Mehmet Güneş: Zamanı İsmet ve sonrası

Page 1

ZA:M:ANJ: J:S:M:ET •


ZAMANI

İSMET

..... VE SONRASı

Mehmet Güneş


Kapak

düzeni: Mehmet GUneş

Diıgi ve

Baskı: LATIN

ISTANBUL

_

1969

Matbaasi


öNSöZ Siz okurmusunuz bllmiyorum ama, ben kltapların önM sözlerini hiç okumaUL Oysa Yazar, görücüye çıkan gelin­

iik kız gibidir önsözlerde. Kitabımın dizgi ve basinsını yapan LATIN Matbaası'­ nın

değerli idarecileri, önsözü olmayan kitapmı olur, der

gibilerden: cönsöz yokmu» diye sonmca, itiraf edeyimki bir önsöz yazmak için kendimi bir haylı zora koştum Şüphesiz herkes : «En güzel ben yazdım .. der. Ben en güzeli değil, en zoru yazdım demeyi tercih ediyorum. Çün­

kü §LU ufacık kitapta herkesi iğneledim. Oysa kimseye do­ kunmamak daha. zararsız,

hele birilerini metetmek çok

90k daha. kolay ve yararlıym. Dediğim gibi, zoru tercih etmeseydim,

örnek olarak

kötüler yerine iyileri saraJ.asaydun bir değil birkaç kitap çıkarabillrdbn. Bir Millet vekilimiz beni çok sever, sık sıkta: politikacı olamazsın, çünkü idealistsin». Derdl

«Sen

Bu üstü

kapalı, şu demekti: ddealist, politikaya, hatta hiçbir işe yaramaz». Mlllet vekilimiz ogtin için haklı olabilirdi. Bu­

günde haklı olabilir. Zira bizde politikanın, partielliğin bir ctfıt pazarı olduğunu, müteşebbis olarak 1946 da katılıp uğrunda bir çok çarık parçaladığun Demokrat Partiden

1955 yılında a.ynlmak zorunda kaldı�u n

renebUdım

zaman

ancak öğ­


Demokrat Partiden. idealistlerin işe yaradığı bir parti kuruluna kadar. bir daha. hiçbir Partiyi tutmamak üzere

aynlmoşhm. Şendi kendime verdiğim bu sözü tutacağım. 1946 da. olduğu gibi gene çarıklanIDlu çekip yola Çl. kacağımız günler. «Belki yarın, betkide yanadanda yakın»

dU'. ..

Ba.kınayın kötü örnekler verdiğime, bakmayın obJeıkti­ rimi karanlık yüzlere tuttuğuma. ıyi Aydınlıınn, iyi Memurlann, iyi idarecUerin, iyi Doktorların güzel Türkiyeyi kurtarmak üzere elele verece ği günler uzakta değildir. Mehmet GtlNEŞ


-

JANDARMA

K üÇüKTEN gözümüz yılmış,

-

bugün bile

denilince aklıımza Jandarmayla Tabaildar

HUkümet geliyor.

Jandarma döver, Tahsildar soyardı. Bize göre Devlet bun­ dan ibarettL Jandarmayla Tahsildardan gayrısı Köye pek uğramazdı, biz ise, Hükümetin diğer erkaiuyta hiç karşı. laşmamaya bakardık. .

Yedi-sekiz yaşlarındaydım, Jandarmayı, yani Hükü­ meti ilk gördüğüm günü dün gibi hatırlıyorum. Kaymakam babamın ahbabıymış, bize misafir geldi. Elinde pırıl pın! bi rav tüfeği, yanında da iki atlı jandar­ mayla bir onbaşı vardı. Kaymakam

söğütlUkle sığırcık

avlarkenı bizim ev halkı da kuzu, kurban Allah ne verdiy­ se ziyafet hazırlığı yapıyordu. Misafir odamızda yenilip içilirken, jandarmalar da dı­ şanda boş durmadılar. Şapka almıya parası olmayan bi­ zim fakir köyltileri bucak bucak kovaltyar, ele geçirdikle­ rinin başlarında şapkadan gayrı ne varsa çakı ile bir kaç dilim edip abyorlardı. Çocukturn ama, köylülerin jandarma karşısındaki ür· kek ve perişan hali gözümden kaçmadı ve hiç unutmadım. Aradan seneler geçti, ilk okula giderken ve daha son·

5


raları,

Ilçenin

kenannda,

pusuya

yatmış

gibi

giz­

li duran karakol binasından, herkes gibi ben de müthiş korkardım. Çünkü bu karakol binası hakkında bilinen ve anlatılanlar, Kaf dağı ardındaki devler konağınınkinden daha korkuluydu. Kısa boylu, pelit kütüğü gibi sağlam bir

jandarma

kumandanınıız vardı, adı piç'e çıkmıştı. Piç Veli.

Bütün

köylü ve kentlinin bu piçin elinden çektiklerini bir Allah bilir, bir de çekenler. Caddede göründümü herkes

önün·

den savulurdu, adeta üniforma içinde bir yedi belaydı. Piç gaddar olduğu kadar da zamparaymış. Bir asker­ lik şube reisİmiz vardı. Jandarma kumandanımız ne ka­ dar sert ve sağlamsa, o, o kadar çürük ve buruşuktu. Şu. be Reisinin güzel baldızları vardı. O zamanlar bizim kaza· da kadınların çarşaftı da olsa, sokakta, hele çarşıda do­ laştığı pek görülmezdi. Baldızların ise inadına, hergün bir defa çarşıdan öyle bir geçişleri vardı ki, kahyede domina oynayan yetmişlik yaşlılar bile, çişi gelmiş gibi, yahutta bir işi varnuşta aniden hatırlamış numarası yapar, elle· rindeki domina taşlarını bıraktıkları gibi, mümkün oldu· ğu kadar dikkati çekmemeye çalışarak baldızların seyri· ne çıkarlardı. Bizim İlçede günün konusu: Baldızların popolarına, dolgun gözüksüo diye yaslık sanp sarmadıklanydı. Kimi· ne göre Allah vermiş, kimileri ise, «olamaz, mutlaka şi·

şirmedir)') iddiasındaydı. işte bu baldızlardan birisiyle, günün birinde piç ku­ mandan, şimdiki sosyete hanımları gibi uygunsuz bir du­ rumda yakalandı. Allah için o günkü Hükümetler mazbuUu, üç gün içe­ risinde piç kumandan Kasabanuzdan alındı. Memleket de

6


kurtulmuş oldu. Daha doğrusu, iyisi gelecek diye bir par­ ça u mutlanmıya fırsat buldu bizim kasaba halkı. Bizim tlçede henüz herhangi bir kimsenin heykeli di­ kılmemişti, ama Kasabayı Piçten kurtardığı için bu bal­ dız hanımın anıtı dikilse yeri vardı.

* Birgün çarşıdan ak sakallı, elinde namaz tesbibi ile bir hoca geçiyordu. Karşıdan Jandarma Kumandam üs­ teğmen gözüktü (Bu da piç olmayanı idi) doğruca ibtiya­ rın üzerine vardı, «Dur bakalım sakallı» Dedi. Tesbibini elinden aldı, yırtıp attı, iki tane de tokat aşkedip «Hayvan heril» Dedi. «Burası dağ başımı saka1 bir arşın doksan dokuzluk tesbih elinde.ii Caddeden geçen herkes benim gibi durdu, bu olayı Çıt çıkarmadan seyretti­ Ier. Ben o zaman onaltı y�ında bir çocuktum, kumanda­ na gücüm yetmez diye düşündüm ve sesimi çıkararoadım. Ama tanımadığım bu yaşlı insana şehrin ortasında yapı­ lan bu hakaretten dolayı hırsımdan ağladığımı ha.Ia ha­ tırlıyorum. Senelerce sonra sakala dair bir hikaye dinledim, hi­ ka,yeyi Sela,nikte Polis Komiserliği yapmış emekli bir zat anlatmıştı. Sultan Abdül Hamit zamanında, mühim mev­ kiler işgal eden Yahudi dönmelerinin emriyle, polisler gör­ dükleri sakallı köylülerden sakal vergisi alırmış.

Tabii

Padişahın emriyle alındığını söylemeyi de ihmal etmezler­ miş. Bu durum karşısında ve sakalına vergi ödeyen saf köylü afallar, söylenirmiş: «Hele bakın, Halife sü.n.neti şeriften de vergi alma­ ya başladı». Oysa maksat Köylüyü

_

Milleti

padişahtan

soğutmakmış.

7


Bu hikaye insana, eskiden Halife adına sakaldan ver­

gi

alanlarla, sonradan yok yere ve Cumhuriyet adına to­

kat alanların aynı soydan olduğunu dUşündürüyor. Biraz değişik de olsa maksat hep aynı: Milletin dirliğini, huzu­ runu yele vermek. Sakalı bahane edip tokatlıyor, şapkayı bahane ediyor vuruyor, inkılap diyor asıyar, heykel diyor kesiyorlardı. Oysa Atatürk'ün dediği gibi, müsbet olan, iyi olan bir şeyi Türk Milleti hiç bir zaman reddetmemişti.

* Bizim köyün yakınında bir ılıea vardı, burası Kasa­ banm sayfiye yeri sayılırdı. Hali vakti yerinde olan esnef, tüccar ve mem�rlar yazın buraya bir-birbuçuk ay evleri­ ni taşırlardl.

Cumartesi günleri at veya atlı arabalarla

ılleaya gelen memurlar, sabahlara kadar içer, eğlenir, ya­ kın köylerden gelen hediye kuzuları yer, pazar günü İsti­ rahat eder, pazartesi öğleye doğru işlerine dönerlerdi Topal eşekle kervana katılır gibi bazı geceler biz de atlatla ya da yürüyerek ı1lcaya giderdik. Benim de ahhahım İcra memuruydu, o devirlerde bir memurla dost olmak büyük mutluluk ve şereftl. Yiyeme­ diğimiz kaymakh

yoğurtları, bal ve tereyağlarmuz! bu

dostlarımıza hediye götürürdUk. İcra memurunun ne işi­ me yaradığını bilmiyorum, memurlardan dostu olanların da çoğu benim gibiydi. İcraedar kan koca İstanbulluydu, erkek oldukça na­ ne molla bir adamdı ama, kadın tam tersine atlet yapılı, gözü pek ve oldukça da güzel bir kadındı. ıyi ata binereli, galiba beni ençok hayran eden tarafı da buydu, yedek at götürürdüm birlikte uzun kır gezintileri yapardık. İcracı-

8


mn kıskan�lıktan kıvrandığını, ama sesini �ıkarmıya kork­

tuğunu hissederdim.

Kadınla aramızda bir abIa kardeş

sevgisinden öteye bir duygu yoktu. Bunları şunun i�in ya­ zıyorum ki: Anadolu Halkının kadın bahsinde en ufak bir müsamahası olmadığını bildikleri için Memurların aşkIa­ n,

çapkınlıkları kendi aralarındaydı. Benim dostum olan

İcra memurunun güzel kansı için de bir takım dedikodu­ lar dolaşırdı ama, bana öyle geliyor ki kimseye metelik

verdiği yoktu. Sapma kadar yiğit bir hanımdı. Her neyse. Yine ılıcanın kalabalık bir gecesinde biz de üç arkadaş 0r'ddaydık ve ben iera memurunun çadınna yemeğe davet­ liydim. Tam yemeğe oturduk, bir jandarma geldi. Kuman­ danm beni istediğini söyledi. Ev sahiplerim: «Yemeği yi­

)'elim hemen geliyor». Dedi.

Jandarmayı savdılar ama,

daha beş dakika geçmeden tekrar geldi ve

«Kumandan

hcınen gelsin diyor» Dedi. Ben kalktım, yemeğin tadı kaçtı, ev sahiplerim de bir !?,'y söyliyemedi üzüldüler. Gittim Kumandan ve arkadaşları havuzun içinde içi­ yodardı, içki ve meze sinileri suyun yüzünde yüzüyor, or­ tada dOla.§lyordu. Hepsinin de keyfi yerindeydi. Kumandan bana em­ f"('tti: «Şimdi atına binooel{5in Ortaköye gidip Ali çavuşu

A'f:tire<'..eksin.» Ali çavuş dedikleri güzel bağlama �alar tür­ kü söylerdi. Beylerin eksiği de zaten buydu. Citmem demedim, diyernezdim, ama bu şekilde emir vermesi de onuruma dokundu.

Köylü olduğum için Ku­

mandana göre ada.m sayılmazdım, fakat gençtim,

deli -

kanlıydıın, onun için şöyle konuştum: «Bugün kasabaya

�it.üın �tıldimı şimdi de buraya gelmiş bulunuyorum, a.bın .\,ıırı.:-ııntlıır bir at verirseniz derhal g!der getiririm.» 9


Kumandan Paytoncusunu çağırdı, bu deHkanbya de­

di atlarından birisini ver Ortaköye gidecek. Arabacı itira­ za cesaret edemedi. .Peki beybn:o Dedi. Dışan çık�ık, zifiri karanlık. Arabacı başını kaldırıp ışıl ışı! yanan yıldızları seyretti, düşündü ve .ben at veremem.lt Dedi. Adam hakhydı, bir evin umudu iki at. gece vakti ba­ şına bir kaza gelebilirdi, kim bilir ben nasıl deli dolu sü­ recektim. Zavallı Anadolu Halkı canından çok malını ko­ rurdu. Sen at vermezsen ben de gitmem dedim. Paytoncu kurnaz çıktı. damarıma bastı.

«Erkeksen

gitme bakalun,lt dedi. Ben de: «Peki öyleyse ben erkeğim ve gitmiyonnn. :o Dedim, atıma atladığım gibi köyümün yolunu tuttum. İkigün sonra Jandarma kumandanhğından bizim köy Muhtarma bir pusula geldi: iliMehmet Güneş acele Kara­ kola gelsin»,. Gitmiyorum. Dedim. Birkaç gün sonra köy bekçisi kapımıza dayandı, acele Karakala gideceksin Ku­ mandan istiyor. Dedi. Bunun üzerine bekçiye dedim ki:

.Git Muht.a.ra Söyle Kumandana haber saIsın ki ben isyan ettim. bölüğünü seferber etsin gelsin yakalasın. lt Bir da­ ha haber, pusula gelmedi ama, ben de Kumandan edip,

Kaıamızdan gidene kadar, kasabaya

terfi

vardığımda

işlerimi çabucak bitirir kimsenin gözüne batmadan döner­ dim. Böylece Karakala çekilip dövülmekten kurtuldum. Fakat benim yerime, bizim köylü bir göçmen dayak ziyafetine kondu. Halen Karacabeyde oturan bu vatandaş bakkalda alış veriş ederken Kumandan içeri girmiş, önce bizim köylü delikanlıya dik dik bakmış sonra da nereHain diye sormuş. Köyünü söyleyince de Kumandan

Hımm...

Demiş. «Adın ne senin bakim.» Göçmen adını söyleyince, yalan söylüyorsun. Demiş. «Sen Mehmet Güneşsin.» ve

10


ha�la� tokatlamağa, bir hayli

dayak yedikten

sonra

Imkkal araya girmiş, adının Mehmet olmadığına tanıklık dmiş de bizim köylü yakayı kurtarmış.

* Bir Muhtarımız vardı iri yarı, babayiğit bir adamdı.

Aynı l"..umanda halim ve sessiz. Bazı insanlar vardır kav� �acJ(lı[" ama yüreksizdir, tıpkı yırtıcı hayvan postuna bü� riinen bir koyun gibidirler. Bizim muhtar bu tipin tam knıi, kuzu postu içinde gerçekten bir aslan gibiydi.

Kavgacı değildi, az kızardı, geç kızardı ama, kızdığı

zaınan da kendisini kızdıran ve mutlaka haksız olan ki·

!oJinın vurur bir tarafını kırardı.

Bizim Anadolu halkının babayiğit dediği adamlar hep

hiiylcdir, köyde en sessiz, en yavaş gözü�enler, harpte ma·

dnlya alır, Birinci dünya savaşının, istiklal savaşının, Bal· kım harbinin kahramanlarından

kimi gördümse hep bu

i ip ilisanlardı. Sessizdir, gürültüsözdür, öfkesizdir. Bizİm

Mııhtar da kurtuluş savaşının madalyalı çavuşlanndandl.

Günün birinde köyümüzün biricik tezvjr kişisi Muh·

lurı kızdırdı. Ve iki tokatta ağzı burnu birbirine karıştı,

hir dişi de kınlmışlı. Aradan birçok aylar geçti bu olay diL unutuldu. Olayı unutmayan ve aklı sıra öc almak için rır�ıt kollayan tek kişi bu tezvirdi.

Derken ılçeye ünlü bir Jandarma kumandam geldi.

!ıııık

hemen adını koydu: «Kara yüzbaşı•. K.ara YÜZba·

'1Jl1l1l dostları arasında bizim dişi kınk tezvir" de vardı. Burada şunu belirtmek isterim: Kuşkuluydu, jurnal.

t·i

Vf! c:\ı:;us kullanıyordu diyerek Sultan Hamidi kınayan·

1:1 r·. bıı konuda onu kat kat geçmişlerdi:

11


Umumi kanaata göre o günlerin Jandarması köyler· de herkesin müzevvir bilip nefret ettiği kişileri bilhassa ahbap edinir, casus olarak kullanırdı. Bizim tezvirin Kara yüzbaşı ile olan dostluğu da işte bu cinsten bir yakınlıktl. Fırtınanın yeri göğü birbirine kattığı

kış gununun

birinde köye iki atlı Jandarma çıka geldi. Başta Muhtarı­ mız olmak üzere acele Karakala

çağnlanıann birisi de

bendim. Apar topar llçeye vardık, atlanmıZl hana çektik, birer sıcak çay içmemize bile izin verilmeden, sanki eşkiya imişiz gibi aleı acele Kara yüzbaşının karşısına dikildik. Beş kişiydik ve içlerinde muhtann en uzak yakını bendim. Kara yüzbaşı ateş püskürüyordu, daha kim olduğumuzu, ne için çağrıldığımızı bile söylemeden, damdan düşer gibi «Namusunuzia. otunıyorsanız oturun yoksa. siktirin gidin bu memleketten.• Diye haykırdı.

Ve masanın çekmesini

çekti, şimdi bile ne olduğunu tahmin edemediğim bir to· mar kağıdı hışımla masaya çarptı. «İşte pasaporl1a.nnız». Yüzbaşı açıktan açığa bizi Türkiyeden kovuyordu,

bu

müthiş tehdit karşısında hele o günlerde korkudan dizle­ rinin bağı çözülmeyecek babayiğit köytümü vardı? Ama bizim Çavuş korkmadı, odevirlere göre

eşsiz bir cesaret

örneği gösterdiği için sahneyi hiç unutmadım. Muhtan· mız, Kara yüzbaşınınkinden daha yüksek bir sesle: .Ver· meyen de namussuz gitmlyen de, ver şimdi pasaportlan· mızn. Diye gürledi. Kara yüzbaşı şaşırdı, yüzü biraz da­ ha karardı, sonra kızardı, daha sonra ağardı. Umulmadık bir olayla karşılaştığı şaşkınlığından belliydi, öyle ya, o günlerin bir Jandarma yüzbaşısı için

böyle bir karşılık

gerçekten de şaşılacak gibiydi. Kara yüzbaşı neden sonra toparlanabildi. Bizim Muhtarla aralannda şöyle bir ko· nuşma başladı.

12


Muhta-r senmisin? (sesi oldukça. yumuşanlıştl.) t;vet benim.

Ihıyurun şöyle oturun bakalım. ntul'mayacağrı suçumuz. cezamız nedir bunu söy­ Iı'

tkı hilelim. Yii:-:başının yüzü yeniden karışb bir süre düşündü, son­

m .Iıuu.larınanın görevlerinden bahsetti, bunlardan

birisi

tiı' ı:illOlyctleri önceden men etmekmiş. Ve o mahut tezvi­ ri "Iıliinncmemizi bir baba nasihati ile tembihiedi, .Siz de Imıııı J,;"I'liıl falan kişiler beni öldürecek diye yardım iste­

H4111b, oıılan da çağınr nasihat ederim.lı Dedi. Bizim Muh1111' iH{': «niz ne iftiraeryız ne de tezvir, bizd6:Jl kimse bizi UhHirl·I'I'I, diye de gelip zatıi.linizden yardım i!Jtemez.» Ce­

vnhwı verdi ve sordu: «Suçurouz bu muydu!»; Kara yüz­ IIILlJI IXI'l.u lm uştu , yavaşça «e\'et bu kada.r gidebllirsiniz.»

i )( ..Ii.

* is­ sorgusuz sualsiz

() devir böyleydi, yüzbaşı, onbaşı abbabm oldumu

Il'ıli�irı kişiyi jandarma karakola hlı·

J.:"I'(:(" iHterlerse

çağ ırır

iki üç gece döverlerdi. Salıverirken de

tpıııbih ederlerdi: «Eğer şikayet edersen yalmtta. beni ka­ rııknln :oJik3.yet ettin diye falan ağaya ça,tarsaJl bir dahaki Nı·f..n' buradan ölün çıkar.» Illitta jandarmadan ahbabın olmasına da lilzum yok, rnllUl adamda tüfek var, yahutta filan kişi kaçak tütün ı(ldı.yur diye janda.rma.ya. ha.ber verdinml o

kişilerin ton-

1111"111 dayak yemesine, evlerinin aranıp alt ü st edilmesine .V.'i (·1'

tl(� artardı bile. ı3


Bizim köy eskiden Ermeni köyüydü, Ermeniler teh­ cir edilirken paralarını belki de geri dönebiliriz diye ev ya da arsalarının birer tarafına gömmüş olmaları muh­ temeldi. Biraz da bu umutla olacak,

bizim köyün fakir göç­

menlerinden birisi, kendisine verilen evi alt üst etti yeni­ den yaptı. Para buldu veya bulamadı burası kesinlikle belli de­ ğildi ama, göçmenin

birazcık durumu düzelmişti ve b u

yüzden d e define buldu diye dile düştü. Köyden jandarmayla yakın ilgisi olan bir k�i Karako­ lun gedikHsine bunu Uıaştırdı. Bizim köylü ile gedikli, fa­ kir göçmenden bir miktar para koparmak için adamı ka­ rakola çektiler, o kadar dövdü, eza ettiler ki, zavallı adam­ cağız haftalarca hasta yattı, aylarca da düzelemedi. Ha­ len Bursada oturan bu fakirciği üstelik de o kadar kor­ kuttular ki, doktora gidemedi,

derdini yakınlarına bile

bildiremedi. Ta ki gedikli ilçeden gidene kadar. Gediklinin başka yere tayininden sonra bile gördüğü zulmü ancak yakın­ Ianna söyleyebildi de bizler de aylarca çektiği hastalığın mahiyetini anlamış olduk.

* Bütün Türkiyede olduğu gibi bizim orman köylüleri­ miz de çok fakirdİ. öyle kereste falan değil de, yakacak odun satarlardı. Harman sonu olunca dizi dizi kağnı ka­ tarları bizim köyün önünden geçerdi. Kasabaya varmak için bizim köyün ilerisindeki

boğazdan geçmek tazırndi.

Jandarmalar hiç üst1erine vazife olmadığı halde,

odun

mevsimi gelince sık sık bu boğaZl keser, odun yüklü kağ-

14


111 t.li....ilcrini

durdururlardı, yalvarmalar, yakarmalar na­ filt'ydi, ille jandarmalara kağnı başına birer, iki§er lira haraç verilmeden kurtulmanın imkanı yoktu. Oysa bir ka�1lI meşe odunu 25 30 kilometreden kasabaya iletilir, ('ııçok 4 5 liraya satılırdı, bunun yansına yakını jandar­ mHlnn ccbine inerdi. Bununla da yetinilmez, karakolun, hall;, hükümetin odunu da bu fakir halktan bedava alı· -

-

Illnh.

* .J:ındarmanm bir de üst baş araması vardı ki bu büs· hiiliin bir rezalet hatta faciaydı. MeseUi. iki jandarma va­ ... irı·yle köye giderlerken yoııarda avlanarak, yani kime rUHlasalar üstünü başını arayarak yollanİfa devam eder· di. Vurdıklan köydede buna devam olunurdil. Kasabaya diilll'l'kcnde aynı görevi (!) ihmal etmezlerdi. Bu yüzden, III ıızaklardan jandarmanın geldiğini farkeden köylüler yoldan sapar bir tarafa saklanırlardı. Tabanca pek bulun· ııı ...dı. Aııah için asayiş berkemaldı, ama, jandarmalar ka­ c;nk liilün veya çakmak arardı. Belki bilmeyen bulunur diyı' açıkhyalım: O günlerde çakmak taşımak bUyük suç­ innıııııdı. Ele düşürülüp üstü başı aranan köylülerin ge1ı1'lIikle iistlerinde kaçak tütün bulunurdu. çünkü tekelin lllt.liııiinii içecek güç kimde vardı ki? üstünde tUtUn bulu· ıınıı kiiyliiııün eğer parası varsa alır köylüyü affederlerdi. .

.

miktarını tayin etmekte jandarmaya aitti, ılrlll'mçhı vatandaşın aynı zamanda cüzdan ve kesesine de Iıııknrlnrdı, eğer para varsa çok alırlardı, eğer az para bu· Iıııııınıa az a.lırlar ve fakat eğer köylüde para bulunmazsa lı;l!' o znınan dram başlardı. Eğer yakalama olayı köye ya. kııı yn diL köyde olursa parasız vatandaş gider konu kom· iJi11L1 11 ii para bulup getirir canını kur4nrdı. Eğer jandar. Hi'ı�vctin

15


malar kasabanm aksi istikametine gidiyor da parasız va­ tandaş yakalanmışsa ve köyü de uzaksa, jandarmalar gö­ revlerini ihmal etmiş olmamak için hiç olmasa fakiri bir döverlerdi. Ve eğer üçüncü bir şekil meydana gelmişse, yani jandarmalar köyden kazaya dönerlerken parasız va­ tandaş yakalanmışsa işte o zaman doğru karakola. götü­

rür, Adliyeye teslim ederlerdi.

* Bwıdan 25-30 sene önceleri jandarmanın ve Hüküme­ tin bir görevi de, köylünün kendi aralarında barışarak sul­ ha bağladığı kavgaları sıkı takip etmekti. Dövüşrnek, sö­ vüşmek yasaktı ama barışmak da yasaktı. Bir sene baharın bizim köyün çobanlariyle komşu kö­ yün çobanlan döğüştüler.

Komşu köy halkı çobanlarına

imdada geldiler. Bizimkilerde haber alınca kavga yerine koştular, derken ufak bir arbede oldu. Bizim köyün ço­ banlarının kafalan yarıldı, komşu köy halkından bir çoğu da aynı akıbete uğradı. Kavga aralandı, iki taraf da şİka­ yetçi olmadı. Bizim ora halkı eskiden böyleydi, dövüşür birbirleri­ nin kafasını yarar, ikinci gün iki köyün büyükleri bir ara­ ya gelir, kavga eden gençler azarlanır banşıhrdı. Ondan sonra birbirlerinin tabakasından cigaralar sa­ rılır, sofraya oturulup ekmek aş yenir, olay hiç olmamış gibi unutuıur giderdi. Bizim kavgacla böyle oldu. Bizim­ kiler onların sığırlarmı toptan sürdü

köye getirdilerdi,

çünkü dövüş mera içindi. Devrisi gün komşu köy halkının büyükleri geldiler, banşıldı ve sığırlarını aldı gittiler. Gelgelelim jandarma muhbiri sadıklannm

jurnalm­

dan olayı haber aldı, hem de silahlı bir çarpışma olarak.

ı6


Iliikiirnde göre iki taraftan da belki de ölenler bile vardı iiiii:l

bizleniyordu. () giinlerde ilçede bir gedikli baş çavuş vardı ki, ge­

nt'ral meneral haltetmiş. öylesine örflü ve farslu, üstede bir ?',<ılirnh Alevi vatandaşlara sorarsanız «Yezidbin Mu­

!ıvıyı' Hoyundruıdır.• Derlerdi. Sünnilere göre ise halis

bir

Kr/.llhıL�tl. Bu forslu çavuş birgün bizim misafir odasının kııpumıda atından indi. tki köyün de tenkiline bizzat ken­

tli"; .;ıkmıştı. \'aııında

8

-

10 kişilik bir de jandarma müfrezesi var­

dı. I\ıııııandan gedikli zaten bekleniyordu, çünkü bir haf­ hıdır kolTlşu köyü Allah yarattı demeden kınp geçirmişti,

.mn

hiziııı

köydeydi. Jandarmalar başka oqalara dağıldı,

kuııı/mdan bizde kaldı.

Uzun boylu, ince ve esmer, pırıl pı-

1'11 ı.;lıml(·li, şakır şakır mahmuzlu, bir general kadar aza-

11L1'1 li olaıı başefendinin misafir odamıza bir girişi vardı ki, ,Iıııdıki gibi hatırımda.

[·:11 <:ok dokuz on yaşındaydım, bunun için net habrh­ Y'ıırııııl. Çizmelerini dahi çıkarmadan köşe minderine ku­ ruldu. Babam: «Hoş geldin

ba.sefendi.» Dedi. O da hoş bul­

diLLi_ dptli karşılıklı hal hatır sordular. Babam sigara iç­ ,

ııuııll�j içi n

sigara ikram edilemedi, başefendi kendi taba­

kll"IIHlalı bir sigara tellendirdi.

Odada ikisinden başka

klnıHI' yoktu, ben henüz adam sayılmazdım. Ayakta hiz11l1'11' lı nzı r bekliyordurn. h:ııııııuıdan hemen söze başladı:

«Mustafendi»

Dedi.

.1\1.·\,11111'11 y:ıııtıklanım duydunuz, sizlere aynı muameleyi ,\'ILIHllIlll lsl�ıniyorum, beni mecbur etmeyin.» Ve cebinden !ılı' kfL�lt çıknrıp §imdiki gibi hatırladığım on iki isim ve IIIL iki Uifı·k markası okudu.

«Bu tüfekleri hemen istiyo­

rlIm" diy.· dt· ilave etti. 17


Okunan listede babamın da ismi vardı ama tüfek mar· kası yanlıştı. Bizim tüfeğin kabzasını etmiyecek bir tüfek isteniyordu. Babam hiç bir şe ysöylemeden ayağa kalktı eve gitti, daima meşin bir kılıf içerisinde ve yatakların altında du· ran o meşhur pırıl pml Avusturya suvari fUintasıDl bir katar fişeğiyle getirdi ve biraz da öfkeyle çavuşun ayak ucuna fırlattı «Buyurun. lt Dedi. Çavuş galiba biraz bozulur gibi oldu am afilintayı kılıfından çıkarınca gözleri parla­ dı. «Mustafendi bu filinta benim için 90k büyük bir hediye oldu bunu nereye gitsem yanımdan ayınnayacağım.lt De­ di ve ilave etti: «Ben alel acele senin tüfeğini istemedim öbürleri mühiındir.» Babam ise : Onlan da çağınn lütfen kendilerinden isteyin.» Diye cevlap verdi. Bizim köylüler önce kendi aralarında bir toplantı dü· zenlediler, ismi okunanların bir kısmında gerçekten de tü­ fek falan yoktu. Bunlar: «yok ne vereceğiz» diye dayat· mak istedilen'lede başefendinin komşu köyde yaptıklan kendilerine anlatıldı. Başefendi k�ndisinden tüfek istenen adamı falakaya yatınp bayıitmeaya kadar döverdi, vatan­ daş tüfeği olmadığı için ayıltıldıktan sonra da yok dedi· ğı takdirde, bu defa da evine gidilir karısı zorlanır, dip­ çikle okşanırdı. «Söyle tüfeğiniz nerede saJdıdır lt Eğer yine tüfek verilmezse falaka dayağı tekrarlanır, en sonun­ da Alman kelepçesi bileklerine geçirilirdi. Bu Alman kelepçesi bir defa bileğe takıldı mı artık yok demenin faydası yoktu. Kelepçe sıkıştınldıkça, insanın canı da gırt· lağına kadar gelir, parmak uçları patlar, kan fışkırmaya başlardı. Bu tatsilatı dinleyen bizim köylülerden, tüfeği olanlar hemen getirdi verdiler, olmayanlar ise gitti başka­ larından satm alıp getirdiler. «Bu kadar eza. ve hakaret bir değil bin tüfeğe çekilmez.» Dediler. .

18


Ama bir yaşlı komşumuz vardı ki, onun inancma gö-

1'1' Hilıdil uarnusu idi. Alman beşlisini vermemek için

her

IJ"yi ı,.:ii:r.ı' almıştı, bütün konu komşunun nasihatlan da kı'ınli::iıw hi\( ı"lr etmedi. Başefendi bu inatçı komşumuzu l:lI�ll'ılı,

Köyün büyükleri odadaydı.

Kumandan evvel&

ıılC'l'Ilıılıa 1I1.'<.li hal habr sordu ondan sonra da çok sakin, yu"ııı�al(

Yi"!

kesin bir dille:

«••••.

ılır tı-I. lWI söz söyletmeden,

Efendi bütün komşuıar

tüfekleri getirili

verdiler.

(114",11, olııı:ısınlar kendilerine yakı�an d& buydu ve ben bu

kUy IıUIl,,1ı1ıı ba.,ka türlü hareket edeceğini, bir tüfek için hıdmrd halıul edeceklerini

zaten

ummuyordwn.

lulh hlı�l:uhk tatlı bitirelim. tüfeği getir. ıyi bU

Şimdi

ki bu tü­

'ııAol ıılııı:ul:uı ben bu köyden gitmiyeceğim.» Komşumuzun III-YuI" kısa ve kesin oldu: «Bende tüfek yok ne verece111 11 1. » (ı. . t;ılıkta Çıt yoktu bu cevaptan sonr.a odadakiler lı ..rl'Hk .. iııi bile tutmuşlardı, boğaZı kuruyanlar,

sessizce

Iıll' Iki ;;biinlüler, Durum kritikti, ne pahasına olursa 01."11l hl:r.iltl köylüler

adam dövdürmezlerdi,

,,,, ıll,dı, y:ı!1h ve hatın sayılır bir kişi ise,

hele bu adam Başefendi de

huıııı ı;ok iyi bildiği için, kızacak, kapıdaki jandarmaları

.'rde . uzun uzun düşündü, Öfkesini yenmiye bir ı:..�ırıwak yı luı.dlHI' ı;ıkaı'ınamak için kendisine hakim. olmaya çalıştığı hl'lIl,Vıli,

Nı�Iı'1I Mnra yaşlı komşumuza. hitap etti: .Sende tu­

If\k ııhıııltlı�ıım yemin edennisin.» Komşumuz hiç düşün­ lIIı'dl'ıl "I':dı'riııı» Dedi. öncedenmi hazırlanmıştı yoksa te­ ııındilfıııli

010111 bilmiyorum, başefendinin arkasındaki açık

dilinpin lIah:ımm meşin ciltli Kur'anı duruyordu, başef en ­

ıii IL .yn�:ı Italklı, Mushafı aldı, odadakilerde a�ağa kalktı­ lı"', 1111111:1 komşumuz geldi Kur'ana eL bastı.

Vnla..

yı'rp

yemin etmiyecek kadar dindar ve doğru

111111111.11 IL"I"�ILIIIUZ, Kendiliğinden bir hileyi şer'i bulacak ı'nolıınl:ı :1111L1 ,kı.1ildi, galiba köyün ho�aları bir pozisyon

19


hazırlamış, komşumuz bu suretle yemını

kabul etmişti.

Yoksa yeminide reddedecek kadar inatçı ve mağrur bir ki· §iydi.

* Zamanı tsmette jandarma böyle bir zulümdü, jandar­ manın şikayet edilmesine ne imkan vardı, ne de şikayet edilebileceği bir makam. Adliyesi, idaresi, tek bir sözle bütün Devlet sanki jan· dannanın gölgesinde ve onun muhafazasında barınıyordu. Anadolunun protokolünde karakolun onbaşısı Kaymakam. dan, Savcıdan önce gelirdi. Biz aslen doğu Anadoluluyuz, Moskofun işgalinden iç Anadoluya sığındık. Bir daha da yurdumuza,

toprakları­

mıza dönemedik. Orada kalan akrabalarımızdan yaşlı bir kişi hep an­ latır: «Ermeni çetecileri dlŞında

Rus ordusundan hlçbir

fenalık görmedik»' Der. Ama zamanı tsmetin jandarmasına

dair görgülerini

anlatmıya başladınıı, otur günlerce dinle, al kalemi eHne haftalarca yaz. öyle zulümler, öyle işkencelerki, engizis­ yon dedikleri onların yanında. solda sıfır kalır. Anlattıklarından rasgele birisini

buraya

aktaraca-

ğım: Eşkiya takibine çıkan jandarma, köyleri kırıp geçirdikten sonra nihayet

baftalarca avını

civar

yakalar.

Oh... mesele kalmadı diyeceksiniz ama hayır, iş ve mese­ le şimdi yeni başlamışbr. Köylü1ere ibret olsun diye, şakinin her tarafı dayak·

tan çürütülür, çırıl çıplak soyulur ve sopa, dipçik darbele20


1'1 ı d l ı nda kiiy köy dolaştırılır. Yalnız ibret olsun için de·

Kıl, hıu;ıkıılarınıda şakinin suçuna bulaştırmak ve böyle·

ıtı· dl'luwt Halmak için.

Hiı' kiiyc vanlınca, köylüler köy meydanına toplanır,

ııı'tık hil' ifl�an olduğu güç farkedilebilen e§kiya ıırtıuufldn dayağa yalınlır. «Söyle,

halkın

bunlardan kimler f'k1U4,k wtiyor yataklık yapıyordu!..•

sana.

�ııııdi şakiden çok köylüler ecel teri dökmeye başla·

111111111'. YıL ('şkiya can havliyle parmağını uzatır beni gös-

1"1'11'1'\1'. Nitpkim bazen gösterirmiş, İşte o zaman yandı o a-

111,,11. C :Uıılı'rcc dayak ve işkence, aylarca azrailin kolgez.111111 ii tiııtii ımıhkeme koridorları, kan kokan-,ıindanlar ve

ıılıl

pbıiıll' iiHim. Suçu?.. sadece can pazarına -·düşmüş bir

.. kıyııımı: «lCu adam bana ekmek vennişti.» Demesi. Bel­ III 11,1 Vt'rlllt'ıııişti ama, verse bile çokınu, Eli silahlı eşki­

)I.yıı ,ıkllll'k vermemek yağmamı? Ama zamanı İsmet'in

J.IIII"I'IIUlHI

Jinlermiydi.

* i',nlıUtlll IHlllet'in jandarmasına dair, facia romanları­ rı. kıııııı

ıı

tııı:ak kadar çok şeyler anlatan akrabnm A.. dayı

hı l n ıı bııldadır, Göçüp geldi, daha doğrusu kaçıp gel. dı. hUlll'l i 'a�a diyarda başka demiyor, «a.yağının turabana kıırhıuı nlıı}'ıııı ısmet Paşa.nm» diyor .. ,hııdl

Vııiııı.. ııcdir bu İsmet Paşa hayranlığı, derseniz, A. . ıin\,. nıılnlıyOl', �imdiki doğuda eşkiyalann nasıl kol ge?­ ıUKlul, lIiiydl'u kiiye gitmenin nasıl imkansız bale geldiği­ lll, n .. ltlı hilıııiyen kalmadığı için bunlann burada tekrar-

1111111111111111l liizıım yok,

"

21


A.. dayı diyorki: «İsmet Paşarun gününde atunız, SL­ ğınmız dağda. çobansız yayıhrdı. Tarlada çiftimizin demi­ rini, kayışını cıkannazdık, tırpanımızı zoğun b8§ma diker bırakırdık, asla. bir zarar erişmezdi •• «Şimdi demikrasl denilen allahın belası bizi öküzlere secde ettirdi». Oda ne demek dedim. A.. dayı:

«Oda şu

demektirki, dağda öküzleri otlatırken namaz vakti gelen­ de, eğer öküzleri kıblaya abp namaza durmazsan öküzler arkanda. kahr. Ve ... namaz bitince bakarsınki öküzler yok olmuş.• Ve... devam ediyor: «Köylü geceleri tüfekli, ta­ bancalı ve sırayla. nöbet tutuyoruz. Böyle olduğu halde iki öküzümü caldırdlDl, yerine iki öküz daha alamadığım için 1stanbula kaçtım geldim.»

A. . dayıya, Hükümet, jandarma yokmu diye sorarsa­ nız dehşetli kızıyor «Jandarmada., Hükiimette hırsızlarta ortaktır». Diyor. A. . dayının anlattıklarıda doğru, hırsızlarla ortaklık iddiasıda haklı. Çünkü 20. yüzyılın kanunsuz memleketi Doğunun bu hale gelmesine göz yuman ve sebep olan jan­ darmayada, Hükümetlerede, vatandaş başka ne desinki?

* Ne hacet A. . dayının anlattıklarına, yada

doğudaki

jandarmayla Hükümetin acıkb haline. İstanbulu gelin gö­

rün. Teksas'm adı çıkmış, tabancalı kabadayılar Beyoğlu­ nun göbeğinde Halkı haraca kesiyor. Kanun neyi yasak etmiş suç saynuşsa, zorbalık, cİ­ nayet, fuhuş, kaçakçılık, soygunculuk, ırza geçme, kız ka­ çırma, kumar, eroin, esrar. Hepsi İstanbulda serbest.

22


H"llim oturduğum mahallede her akşam silah pat1a

.

ııııy"ı', �ila.hlar takırdıyar. Hemde çarşının göbeğinde ve hnbh:ıhk caddede.

1·11

Vii:.o: metre ötede ise Karakol var.

1\"IIl�lım anlattı: cŞöförilmü kabadaYılar, öldüresiye

dlh'ım Imıı revan cadde ortasına. mattaJar. Karnkola git1.IIı.. I",ıııaııılan ast subay, cBen o adamlarla başunı belayn.

MlıkulUlUIll)

D edi Buna dair bana yazılı bir ki.ğtt ver de,

11111l IIIUIII:L vennedi. «O halde ben gidip on1a.rdan birisini U1IIUrl'yim.» Diyincede: «öldür ondan sonra. icabına baka­

rı., " ('''v:ıbında bulundu.• ..

Biı' ala sözü V&N:hr: «Ekmeği eknıekçiye ver, bir ek­ ını-Idı' iisfA� ver». Bu demektirki işi ehline ver. Biz Millet ıılıımk ;uilrlardan 1\1111;

..

I(lneği

beri

bir usta ekmekçi bulamadık gitti...

pişireceğim derken yakıyor, kimiside hamur

,Vı'! li !'iyıır.

23



-TA H S I L D A RK OY

Iıı�k �isi elinde demir şinik,

omuzunda çuvalla

hlll'l,um ları dolaşır, Tahsildar arpası toplardı.

.. vdrm

""hnda arpa tahsildar için değil, tahsildarm

bır

Her

:l - :1 :;ıİllik, evine göre.

giti

kBy halkından daha kıymetli olan bey

bütün

için topla­

nırıI!, 'J'lıhHi ldarın kendisi elden geldiğince bai; kaymakla ""'hıl1lnli. Mulıtarın dolahında onun için «kayfe,

şeker»

huhıııdlll'Lllılr, Hıkı muhafaza olunurdu.

1 1,,1' HI'IIt' kendisi için, ab için bunca hazırlık yapılan

tlluıt ldııı'lıl, l;It'klini, şemalini merak eden bulunur diye an­

IlllytH'IIIIl. M('sela bizim tabsildar, heyhetli görünmek için hlUllıı I n lıHi lıJarlar gibi, kocaman pala bıyıklıydı. Arkadan b"k.ıı ııızda, ünden baksanızda önce bu bıyıkları

göze ba­

lırıh. l.ıılplı umuzlarının üstünde, kalın bir ense ve pala bıyıkllll'llım başka birşey yoktu desemde oLur.

Paltoluk

lı\lıım"t illi :ı�ır şapkasını çıkardığı zaman, başınınmı en-

.. 1 :! lıı l lııll'll pııti ,yoksa ensesininmi kafasından daha kalın

Iıltlu�IIIIII d iil?iirı mekten insan kendini alamazdı. �i'lıil"liye !1işmanhk yakışır, cİlt az yanmış ve pürüz­

ıııt I.,dtll". 0YH:l köylü şişman olursa bir fil kadar pis görü­ ı ı t ı l ". 'l'ulıHild:Lrlar genellikle köylerde bedava yiyip içmek­ Il'lI ,ıhı ı ı ı n ,ıbı', dediğim gibi fil kadar n:ıurdarl�ırlardı.

25


Bizim tahsildar harfleri zar zor birbirine çatacak ka­ dar okur yazardı, ama kendince bayağı bir alirndi. Muh­ tarın odasında, köşe minderine şöyle bir yayılıp yaslandı mı, eğer tahsilatta memnuniyet verici ise, köylülere din­ den tutunuzda, tarihten siyasete kadar esaslı laf verirdi. Sözün kısası bizim tahsildar, sağlam bir mideye, boş bir kafaya ve çok kötü bir kalbe sahipti. Eh. . mesut ol­ mak için bundan fazlasınada lüzum yoktur. nk baharın «ağalarm yayan, hanımlann yavan » kal­ dığı, köylünün en yoksul günlerinde, bakarsmtz tahsildar Muhtarm kapısında ağır ağır atından iner. Muhtar yada bekçi yetişemezse, saklanamıyan köylüler seğirtir, atının başını tutarlardı. Saklanamıyan diyorum, zira tabsildarın geldiğini farkedip, tahsildar tarafından görülmediğine ka­ naat getirenler saklanıniı. Beni tahsi1dar gördü diyenler ise, hiç olmasa birazcık yaranmak için at başı tutmaya ko­ şarlardı. Böylece at ahırın mutena bir köşesine çekilir, tahsildar ise odaya buyur edilirdi. Kahn palto, yamçı, başlık, şapka ve kırbaç odanın boydan boya bir duvarında ayrı ayrı çivilere asılırdı. Bu minval üzere, tahsildar tek başına kocaman misafir odası­ nı adeta doldurmuş olurdu. Yalnız halı heybe daima tahsildarın yanı başında bu­ lunur, gece yatarken ise yastık altına konuniu. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bütün hazinei maliye­ si «Ehmedefendi» ye göre bu heybenin içerisindeyw. Tahsildar köşe minderine kemali azametle kurulup yerleştikten sonra emrederdi «Köylüyü çağırın işim Me­ ledir, hemen gideceğim». Her defasında işinin çok acele olduğunu söylerdi, ama genede en az üç gün kendisini ve atını besletirdi.

26


I(;'.v h('k�:isi herkesin duyabileceği gibi

yüksek bir

! llItıın c:ıltlp: «T:Lhsildar geldi herkes odaya gelsin»

diye

Iın ,;ınrd� , . hi sıkıya. gelince borcunu ödeyebilecek olanlar

jdlılı''': ,,1';liıı ıi:t, tar, l para. yok» falan der, tabai1dardan bir

".V,Yll l tl ııı ilsaade isterlerdi. Olmadımı borçlarını kısmen ya

ıIn IUltl:II IH"1l üder kurtulurlardı.

IILI ımıllu kişiler ancak köylünün

yüzde onunu tu­

ıımıı. � :,'rtyc kalan yüzde doksan fakir halk, para bula­ IiliU'" I ııh:-ıild:lt'dan küfür, azar işitmernek için odaya da git1111'1.lı'l"I l i . i�i.e o zaman bekçi, tekrar tekrar bağırır olma­

YUII 'U .ı:� ; 1I'l ık ev ev dolaşır ismen : «Gel seni tahsildar ça­

,

Qırı,yurn

I I<,rdi. İsmen çağrılanların artık gitmemesine im­

knıı yııkiıı, Qünkü tahsildarın çağrısına uyulmadı mı Dev-

1,,11, mü

( ıl ı ı nacak

Iııkl rı. I ı uzura

sanılır, ister istemez gider kasket kol­

girilirdi. t:Selamün aleyküıh» den

sonra,

'MII'I;III lIi i.vUk bir saygıyla, tahsildara hitaben: «Ehmede­

'''1U1I 111l.-:; �(!Idiıı» Der, elini kalbine . bastırdıktan

sonra

"ıl�'I' U�I;I):'llarda yer varsa bir yerlere ilişir, yoksa ellerini 1I1111I '1:lllık kavuşturup ayakta beklerdi. Tahsildar köşe­ ııılıııı,· .. iııd(' hiç kıpırdamaz, hatta yer varsa biraz daha

)'" yl[ll", humurdanırdı. Saygılı ve ürkek borçlunun seıa.mı1111111 nlırdı, yoksa hoş buldukmu derdi, pek anlaşılmazdı. II:mlıll'll 1 ahsitdar Ehmedefendi,

selamıda

hoş geldinide,

MI 'tıdiHilll' ve dolayısiyle Hükümete karşı bir nevi

cüret

yı' tw .vı.:ısızlık sayardı. Borcunu ödemeyip böyle bucak bu-

1'l1k 1ı1l�;1Il fakirin selam sabab ne haddineydi.

.;ildar karşısında elpençe divan duran, 'l 'IıJı:

yada bir

1 11 1"111"11 siıı miş bulunan adama bakmaya hiç tenezzül etme­ tıPı!. ii ıı ihı deki defterden bir iki yaprak çevirir, çok ciddi Vi'

lIı:11 " aı":: ır baktıktan sonra 685 kuruş borcun var der,

IIı/dlllilL. defterine elatardı. Köylü «Ehmedefeııdi kölesi 01-

�hıı:.IıU1 ılıır makbum kesme, param yok» Diye yalvanrdl. 1 : ;lt�ıI\i nıakbuz kesildimi kıyamet k9pacaktı).

Tahsilda-


rm ise k�larl çatılır, git çabuk bul getir diye kesinlikle ferman ederdi. Borçlu odada oturan ve borcunu ödeyebilen mutlu ki­ şilerin ayrı ayrı yüzlerine bakar, adeta imdat isterdi. A­ ma görürdüki herkes önüne bakıyor ve hiç kimsede ses sada yok, anlardıki kimseden umut yok, tekrar tahailda­ ra bakar: .Vallahi bUlalıi amanım yok, kimden bulimki? Alıa komşular hep burada.» İşte o an tahsildar küplere bi­ ner, borçlu eğer çok fakirse eşşoğlu eşşek, dürzü, peze­ venk gibi küfürler eder. Borçlu biraz orta halli ise gayet ciddiyet ve nezaketle: «Bok yeme git borcunu getir» Derdi. Bu tertip üzere üçgün köy halkına sırayla söğüp siy. dikten sonra ilk gün tahsil edebildiği ile çeker giderdi. Ama ikinci gelişi çok sürmez, yirmigün veya bir ay sonra tekrar gelirdi. Köylü çoğu zaman ikinci gelişinde de borcunu ödeyemez, işte o zaman malamatlığın bini bir paraya düşerdi. Hacizler, evlerin altüst edilmesi kadınlar­ la diş dişe çekişmeler vb. Tabsi1darın köylüyü haczetmesi için herhangi bir ha­ kim kararına, yada kanuni işleme lüzum yoktu. Hakimde o, icrada o, hatta yasamaya yetkili olanda tabsi1dardl. Zira ihtiyaç buı1 oldurnu, tahsildar hemen kendiliğinden ve duruma uygun bir kanun koyabilirdi. Mesela. Ali borç­ ludur ama askerdedir. Devletin alacağı neden iki üç sene beklesindi, onun yerine kardeşi Velinin ineğini, keçisini haczediverirdi. Tahsildar hicize (Bizim köylüler haciz diyemez hiciz derlerdi) çıkarken yanına Muhtarı ve köy bekçisini alır­ dı. Muhtar fakir komşunun acıklı haline üzüldüğünden borçlunun kapısına varıldığında biraz uzakta durmayı ter­ cih ederdi. İçeride kadınlarla dövüşüp çekişmek tahsilda28


1'11 il i ı l ı . I':ıl"cr işe yarar kab kacak gibi bir şey bulunursa

h ı l i l l l �ırllayıp taşımakta bekçiye düşerdi. Haciz başlayın­ ı'lI ıııın,:lu lar köyden kaçardı, Tabsildar da kadınlarla çe­ �ıltıııl!'k :tAırunda kalırdı, Kadınlar ona:

kil itlI!

.Ip

Vi'

«Ocağın bat.ada.

l(ilim kala» Diye beddua eder, oda. kadınlara müııa­ ok kah küfürler savururdu,

Hwıııııla beraber haciz için girilen evden çoğu zaman

Iıh' rılııy hetlduadan başka. bir şey çıkarılamazdı, Çünkü, bu "I!ıL fakil'lerin evinde kupkuru candan ve beş para. etmez hı! 1 1 ıııi! illerden başka birşey bulunmazdı. Hıı :dıvalde tahsildar dağda otlayan

sığır sürüsüne

!Litı' vUrlınlu, Genellikle sığırlmaçlar komşu hatın için da­

Y"� I Yi ' ı ııedcn ııhıd,'

borçlunun ineğini göstermezlerdi, ama e­

t-I" ıı ıı nda

sığırtmaçta boyun eğmeye mecbur

kalır,

ıııırı' iHI,'llw7. borçlunun ineğini gösterirdi, Tabaildarda bu­ nu Iıl'lu:iııilı önüne katar köye sürerdi.

t-;:II,vd sığırda

borçluya ait inek yoksa bu defa davar

.IIı'tıl1ll l w ı.;itlilir, borçlunun

koyunu,

keçisi haczed.ilirdi.

IIlu''l.i'dill'l:l'k hayvanın genellikle inek, koyun ve keçi gibi ...ı;ı;ılıı' ııı:ıl olmasına dikkat olunurdu, Çünkü fakirin ku­ rıı ııkıııq�iııi ısıatacak, yayan 3.ŞIDl ağartacak bunlardı. ö­

kll'l. lıııı,'I.,'dilmezdi, çiftçinin koşumu olduğu için belki ue bıı kııııııda yiicelerin tembihi vardı. Dana, yaşar, eşek, dü­ VlI vlI"lıil' ı nalların ise zaten alıcısı bulunmadığından ve bu

ılhl ııınım haczedilmesine borçtan

kurtulmaya

karşılık

kllylliııill1 cliinden razı olmasından ötürü bunlar hacze Hi.­

,v ı k /(ilı'iil rnczdi. 'I'ıılı�ildarın haczettiği mallara köyün içinde alıcı Çı­ luınm, l r ir; hir muameleye veya üst makama danışmaya lü­

�ııııı dııhi gi irülmez, tahsildar malı satar, borcu alır, geri­ ıılııI h ı i.vliiyı· verirdi. Malın değerini bulması veya bulma­

IILIIILI diL

fı ı i

i lr i m değildi, Borcu karşıl,!-dımı mat satıhrdl. 29


Köylü Hükümet kapısına gidemezdi, hele hükümete borç­ lu ise büyük bir suçlu bHirdi kendisini.

Bu bakımdan :

«Tahsildar benim mahnu yetkisi yokken sattı, beni döv­ dü,» demesine asla imkan yoktu. Köylü ta bu derece yıl­ gındı ve tahsildar hatta sair bütün memurlar bunu bildi­ ği için, ta o derece cüretkar ve kanunsuzdu. Ama hiçbir zaman köylerde, komşusunun dar gününden

istifade et­

meyi düşünecek, komşu malını yok pahasına alacak insan çıkmazdı. Daha o günlerde bile, atalarımızın mertliğİni yi­ tirmemiş, insafını, merhamet ve mürüvvetini yiyip bitir­ memiştik. Tahsildar gasp ve iğtinam ettiği köylü mallarını gö­ zünü kırpmadan kasabaya sürebilirdi, çünkü amirIeri ona:

«Kime danıştında bu mallan haczettin» Demez.

Ostede

«aferin» çekerlerdi. Ama maların satış gününe kadar ba­ kılıp muhafaza edilmesi, bir işti. Ayrıca alıcı bulacakları da şüpheUydi, hele darlık yıllarında malı kim alırdı ? Muh­ turu yedi emin olarak tesHmindede bir fayda yoktu, çünkü tahsildar gittikten sonra muhtann malları sahiplerine tes­ lim edeceği bilinirdi. Tahsildar bu durumda, hayvanları

bekçinin

onune

katıp ilçeye sürmeye ka1kışırdı, işte o zaman ineğinin, ke­ çi veya koyununun yollarda telef olmasından korkan köy­ lü, son çare olarak tefecilere baş vurur yüksek faizle pa­ ra bulur, borcunun hiç olmazsa bir kısmını verir Muhtarın ahmnda karnı kasığı birbirine geçmiş olan mahpus hay­ vanını kurtarırdı. Şayet buda olmazsa, tahsildar sırf köy. !üye inat ve zulüm olsun diye, hayvanları hiç değil iki üç köyün üstünden aşınr, kasabaya yakın bir yerden bek­ çiyIe geri gönderirdi. Böylece Zamanı İsmetin zulmünden hayvanlarda payını almış olurdu.

30


*

Y .. I pIU'Jl/mlılı 1 2 lira olduğu günlerde bir rupla buğ11"y :ın

-

411 kıını:slıı. �iıııdi ise ]5 liradır. Bu hesaba göre

Iılır, , " l ı ı h l kaydı pl'hk olan her insan, bugünkü parayla

OUt)

lım IIC'IH'dl' .vol vergisi ödemeye mahkumdu.

LAII

Mıııım I'lilll' scııcde 12 lira para geçmezdi. Hatta beş

i 'yuıı ı:"i:ıı

kiiyliinün yarım yamalak karnı dayduk­

Ur.1I1111 hiiyiik Banknot paraları bizim oranın

köylüleri

bllnıll:t',di Iıilı', O halde bu kadar ağır bir verginin altından K/\yltırıllıı rı:ısıl kalkabildiği sorulabilir.

I\ıtlkaıııa:t.dıki. Yam yassı olur ezilir kalırdı. Binde bir

hlkııldh'ıı lı'nlc şöyle kalkardı: Bizi m ora halkı genellikle

bır

11I'lıda olururlar. Beş çocuğu olan yol vergisinden mu­

allı. r Iıı durumda Mesela bir ailede üç yada dört kardeş

" vnl'MII hıııılar ailenin doğan çocuklarını büyükten başlaya.

f'ıık lıiri:;iltin üzerine kaydettirirlerdi.

Çocuk sayısı beşi

hııldutltu, kardeşlerin birisi yol vergisinden kurtulur sıra Ikllll'i,üm' ı;elirdi.

()ıt:uı;u

üstüne kaydedilecek kardeşi olmayan, ya da

lı'lf�'ldl'lt beş çocuk yapamayanlar ise, eğer Hükümet taş kll'lll:lY:l çağırırsa azık heybesini,

yorganllli ve çekicini

IUI'IIIU' yol yaptınına giderdi. Ne varki Hükümet çoğu za· 1111111 1'lI1ck değil para istiyordu. İşte ozaman fakir köylü­

h'r iı;iıı kaçmak ve saklanmaktan, Muhtarın: «Falan kişi IdiYjlj� yoktur,

nereye gittiğinide bilmiyoruz.»'

şeklinde

VI'l'pccği ilmuhaberlerle zaman kazanıp bir vergi affı beko lı'lılI'ktcn başka çıkar yol kalmazdı.

* Zamanı İsmetin bir kıtlık yılında (Bolluk bir yılını gör. ıııı'ılikki. Halk, geldi İsmet kesildi kısrnet sözünü boşuna Hiiylcmemişti) tahsildarm birisi, may�lanrnak üzere tan·

31


dırm yanında duran hamuru haczetmiştide bu olay bizim oralı ozanlara destan konusu olduydu. Saraçlı

§.şık

Meh­

met Çakmak'm yaktığı türkünün tamamı şiJl!di hatınm­ - da değiL. Hatırladığım bir kıtası şöyleydi; .Yavrular bekleşir sıcak la.V8.ŞI. Kaç gündür döktüler &cı göz yaşı.

Din imaııı olan etmez bu işi, Nidecen ha·muru gavur tahsildar?» Olay şuydu : Tahsildar köye va.nr, borçlu bir vatan­ daşa köy bekçisini üç beş defa gönderirse de her seferin­ de «Evde yok» cevabı gelir. Borçlu köylü, kaç gündür aç kalan çocuklarına bir parça un, bulgur bulmak için başka köylere gitmiştir. Derken, bekçimi gevezelik eder yahutta birisimi boşboğazlık yapmıştır, her ne hal ise tahsildar borçlu vatandaşın geldiğini haber alır, yanına bekçiyi aL­ dığı gibi fakirin kapısına dayanır. Adam az önce gelmiş, bulabildiği bir tutarn un yuğ­ rutmuş, tandır yakılmıştır. Kadın lavaş pişirmiye hazırla­ nırken, aç ve çıplak çocuklar da. wdırın başına. birikmiş­ ler, biraz sonra yiyecekleri sıcak lavaşın keyfiyle cana ge­ lip oynarlarmış. İşte tam bu anda tahsildar içeri girer, sağa sola bakar. alınacak değilya el vurulacak bir şey yok. Tandırın yanında duran tekneye gözü ilişir, açar bakarki hamur. Tahsildar bunu un olarak yakalayabilseydi,

hiç

alıcısı olmasa bile kendisi az çok bir bedele mahsup eder atlnm terkisine atardı, çünkü o günlerde un, buğday Re­ şat altınından kıymctlidir. Ne yazıkki geç kalınmış un ha­ mur olmuştu. Mademki borçlu unu hamur etmekte acele etmiş, halde tahsildarda bunu ona yedirmiyecekti.

Ve.

.

o

aç ço­

cukların umutsuz ve fersiz bakışları arasında hamur tek­ nesi bekçinin omuzuna vurulur.

32


Ağ"nam dediğimiz Hayvan vergisine esas olmak üze� !" '.

',iiylü her mali yılbaşında beyanname ile elindeki mev�

1'111 hayvan adedini cins ve miktarlariyle bildirirdi. Veri� 1,·11 Iıpyannameler ister doğru olsun, ister hileli,

maliye

Iıuııları prensip olarak daima hileli sayardı. Ve mesela fa� 11111 kiiyden gelen

50 · 100 şahsa ait beyannameler, kontro­

Iıı kı ılay olsun diye tek kalemde toplanır yazılırdı. �ıınu hemen belirtmek isterim: Eskiden Hükümet a­

Iıı ı::ığ'ı için bir köyü bir tek şahıs farzederdi

ve

mesela,

kii,Ydm Ali yada Veli sahte beyanname vermiş veya Ban­

kı� hltreunu ödememişse bunu bütün köye gık dedirtme­ ı l l ' l I iilietirdi. Ama vereceği en ufak birşey olunca herkesi IJıllwL

uIH;1 ıılııi

be Şahıs isterdi. Köye ev başına üçer kinin dağıtacak

ve Muhtar gidip Aliyi sıtma tutuyor verin şu üç ki� �i.itUreyim O hasta. olduğu için gelemedi» dese (Col�

11L11:1. ı) derlerdi. «Gelsin kendisi alsın,. IJ<.'<liğimiz gibi mutlaka sahte bilinen

mal beyanını

kıııılml etmek için, Maliye Köyl�re sayıııı memurları çıka­

ı·ıı·"ı. Biz bunlara sayımeı derdik. Sayımeının ne zaman Çl­ kııı::ığ'ını, köyü ne zaman aniden basacağını bir Allah bir­

dp J l ü kümet bilirdi Zira bu çok önemli bir devlet sırnydı, !-\ayım, Memurlar için bir sürek avı, bir piknik gibi

h,'1II k:'ı.rh, bem de zevkli bir işti. Jandarmalar1a takviyeli ıılıımk. aniden köyü basar kırlarda

sürüleri at üstünde

""hilı oraya kovalıyarak, dağıtıp toplayarak sayarlardı.

i h'n ·]pri.

kuytu kayalıklan, dahada olmasa ev ve abırları

IU'lıl'1l1nJı, Hatta bir köşenin önüne duvar çekilip arkasına

hn,Yv;1ıı lı·

saklanmışmıdır diye kalın moloz duvarlarıda şöy­

biı' lıkırdatırlardı.

Bütiin bunlardan bizar olan köylü, mesela bizim köy kıı1 iyl'll ıöirkat (Beyannamede gösterilmeyen mal) bırak­ ii ııı ....d i .

ı ratta verilen beyannameler, b.abar kapısı ve mal� 33


lann zayıf zamanında verildiği için bir miktar telefat ve­ rir eksilirdi. Ama genede sayırncılar buna katiyen inan­ mazdı. Sürüıeri birkaç defa sayıp sirkat bulamayınca Muh­ tarla pazarlığa girişirlerdi. Ne ise derlerdi, «köy namma eDi sirkat yazahm yeti�ir.» Muhtar razı olmaz sayımeılar, kırka otuza inerlerdi. Muhtar şayet bunuda haklı olarak vermekten kaçınırsa, memurlar

tehdit

yoluna

giderdi.

dlalınızı bütün yaz gelip gidip sayacağız ona göre».

O

zaman köylüler ister istemez «Lanet olsun yerde kurtara­ lun.» der, hiç yoktan eereme yüklenirlerdi. Halbuki mal vergisi kaçakçılığını, sürüsü başına olan zengin ağa1ar yapardıki, onlarda sayımedarı ne yapar ne eder hale yola kordu.

* Kasabamızda deli bir iskan memuru vardı,

bir sene

onu da dört jandarmayla takviye edip sayırncı çıkarmış­ lardı. Sayımeı kasabaya yakın zengince bir köye gider, da- ' var sürüsünü çevirir sayar, 16 fazla,

bir

daha

sayar 9

eksik. 'Oçüncü sayırnda 12 fa(".la çıkarır. Anlarki bire kar­

Şi iki puvaola galebe

fazlalığın.

(Demekki gene epeyce

akıllı idi) jandarmalara kumanda verir: «Toplayın SÜTÜ­ yü istikamet ka7.a merkezi.:. Köylüler önüne geçer : man beyim ne yaıuyorsunuz. 1000

-

«A­

1500 mevcutlu bir sU­

ro bu ekili araziyp- :t.5ağı s,iriilür mü! Sürüdende ekinJer­ dende hayır kalmaz. Hem nerde görülmüş bu adet, gavur malımı pılışka. ediyorsUllıo sirkat varsa tut zaptını imza. edelim cezası neyse çekeriz..

Deli memur,

«Anlamam.

Der. Köylüler sürünün önüne geçmek isterler, bu defa sa­ yımcı şöyle bağırır: «Çekilin yoksa üstünüze ateş açtırı­ rını. Jandarma. tüfek doldur...»'


( )giiıı deli iskan memuru at üstünde ve sürünün önün­

ııııızarfl'l' bir kumandan azametiyle, peşinden sürüyü \;,,1 . ı(·�IIt-k ı-ıiiren jandarmalar olduğu halde kasabaya gi­ d.·

n-d.'" . Onca davar sürüsünü perişan, yüzlerce dönüm

ekini

nemi yaptılar?

Hiiç.

1,,· .. ha1. eden deli iskan memuruna

I lııllta

zulmetmenin, köylüyü zarara sokmanın, hatta Mil­

ı.-tiıı lIlalını çarçur etmenin bir cezası yoktuki. i "-m Milli servet kelimesini öğreneli,

Milli servet kav-

1·11 1111111 anlayalı daha kaç gün oluyorkL Köylünün şikaye­ t Ili!' k arşı Kaymakamın dediği şu oldu: «Ne yapalım sil'-

111L1 hlr:.lkmasaydınız.» Yani: on iki koyunun vergisi olan

i�

ü5

=

780 kuruşu Devletten çalmaya kalkışmasay­

dıııız.

35



- ÇiTILI ÇARıK EKONOMisi Mi11I,.ti ayırdınız iki ayn sınıfa mri cı-jl'al ve yaran öbürleri mankata mz� düşen pay cefa sizindi zevku safa.

<,�JI( süründök şalvan, şalı donsuz giyerek niL

milletten bir tek rey beklemiye yüz gerek. •

B

ı INDAN

1951

30 - 35 sene önce biz bir ırgadı uzun tem-

IIHlZ gününün alev alev yanan tarlasında, bir bat·

ııınıı ( X kg.) tuza, yahutta bir şinik (7,5 - 8 kg.) buğdaya tllllll1( i 1'1 r, sabahın erken saatinden akşamın alaca. karanlı­

Q ı ı ı ı ı kadar orakla ekin yoldururduk. Bir batman tuz oniki kllı'lIl;1, hir şinik buğday ise ençok onbeş kuruştu.

Hiy.de zengin değildik, ama kurak yıllarda ekin1er tır­ pIIIlH g"dmez, yalma yapmak gerekir, ırgat çalıştırmak zo1'1Jl1d:t kalırdık. Böyle yıllarda, hiç ekini

olmayanlar, az

(;ıık ('kini olanlara ırgat olurdu. Anadolunun tabiatı, iklimi malum,

toprak bir sene

klLrlIl doyurursa iki sene de peşpeşe aç bırakır. Bunun için

A ı ı;ululuda bir söz vardır:

«Rençber� karnını yarnuşlar

37


kırk tane bu yıleık ÇıkmıŞ•• Bu demektir ki, bu yılcıkta di· §imizi sıkalım yeni yıla bolluk olaca.k derken kırk yıl geç­ miş, ömür de bitip gitmiş. Mübarek toprağın Halkı aç koduğu senelerde, şimdiki gibi Amerikadan, Kanadadan değilya, civar illerden

bile

kıtlık bölgelerine buğday gelmezdi. Şimdi olduğu gibi köy­ lünün ne yiyeceği, ne içeceği, ne ekeceği, kısacası nasıl öl· meyeceği Hükümetlerin ve Devletin asla üstüne vazife de­ ğildi. Kıtlık yıllarında kaderiyle daima baş başa kalan köy­ lü, ilk tedbir olarak ekmeği kilit altına alırdı.

Artık za­

vallı Anadolu sabileri, bolluk senelerinde olduğu gibi do· ya doya kuru ekmek yemekten de mahrum kalırdı. Evin Keyvenisi, kuşağında kalınca bir kendir iple ası· lı duran anahtarta ancak övünden övüne ekmek sandığını açar, evin horandasma ölmeyecek kadar

ekmek verebi·

Hrdi. Yemeği hiç sormayın, sabahları duru suya düğürciik aşı, akşama yağsız bulgur pilavı. Çünkü kıtlık oldumu her yandan olurdu, ekin bitmedimi ot da bitmez, ot olmayınca

mal, davar kırılırdı. Mal davar kırıhnca da haliyle ağartı olmazdı. Bu kadannı bulanlar gene de mutluydu.

Ya fakirin

fukarası olanlar ! .. Her köyde beşer onar ev vardır ki bun­ lar fakir köylünün yardımıyla geçinirlerdL

Arazi vardı

ama çift çubuk sahibi olmak için bir çift öküz edinebilmek şimdilerde en albmdan bir traktör satın almaktan çok daha zordu. Oysa, orta halli bir çift öküzün fiyab ila ma­ şallah 25

-

30 panganottu. Liraya bizim oralarda pangonot

derlerdi. Yıl darlık getirinee haliyle herkes kendi başı derdine düşer, fakirm fukarası dediğimiz

38

bu çaresizler ise böyle


1U'f)4'lı'rue neden yaşardı, nasıl ölmezlerdi, bunu ancak ya· l'Iıd:ın bilir.

i :ıınlara göre arpa büyük nimetti, hatta böyle sene· 14'1'<1"

arpayı herkes seve seve yerdi, ama fiğ, burçak gibi

iwl hayvan yemlerini de bulamazIar, mad.ımakla,

pancar

vı' .v, · rıı likle karınıarını doyurabilmek için bahann erken "wlııw:iİne dua ederlerdi.

* i :iY.im bir Edey'imiz vardı, adı Adildi ama Edey der·

Ipnli. Palandökenlerin yağız Dadaşlanndandl.

i J1l iiya

Ve birinci

savaşında Rus işgalinden iç Anadoluya sığınanlar·

dııııdl. ı..:aba ocağına, ata yurduna dönmek 'için ne yol pa· 1'11l41 vardı, nede mitilleriyle çocuklannı yükleyebileceği bir l'IW�'. 1 .

1';Cıey yazın köyün sığırını güder, kışında dört ay bize 1I'l.II l i

d u rurdu. Hak'ı: beş parça esvap (don, gömlek, iş1ik,

.lılvl1l' vc iki çift çarıklık ham gön) . Ayrıca boğazı da bi· r,l ı ı ı iisl.ii mÜze.

Ho,:i'az

diyip geçmeyın, o günlerde Anadolu Halkının

IIIL� 4 lııvası, hatta tek davası boğazdı. Yani karın doyurma IIllVl1l1lydl, yavan yahşi demeden karnını doyurabilen zen· ıılıı Hııyılırdı. lı:"l"y dört ay aşağı yukan altı liraya

çalışırdı ama

ylh',lI III'JL güleçti, dipide, fırtınada evin suyunu taşır, bı· ,Yıkınn k�ları buz tutar, gülümserdi. Ahırda mala saman VI'I'II'III'1l h:ıyvanları okşardı, atları sanki timar etmez, bir iL/lll '1"fkaliyle severdi, ahın süpürurken, sırtında dışanya ",Illın' I;ı�ırken yüzünden ter akardı ama gene de güler, ynn'1ı1ik ('derdi. Fakirdi ama temizcli,

�ürüsttü, Dört direk

lIHınlıı' kurulu olan bizim bUyUk ahırda, yanık sesiyle söy·

39


lediği Memleket havalan hala kulağımdadır. Anadolu Hal· kım bütün bu fakirliğe, bahtsızhğa rağmen ayakta tutan mucize galiba Edeyin tarife çalıştığım bu temiz ahlakı, dü· rUstlüğü ve Tanrıya olan tevekklilUydU. Delişmen bir karısı, topaç gibi iki oğlu vardı Edey'in. Bizim evde yağlı bir yemek piştiği akşam, lokmaların bo· ğaZlna dizildiğini ben bile farkederdim. Ahmetle Memedi düşündüğü belli olurdu. «Istersen yemeğini götür evde ye» derlerdi. O zaman, koltuğunda iki tandır ekmeği, elinde bir tas yemekle evinin yolunu tutardı. Edeydc mutluydu, çünkü çocuklarınında kendisininde kaniı doyabiliyordu. Dört ay boğaZ! tokluğuna

çalışacak

yer bulamıyanlar, bulanlardan çok daha fazl.aydı. Bunlar, yorganını, azık torbasını, bel küreğini sırtına

vurur, ta

Sivastan Adanaya yayan, yapıldak yola düşerlerdi. Evdeki unu çoluk çocuğa ve yaşlılara yetecek kadar olanlar, baharın çiftin, çubuğun vaktine kadar boğaz kur­ tarmıya Çukurovaya giderlerdi. Gurbetten dönüş başladığında, eğer kırk elli kişi bir araya gelir, üçer, beşer lira koyabmrlerse, demir yolların­ dan bir yük vagonu tutar bindikleri gibi, türkü çağıra ça­ ğıra keyfle çıkar gelirlerdi. .

Ama bu mutluluk binde bir kısrnet olurdu. Çoğu za­

man bet beniz saranr, dalak büyür, yollarda sıtmadan tit­ reye, yana, yine yayan ve mitili sırtında, bel küreği yanın­ da, boğazını kurtarmak, belkide üçbeş kuruş para kazan­ mak umuduyla gittiği Çukurovadan hasta, bitkin sadece onulmaz aıtına derdi getirirlerdi.

40

döner,


* ınn

aıı k t u ,

,yllllUI:t Adanadaydım, insanın iliğine işliycn

so·

hanlaklmı bo�anırcasına yağan yağmurdan konııı ­

Ilitik lı:iıı I<alıve Raçaklarınm altına sığınan yüzlerce, biıı­ htı'ı" > uııu'lı' �ilrdüm. çay beş kuruştu.

Ama zavalhlRnla

hıı•• 'ı· 1 ( I I l'lı� olmadığı için kahvelere giremiyorlardı. Dışa. rıılıı d u n na l arın a ise Polis razı değildi. DağıIm. Diyordu. n.� ılııı artıa nereye'? O perişan insanlar için toprağın altı,

nıııhl1 kk:ık ki üstünden çok daha rahattı. k ı unUii da mülere aitti.

Ama neylersin

l I i ....im köyün fakirleri de Mersindeydi. Oraya da git­

tim. l\ t l l t l:-;;1ı1anmı öyle bir halde buldumki, Viktor Hügo­ nıııı Hd'ilkri onların yanında derebeyi. · l Iyııxla bit biri birine karışmış, açlığıda cabası. Bele­ ılI,Vf' ....rılılla�l Halkı böıÜk bölük sürüyor

ütüye sokuyor,

lılllllll'l liiyordu. Güya hitler ölyor, uyuz yaraları dağlanı­ yııı'dıı. A ıım başa çıkılacak gibi değildiki. M"1'1'silı Belediyesinin bit ve uyuzia olan o kahraman�

i ! ) :':ıva.şını, senelerce sonra, &Sırlarca hlı' 111'1 halıra gibi tekrar andım.

IlM

geride kalrruş

l WW <.le Çanakkalenin bir ilçesindeydim, kahvede par· II l r ı l " t ı�lIlası vardı, bütün kahve halkı bir yana, tek bir ki­

,I !ılı' yanaydı. Derken bir adam yerinden fırladı

b u bir

ii.k kişiııin yakasına sarı1ıp onu dışanya seürükledi.

Ne

ııhtynı' diye bizde peşinden çıktık. Adam inat kişiyi kah­ vı-ıdu hil.işiğindeki boş arsaya sürüklüyordu,

arsaya va­

" 1 1 11:11 yakasını bıraktı ve orada duran paslı bir demir en­ krı�ıııı ı.:iisterip : dşte,» Dedi. «Senin Partinden bu

Memle-

1"'1 •• Iml:uı tek eser bu bit makinasıdır.• Bit makinası de· dl..:i hııh arlı ütüydü. 1943 te Mersin b�lediyesinin bit kır· ' !ıııık iı.,:iıı kullandığı ütülerden.

41


Bundan 24 sene önce bir genç ve forslu Kaymakamı· mız vardı. Kendi marifetimiydi, yoksa o devrin iktidarına ait dahiyane ( ! ) bir buluşumuydu, arasını ·bilmiyorum. Kaymakam her köye ka.tip tayin etmek meraktna kapıldı. Köylerin bütçesi muntazam yazılıp çizilecek, defterleri iş. lenecek ve böylece Türkiye, yahutta hiç olmazsa bizim ilçe kalkınmış olacaktı. O zamanlar ilkokul meZ'Jnu olmak bizim oralarda eni konu okumuşluk sayılıyordu. Benide dokuz köye Ka.tip ta·

yİn ettiler, ayhğım 45 liraydı, ençok veren Köy dokuz lira en az veren ise üç lira verecekti. Oç ay katiplik yaptım, üç saatlik bir yazı i.şim olmadı. Ne vardıda ne yazacaktım? Üç ay içinde Uç kuruşta para almamıştım,

ama

genede

köylülerden utanıyordum, yok yere atımı besleyip duru· yorlardı, bendt' avara kasnak gibi boşa dönüyordum. Yalnız bir defa sayın Kaymakamımızın emriyle Köy­ Ierimin billerini teftiş ettim. Tifüs salgını vardı ve Kayma­ kam emir vermişti : «Köylülerin bütün yataklannı, kadlıi erkek kim olursa olsun üst ve başlannı

muayene ediniz,

bit bulduğunuz elbise ve yataktan ka.nn üstüne yığdınn köy bekçileri üç gün beklesin, ta. ki bitler ayazdan ölene kadar.»

Bu saçma emri ben yerine getirmedim, çünkü. bence buna imk8n yoktu, bir kere Müslüman Anadolu kadınının muayene edeceğim diye yakasını açmıya, imkan mı vardı ? İkincisi de bütün elbise ve yataklar bitliydi bunlan soyup kışın ayazında kar üstüne atmak demek bütün köy hallu· nı çırıl çıplak anadan üryan

etmek demektiki, ikinci bir

esvabı yada yatağı olmayan köylü ne giyecek neyin içinde yatacakb. Ama, o günlerin idarecileri Halk ne yapar ne eder di· ye düşünmek zahmetine katlanmazlardı, sadece emir ve· rirlerdi. 42


( :;iniin birinde bir istifa

dilekçesiyle

Kaymakamın

Iı,.njlsııı;� dikildİm. 'Dilekçemde aynen : «Köylerde kAtlbin .\'III':lj':I;::1 herhangi bir iş olmadığı gibi, köyımerin maaş Ihh·ypI'j'l< gücüde yok.:»' Diyordum. Kaymakam az daha 111'11; di;vt�cekti. Bu defa «Maaş alamıyorum. . Dedim. Kay­ ı ı ı ı ı h : ı m üzel İdare memurunu çağırdı, fakir memura içeri­ ılı. ılI'lı'r yaptığım bilmiyorum ama,

memur

dışarı

çıktığı

.,.ıı llIllII, şakaklanndan yol yol ter akıyordu. Niçin Jandar­ IIU! :<"A ,nıyla maaşımı toplattırmanuştı. Kaymakam memur­ ıbIll I n ı ;hmalinİn hesabını soruyordu. Bı'lI; tekrar içeriye çağırttı.

dla.aşlann toplanacak

yl�lIııh i� başına.» Diye bastı emri. Ben ise inat ettim. «E­ vlIlI1lj' ı.imsem yok Katiplik yapamıyacağun» Dedim. Genç Vi' rOl'slıı Kaymakam bir süre acaip bir nla.hıük görmüş

111 1'1 hl'lI; temaşa etti ve küçümseyerek:

«Eşek hoşaftan

ii.' 11111111', size para maaş ne lazım, defol» Dedi. Oysa ho1111' 1 1 1 1 1 ı:ıık iyi anlayan Kaymakam ve benzeri eşeklerden MI·ltll<·lı ,·ııc hoşafmı kalmıştı.

* lııH (:ulan sonra, maaşlarımı toplamaya çıktım.

üçer

IIrııdlılı dokuz lira borcu olan en ufak köyüme vardım. Bi11111 ııl":ıI;lrlıı karlara gömüle kaldığı, Dünyayla bağlantısı­ IILI' kııpl.ıı�u bir kış günüydü. Muhtarm odasına girdiğim­ ıiI"', h;i�,'

.. ıinderlerinde

kemali azametle iki jandarma otur-

1I111 k l ııydı. :-iclam verdim, köylüler «şöyle yukarıya buyur,,. Ih'lıııl 'l"sı'dl', jandarmalara karşı çok saygılı olmak gerek­ IIAIIıIIı-II I'as gele bir yere oturdum. Hoş beş edilip hal ha­ L ı L'

ii"

nıl, l ı ıyı·mda, ortalıkta kederli bir sessizlik vardı. Jan­

ıll1l"1l1nl:ıl"lıı ımratı bir karış, köylüler ise ürkek ve gam1l. I l i r a z (llıırdum ama canım sıkıldı� ayağa kalkıp

«ah-

1111 1.'1 '11111 Iwn gideceğim» dedim. Muhta.r ve bir kaç köylü

43


peşimden çıktılar «bir gayfe itseydin» falan, dediler. (San­ ki gayfeleri varmış gibi) . Ama ben gitmekte ısrar ettim, ' 'zaten bekçide atımı çekmiye seğirtmişti. Ve ayak üstü maaşlanmı istedim. Muhtar ve köylüler nerdeyse ayakla­ rıma kapanır gibi : «Aman Katiliefendi seni Allah gönder­ di, hızır gibi yetiştin dedik. Ocağına düştük, sen bilin, cen­ dennelcr tilefon parası için ne anamızı kodu ne avradınu­ zı. yer demir. gök balnr. Bizi bunlann elinden kurtar, ha­ \'alar açılıl' açılmaz ıın, bulgur toplar iki üç eşşeğinen ka­ sabaya eletir sat1I, maaşınla. biJe verirdik.» Kaç lira dedim, «altı lira» dediler. Önceki iki üÇ köyden alabildiğinıide beni Hızır aley­ hisselam diye kabullenen, bu darda kalmışlara verip atı­ ma bindim. Mahşer gününde, bu altı liradan ötürü Tanrı­ nın beni dosdoğru Cennete göndereceğine hiç şüphem yok. (1)

* Bizim köy diğerlerine göre zengin sayılırdı, öyleyken mes lastik giyen ya beş ya altı kişi vardı. Gerisi kışın, a­ yakları vıcık vıcık çamur içinde, ham gönden çarık giyer­ lerdi. Bir paket tütün 6 kuruştu, ama bir köyde ancak üç beş kişi içebilirdi. Kalanı, kaçakçılann Tokattan getirip okkayla sattıkları gübreleşmiş tütünden borç, harç satm alır, ahınn yahutta samanlığın bir duvar deliğine saklayıp gazete kağıdına sarar içerlerdi. . ":" . .

(i)

oysa köyün telefonu falan yoktu. ctnr jandarma kanıkolunun

tlçe ile batlantısını temln eden telefon parası fakir köylillerden alıru· yordu.

44


çoğunun eline gazetede geçmezdi. Mesela. bir çavuş em· ıııi vardı, deli coştu;bu yüzden adı deliye çıkmıştı. «Allah.. •,Iuneğimi

kes

cuğaramı

kesme»

derdi,

böyle tiryakiydi.

i :11 fakir Çavuş emmi gazete kağıdı bulamadığı için evdeki I\ıır'anı Kerimi sigara kağıdı 1 11·rdi.

yapmış içmişti.

«Emme,»

«Ebeetin içimi pek serttb.

* Bizim köy Kızılırmağın kena.nndaydı. Karşıdaki köy·

İ.·,· ilçeye varıp gelmek için

ırmağı baharın kayıkla, ba§ka

h",vaimlerde ise soyunarak geçerlerdi.

O günlerde köprü

11'1.;1 k hatta olmayacak bir haya.ldi. Ta Sivaslan Kayseriye h:ıdar Kızılırmağın üstünde bir tek köprü \l�rdı.

Şahruh

Iıi,pı'üsü dedikleri bu tarihi yapı bize en az kır.k kilometre ıı .. .:;afedeydi. Köprünün, Timurun torunu Şah Ruh tara· f.ııdan yaptırıldığı söylenirdi. Demekki Timurlenk Anado·

I II,\'II bir uçtan öbür uea kadar tepeleyip

geçmeseydi

hu

Iİİ ; I 'I'Ü de olmayacakm�. Yazın, yahutta güzün kadın erkek

soyunup

ırmak

�" ı:ıııek neyse, ama, kış oldumu ırmak, ayzberg gibi

buz

lUılhrı tasır, zavallı köylüler bu buzların arasından etleri

ılogmnarak geçer, alkanlara. boyanırlardı.

* Bundan oluz yıl önce bizi m ilçede otel yoktu. Köylü· 11·1· 'yada i1çeye gelen komşu il, ilçe halkı çukur handa ha·

mdarm üstünde geceliğine beş kuruş verir yatarlardı. Ka· ,uıh:ınm kalabalık günlerinde ise handada yer bulunmaz I:" , ı i ı ı

yakın köylerine gecelemeye giderlerdi.

Lokanlada. yoktu, mevsimine göre, köylüler üzüm ek· rıwk. karpuz ekmek, alır duvar diplerinde bağdaş ku·

45


rup

ekmek

yerlerdi.

Bir

çoğu

da,

o

günlerde

sa­

dece memurların yiyebildiği kar gibi beyez francala

alır

. «Katığı içindedir» diyerek kendilerine ayak üstü francala ziyafeti çekerlerdi. Zenginler ise, sütçü Şakirin dükkanında helva ekmek yahutta tahan pekmez yerlerdi. Sütçü Şakirin dükkanı o kadar pistiki herhangi bir yerin bundan daha pis olması. na imkan yoktu. Hele yaz günleri burada kann doyuran­ lar, kara bulutlar gibi sinek sürülerinden adeta birbirleri· ni göremezlerdi. Sütçü Şakir de karın doyurmak : Bir kuruş pide ekme· ği, yüz paralıkta helva olmak üzere üç buçuk kuruşa mal· olurdu. Ama zenginler ( ! ) francala ile bol helva yer, sekiz on kuruş öderlerdi.

* Bundan 35 sene önce ilk okulun

üçüncü sınıfınday­

dım. okulumuzun enaz dörtte biri, Kızılayın yada

çocuk

esirgeme kurumunun verdiği gri bezden (Bizim Halk kır­ bez derdi) bir gömlek ve pantolonla, yalınayak okula ge· lirdi. Kışın Memur çocuklan lastik fotin, yahutta pantifli giyerlerdi. Biz Sivas yemenisi, yahutta

lastik

kabaralı

Sivas kundurası giyerdik. Bunlarda çoğu zaman yamahydı ve su alırdı. kendim,

ayaklarım sını sıklam BU içinde üşüyüp

Ben sızlar·

ken, memur çocuklarının ayaklan kirnbili� ne keyf ediyor diye düşünüp hayat ettiğimi hatırlıyorum. Oysa biz zengin köylü sayılırdık. Belkide onlarda, bizim dersleri çabuk

kavrayışımıza,

aldığımız pekiyi notlara heves ediyorlardı. Ama ne olursa

46


ııbuııı oıd:!ı' bizden çok daha mutluydu. Emekliye emekliye Li" 11111:1 ı'�uyup adam olacaklardı, nitekim oldular da. Bizim

hıp I wv" s1 t�rimiz ister istemez kursağımızda kalacaktı.

* Okul umuzun yanaı yalınayaktt,

ama okuma kitabı·

.ııı",dıı Iıiiyliinün muUuluğuna dair güzel şürler vardı. Hele hlı' n'ııim ve albnda bir şiir vardı ki. manasını hiçbir za· 1111111 1 ı 1 ı 1 :l yamadım. lki büklüm çalışan birçok İnsan ve baş· Ittı'uıdu di kırbaçlı, başı hasır şapkaIı bir adam.

Resim

luı.vd ıı . �;:iil'ilt ıınutamadığım birkaç nusraı ise şöyleydi:

Haşları panamalı bakır tenli köylüler, .'ün yedikleri zehir giydlkleri kefendi. . Bugün herşey onların bugün onlar efendi. M" ğ,'I' Panama dedikleri bir nevi yazlık

h\ll1l1

şapkaymış,

",'III' I('rce sonra öğrendim.

A ıua lll' :ı.aman zehir yermişiz, ne zaman herşey bizim

,.Iı'IIlIt. h:ıugi tarihten nıı'.,. u 'tlll'd i i ıı.

sonra efendi olmuşuz bunu h§.lAda

NI'.Vll'l"sinki, o günlerde bizi idare edenler başımızı pa· .u.ııınll, H:ll'arınış benzimizide bakır rengi olarak tasvir e· dlrıırl u n l ı .

11.-

.A�ıanacak halimize oyun havası.

«Ne diyim.

III' 1ı.1i;lı�yıın ölü bizim alınayınca» dedikleri gibi. Nasıl

tıhuı. IU'llzi sa n.ıran, yamalı ka.sketi bulamıyan onlar

değil.

,ii ..

47


Köy öğretmeni bir şair arkadaşımız

vardı,

(bizim

Halkın hepsi şairya, hemde dert şairLl «Memleketin efen­ - disi humudur» başlıklı bir şiiri gençler arasın� elden ele dilden dile dolaşıyordu. Savcmın eline kadar gitti. Şairimi­

zi

açığa aldılar, hakkında Komünistlikten takibata

giri­

şildi. Şiirin hatırırnda kalan bir kıt'ası şöyleydi: Bir yırtık abaya bürünür Yıllarca. sürüm sürüm sürünUr Yürürken arkadan laçı görünür Memleketin efendisi humudur? öğretmen takibatı yürüten sa.vcıya

şöyle

demişti:

«Bizim köye buyurun size kıpkırmızı kıç. görünen en az on kişi göstermezsem beni asm.» Savcı bu bahse girişemedi,

takipsizlik kararı verdi.

Çünkü köylü kıçının açık olduğunu savcıda biliyordu.

* Bundan

30

sene önce

«Sanayi»

kelimesini hiç bilmez­

dik. 20. yüzyıl tekniğine ait Anadolu köyünde sadece bir

gaz laınbası vardı, onunda fitili liyordu. Aslında gaz lambası

bile galiba Avrupadan ge­

yaşadığımız asrın malı de­

ğildi ama bize göre öyleydi. Ticaret sözü de pek kullanılmawl. aksayata. derdik.

Ticarete ait ençok

Alış veriş, ya da kullanılan

kelime

Trampaydı. Bütün ticari muamele trampa. esasına da.ya­ mrdı. Eşeği eşekle, atı atla trampa ederler üste 3 paket tü­ tün, yada iki üç şinik arpa, buğday alır verirlerdi. öküzü inekle, ineği birkaç keçi veya koyunla ya başabaş değişir­ ler ya da ufak tefek üsteler alınırdı.

48


Bağından üzüm kesen, elma, armut deşiren, bostanm·

diLLi ka.vun, karpuz toplayan köylü bunları merkeple, bağı IK ,slanı

olmayan

köylere

götürür,

buğdayla,

arpayla

I r:lltıpa edip evinin ununu, bulgurunu tekmillerdi. I'ara yalnız memurlarda vardı, yani ortada dönen me­ ııı ıırl:ı.rın parasıydl.

Bazı zenginlerde ve aksavatacılarda

punt bulunurdu ama onların parası güneş yüzü görmezdi. V ii yC'r altındaki· küpte, yada evdeki sandıkta yatardı.

( Irtada dönen Memurun parasına ise köylünün eli değ­ Itw:I'.di. Çünkü kazalarda memurlar yiyecek, içecek için he-

1111"11 hemen para vermezlerdi. Çoğu zaman bunlar hediye

• • wlı ı·, Ii.

* i ımıdan 25 30 -

sene önce Türkiyede öyle bir iktisadi:

ıltı�.·tı vardıki, dünyada belkide bir benzeri yoktu. Parasız Yllljı ırııa düzeni.

....

I';�()r devlet vergisi de olmasaydı

paranın hiçbir lü­

.1111111 olmayacaktı.

I 'nlto yoktu, ceket, şalvar şa1dandı ve köylü kendisi diliturdil. ayakkabı ham gönden çarıklı, köylü kendisi ya­ ılimil. �apka yama yama üstüne dikiş tutarla kadar

üç

iwıt KI'IW b>i.derdi. I':�('r bir Allahın kulu çıkıpta Anadolu halkına başa­

Ilık � t'zıııcyi öğretse '.rtirkiyenin keşifler

tarihine

altm

h"I'l'lı'l"h' �cçerdi. Iıılilt yine yamana yamana epey

zaman

dayanırdı.

C ','.yıd Iııılıımla kalırdı bir don bir gömlek. Bunlarda lüks 111'11111' IUlyllınlı, yani zengine göre ihtiyaçtı. Fakirlere gö1'1' hıınıtll (·\.ler gözükmedimi yeterde artardı bile,

işlik al· 49


tında gömlek, şalvar içinde don olsada. hoştu,

olmasada

. gam değildi. Şekere çaya ihtiyaç yoktu çünkü alışılmaı:İıiştı. Bizim çalık Hüseyin adında bir göçmen komşumuz vardı. D. D. Yollarında 35 kuruş gündelikle

muvakkat amele olarak

bir ay kadar çalıştı. Gündeliklerini aldığı gün

Kasabarla

kahveye uğramış. Köye gelince anlatıyordu: dnsan niçin yaşar?» ve yine kendisi cevap verdi: «Yemek için yaşar, anacığını samylm bugün açan a1dun paracıklan

gittim

duğru kaveye, içtim ikl tay.»

* Bununla beraber, köylü nede olsa senede bir defa pır­ tıcı (Manifaturacı) dükkanına uğramak zorundaydı. Pırtıcılardan genellikle harmandan harmana

alış

ve­

riş edilirdi Tabii peşin değil veresiye, çünkü gelecek yıl­ da bir hayırlı kapı açılacağına inamtırdı. Bir harmandan öbür harmana veresiye pırtı satışını bizim oralarda Kayserililer icat etmişti. 35 kuruş olan ka­ put bezinin veresiye fiyatı yuvarlak hesap 150 kuruş, 40 kuruş olan gribez iki lira, basma, dınl, çulhald vb. Ian da buna göre. Ya beş kat ya altı misli, Bu minva! üzere,

pırtıcı Nuğ ağanın defterine adı

borçlu olarak geçen köylü bir dahada erkekse kurtulsun bakalım borçtan. Mahsul bol olunca satılmaz para yok, mahsul kıt o­ lunca satamazsın gene para yok. Ve... pırtıcı Nuh ağa def­ terdeki borcun bakiye kısmını yeni ve başka bir sayfaya aktarırdı bir kaç defa katlayarak.

50


l\/1ylii pırtıcı dükkanlarınm dışında ufak tefek iğne,

lııllk

wıııi i h l iy�u�larını, köylerde dolavan çerçilerden temin

�h1l'l1l. Vitrinı,ı pırtıcısı demek olan çerçiler, mali imkanlan­ n. 11'\1'1, ! " k bir eşekten tutunuz da, sekiz on eşek yükü atlılı,'l'lııi 1I1:lfl birer seyyar dükkan gibiydi. C,:" ...;i kiiyiin münasip bir yerine sandıklan indirir, ti­ .art IIlIıl ill:-iıııı açıp yayar ve alış verişe hazır olurdu. Tıp­

lu

,Iııııliki Migros kamyonları gibi.

IKııı' iplik, gençler için cep aynalan,

kadınili

maıııltl hı ı yııuzundan yapılmış taraklar, firketeler ve

için

co­

ıuklııt' Jı;in keçi boynuzu, �:ı'n�iltiıı

alış ve�ide adet olduğu veçhiyM. mübadele

-

\ak"ıı ,'tııı.'·mıa dayanırdı. 10 yumurtaya bir kelep iplik, ar­

"'IU

pili'luk tcneke kaplı süslü bir cep aynası 15 yumur­

'a, 11)1"1'1' aynanın iki tarafı da cam ya da bir tarafı cam,

"hilı' yll:r.iiıııle ise bir şeherli avrat resmi olursa 20 yumur­ lA. KI'f;i hoynuzu genellikle eski çorapla a1ınırdı. Bir ku­ Ilk �urıı l ' ('skisi götürurdük. Çerçi bunlan evirir, çevirir, I1l11n,Vı'tl'· ı·t!(!r ve ancak yansını beğenip beş altı tane içi ,Ürllrııll'1 kı c.;i boynuzu verirdi. Beğenmediği diğer yarısını '

ı,rı ...pı'rıı�zı.li, uzanıp alabileceği bir yakınına hı ııurl l'nda sczdirmeden alır çuvala indirirdi.

atardı da­

* Bizim kiiyün bir değirmen boğazı vardı, bu boğazda _ırıı

�II'H

dÜl't beş değirmen bulunuyordu,

111I'IIı,'ııl valaııdaşlar �letirdi. Bahar

DeğirmenlerL

ark, bent yapmıya

."Idıl .. ntıi, rakir, fukara adeta bayram �derdi, çalışıp pa-

�L


ra kazanacağız derlerdi.

10 11 -

saat kazma kürek sallar

30 kuruş gündelik alırlardı ve buna bizim Zamanı İsmet'in köylüsü kazanç derdi. Ostelikte değirmenci Asadur ustaya, beni çalıştırsm diye izzet ikram edilirdi. DeğirmencHerin çoğu bizim köylüdU. Bahann hava­ Lar kurak gidince büyükler kurban keser rahmet duasına (Yağmur duası) çıkardı. Bazan bu dualar tesirli olsun di· ye civar köylülerinde katılmasıyle yapılırdı ve okadar gÖ2 yaşı dökülürdUki, benim tahmininle göre &Sırlardan

beri

dökülen bu gözyaşlan Anadolu topraklarını belkide birk� defa sulayabilir. Biz çocuklar ise yağmur gelini yapar kapı kapı dola· şarak: «Teknede hamur tarlada. çamur, ver Allahnn ver bir sürü yağmurıı Diye bağırırdık. Çoğu zaman yağmurda yağardı, hemde gök gürültülü ve bardaktan boşanıreası sel sele giderdi ortalık ve haliy. lede gelen seller değirmenlerin arklanm, bentlerini sUpUriirdÜ. ışte bu sebeple Ermeni vatandaşlar, duasından pek hoşlanınazlar,

çocuklar

kapılarına yanı:

bağırdımı, kapılarını kapatır homurdanır «Allah

veriyor bizim

52

bentleri

yıkıyor

sileı

yağmur

7.0» Derlerdi.

yağrnUl


-M E M U R -

M I';MURLAR için söylenecek okadar çok şey varki, iiiNan nereden başlayacağını bilerniyor. Biz Türkle· .... 11/11'1· l )evlet demek memur demek, Memur demek Dev­

lıl

dl'IIH'klir. I,,"(ı'-ıardan beri bunu hep böyle bildik.

Devlet kadar

"'''IIILlI'1I !'laydık. Devletmiş gibi memur ne dediyse eyval­

Iıh

dı'dik, her emrine her zaman baş eğdik. Kendimiz aç

kaldık, c;ıplak kaldık ama, Millet olarak her devirde bizi Idıu'l' ı·ılı'ııleri varlığın, her ç�it Dünya nimetinin içerisi­

n, Kliıııdiik, onlara sıkıntı nedir göstermedik. Eller Dev­

" 1 1ı111 l;I'siııden fabrika yaptı, yol yaptı, köprü yaptı, ba­ r.j Y'!)III, biz sadece ve sadece memur besledik, memur �ııyrı .vı'(lirdik. (ltwıanh idaresinin «Ila."as'ı» anlardı,

Cumhuriyetin

1)'llltl ....iimrcsi, el üstünde tutulan muteber sınıfı yine onlar alıl .. Biiylcce Memurluğu öylesine cazip ve karlı, imtiyaz.. .

lı Iılı' 111I'Hlck bir sınıf haline getirdikki, Memur oıabil�ek

'-lI.lhlı·

lahsil gören Türk aydını diptomayı cebine koyduğu

,lIrl kıtahı kapadı. llmin ışığından yüz �evirdi, tekniğe, ica· ıhı. kl'l1if'(! boş gözlerle baktı. Ona göre memur olmak, bir

'lUtrlll ha�ı

kapmak ve Devlet maaşına

IHI'Ill'lıiyclinde, ikbalinde doruğuydu.

sırtını

dayamak

İşte bu yüzdendirki

.llII'lnrdır okull arınnz bir memur fabrikası olmaktan

öte

hh;hlı' i�e yaramallı.

53


Şu kadar bin senelik geçmişimiz var, sayısız Devletler kurduk diyoruz, ama bir mucit bir ka.şif yetiştil'emedik. Bizde babadan oğula kalan müessese yok ama. dede­ den loruna, yedinci onyedinci toruna kalıroş memurluklar vardır. Dede Paşa, torun Paşa., dede yüksek memur toru­ nunun torunu yine en yüksek memur ve mevki sahbi. Çünkü, mektep, medrese hep onlara kadardı, okumak, tahsil yapmak: onlara aitti. Okulun parasını hep biz ver­ dik, diplomayı her devirde onlar aldı.

Bu imtiyazı elden

kaçırmamak için, diplomanın değerini düşürmemek için A­ nadolu halkına okul yüzü göstermediler. Her fırsatta halk çocuklannın okumasına, aydınlanmasına engeller yarattı­ lar, icabında siyasi iktidarları da yanıltmaktan geri kalma­ dılar. Zaten siyasi iktidarlarda onlardı. Böylece bu bürokrat sınıfla halkın arasında karlı dağlar yükseldi.

aşı1maz

Onlar bize kadar inmeye tenezzül

etmediler, biz ise onlann dünyasına hiçbir zaman ulaşa­ madık. Gide gide bu öyle bir hal aldı ki fildişi kulelere çe­ kilen memurlar, millete tepeden bakmaya başladılar. Halkı alaya aldılar, halktan iğrendiler, onlara göre milletin sır­ tından aldıkları maaş bir hizmet karşılığı değilde,

daha

analannın karnındayken kazanılını,ş bir haktı. Kendi aralannda olmasa, Yahudi ile, Rumla evlendi, onlarla akraba oldu, Türkü beğenmediler.

Şimdiki yük­

sek ( ! ) sosyetenin babaları, Anadolu halkına Etrak

-

Ek­

rat derdi (1). Şimdi olduğu gibi her devirde Halkla. zıtlaşırlar. Halk neyi sevdi kimi beğendiyse onlar ondan nefret eetti. Hal­ kın ak dediğine onlar kara, Halkın kara. dediğine onlar ak

(1) Türkler · Kürtler. 54


ı l ı 'nı<�yi bir marifet bildiler. Her halü karda halkın yanın· ıi:ı ıleğil, karşısında yer almayı sanki dedelerinin vasiyeti

ııui� gibi kutsal bir görev bildiler, Halka işkence ve zulmet­

ıllI'k için bahane aradılar. Siyasi iktidarlar vur dediyse on­ !:ıı' fildürdüler. Iktidara gelişinin ikinci gününden başlaya­ I':!k

idamına kadar rahmetli

Menderese olan hınçlanda,

"ıııın halk tarafından sevilmiş olmasındandır.

Birinci Dünya savaşında Türk ordusu içerisinde yUk­ :-ıck bir komuta kadrosu işgal eden Alman Generali hatıra­ hrında bizim bir general için şöyle yazıyor: «

•.••

Pa.S8. hoı;­

suhbet, babacan bir adamdı, fazla mutaassıpta değHdi, ara sıra bizimle kadeh tokuşturduğuda olurdu. Gel gelelim bu h:\bacan adam, halktan bir kimseyle yada. küçük rütbeli­ Iı�rle karşıl9.§mca olduk!:-& gazaph ve sert bir insan oluve­ rirdi. Birgüıı. kendisine bwıun !<tebebFini sorduğumda., gül­

dU,

&Cil' gibi yiizüme

baktıktan sonra: "Halka sertlik li.zım

bizim halk. güler yüz ta.tlı dilden anlamaz" dedi.» Alman generalinin bizim. paşa hakkında

yazdıklan,

bir zihniyeti yansıttığı için ibretle kayda değer. Düşünüş ve tutum buydu, «Türk Milleti tatlı dil güler yüzden anla­ maZ» diyorlardı.

Memurlar lütfen bize gelince kul köle olur

koyacak

yer bulamazdık. Yemediğimizi yedirir, içmediğimizi içirir­ dik. Biz onların dairesine vannca ulan der, eşşeoğlu eşek derlerdi. Sıkıya geldikleri zaman adımız kahraman Meh­ meteikti, geniş zamanda ise götü boklu nefer olurduk. Kitabımın bu bölümUnde «Zamanı

ısmet»

diyerniye­

ceğim, çünkü memurlar ogUn ne idiyse bugUnde ayni şey­ dir.. Zamanı Isrnette ellerinin her ikiside Devletin

cebin­

deydi, zira ogUnlerde halkın cebinde :birşey yoktu.

55


Ogün1erde biz ölümüze kefeni· ilmuhaberle alırdık, sır· tımıza kaput bezinden bir gömlek alalım desek,

«tki

met..

rede dınl alacaksın. Der, vermezlerdi. Ama memurun ku­ maşı, hassesi, pazeni aynydı ve istedikleri kadar alabilir· lerdi. En kabadayı köylünün evine girmezd�. Lüzumuda yoktu,

çünkü

senede iki kilo şeker alışılmamıştı.

Ama

hasta için, misafir için almak gerekirse fiyatı beş liraydı. Oysa memurlar şekeri altmış kuruşa yerdi. Ekmekleri bi­ le ayrıydı ve adı franeruaydı. Frenkçe. Zengin ( ! ) köylüler kandilde bezir, don yağı ve ben­ zeri şeyler yakardı, fakirler ise erken akşamdan yatma· ya yahutta ocakta yanan saman alevinin ışığında oturma· ya mecburdu. Ama memurlarda her zaman tenekeyle gaz bulunur, istedikleri zaman sade yağla başa baş değişebi. lirlerdi. İkinci Dünya savaşı her memlekete yoklar, yokluk­ lar getirmişti, ama Türkiyede yokluk yalnız Ha1ka aitti. Oysa o senelerde okul çocuklarına dmtiyazslZ

smıfsız kay·

naşmış bir kitleyiz. Diye şarkılar okutuluyordu. Zamanı İsmetten sonra ise memurun eli halkın eebine öyle bir yerleştiki, bunu söküp çıkaracak Partiyide, hükü· metide daha analar doğurmadı. Çünkü halkın cebi

biraz

metelik görmiye başladı. Eskiden memur, «Bugün git yann geb' diyordu. Şim· di rüşvet vermezsen «bugün git sittin sene gelme» diyor· lar. Bilcümle ihale yolsuzlukları,

gümrük kaçakçılıkları,

vergi kaçırına1ar, naylon fatura alış verişleri, her türlü dö·

viz ve emtia karaborsası, Devlet eliyle Halka düşman mil· yoner yetiştirmeler, hepsi, hepsi, asırlardır milletin kade·

56


rhıı' ı;o ı n

'

klenmiş oLan bu daire ağalarının, masa başı eşki­

,\,lılıınııln marifetidir. .

* :t.amanı lsmette Hükümet

köylünün

kn,Vlll1l�tU. Layık Türkiye Cumhuriyeti

mahsulüne

el

e .. «öşrü Muh amm

iii. yi ihya ediyor, yahutta hür Türkiyede komünist usulü

hlr

v" rgi uygulanıyordu. i �izim oralı bir Halk şairinin:

.

«Bir avuç buğday çıkar­

chiı unııda bastınız mühürü" Demesi gibi, harmanda buğ­ ılu,Vbrıınızı mühürlüyor, rüşvet vermesen günlerce bekle­

l Iy"r, ondan sonrada ölçüp Devlet hissesi dedikleri yüzde 011

Cizyeyi alıyorlardı

(1).

ölçüm memurlarına verdik, Devlete verdik: Ama ba­ kıııız sonunda gene ne oldu: İlçelerdeki komisyonlar bir­

elik köylerin verdiği mahsulü kafi görmediler (Tabiiki ko­ ı ı ıi!{yon azalarını rüşvete doyurarnıyan köylerin).

«memurlar rüşvet yedi mahsulü kaçırttı.» De­ «Köylü mahsulü s:ı.kladı, çaldı» dediler. Köylere

Bunlar llli·dilel',

ı:ıktılar, evvela. köylüye bir yabancı işgalcinin bile kıılay reva görerniyeceği işkence

kolay

ve tazyikleri yaptılar,

tıııınanhklan yeni baştan boşalttı, köylünün yaba yaba, kü

..

rı, küfe basıp yerleştirdiği samanlan sokaklara döktüler, �mınanhklan aradılar, evleri şişlediler, duvarlann arkası­ iii

yokladılar, Birşey bulamayınca da gitti tarlaları ölçtü

..

kr. Ve. . , mesela. bütün köyün ekilen arazisi beşbin dönüm IK{l, bire ondan hesap edip elli bin rupla, bunun yüzde onu h(�şbin rupla eder. «Vereceksiniz. » dkibin nıpla verdiniz (1) Osmanlı Devletinin gayn mUslim .. ". tilkelerden a1dıtJ, vergi haraç.

tabaadarı,. ya da

yeni !ethedi·

=

57


üçbin nıpla daha

istiyonız»

Dedi, kesti attılar.

Bunun temyizi. itiraZ! yoktu, bir işgal ordusunun di­ . vanı harp kararı idi sanki. Oysa çaresiz köylü, bunların ölçüpte bire on aldınız dediği tarlaların çoğundan ektiği tohumu bile alamamıştı. Türkçede bir söz var: «Gökten

ne

yağdıda.

yer kabul

etmedI.. Halktan ne istendide vermem, veremem dedi. Ve­ receklerdi, ama neyi 1. Her yıl bir senelik yiyeceğini amba­ rına koyan köylü, o sene üç aylık yeygisini bile çuvalına koyamamıştı. Tohum ise, Halkın ancak

dörtte

birinde

vardı, Bu zulüm yükünün altında köylü. can hayına düştü, oturdu Cizyeyi aralarında paylaştılar, herkesin borcu belli oldu. Kimin ne hali varsa görecekti. Zillete, kahra, jandar­ ma baskısına dayanamıyan çoğu köylü yiyeceğinide, tohu_ munuda verdi. Olmayanlar ise, başlannı aldı köyü terk edip gittiler. O yılın bahar aylannda bizim ara köylüsü­ nün hali, ne yazılır ne de söylenir gibiydi. Kuzulu bir ko­ yun yarım ruplaya değil, yarım şinik buğdaya alıcı bula­ nuyordu. Hükümet yüzde on al, demişti, ama memurlar fırsat bu fırsattır diye köylünün almadık kupkuru bir canını bı­ raktılar.

* Toprak Mahsulleri Ofisinin kuruluşundan önceki yıl­ larda, mahsulümüzü Ziraat Bankasına satardık, alım satımdan çok,

Bu bir

«Veririm Hasan, almam Hüseyin»

sa­

vaşıydı. Köylü buğdayını çuva1lar, kağnıya yükleyip kasa­ baya götürür, Bankanın alım yaptığı caminin, şayet cami

58


dolmuşsa kiralanmış oLan damın duvarı dibine yıkardı. Gi­ derken yorgan, yada. abasını, azığımda alırdı. Son bahar yağmurunun ıslattığı, yine güz güneşinin ısıttığı çuva1la­ nn Ustünde, duğda.yım alınacak diye bir ay bir buçuk ay sıra bekleyenler çoktu. Ve çok defa çuvallann altı çimIe­ nirdi. Bizim bir açıkgöz amca oğlu vardı, ne yapar ne eder en çok buğdayları bir haftada satardı. Biz, verdik kurtul­ duk birazda elimize para geçecek

diye bayram ederken,

bizden önce çuva! yıkıp enaz yirmi yirmibeş gün bekleyen­ ler gıpta ile çoğuda umutsuz gözlerde bize bakarlardı. Bizden sonra gelen neden bizden önce veriyor demek, itiraz etmek kimin haddineydi.

Sadece

tanıdık olanlar :

«Amanın sen bilin Vseyin efendI şu bizim buğdayla.:n da.

vermenin bir mümkünü yokmu Pank mamürlen senin ada­ mındır bir sö yle. ı> Diye yalvarırlardı. ZavalWarın rüşvet vermiye ne paraları vardı nede cesaretleri. Yüzlerce, binlerce çuvalın üstünde haftalarea yen bu perişan Halka karşı Banka

memurları,

bekle­ inadına

aheste, nisbete vurdum duymazlıkla çalışırlardı. Tek kan­ tarla alım yapılır, eksper saat

dokuz buçukta gözükür,

saat ona doğruda diğer memurlar sökün ederlerdi. Akşam saat dört buçuk oluDcada çeker giderlerdi. Yorgun kağnılar bir yandan dolu gelir

boşalır,

bir

yandanda sessiz sedasız, kaderinin, tallinin dinine imanına küfreden iimitsiz köylüler boş kağnılara dolu çuval yük­ lerdi. Bunlar Pank memurlarının beğenmediği buğdaylar­ dı. Oysa alınmaz, beğenilmez korkusuyle Pank

buğdayı

günlerce önce hazırlanır, kadınlar kalburdan geçirir, rüz.. garda. tekrar tekrar savururlardı. Ama neylersinki Pank rnemurlannm beğenmiyeceği tuttumu ölüm Allahın emri' çaresi yoktu.

59


Köylü kadın evin yUnlerini toplar, eğirip bayar, tez· gahta özenerek halı gib dokuyup seklem (Ufak çuval) ya­ ·pardı. Bu el emeği göz nuru ile meydana gelen çuvaUar bir defa ofise gittimi hayrı ka1mazdl. Mübayaa memuru gişi çuvalın ağzından daldınp ortasından,

dibinden

numune

alacağına, o canım çuvah üç dört yerinden şişler yırtardı. Çuvaldan hayır ka1madığı gibi üstelikte, kantara

kadar

köylünün cebinden, kantardan ambara kadar ise Devletin kesesinden oluk gibi buğday akar ziyan olurdu.

* onsın, üstü oluklu saç kaplı amban, demir yolunun pırtl pırtl raylan, kızıl topraklı tozlu yollar, biçilmiş ekin· ler yalım yalım yanıyordu. Sağır bir ağustos günüydü, bir hafta beklemiş buğdayları vermiştik, para bekliyorduk. Şimdi ofis Ziraat bankasından azıcık daha insaflıydı, iki kantarIa mübayan yapıyordu. Ambarm gölgesinde boş çuval1anmızı sermiş, üstüne uzanmıştık, saat öğleden sonra bir buçuk oldu, iki oldu, iki buçuğa geldi hala ortalarda memur yok. Sonradan,

a[şık Feryadi çığıran

olduğunu sorup

öğ·

rendiğim, fakir kllık11, yağız bir köylü çuvaUarının üstün· de doğruldu, sağa sola bakındı ve yUksek sesle: «Ula

mamürlerde emme gelinniş

ha.» Diye söylendi.

bu

Köylüler

ku1ak kabartınca da eli kulağa atb. Yanık bir sesle ağıt gibi ve irticalen söylediği türkünUn bir kıt'ası hala hatı·

! . �..ı;

nmda:

lreşberler gelmiş burda otunır, Ofis mamUrleri keyif yetlrir, Evde QOcuklar harmanı batınr, Verin paralan gidem efendim. 60


* Zavallı halkın memuru amire, amiri hükümete şika­ yet etmek akımdan bile geçmezdi.

Onların şikayeti

hep

Tannyaydı, yanık ağıtlarla, bazan da ok gibi batan ustura gibi kesen taşlamatarla şikayetleri dile getirirlerdi. Bizim oralı ozan Feryadi Çığıranda tıpkı:

«Sana bir destan söyüyem Şa.jasm Seyidefendi, Diye başlayıp:

Uçtun özeni özeni Bana eyledin düzeni t\lekAnm katran kazanı Pijesin Seyidefendi. Diye devam eden ve:

Ruhsatiye emin kuldwı Bir kaz buldmı iyi yoldun Şeytanlıkta

bir sen

kahlm

Yaşasm SeyidefendL Diyerek bitiren Ruhsati gibi yakınıyordu. Seyidefendi de bir memurdu. Ruhsatileri, Tokadi Zadeleri,

dim rüşvet değildir diye almadılar»

«Selam ver­

diyen koca

Nef'lleri

soyup yüzen Seyidefendilerden.

* ılçemizin

nüfus �leri iki tane kUt sağınn idaresindey­

di, memur büyük sağır, katip küçük s�ğır. Köylülerle bun-

61


ların konuşmaları gerçekten bir komediydi.

Küçük sağır

bir fındık feasrine benziyordu. Kepçe kulaklı, sivri burun­ ' lu ve kupkuru ince yüzlü ufacık vücudu, kağıtların hışırtı­ sı arasında zor farkedilirdi. Büyük sağır ise bir kaplumbağa kadar

hareketsiz,

Nüfus dairesine işi düşen vatandaş, hiç olmasa bir bak­ raç yoğurtla, büyüğün yada küçüğün evine mutlaka uğ­ rardı, Bu ziyarct ya sabah erkenden, yahutla öğle yeme­ ği zamanında yapılırdıki, memur görmüş olsun ve yoğurt boşa gitmesin. Sağırlar çok iyi anlaşır, bir birinin hakkına ve hudu­ duna tecavüz etmezlerdi. Dairede köylü küçük sağınn ya· nına vardımı, büyüğü anlardıki Kitip boklandı. Vatandaş büyüğün yanına vanrsa,

Katip bilirdiki memur zifHen­

mi5tir. Ve... vatandaşın işini elbirliğiyle abeste abeste yap· nuya koyulurlardı. Şayet vatandaş eve uğramadan daireye gelmek gaf­ letinde buulnmuşsa, sağırlara

sesİni duyurarnazdı.

Bazı

köylüler, bu ufak memurlara karşı bir cesaret gösterecek olur, rüşvetsiz iş yaptırmaya kalkışırlarsa,

işte ozaman

büyük sağırla köylüler arasında

konuşmalar

enteresan

olurdu. Mesela köylü yeni doğan çocuğunu kaydettirmek isti­ yorsa, büyük sağır köylüye kemali ciddiyetle: ...•.

«Anasını

kerkeıı banamı dauı�tın, git yann gel işimiz QOk.» Eğer

köylü evleome muamelesi yaptırmak istiyorsa, o zaman­ da biraz alaylı, ama her zaman olduğu gibi ta dışarılardan duyulacak gibi yüksek sesle «000 .. mübarek

ola,

sen .... ne

kılıf buldun diye elimizdeki işlerimi bırakalun. Yarin gel.» derdi.

62


Başkentin ünlü bir caddesinde, oldukça lüks bir bak·

k;u dükkanı açtım. Bakkal dükkanında ekmek satmanın liizumunu belirtmeye hacet yok. Ne varki ekmek satışı, ayrı bir ruhsata tabiydi, Be· It-diye şubesine baş vurduk. ıki metre karelik bir gişe yap·

ıııarnızı söylediler. Oysa bütün Ankara Bakkalları ekme·

ı:i birer dolapta sabyorlardı.

Dükkanımız müsait olduğu

iı;in, itiraz etmedim ve kimsenin

yapmadığı biçimde ve

liiks bir gişe yaptırdım. Gelen memur, cebinden bir metre (,;ıkardı, enini ölçüp yazdı, şu kadar santim ve milimetre. l{ayımuda ayni şekilde ölçüp yazdıktan sonra,

hesabını

yaptı .Sekiz desirnetre kare noksandır nıhsat veremeyin. l )edi. O zaman Ankaranın Belediye başkanı bir ünlü De· «Şu caddede hatta. bütün Ankara Ba.kkaIlarında ekmek dolapt&. satılıyOr, bu ne iş. tir». «O beni ilgilendirmez.. Dedi. Seni Belediye başkanı· I l a bizzat şikayet edeceğim dedim. Et Decll. ıkinci gün ek­ Itlirkırattı. Memura dedimki:

rrıek ruhsatını bizim tezgahtar alıverdi.

Bakınız

nasıl :

/i. ynı memuru getirdi, evvela ne içersiniz diye sordu. elÇ&­ I'{�ğimi bir filiye koy ben akşama. evde içerirn.• Diyincede hizim tezgiı.htar, rakısı, mezesi ve. çereziyle

bir file dol·

dıırdu. Memur g�eye bakmadı bile, fHeyi aldı «Yarin sen

�d ruhsatı al, o aksi patronunu gönderme•. Dedi. Bu bana çok dokundu, bir devir değişmiş, renkli ha­ .val ve umutlarla yeni devirden birçok şeyler ve bu birçok :-;ı�ylerin başındada memurun islahını bekliyorduk.

Oysa

Ilıernur eskisindende beterdi.

Ama dediğim gibi, �Iamaktan başka

elimizden ne

�elirdiki. Hani kurtulacaktık bugün git yarin gelden.

İşler düzelecekti ta. esastan, temelden Çektlğlmlz yetmedi ydlar boyu oorpilden Kalkacaktı nerede, ha.tır, gönül iltimas? Değişen yalnız rellal<, eski h...-, ..kı tas. 63


* Büyük bir iktisadi Devlet teşekkülünün emanet inşa­ at komisyonu iş veriyor işler dağıtıyor dediler. «Selamün a1eyküm, bi7.ede iş verin.»' Desek vermezlerdi.

Buncağızı

olsun öğrenmiştik, onun için bir tavsiye aldık Komisyona vardık. Komisyon başkanı gözlüktü, uzun boylu ve yaklŞıklı oldukça nazik görünmeye çalışan bir zattı.

Tek bakışta

işini bilen kurnaz bir Bürokrat olduğu belliydi. Bize : «Ha.y hay sizin gibi iyi ve temiz i'j yapacak insanlara ihtiyacı­ mız

var, işlerimizde çok». Dedi. Ve hemen ekledi:

Falan

yerde 650 bin liralık bir i5imiz var, (Zile bastı dosyasını getirtti) buyurun görün, gidin iş yerindede İncelemeleri­ nizi yapın tekliflnizl verin. Bir hayli masraf ettik gittik, işyerini gördük, teklifi­ mizide işi mutlaka alabilmek için müessesenin menfaatı­ na en uygun şekilde hazırlayıp verdilı:. Artık haftanın her çarşamba günü gidiyor

neticeyi

soruyorduk. Ortağım olan Mühendis ; bunlardan iş alma.­ nın imkanı yok, boşuna. yorulmaıt diyordu. Benimde ka­ nsatim buydu ama, sonuna kadar kovalamıya

kararIay­

dım. En nihayet son gittiğim çarşamba günü,

Komisyon

Başkanını biraz sıkıştırdım, «peki oturunıt dedi. Ve... öyle şartlar sıraladıki, kabulüne,

yerine getirilmesine imkan

yoktu. Adeta, Erciyas dağını sırtlayıp Konya ovasına ta­ şırsanız işi size verebiliriz diyordu. Oysa işin verildiğini, yerini bulduğunu ben anlıyor· dum. «Bu şartlarln. biz alamayız» dedim. Başkan bu işin böylece bittiğine memnundu. Ama bizi tavsiye eden zatı da kırmak herhalde işine gelmiyordu. Bu defa başka bir yerde başka bir iş gösterdi. «Gidin görün teklif verin.» 64


Dedi. Ben ise:

almaya

.Yeni baştan

başlayacak bir oyunda rol

vaktim yok.lt Dedim ve. ayağa kalktım.

biraz bozulur gibi oldu.

bilirsiniz

Başkan

Oyun falan yok ortada ama

siz

...... beye selim söyleyin.:ıt

Bu işi alanın bir tanıdık olduğunu sonradan öğren­ dim, yemin verip ne kadar rüşvet verdiğini sordum. Oda bana yemin verdi ve 50 bin lira peşin verdiğini söyledi. Bu komisyon ve başkanı buna benzer birçok ellibin­ ler aldı, birçok işler sattılardı.

27

Mayıs darbesinden son­

ra ihbar edildiler, ama hiç bir şey isbat edilemedi. Rüş­ vetin isbatı olurmu?

* Teminat mektubu için her zaman sıkışık durumumuz vardı. Zaten bizim yaptığımız işler, kimsenin beğenmediğİ tirit işlerdi. Müteahhitlik değil bir nevi hama1lık. Rüşvet vermiyorduk, dayımızda yoktu bu yüzden sermaye sahibi, kredi sahibi olmak bize göre hay8.ldi. Ancak karın doyu­ rabiliyorduk. Bir arkadaş: na

«Ağzını sıkı tutarsan ben sa­ istediğin kadar teminat mektubu bulurum. dedi. Son­

radan batan bir Bankanın şubesine beni götürdü. Müdü­ re. size bir müşteri getirdim dedi. Müdürde memnun ol­

«Bir hesap aç. bilanço ver, bUyük ra­ kamlara çıkmanıak şartlyle istediğiniz kadar teınina.t mektubu veririz. Dedi. Banka senede % 6, Müdür ise bir

duğunu söyledi ve

defaya mahsus olmak üzere

% 10

alacaktı. On bin liralık

mektup aldınızmı İsterse üç günlük olsun bin lira, yirmi bin liralık olursa ikibin. Bu şartlarla ben almadım, ama okadar çok alan olduki, sonunda mezkur Banka topattı. Devlet vatandaşla ortaklaşa Banka kurmuştu ama, masa başı soyguncuları kapısına tezeiden kilidi astılar.

65


* önemli bir müessesede işim vardı, mali yıl scnuydu, ihaleye esas olan paradan bir hayli miktar artmıştı ve o müessese bir telaş içerisindeydi. Parayı, sanki düşmana kalacakmış gibi ne yapıp ne edip harcamak istiyorlardı. Yetkili zat, dolap yaptınrmısın, dedi. - Yaptınnın. De­ dim. «O

halde keşif

listesinde olmadığı

için bir teklif ver.»

Dedi ve oracıkta birde proje çiziverdi. İyi bir mobilye atölyesiyle konuştum, resmi göster­ dim, tanesine 800 liradan

anlaşmaya vardık.

Nakliye,

tenzilat vs. masraflarla, kendi kartma ka.I'§llık

olarakta

beherioe 400 lira ilave ederek 1.200 lira teklif ettim. Yet­ kili

zat, yazılı teklifinli aldı ve yarin gel,

dedi.

İkinci gün gittiğimde, önüme kendisinin yapmış olduğu bir fiat listesi koydu. Gözlerime inanamadım, bir adet dolabın fiatı tam 2.198.45 liraydı. Bu ne, der gibiler­ den yüzüne baktım. «Yirmi dolapta

yirmibin fazla. yarısı senin yansı da

senin istediğinden benim» Dedi

Fena

yakalanmıştım. Bir defa başkasının sermayesiyle bir ır­ gat gibi ortak çalışıyordurn. İkincisi bu adama yok demek mahvıma sebep olacaktı. Devlet bunlara öylesine bir yet­ kiler tanımışki, ondan önce yapıp geçici kabule hazırladı­ ğım bütün işlere kusurlu diyebilir, beni kıl çula oturtabi­

lirdi.

«Bir

başımn. olsam minnet

Yıkılası hanede

etmezdim

evladü iyal

cihana.

var.»

Diyen şairin hali gibi beniınde halim perişandı.

Se­

nelerden beri bir çok iş yapmıştım ama hala iki odalı bir gece konduda oturuyordum. uzatmayalım pekiy dedim.

66

Oysa Müteahhittİm.

SÖZÜ


Galiba o işin tamamından kaza.ndığım o 20 bin liray­ dı. O�un da hisseme düşen onbin lirasından yarısını ver­ gi olarak Devlet babaya vermek zorunda kaldım. Çünkü memurun aldığı onbin liranın vergiside

benim

sırtıma

yüklenmiş oluyordu.

* Bu yakın geçmişte, tanıdığım bir ermeni

marangoz

bana geldi. sözümona Müteahhit olduğumu biliyordu. bir iki defa kendisine ufak tefek işler yaptırmıştım. Elimde

buçuk milyon Urabk bir iş var, tenzilAtı da. binde üçtür, ben i.5in ehU değilim, sana. devredeyim yap ün or· tak olsun.» dedi «üç

İnanmadım. Evvela ben 17 senelik Müteahhittim. on­ dan öncede

inşaatçılığın her kademesinden

Müteahhitlik karnem daha

450

geçmiştim.

bine yeni ulaştı.

liralık işin semtine uğratma.zJar. Hatta.

450

451

binlik

bin işin

bile ihalesine girernem. çünkü, son zamanlarda: Mühendi­ sin varını?

Banka referansm varmı ? . Teçhizatın varını

Diye soruyorlar. Bununla beraber diyelimki dün maran­ goz olan vatandaş okudu üfledi Müteahhit oldu. Ama üç buçuk milyon liralık Müteahhitlik karnesini

Bayındırlık

Bakanlığından nasıl aldı. Bunuda aldıysa, böyle bir işin teminatını nasıl kıvır­ dt? Ve nihayet, açık ihaleyle enaı. %20 kırılacak olanMy.

le yağlı bir işi binde üç gibi sembolik bir tenlilatla nasıl aldı? . Bütün bunlar inanılmayacak işlerdL Ama: «Türki­

yede olmaz, olamaz diye

bir

şey yoktur

yeterıd yolunu

bulasm» Sözünü hatırladım ve marangaza getir mukave­ leni görelim konuşalım dedim. ıkinci gün dosya koltuğunda çıktı geldi. Dosyayı gör­ düm sözleşmeyi okudum. «Birtarafta ... :.

De diğer tarafta. 67


Müteahhit Dırdıryan arasında aşağıdaki şartla]'la sözleş­ me yapılmıştll'.• Evet mukavele tamamdı. Pulu, imzası, Noter tastiki hepsi tamam ve noksansız. Hatta Dırdıryanm, 3.500.000 Lira dediği işin asıl mali porlresi

8 9 -

milyon civannday­

dı. Çünkü Müteahhit işin işçiliğini almıştı. Malzemeyide iş veren müessese verecekti. Dahası var, iş veren kurum üstede

daha bismillah

demeden Dırdıryana 500.000.- Lira avans vermişti. Ha­ ni kaba bir söz varya, hem bilmem ne hemde tükrük ver· rnek tam buna derlerdi. Bu ürpertici ve iğrenç gerçek karşısında nemi yap­ tım? Evvela tiksindim, ama herkesten, herşeyden iğren­ dim. Sonrada, belkide lüzumsuzdu ama

sinirlendim ve

adamı kovdum. Nevhuzur Müteahhit neye uğradığını bi­ lemedi, dosyasını topladı çıktı gitti. Oysa adamın ne ka· bahati vardı. Milliyetçi yazarlanmızdan

çok

sevdiğim

birisinin

yardımı ile bu reweti ortaya koyduk. AldırmaZıardı, ba­ sır altı edel'lerdi bizim büro eşkiyalan ama, mesele bası­ na intikal edince bunu yapamadılar. Güçleri marangoza yetti elinden işi aldılar ama, asıl asılması gereken vatan haininin tüyt.ine hale! gelmedi.

* Gayn Müslim vatandaşlanınızın çalışkanlığından, iş adamlığında

konuşuluyordu,

yaşlı

bir

meslektaşırnız

şöyle dedi: «Oğlum sizde adınızı Mişon, Avram ko]', pI­ yasaya atılırsanız çabucak zengin olursunuz.» O neden öyle dedik, tecrübeli ihtiyar şöyle açıkladı :

68


«Devlet memurlan, Bankacılar Avrarn ve Mişondan hiç ' çekinmeden ve kol�ylıkla. rüşv�t yiyor. konuda güvenilemez,

olaki

Halbuki size bu

milliyetperverliğiniz,

yada

Müslümanbğuıız depreşiverir.» Yaşlı meslektaşıma birkaç sene sonra hak. vermek· ten kendimi alamadım. Neden biz fakiriz onlar zengindir, neden biz kötü iş adamıyız onlar iyi iş adamıdır,

bunu

gayet açık seçik olarak görüp anladım.

* tstanbulun tanınnuş iş adamlarından bir Ruma ara· sıra bende muhtaç oluyordum. Prensip olarak gayrı müs· lİmden alış veriş etmemekle beraber, aradığım malzeme· nin bir kısmını sadece bu Rum vatandaşımızda

bulmak

mümkündü. Rum tüccarın mağazası her gittiğimde arı kovam gi­ bi işlerdi, daha çokta büyük siparişler, yüklü mübayaalar yapılıyordu ve bu yağlı müşterilerin çağuda Devlet daire­ lerinin mübayaa memurlan, lev8.zımcllarıydı. Alıcı çeki, yada parayı verir kalkardı, ondan sonra­ da muhasebe bölmesine bir uğrayıverirdi. Bu husus dik­ katimi çekti. Zengin iş adamının aniden gırtlağına sanlır gibi : «Çorba.cı bu adamlara yüzde

kaç

sun» Diye soruverdim. Biraz şaşırdı,

komisyon veriyor­ birazda ahbap 01-

muştuk, bu yi i:l.(Jen saklıyamadı, «paşam» dedi.

«Rir kay­

fe parası vermek lazımdır, bular anadınmi. maaşlan ge­ çiııemeZıer.»

* Başka bir gayrı müslimde bana I?ir .gün şöyle bir iş teklif etti: «Falan Devlet kurumunun' bir alım sa.hm

işi 69


var, ihale konusu demirdir, sen al ben demiri vereyim ki.­ atmıyorsun dedim. n ortak olsun. • Neden sen kendin a:Ben alırsam demirleri kumpasta ölçerler, beş milimili noksandır der, malı kabul etmezler. Çok rüşvet isterler. versem kurtarmaz•. Kendisine dedimki : «Sen rüşvet verirsin, bir verir beş ahrsın yine sen k8.rllSın. Halbuki ben rüşvet veremem, dolayısiylede işi bana vermezler. • Avramaçİ düşündü: cDoğru

söylersin. •

İş anlaşmazlığı yüzünden Devletle

Dedi. .

adalet

kapısına

düşen, Mahkemelik olan bir çok iş adamı gördüm, bunlar­ dan gayrı müslim olanına raslamadım. Oysa Devlete mal satanlann çoğu, resmi dairelere iş yapanlann bUyük kısmı gayn müslimdir. Bu gayrı müs­ limlerin dürüstlüğünden değil, memurlarımızın gayrı müs­ limIere olan yakınlık ve çıkar ilişkilerindendir.

* Bu yakın tarihte, Büyükada Kaymakamltğının taınİ­ rabnı yapıyordum, milliyetçi bir Kaymakamı vardı. Ba­ na şöyle dedi: «Dikkat ettinizmi BüYÜkadJlda. hiç Ata­ türk heykeli veya. büstü yoktur. Halbuki, bilcümle A,ta. türkçÜıerin, büyük devrimci yazarların, Milletvekili ve Bakanların meşhur Anadolu kulübü buradadır, ama hiç • kimse bunu görmek istemiyor.• Gerçektende öyleydi, Oysa Anadolunun,

Trakyanın

ilçe ve bucaklarında değilya, büyükçe köylerinde bile mut­ laka bir Atatürk heykeli veya büstü vardır. Memurları­ mız halkı sıkıştırmış, köyün hiçbir şeyi olmasada ille bir Büstü olmasına önem vermişlerdir.

70


Ama. Büyükadada. herhangi bir Rum vatandaşıımzın arsasını istimlak etmek ve çıkanna dokunmak korkusuyle Atatürk hüstüne lüzum görülmemiştir. Kaymakam A.T. Büyükadaya Atatürk büstünü dikti ama, Hükümetlede bozuştu ve bir yerlere süriildğünü az zaman sonra gazetelerde okudum.

* Almanyada Hitlere müsteşarlık yapan adam, Dr. A· danaverinde müsteşarı idi. Gazeteciler adama, bunca de· ğişiklikten sonra hala yerini nasıl muhafaza edebildiğini sorduklarında: «Ben memurum politikacı değilim.» Dedi. Bizim memurlarımız ise politika ve p�icilik konu· sunda, sokaktaki vatandaştan daha çok partizandır. Bizde bir Hükümet tabibi vardı, dertli köylüleri mu­ ayene etmeden önce sıkı imtihandan geçirirdi.

«Hangi

ı)artidensin.» Diye sorardı.

DP., CHP. kavgasında ağır yaralanan bir DP. li ocak başkanına saat dokuz olmadan elini bile sünnemişti. Da· ire açıldığında. gelsin, bakarız. Diye kesti attı. Oysa ya­ ralı sabahın altısmdan beri tabipliğin kapısında bekliyor­ du.

* Bizim İle bir Vali tayin ettiler, ordu saflarında albay­ lıktan yukarı çıkamamıştı ama, herne hikmetse bizim DP. erkanı bize vali dikecek bula bula bu adamı bulmuşlardı. Vali paşamız elindeki imkanlan DP. li köylere harcı­ yordu. O zamanlar, pHan, program yoktu. Valilik emrine bir miktar para tahsis olunur Vali de bu paralan uy71


gun gördüğü köy içmesuyuna veya yollarına harcardı. �

.

Çoğunluğu CHP. li olan köylere

çeşmeden, yoldan

pay verilmeyince, oradaki DP. li vatandaşlarda. komşula· nna karşı kötü duruma düşer, istifa edip CHP. ye geçer­ lerdi. Bizden bir arif kişi, çocuklar dedi ; «Bu valinin tutu­ mu iyi değil, bana. öyle geliyorki vali paşamız DP. iktidan aJeyhine çok sinsi ve kurnpea çaıL�maktadır. vataJıda,'jlaJ'

a..ra.sında.

Bir kere

fark gözetmek iktidara. i)ilik getir­

mez, ikinciside eğer ileride oy versinler endişe'si Ue hare·

ket ediliyorsa, DP. liden ziyade CHP. li köylüleri minne­

te boğmak ve kazanmak ıazım.. Dört sene sonra Adamın, yani bizim ileri görüşlü İlçe İdare K�rulu üyesinin haklı olduğu meydana çıktı. Valimiz

hiçbir olumlu iş yapmadan

954

seçimlerini

bekledi. tl merkezinin tutumu ona umut vermişti ve he­ men milletvekili adaylığını koydu. Kaza.namadı ve gider­ kende bizim ilin adamı peşinden teneke çaldılar.

* Çok söze ne hacet, rahmetli Menderesin Londra uçak kazasında. ölen özel kalem müdürünün, İsmet Paşaya her gün muntazarnan jurnal yetiştirdiği meydana çıkmamış­ mıydı. Milletler arası casusluk tarihi İnsanlığınk! kadar es­ kidir. Ama yurt içi casusluğunun mucidi galiba bizim me· murlardır. Eskiden Sultan Hamide, daha sonrada OP.den CHP.ye ve CHP.den DP.ye casusluk yaptılar.

72


*

Büyükleri böyle olunca küçükleride ister iRlenH!;',

DiL·

lara uyacakb.

glin­

DP. gününde tapu ve resim harçtannın arttığı lerdeydi, bizim ilçede birgün

tapu dairesine i�im ılii!Jtil.

Daire biraz kalabalıktı, bende sır8mı beklerneye koyulduın. Baktımki tapu memuru elindeki

kalemi ve işi bırakml'1

köylülere dert yanıyor. Daha doğrusu nutuk atıyor:

di şu muamele için eskiden olsa

yüz

«�iiii­

lira vereeektin, hal­

buki şimdicik yüz yetmiş lira. vermen gerekiyor.

Bizim

elimizden ne gelirki, zamda. zam, herşeye Htikümet z::ım yapıyor. �lilleü köylüyü düşünen kim?

Allah köylülere

acısın. » Diyordu.

Oysa hiç kimse tapu harçlarının arttığını bile bilmi­ yordu, kimsede bizim tapueuya dert yanmamıştı. Biz o zamanlar iki idealist kafadar onbeş günde bir, iki sayfalık bir gazete çıkarıyorduk. Aklımız sıra Türkiye­ yi islah edecektik. Bir yandan DP. yi istila eden haşerat­ la. bir taraftan da yolsuz memurlarla savaşıyorduk. Tapucu nutkunu bitirince, galiba sözlerinin

etkisini

ölçmek için dinleyenlere bir göz attı ve benide gördü. Gör­ mesiylede bir takım acıkb ve komik hareketler yapmıya koyuldu. Bu defada elindeki işi büsbütün bıraktı ayağa fırladı, «Heyefendb, dedi, «Zatıaliniz» Dedi, «affedersm1z

bir maksatla

Telaşlanma.yın dedim, �zatıa1 i falan değilim,

bir

kötü

söylemedimlf fl\ll\11 diye geveledi.

dakika hususı

sizinle

görüşecektfm.»

Köylüler çıktı, kapıyı kapadım v«:. bu zavallı memura. dedim ki: «Ben ne Millet vekillyim, nede yetkili bir beye­ fendi, sadece bildiğiııiz gibi bir köy

9OCUğuyum,

eğer

bir 73


,daha hangi partinin iktidan olursa. olsun aleyhine konuş­ mayacağına yemin edersen bu duyduklanm burada kalır, aksi halde ilk çıkacak gazetede seni teşhir edeceğim. Hem de şu kapıda şimdi bekleyen Köylüleri şahit tutarak... Tapucu canu gönülden yemini billah etti, ama böyle­ lerinin yemininden ne olaki?

* lyi

memur, dürüst ve namuslu memur,

vatanperver

memur yokmu, elbetteki çook. Ama TUrkçede güzel bir söz vardır: «Bir boklu dana bir sürü sığın hoklar». Oysa artık baklu dana bir değil, bin değil. Çocukluğumda bizim tlde bir asker arabası görmüş­ tüm. Eir At1a. Katır koşuluydu, a.t doğru yola gitmek is­ tiyordu ama katır bir tarafa. asılıyordu. Eu yüzdende ara.­ bayı süren Asker, arabayı yürütebitmek için boşuna ça­ balıyordu, fakat ne mümkün. Halk arabanın başına birikti, caddenin ortasında bir azim temaşa olduki sonua gitsin. Devlet arabasını çeken Memurlann şimdiki hali pür­ melalini düşündükçe, o araba ve bir türlü arabayı yürüte­ meyip şapşalIaşan asker aklıma gelir. Siyasi iktidarlar eğer Devlet arabasını yürütmek is­ tiyorlarsa atla. katın yanyana koşmaktan, daha doğrusu Devlet arabasına kııtır koşmaktan vaz geçmeliler.

74


- SÖZDE

Ş

AYDıNLARıMIZ -

AİR Eşref : cMaa.rif şimdi bizde meyvesiz bir eşcara

dönmüştür»

Diye yakınmıştı. Türkçesi:

Eği­

tim bizde meyvesiz bir ağaç gibidir, meyve v�rmiyor. De­ mektir. Bana kalırsa. ağaç yalnız meyve vermemekle kal· madı, Zamanı İsmetin sayesinde şimdi kökünden de kop­ tu. Bizde Aydın kişi demek

cebinde bir okul diploması

olan adam, memur olan adam, yahutta bol paça panta­ lan, fötür şapka. giyen kıravd tAkan adR.m demektir. Oysa kişinin kafası, gönlü ahlakı ve vicdanı değilse ve hele kendisini tanımıyacak kadar

aydın

Milletinden

kopmuşsa, aydınlığı, kişiliği sadece bir diptomarlan, ya­ hutta geysiden ibaretse, o adama aydın kişi değil karton kişi, paçavra kişi demek lazım.

«Bizde

işyok,

biz

adam

olamayız»

sözü bizim aydın

kişilerindir. Neden bizde iş yok, niçin biz adam olamayız diye soracak olursanız, parmağını uzam

Türk Halkını

gösterirler. Bunun nedenini aramak için biraz daha eski geçmişi eşelemek lazım. Tanzimatın aydını

�ankofil'di,

(Fransız hayranı) meşrutiyetin aydını Cermanofil'di. Bu­ günkülerin bir kısmı Amerika, diğer klsİ1:ı.ı ise Rus'a aşık­ tır. Ama hiç birisi Türkofil değildir.

75


Xcııclerce önce yazdığım bir taşlamayı sırası gelmiş­ III'lI buraya aktarmadan geçemiyeceğim.

SOysuz.

Maymun gibi taklltçl hele bakın şu ayı, Hoşça. karı bırakmL5 ezberlemiş Bay ba.y'ı. Akıl etmiş şimdide Ille Coni olmayı, Hoşa gitme uğruna laf etmiyor goy goysuz, Istesin A vnıpalı dördel yürür şu soysuz.

Hanımın dostJan var bir alay dlzi dizi, Oğlan Kovboy kırması U.S. markadIz kızı,

Lüks hayat diye diye dal dal olmuş boynuzu, Halinede bakmadan Halkımızı beğenmez,

Insan oJmuş nasılsa. böylesine Türk denmez. l\ledeniyet bildiği mambo, visk1 ve cazdır, l\-femJeketmiş Milletmi, onca hava. pozra,zdır, Yağlı kemik kemirsin yüz etek öpsün azdır, Anasına sövsünler yeterki o .Yes» desin, Ecnebidir desinler bir araba ...k yesin.

* Cumhuriyetin ilk yıllannda aydınlarımız değil ama, idarecilerimiz Türk Milliyetçiliğine biraz eğilir gibi oldular ama, bakınız nasıl:

Evvel§, tarihin ilk çağlannda gelmiş

geçmiş ne kadar millet varsa cümlesinin Türk olduğunu iddia ve isbata kalkışWar, gülünç oldular, SÜJnerlerin, Elamların ve daha bilmem Türk olduğunu iddia

Asurluların,

kimlerin

halis

edenler, beri yanda babalarımızın

babalarını, yani henüz hayatta olan Osmanlı dedelerimizi dibetek inkar ettiler. Böylecede kelimenin tam anlamıyla

76


rezil oldular. Bu konuda kusurun çoğu tabii aydınlanını· zındı, zira Hükümet zoruylada olsa yapılan saçmalıklııra bilcümle aydın bilginlerimiz,

C;llltl

aydın uzmanlarımız

gönülden dört elle sanımışlardı. Aydınlarımız fabrikada imal eder gibi yeni bir Türk Milleti yapacaklardı. bu prefabrik milletin filozofulğunu, kimileride şairliğini yüklenmişlerdi.

yon genç yarattık,»

kimisi

KilııiHi

uzmanlığını,

«On yılda onbeş

mil­

diyorlardı.

Artık Osmanlının ne toprağı, ne ınedeniyeti,

ne

şanı

ve şerefi ve nede dini lbırndI. Nitekim Zamanı İsmette okuduğumuz kitaplarda Os· manh padişahlarının tümü vatan haini Millet düşmanı idi. Peygamberimiz Hz. Muhammed ise bir arap filozofu ola· rak gösteriliyordu. tık okulun son sınıfında:yken bir arka· d�ımız kalkmış öğretınene sormuştu : «öğretmenim Al­ lah

varını? »

öğretmenimiz çok düşündükten sonra cevap

verdi: «Git babana sor

bana sonualt.

Oysa bu öğretmeni·

miz gayet dindardı. Ne varki, yaratıcıların şerrinden emin olmak için, kendisine geri kafalı yaftasının takılmaması için Allah var diyerniyordu. Bizden önceki devrede, yeni :MjUet

imalatçılarından

olan bir baş öğretmen ise, ceplerini kınalı şekerlerle dal· durur, okulun bahçesinde çocuklara: «Anahtan teyin» Derdi. Sabiler bağırırlardı,

şeker is·

gökten şeker yağma·

yıneada, bu defa b� öğretmen kendisinden istemelerini söylerdi. Ve çocuklara avuç avuç şeker saçtıktan sonra :

«İşte gördünüzya beLi vanm ve istediniz size şeker olsaydı oda verirdi, demekki yok». Diye

dim. Allah

ver­ ders

verirdi. Köylü çocuğunu okula göndermiyor diye yakınırlar· dı, hoş mektepte yoktu ama, genede köyıüıer çocuklannı çalışmdığı için okula göndermiyar, de�I'erdi. Oysa asıl se�

77


bep, o zamanki okulların imansız,

Allahsız

eğitimiydi.

Türk Halkı haklı olarak : «Çocuklanınızı ga,vur yapacak­ lan Diyordu. Korktukları kadarda varmış. Onbeş milyon genç ya­ rattık diye türkü çağıranıarın, yarattıkları işte meydan­ da. Bektaşinin demesi gibi,

yarattıklarından utanmaları

lazım.

* Egenin bir ilçesinde işlerim vardı, yaşlı bir köylü ka­ dın işçilerimize yoğurt, yumurta, meyve vs. getirir satar­ dı. Yalınayak, pejmürde bir kıyafeti, acınacak hali var­ dı. Getirdiği öteberiyide hep sırtında taşıyordu. İşçilerime sordum

«Bu yaşlı kadıncağızın kimsesi

yolanuki yayan yapıldak sırtında. öteberi salıyor». Kadın­ la ayni köyden olan birkaç işçinin verdiği cevap beni ür­ pertti, inanamadım. Sonra inceledim doğruydu,

kadının

biri yarbay rütbesinde bir subay, diğeride büyük bir ken­ timizin hatırı sayılı doktorlarından olan iki oğlu vardı. Bi­ rinci Dünya savaşında cepheden dönmeyen kocasının yok­ luğunu yavrularına duyurmamak için, tarlasını, tumbunu satmış, çocuklarım okutup ceplerine birer diplama koy­ muştu. Ve bu aydın oğulların anası yarı aç yarı tok, bi­ zim işçilere sırtında öteberi taşıyordu.

* Ankarada yaşlı bir komşumuz vardı, konu komşunun ianesiyle geçinirdi

Adamın uzun ve yamalı paltosunu,

patlak pabuçlarını sürüyerek, oturup mala yere yere, oto-

78


büs durağından evine kadar öyle bir çıkışı vardıki, gör· dükçe içimden, şunu sırtlayıp Allah rızası için evine çıka­ nvereyim. Derdim. Biz o semte yeni taşınmıştık, derken bayram geldi. bayramın üçüncü yada dördüncü günüydü. Bu sefil konı· şumuzun kapısında bir hususi araba durdu içinden kürk­ lü börklü. kadınla erkek, yanlannda Şehzadeler gibi nazlı ve giyimli çocukları indiler ve komşumuzun

kulübesine

girdiler.

«dilnya iyilerin yüzü suyu ayakta duruyor. Yaşlı fakiri mübarek gün se· bir hayır sahibidir.» Meğer ben hayal kurmu­

Ben içimden. Eb . dedim, ..

hürmetine vindirecek

şum, hususi otomobili, kürklü harumı olan bu zatı muhte· rem o sefil ve perişan komşumuzun öz oğluyİQuş. Hem de sayılı bir Banka müdürü.

* Köyden şehre geldiğimiz sene, oturduğumuz apartı­ manın Bodrum katında yaşlı bir kadın oturuyordu. akşam sofrada bizim valide, bir hoş kederli,

Bir

dalıp dalıp

gidiyor. Neo ana nenvar dedim, sorma oğul, dedi. İyice merak1andım. anlattı:

aç.. «Bu

ne

«AltunlZdaki kadın dedi, üçgiindiir biçim l\lemleket bu nasd insaııla.r, ne iştir

böyle» Diyerek

nediye köyden çıktık demiye getiriyordu.

Lokmalar boğa.zımıza dizildi, anamın kederine

beş

fazla­

sile bizde kaWdık. Sonradan öğrendikki,

Amerikada iyi para kazanan

iki aydın oğul ile yine Ankaradaki Amerikalılarda yaşa­ yan bir okumuş kızda bu aç kadının varmış.

79


Bir Avukat dostumun yazılıanesinde, yarbay diye hi· tap ettikleri bir adamcağıZl sık sık görüyord.um, ben yar­ bay diye lakap takılan bir gariban zannetmiştim. . pejmürde üstbaşı, tıraşsız ve solgun yüzü,

Zira,

sefil haliyle

parkıarda, sokaklarda yatıp kalktığı belliydi. Meğer esah· tan emekli yarbayrnış, sosyetik hanımı ile aydın oğulları adamı evden kovmuşlar, Avukatta davası görülüyordu.

* Cenneti Anaların ayakları altında arayan, Ata hak­ kı Tann hakkı diyen Müslüman Türk Halkı nire, aç ana· lann, sefil babaların tok ve aydın uğulları nire ? Türk Halkı erkek çocuğudur, çünkü evin hakimi ço­ cukların babası erkektir. Aydın kişilerimiz kadın evIadı­ dır, zira onlarda evin diktatörn kadındır, çocukların ata­ sıda kadındır anasıda. Bunun için aydınlanmızın çocuklan babalan gibi bı­ yık değil, anaları gibi saç uzatıyor. Erkek gibi sert, mağ­ rur ve kuvvetli olmaktansa, kadın gibi yumuşak, etli ve

seksapel olmayı tercih ediyorlar. Dikkat buyurulursa aydın çevrelerde hiç baba anne yoktur, herkesin anne annesi vardır. Aydın kendi anası­ na sahip çıkmıyor, başka bir deyimle aydının kansı kay­ nanasını evden kovuyor, kendi annesini getirip başköşe­ ye oturtuyor. Eğer kovulan ananın kızı varsa oda gidip damadının çocuklarına anneanne oluyor. Yoksa yukarıda sırtında

bahsini ettiğim, köylü anası gibi gücü yeterse öteberi satıyor nafakasını çıkarmıya bakıyor. Hakim kararı ile oğlundan bir lokma

yetmezse

ekmek koparmak

için Mahkemelere düşüyor. Aydınlanmız, yakın gelecek­ te,

anaya

babaya

nafaka

mecburiyeti

hükmünüde kaldınrlarsa hiç şaşmayahm.

80

koyan

kanun


Anadolu Halkındada kadın evin sahibidir, erkpk ı'viıı içine karışmaz, kadın çocuklann anası,

yuvanın kultml

kurucusudur. Ama bu, ona erkeğini hor görmek,

hıt(llıı�ı

gibi sokaklarda sürtmek, düzineyle dost edinmek hakkını vermez.

Tam aksine o ailenin, evin şeref ve haysiyelini

erkekten daha çok titizlikle korumayı bir vazife bilir. Es­ kiden, Türk, yedi sene, ondört sene Yemene, Rumeliye As­ ker giderdi. Kadın erkeğinin yolunu bekler, namusuna toz kondurmazdı. Türk akıncılan, bizim soysuzların çok özen­ dikleri Avrupalı Şövalyeler gibi kadınlarını

kilitli çelik

donlara kapanuya ihtiyaç duymazlardı.

* Karı koca aydın bir komşumuz vardı, imside tercü­ man olarak çalışıyor bol para kazanıyorlardı. · Kadını so­ kakda görenler mutlaka başlarını çevirir peşinden bir da­ ha bakarlardı. O kadar alımlı ve çalımlı. Erkekte öyle. A­ ma sabah daire vaktinden işten dönüş saatine hatta geç vakitlere kadar ,sokakta yada konu komşunun kapısında aç billaç, bet beniz ayva sansı iki çocukları vardı ki gö­ renlerin yüreği sızlardı. Kadın erkeğin yerini almaya kal­ kışmış, kadınlıktan çıkmış

çocukla, evlatla ilgisini kes­

mişti. Erkek kadınlığa daha yakındı, ama oda. kadınlığı beceremiyordu. Böylece iki yavrunun hali yürekler acı­ sıydı. Çalışan kadını kınamak hiç kimsenin aklından geç­ mez elbet. Çok eskiden beri TORK kadını tarlada, dağda bağda hatta çok defa cephede bile erkeğinin yanındadır. Kınanacak hal kadının kadınlığını unutması erkeğini er­ kek saymaması ve canı ne istiyorsa, günah, ayıp düşün­ meden yapmasıdır. Bu aydın kadında. ne istiyorsa serbestçe yapabilmek

&1


açıkcası istediği kadar çok erkekle yatmak için kocasiyla anlaştı resmen boşandılar. Bir evde yaşıyoriardı ama iki yerde ev kirası vermemek için. Kimin canı ne-'zaman is· terse sarhoşluktan saHana sallana eve gelirdi. Yan gece· de yahutta sabaha karşı.

* Zamanı İsmet böyle serbest kadınlar, böyle hür fi· kirli erkekler yetiştirmiştİ. Bereketki iddia ettikleri gibi «OD yılda onbeş milyon. değil. Zira bütün çabalara rağ· men Tannya şükür Türk Halkı pek az bozuldu.

* Aydın politikacı ise bukalemin gibidir, zemin ve za· mana göre renk değiştirir. Bizim Halk deyimi ile ve çıka­ rı için «Eğerede gelir, semeredelt.

1950 seçimlerine gireceğimiz günlerde, bizde bir Ay­ dın Aday köylüye şöyle nutuk çekiyordu: «Arkadaşlar,

köylü sırtuıa gömlek, ayağı.oa çank buln.rna.zken, hastası ilaçsız ölürken, ölüsü kefensiz gömülürken, �hirlinin ka· nsı, dudağına ruj, saçma. Fransız partümü sürmeden so­ kağa çıkmıyor." o zamanki saf köylünün gözlerini yaşartan bu Aydın aday, Millet vekili olduktan sonra, köylü dayınm yamah gömlek ve çitili çarığınıda, şehirli hanımın mj ve parfü· münüde çoktan unutmuştu. Bir başka Aydın adayımızda, gene aynı günlerde bir toplantıda, Millet vekilinin tarifini yapıyordu. Ona göre Millet vekili enaz kanun yapacak kadar aydın ve bilgili olmalıydı. Sözlerini bitirince, bir işçi ayağa kalktı ve ce·

82


vap verdi. İşçi demiştiki: «sizin demek istediğiniz şu: Riz aydmız, kanlmdan anlarız, bizi seçin. Halbuki Hnlk haki­ miyeti bu demek değildir, Mecliste işçininde, çiftçininde, aydınmda. temsilcisi olmalıdır.»

İşçinin cevabı samimi ve ideal olmakla beraber, sade­ ce bir rüyaydı ve biz bu ruyanın gerçekleşmesi için gali­ ba daha çok bekliyeceğiz. Aydın aday bozulmadı, tekrar ayağa kalktı

işçiden

özür diledi. Ben, Dedi : «YanlıŞ söyledim, yahutm fikirle­ rimi li i.zım olduğu gibi açıklayamadım, sözlerimden

bizi

seçin manası çıkıyona. özür diler, beni uyardığmlZ için te­ şekkür ederim. Kavga ve tartışmalanııuz bd çatının (pa.r­ tL binası demek istiyordu) altmda. kalmalı ve her zaman biribirimizi sanıimiyetle uyarmalıyız.:o

Dünyada bundan daha idealist bir

aydın politikacı

olabilirmiydi ? Ne yazıkki bu yirmi dört ayar saf altın gi­ bi aydın'ın bir sene sonra tenekesi çıktı, Aydın aday Mil­ let vekili olunca, kapısına varan dertli köylüleri şöyle ko­ valanuştı: .

«Lanet olsun sizede. sizin verdiğiniz reyede

vennez olsaydınızda. almaz ola.ydım oyunuzu. Bıktım siz­ den.»

Başka bir aydın adayımız ise, Millet vekili maaşları­ nı konuşuyordu, Hatırladığıma göre CHP, bu ödenekleri 800 den 1,200 liraya çıkarmıştı, Aday: «Yazıklar olsun kendi maaşlanw artırmaktan başka fa·kir halkın derdini düşünmiyenlere» Diyordu.

Vaktaki ödenekler, 1200 den 3,600'e çıkarıldı, kendi­ sine geçmiş sözlerini hatırlatmak nezaketsizliğinde bulun­ dum ve; «Hiç olmasa. şeklen olsun bu lefet etmediniz. lt

Diye sordum,

k,arara. nasıl

muha­

Aydın Millet vekilimiz

huylandı, kem küm etti «Her külfet bir nimet karşılığıdır» Dedi. 83


Hayır dedim, «Görüyonızki külfetler nimet değil ser­ · vet ka.r�ılığıdır. Bizim bildiğimiz nimet, Atala.n�zın de­ yimi ile, na.nü nemek (Tuz ekmek) tir. Bu kadarı da. az ama, onkatlı apartunanla, onbeş kürklü Nimet hanımda herhalde nimet değildir.• Ve... elimden başka bir şey gel­ Bağdadi mediği için, Bağdatlı Ruhi gibi Yuh ... dedim. Dünyaya ve Feleğe yuh demişti, ben ise a.ydın Milletveki­ limize: YUH OLSUN Pts canını düşünen, gutıağıyçin çalışan Lüpçü başı başlann en başına. yuh olsun Bir yandan borçla.nırken yedi düvel gavura. �Ia.aş arttıranla.rm nıaa§Wa. yuh olsun. Evlrulü iyal, diye sesi çıkmaz korkağın, Evladına, eşine yoldaşma. yuh olsun. Bir lokma zıkkım için dört ka.t olan alçağm Anadan beleşclnin beleşine yuh olsun. KaleUahu diyerek DUtuk çeker yobaza. Böylesi münalığm ta haçma. yuh olsun. Köylü kardeş diyerek Aldatan o dürı.ünün Kardeşine, nutkuna, tıraşına. yuh olsun.. Keleplre konunca dünyayı gözü görmez Leş kargalarınm pis leşine yuh olsun Siyaset, kiyaset der aklı b...a ermeden, Telaşe müdürüdür, telaşma yuh olsun. Burun ucunu görmez büyük adam geçinir Vstetikte smbr, ta. dişine yuh olsun. Hata yapar övünür, koka. yapar utanınaz, Böylesi işgii:ıann işinede yuh olsun. -

-

1954

1950 den

önce DP, sarı çizmeli, kasketli ve sokak ka­

labalığımn partisiydi. Cebeci çayırlığında sık sık yapılan 84


mitinglerde, DP. nin ileri gelenleri, CHP. nin kendilerine takmış olduğu «Sokak kalabalığı» adını bol bol istismar eder, büyük bir öfke duyduklarını gösterirlerdi. ' Gerçektende 950 seçimlerinde,

çırayla Millet vekili

adayı aradık, 954 de ise aydınlarımız toptan demokrattı. Bizim ilde aday adaylannın sayısı, 12 kontenjana karşılık

tam otuz yedi tane aydın kişiydi. BWlWl sebebi gözüküp duruyordu:

950

den önce teh­

like vardı, jandarma dayağı, Hükümet baskısı vardı. Milli şef kızabilir, serbest fırka macerasında olduğu gibi, gene particiliğe paydos diyebilirdi. Aydın tedbirHydi, nesine lazımdı, Jandarma dayağın­

!

da gözü olanlar varsın Demokrat partili o sundu. Halbuki 954 de,

değişmişti, Şef korkusuda. jandar­

ma dayağıda kalmamıştı. Demokrat partide şimdi dayak yerine yağma

�Manın

böreği vardı, '

Demokrat parti nimetler dağıtıyor, külfetler

veri­

yordu ( ! ) . Velhaaılı, vede sözün kıSMı adamı ağırlığınca tartıp satınalıyordu. Aydın için bundan daha güzel fırsat olurmuydu, kendisini göstermeli,

Milletine hizmet etme­

liydi. Bununla beraber, aydmlarımızın

Demokrat partiye

olan sempatisi de pek kısa sürdü, Zira, 956 dan

sonra

yoklar ve sıkıntılar başlamıştı. Bizim aydınlanmız ise sı­ kıntıya hiç gelmezdi. Çekilen o günkü sıkıntıların hiç olmazsa yandan ya­ rıya Memleketin geleceği bakımından bir fedakarlık ol­ duğunu bizim aydınlarımız düşünmek bile istemediler. Bi­ zim aydın daima peşincidir,

Sabahleyin Memlekete bir

hizmet edecek olursa, bunun karşılığını akşama kese ka-

85


ğıdı ile 'evine götürebilmelidir. Baraj, Flabrika, Liman, Yol. Bütün bunlar uzun vadelidir.

O zamana kadar kim öle

�j� kala. Aydın'ın tekrnil erzakı bol ve ucuz olsWl,

eti,

sütü, patatesi bulunsun, kancığının öteberi eksiği olmasın da, isterse elli yıl sonra bu memleket sahrayı kebir gibi kup kuru çöle dönsün. Kim ne derse desin ben diyorum ki 960 ihtilalini bu öteberinin yokluğu ve ufak tefek sıkıntılar hazırladı. Halk sıradağlar gibi yokluklara dört asır dayandı ve­ de dayanıyor, ama aydınlanmız yokluğun en ufağına dört sene takat getiremediler.

* Aydın fikir adamıysa, fikirlerini her şeyden önce ku­ ruşlandırmaya bakar. Günün politik çirkefinden kurtulan ve çıkarcılığın üstüne çıkabilen, fikir ve ideal adına müca­ dele eden kaç aydın gösterebiliriz? Aydın, gazete sahibidir, bakarsınız bugün

muvMık­

tır, üçgün sonra koyu muhalif oluverir. Sebebini yoklar­ sanız, ÜÇgÜh önce gazetesine verilen bol ilanın birazcık ek­ sildiğini görürsünüz. Bir başkasıda, dün amansız muhalifti, ak�am

sanki

rüyasında babasını görmü�tür, sabahleyin kop koyu bir muvafık olur. Altını yoklayın, sebep yine para ve menfa­ attır. Menderesin dolu dizgin gittiği günlerde,

(Tahsisatı

mesture - örtülü ödenek) ten bol ulufe aldığı için «lütuf­ lannızdan dolayı miıutettarhğıım belirtecek kelime

bu1a­

mıyonım, beni kelime iflasma. uğrattınız» Diyenler, Yassı ada dranunda ihtilalcilere yaranmak için gönüllü figüran­ lık yapWar.

86


o zaman tiksintimi şu dört satırla ifade etmiştim :

- BIZIM ITLER Kurt gelince sürüye sesi çıkmaz birinin,

Bakıyorsun her biri bir tarafta yal yiyor, Başka. ilde nasıldır bilmem a.mma. velakin,

Bizim köyde köpekler kurt gidince havlıyor.

* Zındık olduğu halde, sırf müslümanlar arasında iU· banm artsın, yazılarım okunsun diye dini makaleler

ya­

zan, kozmopolit olduğu halde modaya uyup Milliyetçi ge· çinen, gece gündüz şarabın b3§ından kalkmayıp

mürşidi

kamil olan, sosyalist olup liberalizme medhiyeler

dizen,

yedi göbekten sömüriicü bedavacı ve lUpçü olduğu halde emekçilerden yana ve aşırı solcu

geçinen,

başkalannın

fikrini çalıp kendisininmiş gibi pahalı pahalı satan, fikir adamı ve aydın bizden başka dünyanın neresinde vardır?

* Urba aydınlarımızın cesaretide kayda değer. Atatürk' ün gününde Ertuğrulun oğlu Osmandan.

son

padişah

Vahdettin'e kadar hepsine hain diye küfredenler, herşe­ yın Atatürkle başladığını iddia edecek kadar aşın davra­ nanlar, İsmet Paşanın zamanında ODun pul ve paralardan resimlerinin kaldırılmasına korkulanndan

ses çıkararna·

makla kalmadılar, bu defada İnönünün herşey olduğuna dair kasideler yazdılar.

* Bundan birkaç gün önce eski bir işçim, benden sıvacı . Ne yap8;cağınl sordum,

olduğuna dair bemservis istedi.

bir Bulgar firmasının Türkiyeden Libyaya işçi götürdü·

87


ğünü,' kendisininde gitmek istediğini anlattı. Evet... dünkü reayamız, domuz çobanlığından başka birşey bilmeyen Bulgar bile kalkmış, ta Libyada. yor.

yapı­

Amerikalı, ingiliz. fransız, italyan, holandalı Türki­ yede işler yapıyor, servetler aktarıyor. tanbuldan Muşa, Vana hatta Sivasa

Bizim aydın'ı ts­ tayin ettinizmi ya

bir muhalif gazeteye koşup: «Beni sürgün ettiler» feryadı basıyor, yahutta soluğu

Danıştayın

diye

kapısında

alıyor. Dünyada bizden başka, avuç içi kadar yurdunu şark, garp diye ikiye bölen vanmdır? işçilerimiz Avrupaya, hatta Avusturalyaya

gidiyor

ve senede bir buçuk milyara yakın Memlekete döviz geti­ riyorlar. Eğer aydınlarımlztn sahtekarhkları

olmasa bu

miktar iki buçuk milyarda olabilir. Aydınlanmızrla Amerikaya gidiyor, ama yurda dö­ viz getirmek için değil, ya Coniye hısım olmak için, yada pis canının rahatı için bir kalayını bulup Amerikan va­ tandaşı olmak için. Aydınlarıroızla Halk arasındaki farkı gördünüzmü? Geçen sene Sağlık Bakanınuz Avrupaya, Amerikaya doktorlarınuzt çağırmaya gitti. Anadoluda, öz yurdunuz­ da size ihtiyaç var, gelmeniz lazım, diye yalvardı.

Kaç

kişi geldi? İşte buda aydınlanmızın vatanperverliği ve millet se­ verliği. Böyle sözde aydın ve okumuşlarla Türkiyeyi şu, ya­ da bu yolla kalkındırma azminde olanlara Tann yardım­ cı olsun. Bu sözde aydınların itsat etmiyecekleri dava, berbat etmiyecekleri sistem yoktur.

88


SARI BINA P ARTt deninee bizim

PARTI

llçe Halkının aklına, bahçesi

muntazam duvarIa çevrili, Kayabeyin kahyesi karşı­ sındaki san bina getirdi. Partinin ne olduğunu, ne işe ya­ radığını, içinde kimin ne yapıp ne ettiğini

kimseler bil­

mezdi.

llçemizde tuğla ve çimentoyla yapılan, danuna mar· silya tipi kiremit döşenen tek modern yapı bu san binay­ dı. Hükümet konağı yoktu, PIT yoktu, okul yoktu. Hele hastane hiç yoktu. (1)

Ama, işte bu Parti denilen sarı

bina yepyeni, gıcır gıcır ve bir taneydi. Hükümettende, okuldanda, sağlıktanda

Demekki parti velhasıl herşey­

dende önemliydi. Fakat dediğim gibi, bu kadar önemine rağmen ne işe yarardı? Buna bizim ak!unızın, bilgimizin gücü yetmiyor­ du. Birde Parti Reisi derlerdi. Benim aklımın erdiği gün­ lerde Parti Reisi, HçeInizin tanınmış ailelerinden

birinin

büyüğü idi. Ve galiba senelerce bu ad hep onda kaldı. Adam cahildi, yani okur yazar değildi, ama kalın ve pahalı kumaştan paltosu, yine ayni cins kumaştan kaske· ti, gösterişli yürüyüşü ile işbu Parti reisliğini

bihakkın

ifa. ettiğine canu gönülden inanm� gibi bir ç:alımı vardı. Parti eski ahşap binadan sarı binaya taşmdığı

(1)

za·

Bunların hepside akşap ve külüstür I1inatardlı kiradaydl.

89


manda bu adam gene Parti Reisiydi, ama yeni binaya pek sahiplendiği görülmezdi.

Şimdi, yeni binanın sahipliğini

daha çok ilçenin Kaymakamt yapardı. Bu kalın şapkalı Reis bir sene bir marifette ş i ledi, kendi kafasındanmı çıkardı bu marifeti, yoksa san bina­ nınmıydı bu marifet orasını bilemiyeceğim. Olay şuydu: Her sene Samsundan 19 Mayıs bayra­ mına Ankaraya ulaştınlan hudut toprağı bizim ilçeden geçerdi. ııçenin bir hududundan öbür sınırına kadar top­ rağı koşturmak, ya ilk okulun son sınıflanoda

okuyan

güçlil kuvvetli çocuklara, yada kasabanm gençlerine dü· şerdi. Toprak koşturmanın en şerefli bölümü ise, kasaba­ nın içinde olanıydı. Bir sene toprak kaçırma işi yine tö­ renle yapılıyordu. lik okul son sınıf öğrencilerinden tazı gibi sür'atli bir çocuk, sırası öylemi denk geldi, yoksa bu tertibi yapanın tercihimiydi, toprağı ilçenin içerisinde koş­ turdu ve çokta alkışlandı. Ne varki çocuk Çerkezdi ve Çerkez

oluşuda

kalın

şapkah parti Reisinin bir yerlerine battı. Toprağın huduttan hududa koşturulmasını İnan isimli bir hanım öğretmen düzenlemişti. Bu hanım cidden ce­ sur, otoriter ve erkek gibi bir şeydi. İri yarı, cüsseli ve si­ yaha yakın esmer. Bizim ilçede o günlerde kadın öğretmen, kadın me­ mur pekaz bulunurdu. Kolay değil. sokakla kadın görme­ miş bizim oranın efeleri birde kafayı çektilermi yüzü açık gezen kadınlar için epeyce bir bela. sayılırlardı. Ama İnan öğretmenin yanından kabadayılar yere bakarak geçerdi. Hem bir erkeği rahatlıkla dövebilecek kadar hemde tabanca taşıdığı söylenirdi.

9Q

güçlüydü,


Parti Reisi Çerkez oğlunun bu şerefe konmasını

bir

türlü hazmedemedi ve tören meydanında İmam (Halk İ­ nan diyemez İmam derlerdi) öğretmenin üstüne

vardı.

Aklı sıra öğretmene bağıracak, herkesin karşısında azar­ layıp hem parti Reisliğinin ne kadar önemli bir iş oldu­ ğunu gösterecek, hemde görüp duyanlara «Elerim»

de­

dirtecekti. «Hanım hanım. Dedi. Türkler kınIdım.ıda bir Çerkeze Kuanm içinden toprağı

daştıtm..

öğretmen reise yaklaştı, ağzını

doldurdu, ta gozu­

nün içine tuu... diye tükürüp ekledi : «Alçak heri! Çerkez

kim, Türk kim?» Reis gözünün içine gelen tükrüğü elinin tersiyle sildi, yerinde sallandı ve; «Ben sana gösteririm kahpel) Diyerek postaneye doğru koştu. Halkın arasında bir dalgalanma oldu, yer yer tartışmalar başlamıştı «Ne­

den Çerkezdb «Niçin Çerkez olmasınmış». Cesur İnan yüksek sesle bu tartışmalarıda

önledi,

Halkı yatıştırdı, yoksa nerdeyse bir arbede olacaktı. Rei· se gelince, o postaneden kim bilir nereye ise oraya telini çekti. Bir iki ay sonrada öğretmen ilçemizden alındı. Daha sonra Reis1ik ve Reislikle birlikte sarı binanın sahip1iğide kara Haşime geçti. Bu da tlçenin e.şrafından­

dı ama, iyi bir tahsili, keskin zekası, işlek bir kafası var· dı. Ne yazıkki super zındıktı ve bu yüzden onu

Halkın

se\'mesine imkan yoktu. Bu kitabın başka bir bölümünde Allahın yokluğunu isbat için okul çocuklanna avuç avuç şeker

saçtığından

söz ettiğimiz okul Müdürü bu zattı. Daha sonra bir İlde sanat enstitüsünün hem kurucusu, hemde Müdürü oldu. Derken her ne sebeptense emekliye ayrılıp geldi san bi. naya oturdu.

91


Sarı bina ne denlü kişilerin elindeydİ, bunu belirtmek için işbu Kara Haşimden biraz daha bahsedeceğim. Kara .Haşimin kafası iiliyer dedikya, 1950 seçimleripe yakın, . tam onikiye çeyrek kala san binadan çekiliverdi.

Ama

geç kalmıştı. Bütün gücümüzle D.P. ye Milletvekili adayı olmasını Önledik. (Ben şahsen hata ettiğimi

şimdi kabul ediyorum.)

Ve... Kara Haşim mebus olamadı. Aradan bir sene geçince Kara Haşimin delirdiğini id· dia edenler oldu. Tozutmuş

olabileceğinin

alametleride

şuydu: dünkü zındık şimdi elinde 99 Luk tesbihi hiç bı· rakmıyardu, oturduğu yerde, gezip dolaştığı yerlerde du­ daklarıda kıpır kıpırdı. Belliki durmadan ıikrullahla meş­ guldu. Artık beş vakit namazınıda

hiç sektirmeden

ce­

maatla eda ediyordu. Dahası var. Kara Haşim yalnız dindar

olmaklada

kalmamış, tarikatada intisap etmişti. Bizim aralı ünlü bir Şeybin gözde müriUerindendi. Eb . diyordu, kimileri. «Allah bısnnm SORunu iyi ge­ .

.

tirmeli Kara Haşim hida,yete erdi emme iyi erdb·. Kimisi de: dkinci seçimlere hazırlanıyor» Diyordu. Kara Ha,şim ikinci seçimıere girmedi, mebusluk pe. şinde de koşmadı. Ama ahir ömründe bir iş daha yaptıki, galiba ömrii biUah yaptığı işlerin en tatiısı buydu. Kara Haşimin biç çocuğu yoktu, kar13lda. aniden ölü­ verdi. Haşim bUtün dUkkilnlannın,

evlerinin

tapularını

Uzerine aktarmak şartiyle 16 yaşlarında ılçenin en güzel kızlanndan birini aldı. O zamanlar Kara Haşim altmış be· şini geçkindi. Camiye yakın olan bir evini de, bizim aralı bir aşığın: Seni soran benden sorsun S&ralllar zekitm versin. 92


demesi gibi güzel gelinin zekeibna karşılık olarak camiye bağışladı. Aradan çok geçmeden ve Kara Haşim onaltılık kür­ pe gelinin tadına doyamadan, eskilerin deyimi ilc,

«ıhın

bakaya göç eyledi.» Türkçesi ölüverdi. Biz yine gelelim sarı binaya : Sarı bina bize göre bir yeni yapıydı, ne işe yaradığı kadar, içinide merak ediyorduk.

Kasabarun tek caddesi

üstünde olduğu için, herkes her zaman önünden geçerdi. Başımızı çevirir san binaya bakardık, mevsim k� ise ka­

lın perdeli pencerelere boşuna bakmış olurduk. Ama yaz ise, girişteki terasta,

örtülü masalarm başında ve gıcır

gıcır yeni sandalyelerde,

memurların

oturdugunu,

çay

içerek geleni geçeni seyrettiklerini, yada tavla oynadıkla­ nm görürdük. Bazan her köyden bir kişi demeyim ama, üç beş köy_ den bir zengin köylününde bu terasta yer aldığını görmek mümkündü. Genellikle Memurlann

ahbabı (yada arpalı­

ğı desek daha doğru olacak) olan köy ağaları, sıfırla tıraş olmuş başlannı açar, sandalyaya kurulur, .Bakın biz ne­ relerdeyiz, kimlerle otUrtıyoruz» der gibi kemali azarnet ve gururla caddeden geçen köylülere çalım satar oturur­ lardı. Hatta orada oturduklarını gönnesini çok arzu ettik­ leri birileri iyice bakmadan geçecek olsa,

ayağa kalkar

«Ula. A1efendi noordün» (Ne yaptın)

diye yüksek sesle

bağırmak cesaretini bile gösterirlerdi.

Tabii mühim olan

Alefendinin ne yaptığı değil, Alefendinin

kendisini orada

otururken görmesiydi. San bina Kaya beyin kahvesi karşısındaydı. gece bu kahvede pencere kenarında oturuyorduk.

Bir

Bizim

93


.ihtiyar heyeti bir iş için ogece İlçede kalmak zorundaydı, �nde yanlarmdRydım. Sarı binanın güzelliği üstündeydi, pencerelerinden lüks lambasının bem beyaz ışığı caddeye taşıyordu. ıçeridende, ayakta dolaşan, oturan başlar far­ kediliyordu. Baktım bizim yaşlı köylülerin gözü hep orada. ıçle­ rinden : «Şu büyük

adamlann, yani Kaymakam, Hakim

vesair zevatuı oturduklan partiyi bizde bir görseb diye geçirdikleri belliydi. Haydin dedim, partiye gidelim. İhtiyar heyeti yüzü­ me dikkatle baktılar. Muhtar :

«Ne yapacağız partide»

Dedi. Hiç dedim, oturunız. Yasak değilya bazan köylü­ lerde gidiyor partiye. Muhtar : «Bizi içeri

bırakınazıarsa

içimize dert olur. ıyisuni gitmeyetim oturun OturdUğUDUZ yerde» Dediysede, ben israr ettim, razı oldular,

kalktık

sarı binaya vannak üzere caddenin karşı tarafına geç· tik. Bahçe kapısından girdiğimizde adet olduğu bizim köylüler şapkalanm çıkanp

veçhile

koltuklarına çaldtlar.

Bende onlara uydum. Ben önde onlar peşimde dört ba­ samak dış merdiveni çıkıp kapıya yöneldik. Yalmz olsam neise ama, yiğitlik taslayıp önüne düş· tüğüm bu yaşlılann yanında mahcup olmak korkusu beni heyecanlandırıyordu. Bununla beraber cesaretinli topar. layıp, tevekkü1tüalellah diye kapıya dayandım. İçeri gir. dik, büyük salonda kimsecikler yoktu. Ama kapının açıl­ dığı, memurların oturup oyun oynadıklan odadan duyul· muş olmalıki, Kara Haşim karşımıza çıktı. Olanca güler yüzlülüğüyle:

«0000... buyurun Topaçlıla.r hOff geldiniz.

sa.fa geldiniz, şöyle yukarı buyurun rica. ederim».

Kara

Haşim teker teker ellerünizi sıktı, oturduk. Hal hatır sor·

94


du. «Ne içersiniz ne emredersiniz.• Dedi. Bizim köyliilcr: «Kahveden kalktık sağalun bir şey içmeyeceğiu. lersede, olmaz valiahi dedi Kara Haşim. «Bin

Dedi·

yılm bir

hıL�1

teşrif ettiniz bır şey ikram etmiyellm olunIlu hiç». Ka.ra Haşim gerçektende çok iltifatlar ediyordu. Çaylar ısmarlandı. Kara Haşim sandalyesini Muhta­ rımızın yanma çekti, gayet samimi bir tavırla elini omu· zuna koyup : flEee . Çerkez beyleri sormak ayıp olmasın, .

bir emrinizmi var, ne has, yoksa yolın" Ş&şırdınız.» Dedi. Kara Haşim sormakta, hatta şaşmakta haklıydı. Zi­ ra kim cesaret ederde sarı binaya kim girebilirdiki. Hem bütün büyük adamların toplu olarak san binada bulun· dukları bir sırada. Bizim Muhtarda: flEstağfuruUah, emir ne haddimize Ha§im efendi, binanw bir görelim, sizleri ziyaret edelim dedik.» Diye cevap verdi. Çaylar içilip biraz daha sohbet edildikten sonra., Ka­ ra Haşim müsaade rica etti. «Içeride biraz işim var, ku­ stlra bakmazsUlU, burası siıi.n kendi evinizdir siz oturun». Diyip oyun masasına döndü. Az bir zaman sonra, benimde hocam olan okul öğret­ menlerinden birisi memurlann odasından çıkıp yanımıza geldi. Kendisine bizden ötürü bir görev verildiği

belliydL

Çünkü bir angaryaya koşulmtl� gibi memnun olmayan bir yüzü vardı. 1stemiyerek bir «ho� geldiniz»

dedikten

sonra: Ağalar, dedi, «kahvenin ücreti çay kahvedir. Bu­ rada oturmanUl ücreti ise okunaıu din1emektir. Şimdi si· ze bir kitap olmyacağım iyice dinleyin.• Ve habrladığıma göre, Turan Aziz Beler'in «Görgü. isimli adabı muaşerel kitabını okumaya başladı.

95


Bir büyük nasıl ziyaret edilir, kime ne hediye götür­ mek uygundur, kırmızı karanfilmi, beyazmi. Sokakta bir büyüğe raslanırsa nasıl selam verilir, selam için fötr şap· kanın neresinden tutup kaldırmak lazımdır. v.b. Dl§an çıktığımız zaman bizim Muhtar kendi kendine konuşur gibi : «ingiliz ka�lğl ile Fransız b...u kan�tımıak işte buna derler». Diyordu. Muhtarın yerden göğe kadar hakkı vardı, bu benze· tişte tamamen yerindeydi. Evvela bu Parti ne demekti, san binanın yeri ve nedeni neydi. bize bunu öğretmeleri hiç olmazsa kısaca söylemeleri lazımdı.

Zira bizim asıl

merak ettiğimiz konu buydu. Mahkemede dava görülür, Kaymakama dilekçe veri­ lir, postahaneye mektup atılırdı. Ya bu san bina neye ya· rıyordu ? İşte bizim merak ettiğimiz buydu.

Oysa onlar

bize karanfilden, fötr şapkadan söz ediyorlardı. Sanki biz ömrümüzde karanfil görmüşüz, yada fötr şapka. giymişiz gibi. Ha.ydi, diyelimki köylünün, yeni deyimle bilinçlenme­ sini istemiyorlardı. Partinin ne olduğu,

ikinci bir parti

kurmak hevesi doğar korkusuyla açıklanmak istenmiyor­ du. Hiç olmasa, patates nasıl ekilir, domates ne biçim di­ kilir bunu bari anlatsatardı. Ve... 1950 seçimlerinde bizim orada

öyle

giilünçlü

olaylar olduki seneleree unutulmadı. Şairin : «Güleriz ağ· lanacak halimize.• Demesi 'gibi bu olaylara. anıldıkça se­ neleree güldük.

* Büyükçe bir Türkmen köyünde

seçim

Muhtar CHP. li, onun rakibi ise OP. li idi.

yapı1lyordu.


1946 seçiminin aksine gizli oy açık tasnif esutı. Muh­ tar, rakibi DP. liye : «Erkeksen geçen sefer olduğu gibi

açık açık seçim yapalun, neymiş kahpe avratlar gibi gizli iş yapıp aşikire doğurmak.'. Diye meydan okudu. DP. li aşağı kalırmıydı. Bu bir erkeklik meselesiydi, öyleya.. ki· min kimden ne korkusu vardı? Herkes dilediği tarafa irc­ yini vermekte serbest değelmiydi ?

Hem İsmet Paşadan

korkacak adam olsa meydana aWıp halkın önüne düşer­ miydi. «Ulan yapallDu Dedi. Ve er gişiler gibi açık açık bir seçim yaptılarki, felek maşallah dedi. Hemde irey pusula­

tarım bir birinin gÖZüne kaka kaka. Gel gelelim, bizim Türkmeneiklerin erkeklik dedikleri bu helal seçim iptal edildiği gibi, sandık Kuruluda toptan hapsedildiler.

* Buna benzer bir çok olaylar var, ama en gülünç olan biriside şuydu :

28 evlik üç orman köyümüz vardı. 14 mayıs 1950 gü­ nü bu köylerden bir seçim sandık kurulu oturmuş uzun uzun d�ünüyor, aralarında tarb�ıyorlardı. Mesele şuydu, seçim bitmiş, saat gelmiş, sandık açılıp aylar sayılmıştı. Tamamı tamamına 60 oy DP. ye, 8 ayda CHP. ye çık­ mıştı. DP. ninde, CHP. Dinde Milletvekili adaylan on İki­ şer kişiydi. Sandık Kurulu 60 oyu 12 pP. li adaya bölüş­ türdü, tam beşer oy düştü. Aday başuia 5 oy. Bir daha hesap ettiler, tekrar tekrar taksim işlemini gözden geçir­ diler, hatta okur yazar olmayan kurul azaları, kimi ka­ fadan, kimiside parmaklariyle hesap etti, hesap doğruy-

97


du. DP adaylanna beşer oy düşüyordu, �anlışı yoktu. 12 kere

beş

bunun yanlışı,

tam altmış ediyordu.

Şimdi sıra CHP, nin oylannı taksim etmiye gelmişti. Sandık Kurulunda bir tane Türk Hava Kurumu tahsilda· rı, birde köy ka.tibi vardı. Bununla beraber, 8 oy'u 12 a· day'a taksim etmenin bir türlü yolu bulunamıyordu. Tahsildir: .Karda.sun bu ireyterin bir böliinme usulu vardır, hatta. ben bir yerde okwnuştwn emme, kafa de­ diğin şey yavanoğlunun

sa.manhğı

değeıki basa basa dol­

durasında. doldurduğun gibi kala, unuttum gitti. lIem 19 köyiin teyyare hesabı, ondan

sonra

bilmem ne hesabı a­

damda kafaım kor'?, Mesem bir lira yüz kuruştur, bir met-­ re yüz santimdir, bir kuruş kırk paradır vede yüz santim­ dir. Bunları ha diyince her mektepli bilmez yemkin ben biliyom.

ışte

bunun gibi bir ireyde, onmu, yirmimi, ku­

ruş yahutta santim gibi bir şey olacak. Dediğim gibi unut­ hım gitti, lWutmasam beş dakikada roksimini yapar Çı­ kardık.» Dedi. Köy Muhtarı söze karıştı : «Evet doğru, bir okkanın dörtyüz direm olması gibi bir ireyinde birkaç direme bö­ lünmesi mzını». Kitapları tekrar karıştırdı1ar,

fakat bir reyin kaça

bölünmesi gerektiğine dair bir şey bulamadılar. Köy Ka­ tibi söz aldı: «Yahu bu adamlar emmede kafasIZ, herşey­ den evvel bir ireyin kaç parça. olduğunu yazaca.k.lan yer­ (le bwlU yazmamışıltı'da. bir sürü lazımsız şeyler doldur· mu.5lar, oku oku hep boşuna., dipsiz kile boş ambar».

En sonunda şu karara vardılar: kimbilir belkide irey· ler parçalı değeIdi. «Bir ireyın kıymatı ne olaki parçası ola.». Dedi Muhtar. En iyisimi baştan aşağıya doğru CHP. adaylarına yettiği yere kadar birer oy yazacaklardı.

98


Bu hesapça 4 kişi açıkta ireysiz kalıyordu.

Muhtar

ula. dedi, «şu Sürer beğe yazık oldu, Halkcdamı içinde en değerli adam bu olduğu halde Ustenin en alt başına yaz·

mıslar.» Tahsildar: «Ne yapalım taliine küssün bizim eli· mizde ne var, rey �ıktıda bimıi saklıyoruz. Köylü verme· db. Muhtar yine hayıflandı,

«ayıp olacak bilsek hiç ol·

masa 4 irey daha verirdik böylece Halkçılarda köyümüz·

den birer rey almLj olurlardı.» Katip : «Doğru bizim için. de kolaylık olurdu». Dedi. Bu minva! üzere listeleri doldurdular, altıılı , imza e·

dip

mühürlediler, torbaya koyup onunda ağzını bağlayıp

mühürü bastılar ve sırtladıkları gibi gece,. mece demeden

ılçenin yolunu tuttular.

Birazda keyfieri yerindeydi, çünkü CHP. miişahidi de

dahil olmak üzere hepside DP. nin kazanmasına içlerinden seviniyorlardı. Tabsndar: «Ben mamüriim "e hemide is·

met Paşa.nın ekmeğini yiyorum emme başına çalınsın ek­

meği, aslım köylüdür. Inşallah sizin köy gibi

Demrikırat ka.zanı:nıştır». Diyordu.

her yerde

Tahsildarın dileği kabul olmuş her yerde demirkırat

kazanmıştı, ama herkes gibi bunun

bayramını yapmıya

vakit bulamadan daha ikinci gün bizim sandık kurulunun

tamamı tutuklanıp hapse tıkıldılar.

Daha ne olduğunu anlamadan, göz açmıya vakit bu·

lamadan tl Ağır Ceu Mahkemesine yollandılar. Suçları

seçim sonucunu değiştirmek, reyleri saklamaktı.

Bir kaç gün sonra Ağır Ceza Mahkemesine çıkarıldı· lar. Bi ravukatları bile yoktu. Halk Partili Avukatlar, bu davaya bakmayı partilerine bir ihanet saydığı için vekil

durmadılar. Demirkıratlı avukatlann ise keyfierinden ve�

kil duracak halleri kalmamıştı. Hem, «Ne dlye suç işledi·

99


ler varsm cezalanm çeksinler, akdlan ba.51arın..a gelsin.» Diyorlardı. Suçlular, birkaç gün sonra Mahkeme kurulunun kar­ �ısına sıralandılar, Savcı iddianamesini

okudu,

epeyce

yüklU bir ceza istiyordu. Fakir köylüler yarı anlar, yarı anlamaz iddianarneyi dinlediler. Sonra yargıç kendilerine sordu: - «Söyleybı bakalım, UP. nin ve CUP. nin oylarını

neden :ıapm olduğu gibi ya-zmııdUlızda. Sa.kladınlZ? » İçle rinde genede Tahsildarın ağzı laf edebilirdi. Onun için

­

p

kon�tu: - «Reis beğ biz rey nw.y sukl:uu:ulık. Müsade buyu­ nın işin aslmı oltluğu gibi anlatayım.

DP. ye sandıktan 60

rey çıktı, 12 milletvekili adayına bÖIü!ilürdük

beşer oy

düştü, olduğu gibi yazdık. CHP. ye gelince, onada tama­

mı tamamına ve nebir eksik ne fazla 8 rey çıktı, sen 01san bunu 12

ada.y'u,

nasd bölüştürürsÜlıt Beyin parçası

yok id, bizde baştan aşağı sekiz kişiye birer rey yazdık. Geriye kalan 4 kişiye rey kalmad ı.

Kalmadıysa. bu bizim

suçwnuz değilld, Köylünün kabahatı, fazla rey vermedi­ ler, venneyince biz ne yapalım'l'. Zomnan alacak , yahutta rey yaratacak halimiz yokkb Mahkeme üyelerinin bir kısmı kendini tutamayıp a­ çıkça gilldüler, Savcıda belli etmeden gülümsedi. Reis öbürlerine döndü sordu, onlarda aynen anlattılar. «Bizim ne suçumuz var, Halk,

böyle

Halk Partiye

irey vermediyse cerenıesini biı.mi çekeceğiz.• Reis :

-

«Budalalar, DP. ye 60 oy çıktıyS&.

ne diye

taksim ediyorsunuz, bütün adaylara 60 şar oy yazacaktI­ nIZ. Halk Partiyede aynı şekilde 8 er oy yazmanız li.zım­

ılı.. 100


Muhtar Iafa kanştı : «EUni öptüğüm

treLo; beğ, biz 1reyleri yemedlk, içmedil" olduğu gibi torbaya koyup kazaya geldi. lhıta­ madı (Tutanağı) yanlış yazdığımız anlaşılınca yeniden yazalnrdı albru imza ooerdik olur biterdi lt

nebilek, öyle olacağım, biz köylüyük,

Reis eğildi azalarla fısıldaştı ve Jandarmalara dön· dü: «Serbest bırakın bunlanit. Ve ekledi: .Suç buıılann­ mı canım,

kendilerine ne öğretti, ne bilsin1er. Haydi oğ­

Jum ş i inize gidin.it Evet. . . tuğla ve çimentonun kanşunından . yapılan, llçemizin ilk ve tek olan binası ve onun sakinlerf sözümo­ na senelerce icrayı faaliyette bulundular, ellerine tek tük köylülere Turan Aziz Beler'in

geçen

Rdabı muaşeret

kitabından p�ajlar okudular ama, köy Muhtarlanna, hiç olmasa memur diye çalıştırdıklan tahsiıdarIara bir «oy. un kaç parça olduğunu öğretmemişlerdi.



- S A

G

«Aııah

L I K -

hekimle Hakime

düŞtirmesin»

ÖNCE Hekimi anlatalım. Bugünkü modern doktorluğun babası, bundan 950 yıl önce . �ayan

Sina isimli bir Türktü derler. Bundan aşağı yukan

thni

300

sene önce lngiltere kıraliçesi Kanuni Sultan Süleymana elçisini göndermiş; «lngiltere Halkı cüzza.mdan 1nnlıyor bize doktor gönderin

.

»

Dileğinde bulunmuştu. Avrupanın

ilk hastahanesi olup, atalarımız tarafından inşa

olunan

Dariişşifa binası Edirnede, harabeye yüz tuttuysada halA. ayaktadır. Bunlar övtinebileceğimlz birer gerçektir, ama benim ve herkesin bildiği yede utanılacak bir gerçek varki, oda, bundan otuz sene önce Zamanı İsmette Anadolu Halkının Doktoraıız, iHlçsız ve hastanesiz hergün beşer, onar kın!­ masıdır. Ben ilk okulun üçüncü sınıfına gittiğim sene ilçenin bazı köylerinde bir salgın hastalık olduki, Azrail orakla değil brpanla biçti. ç., K. ve t köylerir!de günde 8 cena­ ze, 10 cenaze. Kırgın diğer köylerde daha yavaş gidiyordu,

kimi

köylere ise Tannnın bir lütfu olarak sıçramamıştı (Mese­ la bizim köye). Hükümet tek tedbir olarak galiba bu köy-

103


leri karantina altına almış, ölüme:

«İşte bu köyler senin

olsun daha fazlasına el atma. der gibi, Halkı kırgına terk etmişti. Kırgın epey devam etti. Dadaloğlunun dediği gibi, ölen öldü kalan sağlar bize kaldı. Yol vergisi, ağnam ver­ gisi ödemek, gerektiğinde cepheIere koşup

şehit olmak

için. Ogün1erde muska, üfürük, tekke, ziyaret, ocak şid­ detle yasak ve cezayı gerektiren suçlardı. Halkı kınamak için, Halka kusur bulmak için baha­ ne arayanlar, köylü hastasını doktor yerine hoeaya göttl­ rilrilyor, ilaç yerine muskadan,

üfürükten şifa bekliyor,

diyerek dehşetli devrimbazlıklar yapıyor, makaleler ya­ zıp yakınıyorlardı. Sanki Doktor vardı, ilaç vardıda halk beğenmiyordu. Köylünün ise Allahtan başka, (Hükümet hariç)

bir

çok derman kapısı vardı. Felçliler, nüzünüler, Coğulu de­ dikleri bir alevi yatırında tedavi olurlardı. Kuduz için Ab­ dallı ocağının, sarılık için Döllük ocağının toprağı ilaçtı. Bilcümle iç hastahkJarl için Karababa ziyaretine

baş

vurulurdu. Sıtmayı, romatizmayı en iyi bağlayan deli Ab­ tuHa hocaydı. Ne varki bu hoca keçileri kaçırdığı zaman, sıtmayıda, romatizmayıda bağlamak istemezdi, eşref saa­ tine denk getirmek şarttı. Derma dediğimiz hafif egzema­ yi etrafını kopya kalemiyle çizip üstüne bir şeyler yazmak suretiyle, aşağı yukarı yarım hocalar bile tedavi edebi­ lirdi. Uzun seneler dert çeken yataIak olan

hastalar ise,

daha uzaklara, mesela ta Maraşa yakın bir yerde yatan, Battal Gazinin babası Melik Gazi Wrbesine, yahutta Si­ vastaki Abdülvehabi Gaıi türbesine giderlerdi. Adak isteyen, tekke ve ziyaretler dışında daha ucuz 104


ve Halkın kesesine uygun ilaçlarda vardı.

Mesela deniz

geçmiş ve deniz görmüş adamın tükrüğü, güvercin kaka· sı, köpek eti, ala karga eti, üzerlik otu tütsüsü v.b. Kışın soğuklar, kar, dipi bastırınca, gıda alamıyan. ısınamayan köy çocuklan boğmacadan sapır sapır dökü­ IUrdü. Bu gibi hastalıklar için, Anadolu Halkının bir L.'\­ kım maddi ve pratik tedavi usulleride

vardı.

Boğmaca

için uygulanan çare bu konuda bir örnek olabilir. Küllü­

ğtin

(kültepesi) altı delinir, tünel gibi bir geçit açılırdı.

Çocuklar, üatlerine tepenin çökmesi

ihtimal4ı,e aldırma­

dan hergün beşon defa buradan geçirilirlerdi. Daha şid­ detli ve acil hallerde ise çocuğun başının tam ortası tıraş edilir ustura ile çentilip kan alındıktan sonra tuzlu koyun kuyruğu basııırdı. Bademcik iltihabı için en iyi tedavi usulü, ikiz doğur­ muş olan kadınların, bademcikleri şişen çocuğu eteğiyle boynundan asması ve bir kaç kere bunu tekrarlamasıydı. Böylece, dıştan tazyik gören iltihaplı bademcikler patlar,

beş

on güne kadar da iyi olurdu. Bundanda iyi olmayanlar ameliyata baş vururlardı.

Şöyleki: Bizim köyün yegane doktoru, 90 yaşlarında olup dip diri nineaı Anşe (Ayşe) Kadın, çocuğu bir şey vere­ rek kandırır ağzını açtırırdı. cBoğanna. bakayım» derdi. Hasta ağzını açar açmazda, iri ve pürtüklü şehadet par­

mağını tükürükleyip tuza batırır ve yallah diye çocuğun

aniden boğazına daldırırdı. Dört beş saniye süren bu ame­ liyattan sonra bademcik derdi tamam�n yokolurdu.

Zamanı İsmette bizim ilde bir hastane vardı, on iki ilçe ve bir ilin, yanı 600.000 nüfusun bir tek hastanesi. Kime yeterdi? Hastaneye gitmeyenler galiba gidenlerden daha mutluydu, çünkü hiç olmazsa

evlerinde öıürlerdi.

Ha1buki hastaneye giden ağır hastalar, yollarda değilse

105


bile. ya hastane kapısında doktor, sıra beklerken, yahut­ ta, belki halime atır hastaneye alırlar diye

umuUanıp,

mitilini sererek yattığı hastanenin duvan dibinde inliye inliye can verirlerdi. Bizim köylü bir göçmenin çam yarması gibi,

çiçeği

burnunda gencetik delikanlı oğlu iki gün hastane kapı­ sında inledi, sancıdan kıvrandı sonrada öldü. ölüsünü hastaneye kabul ettiler,

karnmı yardılar,

«apandisiti patlanuş. dediler. Bundan sonrada, dertli ba­ baya: «Git köyden ilmuJıaber getirki elbiselerini verelim,. Diye üstelikte. yarasına tuz biber ektiler. Zamanı lsmette Halka hizmet anlayışı buydu. tImu­ habermi istiyorlar «Yerim uzak, gidecek gelecek param yok, demiyeceksin

.

oı:Yahu

..

bu ölliyü iki saat önce ben­

den teslim aldınız, pll'tılannl ne diye bana iluz»

vermiyorsu­

da diyernezdiniz.

85 köyü olan bizim ilçenin, doktoruda, sıhhiye memuru Hacı efendiydi. öldüyse

hastaneside nurda yatsın.

Herkes ona Dohtor efendi derdi. Doktorluğada yakı�maz değildi hani. tri yan, biraz göbekli, ho� sohbet, güler yüz­ lü babacan bir adamdı.. Çiçek aşısına gelirdi, sıtmalılara beşer, altışar kinin verdiği de olurdu. Bazanda hastalara elinden birşey gel­ mese bile, güler yüzü tatlı diliyle teselli ve şifa vermiye çalışırdı. Zamanı İsmette Doktorumuz, Hastanemiz yok dene­ cek kadar azdı. Hasta köylü elinde fakirlik ilmuhaberiy­ le Vilayete gider, işi şansa, kadere bırakırdı. Eğer talih yardım ederse hastahanede yer bulur yatar tedavi olurdu. Yatmazsa kaderine küser ölürdU. Devletten bir şey is-

106


temiye hakkı olduğunu bile bilmiyordu,

bunun

içinde,

«neden yatıp tedavi olabileceğim bir hastanem yok. di­ ye kederlenmezdi. Anayasa çağında ise, hastanemiz var diyebilecek bir duruma yakınız,

hele doktorlanınız yetti,

artdı maşal­

lah Avrupaya, Amerikaya bile yetişti, ama köylünün, fa· kir halkın tedavi olma şansı, derdine derrnan bulma umu­ du zamanı İsmetten daha ileri değildir. Dün hastahaneye yatıp tedavi olmak fakir Halk için büyük bir şans işiydi, bugünse çok büyük bir varfrk meselesidir.

.

.

Ve ... bu dünkünden çok daha acıdır. Yatak parayla, ilaç parayla, tahlil, film parayla. Bütün bunlan, çoluk ço. cuğunun nafakasIDI kesip verebilenler için bir tek şey pa­ rasızdır oda, Doktorlara bedava kobayuk yapmak, tecrü­ be tahtalığı etmektir. Arpalıklar devrinin tarihe

karıştığını

iddia

Türkiyede Devlet tarafından verilmiş arpalıklar

deen, yoktur

diyen varsa gelsin hastahanelerimizi fakir bir vatandaş olarak görsün. Hemde kollektif arpalık, Bina Devletin, yatak devle­ tin, masrafı Devletin ama kazancı Proflann, Doçentlerin. Bugün Türkiyede, mesela İstanbulda,

hastahanenin

hocasına, doçentine haraç vermeden hastahaneye yatma­ nın imkanı olmadığı inkar edilemez bir gerçektir. İşçinin iyi kötü sosyal sigortalar hıı;stahanesi Memuru galiba çalıştığı daire tedavi ettlriyor.

var,

Peki ya

Halkın sahibi kim? Fakirin verilecek enaz ikiyüz elli lira vizite parası, ondan sonrada ilaç, tahlil, film parası yoksa (ki yoktur )ne yapsın ? Zamanı İsmette olduğu gibi yor-

107


ganı başına çekip ölmekten başka çaresi varmıdır? Hem de: «Ah

...

parn.m olsaydı ölmeyecektim. Diye yoksulluğu­

na dövünerek ve canını verene kadar bin defa ölerek. Acıdır ama gerçektir, Türk Doktoru tezeIden Kadil­ Iak arabaya, konforlu apartımanlara sahip olabilmek için fakir halkı öyle bir soyuyorki bwlU anlatmak için kelime bulmak güç. Kasten teşhis koymayıp çok çok vizite para­ sı koparmaktan, tesiri az ve hatta hiç olan ilaç ticaretine kadar hepsi var. Türkiyedeki ilan soygunu ile doktor soy­ gununun eL ele verdiği bu yakınlarda resmi takkikaUa bi­ Le sabit olmuştur. Bundan birkaç sene önce bir olaya şahit oldum, baş­ kentin ünlü bir hastanesine devamlı klakaon çalarak bir kazazede getirdiler. Adam yanmıştı, giriş kapısında tak­ siyi durdurdular, önce, yanık adamın dahiliyeyemi yoksa hariciyeyemi gitmesi lazımdır, bu tartışma konusu oldu. Kapıdaki görevliler bir iki yere telefon ettikten sonra, ka­ zazedenin gideceği yeri tesbit ettiler. Bu defada o servisin nöbetçi doktoru aranmaya. baş­ landı, yanık adam gelsin mi gelmesinmi bunu soracaklar­ dı. Beri tarafta, yaralı galiba son nefesierini bitiriyordu. Hastanın yakınlanysa kimbilir kaç defa öldü diril­ diler. Ama kimsenin aldırdı, acele ettiği yoktu. Yine Demirkırat'ın gününde buna benzer bir olayda kendi başımdan geçmişti. Bir köylümüzü

köyden ilçeye

kızakla getirdik, durumu acildi trene attık. Ayazın taş­ lan çatlattığı bir kara kışın yan gecesinde Ankara istas­ yonunda indik. Hastarnızı taksiye bindirdik ve tam üç has­ taneyi dolaştırdık. Vardığımız hastanede en az yanm sa­ at nöbetçi doktor arıyorduk, bulduktan sonrada «yerimiz yok» cevabı veriliyordu.

108


Bu süre zarfında ise hastamız buz gibi arabada de­ vamlı olarak ve gücünün yettiği kadar feryat ediyordu, o kadarki bu feryadı bize esneyerek, birazda rahatslZ edil­ diği için kızdığından «yok yerimiz» diyen doktorlar bile duyuyordu. Son gittiğimiz hastaIıedede gene,

flyeriıniz

yok» cevabı alınca, Doktorların vicdanına işlemlyen bıçak bizim kemiğimize dayandı, şimdi dedim, «Sağlık Bakanı­ nın

evine telefon edeceğim, biz bunu ta dört ilin üstünden

aşınp buralara. getirdlk sizde yer yoksa merhamette yok­ mu, hiç. olmasa. şu sıcak koridarada. alamazmısınız!» Uykulu Doktor merhamet ettiğinden değil ama :!3aka­ nın evine telefon etmemden korktuğu için hastamızı ya­ tırdı ve gördükki bir değil bir çok boş yatak vardı. Ben kendi Milletimden çok hiçbir milletin hayranı de­ ğilim. Yabancı meddahlığı yapanlanda sevmiyorum. Ama öyle yabancılarla karşılaştımki, bunların kişiliği suratım­ da bir tokat gibi patlamıştır. Ve istemiyerekte olsa, »a.ca.­ ba bunlar bizden üstün milletmidir,» sorusunu kendi ken­ dime tekrarlamadan edemedim. Bize komşu bir tıde yabancı bir okulun,

bir bacağı

tahtadan, sakat bir doktoru vardı. Bu yaşlı ve alil dokto­ run ünü o ilin sınırlarından bışdığı için, Vilayet aşın yer­ lerdende kendisine hasta geliyordu.

Bende bu Doktora

bir hasta yakınımı götürmüştüm. O günlerde gerek o il­ de, gerekse bizim ilde Doktortann vizite ücreti on liraydı. Bu doktor ise halkı sadece ikibuçuk liraya muayene ediyor­ du, hemde idrar ve kan tahlili dahil. Benim gördüğümde, kızı ve karısı olduğunu sorup öğrendiğim çenç ve yaşlı iki kadının birisi kan, diğeride idrar tahlili yapıyor, Doktor kendisi ise son derece dikkatle ve özenerek hastalan mu­ ayene ediyor, uzun uzun dertlerini dinliyordu. Yaptığı hizmet bundanda ibaret değildi. Kimsesiz fa-


kir hastalara bedava ilaçta veriyor, yataktan ka,lkamıya· cak köylü ve fakir hastalara ise pazar günleri, köyün yo· Ju varsa otomobille, yoksa at sırtında gidiyor tedavi etmi· ye şifa dağıtmıya çalışıyordu. Bu yazdıklarım hayali bir menkibe samimasın. Sözü. nü ettiğim doktor Demirkırat'ın iktidarı zamanında Tür· kiyede aralıksız olarak otuz yıl hizmet ettiğinden, kendi Devleti tarafından emekliye ayrılıp Memleketine döner­ ken bizim Hükümetimiz tarafından taltif edildi, basını. mızda kendisi için sitayişkar yazılar da yazıldı. O 1Iin Müslüman ( ! ) Doktorlan bu Gavur ( ! ) dokto· ra Türk Halkına yaptığı hizmetlerinden ötürü ne yaptılar biliyormusunuz? Yazılı bir takdir ve teşekkürname gön· dermedilerde, bize rekabet ediyor, vizite ücretlerini dü· şürdüğü için serbest ve hakkınızı olan kazancımıza mani oluyor diye kendisini Sağlık Bakanlığına şikayet ettiler.

Yabancı Doktor Sağlık Bakanlığına şöyle cevap ver· di: «Buradaki Türk Halkı okadar fakir ve çaresizki, bana. gelen hastalanJan ikibuçuk lira bile a1mıya utanlnm, an· cak aldığım bu ikişer buçuk lira vizite ücretlerini birikti· riyor, bununla kimsesiz fakirlere ili.ç alıp dağıtıyonım ve böylece vicdanen bir azap duymaktan kurtulmuş olmak· tayım».

* Bizim ilçede bir HükUmet tabibi vardı, baktıki dertli insanı bol bir yerdir bizim ilçe. Mecburi hizmeti biter bit. mez istifa etti ilçemizde muayenehane açtı. Eczane ol· madığı için ilacıda kendisi satıyordu. Köylülere verdiği ilaçların dış kutusunu ve prospektüsünü alır, şayet ilacın şişesinde fiyatı yazılı ise bunuda toplu iğnenin ucuyla ka· zır öyle verirdi. Çoğu ilaçlarıda kendisi yapıyordu. 110


Kısa zamanda zengin oldu, ihtisasını yapmıya

gitti.

thtis8Sı bitince gene bizim llçeye geldi. «kurt kısır koyu� nn yediği yeri yedi kere yoklar» dedikleri gibi, bizim fakir ilçenin çıplak halkı bu doktora yağlı gelmişti. Doktor bu ikinci gelişinde ve kısa bir zaman içinde iyice zengin ol­ du. Röntgenler, aynalar falan hepsini tekmilledi gitti. Senelerce sonra bu soyguncu doktoru ızmirde düm. Muayenehanesinin bulunduğu

gör­

kocaman aparlıman

için «Kendim yaptirdun» Diyordu. Bu arada, kazancının sadece doktorluktan ibaret olmadığını, başkalariyle ortak olarak Müteahhitlikte yaptığını, yani yaptırdığını elderne· yide ihmal etmedi. Belki doğruydu. Belki de bir zaman­ ların fakir Hükümet tabibi «Nasıl milyoner oldun»' dedirt· . rnek istemiyordu. Bu konuda son bir misal daha vermek istiyorum: Bu yakınlarda, fakir bir komşumuzun ölüsünü üçyüz lira için rehin tuttular.

Buda İstanbulun ünlli bir hastanesiydi.

Fakirin üçyüz lirası yokki ötüyü alsın, aklı yc.ıkki «ölü ba· şınıza

çalınsm» diye bıraksın. De neyapsmdı fakircik?

Sonunda komşular aralarında para topladı ölü fakiri hacizden kurtardılar. Misalieri bundan daha fazla uzatnuya ne hacet. Has· ta olan, yada hastası olan ve Doktorların eline düşen her fakir benim yazdıklarımın enaz iki misline giriftar olmuş· tur. Ne varki, herkes başına geleni ne anlatabilir nede be­ nim gibi para verip kitap bastırabilir. Halkın sağlığı İle ilgili olanlar,

Bakanlar, amirIer,

memurlar, Proflar, Doçentler, siyasi olan ve olmayan bil· cümle Türk aydınları, şunu İyice bilelim : Bazı meseleler vardırki bunlarda zenginle fakirin eşitsizliği, Devletin te· meline konmuş dinamitten daha tehlikelidir, bir gün pat·

'"


lar ve Memleket bir toz ve ankaz yığınmdan ibaret kalır. Bunlardan biriside can pazarındaki eşitsizliktir.

Doktor,

ilaç, hastane. Zengine bunların iyisi, hası ve konforlusu varsa, fakirede hiç olmasa kötüsü olmalıdır. Köpeklerin bile inleyerek ölmesine göz yumulmayan bir çağda, sırf fakirdir, parasızdır diye insanların

çeke

çeke ölmesine seyirci kalan bir toplumun akibetinden cid­

di bir şekilde endişe 'etmek lazım. Biz hali hazırda böyle bir toplumuz.

112


ADALET Ş tMOlDE Hakimi anlattım. Senelerce önce Al�ya' da, Hükümet ve Devlet demek olan bir, Preı.ı� Bis­

mark vardı. Değirmenini yıkmak istediği yaşlı bir köylü, bu haşmetli Bismarka.: «Değirmenimi yıkarsın

linde Hakinı1er

var».

ama

Rer·

Demiş.

Ben şahsen, bugün aya giden, Amerikadanda, Rusya­ danda çok ta o günlerin Almanyasına gıpta ediyorum.

Yakın tarihlerde komşumuz lranda Doktor Musaddık adında bir Başbakan ihtilal yapıp şahı devirecek oldu, ba­ şaramadı ve tutuklandı. Başvekil Musaddık kendisini yargılıyanlara : eBen tn­ glllzlerin düşmanıyım ama. bir Ingiliz yargıcı önÜDde yargı­ lanmak isterim.» Dedi. Adalet millkün temeli olduğuna göre,

Hakim demek

Mülkün temelini elinde tutan adam demektir. Bir memIe­ kette adalet varsa, hürriyette var, vatandaşlık hakları da var, insanlık haklarıda var demektir. Adalet yoksa bunla­ rın

hiç biriside yoktur. Anadolu halkı Hakimin makamına Peygamberin pos­

tu derler. Bunun içinde. Hakimin üstünde bir tozun konmasmı istemezler.

zerre

kadar


Bizde çok eskiden Hükümdarları bile mahküm

eden

Hakimler varmış. Derken «Evropa. dedik, «Garp alemi» dedik «batı u y­ garlığı» dedik ve gargaraya getirip bir çok imrenilecek ta­ raflarımızla birlikte adaletimizi, adalet anlayışımızıda ye­ dik gitti. Adalet mülkün temelidir, deriz ama mülkün te­ melini elinde tutan adama hiç dikkat etmeyiz. Adaletsizlik yalnız

Ahmedin hakkını Mehmede ver­

mek, yada Alinin hakkını vermemektende ibaret değildir. Vatandaş üç günde, üç ayda alacağı hakkını üç yılda alır­ sa ve canından bezerse buda adaletsizliktir.

* Zamanı İsmette, bizim ilçenin bir hakim Hasan baba­ sı vardı. İyi hatırlıyorum, Hasan babayı. Biraz kamburca yürürdü, ama geniş omuzlu sağlam yapılı kurt gibi bir ih­ tiyardı. Çok sigara içmekten sararmış, ağzına kadar inen kır bıyıklan yine bıyıkalrına uygun kalın samur kaşları var­ dı. Hasan baba iyi sohbet eden, iyi rakı içen, sade kahve­ ye, tütüne, rüşvete ve birde mahkemede uyuklamaya düş­ künlüğü olan bir yargıçtı. Mesela davacı ile davalının ve dinleyicilerin huzurunda bir hayli uyuklad.ıklan sonra ani­ den uyanıverip «tapu klmdeyse tarla onundUr» sözü sene­ lerce unutulmadı. Olay şöyle olmuştu. Davacı dövülmekten davalıda darp ve hakaretten hu­ zurda bulunuyorlardı.

Ondan önce bir iki defa duruşma

olmuş, şimdide şahitler dinleniyordu. Tanığın birisine «an­

Iab dedi ve Hasan baba eskilerin deyimiyle Habı gaf1ete daldı. Tanık şöyle anlatıyordu:

«�Iemişhaneden

�ıkdım

uhşur elimde aban böyle turirdim gödegin oğlu hemide vu-

114


randa. altan böyle tepirdb

Hasan baba konuşulanlardan

bir kısmını işitmiş fakat anlayamamıştı.

Zabıt katibine

sordu : «Ne diyor bu adam» zabıt katibi anlattı : «YÜZDU­ maradan çıktım uçkur eUmde işte böyle duruyorduru. Gö­

degin oğlu yani davalı Hamite vurduğu zaman L�te böyle tepirm, Diyor ama tepirdi ne demektir bende anlamadıın.» ikindi sıcağında Hasan baba çoktan uyumuştu ve za­ bıt katibinin tercümesini dinliyemedi. Neden sonra aniden uyanıverip

«Tapu kimdeyse tarla onundur çıkın dışarı»

diyiverdi. O günlerde tarladan gayrı Anadolu halkının pekaz da­ vası olurdu. Bu bakımdan Hasan baba birazda haklıydı.

* tlimizde bir baş savcı vardı.

Bir boğa gibi enseli ve

kızgın. Ağzını açtımı en az idamdan kapı açardı. Tıpkı şu meşhur Yassıada baş savcısı Altay Egesel gibi. (ömerini yazmıyorum çünkü adaletiyle meşhur Hazreti Ömerin da­ vacı olmasından korkarım). lşin kötüsü karşısındalU ağır ceza reisi ise kulağından tutulup

koşulacak bir öküzden

farksızdı bu yilzden savcıda savcı, reiste savcıydı. Bizim vilayet bu ali kıran baş kesen savcıdan çok çek­ ti. Halkın bildiği kadarıyla, savcınm iki kardeşi şakilikten bir başka ilde ağır hapse mahkum olarak ceza evindeydi. Yani bizim savctnın babası oğlunu ailenin kaatillerini soy­ guncularım mahkemelerde savunsun diye okutmuıltu ama hayırlı evIM kardeşlerini savunmaktansa ibadullahı

asıp

kesıneyi tercih etti. Kardeşler dağda birer adam vurduysa bu onlardan daha baskın çıktı adalet sarayında her gün bir iki kişiyi hemde adalet namına öldürüyordu. Savcının lisede hocası olan yaşlı bir öğretmen anlat-


mıştı. Kocaman lisede bir dostu bir arkadaşı yoktu, hep kavga ederdi, döverdi döVÜıürdü,

şerrinden emin olmak

için hocalar not verir sınıf geçirirlerdi. Bizden, başka bir ile gitti ve orada bizim savcıyı bir canavar gibi dom dom kurşunu ile vurdular.

* ılçemizin bir başka hakimide

keşfe

çıkıp

köylerde

mümkün olduğu kadar fazla kalmaya meraklıyd.!.

Yine

uzun bir keşif seyahatine çıktığı günün akşanunda yargı­ cın karısını tapu dairesinin kiltibi ile bastılar. Katip tevkif edildi. Haberi alan yargıç seyahatini kısa kesmekle bera­ ber aheste aheste ikinci gün öğleden sonra kasabaya gele­ bildi. Bütün ilçe halkı ne olacak diye bekliyordu. Derken yargı çkatibi tevkif eden ceza yargıcına çıktı davacı olma­ dığını, katibin tahliye edilmesini istedi. Beriki gerçek bir Türk hakimiydi meslektaşından, kadınında tevkifini isti­ yeceğini ve sonrada boşanacağını ümit ediyordu. Oysa kar­ şısındaki bir paspastan, bir tuvalet kağıdından daha pis ve iğrençti. Gerçek Hakim ilkin şaşırdı, sonrada parladı ve

«ykatı yıkı!» dedi. «Alçak na­ muzsuz sen bir ba.kim olamazsm git kerhane işlet, eğer sen istüa etmezsen yahutta. ....tirolup gitmeyecek olursan ben hakimlikten çekilereğim.» bütün salondakiler işittiler:

Bir haftaya kalmadı bu mezhebi geniş yargıcı üçerniz­ den aldılar.

* ıkinci dünya savaşı günlerinde gaz, bez köylere tartı ile verilirdi. lhtiyacı karşılamak için değil tabii, sadece adet yeri­ ni bulsun kabilinden bir şey. Mesela

80 evlik bir

neke gaz. Bunların dağıtınunı muhtarlar

köye 10 te­

yapardı.

Bazı

büyük köylerin muhtarlan vardıki bunlar tek partinin ve

116


tek şefin gözde adamlarıydı. Bu gözdeler mesela köye 10 teneke gaz bilmem kaç metre bez verilmişse bunların yarı­ Slnı yer geriye kalanını köylüye dağıtırlardı. Halen sağdır ismini yazmıyorum, bir muhtar vardıki verilen gaı.ın yansıyIada yetinmez çoğunu

yutardı.

Köy

halkıda inadına iddiacıydı. Gider dava ederlerdi. O günler­ de bir hakimimiz vardı, maddi bakımdan 55 kilodan fazla cüssesi yoktu ama manevi değeri itibariyle 90 kiloluk cnaz

55 hakime bedeldi. Bildiğimiz kadarıyla fakir bir köy çocuğu imiş. Hem otel katipliği lokanta garsonluğu gibi işlerde çalışmış. Hem de fakillteyi bitirmişti. Bu hakim sözünü ettiğim ünlü muhtan derhal tevkif ederdi. Eminimki o günün milU şefi herhangi bir suçtan ötürü karşısına çıksaydı onunda tevkif müzekkeresini ke­ serdi. öyle haklındi. Gel gelelim bir haftaya varmaz muhtann bir üst mah­ kemeden telgraila tahliyesi gelirdi. Çok slirmez ikinci ayın gaz tahsisininde yansını yer köylü gene dava eder hakim gene tevkif eder, üst mahkeme yine tahliye teli çekerdi. Bu oyun hakinıin ilçemizden alınmasına kadar devam etti.

*

Bir başka bakimİmİzin ise ismi deli hakimdi. Anadolu halkı yiğide deli der. Bizim ara köylüleri deli Hakimin keraınet ebU oldu­ ğuna ciddi ciddi inannuşlardı. Oysa yeni faklilteyi bitir­ miş, gencecik yakışıklı bir delikanlıydı. Cinayet azdı, ala­ cak verecek ve kavga gibi davalarda mahkemelere

pek

düşmezdi. Hakimleri en çok uğra.ıjtıran arazi ve köyler

arasın­

daki hudut davalarıydı. Bunlar senelerce devam etmiş he-


mcn hemim hiç biriside kesin sonuca bağlanınamış dosya­ lar tepeler gibi yığılmıştı. Deli hakim bu yığılı tepeleri omuzladı eğer ilçemiz­ den çabuk gitmeseydi tümünüde eritecekti. Deli hakimin bir defa kerametine inanılmıştı, zira bir çok hudut dava­ sında yalan söyleyen bilir kişileri büyük bir ustalıkla ta­ nımış kimini rezil kiminide tevkif etmişti. Artık deli haki­ min karşısında yalan söylemenin imkanı yoktu, Keşfe gider davalı iki köyün halkını toplar

bundan

sonra bilir kişi yada tanıkları bir tarafa ayırırdı. Sonra­ da herkesin duyabileceği gibi yüksek

sesle

kendilerine

hitap ederdi : «Eğer ben doğmluktan haktan aynhr sem şu gördüğünüz bütün halk benim 'U.o

ııtimas eder­

anann avradıım

eğer siz doğruyu söylemez yalan konuşursanız yahutta

bildiğinizi dosdoğnı söylemezseniz bu halkın tamamı ben­ de dahil ananızı avradmızı.u••• Bu gibi davalarda iki kö­ yünde hemen hemen tamamına yakını

hazır bulunurdu,

böyle oluncada her köy kendi bilirkişisinin yahut tanığı­ nın yalan söyleyip söylemediğini bilirdi. Şu hale göre ta­ nık, bile bile anasına avradına açıktan açığa küferttirece­ ğine dosdoğru söyler, köyün müşterek malı için yahutta komşunun tarlası için şerefini ayak altına atmazd.ı.

* 27

mayıs ihtilalinin benim bildiğim bir tek faydası ol­

du oda, Hakimleri bağımlılıktan kurtarmasıdır. Bu yakın­ larada egenin ufak bir ilçesinde yine bir inşaat işim vardı ve oranın Kaymakamıda hemşehrimdi. Sık sık

dairesine

uğrardım konuşur dertleşirdik. ııçede Devlet su işleri genel müdürlüğü bir sulama ka-

118


nalı açıyordu. Dozerler, makineler geldi, çadır ve şantiye­ ler kuruldu ve faaliyete geçildi. Ne varki daha işe başla­ yalı bir saat olmadan, kanal güzergahına rasgelen tarla­ ların sahipleri toplu olarak ellerinde kazmalarla, yabalar­ la su işlerinin personeline saldırdı işi durdurdular. Jandarma 8-10 kişiyi ele başı olarak yakaladı ve sav­ cıya teslim edilmek üzere nezarete aldı. Haber Kaymaka­ ma geldiği zaman bende oradaydım. Kaymakam telaşa ka­ pıldı. Savcıyla konuştu, savcı köylüleri korkutmak için he­ men tevkif etmek taraftarıydı. Kaymakam bu defada Ha­ kime telefon açtı ve işin öneminden bahsetti, o ilin :Millet vekillerince ve dolayısiyle Valilikçe bu kanal işinin

yak ­ ı

nen takip edilmekte olduğunu bu bakımdan . biç olmasa korkulmak için muvakkaten bunların tevkifinin mümkün olup olmadığını rica yollu sordu. Telefon manyetolu idi ve galiba pillerde bakımdan konuşulanları gayet net olarak

yeniydj bu

takip edebili­

yordum. Hakim Kaymakama kanal güzerg3.hının istimlak edilip edilmediğini sordu. Kaymakam :

cMuamele yürütü­

lüyor fakat henüz tamamlanmadh Diyince, Hakim tele­ fonda bağıra bağıra şöyle dedi :

«Nezarete

aıınanları der­

hal serbest bıraksınlar lütfen. İstimlak muamelesi tamam­ lanmadan eğer kanal açmıya teşebbüs edilirse. köylüleri değU, Devlet Su İtoleri personeliu i hemen tevkif ederim.» Ve telefonu kapath. Hemşehrim Kaymakam bozuldu ve «Buyurun efendim nası1 iş yapar, iş yürütürsünüz.»' Diye dert yanacak oldu. Kendisine dedimki: «Bildiğim güzel sözler i�inde bir ta­ nesi varki bunu hergün beşon defa. kendi k�dime tekrar­ lamadan edemem : HAK DİYİNCE AKAN SULAR DU­

DURUR... Bence bir kişinin hakkı tepeleneceğine bir köy değilya bir vilayet susuz kalsın daha iyi.


I D A R E-M U DA RA ZAMANI İsmet'in henüz birkaç adım geride kaldığı günlerde, Adanadan İzmire kadar bir Alman gen· ciyle Tren yolculuğu yapmıştım. devir dalkavuklarının «Tam yeni yazmaktadır böyle güçlü bir Devleti.» Diye niteledikleri Türkiye, keli­ menin tam anlamıyle tığ teberdi. Yol uzadıkga Almanlada dostluğumuz ilertiyordu. Hitlerden, Amerika, İngiliz, Fran­ sız ve Rusla.rrlıln bahaettik. Berlin Teknik üniversitesinin son sınıf öğrencilerinden olduğunu ve bizde tatil süresin­ ce, bir Devlet teşekkülünde çalıştığını söyleyen ve mera­ mını anlatabHecek kadar Türkçe konuşabilen gence göre, Dünyanın en büyük Miııeti AImanlardı. Alman gencinin bu inancına kendi Aydınlarımız hesabına imrendim. O

Alınana göre, İngiliz fena. Amerika az fena. Fransız orta fena, Rus çok fenaydı. Bizim hakkımızdaki intiharnı merak ettiğim için sözün burasında. «Pekiyi Türk nasıb Dedim. Adam «buda. sonımu» Der gibilerden yüziime bak· tt ve baştan savarca, «Çok iyi Türk» Dedi. Ama bu misa· fir Devlet adamlarının resmi ağzı gibiydi: «Atatürkün mo­ dem TürkiyesinI gönnekren bUyük Türk Milletinin JDiSa... firperverliğinden .... i1h.» Derlerya işte böyle bir cevap. Dedimki: «Türklerin çok iyi olduğuna, Dünyanın asil ve tarihi zengin Milletlerinin en başında bulunduğuna hiç 120


şüpheniz olmasın. Bizim medeniyetimiz slzi.nklnden çok

es­

kidir. Ama ŞW1Uda bir gerçek ola.rak kabul ediyonızki bu­ gün teknolojik bir geri kalmışlığmm vardır, sizinle ara­ mızdald bu mesafeyi tm. kısa zamanda ka.patacağımıza ina-­ Dlyoruı.. Benim sizden öğrenmek istedJğlm şu, geri kalmış1ığıınızın sizce sebebi ne ola.bilir'! Epeyce bır zamandan be­ ri aramızda buhmduğwıuza göre bu konuda. bir filainiz ol­ malıdır.» Alman düşündü, göz ucuyla beni süzelü, samimiyeti­ me inanmış olmalıki açık konuştu. «Ben Türkiyeyi sandı­

ğımdan daha geri, Türk Halkını ise yine zannettiğimden çok çok daha iyi gördüm.» Ve devam etti : «Güzel bir'yur­ dunuz, kabiliyetli, temiz ve kanaatkir bir halkınız var, geri kalmışlığınım nekadar hayıflansanız yeri vardır. Tür­ kiyenin geri kalmasına sebep, Türkiyeyi idare edenlerdir.» Ve ekledi: .Bu benim şabsi kanaatinıdır, belikde doğru olmayabilir.» Misal verdi: .Benim çalıştığım yerde L,çi saat yedi otuzda iş başı yapıyor, iş gösterecek adamlar dokuzda. Yok dÜDynda. böyle şey. Mühendis kırayatla gelir iş başı­ na, olmaz böyle, yürümez iş, yürümez Türkiye.D

* Birkaç sene sonra, yakın bir arkadaşımia Ankarada bir yabancı Sefarette bir inşaat işi için gitmiştik. 32 sene­ den beri Türkiyede çalıştığını

söyleyen ve Tlirkçeyi bir

Türkten farksız konuşan sefaret Kançılan .eize çay ikram etti. Sohbet uzadı, Türk Halkına gerçektende adamın gö­ nülden bir bağlılığı vardı. Atatürkün erken öıümüne biz­ den daha çok hayıflanıyordu.

121


Oda aynı şeyi söyledi: «Dünyarun her yerinde Politi· kacı egoist ama.. Türk politikacısının ve idare adaın1a.nrun egoizmi kor"'unçtıır.» Ve oda ekledi: «Sizinle biz yer deği�. tirelim beş sene sonra biz Dünyanın en zengin l\Olleti olıı· ruz, siz ise bizim memlekette açlıktan ölürsünüz.

Bizde

taş, kaya. ve dağdan başka hiçbir şey yok, zenginiz, size Allah vermiş ama genede fakirsini7.. Kusur sizi idare eden· lerdedir. Daha doğrusu idare etmiş oıanıardadır.» Bu yabancının sözlerine eklenecek benirnde bir sözüm var: «Atatürk idealinde yaşattığı TürJ..iyeyi inşa etmek için arkadaş bulamadı ve kalınndan öldü.»

Buda benim

şahsi kanaatirndir, doğru olmaya bilir. Ankarada Bakanlıklar inşa olunurken, ellerindeki yok pahasına kapatılmış araaları Devlete pahalı pahalı satmak için, idareciterimiz yani Devlet adamlarmuz

Atatürke :

«Bakanlıklan toplu olarak bir yerde inşa etmiyelim

bir

hava saldırısında hepsi birden yok olabilir» Derlermiş. Atatürk ise: «1yiya bende hepsini toptan savunurum daha kolay olur.» Cevabını verirIDiş. Ama hangisiyle başa çıkabilecekti? Yeni yaptırdığı apartıman için bir ad iste· yen vurguncuya «Bu apartımanın adını ''Urgun pa1as koy» Diyecek kadarda dobraydı Atatürk. Genede kar etmedi Ankaranın İmal Planını yapan mimarın dmar pti.nını de· ği5tirmiyecek kadar iradeniz vannıdır.»

Sorusuna kızan

Atatürk. sonunda çevresindekileI'in bitmeyen çıkar istek­ leri yüzünden, planı falan rafa koymak zorunda kaldı, der­ ler. İsmet Paşada çıkare! idarecilerle çok savaştı.

Rab·

metli Menderes te: «çalıyoriM kardeşim ne yapabilirim,

ben Başvekllim müfettiş değillınki. » Derıniş. Halbuki Rahmetli bİr müfettişten daha çok müfettişti ama genede başedemedi.

122


* Türkiyeyi idare edenlerin nasıl idare ettiğini

düşün­

dlikçe. aklıma bizim köylü göçmen Meydin (Muhittin) aga gelir. Meydin aga Rumanya göçmeniydi,

Rumanyanın

en

gUzel ve zengin topraktanndan (Dobrucadan) orta Anado­ lunun bakımsız çölüne düşmüştü. Halinden memnun olma­ sına imkanmı vardı? Ve... Meydin aga tarlaya tohum sa­ çıyordu, kucağındaki tenekeden bir avuç buğday a\ıp sağa doğru kızgınhkla savuruyordu « sallıyordu

«.••

...

ldme bitsin. soLa doğru

ğıma. bitmesinB.

'.

Tıpkı duraklama çağından bu yana bizi idare edenle­ rın idaresi gibi tohum ekiyordu Meydin Aga. Bizim ilde, ırfan bey adında bir arif kişi varmış, Bir gün kendisine sormuşlar:

cValllerimiı.in arasmda en iyi

olanı hangisiydir}) İrfan bey Vallaha demiş, «Bir vali tayin etmişlerdi şehre girerneden kümbette ölmüştü, en iyi Vali oydu.• Bi­ zim Hçeye gelip gitmiş birçok Kaymakam vardı, İrfan be� yın demesi gibi, galiba en iyisi, akşamdan kafayı çekip sa� balıleyin bekar kaldığı Kaymakam evinde ölü bulunanı idi. Doktorun verdiği rapora bakılırsa Kaymakam rakıyı faz� La kaçırmışb. Tanrı taksiratmı affetsin dedik ve garipler mezarına gömdük gitti. Kaymakammuzın biriside, icraat olarak her cumarte� si akşamı Kaymakam evinde içkili yemekli toplantılar dü· " zenlerdi. Herkes yemek ve içkisini birlikte- getirir yer içer dağılırlardı. Bir başka Kaymakamımıula, İlçenin en büyük mağa· zasına sabah gider otururdu.

öğle yemeğinden sonrada

123


·

tekrar mağazaya varır akşama. kadar alış veriş eden Köy· lüleri seyreder, çay kahve içer akşamu bulurdu. Günün birinde çanklı erkanı harplerden olan bir köy ağası, Kaymakamın tepesine dikildi: eBana. şurdan üç met­

kaput versene». Dedi. Kaymakam şaşırdı, «Ben kimim biliyormusun! • «BUiyorunı,» dedi köylü «ş.. . efendinin arşıncısı değilmisin h Kaymakam kızdı: «Defol serseri ben Kaymakannm». Diye bağırmaya durunca köylü daha­ da baskın çıktı «UIan dürzü kaymakamsan akşa.m sabah burada işin ne senin». Kaymakam köylüyü dövmeye yürü. re

.

.

dü, ama çanklıda az futma değildi. Mağaza sahibi araya girdi, «beyeCendi, bu adam Zir delidir uyma bu serseriye.... falan dedi, kavgayı araladı. Kaymakam herhangi bir işlem yapmaktan vaz geçti, yede mezkur mağazada biraz daha seyrek görülmeye baş­ ladı.

s o N

124


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.