyordu. Şayanı hayrettir ki hatipler bir taraftan acı acı bağıra­ rak: " - Müsebbipler kim olursa olsun, meydana çıkarıl­ sın, tecziye edilsin! " derlerken bir aralık Osman Ağa, sa­ miin locasında bu manzarayı seyreder ve hatipleri dinler­ ken gözüme ilişti. Fakat hiçbir şey hatır ve hayalime gel­ memişti. Hatta Meclis tatil edildiği zaman bahçede Os­ man Ağa'ya rastladım: "- Hayrola Ağa. Ne var ne yok? dedim. Bana hiçbir şey söylemedi. Bilakis o benden bir şeyler sormak isti­ yordu. Yalnız her zamanki gibi değil, biraz heyecanlı idi. Bu heyecanın sebebini de iş meydana çıktıktan sonra far­ ketmiştim. 1 16


Osman Ağa'dan nasıl şüphelenildi?

Hükümet, işi bizzat eline almış, adliyeyi ve zabıta kuvvetlerini harekete geçirmişti. Geceli gündüzlü yapılan şiddetli takipler, tarassutlar ve tahkikat neticesinde, gay­ bubeti akşamı, Ali Şükrü Bey'in Karaosman Çarşısında­ ki Kuyulu Kahvede oturduğu ve bilahare Osman Ağa müfrezesinden Mustafa Kaptanla beraber kalkarak kol­ kola yürüdükleri tesbit edilmişti. Ayrıca yapılan diğer tahkikatta ise Şükrü Bey'in gaybubeti akşamı Osman Ağa'nın Samanpazarı'ndaki evinden acı acı birtakım ses­ ler işitildiğini, hatta evin üst katında oturan diğer kiracı­ ların korkarak evden komşuya kaçtıklarını, Osman Ağa ertesi sabah bu kiracıların kaçtıklarını işittiği zaman ken­ dilerine: " - Neden korkup kaçtınız? bizim müfrezeden iki ne­ fer münasebetsiz hareketler yapmıştı da onları iyice bir dövdüm! " diye kadınlara verdiği lüzumsuz izahatı ve sa­ bahın erken saatinde Osman Ağa'nın kapısına eşya nakli bahanesiyle bir arabanın getirilmiş olduğunu tesbit edi­ yordu. Bunlardan şüphelenen adliye, Osman Ağa ile Musta­ fa Kaptan haklarında tevkif müzekkeresi kesmişti. Mus­ tafa Kaptan derhal tevkif edilmiş, fakat Osman Ağa orta­ da bulunmadığı ve gaybubet ettiği için tevkif müzekkere­ si infaz edilememişti. Aynı zamanda, Ankara şehri haricinde de takibat ya­ pılıyordu. Hariçteki taharriyat ve takibatı yapan jandar­ ma mülazımı Kemal, o zaman bana da anlattığına göre, 11 7


her tarafı aramış, taramış, izleri takip etmiş ve ümitsiz olarak tam şehre avdet edeceği anda diğer bir iz dikkatini celbetmiş. Bulduğu ve takibe başladığı bu izlerin sonun­ da taze bir toprak kümesi üzerinde sineklerin uçuştuğunu görünce kümeyi açtırmış ve hemen orada, satıhta çadır bezine sarılmış bir ceset çıkmış ve bu cesedin Ali Şükrü Bey'e ait olduğu tesbit edilmiş. Bunun üzerine katlin Osman Ağa tarafından yapıldı­ ğı kanaati kuvvetlenerek, Osman Ağa'nın aranılmasına ve tevkifine bir kat daha ehemmiyet verilmişti. Nihayet kendisinin Ayrancı bağlarında Papaz'ın köşkünde bulun­ duğu anlaşılmıştı. Fakat bu cinayeti işleyen Osman Ağa'nın öyle kolay kolay teslim olmayacağı da nazarı dikkate alınıyordu. Gazi'nin teessür ve ıstırabı

Cinayeti haber alan Gazi çok müteessirdi. İnkılap ta­ rihi için bir leke teşkil eden hadiseden ve Ali Şükrü Bey'in bu suretle feci bir akibete uğramış olmasından üzüntü ve ıstırap duyduğu açıkça belliydi. Aynı zamanda emniyet ettiği ve hayatını muhafazasına bıraktığı bir müfreze kumandanının hiç kimseye haber vermeksizin kendi efkarına uyarak ve şahsi hissiyatına kapılarak böy­ le bir cinayet irtikap etmiş olması, bu ahlakta bir adamın günün birinde daha nelere cüret edebilmek istidadında olduğunu da meydana koyduğu için Gazi aynca muzda­ rip olmaktaydı. Osman Ağa aleyhine deliller kuvvetlendiği zaman 1 18


Gazi Paşa, Seryaver Salih Bey'le (Bozok) Merkez Ku­ mandanı Binbaşı Rauf Bey'i bizzat Osman Ağa'nın nez­ dine göndererek bu işi kendisinin yapıp yapmadığını dü­ rüst olarak söylemesini istemişti. Buna karşı Osman Ağa kemali ciddiyetle ve katiyetle cinayeti inkar etmiş ve kendisinin böyle bir şeyi yapmayacağını temin etmişti. Osman Ağa'nın delillerin kuvvetine rağmen bu kati inkar yoluna sapması Gazi 'yi daha ziyade şüpheye dü­ şürmüştü. Gazi, Osman Ağa'nın kolay kolay teslim ol­ mayacağını da düşünüyordu. Halbuki kendisinin behe­ mehal tevkif edilip adliyeye teslimi de elzemdi. Gazi, İs­ mail Hakkı Bey'e (Tekçe), Topal Osman'ı mutlaka elde etmesi için emir verdi. İsmail Hakkı Bey de kıtasını ala­ rak Ağa'nın tahassun ettiği (kapandığı) evin etrafını sar­ dı. Osman Ağa'ya teslim olmasını teklif etti. Osman, tes­ lim teklifini kabul etmedi, müsademe (çatışma) başladı. Yanın saat kadar süren müsademe neticesinde Os­ man Ağa yaralanarak elde edilmiş ve yirmi dakika sonra da nakledilirken aldığı yaranın tesiriyle, sedye içinde öl.: müştü. Bu müsademe esnasında Giresunlulardan mürekkep Giresun müfrezesinden on iki ölü, müteaddit yaralı, aske­ ri kıtaattan da bir ölü ve bir iki yaralı vardı. Bu hadisede asıl acıklı olan noktalardan biri şuydu: Giresun müfrezesinden ölen ve yaralı olanların kısmı azamı, askeri kıtanın isyan ederek köşke hücum ettikleri­ ni zannetmişler, silahlarım kaparak köşk civarına koş­ muşlar, orada köşkü muhafaza düşüncesiyle müsademe­ ye iştirak etmişler. Müfrezenin efradından diğerlerinin de 1 19


aynı düşünce ile müsademe etmiş olduklarını sonradan sağ kalanlardan anlamıştık. Bu vaziyeti duyunca Gazi çok müteessir olmuştu. *

Gazi Paşa, İsmail Hakkı Bey'e emirlerini verdikten sonra köşkte kalmayı tehlikeli ve lüzumsuz gördükleri için Latife Hanım'la birlikte yakınlarında bulunan Fethi Bey'i ve ailesini de beraberlerine alarak istasyona, kale­ mi mahsus binasına gelmişler ve bizleri de oraya çağır­ mışlardı. Rauf Bey de orada bulunuyorlar ve müsademe­ ye ait vaziyeti Gazi ile birlikte takip ediyorlardı. Müsademeden sonra Gazi, Recep Zühtü Bey'e emir verdi. Vaziyeti yerinde görerek tafsilat getirmesi için va­ ka mahalline gönderdi. Recep Zühtü oraya hareket ettiği zaman hala ateş kesilmemiş, tek tük devam edip duruyor­ du. Biz istasyondaki binadan fasılalı silah seslerini işiti­ yorduk. Muhaliflerden ekserisi hala bu müsademeyi bir mu­ vazaa (anlaşmalı) zannediyorlar ve Osman Ağa aleyhine yapılan böyle bir harekete ihtimal vermiyorlardı. Nihayet Kırşehir Mebusu Müfit Hoca ile Ankara Mebusu Hacı Bayram Veli Şeyhi Şemsettin Efendi bir arabaya binerek vaka mahalline gitmişler ve hadiseyi gözleriyle görmek istemişlerdi. Bu esnada Recep Zühtü Bey'den de vaziyet hakkında izahat almışlar, Osman Ağa'nın ölü olarak ten­ kil edilmiş olmasına hayret etmişler. *

Meclis, Hükümet Reisi Rauf Bey' in yaptığı beyanat ile cinayet faillerinin meydana çıktığını ve Osman 1 20


Ağa'nm tevkif emrini dinlemeyerek müsademe netice­ sinde ölü olarak ele geçtiğini öğrenince tekrar heyecana ve galeyana geldi. Hatipler hararetli nutuklar söylediler. Nihayet Van Mebusu Haydar Bey'in bir teklifi üzerine Osman Ağa'nın cesedinin Meclis'in karşısında asılması­ na karar verdiler. Ve Ali Şükrü Bey'in Trabzon'a nakle­ dilecek cenazesine Meclis namına Trabzon Mebusu Ne­ bizade Hamdi Bey'le Ziya Hurşid'i memur ettiler. Cenaze merasim ile Ankara 'dan Trabzon' a nakil ve oraya defnedilmişti. Ali Şükrü Bey kimdi ve bir hatıra

Ali Şükrü Bey merhumun gaybubeti sıralarında ve bilahare Osman Ağa tarafından boğdurulmak suretiyle öldürtülmüş olmasının tahakkuk etmesinden sonra Mec­ lis 'teki birinci grup mensuplarından bazılarının kürsüde yapmış oldukları beyanlarda ve bunlardan bir kısmının kulaklara fısıldadıkları dedikodularda dillerinin altında söylemek istedikleri bir şey vardı. Fakat bunu açığa vur­ maya cesaret edemiyorlardı. Çünkü bu imalı beyanlarının delilleri olmayan birtakım dedikodulardan ibaret olduğu­ nu kendileri de bilmiyor değillerdi. Onların ima etmek istedikleri nokta şu idi: Evvelce de işaret edildiği gibi Yunan ordusu Eskişe­ hir-Afyon hattına çekilmiş, Sakarya'dan sonra, arada bir seneye yakın bir zaman taarruz için hazırlık devri geçir­ mişti. İşte bu sıralarda ikinci grup arasında bir dedikodu başlamıştı: 121


"Bu memleketin mevcut ordudan daha kuvvetlisini çıkarmaya artık kudreti yoktur. Bu mevcut kudretle de Mustafa Kemal düşmanı atamayacaktır. Millet bu ordu­ yu, bu yükü daha ne kadar taşıyacaktır. Binaenaleyh bir yol bulmalı ki bu mesele halledilmiş olsun ! " diyen bazı mebuslar vardı. Maalesef Ali Şükrü Bey gibi vatansever bilinen bir zat da bu kötü zihniyetin mürevviçleri (taraflıları) ara­ sında idi. Hatta bu zihniyeti müdafaa maksadıyla Ali Şükrü Bey' in b ir gün kürsüden İngiliz İmparatorlu­ ğu'nun şevket ve kudretinden ve donanmasının azame­ tinden bahsederek ve bazı İngiliz mecmualarının yazdık­ larını okuyarak Meclis'in maneviyatına fena tesirler yap­ tığını gören İhsan (Topçu) Bey'in: " - Gözün kör olaydı da onları okumaz olaydın! " de­ mesi, işi o zaman dövüşmeye kadar götürmüştü. Ali Şükrü Bey ile İhsan Bey arasında bu hadisenin vukua geldiği günün akşamı, Gazi Paşa Keçiören'deki evime gelmişler ve akşam yemeğini arkadaşları ile bera­ ber, bizde yemişlerdi. Bir yaz günü olduğu için sofra bahçede kurulmuş, açıkta oturuyorduk. Konu komşu etraftan gelerek bağlar içinde, candan sevdikleri Gazi'yi yakından seyretmek için bahçenin etrafına toplanmışlardı. Sofrada daima olduğu gibi açık ve samimi hasbihal­ lerde bulunuluyordu. Yemek-içmek arasında bir an gö­ rüşmeler, o gün İhsan Bey ile Ali Şükrü Bey arasında ge­ çen Meclis'teki dayak hadisesine intikal etti. Hazır bulu­ nan mebus arkadaşlar, Ali Şükrü Bey'in kürsüde kötü bir 1 22


zihniyetin mahsulü olan ve heyeti umumiyenin manevi­ yatını kıran, beyanatını bahis konusu ederek İhsan Bey'in haklı olduğunu tebarüze çalıştılar. Gazi, Ali Şükrü Bey'in bu beyanatını dinledikten sonra hiç de beğenme­ mişti. Hatta çok müteessir olarak: " - Arkadaşlar, böyle beyanatta bulunan adamlar cid­ den dövülmeye layık adamlardır! " diye teessürlerini iz­ har etmişler ve bu mevzu üzerinde uzun uzadıya durmuş­ lardı. Bütün bu görüşmeler, Gazi'yi seyir için etrafa topla­ nan konu komşunun, sofradaki arkadaşların önünde. cere­ yan ediyordu. İ şte bazı muhalif mebus arkadaşların dille­ ri altında sakladıkları nokta bu idi. Gı1ya Gazi'nin, "Cid­ den döğülmeye layık adamlardır! " sözü onun öldürülme­ si için verilen bir direktif imiş gibi ! . . Bunları kulaklara fısıldıyorlar, hadisenin durmadan dedikodusunu yapıyorlardı. Bu dedikodu, Adliye cihazı üzerinde bile tesir yapmış olmalı ki, tahkikatı Gazi 'ye kadar götürmüşlerdi. Hatta İ stinaf Müddeiumumisi An­ karalı İbrahim Bey ile Ankara Polis Müdürü Çerkez Ne­ şet Bey köşke giderek bu hususta Gazi'nin de ifadelerini almışlardı. Ancak bu nokta üzerinde ısrarla yaptıkları tahkikata rağmen meselenin dedikodu mahiyetinde oldu­ ğu anlaşılınca, hatta sofrada hazır bulunanlardan hiçbiri­ nin ne ifadesine, ne de şahadetine lüzum görmemişlerdi. Meclis'te muhalefeti o derece ileri götürmüş, öyle ele avuca sığmayan, mebuslar vardı ki, Ali Şükrü Bey onla­ rın yanında bin defa zemzemle yıkanmış bir adamdı. Onun için merhumun öldürülmesinde bir siyasi kast 1 23


mevzuubahis olamazdı. Nitekim hadisede methaldar olanlımn yapılan muhakemesi neticesinde de vakanın mahiyeti daha iyi açıklandı ve Osman Ağa'nın cürüm or­ tağı olan Mustafa Kaptan beş sene kalebendliğe mahkfun edildi. Bütün bu hadise hakkındaki tahkikat ve takibat Rauf Bey'in nezareti altında yapılmıştı. Rauf Bey ise esasen bu gibi vaziyetlerde hükümet otoritesini muhafazada titiz olmak vasfından başka o zamanlar muhalif zümreye daha yakın bir vaziyet almış görünüyordu. Tahkikata memur Polis Müdürü Neşet Bey ise mu­ haliflere az çok mütemayil bir memurdu. Fikir hürriyeti, Halil Bey ve Mustafa Kemal

Fikir hürriyeti, istiklal hareketi, mücadele, münakaşa Mustafa Kemal'in başlıca mümeyyiz (ayırıcı) vasıfların­ dan biri idi. Onun çocukluğundan beri bütün mektep, hu­ susi ve resmi hayatının her safhasını ayn ayn tetkik eder­ sek bu vasıflan bariz olarak her noktasında bulabiliriz. Tenkidlerden, itirazlardan, muhalefetten hoşlanır, bunlar­ dan istifade etmesini bilirdi. Mesai arkadaşlarına da da­ ima kendisi gibi olmalarını tavsiye ederdi. Hiç unutmam, bir gün İsmet Paşa ile Recep Peker Atatürk'e, merhum Menteşe Mebusu Halil Bey'den acı acı şikayet ediyorlardı. Herkesce malum olduğu üzere Ha­ lil Bey, çok vatanperver bir zattı. Düşüncelerini, fikirleri­ ni, mülahazalarını ürkmeden, çekinmeden, olduğu gibi, açıkça her fırsattan istifade ederek kürsüye çıkar söylerdi. 124


Recep Peker Atatürk'e: "- Hükümetin getirdiği bir iş, Meclis'ten çıkacak herhangi bir siyasi mesele yoktur ki Halil Bey'den zorluk görmesin! İşleri daima tavika çalışıyor! " Dedi ve İsmet Paşa da: " - Bize Meclis 'te ot yolduruyor! " diye Recep Pe­ ker'i tasdik ve teyit etmişti. Atatürk her ikisine hayretle baktıktan sonra: " - Davalarınızı, yapacağınız işleri Meclis 'te müda­ faa edemeyecek vaziyette misiniz ki Halil Bey'in itirazla­ rından bana şikayet ediyorsunuz? Böyle zihniyeti bırakın efendim! Her vekil, hepiniz elinize bir dosya alır, cebini­ ze birkaç mektup koyarak bana gelir, her şeyi güllük gü­ listanlık gösterirsiniz! Meclis'te böyle doğruyu söyleyen ve yolsuzlukları telaffuz eden birkaç arkadaş da olmazsa ben söylediklerinizin hakikatini nasıl anhyayım?" diye cevap vermişti. Bilahare Meclis feshedilerek yeni intihaba girildiği günlerde idi ki Halil Bey, Atatürk'e bir mektup yazarak veda etmiş, aynı zamanda kürsüde daima hükümete mu­ arız görünen İzmit Mebusu Sırrı Bey de aynı tarzda bir veda mektubu göndermişti. Atatürk tam İstanbul'a hare­ ketleri zamanında aldıkları bu mektuplan ayak üzerinde okumuş ve katibi umumileri Hasan Rıza Bey'e: "- Halil Bey'e telefon ediniz. Kendilerinin Mec­ lis'teki mesaisinden çok memnunum. Behemehal yine aramızda bulunacaklar ve kıymetli mütalaalarından isti­ fade edeceğiz." demiş ve Sırrı Bey'e de aynı suretle ce­ vap vermesini, fakat ona telefon etmeye lüzum olmayıp 125


gördüğü zaman söylemesini emretmişti. Bu misali vermekteki maksadım, Atatürk'ün muha­ lefete ve muarızlara ne kadar kıymet verdiklerini tebarüz ettirmek içindir. Böyle bir zihniyet ve karakter taşıyan bir şef için başka türlü düşünmek haksızlıktı. * Gazi, tedhiş politikasının hiçbir zaman, hiçbir devletin ve hiçbir şahsın kudretini, kuvvetini tahkim edeme­ miş olduğunu, bilakis devletin ve şahısların mevcudiyeti­ ni tahrip ettiğini çok iyi bildikleri için terörden tevahhüş etmiş ve bütün hayatında siyasi köşebaşı cinayetlerinin daima aleyhtarı olarak kalmışlardı. Binaenaleyh Topal Osman Ağa'yı, Ali Şükrü Be'y'i öldürmeye şu veya bu şekilde sarfettiği herhangi bir söz­ le teşvik ettiği yolunda Meclis koridorlarında bazı muha­ liflerin kulaktan kulağa fısıldadıkları sözler, dedikodular tamamen iftira, baştan başa yalandı. Halledilmemiş bir muamma

Ali Şükrü Bey, münevver, vatanperver, bir zat olma­ sına rağmen ruhen menfi yaradılışlı, dini bir taassup sa­ hibi idi. Kardeşi Şevket Bey'le Maraş cephesinde dostlu­ ğumuz dolayısıyla beni severdi. Ve bu sebeple kendisi ile Meclis 'te sık sık temas ederdim. Gazi'den hoşlanmadığını bilirdim. Gazi'nin işretini (içki içmesini) dedikodu mevzuu yapanlardan biri de o idi. Osman Ağa, ilk Ankara 'ya geldiği zaman Ali Şükrü 126


Bey O'nun şiddetle aleyhinde bulunur, yaptığı cinayetleri sayar dökerdi. Hatta bu katil vakasından sonra Mustafa Kaptan muhakemesi esnasında Ali Şükrü Bey'le Osman Ağa'nın aralarında eskiden devam edip gelen şahsi bir husumetin mevcudiyetinden dahi bahsetmişti. Fakat Sa­ karya Muharebesi'nden sonra Ali Şükrü Bey'in, birden­ bire Ağa'nın lehine döndüğünü ve beraber gezdiğini gör­ dük. Bu defa da Meclislerde, her yerde Şükrü Bey, Ağa'nın kahramanlıklarından, milli hizmetlerinden sita­ yişle bahseder dururdu. Araları o kadar iyileşmişti ki Ağa'nın cephedeki kumanda ettiği Giresun Alayı'nın bir aralık noksan levazım ve teçhizatının ikmali için Müda­ faai Milliye nezdinde çalışmış ve alaya matra vesair leva­ zım göndertmeye de muvaffak olmuştu. Cepheden geldi­ ği vakit Ağa, Şükrü Bey'i, Şükrü Bey Ağa'yı arar, bera­ bere oturur ve gezerlerdi. Dostluk münasebeti bu kadar ilerlemişken bu hadise nasıl vaki oldu? Bu nokta benim için halledilememiş bir muamma olarak kalmıştır. Yalnız kanaatime, müessif va­ kadan sonraki işittiklerimi de ilave ederek Ali Şükrü Bey'in menfi olarak yaradılışına ve taassubuna Osman Ağa'nın ise Gazi'ye ve memlekete olan bağlılığına kur­ ban gitmiş olduklarına ihtimal veriyorum. Çünkü, Ağa'nın ölümünden sonra, Mustafa Kap­ tan'ın yakın arkadaşlarından olup müsademede sağ ka­ lanlardan biri vakayı bana şöyle hikaye etmişti: Ali Şükrü Bey, bir gün sokakta Mustafa Kaptan'a rastlamış. Bir hemşehri ve Ağa'nın bir dostu sıfatıyla onu eski Adliye Vekaleti altında, kendisinin de alakadar 1 27


olduğu Tan Matbaası'na götürmüş. Orada guya Mustafa Kaptan'a Gazi'nin işretinden artık tahammül edilemeye­ cek bir hale geldiğinden, Padişahı atıp kendisi yerine ge­ çeceğinden, daha bazı şeylerden bahsetmiş ve memleketi bunun elinden ve düşmandan kurtarmanın tek çaresi bu adamın, yani Gazi'nin vücudunun ortadan kalkması ile kabil olacağını söylemiş. Mustafa Kaptan, kendisini ga­ yet soğukkanlılıkla, fakat fena bir hisle dinlemiş, Şükrü Bey'in bu söylediklerini gidip Osman Ağa'ya haber ver­ mış. Bundan fena halde asabiyete kapılan Osman Ağa hiddetlenmiş: " Şükrü Bey bu fikirde ise günün birinde behemehal Gazi'ye bir fenalık yapabilirler. Onların yapa­ caklarına meydan vermeyeyim, ben onları tepeleyeyim" demiş ve belki bu kararına Mustafa Kaptan'ın muhake­ mesi sırasında söylediği gibi, aralarında eskidenberi mevcut husumet hissi de tesir yapmış ve işleyeceği cina­ yeti kafasında tasarlamış, en itimat ettiği iki adamını oda­ sının dışarısında gizli bir yere saklamış, Mustafa Kap­ tan' a da " Sana söyledikleri şeyleri görüşmek için Şükrü Bey'i bana gönder" demiş. Kendisi de hastalık bahane­ siyle karyolasına yatmış. Karyolasının karşısına bir san­ dalye koydurmuş. Ali Şükrü Bey gelmiş. Sakarya Zafe­ ri 'nden sonra aralarında iyi bir dostluk başlamış olduğu için Mustafa Kaptan' a söylediklerini Osman Ağa'ya da aynen tekrar etmekte bir mahzur görmemiş. Şükrü Bey tam lafını bitireceği sıralarda dışarıda gizli olarak emrine intizar eden iki adamına işaretini vermiş, evvelce tertip­ lediği veçhile bunlar da ellerindeki ipi Şükrü Bey'in bo1 28


ğazına atarak çekmişler ve zavallı Şükrü ·Bey'i boğmuş­ lar. Sonradan yine Ağa'nın emriyle bir araba getirtip ce­ sedi bir çadır bezine sarmışlar ve kapıya yanaştırdıkları arabaya koyarak şehirden uzaklaştırmışlar, götürüp An­ kara civarındaki Mühiye köyünün kenarına gömmüşler. İşte Birinci Büyük Millet Meclisi sırasında Mebus Ali Şükrü Bey'in Topal Osman Ağa tarafından katli hadisesi­ nin mahiyeti, iç yüzü, geçirdiği saflıalar, o tarihte ve o ta­ rihten sonra öğrendiklerimize göre bundan ibarettir. * Osman Ağa vakasından sonra Giresun müfrezesi lağvedilmiş, kalan efrat dağıtılmış. Ve Gazi'nin muhafa­ zası o günden itibaren İsmail Hakkı Bey'in kumandasın­ daki tabura tevdi edilmişti. Bu tabur bilahara yine İsmail Hakkı Bey'in kumandasında olarak alay haline kalbedil­ miş ve (Muhafız Alayı) namını almıştı.

129



4

-

-

MİRALAY KASAP OSMAN VAK.ASI Miralay Osman Bey, Mücadelei Milliye'nin emek­ tarlarındandı. Nev'i şahsına mahsus tiplerden biriydi. Pos bıyıklı, yağız çehreli, oldukça irice, hiç gülmez, sert, hid­ detli, haşin bir adamdı. Mücadelei Milliye'nin başlangı­ cında memlekette yer yer baş gösteren isyanların bastırıl­ masında hizmetler görmüştü. Fakat bu hizmetleri yapar­ ken icraatında çok şedit ve insafsızca hareket etmiş oldu­ ğu için kendisi (Kasap Osman) namıyla anılırdı. Bu laka­ bından, hizmetlerinden çok gururlanırdı, oldukça da şı­ marmıştı. Hükümet otoritesini hiç de sevmezdi. Bir gün Konya civarında bir istasyonda tren beklerken, tren biraz gecik­ miş. Bundan hiddetlenen Osman Bey tesadüfen o istas­ yona teftiş için gelmiş bulunan Devlet Demir Yolları Umum Müdürü'nün servis vagonunu kestirmiş, mevcut lokomotife bağlatmış, kestirdiği servis vagonuna binerek ve şimendifer işletme kaidelerini teperek cebren trene yol verdirmek gibi şımarıklıklarını çok ilerletmişti. Asker ol­ masına rağmen, memleketi muntazam ordudan ziyade milli müfrezelerin, yani çeteciliğin kurtaracağına dair 131


acayip fikirleri vardı. Daha acayibi de şudur ki: Fikrine inanır ve inandırmak da isterdi. Ordu teşkil edilip milli müfrezeler lağvedildikten sonra bizim Osman Bey adeta denizden çıkmış balığa benzemişti. Fena halde müteessir idi. O, daima dahili isyanlar çıksın, onları bastırmaya koşsun. Gittiği yerde arkadaş, dost tanımadan eline geçe­ ni assın. Bu gibi hareketlerden cidden hoşlanırdı. Kendisi, benim ve İhsan Bey'in şahsi arkadaşımız olduğu için Ankara'ya her gelişinde bizi ziyaret eder: " İnkılap bitmedi, daha yapacağımız çok şeyler var" diye dertlerini ve fikirlerini söylerdi. Bir gün dayanamadım: "Yahu, Osman Bey, hangi inkılap bitmedi ve bitmek için ne yapmalı?" dediğim zaman: "Bitmedi, çünkü daha sen de sağsın ben de. Henüz birbirimizi asmaya sıra gelme­ di" demesi bizi hayrete düşürmüştü. Ne yazık ki bunun cevabını şimdi aşağıda anlatacağım bir vaka üzerine tev­ kif edilerek mahkememize tevdi edildiği sıralarda kendi­ siyle görüşürken bana: "- Kılıç Ali beni ne yapacaksın?" dediği vakit hiç de istemeyerek: " İnkılap kanunlarını tatbik etmek zamanı geldi. Bunu istemiyor muydun?" diye verdiğim cevaptan ne kadar müteessir olmuştum. Osman Bey, ordu teşkil edildikten sonra Milli Müf­ rezelerin lağvı üzerine kendisi askeri hizmete alınmış, Bolu ve Havalisi Kumandanlığına tayin edilmişti. Gazi Paşa, Başkumandan intihap olunduktan sonra Meclis Müdafaai Milliye Encümeni azalarını müfettiş olarak şuraya buraya gönderirlerdi. Bu meyanda beni de Müdafaai Milliye Encümeni azası sıfatıyla Kocaeli grubu 1 32


ile Bolu ve havalisi kumandanlığının bazı muamelelerini teftişe göndermişlerdi. Kocaeli grubundaki vazifemi ya­ pıp Bolu'ya hareket edeceğim sıralarda hareketimi Os­ man Bey'e telgrafla bildirmiştim. Beni ta Düzce'den va­ sıta göndererek aldırttı ve Bolu'da birkaç gün de misafir etti. Misafiri bulunduğum bu sıralarda kendisi çok me­ yustu (ümitsizdi). Neşesiz bir halde idi. Yaptığı hizmetlerden sonra bir kenara atılmış olma­ sından dolayı teessürlerini ve şikayetlerini gizliyemiyor, mütemadiyen anlatıyordu. Atılmış telakki ettiği vazifenin başlı başına büyük salahiyetli bir askeri makam olduğu­ nu, bilakis bu vazifeye tayininden dolayı memnun olması icap ettiğini söyleyerek kendisini hayli teskine çalıştım. Fakat nasihatlarımın, sözlerimin tesir etmediğini anlıyor­ dum. Görülüyordu ki disiplin onu çok sıkıyor ve ona hayli ıstırap veriyordu. Bir müddet geçtikten sonra Os­ man Bey'in Bolu Havalisi Kumandanlığı'ndan Bursa'da­ ki Heyeti Mahsusa Reisliği'ne tayin edildiğini işitmiştik. Bu heyeti mahsusa, ordu teşkil edildikten sonra teşekkül etmişti. Vazifesi Milli Mücadele'ye iştirak edip etmeyen­ leri tefrik edecek, etmeyenlerin nisbeti askeriyesini ( as­ kerlikle bağlantısını) kesecek vasi salahiyeti (geniş yet­ kileri) haizdi. Bize oradan yazdığı mektupta, bu vazifeyi dahi kü­ çük görüyor, sinirleniyor ve makam sahipleri için ağzına geleni söylemekten çekinmiyordu. "Böyle mühim bir va­ zife ancak şayanı itimat olanlara ·verilebilir. Bu mühim vazifeyi sana tevdi etmiş olanlara bilakis müteşekkir ola­ rak memnun olmalısın" diye cevaplarla kendisini teskine 133


(sakinleştirmeye) çalışırdık. Fakat bu çalışmaların onun üzerinde tesir etmediğini de anlardık. Nihayet Osman Bey askerlikten tekaüd edilmişti. İşte bu tekaüdlük onu artık çileden çıkarmış, adeta tehlikeli bir vaziyete sok­ muştu. Her yerde ağzına geleni söyler. Etrafına birtakım ayak takımlarım toplayıp gizli bir kuvvet yapmaya çalı­ şırken diğer taraftan da kahvelerde, çarşıda, pazarda önü­ ne gelen asker arkadaşları ile menfi görüşmeler, birtakım kötü teşvikler yaptığı işitiliyordu. Aklınca hükümet aley­ hine bir harekete geçmek istediği anlaşılıyordu. Osman Bey'in hattı hareketi hükümetin nazarı dik­ katini celbetti. Nihayet günün birinde aklınca bir komplo kararı almak için birtakım arkadaşları ile yaptığı bir içti­ ma üzerine tevkif edilerek mahkememize tevdi edildi. Mahkemeye geldiği gün çok bitkindi. Palavralı gö­ rüşmeler yerine tazallümü hal (halinden şikayet) vardı. Hükümet, Osman'ı mahkemeye verdikten sonra Adliye Vekaleti de aynı zamanda Ağır Ceza Mahkemesi 'nde derdesti rüiyet (bakılmakta olan), Osman'a ait bir cina­ yet davasını muhakemenin tevhiden (birleştirilerek) ya­ pılması için bize tevdi etmişti. Bu dosya, Osman'ın Ye­ men 'de iken evlenip İstanbul' a getirdiği ve bilahara boşa­ dığı kadına nafaka olarak mahkeme kararıyla bağlanmış olan (30) lira kadar bir parayı ödemek külfetinden kurtul­ mak için zavallı kadıncağızı maiyetindeki eşkiya çetele­ rinden birine emir vererek Fatih civarında bir yangın ye­ rinde öldürtüp kuyuya attırmış olduğuna dair bir muha­ keme safhalarından ibaretti.

1 34


Yapılan muhakemesi neticesinde taklibi hükümet hu­ susundaki faaliyeti teşebbüs sahasında kaldığı anlaşılarak bu cihetten beraat ettirilmiş, diğer taraftan ise mutallaka­ sını (boşandığı kadını) şeni bir tarzda öldürtüp kuyuya attırdığı sabit olduğundan kendisi şeriki cürmü ile birlik­ te idama mahkum edilmişti. Hüküm infaz olundu. Ali İhsan Paşa hadisesi

Sakarya zaferinden sonra ordu Eskişehir-Afyon hat­ tında iken bir de Ali İhsan Paşa (Sabis) meselesi tahad­ düs etmiş ve bu mesele Meclis koridorlarında hayli dedi­ kodulara ve birtakım tefsirlere sebep olmuştu. Ali İhsan Paşa, malum olduğu üzere ordumuzun de­ ğerli kumandanlarından biri idi. Mütarekeden sonra İngi­ lizler tarafından Malta'ya nefyedilmişti. Paşa bilahare Malta'dan kaçarak 5 Teşrinievvel 1 92 1 Çarşamba günü akşamı saat 7 .30'da Ankara'ya gelmişti. Kendini karşıla­ yanlar arasında ben de vardım ve Ali İhsan Paşa'yı ilk defa orada görüyordum. Belli idi ki menfa (sürgün) ha­ yatı onu üzmüş, saçlarını beyazlatmıştı. Buna rağmen dimdik, halinde canlılık vardı. Başkumandan Gazi Paşa da kendisini karşılamak üzere istasyonda bulunuyordu. Ali İhsan Paşa trenden ıner inmez, Gazi onu gayet sami­ mi surette kucakladı. Gazi Paşa, ciddi ve iyi bir kuman­ dan bildiği bir arkadaşının kendisine iltihak etmiş olma­ sından çok memnundu. Esasen Ali İhsan Paşa'nın kaçtı­ ğını ve İtalya topraklarına ayak bastığını duyunca mem135


nuniyetlerini izhar etmişler ve kendisi vatana ayak bastığı zaman ordu kumandanlarına mahsus merasimin yapılma­ sı için icap edenlere emir vermişlerdi. Ali İhsan Paşa, geldikten kısa bir zaman sonra Garp Cephesi'nde Birinci Ordu Kumandanlığı'na tayin edildi. O zaman salahiyetli kumandanlardan işittiğimize gö­ re Ali İhsan Paşa, İsmet Paşa'dan iki sınıf evvel olduğun­ dan emir ve kumandasına girmeyi kendisi için küçük görmüş, fakat bir asker itaatiyle vazifeyi kabule mecbur olmuş. Bununla beraber kumandayı deruhte ettikten son­ ra İsmet Paşa'yı her vesile ile tenkide başlamış. Fakat bu tenkidlerini, mütalaa ve itirazlarını, aldığı emirleri bir ku­ mandan sıfatıyla ifa ettikten sonra yaparmış. Tabii bu arada İsmet Paşa'yı birtakım zorluklara uğratmış. Bu se­ beple Cephe Kumandanı ile aralarında oldukça açıklık peyda olmuş. Nihayet İsmet Paşa bu harekete tahammül edememiş ve Ali İhsan Paşa'yı verdiği emirlere itaat et­ mediğinden ve madunu mafevk (astı üst) aleyhine tahrik ettiğinden vesaireden şikayet ederek kendisinin İstiklal Mahkemesi'ne tevdi edilerek muhakeme ve tecziyesini istemişti. Düşman karşısında her an büyük bir taarruza maruz bir ordu kumandanının mafevk kumandanına karşı takın­ dığı serkeşane (itaatsiz) tavır ve hareketin ordu emir ve inzibatını ihıaI ve netice itibariyle ordunun zaafını mucip olacağını düşünen Başkumandan derhal Ali İhsan Pa­ şa'yı kumandadan çekerek yerine Nurettin Paşa'yı tayin etmiş ve suçu da İstiklal Mahkemeleri'nin salahiyeti da­ hilinde görüldüğü için meseleyi benim de azasından bu136


lunduğum 1 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi ' ne tevdi etmişti. Cephe Kumandanı'nın mahkememize tevdi. edeceği dosyanın mütalaasiyle icabına göre hareket edilmesini lüzumlu ve zaruri addediyordu. Bu vaziyet üzerine Birinci Ordu'ya tayin edilen Nu­ rettin Paşa ile birlikte İhsan, Cevdet İzrab ( * ) Hüseyin Beyler'le benden mürekkep olan mahkememiz Anka­ ra 'dan hareket ile Biçer istasyonundan sonra ordunun gönderdiği otomobillerle Sivrihisar ve Aziziye'ye geldik. Burada Ali Hikmet Paşa'nın karargahında bir iki gün kalarak İsmet Paşa, Ali İhsan Paşa vaziyetinin içyü­ zünü tetkik etmeyi ve bazı malumat toplamayı faydalı gördük. Bütün söylentiler ve yaptığımız tahkikat, itiraf etmeliyim ki, Ali İhsan Paşa'nın lehinde çıkıyordu. Hatta bu birkaç günün bir gecesinde Ali Hikmet Paşa kararga­ hında mahkememiz şerefine bir davet yapılmıştı. Kolor­ dunun fırka kumandanları, erkanıharbiyesi ve bazı alay kumandanlarıyla civar kolordu kumandanlarından bazıla­ rı da bu ziyafette ve bu ziyafeti takip eden müsamerede bizimle beraber bulunuyorlardı. Yemekten kalktıktan sonra çok sevdiğim Kolordu Kumandanı merhum Kemalettin Sami Paşa (Berlin sefiri olan) beni yemek çadırından aldı. Koluma girdi, çadırın arkasındaki düzlükte hayli gezinti yaptık. Bana İsmet Pa­ şa ile Ali İhsan Paşa arasındaki gerginliğin sebeplerini ve içyüzünü uzun uzadıya izah etti, buna rağmen Ali İhsan (*) Çamlıca Kız Lisesi Müdürlüğü'nden emekli.

1 37


Paşa tecziye edilecek (cezalandırılacak) olursa, kararın hiçbir zaman adilane telakki edilemeyeceğini anlattı. Akşehir' e geldiğimiz zaman, Cephe Kumandanı İs­ met Paşa, bizi gayet samimi surette istikbal etti. Kararga­ hına gittik. Orada görüştük. Sonra da bize tahsis edilen eve geldi. Orada da başkaca Ali İhsan Paşa hakkındaki noktai nazarını uzun uzadıya izah ettikten sonra bize ol­ dukça kalın bir de dosya tevdi etti ve sözlerine şunları ilave etti: " - Didine didine mükemmel bir ordu yaptık. Neden sonra davaya iltihak etmiş olan Paşa Hazretleri'ne buyu­ runuz, başına geçiniz dedik. Teslim ettik. Şimdi o bizi yere vurmak istiyor. Buna müsaade edemeyiz. Bilhassa etmemelisiniz. Ordunun emir ve inzibatı tehlikededir. Bu noktai nazardan işe ehemmiyet vermenizi rica ediyor ve kendisinin tecziyesini talep ediyorum. Mahkeme Heyeti, Cephe Kumandanı' nın iddiasını dinledi. Tevdi ettiği dosyayı baştan aşağı kılı kırk yarar­ casına tetkik etti. Bu zengin dosya içerisinde Ordu Ku­ mandanı aleyhinde medarı itham (suçlamaya yeterli) olacak hiçbir noktaya tesadüf etmedik. Ve derhal davanın mahkememize aidiyeti olamayacağı beyanı ile dosyanın iadesine karar verdik ve ertesi gün Ankara'ya döndük. * Diğer taraftan biz Ankara'dan, Ali İhsan Paşa'yı muhakeme etmek üzere yola çıktığımız zaman Ali İhsan Pa­ şa'nın mahkum edileceğinden korkan ve İsmet Paşa'yı istemeyen bazı muhalif mebuslar tarafından Meclis kori­ dorlarında yayılan bu davayı muhakemeye mahkememi138


zin kazai mantık bakımından selahiyetli olmadığı dedi­ kodusu da ayrı bir fasıl teşkil ediyordu. Ancak bu mebus­ lar beklediklerinin tam aksi olarak Ali İhsan Paşa'nın mesuliyetinin bahis konusu edilemeyeceği hükmünü ver­ diğimizi duyunca memnun olmuşlar, avdetimizde bizi her biri ayrı ayrı tebrike koşmuşlardı. Bilahara Ali İhsan Paşa'nın Bornova'da Galip Paşa (eski Afganistan Sefiri) Divanı Harbi'ne verildiğini ve Divanı Harbe davet edilen salahiyetli askeri makam sa­ hiplerinin "meselenin bir incir çekirdeği doldurmayaca­ ğı" hakkındaki şahadetlerine rağmen tekaüde sevkedildi­ ğini işittiğimiz vakit cidden hayrete düşmüş ve teessür duymuştuk.

139



KILIÇ ALİ KİMDİR?..

AL} KILIÇ VEYA KILIÇALİ (1888-19 71) · - Asıl adı Emrullahzade ASAF, Babası Miralay Tevfik Bey anası Demsaz Hanım. Küçük Zabit mektebinden mezun olarak orduya ka­ tıldı. Balkan Savaşı 'nda, Çanakkale muharebelerinde teğmen ve üsteğmen olarak görev yaptı. Çanakkale 'de yaralandı. "Teşkilat-ı Mahsusa 'da hizmet etti. 191 7 yı­ lında Azerbeycan 'a giren lslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa 'nın (Enver Paşa 'nın kardeşi) başyaverliğini (emir subaylığını) yaptı. Mütarekeden sonra, 1 919 'da, iki subay arkadaşı ile birlikte ülkenin kurtulması yolunda çalışmak yollarını ararken orta Asya 'da bulunan Enver Paşa ya ittihak et­ mek üzere yola çıkmışken, o · sırada Ege Bölgesi 'nde bulunan Celal (Bayar) Bey 'in önerisi üzerine Sıvas 'ta bulunan Mustafa Kemal Paşa 'ya iltihak etmeye teşeb­ büs ettiler. Başlangıçta, Enver Paşa 'nın Anadolu hare.:. ketine katılmasından kuşkulanan Mustafa Kemal üç su141


bayı da kuşku ile karşıladı. Fakat sonra kendi Emir Su­ bayı olan Muzaffer Kılıç 'ın kardeş çocuğu olduğu için kendisine ve davaya sadık olacakları hususunda gü­ venceye vardı. Kılıç Ali 'yi ve arkadaşlarını Ayıntap ve Maraş Hava/isinde Kuvayi Milliye 'yi teşkilatlandırma­ ya memur etti. O 'na lstanbul 'da doğum yeri olan Kılı­ çali Mahallesi 'ne izafeten Kılıçali ismini verdi. Ve o ta­ rihten itibaren de Kılıçali olarak tanındı. Soyadı kanu­ nu çıkınca gene Atatürk O 'na Kılıç soyadım verince Ali Kılıç oldu. Zahire Tüccari Emrullah takma adı ile gizlice gitti­ ği bölgede Fransız ve Ermenilere karşı direnişin örgüt­ lenmesinde ve mücadelede büyük hizmetleri geçen Ayın­ tap Kahramanı olarak şöhret yapan Kılıçali Yozgat ve Düzce isyanlarını bastırmaya Çerkez Ethem Kuvve-i Se­ feriyesi yanında katıldı. 1920 yılında Birinci TBMM'ne Ayıntap (Gaziantep) Milletvekili olarak seçildi. Bu gö­ revinde Ankara istiklal Mahkemeleri 'nde ünlü 'Üç Ali­ ler 'den biri olarak görev yaptı. Atatürk'ün ölümüne ve son nefesine kadar, en sadık arkadaşı olarak yanından ayrılmadı. O 'nun ölümünden sonra ismet lnönü tarafından TBMM'ye yeniden seçti­ rilmedi ve aktif siyasetten uzaklaştırıldı. 1961 yılında Yeni Türkiye Partisi 'nden aday oldu ise de seçilmedi. 1971 'de lstanbul 'da öldü. 1 42


ilk eşi Hümeyra 'dan dört oglu vardı. Ya/in, Gündüz, Keskin ve Altemur Kılıç. Bir süre ünlü seramik sanatçısı Füreya ile evli kaldı. Son eşi, Seria Kılıç 'tı. Anıları -biraz bölük pörçük- yayımlandı: Milliyet Gazetesi 'nde Tefrika (1950) Kılıç Ali anlatıyor, Atatürk 'ün hususiyetleri, Ata­ türk 'ün son günleri. istiklal Mahkemeleri hatıraları (Çaglayan Yayınla­ rı 1955)

143



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.