Ali Rıza Tekemen - Hüseyin Tunçay - 2019

Page 1



İZ BIRAKAN BOLULULAR 10

İsyan Günlerinin Kahramanı

ALİ RIZA TEKEMEN

HÜSEYİN TUNÇAY

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkıları ile Bolu Belediye Başkanlığı tarafından bastırılmıştır.


BOLU BELEDİYESİ YAYINLARI İZ BIRAKAN BOLULULAR SERİSİ-10 Hüseyin TUNÇAY EDİTÖR Ercan YAVUZ SAYFA TASARIM - KAPAK Yasin VARIŞLI YAYIN KURULU Emine DAVARCIOĞLU - Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Güler MERT - Kültür ve Sosyal İşler Müdürü İsmail ŞENTÜRK - Bolu Araştırmaları Merkezi Sorumlusu YAYINA HAZIRLAYAN

Tunçay Yayıncılık Basım Reklam Danışmanlık Organizasyon Ltd. Şti. Ahmet Rasim Sokak 33/A Çankaya/ANKARA (0312) 442 25 30 e-posta: tuncayyayincilik@yahoo.com 1. BASKI Aralık 2017 BASKI ………………………………………. ……………………………………… ISBN …………………………… BOLU BELEDİYESİ KÜLTÜR YAYINIDIR, ÜCRETLE SATILAMAZ. KAYNAK BELİRTİLEREK ALINTI YAPILABİLİR.


İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ.................................................................................................5 SUNUŞ..................................................................................................7 TEŞEKKÜR.............................................................................................9 BAŞLARKEN....................................................................................... 11

BÖLÜM 1 DELİ HASAN OĞLU ALİ RIZA BÖLÜM 2 KURTULUŞ SAVAŞI VE İSYAN GÜNLERİ… DİVANI HARB’E VERİLDİ................................................................... 31 İSYANLAR ORTASINDA BİR ASKER .................................................. 31 ANADOLU’NUN İSYANLARLA BOĞUŞTUĞU YILLAR....................... 36 İSYAN NEDEN ÇIKMIŞTI?.................................................................. 39 BOLU’YA İSYAN ATEŞİNİN DÜŞTÜĞÜ YILLAR.................................. 40 İKİNCİ DÜZCE İSYANI........................................................................ 41 ÇEMBERİN DARALDIĞI GÜNLER...................................................... 43 KASAP OSMAN FIRTINASI................................................................ 48 SAVAŞTA SONA DOĞRU… ............................................................... 49 EVLİLİK VE İLK GÖZ AĞRISI .............................................................. 50 DOĞU’DA İSYAN BÖLGELERİNDE GÖREV ALDI .............................. 56 ANKARA GÜNLERİ............................................................................ 61

BÖLÜM 3 SİYASETE SOYUNDUĞU YILLAR ‘DESENE ÜLKE 20 YIL GERİYE GİTTİ’................................................ 76 YENER BANDAKÇIOĞLU: BABACAN BİR ADAMDI........................... 82

BÖLÜM 4 TEKEMEN’İN ALBÜMÜNDEN

3


BÖLÜM 5 BELGELERDE ALİ RIZA TEKEMEN KAYNAKLAR.................................................................................... 128

4


ÖN SÖZ Belediyemiz tarafından hazırlanan ‘İz Bırakan Bolulular’ serisi içinde yine müstesna bir ismin hayatını sizlere sunuyoruz. Cumhuriyet’imizi kuruluşuna giden süreçte, sert, disiplinli ve yılmaz bir kumandan olan Kıbrıscıklı hemşerimiz Ali Rıza Tekemen’in hayatını… Ali Rıza Tekemen, 600 yıllık büyük çınarın (Osmanlı İmparatorluğu) çöküşüne tanıklık etmiş, bu süreçte adeta kahrolmuş bir asker idi. Daha genç bir teğmen adayı iken Balkan Savaşları ve Çanakkale Savaşı’nın yakıcı sıcaklığını hissetmiş, Kurtuluş Savaşı’nda eşsiz yararlılıklar göstermiş biriydi. Ali Rıza Tekemen, imparatorluktan cumhuriyete geçişte ise Mustafa Kemal Paşa’nın yanında saf tutmuş, Türk mileti için biçilen kefeni giymeyi reddetmiş bir askerdi. İstiklal Şairimiz Mehmet Akif’in ‘Ben ezelden beri hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım’ dizelerini kendisi ve milleti için hayatının temel unsuru haline getirmiş bir askerdi. Kurtuluş Savaşı’na giden süreçte, ülkenin işgalden ve işbirlikçilerden temizlenmesi için hayati görevler üstlendi. Bolu-Düzce İsyanları sonrasında Bolu Dağları asiler, eşkıyalar ve asker kaçakları ile dolmuştu. O, Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle bu dağlardaki tüm asileri, eşkıyaları tek tek yakalayıp adalete teslim etti. Köylere, kasabalara musallat olanların ‘tepesine bindi.’ Bolu’daki büyük ve anlamlı görevini tamamladıktan sonra yıllarca Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Cumhuriyet devrimlerinin gerçekleşmesi için mücadele etti. Gözü kara, ülkesi ve milleti için gözünü budaktan esirgemeyen bir askerdi. Sayısız ölüm tehlikesi atlattı. Şeyh Sait, Dersim, Koçgiri İsyanlarından sonra bu bölgelerde hayati derecede önemli görevler üstlendi. Askerlik hayatının ardından 1960’lı yıllarda Bolu’da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İl Başkanlığı görevini üstlendi. Bu görevi sırasında Bolu’nun kalkınmasına, gelişmesine elinden geldiğince katkı sunmaya devam etti. Kıbrıscık’taki pek çok köy onun çabaları sonucu sağlıklı içme suyuna kavuştu. 30 Ağustos 1968 yılında hayatını kaybeden Tuğgeneral Ali Rıza Tekemen’e Allah’tan rahmet diliyorum. İyi okumalar dileğiyle… Alaaddin Yılmaz Bolu Belediye Başkanı Aralık 2017 /Bolu

5


6


SUNUŞ Şehirler, doğası, güzellikleri ve alt yapısının yanında kültürel değerleri ile bir bütün oluşturur. Şehrin sosyal ve kültürel hayatına katkı veren, insanlara çeşitli yönleriyle insanımıza örnek olacak şahsiyetlerin hatırlanması ve gelecek kuşaklara aktarılması da önemlidir. Bu kapsamda Bolu tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış, doğası ve güzelliği ile her zaman burada yaşayanları ve görenleri büyülemiştir. Malazgirt Zaferi’nin ardından kısa bir süre Türklerin yurdu haline gelen, Osmanlı İmparatorluğu’nun nüvesini oluşturan bu bölgeden, büyük devletin küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin yılmaz savunucularından birinin çıkmasını beklemek de hakkımız. ‘İz Bırakan Bolulular’’ serisi kapsamında hazırlanan ve Cumhuriyet’in yılmaz bekçilerinden Ali Rıza Tekemen’in hayatının konu edildiği bu yeni kitabı da sizlere sunmaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim. Ali Rıza Tekemen, yeni bir devlet kurulup, emperyalistler tarafından Türklük için yazılan paçavraların yırtılarak bir daha çıkmamak üzere toprağa gömüldüğü, yeni Cumhuriyet’in doğuşu aşamasında Türklükten, vatandan yana tavrını koyanlardan. Kadınlara, çocuklara karşı sevecen, ancak Cumhuriyet düşmanlarına karşı acımasız, sert ve disiplinli olan, fakat iş Bolululuğa geldiğinde tüm işini gücünü bırakıp bunun peşinde koşmuş biri o. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren neredeyse tüm isyan bölgelerinde görev yapmış, Cumhuriyet’in ilkelerine sımsıkı bağlı biri olan Tekemen, yıllarca CHP İl Başkanlığı yapmış, ancak Bolu sorunları gündeme geldiğinde particilik yapmamış, birlik, bütünlükten yana bir Bolu sevdalısıydı. 30 Ağustos 1968 yılında aramızdan ayrıldığında Bolu o güne dek görmediği bir cenaze töreni ile uğurlamıştı Tekemen’i. Birlik ve beraberliğe daha da fazla ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde Osmanlı’nın yetiştirdiği, Cumhuriyet’i kuran kuşaktan, hayatı isyanlar içinde geçmiş, eşkıyaların korkulu rüyası, Kıbrıscıklı bir hemşehrimiz olan Tekemen’in ilginç yaşam öyküsünü bir solukta okuyacaksınız. İyi okumalar dileğiyle. Saygılarımla. Emine Davarcıoğlu Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Aralık 2017 / Bolu

7



TEŞEKKÜR Çok değerli büyüğümüz, dedemiz Ali Rıza Tekemen’in, Bolu Belediyesi tarafından hazırlatılan ‘’İz Bırakan Bolulular” serisinde yer almasından büyük onur duyduğumuzu belirtirken, kitabın bizlere ve gelecek kuşaklara, cumhuriyetimizin ne zorluklar içinde kazanıldığına ışık tutacağına da inanıyoruz. Bu nedenle bu çalışmanın hazırlanmasına katkılarından dolayı, başta Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz’a, Başkan Yardımcısı Emine Davarcıoğlu’na, kitabın yazarı Hüseyin Tunçay’a ve emeği geçen herkese sonsuz şükranlarımızı sunarız. Yaşamını, ülkesi ve özellikle Bolu için adamış, bu kentin meseleleri, sıkıntılarıyla ilgili fikri ve siyasi düşüncesi ne olursa olsun herkes ile bir araya gelerek çözüm aramış, her yol ve koşulu zorlamış dedemiz Ali Rıza Tekemen’in bu değerli yazı dizisindeki kitabını keyifle okumanız dileğimizle... Saygılarımızla ,

Torunları adına Hakan KIRMUSAOĞLU

9



BAŞLARKEN Ali Rıza Tekemen disiplini, bir ordunun ruhu olarak gören biriydi. Hem askeri hayatı boyunca, hem de sivil yaşantısında disiplinli ve ciddi olmayı bir düstur olarak kabul edip, hayatına tatbik etti. Ona göre arzularının kölesi olmamak için disiplin şarttı. Çünkü disiplin, ruh ve beden eğitimiydi. O bu eğitimi fazlasıyla almış biriydi. Ünlü Türk Şairi Attila İlhan’ın ‘Başarı yalnız yetenek değil, disiplin, özveri, bağımsız ve ödünsüz bir kişilik, içten bir yurt ve insan sevgisi gerektirir. Ancak o zaman, gerçek ve hak edilmiş bir başarı olur’ sözü Ali Rıza Tekemen gibi komutanların hayatını anlatıyordu adeta. Ali Rıza Tekemen, yurt ve millet sevdalısı bir askerdi. Ona göre, tarih boyunca hiçbir esareti kabul etmemiş Türk milletinin özgürlüğü her şeyin üstünde geliyordu. O da bunun için mücadele etti hep. Osmanlı’nın artık yıkılmaya yüz tuttuğu dönemlerde girdiği askeri liseden mezun olduğunda imparatorluk 3 kıtadaki topraklarının büyük kısmını kaybetmiş, Anadolu da kendisine biçilen esaret (manda) zinciri ile karşı karşıyaydı. Çanakkale Savaşı, Kut’ül Amare Savaşı gibi savaşlar kazanmasına rağmen ülkesinin yenik sayılmasını kabullenememiş bir teğmendi o. Kazandığı savaşları bile masa başında kaybetmişti Osmanlı. Ülke İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılar tarafından işgal edilmişti. O bütün bunların canlı tanığıydı. Bu duruma adeta kahreden biriydi. Ülkenin aydınları, yazarları, gazetecileri İngiliz, Amerikan, Fransız vb. mandası altında yaşamayı tartışırken o, Mustafa Kemal gibi tam bağımsızlıktan yana tavır almış bir Osmanlı subayıydı. Hani Cemil Meriç, ‘Bu memleketin en büyük faciası, en seçkin evlatlarının beynini ve kalbini itlere peşkeş çekmesi…’ diyordu ya. Ali Rıza Tekemen’in de en kızdığı insan tipi bunlardı. Askerlik hayatı boyunca bu tip insanlarla mücadele etti hep. Daha genç bir teğmenken önce 1. Dünya Savaşı’nı gördü, sonra da Bolu-Düzce İsyanları sonrasında görev alarak, yeni Cumhuriyet’in kuruluşuna karşı ayaklanan asilerle mücadele etti. Gözünü budaktan sakınmayan, davası için canını ortaya koyan bir kumandandı. Bolu Dağları’nı eşkıyadan, asker kaçaklarından o temizledi. Cumhuriyet inkılaplarının kabulü için bir asker olarak elinden gelen her türlü çabayı ortaya koydu. Tam bağımsız Türkiye’nin önüne taş koyan herkesin tepesine çullandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa, Ali Rıza Tekemen’e öylesine güveniyordu ki, neredeyse tüm isyan noktalarında onu görevlendirdi. Bolu Dağları’nı ve Batı Karadeniz’de yol kesen, köyleri haraca bağlayan tüm eşkıyaları temizledikten sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki isyan noktalarında ona görev verildi. O da bu bölgelerde yeni isyan ve kalkışmaların önüne geçti.

11


Genç subaylık günlerinden

12


Ciddiyeti, vakarı, haksızlık karşısında susmaması, dünyanın zevkleri konusundaki hassasiyeti ile Mustafa Kemal’e de benziyordu aslında. Hayatı boyunca büyük önderin izinden gitti. Attığı her adımın notunu tuttu. Çocuklara ve kadınlara karşı ne kadar merhametli ise asilere ve Cumhuriyet düşmanlarına bir o kadar karşıydı. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra Cumhuriyet Halk Partisi’ne yakınlığı sebebiyle 1952 yılında ordudan re’sen emekli edildi. İsyan günlerinin kumandanıydı o. Her isyanı bastırışından sonra taltif edilmesine (rütbe artırımı) rağmen bunları reddetti. Çünkü ona göre isyanlarla mücadele etmek bir subayın asli göreviydi. Bu nedenle DP tarafından ordudan emekliye sevk edildiğinde hak ettiği rütbeler üzerinde değildi. Ancak o buna karşı da mücadelesini sürdürdü. 1967 yılında açtığı dava ile tuğgeneral rütbesini kazanarak özlük haklarına kavuşmasına rağmen orduya bir daha dönemedi. 1963 yılından itibaren CHP Bolu İl Başkanlığı görevini üstlenirken, 30 Ağustos 1968 tarihinde ölünceye kadar bu görevi yerine getirdi. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in yakinen tanıdığı ve saygı duyduğu bir isimdi Ali Rıza Tekemen. Sadece onlar değil, Bolu’daki herkesin saygı ve hürmet ettiği bir Cumhuriyet sevdalısıydı. Bolu’ya hizmet götürebilmek için verdiği mücadele bir efsane gibi anlatılıyordu. 1968 yılında hayatını kaybettiğinde cenazesinde, mahşeri bir kalabalığın bulunması bunun en güzel ispatıydı.

İsmet İnönü ile

13


Bazı araştırmacılar, Gazeteci-Yazar İlhan Selçuk’un ‘Yüzbaşı Selahattin’ romanının kahramanına benzetseler de o nevi şahsına münhasırdı. Ancak iki askerin hayatları öylesine birbirine benziyordu ki, böyle bir yanılgıya düşmemek de elde değil. Ali Rıza Tekemen, tıpkı Atatürk gibi hayatının her safhasını kara kaplı defterine not almış bir askerdi. Ancak bu defterin kaybolması sebebiyle hakkındaki bilgiler oldukça sınırlı. Bu kitap, yakın akrabaları, dostları ve resmi kaynaklardan derlenen bilgilerle yazıldı. İşte size Cumhuriyet’in sert, disiplinli subayı Ali Rıza Tekemen’in hayatı… İyi okumalar dileğiyle…

14


BÖLÜM 1

DELİ HASAN OĞLU ALİ RIZA

15


16


1176 yılında Selçuklu Hükümdarı İkinci Kılıç Arslan, Eskişehir yakınlarında yapılan Miryakefalon Savaşı’nda Bizans ordularını kesin bir yenilgiye uğratarak Sakarya, Bolu bölgesini ele geçirdiği günden beri işgal ve isyan görmemiş bir toprak parçasıydı Kıbrıscık ve Bolu yöresi. 1071 Malazgirt Zaferi’ni takip eden yıllarda doğudan göçle gelen Oğuz boylarının Bizans sınırına yerleştirilmeleriyle bölge Türklerin yeni yurdu oldu. Bölge tamamen Türkleşti. Zaten Bizans İmparatorluğu döneminde de Kıbrıscık dağları konargöçer Türkmen aşiretlerinin yaylak olarak kullandığı yerlerdendi.

Nüfus kayıt örneği

17


Mudurnu, Eskişehir, Sarıcakaya, Nallıhan yönünden gelen Türkmen akınları, Bolu - Sakarya yönlerinden gelen Türkmen göçleri ile birleşince bölgede yüzyıllar sürecek bir Türk egemenliğini başlatmış oldu. Bu alt yapı 1299 tarihinde kurulacak Osmanlı Devleti’nin çekirdeğini oluşturacaktı. Halen Kıbrıscık ve hemen yanındaki Seben’deki Yuva, Yağma, Dodurga, Kızık gibi Oğuz boylarının isimlerini taşıyan köylerin olması buranın Oğuzlarla Türkleştiğinin en büyük kanıtı zaten. Albay Ali Rıza Tekemen işte bu toprakları yurt edinen Türkmen aşiretlerinin soyundan geliyordu. Onun doğduğu köy Kıbrıscık’ın Bölücekkaya köyü idi. Ali Rıza Tekemen’in en önemli özelliği isyanlarla başa çıkmayı iyi bilen bir asker olmasıydı. Belki bu yeteneğinin altında doğduğu toprakların tarihi mirasının da etkisi vardı. Çünkü Köroğlu’nun at koşturduğu bir yöre olan Kıbrıscık’ta 3. Selim zamanında benzer bir isyanı başlatmıştı. Bu dönemde Bolu mütesellimi olan ‘Seyfoğlu’nun zulmü ve baskısı yüzünden Bolu’da ayaklanma çıkmış, bu zulme ve haksızlıklara tahammül edemeyen Kıbrıscık halkı ‘Sayara sayara’ sesleriyle Bolu sokaklarını birbirine katmıştı. Kıbrıscık halkının isyanına duyarlı davranan padişah, Seyfoğlu’nu görevden alarak yerine Hüsrev Paşa’yı atamak zorunda kalmıştı. Köroğlu-Bolu Beyi destanının bir başka versiyonu yaşanmıştı sanki Kıbrıscık’ta. Zaten Köroğlu da Bolu Beyi’nin haksızlıkları yüzünden Ali Rıza Tekemen’in doğduğu Kıbrıscık’ı da içine alan Köroğlu Dağları’na çıkmak zorunda kalmıştı. Padişahın duyarlı davranışı sonucu isyan bastırılmış, Bolu’da voyvodalık kaldırılıp, yerine daha geçerli ve disiplinli bir yönetim olan mutasarrıflık kurulmuştu. Seyfoğlu’na karşı ayaklanan halk uzun süre ne bir işgal ne bir zulüm gördü. Ancak Ali Rıza Tekemen’in dünyayı algılamaya başladığı günlerde bölge yeniden kargaşa içine girdi. Bolu, Mudurnu, Göynük, Seben ile birlikte Kıbrıscık da tarihinin en karanlık ve karışık günlerini yaşadı. İşte Ali Rıza Tekemen’in adını tüm Türkiye’ye duyuracak günler de o zaman başladı. Ancak biz bu olaylardan önce Ali Rıza Tekemen’in doğduğu günlere ve atmosfere dönelim. Osmanlı arşivlerindeki nüfus kaydına göre Ali Rıza Tekemen, o yıllarda Kastamonu vilayetine bağlı bir mutasarrıflık olan Bolu’nun Kıbrıscık’a bağlı Bölücekkaya köyünde R. 1315 (Miladi 1899) tarihinde dünyaya geldi. O yıllarda insanlar soyadları ile değil, ailelerinin isimleri ve lakapları ile anılıyordu, yani öyle tarif ediliyordu. Devleti Aliye-i Osmaniye Tezkeresi adını taşıyan tezkereye göre Ali Rıza Tekemen’in nüfustaki adı ‘Deli Hasan oğlu Ali Rıza’ idi. Göz rengi ise ela olarak yazılmıştı. Ali Rıza Tekemen’in annesinin adı ise Emine idi. Deli Hasan ile Emine Hanım’ın Ali Rıza’dan sonra bir oğlu daha oldu. Ancak o uzun yaşamayacak, kayıtlardan anladığımıza göre 1928 yılında vefat edecekti. 18


Ali Rıza Tekemen’in kardeşinin ölümü nedeniyle yazdığı izin dilekçesi

19


Babası Hasan ve annesi Emine, aynı köyün çocuklarıydı. Aileler birbirlerini biliyor ve tanıyordu. Deli Hasan, rivayetlere göre, tez canlı, deli dolu ve sert mizaçlı biriydi. Babası Ali’nin tek erkek çocuğu olan Deli Hasan’ın iki de kız kardeşi vardı. Ailesi tarafından şımartılmış, bu yüzden başına buyruk biri olmuştu. Belki bu yüzden adı Deli Hasan’a çıkmıştı. Yoksa gerçekte bir deliliği yoktu. Hatta ondan sonra sergilediği tavırlar dikkate alındığında oldukça zeki ve ileri görüşlü biriydi. Hasan ile Emine’nin tam olarak ne zaman evlendiklerine dair elimizde kesin bir bilgi yok. Ancak, Hasan’ın, köyde hayvancılık ve küçük çaplı çiftçilikle uğraştığını biliyoruz. 2 çocukları vardı. Ali Rıza okumayı tercih ederken küçük kardeşi okumadı. Zaman zaman hayvan alım satımı yani celeplik de yaptığı oluyordu. Bu nedenle Bolu’ya sıkça gidip geliyordu. Çocukluk yıllarında bir köy çocuğu olarak hayvan gütmekten, tarla çapalamaktan başka bir iş yapmamıştı küçük Ali Rıza. Kıbrıscık’ta büyük çaplı tarım yapmak zaten imkânsızdı. Bu nedenle daha çok küçükbaş hayvancılığı gelenek olmuştu. Türkmen aşiretlerinden beri buradaki yaylalar konargöçer Oğuz boylarına ev sahipliği yapıyordu. Küçük Ali Rıza köy işlerinde anne-babasına yardım ediyordu. Ancak okuma arzusu ile dolu bir çocuktu. Çok da yaramazdı. Babaannesi ve babasının anlattığı savaş destanları, kahramanlık hikâyeleri ile büyüdü. Kısa süreli bir medrese eğitimi ile Kur’an-ı Kerim’i hatmetmiş, böylece Arapça da öğrenmişti. Ancak o yıllarda Kıbrıscık’ta ne ilkokul ne ortaokul vardı. Bu nedenle babası Hasan oğlunu Bolu’da okutmaya karar verdi. Takvimler 1906 yılını gösterdiğinde küçük Ali Rıza, 7 yaşındaydı. Deli Hasan oğlunu atının terkisine alarak Bolu’nun yolunu tuttu. Bolu’da Mesrure ve Hacer isminde iki kız kardeşi vardı. İkisi de sıbyan mektebinde öğretmenlik yapıyorlardı. Bolu’ya yolu düştüğü zaman onlara misafir oluyordu. Oğlunu onlara emanet etmeye karar vermişti Hasan. Deli Hasan, şehrin ve eğitimin önemini ve kıymetini bildiği için oğlu Ali Rıza’nın da okumasını kız kardeşlerini ziyaretlerinden sonra kafasına koymuştu. Çünkü köydeki imkânlar kısıtlıydı. Hasan bu imkânlarla çocuklarının hayatlarını sürdüremeyeceğini biliyordu. Sultan Abdulhamit’in açtığı sıbyan mekteplerinde öğretmenlik yapan Hasan’ın kız kardeşleri Mesrure ve Hacer öğretmenler, tek erkek kardeşlerinin oğluna (yeğenlerine) velilik yapmak için can atıyordu adeta. Çünkü yağız bir çocuk olan Ali Rıza, iki halasının da gözünde önemliydi. Takvimler 1906 yılını gösterdiğinde Ali Rıza, halalarının yanında ilkokula başladı. Okulda da yine yaramazlıklar yapmaya devam etmesine rağmen zeki bir çocuk olduğu için derslerde zorluk çekmiyordu. Zaten tüm eğitim okuma yazmayı öğrenmek ve dört işlemden ibaretti. Bu okullar daha yeni yeni eğitim hayatının parçası olmuştu. Ali Rıza, sıbyan mektebinin ardından önce rüşdiyeyi, sonra da Bolu Sultanisi’ni bitirdi. 20


Ali Rıza Tekemen’in o yıllarına ilişkin yaşayan bir canlı tanık bulunmuyor. Ancak 1956 yılında Ali Rıza Tekemen’in oğlu Nejat ile evlenecek olan gelini Yurdanur Tekemen, kayınpederinden o yıllara ilişkin duyduklarını şu şekilde anlatıyor: “Bana anlattığı kadarıyla Ali Rıza Bey, Kıbrıscık’ta doğmuş, Bolu’da Mesrure ve Hacer isminde 2 öğretmen halası varmış. İlkokul ve ortaokulu onların yanında bitiriyor. Babası götürüp onlara emanet etmiş. Sonra Kuleli Askeri Lisesi imtihanını kazanıyor ve oraya gidiyor. Halalarına da bir hayli düşkündü. Belki de okumasını onlara borçlu olduğu için kendilerine büyük saygı duyardı.” Ali Rıza Tekemen, ilkokula başladığında tahtta 2. Abdulhamit bulunuyordu. İkinci Abdülhamit, Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden diriltmenin, görkemli günlere dönmenin hesaplarını yapıyordu. Yunanistan’a karşı kazandığı zaferden sonra tekrar büyük düşler kurmaya başlayan Osmanlı Hanedanı, Süveyş Kanalı’nı İngilizlerden geri alabilmek için Sina Yarımadası ve Akabe Körfezi’ne bakan kıyıları yeniden ele geçirdi. Ancak kanalın kontrolünü elinde bulunduran İngilizlerin verdiği ültimatom sonucu Türk birlikleri ele geçirdikleri toprakları terk etmek zorunda kaldı. Zaten bu hamlesinden sonra İngilizler Abdulhamit’in tahttan indirilmesi konusundaki planları da devreye sokacaktı. Çünkü büyük hayalleri olan bir sultanın ‘Hasta Adamı’ yeniden ayağa kaldırma tehlikesi vardı. Bir yıl geçmeden Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetleri Paris’te Ermeni Taşnak Komitesi’nin de katıldığı bir toplantı ile Abdulhamit’in tahtan indirilmesi ve Meşrutiyet’in ilanı yönünde bir karar aldı. Aynı günlerde Ahmet Rıza başkanlığında Paris’te toplantılar yapan Jöntürk Örgütü de Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile bir araya gelerek Osmanlı İttihat Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında birleşiyordu. Böylece İttihat ve Terakki Partisi’nin temelleri atılmış, Osmanlı’yı maceradan maceraya sürükleyecek Enver, Talat ve Cemal Paşaların iktidarı ele geçireceği süreç başlamıştı. İlkokul yıllarından itibaren savaş hikâyelerine meraklıydı Ali Rıza. İmparatorluğun içinde bulunduğu durumdan öğretmen olan iki halası sayesinde sürekli haberdardı. İşte tam bu yıllarda asker olmaya karar verdi. Her yıl yeni bir savaşla yüzleşmek zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu en zor günlerini yaşıyordu ve halkın tek gündemi ise savaşlardı. Doğru dürüst iletişim olanağı da olmadığı için kulaktan kulağa yayılan yenilgiler Ali Rıza’nın ruhunda derin izler bırakıyordu. Ali Rıza Tekemen’in ilkokul diplomasını aldığı 1910 yılında Bolu müstakil bir mutasarrıflık halinde bulunurken, Osmanlı’nın ilk dönemlerinden itibaren uzun süre kaza olan Kıbrıscık da Bolu’ya bağlı bir bucaktı. İlk bucak müdürü de Faik Sahap Bey idi. 21


Okulu bitirir bitirmez askeri okula gitmeye karar vermişti Ali Rıza. Asker olmak en büyük arzusuydu. Savaşların ortasında, kahramanlık öyküleri ile büyümüş bir çocuktan farklı bir tavır beklenmezdi zaten. Babası Hasan’ın, tam da 1. Dünya Savaşı’nın ortasında oğlunun asker olmasına gönlü fazla razı değildi. Ama oğlunun okuma arzusunu kırmamak için buna razı oldu. Ancak Bolu’da askeri okul yoktu. Ali Rıza, okuyacaksa İstanbul’a gitmek zorundaydı. Genç Ali Rıza, babası Hasan ile birlikte İstanbul’a giderek askeri okula kayıt yaptırdı. Bolu Sultanisi’ni bitiren Ali Rıza 18 Kasım 1916 tarihinde Dersaadet (İstanbul) Talimgahı’na katıldı. Hasan da oğlunun kaydı vesilesiyle hayatında ilk defa İstanbul’u görmüş oldu. Ancak payitaht o yıllarda tarihinin en karanlık günlerini yaşıyordu. Zira 28 Haziran 1914 tarihinde Bosna-Hersek’in başkenti Saray­ bosna’da bir Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip’in Avusturya- Macaristan veliahtı Franz Ferdinand’ı öldürmesiyle birlikte ülkeler baltalarını çıkararak dünya tarihinin ilk savaşını başlatmış, Osmanlı da buna katılmıştı. Aslında 1. Dünya Savaşı başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğu tarafsızlığını ilan etmişti. İleri gelen bazı devlet adamları, Balkan Savaşlarının yarası sarılmadan yeni bir savaşa girişmeyi tehlikeli buluyordu. Zaten 1. Dünya Savaşı bir anlamda Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağının belirleneceği savaş olacaktı. İtilaf Devletleri de (İngiltere, Fransa, Rusya) ‘hasta adam’ Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşamayacak durumda olduğunu gayet iyi biliyordu. Ancak savaşta yanında müttefik görmek isteyen Almanlar ise Osmanlı ordusunun donatılması halinde, başarılı olacağına inanıyordu. İngiliz ve Rus ordularının bir kısmı, Osmanlı cephelerine kaydırılırsa, Almanlar Avrupa’da daha rahat soluk alacaktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü adamı Enver Paşa, Alman taraftarıydı ve savaşı Almanların kazanacağından da şüphesi yoktu. Almanya’nın yanında savaşa girilecek olursa, Balkan Savaşlarında kaybedilen toprakların fazlasıyla geri kazanılacağına inanıyordu. Osmanlı kabinesindeki pek çok isim savaş karşıtıydı. Enver Paşa’nın önderlik ettiği gruplar ise, savaştan çok önce Almanlarla gizli bir anlaşma imzalamıştı bile. İşte tam bu ortamda Akdeniz’de bulunan İngiliz donanmasından kaçan 2 Alman savaş gemisi, Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’a sığındı. Tarafsız olduğu için Osmanlı Devleti’nin bu 2 gemiyi elinde tutması ve mürettebatını da gözaltına alması gerekiyordu. Uluslararası teamül buydu. Ama bu yapılmadı. Enver Paşa ve arkadaşları iki geminin

22


Almanya’dan satın alındığını ilan ederken, birine Yavuz, diğerine Midilli adı verildi. Alman mürettebat da Osmanlı hizmetine alındı. İtilaf Devletleri, bu iki geminin mürettebatının Almanya’ya geri gönderilmesi karşılığında, kapitülasyonları kaldıracaklarını açıklamasına rağmen Enver Paşa ve arkadaşlarının İngiltere ve Fransa’ya güveni kalmamıştı. Teklif geri çevrilip kapitülasyonların tek taraflı kaldırıldığı bildirildi. Birkaç gün sonra da bu iki savaş gemisi, Karadeniz’e açılıp, Rus limanlarını topa tuttu. Böylelikle Osmanlı Devleti, bir oldubittiyle savaşa girmiş oldu. Sonuçta Osmanlı Devleti, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun oluşturduğu İttifak Devletleri arasına katıldı. Ali Rıza okula başladığında, 1914 yılında başlayan savaşta, Çanakkale Zaferi’ni ve Sarıkamış faciasını yaşamıştı. Galiçya’da, Hicaz’da Yemen’de, Kafkasya’da, Filistin’de bir ölüm kalım mücadelesi veren Osmanlı’nın başkentinde büyük bir kargaşa ve kıtlık vardı. 1. Dünya Savaşı’nın en kanlı günlerinde kendisini Osmanlı’ya ait hisseden yüz binlerce insan kaybedilen topraklardan payitahta gelmişti. Kırım’dan, Balkanlardan, Libya’dan, Tunus’tan pek çok insan canını zor kurtarıp İstanbul’a sığınmıştı. Ülkenin imkânları ve İstanbul’un kapasitesi bu kadar nüfusu doyurmaya yeterli gelmiyordu. Büyük umutlarla iktidara gelmelerine rağmen, büyük toprak kayıpları Enver-Talat ve Cemal Paşalara yönelik öfkeyi artırmıştı. Ancak kimsenin buna karşı çıkma şansı ve hakkı yoktu. Askeri okul da dâhil olmak üzere ordunun tüm kademelerinde İttihat ve Terakki Partisi yanlıları iş başındaydı. Ali Rıza Tekemen de devrimci fikirlere sahip bir subay olarak 4 yıllık bir eğitim aldı. Orada aldığı eğitim ömrünün son günlerine kadarki fikir ve düşüncelerini etkileyecekti. Ve o hayatı boyunca devrimci bir subay olarak kalacaktı. Savaşın tüm hızıyla devam ettiği günlerde okula başlayan Ali Rıza 1 Ekim 1917 günü İhtiyat Zabit Vekili (Yedek Subay Vekili) rütbesini aldı. Ali Rıza, Yedek Subay Adayları Talimgahı’nda lağvedilmiş olan Kuzey Kafkas 4. Piyade Fırkası’na verildi. Bu sırada Osmanlı cephelerde geriliyor, yenilgi kaçınılmaz hale geliyordu. Aslında savaşın seyrini tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi savaşın başında tarafsız kalacağını açıklayan ABD belirledi. 1916 yılında İngiltere ile Almanya arasında deniz altı savaşlarının başlamasından sonra tek derdi deniz ticareti olan ABD, bu savaşa son verilmesini istedi. Savaş sırasında Avrupa’nın her türlü ihtiyacını ABD karşılıyordu. Almanya’nın Meksika’yı ABD’ye karşı kışkırtması ve Mart 1917’de iki Amerikan ticaret gemisinin batırılması ABD’nin 2 Nisan 1917’de İtilaf Devletleri yanında savaşa girmesine neden oldu.

23


ABD’nin savaşı girmesiyle birlikte dengeler değişti. Aynı günlerde Rusya’da Bolşevik Devrimi gerçekleşince onlar da savaştan çekilmek zorunda kaldı. Genç Ali Rıza, 10 Mart 1918 yılında teğmen rütbesini alsa da Osmanlı kaçınılmaz sona doğru ilerliyordu. Artık hiçbir ülkenin ekonomik olarak 4 yıldan beri devam eden bu yıkımı kaldıracak gücü yoktu. İttifak Devletleri arasında ilk çözülme Bulgaristan’dan geldi. 29 Eylül 1918’de Bulgaristan, 30 Ekim 1918’de Osmanlı, 11 Kasım 1918’de ise Almanya teslim oldu.

Askeri Okul diploması

24


Mondros Mütarekesi’yle birlikte silahı bırakıp teslim olacak Osmanlı için savaş tam bir yıkım ve felaket olacaktı. Büyük düşlerle girilen ancak hiçbir ön hazırlık yapılmayan savaş, 600 yıllık imparatorluğun sonunu getirdi.

25


26


BÖLÜM 2

KURTULUŞ SAVAŞI VE İSYAN GÜNLERİ…

27


28


Birinci Dünya Savaşı 1918 yılında sona erdiğinde, Osmanlı orduları sadece Kut’ül Amare’de değil, Çanakkale’de de 251 bin şehide rağmen görkemli bir zafer kazanmıştı. Bedeli oldukça ağır zaferlerdi bunlar. Ancak müttefiklerinin de teslim olmasıyla tek başına kalan Osmanlı daha fazla direnemedi ve yenik düştü. Tüm ordular terhis edildi, silahlarına el kondu. Ali Rıza gibi subaylar için bu durum ölümden beter bir haldi. O da çaresizlik içinde İstanbul’da görevine devam etti. Ancak artık üniforması ile gezmeye bile yüzü yoktu. Çaresizlik iliklerine kadar işlemişti sanki. Hayatının en zor günleriydi o günler. Savaş bittiğinde koskoca Osmanlı İmparatorluğu 3 kıtadaki topraklarını kaybetmekle kalmamış, anayurdu Anadolu’yu da savaşın galibi devletlerle pay etmek zorunda kalmıştı. Savaşın galibi İngiliz ve Fransızlar, Çanakkale’de savaşarak geçemedikleri topraklardan elini kolunu sallayarak geçip payitahtı ele geçirdi. 13 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri donanması, İstanbul Boğazı’na demir attı ve İstanbul’un fiili işgali başladı. Payitaht düşmüş, saltanat esir alınmıştı. Osmanlı Padişahı Vahdettin çaresizlik içindeydi. Hemen ardından Fransızlar Mersin’e çıkarma yapmaya başladı. Mersin, Tarsus, Adana, Ceyhan, İslahiye, Hassa, Mamure, Osmaniye (Cebelibereket) ve ardından Antep Fransızların eline geçti. İtalyanlar, Yunanlılar derken koca imparatorluğa sadece İç Anadolu’nun çorak bozkırları reva görülmüştü. Onun da elinde kalıp kalmayacağı belli değildi. Artık Osmanlı için savaş bitse de daha acı bir dönem başlamıştı. Teğmen Ali Rıza 22 Mart 1919 tarihinde müracaatı sonucu Jandarmaya kabul edilerek Daireyi Merkeziye 2. Şubesi’ne tayin edilirken, Türk’ün öz yurdu Anadolu’da ise işgaller başlayacaktı. Vatansever biri olan Ali Rıza’nın bunu kabul etmesi mümkün değildi, ancak genç bir teğmen olarak yapacaklarının da sınırlı olacağını biliyordu. Enver, Talat ve Cemal Paşalar bu yenilginin ardından ülkeyi terk ederken, Padişah Vahdettin, Sevr Anlaşması için masaya oturmadan öncesi Anadolu’daki direnişi gerekçe göstererek işgalcilerin daha fazla taviz isteğini ve işgal gerekçelerini ortadan kaldırmak amacıyla, Atatürk’ü Anadolu’ya ordu müfettişi olarak gönderdi. Ali Rıza Tekemen de bu sırada işgale karşı mutlaka bir direniş başlatılması gerektiğine inanıyordu. Teğmen Ali Rıza 26 Mayıs 1919 tarihinde Bolu Jandarma Taburu’na tayin edilirken, artık işgale uğrayan Anadolu’da ilk işaret fişeği yakılmış, kurtuluş mücadelesini başlatacak olan Mustafa Kemal çoktan Samsun’a geçmişti bile. Mustafa Kemal, Samsun, Havza, Amasya, Sivas ve Erzurum’da yaptığı tarihi toplantılardan sonra Anadolu’da işgale karşı bir direniş bilinci oluşturmayı başarmıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının örgütlediği Türk halkı, düşmana karşı ölümüne bir mücadeleye girmeye karar verdi. 29


Ali Rıza Tekemen de Mustafa Kemal gibi düşünüyordu. İşgale karşı eli kolu bağlı oturmanın anlamı yoktu. İşgal altındaki payitahtta ise İngiliz ve Fransız işbirlikçileri bu direnişi sabote etmek için ellerinden gelen her türlü çabayı ortaya koyuyordu. Bu işbirlikçilerin başında ise Damat Ferit Paşa geliyordu.

Genç subaylık dönemi

30


Bir yandan Ankara’da başlayan hareketi yakından takip eden ve yüreği vatanın esaretten kurtulması için heyecanla çarpan genç Teğmen Ali Rıza, Bolu’da 13 Şubat 1920’ye kadar görev yaptı, daha sonra 15 Şubat 1920 tarihinde Jandarma Zabit Mektebi’ne (Subay Okulu) girdi, buradan da 27 Temmuz 1920 tarihinde mezun oldu.

DİVANI HARB’E VERİLDİ 5 Eylül 1920 tarihinde İzmit Alayı için İstanbul’da hazır bulunan askerlerin talim ve terbiyesi göreviyle geçici olarak İzmit Alayı’na tayin edildi. Ancak İzmit Alayı’nın lağvedilmesi nedeniyle Dersaadet (İstanbul) Alayı’nda görev yapacaktı. Burada Şubat 1921’e kadar kalan Teğmen Ali Rıza’nın daha fazla dayanacak gücü kalmamıştı. Vatan düşman çizmeleri altında inlerken vatansever bir subaydan başka bir şey de beklenemezdi. Uzun süredir Ankara’daki harekete kendini yakın hisseden Ali Rıza, 5 Şubat 1921 tarihinde İstanbul’dan kaçarak Anadolu’ya geldi. Bu sırada işgal altındaki İstanbul ise boş durmuyordu. 28 Şubat 1921 tarihinde Teğmen Ali Rıza 1 aydan bu yana yokluğu gerekçesiyle Divanı Harb’e verilecekti. Jandarma Genel Komutanlığı kayıtlarında bu durum şu şekilde aktarılıyor: “Bir aydan beri hafta yoklamalarında isbat-ı vücud etmediği ve icra edilen tahkikada takayyüb eylediği anlaşılmakla Divan-ı Harb’e verilmiştir.” Ancak bu onun umurunda değildi, vatanın kurtuluşu için neler yapabileceğinin hesabındaydı. Önce Ereğli’ye ardından Ankara’ya gelen Teğmen Ali Rıza Ankara Hükümeti tarafından Bolu Jandarma Taburu’nun Düzce Takım Komutanlığı’na verildi, artık vatanın yeniden kurtuluşu için bizzat çalışabilecekti…

İSYANLAR ORTASINDA BİR ASKER İngilizlerin kuklası haline gelen İstanbul Hükümeti’nin ve onun başındaki Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın faaliyetleri üzerine Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde Anadolu’da başlayan örgütlenme sonucu Kuvayı Milliye kadroları yeni bir parlamento kurmuş ve adını da ‘Ankara Hükümeti’ olarak ilan etmişti. Geçici bir hükümet oluşturulmuştu oluşturulmasına ama ülke halen işgal altındaydı. Ülkenin işgalden kurtarılmasına dair zorluğun en önemi nedeni çift başlılıktı. İstanbul’da ayrı bir hükümet, Ankara’da ayrı bir hükümet vardı. Halk, Osmanlı Hanedanı’nın ‘Hilafet’ sıfatına İslami bir değer biçiyor ve Kurtuluş Savaşı’na beklenen yeterli desteği vermiyordu. Anadolu’daki cehaletin yanında bazı hainlerin düşmanla iş birliği çabaları da artmıştı. Hilafetin korunması gerektiği

31


tezini işleyen İngiliz ve Fransızların dolduruşuna kolayca gelebilen kesimler ve gruplar vardı. Bu grupların varlığı Ali Rıza Tekemen’i tarihe geçirecek bir şahsiyet haline getirecekti. Düzce, Bolu, Adapazarı ve çevresi Milli Mücadele döneminde gerek İstanbul Hükümeti, gerekse İtilaf Devletleri açısından oldukça stratejik bir öneme sahipti. İngiltere, Boğazların doğusunda iki tampon bölge kurmak istiyor, Çanakkale Boğazı’nı doğuya karşı kapayacak olan Biga, Gönen ve çevresi ile Karadeniz Boğazı’nı koruyacak olan Düzce ve Hendek’i mutlaka kontrol altında tutmayı hedefliyordu. 15 Mayıs 1919’da başlayan Yunan işgalinin nihai hedefi İngilizlerin Anadolu’da rahat hareket etmesini sağlamaktı. Yunanlılar, İngilizler adına Anadolu’da güvenliği sağlıyordu adeta. Damat Ferit Paşa’nın emriyle Marmara’nın güneyinde çıkan Anzavur Ayaklanması ve doğusunda Kuva-yı Milliye’ye karşı Süleyman Şefik Paşa komutasında bir askeri birlik olarak oluşturulan Kuva-yı İnzibatiye’nin görevi de İngilizlere yardımcı olmaktı. Buradaki ayaklanmalarda İngilizlerin ve onların güdümündeki Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne bağlı kuruluşların etkisi büyüktü. 1918 yılında savaş sona ermesine rağmen İngilizler boş durmayıp daha 1919’dan itibaren bölgeyi kontrol altında tutabilecekleri hamleler yapmıştı. 28 Ekim 1919’da İstanbul-Eskişehir demiryolu hattını kontrol altına alan İngilizler, Akyazılı Talustan Bey, Bekir Bey ve Sapancalı Beslan Bey’i yanlarına çekmeyi başarmıştı. Bu isimler sözde İstanbul’daki Sadrazam Damat Ferit’e ve Halife Vahdetin’e hizmet ettiklerini sanıyorlardı. Akyazılı Talustan Bey, Bekir Bey ve Sapancalı Beslan Bey’in öncülüğünde yürütülen faaliyetler ve propagandalar sonucunda bölgede Kuvayı Milliye karşıtı oluşum hızla yayılmaya başlamıştı. Oluşturulan bu ortamda milli hareket karşıtlığının yanı sıra, yörede asayişi tehdit eden eşkıyalık olayları da başladı. Düzce bir anda haydut kaynar hale gelmişti. Teşkilat-ı Mahsusa’nın önde gelen isimlerinden Yarbay Kuşçubaşı Eşref’in Adapazarı’nda İngilizlerin faaliyetleri ile ilgili yaptığı araştırmalar da Ankara Hükümeti’ne yönelik kuşkuları artırmıştı. Bölgenin muhafazakâr halk yapısını iyi kullanan Damat Ferit Paşa, Bandırma’dan Çerkez kökenli Aznok Ahmet Bey’i Düzce’ye göndererek bu bölgedeki birçok kimseyi milli hareket aleyhine kışkırtmayı başarmıştı. Şeyhülislam Dürrizâde es-Seyyid Abdullah’ın imzaladığı milli mücadele karşıtı fetvalar İngiliz uçaklarından köylere atılıyordu. 7 Şubat 1919’da 4 İngiliz subayı ve bir Ermeni papazdan oluşan kışkırtıcı heyet, Bolu - Mudurnu - Taraklı dolaylarında milli mücadele aleyhinde propaganda yapmaya başlamıştı. İngiliz uçakları tarafından bölge halkına sadece Şeyhülislam Dürrizâde es-Seyyid Abdullah’ın fetvaları değil, Kuvayı Milliye ve Büyük Millet Meclisi Hükümeti aleyhinde yayım yapan İstanbul gazeteleri de 32


dağıtılıyordu. Bu gazetelerin başında; Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah, Refii Cevat’ın (Ulunay) Alemdar, Refik Halit’in (Karay) Aydede ve Sabah gazeteleri başta geliyordu. 5 Ağustos 1920 tarihli Alemdar gazetesinde, başyazar Refii Cevat, Mustafa Kemal Paşa ve Anadolu’da başlayan Kuvayı Milliye hareketi için şunları yazmıştı: ”Genç, dinç, cesur ve özellikle acıma duygusuna kendisini kaptırmadan adaletin gereğini yerine getirecek (!) bir kumandan bu Anadolu İsyanının on beş gün içinde kökünü kazırdı. Mustafa Kemal ile peşindekilerde bu İttihatçı dolabını çevirecek güç kalmazdı.” Sonraki yıllarda linç edilerek öldürülen Gazeteci Ali Kemal, 7 Ağustos 1920 tarihli Peyam-ı Sabah gazetesindeki başyazısında, ‘dünyanın en güçlü (!) ordularına sahip İngiliz, Fransız, İtalyan devletlerine teslim olmayı reddederek, istiklal-bağımsızlık şiarı ile ortaya çıkan ve Padişaha-Hilafete asi olan Kuvayı Milliye’ için şu ifadeleri kullanmaktan çekinmemişti: ”Dün gazetelerde okuduk; Mustafa Kemal ve arkadaşları, Eskişehir’de karargahlarını kurmuşlar; Karabekirler, Kazımlar, Nurettinler, Ali Fuatlar, Selahattinler sözde kolordularının başına geçip Yunanlılara karşı büyük taarruza hazırlanıyorlarmış. Bu çılgınca teşebbüsün acı sonucu ne olacaktır, size bir kelime ile özetleyelim: İzmihlal!.. Gene izmihlal!.. Daima izmihlal!.. (Çöküş, yok oluş) Çünkü Yunanistan’ın orduları var. Cephanesi var. Savaş araç ve gereçleri var ve sonuçta İngiltere gibi büyük bir yardımcısı var. Bütün bunlardan başka Yunan halkıyla devletinin düşünce, emel ve gaye birliği var.” Bolu Mutasarrıfı Osman Kadri’nin Kuvayı Milliye’yi Bolşeviklik ile suçlayan beyannameleri de köylülere tellallar aracılığı ile duyuruluyordu. Mutasarrıf ‘Din elden gidiyor, Kuvayı Milliyeciler Bolşeviktir. (Komünist), Halifelik elden gidiyor. Halifemize sahip çıkın’ diyerek halkı kışkırtıyordu. O yıllarda pek çok insan İstanbul Hükümeti ile Ankara Hükümeti arasında sıkışıp kalmıştı. 600 yıllık Osmanlı Hanedanı’nın sözü mü daha muteberdi, yoksa yeni bir direniş başlatan ve ne olacağı bilinmeyen Mustafa Kemal Paşa’nın mı? O atmosfer içinde bu soruya pek az insan sağlıklı yanıt verebildi. İngilizlerden para alan, onların ince hesaplarına alet olanlar dışında herkesin kafası karmakarışıktı. Diğerleri ise ülkelerine ihanet içindeydi. Mutasarrıf Osman Nuri (Kadri), Ayvalık Kaymakamlığı sırasında, İngiliz, Yunan işgalcilerle iş birliği yapmış, Düzce Kaymakamlığı sırasında isyan kışkırtıcılığında bulunmuş, İstanbul Hükümeti tarafından mükâfat olarak Dersim Mutasarrıflığı’na yükseltilmiş biriydi. Burada da, Temsil Heyeti’nin Erzurum ve Sivas’taki çalışmalarını engellemek amacıyla Dersim aşiretlerini Mustafa Kemal aleyhinde kışkırtmaya çalıştığından, Heyeti Temsiliye emri ile tutuklanmış, Hüsrev Bey’in (Gerede) kefilliği sayesinde serbest bırakılmıştı. Ancak bu onun son kurtuluşuydu. 33


Osman Nuri, Bolu Mutasarrıfı olduktan hemen sonra, Hükümet Meydanı’nda halka, Kuvayı Milliye aleyhinde nutuklar vermeye başladı. Vilayet Matbaası’nda bastırdığı Kuvayı Milliye’yi düşman ilan eden bildirilerle, kardeş kavgasını kızıştırarak, Bolu’ya isyanın yayılmasını sağladı. 17 Mayıs 1920’de yayımladığı bildirideki şu ifadeler dikkat çekiyordu: “…Ey padişaha, dine, devlete beş yüz seneden beri sadakati ile dünyayı hayrette bırakmış olan hakiki Müslümanlar: Bolşevik namı altında, dört yüz senelik din ve devlet düşmanımız olan Moskoflardan çıkmış, şeriata muhalif, kanunlara karşı olan birtakım eşkıya, vatanı kurtaracağız diye Anadolu’nun siz saf ve namuslu ahalisini aldatarak, Padişahına, Müslümanların Halifesine isyan bayrağı çekmişlerdir!” Bolu Mutasarrıfı’nın tavrı böyleyken İzmit Mutasarrıfı İbrahim ise Adapazarı havalisinde 150 TL maaşla isyancı yazımına girişmişti. Paraları Damat Ferit Paşa tarafından bölgeye gönderiliyordu. Adapazarı ve Düzce de adeta Ankara Hükümeti’ne karşı isyana hazırlanmış oldu. İstanbul Hükümeti’ne verdiği destekten öte Mustafa Kemal ve arkadaşlarını komünistlikle suçlayan Mutasarrıf Osman Bey, isyancıların kaybedeceğini anlar anlamaz Mudurnu üzerinden gizlice İstanbul’a kaçarken, sonraki yıllarda adının Hıyanet-i Vataniye Kanunu kapsamına alınmasıyla birlikte Bulgaristan’a kaçmak zorunda kaldı. Mustafa Kemal Atatürk, Bolu’ya Kuvayı Milliye yanlısı Ali Haydar Bey’i mutasarrıf olarak gönderdi. Ali Haydar Bey’in Bolu’ya gelişi ile birlikte İstanbul Hükümeti yanlısı bir yayın politikası izleyen Kürsi-i Millet gazetesinin yayınları da durduruldu. Gazetenin sahibi eski Akabe Kaymakamı Kadri Bey idi. Kadri Bey, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın ileri gelenleri arasındaydı. Düzce’de asayiş ve düzeni sağlama görevini yerine getiren Asayiş Müfreze Komutanı Binbaşı Mahmut Nedim henüz safını seçememiş biriydi. Kararsız bir şekilde hem İstanbul Hükümeti’ni hem de Mustafa Kemal ve arkadaşlarını idare etmeye çalışıyordu. Müfreze komutanının yumuşak tutumundan ve istikrarsız ikircikli tavrından cesaret alan eşkıyalar, isyancılar, asker kaçakları Düzce ve yöresini mesken tutmuştu adeta. Bölgeden gelen haberlerden endişe duyan Mustafa Kemal Paşa, Geyve’de bulunan 24. Tümen Kumandanı Yarbay Mahmut Bey’i uyararak gerekli tedbirleri almasını istedi. Mahmut Bey, bölgede sözü geçen kişilerden bir heyet oluşturarak Hendek ve çevresini dolaşmalarını istedi. Amacı İstanbul Hükümeti ve İngilizlerin Ankara Hükümeti’ni din dışı veya kâfir ilan eden din adamlarının bölgedeki egemenliğini kırmaktı. Ancak heyet bu çabalarında başarılı olamadı. 13 Nisan 1920’de Düzce’de ayaklanma başladı. Damat Ferit tarafından propaganda amacıyla gönderilen Ahmet Aznok ve İngiliz subayı elbiseli biri, yöredeki Çerkez ileri gelenleriyle toplantı düzenleyip Çer34


kez köylerinde teşkilatlanma başlatmıştı. Bu ortamda Hürriyet ve İtilaf Partisi ileri gelenlerinden Berzeg Sefer Bey ve Hacı Kamil’in önderliğinde Ankara’ya karşı isyan başlatıldı. 4 bin kişiyi bulan asilerin başında Sefer Bey, Hacı Kamil, Maan Ali Bey (Emekli Binbaşı) Koçi Bey vardı. İsyancılar öylesine güçlü ve organize olmuştu ki, Düzce’nin ardından 14 Nisan’da Beypazarı, 18 Nisan’da Bolu, (Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey’i de tutsak aldıktan sonra), 21 Nisan’da Gerede, 2 Mayıs’ta Mudurnu’yu ele geçirip Ankara’ya doğru ilerlemeye başladı. Kısa sürede bütün bölge asiler kontrolüne geçmişti. Çerkez Rasih, Mancarcızade Mustafa ve Hacızade Hacı Hamdi ve Hacı Halilağazade Hakkı Beylerden oluşan nasihat heyeti Köprübaşı köyüne ulaşıp isyancıları bundan vazgeçirmeye çalıştılarsa da başarılı olamadı. Düzce yakınlarında Ömer Efendi köyünde toplanan isyancılar bir süre sonra ilçe merkezine hareket ederek asayiş birlikleriyle çatışmaya girip ve müfreze birliklerini etkisiz hale getirdi. Müfreze Komutanı Mahmut Nedim’in teslim olduğu ve Süvari Teğmeni Ruhsar’ın şehit olduğu çatışmalar sonucunda hükümet konağı, jandarma ve telgrafhane isyancılar tarafından işgal edildi. Askerler hapishaneye atılırken, ilçenin tüm kontrolü isyancıların eline geçmiş oldu. İsyancılar bir süre sonra kaymakam ve belediye başkanını bertaraf ederek ilçe yönetimini ele geçirdi. Düzce’ye davet edilen Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey, Ankara’dan aldığı izinle ilçeye gidip inceleme yapmak isterken isyancılar tarafından esir alındı. İsyan kısa sürede diğer il ve ilçelerde de etkisini gösterdi. 18 Nisan’da Bolu’da ertesi günü Gerede ve Beypazarı’nda da halk sokaklara dökülerek ‘Padişah nerede ise biz oradayız’ diyerek isyana katıldı. Düzce’de başlayan isyan Atatürk ve arkadaşlarını fena halde sinirlendirmişti. Atatürk, Balıkesir ve Salihli Kuvayı Milliye’sinin oluşturduğu Çerkez Ethem Bey müfrezesi, Binbaşı Nazım Bey müfrezesi ve Binbaşı İbrahim Bey (Çolak) müfrezelerini hemen Düzce’ye gönderdi. 22 Nisan’da isyan dalga dalga yayılarak Hendek’e kadar sıçradı. Hendek’te isyancılar ile 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey emrindeki birlikler arasında büyük çatışmalar yaşanırken, çatışma sonunda Yarbay Mahmut Bey şehit düştü. İsyancıların Mahmut Bey’i nasıl şehit ettikleri konusunda tarihçiler arasında ciddi görüş ayrılıkları bulunmasına rağmen, bazı araştırmacılar Mahmut Bey’in Hendekliler tarafından öldürüldüğünü ileri sürüyordu. Bu araştırmacılardan bazıları Mahmut Bey’in cesedinin şehirde sürüklendiğini bile iddia ediyordu. Mahmut Bey’i isyancıların mı, yoksa Hendeklilerin mi şehit ettiği ihtilaflı olmasına rağmen şehit edildikten sonra bazı Hendeklilerin ‘Bunlar Bolşevik’tir. Namazı kılınmaz’ diyerek Mahmut Bey’i elbiseleri ile gömdüğü anlaşıldı. Komutanlarını kaybeden askerler ise milli mücadelenin 35


hâkim olduğu Geyve ile Göynük’e sığınırken, bir kısmı silahları ile birlikte memleketlerine döndü. Ancak Çerkez Ethem bölgedeki isyanı bastırdıktan sonra Şehit Mahmut Bey’i elbiseleri ile gömen radikal dincilerin başında gelen Deli Bey lakaplı Mehmet, Belediye Başkanı Ali Galip, Kahveci Kâtibin Nuri, belediyeden Kemal ile birlikte 18 asiyi idam etti. Mahmut Bey’in şehit edilmesi ve birliğinin dağıtılmasından cesaret alan isyancıların, Adapazarı’nı ele geçirmek için harekete geçmeleri üzerine Binbaşı İbrahim Çolak ve Ali Fuat Paşa komutasındaki birliklerle isyancılara karşı Geyve-Taraklı bölgesinde bir savunma hattı oluşturuldu. 24 Nisan Cumartesi günü isyancılar, 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey’i şehit etmekle kalmayıp 24. Fırka subaylarının tamamını tutuklayarak Düzce’ye getirip cezaevine koydu. 25 Nisan’da eski mebuslardan İlyaszade Şükrü Bey, Hüsrev Bey (Gerede), Doktor Zihni Bey, Gerede Kaymakamı Selahattin ve Mal Müdürü Reşat Bey’ler Bolu’dan Düzce’ye inerken Bolu Dağı’nda isyancılar tarafından tutuklanarak Düzce’de hapsedildi. Yaklaşık 40 gün süren mücadeleler sonunda isyancılara geri adım attırılamadığı gibi isyancıların Ankara’ya kadar ilerleme ihtimali de doğmuştu. Refet Bey (Bele) ile isyancıların lideri Sefer Bey Abant köylerinden Bulanık Köyü civarında bir barış sözleşmesi imzaladı. Sefer Bey 4.000 kişilik kuvvetiyle Ankara’nın emrine girmeyi kabul etti. Fakat Düzce’ye gelen Çerkez Ethem’in isyancılara acıması yoktu. 26 Mayıs’ta Çerkez Ethem kuvvetleri herhangi bir dirençle karşılaşmadan Düzce’ye girerken, Koçi Bey ve Abdülvahap yargılanarak derhal idam edildi. İstanbul’daki Sadrazam Damat Ferit Hükümeti’nden aldıkları emirle isyanı organize ettiği anlaşılan Düzce Havalisi Kuvayı Tedibiye Erkân-ı Harbiye Reisi Binbaşı Hayri, Yüzbaşı Ali, Üsteğmen Şerafettin, Üsteğmen Hayrettin, Mehmet Sabri, Hasan Lütfi ve Cerrah İbrahim de idam edilenler arasındaydı. Bu idamlar ikinci isyanın temelini oluşturacaktı. 27 Mayıs’ta ise Albay Refet Bele emrindeki kuvvetler Binbaşı Nazım komutasındaki birliklerle beraber Bolu’ya doğru ilerlemeye başladı. Düzce’de olan bitenden haberdar olan Bolu’daki isyancılar hemen teslim oldu. Binbaşı İbrahim Çolak kuvvetleri tarafından Mudurnu ve Gerede’nin de teslim alınmasıyla bölgedeki isyan bütünüyle kontrol altına alındı.

ANADOLU’NUN İSYANLARLA BOĞUŞTUĞU YILLAR Kurtuluş Savaşı’na giden süreçte Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkisizliğine inanan Düzce ayaklanması gibi pek çok 36


ayaklanma patlak verdi. Bu isyanların pek çoğunun arkasında İstanbul’daki Damat Ferit Hükümeti ve onun arkasındaki İngilizlerin parmağı vardı. Bu ayaklanmalardan pek çoğu daha sonra Ali Rıza Tekemen’in görev yaptığı yerlerdeydi veya ona çok yakındı. Bu isyanlarla ilgili tarihi bilgileri iyi analiz etmeden Ali Rıza Tekemen’i anlamak pek mümkün değil zaten. Çünkü Tekemen, bu isyanların patlak verdiği bölgelerde kalan ‘artıkları’ temizlemekle görevlendirilmiş bir subaydı. Her isyandan sonra da bölgede yeni eşkıyalar ortaya çıktığı için Tekemen’in bir diğer görevi de bu eşkıyaları ele geçirmekti. Anadolu’da Ankara Hükümeti’ne karşı başlayan ayaklanmalardan bazıları şunlardı: Anzavur Ayaklanması: (1 Ekim 1919 – 22 Mayıs 1920) Jandarmadan emekli Binbaşı Ahmet Anzavur tarafından Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkartıldı. Balıkesir, Biga, Gönen, Ulubat, Manyas ve Susurluk çevresinde etkili oldu. Bastırılmasına rağmen üç defa kalkışma oldu. Ayaklanmaları Çerkez Ethem kuvvetleri bastırdı. Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) Ayaklanması: 18 Nisan 1920 – 25 Haziran 1920. İngilizlerin yardım ve desteğiyle, Osmanlı İmparatorluğu tarafından Kuvayı Milliye’ye karşı kuruldu. İzmit ve Geyve çevresinde etkili oldu. Ayaklanma Ali Fuat Paşa tarafından bastırılabildi. Yenilgiyle dağılan Kuvayı İnzibatiye birliklerinin bir kısmı Kuvayı Milliye’ye katıldı. Bolu, Düzce, Hendek ve Adapazarı Ayaklanmaları: Boğazların kontrolünü sağlamak için İngilizler ’in desteği ile çıkarıldı. Ayaklanma, Çerkez Ethem’in yardımları ile Ali Fuat Paşa ve Refet Bey tarafından bastırıldı. Yozgat Yenihan Ayaklanması veya Çapanoğlu Ayaklanması: 15 Mayıs 1920-27 Ağustos 1920 tarihleri arasında Osmanlı Hanedanı’na bağlı ayanlardan olan Çapanoğulları Yozgat’ta, Aynacıoğulları ise Zile’de ayaklandı. Çerkez Ethem ayaklanmayı bastırmaya çalıştı, ancak Yunan ilerleyişi başladığından Batı Cephesi’ne geri çağrıldığı için başarılı olunamadı. Daha sonra Ankara’dan gönderilen kuvvetler tarafından bastırılabildi. Afyon Ayaklanması veya Çopur Musa Ayaklanması: 21 Haziran 1920’de Yunanlıların kışkırtması sonucu eşkıya Çopur Musa, Afyon’da “Din elden gidiyor” diyerek halkı arkasına almaya çalışmasıyla başladı. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkarıldı. Denizli, Çivril bölgesinde etkili oldu. Kuvayı Milliye güçleri ayaklanmayı bastırdı. Çopur Musa, Yunanlılara sığınarak kurtuldu. Konya Ayaklanması veya Delibaş Ayaklanması: 5 Mayıs – Haziran 1920’de Delibaş Mehmet ve çetesi tarafından çıkarıldı. Delibaş Mehmet, hükümet binasını basarak ve binayı ele geçirdi. Konya-Kadınhanı bölgesinde etkili oldu. Milli güçler tarafından ayaklanma bastırıldı.

37


Milli Aşireti Ayaklanması: 1 Haziran – 8 Eylül 1920’de Urfa Viranşehir’de Milli aşireti tarafından çıkartıldı. Fransızların desteği ve kışkırtmaları sonucu ayaklanan aşiret uzun süre Urfa bölgesinde etkili oldu. Ayaklanma Kuvayı Milliye tarafından bastırıldı. Ayaklanmayı çıkartanlar Suriye’ye kaçtı. Ali Batı Ayaklanması: 11 Mayıs-18 Ağustos 1919 tarihleri arasında İngilizlerin kışkırtması sonucu, aşiret reisi Ali Batı tarafından çıkarıldı. Mardin, Midyat ve Nusaybin çevresinde etkili oldu. Askeri birliklerin mücadelesi sonucu isyancı başı Ali Batı ölü olarak ele geçirildi. Hart Olayı veya Şeyh Eşref Ayaklanması: 26 Ekim 1919 – 24 Aralık 1919’da Bayburt’un Hart ilçesinde çıktı. Kendisinin Allah tarafından gönderildiğini ilan edip, milli mücadeleye karşı halkı kışkırttı. Soruşturma için 28. Alay’dan birlik gönderildi, fakat kurulan pusuda alay komutanı Binbaşı Nuri şehit edildi. Daha da ileri giden Şeyh Eşref, kendini mehdi ilan etti. Sonrasında gönderilen 700 kişilik askeri güçle ölü olarak ele geçirildi. Koçgiri Ayaklanması: 6 Mart 1921 – 17 Haziran 1921 tarihleri arasında Tunceli, Erzincan, Sivas çevresinde yaşayan Koçgiri aşireti tarafından çıkarıldı. İsyancılar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden Sevr Antlaşması’nın tüm koşullarını kabul etmesini istiyordu. İsyanı bastırmak için barışçıl amaçlarla bölgeye giden 6. Süvari Alayı Komutanı Binbaşı Halis şehit edildi. Topal Osman Ağa’nın komuta ettiği 42. ve 47. Giresun Alayları isyanı bastırmak üzere bölgeye gönderildi. Çatışmalar sonucunda elebaşları ve 500’den fazla isyancının teslim olmasıyla isyan bastırıldı. Cemil Çeto Ayaklanması: 20 Mayıs 1920 – 7 Haziran 1920’de Siirt Garzan ve çevresinde Bahtiyar aşireti reisi olan Cemil Çeto tarafından çıkarıldı. Ayaklanmayı İngiliz ve Fransızlar destekliyordu. Kuvayı Milliye mücadelesi aleyhine cephe aldı. 12. Kolordu tarafından gönderilen 2. Tümen kısa sürede ayaklanmayı bastırdı. Başta Cemil Çeto ve dört oğlu olmak üzere isyancıların teslim olmasıyla ayaklanma sonlandı. Bu ayaklanmaların yanı sıra, İngiliz, Fransız ve Yunanlıların Anadolu’yu işgale başlamasıyla birlikte pek çok bölgedeki azınlıklar da ayaklanmaya başladı. Rumlar, Trabzon’da Pontus Rum Devleti’ni kurma düşüncesiyle ayaklanırken, bu ayaklanma Kurtuluş Savaşı boyunca sürdüğü için en uzun ayaklanma olarak tarih kitaplarındaki yerini aldı. Ayaklanma ancak Şubat 1923’te bastırılabildi. Fransızların desteğini arkasına alan Ermeniler de Adana ve çevresinde Ermeni İntikam Alayı adıyla örgütlenerek tüm Güneydoğu’ya yayılacak bir ayaklanma başlattı. Milli Mücadele’nin kazanılması ile ayaklanmalar bastırılabildi. Anadolu’nun isyanlarla kavrulduğu yıllardı o zamanlar. İstanbulAnkara’daki hükümetlere mi bağlı kalınacağı konusunda ikilem yaşayan 38


güçlerin isyanlarının yanı sıra daha Kuvayı Milliye’nin kuruluş aşamasında Ankara Hükümeti’nin safını seçen bazı isimler de Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına kısa süre kala Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı isyan başlattı. Pek çok gerici ayaklanmanın bastırılmasında etkili olan Çerkez Ethem, Demirci Mehmet Efe gibi isimlerin de isyan noktasına gelmesi o yıllardaki kafa karışıklığını anlatmaya yeterliydi. Demirci Mehmet Efe, Denizli, Burdur, Dinar ve Çal çevresinde isyan çıkarınca Refet Bele tarafından isyan güçlükle bastırılabildi. Anzavur, Bolu ve Düzce ayaklanmalarını bastıran Çerkez Ethem ise Ankara hükümetiyle görüş ayrılığına düşünce Kütahya, Gediz ve Demirci bölgesinde isyan çıkardı. Çerkez Ethem ve arkadaşları Yunanlılara sığınmak zorunda kalmıştı. Ayaklanmaların ardı arkasının gelmemesi üzerine Mustafa Kemal ve arkadaşları 29 Nisan 1920 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkararak, isyancıların İstiklal Mahkemelerinde yargılanmalarının yolunu açtı. İstanbul’daki Şeyhülislam Dürrizâde es-Seyyid Abdullah’ın Ankara’daki Kuvayı Milliye kuvvetlerini ‘Bolşevik, kafir’ ilan eden fetvalarına karşılık Mustafa Kemal de Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’ye karşı fetvalar hazırlatma yoluna gitti. Osmanlı Hanedanı’na bağlılığı İslamiyet’in emri zanneden halkın Milli Mücadele’ye inancı bu şekilde sağlanmaya çalışıldı.

İSYAN NEDEN ÇIKMIŞTI? 13 Nisan 1920’de Bolu Jandarma Taburu Kumandanı Binbaşı Osman Nuri tarafından 24 Nisan’da Jandarma Genel Komutanlığı’na çekilen telgrafta isyanın ortaya çıkışı ve isyancıların talepleri şu şekilde telgrafa dökülmüştü: “Adı geçen günde bir grup isyancı Düzce’ye saldırarak önce yörenin bağlı bulunduğu liva olan Bolu ile olan bağlantısını kesmiş, daha sonra jandarma bölük kumandanlığını basarak ölüm ve yaralama olaylarına neden olmuşlardır. Daha sonra cezaevini basarak mahkûmları salıveren isyancılar, nizamiyedeki silah depolarını ele geçirerek bunlara el koymuşlardır. Bu aşamada isyancılar, Düzce’de halkın bir bölümünün Kuvayı Milliye yönündeki eğilimlerinden duydukları rahatsızlıklarını bildirmek üzere birkaç kişiyi Bolu’ya göndererek, mutasarrıfın Düzce’ye gelmesini istemişlerdir. Mutasarrıfın Düzce’ye gelmesiyle birlikte isyancılar altı maddeden oluşan tekliflerini ortaya koymuşlar, bunlar yerine getirilmediği takdirde zorla Düzce’ye girerek duruma el koyma tehdidinde bulunmuşlardır. Adı geçen belgede isyancıların yerine getirilmesini istediği hususlar şu şekilde sıralanmıştır: 39


“1. Şer‘an ve kanunen itaatle mükellef olduğumuz padişahımız efendimiz hazretlerinden başka bir kuvvet ve başka bir hükûmet tanınmayacak. 2. Dersaadet’ten Harbiye Nezareti’nden irade-i seniyyeli emir olmadıkça başka bir hükümete hiçbir nam ile asker verilmeyecek. 3. İstanbul ile muhabere açılacak. 4. Ankara ile muhabere kat‘ edilecek. 5. Bolu telgrafhanesi memurlarına emniyet edilmediğinden bunlar derhal tebdil edilerek yerlerine yeni adamlar getirilecek. 6. Ağnam resmi Dersaadet’te Maliye Nezareti’nden emir mucibinde tahsil edilecek, başka hükümet namına tahsil edilmeyecek.”

BOLU’YA İSYAN ATEŞİNİN DÜŞTÜĞÜ YILLAR Düzce’deki isyanın ardından asiler Bolu’ya yürüyüp şehirde büyük bir talana başladı. Ankara Hükümeti Düzce ve Bolu ayaklanmalarını bastırmak üzere Arif Bey komutasında bir birlik oluşturarak Beypazarı üzerinden Bolu’ya gönderdi. Yarbay Arif Bey kumandasındaki Kuvayı Milliye birlikleri, Beypazarı çevresinde, güneybatıdan gelen isyancıları yenilgiye uğratırken Arif Bey, birkaç gün boyunca Kıbrıscık’ta konaklamış, Kıbrıscık halkı Mudurnu halkı gibi milli kuvvetlerin yanında saf tutmuştu. Arif Bey komutasındaki birlikler buradan güç alarak kuzeye doğru yürümüş ve buralarda bulunan isyancıları temizleyerek Ilıca (Karacasu) tarafından Bolu’ya girmişti. Bolu’daki isyanı bastıran Arif Bey ve askerleri isyancıları Bolu’da tutuklayarak Hiyanet-i Vataniye Kanunu kapsamında idam etti. Daha sonra Düzce’den yetişen İstanbul Hükümeti kuvvetleri ile Kuvayı Milliye kuvvetleri arasında sabahtan akşama kadar devam eden kanlı çatışmalar sonunda Mutasarrıf Vekili İhsan Bey ve 13 arkadaşı öldürüldü. İsyancıların İstanbul’dan aldıkları takviye kuvvetler ildeki denklemi değiştirmişti. Arif Bey, daha fazla Bolu’da kaldıkları takdirde yok edileceklerini biliyordu. Bunun üzerine yeniden Kıbrıscık yönüne çekilmeye karar verdi. İsyancılar bir kez daha Bolu’yu işgal ederken yeniden yağma ve talana başladı. Bu talan ve yağma, isyancı grupların barbarlığını ortaya koyarken, halk desteğini de giderek azaltıyordu. Yarbay Arif Bey ve emrindeki askerlerin geri çekilişi sırasında askeri mühimmatı taşıyan birlik Seben dağlarında çetelerin baskınına uğradı. Askeri mühimmat kaybedilirken Arif Bey’in morali bir hayli bozuldu. Kıbrıscık’a canlarını güçlükle atan Arif Bey liderliğindeki Kuvayı Milliye birlikleri, yeni mühimmat temin edilinceye kadar Kıbrısçık’ta saklanmak zorunda kaldı. Bu arada mühimmatı asilere kaptıran çavuş da cezalandırılmaktan kurtulamadı. Cezasını bizzat Yarbay Arif Bey verdi. 40


Kıbrıscık’ta Karadoğan’dan Mehmet Ali Efendi, Bölücekkaya’dan İsmail Efendi, Karacaören’den İbrahim Efendi, Deveören köyünden Kadı Efendi birliklerin ağırlanması ve yeniden mühimmat sağlanmasında Yarbay Arif Bey’e yardım etti. Bu desteklerinden dolayı Arif Bey tarafından kendilerine birer belge verildi. Ancak isyanların bastırılmasından sonra büyük bir yanlışlık sonucu Bolu ve çevresinde vatana ihanetten yargılanacak kişiler arasında bu kişilerin adı da geçiyordu. Ancak tam idam edilecekleri sırada yargılama heyetinin önüne Arif Bey’in verdiği belgeler ortaya konunca, bu kişilerin asi değil, vatansever oldukları anlaşıldı. Ve Kıbrıscık’ın önde gelen isimleri idam edilmekten kurtulmuş oldu. Kuvayı Milliye Kumandanı Yarbay Arif Bey, 24 Mayıs 1920 tarihinde Kıbrıscık ve çevresinden topladığı birliklerle tekrar Bolu üzerine yürüdü. Mudurnu üzerinden hareket eden Refet (Bele) ve Nazım Bey kumandasındaki güçlerin de desteği ile Bolu’daki isyan kısa sürede bastırılmış oldu. Çağa ve Gerede civarındaki isyancıları saf dışı bırakan Arif Bey, Kızılcahamam’a çekildi. Ancak mühimmatı kaybettiği için Arif Bey tarafından Kıbrıscık’ta cezalandırılan (Kurşuna dizilen) mühimmat çavuşunun bir yakını tarafından öldürüldü. Mustafa Kemal Paşa, Arif Bey’in ölüm haberini aldığında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeydi. Üzüntüsünü meclis kürsüsünden dile getirdikten sonra bölgedeki kumandanlara bir telgraf çekerek katilin mutlaka yakalanması yönünde talimat verdi. Çünkü Arif Bey’i öldüren kişi de Bolu dağlarına kaçarak saklanmaya, asilik yapmaya karar vermişti.

İKİNCİ DÜZCE İSYANI İkinci Düzce İsyanı Birinci Düzce İsyanı’nın bastırılmasından sonra Çerkez Ethem ve İbrahim Çolak kuvvetlerinin Yozgat İsyanı’nı bastırmak için bu bölgeye gitmeleri üzerine, Düzce ve Bolu çevresinde köylerine dağılmış olan isyancılar yeniden toparlanma eğilimine girdi. Milli kuvvetlerin Yozgat’ta çıkan ayaklanmayı bastırmak üzere bölgeden çekilmesini fırsat bilen Abhaz ve Çerkezler, 19 Temmuz 1920’de Maan Ali önderliğinde bir kez daha bir araya gelmişti. Osmanlı’ya sadakati ve dindar yapısı ile bilinen Adapazarı ve Düzce bölgesindeki ilk isyan bastırılmış, isyancıların önde gelen isimlerinden 12 kişi idam edilmiş olmasına rağmen isyancıların artıkları yine boş durmadı. 19 Temmuz 1920’de bölgede görev yapan Mürettep Tümen Komutanı Binbaşı Nazım, Efteni ve Nüfren (Nuhveren) taraflarında 300 ila 400 isyancı ile takip müfrezeleri arasında çarpışmaların başladığı ve Çolak İbrahim müfrezesinin bölgeye sevkinin uygun olacağına dair Ankara Hükümeti’ne bir telgraf gönderdi.

41


İsyancıların sayısı Karasu Rumlarının da katılımıyla kısa sürede bin kişiyi geçti. 8 Ağustos’ta 300 kadar isyancı tıpkı birinci ayaklanmada olduğu gibi Düzce’yi kuşatıp, Kaymakam Vekili Abdülkerim Bey’i, Jandarma Tabur Komutanı Binbaşı Turgut’u, Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Rasim’i ve komutanlığa ait diğer subay ve erleri tutukladı. Damat Ferit Hükümeti’nin de geniş teşvikleri sonucu harekete geçen isyancılar, Çerkez ve Abaza ağırlıklı halkı da arkalarına alabilmek için akla hayale gelmeyecek bir yalan uydurmuşlardı. Onlara göre Kuvayı Milliye kuvvetleri ülke yönetimini ele geçirdiği takdirde bölgedeki Çerkez ve Abazaları öldürecek; kadın ve kızlarını cariye gibi kullanacaklardı. İlk ayaklanmada olduğu gibi ayaklanmanın Bolu’ya sıçrama ihtimali vardı. Bunu önlemek için Mürettep Tümen Komutanı Binbaşı Nazım Bey, elindeki piyade birliğini Bolu dağına gönderdi. Fakat isyancıların ani baskını sonucu tüm birlik esir düştü. Bu Ankara Hükümeti nezdinde tam anlamıyla bir şoktu. Hemen Ali Fuat Paşa isyanı bastırmakla görevlendirildi. Ali Fuat Paşa, isyancıların İzmit’teki İngilizlerden ve Kuvayı İnzibatiye’den yardım almalarını önlemek için özellikle Adapazarı ve Sapanca bölgesinin kontrolüne ele geçirmeye karar verdi. Daha sonra Eskişehir, Uşak, Yozgat ve diğer civar bölgelerden takviye kuvvetlerin gelmesiyle 18 Ağustos’ta başlayan harekâtla verilen mücadeleler sonunda asiler yok edilme noktasına geldi. Düzce Abazaları yaptıklarından pişmanlık duyduklarını belirterek bağışlanmalarını isterken, Hendek’te toplanan Abazalar isyanda kararlı görünüyordu. İsyancıların Bolu’dan Düzce’ye doğru gelmekte olan mürettep tümene karşı cephe almaya girişmeleri üzerine 143. Alay Komutanı Binbaşı Şerif komutasındaki yola getirme kuvvetlerini, Düzce’de toplanan 2. Kuvayı Seyyare ile birlikte 26 Ağustos’ta Hendek’teki asiler üzerine gönderdi. Binbaşı Şerif komutasındaki tedip kuvvetleri ile İbrahim Bey komutasındaki 2. Kuvayı Seyyare birlikleri 28 Ağustos’ta Hendek’i ele geçirdi. Asilerin pek çoğu çatışmalarda öldü. Bu durum Düzce’deki asilerin moralini fena bozmuştu. Yeniden teslim olma noktasına gelmişlerdi ki, Ali Fuat Paşa da asilerle anlaşmak için bölgenin ileri gelenlerinden bir heyeti isyancılara arabuluculuğa gönderdi. Düzce’deki asiler de artık kaybedeceklerini anlamıştı. Ali Fuat Paşa’nın oluşturduğu heyette orduyu temsilen Binbaşı Rüştü de vardı. 2 Eylül 1920’de Bolu Jandarma Komutanlığı’na atanan Binbaşı Rüştü, Ankara’ya çektiği telgrafta; bölgede bulunan bütün isyancı reislerinin hükümetin emrine girdiklerini ve herhangi bir kovuşturma yapılmadığı takdirde milli hükümete itaat edeceklerini, bu konuda 40 elebaşı ile af niteliğinde bir anlaşma yapıldığını bildirdi. Bu esnada görüşmeler sürerken Çolak İbrahim Bey’in kuvvetleri Düzce’ye girerek kontrolü yeniden sağlamış oldu. Böylece 19 Temmuz’da Nüfren’de başlayan ve bütün bölgeye yayılan İkinci Düzce Ayaklanması da tamamen kontrol altına alınabildi. 42


Bölgedeki etnik yapı insanları isyana teşvik noktasına getirmişti. Türkler, Abazalar, Çerkezler, Lazlar ikiye bölünmüş durumdaydı. Çerkezler Abazaların safında, Lazlar Türklerin yanında yer tutmuştu. İsyancılar içinde özellikle Kafkas kökenli çevrelerin etkin olmasının nedeni ise; pek çok yakınlarının Osmanlı bürokrasisinde önemli yerler edinmiş olmalarıydı. İstanbul’daki yakınları Ankara’daki Kuvayı Milliye’yi İttihat ve Terakki’nin devamı ve padişah düşmanı olarak nitelendiriyorlardı. Padişah emri olmadıkça hiçbir şey yapmayacakları konusunda ısrar ediyorlardı. Asayiş ve huzurun bir türlü sağlanamamış olması eşkıyalık olaylarını da artırmıştı. Neredeyse her dağda bir eşkıya ve çetesi saklanır haldeydi. Köroğlu Dağları Ankara Hükümeti’ne en fazla zorluk çıkaran bölgelerden biri haline gelmişti. Bölgede kanun hâkimiyeti son derece zayıf olması sebebiyle hayvan hırsızlığı, tütün kaçakçılığı, kızları dağa kaldırma, yol kesme ve adam öldürme vakaları eksik olmuyordu. Özellikle savaş döneminde karşılaşılan suçlardan biri de firari askerlerdi. Kurtuluş Savaşı’na katılmak istemeyen pek çok asker Bolu- Düzce dağlarını mesken tutmuştu adeta. Birinci Dünya Savaşı’nın en hararetli günlerinde (1915) Bolu Sancağı Mutasarrıflığı tarafından Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen yıllık asayiş belgelerine göre sadece Eylül ayı içinde Bolu ile Mudurnu, Bartın, Gerede ve Devrek kazalarında 54, Düzce’de 27 asker kaçağı ve yüzü aşkın asker bakayası tutuklanarak askeri makamlara teslim edilmişti. Milli Mücadele’nin başladığı dönemde buradaki asker kaçaklarının sayı 10 kat artmıştı. Pek çoğu da eşkıyalık yaparak karnını ve adamlarını doyuruyordu.

ÇEMBERİN DARALDIĞI GÜNLER İkinci Düzce Ayaklanması’nın ardından Şubat 1921’den sonra Düzce’de göreve başlayan Ali Rıza Tekemen günlerce Bolu dağlarının stratejik noktalarında arazi aramaları yapıyor, çoğu geceyi bu dağlarda geçiriyordu. Kendisine bağlı 30-35 asker vardı. O tarihlerde İstanbulAnkara arasındaki ulaşım Beypazarı üzerinden Nallıhan ve Adapazarı istikametinden yapılıyordu. Nallıhan, Beypazarı hatta Kızılcahamam’a kadarki bölgelerde isyancılara destek verildiği biliniyordu. Düzce’nin ardından Mudurnu, Göynük ve Taraklı ise isyanlar sırasında ikiye bölünmüş gibiydi. Buradaki muhafazakâr halkın önemli bir bölümü Kuvayı Milliye’ye karşı kışkırtılmış durumdaydı. İsyancıların nihai hedefi ise Ankara’ya yürüyüp Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını esir almaktı. Bu nedenle Ali Rıza Tekemen’in görev yeri isyancı güçlerin kesişim noktasıydı. Düzce’den Batı Karadeniz kıyısındaki dağları kullanarak Kastamonu- Çankırı hattı üzerinden Ankara’ya geçiş de mümkündü. Buradaki dağ silsilesi içinde izini kaybettiren pek çok isyancı vardı. 43


Ali Rıza Tekemen

Elbette bölge halkının tamamı isyanlara katılmıyordu. Pek çok il ve ilçede Milli Mücadele yanlısı örgütlenmeler de vardı. Bunların başında Mudurnu’daki örgütlenme geliyordu. Zaten bu vatanseverlerin çabaları da olmasa isyan bölgelerinden haber almak da, isyanları bastırmak da mümkün değildi. 44


Mudurnulu aydınlar 30 Mayıs 1919’da Redd-i İlhak Cemiyeti’ni, 20 Ekim 1919’da da Mudurnu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarken, Hakkı Durukan’ın başkanı olduğu cemiyetin kurucuları arasında Selim Sarıbay, Fuat Armutçu, Besim ve Ubeydullah Doğulu, Binbaşı Şevki Bey, Yüzbaşı Muharrem, Sabri Karaçayır, Hilmi ve Salih Zeki Beyler vardı. İsyan ateşinin ortasında kalan Mudurnu birkaç kez asilerin baskınları ile sarsıldı. Düzce’de ise Müfreze kumandanının beceriksizliği ve ikircikli yaklaşım sebebiyle hiçbir direnişle karşılaşmadılar. Asiler, Düzce’den Mudurnu’ya kadar uzanan bütün köyleri yağmalayıp yanlarına aldıkları köylülerle birlikte 21 Nisan 1920’de Mudurnu’yu da ele geçirdiler. Mudurnu’da hükümet konağını ele geçiren isyancılar, Kaymakam Naili Bey ve Savcı Salih Zeki Bey’i esir aldı. Bölge direniş komutanı Kuşçubaşı Eşref, Binbaşı Şevki Bey, Yüzbaşı Hilmi Bey öncülüğünde şehri savunmaya çalışan yerel milli kuvvetlerin yardımına 4 Mayıs 1920’de Çolak İbrahim Bey kuvvetleri yetişti ve isyancılar dağıtıldı. Büyük Cami İmamı Filibeli Tevfik Hoca ve Binbaşı Şevki Bey öncülüğünde Beşkavak mevkiinde büyük bir miting düzenlendi. Burada T.B.M.M. beyannamesi okunarak, halkın Milli Mücadele’ye katılması, isyancılara inanmaması telkini yapıldı. Halk üzerinde derin bir etkisi olan Filibeli Tevfik Hoca daha sonra 8 Haziran 1920’de bölgedeki asilere nasihat için Düzce’ye de gitti. Ancak asilerin uslanmaya niyeti olmadığını o da gördü. Gözü dönmüş bir kalabalıkla baş edilmesi çok zordu. Marmara’nın doğusunda çıkarılan isyanların ortasında kalan Mudurnu’nun stratejik önemini gören Milli Kuvvetler yöreye kuvvet yığmaya başladı. Çerkez Ethem emrindeki bazı birlikler, Kaymakam Arif Bey Müfrezesi, Demirci Efe, Binbaşı Nazım Bey ve Refet Paşa Bolu yönüne; Ali Fuat Paşa kuvvetleri ise Geyve yönüne gönderildi. Bu toparlanmayı sezen Bolu - Düzce isyancıları 13 Mayıs 1920’de büyük kuvvetlerle tekrar Mudurnu üzerine yürüdüler. Birinci isyan girişiminde Kuvayı İnzibatiye’cilerin talan ve yağmalarına tanık olan Mudurnu halkı, bölgede ilk örgütlü direnişi başlatan ilçeydi. Bolu Mutasarrıfı Osman Bey’in isyancıların yanında yer alması kafa karışıklığının en büyük nedeniydi. Düzceli Koçi ve Ali Bey’ler komutasındaki isyancıları şehirlerine sokmayan Mudurnulular 13- 14- 15 Mayıs 1920 tarihine kadar sert bir savunma örneği sergiledi. Nallıhan üzerinden gelen Nazım Bey emrindeki 500 kişilik Milli Efe kuvvetleri de imdada yetişince asiler bozguna uğradı. Bunun üzerine Sarıklı Necati Bey emrindeki 500 kişilik Milli kuvvetler, Arif Bey müfrezesi ve 20 Mayıs 1920’de General Refet Paşa kuvvetleri şehre girdi. Refet Paşa hükümet konağı balkonundan halka hitap ederek halka direnişinden dolayı teşekkür etti. 24 Ekim 1920 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Mudurnu halkına gönderdiği telgraf belediye binasının önünde okunurken, Atatürk 45


telgrafında “Sevgili Mudurnulular Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde Kuvayı Milliye’ye verdiğiniz destek ve gösterdiğiniz kahramanlığa teşekkür ederim” diyordu. Hepsi bu kadar. Çünkü o yıllarda bölgede Milli Mücadele’ye bu kapsam ve yoğunlukta bir destek verilmemişti. Mustafa Kemal Paşa, Köroğlu Dağları’nın asiler için bir üs haline geldiğini anlamıştı. 25 Temmuz 1921 yılında Bolu Maarif Müdürü Sivaslı Zülküf Bey Bolu’dan ayrılarak Kıbrıscık üzerinden Ankara’ya giderken, Kıbrıscık yaylalarında çeteler tarafından feci şekilde öldürüldü. Yöredeki tehlikeyi gören Mustafa Kemal Paşa, bu bölgeyi iyi tanıyan Kıbrıscık’lı Teğmen Ali Rıza Bey’i (Tekemen) sükûneti sağlamakla görevlendirdi. Aralık 1921’de de Çarşamba (Seben) Takımı Kumandanlığı’na naklolundu genç teğmen.

Çarşamba Takım Komutanlığı 46


Atatürk’ün emir telgrafını aldıktan sonra birlikler Arif Bey’in katilini bulmak üzere hemen harekete geçti. Bölgeyi en iyi bilenlerden biri Üsteğmen Ali Rıza Tekemen idi. Ne de olsa görev yeri bir zamanlar koyun güttüğü dağlardı. Askerleri ile hemen bir planlama yaparak harekete geçti. Kıbrıscık’tan başlamak üzere Seben’e, oradan Mudurnu’ya kadar da dağlarda saklanan tüm eşkıyaları, asileri tek tek yok etmeye karar verdi. İlk etapta Kıbrıscık ve Seben çevresindeki köyleri haraca bağlayan, köylülere kan kusturan asker kaçağı Hakkı Çavuş çetesinin üzerine yürüdü. Çete lideri tüm adamları ile birlikte öldürüldü. Çok sert mizacı, otoriter tutumu ve işini yapmadaki ciddiyeti sebebiyle kısa sürede bölgenin en sert askerlerinden biri olarak nam saldı. İşte bu gözü karalığı sayesinde Yarbay Arif Bey’i öldüren asiyi de yakalayarak kurşuna dizilip idam edilmesini sağladı. Jandarma Genel Komutanlığı’nın Ali Rıza Tekemen’in siciliyle ilgili hazırladığı resmi evrakta bu durum şu ifadelerle kayıtlara geçirildi: “Senelerden beri Ankara, Bolu mıntıkalarında icra-yı şekavet eden Kırbacaklı Hakkı Çavuş nam şeririn meyyiten istisalı hususundaki muvafakkiyete binaen bir kıt’a takdirname ile taltif edilmişlerdir.”

Çarşamba Takım Komutanı iken attığı kartpostal

Bölgedeki dağlarda yuvalanan tüm asiler Ali Rıza Tekemen tarafından 6 ay gibi kısa bir sürede yakalanınca o da bölgenin en büyük kumandanı haline geldi. Artık isyanla ve asilerle mücadele denince onun adı gündeme geliyordu. Çünkü onlarla nasıl mücadele edileceğini bilen bir askerdi o. Zaten Cumhuriyet’in ilanından sonraki günlerde Anadolu’nun çeşitli yerlerinde çıkacak isyanlar sonrasında da Ali Rıza Tekemen görevlendirilecekti artık.

47


KASAP OSMAN FIRTINASI Mustafa Kemal, Bolu-Düzce-Adapazarı bölgesindeki karışıklıkların sıkça tekrar etmesi sebebiyle Bolu’ya da sert bir asker gönderdi. Teğmen Ali Rıza Tekemen, Beypazarı- Nallıhan-Seben üçgeninde dağlarda büyük çaplı temizlik yaparken, Bolu’daki tüm askeri birliklerin başına ise ondan daha sert bir kumandan gönderildi. Bu isim Kurtuluş Savaşı’nın en acımasız askerlerinden biri olarak bilinen Miralay Osman Bey idi. İki sert asker, 1923 yılına kadar bölgede birlikte görev yaptı. Miralay Osman Bey’i tarih kitapları ‘Kasap Osman’ olarak nitelendiriyor. İlginç bir hayat hikâyesi vardı Osman Bey’in. 1899’da Harp Okulu’ndan mezun olan Karadenizli Miralay Osman Bey, 1920 yılı başında Bursa’daki 56. Tümen’e bağlı 172. Alay Komutanı, milis örgütleyicisiydi. Mart-Nisan 1920’deki Anzavur Ayaklanması sırasında, Bandırma’da bulunan 14. Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa Mustafa Kemal karşıtı İstanbul Hükümeti yanlısıydı. Miralay Osman Bey, onun emirlerine uymayınca Yusuf İzzet Paşa tarafından görevinden uzaklaştırıldı, Divanı Harb’e verilmek üzere gözaltına alınarak Bursa’ya gönderildi. Bursa’da birkaç gün hapis yattıktan sonra suçu bağışlanarak yeniden cepheye gitti. Bazı sivil grupları ve bu arada Bursa hapishanesinde bulunan tutuklu ve hükümlüleri örgütledi. Ayaklanmanın bastırılmasının ardından Kirmastı’da (Mustafakemalpaşa) kurduğu olağanüstü mahkemede, acımasız bir uygulama ile pek çok kişiyi idama mahkûm etti. Bu tutumu gerek ordu içinde, gerekse sivil çevrelerde yoğun hoşnutsuzluk ve nefrete yol açtı. Bursa’nın Yunanlılar tarafından 8 Temmuz 1920’de işgali üzerine o da Anadolu’nun içlerine çekildi. Milli Mücadele’deki Konya İsyanları’nda görev aldı. Öylesine sert, öylesine acımasız bir askerdi ki, isyanlar sırasında yaptıkları tüyler ürpertiyor, herkese korku salıyordu. Konya Ilgın’daki isyan sırasında asileri barındıran bir köyü ateşe verdi. İstanbul Hükümeti’ne ve Şeyhülislam Dürrizade’nin emirlerine bağlı olduklarını beyan eden 42 imama bir ziyafet verdikten sonra hepsini idam ettiği İstiklal Mahkemeleri tutanaklarına bile girdi. Yine bu isyanlar sırasında asileri ikna etmek üzere telkin için isyan mahalline giden Miralay Osman Bey’den haber alınmayınca M. Kemal Paşa, Ali Çetinkaya’yı (Kel Ali) Konya’ya gönderdi. Kel Ali daha Konya’ya varmadan, karşıdan gördüğü sığır sürüsünü düşman zannedip geri dönerek M. Kemal’e “Osman isyanı bastıramamış, asiler Ankara üzerine yürüyor” sözünden sonra; Osman isyanı acımasız bir şekilde bastırıp Ankara’ya döndüğünde Kel Ali ile uzun süre dalga geçtiği bile söyleniyordu. Mustafa Kemal, isyancılara karşı böylesine acımasız ve gaddar birini Konya’daki görevinden sonra Bolu’ya gönderdi. Kasap Osman, Bolu’da 48


Ali Rıza Tekemen ile dağlarda saklanan tüm isyancıları ve asker kaçaklarını tek tek yakaladı. Ve ikisinin olağanüstü çabaları sonucu bölgede bir daha isyan çıkmadı. 1923 yılına kadar Bolu’da görev yaptı. Bu durumdan fazlasıyla böbürleniyor, Ankara Hükümeti’nin kendisi sayesinde ayakta kaldığını bile iddia ediyordu Kasap Osman, patavatsız biriydi. Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Kemal ve yönetim aleyhinde bir tutum takındı, çeşitli yerlerdeki konuşma ve davranışlarıyla tepki uyandırmaya başlamıştı. Mustafa Kemal’in adını anmamak için ‘Selanikli’ tabirini kullandığı da oluyordu. Bu haberler bir süre sonra Atatürk’ün kulağına kadar ulaştı. Mustafa Kemal artık, Kasap Osman’ın görevden alınmasını istiyordu. Ancak Kasap Osman’a yönelik elle tutulur bir suç bulunamıyor veya ispat edilemiyordu. Kasap Osman, Bolu’ya geldiğinde eşini ve çocuklarını İstanbul’da bırakmış bir albaydı. Eşi Emine Hanım ile Yemen’de evlenmişti. Emine Hanım’a dönmeyi düşünmediği için Bolu’ya geldikten sonra Yüksel Hanım’la ikinci evliliğini yaptı. Ancak bir süre sonra ilk eşinin sokakta öldürüldüğü haberi geldi. Bir yankesicinin altınları için Emine Hanım’ı öldürdüğü iddia ediliyordu. Bir başka iddia ise Kasap Osman’ın bu yankesiciye para vererek eşini öldürttüğü yönündeydi. Hakkındaki bu iddialarla Bursa’da yakalanarak İstiklal Mahkemelerinin huzuruna çıkarıldı. Mahkemenin başkanı ise bir zamanlar alay ettiği Kel Ali idi. Ve Kel Ali kendisini idama mahkûm etti. Öylesine sert ve gururlu bir adamdı ki, idam sehpasına çıkarken celladına ‘Çekil oradan be adam! Ben kendi ipimi çekerim!’ diyerek sehpaya kendisinin tekme vurduğu bile söyleniyordu.

SAVAŞTA SONA DOĞRU… Adapazarı-Düzce-Bolu çevresindeki isyanları güç bela bastıran Mustafa Kemal ve arkadaşları, artık ülkeyi işgal eden düşmanların Anadolu’dan atılma vaktinin geldiğini düşünüyordu. Ancak halkın yeni bir savaşa daha katılmaya istekli olmadığı belliydi. Onlarca yıl süren savaşlardan yorgun düşmüş halkın, yeni bir savaşın kazanılacağına dair inancı kalmamıştı. Atatürk ve Ali Rıza Tekemen gibi askerler ise mutlaka tam bağımsız bir devlet kuruluncaya kadar savaşılması gerektiğine inanıyordu. Mustafa Kemal, İstanbul’daki Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Hükümeti’nin halk nezdindeki değerini ortadan kaldırmak, halkın Milli Mücadele’ye desteğini sağlayabilmek için önce 1 Kasım 1922 yılında saltanatı kaldırdı. Bu sırada Ali Rıza Tekemen de rütbe almış ve 1 Eylül 1922 tarihinde üsteğmen olmuştu. Üsteğmen Ali Rıza artık Kuvayı Milliye’nin önemli elemanlarından biriydi. 49


Ülke istilacılardan kurtarıldıktan sonra ise 3 Mart 1924 yılında hilafet kaldırılarak Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamen tarihe karıştığı resmen ilan edilmiş oldu. Hanedan üyelerinin bu topraklarda artık barınamayacağı açıktı. Tüm hanedan üyeleri Çatalca’dan kalkan Simplon Express isimli trene bindirilerek İsviçre’ye gönderildi. Bu hanedan ailesi için geri dönülmez bir yolculuktu. Padişah Vahdettin ise hilafetin kaldırılmasını beklemeden 15 Kasım 1922’de İngiliz Malaya1 zırhlısına binerek, ülkeden ayrılmıştı zaten.

EVLİLİK VE İLK GÖZ AĞRISI Ali Rıza Tekemen, Miralay Osman Bey’in İstiklal Mahkemeleri tarafından idam edilmesinden sonra bir süre daha Bolu’da görev yaptı.Ali Rıza Tekemen, bu sükûnet ortamında evlenip çoluk çocuğa karışma zamanının geldiğini düşünerek kendisinden 7 yaş küçük olan Nimet Hanım ile 1923 yılında evlendi. Hayatı, savaş, kargaşa ve isyanlarla boğuşmakla geçmişti zaten. Bir yıl sonra ilk göz ağrısı kızı Şadiye dünyaya geldi. 26 Ocak 1924 tarihinde Gerede Bölüğü Mengen Takımı’na geçti Ali Rıza. Saltanat ve Hilafetin kaldırılıp Osmanlı Hanedanı’nın tüm üyelerinin yurt dışına gönderilmesi ile birlikte Anadolu’nun tek hâkimi Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştu. Hilafet yanlılarının Bolu ve Düzce yöresindeki umutları tamamen kırılmış görünüyordu. Burada asayişin sağlanmasının ardından 5 Şubat 1925 yılında Biga’daki 3. Piyade Jandarma Taburu’nda görev aldı Üsteğmen Ali Rıza ve Ocak 1926’da Kastamonu Jandarma Kıtası’na tayinine kadar burada kaldı. Kastamonu’da Kuzyaka Takım Komutanı olan Üsteğmen Ali Rıza’nın 1927 yılında Nejat ismini verdiği oğlu oldu.

Eşi 50

Son göz ağrısı kızı Sezer ise 1 Aralık 1937 tarihinde Zonguldak’ta görev yaptığı esnada dünyaya gözlerini açtı. Çok


sert mizaçlı ve disiplinli bir kumandan olmasına rağmen çocuklarına karşı oldukça merhametli biriydi. Hele son kızı Sezer’e bir başka düşkündü. Ali Rıza Tekemen’in görev yaptığı Kastamonu’da yeniden isyan potansiyeli vardı. Çünkü daha bir yıl öncesine kadar pek çok isyan hazırlığı istihbaratı alınmış, isyancılar harekete geçemeden yakalanmıştı. Ali Rıza Tekemen’in böyle bir bölgede görev yapması Ankara Hükümeti açısından çok önemliydi. Ancak sert uygulamaları büyük tepki toplamıştı. Şikâyetler üzerine Tekemen, mahkemeye verildi. Jandarma Genel Komutanlığı kayıtlarında mahkemeye veriliş gerekçesi şu sözlerle ortaya kondu: “Kanun hilafı adam hapsi ve meskene ta’arruz ve döğmek maddelerinden dola­ yı Kastamonu İdare Hey’etince hak­kında müteahhez men’-i mu­ ha­keme kararı Şura’-yı Devletce me­muriyet vazifesini suiistimal ve mahiyet-i kanuniyesinde bulu­ nan hareket-i vakiasına binaen lü­züm-ı muhakemesine 13 Mart 1928 tarihinde karar verilmiştir.”

Kızı Sezer 1,5 yaşında - 1939

Yıllar sonra Ali Rıza Teke­ men’in oğlu Nejat ile evlenecek olan gelini Yurdanur Tekemen, ka­ yınpederinin bu süreçteki gö­re­vi ile ilgili kendisi ile paylaş­ tık­larını şu sözlerle ortaya koyuyor: “Ayaklanmalar sırasında Seben ve Kıbrıscık’ta görev yapmış, bizzat Atatürk görevlendirmiş. Sonra Daday’da görev yapmış. Orası kötü durumdaymış, kimse sokağa çıkamıyormuş. Eşkıya her gün dağlardan inip ilçeyi haraca

Kızı Sezer ile

51


kesiyormuş. Kızı Sezer küçükmüş. Oradan da Zonguldak’a gidiyor diye biliyorum. Kendisi anlatırdı, gece çıkarlarmış eşimle. Sokakları gezer, halkın huzur içinde uyumasını sağlamaya çalışırmış. Bir bekçi falan uyusa felaket olurdu. Öyle büyük asayiş sorunları varmış ki, Zonguldak’ta da kömür işletmelerine işçi gönderilemiyormuş. Ne zaman bir yerde asayiş ve düzen bozulsa merkezden gelen emirle Ali Rıza Tekemen oraya gönderiliyormuş. Zonguldak’ta uzun süre kaldı, oradan da emekli oldu.”

Eşi, kızı Sezer, 1940’lı yıllar

Ali Rıza Tekemen, Kastamonu ve ilçelerinde asayişi sağladığı yıllarda oğlu Nejat dünyaya geldi. Cumhuriyet ilan edilmiş, üst üste devrimler yapılırken, Anadolu’da hala yer yer huzursuzluklar vardı. Özellikle İngilizlerin kışkırtması sebebiyle 1924 yılından itibaren hilafet yanlısı pek çok ayaklanma çıktı. Bu ayaklanmada çeşitli tarikat ve cemaat liderlerine ciddi yardımlarda bulunan İngilizler, dini görünümlü pek çok ayaklanma olayında baş aktör olmuştu. Asker kaçaklarının başını çektiği isyanların ardından dini kisveler altında çıkan ayaklanmaların en büyüğü Şeyh Sait İsyanı’ydı. Ali Rıza Tekemen, tıpkı Bolu-Düzce isyanları’nda olduğu gibi isyan bölgelerinin pek çoğunda görev yaptı. Kastamonu’daki görevi isyanı bastırmak değildi, olası bir isyan tehlikesine karşı tedbir almaktı. Bölgedeki en büyük olay Şapka İnkilabı’nın gerçekleştirilmesinden bir yıl önce patlak verdi. Bu olayın baş kahramanı ise İskilipli Atıf Hoca idi.

52


Kurtuluş Savaşı’na giden süreçte Ankara’da temelleri atılan yeni cumhuriyete karşı çıkanların en önemli yayın organı olan Alemdar gazetesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını dinsizlik ve komünistlikle suçlayarak halkın Kuvayı Milliye saflarında toplanmasına engel olmuş, Bolu ve Düzce İsyanları sırasında da bu gazete İngiliz uçakları tarafından köylere kadar dağıtılmıştı. İskilipli Atıf Hoca da Çorum, Kastamonu, Çankırı bölgelerinde etkili, sözü geçen bir din adamıydı. İstanbul’da yaşamasına rağmen Batı Karadeniz’den itibaren tüm Karadeniz bölgesinde sözü dinlenen hocalardan biriydi. İskilipli Atıf Hoca, Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına sayılı günler kala Şeyhülislam Mustafa Sabri ile birlikte Alemdar gazetesinde çeşitli yazılar kaleme almıştı. Bu yazılarından birinde “İslam’ın kilidini İngilizler koruyacak” ifadesini bile kullanmıştı. Şeyhülislam, Ankara’da Kuvayı Milliye saflarında toplananların öldürülmesinin dini bir görev olduğuna dair fetva bile yayınlamıştı. İskilipli Atıf Hoca bu sırada İslam Teali Cemiyeti’nin başkanlığını üstlenmişti. Şeyhülislamın fetvasına benzer bir bildiri kaleme alan İslam Teali Cemiyeti, bildiriyi Yunan uçakları ile Anadolu’da dağıtmaya başladı. Bildiride Mustafa Kemal için ‘Selanik dönmesi, yan kesici, fitneci, hain, haydut, alçak, melun, cani zalim, hırsız, canavar vb’ ifadeler bile kullanılmıştı. Cumhuriyet’in ilanından sonra saltanat ve hilafet kaldırılmış, Osmanlı Hanedanı sürgüne gönderilmişti. Atatürk’ün bunu unutması ve affetmesi mümkün değildi elbette. Atatürk, 1926 yılından itibaren Ali Rıza Tekemen’in görev yapacağı Kastamonu’da Şapka Devrimi’ni gerçekleştirmeden bir yıl önce İskilipli Atıf Hoca, ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka (Batı Taklitçiliği ve Şapka) isimli bir kitap kaleme almıştı. Kitabında şapkanın taklitçilik olduğunu belirterek; “Müslüman fesinin püskülüyle Müslüman’dır” diyordu. Yazdığı bu kitap sebebiyle hakkında dava açıldı. Ancak henüz o tarih itibariyle Şapka Kanunu kabul edilmemişti. Bu nedenle yazdığı kitap suç kapsamında değildi. Kasım 1925’te Şapka Kanunu kabul edilince Giresun’da, Rize’de, Antep’te, Maraş’ta, Konya’da Şapka Kanunu’na karşı gelenlerin başını çektiği olaylar çıkmaya başladı. Bu kışkırtıcılık olayları artınca İstiklal Mahkemeleri harekete geçti. Giresun İstiklal Mahkemesi Giresun’daki yargılamaları sırasında kışkırtıcıların elinde İskilipli Atıf’ın ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ adlı kitabının olduğunu tespit etti. Rize’de de isyancıların bu kitapla galeyana getirildiği anlaşıldı. Bunun üzerine Giresun İstiklal Mahkemesi İskilipli Atıf Hoca’nın ifadesine başvurulmasına karar verdi. Mahkeme emrine uyarak ifade veren İskilipli Atıf Hoca, “Benim isyanlardan haberim yok. Benim kitabımı benden habersiz almışlar, kullanmışlar. Ben bu kitabı Şapka Devrimi’nden önce yazdım” deyince suçsuzluğuna karar verildi. Ancak kitabın bir daha basımına yasak getirildi.

53


Bingöl, Diyarbakır, Elazığ üçgeninde patlak veren Şeyh Sait İsyanı sırasında da bu kitabın kullanıldığını fark eden Ankara İstiklal Mahkemesi İskilipli Atıf Hoca’yı yeniden ifadeye çağırarak yargılanmasına karar verdi. Mahkemede Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye muhalif olduğunu belgelemesine rağmen mahkeme heyeti bunu dikkate almadı. İskilipli Atıf Hoca, ısrarla kitabının Şeyh Sait Ayaklanması’nda kullanıldığından da haberi olmadığını ve kendisinin kitap göndermediğini söylemesine rağmen, sözleri heyet tarafından dikkate alınmadı. Belli ki, Kurtuluş Savaşı yıllarında aldığı tavır sebebiyle yargılanıyordu. Bu arada Kurtuluş Savaşı karşıtı bildirilerde de İskilipli Atıf’ın parmağı olduğu ortaya çıkarıldı. Halkı isyana teşvik, kışkırtıcılık ve Kurtuluş Savaşı yıllarında bildirileri hazırlayıp halkı Mustafa Kemal’i öldürmeye teşvik etme suçundan dolayı ‘vatana ihanet’ gerekçesiyle idama mahkûm edildi. Mahkeme bununla yetinmeyerek İskilipli Atıf’la birlikte yargılanan Babaeski Müftüsü Ali Rıza’ya da idam cezası verdi. Müftü Ali Rıza’nın da Yunan işgaline karşı direnilmemesi için çalışmalar yaptığı öne sürülüyordu. Aynı mahkeme pek çok hocayı da yargılamasına rağmen çoğunu suçsuz bulurken, hafif cezalarla yetindi. Mahkemede yargılanan hocaların başında Ömer Rıza (Doğrul), Tahirül Mevlevi, Elmalılı Hamdi (Yazır), Ahmet Hamdi (Akseki) gibi hocaların bulunması dikkat çekiyordu. O yıllarda Şapka İnkılabı’na karşı çıktıkları için 26 Kasım 1925 tarihinde Erzurum’da 81 kişi tutuklanmış, sıkıyönetim ilan edilmişti. Erzurum’da 10, Rize’de 8, Kahramanmaraş’ta 5, Sivas’ta 1 kişi sırf Şapka Kanunu’na muhalefet ettikleri gerekçesiyle İstiklal Mahkemelerinde yargılanıp idam edildi. İstiklal Mahkemelerinin bu süreçte verdiği kararların pek çoğu bugün halen tartışılıyor. İşte Ali Rıza Tekemen, Atatürk devrimlerinin Anadolu insanına kabul ettirilmeye çalışıldığı bir dönemde Kastamonu’da görev yapmaya başladı. Burada bir süre kaldıktan sonra 1926 yılında Araç İlçe Jandarma Komutanlığı görevine getirildi. 1931 yılına kadar da burada çeşitli ilçe komutanlığı görevlerinde bulundu. Ancak burada görev yaparken 1928 yılında kardeşinin ölüm acısını da yaşadı Tekemen. Ailevi sorunlar nedeniyle bunalan Tekemen Mayıs 1929’da tekrar izin için Jandarma Komutanlığı’na müracaat edecekti. Öte yandan, yıllarca taşımacıları haraca bağlayan ve bir türlü yakalanamayan bir eşkıya çetesini yakalama görevi Araç Kaymakamı tarafından Ali Rıza Tekemen’e verilmişti. Tekemen, bir iki günlük incelemeden sonra sivil kıyafetlerle yolda eşkıyaya pusu kurdu ve tüm çeteyi yakalamayı başardı. Araç Kaymakamı başarı karşısında şaşkına dönerken, dönemin Kastamonu Valisi Murat Bey’e Ali Rıza Tekemen’in ödüllendirilmesi konusunda İçişleri Bakanlığı’na teklifte bulunulmasını önerdi. Vali Murat Bey, isyancılar ve eşkıyalar konusunda Ali Rıza Tekemen’in maharetini şu sözlerle yazıya dökmüştü: 54


Kardeşinin vefatı üzerine yazdığı 2. İzin dilekçesi.

“İnebolu yolunda Uzundere mevkiinde kamyonların önüne çıkarak soygunculuk eden eşkarın derdestlerindeki faaliyet ve tahkikatın süret ve tespitindeki gayretlerinden dolayı teşekküretimin kazanız jandarma kumandanı Ali Rıza Bey’e tebliğini rica ederim efendim. Vali Murat” 55


Yazı

DOĞU’DA İSYAN BÖLGELERİNDE GÖREV ALDI Ali Rıza Tekemen, Şapka İnkılabı’nın gerçekleştirildiği Kastamonu’daki görevi sırasında Ekim 1930’da yüzbaşı rütbesini alıp Kastamonu Araç Jandarma Bölük Komutanı oldu. 21 Ekim1932 yılında ise Adana Saimbeyli’ye tayin edildi. 14 Kasım 1933 tarihine kadar burada görev yaptı. Saimbeyli ilçesinde de İlçe Jandarma Kumandanı olarak görev ya-

56


pan Ali Rıza Tekemen, tıpkı Bolu’daki gibi dağlarda eşkıya avına çıkıyordu. Dağlardaki son isyancı artıklarını temizlemek onun göreviydi adeta. İşte o yıllarda dağları Şaki Kürt Demir ve Kamil adında iki eşkıya ele geçirmişti. 7 yıl süren mücadeleye rağmen kimse onları yakalayamadı. Bu görev Ali Rıza Tekemen’e verildi. Ve kısa sürede iki eşkıyayı yakalayıp adalete teslim etti. Dâhiliye (İç İşleri) Bakanı adına Kazım tarafından An­ka­ ra’ya gönderine dilekçede Ali Rı­ za Tekemen için şu ifadeler kull­anılıyordu: “l-Çetin ve arızalı arazide yorulmaz bir gayretle yapılan takip neticesinde azılı iki şeririn daha yakalanması ve müfrezenin takip hususunda gösterdiği gayret memnuniyetle karşılanmıştır. ll. İki şeririn yakalanmasında dikkat ve fedakârlıkları görüldüğü bildirilen Saimbeyli Bölük Kumandanı Yüzbaşı Ali Rıza Efendi’ye ve bahça bölüğü çavuşu Mehmet Efendi’ye teşekkür ederim. Geride kalanların da pek yakın bir zamanda ele geçirilmesini müfrezenin azimli, imanlı mesaisinden beklerim.”

Yüzbaşı Tekemen

Ön yüzbaşı künyesi

Saimbeyli’de başarılı çalışmalar yapan Yüzbaşı Ali Rıza Tekemen, K. Maraş’ın Andırın ilçesinde geçici görev yaptı. Dağlarda eşkıyanın kol gezdiği bir dönemdi. Çoğunluğunu asker kaçakları ve yeni Cumhuriyet yönetimine biat etmeyen hilafet yanlılarının oluşturduğu asileri yakalamak onun göreviydi. İşte bunlardan dolayı her gittiği yerde mülki amirlerin takdirini kazandı. Ali Rıza Tekemen, Toros dağlarında eşkıyalık yapan şakileri bir bir yakalamada gösterdiği başarıdan sonra Ankara’dan gelen bir emirle 1934 yılı başından itibaren Bingöl’e gönderildi. Genç ilçesinde göreve 57


başlarken, Bingöl o yıllarda bir kasaba büyüklüğünde bir ilçe idi. Ancak bu bölgenin de tıpkı Kastamonu ve Andırın gibi daha birkaç yıl önce isyanlarla anılan bir yer olması tesadüf değildi. Birkaç yıl öncesine kadar Cumhuriyet rejimine karşı tarihin en büyük isyanlarından biri bu bölgelerde patlak vermişti. Ve bölge halkının büyük bölümü hala yeni yönetimi içselleştirememişti. Ardından da Eylül 1934 tarihinde Muş’un Varto ilçesinde görevlendirilecekti. 10 yıl önce yaşanan ve izleri bir türlü silinmeyen travmanın adı; Şeyh Sait İsyanı’ydı. 1924 yılında hilafetin kaldırılmasından sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘dinsiz ‘bir yönetim olarak niteleyen Şeyh Sait ve yandaşları 13 Şubat 1925 tarihinde Diyarbakır’ın Dicle (Piran) ilçesinde başlatılan ayaklanma tıpkı Düzce-Bolu Ayaklanmaları gibi bölgedeki tüm il ve ilçelere sıçramıştı. Diyarbakır’ın Ergani, Hani, Lice, Kulp, Silvan ilçeleri ile Genç (Darahini) vilayeti, Bingöl (Çapakçur), Elazığ-Palu, Muş-Varto, Erzurum- Hınıs’a kadar yayılan ayaklanma Mustafa Kemal Paşa’yı bir hayli tedirgin etti. Çok partili siyasal düzene geçişle birlikte ortaya çıkan partilere büyük ilgi gösteren rejim karşıtları bu partileri eski padişahlık düzenine götürecek bir araç olarak görüyorlardı. Atatürk ve arkadaşlarının tedirginliği bundandı. Şeyh Sait, 13 Şubat 1925 Cuma günü kalabalık bir atlı grubu ile Piran’a (Dicle) gelmiş, buradaki camilerde verdiği vaazlarda “…Medreseler kapatıldı, din mektepleri Milli Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim…” diyerek isyanın ilk fitilini ateşlemişti. Şeyh Sait, kardeşi Şeyh Abdurrahim ve adamları; Piran’da birlikte oldukları bazı kişileri tutuklamak üzere gelen Üsteğmen Hasan Hüsnü Efendi’nin komutasındaki jandarmalara karşı koyarak bir jandarma erini öldürüp, ikisini de ağır yaraladı. Oradan Genç vilayetini ele geçirmek maksadı ile asilerle birlikte 15 Şubat 1925 tarihinde harekete geçen Şeyh Sait’in üzerine gönderilen Yarbay Hüsnü Bey komutasındaki 21.Süvari Alayı, Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Fis Boğazı’nda geri çekilmeye mecbur kaldı. Birliği takviye etmek amacı ile gönderilen Yarbay Hüseyin komutasındaki birlik de asilerin yoğun ateşi karşısında tutunamadığı gibi, çıkan çatışmada Yarbay Hüseyin de şehit düştü. Çatışmalarda bir jandarma subayı ile otuz sekiz er de ağır silahları ile birlikte esir alındı. Şeyh Sait, 16 Şubat 1925’te Genç vilayet merkezi Darahini’ ye girdikten sonra vali ile şube başkanı olan binbaşıyı da esir alarak hapsettirdi. Şehir asilerce yağmalandı. Genç vilayetinin ele geçirilmesinden sonra vilayete bağlı Çapakçur (Bingöl) kasabası da Şeyh Şerif komutasındaki asiler tarafından işgal edildi. 19 Şubat 1925 günü akşamı, Şeyh Sait; Diyarbakır’a bağlı Hani nahiyesine doğru yolu çıkarken Hanililer toplu-

58


ca Şeyh Sait’in saflarında katıldı. Hani nahiye ve telgraf müdürleri esir edilerek Genç vilayetine gönderildi. 21 Şubat 1925 günü Bakanlar Kurulu’nca, ayaklanmanın Diyarbakır, Elazığ’a sıçrayacağı ve genişlemeye müsait olduğu gerekçesi ile bölgede sıkıyönetim ilan edildi. İsyancılar Çapakçur (Bingöl) ve Palu’yu aldıktan sonra Elazığ’a doğru harekete geçti. 25 Şubat 1925 tarihinde Elazığ da hiçbir direniş göstermeden asilerin eline geçti. Elazığ’ın düşmesinden sonra asilerin Malatya’yı da ele geçirme ihtimaline karşı Ankara’da büyük bir panik baş gösterdi. Şeyh Sait ve adamlarının asıl hedefi Diyarbakır idi. Burayı da ele geçirdikten sonra Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan etmeyi planlıyorlardı. Şeyh Sait, Ergani ve Eğil’deki şeyh ve ağaları ayaklandırmıştı, daha sonra 7 Mart 1925 günü gecesi emrindeki asilere Diyarbakır’ın dört kapısına birden taarruz emrini verdi. Diyarbakır merkezinde asilerle ordu birlikleri arasında şiddetli çarpışmalar yaşandı. Şehrin savunmasını yürüten Kolordu Komutanı General Mürsel, kuzeydeki süvari birliklerini güneye kaydırmak suretiyle buradaki asileri bozguna uğrattı. Nihayet 8 Mart 1925 günü sabahı asi kuvvetler, ilk defa karşılaştıkları bu teşkilatlı ve disiplinli ordu birlikleri karşısında mukavemet edemeyerek kaçmaya başladı. Böylece Diyarbakır asilerin eline geçmemiş oldu. Ordu birlikleri savunma sırasında biri binbaşı olmak üzere 8 subay, 5 er şehit verdi. Diyarbakır’da tutunamayan Şeyh Sait, yüzünü kırsala çevirdi. Şeyh Sait’in damadı Melikanlı Şeyh Abdullah komutasındaki isyancılar, 11 Mart 1925 tarihinde Varto’ya hücum etti. Varto’nun savunmasını Varto jandarması ile beraber devlet yanlısı Hormek ve Lolan aşiretleri üstlendi. Ancak aşiretlerin gayretleri yeterli olmayınca Varto da 12 Mart 1925 tarihinde asilerin eline geçti. Ayaklanmanın bölgeyi bir ateş çemberi gibi sarması üzerine Diyarbakır, Mardin, Sivas, Erzincan, Erzurum ve Elazığ illerindeki tüm askeri birlikler yeniden organize edilerek isyancıların üzerine gönderildi. Önce Varto, sonra da Genç ve Lice asilerin elinden kurtarıldı. 31 Mart 1925’te Şeyh Sait’in karargâh kurduğu Hani geri alındı. 1 Nisan 1925 günü Silvan ve Lice, 5 Nisan 1925 günü Palu ve Piran asilerden temizlendi. Şeyh Sait, Şeyh Abdullah ve Şeyh Şemsettin Genç’e kaçtı. 8 Nisan 1925 tarihinde Çapakçur (Bingöl) Boğazı’nı tutan asilere karşı taarruz eden 5. Tümen birlikleri gece saat 22.00’da Çapakçur’u, 12 Nisan 1925’te 7. Tümen birlikleri Genç vilayetinin merkezi olan Darahini’yi ele geçirdi. İsyancılar tarafından esir alınan ordu mensubu subay ve erler kurtarıldı. 14 Nisan 1925 sabahı daha önce yakalanan Kürt İstiklal Cemiyeti kurucularından Cibranlı Miralay (Albay) Halid Bey, Bitlis eski Milletvekili Yusuf Ziya Bey, kardeşi Teğmen Rıza, Yusuf Ziya’nın damadı Faik Bey ile Molla Abdurrahman Bitlis’te kurşuna dizilmişlerdi. 15 Nisan 1925’te 59


Genç ilinin kuzeyinde sıkıştırılan Şeyh Sait Bulanık üzerinden İran’a kaçmaya çalışırken yakalandı. Şeyh Sait, 47 arkadaşı ile birlikte 29 Haziran 1925’te Diyarbakır meydanında idam edildi. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bölgenin yeni isyan potansiyeline sahip olduğunu bildiği için Ali Rıza Tekemen gibi isyanlar konusunda yetenekli askerlerin bölgede görev alması için özel bir çalışma yaptı. Ali Rıza Tekemen isyanlar sırasında orada değildi belki, ama görev aldığı her yer isyanlarla sarsılmış coğrafyalardı, 1933 yılında Şeyh Sait ve adamlarının karargâh olarak kullandığı Genç ilçesi jandarma komutanı oldu. 1934 yılında ise Muş Varto jandarma komutanı olarak görevlendirildi. İsyandan yıllar sonra Türk ordusuna destek verdikleri gerekçesiyle Hormek ve Lolan aşiretlerine yönelik asayiş olayları artmıştı. Ali Rıza Tekemen işte bu dönemde Varto’da görev yaptı. Ali Rıza Tekemen, Doğu’daki bu görevleri sırasında yüzbaşı rütbesindeydi. Buradaki görevi sırasında da Bingöl ve Munzur Dağlarını mesken tutan azılı bir eşkıyanın yakalanması da yine ona nasip oldu. Dönemin Jandarma Genel Komutanı Korgeneral N. Tınas’ın, Yüzbaşı Ali Rıza Tekemen’in Şorikli Cafer oğlu Hasan, Mescitli Kado ve 15 eşkıyanın yakalanmasında gösterdiği başarı sebebiyle Genelkurmay Başkanlığı’na yazdığı ödül yazısında kullandığı ifadeler şu şekildeydi: “Yıllardan beri Erzurum, Muş illeri ile Elaziz ilinin Palo ilçesi bölgesinin güvenlik ve baysallığını bozan ve bu bölgelerde haydutluk yapan Şorikli Cafer oğlu Hasan, Mescitli Abdullah Kado ve 15 arkadaşı ile 31 Temmuz 935 günlemecinde Varto ilçesinde Han Şeref Dağı’nda yapılan ve iki saat devam eden çarpışmada haydut başı Hasan ve üç arkadaşının ölü olarak ele geçirilmek suretile bu haydutların yok edilmesinde üstün fedakarlık ve müstesna hizmet ve yararlılıkları görüldüğünden dolayı taltifleri teklif olunan bağlı çizelgede kıt’a ve adları yazılı bir binbaşı, üç yüzbaşı, 2 teğmenin bu üstün hizmet ve yararlılıklarından ötürü 1493 sayılı İkramiye Kanunu’nun birinci ve tüzüğünün sekizinci maddesine göre altı subayın ikişer maaş nisbetinde para ikramiyesiyle taltifleri onaylanmıştır.’’ Doğu’daki görevlerini başarı ile yerine getiren Yüzbaşı Ali Rıza Tekemen, artık batıya dönme vaktinin geldiğini düşünüyordu. 1936 yılında Varto’dan ayrılarak Bolu 135. Alay 5. Bölük’te görev alan Ali Rıza Tekemen, buradan1938 yılında Devrek’e, 1939 yılında da Kastamonu’nun Daday ilçesine gönderildi. 1940 yılında artık binbaşı rütbesini alan Ali Rıza Tekemen Daday’da 1941 yılına kadar kaldı.

60


Oğlu Nejat-Eşi Nimet Hanım-Küçük kızı Sezer (Kucağında) -Büyük kızı Şadiye

ANKARA GÜNLERİ Tekemen, bir müddet sonra Ankara’ya çekilerek Jandarma Genel Komutanlığı 9. Şube Müdür Vekili oldu. 1942 yılında aynı komutanlık bünyesinde daire müdürlüğü yapan Tekemen, merkezdeki görevinden pek hoşlanmamış görünüyordu. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın en yoğun olduğu bu dönemde Türkiye savaşa girmese de her an girecek gibi hazır bekliyor ve içeride asayişi sağlayacak jandarma da çok önemli görülüyordu.

61


Harp künyesi

Bu nedenle olsa gerek isyan günlerinin tecrübesini almış bir binbaşının merkezde kalması uygun bulunuyordu. Ancak ne de olsa o bir eylem adamıydı ve sahada olmalıydı, sonuçta 8 Ocak 1944 tarihinde kendi talebi doğrultusunda Zonguldak il jandarma komutan yardımcılığına atandı. Oğlu Nejat da o yıllarda bu ilde iş yapıyordu. Zonguldak’ı oldum olası sevmişti Ali Rıza Tekemen.

62


201. Alay künye cetveli

27 Eylül 1945’te 10. Kolordu 19. Tümen 201. Alay 1. Tabur Komutanlığı’na gönderilen Tekemen, 1946 yılında yeniden Zonguldak İl Jandarma Komutan Yardımcısı olarak döndü. 30 Ağustos 1946’da yarbay rütbesini alırken, 1 Ağustos 1949’da ise bu ilin en yüksek derecede jandarma komutanı oldu. Pek çok uygulaması o yıllarda iş başında bulunan hükümeti mutlu etti. O yıllar İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk ve kıtlık yıllarıydı. İsmet İnönü’nün iktidarda olduğu bu dönemde savaştan korunmak için sıkı tedbirler alınmış, halk ağır vergilere tabi tutulmuştu. Bunların tahsili de jandarma gücüyle yapılıyordu. Ali Rıza Tekemen’in özellikle maden ocaklarındaki uygulamaları bir şehir efsanesi gibi anlatılıyordu. 63


Zonguldak İl Jandarma Komutanı

Zonguldak’taki görevi sırasında pek çok kez valinin takdirini kazandı. Dönemin Zonguldak Valisi Doktor Mithat Altıok, onun başarısını resmi kayıtlara şu şekilde geçti: “İlin emniyet ve asayiş işlerinde göstermiş olduğunuz hassasiyet ve verimli çalışmalarınız il makamında takdiri mucip görüldüğünden sureti bağlı takdirname ile sizi takdir ediyorum. Bundan sonraki çalışmalarında da aynı faaliyeti göstermenizi rica ediyorum. Tescil edilmek üzere keyfiyet İçişleri Bakanlığı’na arz edilmiştir.” Ali Rıza Tekemen’in Zonguldak’a yeniden tayini de özel istek üzerine yapılmıştı. O yıllarda Zonguldak’taki kömür madenleri ve işçi sevkiyatları sebebiyle yaşanan huzursuzluğu ortadan kaldırdığı için dönemin valilerinin takdirini kazandı. Ancak onun Zonguldak’taki en önemli anısı oğlu Nejat ile ilgiliydi. O yıllarda liseye giden Nejat’ın başına gelen hadiseyi eşi Yurdanur Hanım şu şekilde anlatıyor: “Ali Rıza Bey Devrek’te başarılı olunca Zonguldak’a almışlar. Yaptığı işçi sevkiyatı çok başarılı bulunmuş. Zonguldak’a tayin edildikten sonra Nejat orada liseye yeni başlamış. Öğretmeni Nejat’tan bir problem çözmesini isteyince ‘Hocam biz yeni geldik daha, onun için bu dersleri görmedik’ demiş. Öğretmen de onun kafasına eliyle vurmuş. Ağlaya ağlaya jandarma kumandanlığına gitmiş. Ali Rıza Bey sormuş ‘ne oldu oğlum?’ diye. O da durumu anlatmış. Ali Rıza Bey, Nejat’ın elinden tutmuş, bir elinde de kırbacı birlikte gidiyorlar öğretmene. Herkes şaşırıyor tabi, onun oğlu olduğunu bilmiyorlar. Öğretmenine ‘Önce suçunu söyleyeceksin ne gibi bir şey yaptı da vurdun. Suçu varsa önce ben döveceğim. Yoksa seni ayağımın altında çiğnerim burada. Bir suçu olursa önce ben veririm cezasını. Ama yeni gel64


miş bir çocuğa böyle yapamazsın’ demiş. Zaten bir süre sonra öğretmen de barınamamış orada. Yani hiçbir haksızlığa tahammülü olmazdı.”

Zonguldak günlerinden

Zonguldak’taki görevinin ardından Ali Rıza Tekemen, bir başka isyan ve travma noktası olan Tunceli’ye gönderildi. Bu sırada artık albay rütbesini de almıştı. 28 Haziran 1950’de Tunceli Jandarma Komutanlığı’na atanan Ali Rıza Tekemen, 24 Aralık 1951 tarihinde re’sen emekliye sevk edilinceye kadar burada görev yaptı. Aslında yaş haddinden emekli olması için 1957 yılına dek süresi vardı, ancak Demokrat Parti hükümeti onun emekli edilmesi gerektiğine inanmıştı.

65


Tunceli’de de uzun süre dağlarda eşkıya avına çıkan Tekemen, birçok kez ölümle burun buruna geldi. Gelini Yurdanur Tekemen, o olaylardan birini şu şekilde anımsıyor: “Tunceli’de eşkıya avına çıkıyorlar. Ellerini yıkamak için dereye gidiyor. Karşıdan biri Ali Rıza Bey’i vurmaya çalışırken, emir eri son anda fark edip eşkıyayı vuruyor. Siyah beyaz bir resmi vardı bu olayın. Ama kaybettik.” Doğu’daki görevleri sırasında da isyan sonrası dağlarda kalan ve halkı haraca bağlayan asilerin peşine düşmeye devam etti. Belki de yeni bir isyanın patlak vermesinin önüne geçti.

Eşi, kızı Sezer ve oğlu Nejat ile 1951

66


BÖLÜM 3

SİYASETE SOYUNDUĞU YILLAR

67


68


Atatürkçü ve Cumhuriyet değerlerine son derece bağlı bir subay olan Ali Rıza Tekemen, 1950 yılında çok partili siyasal yaşama geçişle birlikte bir hayli mutsuz olmuştu. Cumhuriyet’in kazanımlarının geri götüreceğine dair endişeleri artmıştı. O yıllarda Tunceli’de il jandarma komutanı olarak görev yapıyordu. Tunceli, 1937 yılından itibaren büyük bir travmanın yaşandığı bir yerdi. Devlete, hele hele askere olan güven düşüktü. Terör eylemleri olmamasına rağmen bölge halkı ordu mensuplarına karşı mesafeli, hatta biraz da düşmanca bir bakış açısına sahipti. Böyle olması da normaldi. Çünkü daha Dersim İsyanı’nın yaraları henüz sarılmamıştı. Tunceli’de görev yapmaya başladığı tarihten itibaren Demokrat Parti’nin kimi uygulamaları fena halde sinirini bozmaya başlamıştı. Hakkında sayısız şikayetler vardı ve Demokrat Partililer de Cumhuriyet Halk Partili olduğunu bildikleri Albay Ali Rıza Tekemen’i daha fazla görevde tutmak istemiyordu. 1930 yılında yüzbaşı, 1940 yılında binbaşı, 1946 yılında yarbay, 1949 yılında ise albaylık rütbesine ulaşan Ali Rıza Tekemen, o yıllarda general olmanın planlarını yapıyordu. General olmasına bir adım kalmıştı adeta. Ama Cumhuriyet Halk Partisi iktidardan düşmüş, yerine Demokrat Parti gelmişti. Onun ise Demokrat Parti ile yıldızı barışık değildi.

Albay Tekemen

Emekli olmayı hiç düşünmediği bir esnada Demokrat Parti tarafından ordu içindeki tasfiye kapsamında 24 Aralık 1951’de emekliye sevk edildi. Oysa yaş haddinden emeklilik için 14 Haziran 1957 tarihine kadar çalışma imkanı vardı. Belli ki Demokrat Partililer Tekemen’e kafayı takmış ve emekliliğini istemişti. Emeklilik onun hayatında yeni bir pencere açarken, Demokrat Parti’ye karşı mücadele azmini de kamçılamıştı. 69


Ancak bunu sadece siyaset eliyle yapabilirdi. Siyasete adım atması için de önce ailevi bazı sorunlarını çözmesi gerekiyordu. Bunların başında çocuklarının evliliği geliyordu. 1956 yılında 1937 yılında dünyaya gelen küçük kızı Sezer’i Mustafa Çizmecioğlu ile evlendiren Ali Rıza Tekemen, 1959 yılında ise oğlu Nejat’ı Yurdanur Hanım’la evlendirdi. Çağdaş ve modern bir subay olan Ali Rıza Tekemen, yerel gelenekleri de hayatı boyunca hiçbir zaman boşvermemiş biriydi. Oğlu Nejat’ı da görücü usulü ile evlendirdi. Gelini Yurdanur Tekemen, o süreci şu şekilde anlatıyor:

Nejat Yurdanur Tekemen

“Biz Nejat ile görücü usulü evlendik. Kardeşleri ve annesi beğenmiş beni. Nejat da bir kez beni okula giderken görmüş. Beğenmiş. Biz 1959 yılında evlendik. Küçük kızı Sezer Hanım 1956 yılında Mustafa Çizmecioğlu ile evlenmişti. Beni istemeye geldiklerinde Ali Rıza Bey, eşi, Sezer Hanım ve eşi birlikteydi. Mustafa Bey ile Sezer Hanım’ın çocukları Tanju daha 40 günlüktü o zamanlar. Ben evlendiğimde Yücel Kırmusaoğlu daha 7 yaşındaydı. 18 Temmuz 1959 tarihinde nikâhımız kıyıldı.”

70


Oğlu Nejat’ın düğününden

Ali Rıza Tekemen, emekli olduktan sonra, daha sonra adının verileceği Bolu’daki Tekemen Caddesi’nde iki katlı bir evde oturuyordu o zamanlar. Eşi, oğlu Nejat ve gelini Yurdanur Hanım ile birlikte yaşıyorlardı. Evde askeri bir disiplin içinde düzen kurmuştu. Oğlu Nejat, babasının son görev yeri olan Zonguldak’a bağlı Ereğli’de iş yaptığı için sadece hafta sonları eve gelebiliyordu.

Nejat ve Yurdanur Tekemen

71


Emekli olduğu 1952 yılından itibaren CHP Bolu Teşkilatı ile temas halindeydi Ali Rıza Tekemen. Ancak onlara da sert davranıyor, izledikleri politikaya yönelik eleştiriler yapıyordu. Onların izlediği politikalara ne kadar kızsa da 1963 yılında CHP Bolu İl Başkanlığı görevini üstlenmek zorunda kaldı. Askerliğinde olduğu gibi sivil ve siyasi hayatında da bu sertliğini korudu Ali Rıza Tekemen. Parti yöneticileri bile onun karşısında bir asker gibi selam duruyordu adeta.

Kızı Şadiye’nin düğününden

Büyük kızı Şadiye Hanım’dan olan torunu Hakan Kırmusaoğlu, dedesinin nasıl bir otoriteye sahip olduğunu şu şekilde anlatıyor: “Nimet Tekemen ile olan birlikteliğinden 3 evladı var. Şadiye benim annem. Ortanca Nejat Tekemen, küçük kardeş ise Sezer Çizmecioğlu. Ben büyük kızının oğluyum yani. Ben anneannemi hiç görmedim. 1959 yılında ölmüş. Ben de 1959 yılının 29 Aralık tarihinde doğmuşum. Annem bana, ‘Annemin acısına beni hiç emmedin’ derdi, sütü acımış demekki. Dedem ondan sonra evlenmedi. Ondan sonra Emin Tekemen’in Emine isimli bir kız kardeşi vardı. O yardımcı olurdu dedeme. Biz dedemle yanyana otururduk. İlkokula başladığım yıllardı. Bir gün haytalık yapmışım, bir sıkıntıdan dolayı okula gitmemişim, saat 10.00 gibi evin karşısındaki tarlada top oynuyorum. Dedem beni gördü, anneme ‘Okul zamanı bu haytanın ne işi var burada’ demiş. Annem de, ‘Baba hasta olduğunu söyledi’ deyince, ona, ‘Hasta adam top mu oynar?’ diye sormuş. Öyle heybetli bir adamdı ki. Üstünde atlet, altında patiska pijama ile bana doğru geliyor, ellerini de arka72


da kavuşturmuş. ‘Hakan, Hakan oğlum sen hastaymışsın’ dedi, ‘Evet dedeciğim, ama şimdi iyileştim’ karşılığını verdim. Tabi beni çok severdi ama bir baktım ki arkasında, elinde kızılcık sopası var, kaçtım tabi.. Emekli edilmesine ilişkin babamdan duyduğum, DP’liler önünü kapatmışlar. Milletvekilliği açısından da öyle olmuş. 1963’te il başkanı oldu CHP’nin. Dedemin hastalığının nekahat devresinde falan Sağlık Bakanlığı yapan Kemal Demir onun doktorluğunu da yaptı. Sirozdan kaybettik dedemi.” Hakan Kırmusaoğlu dedesinin yemek konusunda çok hassas olduğunu şu hatırası ile ortaya koyuyor: “Boğazına o kadar düşkün ve o kadar güzel bir insandı ki dedem. Yemeğe tüm aile birlikte oturmak zorundaydı. Tek başına yemek yemezdi. Beraber yemekler olurdu. Bir gün annemden mantı istemiş. 6-7 kişi yer sofrasındayız. Annem rahmetli, koca tepsiyi getirdi, mantı dolu. Dedem herkesin yemesini bekledi, tekrar tekrar herkese sordu ‘Doydunuz mu?’ diye. Doymayanın tabağına ilave ettirdi. Sonra herkesin doyduğunu görünce de tepsiyi çekiverdi önüne. Tamamını sıyırıp yedi. En çok sevdiği şey, bizi asker gibi yürütmekti. Asker kökenli olduğu için uygun adım yürütürdü bizi. Çok keyif alırdı. İhsan Yarbay vardı, en yakın arkadaşlarından biriydi. Çok severdik onu da. Onunla çok hoş sohbetler olurdu. İhsan Dede derdik ona da. Dedemin öldüğü gün 30 Ağustos 1968, son dönemlerde artık hatırlamıyordu pek. Ben mahalle maçı yapıyorum o gün arkadaşlarla daha 8 yaşındayım, beni oradan aldılar, ‘Deden vefat etti’ dediler. Çok üzüldüm tabi ki.”

Eşi

73


Yemekte

Hakan Kırmusaoğlu’nun ağabeyi Ali Rıza Tekemen’in en büyük torunu Yüksel Kırmusaoğlu ise dedesini şu şekilde anlatıyor:

En büyük torunu Yüksel Kırmusaoğlu’nun nişan töreninden

74


“Ali Rıza Tekemen çok sert ve otoriter olmakla birlikte yeri geldiğinde müşfik bir insanmış. Özellikle yemek saatlerinde aile fertlerinin etrafında olması çok haz duyduğu bir hususmuş. Son derece vakur, ağırbaşlı ve az konuşan bir yapıdaymış. Emeklilik günlerinde harcamalarını günü gününe yazması da akılda kalan dikkat çekici bir özelliğiymiş. Bir de pantolonlarının ütüsü konusunda çok hassasmş. Hani ‘kılıç gibi’ tabir edilen şekilde muntazam ütülenmesini istermiş. Ütüsüz elbise ile dışarı çıktığı görülmemiş yani.” Bu arada 1950’li yıllar boyunca Demokrat Parti iktidarda kalmaya devam ediyordu.1957 yılından itibaren ülkede siyasi gerilim tırmanmaya başladı. Demokrat Parti’nin kimi uygulamaları toplumsal muhalefeti artırdığı gibi parti içinde de tepkileri beraberinde getiriyordu. Bu aşamada Demokrat Parti’nin kurucularından Prof. Fuat Köprülü partisinden istifa ederken, 6-7 Eylül Olayları ile birlikte İstanbul’da azınlıklara yönelik ev ve iş yerleri yağmalanmıştı. Hemen akabinde Kıbrıs’ta da huzursuzluk had safhaya çıkmış, adadaki Türklere yönelik Rum çetelerin saldırıları başlamıştı. Hükümete yönelik ağır eleştirilerde bulunan Kırşehir Milletvekili Osman Bölükbaşı tutuklanırken, ana muhalefet partisi lideri CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye yönelik sert uygulamalar da öne çıkmaya başlamıştı. Seçim Kanunu’nda yaptığı değişikliklerle DP 419, CHP 173, CMP ve Hürriyet Partisi 4’er milletvekili ile parlamentoda temsil edilmesine rağmen siyasi güvensizlik ve çalkantı had safhaya yükselmişti. Bu süreçteki uygulamalar Ali Rıza Tekemen’i biraz daha siyasete yaklaştırmış, CHP saflarında durmaya itmişti. Zaten öteden beri CHP zihniyetine sahip biriydi, ama siyasete girmeyi düşünmemişti. Ancak Demokrat Parti’nin iktidarının son günlerindeki tavrı onu siyasete girmeye zorlamıştı adeta. Demokrat Parti 1957 seçimlerinden galip çıksa da ülkede yüksek tansiyon sürüyordu. 9 Nisan 1958 tarihinde CHP’nin organı olan Ulus gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı. CHP Lideri İsmet İnönü’ye yönelik saldırılar da arttı. Ülkedeki gerilim tarihinin ilk darbesini tetikler gibiydi. 3 Ağustos’ta çıkarılan yasa ile 235 general ve amiral, 5000’e yakın subay emekliye sevk edildi. Bu tasfiye süreci darbeyi tetikleyecek önemli bir unsurdu. Ali Rıza Tekemen, CHP’nin Bolu’daki önde gelen isimleriyle günlerini geçiriyor, birlikte gelecek planları yapıyorlardı. Ancak onları da çok sert bir üslupla eleştirdiği için zaman zaman partiden ayrılıp eve çekildiği de oluyordu. CHP’liler bir süre sonra onun gönlünü alıp yeniden partiye götürene kadar bu süreç devam etti. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü Bolu’ya geldiğinde ülkenin geleceği ile ilgili görüşlerini paylaşıyordu. İnönü’nün karşısına asker selamı ile çıkması ise dikkat çekiyordu.

75


İnönü ile fotoğrafı

‘DESENE ÜLKE 20 YIL GERİYE GİTTİ’ 27 Mayıs askeri darbesine giden sürecin parke taşları 1960 yılının başında döşenmeye başlarken, Ali Rıza Tekemen’in endişeleri de artmıştı. 2 Nisan 1960’ta Kayseri’ye giden CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün bulunduğu tren, valinin emriyle durduruldu. Zorlukla yoluna devam eden İnönü, Kayseri’de 50 bin kişi tarafından karşılandı. 18 Nisan 1960’ta CHP’yi ve basını soruşturmak üzere TBMM’de Tahkikat Komisyonu kuruldu. CHP Lideri İnönü, “Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp onu baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam” diyerek tarihi bir çıkış yaptı. Bu açıklamadan sonra üniversitelerde büyük gösteriler başladı. 28 Nisan 1960’ta İstanbul Üniversitesi’nde çıkan olaylarda, Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz öldürüldü. Çaresiz kalan hükümet İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan etti. Hemen akabinde 29 Nisan 1960’ta Ankara ve İstanbul’da üniversiteler 1 ay süreyle kapatıldı. Olayların yatışmadığını gören İçişleri Bakanı Namık Gedik, 30 Nisan 1960’ta İstanbul’da bir gün sokağa çıkma yasağı ilan etti. Aynı gün Ali Ulvi’nin bir karikatürü sebebiyle Cumhuriyet gazetesi 10 gün süreyle kapatıldı. 76


3 Mayıs 1960’ta Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, hükümeti uyarmak için, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e mektup gönderince hemen emekliye sevk edildi. Ali Rıza Tekemen bu süreçte olan biteni hayretle karşılıyor, siyasi haberleri evdeki herkese okutarak ülkenin gidişatını öğretmeye çalışıyordu. 5 Mayıs’ta Ankara’da öğrenciler 555K (beşinci ayın beşinde saat 17.00’de, Kızılay’da) koduyla bir gösteri yaparken, Başbakan Menderes’in öğrencilere hitap etmesine izin verilmedi. Ve 27 Mayıs’ta Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Silahlı Kuvvetler adına ülke yönetimini Milli Birlik Komitesi üstlendi. Birkaç ay önce emekliye sevk edilen eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi’nin başına getirildi. Milli Birlik Komitesi ilk iş olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve hükümeti feshetti ve her türlü siyasi faaliyeti yasakladı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime el koymasının ardından gözaltına alınan eski İçişleri Bakanı Namık Gedik Harp Okulu’nda tutulduğu binadan atlayarak intihar etti. Şüpheli bir şekilde ölen Gedik, şanslıydı belki. Çünkü geride kalanlar için işkence dolu günler ve yıllar ondan sonra başladı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime el koyduğunu gelininden öğrendi Ali Rıza Tekemen. Demokrat Parti’ye karşı hınçla dolu olmasına rağmen darbe haberine sevinemedi. Oysa gelini ise darbe haberini verip vermeme konusunda tereddütlüydü. Yurdanur Hanım, Albay Tekemen’in verdiği tepkiyi bugün bile anımsıyor: “27 Mayıs 1960 İhtilali öncesi eşim Nejat Karadeniz Ereğlisi’nde köprü yapıyordu. Ben darbenin olduğunu duyunca kayınpederimin kapısını çaldım, ‘Darbe olmuş. Ordu yönetime el koymuş’ deyince ‘Ne korkuyorsunuz, ama desene memleket 20 yıl geriye gitti yine’ dedi. Vali, partililer, askerler arabalarını gönderdiler onu evden almak için. Bir tanesi ile bile gitmedi. ‘Gerekirse ben gelirim’ dedi. Değişik bir insandı yani. Darbe için ‘Bu çok kötü bir şey’ dedi. Hiçbir zaman ihtilali hoş görmedi.” 10 Haziran 1960’ta Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes, yargılanmak üzere Yassıada’ya götürülürken TBMM’nin bütün hak ve yetkileri, Milli Birlik Komitesi’ne verildi. 3 Ağustos 1960’ta aralarında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala’nın da bulunduğu çok sayıda general ve amiral, emekliye sevk edilirken genelkurmay başkanlığına Cevdet Sunay getirildi. Dramatik yargılamalar sonunda darbecilerin hazırladığı Yassıada Duruşmaları Ekim 1960’ta başladı ve Demokrat Parti yöneticileri yargılanmaya başladı. Yargılamalar neticesinde Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Adnan Menderes’in de aralarında bulunduğu 15 kişinin idamı istendi. Duruşmalar sırasında kalp krizi geçiren İstanbul Belediye Başkanı Lütfi Kırdar öldü. 77


14 Ekim 1960’ta başlayan Yassıada Duruşmaları 15 Eylül 1961’de karara bağlandı ve 15 sanık idam cezası alırken, 31’i müebbet hapisle cezalandırıldı. 418 sanık da çeşitli cezalara çarptırıldı. Başbakan Menderes, idam edilmeden önce intihara kalkıştı. Cezaları onaylanan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül günü sabaha karşı idam edilirken, 17 Eylül’de de darbe idaresi ülkenin seçilmiş başbakanı Menderes’i apar topar idam etti. Darbeden sonra CHP İl Yönetimi Ali Rıza Tekemen’i partiye kazandırmak için harekete geçti. Her gün kapısının önünde toplanan CHP’li yöneticiler, Tekemen’i ikna ederek il başkanı yapmak istiyordu. Gelini Yurdanur Tekemen o süreci şu şekilde anlatıyor: “Kayınpederimin sertliğini tüm Bolu kabul eder. Çok sert, ama aynı zamanda çok yumuşak ve beyefendi bir insandı. Kibar ve nazikti. Bolu’ya gelişi ile CHP’ye ilgisi ölene kadar da devam etti. Her sabah kalktığımızda kapının önünde bir ordu olurdu adeta. Evde büyük bir defteri vardı, klasör gibi. Günlük gazeteleri okur, onun politik kısımlarını o deftere geçerdi. Kendisi okuyunca bana ya da eşime de okuturdu. Biz el pençe divan dururduk yanında. Çok sıkıldığımızı anladığında, ‘haydi kalkın gidin’ diye bize müsaade ederdi. Benim bildiğim dönemde parti hayatı vardı, zaman zaman istifa ederdi. Kızardı CHP’lilere bazen. Onlar kapılarda bekler, yine gönlünü ederlerdi.” Ali Rıza Tekemen, 1959 yılında eşi Nimet Hanım’ı kaybettikten sonra oğlu Nejat’ın evinde kaldı. Doğrusu ev zaten kendisinindi. Oğlu ve gelini Yurdanur Hanım’la birlikte yaşıyorlardı. Oğlunun Ereğli’de çalışması sebebiyle evin reisi oydu. Gerçi oğlu evde olsa bile, dümeni kimseye devretmiyordu zaten. Evde askerlikten kalma bir disiplin hâkimdi. Her hareketi her davranışı bir düzen içindeydi. Yurdanur Hanım o yıllara ilişkin şunları hatırlıyor: “18 Temmuz 1959’da nikâh yapıp evlendikten sonra kayınvalidemi kaybettik. Nejat Karadeniz Ereğli’de iş yapıyordu, biz daha düğünümüz olmadan 2 yıl Ali Rıza Bey’le birlikte kaldık. İkimiz birlikte yaşadık. Tabi bizim salonda falan düğünümüz olamadı. Kayınvalidem öldüğü için. Ama Ali Rıza Bey’in zerafetini anlatamam. Çok misafiri olurdu. Sabah giderken bir yemek listesi yapardı. Ben de o zaman çok gencim, 21-22 yaşlarındayım daha. Ben tabi bu ihtiyaca cevap verebilecek olgunlukta değilim henüz o sıralar. Yardımcı bir kadınımız vardı, öğleye kadar onunla birlikte sofrayı hazır etmeye uğraşırdık. Ali Rıza Bey’in hiç dışarda yemek yediği olmazdı. Eve gelirken köşe camımız vardı, biz oradan bakardık. Gelip gelmediğini kontrol ederdik. Eve mutlaka yanında birileriyle konuşa konuşa gelirdi. Hiç yalnız yürüdüğünü görmezdik.

78


EÅ&#x;iyle 79


Pilav ve hindiyi çok severdi. Beğenirdi yemeklerimi, ama hep endişe içinde olurduk beğenecek mi acaba diye. Ondan küçücük bir beğeni bile almak büyük bir şeydi bizim için. Sabah kapıdan onu uğurlarken teşekkür eder, alnımızdan öper öyle giderdi. Sert, ama hanımlara karşı kibar ve nazikti. Kaplıcaya yürüyüş yapardı, herkesi telefonla toplardı, yürüyerek kaplıcaya gider gelirlerdi. Sokağa çıktığında ya doktora birini götürüyordur ya da birinin sorununu çözüyordur. O zamanlar şimdiki gibi bir particilik yoktu, Bolululuk vardı. Çok baba bir adamdı çok. Boluluların her derdi ile ilgilenirdi yani.”

Ali Rıza Tekemen Avukat Necati ve Mehmet İnan ile

1960 darbesinin yaraları sarılacak gibi değildi ama CHP’ye yeniden iktidar olma yolu açılmıştı. 1961 yılında yapılan seçimler sonunda CHP, yüzde 36 oyla birinci parti çıkmış ve parlamentoda 173 milletvekiline sahip olmuştu. Demokrat Parti’nin devamı niteliğindeki Adalet Partisi yüzde 34 oyla 158, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 54, Yeni Türkiye Partisi 65 milletvekili kazanmıştı. Hiçbir partinin tek başına iktidar olamaması üzerine askerlerin baskısı sonucu CHP ile Ragıp Gümüşpala önderliğindeki Adalet Partisi koalisyon hükümeti kurmak zorunda kaldı. Ancak bu hükümetin de uzun ömürlü olmayacağı belliydi. Partisinin sonunda iktidara gelmesiyle birlikte Ali Rıza Tekemen’in Bolu’daki etkisi ve ağırlığı artmıştı. Bu süreçte İsmet İnönü’yü Bolu’da karşılayıp ağırlayan isimdi Ali Rıza Tekemen. Bülent Ecevit ise kabinede Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olmuştu. Dönemin Sağlık Bakanı Kemal Demir de yakın dostuydu. Bolu’nun pek çok alt yapı sorununu bu dönemde çözmeye çalıştı Ali Rıza Tekemen. O süreçte yaptıklarını şu şekilde anlatıyor gelini Yurdanur Tekemen: 80


İnönü ile

“Çok sert, dikkatli, Bolu sevdalısı biriydi Ali Rıza Bey. Bolu için elinden ne gelse yapardı. En güzel anılarından biri Ecevit zamanındaydı. (Çalışma Bakanı olsa gerek o zamanlar) Ecevit’ten 14 tane köy için içme suyu istemiş, Kıbrıscık için. Vermemişler, masaya yumruğunu vurup masasını kırmış Ecevit’in. Öyle anlatırlardı. Ne kadar doğru bilemem. Ama Bolu için çok gözü kara biriydi. Rahmetli Ecevit de kendisine büyük saygı duyardı. 1968 yılında öldüğünde bizzat cenaze törenine geldi. Cenaze töreni sırasında arabaya bile binmedi, bizimle mezarlığa kadar yürüdü Ecevit. Bütün bakanlar vardı.”

Cenazesinden 81


Bir dönem iktidarda kalan Cumhuriyet Halk Partisi 1965 yılında gerçekleşen seçimlerde iktidarı kaybetti. Yeniden iktidara gelmesi uzun sürecekti artık. Ali Rıza Tekemen, halkın yeniden Demokrat Parti’nin devamı niteliğindeki Adalet Partisi’ne yönelmesini bir türlü anlamlandıramıyordu.

YENER BANDAKÇIOĞLU: BABACAN BİR ADAMDI Ali Rıza Tekemen, 1952 yılında Zonguldak İl Jandarma Komutanı iken Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte zorunlu olarak emekli olmuştu. Orduda daha uzun süre görev yapacağını düşünürken bu zorunlu emeklilik içine dert olmuştu. Takvimler 1967 yılını gösterdiğinde özlük haklarını aramaya karar verdi. Avukat Yener Bandakçıoğlu’na başvurarak özlük hakları için dava açmak istediğini söyledi. Hemen dava açıldı ve bir yıllık dava sürecinin sonunda Ali Rıza Tekemen, tuğgeneral rütbesiyle özlük haklarına kavuştu. Avukat Yener Bandakçıoğlu o sürece ilişkin yaşadıklarını bugün bile unutamıyor:

Oğlu Nejat Tekemen ve damadı Mustafa Çizmecioğlu

“Yazıhanemi 1966 yılında açmıştım. Bir gün Ali Rıza Tekemen yazıhaneme geldi. Çok babacan bir insandı. Kalktım hemen elini öptüm falan. ‘Senden bir ricam var’ dedi. ‘Buyur amca’ deyince, ‘Benim tuğgenerallik için bir dava açmam lazım. Ben sana bilgileri getireceğim, sen daktiloya geçeceksin dilekçeyi’ dedi. Zorunlu olarak emekli edilmiş. Zonguldak İl Jandar82


ma Komutanı’ydı. Bunu sol görüşlü diye emekli etmişler. Yoksa askerliğine kimse bir şey diyemez. Herkes korkardı, öyle heybetli bir büyüğümüzdü. Olsa olsa CHP’li olduğu için atmışlar onu. Onun gelişi 1967 gibi. Dilekçeyi o söyledi ben yazdım, onu Ankara’ya yolladık. Dilekçenin sonucunda terfi etti, ona göre maaşı da arttı. Tuğgeneral oldu, ama tabi görev almadı. Partide uzun süre il başkanlığı yaptı, onun karşısına kimse çıkamazdı zaten o dönemde. Ben de gençliğimden itibaren 1958 yılında 18 yaşında üniversite ikinci sınıftayken partiye kaydoldum. Aşağı yukarı her akşam rakı içerdik. Sert bir mizacı vardı. Kadehi tak diye vururdu. Milletvekilliğine de aday oldu CHP’den, ama kısmet değilmiş, olmadı. Bizim terbiyemiz icabı onların yanında konuşamazdık bile.” Tuğgenerallik rütbesine kavuştuktan sonra bir süre İstanbul’da da kaldı Ali Rıza Tekemen. Orada bir ev satın almıştı. Sağlık sorunları artınca tedavi için zaman zaman İstanbul’a gittiği de oluyordu. Yine de 1968 yılına kadar Cumhuriyet Halk Partisi Bolu İl Başkanı olarak görev yaptı. Gelini Yurdanur Hanım Ali Rıza Tekemen’in son günleri ile ilgili şunları anlatıyor: “O gerçek bir CHP’liydi. Ama AP’lilerle bile iyi ilişkileri vardı. Nejat DSİ’de çalışırdı. Babasının CHP İl Başkanı olması sebebiyle arada bir tayini çıkardı. Yani babasını tanımayan AP’liler güçlük çıkarırlardı kendisine. Bizi de göndermeye çalışırlardı, ama Tekemen’in oğlu olduğunu öğrendiklerinde vazgeçerlerdi. Bizi AP’liler de korurdu. Ekmekçi Kadir diye AP’li bir milletvekili vardı. Bizi CHP’liler bile onun kadar korumazlardı. Birlikte yemeklere gider, oturur konuşulurdu. Birbirlerini insan olarak çok severlerdi onlar. Particilik yoktu o zamanlar. Hastalığı iyice ilerlediği dönemde zamanın Sağlık Bakanı Kemal Demir geldi, bizzat tedavisi ile ilgilendi. Benim çocuklarımı kucağına alırdı, şımarırdık bizi de sevsin diye.”

Parti çalışmaları sırasında yemekte

83


Ali Rıza Tekemen, 30 Ağustos 1968 yılında siroz hastalığı sebebiyle Hakk’ın rahmetine kavuştu. Cenazesinde mahşeri bir kalabalık vardı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Bülent Ecevit, Sağlık Bakanı Kemal Demir başta olmak üzere çok sayıda bakan Cumhuriyet’in kazanımları için canını dişine takan, Cumhuriyet’e karşı isyan edenlerin belalısı jandarma kumandanını ebedi yolcuyuğuna uğurladı. O yıla kadar Bolu böylesine büyük bir cenaze merasimine tanık olmamıştı.

Cenaze töreninden

İmparatorluktan Cumuriyet’e geçiş sırasında tercihini Mustafa Kemal ve arkadaşlarından yana yapmış bir askerdi Ali Rıza Tekemen. Sert disiplinli, Cumhuriyet ve devlet düşmanlarına karşı amansız bir kumandan, garip-gurebanın dostuydu. Çocuklara ve kadınlara karşı öylesine merhametliydi ki, her sabah eviden çıkarken, her biri ile vedalaşırcasına alnından öptükten sonra mesaisine başlardı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni rejime yönelik isyanların sarsıntıları ile boğuştu. Anadolu’nun neresinde bir isyan çıksa veya isyan çıkma ihtimali varsa, Mustafa Kemal ve arkadaşları onu görevlendirdi. Çünkü onun Cumhuriyet’in değerini de kazanımlarını da koruyacağını biliyorlardı. 1950’li yıllardan sonra Demokrat Parti’nin iktidara gelişi ile birlikte tasfiye edilen askerlerden biri oldu. Ancak o her haksızlığa direndiği gibi geç de olsa bu hakkını 1967 yılında geri alarak tuğgeneral rütbesiyle ordudan ayrılmış oldu. Ordu ile fiziki bağını koparmasına rağmen, gönül bağını hiçbir zaman koparmadı. Sivil hayatında da bir askeri disiplin içinde yaşadı. Görev aşkı, disiplini, ciddiyeti sebebiyle sağcı-solcu tüm

84


kesimlerin takdirini topladı. Cenazesindeki kalabalıklar bunun en güzel ispatıydı zaten.

Alaaddin Yılmaz gelini Yurdanur ile

85


86


BÖLÜM 4

TEKEMEN’İN ALBÜMÜNDEN

87


88


89


90


91


92


93


Oğlu Nejat ortaokul günlerinde

Oğlu Nejat’ın çocukluk günlerinden

94


Oğlu Nejat’ın nikahında

Kızı Şadiye’nin düğününden - 1942 95


Torunu Hakan ve kızı Şadiye ile 1966

Kızları Sezer ve Şadiye ile 1967

Kızı Şadiye, damadı Reşat Kırmusaoğlu, torunları Yücel ve Hakan ile 1967 96


İsmet İnönü ile

97


98


99


Küçük kızı Sezer ile Mustafa Çizmecioğlu'nun düğününden

Küçük kızı Sezer ve damadı Mustafa Çizmecioğlu

100


101


OÄ&#x;lu Nejat Tekemen ve ailesi

102


BÖLÜM 5

BELGELERDE ALİ RIZA TEKEMEN

103


104


105


106


107


108


109


110


111


112


113


114


115


116


117


118


119


120


121


122


123


124


125


126


127


KAYNAKLAR - Akgül Suat- Dersim İsyanları ve Seyit Rıza, Berikan Yayınları 2004 - Atatürk Araştırma Merkezi, Makale - Anvazur- Düzce İsyanları -2004 - Aydoğan Mehmet, Şeyh Sait İsyanı - Bolu Defterdarlığı Resmi Sitesi: Bolu Tarihi - Bolu Gündem Gazetesi. Milli Mücadele Kadroları- Miralay Osman. - Bursa Gazeteciler Cemiyeti: Miralay Osman (Kasap) Bey - Bozdağ İsmet - Kürt İsyanları, Truva Yayınları, 2004, - Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü - Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kuleli Askeri İdadisi - İğdemir Uluğ - Biga Ayaklanması ve Anzavur Olayları, Türk Tarih Kurumu 1973 - İskilipli Atıf Hoca Nasıl İdam Edildi? Makale -Araştırma Yayınları, 1993 - Jandarma Genel Komutanlığı - Konrapa M. Zekai - Bolu Tarihi, Bolu Vilayet Matbaası 1964 - Milli Mücadele Döneminde Bolu Basını. - Mumcu Uğur - Kürt İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 1992 - Selek Serdar, Kıbrıscık İlçesi ve Geriş Köyünün Gizemli Tarihi - Selçuk İlhan – Yüzbaşı Selahattin – İletişim Yayınları, İstanbul-1967 - Şehidoğlu Süreyya - Milli Mücadele’de Adapazarı-Bolu- Düzce- Hendek ve Yöresi Ayaklanmaları - Soydemir Selman, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, doktora tezi. - Tunçay Mete - İstiklal Mahkemeleri, M. Belge (Dü.) içinde, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cild 4, İletişim Yayınları, İstanbul 1983 - Ulus Gazetesi, 1950-60 dönemi http://www.bilgimanya.com/tbmmye-karsi-cikan-ayaklanmalar/

128




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.