Neda Armaner: Nurculuk

Page 1


Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Mayıs 1998


İSLAM DİNİNDEN AYRILAN CEREYANLAR NURCULUK

Prof. Dr. NEDA ARMANER

mhuriyet GAZETESININ OKURLARINA ARMAÖANIDIR.



İSLAM DİNİNDEN AYRILAN CEREYANLAR: NURCULUK O)

Dinleri bütünüyle kavradığımız zaman, bir "Hayır ve ahlak" olarak bulmaktayız. Özellikle İslam dini böy­ le bir vasıf ve karakteri bünyesinde fazlasıyla aksettir­ mektedir. İslam dininin akide ve prensipleri açık, iman ve iba­ det esasları Kuranıkerim ile belirtilmiş olması itibarıy­ la, bu sistemden ayrılan, daha doğrusu sapmış olan her mezhebi cereyan veya fikir, gayet bariz ve kolay bir şe­ kilde delilleriyle ortaya çıkarılabilmektedir; Biz burada nurculuğu ele alacağız. Genel olarak nur risaleleri, 1 873 yılında Bitlis'te Nurs köyünde doğan, 1 960 Mart ayında Urfa 'da ölen Sa­ id isimli bir kişi tarafından derlenmiş olarak gösteril­ mektedir. Köyüne nisbetle Nursi lakabını almışken son­ radan Kuran'da geçen nur kelimelerinin evvela tarikatı( 1 ) Bu metinin özeti bir konferans konusu olarak, Dr. Asistan Neda Ar­ maner tarafından Ankara Üniversitesi llahiyat Fakültesi 'nde 21 Mayıs 1964 gü­ nü verilmiştir.

5


na ve oradan da kendine geçtiği yollu acaip bir tevi lde bulunup bu soyadı ile kişi liğine ululuk v ermek istemiş­ tir. R i saleler yüz otuz küsür tutan bir yazı serisidir. E l imizdeki dokümana göre, ri salelerin basıldığı yer ve zaman çok kere kayıtlı değildir. Ancak bu risale­ l erin tic aretini yap anlar çeşitl i baskılar çıkarmakta­ dırlar. B azı kere mevcut iki üç kitaptan derlenen p ar­ çalarla yap ı lan bir teli f yeniden pi yasaya sürülmek­ tedir. B u bakımdan mi ktar z amar\ a çoğaltılmakta dır. Ri salelerde üslup öze lliği şöyle öz etleneb i lir: Terkip ­ l i , daha doğrusu öz entil i boz uk bir avam Osmanlı ca­ sıdır. Cümleler çok kere g ramer hataları ile dolu ve anlaşılmaz haldedir. Bu h usus yani anlaşıl maz oluşu bir keramet veya marifetmiş g ibi itiraf edil mektedir. M esela Nur Meyveleri adlı risalede: "Elcevap: Bir sene bu risaleleri ve bu dersle­ ri anlıyarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir alimi olabilir. Eğe r anlama­ sa da, madem Risale-i Nur Şakirtlerinin bir şahs­ ı manevi 'si var, şüphesiz o şahs-ı manevi, bu za­ manın bir alimidir." (Ankara 1959 , s. 66-6 7). Risaleler anlaşıl sın veya anlaşılmasın sadec e 011 lan okumanın ilim yolu olduğu hususundaki iddia ve müba­ lağ a daha da j}eri götürülür: 6


"Baskil nur talebeleri adına manevi evlatla­ rınızdan Mehmet, Lütfü, Hafiz A li ve Hüseyin "im­ zalarını taşıyan ve "çok aziz, çok şefkatli üstadı­ mız Efendimiz Hazretleri " başlıklı mektupta "Ar­ tık senelerce ilim tahsili için koşup yorulmağa ve vilayet yollarında 40 sene seyahat etmeğe ihtiyaç kalmadı, A ziz arkadaşımız, gözünü aç bu nurlara bak; oku, aradığın ilim zevkini bir sene, belki çok daha yakın zamanda risale-i nurda bulacaksın, evet aziz üstadımız (bir sene bu risaleleri ve bu dersleri kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim hakikatli bir alimi olabilir) müjdesini ve tesellisi­ ni beşere vermek ancak size nasip olmuştur... "

Diğer bir misal de şöyledir: (Sikke-i Tasdiki Gay­ bi, Mukaddime, s. 2) "Eski M edreselerde beş on se­ neye mukabil inşallah nur medreseleri beş on hafta­ da aynı n eticeyi temin edecek" şeklinde sihirbaz ağ­ zına yaraşır ibareler ancak ilmin, bilginin feyzinden nasibi olmayan, hele Müslüman alimlerin hayatın­ dan, ilimler tarihinin önemli yerinden ve ilme hizmet­ lerinden habersiz olanların yürüttükleri mantıktır de­ nebilir. Bunun içindir ki risaleler Nursi 'yi göklere çı­ karmakta ve ayarsız ibareleri arka arkaya sıralamak­ tadır: "Asrı saadetteki/er hariç Islam alemi böyle bü­ yük bir alim yetiştirmemiştir." (Risale-i Nur hakkın­ da A n kara Üniversitesi 'nde verilen konferans. s. 9). 7


Eflatun ve İbni Sina'nın kültür tarihindeki önemli yerinden haberleri olmadığı için, Sait Nursi'nin ilimde Eflatun ile Sina'yı geçtiği iddia ediliyor. Diğer taraftan da risalelerin ilhamla yazıldığı yolundaki ifadelerine ha­ lel gelmesin diye olacak, yan ümmi olduğu hemen ileri sürülüyor (Barla hayatı, s. 35). Bu kabil tezatlara pek çok rastlanacaktır. İlim konularında da risaleler alabildiğine ilimden uzaklaşır ve zihinleri şaşırtır şekilde temsiller uydurur. Yirminci yüzyılın en uygun öğretileri olarak ilan edilen bu risalelerdeki bilgileri, kısaca bir fikir edinmek için gö­ relim: Nurculara göre elektrik kontağı, meteor hadiseleri­ nin fenni ve fizik ilmine uygun aç1klamas1, dine aykırı­ dır; dinsizliğin ifadesidir: "Bu ve buna benzer olaylar tamamiyle ilahi kudretin varlığının delilidir ve onun nişanesidir. Bunların hepsinin izahı Kuran 'da mevcuttur vefi­ zik kanunlarına göre açıklama yapmak, Kuran 'ın kudretine, hikmetine aykırı düşmektedir" (Rama­ zaniye risalesi s. 15) . Bir başka misal ise: "Din ki­ tapları asırlardır haber verdiği halde ilim adam­ larının çözemedikleri bir gerçek vardır ki, o da, "7 kat arşdır . 7 kat arşdan maksat, "Dünya, Merih, Erendiz, Sekendiz, Uranus, Nebtün, Piliton"geze­ genleridir.. "

8


Erendiz, "Arşı Azamdır ", Dördüncü kat sema olan Sekendiz, Cennettir, Pilitonun uyduları olan, sitreyi münteha, güneşin kürsi, arzı ti/ek ve çulpan ise cehennemdir. " Bu açıklamalar sonunda, yazar, bazı sonuçlara var­ maktadır. Mesela, "3000 sene sonra, T ürkiye 'de yazlar soğuk kışlar ise sıcak olacaktır " (Ahmet Yücenur, Mu­ ciznur, Kayseri 1960 s. 220). Kuranıkerim'in insanlar için bir mev' ize olduğun­ dan habersiz olan risaleler onu bir fizik ve mekanik icat­ lar kitabı gibi gösterir ve ilan eder. (Ayet-iil Kübra s. 39-40). "Şimendifer ve Tay­ yare gibi medeniyetin harikalarından çok şeyleri Kurandan istihraç eden 20. sözün 2. makamı ve Ri­ sale-i Nur 'a ve elektirige işaret eden ayetlerin işa­ ratım bildiren (lşarat-ı Kur 'aniye) namındaki (1. Şua) ve hurufu Kur 'aniye ne kadar muntazam, es­ rarlt ve manalı olduğunu gösteren (Rumuzat-ı Se­ maniye) namındaki ayeti beş veçhle ihbar-ı gaybi cihetinde mucizeliğini ispat eden küçük bir risale gibi Risale-i Nur 'un bir cüz 'ii, Kur 'an 'ın bir ha­ kikatı bir nuru izhar etmesi, Kur 'an 'ın misli olma­ dığına ve mucize ve harika olduğuna... " Radyo için de bir ayn tefsir vardır: (Nur aleminin bir anahtarı. s. 3 5), 9


Şöyle ki: "Bir melaike var. kırkbir başı var. her başında kırkbin dil var. her bir dilde kırk­ bin tesbihat yapıyor. A ltmış dört triliyon tesbi­ hatı aynı anda söylüyor. Demek Kürre-i hava bu melaike gibidir. Yan i, bu m elaikenin tesbihatı adedince her kelime-i tayyibe hava sah i fesinde yazıyor. Kürre-i hava diyor ki. bu hadis benden veya bana nezarete m emur melekten haber ve­ riyor. külli bir şuurla yapılan bu iş yalnız tek bir zerrenin vazi fesi ne bana yan i kürre-i havaya ve ne de bütün esbaba vermesi hiçbir cihet imka­ nı yok. Demek her yerde hazır. nazır. ahadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalı bir irade, muhit bir ilim bulunan kudreti ezeliyenin cilvesidir. Bu­ na milyonlar şahitlerinden birisi radyodur " . . B u i fadeler bir başka yerde d e yayımlanmıştır. (Said-i N ursi, Risale-i N ur Gözü ile Radyo, ih­ las Dergisi, 1 O Ocak 1 964, No: 9, s. 3) Aksettirdiğimiz kısa parça, Risale-i Nur'un berbat Türkçesine ve konulan nasıl dar ve ilkel bir düşünce ile açıkladığına örnek teşkil etmektedir. Bu kırıntı bilgiler dine hizmet şöyle dursun, birçok masum kimseyi din ve ilmin yüce ve doğru yolundan ayırmış olur. ***

10


Nur risaleleri, yegane ilim kaynağı olduğu iddiasın­ dan başka, dindar olmayı da ancak Nurculukta görüp İs­ lam dininin geni-; ve müsamahakar mahiyetini kendi kı­ sır görüşüyle inhisarında tutmak ister. Mesela Fihrist ri­ salesi'nde Nurcu olmayanları Müslüman saymadığım dolambaçlı ifadelerle anlatıyor: "Mühim bir Mecliste Ankara 'da otuz sene evvel Zi­ ya Gökalp gibi müthiş bir mülhit şakk-ı şefe ilzam oldu " (s. 2). Asayı Musa risalesinde, kendisini dua ve zikirlere verip de risale-i Nur'u yazıp dağıtmayı ihmal edenlere sitem vardır: "Bir kısım kardeşlerime hususi bir mektup­ tur " başlığını taşıyan parçada, "bir kısım nurcular üç ay­ larda bazı zikirleri, risale-i nurları okumaya ve yazıp dağıtmağa tercih etmişler. Yani zikir ve dua etmek risa­ le-i nurları okumaktan daha sevaptır demek istemişler." Onlara risale-i Nurları okumanın sevabı şöyle anlatılıyor. ' Bilginlerin kalemi şehitlerin kanıyla muva­ zene edilir. Ümmetin fesadı yanında sünnete uy­ mak (Temessük etmek) yüz şehit sevabını kazanır. . . B u iki hadisin mecmuu gösterir k i böyle zamanda hakaiki imaniyeye ve esrarı şeriat ve sünneti se­ niyyeye hizmet eden mübarek halis kalemlerden akan siyah nur·veya abı hayat hükmünde olan mü­ rekkeplerin bir dirhemi şühedanın yüz dirhem ka­ nı hükmünde yevmi mahşerde sizefaide verebelir. 11


Öyle ise onu kazanmaya çalışınız. Eğer derseniz hadiste alim tabiri var bir kısmınız yalnız katibiz elcevap bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anla­ yarak ve kabul ederek okuyan bu zamanın mühim hakikatli bir alimi olabilir. Eğer anlamasa da ma­ dem risale-i nur şakirtlerinin bir şahsı manevisi var. Şüphesiz o şahsı manevi bu zamanın bir ali­ midir. Sizin ka.lemleriniz ise o şahsı manevinin par­ maklarıdır. Kendi nokta-i nazarında liyakatsiz ol­ duğum halde haydi hüsnü zannınıza binean bufa­ ikre bir üstadlık ve tabiyyet noktasından bir alim faziletini verdiğinizden bağlanmışsınız, ben ümmi ve kalemsiz olduğum için sizin kalemleriniz benim kalemlerin sayıl ır. Hadiste gösterilen ecri alırsı­ nız " (s. 226). Nursi, dinimizin farzına da sünnetine de uymamak­ la bizzat kendi kendini yalanlar; zira Cuma namazını kıl­ madığı sabittir. Üstelik, okuma yazma bildiği halde üm­ miyim demektedir. Müslümanlık akideleriyle hemhal olanların inanç, düşünce ve fikir hürriyetine karşı duyduğu saygıdan fay­ dalanarak, faaliyetlerini maksatlı olarak yürüten bazı ki­ şilerin yaymak istedikleri telkinlere uymayanlara tehdit­ ler savuracak kadar işi azıtıp vicdan ve fikirler üzerinde baskı yaptıkları da bilinen olaylar arasındadır. Halbuki Müslümanlıkta kayıtsız, şartsız iman yerine imanın tat12


min edici temellere dayandırılması bahis konusudur. Şöyle ki, iman etmek ve ettirmekte zorlamak ve cebir yoktur. Düşünceler için hakla batılın ayrılığı bildirilir. "Dinde zorlama yoktur. Muhakkak ki doğru yol eğriyol­ dan ayrılmıştır." (Bakara s. 2/256). ***

Nur risaleleri için yine aynı kaynak, Kuranıkerim'in yegane tefsiri olduğunu ve müfessirine de ilham gelerek yazdırıldığını kaydeder. Mesela:

"Bu asrı medeniyede Kur'an-ı Kerim'in ha­ kiki tefsiri olan risale-i nur eserlerini ihda etti" (Nurun ilk Kapısı, s. 185) ve yine (lşaratu'/-!caz Tercümesi, eski harftefsir, s. 281) (veyeni harfbas­ kı, s. 197) de "Hültisa... Risale-i Nur Kur'an'ın bu asırda en yüksek ve en kudsi bir tefsiridir. Haki­ katleri semavidir, Kur'ani'dir, o halde Kur'an okundukça o da okunacaktır. Risale-i Nur mücev­ herat-ı Kur'aniye hakikatlerinin sezgisidir. Bu ul­ vi pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar" de­ niliyor. Burada yapılan ticaret açıkça din bezirganlığı olup, risalelerin propagandası ve yüksek ücretle satılışı bakı� mından kendi hesabına iyi bir pazar kurduğu da bellidir.

13


Aksi halde ise, Kuran'ın tefs iri için ilmi şartların gerek­ liliğini inkar ile kendisine kutsal sıfatların verilmesi de­ mek olur ki bu dahi din yönünden katiyyen doğru ola­ maz. Nur risaleleri kitap ve sünnetten sonra İslamiyetin neşir ve izahında üçüncü kutsi' bir kaynak olduğunu zan­ neder. Böylece (Tiryak-ı Meyusiyet. . . s. 7) de bu fi kiri tel­ kine çalışır: "Risale-i Nur Kur 'anın mealidir". "Risale-i N urun hizmeti oldukça dünyada iken cennete da­ vet etseler Kur 'an-ı Kerim 'e hizmet etmek gih i büyük bir şerefi terk edip böyle mukaddes bir va­ zifenin, böyle ulvi bir saadetin dünyada olduğu­ nu anlayarak şimdi o hizmeti bırakıp gitmek iste­ miyeceksiniz." "Risale-i Nur gibi dünya ve ahire­ tinize rehberlik eden bir mucize-i Kur 'aniyeye ra­ bıtanız sonsuz ve nihayetsiz olmalzdu: Öyle ise geliniz kardeşlerim sarılalım nurundan nur ol­ maya . . . Yüzlerimizi ve gözlerimizi Kur;an-ı Ke­ rim 'in lcaz-ı manevisi olan risale-i N ur kütüpha­ nesine çevirelim." (Risa!e-i Nur Nedir? ss. 6 -7). Bir yandan risaleler i çi n yegane tefsir olduğunda ısrar ederken, diğer yandan semavi bir kitap o lduğu­ nu da açıkça i ddia ed�rek, ( A mentü) içindeki dört se­ mavi kitap kadrosunu beşe çıkarmaya çalı şır: "Bu 14


hüccetler ve tabiratın bu kelimat ve teşabihatın arş­ ı Azamdan indigi muhakkaktır. .. " (Zülfükiirın Hatime­ si, s. 5). Bu tefsir veya semavi kitap olduğu faslını tutun­ durmak için de kendine türlü kerametler, mucizeler gösteren bir şahıs süsü verdirip Peygamberliğe öze­ nirken öte yandan risaleleri bazı ölçüler içinde Kut­ sal Kitabımıza yaklaştırmak gibi gayretkeşlik göste­ rir. Şöyle ki: Bir çok metinlerde, (Üstad-ı Ekremimiz Efendimiz Hazretleri) gibi mübalağalı bir şekilde ken­ disine hitabettiren Nursi, "Bunları ben yazmıyorum, bana yazdırılıyor" diyecek kadar ileri gider (Nur Meyveleri, s. 68). Diğer bir risalede ise, "Bu günler­ de bana ihtar edildi ki... (Asay-ı Musa, s. 226). Bu gi­ bi sözlerle, risalelerdeki ifadelerin değiştirilemez tef­ sir olduğu idesini telkin etmek ister. Halbuki, değiş­ memek vasfı yalnız ve yalnız Kuranıkerim'e mahsus­ tur. Zira Kuranıkerim Allah Kelamıdır. Risaleler ise kul sözü hatta illetli bir kafadan çıktığı anlaşılan söz­ lerdir. Farzı,mahal, ilhama dayansa bile değişir ve de­ ğiştirilebilir. Bununla beraber, Nursi hakkında ve ri­ salelerin mahiyeti üzerinde misallerimizi çoğaltmak, bunların Müslümanlıktan nasıl ayrıldıklarını göster­ mek bakımından faydalıdır. Mesela (Barla Hayatı, s. 20) 'de Kuranıkerim gibi Nur risalelerinin de 23 se­ nede tamamlandığı yazılıdır. Nursi, Peygamberlik tas­ layıp mesnetler icat etme gayretini alabildiğine iler-

15


letir. İslam akidesinde, inancında sadece Peygamber­ lere has olan mucizeler Said Nursi'de tümen tümen var gösterilir. Zelzele, yangın, kuraklık veya bereket gibi bir çok tabii olaylar Nursi ve eserlerinin kerame­ tine bağlanır. Zülfikar adlı risalede, hayvanların bile risale-i Nurlara hayran kaldıkları söylenir. (s. 4 )'de guya Mevliina kendi asrının müceddidi, Said-i Nursi de bu asrın müceddidi olduğu için, Said-i Nursi ls­ parta 'ya gelince, Risale-i Nur hakkında Allah'ın İna­ yeti sayesinde yaz mevsiminde evvelce hiç vakti ol­ madığı halde Isparta'da bol bol yağmur yağmış . . . Bar­ laya gelince öyle bereketli yağmurlar yağmış ki bu­ nıın bir misli ancak 93 senesinde vukubulmuş o tarih de Said Nursi'nin doğum tarihine denk geliyormuş . . Risale-i Nur'u yazmak üzere hariçteki talebelerinin, yanına gelmeleri men edildiği zamanda kuraklık baş­ lamış:

"Hatta çekirgeler ve arılar ve serçe kuşu gi­ bi bir kısım hayvanat daha senin bu sözün ve nur­ ların okunurken pervane gibi etrafinda dolaşıp sa­ na olan incizaplarını ve nurundan ve sözlerinden ferahnak ve zevkiyiip olduklarını başlarını başla­ rımıza çarpmakla güya bize anlatmak istemeleri ne kadar gariptir. Ercümle sav 'da iki çekirge ve Emirdağ'ında iki güvercin ve iki kuş ve lnebolu 'da iki acaip kuş ve Isparta 'da ve Sav 'da bülbül ve hüt-

16

·


hüt bu kerameti gösterdiler " (Zülfiikdrın Hakime­ si, son kısım, s. 8 7). (Zülfikdrın 2 inci makamı, s. 1 00) de ise: "Evet bizde tasdik ederiz ki sinekler üstadımızın yüzüne de konmazdı", tasdikini ya­ pan talebeleri dahi, kerametten yana kendilerine de pay çıkarır. Ve bu sefer üstat tasdik eder. (Zühre­ tü-n-Nur s. 56)da Allah'ın kendisine vefakar bir köylü Musta fa adında birini yolladığını kayıttan sonra "Risale-i nurun birinci şekirdi Mustafa 'nın istikbale liyakatına dair üstadımın hükmünü tas­ dik eder bir hadise: Kurban arefesinden bir gün evvel üstadım gezmeye gidecekti. A t getirmek üze­ re beni gönderdiği zaman üstadıma dedim, (Sen aşağı inme ben kapıyı arkasından örtüp odunluk­ tan çıkacağım) üstadım (hayır dedi) sen kapıdan çık diyerek aşağı indi. Ben kapıdan çıktıktan son­ ra kapıyı arkasından sürgüledi. Ben gittim kendi­ si de yukarıya çıktı sonra yatmış... bir müddet son­ ra Mustafa Hacı Osman 'la beraber gelmişler, Üs­ tadım hiç kimseyi kabul etmiyordu. re etmiyecek­ ti. Hususen o vakit iki adamı beraber hiç yanına almaz geri çevirirdi. Halb� ki bu makamda bahse­ dilen kardeşimiz Musta fa Hacı Osman 'la gelince, kapı lisanı haliyle ona demiş ki (Üstadın seni ka­ bul etmiyecekfakat ben sana açılacağım) diyerek arkasından sürgülenmiş kapı kendi kendine Mus­ tafa 'ya açılmış. Demek Üstadımın hakkında (Mus17


tafa istikbale layıktır diye söylediğini istikbal gös­ terdiği gibi kapı da buna şahit olmuştur. (Hüsrev) "Evet Hüsrev 'in yazdığı doğrudur. Tasdik ediyo­ rum." Said-i N ursi. "Müstensihin noksan bıraktığı bir sayfayı Tahsine dedim yaz. O da yazmaya başladı. Simsi­ yah mürekkepten ve temiz kalemle birden yazdığı­ mız ikinci ciltfihristinin makbuliyetine hüccet ola­ rak siyah mürekkep güzel bir kırmızı suretini aldı. Ta yarım sahi fe kadar biz bu garip hadiseyi taac­ cüp ederken o mürekkep simsiyaha döndü. Sahi­ fenin öteki yarısı aynı kalem yani hokka tam siyah yazıldı . . . "Şamlı Hafiz ve Mes 'ud Süleyman 'ın müşa­ hedesiyle aynı hadiseyi başka şekilde gördük. Söy­ le ki: Ben sevmediğim için siyah bir mürekkebi kısmen döktüm. Birden mütebakisi çok beğendiğim güzel bir kırmızıya tahavvül etti. Risale-i N ur ka­ tiplerini zevklendirdi. Silsile-i kerametin bir ucu­ nu ve tereşühunu gösterdi." (Sikke-i tasdiki Gay­ bi. s. 25) . "Bizim katiyen şek ve şüphemiz kalmadı ki bu hizmetimizin neticesi olan risale-i nurun serbesti­ yetini değil yalnız biz ve bu A nadolu ve iilim-i ls­ liim alkışlıyor takdir ediyor; de iki kainat mem­ nun olup cevvi sema, fezay-ı alem alkışlıyor ki üç dört ayda yağmura şiddetli ihtiyaç varken gelme18


di. A n kara teslim kararına tevafuk eden leyle-i Regaipteki emsalsiz ve gürültülü rahmetin gelme­ si ve Denizli 'de mahkemenin bilfiil teslimine ka­ rar vermesi yine leyle-i Miraç 'da aynen risale-i Nurun rahmet olduğuna işareten leyle-i Regaibe 'e tevafuk ederek Melek-i Rad 'ın alkışlamasıyla ve rahmetin Emirdağı 'nda gelmesi ve teslim kararı­ na tevafuk etmesi ve bir sonra Derzizli 'de vekille­ rimizin eliyle olmaması hengamlarında yine ay­ nen Leyle-i miraç ve leyle-i Regaibe tavafuk ede­ rek aynen onlar gibi bir cuma gecesinde kesretle rahmet ve yağmurun bu memlekete gelmesi o te­ vafuklarıyle kati kanaat verir ki Risale-i nurun müsaderesine ve hakkına zelzelelerin tevafuku kü­ reyi arzca bir itiraz olduğu gibi bu Emirdağı mem­ leketinde dört ay zarfında yalnız üç cuma gece­ sinde ki biri leyle-i Regaip biri leyle� i Miraç biri de şabanı muazzamanın beşinci cuma gecesinde rahmetin kesretle gelmesi ve Risale-i Nurun da serbestiyetinin üç devresine tamı tamına tevafıık etmesi, küreyi havaiyyenin bir tebriki bir müjde­ sidir. . . en latifemare de şudur ki dün birden bir ser­ çe kuşu pencereye geldi pencereye vurdu. . . Kud­ dus zikrini yapan bir kuşu odamda gördüm. Gü­ lerek dedim: Bu misafir ne için geldi? Tam bir sa­ at bana baktı uçmadı ürkmedi.. . " (aynı kitap ss. 48-49). 19


Siyasi olaylar dahi; kerametlerini tutundurmak için hesaba katılır: "Anadolu 'mm ikinci cihan harbinde bir meydan har­ bi yeri olmamasının sebebi Risale-i nur 'dur " (Sikke-i Tasdiki Gaybi, s. 45). Çünkü kendilerince Risalc-i Nur'un bir köyde iki hacı, bir hocadan ve üç kişiden baş­ ka her eve girdiği, aynı risale, s. 92 'de yazılıyor. Ve yine aynı sayfada "Daha yazılacak çok gaybi işaretler var,fa­ kat izin verilmedi, şimdilik kaldı " gibi gölgeli ifadelerle üstün bir kuvvet tarafından kendisine risalelerin yazdı­ rıldığı telkin edilip halkın dini hisleri alabildiğine sömü­ rülüyor. . . Güneş bile Nurcuların emrindedir, şöyle ki; Miraç 'ta yoldaki kervandan bahsederken: "Ehli tahkikin tasdiki­ le güneş bir saat tavakkuf etti " (Zülfii karın hatimesi, s. 100) İslam ilahiyatında Miraç içine böyle bir mevzu gir­ memiştir; uydurmadır. Aynı kitap şöyle bitiyor: "Bir ka­ lemle bin nusha yazan A hmet, Nafiz ve mübarek yardım­ cılarını ve nurcu arkadaşlarını, umum risale-i nur şakirt­ /erini iki cihanda mes'ut eyle. " Bütün bu örnekler çeşit çeşit yayımlanırken, bir yan­ dan da amaç Nursi'yi mehdi olarak tanıtıp kabul ettir­ mektir. (Zülfükdrın Hatimesi sonundaki eser, s. 7). "Se­ ni sevip yazanlara ve okuyup kafasına katan/ara sen rah­ metler ve bereketler saçıp harika kerametler gösteriyor­ sun . . . ve bazı h<is ve halis talebelerini evliya ve asfiya ni­ şanlarıyla talti f ve tezyin ediyorsun , gibi alabildiğine "

20


din ve cehaleti istismar ile, kendi kendini reklam edip du­ rur, (Sikke-i Tasdiki Gayb� yazma nusha, s. 1-2) de meh­ dilik iddiası daha da açıktır: "Ümmetimin bekledi/!,i alıir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mihimi ve en büyüğü ve en kıymettan olan İmamı tahkikiyi neşir ve ehli imanı dalaletten kurtarmak cihetiyle o en ehem­ miyetli vazifeyi yapan bitamanıiha Risale-i Nurda görmiişleı� lmanı-ı Ali ve Gavs-ı Azam ve Osman Hafidi gibi zatlar bu nokta içindir ki o gelecek za­ tın makamını risde-i nurun şahsı manevisinde keş­ /en görmüşler gibi işaret etmişler hazan da o şah­ sı maneviyi bir hadimine vermişler o hadime mü/­ tefitane bakmış!aı: Bu hakikatten anlaşılıyor ki sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i nuru bir programı olarak neşir ve tatbik edecek ve o zatın ikinci vaz(fesi şeriatı icra ve tatbik etmektiı: O za­ tın üçüncü vaz(fesi hilafeti islamiyeyi ittihadi İsla­ ma bine ederek İsevi, ruhani/eriyle itt(fak edip Din­ i İslama hizmet etmektedir." . .

Ayetül-Kübra da İmam- Rabbani 'nin İslami hakikat­ leri ispat edeceğini haber verdiği zatın kendisi olduğu­ nu iddia ediyor: "Ben istiyorum ki ben o olsam, belki o adam " 21


Harşiyede de şöyle deniyor. "Zaman isbat etti, ki o adam, adam değil risale-i nurdur. Belki ehlike­ ş(frisale-i nur 'un ehemmiyetsiz olan tercüman ve naşiri suretinde miişahade e�mişler bir adam de­ mişler" (s. 63). "Risale-i N ur ve üstadımız hakkında bazı nur talebelerinin mühim mektup/arzdır " matbu l Ol sahifelik bu eserde şöyle deniliyor: "Risale-i Nur bu zamanın mehdisidir. Ey kür­ re-i arzda bulunan gençler, hocalar ve halifeler. Bin seneder insanların aradığı mehdi hazretleri­ nin peşavası ve müjdecisi üstadımızın neşrettiği ri­ sale-i Nur 'dur." Hutavat-ı Sitte de ise bozuk cüm­ lelere rağmen maksat bellidir: "Risale-i Nur 'un şahsı manevisini haklı ola­ rak bir nevi mehdi telakki edilmesini ve kendi şah­ sını manen evladı A li 'den sayılsa dahi ihlası boz­ mamak için uhrevi makamat bana verildi. . . "Hz. Mehdinin Cem 'iyeti Nuraniyesi Süjj;an komitesinin tahribaçı rejim bidatkaranesini tamir edecek sünneti seniyeyi ihya edecek. (Mektuba! A rap harfleri C. 2, s. 292) . " Bir Nur Şakirtleri manevi Ali beytten sayı­ labiliriz . . . . . . "Ehli Kalbin latifkeş(fierinden birisi de, o beklenilen zat (Mehdi) bir kitap yazacak, geçmiş­ te hiç kimse o 'na benzer bir kitap yazmayacaktır. " ·

"

22


El hak Risale-i Nur bunun güneş gibi delilidir. Evet, onun şakirtleri kat 'iyyen iman ediyorlar ki şimdiye kadar böyle eser görülmemiştir. Ve tabe kı­ yamet yazılmayacaktır. Ehli Keşif; o nurun tercü­ manı olan zat-ı nurani, Mescunu nisa yani müte­ ehhil bulunmayacak; ihtiyar yaşta, olacak diye bahsediyorlar. .. Bu tavafukun her halde başka şe­ kilde izah ve tefsirine ihtiyaç yoktur, maziden ya­ ni bulundukları zamandan istikbale nazar eden ve bu zamanı hali tarassut eden ehli keşfin: keşfe müstenit daha çok beyanları vardır. Kısa keserek sizi onlara bırakıyoruz. işte Risale-i Nuru yalnız­ ben methetmiyorum. O'nu Hz. Kur'an methedi­ yor, Hz. Ali methediyor, Gavs-ı Azam methediyor, Hz. Murtaza Celcelutiyesinde Risale-i Nur'a Be­ di diyor, Şu halde elbetteki o Bediüzzamandır, Fah­ rütdeverandır. .. (Fihristin sonundaki takrizler). Yukarıda görüldüğü üzere, birtakım keşifler ve ken­ dine göre uygunlukları ileri sürdükten sonra arkadan mehdiliği ilan edilmektedir. Halbuki, Ehli Sünnet inancında İmam Mahfi ve İmam Muntazar akidesi batıldır. Bir halaskarın ve meh­ dinin geleceği akidesi, eski mecusi dininde vardı. Babil esaretinden sonra İsrail Peygamberleri bu fikri bir halas­ k.ar inancına bağladılar. Müslümanlığın gelişme devirle­ rinde tarikatçılık yoluyla bu akide bazı ülkelerin halkı23


na aşılandı. İslam dininin inanç sisteminde en açık biri­

cik kaynak olan Kuranıkerim 'in sarahatı ile, Hadi ve Mehdi olarak gelen Hazreti Muhammed'dir. O, ahir za­ man Peygamberi ve (Hatemül Mürselin) Allah'ın son resulü olduğu içindir ki din kemal bulmuş ve tamamlan­ mıştır. Böylece, Mehdi ve Halaskar düşüncesine yer ve­ rilmemiştir. Bazı kitaplarda, her ne kadar Mehdiye dair rivayet edilen ve birbirinden çok farklı hadisler varsa da bunla­ rın tümü zayıf ve çoğunun uydurma oluşu üzerinde itti­ fak vardır. Kendi ifadesine göre mezhebi Şafi olan Nur­ si 'nin, bu hadisleri kabul ile birtakım hükümler çıkarma­ sının anlamı, kendi mezhep akidelerinden de habersiz bu­ lunduğu veya çıkarına göre hareket ettiği üzerinde top­ lanır. Ancak işin üzücü tarafı, kendi sakim fikir ve bil­ gileriyle alabildiğine Müslümanlık esaslarından uzak­ laşmış olarak göçüp gitmesi değil, saf halkımıza bunla­ rı intikal ettirmeye çalışmasıdır.. Yukarda örneklerini verdiğimiz bu kabil egosantrik tefsirlere ancak, Psiko­ Patolojinin cevap vermesi doğru olur. Hakiki Müslümanlığı anlamak için bir de Hazreti Muhammed' in hayatına bakalım: Peygamberimiz, oğlu İbrahim'in vefatında tesadüfen güneş tutulmasını, onun matemiyle bağlayıp tefsir edenleri bu düşüncelerinden vazgeçirmiş, güneş ve ayın tutulmalarının insanların do­ ğum ve ölümleriyle ilgili olmadığını belirtmişlerdir. Esa­ sen Kuranıkerim'in Yasin süresinde güneşin yörüngesin24


de yürüyüp gittiği, bunun aziz ve alim olan Allah 'ın bir kanunu, takdiri olduğu açıklanmıştır. Bu itibarla, Kura­ nımız insana kulluğu yasaklamışken, ulu hitaplarla Sa­ id Nursi'ye iradelerini vermeyi emreden risaleler nasıl İslami olabilir. Gerçi Said Nursi yazılarında açıktan açı­ ğa ben mucizeler yaratan Peygamberim veya Mehdiyim diyemiyor ise de etrafında dolaşıyor. Üstelik, bu hususu üstadlarına iyice konduran talebelerinden Marangoz Ah­ met' in, Mustafa'nın, A. Fevzi 'nin ve Mustafa Ramaza­ noğlu'nun hitaplarını İslam dini eseasları bakımından şiddetle ve kesinlikle reddetmesi lazım iken aksine on­ ların mektuplarını bir hüccet gibi risalelere ekleyip ya­ yımlıyor. Çoğu düzme olan, (Çünkü üslup yönünden he­ men hemen birbirinin aynı olan) bu yazılarda, Müceddi­ di Ekber, Nurun tercümanı ve Kuran'ın tercümanı tabir­ leri sık sık kullanılıyor. Ve işte burada da yeni bir tena­ kuz yaratmış oluyorlar. Çünkü, bir taraftan risaleler Ku­ ran 'ın hakiki tercümesidir, diye ilan ve reklam edilirken, diğer taraftan (Kuranıkerim tercüme olunamaz ve başka harflerle yazılamaz) adlı bir risale basıp çıkarıyorlar. ***

Evvela İslam dini ve tarihi açısından tercüme konu­ sunu gözden geçirelim· : Kuranıkerim pek çok dillere çevrildiği gibi, yüzyıl­ lardan beri de Türkçe tercümeleri yapılagelmiş ve gele25


cektir de ... Çünkü, Kuranıkerim'in manasının bilinip an­ laşılmasının esas olduğu ayetler de açıkça belirtilmiştir: "Bunlar, her şeyi apaçık bildiren kitabın ayetleridir. Ona, aklınızı erdiresiniz diye Arapça olarak Kuran'ı indirdik" (Yusuf Silresi 1212 ). "Biz sana kitabı ancak onların ihtilaf ettiklerini be­ yan etmek için ve mümin olan kavme hidayet ve rahmet olsun diye indirdik". (Nahl Suresi, 16/64). Yüce kitabımızın tercümeleri elbette ki dil bilmeyen­ lerce anlaşılsın ve emirleri, irşatlan yerine getirilsin di­ ye yapılmaktadır. Hatta bunun farz olduğu dahi ileri sü­ rülmektedir: Mısır'da, Mecelletü'l Ezher'in 1926 yılın­ da yayımladığı bir makalede, Maliki mezhebi alimlerin­ den ve Fas devletinin maarif nazırlığını yapmış bulunan Muhammed Hasan Hacevi, Kuran'ı tercüme etmenin bü­ tün İslam ümmetine farz olduğunu, eğer bu yapılmazsa bütün ümmetin günahkar olacağını söyleyerek bu husus­ ta bir çok deliller getiriyor. Görülüyor ki; Kuran'ı Arap­ çadan başka dillere tercüme etmek elzemdir, farzdır di­ ye Afrika'nın öbür ucundan seslenilirken, Cumhuriyet Türkiye'sinde "Kuran tercüme olunamaz, kendi harfle­ riyle yazıla" diye milletin zihnini bulandırmaya gayret etmek elbette, dinden ilimden mahrum kişilerin karan­ lık ve değersiz olduğu kadar kasıtlı bir davranış sayılma­ lıdır. Gelelim hutbe konusuna: (Kuranıkerim tercüme olunamaz ve başka harflerla

26


yazılamaz) adlı risalenin 77 inci sayfasında, "Bazı gafil­ ler hutbe gibi şeairi İslamiyeyi, A rabiden çıkanp her milletin lisaniyle söylemeğe " diye akla uymayan bir savunma yapmakt� ve bu fikirlerini (Mesneviyi Nuriye) adlı diğer bir risalenin 74 üncü sayfasında da tekrar et­ mektedir. Nursi'nin dinden, diyanetten biraz haberi olsa idi Hanefi ve Şafi fıkıh kitaplarında hutbenin, cemaatin anlayacağı bir dille okt� nmasının şart koşulduğunu ha­ tırlayacaktı. İslam hukukçularının, caiz değil hatta şart gördüğü bu hususu 1 927 yılında Diyanet İ şleri Başkan­ lığı vazifesini yapan Rifat Börekçi şu şekilde açıklayıp bu konuyu tamim etmiştir: "Hutbenin tamamen Arapça okunması, hutbeler­ deki mev ' ızalardan müstefit olmak isteyen ve lisan-ı Arabiye vakıf olmayan Müslümanların şu dindarane emeline imkan vermemektedir. Binaenaleyh hem me­ zahi 'b-i aliye-i İslamiye'ye ve ilelyevm Müslimin bey­ ninde cari icma-i ameliye muhalefet etmemek, hem de temenni edilen gayeyi elde edebilmek için hutbelerin, Zikrullah, Salat ve Selam gibi erkanı müctemil olan kısmı lisan-ı Arabi ile eda edilerek erkan-ı hutbe ta­ mam olduktan sonra mev ' ıza kısmının memleketimiz­ de Türkçe okunması, daha doğrusu okunan ayat-ı ke­ rime ve alıa dis-i şerife meallerinin Türkçe izah edil­ mesi muvafı k görülmüştür. Ümit ederiz ki milletimiz bu tarzdaki hutbelerden müstefik olacaklardır. . . .

27


Herhalde tevfik ve hidayet yalnız Cenab-ı Allah 'tan­ dır ( 17 Şubat 1927). Böylece bütün İslam dini alimleriyle, Türkçe hutbe­ leri yayan yetkili bir ;nakama gafiller diye dil uzatılmak­ la amacın, dinde, dilde anarşi çıkarmak, topbm düzeni­ ni bozmak olduğu anlaşılıyor. ***

Nur risalelerinde İslam nasları ve sünnet akidesiyle bağdaştırı lmıyan diğer bir husus da, ebcet hesabıyla ayet ve hadisleri sayıya vurarak manalar çıkarmasıdır. (Sikke-f tasdik-i Gayb� s. 85). "Secde süresi­ nin ikinci ayetinin bir kısmı (Tenzil-ül-Kitap) ke­ limelerini ci fir rakamlarına vurursak bunun risa­ le-i nurun ismine, şeddeli (nun) bir (nun) sayılmak cihetiyle gayet ciiz-f bir farkla. tevafuk edip rem­ zen bakar; kendine kabul eder. Çünkü tenzil ül-ki­ tap kelimesi 951 ederek risale-[ nur 'un rakkamı olan 948 'e sırlı üçfarkla tevafuk noktasından ba­ kar ". Ve yine Kuran'dan nurculuk lehine ahkam çı­ karılıyor: Sadaka nasıl kaza ve belayı def ediyor­ sa risale-i nur 'un da gelecek kazayı, belayı 20 se­ nedir defettiğini aynel-yakzn üpat eden üstadı ek­ remimiz efendimiz hazretleri. . . " lafları uzayıp gi­ der (Asay-ı Musa, ss. 73- 75). 28


Bu açıkça Hurufilik olup ehli sünnet itikadınca matrud sayılan bir yoldur. Esasen cifirin sözlük an­ lamı şöyledir: Cifir, rakamlar, harfler ve remizler kul­ lanarak gelecekten ve bilinmeyenden haber vermek iddiasında bulunan boş bilgidir. Şüphesiz ki, akıl ve muhakemeden uzaklaşarak bu gibi saçma ve boş bil­ gilere tevessül edilebilir. (Sikke-i Tasdiki Gaybi) ad­ lı risalenin 50, 5 3 , 6 3 , 70, 76'ıncı sayfalarında Kura­ nıkerim ayetleri, nur risaleleri için cifir yoluyla, ala­ bildiğine propaganda vesilesi yapılırken bu yazılar yalnız mantıksızlıkla sıfatlanmaz, aynı zamanda hem din yönünden hem de dini istismar bakımından kanun karşısında açıkça suç unusuru taşır mahiyettedirler. Risalelere geçirilen hadislerin sağlam veya uydurma olduklarına bakılmadan, Kelam-ı kibar denilen söz­ ler dahi, peygamber sözüdür diye alınıp cifir rakam­ larına vurulur ve Nursi yahut Nurcular hesabına hü­ kümler çıkarılır Mesela:

". . . Bu i ki kutsi cümleler kuvvetli münase­ beti maneviye ile beraber makamı cifri ve eb­ cedi h esabiyle birincisi risalet-ün nurun ismi­ ne, i kincisi onun tahakkukuna ve tekemmülüne ve parlakfütuhatına, manen ve cifren tamıtamı­ n a tetabuk/arı b�r emvarzdır ki risalet-ün nur bu asırda çok muhkem ve kopmaz bir zincir ve bir hablullah (Tanrı 'nın ipi)dir. Ona elini atan, ya29


pışan necat bulur diye manayı remz ile haber verir (Asay-ı Musa, s. 83). Maidetü'l-Kuran 'da inne'dine indallahı İslam ayetin­ den ve yine Allahu Veliyud, dinden hem mana hem cifir yoluyla, utanmadan risale-i nur çıkarılıyor ve aynı hal (Zü/fikarm ikinci makamı, s. 102) de tekrarlanıyor. Nursi güya kendini işaret eden ayetler, hadisler bu­ lunduğunu ilan eder. Kuranıkerim 'de Hazreti Peygambere hitaben gelip, risalelerde Nursi 'yi işaret etmek üzere gösterilenlerden birkaç örnek verecek olursak: (Tılsımlar, s. 189) da " Ya Eyyühel Müzemmil " ayetinin kurdi demek olduğu, "Hü­ vellezi ersele ResUlehu bilhüda ve dinil 'hakkı" ayetin­ den Said-i Bediüzzaman çıktığı " İlla İnnema ene Nezi­ run mubin "den 1318-1368 gibi indi teviller getirilmesi, Kuran'a olan hürmetlerinde yazarlarının çok zayıf kal­ dıklarını gösterir. (Maidetül-Kuran, s. 12) de 'Yekunu fi Ümmeti reculaııi " gibi zayıf veya mevzu hadiselerden de yine Said Nursi çıkarılıyor. Bütün ayet, hadis ve din bü­ yükleri sanki Nurculuk için var olmuştur. Nur risalelerini, Nursi 'yi ve Kürdi 'liği üstün kılmak üzere, boyuna uydurmalarla dinin mukaddesatına iyice tecavüz edilir: ". . . Şeddesiz iki Muhammed kelimesi (Beddi­ üzzaman) a Şedddeli iki Muhammed kelimesi (El 30


Kürdi) ye, rakamla eşit olduğu ve ayetteki (Savt­ un N ebi) de (Resailin N ur) a tevafuk ettiği " (Tıl­ sımlar Arap harf, teksir, s. l 90). Bütün bunlar batıl teviller değil de nedir? Kuranıke­ rim'in ayetlerinde Nur risalelerine dair işaretler bulun­ duğunu söylemek, cifir yoluyla bunları kendi hesabına göre çıkarmak din ve ciddi ilimle bağdaşır mı? Ayetle­ rin sarahatı bu gibi batıl tevillere hiç müsait değilken, gü­ ya Müslüman geçinen bir kimse bunu nasıl yapar. Mesela, Nur sı1resindeki "Allah'u Nur'us Semavat­ i Ve-1 Ard" ayetindeki Nur kelimesi, ilmi hüviyeti belli Müslüman müfessirler arasında Allah'u Taala'nın sıfat­ ları anlamında iken, bu ifade Said Nursi tarafından Nur­ culuğa bir delil olarak gösterilmek istenmiştir. Demek oluyorki Nur risalelerini yazanlar Kuranımızı kendi mis­ yonları için vasıta olarak kullanıp manalar çıkarmaya kalkışmaktadırlar. Bilindiği gibi (Men Fesserel 'l Kur' ane bireyhi fe­ kad kefer) sözüyle Hazreti Peygamber açıkça, indi . şeylerden ibaret olarak Kuran'ı tefsire gayret edenle­ rin dinden saptıklarını ilan etmektedir... Hiçbir zaman ezbere tefsir yapılamayacağını belirtmek üzere, ge­ niş bir ilmi formasyon isteyen tefsir işinin azametine burada biraz temas ed_ecek olursak, tefsir ve tercüme için gerekli şartların başında, Arap dili ve edebiyatı­ nın iyi bilinmesi, bundan başka, çeşitli ayetlerin ne 31


gibi şartlar altında nazil olduklarının araştırılması ge­ lir. Ayrıca hadis, ve İslam hukuku kollarında da bil­ giye sahip olmalıdır. Nihayet, eski putperest Arapla­ rın hayat ve adetlerini hatta Yahudi ve Hıristiyanla­ rın o zamanki sosyal durumlarının tarihini bilmek tef­ sir için faydalıdır. Bütün bunlar Kuran'ın anlaşılma­ sını kolaylaştırmak bakımından lüzumludur. Fakat yi­ ne de en sağlam tefsir Kuran'ın, yine Kuran ile açık­ lanmasıdır, denebilir. Zira bir ayetin manasının, ha­ zan bir başka ayetle izah edilmiş olduğu vakidir. Bütün bu gerekli hususlar karşısında, Said Nursi'nin kültür seviyesine gelince. Nurcu yayınları arasında adı görülen Mustafa Sungur'un ifadesine göre,

(Muhterem Bediüzzaman Said 'i Nursi kim­ dir? Hilal Mecmuası, Mayıs 1960,2) "Kısa bir sü­ re Molla Mehmet Emin 'in mahalle mektebinde okumuşfakat, tahsilini yarıda bırakmıştır. .. "

Böylece disiplinli tahsil ve terbiyeden mahrum ola­ rak gençlik yıllarını idrak eden Nursi, birtakım sabit fi­ kirlerin, acaip saplantıların döküntülerini hayatı boyun­ ca tekrarlayıp durmuştur. Asıl garip olan bir cihet varsa o da, Nurcu yazarla­ rın bu cehaleti Peygamberimizin ümmiliğiyle kıyaslayıp, Sait Nursi'nin de konuşmalarının ilhama dayandırılma­ sıdır. (Müslüman topluluğunun tepkisinden çekindikle32


ri için vahy diyemiyorlar) araya birtakım sesler; kuşlar, misaller sokup maksatlarını dolambaçlı olarak telkin et­ mek istiyorlar.

(Ayetül-Kübra s. 5) "Bu gelen mukaddime la­ zumundan fazla izah edilmekle beraber, bir dere­ ce uzun olması ihtiyarsız olmuştur. Demek ihtiyaç var ki öyle yazdırıldı." Cümlesi sanki Cebrail kendisine gelip; şöyle yaz, kı­ sa yaz veya uzun yaz diyor. Mucizeieri yalnız Peygam­ berlere mahsus olarak kabul eden İslami akide karşısın­ da tutarsızlığı açıkça sırıtan bir başka örnek daha:

". . . En latif emare de şudur ki dün birden­ bire bir serçe kuşu pencereye geldi pencereye vurdu. Biz uçurmak için işaret ettik, gitmedi mecbur olduk, dedim pencereyi aç, o ne diye­ cek girdi, durdu ve ta bu sabaha kadar. Sonra odayı ona bıraktık, yatak odama geldim. Bu sa­ bah çıktım, kapıyı açtım, yarım dakika döndüm baktım. (Kuddus Kuddus) zikrini yapan bir ku­ şu odamda gördüm. Gülerek dedim (bu misafir ne için geldi?) tam bir saat baktı, uçmadı, ürk­ medi. Ben de okuyordum bir saat bana baktı. Ekmek bıraktım yemedi. Yine kapıyı açtım, ya­ rım dakikada geldim, o misafir de kayboldu. (S. 33


Nursi Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, A nkara Doğuş L i­ m ited Matbaası 1959 ss. 48-49). Bunlar eğer bir akıl hastasının mistik hezeyanları de­ ğilse, dinimizde Hazreti Muhammed'in son Peygamber olduğuna dair inançla alay etmek demektir. Fakat bere­ ket ki, Nursi'nin bir aralık akıl hastanesinde kaldığı sa­ bittir ve bunu kendisi de itiraf etmektedir. (Said 'i Nursi, Divan-ı Harbi Örfi: s. 6) esasen akıl hastalıklarını yazan (Psişiyatri) kitaplarında olsun, hastanelerde olsun, Pey­ gamberlik, mehdilik ve (haşa) Allah'lık iddiasıyla pek çok dini ve siyasi saplantılarını durmadan sayıklayan, et­ rafını müritler kitlesi görenleri açıkça bilmekteyiz. Bun- . lar, yerine göre mantıki tesel sül içinde cümlelerini ku­ rup devam ettirirken bakarsınız hastalığın mahiyetini be­ lirtisini açığa vuran fikre atlayıverir. Bu konuda çevre­ mizde kliniğe yatmamış olan zararsız ruh hastalarını bi­ le misal olarak göstermemiz mümkündür. Bu yoldaki müşahede ve bilgilerimizin ışığı altında risaleleri ince­ lersek, satırların tutarsızlığı, kelimelerin anlaşılmazlığı ve sabit fikirlerin tekrarı ile Medikal Psikoloji'de etüt yapmak isteyenlere epeyce materyel çıkarmış oluruz. Ancak şunu da ilave etmeli ki, bu risalelerin hepsi Said Nursi'den müntekil ifadeler değildir. Bu bakımdan risa­ lelerin istismarcılık tarafını da işlemek gerekir. Akıllı veya aydın geçinen kişilerin bu risaleleri okuduğu ise şöyle izah edilebilir. Bu kimseler ya hakiki, saf İslami34


yetin yüceliğini bilmiyorlar, ya milli duygu ve düşünce­ den mahrum olarak, masum halkımızı belli bir yolda sö­ mürmektedirler. ***

Din uluları da risalelere alet edilmekten çekinilmez, Nur risalelerini reklam etmek üzere Hazreti Ali de işin içine karıştırılır. Hazreti Ali 'ye atfedilen, aslında ise onunla ilgisi olmayan (Celceh1tiye) adlı bir telif vardır. Güya bu kitap Nurculuğun habercisidir. Şöyle ki: (Asayı Musa. s. 2 ve s. 5). "imam Ali, Celce­ liitiyesinde pek kvvetli ve sarahate yakın bir tarz­ da risale-i nur 'dan ve ehemmiyetli risalelerinden aynı numara ile haber verdiğini 28. lem 'a ile 8. Şua tam isbat etmişler." ". . . Biz bir iki sene evvel Ayetül Kübrayı en son zannetmiştik. .. Halbuki şimdi 64 'de telifçe ri­ sale-i nurun tamam olması bu cümle-i ulviyenin mealini yani karanlık dağıtacak Asayı Musa gibi ışık verecek, sihirleri iptal edecek bir risaleden haber vermesi ve bu mecmuanın meyve kısmı bir müdafaa hükmüne geçip başımıza çöken dehşetli zulümlü zulmetleri dağıttığı gibi, huccetler kısmı da nurlara karşı cephe olan felsefe karanlıklarını izale edip Ankara Elhivukufunu teslim ve takdire 35


mecbur etmesi ve istikbaldeki zulmetleri izale ede­ ceğine çok emareler bulunması ve Asayı Musa il inci taşta J 2 çeşme akıtmasına ve il mucizeye me­ dar olmasına mukabil ve muşabih bu son mecmu­ adaki meyve on bir mesele-i nuraniyesi ve Hücce­ tül-i Balıga kısmı on bir hücceti katıası bulunma­ sı cihetinde bize kanaat verdi ki İmam Ali o fıkra ile doğrudan doğruya bu Asayı Musa ismindeki mecmuaya bakar ondan tahsinkarane haber veri­ yor." Ve yine (3 1 inci mektubun 3 1 inci Lem' asının 2 in­ ci Şuaı, s. 73) de. Hz. Ali 'nin Kaside-i Celcah1tiyede ri­ sale-i nuru önceden tanıdığı iddia edilir. Bir diğer örnek: (Zülfükr:irın Hatimesi, s, 432) de "Bu Hizb-i Nurun benim şahsıma ait pek büyük bir ke­ rameti manevisi var" diyor ve kitaba bu adı Hazreti Ali 'nin verdiğini söylüyor. (Nur Külliyatından: 33 mertebeli mirkr:it-ı ha­ kikat, s. 2) ve (Ay et-ül Kübra s. 4) "Hem yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğim­ den. .. Bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki, imam Ali (R. A.) keramet-i gaybiyesinde bu risa­ leye (Ayet-i Kübra) ve(Asay-ı Musa) namlarını vermiş, Risale-i Nur içinde buna hususi bakıp, na­ zar-ı dikkati celbetmiş. . .'' 5 5 inci sayfada ise şu not 36


ilave edilmiş. "Evet, imam Ali Ayet-ül Kübra hak­ kında verdiği haberi tam tamına Denizli hadisesi tasdik etti." (Asay-ı Musa, s. 49) "... Hususan sure-i Nur­ dan ayet-i Nur on parmak ile risale-i Nur'a, bak­ tığı gibi arkasındaki ayet-i zülümat dahi muarız­ larına tam bakıyor. .." (Sikke-i Tasdiki Gaybf, Arap harfteksir s. 9192) "Evet, İmam Ali kerameti gaybiyesinde, Risa­ le-i Nura Siracu 'n-Nur namını vermesi, bu ayetin bufıkrasından mülhemdir denilebilir ve çekinme­ den deriz..." Bir başka örnek daha: .. Ümmetimin beklediği ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan imanı tahkikiye neşir ve ehli imanın dalaletten kurtarmak cihetiyle o en ehem­ miyetli vazifeyi yapan bitemamiha Risale-i Nur 'da görmüşler. lmam�ı Ali ve Gavsi Azam ve Osman Hafidi gibi zatlar bu nokta içindir ki o gelecek za­ tın makamını Risale-i Nur 'un şahsi manevisinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler, hazan da o şahsı maneviyi bir htidimine vermişler o hadime mültefitane bakmışlar. .." (Sikke-i Tasdiki Gaybi, yazma nushası, s. 1-2). 37


İmam Rabbani ' nin güya mektubatında Bediüzza­ man lafzı varmış, ". . . O iki mektup bana birden açıldı, pederimin adı Mirza olduğundan o mektuların başında Mir­ za Bediüzzaman 'a mektup diye yazılı gördüm bu mektup bana yazılmış gibi idi... " (Mektubat, Arap Haif, Teksir, s. 204). Risalelerde bazı şakirtlerin yani nur talebelerinin rü­ yaları da, daima Nursi'yi tasdik ve teyit için yer alır. Me­ sela şakirtlerinden Rıza'nın rüyası güya şöyledir. Haz­ reti Peygamber Camide Hazreti Ebu Bekir Sıddık' a em­ rediyor ".. . Çık hutbe oku, Hazreti Ebu Bekir minberin en son basamağına kadar çıkar, Hutbe okur, Hutbe içinde cemaate der ki, bu söylediğim hakikat/arın izahatı yir­ midokuzuncu sözdür. .." (Sikke-i Tasdiki Gaybi, Mukad­ dime, s. 12). ***

Yine Nur risalelerindeki duaların her türlü derde de­ va olacak şekilde mucizeler, harikalar yarattığı reklam edilir. Şöyle ki: "Kim bu duayı sabah evinden çıkınca okursa o eve hırsız girmez, yangın çıkmaz, kim bu duayı

38


temiz bir kaba yazıp yağmur suyu ile, zağferanla yıkadıktan sonra içerse, hasta ise Cenab-ı Hak şi­ fa ve afiyet verir, kim bu duayı gece okursa Cenab­ ı Hak o kimse ne isterse hepsini verir... Kim bu du­ ayı sıdk ile okursa ona pek çok mal ve mülk veri­ rim benim hazinemden birşey eksik olmaz, kim ki duayı niyeti halise ile yedi de.fa okursa hars, cüz­ zam ve cinnet hastalıklarından beri olur. Kim bu duayı kafur ve misk ile cam kaba yazıp su ile yıka­ dıktan sonra ölü kefenini ıs/arsa ve üzerine döker­ se o ölünün kabrine 1 00, 000 nur nazil olur, Cenab­ ı Hak o meytten münkir korkusunu kaldırır ve kab­ rine 70 melek gönderir, her meleğin elinde nurdan bir tabak vardır, o meylin üzerine saçarlar Cennet ile müjdelerler. . . ", "Bu duayı Peygamber A leyhis­ salamın okuduğu hakikatinde ve tarzında üç de.fa ve hatta bir defa bile okursa Hak Taala onun ce­ sedini Cehennemi haram eder ve onu Cennetlik ed­ er. . . " Cevşen-i Kebir s. 1 0- 1 6). Bir başka örnek de, risalelerin İslam tarihinin sağ­ lam bilgilerini çiğneyip içine uydurma hikayeler katarak batıl inançlara saptırmak istediğini gösterir: Güya Cebrail Hazreti Peygambere Uhut Gazvesin­ de, "Şu duayı oku üzertndeki zırhı çıkar, o bu zırhdan da­ ha sağlamdır, seni düşmandan korur" demiş. Halbuki Hazreti Muhammed Uhut Savaşı 'nda çift zırh giymiştir 39


ve bu zırhı savaş boyunca çıkarmadıklarını ortaokul öğ­ rencisi bile bilmektedir. Bu düşünceler Kuranıkerim ayet­ leriyle ve hadislerle tezat halindedirler. Burada Allah-u Taala'ya yönelip yapacağımız dualardan hiç haber veril­ miyor. Kaldı ki: " Leyse lilinsane illa masae" Ayeti Ke­ rime'sinde insanın yaptığı işlerden sorumlu olacağını, çalışanın, kazanacağını düşünmek bizleri meskenet bir hayata, miskin bir hale de sokmayacaktır. Ama Nur ri­ salelerindeki afyonlu telkinler milletimizi çalışmaya de­ ğil uyutmaya matuf bir düzme olduğu, eğer onlarca ça­ ba gerekirse, rejime karşı koyma şeklinde düşünüldüğü hususu hatırlanmalıdır. ***

Nur Risaleleri alabildiğine Said Nursi'nin propa­ gandasını yapan yazılar serisidir. Nur Risalelerinde Sa­ id'i Nursi'nin şahsiyeti şimdiye kadar naklettiğimiz not­ lara göre, Peygamberane, hiç değilse bir veli mertebesin­ de gösterilmeye gayret edilmiş, kendisine insan üstü ke­ ramet hatta mucizeler atfedilmiştir. Mesela (Nur Mey­ veleri ss. 34-35 ) kitabını kırk dakikada yazdığı, günde yüz para ile hazan bir kuruş ile geçindiği, yiyip içmedi­ ği kendisi tarafından ifade ediliyor. Bunların doğruluk dereceleri üzerinde düşünebilmek için birini tahkik ye­ ter. Kastamonu vilayetimizde Nursi'nin oturduğu evin sa­ hibi olan zat, Nursi evinden çıktıktan sonra tavan arasın40


da bir yığın yumurta kabuğu vesair çöplük ile karşılaş­ mıştır. Said Nursi, kendisini bir veli görmekte o derece ileri gider ki, o kapalı kapılardan, kimseye görünmeden çıkmakta, hapisteyken camide namaz kılabilmektedir. Yukarıdan gelen seslere ve ihtarlara göre hareket etmek­ te, bütün bunlardan başka, kendisinin ve eserlerinin za­ manımızda ortaya çıkması yüzyıllarca evvel din uluları tarafından haber verilmiş olarak nakledilmektedir (Sa­ id-i Nursi, Asay-ı Musa, 1949). Arabayla dolaşırken bir yaşındaki bebekler dahi kendi manevi varlığını hissedip koşarak ellerini öpmektedirler (Said-i Nursi, Hanım/er rehberi s.51). Nursi 'nin kerametler zincirini uzatma yarışına ken­ disi kadar, etrafındaki nur yayınlarıyla meşgul olan is­ tismarcılar da katılır, Said-i Nursi, şualar ve mektuplar isimli risalelerine ait elyazısı ile kaleme alınmış bazı not­ larında, ihtiyarı haricinde mühim işlerde çalıştırıldığını iddia etmektedir. "/nayata " ve "Teshilata " sahip kılın­ dığı inancında olan Nursi, bu konuları ispat için bazı "İşaretler" ileri sürmektedir. Mesela, Mucizat-ı Ahme­ diye isimli y:ızının eski Türkçe metninde, "Kemali mu­ vazenetle ikiyüzden ziyade Resul 'u Ekrem A leyhisselatü Vesselam kelimeleri her sahifede birbirine bakmakta­ dır ". Bu tarzdaki laflaı:a, akıl hastanesinden nasılsa çık­ mış bir kişi için olabilir diyebiliriz. Zira Parafreninin kla­ sik belirtilerinden sayılan birsamlar, hullusinasionlarla 41


obsession dediğimiz musalat fikirlere ve büyüklük kompleksine bu kabil hastalarda sık rastlanmaktadır. Pa­ ranoid-şizofreni teşhisiyle, mistik hezeyanlar gösteren­ lerin en bariz bir özelliği de çok konuşmaları yahut hiç konuşmamalarıdır. Bunlar çok kere şeyhlikten başlayıp peygamberlik ve daha ileri iddialara varırlar. Said Nur­ si, pek çok risalesinde,kendisinin idam edilmek istendi­ ğini ifade etmektedir. (Mesela: Said-i Nursi, Nur Mey­ veleri, ss. 70-75). Kendisine kötülük yapılacağı endişe­ si dahi yukarda sayılan hastalık belirtilerinden biridir. Bü­ yüklük hezeyanına velilikten başka diğer bir örnek de kendisinin alimler alimi, filozoflar filozofu oluşu ve bil­ hassa bu gün için, İ slam aleminin muhtaç olduğu yega­ ne insan olarak vazife görmesidir. Kendisi nice muannit filozofları hayretler içinde bırakıp çoklarını imana getir­ miştir. (Gençlik Rehberi, lstanbul 1951, s. 4). "Asr­ ı Saadetteki/er hariç lslam alemi böyle büyük bir alim yetiştirmemiştir. lbni Sinay yı, lbnibürrüşdü ve Farab yi dahi geride bırakmıştır." (Ankara Üni­ versitesinde verilen konferans s. 12, Ankara 1957). İşte burada büyük yalan ortaya çıkar ve bütün risa­ lelerin hayal mahsulü olduğu ispatlanır. Zira, Konferan­ sın Ankara Hukuk Fakültesi' nde verildiği risalelerinde kaydedilmesine rağmen Ankara Hukuk Fakültesi idare42


cileri ve öğretim üyeleri bunun varit olmadığını söyle­ mekdedirler. Bunlar, saçmalıkları kadar, dini hisleri istismar et­ tiklerinin de açık örnekleridir. İslam dini açısından herhangi bir veli ilhama maz­ har olsa bile bunu gizlemelidir. Çünkü aksi hal insanı öğünmeye ve kibre götürür. ***

Nurculuğun milletimiz ve dinimiz içinde zümre ya­ ratma çabalarını ortaya koyan bir hayli belge vardır. Bir kere tarikatçı olmadıklarını söyledikleri halde kendileri bir şeyhin,bir müridin etrafında toplanmışlardır. Nursi için kullanılan hitaplardan bir kaçına bakalım: Muhterem Üstadım Efendim Hazretleri, Bülbül-ü Bağıstan-ı Kur'an, Eyyühel Üstad-ül-Muhterem, Üstad­ ı Ekremin Efendim Hazretleri, gibi ifadelere pek çok ri­ salede, bilhassa (Lahika Mektupları s. 14, 18, 1 9, 32) de rastlanmaktadır. Bu üstadın etrafında toplananlara verilen adlar da be­ lirlidir: (Nur talebeleri) veya {Nur Şakirtleri), (Nurcu Kardeş) yahut (İhvan-ı Nur), (Camiül-Ezherin kız kar­ deşi Medresetü-z Zehra erkanı), gibi. Türkiye'de resmen tanınmış bir Nurcu mektep, medrese bulunmayacağına göre, böyle bir gruplaşmaya kanun dışı sayılan gizil bir zümre gözüyle bakılabilir. Zira, tarikatçı ifadeler kulla43


nılarak Nur Risalelerinin yayılması için dini duygular is­ tismar edilmekte ve nurculuk açıkça bir misyon olarak belirmektedir. Şöyle ki: "Ahiret kardeşlerime mühim bir ihtar; iki mad­ dedir. Birincisi, Risale-i Nur 'a intisap eden zatın en ehemmiyetli vazi fesi onu yazmak, yazdırmak ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan ve yazdıran risale-i nur talebesi unvanını alır ve unvan altın­ da her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa hazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve ma­ nevi kazançlarımda hissedar olmakla beraber; be­ nim gibi dua eden kıymettar binlerce kardaşlarım ve risale-i nur talebelerinin dualarına ve kazanç­ larına dahi hissedar olurlar. .. ikinci madde, Risa­ le-i nurun imansız ve amansız cinni ve Ünsi düş­ manları onun çelik gibi metin kalelerini ve elmas kılıç gibi kuvvetli hüccet/erine mukabele edeme­ diklerinden çok gizli desiseler ve hafi vasıtalarıy­ la haberleri olmadan yazanların şevklerini kırmak vefütur ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde şeytan­ casına hücum edip darbe vururlar." Bunun gibi devamlı bir şekilde düşünce ve duygu­ ları bulandırıcı menfi kelimeler sıralanıp gitmektedir . (Sunuhat-ı Bediüzzaman ss. 82-86). (Sunuhat-ı Bediüz­ zaman, İslamiye Matbaası, 1336 baskısından yazma nus..

44


ha), Hüviyetleri açıklanmayıp yalnız nur talebeleri etra­ fında hikayeler düzülmek suretiyle risalelerin propagan­ dası yapılmaktadır. Mesela: dindarlık, ancak nur talebe­ si olmakla mümkün gösterilir ve nur talebelerinin Al­ Iah'ın yegane sevgili kullan olduğuna dair hikayeler uy­ durulur (ss. 1 23 - 1 39). Nurculuğu bırakanlar tehdit edi­ lir (Sunuhat-ı Bediüzzaman s. 206). Nur talebelerine ili­ şenlerin vatan ve millet haini olduklarının ilan edilmesi aynca tehditler savrulmasıyla da gizli bir teşkilatın tak­ tiğine başvurulmaktadır (Risale-i Nur, Sönmez, s. 3). Tahmidiye risalesinde dua ve ayinlerin sevap ve be­ reketi Nurcular içindir, deniliyor ve yazımızın başında da belirtildiği üzere, Müslümanlık Nurculuğa münhasır­ mış gibi gösteriliyor. Taşbasma yolu ile teksir edilmiş, iç kapağında Mü­ nacaat-ı Peygamberiden Cevşen el-kebir Duası adlı, 1 35 sayfa Arapça metin ve 8 sayfa yeni harflerle Türkçe ön­ sözden ibaret olan risalede: "Mecmuatu '1-Ahziib 'ın derkenarında bulu­ nan Cevşen el-kebirin fazilet ve hasiyyetine dair, (s. 9) konuşulurken, bu duanın Hazreti Peygamber tarafından A li ye, o da oğlu Hüseyin 'e rivayet et­ tiler, deniliyor. (s. 1 7) 'de ise Zeyne'l-Abidin'den (yani Hüse­ yin' in oğlu) rivayet olunmaktadır. 1 1 7 inci sayfaya ka45


dar Allah'ın isimleri ve Kuran ayetlerinden faydalanıla­ rak hazırlanmış, cehennem azabından kurtarması için Allah'a bir yakan mahiyetinde devam ediyorken, mez­ kfü sayfada Arapça ifade bozuluyor, işe "Talebe-i Risa­ le-i Nur" karıştırılıyor. Güya Cebrail tarafından Peygam­ bere öğretilmiş olan bu sözler arasında Nurcular'ın adı­ nın geçmesi ile, kendi Hizb'lerine on üç yüzyıl önce işa­ ret edilmiş olduğu ifade edilmek isteniyor. Kitabın Arapçasının baş tarafına eski harflerle ve sol başına da daktilo ile yazılarak eklenen Said Nursi'nin mektubundan "her derde deva olan" bu duayı Nurcula­ rın "vird" edindikleri anlaşılmaktadır. Dini ifadelerde ve davranışlarda hizipleşmelerinin bir başka örneğini vere­ cek olursak "işte Kur 'an-ı Hakimin, manevi mucizesinin bir lem 'ası olan Risale-i N ur, bu hakikatı izahatı ile isbat etmesi içindir ki; mudakik bir N URCU, huzur-u daimi kazanmak ve marifetullahı her va­ kit tahattur etmek için ve huzur-u daimi hatırı için La Mevcuda illa Hu derneğe mecbur olmuyor. ve yine bir kısım ehl-i hakikatın daimi huzuru bulmak için La Meşhude illa Hu dedikleri gibi, nurcu böy­ le derneğe muhtaç olmuyor. .. " (Nur aleminin bir anahtarı s. 17). Birtakım özellikler yaratmak din yönünden redde46


dildiği gibi, kanunlarımız bakımından da yasak edilmiş bulunan tarikatçılığı ortaya açıkça sürmek demektir. Risalelere göre yalnız Nurcular cennetliktir. Cenne­ te gitmek yolu ve şartı da şudur: "Nur R isalelerini yaz­ mak, yazdırmak, intişarına yardım etmek. . . " (Barla Ha­ yatı s. 19). Bütün iman ve İslam ahlakı unutturulup yapılan tel� kinler bunun gibi ciddiye alınmayacak bir düzendedir. Bütün bu hususlar Müslümanlı k anlayışına son derece aykırıdır. Ehli sünnet akidesine göre, Cennetle müjdele­ nen ve (Aşere-i Mübeşşere) dediğimiz on kişi vardır. O­ nun gayrısı ilahi takdire rıza ile a kibetlerinden emin ola­ mazlar. ( 1 ) Aynı zamanda Kuranıkerim, (Latuzekku en­ füsekı1m) irşadında bulunduğu halde Nur Risaleleri bü­ tün Nurcuları tezkiye etmekte ve böylece Kuranıkerim' in tebliğinden ayrılmaktadır. (Hizbu-1-envari '[ Kur 'aniye) adlı risalenin sonunda, özel olarak Nurcular için dua edi­ lir. "Bizi, üstadımızı, Nur Risaleleri talebelerini dinde ve dünyada ve ahirette selamet ve afiyetle rızıklandır. . . " Herkes bilir ki dua Müslümanlıkta dar çerçeve içinde ya­ pılmaz. Toplumda ayrılık yapmaların bir başka örnek: (Mü­ nazarat, haşiye: s. 90) 'Madem, muhataplar içine Nur­ cular girdiler, sıdk kelimesine ihlas, sadakat, sebat, te( 1) "De ki! benim ve sizin başınıza gelecekleri. bilmem" (Ahkaf Sure­ si, 9)

47


samüt gibi kelimeler ilave olunur." Nurcular birbirlerine yazdıkları mektupların başla­ rında, eski harflerle (Bismihi Sübhanehu) ibaresini kul­ lanırlar. Allah Taiila 'yı tesbih etmek üzere, (besmele) yerine temsili mahiyette bu iki kelimeyi yazmakta ısrar etmeleri, hem harf kanununa karşı oldularını hem de kendilerini Müslümanlık içinde ayrı bir zümre olarak düşündüklerini gösterir. Üstelik Türkçe selam ve anla­ yış aleyhine olmak üzere Arapça terkipli, milli dil ve dü­ şünceyle ilgisi olmayan selam ve hitaplar, aralarında bir rumuz gibi kullanılır (Nur aleminin bir anahtarı, s. 1 ve 3 9). Nurcular için ayrıca marş veya kesitle düzülmüştür (Hanımlar Rehberi, s. 4). Teksir edilmiş bir yazıda : "Ne mutlu bizlere ki A llah Taala bizleri be­ şeriyetin büyük mürşidi olan risale-i nura kar­ deş ve talebe etmiştir. . . " Ayrıca Ulumu Arabiy­ ye okunan m edreselerde de ayrı derslerle bera­ ber Risale-i Nur da okunmakta ve yeni yetişen genç vaizler derslerini Risale-i Nurlardan ha­ zırlamaktadırlar. Şahsen eskiden beri teşkiline çalıştığımız Şark Üniversitesi 'ne Risale-i Nur geniş çapta yerleşm iş ve nur yolunda fedai can edecek kahraman talebeler yetişmeye başlamış­ tır. imam-Ha tip Okulu talebeleri de Risale-i N urun mahiyetini anlamış, nur yolunda izzetle 48


çalışmaya başlamışlardır. Hatta ramazanda ve­ recekelri vaazların programlarını da R isale-i N ur 'dan seçmişlerdir. " (Maidetiil Kur 'an s. 5). Yukardaki ifadeler, memleketimize, milletimize ve tevhid dini; birlik dini olarak bilinen Müslümanlığa hiz­ met yolunda eğitim ve öğretim gören öğrencileri kendi­ ne mal etmek isteyen iftira ile dolu bozguncu sözlerdir. Risaleler yalnız öğrenciler arasında ayrılık kurmak gay­ retinde değildir. (Kahraman bir astsubayın müdafaası) adlı teksir edilmiş bir yazıda şöyle deniyor: "Türk Ordusunun, iman, ahilik, cesaret, kah­ ramanlık gibi ulvi seciyelerle bezenmesini isteyen kumandanlar. Nur Risalelerini bütün ordu birlik­ lerine tamim etmekle mukaddes bir hizmeti ifa et­ meleri gerektiğini hürmetlerimle arzetmek iste­ rim." Sanki Türk Ordusu moral eğitiminden; iman, ahlak, kahramanlık gibi yüksek hasletlerden mahrum kalmış da Nur Risaleleri bu vazifeyi üzerine alacakmış tarzında bir tavır takınılır. Böylece, ordumuz içine zümreciliği sok­ mak, uyuşturucu, uyutucu telkinleriyle askerimizi zayıf­ latmak amacı açık bir şekilde görülür. Yine eski harfler­ le çoğaltılmış olan (Risale-i Nur Mizan/arından iman-ı Ahiret Burhan/arından birinci söz) de "Ey kardeş, ben­ den birkaç nasihat istedin. Sen bir Asker olduğun için. . . 49


birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. " diye başlayıp yirmi beş sayfayı bir sürü anlamsız teşbihlerle, misaller­ le, dolduruyor. Dini ve ilmi deliller kullanmadan kendi hüküm ve beyanlarıyla doldurulduğu yazılan sanki as­ kerlerimizden bir istek vaki olmuş gibi düzüyor. S. 2 1 1 'de harflerin ebced'deki değerlerine dayanıla­ rak bazı garip sonuçlara varılmaktadır. " Elif ' lerin "be"lerin "te"lerin toplamından çıkan 1 305 tarihi, mü­ ellifin Kur'anı hatmettiği tarihtir, aynı şekilde bulunan 1 34 1 rakamı da risalelerin yazılmaya başladığı tarihtir. Risalede geçen bazı harfler sayısı ile Kuran süreleri ara­ sında ayniyet bulunduğu vehmi "atif ve manidar " ola­ rak tavsif edilmektedir. (s 2 1 3 )'de de "Katiyen tesadüf olamaz, belki bir işaret-i tevfik olarak bir tevefuk-u gay­ bfdir " hükmüne varılmakta. "Evet, bütün kuvvetimizle tasdik ederiz " şerhinin a ltında bizzat müellifin de adı bu­ lunmaktadır. (s. 2 1 4) 'de müellif kitabı istinsah eden şa­ kirdinin "Sırlara ihtiyari ile müdahale ettiği " ifadesini "Gaipten ihtar " aldığını da beyan ile tasdik etmektedir. (s. 368), hatime'de "Bir kalem ile beşyüz nüsha yazan Hüsrev 'i ve mübarek yardımcıları Mustafa Gül ve rüfe­ kasını ve nurcu arkadaşlarını . . . umum Risale-i Nur şa­ kirt/erini iki cihande mesud eyle " şeklindeki Said Nur­ si imzalı dua da ilave edilerek askerlerimiz arasında da propagandasını yapmak istiyor. Risalelerde zümrecilik, bölücülük bazan daha geniş çapta tutulur: . .

50


". . .Ey Türkler ve Kürtler ve Nurcular, geçmi­ şinizi, geleceğinizi, toplasam . . . " (Mektubat, Arap harfleriyle teksir edilmiş nusha, Cilt 2 s. 367). " Ey Türkler ve Kürtler, acaba şimdi bir miting yap­ sam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonra­ ki evladınızı şu gürültülü hane olan asr-ı hazır meclisi­ ne davet etsem . . . Bu tür maksatlı, kapalı hitaplar, milli duyguyu sars­ mak, bölücü fikirleri ayakta tutmak emeliyle (Münaza­ rat) risalesinin 73, 8 1 , 88 ve 90'ıncı sayfalarında yer alır. Aynca haşiyede şöyle deniyor, "Milliyet bir vücuttur, ruh İslamiyettir, Akıl Osmaniyet sizde Türklük ve Kürt­ lüktür" (s. 90). Risalelerde yer yer münasebetli, müna­ sebetsiz Kürtçülük kelimesi ısrarla telkin edilmektedir. Bu husus, Nurculuğun siyasi yönden bölücü yazılan göz­ den geçirilirken tekrar bahis konusu edilecektir. Dindarlık maskesi altında Müslümanlığa sığmayan, kanunlarımızla bağdaşmayan ve ruhlarda, zihinlerde anarşi yaratmaya matuf bir sürü mahiyeti müphem söz­ ler bu risalelerin başlıca özelliğidir. Bunlardan birkaçı­ na daha temas edelim: Nur Risalelerinde insanların bekar kalmaları telkin edilmekte ve eğer, muhakkak evlenmek lazımsa bir Nur­ cu ile evlenmelidir. (Hanımlar Rehberi s. 53). Böyle bir husus ne İslam hukuku ile ne de sosyal bütünlüğümüz­ le zerre kadar bağdaşamaz. Çünkü Kuranıkerim ancak "

51


putperestlerle evlenmeyi re<ldeder (Bakara Süresi, 22 1 ). Aynı risalenin 5 ve 6'ıncı sayfasında "Çok kadınla ev­ lenmek de lslamf olduğu için caiz ve şarttır." Halbuki Ku­ ran hükmünü iyi tanıyanlar bilirler ki esas olan tek ka­ dınla evliliktir. Birden başka kadınla evlenmek ise mad­ di ve manevi şartların bütünlüğü içinde tefsir olunur. Böylece Nursi' nin telkin ettiği çok evl iliğin şart olması keyfiyeti yanlış ve yersizdir. Ü stelik Nursi, Hazreti Pey­ gamber' in sünnetine tam olarak uyduğunu ilave etmesi­ ne rağmen kendisi evlenmemiştir. (Sözler, s. 745). Risaleler indi görüşleriyle koyu softal ığın açık belgeleridir. Böylece yazı lar kanunlarımızla bağda­ şa n dindarlığı değil, aksine İ slam kültür ve medeni­ yetinin dışında kalan manasız bir taassubu temsil ed­ er mahiyettedirler. (Asay-ı Musa 'dan akan nur çeşmesi, s. 136) da "28 sene gavurlara benzememek için inziva ih­ tiyar eden bir lslamfedayisi ve hakikati Kur 'aniy­ yenin fedakar hizmetkarına denilse ki sen kafirle­ rin papazlarına benziyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin bütün lslam ulemasının icmali­ ne muhalefet edeceksin, yoksa ceza vereceğiz de­ nilse elbette öyle herşeyi hakikati Kur 'aniyye fe­ da eden bir adam değil dünyaevi hapis veya işken­ ce belki parça parça bıçakla kesilse cehenneme de atılsa katiyyen yüz ruhu da olsa bütün tarihçeyi ha52


yatının şahadetiylefeda edecektir. ." Aynı şekilde, (iki Mektebi Müsibetin şehadetnamesi veya Di­ van-ı Harbi Örfi) adını verdiği risalenin 5 ' inci sayfasında Nursi övülmek­ te: şapka giymediği bir meziyetmiş gibi gösterilmekte­ dir. (Hanımlar Rehberi, ss. 24- 2 7) "Çarşafise, kadınlar için bir kale veya siper mahiyetindedir." Kuranıkerim'de, Müslüman kadınlarının hürmetle tanınmaları için örtünmeleri ifade edilmekle beraber bu örtünme vasıtası Nursi' nin zihnindeki mutlak kapanma değildir. Risalelerin hemen hepsinde, 1 353 sayılı Türk harf­ leri kanununa aykırı olarak Arap harfleri kapak veya me­ tin içinde yerli yersiz kullanılır. Bundan başka Miladi ye­ rine Hicri takvim ile zamanın tarihleri verilir. Halbuki bu azılar akademik mahiyette değil ancak alelade yayın ol­ duklarından her iki halde de kanunlarıma uymak gerek­ tir. Mektubat mecmuasının 1 3 ve 1 4'üncü sahifelerin­ de de zümrecilik ve adeta Nurculuk milliyeti yapılmak­ tadır. Aynı şekilde "Hizbu Envarı 'l-Hakaikinnuriyye " kitabının birçok yerlerinde "Alemlerin Rabbı olan sana, Kuran ve imanın Nur Risalelerinin nimetine hamdede­ riz " deniyor. Nur üstadına talebelerine sekinet, temkin, itminan, talep ve yakında Risale-i Nurun bütün Müslü­ manlar arasında revaç bulunması ve üstadlarının Risale53


i Nurun ve nur talebelerinin,mülhitlerin tecavüzünden korunmasına dua ediliyor. Büyük mudafaa kitabında : "Nur talebeleri başkalarına benzemez. On­ larla uğraşılmaz; onlar mağlılp olmaz " deniyor, (s. 5). Keza "Risale-i Nur talebeleri başkalarına benzemezler, mağlup olmazlar, Risale-i Nuru mağ­ lup edebilmek için kainatı elinde tutan bir kuvvet lazımdır." "Haksızlığa uğrayan nur kahramancık­ /arının hakikatli bir elmas kılıcı. . . " (aynı risale, s. 20). Bütün bu gayretler bir hususiyet ve bir tarik yarat­ ma yolunda olduklarının açık belgeleridir. Risalelere veril en i simler bir taraftan Nurcu züm­ resini genişletmek, diğer taraftan halkımızın dini duy­ gularını alabildiğine sömürülüp risale satışını arttır­ mak amacıyla bulunmuş kelime ve terkiplerdir. Me­ sela , (Hanımlar Rehberi), (Gençlik Rehberi), (Asker­ lere). (Hastalar R isalesi). (Sikke-i Tasdiki Gaybi), (A say-ı Musa), (Ondördüncü Lem 'anın İkinci Maka­ m ı) vb. . . diğer taraftan (Kuran K ıraatı) adı verilip Nurculuğu yayan risaleler de vardır mesela : K ıraatı Kuran : ( Mehmet Şeniz Eren tarafından tertip edilen " Tahmidiye " İ stanbul Çeltüt Matbaasın­ da ba sılmıştır. Kitap tamamen Arap harfleriyle yazı l.

54


mış olup 23 sayfadır). Bu kitabın ilk sayfasında Said Nursi ' nin isminden iki harf a lınarak rumuz olarak kullanılan (sin) ve (ayn) harflerinden anlaşıldığı üze­ re, esas müellifi Said Nursi 'dir. Kuranıkerim 'den a lın­ mış kelimelerle kendı indi görüşlerine göre dualar yazılı 23 sayfanın muhteviyatı dinin istismarcılığın­ dan başka bir şey i fade etmemektedir. Tahmidiye, 1 95 1 yılında Mor İpek Matbaasında ba sılmış 22 sa­ hifelik yayının bir diğer ba skısıdır. Böylece Kuranı­ mızın ismi alet edilmektedir. Sözü edilen bu risalede, dua ve ayetlerin sevap be­ rakatını Nurcular için temenni, Nur Risalelerinin neşri­ ni mükemmelen tedvir etme ve (Üstadna) tabiriyle Nur­ cuların üstadının ve nur talebelerinin, mülhitlerin teca­ vüzünden selim olmaları hususu zikredilip durur (s. 2023). Başına Kuran Kıraatı deyip böyle acaip ve Müslü­ manlığı Nurculara inhisar ettirme temayülü son derece sakim ve manasızdır. Müslümanlıkta dau umumi ve her­ kese şamil olarak yapılır. Bu tahmidiye kısmı, yine Çel­ tüt Matbaasında Arapça olarak basılan "Hizbül-Envar" adı altında basılmış 3 1 3 sayfalık eserin 235-258'inci sa­ hifelerinde de yer almıştır. Yazılan mektuplar dahi, risaleler ve Nursi için birer reklam vesilesidir. Bilhassa mistik ifadeler kullanılır ve kerametler düzülüp, bunlar risalelerle beraber basılır. Diğer risaleler gibi, dini hisleri istismar ve bu yolla 55


maddi ve manevi menfaat elde etmeyi güden Gençlik Rehberi ' nin önsözündeki son satırlar, ancak akıl hasta­ nelerinde mistik hezeyanlar gösteren hastaların ifadele­ rinden farklı değildir. " Hüve Nüktesi " gerçi derindir, herkes birden kavramaz, fakat o nükte Tabiiyyun ' un ve Ehl-i Küf­ rün tamel taşını parça parça ettiği gibi muannid fey­ lesofları hayretler içinde bıra kıp çoklarını imana ge­ tirmiş. Hem o nükte anahtarıyla açılan alem-i misal­ deki seyahat-i maneviye mıftahı ile A hiretin bir sine­ mas ı " aynelyakin" görülmüş, fakat, çok ince olmasın­ dan neşredilmedi. Bu kabil anlamsız sözler, birçok terkip ve gramer hatalarıyla devam edip gider. 1 6' ıncı sayfada, masum orta ve lise tal ebelerinin okul bahçesinde oyun oynamalarını, neşeli hallerini ken­ di nakıs düşünce ve duygulan içinde tahlil edip, gençli­ ğin dinçliğini ifade eden neşelerini, onların ilerde birer acuze olacaklarını düşünüp yermekte ve ruhları miskin­ liğe sürükleyici telkinlerde bulunmaktadır. "Ankara Üniversitesi 'nde okunan bir konferans­ tır "başlıklı yazı yirmi üç sahifeye kadar olup Genç­ lik Rehberi 'ne eklenmiştir. Baştan sona kadar yüksek­ ten atarak Said Nursi ve Nur Risaleleri medh edilir. "Milletler içinde şöhret kazanmış bir şaheserin de­ ğerini anlatmaya kültürüm kifayetsizdir. Bu büyük şe­ ref Risale-i Nur 'un münevver, idrakli ve takdirkar okuyucularına mahsustur." (s. 201). 56


Risaleler Nursi'yi reklam ettiği kadar, bizzat Nur külliyatıaı yaymayı da teşvik eder. Risalelerin çoğunda rastlandığı üzere, birtakım rüyalar görülüp tabir edilme­ leri, Nur Risalelerinde bir ayrı özelliktir. Ayrıca ilim ve dinin nimetlerini de inhisarlarına almak isteyerek okıı­ yanı cahilin cahili haline getirmekte hiçbir sorumluluk da taşımazlar. Böyle bir husus (Lahika Mektup/arı)nın ilk sayfasından başlar. Aynı kitabın teksir edilip ciltlen­ miş bir nüshasında, "Neden senin Kuran 'dan yazdığın sözlerde öyle bir kuvvet ve tesir var ki mı?fessir/erin ve ariflerin sözlerinde nadir bulunuyor. Bazan bir satırda bin sahi fe kadar kuvvet var. . " tarzında düşük cümleler­ le kendi kendisinin methiyesi yapılmaktadır (s. 1 3) . Hiçbir ilme yer kalmadığını ifade eden satırlara bir bakalım: .

"Cüz 'i ve Külli,ferdi ve içtimai bütün ders ve ikazlarını Risale-i Nur 'la tahsil edeceklerdir. Çün­ kü, K uran 'ın bu asra bakan veçhesini ve Resul-Ü Ekrem A leyhisselatü vesselamın bu zamandaki ve­ zaif-i diniye tavrını, külli bir mana ile şimdi Risa­ le-i N ur da görmüş ve anlamış bulunuyoruz. . . " (Kuran Şakirtlerinin Hizmet Rehberi, s. 5). Çeşitli mahallerde Nurculuğu hücrelemek amacıy­ la belli bir vilayetin (Nur talebeleri) adına, tarzındaki anonim yazılardan başka, hüviyeti, adresi hatta soyadı ve57


rilmeyen kişilerin, hep aynı üslupta övücü mektupları ri­ salelerle birlikte basılıp yayımlanır. Mesela: "Medine-i Müevvere 'de bulunan mühim bir alim tarafından (Bediüzzaman Said Nursi) adlı ki­ taba önsöz olarak yazılan bu yazı, ehemmiyetine binaen buraya dercedildi " denmektedir. (Nur Mey­ veleri s. 69 ve 82). Mühim zatın kim olduğu kayıt edilmediğine göre hayali bir şahıs olarak kitaba satış reklamı yapıldığı açıktır. Yine bütün risalelerde, Said-i Nursi, Nur Risa­ lel eri, Nurcular büyük puntolarla basılır, alabildiğine propagandaları yapılır. Meselfi: (Ayet-ül Kübra, ss. 157, 149-200). Halbuki büyük dinlerin böyle bir reklama ihtiyacı yoktur. Ancak bir misyona bağlı olan mezhep­ ler, tarikatlar açık veya gizli şekil de bir misyoner gibi çalışır. Nir risalelerinin satış reklamı için çıkarılan lev­ ha, kartpostal, afiş ve fiş gibi çeşitli malzemeden baş­ ka , Said Nursi 'yi acaip kıyafeti içinde gösteren fotoğ­ raflar da dahil bütün risaleler Nurculuğun mübalağalı reklamıyla doludur. ***

Nur Risalelerinin bir çok telkinleri aşikar bir tarzda Kuranıkerim'in ruhuna, Hazreti Peygamber'in sünneti58


.

.

ne, yukarda b>elirtmeye çalıştığımız zıt anlayışları yönünden aykırı olduğu gibi fitne tohumu yaratan aşağıda­ ki ibareleri dolayısıyla da aklı başında mümin kişiler için daima merdud bir fırka hezayanı olarak mütalaa edilmek­ tedir. Çünkü Peygamberimiz irşatlarında, daima geniş yo­ lu takibetmeyi, birleşmeyi ve bilhassa tefrika yaratma­ mayı, Kuranıkerim ahlakına uyarak vasiyet etmiştir. Ve­ da Haccı Hutbesini hatırlamamız kafidir. . . Gelelim Nur Risalelerine: (Lem 'a/ar s. 49) da "Ben hiçbir vakit hü­ kümeti tanımadım cümlesi açık bir şekilde ululemre itaatsizliği kanısını meydana koymaktadır. Nurculuğun siyasi bir teşekkül olmadığı hususu id­ dia edilmesine rağmen, risalelerde yaratılmak istenilen zümrecilik belli bir siyasete dayanmakta, gizli ve açık ba­ zı hedeflere yöneltilmektedir. Esasen bu risalelerin ya­ zarı, (Hutbe-i Şamiyye) adlı risalenin 3 8 ve 39. sayfala­ rında bir ara siyasetle uğraştığını saklamamakta ancak şahsiyetini eski Said, yeni Said diyerek ikiye bölmekte ve yeni Said' in asla siyasetle meşgul olmadığında ısrar etmektedir. Bununla beraber bu iddianın doğruluk dere­ cesini, Nur külliyatından alınacak parçalar gösterebilir. Risaleler belli bir misyonun yayınları olduğundan bütün Risaleler tüm olarak düşünülür. Zaten Nurcular da risaleleri bir kül olarak kabul etmekte, bütün risaleleri, bir devri düzeltmek üzere inen semavi bir kitap olarak gösterip daha kolay bir metotla yani dini istismar yoluy­ la siyasi emellerine ulaşmak istemektedirler. Şöyle ki: "

59


" Konyah bir muallimin Risale-i Nur 'un ma­ hiyeti hakkında en yüksek makama verdiği istida­ nın bir kısmı " başlıklı, Samsun'da 1 959 yılında basılmış olan beyannamede zikredilen bazı sözler ve ileri sürülen iddialar son derece calibi dikkat­ tir. . . . Said-i Nursi Hazretleri öyle, zalim, korkunç cereyanlarla çarpışmış ve İnd-i İlahice, öyle meş 'um ve karanlıklı ve zulumatlı bir devrin veya devrenin tesfiyesine memur olarak gönderilmiş­ ki.. " (S. 2, birinci sütun) "

.

Türkçe ifade bozuklukları düzeltilip kısaca ifade edilecek olursa bu, Said Nursi 'nin uğursuz ve karanlık bir devre yön vermek için Allah tarafından görevlendi­ rilmiş anlamına gelir. Böyle bir görüşün ikinci adımı, Al­ lah ' ın elçisi gibi görünen, gösterilen bu zatın yazdıkla­ rının Kuran ile mukayesesi olacaktır. Nitekim bu adım 3 'üncü sayfanın ikinci sütunu sonunda atılmaktadır. "Evet Kur 'an ve R isale-i Nur: Bunlardan birincisi A rş-ı Azam 'dan nüzul ile. . . kelimetul­ lahtır ve semavidir ve doğrudan doğruya bir mucize-i kübradır. İkinci ise, o m ucize-i kübra­ nın surlarının zalim beşer eliyle kırıldığı ve te­ mel hakikat/arına ve imanının erkanlarına doğ­ rudan doğruya hücum edildiği ve dindarlara en dessas taarruzların yapıldığı ve dalaletin orta60


lığı istila ettiği bir zamanda, Kur 'an 'ın kendi kendini müdafaa için yine onun yan i Kendinin Lemaat- ı lcaziyesinden Tereşşuh etmiş bir N ur 'u Mücessemesindir? Demek Risale-i Nur da, doğrudan doğruya Kur 'an 'ın malıdır ve bu sebebe binaendir ki Semavidir? A rzf değildir. Bir mevhibe-i ilahiyedir. " Böylece Nur Risalelerinin semavi yani Allah'tan gelme, O'ndan inme gibi bir hususiyeti olduğu belirtil­ dikten sonra bu hususa biraz aşağıda daha açık olarak (s. 4 sütun 1 ) "... ve onun tercümanlığına mazhar olan bah­ tiyar müellefi " sözleriyle de işaret olunmaktadır. Said Nursi 'ye göre de bütün Nur Risaleleri birprog­ ramın uygulanışından bir safhadır: ". . . Bu hakikatten anlaşılıyor ki, sonra gelecek mübarek zat, Risale-i Nur 'u birprogram olarak ne­ şir ve tatbik edecek ve o zatın ikinci vazi fesi şeri­ atı icra ve tatbik etmektir. . . O zatın üçüncü vazi fe­ si hilafeti lslamiyeyi ittihad-ı lslama bina ederek !sevi ruhani/eriyle itti f ak edip din-i is/ama hizmet etmektir. . . " (Sikke-i Tasdiki Gaybf, yazma nüsha, s. 1-2). Nurcuların ayn bir eğitim ve öğretim sistemiyle ye­ tiştikleri ilan edilir: 61


"Eski medreselerde beş on seneye mukabil in­ şallah nur medreseleri beş on haftada aynı neti­ ceyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor. . . " (Sik­ ke-i Tasdiki Gaybi Mukaddime, s. 2). Her tarafta Nur medreselerinin açılması ve bunların eski medreselerin 5 - 1 O senede öğrettiklerini 5 - 1 O hafta­ da öğreneceği . . . tarzında gayri ciddi sözlere rastlanır (Gençlik Rehberi, s. 22). "Camiü-1-Ezher 'in kız kardeşi olan Medrese­ tüzzehra namıyla darül fünunu mütezammın pek ali bir medresenin Bitlis 'de ve iki refikasıyla Bit­ lis 'in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır 'da tesisi­ ni isteriz, Emin olunuz biz Kürtler başkalarına benzemiyoruz. . . " "Münazarat, s. 129), ". . . Bitlis 'te bir medrese açılması Zülcenaheyn Kürtlerinin ve Türklerin mutemedi olan Ekrat ülemasını veya is­ tinat etmek için lisan-ı mahalliye aşina olanların müderris olarak intihap etmek ekradın istidatlı/a­ rı ile istişare etmek. . . " (Mektubat, A rap harfleriy­ le teksir edilmiş nüsha, c. 2 s. 387). Yukarıdaki ifadeler, devlet içinde devlet yaratmaya matuf bir anlam taşımaktadır. Said Nursi 'yi ve Nurculuğu övüp propaganda yapan, teksir makinesinden çıkma bir broşürde, "fert olarak de62


ğil cemaat halinde mesaide bulundukları " Medreselerin çoktan kalktığı bilinmemezlikten gelinerek "Medrese-i N uriyye " adını verdikleri liselerimizde ve lise yurtların­ da nasıl hücrelenmek gayretinde olduklarını ifşa eden (Mektup), risalelerin sakim tutumunu belirten bir ayrı ve­ sikasıdır. " Türklük milliyetine bütün zıt bir şekilde fi­ renklik manasında Türkçülük namıyla tahr(fdarii­ ne ve bidatkarane birfetva ile Türkçe kamet et di­ ye benim gibi başka milletten olanlara teki([etmek hangi usulledir. . . " (Mektubat s. 398-399). Risalelerde yer yer münasebetli münasebetsiz Kürt­ çülük kelimesi tekrarlanarak, indi görüşlerle Kürtçülük fikirleri telkin edilmektedir. Zaten Said Nursi, bazı kere (Saodo Kürdi) diye imza atıp kendisinin Kürtlüğünü ay­ rı adet ve örfde olduğunu belirtir (Nur Aleminin bir anahtyarı s. 43). Risalelerde Türkiyemiz nisbi bölgeler� , parçala­ ra ayrılarak gösterilir: (Mektuba!) risalesinin birçok yerinde ve (Barla Hayatı)nın üçüncü sayfasında bü­ yük puntolarla yazılı " Vilayat-ı Şarkiye" terkibi, coğ­ rafi bir tabirden çok sosyal ve politik bir telmihtir. Türkiyemizin Doğulu ve Batılı vatandaşları arasında bölücü bir aşı aşılama çabası içinde, devlet otoritesi­ ne tehditler savurucu içi kof l afl ar etmektedir. Mese63


la : yine M ektubat'ta, "Ben Said K ürt 'tür, milletiniz­ den olmayan birisiyle teşriki mesai etmek hamiyeti miliiyeye miinafidir " devam eden satırlar ümmetçi­ lik, Panislamizm gibi iflas etmi ş, milli şuuru zedele­ yici fikirleri telkin edip durur. Ayn ı kitabın 3 9 83 9 9 ' uncu sayfalarında, fonksiyonu sadece Allah'a karşı duaya selata davet eden eza nın Türkçe okunu­ şunu mesele yapıp buna politik bir veçhe verir: "Benim gibi Şafiülmezhep adamlara, hangi usul ile Türkçe kamet teklifediyorsunuz. Benim gi­ bi başka, milletten olanlara teklifetmek hangi usul­ ledir? " diye (Mektubat, s. 398 ve devamında), "is­ tikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için şu mahrem zeyl yazılmıştır " ifadesi ile başlanarak bir taraftan devlet kuvvetlerine ve müesselerine karşı koymak diğer taraftan da Kürtçülük telkin edilmektedir. "Eğer milyonlar ile efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakiki bir vatandaşı ve eskiden beri ci­ had arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kalcf,ırıp, onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki bi­ zim gibi ayrı um:urdan sayılanlara teklifiniz bir nevi usul-ü vahiyane olur, yoksa suf keyfidir. Eş64


hasın Keyfine Tebaiyet Edilmez ve etmeyiz " (s. 3 99) sözleri bunu açıkça göstermektedir. Said-i Nursi dinin kurtarıcısı yahut daha açık deyi­ mi ile dünyayı dini kanunlara uygun şekilde idare etmek üzere güya bir fedai rolünde kendisini takdim ettikten sonra, fikir ve görüşlerine muhalif olanlara hitaben teh­ ditlerde bulunmaktadır. "Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksı­ nız. Kahhar bir el ile cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan, tardedilip ebedi zulumata çabuk atılacaksınız. A rkamdan pek çabuk sizin nemrud­ laşmış reis/eriniz gebertilecek, yanıma gönderile­ cek. Ben Huzur 'u ilahide yakalarını tutacağım . . . Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz. . . ilişirse­ niz intikamım muzaaf bir surette sizden alınaca­ ğını biliniz, titreyiniz. . . Mevtim hayatımdan ziya­ de dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bom­ ba gibi patlayıp başınızı dağıtacak, cesaretiniz varsa ilişiniz, yapacağınız varsa göreceğiniz de var. . . " (s. 400). "Size ihtar ediyorum. Kuran 'a dayanan Risa­ le-i N ur ile mübareze etmeyiniz. Bu memlekete ya­ zık olur. Haşiye: 4 defa m übareze zamanında ge­ len dehşetli zelzeleler (Yazık Olur) hükmünü ispat 65


eder? " denilmektedir. (Afyon Müdafaası, Varak 38 b, A rabi Mesnevi /. 11. noktalar). "Aziz Sıddık Kardeşlerim " diye başlayan teksir ma­ kinesinden çıkma broşürün 3 'üncü sayfasında, Nurcula­ rı takip edenler komünistlik ve zındıklıkla itham edilmek­ tedir. Nur'a ilişenler anarşistlikle itham edilirken (s. 6) müteakip sayfada ise, Nur Risalelerinin rejime muhalif oldukları yazılıdır (s. 7). Kuranıkerim'den, birçok bakımdan ayrıldıkları hal­ de, sırf ruhları telkin altında tutmak üzere: "Kuran 'a da­ yanan Risalei-i Nur ile mübareze etmeyiniz, o mağlup ol­ maz, bu memlekete yazık olur " gibi sözlerle manevi yön­ den tehditlerde bulunup kendi bölücü faaliyetinde hür kalmak ister. ". . . Hem hükümet ve millet ve vatan hem ha­ yatı dünyevisine ve siyasine pek çokfaydası bulu­ nan bu Kuran Lemeat/arına ve de/lalı bulunan Ri­ sale-i Nur 'a değil ilişmek, tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki geçen dehşet!i gü­ nahlara kefaret ve gelecek müthiş belalara ve anarşistliğe bir set olabilsin . . . (Sikke-i Tasdiki Gaybi, eski harf,' teksir, s. 2). Nurcu olmayanlara karşı itaatsizlik telkinleriyle, talı-

66


rikkar sözler vardır. (İşarat-ı Seb'a, s. 363) ve Nurculuk bir cephe olarak ifadelendirilmekte (s. 378 1 ), münafık­ lar sözü ile de hükümet erkanı, kanun ve otoriteye uya­ rak hareket edenler kast edilmekte, bu yolda kırmızı ka­ lemlerle sözlerine önem verilmeye çalışılmaktadır. Yukarıda belirtilen tehditler, uyarmalar ancak gizli bir zümrenin başvurduğu usullerden sayılabilir. Esasen mahrem tebliğlere rastgelinmesi de bunu gösterir. (Yaz­ ma nusha) "İşarat-ı Seb 'a, yirmidokuzuncu mektubun yedinci kısmı şimdilik has ve emin talebelere mahsus­ tur "(sahife numarasız), cümlesi bunların aynı zamanda gizli bir misyon gibi hareket ettiklerini gösteriyor. Kul­ landıkları kırmızı mürekkeple yazılmış kelimeler yalnız reklam edecekleri hususlar içindir (s. 299). Said Nursi bir veli gibi tanıtılır, yeni şakirtler için çeşitli vilayetle­ rimizin isimleri verilerek dua edilir, saf insanlara psiko­ lojik yöndeıttesir edilmek istenir s. 3 1 1 ) . Devamlı şekil­ de neşrin arttırılması telkin edilir (ss. 326-328). Nurculuğun gizli ve anarşist bir teşkilat olduğunu be­ lirten başka bir tebliğde de: Nur talebelerine "Çok ihti­ yat ve dikkatle hareket edip bazı dessas münafık/arz ara­ larına sokmamaları tenbih edilir " (Kur 'an Şakirtlerinin hizmet rehberi, s. . 78) :Türk inkılaplarına karşı olan tutumlarında kışkırtı­ cı beyanları da az değildir: Ezcümle "Mimsiz Medeni­ yet " yani alçaklıkla tavsif edilen günümüz hukukuna hü­ cumlarda bulunulmaktadır. (Mektubat, s. 3 5 ) . Pek çok 67


yerde de şapka giymenin küfür olduğu fikrini aşılama­ ya çalışır: "Bir adam sabah kalkar alnında (haza kafi­ run) - bu kafirdir yazılmış bulunur, yani Avrupa gi­ bi başına şapka giyer ve onu cebren giydirir. . . " (Afj;on Müdafaası, eski harf varak 23). (Tüyak-ı Me �vusiyyet, s. 61) ve (lşaratü-1-lcaaz tercümesi, s. 61) ayrıca, iki mektebi müsibetin şahadetname­ si adlı risalede, Nursi için "hiçbir defa Avrupa şapkası başına koymadı deniliyor. Beyanlarını haklı çıkarmak için de hüccet olarak uydurma bir ibareyi hadistir deyip okuyorlar: "Ahir zamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar alnında kaza kafi­ run yazılmış bulur " (31. mektubun 3 1. lem 'asının ikinci meselesi). "

Bir kere böyle bir hadis delil olamaz. Şapka ile ku­ rulması ise tamamıyla şahsi ve batıl bir tavırdır. Çünkü Müslümanlık şekille değil ruhla, düşünce ve hareketle­ rimizle ölçülür. Said Nursi şapka giymemekle beraber ba­ şına koyduğu çapıtları da hiç bir halde taklit eden çık­ mamıştır. Bir gün, eshapdan bir zat Peygamberimize, Ya Resulullah, kimin Müslümanlığı, efdaldır? diye sordu. Cevap olarak: -Dilinden ve elinden Müslümanların sa­ lim kaldığı kimse, buyurdular. Said Nursi 'nin dili yüzün­ dendir ki şimdiye kadar pek çok kişi yanlış yola sapıp sı68


rasında mahkum bile olmuşlardır. Bu gün onun düzme risaleleri yüzünden Türk Mahkemeleri meşgul edilmek­ tedir. Nursi bir insanın aklına ve doğruluğuna bakarak de­ ğil görünüşüne göre fetva verdiği cihetle, ömrü boyun­ ca gizli niyetlerini acaip ve garip kılığıyla örtmeye ça­ lışmıştır. Kendi medresesine kardeş kıldığı Ezher Med­ resesi'nin üleması ise, şapkanın küfür alameti olmadığı­ na dair müteaddit defalar fetvalar vermişlerdir. Ancak kü­ fürü iltizam etmenin küfür sayılacağını ve bir şeyde dok­ san dokuz küfre ihtimal olup, imana bir ihtimal olsa da yine imana hükmolunacağını kelam kitapları kayıt eder­ ler. Fakat Said Nursi, hiç ilme ihtiyaç kalmayıp sadece risaleleri okumak yeter diye tutturursa elbette bu ciddi ve sağlam cevaplardan haberi olmaz, üstelik kalkar otuz milyon insanı kafir sayar. Nursi ' nin kendi kanaatı ne olursa olsun veya bir akıl hastası olarak, başına ne ko­ yarsa koysun, ancak bu fikirlere karşı dindar Türk mil­ leti daima karşı duracaktır. Nursi, milletimizin Atatürk'e sevgi ve bağlılığını da kıskanıp risalelerde güya kapalı tarzda bir takım telmih­ lerde bulunup, onu, bu kahraman milletin bir kumanda­ nı, maddi, manevi yurdun yükselmesi Türk halkının re­ fahı ve her bakımdan hür ve ileri toplum olması yolun­ da hayatını adamış bir halk çocuğu olarak görmez. Da­ ha doğrusu görmek istemediğinden birçok iftiralarla zi­ hinleri bulandırmaya çalışır. 69


Atatürk'ün manevi şahsiyetine tecavüz sayılan aşa­ ğıdaki satırlar için bilirkişi raporları aynı kanıyı aksett­ tirirler. Atatürk saygısını, onun önderlik vasfını kırma­ ya, onun hizmetlerini küçümsemeye çalışan şu sözlere ibretle bakalım: "Tek gözlü decce/a; ya iman et, yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın " (Barla Mektupla­ rı, s. 53, satır 23). " 1 880 son asırların (Taguti dalalet) inin do­ gumu olup, onun temsil ettigi ruhu dalalete Hz. Kur 'an 'ın ve ondan nebean eden Risa/e-i Nur 'un meydan okumasını gösterir (Tılsımlar, eski harf­ le, teksir, s. 1 95). Maidet-ül Kur'an, s. 3 3 ) de yine cifirle bazı rakam­ lar çıkarır: " 1 880 Tagut Dalaletin dogumu. . . 13 62 Zu­ huru Müceddid " diye (s. 20)'de kendi gelişine Kur'an'da işaret olduğunu yazarak bizzat dalalete kendi düşmüş olur. 1 37 1 Vazi fe-i Hilafetin Mebde-i, 1384 sonu " (s. 1 7) gibi, mükaddesatı kendi şahsi ç1kanna alet etme meto­ duyla risalelerini doldurur. Aynı tarzda (Sikke-i Tasdiki Gaybi, s. 90) da yine cifir yoluyla merkez-i Hilafet gibi kapalı sözler yanında kendi dahiliğinden bahseder. (3 l . mektubun 3 1 . lem'ası) 308. ve devamı sayfalarında Ata­ türk'ü kast eden tefsirler yer alır: "Kuran 'da (Leyatga) kelimesinin lslam decc;aline liifız ve mana ile tevafak et70


tiğini " (s. 3 2 1 ) uydurur. Aynca, R,isale-iNur Sönme:: ad­ lı düzmenin 4,S . 1 9,2 1 .22,27,28, ve 35 .ci sayfalan Ata­ türk ve onun rejimine karşı koyar niteliktedir. Fakat ay­ nı risalenin 3 1 . sayfasında kendisini Mehdi olarak gör­ mekle de niyet ve fikri daha açık şekilde anlaşı lır: "Hazreti Mehdi 'nin Cem 'iyeli Nuran iyesi süf­ yan komi�esinin tahribatçı rejim bidatkaranesini tamir ederek sünneti Seniyyeyi ihya edecek. . . (Mektubat, eski harf c , 2 , s . 292). Bu gibi maksatlı tabirlerle milli duyguyu sarsmak üzere kurnaz bir yol da tutturulur: Güya risaleler komü­ nizm ve dinsizlerle mücadele ediyormuş . . . Ha lbuki bu gülünç bir savunmadır. Zira, dinsizleri hedef tutarken hakiki Müslümanlık yolundan çıkmakta ve çıkarmakta, saf kişilere, din namına kendine has iman ve ibadet esas­ larını telkin e.tmektedir. Diğer taraftan, milli iradeyi za­ yıflatmak, birliği bölmekyolundaki gayretleriyle de ko­ münistlerin arzuladıkları zemini hazırlamak yolunda yi­ ne komünistlerle aynı metotları .işlemektedirler. İnkılap­ ları kötüleyerek halka tahrik edici fikirler aşılamaya ça­ lışmaktadır. Yazımızın başından beri anla şılacağı üzere, risa­ leler daima milli şuuru, Türkün müşterek karar ve benliğini bozrnak, ba lta la mak, emel indedir. Türk harfleri olarak Türkçenin özelliğine uygun şekilde 71


kabul edil en harflere, memleket i çinde dağınık ve keşmekeş içindeki kıyafete derli toplu medeni bir kı­ lık vermek üzere uygulanan kanunlara , hatta topye­ kun rej ime aykırı ve milleti kışkırtıcı telkinleriyle da­ ima risaleler suç unsurları taşıyan yazılardır. (Mesne­ vi-i Nuriyye) adlı risalenin 80-83 . sayfalarında , " l 339 senesi Meclisi Meb 'usana hitaben yazılan hutbe " de dini bir hüküm.et istenmekte, Avrupa medeniyetine, akıl ve fel sefesine çatılıp arkadan Kürdisfan diye laf­ lar getirilmektedir. Bu risale alabildiğine Nurculuk propagandası yaptığı kadar cumhuriyet rej i mine de çatmaktadır. (Zühret-ün Nur, s. 78) 'de ise, m illi mü­ cadele yıllanmızdaki A nkara Hüküm eti hedef tutul­ muştur. Nursi, Doğu illerimizin hamisi rolünü takınan ifadeler kullanarak iyice gülünç derlemeler kurar (iki Mektebi Müsibetin şahadetnamesi veya Divan-ı Har­ bi Örfi, ss. 22-4 1) . Sözler adlı risalenin 745 . sayfa­ sında ise cumhuriyetin muayyen bir devri sapıklıkla itham ediliyor. Cumhuriyet devrinin belli bir partisi de alabil diğine partizanlık yapılarak övülüyor. Böy­ lece Nur Risalelerinin politikaya karıştıkları bir va­ kıadır. Aşağıdaki açık i fadeler de bunu ispatlar. ". . . Nur talebeleri istibdadı izale edeceği ve mübarek milletin dini hürriyetine nail olacağı ka­ naatıyla Demokrat Parti ye müzahir olmuş ve par­ timizin seçimlerde iktidara gelmesine de Anadolu 72


vusatındaki birkaç milyonluk çoğunluğu ile en bü­ yük amil olmuştur. " (Risale-i Nur hakkında Anka­ ra Üniver<>itesi'nde verilen konferans, s. 65) Böyle bir konferansın vaki olmadığını yukarda b�­ lirtmiştik. Sırf siyaset maksadıyla ve üniversite gençli­ ğine de kol uzatmak gayesiyle uydurulmuş bir başlıktır. (Kuran Şakirtlerinin Hizmet Rehberi, s. 94 ve 95) 'de Risalelerin siyaset yapmadığı ifadesine rağmen, aynı ri­ salelerin alt yüzü alabildiğine kötü bir politika yolunda bulunduklarına şahitlik eder. Çok kere toplanan bazı ri­ saleler arasında (D.P) broşürleri, (D.P) genÇlik teşkilatı yazıları ve Menderes'in resimleri çıkmaktadır. Bundan başka Cumhuriyet devri içinde yermedikleri devir (DP) iktidarıdır. Üstelik büyük Türk Askeri Fevzi Çakmak' ın da manevi nüfuzundan faydalanarak, siyasi düşüncele­ rine bir hedef vermek üzere, onun dini kişiliği, ispatı ol­ mayan laflarla istismar edilmektedir. (Barla Hayatı, s. 5) Devletin rejimine, kanunlarına karşı olduklarını gös­ teren ifadeler, bazı kere çok tabii ve dini cümleler ara­ sında zerkedilir. Bu itibarla, risalelere üstün-körü bakıp dinidir, ilmidir, zararsızdır hükmü verilemez, bazen bir cümle dahi, bütün bir kitabın zararlı neşriyat yolunda top­ lattırılmasını amirdir. Kaldı ki risaleler belli bir misyo­ nun taktik kullanarak düzdüğü bir programdır. ***

73


Sonuç olarak diyebiliriz ki din, \nsanı ve toplumu dü­ zenli bir yaşayış içinde mutlu kılan nitelikler taşır. Buna karşı risa lelerin durumuna genel olarak bakacak olursak; bu yazılar hayatı kötü göstermekte, neşe ve hareketi azap­ la karşılar mahiyettedir. Aynca, ruhları, düşünceleri bas­ kı altında tutan, tehdit edici ifadeleri de az değildir. Me­ sela, (Nurun ilk kapısı) adlı risalede: "Üniversiteye git­ meden evvel risaleleri okumayanların büyükfelaketlere düçar olacağı kuvvetle muhtemeldir " deniliyor (s. 1 98). Kitabullah 'ı okumaktan hiç bahis yok. Halbuki o hak ile batılı ayıran ve Furkan olarak bilinen Kuran 'ı okumak ise, fesada sürükleyici züınrecilikten kaçınmayı emreder, nefislerimizi kişilere ve o kişilerin yaran uğrunda esir etmememizi, kendi hür fiillerimizle hesap vereceğimizi tebliğ eder. Yine Kitabı Mübin sıfatını alan Kuranıkeri­ me ve insanlanri aklı selimine karşı, "bütün hakikatler nur risalelerinde öğrenilmelidir " iddiasmda ısrar edip bu yazılan okumayanları sapık saymak sapıtmanın açık bir örneğidir. Bundan başka, semavi kitap olduğuna inandı­ rabilmek için cifirciliğe hurufiliğe başvıirup dini metin­ lerden lehde sonuçlar çıkarmak din yönünden tel' in edi­ lir çünkü, Müslüman inancına göre gaybi bilmek ancak Allah'a mahsus olup kimse bunu tasarru f edemez: Ku­ ran da " Kul la yalemu menfissemavat-i Vel 'ard el gay­ be illallah" buyurulmuştur. Tevil yoluyla Kuranıkerim 'in tefsiri dalnia kötülük­ lere, ayrılıklara sebep olmuştur. Mezhepler tarihi bize bu74.


nu açıkça belli eder. Ve bütün tarikat şeyhi geçinen kim­ selerin bu akılsızca hareketleri, Müslümanları birbirin­ den ayırma ve ulu dinimizi taassuba bürüme, asli şeklin­ den, ruh ve manasından uzaklaştırma yolunda bir gayret olarak vasıflandırı lır. ' Toplum düzeni bakımından ise, istismarcı ve boz­ guncu bir faaliyet olarak beliren bu risalelerdeki açık noktaları özetleyecek olursak: 1- Dindar halkın merakını çekecek şekilde, Tılsımlar, Asay-ı Musa, Zülfikar, Sikke-i Tasdiki Gaybi, Tiryak-ı Meyusiyyet gibi isimlerle piyasa­ ya sürülen risaleler, halka keramet diyepek çok hu­ rafeyi öğretmekle kalmaz aynı zamanda fertleri birbirine ve devlete karşı düşman edecek sinsi ze­ hirini de akıtır. 2- Yine Risaleler: Milli şuurumuzu ayakta tu­ tan, bizleri beraberliğe götüren tarihimize, coğraf­ . yamıza, kahramanlarımıza karşı bağlarımızı zayıf /atıcı ifadeler kullanıp çözülmemizi sağlamak is­ ter. 3- Bu çözülmeye karşı Nurcuların savunduk­ ları veya yerine koymak istedikleri (Manevi zabı­ ta) 'mn ne kadar manevi olduğunu araştıralım: Ri­ saleler etrafındaki birleşme siyasi, içtimai ve bil­ hassa ticari birprograma ve vasiyete dayanır. Şöy­ le ki; risalelerin satış gelirlerinin a) tekrar risale 75


bastırmak, h) Nurculuğun yayılması propaganda­ sı uğrunda hizmet edenlere pay edilmek üzere sar­ .fedilnzesi bu jlkrimızi doğrular. ve böylece (Nur kardeşliği) 'nin hiç de A llah yolunda, millet yolun­ da bir rablfa olmadığını ortaya koyar. 4- Risaleler gizli basılu; pek çok risale teksir­ le çoğaltıldığı gibi, bas111 ve yayın kanununa ay­ kırı olarak, matbu risalelerin bazılarmda basıldı­ ğı yer ve tarih kayıtlı değildİI'. 5- Bu gizli ve kapalt düzen risalelerdeki yazı­ ların içinde de vardır: "Bu mahremdb; bunu her­ kes okunıas111 " "O kapıyı şimdilik açmıyorum " "Makanı kaldırmıyor " gibi gölgeli sözleı; bütün millete açık bir tarik olmadığını gösteriı: 6 - Kuran tef�'iri perdesi alımda, açık dilim izi _ bırakıp gramer ve terkip hataları ile dolu bozuk (fa­ deler kullanarak Türkçemize kasteder. Üstelik Ku­ ran harflerinin bu güne kadar geçirdiği tekamülü bilmeyenleri tesir altında tutmak üzere, (eskimez harflerle yazayım) deyip risale/erin pek çoğunda Arap ha1:flerini yersiz kullanarak kanuna karşı ge­ lir. 7- Medeni kıyafetin dindarlıkla bir ilgisi var­ mış gibi gösterip şapka ve kisve kanununa muha­ lefeti temin etmek ister. 8- Kız çocuklarını okutmayıp eve kapatmayı, erkek çocuklarını da tahsil için Avrupa ya gönder76


memeyi telkin edip milletin eğitim ve öğretim ham­ lesine set çekmeyi arzular. 9- Devletin rejimine muhalefet ettiğini yaz­ makla kalmaz, yerine hilafeti bina etmeyi progra­ mına aldığını ilan eder. Ayrıca aleyhinde bulun­ duğu rejimin birpartisini açıkça propaganda ede­ rekparadoksa düşerse de onun amaet bütünü, bir­ liği parçalamak olduğuna göre dindarlık perdesi altında gizlenip düşmanlarımızın gösterdiği fikir samimiyetsizliğini ortaya döker. 1 O- Müslüman Türk ordusunun başında ayyıl­ dızımızı yükselten, Anadolumuzu eskisinden çok daha fazla Müslüman topluluğu haline getirip bu topraklarda yaşayanların refahını, mutluluğunu kendine ülkü edinen bir millet büyüğü; Gazi Mus­ tafa Kemal A tatürk 'e en kötü sıfatlar uydurur. Şüp­ hesiz ki onun millet içindeki şerefli yerini kıskanan­ lar ancak bu milletin düşmanları olabilir. Bu itibarla risaleler hakiki ve sağlam dini bilgiyi vermek şöyle dursun, tamamen milli iradeyi kırmaya matuf, anarşiye yöneltici bir mahiyet taşımaktadırlar.Ba­ zı kimselerin bu külliyatı bütünü içinde mütalaa etme­ den, gördükleri birkaç mevize özelliğindeki cümlelere bakarak (İslamidir, ilmidir, imansız gençlere iman veri­ yor) tarzında verdikleri hükümler Nur Risalelerini top­ yekun ele almamanın sonucudur, denebilir. 77


ATATÜRK-Dİ N VE LAİKLİK

Atatürk ' ün düşünceleriyle, Türk ulusuna duyuru­ ları nı öğrenmek için başta büyük Nutuk olmak üze­ re, belgelenmiş olan söylev ve demeçler, orij inal kay­ nak olarak elimizde bulunmaktadır. Bu kaynaklar in­ celendiğinde, onun tarih, hukuk, ekonomi, siya set, askerlik, sanat, dil ve din gibi pek çok konu üzerinde konuştuğu, yurdun çeşitli sorunlarına ışık tutan açık­ lamalarda bulunduğu görülür. Tüm bu belgeler içeri­ sinde Atatürk ' ün laik anlayış, din ve vicdan özgürlü­ ğü üzerindeki aydınlatıcı sözleri yanında onun, inanç sömürücülüğüne (dinin istismarına) ya da gerici (ir­ ticai) eylem giri şimlerine karşı büyük bir hassasiyet­ le ulusunu uyanık tutmak istediği açık ve seçik ola ­ rak anlaşılır. Atatürk 'ün dikkatlerimizi çektiği ölçüde konuyu de­ ğerlendirebilmek ve bir zemin hazırlayabilmek için İs­ lamiyetin yüzyıllar boyu oluşan yöresel ve kişisel yorum ve ayrıntılarına ya da uygulanış biçimlerine değil de bu dinin başlangıcındaki durumuna ve temel ilkelerine ve kısaca din kavramına c.leğinmeliyiz. Din sözcüğü, çeşitli dillerde oldukça değişik anlam78


lara gelir. Genel olarak dinin insanları Allah'a ve birbir­ lerine bağlamak anlamına geldiği söylenebilir ( 1 ). Müslümanlık'ta din, "Allah tarafından kurulup men­ sup olanlarını dünya ve ahirette kurtuluşa, esenliğe gö­ türen (itikat ve ameller)den ibaret bir kurumdur" diye ta­ nımlanır. Bu tanım, en geniş kapsamı içinde Kuran'da "Allah indindeki din" olarak anlaşılır (2). Laik anlayışın temelini oluşturan vicdan özgürlüğü­ nün İslam dinindeki yerini vurgulayabilmek için tarih­ sel birkaç noktaya değinmekte yarar vardır. 61 O yılında İslamın doğuşu ile birlikte bu dini kabul edenlere karşı, kabul etmeyenler tarafından türlü yollar­ la eziyet ediliyordu. Bu nedenle ilk Müslümanlar inan­ dıkları yolda huzur içindeyaşayabilmek üzere, Mek­ ke'den Medine'ye 622 yılında göç ettiler. Fakat İslam top­ lumuna karşı bu kez de Mekkeliler silahlı saldırılar dü­ zenlediler. Başlarında Hazreti Muhammed olmak üzere, kendilerini savunmak zorunda kalan Müslümanlarla İs( 1 ) Latincede "religio"nun "religare"den çıktığını v e "bağlanma düşün­ cesi· ·ni anlattığını ve Batı d i l lerinde din anlamındaki ' ' religion ' ' sözcüğünün kay­ nağı olduğ.ımu etimoloj i k araştırmalar göstermiştir. Arapçad2 din, yol, hüküm. mükafat, iyiye karşı iyi. kötüye karşı kötü ola­ rak karşılık görmek demektir. İtaat. bağlanış ve töre olarak da açıklanabilir.

(2) Türkçe'de kullanılan din sözcüğü, anlam bakımı ndan Arapça'daki ile birdir. "Şüphe yok k i din, Allah indinde Müslümanlıktır." (Al-i İmran, s. 3 1 1 9 ) B u ayetteki ibare birkaç anlamda düşünülmüştür:

1- İslamın iman ve ibadetini formüllendiren beş şartı, 2- Sadece iman, 3- Sözde ve i şte doğruluk, doğru yol. (Daha geniş bilgi için bkz.: Neda Ar­ maner: Din Bilgisi, 1 . cilt, Öğretmen Okulları Ders Kitapları, İstanbul 1 976, s. 1 )

79


lamiyete karşı olanlar arasında savaşlar oldu. Bu (gaz­ ve)ler, Müslümanlığı ortadan kaldırmak isteyenlerin tam yenilgisiyle sona erdi. Uzun yıllar Müslümanlara türlü yollarla işkence yapılmış ve acı çektirilmişti. Ancak Mekke' nin fethinde nazil olan bir ayet, ( 1 ) kin yüzünden kimseye dokunulmamasını, eski düşmanlıkların unutul­ masını emretmişti. Bu durum, İslamda inanç ayrılığı yü­ zünden kin tutulmamasının gereğine işaret eder. Ayrıca vicdan özgürlüğü açısından kimseyi dininden dolayı kı­ namanın ya da dinde baskı yapmamanın dayanağı yine bizzat Kuran ayetleridir." (2) Hazreti Peygamber' in zamanında ve onun vefatın­ dan sonra İslam cemaati genişleyip üniversel bir toplu­ luk (ümmet) olmaya başlamıştı. Dünyaya ait işlerin bir­ takım dinsel içtihat veya fetvalara dayalı yani dine ait il­ kelerden hareket edilip bir yargıya varılarak yürütülme­ si adeti yerleşerek şeri hukuk (fıkh) doğmuştur. Zamanla, (içtihat kapılarının kapatılması) yolunun tutulması ile dünya ya da devlet işlerinde katı, dar ve bi­ lim gerçeklerine ters düşen yorumlarla dini fetvaların çı­ kartılarak sözde din düzeninin korunması Müslüman ( 1 ) Maide süresi 5/8 (2) " Dinde zorlama yoktur." (Bakara 2/256) "Sizin dininiz sizin olsun, benim dinim hana yeter." (Kiifirfın 1 06/ l ) "De ki: Ey insanlar! ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. " ( Hac 22/49) " De ki: Ben sadece uyarılardan biriyim." (Nemi 27/92). "Ey Muhammed! Sen öğüt ver, esasen sen sadece bir öğütçüsün, onlara zor kullanacak değilsin . ' ' (Giişiye 88/21, 22).

80


toplumunun gerilemesine ve olumsuz birçok olayların sürdürülmesine neden olmuştur. İslam dininden daha eski bir din olan Hıristiyanlı­ ğın da zamanla aynı biçimde bir seyir izleyerek akla, bi­ lime karşıt olan bir yol tutturması iledir ki çok kanlı bir mücadele verilerek laikliğin yasalar içinde yer alması mümkün olabilmiştir. Burada her iki din arasındaki vic­ dan özgürlüğüne geçiş açısından bir karşılaştırma olana­ ğı sağlamak üzere Hıristiyanlığın gelişim tarihine kısa­ ca bakacak olursak; Hıristiyanlık, aslında küçük cema­ at (Eglise)lerin oluşturdukları din birlikleri olduğu hal­ de Roma İmparatorluğu içinde genişledikçe imparatora karşı rakip bir ikinci üniversel mertebe düzeni kurmuş ve imparatorluğun üniverselliğine eşdeğer dinin üniver­ selliğini (Eglise Catholique) meydana getirmiştir. O za­ man Kayser ve İsa rekabetinde ikincisi üstün gelerek krallara ve Germen imparatorlarına hükmeden, onları aforoz eden, yani kilise cemaatinden kovan bir dinsel ve siyasal otorite ortaya çıkmıştır. Bu durumda İncil ' in "Al­ lah'ın hakkını Allah'a, Kayser'in hakkını Kayser'e ve­ rin" deyimindeki laiklik ilkesi ortadan kalkmıştı. Doğu Roma 'da İmparator İznik Konsilini kurar (M.S.325). Ora­ ya birçok "Cemaat" inançlarının temsilcilerini toplaya­ rak Hıristiyanlığın temel ilkelerini (Orthodoxie) adı al­ tında bir dinsel devlet biçimine koyar. Buraya katılma­ yan (heterodoxe) mezhepler dışarı atılırlar. Bu dine iliş­ kin kongre, aslında siyasal bir otoritenin nüfuzu altında 81


inançların sistemleştirilmesi olduğu için vicdan özgür­ lüğünün ve laikliğin tam zıddı bir durum ortaya çıkmış olur. Bu suretle mezhep farkları reddedilince inançlara karşı hiçbir tolerans kabul edilmez olur. Buna, vicdan ve inanç özgürlüğünün siyasal otorite adına ortadan kalk­ ması demek gerekir. Böylece Hıristiyanl ığın karanlık Ortaçağı ve mezhep kavgaları yüzyıllar boyu sürer. Her iki büyük dinin tarihleri içinde insanların geçir­ dikleri acı deneyimler sonucu din ve vicdan özgürlüğü­ ne dayalı laik anlayışın temeli kurulur. Laiklik kavramı­ na açıklık getirebilmek için laik sözcüğünün ( etymon)u üzerinde kısaca duralım. Antik dillerden Grekçe'de Laos, kitle, halk, toplu­ luk anlamına gelmekte, ondan türeyen Laikos ise din adamı sıfat ve yetkisini taşımayan kimseler için kullanıl­ maktadır. Latince'de Laicus biçiminde geçen bu sözcük Batı dillerinde bu kökten türetilmiştir. Laik kimse, halktan olan, bir başka deyimle de ruh­ ban sınıfına Cleros'a mensup olmayan kimse demektir. Bilindiği üzere� dinler içinde ruhban sınıfı olmayan tek din İslam dinidir. Çünkü din görevleri halktan sayılan kişilerle yapılır. Böylece zaman zaman yaratılmak iste­ nen sınıfsal ayrıcalıklar yapay, olumsuz bir gayretkeşlik­ ten öteye gidemez. Her ne kadar Türkçede ruhani söz­ cüğü kullanılırsa da bu tasavvuf psikolojisinde bireysel bir şahsiyet terimidir. Türk ve yabancı sözlükleri tarandığında laiklik için 82


aşağı yukarı " di n işlerini dünya işlerine karıştırmamak, dünya işlerini dinden ayrı tutmak" biçiminde yalın bir tanım bulunur. Daha kesin açıklama ise şöyledir: (Laic) " Din kurumlarından ve din adamlarından (clerge) emir a lmayan insan. Bunun yanında (ecole la­ ique) din kurumlarından bağımsız olarak eğitim yapan okul, (habit laique) ise, ruhban sınıfından olmayan giyi­ niş olarak tanımlanır. ( 1 ). Laik anlayış, insanlığın çok uzun bir kültür evrimi sonucudur. Bu düşünce görüntüsünün temelinde ussal­ lık ve tolerans normu yatar. Böyle kısa bir yazı çerçeve­ sinde tarihsel evrelere girmemekle beraber, bir iki nok­ tayı hatırlamada yarar vardır. Hümanizmayı doğuran Rö­ nesans ve Reformist hareketler, giderek XIX. yüzyılda pozitivist akımları oluşturur. Laikliğin, devletlerin hu­ kuksal yapılarına yansıması, örneğin Fransa 'da 1 882 'de­ dir. 1 886 yıllarında öğretimin laikleştirilmesi ve 1 905 'te de çıkarılan bir kanunla kilisenin devletten ayrılmasıyla gelişmeye başlar. Eski Türk devletleriyle Osmanlı döneminde laik dü­ şünce ve vicdan özgürlüğü hareketinin birtakım belirti­ lerine ve belgelerine rastlasak dahi gerçek esprisi içinde kesin durum ancak Atatürk 'ün yüksek deha ve girişimiy­ le mümkün olabilmiştir. Yüzyıllar boyu hukuk, sosyal ve eğitsel kurumları dine· dayal ı bir toplumun çok kısa bir ( 1 ) Bkz.: Petit Robert, Fransızca (dictionnair), s. 966.

83


dönem içinde modern ve laik bir düzene geçişi, hiç kuş­ kusuz, yakın çağların dikkat çekici sosyo-politik olayla­ rından biri durumundadır. Tarih boyunca Kuran hükümlerinin donmuş kalıp­ laşmış ve bütün uygarlık araçlarına kapalı bir hale geti­ rilerek yorumlanması, din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılmasını kaçınılmaz bir zorunluluk haline getirmiştir. Atatürk'ün aşağıdaki sözleri, bu gerçekleri tüm açık­ lığı ile bildiğine gayet güzel bir belgedir: "Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanı­ nın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gös­ teririz. Düşünüşe ve düşünceye muhali f degiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle ka­ rıştırmamaya çalışıyoruz. Kaste ve fiile dayanan taassupkiir hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla.fırsat vermeyecegiz." Gerçekten de hem Hıristiyanl ık, hem de İ slam ta­ rihini inceleyecek olursak, dinden politik çıkar, ya da maddi kazanç sağlamak i steyenler daima toplumların inançlarını sömürmüşlerdir. Ayrıca , kara cehalet içe­ risinde bırakılan halk, gerçek din ilkelerinden gittik­ çe uzaklaştırılmış ilkel anlayış içerisinde kaba kuv­ vet gösterileri dindarl ı k olarak gösterilmiştir. Bu tür olaylara yüzyıllar boyu siyasal tarih bilgil eri içinde pek sık rastlanır. 84


Osmanlı İmparatorluğu döneminde dinin devlet iş­ lerine karıştırılmasıyla ortaya çıkan olumsuz sonuçları yansıtan belgeler devlet arşivlerindedir. Çağdaşlaşma ha­ reketlerine karşı koyan tutucuların, bağnazların bu gibi hareketlerine ilişkin somut bir olaya kısaca değinerek, Atatürk'ün laik düzen getirilmesiyle de nelere set çek­ miş olduğunu daha iyi anlayabiliriz: 1 83 1 yılında veba gibi korkunç ve öldürücü bir has­ talık Türkiye' nin sınırlarına dayanmıştır. Hükümet, bu öldürücü salgın hastalığa karşı halkı korumak için gemi­ lerin karantina altına alınmasına karar verir. Fakat tutu­ cular: "Bu bir bid'attır; Karantina denilen şey Frenk ade­ tidir. Ehl-i İslam dininde buna riyaet caiz değildir" diye baş kaldırırlar. Devlet; sağlık, akıl, şeriat yollarının hepsine baş­ vurduğu halde " İstemezük" gürültüsünü bastıramamış­ tır. Tasavvur edilebilir mi ki bu yüzden tam 7 yıl vapur­ lara karantina uygulanamamıştır. . . Yani devlet kaba kuv­ vetin karşısında sinmiş, İstanbul halkını Azrail'in ölüm tırpanıyla karşı karşıya bırakmıştır. Tutucular karantiya karşı direnişini sürdürdüğü için hükümet 1 83 8 yılında Takvim-i Vekai gazetesinde "Edil­ le-i Şer'iye ve Akliye" yani Şer'i ve Akli Deliller baş­ lıklı bir yazı yayınlatmıŞtır. Bu alanda daha pek çok ör­ nek verilebilir. Fetva alınamadığı için matbaanın yurdumuza sokul85


ması 300 yıl kadar gecikmiştir. Aynı şekilde, paratoner­ lerin minarelere konulmasına da karşı çıkılmıştır. İnkılap Tarihi hocalarımızdan Prof. Dr. Enver Ziya Karal' ın belirttiği hususlar konumuza daha da açıklık getirecektir: " 1 40 veya 1 50 yıl önce öğrenciler okullarda yere otururlardı. Okullara sıra konunca hocalar kafir icadıdır diye kıyamet koparmışlardır. Bacaklar sallanarak Kuran okunmasının günah olduğunu öne sürmüşlerdir. Sonun­ da, padişahın önünde hocaların ve çağdaş eğitimcilerin temsilcileri düşüncelerini açıklamışlardır. Varılan uzlaş­ ma şu olmuştur: Kuran dersinde öğrenciler sıraların üze­ rine çıkıp bağdaş kuracaklar ve ders göreceklerdir. İşte din bu biçimde yaşamın tüm konularına girmişti. Dine bağlanan adet ve gelenekler özgür düşünceyi demirden bir çember gibi çevirmişti. Her şeyi dine bağlamak zih­ niyeti cumhuriyet devrine kadar sürdü." ( 1 ). Laiklik bu bakımdan, Türkiye 'de yalnız dinle devletin ayrılması de­ rnek değildir, özgür düşüncüyle de düşünmek demektir. Atatürk, gerçek dindara karşı değildi. O kendi çıkar­ ları yararına dini sörnürünleri, araç olarak kullananları ortadan kaldırmak istiyordu: "Bizi yanlış yola sevkeden habisler, biliniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve te(1 ) Kara!, Enver Ziya, " Devrim ve Laiklik", Belgelerle Türk Tarih Der­ gisi, Özel Yayın, Ankara 1 96�.

86


miz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmiş­ lerdir. Tarihimizi okuyunuz. dinleyiniz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden yıpratan kötülük­ ler hep din kılığı altında küfür ve alçaklıktan gel­ miştir. Onlar her hayırlı davranışı dinle karşılar­ lar, halbuki hamda/sun hepimiz Müslümanız, he­ pimiz dindarız, artık bizim dinin gereklerini, dinin yasaklarını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. A nalarımızın babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bi­ le bizim dinimizin esaslarını anlatmaya kafidir. . . Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir öl­ çü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, ulusun yararına, lslamlığın ya­ rarına uygunsa, hiç kimseye sormayın, o şey din­ dir. /:.,ger bizim dinimiz akla, mantığa uygun bir din olmasaydı, kusursuz olmazdı, dinlerin sonuncusu olmazdı." Her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun başlangı­ cından beri Müslüman olmayan dini cemaatlerin inanç ve ibadet özellikleri tanınıp korunmuş ise de, tarihin ge­ lişimi içerisinde bu tolerans İslama da uygulanıp sistem­ leştirilememiştir. Hatta zaman zaman sosyal, siyasal ve kültürel yaşamı etkileyecek biçimde dinin baskısı Müs­ lüman toplumu üzerinde ağır olarak duyulmuştur. Cum87


huriyet döneminde laiklik, " Hilafet" ve daha dar anla­ mıyla "Şeyhül-lslamhk" otoritelerine karşı milliyetçi ve ilerici bir anlayıı;; hareketi olarak doğar ve uygar bir zih­ niyetin sembolü olarak anayasal düzeyde ilkeleşir. Top­ lumların din birliği geçerliliğin çoktan yitirilmiş olduğu gerçeğini ancak Atatürk, o ileri sezgisi, öngörüşüyle bi­ liyordu. Sultanlık ve Halifeliğin yarı dinsel yarı siyasal bir nitelik taşımasından ötürü ulus egemenliğine doğru atılan adımlarda ters bir durum ortaya çıkıyordu. Birbirini izleyen tarihsel olaylar sonucunda TBMM tarafından 1 Kasım 1 922 'de Saltanat idaresine son veril­ di. 1 7 Kasım'da bir İngiliz savaş gemisiyle Osmanlı dev­ letinin son padişahı yurdu terk etti. 1 8 Kasım 'da Hane­ dan 'dan Abdülmecit Efendi Halife seçildi. Fakat onun birtakım tutum ve davranışları sürdürmesi dikkatleri çe­ ker. Atatürk, Nutuk'ta şöyle demektedir: "Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından ilim icabıdır diye verilemez. Hakimiyet kudretle alınır." "Abdülmecit Efendi, Halifei Müslimin unvanını kullanacaktır, bu unvana başka bir sı­ fat ve kelime ilave edilmeyecektir" diye Refet Paşa'ya yazar. Atatürk şöyle devam eder: "Abdülmecit Efendi, Halifei Müslümin yerine Halifei Resulullah ve babası­ nın adı münasebetiyle Abdülaziz Han oğlu unvanlarını kullanmaktan kendini alamamıştır." Atatürk Ankara 'da ulus egemenliğini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi 'ne gölge düşürebilecek kasıtlı hareketlerden do­ layı endişelerini şöyle açıklamaktadır: 88


"Asırlar boyunca ve bugün de kavimlerin ce­ hil ve taassubundan faydalanarak bin bir türlü si­ yasi ve şahsi menfaat temini için dini alet ve vası­ ta olarak kullanmak teşebbüsünde bulunanların iç ve dışta varlığı yüzünden bu zeminde olanları söy­ lemekten kendimizi a}amıyoruz. Beşeriyette din hakkında bilgi ve duygular her türlü hurafelerden tecerrüt ederek hakiki ilim nuru ile temizlenince­ ye kadar din oyunu aktörlerine her yerde tesadüf olunacaktır." Atatürk daha Kurtuluş Savaşı başlangıcında Türk toplumu için amaçladığının "tam bağımsızlık" oldu­ ğunu belirtmiştir. Türklerin bütün yokluklara karşın zafere ulaşmaları, sömürgeci devletlere indirilmiş bü­ yük bir darbeydi. Bu mutlu sonuç, hiç kuşkusuz sömür­ ge durumundaki toplumlara da ışık tutmakta gecikme­ yecekti. Üstelik, bu hareketin önderi Atatürk, yalnız­ ca savaşın kazanılmasını, bağımsızlığı sürdürmek için yeterli bulmamakta idi. B irçok sosyo-ekonomik geliş­ melerle o, ülkenin kendi kendini idarede özerk (oto­ nom) bir devlet statüsüne kavuşmasını amaçlıyordu. S iyasal düzende istenilen aşamaya varabilmek içinse, halifenin, sosyal hukuk düzenine ve de eğitim alanına yön verici tutumu önlenmeliydi. Çünkü, halifelik, ulu­ sallıktan uzak, evrensel bir örgüttü. Çok yönlülüğü ne­ deni ile, ülkenin çeşitli sorunlarının tartışılmasında sı89


nırları taşan olumsuz durumların ortaya çıkacağı bes­ belliydi . Bu gibi haler, ülkenin bağımsızlığına gölge düşüreceği gibi, yurtiçindeki Türk toplumunun da ege­ menliği zorlanacaktı. N itekim Yeni Türk devleti için­ de halifeliğin kalması için bir büyük Batı devletinin ça­ ba göstermesi, Doğu Müslüman ülkelerini kışkırtma­ sı bunun en belirgin kanıtı idi. İ şte bunun bilincinde olan TBMM, halifelik konusunda tarihsel karar ve uy­ gulamanın zamanını saptadı. 3 Mart 1 924 'te gerçek­ leştirilen halifeliğin kaldırılmasına ne Türkiye 'de ne de dünyada beklendiği kadar tepki gösterildi . Atatürk' ün Türkiye Cumhuriyeti dışına çıkardığı bu örgüte sahip çıkan da olmadı. Böylece, Kurtuluş Savaşı ve devrim­ ler arasında bir engel oluşturan halifeliğin kaldırılma­ sıyla Türkiye laik bir ülke niteliğine erişti. Bundan sonradır ki, yönetim alanında olsun, hukuk ve eğitim açısından olsun birtakım devrim yasalarının gerçekleş­ mesi sürerken, diğer yandan da bu ulusal ve sosyal ha­ reketin içinde dinin varlığı yok olmamış, tüm safiyeti ve içtenliğiyle en büyük makam olan bireylerin vicdan­ larında, gönüllerinde kurulmuştur. Laiklik dinle dünyanın, dar anlamıyla, dinle devle­ tin ayrılığı biçiminde ele alındığında bunun birtakım ya­ salar çerçevesinde ve belirli tanımlar içerisinde yürütü­ leceği açık olarak bilinir. Başta 1 924 Anayasası (Kanun No. : 49 1 ) ve bunu değiştiren 3 1 1 5 sayılı kanun, din ko­ nusunda şu hususları içermektedir: 90


3 1 1 5, 2 'nci maddede: Türk Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi , Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdı r. 49 1 , 69' uncu maddede: Türkler kanun nazarında müsavidirler ve istisnasız buna riayet etmeye mecburdur­ lar. 49 1 , 70'nci maddede: Türklerin tabii haklan şahsın masunluğu, vicdan hürriyeti, düşünce, söz ve neşir hür­ riyetidir. 49 1 ve 3 1 1 5 , 75 'nci madde: Hiç kimse felsefi kana­ atlerinden, ait olduğu din ve ibadetinden dolayı levm edilemez. Kamu nizamının zaruretleri ve kanunların im­ kanları ile tenakuz halinde bulunmamak şartıyla, bütün dini merasime müsaade edilmiştir. Eski anayasanın bu maddeleri açık olarak laikliği ifa­ de ettiği gibi, 1 96 1 Anayasası da aynı laiklik hükümle­ rini kuvvetle belirtmektedir. Atatürk'ün şan ve şerefle dolu askerlik yaşamı ya­ nında, onun laik bir devletin cumhurbaşkanı olarak Türk ulusuna malettiği aşağıdaki yasalar aslında uygar çağdaş düşünme yolunu açan birer atılım hareketidir. Anlam kapsamı üzerinde pek geniş yazılar yazılmış ve de yazı­ labilecek olan bu sosyo-politik ve sosyo-kültürel içerik­ l i değişiklikleri kısa kronoloj ik ifadesi içinde görmek bile işin azametini belirtecektir: 3 Mart 1 924'te 429 sayılı kanunla Şer'iyye ve Ev­ kaf Vekaletleri'nin lağvı ve hilafetin kaldırılmasıyla di­ nin devlet içinde siyasal bir fonksiyona sahip olma ola91


nağı tamamen ortadan kalkıyordu. Onun yerine halkın i­ nanç ve ibadete ilişkin işleriyle meşgul olmak üzere, Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluyor­ du. Bundan sonra peş peşe kabul edilen aşağıdaki yasa­ lar laik devlet statüsüne geçişte birer atılım hareketi ola­ rak önem taşırlar. 3 Mart 1 924, 430 sayılı yasa ile ünlü (Tevhid-i Ted­ risat) Öğretim Birliği Yasası ' nın kabulü. 8 Nisan 1 924, Şer'iye Mahkemelerinin lağvı. 20 Nisan 1 924, Teşkilat-1 Esasiye Kanunu'nun ka­ bulü. 1 7 Şubat 1 925, Aşar'ın kaldırılması. 2 Eylül 1 925, İ lmiye Sınıfı ve devlet memurları kı­ yafeti kararnamelerinin kabulü ve ilanı. 30 Kasım 1 925, Şapka İktisası Hakkında Kanun, Kanun No: 67 1 . 3 0 Kasım 1 925/ 1 34 1 , 677 sayılı yasa ile Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin kapatılması ve Türbedarlıklarla birtakım unvanların yasak edilmesi ve kaldırılmasının kabulü. 26 Aralık 1 925, U luslararası Takvim ve Saatin ka­ bulü. 1 7 Şubat 1 926, 743 sayılı yasa ile Türk Medeni Ka­ nunu ile kabul edilen Evlenme Akdinin, Evlendirme Me­ muru tarafından yapılacağı. 9 Nisan 1 92 8 tarihinde ( 1 924) Teşkilat-ı esasiye Ka92


nunu' ndan " Devletin Dini Din-i lslam'dır" maddesi kal­ dırılır. Ayrıca "tahlif" merasiminde ise "Vallahi " sözü yerine "Namusum üzerine yemin ederim" sözü konulur. 1 O Nisan 1 928, "Laik Cumhuriyet" ifadesinin Ana­ yasa 'da yer alması. 24 Mayıs 1 928, Uluslararası reklamların kabulü. Ka­ nun No : 1 288. 3 Kasım 1 928, Türk Harflerinin kabulü, Kanun No : 1 35 3 . 1 Eylül 1 929, Liselerden Arapça ve Farsça dersler­ inin kaldırılması. 26 Kasım 1 934, Efendi, Bey, Paşa gibi lakap ve un­ vanların kaldırılması. Kanun No :2595. 3 Aralık 1 934, Bazı kisvelerin giyilmeyeceğine da­ ir, Kanun No : 2596. Tüm bu gelişmelerdeki amaç, bir yandan devletin üzerinden dinin vesayetini kal dırmak, diğer yandan da bireyin üzerinde yobazın, bağnaz kişilerin baskı unsu­ ru olmasını önlemekti. Böylece, Yeni Türkiye Cumhu­ riyeti' nin bu karakteristik yasaları ulusun yararına, mutluluğuna ve çağdaşlaşmasına yönelik ve bir insan ömrünü çok aşan gerçekçi atılımlardı. Bu girişimler zincirinde laiklik bağımsız-eski deyimiyle müstakil-bir ilke olmakla beraber, tüm Türk devriminin dayanağı ve genel bir niteliği durumundadır. Bizi burada ilgilendi­ ren, çeşitli ülkelerde laikliğin anlayış, uygulanış bi­ çimleri değil, bizzat Atatürk'ün Türkiye laik devleti, 93


laik hukuku ve laik eğitimıyle neyi vurgulamak istedi­ ğini yine onun söylev, demeç ve tutumları içerisinde kalarak anlamaya çaba göstermektir. Böylelikle Ata­ türk döneminden sonra kişisel veya yazılı yorum ve açıklamalarla saptırı larak kavram kargaşasına itilen la­ ikliğin tanımına daha gerçekçi bir yaklaşım getirmiş oluruz. Atatürk, sahip olduğu dünya ve İslam tarihi kültü­ rüyledir ki, gerçek dinle batıl, yani boş inançları, hura­ feyi, iyi ayırıp tanımlamasını yapmış ve yeri geldikçe de bu konularda toplumunu aydınlığa çıkarma yollarını ara­ mıştır. Sahte dindarlığa, din bezirganlığına karşı ulusu­ nu uyanık tutmak için pek çok vesile ile konuşmuştur. Atatürk'ün din hakkındaki görüşleri açık, kesin ve net­ tir. O, şöyle diyor: "inanıp bağlanmakla mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği gihi bir si­ yaset aracı haline düşmekten kurtarıp yüceltme­ nin pek gerekli olduğu gerçeğini görüyor ve bili­ yoruz. Kutsal ve tanrısal olan inançlarımızı ve vic­ dan işlerimizi, karışık ve değişik olup her türlü çı­ karlarla hırsların kıpırdanış/arından bir an önce ve kesinlikle kurtarmak ulusun bu dünyada oldu­ ğu gibi öteki dünyada da mutluluğunun gerektir­ diği bir sorumluluktur; ancak böylelikle İslam di­ ninin yüceliği belirmiş olur. " 94


Samimi dindar kişi ile çıkarcı yobaz farkını gayet iyi değerlendiren Atatürk, laiklikle dinin, din duygusu ile inanç ve ibadet alanının asla zedelenmeyeceği, ter­ sine manevi bakımdan içtenlikle yücelik kazanacağını iyi biliyordu. Bundan ötürüdür ki, Atatürk psiko-sosyal ve kültürel bir içeriği olan laikliği açıklarken bu nokta­ yı, aşağıdaki sözlerinde görüleceği üzere titizlikle be­ lirtiyordu: "Laiklik prensibinde ısrar ediyoruz. Çünkü,, milli iradenin, insanlığa mal olmuş değerlerin bel­ ki de en mukaddesi (kutsalı) olan din hürriyeti (öz­ gürlüğü) ancak laiklikprensibine bağlanmakla ko­ runabilir." Atatürk'ün baştan başa kahramanlıklar, başarı­ larla dolu hayatında mutlaka kötüleyecek bir tarafı keşfetme çabasında bulunanlar, onun laiklik husu­ sunda gösterdiği titiz tutumdan dolayı rahatsızlık du­ yarlar. İ slamın ruhunun laikliğe uygun olmadığını söyleyenle:in bir bölümü teokratik zihniyetteki aşırı tutuculardır. D iğerleri ise, din ve İ slama karşı olan ko­ münist düşünceye sahip olanlardır. Bu her iki kutup içinde bulunanların ise, hiçbir biçimde özgür düşün­ ceye yer vermeyen totaliter anlayışta oldukları iyi bi­ linir. Konuya daha da açıklık getirebilmek için diye­ biliriz ki: inanç özgürlüğü ile din ve düşünce bağnaz95


lığı arasında daima sürtüşen neg:.ıtif bağlantı tüm ül­ kelerde derece derece sürüp gider. Diğer bir deyim­ le, her türlü tutuculuk (asabiyet) bireye, topluma, re­ j ime baskı yoluyla egemen olma amacı güderken, la­ iklik onun önünde bir engel, bir set gibidir. Onun için­ dir ki, genel olarak, din bağnazları bilgisiz halk yı­ ğınlarına laikliği kılık değiştirmiş bir dinsizlik ola­ rak telkin ederler. Hiç kuşkusuz böyle bir sav taraf­ sızlıktan ve obj ektikflikten yoksundur. Aynı zaman­ da belli amaçlara yönelik açık bir saptırmadır. Oysa, laiklik ne dinsizliktir ne de din düşmanlığıdır. Çünkü laiklikte dinsel inançlara karşı negatif bir tavır takın­ ma bahis konusu olamaz. Bu ilke, bireylerin din ve vicdan özgürlüğünü egemen kılmak üzere hukuk ve eğitim bakımından dinin baskı sını (neutraliser) et­ mek demektir. İşte bağnazların anlamak istetemedi­ ği husus, dinin birey ve toplum içinde varlığını tüm içtenlikle sürdürmesi değildir. Gerçekleri görmezlik­ ten gelip baskıcı bir yönetim biçimini getirebilmek­ tir. Çağının daima ilerisinde olan Atatürk 'ün düşün­ celeri, II. Dünya Savaşı ' ndan sonra uluslararası bel­ gelerde açıktan yer almaya başlamıştır. Din ayrımı­ nın kaldırılması ve din özgürlüğünün sağlanması hu­ susunda İnsan H akları Evrensel Beyannamesi 'nin 1 8 . maddesi şöyledir: " Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, din veya kanaat de96


ğiştirme hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık o larak veya özel surette öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etme hürriyetini ge­ rektirir." Bu ilkelerin uygar toplumlarda gerçeklik kazanması , yüzyıl lar boyunca süren bir fikir savaşı sonunda kazanılmış bir başarıdır. Atatürk, laik devletin pozisyonuna ve laik tutum ve anlayışına bir diğer açıklamada daha bulunur. "Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrıl­ ması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini tekeffül etmek demektir. Ona göre düzeltiniz." Yarım yüzyılı geçen cumhuriyet tarihimizde, Kema­ lizmin temeli olqn ilkele.-in her biri hakkında Türkiye içinde ve dışında 5ok şey yazılmış ve söylenmiş bulunuyor. Bu ilke\er arasında laiklik, kitap, makale olarak yo­ ğun bir yayına, konferans, panel ve sempozyum olarak da tartışmaya konu olan bir inkılap ilkemizdir. Laiklik için açıkça, Türk toplumunun sürekli güncel konusudur denilebilir. Gerek yurdumuzda, gerekse uzak, yakın ül­ kelerde olagelen birtakım olaylar, yankılar gün geçmez ki bireysel ve sosyal ayıdan bize laikliğin ileri, üstün ve toplayıcı niteliğini anımsatmamış olsun. Laiklik, siyasal olduğu kadar eğitsel ve daha ge­ niş deyimiyle, kültürel yaşantıya yön veren bir rol e \

97


sahiptir. Yüce Atatürk'ün önderliğini yaptığı bu ba­ şarıl ı girişim ile Türk ulusu, bireysel ve toplumsal ba­ kımdan açık ve aydınlık bir düzeye çıkarılmıştır. Böy­ lece, Türkiye, cumhuriyet rej imini niteleyerek ondan ayrılmaz bir bütünlük gösteren bu devrim ilkesi, di­ ğer devrimlerin hem tabanı hem de garantisi olmuş­ tur. Laikliğe bu bakımdan, cumhuriyetimizin en önemli tarihsel olgusudur diyebiliriz. Çünkü, bu ba­ şarıl ı girişim ile teokratik ve çökmüş bir ortaçağ im­ paratorluğu yerine, çağdaş bir devletin doğuşu, sko­ lastik bir eğitim yerine, vicdan özgürlüğü kavramını getiren zihniyetin yasalarla perçinlenmesi mümkün olabilmiştir. Yansız ve tarafsız olarak tüm bu belge­ ler arasında, biz Atatürk ' ün din ve dine ilişkin, yani İslam dini, l aiklik, hilafet ve irtica üzerinde yapmış oldukları konuşmaları bir araya getirdiğimiz zaman, açıkça şunu göstermekteyiz: Atatürk ' ün bir yurt so­ runu olarak en çok üzerinde durdukları ve açıklama­ larda bulundukları konu din ve laiklik alanıdır. Bu­ nun gerçek nedenlerini de . bizzat kendi sözlerinde bulmaktayız. "Biz ilhamlarımızı, gökten ve gaibden değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de uluslar tarihinin binbirfacia ve ıstırap kaydeden yaprak98


!arından çıkardığımız sonuçlardır." Düşünce ve inanç özgürlüğü demek olan laiklik il­ kesi, Atatürk'ün dünya görüşünün kilit önemindeki öğe­ si, bütünüyle Atatürk devriminin genel karakterini belir­ leyen özelliğidir. Bilim ve sanatın gelişmesi, bilimsel düşünüşün toplumun yönetimine egemen kılınması, ka­ dın haklarının tanınıp gerçekleştirilmesi ancak laik bir ortamda olabilir. Kutsal sayılan konulanla inanç ve dü­ şünce farklılıklarının dünya işlerinde dayanışma ve iş­ birliğini engellememesi ortamı demek olan laikliğin, bu niteliği ile demokratik bir toplumsal ve siyasal düzenin de vazgeçilmez gereği olduğu açıktır. Bütün bunları, de­ rinden ve bütün kapsamıyla kavramış olduğu içindir ki Atatürk şunları söylüyordu: "Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler ve mec­ zuplar ülkesi olamaz. En gerçek, en doğru tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve gerekleri­ ni yapmak, insan olmak için yeterlidir." Yüzyıllar boyunca her şeye dinsel açıdan bakma­ ya alışık bir Doğu toplumunun laikliğe yöneliverme­ si kolay değildir. Bu nedenle Atatürk gerici tavır ve eylemler karşısında kesin ifadelerle konuşmuş ve Tür­ kiye Cumhuriyeti ilkelerine bağlı olan herkesin de disiplinle böyle hareket etmesini istemiştir. O şöyle 99


der: "Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyidlerin, çelebilerin, babaların emirlerin arkasından sü­ rüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden in­ sanlardan kurulu bir topluma uygar bir ulus gö­ zü ile bakılabilir mi? Ulusumuzun gerçek görü­ nüşünü yanlış anlamda gösterebilen ve yüzyılar­ ca göstermiş olan bu gibi unsurlar ve müessese­ ler. yeni Türkiye devletinde, Türkiye Cumhuriye­ ti 'nde sürüp gitmeli miydi? Buna önem verme­ mek, ilerleme ve yenileşme adına en büyük ve düzeltilmesi imkansız bir hata olmaz mıydı ?. . Biz her vasıtadan yalnız ve ancak, bir bakımdan fay­ dalanırız. O da şudur: Türk ulusunu uygar dün­ yada, layık olduğu mevkiye çıkarmak ve Türkiye Cumhuriyeti 'ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha ziyade kuvvetlendirmek. . . ve bunun içinde istibdat fikrini öldürmek." (Büyük Söy­ lev) 'den Tanzimat'taki ıslahat hareketleri niye başarılı ola­ madı. Çünkü teokratik temel ve düzen üzerine Batı medeniyeti kurulmak istendi. Bu iki karşıt kutup bir­ biriyle birleşemezdi, kaynaşamazdı. Tanzimat kurum­ larında ve her alandaki ikilik buradan geliyordu. Ve Atatürk açıklamalarıyla, metot olarak, din eğiti1 00


minin de nasıl olması gerektiği hususunda yol gösterir: "Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması gerekir." O büyük insan Türk milletinin gerçekleri görmesini isteyerek şöyle der: "Gerici fikirleri güdenler belirli bir sın?fa dayanacaklarını sanıyorlar. Bu katiyyen bir vehim­ dir, zandır. ilerleme yolumuzun üstüne dikilmek is­ teyenleri ezip geçeceğiz. Yenilik vadisinde dura­ cak, değiliz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor. Biz bu ahengin dışında kalabilir miyiz? " (2. 12. 1 923). "Uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar." (1925) "Uygarlık tarikatı Türkiye: Şeyhler, dervişler memleketi olamaz. Ölülerden, yardım ummak uy­ gar bir topluluk için lekedir. Ortada bulunan tarikatların gayesi kendilerine bağlı olan kimseleri dünyevi ve manevi hayatta mutlu kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin bütün şümıllü ile uygarlığın göz kamaştırıcı ışığı karşısındafilan ve falan şeyhin irşadiyle maddi ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar top­ luluğunda var olabileceğini asla kabul et101


miyorum . . . Türkiye

Cumhuriyeti. şeyhier,

dervişler,

müridler meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emrettiği ve istediğini yapmak insan olmak için el­ verir." (1 Eylül 1 925). "Tekkelerin gayesi halkı meczup ve aptalyap­ maktu:. Oysa ki halk meczup ve aptal olmaya karar vermemiştir. Biz dünya uygarlık ailesi içinde bu­ lunuyoruz. Uygarlığın bütün gerektirdiklerini uy­ gulayacağız." (31 Ağustos 1 925). Sonuç olarak diyebiliriz ki; Atatürk, Türkiye Cum­ huriyetini çağdaş temeller üzerine kurarken, Türk top­ lumunu Ümmet Çağı anlayış ve tutumlarından özgür düşünce ve inanca sahip bir Türk ulusu olmanın bilin­ cine kavuşturmak istemiştir. Bunun tek yolu da laikliği uygulamak ve uygulatmaktır. Böylece, Atatürk'ün laik­ liğe verdiği önem, bu ilkenin tüm inkılapçı düşüncenin temeli durumunda oluşundandır. " Bütün yurttaşların kanun karşısında e�it tutul­ ması " demek olan halkçılık, ancak laiklikle müm­ kündür. Çünkü, içinde çeşitli dinlere bağlı uyrukları topl ayan bir devlet, din ve dünya işlerini tamamıyla birbirinden ayırmayacak olursa, her din mensubu için ayrı ayrı yasalar uygulamak zorunda kalacaktır ki, bu 1 02


durum, bütün bireylere eşit muamele yapmayı im­ kansız kılacağı gibi, devletin siyasal bütünlüğünü de tehlikeye düşürecektir. Atatürk'ün duygu, düşünce ve tüm hareketlerinde tam bağımsızlık ve çağdaşlıkla nitelenmiş bir ÜLKE BÜTÜNLÜGÜ amaçlandığına göre, laik devrim il­ kesinin önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Bunun için, laikliğin titizlikle korunması Atatürkçü tutumda baş görev sayılmalıdır.

1 03



KAYNAKÇA

AKŞİN, Sina; 3 l Mart Olayı, AÜ Siyasal Bilgiler Fakül­ tesi Yayınları, 1 970. ALTAY, Fahrettin; "Dindar Atatürk" , Atatürk, Din ve Laiklik, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, Özel Yayını, 1 968. ARMANER, Neda; Laiklik;. Sürekli Güncel "Cum­ huriyet" , 9.3. 1 979. Atatürk Diyor ki. Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, 1 980. Atatürk' ün Milli Eğitimimizle İlgili Düşünce ve Buyruk­ ları, TDK Yayınları, 1 970. ATATÜRK, M.K. ; Nutuk, Maarif Vekaleti Yayını-; :I 962. Atatürk' ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınlan, 1 96 1 . BAŞGİL, Ali Fuat; " Din Hürriyeti " Atatürk, Din ve Laiklik, Belgelerle Türk Tarih Dergisi Özel Yayını, 1 968. BATUHAN, Hüseyin; Laiklik ve Dini Taassup (Laiklik), Türk Devrim Ocakları, İstanbul, 1 954. BELEN, Fahri; "Atatürk Devrimi ve Din" , Atatürk, Din 1 05


ve Laiklik, Belgelerle Türk Tarih Dergisi Özel Yayını, 1 968. BAROK, Sadi-KOCATÜRK, Utkan; Atatürk' ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları , 1 972. BAROK, Sadi; Atatürk - Gençlik ve Hürriyet, Anıl Yayınevi, İstanbul, 1 960. ÇAGATAY, Neşet; Laiklik Nedir? Şeriat Nedir? Türk Tarih Kurumu Yayını, 1 978. ÇAGATAY, Neşet; Türkiye'de Din Sömürüsü ve Laik­ lik, Belleten, Cilt 42, Sayı 1 63 , TTK Basımevi, 1977. DAVER, Bülent; Türkiye Cumhuriyeti'nde Laiklik, An­

kara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, 1 95 5 . DEMİRER, Ercument; Din, Toplum ve Kemal Atatürk, Ankara, 1 969. İNAN, Afet: Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye lş Bankası Kültür Yay., 1 968. İNAN, Afet; M . Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, M.E.Basımevi, 1 97 1 . KARAL, E. Ziya; " Devrim ve Laiklik", Atatürk, Din ve Laiklik, Belgelerle Türk Tarih Dergisi Özel Yayını, 1 968. KARASAR, Niyazi; Laiklik ve Bilimsel Temelleri, 1 06


Atatürk Devrimleri ve Eğitim Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayını. KARTEKİN, Enver; Devrim Tarihi ve Türkiye Cum­ huriyeti Rejimi, İstanbul, l 973. KÖYMEN, Niyazi; Dinsel Bunalımdan Gerçek Hak Y­ oluna. KUNTER, Nurullah; Hukuk ile Din (Laiklik), Türk Dev­ rim Ocakları Yayını, İstanbul, 1 954. NABİ, Yaşar; Tek Yol Atatürk Yolu " Varlık Yayınları ", 1 967. NACİ, Fethi: Atatürk' ün Temel Görüşleri, Gerçek yayınevi, 1 00 Soruda Kitap Dizisi, 1 968. OLCAYTU, Turhan; Dinimiz Neyi Emrediyor, Atatürk ne Yaptı? İstanbul, 1 97 1 . OZANKAYA, Özer; Atatürk ve Laiklik, İş Bankası Yayını, Ankara, 1 98 1 . ÖZERDİM, Sami; Dünden Bugüne Atatürk, Atatürk' e Saygı, TDK Yay., 1 969. PORAY, Nazım; Laiklik Hakkında Misali Bir İnceleme (Laiklik), İstanbul, i 954. SENCER, Muzaffer; Dinin Türk Toplumuna Etkileri, İ s­ tanbul, 1 968. SERTOGLU, Mithat;. "Atatürk ve İslamiyet", Atatürk, Din ve Laiklik, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Özel Yayını, 1 968. 1 07


SHERRILL, Charles H . ; Bir Elçiden Gazi Mustafa Ke­ mal, Tercüman Yayınları, l 00 l Temel Eser. SİNANOGLU, Suat; Laik Kelimesinin Etymonu ve An­ lamları (Laiklik), Türk Devrim Ocakları, İstan­ bul, 1 954. Söylev ve Demeçler, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 1. cilt, 1 945, II. cilt, 1 952, II. cilt, 1 954. TÜTENGİL, Cavit Orhan; Atatürk'ü Anlamak ve Tamamlamak, " Varlık Yayınları" , 1 98 1 . ÜLKEN, Hilmi Ziya; laiklik, AÜ İlahiyat Fakültesi Yayını, Ankara, 1 975. YAVUZ, Fehmi; Din Eğitimi ve Toplumumuz, 1 969.

1 08



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.