Pakistanlı filozof-şair Muhammed İkbal’in; Türkiye Cumhuriyeti ve Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki fikirleri: Genel kabule göre, yirminci yüzyılın, bu satırların yazarına göre, son yedi yüzyılın en büyük İslam düşünürü olan Pakistanlı filozof-şair Muhammed İkbal-ölm. 1938 Kur’an ile ona iman etmiş insanın ‘olması gereken münasebet’ini, şu cümleyle ifade etmiştir: Bu devrim cümlenin Türkçesi şudur: “Kur’an-ı Kerim’i, tıpkı Hz. Peygamber’e vahyedildiği gibi mümine de vahyedilmedikçe anlamak, mümkün değildir.” İkbal, benliğinin en derin noktalarına nüfus etmiş bu cümleyi değişik zamanlarda değişik biçimlerde ifade etmiştir. Şiirlerini toplayan kitaplarından biri olan ve Cebrail’in Kanadı anlamına gelen ‘Bali Cibril’de şu kıta vardır: “Tanrısal kitabın her suresi ve ayeti bizzat senin kalbine de vahyedilmedikçe, müfessirler istedikleri kadar derin tefsirler yapsınlar, Kur’an’ın ince manaları vuzuh kazanamaz.” İkbal’in felsefesine aşina olanlar, onun, başlı başına bir devrim olan bu söyleminin amaçladığı mesajın şu iki cümlede özetlenebileceğini anlamakta zorluk çekmezler: 1: Kur’an’ı birey ve toplum olarak onunla sizin aranıza giren tüm vasıtaları dışlayarak bizzat kendiniz anlayacaksınız. O, sizi yaratan kudretin size, sizi anlatmak üzere gönderdiği prospektüstür. Sizin benliğinizin kullanımını gösteren bu prospektüsü en iyi anlayanın siz olmasından doğal bir şey düşünülemez. 2: Kur’an’ın insana yüklediği kozmik sorumluluğu, tıpkı Peygamber’in hissettiği gibi hissetmedikçe Kur’an size, gerekeni vermez. Muhammed İkbal, hayata, tarihe, İslam dünyasına bu söylemin ışığıyla baktığı gibi, Türk Bağımsızlık ve Aydınlanma Savaşı’na, onun getirdiği Cumhuriyete, onun mimarlarına ve nihayet Türk Devrimi’nin baş mimarına da bu ışıkla bakmıştır. Ve bu ışıkla bakarak, Türk Devrimi’nin Kur’an’ın taleplerine uygun, hatta o taleplerin beklediği bir atılım olduğunu değişik vesilelerle defalarca ifade etmiştir. Elbette ki, tarihin tüm alışkanlıklarına ters düşecek kadar kısa bir zamanda gerçekleştirilen bu büyük devrimin, İkbal gibi bir iman ve düşünce önderinin bazı eleştiri oklarına hedef olmaması düşünülemezdi. Ve İkbal, bir ilahi lütuf ve mucize gibi gördüğü bu devrimi, özellikle kadrolarının bazı zaafları yüzünden zaman zaman eleştirmiştir. Bize düşen, o eleştirilerin ruhunu yakalamak ve İkbal’in Türk devrimini tamamlayıcı nitelikte gördüğümüz o eleştirilerinden yararlanmaktır. Ne yazık ki bunun bugüne değin yapıldığını görebilmiş değiliz. İkbal’in Türk Devrimi ile İslam Mirası, özellikle Hanefi fıkhı arasında tespit ettiği ortak noktaların çok kısa bir sıralanışı şöyle verilebilir: 1: Akılcılık, 2: Anti-Arabizm, 3: Ana dilde ibadet, 4: Kadına özgürlük, 5: Hadislere eleştirel bakış, 6: Despotizme karşı çıkış, 7: İçtihadın sürekli işlemesi gereken bir Kur’ani ilke olduğunun kabul ve ilanı, 8: Halifenin/Devlet Başkanının seçimle belirlenmesi. İkbal, bu yaklaşımını, düz yazıda ana eseri olan ‘The Reconstruction of Religious Thought in Islam: İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden Yapılandırılması’ adlı kitabının ‘The Principle of Movement in Structure of Islam: İslam Bünyesinde Hareket İlkesi’ adlı bölümünde ortaya koymuştur. “İslam Bünyesinde Hareket İlkesi” “İslam bünyesindeki hareket ilkesi nedir? Bu ilke, ‘içtihat’ olarak anılır...” “Bu çalışmamda ben, içtihadın sadece birinci mertebesine, başka bir deyişle, kanun koymada tam otorite konusuna odaklanacağım. İçtihadın bu derecesinin mümkün olduğu, teorik açıdan tüm Sünni ekollerce kabul edilmiştir, fakat