Uğur MUMCU
Baykent Bilgisayar & Danışmanlık
KÜRT DOSYASI (Kitap Özeti)
Düzenleyen: Dr.Tuğrul BAYKENT w.ekitapozeti.com
KÜRT DOSYASI 31 Mart 1972 Cuma-Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi sınıfları ve koridorları sloganlar ve marşlarla inliyordu. Sayıları on-onbeşi bulan bir kısım öğrenci, slogan ve marşlarla sınıflara girip arkadaşlarını boykota çağırıyordu. Boykotçu öğrenciler, ellerindeki bildirileri dağıtmışlardı. Fakültede sınıflarda, bahçede ve koridorlarda dağıtılan bildiriler elden ele dolaşıyordu. Birgün önce Niksar’ın Kızıldere Köyünde SBF öğrencisi Mahir Çayan ve 9 arkadaşı güvenlik kuvvetlerince öldürülmüşler her an bir kargaşa beklenmekteydi. Polis akla gelen önlemleri almıştı. Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın infazları beklenirken Kızıldere’de Mahir Çayan ve 9 arkadaşı güvenlik güçlerince öldürülmüşlerdi. Her iki olayda tansiyonu yükseltmiş. Her an bir olay beklenmekteydi. SBF de Şafak Bildirisi Dağıtılıyor Fakültede bildiri dağıtanlar arasında esmer, zayıf, Urfalı bir öğrenci göze çarpıyordu. Bu öğrenci 7 Nisan günü gözaltına alındı ve 27 Nisan günü tutuklandı. Mamak Tutukevinde 2 Numaralı Cezaevine götürülen Urfalı öğrenci 30 Haziran1972 günü tahliye dilekçesi verdi. Bu dilekçeyi veren Urfalı öğrencinin adı Abdullah soyadı Öcalandı Sıkıyönetim mahkemesi Abdullah Öcalan’ın Türk Ceza Yasası’nın 142,153,159,311 ve 312 maddelerinden aklanmasına karar verip 1402 sayılı sıkıyönetim Yasası’nın 16/1 maddesi gereğince boykota katılmak eyleminden 3 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmasına karar veriyor ve dosya da böylece kapanıyordu. Soruşturma fakültede dağıtılan bildiri nedeniyle başlamış, Öcalan bu nedenle tutuklanmış ancak Sıkıyönetim Mahkemesi, sanıklardan hiçbirini “Şafak Bildirisi Dağıtmak” suçundan mahkum etmemiştir. Abdullah Öcalan Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ndeki görevinden 1971 yılı Kasım ayında ayrılmıştı. Ayrılma nedenini de Genel Müdürlük’e “yüksek öğretime devam etmek” olarak bildirmişti. Amacı, gerçekten de yüksek öğrenim yapmak, bu arada zaman kazanmak ve örgütlenme çalışmalarına zaman ayırmaktı. Hem askerliğini erteletecek hem de burs alacaktı. 1971 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Şanlıurfa Halfeti ilçesi Askerlik Şubesi’ne İstanbul Hukuk Fakültesi’nden 2 Ağustos1971 tarihinde öğrenci olduğunu bildiren yazıyı gönderince rahat bir nefes almıştı. Aynı yıl, yatay geçişle Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesine girdi. BURS ALIYOR Burs almak için yüksek öğretimin birinci sınıfında 21 yaşını geçmemek gerekiyordu. Öcalan, burs başladığında 22 yaşındaydı. Burs alan öğrencinin, sonradan yönetmelik gereğince hiçbir öğrenci eylemine karışmaması gerekiyordu. 1Aralık1971 günü burs bağladı Öcalan 17 Şubat 1972 günü “taahhütname” imzalamıştı. 7 Nisan günü de gözaltına alındı. Cezaevinden çıktı bursu aldı. Burs hiç aksatılmadan 1.11.1971 gününden 1.11.1974 gününe kadar ödendi. Abdullah Öcalan’ın öğrencilikle ilişkisinin kesilmesi için 1984 yılına kadar beklendi. SBF Yönetim Kurulu 3.11.1984 günü 84/82 Sayılı kararı ile Öcalan’ın öğrencilikle ilişkisinin kesilmesine karar verdi. Gerekçe: “Yasal süre içinde mezun olma olasılığının bulunmaması” Burs borcu, Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan tarafından 17 Ekim 1985 günü Şnlıurfa ili Halfeti ilçesi Mal Müdürlüğü’ne yatırıldı. Dosya bundan sonra işlemden kaldırıldı. MAHİR ÇAYAN VE ÖCALAN Mahir Çayan’ın görüşlerinin odak noktalarından biri Siyasal Bilgiler Fakültesiydi. Abdullah Öcalan’ı da İstanbul Hukuk Fakültesi’nden Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesine çeken temel dürtü belkide buydu. Çayan’a hayrandı esin kaynağı Çayan’ın düşünceleriydi. Parti Kurmak ve silahlı eylemleri bu parti aracılığı ile yürütmek istiyordu.
9
Parti Kurup gerilla yöntemleri ile ayaklanma hazırlamak gerektiğini anlatıyor ve PKK ‘nın temelini atıyordu. KESİRE YILDIRIM İLE EVLENİYOR. Apdullah Öcalan 24 Mayıs 1978 günü Kesire Yıldırım ile evlendi. Askerlik şubesi Öcalanı adım adım izliyordu 26 temmuz 1977 günü yeniden son yoklama çağrı pusulası göndermişti. Ancak Öcalan izini kaybettirmeyi başarmıştı. 26 Eylül 1978 gününden sonra yoklama kaçağı olarak aranmaya başlandı. Öcalan o günlerde Diyarbakır’daydı. Öcalan’ı en çok etkileyen kişi karısı Kesire’ydi. Peki kimdi Kesire ? Kesire Yıldırım, kürt yazarlarca “ Dersim katili” olarak adlandırılan Korgenarel Abdullah Alpdoğan ile Dersim ayaklanması sırasında ve sonra sık sık görüşen ve çevresinde “Devlet yanlısı ve CHP ‘li” tanınan Ali Yıldırım’ın kızıydı. Apdullah Öcalan’ın kayın pederi Ali Yıldırım’ın ilginç bir yaşam öyküsü vardı. Bu ilginç öyküyü ögrenmek için 70 li yıllardan 20’li, 30’lu ve 40’lı yıllara doğru kısa bir gezinti yapmamız gerekiyor... 4. Umumi Müfettiş Korgeneral Abdullah Alpdoğan, 01. Şubat 1936 günü Elazığ’a trenle gelmiş ve istasyonda halk tarafından alkışlanarak karşılanmıştı. Tunceli’de yeni bir dönem başlıyordu. Bu yeni dönem için hükümet, Tunceli’ye Vali, Komutan ve Umumi Müfettiş olarak Alpdoğan Paşa’yı atamıştı. Ağrı ayaklanmasını üzerinden henüz 6 yıl geçmiş Koçgiri ayaklanmasının liderleride Dersim’deydiler. Yörede heran bir ayaklanma beklenmekteydi. UMUMU MÜFETTİŞLİK Umumi Müfettişlik 1925 yılındaki “ Şeyh Sait Ayaklanması” sonrasında 25 Haziran 1927 tarihinde kuruldu. İlk Umumi Müfettişlik 1927 yılında Elazığ, Urfa , Bitlis, Hakkari,Diyarbakır, Siirt ve Mardin ilerini kapsıyordu. İkinci Umumi Müfettişlik 1934 yılında Edirne, Kırklareli ve Çanakkale İlerini kapsıyordu.Dersim’de düzeni sağlamak için 6 Ocak 1936 günü üçüncü Umumi Müfettişlik kuruldu ve Korgeneral Hüseyin Abdullah Alpdoğan atandı. Şeyh Sait ayaklanmasından sonra Raçkotan ve Raman Tedip Harekatı başlamış harekatın 12 Ağustos günü tamamlanmasından sonra Siirt ve çevresinde “Sason Ayaklanmaları” baş göstermiştir. Bu ayaklanmaların bastırılması için uğraşılırken 16 Mayıs 1925 günü Ağrı ayaklanmaları başladı. Aynı yılın 7 Ekim günü Dersim’de “ Koçuşağı Ayaklanması” başladı. Bu ayaklanma 1 Aralık günü bastırıldı. 22 Mayıs 1929 günü “Asi Resül Ayaklanması” başladı. Ayaklanma 3 Ağustos 1929 ‘da bastırıldı. Bu harekattan sonra 14 Eylül 1929 günü yeni bir harekat başladı. Bu harekatın hedefi İranlı Aşiret Reisi Şerh Abdülkadir’di. Şeyh Abdülkadir’in yakalanması görevi “Karaköse Takip Bölgesi Komutanlığı” ve “ 2. Seyyar Jandarma Alayı”na verildi. Ancak, Şeyh Abdülkadir, yakalanmadan İran’a geçmeyi başardı. 27 Eylül günüde harekatın bittiği bildirildi. 1930 yılı Mayıs ayında “Savur Tenkil Harekatı” başladı. Bu harekat 9 Haziran günü sonuçlandı. 16 Temmuz 1930 günü Barzani Şeyhi Ahmet Liderliğindeki “Oramar Ayaklanması” başlamıştı. 10 Ekim günü ayaklanma bastırıldı. Doğusu Bingöl, Kuzeyi Erzincan, Batısı Malatya, Güneyi Elazığ ile çevrilen Dersim için için kaynıyordu. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey 2 Şubat 1926 günü İçişleri Bakanlığı’na verdiği raporda olacakları sezmiş gibiydi. Hamdi Bey, uzak yada yakın gelecekte Dersim’de ayaklanma başlayacağını bildiriyordu. VALİ CEMAL BEY : “HOCALAR KIŞKIRTIYOR”
9
Vali Cemal (Bardakçı) Hamdi Bey kadar sert değildi. Cemal Bey, Dersim Alevileri ile dostluk ilişkileri kurmayı da başarmıştı. Diyarbakır Valisi Cemal Bey, soygunların “yaşama duygusu ve endişesinden kaynaklandığı” kanısındadır. Dersimliler’den silah toplamak, uzun sürecek bir gerilla savaşını başlatır; üstelik Türk kanı ve parası yok olurdu. Çare, okul açmak, yol yapmak, yöreye bayındırlık hizmetleri götürmekti. Birde Seyit Rıza’nın Elazığ’a yerleştirilmesi gerekiyordu. Bu önlemler alınırken mezhep ayrımları aşağılama konusu olmamalıydı. İBRAHİM TALİ BEY Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali Bey, 1928 yılı Temmuz ayında Dersim’i gezmiş ve 1930 yılında bu geziden elde ettiği izlenimlerle İçişleri Bakanlığı’na uzun bir rapor yazmıştır. MAREŞAL ÇAKMAK “DERSİM’E KOLONİ YÖNETİMİ!...” Dersim ile ilgili bütün raporlar, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Çakmak’a sunulmaktaydı. Mareşal, yapılan “tedip hareketleri”nin bir sonuç verdiği kanısında değildi. Mareşal’a göre “Dersim Cahildi!...” Dersim’e eşkıya ruhu hakimdi. Mareşal, Dersim’in yollarla öteki kentlere bağlanmasını ilk ve önemli olarak görüyordu. HALİS PAŞA: “HEDEF TÜRKLÜK, SÜNNİLİK, ALEVİLİK OLMAMALI...” Halis Paşa Mareşal Çakmak kadar sert değildi. Paşa Pülümer’de çocukların Türklük’ten söz eden kitapları gürül gürül okumalarından, izlenecek yoluda bulduğunu söylüyordu. Dersim’in il yapılması, yerli memurlardan devlete bağlı olanların görevlendirilmeleri, emekli subayların kaymakam ve nahiye Müdürleri olarak görevlendirilmeleri, Dersim’in bütün yolarının yapılması, bütün ilçe merkezlerinde ilkokullar açılarak Türk ve Türklüğün terkin edilmesi.... Koçuşağı ve Pülümür Ayaklanmalarının bastırılmasından sonra bütün dikkatler Dersim’e çevrilmişti. Malatya, Sivas ve Erzincan’da ardarda soygunlar yapılıyordu. İsmet Paşa Hükümeti kararlıydı. Dersim Harekatı başlayacak ve “Şekavet” son bulacaktı. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya 1931 sonbaharında bölgede Umumi Müfettiş İbrahim Tali, Kazım, Osman ve Kenan Paşalar ile incelemeler yaptıktan sonra Başbakanlığa 18.11.1931 günü raporunu sunmuştu. Şükrü Kaya raporunda, Dersim’lilerin eşkıya baskınlarından ve soygunlardan yakındıklarını anlatıyordu. Hedef, Dersim ağalarıydı. Dersim ağalarının en güçlüsü ve en etkiliside Seyit Rıza’ydı. HEDEF: SEYİD RIZA .... Dersim’li “Şeyh Hasenan” Aşireti reisi, Ocak sülalesinden Seyid İbrahim’in oğlu Seyid Rıza yörede günden güne etkinliğini artırmaktaydı. Seyid Rıza, Yukarı Abbas Uşağı Aşireti’nin Reisiydi. Tunceli dağı eteklerindeki Ağdat Köyünde yaşamaktaydı. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya raporunda Seyid Rıza’dan yakınmaktaydı. Şükrü Kaya Dersim aşiretinin 18-20 bin silahı olduğunu söylüyordu. Bu nedenle ivedi ilk önlem silahların toplanmasıydı. İkinci önlem, Aşiret ağalarının ve aşiret ağası olabileceklerin Dersim’den uzaklaştırılmasıydı. Üçüncü önlem olarakda “Dersim’de topraksız ve ağaların esiri köylülerin mahallen ve naklen topraklandırılması” öne sürülüyordu. Bütün bu önlemler ancak ve ancak askeri bir harekat ile gerçekleştirilebilirdi. Bakan, bu harekat içinde bir tarih belirlemişti. 1932 yılının ilk elverişli mevsimi. Bakan Şükrü Kaya “Dersim’in Islahı” konusunda iki aşamalı bir plan yapmıştı. Birinci aşamada silahlar toplanacaktı. İkinci aşama, aşiret reislerinin "Tedibi" yani cezalandırmalarıydı. Dersim’de ağalar vergi’de vermiyorlardı. Ne vergi veriyorlardı, ne askere gidiyorlardı, silah toplanırken asker kaçaklarıda yakalanmalı ve batı illerinde askerlik görevlerini yapmak üzere askere alınmalıydılar.
9
1932 yılındaki bu çalışmaların ilk ürünü İskan Kanunu’ydu. İskan Kanunu, 1932 yılı 27 Nisan günü Bakanlar Kurulu’nca görüşülmüş, 2 Mayıs 1932 günü de TBMM’ne sunulmuştu. Yasa’nın TBMM’nden çıkması için iki yıl beklenmişti. 4 Temmuz 1927 tarihinde çıkarılan “Bazı Eşhasın Şark Mıntıkasından Garp Vilayetlerine Nakillerine Dair Kanun” ile Diyarbakır ve Ağrı çevresinden 1400 kişi Batı illerine sürülmüştü. 1927 yılındaki sürgünden sonra İskan Kanunu ile daha büyük bir sürgün listesi hazırlanıyordu. İskan Kanunu tasarısının sunuluş gerekçesinde, “Cihan tarihinde büyük muhaceret sellerini ve akıntıları yapanların başında Türkler ve Turani Kavimler olduğu” ileri sürülmektedir. Gerekçede, Hilafetin Osmanlılara geçmesinden sonra müslümanlığın, fetih yolu ile ele geçirilen ülkelerde Türklüğün temsiline engel olduğu anlatılıyordu. Gerekçeye göre 17.yy’dan sonraki yenilgilerden sonra Osmanlı İmparatorluğunun sınırları daraldıkça yabancı egemenliğinde yaşamak istemeyen Türkler, işgalci devletlerin izledikleri siyaset yüzünden memleketlerini terk ederek üç yüz yıldan beri göç etmektedir. Gerekçede daha sonra Tanzimat döneminde yapay bir Osmanlılık yaratıldığını, “dini ve emperyalist saltanatın bünyesinin”de aslında “milli temsil siyaseti”ne aykırı düştüğü, imparatorlukta birbirleriyle bağdaşmayan unsurların yan yana bulunmalarına ve bu toplulukların kendi aralarındaki çelişkilerin sürmesine bağlandığı anlatılıyordu. OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E... Yasa tasarısının gerekçesinde Hükümetin dokuz yıl içinde “Türk nüfusunu kemiyet ve keyfiyetçe inkişaflandırmaya” yönelik nüfus siyaseti izlediği anlatılmakta ve bazı illerde kilometre başına en az 2, en çok 147 kişinin düştüğü belirtilerek yasanın ne amaçla çıkarıldığı açıklanmaktadır. Tasarıda yörükler ve aşiretlerden ve yurttaşlara verilecek topraklardan söz ediliyor. Yasanın tek amacı Kürt ırkı ile ilgili geniş kapsamlı bir eritme planını uygulamaya koymak değidir. Yasa bir değil birkaç amaçla çıkarılmıştır. Amaçlardan biri yurt dışından gelen göçmenlerin Türkiye’nin hangi bölgelerine yerleştirilecekleri, diğeri ise çingene, yörük ve aşiretlerin yerleştirilmeleri ile ilgilidir. AŞİRET AYRICALIKLARI KALDIRILIYOR Aşiret ağalarının ellerinden topraklarını alıp yoksul köylülere dağıtmak bir toprak devrimidir! Türkiye’de topraksız köylülere toprak dağıtma konusu 1930’lu yıllardan beri hep gündemdedir. 1934 yılında Şükrü Kaya tarafından hazırlatılan yasa taslağı hem Tarım Bakanlığı hem Danıştay tarafından geri çevrilmiştir. Atatürk, 1936 yılında TBBM açılış konuşmasında toprak reformu yapılması gereğine değinmiş, Atatürk’ün bu isteğine karşın bu konuda bir yasa hazırlanıp sunulmamıştır. AMAÇ; AŞİRET EGEMENLİĞİNİ KIRARAK TÜRK BİRLİĞİNİ SAĞLAMAK Gerekçeye göre amaç, yurt dışından gelecek Türk göçmenleri “eksiksiz Türk varlığına” katmaktır. Encümene göre yasanın amacı, gerek yurt dışından gelen dağınık Türkleri toplayarak bu göçebe yaşamına son vermek ve gerekse yurt içindeki Türk kültürüne yabancı kalmış ve olanları “Türk büyük benliğinde yerleştirip eriterek bir kardeş ve yurttaş varlığı yaratmak”tır. Yasa TBMM’nde görüşülürken ilk söz Kütahya Milletvekili Naşit Hakkı Bey (Uluğ) aldı. Naşit Hakkı Bey, konuşmasında aşiretlerin ayrıcalıklarına son verdiği için Yasayı “şeref abidesi” olarak gördüğünü söylüyor ve abideyi “savaşın sonunda kurulan asayiş ve inzibat temeli üzerinde” dikeceklerini belirtiyordu. Naşit Hakkı bey, bu yasa ile aşiretlerin tasfiye edileceğine ve “yüz karası” olarak adlandırdığı bu “teşkilatı” böyle çökerteceklerine inanmıştı. Ona göre önemli olan toprak sorununun çözümüydü. Naşit Hakkı Bey’den sonra kürsüye gelen Samsun Milletvekili Ruşeni Bey, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki “Türk istilalarına yabancıların alışık olduklarını” anlattıktan ve tarihten örnekler verdikten sonra Osmanlı Saltanatında Türklerin Araplaşmasından yakınıyor
9
Mustafa Kemal ile birlikte "Türk milletinin dili bir, duygusu bir, kültürü, ülküsü bir” olacağını belirtiyordu. ŞÜKRÜ KAYA: “GÖÇERLERİN DURUMUNDAN ÜZÜNTÜ DUYUYORUM” Şükrü Kaya Avrupa devletlerindeki nüfus artışlarından örnekler verdikten sonra “Memleketin Uğrayabileceği en büyük felaket nüfus kıtlığıdır.”diyor ve Türklerin doğurganlık oranının çok olduğunu vurgulayarak amaçlarının savaşlardan uzak kalacak Türk neslinin çoğalarak memleketi doldurması olduğunu söylüyordu. Yasa oylamaya katılan 177 milletvekilinin oyları ile kabul edildi oylamaya 140 milletvekili katılmadı. 1934’TEN 1960 VE 1990’LARA Aradan yıllar geçti. 1960 yılı 27 Mayıs’ında Demokrat Partiyi devirerek yönetime el koyan ihtilalciler, “2510 sayılı İskan Kanuna ek 105 sayılı kanun”u kabul ederek, aralarında Şeyh Sait’in yakınlarınında bulunduğu “55 ağa”yı Doğu ve Güneydoğu İllerinden Batı Anadolu’ya sürdüler. Ekim ayında da İskan Kanunu’nu değiştiren 105 sayılı yasa MBK tarafından kabul edildi. Yasa gerekçesinde, sosyal bakımdan Feodal sistemin izlerini sürdüren ve “Teokratik geriliğin zararlı karakterini temsil eden” orta çağ temsilcileri, ağa,bey, şeyh adları altındaki “Mütegallibe” nin Doğu İllerinden Batı İllerine sürüldükleri, Ancak bu bey, şeyh ve ağaların yasa da yapılan değişikliklerle eski yerlerine döndükleri kaydedilmekte ve bu toplumsal yapının sürdürülmesinin zarara yol açtığı belirtilmektedir. Yönetimi ele alan Milli Birlik Komitesi “Şeyh Sait’in oğlunun DP yöneticileri tarafından Rus yapısı ciple Doğu illerinde propaganda yaptığı” kanısındaydı. Bu haberin gazetede yayınından bir gün sonra aralarında Şeyh Sait’in oğullarının da bulunduğu 485 ağa göz altına alınıyordu. “İskan Kanunu” ile Türkiye’ye 247 bin 235 göçmen gelmiş, bu göçmenlerin çok azı Doğu İllerine gönderilmiştir. İskan Yasasının uygulamaya konulduğu günlerde Doğu, olaylara gebeydi. Dağlardaki “tetip harekatı” da aralıklar ile sürüyordu. İSMET PAŞA’NIN DOĞU GEZİSİ Aradan üç yıl geçti. “Dersim’in İslahı planı” bu üç yıl içinde uygulanmamıştır. Konu Başbakan İsmet Paşa tarafından ele alındı ve 1935 yılı bahar aylarında Karadeniz ve Doğu İllerini kapsayan bir yurt gezisine çıktı. Dersim sorunlarını bir de kendisi yerinde incelemek istemişti. İsmet Paşa Doğu gezisinden sonra 21 Ağustos 1935 tarihli bir raporu Atatürk’e sundu. Raporda İllerin değerlendirilmesi yapılıyordu. Başbakan İsmet İnönü’ye göre Diyarbakır’ın bir uygarlık merkezi olması için ağırlığın kentin gelişmesine verilmesi gerekmekteydi. Mardin’de önemli sorun Abdurrahman Mihi adlı eşkıyanın Güneye kaçmış olmasıydı. FRANSIZ AJANLAR İsmet İnönü’ye göre Fransa ile aramızdaki birinci sorun, yöreye demir yolları döşenirse, demiryollarının Fransa’nın denetimindeki bölgeye gereksinmemiz olmayacaktı. İkinci sorun, kaçakçılıktı. İsmet İnönü, sorunun çözümünün uzun sürecek hünerli önlemlerin alınmasına bağlı olduğu kanısındadır. Kürt Şeyhlerin Suriye’deki liderleri bellidir. Bunların Türkiye’deki ilişkileri de özenle saptanabilir. FRANSIZLARA KARŞI ÖNLEM: YER ALTI ÇALIŞMASI İsmet İnönü’nün önerisi şöyledir: Yerine göre aşiret reislerine muhaliflerini yetiştirmek veya suç ortaklarını yardım etmeyecek hale getirmek Fransızların Kürtleri kullanmak hevesine karşı biz Araplara iyi muamele ile elde tutabiliriz.
9
MARDİN’DE TÜRK YOK, BİTLİS TÜRK ŞEHRİ İnönü, 260 bir nüfuslu Mardin’de hemen hemen hiç Türk olmadığı kanısındadır. Rapora göre Mardin nüfusunu “çoğunlukla Kürtler, önemli sayıda Araplar ve Gildani denen Hıristiyanlar” oluşturuyordu. Mardin merkezinde ve Midyad’ta “Türklüğe hevesli” olanlar yaşıyor. Ohalde burada daha ziyade kuvvetli ve iyi idare ile beraber unsurlar arasında denge, özellikle azınlıkları hükümetle yakın ve sıcak tutmak yoluna gidilmelidir. Siirt halkı için de; “Siirt, Türklüğe hevesli bir Arap şehridir” değerlendirmesini yapıyor. Siirt ilçelerin de yaşayan halk da Kürt’tür. İsmet İnönü, Siirt’in Doğu’ya taşınmasını öneriyor. Başbakana göre Bitlis, “devlet kuvveti ile vücuda getirilmiş bir Türk şehri ve merkezi”dir. DERSİMLİLERİN İSTİLASI Başbakan İnönü, “Dersim İslahı” için dört aşama öngörmekteydi. Program, hazırlık, silah toplanması, gerekirse yöre aşiretlerinin başka illere yerleştirilmeleri... Hazırlı ve silah toplama üç yıllık bir süre içinde gerçekleşecekti. Dersim ili için özel bir yönetim biçimi getirilecek, “muazzaf bir kolordu komutanı, vali ve üniformalı muazzaf zabitler kaymakam” olarak atanacaklardı. Memurlardan hiçbiri yerli halktan olmayacaktı. Emekli subaylar, ikinci derecede memurlara atanacaklardı. “Tunceli İslahı” ile ilgili ilk adımlardan biri 5 Temmuz 1934 tarihli “ Gizli Nüfusların Sayımı Hakkındaki Kanun” ile atıldı. TUNCELİ KANUNU.... “Tunceli Kanunu” diye bilinen “Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkındaki” 25.12.1935 gün ve 2884 sayılı yasa, Başbakan İsmet İnönü’nün Raporunun Cumhurbaşkanı Atatürk ve Bakanlar Kurulunca okunup değerlendirilmesinden sonra hazırlanmış ve "Munzur Vilayeti Terşkilatı Hakkındaki Kanun” adı ile 6 Kasım 1935 tarihinde Bakanlar Kurulunca TBMM ‘ne sunulmuştur. Tasarı “Dahiliye Encümeni” nden geçtikten sonra “Milli Müdafaa Encümeni” ne gelmiştir. Yasa tasarısı, daha sonra “Adliye Encümeni” tarafından incelendi. Encümende, verilen idam cezalarına Valilik onayı ile uygulanıp uygulanmaması konusunda yoğunlaştı. Tasarı “Bütçe Encümeninde Munzur Adı Tunceli olarak değiştirilip TBMM başkanlığına sunuldu.” ASTIĞI ASTIK ,KESTİĞİ KESTİK VALİ- KOMUTAN ! Tunceli yasasının TBMM Genel Kurulunda birinci maddesi tartışılmadan kabul edildi. Komutan- Valiye Tunceli ilinde ilçe sınırlarını ve merkezlerini değiştirme yetkisi veren ikinci madde ile Kaymakam ve Nahiye Müdürlerinin atanma işlemlerinde Milli Savunma Bakanlığının izninin alınması koşulunu getiren üçüncü madde ve Komutan –Valiye disiplin cezaları verme ve bu cezaları uygulama yetkisi tanıyan beşinci maddede tartışmasız kabul edildi. 28. maddede “Maznun ve Müdafiine Müdafalarını hazırlamak için iki gün müsade olunabilir.” Hükmü ile savunma hakkı kısıtlanmaktaydı. Bu maddede tartışma açılmadan kabul edildi. 29. Madde ve 31. Maddede kabul edildi. Tartışma 32. Madde görüşülür iken başladı. Söz alan Muğla Milletvekili Hüsnü Kitapçı, ölüm çezalarını TBMM’ce onaylanmasının Anayasa emri olduğunu anımsatarak, Anyasa değiştirilmeden bir komutana böyle bir yetkinin devredilemeyeceğini anlattı. Kitapçı’dan sonra kürsüye Trabzon Milletvekili Raif Karadeniz geldi. Karadeniz, yasaların bütün yurtta herkese uygulanması gerektiğini anımsattıktan sonra Tunceli Vilayetinde uygulanmak üzere yasa çıkarılmasının nedenini sordu. Karadeniz’e göre kuvvetin asıl kaynağı TBMM ‘sidir. “İcar” Ayrı bir kuvvet değildir. Yürütme organına, Anayasa görev vermiştir. TBMM ister ise bu görevi kendisi yapabilir. Olağanüstü hallerde TBMM hükümete yetki verir.
9
Raif Karadeniz’in konuşmasından sonra kürsüye yeniden İçişleri Bakanı Şükrü Kaya geldi. Şükrü Kaya Tunceli’nde olağanüstü hal olup olmadığı konusuna açıklık getirme gereği duydu. Şükrü Kaya’nın konuşmasından sonra yasanın 32. ve 33. Maddelerinin kaldırılması için önergeler verildi. Bu önergeler red oldu. Yasa’nın 36. Maddesi “Bu kanunun hükümleri Makabline Şamil’dir.” (...Geçmişe etkilidir.) hükmünü getirmekteydi. Bu konu üzerine esasa yönelik bir tartışma açılmadı. Yasa’yla Tunceli ilinde bir Ağır Ceza Mahkemesi ile Asliye Ceza Mahkemesi ve ilçelerde de birer, Asliye Ceza Mahkemesi kurulmaktaydı. Yasa, 31 Aralık 1935 günü Cumhurbaşkanı Atatürk tarafından onaylandı. 2 Ocak 1936 günü yayınlanarak yürürlüğe girdi. Dört gün sonra da hükümet, “4. Umumi Müfettişlik”in kurulduğunu açıkladı. Tunceli, Bingöl, Elazığ ve Erzincan, Umumi Müfettişlik sınırları içinde anılmıştır. Korgeneral Abdullah Alpdoğan, Tunceli Valisi, “4. Umumi Müfettişi” ve komutan olarak atandığında kendisine verilen ve kendisinden beklenen görevleri de biliyordu. Korgeneral Abdullah Alpdoğan, 1 Şubat 1936 günü Elazığ’da göreve başladı. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, 7 Aralık 1936 günü sabah saat 10’da “Umumi Müfettişler Konferansının” açılış konuşmasını yaptı. İlk sözü Birinci Umumi Müfettişi Abidin Özmen aldı. TÜRKLER 20 BİN ARTIYOR KÜRTLER 250 BİN !... Abidin Özmen, Konuşmasında 1. Umumi Müfettişlik dalındaki Diyarbakır, Van, Siirt, Hakkari, Muş, Mardin ve Urfa İllerinde 1927 yılında yapılan nüfus sayımına göre 877 bin 283 yurttaşın yaşadığını, bu nüfusun 260 bin Türk, 543 bininin de Kürt olduğunun; 1935 sayımında aynı bölgede Türk nüfusunun 228 bin e kürt nüfusunun da 765 Bin’i çıktığından bahseder. Türk’ün 20 bin kadar artmasına karşın kürt’ün 250 bin kadar artmış olması önemlidir. Özmen. Konuşmasında, yaşlıların Türkçe Gençlerin kürtçe konuştuğuna’ da değinir. KÜRTLER ASİMİLE EDİLMELİ... Abidin Özmen, Kürtçülük akımının önlenmesi için çözüm yolunun”Asmilasyon” yolu ile açıklıyordu. “Türklük Merkezleri”nde ekonomik egemenlik Kürtçe’yle ilgisi kesmiş bir zümrenin eline geçmelidir. Köy Köy gezerek Ticaret yapan Kürt seyyar satıcıların yerini Türkler almalı, Türklerin kuracakları fabrikalarda Türk işçi başları görevlendirilmelidir. Özmen, sağlık sigortasının olmadığından yakınarak doktorların yöre halkına ücretsiz olarak bakmalarını öneriyor. Devlet dairelerin de Kürtçe konuşmalarına izin verilmemelidir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Korgeneral Abdullah Alpdoğan’dan önce sözü, Çüncü Umumi Müfettiş Tahsin Özere verdi. Ağrı, Kars, Erzurum, Rize, Trobzon,Gümüşhane ve Çorum İllerini kapsayan bölgeden sorulu Umumi Müfettiş Uzer, Kürtçülüğün, Abdulmecid döneminde kurulan “Hamidiye Alayları” ile başladığının, Erivan dan kaynaklanan kürtçülük propagandasının olduğunu anlattı. Kürtçülük üzerine “Zecri Harekette bulunmanın zamanını” söyledi. Kağızman’da ( nüfusun) %73’ü Kars’da nüfusun %69’u Kürttür. Bu yüzden bu niseti hafifletmek ve Türk unsurunun muaveazesini temin etmek “genel kanaatindeydi. Bunlar içinde Kürtlerin bir kısmı daha batıya sürmek bir kısmını bulundukları yerde oturtmak gereklidir. Tahsin Üzer’den sonra bir dönem Umumi Müfettiş Korgeneral Alpdoğan söz aldı. “BU BEYLERİN ASILLARI TÜRK’TÜR...” Korgeneral Alpdoğan Bingöl, Elazığ ve Tunceli İllerin hakkında tarihsel bilgiler verdi. BUNLAR DAĞ TÜRKLERİDİR....
9
Korgeneral Alpdoğan, nüfus istatiklerine’de güvenmediğini anlattı . Örneğin Kığı’ de 26 bin nüfusun 25 binide Kürt olarak gösterildiğinden, sayımın sağlıksız yöntemlerle yapıldığından yakınıyordu. Korgeneral Alpdoğan, Tunceli halkının ektiği toprakları hayvanlarını korumak için silahlandığını anlatıyor, bölgeye gelir gelmez karşılaşdığı olaylardan örnekler veriyordu. Alpdoğan’a göre Kürt dilide yoktu. Zazalar ve Dersim’liler birbirlerini anlamazlardı. Kürtçe, Osmanlıca dağ Türkçesiydi, Kürtlerin hepsi Türktü. ALPDOĞANIN RAPORU Korgeneral Alpdoğan KONUŞMASINDAN SONRA HAZIRLADIĞI RAPORU Bakan Şükrü Kaya’ya verdi. Alpdoğan raporunda, göreve başladığı günlerde bölgede mal ve can güvenliğinin olmadığını yazıyor ve o günkü koşulları anlatıyordu.
9