Metin TOKER
Baykent Bilgisayar & Danışmanlık
ŞEYH SAİT İSYANI (Kitap Özeti)
Basım Evi / Yılı: Bilgi Yayınevi- 1994
Düzenleyen: Dr.Tuğrul BAYKENT w.ekitapozeti.com
ŞEYH SAİT İSYANI Şeyh Sait İsyanı Cumhuriyet tarihinin önemli işaret noktalarından biridir. Bu isyanı iki türlü ele almak gerekir. Olay olarak ve tepkileri bakımından. Olay olarak isyanın işaret noktası sayılacak kişiliği yoktur. Hazırlıklar çok daha sonrası için yapılmışken Şeyh Sait’in kişisel kaygıları ve ürkekliği kurşunu erken patlatmış ve olayı bir “Piran Vakası” haline indirmiştir. İrtica telkinleri ve şeriatçılığın o bölgedeki etkileri Şeyh Sait kuvvetlerine başlangıçta başarı sağlamış, hükümet birlikleri yığınaklarını tamamlar tamamlamaz savaşın kaderi değişmiştir. Şeyh Sait ve arkadaşları yakalanmıştır. Şeyh Sait İsyanı Cumhuriyetin bir dönemeci almasının fırsatı yapılmıştır ki bu açıdan çok önemlidir. 1925’ler Atatürk Devrimleri olarak bilinen inkılap hareketlerinin başladığı, fakat ilkel bir siyasal demokrasinin uygulandığı yıllardır. Bu dönem Türkiye’sinde iktidarın başları düşmanı denize dökmüş galip ordunun galip komutanlarıydı. Memlekete onlar egemendiler. Demokrasi ile devrimler konusunda bir tercih yapmak durumuna geldiklerinde, devrimleri seçmişler ve demokrasiyi hiç olmazsa erteleme kararı vermişlerdir. Şeyh Sait ve isyanı onları bu tercihi yapmak durumuna getiren olaydır ve önemini buradan alır. Nitekim üç büyük devrim, Medeni Kanun Devrimi, Kıyafet Devrimi ve Harf Devrimi bu isyandan sonra yapılabilmiştir ve “Takriri Sükun Türkiye’si” bunların ortamı olmuştur. Olay anlatılırken bir isyan bölgesinde olanlar bir de Ankara’da olup bitenler anlatılmıştır. O yıllarda Ankara’da olanlar okunduğunda o zamanki olaylarla 1957-1960 döneminde yaşanan sahnelerin birbirine çok benzediği görülecektir. Takriri Sükun Kanununu İsmet Paşa’nın Meclisten geçirdiği oturum ile Menderes’in Tahkikat Komisyonu’nun kurulduğu oturum sanki ikiz kardeştir. Bir farkla; 1925’de memleketin asıl gücünü arkasında bulunduran İsmet Paşa ve takımı ileriye, 1960’da Menderes ve takımı geriye dönüktü ve kendilerini Gazi ve İsmet Paşaların kudretinde sanmalarının bedelini acı sonları ile ödemişlerdir. Gazi Paşa, İsmet Paşa ve onların Cumhuriyet Halk fırkasındaki radikallerinin düşünceleri, Türk toplumuna bu günkü batılı hayat düzenini veren devrimleri gerçekleştirmekti. 1925’lerin Türkiye’si incelendiğinde ise, muhalefetin en başındakiler ne kadar iyi niyetli olursa olsun bir muhalefet ve bir muhalif basınla Cumhuriyet ve İlkelerini özellikle laikliği devam ettirmenin mümkün olmadığı görülmektedir. Bu nedenle devrimlerin gerçekleşmesi için demokrasi bir müddet ertelenmiştir. Bu ekibin demokrasiyi yok etmek değil ertelemek niyetini ciddiyetle taşıdıkları beş yıl sonra kanıtlanmıştır. Gazi ve İsmet Paşalar, yapılması için kapalı rejimi şart gördükleri devrimlerin açık rejimde konsolide olabilecekleri düşüncesiyle 1930’dan başlayarak Serbest Fırka denemesine girmişler fakat irtica ve şeriat akımlarının muhalefetin tabanını oluşturması sonucu başarılı olunamamıştır. Ancak 1946’dan sonra bir yandan toplumun ulaştığı düzey, diğer taraftan o günkü muhalefetin liderlerinin geçmişten, gericiliğe kapı açıldı mı bunun kendileri ve partileri için felaketle sonuçlanacağını bilip ihtiyatlı davranmaları ve iktidarın başının geniş hoşgörülüğü sayesinde demokratik rejim devrimlerinden bir yenisi haline gelmiştir.
Dikkati çeken nokta aradan yıllar geçmesine rağmen bu gün, Şeyh Sait’in elinde bayrak olmuş bağnazlığın ve gericiliğin Türkiye’de sesini yükseltebilme imkanına sahip olmasıdır. Dolayısıyla Şeyh Sait İsyanı’nın bütün yönleriyle bilinmesine bu gün her zamankinden çok gereklilik ve zorunluluk görülmektedir. 22 Kasım 1924’de İsmet Paşa Başbakanlıktan çekilmiş onun yerine hükümeti Fethi Bey kurmuştu. İsmet Paşa hastaydı. Doktorlar kendisine tam bir istirahat tavsiye ederek İstanbul’a gitmesini önerdiler. İsmet Paşa Heybeliada ’da bu günkü İnönü vakfına ait evi kiralamış, annesi eşi ve oğlu ile oraya gitmişti. Gazi Paşa kendisini iki ay sonra 20 Şubat’ta acele Ankara’ya çağırdı ve 21 Şubat 1925’de İsmet Paşa’yı bazı bakan ve milletvekilleri ile Tren istasyonunda karşıladı. Yokluğu farkedilen kişi Başbakan Fethi Bey oldu. Ankara o sıralar kaynayan bir kazandan farksızdı. Gazetelerin arka sayfalarında doğuda cereyan etmiş bir eşkiyalık olayı yer almıştı. Ama Cumhuriyetin başkentini bu “basit zabıta vakası”nın karıştırabileceği akıllara gelmiyordu. Mideleri ilk bulandıran Cumhuriyet Gazetesi’nin verdiği ek bilgi olmuştu. Bilgiye göre Şeyh Sait mahiyetiyle birlikte Genç vilayetine girmişti. Edinilen bilgiye göre de İngilizlerden teşvik görmekteydi. Ankara’da aynı zamanda bir takım siyasal dalgalanmaların da başladığı seziliyordu. Fethi Beyin sıkıntılı bir hali vardı. Cumhuriyet Halk fırkasının milletvekilleri öbek öbek kümeleniyor, Çankaya ile ilişkileri olanların sözlerinden türlü anlamlar çıkarmaya çalışıyorlardı. Böyle bir hava içinde İsmet Paşa’nın istirahatını kesip birden bire Ankara’ya gelmesi bomba gibi patladı. İsmet Paşa Başbakanlıktan ayrılmıştı ama Cumhuriyet Halk fırkasının Genel Başkan Vekilliğini üzerinde taşıyordu, fırkanın Genel Sekreteri de Fethi Bey’le anlaşmazlığa düşerek İçişleri Bakanlığından ayrılan Recep Bey’di. Hükümetçi gazeteler İsmet Paşa ile ilgili haberi kulaklarına fısıldanan şekilde verdiler “Paşa Hazretlerinin seyahat maksadı, biraz gezmek ve fırka arkadaşları ile görüşmektir” diyorlardı. Diğer taraftan İsmet Paşa’nın Ankara’ya gelmekte olduğu haberi derhal bir “Hükümet buhranı”, bir “Hükümet değişikliği” fısıltısını yaygın hale getirmiştir. Doğu da cereyan etmiş olan Şeyh Sait olayını Gazeteler bazen “Piran Hadisesi”, bazen “Genç Hadisesi” olarak isimlendiriyor ve olayla ilgili iyimser haberler vermeye devam ediyorlardı. Oysa durum böyle değildi. Gazi karşıladığı İsmet Paşa’yı Çankaya’ya davet etti ve baş başa kaldıklarında doğudaki gerçek olayı İsmet Paşa’ya aktardı: Piran’da başlayan açık bir isyan hareketiydi. Şeyh Sait ve avanesi orada bir jandarmayı öldürmüşler ve ikisini de yaralamışlardı. Sonra “din adına savaş” bayrağı açarak
yürümüşlerdi. Önce telefon ve telgraf hatlarını kesmişler, Piran’dan Eğil bucağına geçmişler, bucak müdürü ile on jandarmanın silahlarını almışlar onları esir etmişlerdi. Genç ilinin merkezi Darahini’ye saldırmışlar, oradan Diyarbakır’ı ele geçirme planlarının yapıldığı sanılıyordu. Çünkü asiler Diyarbakır yolu üzerindeki Lice’ye hareket etmişler. Hani bucağı alınmış, Lice-Hani-Çapakçur-Palu telgraf hattı da kesilmişti. Yani asiler düzenli ordu birlikleri ile kapışmışlardı hem de saldırarak. Çankaya’da iki eski asker yeni devlet adamı olayın askeri safhasından çok içeriği üzerinde durdular. Doğuda İngiliz’lerin teşvikiyle bir kürt harekatının hazırlanmakta olduğundan hükümetin haberi vardı. Bir çok plan ele geçirilmişti. Fakat Şeyh Sait bir kürt lideri gibi davranmak yerine bir “karşı ihtilal”in ilk darbecisi gibi hareket ediyordu ve açtığı bayrak hilafet bayrağıydı, şeriat bayrağıydı. Gazi, İsmet Paşa’ya : - “Başvekil bunu böyle görmüyor. Hadiseyi mahalli bir isyan hareketi olarak alıyor. Kabinede, bu mahalli isyanın bastırılması tedbirlerini arıyorlar” dedi. Daha sonra Cumhurbaşkanı ve İsmet Paşa’ya Meclis Başkanı Kazım Paşa da katıldı ve üç paşa gerekli askeri önlemler üzerinde durdu. Yapılacak ilk iş isyan bölgesinde sıkıyönetim ilan edilmeli ve aynı zamanda harp divanları da kurulmalıydı. Çünkü gelen haberlerden anlaşılıyordu ki, mahalli jandarma tanıdığı bildiği asilerin üzerine ateş açmıyordu. Hatta bazıları onlara katılıyordu. Köylüler de bunu görünce “din uğruna savaş” parolasıyla ilerleyen Şeyh Sait kuvvetlerine kapılarını açıyordu. Ertesi gün Gazeteler İsmet Paşa’nın Ankara’ya gelişi ve Çankaya’da toplantı haberleriyle yayın yaptıklarında Meclis kulislerinde Fethi Bey’in çekileceği ve yeni hükümeti İsmet Paşa’nın kuracağı söylentileri dolaşıyordu. Gazi’nin bunu düşündüğü doğruydu ama değişikliği aşamalı olarak planlamıştı. Ertesi akşam İsmet Paşa Gazi’nin misafiriydi. Kazım Paşa da çağrılmıştı. Gazi biraz sonra Fethi Bey’i de davet etti. Harekete geçme saati çalmıştı. Başbakanın gelmesiyle Şeyh Sait hareketinin niteliğinden ziyade alınacak önlemler tartışıldı. Başlangıçta fikir ayrılığı içinde olan Fethi Bey gerçekten böyle bir zorunluluğun bulunduğuna ikna oldu. Bakanlar kurulu gece toplanarak sıkı yönetim kararı aldı. Bu Fethi Bey Hükümeti tarafından atılmış büyük adımdı. Bu sırada basında Şeyh Sait harekatı hakkında iyimser haberler devam ediyordu. Ancak 24 Şubat Salı günü gazeteler “isyan” lafını açıktan yazdılar. Şeyh Sait’in din elden gitti parolası ile silaha sarılmış olduğu belirtiliyor yayımladığı bildiri özetleniyordu : Şeyh Sait bildirisinde bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulacağını müjdeledikten başka, halifenin döneceğini şeriatın tekrar toplum hayatına hakim olacağını, dinsiz olan “Hükümeti Hazıra”nın ortadan kaldırılması gerektiğini bildiriyordu. Bu bildirinin yayımlanmasından iki hafta önce Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi’nin Meclis kürsüsünde yaptığı gerici bir konuşma ile bildiri arasında paralellik kuruluyordu.
Fethi Bey durumu iktidar partisinin Genel Kurulunda açıkladı. Gazi Paşa, İsmet Paşa ve Kazım Paşa da hazırdılar. Hükümet önlemleri alıyordu. Bunların çoğu genel önlemlerdi. Olay bunlarla bastırılacaktı. Dini alet ederek zihinleri karıştırmak hareketini yapanlar Hıyaneti Vataniye Kanunu gereğince cezalandırılacak, bu çeşit yayın yapan gazeteler hemen kapatılacak, sorumluları cezalandırılacaktı. 25 Şubatta Meclis isyan bölgesinde sıkıyönetim ilan edilmesi ve Hıyaneti Vataniye Kanununa ek madde konması önerilerini görüşmek üzere toplandığında muhalefet hükümeti bütünüyle destekleyici tavır aldı ve her iki madde oy birliği ile kabul edildi. Sıkıyönetim ilan edildi aynı zamanda harp divanlarının kurulduğu da ilan edildi. Ankara’da bütün bu karışıklıklara yol açan olay Şubat’ın 13’ünde doğunun bir küçük köyünde Piran’da oldu. Şeyh Sait ve atlıları Piran’da bekleniyordu. Şeyh Sait’in kardeşi Abdurrahim Piran’da oturuyor ve oranın sahibiydi. Kafile köye girdi ve Abdurrahim’in evine yerleşti. Şeyh Sait’in dedesi 200 yıl önce Diyarbakır’ın Septi köyünden gelerek Palu’ya yerleşmiş. Fakat bir süre sonra çevrenin ağalarıyla arası açılmış Erzurum’un Hınıs ilçesine göçmüş bir süre sonra da Hınıs beylerinin aracılığı ile tekrar Palu’ya dönmüştür. Ali Septi’nin beş oğlundan biri olan Şeyh Mahmut Şeyh Sait’in babasıdır. Şeyh Sait 1865’de Palu’da doğmuş sonra babasıyla Hınıs’a göç etmiş ve dini tahsiline orada devam etmiştir. Şeyh Sait ticari ilişkilerini sürdürmek ve dedesinin mezarını ziyaret etmek için Palu’ya gelmeyi her yıl adet haline getirmişti. Şeyh Sait o Şubat’ta sayısı kabarık atlıları ile resmen Hınıs’tan Palu’ya dedesinin mezarını ziyarete gidiyordu. Piran’a da yol üstünde olduğu için uğramıştı. Yalnız bu seferki yolculuğunun bazı özellikleri dikkatten kaçacak cinsten değildi. Her zaman birkaç silahlı muhafızıyla yetinir, Hınıs’tan Palu’ya en kısa yoldan giderdi. Oysa şimdi yol boyunda ve civardaki köylere uğruyor vaazlar veriyor, onlarla bir şeyler konuşuyor onların verdiği atlıları kafilesine katıyordu. Vaazlarında işlediği tema, dinin elden gittiği ve hilafetin kaldırılmasıyla dinsizlerin hükmü altına düşüldüğü idi. Yolculuğunun gerçek amacı bir öğretmen tarafından Hükümete bildirilmiş ve bunu Ankara duymuştu. Şeyh Sait bir süredir kişisel bir korkunun içindeydi Nasturi isyanına dahil olduğundan yakalanıp yargılanmaktan korkuyordu. Bitlis Harp Divanı Nasturi sanıklarını mahkeme ederken Şeyh Sait’in ifadesinin alınmasına lüzum görmüştü. Sait’te Kürt komitesine dahildi. Komitelerin elebaşları tutuklanmıştı. Sait’in de bilinmediği ne malumdu. Piran’da kardeşinin evine yerleştikten sonra jandarma müfrezesinin kendisinden kafilede tutuklama emri olan on kişinin teslimini istemesi, arkasından da kendisinin tutuklanacağı şüphesine neden olmuş ve can havliyle, aslında daha bir süre sonra patlaması gereken isyan barutunu Şeyh Sait o gün orada ateşlemiştir. “Piran olayı” zamansız erken fakat niyetlerin belirdiği sırada başlamış ve Şeyh Sait ilk resmi bildirisini yayımlamıştır. Orada kullandığı imza “emir-ül Mucahidin”dir.
20 Şubat’ta Palu’nun Şeyh Sait’e bağlı Şeyh Şerif komutasındaki birliklerin eline geçmesi morallerini düzeltti. Palu düşünce Elazığ’ın yolu açıldı. Hele 21 Şubat’ta 14. Süvari Alayımız Hani’de, II. Süvari Alayımız Cüzi’de pusuya düşürülüp esir alınınca Şeyh Sait’in ilerlemesi büsbütün kolaylaştı. Görülüyor ki tertip öyle bir günün işi değildir. Uzun hazırlıkların işidir. Propoganda çalışmaları sırasında halka dağıtılan basılı bildirilerin hangi makinalarla basıldığı, elbette bunlar dışarıda basılmış tüfekler patlayınca asilere dağıtılmış. Bundan başka Hükümet kuvvetleri tarafından yakalanan asilerin üzerinde üniformaya benzeyen kılıklar, ceplerinde yabancı paralar ve silahlarında yabancı silah olduğu tespit edilmiştir. O günlerde bizim Musul nedeniyle İngiliz’lerle takıştığımız göz önüne alınırsa Kürt isyanının arkasında kimlerin bulunduğu daha kolay kestirilebilir. Madalyonun bir başka yönü de şöyledir. Şeyh Sait doğuda isyanın askeri cephesini yürütürken İstanbul’da bir takım temaslar olmaktaydı. Bunların merkezinde Seyit Abdülkadir vardı. Seyit Abdülkadir Van’lıdır ve Kürt Teali Cemiyetinin fiili başkanıdır. Damat Ferit Paşa Hükümeti döneminde Devlet Şurası Reisliğine kadar yükselmiştir. Kürtçülük cereyanının su yüzünde çalışmaya başlaması Abdülhamit’in izlediği politikanın sonucudur. Bütün marifeti “İdare-i maslahat” olan sorunların esasına asla girmeyip kuvvetler arasında denge kurarak düzeni sürdürmeye çalışan Abdülhamit’in müsamahakar davranışları sonu Kürt Milliyetçiliği ideolojisi yaratılmıştır. 1. Dünya savaşı sırasında da İstanbul Hükümeti Kürt aşiretlerini milis alayları olarak Ermenilere karşı kullanmak zorunda kalmıştır. Zira Ermeniler örgütlenmiş ve orduyu arkadan vurmaya başlamıştır. Kürt Teali Cemiyeti Milli Mücadelenin kazanılması sonucu kendi kendini feshetmiştir. Ama ortadan kalkmamıştır. Su üstünden su altına geçmiştir. Seyit Abdülkadir kurulan gizli Komitenin başkanıydı. Komitenin bir başka üyesi de eski Milletvekillerinden Yusuf Ziya idi. Şeyh Sait ve ailesini bu komiteye alan bu kişidir. Şeyh Sait Seyit, Abdülkadir ile, oğlu Ali Rıza vasıtasıyla temasa geçmiştir. Bu gerçek, isyan bitipte asiler İstiklal Mahkemelerinde yargılanınca bizzat kendileri tarafından orada açıklanmıştır. Bu bakımdan isyanın hazırlıklarında “Bağımsız Kürdistan Davası”nın hiç rolü olmadığı iddiasının asıl ve esası yoktur. Seyit Abdülkadir ve arkadaşları gizli komiteleri adına İngiliz’lerle temasa geçmiş ve onlardan yardım istemişlerdir. Ancak burada James Bond romanlarına taş çıkaracak özellikte bir olay cereyan etmiş. Seyit Abdülkadir İngiliz ajanı (İngiltere Hariciye Nezareti Umur’u Şükriye Müdürü Mr. Templen’dir) diye Nizamettin adında bir Türk ajanla pazarlık masasına oturmuş ve bu suretle planlar Türkler tarafından öğrenilmiştir. Seyit Abdülkadir bunu İstiklal Mahkemesinde yargılanırken anlamıştır. Fethi Bey Hükümetinin aldığı önlemler havayı yatıştırmadı. CHF’nin radikalleri bu kadarla yetinecek insanlar değildi. İstedikleri devrimleri rahatça gerçekleştirebilmek için hiç kimse yapılanları tartışmayacak, yapılanlar sadece övülebilecekti. 1925 Türkiye’sinde Gazi’nin, İsmet Paşa’nın ve onların radikallerinin memlekete müsaade etmeye niyetli oldukları özgürlük bundan ibaretti. Devrimlerle, özgürlük kolay bağdaşır nesneler değildirler.
Başkentte Şubatın son haftası politika kulisleri son derece hareketli geçti. Fethi beyin bir girişimi bunların en ilginci oldu. Fethi bey Terakkiperver Cumhuriyet fırkasının ileri gelenlerini toplayıp onlara : - “Size fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı tebliğe beni memur ettiler. Dağıtmazsanız istikbali çok karanlık görüyorum, mutlaka çok kan dökülecektir” dedi. TCF’nin ileri gelenlerinin buna tepkisi sert oldu. Fethi Bey’in TCF’nin ileri gelenlerine yaptığı bu öneri kendisine eğer “telkin” edildiyse ancak Gazi Paşa tarafından telkin edilmesi mümkündür. Çankaya’da Gazi ve İsmet Paşalar doğu bölgesinde sadece sıkı yönetim değil, onun ardından kısmi seferberliğin de ilan edilmesi, ayrıca olay yerine başka yerden askeri birliklerin sevkinin gerektiğini konuştukları sırada Fethi Bey’in Başbakan sıfatıyla doğuda “başka tedbire ihtiyaç yok, her şey yolunda” şeklinde açıklamalarda bulunması Gazi’de “Bunun Fethi Bey’le olmayacağı” inancını perçinleştirmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet fırkasının liderleri Ankara’da hızla gelişen havadan savunmada kalmanın uysal davranmanın kendilerini kurtarmayacağı kanısına vardılar. İsmet Paşa’nın iktidara doğru ilerlediği sezilince fırkanın aşırılarından Rüştü Paşa tarafından fırkanın doğudaki isyan hakkındaki yeni görüşü demeç şeklinde kamu oyuna ifade edildi. Rüştü Paşa’ya göre : Şeyh Sait’in hiçbir önemi yoktu. Asıl Dünya harbinden doğan sefalet vardı ki hükümet onu yenmeyi başaramamıştı. Şeyh Sait Nasturi isyanına karıştığından korktuğu için isyan bayrağını açmıştı, olayda ne yabancı parmağı vardı ne de şeriat isteği ya da din sömürüsü bir rol oynamıştı. Şeyh Abdülkadir’in İstanbul’daki temaslarına dair raporlar Hükümetin elindeyken ve Şeyh Sait kuvvetlerinin hangi propagandalarla şehirleri düşürdükleri bilinirken muhalefet adına yapılmış bu çıkış CHF’deki radikalleri iyice harekete itti. Bunlar muhalefeti kastederek “ihanet ! ihanet” diye söyleniyor ve önlemin artık alınmasını istiyordu. Fethi Bey ile Gazi ve İsmet Paşalar yöntem farkı içindeydiler; Gazi ve İsmet Paşalar bütün memleketle özellikle İstanbul basınında çatlak seslerin susturulması görüşündeydiler. Fethi Bey ile arkadaşları buna karşıydılar. Gazi, 1 Mart günü Bakanlar kurulunu kendi başkanlığında topladı. Durumun ilginç yanı bunun 2 Mart’ta İstanbul gazetelerine yansımasıdır. Olayları gazetelere radikaller sızdırmış ve bunun yazılmasında sakınca bulunmadığı Çankaya’dan kanıtlanmıştır. Bunun ifade ettiği mana şudur. Bir hükümet değişikliğine kamuoyunun hazırlanmasını Çankaya istemektedir. 2 Mart günü gazeteler o gün saat 10 00‘da CHF grubunun Genel Kurulunun toplanacağı haberlerini yazdılar. Grup toplantısı heyecanlı başladı ve hep öyle devam etti. Konuşanlar genellikle genç radikallerdi. Bunlar Fethi Bey’in alınmış olan sıkıyönetim kararını tam olarak uygulamadığını bunun gereğini tam olarak yerine getirmediğini söylüyorlardı. Bunların iddiasına göre Başbakan kararda bazı hafifletmeler bile yapmak istiyordu. Çetin müzakereler sonunda Başbakan bunları inkar etmedi. Hatta laf dönüp dolaşıp da TCF’nin dini duyguları okşadığı, gericiliğe göz kırptığı yobaz kışkırtmaların altında onun bulunduğu suçlamalara geldiğinde Fethi Bey kendi radikallerine karşı muhalefetin savunmak gereğini duydu ve Dedi ki :
-“TCF’nin programında bulunan Efkar ve İtikadatı diniyeye hürmetkar olduğunu bildiren maddesini tenkit ediyorsunuz. Efendiler Türkiye Cumhuriyetinin dini islamdır ve Teşkilatı Esasiye Kanununda bu kayıt vardır. Efkar ve itikadatı diniyeye hanginiz hürmetkar değilsiniz.” Oysa sorun bu değildi. Gerçek duyguları bu olan bir adamın başkanlığındaki hükümete, din sömürücüleri “Bunlar dinsiz, bunların yüzünden din elden gitti. Kalkın ey ehli vatan” saldırısını ve kışkırtmasını yapıyorlardı. TCF de bu oyuna katılıyordu. Fethi Bey’in sözleri gerçekte “karşı ihtilal” ve sert davranılmasını isteyenlere hak veriyordu. Sonradan bu nokta Türkiye’de bir polemiğin ve demogojinin konusunu teşkil edecek ve ne zaman çok partili rejime geçilse CHP aynı suçlamaların altında bırakılacaktır. Kendilerinin dini inançlara saygılı oldukları CHP’nin olmadığı hep söylenecektir. Fethi Bey kendisine saldırılar artıp daha şiddetli davranması için tazyik edildiğinde ise açıkça alınan önlemleri yeterli olduğunu lüzumsuz şiddetlerle elini kana bulamayacağını belirtmiş. Bu sözde Fethi Bey’in arzulanan Başbakan olmadığı gerçeğini ortaya koymuştur. İşte bu sırada Çankaya’da önceden hazırlanmış bir mizansen sahneye konuyor. Radikallerden biri fırkanın reisinin konuşmasını öneriyor. Öneri alkışlarla kabul ediliyor. Bunun üzerine Gazi çoktan kafasında oluşturduğu konuşmasını yapıyor ve o konuşmada ünlü cümlesini sarfediyor. “- Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. İnkılabı başlatan tamamlayacaktır.” Fethi Bey kabinesinin sonu belli olmuştu. Radikallerin verdiği önerge sonucu Fethi Bey Hükümeti güven oyu alamadı ve Fethi Bey istifasını verdi. Bunun üzerine Gazi Paşa İsmet Paşa’ya yeni hükümeti kurma görevini verdi. İsmet Paşa Başbakanlık görevi için iki şart ortaya sürdü. Bir defa isyan bölgesinden bir kolorduyu sefer durumuna sokup harekete geçirecekti. Bütün memleket için İstiklal Mahkemeleri istiyordu. Gazi, ikisini de kabul etti. İki lider Çankaya’da Hükümete alınacak bakanları ve Mecliste uygulanacak taktiği saptadılar. Hükümet güven oyu alır almaz Meclise bir Kanun tasarısı sunulacaktı: Takriri Sükun Kanunu : Devrimlerin yapılacağı Türkiye o devrenin sonuna kadar bu kanunla yönetilecek, memleket kapalı bir sistem içine sokulacaktı. İsmet Paşa güven oyu aldıktan sonra Takriri Sükun Kanununu Meclise sundu; Kanun üç maddelikti. Birinci madde de denilen şuydu : “İrtica ve isyana ve memleketin içtimai nizamı ile huzur ve sükuneti ve emniyet ve asayişini ihlale sebep olan bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve tesebburat ve neşriyatı hükümet, Reisi cumhurun tasdiki ile resen ve idareten mene mezundur. İş bu böyle davrananları hükümet İstiklal Mahkemesini tevdit edebilir.”
İkinci madde kanunun iki yıl yürürlükte kalacağını üçüncü madde bunun Bakanlar kurulu tarafından yürütüleceğini bildiriyordu. Bu kanunla Hükümetin eline geçen yetki parti kapatmaktan gazete kapatmaya kadar gidiyordu zaten amaç da buydu. Daha tasarı okunur okunmaz muhalefet bunun Anayasa’ya aykırı olduğu suçlaması ile ortaya çıktı. Uzun uzun tartışmalar yapıldı. Kanun 122 evet oyu ile kabul edildi. İsmet Paşa’nın istekleri bununla bitmiyordu ardından “İstiklal Mahkemeleri Kanunu” gereğince iki İstiklal Mahkemesi’nin teşkili hakkındaki Başbakanlık tezkeresi okundu ve kabul edildi. İstiklal Mahkemelerinin biri isyan bölgesinde diğeri Ankara’da kurulacaktı. Artık iktidarın elinde bütün silahlar vardı önce isyan askeri hareketle bastırılacak tasfiye edilecek sonra da Gazi ve İsmet Paşalar bu günkü “Atatürk Devrimleri” adıyla bilinen ıslahat hareketine girişeceklerdi. Gazi Paşa İnönü Hükümeti kurulup gerekli yetkileri aldıktan sonra bir bildiri yayımlayarak herkesi göreve çağırdı gerekli siyasi temizlikler yapıldı isyan bastırıldı. Seyit Abdülkadir İstanbul’da tutuklandı. Şeyh Sait ve arkadaşları yakalandı ve Diyarbakır İstiklal Mahkemesinde yargılandılar. Önce Seyit Abdülkadir ve arkadaşları (6 kişi) sonra Şeyh Sait ve arkadaşları (47 kişi) olmak üzere infaz edildiler. Şeyh Sait isyanının liderlerinin duruşması o gün bu gün ve her zaman Türkiye’ye çok şey öğretti.