Battal Türksever - Hüseyin Tunçay - 2017

Page 1



BOLU’DA İZ BIRAKANLAR 2

Bolu’nun “Pir Sultanı”

BATTAL TÜRKSEVER HÜSEYİN TUNÇAY

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkıları ile Bolu Belediye Başkanlığı tarafından bastırılmıştır.


BOLU BELEDİYESİ YAYINLARI BOLU’DA İZ BIRAKANLAR SERİSİ-2

EDİTÖR Hüseyin TUNÇAY YAYIN KURULU Emine DAVARCIOĞLU - Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Güler MERT - Kültür ve Sosyal İşler Müdürü İsmail ŞENTÜRK - Bolu Araştırmaları Merkezi Sorumlusu

YAYINA HAZIRLAYAN Tunçay Yayıncılık Basım Reklam Danışmanlık Organizasyon Ltd. Şti. Ahmet Rasim Sokak 33/A Çankaya/ANKARA (0312) 442 25 30 e-posta: tuncayyayincilik@yahoo.com

1. BASKI Ocak 2017 BASKI ………………………………………. ……………………………………… ISBN …………………………… BOLU BELEDİYESİ KÜLTÜR YAYINIDIR, ÜCRETLE SATILAMAZ. KAYNAK BELİRTİLEREK ALINTI YAPILABİLİR.


İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ..................................................................................................5 BAŞLARKEN…......................................................................................9

BÖLÜM 1 ÇAMLIBEL’DE BİR OZAN FİSTAN GİYEN BİR TORUN................................................................. 14 SÖZ VERDİĞİ İÇİN SAZA TÖVBE DİYEN OZAN................................. 15 BOZARMUT’UN DİLİ OLSA…........................................................... 18 O ARTIK BATTAL ÇAVUŞ................................................................... 20 ’KURBET’ ELLERE UZANIŞ….......................................................................... 23 BOZARMUT YARASI.......................................................................... 25 HER EVLATTAN İKİ TORUN................................................................ 32 ŞİİRLE TIRAŞ YAPAN BİR OZAN........................................................ 33 BOLU’DAKİ İLK EVİN HİKÂYESİ......................................................... 39 SİYASETE MERAK SARDIĞI YILLAR.................................................. 40 BOLU’DA HAZIR GİYİMİN BABASI.................................................... 41 YATAK ARASI ŞEREF VE ONUR.......................................................... 49 YEDİEMİN BİR ŞAİR........................................................................... 50 BELEDİYE ENCÜMENLİĞİ DÖNEMİ................................................... 53 İNÖNÜ’YÜ BOLU’DA KARŞILAMA.................................................... 54 ÂŞIK VEYSEL’İN BOLU’DAKİ DOSTUYDU......................................... 54 ‘TÜRK MÜ ARIYORSUN, BİZDEN SAFI YOK’..................................... 56 DELİ PERVANE İLE TANIŞMA ............................................................ 57 ÜÇTEPE ŞİİR TOPLULUĞU................................................................. 58 “BEN ANAMIN KARNINDA ŞAİRDİM”.............................................. 60 3


İNSAN, İNSAN, SADECE İNSAN….................................................... 64 BİRGÖREN: ‘’TAM BİR HALK OZANIYDI’’.......................................... 71 “TÜRKÜZ, TÜRKÇEDİR DİLİMİZ”....................................................... 74 HACI BEKTAŞ DERNEĞİ BAŞKANLIĞI............................................... 80 ŞİİR İÇİN NASIR TUTAN ELLER.......................................................... 83 İKİNCİ GÖÇ: ANTALYA ...................................................................... 85 ZEHRA’SINA DOYAMADI................................................................... 91 AYAKTA ÖLÜR BAZI OZANLAR......................................................... 94 ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER............................................................... 101 KAYNAKÇA........................................................................................................125

4


ÖNSÖZ Kıymetli Bolulular; Türkiye’nin doğa cenneti Bolu’nun her anlamda kalkınması, tanınması ve geçmişle gelecek arasında yıkılmaz köprüler kurması için gecemizi gündüzümüze katarak çalışmaya devam ediyoruz. Türkiye’nin saklı cenneti olarak tanımladığımız Bolumuzun tarihi, kültürel hazinelerinin de ortaya çıkması için ‘İz Bırakan Bolulular’ ve ‘Bolu’da İz Bırakanlar’ serisi adı altında iki proje başlattık. ‘Bolu’da İz Bırakanlar’ projesi kapsamında Bolu’da taş üstüne taş koymuş, hizmetleri ile şehrimizin zenginleşmesine ve kalkınmasına emek vermiş, kültürel zenginliğine renk katmış herkese tarihteki hak ettiği yeri vermeyi amaçlıyoruz. Bolu’nun dünü, bugünü ve geleceği arasında gönül köprüleri inşa ediyoruz. Geçmişini bilmeyen geleceğini inşa edemez sözünden hareketle gelecek kuşaklara, Bolu’muza değer katmış herkesi bu kapsamda ele alıyoruz. Mazhar Murtezaoğlu ile başlattığımız ‘Bolu’da İz Bırakanlar’ projesinin bu aşamasında Bolu’muzun Karacaoğlan’ı, Dadaloğlu’su, Pir Sultan’ı diyebileceğimiz bir ismin hikâyesini sizlerin takdirine sunuyoruz: Battal Türksever. Sevgili Bolu Sevdalıları, Battal Türksever, Sivas’dan şehrimize genç yaşta göç etmiş, artık bizden biri olmuş bir halk ozanı. Aşık Veysel’in gönül dostu, Pir Sultan’ın izini sürmüş bir gönül adamı o. Kültürel zenginliğimize zenginlik katan birisi. Yunus gibi benliğini bir kenara bırakarak Bolu’lularla ‘biz’ olmuş bir hemşehrimiz. Mevlana gibi, ‘ne olursan ol yine de gel’ diyecek kadar gönlü geniş bir halk ozanı. Anadolu Türkçesi’nin çağdaş bir temsilcisi. Bolu’nun aşığı ve Aşık’ı. Battal Türksever, 1950’li yıllarda Anadolu’nun kavruk bozkırlarından ekmeğini, rızkını kazanmak üzere Bolu’ya gelip yerleşen biri. Özünden kopmadığı için Anadolu’nun geniş hoşgörüsü ve misafirperverliğini de heybesinde getirmiş. Adı gibi yüreği de Battal. Bolu’da esnaflık yaptığı dönem içinde dara düşenin yardımına koşan, zora gireni zordan çıkaran, küskünleri barıştırıp, ayrılanları kavuşturan tatlı dilli bir halk ozanı. Bolu’da pek çok insanın tanıdığı, ama henüz Türkiye’nin çok tanımadığı bir halk ozanı. Bu kitap, onun 4 ajandaya yazdığı birbirinden değerli öz Türkçe şiirlerini Bolululara ve Türkiye’ye tanıtmak için, onun Türk edebiyatında hak ettiği yeri alması için titiz bir araştırma sonunda hazırlandı. Battal Türksever’in şiirlerini okuma fırsatı bulanlar, onun sadece bir halk ozanı olmadığını, şiir diliyle konuşan bir gönül adamı olduğunu he5


men anlayacak. Anadolu Bektaşi Kültürünün yozlaştırılmamış, Ehlibeyt sevgisinin en yalın temsilcisi Battal Türksever. O Bolu’da yaşadığı dönem içinde ‘Yaratılanı Yaradandan ötürü’ sevmekten başka uğraşı olmayan biri. Devleti ve milletiyle barışık, Anadolu’ya ve özellikle de Bolu’ya âşık bir halk ozanı. Köroğlu’nun diyarına Pir Sultan’ın diyarından göç etmesine rağmen, bedenini ve ruhunu bu topraklara adamış biri. ‘Bolu’da İz Bırakanlar’ projesinin böylesine değerli bir halk ozanını görmezden gelmesi mümkün değildi zaten. Bu kitabın hazırlanmasında emeğe geçen herkese teşekkürü bir borç biliyorum. Yakın bir zamanda kaybettiğimiz Büyük Halk Ozanı Battal Türksever’i rahmet, minnet ve şükranla anıyor, hepinize iyi okumalar diliyorum.

Alaaddin Yılmaz Bolu Belediye Başkanı Aralık 2016 /Bolu


BABA Dün gelmedin Önceki gün de Neredesin baba? Yine arkadaşlarına mı takıldın? Kıramadın mı onları? Çok mu seviyorlar? Seni, şiirlerini, sohbetini… BABA Gel artık çok özledim Öğütlerini, dualarını… BABA Yanıyorum, Gölgene ihtiyacım var. Vay arkadaş ne kadar zormuş BABASIZLIK Ne güçlü dağmış dayandığım Altmış altı yaşında olsan da Annem yarımı, sen de öteki yarımı aldın BABA, BABACIĞIM… Oğlun Sami TÜRKSEVER

7



BAŞLARKEN… Bir halk ozanı O. Pir Sultan’ın topraklarından aldığı sözlü edebiyat kültürünü Cahit Kulebi’nin öz Türkçesiyle harmanlamış çağdaş bir ozan.Çobanıl bir şair. Sıradanlıktan uzak, elif gibi yalın. Yunus’tan, Hacı Bektaş-ı Veli’den, Aşık Veysel’den küçük bir parça sanki. Yokluk ve kıtlık dolu yıllarının olgunlaştırdığı, tek isyanı nefsiyle olan bir şair. Özünde bulduğu sevgiyle isyanını bastırmış, gönül ve akıl süzgecinden geçirdikleriyle yaşam felsefesini inşa ederek, son nefesine kadar şiirle yaşamış biri o. Bolu’ya Sivas’tan gelme bir halk ozanı. Yüreği adı gibi Battal, dili Türksever gibi yerli ve milli. Bu kitap, hakkında çokça söz söylenip, az yazılı vesika bırakılan Bolulu Halk Ozanı Battal Türksever’in öyküsü. Bolu Belediyesi’nin ‘Bolu’da İz Bırakanlar’ serisi içinde, Bolu’ya sadece eser değil, değer bırakmış insanlardan biri Battal Türksever. Geride sadece dört ajandaya yazılmış halk edebiyatının en nadide şiirleri kalmış bir gönül adam O. Battal Türksever, yaşadığı topraklara eser veya eserler bırakan onlarca işadamı, hayırsever, siyasetçi ve yerel yöneticilerden biri değil. Onun en kıymetli ve tek mirası şiir. Yalnızca şiir.

Battal Türksever, sadece bir şair değil aslında, şiir diliyle konuşan bir gönül adamı. Bektaşi Kültürünün dejenere edilmemiş, edilememiş bir modeli yalnızca. Ehli Beyt erbabının, Ahmet Yesevi’nin, Pir Sultan’ın, 9


Hacı Bektaş-ı Veli’nin felsefesini özümsemiş, bu felsefeyi Bolu’da yaşamış ve yaşatmış biri o. Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmeyi bildiği için ötekileşmemiş, ötekileştirmemiş bir Çelebi aslında. Sadece yüreğini değil, evinin kapılarını da sevgi ve dostluktan nasibini almış herkese açtığı için Bolu’nun manevi atmosferine renk ve değer katmış biri. Karaçayır Mahallesi Kurtuluş Sokak’taki evi nice şairleri, halk ozanlarını ağırlayarak bir dergâha dönüşmüş yıllar içinde. Âşık Veysel’inden Musa Eroğlu ’na kadar… Kurduğu her dostluk ölümsüzleşmiş, gönlüne girdiği herkes için bir efsaneye dönüşmüş sonunda. İstanbul’un ’Yedi Tepe’sine nazire yaparcasına Bolu’da ‘Üç Tepe’ şiir topluğuna katılarak, Bolu’nun kültürel zenginliği içinde bir abidevi şahsiyet oluvermiş. Türklüğü ile övündüğü kadar, Cumhuriyetin tüm değerlerine de bağlı kalmış ömrü boyunca. Devleti ve milletiyle hesabı olmayan, olmamasına özen gösteren bir yurtsever. Soyadı gibi Türk sever, Türkü sever, yurdu sever. Bolu’da kendi eliyle kurduğu derneğin, yanlış kişilerin ellerine geçeceğini anladığı an, arkasına bakmadan çekip gidecek kadar birlik ve beraberlikten yana. Ayrılıkçılığa ve aykırılığa kafa tutan biri O. Hayatı boyunca pay olmaktansa, payda olmayı tercih etmesi bundan. Evini, yurdunu ve doğduğu toprakları yok saymadığı için köklerinden kopmamış bir şair o. Eşine, çocuklarına tutkun olduğu kadar, dostlarına olan tutkusu sebebiyle geniş bir ailenin babası aslında. En yakın dostlarından biri olan Şair Tuncay Demir’in O’na ‘Battal Baba’ diye hitap etmesi bundan olsa gerek. Bolu’nun en büyük mülki idare amirinden, en zengin işadamına kadar geniş bir dostluk yelpazesine sahip biriydi Battal Türksever. Dost meclislerinin tatlı dilli, bülbülü olmayı başardığı için, sadece seveni çok, sevmeyeni yok bir adama dönüşmüş. Köroğlu gibi protest bir dil yerine, dostluğun, barışın, kardeşliğin dilini kullanan, ’bir olup, iri olup, diri kalmanın’ insanlık için yeterli olacağını savunan bir adamın kısa yaşam öyküsü bu. Yazmaktan çok; yüreğinden geçenleri gönül lisanıyla, eğmeden bükmeden öz Türkçe sözcüklere yüklemiş bir adamın öyküsü.

10


BÖLÜM 1 ÇAMLIBEL’DE BİR OZAN

11


12


Takvimler 1920’li yılları gösterdiğinde Türkiye bir ateş çemberinden geçiyor, genç devlet emekleme sürecini yaşıyordu. Son 300 yılda kaybettiği topraklardan sonra Anadolu’yu güçlükle elinde tutan halk, eşine az rastlanır bir Kurtuluş Savaşı sonunda bağımsızlığını kazanma uğraşındaydı. Ancak verilen Kurtuluş Savaşı sebebiyle İmparatorluk bakiyesi ülkede yokluk ve kıtlık hakimdi. Cumhuriyeti kuran irade, eşine az rastlanır bir kalkınma hamlesi başlatarak yeni bir ülke yaratmanın telaşı içindeydi. 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, yeni devletin nitelikleri belli olmuş, ama halkın bir kesimi bu değişikliği içine sindirememişti. Önce saltanatın, 1924 yılında ise Halifeliğin kaldırılması ile birlikte Cumhuriyet rejimine karşı ülkenin doğusunda büyük isyanlar patlak vermişti. Şeyh Sait’in başını çektiği isyan güçlükle bastırılırken, doğudaki bir dizi nüfus ve iskân politikaları devreye sokuluyordu. 29 Haziran 1925’de Şeyh Sait 47 asi lider ile Diyarbakır’da idam edildiğinde Battal Türksever’in babası Süleyman Bey, yeni doğan oğlunu nüfusa kaydettirmek üzere Gemerek’in yolunu tuttu. Yokluk ve acılarla dolu bir dünyaya resmi olarak ilk adım atışıydı Battal Türksever’in. Resmi kayıtlara göre Battal Türksever, 1 Temmuz 1925’te Sivas’ın Gemerek ilçesine bağlı Eskiyurt Köyü’ndü doğdu. Süleyman ve Hediye çiftinin üçüncü ve son çocuğuydu. Süleyman Bey ilk eşinin ölümünün ardından oğlu Mahmut’u büyütebilmek için Hediye Hanımla evlenerek iki çocuk sahibi daha olmuştu. Mahmut’un ardından Derviş ve son beşik olarak Battal dünyaya geldi. Küçük Battal’ın babası Süleyman Bey ile arası ağabeylerine nazaran daha iyiydi. Belki son beşik olmanın avantajıydı bu. Annesi hediye Hanımı 1950 yılında erken yaşta kaybeden Battal Türksever, 93 yaşına kadar yaşayan babası ile ömrünün son anına kadar eşine az rastlanır bir ilişki içindeydi. O yıllarda doğan pek çok Anadolu insanı gibi doğum tarihi nüfus müdürlüğünün ya azizliğine uğradı ya da anne babalar askere daha geç gitsin diye nüfusa geç kaydettiriyordu çocuklarını. Bu nedenle Battal Türksever, sağlığında gerçek doğum tarihinin 1923 olduğunu ifade etmişti. Köyün eski ismi Haymeneşin idi ve nüfus kâğıdına da eski ismi ile yazıldı. Ermenilerden kalma bir köy olduğu Alakilise diye anılmasından da anlaşılabiliyordu. Köyün bu özelliği Cumhuriyetin ilk yıllarında baskı ve sürekli tahkikata uğramasına neden olmuştu.


FİSTAN GİYEN BİR TORUN Battal Türksever’in Bolu’da yaşayan tek oğlu Sami Türksever, babasının Sivas’taki ilk yılları ile ilgili kendisine anlattıklarını şu şekilde hatırlıyor: “Babamın 1925 yılında görünüyor doğumu, ancak gerçek doğum tarihi sanırım 1923. Sivas’ın Gemerek ilçesinin Eskiyurt köyünde doğuyor. O dönemler Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi oralarda da fevkalade yokluk var. Toprak damlı bir evde yaşıyorlar. Yağmur yağarsa toprak bir şeyler veriyor, ama yağmazsa vermiyor. Bunun dışında hayvancılık var. Ancak, otlak da sınırlı. Dedem, köyün ileri gelenlerinden biri. Ama düşünün ki, ben fistan giyiyorum o yıllarda; yani kız elbisesi. Dedem köyün ileri gelenlerinden ama benim ayakkabım yok, ayakkabısız geziyorum. Yandan çıtçıtlı naylon bir ayakkabı aldılar, sevincimden dağı taşı deldim adeta.” Battal Türksever’in Bolu’daki en büyük dostu ve şair arkadaşı Tuncay Demir, ‘sırdaşı’nın kendisi ile paylaştığı çocukluk günlerine ilişkin hatıralara en fazla vakıf olanlardan biri. Yıllarca Erzurumlu Halk Ozanı Aşık Mevlut İhsani’nin çıraklığını yapan Tuncay Demir, Bolu’da Battal Türksever’in sevgi ve güvenini kazanmış önemli insanlardan biri. Mevlüt İhsani’ye çıraklık yapan bu genç ozan, Battal Türksever’in ise yol arkadaşlığını ve sırdaşlığını yapmış en sıkıntılı günlerinde. Battal Türksever’in çocukluk yıllarına ilişkin kendisine anlattıklarını şu şekilde ifade ediyor Tuncay Demir;

Arkadaşı şair Tuncay Demir

14


“Battal amcanın geçmişine gidildiğinde Sivas Gemerek eski adı Alakilise, yeni adı Eskiyurt olan bir köyde doğduğunu övünerek beyan ederdi. Köyde 1930’ların imkânlarıyla yokluk ve yoksulluk içinde bir çocukluk geçirmiş. 1928’deki harf devriminin ardından nüfus mübadelesiyle birlikte köye gelen Batı Trakya Türklerinden insanlar var. Bunlardan birinden öğreniyor okuma yazmayı. Defter yok, kalem yok. Duvarlara kömürle yazarak öğreniyor. Bu yıllarda Sivas Türk edebiyatında âşık tarzı geleneği ile ileri düzeyde. Baskın kültürün etkisiyle de ibadetler bağlama eşliğinde yapıldığı için her çocuk ister istemez, bağlamaya merak sarıyor. Battal Amca da niyetleniyor, 10 yaşındayken”

SÖZ VERDİĞİ İÇİN SAZA TÖVBE DİYEN OZAN Bağlama çalmayı istemesi üzerine köye gelip gidenlerden ders almaya niyetlenir, ancak ailenin özel ders için bağlama ustasına ödeyecek parası yoktur. Battal Türksever, yıllar sonra Üçtepe Dergisi’ne verdiği mülakatta bağlama çalmayı neden öğrenmediğini şu sözlerle ifade ediyordu: “Bağlama çalmasını ekonomik nedenlerden dolayı öğrenemedim. Küçük yaşlarda köyümüzden bir komşumuz öğretecekti. Ama bunun için para istedi. Biz de bunu karşılayamadık.”

Tuncay Demir ise çocukluğunun en büyük ukdesi olan bağlama konusunda Battal Türksever’in kendisi ile paylaştığı bir sırrı şu şekilde anlatıyor: “Birgün Bolu Dağı’nda Karanlık Dere’de, ‘Battal’ın Cenneti’ dediğimiz yerde otururken elimde bağlama vardı, biraz çaldık, okuduk. ‘Hiç merak etmedin mi bağlamayı’ diye sordum. Bir iç çekti. Ne demek istediğini anlamıştım. İçinde ukde kalmış, bir şeyler boğazında düğüm düğüm olmuştu sanki. İşte o zaman 10 yaşındaki bağlama tutkusuna dair hikâyesini anlattı. Battal Amca bağlama öğrenmek istediğini söylediğinde ücret talep 15


ediliyor. Aslında başlangıçta para konuşulmaz, ama belirli bir seviyeye geldiğinde, öğretici belirli bir ücret ister. Parayı kim kaybetmiş ki 1933’lü yıllarda, Battal bulsun. Para veremeyeceğini söyler. Bağlamacı da ’Öyleyse saz çalmayacaksın’ der. O da orada bir söz verir ‘senin bana öğrettiğini hiçbir zaman icra etmeyeceğim’ der. O tarihten sonra Battal amcanın bağlama çaldığını gören duyan olmamıştır.”

Battal Türksever

16


Bağlama merakını içinde bırakarak okuma yazmayı öğrenmeye karar verdiğinde daha Eskiyurt Köyü’nde bir okul bile yoktu. Okul yaptırmak ona nasip olacaktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra imparatorluğun dört bir yanındaki Türkler, Anayurtlarına dönmek zorunda kalmıştı. Bu nüfus mübadeleleri sonucu Eskiyurt Köyü’ne Balkanlardan gelen bir genç ona okuma yazmayı öğretti. Buna rağmen Eskiyurt, Anadolu kültürünün en önemli özelliklerinden biri olan sözlü kültür aktarımı konusunda deneyimli bir köydü. Pir Sultan Abdal’ın topraklarında doğmak yarı ozan yapıyordu herkesi. Battal Türksever’in okumaya merakı ozanlık sevdası yüzünden başladı. Sülük Hoca lakaplı Süleyman Erdoğan, dünyaya bakışını etkileyen en önemli insanlardan biriydi. Halk edebiyatına ve ozanlığa tutkusu onunla başladı. Süleyman Hoca’dan kendisine okuma yazmayı öğretmesini istedi. Yoksulluk ve cehaletin diz boyu olduğu bu ortamda babası Süleyman Bey de oğlunun en azından okur-yazar olmasını arzu ediyordu. İlk yazıyı, ne defter ne kalem ne de kara tahtanın olduğu bir ortamda öğrenir Battal Türksever. Üç arkadaşı ile birlikte muhacir Süleyman Hoca’nın evinde gizli gizli okuma yazma dersi alır. Kara tahta olmadığı için duvarlara kömürle yazarak öğrenirler ilk harfleri. O yıllarda köylerde okuma yazma bilen sayısı bir hayli düşük olduğu için çevre köylerdeki insanlar ailesinden Battal Türksever’i ister, o da bu köylere giderek askerden veya gurbetten gelen mektupları sahiplerine okurdu. Tabi cevapları yazmak da yine ona düşerdi. Köylüler eline ne sıkıştırırsa, cebine ne koyarsa mutluluk içinde evine dönerdi. İnsanları mutlu etmeyi daha o yıllarda öğrendi Battal Türksever. Oğlu Sami Türksever, babasının 29 harfin 28’ini ilk gün öğrendiğini kendisine aktardığını belirtirken, okuma ve yazma konusundaki hevesinin çok yüksek olduğuna anlatıyor. Zaten sonraki yıllarda oluşturduğu kütüphane bile onun okuma ve yazmaya ne kadar meraklı olduğunu göstermeye yetiyordu. Battal Türksever, 67 yaşına merdiven dayadığında hayatının bütün dönüm noktalarını içeren bir şiir kaleme aldı. Dörtlükler halinde yazılan şiir “GARİP GARİP” adını taşıyor ve Battal Türksever’in ayak izlerinin bir özetini oluşturuyordu. Şiirin ilk dörtlüklerinde çocukluk yıllarına ilişkin Battal Türksever, şu bilgileri veriyordu kendi gönül sesinden:

GARİP GARİP Benim var olmamı kendi dilimle Söyleyeyim de duy GARİP GARİP Kimse bir şey bilmez iken halimde Neler geldi geçti say GARİP GARİP 17


Bin dokuz yüz yigirmibeşdir doğuşum Arslan ağzındaydı ekmeğim aşım Gerçekleri saymak olsun uğraşım Doğruyu ortaya koy GARİP GARİP Babam Süleyman’dır annem Hediye Salmışlar dünyaya oğlumuz diye Muhtaçken ekmeğe hemen her şeye Çekilmez acılar zor GARİP GARİP … Battal Türksever’in bulunduğu köyde ne tarım için elverişli topraklar ne hayvancılık için yeterli mera vardı. Herkes kıt kanaat, karın tokluğuna yaşıyordu adeta. Babası köyün ileri gelenlerinden biriydi, ama köyde daha çok ‘Yavanlar’ lakaplı ailenin sözü geçiyordu. Köyün kaderini elinde tutan bu aile herkesin kaderini de şekillendirecek bir güce sahipti. ‘GARİP GARİP’ şiirinin devamında Battal Türksever, hayatındaki bu evreyi şu şekilde dizelere dökecekti: “… “Açık, çıplak, aç, tok gezdim dolaştım Yaşam telaşıyla hayli savaşdım Bir ekmek peşinde böyle uğraştım Nice şeyler söyler dil GARİP GARİP Okuryazar oldum öyle gezerdim İsteyene mektup okur, yazardım Nice karar verir bozardım Özümde var idi ar GARİP GARİP On kuruşa çift sürerdim birine Bazıları göz koyardı kar’ıma Yırtık çarık hasret çeker sırıma Nice acı çektim vay GARİP GARİP …”

BOZARMUT’UN DİLİ OLSA… Atatürk’ün siyasetten elini eteğini çekip, ülke yönetimini İsmet İnönü’ye devrettiği yıllara ulaşıldığında yakında patlak vermesi beklenen 2. Dünya Savaşı’nın da etkisi ile kıtlık günleri daha fazla hissedilir olmuştu. Savaşla birlikte askerlikten muaf azınlıkların üzerine Varlık Vergisi yüklenirken, yerli halk içinde eli silah tutanlar 4-5 yıllığına silah altına alınıyor, geri kalanların lokmasına da devlet ortak oluyordu. 18


Hükümet köylünün ürettiği her ürünün yarısına, yetiştirdiği her iki hayvandan birine savaş gerekçesiyle zorla el koyuyordu. Battal Türksever, satın aldığı tek öküzle, arazisini ekip biçmekten mahrum köylülerinin arazisini sürerek para kazanmaya ve ailesini geçindirmeye çalışıyordu. Tek öküzü çifte koştuğunda zaman zaman kendisi de çiftin bir ucunu geçmek zorunda kalıyordu. İlk gönül yarasını bu zor yıllarda edindi Battal Türksever. Komşularının kızı Zehra’ya büyük bir aşk besliyordu. Ancak geleneklerin ağır bastığı bu ortamda kimsenin kimseye ilan-ı aşk edecek cesareti olamazdı. Klasik Anadolu gençlerinin yaptığı gibi Zehra’ya göz koyduğunu gözüne ayna tutarak ilan etti. Zehra da bu aşka kayıtsız kalmadı. Zehra Hanım’a ilk şiirlerini köyündeki bir boz armut ağacının altında kaleme almaya başladı. Ancak Zehra Hanımla henüz evli olmadıkları ve fena karşılanacağını bildiği için bu şiirlerini kimseye okuyamıyordu bile. Tuncay Demir, Battal Türksever’in ilk gençlik yılları ile ilgili kendisi ile paylaştıklarını şu şekilde anlatıyor: “2. Dünya Savaşı’nın en cafcaflı günleri. Yokluk ve kıtlık giderek artmış. Genç bir delikanlı olarak ailesinin karnını doyurmak için gecesini gündüzüne katarak çalışıyor o zamanlar. Tabi bu arada komşu kızlarından Zehra’ya da göz koymuş bir ara. Âşık olmuş Zehra Anneye. Aileler de bu durumun farkına varınca iki genci kısa sürede evlendirmişler. Zehra Teyze ile Battal Amca arasında hissi kablel vuku dediğimiz bir olay vardı. Pek fazla konuşmasına gerek olmazdı. Zehra Teyze onun bir bakışından onun dilini anlardı. ‘Battalım’ derdi ona. Baktı ki Battal’ı su istiyorsa gözünden anlardı, öyle bir aşk vardı aralarında. Evlendikten sonra askere gitmeye karar verir. Erzurum civarında 4 yıl askerlik yapar. Süvari olarak yapıyor.” GARİP GARİP şiirinde hayatının bu dönemine ilişkin şunları yazıyordu Battal Türksever: “… Bin dokuz yüz kırkta evlilik oldu Üçü kız çocuğu bir oğlan oldu Sanardım talihim yüzüme güldü Çokça yanılmışım hay GARİP GARİP Yirmi beş liraya bir öküz aldım İş yaparken ona eşlik ederdim Toplandı kuramız ben asker oldum Uzandı önüme yol GARİP GARİP

19


Koluma taktılar çavuş nişanı Güç vermişti bana askerlik şanı Çok gece geçirdim silah kuşalı Bitmez oldu günler çöl GARİP GARİP …”

O ARTIK BATTAL ÇAVUŞ Askerlik dönemi Battal Türksever’in hayatında büyük bir dönüm noktası oldu. Okuma yazma bildiği için çavuş nişanı alan ve bunun havası ile birliğine önderlik eden Battal Türksever, askerliğini bitirerek 4 yıl sonra köyüne döndü. Ama havası bir başkaydı artık. Köylüleri ona artık ‘Battal Çavuş’ diye hitap ediyordu. Bu arada 2. Dünya Savaşı bitmişti, halk biraz olsun rahatlamıştı. Hükümetin vergi politikalarında kısmen yumuşama başlamış olsa da Dersim İsyanları ve sürgünleri sebebiyle Eskiyurt Köyü’nde tedirginlik başlamıştı. Ne de olsa bir Bektaşi köyüydü burası. Tek Parti iktidarı bu köyler üzerinde nüfus ve iskân politikalarına başlamıştı. Pek çok Dersimli başka il ve ilçelere gönderilmiş, Tunceli’ye sınır komşusu olan Sivas’ta da benzer politikaların uygulanabileceği endişesi doğmuştu. Ancak o dönemde tüm ülkede olduğu gibi yokluk ve kıtlık sebebiyle Eskiyurt Köyü’nde de herkes karnını doyurma telaşındaydı. Kimsenin mezhepçilik yapacak hali yoktu. Askerlik dönüşü, köyde kendisine bir bakkal dükkânı açarak köyün ihtiyaçlarını karşılamaya başladı. Dükkânı bir arkadaşı ile ortak açmıştı. Evini geçindirecek kadar para kazanıyordu artık. 4 yıllık askerlik süresi boyunca hasret kaldığı eşi ve çocukları ile iki katlı yarısı kerpiç, yarısı ahşap bir evde Babası Süleyman Bey ve annesi Hediye Hanım ile birlikte yaşıyorlardı. Battal Türksever’in hayatının ilk büyük acısı bu yıllarda gelip kendisini buldu. Askerlik dönüşü annesi Hediye Hanım’ı daha genç sayılabilecek bir yaşta kaybetti. Çoluk çocuğa karışmış bir evlat olsa da annesine tutkundu Battal Türksever. Bu acıyı, şu şekilde dizelere dökmüştü: “… Görevim bitince köyüme döndüm Annemi kaybettim tutuştum yandım Türküler söylerdim çok ağıt çaldım Akdı gözyaşlarım sel GARİP GARİP Ne yazık ki, türküler söyleyip ağıtlar yakan Battal Türksever, o yıllarda yazdığı şiirlerin hiç birini korumayı başaramadı. Annesinin acısını, köyde girdiği muhtarlık yarışı sayesinde biraz olsun unutabildi. Çünkü 20


köyün haramilerine karşı bir mücadeleye girişti. Şair Tuncay Demir, askerlik sonrası Battal Türksever’in dostları ile paylaştığı hatıraları ise şu şekilde anlatıyor. “Askerlik sonrası köye dönünce köydeki atmosferin değiştiğini fark eder. Yavanlar adlı bir sülale var, tefecilik yapıyorlar ve çok zenginler. Askerliğini çavuş olarak yapmış olmanın özgüveni de var üzerinde. Bu arada bir muhtarlık meselesi gündeme gelir. Yavanlar ailesinin zulmünden bunalan köylüler, ‘Battal Çavuş gel seni muhtar yapalım’ derler. Bir anlamda sisteme başkaldıran garibanların oyları ile Battal Amca muhtar seçilir. Battal amca askerlik döneminde kendi kendini yetiştirmiş, çevredeki olaylardan haberdar. İyi, doğru ve güzele ulaşmayı artık biliyor. Köyüne nasıl hizmet edeceğini de.” Muhtar seçilir seçilmez bakkal dükkânını arkadaşına devrederek sadece kendi işleri ile uğraşmaya başladı. Ama kendi adaylarını seçtiremeyen köyün ileri gelenlerinin onunla görülecek hesabı bitmemişti. Oğlu Sami Türksever, o yıllara ilişkin babasından duyduklarını şu şekilde anlatıyor:

Ağabeyi, yeğeni, eşi ve arkadaşıyla

“Muhtarlık seçimini babam açık ara kazanıyor. Ama köyün ileri gelenleri ona olmadık suçlamalar yapıyorlar, onu bertaraf etmek için. Hatta bir gün köyün en büyük toprak sahibi babamı çağırıyor, birkaç kişi de oturuyor orada. Babama direkt olarak diyor ki ‘Ya muhtar senin için,‘köyün merasını sattı’ diyorlar. ‘Doğru mu?’ diye soruyor. Babam kurşun yemiş gibi oluyor. 21


Bu zaten mümkün değil, ‘Siz ne diyorsunuz?’ dese de hırsını yenemiyor, babam hayatında hiç küfür etmemiş bir adam, oradakiler de deve dişi gibi adamlar, bu söylentiyi çıkarana ve buna inananların hepsine basıyor küfrü. Kapıya çarpıp çıkıyor. Sonra tabi,‘muhtar bize küfür etti’ diye çıkıyorlar meydana. Okul, çeşme yol yaparken keyifli, ama bu şikâyetler artınca keyfi iyice kaçıyor.” Oğlu Sami Türksever, babasının yokluk ve kıtlığın hakim olduğu; devlet otoritesi ve hizmetlerinin uğramadığı Eskiyurt Köyü’ne yaptığı hizmetleri şu şekilde hatırlıyor: “Hâkimler kaymakamlar köyleri dolaşmaya çıkınca, en son bizim köye uğrarlarmış. Masa kurulacağı için. Babam onlara dost meclislerinde olacak sofralar kurar, ağırlarmış. Babam da köydeki geri kalmışlığı bu ilişkilerini kullanarak yenmeye karar vermiş. Karanlığın eğitimle aydınlanacağını bildiğinden bir okul yapmaya karar verir. Kaymakamlarla kurduğu güçlü ilişkiler sayesinde önce okulu yaptırır. Sonra köye içme suyu getirir. En sonunda yol yapım çalışmalarına başlar, ancak köyün ileri gelen zenginlerince bu durum sürekli şikâyetlerle sabote edilmeye çalışılır. Hakkındaki yalan yanlış iftiralar karşısında köyden çıkması gerektiğine kanaat getirir.”

Ailesiyle

Battal Türksever, “GARİP GARİP’ şiirinde bu evreyi şu şekilde dizelere döker;

22


“… Seçimlere girdim ben muhtar oldum Bir okul yaptırdım sevgiyle doldum Çeşme yol yaptırdım arada kaldım Görülmedi gerçek kör GARİP GARİP …” 1954-1957 yılları arasına muhtarlık yapan Battal Türksever’in, muhtar seçilir seçilmez yaptığı ilk icraatı köyüne bir ilkokul yaptırmak oldu. Okuma yazmayı bir muhacirden öğrenen Battal Türksever, köyündeki tüm çocukların okuma yazmayı öğrenmesini öylesine önemsiyordu ki, bu konuda yıllar sonra sevincini şu şekilde dizelere dökmüştü.

DOĞACAK Dostluğu yaşatan gönül tahtıma Bir umut güneşi doğdu doğacak Bir seher yelleri esti bahtıma Sevenler muradını aldı alacak O anda kalemi aldım elime Gör nice dilekler geldi dilime Çiğdem çiçek güller aldım elime Kaderim yüzüme güldü gülecek Açıldı bizlere mutluluk yolu Sarıldım sevgiye olmuşum deli Uzandı bizlere aşk ile dolu Berat ettim çilem doldu dolacak Türksever böyle bildim ben beni Sevgilere yuva ettim kendimi Dost oldum cihana sardım derdimi Gerçekler yerini buldu bulacak.”

’KURBET’ ELLERE UZANIŞ… Köyündeki çocukların ve gençlerin iyi eğitim alabilmesi, en azından okur-yazar olması için bu kadar uğraş veren Battal Türksever’in sevinci kısa sürede kursağında kaldı ve hizmet şevki tamamen kırıldı. Köyüne yaptığı hizmetlerin hak ettiği gibi karşılanmaması ve üstelik yolsuzluk ve usulsüzlüklerle zikredilmesi öyle zoruna gitti ki; pılını pırtısını topla-

23


yarak köyden çıkmaya karar verdi. Ama en çok zoruna giden ise, askerlik dönüşü kendisine muhtarlığa ikna eden dostlarının ikiyüzlülüğü oldu. “… Düşündüm burada her şey boşuna Çalıştım da çok şey geldi başıma Görevi bırakmak girdi düşüme Tüm dostlarım oldu el GARİP GARİP …” Battal Türksever’in kendi ifadesi ile ‘kurbet’ elleri mesken tutuşu, köyüne yaptığı hizmetlerin kadir kıymet bilmez insanlar tarafından iftiraya varacak şekilde horlanması ile başladı. Artık bu köyde geçirecek tek bir güne bile tahammülü kalmamıştı.Yaklaşık 20 arkadaşı ile birlikte gurbetin yolunu tuttu. Kaderinin götürdüğü yere gidecekti artık. Yanında yeteri kadar parası olmasa da Bolu’daki bir dostundan aldığı mektup vardı koynunda. O dostu Celal Kılıç idi. Celal Kılıç, yıllar önce Eskiyurt Köyünü terk ederek Bolu’ya yerleşmiş biriydi. Oğlu Sami Türksever, hayal meyal hatırladığı o yıllara ilişkin babasının yaşadıklarını şu şekilde anlatıyor:

Oğlu Sami Türksever

“Böyle bir ortamda Bolu’da Karga Tepesi var, Kız Sanat Okulu’nun yanında. Orada bir kimya atölyesi var o günlerde. Babamın yakın arkadaşı Celal Ağabey orada çalışıyor. Çalışırken, dürüstlüğü ve çalışkanlığı ile ken24


dini o kadar sevdiriyor ki, fabrikanın sahibi Muhittin Aktaş; ‘senin köyünde çalışacak başka adam yok mu?’ diye soruyor. Sanırım 1957 yılı. Bolu o zamanlar tam bir cennet. Celal Ağabeyin mektubu işte böyle bir ortamda babama ulaşıyor. Babam kendi yerine muhtarlığa bakacak bir adam bulup, yaklaşık 20 arkadaşı ile birlikte Bolu’nun yolunu tutmaya karar veriyor. Sırtında yatağı yorganıyla geliyorlar. İlk önce çoluk çocuğu getirmiyorlar. Gurbetçilik var zaten, o yörenin insanları gurbetçiliğe alışkın, pamuk toplamaya, fındık toplamaya gidiyorlar mevsimlik başka şehirlere. Yazın kazandıkları ile kışı köylerinde geçiriyorlar. O havayla Bolu’ya geliyorlar.”

BOZARMUT YARASI Büyük bir kızgınlıkla ayrılmış olsa da Battal Türksever için doğduğu toprakların dünyada eşi benzeri yoktu. Belki kader zorlamasa köyünü terk etmeye niyeti bile yoktu. Ama muhtarlık sürecinde yaşadıkları köyünden çok köyünde yaşayanlara karşı onu geri dönülmez bir yola sokmuştu. Bu nedenle köyüne hasreti hiçbir zaman dinmedi. Köyüne dair en iz bırakan hatırası ise bir armut ağacıydı. O ağacın dibine oturur, şiirler yazar, hayaller kurardı. Yıllar sonra çıkardığı ilk şiir kitabına da sırf bu yüzden ‘Bozarmut’ ismini koydu.

25


Battal Türksever için Eskiyurt köyü, Nasrettin Hoca’nın ifade ettiği şekliyle dünyanın merkeziydi adeta. Yıllar sonra köyü için kaleme aldığı ‘Nasılsın’ şiirinde Anadolu bozkırlarındaki yokluk ve yoksulluk dolu bu köyün öyküsünü anlatacaktı: “Her yerde arıyor gözlerim seni Gönüllere giden yolum nasılsın Bir Mecnun misali arattın beni Ucu yok sonu yok çölüm nasılsın Gel sevgi alayı çöksün postuna Hasretlik engeli durur kasdı ne Aldım selamın başım üstüne Elim memleketim köyüm nasılsın Dağlar eğsin başın engel olmasın Sevgi bahçesinin gülü solmasın Sevgisizler kapımızı çalmasın Ey bahar yağmurum selim nasılsın Çekme ayrılığı düşme dillere Ben vurgunum yanağında güllere Seni bekleyen var düş gel yollara Seviyorum diyen dilim nasılsın Bir derdim var ilaç bilmez dermansız Yanıyor ocağım bacam dumansız Türksever istemez cihanı sensiz Arım tüm çiçeğim balım nasılsın.”

Oğlu Sami ile

Çocukluk arkadaşı Celal Kılıç’ın davet mektubu ile ‘kurbet’in yolunu tutan ve ne iş bulsa çalışmayı kafasına koyan Battal Türksever, 4 çocuğunu ve hayatının en büyük aşkını köyde bırakarak Bolu’ya geldi. Geride bıraktığı insanların özlemiyle yanıp tutuşurken, en kısa sürede on­ları da yanına alıp, bir daha kö­ye dönmemeyi planlıyordu. Celal Kılıç’ın rehberliğin­de kendisine bir kulübe bularak buraya yerleşen Türksever, yaklaşık 1 yıl sonra ço­cuklarını Bolu’ya getirdiğin­de ise Aktaş Mahallesi’nde bahçeli, 2 katlı bir ahşap ev tutacaktı. Türksever hayatının özetini içeren ‘GARİP GARİP’ şiirinde bu evreyi de şu şekilde özetliyordu:

26


“… Böylece açıldı kurbetin yolu Şu yeşil Bolu’ya verdim kararı Düşünmedim kârım ile zararı Aradım elime dal GARİP GARİP Dost Celal Kılıç’a misafir oldum Yetim kuzuları yanıma aldım Bir gülübe buldum tam üç ay kaldım Özümde inancım bol GARİP GARİP Bolu’daki fabrikada gözde bir eleman olmuştu. Köydeki art niyetli insanların dedikodusundan kurtulmuş olmanın sevinci ile işine daha büyük bir özenle sarılıyor, evine ekmek getirmeye çalışıyordu Battal Türksever. Kimya Atölyesi olarak adlandırılacak fabrikada neredeyse tamamen Sivas’tan gelen gurbetçi gençler çalışıyordu. Eli para tutmuş, geleceğe dair umutları artmıştı. 600 km uzaklıktaki eşi ve çocuklarını yanına alma zamanının geldiğini düşündü. Bir miktar para göndererek eşi ve çocuklarından Bolu’ya gelmelerini istedi. Ancak kaderin ona başka sürprizleri vardı. Gözde personeli olduğu fabrika bir gece çıkan yangın sonucu küle döndü. Gerisini yine kendi kaleminden şu dizelere döktü. “… Bilmediğim işe girdim orada Görki beni neler bekler sırada Kapandı işyerim kaldım arada Bağlandı ellerim kol GARİP GARİP Geceyi gündüzü şaşırdım bir an Her türlü çileye katlandı bu can İş aradım durdum hayli bir zaman Bu derdi anlatmak zor GARİP GARİP İş seçmedim ne buldumsa çalıştım Özüm doğru gönlüm sevgiye açtım Dost edindim dertlerimi paylaştım Evim doldu taştı han GARİP GARİP …” Oğlu Sami Türksever, babasının Bolu’da geçirdiği ilk yılları ve Bolu’ya gelişlerini hatırlayacak yaştaydı artık. Ve o dönemi şu şekilde anımsıyor:

27


“Babam ve 20 arkadaşı gelen davet mektubundan aldıktan sonra Bolu’nun yolunu tuttu. Sonuçta fabrikaya giriyorlar. Hepsi gayet güzel çalışıyor. Babam bu arada kimya işini bayağı öğreniyor. Ustabaşı oluyor 1 yıl içinde fabrikada. Aseton yapıyorlar, başka günlük kullanıma yönelik kimyasal maddeler. İşlerin iyi gittiğini kanaat getirdiklerinde bizi de yanlarına almaya karar veriyorlar. Köylerindeki kıt imkânları dikkate aldıklarında Bolu onlar için bir cennet aslında. Kazançlar gayet güzel, insanlar mutedil, dengeli. Bolu’ya geldiğimiz günleri gayet net hatırlıyorum. Hatırladığım kadarıyla 6-7 yaşındayım bir at arabası gibi bir arabada 3-5 kapkacak ve yatakla geldik buraya.”

Bolu günlerinden

Büyük umutlarla geldiği Bolu’da tam da işler yolunda giderken, iş yerinin yanması Battal Türksever’in hayatında yeni bir dönüm noktası başlattı. Kendisini Bolu Halkının gönlüne sokacak süreç de böylece başlamış oldu. Bundan sonra, yaklaşık 20 kişilik arkadaş grubundan geriye dönenler olacak, ancak Battal Türksever ve 5 arkadaşı geri dönmeyi ar meselesi yaparak buldukları her işte çalışmaya başlayacaktı. Oğlu Sami Türksever kaderin kendilerine çizdiği yazgıyı şu şekilde anımsıyor: “Gelmemizin ardından bir süre sonra atölye yandı, nedeni hala bilinmiyor. Bunlar çil yavrusu gibi oldular. Doğru dürüst sermaye veya sanat yok. ‘Ne yapacağız?’ diye kara kara düşünmeye başlamışlardı. Bazıları köyümüze geri dönelim’ diye öneride bulundu. Ama o yıllarda geriye dönmek de ar meselesi. Hele ki babam için. Muhtarlığı bile bırakıp gelmiş birisi için daha bir zor geri dönmek. Yani, ‘gitti başarılı olamadılar, çoluğuyla çocuğuyla geriye geldiler’ denmemesi için kalan 5 arkadaş kenetleniyor. 28


Diyorlar ki ‘ölsek de kalsak da burada kalacağız.’ Ve her konuda gerçekten beraber oluyorlar her konuda birbirlerine müthiş destek oluyorlar. Hatta Sivaslılar derler burada. Biri senedi 15’ine, biri 20’sine, biri 30’una verir, birbirine destek için. Mağazacılık yaparken böyle bir dayanışma ile ayakta kaldılar. Şimdi o dönem Bolu’da kalanların tamamı rahmetli oldu.”

Bolu günlerinden oğlu Sami ile

29


Battal Türksever ve dönmeyip kalan arkadaşları, geri dönmemek için ne iş olsa yapmaya başlamışlardı. Kimi tarlalarda amelelik yapıyor, kimi pazarcılık yapıyordu. Bir dostluk, kader arkadaşlığıydı onlarınki. Ama Battal Türksever, girdiği her işte, fark yaratmasını beceriyordu. Kısa sürede kurduğu dostluklar sebebiyle tam bir gönül adamı olduğunu ele veriyordu. Kimya fabrikasının sahibi onu öylesine seviyordu ki, Battal Türksever de bunu karşılıksız bırakmıyor, sık sık yanan fabrikaya uğruyordu. Sami Türksever, babası ve kalan arkadaşlarının bu dönemde yaptıklarını şu şekilde hatırlıyor: “Hiç birinde sanat veya para yok. Hal böyleyken birileri çorap, çakı, çakmak gibi çerçilik yapmaya başlıyor. Babamda ustura tutmayı biliyor, yani berberlik var. Esentepe Oteli vardı, yani eski kapalı hal pazarında, otelin altında bir berber dükkanı vardı, Hasan Çakmak diye bir amcamızın. Orada berber çırağı olarak işe başlıyor. Yıllar sonra ben de orada çıraklık yaptım. Kısa sürede burada ciddi bir müşteri çekmeyi başarıyor. Çünkü babam hoş sohbet bir adam. Bir tıraş olan bir daha geliyor. Kendi özel müşterileri olmaya başlıyor.” Yıllar sonra kıza Elmas’la evlenecek olan Damadı Ali Duman da Battal Türksever ile birlikte gündüzleri pazarlarda çorap-çamaşır satanlardan biriydi. O yıllara ilişkin şunları anlatıyor: “Battal Türksever, amcamdı zaten benim. Çok iyiydi aramız. Beraber çorap satmaya giderdik, ben öğretmen okulundayken. Hakikaten de satış gayet güzel giderdi. Dükkânına gelen boş çıkmazdı. Hiçbir şey satmadan bırakmazdı tatlı diliyle. Çay, kahve olmadan kimseyi bırakmazdı zaten.” Bolu’da çektiği çile, sıkıntılı günler onun hayata bakışını büyük oranda değiştirmişti. ‘Özümü keşfettim’ diye özetlediği bu süreçle ilgili yıllar sonra şu şiiri kaleme aldı:

BENZER Kendi varlığın bilmeyen canlar Meyvesiz gölgesiz dallara benzer İlimden sevgiden uzak duranlar Zamansız faydasız yağışa benzer Aşkın ocağında yanıp pişmeyen Bahar seli gibi akıp coşmayan Bencillikten cahillikten şaşmayan İsteksiz verilen bağışa benzer

30


Sevgiler denizine dalmayan Özündeki gerçekleri görmeyen Yaşamın hesabını vermeyen Mahkûmlara mekan koğuşa benzer Sevgilerden uzak gönlü fakiri Özü karaçalı dilde zikiri Kaderine yükler ömür yükünü Amansız bir kavgaya döğüşe benzer Nazar et Türksever sen sana bakın Neler(e) uzaksın nelere yakın Bir gün sorulacak hep varın yokun Kul kendi hesabını verişe benzer.

Arkadaşlarıyla

Babasını geride bırakmanın hüznü ile yanıp tutuşuyor, Bolu’da geçirdiği ilk günlerinde Battal Türksever. Sami Türksever, dedesi Süleyman Bey ile babası arasındaki saygı ve duygu yüklü ilişkiyi anlatırken, yokluk ve kıtlığa rağmen Anadolu insanının ne denli gözü tok olabildiğine dair ipuçları veriyor: “Dedemler bizimle gelmedi; sonradan Bolu’ya geldiler. Köyde bir evimiz vardı, dedemler çok da zengini değildi. Çok daha ileri gelenleri vardı köyün; mal mülk olarak. Babam muhtar, ama benim ayakkabım yok çocukluğumda. Babası ile ilişkisi mükemmeldi babamın. Çok farklı bir iletişim 31


kuruyorlardı birbirleriyle. Dedem babamı çok sever, babam saygıda kusur etmezdi. Dedeme ihtiyat politikası uygulardı. Örneğin ‘paran var mı?’ deyince; dedem ‘var’ derdi. Babam da ‘çıkar cüzdanı göreyim’ derdi. Cüzdanı alıp içinde para olup olmadığını bakmadan para koyardı. Kendisi de her zaman bize öyle yapardı. Onun bu güzel huyunu çok severdim. Sonraki yıllarda ben de aynı hareketi ona yapardım. ‘Baba harçlığın var mı?’ diye cüzdanını çıkartırdım, para koyardım. Babamın kimseye müdana etmesini istemezdim.’’

HER EVLATTAN İKİ TORUN Askere gitmeden önce Zehra Hanım’la evlenen Battal Türksever, bu evlilikten üç kız bir erkek çocuk sahibi olmuştu artık. İlk çocuğu Elif 1945 yılında doğdu. İkinci kızı Elmas 1949’da, oğlu Sami ise 1951 yılında dünyaya geldi. 1957 yılında Ayten adını verdiği bir kız çocuğuna babalık yapmaya başlayan Battal Türksever, köyünü terk ettikten sonra her çocuğundan ikişer torun sahibi oldu.

Aile üyeleri

Her bir torunu üzerine şiirler kaleme alan Battal Türksever’in torunlarının isimleri büyüklük sırasına göre İsmail, Zekiye, Demet, Gökhan, Ozan, Okan, Emre ve Onur oldu. Ancak torunları içinde Onur ve Okan’ın yeri bir başkaydı onun gözünde. Okan’ı askere uğurlarken ve askerliği sırasında hasretini de şiirlere döküyordu.

32


Oğlu ve ailesi

ŞİİRLE TIRAŞ YAPAN BİR OZAN Battal Türksever, kimya farikası yangınından sonra Esentepe Oteli’nin altındaki berber dükkanına çırak olarak çalışıyordu artık. Berber koltuğuna oturttuğu müşterilerini tatlı dili ile mest ediyordu adeta. Namı kısa sürede Bolu’daki tüm ileri gelenlerce duyulmaya başlandı. Dönemin Bolu Valisi, hakimler, savcılar bile ona tıraş olmadan mesaiye başlamaz olmuştu. Sami Türksever, babasının şair berbere dönüşüne ilişkin şunları anlatıyor: “Babam sadece şiir yazardı, âşıklık veya saz yoktu. Okuduğu birbirinden güzel şiirlerle insanları kendine bağlıyordu. Zaman içinde şimdiki Becikoğlu Alışveriş Merkezi’nin bulunduğu yerde 2 katlı bir ev vardı, onun altında 2 dükkân vardı. Dükkânlardan birinde ustası Hasan Çakmağın oğlu berberlik yapıyordu. Askerlik çağı gelince Hasan Amca babama; ‘burası kapanmasın, burayı sana vereyim’ diyor. Bu arada babamın epey müşterisi var. Babam ilk dükkânını böylece kiralıyor. Gerçi o zamanlar şimdiki gibi değil, tahta bir sandalye, seyyar arkalık, seyyar ayna elle çalışan makine ve ustura var sadece. Babam dükkânın sağını solunu düzeltip işe başlıyor. Böylelikle hem dükkan sahibi hem de usta oluyor. Orada iyi bir çevre tutuyor babam. Vilayet yakın olduğu için valisinden hâkimine kadar hepsi babamın müşterisi oluyor. Çok güzel paralar kazandık o zamanlar. Hatta Fahri Çıvgın diye bir vali var. Babamı çok severdi. Bahçelievler’de DSİ evleri 33


vardı o zamanlar. İki tanesini babama vermeye kalktı. Ama babam belki ödeyemem, mahcup olurum diye almadı. Vali başka yerlerden de arsalar teklif etsiyse de babam kibarca geri çevirdi bunları.”

Berberlik günlerinden

34


Berber dükkânındaki çıraklık günleri kısa sürdü Battal Türksever’in. Dükkân sahibinin oğlunun askeri gitmesinden sonra diğer dükkân ona kalmıştı. Dükkânın dört bir yanına çeki düzen verdikten sonra Pir Sultan Abdal’dan Hacı Bektaş-ı Veli’den özlü sözler astı duvarlara. Tıraş olmak için gelenlere de Pir Sultan Abdal’dan, Hünkar Hacı Bektaşi Veli’den, Yunus Emre’den, Aşık Veysel’den dizeler okuyordu. Sevdiği ozanların şiirlerini de ajandasına yazmayı ihmal etmiyordu. Kendi şiirlerini her zaman ezbere bilmese de onların pek çok şiirini hafızasında tutabiliyordu. Müthiş hafızası herkesin dikkatini çekiyordu. Arada sırada kendi şiirlerinden de bir demet sunuyordu müşterilerine. Berber dükkânındaki kazancı iyiydi. Bolu’daki bir çok esnaftan daha iyi para kazanır hale geldi. Evin o yıllarda prensi konumundaki Sami Türksever, o günleri şu şekilde hatırlıyor: “Türkiye’de o dönem imkanlar kısıtlıydı zaten. Bizim de köyden çıkışımız, iki kat yatak, birkaç çanak tabak. Zaten bir at arabasıyla gelmiştik. Berberlik yaptığı dönemde babamın kazancı artmış, eve refah ve huzur gelmişti. Bolu’ya geldiğimizde Aktaş’ta bir eve yerleştik. Mustafa Çizmeci ağabeyin tam karşısında bir ev, üstümüzde, babamın gelmesini sağlayan bir Celal Ağabey oturuyordu. Hatta bir gün oturduğumuz evin çatısı tutuştu, Mustafa Çizmeci’nin evinde misafir ettiler bizi. Sonra evimize geçtik kısa sürede. Ben o yıllarda ilkokul başladım. Ama ilkokulda bile boş kaldığım her an çalışıyordum. Don lastiği, çengel iğne, tabanca mantarı vs satıyordum. Hiç yokluk çekmedik o günden sonra. Berber dükkânında çorap falan da satıyor, yaptırdığı camlı vitrine koyup. Zaten bu adımdan sonra babam asıl işine geçmeye karar verdi.” İlk ve tek aşkı 4 çocuğu ile Bolu’da hayli mutluydu Battal Türksever. Yokluktan ve yoksulluktan gelmiş olmanın mütevaziliğini bu refah döneminde de bir kenara bırakmadı. Geleneklerine bağlı kalmaya özen gösteriyordu. Evin en şımarığı elbette Sami Türksever idi. Biraz şımartıldığını bile hissediyordu zaman zaman. Önce kızlarını tek tek evlendirdi Battal Türksever, askerlik dönüşü ise oğlunu. Sami Türksever, bir arada oturdukları o yılların nostaljisini hala unutamıyordu: “Paramız ve imkânlarımız genişti, ama mütevazı bir yaşam tarzımız vardı. Babam annemin aşığı idi. Annemle birlikte 2 ablam ve 1 kız kardeşim adeta onun hizmetkârı gibi davranırlardı. Bundan da keyif alırlardı. Dolayısıyla babam bir suyu dahi kendi almazdı. Ya annem ya kızlar getirirdi. Anadolu kültürü yani erkek bir şey isteyecek yapılmaması mümkün mü? Bunu bir görev olarak değil, gurur vesilesi olarak yaparlardı. Ama babam yedirmeyi, içirmeyi öyle severdi ki, evde misafir eksik olmazdı. İşten, güçten tanıdıklarını, çevresini yedirip, içirip, gezdirirdi. İçkiyi, şiiri, şarkıyı çok severdi. Dostları ile bunları paylaşırdı. O zaman dışarıdan gelenler mutlaka 35


evlerde kalırdı. Misafiri otele göndermek ayıptı bizim için. Ve bizim evdeki sofralar mutlaka içkili olurdu. Ve uzun oturmalıydı. Misafir gelince hemen sofra açılır. Şiirler okunur, şarkılar türküler söylenirdi her daim. Muhabbet edilirdi yani. Babam bu huyu sebebiyle anneme biraz eziyet çektirmiştir. Babam her şey beş dakikada hazır olsun diye beklerdi. Ama o an evde bir şey olmayabilir, pat diye gelmiş misafir. Ama annem uyanıktı onun huyunu bildiği için evde mutlaka 2-3 kap yemeği bulundururdu.”

Oğlunun nişan töreni

Bu arada, Battal Türksever, yetime, yoksula ve yardıma ihtiyacı olanlara da yardım etmeyi seviyor, kimseyi geri çevirmiyordu. Battal Türksever’in evi dost meclisi gibiydi. Sadece âşıklar, ozanlar, siyasetçiler değil, herkesin ağırlandığı sıcak bir yuvaydı. Çoğu kez evdekileri rahatsız edecek bir boyut kazanan ama gurur da duyulan ortamı kızı Elmas Duman şu şekilde anlatıyor: “Dışarıda tanıdığı, dostu kimi bulursa getirirdi, yemek olsun olmasın doyuracaksın onu, haber de vermezdi. Sohbet ederdi evde. Anlattığı şeyler geçmiştendi genelde. Sohbetlerinde geçmişi anlatırdı hep. Dini yönleri, peygamberlerden anlatmayı, ibadeti çok severdi. Örneğin oğluma tembih ederdim, ‘dedene hediyeyle gelin’ diye. Ona hemen nasihat ederdi. ‘Oğlum eline, beline, diline sahip çık. İşine, eşine, aşına sahip çık. Eşinle arana rüzgârı dahi sokma’ derdi hep. Son derece Atatürkçüydü, ‘Siz nefes alıyorsanız, rahatsanız Atatürk sayesinde rahatsınız. Bunun kıymetini bilin’ derdi. Bir ekmek kırıntısını ziyan etmezdi. Oduna çok önem verirdi, onları düzenli katar yapardı, inceler bir tarafta, kalınlar bir tarafta. ‘Kışın ekmek kadar değerli bu’ derdi.” 36


Oğlu Sami’nin düğününden

Ustası Hasan Çakmak’tan aldığı berber dükkânını işletirken evinde, okumaları için 2 yetim çocuk vardı. Bunlardan biri ağabeyinin oğlu, diğeri de bir arkadaşının oğluydu. Eğitim süresince onlar Battal Türksever’in evinde kalırken, onları kendi çocuklarından ayrı tutmayacaktı. Battal Türksever, berber dükkânını da bu çocuklardan biri olan ağabeyinin oğluna bedelsiz verecekti. Kızı Elmas Duman, babasının eşe-dosta nasıl sahip çıktığını, destek olduğunu şu şekilde anlatıyor:

Kızı Elmas Duman 37


“Okul yaşım geldiği halde Bolu’ya gideceğiz diye Sivas’ta kaydımı yapmadılar. Okula Bolu’da kardeşimle başladım. Yetim iki çocuk vardı, okul açıldıktan sonra geldiler. Abimle geçinemezlerdi, Veysel adlı çocuk çok yaramazdı. Abimle dalaşıp dururdu. Ama babam otoriterdi, ikisine de ‘sus’ derdi, öylece okuttu onları. Ahmet diye bir çocuk vardı bir kaç yıl onu okuttu. Celal Ağabeyler geldiler bir ara bizim eve. Onları da ağırladık uzunca bir süre. 99 depreminden sonra biz de eşimle Bolu’ya taşındık, annem ve babamla birlikte oturmaya başladık, çünkü annem astım hastasıydı. Depremde çok insan ağırladı, bizim evler zarar görmemişti. Herkesin arasını bulmak isterdi, arası bozulan eşleri barıştırırdı. Çok severdi bu tür şeyleri. Kaç kişinin yuvasını yaptı. Yardım yapmayı çok severdi. Biri boşanacak mı arayı bulmayı çok severdi. Pikniğe gidilecek, konu komşu, herkesi toplar, yiyecekleri alır giderdi. Evleneceğim zaman şimdiki eşimle başlangıçta evlenmek istememiştim ben. Ama babam hep dedi ki ‘Kızım bu oğlan bizim ciğerimiz, bundan zarar gelmez, evlen.’ Ben de sözünü tuttum. İyi ki de böyle yapmış.” Gerçekten Battal Türsever’in yardımseverliği Bolular arasında tam bir efsane gibi anlatılıyordu. Dara düşenin imdadına koşuyor, boşanmak üzere olan eşleri barıştırıyor, ayrılanları bir araya getiriyordu. Kırık gönülleri tamircisiydi artık. Gönüller arasında köprüler kurmak en büyük sevdası olmuştu. Muzaffer Aktaş 1969 yılından beri tanıdığı Battal Türksever ile ilgili şu tespitleri yapıyordu.

Dükkanında

38


“1969 yılında tanıştım Battal Amcayla. Bolu’daki dükkânlar, vitrinsiz, albenisi olmayan sıradan mekânlardı. Esatlar Pasajı’nın önünden geçerken camekânlı, içinde giysilerin sergilendiği bir dükkân gördüm. Hiç düşünmeden bir gömlek almak için içeri girdim. Oturduğu yerden kalkarak ‘Buyur, hoş geldin’ diyerek beni karşıladı. İşte böyle başlayan dostluk tam 47 yıl sürdü… Hiç unutmuyorum, bir seferinde taksit ödemeye gittim. Cebimde yeterli param yoktu. Sıkılı sıkıla ‘Battal amca bu ay taksitimin bir kısmını ödeyemeyeceğim’ dediğimde ‘Ne demek Muzaffer? Dükkân senin. Hiç verme. Hatta paraya ihtiyacın varsa söyle, sıkıntını giderelim’ dedi. Çok mutlu oldum. Hatta şaşırdım. Böyle bir davranışı başka esnaftan hiç duymamıştım, görmemiştim… Battal Amcamın sayesinde edebiyata ve tabi ki şiire olan ilgim bir tutkuya dönüştü…. Ben Battal Amcanın ölümünü onun ölümsüzlüğünün başlangıç tarihi olarak görüyorum.”

BOLU’DAKİ İLK EVİN HİKÂYESİ Bolu’daki ilk evini büyük bir mucize sonucu almıştı Battal Türksever. Yıllarca Yeşil Cami’nin karşısındaki bir evde kiracı olarak oturdu. Fakat ev sahibinin kira artışı sebebiyle Zehra’sını rahatsız etmesi onu ev sahibi yaptı. Türksever ailesinin hala kullandığı evin satın alınışını kızı Elmas Duman şu şekilde hatırlıyordu: “Yeşil caminin orada bir evde oturuyorduk, ben kız meslek lisesine gidiyorum o zamanlar. Ev sahibimiz Hacı. Ha bire kiranın artırılmasını istiyor, karşıdaki yeni evlerin bile üzerinde kira ödüyorduk. Ama adam bir türlü kira artışından vazgeçmiyordu. Artırıyorlar yine istiyor, bir gün de anneme söylüyor, kirayı artırmalarını, annemin de gücüne gidiyor. Annem de babama; ‘Battalım bu ev sahibi yine geldi. Artıracak mısın, artırmayacak mısın? Bu adam geldiğinde ben sıkıntı duyuyorum’ dedi. Annemin üzülmesine hiç dayanamazdı. Babam evinin anahtarını eline almış, ‘Allah’ım ya bir ev ver bana ya da beni bu cendereden kurtar’ demiş…” Elmas Hanımın bu sözlerini oğlu Sami Türksever şu şekilde tamamlıyor. “Babam elinde evin anahtarı düşüne düşüne dükkâna gidiyor. Yol boyunca düşünüyor; ‘Allah’ım bana bu anahtarla açacak bir ev nasip etmeyecek misin?’ diye. Allaha dua ederek dükkâna gidiyor. Tam dükkânı açacakken dükkânın kapısında biri beliriyor; diyor ki ‘Battal Ağabey açma dükkânı, sana bir ev vereceğim.’ Adam emlakçılık yapıyor. Neyse dükkânı açıyorlar, ama adam ısrar ediyor, ‘ne oturuyorsun? Ben sana ev vereceğim dedim ya’ diye. Babam da ‘Ev alacak adamın cebinde parası olur, ben de yok. Sen başka yere git’ diyor. ‘Hayır ’diyor adam; kolundan tutup bu eve 39


getiriyor. Babam beğeniyor evi. Neyse anlaşıyorlar ama doğru dürüst para yok. Üçte birini peşin verecek, gerisini senetle ödeyecek. Hemen o günlerde Bolu panayırı varmış oraya gidiyor. Arkadaşlarından peşinatı topluyor. Senet için de bankaya gidiyorlar. Banka müdürü de babamı iyi tanıyor. Senetlere kefil lazım ya, banka müdürü kendiliğinden ‘ben kefil olurum’ deyip senetleri imzalıyor. Bu evi de böylece alıyorlar. Babamın aldığı ilk ev burasıdır. Babam; ‘isteyin yeter, isteğinizi Allah dürüstseniz verir’ diye anlatırdı bu hikâyeyi.”

Evi

SİYASETE MERAK SARDIĞI YILLAR 27 Mayıs 1960 İhtilali’ni Bolu’da karşıladı Battal Türksever. Demokrat Parti’nin iktidara gelişini desteklemiş olsa da iktidarda yaptıklarından sonra bu partiye artık farklı bir gözle bakıyordu. Zaten ondan sonra siyasi görüşü Cumhuriyet Halk Partisi çizgisine sahip bir aile babası olacaktı. 1980 sonrasında Sosyal Demokrat Halkçı Partiye şiir yazacak kadar bu sevgisini ileri götürmüştü. Arkadaşı, hemşerisi Celal Kılıç ile altlı üstlü aynı evde oturan Battal Türksever, takvimler 1960’lı yılların ortalarını gösterirken berberlik mesleğine veda etmenin vaktinin geldiğini anlamıştı. Berber dükkanında sattığı çorap ve iç çamaşırlarının iyi para kazandırdığını da görmüştü. Babasının berberlikten konfeksiyonculuğa geçişini oğlu Sami Türksever şu şekilde anlatıyor:

40


“Babamı Bolu’ya çağıran Celal Ağabeyler o yıllarda Ankara’ya taşınmıştı. Celal Ağabeyin Ankara’da küçük bir dükkânı vardı. Yumak, iplik satıyordu. Celal Abi sık sık Bolu’ya babamı ziyarete geliyordu. Babamın işleri o sırada iyi durumda. Bir bakıyorlar, berber dükkânının yanındaki dükkân boş ve kiralık. ‘Gel burayı tutalım, ortak işletelim’ diyor. Dükkânı tutuyorlar. Yün, makara gibi şeyler koyuyorlar. İşler bir anda büyüyor. O sırada da yanı başında Alaaddin Eratalar, Caminin tam karşısında 3-4 katlı bir bina yapıyor; altı kocaman dükkân. O yıllarda Bolu’da böyle büyük bir dükkân yok. Bizimkiler onu, piyasa 10 lirayken 20 liraya tutuyorlar. Herkes diyor ki’ yapmayın siz bu paraları çıkaramazsınız’, ama bizimkiler dinlemiyor. Babam berber dükkânını amcamın oğluna devredip, konfeksiyonculuğa başlıyor.”

BOLU’DA HAZIR GİYİMİN BABASI Konfeksiyonculuk Battal Türksever’in hayatında refah dolu yılların zirve yaptığı bir döneme dönüştü. Takvimler 1967 yılını gösteriyordu. Can dostum dediği Celal Kılıç ile konfeksiyon işine girdiklerinde diğer tüm uğraşlarını bir kenara bıraktı Battal Türksever; şiir hariç. Görkemli bir törenle açıldı Sivaslı Kardeşler Mağazası. O yıllarda Bolu’da sadece hazır kumaş satılıyor, isteyen aldığı kumaşları terzilere diktirebiliyordu. Bolu’ya hazır giyim ilk olarak onun sayesinde gelmiş oldu. Oğlu Sami Türksever, büyük para kazanmalarını sağlayan Sivaslı Kardeşler Mağazası ile ilgili süreci şu şekilde anlatıyor:

Kendi adına açtığı ilk mağaza önünde komşularıyla 41


“Herkesin kirasını bile ödeyemezler dedikleri mağaza açıldıktan sonra Bolu’ya ilk hazır giyim ürünlerini biz getirip satmaya başladık. O günlerde Ankara, İstanbul uzak, çünkü gidiş geliş zordu, herkes alışverişini Bolu’dan yapıyor ve herkes kumaş satıyor sadece. Biz gömlek vs. konfeksiyon getirip satmaya başladık. İlkleri o mağazada başardık. İlk vadeli mal verme, ilk konfeksiyon ürünü orada satıldı. Yoksa her şey terzilerde yaptırılırdı. Bolu’da o dönemde hiçbir şey yok. Elektriği ben burada gördüm. Ben çocukken anneme diyordum ki, ‘şuraya basınca şuradan ateş fışkırıyor.’ Annem yıllarca dalga geçti benimle. Sonuçta burada çok güzel işler yapıyorlar.”

Torunu Demet ile

Sivaslı Kardeşler birlikte kazandıkça çevrelerini de hızlı genişletiyordu. İstanbul’da kurdukları bağlantılar sayesinde mağazadaki çeşitlilik artmış, Bolu’da insanlar ilk pardesülerine de Sivaslı Kardeşler sayesinde kavuşmuştu. Battal Türksever’in yardımseverliği daha ilk mağazasına kavuştuğunda kendini hemen göstermişti. Sivas’tan gelip Bolu gibi bir yerde yabancı kimliği ile ayakta durabilmenin tek yolunun gönülleri fethetmekten geçtiğini biliyordu. Kırgınların arasını yapmak, dargınları barıştırmak ve dara düşene yardıma koşmak onun hayatı boyunca vazgeçemediği en belirgin özelliğiydi. Komşularından Gülsen Durukan’ın anlattıkları onun nasıl bir gönül adamı olduğunu anlatmaya yetiyordu. “Battal ağabey ailece bizim için yeri doldurulmayacak çok saygı ve sevgi duyduğumuz büyüğümüzdü. O yıllardan hiç unutamadığım bir anı42


mız vardı kendisi ile. Eşim Erdoğan da her anlatışında mutlak gözleri dolardı. Erdoğan, Esatlar Pasajı’nda dükkanı açtığı ilk hafta gece hırsız girer, tabi ki üzüntüyü anlatmaya lüzum yok. Dükkânda ne var ne yok alıp götürdüler. Ertesi sabah bir haftadır selamlaştığı biri dükkâna gelir Erdoğan’a ne der biliyor musun? ‘Kardeşim bundan sonraki sıkıştığın her senedinde işlerin düzelene kadar kimseye gitmeden bana geliyorsun.’ Bunu söyleyen bir haftadır tanıdığı ve selamlaşmaktan başka hiçbir samimiyetinin olmadığı Battal ağabeydir. Bunun üzerine ne söylenebilir ki? Erdoğan bunu her anlattığında gözyaşları içinde kalırdı.”

Oğlu Sami ile mağazada

Battal Türksever’in yakın dostu ve şair arkadaşı Tuncay Demir de o yıllarda henüz dostluk kuramadığı ve tanışma fırsatı bulamadığı Sivaslı Kardeşler’den ilk pardesüsünü alanlardan biriydi. Öğretmen Okulu’ndan mezun olur olmaz, Sivas’ın Gemerek ilçesine tayin edilmişti. Battal Türksever ile henüz tanışmadan onun ilinde, onun ilçesinde öğretmenlik yapmak sadece bir tesadüf olamazdı herhalde. Bu tayin, kaderin bu ikiliyi bir araya getireceğinin de habercisi gibiydi. Ancak bunun için daha uzun yıllar geçmesi gerekecekti. Battal Türksever, Celal Kılıç’la birlikte İstanbul’da da özel dostluklar ve arkadaşlıklar kurmayı başardı. Eskiyurt Köyü’nün eski sakinlerinden bazıları da İstanbul’da ticaret yapıyordu o sıralar. Bunlar Ermeni tüccarlardı. yor:

Sami Türksever, rüzgârı arkalarına aldıkları yılları şu şekilde hatırlı-

43


Oğlu Sami Türksever

“Celal Ağabey ve babam sayesinde bizim de epey itibarımız oldu İstanbul’da. Babam onlara gidip diyor ki pardesü ve manto lazım; onlar da git Mithat Giyim’de var diyorlar. O da gidiyor yüklüce bir sipariş veriyor. Sandıkta gelirdi o zamanlar mallarımız. Ben de artık işe dahil oldum. Zaten o zamana kadar da çalışıyorum, ben pazarcılık yaptım, don lastiği, ip, kilitli iğne, fermuar ve çorap sattım oralarda. Sabah ezan vakti giderdim. Yer kapmak için, kolinin ipi elimi keserdi, ama malımı öğleye kadar da bitirirdim. Bolu bakirdi o zamanlar, bir şey yoktu Bolu’da. İlkleri babamlar yaptı. Örneğin vitrin ve vitrin mankenini Bolu’yu ilk biz getirdik. Kimse bilmiyor o zamanlar burada. Neyse 30-40 pardesü ve manto geldi. Babam da ilk kez orada görüyor pardesüyü. Babam daha ikinci koli açılmadan yarısını satmış oluyor. Çünkü Bolu çok soğuk. Valilik çalışanları, memurlar hepsi sipariş verip, ayırtıyor kendisine. Bu kadar güzeldi işlerimiz. İyi para kazanıyorduk. Bu güzel kazancın bir başka nedeni ise babam ile Celal Ağabeyin birbirine olan bağlılığı ve güveniydi.” Sami Türksever, o yıllardaki Bolu’ya dair de önemli ipuçları veriyor. “Büyük Cami’nin etrafı alışveriş merkezi idi o zamanlar. Pazartesi günü oralarda pazar kuruluyordu. Piyasanın aşağıya gelme sebebi bir şehrin gelişmesi, ikincisi bizim açtığımız dükkânlar sayesinde oldu. Sebebin başında, övünerek söylüyorum başta benim. Ayakkabıcı Orhan var, Zuhal Butik var, Muzaffer Işın’ın gelini vardı. Biz aşağı piyasada çok özveri ile çalıştık. Hiç doğru dürüst yer yokken, hiç kimse yokken bizim mağazalarımız vardı, eski Hürriyet Caddesi, şimdiki İzzet Baysal Caddesi’nde. Israrla mağazacılığı koruduk. Tek mağaza iş yapmaz, neden yapmaz? Bir pazar oluşması 44


gerek. Örneğin konfeksiyonda birkaç mağaza yan yana olursa, birinde bulamadığını bir diğerinden alabilirsin. Oradaki mağazaları ağır ağır çoğalttık, sabırla. Ama bir gerçek de var, şehir o tarafa kayacaktı zaten, Büyük Cami çevresi yetmiyordu.

Gelini Yasemin ile

45


Bizden sonra Yeni Karamürsel (YKM) geldi. Ardından Erdoğan’lar aşağı piyasaya gelip çok güzel işler yaptılar. Sonra irili ufaklı dükkânlar çoğaldı ve bugünkü piyasaya geldi. Bugünkü Becikoğlu AVM’nin alınmasında da benim katkılarım vardır. Alaattin Eratalar’ın tam caminin karşısındaki dükkanını aldı, babamın berber dükkânının olduğu bina ve yanını aldı. Ardından 3-4 yer alıp bugünkü alışveriş merkezinin yerini hazırladı. Bunlarda babamın da büyük payı var. Benim önümü hiç kesmedi babam. Her türlü işe kalkıştım. Hiç birinde önümü kesmedi. Bolu’nun insanı çok dürüsttür. Babam buranın insanının dürüstlüğünü iyi bilirdi. İlk taksitle satışı babamlar yaptı, sıraya giriyordu insanlar borcunu ödemek için. Kimsede alacağımız da kalmadı.” Sivaslı Kardeşler Mağazası’nda Celal Kılıç ve ağabeyi ile üçlü bir ortaklık yapan Battal Türksever, artık tek başına yeni bir mağaza açma zamanının geldiğini anlamıştı. Dargınlık, kırgınlık olmadan, helalleşerek işleri büyütmeye karar verdiler. Esatlar Pasajı’nın girişinde boş bir dükkân bulan Battal Türksever, adını kendisinin vereceği Ozan Giyim’i açmaya karar verdi. Sami Türksever, babasının tek başına açtığı Ozan Giyim Mağazası ile ilgili süreci de şu şekilde hatırlıyor: “Sivaslı Kardeşler mağazası iyi iş yapıyor. Ama babam ayrılmaya karar veriyor. Celal Ağabey ile kardeşi mevcut mağazayı alıyor. Babam yeni dükkâna geçti. İlk başta biraz sıkıntı çektik. Çünkü elde avuçta ne varsa mağazaya ve mal alımına harcandı. Ama 1-2 ay içinde çok iyi iş yapıp kendimize geldik. Yeniden birkaç yıl önceki refah seviyesine ulaşmıştık, hatta daha ileri duruma geldi. Çünkü babamın müşterileri hep oraya gelmeye başladı. Biz 23 yıl orada çalıştık.” Battal Türksever’in giyim dükkânına komşusu Terzi Mehmet Çevik, 1968 yılında tanıştığı halk ozanı için ‘Ermiş, olmuş, olgunlaşmış’ tabirini kullanıyor. Ve o yıllara ilişkin şu hatıraları anlatıyor: “… Dükkânlarımız karşılıklı olunca her gün görüşmeye başlamıştık. Gün geçtikçe daha iyi tanımaya başladım. İnsan sevgisi ile dolu, din, dil, ırk ve mezhep farkı gözetmeyen, tam cumhuriyetçi, Atatürkçü, demokrat bir kişiliğe sahip, bilge ve şair ruhlu bir insandı. Daha sonra sevgili oğlu Sami ile birlikte ortak işler yaptık. Bizi hep geriden takip eder, yanlış yaptığımız zamanlarda bile hiç sesini yükseltmeden, gayet olgun bir tavırla yol gösterir, destek olurdu. İşte Battal Ağabeyi neden ermiş, olmuş, olgunlaşmış diye tanımladığımı hem bu davranışlarından hem de zaman zaman yaptığı söyleşi ve yazdığı şiirlerden anlamak ve görmek mümkündür.” Battal Türksever, okumanın önemini fazlasıyla bilen biriydi. Tüm çocuklarını kız erkek ayrımı olmaksızın okumaları için teşvik edip durdu. 46


Özellikle evin kendisinden sonraki tek erkeği olan oğlu Sami’nin okumasını çok arzu ediyordu. Sami Türksever, babasının kendilerini okutmak için verdiği mücadeleyi ise şu şekilde anlatıyor:

Oğlunun nikahından

“Merkez İnkılap Okulu’nda okuyorum. Babamın çıraklığını yaptım berberde iken. Hatta orada güzel bir anım da var. Aldığımız bahşişlerden eve ekmek götürüyorum. Annem de ‘oğlum evin ekmeği senden geliyor’ dedikçe, ben sanki evin tüm geçimini sağlıyormuşum gibi öyle hoşuma gider ve öyle gururlanırdım ki.” Oğlu Sami’yi girdiği her işte sonuna kadar destekleyen, verdiği her kararda arkasında duran Battal Türksever, sadece bir kere oğlunun Almanya’ya gitmeye karar verdiği gün tereddütle karşıladı. Tek erkek evladının gözünün önünden kaybolmasına belli ki yüreği razı gelmiyordu.Üstelik Bolu’daki işleri hayli iyiydi. Almanya’ya çalışmak için gidenler genelde işsiz insanlardı. Oysa Türksever ailesinin hiçbir geçim derdi yoktu. Sami Türksever, o yıllarda ailenin içinde bulunduğu durumu şu şekilde anlatıyor: “1969-70 yılında Eğitim Enstitüsü elektrik bölümünün ilk mezunuydum. Biz hiç yokluk görmedik çocukluğumuzda. O zamanlar okula giderken Bolulu bir milletvekili veya senatördü tam hatırlamıyorum onun kızı vardı, ilkokula birlikte giderdik. Hayat Pastanesi vardı, Belediye’nin orada. Çok güzel acıbadem yaparlardı. Okula giderken, milletvekilinin kızına bile acı bademleri ben alırdım; babamın verdiği harçlıklarla. Babam bana hiç 47


yokluk yaşatmadı. Bizim paradan geçimden yana hiç sıkıntımız olmadı. Üniversite okumak ve lisan öğrenmek üzere Almanya’ya gittim. Bir yandan da çalışıyoruz. 2,5 yıl Almanya’da kaldım. Biraz günlü razı değildi, ama yine da aldığım karara karşı çıkmadı. Dönünce işin içine ben de temelli girmiş oldum. Ama okuyamadık ve geri döndük. Çünkü tek erkek evladım ve buradaki durumumuz fena değil.”

Oğlu ve torunları

Oğlunun Almanya tecrübesinden sonra işleri tek başına idare edeceğine karar vermişti Battal Türksever. Oğlu askerliğini yapıp Bolu’ya dönünce, onu da 1978 yılında evlendirdi. Artık işleri tamamen oğluna devretmenin zamanı gelmişti. Böylece kendine ve eş dosta daha fazla zaman ayırıyordu. Dost sohbetlerine katılıyor, sosyal faaliyetlerin içine giriyordu. Sami Türksever, çalışma hayatına ilişkin şunları anlatıyor: “Babamdan sonra ben devraldım işi, sadece konfeksiyonda kalsaydım ne olurdu bilmiyorum. Ama yerimde durmadım. Bir ara 3-4 mağazam oldu, ama hepsi hormonlu bir büyümeydi. Sağlıklı bir finansal yapımız yoktu. Bir ara 27 çalışanım vardı. Gelir giderdi şirketimize, yazıhanede oturur, kahvesini içer giderdi. Bir ara Kuzören’de büyükbaş hayvancılık işine girdim. Gazete dağıtım işine girdik, GAMEDA bayiliği bizdeydi. Ardından kerestecilik de yapmaya karar verdim. Müteahhitlik yaparak büyük binalar diktim. Sonra ilaç sektörüne adım attım. Boluspor’da mali asbaşkanlık yaptım. Bu büyüme ve bilmediğim sektörlerle yaptığım yatırımlar sebebiyle yanlışlar da yaptım. Güzel yerlerimiz vardı. Bir kaçını yanlış kararlarımdan dolayı kaybettik.” 48


YATAK ARASI ŞEREF VE ONUR Babasının maddi birikimlerini farklı sektörlerdeki yatırımları sebebiyle bir oranda kaybeden Sami Türksever, onun ve kendisinin kredibilitesine zarar vermemişti. Ticaret hayatına ilişkin son bir ders daha aldı babasından o günlerde.

Oğlu Sami Türksever’in nişan töreninden

“Babam çok inanılır ve güvenilir bir adamdı. Ben de şimdiye kadar bir çekimi senedimi ödememezlik etmedim. Verdiğim sözü her zaman tuttum. İş hayatımız hep böyleydi. Babamın bana vasiyeti böyledir. Ben bir şirket kurdum, bankadan büyük miktarda kredi aldım, ancak ortağım tarafından büyük bir tuzağa düşürüldüm. Adam bizi dolandırdı. 151 bin marklık akretitifi onun şirketi üzerinden açmıştım. Parayı kendine kullanınca ortada kaldım. Neyse birkaç mülkümüz vardı. Saman alevi gibi hepsini sattım. Bir kavaklığımız vardı çok daire veriyorlardı. Orayı bile sattım. Ben müteahhitlik yaparken 24 daireli bir apartman yaptım ve dükkânların üzerindeki daireyi özel döşeyerek babama verdim. Onlar annemle yaşamını sürdürsünler diye. Kalan daireleri satışa çıkardım borçları ödeyebilmek için. Ama diğer mülklere alıcı yok, gelen müşteri babama verdiğim eve talip oluyor. Bu durum benim çok gücüme gidiyor tabi. Borcun vakti yaklaştıkça beni afakanlar basıyor. Babama dedim ki ‘ben çok sıkıştım.’ O da ‘istediğini sat, borcunu öde’ dedi, ama gelen müşterilerin onun dairesine göz koyduklarını söyleyemedim. Sadece, ‘Gelen müşteriler benim dairelerime gelmiyor’ diyebildim. Durdu düşündü dedi ki, ‘Oğlum ben buraya gelirken bir kat yatakla geldim. O gün bu gündür biz çalışıyoruz, iyi, kötü, aldık, verdik. Güzel 49


yerlere geldik. Ancak şimdi ters bir rüzgâr esiyor. Hiç önemli değil. Bunları biz kazandık, kaybedebiliriz de. Ancak kaybetmeni istemediğim bir şey var. O köyden çıkarken o kat yatağın içinde onurumuz, şerefimiz haysiyetimiz vardı. Ben ona halel gelmesine karşıyım, onun dışında benim ev satılmış, satılmamış hiç önemi yok. Gider başka yere otururum ne olacakki?’ dedi. Bu babamın hayatı boyunca bana verdiği en büyük dersti. İçimde hala büyük bir derttir. Sonuçta ben o evi satmak zorunda kaldım. Sonra çok iyi bir yerde ev alıp onları oraya oturttum,ama boğazımda hep bir düğüm olarak kaldı.”

YEDİEMİN BİR ŞAİR Battal Türksever, ticaretle uğraştığı dönemde dürüstlüğü ile bir efsaneye dönüştü. İlkeleri ve kuralları herşeyden önce geliyordu. Tatlı dilinin yanı sıra verdiği hiçbir sözü de yerde bırakmayan bir özelliği vardı. Bolu’da kim birbiriyle kavga ederse o barıştırırdı. Yurtdışına veya şehir dışına göreve gidecek olanlar mallarını ona emanet ederdi. Ticaret hayatında ise müşterisini ‘veli nimet’ olarak görüyordu. Oğlu Sami Türksever, babasından bu dönemde öğrendiklerini hayatı boyunca aklından çıkaramıyordu: “Biz Refah Sokak’ta otururduk. Hemen üzerinde Bekir amca diye biri vardı. O zamanlar kanalın bütün altı onundu. O yıllarda babamlar arsa işi de yapıyorlar. O zamanlar koca bir tarlayı alıp özel parselasyon yapıp satabiliyorsun. Bir Çorumlu’ya sat, 4 tane daha geliyordu. Öyle güzel işler yaptı ki o zamanlar. Bekir Amca babama öylesine güvenirdi ki, tüm arazisini onun emrine vermişti, ‘al, sat, paramı bana getir’ derdi. Ama babam almadı, ‘hayır’ dedi. ‘10’a satılır, 20’ye sattı’ derler diye. İnsanlarda güven vardı o zamanlar. Babam birinden para istedimi; örneğin ‘10 gün sonra vereceğiz’ dedik mi, 10 gün sonra o parayı mutlaka ödemek zorundaydık. 10 gün sonra o parayı ödeyemezsek züldü, ölümdü bizim için. Ortada çek senet yok, ama söz var. İnsanlar mükemmel birbirine bağlıydı. Yıllar sonra ben de ticaret yaptım, koca koca senetler, çekler aldım, verdim, ancak alamadığım bir sürü çek, senet oldu.’’ Battal Türksever’in en büyük özelliklerinden biri de dargın insanları barıştırmaktı. Şair dostu Tuncay Demir’in eşi ile arası bozulduğunda yine o devreye girdi. Alacak verecek mevzularında aralarında dargınlık çıkan esnafı da yine o barıştırıyordu. Hele hele eşler arasında küslüğe ve dargınlığa tahammülü yoktu. Pek çok komşusunun bu durumda yardımına koştu. Sami Türksever, Almanya’ya giden pek çok insanın yediemin olarak paralarını babasına emanet ettiğini şu şekilde anlatıyor:

50


“Çok insanlar evlendirdi, çok insanlar barıştırdı. Çok güvenilirdi. 1980’li yıllarda köyden Almanya’ya gidenler para yapmaya başlayınca, izine gelince paralarını babama bırakırdı. O yıllarda ufak tefek arsa işi yapıyordu. Onlar paralarını bırakır, ‘uygun bir şey çıktığında al’ derlerdi, o da zamanı gelince alırdı. Bazen de yokluk günlerimize denk gelen para gelişleri olurdu. ‘Hızır gönderdi’ derdi onlara. Ne aldığı verdiği bile yazılmazdı, çok insanı ev sahibi yaptı böylelikle. Hasan Bektaş diye bir müşteri ve dostumuz vardı. Bir mağaza açacaktı, o günün parasıyla adam istemeden babam ona para verdi. Adam ısrarla ‘Battal Amca ben ödeyemem, dedikçe ‘ödersin ödersin’ diyerek zorla verdi. Ve adam da gerçekten eli para tutar tutmaz ilk olarak babamın parasını ödedi. Babamın temelinde yatan şey sevgiydi. Babam birlik ve beraberliği çok severdi, tek derdi buydu. Mesela kamyonla Abant’a giderdik o zamanlar, herkesi toplardı babam, ne bulursak birlikte paylaşır, eğlenirdik. Bu arada o dönemde ticarette büyük güven vardı. Ben yıllarca kurşun kalemle vadeli ticaret yaptım, bir kez bile itiraz olmadı. Kimse ‘neden tükenmezle yazmıyorsun?’ demezdi. İstanbul’da ‘ben Bolu esnafıyım’ dediğimde sormadan mal verirlerdi bize. Bolu insanı borç alacak ilişkisinde iyidir. Babama olan güvenin de bunda etkisi vardı elbette. Bir gün Ozan Giyim’de oturuyoruz; akşam oldu, parayı sayıyor babam. Kasayı kapatmak üzereyiz. Biri geldi, adam alışveriş yaptı, neyse ben hesabı yaptım, indirim de yapmadım; adam da sormadı zaten, ödedi mağazadan çıkıp gitti. O yıllarda 10 lira olanın hakkı 12 lira mı; biz 13 koyuyoruz indirim yapıp 12 liraya veriyoruz yine. Çünkü müşteriler pazarlığı seviyordu. Babama parayı verdim. Sevindi. ‘Neler sattın’ diye sordu. Adama sattıklarımı söyledim. ‘Hiç iskonto yapmadın mı? diye sordu. ‘Adam istemedi ki, ne fiyat verdiysem ödedi gitti’ dedim. ‘Nasıl olur oğlum, yazık günah değil mi?’ diyerek paranın bir bölümünü bana verdi. ‘Koş adamı yakala ve bu parayı geri ver’ dedi. Yeni sinemanın önünde yakaladım adamı, parasını verdim. Adam da şaşırdı. Ama ondan sonra bizi hiç bırakmadı. Adamın adı ‘Hızır’ oldu bizim aramızda. Ne zaman elimiz paraya sıkışsa adam gelir, bir sürü alışveriş yapardı bizden. Güzel bir samimiyet doğdu aramızda, hala adını bile bilmeyiz.” Emekli öğretmen Hüseyin Keskin de Battal Türksever’in Sivaslı hemşerilerinden biri. O’nu ta Sivas Gemerek’teki yıllarından beri tanıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda yıllarca edebiyat öğretmenliği yaptığı için, Battal Türksever’in şiirlerini sıklıkla okuyup, görüşlerini sorduğu bir isimdi. Türksever’in hem şair, hem de yediemin olarak görev yaptığı yıllara ilişkin hatıralarını şu şekilde anlatıyor: “Kirvemdi Battal Amca. O muhtarlık yaptığında çok küçüktüm ben. Bize bir icra gelmiş; babam borçlarını ödeyemediği için. Yatakları götür51


müşler. Yedi emin olarak da muhtar olan Battal Amcaya teslim etmişler. Evde yatacak hiçbir şey yoktu. Babam ‘oğlum kirven seni kırmaz, yatağı iste ondan’ dedi. Çok kalabalık da bir aileyiz. Battal amcaya gittim, ağladım hatta, duygulandı tabi beni kucağına aldı, sevdi, ‘Tamam oğlum, gelsin alsınlar’ dedi. Öylece yatabildik. Yıllar sonra Bolu’ya geldiler, ben de 1962 gibi okulu bitirince geldim buraya. Eniştem de Bolu’daydı. Bir sanat sahibi olayım diye beni gönderdiler buraya, beni bir terzinin yanına çırak verdiler. Her gelip gittiğimde ‘aman oğlum çalışın, kimseye muhtaç olmayın, kimseye kötülük yapmayın, saygınlığınıza dikkat edin’ diye nasihat verirdi bize. Biz de büyüğümüz olduğu için sayardık onu.

Arkadaşı Hüseyin Keskin

Hoşsohbetti, mükemmel ikna yeteneği olan bir insandı, eğitimli olmamasına rağmen geniş felsefeye sahip, felsefe üretebilen bir insandı. Battal Amcanın insanlara müthiş güveni vardı. Bir gün onun dükkânında oturuyoruz biri geldi, ‘ben filanca köydenim, bir şeyler alacağım, haftaya gelirsem pazara öderim’ dedi. Adama istediğini verdi gönderdi Battal Amca. Ben dedim ki nesine güvenip veriyorsun? Bana döndü, dedi ki; ‘’Bolu’nun yerlisinde bizim alacağımız kalmaz.’ Hakikaten de kalmazdı, getirirlerdi mutlaka.” Battal Türksever’in şiirlerini okutup görüşlerini aldığı bir başka edebiyat öğretmeni ise Şeref Sunar idi. Daha ilk şiir kitabı ile Battal Türksever’in tanıma onurunu yaşayan Şeref Sunar, şunları söylüyor: “Battal Bey’in şiirlerini eleştirmek zordu. Anadolu toprağına kök salmış kültürü, tasavvufu, doğa ve insan sevgisini değerlendiremezdim. Şiirlerini okuyunca İç Anadolu’nun havasını, kültürünü dize dize, ince ince bir halk 52


ozanı olarak dile getirdiğini gördüm. Saygı duydum. Halk ve tasavvuf şiirinin geleneğini 21. Yüzyılda şiirlerine yerleştirmiştir. Bizimle konuşurken kimi dizeler ağzından öylesine rahat çıkıyordu. Ben yalnız dilbilgisi açısından kimi şiirlerini düzeltmeye çalıştım. Battal Bey’in duygularına, düşüncelerine dokunmadım. Ben kendimi yetkin bulmadım. Zaman akıp gidiyor. Edebiyat tarihi içinde Battal Türksever’in şiirlerinin de yer alacağına inanıyorum. Türk kültürünün meşalesi onun eserlerinde tarihimize ışık tutacaktır.”

Ağabeyi ve arkadaşıyla

BELEDİYE ENCÜMENLİĞİ DÖNEMİ 27 Mayıs 1960 İhtilalinden sonra siyasi görüşleri iyice netleşmişti Battal Türksever’in. Kendisini ve ailesini CHP ile özdeşleştirmişti. Bolu’daki CHP’li yöneticiler Battal Türksever gibi birini partiye kazandırmanın ne anlamı geldiğini çok iyi biliyorlardı. Zaten o da işleri oğlu Sami’ye büyük oranda devrettiğinden beri siyasetle daha fazla haşır neşir olmuştu. Ardından 1973-1977 yılları arasında Bolu Belediye Başkanlığı yapan Muzaffer Işın döneminde, CHP’den Belediye Meclis üyesi oldu Battal Türksever. Oğlu Sami o günleri şöyle anlatıyor: ‘’Burada Sivaslılar olarak büyük bir grubuz. Grupların da başları var. ‘Bizden kimi alıyorsun?’ dendiğinde 1-2 kişi alırlardı. Babam da 1 dönem yaptı, sonra diğerleri girdi.’’ 53


İNÖNÜ’YÜ BOLU’DA KARŞILAMA 1966-67 yılında İsmet İnönü, Gölcük’e giderken Bolulular kendisine yolda bir karşılama hazırlamıştı. Battal Türksever de oğlu Sami’yi yanına alarak İnönü’yü karşılamaya gitti. Sami Türksever o günü bir türlü unutmuyordu: “Babam sıkı bir CHP’liydi. Otobanın istimlak döneminde Karayol­ ları’nda emlak konularında bilirkişilik yaptı. İLESAM üyesiydi. Oturup kalktığı insanlar hep Bolu’nun elit insanlarıydı, çok güzel geri dönüşleri oldu her birinin. İsmet İnönü geldiğinde ben de elini öpmüştüm onun. Babam,‘ oğlum’ diye takdim etmişti. Kızkardeşlerim evlenip evlerini kurdu, ben dâhil evde kimse kalmadı tabi sonuçta. Ama ablamlar ve kardeşimle yanyana oturduk o dönemler. Ama babam şemsiyeydi, hep birlik ve beraberlikten yanaydı babam. Onun dediği olurdu hep. Ama hiç yokluk çekmedik, sıradan bir yaşamdı, ama iyiydik. Örneğin 1974-1975’li yıllarda ilk arabamı aldım. Dönemin en ileri gelenleriyle beraber oldum babam sayesinde. İyi yerlerde oldum hep onun sayesinde.”

ÂŞIK VEYSEL’İN BOLU’DAKİ DOSTUYDU Battal Türksever, köklerinden ve kültürel mirasından hiçbir zaman kopmayı aklının ucundan bile geçirmedi. Sivaslı Büyük Halk Ozanı Aşık Veysel de onun en büyük dostuydu. Yrd. Doç. Dr. Zeki Gürel yaptığı araştırmada Âşık Veysel’in ilki 1965 yılında olmak üzere iki kez Bolu’ya geldiğini ve her iki gelişinde de hemşerisi Battal Türksever’in evinde kaldığını ortaya koydu.

Aşık Veysel 54


Âşık Veysel, Bolu’ya ilk gelişinde Bayrak Şairi olarak bilinen Arif Nihat Asya ile birlikte Öğretmen Okulu’nda Bolu halkı ve öğrencilerin karşısına çıktı. 1968 yılındaki İkinci gelişinde de Halk Kütüphanesi’nde tek başına konser verdi. Sazıyla sözüyle gönüllere seslenen Âşık Veysel, geceyi de Battal Türksever’in evinde geçirdi. Sami Türksever, Âşık Veysel’i evlerinde ağırladıkları günü şu şekilde anımsıyor: “Âşık Veysel Bolu’ya geldiğinde 3 gün kaldı bizim evimizde. Babamın iyi dostuydu. Babam büyük hürmet ederdi kendisine. Otelde konaklamasına müsaade etmedi. Zaten o da ‘Battal’a misafir olacağım’ dedi, kendisini davet edenlere. Vali ve Yurdaer ısrarla davet etti onu, ama bizim evimizi tercih etti. Halk Kütüphanesi’nde konser verdi. Vefatından 5 yıl kadar önceydi. Gözleri görmüyordu, ama çok müthiş bir yetenek geliştirmişti. Oğlu da yanındaydı. Evde sofra kuruldu, oğlu yemeklerin nerede olduğunu bir kere kendisine gösterdi. Ondan sonra hep kendisi alıyordu, tıpkı görüyormuşçasına. Kadınlar yerde, erkekler masada oturuyor, çalıp söylenirken kadınlar sessiz bir şekilde ağlıyordu. Ama onların ağladığını nasılsa hissetmişti. ‘Ağlamayın’ dedi birkaç kere. Ertesi gün mağazada babamla birlikte oturuyordu. Celal Ağabey içeri girdi. Çok nüktedan biriydi Celal Ağabey. ‘Merhaba Aşık’ dedi, kim olduğunu hiç belli etmeden. ‘O Celal sen mi geldin, hoş geldin’ dedi. Güya Celal Ağabey hafif sesini değiştirerek konuşmuştu. Hiç tereddüt etmeden onu sesinden tanıdı. Epey gülmüştük.” Battal Türksever’in evi ozanlarının durağıydı her zaman. Sonraki yıllarda evinin konukları arasında Musa Eroğlu da olacaktı. Battal Türksever, 1973 yılında Aşık Veysel öldüğünde ardından onun için şu şiiri yazdı:

BABA VEYSEL Bütün hayallerin hakikat oldu Ömrünün hesabını ver Baba Veysel Sadık yarin seni koynuna aldı Haydi doya doya sar Baba Veysel Dost dost dedin düştün dostun düşüne Dost atın nalladı düştü peşine Ne ah vaha baktı ne gözyaşına Sanki koca dünya dar Baba Veysel Bindin aşk atına hayli yarıştın Vara vara sadık yâre ulaştın Saz ile söz ile derdini açtın Arada kalmadı sır Baba Veysel … 55


Aynı derdin ağrıları var bende Yarısı kalbimde yarısı dilde Türksever gideriz hep aynı yolda Sana rahmet diler dil Baba Veysel

‘TÜRK MÜ ARIYORSUN, BİZDEN SAFI YOK’ Battal Türksever, Türklüğü ve inancı ile gurur duyan biriydi. Halk edebiyatının sözlü aktarım geleneğinin yanı sıra, araştırmalara da büyük önem veriyordu. Soyadına düşkünlüğü hemen her şiirine yansıyordu. Soyadını şiirlerinde büyük yazmaya özen gösteriyordu. Bir gün oğlu Sami’ye ‘Oğlum Türk mü arıyorsun; en safı biziz’ dedi. Sami Türksever babasının inanç dünyası ile ilgili şu tespiti yapıyordu: “Alakilise köyümüz eski adı. ‘Oğlum ben izah edemem, ama gerçek Türk arıyorsan, gerçek Müslüman arıyorsan biziz’ derdi.’ Dogmatik, dayatmacı düşünceye inanmayan, aklı kullanan, Allaha, peygambere inanan insanlarız’ derdi. ‘İbadette sayı yoktur’ derdi, ‘şekil, yön yoktur’ derdi. ‘İbadet insanın aklı ile kalbi arasındadır. Tanrıyı kalbinde hissedeceksin’ derdi. ‘Allah sana akıl vermiş, kullan diye vermiş. Yolda geçerken sağına soluna bakmadın, araba çarptı, senin hatan bu. Kullan diye vermiş aklı.’ Gül Satar şiirini çok severdim. O şiir onun yaşam felsefesi aslında.”

GÜL SATAR Yine bir baharın kokusu geldi Ulu toprak çiçek alır gül satar Çiğnedim üstünü yüzüme güldü Gördüm ki orada çok gerçek yatar Pazarlık olmuyor ulu katında Fiyatlar sorulmaz aslı zatında Kusur görülmez imalatında Ustayı kalfayı elinde tutar Yel su ateş toprak bile çalışır Ay yıldız güneşten yardım ulaşır Yıldızlar pervane olmuş dolaşır Hem can alır hem cansıza can katar Dağ taş dere tepe hikmet doludur Yok olan şey varın bir devamıdır Gelip gidenlerin tek yoludur Ocak burada duman burada tüter 56


Türksever’in bu sesini duysunlar Duysunlarda uyuyanlar aysınlar İstiyenler düşünsünler görsünler Hiç yenilmez her oyunda üter …

DELİ PERVANE İLE TANIŞMA 1991 yılından itibaren tanıdığı Battal Türksever’le herkese nasip olmayacak bir dostluk geliştiren şair arkadaşı Tuncay Demir; Battal Türksever’in tabiri ile ‘Deli Pervane’ydi. Onun yaşam felsefesini Demir şu şekilde anlatıyor: “Onun tüm davranışları, eline, beline, diline sahip ol felsefesinde gizliydi. Bana Bolu’da ya da tanıdığın adamlardan en dürüst 3 kişiyi sayın derseniz, ilk üçtedir Battal Amca. Bektaşi geleneğinde, ‘ölmeden önce ölmek’ diye bir deyim var. Bu ölmeden önce kendi yaptıklarını hesap edip, muhasebeni yapıp, eğer haksızsan hakkını yediğin kişiden gidip canlıyken özür dileyip, helallik almaktır. Bunu yapmayan kişiye cem törenlerinde ruhani lider sorar, herkese bu durumu sorar. Diyelim Battal amca bir kurban adamış. ‘Ey erenler Battal’ın kurbanı yenir mi?’ der. Diyelim ki, o yıl size bir haksızlığı dokunmuş. Çıkar dersiniz ki ‘Hayır onun kurbanı yenmez. Çünkü benim falan yerde tarlamı geçti. Falan yerde hayvanlarıma zarar verdi. Eğer bu suçlar sabitse helalleşme olur. Ama helalleşilemeyecek bir suç işlenmişse, suçu ağırsa, toplum içinden aforoz edilir. Buna ‘küskün kılma’ denir. Battal Amcanın yetiştiği kültür bu kültürdür. Battal amcanın inanç ve davranış motiflerini şekillendiren kültür buydu. İnsanların canını, parasını, namusunu emanet ettiği bir insandı. Benim gözümde ideal bir insandı.”

Arkadaşı Tuncay Demir ile mağazada 57


Tuncay Demir, Battal Türksever’in pek çok filozofun yıllar süren eğitim süreci sonunda ulaştığı gerçeğe, aklını ve kalbinin sesini dinleyerek ulaştığını oldukça ilginç bir örnekle anlatıyor: “Bir gün Abdülaziz Kenteri’nin bir şiiri üzerine İtfaiye Engelsiz Çay Bahçesi’nde oturuyorduk. Battal Amcayı da ben aldım götürdüm oraya Yanında da bir misafiri var. Tanıştırmadı bana. Zaten benim de pek umurumda olmaz böyle durumlar. Battal Amca dedim, ‘Bir tartışma var İslam dünyasında. Kaza ile kader arasındaki fark ile ilgili. Sence kaza ile kader arasındaki fark nedir?’ diye sordum. ‘Oğlum, tepeden inme gelirse kaderindir, kendi yaptığın kazadır’ dedi bana. Bu kadar basit. Filozofların yıllarca üzerinde kafa yorduğu konuyu tek cümlede özetledi. Yoksa iş cebriyeye giriyor; o durum içinden çıkılacak bir durum değil.” Tuncay Demir, Battal Türksever’in yaşarken kıymetinin bilinmediğini ifade ederken Bolu Belediyesi’nin ‘’Bolu’da İz Bırakanlar’ serisine dahil etmesinin çok anlamlı olduğunu da sözlerine ekliyor ve şairler hakkında şunları söylüyor: “Cenab-ı Hak Şuara Suresi’nde şairlerin bir kısmını şeytanın köpekleri olarak adlandırırken, bir kısmını da Resulullah hırkası ile ödüllendirmiştir. Şairler, sanatın gayrimeşru çocuklarıdır. Ölmeden kıymeti bilinmez. Dirisine kıymet verilmediği halde ne yazık ki ölüsüne kıymet biçilemiyor. Örneğin şair Nefi. 4. Murat onun önce şiir yazmasını yasaklamıştır. Ardından da Sarayburnu’ndan denize attırarak öldürtmüştür. Toplumun ve insanlığın şaire yüklediği bir görev var. Eski Azerbaycan Kültür Bakanı Bahtiyar Vahapzade değerli bir edipti. Müthiş şiirleri vardı. Türkiye’de pek çok şair bunu bilmiyor. Şairlerin en büyük eserleri şiirlerdir. Ben tüm şair arkadaşlarıma Vahapzade’nin şiirlerini mutlaka okumalarını tavsiye ettim. Çünkü Türk edebiyatı maalesef şişirilmiş şairler mezarlığıdır.”

ÜÇTEPE ŞİİR TOPLULUĞU 1991 yılında aralarında Tuncay Demir, Hamdi Birgören, Alaattin Ceren’in bulunduğu Bolulu edebiyatçılar yeni bir dernek kurmaya karar vermişlerdi. İstanbul’un Yeditepesi ile özdeşleşen edebiyat topluluklarına benzer Bolu’da da yeni bir şiir topluluğu kurmayı planlıyorlardı. Ne tesadüf ki Bolu’da da Hastanetepe, Karga Tepe ve Fırkatepe adıyla üç tepe vardı. Şiir topluğu için bir de buluşma mekânı ararken Türk Ocağı Dergisi’nin yayın organı olarak Üçtepe adıyla bir dergi çıkarıldığını fark ettiler. Derginin mekânını şiir topluluğu için kullanmaya karar verdiler. Bolu’daki tüm şairlerin toplantılara davet edilmesine sıra geldiğinde Şair Tuncay Demir, Bolu’da Battal Türksever adıyla, efsane bir halk ozanı olduğunu öğrendi. Böylesi birine sıradan bir davetiye gönderil58


mesi şık olmazdı. Onu kendi lisanıyla toplantılara davet etmeye karar verdiler. Tuncay Demir, Battal Türksever’e gönderdiği DAVET adını verdiği şiirle şu şekilde seslendi O’na:

DAVET Evvela selamımızı alsın, Çıkıp gelsin Battal Baba, Bizi de canlardan bilsin, Çıkıp gelsin Battal Baba. Komasın bizleri nöker, Şairler hasretin çeker, İşi çok değilse eğer, Çıkıp gelsin Battal Baba. Gelsin de yükünü açsın, Gönüllere nurlar saçsın, Buyursun çayımızı içsin, Çıkıp gelsin Battal Baba. Merhamet etsin şaşkına, Gelsin yarenler neşkine, Mürteza Ali aşkına, Çıkıp gelsin Battal Baba. Battal Baba benzer güle, Pervane’yi dinle hele, Bakıtmasın bizi yola, Çıkıp gelsin Battal Baba. Şair Tuncay Demir, şiirle davet ettiği günü bütün çıplaklığı ile şu şekilde anlatıyor: “Bolu’da şiirle uğraşan kim varsa, arıyoruz, soruyoruz insanlara. Dediler ki ‘Battal Türksever’ var. Bizim âşıklık ve şairlik geleneğinde şair şairi sözle veya nesirle davet etmez. Şairin şaire lafı şiirle olur. Toplandık, Battal Amcaya Alaattin Ceren diye bizim derslerimize devam eden bir delikanlıyı bir şiirle gönderdik ki, o gün Battal Amca gelemedi. Ve biz toplantıyı bitirdikten sonra gittim, kendim tanıştım. Kimdir, nasıl böyle efsane birini ben tanımıyorum diye hayıflana hayıflana gittim. Bizim dostluğumuz orada başladı. Cumartesileri 2-5 arasında bizim toplantılarımız geleneksel hale gelmişti. İkinci hafta geldi Battal Amca,sessiz kaldı, dinledi. Baktı ki hepsi iyiden, doğrudan, güzelden yana, sanat ve edebiyatın dışında başka işle 59


uğraşmayan insanlar, o şekilde dostluğa başladık. Daha sonra ailece tanıştık değişik vesilelerle. O dönemde Battal amca sordu, soruşturdu, gördü, dinledi, o konuştu ben dinledim, ben hep dinledim. Hatta o dönemlerde alkolü bırakmıştı Battal Amca. Bolu Dağı’nda Karanlıkdere Mevkisi’nde ‘Battal’ın Cenneti’ adını verdiğimiz bir yer var, bir tepe. Oraya giderdik, Battal Amca sırf beni hoşnut etmek için rakıyı kavunu alıp sofra hazırlardı. Kendi içmediği halde mükellef sofra kuruyordu bana. Orada saatler boyu sanattan edebiyattan konuşurduk.”

Tuncay Demir

Üçtepe Şiir Topluluğu’nun ömrü uzun olmadı. Kısa bir süre sonra Türkocağı topluluğu ile görüş ayrılıkları baş gösterince, Tuncay Demir ve arkadaşları, derneğin binasını boşaltarak kendilerine yeni bir yer aramaya koyuldu. Bir ay sonra ’Biz Edebiyat Topluluğu’nu kurdular. Topluluğun adını Tuncay Demir, kendisine ilettiğinde Battal Türksever’in yanıtı hayli ilginçti: “Bizse adı, bensiz olmaz. O zaman ben de varım.’’ Çünkü o hayatı boyunca ben olmaktan çok biz olmayı tercih etmiş biriydi.

“BEN ANAMIN KARNINDA ŞAİRDİM” Battal Türksever, sağlığında Bolu’daki bazı yerel gazete ve televizyonların yanı sıra edebiyat ve sanat dergilerinin de sıkça mülakatlar yaptığı bir isimdi. Bolu Üçtepe Gazetesi’ne verdiği röportaj en kapsamlılarından biriydi. … 60


ÜÇTEPE: Sayın Türksever, bize şiirle tanışmanızı ve etkilendiğiniz sairleri anlatır mısınız? Şiirle tanışmam benim göstereceğim nedenlerle izah edilemez. Küçük yaşta başladım. Öyle şartlarda şiir yazmaya çalışıyordum ki, gün oluyordu kağıt kalem bulamayıp kömürle elime şiir yazıyordum. Şiir beni son derece etkiliyordu. Okurken, yazarken, dinlerken son derece etkileniyordum. Ben şiiri, beni yaratan tarafından bana verilmiş en kutsal, en büyük nimet olarak görüyorum. Bir saniyelik vaktim dahi olsa onu şiir okumak ve yazmakla geçiriyorum. Yöremizde güçlü ozanlar, âşıklar yetişmiştir. Bunlardan etkilenmemek mümkün değildir. Bunlar edebiyatımızda yerini almış insanlardır. Bunlar deyişleri halen çalınıp söylenen şairlerdir. Beni etkileyenlerin başında Âşık Veysel’i sayacağım, ama o herkesi etkilemiştir. Diğerlerini şöyle sıralayabilirim: Pir Sultan, Yüzbaşıoğlu Âşık Mehmet, Âşık Veli, Âşık Kemteri, Âşık Hüseyin ve Âşık Sadık. Bunlardan şekil bilgisi, bazı teknik konuları öğrendim. Bağlama ile makam tutturur, sonra da buna uygun olarak içindeki duygular anlatılır. Bizim yörede uygulanan düzen budur. ÜÇTEPE: Âşıklar arasında rüya ve bade durumu vardır. Siz buna inanıyor musunuz? Böyle bir durum sizde de var mı? Evet inanıyorum. Bu durumu açıklatmasaydınız çok iyi olurdu. Bu olayı hem duydum, hem gördüm, hem de yaşadım. Askerliğim esnasında oldu bu olay. Lütfen bana öbür tarafını açıklatmayın. ÜÇTEPE: Bildiğimiz kadarıyla siz sevgi çalıp, sevgi söyleyen, sevgi dolu bir şairsiniz. Sizdeki bu sevgiyi tanımlar mısınız? Sevginin kaynağı önce kendini bilmek, kendini tanımak, kendini sevmek, daha sonra da sana benzeyenleri sevmek, kısaca söylemek gerekirse Yaratılanı sevmektir. Bu ancak beni Yaratan için olur. Sevginin kaynağı Yaratıcı’dır. Yunus Emre de böyle düşünmüş, hayatı incelenirse Tapduk Emre Sultan’dan ders almış, Hünkar Hacı Bektaş Dergahında iyice işlenmiş, sevmiş, sevilmiştir. ÜÇTEPE: Sevginin bugünkü durumu nedir? Sizce toplum bu duygudan uzaklaşıyor mu yoksa yakınlaşıyor mu? Bence insanlar her olaya sevgi ile bakmalı. Sevgi gözlüğünü takıp gerek insanın, gerekse hayvanların iyi yönlerini görmeli, onları sevmelidir. Tüm yaratılanı, Yaratan için sevmeli. Birbiriyle olan ilişkilerinde sevgiyi ön planda tutmalı, yaptıkları işleri severek yapmalı, kısaca sevmeli, sevilmelidir. Toplumun buna ihtiyacı vardır. Kul kendini tanıdıysa, her şeyin güzel yanını görür, onu sever, kainattaki herşeyi sevgiyle bütünleştirir. Sevmekle kendi vücudu da sevgiyle dolar. Cihanda kim neye muvaffak olmuşsa o işi 61


severek yaptığı için olmuştur. Sevgiyle yapılan işler uzun vadeli olmuştur, diğerleri ise zorlama vb ile yapılan işler saman alevi gibi kısa sürmüştür. Sevgi çiçekler kusar, o çiçekler gönüllerde boy atar, başka gönüllere akar ve gün gelir bütün kainatı kaplar. ÜÇTEPE: Şiirde ve şiirle ulaşmak istediğiniz yer nedir? Bence şiir ucu sonu olmayan bir ummandır. Bu ummanda ben gücüm ölçüsünde nereye varabilirsem, oraya kadar gitmek istiyorum. Ama sırtımda taşıdığım sevgi yüküyle varmak istiyorum. Yazmaktaki maksadım ise para kazanmak, nam ve şöhret kazanmak için değil. Sadece benim varlığımı benden sonraki veya yaşamım esnasındaki nesillerin şiirlerini okuyarak sevgiyi, sevginin güzelliğini, sevgiyle yapılan işlerin güzelliğini öğrensinler ve beni anlasınlar. Bunu da benim şiirlerimden anlasınlar. Kısaca ben şiir vasıtasıyla gönlümdeki sevgini pınarını yeni nesillere aktarmak, onları da bundan haberdar ve yararlanır hale getirmek amacı güdüyorum. Bugün bunu çeşitli yollarla aktaranlar var. Ben de bu amaca ‘deyiş’ tarzıyla hizmet ediyorum. ÜÇTEPE: Edebiyatımızda ilk ozanları deyişlerini bağlama eşliğinde söylemişlerdir. Bu da şiire bir güzellik bir hareket getirmiştir. Sayın Türksever, siz bağlama çalıyor musunuz? Ben bağlama çalmayı öğrendim. Fakat bana bağlama çalmayı öğreten kişi babamdan bir miktar para istedi, bu parayı bulup da ona veremedik ve böylece bağlamayı orada bırakmak zorunda kaldım. Bu durumu ben, Yaradan’ın bana bir lütfu olarak görüyorum. Şöyle ki ben çok duygulanıyorum, şiir okurken, yazarken gözyaşlarımı tutamıyorum. Eğer bir de bağlama çalsaydım eminim ki ağlaya ağlaya gözden olurdum. Allah’ın bu bağlama çalmayı benden almasıyla çok iyi oldu kanaatindeyim. Çekeceğim yük bu kadarmış demek ki. ÜÇTEPE: Sizin gibi şiir yazan şairlerle diyalog kurabiliyor musunuz? Onlarla fikir alışverişiniz var mı? Bizim yörede şiir yazan kişiler var. Onlar benim yanıma gelir giderler. Tabii ki ben de zaman buldukça onlara gidip gelirim. Şiirlerimi kitap haline getirmiş olanlar da var. Onların da bir kısmı ile görüşüyorum. Fakat onların şiirlerinin anlamları konusunda araştırma imkanı bulamıyorum. ÜÇTEPE: Şiirde dil konusunda neler söylemek istersiniz? Ben Arapça ve Farsça ile hiç anlaşamıyorum. Benim özüm, sözüm, her şeyim Türk. Söylediğim de Türkçe olmalıdır. Ben Türkçe ile derdimi anlatırım. Burada bir şiirimi söylemek isterim:

62


BENZERİM Şu ben, benden ayrı düştüğüm zaman Bilesin, her şeyde yoza benzerim Ocak başka yanar başkadır duman Baharı gelmeyen yaza benzerim Sürüsüz bir çoban, ömür dağında, Haykırır kurtulmaz kader ağında Sevgi pazarında, aşk dergahında Düzeni bozulmuş saza benzerim Meyvesiz, gölgesiz ağaçlar gibi Sevgilerden uzak deyişler gibi Zamansız, vakitsiz yağışlar gibi Soğuyup donacak buza benzerim. Türkseverim olma öylesi kuldan Adın söylenmesin ayrıca dilden Sevgiye gitmeyen bozukça yoldan Ayağa bulaşan toza benzerim. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Türkçe Topluluğu’nun Redif Dergisi’ne verdiği mülakatta ise Battal Türksever şunları söylüyordu: … Soru: Halk âşıklarının şiirlerini saz eşliğinde söylediğini biliyoruz. Siz de köyünüzdeki ozanlar gibi saz çalıyor musunuz? Bağlama çalmasını ekonomik nedenlerden dolayı öğrenemedim. Küçük yaşlarda köyümüzden bir komşumuz öğretecekti. Ama bunun için para istedi. Biz de bunu karşılayamadık. Soru: Şiirlerimizi hangi ölçülere göre yazıyorsunuz? Ben şiirlerimi serbest ölçüyle yazamam. Aşık geleneğinin hece ölçüsüyle daha çok sekizli ve on birli hece ölçüsüyle şiirlerimi yazıyorum. Ancak bunu önceden düşünmem, tasarlamam, sözcük seçmem. Önce yazmak istediğim konuyu düşünür, sonra aklıma ilk gelen sözcüklerle işe başlarım. Ondan sonrası gelir zaten, şiiri yazarken zorlanmam. Soru: Şiirlerinizde ağırlık olarak işlediğiniz konular nelerdir? Sevgi, saygı, çalışmak, öğrenip, öğretmek, insan sevgisi şiirlerimin ana konusunu oluşturur. Soru: En çok etkilendiğiniz halk şairleri kimlerdir? 63


Aşık Veysel, Yüzbaşıoğlu, Aşık A. İzzet Özkan, Mahmud Erdal… Soru: Şiirlerimizin arasında bestelenenler var mı? Dört şiirim Raif Kırlıoğlu tarafından Türk Sanat Müziği’ne bestelendi. Bunlardan biri ‘Yandıkça yandım’ adlı eserimdir. Soru: Peki siz halk şairi olarak günümüz gençlerine neler söylemek istersiniz? Âşık geleneğini devam ettirsinler isterim. Milli hislerle hareket ederek, geleneklerinden kopmasınlar. Din, dil, ırk ayrımı yapmadan birbirlerini sevsinler, birlik olsunlar. Gençlik kendini tanısın, öğrensin, öğretsinler. Çok çalışsın, vatanına, milletine sahip çıksınlar.

İNSAN, İNSAN, SADECE İNSAN… Yardımcı Doç. Dr. Zeki Gürel’in asistanlarından Hazer Kaplan, sağlığında (2002 yılında) Battal Türksever’le bir söyleşi yaptı. İlk sorusunda ‘şiir yazmaya ne zaman başladınız’ diye sordu. Türksever, ‘Bu sorunuza da bir şiirle cevap vereyim’ dedi ve devam etti: Şiir yazmak için aldım kalemi Yazdım şiire gülen olmasa Biraz yormak istiyorum dilimi Bari emeklerim ziyan olmasa Bir piyango eğer bize vurursa Nasip arar arar bizi bulursa Yer içeriz yanımıza kalırsa Takip edilmesek soran olmasa Bindirseler bizi bir Arap ata Alsa geçirseler Sırat’tan öte Girsek beraberce hemen cennete Cehennem boş kalsa giren olmasa Duymasak ecelin çağırdığını Boş geç o kulağın sağırlığını Türksever saçının ağardığını Bir sen, bir ben başka bilen olmasa Battal Türksever şiiri okuduktan sonra, şiir yazmaya nasıl başladığını şöyle ifade ediyordu: 64


“Biliniz ki benim söylediğim sözlerin içinde tek bir riya, gösteriş yoktur. Anamdan doğduğum gibi şiir yazmak bana rehber oldu. Her yerde yazardım. Hayvanları gütmeye giderdim. Daha sonra da yazardım. Baskı vardı bizim zamanımızda, o yasak, bu yasak. O baskıların altında yazdığım şiirlerin bazılarını gündeme getiremezdim. Çünkü aşk vardı, sevgi vardı şiirlerimde. Başkasına okuyamazdım. Unutmayayım diye elime kömürle yazardım, okuyup dururdum. Gizli gizli yerlere koyardım kimse okumasın diye. Ben anamın karnındayken şairdim desem inan. Bir de bizim köyümüzde kadın, erkek herkes sıkıntısını şiirle dile getirirdi. Köyümüz sıkıntılıydı. Horlanmıştı. O yüzden sıkıntılar şiirle dile getirilirdi. Etrafıma bakıyordum herkes dertli. İçinde bulunduğum dertlerimden dolayı yazıyorum.” … -Kimlere danışıyorsunuz şiirlerinizi yayınlarken, nasıl bir yol izliyorsunuz? “Günün şartlarına uygun şiirler yazıyorum. Beni rahatlatıyorsa karşımdakine okuyorum, fikirlerini alıyorum. Notlar tutuyorum. Beğenilmezse, yırtıp atıyorum. Genelde yakın arkadaşlarıma, dostlarıma danışıyorum.” … -Şiirlerinizin konusunu nasıl belirliyorsunuz? Şiirlerinizin konusu genelde nedir, siyaset mi, tasavvuf mu? “Baştan sona sevgi ile donatıyorum şiirlerimi, siyasetle ilgili şiirlerim de var. Ama beni vurgulayacak bir şey içeriyorsa yayınlamıyorum. Mesela;

OLDULAR Bu nasıl beladır, bu nasıl çile İnsanlar insandan kaçar oldular Her makamda yalan, her işte hile Ekmediği yerden biçer oldular Bir fesat çetesi kol gezer oldu İnsanlar insana sırtını döndü Dengesiz doyumsuz kapımız çaldı Sefiller garipler göçer oldular Bu emir nereden geldi insana? İtibar kalmadı şaha, sultana Bölüp parçalayıp kıyıyor cana Gerçeği bilmeyen naçar oldular

65


Hani sevgi, saygı, birlik nerede? Kardeşlik sürüldü çıktı orada Kimi konaklarda, kimi villada Kimi biri çukuru seçer oldular Yıllardır bu sözleri söyledi durdu Bu sırrı bilenin çok olur derdi Bir de Türksever ortaya serdi Birbirine mezar eşer oldular Mesela, bu şiirde olan şeyleri söyledim, suç unsuru yok mesela. Bir de şu şiire bakalım;

ELLER BOŞ ÇIKTI Siyasi düzene gönül bağladık Bize uzatılan eller boş çıktı. Gün oldu ağladık, gün oldu güldük Gelen giden birbirine eş çıktı. Meydanlarda biz güçlüyüz dediler Dediler de herşeyimizi yediler Bak ki bizi ne yerine koydular Yürekleri bir odun, kaya, taş çıktı Demokrat, adalet, doğru yol oldu Kırat şaha kalktı, yolda yoruldu Anavatan tarikata sarıldı Orta çıktı, direk çıktı, fos çıktı. Adil düzen dedik umut bağladık Boş geldi boş giti gönül eğledik Şiirler yazdıkta türkü söyledik Sakal çıktı, cübbe çıktı, fes çıktı. Meydanlarda güvercinler uçurduk Sosyal demokratın yolunu şaşırdık Ocak yaktık, laikliği pişirdik Elem çıktı, keder çıktı, küs çıktı. Türksever diyorki sözün doğrusu Onlardadır yüreklerin katısı Çatısı bir ise birdir yapısı Bize kemik yiyenlere döş çıktı 66


-Peki, tasavvuftan ilham alıp da yazdığınız şiirleri nasıl oturtuyorsunuz, bunun püf noktası var mı? “Bu izahı olmayan bir şey” -İlham mı? “Hem de nasıl ilham. Senin istediğin zaman gelmiyor. Sen hiç istemeden yolda giderken bir de bakıyorsun, beynine birşeyler verdi. Tasavvuftan nasıl ilham aldığımı sana şöyle izah edeyim, Kur’anda bizzat okudum. ‘Ben seni bana bakarak yarattım. Ruhumdan, sevgimden, nurumdan sana kattım, kalbimi evim olarak seçtim. Sana şah damarından daha yakınım’ . Bu duygularımı şu şiirimde anlattım” Mülakatın şiirlerle süsleyen Battal Türksever, tüm insanlara şu şekilde sesleniyordu:

GÜL ALIR GİDER Kendi varlığını bilmezsen eğer Bir yaprak misali yel alır gider Öğrenip gerçeğe vermezsen değer Hayat bir anlamsız çöl olur gider Gafil olup öğrenmezsen sen seni Taşırsın üstünde elemi gamı Ateşsiz ocakta yakarsın canı Savrulur göklere kül olur gider Bilgi ışığı ile çıkmazsan Cahillikten tembellikten bıkmazsan İkiliğin kalesini yıkmazsan Akar gözyaşların sel olur gider Gönüller dolusu hür olmadıysan Özüne sözüne er olmadıysan Laik bir düzenle bir olmadıysan İnan seni senden el alır gider Sen bir bilmecesin bende hecesi Öğrenmektir yücelerin yücesi Özüne kurarsan sevgi bahçesi Türksever bir demet gül alır gider “Biz de herşey insanda toplanmıştır. Taşa, toprağa, ağaca, şuna, buna değil. Sen sana bakacaksın. Nasıl yaratılmışsın? Bu akıl, fikir, bu nizam, bu 67


görme, bu koklama, bu aşk, bu sevgi, bu gözyaşı nereden geliyor? Kim tarafından sana veriliyor. Seni yaratan, seni bunlarla donatmış. Bunları kullan, eğer senin üzerine yüklenen yükü çekemiyorsan bana müracaat et. Hani ben sana şah damarından daha yakınım dedim ya. Sev insanı, sev insanı İnsan haktır, insan herşey. Sev insanı, sev insanı -Bu şiirinizde yaradılanı ‘yaradandan ötürü sev’ ana fikri var gibi, yanlış mı anladım? İnsan haktır, insan Allah’ı yansıtır, o yüzden sev insanı. Yaradan mutlaktır, mükemmeldir. Yaradandan ötürü, yaradılanı sev gibi algıladım. “Evet öyle. Yunus Emre’den etkilenmişim. Tabii başka anlamları da var” -Şiirde şekle önem veriyorsunuz. Hece ölçüsü, redif ve benzeri… “Kafiye benim için bir numaralı sermayedir. Şiirimin saz düzenine uyması gerekiyor. Kafiye olmazsa o iş olmaz. Kafiye yüzde yüz olacak. Ben sana bir gerçeği daha söyleyeyim. Ben okul görmedim. Benim zamanımda insanlar dağlarda yaşıyordu. Okul yok, 200 haneli köyde öğretmen yok. Nereden öğreneceksin sen onu. Onun bunun çarşıda almış olduğu gazete parçalarını bulursan onun resimlerine bakar gazeteyi okursun. Okuryazarlığı öyle öğrendim. Sonra Romanya’dan bir göçmen geldi. O aldı birinin evini tuttu. Üç beş kişi gittik ondan öğrendik. Okuryazarlığı öğrenince etrafımızda küçük köyler vardı. Beni alır götürürlerdi askerden gelen mektubu okutmak için. Cevap da yazdırır gönderilerdi. Durum buydu. Ülkeyi 7 ülke teslim almış. Atatürk ekibiyle karşı duruyor. Bu memleketi ancak bu hale getirdi” Cahil adam olmaz evliya olsa Hizmet et arife eşkıya olsa Hüzne bel bağlama akraban olsa Hak bir fikrin gayesine bak O zaman cehalet kol geziyordu. Yörelerde Sünni, Arap, Kürt, Çerkez, Alevi var. Fikirler başka başka İslam’ın şartı beşken Kur’an da, bir başkası beş farklı şey söylüyor. Başkası İslam’ın şartı üçtür diyor. Kimi peygamberin görüşlerini yazıyor, kimisi çıkar için aka kara, karaya ak diyor. Benim güzelim, ben cennete girmek istemiyorum. Cehenneme gireceğim sen bana ne karışıyorsun ya. Sen beni uyar de ki, bu yol cehenneme gider. Ben de sana diyeyim ki senin yolun hangisi? Kendi yolunu söylersin. Peki, senin yolunun cennete gideceği nereden belli. Benimkinin cehenneme gideceği ne belli? Ben bunu severek yapıyorum. Sen de onu severek yapıyorsun. İnançlara 68


karışmam, sen oradasın, ben orada o Allah’ın işidir. Yalnız bu güzel yurda göz diken, bu yurdun topraklarına göz dikenlere karşı birleşelim, çelik gibi olalım. Malımızı onlara vermeyelim. Ama sen beni düşmanlardan önce öldürüyorsun. Bunlar yanlış, bunlar cahillik.” “SEV SEVİL. ÇALIŞ KAZAN PAYLAŞ. İNAN İNANDIR, ADİL OL. SAKIN HA KUL HAKKINA TECAVÜZ ETME. BENİM YÜKÜM BU. YAZMAK, ANLATMAK. HER HAREKETİN SAHİBİ ALLAH’TIR.” -Yani siz insanlığı aydınlatmak için, cahilliğin önüne geçmek için yazıyorum diyorsunuz şiiri öyle mi? “Evet evet. Çok güzel söyledin. Bak oku”

YAZIYORUM Beni bilmek isteyenler İşte gerçek yazıyorum Çirkin ya da has diyenler Sıra sıra diziyorum Sevgi saygı sermayemdir Hem güneşim, hem ayımdır Her insan benim soyumdur Gerçek budur seziyorum İkiliktir kara yasım Sevip sevilmektir işim Cahile, bencile küsüm Sevgisize kızıyorum Ben aklımı rehber ettim Gamı,kederi dışa attım Sevginin yolunu tuttum Tüm cihanı geziyorum Türksever döktüm içimi Bilenler desin suçumu Böylece sardım göçümü İşte geldim gidiyorum -Şiirlerinizde cahili yeriyorsunuz, inançların ışığında sevgi dolu, milliyetçi şiirler yazıyorsunuz yanlış mıyım? “Hayır, doğru söylüyorsun. Çok haklısın”

69


-Peki okumayı güç öğrendiniz, etkilendiğiniz şairler oldu mu, şiiriniz içerik bakımından yön değiştirdi mi? “Ben bir aşk ile bu işin peşine düştüm. Okumayı, sevgiyi, eleştiriyi öğrendim. 500’ün üzerinde şiiri olanın, adı duyulmamış, kitabı çıkmamış şairlerden etkilendim. Çocukları, torunları, o kişileri kitap haline getirirler mi bilemem. Sonra âşıklardan etkilendim. Bizim köyde o dönemde herkes içindekileri şiirlere yansıtırdı. Âşık Veysel köyümüzün yanındaydı. Âşık Hüseyin dayımdır. Âşık Ali İzzet Özkan önemli şairdir ve dayımdır. Şiirlerinin birçoğu türküleşmiştir. Etkilenmede bir de anlatamayacağım şeyler vardır. Her hadise benim için şiirdir. Hastalık, dert, sıkıntı, sevgi, mutluluk. İçinde bulunduğum durumlar yani.” -Her şiir yazanın iyi ya da kötü şiirleri kitaplaştırılıp halka sunulmalı mıdır? “Evet, çünkü şiir yazarken bir problemi benliğine sığdıramıyor ya da sevincini paylaşıyor, bir şeyler veriyor iyi ya da kötü. Sevdik, sevildik, anlattık. Anlattıklarımız da başkalarına anlattılar. Mesela benim torunlarım şiirlerimi alıp, sevgililerine yazıyorlar” -…Battal Bey günümüz gençlerinin şiirlerine nasıl bakıyorsunuz? Genelde bizler sevgilimizden ayrılınca yazarız ya da sevgiliye dair yazarız şiirleri. Toplumu ilgilendiren konulara dair değil, inançlara dair değil. Çünkü cahil bir nesiliz, çok kitap okumuyoruz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? “Bu kolay bir soru değildir. Siz ağırlığı şiire veriyorsunuz. Sevgi adına şiirler yazmak istiyorsanız ve sevgililerinize işaret vererek çıktıysanız bu muhakkak sevginin sahibi Tanrı’dır. Ancak günümüzde sevgi istismar ediliyor” -Son olarak gençlere, insanlara vermek istediğiniz mesaj var mı? “Bu şiirimi sana vermek istiyorum. Son olarak bu şiirimle sesleniyorum tüm insanlara...

YALAN MI? Sevgi kitabını beraber yazdık Okumadan rafa attık yalan mı Nice emek verdik, beraber dizdik Acımadık çekip yırttık yalan mı Bir şey vermedi mi o kitap bize Yolduk sayduk benzettik kaza Böylece eş olduk yabancıya yoza Sürümüzü ele kattık yalan mı 70


Gerçekleri görmez oldu gözümüz Taşlar gibi katı oldu özümüz Dedikodu elimizde sazımız Ona göre düzen ettik yalan mı Ayrılık yakamızı tuttu bırakmaz Ömür hızlı gider geriye bakmaz Gizlenir gerçekler ortaya çıkmaz Eridik tükendik bittik yalan mı Türksever diyor ki, ne çıkar bundan Kaleler yapıldı kökü yalandan Dostluğumuz farksız oldu yılandan Geçmişleri hep unuttuk yalan mı

BİRGÖREN: ‘’TAM BİR HALK OZANIYDI’’ Battal Türksever, Bolu halkının gönlünde taht kurduktan sonra İzzet Baysal Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin de dikkatini çekmeyi başarmıştı. Onun hakkında araştırma yapanlardan biri de Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nden Öğretim Görevlisi Hamdi Birgören oldu. Birgören, halk edebiyatı şairlerinin gelenekten beslenen, halkın içinde yaşayan, halk gibi düşünen, yaşayan, şiirlerini de geleneksel şairlerden dinleyerek öğrenen kişiler olduğunu belirterek, Battal Türksever’in tam anlamıyla bu tanıma uyan bir halk şairi olduğunu ifade ediyor. Birgören, Batan Türksever’i yakından tanımış bir isim olarak şu tespitleri yapıyor: “Bizde divan şairi var, medresede okumuş yazmış; o ayrı bir gelenek. Okumuş yazmış şairler var modern şairler var, bunlar da ayrı. Bir de halk şairleri var bizde; Köroğlu Karacaoğlan, Aşık Veysel gibi. Battal Türksever, tam bu gelenek içinde yetişmiş biri. Eğer hayatını Bolu’da değil de Ankara’da, İstanbul’da geçirmiş olsaydı veya Sivas’ta geçirseydi, çünkü oraya ‘şairler yatağı’ diye daha dikkatli bakıyor insanlar, Türkiye’nin, kendi döneminde, yaşayan en büyük şairi olarak tanınırdı. Onu biz fark ediyoruz tabi, komşusu falan fark etmiyor. Bizden önce 2 kitabı yayınlanmış, ikisini de biz yayınladık. Bizim ölçülere göre yaşayan en büyük halk şairiydi. Kitaptan bilgi edinme ya da okuyup bir yerlerden etkilenme edinme değil, gelenekten beslenip, onları yorumlayıp bilgileri aktarıyor bugüne.” Tuncay Demir ile birlikte Battal Türksever’in son dönemde yazdığı şiirleri kitap haline getirmesine katkı veren Abant İzzet Baysal Üniversitesinden Öğretim Görevlisi Hamdi Birgören, o günlere ilişkin şu hatıraları taşıyor: 71


“Okul görmemiş. Kömürü sivriltmiş duvarlara yazarak öğrenmiş okuma yazmayı. Mesela 18.yy’da saz çalmayıp şiir yazanlar var. Bazı şairler okuma yazma öğrenince deftere yazıyorlar şiirlerini. Saz çalıp söyleyenler bunları ‘kalem şuarası’ diye küçümsüyorlar o zamanlar. Battal Türksever’in de okuması yazması zayıf olduğu için hafızası güçlüydü. Bütün şiirlerini neredeyse ezbere bilirdi. Herkes okuyamaz ezbere. Şiir sohbetlerinde Aşık Veysel’den, Ali İzzet Özkan’dan, Nesimi’den, Yunus Emre’den, kendi şiirlerinden okurdu. Ben bazen derslere çağırırdım Battal Türksever’i. Bizim için önemli ve son örnekti. Şiirden anlayanlar onun kıymetini biliyorlar, ben hala derslerimde onu işliyorum. Büyük bir saygı ile.” Hamdi Birgören’in, Battal Türksever’in şiirlerini yazarken nelere dikkat ettiğine dair ilginç bir anısı da var:

Arkadaşı Hamdi Birgören

‘’Bir gün evinin önünde hamama doğru gidiyor. Hemen selam verdim. Eli arkasında parmaklarıyla devamlı hesap yapıyor, bir ara ‘bir fazla geldi, bir fazla geldi’ dedi kendi kendine. ‘Hayırdır Battal amca’ deyince ‘Bir hece fazla geldi’ dedi. Parmaklarıyla onu hesaplıyormuş. Hece ölçüsüyle yazıyordu. Bizim yerine oturtamadığımız bir şey vardı. Divan şairleri halk şairlerini küçük görürdü, ‘bunlar heceyle yazıyorlar, hece dediğin parmak hesabı’ diye. Parmak hesabının ne olduğunu ben bilmiyordum, yani oturtamıyordum kafamda. Battal Amcayı görünce yerine oturttum. Yani şair 72


giderken parmağı ile hesaplıyor hece ölçüsünü. 11’li heceyle yazardı daha çok, 8’lileri de var. Bazen 6+5 yazardı.” Öğretim Görevlisi Birgören’in, Battal Türksever’e duyduğu saygı sadece halk edebiyatına duyduğu sevgi ile sınırlı değildi. Ondaki insan sevgisine hayranlığını şu sözlerle ortaya koyuyor: “Şiirlerini hangi ölçüde yazdığı işin teknik tarafı. Asıl iyi tarafı insan sevgisi çok fazlaydı. İnsanlar arasında hiç ayrım yapmıyordu. Sadece birlik olsun, insanlar birbirini sevsin, iyi geçinsin isterdi. Devlete, millete ve cumhuriyete bağlı. Modernleşmeden yanaydı. Şimdi din adına birileri bir şeyler yapıp devletin başını derde sokuyor, bunlara karşıydı o. Kimseyi ayırmayan bir sevgisi vardı. Hem yeni şiirle uğraşanlara insan sevgisiyle örnek bir kişiliğe sahipti, hem devlete bağlılığı açısından örnekti. İnsanlar hakkında fitne fesat bir şey de düşünmezdi. Sevgi Pınarı kitabının hazırlanışında bunun tasarımını benim yaptırmamı istedi. Grafikerlere yaptırdık. Para istediler; neyse hallettik. Battal Amca kitabı kutlamak için Tuncay Demir’le beni Bolu Dağı’nda Karanlıkdere diye bir yer var, oraya yemeğe götürdü. Orada otururken duvarlarda bir şey arıyor. Meğer Battal Amca daha önce Tuncay Demir ile gitmiş oraya, otururken yazmış şiiri. Bunu görünce Tuncay da onun çırağı sayılır yaş olarak, buna cevap yazmış. Şimdi halk şairleri atışır ya, bunu biliyoruz. Ama Battal Amca ani, hazır cevap yazabiliyor mu onu bilmiyoruz. Orada yazmış, bu da cevabını yazmış, oranın sahibi de ikisini de beğenip çerçeveletmiş. Yani hazırcevaplığının, anında cevap verebilirliğinin olduğunu da gördük orada.” Hamdi Birgören, Battal Türksever’in çalışmanın, alın terinin önemini vurgulamak için kendilerine anlattığı bir fıkrayı ise hiç unutamıyordu: “Çalışmayı, çalışmamızı teşvik etmek için bize bir fıkra anlatırdı. Yani tembellik yap çalışma ‘Allah’ım ver de’ böyle olmaz derdi. Ve bize şu fıkrayı anlatırdı: Adamın biri hamama gitmiş, çıkarken bakmış cebinde para yok. ‘Allah’ım ben şimdi ne yapacağım?’ diye kara kara düşünmeye başlamış. Bir yandan da dua ediyor. ‘Allah’ım sen yardım et, bu hamamdan nasıl çıkacağım?’ diye. Tam kapıdan çıkmaya yönelirken,bir deprem oluyor duvar yarılıyor, o karmaşa içinde herkes kaçıyor hamamdan. Adam da çıkıyor. ‘Hem para vermeden kurtulduk, hem de canımızı kurtardık’ diyerek, hemen camiye gidip şükür namazı kılmaya karar veriyor. Bakıyor ki camide biri habire dua ediyor, ‘Allah’ım bana ver, çoluk çocuğuma da ver’ diye. Hemen elini dua eden adamın ağzına götürüp kapatıyor. Diyor ki ‘bak çok şey isteme, Allah’ın eli biraz dar. Ben hamam parası istedim, hamamı yıktı, sen öyle çok şey istiyorsun ki, bunun karşılığında neler olur kimbilir’ diye. Yani derdi ki yatıp yatıp da Allahtan istemek olmaz, çalışıp karşılığını almak lazım.” 73


“TÜRKÜZ, TÜRKÇEDİR DİLİMİZ” Battal Türksever’in ilk şiirlerini 1997 ajandasına kaydetti. Bu defterde ‘Battal Türksever Karaçayır-Kurtuluş’ adresi yazılı. Bu defterdeki ilk şiiri; ‘Konuşalım’. İkinci şiir defteri ise 2004 yılına ait. Defterdeki adresi bölümüne ‘Battal Türksever Karaçayır Mahallesi Kurtuluş Sokak No. 32 Bolu’ notunu özellikle düşmüştü. Bu defterdeki ilk şiiri de ‘Oku Oku’ başlığını taşıyordu.

Şiirlerini yazdığı ajandaları

Battal Türksever’in üçüncü şiir defteri 2006 yılı ajandası oldu. Burada da ‘Öze Sesleniş, Oku Oku adıyla şiirle başlamış. Battal Türksever, tıpkı Yunus Emre gibi, Karacaoğlan ve Aşık Veysel gibi öz Türkçe yazmaya büyük özen gösteriyordu. Şiirlerindeki bu saflık ilkokul mezunu bile olmayan bir ozan için hayli dikkat çekiciydi. ‘Özüm, sevgi, dost, gönül, ulu gibi sözcükleri sıkça kullanan Türksever, ‘tanıyalım’ isimli şiirinin bir bölümünde Türkçe hassasiyetinin nedenini şu şekilde anlatıyordu: “Biz aynıyız bir soyumuz Türküz Türkçedir dilimiz Atatürk’tür önderimiz Gel biz bizi tanıyalım” 74


Battal Türksever, yazdığı şiirleri 4 kitapta topladı. Bunlardan ilki 1982 yılında İstanbul’da Anadolu Matbaası’nda bastırdığı ‘Bozarmut’ ismi taşıyordu. Kitabına Eskiyurt Köyü’ndeki ilk şiirlerini altında yazdığı bir armut ağacının adını vermişti.

BOZARMUT Görevin mi böyle günahkâr mısın? Gece gündüz ayaktasın boz armut Köyümü kurtaran kahraman mısın? Ne için olmadı eşin boz armut? Bekçi mi tuttular seni bu köye? Şafakların dostu olmuşsun güya Ozan Ethem şiir yazmamış niye Havalarda gezer gözün boz armut Pırtızoğlu benim demişti sana Meyvenden doyası verdin mi ona? Bükerek dalını kırardı ama Çekersin herkesin nazını boz armut Çobanlar gölgende sürü eğliyor Kuşlar dallarında türkü söylüyor Sordum senin yaşın kimse bilmiyor Nedendir yüzün gülmüyor boz armut Dalların dikenli kabuğun kalın Basmışsın toprağa ayağın yalın Çamlı ziyarete satarsın çalım Çok cesur görünür pozun boz armut Biri gelir seni kökünden söker Bütün varlığını toprağa döker Biri tabut yapar içinde yatar Ölüm tarihini yazar boz armut Yaşına güvenip pek mağrur olma Ölümsüzlük hayaline kapılma Türksever böyle der kusura kalma Bilinmez baharın yazın boz armut. 75


İkinci kitabını Bolu’da Kemal Matbaası’nda bastıran Türksever, ‘Sevgi Yağmuru’ adını verdiği şiirlerinin yayınlanış tarihini kitabına koymadı veya koymayı unuttu.

Sevgi Yağmuru kitabı kapağı

76


Pek çok edebiyat öğretmenine okutup görüşlerini aldığı ikinci kitabına Cevat Sadıkoğlu’nun yazdığı önsöz, Battal Türksever’i tanımayanlar için hayli yol gösterici ipuçları içeriyordu. Cevat Sadıkoğlu, kendi kaleminden şunları yazmıştı Battal Türksever için; “Değerli hemşerim Battal Türksever’in bu kıymetli yapıtına önsöz yazmak, benim için büyük bir zevk ve iftihar vesilesi olmuştur. Onu tanımak, anlamaktan daha zordur. Bu şiirlerde; özüyle, sözüyle ve kendisine özgü tüm içtenliğiyle şairi ve yaşadığı ortamı tanımış olacağız. Pir Sultan’ın, Aşık Veysel’in, Ruhsati’nin ve daha yüzlerce ozanın gelip geçtiği Sivas ellerinden, bir başka sesleniş bu… Mısralarda burcu burcu kekik kokar, sümbül kokar, çiğdem kokar ve hele hele, kokuların en güzeli kara toprak kokar. Cennet yurdumuzun her yöresi ozan doludur. Sivas ili, özellikle Şarkışla ozanlar yatağıdır. Sazlar burada çalınır, şiirler burada yazılır. Dost ve gönül pazarına giden yollar bu ilçeden geçer. Pir Sultan’ın dediği gibi ‘Ağaç çiçek açar dal verir. Kimi meyve, kimi gül verir.” Türksever’in gönül bahçesinde açan, en nadide çiçekleri seyretmek ve koklamak olanağını bu eserde buluyoruz. Eskiyurt’ın temiz havası, katıksız ekmeği ve soğuk sularıyla yetişen, bu içli köy çocuğundaki cevheri tartmaya terazi bulamadığım için, onun ruhundaki ezeli coşkuyu anlayacak kudreti de kendimde görmedim. Söz onun, öz onun…” Üçüncü kitabını deprem sonrası gittiği Antalya’da 2001 yılında bastırdı. Adalya Ofset Matbaası’ndan çıkan şiir kitabının ismini ise ‘Gönül Dostu’ koydu. Gönül Dostu kitabındaki ‘Davet’ ve ‘Demesin’ isimli şiirler ise Battal Türksever’in Bolu’daki dostu olan Tuncay Demir’e ait. Halk edebiyatının dörtlük tarzını kullanan Battal Türksever, ’Bir olalım’, ‘Dediği Olur’ ve ‘Can Sevgisi’ adlı şiirlerinde ise beşlik kullanmayı tercih etti. Son kitabı ‘Sevgi Pınarından Birkaç Yudum’ başlığı taşırken, kitap 2002 yılında Hamdi Birgören, Tuncay Demir, Mustafa Yüğün tarafından yayına hazırlandı. Bolu’daki Kemal Matbaası’ndan basıldı.

77


Sevgi Pınarından Birkaç Yudum Kitabı kapağı

Battal Türksever, hemen her konuda şiirler yazmış olmasına rağmen en fazla şiiri eşine yazdığı dikkatlerden kaçmıyor. Atatürk, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Hazreti Ali, Ehli Beyt, Şair Dertli, Aşık Veysel, İzzet Baysal ve Tuncay Demir’e da pek çok şiirinde yer verdi. Sözlü ozan geleneğinin ve inanç silsilesinin takipçisi olan Battal Türksever, inanç dünyasını ise ‘Kimsesi’ isimli şiirinde şu şekilde özetliyordu: 78


“Aşkı sevgiyi yarattın Akıl fikirle donattın Düşünceyi güçlü tuttun Kimsesizler kimsesi Her şeyi sevdin var ettin Kendi sıfatından kattın Her oyunda kendin üttün Kimsesizler kimsesi Varlığım senin elinde Düşürmem seni dilimde Sevgin karışık kanımda Kimsesizler kimsesi Bağışla gel Türkseveri Sensin derdimin dermanı Bana bağışla dünyamı Kimsesizler kimsesi” Toplumdaki çürümüşlüğe karşı ‘Şer midir’ başlıklı şiirinde ise adeta bir manifesto gibi bu duruma isyan ediyordu: … Kanaat tükendi bitti İnsan kendini unuttu Helal mala haram kattı Hayır mıdır şer midir? Şaşar Türksever bu işe Planlar çıktı boşa Ölüm unutuldu haşa Hayır mıdır şer midir?” Hayat felsefesini ise Sevgi Yağmuru şiir kitabına aldığı ‘Biri Din’ isimli şiirinde şu şekilde anlatıyordu: “Hayatın temeli üç güce bağlı Biri ilim, biri sanat, biri din Üçü bir bütündür olamaz ayrı Biri ilim biri sanat, biri din İlim her şeylerin özüne iner Sanat ki dünyaya gör neler sunar İnanç bir güneştir sevgiyle doğar Biri ilim, biri sanat, biri din 79


Coşar gönüllerde inancın seli İlim bir ummandır bulunmaz sonu Sanatın bunlardan geçiyor yolu Biri ilim biri sanat biri din İşte koca dünya işte insanlar Başkası varısa söylesin canlar Türksever her şeyin temeli bunlar Biri ilim biri sanat biri din…

HACI BEKTAŞ DERNEĞİ BAŞKANLIĞI

“Yüreği gönlünü aşan gelmesin”

Takvimler 90’lı yılları gösterdiğinde Bolu’daki bir avuç aydın Hacı Bektaşı Veli Derneği’nin bir şubesini kurma hazırlıkları yapıyorlardı. Battal Türksever’den de yararlanmak isteniyor, en azından onun önderliğinde bir dernek kurulduğu takdirde yaşayabileceği veya çeşitli baskılarla karşılaşılmayacağına inanılıyordu. Şair Tuncay Demir, o yıllardaki hatırlarını şu şekilde anlatıyor.

“Bektaşi cemaati üzerine yoğun takibatın olduğu dönemlerdi. Ancak 1994’lü yıllarda devlet birden bire ‘buyrun, dernek açabilirsiniz’ dedi. Battal Amca ile konuştuk. Olur mu? Olur, dedi. Ama şu şu şartlarda olur diye şart koştu. ‘Devletin bakış açısına dikkat etmek suretiyle olabilir’ dedik. Bu arada Zehra anne ile de tanıştık. Zehra Teyzeye ne zaman adımı anmış olursa 80


ben 3 dakika içinde kapının zilini çalmış olurdum. Geldi benim ‘deli’ derdi. Zehra anne bana ‘Tuncayım’ derdi, annem bile bana Tuncay derdi, sahiplenmeyi görün. Ve Battal Amcayı koluma takardım, elinde bastonuyla konuşa konuşa giderdik. Derneğin kuruluşu böyle oldu.” Tuncay Demir, Battal Türksever’in birlik ve beraberlikten bir nebze olsun taviz vermediğini belirtirken, marjinal kişi ve grupların derneğe girmesine de müsaade etmediğini şu şekilde anımsıyor: “O döneme kadar Bolu dışa kapalı, yeni gelenlere şüphe ile bakılıyor. Ama bakıyorlar ki işinde gücünde dürüst adamlar ve zaman içinde o şüpheli bakış eriyor. Bunun nedeni Battal Amcanın her insanla güzel diyalog kurabilmesi. 1994’te Hacı Bektaşı Veli Derneği’nin kuruluşu gündeme geldi. Beni çağırdı, böyle bir görev ona verilmiş genel merkezden. Kuruluş aşamasında ben dedim ki ‘Battal Amca biz çok dikkatli olmak zorundayız. Biz bu hizmeti sadece hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri, Hazreti Ali Efendimiz ve Allah rızası için yapıyoruz. Bir yolun, bir kültürün devamı amacıyla yapıyoruz. Buraya düşecek en küçük leke Ali Efendimizin, Hüseyin Efendimizin, 12 imamların bizim yakamıza yapışıp, ‘Niye bizim adımızı kullandırıp da adımızı kirlettiniz?’ diye bize hesap sormalarına neden olur. 4 Nisan 1994’de açtık derneği. Gelmesin diye bir şiirim vardı derneğin kapısına astırmıştı Battal Amca.”

GELMESİN Burası erenler meydanıdır can Nefsinin ardına düşen gelmesin Feraset ilminin dükkânıdır can Yüreği gönlünü aşan gelmesin Burada rızk bulur, aç oğlu açlar Nasibe taliptir burada muhtaçlar Burada takılır manevi taçlar Altına gümüşe şaşan gelmesin Şifamız bulunur her türlü derde Yar ile araya konulmaz perde Mansur’un kaynayıp, taştığı yerde Beşeri zevk ile taşan gelmesin Fırtına biçermiş rüzgar eken Ehlinin elinde gül olur diken Özene bezene sarılmış iken Fitneyi diliyle deşen gelmesin

81


Pervane şakısın diller açıkken Ses versin nağmeler, teller açıkken Leyla’dan Mevla’ya yollar açıkken Leyla’nın ardına koşan gelmesin TUNCAY DEMİR Gerçekten de şiir, Battal Türksever’in tam da hayalini kurduğu bir derneği tasvir ediyordu. Mezhepçilik ve Kürtçülük yapanlar başta olmak üzere, dünyevi hesaplarla hareket edenlere baştan kapılar kapatılmıştı. Tuncay Demir, bu şartlarına rağmen derneğin hızla büyüdüğünü ve bu büyüme ile tam da korktukları kişilerin derneğe sirayet ettiğini şu şekilde anlatıyor:

Tuncay Demir

“Orada Kürtçülüğe, ayrımcılığa izin vermeme gayreti içinde olduk hep. Sadece insani değerler üzerinden hareket etmiştik. Ben dernekte Battal Amca’nın bastonuydum. Battal Amca’nın inancına göre, tüm bilginizi unutun, yaratan Mevla’nın 3 büyük özelliği var, en iyidir, en doğrudur, en güzeldir. Yarattığı insanın özelliği ise 6 tane. En iyi de en kötü de, en doğru da en yanlış da, en güzel de en çirkin de insanda. Ben bunu Kozyakalı Boyacı Hafız’dan da duymuştum. Yani Şemsi Tebrizi’nin görüşlerinin modern bir yanını Battal Türksever’de gördüm. Yaşayan bir Şems Makalatı’ydı kendisi. Oraya kötü ruhlu insanlar girer diye korkuyordu. Adam kaçaktır, terör unsurları taşıyordur diye korkuyordu.Bu tarz insanlar bir kere içimize girdiği an kontrol edemeyiz diye endişeleniyordu. Çünkü endişelerini doğru çıkaracak insanlar türemişti. 82


Başlangıç güzeldi, valiyle, belediye başkanıyla güzel bir gece bile yapıldı. Bir yıl başkanlık yaptı. 2 yıl onursal başkanımız oldu. Ama baktı ki kötü niyetli insanlar gelmeye başlıyor, baktı ki bazı çekinceleri gerçekleşiyor. Baktık hızla dernek korktuğumuz insanlarla doluyor. Hemen bir çare buldum. Bir derneğin yürüyebilmesi için finansman önemlidir, para musluklarını sıkarsak bunlar kendini toplar dedik. Herhalde fazla sıktık ki dernek kirasını ödeyemez duruma geldi, icra işlemi yapıldı, sonuçta dernek kapatıldı. O arada şu faydası oldu, dostlar, erenler birbirini tanıdı. Üçtepe edebiyat topluluğu olarak eğitim faaliyetlerimizi sürdürdük. Battal Amca’yı koluna girip getirirdik, toplantıdan sonra da bırakırdık evine. Oğlu Sami Bey’den önce Battal Amcanın kişiliği, güvenilirliği veya sanatı hakkında en başta laf söyleyebilecek insanlardan biri benim. Adam gibi adamdı.”

ŞİİR İÇİN NASIR TUTAN ELLER Sami Türksever, babasının çocukluk yıllarından beri şiir yazdığını belirtirken, onu daha çok şiir yazarken değil, yazdığı şiirleri temize çekerken hatırladığını ifade ediyor: “Köyden beri yazıyordu. Ben hiç şiir yazdığını görmezdim. Sadece bir gün yemek yerken kalktı masadan, ‘bir şeyler yazacağım’ diye. Bir kere yani. Dükkânda temize çektiğini görürdüm ama bazen, küçük kâğıtlara yazmış, onları temize çekerdi. Babamın kelime haznesi büyük değil tabi ki, halk adamı olduğu için. Kendine göre derler toparlardı. Şiirlerini temize çekmek için eli nasır bağlardı. Son günlerde artık gözleri görmemeye başladı, yazısı bozulmaya başlamıştı. Babam olduğu için söylemiyorum ama mükemmel şiirleri var. Belli şairlerin şiirleri83


ni ezbere okurdu. Kendi şiirlerini de bilirdi çok yaşlı olmasına rağmen. Raif Kırlıoğlu diye bir arkadaşım var, birkaç şiirini bestelemişti. Notalara döküp şarkı yaptı, hatta TRT’ye gönderdi, bir kaçı da kabul gördü.”

Battal Türksever’in Raif Kırlıoğlu tarafından bestelenen ve TRT repertuarına giren şiirlerini seslendirenlerden biri Emekli Astsubay Erdal Müdürcüoğlu idi. Battal Türsever ile ilgili düşünceleri ise şu şekilde anlatıyor: “Battal Türksever’in yüzünde o sıcak tebessümü hiç eksilmedi. O Bolu’ya Anadolu’nun bağrından, Bozarmut diyarından, gençlik yıllarında 84


göçtü. Biz küçüktük. O Bolu caddelerinde arabasıyla dolaşır, ticaret yapar, nafakasını temin ederdi. Her şeyi deli gibi sever, bu sevgiyi dile getirirken bazen aşar, bazen taşardı. Verip de alamadığı sevgiler yüzünden sessiz çığlıklar atar gibiydi. İşte o ilk şiir kitabı Bozarmut’ta bu düşüncemi bulunabilirsiniz. Bizlerin O’nun o ulaşılmaz sevgi açlığını anlayıp bu açlığa iştirak etmemiz zordu. O’nun sevgi anlayışı insanı da toprağı da çiçeği de böceği de hayvanı da velhasıl her şeyi kapsıyor. Adeta ibadet halini alıyordu. Bolu’ya gelişimde belediye meydanındaki banklarda oturur, ağlaşırdık. O’na hayrandım. O halkın ozanıydı. Şiirleri anlaşılır ve doyurucuydu. Bolu onsuz garip, inanın. Hatta hüzünlü. Bir kitabı daha yayınlandı; Sevgi Yağmuru. Bir Sevgi Ateşi Yanar isimli şiirini, Raif Kırlıoğlu besteledi. Bendeniz de iki ayrı konserde yorumlamıştım. Çok iyi, güvenilir, çok insan gibi insandı.” Öte yandan, Battal Türksever’in ölümünden sonra da şiirleri bestelenmeye devam ediyor. Türksever’in ‘Sevgi Bahçesinde Açan Gül Gibi’ şiiri muhayyer kürdi makamında, ‘Seven Gönül Deli Olur Dediler’ şiiri de Hüzzam makamında Raif Kırlıoğlu tarafından bestelendi. Kırlıoğlu ayrıca, Türksever’in ‘Gurbet Zincirleriyle Beni Bağladı’ şiirini de besteledi.

İKİNCİ GÖÇ: ANTALYA 17 Ağustos Marmara ve 12 Kasım Düzce depremlerinden sonra Battal Türksever’in hayatında büyük bir değişim başladı. 20 bine yakın insanın hayatını kaybettiği iki depremden sonra Bolu ve Düzce’de insanların normal bir hayat sürmesi imkânsızlaşmıştı. Yaşadığı ortamın moralini iyice bozduğunu fark eden Battal Türksever, ani bir kararla Antalya’ya yerleşmeye karar verdi. Bir zamanlar Eskiyurt Köyü’nden ayrıldığı gibi yeni yurdundan da zorunlu bir ayrılığa mahkûm etti kendini. Bu karar kendisi için de sevenleri için de tam bir hayal kırıklığıydı. En zoru da O’nu geri getirmekti. Antalya’ya kısa sürede adapte olmuş görünüyordu. Ancak içinde fırtınalar koptuğunu herkes biliyordu. Antalya’daki ikinci göç yıllarında sadece iki uğraş edindi kendisine. Biri yeni kitabını bastırmak, ikincisi torunlarına iş aramak. Bu arada gittiği her yerde olduğu gibi orada da kısa sürede yeni dostluklar edindi. Bunlardan biri Şazen Emeklioğlu idi. Antalya yıllarının canlı tanığı o döneme ilişkin şunları hatırlıyordu: “İlk karşılaştığımda, basıma hazır hale getirdiği son şiir kitabı için yayınevi aradığı günlerdi. Her gün olmasa bile 2-3 günde bir yanıma uğrar, depremin yarattığı tahrifattan, yok olan canlardan ve işleri bozulan esnaftan bahseder, aynı zamanda koltuk altı çantasında taşıdığı şiirleri için yayınevi arardı. Bu arada fırsat buldukça yeni şiirlerini okur, fikrimi sorar, duygu dünyasını paylaşmaktan mutlu olurdu. Uzun uğraşlardan sonra nihayet kitabını bastırdı. Ama işleri bitmemişti. Bu defa, çantasına doldurduğu 85


kitaplarla yollara düşüp bir taraftan ücretli ya da ücretsiz okuyucularına ulaşmaya çalışıyor, diğer yandan ise göçle gelen torunlarına Antalya’da iş bulmak için şirketleri dolaşıyordu….

Torunlarının sünnet töreninden

İnsan sevgisi, doğa tutkusu ve yöre hasretiyle bezenmiş şiirlerle ayakta durmaya çalışıyor, son yıllarda biraz hasta, biraz yorgun bedeniyle gönülden gönüle dolaşıyordu. Onun, insanlardan aldığı selamı 2 mısra ile zenginleştirerek iade eden zengin bir duygu dünyası vardı. Ozanlığını Aşık Veysel’den, gönül dostluğunu Pir Sultan’dan, inanç ve hoşgörü zenginliğini Mevlana’dan almış gibiydi. Bir kez olsun birisini kırdığını ve yüksek sesle konuştuğunu duymadım. Kendisinden küçük insanlara ‘kuzu’ diye hitap eder, insanlar arasında asla ayrım gözetmezdi.” Yeni dostluklar kurduğu Antalya’yı bir hayli sevmiş gibiydi. Kalemini aldığı gibi yaşadığı bu yeni kent için de şunları yazdı:

ANTALYA Seni anlatmaya karar alınca Yollar sana uzanıyor Antalya Yürekler çoşuyor seni görünce Eller sana uzanıyor Antalya Sen bir cihan şehri herkes biliyor Dağ deniz aşıyor sana geliyor Sevenler gönlünce murat alıyor Seller sana uzanıyor Antalya

86


Park ve bahçelerin güzel yolların Sevgi bahçesidir açar güllerin Çeşitli sevgiler söyler dillerin Dallar sana uzanıyor Antalya ... Özünde Atatürk sevgisi yaşar Denizler baharlar coşar ha coşar Türksever bu hale sevinir şaşar Diller sana uzanıyor Antalya Antalya için güzellemeler yapsa da Battal Türksever, geride bıraktığı dostlarını bir türlü unutamamıştı. Bunların başında Tuncay Demir geliyordu. Deprem korkusunu bir türlü atamadığı gibi Bolu özlemine de bu kent yeterli gelmiyordu. Çünkü Bolu onun için artık ‘Özü’ olmuştu. ‘Bolu’yu Özledim’ şiiri tam bu psikoloji içinde dile geldi:

BOLU’YU ÖZLEDİM Özümü söyleyeyim dostlarım size Seviyorum ben Bolu’yu özledim Bozulsa mevsimler yaz dönse güze Seviyorum ben Bolu’yu özledim Yıkılsa yuvalar ışıklar sönse Her yer viran olsa baykuşlar konsa Sevgiler yok olsa umutlar bitse Seviyorum ben Bolu’yu özledim Abant’ı Gölcük’ü,Kökez Suyunu İlimler sarayı Göl Köyünü Güzel dostlarımı, yıkık evimi Seviyorum ben Bolu’yu özledim ... İster Paris olsun ister Antalya Hasreti içinde gizlemişler ya Türksever Bolu’yu özden sevmiş ya Seviyorum ben Bolu’yu özledim. Şair Tuncay Demir, büyük dostunun Antalya’yı bu kadar sahiplenmesi üzerine kendisine bir mektupla ‘Sitem’ adını verdiği şiiri gönderir: 87


Tatlı olur Antalya’nın turuncu Benim için bir portakal soydun mu? Bu ayrılık and olsun ki sonuncu, Bundan öncekini bir bir saydın mı? Topladım eşyanı, aldım kazanı Şiir dünyasının oyunbozanı, Hiç mi düşünmedin Deli Ozan’ı? Sana söylüyorum, beni duydun mu? Senin eski huyun bir yerden kaçmak, Toplayıp ayali bir yere göçmek, Hoşuna mı gider yaralar açmak, Hasret hançeriyle bana kıydın mı? Ardına bakmadan düştün yollara, Bizleri düşürdün halden hallere, Öyle bir vurdun ki sarı tellere, Hüzün dolup bir an eğdin mi? Nasılsa bizlere oldu olacak, Yaranlar sinemi seni bulacak, Pervane deseler gözün dolacak, Şu zalim gurbete sen de doydun mu? Sami Türksever, babasının neden Antalya’yı tercih ettiğini şu şekilde anlatıyor: “Çok korkmuştu; ‘ben artık duramam burada’ dedi. Antalya’nın bir esprisi yok, ama orası seçildi, biraz da ablam oradaydı, onun için. O zaman ticaret ölmüş, düğün bayram yok, çizmelerle geziyor insanlar. Çok kişi gitti o yıllardan Bolu’dan. Ama gidenler sonra hep döndü.” Erzurumlu Aşık Mevlut İhsani’nin ‘Pervane’ adını verdiği Şair Tuncay Demir’i ‘Sefil Pervane’ veya ‘Deli Pervane’ diye çağıran Battal Türksever’in kısa sürede dönmeye niyeti yoktu anlaşılan. Tuncay Demir, Battal Türksever’in deprem yıllarındaki endişelerini şu şekilde anlatıyor: “Bolu bir harabeye dönmüştü. ‘Gideceğim bu şehirden’ diye tutturmuştu. Sonra ben ağlamaya başladım, vedalaştık. Ben ağlaya ağlaya eve geldim. Vazgeçirmeye çalışmadım. Ben kişilerin verdiği kararlara saygılıyım; ne eleştiririm ne vazgeçirmeye çalışırım. Cenaze evi gibiydi buralar o zaman. Sonra mektuplaşmalar var. Dede Korkut’un dediği gibi ‘At ayağı yörük olur, ozan dili çevik olur’, yazdık çizdik, bazen mektupla gönderdik, telefonla ulaştık, bazen şiirlerimizi okuduk birbirimize.” 88


Battal Türksever’in yokluğuna bir türlü alıştıramamıştı Tuncay Demir kendisini. Son bir şiir daha gönderdi kendisine. Ağır sitemler dolu şiir ‘Ben miyim?’ ismini taşıyordu. “Battal amca Antalya’ya gittiğinde bir baktım ki yapayalnız kaldım. Kimsem yok. Toplumdan biraz soyutlayan biriyim kendimi. Deprem olmuş her yer karanlık. Balkonda oturup ‘ben miyim?’ şiirini yazıp kendisine gönderdim. Bolu’ya geldiğinde kendisine okudum, gözyaşları içinde dinledi, ben de ağladım. Geçmişte yanında ağlıyor diye şiir okumazdım. Biz de öyle bir yaşa geldik ki, duygularımızı artık saklayamıyoruz.”

BEN MİYİM? Ben miyim Bolu’da sahipsiz kalan? Dertlerin içinde yüzen ben miyim? Arayıp derdinde dermanı bulan Her akşam dudağın büzen ben miyim? Ben miyim dostlara gözyaşı döken? Hasretlik sinemde boy verir iken Adın söylendikçe içine çeken Sabır tespihini dizen ben miyim? Haramı Adem’le beraber yiyen Ben miyim kadere boynunu eğen? Kazara feleğin çarkına değen İlahi nizamı bozan ben miyim? Ben miyim Meryem’in alnında kara? Eyüb’e verilen onulmaz yara Ben miyim Kasım’da üfleyen sur’a? Bu kötü yazgıyı yazan ben miyim? Ben miyim bularak türlü bahane? Korkuyu var edip, salan cihana Bilmem ki ben miyim Sefil Pervane? Bolulu o deli ozan ben miyim? Depremin yaralarını saran Bolu, Battal Türksever için unutulmaz bir şehirdi. Orada çocukları ve dostları vardı. Hasretini çeken dostlarının gönderdiği şiirler artık boğazına bir yumruk gibi diziliyordu. Antalya’ya giderken de zaten bir gözü arkada kalmıştı. Tuncay Demir gibi dostlarının da baskılarına dayanamayan Türksever yeniden Bolu’ya dönmeye karar verdi. O günü Tuncay Demir hiç unutamıyordu: 89


“Bir gün duyduk ki dönüyor. Çocuklar gibi şendim o gün. Eski defterleri karıştırırken gördüm, ‘Battal Amcam sen sefa geldin’ diye bir şiir yazmışım. Onun gelişi günü için yazılmış bir şiir. Battal Amca ile aramızda kimse ile paylaşılmayan sırlarımız vardı. Bektaşi geleneğinde kıyamette dahi paylaşılmaması gereken sırlar vardır. Buna Ali sırrı denir. Bir kilittir. İkrarla bağlanılır, sağken verilmez. Böyle sırlarımız da oldu birbirimize karşı. Benim kökenim Şia. 242 yıl önce İran’dan gelmiş dedem. Bu itikatla sırlarımızı koruduk ve korumaya devam ediyorum ben kendi adıma.” Battal Türksever ardından kendi kıymetini fazlasıyla bilen dostlar bırakmıştı. Dar günlerinde, zor günlerinde herkesin derdi ile yakından ilgilenen Battal Türksever’in Tuncay Demir’den önce tanıdığı şair dostları da vardı. Bunlardan biri Şair Abbas Yardımcı idi. Yardımcı, büyük şairi tanıdığı günü bugün gibi hatırlıyordu:

Ailesiyle

“Çok sevdiğim ve saygı duyduğum Battal Türksever’i 1975 yılında tanıdım. O günden bu yana sevgimiz ve dostluğumuz artarak devam etti. Birçok sırlarını benimle paylaşırdı. Herkesi olduğu gibi kabul ederdi. Dininden, dilinden ırkından dolayı kimseyi ayırmazdı. Yunus Emre’nin dediği gibi yaratılanı severdi, yaratandan dolayı. Gönlü sevgi doluydu, çocukları çok severdi. Haftanın 3 günü giderdim yanına. Şiir kitaplarını getirirdi, ‘Oku’ derdi, ben okurdum. O coşardı. Bir hafta gitmesem beni beklerdi, ‘cezalısın bugün daha fazla şiir okuyacaksın’ derdi. Beni yaralı koyup gitti, onsuz öksüzüm şimdi. Rahmetli eşinin mezarına birlikte giderdik, derdi ki; ‘Bak Zehra’m ben geldim. Veysel Baba’nın dediği gibi benim sadık yârim kara toprak. Seni benden ayırdı ama gönlümdeki sevgini ayıramadı. Bekle beni, geleceğim Zehram.’ Nihayet sonunda Zehra’sına kavuştu. Türksever’i 90


anlatmaya kelimeler yetmez. Onu ancak yaşayanlar ve tanıyanlar anlayabilir, onun gidişi benim için çok zor oldu. Unutmayacağım seni koca çınar, rahat uyu.” Bolu’da iki dönem Belediye Başkanlığı yapan Necdet Gören’in ise Battal Türksever’le ilgili hatırları şöyle: ‘’Bolu’nun renkli siması Battal Türksever’i yaklaşık 40 yıldır tanırım. Son derece mütevazi, alçak gönüllü ve sevecen bir insandı. Bolu’da hazır giyim ve konfeksiyon sektörünün oluşumunda öncülük etmiş, gelişmesinde büyük katkı sağlamıştır. Kendisinin en büyük özelliği hazır cevaplığı ve ozanlığıdır. Yolda rastladığı tanıdığına bile mutlaka güzel sözler söyler, şairane bir şekilde onore ederdi. Kendini yakinen tanıyanlar unutmayacak ve hayırla anacaktır.’’

ZEHRA’SINA DOYAMADI Hayat arkadaşı Zehra Hanım, Battal Türksever’in hayatındaki ilk ve tek aşkyıdı. 1940 yılında evlenmeden önce Bozarmut’un altına uzanır Zehra Hanım için şiirler azardı. Ancak geleneksel baskıların yoğun olarak yaşandığı bir ortamda bu şiirlerini bir türlü Zehra’sına da kimseye de okuyamazdı. Ancak evlendikten sonra artık özgürce onun adına şiirler yazabildi.

Eşi Zehra ve torunuyla 91


Battal Türksever, eşi Zehra Hanım’a öylesine tutkun, öylesine bağlıydı ki, yazdığı şiirlerin önemli bir bölümünü ona ayırmıştı. 14 Ocak 2003 yılında kendi elleriyle toprağa verdiği eşinin ardından gözyaşları içinde şiirler yazdı. Türksever’in Zehra Hanımı zikrederek yazdığı başlıca şiirler şunlar: Garipce, Neredesin, Severcesine. Sözüm Var, Zehram (4 farklı şiir), Rahmetli Eşim Zehra için, Dökülmeyesin, Başımda, Yollar Dar mıydı?, Eşim Zehram, Üzülürüm, Sensiz Geçirdim, Kime Ne Denir, Git Güle Güle. Bunun dışındaki şiirlerinin de ilham kaynağı yine Zehra Hanım idi.

SEVERCESİNE Ulu toprak aç gözünü Zehra’ya Sarıl da sar onu severcesine Bile yürümüştük çöle sahraya Sarıl ulu toprak severcesine Sevgiler hastası insan derdinden Elleri tutulmaz idi yardımdan Yer ver ulu toprak gönül yurdundan Sarıl kara toprak severcesine Üzerinde dost yükünü taşıyan Sevginin yoluna güller döşeyen Aşk ile birleşip öyle yaşayan Sarıl kara toprak severcesine Özü cömert kalbi cennet misali Böylece bitirdi ömür yolu Oydu Türksever’in yeşili alı Sarıl ulu toprak severcesine

ZEHRAM Dönüşü olmayan bir yola çıktın Bir kere geriye bakmadın Zehram Özümde ayrılık ocağını yaktın Şu beni yanına çekmedin Zehram Kuzuların seni düşürmez dilden Bülbül vazgeçer mi gonca gülden Bu bir büyük emir ne gelir elden İnançsız bir ışık yakmadın Zehram

92


Elifle Hüseyin Elmasla Ali Onur, Okan, Ekin tatlıdır dili Ozan’ın Eren’in sevgidir yolu Bunları sevmeye bıkmadın Zehram İsmail, Zekiye, Ayten’le Demet Sami’yle Yasemin Hakka emanet Gökhanla eşine biçilmez fiyat Sevgisiz gözyaşı dökmedin Zehram Her ömrün varlığı böyleymiş meğer Bu emre her varlık başını eğer Ah eder Türksever dizini döğer Bolca gönül yaptın yıkmadın Zehram… (Şiirin sonunda eşinin doğum günü olan 14 rakamını yazdıktan sona yılının sadece ilk rakamı olan 2… koyan Battal Türksever, ‘Rahmetli eşim Zehra’nın aramızdan ayrılığı nedeniyle gözyaşıyla sesleniş. Meraktan nasıl yazdığımı bilmiyorum’ notunu düşmeyi de ihmal etmemişti. Eşinin ölümünün ardından zaten duygusal bir insan olan Battal Türksever, âdete kendi sonunu görür gibi bir şiir kaleme aldı, 10 Mart 2013 tarihinde:

YÜRÜYORUM YOLUN SONUNA KADAR Ömrümün yükünü sardım sırtıma Yürüyorum yolun sonuna kadar Derman arıyorum onca derdime Yürüyorum yolun sonuna kadar Sabır ile şükür sermayem oldu Yürüdüm bu yolda boş kabım doldu Dilekler istekler geride kaldı Yürüyorum yolun sonuna kadar Türksever böyledir bu işin sonu Ölçülmez uzunu yok olmuş eni Herkese sev sevil söylüyor dili Yürüyorum yolun sonuna kadar. Not: Son notlar (Battal Türksever)

93


AYAKTA ÖLÜR BAZI OZANLAR Antalya’ya giderken bacağından rahatsızlığı bulunan Battal Türksever, eşi Zehra Hanım’ı kaybettikten sonra iyice duygusallaşmış, bir an önce Zehra’sına kavuşma arzusuna kapılmıştı. Her gün evinden çıkıp oğlu Sami Türksever’in mağazasına uğrayıp kahvesini içtikten sonra evine dönerdi. O gün de öyle yaptı. Dükkândan ayrıldıktan sonra Kızı Elmas Duman’ın evine gitti. Elmas Hanım, babasının son günlerine ilişkin şunları hatırlıyordu:

Kızı Elmas Duman

“Babam çok disiplinli ve otoriter bir adamdı. Her şey düzenli yerli yerinde olsun düzenli olsun isterdi. Onun için 94 yaşına kadar yaşadı. Çok akıllı ve düzenliydi. Son döneminde, annemi kaybettiğinde bile aynıydı. Son birkaç ayda oldu bir melek; ne söylesem ‘tamam’ diyordu. Bir dediğimi iki etmiyordu. Eskiden bana kızardı, dışarıda geç kaldığımda özellikle kızardı. Son aylarda kızgınlıktan eser kalmamıştı. Annemi kaybettikten sonra babam ile çok samimi olduk, ondan önce ataerkil aile, pek konuşamazdık onunla. Annemi kaybettikten sonra duygusallaşmıştı ama hiç hayattan vazgeçmedi. Asla, ‘ben yaşlıyım, eşim yok’ demezdi. Hayata sıkı tutunan biriydi. Bize ve çocuklara tavsiyelerde bulunurdu. ‘Birbirinize değer verin, sahip çıkın’ derdi. ‘İyilik ve ibadetten vazgeçmeyin, Kur’an hep okunacak’ çok önemliydi. Para çok da önemli değildi babam için. ‘Allah senden razı olsun, ben senden razıyım’ diye dua ederdi bana, beni kırmazdı.” Oğlu Sami Türksever 28 Mart 2016 tarihinde hakkın rahmetine kavuşan babasının ölümüyle ilgili şunları anlatıyor:

94


“Babam ayakta öldü, bir sıkıntısı yoktu. Her gün saat 14.00 ile 16.00 arası mutlaka dükkâna gelir, çayını kahvesini içip giderdi. Her gün aynı tavsiyeleri olurdu bana. Muhannete muhtaç olma, hak yeme gibi. Son günü de bunları söyledi. Koluna girdim, götürdüm onu ablamın yanına. Gidiş o gidiş. Uyurken ölmüş, sabah fark ediyorlar beni aradılar, sıcaktı daha, ama erken ölmüş. Biraz ablam serzenişte bulunmuş, titizdi. ‘Elini ayağını yıkamadan yatıyorsun’ diye. ‘Kızım biz yaşlıyız, artık hoş gör beni’ demiş, eskiden hiç öyle demezdi aslında. Yatıyor o yatış, sabaha eli kalbinin üzerinde vefat etmiş. Ya kendine göre ibadet etti, ya da kalbi ağrıdı eli öyleydi. Bir duası vardı ‘Yattım Allah Kaldır beni, muradıma erdir beni, ben ölürsem imanla, Kur’an’la gönder beni, kalkarsam Allah Allah, kalkmazsam amentü billah’ bunu bana söylerdi hep dua ederken kullanmam için.”

Battal Türksever

Ölüm haberi en fazla şair arkadaşı Tuncay Demir’i sarstı. O sırada kendisi Aydın’daydı. Sami Türksever, babasının kendisine vasiyet niteliğinde bir tavsiyesi olduğunu belirtirken, “Babam yaşlandıkça Tuncay çok destek verdi ona, çünkü aynı dili konuşuyorlar, çok iyi anlaşıyorlardı. Babamın vasiyeti vardı; ‘Tuncay benim cenazemde şiir okusun’ diye, ama ulaşamadık o sırada ona’’ diye anlatıyor yaşananları. Can dostunun cenazesinde bulunamamak Tuncay Demir’in de içine dert oldu. “Battal Amca ile biz etle tırnak giydik, Sami Bey’le paylaştıklarını ben bilmem, o da benimle paylaştıklarını bilmez. Son döneminde Ay95


dın Kuşadası’nda bir seminere gidecektik. Son görüşüm, İzzet Baysal Caddesi’nde gördüm onu. Gidip arkadan gözlerini kapattım, ‘bil bakalım ben kimim?’ diye, ‘Deli, sen misin?’’ dedi. Zaten her zaman öyle hitap eder bana. Biraz sohbet ettik, ona anlattım gideceğimi. Eşim elini öptü. İnsan bazı şeyleri görüyor, ama dilden gelmiyor, ölümünden 3 gün önceydi. Hani derler ya ‘çınarlar ayakta ölür’ diye, Battal Türksever bir çınardı. Bizim literatürümüzde ümmi şairlerle kalem şuarası arasında bir yeri var onun. Bir mektep medrese görmemiş onun için şuara kabul edemiyoruz, ümmi de değil çünkü yazabiliyor, okuyabiliyor. Kafiyeleri, redifleri, inanç motifleri mutlaka araştırılmalı. Artık biz onu Sivaslı olarak görmüyoruz, Bolu’da yerleşmiş, Bolulu bir şair olarak biliyoruz. O bir ansiklopediydi. Ama öz evlatlarının bile kapağını açıp 2 sayfadan fazla okumadıkları bir ansiklopediydi.

Torunuyla 96


Ortak paydamız, şiirdi, görüşlerdi. Siyaset çok nadirdi. İdealler üzerinden konuşurduk. Battal Amca hiç kimsenin yanlış olmasını istemeyen bir insandı. Tatlı dili ve güler yüzlüydü. Üzgün birini görse onu araştırır ve o nedeni ortadan kaldırmaya çalışırdı.” Tuncay Demir, cenazesine yetişemediği can dostunun birkaç gün sonra mezarına giderek gözyaşları içinde onun en sevdiği şiirlerini bir kez daha okudu. Arkadaşı Yener Bandakçıoğlu da Battal Türksever’in ardından şunları söylüyordu: ‘’Son yıllarda kamuoyunda çokça kullanılan bir tabir var: Kanaat önderi. Bölgesine hakim, sözünden dışarı çıkılmayan insanları kast ediyor. Yıllardan beri Bolu’muzda bu sıfata uygun birkaç kişiden biridir, cennet mekan Battal Türksever. Battal ağabey yanılmıyorsam 1950’lerde ailesi ile birlikte Bolu’ya göç etmiş ve ölüm tarihine kadar sanki anadan doğma Boluluymuş gibi yaşamını sürdürmüştür. Bu muhterem insan ve ailesinin neden Bolu’ya yerleştiklerini bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var; Battal ağabey Bolu’ya yerleşmelerinden kısa bir süre sonra doğasındaki liderlik vasıfları ile arkasından yüzlerce Sivaslı’nın Bolu’ya göçmesine neden olmuştur. Battal ağabeyin ve ailesinin Bolu’ya göç ettikleri tarihte ben de Tabaklar Mahallesi’nin çocuklarından biriydim, Şimdi Becikoğlu İşhanı’na karışmış olan rahmetli dedem İbrahim Bandakçıoğlu’nun evi ile Battal ağabeyin işyeri arasında bir ev vardı. Battal ağabey o zamanlar Tabaklar Camisi’nde müezzinlik yapan cennetmekan Mustafa Ugun’un kiracısı idi. Ben rahmetli babam Hasan Bandakçıoğlu’nun memuriyet görevleri nedeniyle uzun yıllar Bolu dışında kaldığımdan bu yıllar içinde Battal ağabey ile fazla bir münasebetim olmadı. Ancak yaz tatillerinde Bolu’ya gelmeyi ihmal etmediğimizden uzaktan da olsa Battal ağabeyin liderlik pozisyonunu görme fırsatını buluyordum. Battal ağabeyin hayattaki en büyük eseri bence oğlu Sami Türksever’dir. Sami babasından tevarüs ettiği üstün hasletleri yaşama geçirmiş ve Bolu’nun tanınmış tüccarlarından biri olmuştur. Sami’nin ticari hayattaki bu yükselişi Battal ağabeyin şair ruhun iyice coşturmuş ve kitap üzerine kitap çıkarmıştır. Battal ağabey, belki de ozanların harman olduğu Sivas toprağından yetişmesinin bir sonucu olarak büyük bir halk şairi –Ozanı – olarak Türk edebiyatında mümtaz bir yerin sahibidir.

97


Bu vasıfları ile ve büyük bir Sivas topluluğunu Bolu’ya getirmekteki önderliği nedeniyle Bolumuzun en güzel caddelerinden birine ismi verilmelidir.’’ Öte yandan, Battal Türksever Bektaşi kültüründeki ‘’ölmeden önce ölmek’’ deyimine uygun olarak, ‘’Sevgili çocuklarıma vasiyetimiz’’ başlığıyla eşi Zehra ile birlikte 9 Kasım 2002 yılında kendi el yazısı ile bir vasiyetname hazırlamıştı. Vasiyetname şöyleydi: ‘’Yaşadığım bunca yıllar içinde ‘tüm istediklerim oldu’ desem, doğruyu söylemiş olurum. Şöyle ki; ömrümün 35 yılını baba yurdunda geçirdim. 1957 yılında gurbet kapısı açıldı. Ayrılıklar bana son derece güç verdi. Her yaptığım iş bana büyük sermaye oldu. Maddi, manevi yönden beni güçlendirdi. Çalışmayı, kazanmayı, paylaşmayı, sevmeyi, sevilmeyi kazandırdı. Her yaptığım işi severek, isteyerek yaptım ve çok iyi neticeler aldım, mutluyum. Eşimle ortak bir evimiz var, Bolu Karaçayır Kurtuluş Sokak No: 32’de. Ahşap, iki katlı, 240 metrekarelik. Bahçe kısmında tek katlı gecekondu var. Bu evleri 4 çocuğumla ortaklaşa kullandık. Hiçbir sorunumuz yoktur. Eşim ve ben ömrümüzü tamamladıktan sonra evler çocuklarımındır. Hiç kimseye borcum ve hiç kimseden alacağım yoktur. Evin taksimatında adil olmanızı dilerken, bugüne kadar olduğu gibi birbirinizi incitmeyin. Kimin ne olacağı belli olmaz. Sizler saygıdan, sevgiden, birlikten, yardımlaşmadan uzak olmayın. Yaşadığınız müddetçe tedbiri, çalışmayı bırakmayın. Her türlü şartlarda bile muhtaç olmamak için hazırlıklı olun ve düşünerek hareket edin. Aile içinde bir ikilik yaratılmasın, ailenin erkeklerinden şüphem yok, öyle biri bulunmaz. Sermayeniz sevgi, saygı, inanç ve onur olmalıdır. Bencil, kinci, dedikoducu olmayın. Her kişi kendisinden sorumludur. Hiçbir şeyi hakir görmeyin, her güzelin bir kötü yanı vardır, her kötünün de bir güzel yanı vardır. Mümkün olduğu kadar sabırlı olun, kimsenin işine karışmayın. Birbirinizi son derece sevin, büyük, küçük, erkek, kadın, tüm torunlarım da dahil olmak üzere sizlerden istediğimiz budur. Evvela sizleri sizlere, sonra da Allah’a emanet ederiz.’’ Sağlığında sadece tanıyanların büyük bir sevgi ve hayranlık duyduğu Bolu’nun Halk Ozanı Battal Türksever, ardında yüzlerce şiir, binlerce fethedilmiş gönül bıraktı. Sivas’tan yola çıkarken, belki sadece nafakasının peşine düşmüştü. Ne Bolu’da mola vereceğini, ne orada mal mülk kazanacağını düşünmüştü. Tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in “Biz toprakları değil, gönülleri fethetmeye gidiyoruz” sözünde olduğu gibi. O da Bolu’da onca ticari başarısına rağmen sadece gönülleri fethetmişti, bu da onun için yeterliydi… 98


99


100


ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER PARAM PARÇA

SONRA

Bir yandın bir daha yanma Yanarsan ol param parça Aş(k)tan gayrısına yanma Yanarsan ol param parça

Mah yüzüne hasret oldum güzelim Rakip aramızı bozduktan sonra Döküldü yaprağım soldu gazelim Ayrılık gününü sezdikten sonra

Gir bahçeye gir aşk ile Güller olsun param parça Sarıl dikenli dallara Dalda olsun param parça

Durmadan artıyor gamım kederim Sen öyle istersen ya ben niderim Terk eder bu yurdu çeker giderim Canım sen yüzümden bezdikten sonra

Dağıt onları elinle El de olsun param parça Feryatlar eyle dilinle Dil de olsun param parça

Dağıtdın fikrimi aldın aklımı Bana haksız dedin ya sen haklı mı? Aldım gönderdiğin kara mektubu Ellerin tutup da yazdıktan sonra

Aşk ocağı durmaz yanar Yanar yanar aşka kanar Türksever yanmazsa eğer O da olsun param parça

Güzel ne ettim de sen benden bezdin Beni bilmez gibi bak neler dizdin Ölmeden sevdiğim mezarım kazdın El ile kol kola gezdikten sonra

GÜZEL OLUR Gönül bir güzeli sevse Güzel daha güzel olur Sevilen sevmeyi bilse Sevgi daha güzel olur

Açsın güzel çiçeklerin solmasın Can alıcı kapınızı çalmasın Türksever bu derdi çeksin ölmesin Yâri mezarını kazdıktan sonra

Sevgi riyasız olmalı Seven sevmeyi bilmeli Sevilen seven olmalı Böyle daha güzel olur Güzel sevmeli herşeyi Sevilmeyi hem sevmeyi Dinler isen Türksever’i Böyle daha güzel olur.

101


102

BOŞA GİDER

BELİNE BELİNE

Gafil kaderinden şikâyet eder Verir dilekçeyi pul boşa gider Umut kuşu kader dalından öter Özenip döktüğü dil boşa gider

Zaman bir tembel at olsa Utursam beline beline Kemikleri de et olsa Yapışsam gemine gemine

Temenniden nasihattan güç bekler İstek listesini duaya ekler Mali hülya kurar kendini saklar Bu duaya kalkan el boşa gider

Uyanmaz uykuya yatsa Yolu rüyasında gitse Arada bir nara atsa O da salına salına

Kendi varlığını görmez gafiller Gerçeklere uzak durur sefiller Zamansız vakitsiz açılan güller Kurudur yaprağı gül boşa gider

Beş ayda bir adım atsa Bir arpa boyu yol gitse Benim her sözümü tutsa Benzese geline geline

Tembel horca bakar kendi işine Umut bağlar kaderine düşüne El ayak göz kulak durur boşuna Gerçeğe varmıyan yol boşa gider

Yedi davul kırk gün çalsa Tembel at anca uyansa Bir zerre ile doysa Gitse sevine sevine

Türkever sözünü söyler alana Yer vermedim riya ile yalana Selam kendi ocağında yanana Yanmasın gayrı kor boşa gider.

Ezrail görmese onu Olmasa o atın canı Baki kılsa Türksever’i Dünya hanına hanına


SÖZÜMÜZ BİZİM

DELİ DELİ

Şah ile sultana minnet etmeyiz Birliğe açıktır özümüz bizim Varlığımız bedelsizdir satmayız Özümüzde birdir sözümüz bizim

Beni seven sevgili Seveceğim deli deli Yoluna bu tatlı canı Koyacağım deli deli

Anadolu vatanımız elimiz Birdir beraberdir şehir köyümüz Avcu şahin başımızda ordumuz Durmadan çoğalır azımız bizim

Seveceğim yaşadıkça Can cesetten çıkmadıkça Bunu bilsinler açıkça Diyeceğim deli deli

Atatürk’dür önderimiz ulumuz Cihanda barışa gider yolumuz Aşk ile çağlar coşar selimiz Yüce dağlar olur düzümüz bizim

Gece olsun gündüz olsun Cihan ayıplasın gülsün Ezrail kapımı çalsın Seveceğim deli deli

Kökümüz bir güller açar dalımız Ayyıldızlı bayrağımız alımız Türk oğluyuz türkü söyler dilimiz Sevgi saygı birlik çalar, sazımız bizim

Yoluma asker çekseler Darağacına assalar Kesse derimi yüzseler Seveceğim deli deli

Türksever Ata’ya saygıla selam Alkış tutsun buna cihanı alem Gerçeği böylece yazarsa kalem O zaman gülümser yüzümüz bizim

Türksever’in son anında Sen olacaksın yanında Beraberce mezarımda Saracağım deli deli

103


BAL GİBİ

CAN SEVGİSİ

İnsan insanı sormadan Vuruyorlar bal gibi Bir birinin defterini Dürüyorlar bal gibi

Bütün sevgiler içinde Bana gerek can sevgisi Dualarla son göçümde Bana gerek can sevgisi Uzak olsun dil sevgisi

Bilinmez oldu nedenler El çırpıyor bak nadanla(r) Gerçek diye haykıranlar Ölüyorlar bal gibi İnsan soğuk oldu buzdan Yol yokuşa indi düzden Kimse durmaz oldu sözden Dönüyorlar bal gibi Ne bir haya ne de edep Herşeyden elimiz yuduk İnsanları binek edip Biniyorlar bal gibi Sağ da yalan sol da yalan Seni aldatmaktır inan Ateş elin bizler yanan Biliyorlar bal gibi Türksever duy sesini Temizle özün pasını Barıştır dargın küsünü Arıyorlar bal gibi

104

Dil sevgisi temelsizdir Özü çürük amelsizdir Aldatıcı güvensizdir Bana gerek can sevgisi Uzak olsun dil sevgisi Can sevgisi Hakkın yolu Sevgi verir dolu dolu Sanki ilk baharı Bana gerek can sevgisi Uzak olsun dil sevgisi Dil sevgisi bir tuzaktır Sevgi ve saygıya uzaktır Yalancılara azıktır Bana gerek can sevgisi Uzak olsun dil sevgisi Tüm sevgiler sıralansa El bağlayıp divan dursa Türksever’e günül verse Bana gerek can sevgisi Uzak olsun dil sevgisi


BAKIYORDU

İKİ ŞIK ŞIK

Ben onu gördüğüm anda Korkak ürkek bakıyordu Ölüm korkusu var canda Gözyaşları döküyordu

Bu hayatın tüm gayesi İki şık şık bir tık tık Varlık yokluk hikayesi İki şık şık bir tık tık

Elimi uzattım ona Ellerim boyandı kana Dünyası dönmüş zındana Dertli dertli ötüyordu

Bir ana babadan geldim Hem ağladım hem de güldüm Bir sevdim bir sevildim İki şık şık bir tık tık

Çırpınıp duruyor yerde Korkuyordu her şeyde Hazırmış canı yolda Nice ahlar çekiyordu

Tüm cihana açtım özüm Yaratana ayan sözüm Karlı kışa döndü yazım İki şık şık bir tık tık

Kanat açtı uçmak için Yer arıyor kaçmak için Sordum söyledi suçun Düştü yerde yatıyordu

Âşık oldum sevdalandım Ferhat oldum dağlar yardım Yüreğime saray kurdum İki şık şık bir tık tık

Bu kuş böyle geldi gitti Derdime derdini kattı Türksever’e neler etti Bir son da böyle bitti.

Kimi bana gerçek dedi Kimi kusuru çok dedi Kimi ah kimi vah dedi İki şık şık bir tık tık Bilmek istedim gerçeği Aradım durdum herşeyi Tanıdıysan Türksever’i İki şık şık bir tık tık

105


SEVENLERDENİZ Doğuşla bu emir verilmiş bize Gönül dostlarını sevenlerdeniz Bizim pazarımız özdedir öze Gerçeklere değer verenlerdeniz Herkesi sevmeye kavli kararız Birliği dostluğu özde ararız Sevgiler üstüne dünya kurarız Hakikatı burada görenlerdeniz Özümüzde coşar birliğin seli Pirimiz Hünkârdır Bektaş-ı Veli Aşkın meclisinde içeriz dolu Hak yolunda ıkrar verenlerdeniz Toprak asıllıyız küsmek bilmeyiz Cahile bencile uymak bilmeyiz Sevgi çiçeğiyiz solmak bilmeyiz Aşkın denizine dalanlardanız Sermayemiz ehlibeyt sevgisi Oniki imamların çekeriz yası Dört kapı kırk makam gönül aynası Kırkların darına duranlardanız Türksever her insan kardeşimizdir Birlikde yürürüz yoldaşımızdır Bütün varlığımız sırdaşımızdır İşde biz bu sırra erenlerdeniz

106

BİR İHTİYAR ADAM OLSAM Bir ihtiyar adam olsam Saçı sakalı benbeyaz Huzurlu bir köşe bulsam Otursam orda kış yaz Oğlum kızım gelin torun Toplansalar etrafıma Öyle istiyorki canım Bir ihtiyar adam olsam Hemen hergün bayram olan Etrafı neşe ile dolan Bolca hediyeler alan Bir ihtiyar adam olsam Her işimi bir başkası İstediğim gibi yapsa Her payın bana çokcası Gelen bir ihtiyar adam olsam Felek gülse Türksever’e Hesap sormasa bir kere Cennet gidecek sıra Gelen bir ihtiyar adam olsam


EĞLENİR Mİ?

BELLİ OLMAZ

Yola giden yolcu kardeş Dur desem eylenir mi? Ben sana olam yoldaş Desem bana söylenir mi?

Her gülü gül diye koklama canım Gül dediğin diken olur belli olmaz Cananın görünce canın saklama Sana senden yakın olur belli olmaz

Sen âşıksın ama niye Boya endama mı guya Dibi görünmedik suya Girip hemen boylanır mı?

Namerde sır verip açma arayı Başına dar eder geniş dünyayı Kendini bilmezden umma vefayı Seni yarı yolda koyar belli olmaz

Çekersin acı elemi Aşk ile deldin sinemi Şu namerdin merhemini Sürsem yaram eylenir mi?

Yükseklerden uçma uyma ankaya Al tedbiri dikkat eyle dengeye Aman fırsat vermeyesin kargaya Uyarsan gözünü oyar belli olmaz

Sana sure eder nazı Sözüne hiç uymaz özü Bilinirki kördür gözü Böyleleri dinlenir mi?

Dibi görünmeyen göllere dalma Evini bilmesen kapısın çalma Sakın namerdinen arkadaş olma Fırsatın bulursa soyar belli olmaz

Türksever sözünü söyle Sev sevil sel gibi çağla Sen iyiliğe devam eyle Hak yanında zaylanır mı?

Türkseverim iyi düşünüyorsun Düşünüp taşınıp aşınıyorsun Boş bir meydan buldun eşiniyorsun Sağlam bas ayağın kayar belli olmaz

107


108

GEÇ KALMADIN MI?

GİTMEZKİ

Açtım kollarımı seni beklerim Soruyorum güzel geç kalmadın mı? Güller gazel olup düşmeden daldan Toplayıp dermiye geç kalmadın mı?

Gönül koyup sitem etme beşere Bütün âlem aynı yoldan gitmezki Nihayet demişler ahırı şere Eyleme nasihat sözün tutmazki

Umutlarla bekliyorum yolunu Dualara alıştırdım dilimi Hasretinle akan gözüm selini Silmeye geç kalmadın mı?

Eş eder kargaya tutar şahini Hiçe sayar akrabaya yakını Cahil tarlasına ekme tohumu Zayolur emeğin lakin bilmezki

Harcadım ömürümü adın anarak Kerem oldum yandım Aslı diyerek Geçmişi düşünüp hayal kurarak Bağrına basmıya geç kalmadın mı?

Hoşgör yaradılmışı eli nedersin Sen bil ki seninle hakka gidersin Elin kötülüğü koy şurda kalsın Kötü kötülükle hakka yetmezki

İşde şafak söktü güneş doğacak Bilesin böylece korum sönecek Türksever kadere teslim olacak Halimi görmüye geç kalmadın mı?

Türksever farkeder yarı ak yâri Yar yoluna feda eylemiş canı Bekleme gel boşa viraneleri Baykuş yuvasında bülbül ötmezki


GÜLE DOLAŞIR

NEDENDİR

Bir dertli bülbülün derdin dinledim Öter dertli dertli güle dolaşır Arayıp kendini göreyim dedim Gözlerim dikenli dala dolaşır

Ne devirler geldi ne zaman geçti Yalan gerçek bilinmiyor nedendir Neşe bahçesinin bülbülü öldü Kahkahayla gülünmüyor nedendir

Derdimi diyecek bir dertli bulsam Derdime dermanı dertliden alsam Derdimden dertliye bir makam çalsam Ellerim titrer tele dolaşır

Sevgiler azaldı dostluk yozoldu Muhabbet ırmağı dondu buz oldu Koca dünya insanlara az oldu Duraklar yok görülmüyor nedendir

Dert ile yoğrulmuş temelim köküm Kader gemisine yüklenmiş yüküm Bir kaptan elinde hep varım yokum Yolum derya gemim sala dolaşır

Makamlar ateşten bir gömlek oldu Suçsuz suçlu koltuğuna oturdu İnanç gemisini inkâr batırdı Bir makamdan sorulmuyor nedendir

Türksever’in derdi benzer derdine Tasa keder elem ardı ardına Sade sağlık olsun gelmez bir güne Geçer aylar günler yıla dolaşır

Canlılar cihana bir yokdan geldi Yalan fesat riya araya girdi Sağırsultan bile rahatsız oldu Hakkın sesi duyulmuyor nedendir İnsanlar dünyayı deldi dağıttı Hile doğruluğu çiğnedi yuttu Kanata nefis bir kanca attı Derde ilaç bulunmuyor nedendir Dertliler ah eder duyulmaz sesi Haklı haksız oldu bu neyin nesi Ne halde insanın insan kardeşi Türkseverim bilinmiyor nedendir

109


110

KARŞINDAKİ İNSANDIR

DEDİK BU GECE

İnsanoğlu çek elini silahdan Karşındaki insanoğlu insandır Utan halkda(n) korkmaz mısın Allah’dan Toprağa dökülen su değil kandır

Nefis kalesine kılıç çalmıya Karar verdik olsun dedik bu gece İrade kullandık sabur bulmaya Hırs olduğu yerden ölsün bu gece

İşgal ölüm zulum neyin nesidi(r) Ah ile vahla kara yasıdır Birlik sevgi saygı Hak’kın sesidir Var olup yok olmak kısa bir andır

Sabur bayrağını çektik kaleye Nefis gördü bunu döndü deliye Hileyi bir güzel aldık araya Kanaat deryası dolsun bu gece

Bir vücut olalım cihana karşı Bakan gözler olmasın şaşı Bizlere emanet yurdun toprağı taşı Birliğin içinde çok gerçek vardır

Kale komutanı asi mi asi Hırslar deryasından geliyor sesi Çekilmiş silahlar kurulmuş pusu Avcular avunu vursun bu gece

Türksever isterim sınırsızca yurtlar Barış ilaç olsun sarılsın dertler Toprak kolun açmış bizleri bekler Dünya dolup boşalacak bir handır

Türksever diyorki karar karardır Karardan dönmesi hayli zaradır Nihayet her yolun bir sonu vardır Yanlış giden yolcu dönsün bu gece


BABAM ÖLDİ

GELDİM

Ula kardeş babam öldi Bütün işler geri kaldı Anam saçlarını yoldu Ula kardeş babam öldi

Söndü mü özünde aşkın çırası Dostça bu gerçeği sormuya geldim Dermansızdır ayrılığın yarası İşde ben bu sırra ermeye geldim

Ula kardeş işler kötü Öküz öldü yenmez eti Kazma kürek yoktur sapı Ula kardeş babam öldi

Her zaman gerçeği söyledi dilim Sevginle sarhoşum elimde dolum Sendin benim bülbülüm gülüm İşte bu hesabı vermeye geldim

Ula kardeş babam öldi Tüm dostlarım arka döndü Her şeylerim viran oldu Ula kardeş babam öldi

Nice dertler var ki çare bulunmaz Dertli çoktur amma derman alınmaz Dertli canın feryadına gülünmez Varsa başka gerçek bilmeye geldim

Kimse sormaz halimizi Çokdur dertler dizi dizi Diyorlar anasız kuzu Ula kardeş babam öldi

Anılar canlanır burnumda tüter Ayrılık işkence beterden beter İçimde umudum dilim ah çeker Yetsin artık canım gülmeye geldim Türksever özüm bağladım Hakka Bundan başka açık bir gerçek yok ya Benim özüm başka sözlere tok ya Sorulsun bu hesabı vermiye geldim

111


DURMA GEL

DEDİĞİ OLUR

Hasretinle behizarım sevdiğim Halim sana malum olsun durma gel Yerde miyim gökte miyim nerdeyim Hazan oldu gonca gülüm durma gel

O ilahi emir böyle olunca Emir büyük yerin dediği olur Tanrı öyle ister karar alınca Uyulur Emire göç katar katar Büyük balık küçük balığı yutar

Gün begün artıyor figanım kat kat Hayallerin bana oldu hakikat Günlerim yıl oldu dakikam saat Kuruyor yaprağım dalım durma gel Yollarını bekliyorum durmadan Günüm zından olur seni görmeden Aman kara toprak beni sarmadan Göreyim bir daha canım durma gel Soyuldu kervanım yok oldu kârım Yedi kat semaya ulaşdı zarım Boşaldı kovanım ölüyor arım Acıdı yenmiyor balım durma gel Gel yeter bekletme Türksever’i Taşları deliyor gözümün seli Leyla için çöle Mecnun misalı Aman uğramasın yolum durma gel

112

Melekler alnına öyle yazınca Kaderin yutulmak küçük olunca Bir menfaat ucu kapın çalınca İnsan Pazar bulur kendini satar Büyük balık küçük balığı yutar Şöyle bir acı yel esmesin meğer Soldurur gülleri bülbülü kovar Bahçivan bağına bakmasa eğer O bahçe virandır baykuşlar öter Büyük balık küçük balığı yutar Yokluğun başına her gün kar yağar Yüzü soğuk olur verilmez değer Her günü ah vahdır dizini döğer Onun yaşantısı ölümden beter Büyük balık küçük balığı yutar Türksever bu işin böyle kaderi Bilinmez ki sebebiyle nedeni Sen gel seni tanı incitme canı Bu iş böyle gelmiş hep böyle gider Büyük balık küçük balığı yutar


BİR YANA

GERİDE KALIR

Akıl almaz bir düzenin içinde Düşünce bir yana karar bir yana Yardım bekler sakalından saçından Zararı bir yana karı bir yana

Her gün düşer ömrümüzden bir yaprak Bir basamak daha geride kalır Ömür bir sermaye mutlak harcanır Gelen geri gider bak neyi kalır

Şöyle bir bak bize neydik ne olduk Gerçeği bıraktık hayalle dolduk Unuttuk biz bizi tanımaz olduk İnançlı bir yana inkar bir yana

Muayyen bir zaman sayılı bir gün Gelen geri gider değişdirir don Her ne gelse taşır bir görülmez can Şu gelip gidenler tüm şahit olur

Benliğine sahip çıkmayan canlar Dolarda boşalır karanlık inler Böyle bitiyor olumsuz sonlar Gül çiçek bir yana harı bir yana

Herkes kendini bilir ben de beni Gizli gizli biter ahretin yolu Soyulur dökülür yeşili alı Ölüm her varlığın kapısın çalar

Derince düşünsek bu neyin nesi Bülbül uçdu gitti boşdur kafesi Görülüyor verecek son nefesi Görenler bir yana körü bir yana

Kal demek yok çirkin ile güzele Yeşil yaprak bir gün döner gazele Kimse bilmez ne kadar var mezara Kuyrukdasın sıra bak sana gelir

Türksever bu yara durmaz kanıyor Suçsuz olan suçlu diye yanıyor Kulun yaptığını Allah görüyor Gözyaşı bir yana zarı bir yana

Ne gençliğe ne varlığa güvenme Ölümden ıslah ol gafil olma Türksever gel herşeye sakın aldırma Nefsine dost olan açıkda kalır

113


SEVGİDİR

DÖNESİM GELDİ

Her kapının anahtarı Sevgidir canlar sevgidir Tüm canların umutları Sevgidir canlar sevgidir

Derde derman diye bir kapı çaldım Hemence geriye dönesim geldi Beklediklerimin tersini gördüm Ben benim halime gülesim geldi

Varlığın özündeki Ariflerin sözündeki Ozanların sazındaki Sevgidir canlar sevgi

Tamah kanaatın çökmüş postuna Hileler yapıyor üsdü üsdüne Sıktım yumruğumu gözün üstüne Şöyle bir gerilip vurasım geldi

Kerem’i Aslı’yı yakan Mecnun’u çöllere çeken Türksever’e diller döken Sevgidir canlar sevgi

Hile yalan oldu gerçek nişanı Ayıp yaralanmış akıyor kanı Her taraf çalıyor tehlike çanı Ecelimden önce ölesim geldi Doğruluk yalana boyun eğince Tilkiler aslana önder olunca Türksever bunlara bakıp görünce Nufustan ismimi silesim geldi

PİŞMEK İSTİYOR Dostlarım bir bakın garip halime Aşkın ocağında pişmek istiyor Yakınca oturun gelin yanıma Gizli sırlarını açmak istiyor Hürce kullanayım diyor dilini Bir görüyor sağı ile solunu Ahrete uzanan ömür yolunu Metre metre ölçmek istiyor Dosda dulda olsun sevgi dalları Sığınsın da dua etsin dilleri Birliğin önüne çıkan engeli Kırarak dökerek geçmek istiyor Türksever böylece döktüm içimi Hemi sevabımı hem de suçumu Bilinsin böylece sardım göçümü Aşkın sarayına göçmek istiyor

114


ZEHRAM

BİZİMDİR

Hayat birliğinde altmış dört yılı El ele kol kola bitirdik Zehram Bir an aramıza almadık eli İkrarı menzile yetirdik Zehram

Vurulsun davullar çoşsun gönüller Sevgilere giden yollar bizimdir Bahçeler kurulsun açılsın güller Aşk ile çağlayan seller bizimdir

Nice hayallerle yuva kurduk Sevdik sevildik de murada erdik Varlıktan yokluktan bolca ders aldık Çok gece uykuyu yitirdik Zehram

Her yer bahar olsun yağmurlar yağsın Mutluluk sesleri göklere ağsın Herkes birbirini sevsin sevilsin Dost dost diye çalan teller bizimdir

Dilekler diledik dualarınan Oyunlar oynadık torunlarınan Geçdi günlerimiz anılarınan Aldık döşümüze yatırdık Zehram

Seven canlar tutuşsunlar el ele Halaylar çekilsin hem döne döne Aşk ile yiğitler çıksın meydana Barışa uzanan yollar bizimdir

Cennet oldu bize garip yuvamız Böylelikle kabul oldu duamız Bize komşu oldu çocuklarımız Ayrı ayrı yerde oturduk Zehram

Türkoğluyuz Anadolu yurdumuz Bir olalım ilaç bulsun derdimiz Budur Ata’mızdan emanetimiz Ay yıldızlı BAYRAK allar bizimdir

Beraber taşıdık hayat yükünü Hem azını gördük hem de çoğunu Her şeylerden önce gönül hasını Gittiğimiz yere götürdük Zehram

Türksever derdini getirdi dile Sevgiyle birleşip çıkalım yola Böyle günler nasip olsun her kula Türküler söyleyen diller bizimdir

Türksever diyor ki bu bir beyandır Hile yalan yoktur Hakk’a ayandır Sevgisiz yaşamak ömre ziyandır Bir ömrü böylece bitirdik Zehram

NOT: Bolu’da kurduğumuz derneğin açılışında okunan şiir(B.T)

NOT: Rahmetli eşimin mezar taşında yazılı şiirim(B.T)

115


UNUTMASIN

DÜŞE KALKA

Son sözümü diyeceğim Duyanlarım unutmasın Gerçekleri sayacağım Sayanlarım umutmasın

Yıllar boyu bir gerçeği Arıyorum düşe kalka Soldu bahtımın çiçeği Soluyordum düşe kalka

Geçen günler hayal oldu Her şeyler mazide kaldı Yaşım yetmiş yedi oldu Bilenlerim unutmasın

İlmin kapısını çaldım Gerçeği bilgide gördüm Cahalete kilit vurdum Vuruyordum düşe kalka

İnancıma sadık oldum Gerçekleri burada gördüm Bana ilaç oldu derdim Diyenlerim unutmasın

Suçum kusurum söyledim Varsa ondan af diledim Sevgiye özüm bağladım Bağlıyordum düşe kalka

Ben herşeyi ben de gördüm Dostluk denizine daldım Böyle bir Türksever oldum Bilenlerim unutmasın.

Kulağıma bir ses geldi İçim rahat yüzüm güldü O anda boş kabım doldu Doluyordum düşe kalka Türksever boş idim doldum Böylece muradım aldım Ahretin kapısın çaldım Çalıyordum düşe kalka

116


AĞLAMASINLAR

SELAM OLSUN

Ayrılık günleri gelip çatınca Dostlarım ah edip ağlamasınlar Sevgi saygı yok olup da bitince Ak çözüp karalar bağlamasınlar

Ey insanlar hepinize, Kucak kucak selam olsun. Birlik olan sürünüze Kucak kucak selam olsun

Ayrılık her kulun başına gelir Kimi çok kimi az nasibin alır Sonunda harcanan gözyaşı kalır Beyhude yürekler dağlamasınlar

Ayrılık diyen dillere, Sevgisizce gönüllere, Özü çürük cahillere, Kucak kucak nalet olsun

Birlikde ağladık beraber güldük Acı tatlı yedik yedik doyunduk Dünya nimetini attık soyunduk Sakın bizi yoldan eylemesinler

İnsanı insan bilene, Ona hakkını verene, Gönlü sevgiyle dolana Kucak kucak selam olsun.

Türksever der yolun sonuna geldik Böylece aradık gerçeği bulduk Ele ele tutuşduk bir olduk Bu sırrı yadlara söylemesinler

Görevine hor bakana, Mazluma silah çekene, Diri insanı yakana, Kucak kucak nalet olsun. Sağdan, soldan olmayana, Gözyaşına gülmeyene Türkseveri anlayana Kucak kucak selam olsun.

117


118

İNSANIM

DOĞRU GEL

Beni bana soranlara Diyorumki ben insanım İnsan nedir diyenlere Diyorumki ben insanım

Bana bir ses şöyle dedi Bana doğru gel, doğru gel Uyuyordum beni aydı Bana doğru gel, doğru gel

Sıfatı ademi bilmem Gerçeklere değer vermem Sevginin yanına varmam Diyorumki ben insanım

Doğruluk dostun kapısı Güzel yapılmış yapısı Terket nevsi tamahı Bana doğru gel, doğru gel

Doğrudan eğri ararım Neslime tuzak kurarım Cennetten pay umarım Diyorumki ben insanım

Doğru hesapla kasayı Bırak düşünme tasayı Haksız incitme kimseyi Bana doğru gel, doğru gel

Aka kara diye diye Haram helal yiye yiye Sahibim her kötü huya Diyorum ki ben insanım

Cami, tekke ve kilise Buna benzer ne var ise Bu söz zarar ve kâr size Bana doğru gel, doğru gel

Türksever’im say saydıkca Uyuyanlar aymadıkca Özde sevgi olmadıkca Diyorimki ben insanım

Türksever bu son sözüm İşte çoğum işte azım Böyle çalar gönül sazım Bana doğru gel, doğru gel


ALİMALLAH

NE BİLSİN

Deli gönül daldan dala Konar durur Alim Allah Aşık olmuş gonca güle Sever durur Alim Allah

Seher vakti dertli öten bülbüller Biraz sonra ne olacak ne bilsin Çeşitli renklerde açılan güller Biraz sonra ne olacak ne bilsin

Gülün koncasını arar Dikenli dallara konar Böylece ateşe yanar Yanar durur Alim Allah

Türlü hayal kurulup görülen düşler Çeşitli renklerde açılan güller Çöp toplayıp yuva yapan o kuşlar Biraz sonra ne olacak ne bilsin

Ne verirsen yer de doymaz Asıktır suratı çekilmez Sevgisizdir yüzü gülmez Asar durur Alim Allah

Sonsuz deryalara gemi salanlar Kararsızca daldan dala konanlar Dertlinin ahına bakıp gülenler Biraz sonra ne olacak ne bilsin

Perişan ediyor beni İster durur gelmez sonu Böylece incitir canı Yorar durur Alim Allah

Türksever bu işin bilinmez sonu Ölçülmez uzunu yok olmuş eni Gam yüklü bir vücut deryada gemi Biraz sonra ne olacak ne bilsin

Türksever yetti canıma Hem dinime imanıma Hasretim kendi sürüme Sürer durur Alim Allah

119


KOŞAN KOŞANA

YANDIKCA YANSIN

Başladı o büyük yarış Dörtnala koşan koşana Kırış vatandaşım kırış Mezarın eşen eşene

Bir sevgi ateşi yanar içimde Sönmesin söndürmem yandıkca yansın Volkanlar fışkırsın dursun başımda Sönmesin söndürmem yandıkca yansın

Gör ne kollar sıvanacak Renkten renge boyanacak Kim soyulup kim soyacak Tuzağa düşen düşene

Kanımla yazılsın sevgi kitabı Yansın da bedenim çıksın dumanı Dostlar seyre çıksın görsünler beni Sönmesin söndürmem yandıkca yansın

Doğru gibi yalan sözler Söylenecek içim sızlar Maske takınacak yüzler Görünce şaşan şaşana

Kerem’i Aslı’yı yakan ateşi Mecnun’da Leyla’da görüldü eşi Aşk ile doğar sevgi güneşi Sönmesin söndürmem yandıkca yansın

Kusurları gizlemiye Verilene az demiye Dul kendine kız demiye Meydanlarda coşan coşana

Türksever sevgidir Hakk’ın nişanı Sevgiyi bilmiyen incitir canı Dileğim bitmesin sevginin sonu Sönmesin söndürmem yandıkca yansın

Türkseverim artmasın derdim Gerçeği birlikte gördüm Ocak yakdım kazan kurdum Arada pişen pişene NOT: Seçimler için(B.T)

120


GÜLLERİM VAR

İSTEMEM

Gönül dostu olanlara Lale sümbül güllerim var Dostluk nedir bilenlere Kardeş diyen dillerim var

Sen benim çiçeğim benim dalımda Açacaksın başkasını istemem Birlikteyiz sıcak elin elimde Koşacaksın başkasını istemem

Aşkın seli olanlara Yüreklere dolanlara Sevilip de sevenlere Demet demet güllerim var

Gel otur güzelim gönül tahdıma Ortak ol sevdiğim gel de bahtıma Ben sadığım yeminime ahdıma Şaşacaksın başkasını istemem

İlim nedir bilenlere Ona değer verenlere Cihana dost olanlara Ayyıldızlı bayrağım var

Türksever varlığım koydum yoluna Değer vermem sevgisizin diline İşkencedir ayrılığın canıma Eşeceksin mezarımı başkasını istemem

Nefsine kul olmuyana Gözyaşına gülmüyene Cahile dost olmuyana Dulda olan dallarım var

NOT: Çok sevgili torunum Eren’e( B.T)

Birlik barış diyenlere Bu yola baş koyanlara Türksever’i duyanlara Sarılacak kollarım var

121


SAKLASAN BENİ

DİREK DEMİŞLER

Bir tarlada yeşil yonca misalı Serilip üstüme saklasan beni Sevgi delisiyim şaşırdım yolu Aşkın zinciri ile bağlasan beni

Hele şu dünyanın haline bir bak İnsanlar insana direk demişler Anlatanlar bunu yürekleri yok Şunun defterini dürek demişler

Toprak olsam çiçek diksen üstüme Çoban olsan sürü çeksen göksüme Beraber otursak sevgi postuna Türküler söyleyip eğlesen beni

Kesmişler direği bak ne yapmışlar Bu direği bilmem nere çakmışlar Kimi ısıtmışlar kimi yakmışlar Gelin şu hesabı sorak demişler

Ben bir ağaç olsam sen de bir yuva Saklasa garipleri eylese dua Ben bir balık olsam atlasam suya Çıksan da avuna avlasan beni

Bakmamışlar gözünün yaşına El koymuşlar ekmeğine aşına Can alıcı olmuş çıkmış döşüne Verilen şu canı alak demişler

Atsak engelleri atsak bir yana Yaşasak sevgiyi hep kana kana Ömür bitip ecel gelmeden cana Elden yabancıdan paklasan beni

Ben insanım direk neyimdir desem Ana baba kardeş dayım mı desem Türksever evim mi köyüm mü desem Sus artık konuşma salak demişler

Türkseverim senden dileğim böyle Gül benimle güzel benimle ağla Severek biz bize çıkalım yola Sarılıp kolların okşasan beni

122


DUYDUN MU? Bak ki şu insanlar koca dünyada Birbirine neler yapmış duydun mu? Nefsinin emrine de olmuş amade Kardeş kardeşini boğmuş duydun mu? Nice yurtlar boş kalmıştır çöl gibi Kardeş kardeşini vurmuş el gibi İnsan kanı akıtmışlar sel gibi Ne analar dizin dövmüş duydun mu? İnsanlar insandan ordu kurmuşlar Silahlar yapmışlar insan vurmuşlar Suçlular suçsuza ceza vermişler Bunu da insanlar övmüş duydun mu? Saray saltanatı koltuk hevesi Arkasından dolandırmış herkesi İnsanlar insana kurmuşlar pusu Demişler kaderi buymuş duydun mu? Neler görmüş neler Kerbela Çölü Karga şahin olmuş boğmuş bülbülü Al kana boyanmış peygamber gülü Ehli beyti susuz koymuş duydun mu? Türksever acıma gözün yaşına Neler gelmiş mazlumların başına Dünyayı çekmişler binek taşına Biri inmiş biri binmiş duydun mu?

123


KAYNAKÇA 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17.

124

Bozarmut (şiirler) Anadolu Matbaası, İstanbul 1982 Sevgi Yağmuru (şiirler) Kemal Matbaası Bolu Gönül Dostu (şiirler) Arayış Ofset, Antalya 2001 Sevgi Pınarından Birkaç Yudum (şiirler) Kemal Matbaası Bolu, 2002 Bolu Üçtepe Gazetesi Sazıyla Sözüyle Bolu Dergisi Redif Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi 2001 Redif Dergisi 2002 Bolu’da Sanat Sokağı 2006 Her Telden kültür ve Edebiyat Dergisi 2009 Zeki Gürel, Ozan Battal Türksever- Hayatı, Sanatı Eserleri Bolu Türkocağı Üçtepe Dergisi Tuncay Demir, Bir Kavak Yelisin (Şiirler) Tuncay Demir, Menekşe Gözlerinde Çoban Ateşi, Ankara 2001 Bolu Gündem Gazetesi 2002 Zeki Gürel, Bolulu Şair ve Yazarlar 2013 Zeki Gürel, Bolu Bibliyografisi 2013




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.