Raif Ertem: Avcı'nın notları 1996-2000

Page 1


Dizgi - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Baskı: Ça{ldaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Haziran 2001


RAÄ°F ERTEM

AVCININ NOTLARI 1996-2000

Cumhurlyel



RAİF ERTEM Raif Ertem, tanıdığımda bir hukuk fakültesi öğrencisiydi. Bugün yandaşlarınca yere göğe konulamayan Demokrat Parti iktidarının son yıllarıydı. En beceriksiz hükümetlerin bile

henüz kıramadığı yüzde 215'lik enflasyon rekoruyla ekonomiyi çökertmişler, ancak 12 Eylül yönetiminin egale edebildiği demokrasi karşıtlığıyla da ülkeyi bir kardeş kavgasına sürükle­ mişlerdi. İşte Raif, bu dönemin öğrenci derneği yöneticilerinin önde gelenlerindendi. Beyin takımını oluşturan gençlerdendi. 27 Mayıs sonrasındaki sola açılım döneminde, özellikle Yön dergisinde yadsınamaz katkıları olmuştu. Yıllar sonra Cumhuriyet çatısı altında buluştuk. "Rasgele" köşesinde avcılık ve çevrecilik konulu yazılar yayınlıyordu. Cüm­ lelerinin çoğu tek kelimelikti. Özgün bir biçemi ve sanırım, şair­ liğinden gelen akıcı bir anlatımı vardı. Eskilerin "menhus" (uğursuz) diye niteledikleri hastalığını öğrendiğimizde hepimizin içi yanıverdi. Ama Raif, ya bildiğini gizleyerek bizi işletiyor ya da üzerine kondurmuyordu. Tek yakınması sol omzunun ağrısındandı. "Dok­ torlar yanlış tedavi uyguladıiar. Bir türlü geçmiyor" diyordu. Keyif aldığı rakı ve sigara yasaklanmıştı. "Orhan, hadi

5


Cemiyet'in üstüne gidelim. Bir tek atarız" çağrılarına mazeret uydurmakta zorluk çekmeye başlamıştım. Aynı durum, "Ver

bakalım bir sigara" dediğinde de geçerliydi. Bazen uzanıp masanın üzerinden kaldıramadığım paketten alır, bana da yak­ mak düşerdi. Güçten tümüyle düşene kadar gazeteye gelmeyi ve yazısını yazmayı aksatmadı. Ama çaresizlik içinde beklemek zorunda olduğumuz an gel­ di. Raifin aramızdan ayrıldığını, Çatalca Devlet Hastanesi'nden açılan bir telefonla öğrendik. "Görülmüş Şey değil" (Doğal

Yaşamdan Teneke Uygarlığına, Çağdaş Yayınlan, 1996, sayfa 169) başlıklı yazısında sanki 16 Haziran akşamını görmüştü.

"Akşamdı. Güneş rakı burcuna girmişti. Denize karşı. Koyu mavi deniz, açık mavi gök. Tatlı tatlı kesişiyorlar. Dalmışım. Son­ suzluk. Huzur..." Saygı ve özlemle anıyoruz.

Orhan Erinç

6


DENİZLERE YABANCI Ey aşk sen her şeye kadirsin diye çıktık yola! Meşk gözü­ künce vazgs:çtik aşktan... Yalnızca kendimizi sevmekmiş aşkı­ mız. Bizden sonrası tufan. Balıkların yumurta zamanı. Birler binler olacaklar. Birlerin ölümü binleri götürecek. Zaten beş on tür balık kaldı. Korumak zorundayız. Nasıl koruyacağız? Su ürünleri avcılığını düzenleyen bir sirküler yayımlanmış­ tı. l Nisan - l Temmuz tarihleri arasında Ege'de trolle avcılık ya­ saklanmıştı. Arkasından Tanın ve Köyişleri Bakanlığı açıklama yaptı. Yasağın uluslararası suları da kapsadığını belirtti. Sevin­ miştik. Egeli balıkçılar çok sevinmişlerdi. Sevindiler de! Sevinçleri uzun sürmedi. Karadeniz'den Ege'ye inen trolcülerin tepkisi galip geldi. Karar bozuldu. Bakan­ lık önceki gün açık sulardaki yasağı kaldırdı. Sözde uluslararası sularda. Lafta... Ege'de trolle avcılık serbest sayılır artık. Egeli balıkçılar üzgün, kırgın. Bakın ne diyor Foça Su Ürün­ leri Kooperatifi Başkanı Sayın Necdet Turguttekin açıklama­ sında: ''Akıl ve sagduyu yenildi. Benden sonrası tufan mantıgı ka­

zandı. Bu mevsim, balıkların en yogun şekildeyumurtalı oldugu bir 7


dönem. Yumurtalı balığı kendi sularımızda ya da uluslararası su­ larda tutmanın ne farkı var? Uzun vadeli düşünüldüğü.nde Ba­ kanlık bu kararıyla balıkçılığımıza ve balıkçılıktan geçinen in­ sanlarımıza kötülük etmiştir. Bu karar sonucunda sadece ulus­ lararası sularda değil, kendi sularımızda da trol avcılığını ser­ best bırakmıştır. Birkaç sahil güvenlik botuyla yüzlerce teknenin nerede avlandığını denetlemek olanak dışıdır. " Yasağın kaldırılmasında Karadenizli trolcülerin etkili oldu­ ğu kanısı yaygın. Zaten yasakla birlikte Ege'ye akın eden onlar. Ortalarda dolaşan bir söylenti daha var: Başbakanımız Karadenizli de ondan. İnanmasak da söylentiler dolaşıyor. Dansı başbakanımızın başına... Marmara ve Ege'de yüzlerce tür balık yaşıyordu. Marma­ ra'da bitirdik. Göç yollarını gözlüyoruz. Ege'de de beş on türe in­ di. Yok oluş sırası Ege'ye geldi. Günahı vebali bizim kuşakların boynuna. On on beş yıl ön­ cesine kadar denizlerimiz balıktan geçilmezdi. Bizden sonraki balıkçılar ne yapacaklar? Çocuklarımız ne yiyecekler? Balıklar beynin vitamini. Aklın beslenme aracı. Sonra bize ne diyecekler? ... Türkler, denizlere yabancı. .. Göz koyanlar çoğalacak. Savaşlar barışlar. Balık yemeyen beyinler de düşünemezmiş... Denizlerde yabancı olmamız, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na bağlanmamızdan belli değil mi? Denizleri olup da Denizcilik Bakanlığı olmayan birkaç ülke var. Denizcilik Bakanlığı hemen kurulmalı. Üç yanımız denizlerle çevrili. Göç edecek yer de kalmadı. Yurt edinmek zorundayızAnadolu'yu. Çocuklarımız bizleri affetmeyecekler. Rasgele...

16 Mayıs 1996 8


GÖÇ YOLLARI KESTİ HABITAT il kentsel yerleşim toplantılarının ikincisi. Ga­ zetelerde yazılar, televizyonda, radyolarda, toplantılarda söylev­ ler. "Toplantı yararlıdır, zorunludur. "Bir sevinç dalgası esiyor, yalıyor. İnsanoğlu. Mutlu. Benim içime bir hüzün çöktü. Sevinemedim. Kendime sordum. Milyonlarca yıllık yerleşik düzene geçemedi insanoğlu. Neden? Yanıtı mutlaka bulunmalı. Ay'a iniyoruz. Yeni gezegenler buluyoruz. Yoksa yeni göç yerleri mi arıyoruz? Dünya'ya sığamıyoruz... Göç dalgası durmadan! Düzenli kentler kurmak olanaksız. Her yıl 400 bin kişi dayanıyor İstanbul varoşlarına. Bir o kadar da lzmir-Ankara kapılarına. Avrupa'da, Almanya'da n� kadar yabancı var? Nüfuslarına yakın. Amerika zaten göç insanının barınak yeri. Kent yerleşimini planladınız. Bahçeli düzen ya, katlar ver­ diniz. Yaptınız, oturttunuz. Aradan beş on yıl geçince. Kapılara dayanan insanların baskısına! Dayanabilecek misiniz? İmkansız. Katlara katlar çıkacaktır. Bahçeler yapılacaktır. Yıkılacak, yeniden yapılacaktır.

9


Azmanlaşacaktır. Üç beş yıl sonra görenler. Kenti tanıya­ mayacaktır. Kentsel yerleşim değil kanımca. İnsanın yerleşimi. İnsa­ noğlu bulunduğu yerde doyunabilmeli, bannabilmeli. Göçmen kuşlar neden düşüyorlar yollara? Doyunma, barınma yeri değil mi aradıkları? İnsanoğlu da göçmen kuşlara döndü. Barınaklar hep geçici. Geçici gözle bakıyoruz. Tarlalarımızın arsaya dönüşmesini istiyoruz. Değerlensin di­ yoruz. Satalım, kaçalım... Sokaklar caddeleşsin. Evlerimiz, apartmanlarımız işyeri ol­ sun. Satalım, kiralayalım, gidelim. Göç göç göç... Dedim ya HABITAT il. İçime bir burukluk getirdi. Aklını kullandığını söyleyen insanoğlu. Kendine bir yurt, yöre edine­ medi. Yerleşik düzene geçemedi. HABITAT'ların ikincisindeyiz. Üçüncü, dördüncü, sonsu­ za doğru uzar mı dersiniz?..

Köyler, kentler arasındaki göç. Uluslararası şekle büründü. Kıtalar arası göç kapımıza dayandı. Sanırım çok uzun olmayan bir süre sonra. Gezegenlerin kapısını çalacağız. HABITAT'ı o za­ man nasıl toplayacağız?.. Göç eden yaratıklar! Bazı kuşlarla insanoğlu kaldı. "Kuş be­ yinli" sözcüğü de nereden doğdu? Kuşlar kanatlarıyla, bizler uçaklarla uçsak da! Uçmakla kaçmak arasında! Bir çağrışım mı var?.. Kanatlan olmayan insanoğlu. Uçakları yaptı. Göç. Daha hızlı göç... Gezegenlere ulaşamazsak. Göç edecek yer kalmadı. Geze­ genler hayal daha. Ne yapacağız?

10


Yapacağımız belli. Barındığımız, doyunduğumuz yerleri yurt edineceğiz. Ülkemize özgü. Yalnızca Ege, Marmara değil; Anadolu. İçini, doğusunu, kuzeyini, güneyini de yaşanacak duruma getir­ mektir çözümü. Geçen yerel yönetim seçimlerinden sonra ne düşünürsünüz bilemem. İşimiz Allaha mı kaldı? Rasgele...

6 Haziran 1996

11


PENCEREMDEKİ KEDİ, KAPIMDAKİ ÇAKALLAR, SOKAKTAKİ ÇOCUKLAR... Delinar çiçek açtı. Kırmızı gülle yarışıyorlar. Bakış atıyorlar birbirlerine. Kızarıyorlar. Yanıyorlar, yanıyorlar. Gül, delinar. Mevsim bahar. Sevdalanmışlar. Ama havada bir gariplik var. Bu nasıl bahar. Yaza giriyo­ ruz. Güneşi göremiyoruz. Pencereyi açtım. Bir soğuk dalgası yaladı. Günlerden geçen pazar. Haziranın on altısı. Yıllar öncesine gittim. 62, 63 yılları olacak. Haziranın altılı bir günüydü. Sabah kapımı açtım. Karşılayan kardı. Boğaza karşı. Bugünkü hava kar havası değil. Bulutların gözü yaşlı. Yağ­ mur yağdı yağacak. Karşımda delinar. Gül gülücüklerini salıyor. Biraz da tedirgin. Esinti vurdukça titriyorlar. Açık penceremin önüne bir kedi geldi. Başını hafiften içe­ ri soktu. Gözleri kıpış kıpış. İçeriye girmek istiyor. Onay bekli­ yor. Bakışlarımdan onayı alamadı. Başını çerçevenin üstüne koy­ du. Rüzgar tüylerini savuruyor. Gözlerini açıyor, kapıyor. San­ ki yalvarıyor. Belli, bir ev kedisi. Yavruyken alınmış. Sevilmiş oynanmı ş. Büyüyünce fazla gelmiş. Sokağa salınmış. Üşüyor, aç. Kendi gücüyle doyunmaya, barınmaya alışık değil. Avlana­ mıyor, doyunamıyor. Yağmur, esinti. Sığınacak yer arıyor. Doğa koşullarında yaşam. Her canlının harcı değil. Yine yıllar öncesine gittim. Enez'deyiz, av barakamızda.

12


Hava kopardı. Yağmur kara çevirdi. Çeltik tarlaları doldu. Dona çekti. Buz... Doğanın hayvanına barınacak yer kalmadı. Sığınacak bir avuç kara parçası yok. Kapımız tıkırdıyor. Açtım. Çakal yavruları. Hemen içeriye daldılar. Fazla da git­ miyorlar. Kapının eşiğinde duruyorlar. Gözlerinde korku. Tir tir titriyorlar. En çok korktukları insanoğlu değil mi? Şimdi insanoğluna sığınıyorlar. Başka olanakları yok. Yaşamak, yaşayabilmek. Donlar çözülünceye kadar baktık. Köpeklerimizle de dost oldular. Havalar düzelince saldık. İnan olsun gitmek istemediler. Köpekler arkalarından kovaladı. Penceremdeki kedi. Gözlerini bir açıyor, bir kapıyor. Başı­ nı sallıyor. Göz göze geliyoruz. Alsam biliyorum. Kedi kediler olacak. Denedim. Kovala­ maya da içim el vermiyor. Umudu kesti. Kendiliğinden gitti. Akşam karanlığı da çök­ tü. Kentin yüzü iyice karardı. Akşam! İşte oldu akşam. Gül, delin�r. Artık birbirlerini göremiyorlar. Sokaktan ço­ cuk sesleri geliyor. Çiklet, mendil satıyorlar. Doyunacak, barı­ nacak olanaklar arıyorlar. Yine yıllar öncesine gittim. Galata Köprüsü eski yerindey­ di. Bir gece vakti. Köprüaltında doyunuyorduk. Çocuklar barı­ nacak yer arıyorlardı. Doyurduk. Kapı önlerine kıvrılıp yattılar. Hey insanoğlu! Doğaya ne kadar yabancı. Kurduğu kentlere bile! Yerleşe­ miyor. Yerleşim konferansları topluyor. Hem doğru, hem de acı. Rasgele... 20 Haziran 1996

13


ÖLDÜREN ARMAGAN Fotoğrafta. Mavi gömleğiyle, beyaz okul yakasıyla. Gözle­ rinde başarının ışıltısı, yaşam umudu. Kartal' da, Yakacık'ta, ortaokulda. 14- 15 yaşlarında. Sınıfını teşekkürle geçti. Üstün başarısını ailesi ödüllendir­ di. Bisiklet aldılar. Nasıl da mutluydu. Binince bisikletine. Dünyalar onun oluyordu. Bilirim bisiklet tutkusunu. Anılarımda yaşıyor hala. Ne çok istemiştim bir bisikletim olmasını. tık, orta öğrenim çağlarımda. Alamamışlardı. Bisikletli görünce. Bakakalırdım ardından. Gözden yitince­ ye dek. Bisikletin üstünde düşlerdim kendimi. Mehmet Kuyumcu'nun düşü gerçek oldu. Önceki gün bisik­ letine atladı. Dünyalar onundu. Yaşam sevinci. Başarının mutlu­ luğu. Tam sokaktan caddeye çıkacaktı. Gün karardı. Arabanın altında kaldı. Öldü! Gazeteler

"öldüren armağan "başlığıyla verdiler haberi. Kı-

rık bisiklet parçalarını evine getirdiler. Arkadaşları. Mehmet Kuyumcu?.. Arabasıyla çarpan Sedat Çelik. 19 yaşında. Tutuklandı.

O da evine dönemedi. İki genç. Biri sonsuza göçtü. Biri cezaevinde ...

14


Kim ayırdı aramızdan onları? Teneke uygarlığı! Şimdi ağabeyi, ailesi. Üzgünler.

"Niye aldık bisikleti" diye

pişmanlık duyuyorlar. Eziliyorlar. Biliyorum teselli etkisiz. Ama yine de bilesiniz. Yürürken de kalabilirdi bir arabanın altında. Arabalarla ulaşım, taşımacılık. Teneke uygarlığı. Ortalama

20 can alıyor her gün. Yılda 8-10 bin. Bisiklet yolu var mı sokaklarımızda, caddelerimizde? Ya­ ya yolu bile yok. Bisikletliyle, yayaya yer yok kentlerimizde. Caddelere sokaklara bakın. Yollarda yürüyen arabalar. Yü­ rümeye çalışan. Kaldırımlar, duran arabaların. Park yeri. Yola in­ meden kaç adım atabiliyorsunuz kaldırımlarda? Geçebiliyor mu­ sunuz yolun karşı yakasına? Arabalara kurulmayanlar! Nerdeyse adamdan sayılmıyorlar. Durmadan TEM yollan yapıyoruz. Boğazlara, körfezlere köprü. Ankara'ya hızlı tren kaldırmıyoruz. İzmir'e gemi! Üç ya­ nırnız denizlerle çevrili. Ne yol ister, ne de yol bakımı. Öğrencilik yıllarımızda gemilerle giderdik İzmir'e. Şimdi otobüslerle gidiyoruz. Haftada bir gemi kalkıyor. O da arabalarıyla birlikte olursa taşıyor insanları... ·

Bir milyonu bulmayan bütçemizle Erzurum'a demiryolu dö­

şedik.

"Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan " diye övün­

dük. Şimdi trilyonlarla konuşulan bütçemizle! Ankara'ya hızlı tren kaldıramıyoruz. Aslında kaldırmıyoruz. Rayları sökmesini biliyoruz, tersaneleri kapatmasını. Bir de TEM yolları yapmasını. Kent içinde de minibüs, otobüs taŞımacılığı. İşyerimizde de evimizde de kapımızın önünde oiacak özel arabamız. Sanki kapımızdaki at!

15


Neden raylı sisteme geçmiyoruz? Yöneticilerimiz istemiyorlar. İnsanlarımızın ölümü pahasına! Teneke uygarlığına kucak açıyorlar. Unutmadık, unutmayacağız. Elbet bir gün hesap soracağız. Rasgele ...

27 Haziran 1996

16


KARALARIN DENİZİ KARADENİZ, EGE, MARMARA... Karalar denizleri paylaşırken. Karadeniz'i paylaşamamışlar. Asya ile Avrupa. Yarışa yarışa. Kucaklamışlar. Ortaklık kurma­ ya karar vermişler. Ortak yararlanmaya. Karadeniz. Kara değil. Karaların denizidir. Bereket taşır ka­ ralara. Bulutlarının gözü yaşlıdır. Mutluluktan ağlar. Yağmur olur dökülür. Ekinler boy verir. Ağaçlar yeşerir. Yeşilin kucakladığı bir mavidir Karadeniz. Yavru zamanı balıklar akın ederler. Akdeniz'den, Ege'den, Marmara'dan. Göç göç. Besler büyütür. Doyunmasını, barınmasını, yüzmesini öğ­ retir. Kıskanç değildir. Yine salıverir geldiği yerlere. Nehirler, ırmaklar, dereler. Karadeniz'le kucaklaşmadan ya­ pamazlar. Akarlar. Gürül gürül akarlar. Karadeniz'e. Esintisi durmaz. Suları oynaşır, devinir. Barındırdığı, konuk ettiği canlıları sever, okşar. Ama nedense insanoğlu. Çoğunluğu. Terk ettiler Karade­ niz'i. Yalnız bıraktılar. Geçen haftaydı dayanamadım. Kıyıcığı­ na yaslandım. Söyleştik, seviştik. Dertleştik. Yakmıyor Karadeniz!

17


- Ben ne yaptım insanog/una? Orta Asya'mn petrolleri üstümden taşınacakmış. Sovyetler Birligi Rusya olalı. Huyu mu degişti? Denizlere yabancı, insan­ lara benzedi. Neler oluyor insanog/una? Ben ne yaptım onlara? iyilikten başka. Düşündüm. Ağlayacaktım. Boğazım tıkandı.

340 bin gros tonluk tankerler, tekneler. Bağrını yarıp yarıp geçecekler. Marmara, Ege, Boğazlar. Aynı kaderi paylaşacaklar. Hemen hemen her yıl. Marma­ ra'nın sulan kadar petrol geçecek. Sızıntısı, akıntısı. Bu denizler­ de canlılar yaşayamayacak. Çarpanlar, çarpışanlar da olacak. Alevler gökyüzünü saracak. Canım Boğazlar. Kıyılarda ya­ şayan canlılar. Bu dünyada cehennemi yaşayacaklar. Çevredeki ekinler, ağaçlar. Alevlerin kucağında kavrula­ caklar. Evler. Üst üste bindirerek yaptığımız apartmanlar. Uğru­ na dövüştüğümüz, insanları banndıramayacaklar. Kül olacaklar. Suda yüzen, havada uçan, karada yürüyen canlılar. Ya kaçacaklar ya da ölecekler. Issız bir çöl olacak. Karadeniz, Boğazlar, Ege, Marmara. İnsanoğlu bu dünyada yaşamaktan vaz mı geçti acaba? Gözden uzak olan gönülden de uzak olurmuş. Bizimkiler ne düşünüyor, ne yapıyor dersiniz. Yönetenler, yönlendirenler. Siyasi iktidarlar, aday olanlar. Yol-Sol arayışında ... Yol arayışında olanlar. Doğruyol, Anayol, Refahyol derken! Yolsuzlukta birleştiler. Bütün yollar yitmiş. Yitirmişiz. Sol arayışında olanlar. Yön bulmakta zorlanıyorlar. Ortayo­ la yöneliyorlar.

18


Amanın ha! Yollar çamurlu, tehlikeli. Yönünü kaybedenleri. Yok ediyorlar. işte böyle Karadeniz. Boğazlar, Marmara, Ege. Rasgele...

4 Temmuz 1996

19


YURT EDİNEMEDİK ANADOLU'YU Bodrum'a indik, torbaya girdik. Ne olacak şimdi? Haydi gözü kör etmeden noktalan koyalım. Bodrum'a in­ dik. Torba'ya girdik. Kentimiz, tatil köyümüz. Bodrum'dan, torbadan çıkmanın en kolay yolu. Tekne ge­ zileri. Denizden daha açık gözüküyor. İnsanın yüreği yanıyor. Bodrum çevresi. Adalar, yarımadalar. Yanmış, yakılmış kapka­ ra kararıyor. Bodrum, bodrum olmak üzere... Yanıklar arasında beyaz Bodrum tipi evler yükseliyor. Ko­ operatifçiler, devremülkçüler. Kara toprak, ak evler. Zıtlık nasıl da batıyor. İnsanı yakı­ yor. Kapkara-apak... Kucak kucağa. Yeşille beyaz kucaklaşamaz mıydı? Torba'nın kumaşı henüz yeşil. Deniz mavi, tepeler yeşil. Akşam saatlerinde, seyrine doyum olmuyor. Yine bir akşam saatiydi. Güneş tüm güzelliğiyle iniyordu. Ortalığı bir kara duman bürüdü. Tam karşımızdaki yeşil tepe. Yanıyordu, yanıyordu. Torba'nın da yeşil kumaşı kararıyordu. Dikkatsiz birisi. Bir sigara attı gitti. Kuvvetli esen rüzgarın da etkisi. Ateş birden büyüdü. Gökyüzünü yalamaya başladı. Yangın!

20


"Ne sigarası" dedi yanımdaki. "Otel motel yapmak istiyor­ lardı. Birkaç yıldır ugraşıyorlardı. Gelecek yıl görürsün. Kara topragın içinden. Ak evler yükselir. Bu işin usulü böyledir... " Demek Bodrum yöresi de böyle kararmı ştı. Ak mantarlar yükseltmek için tutulan bir yoldu. Canını sıkıldı. Köy dar gelme­ ye başladı. Sabahı zor yaptım. Gazeteleri aldım. Bu kez dünyam daraldı. Akdeniz, Ege boyları yanıyordu. Arazi mafyası yine iş ba­ şındaydı. Artık biliniyordu. Yangınlann yüzde 90'ı arazi mafya­ sının işiydi. Kimseye söyleyecek bir sözümüz yok. Arazi mafyasını biz çağırdık. Siyah iktidarlar. Orman suçlularının cezaları af dışın­ daydı. Af kapsamına aldık. Cezalarını hafiflettik. Zaten kaç gün­ lük cezası vardı. Ormanı yakan, af çıkıncaya kadar kaçıyordu. Adını faili meçhul koyduk. Af çıkınca fail de ortaya çıkıyor. İnşaatlara başlıyordu. A­ ma süre uzuyordu. Kısaltma yollarını aradık, bulduk. Yanan yerlere bakıyoruz. Orman hüviyetini kaybetti diyo­ ruz. İki resim, bir dilekçe... Kiralıyoruz, veriyoruz. Bir iki yıl için­ de binalar yükseliyor. Faili meçhuller hep meçhul kalıyor. . Anadolu çölleşiyor. Kimsenin umurunda değil. Yurt edinemedik Anadolu'yu... Bize neden barbar diyorlar? Vurduğumuz, öldürdüğümüz için değil. Nerelere göçmüşsek, yerleşınişsek. Yakınışız, yıkınışız. Çöl! Sonra göç, göç. Yeni yerler aramaya çıkmışız. Anadolu son yeriıniz. Yurt edinmek zorundayız Anadolu'yu! Orman suçları ağırlaştırılmalı. Af kapsamından çıkarılma-

21


lı: "Orman hüviyetini kaybetti" kavramı yok edilmeli. Ormanlık bölgelerin, yanan yerlerin kiralanması, tahsisi kaldırılmalı. Pek yakında başlarız. Yağmurlar yağmaz oldu. Irmaklar akmaz oldu. Göç göç göç. Göç edecek yer kalmadı. l

22

Ağustos 1996


AKKUYU KARAKUYU OLUYOR, MİLLETİN VEKİLLERİ NEREDE? Vekilin görevi, vekaletini aldığı kişilerin, grupların istemi doğrultusunda görev yapmaktır. Yapmazsa ne olur? Azledilir. Vekillikten uzaklaştırılır. Sorumluluğu varsa ce­ zalandırılır. Milletvekilleri için de aynı şeyi söylememiz mümkün mü acaba? Sanmıyorum. Seçilir seçilmez milletin vekilleri. Hemen ayrı bir sınıf oluşturuyorlar. Milletten kopuyorlar. Hatta ücretlerini milletin verdiğini bile unutuyorlar. Hepsi demiyoruz. Doğal olarak bir bölümü. Beş yıl azletmek mümkün değil de ondan mı?.. Nükleer santral olayı. Akkuyu'da kurulmak istenen. Yöre halkı istemiyor. Millet istemiyor. Bir vekili kalkıyor. Nükleer santralı savunuyor. Hem de Çevre Bakanı. Çevrenin korunma­ sından sorumlu bir bakan. Yan bakan... İnsanın aklına takılıyor. Bu bakan milletvekili. Bakan olunca vekilliğini mi unuttu? Kimlerin adına görev yapıyor?.. Bakın, vekaletini aldığı kişiler ne diyor.

"Nükleer santral kurma çalışma/an, son günlerde tarihin en düzeysiz ve mantıksız noktasına ulaşmış bulunmaktadır. Bir yan­ da çam ormanları içindeki Akkuyu 'da atom santralı yapmak için

23


ihale açılırken öte yandan 'Türkiye çöl oluyor' sloganlarıyla söz­ de çevreye sahip çıkılıyor görüntüsü verilmek isteniyor. . . . Refahyo/ hükümeti dışa bagımlı, çürümüş rüşvetçi siste­ min taliplisi o/dugunu belli etmiştir. " Bu sözler, Akkuyu Sürekli Eylem Kumlu'nun. Dünya Dostları Derneği adına da Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Arıkan: "Sadece bizlerin değil, bizden sonraki nesillerin de yaşam­ larını tehdit edecek ve ülkemizi paraya susamış ölüm tacirlerinin çöplüğü haline getirecek olan nükleer santral kurma girişimleri­ ne karşıyız." Yöre halkının, yöre belediyeyerinin de katkısıyla

3-4 ağus­

tos günleri eylemler yapıldı. Millet yaptı. Vekilleri ortalarda yoktu. Millet vekaletini ni­ çin verdi?.. Yanıtını vekillerden bekliyoruz. Bakanlık yapan sorumlulardan.

"Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket bizim. " Biz kimiz? Yalnızca bin dokuz yüzlü yıllarda yaşayanlar mı? İki binli yıllarda yaşayacak olanların hiçbir hakkı yok mu? Bu topraklar üstünde yaşamayacaklar mı? Çocuklarımız, torunlarımız. Diğer canlılar. Hani biz çocuk­ larımızı, torunlarımızı çok seviyoruz ya?..

"Hadi canım sen de... " Hükümetin dışındaki vekilleri milletimizin. Ne yapıyorlar? Çıt yok. Susuyorlar. U dönüşleriyle uğraşıyorlar. Olaylar unu­ tuldu. Zaten istenen de buydu. İki U sırt sırta vermişler. Ne ya­ na dönerlerse dönsünler. U'nun birinin ağzı yukarda kalıyor.

24


Onların amacı kadrolarını kurumlara yerleştirmek. Kurumlan ele geçirdikten sonra. Bir U dönüşü daha yaparlar. Sırtlarında yumurta küfesi yok. Başbakan, Erbakan, yanbakan, dikbakan... Hacı, ana... Derken nükleer sömürgecilerin de sömürgesi olacağız. Buna izin vermeyeceğiz. Vermeyelim. Ne olur milletin vekilleri. Milletin istemini dile getirin. Sesinizi duyurun. Vekillik sorumluluğunu unutmayın! Rasgele...

8 Ağustos 1996

25


AV MEVSİMİ AÇILIYOR Gözünüz aydın, cumartesi günü ayın l 7'si. Av mevsimi açı­ lıyor. Gerçi ben gidemeyeceğim. Teneke uygarlığı yolumu kes­ ti. Yeğenim Besim'in düğününe gidiyorduk. Yol hastanede bitti. Teneke uygarlığını başka bir yazıya bırakalım. Av mevsi­ mine geçelim. Cumartesi günü birinci grup av hayvanlarının avı açılıyor. Üveyik, bıldırcın, tahtalı gibi. Sayıları da sınırlı. Bıldırcın 12, di­ ğerleri günde 1O adet. Kaç gün avlanırsan avlan. Yanında bu sa­ yılardan fazla bulunduramazsın. 26 Şubat günü de mevsim ka­ panıyor. İkinci grup av hayvanlarının avı da 12 Ekim günü baş­ lıyor. Tavşan, keklik gibi. Bu grubun avlanma süresi kısa. 8 Ara­ lık Pazar günü bitiyor. Üçüncü grup av hayvanlarının da avlan­ ma günü 12 Ekimde başlıyor. Ama 26 Şubata kadar açık. Bu i­ ki grup hakkındaki bilgileri açıldığı günlerde verelim. Genel ku­

rallar üstünde duralım. Avlanma günleri çarşamba, cumartesi, pa­ zar, bir de resmi tatile raslayan günler. Diğer günler yasak. Es­ kiden her zaman avlanması serbest olan domuz, çakal gibi hay­ vanlar dahi bu günlerle sınırlı. Bağ bahçe sahiplerinin ürünleri­ ni korumak için avlanmaları, bunun dışında. Bir de tek kurşun, şevrotin kullanabilirler. Sapan, havalı tüfek, havalı tabancayla da avlanmak yasak.

26


Olta, ağ, ökse, kafes, çığartkan, canlı mühre de bu yasağın için­ de. Biz dönelim açılışa. Açılış demek, üveyik avı demektir. Sa­ bahın erken saatinde orman kıyıları tutulur. Gündöndüyü yiyen üveyik. Besili güçlü. Suyunu da içti mi savrulur savrulur. Orma­ na yatmaya gelir. Tam tepende bitiverir. Sana kalmış... Pek de kolay değil. Kanatlan güçlüdür üveyiğin. Kıstı mı jet gibi gider. Arkasından saçma zor yetişir... Vuramayan avcının bahanesi denir. O kadar da olur... Her av vurulacak değil ya. O zaman da av kalmaz. Bu yıl üveyikler şanssız. Yağış düşmedi. Havalar da sıcak gitti. Gündöndü baş saramadan kurudu. Aç, zayıf hayvancık. Korkarım serçeler gibi uçacak. Kaçamayacak. Avın da keyfi ol­ mayacak. Uçamayan, kaçamayan hayvana tüfek atılmaz. İşin be­ cerisi kalmaz. Be�ki etçiler sevinir. Avcılar üzülür. Hiç unutmam. Bir kış günüydü. Kar dona çevirdi. Enez Ova­ sı buz tuttu. Aç ördekler tepemize konacak. Hiç tüfek atmadan dönmüştük. Üveyik tez gider. Açılış günleri, ertesi hafta. Sıkıyı yedi mi, dönüş başlar. Bir iki hafta içinde kanat kalmaz. Eylül baş­ lan. Bıldırcın dökülür. Karadeniz'i geçen hayvancık yorgundur. İlk gördüğü karaya kendini atar. Ereğli sırtlan. Büyük Ev­ ren altlan. -Curnata! Üç beş adımda bir. Çifter çifter kalkar. Artık insafına kal­ mıştır. Hey dostlar. Yeni bir mevsime başlıyoruz. Karamsarlığa y­ er yok. İnsafsız olgulara da. Avcılık bir yaşam biçimi. Doğayla, doğanın yaratığıyla kucak kucağa. Kınma asla. Avcılıkta yeri yoktur. Bu konuya neden geçtim: Geçen gün Ahmet Elitez uğradı. 27


Şarköy'deyıniş. Üzücü olaylarla karşılaşmış. Av açılmadan av­ lanma başlamış. Hatta yasak usullerle. Teyple, çığartkanla. Hem de yetkili, görevli kişilerin çocuklarıymış. Üzücü. Sevgili dostlar, avcılar. Yeni mevsimde hepinize. Rasgele...

15 Ağustos 1996

28


ÇAKIRHAN ŞAKRAN OLUNCA Poyraz imbata döndü. Denizin kokusu geldi. Arkasından se­ rinlik. Ege'nin yakıcı sıcağında. imbatın serinliği. Yaşam kayna­ ğı. Egeliler bilir. Yaşayan. Dalgalar kırıldı. Deniz duruldu. Kıyılarda. Şakran'da. Aldanmayın. Açıklar koparıyor şimdi. Poyrazdan kalan dal­ galar. Ölü dalgalar. İmbatın getirdiği yeni dalgalar. Açıklarda ku­ caklaşıyorlar. Birbirlerine sarılıyorlar. Yükseliyor, yükseliyorlar. Kucak kucağa. Sarmaş dolaş. Yorgun, salınıp dökülüyorlar. Köpük köpüğe. Kıyılar durgun. Balıkçılar ağ çekiyor. Hız tekneleri gösteri yapıyor. Birazdan imbatın dalgalan gelecek. Ölü dalgalar yeni dalgalara yenilecek. Kıyılar da köpürecek. İmbat durana. Güneş inince, imbat da duruyor. Karayla denizin ısı farkı kal­ mamıştır. Güneşin inmesi bir olay olur. Kara dağlann üstüne yaslanır. Salkım_ saçak. Kızarır kızarır. Sulara yansır. Çoluk çocuk bahçe­ lere balkonlara dökülür. Kıyılara dizilir. Şakranda. Doyamazsınız. Bekliyoruz. Biraz sonra. İşin acı yanı. Şakranlılar bu görüntüden uzakta. Çoğunlu­ ğu. Kıyılarda tarlalar arsa olunca! Sattılar. Beldenin içine çekil­ diler. YoJ kıyısına: İzmir, Bergama, Çanakkale yolunun. Burası bambaşka bir dünya. Otobüsler, minibüsler. Kam-

29


yonlar, kamyonetler. Öbek öbek durmuşlar. Kahvelerin, aşevle­ rinin önünde. Yol arkaları görünmüyor. Gelen geçen korkulu an­ lar yaşıyor. Sık sık kazalar da oluyor. Yol gürül gürül akıyor. Gürültü, kara duman. Ne ciğer dayanır, ne de kulak. Burada nasıl oturulur, yaşanır. Oturuyorlar, yaşıyorlar işte.

"Yaşamak buysa şayet." Çakırhan, Şakran olunca. Yaşam koşullarının tutsağı oldu Şakranlılar. tık kurulan Yukarı Şakran. Kıyıdan 8- 10 km uzak­

ta. Dağların, tepelerin üstünde. Geçimi hayvancılık olan insan. Bayırlara, yaylalara yerleşmek zorunda. Hayvancılık tarıma dönmeye başlayınca. Aşağı Şakran do­ ğuyor. Yoldan 4-5 km uzakta. Tarlalara, zeytinliklere yakın. Yukarı Şakran'da hayvancılık, Aşağı Şakran'da tarım. Ge­ çinip gidiyor çocuklar. Geçinip gidiyoruz diyelim. Ellili yıllardan sonra. İzmir-Ça­ nakkale yolu açıldı. Teneke uygarlığı akın etti. Çandarlı Körfezi'nin güzelliği yazlıkçıları çekti. Tarlalar arsa oldu. Satıldı. Cebinde üç beş kuruş gören kahve, dükkan açtı. Siyasi ik­ tidarlar tarımdan, hayvancılıktan desteğini çekince. Hayvancılık öldü. Tarım da can çekişiyor. Zeytincilerin durumunu Sadullah

Usunıi yazdı. Ne bekliyoruz? Yukarı Şakran bomboş. Tek ev yok. Temel kalıntıları hü­ zün veriyor. Bakamıyorsun. İnanamıyorsun.

Aşağı Şakran'da yaşlılar kaldı yalnızca. Köyün ömrü, için­ de kalanların ömrüyle sınırlı. Yaşam kaynağı Yeni Şakran. Umut kapısı.

30


Et, buğday dışardan geliyor. Ne kadar sürer, nasıl gider? Güneş indi. Sahildekiler evlerine çekildi. Bugün de böyle bitti. Yeni bir güne başlarken. Rasgele...

22 Ağustos 1996

31


ATMADIM ATAMADIM, BAGIŞLAYIN BENİ Güneşin kızgın sıcağı. Yakıyor. Çıt yok. Esmiyor. Hani

"Ağustosun yarısı yaz, yarısı kış " derler ya. İkinci yarısındayız. Hava soluk almıyor. İklimler mi değişiyor? Dünya mı değişiyor? Yaşam... A vdayız. Üveyik peşinde. Gözüm yemedi. Attım kendimi barakanın yanına. Arkadaşlar ayrıldılar. Yalnızım, tedirgin. Söz­ de açılış yapıyorum. Başlangıç böyle mi olmalı? Bir yanım su. Terkos. Yeni adı Durusu. Bir yanım orman. Gözlüyorum, izliyorum. Tüfeğim elimde. Kanat yok. Oysa kuşun gezinme zamanı. Gündöndüyü yedi, doyundu. Güneş yükseldi. Susadı. Suyunu içecek, ormana çekilecek. Nerde bu hayvancıklar derken. Birer ikişer akmaya başla­ dı. Çabuk kesildi. Daha yerimizi almadan. Geç kalırsan. Tembellik edersen... Bakınıyorum. Belki de düş kuruyorum. Dalmışım. Pat diye bir kuş kondu. Önümdeki kuru ağacın üstüne. Tüfek elimde. Doğrultmak istedim. Bir karar veremedim. Üveyik mi? Değil mi? İyice baktım. Güneş karşıdan geliyor. Kuş bayağı büyük gö­ züküyor. Sanki gagası eğri. 32


Papağanı andırıyor. Atarsam papağansa. Arkadaşlar beni gırgıra alırsa. "Sözde

avcı olacaksın. Papağanla üveyiği ayıramıyorsun. " Düşünüyorum. Karar veremiyorum. Kuş da kaçmıyor. Sa­ lınıp duruyor. Terk edilmiş sevgililer gibi... Ya üveyikse. Kısmet ayağıma gelmişse. llgisizliğim yüzünden kısmetim kaçarsa. Kaçırırsam. Ne derler?.. Gel de karar ver. Kararsız sevgililere benzedim. Benzettim kendimi... Güler misin, ağlar mısın? Kuş dönüverdi. Yüz yüze, göz göze geldik. Üveyik! Tanıştık, selamlaştık. Kaçmıyor. Dostça bakıyor. Ne yaparsın şimdi? .. Ben onu avlamaya geldim. Karşımda. Eski dostlar gibi sıcak. Uzatsam elimi sıkacak. Konuk gelmiş kapıma. Kovmak, öldürmek insanlığa sığar mı? Olmaz arkadaş. Atılmaz. Konuk gelmiş. Bak ne güzel ba­ kışıyoruz. Avına da çıkmış olsam. Bana sığınmış. Atmadım, atamadım. Elim gitmedi. Uzun bir süre geçti. Git­ meye karar verdi. Hafiften havalandı. Kendini saldı. Sanki eğil­ di "Hoşçakal" dedi. Başımı salladım. "Hoşçakal" dedim. Ayrıldık. Gözümü kuru ağaçtan ayıramıyorum. Gelmesini bekliyo­ rum. Gelmedi. Serçeler boş bırakmadı..Biri gitti, biri geldi. Birçok yeni dost edindim. Orada olduğumu duyan dostlar geldi. Avcı değil. Olayı an­ lattım. "Şimdi biz ne yiyeceğiz?" dediler. Yaşam! Rasgele...

29 Ağustos 19 96 33


EN BÜYÜ K TERÖR TENEKE UYGARLIGI Uygarlıklar kavşağı Anadolu'da teneke uygarlığına mı ka­ lacaktık? Kaldık. Yıllardır yazıyoruz. Otobüs minibüsle yolcu, kamyonla yük taşımacılığı. Teneke uygarlığı. Yurtlarından kovanlar. Getirip ülkemize attılar. Ekim alanlarını, ormanlarımızı yok ediyor. Do­ ğayı kirletiyor. Hepsinden önemlisi. Her gün ortaİama 25 can alıyor. Kitabını yayımladık. "Doğal Yaşamdan Teneke Uygarlığına. " Rasgele yazıyoruz diye ciddiye alınmadı. Önceki gün bir yolcu otobüsü. Bağcılar'da. Kamyonetle çar­ pıştı. 14 kişi öldü, 35 kişi yaralandı. Cenazeler toprağa verilir­ ken. Evvelki gün. 32 kişi öldü, 69 kişi yaralandı. Trafik canava­ rı can aldı deyip geçiyoruz. Trafik canavarını yaratan büyüten kim? Bizlerden. Teneke uygarlığının patronları, yandaşları. Trenleri, gemileri durdurduk, kaldırdık. Karayolu politika­ sına hız verdik. Otobüsler, minibüsler, kamyonlar, otomobiller satılsın diye. Yalnız karayolu kalsın. Çok satılsın. Otobüs, kamyon görüyor musunuz yabancı plakalı. Kaç ta­ ne. TIR'lar var diyeceksiniz.

34


Onlar da tren yolu, deniz yolu olmayan ülkelerde. Bizler gibi. Ankara'ya 4 saatte ulaşacak hızlı tren yolu Bolu'da bekliyor. Tünel yapılacak. Bıraktık. Karayolu için tünel yapmaya hazırla­ nıyoruz. Acı değil mi? Bir milyon lirayı bulmayan Türkiye Cumhuriyeti bütçesiy­ le Erzurum'a demiryolu döşedik. "Demirağlarla ördük!Anayur­ du dört baştan" marşlarıyla övündük. Yürüdük. Gururluyduk. Demirağlan söktük. Tren yapım fabrikalarını kapattık. Karayolculuğu. Boynumuz eğik. lzmir'e gemiyle gidip geliyorduk. Trabzon'a, lskenderun'a. Gemileri kaldırdık. Tersaneleri dağıttık. lstanbul'dan lzmir'e oto­ büsle gidiyoruz. Yüklerimizi kamyonlar taşıyor. Bir gemi kaldıramıyoruz. Ne yol ister, ne de yol bakımı. Üç yanımız denizlerle çevrili. En güvenli, en ucuz taşıma­ cılık deniz yolu. Ancak arabalarımızla birlikte olursa kaldırıyo­ ruz gemiyi. Adını feribot koyduk. Karalan yarıp su yolu yapıyor eloğlu. Biz boğazlan dolduruyoruz karayolu yapıyoruz. Ne demeli? Teneke uygarlığı! Artık canımızı da almaya başladı. Günde 20-30 kişi ölüyor. Yılda on-on beş bin kişi. Bütün Kurtuluş Savaşımızda ölenlerin sayısından fazla. Bundan büyük terör olur mu? Niye karşı çıkmıyoruz bu teröre. Trafik canavarı aldı deyip geçiyoruz. Trafik canavarının aldığı can değil mi? Canımız teneke uygarlığına mı feda? .. Meclis çalışmalarını izliyorum. Tek kelime yok. Milletve­ killerimiz arabalarının tutsağı.

35


Yazarlarımıza bakıyorum. Tek satır yok. Söyleyeceğim ama dilim varmıyor. Devletin ilk görevi can güvenliği değil mi? Devlet nerde, kimlerin yanında diye sorasım geliyor. Teneke uygarlığıyla kalkınmak hayal bile değil. Fabrikaları, tüm tanın alanlarımızı yok ediyor. Dışarıdan buğday alıyoruz. Kendi olanaklarıyla doyunan yedi ülkeden biriydik. Şimdi dışa­ rıya el açıyoruz. Petrol, diğer giderleri kaynaklarımızı sömürüyor. Dışarıdan borç arıyoruz. Tarlalar bitiyor. Ormanlar yitiyor. Yakında yağmurlar yağmaz olur. Irmaklar akmaz. Göller, ırmaklar kurur. Göç göç ... Göç edecek yer kalmadı. Yurt edinmek zorundayız Anadolu'yu. Sahi bizim doğacılar, çevreciler nerde? Rasgele...

5 Eylül 1996

36


AVCILAR, DOGACILAR, ÇEVRECİLER... İŞ YİNE BAŞA DÜŞTÜ! "Yağmur kaçağı" değilim Attila İlhan. Kent kaçağıyım. "Ofuna of ulan lstanbul. "Of çekip kaçıyoruz. Sayfa komşusu ol­ duk ustam. Mutluyuz, saklayamam. Yağmuru bekliyoruz, yağmurlar yağmıyor. Yağmuru çe- . ken ormanlar! Çıplak tepeler artık. Ya da villalar kuruldu. Ara sıra yükü bulutlan çatlatıyor. Üzgünüz. Hele hafta sonları. Tam göç zamanı. Yağmur de­ mek bıldırcın demektir. Denizi geçen göç hayvanı. Gördüğü ilk karaya atar kendini. Kumburgaz, Ereğli sırtları. Karaburun, Ye­ niköy altlan. Avına doyum olmaz. Ne umutlarla düştük yola. Geçen hafta. Sözünü ettiğim yer­ lerin çoğunu dolaştık. Akşamı yaptık. Kanat yok! Yandık, susadık. Terkos kıyısına indik. Yeni adı Durusu. Su­ ya dokunup da içememek var ya! İnsanı canından bezdiriyor. Elimizi yüzümüzü yıkadık. Yine de oh dedik. Barakamızın yolunu tuttuk. Getirdiğimiz kaynak sularından içtik. Halen içe­ cek su buluyoruz da! Aklımız Durusu'ya takıldı kaldı. 37


Hey gidi Terkos Gölü. 1stanbul'un su kaynağı. Musluklar akıyor mu diye sormazdık. Terkos akıyor mu derdik. Getir bir bardak içelim. Çok gerilerde kaldı o günler. Terkos, Durusu olalı. Başına ne haller geldi. Getirdik. İçme suyumuz kamyonlarla taşınıyor. insana acı geliyor. Bu hallere mi düşecektik? Düşecektin Terkos? Uzanan eller okşanıyor. İSKİ haberler bülteninde. "/SKlhal'Zaları korumaya karar­

lıdır" başlığı. Sevindirici. Umut bağlamak isterdik. Aynı gün gazetenin başlığı.

''Aldatıyorlar. Kaynak paketi adı altında yeni rant alanları yaratılacak. S/T'/er paket kurbanı. Kıyılar yagma edilecek. Orman alan­ ları tehlikede. " Haydi gel de umutlan şimdi... Borç ödemek için siyasi iktidarımız. Gününü kurtarmak için. Y annlann yok olma pahasına. Üretime dönük bir şeyler ya­ pamayınca. Zaten beklemiyorduk ya. Orman, SİT alanlarını, kı­ yılarını satarak! Para bulmaya kararlı. Belediyeler, yerel yöneticiler. Neler yapacaksınız şimdi? Yeni düzenlemeler af getirecek. Yapılan ufak tefek yıkım­ lar durdurulacak. Koruma alanlan daraltılacak. Mutlak koruma alanı zaten 300 metre. Şimdi binalar kıyılara yürüyecek. Zaten suyla evlerin kucaklaştığı yöreler çok ya. Gölleri, denizleri doldurarak, yollar yaptık binaların önle­ rine. Sözde suyu kurtardık. Evlerin atıkları nereye? Nedense her siyasi iktidar değişikliğinde. Kıyılarla, orman-

38


tarla, SlT alanlarıyla ilgili yeni düzenlemeler getiriyor. Yağma­ cılar af ediliyor. Dostlara, yakınlara yeni olanaklar tanınıyor. İnsanlarımızın yaşamı pahasına. 1970'1i, 1980'li yıllarda da oldu. Mahkemelerin yıkım kara­ n verdiği evler, villalar af edildi. Doksanlı yıllarda da yenisi. İki

binli yıllarda yaşam alanı kalmayacak galiba. Korkmayın korkmayın. Anadolu'yu yurt edinenler çoğalı­ yor. örgütleniyor. Yargı da arkalarında. Siyasi iktidarlar halkın iktidarı olamazsa! Rasgele ... 26 Eylül 1996

39


AV BİTER, SAVAŞ BAŞLARSA

•.•

Doğada doğal yaratıklar. Avı serbest olanlar. Yok olma teh­ likeleri azınlıkta. Avı tümden yasak olanlar. Yok olma tehlike­ siyle karşı karşıya. Avı yasaklandıktan sonra da! Hiç avlanmayanlar da! Gün gün azalıyorlar. Parklarda bahçelerde. Belli sayılarda. Yaşamla­ rını sürdürüyorlar. Yüzler gidiyor, onlar dönüyor. Hiçbir avcı tü­ fek atmıyor. Bir gün hiç dönmeyecekler. Korkuluyor. Korkunun ecele faydası yok. Beklenen son yaklaşıyor. Neden? Geçen gün bir televizyon kanalında. Nedenleri soruldu do­ ğaseverlere, hayvanseverlere. Yanıtlan tek: Avcılar. Yalnızca bilgisizlikten kaynaklandığını sanmıyorum. Kendilerine bir sorum var. Sokak köpekleri, kedileri gün geçtikçe çoğalıyor da. Evlerde beslenenler neden azınlıkta? Doğanın hayvanı. Evlerin, apartmanların arasına karışma­ ya başlayınca. Takı taklavat. Konfor tutkusu. Termik, nükleer santrallar, fabrikalar! Ormanlar, doğal alanlar azalıyor. Doyunma, barınma yerleri kalmayan doğanın hayvanı. Gö­ çe kalktı. Gittiği yerlerde de olanak bulamayınca!

40


Dünyamızdan ayrıldı. Ölüm yolculuğu. Son... Hiç avlanmayan hayvancıklar da içinde. Hatta çoğunlukta. Hayvanseverlerin verdikleri örneklere baktım da televizyonda! Avcıların hiç tüfek atmadığı hayvanlar. Kartal, atmaca.:. Ne olursunuz hayvanseverler, doğaseverler. İşin kolayına kaçmayalım. Olguyu yalnızca avcıların üstüne atmayalım. Avcılar en son sırada. İnsanoğlu kullandığı, yararlandığı yerleri, şeyleri sever. Sev­ diklerini de korur. Avcı doğadan yararlanandır. Doğayı korur. llk doğayı koruma derneklerini, örgütlerini kuranlar avcılardır. Tüm dünyada. Çevre sorunlarını ilk gündeme getirdiğim günleri anımsıyo­ rum. Gelen tepkileri. Ünlü bir yazanınız, "Çevre sorunları tuzu kuru sanayi iilkelerinin sorunlarıdır, bizim için lükstür " demiş­ ti. Sonra çevre yazılan yazmaya başladı. Ne olur geç kalmayalım. Olguları doğru saptayalım. Saklamayalım. Elbette eli tüfek­ lilerin verdiği zararlar da var. Nesilleri tükenen hayvancıklarda. Avcılann pek etkisi yok. Bir örnek vereyim. Her zaman, her yerde avlanması serbest­ ti domuzun. Daha düne kadar. Ama hiila domuz var. Bir yok ol­ ma tehlikesi de yok. Nerelerde? Orman olan her yerde. Avlamakla bitmiyor. Azalmıyor. A­ ma orman bitince! Domuz da kalmıyor. Bakınınız güvercinler, kumrular, kargalar, kentlere sığındı. İnsan atıklarıyla doyunuyorlar. Kırlarda, bayırlarda kalanlar. Aç­ lıktan ölüyorlar. Gelişimin sonucu. Sıra insanlara geliyor. Ekerek, biçerek,

41


üreterek bugünlere geldik. Üretim alanlan gün geçtikçe azalıyor. Açlık başladı. Her yıl milyonlarca insan ölüyor. Göç, göç, göç. Günün olgusu. Doyunma, barınma olanak.­ lan azalan insanoğlu. Yarınından güvensiz. Köktenci, bölücü akımlara sığınmaya başladı. Bu gidişle bir gün. Av bitecek, sa­ vaş başlayacak. Bakalım neyi sevdiğini pek bilmeyenler! Ne yapacak? Rasgele...

3 Ekim 1996

42


KAR UMUT GETİRDİ... YENİ YILINIZ GÖNLÜNÜZCE GEÇSİN! Kar diyorduk, işte geldi kar. Bir günde bitti sonbahar. Lo­ dos poyraz.a döndü hafta sonu. Yağmura kar karıştı. Sulu kar. Poy­ raz da durdu akşama doğru. Hava karardıkça ortalık ağardı. Bal­

kanlarda buz, don. Göçmen kuşlara yol gözüktü. Hazır olun dost­ lar! Beklediğimiz gün geldi. Zaten avlaktayız, Balaban'da. Sobayı yaktık, sabahı bekli­ yoruz. Uyku tutmuyor, söyleşiyoruz. Poyrazın hışırtısı, suyun şıl­ dırtısı durdu. Kapıyı açtım. Sanki pamuk tarlası. Üstüme yağan kar, çiğnediğim kar. Pamucuk pamucuk sav­ ruluyor. Avuçlarımı doldurdum. Yüzümü gözümü yıkadım. Te­ peleri aştım, dereleri geçtim. Gölün kıyısına indim. Su ile kar. Nasıl da kucalaşıyordu. Suyun kucağında kayboluyordu. İki sevgili. Yar yar... Sabah bir türlü olmuyor. Barakaya döndüm. Biraz uyumak istedim. Dalmışım. Mo­ tor sesleriyle uyandım. Hız motorlarında eli tüfekliler. Göle do­ luşmuşlar. Durusu yarılıyor. Tüfekler patlıyor. Avcı değil bunlar. Eli tüfekli. Bağırdık, çağırdık. Düdük çaldık. Dinleyen kim? Bir görevli bekledik. Gözükmedi.

43


Gün ağardı, ortalık ağardı. Tekneler de kayboldu. Avlak av­ cılara kaldı. Kapıdan çıktık. Daha beş on adım attık, atmadık. Çul­ luk havalandı. Gezdikçe çıktı. Göl kıyısında ördekler! Tepemiz­ de bitti. Kısmet... Kısmetimizi aldık. Yeter arkadaşlar. Barakamız bizi bekliyor. Oturduk. Ateşi yaktık. Gözümüz gölde. Ördekler alay alay. iniyorlar, kalkıyorlar. Sakarmekeler, karameke oldular ya. Kıyı­ lara vuruyorlar. Aralarından geç. Kaçmıyorlar. Barakamızın çevresi. Karatavuklar, serçeler, köroğlu kuş­ ları. Dumanın çevresinde savruluyorlar. iniyorlar, kalkıyorlar. Kara toprak arıyorlar. Yem. Doyuna­ caklar. Kan küredim. Bir kucaklık yer açtım. Yiyecek attım. Nasıl üşüştüler. İniyorlar. kalkıyorlar. Yiyeceğini alan kaçıyor. Yiyor, yutuyor. Yine dönüyorlar. Oynaşıyı, mutluluğu görecektiniz. inan olsun doyum olmuyor. Günlerden pazar. Dönüş günü. Canımız ayrılmak istemiyor. Radyoda haberler. Pazartesi, salı da tatil.

Kamil'le Mehmet'in

yüzü güldü. Biz gitmiyoruz.Yeni yılı burada karşılayacağız. Kuşlar, kar! Bunlar yılbaşı armağanı değil mi? Bırakılır da gidilir mi? Gidilmez, gidilmez ama! Bizim izin bitti... Gelincik kız nazlanmadı, çalıştı. Onun da canı gitmek istemi­ yor. Kayıyor, yoldan çıkıyor. Tarlalara dalıyor.Yalnızım, yorgunum. Yol bir türlü bitmiyor. Kar bitti, kent gözüktü. Evdeyim. Evin sıcak havası. Yeni yıl umutlar getirdi, getiriyor. Yeni yılınızın gönlünüzce geçmesi dileğiyle. Rasgele ...

2 Ocak 1997 44


BARINDIGI YERDE DOYUNAMAZSA CANLI... Güneş doğdu doğacak. Aydınlığı vurdu sulara. Gölün adı Durusu. Sulan kıpır kıpır. İnceden bir esinti. Üflüyor sabah yeli. Ördekler alay alay. Mekeler yerleri yalıyorlar. Bir kaçış, korku. Kendilerini zor attılar göle. Göç hayvanı. Barındığı yerde doyunamayınca! Yollara dü­ şüyor. Doyunacak yerler arıyor. Göç göç... Balkanlar kar fırtına. Göller buz don. Aç kalan su kuşları. Göç ediyorlar daha sıcak yerlere. Görecektiniz. Dalıyorlar, çıkı­ yorlar. Birbirlerinin ağzından yiyecek kapıyorlar. Bir boğuşma­ dır gidiyor. Yaşam kaygısı. Doyunma. Yabanın hayvanının yaşamı! Doğa koşullarına bağlı. Ya insanoğlu... Akşam dönüşü televizyonda. Bir kamyondan yiyecek atılı­ yordu. Paketleri kapmak isteyen kadınlar! Birbirlerini eziyordu. İtişmeler kakışmalar. Paramparça olan paketler. Çamurlara karışan yiyecekler. Kapışılıyordu.

45


Diyarbakır'da. Kimler bunlar? Köylerinde doyunamayanlar. Diyarbakır'a göç edenler. Göç insanları... Sabah adliyeye geldim. Duruşma bekliyorum. Üç-dört genç. Konuşuyorlar, tartışıyorlar. Beni cüppeli görünce yaklaştılar. Yaşlarını büyütmek istiyorlar. Yaşlan dolmadan askere gidecekler. Yurt dışına yerleşecekler... Göç yolcuları. Göç, göç... Demek ki yalnızca kuşlara özgü değil göç. Barındığı yerde doyunamazsa canlı! Yollara düşüyor. Doyunacak yerler arıyor. Üstelik insanoğlu. Doğa koşullarına bağlı değil. Kendisi ekip biçiyor. Üretiyor. Ürettiğiyle doyunabiliyor. Peki neler oldu bizlere?.. Kendi olanaklarıyla doyunan ülkelerden biriydik. Şimdi buğdayımız dışarıdan geliyor. Etimiz de!.. Aşımız ekmeğimiz dışarıdan. Kimsenin söyleyecek sözü yok. Kendimiz yaptık. En verim­ li tarım alanlarımıza sanayi kurduk, kentler yaptık. Tarımdan, hayvancılıktan desteği çektik. Çektik demek hafif kalır. Baltaladık. Sanayi adı altında montaj fabrikaları kurduk. Oto sanayisi. Teneke uygarlığı. Pisliği bize, verimi yabancılara. Trenleri, ge­ mileri durdurduk. Devlet kuruluşlarını da satıyoruz. iflas edenler günü kurta­ rıyorlar. Siyaset, mafya, aşiret ilişkileriyle ülkeyi yönetmek isti­ yorlar. Sahi, bir de tarikatlar.

46


Yarınlar? .. Göç, göç, göç. Göç edecek yer kalmadı. Umut da?

Uğur Mumcu'lar neden öldürülüyor? Rasgele...

23 Ocak 1997

47


BAYRAMDAN SEVGİLİLER GÜNÜ'NE ... Bayram diyorduk işte geldi bayram. Günüyle güneşiyle. Kentli yollara döküldü. Bilinmedik, tanınmadık yerlere... Kaç kişinin bayramını kutlamaya gittik? Kaç kişi bayramınızı kutlamaya geldi? lş ilişkileri dışında. Bayramlar mı değişti, biz mi değiştik. Bir yabancılaşma, bir uzaklaşma var aramızda. Bir şeylerden koptuk sanki yaşamımızda. llişkilerimizin anlamı değişti. Tek düzeye indi. Çoğunlukla. Yarın, Sevgililer Günü. Sevenlerle, sevilenler kucaklaşa­ caklar. Eller ellerle buluşacak, dudaklar dudaklarla. Uzaklarda­ ki sevgililere merhaba. Belki de bir telefonla. Ah bayramlardaki gibi dökülebilsek yollara. Kaçmak için değil ama. Buluşmak, kavuşmak için. Yılda bir kez de olsa... Çınar Çığ ı anımsadım. Şiirinden bir mısra. ·

'

"Sevmek bir yerlerdeki sabah galiba Beni bir türlü oralara götürmüyorlar. " Aslında taşan bir sevgi seli bu. Necati Curnalı'nın dizele­ rinde daha da belirginleşiyor.

"Ben gönlümce yaşadım, gönlümce sevdim. Bilirim saadetim yanlızlıgım bundandır."


Bütün sorun gönlünce yaşayabilmek. Yaşamış olmak değil, yaşamak. Cemal Süreya'yı anmadan geçebilir miyiz.

"Yoksuluz gecelerimiz çok kısa Dörtnala sevişmek lazım. " Bayram, arkasından Sevgililer Günü. Beni bu düşüncelere götürdü. İşin aslı da bu değil mi? Sevgisiz yaşamın güzelliği, geçerliliği var mı? Gelin bizim TV dizilerine bakın. Yıllar var bir sevgi, aşk fil­ mi göremiyorum. Ne zaman açsam, sevişenler değil, dövüşenler çıkıyor kar­ şıma. Yumruklar, tokatlar. Tabancalar, tüfekler. Sevişme sahneleri yadırganıyor. Dövüşme sahneleri alkışlanıyor. Sorasım geliyor. Sevmeyi unutuyor muyuz acaba? Bir Unutturan mı var . .. Sevişmenin yerini dövüşmek alıyor. Yaşamımızda. Düşünüyorum da gençliğimizde, öğrencilik yıllarımızda. Sahnelerdeki güzel öpüşleri anlatırdık birbirimize. Şimdi bakı­ yorum da gençlere. Kimlerin güzel dövüştüğünü .anlatıyorlar birbirlerine. Kimil'in çizgilerini görüyorsunuz gazetemizde.

"Seni seviyorum!.. Duymuyorum. Yazılı bildir!..

"

Bu hallere düştük. Yalnız bizler değil. Dünyanın gidişi de böyle. Yoksa kıyamet günü mü yaklaşıyor... Kurtuluşu bulmak zorundayız. Bulacağız. Yeter ki kurtulu­ şu dövüşmekte değil de sevişmekte arayalım. Nice bayramlara. Her günün Sevgililer Günü olması dileğiyle. Rasgele...

13 Şubat 1997 49


AV BİTTİ, SAVAŞ SÜRÜYOR

•••

Silahlara veda. Av mevsimi kapandı. Kapanışa katılamadım. Dostlar arkadaşlar, anmışlar. Üzülmüşler. Üzülmeyin dostlar. Karada av bitse de sularda sürüyor. Sulara döneriz. Denizler, göller. Yaşam sularda başlamadı mı? Yüzen canlılar. Karalara vurdular. Yürümeye başladılar. Kanatlandılar, uçtular. Suda yüzen, karada kaçan, havada uçan. Canlılar. İnsanoğlunun avları. Gerçi insanoğlu kendini avlamaya başladı. O da ayn mesele... Konumuzdan dışarı. Diyebilir miyiz? Ağustosun ikinci yansı. Şurada ne kaldı. Yeni mevsim açılır. Biz de yeniden başlarız. Yaşamımız hep yeniden başlamakla geçmedi mi? Avcı da olduk, av da... Daha ne günler göreceğiz. Alışığız. Yeter ki avlaklar yok olmasın. Doğayı koruyalım. Bu ko­ nudaki çabalar•mız ne? Gelin onu konuşalım. Bakın Egeliler ayaklandı. Bergama ovalarını zehirlemeye

50


gelenlere karşı. Kamuoyu arkalarında, yanlarında. Birlikte savaş veriyorlar. Yabancılara, sömürmek isteyenlere karşı. Boş durmayan sömürgeciler. Arkalarında destekçiler. Ka­ radeniz'e uzandılar. Karadeniz yörelerinde de altın aramak isti­ yorlar. Zehirlemek. Karadeniz'den Ege'ye dek. Konya Ovası nükleer çöplük. Anadolu'yu yurt edinenler. İzin vermeyecekler. Yalnızca topraklarımızı zehirlemekle kalınmıyor. Madenlerimiz, kamu iktisadi kuruluşlarımız satışa çıkarılıyor. Elekrik üretimine dayandı. Enerji kaynaklarımıza. Ülkemiz karanlığa boğulmak isteniyor. Üzülmeyin. "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" ey­ lemi başladı. Her gece, saat 9'da! Elektrikler sönüyor. Düdükler çalıyor. Çığlıklar yükseliyor. Köylüler, kentliler, işçiler yürüyor. Başlarında sendikaları. DİSK, Türk-İş. Ulusal sanayi de tedirgin. Görüşlerini belirtiyor. Aldıran kim?.. Avukatlar cüppelerini giydi. Son sözlerini söylüyor:

"Hukukun üstünlügünde! Sosyal devlet yaşayacak!" Anadolu'yu yurt edinenler ayakta. Görevlerinin başında. Kökü dışarda olanlara izin yok. Anadolu, Anadolu'yu yurt edinenlerin olacak. Hiç şüphemiz yok. Av dedik avlaklara geçtik. Avlaklar yurdumuz. Yaşamımız gönlümüzce olacak. Avcı­ lar başta. Anadolu'yu yurt edinenlere! Rasgele...

27 Şubat 1997 51


2000'E ÜÇ KALA Doğan Avcıoğlu'ndan söz etti İlhan Selçuk köşesinde. Hiç ağzından düşürmediği sigarasıyla çıkagelmiş.

"ilhan, ben ne demiştim: 2000'e dekyaşayacağım ve haklı çıkacağım. - Evet. Yaşamadım, ama haklı çıkmadım mı?" Gülümseyerek ayrılmış Doğan Avcıoğlu. Yazıyı okuyunca. Geldi karşıma oturdu Avcıoğlu. 12 Mart 1 97 1 günleri. Ankara Mamak Cezaevi. Koğuşta bir gece vakti. İki kağıt çıkardı. Yazdı. "2000yılına dekyaşayacağız. Türk dev­ rimini yapacağız. " İmzaladık, ceplerimize koyduk. Saklıyorum. llhan Ağabeyimizin belirttiği gibi. Bağımsız bir ulus olarak yaşayabilmemiz için. Askerin desteğini kaçınılmaz sayardı Av­ cıoğlu. Milli Güvenlik Kurulu da görüşünü işte açıkladı: Ümmet değil, millet olarak yaşayacağız. Doğru ... Kitaplarının bazılarını Mamak'ta yazmıştı Avcıoğlu. Elim­ den bırakamıyorum. Ulus olarak yaşamak isteyen herkesin oku­ ması gerekli. Bakın tam kitaplı günlerdeyiz. İzmir'deyiz. TÜYAP Kitap Fuarı'nda. Kültürpark'ta. Bu yıl ikincisi yapılıyor.

52


Umudumuz nice yıllara... Yazarlarımız fuarda. Kitaplarını imzalıyorlar, söyleşiyorlar. Yazarla okuyucu baş başa. Tam günlerinde... Dönelim Avcıoğlu'na. YÖN günlerine. Ne umutlarla başla­ mıştık 60'lı yıllara. 1 9 6 1 Anayasası yürürlüğe girmiş. Siyasal, sendikal, kültürel örgütler! Türk devrimine yönelmişti. YÖN dergisi sözcülüğünü ya­ pıyordu devrimci düşüncenin. 27 Mayıs 1 960 devriminin aydın­ lığında. Ordu, gençlik, aydın el ele... 28 Nisan'ın acılarını unutturmuştu bizlere. Umutla bakıyor­ duk yarınlara. 50'1i yıllardan sonra. Atatürk devriminin aydınlı­ ğına yönelmişti Türkiye. Sonra. 1 2 Mart, 1 2 Eylül. Acı ama. Sanki 27 Mayıs devrimine karşı... Geldik bugünlere. Baksanıza halimize. Hacı, bacı... Arkalarında din tacirleri. Sarıklı cüppeli. Ya bizim devrimci geçinen partilere ne demeli? Bölük pör­ çük, paramparça. Karşı devrimcileri unuttular. Birbirleriyle boğuşuyorlar. Ne yaptıkları belli değil.. Toparlanmanın zamanı geldi, geçiyor. Lider partisi değil, fi­ kir partisi isteniyor. Ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını, kim­ lerle yapacaklarını belirlemeleri gerekiyor. Bu da program ve kad­ ro işi. Atatürk devriminin yolunda. Demokratik sistemde. Yaşamak isteyenlere. 2000'e üç kala. Rasgele...

13 Mart 1997 53


MEVSİMLER ŞAŞTI Bahar şarkıları söylerken kış geldi. Kar yollan kesti. Güney­ de çatılar, bacalar uçtu. Kuzeyde yollar kapalı. Ulaşım bitti. Te­ neke uygarlığı yollarda kaldı. Hani doğayı yenmekti uygarlığın adı. Ama biz yenmeyle öl­ dürmeyi karıştırdığımız için! Yaşam durdu. Geçen pazardı. Bütün kış beklediğimiz karı görünce. Bal­ kona koştum. Ne yaparsın av kapalı. Kar geç kaldı. İzliyorum. Dalıp dalıp gidiyorum. Avlaklardayım. Çulluklar parlıyor, ördek­ ler tepeme bindiriveriyor. Kendime geliyorum. Kent tutsağıyım. Dolanan kuşlar. Martılar, güvercinler, kumrular. Çatılarda, ağaçlarda. Onlar da kentsoylu oldular. İnsan atıklarıyla doyunu­ yorlar. Acıyorum. Doğal yaşamlarından koptular. Kuşlar, kar. Ağaçlar örtüldü, yerler örtüldü. Bir kuş, düşer­ cesine ağacın üstüne kondu. Kıpırdamıyor. Kar üstüne yağıyor. BÜzülüyor. Başını korumaya çalışıyor. Yanın saatten fazla za­ man geçti. Donacak zavallı. Evdekileri çağırdım. Gösterdim. Hanım di.

"içeriye alalım" de­

Özgür oğlum koştu. Yakalamak istedi. Kuş da kaçmak. Uça­

madı, yere düştü. Aldı getirdi. Kumru yavrusu. Yuvadan düşmüş. Uçamıyor, kaçamıyor. Yuvaya dönemiyor. Kaloriferin yanına yu­ va yaptık. Önüne su, yiyecek koyduk. Isındı, kendine geldi. A­ ma yemesini içmesini bilmiyor.

54


Evdeki muhabbetkuşuna, arkadaş geldi. Getirdik yanına koyduk. Hiç ilgilenmedi. Tilin gücüyle bağırdı, çağırdı. Evin içinde bir tur attı. Uzaktan bakıyor. Sanki bizleri azarlıyor. Bir kumru savruldu geldi. Yavruyu aldığımız ağacın üstü­ ne kondu. Anası olsa gerek. Bir kumru daha geldi. Sanının eşi. Bakınıyorlar. Yavruyu arıyorlar. Pencereden içeriye bakıyorlar. Yavruyu çıkardık. Aldığımız ağacın üstüne koyduk. Kaçtılar. Bekliyoruz. Zaman geçiyor. Yavru üşüyor. Yeniden içeriye al­ dık. Evde duruyor. Doyurmaya çalışıyoruz. Ağzına veriyoruz. Neyse yutmaya başladı. Gagasını sokunca su içmeye. İçimize dert oldu. Yaşar mı? Salsak kedilere yem olacak. N'apsak? .. Bu yıl mevsimler ters gitti. Kışın yerini bahar aldı. Baharın yerini kış. Kış yumuşak gidince doğanın canlısı eş tuttu. Yavru çıkaranlar da oldu. Bastıran kar, soğuk. Uçmayı, doyunmayı öğ­ renemeden. Yavru yuvalan dağıttı. Mevsimler karıştı. Yaz yazlığını, kış kışlığını unuttu. Bun­ da insanoğlunun bir sorumluluğu yok mu? Doğal yapı bozulma­ sa! Mevsimler karışır mı? Avcılık, toplayıcılık döneminden, üretime geçen insanoğlu. Ormanları kesti, gölleri kuruttu. Tarla yaptı. Sanayi aşama­ sında tarlalar arsa oldu. Evler, fabrikalar kuruldu. Teneke uygarlığına karayolu. Pet­ rol gazı. . . Sıra siyanürle altın aramaya geldi. Nükleer santrallara . . . İn­ sanoğlu doğanın bir parçası olduğunu mu unuttu? Yok yok, hatırladı. Savaş başladı. Soluduğumuz hava. İçtiğimiz su. Doyunduğumuz toprak. Yaşanır olacak. Bizim kumru yavrusu ne olacak? Rasgele . . .

27 Mart 1997 55


ANADOLU'YU YURT EDİNENLERİN SAVAŞI Türk bayrağı önde. Köylüler arkasında. Yürüyorlar, yürü­ yorlar. En az iki bin kişi. Bağırıyor, haykırıyor. Şantiyeyi işgal ediyor. Eurogold görevlileri silaha sarılıyor. Havaya ateş ediyor. Kimlere karşı? Bergama yöresine yerleşen. Anadolu'yu yurt edinenlere karşı! Jandarma müdahale etmiyor. Onlar da Anadolu'nun insanı. Kadınlı çocuklu binlerce kişi. Ellerinde Türk bayrağı. Slo­ gan atıyorlar.

"Yaşamak istiyoruz. Eurogold defol. Ankara duy

sesimizi. " Sesinizi duyacak olanlar Ankara'da değil ki. Hac yolların­ da. Amerika rüyalarında. Eurogold'un defolması için. Öncelikle Ankara'daki bazı kişilerin defolması gerekiyor. Tümgeneral

Osman Özbek haklı değil mi?

Ankara'yı mesken tutan diğer kişilerin sesi neden çıkri1ıyor? Bergamalı, Egeli siyanür zehiriyle ölmektense, kurşunla ölmeyi yeğliyor. Zehirsiz ölüm. Ege'deydim bayramda. Bergama, Şakran, Ayvalık, Edre­ mit, Altınoluk dolaştık. Yol boyu gidiyoruz. Önümüz arkamız zeytin ağacı. Sağımız sol umuz. Zeytinlik-

56


ler, zeytinlikler. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun dizeleri dilime ta­ kılıyor.

"Önde zeytin ağaçları Arkasında yar Sene 1946, mevsim sonbahar. " Önümüz arkamız zeytin ağacı. Ama öksüz kalmış zeytin ağaçları. Yar olacak kimseler çok azalmış. Aralarına evler, apart­ . manlar dolmuş. Ta deniz kıyılarına uzanmış. Kıyılarda yüksel­ miş de yükselmiş. Deniz gözükmüyor. Evler evler. Üst üste binmişler. Apartman olmuşlar. Kimle­ rin bunlar diye sordum. Tanımıyorlar. İstanbullu, Ankaralı diyor­ lar. Kapılar, pencereler dökülmüş. Oturan, yerleşen de yok. Oturanlar, yerleşenler ağlamaklı . Yamaçlarda, dağ eteklerinde. Denize uzaktan bakıyor.

Biraz dertleşmek istedim. Dilleri dolanıyor. Kendilerini zor tutuyorlar. "Zeytinleri silktik, topladık. Yağ

çıkarttık. Tariş 'e verdik. Üç beş kuruş alırız. Hiç olmazsa silken, toplayan işçilerin ücretini öderiz dedik. Nerde... Üç ay geçti. Tek kuruş ödenmedi. Biz de çalışanla­ rın paralarını ödeyemedik. . Bundan sonra ödense ne olur. Enflasyon aldı gitti. Çalışan­ lar da, biz de perişan olduk. " İşte Ege'nin durumu. Oylar siyasi iktidardakilere karşı çık­ tı da ondan mı? Hani demokrasi istiyorduk. Hadi canım sen de. Adıyla yetiniyoruz. Demokrasiye inansak altın arama işlemleri sürdürülür mü? Halk oylamasına gidildi. Tümden altın aramasına hayır denildi. Demokrasinin bundan büyüğü olur mu?

57


Siyasi iktidardakiler demokrasiyi uygulamayınca. Köylüler şantiyeleri işgal etmek zorunda kaldı. Siyanür zehiriyle nasıl olsa öleceğiz. Geriye ne kalıyor? Kimler kalıyor? Anadolu'yu yurt edinenler yok olduktan sonra... Direniyoruz, direneceğiz. Anadolu'yu yurt edindik, kimseye vermeyeceğiz. Basın yayın organlarını izliyorsunuz. Yalnız değiliz. Rasgele.

24 Nisan 1997

58


UNUTULMAYAN GÜNLER 28 NİSAN, 1 MAYISLAR... Bahar Bayramı bugün. 1 Mayıs. Üremenin, üretimin, üre­ tenlerin bayramı. Doğanın, doğal yaşamın. Yazacağım, yazıyorum. Ama 28 Nisan'a değinmeden geçe­ miyorum. Bazı günler insan yaşamında dönüm noktası oluyor. Unu­ tulamıyor. Unutamıyorum. 28 Nisan günü. Düşüncelerim, ayaklarım beni Beyazıt Ala­

nı'na çekti. Alanı tanıyamadım. Turan Emeksiz'in anıtının önün­ de durakaldım. Anıt olay yerinde değil. Ama bir bitki gibi yük­ seliyor. Gençliğin düşüncelerini yayıyor. 28 Nisan 1 960 günü. Özgürlük, demokrasi isteyenlerle bir-

likte yürüyordu Emeksiz. Atılan bir kurşunla can verdi. Kim attı? Kimler? Biliyorsunuz . . .

Hüseyin Onur ayağını yitirdi. Cengiz Ballıkaya yaralan­ dı. Nuri Yazıcı şimdi aramızda yok. Gözümün önünden gitmiyor. Bir de Nedim Özpulat. Süren yürüyüşler sırasında. Çem­ berlitaş'ta. Paletlerin altında. Yere yapışmıştı. Askerlerle kucaklaşmak isterken. Ordu gençlik el ele . . .

59


1 Mayıs 1 960 gününde de. İstanbul Belediyesi'ndeki NA­

TO toplantısında. Hür, bağımsız yaşamak dileğiyle. Gençlik yi­ ne şahlanmıştı. Günün siyasi iktidarına karşı. İşin ilginç yanı. Siyasi iktidarın başı. tık kez 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı kutlamıştı. Kimse kanmadı. 27 Mayıs bayramlarıyla birlikte kutlanabildi l Mayıs bay­ ramları. 1 960 Devrimi'nden sonra. 1 2 Mart, l 2 Eylül'lerle yok edilinceye dek. 1 97 1 - 1 980 darbelerinden sonra! Kana bulandı l Mayıs Bayramları da. 70-80-90'lı yıllar acı geçti. Bakalım bundan sonra. işte geldik l Mayıs'a. Bahar bayramı. Üremenin, üretimin. Bugünlerde bir bakın doğaya. Dağlara, bayırlara, tarlalara. Var­ sa bahçenize. Yeşil yeşil gülüyor bitkiler. Çiçeklere bürünmüş ağaçlar. Akça pakça. Meyveye dönüyorlar. Ekinler boy verdi. Başak sarıyor. Soframızda ekmek. Uyuyamıyorum. Erkenden kalkıyorum.

"Bahar vurdu " der-

ler ya. İnsanın kanı kaynıyor. Balkona atıyorum kendimi. Bah­ çemde güller, çiçekler. Kır çiçekleri açtı. Güller tomurcuk sardı. Yakında açarlar. Beyaz, kırmızı, san. Bahan karşılarlar, yaşarlar. Kumrular, serçeler yumurtaya yattı. Yavrular çıktı çıkacak. Analar kuluçkada. Babalar doyurmaya çalışıyor. Ya doğada. Eş tııttu kurtlar, kuşlar. Yavrularını bekliyor. Üreyecekler, çoğalacaklar. Birbirlerini koruyorlar. Bir Mayıs Bahar Bayramı. Üremenin, üretimin. Çoğalma­ nın çoğaltmanın. Emekçiler de onun için bir mayısı bayram seç­ ti. Üreten, çoğaltan oldukları için. Üreme, üretim insan toplumunu dalgalandırdı. Hele ülke­ mizde kanlı olaylara dönüştü. Onlarca insan öldü, öldürüldü. Do-

60


ğadan, doğal yaşamdan kopan canlı. Başta insanoğlu. Ortak ya­ şamı itti. Bu hallere düştü. Üretimsiz yaşam sürmez. Doğada, doğal yaşam içinde. Sosyal yaşam içinde, ülkelerde. Yaşamak zorundayız birlikte. Nice Bir Mayıslara. Rasgele ...

1 Mayıs 1997

61


DEVLET NEREDE? Öğrenim yıllarımızda. Yurttaşlık bilgisi derslerinde. Devletin görevleri okutulurdu. 4 ana görev olarak. Savunma, sağlık, eğitim, adalet. Olduğu öğretilirdi. Dönelim günümüze. Bakalım. Devlet bu görevlerini yeterince yapıyor mu? Neden?

Savunma. Yurdumuzda, yurttaş olarak yaşayabilmek için. Bağımsız­ lığımızdan söz edebilmek için. Canlarını çekinmeden veren or­ du mensuplarımız. Subaylar, astsubaylar, erler. Yurt içinde, sı­ nırlarımızda, sınır ötelerinde. Canlan pahasına savaşırlarken. Ödenekler söz konusu oluyor. Devlet nerde?

Saglık. Özel kuruluşlara veriliyor sağlığımız. Kar aracı olarak dü­ zenleniyor. Devlet, hastanelerden elini çekti, çekiyor. Zavallı in­ sanlarımız. Özellikle dar gelirliler. Hastane kapılarında can çekişiyor. Gazetelerde, televizyonlarda gördünüz. Koluna saplanan bıçak, kıvranan çocuk. Saatlerce kurtarıcı bekliyor. Canı bur­ nunda. Bu gördüğümüz, görüntülenen. Daha yüzlerce, binlerce kişi. Hastane kapılarında, sokaklarda, evlerde. Devlet nerde? 62


Eğitim. Eğitimden; devlet, elini çekti, çekiyor. Özel kuruluşlara terk ediyor. Ancak parası olan okuyabiliyor özel okullarda. Parası olmayanlar. Sokaklarda, imam-hatip okullarında. Eğitim amacından çıkarılıyor, çıktı. Görenler 8 yıllık temel eğitimin, kesintisiz olması görüşünü getirdi. Kimler karşı çıkıyor? Neden? 8 yılı isteyen öğretmenler hakkında soruşturma açılıyor. Gençlik orta yerde kaldı. Devlet nerde?

Adalet. Hukuk kuralları. Herkesin uyması zorunlu. Ama bazıları. Bazı koltuklarda oturanlar. Kendileri için zorunlu saymıyorlar. Hele dokunulmazlığı olanlar. Kendilerini hukukun üstünde gö­ rüyorlar. Hepsi değil tabii. Ama çoğıınluğu. Gözüken, gözükmeyen yöntemlerle. Adli kadrolar dağıtılıyor, boşaltılıyor. Hukuk, hukukçuların elinden alınmaya çalışılıyor. Bakın irtica brifingine katılan yargıçlar, savcılar hakkında soruşturma açılıyor. Hukuk kuralları yerine, şeriat kuralları öneriliyor. Devlet nerde? Siyasi iktidarların elinde. Yontuyorlar, buduyorlar. Organ haline getirmek istiyorlar. Oysa siyasi iktidarlar, devletin organı. Yasama, yürütme organlan: Devlet hepsini kapsayan bir çatı. Korkarım çatı çökertilmeye çalışılıyor. Şimdi soralım kendimize. Laik, bağımsız, sosyal hukuk Türkiye Cumhuriyeti devletinde mi yaşamak istiyoruz? Şeriat kurallarıyla yönetilen bir uydu mu olmak istiyoruz? .. Kararımızı verelim. Gecikmeden yerimizi alalım. Rasgele . . .

12 Haziran 1997

63


AV AVLAKTA OLUR Koşturma Engin koşturma. Davranma tüfeğine ikide bir. Her uçan kuş av değildir. Biraz sabır etmesini bil. Az sonra anız­ lar, gündöndüler başlayacaklar. Ayağımızın dibinden parlayan bıldırcınlar. Tepemize bindiren üveyikler. Yetişemezsin. İşte o zaman gör. Yürüyoruz umutlarımızla. Öğlen yaklaştı. Sabırlar taşmaya başladı. Geçen haftaki anız­ lar. Bu hafta sürülmüş tarla. Tezekli. Yürüyoruz ine çıka. Ulaş­ tığımız ilk anızın içinde de. Bir sürü manda. Biz bile yaklaşama­ dık. Arkası göl. Umutlar bitti. Avı bıraktık. Düşünürken, söyleşirken birisi çifteledi. Kuşlar tepimeze bindirdi. Biz de çifteledik. Beklemiyorduk, uğurladık. Bakıştık, gülüştük. .. Av, avı bıraktığın zaman çıkarmış. Boşuna söylememiş es­ ki avcılar, ustalar . . . Yeni bir umut dalgası sardı. Ormanı döndük, gündöndü tar­ lası. Kimil'le Çetin daldı. Timur'la birer çalı dibi tuttuk. Bek­ ledik, kalkmadı. Engin tutturduğu yolu bırakmadı. Gidiyor. Ak­ lından geçenler belli. Bizi barakamız paklar. .. Umutlarımız Mehmet'le Ümit. Nasıl olsa balık getirirler. Barakamız Balaban'da. Göle karşı. Ateş yandı. Kısmetimiz ka­ saptan alınan etler. Yusufla Erdoğan'a av eti yediremedik.

64


Söyleşi başladı. Avlakta vurulamayan avlar, barakada sıra­ landı. Erdoğan anlattı. Arkadaşı tavşan avına çıkmış. Yerde dize kadar kar varmış. Yanına altı fişek almış. lz sürmeye başlamış. Kalkan tavşana atmış, vurmuş. "6fişeğin vardı, 8 tavşan oldu " demişler. Yanıtlamış. "Siz orasına karışmayın. Yalnızca dinleyin. Yü­

rüdük yürüdük. Bir buğday harmanına geldik. Yerde demetler vardı. iki tavşan fırladı. Bi birine, bi birine. ikisi de torbaya . " Dayanamamışlar. "Diz boyu karda demet, harman olur mu? " Yanıt aynı. "Sorma dedik ya, dinle... . .

"

Avlakta vuramadıksa da kasaptan doyunduk. Yalnız avla­ narak doyunmak zorunda olan canlıları düşündük. Doğada yaşayan canlılar. Gün gün azalıyorlar. Doyunma, barınma yerleri kalmadı. Bırakmadık. En verimli tarım alanlarına sanayi kurduk. Doyunamayın­ ca ormanları yakıyoruz, tarla yapıyoruz. Yama yerler. Yel üfü­ rüyor, sel süpürüyor. Yetmiyormuş gibi. Kalan yerleri de siya­ nürle zehirliyoruz. Nükleer, termik santrallar kuruyoruz. Solu­ duğumuz hava, içtiğimiz su, ektiğimiz toprak. Ormanlar, doğa! Bitiyor, bitiriyoruz. 2020 yılına az kaldı. Bilimsel araştırmalara göre 2020 yı­ lında canlıları barındıramayacak doğa. İnsanoğlunu da! Çocuklarımıza yaşam bırakmayacağız. Aklımızı başımıza almalıyız. Ekonomik, sosyal olaylan çözmeye çalışıyoruz. Ya­ şam kaynağı doğayı unutuyoruz. Doğa biterse her şey biter. Yaşam. . . Doğa için savaş verenlere. Başarılar. Birlikteyiz. Rasgele . . .

25 Eylül 1997 65


DEVLETÇİLİK GİDİNCE TENEKE UYGARLIGI GELİYOR Günlerden pazar. Av dönüşü, akşama doğru. Beylikdü­ zü'nden çıktık yola. Konuştuklarımız geldi başımıza. İkili gidiş­ te. Teneke uygarlığı üç dört sıra. Otobüsler, minibüsler. Özel arabalar. Kuyruk olmuşlar. Zar zor biz de girdik aralarına. Tepe aşağı bir baktım. Yüzler, binler. Art arda sıralanmış­ lar. Durduğu yerde çalışıyorlar. Sıranın biri üç beş adım ilerli­ yor. Boşalan yoldaki ağırdan alırsa yanlardaki arabalar sağlıyor, solluyor. Yolu kapmaya çalışıyor. Yol hakkı olan arabadan kor­ na sesleri yükseliyor. İki yanlardan, bir ortadan. Üç araba kafa kafaya geliyor. Pencereler açılıyor. El kol işaretleri . . . Birbirlerine iyi dilekler sunuyorlar. . . Saatler ilerliyor. Duruyor muyuz, gidiyor muyuz belli de­ ğil. Egzozlardan kara duman yükseliyor. Hava petrol kokuyor. Sözde doğaya, temiz havaya gitmiştik . . . Dayanılır şey değil. 1 5 dakikalık yol, l 5 0 dakika sürdü. Eve geldiğimizde akşam karanlığı, gece karanlığına dönmüştü. Sabah. Pazartesi. lş günü. Bakırköy'den bindim minibüse. Yeni otobüsler, minibüsler, özel arabalar. Duraklara gelen oto­ büsler. Yol kıyısında yolcu gören minibüsler. Birbirlerinin önü­ nü keserek sağlıyorlar. Ufak bir boşluk gören otolar. Solluyor­ lar. Dalıyorlar.

66


Kavşaktan döndük anayola. Dayanılır şey değil. Arabalar. Sanki köşe kapmaca oynuyorlar. Birbirlerinin yollarını kesiyor­ lar. Araba denizinde dalıp çıkıyorlar. Yolcular oturuyor, ayakta. Yürekleri ağzında. Ulaşımı ka­ ra yolculuğuna bağlayanlara! İyi dilekler sunuyorlar. Düşünüyorlar. Türkiye, bu petrol giderlerini karşılayamaz. · Bakırköylük olmadan geldik Topkapı'ya. Kendimizi attık tramvaya. Oh be ... İnsanca gideceğiz artık. Tramvay kalkmıyor. Karşı yönden, arkadan başka da gel­ miyor. Bekliyoruz, soruşturuyoruz. Sonunda anlaşıldı. Tramvay yolu üzerinden geçit yapan arabalar. Rayların üstünde kalmışlar. Yol tıkanmış. Ah teneke uygarlığı ah. Tramvay yolunu da kapamış. Polisler teneke uygarlığını durdurdular. Yol açıldı. Tramvayımız kalktı. Gidiyoruz bakma bakma. İçimden türküler söylemek geçti. Gün akşama yöneldi. İş günü de bitti. Dönüş yolculuğu gö­

züktü. Haydi Bakırköylüm. Bakırköylük olmak istemiyorsan bin trene. İndim Sirkeci'ye. Bindim trene. Tıkır da tıkır. Denizleri, Boğazı, gemileri seyrede seyrede. Bir türkü gibi tutturdum. Denizyollannı, demiryollannı durduranlar. Yerine karayollannı dolduranlar. Yaşam pahasına. Bunlar. Anadolu'yu yurt edinemeyenler. Avrupa Birliği'ne giriyoruz. İşçi dolaşımı yasak. Sizin yo­ lunuz açık. Haydin güle güle ... Gazeteleri açtım. Fikret Bila'nın haberini okudum. Başba­ kanımız Mesut Yılmaz. İşçi-işveren temsilcilerini toplayacak­ mış. Ücret-fiyat pazarlığı yapacakmış. Az ücret, az fiyat...

67


Özelleştirmeye hız verilecek. Fiyat verenlerin, işverenlerin düşük karlan! Satış bedelleriyle karşılanacak! Karşıdevrim yapılarak.

Mümtaz Soysal, "Özel sermayenin vatanı yok ". Peki işçi­ lerin düşük ücretleri ne olacak? Nasıl karşılanacak? Rasgele...

9 Ekim 1997

68


DÜŞÜNCELERDE YAŞAM Geçen hafta sonu kent tutsağıydık. Yalnızca kent tutsağı değil. Ev tutsağı. Hapsolunduk, sayıldık ... Sokakları pencerelerden gördük. Ama sokaklar sokaklığını yaşadı. Teneke uygarlığından arındı. Pencereyi açtım. Bir çift kumru havalandı. Geldi, önüme kondu. Geziniyorlar, doyunuyorlar. Güvercinler, güvercinler. Alaylandılar. Yolların üstüne yayıldılar. Kendim ev tutsağı olsam da. Kafamı doğaya attım. Bala­ ban'dayım. Av barakamın penceresinden bakıyorum. Sokak göl oldu. Kumrular, güvercinler. Sanki sakarmekeler, karabataklar. . . Düşüncelerimde. Dalıyorlar, çıkıyorlar. Öyle gördüm. Öyle görmek istedim. Dalmı şım. Düşüncelerimle yaşıyorum. Yaşıyordum. Birden kuşlar havalandı. Mekeler, karabataklar. Kumru, güvercin oldu. Göl kurudu. Sokak cadde oldu. Hızla gelen bir ara­ ba. Tutsak etti geçti. Kentteyim, evdeyim, dört duvar arasında. Çabuk geçti. Sesler. Cıvıl cıvıl çocuklar. Patenlerin üstünde kayıyorlar. Yol boş. Nasıl da mutlular. Eğiliyorlar, hızlanıyorlar. Kalkıyor­ lar, söyleşiyorlar. Çocukluklarını yaşıyorlar.

69


lşte gençler, gençler. Bisikletlere binmişler. Yanşıyorlar. Gençliklerini yaşıyorlar. Sokaklar, caddeler. Çocuklann, gençlerin. Bu da ayn bir olgu. Çocukluklannda, gençliklerinde kaç kez yaşayabilecekler bu günleri. Ah teneke uygarlığı! İnsanlara yasak etti sokakları, cadde­ leri. Yollarda yürüyen arabalar. Kaldınmlarda park edilenler. Sayım günü yok oldu. Çocuklar, gençler el koydu. Ne gü­ zel kayıyorlar, yarışıyorlar. Beni de sürükleyip götürdüler. Ço­ cukluğuma, gençlik günlerime. Aşağı Şakran Köyü'ne. Bergaına'nın bir köyüydü. Şimdi Aliağa'ya bağlandı. Yukarı Şakran, Aşağı Şakran, Yeni Şakran. Bir yanı deniz, bir yanı zeytinlikler, zeytinlikler. Deniz kıyılanna dek uzanırlar. Denize girerdik. Atlarla yarışırdık. Köyümüze ilk bisikletin geldiği günü unutamam. "Şeytan arabası derdik, gülerdik. Kapı çalındı. Sayım görevlileri saydı, gitti. Kimimiz sayıl­ dı, kimimiz sayılmadı. Ama Bergama köylerinde yaşayanlar. Topraklarında siyanürle altın aranan köylüler. Kendilerini saydırtmadılar. "Bizim kellemizi değil. Vatan­ daş olarak sayın " dediler. Haklıydılar. "

Pazartesi günü de Osman Çetin'i gönderdik Aşağa Şak­ ran'a. Son yolculuğuna. Kızılçullu Köy Enstitüsü mezunuydu. Köyümüzün, köyünün öğretmeni oldu. Yaşam getirdi. Her haf­ ta duvar gezetesi çıkarırdık. Köy kahvesine asardık. Yazı yaşa­ mıma duvar gazetesinde başladım. Sürdü geldi bugünlere. Osman Ağabeyime rahmet. Dostlara. Rasgele. . 4

70

Aralık

1997


YUNANİSTAN'DAN GELEN MEKTUP Bir mektup aldım Yunanistan'dan. Yunanlı bir okuyucum­ dan. Güzel bir Türkçe ile yazmış. İçini dökmüş. Yüreği buruk. Gözleri yaşlı. "Önce Türkçe gazetelerdeşahsınızla ilgili biryazı okudum. Ki­ tabınızdan söz ediyordu. 'Doğal Yaşamdan Teneke Uygarlığına '. lstanbul'da kalan dostlarım, kitabımı yolladılar. " "Okuyorum " diyor. "Dostlarıma çeviriler yapıyorum, sevi­ niyorlar. " Şöyle başlıyor mektubuna: "Bendeniz yedi göbekten lstanbullu. bizlerin oradan ayrıl­ mamız için oynanan oyunlar sonunda. 2 bin 500 yıl evvel dede­ lerimizin kalkıp geldiği yere tekrar geri döndük. 1993 'te lstanbul'u görmek istemiştim. Nostalji. O güzelim kültür mozaiğinden bir şey kalmamış. Acaip acaip insanlar dol­ muş lstanbul'a. Güzel bir beldede doğdumdu. 1940yılında, çocukyaşta iken üç tenis kortu vardı. Bisikletlerle dolaşırdık. Kızlar şortla. Büyüdüğüm yer ise şimdi içler acısı. Apartmanlar dikilmiş. Zaten sağ olsun Anka­ r« 'daki büyükler. Orayı pilot bölge ilan etmişlerdi. Artan nüfus­ la bizleri ve bizim gibi yaşamak isteyenleri eritmek için. Asırlar geçiyor. Zihniyet değişmiyor. " Gazetemiz Cumhuriyet'in başlığı gözüme takıldı. Oktay Ekinci'nin haberi.

71


"fstanbul'da Büyük Yagma. Boğaziçi ve S/T'lerdeki ayrıcalıklı araziler hükümet eliyle imara açılıyor. " Haber içler acısı. Karadeniz'den Marmara'ya dek. Boğaz boyu. Bakanlar Kurulu'nca turizm merkezi ilan edilmiş. Orman­ lar. İmar yasaklarını geçersiz kılmak amacıyla. Koç grubuna tah­ sisli yerler, Sabancı'nın satın aldığı yerler de içinde . . . Ne demeli?.. Okuyucumuzun mektubuna dönelim. Nazım Hikmet, Az­ ra Erhat hayranı. Uğur Mumcu, Aziz Nesin, Yaşar Kemal'in eserlerini okumuş. "Cumhuriyet gazetesini gömlegimin içine sak­ layarak okurdum " diyor. "Lise yıllarında. lstanbul'da. " Foça'dan söz ediyor, Foçalılardan. Alaşehir'den göçenler, Philadelphia'yı kurmuşlar. Alaşe­ hir'in Yunancasıymış Philadelfiya. 1 950 yılından sonraki siyasi liderlerden söz ediyor... Yunanistan'da oturuyor. Ama aklı, duygulan Anadolu'da. Doğduğu, çocukluğunun geçtiği yerlerde. Okudukça mektubu. Yanımda hissettim okuyucumu. Çok Yunanlı dostum oldu. Yurt dışında, yurt içinde. Hep dostça paylaştık günlerimizi, anlarımızı. Türk halkı ile Yunan halkı arasında bir çelişki olmuyor. Çe­ lişkiler siyasi kadrolarda. Ülkesinde sıkışan siyasi iktidarlar. Sıkıştıkları konuyu ka­ ' patmak, saklamak istiyorlar. Hemen gündeme geliyor Kıbrıs sorunu. Türk-Yunan ilişkileri. Özellikle Yunanistan'daki iktidarlar. Günümüzdeki Kardak olaylan bir gösterge değil mi? Türk-Yunan halkı dostça yaşayacak. Yaşamak zorunda. Rasgele ...

22 Ocak 1998 72


PASLAŞMA DURSUN, HAKEM PENALTI DEDİ Bergama olayı. Türkiye'nin kaderi. Bu topraklan biz, ken­ dimiz mi işleteceğiz? Yoksa yabancılara peşkeş mi çekeceğiz? 1 985 yılında çıkan Maden Yasası'na dayanarak. 24 yaban­

cı şirkete 580 altın arama izni verilmiş. Şirketlerin.hepsi. Yüzde yüz yabancı sermayeli. Bu ikinci Sevr Anlaşması değil mi? Soruyor Prof. Dr. İsmail Duman. İstanbul Teknik Üniver­ sitesi öğretim üyesi. Açıklıyor: "Bu ruhsatlar yaklaşık 58 bin ki­

lometrekarelik toprak alanımızı kapsıyor. Yani Türkiye 'nin 13, 5 'te birine altın arama ruhsatı verildi. Bu, 2. Sevr Anlaşması. " Doğru. Yurt edinemedik Anadolu'yu. Edinemeyenlere ses­ leniyoruz. Sizlere olanak tanımayacağız. İşte Bergama olayı başlattı, gösterdi. Trakya olaylarıyla sü­ rüyor. Halk istemiyor. Anadolu'yu yurt edinenler. Edinemeyenler. Sizlere güle güle. Bizler bu topraklarda ya­ şayacağız. Yurt edindik Anadolu'yu. Ülkemizde siyanür kullanımı yasak. "Şimdi hepsi Euro­ gold'un Bergama darboğazını aşmasını bekliyor " diyor Prof. Duman. "Bazı siyasiler bizi beyaz zenci durumuna düşürdü. Al­ tın üretmek stratejik bir karardır. Bu kadar teslimiyetçi kararla, 73


altın fiyatlarının dibe vurdugu bir dönemde. . . Ülkeyi savunma­ sız olarak çokuluslu altın canavarlarına peşkeş çekmeye hiçbir siyasinin ya da bürokratın hakkı yok. " Yok Sayın Duman. Danıştay noktayı koydu. Siyanürle al­ tın arama iznini iptal etti. Peşkeş çekemezsiniz dedi. Olgu siyasilerde. Yasalar uygulanacak mı? Uygulanmayacak mı? Türkiye hukuk devleti mi? Değil mi? Bergama'yı işgal eden Eurogold'un işgaline son verilecek mi? İzleyeceğiz, göreceğiz.

İmren Aykut. Çevre Bakanı. Çevre Bakanlığı'nın görüşü. Bergamalıları şaşırttı. Aslında hepimizi. "Mahkeme kararının, iz­

ni degil, Çevre Bakanlıgı 'nın görüşü iptal edilmiştir " yorumu. Hukuk mantığıyla bağdaşması mümkün mü? İnsanın sora­ sı geliyor. Nedir Ç�vre Bakanlığı'nın görevi? Bekliyoruz yanıtını. Ya­ nıtını verelim mi? Hukukun uygulanması tüm siyasi iktidarın gö­ revi! Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı önce biraz umut verdi. Sa­ yın Cumhur Ersümer: "Madene verilen izin iptal edilmiştir. iz­

nin iptal edilmiş olması ruhsatın artık kullanılamayacagının de­ lilidir. " Sevindik. Yalnız konuşmasının son bölümünde: ". . . Eger çalışmaya devam ederlerse bellipara cezaları uy­ gulayacagız. Daha ısrarlı olurlarsa iptal ederiz. " Durun şimdi . Neden hemen nokta konmuyor? Yabancı şir­ ketin eylemlerine bağlanıyor. İnsanın aklı takılıyor. "Sabredin. Zaman ne gösterir. Biraz bekleyin " mi denmek isteniyor. . . Top biraz da Çevre Bakanlığı'na atılıyor. Karşılıklı paslaş­ ma sürüyor. .. Şu sözlerine dayanarak Sayın Enerji Bakanı'nın: "Danış­

tay'ın verdigi bir tedbir kararıdır. Ama Çevre Bakanlıgı, yenişart-

74


/ar isteyebilir. Diyebilir ki şu şartları yerine getirirseniz, çevre bakımından bence sakınca olmaz... Bu durumda, Eurogold Şir­ keti, çalışmalarına devam edebilir. " Yineliyoruz. Sorun siyasi iktidarın sorunudur. Sayın Baş­ bakan Mesut Yılmaz'dan, Yardımcısı Sayın Bülent Ecevit ten '

de görüş bekliyoruz. Paslaşma dursun. Hakem penaltı kararı verdi. Oyunu dur­ durdu. Rasgele. . .

23 Nisan 1998

75


DOGAL YAŞAM KEMALİZMİ İSTİYOR Havalar bozdu. Bulutlar gözyaşlarını tutamıyor. Yağmur oldu yağıyor, Sevinç gözyaşları değil bunlar! Dereler almıyor. Irmaklar taşıyor. Köyler, kentler, ovalar su­ lar altında kaldı. Gözyaşlarımız, bulutların gözyaşlarına karıştı. insan-doğa! Acı günlerde kucaklaşıyor... Karadeniz üstlerine yönelen bulutlar. Zonguldak-Bartın üst­ lerinde toplandılar. Ağlayarak! Karadeniz boylarını taradılar. Anadolu üstlerine yayıldılar. Şimdi Güneydoğu'da. Şanlıurfa'da! Seller taşkınlar! Ağlayan analar babalar. Ölüler kayıplar onlarla sayılıyor. Sel sularında! 1 OO'leri buldu. Binlere ulaşıyor. Sorumlular, görevliler susuyor. Anaların babaların gözyaşları. Sel oldu akıyor. Sel sularına karışıyor. Kayıplar, kayıplar! Aranıyor, taranıyor. Bulunsa da artık. Yaşamıyor! Yaşamıyorlar! Son kez kucaklaşmalar. Ebedi ayrılıklar. Sıra sizlere, bizlere de geliyor. Yurt edinemezsek Anadolu'yu! Gölleri kuruttuk. Tarla yaptık. Tuz kapladı. Çöl oldu. Ekin tutmuyor, ot bitmiyor.

76


Onnanları kestik. Tarla yaptık. Yağmur sularını tutamıyor. Sularla birlikte topraklar da akıyor. Çıplak tepeler, kayalar yığıl­ dı kaldı. Innak boylarına, su kıyılarına. Evler, apartmanlar diktik. Fabrikalar sıraladık. Sular akmıyor, taşıyor. Evleri, insanları birlikte götürüyor. Akan sular atık taşıyor. Birikinti sular kokuyor. Dünyada kendi olanaklarıyla doyunan çok az ülkeden biriy­ dik. Şimdi ekmeğimizin, etimizin, sebzemizin yansı dışarıdan ge­ liyor. Bu gidişle çok yakında. İçecek su aramaya başlarsak. Sakın şaşmayın ha . . . Üzüntüler dönüştü çığlığa. Konuşuluyor, yazılıyor. Duyanların, okuyanların arasında. 1lgililer sorumlular! Yok mu acaba? Ses gelmiyor. Çözüm bulunmuyor... Meclis'teki siyasi partiler. Başkanları, yöneticileri. Hükümet oluşumu, seçim gününden başka pek bir şey konuşmuyor, konu­ şulmuyor. Yasa tasarıları birikti, doldu. Bir türlü gündeme gele­ miyor. Tüm çözümler, çözüm yolları. Meclis dışı sivil kuruluşlar­ ca öneriliyor. Dolup taşan güvensizlik duygusu. Toplumu yeni arayışlara itiyor. Baksanıza birçok genç kızımız. Yüzünü gözünü örtmeye başladı... Sarık cüppe takanlarımız çoğaldı. Çözüm değil! Çözüm yollan biliniyor. Uyguladık. Dünyanın en saygın ül­ kesi olduk. Atatürk günlerinde. Siyasi, iktisadi çözüm yolu. Kemalizm!

18 Haziran 1998 77


İSTANBUL BOGAZI'NA ÜÇÜNCÜ KÖPRÜ MÜ? Okudum. Şaşırdım. İnanamadım. Bir kez daha okudum. Olur şey değil. Boğaz'a üçüncü köprü. Yön günlerini anımsadım. 60'lı yıllar. Boğaza ilk köprü ya­ .pımı gündeme geldi. Karşı çıkıldı. Yazıldı, yazıldı. Boğaz'a köprü yapmayın. Şimdi bir köprü yapacaksınız. Yarın ikincisi. Öbür gün üçüncüsü. Tüm Boğaz'ı, boğazlan köp­ rülerle kaplasanız. Yetmez, yine yetmez. Yetiyor mu? Denizleri bile köprülerle aşmaya uğraşıyoruz. İşte İzmit geçidi... Karayolu taşımacılığı. Teneke uygarlığı. Etkin olmaya gör­ sün bir ülkede. Ne su yolu taşımacılığı bırakır, ne de demiryolu. İşte köprüler köprüleri kovalıyor. Yapılan yollar yetmiyor. TEM yolları yapıyoruz. İzmit Körfezi'ni kaplıyoruz. Eloğlu karaları yararak su yolu yapıyor. Biz Boğaz'ı doldu­ ruyoruz, karayolu yapıyoruz. Bu gidişle. Belli bir süre sonra. Köprüler de yetmeyecek. Bo­ ğazları, denizleri dolduracağız. Karayolu yapacağız. Karayolu! . . Denizler, göller, sular bize yabancı.

78


Irmaklar akmaz oldu. Akanlar zehir yüklü. lç göller kuru­ du. Sıra denizlere geldi. Marmara bitti. Girilmiyor, yüzülmüyor. Sıra Ege'de. lzmir'de, Kordon'da. Denize girdiğimiz, balık tuttuğumuz günler gözümün önünde. Her gidişimde dolanıyorum. Anıları yaşıyorum. Kıyıların acınacak hali. Söylemeye dilim varmıyor. Akdeniz'e doğru iniyor. Karadeniz. "Karadır Karadeniz. Akmam diyor. Dokunma­ yın aglamaktan bıkmam diyor. " Bizler bakıyoruz. İstanbul Boğazı'na üçüncü köprüyü yapı­ yoruz. İzmit Körfezi'ne birincisini. Yakında ikincisi, üçüncüsü. Sıra Çanakkale Boğazı'nda. . . İstanbul Boğazı'na yapılacak üçüncü köprü. Kısa sürede bi­ tirilecekmiş. 1 900'lü yıllarda. Altgeçit ertelenmiş. 20 1 O'lu, 20 1 S'li yıllara. O günlerde kimler olacak siyasi iktidarda? Bilinmiyor. Ama günümüzdeki siyasi iktidarlar. Teneke uygarlığına hız verenler. Bağışlanmayacak gelecek kuşaklarca! .. Başta Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel... tık köprüyü başlatan o! Teneke uygarlığına hız veren.

"Demiryolları komünist icadıdır" dedi. Sonra yanıldığını anladı. İş işten geçti. Otomotiv sanayisinin devleri. Ülkelerinden atıyor otobüs­ leri, minibüsleri, kamyonları. Fabrikalarını söküyorlar. Merce­ des bile Almanya'da kapattı. Türkiye'ye kuruyor. Nedenini şöyle açıklıyor:

"En büyük pazar Türkiye. " Ne zaman kurtulacağız? Başkalarının pazarı olmaktan? 79


Siyasi iktidarlar isterlerse. İsteyen siyasi iktidarları seçebi­ lirsek. Göç saplantısından kurtularak Anadolu'yu yurt edinebi­ lirsek. Demiryolu, deniz yoluna dönebilirsek. Dönemezsek? Göç edecek yer kalmadı! Rasgele ...

1 6 Temmuz 1998

80


TOPRAK, SU, YOL KALMIYOR... ÇÖZÜM DE ARANMIYOR! Durusu olalı Terkos Gölü. Suyun rengi değişti. Kıyısına di­ kilen çam ağaçları. Çam tozlarını saldı. Yeşerdi suyun rengi. Çi­ men tarlasına döndü göl. Durusu. Durulamıyor bir türlü. Çıplak olan göl kıyılarına. Kum, toprak kaymasın, gölü dol­ durmasın diye. Dikim yapmaya karar verildi. Doğruydu. Dikile­ cek ağaç çam değildi. Söyledik, yazdık meşe dikin, saz ekin. Çam suyu bozar, toprağı da az tutar. Diğer ağaçları keserek, sökerek çam dikmekten vazgeçtiler. Boş yerlere çamları diktiler. Hem de göl boyu. Yaz sonlarına doğru. Yayılmaya başlıyor çam tozu. Suyu kaplıyor. Göl çimen tarlasına dönüyor. Koyun, kuzu değil ki balıklar. Odasın. Su içerek doyunu­ yor, yaşıyorlar. Ne yapsınlar? Göl boyu aktarılıp duruyorlar. Bizler de göl boyunda duruyoruz. İçeceğimiz suyu başka yerlerden getiriyoruz. Yalnız biz değil. Göl boyundaki tüm köy­ ler, beldeler. Yaşayan insanlar. Acı değil mi? Kendi elimizle bu duruma getirmedik mi? Doyunacağımız toprağı fabrikalara, apartmanlara veriyo­ ruz. İçeceğimiz suyu atıklarına. Toza dumana. . . 81


Suyun rengine daldık. Oturduk kaldık. Kalkın, ava geldik. Dolanalım, bilbç üveyik vuralım. Kalktık, dolandık, dolandık. Gündöndü tarlaları, orman kı­ yılan. Kanat yok. Karalar da boş. Dayanılmaz bir sıcak. Yakıyor. Suya atsak kendimizi. Yeşile boyanacağız ... Sıcaktan yanıyoruz. Suya bakıyoruz. Dayanamadık. Elimi­ zi, yüzümüzü yıkadık. Haydin arkadaşlar evimize. Düştük yola. Çatalca'yı geçtik. Yakılan anız tarlaları. Kara, kapkara ... TEM yolunda bilet kuyruğu beklemeyelim. ES'ten gidelim. Gittik, gidiyoruz. Trafik yol verirse ... Arabalar, arabalar. Kuyruk olmuşlar. Duruyorlar. Duruyo­ ruz. Kalkıyorlar, 8-1 O metre sonra yine duruyorlar. Otobüslerin, kamyonların arkasına takıldık. Otobüs yolcu indiriyor, bindiri­ yor, bekliyoruz. Yokuşa saran kamyon, at arabasını aratıyor. Diziliyoruz. Minibüsler, kamyonetler. Arkalarında özel arabalar. Arabaları­ mız. Akşam karanlığını bulduk. Daha yollardayız. Ne zaman varacağız? Bugün vardık. Bu tıkanıklığa nasıl çö­ züm bulacağız? Yoksa tek-çift plaka önerisiyle mi? Bir gün tek plakalar tra­ fiğe çıkacak. Bir gün de çift plakalar. Toplu taşımalar ne olacak? Otobüs minibüsle yolcu, kamyon kamyonetle yük taşıma­ cılığı? Teneke uygarlığından kurtulmadıktan sonra! Hiçbir öneri çözüm getirmez, getiremez! Tek çözüm: Demiryolu, su yolu taşımacılığı. 82


Avımızı anlatacaktım. Yeşeren sular, yanan tarlalar, tıkanan trafik. Av, avlak, ulaşacak yol bırakmadı.

"Şiddet Ruhu " esiyor Necati Cumalı. (*) Rasgele ...

27 Ağustos 1998

(*) Çağdaş Yayınlan.

83


TARIM ALANLARI BİTİYOR, ORMANLAR YAKILIYOR Anadolu yine vuruldu bağrından. Anadolum, yurdum. Doyunduğumuz tarım alanlan yitti, yitiyor.

"Tarım Alanlarının Tarım Dışı Gaye ile Kullanılmasına Da­ ir Yönetmelik '1erle! . . Peşkeş çekildi birilerine.

"Yabancı sermaye ile desteklenen ihracat ağırlıklı ileri tek­ noloji yatırımları için küçük sanayi siteleri, organize sanayi böl­ geleri için ". Bir de "Tarımsal ürünleri işlemek için. " İhraç edi­ lecek ürünleri işlemek koşuluyla. Teşvik belgeli 1 5 trilyonluk ya­ tırım projesi olan tesislerle. Kurulabilirse . . . Tarım alanı kalmadı ki ! Tarım ürünlerini işleyecek büyük tesisler kurulabilsin. Bu göstermelik madde. Hem neden tarım alanına kurulsun? Yakınında tarım dışı alanlar varken; .. 26 Ağustos'ta yapılan yönetmelik değişikliğiyle. Ford-Koç

birlikteliğinin kuracağı araba fabrikasına olanak sağlandı. Koca­ eli'ndeki yerlere. Biliyorsunuz, önce Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün bahçesi­ ni vermeye kalkmıştı Sayın Süleyman Demirel. Sonra Kocaeli ovalan gitti.

84


l 991 yılında da bir değişiklik yapılmıştı. Toyota Fabrikası için! Düzce'deki tarım arazileri peşkeş çekilmişti ... Ne demişti Sayın Demirel?

"Buradan 5-10 çuval patates alıyordunuz. Şimdi bir Toyo­ ta 1 O çuval patatese bedel. Yüzlerce Toyota üreteceksiniz. " Sanayi ürünlerinin yenmediğini bile bile . . . 1 960'lı yılların ikinci yansında başlandı. Ege, Marmara ova­ lan montaj sanayisine terk edildi. Teneke uygarlığına. Teneke uygarlığı. Tarım alanlarını yok etti Ege'de, Marma­ ra'da. Kendi olanaklarıyla doyunan 7 ülkeden biriydik dünyada. Şimdi ekmeğimizin, etimizin yansından fazlası dışarıdan geliyor. Acı değil mi? Yazık değil mi?

2. Dünya Savaşı'nda kendi olanaklarımızla doyunduğumuz için sağ kalmıştık. Ufak bir çatışma çıkarsa ne olur halimiz? Bizleri düşünen yok ki? Anadolu'yu yurt edinen insanları­ mızı. Partilerin, milletvekillerinin sesleri çıkıyor mu? Sayın Doç. Dr.

Yücel Çağlar'ın da belirttiği gibi.

Değişen

yönetmelik hükümleri. Anayasanın 44'üncü maddesine de aykı­ rı. Anayasamıza göre devlet: Toprağın verimli olarak işletilme­ sini korumak, geliştirmek zorundadır. Hiçbir eylem

". . . üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diger toprak veyeraltı ser­ vetlerinin azalması sonucunu doguramaz. "

Devletin, siyasi iktidarların, siyasi kadroların, hepimizin görevi. Yapıyor muyuz? Hayır! Anayasa Mahkemesi'ne giden tek kişi, örgüt var mı? Hayır!

85


Sanayi Marmara'da, Ege'de yoğunlaşınca. Anadolu'nun di­ ğer yörelerindeki insanlar da buralara aktılar. Tanın alanlan da yetmedi. Oturacaklar, barınacaklar. Evler yapacaklar. Evler, evler... Üst üste bindiler. Apartman oldular. Yine yet­ medi. Ormanları yakmaya başladılar. Yalnız İstanbul yöresinde. 4 gün içinde. 20 ayn bölgede yan­ gın çıktı. 1 80 hektarlık orman alanı yandı. Diğer 2 1 ilde çıkan yangınlarda da 65 hektar orman alanı yitti. Çoğunluğu Ege, Mar­ mara yörelerinde. Orman Bakanı Sayın Ersin Taranoğlu da: Yanan "bir agacın yerine 1 O agaç dikilecek " dedi.

"Hadi canım sen def " Apartmanlar daha önce dikilir, yükselir...

"Dört nala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket bizim " Dedi Nazım Hikmet. Anadolu'yu yurt edinemeyenlerin hış­ mına uğradı. Canını zor kurtardı. Yaşamı Anadolu topraklan dı­ şında son buldu.

Mehmed Kemal de aramızdan ayrıldı. Sonsuza dek. Dost­ tu, insandı: Bizim kuşak üstünde çok etkileri oldu. 50'li, 60'lı yıl­ lardaki sosyal mücadelelerimizde! Yazılan, yön gösterdi, yol gösterdi. Yeni kuşaklar! Doğasız, Mehmed Kemal'siz! Rasgele ...

17 Eylül 1998

86


İŞTE SİZE AV YAZISI: KIZIL KEKLİGİN ANILARI. Kent tutsağıyız son haftalar. Ava gitmedik, gidemedik. Üveyik gitti. Bıldırcın da gelmedi daha. Öyle düşündük. Ava gidilmezse nereye gidilir hafta sonları? Avcılar kahvesine . . . Niye avcılar derneklerine, kulüplerine değil? .. Bak o ayrı bir mesele... Eski günlerde öyleydi. Avcılar derneklerinde, kulüplerinde toplanırdık. Söyleşirdik coşardık. Anılar, yaşam. Gelemezsek, göremezsek. Birbirimizi arar­ dık. Arkadaş, yoldaş. İyi günlerde, kötü günlerde. Birbirimizi bı­ rakmazdık. Buluşma yerimiz avcılar kulüpleri, dernekleriydi. Şirndi ne oldu? Neden oldu? Yanıtını yöneticiler verirler herhalde . . . Ver elini Kamil. Haydi avcılar kahvesine. Dostlar oturmuş­ lar. Çaylar kahveler. Ava gitmediysek de av konuştuk. Attık vur­ duk. Düştü bulduk. Atıp da vuramayan hiç olmadı... Düşeni bu­ lamayan olsa da... Avcı dostlar takılmaya başladı.

"Av yazılarım azalttın. Çevreye, teneke uygar/ıgına daldın. " Ne yaparsın. Yanlış kentleşme, sanayileşme avlak bırakma­ dı ki! Eli boş dönmekten yıldık. Kahvelerde daha çok atıp vur­ maya başladık ... 87


İstiyorsunuz madem. Alın size bir av anısı. Hem de avcının değil. Avın ağzından. Kızıl keklik. Büyümüş, palazlanmış. Bol yiyecek. Koşuyor, oynuyor. Yalnız bir şeyden korkuyor. Kendi ağzından dinleyelim.

"Ama yine de bir şeye biraz tasa/anıyordum. Hani şu ünlü av mevsiminin başlaması var ya, işte ona. " Korkusunu gören kınalı keklik. Babaç. Yanına alıyor. "Sakın korkma Kızıl. Sakın korkayım deme Kızıl. Mevsi­ min açıldığı gün seni yanıma alırım. Emin ol başına hiçbir şey gelmez. " Babaç keklik. Kanadından yara almış. Ağır uçuyor, zor uçu­ yor. Korunmasını, saklanmasını biliyor. Öncelikle çevreyi. Bir gün avcı kulübesinin bacasından duman tüttüğünü gö­ rüyor. Hemen Kızıl'ı çağırıyor. "Çabuk gel. Ben ne yaparsam, sen qe öyle yap. " Fare gibi toprakların arasından yuvarlana yuvarlana gidiyor­ lar. Avcılar da köpekleriyle ovaya dalıyorlar. Üstlerine üstlerine geliyorlar. Bir bıldırcın havalanıyor. Tüfek seslerini duyuyor. Korkuyor, ürküyor. Av sürüyor. Keklikler, sülünler düşüyorlar. Çevrede tozlar, tüyler savruluyor. Tüfekler patlıyor. Gerisini Kı­ zıl'ın ağzından dinleyelim.

"... Sonra mavi yusufçuklar, yaban arıları, kelebekler, bü­ tün o zavallı hayvancıkları bir telaş aldı. Dahası kırmızı kanatlı küçücük bir çayır çekirgesi, benim gagamın ta yanıbaşına gelip kondu. Ama ben de öyle korku içindeyim ki onun şaşkınlığından yararlanmak aklıma bile gelmedi. " Demek ki avcılardan korkmasaydı Kızıl. Çayır çekirgesinin şaşkınlığından yararlanacaktı. Avlayacaktı... Neyse, çayır çekirgesi de kurtulmuş oldu. Ormana giriyor­ lar. Anlatıyor Kızıl: 88


". . . iki yanı agaçlık/ı bir yoldan geçmemiz gerekiyordu. iki ucunda, pusuda birer avcı bekliyordu. Bir yanda, her devinimin­ de av bıçagı, fişeklik, barut kutusu gibi bir sürü avdanlıgı takur tukur ettiren karafavorili bir adam duruyordu. Öbür yandaysa, bir agaca dayanmış, rahat rahat piposunu içen, ufak tefek, yaş­ lı biri. " Babaç keklik donanımlı, favorili avcının bacaklarının ara­ sına dek giriyor. Alay edercesine önünden kalkıyor. Bizim do­ nanımlı avcı hazırlanıncaya dek uçup, kaçıp gidiyor. Kızıl'a da gösteriyor, söylüyor. Avcılan da tanı . . . İşte size bir av anısı. Kızıl kekliğin ağzından.

·

Ne diyelim. Avlara, avcılara. Rasgele... (Öyküyü Salı Kitapları arasında çıkacak Alphonse Daudet'nin Pazartesi Öyküleri 2 kitabından okuyabilirsiniz.)

24 Eylül 1998

89


GAZETE OKUMAYAN KİŞİ CUMHURİYET'İN BİREYİ OLABİLİR Mİ? "Ben gazete okumuyorum " dedi. 1 8-20 yaşlarında bir genç kızımız. Nedenini sordum. "Okuduklarımdan bir şey anlamıyo­ rum " yanıtını verdi. "Bana yabancı " dedi. "Yazarların yazıları. " Haberleri televizyonlardan izliyormuş. Gazete okumaya gerek kalmıyormuş. Öğrenim görmüş bir genç kızımız. lşyerinde staja başlamış. Gazete okumuyor. Gerek görmüyor. Tüm gençler için söylemiyorum. Düşünemiyorum. Ama ol­ dukça çoğunlukta. Gazetelerden, kitaplardan kopan gençlerimiz. Yabancılaşan. Neden? Başta eğitim sistemimizden. Ders kitaplarına sıkıştı kaldı eğitim düzenimiz. Sınav sorularına verilen yanıtlardan belli değil mi? Yanıtlar: doğru - yanlış. Ya da eksi - artı. .. Yanlışların, doğruların nedenleri isteniyor mu? Soruluyor mu? Öğretilenlerin toplumsal yaşamımızdaki yeri. Gazete okumadan, okutmadan mümkün mü? Öğrenim yıllarımı düşündüm. llkokul günleri. Kentlerden oldukça uzak bir köyde. Yaya, at, eşekle gidilir, gelinirdi. Öğret­ menimizin verdiği görevlerden biri:

90


Kente giden aile bireyine. Mutlaka bir gazete aldırmaktı. Derslerde, ders aralarında birimiz okur, hepimiz dinlerdik. Haberleri, konulan tartışırdık. Öğretmenimizle birlikte. Okulumuzda çıkardığımız duvar gazetesinde değerlendirir­ dik. Köy yaşamındaki olgularla birlikte. Kendi düşüncelerimizi de yazar. Köy kahvesinin duvarına asardık. Artık yolu olmayan, gazete gitmeyen köy yok. Ama okuyan? Kentlerde, büyük kentlerde bile . . . Ortaokulda, lisede. Gazete okumayan öğrenci. Öğretmenleriyle, arkadaşlarıyla konuşacak konu bulamazdı. Yalnız kalırdı. Gazete okumayan gencimiz. Coşkuyla konuşuyordu trende. Arkadaşlarıyla. Dayanamadım. Sordum. Evinize gazete alıyor musunuz? Hangi gazeteyi? Yanıtı: "Bir gazete alınıyor. Kupb'nu için. Hangi gazete ol-

duğunu bilmiyorum. Artık siz düşünün. Düşündüm de! Biraz da gazetelerimizin yapısından, içeriğinden doğuyor. Gazetelerimizin birçoğu. Sanki tabak-çanak, tencere-tava pazar­ lamak-için çıkıyor. Haberler, yazılar ikinci planda kalıyor. Verilenlerin kültür amaçlı olması istenince. Anayasa Mahkemesi'ne bile gidildi. llgiyle izliyoruz, bek­ liyoruz. "

Eğitim düzeyimiz, yayın dünyamız. Genç kusakların yet:ş­ mesinde yeterli olanağı vermiyor. Yabancı dil bilmek yeterli sa­ yılıyor. Toplumsal yaşam, toplumsal kurtuluş unutuluyor, ı ımıttu­ ruluyor. Yalnızca kişisel kurtuluş kapılan açık. . .

91


Bu gidişle "Cumhuriyet'in bireyi " olabilecek miyiz Türkan Saylan? "Eğitimdeki Çıkmazı Halkımız Önleyebilir " diyorsunuz kitabınızda:

". . . milli eğitimimizin temeli, 'öğretim birliği' ilkesinin yoz­ laştırılarak birisi 'bilime ve akla ', öbürü 'tartışılmaz inançlara, yorumlanamaz dogmalara ' dayalı iki başlı eğitimin oluşturulma­ sı ve artan nüfusa karşın, yalnızca üç kat artan çağdaş eğitim ku­ rumları yanında, 14 kat artan dinsel eğitim kurumlarının açıl­ ması gerçeği... " ". . . çocuklarına daha etkili ve çağdaş eğitim vermek isteyen ailelerin önüne, adeta sus payı gibi yeni bir seçenek sunulmak­ taydı. Dil öğrenimini çok daha iyi veren ve üniversite/ere girme şansını artıran özel okullar... "

"Cumhuriyet'in Bireyi Olmak. " (*) Kitapta, günümüz sorun­ ları, çözüm yollan açıkl<K\;lyor. Birinci bölümde: Gençlik, eği­ tim, üniversite sorunlan.'"iıtinci bölümde: Kadın haklan. Üçün­ cü bölümde: Siyasi yaşam, laiklik, devrimin bütünlüğü. Halkı­ mızın, bizlerin sorumluluğu. "Cumhuriyet'in Bireyi Olmak. " Olabilecek miyiz? Rasgele . . .

1 Ekim 1998

("') Cumhuriyet'in Bireyi Olmak. Türkan Saylan, Cumhuriyet kitapları. 92


CUMHURİYET'İN 75. YILI. YÜREKLERDE ATATÜRK SEVGİSİ Ordu sivil el ele. Yürüyoruz, yürüyeceğiz. Caddeler, so­ kaklar almıyor. Meydanlar taşıyor, taşacak. Cumhuriyetimizin 75. yılı. Sevgi, coşku sel oldu. Akıyor, akacak. Cumhuriyetçiler el ele. Ordu sivil birlikte. Resmi giysile­ riyle. Laik, bağımsız cumhuriyetimiz yaşıyor, yaşayacak, ya­ şatacağız. Bu inançlı insan selinin önünde kimse duramaz! iç dış düşmanları yenerek kuruldu Cumhuriyet. Kanımız canımız pahasına. Atalarımızın. Önderimiz Atatürk. Yolumuz Atatürkçülük! Kimseler ka­ patamaz bu yolu. Çıkanlar mutlaka ezilecek. Daha önce de yaşadık biz böyle günleri. 1 960 yılı. Siyasi ik-

tidar Atatürkçülük yolundan çıkmaya kalkınca. Ordu gençlik el ele. Yürüdük, yürüdük. 28 Nisan ...

27 Mayıs Devrimi! 23 Nisan, 27 Mayıs, 29 Ekim bayramları.

Sevgi seli, inanç seli.

93


Ne umutlarla sarılmıştık yaşama. 60'1ı yılların ikinci yansından sonra. 1961 Anayasası'nı ken­ dilerine bol görenler. 1 2 Mart 1 97 1 , 1 2 Eylül 1 980 darbelerini sürüklediler. 27 Mayıs 1 960 Devrimi'ne karşı. Bu günlere gelindi. Günahı vebali getiren siyasilerin boy­ nuna. Cumhuriyetimizin 75. yılı. Yüreklerde Atatürk sevgisi. Sokaklar, caddeler almıyor. Meydanlar taşıyor.

·

Gözlerimiz siyasileri göremiyor. TBMM Başkanı

Hikmet Çetin'den başka. . .

Cumhurbaşkanı, Başbakan'ı aradı gözlerimiz Pazar günkü yürüyüşlerde. Açıklıyor Cüneyt Arcayürek. "Cumhurbaşkanımız halkın arasında değildi. Başbakan halkla el ele tutuşacağına bir gün sonraya bıra­ kabileceği açılışların peşine düşmüştü. " 75. yılın coşkusunu yaşayanlarla sohbet ediyor Mustafa Balbay. Konuştuğu kişilerin düşüncelerini siyasilere armağan ediyor. Bakın ne diyorlar.

"Oy vereceğimiz parti yok... " "Siyasilere güvenmiyoruz... " "Kendilerinden başka bir şey düşünmüyorlar. . . " Daha aktarmadıkları da var. . . Cumhuriyeti nasıl kurduk? Hangi koşullarda?

İlhan Sel­

ç uk'tan okuyalım:

"Şaşıp kalıyorum. . . Yıl 1920. . . . ·Arap lngiliz'le birleşmiş, Türk'ü arkadan vurmuş; Ermeni Rus'la birleşmiş, DoğuAnadolu 'yu kana boyamış; Rum Yunan 'la, Yunan lngiliz'le birleşmiş, Batı Anadolu'yu ele geçirmiş... 94


Nasıl kurtulmuşuz?. . Şaşıp kalıyorum. . . inanılır gibi degil... Sakın rüya olmasın?..

"

2000 yılına 1 ,5 kala 60 milyonluk Türkiye'nin haline bakıyor.

Şaşıp kalıyor... 27 Ekim günü gazetemizde çıkan yazılardan aldım. Atlaya-

rak. Okumuş olmanızı isterim. Mustafa Kemal kuşağı. 27 Mayıs kuşağı. Günümüzün gençleri. Yarınlar sizin. Tam bağımsız, laik Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşamak istiyoruz. Tarikatlar cenderesinde yaşam yok! Karar verin. Rasgele ...

29 Ekim 1998

95


NE İSTENİYOR EGE'DEN, EGELİLERDEN? Kaz Dağları, Kaz Dağları. Kara dumanların gölgesi düşme­ ye başladı. Ege'nin akciğeri. Ne olur acaba? Ne olacak? .. Çanakkale Çan ilçesine, termik santral kurmak istiyor TEAŞ. Kaz Dağları'na 30 kilometre. Çanakkale Valiliği'nden 'yer uygun­ luk belgesi " alınmış. Çevre Bakanlığı'ndan görüş bekleniyor. Yörede yaşayanlar karşı. Halk, insanlarımız. Tüm sivil toplum örgütleri karşı. Sendikalar, dernekler, odalar. Yörede yaşayanların istemediği bir santrala evet diyebilir mi Çevre Bakanlığı? .. Toplum-siyaset ilişkileri mi önemli? Ticaret-siyaset ilişkileri mi? Göreceğiz bakalım... Yapımına karar verilirse santralın. 500 bin hektarlık alan santralın yapımına gidecek. Ayrıca yerleşim alanları, yollar! Kül, duman, asit yağmurları! Sönecek Ege'nin akciğeri ... Gözümün önüne geliyor Kaz Dağları. Anadolu içlerinden Ege'ye uzanır. Çam ormanları. Kıyılarda zeytinlikler. Köylerde, kentlerde Ege'nin insanları. Tepelerde, ormanlar­ da doğanın canlıları. Kurtlar, kuşlar. Göç canlıları, kazlar, ördek­ ler, çulluklar. Ormanlardaki domuzlar, ayılar. 96


Bir deyim vardır: "Kaz Dağı 'nın ayısı. insana çok yakındır. Kaçmaz, saldırmaz. Yaşanılan Çan'a kurulacak santrala bağlı. Daha doğrusu, kuranlara, kurduranlara. Ege'nin bir ciğeri de Dumanlı Dağlar! Dumanlı Dağlar'dı de­ mek daha doğru. Aliağa'ya yakın, Çaltıdere'ye doğru uzanırdı. Aliağa'ya petrol rafinerisi kurulunca. Ne çam kaldı, ne de orman. Evler kuruldu. Evler üst üste bindi, apartman oldu. Körfez yitti. Deniz canlılara küstü. Tam yeniden ağaçlandırma, yaşam alanlan sağlama proje­ leri yapılırken! LPG santralının kurulmasına karar verildi. Likit petrol ga­ zıyla çalışan santral. Santral için imar değişimi daha önce belediye meclisinde reddolunmuştu. Şimdi kabul edildi. Santralın kapladığı alan kadar, yanındaki bir yer, ağaçlandırılacak alan kapsamına alındı. Korkanın bu ağaçlandırma alanı da! Ağaç dikilmeden yine sanayi, yerleşim alanına kaydınlmasın. Santrallar işine yabancılar el attı. Özelleştirme kapsamı içine alındı. TÜPRAŞ'ın sahasına kurulu santral Fransızlara satıl­ dı. Satılıyor. Dumanlı Dağlar bitti. Çıplak topraklar da yitiyor... Ege'den söz edilince Bergama unutulur mu? Unutulmaz, unutulmaz Eurogold'un altın arama işlemleri. Bergama ovaları­ nın zehirlenmesine yönelik. Yalnız ormanlar değil. Tannı alanlan, akan sular, yeraltı sulan da zehirlenecek. Topraksız, susuz kalacak. Peki bu yörelerdeki insanlar nasıl yaşayacak? Egeliler göç yolcusu da değildir. Ege dünyanın ilk yerleşim yeridir. "

97


Zaten göç edecek yer kalmadı.

Yurt edinmek zorundayız Anadolu'yu. Yurt edinenler savaşını veriyor, verecek. Başaracak. Başa­ rıyorlar. Diğer yörelere de duyurulur. Rasgele . . .

5 Kasım 1998

98


AKLIMDAN ÇIKMIYOR BEYOGLU. DÜNÜ, GÜNÜ, YARINI... Aklıma Beyoğlu düştü. En yakın berberde tıraş oldum. Ayakkabılarımı boyattım. Beyoğlu sana geliyorum. Eski günler gibi... Eminönü'ndeyim. Köprüyü yürüyerek geçeceğim. Alt kata da iniveririm. Bir iki tek ... Eski dostlarla da karşılaşabilirim.

"Ki Karaköy Köprüsü'nde yağmur yağarken Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti. Çünkü iki kişiydik. " Nerde

Cemal Süreya. Karaköy Köprüsü değil artık. Tene­

ke uygarlığma hız yolu. Altı da bomboş. İki kişi değiliz. Tek ki­ şiyim. Karaköy Köprüsü de Haliç içlerinde öksüz. Tünel! işte Beyoğlu. Tıngır tıngır çıktık. Tramvay beni bekliyor. Yok, binmeye­ ceğim. Yürüyeceğim. Adım adım geçeceğim Beyoğlu'nu. Dünüyle, günüyle ya­ şayacağım.

99


Bakarsın "Bir Günlük Dost " (*) bulurum Üstün Akmen ... Çilingir sofrasında bir iki tek atarız. Yürüyorum, yürüyorum. Bir anlık dost yok. Bir günlük dost­ tan vazgeçtim. Geçmiş şöyle dursun, günü bile yaşayamıyorsun.

Üst üste binen evler. Apartman olmuşlar. Nerdeyse üstüme yıkı­ lacaklar. Üst katlar bomboş. Neden yıktılar o güzelim taş evleri. Hasta ettiler Beyoğlu yaşamını. Gecenin bir saatinden sonra. Beyoğlu bomboş. Oturan kal­ madı ki. "Asmalı Mesçit'teki Rum kemancı " yok artık Attila İlhan.

Meyhanelerde akordeon çalıyorlar. Bize yabancı. .. Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı'nın merkeziydi. Önünden geçtim. Altmışlı yıllan düşündüm. Nerdeyse tıkandım. Siyasi iktidarlar neden gençliğin geleceğine yasakçı? .. "Çiçek Pasajı 'nda akşam üstleri. Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor. "

Gönüllerimizde yaşıyorsun Cemal Süreya. Yoksulluk, gün 24 saat bitmiyor.

Geçtim Pasaj'ın içinden. Balık Pazarı. Lefter'in sokağı. Ben öyle diyorum, öyle biliyorum. Şimdi Nevizade oldu. Lefter'den son haberi Pire'den almıştım. İkinci gelen haber­ de yitirdiğimiz bildiriliyordu; Her geçişte anıyorum. Yaşamaya çalışıyorum o günleri. Zor oluyor Üstün Akmen. "Bir Günlük Dost " kitabını okur­ ken, İtalya'nın, Anadolu insanının, tüm Avrupa'nın dününü, gü­ nünü, yarınını yaşadım. (•) Cumhuriyet Kitapları. 100


Ama Beyoğlu'nda bir an olsun yaşayamadım. Dün çok uzak­ larda. Silinmiş. Yarın belirsiz... Ortak yaşamı yok gibi Beyoğlu'nun. Nerdeyse Anadolu'nun. Yoksa yalnızca kitaplarda mı kalacak? Çok acı! Yeniden okuyacağım Özdemir Kaptan'ın "Beyog/u " kita­ bını. (*) Kısa geçmişi, argosu. Siyasi iktidarlara, yerel yönetimlere büyük görevler düşü­ yor. Dünüyle, günüyle, yarınıyla yaşatmak zorundayız Beyoğ­ lu'nu, Anadolu'yu. Zaten aklımdan, düşümden çıkmıyor Beyoğlu günleri. Rasgele... 1 9 Kasım 1998

(*) iletişim Yayınlan. 1 01


ŞAİRLER SOFASI'NDA, BEŞİKTAŞ'TA. Vişnezade Şairler Sofası Parkı, Beşiktaş'ta. Açılışını yaptık geçen hafta. Şairler, şiirseverler. Heykelleşen şairlerimizle bir ara­ da. Açılırken heykeller dile geldiler. Oktay Rifat gülüyor. Heykeli konuşuyor: "Şiir olmasaydı, yaşama dediğimiz oluşun çarklarından bi­ ri eksilirdi. Belki kıyamet kopmazdı, ama insanlar sevişemez, öpüşemez, beğenemez, yarınların düzenine şiirli dünyanın hızıy­ la kavuşamazdı. "

Sevişemeyen insanlar dövüşürler Oktay Rifat. Dediğin. Eşin için: "Elmanın yansı sen yarısı ben Günümüz gecemiz evimiz barkımız bir Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter Yalnızlık gittiğin yoldan gelir "

Çimenler Şairler Sofası Parkı'nda bitiyor, büyüyor. Elini Oktay Rifat'ın omuzuna koymuş Orhan Veli. Sesleniyor: "Bakakalırım giden gemilerin ardından, A tamam kendimi denize, dünya güzel; Serde erkeklik var ağlayamam. " Beşiktaş'ta. Boğaza karşı... Değil mi Orhan Veli . ..

Cahit Sıtkı Tarancı sözü alıyor: 1 02


"Haydi Abbas, vakit tamam, Akşam diyordun işte oldu akşam. Kur bakalım çilingir soframızı, Dinsin artık bu kalp agrısı. Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş 'tan; Yaşamak istiyorum gençligimi yeni baştan. " Neyzen Tevfik alıyor neyini eline. Üflüyor yanık yanık. "Felegin kahpe başında paralansın parası, Ben güzel sevmeye geldim, degil ekmek yemeye!.. " Melih Cevdet Anday'ın heykeli karşımızda. Bulunamadı açılışta. Hasta. Yaşamını anlatıyor, gördüklerini:

"Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çagımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma " Aklımızdasın Melih Cevdet Anday. Yüreğimizde.

Behçet Necatigil. "Gizli Sevda "mızı dile getiriyor. "Hani bir sevgilin vardı Yedi sekiz sene önce, Dün yolda rastladım Sevindi beni görünce " Biz de senin heykelini görünce sevindik. Yaparılan, yaptı­ ranları kutladık.

Özdemir Asaf, "Dünya Kaçtı Gözüme " diyorsun. Ekliyorsun:

"Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, Birinciligi beyaza verdiler. " Haklısın Ôzdemir Asaf. Yaşasaydın. Bugünleri görseydin. Beyazın nasıl kirlendiğini, kirletildiğini. Şair Nigar Hamın susuyordu. Susarak dile getiriyordu. Gü­ nümüzü, yaşamımızı.

1 03


Şairlerimizi heykelleştiren, konuşturan. Değerli heykeltı­ raşlarımız: Gürdal Duyar, Yunus Tonkuş, Namık Denizhan'ı candan kutlarız. Tasarımı yapan Erhan İşözen'i de. Beşiktaş Belediyesi için büyük başarı. Sanatı, şiiri seven be­ lediye başkanı! Sayın Ayfer Atay. Unutamaz şairler, şiir sevenler sizi. Beşiktaşlılar, Beşiktaş­ lılar. isteminiz olacak. Şairler Sofası'nda kitaplar imzalanacak. Şiirler okunacak. Birlikte olacağız, olacak... Kitap imzası, şiir söyleşisi deyince, Bakırköy Belediyesi düştü aklıma. Bakırköy Kültür Sanat Merkezi'nde imzalar, söy­ leşiler sürüyor. Nuray Gönül yürütüyor. Bakırköy Belediye Başkanı da şiiri, sanatı seven bir beledi­ ye başkanı. Sayın Ahmet Bahadırlı. Yaşamı sanatla bütünleştiren başkanlara, çalış;ınlara. Başarılar. Rasgele ... 1 0 Arahk 1998

1 04


DÖYUN-U UMUMİYE'DEN IMF'YE NASIL GELDİK? KİMLER GETİRDİ? Kibrit alınam gerekti. Bakkala girdim. Bir kutu kibrit istedim.

"Kaç para? " "15 bin lira! " Elim cebimde kaldı. Kibrit kutusu gitti gözümün önünden. Araba. önemli bir marka... 1 5 bin lira!

Bozuk paralar, kağıt paralar birbirine karıştı. Bakkala bakı­ yorum. Bakkal bana bakıyor. Bir anlam veremiyor. Elimdeki bo­ zuk paraların içinde. 25 bin lirayı görmüş. Aldı. 1 O bin lira bı­ raktı. Döndü gitti ... Ben gidemiyorum. Karar veremiyorum. Olur mu böyle şey?.. Olmuş ... Anlatayım. İlk arabamı 15 bin liraya almıştım. 5 bin lirası peşin. 10 bin lirası 10 ay vadeli. Ayda biner lira. 10 ayda. Bir kutu kibrit. 1 5 bin lira. Hepsi peşin. Arabadan pahalı. Aradan geçen 25 yıl. Daha bir 25 yıl sonra. Yeni para birimleri çıkacak sanırım. Bu gidişle zorunlu. Trilyonlar, katrilyon­ lar yetmeyecek. Bildiğimiz para değerleriyle, birimleriyle. Doyunamayacağız, barınamayacağız. Bir ülkenin gururu, parasının alım gücü. Ülkemizi bu hale getiren siyasi iktidarlar!

1 05


Bir yanıt verebilirler mi?

40 yıldır iktidarlarda bulunan. Liderlerden sormak hakkımız değil mi? 50-60 yıl öncelerini düşünüyorum. Gazetemizle çıkan kitap­ lardan okuyorum. Nerden nereye geldik? Getirdiler! Kimler getirdi? .. Bir milyonu bulmayan T.C. bütçesiyle. Erzurum'a demiryo­ lu döşedik. "Düyun-u Umumiye "nin (Borçlar idaresi) borçlarını ödedik. Osmanlı lmparatorluğu'nun günahlarından arındık. Bir Amerikan Doları'nın. 80 kuruş olduğu günleri bilirim. Düşünün bizim kuşak. Bir yanın asır sonra. Çok partili yaşamın uzantılarıyla. iş­ ler tersine döndü. Düyun-u Umumiye yerine IMF geldi. ikisi de Borçlar İdaresi değil mi? Şimdi borç alıyorui. Borç almak için ödünler veriyoruz. Milli sermayemizi özelleştirme adı altında yabancılara veriyoruz. Üretim ekonomisinden vazgeçiyoruz. Ekmeğimizin. etimizin yansından fazlasını dışarıdan alıyoruz. Yıllarca bizim doyurduğumuz ülkelerden ... Geçen salı günü. Gazetemizin başlığı. Acı!

"IMF 'ödev' verdi. " IMFnin istediği yapısal değişim öneri­ leri şöyle: Sosyal güvenlik, bankalar yasası. özelleştirmeler, enerji iha­ leleri ve uluslararası tahkim. ücretlerde gerçekleşen değil, gele­ cek enflasyon hedefinin esas alınması. tanın sübvansiyonlarının azaltılması. Çiftçilere desteğin azaltılması! Düyun-u Umumiye'den IMFye. Getirenlere, kabul edenlere. Rasgele...

Jl Şubat 1 999 106


KARAYOLUNU KARALARIMIZ ALMIYOR, DENİZLER DOLDURULUYOR Karadeniz'den Ege'ye. Sahilleri doldurarak. Koylan kapa­ tarak. Kıyılardaki ormanları, zeytinlikleri kökleyerek. Tarihi, do­ ğal yapıyı yok ederek. Karayolu yaptıranları, yapanları. İnsanlarımızı denizlerden koparanları. Ülkemizi teneke uygarlığına kurban edenleri. Unutmayacağız, af etmeyeceğiz! Karadeniz boyu başladı. Okuyoruz, izliyoruz. Bir talan gi­ diyor. Karayolu yapımıyla. Deniz boyu lstanbul'a ulaşmak amaç­ lan. 3. Boğaz köprüsüyle Marmara Bölgesi'ne geçmek. Marmara Bölgesi zaten terk edildi teneke uygarlığına. Uzatılacak Ege'ye. Programa alındı! Arkasından Akdeniz. Üç yanı denizlerle çevrili ülkemiz. Terk ediliyor teneke uygarlığına. Kamyon, kamyonet, tır­ larla yük. Otobüs, minibüsle yolcu taşımacılığına. Deni� taşımacılığı. En ucuz, en güvenli yolculuk. Ne yol is­ ter, ne de yol bakımı. Bizleri denizlerden koparanlar, kopartanlar. Emperyalist ül­ keler. Kendileri karalan yarıyorlar. Su yolu yapıyorlar. 1 07


Bizim ülkemizde denizlerimizi doldurtuyorlar. Karayolu. Kendileri yüklerinin yüzde 95'ini deniz yoluyla taşıyorlar. Araba fabrikalarını bile ülkelerinden söktüler, attılar. Getirip Türkiye'ye kurdular. Gerekçeleri! En büyük pazar... Açıkça kendileri söylediler. Araba fabrikalarıyla tarım alanlarımızı yok ettiler. Doyunma olanaklarımızı yarı yarıya kendilerine bağladılar. Kalan yerlerimizi de karayoluna yutturuyorlar. Denizlerimizden koparıyorlar. Topraklarımıza yabancı. Denizlerimizden uzak. Bu nasıl yaşamak?.. Yanıt bekliyoruz ilgililerden, siyasi iktidarımızdan. Milliyetçiliklerini de öğrenmiş olacağız... Dünya, taşımacılığının yüzde 95'ini deniz yoluyla yapıyor. Biz sadece yüzde 5'ini. Yüzde 90'ını karayoluyla yapıyoruz yükümüzün, insanları­ mızın. Yakıt giderlerini bile karşılayamaz bütçemiz. Dış borç ba­ tağımız bir o kadar daha çoğalır. Demiryolu taşımacılığımız bile yüzde 4. Ankara-İstanbul arasını 3 ·saate indirecek hızlı tren yolu bağ­ lanmıyor. Geçitler, toprak kayması bahane ediliyor. Ne zaman başladı bu tersine gidiş? 50'li yıllarda. 27 Mayıs l 960'ta dur denildi. Durdu. 60'lı yılların ikinci yansında yeniden dönüldü. 70'1i yıllar, sonrası. Acı, çok acı. Bugünlere gelindi. Karalar, karayolunu almıyor. Denizleri­ miz dolduruluyor. 1 08


Öğrencilik yıllarımızda İzmir, İstanbul yolculuğunu da gemilerle yapardık. Ankara-İstanbul yolculuğunu da trenlerle. "Demir aglarla ördük Anayurdu dört baştan marşlarıyla yürürdük. Şimdi günde ortalama 20 insanımızı veriyoruz trafik cana­ varına. Sonra! Sonrası? .. Rasgele... "

1 7 Haziran 1999

109


BERGAMALILAR ANKARA KAPILARINA DAYANDILAR Bergama, Bergama. Kadını, erkeği. Köylüsü, kentlisi. Meydanlarda, yollarda, kırlarda. 9 yıldır mücadele veriyorlar. Bergama'da. Altın işletmek is­

teyen Eurogold şirketine karşı. Köylülerin, kentlilerin, Bergamalıların mücadelesi. Altın arayıcı yabancı şirketler! Bergama ovalarına giremediler. Konu Türk adaletine gitti. Türk adaleti "Türkiy(! " dedi. Dış baskılara, iç baskılara bo­ yun eğmedi. Yasalarımızı uyguladı.

Bergama ovalan kurtuldu. Bergamalılar mücadeleyi bırak­ madı. Akkuyu Nükleer Santralı'nın karşısına geçtiler. Kadını er­ keği, genci yaşlısı yine sokakları, meydanları doldurdular. Akkuyulular, çevreciler. Anadolu'yu yurt edinenler. Müca­ deleyi birlikte sürdürdüler. Yargı. Hukuku uyguladı. Yöre kurtuldu. Yalnız yöre de değil. Akdeniz. Ortadoğu. Balkanlar. Çokuluslu emperyalist şirketler, devletler. Emperyalist emel­ lerinden vazgeçmiyorlar. İdari yargıyı devre dışı bırakmak için:

"Uluslararası Tahkim Yasası "nı gündeme getirdiler. Yabancı şirketlerle, uluslarla doğacak anlaşmazlıklarda.

1 10


Uluslararası hakem heyeti karar verecek! Heyet üyelerinin hukukçu bile olması zorunlu değil. Uluslararası Tahkim yasalarımıza girerse. Bergama ovalarında zehirle altın arama işlemleri yeniden gündeme getirilecek. Çözüm uluslararası hakem heyetine götürülecek. Karar? Sormaya gerek mi var? Yabancı şirketlerin istemi yönünde olacak. Arkasından Akkuyu Nükleer S antralı. Çözüm aynı. Kısa zamanda bacası tütecek. Akdeniz, Ortadoğu, Balkanlar zehirle­ necek. Amerikalılar, Kuzey Avrupahlar keyif sürecek. Bergamalılar, Bergamalılar. Ankara kapılarına dayandılar.

Sabahat Gökçeoğlu, Bayram Kuzu. "Madencilerin, şeriatçıların, türbancıların, Öca/ancı'ların korkulu rüyasıyım " diyerek eyleme geçen Bayram Çavuş. 60 milyon adına mücadeleye başladığını belirterek:

"Yılmadan devam edecegiz. Ülkemizin kanunlarını zedele­ yecek giiç kaynaklarını reddediyoruz. " Diyor Bayram Çavuş. Siyasilerimiz, siyasi iktidarlarımız ne diyor? Siyasi· iktidar kabYllenerek Uluslararası Tahkim'i Meclis'e getiriyor. Ne diyor Bayram Çavuş? "Oy veriyoruz. Ama bizden yana olmuyorlar. Sesimize kulak versinler. Tahkim istemiyoruz diye Bergama'dan haykırıyorum. Bu yasanın kabulü, hakimlerimizin yerine yabancıların dediginin olması anlamına geliyor. Biz ken­ di kendimize yeteriz. " Biz yeteriz de! Yetmeyenler kimler? Yanıt bekliyoruz. Tahkim pahasına

Erbakan'ı milletvekili yapma yolunu açmak isteyenlerden. Sabahat Gökçeoğlu da haykırıyor. ''Atatürk'le aldıgımız hallı


gımsızlıgımız tehlikeye girecek. Kendi ülkemizde biz degi/ deya­ bancı firmaların sahipleri, mahkemeleri söz sahibi olacaklar. "

Sürdürüyor Bayan Gökçeoğlu:

"... bizim milletvekillerimiz olsunlar diye seçtik. Ülke topraklarını yabancılara peşkeş çeksinler diye degil.

"

Niçin seçildiler? Ne yapacaklar? izleyeceğiz, göreceğiz. Son karar Türk ulusunun! . .

Ozan Yayman'ın haberi beni b u yazıyı yazmaya yöneltti. 25 Temmuz günü gazetemizde çıkan. Belki biraz da Bergamalı oluşum, Şakran'da doğuşum. Bergama, Bergama. Anadolu'nun ilk yerleşim yeri. Anadolu da dünyanın ilk yer­ leşim yeri. Bergamalılar, Anadolu'yu ilk yurt edinenler. Göç edecek yer kalmadı. Yurt edinmek zorundayız Anadolu'yu. Uluslararası Tahkim'in getireceği verilere yer yok. Anadolu'yu yurt edinenlere. Rasgele...

1 2 Ağustos 1999

1 12


ZELZELEDEN SONRA AV YAZISI Doğa sallandı, sallandık. Yer yerinden oynadı. Gecenin yarısı. Zelzele. Sokaklara, caddelere, bahçelere döküldük, kaçtık. Kaçabilenler. Ya kaçamayanlar. Evleri yıkılanlar. Aramız­ dan ayrılanlar, yaralananlar... Elektrikler kesildi. Telefonlar sustu. Göremiyoruz, duyamı­ yoruz. İlişki kuramıyoruz. Eşi dostu arayamadık, arayamadılar. Hüzün, korku. Doğa neden ülkemizi seçti? Çok mu kötülük yaptık? Den­ gesini mi bozduk? Durmuyor. Sallanıyor, sallanıyor. Sosyal yaşamın ardından, evlerimiz, doğa. . . Cumartesi günü av başlıyor. Yarından sonra. 2 1 Ağustos l 999 güttü. Birinci grup av hayvanlarıyla. Üveyik, bıldırcın, tahtalı, kaya güvercini. Göç hayvanları. 27 Şubat 2000 yılına dek sürecek. Bu yıl av yapılacak günler ikiye indi. Cumartesi, pazar gün­ leri. Çarşamba günü av yasaklandı. Doğru mu, yanlış mı? Bu konuyu_.başka bir yazımızda tar­ tışacağız. Unutmayalım, ekleyelim. Resmi tatil günleri de av serbest. Bir av gününde 1 O bıldırcın avlayabilirsin. Diğerlerinden 8'er adet.

1 13


Avlanma bir günden fazla sürse de! Yanında ancak bir gün­ lük av bulundurabilirsin, taşıyabilirsin. Sakın unutmayalım. Mühre, çığırtkan, teyp kullanarak da avlanmak yasak. Özel­ likle bıldırcın avında. Teyp çok kullanılıyor. Bu yıl gece dene­ timleri yapılacak. Teyp kuranların çoğunluğu yakalanacak. Uyarıyoruz. Zaten teyp kurarak avlanmak, avcılık değil. Toplayıcılık. Teyp kurarak vurmaktansa! Git üretme bıldırcın al, ye. Daha iyi, daha kolay... Biz açılışı üveyikle yapıyoruz. Sabah güneşle birlikte. Bir ağacın g!3lgesine oturuyoruz. Yaylımdan dönen üveyiklerden. Yakınımızdan geçen olursa atıyoruz. Vurduk, vuramadık ... Adam başı ikişer, üçer vuruldu mu! Av biter, sofra kurulur. . . Kömürde bıldırcınlar. Söyleşi, söyleşi. Anılar gelir oturur. Akşamı bulur. Gece ağaç diplerinde, uyku tulumlarında ge­ çer. Pazar günü ne vurulursa paylaşılır. Evin yolu tutulur. Avcılık çok av vurmak değildir günümüzde. Üretim başla­ dıktan sonra! Doyunma aracı olmaktan çıktı. Günümüzde bir heyecanı yaşamak, ortak yaşamı paylaş­ mak oldu. Gerçek avcılar için. Toplayıcılar değil... Av kalktı, kalkmadı. Geçti, geçmedi. Vurdum, vuramadım. Düştü. Bulduİn, bulamadım. Avın heyecanı. Av sonrasındaki söyleşiler. Ortak yaşamın paylaşımı. Bir de karda, fırtınada dolaşarak doğayı yenmek. Avın spor yanı. Avın, doğa canlılarının azalmasına neden: Avcılar değil! Doyunma barınma yerlerinin yok edilmesi. Ormanları keserek tarla yapanlar. Tarlalara evler, apartman­ lar, fabrikalar kuranlar.

1 14


Tarımı da, doğal canlıların yaşamını da yok ettiler. Doğal yaşamla birlikte doğa da yara almaya başlayınca. Toprak sallanmaya başladı. Evler, fabrikalar yıkılmaya. Evleri, fabrikaları doğayı yaralamadan yapmak mümkün. Yerleri var. Kırsal alanlar. Orman dışı, ekime elverişli olmayan. Uluslararası tahkim isteyenlerin ülkelerinde yaptıkları gibi. Aslında bugün bir açılış avını anlatacaktım. Bir av yaşamını sizlerle paylaşacaktım. Gece zelzeleyi yaşayınca. Sabah yazıya başlayınca. Rasgele ...

19 Ağustos 1999

ı ıs


AFFEDİLENLER KİMLER? Affetmiyoruz, affetmiyorum. Af yasasını hazırlayanları affedenleri. Haklan yok. Hakkı olmayan da. Yetki kullanamaz. Kişilere karşı işlenen bir suça karşı verilen cezayı! Ancak o kişiler affedebilir. Yetkisi olanlar. Ancak ondan sonra kullanabilir. Cumhurbaşkanı'nın Meclis'e geri gönderdiği afyasası tasansına bir baksanıza. Affedilenler. Kimler? Adam öldürenler, öldürtenler. Çeteler. Görevini kötüye kullananlar. Yalan söyleyenler, sövenler. Fuhuş yaptıranlar, tarihi eser kaçıranlar. Binlerce kişinin ölümüne neden olan. Müteahhitler, müteahhitler.

Ecevit; "Müteahhitlerin yararlanacagını zannetmiyorum " diyor. Ama, müteahhidin suçu: "Tedbirsizlikle ölüme neden olmak. " Başbakan Sayın

Çete olsalar da! Yine af kapsamındalar. Af yasasını çıkarmak isteyenler. Bulundukları yer, yaptık­

tan görev gereği. Kendilerine karşı işlenen, iddia edilen suçlan! Affetmiyorlar. Kapsam dışı bırakıyorlar.

1 16


Hangi suçlar? Siyasi suçlar! .. Devlete, siyasi iktidara karşı işlenen suçlar. Meclis'te pankart açan gençler, Manisalı gençler aftan yararlanamadılar. Manisalı gençlere işkence yapanlar ya­ rarlandılar. Affı çıkarmak isteyen siyasi iktidar. Bu toplumun siyasi iktidarı. Devlet. Bu toplumun devleti. Adi suç diye adlandırılan. İnsanların canını, malını alan. Kaçıran, işkence yapan. Sanıklar, mahkfunlar. Zaman zaman af yasalarıyla cezalarını çekmeden bırakılıyorlar. Olumlu sonuç ge­ tirmiyor. Ya affa uğrayanlar. Ya da olaydan zarar görenler. Çoğunlukla cezaevlerinin yolunu tutuyorlar... Bakın emekli başkomiser Cihat Tamer ne diyor? Kadir Er­ can'ın pazartesi günü Hürriyet'te çıkan haberi:

"Silahlı üç kişi beni ölümle tehdit etti. Beni zorla ormana götürdü. Ormanda alıkoydu. Zorbalar tabancamı gasp etti. Ben adaletin yerini bulmasını beklerken devlet bu kişileri affediyor. Eger af yasası Cumhurbaşkanı tarafından onaylanırsa, devletin vermediği cezayı ben vereceğim. O üç kişiyi bulup öl­ dürecegim. . . "

Yolun sonu: Çezaevi! . . Y a ölümle biten olaylarda. Öldürülenlerin yakınları. Ya da ölümden dönen yaralılar, ağır yaralılar,

işkence gö­

renler! Neler düşünürler acaba? .. Salıverilmesi düşünülen sanıkların, mahkı1mların önemli bir bölümü. Cezaevlerini mesken tutmuş kişiler. Dışarıda doyunma, barınma olanakları olmayan. Sokakta, aç yaşayamazlar ki! . . Ufak, büyük bir olaya karışacaklar. Kendilerini cezaevleri­ ne

atacaklar. 117


Cezaevleri! Evleri . . . Siyasi iktidarlar. Kendilerine, devlete karşı suç işlediği gerekçeşiyle yargı önüne çıkanları. Ne zaman af kapsamına alırlar? İddia büyükse. Siyasi iktidara zorla el koyma gib! . Sanıkların beraat etme ihtimali varsa! Ya aklanırlarsa ... Aklanma kararım duymak istemezler. Hemen bir afyasasının kapsamına alırlar. Affı kabul etmeme olanağını bile kaldırırlar. Örnek mi? l 970'li yıllardaki Madanoğlu davası gibi. . .

Cemal Madanoğlu artık aramızda yok. 27 Mayıs Devri­ mi'nin önderlerindendi. 1 2 Mart darbecileri. Ülkemizin devrim­ ci yazarlarını. Devrimcileri, Madanoğlu Cuntası adı altında top­ ladılar. Ankara'da, lstanbul'da davalar açtılar. Ankara Mamak, İs­ tanbul Davutpaşa cezaevlerinde konuk ettiler. Sanıklar tutuksuz yargılanmaya başlayınca. Beraat etme ihtimali çoğalınca! Af ya­ sasıyla davayı ortadan kaldırdılar. Affı kabul etmeme olanağını bile vermediler. lşte af yasaları böyle. Af yasaları çıkmasa da. İnfaz yasasına göre: Cezalarının yarısından azını çekenler. Evlerinin yolunu tutuyorlar. Af yasaları niye? Yanıt verebilir mi siyasi iktidardakiler. . . Rasgele . . .

2 Eylül 1999

1 18


YARALADIGIMIZ DoGA TİTRİYOR, SALLANIYOR Daktilomun başına oturdum. Kağıt takmaya çalışıyorum. Daktilom bir gidiyor, bir geliyor. Masayla birlikte. Kağıdı geçi­ remiyorum. Şangırtılar gelmeye başladı. Düşenler, dökülenler. Ev ye­ rinde durmuyor, duramıyor. İstanbul'da, Çatalca'da. Deprem. Yine deprem. Şu andaki olaylar. Haberler televizyonda, radyoda. Gözüm, kulağım takıldı. Düşünemiyorum, yu.amıyorum. Ne yazacağım? Nasıl yazacağım? Uçtu gitti düşüncelerim, düşündüklerim. Kafama takılan olgu. Küçümsediğimiz, ciddiye almadığımız. özel çıkarlarımız için yaraladığımız. Doğa! Gücünü gösteriyor.

13 Eylül Pazartesi bugün. Okullar açıldı. Çocuklar, gençler okullarda. Gümbür gümbür gelen bu sarsıntı. Hepsi ayakta, ka­ çışta. Kapılar yetmiyor, almıyor. Kaçamıyorlar; geçen, saniyeler de olsa. Etkisi bir yaşam boyu sürüyor. Evlerinde, hastanelerde, hapishanelerde. Çoğunluğun bek­ lentisi.

ı 19


Yaşamla ölüm arasında. Kaçanlar, kaçamayanlar. Kendilerini balkonlardan, pencerelerden atanlar. Yaralanmak bile kurtuluş kanısı ... Alınan haberlere göre: Okullar kapanacak. Doğru. Evlerdekiler çadırlara doluşacak. Hastaneler için bir şey diyemiyorum. Yapıları da sağlam. Hapishaneler için ne düşünülüyor acaba?.. Deprem anıları geldi, düşüncelerimi doldurdu. Kurtulamı­ yorum. tık depremi çocukluğumda yaşamıştım. Bergama Aşağı Şakran Köyü'nde. 1 940'lı yılların başları. Yer sallanmıştı. Evler yatıyor, kalkıyor. Bahçelere, sokak­ lara döküldük. Sanki bir eğlence coşkusuyla. Yıkılan tek ev vardı. Köydeki tek haney. İki katlı evlere ha­ ney denirdi. Köyümüzde de tekti. İkinci katı yıkılmıştı. Ölen, ya­ ralanan yoktu. İki katlı evlere karşı bir kötümserlik duygusu doğ­ muştu. Zaten iki katın üstünde ev görmemiştik ... 1 955 yılı. 6-7 Eylül olaylarının birkaç gün sonrası. Lisede­ yiz, dersteyiz. Sınıf sallanmaya başladı. Öğretmen hepimizi sı­ nıftan çıkardı. Sonra kendisi çıktı. Haftalarca deprem konuşuldu. Depremde öğretmenimizin davranışı. 6-7 Eylül olaylarıyla bağlantısının olup olmadığı ... Sosyal olaylarla doğa olaylarının. Birbiriyle ilişkisi olma­ dığını, öğretmenlerimiz net olarak, ayırarak anlatmışlardı. Ya günümüzde? ... Unutamadığım diğer deprem olaylan da. 1 967 yılı. Sulta­ nahmet Cezaevi. Gece, sallanmaya başladı. Koğuş kapısına koş­

tuk. Açamadık. Kapı şakır şakır kilitlendi. Kapıya vurduk, bağır­ dık. Ses veren, kapıyı açan olmadı. Sabah olmuyordu. Gece bitmiyordu.

1 20


1 97 1 yılında. Ankara Mamak'ta. Akşamüstü bahçede dola­ şıyoruz. Yer sallanmaya başladı. Koğuşlardakiler dışarı kaçtı. Akşam oldu. Geceye giriyoruz. Koğuşlar, korku. . . Hepimizi içeri aldılar. Kapıları arkasına dek açık bıraktılar. Her kapının önüne bir nöbetçi diktiler. Kaçma olanağı kaldırıldı. Kapılar da açık kaldı. Korku sü­ reci geçinceye dek. Günlerce . . . Anadolu'da yaşamak. Deprem olgusunu iyi tanımaktır. An­ latmakla bitmez. Son yaşadıklarımız. 1 7 Ağustos 1 999. Acıları sürüyor. 1 3 Eylül 1 999.Nazımın konusunu değiştirdi. Deprem, yazılı basının, televizyonların, radyoların nerdey­ se tek konusu oldu. Doğa olaylan sosyal olaylan geçti. ·

2000 yılına üç ay kaldı. Yeraltı nükleer denemelerini dur-

durmazsak. Doğaya gereken önemi vermezsek. Yaşam kaynağımız doğa. Kendimiz yaralarsak. Sonumuz? Rasgele.

16 Eylül 1999

121


YALNIZ KÖTÜ GÜNLERİYLE ANMAYALIM DOGAYI, GÜZEL GÜNLERİ DE VAR Bir başkadır Çatalca akşamları. Hele Doktorçeşme yöresi. Esinti duruyor. Yaprak kıpırdamıyor. Çıt yok. Bütünleşiyor doğa ile insan. Dalıp gidiyorsun. Dalıp gidi­ yorsun. Erken ayrıldınız. Yargıç

Engin, Orman Mühendisi Engin,

Avukat Akın. Eşleriniz de göremedi. Güneş sallandı. Dağın tepesine yaslandı. Dağlar tepeler or­ man. Bir adam boyu kaldı batmasına. Güneşin kızıllığı dağlara, tepelere vurdu. Kızardıkça kıza­ rıyor. Sanki ağaçlar yanıyor. Yangın da değil bu. Alev yok, duman yok. Yangın gönlü­ müzde, sevmek... Daldık gittik. Sustuk kaldık. Güneş de saldı kendini. Tepeye oturdu. Ağaçların arkasına. Yitiyor, gölgeler uzuyor. Güneş yitiyor. Yitti. Güneş battı. Biz de birbirimize baktık. Doğduğu zaman! Yeni bir gün başlayacak. Karanlık değil, alacakaranlık. Biçilmiş gündöndü tarlalarında dolaşanlar. Gelip gündön­ dü saplarını yaktılar. Beş sap yığını. Yanıyor, yanıyor. Duman, alevler gökyüzünde yükseliyor. Sanki bulutlara ulaşmaya çalışı­ yorlar. Bahçemizin yanında.

1 22


Alev kümeleri beşken on oldu. Alaca karanlığı parçalara böl­ dü. Yüreğimizdeki huzur. Hüzne dönüştü. Çok sürmedi. Kuru saplar yandı geçti. Kararan sap yığınlarına arkamızı döndük. Tepenin üstünden ay doğuyor. Baktık kaldık. Daldık gittik. Bu güzellik. Doğa! Yavaş yavaş yükseldi. Yusyuvarlak karşımızda.

"Bugün ayın ondördü. Kız saçını kim ördü? " Turuncu ışıklarıyla yüzümüze güldü. Doğaya, bitkilere ken­ di rengini verdi. Karanlık kalmadı. Turuncu ay ışığı. Yüreğimizde, gönlü­ müzde. Söyleşiler hep sevgi üstüne. Yaşamak güzel şey. Yaşamak, sevmeyi getirdi. Gönlümüze oturttu. Gün doğuyor, sabah oluyor. Ay doğuyor akşam. Gündüz gece bir yaşam.

"Gidiyorum gündüz gece Ya dönülür ya dönülmez Her güzele gönül verme Ya sevilir ya sevilmez. " Ver gönlünü doğaya. Gönlünü doğaya verenler! Sever, sevilir. Veremeyenler. Sayısal değerlerin peşinden koşanlar. Birleşir ayrılır. Ortak yaşam sevgiye dayanır, dayanıyor. Doğal yaşamı sevenlere, sevmesini bilenlere. Rasgele ...

30 Eylül 1999

1 23


AVLAK BULURSAK AVLANACAGIZ Cumartesi günü. 23 Ekim 1 999. İkinci, üçüncü grup av hay­ vanlarının avı da açılıyor. İkinci grup av hayvanları. Keklikler, tavşanlar. Yerli hayvanlar. 26 Aralık 1 999 günü kapanıyor. 2000 yılına taşmıyor. İki aylık bir süre. Çil avı, bu av mevsiminde tümden yasak. Üçüncü grup av hayvanları. Ördekler, kazlar, çulluklar... 2 7 Şubat 2000 gününe dek açık. O gün av mevsimi tümden kapanıyor. Yaban hayvanının eş tutma, yavru, yumurta yapma günleri başlıyor. Gerçi mevsim koşullarına göre yöreden yöreye değişiyor. Değişiklikler günlerle sayılı olduğu için. Üstünde fazla durulmu­ yor. Avlanma sayılarına gelince: Bir av gününde tilki, tavşan birer adet. Ada tavşanı, kınalı keklik, kum kekliği, çulluk ikişer adet. Bağırtlak, sakarmeke, ya­ ban kazı üçer adet. Yaban ördeği 4 adet. İki gün üst üsta avlansan da: Yanında bir günlük av sayısından fazla taşımak yasak. Kafes tuzak kurarak, mühre çığırtkanla avlanmak da yasak. Bu yasaklan, kuralları önerdiği gerekçesiyle Avcılık ve Atıcılık Federasyonu Başkanı'na kızanlar, söylenenler çok ama: 1 24


Kaçınma olanağı da yok. Üstüne düşen görevi yapıyor Sa­ yın Sertoğlu. Uygulamada bazı hatalar oluyor. Doğal. Çünkü MAK ka­ rarları (Merkez Av Komisyonu kararları) yeterince duyurulamı­ yor. Resmi Gazete'yi izlemeyenler kararların tümünü okuyamı­ yorlar. Eskiden broşür olarak yayımlanırdı. Yararlı oluyordu. Bu yıl görmedik. .. Üç grup av hayvanlarının avı da açılmış oluyor cumartesi günü. Avlanacağız. Bulursak. . . Çok azaldı av hayvanları, yaban hayvanları. Yok oluyorlar desek yeri. Sanayi kuruluşları! Hayvancıklara doyunma, barın­ ma yeri bırakmadı. Yanlış yer seçimi. İnsanoğlu da tümden aç kalma yörünge­ sine girdi. Gazetemiz Cumhuriyet'i okuyanlar. Olguları izliyor­ lar. "Dünya herkesi besleyebilecek mi? "

Sanılmıyor. 2000'li yılların çeyreğinde dünyanın yansın­ dan çoğu aç kalacak. Ülkemizin yaşamından belli değil mi? Dünyada kendi olanaklarıyla doyunan yedi ülkeden biriydik. Şimdi ekmeğimizin, etimizin yansı dışarıdan geliyor. Borçla, faizle ... Sevindirici gelişmeler başladı. Genel deyimle: Halk uya­ nıyor. İstanbul Haber Servisi'nin haberi. Geçen pazar günü gaze­ temizde: "Tarım alanları zarar görüyor. Sivil toplum örgütleri ile Gümüşyaka, Sultanköy, Marmara Ereğlililer bölgede artan sanayileşmeye tepki gösterdi. Söz ko­ nusu bölgelerin lzmit Körfezi haline getirilmesine izin vermeye125


ceklerini vurgulayan çevre sakinleri ve sivil örgütler, hazırladık­ ları metni imzaya açtılar. " Gerçekten önemli bir olgu. Tarım alanlarının kısa sürede sa­ nayi alanına dönüşmesinde! Toprak sahibinin de çabası etkendi. Birçok toprak sahibi. Tarlalarını ekenler, biçenler. Yörelerine sanayi girmeye başlayın­ ca toprak fiyatları arttı. Toprak sahipleri de:

"Tarlamız arsa olsa da. Yüksekfiyatla satsak " demeye baş­ ladılar. Yaptılar da. Esas günah: Sanayi bölgesi olarak Marmara, Ege'yi seçen yöneticiler. Siyasi iktidarlar. Onlar asla unutulmayacaklar. Üzücü bir haber. Bekir Coşkun'un yazısında okudum. Üzül­ düm. Çevrecilere sesleniyor.

"Toros Dagları 'nın etegindeki Türksazlıgı kurutuluyor. Bu gölde tam 239 tür kuş barınıyor. " Kurutulacak, tarıma açılacak. Doyunma, barınma yeri yok olan doğal canlılar! Ölecek ya da k!lçıp giqecek. Sanmayın tarım alanı olarak da kalacak. Görüyoruz. işte GAP bölgesi. Irmakları, dereleri birleştirdik. Suladık, tarım alanı yaptık. Gelen haberlere göre, sanayi kuruluşlarına açılıyormuş tarım alanlan. B u gidişlt'. nereye? Rasgele

21 Ekim 1999

126


DEPREM KORKUSU Gündem değişti. ABD Başkanı gelince, konu ekonomik so­ runlara, AB girişimlerine dönüştü. Türkiye'yi zaten bu olgular çıkmaza soktu. Ülkemiz yurt olmaktan uzaklaştırılmaya çalışıldı. Asya ile Avrupa arasında bir geçit bölgesi olarak düşünüldü. Uygulama­ sı yapıldı. İşte ondan bu hale geldi. Konumuz Türkiye. Deprem. l 7 Ağustos, l 2 Kasım depremleri. Arada gelişen, günümüzde de süren artçı depremler. Binlerce ölü, yaralı. Peki sorumlusu? .. Deprem doğa olayı. İnsanoğlunun hiç sorumluluğu yok mu? Var� ESas büyük sorumluluğu can kaybında. l 00 binlerin ölümüne, yaralanmasına neden olan deprem­ lerdeki kayıplar; Marmara Bölgesi, Düzce, Bolu. Bu fay hattının üstü. Kent­ leşmesin, sanayileşmesin diye yıllarca dil döküldü. Uğraş verildi. Günümüzdeki olgular anlatıldı, anlatıldı. Dinleyen olmadı. Özellikle siyasi iktidarlar, yerel yönetim­ ler. Oy almak, seçilmek, sanki insan yaşamından önemli. Uygulamada öyle değil mi?

1 27


Ankara'ya. Erzincan, Erzurum'a uzanan karayol�. Yalova, Bolu, Düzce üzerinden yoğunlaştırıldı. Karayolu bu hat üzerin­ den geçince de; Araba montaj fabrikaları, bakım onanın atelyeleri Yalova, Düzce, Bolu üzerine kuruldu. Sanayi insanları çekti. İnsanlar sa­ nayi kuruluşlarını çekti. Ahşap evler beton binalara dönüştü. Evler, evler üst üste bindiler. Apartman oldular. Yüzler binler oldu. Binler on binler, milyonlar. Bilim adamlarının yıllar önce belirttiği olgular. Gerçekleşti. Deprem, deprem. Yer gök sallandı. 1 00 binler öldü, yaralandı. Göçük altında kalanlar. Kurtarılmayı bekleyenler. Siyasi iktidarların, yönetimin konusu oldu.

Olması doğru. Önceden düşünülseydi do ğıiııar. Düşünülen doğrular uygulansaydı Marmara, Düzce yolu yöreleri bir tanın alanı olarak kalabilseydi. Ahşap evlerin içindeki köy insanlarımız. Bu depremleri çok az zararla atlatırlardı. Belki hiç ölümsüz. 1 963 yılında olan Yalova depreminde 1 ölü var. Hem de 6,3

şiddetinde. Günümüzde. Korku lstanbul'a sıçradı. Televizyonlarda, gazetelerde. Durmadan tartışılan konu. İstanbul'da deprem olacak mı? Bugünlerde. Kısa süre içinde. Net konuşulamıyor. Söylenenler, söylevler kaçamak. Ama insanoğlunun yüreğindeki korku. Geldi oturdu. Eşler, çocuklar. Uyuyamıyorlar. Gece gündüz sokaktalar. Yağmur, çamur, soğuk. Çadırları bile olmayan insanlar. Hepsinden önemlisi. Psikolojik bunalım içindeler. yarından umutsuz.

128


Sanki deprem peşlerinden koşuyor. Yaşariıdan umutsuz. Önemli bir çoğunluk.

Bir şeyler yapmak zorundayız. Siyasi kadrolar, bilim adam­ ları. Göç edecek yer kalmadı. Yurt edinmek zorundayız Anadolu'yu. Rasgele . . .

18 Kasım 1999

1 29


2000 NE GETİRECEK, NE GÖTÜRECEK? Bir gün sonra 2000. 2000 yılı. Hep Doğan Avcıoğlu'nu anımsarım. Çağrışım yapıyor.

1 97 1 . 1 2 Mart darbesi. Nikah şahidim İlhan Selçuk'tu. 11han ağabeyimiz. Yapamadı. içeri aldılar. Tanık Handan ablamız oldu. Handan Selçuk. Nikahta dokunmadılar. Evlendik. Balayına gittik, döndük. . . Beni de içeri aldılar. Ankara Mamak, İstanbul Davutpaşa günleri . . . 1 97 l yılını

1 972 yılına bağlayan gece. Yeni yılımızı kutluyoruz. Doğan Ağa­ bey ile aynı koğuşta kalıyoruz. Doğan Ağabey cebinden bir kağıt çıkardı. İkiye katladı. Yazdı.

"2000 tarihini atacagız, Türk devrimini yapacagız. " ikimizin adını yazdı. imzaladı. Bana da imzalattı. Bir ta­ nesini bana verdi. Bir tanesini de cebine koydu. Bir aramada aldılar. Doğan Avcıoğlu yok artık aramızda. Ömrü 2000 yılını gör­ meye yetmedi. Sonsuza dek aramızdan ayrıldı. O g�ler bizleri üzen en önemli olgu.

Dışa açılma politikası. Ülkemiz Türkiye'yi yarı sömürge

1 30


görüntüsüne sokmuştu. Osmanlı Devleti'nin son günlerini anım­ satıyordu. Siyasi kadroların da çözüm üretemeyişi. Tam bağımsız yaşamak isteyen Atatürkçüleri çözüm arayışlarına yöneltmişti. Ne getirdi? Ne götürdü? Yazıldı, yazılıyor. Biliniyor... İyi niyet mektubunu okudunuz. IMF'ye sunulan. Gazetemiz Cumhuriyet tam metin verdi. Mektupta: Tarım kesiminden destek kaldırılacak. Zaten var yok belli değil ya. Tamamen dışarıdan aldığımız buğday, et, diğer ürün­ lerle doyunacağız. Kendi olanaklarıyla doyunan 7 ülkeden biriydik. Şimdi buğ­ dayımızın, etimizin yansı dışarıdan geliyor. Bu gidişle tamamı­ nı dışarıdan almak zorunda kalacağız. KİT'ler. Kamu iktisadi kuruluşları. Hemen özelleştirilecek. Bu demektir ki: Türk devletinin ekonomik gücü olmayacak. Telekom ve enerjinin yabancılara teslimi sağlanacak. Hem de özel hukuk kuralları düzenlenerek. Tahkim kuralıyla! Bu sahada Türk adaleti devre dışı bıra­ kılıyor. Haberleşme, enerji de yabancıların elinde olacak. İhtilaf çıkarsa Tahkim Kurulu karar verecek. Uluslararası kişilerden oluşan kurul. Düşünelim. Akkuyu Nükleer Santralı'nın kurulmasınoa, son karar Tahkim Kumlu'nun olacak. Amaç nükleer enerjinin Türkiye'de üretilmesi. Atıklarının yavaş yavaş Türkiye'yi kirletmesi. Yaşanamaz duruma getir­ mesi. Saçtığı zehirle de insanlarımızı, tüm canlılarımızı yok et­ mesi. Siyanürle altın arayacaklar. Topraklarımızı, sularımızı ze­ hirleyecekler.

131


Önce devlet küçülecek, yok olacak. Sonra insanlarımız. Bunun için Bergamalı köylüler. Karşılarına dikildiler. Çıplak gövdeleriyle. Siyasi kadrolarımız için ne diyelim? Niyet mektubunu hazırlayanlar kim? Yeni yılda mutluluklar, başarılar dileğiyle. Rasgele ...

30 Aralık 1999

1 32


YABANIN HAYVANI NEDEN YOK OLUYOR? Gazetelerde resimler. Geyikler, karacalar. Doğada az kalan yaban hayvanları. Bir de tüfeği sırtında bir adam. Fişekliğinde ördekler asılı. Yazılan haber: Yasak olmasına rağmen, geyikleri, karacalan vuruyorlar. Avcılar. Kalmadı hayvancıklar. Yok olmasına ya da çok az kal­ masına neden: Avcılar gösteriliyor. Avcılar değil. Yok olmasına neden olanlar. Suçu avcıların üstüne atıyorlar. Neden yok oluyorlar? Yabanın hayvanları. Yalnızca geyik­ ler, karacalar da değil. Keklikler, tavşanlar. Göç etmeyen. Ana­ dolu'da yaşayan hayvanlar. Doyunma, barınma yeri kalmadı da ondan. Ormanda yaşa­ yanlar. Büyük hayvanlar. Gazetelerde resmi çıkanlar. Orman yangınlarında yandılar. Yangından kaçabilenler. Ülkemizi terk ettiler. Göç ettiler ormanı olan komşu ülkelere. Tarlalardaki tav­ şanlar, keklikler. Tarlalar arsa olunca! Doyunacak, barınacak y­ er bulamadılar. Aç, uykusuz. Korku içinde dolandılar, dolandı­ lar. Onlar da ya öldüler ya da terk ettiler. Göç, göç. Hiç dönmemek üzere. Yabanotu bitmesin diye atılan zehirli ilaçlar. Çok ürün al­ mak için atılan suni gübreler. Kitle halinde kırdılar.

133


Üç-dört tane ölü keklik, tavşan bulduğumu bilirim. Daha ön­ celeri ava çıktığımız tarlalarda, ovalarda. 40-45 yıldır ava gide­ rim. Bir günde üç-dört keklik ya da tavşan vurmadım. Vurama­ dım. Geyiğe, karacaya hiç tüfek atmadım. Birlikte olduğumuz hiçbir avcı arkadaşım da atmadı. Hiç atan yok mu? Var, var. Av­ cı değil onlar. Eli tüfekli ... Asıl yaban hayvanlarının ölümüne, göç etmesine neden olanlar. Yaban hayvanlarının doyunma, barınma yerlerini yok edenler. Ormanları yakarak tarla açanlar. Geyikleri, karacaları yok ettiler. Tarlaları arsa yaptılar. Fabrika, ev kuranlar. Tavşanları, keklikleri yok ettiler. Şimdi kendi günahlarını saklamak için. Suçu avcıların üs­ tüne atıyorlar. Bakın Trakya ovalarına, Ege ovalarına. Ne orman kaldı, ne de tarla. Bırakalım hayvanların yaşamasını. Doyunmasım, barın­ masını. İnsanlar da sıkıntıya düştü. Kendi olanaklarıyla doyunan çok az ülkeden biriydik. Şim­ di etimizin, buğdayımızın yarısı dışarıdan geliyor. ikinci Dünya Savaşı sonrası. insanlarımız da göç etmeye başladı. Almanya'ya, Avrupa'nın diğer ülkelerine. Yalnız yabanın hayvanı değil. insanlarımız da terk etmeye başladı. Ülkemizi! Avrupa ülkelerinin baskısıyla. Tarımdan desteği çekmeye de karar verdik. Bundan sonra? .. Yöntemimiz paradan para kazanmak. Ne kadar sürer? Sür­ se de paranın alım gücü kalmaz. Kalmadı.

llk arabamı 1 5 bin liraya almıştım. 5 bin lirası peşin, l O bin lirası 1 0 ay vadeli.

1 34


Bu parayla şimdi bir litre benzin alamıyoruz. Paradan para kazanıyoruz ... Hadi canım sen de... Sanayi yatırımlarını da yanlış seçtik, yanlış yerlere kurduk. Avrupa ülkeleri 2. Dünya Savaşı'nda aç kalınca. Tarım alanla­ rındaki fabrikaları söktüler, tarla yaptılar. Ekip biçtiler. Sanayi yatırımlarını getirip bizim ülkemize kurdular. Hem de hep tarım alanlarına. Şimdi onlar kendi topraklarından doyunuyorlar. Biz dışar­ dan alıyoruz. Üretim tersine döndü. Biz yabancılara muhtaç duruma düştük. Hükümetimiz taiı.mdan desteği çekiyor. Kamu kuruluşla­ rını özelleştiriyor. Kendi topraklarında doyunamayan insanla­ rımıza. Bundan sonra. Rasgele ...

10 Şubat 2000

1 35


SİYANÜR ZEHİRİ DÜNYAYI SARIYOR "Tuna Nehri akmam diyor. " Tiza Nehri binlerce canlıyı öldürüyor. Sabah gazetesindeki resim. Yüzlerce balık. Ölmüş. Cansız yatıyor. Başlarında bir adam. İki elinde birer balık. Ölü. Yerde yatanlara bakıyor, elin­ dekilere bakıyor. Balıklar, balıklar. Ölmüşler. Haber: "Katliam sürüyor. " Romanya'da. Siyanürle aranan altın. Sızan siyanür. Tiza Nehri'ne karışıyor. Macaristan'a doğru akıyor. Nehirdeki binlerce canlı, binlerce balık, ölüyor. Çevre hal­ kı korku içinde. Çevredeki canlılar ölecekler. İnsanlar ... Haber televizyonlara taştı. Nehirlere, ırmaklara karışan si­ yanür Yugoslavya'ya dek uzanmış. Bu ırmaklardaki balıklar da, canlılar da ölüyorlar.

"Katliam sürüyor. " Romanya maden çalışmalarını hemen durduruyor. Elbet bir gün akım bitecek. Bitecek ama. Yitirilenler, kazanılan madenin binlerce katı olacak. Televizyonda verilen haberlerde. Romanya'da yaşanan bu siyanür faciası, Rusya'daki Çernobil faciasına eşittir. Biz de mi bir �acia bekliyoruz?..

"Bergama, Bergama Kazan kazan ver bana! "


Bergama ne kazandıysa! Turizmden, tarımdan. Türkiye'de yaşayan herkese verdi. Bergama'nın bu üretimine karşı. Bergamalıların zehirlenmek, ölmek mi hakkı? Bergama'da da altın siyanürle işleniyor. Köylüler, kentliler. İstemiyoruz dediler. Soyundular, yürü­ düler, yürüdüler. Aylarca protesto ettiler. İşletilmesine karar verenler, işletenler. Siyanür zehrini hala çevreye salıyorlar. Çevrede bir gün büyük bir felaket yaşanacak. Ondan sonra mı son verilecek? Siyanürle altın işlenmesine. İşlenen her yerde görüldü. Sonu felaketle bitiyor. Neden ille felaket bekleniyor? Altının getirdikleri. Çok sanılıyor. Götürdükleri binlerce katı olacak. Bergama ovalan. Dikili, Ayvalık, Aliağa. Ta Ege, Akdeniz'e dek. "Bergama, Bergama. Kazan kazan ver bana! "

Veriyor, verecek ama. Yaşam olanağı vermiyoruz ki ! .. Çernobil. Nükleer facia. Ülkemiz sınırlarına dayandı. Acısını bizler de çektik. Çernobil ortadayken! A!<lrnyu Nükleer Santralı neyin nesi?.. Romanya altın madeninden sızan siyanür. Macaristan'!, Yu­ goslavya'yı zehirliyor. Bergama'da neden siyanürle işleme sürdürülüyor? .. Macaristan Parlamentosu'nun Çevre Komitesi Başkanı'nın açıklamasını gazetemizde okudunuz: "Bu durumun, bir nötron bombasının atılmasından farkı yok. Nehirlerde artık hiçbir canlı organizma yaşamıyor. 1986'da yaşanan Çernobilfelaketinden bu yana, Orta Avrupa 'da meyda­ " na gelen en büyük çevrefelaketini yaşıyoruz.

137


Yaşıyoruz, yaşayacağız. Siyanür zehrinin Tuna Nehri'ne karışmasından korkuluyor.

"Tuna Nehri akmam diyor. " Çevresini zehirlemekten korkuyor. İçindeki canlıların ölü­ münden. Eyvah! Siyanür Tuna Nehri'ne de karıştı. Tonlarca balık kı­ yılara vurdu. Karadeniz'e doğru uzanıyor. Felaketin boyutları büyüyecek. Tonlarca balık, diğer canlıların yanında insanlara da uzanacak. Nerede siyanürle altın işlenmişse bu felaket yaşandı. AB­ D'de, Ekvador'da, Güney Amerika'da, Guyana'da, Filipinler'de si� yanür kazaları oldu. Tonlarca canlının yanında! Birçok insan da öldü. Doğa insanoğluna küstü. Kızgın. İntikam almaya kalkarsa. Sonra? Rasgele ...

17 Şubat 2000

1 38


ÇATALCA'DAN KALKAN TREN... Kara tren geçiyor. Düdüğünü çala çala. Ray seslerine karışıyor. Güzel bir müzik oluşuyor. Çatalca da Çatalca da. insanın aklından çıkmıyor. Düşünüyor, düşünüyor. Çatalca - Sirkeci arasında. Hızlı tren bağlansa ... Zaten raylar döşeli. Ufak bir bakım gerekli. Büyükçekmece yakınlarına dek geliyor. Geriye ne kalıyor? . . . Hızlı tren, hızlı tren gelmez m'ola. Düdüğünü çalmaz m'ola . . . Gelir de, çalar da. Ah, vah ... B i r istense. Teneke uygarlığının ne tozu kalır, ne de dumanı. Tarlalar kurtulur karayolundan. Ekilir, biçilir. insanoğlu doyunur. Kendi olanaklarıyla doyunan 7 ülkeden biriydik dünyada. Şimdi etimizin, ekmeğimizin yansını dışardan alıyoruz. Tarım alanlarımızın çoğunluğuna araba fabrikaları kuruldu. Hem de montaj sanayisi ... Başka türlü nasıl elinde tutacak Anadolu pazarını? Teneke uygarlığı. Araba fabrikaları.

1 39


Kendileri su yolu, demiryolu kullanıyorlar. Otobüs, minibüsle yolcu taşımacılığı; kamyon, kamyonetle yük. Kalmadı artık. Pazar bulabilmek için araçlarına. Montajını yapıyorlar Anadolu'da. Hem de en verimli tarım alanlarında. Mannara'da, Ege'de . . . Hızlı tren yolu bir uzanabilse Çatalca'ya. Arkasından Çorlu, Edirne. Bir yandan da Çorlu, Tekirdağ, Şarköy, Eceabat. Geç Boğaz'ı. Çanakkale, Balıkesir, Manisa, İzmir. Tutmayın beni. Uzanacağım Kars'a, Ardahan'a. Kent içi, köy-kent arasında tramvay. Aman denizyollarını unutmayalım. Akdeniz, Ege, Marma­ ra, Karadeniz. Hatay, İzmir, İstanbul, Rize. Ondan sonra gel, gör Anadolu'yu. Demiryolu, deniz yolu güzel ama. Gittikçe karayoluna dö­ nüyoruz. Öğrencilik yıllarımızda İzmir'e gemiyle, Ankara'ya tren­ le giderdik. Akşam İstanbul'dan binerdik. Sabah Ankara'da, İzmir'de inerdik. Eğlenirdik, dinlenirdik. Hem de yolculuğumuzu yapardık. Şimdi otobüsle gidiyoruz. Hem yoruluyoruz, hem de gün yi­ tiriyoruz. Vay canına. Çatalca'da tren gördük. Kars'a, Ardahan'a de­ miryolu döşedik. Hatay'dan Rize'ye gemiler kaldırdık. Neden olmasın? Yaptık da biz. "Demir ağlarla ördük. Ana yurdu dört baş­ tan. " Yürüdük, övündük. Altmışlı yılların ikinci yarısından sonra. Teneke uygarlığı­ na tutsak düştük. Düşürdüler! . . . Yeniden demiryoluna, deniz yoluna dönmek zorundayız.

1 40


Bizim ülkemiz kadar başka hiçbir ülke elverişli değil. Bir kez üç yanımız denizlerle çevrili. Kaldırdın mı gemiyi. Tutma gitsin. Dağlarımız çoğunlukla dikey. Demiryoluna çok elverişli. Yerin üstünden altından. Ulaşa­ mayacağımız yer yok. Yeter ki biz isteyelim. Karar verelim. Yerel yönetimlere büyük görev düşüyor. Eğer isterlerse, mücadele ederlerse. Hep birlikte. Olur. Bir yerden başlayalım. Rasgele ...

6 Nisan 2000

141


NE UMUTLARLA GELDİK BUGÜNLERE ... Bazı günler vardır. İnsan yaşamına girmiştir. Yaşam felse­ fesi. Bizim kuşak için de 28 Nisan! .. Bir 28 Nisan daha geçti. Yıl­ lardan 2000. 40 yıl geçmiş aradan. İçimizdeki sevinç, hüzün. Bitmiyor, geçmiyor.

1 960 yılının 28 Nisanı. Kendi umutlarımızı kendimiz sildik. Yeni umut arayışına çıktık.

28 Nisan l 960. 1 O yıl önce, l 950 yıllarında. Demokrat Parti'yi iktidara ge­ çirmek için gece gündüz koşturduk. Yalınayak, başı kabak. DP iktidarı bizim kuşağın emeğinin ürünüydü. Henüz oy ata­ mıyorduk. Yaşlarımız yetmiyordu. Çalışmalarımız DP'yi ikti­ dara getirdi. Neden? Nasıl? Çocukluğumuz 2. Dünya Savaşı içinde geçti. Açlığı, sefa­ leti biliyorsunuz. Yaşamak bir sorun olmuştu. Savaşa sokmamasına rağmen, bizleri ölümden kurtarması­ na rağmen. O günlerin sıkıntısını CHP'nin, başta Genel Başkan

İsmet İnönü'nün omuzlarına yükledik. 1 950 seçimlerinde gece gündüz DP'nin iktidara gelmesi için uğraştık. Kış günlerinde, karlı yağmurlu havalarda. Yalınayak bütün köyleri dolaştık. Bil­ dirileri dağıttık. Analarımız, babalarımız karşı olmasına rağmen! Biz çalışmayı bırakmadık...

1 42


"Yeter söz milletindir " afişini unutamam. Ne umutlarla ta­ şımıştık, dağıtmıştık. Sonra ne oldu? Söz milletin mi oldu?

27 Nisan günüydü. Gazetelerde bir haber çıktı. DP iktidarı­ nın çıkardığı bir kanun muydu? Bir kararname miydi? Tam anım­ sayamıyorum.

"Gerekli gördügü hallerde hükümetin aldıgı kararların uy­ gulanmasının kanunlara aykırılıgı ileri sürülemez. " Bak sen . "Hani söz milletindi? .. " ..

Bir olayın, söylevlerin yasalara aykırılığını ileri süremeye­ ceksin.

"Yeter söz milletindir... " Hukuk okumanın önemi kalmadı. Yasalara aykırılığı ileri sürülemeyecek siyasi iktidarın. O günlerde de yasal yollara çok gidiliyordu. Siyasi iktida­

rın. Davranışlarından, konuşmalarından dolayı. Atatürk'ü bile yıpratan söylevler veriliyordu.

Nuri Yazıcı ile oturduk (Castro Nuri). Artık aramızda yok. Siyasi iktidarın davranışlarından dolayı yasalara aykırılık ileri sü­ rülemeyecekse. Yasal yollara gidilemeyecekse. Hukuk okumanın ne anlamı var?. . Birkaç arkadaş daha katıldı. Gece yurtlan dolaştık. Sabahı Site Talebe Yurdu'nda yaptık. Sabah? .. Hukuk Fakültesi birinci sınıfamfisinde toplandık. Nuri söz al­ dı. Olaylan anlattı. "Hukuk okumanın bir anlamı kalmadı " dedi. Kürsüden indi. Yürüdü. Bizler de salona dağılmıştık. Kalk­ tık, yürüdük. Hep birlikte iç bahçeye çıktık. Söylevler verdik. Coştuk, alkışladık. Vilayet binasına doğru yürüyüşe geçtik. Çemberlitaş'a yaklaşırken silahlar patlamaya başladı. Polis­ ler atıyordu.

1 43


ğını.

Turan Emeksiz yaşamını yitirdi. Hüseyin Onur bir aya­ Cengiz Balhkaya yaralandı. Yürüyüşü bıraktık. Üniversiteye döndük. Arka yollardan,

Sirkeci üstünden vilayete gitmeye karar verdik. Gittik! .. Nasıl karşılandık bir görseydiniz. Vali odasına aldı. Çay, kahve içirdi. Arabalarla evlerimize dek gönderdi. Ertesi günü. Beyazıt, Cağaloğlu yörelerinde resimlerimiz . . .

"Yakalanacaktır. Kaçarsa vurulacaktır. " B u da nesi? Hakkımızda vur emri ! . . D P iktidarını getirirken pestilimiz çıktı. Karda kışta yalına­ yak, başıkabak köy köy dolaştık. Bildiri dağıttık. Geldi. Gitmesi için çalışmalara başlayınca hakkımızda vur emri çıktı. Ne olacak şimdi?.. 27 Mayıs geldi kurtardı. Ne umutlarla sarılmıştık 27 Mayıs Devrimi'ne. O da uzun sürmedi, sürdürülmedi. 1 2 Martlar, 1 2 Eylüller. . . 27 Mayıs Devrimi'ni de sürük­ ledi. Geldik bugünlere. Rasgele ...

4 Mayıs 2000

144



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.