Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Ocak 1998
ATATÜRK'ÜN YAZDIGI GEOMETRİ KILAVUZU Hazırlayan
NURER UGURLU
Cumhuriyet GAZETESİNİN
OKURLARINA ARMAGANIDIR.
ATATÜRK'ÜN YAZDIGI GEOMETRİ KILAVUZU Hazırlayan
NURER EGURLU
ATATÜRK'ÜN YAZDIGI GEOMETRİ KILAVUZU NURER UGURLU ilk gençlik yıllarından başlayarak akılcı düşünceye, bilim ve teknolojiye büyük önem vermiştir. Onun, yaşamı boyunca gerçekleştirdiği bütün eserlerin temelinde sağlam düşünce, akıl ve mantık vardır. Ata türk'e göre, "akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele yoktur." O, "Bu dünyada her şey insan kafasından çı Atatürk,
kar. Bir insan başının ifade etmeyeceği hiçbir şeyi dü
diyerek, aklın, sorunları çözmede her zaman başarıyla uygulanabileceğini dile getirmiştir. Ata türk' e göre, "Fikirler, anlamsız, mantıksız, boş sözler şünemiyorum. "
le dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır. Aynı şekilde sos yal hayat akıl ve mantıktan uzak, yararsız, zararlı birtakım inançlar ve geleneklerle dolu olursa felce uğ rar.''
akılcılığın, akılcı düşüncenin temeli bi lim ve teknolojidir. Ona göre, "Dünyada her şey için, Atatürk'te
medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, feudir. İHm ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yalnız ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının teki-
IX
mülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanla takip eylemek şarttır!'
bilim ve teknolojinin insan hayatındaki önemini her zaman ve her yerde tekrarlamış ve vurgula mıştır. Büyük önder, Ulusal Kurtuluş Savaşı' mızın başa rıyla sona ermesinden sonra Bursa'da yaptığı (1922) bir konuşmada da bilim ve teknoloji konusunda (biraz sade leştirilmiş olarak) şunları söylemiştir: "Yurdumuzun en Atatürk,
bayındır, en gözalıcı, en güzel yerlerini üç buçuk
yıl
kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlôp eden zafe rin sırrı nerededir, bilir misiniz? Orduların sevk ve yö netiminde bilim ve fen ilkelerinin kılavuz edinilmesin dedir. Milletimizi yetiştirmek için asıl olan okullarımı zın, üniversitelerimizin temellendirilmesinde aynı yolu izleyeceğiz . Evet, milletimizin siyasi, sosyal hayatında,
milletimizin fikri terbiyesinde de yol göstericimiz ilim ve fen olacaktır. Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen
sayesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı ve
ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün incelikleri ve güzellikleriyle oluşup gelişecektir." •
Atatürk'ün ölümünde bir buçuk yıl kadar önce ken di el yazısıyla yazdığı Geometri Kılavuzu (1936-1937), dil, bilim, kültür ve eğitim açısından çok önemli, ÇJk de ğerli bir çalışmadır. Kitap, ilk olarak Kültür Bakanlığı (o yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı'na bu ad veriliyordu) ta rafından yayımlanmıştır. Kitabın üzerinde yazarın adı yoktur, ama kılavuzun kapağında Atatürk'ün bu çalış ması için "Geometri öğretenlerle, bu konuda kitap
x
yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca neş
denilmiştir. tarafından 1932'de Türk Dil Kuru mu Başuzmanlığına getirilen, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde dilbilim tarihi ve genel dil bilim dersleri okutan (1936-1951) ve kendisine Atatürk tarafından Dilaçar soyadı verilen Agop Dilaçar, kılavu zun Türk Dil Kurumu Yayınlan arasında çıkan yeni bas kısına (1971) yazdığı önsözde "Yazar adı yok, fakat ya redilmiştir"
Mustafa Kemal
zının ruhu ve tutumu onun, Atatürk'ten çıkmış oldu
demiştir. Agop Dilaçar, Türk Dil Kurumu Başuzmanı olarak uzun yıllar Atatürk'ün yakınında bulunmuş, onun dü şünce ve önerilerinden büyük ölçüde yararlanmış seçkin dilbilim adamlarımızda� biridir. Dilaçar, Atatürk'ün bu kılavuzu nasıl yazmaya başladığını da şöyle anlatmıştır: "1936 sonbaharında bir gün Atatürk beni, Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman'ın yanına katarak Beyoğ lu'ndaki Haşet Kitabevi'ne gönderip uygun gördüğümüz Fransızca geometri kitaplarından birer tane aldırttı. Bun lar Atatürk'le birlikte gözden geçirildikten sonra, yazıla cak geometri kitabının genel tasarısı çizildi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve kış aylarında Atatürk çalıştı. Eli nizdeki kitapçık bu emeğin ürünüdür." O yıllarda geometri, eski terimle hendese olarak bi linir, açı < zaviye, artı < zait, bölü < taksim, çap < ku tur vb. terimlerle öğretilirdi. Arapça ve Farsça okul prog ramlarından kaldırılmış olmasına karşın, Arapça kök ve eklerle yapılmış bilim ve teknoloji terimleri geçerlikleriğunu apaçık gösterir"
XI
ni korumuş, zaviyetan-ı mütekabiletan-ı dahiletan (iç ters açılar) gibi tamlamalar bir tekerleme olarak kalmıştı. Denebilir ki, müselles-i mütesaviyül adla'yı Cumhuri yet'in ilk yıllarında hangi öğrenci, nasıl anlayabilirdi? Atatürk, geometri öğretimindeki bu tıkanıklığı ve zorlu ğu açmak için bu terimi, Türkçe kök ve eklerden yapıl mış eşkenar üçgen'e çevirmişti. Geometri Kılavuzu okununca anlaşılacaktır ki, as keri bir eğitim ve öğretimden gelen Atatürk, bilimsel konu ve araştırmalarda da bilgili, yetkin bir siyaset ve devlet adamı olarak belirmektedir. Çünkü Atatürk'ün bu kitapla birlikte türettiği açı, açıortay, alan, artı, beşgen, boyut, bölü, çap, çarpı, çekül, çember, dışters açı, di key, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eksi, eşit, eşkenar, ge rekçe, içters açı, ikizkenar, kesit, konum, köşegen, oran, orantı, paralelkenar, taban, teğet, toplam, türev, uzam, uzay, üçgen, varsayı, yamuk, yatay, yöndeş vb. terimlerden çoğunu bugün severek kullanmaktayız, kuş kusuz yarın da kullanacağız. Bu güzel, bu özün özü Türkçe terimlerin tümünü Atatürk, Türkçe köklere Türkçe ekler getirerek türetmiştir. •
Atatürk, eğitimi sosyal ve kültürel kalkınmanın ana araçlarından biri olarak görmüş ve onun her alanına, her zaman büyük ilgi duymuştur. Mustafa Kemal, yeni Türk devletinin temellerinin atılmaya başlandığı Ulusal Kurtu luş Savaşı' nı n ilk yıllarında bile ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak eğitim sistem ve kurumlarını arama ya başlamıştı. Kurtuluş S avaşı mız ın en zor günlerinde, '
XII
düşman ordularının Anadolu içlerine saldırılarım arttırdı ğı ve ordumuzun geri çekilmek zorunda kaldığı Kütahya Eskişehir çarpışmalarının en buhranlı bir zamanında bile Atatürk, bir yandan savaşın kazanılması için askeri alan da büyük çabalar harcarken, bir yandan da çağdaş eğitim sistemi üzerinde araştırmalara girişmişti. Bunun en önem li kanıtı, Kurtuluş Savaşı'mn en bunalımlı günlerinde (16 Temmuz 1921) Ankara'da Maarif Kongresi'ni topla mış olmasıdır. Atatürk, bu önemli kongreyi açış konuşmasında, "Şimdiye kadar izlenen öğretim yöntemlerinin, mille timizin gerileme tarihinin en önemli sebeplerinden bi ri olduğu kanaatındayım . Onun için bir milli eğitim programından söz ederken,
eski devrin boş inançla
rından ve yaratılış niteliklerimizle hiç de ilgisi olma yan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, milli karakterimiz ve tarihimizle uyumlu kültür kastediyorum. Çünkü, milli dehamızın tam olarak gelişmesi, ancak böyle bir kültürle sağlanabilir. Herhangi bir yabancı kültür, şimdiye kadar izlenen yabancı kültürlerin yıkıcı so nuçlarını tekrar ettirebilir. Fikri kültür, ortamla
diyerek, eğitimi ulusları uygarlığa götüren ve Türk ulusunu çağ daş uygarlık düzeyine ulaştıracak bir araç olarak yorum lamıştır. Mustafa Kemal'in bu sözleri, bağımsızlık sava şı veren bir önderin, kültür ve eğitim alanında da bağım sızlığa ne kadar önem verdiğini gösteren tarihsel bir ka nıttır.
uyumludur. O ortam, milletin karakteridir."
Xıll
Mustafa Kemal, ulusal eğitim programının bir yan dan toplum gereksinimlerine karşılık vermesi, öte yan dan da çağdaş bir netilik taşıması görüşünde idi. Ata türk, bu eğitim görüşünü, bütün yaşamı boyunca titizlik le korumuş ve sürdürmüştür. Onun için, Türk dili açısın dan bu çok güzel, geometri öğrenimi bakımından bu çok yararlı ve kaynak kılavuzu, özellikle ortaöğretim ça ğındaki bütün Atatürkçü, devrimci ve ilerici gençlerimi zin üzerinde durarak ve düşünerek okumalarını isterim. Çünkü bu 48 sayfalık küçük kitap, böyle büyük ve önem li gerçeği kanıtlamak için Atatürk tarafından, siz Atatürkçü gençler için yazılmıştır.
XIV
•
GEOMETRi
Geometri öpıtenlerle, lıa lconatla lcitap guaealclara le.lava•
olanılt
Kültür
Baltanlıtınca nqretlilmipir.
BULDURU
Batlanpç tarifler.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
.
.
.
.
.
.
.
•
•
.
•
.
•
•
•
.
•
.
•
•
.
•
.
•
.
•
•
.
.
S
L KISIM 1. Çeıit çizgiler . . . § . . iL Çember. § . • § llL Paralel . . . . iV Açı. § . V. Poligonlar • § . § VL Üçgenler • § Vll. Dörtgenler. § VllI. Düzgün Poligonlar . .
.
.
•
.
.
.
.
.
.
.
•
.
.
.
.
.
.
•
.
•
.
.
6 6 9 9 18 20 22 24
.
.
.
il. KISIM
§ § § § §
L iL llL ıv. V.
Poligonlar Dayire . Dilı.:eyin çap karesi . . . . . İmsiv. . İmsel ıekillerin çevreleri ile alanları . arasında oran
•
.
.
.
•
.
.
.
.
•
.
.
•
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
•
.
•
•
•
.
,
26 31 33
35
38
ili. KISIM
§ § §
1. Silindir ve pürüıma 11. Koni ve piramit. . 111. Yöre . •
•
•
•
•
•
.
.
.
.
.
.
.
.
.
•
40 43 46
GEOMETRi BAŞLANGIÇ TARiFLER 1. Canlı veya cansıı, yaradılmıı veya yapılmıt her ıey bir "Cisim,, dir. Ml•al: İnşan, hayvan, ağaç, toprak, (ıu, ay), taı, masa, sıra, iskemle. kitap, kalem, kiğıt . 2. Cisimde üç "Boyut,, yahut "Direaet,, var• dır : Uzunluk, geniılik ve yükseklik. Cisimlerde yükseklik olduğu gibi derinlik te vardır. Misal' Minarede yükseklik vardır. Kuyuda derin· lik vardır. Cisimlerde hazan genifliğe, kalınlık ta derler : Duvarın geni ,l iği dendiği gibi. duvarın kalınlıiı da denir. 3. Bir cismin "Uzay,, içinde doldurduiu açık· lıia o cismin "Hacım,, ı denir. Ml•al: Bir rafta yanyana dizilmiı olan bir .kaç kitabın ortasından birini çektiğimiz zaman, o kitaplar arasında kalan açıklığa, çektiğimiz kitabın "Hacım,, ı denir. 4. Üç boyutlu her uzam, bir "Hacım,, dır. 5. İki boyutlu uıam'a , "Yllzey,, denir. Ml•al : Denizin yüze yi nde yürünmez. 6. "Çizgi,, , yalnız bir boyutlu uzamdır. 7. Üç boyuttan hiç biri kendinde olmıvan yar. lık, bir "Nokta,, dır. 8. "Geometri,, , çizgilerin, yüzeylerin ve hacim· lerin belli bir ölçü ile ıenliklerini ölçmeyi öiı'eten bir ilimdir.
1. KISIM
§L
ÇEŞiT ÇiZGiLER
9. "Dojra çizgi,, veya "Doiru,, bir noktadan diler bir noktaya olan en k11a yoldur. İyice gerilmiı bir iplik, doiru çizgiyi güzelce anlatır. 10. "Dllzey ,, öyle bir vüz:eye denir ki, onun üzerinde her yönde doğru çizgiler çizilebilir. llllaal ı Bir kara tahtanın vmeyi, bir düzeydir. 11. Hiç bir parçası düz: olmayan yüzeye, "Eirl 71lzey,, denir. Ml..ı ı Bir yumurtanın yüzeyi gibi, 12. "Kırık çizgi,, , bir çok doğru çizgilerin bir· lqmesidir. 13. "Eiri çizgi,, veya "Eiri,, hiç bir parçası doğru olmıvan çizgidir.
Misal : Bir ipliği iki noktasından tutup gevıek bırakırsanız: onun göster.diği çiz:gi, eğri çizgidir. 14. Eiri çizgilerin en önemlisi "Çember,, dir. §O.
ÇEMBER
15. "Çember,, , düz:ev üzerinde öyle bir kapalı eiridir ki üzerindeki her nokta, onun içinde bulunan ve merkez: denilen bir noktadan ayna uzaklıktadır. 16. Çemberin kapadığı düzeye "Daylre,, denir. Çember verine bir çok defalar dayire dendiği de olur.
1
Dayire sibi olan ıeylere •Tekerlek,, te denir.
Mlul ı Ba odada tekerlek bir masa vardır.
Şekil: 1
17.
"Yay", çemberin ı.erhanp bir parçasıdır. 11. Çember, 360 eıit parçaya ayrılır. Bunlardan her birine "Derece,, denir.
Şekil: 2
Her derece dahi 60 etit parçaya ayrılır. Bunların her birine "Dakka,, denir. Dakka da 60 eıit parçaya ayrılır. Bunlarm da her birine "Saniye,, denir. Dereceyi ıöstermek için, dereceyi. bildiren raka mın sağ üstüne küçük bir sıfır konur. Dakka, raka· mınm sağ üstüne, sağdan sola eyik küçük bir çizii ile ve saniye de, böyle yanyana konmuı iki çizıi ile söaterilir.
8
lllnl: S4 derece, 4S dakka, 18 saniye tövle yazılıt:
S4°
18"
4S'
19. Bir yayı ölçmek için, bir parçan olduğu çemberi n kaç derecesini kapladıiı araıtırıhr. •
•
Şekil:'.)
Ml•al ı A B C yayı AH K M C B A çemberinin bir parçasıdır. Çemberde 360° vardır. A B C yayı, bu çem• berin yalnız 45° sini kapsadığından ona 45° lik bir yay denir. 20. Çember ve dayire ile ilgili olan çizgiler ıun· lardır: A) "Çap,,, dayirenin merkezinden geçerek çembe· rin iki noktasına ulaıan bir doğru çiz:ğidir. B) "Yarıçap,,, merkezi, çemberin bir noktasına bağlıyan bir doğru çizgidir. C) "Yay,, çemberin herhangi bir parçasıdır. D) "Klrlı,,, yayın uçlarmı birleıtiren doğru çiz· gidir. E) "Ok,, yayın ortasını. kiriıin ortasına bağlıyan bir doiru çizgidir. F) "Kesek,, dayireyi herhangi iki parçaya ayıran bir �oğru çizgidir. G) "Dejme,,, bir çizginin. çemberin herhangi J;ir noktasına değmesine denir. O noktaya, i•Dejme nokta•ı,., değen çiz:Çive de, 16Tetet,, derler.
9
§ m. PARALl'J. 21. ''paralel çizgiler,. veya "paraleller,,, bir düıevde, ne kadar uıatılırsa uıatılsm, birbirini kesme· den vanyana ve beraber giden doiru çiııilere denir. Misalı Bir kitap yaprağının kartdıklı kenarları,
doiru çiıgilerdir. Bunları, bulundukları yaprak dü· ıe yinc e
ne kadar uıatırsak uıatalım, bunlar . birbirini keımeıler, itte bu iki çiıp paraleldir. § iV.
AÇI
22. Bir "Açı,, , bir noktadan ayrılan iki dolru çhp arasındaki açıklıktır.
Şekil:
4
Bu çizgilere o açının "Kenar,, ları denir. Bir açının kenarlarının baıladılı noktaya, o açının "ltöte,, ıi denir. 23. Bir açı, kenarlarındaki üç harfle gÖtterilir ve açının köıesindeki harf, ortaya gelmek üzere okunur. llUalı
BAC aç111
A Şekil
:
!t
10
Bir açı, hususiyle yalnız olduğu vakit, köıeıinin harfile,
veyahut
köıesine yakın olarak açının içine
konulan bir küçük harfle de gösterilir.
Misal ı veya
Ayırt edilmeksiıin BAC açısına, A açuı
m açısı da denir. 8 A l
Şekil:
6
24. Bir açının büyüklüiü, kenarlarının u:tunlupna delil, ancak kenarlarının arasındaki açıklıp bajlıdır.
Miaal:
ADB
kenarlarından büyüktür.
açısının
küçüktür,
kenarları
fakat
CDE
açıklaiı
açı11nın
onunkinden
A
·� Şekil: 25.
7
Köteleri ve bir kenarlan ayni olan ve diler
kenarları bu ortak kenarın iki yanında bulunan iki açıya
"bitlfik açılar,,
Mual ı
m
ye
denir.
n açılan iki bitiıik açıdır. Bunların
köıeleri A ve AC kenarları birdir.
A �c Şekil
:
11
8
Paralel iki dolru çizgi, herhanıi bir doiru çhıi ile kesildiii uman, dört çeıit açı meydana ıelir.
Şekil 26. Tenaçı: olan açılardır.
:
Köteleri
9 bir ve biribirinin terıi
lllaal ı (Şekil: 9) da ıörüldlü gibi 1 ve 2 ; 3 ve 4 açıları, köıeleri A olan "ter-çdar., dır. A noktası etrafındaki S ve 6 ; 7 ve 8 açıları da terııaçılardır.
27. lç tenaçı: Paralel çizgilerin içinde olan ve keseiin bir tarafında bulunmayan ve yanvana olm.ıyan açılar " iç te....çılar,, dır. Ml..ı: 2 ve
S;
4 ve 7 açıları, iç tersaçılarchr.
28. Dq tenap ı Paralel çizgilerin baımda olan ve keıeiin bir tarafında bulunmıy2n ve yanyana olmı· yan açılar "Dıt tenaçdar ,, dır. 111..ı ı
1 ve 6; 3 ve 8 açıları, dıı tera açılardır.
29. Yöadet açı ı Ortayları aynı yönde biribirine paralel olan açılara •Yöndet açdar" denir.
12
lll•al ı 1 ve 5; 3 ve 7; 4 ve 8; 2 ve 6 açıları yÖD· deı açalardır. batar 1 ı İki paralel çizgi ifo kesek arasand a mev· dana gelen açıların sayısı, (Şekil: 9 ) da görüldülfi gibi, sekizdir. 2 ı Ters açılar eıittir. iç tersaçılar eıittir. Dıı ten açdar eıittir. Yöndeı açılar eıittir DOORU ÇİZGİNİN TÜRLÜ DURUMLARI 30., Bir doğru çizgi, baıka bir doğru çizgiye udi• key" dir. Eğer onun öteki çizgi ile yaphlı bidtik açılar eıit iseler.
Ml•al ı A B do!ı'u çizgisi, C D doğru çizgisine dl· keydir Çünkü m ve n açıları eıittirler. •
.
A
c
-.
..,.,.
8
�.L...-.ı..: .1 .:..:_ ___
---
Şekil
o
: 10
31. Bir doğru çızgının baıka bir doğru çizgi ile yaptığı bitişik açılar eşit olmazsa, o dojru çizgi, öbür çizgiye göre, "etik çizgi" veya .. etik" tir.
llual : m ve n açıları eıit olmadıklarından A 8 do�u çiıgisi CD ye eğiktir.
13
Şekil:
11
32. "Yatay çizgi,,, durgun suyun düzeyince uzanan bir doiru çizgidir. 55. Yüksekten vere düıen a�ır bir cismin çizdiği düıünülen çizıive, ....dllfey çizgi" denir. Düıev çizgiyi töıtennek için kullanılan alet "çekili,, dür.
Çekül, uçlarından birinde ağır bir cisim baiJ,ı olan iptir.
Şekil: 12 Çekül
Şekil 13 Yatay ve düşey
Çekülün bir tarafından tutulur ve ağır cismin bağlı ' olan tarafı bırakılırsa, bu ağır cisim aıağı doğru çe·
14
kilir ve bu ağır cismin bağlı olduğu ipin çiqi, düıey çizgidir.
gösterdili
batarı Düıey, yataya dikeydir. 54. Prenaip a 1 [*] Bir dojra çizsfnln dıfm· dald bir noktadan o doiru çlzslye bir dikey Ye bir çok e'ilder indlrlllrae ı -
Şekil:
1)
14
Dikey, btltGn ejiklerden daha kıaadır.
Batka tllrlll söyliyelim: Dikey, bir nokta ile bir
dojra çizgi arasında en kısa yola gö•terir.
Misal : A B dikeyi, A E ve A C eyik çizgilerinden daha kısadır.
2) Dikeyin ayağından, •tlt usakhkta olan iki ejik çizgi eıittirler. 32. Açıların ölçllsll : Bir açının ilı:i kenarı nın biribirine eğilimi, yani bir açının ölçüsü, o açının köşesi merkez olarak çizilen yayın, açının iki kenarı arasında kalan parçasının dereceleri sayısını ara,makla bulunur. Misal ı 25° lik açı demek, kenarlan 25 derecelik
bir yayı kapsıyan açı demektir. C-J Geometride teorem adıyla bilinen ırerçeldildere MPreaslp,. adım veriyoruz.
ıs
Şekil
:
15
56. TBrUl çeılt açdar ı Bir dikey açı, kenarlan biribirine dikey olan açıdır. Dikey açı, köıesi merkez olarak çizilen çemberin dörtte birini kapsar ve ölçüsü 90° dır.
Misal ı MA C dikey açHının kenarları biribirine dikeydir ve bu dikey açı, köıesi A merkez olarak çizi len çemberin dörtte birini kapsar, Çemberde 3 60° ol· duğundan onun dörtte biri olan M D C yayında 90° vardır. Bu suretle MA C açısında da 90° var demektir.
ş.,ldl:
16
37. Dikey açıdan büyük her açıya, ''Opat açı,, denir. Onun ölçüsü 90° den fazladır. Misal ı A B C ve M N açıları Oput açılardır ve bunların ölçüleri 90° dan büyüktür.
)6
Şekil: 17
Şekil: 18
38. Dikey açıdan ekıik olan her dır. Onun ölçüsü 90° den eksiktir. ·
açı
''dar aça.
lll•al ı A ve DEF açıları dar açılardır
Şekil
:
Şela1:
19
20
39. İki açının toplamı bir dikey açıya veyahut ° 90 ve eıit olursa, o açılara, "Tllmey açılar, denir. Misal: 50° olan DAB açısı ile 40° olan B A C açısı
tümev açılardır.
Çünkü
onlar
tüm olan 90° ye tümleyen açılardır.
Şekil :
21
biribirini,
bir
17 40. Bir açının •T&mey" i, onun deierini 90° den çıkarmakla bulunur.
MS.al ı 40° lik bir açının tümeyini bulmak için onu 90° den çıkarırız. 90° - 40°
=
50°
Bu 50° tik açı, 40° lik açının tüm evidir. 41. iki açının toplamı, iki dikey açıya veyahut 180° ve eıit olursa o açılara, "Btiley açılal'" denir. '
Mlaah 75° lik ve 105° lik açılar biribirinin bü· tevidirler. Çünkü bunların biri diğerini, bir bütün olan 180° ve bütünliyen açılardır.
Şekil:
22
42. Bir açının "'Bitey " l, o açının değerini 180° der. çıkarmakla bulunur, Ml•al ı 75° lik hir açmın büteyini bulmak için onu 180° den çıkarırız: 180° - 75°
=
105°
45. Bir açının "Açıortay " ı o açının tam orta• s!ndan geçerek onu iki eıit parçaya ayıran doğru çizgidir.
Ml•al: A D doğru çiığisi, B A C açısının açıor· tavı olur, eğer BA D ve DA C açıları eıit iseler.
ıa A
.B Şekil:
23
44. Pren sip & il - Köıeal çemberin Uzerlnde olan ve kenarları çapın iki ucuna ulaıan bir açı, dikey açıdır.
Mlaal: A C B açısı, bir dikey açıdır.
Şekil
:
24
§ V. POLiGONLAR 45. Bol, yani bir çok kenarlarla çitlenmlı olan bir düzey parçasına "Poligon,, denir.
" Üçgen", üç kenarlı bir poligondur. "Dör tgen ", dört kenarlı bir poligondur.
''Beıgen", beı kenarlı bir poligondur.
19
•Altıgen", altı kenarlı bir poligondur. "Yedisen", yedi kenaa:lı bir poligon dur. •Sekizıren,,, ıekiı kenarlı bir poligo nd ur . v.
b.
46.
"çevre" ıi, onu
Bir poligonun
çevreliyen
kırık çiıgidir,
Misal ı CDEFH
kırık
çizaiıi,
(ıekil : 25)
teki
poliaonun çevresidir. D c
Şekil: 25
Dayirenin çevreıi çemberdir. 47. Bir poligonun "Köşegen,� i, o poligonun yan• yana olmıyan köıelerini birleıtiren doiru çizgilerdir.
Ml•al:
AB, AC ve AD çiıgileri ANBCDK polf.
ıonunun köıegenleridir. c
Şekil:
26
20
§ VJ. OÇGEHLER 48.
"Oçgen,,
,
kendi kenarları olan üç doğru
s;izgi ile çitlenmiı bir diizey par1;asıdır
Misal:
49.
ABC ıe1'li bir üçgendir (Şekil: 27).
Bir üçgenin "tabanu
ı,
onun ü�erinde dur·
duğu dütünülen kenarlarından herhangi biridir.
1J
Şekif: 27 50.
Şekil:
Bir iiçgenin tepesi. tabanının
2S
kargısında hu·
lunan açının lc:öıesidir.
51.
Bir üçge.nir, yüksekliği_
tepesinden
tabanına
velahut tabar.ınm u:ıantmmı iı!d�d!en dilıeydir.
Misalı
ABC üçger:icck -yiil<eeHilr, tabanır, uı.an
tısı üzerine d ü ıeı (§ekil:
52.
28
ve
''Etkenar üçgen"
olan iiçgendir.
,
2S).
ür. keman birbirine eıit
Bövk bi.t üçgcuiıı. iki
Şekil
:
2'j
açm
da eıittir.
21
55.
"hıı:lzkenar tıçgen,,,
üçsendir.
iki
kenarı_ eııit olan
Böyle bir üçgenin iki açm. da eı1ttir.
Eılt
olan açılar, eıit kenarların karımnJa bulunur.
Şekil: 54.
Şekil:
30
31
Kenarlannın ve açılarının hiç biri eıit olmı•
yan üçgene
SS.
"çeıltkenar iiçgen,,
"Dikey llçgen,,
denir. dikey
olan üç.
dikey açı karıısında
bulunan
,
bir ;ıçuıı
gendir. Bir dikey üçgende, kenara
11dikeyln çapı,,
denir.
Şela1: 56.
Bçıren,, 57.
aene
32
Bir üçgenin · bir açısı oput olurıa ona
"apnt
derler. Bir üçgenin bütün açıları dar olursa, o Üç·
"dar llçsen,, �denir.
22
Prenslpı 111 Bir llçsenln Bç ·�•ının topla• iki dikey açıya veyahut 180° ye eılttir. -
mı,
58. Netice : 1 Bir dikey üçıende iki dar açı biribirinin tümeyidir. Misalı Bir dikev üçgenin dar açılarının biri 36° olursa, onun diğer dar açısı: 90° 36° 54° olur, S,. Netice: il Bir dikey üçgenin iki kenan eıit olursa. onun dar açılarının her biri 45° dir. 60. Netice: ili Bütün üçgenlerde her hanıl bir açı, diğer iki açı toplamının büteyidir. lll•alı Eğer bir üçgende, onun açılarından biri 7 2° olursa diğer iki açısının toplamı: 180°- 7 2°= 108e olur. ·-
-
=
-
-
§ Vll. 61.
DÖRTGENLER
Dörtgen, dört kenarlı bir poligondur.
62. Özel adı olan dörtgenler ıunlardır:
Paralelkenar. Dikey dörtgen. Eıkenar dörtgen. Kare Yamuk
63. "Paralelkenar" , karıılıklı kenarları paralel
olan dörtgendir.
el
I°
B�------'A
Şekil:
33
Şeki: l
34
64. "Dikey dörtıen,,, bütün açıları dike . v açı olan dörtgendir. 65. "Etkenar dörtıen,,, bütün kenarları eıil olan dörtıendir.
23 (.-------.0
8
8-------'A
Şekil: 35
ş�kil :36
66. "Kare,,, lcerıarları ve açıları eıit olan dört• gendir. Baıka türlü anlatalım: Kare bir kenarı ve bir açı11 aynen diier kenarlan ve açıları olmak üzere ka· rarlaımıı olan bir dörtgen dü%eydir. (Şekil: 40)
Şekil:
S7
67. ''Yamak,,, valnl% iki kenarı pualel olan dörtgendir. Bu paralel kenarlar, vamuiun tabanlarıdır.
Şekli:
38
68. "Dikey yamuk,, iki açısı dikey açı olan yamuktur. 69. İkizkenar yamuk, paralel olmıyan kenarları eıit olan yamuktur.
§ VUI. D0 Z G0N POLiGONLAR 70. ''DBzgtln,, poligon, bütün kenarları açıları eıit olan bir poligondur.
bütün
ve
cDo
8
A
Şekil: 39
Şekil: 40
Etitkenar üçgen ve kare, düzgün poli1<>nlardır. Düzıün poligonlar, düzgün olmıyan poligonlar gibi, kenarlannın sayısınca isim abrlar. c
G
F E
A
o c
Şekil: 41
Şekil: 42
71. Çember, pek çok kenarlı düzgün bir poligon olarak düıünülebilir.
25 7'l. Bütün köıeleri aynı çemberin üzerinde bulu· nan bit poligona, ''lçpollgon,, denir.
B ,4 ,.
Şelcil:
43
Şekil:
44
73. Bütün kenarları aynı çembere teiet olan po· ligona ''dışpoligon,, denir.
74. Bir poligonun açıları, komıu birleştikleri noktalardaki açılardır.
kenarlarının
Bir düzgün poligonun merkezi, aynı zamanda iç dayirenin ve dı§ dayirenin de merkezleri olan noktalar· dır.
Şelcil:
45
Şekil:
46
75. Bir düzıün poliııonun dıı yarıçapı, poligo· nun merkezinden, açılarından birinin köıesine çekilen dojru çizgidir; bu doiru çizgi, aynı zamanda daı dayi· renin de yarıçapıdır.
%6
76. Bir düzgün poligonun iç yarıçapı, poligonun merkezinden ken arlar ı nd an birine çekilen dikeydiı:; bu dikey aynı zamanda iç dayirenin de yarıçapıdır. c
Şekil:
Şekil:
47
48
77. Prensip: iV Dilzgiin altıgenin kenarı d ış dayirenin yarı çapına eşittir. 78. Prensip : V - Bir poligonun kenarları· nın sayısı ile açılarının toplamı arasındaki ilgi şöyledir: Poligonun kenarları sayısından 2 çıka· rıldıktan sonra kalan sayı kadar iki dikey açı, o poligonun blltlln açılarının toplamına eşit olur. 79. Prensip ı VI - Bir kirltin ortasından yUkseltllen dikey, dayirenfn merkezinden ve yayın ortasından geçer. il. KISIM
Düzeylerin ölçlilmesi § 1. POLİGONLAR 80.
Y&zey: İki boyutlu olarak, yayıldığı, geniı·
lediği diişünülen bir uzamdır. Bu boyutlar uzunluk ve ıeniıliktir.
27 81. Bir yüzey değerini ölçmek için, o yüzey, bi· rim olmak üzere seçilmiş bir yüzey ile oranlanır. Yü· ıey birimi, ııenel olarak, "metre karen dir. Metre kare, her kenarı bir metre olan karedir. 1
metre
1
metre
Metre karo Şekil: 49
82. Dikey dörtgen ı Dikey dörtgenin alanı tabanı ile yüksekliğinin çarparığına eıitir. Misal ı Tabanı 6 metre ve yükseklili 3 metre olan bir dikey dörtgen düşünelim. Onun tabanı olan 6 met· reyi, yüksekliği olan 3 metre ile çarparsak elde ede· ceğimiz 18 metre kare, bu dikey dörtgenin alanı olur. 83. Paralelkenar ı Paralelkenarın, alanı tabanı ile yüksekliğinin çarparığına eıittir. Misal: Tabanı 24 metre ve yüksekliği 16 metre olan bir paralelkenar düıünelim. Z4 ile 16 nın çarparl• iı olan 384 metre kare, bu paralelk arın �lanıdı .
;
�
/
2'I
Şekil: 50
7..
.
D 4
Şekil: 51
B
28
84. Kare: Karenin alanı, bir kenarının kendisi He nlan çarparığına eıittir.
Mlaal: Kenarı 4 metre olar bir kare düşünelim 4 ü 4 ile çarparız:. Elde edeceğimi.ı: 16 metre kare, bu karenin alanı olur. 9>
A$< ll
Şekil:
Şekil:
52
53
85. Eşkenar dörtgenı Eşkenar dörtgenin ala· nı onun iki köşegeninin çarparığının yarısına aşittir.
Mlaal : Köıegenleri
metre ve 6 metre uzun· luiunda bulunan bir eşkenar dörtgende 1 O un 6 ile. çarparığı olan 60 ın yarısı alınırsa elde edilen 30 met· re kare bu eıkenaı· dörtgenin alanı olur. 1O
86. Oçken : Bir üçgenin alanı tabanı ile yarı yüksekliğinin çarparığına eıittir. Yahut ta bir üçgenin alanı yüksekliği ile yarı ta• hanının çarparığına eşittir.
Misal ı Tabanı 14 metre ve yüksekliği 6 metre olan bir üçgen düıünelim. 1 Tabanını, yüksekliğinin yarısı ile çarparız: ve ıunu elde ederiz:. -
14 X
3
=
42 metre kare
2 Yüksekliğini, tabanının yarısı ile çarparız: ve şunu elde ederiz:: -
6X 7
=
42 metre kare
Her iki netice, üçeenin alanını ı:österir.
29 87. Yamuk ı Bir yamuğun alanı iki taban top· lamının yarısı ile yüksekliğinin çarparığına eıittir. Misal ı Yüksekliği 7 metre ve tabanları 1O ve 16 metre olan bir yamuk düıünelim: İki taban toplamının yarısı ıuna eıittir.
--
Şekil : S4
16Xl0,_13 Yamuğun alanı 13 metre karedir.
2 7 X 91 88. Her haasi bir p oligon: Her hangi bir po· ligonun alanı, bit çok yollarla elde edilir. 1. lncl yol: Poligon üçgenlere parçalanır, her üçgenin alanı ayrı ayrı aranılır ve bu alanların top· lamı bulunur. =
A B E üçgeni BCE
>
18 X 12° 20=130 ==l3X2 =
11x20 2 Bütün poligonun alanı
DCE
=
A E Şekil: 55
=
=
c
90
110
330 mk.
30
2. inci yol : Poligon dikey üçgenlere ve dikey yamuklara parçalanır.
Misal ı A B C DE F poligonunu gözönüne alalım. Poligonun iki u:ı:ak kö§esini birle§tiririı: ve diğer köıe· lerden bu doğru çizgi üzerine dikeyler çiıeri'Z. Ortaya çıkacak dikey üçgenler ile dikey yamukların alanla· rını ayrı ayrı anrıı: ve bunların toplamını buluruz: A F H üçgeni= 10 X AB 1
»
=
�
30
-=
10 X 14 2
-
70
8
Şekil: 56
ELD
DNC
=19x12=114
»
2
»
=
9 x..±.= ıs 2
Üçı;enlerin toplamı
232
(1 ° � 12) 121 1 9 INCB=22 ( 4 i ) =253
Yamuk ELHF = 11 »
232
Yamukların toplamı
•
•
.
•
mk.
=
•
•
Poligonun alanı
374 mk. •
•
•
•
•
374 mk. •
•
•
606 mk.
31
89. Dllzıen pollgonı Bir düzgen poligonun alanı, içyarıçapının varlSı ile çevresinin çarparıjına eılttir. MIAlı Kenarları 7 metre ve içvarıçapı 6,06 metre olan düıgün bir altı geni göı önüne alalım: (
'1
E
il
8
Şekil: 57
Çevr esi 7 X 6 42 m. dir. Çevresi ile içyarıçapının ,arparıeı ıuna eıittir: =
42 X
6•06 2
=
127, 26 mk.
Bu düzgün altıg enin. alanı 127,26 mk. ye eıittir.
§ U. DAYİRE 90. Çemberin uzunluğu: Ç em berin uzunluğu çapının, 3,1416 ile çarpanğına eşittir.
91. 3-1416 sayısı, çemberin, kendi çapma olan oranını ııöst erir . Başka türlü anlatalım; Her çemberin uzunluğunun kendi çapına böl eyinden çıkan bölü, 3,1416 sa yısıdı r . 3,1416 sayısı, grek harfl erinden « ;re � ile göste· rilir. Bu h arf cPh diye okunur.
Misalı
1
-
beri 6 X 3,1416 ,
Çapı 6 metre olan bir dayirenit1 çem· 18 tı496 metredir.
=
32
1,2/J Şekil: Misah
Şekil:
se
il
--
m
59
Çapl 1,20 metre olan bir tekerleğin
çemberinin uz:unluğcnt� bulalım! Çember:
=
Çapın uzunluğu:
92berini
1,2C X 3,1416
Bir davirenin
uz:unluğunda bir çembe
çapı;
78,54
3,14 l6
= 20 metred"ır.
lli•al ı IT
-
Çemberi 2 ,40 metre olan bir
çapını bulalım. Bu ağacın çapı
3�{!�6
ağacın
=O, 76metredir.
9!. Dayb•nin alanı: I Davirenin alanı çeınb e ile varı çapının yarısının çarp ar ığın� eşittir. -
ri
çapı, çem·
ve bölerek elde; edilir.
ır
Misal ı 1- 78,64 metre rin
3,77 metredir.
Misal: Yarıçapı 12 metre olar. biı davire alalım, Bu da vire nin alanını bulmak için, çemberinin uz:unlu ğunu bulmak gerektir. Bunun için de önce onun ça· pmı buluruz: Yarım çap 12 olduğuna göre, çap (12 X2) 24 ın, dir. Şimdi bunu :n: ile çarpalım. Davirenin. çemberi: 24X3,1416= 75,3984 m olur. =
33
Şekil: 60
12 6 m. dir. 2 -452,3904 metre Davirenin alanı= 75,3984X6 karedir. Dayirenln alanını bulmak için daha ge• 94 Yarıçapın yarısı da
=
=
-
nel olarak kullanılan baıka bir yol :
2- Davirenin alanı yarıçapının karesi ile 3, 1416 sayısının çarparığına eıittir.
Misal: Yarıçapı 12 metre olan aynı dayireyi alalım. Yarıçapın karesi= 6X6=36 dır. Dayirenin alanı: 36XJ,1416=113,0976 mk.dir.
§ m. DİKEYiN ÇAP KARESİ Bir dikey &çgenln dike 95. Prenaip: VD yin çapı &zerine çizilen kare, llçgenin dlier iki kenan &zerine çizilen karelerin toplamına etltttr. -
96. 5, 4 ve 3 sayılarını alalım. Bunların kareleri 16 + 9 olduiundan ıu sonuca 25,16 ve 9 dur. 25 vann:r; Iİ:i, bundan önceki prensibe göre, kendi arala· rındald oran 5, 4 ve 3 sayıları ıibi olan üç çi:r:gi ile bir dikey üçgen çiıilebilir. =
'"-ui
34
R
Şekil: 61
25
Şeiil:
62
97. Bu 3, 4 ve S sayıları. iki duvar arasındaki açının dikey olup olmadığını ortaya çıkarmıya yarar. Açının içinde olduğu gibi dııında da iılemek mümkündür. Duvarın dııında, DA çizgisinin uzantısı üzerinde 3 n .etre ve AB çizgiıi üzerinde 4 metre alırız. Eier F
D
BC çizıisi S metreden daha az veya daha çok ise, iki duvarın açısı dikey değildir. Açının içinde de aynı ıekilde iılenebilir.
§ iV. IMSIY 91. iki çizginin oranı : İki çizginin biribirine olan oranı, onların uzunluklarını gösteren gayıların oranının aynıdır. 1) 3 metrelik A çizgisiyle 6 metrelik B çizgisini alalım : 3, 6 nın yarısı olduğundan A çizgisi de B çiz• ıisinin yarısıdır. Yani 3 ile 6 arasındaki oran ne ise, A ile B arasındaki oran da odur. 2) S metre alım: S ,
7
pinin
sidir.
i
nin
c:
çizgisiyle 7 metrelik D çizgisini al·
�
sidir; aynile
C çizgisi de
D çiz.
99. Ortakoran: İki çızgının ortakoranı olan üçüncü bir çizıi, o iki
çizginin
dııl�rda bulunduğu
n AB çapına indirilen MN
o ve d p arça larının
=
m dikeyi,
ayırdığı
�apta
ortakoranıdu.
Yani c:m = m: d dir.
0 Şekil
·.
A
66
lmael tekiller ı
Şekil
İm se l
ıekiller aynı
:
67
büyüklükte
olmad•kları halde ayn ı biçimde olan ıekillerdir
.
A
Şekil
Şekil : Cıs
:
69
Dayireler daima imsel ııekillerdir Kareler daima imsel ııekillerdir. Kenarlarının sayısı
aynı olan du:z:gün poligonlar,
daima imsel ıekillerdir.
101.
İmsel p oligon larda
homolog açılar
eıittir·
ler ve homolog kenarlar da oranlıdırlar.
102.
İmsel ııekillerde kartıtilgln kenarlara ho·
molog kenarlar denir.
18
68, 69)
ABC ve abc üçgenleri (§ekil: ler olduklarına yarısı
ise
K
ıöre, eğer
ve cb
ab kenarı
kenarları da
imsel üçgen·
AB
kenarının
aynı ıekilde AC ve
CB kenarlannın yarısıdırlar; bundan
baııka
bu iki
üçgende karıııtilgin olan açılar eıitıirler, ABCDE ve abcde (§ekil:
66, 67)
imsel
poligonlarda
karıııtilgin olan AB ve ab kenarlarının oranı, BC ve be kenarlarının oranına eıittir, Bu iki poligonda ho moloı olan diğer kenarlar için de böyledir.
Bundan
baııka A açısı a açısına: B açısı b açısına ve karıııtilgin olan diğer açılar da birbirlerine eıittirler.
103.
Bir tablo ile onun çekilmlı fotolrafi
imsel
ıekillerdir. Fotolrafl tablonun boyutlarını küçültlirse de tonun çizgileri ile fotoğrafinin çizgileri
arasında
tab· hiç
değiımiven aynı oran vardır. Açılar ise eıit kalırlar.
§ V. iMSEL ŞEKiLLERiN ÇEVRELERi İLE ALANLARI ARASINDA ORAN 104.
Ç evrele r arasında oran:
İki imsel ıelclin
çevreleri arasındaki oran, onların homolog kenarları arasındaki orana eıittir.
8
A �C Şekil: 70
Mlaal ı Tabanları
1 O vt
30 metre
olan T ve T'
üçgenlerini alalım. Bu üçgenlerde OF tabanı
AC ta·
Şekil:
71
hanının üçte biridir. O halde T üçgeninin DEF çev• reıi, T' üçgeninin ABC çevresinin üçte biri olur. Şimdi
'
-
bu dediklerimizin doğru olup olmadıitnı araıtıralınu
DEF üçıeninin çevresi: 10 + 11+7 28 m. dir. ABC üçıeninin çevresi: . 28 t . çevresı gerçekten 4 =- 3 olduğundan T uçgenının 8
.
•
•
T' üçgeninin çevresinin üçte biridir. 105. Alanların oranı ı İki imsel ıeklin alanlarının
oranı bunların iki homolog kenarları karelerinin ora• nına eıittir.
' ' � & -s
'
•
O
C'
H
900
30 10
de
un karesi
un karesi
9
kere
100
F
Şekil:7l
tUMkil: 72
Mlsalı Tabanlan 30 üçıenlerini alalım t
J)
ve
10 metre
olan T ve T'
30 X 30 ..... 900 10 X 10 100 =
vardır, Bundan çıkan netice
ıudur ki T üçgeninin alanı T' üçgeninin alanından
kere büyüktür. Gerçekten T Üçgeninin alanı
9
40 T
-==
30
128
X
T üçgeninin alanı da T'
270
tir.
10 X
i
=
-=
=
30 dur.
Görüyoru't ki 270, 30 dan 9 kere büyüktür. KISIM
111. §
ı.
Katıylar
slLINDiR VE POROz•A Silindir
106.
Silindir o 5ekilde bir katıv
[ 1)
dır ki on un olan katıy,
van vüz:evi bir eğri vüz:eydir. Bu ıekilde
herhangi bir yatay düzeyde yuvarlanabilir. İıte bunun içindir ki ona silindir denmittir.
Silindirde karıılıldı
tabanlar paralel ve eıittir.
107.
Bir silindirin yüksekliiti, üst tabanından alt
101.
Bir silindir, kenarının tabanlarına dikey ve•
tabanına indirilen dikeydir. va eğik olduğuna göre cdikey silindir> veyahut cetik silindir., dir.
Dikey silindir, bir dikey
dörtgenin bir kenarı et·
rafında tam olarak dönmesiyle elde edilir.
109.
Dikey
silindirin yan
Dikey bir silindirin yan alanı,
yiiztinlln
yüksekliğiyle
alanı.
tabanla·
rından birinin çemberinin çarparığına eşittir.
Misal: Yüksekliği 0,80 m. ve tabanlarından herbi·
rinin çemberi 1,20 m. olan bir dikey silindir düşünelim.
Bu silindirin yan alanı
11O.
dikey
Bir
silindirin
0,80 X 1,20 =O 96 mk. dir. yan yüzeyini
vayarsak bir
dörtgen elde ederiz: ki, hunun tabanı silindir
tabanı çemberine ve yüksekliii de silindirin yüksekli· iine eıit olur.
[ 1] Katıy, lcatı olan
bir cisimdir.
41
111.
yükıekliii
Bir silindirin hacını, onun tabanı alanının çarparığına eıittir.
Ml•al ı
Yüksekliği 0,80 m. ve tabanlarından her•
birinin alanı 0,30 ııık. olan
bir silindir düıünelim.
Bu silindirin hacmı 0,30 X 0,80
=
0,24 mkp. tür.
Pllrilzma
112. P8rtlzma. Bir pürüzma, öyle bir katıydır ld, onun yan düzeyleri paralelkenar düzeylerdir. Ta·
hanları da biribirine eıit ve paraleldir. Ancak silindir gibi
yuvarlanamaz.
Yuvarlanmasına
pürüz olan ke·
narları vardır; ondan dolayıdır ki, buna silindire göre pürüzma denmiıtir
115.
Bir pürüzmada kenar düzeyleri biribir{ndcn
114.
Bir pürüzma onun ayrıtlarının iki tabanlarına
ayıran doiru çizgilere "ayrıt,, denir.
dikey veya eğik olduklarına göre "dikey pllrlizma,,
veya
"ejlk pllriizma,, dır.
115.
Bir pürüzmanın yüksekliği üst
116.
Bir pürüzmanın tabanları
tabanından
alt tabanına indirilen dikeydir. üçgen,
dörtgen,
beııen ve daha çok olduğuna göre, "iiçgen ptlriizma,,, "beuen p8rllzma,, v. b. adını alır.
117.
Bir pürüzmanın "yanal alanı,,, onun iki
tabanını birleıtiren paralel kenarların toplamıdır.
118.
nın ökü l
Bir pllrllzmanın öklll alanıı Bir pürüzma·
alanı yanal yüzeyi ile
tabanları yüzeyinin
alanlarının ökülüne eıittir.
119.
dikey
Dikel p8rllzmanın yanal yllzeyi:
Bir
pürüzmanın yanal yüzeyi, onun yüksekliğile ta·
hanlarından birinin çemberi çarparıiına eıittir.
Misal ı
Tabanlarından birinin çemberinin çevresi
1,20 m ve yüksekliği 0,80 m. olan bir pürüzma düıü·
nelim. Bu pürüzmanın yanal yÜzf'yi 0,80 X 1,20 = 0,96 mk. dir.
120.
Bir dikey pürüzmanın yanal yüzeyini yayar•
sak ortaya bir dilı:ey dörtgen çıkar.
Bunun
tabanı,
pürüzmanın tabanının çevresine ve yükıelı:liği, pürüz· manın vüksekliğine eıittir.
12 J.
PürUzmanın h acmi : Herhangi bir pürüzma•
nın hacmi, tabanlarından birinin yüzeyile yüksekliğinin çarparığına eıittir.
Mlaal ı
Tabanlarından
ve yüksekliği
0,80 m.
birinin yüzeyi
olan bir pürüzma
4,32 mk. düıünelim.
Bunun bacımı 4,32 X 0,80 = 3,456 mkp. tür.
XBp 122 - KUp ı Küp, içi boı olan ve içine
bir ıev
alan cisimdir. Su küpü, pekmez k�:nü dediğimiz zaman içine su veya pekmez dolduı·ulan ve onları alabilecek bo�luk kendinde bulunan bir cisim anlarız. Küpe göre daha küçük olan kupa ve kap ta vardır. Küp, kap ve kupa türlü ıekillerde olabilir.
123.
Karekllp
:
Yüzleri
olan bir dikey pürüımaya
ve
tabanları
"KarekUp,,
veya
kare sadece
"KUp,. denir.
124.
KtlpUn ökiH alanı: Küpün ökül
alanını
bulmak için, onun kenarlarından birinin karesini altı ile çarparız.
Misal
:
Kenarlarından her biri
ğunda olan bir küp düıünelim.
O 50 m. uzunlu•
Onun kenarı kareti
0,50 X 0,50 =O 25 mk. dir. O halde küpün ökül alanı 0,25 X6=1 50 mk. tür. 125. Ktlpiin hacmi: Bir küpün hacmi, kenarının
•3 llsllne,, eıittir.
43 Bir ıayının 3 ilsü öyle bir ,arpanfdır,kl onda o tayı 3 defa çarpan olarak bulnnur.
Mlaaı ı. Sin 3 üsü, yani s': sxsxs-ızstir. Misal il : Kenarlarından herbiri 0,03 m. olan bir kutu alalım. Bunun hacmi 0,03 X 0,03 X 0,03
=
0,000027 mkp. tür.
§ 126.
11.
KONİ
ve
PiRAMiT
Koni ı Huniye beıuiyenbir katıydır. Konide
taban bir dayiredir. Tabanın karun bir noktadır.
127.
Di ke y konlı Dikey koninin tepesinden ta•
hanına indirilen dikey, tabanın
merkezinden ıeçerse
ona "Dikey koni,, denir. Dikey koni, bir dikey dan biri etrafında çıkar.
128.
tam
üçgenin
Koninin yanal alanı ı
yanal alanı taban
dikey kenariann•
olarak dönmesinden
çemberile
ortaya
Bir dikey koninin
kenar
çiıgisi yanıının
çarparığına eıittir.
Miaal ı Taban çemberi 1,885 m. ve kenar çizgiıi o, o O,SO m. olan bir konide yanal alaılı 1,885 X
;
-
0,4712 mk. dir
Koainln hacmı ı Herhanıi bir koninin bacını, tabanı alanı ile yüksekliiinin üçte birinin çarparıiına eıittir. Mlaalı Tabanı alanı O,78 mk. ve yüksekliii 0,40 sn. olan
bir koninin hacmı 0,78 X
�
O O ,
==
0, 104
mkp. tür. lteaik koni ı Dikey kesik koni, üst parçaaı taba· mna para lel bir düzey ile kesildikten ıonra kalan ka·
tıydır. Bir dikey kesik koninin yanal alanını için
onun
toplamı ile
kenar çizgisini, taban çarpmak
&erektir.
bulmak
çemberlerinin
Taban
varı
çemberlerinin
yan toplamı, her iki tabandarı o.vni uzaklıkta bulunan orta çemberlerinin umnluğunu eösterir.
Mlaal ı
Üst tabanı çebmeri
=
0,25 m. alt tabanı
çemberi = 1,256 m.; kenar çizgisi = 0,30 m. olan bir kesik
konide
taban çemberlerinin
yarı
toplamı
=
0,25 + 1,256 = 0,753 m. dir. Bu kesik koninin 2 yanal alanı 0,753 X 0,30 = 0,2259 mk. e eıit olur. Ke•ik koninin hacmı ı
mını bulmak için,
Bir kesik
alt tabaoınm varı
üst tabanın varı çapının k3resi
va
koninin hac·
çapının
bu
iki
karesi,
yarıçapın
c;arparığı toplanır. Bu toplam ile çarpılır
ve elde edi·
len
ile
çarparığ da,
yüksekliğinin
üçte biri
çarpılır.
Böylece hacım elde edilir.
Miaal ı 1. Boyutları aıağıda va:ı:ılı olan
bir kesik
koni alalım : Alt tabanının yarıçapı
=
Üst tabanının yarıçapı
=
Yükseklik
=
Büyük yarıçapın karesi
=
Küçük
>
>
=
Bu iki yarıçapın çarparı&ı Yarıçaplarının kareleri
=
0,50 0,40 0,60 O 50 X 0,50 = 0,25 0,40 X 0,40 0,16 0,50 X 0,40 0,20 =
=
ile onların
çarparığının toplamı 0,25 + 0,16
biribirile olan
+ 0,20
0,61 dir. 0•60 Kesik koni hacmi: 0,61 X 3,1416 X = 0,38.3 3 mkp. tür. Mi•al ı il.
Bir
kesik
koni
=
ıeklinde
ve
aıağıda
ya:ı:ılı boyutlarda olan bir kova'nın ne aldığını arıyalım: Yükseklik
=
0,45
Üst yarıçap� 0,15 Alt yarıçap
=
O,1O
45 Kesik koninin hacmını bulmak için göıterilen he· ıabı yaparak ıunu elde ederi:ı:
( (0,15 O, 15) +(O, 10 X 0,10) + (0,15 X 0,1 O)) X 0 5 0,0223839 mkp. tür. Demek ki ko· 3,1416 X •
:
=
va, içine 22 litre alıyor.
129. len
Piramit : Piramit, yanal yüderi tepe deni·
noktadan baılıyan ve bir poligonun kenarlarında
biten üçgenlerin
meydana
Poligon,
piramidin
barımak
için
yapılmıı
alttığımı:ı ıekildedirler. barındırdıkları
için
getirdikleri
tabanı
olur.
olan
büyük
Bu me:ıarlar,
"bıramıt,,
bir
katıydır.
Mısırda
ölüleri
me:ıarlar,
an·
ölüleri içlerinde
"piramit,,
veyahut
dirler. Piramitler, Türklerin en eski yapı ıekillerinden biridir
Asker çadırları içinde barınılan birer piramit·
tirler ve ıekilleri de anlattığımı:ı gibidir.
130.
Dü:ıgün bir piramitte
genlerdir.
Bu üçgenlerden
yüder, ikizkenar üç·
her birinin
vükıekliğine,
"plramldla lçyançapı,, denir.
131.
Düzgün bir piramitte ıunlar ayırt edilmeli·
dir:
1 2
-
Piramidin yüksekliği;
-
Yanal yüderin yükıekliği,
yahut
piramidin
içyarıçapı;
3
-
yarıçapı.
1'32.
Piramidin tabanı olan dü'l.gÜn poligonun iç·
Piramidin yanal alam a Bir düzgün pira·
midin yanal alanı, tabanının çevreıi ile piramidin iç · yarıçapı yarısının çarparıiına qittir.
Mlaal ı Taban poligonunun her kenarı 0,25 m. ve içyançapt 0,30 m. olan dü:ıgün bir beııen piramit ala· lım. Tabanın çevresi 0,25 X 5 1,25 tir. Piramidin ==
0,30 yanal a1anı 1,25 X -2
=
o ,1875 tır. .
''
tSS. Piramidin hacmı ı Herhanıl bir piramidin hacmı, tabanının "alanı ile yüksekliiinin üçte birinin çarparılına eıittir.
Mlıal ı Tabanının alanı 0,25 mk. ve yükıeldili
0;27 m. olan bir piramit alalım. Bu piramidin hacmı: 0• 25
�
0 •27
=
0,0225 mkp. tür.
§ DL YORE 134. YUre, her noktası,
meı:kez
denilen
bir iç
noktadan eıitleyin uzak bir eğri yüzeyle çevrilmiı bir katıydır.
135.
' Yüreyin yançapı, merkezden yüzevin
her
baoıi bir noktasına ıiden bir doğru çuıidir.
136.
YUrenln alanı ı
Yürenin alanı, yüre- varı•
çapında olan bir dayirenin alanının dört ile çarparı· iıoa eıittir. Yarıçapı 0,50 m. olan bir yürede 0.50 m. yarı· çapında olan bir dayireoin alanı 0,50 X 0,50 X 3,1416 O,7854 mk. tür. Yürenin alanı bu dayire alanının -=
4 ile çarparıiına eıit olur. 0,7854 X 4
=
3 ,1416 mk.
137. Yllrenln lıacmu Yürenin hacmı, yürenin alanını yarıçapının üçte birine çarparak elde edilir. Yarıçapı 0,50 m. olan bir yüre alalım: Bu yürenin alanı 3,1416 mk. olduiunu yukarda bulmUftuk. Yürenin hacmi
�
3, 416 x o
İ
o
== 0,5236 mkp. tür.
. ,
158.
Hacımlann oranı ı
iki imsel katıvın ha·
cımlarmnı arasındaki oran, onlann iki homolog boyut• larının küpleri veya 3 üıleri oranının aynidir. Bütün yüreler imsel katıylar olduiundan bacımla· nnın oranı yarıçaplarının küplerinin oranının aynidir. Mlaal ı Yarıçaplan 6 ve 1� metre olan iki yüre alalım. Bunların hacımlerının oranı, 6 ve 12 nio küp leri, yani 216 ve 1728 in oranına, yani tin 8 e olan oranına eıittir. Bunun doiru olup olmadığını araıtıralım: Küçük yürenin hacmı: 4 X 3, 1416 X 6 X 6 X
�
Büyük yürenin hacmı : 4 X 3,1416 X 12 X 12 X
-=
904, 7808 ınkp. tür.
1:-
7238, 2464 mkp.
tür. Bu iki ıayıyı karıılaıtınnak, görürüz ki, küçük yürenin hacmı büyük yürenin hacmında 8 kere vardır.
İhtar: iki imsel katıy yüz:eyi arasındaki oran , homolog boyutları karelerinin oranına eıittir; iki ho molog yüzün oranı da böyledir. 139. Tarif ı Tarif, geometrik veya ıenel olarak herhangi bir bilgiye ait ıeyin. derli toplu kısa anlatı· mına denir.
Bu kısa anlatım, o ıeyin ne
olduğunu
uzun uzadıya düıünüldükten, arandıktan, tarandıktan eonra derlenen öz anlamı kapsayan ıöılerden kurulan bpıadır.
140. Ablyom ı Aksiyom, kendinin ne oldulunu bpat ıereksfz olan besbelli bir ıeydir.
Mlaal ı i ki çizıfnin ayrı ayrı uzunlulu bir üçüncü clzgfnin uıunluluna cılt ise, onların uz:unluklan biri· birine eıfttir.
48
141.
Teorem ve teori: Hakikati, bir takım ta
ramalar sonunda, meydana çıkan düşüniiğlere teorem veya teori del'ler.
142.
Varaayı: Varsayı, öyfo bir düıünüidür ki,
o hakikatte vardır veya yoktur, fakat var savılır.
Misal : lim.
Kara tahtaya
Bu üçgenin
varsayalım. İıte hu
geliıi güzel bir üçgen çiıe
kenarlarını var
3, 5, 6 uzunluğunda
savmaya,
"varsayı" denir.
Buna benzer her iılev varsayıktır. Varsayık
olan ıev
lerin anlatılması için kullanılan terim "varsayı" dır.
Atatürk'ün Nutuk'taki Gençliğe Hitabesi'nin kendi elyazısı ile tıpkıbasımı
53 Binaenaleyh biz her vasıtadan yalnız ve ancak bir noktai nazardan istifade ederiz. O noktai nazar şudur: Türk milletini medeni cihanda layık olduğu mevkie isal etmek ve Türkiye Cumhuriyeti 'ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha zi yade takviye etmek... ve bunun için de istibdat fikrini öldür mek. Muhterem efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve te ferruatlı beyanatım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikayesi dir. Bunda milletim için ve müstakbel evlatlarım için dikkat ve teyakkuzu davet edebilecek bazı noktalar tebarüz ettirebilmiş isem kendimi bahtiyar addedeceğim. Efendiler, bu beyanatımla milli hayatı hitam bulmuş far zedilen büyük bir milletin istikbalini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenit milli ve asri bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım. Bugün vasıl olduğumuz neti ce asırlardan beri çekilen milli musibetlerin intibahi ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum. Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti'ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden, mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahla rın olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecbu riyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın va ziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkan ve şera it çok namüsııit bir mahiyette tezahür edebilir. istiklal ve cum huriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görül-
54 memiŞ bir galibiyetin mümessili olabilir. Cebren ve hile ile aziz vatanının bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu �eraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin si yasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Atatürk' ün Onuncu Yıl Nutku'nun kendi elyazısi ile tıpkıbasımı
65
ONUNCU YIL SÖYLEVİ (29.X1933)
Onuncu Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle Ankara 'da yapılan büyük törende söylenmiştir.
Türk Milleti! Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın 15'inci yılındayız. Bu gün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bay ramdır. Kutlu olsun! Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak J:>u kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en bü
yüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti türk milletinin ve onun değerli or dusunun bir ve beraber olarak azirnkarane yürümesine borçlu yuz. Fakat yaptıklarımızı asla kafi görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketi sevi yesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kay-
66
naklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nisbetle, daha çok çalışa cağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milleti nin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlük leri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tut tuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz et tirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da,güzel sanatları sevmek ve onda yükselmek tir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü va sıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüz dür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazife yi yapmakta, muvaffak kılacaktır. Büyük Türk milleti, onbeş yıldanberi giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin, hiçbirinde milletimin, hakkımdakı itimadını sarsa cak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülkü-
67
ye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük me deni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğa caktır. Türk Milleti, Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bay ramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamam gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene!
Hakimiyeti Milliye: 30 Ekim 1933
Atatürk'ün Konya Gençleriyle Konuşması (Orijinal Metin)
71
KONYA GENÇLERİYLE KONUŞMA (20.3.1923) Türk Ocağında verilen çay ziyafetinde söylenmiştir.
Muhterem gençler. Türk Ocağı namına hakkımda söylenen sözlerden, izhar olu nan muhabbet ve emniyetten dolayı ocak ayı kiramına sureti mahsusada teşekkür ederim. Arkadaşlar, hakikaten bu millet asırlarca kendi arzusu hiliifın da, milletin amal ve menafii hilafında olarak sevk ve idare edil miş, millet hiçbir devrei tarihiyede meftur olduğu kabiliyeti in kişaf ettirecek sahai mesaiye malik olamamıştır. Ve bu ademi mazhariyet yüzünden birçok felaketlerin zebunu kalmıştır. O acı felakeler milleti mevte kadar isal edebilecek mahiyeti haizdi. Şa yanı teşekkürdür ki, en son ölüm darbeleri millette en hayati in tibahlan tevlide medar oldu. Ancak o sayededir ki, üç buçuk dört senedir milletin hemahenk mesaisi neticesindedir ki, millet cüm lemizi memnuniyette, dünyayı hayrette, düşmanları dehşette bı rakan muzafferiyata, muvaffakiyata ve tevfikata mazhar oldu. Bizi kendi benliğimize sahip yapan bu intibaha, bize kendimizi bulduran bu hakiki teyakkuza daha evvel malik bulunsa idik, da ha eskiden kendi mevcudiyetimiz, kendi seliimetimiz, kendi ga yemiz için çalışmış olsaydık, bugünkü netice daha parlak olur ve biz son badirelere düşmiyerek dünyanın en bahtiyar milleti olur duk. Milletimiz en yüksek derecei temeddünde, en parlak mer tebei kemalde, en şanlı izzeti ikbalde iken, diğer bir takım mil letler ancak milletimizin darebatı karşısında kendi benliklerini
72 bularak o darebatı geçirdikten sonra bugünkü vaziyetlerini bul muşlar, biz ise onlardaki intibaha bedel, çok derin gafletler için� de puyan olup gelmişizdir. Arkadaşlar, her yerde söylüyoruz, her yerde söylüyor ve tek rar ediyoruz, milletin bugünkü muzafferiyatı pek parlak olmak la beraber henüz milletimizi hakiki halasa mazhar kılmamıştır. Belki bundan sonraki mesaimiz, zaferi istihsalde olduğu gibi ay nı himmetle, aynı fedakarlıkla yapılacak mesai neticesindedir ki, asıl gayeye vasıl olacağız. O gayeye varmak için de her şeyden evvel bizi şimdiye kadar gaflet içinde bırakan esbab ve avamili tahlil etmek, meydana çıkarmak, virdi zeban etmeklazımdır. Bu hakayiki, vicdanı milletin kulağına isal etmek, bu hakayiki mil letin vicdanına iyice hakketmek için onları bir daha, beş daha söylemek, onları daima ve daima tekrar etmek lazımdır. Milleti uzun asırlar gaflette bırakan esbabı mütenevvia arasında hakiki
noktayı, bir kelime ile ifade etmiş olmak için diyebilirim ki, bü tün sefaletlerimizin sebebi kat'isi zihniyet meselesidir. İnsanlar ve insanlardan mürekkep olan cemiyetler her şeyden evvel bü tün fertleriyle salim bir zihniyete sahip olmalıdırlar. Zihniyeti zayıf, çürük, sakim, sehif olan bir heyeti içtimaiyenin bütün me saisi hebadır. İtiraf mecburiyetindeyiz ki, bütün İslam aleminin cem'iyatı içtimaiyesinde hep yanlış zihniyetler hüküm sürdüğü içindir ki, şarktan garba kadar İslam memleketleri düşmanların ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların zinciri esaretine geç miştir. Bu fikrimi izah etmek arzusiyle bir az daha tafsilat vermek is terim. Cümlenizce malfundur ki, cenabı Peygamber ahkamı nu susu tebliğe memur olduğu tarihte, etraf ülkelerde muhtelif ak vam vardı. Dini İslamı bütün beşeriyete kabul ettirmek için, fi sebilillah selli seyfeden mücahidini Arap, asırlarca yüksek me-
73 deniyetler yaşamış milli mazilerine ve örfü ananelerine sahip birçok akvamı, Türkler, lraniler, Mısırlılar, Bizanslılar gibi ak vamı az zamanda dairei İslamiyete aldılar. Yine fennen, ilmen, maddeten görüyorsunuz ki, herhangi bir kavim yeni bir şekil alınca, devleti bütün esasatiyle tekabbül etmekte, hazmetmekte, duçan müşküliit oluyor. Daima uzun bir mazinin kendi mevcu diyetinde yaşadığını görüyor. Daima asırlık medeniyetinin ken di bünyei içtimaiyesinde tekarrür ettirdiği itiyadata, itikadata merbut kalıyor ve böyle her yeni bir şey alan kavimlerde yeniy le eskinin birbirine karıştığını, yeni şeyin esasatiyle kendinde mevcut eski esasatın mezcedilJiğini görüyoruz. Bu kaidei tabi iye, kabulü lsliim eden milletlerde de aynen tecelli eyledi. Dini mübini lslamın çok ulvi, çok kıymetli esaset ve hakayikini bu milletler olduğu gibi almamakta muannit bulundular. İslamiye tin ilk parlak devirlerinde mahsuli mazi olan adatı sakime bir za man için kendini göstermeğe ve ikaı nüfuza muktedir olamamış sa da, biraz sonra hakayiki lslamiyeye temessük, esasatı 1slami yeye tevfiki harekat etmekten ziyade mazinin mevrusatından olan adat ve itikadatı, dine karıştırmağa başlamışlardır. Bu yüzden cemiyeti lslamiyeye dahil birtakım kavimler İslam oldukları halde sukuta, sefalete, inhitata maruz kaldılar. Mazile rinin sakim veya batıl itiyadat ve itikadatiyle İslamiyeti teşviş et tikleri ve bu suretle hakikatı ls!iimiyeden uzaklaştıkları için ken dilerini düşmanların esiri yaptılar. Bu akvamı lslamiyenin içinde bizim milletimiz olan Türkler ananat ve teamülü milli itibariyle sakim şeylere malik değiller di. Türk ananatı içtimaiyesinin pek çoğu hakikati fsli:miyeye mutabık ve yakındı. Lakin Türkler bulundukları saha, yaşadık ları menatık itibariyle bir taraftan lran ve diğer taraftan Arap ve Bizans milletleriyle hali temasta idiler. Şüphe yok ki, temasların
74 milletler üzerinde tesirleri görülür. Türklerin temas-ettiği millet lerin o zamanki medeniyetleri ise tefessühe başlamıştı. Türkler bu milletlerin sakim adatından, fena cihetlerinden müteessir ol maktan men'inefs edememişlerdir. Bu hal kendilerinde müşev veş, gayri ilmi, gayri insani zihniyetler tevlidinden hali kalma mıştır. İşte sukutumuzun belli başlı sebeplerinden birini bu nok ta teşkil ediyor. Yine biliyorsunuz ki, İslam alemine dahil cem'iyat ile alemi Hıristiyaniyet kitleleri arasında birbirini gayri kabili af gören bir husumet mevcuttur. İslamlar, Hıristiyanlann, Hıristiyanlar ls liimların ebedi düşmanları oldular.birbirlerine kafir, mutaassıp nazariyle baktılar. lki dünya yekdiğeriyle asırlardan beri bu ta assup ve husumetle yaşadı. Bu husumetin neticesidir ki, İslam alemi garbın her asır bir şekil ve rengi nevin alan terakkiyatın dan uzak kalmıştı. Çünkü ehli İslam o terakkiyata ademi tenez zülle, nefretle bakıyordu, aynı zamanda, iki kitle arasında
uzun
asırlardır devam eden husumet ilcasiyle İslam alemi silahını bi ran elinden bırakmamak mecburiyetinde bulunuyordu. İşte si lahla bu iştigali daimi, hissi husumetle garbin teceddüdatına ade mi iltifat, inhitatımızın esbab ve avamilinden diğer mühim bir sebebini teşkil eder. Bu saydığım sebeplerden başka asıl bizim milletin. bilhassa, münevveranımızın çok dikatle, çok ehemmi yetle nazarı itibare alacağı bir sebep vardır ve bence bu sebep şimdiye kadar terakki edemeyişimizin, en son kademede kalışı mızın -unutmıyalım- memleketimizin baştan başa bir harabe oluşunun sebebi aslisidir. İnhitatımızın bu ana sebebini şu nok ta teşkil ediyor: İslam alemi iki sınıf ayrı heyetlerden mürek keptir. Biri ekseriyeti teşkil eden avam, diğeri ekalliyeti teşkil eden münevveran. Bozuk zihniyetli milletlerde ekseriyeti azime başka hedefe, münevver denen sınıf başka zihniyete maliktir. Bu
75
iki sınıf arasında zıddiyeti tamme, muhalefeti tamme vardır. Münevveran kitlei asliyeyi kendi hedefine sevketmek ister; kit lei halk ve avam ise bu sınıfı münevvere tabi olmak istemez. O da başka bir istikamet tayinine çalışır. Sınıfı münevver telkinle, irşadla kitlei ekseriyeti kendi maksadına göre iknaa muvaffak olamayınca, başka vasıtalara teves:ıül eder. Halka tahakküm ve tecebbüre başlar; halkı istibdatta bulundurmağa kalkar. Artık bu rada asıl tahlili noktaya geldik. Halkı ne birinci usı1l ile ne de ta hakküm ve istibdat ile kendi hedefimize sürüklemeğe muvaffak olamadığımızı görüyoruz; neden? Arkadaşlar, Bunda muvaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir intibak olmak lazımdır. Yani sınıfı münevverin halka telkin edeceği mefkureler, halkın ruh ve vic danından alınmış olmalı. Halbuki bizde böyle mi olmuştur. O mürtevverlerin telkinleri milletimizin umku ruhundan alınmış mefkureler midir? Şüphesiz hayır, münevverlerimiz içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat umumiyet itibariyle şu hatamız da vardır ki, tetki kat ve tetebbuatımıza zemin olarak alelekser kendi memleketi mizi, kendı tarihimizi, kendi ananelerimizi, kendi hususiyetleri mizi ve ihtiyaçlarımızı almayız. Münevverlerimiz belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lakin kendimizi bilmeyiz. Münevverlerimiz milletimi en mes'ut millet yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der. Lakin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaf fak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey diğer mil let için felaket olabiJir. Aynı sebep ve şerait birini mes'ut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gös . terirken dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, tc-
76 rakkiyatından istifade edelim, liikin unutmıyalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. Milletimizin tarihini, ruhunu, ananatını sahih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz. İtiraf edelim ki, hala ve hala münevvernrıı mızın gençleri arasında halk ve avama tetabUk muhakkak değil dir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeğe başlamadan evvel bu iki zihniyet arasın daki tetabuku tevlidetmek liizımdır. Bu.mn için de biraz avam kitlesinin yürümesini tacil etmesi, biraz da münevverlerin çok hızlı gitmesi lazımdır. Lakin halka yaklaşmak ve halkla kaynaş mak daha çok ve daha ziyade münevverlere teveccüh eden bir vazifedir. Gençlerimiz ve münevverlerimiz ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvela kendi dimağlarında iyice takarrür ettirme li, onları halk tarafından iyice kabili hazim ve kabili kabul bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümitvarım ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkin dir. Biliyorum ki ihtiyarlarımız gibi gençlerimizin de tecrübele ri vardır. Zira milletimizin yakın senelere ait gördüğü elim ders ler, yakın senelerin en kesif vekayi ile meşbu oluşu, devrimizin gençlerini eski devirlerin ihtiyarları kadar ve belki onlardan faz la vakayiin şahidi, binaenaleyh gençlerimizi ihtiyarlar kadar tec rübe sahibi yaptı. Herhangi gencimiz yaşadığı devrin belki üç misli nisbetinde vakayie şahit olduğu için her gencimizi üç mis li yaş sahibi addedebilir, onları da ihtiyarlar gibi tecrübeli teliik ki eyliyebiliriz. Gençlerimizin gördükleri bu tecrübelerden isti fade ederek faal, memlekete hadim ve azmü imanla mücehhez olarak vazifelerini bihakkın ifa edeceklerine eminim. Arkadaşlar, Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok asil ruhlu, terakkiye çok
77
kabiyetli bir halktır. Bu halk eğer bir defa muhatablannın sami miyetle kendilerine hadim olduklarına kani olursa her türlü ha reketi derhal kabule amadedir. Bunun için gençlerin her şeyden evvel millete emniyet bahşetmesi lazımdır. Bunun için metkfuemizi vuzuhla ifade etmeliyiz. Onu imanla duymalı ve onu çok sebatkarane takip etmeliyiz. Şahsi menafi imizden, hasis emellerimizden tecerrüde ancak böyle canlı ve alevli metkfue sayesinde muvaffak olacağız. Gençlerin kardeş leriyle, babalariyle, tecrübedide ihtiyarlariyle, ruhu isliimiyete vakıf hakiki ulemayı kiramiyle beraber mesaisinde muvaffaki yete mazhar olacağı muhakkaktır. Fakat bütün hüsnüniyete, gösterilen bütün sebata, azim ve me tanete, ibraz edilen bütün vahdet ve tesanüde rağmen yine en gü zel, en musib, en doğru zihniyetleri ve metkfueleri bozmağa ça lışacak insanlara tesadüf edilecektir. Öylelerine karşı bütün efra dı millet çok şedit mukabelede bulunmalıdır. Hepimiz için öyle lerine karşı kahir bir kitlei vahdet şeklinde tecelli etmekliğimiz en zaruri bir liizimei vicdaniyedir. Zira bu hususta müfsitlik yapacak insanlara müsamaha göster mek, ulvicenab ibraz etmek eseri terbiye değil, belki bir milletin saadetine, şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara müsamaha dır ki, hiçbir vakit, hiçbir ferd buna müsaade edemez. Hiç kim se buna müsaade etmek hakkına malik değildir ve siz de olma malısınız. Arkadaşlar, Bir milletin namuskar bir mevcudiyet, şayanı hürmet bir mev ki sahibi olması için o milletin yalnız alim ve mütefennin bulun ması kafi değildir. Her ilmin, her şeyin fevkinde bir hassaya sa hip olması lazımdır ki, o da o milletin muayyen ve müspet bir seciyeye malik bulunmasıdır. Böyle bir seviyeye malik olmıyan
78 fertler ve böyle fertlerden mürekkep milletler hiçbir dakika ha kiki bir devlet teşkil edemezler. Böyle milletler birer fesat ocağı olurlar. Benim bildiğime göre memleketimizde çok senelerden beri açılmış ve elan mukaddes ateşlerle yanan ve alevi her men sup olanın kalb ve vicdanını münevver kılan Türk ocaklarının esas gayesi millete böyle müspet bir seciye vermektir. Türk ocakları milletin harsı üzerinde mühim tesirler yapmalıdır. Zaten bunu yapıyorlar ve daha ziyade yapacaklardır. Biz milliyet fikir lerini tatbikte çok gecikmiş ve çok tekasül göstermiş bir mille tiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telafiye çalışmalıyız. Bilir siniz ki, milliyet nazariyesini, millet mefkuresini inhiliile siii olan nazariyatın dünya üzerinde kabiliyeti tatbikiyesi bulunama mıştır. Çünkü, tarih, vukuat, hadisat ve müşahedat hep insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hakim olduğunu göstermiş tir ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük mikyasta fiili tecrübe lere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuv vetle yaşadığı görülmektedir. Bahusus bizim milletimiz, milliyetinden tegafül edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki akva mı muhtelife hep milli akidelere sarılarak, milliyet mefkfüesinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayn ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden, koğulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tah kir, tezli! ettiler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklı ğımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fik ren, fiilen bütün efal ve harekatımızla gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikarıdır. Mevcudiyeti milliyemize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi,
79
(Karşı duvardaki levhayı işaret ederek) Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi diyelim. Düşmanlarımıza bu hakikatı ifade ettiğimiz gün, kana atimize, mefkfiremize, istikbalimize yan bakan her ferdi düşman telakki ettiğimiz gün, milli benliğe uzanacak her eli şiddetle kır dığımız, milletin önüne dikilecek !ter haili derhal devirdiğimiz gün, halası hakikiye vasıl olacağız. Ve sizler gibi münevvver, azimli, imanlı gençler sayesinde bu halasa vasıl olacağımıza emin olabiliriz. Her şeyden evvel şunu en iptidai bir hakikati diniye olarak bi lelim ki, bizim dinimizde bir sınıfı mahsus yoktur. Ruhbaniyeti reddeden bu din inhisarı kabul etmez. Meselii ulema, behemehal tenvir vazifesi ulemaya ait olmadıktan başka dinimiz de bunu kat'iyetle meneder. O halde biz diyemeyiz ki, bizde bir sınıfı mahsus vardır. Diğerleri dinen tenvir hakkından mahrumdur. Böyle telakki edersek kabahat bizde, bizim cehlimizdedir. Hoca olmak için, yani hakayiki diniyeyi halka, telkin etmek için, mut laka kisvei ilmiye şart değildir. Bizim ulvi dinimiz her müslim ve müslimeye amme taharrisini farz kılıyor ve her müslim ve müslime ümmeti tenvir ile mükelleftir. Efendiler, bir fikri daha tashih etmek isterim. Milletimizin için de hakiki ulema, ulemamız içinde milletimizin bihakkın iftihar edebileceği iilimlerimiz vardır. Fakat bunlara mukabil kisvei il miye altında hakikati ilimden uzak, lüzumu kadar taallüm ede memiş, tariki ilimde layıkı kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli ca hiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız. Seyahatlerimde birçok hakiki münevver ulemamızla temas et tim. Onları en yeni terbiyei ilmiye almış, sanki Avrupa'da tahsil etmiş bir seviyede gördüm. Ruh ve hakikatı isliimiyeye vakıf
80 olan ulemamızın hepsi bu mertebei kemaldedir. Şüphesiz ki, bu gibi ulemamızın karşısında imansız ve hain ulema da vardır, la kin bunları onlara karıştırmak musib olmaz. Efendiler, hakiki ulema ile dine muzir ulemanın yekdiğerine karıştırılması Emeviler zamanında başlamıştır. Hazreti Peygam berin zamanı saadetlerinde, Peygamberimizin irtihalinden sonra Hulefayı Raşidin hazeratının zamanlarında, hep doğrudan doğ ruya Hazreti Peygamberin irşadiyle, lslam olan Hulefayı Raşidi nin tenviriyle selamette bulunan kitlei ümmet arasında hakiki nezahat, kalbi hürmet, ulvi bir irtibat vardı. Vaktaki Muaviye ile Hazreti Ali karşı karşıya geldiler. Sıffın vakasında Muaviye'nin askerleri Kur'anıkerimi mızraklarına diktiler ve Hazreti Ali'nin ordusunda bu suretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler. İşte o za man dine mefsedet, İslamlar arasına münaferet girdi ve o zaman hak olan Kur'an, haksızlığı kabule vasıta yapıldı. En mütehak kim hükümdarlardan olan Muaviye'nin nasıl bir hiyle neticesin de sıfatı hilafeti de takındığını biliyorsunuz. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar hep dini alet edindiler; ihtiras ve ihtibdat larını terviç için hep sınıfı ulemaya müracaat eylediler. Hakiki ulema, dini bütün alimler hiçbir vakit bu müstebit tacidarlara in kiyad etmediler. Onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar. Bu gibi ulema kamçılar altında döğüldü, memle ketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıl dı. Lakin onlar yine o hükümdarların keyfine dini alet yapmadı lar. Fakat hakikati halde alim olmamakla beraber, sırf o kisvede bulundukları için alim sanılan, menfaatine düşkün haris ve imansız birtakım hocalar da vardı. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar, muvafıkı dindir diye fetvalar verdiler. İca bettikçe yanlış hadisler bile uydurmaktan çekinmediler. İşte o ta rihten beri saltanat tahtında oturan, saraylarda yaşayan, kendile-
81
rine halife namı veren müstebit hükümdarlar b u gibi hoca kıya fetli cerrarlara iltifat ve onları himaye ettiler. Hakiki ve imanlı ulema her vakit ve her devirde onların mebguzu oldu. Üç buçuk dört sene evveline kadar, berhayat olan Osmanlı hü kümdarları da aynı şeyleri yapmışlar, aynı hüd'alardan istifade etmişlerdi. Osmanlı tarihinden bu hususta uzun misaller iradına lüzum yok, son Osmanlı hükümdarı Vahdettin'in harekatı gözü nüzün önündedir. Onun emriyledir ki bile bile ölüme götürülen milleti kurtarmak isteyenler asi ilan edildi. Onun emriyle millet ve vatanı kurtarmak için kan döken aziz ordumuzun bağiler sü rüsü olduğuna dair fetvalar veren ulema kıyafetli kimseler çıktı. Onlar hu fetvaları Yunan tayyarecileriyle ordumuzun içine atı yorlardı. İşte bu noktada suali soran arkadaşımıza yerden göğe kadar hak veririm. Ulema içinde böyle hainleri himaye, şeni ha reketlerini şer'a tatbik, din kisvesi ve şeriat sözleriyle milleti iz lal ve iğfal eden alimlerin -onlar için bu tabiri ku!lanmak iste mem- böyle şerre alet olan insanların yüzündendir ki, dört hali feden sonra din daima vasıtai siyaset, vasıtai menfaat, vasıtai is tibdat yapıldı. Bu hal Osmanlı tarihinde böyle idi. Abbasiler, Emeviler zamanında böyle idi. Fakat şurayı enzarı tefekkürünü ze arzederim ki, böyle adi ve sefil hiylelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini alet yapmağa tenezzül eden sahte ve imansız alimler tarihte daima rezil o!muşlar, terzil edilmişler ve daima cezalarını görmüşlerdir. Hulefayı Abbasiye'nin sonuncu su biliyorsunuz ki, bir Türk tarafından parçalanmıştı. Dini ken di ihtiraslarına alet yapan hükümdarlar ve onlara delalet eden hoca namlı hainler hep bu �kıbete duçar olmuşlardır. Böyle ya pan hulefa ve ulemanın arzularına muvaffak olamadıklarını ta rih bize Iayetenahi misallerle izah ve ispat etmektedir. Artık bu milletin ne öyle hükümdarlar, ne öyle alimler görmeğe taham-
82
mülü ve imkiinı yoktur. Artık kimse öyle hoca kıyafetli sahte ıllimlerin tezvirine ehemmiyet verecek değildir. En cahil olanlar bile o gibi adamların mahiyetini pek ala anlamaktadır. Fakat bu hususta tam bir emniyet sahibi olmaklığımız için bu intibahı, bu teyakkuzu, onlara karşı, bu nefreti, haliisı hakiki anma kadar bü tün kuvvetiyle hatta mütezayit bir azimle muhafaza ve idame et meliyiz. Eğer onlara karşı benim şahsımda bir şey anlamak ister seniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi istikamette atacakları bir hatve, yalnız benim şahsi imanıma de ğil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin haya tiyle aliikadar o adım milletimin hayatına karşı bir kasıd, o adım milletimin kalbine havale edilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir. Şüphe yok ki arkadaşlar, millet birçok fedakarlık birçok kan bahasına, en nihayet elde ettiği umdei hayatiyesine kimseyi teca vüz ettirmiyecektir. Bugünkü hükümetin, meclisin, kanunların,
Teşkilatı Esasiyenin mahiyet ve hikmeti hep bundan ibarettir. Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim. Farzı muhal eğer bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle menfi adım atanlar karşısında herkes çekil se ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldü rürüm.
Hakimiyeti Milliye: 26 Mart 1923 ***
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2. cilt,
s.
137-146, Ankara 1959
Atatürk'ün Konya Gençleriyle Konuşması (Günümüz Türkçesiyle)
85
KONYA GENÇLERİYLE KONUŞMA (20MART 1923) Türk Ocağı'nda verilen çay ziyafetinde söylenmiştir.
Sayın gençler. Türk Ocağı adına hakkımda söylenen sözlerden, gösterilen sev gi ve güvenden dolayı ocak üyelerine özellikle teşekkür ederim. Arkadaşlar, gerçekten bu millet yüzyıllarca kendi arzusu dışın da, milletin isteklerinin ve çıkarlarının aksine olarak yönetilmiş, millet hiçbir tarih döneminde doğuştan var olan kabiliyetini ge liştirecek çalışma ortamına sahip olamamıştır. Ve bu olanaksız lıklar yüzünden birçok felaketlerde zayıf kalmıştır. O acı fela ketler milleti ölüme götürebilecek nitelikte idi. millette en önem li uyanışların doğmasına neden olan bu son ölüm darbelerine (adeta) teşekkür borçluyuz. ancakbu sayededir ki, üçbuçuk, dört yıldır milletin yaptığı uyumlu çalışmalar sonucunda millet, he pimizi memnuniyete, dünyayı hayrete, düşmanları dehşete düşü ren zaferlere, başarılara ve Tanrı 'nın yardımlarına sahip oldu. Bi zi kendi benliğimize sahip yapan bu uyanmaya, bize kendimizi bulduran bu hakiki uyanışa daha önce sahip olsaydık, daha eski den kendi varlığımız, kendi kurtuluşumuz, kendi gayemiz için ça lışmış olsaydık, bugünkü sonuç daha parlak olur ve biz son fela ketlere uğramayarak dünyanın en mutlu milleti olurduk. Mille timiz en yüksek medeniyet derecesinde, en parlak olgunluk de recesinde, en şanlı güç olma yolunda iken, diğer birtakım millet ler ancak milletimizin darbeleri karşısında kendi benliklerini bu-
86 !arak o darbeleri geçirdikten sonra bugünkü durumlarına gelmiş ler, biz ise onlardaki uyanıklığa karşı çok derin gafletler içine ba tıp bugüne gelmişizdir. Arkadaşlar, her yerde söylüyoruz, her yerde söylüyor ve tek rar ediyoruz, milletin bugünkü zaferi çok parlak olmakla bera ber henüz milletimizi hakiki kurtııluşa eriştirmemiştir. Belki bun dan sonraki çalışmamız, zaferi kazanmada olduğu gibi aynı yar dımlaşmayla, aynı fedakarlıklarla yapılacak çalışmalar
sonu
cunda asıl amaca ulaşacağız. O amaca ulaşmak için de herşey den önce bizi şimdiye kadar gaflet içinde bırakan nedenleri ve etkenleri incelemek, meydana çıkarmak ve tekrar tekrar söyle mek lazımdır. Bu gerçekleri, milletin vicdanına iletmek, bu ger çekleri, milletin vicdanına iyice yerleştirmek için onları bir ke re, beş kere daha söylemek, onları daima ve daima tekrar etmek lazımdır. Milleti uzun yüzyıllar gaflette bırakan çeşitli sebepler arasında hakiki noktayı, bir kelime ile ifade etmiş olmak için di yebilirim ki, bütün sefaletlerimizin kesin nedeni zihniyet mese lesidir. İnsanlar ve insanlardan oluşan toplumlar herşeyden ön ce bütün kişileriyle sağlıklı bir zihniyete sahip olmalıdırlar. Zih niyeti zayıf, çürük, yanlış, boş olan bir toplumun bütün çalışma sı boşunadır. İtiraf etmek zorundayız ki, bütün lslam dünyasının toplumlarında hep yanlış zihniyetler hüküm sürdüğü içindir ki, doğudan batıya kadar lslam memleketleri düşmanların ayaklan altında çiğnenmiş ve düşmanların kölesi olmuştıır. Bu fikrimi açıklamak arzusu ile biraz daha ayrıntıya girmek is terim. Hepinizce bilinmektedir ki, Cenabı peygamber'in, ayet hü kümlerini bildirmeye memur olduğu tarihte, komşu ülkelerde çe şitli kavimler vardı. lslam dinini bütün insanlığa kabul ettirmek için, Allah yolunda kılıç çeken Araplar, yüzyıllarca yüksek me deniyetler yaşamış milli geçmişlerine, gelenek ve göreneklerine
87 sahip bir çok kavimleri, Türkler, İranlılar, Mısırlılar, Bizanslılar gibi milletleri az zamanda İslamiyet çemberine aldılar. Yine tek nik, bilimsel ve maddi olarak görüyorsunuz ki, herhangi bir ka vim yeni bir şekil alınca, devleti bütün esaslarıyla kabul etmek te, benimsemekte zorluklarla karşılaşıyor. Daima uzun bir geç mişin kendi varlığında yaşadığını görüyor. Daima asırlık mede niyetinin kendi sosyal bünyesinde yerleştirdiği alışkanlığa, inan ca bağlı kalıyor ve böyle her yeni bir şey alan kavimle.-de yeni ile eskinin birbirine karıştığını, yeni şeyin esaslarıyla, kendinde va rolan eski esasların kaynaştınldığını görüyoruz. Bu tabii kural, İslamiyeti kabul eden milletlerde de aynen meydana geldi. İ&lam dininin açık seçik çok büyük, çok kıymetli esaslarını ve gerçek lerini bu milletler olduğu gibi almamakta inatçı davrandılar. İs lamiyetin ilk parlak devirlerinde, geçmişin ürünü olan yanlış adet lerin bir zaman için kendini göstermeye ve etki yapmaya gücü yetmediyse de, bir müddet sonra İslami gerçekleri benimsemek ten, İslami esaslara dayanarak hareket etmekten çok, geçmişin mi rasından olan adet ve inançları dine karıştırmaya başlamışlardır. Bu yüzden İslamiyete girmiş olan birçok milletler İslam olduk ları halde çökme yokluk ve gerileme ile karşı karşıya kaldılar. Geçmişlerinin yanlış veya boş alışkanlık ve inançları ile İslami yeti karıştırdıkları ve bu şekilde lslam gerçeklerinden uzaklaş tıkları için kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Bu İslam milletleri arasında bizim milletimiz olan Türkler mil li gelenek ve görenekleri itibariyle yanlış şeylere sahip değiller di. Türk toplumunun geleneklerinin pek çoğu İslam gerçekleri ne uygun ve yakındı. Ama Türkler bulundukları bölge, yaşadık ları yt<r itibariyle bir taraftan İran ve diğer taraftan Arap ve Bi zans milletleriyle temas halinde idiler. Şüphe yok ki, temasların milletler üzerinde tesirleri görülür. Türklerin temas ettiği millet-
88 lerin o zamanki medeniyetleri ise yozlaşmaya başlamıştı. Türk ler bu milletlerin yanlış adetlerinin, kötü yönlerinin tesirinden kendilerini kurtaramamışlardır. Bu durum kendilerine karmaka rışık, bilimsel ve insani olmayan zihniyetler doğurmaktan geri kalmamıştır. İşte çöküşümüzün belli başlı sebeplerinden birini bu nokta teşkil ediyor. Yine biliyorsunuz ki, İslam dünyasına dahil toplumlar ile Hı ristiyan dünyası kitleleri arasında birbirini affetmeyen bir düş manlık, kin vardır. İslamlar Hıristiyanların, Hıristiyanlar İslam ların ebedi düşmanları oldular. Birbirlerine kafir, tutucu gözüy le baktılar. İki dünya birbiriyle asırlardan beri bu tutuculuk ve düşmanlıkla yaşadı. Bu düşmanlığın neticesidir ki, İslam dünya sı batının her asır yeni bir şekil ve renk alan gelişmesinden uzak kalmıştı. Çünkü İslam alemi dünyası silahını bir an elinden bı rakmamak zorunluluğunu duyuyordu. işte silahla bu devamlı uğ raşma, düşmanlık hissi, batının gelişmelerine ilgi göstermemek, gerileyişimizdeki nedenlerin diğer bir önemli sebebini teşkil ed er. Bu saydığım sebeplerden başka asıl bizim milletimizin,özel likle aydınlarımızın çok dikkatle, çok önemle göz önünde tuta cağı bir sebep vardır ve bence bu sebep şimdiye kadar ilerleye meyişimizin, en son düzeyde kalışımızın -unutmayalım- mem leketimizin baştan başa bir harabe oluşunun gerçek sebebidir. Ge rileyişimizin bu ana sebebini şu nokta teşkil ediyor: İslam dün yası iki sınıf ayrı toplumdan oluşur. biri, çoğunluğu oluşturan halk, diğeri azınlığı oluşturan aydınlar. Bozuk zihniyetli millet lerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka zih niyete sahiptir. Bu iki sınıf arasında tam bir zıtlık, tam bir muha lefet vardır. Aydınlar, ana kitleyi kendi hedefine sevketmek is ter; halk kitlesi ve halk ise bu aydın sınıfa uymak istemez. O da başka bir yön tayinine çalışır. aydın sınıfı kitlenin çoğunluğunu
89 telkinle, doğru yolu göstermekle kendi maksadına göre inandır makta başarılı olamayınca, başka vasıtalara başvurur. Halka kar şı kibirli olmaya, ona hükmetmeye, halkı zorla ve keyfi idare et meye kalkar. Artık burada asıl incelenecek noktaya geldik. Hal kı ne birinci şekil ile ne de hükmetme ve keyfi idare ile kendi he defimize sürüklemekte başarılı olamadığımızı görüyoruz; ne den? Arkadaşlar, Bunda başarılı olmak için aydın sınıfla halkın zihniyet ve hede fi arasında doğal bir uyum olması gerekir. Yani aydın sınıfın hal ka aşılayacağı fikirler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı dır. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O aydınların aşıladığı fi kirler milletimizin ruhunun derinliğinden alınmış fikirler midir? Şüphesiz hayır, aydınlanınız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genel olarak şu hatamız da vardır ki, inceleme ve araştır malarımıza temel olarak çoğunlukla kendi memleketimizi, ken di tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ih tiyaçlarımızı almayız. Aydınlanınız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama kendimizi bilmeyiz. Aydınlanınız, milletimi en mutlu millet yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der. Fakat dü şünmeliyiz ki, böyle bir teori hiçbir devirde başarılı olmuş değil dir. Bir millet için mutluluk olan birşey diğer bir millet için fe laket olabilir. aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği halde diğe rini mutsuz edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterir ken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, ilerlemesinden faydalanalım. Fakat unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız. Milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini doğru, sağlıklı, dü rüst bir görüşle görmeliyiz. İtiraf edelim ki, hala ve halii fikir ba-
90 kınımdan aydınlarımızın gençleri ile halk arasında uyum gerçek leşmiş değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet ara sındaki ayrılığı durdurmak, yürümeye başlamadan önce bu iki zihniyet arasındaki uyumu sağlamak gerekir. Bunun için de bi raz halk kitlesinin yürümesini hızlandırması, biraz da aydınla rın çok hızlı gitmesi gerekir. Fakat halka yaklaşma ve halkla kay naşma daha çok ve daha fazla aydınlara yöneltilen bir vazifedir. Gençlerimiz ve aydınlarımız ne için yürüdüklerini ve ne yapa caklarını öncelikle kendi düşüncelerinde iyice tekrarlamalı, on ları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilir bir hale ge tirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümit liyim ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir. Biliyo rum ki ihtiyarlarımız gibi gençlerimizin de tecrübeleri vardır. Çünkü milletimizin yakın senelere ait gördüğü acı dersler, yakın yılların en yoğun olaylan ile dolu oluşu, devrimizin gençlerini eski devirlerin ihtiyarlan kadar ve belki onlardan fazla olayın şa hidi, dolayısıyla gençliğimizi ihtiyarlar kadar tecrübe sahibi yap tı. Herhangi bir gencimiz yaşadığı devrin belki üç katı oranında olaya şahit olduğu için her gencimiz üç misli yaş sahibi sayıla bilir, onları da ihtiyarlar gibi tecrübeli kabul edebiliriz. Gençle rimizin sahip oldukları bu tecrübelerden istifade ederek çalışkan, memlekete faydalı ve büyük imanla donatılmış olarak vazifele rini hakkıyla yerine getireceklerine eminim. Arkadaşlar, Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok asil ruhlu, ilerlemeye çok kabiliyetli bir halktır. Bu halk eğer bir defa karşılarındakilerin kendilerine samimiyetle hizmet etmekte olduklarına inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin her şeyden önce millete güven vermesi gerekir. Bunun için idealimizi açıklıkla ifade etmeliyiz. Onu imanla
91
duymalı ve onu çok sabırlı bir şekilde takip etmeliyiz. Kişisel çı kar (duygularımızdan), bencil isteklerimizden arınmayı (sıyrıl mayı) ancak böyle canlı, alevli ideal sayesinde
başaracağız.
Gençlerin kardeşleriyle, babalarıyla, tecrübeli ihtiyarlarıyla, İs lam ruhuna sahip gerçek şerefli alimleriyle beraber çalışmasın da başarıya ulaşacağı kesindir. Fakat bütün iyi niyete, gösterilen bütün sabıra, azim ve daya nıklılığa, ortaya konan bütün birlik ve dayanışmaya rağmen yi ne en güzel, en isabetli, en doğru zihniyetleri ve idealleri bozma ya çalışacak insanlara tesadüf edilecektir. Öylelerine karşı bütün millet fertleri çok şiddetli karşılıkta bulunmalıdır. Hepimiz için öylelerine karşı ezici bir kitle şeklinde bulunmamız en zorunlu bir vicdan gereğidir. Çünkü terbiye gereği olarak, bu hususta bozgunculuk yapacak insanlara hoşgörü göstermek, büyüklük göstermek; belki, bir mil letin mutluluğuna, şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara hoş görü göstermek olur ki, hiçbir zaman, hiçbir kişi buna müsaade edemez. Hiç kimse buna müsaade etmek hakkına sahip değildir ve siz de olmamalısınız. Arkadaşlıır, Bir milletin namuslu bir varlık ve saygın bir mevki sahibi ol ması için, o milletin yalnız bilgili, teknik bilgi sahibi olması ye terli değildir. her ilmin, her şeyin üstünde bir özelliğe sahip ol ması lazımdır ki, o da milletin belirli ve olumlu bir karaktere sa hip olmasıdır. Böyle bir karaktere sahip olmayan kişiler ve böy le kişilerden meydana gelen milletler hiçbir zaman gerçek bir dev let kuramazlar. Böyle milletler birer karışıklık yuvası olurlar. Benim bildiğime göre memleketimizde uzun yıllardan beri açıl mış ve halen kutsal ateşlerle yanan ve Alevi her mensubunun kalp ve vicdanını aydınlatan Türk Ocakları'nın esas gayesi millete
92 böyle olumlu bir karakter vermektir. Türk Ocakları milletin kül türü üzerinde önemli tesirler yapmalıdır. Zaten bunu yapıyorlar ve daha fazlasıyia yapacaklardır. Biz milliyet fikirlerini uygula mada çok gecikmiş ve çok ilgisiz kalmış bir milletiz. Bunun zararlarını fazla çalışmayla karşılamaya çalışmalıyız. Bilirsiniz ki, milliyet teorisini, millet idealini yok etmeye çalışan teorilerin dünya üzerinde uygulaması mümkün olmamıştır. Çün kü, tarih, olayların gelişimi ve gözlemler, her zaman insanlar ve milletler arasında milliyetin daima egemen olduğunu göstermiş tir ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük çapta fiili tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir. Özellikle bizim milletimiz, milliyetini bilmez görünmesinin çok acı cezalarını çekmiştir. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çe şitli toplumlar hep milli inançlara sarılarak, milliyet idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kavulunca anladık. kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve ha kir gördüler. anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımız mış.. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak öncelikle bi zim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bile· !im ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avı olurlar. Milli varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi,
(Karşı duvardaki levhayı işaret ederek) "Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi" diyelim.
Düşmanlarımıza bu gerçeği anlattığımız gün, fikrimize, idealimize, geleceğimize yan bakan her kişiyi düşman kabul ettiğimiz
93
gün, milli benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her engeli derhal devirdiğimiz gün, gerçek kur tuluşa ulaşacağız. Ve sizler gibi aydın, azimli, imanlı gençler sa yesinde bu kurtuluşa ulaşacağımıza emin olabiliriz. Herşeyden önce şunu en basit bir dini gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur. Ruhbaniyeti reddeden bu din, dinde tekeli kabul etmez. Mesela bilginler; halkı aydınlatma vazifesi mutlaka bilginlere ait olmadığı gibi, bu hususu dinimiz de kesinlikle yasaklar. O halde biz; bizde özel bir din -sınıfı var dır diyemeyiz. Diğerleri dinen aydınlatma hakkından yoksundur. Böyle düşünürsek kabahat bizde, bizim cahilliğimizdedir. Hoca olmak için, yani dini gerçekleri halka anlatmak için, cübbe giy mek şart değildir. Bizim yüce dinimiz, her erkek ve kadın Müs lümana genel olarak araştırmayı emrediyor ve dinimize göre her erkek ve kadın Müslüman dindaşlarını aydınlatmakla yükümlü dür. Efendiler, bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin için de gerçek alim, alimlerimiz içinde milletimizin gerçekten iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara karşılık ilim ör tüsü altında gerçek ilimden uzak, gereği kadar yetişmemiş, ilim yolunda gereği kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız. Seyahatlerimde birçok gerçek aydın bilginlerimizle temas et tim. Onları en yeni ilim terbiyesini almış, sanki Avrupa'da oku muş bir seviyede gördüm. lslam'ın gerçeğini ve ruhunu bilen bil ginlerimizin hepsi bu olgunluk derecesindedir. Şüphesiz ki, bu gibi bilginlerimizin karşısında imansız ve hain bilginler de var dır, fakat bunları karıştırmak doğru olmaz. Efendiler, hakiki bilginler ile dine zararlı bilginlerin birbirine
94
karıştırılması Emeviler zamanında başlamıştır. Hazreti Peygam ber'in yaşadığı Müslümanlığın en mutlu zamanlarında, Hazreti Peygamber'imizin ölümünden sonra Dört Halife hazretlerinin zamanlarında, doğ rudan doğruya Hazreti Peygamber'imizin çağ rısı ve Dört Halife'nin aydınlatmaları ile Müslüman olup kurtu luşa kavuşan müslüman kitleler arasında; ta ki Muaviye ile Haz reti Ali'nin karşı karşıya geldiği zamana kadar; hakiki bir ince lik, kalpten saygı ve büyük bir ba ğlılık vardı. Sıffin olayında Mu aviye'nin askerleri Kuran'ı Kerim'i mızraklarına taktılar ve bu şekilde Hazreti Ali'nin ordusunda tereddüt ve güçsüzlük meyda na getirdiler. İşte o zaman dine bozgunculuk, Müslümanlar ara sına soğukluk girdi ve o zaman doğru ve gerçek olan Kur'an, hak sızlığı kabule vasıta yapıldı. En despot hükümdarlardan olan Mu aviye'nin nasıl bir hile neticesinde halifelik sıfatını kazandığını biliyorsunuz. Ondan sonra bütün zorba hükümdarlar hep dini alet edindiler; keyfi idarelerini ve ihtiraslarını kabul ettirmek için hep bilginler sınıfına başvurdular. Bilginler, inancı tam bilgin ler, hiçbir vakit bu zorla hükmeden hükümdarlara boyun eğme diler. Onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadı lar. Bu gibi bilginler kamçılar altında dövüldü, memleketlerin den sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Ancak onlar yine dini o hükümdarların keyfina alet yapmadılar. fakat gerçekten bilgin olmamakla beraber sırf o rolde bulundukları için bilgin sanılan, menfaatine düşkün açgözlü ve imansız bir ta kım hocalar da vardı. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve iş te bunlar, dine uygundur diye fetvalar verdiler. Gerektikçe yan lış hadisler bile uydurmaktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat tahtında oturan, saraylarda yaşayan, kendilerine halife adı veren zorba hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli yalancılara ilti fat ettiler ve onları korudular, hakiki ve imanlı bilginler her za-
95 man ve her devirde onların sevmediği kişiler oldu. Üçbuçuk dört yıl öncesine kadar, yaşayan Osmanlı hükümdar ları da aynı şeyleri yapmışlar, aynı yol göstericilerden faydalan mışlardı. Osmanlı tarihinden bu hususta uzun örnekler gösterme ye gerek yok, son Osmanlı hükümdarı Vahdettin'in hareketi gö zünüzün önündedir. Onun emriyle(lir ki, bile bile ölüme götürü len milleti kurtarmak isteyenler isyancı ilan edildi. Onun emriy le millet ve vatanı kurtarmak için kan döken aziz ordumuzun is yancı sürüsü olduğuna dair fetvalar veren bilgin kıyafetli kimse ler çıktı. Onlar da fetvaları Yunan uçakları ile ordumuzun içine atıyorlardı. İşte bu noktada soruyu soran arkadaşımıza yerden gö ğe kadar hak veririm. Bilginler içinde böyle hainleri koruyan, düş manca hareketlerini hükümlere bağlayan, din örtüsü ve şeriat sözleriyle milleti hataya düşürüp kandıran bilginlerin -onlar için bu tabiri kullanmak istemem- ve böyle kötülüklere alet olan in sanların yüzündendir ki, Dört Halife' den sonra din daima siya sete, menfaate, keyfi idareye aiet edildi. Bu durum Osmanlı ta rihinde böyle idi. Abbasiler, Emeviler zamanında da böyle idi. Fakat şunu görüşlerinize sunarım ki, böyle adi ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini alet yapma aşağılığı nı gösteren sahte ve imansız bilginler tarihte daima rezil olmuş lar, rezil edilmişler ve daima cezalarını görmüşlerdir. Abbasi ha lifelerinin sonuncusu biliyorsunuz ki, bir Türk tarafından parça lanmıştı. Dini kendi ihtiraslarına alet yapan hükümdarlar ve on lara yol gösteren hoca ünvanlı hainlerin sonları hep böyle olmuş tur. Böyle yapan halifeler ve bilginlerin arzularına kavuşamadık larını tarih bize sonsuz örneklerle açıklamakta ve ispat etmekte dir. Artık bu milletin ne öyle hükümdarlar, ne öyle bilginler gör meye katlanma gücü ve imkanı yoktur. artık kimse öyle hoca kı yafetli sahte bilginlerin yalanlarına önem verecek değildir. En ca-
96 hil olanlar bile o gibi adamların amaçlarını pekiilii anlamaktadır. Fakat bu hususta tam bir güven sahibi olmamız için bu gözaçık lığını, bu uyanıklığı, onlara karşı, bu nefreti, gerçek kurtuluş anı na kadar bütün kuvvetiyle hatta gittikçe artan bir kararlılıkla ko rumalı ve devam ettirmeliyiz. Eğer onlara karşı benim şahsi fik rimi öğrenmek isterseniz, ben şahsen onların düşmanıyım derim. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim mille timin hayatı ile ilgili, o adım milletimin hayatına karşı kötü bir niyet, o adım miletimin kalbini hedef alan zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirdeki arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir. Şüphe yok ki arkadaşlar, millet birçok fedakarlıklar ve kanı pa hasına en sonunda elde ettiği hayati prensibine kimseyi tecavüz ettirmeyecektir. Bugünkü hükümetin, meclisin, kanunların, ana yasanın esası ve var oluş nedeni hep bunun içindir. Sizlere bunların da ötesinde bir söz söyleyeyim. Olacak şey de ğil ama eğer bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlaya cak meclis olmasa, böyle olumsuz adım atanlar karşısında her kes çekilse ve ben tek başıma yalnız kalsam bile, onları tepeler ve yine öldürürüm.
Atatürkçülük, 1. Kitap,
s.
267-281, Ankara 1988.