Mehmet Nuri Conker: Zabit ve Kumandan

Page 1


Diegi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Haziran 1998


Birinci Fırka Erkanıharbı Binbaşı

Nuri 1330 Nisan

Mehmet

ZABİT ve

KUMANDAN

Sunuf-ı muhtelife Ümera ve Zabitanı ile Mekiitib-i askeriye şakirdanın ve biicümle eshab-ı mütalaanın enzar-ı kıraetine

1329 senesi kış devresinde Birinci Fırka Umera ve Zabitanına verilmiş konferansların tevhit ve tevsii suretiyle yazılmıştrr.

CumhLlr't\ıel GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAÖANIDIR.



Bazı kitapar vardır: Zamanında dikkati çekmemiş, büyük bir okuyucu topluluğu bulamamış; fakat hem o günlerin önemli olayla­ rını ve bu olayların çağdaşlar üzerindeki tesirlerini tarihe bırakmış, hem de ilerde tarihi kıymet kazanacak büyük bir şahsiyete yeni il­ hamlar verebilmiş, onun ruhunda gizlenip birikmiş fikir ve hislerin meydana çıkmasına vesile olmuştur. işte rahmetli Nuri Conker'in Zabit ve Kumandan isimli küçük kitabı, bu bahtiyarlığa eren eser­ lerdendir. Atatürk'ün askerliği ilgilendiren ve Meşrutiyetin ilanıyla (1908) Birinci Dünya Harbi'nin çıktığı 1914 yılı arasındaki zaman içinde kü­ çük risaleler halinde yayınlanmış olan eserlerini bir arada ve bir cilt halinde bulacak okuyucularımız, tarih sırasına bırakılmayarak, için­ deki fikirlerin ehemmiyeti ve istikbale işaretlerle dolu olması bakı­ mından başa konmuş olan "Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal"i in­ celedikleri zaman, pek tabii olarak, Nuri Conker'in kitabını görmek isteyeceklerdir. Nitekim, yine bu seri içinde sayın dostum Ruşen Eş­ ref Ünaydın'ın önsözü ve günümüz Türkçesine çevrilmiş metniyle birinci ve ikinci baskısı yapıldığı zaman bu arzı.:, her taraftan açık­ lanmıştı. Çünki Atatürk, bu eserini, Nuri Bey'in kitabına bir cevap olarak kaleme almıştır. Kitabın tahliline geçmeden Nuri Conker hakkında bilgi vermek yerinde olur: Mehmet Nuri Conker, 30 Eylül 1881 tarihinde Seliinik'te doğ­ du. Babası Hoca Osman Efendi, annesi Zehra Hanım'dır. Selanik As­ keri Rüştiyesi 'ndan sonra Manastır Askeri idadisi'ni bitirdi. 1902 senesinde İstanbul Harbiye mektebini ikmal ile Piyade Mülazimi­ evveli olarak yirmi bir yaşında kılıç taktı. Harp Akademisi'nde üç sene okuduktan sonra 1905'te Mümtaz Yüzbaşı olarak mezun oldu. 1909 tarihinde Hareket Ordusu'na gönüllü katıldı ve Tabur Kuman­ danlığı göreviyle Selanik'ten lstanbul'a geldi. lstanbul'da Mahmut Şevket Paşa'nın yaverliğini yaptı. Bilahare 191 O senesinde Arnavut­ luk harekatına iştirak etti. Aynı sene erkanıharplik imtihanını üç yüz kişi arasında birincilikle kazanarak Erkanıharp oldu ve Selanik'te ye­ ni teşekkül etmiş olan Küçük Zabit Mektebi Müdür ve Kumandanı tayin edildi. 191 l 'de başlayan Trablusgarp harbine yine gönüllü iş­ tirak etti ve Umum Bingazi Kuvvetleri Erkanıharbiyesine reis oldu. 1912'de binbaşılığa terfi etti. Aynı sene başlayan Balkan Harbi'nde Çanakkale Boğazı Mürettep Kuvvetleri Erkanıharbiyesi'ne tayin

5


edildi. Bolayır'da bir Bulgar kurşunu ile dizinden yaralandı. 1913 senesinde Alman imparatoru Kayser Wilhelm'in davet ettiği oniki yaralı Türk zabitinden biri olarak tedavi için, Wiesbaden'e gitti. Ay­ nı sene Osmanlı ve Alman İmparatorlukları askeri nişanlarıyla tal­ tif edildi. Nisan 1330 - 1914'te "Zabit ve Kumandan" isimli ki­ tabını yazdı (*). Buna Mustafa Kemal, "Zabit ve Kumandan ile Hasbihal" ismindeki kitabıyla cevap verdi. 1914 senesinde İstan­ bul'da Birinci Fırka Erkanıharbiyesine tayin olundu. Bilahare Balı­ kesir'de 24'üncü Alay'a kumandan tayin edildi. Birinci Dünya Har­ bi başlangıcında, başında bulunduğu 24'üncü Alay ile Balıkesir'den Çanakkale'ye gönderildi. 1915'te Anafartalar ve Conk Bayırı mu­ :1arebelerine iştirak etti. Conk Bayırı'nda ikinci defa olarak sağ şa­ kağından ağır surette yaralandı. O sırada yarbaylığa terfi etti ve Conk Bayırı'ndaki 8'inci Fırka'ya kumandan oldu. 10 Ocak 1916'da Al­ manya Hükümeti tarafından kendisine Demir Salip Nişanı verildi. aynı senenin başlarında fırkasıyla beraber Şarka, Muş cephesine nakledildi. Yine 1916'da Almanya hükümetinin Edelruj nişanıyla tal­ tif edildi. Müteakiben Avusturya Macaristan Devleti'nin Meziyet-i Askeriye Salip Nişanı'nı aldı. 1917 senesinde Kafkas Muharebele­ rindeki hizmetlerinden dolayı Osmanlı İmparatorluğu'nun Muhare­ be Gümüş Liyakat madalyasıyla taltif edildi. Aynı sene Hollanda hü­ kümeti nezdine Lahey Ataşemiliteri olarak gönderildi. 1918 sene­ sinde Ataşemiliter iken albaylığa terfi etti ve Hollanda Kraliçesi ta­ rafından kendisine Komandör rütbesinin Kılıçlı Oranj Nase nişanı verildi. l 920'de İstiklal Harb.i'ne i�tirak etmek üzere Anadolu'ya geçti. Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü'ne tayin edildi. Ve­ kaleten Ankara Vali ve Kumandanlığı vazifelerini gördü. Bilahare merkezi Pozantı'da olan Adana Vali ve Kumandanlığı'nı yaptı. 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin Almanya'da temsilcisi olarak Berlin'e siyasi mümessil sıfatıyla gönderildi. Ora­ da iki sene vazife gördükten sonra 1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Devresi'ne Kütahya'dan mebus seçildi. l 930'da te­ şekkül eden Serbest Fırka'nın Katibi Umumisi oldu. 193 İ seçimlı>(*)Bu kitap Prof. Dr. Afet lnan'ın hususi kütüphanesinden alınarak Ata­ türk'ün diğer askerliğe ait beş kitabıyla beraber Riyascticumhur Hususi Kalemi tarafından aynı itina ile yeni harflere çevrilmiştir. Kendisine eski Nafıa Vekili ve Paris Büyükelçisi Sayın Behiç Erkin tarafından hediye edilmiştir.

6


rinde Gaziantep'ten mebus oldu. 8 Şubat 1935'te Atatürk kendisine Conker soyadım verdi. Aynı sene Türkiye Büyük Millet Meclisi Re­ is Vekili oldu. 11 Ocak I937'de Ankara'da vefat etti. Atatürk'ün arzusu ile Ankara Şehitliği'ne defnedildi. Nuri Conker, Atatürk'le Selanik'te aynı mahallede büyümüş­ ler, Selanik Askeri Rüştiyesi'nde, Manastır Askeri İdadisi'nde, İs­ tanbul'da Harbiye Mektebi'nde, Harp Akademisi'nde, Selanik'te 3'üncü Ordu'da, Hareket Ordusu'nda, Arnavutluk Harekatı'nda, Af­ rika' da Trablusgarp, Bingazi ve Tobruk muharebelerinde, Çanakka­ le'de Anafartalar ve Conk Bayın muharebesinde (Conk Bayın'nda Mustafa Kemal'in göğsündeki saate kurşun isabet ettiği anda yanın­ daydı.) Doğu'da Muş cephesinde, istiklal Harbi'nde, daima beraber bulunmuşlar ve arkadaşlıklarını fasılasız devam ettirmişlerdir. Cum­ huriyet devrinde ve inkılaplarda, Çankaya'da, Dolmabahçe, Yalova ikametlerinde ve bütün yurt gezilerinde her zaman onun beraberin­ de bulunmuştur. Atatürk, Nuri Conker'in arkadaşlığını daima ara­ mış, kendisini sevmiş ve her iki dost birbirlerine her zaman vefalı kalmışlardır. Atatürk, sofrasında her vakitona özel bir dikkatle yer vermiş, eski arkadaşı Nuri Conker'le lfıtife etmekten, onunla konuşmaktan zevk almıştır. Bunu Atatürk'ü tanımak ve çevresinde bulunmak bah­ tiyarlığına ermiş olanlar pek iyi bilirler. Aynca, bugün birer tarihi belge değeri kazanmış olan mektuplarında da bu duyguların yazılı ifadesini buluyoruz. 4 Ekim 1327 tarihinde Rus vapuru ile Trablus­ garp'a giderken Urla'dan rahmetli Salih Bozok'a yazdığı mektupta ona iki yakınından bahsediyor: Biri annesi, ikincisi Nuri .Bey'dir. O­ nun için şöyle diyor:

"Başka kağıdım yok. Nuri'ye aynca mektup yazamayaca­ ğım. istersen bu mektubumu aynen gönder ve yahut bahisle bir mektup yaz ve o kıymetli kardeşimize de ki: Benim için hatıra­ sı kalb ve vicdanımdan bir an çıkamayan bir öz kardeş varsa Nu­ ri'dir. Bu muzlin seferi onunla yapmak isterdim. Allah nasip ederse saha-i mücadelatta birleşiriz, eğer mukadderse ahirette buluşuruz."

Şimdi ahirette buluşmuş olan bu iki arkadaş, o zaman Trablus­ garp'ta vatan savunmasında birleşmişlerdi. Bütün mektuplarında ona hitabı "azizim Nuri", "kardeşim Nuri"dir.

7


Nuri Conker, elli beş yaşında öldüğü zaman, Atatürk'ün bu sev­ gili arkadaşını kaybetmekten duyduğu elemi, o sırada Cenevre'de tahsilde bulunan Prof. Afet İnan'a yazdığı mektuptan açıkça anlıyo­ ruz: "16/l/l 937 - Hatay üzüntüsüne Conker'in ölümü acısı karıştı; bu acının açtığı yaranın derinliğini tahmin edersin... '' diyor: Doğum yıl ve yeri bile müşterek olan bu iki arkadaşın vatan ve millet sevgileri, askerlik mesleğine karşı bağlılıkları da birbirine ya­ kındı. Metnini olduğu gibi verdiğimiz bu küçük kitap, Nuri Con­ ker'in, bize Rumeli'yi kaybettiren Balkan bozgununda nasıl derin bir milli eleme düştüğünü, fakat bu dehşetli olaya ve kayba rağmen -tıpkı Mustafa Kemal gibi- bir an Türk milletinden ve Türk Ordu­ su'ndan ümidini kesmediğini gösterir. Bu kitabın belki mesleki mahiyeti, arada geçen yarım asra ya­ kın zaman içinde eskimiştir. Fakat vatan savunması, millete karşı va­ zife duygusu bakımından kıymetinin· bir zerresini kaybetmemiştir. Çünki vatan o vatan, millet o millet. Kitap, bugün tarih olmuş o acık­ lı devrenin ordu bakımından bir tenkididir. O kadar ki, Balkan Har­ bi'ne·giren Osmanlı Ordusunun talim ve terbiye, taarruz ruhu bakı­ mından _çok zayıf o�duğunu en sert hükümlere bağlamaktan çekin­ memiştir. Siyasi hiçbir işaret bulunmamakla beraber kitap, okuyu­ cuya milli - siyasi bir ruh aşılama yönünden çok uyandırıcı ifadesiy­ le yüksek bir terbiye önemi taşımaktadır. Dili, hatta devrine göre bi­ le lügatlı ve ağdalı olmakla beraber söylemek istediği fikirleri kesin ve seçik bir üslupla açıklamaktadır. Balkan bozgununu takip eden günlerde yazılmış olması, yazarın kalemine hissi bir titreklik vermiş, şanlı tarihimizden alınmış sahıfaların o günkü acı durumla mukaye­ sesi, ciddi bir askerin saklamaya muvaffak olduğu hıçkırıkları satır­ ların arasına gizleyerek okuyucuya intikal ettirmiştir. Fakat bu acı duygular,onu hiçbir zaman kötümser etmemiştir. Çanakkale harple­ rindeki kahramanlıklarını sayın ailesine ve biz vatandaşlarına soya­ dıyla miras bırakmış olan rahmetli Nuri Conker, tıpkı arkadaşı Ata­ türk gibi milleti tenkid etmiş, ama her zaman ona inanmış, onun isti\balinden ümitli kalmışt•r. . Bu kitap okunduktan sonra, Atatürk ve Devrim serisi arasında bastığımız "Zabit ve Kumandan ile Hasbihiil" daha iyi anlaşılacak­ tır. 1 Temmuz 1959. Hasan Ali

8

YÜCEL


MAKSADA BAŞLAMADAN EVVEL Bu kitap, zabitin acemi efradı talim ve terbiyesinden, endaht kavaidinden, talim ve terbiye programı tertibinden, bölüğün ye­ tiştirilmesinden, taburun açılmasından, alay ve fırka manevrasın­ dan, harita mütalaasından, usul-ü taarruz ve müdafaadan bahset­ meyecektir. Bu kitap, bir zabitin, bu saymış olduğum ve emsali mevcut vezaifı harbde tatbik ve icra ile mükellef olan derecat-ı muhtelifedeki kumanda ve salahiyet erbabının temin-i zafer ve galibiyet edebilecek surette icray-ı vezaif etmeleri için muttasıf olmaları lüzum ve vucub-ı kati tahtında bulunan evsaf ve hasa­ il-i ilmiyeden, mezaya ve secayay-i askeriyeden bahsedecektir. Bu kitapta tüfek ve top tarrakalerinin afakı inlettiği, bu gü­ rültülerin kulakları muvakkaten işitmekten mahrum ettiği, göz­ leri duman kapladığı ve bu patlayanlardan bir veya bir kaçının isabetiyle olduğu yerde kalmak ihtimalinin her an mevcut oldu­ ğu, bununla bebaber zabitin en ziyade görmeye ve işitmeye ve düşünmeye ve göstermekle işittirmeye ve düşündürmeye mec­ bur bulunduğu demlerde zabit ruhunun kuvay-i maneviyesini beslemeye hadim olacak nikat ve keyfıyatın taharri ve imtihaniy­ le iştigal edilecektir. Yalnız kendi silahının hüsnüistimali vazifesiyle harbe işti­ rak edecek olan neferatın sebat ve cesaretle kavga edebilmeye salih bir halde yetiştirilmeleri için efrada telkin edilecek manevi dersler de mevzuubahis kılınacaktır. Ancak madunıa·r üzerinde bu buhranlı zamanlarda icray-ı tesir etmekle ismi müseınmasına tevafuk edebilen şiddetli ve gayet sıkı bir nüfuz-u amiriyyet mu­ vaffakiyet-i aliyesinin hazardan tahsil ve temkini usullerinin ira­ esi de bu kitabın münderecatında dahil bulunacaktır. Hülılsa bu kitap zabit ruh ve kalbinin, zabit şiarının, zabit seciyesinin, sanat noktainazarınca zabitin en mühim meziyetle­ rinin aynası olmaya çalışacaktır. Bu bapta bast u beyan edilecek efkar ve mütalılatın düstur-ı harb olan talimname ve nizamname-

9


ler ahkam ve mütununa ve vakayi-i salife-i harbiyyeye istinad e­ . deceği cihetle indi ve keyfi telakki edilmek mevziinden yüksek bulunacağı itikadı hüsnüniyete makrun olan arzunun icrasına ve hiçbir zaman hatadan salim bulunacağı zannedilmeyen kafemin icalesine cüret ve cesaret vermiştir. Erbab-ı fıkr u irfan tarafın­ dan mazhar-ı tenkid olursa en büyük takdire nail olmuş olur. "Ve minallahittevfık."

10


MUKADDEME Önümüzde acılıklarını gözümüzle gördüğümüz ve kalbi­ mizle hissettiğimiz, felaketle neticelenmiş bir harb vardır. Öyle bir harb ki, mutazarrır ettiği memleketin evladından bulunmak itibariyle biz askerlerin de ders-i ibret hisselerimizin ve derece­ i teyakkuz ve intibahımızın aradan zaman geçtikçe artması va­ cib olduğu gibi tarihi eskidikçe meslek namına bundan hasıl ede­ ceğimiz istifadelerin de taaddüt ve kesb-i kuvvet edeceği şüphe­ sizdir. Zira harbin tecarübünden beklenilen hakiki istifadelerin tahakkuk ve sübutu-u tammi vesaik ve mallımat-ı harbiyenin ala­ vechissıhha cem-u telfıkina ve harbde sahib-i icraat olanların sa­ ha-i fiil ve hareketten ve alem-i şuhuttan çekilmelerine vabeste­ dir ki, bu da ancak murur-u zamanla olur. Şu halde harbin tarihi eskidikçe tarih-i harbin askerlere istifade bahş olmak noktaina­ zarından kıymeti artmış olmak tabiidir. Harb, sannat-ı askeriyenin öğrenilmesine medar olan vesa­ itin en mükemmeli, en hakikisidir. Harbe hazırlanmak devrinden ibaret olan ve binaenaleyh askerlerce harbin ateşsiz olarak deva­ mından başka bir şey gibi telakki edilmemek lazım gelen vakt-i hazarda muhtelif rütbelerdeki kumanda sahiplerine harb iktidar ve ehliyetini kazandırmak üzere icra edilmekte olan: harita üze­ rinde tabiye mesaili halli, bu maksatla atlı zabitan seyahatleri, harb oyunları, müfreze tatbikatları, Erkanıharbiye seyahatleri ve en nihayet büyük manevralar, mahiyet ve hakikat-i harbe yaklaş­ mak gaye ve maksadını alameratibihim takibetmekte iseler de bunların hiçbiri harbin meşak-ı malüme-i mahsusasını ve bilhas­ sa düşman ve ölüm tehlikesini haiz olmadıklarından ehl-i harbi harb'aşina kılmakta harbin bilfiil icrası kadar faidemend ede­ mezler. Bunlar !le kadar olsa keyfiyetçe birer harb taklidi olmak­ tan ileri varamazlar. Hidemat-i Seferiye Kanunnamesi - Methal - Madde - 37"Pek ziyade haiz-i tesir ve ehemmiyet olan ve hasma gale-

11


be edilinceye kadar dahil-i hisap edilmesi icabeden düşmanın az­ im ve kuvveti vakt-ı hazar talimlerinde mevcut olmayıp kaffesi fara:zldir. Bu sebeple harbdeki vakayi ve harekatın ekseriya vakt­ ı hazar talimlerinde tesadüf edilemeyen suver ve ahval-i muhte­ life tahtinde cereyan edeceği asla nazari dikkatten dur tutulma­ malıdır. H arb bilhassa kuve-i maneviye-i mukavemetkaraneyi vakt-i hazarla gayrikaabil-i kıyas surette şedit bir neticeye maruz kılar....... Biz ise şimdi tatbikat-ı harbiyenin en ciddi ve hakikisi olan bizzat kendisini icra ve tatbik etmiş bulunuyoruz. Binaenaleyh bu harbte alınmış olan tecaribe istinaden yukarıda fayda ve ehemmi­ yetinden bir nebze bahsolunan harb tarihlerini ve talimnameleri ve sanat-i harbe mütaallik asari okuduğumuz zaman daha iyi an­ layacak ve yapacağımız tatbikat-ı taklidiyeyi ahval-i harbe daha ziyade tevfik ve takrib edebilmek fırsatlarını ihraz etmiş buluna­ cağız. Zamanımızda bilfiil harbte bulunmak müddet-i ömründe her askere nasip olmaz. Hele hizmet-i askeriyesi zarfında iki harb­ te bulunabilmek fırsatı pek ender askere nasip olur. H arbte hiç bu­ lunmamış olan askerlerin bu noktainazardan olan istifadeleri ise muhtelif harblerin tarihlerini okumaya münhasır kalır. Bir vakanın bizzat şahit ve faili olmak ile bunu, tarz-ı cere­ yanını haki bir kitaptan okumak beyninde mecut olan dağlar ka­ dar fark bizzat harbe iştirak edenle harbi tarihinden okuyan ara­ sında da aynı olduğundan ordumuz zabitanının kısm-ı azamının harbte bulunmuş olması dolayısıyla bunca ateşleri kalbimizi yak­ mış olan bu harb-i ahirin bize meslek noktainazarından temin-i istifadeden hali kalmamış bulunduğu istidlal olunur. Hatta Almanya ordusunda harb kaabiliyetinin bekaa ve mu­ hafazası ve yeni bir harbte harbazmfıde zabitan ve kumandanlar­ dan mahrum olmamak için kırk seneyi mütecaviz zamandan be­ ri harbetmemiş olan orduya bir harbettirmek erbab-ı harbin zihin­ lerini işgal etmektedir. Zira bundan evvelki harbte ( 1870) bilfiil bulunmuş olanlar yavaş yavaş ordudan çekilerek ordunun kami­ \en harbi tanımayan unsurlar elinde kalması ve badema vukua ge"

12


lecek bir harbi bilfiil harbetmiş olmak hususunda acemi bulunan­ larla icra etmek mahzuru göze görünmektedir. Hiç unutmam, Er­ kanıharb sınıflarında bir gün, o zamanlar hizmet-i Devletialiye' de müstahdem bulunan Ferik Fon Dtifort Paşa ile harb oyunu icra ederken arkadaşlardan biri henüz muharebeyi hitama erdirmiş olan bir bölüğü derhal toplayıp başka tarafa sevk ve orada başla­ mış bulunan muharebeye ithal etmek karar ve emrini vermek is­ terken Paşa, buna karşı: Sabahdan beri icra ettiği yürüyüşü müte­ akip verdiği bu muharebeden sonra bu bölük artık o dediğiniz ye­ re gidemez; çünkü bu, neferlere gayrikaabil-i iktiham ve taham­ mül bir hizmet teklifi olur. Ben (1870) Fransız seferine bizzat ne­ fer olarak iştirak ve böyle bir hareketin neferler tarafından yapı­ lamayacağını binnefıs tecrübe ettim, demişti. Müşarünileyhin tec­ rübe-i harbiyesi hepimizinkinden kuvvetli ve esaslı. Çünkü o bi­ lahara zabitliğe irtikaa edecek olan neferlik rütbesile harbetmiş. Bu şart dahilinde bir harbe nefer olarak girmek ile ziibit olarak gir­ mek arasında meşak ve mahalik ve hususiyat-ı harbin mahiyeti­ ne kesb-i vukuf itibariyle elbette büyük farklar vardır. Dahi-i harb olan büyük Napoleon'un muvaffakiyat-ı müte­ tabia-i harbiyesine icray-ı tesir eden esbaptan birini de harbleri­ ni daima yakın yakına birkaç harbte bulunmuş tecrübeli asker­ lerle yapmış olması teşkil etmiştir. Harb, en iyi, harbte öğrenilir. Şimdi her zabitin harb iktidar ve melekesince hal ve şanı değiş­ miştir. Balkan Harbinden sanat-ı askeriye namına pek kolay fark ve hissedemeyeceğimiz faydalı tecrübeler edindiğimize şüphe edilmemelidir. Harb ertesi demek olan şu zamanda ve bundan sonra efradımızın talim ve terbiyesinin, kendi kumandanlık sa­ natımızın talim ve terbiyesinin , kendi kumandanlık sanatımızın terakkisi emrinde sarfedilecek say u gayretlerin daima ahval-i ha­ kikiye-i harbiyeye göre tevcih ve idaresi lüzum ve ehemmiyeti buraya kadar olan beyanatımızın hüliisası olmuş olur. Hidamet-i Seferiye Kanunnamesi - Methal - Madde - 1 "Kıtaat-ı askeriyenin vakt-i hazardaki talim ve terbiyesi

13


harbde kendilerinden istenilen vezaife nazaran icra olunma­ lıdır." Ve keza - Madde - 26 - "Kitaatın hidemat-i seferiyede­ ki talim ve terbiye-i hazarileri vakt-i harbde ifa edecekleri ve­ zaifin kaffesini muhtevi olmalıdır. Sunuf-u mezkôrenin mu­ harebesine dair kavaid-i esasiye sunuf-i muhtelifenin talim­ namelerinde mevcuddur." Ve keza - Madde - 36 - "Nizamname ve talimnameler­ de münderiç bulunmayan ve harbde dahi tatbiki kaabil ol­ mayan bir takım musanna talim ve hareketler ihdası ile as­ kerin talim ve terbiyesini tas'ıb etmemelidir. Bu gibi musan­ na hareketler seferberliğin ilk günü ile beraber hükümden saakıt olur." Ve, Piyade Talimnamesi - Hatime-Madde -477 ".... Bir kıta-i askeriye icabat-ı harbiyeyi tamamen icraya muktedir olup vakt-ı hazarda öğrendiği hususattan hiç birini meydan­ ı muharebede terk ve hazfetmeye mecbur olmazsa me?:kôr kıtanın talim ve terbiyesi doğru bir usulde icra edilmiş olur." Yukarıda vakt-ı hazarın, vakt-ı harbin at�şsiz olarak suret-i devamından ibaret gibi teliikki edilmesi liizımgeldiği söylenmiş­ ti. Evet, biz kendimizi daima hal-i harbde bilmeliyiz. Böyle bilir­ sek bilfiil harb zuhur ettiği zaman hazırlık devri ile asıl icraat dev­ ri arasında çok fark görmeyiz, şaşırmayız, kaybetmeyiz. En çok prova edilen oyunlar sahne-i temaşada en muvaffakiyetle verilir. Bu daha ziyade sene-i tedrisiyedeki mesai ile hitamındaki imti­ hana benzer. Harb, vakt-ı hazar mesaisinin bir imtihanıdır. Teder­ rüs devrinde ne kadar çok müzakere edilir, ne kadar çok fikir yo­ rulursa imtihanda muvaffakiyet ihtimali o kadar ziyade olduğu gi­ bi hazarda da sanat-ı harbin bilii fasıla ve kemal-i merak ve itina ile öğrenilmesine devam, harb imtihanında temin-i zafer için el­ zem ve liibüddür. Fizemanina haza esliha-i harbiyenin taaddüt ve kesb-i ekmeliyyet ve ordular mevcutlarının tezayüt etmekte bu­ lunmuş olmasıyla ehemmiyet ve nezaketi gittikçe artmakta olan

14


fenn-i harbin tahsil ve muvaffakiyetle tatbik edilmesi layenkati ça­ lışmaya ve çalıştırmaya vabeste bulunduğu şüphesiz aşikardır. Bu tarz-ı mesai ile daha ziyade kuvay-ı maddiye idadına dahil bu­ lunan malumat-ı askeriye ve müktesebat-ı ilmiyye tezyit ve tah­ kim olunabilir. Fakat bunların mahallinde ve zamanı hululünde muvafakiyet-i kamile ile tatbik ve icrası, bunların müsmir ve mün­ tic-i galibiyet kılınabilmesi yalnız bu mah1mat-ı fenniyeye mali­ kiyetle mümkün olmaz. Sanat-ı harbi tahsil ve icra edecek olan meslek-i celil-i askeri erbabı için öyle havas ve mezaya vardır ki, bunların da kudret-i ilmiyyemizile atbaşı beraber olarak ileriletil­ mesi, kuvvetlendirilmesi zaruridir. Fenn-i harbın kısm-ı felsefı­ sine ait bulunacak olan bu havas ve mezayadan mahrum bir alim­ i askeri, bunlarla canlandırılmayan bir malfımat-ı askeriye erlik ve fedakarlık meydanlarında, harbin kuve-i maneviye-i mukave­ metkaraneyi şedit neticelere maruz kıldığı (Seferiye - 39) zaman­ larda, derhal sıfıra müncer ve hiçe münkalip olacağından bence sanat-ı askeriyeyi kendisine maişetgah edinecekler için tahsil-i ilm u fenn-i askeriden evvel ve hiç olmazsa bununla beraber havas ve mezayay-ı askeriye ile tezyin-i zat ve sıfat etmeleri bir ihtiyac-ı katidir. Ordumuzun son Balkan harbindeki mağlubiyet-i elimesi acı bir hakikattir. Sukut-u hayale uğranıldı. Heyet-i-kumanda'nın i ktidar ve kaabiliyet-i askeriyelerini ve kıtaatın terbiye ve talim­ ce olan mahiyetlerini tanıyanlarca bunun böyle olacağı vakıa ma­ lum idi. Şu netice-i müsbiteye karşı esbab-ı mağlubiyeti aramak he­ pimize borçtur. Filhakika orduda bidaa-i ilmiyye ve tecrübe-i sa­ nat pek az idi. Fakat sanatın vezaifi muhtelife ve müteferriasına müteallik icraat-ı mütenevvia meyanında kuvay-ı maneviye ve fezail-i ulviyye · i askeriyeye mütedair efkar ve temayüliitın or­ duda hemen hiç nazar-ı iltifat ve ibtisare alınmamış olduğunu or­ dumuzun terbiye ve taliminin tarz-ı icra ve takibi hakkında müd­ det-i medide tecaribimle hasıl etmiş bulunduğum şumul ve nü15


fuz-u nazara istinaden iddia edebilirim. Bundan harbde bütün iş­ leri kuru mukavemet ve kahramanlığın göreceği fikri anlaşılma­ sın demeyi zait görürüm. Esaslı bir mahsul-u mesai ve tetebbua, ciddi bir vukuf-ı alimaneye istinad etmeyen cesaret ve fedakar­ lığın yalnız başına iş görmesi zamanlan çoktan geçmiştir. "Hel­ yestevillezine... " Nass-ı kaati'-i Kur'anisi zaten bunu halletmiş­ tir. Fakat biz hasail-i mümtaze-i merdane ve ahlak-ı fazıla-i fe­ dakarane ile tetevvüç etmeyecek olan malfımat-ı fenniyenin da­ hi başlıbaşına temin-i maksat edemeyeceği iddiasındayız. Bunun için kitabın mevzuunu hemen sırf bu noktanın teş­ rih ve tefsirine hasrettik. Buna en parlak ve taze bir misal olarak ltalya harbini gösterebiliriz. ltalya ordusu askerlerinin vakıa Avusturya ve Fransa hudutlarında da Bingazi ve Trablustaki gi­ bi harbedeceklerini zan ve kabul etmemeliyiz. İklim ve arazi ah­ val-i mahsusasının, düşmanlarının hal-i hususilerinin kendileri­ ne kazandırdığı der.ece-i hakkı dahil-i hesabetmekle beraber da­ ima kuvvetce on beş ve yirmi misli zayıf ve hele malzeme ve mü­ himmat-ı harbiyece nisbetsiz dun bir hasımla çarpışan ltalyanla­ rın muharebelerde gösterdikleri halet-i ruhiye harb için ilimden ve fenden akdem olduğunu iddia ettiğim mezayay-ı aliye-i cün­ diyaneye pek de sahip bulunmadıklanna dal'dir. Halbuki bu or­ dunun ilim ve fen noktainazanndan muharebeye kemaliyle ha­ zırlanmış ordulardan bulunduğu malfım-u alemdir. Onun için, ben· müktesebat-ı ilmiyye ve fenniyeyi daha ziyade kuva-yı maddiye idadına ithal ettim. ltalyanlann Afrikay-ı şimali nikat-ı sahiliyesinde yaptıkla­ rı istihkamat-ı metine ve mukayese-i ilmiyeye göre kemmiyet ve keyfiyetce pek geri olan düşmanları karşısında pek faik kuvay-i askeriye ile sanat noktainazanndan hiçbir iş görememiş olmala­ rı da mezayayı maneviye-i cündiyanenin sermaye-i ilm ve fen'den akdem olarak tanıttırılmasında beni haklı gösterecek delil-i ba­ hirdir. Asi olan hiss-i ali-i fedakari ve haslet-i necibe-i kahrama­ nidir. Bunun da en celi misal-i tarihisi Plevne'dir. Fen ve sanat

16


gözüyle bakıldıkta hiçbir ehemmiyet-i mevkiiyesi görülemeyen gayri müstahzar ve mühacir.ılerinin dörtte biri _kadar kalil bir kuvve-i müdafaaya malik Plevne ordusunun Rus Başkumanda­ nını daha evvelce istiğna ·ettiği küçük Romanya ordusunu ama­ na düşüren kuvve-i kahire-i meşhuresi, Gazi-i muşarünileyhin şahsiyet-i mümtazeleri ve katiyet-i kumandanileri tesir-i sehha· ranesiyle bütün orduya sirayet ettirdikleri azm-i celil-i hüdape­ sendeye, bu orduda Osmanlı sancak-ı şerifinin hayattan, candan, rahattan, her türlü izatten daha aziz ve mahbup _tanınmış olması­ na istinad etmiştir. Şu mukayesat-ı tarihiye ve tecrübeye göre harbte zafer ve galibiyetin, sanata vukuf ve meziyeti de mana­ sından münfehim olmak şartıyla, dörtte dört kuvay-ı maneviye ile kaabil-i tahsil olacağı düsturunu çıkarırsak meseleyi vahide irca' etmiş oluruz. Sanatımızın teferruatını bize talim eden nizam­ namelerimizin işte bu muzafferiyetin müsnedün ileyh-i esasisi olan kuvay-i maneviyeye evsaf-ı güzide-i askeriyeye ait mevad­ dını araştıralım. Talimnamelerin esliha istimali ve dönüşler ve resm-i tazimler fasıilan meyanında bulunamayacak olan bu mad­ delerin hiç okunmadığını ve en çok pek az okunduğunu itiraf et­ mek lazımdır. Ne yalan söyleyeyim, biz Piyade Talimnamesinin ikinci muharebe kısmını üç senelik Mektebi Harbiye tahsilinin son ay­ larında ve birkaç derste her t"fendi sıra ile ikişer üçer madde oku­ mak üzere bir kıraat kitabı gibi okumuştuk. Hemen bütün evkat­ ı talimiyye ve tedrisiyyemiz birinci kısmın tatbikat ve tefhimatı­ na münhasır kalmıştı. Halbuki bu birinci kısım daha ziyade neferin ve muayyen cü­ zütamların harbe ihzar edilmesine aittir. Zabitin, zabit olarak ye­ tişmesini, zabitlik vezaif-i asliyesini harbin zabitten istediği ruh ve ilmi kudret ve meziyetini asıl ikinci kısım muhtevi idi. Hele aynı veçhile zabite talimat-ı ruhye ve ilmiye veren Hizmet-i Seferiye nizamnamesinin başındaki methal kısmını hiç okumamıştık. Se­ feriyeden aldığımız ilk ders "nizam-ı harb ve inkısam-ı asakir"

17


olmuştu. Halbuki bu methalin her bir maddesi müstakil bir ders olabilecek vüsat-ı mana ve ehemmiyet-i mefhumu şamildir. 1

-

İstihkar-ı nefis ve hiss-i fedakliri:

- Piyade Talimnamesi - Methal - Madde 2 - "Harb sıkı bir inzibatın vücudunu ve bütün kuvay-ı maddiye ve maneviyenin sarf ve istimal ini müstelzimdir. Hususiyle muharebede tahsil-i za­ fer ve galibiyet bilcümle zabitan ve efrad-ı askeriyenin vatan ve millet uğruna şevk ile feday-ı can etmelerine ve en küçüğe kadar bilcümle rütbe eshabının bizzat imal-i fıkr ile iktizay-ı hale göre kendi kendine tedbir ittihazına alışmış olmalarına ve neferatın da­ hi ihraz-ı zafer azm-i katisine malik ve mafevklerin mecruhiyet ve şahadet) eri halinde bile bu azmi haleldar etmemek evsafını ha­ iz bulunmalarına mütevakkıftır." - Piyade Talimnamesi ikinci Muharebe kısmı, Madde - 266 -

''Zabit, maiyetindeki efrat için nümune-i imtisaldir. lleri atıl­ mak suretiyle ibraz edeceği misal ile askeri de kendisiyle beraber ileri sürer. Zabit kıtasını sıkı bir inzibat altında tutarak mezahim­ i azime ve telefat-ı kesi reden sonra bile muzafferiyete isal eder. Zabit, askerlerinin sürur ve keder ve bilcümle mahrumiyet­ lerine iştirak eden bir rehber-i sadıkı olmalıdır. Askerin emniyet­ i tammesi bu suretle kazanılır. İşbu vezaif-i iiliye-i harbiye için zabit, daha vaktı hazarda terbiye-i nefsiye ile kendi'ni takviye ve ihzar etmelidir." - Süvari Talimnamesi - Methal - Madde - 1 1 "Süvari sınıfında amirin efrat üzerine doğrudan doğruya hü­ küm ve nüfuzunun pek büyük kıymeti vardır. Bundan dolayı ken­ di şahsı fevkal had haiz-i ehemmiyet olup mücerreb ve cesur bir ,, süvari amirini asker bila tereddüt takıbeder.. - Süvari Talimnamesi Üçüncü Muharebe kısmı - Madde 417 -

"Süvari muharebesinude toplu ve kemali şiddetle icra edi18


len hücum muzafferiyeti intaç eder. Sıra içinde bulunan her ne­ fer düşmanı biperva çiğnemek ve müsademenin hızıyla dürtüp devirmek azm-i katlsinde bulunmalıdır. Zabitan birinci olarak düşman sıralarına saldırmalı dırlar." - Topçu Talimnamesi - Kısım 1 - Methal - Madde: 2 - H arb­ te gayet sıkı bir zabturapt ve olanca kuvvetin sarfı lazımdır. Ba­ husus muharebe, düşünerek hareket eder ve kendiliğinden iş gö­ recek surette yetiştirilmiş kumandanlarla ( 1) efrada muhtaçtır ki, bunlar düşman ateşinin taht-ı tesirinde bile soğuk kanlılık ve se­ lamet-i fikr ile top hidematını ifa edebilmeli ve muazzez vatanı­ mıza vakf-ı hayat ederek bu hiss-i manevi saıkasiyle hasma ga­ lebe çalmak hususundaki emel-i katilerini, mafevkleri şehit olsa bile yine fiilen gösterebilmelidir." Şimdi bu maddeleri ibare okur gibi şöyle bir okuyup geçi­ vermiyelim. Kılıç kuşanan, forma taşıyan, zabitim diye ortaya çı­ kan, hükumetin birçok masraflarla techizettiği millet ana'larının yirmi otuz yaşındaki en işe yarar evlatlarını arkasına alarak na­ mus, din ve devleti muhafaza etmek üzere muharebeye giden biz­ ler, zabitan, bu mevaddı, her şeyden evvel bu mevaddi çok ve pek çok kerreler okumalıyız; okumalıyız da harbin bizden istediği va­ zifenin şekil ve mahiyetini hakkiyle tayin etmeliyiz. Bu madde­ ler üzerinde biraz tevakkuf edilince anlaşılır ki, zabitlik demek feday-ı nefs ve canı katiyen göze almış olmak demektir. Asker­ lik bizim maişetimizi temin eden bir sanattır. Biz bu sanattaki va­ zifelerimizi mesalik-i saire eshabı gibi yalnız dimağımızla değil, dimağımızdan başka can ve başımızla da yapıyoruz. icabında ka­ nımızı da akıtıyoruz. Zabitlik muzafferane ve fedakarane harbe­ debilmektir. Bizim vazifemiz ölümlüdür. Fakat suret ve zaman-ı icrasında ölüm asla ve hiç düşünül­ meyecektir. Hiçbir sanat ve vazife erbabı bizim kadar mehalik ( 1) Kumandan kelimesinden top ve araba da dahil olduğu bilcümle cüzleri sevk ve idare edenler anlaşılmalıdır.

19


ve şedaide maruz değildir. Hazardaki mesai ve istihzaratımız ka­ palı ve sıcak mahallerden ziyade dışarda tesirat-ı havaiyye ve ar­ ziyye tahtında cereyan ettiği gibi bunlann tatbik-i fıilisi olan harbte aynı müessiratın muzaaf tesiratı içinde ve düşman ateşi karşısında geçecektir. Yirmi iki yaşındaki genç mülazımın vazi­ fesi uğurunda akıtacağı taze ve sıcak kanın maişetgah-ı a�keri­ nin yedi yüz kuruşluk şehriyesinin mukabili olduğunu kabul ede­ cek hiçbir sahib-i akıl ve hikmet bulunamaz. Bu kan, maddiyat­ la ölçülmek mevkiinden pek bala bir hissin, muhafaza-i mülk ü millet ve gayret-i namus-u meslek hiss-i şerifinini sevk ve yar­ dımıyla akıtılabilir. İşte bu bir fedakarlıktır. Fedakarlıkla hem­ mana olan askerlik mesleki din-i mukaddesemizin, istiklal ve saltanat-ı Osmanimizin muhafızlığıyla sahib-i ulviyet ve şerafet bulunduğu için saliklerini, biz askerleri efrad-ı umumiye-i mil­ let içinde hususi ve maruf bir kisve ile sırmalı şeritlerle tefrik ve tezyin etmişlerdir. Bu kisvenin sahipleri enzar-ı umumiye-i mi1lette pek müstesna ve mümtaz bir mevkie mazhardırlar. Bu maz­ hariyet de herkese nasip değildir. Ancak bunun mevkufün aley­ hi olan hiss-i ali fedakari ile mütehassis bulunan nadir vücutlar buna nailiyetle müftahir olabilirler. Şu halde zabitlik unvan-ı mü­ becceliyle benam olan insanların kaffesi vazife ve memuriyetle­ rinin ehemmiyet ve azameti ile mütenasip birer şahsiyet olmalı­ dırlar. Bu vazife-i mühimme ve ehemmiyet-i azimenin en birin­ ci şiarı en birinci lazimesı yukarıki maddelerde mastur olduğu veçhile fedakar ve cesur olmak, nefs u hayatı istihkar etmektir. 3ir zabit sanatı namına hayat ve mevcudiyetine hiç ehemmiyet vermeyecektir. Gerek kendinin ve gerek maiyetinin hayat ve hat­ ta rahatını hüsnü muhafazaya ancak bunları sanat ve maslahatın icabettirdiği anlarda sarf ve ibzal etmek üzere sai olacaktır. '/ e bu gibi anlarda bunları hiç düşünmeyecektir. Hayat ve rahatın hiç düşünülmemesi icabedince körü körüne atılacaktır. Muktazay-ı namus budur. Vazife bunu istiyor. Din ve millet bunu emrediyor. Vatan ve millete olan borcumuzu ancak böyle eda etmiş olabili-

20


riz. Zabitlik şerefine istihkak-ı tam bu suretle kaabil olur. Afri­ kay-ı şimali harbinde İtalyan zabitlerinin taarruzlarda daima ef­ radın ilerilerinde ve ricatlerde gerilerinde hareket ettikleri ve ef­ rada mütemadiyen numune-i imtisal oldukları ve muhtelif rütbe­ lerdeki kumandanlarının da keza daima kumandanlıklannın ica­ bettirdiği yerlerde bulundukları görüldü. Muharebede her atılan mermi ve her sallanan süngü insana isabet etmez. Eğer böyle olsa muharebeden hiç kimse sağlam dön­ mezdi. Vakt-ı hazarda şerait-i müsaide dahilinde yapılan endaht­ ların netayici mah1mdur. Bunun bir de muharebelerde ölüm kay­ gusu içinde icra edilenlerini düşünecek olursak ihtimal isabetin ne kadar tenakus edeceği kolayca anlaşılır. Hele tüfek kurşunla­ rı gibi beheri birer insana nişan alınarak endaht edilmeyip tesiri nokta-i şikestten itibaren yağacak olan şaşkın misk.etlerin tesa­ düfe daha ziyade bağlı olan isabetlerinden ibaret olan top mer­ miyatının zarar-ı maddisinden ziyade gürültülü patlamalarının maneviyatı sarsmakta oldukları hatırdan çıkarılmamalıdır. Trab­ lus ve Bingazi muharebatında İtalyanlar hemen bütün topçu de­ polarındaki mermiyatı boşaltacak kadar top cephanesi sarfettik­ leri halde bizden topla mecruh ve şehit pek enderdir. Bulgarla­ rın Çatalca hatt-ı müdafaamıza vaki olan hücumlar esnasında Karadeniz'de, hattın sağ cenahında bulunmakta olan Turgutreis zırhlımızın, bu zırhlının oldukça mahir nişancılan tarafından te­ pelerinde gülle patlatılmak şartıyla musirrane dövülen Bulgar avcı hattından hiç hayır kalmadığı zannedilirken infilak eden mermiyatın dumanlan sıyrılınca aynı hattan yine aynı kuvette ateş icrasında devam edildiği görülmüştür. ltalyanların bir sene kara muharebatına denizden ateş ettir­ dikleri gemi topçuları gürültüden başka hiçbir şey yapamamış­ tır.

26 Kiinumani sene 1328 Bolayır muharebesinde arazi icabı

olarak avcı hattımızın pek yakınında hareket etmekte olan bir ih­ tiyat taburu efradının düşmanın patlattığı top mermilerinden zi­ yade pek yakınımızdaki bizim bataryamızın top seslerinden ür-

21


kerek sakınmak maksadıyla iki kat olduklarını gördüm. Bu as­ kerler: Piyade Talimnamesi Muharebe kısmı: Madde - 446 - "Piyade kendi üzerinden topçunun ateş etmesine alışmalıdır. ......... mucibince alışmamış bulunabilir. Fakat işte kuvve-i mane­ viyenin tezelzül üne deliilet eden böyle bir halde ortaya çıkacak olan zilbitandır. Zabit o sırada kafası yukarda ve göğsü ileride va­ ziyetiyle pür asabiyet kesilerek erkeklik damarları gevşemeye başlamış olan askerlerini derhal ikaz ve tenbih eder. Patlayan bir iki düşman mermisi üzerine kendi toplarının sadasından üzerine gelmekte olan atılmış bir taştan sakınır gibi sağa sola ürken bir askerin yavaş yavaş kalbi de şiddetle çarpmaya başlar. Ve biraz sonra ava çıkıp ta muharebeye başladığı zaman bileklerinde tü­ feğini kulla.nacak kevvet de kalmaz. Zabitin bu esnada vazifesi büyük ve mühimdir. Zabit kendi ruhunu bütün neferlerinin ruh­ larına gayet kuvvetli bir telsiz telgraf teli ile raptetmelidir. Mu­ maileyh işte o vakit kıtasına kışla talimhanelerinde verildiğinden daha şiddetli ve gözlerinden ateş çıkar gibi ve boğazı yırtılırca­ sına kumanda vererek ve hatta gayet keskin bir iki Silah - omu­ za! ve Selam dur! hareketi yaptırmakla: Seferiye Nizamnamesi - Methal - Madde - 24 - "Yanaşık nizamda talim, askerin tabiat-i saniye ittihaz etmesi muktazi olan intizam-i dahili ve irtibat-ı kavinin istihsali için bir vasıta-i esa­ siye hükmündedir .... ceryan-ı elektirikiyi takviye etmiş olur. Hem o esnada bi­ zim topçunun endahtı o taburun üzerinde icra edilmiyordu. Ta­ burla batarya adeta bir hizada bulunuyordu. Talimname topçu­ nun düz arazide piyadenin asgari üç yüz metre gerisinden endaht ı>debileceğini yazıyor. Bu mesafede topların gürültüsü oldukça bir gürültü olduktan başka top mermiyatının insanın başı üstün­ de havayı yararak geçm·esi de bir iştir. Piyade Talimnamesinde - Madde 446'nın alışılmasını em­ rettiği halet, asıl budur. ''

"

22


Saniyede dört beş yüz metre süratle seyreden kilolarca ağır ince uzun kavun cesametinde bir sıkletin tabakat-ı havaiyeyi altüst etmesi asker kulaklarının hakikaten alışmaya mecbur bulunduğu bir cayırtı hasıl eder. Dinleyenlerin pek ala mah1mudur. Hele Bin­ gazi İtalya muharebatına iştirak edenler bu sadanın kulaklara icra ettiği akisten bunu yapan merminin yükseklik veya alçaklığını ve iin-ı sukutunu aşağı yukarı kestirecek kadar idman ve itiyat peyda etmişlerdir. Bu itiyat ve idmanın faydası da büyüktür. Zabit kendi ilim ve iktidarından kumanda ettiği insanları müstefit ettirebilmek için maiyetindekilerin metanet ve besalet­ leri mecmuundan fazla bir metanet ve besalete malik olmalıdır. Ve ancak bu 5Uretle Piyade Talimnamesinin bahsi geçen 266'ncı maddesi mucibince maiyetindeki efrada numune-i imtisal olabi­ lir. Ve yine ancak bu şart ile Süvari Talimnamesinin keza yuka­ rıda muharrer ll'nci maddesi mucibince efradı üzerinde hüküm ve nüfuz hasıl edip efradı da biliitereddüt kendini takibedebilir. Ve yine zabit olderece metin ve.mert ve şeci olmalıdır ki, Piya­ de Talimnamesinin şu; 448'inci ( .............. bu maksada mebni topçu düşman topçusunun ateşine asta ehemmiyet venneyip ve hatta topların zıyaın­ dan bile çekinmeyip ateşini ilerilemekte olan düşman piyadesi­ ne tevcih etmelidir. Süvari ise piyadenin düşmandan kurtulma­ sını mümkün kılmak için fedakarlığının neticesi velev pek kısa bir zaman için düşmanı tevkiften ibaret kalacak bilse bile nefsi­ ni feda etmelidir.) Ve Topçu Talimnamesinin 40 1 'inci (eğer düş­ man taarruzunda muvaffak olursa o halde bütün bataryalar ihti­ yatlarla müttehiden tesir ederek düşmanı mevziden tekrar geri tar­ detmek için; ateşlerini hücum eden piyade üzerine tevcih eder­ ler. Piyade muharebesine iştirak edemeyen bataryalar, düşman topçusunun zaptolunan mevzie ilerlemesini menederler. Netice­ i katiye zamanında topçunun son ana kadar nakaabil-i tezelzül bir metanet ibraz etmesi katiyüllüzumdur. Hatta bu sebat topla­ rın ziyaını bile mucip olsa yine en iili bir şan u şereftir.) madde-


lerini muvaffakiyetle tatbik edebilsin. Bu son iki maddeden biri ricatin himayesi diğeri de düşman taarruzunun son ana kadar kesr-i kuvveti ve def-i hakkındadır. Ve topların feda edilmesi an­ cak bu gibi hallerde caiz ve hatta vacip ve binaleyh mucib-i fahr u şeref olur. Çünkü bu ziya' ve fedakarlığa mukabil azim mena­ ° fi' temini mevcuttur. Bu sayede ordunun heyet-i umumiyesi fe­ laketten kurtarılabilir. Veya düşman taarruzu adem-i muvaffaki­ yete düşürülerek galebenin tarafımıza dönmesi ihtimali ve hiç olmazsa düşmanın ıpuvaffakiyatının kasr ve tahdidi emeli der­ piş olunur. Bu topların feda edilmesi keyfiyeti topçuların vaktin­ de tahlis-i giriban edebilmeleriyle meşrut ve mukayyet değildir. Ve olamaz. Çünkü bu derece sebat ve metanet ancak topların yed­ i istimal ve istifadede bulundurulmasıyla semercdar olabilir. Bu da topçuların toplarının başından ayrı (mamasıyla olur. Yoksa sa­ hipsiz bırakılan biçare toplar yalnız başına elbette sebat ve me­ tanet göstermezler, böyle kalan toplar düşmanın kemal-i iştiha ve sürur ile iğtinam edebileceği bedbaht ve talihsiz birer silah olur. Sebat ve metanetin son haddine kadar muharebeye devam olunduktan sonra ise eğer düşman püskürtülmeıniş ise mevzie gir­ miş ve (boğaz boğaza) vaziyeti hasıl olmuş olacağından topçu­ lar için bu sırada kayışları kesip ve hayvanlara binerek geriye kaçmak değil ancak toplarının başında kahramanca ölmek ve hiçbir topçunun can tende iken topunu düşmana teslim etmemek muktazay-i namus-u meslektir. Ve topların topçular üzerinde ga­ yet meşru' bir hakkıdır. ltalya harbinde 9/ 1 O Kanunuevvel sene 1327 sabahı Tobruk civarında (Nazurc) tepesine vakı olan taarruzda mezkur tepe zap­ tolunmuş ve burada bir ltalyan musevi mitralyöz neferi makina­ lı tüfenginin başında ve elleri tüfeğin kabzasında olduğu halde nıaktul bulunmuştur. Bu tepeye hücum edenler meyanında kabi­ le reisi meşhur Şeyh Müberri'nin düşman mitralyoz bölüğünün yüz metre mesafesinde şehit olduğu muhakkak olduğundan bah­ tiyar musevi mitralyöz neferinin pek namuskarane ifay-ı vazife eylediği şüphesizdir.

24


Osmanlı milleti askerlikte doğmuş, askerlikte büyümüş ve bu­ güne kadar askerlikle yaşamıştır. Bakiyye-i hayatının devam ve re­ fahı da yine ancak askerlikle mümkün olacaktır. Ahalisi ilim ve sanattan, ticaret ve servetten mahrum ve fakat bedayi-i servet-i ta­ biyesiyle çalışkan ve sahib-i sermaye ve kuvvet akvamin hulul ve ihtiras hislerini teşdit etmekte olan memleketimiz bu mevkii ile me­ malik-i saireden ziyade emr-i mufahazaya, kuvve-i askeriye-nin metanet ve mekanetine muhtaçtır. Hükfımat-i medeniye saha-i fa­ aliyet ve icraatta hemen birbirine muvazi ve muhazi istikametler­ de yol almaktadırlar. Onların bu hali yekdiğerlerine karşı bir teva­ zun-u kuva vücuda getirmektedir. Zaten bu memleketlerin akva­ mı, hükümetleri inkıraz bulsa da ihtiyacat-ı hayatiye ve bekay-ı mevcudiyetleri için elzem olan ruşd ü kemali ve vahdet-i amali ih­ raz etmiş olduklarından kendileri, yani milletler mahv u nabud edilemezler. Fakat Türk milleti, !slam ümmeti böyle değildir. He­ nüz dahil olmuş bulunduğu meydan-ı mübiireze-i hayatta tutuna­ bilmek için şiddetli müdafaa ve himayeye muhtaçtır. Tarih-i inhitatımızdanberi kaybettiğimiz aksam-ı kadime-i memleketimizde !slamiyetin ve Türklüğün nam ü nişanı bile kal­ mamıştır. Daha dün elimizden çıkardığımız Makedonyamızda hayat ve mevcudiyet-i lslamiyenin uğradığı ve uğramakta bulun­ duğu şedit darbeleri daima kalb gözümüzün önünde bulundura� lım. Devletimizin din-i resmisi olan lsliimiyet alemi Nasraniye­ tin hasmı canı olduğundan ve Müslümanlar elan hali iptidaide bu­ lunduklarından hafazanallah bundan sonra vakı' olacak bir hezi­ met, Devletin ve Türk milletinin mahv ü indirası demek olur. Sadet haricinde gibi telakki edilmemek lazım gelen bu temhi­ dattan maksat, zabitanımızı, sayesiı:ıde yaşayabileceğimiz mukad­ des v;ıtanımızın muhafazası namına tekrar fedakarlığa davettir. Zabit, bilhassa harbte ifay-ı vazife ederken bu vazifenin kendisinden fedakarlık, kahramanlık beklemekte ol.duğunu da­ ima piş'i azminde bulundurmalı ve düşünmeli ki, kendi vücudu­ nu esirgeyecek olursa, binlerce, milyonlarca Müslümanların (va-

25


tandaşların) ziya-ı hayatı, zillet-i namusu, sefalet ve muhacere­ ti, televvüs-ü mukaddesatı muhakkaktır. Ergeç fenaya mahkum olan ehemmiyetsiz ve münferit bir hayat bunlardan daha kıymet­ li midir ki, esirgensin? Muharebe meydanlarında ihtiyarımızla fe­ dadan çekinmeyeceğimiz can ve hayatımızın az sonra düşmanın pay-ı zillet ve hakareti altında çiğneneceğini düşünmeliyiz. Bu hayat-ı münferide meyanına zabitin aile hayatı da dahildir. Zabitin rütbe-i şahadeti ihrazından sonra farzımuhal olarak hükümetin ailesine hiç sahip olmayacağı kabul olunsa bile bü­ tün bir memleket halkının sefaleti yerine yalnız kendi ailesi se­ fil olmuş olsa ne çıkar? Kaldı ki, zabit kendi ailesinin sefaletten vikayesi maksadiyle sarfı vücuttan ihtiraz edecek olursa bilaha­ re kavuşacağı evlad u ayalinin sefaletini görmekten başka bir ne­ tice tahsil edemeyeceği de bedihidir. Zabit menfaat-i umumiye­ yi düşünen en büyük bir mevcudiyet olmalıdır. Camilerin kili­ seye tahvil olunduğunu, İslam kızlarımızın ve kız kardeşlerimi­ zin düşman kucaklarında dolaştırıldığını, yetimlerin ve ihtiyar­ ların düşman çizmeleri altında can verdiğini, yüz binlerce ihti­ yarların düşman çizmeleri altında can verdiğini yüz binlerce mu­ hacirin aç, çıplak ve yağmur, kar altında yollarda perişan oldu­ ğunu görmek en ziyade bizi, zabiti acı acı düşündürmelidir. Zi­ ra bunların böyle olmaması için düşmana gerilecek siper, bizim göğüslerimizdir. Bunları gören zabit, muharebelerde ölmediğine nadim olsa yeridir. Bu felaketler biz hepimiz meydan-ı harbrle serilmeden görülmemeliydi. Ne kadar mükemmel silahımız o lursa olsun, ne kadar iyi talim olunursak olunalım ve (talim) edersek edelimv yüksek derecede fedakarlık hissiyatiyle mütehalli olmazsak bun­ dan sonraki netice bundan evvelkinden farklı olmayacaktır. Za­ ten can ve başla iş görüleceği zaman can kaydına düşecek olur­ sak hazarda öğrendiklerimizi de unutarak silahlarımızdan da is­ tifade edemeyiz. Hele maiyetimize icray-ı hükmü nüfuza hiç mu­ vaffak olamayız.

26


O halde bütün mevcudiyetimiz sıfırdan başka bir şey ola­ maz. Halbuki tecrübeten sabittir ki, muharebede ifay-ı vazifeye mani' olacak derecede ifrat-ı tahaffuz, korkulan şeyin başa gel­ mesine daha ziyade hadimdir. Bir zabitin izzet-i nefsiyle en zi­ yade alakadar olan mesele bu ifrat-ı tahaffuzdur. Çünki, muma­ ileyh muharebede bir şahs-i münferit değildir. Kumanda ettiği in­ sanların mevcudiyet ve ehemmiyetlerine muadil bir kuvvettir. Hatta daha büyük aksama ve bazan heyeti umumiyeye nafi ' ola­ bilmek ihtimaliyle bunun bile fevkindedir. Binaenaleyh kendisi­ nin nüfuz ve icra mevkiinden sukutu yalnız cinni kadar değil, or­ d•J için bundan çok daha büyük bir rahne açmış olur. Balkan mu­ . haberatında ileri yürüyüşleri bin müşkilat ve taahhuratla yapan askerin ricat hareketlerinde sarf olunan zamanla nisbet kabul et­ meyecek derecede mesafeler katetmesi esbap ve müesseratını hal-i hazır zabitanımız ellerini alınlarına dayayarak ehemmiyet­ le tetkik ve tahlil etmelidirler. Ecdadımızın meydan-ı cenk ve gazada kazandıkları şanı, bı­ raktıkları namı bu nam ve şan ile ihraz ettikleri muzafferiyetle­ ri, fethettikleri aksam-ı cihanı düşünelim ve gözümüzün önüne getirelim: lstanbul'dan kalkıp Balkanları , Tunaları defaatla aşan, alem­ i hıristiyaninin muteasıp ve müttefik ehlisalip ordularını tarumar ve bunlarla müdafaa olunan, zamanın en metin kalelerini kuvay­ ı teshiriyelerine rameden, Viyana'ları muhasara eyleyen ( 1) Ma( 1 ) Eslilf-ı kiramın ilm u fenne olan alaka ve mcrbutiyetlcri de fena değildi. Zaten bunsuz da olamazdı. Viyana'nın Osmanlılar tarafından muhasarasını muş'ir olup elycvm şehrin muhteşem belediyesi müzesinde mevcut harita Os­ manlı ordusunda sanatın teferruatına kadar olan tlercce-i vukuf ve riayeti göste­ ri. Mezkur haritada kalenin cenup cihetinde elyevm imparatorun kışlık ikamet­ gahı bulunan Hofburg Sarayı kısmının muhasırlar tarafından hücum cephesi ola­ rak intihap edildiği ve buradan bir iki burcun sükut ettiği görülür. Keza esnay-ı muhasarada Osmanlı bataryalarının tesis edildiği şimali garbi istikametindeki tepenin Viyana 'yı dövmeye en müsait nikattan olduğu görülün­ ce anlaşıl ır. Avusturyalılar şimdi burasını gayet mükemmel bir park haline koy­ muşlar ve ismine "Turken Schanz Park" demişlerdir. Parkın kapısının iki tara­ fındaki sütunlara birer ay yıldız da resmetmişlerdir.

27


caristan ovalarını manej talimhanesine çeviren koca kahraman­ ların ne fedakar, ne cesur, ne alihimmet, ne kadar metinuttabı' insanlar olduklarını ve bu her kavme nasip olamayan muvaffa­ kiyetin ancak bu havass'ı aliye ile mümkin-ül-istihsal bulundu­ ğunu anlamakta taahhur etmekteyiz. Vaktaki ahlakımız bozularak fedakarlık ve mertlik damar­ larımızın. gevşemesi, fetih fikirlerimizin sönmesi, taali-i şan-ı millet gaye-i mukaddesesi yerine şahsi menfaat temini vatanper­ verlik redielerine sukut etmemiz üzerine mağlubiyetten mağlu­ biyete, felaketten felakete giriftar olduk, enva-ı sefalete ve mah­ rumiyete duçar edildik. Viyanaları muhasara eden, ileri karakollarını Almanya içe­ rilerine kadar ilerleten Osmanlı Sadrıazam ve kumandanlarının ça­ dırları, muhtelif cins ve çaptaki Osmanlı eslihası, birç�k Osman­ lı ve Müslüman sancak ve bayrakları bugün Viyana'nın müzele­ rini tezyin etmektedir. Viyana'nın tophane müzesinde Sadrazam ve kumandanlara mahsus iki Türk çadm -ki, her biri binlerce li­ ralık- müzenin en mütena mahallerini işgal etmektedir. Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın kafatası şehrin belediy.: müzesinde mah­ fuz bulunmaktadır. Son Viyana mağlubiyetimiz üzerine Viya­ na'nın Osmanlılar elinden katiyen kurtulmuş olduğuna hatıra ol­ mak üzere şehrin ortasında bina edilmiş olan meşhur ve muazzam Stefanisky Kilisesinin kapısından girilince sol tarafta göze bir hey­ kel çarpar. Bu heykel Viyana'yı muhasara edep Türklerin mağ­ lubiyet ve hezimetlerine faaliyet ve fedakari-i fevkaladesiyle ça­ lışmış olan General Lötringen'in at üzerindeki timsalidir ki, kö­ pürmüş olan atının ayakları yerlere serilmiş olan sarıklı bir Yeni­ çeri'nin çıplak göğsüne basmaktadır. Ben bu levha-i mücesseme­ yi gördüğüm gün kilisede ibadetle meşgul olan Hıristiyanlann elan bu Lötringen'e dua etmekte olduklarını zannettim. Eski, asırlık zayiattan başka dün uğradığımız ve elan Ru­ meli' deki dindaşlarımızın çekmekte oldukları gı1nagı1n aliim ve mesaip hep bizim rehavetimizin, ehliyetsizliğimizin, muharebe

28


ve erlik meydanlarında harbin talebettiği derecede izhar-ı şeha­ met ve kudret edememekliğimizin netayic-i tabiiyesidir. Düne ka­ dar verdikleri vergilerle karnımızı doyurduğumuz ve muhafaza­ ı hayat ve namuslarına mütekeffıl ve mecbur bulunduğumuz za­ vallı Makedonya Müslümanlarının muhtelif düşmanlar elinde bugün neler çekmekte olduklarını izaha hacet var mı? Bugün Türkler, yalnız neslen ve tarihen bu kahraman eslafın evlat ve ah­ fadı olmakla kalmamalıdırlar. Bunca mefahir ile mali ve müzey­ yen olan şanlı mazinin hakiki varisleri olduğumuzu da ispat et­ meliyiz ki, hal ve atimizi kurtarmış olalım. Türk milleti eski zamandan ziyade bugün himaye ve muha­ fazaya muhtaçtır. Esbab-ı hayatiye ve bekay-ı mevcudiyetinin temini evvela bize, askerlere havale edilmiştir. Bugünkü askerler eski cengaverlerden ziyade azim, fedakar, hubbunefısten ari olmalıdır ki, asırlardan beri tevali edip durmak­ ta olan şu silsile-i mesaip ve makhuriyet artık olduğu yerde kal-· sın. Stefanisky Kilisesi'ndeki düşman generalinin hırslı atının ayağı altında hala inlemekte olan biçare Yeniçeri 'yi kurtaramaz­ sak da bugün Rumeli'de zorla yurtlarına veda ettirilen masum­ ların imdadına yetişelim. Ve bu azim , cezimden ayrı lmayalım ki, aynı felaketleri hiç olmazsa Meriç nehrinden bu tarafa getirmiş olmayalım. Geçen Rus muharebesi yadigarı olarak Küçük Çekmece 'de Florya mesiresi civarında rekz ve inşa edilmiş olan Rus abide-i zaferine bir kerre bakmakla iktifa etmeyelim, bunun sebep ve ma­ na-yı rekzü tesisini tetkik ve imtihan edelim. Bu eser bizim için bir mekteb-i tefekkür ve mülahaza olmalıdır. Bunu derin derin mütalaa ederken, Pomaklarla Makedonyal ıların çektikleri cevr u cefa tafsilatını işitir ve okurken bundan sonra böyle bir halin te­ kerrüründe elyevm hudud-u .vatan dahilinde kalan bizlerin dt: ya­ rın nasıl yaşamaya mecbur olacağımızı ve artık bu memlekette yaşamak için yaşamaya ne kadar ehemmiyet vermek lazım gel­ diğini suret-i katiyede tayin edelim.

29


Zabit izzet�i nefsi, bu kadar acı mağlubiyetleri hazmetme­ melidir. Harbte yenilmek ordunun kabul edemeyeceği bir leke olmalıdır. Fikr-i intikam, rehber-i harekatımızı teşkil etmelidir. Daima bu fikri besleyecek ve mevki-i icraya koyabilecek suret­ te çalışmalı ve çalıştırmalıyız. Muharebeyi kaybetmeye bizim a­ dem-i cesaretimiz, ölmeden geri dönmekliğimiz bir kerre daha sebep olmamalıdır. . Metanet ve fedakarlığın muharebeyi kazanmaya ne büyük amil olduğunu fiilen anlamak üzere Plevne müdafi-i meşhuru Ga­ zi Osman Paşa Hazretlerinin fedakarlıkları bütün Kumandanla­ rımıza ve Kumandan olacak olan bütün zabitlerimize bir mek­ teb-i terbiye, bir misal-i vacibülimtisal olmalıdır. Gazi-i müşarünileyhin bir gün kasabanın kenarındaki karar­ gahında otururken bir düşman top mermi parçasının, önündeki kahve takımını alıp götürmesine karşı gayet liikayt bir nazarla bakması, kendilerinin hayat-ı maddiyeye ne kadar ehemmiyet verdiklerinin delil-i katisidir. Asker hayatının, vazife tehlikesi karşısında, bundan fazla ehemmiyeti olmamalıdır. 1866 Almanya-Avusturya seferinde ikinci Prusya ordusu da­ hilinde birinci Kolorduya mensup ikinci piyade fırkasının sene­ i mezkfıre Haziran'ının 27'inci günü icra eylediği taarruz) mu­ harebede (Noy Rogenç)e taarruz eden dördüncü Liva'da Liva ku­ mandanıyla her iki alay ku!Tiandanı ve birçok binbaşılar vazife­ leri uğrunda muzafferane terk-i hayat etmişler ve berhayat ka­ lanlardan yedinci alayın üçüncü taburu kumandanına Liva'nın ku­ mandası deruhte ettirilerek ve ortadan ebediyen kaybolan ma­ fevkl �rl n zıyaiyle emr u idare muhtel olmayarak harekat-ı taar­ ruziyeye devam olundu. Ve muharebe de kazanıldı. Asıl şayan-ı dikkat olan nokta Liva Kumandanlığı Vekale­ tinin en kıdemli zabit bulunan bir Binbaşıya tevdi ve ihalesinin orada bizzat Fırka Kumandanı tarafından icra edilmiş olmasıdır. "Orada" dediğimiz yeri biraz tarif edelim: Kendilerinden mürte­ fi bir sırttaki düşmana hücum icra eden yedinci Prusya alayının 30


birinci ve ikinci taburları hücum esnasında düşman süvarisi hü­ cumuna maruz kaldıklarından ve bundan cesaret alan düşman da avdet-i taarruziyeye kıyam ettiğinden hücumda muvaffak oluna­ mamış ve avcı hatarında zabitanın hemen hepsi vurulmuş oldu­ ğundan efrat kendi başına perişan bir surette geriye dönmeye başlamışardı. Muharebenin sol cenahta (burada) iyi gitmediğini gören veya anlayan Fırka Kumandanı bütün muharebe hattının gerisinden atını dört nala sürerek düşman tüfeklerinin hatt-ı ni­ . şanlarına ve mahrek-i mermilerine amut bir hat üzerinde yıldı­ rım gibi bu cenaha gelmiş ve vaziyete agah olarak derhal, geri­ ye dönmekte olan efrat üzerine bittesir, bunları durdurmuş ve kıs­ men de üzerierine bir süvari bölüğü sevkıyle ricatlarına hitam ver­ dirmiş ve ô anda kaybolan intizamı biliade Liva kumandanlığı­ nı da işte o vakit Binbaşı 'ya havale eylemiş idi. Bu işlerin icra­ siyle beraber düşman durdurulmuş, hitam-ı icraatı müteakip kı­ taat ikinci taarruzlarında muvaffak ve muzaffer olmuşlardı. işte Fırka Kumandanının nagihan orada zuhuru bütün yolsuzlukların önünü almış ve sarsılmış olan küvveimaneviyeyi tahkim ve tak­ viye eylemişti. Harbin buhran-ı şedidinden şaşırmış olan asker tevkif olu­ nabilir ve bunlara tekrar taarruz ettirilir amma işte böyle bir Fır­ ka Kumandanı tarafından emir ve ihtar vakı' olmalıdır. Ve böy­ le bir Fırka Kumandanının tevkif için gönderdiği süvari bölüğü ifay-ı vazife edebilir. işbu Kumandanına bu hareketi yaptıran kuvvetin ise ilim ve fen kuvvetinden ziyade şecaat ve şahamet kuvveti olduğu meydandadır. ltaiyanlarla bir sene Trablus ve Bingazi darülharekatların­ da çarpışan bir avuç asker ve mücahidinin harikUlade işler gör­ mesine müessir olan esbabın başlıcalarından biri de bu muhare­ belerde zabitanla heyet-i erkan ve kumandanların efratla bir hi­ zada aynı safta harbetmiş olmalarıdır. Almanya'da muharebat-ı salifede kemal-i şan-u şerefle is-

31


ar-ı hayat etmiş olan Alay Kumandanlarının ve kıtaat zabitanı­ nın büyük kıtada tasvir levhalarının alay gazinolarının buna mah­ sus salonlarını tezyin etmekte ve bu bahtiyarların kafalarını par­ çalayan, vücutlarını delen düşman kurşunları ve mermi parçala­ rı da buralarda bulundurularak bir fedakarlık ve hamaset müze­ leri teşkil edilmektedir. Bu vazife kurbanlarının kan akıttıkları muharebe seneleri devr olunduğu günlerde bu salonlar merasim­ i mahsusa ile açılır ve mumaileyhimin ezkar-ı cemileleri yad ve tekrar olunarak ati için emsali ihzar ve tergib olunur. Geçenlerde fen ve sanat-ı askerinin taalisi yolunda kahra­ manca bezl-i hayat ve vücudeden tayyarecilerimizin, genç ve muhterem Sadık ve Fethi ve Nuri'nin ibkaay-ı nam ve şanları için rekz olunacak sütun-ı iftihar abidesinin maksadı da bir vecibe-i kadirşinasinin ifası olduktan başka memleketin emsali civanmer­ danının ve emsal-i atiyesinin aynı eseri şahamet ve fedakariye sevk ve teşvikidir... İtalya harb-i zailinde Deme'de Topçu Kumandanlığı ve ku­ mandanlık yaverliği ve muhafızziye bölük kumandanlığı yaver­ liği ve muhafızıyye bölük Kumaıidanlığı vezaifini ifa etmiş olan müliizımsani Sadık Efendi, bu kitapta mevzuubahis kılınan ha­ sail-i fedakarinin bir timsali idi. Etle kemik ve kandan mürekkep bulunan ve kalb taşıyan bir insanın istihkar-ı tehlikede göstere­ bileceği metanet ve lakaydinin derece-i imkan-ı azamisini gös­

1 3 Kanu­ 1327 ( 19 1 1 ) senesi Deme'de İtalyanların huruç hareke­

tererek bu hususta cidden nümfıne-i imt:sal olmuştu. nuevvel

tiyle başlayıp birçok ganaim-i harbiye istihsali ve düşmana tele­ fat-ı kesire itasiyle neticelenmiş olan büyük muharebede Sadık Efendi bizim iki toptan ibaret topçumuzun kumandanı idi. Düş­ manın müteaddit bataryalarına karşı toplarının ateşini bir sebat ve metanet-i fevkalade ile idare ve idame ederek temin-i zafere hadim mühim bir amil olmuştu. Şehid-i merhumun aynı harbte

30-3 1 Kanunsani 1 327 ( 1 9 1 1 ) gecesi Deme aleyhine icra edilen hücumda düşman kıtaat ve istihkamatının kıyamet ateşleri kopar-

32


dığı buhranlı bir dakikada ihtiyatı teşkil etmekte olan iki bölük­ ten biri bulunan kendi kumandasındaki genç güzide Arap evla­ dından mürekkep muhafıziyye bölüğünün başında ateş hattına ilerlerken göstenniş olduğu arzuy-ı savlet ve halet-i civanmerdi hala gözümün karşısındadır. Yafa' da denize düşerek kazazede olan Prens Celiilettin tay­ yaresinin rasıdı Yüzbaşı lsmail Hakkı Efendi de Sadık Efen­ di'den sonra Deme'de mezkur iki topluk topçunun kumandanlı­ ğını deruhte etmişti. Tayyare kazasından salim çıkan mumaileyh

19 Şubat 1 327 ve 3 Nisan sene 1 328 Deme muharebelerinde top­ ların eski kumandanlarını aratmayacak surette harikulade meta­ net ve şecaat göstermişti. Bu iki muharebede iki topumuza ateş eden ltalyan topları muhtelif çapta yinniden aşağı değildi.

3 Nisan'da, düşman, toplarımızın mevziini iyice keşfe muk­ tedir olmadığından aralarındaki nisbet onda birden ibaret olan ta­ rafeyn topçuları arasında muharebe adeta topçu duellosu şeklin­ de sabahtan akşama kadar devam etmişti. Bizim endahtımıza mukabil düşmanın dört beş bataryası birden grup ateşiyle cevap veriyordu. Fakat

1 9 Şubat'ta mevzi biraz daha açık bulunduğu

için lsmail Hakkı Efendi bir top çavuşu ile bir numara neferini şehit vererek yüzde yinni zayiata uğramıştı. Ve toplarından biri sakatlanmıştı. Burada buna mümasil bir vaka-i tarihiyeyi zikrile tayyare fedailerimizle beraber bunu da umum askerlerin enzar-ı intibah ve imtisallerine vazetmek isterim:

1 324 ( 1 908) senesi Teşrinevvelinde usat-ı meşhureden lsa Bolatinin hükümet-i meşrutiyeye ilk isyanında üzerine bir tabur­ la iki top sevkolunmuştu. Metroviçe'den sabah karanlığında çı­ kan bu askerin kol nihayeti sisli ve karlı bir fecirde kasabaya bir buçuk saat mesafede kilin Bolatin köyüne hakim taşlı yüksek te­ penin yamacında Bolatinli'linin çetesi tarafından pusuya düşü­ rülmüştü.. !!erdeki bölükler derhal Balkana saldırmışlarsa da ala­ ca karanlıktan ve tipiden istifade eden Arnavutlar kısmıkülliye

33


icray-ı tesirden henüz hali kalmıyorlardı. Bittabi bu esnada he­ pimiz düz yol üzerinde, kar içinde yatarak önümüzde düşman mevziini tayine uğraşıyorduk. Derhal birkaç piyade neferinin kanı beyaz karı kırmızılaş­ tırdı ve birkaç top esteri devrilmişti. Askerdeki şaşkınlık buhra­ nı pek elim idi. Yanımda duran topçu kumandanı Mülazımevvel Manastırlı Faik Efendiye {şimdi üçüncü topçu alayının yedinci bölük kumandanı yüzbaşı) askerlerimizin kuvve-i maneviyesini muhafaza ve iade ve asi Amavudunkini kesretmek üzere yüksek nişangah ile ateşe başlamasını tenbih ettim. Mumaileyh hemen ayağa kalkarak ve efradını da kaldırarak yol kenarındaki hendeğe düşmüş olan topu düzlüğe çıkardılar. Endahta hazırlanırken neferlerden birinin şahadeti üzerine top­ çuların topu terketmelerine karşı zabit vaziyetine hiç halel getir­ meyerek tesettüre koyulan neferlere öyle mü:!ssir sözler söyledi ki, merkumlar hemen yine topa sarıldılar. Bu sefer de top çavu­ şu gözünden kurşun yiyerek düştü. Ben artık topçunun göreceği bu işten vazgeçmek istiyordum. Ve orada yegane topçu zabiti ol­ mak dolayısıyla vücudu lüzumundan fazla lazım olan zabitin de ziyaına uğrayacağından korkuyordum. Fakat Faik Efendi 'nin gayret-i merdanesi işi halletti. Onun, efradına cidden numune-i imtisal olan, hakiki zabit tavır ve vaz'ı ile toplar mermilerini en­ dahta başladı. Ve biraz sonra ilerdeki bölükler de düşmanla kav­ raşarak pusunun şerrinden halas mümkün olabildi. Harekat-ı kahramananelerini misal-i vücibülimtisal ittihaz ettiğimiz zabitlerin üçü de topçudan tesadüf etti. Halbuki 1 9 Şu­ bat 1 327 { 1 9 1 1 ) Deme muharebesinde düşmanın iki taburu kar­ şısında sükunet ve sekinet-i tamme içinde harbeden ve bu faik ciüşmana bir karış ilerlemeyi pek pahalıya satan asker {Derne'nin yegane kuvve-i nizamiyesi olan piyade bölüğü) yüzbaşı Manas­ tırlı Halim Efendi 'nin bölüğü idi. Keza 27 Eylül 1 328 ( 1 9 1 2) de düşmanın Derne'nin garbından Tümsekit çevresinden vaki olan taarruzunda ilerlettiği üç piyade alayı ile üç Eritre taburu ki, on 34


iki taburluk kuvveti karşısında ilk mukavemet eden kuvvetimiz, Mülazımevv.el Rusutıi ve Ethem Efendilerin kumandalarındaki piyade askerlerimizle Mülazımevvel Cemil Hakkı ve Mülazım­ sani Nurettin Efendilerin kumandalarındaki ikişerden dört maki­ neli tüfeğimiz idi. Bu muharebede Cemil Efendi'den maada di­ ğer üçü mecruh olmuşlardı. Müteakıben dört cebel topu.muzla kısm-ı azamı cephanesiz beş altı yüz Arap mücahidinin de işti­ rakiyle düşman, kazandığı beş)cilometrelik ileri araziyi terke ve eski yerine avdete mecbur edildi ve hayli ganaim ve esir alındı. Fakat bilhassa Cemil Efendi iki makineli tüfeğiyle misli ender bir cesurlukla düşmanın bumuna kadar sokulmuş, düşmanı ha­ kikaten şaşırtmıştı. Süvari sınıfımız da bu kabil menakıb-i fedakariye maliktir: 1 328 senesi Balkan harbinin devre-i ulası nihayetinde ve birinci büyük mütarekenin ilk günlerinde Bulgarların Yeniköy ve Şar­ köy' e vaki olan taarruzlarından Kavak'ta beraberinde bulunan Mürettep Süvari Alayına mensup Beşinci Süvari Alayının üçün­ cü bölüğü Heyeti zabitanı ile yirmi yedinci süvari alayının be­ şinci bölüğü mülazımsani Fahri Efendi 'nin keşif ve muharebe va­ zifelerinde gösterdikleri hamaset ve gayret her türlü takdirlere se­ zadır. Edime'nin istirdadında düşmanın izini bırakmamak üze­ re, süvariliğe elyak biaman bir vazife-i takı biye esnasında isar-ı hun-u celadet eyleyen Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey merhum, ak­ ranına cidden numune olacak merdegi-i fedakari göstermiştir. Vazife ve mesleğinin aşık-ı hakikisi olan bu zabit l talya har­ binde de Deme' de Kumandanlık seryaveri iken en sarp ve çetin vezaif-i keşfiyeyi kemal-i hahişle deruhte ederek·ve bunları büyük bir dirayet ve bilhassa bundan büyük bir cesaretle hüsn-ı ifa etmiş ve vazife mesleğinin eri olduğunu hakkıyle isbat eylemişti. Ordumuzun heyet-i umumiye-i zabitanı bu emsal-i vazife­ perveriye temasül etmeli ki, cebr-i maffit etmiş olalım. Şimdi Kumandanların muharebelerde suret-i hareketlerine dair Talimname mevaddını dinleyelim: Piyade Talimnamesi: 35


Kısım - 2, Madde - 227: tieri yürüyüş esnasında düşmanla bir temas husulü muhtemel ise kumandan mümkün olduğu ka­ dar ileride ve kaideten piştann ileri aksamı nezdinde bulunmalı­ dır... Binaenaleyh kendisi mevkı-i muayyene pek tabi ' olmıya­ rak kademe kademe ilerlemeli ... Bu sayede Kumandan müşahe­ dat-ı zatiyesiyie düşmanın ve mücavir kıtaatın ahvaline ve ara­ ziye dair istihsali malumat eyler ki, ne harita, ne rapor ve ne de takrirler ianesiyle istihsal olunan malfımat bunun yerine kaim ola­ maz... Bu maddede mezkur olan kumandan, kaideten en aşağı Fır­ ka Kumandanı ise de müstakilen hareket eden herhangi bir müf­ rezenin kumandanı ve piştar kumandanı gibi daha küçükler de bittabi aynı suretle hareket ederler. Talimnamenin bu sırada kumandanlara tavsiye etmekte ol­ duğu piştar ileri aksamı piştar ucuna kadar ôayanabilir. Şüphe­ siz bu aksamda dolaşmak müşarinüleyhim için tehlikeden salim değildir. Mesela: Yanlarda keşif kollan arasındaki müsademat­ tan, muharebeye tutuşmuş olan üç bölüğünün muharebesinden ve düşman eğer açılma ve yayılmada takaddüm etmişse düşman topçusunun ateşlerinden mevcudiyeti gayet kıymettar olan ku­ mandana ve maiyetine bir iki dane-i isabet erişmesi elbette ba­ idül ihtimal olamaz. Faka işbu kıymettar mevcudiyetten intizar olunan fayda ve kıymet işte bu anda, bu suretle ifay-ı vazife et­ mekle hasıl olabileceğinden ve aksi hal bu kıymeti sıfıra indire­ ceğinden (bu sayede kumandan müşahedat-ı zatiyesi ile . . . mad­ de - 277) tehlike-i mebhuse hatıra bile getirilmeyecektir. Tered­ düde mahal olmayan hakayıktandır ki, kumandanların selamet ve sıhhat-ı vücutları ancak muharebe üzerinde ciddi bir vukuf ve &mirane bir nüfuz ile hakim ve sahip olmaları için ehem ve el­ zemdir. Şimdi artık keşfe giden bir zabitin düşmandan ateş aldı­ ğı için ilerlemeye ve icray-ı keşfe muvaffak olamamış olması­ nın ve bunu da makam-ı itizar ve adem-i imkanda göstermesinin ne derece şayan-ı kabul olduğu düşünülmelidir. 36


Kumandanlar hakkında Piyade Talimnamesi'nin 279 'uncu maddesi de burada kayıt ve tezkara layıktır: ileride bulunan kumandanlar müessir düşman ateşi altında hayvandan inerler ve nezearet-i muktaziye ile kaabil-i tevfık ola­ cak derecede sütrelerden istifade ederler. .. Demek oluyor ki, tesadüfi olarak patlayan bir iki şarapnel ve­ ya tek tük gelen birkaç düşman mermisi üzerine kumandanların attan inmesini Talimname kabul etmiyor. Bunu ancak müessir düş­ man ateşi altında tavsiye ediyor. Sütrelerden istifadeyi de neza­ ret-i muktaziye ile şart kılıyor. Öyle ya! Nefere avcılık talim ve terbiyesinde en mühim kavaidden olarak evvela tesir, sonra teset­ tür düşünüleceğini öğretiyoruz. Bu maddeden anlaşıldığına göre ancak nezaret-i muktaziyeyi sütrelerden istifadeye takdim edebi­ len bir kumandan veya zabitin askeri, tesirin tesettürden evvel ol­ duğunu öğrenebilecek ve mahallinde tatbik edebilecektir. Kumandanların maiyetleri üzerine haiz olmaları liizımgelen nüfuz ve tesirin derece ve ehemmiyetini gösteren şu maddeyi de gözden geçirelim: " Piyade Talimnamesi - 424 - Bilafasıla takip icrası için ku­ mandanların kaffesinin bütün kuvve-i azimlerini sarfetmeleri la­ zımdır. Zira muzaffer asker dahi meşakk-ı muharebe ile yorul­ muş ve kuvvetten düşmüş olacağından muharebenin nihayetin­ de gerek büyük ve gerek küçük herkeste i stirahat ihtiyacı hüküm ve tesirini gösterir. Ancak kumandanların azm-i katisi kendi yor­ gunluğuna galebe.ile madunlannı da beraberce ileri sürebilir. Böyle bir anda kumandan hemen gayrikaabil-i icra metalip­ te bulunmalı ve askerinin duçar olacağı meşak ve mezahim-i azi­ meden çekinmemelidir. Esnay-ı muharebede duçar-ı telefat ol­ mak mülahazası maksad-ı muharebeden sarfınazar ettirmediği gi­ bi, esnay-ı takipte gidemeyenlerin yollarda dökülüp kalması yü­ zünden verilen zayiatın da takipten vazgeçmeye sebep olması as­ la caiz değildir. ' ' Talimnamenin b u maddesi okununca asker için müşkilat ta37


savvur etmek, gayrikaabil-i icra şeyler olduğunu kabul pek hata olur. Müşkilatın en çetini ölüm değil mi? Askerin haritasında bu, zaten yazılı. O halde asker için göğüs gerilmeyecek hiç bir ma­ ni' kalmaz. Elverir ki, kumandanların azim ve niyeti icabında as­ kere mümkinülicra değil gibi görünen hususatı yaptıracak kadar kavi ve metin olsun. Bunun için kumandanların evvela kendi yorgunluklarına galebe etmeleri elzemdir. Buradaki kumandan tabirinden maksat, takım kumandanından ordu kumandanına ka­ dar olan kumanda sahipleri. Bir mülazım bile ledeliktiza kendi takımı efradına bu kabil icraat-ı fevkaladeyi emir ve tekHf ede­ ceğinden başka en büyük kumandanlar tarafından emredilen ic­ raat-ı mümasilenin yüsr ve imkan-ı tatbikı da Mülazıma kadar alameratibihim bütün kumandanların azim ve metanet yolunda efrada nümune-i imtisal olmalarıyla tahsil olunacaktır. Bu bapta Seferiye Kanunnamesinin mevadd-ı aidesini oku­ yalım: Seferiye - Madde 37 - ... En genç neferden başlayarak bü­ yük kumandanlara varıncaya kadar her bir askerden kaffe-i ah­ val ve hususatta bütün kuvve-i fikriye ve bedeniyelerini sarf ve istimal etmek talep edilmelidir. Yalnız bu suretle kıta-i askeriye müttehiden hareket ederek kuvvet ve kaabiliyetini tamamen iz­ hara muvaffak olabilir. Ve ancak bu sayede tehlike ve muhatara zamanlarında dahi cesaret ve kuvve-i azim ve metanetini muha­ faza ederek nisbeten zayıf olana arkadaşlarını da kendileriyle be­ raber efal-i cüretkarane icrasına sevkeden kahraman askerler ye­ tişmiş olur." Keza Seferiye - Madde - 24 . . . Efradın meşak ve hidemat-ı azimeden sonra gösterecekleri hal ve tavır, o kıtanın takdir-i kıy­ meti için en emin miyardır." O halde asker olanlar bilmelidir ki, askerlikte yorulmak yok­ tur. Asker yorulacak, fakat yorgunluğunu göstermeyecek, meşak­ katlere daima galebe etmeye alışacaktır. Bunun da birinci şartı askerin başında on beş yirmi kilometre mesafaden sonra amudu­ fıkarisini eğritmeden yürüyecek zabitlerin vücududur. 38


Askeri, biraz kuvve-i bedeniye istihlak edici vezaiften son­ ra fazla miktarda dermansızlık göstermek halet-i merdudesinden kurtarmak için zabitan ve kumandanların gözlerinden kaçma­ mak lazımgelen bu gibi hallerde kıtaya hemen bir resm-i geçit icrası emrolunur. Veya bütün asabiyetle herhangi bir istikamet­ te birkaç kerre marş kumanda edilir. Asker de lisan-ı hal ve icra ile bunun manasını anlamış olur. Mahalik ve mezahimi istihfaftan ibaret olan bu fasla hitam vermiş olmak için Piyade Talimnamesinin sırf nefere ait şu iki maddesini de sahife-i intibahımıza dercedelim: " Piyade Talimnamesi - Madde - 268 Nefer zahmetli yü­ rüyüşler ve birçok mahrumiyetlerden sonra muharebede şecaat, şiddet-i faaliyet, itidal-i dem ve sürat-i karar hassalarını muhafa­ za etmelidir. l stihkar-ı nefis ve -bilhassa idman ve süngü talim­ leriyle tezyid olunan- istihfaf-ı tehlike hassaları ve bunlardan maada meşak-ı bedeniye ile ve muharebenin zaten basit olan ni­ zamları ile hasıl edeceği ülfet neferi muharebenin hatta şiddetli tesiratına karşı göğüs gerecek bir hale getirmelidir. Nefer düş­ mana arka çevirmek kadar tehlikeli bir şey olmayacağına kaani olmalıdır. Muharebenin heyecanlı zamanlarında cüret ve metanetini kaybettiğini hissedenler zabitine bakmalıdır. Artık zabit kalmamışsa küçük zabitanla sair cesur neferle­ rin harekatına imtisal etmelidir. Piyade Talimnamesi - Madde 269 - Her nefer mensup oldu­ ğu kıtadan ayrılmamağa gayret etmelidir. Mecruh olmadıkları halde muharebe eden efradın gerisinde işsiz duranlar ve bila emir meydan-ı muharebeden yaralı nakledenler veyahut bir bahane ile meydan-ı muharebeyi terkedenler cebanet cezasiyle mahkum olurlar. ' ' Askerane ve muzafferane harbedilmek için orduyu terkibe­ den zabitan ve efradın şu iki maddenin emir ve talebettiği havas nokta-i nazarından tetkik ve imtihanı faydalıdır. Bizde maatte-

39


·

essüf vatan uğrunda feday-ı canı cana minnet bilmek, selılmet-i vatan namına, bunu lazım ve şerefli bir vazife addetmek henüz lüzumu derecede neşvünema bulmamıştır. Efradın kısmıküllisi­ nin puyan olduğu aşikar cehalet ve marifetsizliğin bunda dahl u tesiri gayr-i kaabil-i inkar ise de oldukça ilim ve terbiye muhi­ tinde yetişenlerin de çoğunun silahbedest olarak düşman karşı­ sında bilfiil harb ve darp işlerinden ziyade daha geride ve tehli­ keden salim ve daha r:ıhat umura talip ve ragıp bulundukları ke­ mal-i telehhüfle görülmüştür. Anlaşılıyor ki, terbiye-i fikriye ve milliyemizde vatan feda­ karlığı, vatan aşk ve muhabbeii ve bu uğurda her şeyin unutul­ ması mecburiyeti gibi hissiyat-ı aliye gaye-i amal olmak rütbe­ sini ihraz edememiştir. Halbuki okumayan ve bilmeyenler oku­ madıkları ve bilmedikleri için vatan muhabbetinden gafil ve bu­ nun iilimi olanlar da ihtiyacat-ı vatana layık bir surette bezl-i vü­ cuttan müçtenip ve huzur ve rahata meyyal olursa bu vatanı kim­ lerin yaşatacağı ve bu vatanda yaşamak ve buna sahip olmak h::ıkkının ne yüzle iddia olunacağı muhtac-ı teemmüdür. Şehbal risale-i mevkute-i musavveresinin 90 numaralı nüs­ hasında tercümeihal ve efali muharrer olan Sofya Sanayii - Ne­ fise Mektebi Müdürü ressam (Mitof) makalesini memleketimi­ zin şubban-ı münevveranı elbette okumuşlardır. Mitof fırçasiy­ le Bulgarlıkta intibah-ı milli husul ve iladına geceli gündüzlü ça­ lışmakta iken memleketinin düşman tecavüzüne uğradığı l 859 Sırp - Bulgar harbi tahakkuk eder etmez fırçayı terkle silahına sarılmış ve bir de cesaret madalyasıyla taltif olunmuştu. Son harbte ise ihtiyar bulunduğundan kendisi harbe iştirak edememiş ise de Paris Sanayii Nefise Akademisi He Mühendis Mektebi'nde tahsilde bulunan iki oğlunu göndermiştir. Balkan harbinde Seliinik üzerine yürüyen Bulgar kuvveti­ nin süvari zabitanı meyanında Bulgaristan'ın Paris'teki Sefiri, ih­ tiyat zabiti olarak ifa-yı vazife etmişti. Bu harbte ordunun önünde herkesten evvel namus-u milli

40


namına at oynatan, kılıç sallayan, tüfek atan ve birçok kan akı­ tan Bulgar erbab-ı ilim ve irfanının cins ve miktarını memleke­ timizin aynı sınıfa mensup mütefekkirlerinden aynı vazifeyi ifa etmiş olanların adediyle mukayese etmek, tetkik ve tetbuu pek mühim bir mesele olsa gerektir. Talimname ki, düstrulharekattır, kanun-u harbtir. Bir baha­ ne ile meydan-ı muharebeyi terkedenleri cebanet cezasiyle mah­ kum ediyor. Demek ki, Talimname nazarında cebanet bir ceza­ dır. Öyledir ya! . . Bir erkeğe, bahusus asker olana korkaklık te­ rettübetmek, kendisinin adeta medeniyetten iskatiyle beraberdir. Çünki ' 'bu adam vatansızdır' ', demektir. Onun vatanı yoktur. Zi­ ra evladından olduğunu iddia ettiği vatanın düşmanlarla çiğnendi­ ği gün o, anasının muavenetine koşmamıştır. Yahut koşmuştur da bu uğurda canla başla çalışmamıştır. Ve vazife-i mecburiye­ sini ifa etmemiştir. Metanetini kaybeden neferlerin zabitlerine bakmalarını Ta­ limname tavsiye ediyor. o halde zabitin metanetini kaybetmesi hiçbir veçhile şayan-ı kabul değil. Hatta bu metanet o derece mahfuz kalacak ki, zabitin yalnız kendisine kifayet etmekle kal­ mayacak, muhtac-ı metanet olan neferlere de neflıolunacaktır. Artık muharebenin gerisinde işsiz duran ve bu meydanı ba­ hane ile terkeden neferler cebanet cezasıyla mahkum olursa tam harb olacağı zaman ahval-i sıhhiyenin bozukluğundan bahsiyle rapor almak veya bir başka hizmete talip görünmek veya bulun­ duğu bir başka işi uzatıp muharebeye yetişmekte taahhur etmek hangi ceza ile mahkum olacaktır, bilemem. Neferatta şecaat, şiddet-i faaliyet, itidal-i dem ve sürat-i ka­ rar ve metaneti kaybolduğu zaman zabitine bakmak hassalarını tahsil ve tenmiye etmek için atide ikinci faslı mütaliia edelim.

41



FASIL 2 Zabitanın: neferlerin celb-i kulUp ve itimadına mazhariyet­ leri ve kuve-i maneviye/erinin takviyesi.

Neferler hizmet-i askeriyede bulundukça zabitanın hakiki evliitları gibidir. Bir insan kendi evliidının adam olabilmesi için tahsil ve terbiyesine, ahval-i sıhhiye-i umumiyesine, etvar ve muamelatına nasıl nezar:!t ve takayyüd-ü daimide bulunuyorsa ziibit babalar da nefer evlatlarının sıhhat ve afiyetine, vazife ve sanatını güzel öğrenmesine, ahliikının düzgünlüğüne, hülasa her şeyine ayn-ı kayıt ve .ihtimam ile sai ve muterassıt olacaklardır. Birinci fasılda beyan edilen ve ölümle pençeleşilen ahval-i har­ biyede nefere hakim ve amir olabilmek, buhranlı demlerde nefe­ re ifnay-ı hayat icabettiren şanlı ve muvaffakıyetli vazifeler gör­ dürebilmek için ziibit ruh-u mevcudiyetinin nefer nazarında ga­ yet büyük tanınmış olması, neferin bu ruh-u mevcudiyeti tanıdı­ ğı dadikadan beri bundan birçok büyüklükler, enva-ı asar-ı şef­ kat ve uluvv-u cenap görmüş olması ve binaenaleyh bu ruh ve mevcudiyeti perestiş derecesinde mahrem ve şayan-ı emn-u iti­ mat bilmesi, şartı evveldir. aksi halde hiçbir şey yapılamaz. Seferiye - Madde - 3 - " Askerin ifa edeceği hidematın bi­ hakkın faydalı olması ancak amirin arzu ve meramına göre ida­ re ve icra edilmesiyle mümkün olabilir. Bu da ancak zabturabt-ı askeri ile temin olunur. Zapturapt-ı askeri, ordunun temel i ve her bir muvaffakiye­ tin birinci şartı olduğundan ve her halde kemal-i şiddetle tesis ve idame edilmek lazımdır. Vakt-ı hazarda müddet-i medide sarf-ı mesai ile kıtaat-ı askeriyede tesis edilmeyip yalnız zahiri olarak istihsal edilmiş 0lan irtibat, harbin tehlikeli zamanlarında ve gayr­ i müntazır vekayiin taht-ı tesirinde semeresiz kalır. ' ' Evvela şurasını beyan edelim ki, ordunun temeli ve her bir muvaffakıyetin birinci şartı olan zabturapt-ı askeriyi yani madun-

43


lan emrin arzu ve meramına göre ifay-ı hizmet ettirmek için vü­ cudu esas olan emniyet ve itimadı tahsil etmek maksadiyle bu fa­ sılda bir nebzesi bahsedilecek olan turuk-u vesail faslın serlev­ hasinda yazıldığı gibi yalnız neferle zabit arasında cari olmayıp bilumum mafevk ve madunlar beyninde vacibulriayedir. Hida­ mat-ı askeriyenin şanı mafevkın arzu ve maksadı dahilinde icra mecburiyetidir. Askerlikte adem-i kabul, itiraz, beyan-ı mütalaa, ilave-i efkar, hatta mevaddı kanuniyeye istinaden icradan istin­ kaf hakkı, madunlara verilmemiştir. Amirinden emir alan her bir madunun ilk ve yegane cevabı "başüstüne efendim"den başka bir şey değildir. Haksızlığı ve kanuna adem-i mütabakatı zahir olan hususat hakkında bile madun ancak badelicra şikayet selahiyetini muhafaza eder. Şu halde askerlik sınıfında her emir, mecburilicradır. Neva­ ma istibdadi gibi görünen ve itaat-i mutlaka denilen şu hal asker­ lik için mahz-ı intizam, üssülesas-ı muvaffakıyet ve mabilhulkı­ vamdır. Sebebi de aşikardır. Askerlik tedvir-i muamelat değil, in­ sanların sevk-u idaresi sanatıdır. Birçok insanların bir kişinin rey ve emriyle hareket edebilmesi, ancak bu katiyetle mümkündür. Her kafadan bir saday-ı itiraz çıkarılmasına zerre kadar mesağ verildiği takdirde Binbaşının bin kişiyi bir noktada toplaması, her­ hangi bir hedefe sevk ve tahriki, ucunda feday-ı can gibi sertlik­ ler bulunan vezaifı bunlara icra ettirmesi muhal olurdu. Rütbe-i muhtelifede bulunan zabitan bunu bilmelidirler ki, askerlik vezaifınde kendi hudud-ı salahiyetleri dahilindeki icra­ atta bile başkasının, amir mafevkin arzu ve meramına hizmet mecburidir, zaruridir. B undan amirin keyf-i şahsisine hizmet et­ mek manasını çıkarmak büyük bir hata ve sui tevil olur. Amirin arzu ve meramı terakki-i askeriyi ve m uvaffakiyet-i harbiyeyi te­ min etmek esasını muhafaza eden maksad-ı umumiye istinad ed­ er ki bu da kavanin-i askeriyeden ve icabat-:ı fen ve sanattan is­ tinbat olunmuştur. Madunları üzerinde bu derece istikliiliyet-i rey ve saliihiyet_

44


i vasıa ile amir olacak olan rnafevklerin emirlerinin de nefselern­ re, levazırn-ı adl-u insafa, rnuktaziyat-ı hal ve zamana muvafık olarak verilmesi rnurnaileyhirnin uhde-i mecburiyetlerine rnu­ havveldir. Fakat bunun tetkik ve kontrolu o rnafevkin rnakevki­ ne ait bir vazifedir. Bundan her rnafevkin haiz olması liizırnge­ len evsaf-ı rnernduha ve kudret-i ilmiyenin derecesi kolayca tak­ dir olunabilir. Askerlik, kumandanlık sanatıdır. Fakat emir ve ku­ manda edebilmek için bir rnafevkin rnadunlarının evvela müreb­ bisi ve aynı zamanda muallimi olmak zaruridir. Terbiye ve ah­ lak ve tecrübe ve ilim ve irfanca rnadunlarına ihraz-ı tefevvuk ve ri!chan eder bir mafevk, ancak onlara kurnandan olabilir. Seferi­ ye Kanunnamesinin zabturabt-ı askeri maddesinden sonra gelen dördüncü maddesi (Zabit vezaif-i askeriyenin her kısmında ef­ radın mürebbisi ve amiridir. Bunun için malumat ve tecrübe ve ciddiyet ve rnetanet-i tabı cihetleriyle efrada faık bulunmalıdır. . . . Mafevkler maiyetindeki zabitanın hiss-i besaletkaranelerini tah­ rik ve tezyide sarf-ı mesai etmelidirler.) Husus-u rnezkfırun zabitle nefer arasında lüzum ve vücubu ernr u talep edilince ala rneratibihirn bütün kumandanlara nisbeti dahi evleviyetle kabul edilmiş olur. Zaten bu maddede matevkle­ rin maiyetindeki zabitanın hiss-i besaletkaranelerini tahrik ve tez­ yide sarfı mesai etmeleri muharrerdir. Ve bundan evvelki üçüncü maddede (askerin ifa edeceği hidematın bihakkın faydalı olması ancak amirin arzu ve meramına göre idare ve icra edilmesiyle mümkün olabiiir........ ) ifadesindeki asker ve amir tabirlerine göre bu kaide ve mecburiyetin neferden Müşire kadar bilcümle kuman­ danlar ve zabitler arasında ciiyigir olması lüzumu zahir olur. Zabturabt ve esasatı hakkında bu kadar izahatı kafi görerek em­ niyet ve itirnad-ı mütekabil bahsinde rnütalaatımıza devam edelim. Mafevk ile madun, zabit ile nefer ruhları arasında gayet sı­ kı bir irtibat ve mukarenet mevcut olmalıdır. Mafevkler madun­ larına her hiilukiirda zahir ve şefik birer destgir ve istinatgah teş­ kil etmelidir. Seferiye madde - 6:

45


' ' Efrad-ı askeriyeye her hususta aleddevam hayırhahane te­ kayyüt ve itina göstermek zabitin güzel ve şerefli bir vazife-i mümtazesidir. Kumandaya memur olan kaffe-i zabitan madun­ lannın hizmete karşı şevk ve muhabbetlerini idame etmeye ça­ lışmakla mükelleftirler. Şevk-ı vazife istihsal-i muvaffakıyet için en kavi bir zamandır." Zabitan bu maddenin kendilerine teklif ettiği mümtaz vazi­ feyi nasıl ifade edeceklerdir? Bizde hizmet-i askeriye öteden be­ ri sert ve müziç ve soğuk tanınmıştır. Buna sebep olan bazı ah­ val ve müesserita da gayri mevcut değildi. Bu kötü anane-i te­ lakki ile hizmete karşı muhteriz ve barid hissiyatın zebunu ola­ rak asker ocağına gelen efrad-ı cedideye ilk kabulde tashih-i ze­ habına ve ruhiyatını yeni dahil bulunduğu hayat-ı askeriyeye ısındırmaya hadim mülayemetle muamele etmelidir. Daha ilk gününden hizmet-i askeriyenin, dinin ve milletin emirlerini ifa etmekten, vatanın ve memleketin bütün kadın çoluk çocuk ve ih­ tiyarlarının namus ve canlarını muhafazadan ibaret olduğunu ta­ rife başlayarak ve eline alacağı silahla kendi cesaret ve erkekli­ ği sayesinde düşman şerrinden memleketin mahfuz kalacağı ve bunun da kendisi için ne kadar şerefli ve uğurlu bir iş olacağı ve gece gündüz bizi mahvetmek için çalışmakta olan düşmanların hakkından gelmek için silah kullanmasını güzel öğrenmesini ve muharebede düşmana rast gelince bir an evvel boğazına atılmak üzere şimdiden bunları tanımak ve bunlara karşı yüreğinde bü­ yük bir intikam ve hırs beslemesi vesaire vadilerinde kısa ve mü­ essir nutuklardan tutturarak yeni askere, askerliği tanıttırmaya ve buna karşı kalbinde muhabbet ve düşmanlar aleyhinde buğz u adavet peydasına başlamalıdır. Hele bizi muhit olan düşmanları nefer isimleriyle daha ilk eyyamda öğrenmelidir. Ve nefer bun­ ları bütün hizmeti müddeti zarfında daima işitmeli ve tekrar et­ melidir. Alay namına gelen acemi efrat kışlaya girer girmez kış­ lanın camları kınk, en karanlık ve mefruşatsız koğuşuna konu­ lup bırakılıvermemeli. tık nazar ve telkinin tesiri büyüktür. Bun-

46


ların geldiği gün alay için bir bayram olmalıdır. Alay ' ın kaffe-i zabitanı hazır ve hatta büyük üniformalarını labis bulunmalı. Me­ rasim-i mahsusa ile alayın sancağı çıkarılarak bütün acemiler sancağın etrafına dizilir. Sancağın sayesinde yeşil çuhalı bir ma­ sa üzerine Kitabullah da konularak acemiler birer birer bu kita­ ba el basmak ve alayın sancağını ihtiramla öpmek şartıyla din ve millet ve vatan uğrunda kabında feday-ı can edeceklerine dair tahlif olunurlar. Alay ve tabur imamları efendiler de bu merasimde bittabi hazırdırlar. Resm-i tahlif bir dua ile nihayet bulur. Badehu yeni efrat eskileriyle beraber sancağın önünde bir resm-i geçit yapar­ lar. B u suretle nefer vazife-i askeriyeye sancağı tanımak, ona ta­ zim ve ihtiram etmekle başlamış olur. Bu merasimin bidayetin­ de ne şey olduğu, üzerindeki necm u hilali ve ayat-ı kuraniyesi, üzerindeki reng-i milli ve askerisi muhtasaran izah ve irae edilir. Nefer bu sırada alayın numarasını ve varsa ismini de beller. Ala­ yın eski neferlerinin sancağın şeref ve namusunu muhafaza et­ mek üzere filan ve filan muharebelerde düşman üzerine nasıl ars­ lanlar gibi atıldıkları ve bu uğurda şehit olarak Allahlarına ka­ vuştukları zikrolunur. Yeşil masa üzerindeki Kelamullahın da in­ sanlara, askerlere bunu emrettiği ve bu kitabın mahiyet ve aza­ meti hakkında birkaç söz ilave edilir. Almanya'da acemilere bir de eski muharebatta feday-ı ha­ yat eden alay neferlerinin esamesi mahkuk ve avlıda merkı1z sü­ tun dahi gösterilerek bunların menakıbi de tadat olunmaktadır. Bu temhidattan her alayın bir tarihi olmak lüzumu nümayan olur. Alay Piyade Talimnamesi madde - 470 (Vekayi-i salifesi, talim ve terbiyesinin yeknesak olması ve heyet-i zabitanın yek­ vücut bulunması. .. ) mucibince erkan ve azası birbirine memzuc ve muhip, muhterem bir aile demektir. Harplerde harp ceridele­ ri tutulduğu gibi alayın bidayet-i teşekkülünden beri geçirdiği ha­ lat ve muharebat ve harekat ilah dere ve kaydolunmak ve alayda mevcut ve geçmiş bilcümle ümera ve zabitanın tercümei halle·

47


Tiyle tasvirleri raptedilmek üzere gayet mükellef bir deftere Alay'ın bir ceride-i umumiyesi, bir tarihi yazılmalıdır. Alay ha­ yatı, Alay muhabeti ihdas ve ihya edilmelidir. Bu hayat ne kadar canlandırılır, ne kadar muhterem tanıttı­ rılırsa efradı arasında mertubiyet ve mecl fıbiyet de o nispette mü­ tezayit olur. Memleketimizde sancağın ehemmiyet ve kutsiyeti pek gay­ ri maruf, pek muhmeldir. Sancağa hürmet ve muhabbet her fer­ din boynunun borcudur Bütün ahali daha küçükten bunu tanıma­ lı. Buna tazim ve tekrim etmelidir. Bazı Alayların sancaklarıyla beraber şehir dahi.linden geçtikleri esnada efrad'ı memleket bu­ na karış pek Iakayd ve gayr-i mütehassis görünmektedir. Sancağın mana ve marufıyeti-i layıkası herk.esce tanınma­ lıdır. Ve herkes bunu önünden geçerken hürmet ve tazimle se­ lamlamalıdır. Çünkü, herkes birgün a!amet-i mukaddese-i ittiha­ dın zir-i cenahı-ı şehametinde toplanacaktır. Sancak her Alayın timsal-i şan u şerefidir. Düşman Çatalca kapılarına kadar dayandığı demlerde İstan­ bul hayatının hiç harp yokmuş gibi güzarı, !stanbul ' da birçok gençlerin bu esnada baston sallaması ve cubbe yellendirmesi gi­ bi asar-ı gaflet ve terahi millet-i İslamiyede bir daha görülmeme­ lidir. Müdafaa-i vatan kaygusu herkesin ruhunda büyük bir yer tutmalıdır. Def-i sılil için herkes vaktinde hazırlanmalıdır. İşte bu suretle ilk ders-i askeriyi almış olan neferlerle zabi­ tan aleddevam temas ve münasebette bulunarak nefer için bir şe­ kilden ve bir rüyadan ibaret olan bu dersin bütün hududuyla mer­ kumun zihnine intikaş etmesi için sarfı kuvvet ve lisan edilir. Neferlerimiz pek bilgisiz ve basittirler. Bu hal zabitanımızın on­ lara daha ziyade, haddinden fazla nutk u kelamda bulunmalarını istilzam eder. Seferiye - Madde 2 1 -

"Talim ve terbiye-i ameliye, nazari tedrisat ile birlikte icra

olunmalı ve tedrisat-ı nazariyeye de büyük bir ehemmiyet atfet-

48


melidir. Mevadd-ı nazariyenin neferata tedrisi daima onların ma­ lı1mat ve zekavetlerinin derecesiyle mütenasip ve neferatın tev­ si-i malı1mat ve tezyid-i şevk ti heves eylemlerine hadim olma­ lıdır. Nazariyatın tedrisi esnasında mafevk madununu daha ya­ kından tanıyacağı gibi onun emniyet ve itimadını kazanır ve bu suretle de neferin tabiat ve hissiyatı üzerinde icray-ı tesire imkan bulur. ' ' Nefer ne kadar gabi v e gayri müstait olursa olsun madem­ ki insandır, ak! u şuurunda ihtilal olmadıkça buna bir şey bellet­ mek, bunda bir fikir peyda ettirmek için sarf olunacak say-i mü­ temadi behemehal bir netice verir. Bunların envaını gördüm. Ve . temas ve iştigal ettim. Tecrübe-i katiyeye müstenit olarak derim ki, ifham-ı meram adem-i imkanından bahsetmek sayın sadeli­ ğinden, gayrı mütemadi olmasından, yorulmayı göze almamak­ tan başka bir şey değildir. Nefer zabitinden ne kadar çok söz ve nasihat işitir ve ders alırsa o kadar zabitini tanır. Ve tanıdıkça da irtibat-ı kalbisi ar­ tar. Mukabeleten zabit de keza neferin kudret-i fikriye ve kabi­ liyet-i sairesini öğrenmiş olur. Ledeliktiza onu ona göre istihdam ve tavzif eder. Efradı tanımak evel beevvel bölüklerin kumandanlarıyla mülazımların vazifeleridir. Yüzbaşı ve mülazımlar kendi nefer­ leri üzerine titremelidir. Çoktanberi ailesinden mektup alamamak yahut efradından birinin ziyaiyle müteellim bulunmak veyahut herhangi bir suret­ le bir sıkıntıya -duçar olmak gibi neferlerin haliit-ı muhtemelesi zabit nazarından kaçmamalıdır. Derhal esbabı sorulup izahat ta­ lep olunmak ve merhemsaz olmaya çalışmak lazımdır. Nefer çoktanberi memlekete gitmemişse böyle bir hiil zuhurunda ken­ disi müracaat etmeden üç beş gün terhis edilir. Gözü kanlanmış, benzi sararmış, dili paslanmış neferler der­ hal isticvab-ı pederaneye çekilmeli, esbabı aranmalı. Zabit, ne­ ferleri her sabah bu suretle bir kerre muayeneye mecburdur. Has49 � ·


talığını saklayan veya takdir edemeyen neferler bulunur. Bunlar derhal hastaneye gönderilir. Bu gibi haller diğerlerine vesile-i nush u pendolur. Hastanelere gönderilen neferler orada unutul­ maz. Her hafta bir onbaşı veya çavuş ve bir iki nefer hastanede­ ki neferlerin yüzbaşı namına hatırını sorar ve yüzbaşının selamı­ nı bunlara götürür. Arasıra hastanede müddet-i ikameti uzayan neferler zuhurunda zabitandan biri veya bizzat yüzbaşı da gider ve gitmelidir. Bu esnada bir iki portakalcık veya bir paket tütün­ cük de götürülürse neferlerin dağlar kadar gönlü olur. Zabite olan rabıtası kesb-i saliibet eder. Zabit neferin yemeğine yatağına, ar­ kadaşlarıyla geçinmesine çokca parası geliyorsa ne yolda sarfet­ mekte olduğuna ve dışarda kimlerle münasebette bulunduğuna memleketteki sanat ve medar"! maişetine, efradı ailesine, çama­ şırına, nezafet ve taharetine, saçına, tırnağına, hüliisa her şeyine, her türlü haline bakacak, icabedenler hakkında nesayih ve irşa­ dat ve tashihatta bulunacaktır. Zabitin nefere karşı muamelatı da merkumda izzeti-nefs-i insani ve hiss-i şeref-i zati uyandıracak surette olmalıdır. Bu usu­ lün en ince noktalarına riayet olunmak şartiyle devam ve devam­ da ısrar edilecek olursa en kaba hisli olanlar üzerinde bile icray­ ı fiil ve tesir olunur. Tahkir ve tezlilden külliyen içtinabolunma­ lıdır. Tekdir de seyrek olmalıdır ki, tesirini kaybetmesin. Nefe­ ratı hor ve hakir görmemelidir. Evvela bu bir insandır. Saniyen bu millete olan kan vergisini vermek için taht-ı terbiye ve talimi­ mize tevdi olunmuş bir vatandaş ve bir hemşehridir. Onun da iz. zetinefsi büyüktür. Belki bunlar içinde iitiyen bir doktor, bir mü­ hendis, bir muallim, bir vali, büyük bir tacir ve belki bir nazır ola­ caklar vardır. Hüküm ve nüfuz-u amiranenin efrat üzerinde suret-i tahsi­ lini mü'şir berveçh-i ati diğer bir Seferiye maddesini bilmütalaa bu faslı da bitirmiş olalım: ' ' Seferiye, Madde - 5 Zabitan tavruhareketinin asker üze­ rinde pek büyük bir tesir ve ehemmiyeti vardır. Çünki, saf ileri-

50


sinde bulunan zabitin soğukkanlılığı ve metaneti efrada tesir ede­ ceğinden onlar da bu isre tebaiyet eder. Yalnız emir vermek, hat­ ta doğru emir vermek bile kafi olmayıp emrin tarz-ı itasının ve iltizam olunan azm-i şedidin madun üzerinde nüfuz-u azimi var­ dır. Zabitin tavruhareketi ve irae edeceği hüsn-ü misal muhatara ve ihtiyaç zamanında zapturapt-ı askerinin en mühim istinatga­ hı olan emniyet ve itimadı tahkim ve takviye ederek askeri efal­ i besaletkarane icrasına sevkeder." Malı1m olduğu üzere gevşek verilen kumandaların medh1lü hareketler de gevşek yapılır. Sert ve keskin kumandalar da kes­ kin ve seri ' hareketler icra ettirir. Emirler de böyledir. Emir veren zabitin ağzından çıkan lakırdılar kendisinin o işin mutlaka yapılması azm-i katisinde olduğu tesirini emri alana if­ ham ve ilka etmelidir. Yavaş ve kesik ifadelerle ve afaki konu­ şulur gibi verilen emirler madun üzerinde yapılsa da olur yapıl­ masa da olur gibi bir mana hasıl edebilir. Ve madunda nazar-i dikkat uyandırmaz. Yalnız bu da kafi değil; emrin tarz-ı istasında da ciddiyet-i askeriye bulunmalı. Emir veren zabit emrini gergin bir vücut ve doğru bir kafa ile pürüzsüz bir vaziyet dahilinde vermelidir. Her halde eller cepte veya bacak bacak üstüne kahve içerken veya elindeki bir şey ile oynayarak veya açık baş veya açık elbise ile ve emri alan bir kıta ise kıtanın bumuna sokularak yalnız birkaç nefer işitecek kadar baştan savma kabilinden verilen emirler ek­ seriya verilmiş olmaktan fazla bir netice hasıl etmezler. Emir ve­ ren zabit bir kerre tavır ve vaz-ı amiranesiyle emri vermezden ev­ vel kıtanın veya madunun nazaridikkatini celbetmeli, cümlesi­ nin gözlerini kendi gözüne çekmeli, onları emir almaya amade bir hal-i dikkate getirmeli; ondan sonra söze başlamalıdır. Nitekim kumandalarda da bu husus her zaman nazarı dik­ kate alınmalıdır. Bazı neferler bumunu veya terini siler. Veya teç­ hizatının birini düzeltirken verilecek kumanda icra edilemez. Çünkü kıta henüz o kumandayı icraya hazır değil ve nazarı dik-

51


kati celbolunmamıştır. Zabit kıtasına avucu içinde imiş gibi sa­ hip ve hakim olmalı. Şedaid-i hava ve mahalik-i harb anlarında ise zabitin et�ar ve evza-ı ciddiyesi metanet ve soğukkanlılıkla da imtizaç edecektir. Bu sırada zabit daha faal ve daha ciddi ve daha sert olacaktır ki, bu ahval-i fevkaladenin madunlar üzerin­ de hasıl edeceği tesir-i muzır zail olsun ve kıta elden çıkmasın. Şu suretle zabit bu maddenin kendisinden istediği hüsnümisal ol­ mak zabit için pek lüzumlu ve celb-i emniyet ve itimat için pek müessirdir. Buna dair Piyade Talimnamesinin 266'ıncı ( . . .zabit askerlerinin sürur ve keder ve bilcümle mahrumiyetlerine iştirak eden bir rehber-i sadıkı olmalıdır. As­ kerin emniyet-i tammesi bu surette kazanılır. işbu vezaif-i iiliye-i harbiye için zabit daha vakt-ı hazarda terbiye-i nefsiye ile kendini takviye ve izhar etmelidir). maddesi büyük bir dikkatle okunmaya c.idden layıktır. Me­ sela efradın sırf ekmekten ibaret olan g ıdası geç kalmış veya gel­ memiş olabilir. Biz o sırada onların karınlarını doyurmak teşeb­ büsatından evvel yine onlara taşıttırdığ_ımız katıklı ekmeğimizi gözleri önünde yemeye koyulur veya yine onlara etraftan bulmak üzere yemek ısmarlamaya kalkışırsak, keza yorgun yorgun bir köye veya ordugaha varıldığı zaman evvela kendimizin esbab-ı istirahatimiz tafsilatını ihzara başlar­ sak, keza şiddetli bir yağmura tutulunduğu vakit onları açıkta bı­ rakıp da kendimizi civardaki bir ilticagaha atar veya bir melce aramaya şitab edersek, keza soğuktan müteessiren kaputumuzun yakasını kaldırarak ve kulak ve burnumuzu sararak ve ellerimi­ zi cebimize sokarak onların karşısında büzüşecek ve adem-i ta­ hammül gösterecek olursak ve hazar ve seferde kesirüttesadüf ah­ val-i mümasilede şahsımızı onlara tercih ve takdim edersek emin olmayız ki, neferlerimizin kalplerini kazanamayız. Kendimizi kendilerine sevdirmiş olamayız. Gizliderı onları bir dinleyecek olursak hakkımızda neler söylemekte olduklarını işitiriz. Aramız-

52


daki rabıta suri Ve seriülindiras olmaktan kurtulamaz. Kalp ka­ zanmak, kalbe nüfuz etmek kolay değildir. Talimnamelerde iki üç satırla emir ve ifade olunan bu hususat-ı maneviyenin tarz-ı icra ve tahsiline çok himmet ve ehemmiyet lazımdır. Başka su­ retle bir insan kütlesi sevk ve idare olunamaz. Müşkil ve tehlike­ li vazifelere sokulamaz, çabucak elden çıkar biz de yapacağımı­ zı ne kadar iyi bilsek yaptıracak kimse bulamayız.

53



FASIL 3

Fikr-i Taarruz Harp demek taarruz demektir. Harbin bir fen ve sanat ola­ rak tanınması yalnız taarruz icrasıyla olmuştur. Harpten semere ve netice almakda ancak mutaarrızane hareketle kaabildir. Taar­ ruz eden veya hiç olmazsa bu fikri muhafaza ederek fırsat zuhu­ runda icrasına girişen, daima kazanır. M üdafaa menfidir. Bunun en büyük faydası olsa olsa kaybetmemek olur. Fakat bu da mu­ vakkattir. Harpten maksat ise düşmanı mahv u muzmahil etmek­ tir ki bu da yalnız taarruzla olur. Taarruz düşmanı kendine ram eder, serbesti-ı harekatı da­ ima elinde bulundurur, muhariblerin kuvve-i maneviyelerini ve şevk u gayretlerini yüksek tutar, en nihayet düşmanı ezmek ve­ ya mecbur-i eman etmek muvaffakıyetirii bularak harbi hal ve in­ taç eder. Müdafaa düşmanın irade ve arzusuna boyun eğmeye mec­ bur; akamete mahkum ve serbesti-i hareketten mahrumdur, as­ kere daima korku ve ümitsizlik getirir. En büyük karı ne kar et­ mektir ne zarar. Fakat ekseriya da düşmanın temin-i galebesine hadim olur. Taarruz muharipliktir, kaabileyet-i harbiyeye malikiyettir, asıl askerl iktir. Müdafaa hareketsizliktir. Aczu betaettir, manevra kudreti­ nin fıkdanıdır. Taarruz eden müdafaayı zaten temin etmiştir. Fakat müda­ fi mütaarrızın biaman darbesinden yakayı güç kurtarır ve ekse­ riya yalnız bununla kalır. Ama mütaamz muvaffak olmasa bile zararı yalnız budur. Ordu, taarruz ordusu olmalıdır. Müdafaayı eşkiil-i harbiyesinden çıkararak yalnız bir usul-u harı,, taarruz ta­ nımalıdır. Taarruz ordusunun bazan ihtiyar-ı müdataaya mecbu­ riyeti müstesna ve mahdut zamanlara münhasır ve taarruzunu mü­ essir surette icra imkanını tahsil emeline mebni olmalıdır. Ordunun her nevi mesai ve i stihzaratı, gaye ve hedef-i icra-

55


atı taarruza matuf bulunmalıdır. Böyle ordular nadiren taarruza mecbur olacakları gibi taarruzdan da masun kalarak sulh-u mü­ sellah vücuda getirirler. (Hazırol cenge eğer ister isen sulh u sa­ lah) sözünün tatbik-ı fıilisi böyle olur. Fikr-i taarruzdan binasip ve hazırlıklarını buna göre tanzim etmemiş olan ordular taarruz edemiyecekleri için düşmanların hırs-ı taarruzlarını celbederek mensup oldukları memleketi tehlikeye ilka ederler. Altı yüz bu kadar senelik tarih-i hayatımızın devre-i terakki ve ikbali fıkr-i kadim-i taarruzumuzun zade-i taalisi ve ilay-ı kelimetullahın bir­ çok yerlerde boşlukta kuru bir akis bırakarak sönmesi de bu fi­ kirden tecerrüdümüzün netice-i seyyiesidir. Yaşamak için bu fi­ kir ruhumuzun, mevcudiyet-i mütefekkiremizin, mesaimizin en birinci vasfı, en mübrem bir gıdası, en mühim bir istinatgahı ol­ malıdır. Semerat-ı harbi iktitaf etmekle bahtiyar olan harekatı ta­ arruziyenin icrası bittabi zordur. Esaslı ve ciddi bir vukufa, de­ vamlı,muntazam bir mesaiye muhtaçtır. Ordumuzun son Balkan harbindeki harekatına bir bakacak olursak yalnız lşkodra ve Yanya kaleleriyle Çatalca ordumuzun ve Edirne müdafılerimizin bizi müteselli edecek hareketleri gö­ rülür. Halbuki muharebenin buradalarda müdafaay-ı mutlaka su­ retinde cereyan ettiği ve ancak manevra ve hareket kudret ve ka­ abiliyetiyle kazanılabilecek olan Kırk kilise ( Kırklareli) Lülebur­ gaz, Komanova .. . meydan muharebeleri gibi açık sahrada hare­ ket eden ordumuz kısmıküllilerinin hiçbir iş göremedikleri ma­ lumdur. Geçen Rus harbinde de yalnız Plevne'deki müdafaa or­ dumuz harekiit-ı meşhure-i tedafüiyesiyle yüzümüzü güldürmüş, öbür tarafta asıl ordu maksat ve hedefini bilemiyerek pusulasız gemi gibi bihareket ve atıl kalmıştı. İşte bilhassa bu son harblerdeki misaller ordumuzun eski şevket ve satvet-i taarruziyesini istirdat edebilmek için nasıl bir hatt-ı harekete, ne şekilde bir say u gayret takıbi lazımgeldiğini kolayca tayin ettirir. Bu bapta Talimnamelerin şu maddeleri da­ ima bize rehber olmalıdır: Piyade Talimnamesi - Madde - 265 - " Piyade sınıfı zatın-

56


da mündemiç olan meyl-i taarruzu daima perverde eylemelidir. Her ne pahaya olursa olsun düşmanın üzerine atılmak fikri bü­ tün efal ve muameliitına hakim olmalıdır. Bu husus fezail-i ulvi­ ye-i maneviyeye vabeste olduğundan kuvay-ı maneviyenin tesis ve tezyidi terbiye-i hazariyenin vezaif-i asliyesinden biridir. Talim ve terbiyesi mükemmel olan ve nefselemre muvafık olarak sevk ve idare edilen azm-i metin sahibi piyade askeri ah­ val-i müşkilede bile ve hatta adeden faık bir düşmana karşı, ih­ raz-ı muvaffakıyet edeceğine emin olmalıdır. S üvari Talimnamesi - Madde 1 2 - " Süvari vazifesini da­ ima taarruzi olarak icraya gayret ve yalnız esliha-i carihasiyle bir iş göremiyeceği zamanda Filinta'ya müracaat eylemelidir. Hiç­ bir bölük duçar-ı taarruz oluncaya kadar beklemeyip bilakis ilk önce kendisi düşmana hİ:İcum etmelidir. " 1 870 Alman - Fransız seferinde Fransızlar ordularını sefer­ ber etmeden, mevcud-u hazariyeriyle hududa koşmuş ve Al­ man 'lar böyle akıbeti meçhul, aculane bir hareket ihtiyar etme­ yip hududun çok gerisinde seferber olmuş olduklarından ilk ey­ yamda Fransız kuvay-ı külliyesi karşısına çıkan küçük Alman hu­ dut müfrezelerinin düşmanlarına karşı aldıkları vaziyetle gör­ dükleri büyük işlerin burada misal olarak zikri münasiptir: Fransanın ikinci Frossar kolordusunun karşısında ve hudu­ du teşkil eden Sar nehri üzerinde vakı' "Zarbrokken " kasaba­ sında bir tabur piyade ve üç süvari bölüğünden ibaret Almanla­ rın bir hudut müfrezesi bulunuyordu. Düşman kuvay-ı külliyesi karşısında yalnız kalan bu küçük kuvvetin harbin ilk günlerinde elim bir felakete giriftar olarak bütün ortaya suitesir icra edebi­ lecek kötü bir halin zuhuruna mani olmak üzere bu kuvvetin yal­ nız süvari yerinde bırakılarak 7 kilometre kadar geriye çekilme­ si Berlin 'den err.rol unmuştu. Halbuki bu sırada Sekizinci Kolor­ dudan üç tabur piyade ile üç süvari bölüğü ve iki bataryanın "Zarbrokken"e 6:7 kilometre takarrubetmeleri üzerine mezkur küçük müfreze kumı,mdanı o zaman kadar olduğu gibi müfreze-

57


sinin eski yerinde ibka edilmesini i stirham etti. lstirham-ı vakı' madun kumandanların bidaat-i zatiyelerini terviç fikriyle kabul olunarak müfreze yine Zarbrokken'de kaldı. Fransızlar 2 Ağus­ tos 1 870 günü bu müfreze üzerine ikinci Frosser kolordularını sağdan, soldan daha birtakım müfrezelerle bittakviye azim bir kuvvetle yürüdüler. Alman müfrezesi bunların karşısına çıkmak­ tan çekinmedi. Muharebe başladı. Ve bir saatten ziyade imtidat etti. Küçük Alman müfrezesi Almanların kinaye tarikiyle "düş­ man-ı mefruza karşı tatbikat" dedikleri bu muharebeden muvaf­ fakıyetle sıyrıldı. Ve muharebenin neticesi tarafeynden seksener kişilik zayiattan ibaret oldu. Zaten Talimname balada muharrer 265 inci maddede her ne bahaya olursa olsun düşmanın üzerine atılmak fikrinin bütün efal ve muamelata hakimiyetini emrediyor. Bunun tahsili fezail-i ul­ viye- maneviyeye vabeste olup fazail-i mezkı1renin tesis ve tez­ yidi de terbiye-i hazariyenin vezaif-i asliyesinden olduğu mestur olduğuna göre şimdiye kadar takibede geldiğimiz mesai prog­ ramlarımızın ne kadar yanlış ve maksaddan uzak bulunduğunu ve bunları hangi noktainazardan ve nasıl tertip ve icra etmekliğirpiz lazımgeldiğini artık anlamak ve ona göre dakika fevt olunmaya­ rak tevfik-ı hareket etmek elzemdir. Bu münasebetle yine birinci fasıl münderecatına rucu' etmemek kaabil değildir. Her ne baha­ ya olursa olsun düşman üzerine atılmak, ahval-i müşkilede bile adeden faık düşmana karşı yürümek, duçar-ı taarruz oluncaya kadar bekleyip düşmana hücumda tekaddüm etmek ..................... Bunların evel!>e evvel asker ruh�nun vasi ' mıkyasta bir hiss-i fe­ dakari ve cüretle tenmiye ve terbiye edilmiş olması lüzumunu is­ tilzam ettikleri gayri kaabil-i inkardır. Buriiın için de askerin mu­ allim ve kumandanları olan zabitanın bu meziyyat-ı iiliyeyi ken­ dilerine haslet ve şiar edinmiş ve efradına edindirmiş olmaları mu­ himmesi tekrar zikr u beyana değer bir h_akikattir. Bilelim ve askerimize bildirelim ki, elimizdeki silah kendi­ mizi düşmandan muhafaza için değil, belki düşmanı bizden ta.

58


haffuza mecbur etmek içindir. Yalnız kendimizi muhafaza kay­ diyle. çalışırsak buna nail olmak belki mümkün olur. Fakat asker­ den istenilen vazife ve ordunun vücudundan intizar olunan ga­ ye, askerin kendisini siyanet etmesi olmayıp umum vatan ve mil­

letin muhafaza-i mevcudiyetidir.

Ordu düşman şerrinin men ve tahdidi için değil, bilakis düş­ mana iras-ı şer ve hasar etmek için harb edecektir. Bunun için de düşmanın harekatına meydan ve ona aman vermemek, ona daima taarruz etmek suretiyle hem def-i sail ve hem de o bir daha savlet edemiyecek bir hale getirilmiş olur. Gaye-i asliye ikincisidir. Kudret ve kaabileyet-i taarruziyemizi tahsil ve tezyidettiği­ miz sırada Talimnamenin iitıdeki maddelerini okumak faydalı­ dır:

Piyade Talimnamesi - Madde 326 - " . . . Talim ve terbiyesi mükemmel piyade askerinden hatta sütresiz arazide bile ateşe an­ cak vasati mesafatte başlamak intizar olunur." Piyade Talimnamesi - Madde - 327 - " Mütemadiyen ileri­ lemek meyil ve hevesi ve bu hususta mücavir kıtaata takaddüm etmek gayreti, taarruz kıtaatınm kiiffe-i aksamında meknuz ol­ malıdır. . . Piyade Talimnamesi - Madde 345 - "Avcı hattı netice-i ka­ tiyenin reside-i kemal olduğunu hissederse hücuma kalkmaktan ih­ tiraz etmemeli ve bu kararını işaret ile geriye tebliğ eylemelidir. Gerideki kıtaat ise derhal harekete ibtidar ile telefata ehem­ miyet vermiyerek en kısa yoldan yetişmelidirler. ' ' Piyade Talimnamesi - M adde 3 47 ' ' . . .Ateş hattının henüz geride kalan aksamı sürat-i mümkine ile en yakın mesafeye ka­ dar düşmana takarrubetmeye çalışırlar ve geride bulunan takvi­ ye kıtaatının kaffesi ileriye şitaban olurlar. ' ' Piyade Talimnamesi - Madde - 348 - ' ' Avcı hattı hücuma kalkacağı vakit borazan ve trampetler mutemadiyen hücum bo­ rusu çalmaya başlayarak bilcümle aksam kemal-i azın ile düş­ man üzerine atılırlar. Düşman mevziine girmezden evvel istinat"

-

59


!arın yetişmesine meydan bırakmıyacak veçhile avcıların sürat ve şiddetle hareket eylemeleri şeref ve namus muktaziyatından­ dır. Düşman önü yakınında süngü davranılarak Allah Allah sa­ dayı nusret - intimalariyle düşman mevziine girilir. " M üdafaada bulunanlar kendilerine taarruz edenlere karşı daha uzak mesafelerden ateş edeceklerdir. Zira müdafaanın mak­ sadı mütaarrızı mümkün olduğu kadar uzakta tutmak, kendine yaklaştırmamak onu yormak ve ona vakit kaybettirmek, bu su­ retle vakit kazanmak, düşmanın taarruzunu akim bırakmaktır. Ta­ arruz edenler tesiri pek az olan bu uzak mesafe ateşlerine ehem­ miyet vererek müdafiinin arzusuna tebean dururlar. Ve muhare­ beye başlarlarsa balada muharrer 326 ncı maddeye muhalif ha­ reket etmiş olurlar. Zira hemen boş yere cephane sarfedileceği gibi vakit kaybedilir. Ve asker yorgun düşürülür. Onun için an­ cak vasati mesafattan ateşe başlamayı Talimname talim ve ter­ biyesi mükemmel olan piyade askerlerinden intizar ediyor. Fa­ kat talim ve terbiyesi mükemmel olan bu piyade askerinin ruhu eğer Madde - 327 mucibince mütemadiyen ilerlemek meyil ve hevesile ve mücavir kıtaata tekaddüm etmek gayreti ile perver­ de edilmiyecek olursa ve Madde - 348 veçhile avcıların düşman mevziine girmezden evvel istinatların kendilerine yetişmelerine meydan vermiyecek surette seri ve şedit hareket etmelerinin şe­ ref ve namus muktazası olduğu terbiye-i aliyesiyle piyade aske­ ri terbiye edilmiş olmazsa acaba vasati mesafata kadar ateşsiz ola­ rak taarruz edilebilir mi? Madde - 345 mucibince gerideki kıtaat derhal hareke�e ip­ tidar ile telefata ehemmiyet vermiyerek en kısa yoldan yetişebi­ lir mi? Ve keza aynı maddede muharrer olduğu gibi avcı hattı ne­ tice-i katiyenin reside-i hadd-i kemal olduğunu hissedince hücu­ ma kalkmaktan ihtiraz etmiyebilir mi? Elbette hayır! O halde bu askerin talim ve terbiyesi mükem­ mel değilmiş ve harbin şah harekatından olan taarruz fiilini bu

60


maddelerin talep ve arzu ettiği veçhile icra etmek için yine bu mad­ delerde tavsiye olunan nokta-i kemal-i terbiyeye yetişebilecek su­ rette terbiye ve talim edilmeye mecbur imiş. Şimdiye kadar talim ve terbiyeye sarfettiğimiz mesai ve himematın verdiği netayiç son muharebelerde zahir olmuştur. Bunu tafsile lüzum görmem. Yal­ nız bu mesai-i maziyenin istihsal-i maksattan ıie kadar uzak, bir isabetsizlik dahilinde cereyan etmiş olduğunu söylemekle iktifa edeceğim.· itiraf etmeliyiz ki, bu mesai askerimize mihaniki bazı harekatın talim ve tekrar ettirilmesinden ibaret kalmıştır. Böyle mesainin neticesi de bittabi böyle olur. Halbuki Madde - 322 ve Jd5 ve 348 müeddalanna muti ' bir asker yetiştirtebilmek için as. kerin evvela ruhiyatının terbiye ve takviyesinden işe başlamak, yani terbiyeyi talime takdim ve tercih etmekle olacağı bu madde­ lerin mütalaalarından suhuletle müsteban olmaktadır. Bu faslı bitirirken bunu da söyleyelim ki, her muharebe bi­ dayetten itibaren mutlaka taarruzla icra edilmek, mevziin kuvvet menaatinden istifade edilmek maksadiyle veya kuvay-ı Iazirrıe­ nin henüz tecemmu' etmemiş"bulunması mecburiyetiyle dercenk­ i evvel tedafüi davranılabilir. Fakat bunda da neticenin yine taar­ ruzla tetviç olunması, fikir ve nazardan dur tutulmamalıdır. Gaye ve hedef-i asli taarruz olmalıdır. Yani bu muvakkat müdafaa mutlak olmayıp bieyyihal müteaddi şeklinde bulunma­ lıdır. Çünki, düşmana darbe indinnek ona taarruzdan başka va­ sıta ile olamaz. Bu ise askerin mütehattim-i zimmeti, harbın şi­ ar-ı aslisidir. Bazan böyle müsait mevzilerin hakimiyet-i kuvve­ tini kendi kuvvetine zam ve ilave ederek yerinde-duran müdafi­ in mevazi-i metine de düşmanın kesr-i kuvasına hadim muhare­ beden sonra tezyid�i faikiyet ve kuvvetçe düşmanın dununda ise temin-i faikıyet etmekle istihsal eyliyeceği taarruz kaabiliyet ve fırsatından derakap istifadeye şitap etmelidir. Bu da harbi yine taarruz! icra etmek demek olur. Hülasa fikr-i taarruz hiçbir zaman zabitin ve kumandanın harita-i icraat ve tasavvuratı haricinde kalmamalıdır.

61



FASIL 4

Kendiliğinden iş görmek (bidat-i zatiye) ve mesuliyeti de­ ruhte etmek Bir zabitin en büyük meziyeti, meziyet-i ilmiye ve icraiye­ si, kendi kendine iş görmeye heveskar ve aşık olmasıdır. Bida­ at-i zatiye ve selahiyet-i hareket (inisiyativ) denilen bu hassa za­ bit ve kumandanın nokta-i temeyyüz ve teferrüdde en büyük ala­ met-i fankası ve mabihiliftiharıdır. Ordunun selamet ve saadeti M ancak heyet-i kumandası 'nın bu haslet-i al iyeye mebzulen sa­ hip olmasıyla mümkündür. Ordu, vazifesini ifa emrinde mutla­ ka emir beklemiyen ümera ve zabitan ve erkana kemal-i şiddet­ le muhtaç ve müftekirdir. Derecat-ı muhtelifede. kumanda erka­ nı istihsal-ı maksat hususunda ne kadar kendiliklerinden işe gi­ rişmek, kendi karar ve düşünceleriyle iş yapmak iktidar ve me­ lekesine malik bulunursa ordunun cevvaliyet ve faaliyeti o kadar müteali olur. Ordunun temin-i zafer ve galebesi için en küçükten en bü­ yüğe kadar bütün kumandanların teşebbüs-i şahsiyeleriyle hal-i icraata geçmeye alışmış bulunmaları şart-ı evvel ve azamdır. Bu­ nun için heyet-i kumandanın maksad-ı müşterekin teminini aynı nokta-ı nazardan tetkik ve muhakeme ve teferrüs edebilecek bir şekl-i muayyende muktedir ve müteallim bulunmalarının da dahl­ i küllisi varsa da karar-ı zati ile müteharrik bulunmak, mesuliyet denilen endişe-i akıbetten tamamen vareste kalmak başlı başına mevcut ve müstakil olmakla serfızardır. Ve böyle bilinmek gerek olan bu şime-i askerane hususi surette tahsil ve taalh1m olunacak derecede ehemmiyet ve azamet-i mahsusaya maliktir. İcraatında cüret ve serbestiye malik olmayan bir kumandan, bir zabit, sanatında ne kadar vakıf ve malumatlı bulunsa bu ser­ mayesinden istifade edecek ve ordusuna nafi' olacak hemen· bü­ tün fırsatları kaçırır, haib u hasir kalır.

63


Bidaat-i zatiye bütün sermaye-i ilm-ü irfana, bütün tecarib­ i sanata galip ve hakimdir. 1 870 senesinde Fransız ordusunun esaret-iilud bir mağlubi­ yet-i müthişeye giriftar ve Paris Payitahtını istila ile Fransız kav­ mini mahkum ve berbadeyleyen parlak Alman galibiyeti Alman talim ve terbiye-i askeriyesinin kemaliit-ı ilim ve fenninden zi­ yade bu meyanda en yuksek ve mütemayz bir mevkı-i şeref ah­ zeden istiklal ve serbesti-i harekata muhakkak surette istinad et­ miştir. Alman madun kumandanları düşmanı mağlup etmek hedef­ i müşterek inde Başkumandanlarına o kadar vasi' mıkyasta el ve fikir birliği göstermişlerdi ki, bir çok yerlerde mafevklerin emir­ lerini almadan hal ve vaziyetin icabettirdiği teşebbüsü kendile­ rinden alarak hareketle amirlerine yardım etmişler ve çok kerre. ler bunların hatalarını bile setrederek kendileri için gayr-i müsa­ it şerait-i saireyi havi muharebatta ordularının ihraz-ı galebe ve zafer etmelerine müessir-i hakiki olmuşlardır. Filhakika vasi bir mıntaka-i arazi üzerinde hareket eden or­ du aksamına bu kısımların içinde bulundukları zemin ve vaziye­ te ve karşılarında bulunan düşmana göre Başkumandaniıklar ma­ . kamatından nefselemre mutabık emirler vermek ve orduların se­ lamet-i harekatını yalnız bu evamirin tatbikatından beklemek, dü­ şüHülecek olursa gayr-i kaabildir. Orduların ve usul-u harbin· bugünkü mevcut ve haline göre muzafferiyet bahtiyarlığına nailiyet yine bu sıfat-i iiliyeye, mak­ sad-ı umumi-i müşterek dahilinde müstakillen icray-ı harekete va­ beste bulunmaktadır. Binaenaleyh muhteli f Talimnamelerle Se­ feriye Kanunnamesinin bu mephase ait mevaddını Mülazım' dan Müşir'e kadar tekmil Kumandanların ehemmiyet-i fayikasiyle mütalaa ve tetebbu etmeleri ve mazmunlarına imtisalen hareket edebilmek iktidarının hazardan tahsil ve takriri mecburiyet-i ka­ tiyesini tanımaları sanatlarının en birinci mukt(!.zasıqır. Piyade Talimnamesi - Madde - 304 - " Mesuliyeti deruhte

64


etmekten çekinmemek, bir kumandanın muttasıf olması lazımgelen en ali bir meziyettir....... . Piyade Talimnamesi - Madde - 25 l - " Talimat ve terbiye­ nin heyet-i umumiyesinde gerek kumandanların ve gerek mün­ ferit avcıların kendiliklerinden iş görmeleri hususuna sarf-ı ma­ hasal-ı gayret olunmalıdır. . . . . . . Piyade Talimnamesi - Madde 2 - "Harb sıkı bir inzibatın vücudunu ve bütün kuvay-ı maddiye ve maneviyenin sarf ve is­ timalini müstelzimdir. Hususiyle muharebede tahsil-i zafer ve galibiyet bilcümle zabitan ve efrad-ı askeriyenin vatan ve miilet uğ­ runda şevk ile feday-ı can etmelerine ve en küçiığe kadar bilcüm­ le rütbe ashabının bizzat imal-i fikrile iktizay-ı hale göre kendi kendine tedabir ittihazına alışmış olmalarına ve neferatın dahi ih­ raz-ı zafer azm-i katisine malik ve mafevklerin mecruhiyet veya şahadetleri halinde bile bu azmi haleldar etmemek evsafını haiz bulunmalarına mütevakkıftır. '' Seferiye Kanunnamesi - Madde - 4 - " ... her bir zabit kaffe­ i ahvalde - hatta en harikulade hallerde bile - mesuliyetten çekin­ miyerek bütün istitaati maddiye ve maneviyesini sarf ve istimal etmekle muvazzaftır. . . . . . . " Süvari Talimnamesi - Madde 47 " Bidat-ı zatiye en büyük kumandanlık meziyeti olup kuva'nın toplu bulundurulması da en kat'i vasıta-i zaferdir." Süv.ari Talimnamesi - Madde 409 - ' ' Muharebeden evvel ve muharebenin vukuu esnasında bilcümle vesaite müracaatla düş­ manın ahvali hakkında malumat almaya ve düşmanın hareket ve tertibat-ı sairesinden daimi surette haberdar olmağa gayret edil­ melidir. Ahvale nazaran yaya keşif kolları izamı dahi nazar-ı ehemmiyetten dur tutulmamalıdır. Düşman hakkında istih:>al e­ dilen malumat-ı kafiye, verilecek kararı teshil edeceği gibi mak­ sada muvafık tedabir ahzında esas teşkil eder. "

-

"Düşman hakkındaki noksan malumat hiç bir vakitte bidat-ı zatiyeyi terke bais olmamahdır. " 65

·


Topçu Talimnamesi - Madde hassası hubb-u mesuliyettir.....

275 - " Kumandanlığı.İl en ati

' '

Sunuf-u muhtelife talimnamelerinin, muharebe kısımlarının, ve Seferiye Kanunnamesinin, berveçh-i balii mevadd-ı mühim­ mesini okurken bizim şimdiye kadar bunların ahkamına ne de­ rece riayet edip etmediğimizi bir düşünelim... Bir harbı hüsnü­ idare ve icra edebilmek için kavanin-i harbiyenin ehl-i kuman­ da'dan şiddetle ve kemal-i ehemmiyetle talebettiği bu hassa-i iiliyenin ordumuzda henüz tanınmamış ve binaenaleyh bununla muttasıf ve mütehalli hemen hiçbir Kumandan ve zabit yetişme­ miş olduğunu iddia edersem bu fikir ve kararımda insafsızlıkla ittiham edilmiyeceğimi zannederim. Memleketimizde altı sene evveline kadar hükümferma olan idare-i malfımenin bilhassa or­ dudaki selahiyet-i zatiye his ve kuvvetini ibtal ve imha etmiş, hiç kimsede mahsul-u karar-ı şahsi olarak istikliil-i hareket bırakma­ mış, en ufak ve ehemmiyetsizine varıncaya kadar her şeyi o za­ man politikasına göre elzem olan baladan istizan etmek usul-i sa­ kim ve akimini ikame ve tahkim eylemiş olmasının bunda mü­ essir-i mücbir gibi olduğunu kabul etmek lazımdır. Zaten ancak ilim ve iktidar ile imtizaç edebilen bidat-ı za­ tiye ve aşk-ı vazife ve mesuliyetin o zamanın cahil ve aciz ekse­ ri rical-i askeriyesince metruk ve mensi kalmış olacağı pek tabii

idi . Ve o zamanın mesuliyetleri de mavuzielehinin büsbütün gay­ risine masruf idi. Yazife-i hakikiye-i meslekiyesini ifa edemediğinden veya fena ifa ettiğinden dolayı duçar-ı mesuliyet olmuş hemen hiçbir kimse gösterilemez idi. Fakat şimdi vazife ve mesuliyetin hakkiyle yapılmaya ve tat­ tik olunmaya, say-u amelin germi ile devam etmeye ve her !"Üt­ be sahibine ait selahiyetin serbestçe icrasına başladığı devre-i fa­ aliyete dahil olmuş bulunduğumuzdan ordumuzun selameti aley­ hine en büyük bir ukde-i akamet ve mazarrat olan şu mahdudi­ yet-i selahiyetten sıyrılmak için hiçbir müşkil kalmamıştır.

66


Elverir ki, en büyük noksan ve mani'i terakkimizin bu ol­ duğunu keşif ve idrak edebilelim. Maziye ait itiyad-ı muzırradan olmak üzere kendi kendimi­ ze yapacağımız birçok işleri elan mafevkten istilam ve suret-i ha­ reket hakkında mafevkın emr-i tahriri sine arz-ı iftikar etmekte ol­ duğumuzu bilir ve itiraf edersek ve bunun da harbte ne büyük za­ rarlara ve adem-i muvaffakıyetlere sebep olduğunu ve olacağını düşünürsek artık bu beceriksizlik ve aciz mahkumiyetinden ten­ zih-i nefs'etmek zamanının çoktan gelmiş olduğuna kolayca hük­ mederiz. Her rütbe sahibine kendi hudud-u selahiyeti dahilinde serbesti-i icra bahşolunmuştur. Piyade Talimnamesi - Madde 454 - " ......... Fakat bölüğe varıncaya kadar her cüzütamın tayin _edilen va.life ve tahdit edilen daire dahilinde kalmak şartiyle selahiyeti büyüktür" Bir ordunun harbteki kaabileyet-i hareketi zaman-ı hazar­ daki tarz-ı icray-ı vezaifıne ve netayic-i mesai�ine göre tayin edi­ lir. Zaman-ı hazar, zaman-ı harbin aynasıdır. Onun için biz za­ man-ı hazarı harbin ateşsiz olarak devam suretinde tasvir etmiş­ tik. Binaenaleyh baladaki

454 üncü Maddenin mazmunu yalnız

hususat-ı harbiyeye ait gibi zannolunmamalıdır. Harbi yapacak olanlar, harb için hazarda çalışmış olanlardır. Harbten evvel na­ sıl çalışırsak ve ne gibi sermaye edinirsek harbde ortaya koyaca­ ğımız şeyler bunların mahsulatından başka bir şey değildir. Şu halde her vazifeyi, her muameleyi ahval-.i harbiyeye gö­ re harbde icrasına mecbur olacağımız şekle benzeterek yapma­ lıyız. Mesela harbde alelekser her husus hakkında ıriafevkten emir almak kaabil olmıyacaktır. Keza harbte alelekser emirler bida­ yette şifahi olarak verilecek veya gönderilecektir. Bunun için vakt-ı hazarda da her şeyi mafevkten sormıyalım. Ve herhattgi bir şeyin icrası için daima mafevkten emir vüruduna intizar et­ miyelim.

67


Birçok şeyler vardır ki, icraları kendi rütbelerimizin hudut ve selahiyetleri dahilindedir. Ve bunlar yapacağımız işlerin da­ ha çoğunu teşkil eder. Mafevkten istizan olunacak şeyler pek az. Ve bunların daha azaltılması bizim elimizdedir. Biz müstakillen harekete ne kadar meyyal ve bununla ne kadar müftehir olursak daire-i seliihiyetimizi o kadar tevsi edebiliriz. Her yapılacak işin evvel be evvel ve behemal kendi karar ve emrimizle yapılabilmesini temine çalışmalıyız. Ledel-muha­ keme mafevke müracaat mecburiyeti katiyen tezahür etmedikçe karar ve icray-ı zatimizden dönmemeliyiz. Bu suretle hem harb için gayet elzem bir hasleti kazan1.nış ve hem de işlerimizi çabuk görmüş, mafevkleri de beyhude ye­ re işgal etmemiş oluruz. B izde kökleşen bazı) zehaplardan biri de şifahi emirlere iti­ bar ve itimad etmemektir. Emir olması mutlaka yazılı bulunmas­ iyle meşrut değildir. Evamirir, harbte muharrer bulunması lüzu­ munu daha ziyade emirleri ifa edecek olanların anlamalarını ve harb ceridelerine kaydolunmak üzere mündericatının mazbut bu­ lunmasını temin içindir. Fakat bu, bizde başka suretle telakki olunmaktadır. Bunlardan ziyade evamirin muaddasının tatbikın­ dan tevellüdedebilecek mahzurdan tevakkı ve tahaffuz ve mah­ zur-u mezkfırun emri verene ait bulunduğunu maddeten ihticac edebilmek üzere elde bir senet bulunsun diye merak ediliyor. Halbuki bundan, yapılan emrin neticesi muzır zuhur ettiği tak­ dirde verdiği emri inkar veya tağyir edeceği endişesiyle mafevk hakkında adem-i itimat beslenmiş olduğu anlaşılır. Mafevklere karşı hu tarz-ı tefekkür katiyen caiz değildir. Yalnız alınan emr-i şifahinin doğru anlaşıldığı tahakkuk etmek üzere emirler behemehal alınır alınmaz amirin yüzüne karşı tek­ rar edilmelidir. Ordumuzda bu, emir tekrar etmek keyfiyeti yalnız yavaş ya­ vaş neferrattan talebolunmağa başlamıştır. Halbuki bunu mese­ la bir Ferik bile bir Birinci Ferik'e karşı ifa etmelidir. Ve bu, bir

68


itiyat şeklini almalıdır. Amir de her halde verdiği emrin tekrarı­ nı talebetmelidir.

Bundan, emri alanın emir anlamakta gabi ve kaabiliyetsiz olduğu fikrini çıkannak galat-ı tefekkürdür. Maksat selamet ve sıhhat-ı icrayı temin etmektir. Böyle olduğuna göre hiç kimse­ nin onuruna dokunmaz. Ve amirle memur ne kadar büyük rütbe­ li olursa olsun emri verenin yanlış verebilmesi veya alanın yan­ lış anlıyabilmesi her zaman gayrikabil olmadığından işte bu tek­ rar sayesinde emir ita ve telakkisi şüphe ve tereddütten azade kal­ mış olur. Emirlerin uzuncalan unutulmamak üzere muhtasaran kaydo­

lunabilir. Fakat hiçbir zaman amirin imza veya mühürü ile hitam bulmuş olması şartı mevcut değildir. Amirler de bu hususta ma­ dunlarına bahş ve telkin-i emniyet ve itimattan hali kalmamalıdır. Mesela emr-i şifahi ile yapılmış ve neticesi badi-i mesuli­ yet zuhur etmiş olan herhangi bir iş üzerine verdiği emirden a­ dem-i malumat beyanı veya bunu tağyire şHabı şöyle dursun o mesuliyetli netice filhakika emrin madun tarafından bizzat eser­ i tağyiri olarak zuhur etmiş olduğu halde bile amire yakışan o me­ suliyeti kendi üzerine alıp madununu tatmin ve teskin etmektir. Böylelikle madunlar mesuliyetli işlere girişmek hassa-i aliyesi­ ni iktisaba fırsat ve kuvvet bulmuş olurlar. Mafevklerinin mesuliyeti istihdaf etmekte ve hatta kendi mesuliyetlerini bile kısmen kendi üzerine almakta olduğunu gö­ ren madunlar da bu cüret-i memduhaya :mtisal ederler ve mafevk­ lerine daha büyük bir hiss-i hünnet ve itaatle merbut olurlar. Böyle mafevkler madunlarını zapt-u teshir etmiş olurı.ar. Zaten herhangi bir mesuliyet iktiham etmek madundan zi­ yade mafevk için kolay ve kaabildir. Mesuliyet denilen şey öyle bir haldir ki, kendisinden kaçın­ dıkça o insana yaklaşır. Ve insan onun üzerine yürüdükçe onu kendinden uzaklaşmış görür. Faraza mesut olmamak endişesiy­ le herhangi bir iş yapmaktan ihtiraz ve bu tereddütle düşüne dil69


şüne hiçbir iş yapamayıp kendini akamete terk ve fevt-i fırsat e­ den bir kimse yağmurdan kaçanın doluya tutulması gibi en bü­ yük bi rmesuliyet teslim-i nefs etmiş olur. Seferiye Kanunnamesi - Madde 38 " Elhasıl harbte azm-i kati ile hareket şart-ı akdemdir. En küçük neferden en büyük ku­ mandana kadar her bir asker tesamuh ve ihmalin tedbirde hasıl olacak sehv u hataya nazaran daha ziyade ağır mesuliyeti istil­ zam eyliyeceğini her zaman hatırında bulundunnalıdır." Süvari Talimnamesi - Madde 399 - "Başkumandanın me­ ram ve maksadına mutabık bir surette hareket edebilmek için sü­ vari kumandanına kendi askerinin istimali emrinde serbest-i ha­ reket bahşolunmalıdır. Süvari Kumandanı hiçbir vakit emir beklemeyip mesuliye­ ti deruhte etmeye m_uheyya olarak müdahale için fırsattan istifa­ de etmelidir. Meşkuk ahvalde ' 'en cüretkarane olan teşebbüs alelekser en iyi teşebbüstür." Kaide-i esasiyesini rehber-i hareket ittihaz et­ melidir. Hareketsiz bulunmak ve fırsat fevtetmek; tedabir ve ic­ raattaki hatadan daha fahiş bir hata olduğuna bilcümle kuman­ danların mutmain olmaları ve maiyetlerine dahi kesb-i kanaat et­ tirmeleri lazımdır. Piyade Talimnamesi - Madde 304 " . . . . . . İhmal ve müsamahanın intihab-ı vesaitte hataya kapılmaktan daha büyük töh­ met olacağını bütün kumandanların daima düşünmeleri ve bunu madun kumandanlarının da zihne yerleştirmeleri lazımdır. ' ' İ şte b u maddelerin mütalaasından katiyen müsteban olur ki, hiçbir şey yapmamaktansa hatalı bir iş yapmak daha karlı ve da­ ha makbuldur. Çünki, atıl ve bihareket durmak muhakkak suret­ te zarardır. Ve binaenaleyh mesuliyetlidir. Ve neticesi her ne ka­ dar malum değilse de herhangi bir icraya girişmenin muvaffakı­ yetle neticelenmesi ağleb-i ihtimaldir. Ve böyle faal davranıldık­ ça ihraz-ı meleke ve maharette daima ileri gidileceği cihetle ha­ taya düşmek ihtimali de gittikçe azalır. -

-

70


O halde her ne pahaya olursa olsun çok düşünmeyip mut­ lak surette ve seri' bir karar itasiyle icraya savaşmak labüddür 1 866 Prusya - Avusturya seferinde Haziranın 27 inci günü Avusturyalılara taarruz eden ikinci Prusya Fırkasına mensup ye­ dinci Alayın taarruzu adem-i muvaffakıyete duçar olarak bu Ala­ yın birinci ve ikinci taburları perişan bir surette geriye çekilmek­ te ve düşman avdet-i taarruziyeye kıyam etmiş iken bu hali gö­ ren ve ihtiyatta bulunan mezkur Alayın üçüncü tabur Kumanda­ nı hiçbir emir almadan ve emir almayı beklemeden taburunun üç bölüğünü birden derhal hatt-ı harba sevk ve ithal ile düşmanı dur­ durmuş ve geriye çekilen diğer taburların yeniden taarruza giriş­ melerini temin etmiş ve fırkanın sol cenahının hezimet-i kamile­ den istihlasına hadim olmuştu. Piyade Talimnamesi - Madde 350 " Hücumda muvaffaki­ yet hasıl olup düşman tardedilirse zaptolunan mevzie istimal olu­ nabilecek dereceden ziyade asker yığmak hatadır. Gerideki aksam, ahar suretle istimal edilmek için vaktiyle durdurulmalıdır. Bu bapta aksam-ı mezburenin kumandanları ekseriya müstakıllen icray-ı muameleye mecbur olurlar. " H ücumda muvaffakiyet husulünde gerideki aksam kuman­ danlarına Talimnamenin teklif ettiği istikla!-i hareket, muvaffa­ kıyet-i mezkürenin adem-i husulünde bittabi daha sıkı bir surette lazımdır ki, bu vazife-i mühimmesini ifa hususunda kifüyet-i mat­ lt1beyi haiz olan saliffüzzikir Alman Binbaşısı tam vaktinde işe girişmekle Fırkanın sol cenahını izmih!alden kurtarmış oluyor. Eğer bu binbaşı bu hareketi icra etmek için mutlaka mafev­ kinden bir emir vüruduna intizar etseydi veyahut kendisini ihti­ yatta bulunuyor diye muharebenin reviş-i umumisi h�kkında fi ­ k i r v e nazar alakasından vareste kalarak böyle bir hareketin ic­ rası zamanı gelmiş olduğunu takdir etmeseydi az zaman sonra kendi taburu da düşman karşısında geriye çekilen taburlara ilti­ hak etmek mecburiyetinde kalacaktı. Ve bu suretle kendisi de an­ cak emir ve işaretle müteharrik ve hudud-ı selahiyetini gayr-i fa­ rik, akim bir mevcudiyet olup kalırdı. -

71


Halbuki o, bir Başkumandan kadar muharebenin suret-i gü­ zeran-ı ahvalini tetkik ve takipten hali kalmamış ve kendisine aca­ ba ne vakit ve ne gibi bir fırsat zuhurunda işe karışmak zamanı

hulul edeceğini tayin için vücuden olduğu gibi fikren dahi suret­ i mütemadiyede hazır bil-meclis bulunduğunu işte bu hareketiy­ le isbat etmiştir. Balkan seferimizin ikinci harbinin bidayetinde ihtiyatta bu­ lunan bazı tabur kumandanlarımızın hal ve vazı '!arını bu binba­ şının hareketiyle mukayese edince aradaki farkın Almanların o zamanki muzafferiyetiyle bizim bu seferki mağlubiyetlerimiz kadar vaya bunlar arasındaki fark kadar azim olduğu güneş gibi zahir olur.

Bizim tabur kumandanları ihtiyatta bulunan taburların ba­ şında taburun Iiialettayin bir ferCli gibi ve hiçbir mecburiyet-i ta­ kıbiyye ve meşguliyet-i fikriyeleri yokmuşcasına akıbete ve ken­ dilerine vurudedecek emre muntazır ve mütevekkil bir halde bek­

l iyorlardı . Cephane götüren ve avdet "edenler vesaire mütemadi­ yen mürur ve ubur etmekte idi. Bunlardan harbin suret-i cereya­ nına dair malumat alınabildiği gibi bizzat dürbünle rasat veya mü­ nasip nikata gözcü zabitan memur edilmek suretiyle de muhare­ be hakkında dakika be dakika istihsal-i malumata mecbur idiler. Mumaileyh Alman Binbaşısı emir vürudunu bekleseydi zaten emir alacağı yoktu. Çünki, kendisine emir verecek olan Alay ve Li­ va Kumandanları az evvel ikisi de vurulmuşlardı. Vurulmasalardı da o sırada kim bilir nerede bulunacaklardı. Ağleb-i ihtimal saha-i c;dale mezkur taburdan daha yakın bulunmıyacaklardı. O halde bu taburun hareketi lüzumuna dair olan haberin ev­ vela geriye ve badehu buradan tekrar tabura emir u tebliği anına kadar ne kadar zaman geçeceği ve ne büyük fırsatın elden kaçı­ rılacağı düşünülmeledir. Piyade Talimnamesi - Madde 455 "Geriden emir vürut edinciye kadar ahval kolayca değişebilir. Tam ".aktinde icraatta bulunmak, ekseriya ancak kendiliğinden bir karar ittihazı ile -

72


mümkündür. Mamafih muharebe vazifelerini Başkumandanin fikrince ifa etmeleri icabedeceğini madun cüzütamları hatırdan çıkarmamalıdır. " Zamanımız harbleri mademki vasi' bir cephede ve dağınık bir tertip ve nizamında icra ediliyor, bu geniş mıntaka-i harbin her noktasına nüfuz-u nazar mafevklerce adimülimkiindır. Her­ kes kendi daire-i nazar ve icraatı dahilinde görmeye ve gördüğü­ ne göre müstakıllen pervazısca harekete mecburdur. Bu da el bir­ liği ve müşareket-i efal ve harekatı vücuda getirir. Muzafferiyet de böyle kazanılır, fırsatlar böyle fevtedilmemiş olur. Bu istiklaliyet icraatında yanlış hareketler zuhur edebilir. Fa­ kat bundan mütevellit zararın hiç hareket göstermemek yanında hiç olduğunu ve bundan terettüp edecek mesuliyetin atıl ve bi­ hareket kalmaya nisbetle pek hafif olduğunu yukarıya yazdığı­ mız maddeler vazıhan isbat ediyor.

Bir kumandan, bir zabit, emirsiz ve müstakil hareket yüzün­ . den duçar-ı sual ve itap olmakla iftihar etmelidir. Müstakillen ha­ rekette hata edilmiş olabilir. Ve bunun da badi-i mesuliyet olma­ sı pek tabiidir. Madunları kendiliklerinden hareket edebilmeye alıştırmak için her yaptığını hoş görmek de bittabi caiz olamaz. Madun bu mesuliyet endişesiyle mukayyet bulunacak ki, yanlış hareketten tevakki mümkün olabilsin. Ve, zaten bu mesuliyet kaygısı mev­ cut olmazsa bu türlü hareketin bir şeref ve fazileti de kalmaz ki ! Madunların serbesti-i hareketlerinin· suret ve hudud-u icra­ sı atide izah edilebilecektir. Harb-ı hazır, değil zabitlerden ve kumandanlardan, hatta neferattan bile istikliil-i hareketi talebetmektedir. Bu bapta şim­ diye kadar zikredilen maddelerde işaretler mevcut olduğu gibi: Seferiye Kanunnamesi - Madde 25 - " Efradın kendilikle­ rinden düşünüp hareket etmeye alıştırılmaları dahi pek ziyade şa­ yan-ı ehemmiyettir. Kendi liğinden harekete kaabiliyet ve vazi­ feye sadakat sayesinde neferat, amirlerinin nazarı kendi üzerle·

73


rine munatıf olmadığı halde bile, vazifelerini hüsn-i ifa etmeye muvaffak olurlar." Muharibin meyanında neferden bu kadar tedbir-i zati mat­ lı1p olursa Mülazım'dan Müşir'e kadar olan zabitanın alamera­ tibihim düşünmeye ve bunun neticesi olarak verilecek karara gö­ re kendi kendine harekete ne kadar mecbur bulundukları nüma­ yan olur. Düşünülecek şey ise düşmanı ihraz-ı galebe edebilmek için nasıl hareket etmek lüzumunun tayininden başka bir şey de­ ğildir. Harekat-ı umumiyede madunların serbesti ve istikial-i ha­ reketleri zaruri olmakla beraber mafevklerin emirleri de büsbü­ tün gayri varit ve namevcut olamayacağından işbu serbesti ve is­ tiklalin mafevkin emri ve arzusu ile telif ve terfik edilmesi key­ fiyeti pek mühim bir meseledir. Elbette madunların kendiliklerinden hareket etmekteki ka­ rar-ı zatilerinin de bir hududu olacaktır. Bunu da tayin etmek la­ zımdır. Bunun için evveıa emirler hakkındaki mevaddı tetkik edelim: Seferiye Kanun - Madde 49 ' 'Emirlerin, madunun maksa­ da vasıl olmak için kendiliğinden hareket edebilmek üzere bil­ mesi lazımgelen mevaddin kaffesini şamil olması, fakat bundan başka bir şey ihtiva etmemesi kaide-i umumiyedir". Piyade Talimnamesi - Madde 275 - Büyük kumandanlar kendileri tarafından emredilmesi Iazımgelen husustan fazla şey­ leri emretmemelidir. Teferruata müdahaleden ihtiraz ile icraat için intihap ve ittihaz-ı tedabir hu hususunu madun kumandanlarına terketmelidir . . . . . . . . . . . . . . ' ' Aynı meseleye dahil olup yekdiğerini şerh ve tefsir eden şu iki maddeden anlaşılıyor ki, suret-i hareketi hakkında mafevkten emir almış olmak bile madunu serbesti-'İ harekatından, istediği gibi intihab-ı vesait-i icradan alıkoyamaz. Çünkü mafevk madu­ na kendisinin yapacağı bütün işlerin nasıl yapılacağını zikir ve tafsil etmeyecektir. lntihab-ı tarz-ı icra ve ihtiyar-ı istikamet-i hareket hususun-

74


da madunun rey-i zatisi mahfuz kalacaktır. Büyük kumandanla­ nn evamiri hakkında yazılmış olan şu maddeler daha küçük ku­ mandanlarınkiler hakkında da aynıdır. Yalnız mikyası küçülür. Mesela: Piyade Talimnamesi - Madde

456 - "Muharebede bilcüm­

le k ıtaatın aynı nizamlar kullanmalarına hiçbir kıymet ve ehem­

miyet verilmemelidir. Her kumandan mesuliyeti deruhte ederek münasip ve elverişli nizamı bizzat intihabetmelidir." demesi Bölük Kumandanının bile Tabur Kumandanından emir aldıktan sonra ahz-ı tertibat hususunda muktazay-ı hal ve vaziyete göre serbest bulunması demektir. Şimdi gerek mafevkinden emir alan ve gerek icab-ı hal ken­ diliğinden harekete kıyam eden madunların harekatının mafev­ kin arzu ve meramına tevafuk etmesi ve harekatı mezkurenin va­ ziyet-i umumiyeyi ihlal etmemesi keyfıyet�i mühimmesi kalıyor. Bunun için, içinde bulunulan hal ve vaziyet eve maksad-ı umumiye dair madun kumandanların malıimat-ı kafiyesi olmak icabeder ki, bunun lüzumu derecesi mafevk makamattan tebliğ ve ilam edilirse de bu bapta maduna rehberlik edecek asıl esas bu pek az olan mafevk malumatına istinaden vaziyet-i umumi­ yeyi istihraç ve istiknahta madunların kendi feraset ve kuvvet-i muhakeme ve mümeyyizleridir. Binaenaleyh emir alan veya al­ mayan her kıta kumandanı kendine terettübeden veya edebilecek olan vezaifı tayin ve tetkik için mütemadiyen muhakeme ve mü­ lahaza yürütmeye ve bunun için kendine muktazi malumat ce­ metmeye mecburdur ki, vakti hululinde evvelden düşündüğü ve ihtimal verdiği şekl-i icrayı aynen veya tadilen tatbika muvaffak olabilsin. işte şu muhakemat esnasında ve bunun netayici olarak giri­ şeceği icraat sırasında madunun en ziyade düşüneceği şey, ken­ di hareketinin harekat-ı umumiyeyi sektedar edecek bir neticeye müncer olmaması ve işbu hareketten fayda yerine mazarrat ha­ sıl olmamasıdır.

75


Bu noktadaki isabeti, madunu mesuliyetten kurtaracağı gi­ bi bilakis orduyu müstefit ve kendini de şerefyap etmiş olur. Bunun için şu maddeler de bize tayin-i hudut ve cihete me­ dar olmuş olurlar: Piyade Talimnamesi - Madde 276 - " Madun kumandanla­ rının istikliil 'i hareketleri efal-i keyfiye rengini almamalıdır. Hu­ dud-u liizime dahilinde her kumandanın faaliyet-i müstakillesi harpte muvaffakiyat-ı azimenin üssülesasıdır. ' ' Piyade Talimnamesi - Madde 304 - . . . . .. . . . . . . . . . Lakin bu meziyet, heyeti umumiyeyi nazarı dikkate almayarak keyfi kararlar ittihaz etmek, verilen evamire tamamen tevfik-i hareket etmemek ve itaat yerine bilgiçlik taslamak tarzında telakki edilmemelidir. Maahaza mafevkın, fıkdan-ı vesaitten veya mahall-i icrada bulunamamaktan dolayı, ahvali kafi derecede fark ve temyiz ede­ memiş olduğuna madunca kanaat hasıl olursa vebilaperva mu­ harebeye ithal etmekten havf ve hazer etmez yahut herhangi bir emrin icrasından evvel ahval tebeddül etmiş bulunursa böyle hal­ lerde evamir-i mehfızeyi ya hiç icra etmemek veyahut tadilat-ı Jazime ile icra etmek ve maffevka da bu hususu ihbar eylemek madunun cümle-i vezaifındendir. Emrin icra edilmemesindeki mesuliyet, tamamen maduna aittir. Mesuliyetten çekinmemek meziyetini haiz bir kumandan netice-i muharebeyi şüpheli gördüğü mahalde dahi kıtasını bilii­ tereddüt muharebeye sokmaktan çekinmez. Topçu Talimnamesi - Madde 275 - " . . . . . . . . . Lakin bu meziyet heyeti umumiyeyi nazarı dikkate almaksızın zati kararlar it­ tihaz etmekte veyahut verilmiş evamire kemal-i dikkatle tevfık­ i hareket etmemekte ve bilgiçliği itaat yerine koymakta aranılır­ sa yanlış anlaşılmış olur. Lakin madun, vazifeyi ita eden amiri ahvali iyice anlayamadığına veya verilen emrin icrası ahvalin te­ beddülünden dolayı kaabil olmadığına kaani olursa o halde aldı­ ğı evamiri icra etmemek ve keyfiyeti mafevke ihbar etmek ma­ dunun vazifesidir. Emri takip ve icra etmemekten husule gele-

76


cek mesuliyet kamilen maduna aittir. Mesuliyet seven bir kuman­ dan kıtasını netice-i muharebenin meşkuk olduğu mahalde de Görülüyor ki, madun aldığı emri körü körüne, noktası nok­ tasına yapacak değildir. Bu bapta madunlara verilen seliihiyet pek büyüktür. Madun her işte mafevkin her emrini olduğu gibi ve baş­ ka hiçbir şey mülahaza etmeksizin icra edecek olursa üssülesas­ ı muvaffakiyet olan bidat-ı zatiye iptal ve maksad-ı umumiye hiz­ met fıkr-i alisi ihmal edilmiş olur; madun, mafevkin verdiği emir­ den onun maksadının ne olduğunu ve emir aynen icra edilecek olursa maksudun tahsil edilip edilmeyeceğini düşünecektir. Ya­ ni madun bir manivelanın istimaliyle müteharrik olan bir maki­ ne değildir. Mütefekkir - bizzat olmalıdır. fakat bunda da ukala­ lık edilmeyecektir. Talimname, maduna bazı ahvalde mafevkın emrinin icra edilmemesi veya tadilen icrası salahiyetini bile veriyor. Ve hat­ ta bunu cümle-i vazaiften addediyor. Madunun bu noktadaki muaddel tarz-ı icrası neticesinin ni­ kübedi kendisinden mesul olduğu cihetle o da bunu ihtiyat ve per­ hizkarlıkla icra etmelidir. Bu sahadaki hudud-u iraat katiyen ta­ yin ve tespit olunamaz. Bunu içinde bulunulan hal ve vaziyet gösterecektir ki, bu da namütenahi derecede muhteliftir. Yalnız her kumandan ve zabit bu nikat-ı mühimmeyi bilmelidir. Bunda hatasız bir hareket ve bunun hakkında makbul ve müstahsen bir ülfet birçok ameliyat ve tecariple tahsil olunacaktır. Mafevkle­ rin bu noktadaki tesirleri pek büyüktür. Her emri aynı aynına yapmak tarik-ı gayr-i mantiklsini tut­ muş olanlara, vücuda gelen misallerin münakaşa ve tetkiki ile tashihi fikir ve zehap ettirilmeli ve keza fıkr-i zatlsini her şeyde üste çıkaranların harekat-ı müfritaneleri de daire-i itidale irca olunmalıdır. Bunun için vakt-ı hazarda birçok fırsatlar zuhur ede­ cektir. Hele bidat-i zatiyelerini ileri vardıranların birden bire önü-

77


nü kestirmek hiç doğru değildir. Madunlarla mafevkler arasında bu mesele her vakit için bir vesile-i imtihan ve iştigal olmalıdır. Bu maddeler üzerinde çok çalışılmalıdır. Bu maddelerin mütalaasından münfehiın olan diğer bir hu­ sus da ahvalin tebeddülünden dolayı verilen emrin kaabil-i icra olmayacağıdır. İşte şu halde madunların emir beklenmeden ic­ ray-ı hareketlerini mecburi kılar. Zira verilen emrin verildiği an, ahvalin henüz tebeddül etmediği an idi. Ve o anda yapılacak iş emirde talebolunandan ibaret olduğuna göre emrin vürudu daki­ kasına kadar vukubulan tebeddülden dolayı, adem-i icra mecbu­ riyetinin husulü fevt-i fırsattan, esbab-ı muvaffakiyetini kaçır­ maktan başka bir şey olmaz. Ama madun emrin yazıldığı saatteki hale bilvukuf, ahval he­ nüz tebeddül etmeden, mafevkin vereceği emrin suretini de bit­ teyakkun hemen icraya şitap edecek olursa emrin bilahare du­ çar-ı akamet olması mazarratı ortadan kalkmış olur. Madun bunda hata etmiş olsa bile bekleyip de nihayet ka­ abiliyet-i icraiyesi mahv-u zail olmuş emir almaktan ve binneti­ ce hiçbir şey yapamamaktan hayırlı ve ehvendir. Bu faslın maksad-ı esasisi de her kumandanda işte bu bidat­ ı zatiye haslet-i flizılasının mecburiyyuttahsil olduğu davasıdır.

SON

78


Birinci Tümen Kurmayı Binbaşı Mehmet Nuri (Conker) Nisan 1 9 1 4

SUBAY ve

KOMUTAN

Bugünkü dille baskıya hazırlayanlar

lsmet GÖNÜLAL

Hüsamettin ÜNSAL

E.J.Öğ. Kd. Alb.

E. Top. Bnb.

Devrim Tarihi Öğ.

Harp Tarihi Uzmanı



MAKSADA BAŞLAMADAN ÖNCE

1 . Bu kitap, subayın, acemi erlerin( 1 ), temel eğitim ve

öğretiminden(2), atış kurallarından, eğitim ve öğretim plan ve programlarının planlanmasından(3), bölüğün yetiştiril­ mesinden, taburun açılmasından, alay ve tümen manevra­ larından(4) harita ökuma( 5) ve çalışmalarından(6), taarruz ve savunma(7), gibi taktik(8) konulardan söz etmeyecektir. Bu kitap, bir subayın, bu saymış olduğum ı.re buna ben­ zer vazifeleri, savaşta uygulamak ve yapmakla yükümlü olan her derece ve türdeki komuta etmeye yetkili kişilerin, zafere ulaşabilecek ve üstün gelecek biçimde vazife yapa­ bilmeleri için, kesinlikle edinilmesi kaçınılmaz nitelik ve ilmi görüşten, askeri karakter ve askeri ananelerdeıi(9), as­ kerin üstünlüklerinden, yiğitliklerinden söz edecektir. 2. Bu kitapta, top ve tüfek gürültülerinin gökleri inlet­ tiği, bu gürültülerin kulakları geçici de olsa sağır ettiği, gözleri duman kapladığı bu patlamalardan bir veya birka­ çının isabetiyle olduğu yerde kalmak ihtimalinin her an var olduğu, bununla birlikte subayın, en çok görmeye, işitme­ ye ve düşünmeye ve göstermekle işittirmeye ve düşündür­ meye, zorunlu olduğu yerde ve anda, subayın moral( 1 O) gü­ cünü beslemeye yardımcı olacak nokta ve nitelikleri araş­ tırması ve değerlendirmesi üstlenilecektir. 3 . Yalnız kendi silahını iyi kullanmak göreviyle, sava­ şa katılacak olan erlerin, direnebilecek ve cesaretle savaşa­ bilecek bir düzeyde yetiştirilmeleri için, erlere aşılanacak moral gücünden sözedilecektir. Ancak, astlar üzerinde bu gibi sıkıntılı anlarda, etkili olabilmek, amirin etkisini sağ­ layabilmek için, daha barıştan eğitilmesi ve pekiştirilmesi­ nin yolu yöntemi de bu kitabın konusu olacaktır. 81


4. Özetle bu kitap, subay ve ruh yüreğinin, subayda bu­ lunması gerekli üstün belirtiler ve subay karakterinin, as­ kerlik sanatı açısından subayın en önemli ve üstün vasıfla­ rının aynası olmaya çalışacaktır. Bu konuda görülecek ve söylenecek görüş ve düşün­ celer, savaş kurallarının yorumH demek olan talimna­ me( l 1 ), yönetmelik( 1 2) ve yönergeler ( 1 3) doğrultusunda ve savaş alanında geçen olaylardan, deneylerden kaynak­ lanır. Bundan ötürü yazdıklarım sadece şahsi görüşlerim sa­ ydmamalıdır. Bu görüşüm bana bu araştırmayı yapmaya ve bu kitabı yazmaya cesaret verdi. Kişi hiçbir zaman yanlış­ lıklardan kendini kurtaramaz, bu da bana güven verdi. Yaz­ dıklarımın yetkili kişilerce eleştirilmesini kendi adıma tak­ dir sayarım. Tanrının yardımı eksik olmasın. (1) Acemi er: Silah altına yeni alınmış temel eğitimi tamamlamamış er. GNKUR. MT. - 7 , s. l .

(2) Temel eğitim: Silah altına yeni alınmışların görmek zorunda oldukla­ rı eğitim. Tek er eğitimi. Askerlik: Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sana­ tını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir. i ç

H iz. K. 2/f, 1 .

Asker: Askerlik mükellefiyeti altına giren şahıslarla (er v e erbaş) özel ka­ nunlarla Silahlı Kuvvetlere intisap eden (katılan) resmi bir kıyafet taşıyan kişi. iç Hiz. K. 2/f. 2. Er: ihtiyaçları devlet tarafından deruhte ( üstüne alınan) ve temin olunan rütbesiz asker. i ç. Hiz. K. 3 , a. l . Erbaş: i htiyaçları devlet tarafından deruhte ve temin olunan onbaşı ve ça­ vuş rütbelerini haiz asker. iç . Hiz. K. 3. a. 2. f. Eğitim: Bir birey veya bir birliği bulunduğu düzeyden daha yüksek bir dü­ zeye çıkarmak amacıyla, kurumsal veya uygulamalı geliştirme yöntemlerinden tümünü içeren eylemler. MT-7, s. 82. Öğretim : Belli bir amaç için gereken bilgileri verme işi. MT. 7, s. 23 1 . Günlük yazılarda ve konuşmalarda çoğu kez, eğitim ve öğretim sözcükle­ ri (kelime yerine kPllanılmıştır. Sözcük için özellikle küçültme eki (cik) alması !!edeniyle sözün küçüğü anlaşılıyor, diyorlar. Gerçekte söcük, sözün k.üçüğü de­ mek değildir. Her (-cik, -cük) eki alan sözcükler, o kavramın küçüğü olmadığı

82


gibi, örneğin ne sığırc!k sığırın küçüğü, ne de maymuncuk maymunun küçüğü demektir. Bk. lsmet GÖNÜLAL, Eğilimin Amacı, S. 32. Jandarma Dergisi. Ekim 1 979; Prof. Doğan AKSAN, Tartışılan Sözcükler, s. 50-5 1 . Ankara 1 979) eşan­ lamhymış (Osm. müteradif, Fr. Syonyme. Tahir Nejat GENCAY, Haydar EDIS­ KVN, Baha DÜRDER, Enver Naci GÖKŞEN, Yazı Terimleri Sözlüğü, s. 60, An· kara 1 974) gibi ya yanlış kullanılmakta ya da birbirine karıştırılmaktadır. Bu ak­ saklık sözcüklerin anlamlarının açık seçik bilinmemesinden ileri gelmektedir. Bu nedenle kesin olmasa bile yetkili çoğunluğun yargılarına uyan temel tanıma göz atmakta yarar vardır: (3) Eğitim Planı: Komutanın ya da yetkilinin eğitim birliği, eğitim görevi­ ni, yer, zaman, uygulama personel bakımlarından belirlemesi. Eğitim Programı: Bir birliğin belirli bir eğitim devresi için yapacağı eğiti­ min ana hatlarıdır. Bu program esas tutularak (eğitim çizelgesi) hazırlanır. MT. 7. s. 83. ( 4) Manevra: 1 . Görevin en az sayıda insan ve malzeme kaybıyla başarılması için ateş ve hareketi birleştirmek suretiyle düşmana üstünlük sağlamak. 2. Gemi, kıt'a, malzeme veya ateşi, düşmana nazaran daha elverişli bir du­ ruma getirmek . .3. Karada. denizde ve havada bunların bir karışımı olarak takliden yapılan tatbikat. 4. Bir gemi, hava aracı veya kara aracının istenilen hareketleri yapacak şekilde yönetilmesi, MT-7, s. 1 96. (5) Harita okuma: 1 . Bir haritada gösterilen bilgileri, okuyup anlama becerisi. 2. Bölgenin coğrafi durumunu, belirli noktaların mevkilerini, kıt'aların yerlerini ve diğer hususları bulmak üzere, bir harita üzerinde görülen ayrıntıla­ rın incelenmesi MT-7, s. 1 22. (6) Harita Meselesi: Araziye çıkmadan ve yaln!z harita üzerinde verilecek taktik bir meseleye ve haritadaki arazi ayrıntılarına göre, çözümlenen ve yöneti­ len tatbikat meselesi. (7) Taarruz Planı: 1 . Bir taarruzda varılacak hedefleri, asıl taarruzun yönünü, birliklerin cep­ he boyunca bölüşümünü, ateş destek elemanlarının kullanılmasını, emniyet ve keşif önlemlerini de içermek üzere hazırlanan ayrıntılı plan. 2. Bir taarruz planı, genellikle bir ateş destek planı ile bir manevra planını kapsar. (8) Taktik (Tabiye): 1 . Birliklerin muharebede kullanılmalarıyla ilgili bilim ve sanat. 2. Muharebenin sevk ve idaresi (yönetimi) MT-7, s. 279. (9) Askeri ananeler: Yasa ve yönetmeliklerle saptanmamış, fakat gelenek

83


ve göreneklerin geçerli bir kuvvet haline getirdiği askeri ört: adet ve usuller. ( 1 0): Moral 1 . Bir kişinin kendi görevini yapmak ve bir ekibin mensubu olarak, o eki­ bin gayelerinin gerçekleşmesi için gösterdiği arzu ve beliren düşünce durumu­ dur. 2. Psikolojik bir olgunluk sayesinde göreve bilinçli bağlanarak üstün de­ recede işgörebilme ve dayanabilme gücüdür. 3. Ruhsal güçtür. MT-7,s. 207. ( 1 1 ) Talimname: Birlikleri, silah ve gereçleri, personeli görevlerine hazır­ lamak, alıştırmak ve kullanmada beraberliği sağlamak amacıyla yazılı kuralları içeren kitap MT-7, s. 234. ( 1 2 ) Yönetrr:elik - talimatname: Bakanları n ve kamu tüzel kişilerinin ken­ di görev alanlarını ilgilendiren yasalarırı ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak amacıyla; bunlara aykırı olmamak üzere kendilerince çıkarılan dokümanlar MT-

7, s. 320. ( 1 3 ) Yönerge: 1 . Hangi yolda ve nasıl çalışılması gerektiğini bildirir yazılı belge.

2. Ü st ve yetkili bir makamın, görevi yürütmek için okuduğu yöntem ve ilkeleri gösteren doküman. Genelkurmay ve Kuvvet komutanları ve Jandarma Ge­ nel Komutanl ığınca çıkarılır. Yönetmelik, tüzük ve yasalara aykırı olamaz. Talimat, MT-7, s. 3 1 9. (Gnkur. 5-3).

84


BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ 1 . Önümüzde acılıklarını gözümüzle gördüğümüz ve kalbimizle duyduğumuz, felaketle sonuçlanmış bir savaş ( 1 ) vardır. Öyle bir savaş ki zarar verdiği ülkenin çocukların­ dan olmak itibariyle biz askerlerin de payımıza düşen ibret dersi, yeterince uyanık bulunmak ve uyanıklığımızın ara­ dan zaman geçtikçe artması zorunlu olduğu gibi, tarihi es­ kidikçe meslek adına bundan elde edeceğimiz yararların da artacağı ve kuvvet kazanacağı şüphesizdir. Zira savaşın tec­ rübelerinden beklenilen gerçek yararların ortaya çıkması ve tamamen gerçek belgeleı in ve savaş bilgilerinin sağlıklı bir biçimde toplanıp birleştirilmesine, savaşta yaptırma yetki­ sinde olanların (komutanların) bu fiil ve hareketten ve ya­ şanılan dünyadan çekilmelerine (ölmelerine) bağlıdır ki, bu da ancak zamanın geçmesiyle olur. Şu halde savaşın tarihi eskidikçe harp tarihinin askerlere fayda sağlama yönünden değerinin artmış olması tabiidir. 2. Savaş, askerlik sanatının öğrenilmesine yarayan va­ sıtaların en mükemmeli, en gerçeğidir. Savaşa hazırlanmak döneminden ibaret olan ve bundan dolayı askerlerce sava­ şın ateşsiz olarak devamından başka bir şey gibi sayılma­ ması gereken barış döneminde, çeşitli rütbelerdeki komu­ ta yetkililerine savaş gücü, beceri ve yeteneğini kazandır­ mak üzere yapılmakta olan harita üzerinde taktik mesele­ lerin çözümü, bu maksatla atlı subay gezileri, harp oyunla­ rı (2), müfreze tatbikatları kurmay gezileri ve en sonunda büyük manevralar gerçek savaşın yapısına ve oluşumuna yaklaşmak, amaç (3) ve hedefleri sırasıyla takip etmekte ise­ ler de bunların hiçbiri, savaşın bilinen kendine has sıkınti85


!arını ve özellikle düşman ve ölüm tehlikesini taşımadıkla­ rından savaşanları, savaşı tanımak ve savaşa yaklaştırmak açısından, savaşın fiilen yapılması kadar fayda sağlaya­ mazlar. Bunlar ne kadar olsa nitelikçe birer savaş taklidi ol­ maktan ileri gidemezler. 3 . Sefer Hizmetleri Kanunu - Giriş - Madde 37: " Pek fazla etkili ve önemli olan ve hasma üstünlük sağlanmcaya kadar göz önünde tutulması gereken düş­ manm azim ve kuvveti banş dönemi eğitimlerinde var olmayıp tamamı tasarıya dayamr. Bu sebeple savaştaki olaylar ve hareketlerin çoğunlukla banş dönemi eğitim­ lerinde rastlamlmayan değişik şekil ve durumlar altJn­ da geçeceği hiçbir zaman gözden uzak tutulmamahdır. Savaş, özellikle manevi gücün direnmesini, banş döne­ miyle ölçülemeyecek, oranlanamayacak kadar kesin et­ kiler..." 4. Biz ise şimdi savaş eğitiminin en ciddi ve gerçeği olan bizzat aslını yapmış ve uygulamış bulunuyoruz. Bu sa­ vaşta elde edilmiş olan deneylere dayanan yukarıda fayda ve öneminden kısaca söz edilen harp tarihlerini, talimna­ meleri ve savaş sanatına ait eserleri okuduğumuz zaman da­ ha iyi anlayacak ve yapacağımız manevraları savaş durum­ larına daha çok uydurmak ve yaklaştırmak fırsatını elde et­ miş olacağız. Zamanımızda fiili olarak savaşa katılmak ha­ yatı boyunca her askere nasip olmaz. Hele askerlik hizme­ ti sırasında iki savaşta bulunabilmek fırsatı pek az askere rıasip olur. Savaşa hiç katılmamış olan askerlerin bu bakım­ dan faydalanmaları ise çeşitli savaşların tarihlerini okuma­ ya bağlı kalır. 5 . Bir olayı bizzat gören ve yapanla, bunun yapılışını an­ latan askeri bir kitaptan okumak arasında var olan dağlar ka-

86


dar fark, savaşa katılanla, savaşı tarihinden okuyan arasında benzerlik aynı olduğundan, ordumuz subaylarının büyük bir kısmının savaşa katılmış olması dolayısıyla bunca ateşleri kalbimizi yakmış olan bu son savaşın bize meslek açısından fayda sağlamaktan geri kalmadığı sonucuna varılır. 6. Hatta Alman ordusunda savaş kabiliyetinin sürdü­ rülmesi, korunması ve yeni bir savaşta savaş tecrübesi bu­ lunan subaylar ve komutanlardan yoksun olmamak için kırk yılı aşan bir zamandan beri savaşmamış olan orduyu savaştırmak, harp sanatını bilen komutanların (erbabı har­ bin) zihinlerini meşgul etmektedir. Zira bundan önceki sa­ vaşı ( 1 870) yapmış olanlar yavaş yavaş ordudan çekilerek, ordunun tamamen savaşı tanımayan kişilerin elinde kalma­ sı ve bundan sonra çıkacak bir savaşı, savaşmamış olanla­ ra yaptırmak sakıncası ortaya çıkmaktadır. Hiç unutmam, Harp Akademisi sınıflarında bir gün, o zamanlar Osmanlı Devleti hizmetinde görev yapmakta olan Ferik (Korgene­ ral) Von Dtifort ile harp oyunu uygularken arkadaşlardan biri, henüz muharebeyi sona erdirmiş olan bir bölüğü der­ hal toplayıp başka tarafa göndermek ve orada başlamış bu­ lunan muharebeye sokmak karar ve emrini vermek ister­ ken Paşa, buna karşı: "Sabahtan beri yaptığı yürüyüş so­ nunda verdiği muharebeden sonra bu bölük artık o dediği­ niz yere gidemez, çünkü bu erlere muharebe edemeyecek ve buna dayanamayacak bir hizmet yüklemek olur. Ben ( 1 870) Fransız savaşına er olarak katıldım ve böyle bir ha­ reketin erler tarafından yapılamayacağını kendi nefsimde denedim" demişti. Paşa'nın harp tecrübesi hepimizinkin­ den kuvvetli ve esaslı idi. Çünkü o sonradan subaylığa yük­ selecek olan erlik rütbesiyle savaşmıştı. Bu şart içinde bir savaşa er olarak girmekle subay olarak girmek arasında sı87


kıntılar, güçlükler, karşılaşılan tehlikeler ve savaşın özel­ likleri hakkında bilgi sahibi olmcı.k ve kavramak yönünden elbette büyük farklar vardır. 7. Bir harp dahisi olan büyük Napolyon'un birbirini iz­ leyen savaşlarlardaki.başanlanna etki yapan sebeplerden bi­ risi de, savaşlarını daima kısa aralıklarla birkaç savaşta bu­ lunmuş tecrübeli askerlerle yapmış olmasıdır. Savaş en iyi savaşta öğrenilir. Şimdi her subayın savaş yeteneği ve yat­ kınlığına göre durumu ve şansı değişmiştir. Balkan Sava­ şı 'ndan askerlik sanatı adına pek kolay fark ve hissedeme­ yeceğimiz faydalı tecrübeler edindiğimize şüphe edilmeme­ lidir. Savaş ertesi demek olan şu zamanda ve bundan son­ ra, erlerimizin eğitim ve öğretiminin, kendi komutanlık sa­ natımızın ilerlemesi için gösterilecek çalışma ve çabaların daima savaşın gerçek durumuna göre yönlendirilmesi ve idaresi gereği ve önemi buraya kadar anlattıklarımızın öze­ ti olur. 8 . Sefer Hizmetleri Kanunu - Giriş -: Madde l : "Askeri birliklerin barış dönemindeki eğitim ve öğ­ retimleri, savaşta kendilerinden istenecek görevler gö­ zönünde bulundurularak yaptınlmahdır." 9. Ve yine Madde 26: " Barış döneminin eğitim ve öğretimi, savaşta üstlenecekleri görevlerin tümünü kap­ samahdır. Her smıfm muharebesine ait temel kurallar, çeşitli smdlarm kendi smıf talimnamelerinde vardır." 1 O. Ve yine Madde 36: "Tüzük ( 4) ve talimnameler­ de bulunmayan ve savaşta bile uygulanması mümkün ol­ mayan birtakım uydurma eğitim ve hareketler getire­ rek erlerin eğitim ve öğretimi zorlaştırılmamahdır. Bu gibi uydurulmuş ve güç hareketler seferberilğin (5) ilk günü ile birlikte, geçerliğini kaybeder." ·

88


1 1 . Ve Piyade Talimnamesi, Son Bölüm Madde 477: ·•Bir askeri birlik (6) savaşın gerektirdikJerini tamamen yapmaya yeterli olup, barış döneminde öğrendikJerin­ den hiçbirini muharebe alanında (7)) uygulamaktan ve kaldırmaktan vazgeçmiyorsa o birliğin eğitim ve öğre­ timi doğru bir usülde yapılmış olur." 1 2 . Yukarıda barış dönemi için, savaş döneminin ateş­ siz olarak devamından ibaret gibi sayılması gerektiği söy­ lenmişti. Evet, biz kendimizi daima savaş halinde bilmeli­ yiz. Böyle bilirsek, savaş çıkınca, hazırlık dönemiyle savaş dönemi arasında çoJ<: fark görmeyiz, şaşırmayız, kaybetme­ yiz. En çok prova edilen oyunlar sahnede en başarılı şekil­ de verilir. Bu, daha çok öğrenim yılı sonunda yapılan sı­ navlara benzer. Savaş, barış dönemi çalışmalarının bir im­ tihanıdır. Öğretim döneminde ne kadar çok yoklama yapı­ lır, ne kadar çok o konuda çalışılırsa, sınavda başarılı olma ihtimali o kadar artacağı gibi, barışta da savaş sanatının ara­ lıksız, dikkatlice ve özenle öğretilmesinin sürdürülmesi, savaş sınavında zafer elde etmek için kesinlikle gerekli ve kaçınılmazdır. Zamanımızda harp silahlarının (8) çoğal­ ması, gelişmesi ve ordu mevcutlarının artmış olmasıyla önemi ve inceliği gittikçe artmakta olan savaş bilgisinin öğ­ renilmesi ve başarıyla uygulanmasının, aralıksız çalışma­ ya ve çalıştırmaya bağlı bulunduğu süphesiz ortadadır. Bu çalışma şekliyle daha çok maddi güç üstünlüğüne giren as­ keri ve ilmi bilgiler çoğaltılıp pekiştirilebilir. Fakat·bunla­ rın yeri ve zamanı geldiğinde, tam bir başarıyla uygulan­ ması ve yapılması, bunların yararlı bir sonuca ulaştırılma­ sı için yalnız bu teknik bilgilerle donatılmış olmak yetmez. Savaş sanatını öğrenecek ve uygulayacak olan yüce asker­ lik mesleğini bilenler için, öyle nitelik ve faziletler vardır 89


ki, bunların da ilmi yeteneğimizle atbaşı beraber geliştiril­ mesi ve kuvvetlendirilmesi zorunludur. Savaş bilgisinin felsefe bölümüne ilişkin olan bu nitelik ve faziletlerden yoksun bir askerlik bilgisi, bunlarla canlandırılmayan as­ kerlik bilgileri erlik ve fedakarlık alanlarında, savaşın kar­ şı koymadaki manevi gücün direnmesini kesin olarak et­ kilediği (seferiye-39) zamanlarda, bu bilgiler derhal sıfıra düşer ve hiçe dönüşür. Bence askerlik sanatını geçim kay­ nağı olarak seçenler için, askerliğin teknik ve ilmini öğren­ meden önce, hiç olmazsa bununla birlikte kendilerini üs­ tün nitelik ve askerlik faziletleriyle donatmaları kesin bir ihtiyaçtır. 1 3. Ordumuzun son Balkan Savaşı 'ndaki ağır yenilgi­ si acı bir gerçektir. Düş kırıklığına uğranıldı. Komuta he­ yetinin gücünü ve askeri kabiliyetlerini, birliklerine eğitim ve öğretim durumlarını tanıyanlarca bunun böyle olacağı gerçi biliniyordu. 1 4. Tespit edilen bu sonuca karşı, yeailme sebeplerini aramak hepimize borçtur. Gerçekte orduda ilmi yenilikler ve sanat tecrübesi pek azdı. Fakat sanatın, çeşitli görevle­ rine ve ayrıntılarına ait değişik uygulamalar yanında, ma­ nevi güç ve yüce askerliğe ait düşünce ve eğilimlerin ordu­ da büyük bir arzu ile hemen hiç dikkate alınmadığını, or­ dumuzda eğitim ve öğretimin uygulanış tarzı ve takibi hak­ kında uzun süre tecrübelerimle elde etmiş bulunduğum gö­ rüş ve bilgilerime dayanarak iddia edebilirim. Bundan, sa­ vaşta bütün işleri, kuru direnme ve kahramanlığın görece­ ği fikri anlaşılmasın demeyi gereksiz görürüm. Esaslı bir çalışma ve araştırma ürünü olmayan ciddi bir ilim anlayı­ şına dayanmayan cesaret ve fedakarlığın yalnız başına iş görmesi zamanı çoktan geçmiştir. "Hel yestevillezine . . . "

90


Kuran ayetinin açık olan anlamı zaten bunu çözümlemiş­ tir. Fakat biz seçkin insan nitelikleri ve fedakarlığa yakişır üstün ahlak ile taçlanmayacak olan teknikle ilgili bilgilerin dahi başlıbaşına istenileni sağlayamayacağı iddiasındayız. 1 5. Bunun için kitabın konusunu yalnız bu noktanın açıklanmamasına ve yorumuna ayırdık. Buna en parlak ve yeni bir örnek olarak İtalyan Savaşı 'nı gösterebiliriz. İtal­ ya ordusu askerlerinin gerçek Avusturya ve Fransa sınırla­ rında da Bingazi ve Trablus 'taki gibi savaşacaklarını zan ve kabul etmemeliyiz . .İklim ve arazi özelliklerinin, düşman­ larının özel durumlarının kendilerine kazandırdığı üstün­ lüğü hesaba katmakla beraber daima kuvvetce onbeş yirmi kat zayıf ve hele malzeme ve savaş araç, gereçleri ve mü­ himmat açısından oransız derecede gerisinde bulunan bir düşmanla çarpışan İtalyanların muharebelerde gösterdikle­ ri ruh hali, savaş için ilim ve fenden önce geldiğini iddia ettiğim askerliğe ait yüksek faziletlere pek de sahip bulun­ madıkları ortadadır. Oysa bu ordunun ilim ve teknik bakı­ mından muharebeye eksiksiz hazırlanmış ordulardan oldu­ ğunu herkes bilmektedir. Onun için, ben ilim ve tekniği da­ ha çok maddi güçten saydım. 1 6.İtalyanların Kuzey Afrika sahillerinde yaptıkları dayanıklı istihkamlara ve ilmi kıyaslamaya göre nitelik ve nicelikçe pek geri olan düşmanları karşısında pek üstün as­ keri güçle sanat bakımından hiçbir iş görmemiş olmaları da askerliğin manevi faziletlerinin ilim ve fen bilgisinden önce tanıttırılmasında beni haklı gösterecek açık bir delil­ dir. Asıl olan, yüksek fedakarlık ve temiz soylu kahraman­ lık duygusudur. Bunun da tarihteki en canlı örneği Plev­ ne'dir. Askerlik ve strateji gözüyle bakrldığında yer itiba­ riyle hiçbir önemi olmayan, pekiştirilmemiş ve saldırgan91


)arın dörtte biri kadar az bir savunma kuvvetine sahip Plev­ ne ordusu karşısında, Rus başkomutanının, daha önce kü­ çük gördüğü Romanya ordusuna aman dedirten Plevne ga­ zilerinin ünlü ezici kuvveti, Gazi Osman Paşa 'nın seçkin kişiliği ve komutanlıkta kesin kararlı tutumu ve büyüleyi­ ci etkisini bütün orduya yaydığı, ulu Tanrı katında beğeni­ len azmi, bir orduda Osmanlı Sancağı 'nı hayattan, candan, rahattan, her türlü itibardan daha aziz ve kutsal tutmasına dayanmıştır. Bu tarihi karşılaştırma ve tecrübeye göre, sa­ vaşta zafer ve üstün gelme, askerliği bilmek, üstün nitelik­ lerin anlamını kavramış olmak şartıyla dörtte dört manevi güçle öğrenileceği neticesini çıkarırsak sonucu bire indir­ miş oluruz. Askerlik sanatının ayrıntılarını bize öğreten ta­ limnamelerimizin işte bu zaferi sağlayacak olan manevi gücün seçkin nitel ikteki maddelerini araştıralım. Talimna­ melerin silah kullanma, dönüşler, selamlama bölümleri ara­ sında bulunmayacak olan bu maddelerin hiç okunmadığı­ nı veya pek az okunduğunu açıkça söylemek gerekir. 1 7. Ne yalan söyleyeyim, biz Piyade Talimnamesinin ikinci bölümü olan muharebe kısmını üç yılılk Harp Oku­ lu öğreniminin son aylarında birkaç derste, her öğrenci iki­ şer üçer madde olmak üzere, bir okuma kitabı gibi okumuş­ tuk. Hemen bütün öğretim ve eğitim süresince yalnız bi­ rinci bölümü, öğrenmeye uygulamaya bağlı kalmıştık. 1 8. Oysa bu ilk bölüm daha çok erin ve belki en küçük tam askeri birliklerin ( 1 0) savaşa hazırlanmasına ilişkindi. Subayın, subay olarak yetişmesini subayın asıl görevlerini, savaşın subaydan istediği ruh ve ilmi güç ve niteliği temel­ de ikinci bölüm kapsıyordu. Hele subaya ruhi ve ilmi tali­ mat veren Savaş Hizmetleri Tüzüğü 'nün başındaki giriş bölümünü hiç okumamıştık. Bu kitaptan okuduğumuz ilk

92


ders, savaş düzenleri ve askerlerin bölümleri idi. Oysa bu girişin her bölümü başlı başına bir ders olabilecek geniş­ likte ve önemdeydi. 1. Canını hiçe sayma ve fedakarhk duygusu 1 9. Piyade Talimnamesi - Giriş - Madde 2: "Savaş sıkı bir disiplinin (1 1) varhğım (sağlanmasını), tüm maddi ve manevi güçlerin harcanmasını ve kullamlma­ sını gerektirir. Özellikle zafer ve üstünlük kazanmak, bütün subay ve erlerin, vatan ve millet uğrunda isteye­ rek ve seve seve canlarım feda etmelerine ve en küçüğü­ ne kadar bütün rütbe sahiplerinin, kendiliklerinden dü­ şünürek, durumun gereğine göre yine kendiliklerinden tedbir almaya ahşmış olmalarına ve erlerin de zafere u­ laşmak için kesin karar ve isteğinde azimli olmalarına, üstlerinin yaralanmaları ve şehit olmaları halinde bile bu azmi bozmayacak nitelikte bulunmalarına bağhdır." 20. Piyade Talimnamesi İkinci Muharebe Bölümü - Madde 266: "Subay emrindeki erler için en canh ör­ nektir. İleri atdmak suretiyle göstereecği örnek davra­ mşla erlerini de kendisiyle birlikte ileri sürer. Subay birliğini sdo bir disiplin altında tutarak ağır sllontdar içinde ve birçok şehit ve yarah verdikten sonra bile za­ fere ulaştırabilir." 2 1 . "Subay, erlerinin tasa, kıvanç ve her türlü yok­ luk ve sıkıntdarına katdan, güvenilir önderi olmahdır. Erlerin tam güveni böyle kazandır." 22. "Subay, savaşın kutsal görevi için, daha barış dö­ nemi�de, kendini eğiterek yetiştirmeli ve hazırlamah­ dır." 23. Süvari Talimnamesi Giriş-Madde_ 1 1 . "Süvari sınıfında amirin erler üzerinde doğrudan -

93


doğruya hüküm ve tesirinin pek büyük önemi vardır Bundan ötürü kendi özkişiliği olağanüstü bir önem ta­ şar. Tecrübeli ve cesur bir süvari koinutamm, asker te­ reddütsüz izler." 24. Süvari Talimnamesi Üçüncü Muharebe Kısmı­ Madde 417: "Süvari muharebesinde topluca ve bütün şiddetiy­ le yapllan saldm zaferle sonuçlamr. Sıra içinde bulunan her er, düşmam korkusuzca çiğnemek ve vuruşmamn hlZlyla çarpıp devirmek kesin azminde bulunmahdır. Subaylar, başta erlerin önünde düşman hatlarma sal­ dırmahdır." 25. Topçu Talimnamesi Birinci KISlm-Giriş-Mad­ de 2 : "Savaşta, çok sıka bir disiplinle, olanca kuvvetin kullamlması gerekir. Özellikle muharebe, düşünerek hareket eden ve kendiliğinden işgörür bir biçimde, ye­ tiştirilmiş komutanlarla (1 2) er•ere .ihtiyaç gösterir. Bun­ lar düşman ateşinin etki alanmdan bile soğukkanhhk­ la ve doğru düşünerek, topbaşı görevini yapabilmeli ve aziz vatammıza hayatmı vererek bu manevi güç ve duy­ gunun etkisiyle de düşmana üstün gelmek konusunda­ ki kesin isteklerini, üstleri, şehit olsa bile yine fiilen ya­ pabilmelidirler." 26. Bu maddeleri şöyle gelişi güzel bir okuyup geçi­ vermeyelim. Kılıç kuşanan, forma taşıyan, subayım diye or­ taya çıkan, hükümetin birçok harcamalarla donattığı, ana­ ların 20-30 yaşlarındaki en işe yarar evlatlarını arkasma alarak namus, din ve devleti korumak üzere savaşa giden bizler, subaylar, maddeleri, her şeyden önce, bu maddele­ ri, çok, pek çok kere okumalıyız. Okumalıyız ki, savaşın 94


bizden istediği görevin biçimi ve yapısını gerçek anlamıy­ la tanıyalım. Bu maddeler üzerinde biraz durulunca anla­ şılır ki, subaylık demek _canını ve özvarlığını vermeyi ke­ sinlikle göze almış olmak demektir. Askerlik bizim geçi­ mimizi sağlayan bir sanattır. Biz bu sanattaki görevlerimi­ zi öteki sanat sahipleri gibi yalnız aklımızla değil, aklımız­ dan başka ca� ve başımızla da yapıyoruz. Gerekirse kanı­ mızı da akıtıyoruz. Subaylık, başarı kazanmak için korku­ suz ve canını hiçe sayarak, çekinmeksizin savaşabilmektir. Bizim vazifemiz arasında ölüm de vardır. 27. Fakat görev yaparken, ölüın asla ve hiç düşünülme­ yecektir. Hiçbir sanat ve görev sahibi bizim kadar tehlike ve şiddet karşısında değildir. Barışta çalışma ve hazırlıklarımız kapalı ve sıcak yerlerden çok dışarda ağır hava ve arazi şart­ ları altında geçtiği gibi, bunların doğrudan uygulanması de­ mek olan savaşta, görevimiz ağır şartların etkisi altında ve düşman ateşi karşısında geçecektir. 22 yaşındaki genç teğ­ menin görevi uğrunda akıtacağı taze ve sıcak kanın asker­ liğin ücreti olan yediyüz kuruşluk aylık karşılığı olduğunu kabul edecek hiçbir akıl ve hizmet sahibi bulunamaz. Bu kan, parayla (maddiyatla) ölçülmek durumundan çok yük­ sek bir duygunun vatan ve milletin kollanması gibi, kutsal duyguların yönlendirilmesi ve yardımıyla akıtılabilir. İ şte bu, fedakarlıktır. Fedakarlıkla eşanlamlı olan askerlik mes­ leği, kutsal dinimizi, bağımsızlığımızı, devletimizi koru­ mak gibi şerefli görevleri üstlendiği için; devlet bizleri, sır­ malı ve şeritli üniformalar giydirerek diğer millet bireyle­ rinden özel ve belirli bir giyim kuşamla ayırmıştır. "Bu üni­ formayı giyenlerin milletin gözünde seçkin bir yeri var­ dır. Bu da herkese nasip olmaz.'' Ancak fedakarlık duy­ gusu olan nadir kişiler buna ulaşabilirler. Şu halde subaylık

95


gibi yüksek ve özel bir durumda olan herkes görevlerinin önem ve yüksekliği ile orantılı bir kişilikte olmalıdır. Bu önemli ve büyük görevin en birinci belirtisi ve gerekçesi yu­ karıdaki maddelerde gizli olduğu gibi fedakar ve korkusuz olmak, canını ve nefsini hiçe saymaktır. Bir subay sanatı adı-· na, canına ve variığına hiç önem vermeyecektir. Gerek ken­ disinin, gerekse emri altındakilerin hayat ve hatta rahatını korumaya, ancak bunljirı sanat ve görevi gerektirdiği anlar-:. da kullanmaya çalışacaktır. Bu gibi anlarda bunfarı hiç dü­ şünmeyecektir. Hayat ve rahatın hiç düşünülmemesi gere­ kince ileriye körü körüne atılacaktır. Namusun gereği bu­ dur. Görev bunu istiyor. Din ve millet bunu emrediyor. Va­ tan ve millete olan borcumuzu ancak böyle ödemiş olabili­ riz. Subaylık şerefine tam hak kazanmak bu yolla olur. Ku­ zey Afrika savaşlarında İtalyan subaylarının taarruzlarda daima erlerin ilerisinde, geri çekilmelerde, gerilerinde ha­ reket ettikleri ve erlere sürekli_ ve canlı örnek oldukları, de­ · ğişik rütbedeki komutanların da yine komutanlıklarının ge­ rektirdiği yerlerde bulundukları görüldü. 28. "Savaşta her atılan mermi ve sallanan her sün­ gü insana isabet etmez." Eğer böyle olsaydı, muharebe­ den hiç kimse sağlam dönmezdi. Barış döneminde uygun şartlar altında yapılan atışların sonucu bilinmektedir. Bu­ nun bir de muharebede ölüm kaygısı içinde yapıldığını dü­ şünecek olursak, isabet oranın ne kadar düşeceği kolay­ ca anlışılır. Hele tüfek kurşunları gibi bir kişiye nişan alı­ narak atılmayan top mermilerini düşünürseniz, onların par­ ça tesiri ihtimali çok küçüktür. Top mermilerinin zararı, şaş­ kın parçacıklarının değmesinden fazla, gürültülü patlama­ larının maneviyatı sarstığı akıldan çıkarılmamalıdır. Trab­ lus ve Bingazi savaşlarında İtalyanlar, hemen bütün topçu 96


depolarındaki mermileri boşaltacak kadar top mermisi kul­ landıkları halde, bizden topla yaralanan veya şehit olan çok az olmuştur. Bulgarların Çatalca savunma hattımıza yap­ tıkları saldırılarda Karadeniz'de, hattın sağ kanadında bu­ lunmakta olan Turgut Reis adlı savaş gemimizin oldukça usta topçularının Bulgarların tepelerinde gülle patlatmak suretiyle sürekli dövülen avcı hattından hiç hayır kalmadı­ ğı sanılırken, patlayan top mermilerinin dumanlan geçin­ ce aynı Bulgar hattından yine aynı güçte ateş edildiği gö­ rülmüştür. 29. İtalyanların bir yıl süreyle kara savaşlannda deniz­ den ateş ettikleri halde gemi topçuları, gürültüden başka hiç­ bir şey yapamamıştır. 6 Şubat 1912 'de Bolayır muharebe­ sinde, arazi dururp.u gereği, avcı hattımızın pek yakınında hareket etmekte olan ihtiyat taburu erlerinin, düşmanın at­ tığı top mermilerinden, daha çok pek yakınımızdaki bizim bataryalanmızın top seslerinden ürkerek sakındıklarını, i­ ki kat olduklarını gördüm. 30. Bu askerler: Piyade Talimnamesi Muharebe Kıs­ mı -Madde- 446:

"Piyade kendi üzerinden topçunun ateş etmesine alışmalıdır " gereğine rağmen alışmamış olabilirler. İşte ...

manevi gücün sarsılmaya ve çökmeye başladığı böyle bir anda ortaya çıkacak olan subaylardır. Subay o sırada başı yukarıda ve göğsü ileride durarak bütün sertliğiyle erkek­ lik damarlan gevşemeye başlamış olan erlerini, derhal uya­ racak ve yönlendirecek, uyandıracaktır. Patlayan bir iki düşman mermisinden sonra, kendi top­ larının seslerinden üzerine atılmış bir taştan sakınır gibi sa­ ğa sola kaçan ve ürken bir askerin yavaş yavaş atan yüreği, hızlı çarpmaya başlar. Biraz sonra muharebeye başlandığı

97


zaman bileklerinde tüfeği tutacak güç de kalmaz. Subayın bu anda görevi, büyük ve önemlidir. Subay ruhunu bütün erlerinin ruhuna gayet sağlam bir telgraf teliyle bağlama­ lıdır. Subay, işte o anda, kıtasına eğitim alanında, kışla eği­ timlerinde verildiğinden daha keskin, gözlerinden ateş çı­ kar gibi ve boğazı yırtılırcasına komutlar vererek, gayet keskin bir iki "silah omza" "selam dur" hareketi yap­ tırmakla erle arasındaki manevi akımı kuvvetlendirmiş ve güçlendirmiş olur. 3 1 . Hem o sırada bizim topçunun atışları, o taburun üs­ tünden yapılmıyordu. Taburla batarya nerede ise aynı çizgi­ de bulunuyordu. Talimname, topçunun düz arazide, piyade­ nin en az üç yüz metre gerisinde atış yapabileceğini yazar. Bu uzaklıkta topların gürültüsü büyükçe bir gürültü çıkar­ mış olacağından, başka top mermilerinin insanın başının üs­ tünden havayı yakarak geçmesi de korku veren bir iştir. 32. Seferiye Nizamnamesi - giriş Madde - 24 "Yana­ şık düzende eğitim, askerlerin ikinci bir alışkanlık edin­ mesi, gerekli düzen dahilinde ve güçlü bir irtibatın sağ­ lanması için temel bir ortam sayılmalıdır." 33. Piyade talimnamesi madde 446'nın alışılmasını emrettiği durumun aslı budur. 34. Saniyede 4-500 metre hızla giden kilolarca ağır­ lıkta ince, uzun kavun büyüklüğünde bir ağırlığın hava ta­ bakalarını alt üst etmesi asker kulaklarının gerçekten alış­ maya zorunlu bulunduğu bir cayırtı oluşturur. Bunu du­ yanlar bilir. Hele Trablusgarp İtalya savaşlarına katılanlar bu sesin kulaklardaki yankısından bu merminin yüksekli­ ğini, alçaklığını, düşeceği anı aşağı yukarı kestirecek ka­ dar alışmışlardır. Bu alışkanlığın yararı da büyüktür. 3 5 . Subayın, kendi bilgi ve tecrübesinden komutası al.••

98


tındaki insanları yararlandırabilmesi için, komutası altın­ dakilerin güç ve cesaretlerinin toplamından daha fazla güç ve cesarette olması gerekir. Ve ancak böylece piyade talim­ namesinin anılan 266'ncı maddesi gereğince komutası al­ tındaki erlere canlı örnek olabilir. Ancak bu şartlarla süva­ ri talimnamesinin yine yukarıda yazılı 1 1 . maddesi gere­ ğince erler üzerinde etkili olur, erleri de duraksamaksızın kendisini izlerler. Ve yine subay o kadar metin ve sözünün eri ve yiğit olmalıdır ki piyade talimnamesinin şu 448. mad­ desinin " Bu amaca yönelik topçu, düşman topçusu­ nun ateşine kesinlikle önem vermeyip ve hatta topların elden çıkmasından bile çekinmeyip,ateşini ilerletmekte olan düşman piyadesine yöneltmelidir. Süvari ise piya­ denin düşmandan kurtulmasını gerçekleştirmek için fe­ dakarlığı sonucu, diyelim ki pek kısa bir süre için düş­ manı durdurmak pahasına bile olsa, kendi canını hiçe saymalıdır." Ve topçu talimnamesini 40 1 . maddesinin " ... Eğer düşman, taarruzunda başarılı olursa, o durumda bütün bataryalar, yedeklerle birlikte hareket ederek düşmanı mevzimizden yine geri atmak için ateşlerini, saldıran piyadenin üzerine yöneltirler. Piyade muhare­ besine katılamayan bataryalar, düşman topçusunun ele geçirilmiş olan mevzie ilerlemesini engellerler. Kesin so­ nuç zamanında topçunun son ana kadar sarsılması im­ kansız bir dayanıklılık göstermesi kesinlikle gereklidir. Hatta bu dayanma ve direnme görevi, topların kaybını bile gerektirse yine en yüksek bir ün ve şeref olur" mad­ delerini başarıyla uygulayabilsin. Bu son iki maddeden bi­ ri, geri çekilmenin korunması ötekisi de düşman saldırısı­ nın son ana kadar, düşman kuvvetlerin durdurulması ve atılmasına ilişkindir. Ve topların feda edilmesi ancak bu gi..•

99


bi hallerde doğru ve hatta zorunlu olur. Bu sebeple övgü ve şeref sayılır. Çünkü bu kayba ve fedakarlığa karşılık büyük yarar sağlanır. Bu yolla ordunun bütünü felaketten, yok ol­ maktan kurtarılabilir veya düşman saldırısı, başarısızlığa dönüştürülerek üstünlüğün bizden yana dönmesi ihtimali doğar. Hiç değilse düşmanın başarısının azaltılması ve sı­ nırlı olması sağlanmış olur. Bu topların feda edilmesi hali, topçuların zamanında kurtarılması şartıyla sınırlı değildir, olamaz. Çünkü bu derece dayanma ve direnme, ancak top­ ların kullanılabilir ve yararlanılabilir halde bulundurulma­ sıyla faydalı olabilir. Bu da topçuların toplarının başından ayrılmamalarıyla olur. Yoksa sahipsiz bırakılan talihsiz top­ lar yalnız başına elbette dayanma ve direnme gösteremez­ ler. Böyle kalan toplar, düşmanın iştahını kabartan ve on­ ları sevindiren ve hırslarını coşturan birer kötü silah olur. Dayanma ve direnmenin sonuna kadar, muharebeye devam olunduktan sonra ise eğer düşman püskürtülmemişse, mev­ zie giriş ve boğaz boğaza durumu ortaya çıkacağından, top­ çular için bu sırada kayışları kesip ve hayvanlara binerek geriye kaçmak değil, ancak topların başında yiğitçe ölmek vardır. Hiçbir topçunun can tende iken topunu düşmana vermemesi, mesleğin namusu gereğidir. Bu, topların top­ çular üzerinde tabii bir hakkıdır! 36. İtalya Harbi'nde 9/ 1 0 Aralık 1 9 1 1 yılı sabahı Tob­ ruk civarında Nazure tepesine yapılan taarruzda bu tepe alınmış ve burada bir İtalyan Musevi makineli tüfek eri, tü­ feğinin başında ve elleri tüfeğinin kabzasında ölü bulun­ muştur. Bu tepeye saldıranlar arasında, kabile reisi ünlü Şeyh Müberri, düşman makineli tüfek bölüğünün yüz met­ re uzağında şehit olduğundan, mutlu makineli tüfek erinin pek namuslu bir görev yapmış olduğu muhakkaktır. 100


3 7. Türk milleti askerlikte doğmuş, askerlikte büyümüş ve bugüne kadar askerlikle yaşamıştır. Kalan hayatının de­ vamı ve mutluluğu da yine ancak askerlikle mümkün ola­ caktır. Halkı bilim ve sanattan, ticaret ve varlıktan yoksun ve fakat güzel sanatlara karşı olan duygulu niteliği ile çalış­ kan ve zengin kaynaklara sahip olup büyük devletlerin kıs­ kançlık hislerini arttırmakta olan memleketimiz, bu hali ile diğer memleketlerden çok durumunu koruma bakımından askeri kuvvetlerin dayanıklılık gücüne muhtaçtır. Medeni uluslar, çalışma alanı ve uygulamada hemen birbirine para­ lel ve aynı doğrultuda yol almaktadırlar. Onların bu duru­ mu birbirlenne karşı bir kuvvet dengesi oluşturmaktadır. Bu uluslar, hükümetleri yok olsa da hayatlarını sağlamak ve varlıklarını sürdürmek için gerekli olan devlet olma olgun­ luğuna erişmiş ve birlikte çalışmayı kazanmış oldukların­ dan, kendileri yani millet olarak varlıkları ortadan kaldırı­ lamaz. Fakat Türk milleti, İslam ümmeti, böyle değildir. Henüz içinde bulunduğu hayat mücadelesi alanında tutuna­ bilmek için şiddetli savunmaya ve korunmaya muhtaçtır. 38. Çökme dönemimizden beri kaybettiğimiz ülkemi­ zin birçok kısımlarında, şimdilerde İslamlık ve Türklüğün adı sanı kalmamıştır. Daha dün elimizden çıkardığımız Ma­ kedonyamızda İslam hayat ve varlığının uğradığı ve uğra­ makta olduğu şiddetli darbeleri devamlı göz önünde bulun­ duralım. Devletimizin resmi dini olan İslamlık, bütün di­ ğer dinlerin can düşmanı olduğundan, İslamlar halen ilkel toplumlar durumunda bulunduklarından Tanrı korusun bun­ dan sonra meydana gelecek bir yıkım, bir yenilgi, devletin ve Türk milletinin sonu demek olur. 39. Konu dışı sayılmamak gereken bu anlatımlardan gaye, subaylarımızı, varlığı ile yaşayabileceğimiz kutsal

101


yurdumuzun korunması adına, yeniden fedakarlığa çağır­ maktır. 40. Subay, özellikle savaşta, görev yaparken bu göre­ vin kendisinden fedakarlık ve kahramanlık beklemekte ol­ duğunu daima göz önünde bulundurmalı ve düşünmeli ki, kendi can ve tenini esirgeyecek olursa binlerce, milyonlar­ ca yurttaşının hayatını yitireceği, namusunun yabancı elle­ re düşeceği, yokluk çekeceği, göç edeceği, kutsallığının kirleneceği kesindir. Er geç yok olacak olan önemsiz şah­ si varlık ve hayat, bundan daha değerli midir ki esirgensin? Savaş alanlarında isteğimizle vermekten çekınmeyeceğimiz can ve tenimizin biraz sonra düşmanın ayakları altında çiğ­ neneceğini düşünmeliyiz. Bu şahsi hayatın yanında, suba­ yın ailesinin hayatı da vardır. ( 1 3) 4 1 . Subayın şehitlik rutbesine erişmesinden sonra, di­ yelim ki hükümet ailesine yardım elini uzatmayacaktır, böyle olsa bile bütün bir ülke halkının sıkıntı ve tutsaklığı yerine yalnız kendi ailesi acı ve sıkıntılara düşse ne çıkar? Kaldı ki subay, kendi ailesinin acı ve sıkıntıya düşeceğin­ den korkarak can ve tenini fedadan çekinirse sonradan edi­ neceği çocuk ve torunlarının acı ve sıkıntılarını görmekten başka bir sonuca ulaşamayacağı da ortadadır. Subay, top­ lumun yararını düşünen en büyük varlık olmalıdır. Cami­ lerin kiliseye döndürüldüğünü, İ slam kızlarımızın ve kız kardeşlerimizin, düşman kucaklarında dolaştırıldığını, ye­ timlerin ve yaşlıların düşman çizmeleri altında can verdi­ ğini, yüzbinlecre gö�menin aç ve çıplak, yağmur ve kar al­ tında yollarda perişan olduğunu görmek en çok bizi, suba­ yı acı acı düşündürmel idir. Bunların böyle olmaması için, düşmana gerilecek siper bizim göğüslerimizdir. 42. Bunları ·görecek olan subay, muharebede ölmedi-

1 02


ğine yansa yeridir. Bu felaketler, biz hepimiz savaş alanla­ rına serilmeden görülmemelidir. Ne kadar gelişmiş silahı­ mız olursa olsun ne kadar iyi eğitilmiş olursak olalım, yük­ sek derecede fedakarlık duygusuyla donatılmamış olursak, bundan sonraki sonuç bundan öncesinden farklı olmayacak· tır. Zaten can ve başla iş görüleceği zaman, can kaygusuna düşecek olursak, barışta öğrendiğimizi de unutarak, silah­ larımızdan da yararlanamayız. Hele komutamız altındaki­ lere iş yaptırmak ve etkin olmakta hiç başarılı olamayız. 43. O durumda bütün varlığımız sıfırdan başka şey olamaz. Oysa tecrübelerle görülmüştür ki, muharebede gö­ rev yapmaya engel olacak derecede aşırı korunma, korku­ lanın başa gelmesine daha çok yol açar. Bir subayın, şeref­ li kişiliği ile ilgili en önemli mesele bu aşırı korunmadır. Çünkü subay, muharebede tek bir kişi değildir. Komuta et­ tiği insanların varlığına ve önemine eşdeğer bir kuvvettir. Hatta daha büyük bir kısma ve daha çok kişiye yararlı ola­ bilmek amacıyla bunun bile üstündedir. Bunun için kendi­ sinin etkisini kaybetmesi, yapabilme durumundan düş­ mesi, yalnız kendisi için değil, ordu için bundan çok daha büyük bir gedik açmış olur. Balkan Savaşı 'nda ileri yürü­ yüşleri bin güçlük ve gecikmeyle yapan askerin, geri çekil­ me hareketlerinde harcanan zamanla oranlanamayacak de­ recede yol alması sebep ve etkisini, şimdiki subaylarımız ellerini alınlarına dayayarak önemle araştırmalı ve yorum­ lamalıdırlar. 44. Soyumuzun savaş alanlarında kazandıkları, ün, bı­ raktıkları ad ve sağladıkları başarılan, ele geçirdikleri dün­ yanın türlü bölgelerini düşünelim ve gözümüzün önüne ge­ tirelim: İstanbul'dan kalkıp Balkanları, Tunaları birçok de­ fa aşan, Hıristiyan dünyasının, mutaassıp ve birleşik Haç-

1 03


lı Ordularını yenen ve bunları koruyan, zamanın en daya­ nıklı kalelerini gücüyle kendine bağlayan, Viyanaları ku­ şatan ( 1 4) Macaristan ovalarını manej eğitim yerine ( 1 5) çe­ viren, koca yiğitlerin ne şerefli, ne cesur ne yardımsever, ne güvenilir insanlar olduklarını ve bu her millete nasip ol­ mayan başarıların ancak bu çok yüksek duyguyla elde edi­ lebileceğini anlamakta geç kalmayız. 45. Ne zaman ki ahlakımız bozularak fedakarlık ve mertlik damarlarımız gevşedi, fetih düşüncelerimiz söndü, devlet çıkarı yerine, şahsi çıkar sağlama ve kendi rahatımı­ zı düşünmeye başladık, yenilgiden yenilgiye felaketten fe­ lakete düştük, türlü acı ve sıkıntılarla yokluklara uğradık. 46. Viyanalan kuşatan, ileri karakollarını ( 1 6) Alman­ ya içerlerine kadar ilerleten Osmanlı sadrazam ve komu­ tanlarının çadırları, değişik tür ve çaptaki Osmanlı silahla­ rı, birçok Osmanlı ve Müslüman sancak ve bayrakları bu­ gün Viyana müzelerinin süsüdür. Viyana'nın Tophane Mü­ zesi'nde sadrazam ve komutanlara ait iki Türk çadırı var­ dır. Bugün, bunların her biri binlerce lira değerindedir ve müzenin en seçkin yerlerini doldurmaktadır. Sadrazan Ka­ ra Mustafa Paşa'nın kafatası şehrin Belediye Müzesi'nde bulunmaktadır. Son Viyana yenilgisi üzerine, Viyana'nın Osmanlılar elinden kesin olarak kurtulmuş oldugunun anı­ sı olmak üzere kentin ortasına yaptırılan ünlü ve kocaman " Stefanisky Kilisesi"nin kapısından girilince sol tarafta göze bir heykel çarpar. Bu heykel, Viyana 'yı kuşatan Türk­ lerin, yenilgi ve bozgununa olağanüstü bir çaba ile çalış­ mış olan General Lotringen' i, at üstünde göstermektedir ki, köpürmüş olan atının ayaklan, yerlere serilmiş olan sarık­ lı bir yeniçerinin çıplak göğsüne basmaktadır. Ben bu ko­ ca tabloyu gördüğüm gün, kilisede tapınan Hıristiyanlann bu Lotringen'e dua etmekte olduklarını sandım. 1 04


47. Eski yüzyıllık kayıptan başka dün uğradığımız ve bugün Rumeli 'deki dindaşlarımızın çekmekte oldukları, her gün belirtilerini gördüğümüz fekaletler, hep bizim gev­ şekliğimizin, beceriksizliğimizin, muharebe ve erlik mey­ danlarında savaşın istediği düzeyde, yiğitlik ve gücü gös­ teremediğimizin tabii sonucudur. Düne kadar verdikleri vergilerle karnımızı doyurduğumuz, hayat ve namuslarını korumakla yükümlü ve sorumlu olduğumuz zavallı Make­ donya Müslümanlarının türlü düşmanlar elinde bugün ne­ ler çekmekte olduklarını açıklamaya gerek var mı? Bugün Türkler yalnız soy ve tarih yönünden bu yiğit soyun çocuk­ ları ve torunları olmakla kalmamalıdırlar. Bunca öğünüle­ cek şeylerle dolu ve süslü olan şanlı geçmişimizin gerçek mirasçısı olduğumuzu ortaya koymalıyız ki, bugünümüzü ve yarınımızı kurtarmış olalım. 48. Türk milleti geçmiş zamandan çok, bugün gözetil­ meye ve korunmaya muhtaçtır. Hayatının ve varlığının sür­ dürülmesini sağlamak önce bize, askerlere bırakılmıştır. 49. Bugünkü askerler eski savaşçılardan daha azimli, fedakar can ve tenini düşünmekten arınmış olmalıdır ki, yüzyıllardır sürüp gelen şu devamlı felaketler ve kötülük­ ler artık olduğu yerde kalsın. 50. Stefanisky Kilisesi 'ndeki düşman generalinin hırs­ lı atının ayağı altında inlemekte olan çaresiz yeniçeriyi kur­ taramazsak da, bugün Rumel i 'de zorla yurtlarından atılan­ ların yardımına yetişelim ve bu azim ve kesin karardan ay­ rılmayalım ki, aynı felaketleri hiç olmazsa Meriç Neh­ ri 'nden bu yana getirmiş olmayalım. 5 1 . Geçen Rus muharebesi anısı olarak Küçükçekme­ ce 'de Florya gezisi ( 1 7) yöresinde yapılan ve dikilen Rus Zafer Anıtı 'na bir kere bakmakla yetinmeyelim, bunun ya-

1 05


pılış ve dikiliş sebeplerini ve anlamını araştıralım ve değer­ lendirelim. Bu eser bizim tçin bir düşünce kaynağı olmalı­ dır. Bunu derin derin düşünürken Pomaklarla Makedonya­ lıfarıri çektikferi 'yokluk; Sıkıntıları ve ayrıntılarını işitir ve okurken, bundan sonra böyle bir durumun tekrarında bu­ gün vatanın sınırları içinde kalan bizlerin de yarın nasıl ya­ şamak zorunda olacağımızı ve artık bu ülkede yaşamaya ne kadar önem vermek gerektiğini kesinlikle belirleyelim. 52. Subay izzeti nefsi, bu kadar acı yenilgilere katlan­ mamalıdır. Savaşta yenilmek ordunun kabul edemeyeceği bir leke olmalıdır. Öç alma düşüncesi, hareketimize yol gösterici olmalıdır. Daima bu düşünceyi besleyecek ve uy­ gulamaya koyabilecek biçimde çalışmalı ve çalıştırmalıyız. Muharebeyi kaybetmemiz bizim cesaretsizliğimize, ölme­ den geri dönmekliğimize bir kere daha sebep olmamalıdır. 53. Dayanma, direnme ve fedakarlığın muharebeyi ka­ zanmaya ne büyük etken olduğunu fiilen anlamak üzere Plevne savunmasının ünlü komutanı Gazi Osman Paşa'nın fedakarlıkları bütün komutanlarımıza ve komutan olacak bütün subaylarımıza bir ders ve kaçınılmaz canlı bir örnek olmalıdır. 54. Ünlü Gazinin, bir gün kasabanın kenarındaki ka­ rargahında otururken bir düşman top mermi parçasının, önündeki kahve takımını alıp, götürmesine karşı, gayet umursamazlıkla bakması, onun maddi hayata ne kadar az önem verdiğinin kesin delilidir. Asker hayatının, görev teh­ likesi karşısında, bundan çok önemi olmamalıdır. 55. 1 866 Almanya-Avusturya Savaşı'nda, ikinci Prus­ ya ordusu içerisinde birinci kolorduya bağlı ikinci piyade tümeninin, o yılın 27 haziran günü yaptığı taarruzda Noy Rogenç'e taarruz eden 4. Tugay'da, tugay komutanıyla her 1 06


iki alay komutanı ve birçok binbaşılar görevleri uğrunda ye­ nik düşmemiş bir komutan olarak can vermişler ve hayatta kalanlardan 7'nci Alay'ın 3. Tabur Komutanı'na Tugay Ko­ mutanlığı görevi verilerek, ortadan ebediyyen kaybolan üst­ lerin ölmesiyle emir ve komuta zinciri ( 1 8) koparılmaksı­ zın taarruz harekatı sürdürüldü ve muharebe de kazanıldı. 56. Asıl ilgi çekici olan nokta, tugay komutanlığı ve­ killiğinin en kıdemli subay bulunan bir binbaşıya verilme­ sinin orada bizzat tümen komutanı tarafından yapılmış ol­ masıdır. "Orada" dediğimiz yeri biraz tanımlayalım; ken­ dılerinden yüksek bir sırttaki düşmana saldıran 7. Prusya Alayı 'nın birinci ve ikinci taburları, hücum anında düşman süvarisinin karşı saldırılarına uğradıkfarın:dan ve bundan ce­ saret alan düşman da taarruzunu tekrarladığından hücum başarılı olmamış ve avcı hatlarında subayların hemen hep­ si vurulmuş olduğundan erler kendi başlarına dağınık bir biçimde geriye dönmeye başlamışlardı. Muharebenin sol kanatta iyi gitmediğini gören ve anlayan tümen komutanı, bütün muharebe hattının gerisinden atını dört nal sürerek düşman tüfeklerinin nişan hatlarına ( 1 9) ve mermi çıkışla­ rına dik bir çizgi üzerinden yıldırım gibi gelmiş ve durumu görerek hemen geri dönmekte olan erler üzerine baskı ya­ parak, bunları durdurmuş ve kısmen de Üzerlerine bir sü­ vari bölüğü göndererek geri kaçmalarını önlemiş ve o an­ da bozulan düzeni yenileyerek, tugay komutanlığını da iş­ te o zaman binbaşıya vermişti. Bu işlerin yapılması ile bir­ likte düşman durdurulmuş, yapılan bu hareketin sonunda kıtalar ikinci taarruzda başarılı olmuş, zafere ulaşmıştı. İş­ te tümen komutanının ansızın orada bulunuşu bütün yol­ suzlukların önünü almış ve sarsılmış olan manevi gücü kuv­ vetlendirmiş ve pekiştirmiştir.

1 07


57. Savaşın şiddetli bunalımından şaşırmış olan asker durdurulabilir ve onlara yeniden taarruz ettirilir ama, işte böyle bir tümen komutanı tarafından emir ve uyanda bu­ lunulmalıdır. Ancak böyle bir tümen komutanının durdur­ mak için gönderdiği süvari bölüğü görev yapabilir. Bu ko­ mutana bu hareketi yaptıran kuvvetin ise, bilgi ve teknik güçten çok, yiğitlik ve cesaret gücü olduğu ortadadır. 58. İtalyanlann, bir yıl Trablus ve Bingazi harekat alan­ larında (20) çarpışan bir avuç asker ve mücahitlerin olağa­ nüstü işler görmesine etken olan sebeplerin başlıcalarından biri de, bu muharebelerde subaylarla, kurmay heyetinin ve komutanların erlerle bir doğrultuda aynı safta savaşmış ol­ malarıdır. 59. Almanya'da geçen muharebelerde ün ve şerefle ha­ yatlarını bu yola koymuş olan alay komutanlarının ve kıta subaylarının büyük boy resimleri, alay gazinolarının özel salonlarını süslemekte ve bu mutlu kişilerin kafalarını par­ çalayan ve gövdelerini delen düşman kurşunları ve mermi parçaları da buralarda bulundurularak fedakarlık ve yiğit­ lik müzeleri kurulmaktadır. Bu görev kurbanlarının kan akıttıkları savaş yıllarını anma ve kutlama günlerinde bu sa­ lonlar özel törenle açılır ve adı geçen yiğitlerin başarılan anılarak ve anlatılarak gelecek için hazırlık ve isteklendir­ me örneği olarak, bu duygular geliştirilir. 60. Geçenlerde teknik ve askerlik sanatının yükselme­ si yolunda yiğitçe hayatını ortaya koyan genç pilotlarımız­ dan Sadık, Fethi ve Nuri 'nin adları ve ünleri için dikilecek övgü anıtının amacı da kadirbilirliğin belirtisi olduktan baş­ ka memleketin örnek yiğitliğinin ve örnek geleceğinin ay­ nı yiğitlik ve fedakarlığa yöneltilmesi ve özendirilmesi de­ mektir. 1 08


. ·

6 1 . İtalya Savaşı sonunda Deme'de topçu komutanlı­ ğı ve komutanlık yaverliği ve koruma bölük komutanlığı görevlerini yapmış olan Teğmen Sadık Efendi, bu kitapta sözü edilen fedakarlığın bir örneği idi. O, et, kemik ve kan­ dan oluşan ve kalp taşıyan bir insanın, tehlikeyi hiçe say­ mada gösterebileceği dayanıklılık ve kayıtsızlığın en yük­ sek ölçüsünü göstererek, bu konuda ciddi ve canlı bir ör­ nek olmuştur. 1 3 Aralık 1 9 1 1 yılında Deme 'de, İtalyanların bir çıkma hareketi ile başlayıp birçok savaş ganimetle­ ri ve düşmana yoğun kayıp vermesi ile sonuçlanmış olan büyük savaşta, Sadık Efendi, bizim iki toptan ibaret topçu­ muzun komutanıydı. Düşmanın birçok bataryalarına karşı toplarının ateşini olağanüstü bir sebat ve metanetle yöne­ terek ve sürdürerek zafere ulaşmaya yardımcı olmuştu. Şe­ hit olan rahmetli, aynı savaşta 30-3 1 Ocak 1 9 1 1 gecesi Der­ ne 'ye karşı girişilen saldırıda düşman kıtaları ve mevziin­ deki silahların ölüm saçan, kıyamet ateşleri kopardığı bu­ nalımlı bir dakikada yedeği oluşturan iki bölükten biri olan, kendi komutasındaki genç ve seçkin çocuklardan olu­ şan koruma bölüğünün başında ateş hattına ilerlerken gös­ termiş olduğu hücum isteği ve yiğitlik duygusu hata göz­ lerimin önündedir. 62. Yafa'da kazaya uğrayarak denize düşen Prens Ce­ Ialettin, uçağının gözetleyicisi Yüzbaşı İsmail Hakkı Efen­ di de Sadık Efendi'den sonra Derne'de iki topu olan topçu­ nun komutanlığını da üstlenmişti. Uçak kazasında sağ ola­ rak kurtulan adı anılan kişi 1 9 Şubat 1 9 1 1 ve 3 Nisan 1 9 1 2 yıllarında Deme muharebelerinde topların eski komutan­ larını aratmayacak biçimde olağanüstü metanet ve yiğitlik göstermişti. Bu iki muharebede iki topumuza ateş eden de­ ğişik çaplı İtalyan toplarının sayısı yirmiden aşağı değildi. 109


63. 3 Nisan'da, düşman, toplarımızın mevziini iyice keşfedemediğinden aralarındaki nisbet onda bir olan iki ta­ raf topçuları arasındaki muharebe adeta topçu düellosu bi­ çiminde sabahtan akşama kadar sürmüştü. Bizim ateşleri­ mize karşı düşmanın 4-5 bataryası birden grup ateşi ile kar­ şılık veriyordu. fakat 1 9 Şubat'ta mevzii biraz daha açık bulunduğu için İsmail Hakkı Efendi bir top çavuşu ile bir numara erini şehit vererek %20 kayba uğramıştı ve topla­ rından biri bozulmuştu. 64. Burada buna qenzer bir tarihi olayı anarak, uçak fedailerimizle birlikte bunu da bütün askerlerin görüşlerine sunmak isterim! . 65. 1 908 yılı Ekiminde, ünlü zorbalardan İsa Bolatin­ li'nin, meşruti hükümete karşı ilk ayaklanmasında, üzeri­ ne bir taburla ikitop gönderilmişti. Metroviçe 'den sabah ka­ ranlığında yola çıkan bu askerlerin kol nihayeti sisli ve kar­ lı bir günde, gün ağarırken kasabaya bir buçuk saat uzak­ lıkta bulunan Bolatin köyüne hakim, taşlı yüksek tepenin yamacında Bolatinli 'nin çetesi tarafından pusuya düşürül­ müştü. İlerdeki bölükler derhal Balkana saldırmışlarsa da, alacakaranlıktan ve tipiden yararlanan Arnavutlar, büyük kısma etkili olmaktan geri kalmıyordu. Tabii olarak bu sı­ rada hepimiz düz yol üzerinde, kar içinde yatarak önümüz­ deki düşman mevziini belirlemeye uğraşıyorduk. 66. Ansızın birkaç piyade erinin kanı, karı kırmızılaş­ tırmış ve birkaç top katırı da devrilmişti. Askerdeki şaşkın­ lık ve bunalım çok acıydı. Yanımda duran topçu komuta­ nı üsteğmen Manastırlı Faik Efendiye (şimdi üçüncü top­ çu alayının yedinci bölük komutanı yüzbaşı) askerlerimi­ zin manevi gücünü korumak ve kollamak ve zorba Arna­ vutunkini kırmak üzere yüksek nişangahla ateşe başlama­ sını söyledim.

1 10


67. Adı geçenler, hemen ayağa kalkarak ve erlerini de kaldırarak yol kenarındaki hendeğe düşmüş olan topu düz­ lüğe çıkardılar. Ateşe hazırlanırken erlerden birinin şehit edilmesi üzerine, topçuların topu bırakmalarına karşı, su­ bay, durumunu hiç değiştirmeden, saklanmaya çalışan er­ lere öylesine etkili sözler söyledi ki, erler hemen yine topa sarıldılar. Bu defa da top çavuşu gözünden kurşun yiyerek düştü. Ben artık topçununu göreceği bu işten vazgeçmek istiyordum. Orada tek topçu subayı olmak dolayısıyla, var­ lığı gereğinden çok önemli olan bu subayın da yok olaca­ ğından korkuyordum. Fakat Faik Efendi'nin mertliğe va­ ran çabası işi çözümledi. Onun, erlerine cidden örnek olan gerçek subay tutum ve davranışıyla toplar ateşe başladı. Ve biraz sonra, Herdeki düşmanla vuruşarak pusudan güçlük­ le kurtulabildik. 68. Kahramanlık hareketlerini örnekaldığımız subay­ lardan üçü de topçuya rastladı. Oysa 1 9 Şubat 1 9 1 1 Deme Muharebesinde düşmanın iki taburu karşısında sakin ve tam bir rahatlık içinde savaşan ve bu üstün düşmana bir ka­ rış ilerlemeyi pek pahalıya satan asker (Deme'nin biricik nizamiye kuvveti olan piyade bölüğü) Yüzbaşı Manastırlı Halim Efendi'nin böl4ğü idi. yine 27 Eylül 1 9 1 2 'de düş­ manın Deme 'nin batısından Temessukiyet çevresineöe olan taarruzunda ilerlettiği üç piyade alayı ile üç Erit�e taburu ki, on iki taburluk İtalyan kuvveti karşısında ilk direnen kuvvetimiz, Üsteğmen Rusuhi ve Ethem efendilerin ko­ mutalarındaki piyade askerlerimizle Üstteğmen Cemil Hak­ kı ve Teğmen Nurettin Efendilerin komutalarındaki ikişer­ den dört makinalı tüfeğimizdi. Bu muharebede Cemil Efen­ di 'den başka öteki üçü de yaralanmışlardı. Sonradan dört dağ topumuzla, büyük kısmı cephanesiz beş altıyüz Arap 111


gönüllüsünün de katılmasıyla düşman, kazandığı beş kilo­ metrelik ileri araziyi bırakmak ve eski yerine dönmek zo­ runda bırakıldı. Hayli savaş ganimeti ve tutsak ele geçiril­ di. Fakat özellikle Cemil Efendi, iki makinalı tüfeğiyle ben­ zeri az görülen bir korkusuzlukla, düşmanın burnuna ka­ dar sokulmuş, düşmanı gerçekten şaşırtmıştı. 69. Süvari sınıfımızın da buna benzer örnek fedakar­ lık ve yiğitlikleri vardır. 1 9 1 2 yılı Balkan Savaşı 'nın birin­ ci dönemi sonunda ve birinci büyük ateşkesin ilk günlerin-· de Bulgarların Yeniköy ve Şarköy' e yaptıkları taarruzların­ da, Kavak'ta beraberinde bulunan Mürettep Süvari Ala­ yı 'na bağlı Beşinci Süvari Alayının üçüncü bölüğü subay heyeti ile 27. Süvari Alayının beşinci bölüğü teğmeni Fah­ ri Efendi'nin keşif ve muharebe görevlerinde gösterdikle­ ri yiğitlik ve çaba her türlü takdire değer. Edirne'nin geri alınmasında düşmanın izini bırakmamak üzere, süvariliğe yatkın amansızca bir takip görevini yürütme sırasında, gö­ zünü kan bürüyen yiğitlikle süvari Yüzbaşısı merhum Re­ şit Bey, arkadaşlarına ciddi örnek olacak mertlik ve tam fe­ dakarlık göstermiştir. 70. Görev ve mesleğinin gerçek aşığı olan bu subay, İtalya Savaşında da Derne'de komutanlık başyaveri iken, en sarp ve çetin keşif görevlerini büyük bir istekle üstlenmiş ve bunları büyük bir kabiliyetle ve özellikle bundan daha büyük bir cesaretle en iyi şekilde yerine getirmiş, görev ve mesleğinin eri olduğunu hakkıyla ispatlamıştır. 7 1 . Ordumuzun bütün subayları bu örnek göreve uy­ gun yetiştirilmiş olmalı ki, kaybettiğimiz şeyi yerine koy­ muş olalım. 72. Şimdi komutanların muharebelerdeki tutum ve davranışlarına ilişkin talimnamelerdeki maddeleri dinleye1 12


lim: Piyade Talimnamesi Kısım 2 Madde 277: "İleri yü­ rüyüş sırasında düşmanla bir karşılaşma ihtimali var­ sa, komutan mümkün olduğu kadar ileride ve kural ola­ rak öncünün ileri kısmında bulunmalıdır.... Böylece kendisi belirli bir yere bağh kalmayarak aşama aşama ilerlemelidir Bu sayede komutan şahsi araştırmasıyla düşmanın komşu kıtalarının durumuna ve araziye iliş­ kin bilgi elde eder ki, ne harita, ne rapor ve ne de yazı­ lardan çıkarılan bilgiler bunun yerini tutar " 73. Bu maddede anılan komutan, kural olarak en aşa­ ğı tümen komutanı ise de, bağımsız hareket eden herhangi bir müfrezenin komutanı, öncü kuvvetler komutanı gibi da­ ha küçükler de tabii olarak aynı şekilde hareket ederler. 74. Talimnamenin bu sırada komutanlara öğütlemek­ te olduğu öncü ileri kısımlan öncü ucuna kadar dayanabi­ lir. Şüphesiz bu kısımlarda dolaşmak komutan için tehlike­ den uzak değildir. Mesela; yanlarda keşif kollan arasındaki çatışmalardan, muharebeye tutulmuş olan uç bölüğünün muharebesinden ve düşman eğer açılma ve yayılmada ön­ celik almışsa, düşman topçusunun ateşlerinden varlığı çok değerli olan komutana ve komutası altındakilere bir iki top mermisi parçası isabeti elbette ihtimal dışı olamaz. Fakat bu çok değerli kişilerden beklenen yarar ve değer, işte bu anda, bu şekilde görev yaparken nasıl olabileceğinden ve aksi tutum değeri sifıra indireceğinden (bu sayeôe komu­ tan şahsi görüş ve araştırmasıyla... madde 277) sözü edilen tehlikeyi akıllarına bile getiremeyecektir. Tereddüde yer ol­ mayan gerçektendir ki, komutanların sağlığı ve varlığı an­ cak muharebe üzerinde ciddi bir bilgi ve komuta tesiri ol­ ması, çok önemli ve gereklidir. Şiqıdi, artık keşfe giden bir subayın, düşmandan ateş aldığı için, ilerlemeye ve keşfi •.•

••

1 13


sağlıklı yürütmeye başarılı olamamasını özür ve imkansız­ lık olarak göstermesinin ne derece kabul olunabileceği dü­ şünülmelidir. 75. Komutanlar hakkında Piyade Talimnamesi'nin 279. maddesi de burada anılmaya değer; " İleride bulunan komutanlar etkili düşman ateşi altında hayvandan iner­ ler ve görünüşün gereği, elden geldiğince sütre ve örtü­ lerden yararlamrlar..." 76. Demek oluyor ki, rastlantı olarak patlayan bir iki şarapnel veya tek tük gelen birkaç düşman mermisi üzeri­ ne komutanların attan inmesini Talimname kabul etmiyor. Bunu ancak etkili ve yoğun düşman ateşi altında uygun gö­ rüyor. Sütrelerden yararlanmayı da, görüşü engellememek şartına bağlİyor. Öyle ya! Ere avcılık eğitiminde en önem­ li kuraldan önce, atış tesirini, sonra gizlenmenin düşünüle­ ceğini öğretiyoruz. Bu maddeden anlaşıldığına göre ancak görüşü engellememek şartıyla sütrelerden yararlanmayı öğütleyen-komutan veya subay, askere, tesirin gizlenmeden önce olduğunu öğretecek ve yerinde uygulayacaktır. 77. Komutanların, komutası altındakiler üzerinde ko­ muta nüfuz ve tesirinin derecesini ve önemini gösteren şu maddeyi de gözden geçirelim: Piyade Talimnamesi 424: "Aralıksız takip yapılması için bütün komutanlarm bü­ tün azim ve güçlerini harcamaları gerekir. Çünkü zafer kazanmış asker bile savaşm sıkıntdarıyla yorulmuş ve gücü azalmış olabileceğinden, muharebenin sonunda ge­ rek ast ve gerek üst herkeste dinlenme ihtiyacı etkisini gösterebilir. Ancak komutanların kesin azmi kendi yor­ gunluğunu yenerek astlarmı da birlikte ileri sürebilir." 78. Böyle bir anda k';)mutan, hemen yapılması imkan­ sız olan bir istekte bulunmamalı ve erlerinin düşeceği bü-

1 14


yük sıkıntı ve güçlüklerden çekinmelidir. Muharebe anın­ da can ve mal kaybı olacağı _görüşü, muharebeden dönme­ yi gerektirmediği gibi, takip sırasında gidemeyenlerin yol­ larda dökülüp kalması yüzünden verilen zayiatın da takip­ ten kalmaya sebep olması kesinlikle doğru olmaz. 79. Talimnamenin bu maddesi okununca asker için güçlük tasavvur etmek olmaz ve yapılamaz işler olduğunu varsaymak büyük yanlışlık olur. Sıkıntının en çetini ölüm değil mi? Askerin alın yazısında bu zaten yazılı. O halde asker için göğüs gerilmeyecek hiçbir engel kalmaz. Elve­ rir ki, komutanların azim ve niyeti gerektiğinde askere ya­ pılması mümkün değil gibi görünen konulan yaptıracak kadar dayanıklı ve metin olsun. Bunun için komutanların, önce kendi yorgunluklarını yenmeleri gerekir. Buradaki ko­ mutan sözünden gaye takım komutanından ordu komuta­ nına kadar olan komuta yetkilileridir. Bir teğmen bile ge­ rektiğinde, kendi takım erlerine, buna benzer olağanüstü uy­ gulamayı emredeceği ve önereceğinden başka, en büyük ko­ mutanlar tarafından emredilen benzer uygulamaların kolay ve uygulama imkanı da teğmene kadar kademeler yolu ile bütün komutanların azim ve metin olma yolunda erlere ör­ nek olmaları ile sağlanacak ve öğretilecektir. 80. Bu konuda Seferiye Kanunnamesi 'nin ilgili mad­ delerini okuyalım: Seferiye Madde 37: "En genç erden başlayarak bü­ yük kumatanlara varıncaya kadar her bir askerden her durumda ve konuda düşünce ve beden kuvvetlerini kul­ lanması ve harcaması istenmelidir. Yalmz bu suretle as­ keri klta, birlikte hareket ederek güç ve yeteneğini tam olarak ortaya koymayı başarabilir. Ancak bu tutumuy­ la tehlikeli ve korkulu anlarda bile, cesaret, azim ve da1 15


yanıklılığını koruyarak, nisbeten zayıf olan arkadaşla­ rını kendileriyle beraber korkusuzca görevlerini yürü­ ten ve yapan yiğit askerler yetişmiş olur." 8 1 . Yine Seferiye Madde 24: " ...Erlerin sıkıntı ve ağır görevlerden sonra gösterecekleri durum ve tutüm, o kıtanın değerini belirlemek için en güvenilir ölçüdür." 82. O halde asker olanlar bilmelidir ki askerlikte yo­ rulmak yoktur. Asker yorulacak, fakar yorgunluğunu gös­ termeyecek, sıkıntılarını daima yenmeye alışacaktır. Bunun da birinci şartı askerin başında, on beş-yirmi kilometre yü­ rüdükten sonra belini eğmeden yürüyebilecek subayların varlığıdır. 83. Askerde, bedeni güç gerektiren görevlerden sonra yorgunluk belirtileri görülürse, bu belirtileri gidermek için, subay ve komutanların gözlerinden kaçmaması gereken bu gibi durumlarda, kıtaya hemen geçit resmi yapması emre­ dilir veya gayet sert bir komutla belli bir yönde birkaç de­ fa marş marş komutu verilir. Asker de, böylece uygun bir dil ve yaptırımla bunun anlamını kavramış olur. 84. Güçlük ve sıkıntıları küçümseme demek olan bu bölüme son vermiş olmak için Piyade Talimnamesi 'nin yal­ nız ere ait şu iki maddesini de gözönüne alalım: Piyade Ta­ limnamesi Madde 268: "Er, güç yürüyüşler ve birçok yoksunluklardan sonra muharebede, yiğitlik, atiklik, soğukkanlılık ve çabuk kararlılık özelliklerini koruma­ lıdır. Canını hiçe sayma ve özellikle beden eğitimi ve süngü eğitimiyle pekiştirilen tehlikeden yılmama özel­ liği ve bunlardan başka bedeni dayanıklılıkla muhare­ benin zaten basit olan düzenleriyle kuracağı yakınlık, eri, muharebenin hatta şiddetli etkilerine karşı göğüs ge­ recek bir duruma getirmelidir. Er, düşmana sırt çevir1 16


mek kadar tehlikeli bir şey olmayacağına inanmış olma­ lıdır." 85. Muharebenin heyecanlı anlarında korkusuzluk ve dayanıklılığını yitirdiğini duyanlar subayına bakmalıdır. 86. Artık subay kalmamışsa, astsubay ve öteki cesur erlerin davranışlarını örnek almalıdır. 87. Piyade Talimnamesi - Madde 269: "Her er bağ.:. lı olduğu birliğinden ayrılmamaya çalışmalıdır. Yaralı olmadıkları halde, savaşan erlerin gerisinde işsiz du­ ranlar ve emir almaksızın muharebe alanından yaralı taşıyanlar veya bir yapmacık sebeple muharebe alanı­ nı bırakanlar korkaklık, alçaklık cezasıyla mahkum olurlar." 88. Askerce ve yiğitçe savaşabilmek için, orduyu oluş­ turan subay ve erleri, şu iki maddenin emir ve isteği açısın­ dan araştırmak ve değerlendirmekte yarar vardır. Bizde ne acıdır ki, vatan uğrunda canını hiçe saymak, vatanın kurtu­ luşu adına bunu gerekli ve şerefli bir görev saymak, henüz gerektiği ölçüde gelişmemiştir. Erlerin büyük çoğunluğu­ nun cahil ve bilgisizliğinin bunda büyük etkisi olduğu in­ kar edilemezse de bilgili ve görgülü çevrede yetişenlerin ço­ ğu da ellerinde silah olarak düşman karşısında savaşacak­ ları ve vuruşacaklan yerde, daha çok geride, tehlikeden arınmış ve daha kolay işlere kaydıkları acı da olsa görül­ müştür. 89. Anlaşılıyor ki, milli ve düşünce eğitimimizde, va­ tan uğrunda fedakarlık, vatan sevgisi ve tutkunluğu ve bu uğurda her şeyin unutulması zorunluluğu gibi yüksek duy­ gular ve yüksek ülkücü olmak düzeyine erişilememiştir. Oysa okumayan ve bilmeyenler, okumadıkları ve bilmedik­ leri için yurt sevgisinden habersiz ve bunu bilenler de va-

1 17


tanın ihtiyacına layık bir surette bol varlıklardan sıyrılarak kolay ve rahata eğilimli olursa bu ülkeyi kimlerin yaşata­ cağı ve bu vatanda yaşamak ve buna sahip olmak hakkının ne yüzle ileri sürüleceği düşünmeye değer. 90. Şehbal'i Risale-i Mevkute-i musavvere'sinin 90 numaralı nüshasında biyografisi ve yaptıkları yazılan Sof­ ya Sanayii Nefise (Güzel Sanatlar Okulu) Müdürü Ressam Mitof'un makalesini aydınlar şüphesiz okumuşlardır. Mi­ toffırçasıyla Bulgarlıkta milli duygunun doğması ve pekiş­ tirilmesinde geceli gündüzlü çalışmış iken, ülkesine düş­ manlar saldırınca da 1 859 Sırp-Bulgar savaşı çıkar çıkmaz fırçasını bırakıp silahına sarılmış bir de cesaret madalya­ sıyla şereflendirilmiştir. Son savaşta ise kocamış olduğun­ dan, kendisi savaşa katılamamışsa da, Paris Güzel Sanatlar Akademisi ile Mühendis Okulu'nda öğretim gören iki oğ­ lunu savaşa göndermiştir. 9 1. Balkan Savaşı'nda Selanik üzerine yürüyen Bul­ gar kuvvetinin süvari subayı olarak Bulgaristan' ın Paris 'te­ ki elçisi, yedeksubay olarak görev yapmıştır. 92. Bu savaşta ordunun önünde herkesten önce milli namus adına at oynatan, kılıç sallayan, tüfek atan ve birçok kan akıtan Bulgar bilgin ve aydınlarının cins ve sayısını ül­ kemizin aydınlarından aynı görevi yapmış olanların sayısı ile karşılaştırmak, araştırmak incelemeye değer önemli bir dava olsa gerektir. 93 . Harekatın yol göstericisi, savaşın yasası demek olan Talimname, bir uydurma sebeple muharebe alanını bı­ rakanları korkaklıkla suçluyor. Demek ki, Talimname önün­ de korkaklık bir cezadır. Öyledir ya! Bir erkeğe, özellikle bir askere, korkaklık yüklemek, o kişinin neredeyse mede­ nilikten çıkarılmasıyla eşdeğerdir. Çünkü "bu adam vatan1 18


sızdır" demektir. Onun vatanı yoktur. Zira çocuğu olduğu­ nu ileri sürdüğü vatanının düşmanlarca çiğnendiği gün o, anasının yardımına koşmamıştır. Ya da koşmuştur da, bu uğurda canla başla çalışmamıştır. Mecbur olduğu kutsal görevini yerine getirmemiştir. 94. Dayanıklığını yitiren erlerin, subaylarına bakma­ larını talimname öğütlüyor. O halde, subayın dayanıklılığı­ nı yitirmesine hiçbir sebeple göz yumulamaz. Hatta bu me­ tinlik o derece korunacak ki, subayın yalnız kendisi yetin­ mekle kalmayacak, metinlikten yoksun olan erlere de me­ tin olma duygusunu aktaracaktır. 95. Artık muharebenin gerisinde işsiz duran ve bu ala­ nı bir uydurma sebeple bırakan erler, korkaklıkla cezalan­ dırılırsa tam sav;ış olacağı zaman sağlığının bozukluğundan söz ederek rapor almak veya başka bir göreve istekli görün­ mek veya bulunduğu bir başka işi uzatıp muharebeye yetiş­ mekte gecikmek hangi ceza ile suçlanacaktır, bilemem. 96. Erlerde cesaret, zorlu çalışma, soğukkanlılık ve çabuk karar verme ve dayanıklılığını yitirdiği zaman suba­ yına bakmak, özelliklerini öğrenmek ve geliştirmek için ile­ rideki ikinci bölümü inceleyelim. ( 1 ) Harp, savaş: Barış yoluyla halledilemeyen mesele veya meselelerin hal­ li için bir devlet veya devletler grubunun, diğer bir devlet veya devletler grubu­ na karşı milli güçlerinin tamamını veya bir kısmını kullanarak yaptıkları müca­ dele. MT-7, s. 1 23 . ( 2 ) Harp oyunu: 1 . Hasım kuvvetler harekatının harita üzerinde yönetildi­ ği bir tatbikat şekli. Bu oyunda: Askeri birlik ve teşkiller, işaret ve sembollerle temsil edilir ve kıtaların arazi üzerindeki manevraları, işaret ve semboller hareket ettirilerek be­ lirtilir. 2. iki veya daha çok muhasım (karşılıklı saldırıya hazır düşman i kuvveti ilgilendiren bir askeri harekatın fiilen yaşanmış veya var sayılan bir durum can-

1 19


landırılarak kural, esas ve yöntemler kullanarak sevk ve idare edilen herhangi bir şekildeki taklididir (benzeridir). MT-7, s. 1 24. (3) Amaç, maksat: 1 . Gayeye varmak için elde edilmesi istenen sonuç. 2. Gaye ve hedefe varmak için güdülen kasıt ve azim ile düşünülen çerçe­ ve ve gerekçe. 3. Uygulama sonunda elde edilecek hedef. MT-7, s. 1 9.

(4) "Nizamname - tüzük: Kanunların uygulanmasını göstermek veya ka­ nunların emrettiği işleri belirtmek üzere Bakanlar Kurulunca çıkarılan ve Danış­ tayın incelemesine tabi bir hukuki tasarruftur. Tüzükler kanuna aykırı olamaz. iç Hiz. M . 5. (5) Seferberlik: 1. Memleketin maddi ve manevi tüm güç ve kaynaklarının, savaşın ihti­ yaçlarını karşılayacak şekilde, barış durumundan sefer durumuna geçirilmesidir. Bunlar ikiye ayrılır: a. Genel seferberlik: Bütün yurdu kapsar. b. Bölgesel seferberlik: Yurdun belli bir bölgesini kapsar. 2. Yolculuğa, savaşa hazır halde bulunmak. MT-7 s. 257, T.S.K. Sef. Y. M. 3. Genel seferberlikte askerlik hizmetinden muafiyet olmayacağı As. C. K. M. 2. (6) Askeri Birlik: Silahlı Kuvvetlerde bir komutan emrine verilmiş, kuru­ luş ve kadrosu saptanmış teşkil. MT-7, s. 1 6 H. Ü . (7) Muharebe Alanı: Muharebenin sevk ve idaresiyle doğrudan ilgili ola­ bilecek kara, deniz, hava sahalarının tümü, MT-7, s. 1 23. H. Ü . (8) Harp Araç-Gereç ve Silahları: Yapılma ve ileride kullanılma amaçları savaşa yönelik olmak ve harpte bilfiil düşmana karşı kullanılmayı hedef alan as­ keri araç, gereç, silah ve donanımlar. H. Ü . (9) Mühimmat: Askeri amaçlarla kullanılmak üzere yapılan patlayıcı mad­ delerle, bunların doldurulmasında kullanılan metal gövde, mekanik düzen ve dizgelerin bütünü. MT-7, s. 2 1 5 H . Ü . ( 1 0) Cüz-ü tam: Savaşabilecek en küçük tam birlik; bugün bu birlik takımc:.r. ( 1 ·1 ) Disiplin. kanunlara, nizamlara ve amirlere kesin bir itaat ve astının, üstünün hukukuna riayet demektir. ( MT-7, s. 76) Askerliğin temeli disiplindir. iç Hiz. K. 1 3 . Disiplin Amiri: Her amir emrindeki şahıslara ceza vermeye yetkilidir. (As. C. K. 163) iç Hiz.Y. 55. 7 1 7/6. Ayrıntı için Bk. Hakim Albay Hulusi Özbakan,

1 20


ilgili Mevzuat ile iç Hizmet Kanunu s. 1 22. Disiplin Latin kökenli (Disciplina) bir kelime olup hemen her Batı diline çok az değişikliklerle geçmiştir. -Fr. discpline, Alm. Disziplin- Der Grosse Duden Fremdwörterbuch C. 5. s. 1 26 Askeri disiplinin iki temeli vardır. Birincisi mutlak bir itaat. Bu kaide ka­ nunlara, nizamlara ve amirlere itaati yani hizmet ve vazifenin gereği. kanun, ni­ zam ve emirlerin kendiliklerinden tereddütsüz uygulanmasıdır. ikincisi hukuka riayettir. Bu da astın ve üstün kanun ve nizamlarla tanınan haklarına saygı gös­ termek, uymaktır. Silahlı kuvvetlerde disiplinin yerleşmesi için, silahlı kuvvetlerin bütün mensupları mutlak itaate ve vicdan mesuliyeti duyarak doğrulukla görevini yü­ rütmeye, her hizmeti en küçük teferruatına kadar, büyük bir özen, düzen ve is­ tekle yaptırmaya alıştırmak amirlerin temel görevlerindendir. Tam ve sağlam bir disiplin, tam ve karşılıklı saygı ve sevgiye dayanır. Böy­ le olmayan disiplin,olağanüstü durumlarda gevşer ve birliği uçuruma sürükler. Disiplinin bozulduğunu gören veya sezen her amir, yasalar çerçevesinde gerekli tedbirleri almakla yükümlü ve sorumludur. ÖZBAKAN s. 1 23 . vd. l .G.H.Ü. Mutlak itaat: Askerliğin temeli mutlak bir itaattır. Her astın üstünden al­ dığı emri hiçbir kayıt ve şart düşünmeden ve en ufak bir tereddüt göstermeden canla, başla·yapması, kanun ve nizamların dediğinden dışarı çıkmaması ve ya­ sak edilen şeyleri yapmaması demektir. Tam ve kalbi bir itaat üst'ün telkin ede­ ceği itimat ve muhabbetl e elde edilir. iç Hiz. Y. 86/b. Mesleğin istediği mutlak itaatı her astın gönül isteği ile yapması şarttır. iç Hiz. Y. 4. . Amir, maiyeti nden mutlak bir itaat beklemekte ve istemekte haklıdır. iç Hiz. Y. 1 3 . ( 12) Komutan deyince top v e arabalar da dahil olmak üzere tüm birlikleri sevk ve idare edenler anlaşılmalıdır. ( 1 3) Nuri Conker'in kızı Kıymet Tesal; "Biz dört kardeşiz, babamız hiç­ birimizin doğumunda bulunmamış. Bizleri aylar yıllar sonra gördüğü olmuştu. Babam, dört günlük evli iken Harekat Ordusu'na gönüllü katılmıştır. Çanakka­ le'den Conkbayırı savaşından yaralı başı sarılı gelmiş, yeni savaşlara başı sarılı gitmiş. Bir gün başından yaralı olduğunu yakınlarına bile göstermemiş" derken gözleri dolu doluydu. 1. G. H. Ü. ( 1 4) Soyumuzun bilim ve tekniğe karşı ilgisi ve bağlılığı zayıf değildi. Za­ ten bunsuz olamazdı, Viyana'nın Osmanlılar tarafından kuşatılmasını gösteren ve halen kentin, gösterişli belediye müzesinde bulunan harita, Osmanlı ordusun­ da sanatın ayrıntılarına inen, onların bilim ve sanata yatkınlığını gösteren ölmez bir belgedir. Bu kalenin güney yanında halen imparatorun kışlık şatosu vardır.

121


Hoffburg Sarayının, Osmanlılarca hücum noktası seçildiği ve bu sarayın iki burcunun susturulduğu ve düşürüldüğü görülmektedir. Yine bu kuşatma sırasında bataryaların yerleştirildiği kuzeybatı yönünde­ ki tepenin Viyana'yı dövmeye en uygun noktalarda olduğu görülünce anlaşılır. Avusturyalılar şimdi burasını gayet güzel bir park yapmışlar, adına ' 'Türk Par­ kı" demişlerdir. Parkın giriş kapısının iki yanındaki sütunlara birer ayyıldız iş­ lemişlerdir. ( 1 5 ) Süvari atlarının eğitim alanı, ata binme eğitimi yapılan düzlük. H.Ü. ( 1 6) lleri karakol: 1 . Bir durma esnasında, bir ordugahta veya bir konma bölgesinde, ana kuv­ veti, düşman gözetleme ve baskınına karşı korumak, aynı zamanda düşmanı gö­ zaltında tutmak için, anabirlikten belirli bir mesafeye sürül em emniyet keşif kı­ . talan. 2. Durmalarda, kamp, ordugah ve konaklarda veya bir muharebe mevziin­ de, büyük kısmı, düşmanın baskın ve gözetlemelerinden korumak için, bu kıs­ mın belirli bir mesafe ilerisine çıkarılan emniyet müfrezesi. MT. 7, s. 1 54. (17) Bugünkü Yeşilköy, o yıllarda kent dışında gezi yeriydi. H.Ü. ( 1 8) Komuta zinciri: 1 . Emir ve komuta yetkisinin uygulandığı, üstten asta komutanlıklar zin­ ciri (kanalı)dır. 2. Birbiri emrinde bulunan birliklerin komutanlıkları arasındaki sıra (iist'ten ast'a ya da ast'tan üst'e kadar). ( 1 9) a. Nişan hattı: 1 . Gözetleyici ile nişan noktasını birleştiren hat. 2. Göz, gez ortası, arpacık tepesiyle nişan noktası arasındaki hat. 3. Silah ile nişan noktası, hedef esas istikamet noktası arasındaki hat. b. Nişan noktası: 1 . Bir silahın nişangahının yöneltildiği veya bir gözetleyicinin, gözetleme aletini yönelttiği nokta. 2. Bir bombardımancı veya pilotun, bomba, roket, mayın veya torpidoyu bırakacağı noktayı belirtmek için faydalandığı noktalar. MT. 7, s. 222. (20) Harekat alanı: Tespit edilen ana vazifeye uygun olarak, askeri kuv­ vetlerin sevk ve idaresi, desteklenmesi için harp alanının gerekli olan parçası. Ha­ rekat alanının coğrafi hudutları Genelkurmay Başkanlığınca belirtilir. MT. 7, s. 1 1 8.

1 22


iKiNCi BÖLÜM Subayların, erlerin kalplerini ve güvenlerini kazan­ maları ve moral güçlerini desteklemeleri. 1 . Erler, askeri hizmetlerde bulundukça subayların ger­ çek çocukları gibidir. Bir insan kendi çocuğunun adam ola­ bilmesi için eğitim ve öğretimini, genel sağlık durumunu, tutum ve davranışını nasıl gözetir ve onlara özen gösterir­ se, subay babalar da, er olan çocuklarının sağlık ve esenli­ ğini, görev ve mesleğini, iyi öğrenmesini, ahlakının düz­ günlüğünü özetle her şeyini, aynı kayıt, özen ve çabayla ça­ lıştırarak gözetecektir. Birinci bölümde açıklanan ve ölüm­ le pençeleşilen muharebe alanla'1nda ere hakim ve amir ola­ bilmek, bunalımlı zamanlard3; ere ölümü gerektiren şanlı ve başarılı görevler gördürebilmek için, subay ruhi varlığı­ nın, erin gözünde gayet büyük tanınmış olması gerekir. Erin, bu ruhi varlığı tanıdığı andan sonra bundan birçok bü­ yüklükler, türlü şefkat ve cömertlik görmüş olması ve böy­ lece bu ruh ve varlığı tapınırcasına gizli ve güvene layık bil­ mesi ilk şarttır. Yoksa hiçbir şey yapamaz. 2. Seferiye madde 3 : "Askerin yapacağı görevlerin hakkiyle yararlı olması ancak amirin isteğine ve ama­ cma göre yönetme ve uygulamasiyle mümkün olabilir. Bu da ancak askeri disiplinle sağlamr." 3. Askeri disiplin, ordunun temeli ve başarının birinci şartı olduğundan, her halde tam bir sertlikle kurulmalı ve sürdürülmelidir. Barışta, çoğu zaman gayret göstererek kı­ talarda sağlanamayıp yalnız görünüşte elde edilmiş olan di­ siplin, savaşın tehlikeli anlarında ve beklenmeyen olaylar karşısında verimsiz ve faydasız kalır. -

1 2�


4. Önce şunıı. söyleyelim ki, ordunun temeli ve her ba­ şarının ilk şartı disiplindir. Astlara emrin istek ve anlamı­ na göre hizmet gördürmek için esas olan insan ve güveni elde edebilmek amacıyla bu bölümde bir kısmından söz edi­ lecek olan (Çeşitli Yollar Bölümünün) başında yazıldığı gi­ bi, disiplin yalnız erle subay arasında geçerli olmayıp bü­ tün üst ve astlar arasında uyulması gereken zorunluluktur. Askeri görevlerin şanı, üstün istek ve amaçların doğrultu­ sunda yapılması zorunluluğudur. Askerlikte, kabul etme­ mek, itiraz, görüş ileri sürmek, hatta yasa maddelerine da­ yanarak emre itaattan çekinmek hakkı astlara verilmemiş­ tir. Amirinden emir alan her astın ilk ve tek cevabı "Başüs­ tüne efendim " den başka bir şey değildir. Haksızlık ve ka­ nuna uymadığı açık olan konularda bile ast, ancak görevi yerine getirdikten sonra şikayet yetkisini kullanabilir. 5 . Şu halde askerlikte her emir yapılmak zorundadır. Hatta baskı gibi görünen ve mutlak itaat denilen şu durum, askerlik için düzenin koruyucusu, başarının temeli, kaçı­ nılmaz ve savsaklanamaz, ertelenemez kurallar bütünüdür ( 1 ). Sebebi de ortadadır. Askerlik bir işlem yapmak değil, insanların sevk ve idaresi sanatıdır. Birçok insanların bir ki­ şinin istek ve emriyle hareket edebilmesi ancak bu kesin­ likle sağlanır. Her kafadan bir ses çıkarılmasına en ufak bir izin verildiği takdirde binbaşının bin kişiyi bir noktada top­ laması herhangi bir hedefe sevk ve hareket ettirmesi, ucun­ da canını ortaya koyma gibi sertlikler bulunan görevleri bunlara yaptırması hayal olurdu. 6. Çeşitli rütbelerde bulunan subaylar, bunu bilmeli­ dirler ki, askerlik görevinde kendi yetkileri içindeki iş gör­ mede bile başkasının amir ve üstünün arzu ve isteğine uy­ gun görev yapması gerekir ve zorunludur. Bundan, üstün 1 24


şahsi isteğine hizmet etmek anlamı çıkarmak, büyük bir yanlışlık ve kötü bir yorum olur. Amirin istek ve amacı as­ kerliğin gelişmesini ve savaşın başarılmasını sağlamak il­ kesine bağlı olması gibi genel bir amaca dayanır ki bu da askerlik yasaları ve askerlik fen ve sanatı, icabıdır. 7. Astları üzerinde bu derece kesin ve geniş yetkisiy­ le amir olacak olan üstlerin, emirlerinin de adil, insaflı, du­ rumun ne zamanın gereğine uygun olarak verilmesi, onla­ rın şahsi sorumluluk ve görüşlerine bırakılmıştır. Fakat bu­ nun araştırılması ve de denetimi o üstün mevkiine ait bir görevdir. Bundan her üstün taşıması gere_kli olan üstün ni­ telik ve ilmi gücün derecesi kolayca anlaşılabilir. Askerlik komutanlık sanatıdır. Fakat emir ve komuta edebilmek için, her üst, astlarının önce eğiticisi, yetiştiricisi ve aynı zaman­ da, öğretmeni olmak zorundadır. Terbiye, ahlak, tecrübe, bilgi ve kültür bakımından astlarına üstün olan bir komu­ tan ancak o zaman onlara komutan olabilir. Seferiye Ka­ nunnamesinin askeri disiplin maddesinden sonra gelen dör­ düncü maddesi "Subay, askerlik görevinin her kesimin­ de erlerin eğiticisi ve amiridir. Bunun için bilgi, tecrü­ be, ciddiyet, şahsi dayanıklılık yönlerinden erlerden üs­ tün bulunmalıdır Üstler, komutaları altındaki subay­ larmm yiğitlik duygularını harekete getirme ve pekiş­ tirmeye çalışmalıdır." 8. Sözü geçen özelliklerin subayla er arasında gerekli ve zorunlu emir ve isteğin aynı anda silsileler yoluyla bü­ tün komutanlar arasında da geçerliliği öncelikle kabul edil­ miş olur. Zaten bu maddede üstlerin komutası altındaki su­ bayların yiğitlik duygularını uyarıcı ve arttırıcı yolda çalı­ şacakları yazılıdır ve bundan önceki üçüncü maddede "As­ kerin yapacağı hizmetlerin tam anlamıyla faydalı ol.••

1 25


ması, ancak amirin istek ve amacına göre yönetilmesi ve yapılabilmesiyle mümkün olabilir.." ifadesindeki er ve amir terimlerine göre bu kural ve zorunluluğun er­ den mareşala kadar bütün komutanlar ve subaylar ara­ sında geçerli olması gereği ortaya çıkar." 9. Disiplin temel ilkeleri hakkında bu kadar açıklama­ yı yeterli görerek karşılıklı güven ve bağlılık konularını da araştırmamızı devam ettirelim. 10. Üst ile ast, subayla er, ruhları arasında gayet sıkı bir bağ ve yakınlık var olmalıdır. Üstler, astlarının her du­ rum ve anda koruyucusu ve gözeticisi, şefkatli, elinden tu­ tucusu, dayanacağı kişiler olmalıdır. 1 1 . Seferiye Kanunnamesi madde 6: "Erlere her ko­ nuda sürekli olarak yararlı ilgi ve özen göstermek, su­ bayın güzel ve şerefli, seçkin bir görevidir. Komutayı üst­ lenen bütün subaylar, astlarını göreve karşı istek v� sev­ gilerini sürdürmeye çalışmakla yükümlüdürler. Görev aşkı, başarı elde etmek için en güvenli bir yoldur." 12. Subaylar bu maddenin kendilerine verdiği seçkin görevi nasıl yerine getireceklerdir? Bizde askeri hizmet ötedenberi sert, sıkıcı ve soğuk tanınmıştır. Buna sebep olan bazı durumlar ve etkiler de yok sayılamaz. Bu eskiden beri yerleşmiş olan kötü görüşle hizmete karşı çekinen ve soğuk duyguların tutsağı olarak asker ocağına gelen acemi erlere, ilk kabulde, düzeltme yolunda yeni içine girdiği as­ keri hayata ısındırmaya hizmet eden yumuşaklıkla davra­ nılmalıdır. Daha ilk gününden, askeri hizmetin, dinin ve milletin emirlerini yerine getirmekten, vatanın ve ülkenin bütün kadın, çoluk çocuk ve yaşlıların namus ve canlarını korumadan ibaret olduğu anlatılmalıdır. Eline alacağı silah­ lı kendi cesaret ve erkekliğiyle düşmanın kötülüklerinden 1 26


ülkenin korunacağı ve bunun da kendisi için ne kadar şe­ refli ve uğurlu bir iş olacağı öğretilmelidir. Gece ve gün­ düz bizi yok etmek için çalışmakta olan düşmanların hak­ kından gelmek için, silah kullanılmasını iyi öğrenmesi ve muharebede düşmana rastgelince, bir an evvel boğazına atılmak üzere, önceden bunları tanımak ve bunlara karşı yü­ reğinde büyük bir öç alma ve hırs beslemeli, vb. konuların­ da kısa ve etkili söylevlerden söz ederek yeni ere, askerli­ ği tanıttırmaya ve buna karşı yüreğinde sevgi ve düşman­ lara soğukluk ve kin doğmasına başlanmalıdır. Hele bizim çevremizdeki düşmanları, adlarıyla daha ilk günlerde er, öğ­ renmelidir ve er bunları, bütün hizmeti süresi içinde daima işitmeli ve tekrar etmelidir. Alaya yeni gelen acemi erler kış­ laya girer girmez, kışlanın camlan kırık, en karanlık ve do­ natımsız koğuşuna konulup bırakılmamalıdır. İlk görüşün ve ilk etkilenmenin tesiri büyüktür. Erlerin geldiği gün, alay için bir bayram olmalıdır. Alayın tüm subayları, hazır ve hatta büyük üniformalarını giymiş bulunmalıdır. Özel tören ile alayın sancağı çıkarılarak bütün acemiler sanca­ ğın çevresine dizilmelidir. Sancağın yanında yeşil çuhalı bir masa üzerine Allah 'm kitabı Kuran da konmalı, acemiler birer birer bu kitaba el basmalı, alayın sancağını saygıyle öpmek şartıyla din, millet ve vatan uğrunda gerektiğinde canlarını ortaya koyacaklarına dair yüksek sesle bir ağız­ dan ant içilmelidir. 1 3 . Alay ve tabur imamları efendiler de tabii olarak tö­ rene katılırlar. Ant içme töreni bir dua ile biter. Bundan son.. ra acemi erler, eskileriyle birlikte sancağın önünde bir ge­ çit resmi yaparlar. Böylece erler askerlik görevine sancağı tanımak ve ona sevgi ve saygı göstermekle başlamış olur­ lar. Bu törenin başında, üzerinde ay ve yıldız ve Kuran ayet127


leri, milli ve askeri renk, kısaca anlatılır ve gösterilir. Er bu sırada alayın numarasını ve varsa adını da beller. Alayın es­ ki erlerinin kutsal sancağın şeref ve namusunu korumak üzere filan filan muharebelerde düşman üzerine nasıl as­ lanlar gibi atıldıkları ve bu uğurda şehit olarak Tanrılarına kavuştukları anl&tılır. Yeşil masa üzerindeki Kuranıkerim de insanlara ve erlere, bunu emrettiği ve bu kitabın yapı ve büyüklüğüne ilişkin birkaç söz eklenir. 1 4. Almanya'da acemilere bir de eski muharebelerde hayatlarını hiçe sayan alay erlerinin adları yazılı, avluda di­ kili anıt gösterilerek bunların yiğitlikleri sayılır, dökülür. Bu uyarma ve anh tmalar her alayın bir. tarihçesi olması gerek­ tiğini açıklar. 1 5 . Alay Piyade Talimnamesi Madde 470: "Geçmiş vakaları eğitim ve öğretimin tek düze olması ve subay­ lar heyetinin tek vücut bulunması" gereğince ileri gelen­ ler ve ötekiler birbiriyle uyuşmuş, sevgi ve saygıya değer bir aile demektir. Savaşlarda,- harp cerideleri tutulduğu gi­ bi alayın kuruluşundan beri geçirdiği durum ve yaptığı mu­ harebeler, harekat vb. yazılmalıdır. Alayda var olan ve geç­ miş bütün üstsubaylar ve subayların hayat hikayeleri, fo­ toğraflan yapıştırılarak gayet gösterişli bir deftere alayın ge­ nel ceridesi, yani tarihi yazılmalıdır. Alay hayatı, alay sev­ gisi kurulmalı ve geliştirilmelidir. 1 6. Bu hayat ne kadar canlandırılır, ne kadar saygıya değ�r olduğu tanıtılırsa erler arasında bağlılık ve tutkunluk o oranda arttırılmış olur. l 7. Ülkemizde sancağın önemi ve kutsallığı pek yay­ gınlaşmamış ve çokihmal edilmiştir. Sancağa saygı ve se'V­ gi herkesin boynunul'I. borcudur. Bütün halk daha küçükten bunu tanımalı buna, saygı göstermeli ve ululamalıdır. Ba1 28


zı alayların sancaklarıyla birlikte şehirden geçerken, halk buna karşı pek ilgisiz ve duygusuz görünmektedir. l 8. Sancağın anlamı ve layık olduğu yücelik herkesçe bilinmeli ve önünden geçerken saygı ile ve ululuğuna ina­ narak selamlanmalıdır. Çünkü, herkes bir gün, bu kutsal bir­ lik ve beraberlik simgesinin yiğitlik kanadı altında topla­ nacaktır. Sancak her alayın ün ve şerefinin timsalidir. 1 9. Düşmanın Çatalca kapılarına dayandığı anlarda, İs­ tanbul hayatının hiç savaş yokrnuşçasına geçtiği, İstanbul 'da birçok gençlerin bu sırada baston sallaması ve cübbe yel­ lendirmesi gibi gaflet belirtileri İslam milletinin gevşeme­ si bir daha görülmemelidir. Ülkenin savunulması kaygısı herkesin ruhunda büyük bir yer tutmalıdır. Saldırıyı yok et­ mek için herkes zamanında hazır olmalıdır. 20. İşte böylece ilk askerlik dersini almış olan erlerle subaylar, sürekli yakınlık ve ilişki kurarlar. Er için bir şekil­ den ve bir rüyadan ibaret olan bu dersin bütün sınırlarıyla erin kafasına yerleştirilmesi için çaba göstermeli ve anlatıl­ malıdır. Erlerimiz pek bilgisiz ve cahil oldukları için subay­ larımız onlarla mümkün olduğu kadar çok konuşmalıdırlar. Seferiye Madde-2 l : "Eğitim ve öğretim uygulama­ sı teorik bilgilerle birlikte yapdmah ve teorik öğretime de büyük bir önem verilmelidir. Teorik bilgilerin mad­ deleri erlere zekalarının derecesine göre okutulmalı ve daima onların bilgilerini genişletmeye ve heveslerini art­ tırmaya yaramahdır. Teorik bilgiler okutulurken üstler astlarını daha yakından tanıyacağı gibi onların güven inanını kazanacak ve böylece erin huy ve duyguları üze­ rinde etkili olma imkanını bulacaktır." 2 1 . Er ne kadar anlayışsız ve yeteneksiz olursa olsun madem ki insandır, akıl ve anlayıştan yoksun değilse ona 129


bir şey belletmek, bir düşünce düzeyi yaratmak için sarfe­ dilecek sürekli çabalar kesinlikle bir sonuç verir. Bunların pek değişik örneğini gördüm ve onlarla ilgilenerek çaba har­ cadım. Kesin tecrübeye dayanarak derim ki: Bir şey anla­ tılamıyorsa bu o işe sürekli ve yorulmadan çaba sarfetme­ yi göze alamamaktan başka bir şey değildir. 22. Er, subayından ne kadar çok söz ve öğüt işitir ve ders alırsa, o kadar subayını tanır ve tanıdıkça da yürekten bağlılığı artar. Karşılık olarak subay da erin düşünce gücü­ nü ve diğer yeteneklerini öğrenmiş olur ve gerektiğinde erine, yerine göre görev verir. 23. Erleri tanımak her şeyden önce bölük komutanla­ rıyla teğmenlerin görevleridir. Yüzbaşı ve teğmenler ken­ di erleri üzerine titremelidir. 24. Bir erin çoktan beri ailesinden mektup alamaması veya yakınlarından birinin ölüm haberiyle kederli olması veya herhangi bir sıkıntılı durumu, subayının gözünden kaçmamalıdır. Derhal bunun sebebi sorulmalı, bilgi isten­ meli ve derdine çare bulmaya çalışılmalıdır. Er, çoktan be­ ri memleketine gitmemişse, böyle bir durumda kendisi is­ temeden üç beş gün izin verilmelidir. 25. Gözü kanlanmış, yüzü sararmış, dili paslanmış er­ ler, hemen çağınlmalı, baba şefkatiyle sorular sorulmalı, se­ bepleri aranmalıdır. Subay, erleri her sabah böylece bir defa muayene et­ mek zorundadır. Hastalığını saklayan veya bilemeyen erler bulunabilir. Bunlar hemen hastaneye gönderilir. Bu gibi tu­ tumlar diğerlerine öğüt yerine geçer. Hastanelere gönderi­ len erler orada unutulmaz. Her hafta bir onbaşı veya çavuş ve bir iki er hastanedeki erleri görmeye gider ve yüzbaşı adına onların hatırını sorar ve yüzbaşının selamını söyler1 30


ler. Bu arada hastanede yatması uzayan erler olursa, subay­ lardan biri veya bizzat yüzbaşısı gider ve gitmelidir. Bu sı­ rada bir iki portakal veya bir paket tütün de götürülürse er­ lerin dağlar kadar gönlü olur. Subayına olan bağlılığı güç­ lenmiş olur. Subay, erin yemeğine, yatağına ve arkadaşla­ rıyla geçinmesine, çok parası geliyorsa, ne yolda sarfetmek­ te olduğuna ve dışarıda kimlerle ilişkide bulunduğuna, memleketindeki işine ve geçimine, ailesi ve yakınlarına, ça­ maşırına, temizliğine, saçına, tırnağına, özetle her tutumu­ na ve davranışlarına bakacak, gerektiğinde öğüt vererek onu aydınlatacak ve düzeltmelerde bulunacaktır. 26. Subayın ere karşı tutum ve davranışı, erde insan­ lık şerefi ve şahsi şeref duygusunu uyandıracak şekilde ol­ malıdır. Bu yöntem, en ince noktalarına kadar uygulanırsa en kaba duygulu erler üzerinde bile tesir sağlanır. Hakaret ve hor görmekten kesinlikle kaçınmalıdır. Azarlama da sey­ rek olmalıdır ki, etkisini kaybetmesin. Erleri aşağı görüp küçümsememelidir. Her şeyden önce o bir insandır. Sonra, bu millete olan kan borcunu vermek için eğitime gönderil­ miş bir vatandaş ve bir hemşehridir. Onun da şerefi büyük­ tür. Belki bunlar içinde gelecekte bir doktor, bir mühendis, bir öğretmen, bir vali, büyük bir işadamı ve belki de bakan olacaklar vardır. Amirliğin erler üzerinde emir ve komuta etkinliği eğitimini gösteren aşağıdaki diğer bir kanunname maddesini ele alarak bu bölümü de bitirelim. 27. Seferiye Madde-5: "Subayların tutum ve davra..: nışlarının erler üzerinde pek büyük bir etkisi ve önemi vardır. Çünkü saf önünde bulunan subayın soğukkan­ lılığı ve dayanıklılığı erleri etkileyeceğinden, onlar da bu gidişe uyarlar. Yalnız emir vermek, hatta doğru emir vermek bile yeterli olmaz. Emrin veriliş şekli ve gereği 131


olan sertliğin ve kesinliğin astlar üzerinde büyük etki­ si vardır. Subayın tutum ve davranışı ve göstereceği iyi örnek, tehlikeli ve ihtiyaç duyulan zaman ve durumlar­ da askeri disiplinin en önemli dayanağı olan, güven ve bağlılığı pekiştirerek ve destekleyerek, askeri uzağı gör­ meye yöneltir." 2 8 . Bilindiği gibi, gevşek verilen komutların hareket­ leri de gevşek yapılır. Sert ve keskin komutlar, keskin ve canlı hareket yapılmasını gerektirir. Emirler de böyledir. 29. Emir veren subayın ağzından çıkan sözler, kendi­ sinin o işin kesinlikle yapılması isteğinde olduğu etkisini emri alana anlatmalı ve vurgulamalıdır. Yavaş ve kesik an­ latımlarla ve gelişigüzel konuşur gibi verilen emirler, ast­ lar üzerinde, yapılsa da olur yapılmasa da olur gibi bir an­ lama gelebilir. Bu gibi emirler astın dikkatini çekmez. 30. Yalnız bu da yetmez. Emrin verilişinde de askeri ciddiyet bulunmalıdır. Emir veren subay, emrini gergin bir vücut ve doğru bir kafa ile ve pürüzsüz bir duruşla verme­ lidir. Herhalde eller cepte, bacak bacak üstünde kahve içer­ ken veya elindeki bir şeyle oynayarak veya başı açık, ya­ kası açık elbiseyle emir verilmez. Emir verilecek bir birlik-· se, yakınına kadar sokularak verilmelidir. Yalnız birkaç erin işitebileceği kadar baştan savma gibi verilen emirler genel­ likle verilmiş olmaktan başka bir sonuç vermez. Emir ve­ ren subay ilkin tutum ve davranışıyla emri vermeden önce, birliğin veya astının ilgisini çekmeli, bütün erlerin gözle­ rini kendi gözlerinde toplamalı, onları emir almaya hazır duruma getirmeli; ondan sonra söze başlamalıdır. Komut­ larda da bu özen gösterilmeli ve her an dikkate alınmalıdır. Bazı erler burnunu ya da terbi siler veya teçhizatının biri­ ni düzeltirken verilecek komut yerine getirilemez. Çünkü 1 32


birlik, o komutu yapmaya hazır değildir, dikkati çekilme­ miştir. Subay, birliğini avucunun içi gibi bilmeli ve ona ha­ kim olmalıdır. Kötü hava ve savaş tehlikesi anlarında da, subayın ciddi tutum ve davranışı, dayanıklılık ve soğukkan­ lılıkla uyumlu olacaktır. Bu sırada subay daha canlı, daha ciddi ve daha sert olacaktır ki, bu olağanüstü durumun ast­ lar üzerinde bırakacağı kötü etki yok olabilsin ve birlik el­ den çıkmasın. Bu suretle subay, kendisi için çok gerekli olan bu maddenin kendisinden istediği iyi örnek olma niteliği­ ni ve erlerin inan ve güvenlerini kazanmış olur. Buna ait Pi­ yade Talimnamesi: 266. " ...subay erlerinin tasa, kıvanç ve her türlü yokluklarına katılan gerçek bir yol göste­ rici olmalıdır. Erin kesin güveni böylece sağlamr" der. Bu yüksek savaş görevi için subay, daha barış dönemin­ de özbenliğini eğiterek geliştirmeli, hazırlanmalıdır. Bu madde büyük bir dikkatle okunmaya gerçekten değer. Me­ sela erlerin yalnız ekmekten ibaret olan gıdası, geç kalmış veya gelmemiş olabilir. Biz o sırada onların karınlarını do­ yurmak girişiminden önce yine onlara taşıttırdığımız katık­ la ekmeğimizi onların gözleri önünde yemeye koyulur ve yine onlara çevreden bulmak üzere yemek ısmarlamaya kalkışırsak ve yorgun argın bir köye veya konaklanan yere ulaşıldığında, önce kendi rahatımızı hazırlamaya başlarsak · veya şiddetli bir yağmura tutulunduğu zaman onları açık­ ta bırakıp da kendimizi yakındaki bir korunağa atıırsak, ve­ ya bir yer aramaya koyulursak, keza soğuktan etkilenerek kaputumuzun yakısını kaldırarak ve kulak ve burnumuzu sararak ve ellerimizi cebimize sokarak onların karşısında büzüşerek dayanıksızlık gösterecek olursak, barış ve savaş­ ta sık rastlanan buna benzer durumlarda kendimizi onlar­ dan üstün görmeye yeltenirsek bilmeliyiz ki, erlerimizin gü-

1 33


venini ve kalplerini kazanamayız. Kendimizi onlara sevdir­ miş olamayız. Gizlice onları bir rlinleyecek olursak, bizim için neler söylediklerini işitmiş oluruz. Aramızdaki bağ gö­ rünüşte çabuk yok olmaktan kurtulamaz. Kalp kazanmak, kalbe girmek kolay değildir. Talimnamelerde iki üç satırla emir ve ifade olunan bu manevi konuların uygulanmasına ve elde edilmesine, güçlendirilmesine çok çalışmak ve önem vermek lazımdır. Başka bir yolla bir insan topluluğu sevk ve idare edilemez. Zor ve tehlikeli görevlere sokula­ maz; çabucak elden çıkar. Biz de yapacağımızı ne kadar iyi bilsek, yaptıracak kimse bulamayız.

( l) Atatürk "Üstler, astlarından bilgice üstün olmal ıdır" der. l.G.-H.Ü.

1 34


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TAARRUZ FİKRİ 1 . Savaş dernek taarruz demektir. Savaşın bir teknik ve askerlik sanatı olarak tanınması yalnız taarruzun uygulan­ ması ile olmuştur. Savaştan yarar ve sonuç almak da ancak taarruza yönelik hareket etmekle olur. Taarruz eden veya hiç olmazsa bu düşünceyi aklında tutarak fırsat çıkınca ta­ arruza girişen daima kazanır. Savunma olumsuzdur. Bunun en büyük yararı olsa da kaybetmemek olur. Fakat bu da ge­ çicidir. Savaştan gaye ise, düşmanı yok etmek ve çökert­ mektir ki bu da yalnız taarruz etmekle olur. 2. Taarruz düşmanı kendine boyun eğdirir. Taarruz e­ den hareket serbestliğini daima elinde bulundurur. Taarruz savaşanların manevi güçlerini ve savaşma istek ve çabala­ rını yüksek tutar ve sonunda düşmanı ezmek veya dize ge­ tirmek başarısını elde ederek savaşı çözümler ve sonuçlan­ dırır. 3. Savunma, orduyu, düşmanın irade ve isteğine bo­ yun eğmeye zorlar; sonuçsuzluğa mahkum ve hareket ser­ bestisinden mahrum eder. Askere daima korku ve umutsuz­ luk getirir. En büyük yararı ne kazanmak ne kaybetmektir. Fakat çok defa düşmanın üstün gelmesine yarar. 4. Taarruz savaşkanlıktır. Savaş yeteneğinin var olma­ sı demektir; temel askerliktir. 5. Savunma hareketsizliktir. Yavaşlık ve beceriksizlik­ tir; manevra kudretinin azlığıdır. 6. Taarruz eden zaten savunmayı sağlamıştır. Fakat sa­ vunan, taarruz edenin daima amansız vuruşlarından yaka­ sını güç kurtarır ve çoğu kez yalnız bununla kalır.Ama ta­ arruz eden başarılı olmasa bile zararı yalnız budur. Ordu, taarruz ordusu olmalıdır. Savunmayı savaş şekillerinden 1 35


çıkaracak yalnız bir savaş yöntemi olarak taarruzu tanıma­ lıdır. Taarruz ordusunun durumuna göre savunma zorunlu­ luğunu seçmesine müstesna ve sınırlı zamanlara dayanma·­ lı ve taarruzun etkili bir surette uygulanmasını elde etme amacına dayalı olmalıdır. 7. Ordunun her türlü çalışma ve hazırlığı, taarruz et­ mek hedef ve amacına yönelik olmalıdır. Böyle ordular seyrek olarak taarruza zorunlu kalacakları gibi taarruzdan da korunmuş olarak silahlı barışı sağlarlar. (Hazır ol cenge ister isen sulha salah-Barış istiyorsan savaşa hazır ol) sö­ zünün uygulaması böyle olur. Taarruz etmek düşüncesin­ den yoksun olanlar ve hazırlıklarını buna göre düzenleme­ miş olan ordular, taarruz edemeyecekleri için düşmanları­ nın taarruz hırslarını Üzerlerine çek.::rek, mensup oldukla­ rı ülkeyi tehlikeye atarlar. Altı yüz yıllık, bu kadar yıllık ta­ rihimizin ilerleme, mutlu olma ve Müslümanlığı yükselt­ me düşüncesinin birçok yönlerde kuru bir yankı bırakarak sönmesi de bu düşüncesinden ayrılmamızın kötü bir sonu­ cudur. Yaşamak için bu düşünce, ruhumuzun, düşünce var­ lığımızın ve çalışmalarımızın birinci niteliği en vazgeçil­ mez gıdası ve en önemli bir dayanağı olmalıdır. Savaşın meyvelerini toplamakla mutlu olan taarruz hareketlerinin uygulanması elbette zordur. Temelli ve ciddi bir tilgiye, sü­ rekli düzenli bir çalışmaya ihtiyaç vardır. 8. Ordumuzun son Balkan savaşındaki harekatına bir bakacak olursak yalnız İşkodra ve Yarıya Kaleleriyle, Ça­ talca Ordumuzun ve Edirne'yi savunanlarımızın bize acı­ ıııızı unutturacak hareketleri görülür. Oysa muharebenin buralarda kesin savunma şeklinde uygulandığı ve ancak manevra ve hareket güç ve yeteneği ile kazanılabilecek olan Kırkkilise (Kırklareli), Lüleburgaz, Komanova. . . Meydan Muharebeleri gibi açık '.:lrazide hareket eden ordumuzun bü1 36


yük kısımlarının hiçbir iş göremedikleri bilinmektedir. Ge­ çen Rus harbinde ve yalnız Plevne'deki savunmada ordu­ muz ünlü savunma harekatı ile yüzümüzü güldürmüş, öte yandan asıl ordu amaç ve hedefini bilemeyerek pusulasız bir gemi gibi hareketsiz kalmıştır. 9. İşte özellikle bu son savaşlardaki örnekler ordumu­ zun taarruzdaki ezici kuvvet ve büyüklüğünü yeniden elde etmesi için nasıl bir tutum, ne şekilde bir çalışma ve çaba takip etmesi gerektiğini kolayca belli eder. Bu konuda ta­ limnamelerin şu maddeleri daima bize yol gösterici olma­ lıdır. 1 0. Piyade Talimnamesi- Madde-265: "Piyade smıfı aslında varolan taarruz eğitimi ile daima beslenmiş ol­ malıdır. Her ne pahasına olursa olsun düşmanın üzeri­ ne atılmak düşüncesi, bütün hareket ve işlemlerine ha­ kim olmalıdır. Bu husus, manevi erdemlere bağh oldu­ ğundan manevi güçlerin sağlanması ve arttırılması ba­ rış eğitiminin temel ilkesinden birisi olmalıdır." 1 1 . Öğretim ve eğitimi üst düzeyde olan ve gerçeğe uy­ gun olarak sevk ve idare edilen direnme gücüne sahip olan piyade eri, zor durumlarda bile ve hatta sayıca üstün bir düş­ mana karşı başarı kazanacağına emin olmalıdır. 1 2 . Süvari Talimnamesi Madde- 1 2 : "Süvari görevini daima taarruza yönelik olarak yapmalı ve yalnız kesici silahı ile bir iş göremeyeceği zaman filintasmı kullan­ malıdır. Hiçbir bölük, taarruza uğraymcaya kadar bek­ lemeyip, aksine ilk önce kendisi düşmana saldırmalıdır." 1 3. 1 870 Alman-Fransız savaşına Fransızlar orduları­ nı seferber etmeden barış mevcutlarıyla hududa koşmuş ve Almanlar böylece sonucu belirsiz, telaşlı bir hareket yolu­ na gitmeyerek sınırın cok gerisinde savaş hazırlığına geç­ miş olduklarından ilk günlerde Fransız kuvvetlerinin büyük 1 37


kısmı karşısına çıkan küçük Alman hudut birliklerinin düş­ manlarına karşı aldıkları vaziyet ile gördükleri büyük işle­ rin burada örnek olarak gösterilmesi uygun olur. 1 4. Fransa'nın ikinci Frossard Kolordusu'nun karşısın­ da, sının oluşturan Saar Nehri üzerindeki Saarbrücken ka­ sabasında Almanların bir piyade taburu ve üç süvari bölü­ ğünden ibaret bir hudut müfrezesi bulunuyordu. Düşmanın büyük kısmı karşısında yalnız kalan bu küçük kuvvetin, sa­ vaşın daha ilk günlerinde acı bir felakete uğrayarak bütün orduya kötü bir etki yapabilecek çelişik bir durumun orta­ ya çıkmasına engel olmak üzere bu kuvvetin yalnız süvari birlikleri yerinde bırakılarak 7 km. kadar geriye çekilmesi Berlin'den emrolunmuştu. Oysa bu sırada 8. Kolordu'dan üç tabur piyade ile üç süvari bölüğü ve iki bataryanın Sa­ arbrücken 'e 6-7 km. yaklaşmaları üzerine, adı geçen müf­ reze komutanı o zamana kadar olduğu gibi müfrezesinin es­ ki yerinde bırakılmasını teklif etti. Bu teklif üst komutan­ larca beğenilip kabul olunarak müfreze yine Saarbrücken'de kaldı. Fransızlar 2 Ağustos 1 870 günü bu müfreze üzerine ikinci Frossard Kolordularını sağdan soldan daha birtakım müfrezelerle destekleyerek büyük bir kuvvetle yürüdüler. Alman müfrezesi bunların karşısına çıkmaktan çekinmedi. Muharebe başladı ve bir saatten fazla sürdü. Almanların kü­ çük müfrezesi, varsayılan bir düşmana karşı tatbikat dedik­ leri bu muharebeden başarıyla çıktı ve muharebenin sonu­ cu iki taraftan seksener kişilik kayıptan ibaret kaldı. 1 5. Zaten talimnamenin yukarıda yazılı 265. maddesi her ne pahasına olursa olsun düşman üzerine atılmak düşüncesi­ nin bütün eylem ve işlevlerinin egemenliğini emrediyor. Bu­ nun elde edilmesi yüksek morale ve erdemliklere bağlıdır. Sö­ zü edilen bu erdemin gerçekleşmesi ve arttırılması barış eği­ timinin temel görevlerinden biridir. Bu açıklamaya göre şim1 38


diye kadar izleyegeldiğimiz çalışma programlarımtzın ne ka­ dar yanlış ve amaçtan uzak bulunduğunu ve bunları hangi gö­ rüşten ve nasıl düzene konulacağı ve uygulanması gerekece­ ğini artık anlamak ve ona göre bir dakika bile kaybetmeksizin hareket etmek gerekir. Bu munasebetle yine birinci bölümde­ ki konulara dönmemek kabil değildir. Her ne pahasına olursa olsun, düşman üzerine atılmak, en çetin durumlarda bile sayı­ ca üstün düşmana karşı yürümek, düşman saldırıncaya kadar beklemeyip, düşmana taarruzda önce davranmak. .. Bunların her şeyden önce asker ruhunun geniş ölçüde fedakarlık duy­ gusu ve cesaretle eğitilmiş ve geliştirilmiş olması gereği, şüp­ hesiz inkar edilemez. Bunun için de askerin öğretmen ve ko­ mutanları olan subayların yüksek meziyetleri kendisine güzel huy ve alışkanlık edinmiş ve bunu erlerine edindirmiş olma­ ları önemi tekrar söylemeye ve anılmaya değer bir gerçektir. 1 6. Bilelim ve askerimize bildirelim ki, elimizdeki si­ lah kendimizi düşmandan korumak için değil, belki düşma­ nı bizden korunmaya zorlamak içindir. Yalnız kendimizi ko­ rumak için çalışırsak, buna ulaşmak belki mümkün olıır. Fa­ kat askerden istenilen görev ve ordunun varlığından bekle­ nen amaç, askerin kendisini şahsen koruması olmayıp bü­ tün ülke ve ulusun varlığının korunmasıdır. l 7. Ordu, düşman kötülüklerini ortadan kaldırmak ve kısıtlamak için değil, tersine düşmana kötülük etmek ve onu yıpratmak için savaşacaktır. Bunun için de düşmanın hare­ ketlerine meydan ve ona aman vermemek, ona daima taar­ ruz etmek suretiyle hem saldırganı püskürtmek ve hem de onu bir daha saldıramayacak hale getirmiş olmaktır. Temel amaç ikincisidir. 1 8. Taarruzumuzun kudret ve yeteneğini öğreteceği­ miz ve arttıracağımız f.ırada talimnamenin aşağıdaki mad­ delerini okumak yararlıdır.

1 39


Piyade Talimnamesi Madde-326: " Eğitim ve öğre­ timi eksiksiz piyade erlerinden, hatta korunmasız açık arazide bile ateşe ancak ortalama uzaklıklarda başlan­ ması beklenir." 1 9. Piyade Talimnamesi Madde-327: "Aralıksız iler­ lemek eğilim ve isteği ve bu konuda komşu birliklerden önde olmak çabası, taarruz eden birliklerin bütün ke­ simlerinde var olmalıdır." 20. Piyade Talimnamesi Madde-345: "Avcı hattı ke­ sin sonucun olgunlaştığını anlarsa hücuma kalkmakta geç kalmamalı ve bu kararını işaretle geriye bildirme­ lidir. Gerideki birlikler ise hemen harekete ba�lamalı, kayıplara önem vermeyerek en kısa yoldan yetişmelidir­ ler." 2 1 . Piyade Talimnamesi Madde-34 7: " ateş hattının henüz geride kalan kısımları, elden geldiğince hızlı ola­ rak en yakın uzaklığa kadar düşmana yanaşmaya çalı­ şırlar ve geride bulunan destekleme birliklerinin hepsi ileriye koşarlar." 22. Piyade Talimnamesi Madde-348: "Avcı hattı hü­ cuma kalkacağı zaman boru ve trampetler süratli ola­ rak hücum borusu çalmaya başlayarak tüm kısımlar tam bir istekle düşman üzerine at!lırlar. Düşman mev­ ziine girmezden önce yedeklerin yetişmesine yer bırak­ mayacak biçimde avcıların çabuk ve şiddetle hareket et­ meleri şeref ve namus gereğidir. Düşman önü yakının­ da süngü takılarak Allah Allah sesleriyle düşman mev­ zilerine girilir." 23. Savunanlar, kendilerine taarruz edenlere karşı da­ ha uzak mesafelerden ateş edeceklerdir. Çünkü savunma­ nın amacı, saldırganı elden geldiğince uzakta tutmak, ken­ dine yaklaştırmamak, onu yormak ve ona vakit kaybettir•••

•..

1 40


mek, böylece vakit kazanmak, düşmanın taarruzunu boşa \:Ikarmaktır. Taarruz edenler etkisi pek az olan bu uzak me­ safe ateşlerine önem vererek savunanların isteğine uyarak dururlar ve muharebeye başlarlarsa yukarıda yazılı 326. maddeye aykırı davranmış olurlar. Çünkü hem boş yere cephane tüketileceği gibi vakit de kaybedilir ve asker de yorgun düşürülür. Onun için ancak orta mesafelerden ate­ şe başlamayı, Talimname, eğitim ve öğretimi üstün olan piyade erlerinden bekliyor. Fakat eğitim ve öğretimi üstün olan bu piyade erlerinin ruhu, eğer 327. madde gereğince slırekli olarak ilerlemek eğilim ve isteği ile ve komşu bir­ liklere öncelik çabası ile beslenmeyecek olursa ve 348. maddeye göre avcıların düşman mevziine girmeden önce yedeklerin kendilerine yetişmelerine meydan vermeyecek suretle çabuk ve şiddetli hareket etmelerinin şeref ve na­ mus gereği olduğu inancıyla piyade eri eğitilmiş olmazsa, acaba orta mesafelere kadar ateş açmadan taarruz edebi­ lir mi? 24. Madde 345 gereğince gerideki kıtalar hemf'n ha­ rekete başlayıp kayıplara önem vermeyerek en kısa yoldan yetişebilir mi? 25. Ve yine aynı maddede yazılı olduğu gibi, avcı hat­ tı kesin sonucun olgun hale gelmiş olduğunu anlayınca hü­ cuma kalkmaktan geri durur mu? 26. Elbette hayır. O halde bu erin eğitim ve öğretimi üst düzeyde değilmiş ve savaşın baş harekatı olan taarruz eyle­ mini bu maddenin amacına uygun olarak yapmak için yine bu maddelerde öğütlenen eğitimin doruk noktasına ulaşa­ bilecek şekilde eğitilmek zorunluluğu varmış. Şimdiye ka­ dar eğitim ve öğretimi için yaptığımız çalışma ve verdiği­ miz emeklerin sonucu �on muharebelerde görülmüştür. Bu­ nun ayrıntılarına girmeye gerek görmem. Yalnız bu geçmiş -

141


çalışmalardan elde edilmesi gereken amaçtan ne kadar uzak bir isabetsizlik içinde olduğunu söylemekle yetineceğim. Açıkça söylemeliyiz ki, bu çalışma erlerimiz mekanik bazı hareketleri göstermek ve tekrar ettirmekten başka bir şey de­ ğildir. Böyle çalışmanın sonucu da tabii olarak böyle olur. Oysa talimnamenin 322, 345 ve 348. maddelerine bağlı bir er yetiştirebilmek için erin önce ruhunu eğitmek ve kuvvet­ lendirmekle işe başlamak lazımdır. Yani, eğitim ve öğreti­ mi ruhi eğitimden sonra ele almak gerekeceği bu maddeler­ deki açıklamalardan kolayca anlaşılmaktadır. 27. Bu bölümü belirtirken şunu da, söylemeliyim ki, her muharebe başlangıçtan itibaren kesinlikle taarruzla baş­ lamalıdır. Mevziin güç ve dayanıklılığından yararlanmak veya yeterli kuvvetin henüz toplanmamış bulunması zorun­ luluğuyla savunma ile de başlanılabilir. Fakat yine de so­ nucun ancak taarruzla alınacağı düşünce ve görüşü gözden uzak tutulmamalıdır. 28. Amaç ve hedefin temeli, taarruz olmalıdır. Yani bu geçici savunma kesin olmayıp sonucu taarruza dayalı ve yö­ nelik bulunmalıdır. Çünkü, düşmana darbe indirmek, ona taarruzdan başka yolla olamaz. Bu da erlerin gerekli olan anlayışı ve savaşın temel ilkesidir. Bazen böyle elverişli mevzilerin gücünü kendi gücüne ekleyerek düşmandan az kuvvette olup savunma yapmakta olan taraf, bu dayanıklı savunma mevziinden yararlanarak düşman taarruzunu kı­ rıp, düşmandan üstün kuvvet oluşturduğu zaman elde ede­ ceği taarruz yetenek ve fırsatını derhal kendi tarafına kul­ lanmaya hazır olmalıdır. Bu da yine muharebeyi taarruza dönüştümekle olur. 29. Özetle taarruz fikri, hiçbir zaman subay ve komutanın düşünceleri, (harita çalışmaları dahil) dışında kalmamalıdır. 1 42


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Kendiliğinden işgörme ve sorumluluğu yüklenme (üstüne alma) Bir subayın en büyük üstün vasfı ilmi vasfı ve uy­ gulama kabiliyeti, kendi kendine işgörmeye istekli ve iş­ görmeye tutkun olmasıdır. Kendi kendine işgörme ve dav­ ranışlarında hürriyet demek olan (inisiyatif), bu özellik, su­ bay ve komutanı, yücelten, üstün kılan, belirleyen, güven ve iftihar kaynağıdır. Ordunun esenliği ve mutluluğu, ko­ muta heyetinin bu yüksek vasıfa fazlasıyla sahip olmasına bağlıdır. Ordu, görevini yerine getirirken mutlak yukardan emir beklemeyen amirler subay ve subaylar heyetinin var­ lığına muhtaçtır. Her rütbedeki komutanlarda amaca ulaş­ mak konusunda ne kadar kendiliklerinden işgörme, bağım­ sız karar verme, düşünme ve iş yapmak, işe girişmek kud­ ret ve alışkanlığı ve yatkınlığı olursa, ordunun çevikliği ve uygulaması o kadar yüksek olur. 2 . Ordunun zafer elde etmesi ve üstün gelmesi için, en küçükten en büyüğüne kadar bütün komutanların şahsi te­ şebbüsleriyle kendiliklerinden uygulamaya geçmeye alış­ mış bulunmaları önde gelen en büyük şarttır. Bunun için komuta heyeti, ortak amacın gerçekleştirilmesi için aynı gö­ rüş açısından araştırma, değerlendirme yapabilmeli; seze­ bilmeli ve karar verebilmelidir. Bu gibi hallerde komutan­ ların üst seviyede eğitilmiş ve öğretilmiş olmalarının bü­ yük bir önemi ve tesiri varsa da, şahsi görüşle donatılmış olmak, sorumluluk denilen sonuçtan kendini soyutlayabil­ mek, başlı başına kendi kişiliğini ortaya koyabilmek ve ba­ ğımsız davranabilir olmakla ölçülebilir. Böyle bilinmek ge1.

1 43


rek olan bu askere özgü eğitim ve öğretimin derecesi bü­ yük ve özel bir önem taşır. 3 . Bir komutan, bir subay, uygulamalarında korkusuz ve serbest olmadığı sürece, askerlik sanatını ne kadar bilir­ se bilsin, ne kadar bilgili olursa olsun bu bilgi ve kabiliye­ tinden yararlanarak ordusuna faydalı olma fırsatını kaçırır ve emeği boşa gider. 4. Kendiliğinden işgörme, ilim, kültür ve bütün asker­ lik sanatı tecrübelerinden üstündür. 5. 1 870 yılında Fransız ordusu acı bir yenilgiye ve tut­ saklığa uğradı. Başkentleri Paris düştü. Fransız halkını kö­ tü ve acıklı duruma düşüren Almanların üstünlüğü Alman askeri eğitiminin, ilmi ve teknik yönden aşırı gelişmiş ol­ masından çok, kendiliklerinden işgörme konusunda yük­ sek bir düzeye ulaşmış olmalarına, bağımsız ve hür davra­ nışlara yatkın bulunmalarına dayanır. 6. Alman ast komutanları, düşmanı yenmek, ortak he­ deflere ulaşmakta başkomutanlarıyla o kadar geniş el ve gö­ rüş birliğine ulaşmışlardı ki, birçok yerlerde üstlerinin emir­ lerini almadan mevcut durumun gerektirdiği girişimi ken­ diliklerinden alarak üstlerine yardımcı olmuşlardır. Hatta çoğu kez komutanların yanlışlıklarını da kapatarak, kendi­ leri için zor şartlardaki muharebelerde ordularının zafere ulaşmasında ve başarılı bulunmalarında gerçekten müessir olmuşlardır. 7. Gerçekte, geniş bir arazi bölümü üzerinde hareket e­ den ordu kısımlarına, bu kısımların içinde bulundukları y­ er ve duruma ve karşılarında bulunan düşmana göre başko­ mutaAlıklarca kendi görüşlerine uygun emirler vermek ve orduların hareketlerindeki güvenliği yalnız bu emirlerin uy­ gulanmasından beklemek, düşünülecek olursa imkansızdır. 144


8 . Orduların ve savaş yöntemlerinin bugünkü mevcut ve haline göre, zafer kazanma bahtiyarlığına erişmek yine bu yüksek niteliğe ortak genel amaç içinde serbest olarak hareket etmeye bağlı bulunmaktadır. Buna göre çeşitli ta­ limnamelerle Seferiye Kanunnamesinin bu konuya ait mad­ delerini teğmenden mareşala kadar tüm komutanların bü­ yük bir önemle gözönünde tutmaları ve incelemeleri gere­ kir. Bu şekle uyarak hareket edebilmek gücünü barış zama­ nında öğrenmek ve benzerleriyle tanımak askerlik sanatı� nın en birinci gereğidir. 9. Piyade Talimnamesi Madde-304: "Sommluluğu üzerine almaktan çekinmemek, bir komutanın kendi­ sinde olması gereken en yüksek vasfıdır." 1 O. Piyade Talimnamesi Madde-25 1 : "Talimat ve eği­ timin tümünde gerek komutanların ve gerek tek avcı­ nın kendiliklerinden işgörmeleri konusunda ortak ça­ ba harcanmalıdır." 1 1 . Piyade Talimnamesi madde-2: "Harp sıkı bir di­ siplin varolmasını ve bütün maddi ve manevi kuvvetle­ rin sarf edilmesi ve kullanılmasını gerektirir. Özellikle muharebede zaferin elde edilmesi ve üstün gelinmesi, bütün subay ve erlerin vatan ve millet uğrunda büyük bir istekle caQlarını feda etmelerine ve en küçüğüne ka­ dar bütün rütbe sahiplerinin kendiliklerinden düşüne­ rek, duruma uygun hale göre kendiliklerinde!l tedbir­ ler almaya alışmış olmalarına ve erlerin zafer kazan­ ma kesin isteklerine ve üstlerin yaralanmaları veya şe­ hit olmaları halinde bile bu isteği kaybetmemek nitelik­ lerini kazanmış bulunmalarına bağlıdır." 1 2. Seferiye kanunnamesi madde -4: " ... Bir subay her durumda - hatta olağanüstü hallerde bile sorumluluk145


tan çekinmeyerek bütün maddi ve manevi gücünü sarf ve kullanmakla görevlidir..." 1 3. Süvari talimnamesi madde - 47: "Kendiliğinden işgörme en büyük komutanlık erdemliği olup kuvvetle­ rin toplu bulundurulması da en kesin zafer aracıdır." 1 4. Süvari talimnamesi madde - 409: "Muharebeden önce ve muharebenin oluşu sırasında bütün araçlara başvurarak düşmanın içinde bulunduğu hal ve şartları hakkında bilgi almaya ve düşmanın hareket ve diğer dü­ zenlerinden sürekli olarak haber edinmeye çalışılmalı­ dır. Duruma göre, yaya keşif kollarının gönderilmesi bi­ le önemi bakımından gözden uzak tutalmamalıdır. Düş­ man hakkında elde edilen yeterli bilgi, verilecek kara­ rı kolaylaştıracağı gibi amaca uygun tedbirler alınma­ sına da yar«:tımcı olur." 1 5 . "Düşman hakkında eksik bilgi hiçbir zaman kendiliğinden işgörmeyi bırakmaya sebep olmamalı­ dır." 1 6. Topçu talimnamesi madde 275: "Komutanlığın en büyük özelliği sorumluluk sevgisidir. . . 1 7. Çeşitli sınıf talimnamelerinin, muharebe kısımla­ rının ve seferiye kanunnamesinin, yukarıdaki önemli mad­ delerini okurken bizim şimdiye kadar bunların hükümleri­ ne ne derecede uyup uymadığımızı bir düşünelim . . . Bir sa­ vaşı iyi yönetip yürütebilmek için harp kanunlarının komu­ ta yeteneğinden şiddetle ve son derece önemle istediği bu büyük niteliğin ordumuzda henüz tanınmamış ve bundan ötürü, bununla vasıflanan ve donatılan hemen hiçbir komu­ tan ve subay yetişmemiş olduğunu iddia edersem bu düşün­ ce ve kararımda insafsızlıkla suçlandırılmayacağımı sanı­ rım. Ülkemizde altı yıl öncesine kadar süregelmiş olan bi-

"

1 46


linen idare, özellikle ordudaki şahsi yetki, duygu ve kuv­ veti hükümsüz sayarak yok etmiştir. Hiç kimsede şahsi ka­ rar ürünü olarak, har�ket bağımsızlığı bırakmamış, en ufak ve önemsizine varıncaya kadar her şey, o zamanın politika­ sına göre lüzumlu görülen yukarıdan sormak gibi sakat ve sonuç vermeyen bir usule bağlanmış, bu durum ise komu­ tan ve subayların yetişmemiş olmasında zorlayıcı bir etken olmuştur, bunu kabul etmek lazımdır. 1 8. Zaten ancak ilim ve yetenekle kaynaşabilen ken­ diliğinden iş görme, görev ve sorumluluk tutkunluğunun, o zamanın cahil ve beceriksiz belirli askeri makamlarınca terk edilmiş ve unutulmuş olacağı pek tabiiydi. Ve o zama­ nın sorumlulukları da bu işle ilgilenmesi gerekenlerden başkalarına verilmişti. 1 9. Mesleğinin gerçek görevini yapamadığından veya kötü yaptığından ötürü sorumlu tutulmuş hemen hiçbir kim­ se gösterilemezdi. 20. Fakat şimdi görev ve son.ımluluğun hakkıyla ya­ pılmaya ve uygulanmaya gayret edildiği ve işlerin hararet­ le devam etmeye ve her rütbe sahibine ait yetkinin serbest­ çe kullanılmasına başlandığı, işgörme dönemine girmiş bu­ lunduğumuzdan, ordumuzun esenliğine ters düşen en bü­ yük bir duraklama ve zarar olan şu yetki sınırlanmasından sıyrılmak için hiçbir güçlük kalmamıştır, 2 1 . Yeter ki, en büyük eksiklik ve ilerlememize engel olanın bu olduğunu meydana çıkarmış ve anlamış olalım. 22. Geçmişe ait kötü alışkanlıklardan olmak üzere ken­ di kendimize yapacağımız .birçok işleri, hiilii üst kademe­ den bekler ve davranışımız hakkında üstün yazılı emrini al­ mak ister ve bunu açıkça söylersek, bunun da muharebede ne kadar büyük kötülüklere ve başarısızlıklara sebep oldu·

1 47


ğunu ve olacağını görürüz. Artık bu beceriksizlik ve iş gör­ memeye mahkum olmaktan kurtulma zamanının çoktan gelmiş olduğunu kolayca anlarız. Her rütbe sahibine ken­ di yetki sınırı içinde serbest davranma ve uygulama yetki­ si verilmiştir. 23. Piyade talimnamesi madde - 454: " Fakat, bö­ lüğe varmcaya kadar her tam birliğin; belirtilen görev ve smırlandırılan çember içinde kalmak şartıyla yetki­ si büyüktür." 24. Bir ordunun harpteki hareket yeteneği barış zama­ nındaki vazife yapma tarzına, çalışma sonuçlarına göre ta­ yin edilir. 25 . Barış zamanı, harp zamanının aynasıdır. Onun için biz barış zamanını, harbin ateşsiz olarak devamı suretinde göstermiştik. Bu sebeple yukardaki 454. maddenin anlamı, yalnız harp hususlarına ait gibi sanılmamalıdır. Savaşı ya­ pacak olanlar, savaş için barışta çalışmış olanlardır. Savaş­ tan önce nasıl çalışırsak ve ne gibi bilgi edinirsek harpte ortaya koyacağımız şeyler bunların ürünlerinden başka bir şey değildir. 26. Şu halde her görevi, her işlemi, savaş hallerine gö­ re, savaşta yapılmasına mecbur olacağımız şekle benzete­ rek yapmalıyız. 27. Mesefa savaşta çoğunlukla her husus hakkında üst­ ten emir almak mümkün olmayacaktır. Bunun gibi harpte çoğunlukla emirler başlangıçta sözlü olarak verilecek ve­ ya gönderilecektir. Bunun için barışta da her şeyi üstten sor­ mayalım. Ve herhangi bir şeyin yapılması için, her zaman üstten emir gelmesini beklemeyelim. 28. Birçok şeyler vardır ki, yapılmaları kendi rütbele­ rimizin sınır ve yetkileri içindedir. Ve bunlar yapacağımız .••

·

1 48


i Şlerin daha çoğunu teşkil eder:. Üstten izin alınacak olan şeyler pek azdır ve bunların daha azaltılması bizim elimiz- · dedir. Biz bağımsız olarak harekete ne kadar eğilimli ve bu­ nunla ne kadar kıvançlı olursak, yetki çemberimizi o kadar genişletebiliriz. 29. Her yapılacak işin, her şeyden önce ve mutlaka ken• di karar ve emrimizle yapılabilmesini sağlamaya çalışma­ lıyız. İyice düşünüp taşındıktan sonra, üste başvurma zo­ runluluğu kesin olarak meydana çıkmadıkça karar ve ken­ di şahsi uygulamamızdan dönmemeliyiz. 30. Bu suretle hem savaş için son derece gerekli bir alış­ kanlığı kazanmış ve hem de işlerimizi çabuk görmüş, üst­ lerimizi de boş yere oyalamamış oluruz. 3 1 . Bizde kökleşen geçersiz inançlardan biri de sözlü emirlere saygı ve güven göstermemektir. Bir emrin emir ol­ ması için onun kesin olarak yazılı olması şart değildir. Emirlerin harpte yazılı olarak verilmesi gereği daha çok emirleri yapacak olanların doğru anlamalarını ve harb ce­ ridelerine (belgelerine) geçirilmek üzere içindekilerinin dü­ zenli şekilde yazılmış bulunmasını sağlamak içindir. Fakat bu, bizde başka şekilde anlaşılmaktadır. Bunlar daha çok emirlerdeki anlamın uygulamasından doğabilecek sakınca­ lardan çekinme ve korunma ve adı geçen sakıncanın emri verene ait bulunduğunu yasal olarak ispatlamak üzere elde bir belge bulunsun diye istiyorlar. Oysa bundan, yapılan em­ rin sonucu sakıncalı çıktığı takdirde verdiği emri inkar ve­ ya değiştirme yoluna gideceği kaygısıyla üst hakkında gü­ vensizlik beslenmiş olduğu anlaşılır. 32. Üstlere karşı bu düşünüş tarzı, kesinlikle yerinde değildir. Yalnız alınan sözlü emrin doğru anlaşıldığı ger­ çekleştirilmek üzere emirler, ne yapıp yapıp alınır alınmaz, amirin yüzüne karşı tekrar edilmelidir.

1 49


33. Ordumuzde bu emir tekrar etmek işi yalnız yavaş yavaş erlerden istenmeye başlanmıştır. Oysa bunu mesela Korgeneral bile bir Orgenerale karşı yerine getirmelidir. Ve bu, bir alışkanlık şeklini almalıdır. Amir de herhalde ver­ diği emrin tekrarını istemelidir. 34. Bundan, emri alanın emir anlamakta anlayışsız ve yeteneksiz olduğu fikrini çıkarmak düşüncesi yanlıştır. A­ maç, emrin yapılışında doğruluğu ve uygunluğa sağlamak­ tır. Böyle olduğuna göre,.hiç kimsenin onuruna dokunmaz. Ve amirle memur ne kadar büyük rütbeli olursa olsun, em­ ri verenin yanlış verebilmesi veya alanın yanlış anlayabil­ mesi her zaman imkansız olmadığından işte bu tekrar sa­ yesinde, emir verme V6 aıma hususu şüphe ve kararsızlık­ tan kurtulmuş olur. 35. Emirlerin uzuncaları unutulmamak üzere, özet ha­ linde not edilebilir. Fakat hiçbir zaman amirin imza veya müh­ rü ile son bulmuş olması şartı aranmaz. Amirler de bu husus­ ta astlarına güven ve inan vermekten uzak kalmamalıdır. 36. Mesela, sözlü emir ile yapılmış ve sonucu sorum­ luluğa sebep olmuş bulunan herhangi bir iş üzerine, ami­ rin verdiği emirden haberi olmadığım beyanı veya bunu de­ ğiştirmeye kalkışması şöyle dursun, o sorumluluk taşıyan sonuç gerçekten emrin ast tarafından değiştirilmiş olma eseri olarak meydana gelmiş olduğu halde bile amire ya­ kışan, o sorumluluğu kendi üzerine alıp astını tatmin ve onu rahata eriştirmektir. Böylelikle astlar, sorumluluk taşıyan işlere girişmek gibi önemli niteliği kazanmaya fırsat. ve kuvvet bulmuş olurlar. 37. Üstlerinin sorumluluğu amaç edinmede ve hatta kendi sorumluluklarını bile k:smen kendi Üzerlerine almak­ ta olduklarını gören astlar da bu övünç verici cesarete uyar1 50


lar ve üstlerine daha büyük bir saygı duygusu ve itaatla bağ­ lanırlar. Böyle üstler, astlarını kendine bağlar ve büyülerler. 38. Zaten herhangi bir sorumluluğu yüklenmek astdan çok üst için kolay ve kabildir. 39. Sorumluluk denilen şey öyle bir haldir ki kendi­ sinden kaçtıkça, o insana yaklaşır. Ve insan onun üzerine yürüdükçe, onu kendisinden uzaklaşmış görür. Mesela so­ rumlu olmamak kaygısıyla herhangi bir iş yapmaktan ya- · kınan ve bu kararsızlık ve duraksama ile düşüne düşüne hiç­ bir iş yapamayıp kendini başarısızlığa bırakan ve fırsatı ka­ çıran bir kimse, yağmurdan kaçanın doluya tutulması gibi en büyük bir sorumluluğa kendisini atmış olur. 40. Seferiye kanunamesi madde - 38: "Sonuç olarak harpte kesin kararhhkla hareket şartı en başta gelir. En küçük erden, en büyük komutana kadar her bir asker hoşgörü ve ihmalin, tedbirde meydana gelecek yanlış­ lık ve kusura oranla daha çok ağır sorumluluğu gerek­ tireceğini her zaman hatırda tutmalıdır?" 4 1 . Süvari talimnamesi madde - 499 : " Başkomutanın, niyet ve amacma uygun bir surette hareket edebilmek için süvari komutanına kendi askerlerini kullanmakta hareket serbestliği vermelidir." 42. Süvari komutanı hiçbir vakit emir beklemeyip so­ rumluluğu yüklenmeye hazır olarak girişim için fırsattan faydalanmalıdır. 43. Şüpheli hallerde "En yiğitcesine olan atılım ço­ ğunlukla en iyi girişimdir" temel kuralını, hareket kıla­ vuzu kabul etmelidir. Hareketsiz bulunmak ve fırsat kaçır­ manın, önlem ve uygulamalardaki yanlıştan daha büyük bir yanlış olduğuna bütün koumtanların inançlı olmaları ve astlarına da bu inancı aşılamaları gerekir. 34. Piyade Talimnamesi Madde-304: " ...İhmal ve ho�•

151


görünün çare bulma seçiminde yamlgıya kapılmaktan daha büyük suç olacağım büfün komutanların her an düşünpıeleri ve bunu ast komutanların da zihinlerine yerleştirmeleri gerekir." 45. İşte bu maddelerin okunmasından kesinlikle açığa çıkar ki, hiçbir şey yapmamaktansa yanlış bir iş yapmak da­ ha karlı ve daha geçerlidir. Çünkü, tembel ve hareketsiz dur­ mak kesinlikle zararlıdır ve buna göre sorumluluğu gerek­ tirir. Sonucu her ne kadar belli değilse de herhangi bir uy­ gulamaya girişmenin başarıyla sonuçlanması muhtemel­ dir. Böyle hareketli davranıldıkça alışıklık elde etme ve uz­ manlaşmada daima ileri gidileceği cihetle yanılgıya düşme ihtimali gittikçe azalır. 46. O halde her ne pahasına olursa olsun çok düşün­ meyip kesin olarak ve çabuk bir karar vererek bunu uygu� lamaya girişmek gerekir. 47. 1 866 Purusya-Avusturya Seferi'nde Haziranın 27. gününü Avusturyalılara taarruz eden İkinci Prusya Tüme­ ni' ne bağlı 7. Alay'ın taarruzu başarısızlığa uğrayarak bu alayın 1 . ve 2. taburları perişan bir surette geriye çekilmek­ te ve düşman tekrar taarruza başlamış iken bu hali gören ve ihtiyattaki adı geçen alayın üçüncü tabur komutanı hiçbir emir almadan ve emir almayı beklemeden taburun üç bölü­ ğünün birden derhal muharebe hattına sürerek düşmanı dur­ durmu5 ve geriye çekilen taburların yeniden taarrµza giriş­ melerini sağlamış ve tümenin sol kanadının tam bir bozgun­ dan kurtarılmasına yarayan bir hizmette bulunmuştu. 48. Piyade Talimnamesi Madde 350: "Hücumda ba­ şarı elde edilip düşman geri atılırsa ele geçirilen mevzi­ ye kullamlabilecek dereceden çok asker yığmak yanlış­ tır." 1 52


49. Gerideki kısımlar sonradan kullanılmak için vaktiyle durdurulmaladır. Bu durumda bu kısımların komutanları çoğunlukla bağımsız olarak işlemde bulun­ maya kendi kararlarıyla iş görmeye mecbur olurlar." 50. Hücumda başarı elde edilmesi gerideki kısımların kumandanlarına talimnamenin önerdiği serbest hareket, ba­ şarısızlık halinde daha sıkı bir şekilde uygulanmalıdır. Bu önemli vazifeyi yapmak konusunda istenilen yeterliliği gös­ termiş olan Alman Binbaşısı tam vaktinde işe girişmekle tümenin sol kanadını yok olmaktan kurtarmış oluyor. 5 1 . Eğer bu binbaşı bu hareketi yapmak için mutlaka üstünden bir emir gelmesini bekleseydi veya kendisini ih­ tiyatta bulunuyor diye muharebenin genel gidişi hakkında fikir ve görüş ilgisinden uzak kalarak böyle bir hareketin yapılma zamanı gelmiş olduğunu değerlendirmiş olmasay­ dı az zaman sonra kendi taburu da düşman karşısında ge­ riye çekilen taburlara katılmak zorunda kalacaktı. Bu su­ retle kendisi de ancak emir ve işaretle hareket eden ve yet­ ki sınırı bilmeyen başarısız bir varlık olup kalırdı. 52. Oysa o, bir başkomutan kadar muharebenin cere­ yan ediş hallerini incelemek ve izlemekten uzak kalmamış ve kendisine acaba ne vakit ve ne gibi bir fırsat çıkışında işe karışmak zamanı geleecğini tayin için bedeni olduğu gi­ bi fikri olarak da sürekli surette emrindeki kuvvetle hazır bulunduğunu bu hareketiyle ispatlamıştır. 53. Balkan Harbi'nin ikinci dönem başlangıcında ih­ tiyatta bulunan bazı tabur komutanlarımızın tutum ve du­ rumları bu binbaşının hareketleriyle karşılaştırılınca arada­ ki farkın, Almanların o zamanki başarılarıyla bizim bu sa­ vaştaki yenilgilerimiz kadar veya bunlar arasındaki fark kadar büyiik olduğu gün gibi ortaya çıkar. 153


54. Bizim tabur komutanlan ihtiyatta bulunan tabur­ ların başında taburun gelişi güzel bir kişisi gibi ve hiçbir izleme zorunluğu ve düşünce uğraşılan yokmuşcasına so­ nucu ve kendilerine gelecek emri kayıtsız bir halde bekli­ yorlardı. Cephane götüren ve geri dönenler sürekli şekilde gidip gelmekte idiler. Bunlardan harbin gidişatına dair bil­ gi alınabildiği gibi dürbünle Tabur Komutanlan bizzat gö­ zetleme veya uygun noktalara gözcü subay görevlendir­ mek suretiyle de muharebe hakkında her dakika bilgi al­ maya zorunlu idiler. 55. Yukanda adı geçen Alman Binbaşı emir gelmesi­ ni bekleseydi zaten emir alacağı yoktu. Çünkü kendisine emir verecek olan alay ve tugay komutanlarının az önce iki­ si de vurulmuşlardı. Vurulmasalardı bile, o sırada kimbilir nerede bulunacaklardı. Belki de muharebe meydanında bu taburdan daha yakm bulunmayacaklardı. 56. O halde bu taburun hareketi gereğine dair olan ha­ berin önce geriye ve sonra buradan tekrar tabura emir şek­ linde bildirilinceye kadar ne uzun zaman geçeceği ve ne bü­ yük fırsatlar elden kaçınlacağı düşünülmelidir. 57. Piyade Talimnamesi Madde 455: "Geriden emir gelinceye kadar mevcut durum kolayca değişebilir. Tam vaktinde girişimlerde bulunmak çoğu zaman ancak ken­ diliğinden bir karar alınması ile mümkündür. Bunun­ la beraber muharebe görevlerini başkomutarim fikrin­ ce yerine getirmeleri gerekeceğini ast birlikler hatırdan çıkarmamalıdır." 58. Zamanın harpleri madem ki geniş bir cephede ve dağınık bir şekilde düzenlenmek suretiyle yapılıyor, bu ge­ niş harp alanının her noktasına göz atmak üstlerce imkan­ sızdır. Herkes kendi görüş çemberi ve faaliyeti içinde gör­ meye ve gördüğüne göre başlı başına çekinmeksizin hare1 54


kete zorunludur. Bu da elbirliği ve ortak hareketlerle oluş­ tıırulur. Başarı da böyle kazanılır. Fırsatlar da böylece ka­ çırılmamış olur. 59. Bu bağımsız uygulamalardan yanlış hııreketler do­ ğabilir. Fakat bundan doğacak zararın hiç hareket göster­ memekten daha iyi olduğunu ve bundan doğacaksorumlu­ luğun hareketsiz kalmaya oranla pek hafif olduğunu yuka­ rıda yazdığımız maddeler açıkça gösteriyor. 60. Bir komutan, bir subay emirsiz olarak kendiliğin­ den hareket etmek yüzünden sorguya çekilmiş ve azarlan­ mışsa bununla öğünmelidir. _Kendi kenidne harekette yanıl­ gıya düşülmüş olunabilir. Ve bunun da sorumluluğu gerek­ tirmesi pek tabidir. 6 1 . Astları kendiliğinden hareket edebilmeye alıştır­ mak için her yaptığını hoş görmek de elbet yerinde olamaz. Ast bu sorumluluk kaygısıyla kayıtlı bulunacak ki, yanlış hareketten kaçınması mümkün olabilsin. Zaten bu sorum­ luluk kaygısı var olmazsa bu tür hareketin bir şeref ve fa­ zileti de kalmaz ki! 62. Astların hareketlerindeki serbestliğin şekli ve uy­ gulama sınırı ilerde açıklanacaktır. 63. Bugünkü savaş, değil subaylardan ve komutanlar­ dan, hatta erlerden bile kendiliğinden işgörmeyi beklemek­ tedir. Bu konuda şimdiye kadar sözü edilen maddelerde gösterildiği gibi: 64. Seferiye Talimnamesi Madde-25: "Erlerin kendi­ liklerinden düşünüp hareket etmeye ahştırılmalan bile çok önem taşımaktadır. Kendiliğinden harekete yete­ nekleri ve göreve bağhhkları, erleri, amirlerinin gözle­ rinden uzakta kalsalar bile görevlerini iyi şekilde yap­ makla başarıya ulaŞtırır."

1 55


65. Savaşanlar arasında erden bu kadar şahsi tedbir is­ tendiğine göre teğmenden mareşala kadar olan rütbe dere­ celerine göre subaylann kendi kendilerine harekete ne ka­ dar zorunlu olduktan ortaya çıkar. Düşünülecek şey . ise düşmana üstün gelebilmek için nasıl hareket etmek gere­ ğinin belirlenmesinden başka bir şey değildir. Genel hare­ katta üstlerin emirleri de büsbütün dikkate alınmayıp yok sayılamayacağından, astların bu serbestlik ve kendiliklerin­ den hareketlerinin üstün emir ve isteği ile birleştirilip bağ­ daştırılması konusu pek önemli bir meseledir. 66. Elbette astların kendiliklerinden hareket etmekte­ ki şahsi kararlarının da bir sının olacaktır. Bunu da belir­ lemek, kararlaştırmak gerekir. Bunun için önce emirler hak­ kındaki maddeleri inceleyelim:

67. Seferiye Kanunu Madde 49: "Emirlerin astın amaca ulaşmak için kendiliğinden hareket edebilmek üzere, bilmeleri gereken maddelerin tümünü içine alma­ sı, fakat bundan başka bir şey kapsanıaması genel ku­ raldır." 68. Piyade Talimnamesi Madde - 275: "Büyük komu­ tanlar, kendileri tarafından emredilmesi gerekli konu­ lardan fazla şeyleri emretmemelidirler. Ayrıntılara ka­ rışmadan sakınarak, uygulamalar için seçimi ve ted­ birleri ast komutanlara bırakmalıdırlar." -

69. Aynı meseleye ilişkin birbirini açıklayan ve yo­ rumlayan şu iki maddeden anlaşılıyor ki, hareket şekli hak­ kında üstten emir almış olması bile astı serbest hareketle­ rinden ve uygulama usulünü seçmesinden alıkoyamaz. Çün­ kü üst asta kendisinin yapacağı bütün işlerin nasıl yapıla­ cağını ayrıntılı bir şekilde anlatmayacaktır. 70. Seçeceği uygulama biçimi ve izleyeceği yöntem

1 56


konusunda astın şahsi seçeneği kendi elinde olmalıdır. Bü­ yük komutanların emirleri hakkında yazılmış olan şu mad­ deler daha küçük komutanlannkiler hakkında da aynıdır. Yalnız ölçüsü küçülür. 7 1 . Piyade Talimnamesi M_adde 456: "Muharebede bütün kıtalarm aynı düzenleri kullanmalarına hiçbir değer ve önem verilmemelidir. Her komutan so�umlu­ luğunu yüklenerek uygun ve elverişli düzeni kendi seç­ melidir" demesi bölük komutanının bile tabur komutanın­ dan emir aldıktan sonra düzenler alması konusunda duru­ mun gereğine göre serbest bulunmasını gerektirir. 72. Şimdi, gerek üstünden emir alan ve durumun ge­ reği kendiliğinden harekete kalkışan astların yapacağı ha­ reketlerin, üstlerin istek ve niyetlerine uyması ve adı geçen hareketlerin genel durumu bozmaması önemli konudur. 73. Bunun için, içinde bulunulan hal ve duruma, ge­ nel amaca ilişkin, ast komutanların yeterli bilgisi olması ge­ rekir. Bu gereğin derecesi üst makamlardan bildirilir ve açıklanırsa da, bu konuda asta kılavuzluk edecek temel il­ ke, bu pek az olan üst makam bilgilerine dayanarak, genel durumu ortaya çıkarmak ye gerçeği araştırmakta astların kendi zeka ve düşünceleri tartışma ve karar verebilmekte­ ki üstün vasıflarıyla olur. Bunun için emir alan veya alma­ yan her birlik komutanı kendine düşen ve düşebilecek olan görevleri belirlemek ve incelemek için sürekli surette du­ rumu tartışmalıdır. Bunu yaparken kendine gerekli bilgile­ ri toplamaya zorunludur ki vakti gelince, önceden düşün­ düğü ve olabileceğini kabul ettiği uygulama şeklini oldu­ ğu gibi veya düzelterek uygulamayı başarabilsin. 74. İşte bu yargıya varma sırasında ve bunun sonuçla­ n olarak girişeceği uygulamalarda astın en çok düşünece-

·

1 5 7.


ği şey, kendi hareketinin genel harekatı aksatmayacak bir sonuca varmış olmaması ve bu hareketten yarar yerine kö­ tülük doğmamasıdır. 75. Bu noktadaki isabeti, astı sorumluluktan kurtaraca­ ğı gibi orduya yarar vermiş ve kendini de şereflendirmiş olur. 76. Bunun ıçin şu maddeler de, bize sının ve yönü ta­ yinde yardımcı olmuş olur. 77. Piyade Talimnamesi Madde - 276: "Ast komutan­ ların bağımsız hareketleri, keyfi davranış rengini alma­ malıdır. Gereken sınır içinde her komutanın bağımsız olarak iş görmesi savaşta büyük başarıların ana teme­ lidir." 78. Piyade Talimnamesi Madde 304 : " ...Fakat bu üs­ tün vasıf genel durumu göz önüne almayarak keyfi ka­ rarlar vermek, verilen emirlere tamamen uymamak ve emre uymama yerine bilgiçlik taslamak olarak düşünül­ memelidir." 79. Bununla birlikte çaresizlikten veya uygulama şekli bulamamaktan ötürü, durumu yeteri derecede seçip ayırama­ mış olduğuna astlarca kanaat hasıl olursa, muharebeye gir­ mekten çekinmek, yahut herhangi bir emrin yapılışından ön­ ce durum değişmiş bulunursa böyle hallerde alınan emirle­ ri ya hiç yapmamak veyahut gerekli değişiklikleri yaparak üste de bu konuda bilgi vermek astın görevlerindendir. 80. Emrin yapılmamasındaki sorumluluk, tamamen asta aittir. Sorumluluktan çekinmeyen üstün vasıflar ka­ zanmış bir komutanı, muharebe sonucunu kuşkulu gördü­ ğü yerde bile birliğini duraksamaksızın muharebeye sok­ maktan çekinmez. 8 1 . Topçu Talimnamesi Madde - 275: " Fakat bu üs­ tün vasıf, genel durumu göz önüne almaksızın şahsi ka­ rarlar almakta veya emirlere tam bir dikkatle hareketi-

•••

1 58


ni uydurmamak ve bilgiçliği itaat yerine koymakta ara­ nırsa, yanlış anlaşılmış olur. Fakat ast görevi veren ami­ rin durumu iyice anlayamadığını veya verilen emrin ya­ pılması, durumun değişmesinden ötürü mümkün olma­ dığına inanırsa, o halde aldığı emirleri yapmamak ve bunu üste haber vermek astın görevidir. Emri takip et­ mekten ve yapmamaktan doğacak sorumluluk, bütünü ile asta aittir. Sorumluluğu seven bir komutan, birliğini muharebenin sonucu şüpheli olduğu yerde bile..." Görülüyor ki, ast aldığı emri, körükörüne, noktası nok­ tasına yapacak değildir. Bu konuda astlara verilen yetki pek büyüktür. Ast her işte, üstün her emrini olduğu gibi ve baş­ kaca hiçbir şey düşünmeksizin yapacak olursa başarının te­ meli olan kendiliğinden işgörme kalkmış ve genel amaca hizmet gibi yüksek bir düşünce aksatılmış olur. Ast, üstün verdiği emirden onun amacının ne olduğunu ve emir aynen yapılacak olursa, amacın elde edilip edilemeyeceğini dü­ şünecektir. Ast bir manivelanın kullanılmasıyla harekete ge­ çirilen makine değildir. Kendi kendine düşenen bir kişi ol­ malıdır. Fakat bunda da ukalalık taslanmayacaktır. 82. Talimname, asta, bazı hallerde üstün emrinin ya­ pılmaması veya değiştirilerek yapılması yetkisini bile ve­ riyor. Hatta bunu görevleri arasında sayıyor. 83. Astın bu noktadaki değiştirilmiş uygulama tarzı so­ nucunun, kötülük ve iyiliğinden kendisi sorumlu olduğu ci­ hetle o da bunu sakınarak dikkatle yapmalıdır. Bu sahada­ ki uygulama sınırı kesin olarak belirlenemez. Bunun da sonsuz şekilleri olduğunu durum gösterecektir. Yalnız her komutan ve sul:Jay, bu önemli noktaları bilmelidir. Bunda kusursuz hareket ve bunun hakkında geçerli ve güzel bir alışkanlık birçok işlemler ve tecrübelerle elde edilecektir. Üstlerin bu noktadaki etkileri pek büyüktür. 1 59


84. Her emri tamamı tamamına yapmak, mantık dışı bir yoldur. Bu yolda olanların düşünceleri geçmişteki ör­ nekleriyle incelenerek ve tartışılarak düzeltilmelidir. Aynı zamanda kendi düşüncesini her şeyin üstünde görenlerin aşırı hareketleri de ölçülü olmaya dönüştürülmelidir. Bu­ nun için barışta birçok fırsat çıkabilir. 85. Hele kendiliğinden işgörmeyi ileri vardıranlann birdenbire önünü kesmek pek doğru değildir. Astlarla, üst­ ler arasında bu mesele her an için bir sınav ve uğraşı olma­ lıdır. Bu maddeler üzerinde çok çalışmalıdır. 86. Bu maddelerin okunmasından anlaşılan diğer bir husus da, durumun değişmesinden ötürü verilen emrin ya­ pılmayacağıdır. İşte bu halde, astların emir beklemeden ha­ reket etmeleri zorunlu olur. Zira verilen emrin verildiği an, durumların henüz değişmediği andır. O anda yapılacak iş, emirde istenilenden ibaret olduğuna göre, emrin gelişi da­ kikasına kadar meydana gelen değişiklikten ötürü yapılma­ ması zorunluluğunun doğması fırsat kaçırmaktan, haşan sebeplerini elden çıkarmaktan başka bir şey olmaz. Ama ast emrin yazıldığı saatteki hali bilerek, durum henüz değiş­ meden üstün vereceği emri tam olarak hemen uygulamaya gireşecek olursa, emrin sonradan yapılamaz hale gelmesi kötülükleri ortadan kalkmış olur. 87. Ast bunda yanlışlık etmiş olsa bile, bekleyip de sonuçta uygulama ihtimali ortadan kalkmış bir emri almak­ tan ve sonuç olarak hiçbir şey yapmamaktan daha iyi bir iş yapmış olur. 88. Bu dördüncü bölümün temel amacı da, her komutanda işte bu kendiliğinden iş görme vasfını elde et­ mek zorunluluğunu kazanmak meselesidir.

1 60



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.