BOLU’DA İZ BIRAKANLAR 4
Bolu’nun ‘Veli’ Hekimi
Dr. EMİN ACAR HÜSEYİN TUNÇAY
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkıları ile Bolu Belediye Başkanlığı tarafından bastırılmıştır.
BOLU BELEDİYESİ YAYINLARI BOLU’DA İZ BIRAKANLAR SERİSİ-4 Hüseyin TUNÇAY EDİTÖR Ercan YAVUZ SAYFA TASARIM - KAPAK Yasin VARIŞLI SON OKUMA VE REDAKSİYON Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu YAYIN KURULU Emine DAVARCIOĞLU - Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Güler MERT - Kültür ve Sosyal İşler Müdürü İsmail ŞENTÜRK - Bolu Araştırmaları Merkezi Sorumlusu KATKIDA BULUNANLAR Dr. Musa Okur ve Dr. Şener Yücetürk YAYINA HAZIRLAYAN
Tunçay Yayıncılık Basım Reklam Danışmanlık Organizasyon Ltd. Şti. Ahmet Rasim Sokak 33/A Çankaya/ANKARA (0312) 442 25 30 e-posta: tuncayyayincilik@yahoo.com 1. BASKI Aralık 2017 BASKI ............ ISBN BOLU BELEDİYESİ KÜLTÜR YAYINIDIR, ÜCRETLE SATILAMAZ. KAYNAK BELİRTİLEREK ALINTI YAPILABİLİR.
İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ.................................................................................................5 SUNUŞ ..................................................................................................7 TEŞEKKÜR.............................................................................................9 BAŞLARKEN…................................................................................... 11
BÖLÜM 1 OSMANLI BAŞKENTİNDE DOĞMAK AHMET EKİNCİ’NİN TEŞVİKİ............................................................. 22 ELBİSTANLI DR. RAHMİ ERAY’IN AĞABEYLİĞİ ................................ 23 DEVLET HİZMETİNDE....................................................................... 28 ASKERLİKTE EVLİLİK......................................................................... 29 BABASININ İZİNDE BİR KADER........................................................ 31 AKÇAKOCA’DA BİR ERMİŞ: MUSTAFA ŞABAN EFENDİ ................... 32
BÖLÜM 2 BAŞKA BİR ÂLEME YOLCULUK HAYREDDİN-İ TOKADÎ TÜRBESİNE HİZMET..................................... 40 YENİ BİR CAMİ İNŞASI....................................................................... 46 DR. EMİN ACAR’IN ANKARA YILLARI............................................... 47 BURSA MİLLETVEKİLİ OLARAK TBMM’DE ...................................... 50 12 EYLÜL GÜNLERİ ........................................................................... 54 GÖNÜLDEN SOHBETLER .................................................................. 56 “LOKMALI SOHBETLER”................................................................... 58 “RUH HASTA OLMAZ, AKIL HASTA OLUR”...................................... 61 DR. EMİN ACAR’DAN NASİHATLAR.................................................. 61 “BENİM YARIM BOLULUDUR”........................................................... 61 BAŞKAN YILMAZ: “DERYA GİBİ BİR İNSANDI”................................. 62 AHİRETE YÜRÜYÜŞ........................................................................... 64 SON SÖZ............................................................................................ 65 EKLER................................................................................................. 66
BÖLÜM 3 DR. EMİN ACAR’IN ALBÜMÜNDEN 3
4
ÖN SÖZ ‘Bolu’da İz Bırakanlar’ serisi içinde Dr. Emin Acar’ın müstesna bir yeri var. O, Ankara’nın ve Bolu’nun manevi büyüklerinden biriydi. Allah dostu, gönüller dostu bir âlimdi. Bolu’nun manevi iklimine tesir eden serin bir esinti bırakarak aramızdan ayrıldı. Ancak o manevi tesir ve esinti Tokadi Hayreddin’i ziyaret eden herkesi sarmalamaya devam ediyor. Çünkü bu türbenin ortaya çıkarılmasını Muhiddin Sürmeli Efendi’ye, ona ve fedakâr arkadaşlarına borçluyuz. Dr. Emin Acar’ı 1980’li yıllarda tanımak şerefine nail oldum. Öylesine büyük ve kavrayıcı çekim gücü vardı ki, o günden sonra bir daha bağımızı koparmadık. Dağarcığında ne varsa bunu milletiyle paylaşmayı düstur edinmiş bir âlimdi Dr. Emin ağabey. Ömrünü, milli ve manevi değerleri yüksek nesiller yetiştirmeye adamıştı. Dininden, değerlerinden kopmamış nesilleri ortaya çıkarmaya vermişti kendisini. Sadece bu da değil, ülkesinin ve insanlığın her sorununa çözüm üretmeye çalışırdı. O Şeyh Edebali gibi ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’ felsefesini benimsemiş devlet adamıydı. Ülkesini müreffeh kılma, insanlarını mutlu etme sevdasındaydı hayatı boyunca. Dr. Emin Acar, ilmi, siyasi ve tıbbi mevzularda çok geniş ve derin bir ufka sahipti. Bu yüzden onu tanıyanlar kendisine sadece bir hekim veya ilahiyatçı bir hoca gözüyle bakmazdı. Ekonomiden sanata, yerel yönetimden edebiyata, sağlıktan kültüre kadar her konuda ülkesi ve milletine faydalı olmaya çalışırdı. Fikirleri ile yol gösterir, projeler üretilmesi için fikir aşılardı. Ekmek yapacağımız zaman onun nasıl yapılacağından, yol yapacağımız zaman nasıl olması gerektiğinden bahsederdi. “Tam buğday ekmeği yiyin, mısır ekmeğinde pellegra hastalığı ortaya çıkar. Çünkü mısır ekmeği öfke eşiğini aşağı çeker. Buğday ekmeği cinayetleri önler’’ derdi. Pek çok sohbetinde “Üzüm kırk derde devadır. Üzüm zihni açar. Üzüm sigara, alkol, uyuşturucu gibi alışkanlıklardan uzak tutar. Ancak üzümün yaş olanı evladır… Süt içmeye devam edin, çünkü sadece insanoğlu için bebeklikten sonraki dönemde süt vardır. Hayvanlar belli dönemden sonra süt içmezler. Peygamberimiz ölünceye kadar süt içmiştir.” diyerek hemen her konuda Allah’ın nimetlerinin hikmetini ortaya koyardı. Dr. Emin Acar, aslen İnegöllü olmasına rağmen gönül bağını Bolu ile kurmuştu. Ölümüne kadar da bu gönül bağını hiç koparmadı. Her ne kadar ‘Benim yarım Boluludur’ dese de pek çok Boluludan daha fazla Boluluydu. Bu kitap, Bolu’muzun manevi dinamiklerinden, değerli ağabeyimiz Dr. Emin Acar’ın hayat hikâyesinin kısa bir özeti aslında. Onun manevi 5
yönünü daha derinlemesine irdeleyip ortaya koyacak ilim adamları çıkacak elbette. Belediye olarak biz sadece Bolu’daki kişisel hayat izlerinin kısa bir özetini ortaya koymaya çalıştık. Bolulu kıymetli hemşehrilerimin de Dr. Emin Acar ağabeyi tanıması için bu kitabı hazırladık. Mekânın nurla dolsun Emin ağabey. Seni hiçbir zaman unutmadık, unutmayacağız. Saygılarımla ve iyi okumalar dileğimle,
Alaaddin YILMAZ Bolu Belediye Başkanı Aralık 2017 /Bolu
SUNUŞ Bir şehri meydana getiren; fiziksel alt yapısı, doğası ve güzellikleri ile kültürel yaşamının yanında taşıdığı manevi değer ve bu bağlamda manevi dinamiklerdir. Bolu Belediyesi olarak, bu topraklarda yaşamış ve şehrin kültürel ve sosyal hayatına etki etmiş, Bolulu olmayan, ancak artık ‘bizden’ olarak gördüğümüz insanların hayatını ‘Bolu’da İz Bırakanlar Serisi’ altında kültür hayatımıza takdim ediyoruz. Bir gönül insanı olan, yıllarca insanlara karşılıksız iyilikler eriştiren ve hekimliğiyle şifa dağıtan, bu şehirde yaşamış, ardından Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’nin manevi şemsiyesi altında kalmış, Bolu’nun ve Ankara’nın önemli manevi dinamiklerinden biri olan Dr. Emin Acar’ın ağırlıklı olarak Bolu yıllarının anlatıldığı bu kitabı beğeniyle okuyacağınıza eminim. Bolu’da Tokadi Hayreddin’in bugünkü hale gelmesinde büyük katkısı olan, yüzlerce öğrenci yetiştirmiş ve ölene dek kendi de öğrenci olarak kalmış, ‘veli’ bir doktorun hikayesi bu. Kimseden bir şey beklemeden, karşılıksız yapılan iyiliklerin, ibadetin hazzını almış, ne bu dünyadan ne de öteki dünyadan vazgeçmemiş biri Dr. Emin Acar. Tam buğday ekmeğinin bugün hepimizin kullandığı ekmeğe dönüşmesinden, çocuklara okullarda kuru üzüm ve süt dağıtılmasına kadar birçok alanda günlük hayatımıza etkisi olmuş, gün gelmiş denize dökülen fındık için endişelenmiş, gün gelmiş eğitim sorunlarıyla ilgilenmekten geri durmamış bir bilge Dr. Emin Acar. Mütevazı muayenehanesine gelen hastalar,misafirler ve yoksullar için kaynayan çorba kazanının altı hiç sönmemiş, yolu düşene bazen şifa bazen fikir, ama hep sevgi dağıtmış bir gönül eri Emin Acar. Mütedeyyin olmasına rağmen, ileri görüşlü ve aydın fikirli olan Dr. Emin Acar, örneğin sağlık açısından yüzmenin önemine dikkat çekerdi. Fark etmeden de olsa sayısız insanın hayatına dokunan Dr. Emin Acar, geçen yıl aramızdan ayrılarak Hakk’a yürüdü. Bu gönül insanının gelecek kuşaklara tanıtılması amacıyla hazırlanan bu kitabı zevkle okumanız dileğiyle. Saygılarımla, Emine DAVARCIOĞLU Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Aralık 2017 /Bolu
7
8
TEŞEKKÜR Bismillâh diyerek Yüce Allah’ımızın adıyla başlarız. Elhamdülillah diyerek Yüce Allah’ımıza şükürler ederiz. Salat ve selam ederek Peygamberimiz Hz. Muhammed’e dualar ederiz. Güzel Bolu’nun iyi insanlarını Sürmeli Hocaefendi Muhiddin Palazoğlu Hz.nin ve Salih Pulcu Efendi’nin, Ecz. Ahmet Pulcu’nun, Halime Nine’nin şahsında tanıyan ve bu Osmanlı şehrinin iyiliksever insanlarına hekim olarak gönülden hizmet eden, Muhiddin Efendi’nin himmetiyle Hayreddin-i Tokadi Hz.nin Bolu’da tanınması ve bilinmesi için Bolulu dostlarıyla ve Ankara’dan arkadaşlarıyla nice emekleri eserlere dönüştüren Dr. Emin Acar’ın Bolu günleri hakkındaki bu anı-vefa kitabının yayımlanmasından duyduğumuz memnuniyeti ve teşekkürü öncelikle değerli Bolulu hemşehrilerimize sunarız. Bu kitabın yazılması fikri sayın Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz Beyefendi’ye aittir. Dr. Emin Acar’ın Bolu’ya hizmetlerini yakından bilen olarak onun hayırla anılmasına ve gönüllerde sevgiyle kalmasına bir vesile olacak bu kitabın yayımlanmasındaki teşviki, duyarlılığı ve değerli desteği için sayın Başkan Beyefendi’ye şükranlarımızı sunarız. Başkan Yardımcısı sayın Emine Davarcıoğlu Hanımefendi bu süreçte samimiyetle yardımcı oldu. Çalışmanın iki kapak arasına girmesi için gayret etti. Kendilerine müteşekkiriz. Bolu Belediyesi Basın Sorumlusu sayın Ayşe Atılgan Hanımefendi kitabın layıkiyle yayımlanması için iyi niyetle katkı sağladı ve yardımcı oldu. Emeklerine teşekkür ederiz. Kitabın içeriğinin oluşmasına çabalayıp emek harcayan, tenkitlerimizi ve katkılarımızı dikkate alan Hüseyin Tunçay Beyefendi’ye ve kitabın okuyucuya ulaşmasında emeği, katkısı ve alınteri olan Bolu Belediyesi çalışanlarına, Tunçay Yayıncılık çalışanlarına teşekkür ederiz. Dr. Emin Acar’ın Bolu günlerinden bir pencere açan bu kitabı mütalaa edecek saygıdeğer okuyucuya selam ve sevgilerimizi sunarken Muhiddin Efendi ve Dr. Emin Acar başta olmak üzere adı geçen merhum zatlara rahmet dualarını istirham ederiz. Bu anı-vefa kitabının hayırlara vesile olmasını dileriz. Saygılarımızla,
Dr. Musa OKUR Dr. S. Rahmi ACAR Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU Aralık 2017/Bolu 9
10
BAŞLARKEN… Bu kitap; Ankara’nın gönül sultanlarından Dr. Emin Acar’ın fani dünyadaki yaşamının kısa bir özeti yalnızca. Bir âlim, mütefekkir ve ruh doktorunun Allah yolunda, peygamber sünnetiyle 90 yıllık yolculuğunun kısa bir özeti. Çünkü bu kitap, onu tanıyan, tanıma şansına ulaşan Bolulu insanların anlattıklarından ibaret. Sıradan bir öykü de değil, renkli, coşkulu, maneviyat yüklü bir huzur yolculuğu sanki. Âlemler içindeki yolculuğu ise bir sır olarak kalmaya devam edecek tabi ki… Allah dostu bir adam Emin Acar. Tatlı dili, güler yüzü, mütevazı yaşamıyla dünya nimetlerini ve zevklerini bir kenara bırakmış modern bir Yunus Emre sanki. Gerçek ilim sahipliğinin Allah’ı tanımaktan geçtiğini öğrendiği andan itibaren, almaktan vazgeçip, el uzatan, el veren olmayı tercih etmesiyle modern Mevlana gibi. Cömert ve vefakâr biri. Dergâhında ya da onun deyişiyle muayenehanesinde çayını, çorbasını ve ikramını eksik etmeyen biri o. En çok da insanları mest eden sohbetlerini…
Dr. Emin Acar Hayreddin-i Tokadi Dergahı’nda
Olağanüstü bilgi birikimli ve bilge biri olan Dr. Emin Acar, ‘alim, mütefekkir, devlet adamı ve hekim. ‘Ama bu dört alan, yani ilim-alimlik, düşünce-mütefekkirlik, devlet hizmeti-devlet adamlığı ve tıp ilmi-hekimlik alanları hayatın alanlarıdır. Hayat ise bütünlüğüyle iç içe bir akışta yaşanır. Yani hayatın alanları ayrı kompartımanlar, bağımsız bölümler halinde değildir. Hayat bütündür; hayatın alanları homojen yapıdadır ve o şekilde de yaşanır. ’ 11
Dr. Emin Acar, Fatır Suresi’nde buyurulduğu gibi ‘Kulları arasında Allahü Teâlâ’dan en çok haşyet duyanlar âlimlerdir’ emrine uymuş bir ruh ve sinir hastalıkları uzmanıydı. Ona göre mesleğinin bu şekilde adlandırılması bile yanlıştı. Çünkü ruh hasta olmaz, olsa olsa akıl hasta olabilirdi. Ruh, Allah’ın insanlara bahşettiği, kendisinden bir parçaydı… Peygamberimizin, ‘İlim öğrenmek, kadın-erkek her Müslümana farzdır’ sözünü yaşamının düsturu yapmış bir gönül sultanıydı Dr. Emin Acar. Herkesi okumaya teşvik eder, okuyanlara rehber olurdu. Daha üniversite yıllarında tanıştığı Abdülaziz Bekkine’den öğrendiği bir şey vardı; gerçek Müslüman ilim sahibi olmalıydı. Ona göre, Müslümanlar; matematikte, fende, tıpta, sosyal bilimlerde her zaman önde olmalıydı. Çünkü ilim bulunan yerde Müslümanlık yaşar ve yaşatılabilirdi; ilim bulunmayan yerde Müslümanlık yaşayamaz, yaşatılamazdı. Onun için ilim, cennete giden bir yol, iki cihanda kurtuluş, öteki âlemde peygamberlere yoldaş olmaktı. Bu nedenle herkesi ilim öğrenmeye, okumaya davet edip durdu ömrü boyunca. Varlıklı bir ortamda büyümüş olmasına rağmen Dr. Emin Acar, ilim uğruna dünya zevk ve nimetlerinden vazgeçmişti. Hazret-i Ali’nin “İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun; fakat ilim seni korur. Mal harcamakla azalır, ilim sarf etmekle çoğalır” sözünden yola çıkarak, mütevazı bir yaşam standardı belirledi kendine. İlmini artırmaktan ve öğrendiklerini insanlarla paylaşmaktan başka bir çabası yoktu. Ona göre bilgiyi paylaşmak da Müslüman bir ilim adamında bulunması gereken hasletlerden biriydi. Ona göre ilim ve hikmetten mahrum kalan insan, büyük kayıptaydı. Bu nedenle, önce öğrenmeye, sonra öğretmeye adadı kendisini. Anadolu’nun manevi dinamiği âlimlerin, evliyaların dizinin dibinde öğrenci olmak için yıllarını verdi. Nakşi, Kadiri, Bayramiye ve Halveti şeyhlerinin icazetine mazhar oldu. Çok kişinin bir ömür boyu ancak alabildiği mesafeleri 3-4 yıl gibi kısa sürede aldı Emin Acar. Ama o, öğrendiği onca yolu Tarikat-ı Muhammediye/Hazreti Muhammed’in yolu olarak hayata kattı. Ardından öğrendiklerini insanlarla paylaşmaya çalıştı. Ona göre, Peygamber Efendimiz, ilim öğrenmeyi teşvik eden sözleriyle salih Müslümanlar için çok önemli bir hedef belirlemişti. Bu nedenle o da yine peygamberimizin buyurduğu gibi, ‘Ya âlim ya öğrenci ya dinleyici veya bunları seven olun. Yoksa helak olursunuz’ sözüyle bir rota belirledi kendisine. Öğrendiklerini paylaşmaya başladı herkesle. Paylaştıkça huzuru çoğalıp bir okyanusa dönüştü sanki.
12
Üniversite yıllarında Abdülaziz Bekkine’nin öğretilerinden kendisine bir yaşam felsefesi oluşturan Dr. Emin Acar, ilim, irfan yolculuğunu 1960’lı yıllarda tanıştığı Bolulu Muhittin Palazoğlu’nun (Sürmeli Hoca) ilim-irfanından istifade ile sürdürdü. Üç arkadaşı ile birlikte Bolu’daki Halveti tarikatının mihenk taşlarından Hayreddin-i Tokadi’nin türbesini bulup, ortaya çıkardı. Anadolu’daki pek çok alimin ve mutasavvıf türbesinin bakım ve onarımı için çok çaba harcadı. Ziyaretçilerini ‘Edep Ya Hu’ diye karşılayan Hayreddin-i Tokadi türbesinin yanındaki caminin yapımında da bizzat çalıştı.
Dr. Musa Okur’la Akçakoca’da Mustafa Şaban’ın kabri başında
1973 yılında Milli Selamet Partisi’nden Bursa milletvekili seçildi. 1977 yılında siyasetin sıkıntılı dünyasına veda ederek kendisi Hacı Bayram-ı Veli Camii yakınındaki muayenehanesinde insanlara hizmete adayan Dr. Emin Acar, 58 yıl boyunca Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’nin komşuluğunda Dergah-ı Şerifi’nde bulundu. Özellikle Çilehane’nin bakım ve onarım işlerini yerine getirdi. Oradaki muayenehane-dergahında Türkiye’nin dört bir yanından gelen ziyaretçilerinin ‘ruh doktoru’ oldu. Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Ferruh Bozbeyli gibi siyaset dünyasının duayen isimleriyle aynı atmosferde yüksek öğretim yıllarını geçirdi, arkadaşlık yaptı Dr. Emin Acar. Sonraki kuşak pek çok siyasetçinin de müşavere ettiği muallim ve onların her konuda başvuru kaynağı, rehberi olmaya çalıştı. Gerçek âlimlerde bulunan faziletlerden biri olarak öğrendikleriyle amel etti. Üzümün zihni açtığını belirterek, Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğrencilere kuru üzüm dağıtmasını 13
sağladı. Beyaz ekmeğin zararlı olduğunu anlatarak, başta Ankara Halk Ekmek olmak üzere, pek çok belediyenin tam buğday ekmeğini üretmesine vesile oldu.
Hacı Bayram Camii ve çevresi
Gerçek âlimler; Allah’ı tanıyan, bilen, bildiren, seven, sevdiren ve kısaca Allah Resûlü’nün sünnetine uyan kişiler olarak tanımlanır. Dr. Emin Acar tam bu tarife uyan bir âlimdi. 3 Nisan 2016 tarihinde 90 yaşında ahirete yürüdüğünde 58 yıl hizmet ettiği Hacı Bayram-ı Veli Camii’nin avlusu mahşer yeri gibiydi. Öğrencileri, sevenleri, siyaset- sanat dünyasından pek çok ünlü isim oradaydı. İnsanlar ölür; fakat âlimler eserleriyle, talebeleriyle, arkada bıraktığı hizmetlerle yaşar derler ya, Dr. Emin Acar’ın cenaze töreni bir vuslat töreniydi sanki.
Cenaze töreninden 14
‘Ben yarı Boluluyum’ diyecek kadar Bolu sevdasını iliklerinde hissetmiş bilge bir insandı Dr. Emin Acar. Bu nedenle Bolu ile gönül bağını bir ömür sürdürmüştü. Bu kitap, ‘dinsiz ve imansız ilim olmaz’ diyen Emin Hoca’nın 90 yıllık yaşamının kısa bir özeti sadece. Allah dostu, bir ruh ve sinir hastalıkları mütehassısının, ‘İlim Allah’a giden en doğru yoldur’ dediği yolculuğunun özeti. Bildiğimiz, öğrendiğimiz kadarıyla… İyi okumalar dileğiyle…
15
16
BÖLÜM 1
OSMANLI BAŞKENTİNDE DOĞMAK
17
18
Dr. Emin Acar’ın hayatı kaleme alınırken, dünyaya geldiği yılların atmosferini anlatmadan bunu yapmak mümkün değil. Bu nedenle bu kitabın 1920 yılların atmosferi ile başlaması gerekiyor. Bunu yapmadan onu anlamak ve anlamlandırmak da mümkün değil zaten. Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte koskoca Osmanlı İmparatorluğu üç kıtadaki topraklarını kaybetmekle kalmamış, anayurdu Anadolu’yu da savaşın galibi devletlerle pay etmek zorunda kalmıştı. Batılı devletlerin, Birinci Cihan Harbi’nden yenilgi ile ayrılan Osmanlı’dan bedel almaya geldiği yıllardı. Ancak Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde vatanını sevenlerin örgütlenmesi sonucu Kuvay-ı Milliye kurulmuş ve gelişen mücadele ile düzenli orduya geçilerek 1922 yılında Mudanya Mütarekesi ile imparatorluğa göre küçük de olsa artık bağımsız yaşanabilecek bir vatan toprağı kurtarılmıştı. Bunun ardından önce 1 Kasım 1922 yılında saltanat kaldırıldı. Dr. Emin Acar’ın babası Hacı Süleyman Bey’in de bizzat içinde yer aldığı Kurtuluş Savaşı’nın bitmesinden sonra da genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunduğu yasa değişikliği ile halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı’nın sürgüne gönderilmesine karar verdi. İşte bu kitabın kahramanı Emin Acar da Türkiye Cumhuriyeti’nin daha kuruluş yıllarında, 1926 yılında Bursa’nın İnegöl ilçesine bağlı Deydinler köyünde dünyaya gözlerini açtı. O daha ilk adımlarını atmaya başladığında Cumhuriyet’in kurucu kadroları Anadolu’da, çağa ayak uydurabilecek, bir cumhuriyet kurma çabasındaydı. Dr. Emin Acar dünyaya gözlerini İnegöl merkeze 5 km mesafedeki, Osmanlı’nın kuruluşuna ev sahipliği yapan topraklarda bulunan Deydinler köyünde açmıştı. Osmanlı’nın kurucu Kayı Boyu’nun pek çok mensubu hala bu köylerde yaşıyordu. Emin Acar’ın ataları da onlardan biri olsa gerekti. Çavuşlar’dan Hacı Süleyman ile Fatma Hanım’ın üç çocuğundan biriydi Emin Acar. Hacı Süleyman Birinci İnönü, İkinci İnönü savaşlarına katılmış, ardından Kurtuluş Savaşı’nda düşmanın ülkeden atılmasında da görev almış İstiklal Gazi’lerinden biriydi. Emin Acar dünyaya gelmeden birkaç yıl öncesine kadar Hacı Süleyman Dumlupınar’da, Kocatepe’de ülkesi için savaşıyordu. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra köyüne dönen Hacı Süleyman, yeniden çiftçilik yapmaya başladı. Çünkü köyün varlıklı ailelerinden biriydi ailesi. Hayvan alım satımı (celeplik) da yaptığı oluyordu. Bu arada savaşın üzerinden 3 yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen Hacı Süleyman ve Fatma Hanım’ın çocukları olmamıştı. Karı 19
koca bir gün Bursa’daki Emir Sultan Hazretleri’nin türbesine giderek birlikte dua ettiler. Emir Sultan Osmanlı’nın kuruluşu sırasında Buhara’da doğduktan sonra Bursa’ya gelip yerleşmiş tefsir, hadis ve kelam âlimi bir Türk bilginiydi. Peygamberimizin soyundan gelen ‘Emir Buhari’ olarak bilinirken, ‘Emir Sultan’ adı ile anılır olmuştu. Keramet sahibi bir İslam âlimiydi. Hacı Süleyman ve Fatma Hanım, bir çocukları olduğu takdirde adını ‘Emir’ koyacaklarına dair türbe ziyaretinde kendi kendilerine bir söz vermişlerdi. Sonunda 1926 yılında duaları kabul olmuştu. Fakat nüfus müdürlüğündeki memurlar onun hem adını daha sonraki yıllarda ise soyadını da nüfus kütüğüne yanlış geçirdi. ‘Emir’ olması gereken adı Emin, ‘Acar’ olması gereken soyadı ise ‘Açar’ olarak kaydedildi. Gerçi soyadı kanunu onun doğumundan sonraki yıllarda çıkmıştı. Ama o adını olmasa da yıllar sonra soyadını Acar olarak değiştirdi. Köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşan Hacı Süleyman’ın mali durumu oldukça iyiydi. Fatma Hanım’ın ailesi de oldukça varlıklı bir aileydi. Babası tüm servetini kızına ve damadına bırakmıştı. Zaten varlıklı biri olarak iyi durumda olan Hacı Süleyman, böylece köyün mali açıdan en zengini haline gelecekti. İlk çocukları Emin’e kavuştuktan sonra, bir oğlan bir kız çocuğuna daha sahip oldu Hacı Süleyman ve Fatma çifti. İkinci oğullarının adını Ahmet, kızlarının adını Beytiye koydular. Hacı Süleyman Bey, erkek çocukları Emin ve Ahmet’in okuması için elinden ne geldiyse yaptı. İlkokulu Deydinler köyünde okuduktan sonra, ortaokul için İnegöl ilçe merkezine gidip gelmeleri gerekiyordu. Emin, okuma konusunda istekliydi ancak Ahmet o kadar değildi. Hacı Süleyman Bey oğullarının okuması için annesine bir ev kiralayıp, iki oğlunun babaanneleri ile birlikte İnegöl’de kalmasını sağladı. Çünkü çocuklarının okumasını istiyordu. Emin Acar’ın oğlu Dr. Rahmi Acar, ailesinin geçmişi ile ilgili bilgileri şu şekilde anlatıyor: “İnegöl Deydinler köyündeniz. Merkeze 5 km uzaklıkta. Dedem Hacı Süleyman. Celeplik ve çiftçilik yaparmış. Köydeki lakabımız ‘Çavuşlar.’ Dedem İstiklal Savaşı gazisi. Babamın annesi de Fatma. Deydinler Manav köyü, yani yerlileri oranın. Maddi olarak o süreçte çok da sıkıntısı olmayan bir ailenin çocuğu. Babam da okul süreci öncesinde çiftçilikle uğraşıyor. Babam Deydinler’de 1926 yılında dünyaya geliyor. 3 çocuklu bir ailenin en büyük çocuğu. Halam ve amcam var; halam 14 Haziran 2017’de rahmet-i Rahman’a yürüdü. Ailenin bir süre çocuğu olmamış. Bursa’da Emir Sultan Hazretleri’nin türbesine gitmişler. Ziyarette bir çocukları olursa adını Emir koyacaklarını vadetmişler. Sonra babam dünyaya gelince o dönemde Emir yerine Emin koyuyorlar. Bu arada nüfus memuru soyadımızda 20
yanlışlık yapıyor, yıllarca soyadımız Açar diye geçiyordu. Daha sonra babam mahkeme kararıyla Acar olarak değiştirdi. Ben küçükken düzeldi. Ülke şartları çok zor, okumak zor. Ama babam hep çocukluğunda ilkokul çağına kadar zekâsı ve insan ilişkileriyle ön plana çıkan bir çocuk. Eskiler babamın müthiş bir zekaya sahip olduğunu anlatırlardı. İlkokulu köyde okuyor. Ortaokula gitmek istiyor. O zamanlar motorlu bir vasıta yok. İnegöl’e 5 km mesafe var. At arabası vb. araçla ulaşım var. Her gün gidip gelmenin zor olduğunu görünce ninesi, yani babaannesi ile küçük bir ev kiralayıp İnegöl’e gönderiyorlar babamı. . . ” Emin Acar okumak için gecesini gündüzüne katan, yılmadan, usanmadan yeni bilgilerle kendisini donatmaya çalışan bir çocuktu. Daha ilkokul yıllarından itibaren okuma arzusuyla dolu olduğunu herkese kanıtlamıştı. Babası Hacı Süleyman Bey de bu durumdan oldukça memnun bir şekilde oğlunun bir dediğini iki etmiyordu. Emin Acar’ın hayatında her zaman bir yol gösterici bir rehber oldu ömrü boyunca. Ortaokul yıllarındaki rehberi ise Orman Mühendisi Ahmet Ekinci idi. Oğlu Dr. Rahmi Acar, babasının ortaokul yıllarına ilişkin kendileri ile paylaştıklarını şu şekilde anlatıyor: “Babam için hayatındaki en değerli insanlardan bir tanesi dayı dediği Ahmet Ekinci idi. İnegöl’de çok sevilen, sayılan orman mühendisiydi. Bizim sülaleden okuyan ilk insandı. Onun, okuması yönünde babama çok etkisi olmuş. Aralarındaki yaş farkı çok fazla değildi, ağabey gibiydi, onu örnek almış okuma hayatı boyunca. Okullarda hep birinciymiş ve birincilikle mezun olmuş. . . ” Dr. Emin Acar ile ilgili en ayrıntılı bilgilere vakıf Bolulu isimlerden biri de Dr. Musa Okur. 1963 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ihtisasını yaparken tanıştığı Musa Okur’la daha sonra dostluğu, yoldaşlığı sürdüren Dr. Emin Acar, ömrünün son anına kadar da birlikte bu arkadaşlığı korudular. Pek çok konuyu bu genç arkadaşı ile paylaştı. Birlikte Anadolu’yu karış karış dolaşarak velilerin kabirlerini ziyaret etti, defalarca birlikte hac yolculuğuna çıktı. Dr. Musa Okur, Dr. Emin Acar’ın aile geçmişi ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Emin ağabeyin babasının dedesi Bursa Kemer’den gelme, Karaağaç köyünde, yetim. 6 yaşından 13 yaşına kadar ağanın yanında çalışmış. Allah iyi niyetinden ve halinden dolayı ona ağanın kızını nasip ediyor. Evde Emin ağabeyin halası da var. Bu arada Hanife nine diye bir kadını eve alıyorlar. Hanife nine sanki o aileden biriymiş gibi sözü çok dinlenen ve hürmet edilen biriymiş. Söz sahibi yani orada. 2 yıl felçli bir halde olmasına rağmen ona çok yakın bir ilgi gösteriyorlar. Hala da çok takva sahibi, fakir fukaraya yardım eden birisi. Hala eve gelen hiç kimseyi boş çevirmiyor ve hatta bu konuda o kadar hassas ki bir şey istendiğinde kendisinde yoksa bile gidip komşusundan alıp, isteyene veriyor. Hacca gitmiş, hac dönüşü belki günah işlerim düşüncesi ile hiçbir düğüne ve eğlenceye katılmamış. Ağabeyle bir 21
sohbet sırasında halasından bahsedince bana, ‘’O bir evliyaydı’’ demişti. Dedesi de hassasiyet sahibi bir insan.O kadar ki aile bireyleri helal toprağa defin olsun diye köyün üst başında büyük bir araziyi mezarlığa tahsis ediyor. ”
Dr. Emin Acar ve Dr. Musa Okur Bolu’da yaylada
Dr. Musa Okur, Dr. Emin Acar’ın babası Hacı Süleyman Bey hakkında şunları söylüyor: “Süleyman dede (Emin ağabeyin babası), sürü, toprak sahibi ve varlıklı biri. İki oğlu, Emin ile Ahmet ve bir de kızı Beytiye var. Ağabeyin anası varlıklı bir aileden, evi iyi idare eden, varlıklı ve dirayetli bir anne. Köyün düğün ve büyük yemeklerini tertip eden bir kişilik. Emin ağabeyin çocukluğu böyle görgülü ve varlıklı bir ortamda geçmiş. ’Biz ağa sülalesiyiz’ derdi...”
AHMET EKİNCİ’NİN TEŞVİKİ Emin Acar, ortaokulu derece ile bitirdikten sonra lise eğitimine de devam etmeye karar verdi. İnegöl’de babasının tuttuğu evde babaannesi ile birlikte kalan ve ortaokulu birincilikle bitiren Emin Acar’ın artık liseye gitme vakti gelmişti. Ancak babasının lise için Bursa şehir merkezinden ev tutup tutmayacağından emin değildi. İşi riske atmamak için Ahmet Ekinci’nin teşviki ile devlet parasız yatılı okulu sınavlarına girdi ve derece ile Bursa Erkek Lisesi’ni kazandı. Böylece babasının lise için yeni bir yükün altına girmesini önlemiş oldu. 22
Oğlu Dr. S. Rahmi Acar, babasının okuma azminin herkes tarafından daha o yıllarda takdir edildiğini anlatırken, sonraki eğitim hayatı ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Ortaokuldan sonra Bursa Erkek Lisesi’ni parasız yatılı olarak kazanmış. Orayı da yine derece ile bitirmiş. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanmış. O zamanlar Çapa, Cerrahpaşa ayrımı yoktu. Daha sonra onların bitirdiği okul Çapa Tıp Fakültesi oldu. Ben Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunuyum. Aramızda hep tatlı bir sürtüşme olurdu. İki okul mezunları birbiriyle rekabet ederler. . . ”
ELBİSTANLI DR. RAHMİ ERAY’IN AĞABEYLİĞİ Emin Acar’ın hayatındaki ikinci rehber ve yol gösterici İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okurken karşısına çıktı. Ahmet Ekinci’den sonra Emin Acar’ın hayatında en fazla tesir eden ve iz bırakan isimlerden biriydi Dr. Rahmi Eray. Bu nedenle oğluna bile babasının adıyla birlikte onun adını verdi. Hayatı boyunca da genç yaşta kaybettiği Dr. Rahmi Eray’ın kabrini ziyaret edip, dualar okudu. Hatırasını daima aziz tuttu, vefakarlıkta devamlı oldu. Oğlu Rahmi Acar, adını aldığı kişinin babasının hayatındaki önemi ile ilgili şu bilgileri veriyor:
Rahmi Eray’ın anı kitabı
“İstanbul’daki hayatında bugünlere gelmesi ile ilgili önemli olaylar yaşamış. Bunlardan bir tanesi Dr. Rahmi Eray. Elbistanlı bir bilge insan. İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerinden. Babamdan 4-5 sınıf ileride. Bir bekâr evi var ve belki Türkiye’nin en zeki insanlarından biri Dr. Rahmi Eray. Benim adım da oradan geliyor. Bu babamın onu ne kadar sevdiğinin de göstergesi. Onun çok etkisinde kalmış. Rahmi Eray 6. sınıfta iken bir hastalıktan dolayı uzunca süre okula devam edememiş. O süreçte tıp fakültesi öğrencilerine ağabeylik yapıp, onları çalıştırıp, yönlendirmiş. İstanbul Bağlarbaşı’nda kabri var. Babamla ne 23
zaman İstanbul’a gitsek, ilk yaptığımız iş onun kabrini ziyaret etmek olurdu. Ben bile hala zaman zaman giderim. O dönemde Fatih’te İskender Paşa Cemaati ve İskender Paşa Camii’nin çevresindeki öğrenci evlerinde kalmış babam…” Dr. Emin Acar, 31 Mart 1952 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduğunda sonraki yıllarda en iyi dostlarından biri olacak Dr. Şener Yücetürk henüz lise çağındaydı. 1955 yılında Emin Acar’ın mezun olduğu İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenci olduğunda iki isim dikkatini çekmişti; Dr. Emin Acar ve Dr. Rahmi Eray. Bu ‘efsane isim’le ancak 1961 yılında tanışabildi Yücetürk. İstanbul’da hakkında duyduğu övgülerden sonra muayenehanesinde Dr. Emin Acar’ı ziyaret eden Şener Yücetürk, bu tanışmadan sonra bir daha ondan ayrılmamaya karar vermişti. Bu derin dostluk tam 55 yıl sürdü. Üniversite yıllarından itibaren Dr. Emin Acar’a büyük bir sevgi ve hayranlık duymaya başlayan Dr. Şener Yücetürk, ondan duydukları ve şahit olduklarına ilişkin şunları anlatıyor: “İlkokulu İnegöl’ün Deydinler köyünde, ortayı ve liseyi Bursa’da yatılı olarak okumuş, burs kazanmış. Hemen onun köyüne yakın Turan Uysal diye bir arkadaşı ile birlikte okumuşlar sonra. İkisi de tıbbı kazanmışlar. İstanbul’da Fatih’te bir odada birlikte kalmışlar. Turan Uysal’ın babaannesi bunların başında durmuş. Turan ağabeyin kız kardeşi ile benim ağabeyim evlendiler sonra. İstanbul’a gittiklerinde Maraşlı, çok zeki, yağız bir delikanlı Dr. Rahmi ağabey var. Oğlunun adı ondan Rahmi’dir. Abdülaziz Bekkine Hazretleri adında bir zata intisap etmiş Rahmi ağabey. Bu isim çok önemlidir. Rahmi ağabey orada pişiyor. Birçok genç onun etrafında toplanıyorlar, onu çok sevdiği için oğluna adını koyuyor. Trombofilebit diye bir hastalığı vardı Rahmi ağabeyin, toplar damarlarda kanın pıhtılaşması ile damar tıkandığı zaman dolaşım aksıyor ve ayaklarda şişme oluyor ve eğer bu pıhtılaşmalardan bir parçacık dolaşıma gider, beyin ya da kalpte damarı tıkarsa ölüm, felç olabiliyor. Böyle tehlikeli bir hastalığı vardı Rahmi ağabeyin. Ben Dr. Emin ağabeyle Rahmi ağabeye ilk gidişimde Ferruh Bozbeyli ona yağda yumurta pişiriyordu, o yatıyordu risk olmasın diye. Rahmi ağabey Emin ağabeyi çok severdi. Hatta Emin ağabeyin anlattığı bir şey vardı. Hukuk Fakültesi’ne devam eden gençlerden biri bir dersten sürekli takılıyor. Rahmi ağabeye geliyor, son hakkı çünkü. O da ‘Kitabını bana getir’ diyor ve Rahmi ağabey 1-2 gün inceleyip, ona okuduklarından anlatıyor ve sorular da onlardan çıkıyor, o arkadaş da böylelikle sınıfını geçiyor. Kimisi tesadüf der buna, kimisi başka bir şey…” Ferruh Bozbeyli de Emin Acar’ın üniversite yıllarındaki ağabeyi ve rehberi Rahmi Eray gibi Kahramanmaraşlıydı. Emin Acar ile Bozbeyli arasındaki arkadaşlık ve dostluk ölünceye kadar da devam etti. Bir dö24
nem okul yıllarındaki ev arkadaşlıklarının ardından 1970’li yıllarda ikilinin yolları bu kez parlamentoda milletvekili olarak kesişecekti.
Ferruh Bozbeyli
1927 yılında Kahramanmaraş Pazarcık’ta doğan Bozbeyli 1947 yılında girdiği İstanbul Hukuk Fakültesi’nin öğrencilerinden biriydi. Okulu 1957 yılında bitirebildi. Emin Acar’ın doktorluğa başladığı yıllarda o siyasete atıldı. 1961 yılında Adalet Partisi’nden İstanbul Milletvekili seçildi. 1965-1970 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yaparken, 1970 yılında partisinden (AP) ayrılarak Demokratik Parti kurucu başkanlığını yaptı. 1973 seçimlerinde tekrar İstanbul‘dan milletvekili seçildi. 1977 seçimlerinde milletvekili seçilemeyen Bozbeyli, 18 Aralık 1978’de Demokratik Parti Genel Başkanlığı’ndan istifa ettikten sonra siyasal yaşamdan çekildi. Dr. Emin Acar’ın hayatında derin izler bırakan isimlerin başında gelen Rahmi Eray, onun kıymetli alim Abdülaziz Bekkine Hz. ile tanışmasını sağlayan kişiydi. Bekkine, pek çok tarihçi ve araştırmacı tarafından izlenen, Necmettin Erbakan başta olmak üzere pek çok şahsiyetin öğrencisi olduğu alim ve mütefekkirlerden biriydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında muhafazakâr üniversite gençliğinin örnek insanlar olarak yetişmesine çaba harcayan bir alimdi. Üniversite öğrencisi Emin Acar’ın hayatında da derin izler bırakmış, onun görüşleri şahsiyetinde tesirli olmuştu. “İki nokta arasından bir doğru geçer. İkinci bir doğru geçmez. İnsan doğum ve ölüm arasında bu tek doğru üzerinde yürümelidir. Bu doğrunun adı Sırat-ı Müstakîm’dir. Allah’ın Müslümanlara tarif ettiği tek doğru yoldur. Ve Müslümanların da ayrılmaması gerekli tek doğrudur” fikrini savunan 25
Abdülaziz Bekkine Hz. o yıllarda İstanbul’un Zeyrek semtinde ufak bir mescitte imamlık yapıyordu. Nakşibendî tarikatının Halidiye koluna bağlı Gümüşhânevi dergâhı şeyhi olan Abdülaziz Bekkine, 1895’te İstanbul-Mer can’da doğmuştu. Aslen Ta ta ristan’ın başkenti Kazanlıydı. Ailesi Kazan’dan göç ederek İs tanbul’a gelmişti. Küçük yaşlar da Arapça din dersleri ve felsefe alanında eğitim almış, on beş yaşına geldiğinde ailesiyle tek rar Kazan’a göçmüştü. İlerleyen yıllarda Buhara’ya giderek âlimlerden dini ilimler okudu. Babasının ölümü sonrası yeni den İstanbul’a döndü. İşte bu dönüşünün ardından arkadaşı Mehmed Zahit Kotku ile Gü Abdülaziz Bekkine Hz. müş hânevi dergâhına intisap etti. Tekirdağlı Şeyh Mustafa Feyzi Efendi’den icazet alarak irşada başladı ve on üç yıl boyunca İstanbul Zeyrek’teki Çivicizâde Ümmü Gülsüm Camii’nde verdiği vaazlar, dersler ve yaptığı sohbetlerle pek çok şahsiyet ve gencin hayatında derin izler bıraktı. 1950 yılında vefatından sonra irşad vazifesini ve cami imamlığını Mehmed Zahit Kotku sürdürdü. Dr. Emin Acar ile birlikte aynı eğitim süreçlerini yaşayan Dr. Şener Yücetürk, A. Bekkine Hz. hakkında kendisinden duyduklarını şu şekilde anlatıyor: “Abdülaziz Bekkine Hazretleri’ne Dr. Emin ağabey büyük sevgi ve hürmet duyardı. Zeyrek Camii’nin imamı derdi, kökü Dağıstanlı. Ama maneviyatta çok ileri mevkilerde olan bir zat. Onun mürşidi Ahmed Ziyaüddin-i Gümüşhanevi. Abdülhamid zamanının büyük âlimlerinden Nakşi kolundan. Arvasi ve Erbili kolu da var Nakşilikte. Bekkine’nin bir çekim gücü var. Gençler etrafında yavaş yavaş toplanıyor. Bekkine, ‘Çocuklar ben şu ezanı okuyup namazı kılayım geleyim. Siz burada oturuverin biraz ‘ diyormuş onlara. Böyle ince bir insanmış. ‘Bunların arasında Necmettin Erbakan felan vardı’ diye anlatırdı Emin ağabey. Teknik üniversiteye gidenleri teşvik edermiş. ‘Kafaları matematik ile şekillendiği için güçlü bir beyinleri olur ve İslam’a yakın olanları da kuvvetli bir beyin ile hizmet ederler’ dermiş. Onun için teknik üniversite ekolü devlet görevinde hayırlı memleket hizmeti yapmışlardır… ” 26
Dr. Şener Yücetürk, Abdülaziz Bekkine Hazretleri’nin o dönemde İstanbul’da öğrenim gören pek çok insan için büyük bir âlim ve yol gösterici olduğunu anlatırken, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Necip Fazıl Kısakürek gibi isimlerin ülkeye hizmetlerinde bu alimin etkili olduğunu ifade ediyor: “Nurettin Topçu, Cemil Meriç ve Necip Fazıl gibi yeni nesillere buldozerle yol açanların başında Bekkine geliyor. Batı felsefesini de kültür mirasımızı da iyi biliyorlar. Bizlerin fikir ve beyin önderlerimiz oldular. Topçu, Erzincan’ın Eğin ilçesinden. Fransa’ya Sorbonne Üniversitesi’ne gidiyor. Doktorasını ve doçentliğini kazanmış ve hazırladığı tezle Sorbonne’da o zamana dek kimsenin almadığı yüksek bir puan almış. Türkiye’ye döndüğü zaman çeşitli yerlerde görev almış, ama İnönü döneminde liselere öğretmen vermişler. Fransa’daki Türk arkadaşlarından biri Topçu’dan evvel Bekkine’nin çevresinde. Bir gün Topçu’ya; ‘Nurettin seni bizim hocaya bir götüreyim’ diyor. O da ‘Sen ne buluyorsun bu hocalarda anlamıyorum bir türlü. Eğer bunlarda bir şey olsaydı memleket bu duruma düşmezdi’ diyor. Üç beş ısrardan sonra bir gün gidiyorlar. Yatsıdan sonra hocanın sohbeti var. Bizzat Topçu’nun ağzından dinledim şunları: ‘Öylece durup bu hoca efendiyi izliyorum, bizim arkadaş bunda ne buldu ki onu arıyorum. Çok güzel, tatlı siması, tatlı yumuşak gönüle hitap eden hitabeti var, ama kendime diyorum ki ‘Sen felsefe sosyoloji okudun, psikoloji biliyorsun, sanat tarihi biliyorsun. Avrupalara gittin, felsefenin en önemli problemlerini biliyorsun. Bu hoca efendi ne bilebilir ki acaba?’ diye düşünüyorum. Ortalık tenhalaşınca ‘Bir şey sorayım’ diye bir cesaret geldi üzerime. Felsefenin üzerinde durduğu konulardan bir iki cümle ile bir soru sordum. Bana anlatmaya başladı, sözünü kesmeden dinledim. Anlatıyor, bizim felsefecilerin içinden çıkmakta zorlandığımız konuları en basit kelime ve cümleler ile çok net ve berrak bir şekilde öyle açtı ki; o sis duman içindeki konu aydınlanıverdi. Sonra bir soru, bir soru daha, arkadaşım ise ‘Yeter artık’ diye işaret ediyor. Çıkınca bir baktık ki saat gece 2 olmuş. Arkadaşım, ‘Beğendin mi bizim hocayı’ deyince, ‘Ayıp olmasa sabaha kadar kendisi ile sohbet ederdim’ dedim.’ Yani Topçu bile çok etkilenmişti ondan. Necip Fazıl zor insan beğenir, Mehmet Akif’i bile tenkit ederdi. Ama Büyük Doğu mecmualarında Topçu da yazardı. Adam beğenmeyen Necip Fazıl, Topçu için ‘Büyük adam’ derdi. İsmail Dayı, Ferruh Bozbeyli, Ercüment Konukman gibi ağabeyler beni Topçu’ya götürmüşlerdi. Ayrıca Peyami Safa’ya; Hasan Basri Çantay’a, Ali Fuat Başgil’e Necip Fazıl’a götürürlerdi. Biz de dinlerdik onların sohbetlerini. . . ” Dr. Musa Okur, artık Dr. Emin Acar’ı tanıyan ve aralarındaki ilişkiyi bilen herkes tarafından Musa Hoca olarak anılıyor. Üniversite yıllarında başlayan dostluk ve gönüldaşlıkları, Dr. Emin Acar’ın Hakk’ın rahmetine kavuştuğu güne kadar devam etmiş. Bu uzun dostluk sebebiyle birbirlerinin pek çok sırrına da vakıf olmuşlar. Musa Hoca, ‘Ağabey’ diye hitap ettiği Dr. Emin Acar’ın üniversite yıllarından itibaren başlayan manevi yolculuğunu şu sözlerle anlatıyor: 27
“Ağabey İstanbul Tıp Fakültesi’nde okurken Abdülaziz Bekkine hz. gibi bir mübarekle tanışıyor. İskender Paşa Cemaati’nin şeyhi sanırım. Bir de Rahmi Eray ağabey ile tanışıyor o dönemde. Tıp Fakültesi’nde o da. Ama o tıbbiyeyi bitirmemiş. Nerede kronik talebe var; örneğin hukukta öğrenci ona okulunu bitirtirmiş. Yardım etmiş. Sonra mezun olunca Maraş’a gitmiş Emin ağabey. Orada hükümet tabipliği yapmış. Ondan sonra yedek subay olarak İstanbul’da askerlik yapmış. Ondan sonra hükümet tabibi olarak 1960 yılında Akçakoca’ya gelmiş. Orada bir tanıdığı vasıtasıyla burada bizim Muhittin Efendi’ye intisap etmiş 1961 yılında. Muhittin Efendi (Palazoğlu) Nakşi’dir. Esad Erbili Hazretleri’nin halifesiydi. Erbili Hazretleri Menemen’de yargılandığı zaman o da yargılanmış, hapis yatmış. Ankara’da Ulucanlar Cezaevi’nde biraz tutuklu kalmış, bir müddet, sonra afla dönüp gelmiş Bolu’ya. Emin ağabey 1964 yılında icazet almış Muhittin Efendi’den, ‘Bu sorumluluğu yürütebilir’ diye. Ondan sonra 1969 yılında da herkes bilmez; Muhittin Efendi; ‘Oğlum haydi hayırlı olsun, bugün Resulullah Efendimizden Musa Topbaş Efendi ile sen izin aldın’ demiş. Esas irşat alması bu…”
DEVLET HİZMETİNDE Dr. Emin Acar’ın İstanbul Üniversitesi’nde okuduğu yıllarda Türkiye’de sağ-sol ayrışmaları had safhaya yükselmişti. Solcular bir cenahta, sağcılar bir cenahtaydı. Emin Acar, daha o yıllarda kendisini siyasetin sağ, muhafazakâr kısmında hissediyordu. Üniversitedeki gençlik yıllarında Türk siyasetinin unutulmaz isimleri onun yakın arkadaşıydı. Eski cumhurbaşkanlarından Turgut Özal, Süleyman Demirel, eski başbakanlardan Necmettin Erbakan onun yakın arkadaşlarındandı. Hepsi de İstanbul Üniversiteliydi. Ev arkadaşı ise 1980 öncesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yapan Ferruh Bozbeyli idi. Oğlu Dr. Rahmi Acar, babasının daha üniversite hayatından itibaren sağ bir dünya görüşüne sahip olduğunu, ancak kendisini geliştirmek için de sağ-sol ayrımı yapmaksızın her türlü kitabı okuduğunu şu şekilde anlatıyor: “Babamın üniversite hayatı çok renkli. İstanbul Üniversitesi’nde okurken Fatih’te tuttukları öğrenci evi bir karargah sanki. Zaten o yıllarda pek çok öğrenci burada oturuyor. Babamın o yıllarda birlikte olduğu insanlar yıllarca devleti yönetti. Demirel, Erbakan, Meclis eski başkanı Ferruh Bozbeyli. Hepsi öğrenci evlerinde kalıyor o dönemler. O da çok sevdiği insanlardan, Ferruh Bozbeyli ile birlikte kalmış. O dönemde öğrenciler birbirlerine gidip geliyorlar. O dönemin siyasi konjonktürünü de düşündüğümüzde bir sağ, bir de sol grup var, şimdiki gibi fraksiyonlar yok. Dolayısıyla o grubun içinde hep birlikte olmuş. İskender Paşa Cemaati’nden de etkilenmiş. Cumadan cumaya namazını kılan, o dönemde yayınlanan tüm klasikleri okuyan ki; Dostoyevski, Tolstoy gibi tüm klasik kitaplarını hala saklıyorum. 28
Okumaya ve felsefeye çok meraklı ve zekâsından kaynaklı çok pratik çıkarımları olan, farklı konularda yorumları rahat bir şekilde yapabilecek entelektüel bir insan babam. O dönem Mehmet Zahit Kotku İskender Paşa Cemaati’nin manevi lideri. Onun da şeyhi Abdülaziz Efendi, o zamanlar hayatta. Manevi anlamda insanların yetişmesi için büyük bir ocak orası. Hizmette İskenderpaşa Cemaati devam ediyor. Oradan çok etkilenmiş, Rahmi Eray’dan çok etkilenmiş. Namazı çocukluğundan beri kılıyor, Akçakoca’da farklı bir dindarlık tecrübesi oluyor. Örnek bir olayla tarikatlara yöneliyor. Allah’a inancı hep var, tam imanlı çocukluğundan beri. İlmi birikimiyle ve kendi fikirleriyle, çevresindeki yaşanan olayları hem İslami açıdan hem o günkü konjonktür açısından yorumlar yapar. Bu büyük insanlardan aldığı feyzler ve zekâsıyla analiz ve sentezler yapardı. Hep bulunduğu yerlerde ön planda olan bir insan olmuştu…” Dr. Emin Acar, İstanbul’da okuduğu dönem içinde gerçek manada bir alim olma gayretindeydi. Sadece tıp okumanın yeterli olmadığına kanaat getirerek başka bölümlerin derslerine bile giriyordu. O yıllarda Hitler zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınmış çok sayıda Yahudi kökenli Alman profesör vardı. Bunlardan biri de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Felsefe Bölümü’nde ders veren Alman Filozof Prof. Heinz Heimsoeth idi. Emin Acar, fırsat buldukça onun derslerini de takip ediyordu. Şener Yücetürk, Dr. Emin Acar üniversiteden mezun olduktan sonra aynı okula kayıt yaptırmış biriydi. Ancak onun adını daha okula başlar başlamaz duymuş ve büyük bir merakla onunla tanışacağı günü beklemeye başlamıştı. “1955 yılında üniversiteye girdik, ilk yıl ortama intibaka çalışıyoruz. Bazı büyükler, ağabeyler bizlere ilgi gösterir, tavsiyelerde bulunurlardı. Onlardan biri tıbbiyeli idi, sonra da milletvekili oldu. Bu kişi Balıkesirli İsmail Dayı’ydı. Ve Yağmur Yayınevi kurucusuydu. Bu yayınevi de Nurettin Topçu, Alexis Carel ile Tarık Buğra’nın Küçük Ağa ve Kuruluş gibi eserlerini basan bir yayıneviydi. Onlardan duyardık, ‘Bizim Emin Bey’ falan derlerdi. Adını duyardık da o mezun olmuş. İstanbul’da değil o zamanlar. Bizden 12 yaş önde Emin ağabey. Üzerimizde hakları olan ağabeylerimizden biri de Ferruh Bozbeyli’ydi mesela. Onlardan duyardık. ”
ASKERLİKTE EVLİLİK Emin Acar’ın üniversite hayatı oldukça renkli ve hareketli geçmişti. Başta Türk siyasetinin öncü isimleri olmak üzere, İstanbul’un manevi ikliminden de yeterli feyzi almıştı. Emin Acar, o yıllarda tanıdığı güzel insanların etkisini ve hatırlarını ömrü boyunca taşıyacaktı. Üniversite eğitiminin ona kazandırdığı iki önemli alışkanlığı vardı. Birincisi öğrendiği her yeni bilgi ve kişi ile ilgili notlar tutmak, ikincisi yabancı dil me29
rakıydı. İlk alışkanlığının etkisi ile kalan ömrü boyunca 50’den fazla not defteri biriktirdi. Kalan ömründe ise Almanca’nın yanında Fransızca ve İngilizce’yi öğrendi. Dr. Emin Acar, üniversite hayatı biter bitmez, vakit kaybetmeksizin vatani görevini de yerine getirip, mesleğini icra etme arzusundaydı. Yedek subay doktor olarak askerlik başvurusunda bulundu. Vatani görev yeri yine İstanbul oldu. Askerlik görevini tabip teğmen olarak İstanbul Hadımköy Askeri Hastanesi’nde yaptı. Bu görevi sırasında kalan ömrünü birlikte tamamlayacağı eşi ile tanıştı. Eşi de o sırada aynı hastanede hemşire olarak görev yapıyordu. Kızılay Hemşirelik Okulu mezunu Ayhan Yıldızoğlu ile evliliği sıradanlıktan uzak, sürpriz bir evlilikti. Öyle ki, eşi ve ailesi bile bu ani karar karşısında şaşkına döndü. yor:
Babasının askerlik dönemine ilişkin Dr. Rahmi Acar, şunları anlatı-
“Tıp Fakültesi bittikten sonra yedek subay olarak Hadımköy’e gidiyor. Askeri hastanede doktor olarak başlıyor askerliğe. Babamın defterleri hep vardı. Çok okuduğu için kitaplardan aldığı notlar olurdu. Her ziyarete gelenin de adını, soyadını telefonunu alırdı. Babamın 50’ye yakın defteri var. Üniversitede çok iyi derecede Almanca öğrenmişti. Daha sonra kurs falan olmadan Fransızca ve İngilizce’yi de kendi çabası ile öğreniyor. Üç dil bilirdi yani. Askerlik süreci çok önemli, orada annemle tanışıyor. Annem o sırada hemşire. Kızılay Hemşirelik Okulu mezunu. Askeriye adına burslu okuduğu için mecburi hizmete oraya gönderiyorlar. Babam onu İngilizce kursunda görüyor. Babam oradaki personele İngilizce kursu veriyor. Anneme herhangi bir şey söylemiyor. Askerlik sonrası 1952 yılında Beyazıt’taki Marmara Düğün Salonu’nda evleniyorlar. Ki orası da meşhurdur. Marmara Kıraathanesi olmuştur, sonradan sağ-sol olaylarında adı çok geçmişti oranın.” Emin Acar, her gittiği yerde iyi dostluklar, arkadaşlıklar kurmayı başaran ve iz bırakan bir insandı. Sıradanlıktan her zaman uzak duruyordu. Askerlik görevi sırasında Ayhan Hanım’la evlendikten sonra, artık sivil hayatta doktorluk yapma vakti gelmişti. Sağlık Bakanlığı genç doktora görev yeri olarak Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Göksun’un Çardak nahiyesini uygun görmüştü. Emin Acar’ın hayatında Kahramanmaraş ve özellikle de Elbistan’ın önemi çok büyüktü. Çünkü üniversite hayatı boyunca kendisine dünyayı yeniden keşfetme ve anlama perspektifi sunan Rahmi Eray da Elbistanlıydı. Rahmi ağabeyinin dünyasına yaptığı seyahatin onu daha iyi anlamasını sağlayacağını biliyordu. Nitekim öyle de oldu. Dr. Emin Acar’ın hekim kimliğiyle ilgili çok önemli tespitler çevresindeki insanlarca şu şekilde anlatılıyor: “Din âlimi olmak öncelikli varoluşsal tercihiydi; tıp âlimi olmak ise ondan sonra gelirdi. Her yıl 31 Mart’ta hekim olarak vazifeye başlamış ol30
masını şükür ifadeleriyle anlatırdı. Hekimlik ile “Hâkimlik/hikmet sahibi, olmak” arasındaki yakın münasebet, etkileyici yapıda tabiplik tutum ve davranışlarında müşahede olunurdu. Kahramanmaraş-Elbistan’daki tabiplik hatıralarını Küçükkızılcık ve Büyükkızılcık köylerindeki hekimlik hizmetlerini anlatırken çok mütehassis olurdu. Dinleyenler de bu duygu selinden pek ziyade etkilenirlerdi. Oradaki hizmetini,”Yüce Allah katında makbul olmasını umduğu insanlık görevi” olarak umut ettiğini ifade ederdi. Asistanlığı sırasında gece nöbetlerindeki hastalara yakın hizmetinde hissetmiş olduğu feyiz ve bereketi duygu dolu ifadelerle anlatırdı. Bu ifadeler insana hizmet teşviki idi ve muhataplarında da bu duyguyu uyandırırdı. ” Rahmi Acar, babasının meslek hayatındaki ilk günlerine ilişkin şu bilgileri veriyor: “Babam, askerlik sonrası bu kez sivil olarak doktorluk yapmaya başlıyor. İlk çalışma yeri alan Elbistan’a bağlı Göksun’a tayin oluyor. Annemle birlikte gidiyorlar tabi. Bu da bir güzel tesadüf oluyor. Çünkü Rahmi Eray da Elbistanlıydı. Maraş ve Elbistan’da çok severlerdi babamı. Kuşaklar değişse de hala gelenler olurdu ‘Dedemizden, babamızdan duyduk’ diye. Ondan sonra Göksun’da hükümet tabibi olarak çalışıyor bir süre. O yıllarda Göksun’da tek doktor var, o da babam. Göksun’daki görevinin ardından Bolu Akçakoca’ya tayin oluyor 1950’li yılların ortasında. Yine Akçakoca’da da tek doktor olarak görev yapıyor. . . ”
BABASININ İZİNDE BİR KADER Ayhan Hanım’la aile yuvasını kuran Emin Acar, tıpkı babası Hacı Süleyman ve annesi Fatma Hanım’ın yaşadığı gibi, evlat hasretini uzun süre yaşamak zorunda kaldı. 1955 yılında ilk evlatları Zeynep dünyaya geldikten 3 ay sonra hayatını kaybedince, 5 yıl boyunca evlat sahibi olamadı Emin-Ayhan Acar çifti. İlk çocuğunu kaybetmesinden sonra doktorlar Ayhan Hanım’a kesinlikle hamile kalmaması gerektiğini söylüyorlardı. Ama Ayhan Hanım, evlat sahibi olmak için öylesine büyük bir arzuya sahipti ki, ölümü göze alarak yeni bir bebek daha dünyaya getirdi. İşte o bebek, 1960 yılında doğan Rahmi Acar’dı: Rahmi Acar, o süreci şu şekilde anlatıyor. “Ablam Zeynep benden önce doğmuş ve 3 aylıkken vefat etmiş; 55 doğumluydu. Ben 60 doğumluyum. Anneme, ‘Kesinlikle gebe kalmayacaksın, ölürsün’ diyorlar ama o yine de beni doğuruyor. Babam ve annem bu hamileliğin riskini bildikleri için doğumun İstanbul’da yapılmasına karar veriyorlar. Bu yüzden ben İstanbul’da dünyaya geliyorum, riskli olduğu için sezeryanla yapılıyor.” Rahmi Acar’ın dünyaya geldiği günlerde Türkiye çok büyük bir kargaşa içindeydi. Bir yandan eşinin doğum sırasında ölebileceği endişesi, 31
bir yandan ülkesinin içinde bulunduğu durum Emin Acar’ın ruh dünyasında derin tedirginlikler doğuruyordu. Oğlu Rahmi’nin dünyaya gelmesiyle birlikte Dr. Emin Acar, Sağlık Bakanlığı’na bir kez daha başvurarak tayin istedi. Bakanlık, Emin Acar’ın tayin talebini yerinde bularak, kendisini o zamanlar Bolu’ya bağlı olan Akçakoca’da görevlendirdi. İşte bu görevlendirme ile birlikte Emin Acar’ın hayatındaki büyük değişim de başlamış oldu. Oğlu Rahmi Acar, babasının Bolu ile tanıştığı yıllara ilişkin kendisi ile paylaştığı hatıralarını şu şekilde anlatıyor: “Bolu’ya tayin edildikten sonra Akçakoca’da hükümet tabibi olarak görev yapıyor. Hastane yok o zamanlar, Akçakoca’da tek doktor ve çok seviliyor. Eski hastanenin temelinin atılışında, inşaatında dahi çalışıyor o dönemler. Eczane bile yok. Hastalar Düzce’ye gitmesin diye ecza dolabı açıyor orada. Bu arada Eczacı Ahmet Pulcu (AK Parti İstanbul Milletvekili Ali Pulcu’nun babası) eczacılık fakültesini bitirip eczane açacak yer ararken, orada olmadığını görünce eczane açmak istiyor. Kendisinden dinledim, korkarak çekinerek, ‘Doktorun ecza dolabı var, acaba ne der’ diye. Derken gelip kendini tanıtıyor. Babam bu duruma çok memnun oluyor. Kendisini teşvik ediyor. Böylece babamın orada bir kardeşi oluyor. Sıkı dost oluyorlar. Ahmet amca, ‘Kardeşim olarak davrandı bana her zaman’ derdi. Eczaneyi birlikte kuruyorlar, hatta belediye plajı vardı onun yanında, kardeşlikleri öyle başlıyor. Bizim de çocuklar ve torunlar olarak kardeşliğimiz devam ediyor... ”
AKÇAKOCA’DA BİR ERMİŞ: MUSTAFA ŞABAN EFENDİ Akçakoca yıllarında Dr. Emin Acar’ın manevi dünyasında büyük bir farklılaşma oluyor. Şöyle ki; Dr. Emin Acar, gittiği her yerde derin izler bırakan, gönül dostlarını ve alimleri bulan bir insandı. Akçakoca’da kurduğu dostluklar hayatında derin izler bıraktı. Özellikle de Mustafa Şaban adlı Allah dostu. Herkesin deli gözüyle baktığı Mustafa Şaban’a her zaman kol kanat geren Dr. Emin Acar, 26 Mart 1987’de ahirete yürüdüğü güne kadar onu ziyaret etmeye devam etti ve cenaze merasiminde bizzat bulundu. Oğlu Dr. Rahmi Acar, Mustafa Şaban ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Babam, Mustafa Şaban’a çok kıymet verirdi. Mustafa Şaban Akçakocalı bir ermişti. Akçakocalılar kendisine bir ev yapıyor, iyi olsun diye de tuğladan yapıyorlar. Ama o, ‘Tuğla yapılırken toprak pişiriliyor, bu sırada mahlûkat ölüyor, onun için buraya melek girmez’ deyip, eve girmiyor. Yıllarca bahçesinde yaşadı, öyle bir insandı o da. Babamın hayatında çok değerli bir yeri vardı. ”
32
Dr. Emin Acar, Mustafa Şaban Efendi’ye sahip çıkmaya, onunla buluşmaya büyük özen gösterdi. Mustafa Şaban’ı fırsat buldukça pek çok dostuyla ziyaret ediyordu. Tanıştırdıklarından biri de Şener Yücetürk idi. Yücetürk, Akçakocalı Mustafa Şaban’ın Emin Acar’ın hayatındaki yeri ile ilgili şunları söylüyor:
Dr. Emin Acar, Dr. Musa Okur ile Akçakoca’da Mustafa Şaban’ın kabri başında 33
“Akçakoca’daki ermiş Mustafa, çok düzgün, akıllı ve zeki bir gençti. İlk ve ortaokulları derece ile bitirmiş, orada başka bir okul yok, askere gitmiş. Orada da çok başarılı, sonra asker dönüşünde meczuplaşıyor. ‘Mecnun vardır, meczup vardır’ derdi Emin ağabey. ‘Mecnun; deli demektir, ama meczup hal ve tavırları normal insanlar gibi olmasa bile kimseye zararı olmayan, yüce Allah’ın sevgisinde bir cezbeye yakalanmış biridir meczup. Meczuplar bizim birçok bilemediğimiz göremediğimiz âlemlerle irtibata geçebilen insanlardır’ derdi. Aslında çoktur bunlar. O Mustafa, namaz kılar, karın üzerinde yalınayak gezerdi dere boyunda. O niye böyle yapıyor diye sorduğumda, ‘Merhameti o kadar büyük ki ondan böyle yapıyor’ derdi Emin ağabey. Ne yapardı? Eğer sende deri kemer ayakkabı varsa, ‘Bunları giyme’ derdi. Bu yasak değil ama hayvanlara o kadar merhametli ki onların derisinin kullanılması bile ona dokunuyor. Veyahut,‘ Sakın ha toprağı ateşe atmayın’ derdi. Niye çünkü orada bir sürü can vardır, onlara zarar verme hakkımız yok anlayışı vardı. Dr. Emin ağabey Akçakoca’da hükümet tabibiyken bu ortada geziyor. Polisler bunu Bakırköy’e gönderelim diye Emin ağabeyden rapor almak için getirmişler. O dinlemiş. ‘Yahu bu deli değil, meczup’ diyor. Ama polisler bu durumu anlamaz diye Mustafa’ya bir rapor çıkartıyor. ‘Siz bunu Ankara’daki üniversitenin psikiyatri bölümüne gönderin’ diyor. Orada profesör bir ağabeyi var, ona da bir mektup yazıp, ‘Bunu deli diye getirdiler, ama öyle değil, zararsız diye bir rapor düzenlerseniz memnun olurum’ diyor. Öyle bir raporla Mustafa serbest kalıyor.” Dr. Şener Yücetürk, Dr. Emin Acar’ın Bolu ve Ankara’ya taşınmasından sonra bile Mustafa Şaban’ı ziyaret etmeye devam ettiğini anlatırken, Akçakocalı ermişin çok ilginç ifadeleri olduğunu ve neredeyse tamamının gerçekleştiğini ise şu sözlerle anlatıyor: “Bolu’ya geldiğinde çoğunlukla Akçakoca’ya da gidelim deyip Mustafa’yı da ziyaret ederdi Emin ağabey. Bizim bile anlamakta zorluk çektiğimiz şifreli mesajlar olurdu ikisi arasında. Emin ağabey,‘ Ben ondan o kadar çok şey öğrendim ki’ derdi, bazı bilinmeyenleri o söylermiş. Örneğin, ‘Bu Rusya yıkılacak, büyük devletlerden korkulur, bu Özal’ı vururlar’ demiş bir keresinde. 1980’lerden sonra merhum Turgut Özal başbakan olduktan sonra bir gün, ‘Sen Özal’ı tanır mısın?’ diye soruyor. Emin ağabey de ‘Tanırım’ deyince, ‘Git ona söyle, onu vururlar Allah’a sığınsın. Büyük devletlere fazla yanaşmasın. Şunu da ona ver’ demiş. Kendisi bir metin yazmış, o da Özal’a vermiş onu. Özal’a verirken de ‘Sakın kimseye okutmasın’ diye tembih etmiş. Emin ağabey de bir ziyarette rahmetli Özal’a mektubu iletmiş. Özal da uzun süre avucunun içinde saklamış o kâğıdı. ’Suikasta uğradığında sadece elinden yaralanması bundandı’ derdi Emin ağabey.” Dr. Şener Yücetürk’ün anlattıklarını teyit eden bir başka isim ise Emin Acar’ın yakınlarından Dr. Musa Okur. Ankara’daki ihtisası sırasında 34
tanıştığı ve ömrünün son anına kadar dostluk ve arkadaşlığını yakinen yaşadığı Musa Okur da tıpkı Dr. Emin Acar’ın yakın dostları gibi Akçakocalı meczup Mustafa Şaban’la özel olarak görüşen isimlerden biri. Musa Okur, Emin Acar’ın Mustafa Şaban’a verdiği değeri şu sözlerle anlatıyor: “1983 yılında bir grup arkadaşla Akçakoca’dan tanıdığı Mustafa Şaban’ı ziyarete gittik Emin ağabeyle. Meczuptu Mustafa Şaban ve ona sırlar verirdi. Mecnun Leyla’ya, meczup Mevla’ya aşıktır. Şaban, hiçbir gerekçesi yokken ona; ‘Sen Turgut Özal’ı tanır mısın?’ diye sordu. Emin ağabey ‘Evet tanırım, arkadaşımdır’ deyince, ‘Öyleyse ben ona bir mektup yazayım da ona ver’ dedi. Mektupta, ‘Büyük devletlerde sihirbazlık var, hayır gelmez. Küçük devletler hayırlıdır. Allah’ın ipine sarılmak lazımdır’ diye yazmış. Turgut Özal Anavatan’ı kuruyor o sıra. Daha ortada Mustafa Şaban’ın Musa Okur’a yazdığı mektup başbakanlık falan yok yani. Ardından Turgut Bey seçimi kazanıp, başbakan olunca tebrik için gittiklerinde Emin ağabey o mektubu vermiş kendisine. O da soruyor, ‘Doktor nasıl korunacağız?’ diye. Emin ağabey de ‘Allah’ın ipine sarılmak lazım diyor’ diye cevap veriyor. Sonrasında Özal da sık sık Allah’ın ipine sarılmak lazım diyordu… Yani bizim Mustafa Şaban’a Turgut Özal’ın başbakan olacağı malum olmuş ve ona ikaz için bu mektubu göndermişti. Bu Mustafa Şaban’ın yazısı besmele. “Hak olur, helal olmaz”, çok önemli bir söz bana yazmış bunu da. 1984 yılında hac dönüşü Mustafa Şaban’ı ziyaret ederek, sohbet imkânı buldum. O ABD’nin iyi durumda olmadığını, Sovyetlerin uydularına sahip olamayacağını ve parçalanacağını, Almanya’nın birleşeceğini söyledi bana, kayda almıştım hepsini. 1990 yılında bunu tekrar dinleyince, ‘Vay anam vay’ dedim kendi kendime. Mustafa Şaban bize seneler öncesinden bunu haber vermiş. Biz anlayamamışız meğer. . . ”
35
36
BÖLÜM 2
BAŞKA BİR ÂLEME YOLCULUK
37
38
Dr. Emin Acar’ın hayat felsefesinde ve yaşamındaki farklı bir boyut Akçakoca’da hükümet tabibi olarak görev yaptığı dönemde başladı. Başta Mustafa Şaban isimli ermiş olmak üzere bazı dostları onun hayatında yepyeni yollar, kanallar açtı. Bu yollar onu farklı tecrübelere götürecek bir yolculuğun da başlangıcıydı. Oğlu Rahmi Acar, babasının o yıllardaki hayat tecrübesini ve hayatını paylaştığı kişileri şu şekilde anlatıyor: “Akçakoca’da güzel dostluklar arkadaşlıklar kurmuştu babam. Akça koca’da eşraftan Terzi İsmail amca vardı. O zamanlar tek cami var Akça koca’da. Cumalara gidiyor babam. Terzi İsmail amca babamı camide gördükçe, ‘Ya doktor bak sen inançlı insansın, Bolu’da bizim bir şeyhimiz var Muhittin Palazoğlu Efendi (Sürmeli Hoca). Seni ona bir götürelim bir tanış’ diyor. Babam ise ‘Ben şeyh istemem. Ben kendim okur, yaparım diyor ve olumlu cevap vermiyor bir süre. Bir iki kez bu ısrar devam ediyor. Bu arada babam o cumadan önceki 4-5 gece hep rüyasında bir insan görüyor. Bir anlam veremiyor, çünkü tanımadığı bir insan. Bu arada ısrarlı tekliflerine devam ediyor İsmail amca. Yine aynı teklifle çıkıyor babamın karşısına; ‘ Sürmeli Hoca hasta, kendisine bir bakarsın’ diyor. Babam da iyi doktor. Neyse kabul ediyor, arabaya binip gidiyorlar. Babam kapıdan içeri giriyor, rüyasında gördüğü insan karşısında. Nutku tutuluyor adeta. Ayağında bir yara var, rüyasında da aynı yarayı görüyor babam. O anda Muhittin Efendi’ye bağlanıyor babam. O dakikada tüm yaşamı farklı bir boyuta inkılap oluyor. ” Dr. Emin Acar, Muhittin Palazoğlu Efendi ile tanıştıktan sonra Akçakoca’da hükümet tabipliği görevinden zorunlu sebeplerle ayrılıyor ve Bolu’ya geliyor. O sırada henüz bir yaşına basmış olan Rahmi Acar, babasının Bolu’daki ilk yıllarının nasıl başladığını şu şekilde anlatıyor. “Muhittin Efendi’ye yakın olabilmek için hemen Bolu’ya tayin istiyor. Ama Akçakoca’nın tek doktoru ve halkın kendisini çok sevdiğini biliyor. Akçakocalılar babamın gitmemesi için her şeyi yapıyorlar. Ancak babam, Bolu’ya gitmek istiyor. Ve Bolu’ya serbest hekim olarak gelip Büyük Cami’nin arka tarafında muayenehane açıyor. Sene 1961, ben daha 1 yaşındayım. Karaçayır’da bir ev tutuyor. Sürmeli Hoca’nın yanında büyük bir huzura kavuşuyor. 1963 yılında ilk kez hacca gidiyor. Anne ve babasını da beraberinde götürüyor. Babam 1963 yılında Muhittin Efendi’den tarikatta irşad icazetini alıyor. Ama Muhittin Efendi yaşadığı için hiç kimseye söylemiyor, ikisi arasında kalıyor bu durum. ” Şener Yücetürk, Dr. Emin Acar’ın Akçakoca’dan Bolu’ya geldikten sonra kendisine mütevazı bir muayenehane açarak geçimini sağlamaya çalıştığının şahitlerinden biriydi. Kendisine her zaman ‘Ağabey diye hitap ettiklerinin altını çizen Şener Yücetürk, Dr. Emin Acar’ın Muhittin Palazoğlu’ndan (Sürmeli Hoca) neden etkilendiğini şu şekilde açıklıyor: 39
“Akçakoca’dan Bolu’ya geldikten sonra burada çok küçük mütevazı bir yere muayenehane açmış. Esas maksadı hoca efendinin bir talebesi olarak onun ilminden, feyzinden yararlanmak. Muayenehanesi bir meşguliyet, ama çoğunlukla para almazdı. Aldığı da küçük miktar, onunla da ilaç alamayanlara yardım ederdi. Doktorluğun çok güzel mübarek bir meslek olduğunu söylerdi. Allah’a yaklaşmak için bu mesleğin çok faydalı olabileceğini anlatırdı. Yani, ‘Malzemen insandır’ derdi. ‘İnsan da Allah’ın en mükemmel yarattığı bir varlıktır, manevi yönden kurtuluşu için ona rehberlik etmek, sağlığının bekçiliğini yapmak, memnuniyetini kazanmak, duasını almak güzeldir’ derdi. ” Gerçekten de hayatı boyunca Emin Acar, doktorluğu Allah’ın yarattığı en mükemmel varlık olan insana hizmet edebilmek, onları beden ve ruh sağlığına kavuşturmak için kullandı. Para pul, dünya malı gözünde değildi. Dünyayı gerçek manada bir sınav yeri olarak görmekteydi. Onun için dünya imtihan yeriydi ve insanlara hizmet etmek, yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmek, öteki âlemin kapısını açmanın en güzel yollarından biriydi. Şener Yücetürk, Dr. Emin Acar’ın kısa sürede Muhittin Palazoğlu’nun tedrisatından geçmesini de onun yüksek zekâsı ile açıklıyor: “Muhittin Efendi’nin kendi ağzından duydum, ‘Doktor Emin Efendi çok çalıştı, yani intisabından sonra maneviyattaki mertebeleri kat etti. 3,54 yıl gibi bir zamanda nefsi mutmainliğe kadar geldi. Nefis mertebelerinin önemli bir aşamasıdır. Siz de çalışırsanız aynı mertebelere yükselebilirsiniz’ dediğini hatırlıyorum. Bana bir belge gösterdi. Hacı Muhittin Efendi tarafından kendisine verilmiş bir belgeydi. Orada, ‘Doktor Emin Acar Efendi bizim rehberliğimizde seyri sulukünü tamamlamıştır’ diyordu ve altında imzası vardı. Çünkü bir dönem her önüne gelen şeyhlik iddia etmiş ve Abdülhamid Han bu işi yazılı hale getirmek, belgeli hale getirmek istemiş. Böyle ana bilinen kolların, bilinen şeyhlerinden bu belgeleri alanların durumu geçerli sayılırmış. ”
HAYREDDİN-İ TOKADÎ TÜRBESİNE HİZMET Bolu’daki günlerinin büyük bölümünü Allah yolunda hizmetle yürüten Emin Acar, devletteki görevinden istifa edip özel muayenehane açmış olmasına rağmen para kazanma derdinde değildi. Çoğu kez hastalarından para almıyor, ilaç almaya gücü yetmeyen hastalarının ilaçlarının parasını bile kendi cebinden karşılıyordu. Bolu’da yaptığı en önemli hizmetlerden biri Muhittin Efendi’nin desteğiyle Hayreddin-i Tokadi Hazretleri’nin kabrinin yerini tespit etmekti. Çünkü o yıllara kadar kabrin yeri net değildi.
40
Hayreddin-i Tokadi Camii Şadırvanı
Anadolu’da Somuncu Koca (Şeyh Hamid-i Veli - 1331-1412) Hazret leri’nin piri bulunduğu Halvetiyye silsilesinin, yirmi sekizinci halifesi olan Hayreddin-i Tokadî’nin (Vefatı M. 1530) mezarının nerede olduğu ve kaç yılında doğduğu tam olarak bilinmiyordu. Cemaliyye’nin piri Çelebi Halife diye bilinen Cemal-i Halveti (Vefatı M. 1494) hazretlerinin talebesi idi. İstanbul’da bugün de pirdaşı Sümbül Sinan (Vefatı M. 1530) adına izafetle Sümbül Efendi olarak bilinen dergâhta tahsilini yapan Hayreddin-i Tokadî, irşad hizmetlerini on yıla yakın bir süre bu dergâhta sürdürmüştü. Bir müddet sonra da Hayreddin-i Tokadi, Çelebi Cemaleddin tarafından irşad hizmetleri için Bolu’ya gönderildi. Bolu’daki ilk dergâhının İmaret Camii yanında olduğu belirtiliyor. Hayreddin-i Tokadi’nin manevi tesiri, Osmanlı sarayının içine kadar girmiş, birçok devlet ricali de talebesi olmuştur. Kendisinden sonra Kastamonulu Şaban-ı Veli Hazretleri’ni (Vefatı M. 1569) halife olarak bırakmıştı. 1535’te Bolu’da vefat eden Hayreddin-i Tokadi’nin kabrinin nerede olduğu ise bilinmiyordu. Bu konuda çeşitli rivayetler ortaya atılmasına rağmen, kabri ve dergâhı ile ilgili o güne kadar tek bir araştırma bile yapılmamıştı. 41
1963’te Muhittin Palazoğlu Efendi ve Dr. Emin Acar ile arkadaşlarınca Tokadi Hayreddin’de inşa edilen ilk mescid
Dr. Emin Acar, başta Muhittin Efendi, Mehmet Mühürcü, Cemal Candan ve bir arkadaşıyla birlikte 5 kişi kabri ortaya çıkaranlar oldular. Dergâhın ortaya çıkarılışının öyküsünü oğlu Rahmi Acar şu şekilde anlatıyor: “Hayreddin-i Tokadi Hazretleri’nin eski Halveti medrese ve dergâhını bulmuşlar, Mehmet Mühürcü, Cemal Candan ve babam. Kabrini Muhittin Efendi (Palazoğlu) işaret ediyor, öyle buluyor. Oraya Bolulular, Erenler derler, ama Tokadi’nin yerini bilmezlermiş. Muhittin Efendi, babamı yolluyor, orada büyük bir Halveti şeyhinin mezarı var diye. O sırada dergâhın ve medresenin kalıntıları da ortaya çıkıyor, Osmanlı döneminden kalan. Küçük cami öyle yapılıyor orada. Sonra Muhittin Efendi’yle birlikte Hayreddin-i Tokadi Hazretleri’nin günü yapma geleneğini başlatıyorlar. Temmuz’un üçüncü haftası, pazar günü yapılıyor hep, ben 50 bin kişinin katıldığını gördüm. Muhittin Efendi’den sonra oğlu Ahmet Efendi, o da vefat edince Yekta Palazoğlu kardeşim yerine geçti.” Bolu-Düzce devlet yolu Elmalık köyü yol ayrımında yer alan dergâhın yanına arkadaşları ile birlikte hemen bir küçük mescid yapan Dr. Emin Acar, sonraki yıllarda yine aynı arkadaşları ile birlikte Hayreddin-i Tokadi Vakfı’nı kuruyor. Sonraki yıllarda namazgâh olarak yapılan küçük cami büyütüldü. Yanına bir dergâh ve misafirhane de yapıldı. Emin Acar ve arkadaşlarının bu çabaları Bolu’ya Hayreddin-i Tokadi Türbesi’ni kazandırdı ve tanıttı. Şimdi Ankara-İstanbul yolunda her yıl milyonlarca insan burayı ziyaret ediyor. Daha türbenin girişinde, ‘Edeb Ya Hu...’ sözüyle ziyaretçilerini karşılıyor Hayreddin-i Tokadi Türbesi. 42
Türbe girişindeki ağaçtan “Edeb Yâ Hû” levhası
O yılların canlı tanıklarından Şener Yücetürk, Hayreddin-i Tokadi Türbesi’nin ortaya çıkarılıp restore edilmesinden sonra Dr. Emin Acar’ın her hafta sonunu Bolu’da geçirmeye başladığını belirterek, o günlere ilişkin anılarını şu şekilde anlatıyor: “Bolu’ya çok sık gelirdi Emin ağabey. Geldiğinde Musa hocalar ve arkadaşlar beraber olurduk. Sonra her yıl Temmuz-Ağustos aylarında Ankara’dan bir ekip halinde beraber gelirler, burada 1 hafta, 10 gün kadar kalırlardı. Bu onlar için bir nevi tazelenme, yenilenme olurdu. Tokadi’de kalırlardı; biz de giderdik. ‘Tokadi Akademisi’ diye ad koymuştuk. Çok kalabalık olurdu. Tokadi Geliştirme Vâkfı’nın Başkanı ve kurucusuydu. Musa Bey’le beni başkan yardımcısı olarak yazmıştı, ama Musa Bey orayla ilgilenen kişi oldu, ben fazla ilgilenemedim. Sadece adım yazılı kaldı orada. Oraya bir namazgâh yapılmış 1962 yıllarında. Sonra yetmemiş büyütülmüş biraz. Onların yapımında çevre düzenlemesini bu vakıf yapmış. Bu süreçte Emin ağabey bir telefon ederdi hayırsever insanlara, gelirdi çimento, kum vs. ‘Mutlaka okumalısın’ derdi, gençleri görünce. Çocukları görünce başını okşar, ‘Sen ne olacaksın bakayım’ diye sorardı. Liseyi bitirmişse ‘Üniversiteyi kazan’, üniversiteyi bitirmişse ‘Akademik kariyer yap’ diyerek yönlendirirdi hep. Onun için onun yönlendirdiklerinden doktora ve akademik kariyer yapanlar o kadar çoktur ki nereye gitsen bilirler Emin ağabeyi. Örneğin, Ekrem Pakdemirli Ege Üniversitesi’ndeydi. İyi tanırdı Emin ağabeyi. ‘Bana genç gönder, doktora yaptırayım’ derdi. Emin ağabeyin gönderdiklerinden yüzlerce kişi orada akademik kariyer yaptı. Her yerde onun teşvik ettiği insanlar vardı. Yazın Dr. Emin ağabeyin Bolu’da olduğunu bilenler buraya gelirdi. Onun için buranın adı Tokadi Akademisi idi. Örneğin, nano teknolojiden bahsedilirdi. Orada öğrendim ilk. Yani her konuda konuşulurdu. ” 43
Türbenin ortaya çıkarılmasında birlikte çalıştığı Cemal Candan ise o yıllarda Bolu’da nüfus müdürüydü. Kendisi ile Akçakoca’dan beri tanışıyorlardı. Mudurnulu kökenli olan Cemal Candan, Emin Acar’la nasıl tanıştıklarını şu şekilde anlatıyor:
Hayreddin-i Tokadi Camii ve Türbesi genel görünüş
“Mehmet Mühürcü arkadaşımız var, DSİ’den emekliydi. Onla çok teşriki mesai yapardı Emin ağabey. Mehmet Mühürcü ile tanışmaları da Tavuk Pazarı’nda Mühürcü’nün evi vardı. Onun üst katında ilk muayenehanesini açtı Emin ağabey. Hacı Muhittin Efendi Nakşi ve Kadiri şeyhiydi Bolu’da. Onunla irtibatı oldu Emin ağabeyin. Akçakoca’dan geldikten sonra hali manevi yönden başka bir hal oldu. O arada Gölyüzü’nde Kur’an kursu vardı. Sabah namazından sonra oraya gider, orada mübarek zat da derslerini yapar, duamızı eder, işrak namazı kılar dağılırdık. Mehmet Mühürcü, ’Cemal Candan, gel Efendi’ye gidelim’ derdi. Benim Muhittin Efendi’yle ilk tanışmam şöyle oldu. Ben Yeniçağa’da görevli iken hanımımın buraya tayini çıktı. ‘Bolu’da Şeyh Zuhuriler benim teyzem, onlarla seni tanıştırayım. Efendisi de müftü katibi’ dedi. Benim, ‘Yaşlı bir adamla nasıl irtibat kurabilirim’ diye geçti kalbimden. Gittik tanıştık, Mustafa Niyazi Danışman’dı ismi. Müftü de Tayyar Çulha. Mustafa Niyazi Bey, beni Karaçayır’da bulunan hacı Muhittin Efendi’ye götürdü. ‘Evladım sen nerelisin?’ deyince, ben ‘Mudurnu’ dedim. Olduğu yerden kalkar gibi oldu, ‘Ya evladım, Mudurnu’da çok evliyaullah, Allah dostları vardır’ dedi. Böylelikle tanıştık ve gelip gitmeye başladık artık. Orada Mühürcü, Emin Bey ağabey, Mehmet Özdemir var. Onlar devamlı gidip geliyorlar, ben de aralarına katıldım. Asıl tanışmamız orada yani. 1960-61 gibi. Son44
ra ben bu gruptan ayrılmak istemedim. Sohbetler güzel oluyor. Emin Bey ağabey manevi yönden Hacı Muhittin Efendi’ye sorular sorar o da anlatırdı. Sohbeti tatlıydı Muhittin Efendi’nin. ” Cemal Candan, türbenin ortaya çıkarılmasında birlikte çalıştığı, Emin Acar’ın restorasyon sırasında bizzat çalıştığını anlatırken de şunları söylüyor: “Tokadi’nin ilk temellerinde ekip olarak çalıştık birlikte. Ben, Emin ağabey, Musa Okur, Mehmet Mühürcü, Soku’dan Ahmet Usta, Karacasu İmamı vardı. Bu arada Emin ağabey ekip başı falan değil, normal işçi gibi çalışırdı. Araba yok, yolda inerler, yağmura yakalanırlar, ıslanırlar, gene de gelirdi. 1960’lardan bahsediyoruz. Hacı Muhittin Efendi ve Emin ağabey Tokadi’deki kabrin bulunmasına vesile oldular. Aynı ekip içinde yer alan Musa Okur da türbeyi nasıl bulup ortaya çıkardıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Esasında orası ziyaretgâh, ama metruk bir yerdi. Sadece çevresi taşla çevrili mezarların. At arabasıyla 3-5 kişi gibi gidip gelebiliyorlar. Bolu’daki Aslahattin Camii’nin yıkılışı sırasında ahşap bir minaresi vardı. Onu ‘Tokadi’ye koyalım’ dediler. Hacı Bayram’ın bir imamı vardı Zekai Hoca, o da var. Buradan alındı Tokadi Hayreddin’e konuldu. Mescit var ama minare yok. 30 yıl kullandık o minareyi. 1960’lı yıllar. Geçen gün bana soruyorlar, ‘Ne oldu minare?’ diye. Biz de dedik ki ‘Yıkıldı, gitti.’ Emin ağabey hangi hizmet varsa, önde olurdu. Tokadi Hayreddin’de bulduğumuz kabir sayısı dokuzdu. Daha önceleri yedisini bulmuşlar, iki kişi de ‘Biz burada varız’ demişler manen. Ağabey Ankara’daki görevliler ve din adamları ile iyi ahbaptı. Zekai Hoca da alim, hoş bir insandı. Mekke ve Medine’de görev yapmış bir hoca. Kıbrıs’a tayini çıkmış tabi morali bozulmuş. ‘Herhalde bir suç işledik ki bizi buradan kovuyorlar demiş’ kendi kendine. Ricalden biri sırtını sıvazlamış, ‘Hoca, hoca merak etme, sen oraya görevli gidiyorsun. Tenzili rütbe falan değil bu. Ama ben sana bir görev vereyim onu yap’ deyince, ‘Buyrun’ demiş. ‘Günde 100 kere birsin, 100 kere sen bilirsin, 100 defa karışmam’ çekeceksin demiş. Ya Rabbi birsin, ya Rabbi sen bilirsin, ya Rabbi senin işine karışılmaz yani. O dersi almış. Bunu Emin ağabey aktarmıştı bize. Ya Rabbi birsin güzel, ya Rabbi sen bilirsin belki, ama karışmam işi çok zor. Nasıl kükrüyoruz hemen değil mi? Onun için en zor iş bu karışmam kısmı. . .
45
Aslahattin Camii’nin ahşap minaresinin yıkılışı ve taşınmasından
YENİ BİR CAMİ İNŞASI Dr. Musa Okur türbenin bulunup ortaya çıkarılmasından sonra Emin Acar’ın türbe civarının yeniden düzenlenmesi işinde bizzat çalıştığını anlatırken, 1989 yılında türbenin bulunduğu alana yeni bir cami inşasına Dr. Emin Acar’ın öncülüğü ve çabasıyla giriştiklerini ve bu inşaat sırasında da onun her an başlarında ve yanlarında olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “1961 yılından beri Tokadi ile çok ilgiliydi Emin ağabey. İlk mescidin bulunduğu yeri 1961’de hep birlikte kazdık. Emin ağabey 1961-64 yılları arasında Bolu’da kaldı. İlk türbedar Ali Osman Efendi’yi o göndermişti. Ondan sonra Mustafa amca türbedar olarak geldi, kendine has bir kişiliği vardı onun da. 1989 yılında Tokadi Hayreddin Hazretleri’nde büyük cami inşaatına başladık. Emin ağabey hemen her hafta inşaata gelir yakından takip ederdi. Bolu ziyaretlerinde Bolu’daki evliyaları ziyaret eder, Tokadi Hayreddin’e çıkar, eski misafirhanede kendilerine refakat edenlerle eski dergâhlarda gecelerdik. Hayreddin-i Tokadi Türbesi’nin Emin Acar ve arkadaşlarının özel çabaları sonucu ortaya çıkarılmasından sonra her yıl Temmuz ayının üçüncü pazarı Bolu’da Muhittin Efendi ve Emin ağabey öncülüğünde Hayreddin-i Tokadi Anma Günleri düzenlenmeye başlandı. Türkiye’nin 46
dört bir yanından insanların katıldığı anma etkinliklerinin yüzlerce konuğu olurdu. Dr. Emin Acar, anma törenlerinde daima dergahta olurdu. Hac farizasını yerine getirmek üzere Mekke’de bulunduğu dönemler dışında her zaman törenlere katıldı. Musa Okur Hoca, bu konuda şunları söylüyor: “Emin ağabey mutad olarak Temmuz ayının 3. pazarında olan Tokadi Anma Günü’nde mutlaka gelir, türbe evinde 3-4 hafta Türkiye’nin her yerinden gelen misafirlerle sohbet ederdi. Hanımlar ve çocuklar üst katta kalırlar, biz erkekler camide kalırdık. Hatta bir yıl Ahmet Davutoğlu, eşi Sare Hanım ve babası ile gelerek 3-4 akşam kalmıştı. Tokadi’de pek ağaç kesilmez. Biri bir gün bir levha koymuş bir mezar başına. Emin ağabey görünce, ‘Kaldırın bu levhayı’ dedi. Emre riayet etmek lazım, ama ne bileyim ben de kaldırmadım o ara. Sonrasında bizim orada bir köknar kurumuş, çocuklar kesmiş ama köknar inmiyor bir türlü sanırım diğer ağaçlara takılıyor, neyse çocuklardan biri üzerine çıkıyor, ağaç devriliyor, mezara zarar vermemiş ama kaldırılsın dediği taş jiletle kesilmiş gibi gitti. Türbe çevre düzenlemesine bir hayırsever çok hizmet etti, yardımı oldu. Bir gün gittim çalışanlar birkaç ağaç kesmiş. Ona buna gittim, ama bir şey olmuyor, bir gün kızdım ‘Madem burası efendilerin diyarı, efendiler korusun burayı’ dedim kendi kendime. O akşam ağaç kesenlerden biri kesilen ağacın gövdesinin çarpmasıyla fena yaralanmış, bu işi yapanlar da toplanıp gitmişler. Demek ki çok önceden söylemek lazımmış…”
DR. EMİN ACAR’IN ANKARA YILLARI Dr. Emin Acar, üç yıla yakın bir süre birlikte olduğu Sürmeli Hoca’nın tavsiyeleri doğrultusunda bir yaşam çizgisini takip edecekti artık. Emin Acar’ın Ankara yılları bu sayede başlamış oldu. Emin Acar, Ankara’ya gelir gelmez başkentin manevi dinamiklerini erken keşfetti. Bunların başında Hacı Bayram-ı Veli geliyordu. Ankara’da ev kiralamaya karar verdiğinde onun dergâhına yakın bir yerde ev tuttu. Bir yandan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ihtisasını tamamlarken bir yandan da ailesinin geçimini sağlıyordu. Oğlu Rahmi Acar, babasının Ankara yıllarının nasıl başladığını kendisinden şu şekilde dinlediğini anlatıyor: “Babam tam da Bolu’ya alışmışken, Efendi (Sürmeli Hoca) babama, ‘Ankara’ya gidersiniz, orada ihtisas yaparsınız’ diyor. Babam çok müteessir oluyor ve yanından ayrılmak istemiyor. Ama Efendi ufku geniş bir insandı, babama gitmesi için ısrar ediyor. Babam da kıramıyor tabi onu ve Ankara’ya gelip Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh ve Sinir Hastalıkları Kürsüsü ki; o zamanlar nöroloji ile psikiyatri tek bir bilim dalı, ihtisasına 47
başlıyor. Ankara’ya doktor olarak gelip, ilk evini Hacı Bayram Camii’nin orada kiralıyor. Eski Ankara eviydi, sobalıydı. Ardından, orada küçük bir muayenehane açtı, çok kitapları vardı, gelenlerle sohbet ederdi. Başlangıçta orası dergâh değildi. Kitapları da orada idi ve insanlar okusun istiyor, onlarla sohbet ediyordu. İnsanları etkileyen, onları cezbeden bir beden dili ve ruh hali de vardı babamın. Sonra gelenlere Türkistan pilavı dediği, parça etli, havuçlu bir pilavı vardı, ondan ikram etmeye başladı. Bir müddet sonra gençler etrafında toplanmaya başlamıştı. O arada ihtisasa da devam ediyor. 4 yılda bitirmiş ihtisasını, zaman kaybetmemiş. Aynı zamanda Ankara Tıp’ta çalışıyor. Musa Okur ile de öyle tanışıyorlar. Ama babam şeyhlik icazeti almasına rağmen şeyhlik yapmadı. Hacı Bayram’ı tercih etmesinin sebebi ise onun yanında, yakınında olma isteğiydi. Ben 1979’da okulu kazanıp gidene kadar oradaydım. Hacı Bayram’dan hiç ayrılmadı ölene dek. Milletvekili olduğu dönemde de oradan ayrılmadı babam.
Bu evde oturduğumuz dönemde ihtisasını tamamladı. Nöropsikiyatri alanında. Hem nörolog hem psikiyatrist. Şimdi ayrıldı bu iki dal. Bu arada annem mecburi hizmetin ardından çalışmadı. Tabi Ankara’ya geldik, ama her cuma Özbolu’ya binip 4 saatte Bolu’ya gelirdik. Pazar gece de biner, dönerdik Ankara’ya. Muhittin Efendi rahmetli olana kadar, yani 1963-76 arasında her hafta sonu mutlaka ziyarete gelirdik. Sadece hacca gittiği dönemlerde gitmezdik Bolu’ya babamla.” Evini Ankara’ya taşımış olmasına rağmen Bolu ile bağını koparamayan Emin Acar, her hafta sonunu mutlaka Sürmeli Hoca’nın yanında ge48
çiriyordu. Bolu’da üç yıl gibi kısa bir sürede derin dostluklar kuran Emin Acar, derin izler bırakmıştı Bolu’daki dostlarının gönlünde. O yılların canlı tanıklarından Şener Yücetürk, bu derin dostluğun perde arkasında hangi manevi iklimin yattığını şu sözlerle ortaya koyuyor: “Fuad Bayramoğlu diye bir zat vardı. Onun yazdığı bir kitap vardı. Orada Evrad-ı Bayramiyye metin olarak vardı. Bolu’daki doktor Musa, Evrad-ı Bayramiyye’yi ezberlemiştir. Ona, ‘Sen de Bolu’da oku’ demiş Emin ağabey. Musa Hoca da Bolu’da her cuma sabahı, sabah namazı Tokadi’de kılınır ve sabah namazında Evrad-ı Bayramiyye’yi okurdu.’’ 1963 yılında başladığı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesi’nde Ruh ve Sinir (Akliye - Asabiye) Hastalıkları (Nöropsikiyatri) Bölümü’nde uzmanlığını tamamlayan Dr. Emin Acar, hayatı boyunca dostu olacak Musa Okur ile de tanışmış oldu. Musa Okur, kendisi gibi Tıp Fakültesi’nde ihtisas yapmaktaydı.
Dr. Musa Okur’la Mudurnu’da Şeyh İmran Efendi Hz. ve Filibeli Hz’lerini ziyaretinde
Musa Okur, o yıllara ilişkin şu bilgileri veriyor: “Emin ağabeyi ben tıp talebesiyken tanıdım. Kısa sürede dost olduk. Ben 1967 yılında tıbbiyeyi bitirdim. ‘ Musa, seni bizim oraya asistan olarak 49
alalım’ dedi. Dolayısıyla biz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji’de birlikte çalışmaya başladık. Ben Tıp Fakültesi’ni bitirince Emin ağabey Ankara’da nöropsikiyatri alanında ihtisas yapıyordu, beni de yanına aldı asistan olarak. Emin ağabey ihtisas yaparken Hacı Bayram’da küçük bir kitapçı dükkanında sohbetler yapardı. Yıkıldı şimdi orası. Çeşitli üniversitelerden arkadaşlar görüşmek ve sohbet etmek için gelirlerdi. Ben 1970’te ihtisasımı bitirince bir müddet ayrı kaldık. Askerliğimi bitirip Bolu’ya gelince yine birlikteliğimiz devam etmeye başladı. O da ihtisasını bitirdikten sonra 1970’lı yıllara kadar Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalıştı. ” Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman olarak görev yaptığı dönemde sağlık ve gıda konusunda önemli projelere imza atan Dr. Emin Acar, siyaset ve bürokraside önemli dostluklar kazanmış ve çok geniş bir entellektüel çevresi olmuştu. O yıllarda yeniden öğrenci olmaya karar verdi. Öğrenci affından yararlanarak Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kayıt yaptırarak, burada okumaya karar verdi. Ancak okulu bitirmesi mümkün olmadı.
BURSA MİLLETVEKİLİ OLARAK TBMM’DE Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve arkadaşları 11 Ekim 1972’de, Millî Selamet Partisi (MSP) adıyla yeni bir parti kurdular. Partinin Genel Başkanlığı’na Süleyman Arif Emre getirildi. Parti 42 ilde teşkilatlandı. MSP’nin kuruluş çalışmaları içinde yer alan Necmettin Erbakan, bu partiye resmen 1973’ün Mayıs ayında katıldı, 20 Ekim 1973’te partinin genel başkanı oldu.
TBMM albümünde Bursa Milletvekili Dr. Emin Acar
50
14 Ekim 1973 seçimlerinde MSP 1. 2 milyon oy aldı, %11’lik bu oyla 48 milletvekiliyle meclise girdi. Senato seçimleri sonucunda ise 3 senatörlük kazandı. Bu seçimler sonunda Dr. Emin Acar Bursa Milletvekili olarak TBMM’de görev aldı. Ardından 1977 seçimlerinde de aday oldu, ancak listede yer alamadı.
HACI BAYRAM’DA BİR BİLGE HEKİM Dr. Emin Acar, milletvekilliği görevi sonrası önce Sanayi Bakanlığı Müşavirliği, ardından Et ve Balık Kurumu Müşavirliği görevlerinde bulundu. Hacı Bayram Camii’nin karşısında açtığı muayenehanede hastalarının ruh dünyasını huzura kavuşturmaya adadı kendisini. Türkiye’nin dört bir yanından hastaları vardı. Üniversite yıllarında tanıdığı Abdulaziz Bekkine gibi özellikle üniversite gençliği üzerinde ilim, irfan ve hikmetiyle tesirli oldu. Emin Acar’ın gençleri okumaya ve ülkeye hizmet etmeye teşvik etmek için elinden gelen bütün çabayı sarf ettiğini anlatan Dr. Musa Okur, o yıllarda da Emin Acar’ın yanındaydı:
Hacı Bayram’daki muayenehanesi 51
“İhtisastan sonra resmi görev yapmadı, ama Hacı Bayram’da kendi muayenehanesinde hastaları muayene ederdi. Türkiye’nin her yerinden hastası gelirdi. Bir de maneviyat olunca, ‘Bilge doktor’ diye anılırdı. Hatta zengin bir adamın annesine gittik, ‘Ya evliya doktor bu’ diyordu. 1961’de ben tıp öğrencisiyken, ağabey burada yumurta pazarı vardı; Hisar’ın altında. Orada muayenehane açtı. Serbest hekimlik yapardı orada. Hastaya bakar, görür ki hastası garip para almadığı gibi, ilacını verir; o da yoksa cebinden para çıkarır ‘Git şuradan ilacını al’ derdi. Öyle bir insandı yani. O sıralarda sık sık manevi gezilerimiz olurdu.” Ankara yıllarından itibaren Emin Acar, yakın dostları ile Anadolu’nun manevi dinamiklerini ziyaretlere giderdi. Pek çok şehre Musa Okur, Şener Yücetürk gibi dostları ile birlikte giderek, buradaki büyük zatların kabirlerini ziyaret edip, felsefeleri hakkında bilgi toplamaya çalıştı.
Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’nin çilehanesinden
Şener Yücetürk, Emin Acar’ın kendisini Hacı Bayram’a adamasına ilişkin süreci ise şu şekilde anlatıyor: “Ankara’ya gittiği zaman Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin hocası So muncu Koca adında Şeh Hamid-i Aksarayi Hazretleri’ne mensup. Hacı Bayram Veli Hazretleri oradan yetişmiş. Emin ağabeyin bir gün yolu Aksaray’a düşüyor, ‘O zatı ziyaret edeyim’ diyor. Bakıyor ki çilehanenin hali harap. Orayı temizliyor, düzeltiyor. Sonra onarım falan yapıyor. Ankara’ya döndüğünde, bir sabah, daha ezan okunmadan kapısı çalınmış, bir zat gelmiş. Anahtar vermiş ağabeyimize ve demiş ki; ‘Bu gece bana bu anahtarı 52
size vermem söylendi.’ Bu anahtar Hacı Bayram-ı Veli Camii’nin altındaki çilehanenin anahtarı. Orası hala duruyor, ora Hacı Bayram’ın çilehanesi, fırını, adeta insanların pişirildiği yer. Ama cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyeler falan kapatıldı ya, orası da kapatılmış. Sıralar, sandıklar vs. doldurmuşlar, kapısı da kilitli. Orayı temizletmiş onartmış, boya badana yaptırmış Emin ağabey. Caminin alt tarafında mihrabın tam altında bir koridor vardır, böyle eğik yürümek gerekir. Yanlarda da küçük odalar vardır. En sonda da mihrabın bulunduğu yerin altındaki oda biraz daha büyükçedir. Orada biter koridor. Oraya kadar girilir, orada o çilehanede anahtar Emin ağabeyde ya, orada Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin evradı vardı yani okuduğu dualar. Hep onu okurdu Emin ağabey...” Dr. Şener Yücetürk, Emin Acar’ın Ankara yıllarında Hacı Bayram-ı Veli’nin çilehanesine sıkça girip dua ettiğini anlatırken, orada nasıl huzuru bulduğunu ise şu sözlerle ifade ediyor: “Dr. Emin ağabey oraya fırın adını verirdi. Sabah namazı bittiğinde o fırına girmek isteyenler çıkmazlar, Emin ağabey müezzinlerin yerinde otururdu. Emin ağabey kalkınca, aşağı inmek isteyenler de kalkar, aşağı inilir, orada evradı bayramiyye okunur. Sonra oradan çıkılır, muayenehane gibi aslında sohbet, gelen gidenleri karşıladığı yerde çay içilir, kahvaltı yapılır, bu böyle devam ederdi. Emin ağabey Nakşi, Kadiri ve Bayramiye’den yetkiliydi. Bunu fazla kimse bilmez. Emin ağabey daha sonraki yıllarda Halveti tarikatı var, Osmanlı’yı ayakta tutan tarikat. Padişahların Dr. Şener Yücetürk büyük bölümü bu tarikata mensuptu. Onun da o zamanlardaki temsilcisi Yozgatlı Şeyhzade Ahmet Efendi. O sülaleden çok bakan falan da çıktı. Bizim Tokadi Hayreddin Hazretleri de Halvetiye’nin kol başlarından biridir. Emin ağabey ona da gidip intisap ediyor, icazet alıyor. Böylelikle Nakşi, Kadiri, Bayrami ve Halvetiye’den yetkili oluyor. Ama bunları birkaç kişiden fazlası bilmez. . .” Dr. Şener Yücetürk, pek çok tarikat ehlinden icazet almasına rağmen Dr. Emin Acar’ın bu titrini hiçbir yerde kullanmadığını ve kullanmamaya özen gösterdiğini anlatırken, Türkiye’de pek az kişinin bu kadar kısa sürede dört tarikat şeyhinden icazet aldığını şu sözlerle anlatıyor: “Emin Acar ağabey, bu ocak Nakşi ve Kadiri ocağıdır. Sürmeli Hoca Efendi, Muhammed Esad Erbili Hazretleri’nin halifesidir. Onun halifelerinden yani İstanbul’da Sami Efendi vardı, başka da vardı. O zat bu iki kolun mürşidi. Muhittin Efendi de bu iki kolu birden götürüyordu. Ve bunların sohbet toplantılarında ve evrad toplantılarında bu iki kolun metodu kullanılırdı. Yani birisi sessiz anma derler, dili kıpırdatmadan kalp ile zikretmek, 53
Kadiri’de de cerhi, yani açık zikir etmek vardır. Bu ikisini beraber yürütürdü bunlar. Sonra Emin ağabey ikisinden de icazetli olmuştu. Tabi bunları söylemezdi Emin ağabey. Hiçbir zaman insanlara bunu tebarüz ettirmemiştir.” Dr. Emin Acar ile birlikte Yozgat’a seyahat edip Yozgatlı şeyhzade Ahmet Efendi’yi ziyaret edenlerden biri de Musa Okur idi. Zaten gençlik yıllarında onunla birlikte Anadolu’nun pek çok velisinin kabrini ziyaret edip dua ediyorlardı. Dr. Musa Okur, o ziyaretlerden hatıralarını şu şekilde anlatıyor: “Gençliğimizde arkadaşlar grup olarak çok seyahat ederdik manevi mekanlara. Bir pazar Yozgat’ta Ahmet Efendi’yi ziyarete gideceğiz. Efendi yaşlı olduğu için ziyaretçi kabul etmiyordu. Orada bir mesire alanına gideceğiz birlikte, kapıdakiler bilet sormadan Şeyh Ahmet Efendi’yi görünce bizi buyur ettiler. Yine bir seferinde Emin ağabey ve eşlerimizle İnegöl’e gittik. Orada bir sünnete katıldık. Kayınbiraderi Orman Bakanlığı’nda görevli olduğu için orman misafirhanesinde kalıyoruz Balıkesir’de. Orada sabah namazı kıldık. Güneşin doğuşunu Lütfullah Efendi Camii avlusunda beklerken, birkaç üveyik kuşu ağaçlara gelip ötmeye başladı. Bir süre sonra etraftaki üveyikler sanki haber almış gibi orada toplanıp, oradaki ahenge iştirak ettiler, çok güzel manevi bir hava oldu. Sanki Balıkesir’de ne kadar üveyik varsa oraya toplandı. Oradan Menemen’de Esad Efendi Hazretleri’ne de uğrayalım dedik. Oraya gittiğimizde mezarının kütüphane diye kullanılan masanın altında olduğunu öğrendik. Emin ağabey, birkaç tarikat ehlinden icazet almış bir alimdi. Son olarak ağabey, Yozgat’ta Halveti şeyhzade Ahmet Efendi vardı, ona intisap etmiş bir ara. Hac da çok yaptı Emin ağabey. Her yıl giderdi. 3-4 kez ben de gittim kendisiyle. Gelirken bir seferinde Kadiri hilafetini de vermişler ona. Kadiri, Halveti, Nakşi ve Üveysi Bayrami hilafeti vardı kendisinin.’’
12 EYLÜL GÜNLERİ Dr. Emin Acar 12 Eylül darbesinden önce arkadaşı Musa Okur’la hacca gitti. Musa Okur o günlere ilişkin şu hatırasını anlatıyor: “1980 yılında ben Kızılay sağlık ekibinde görevli olarak hacca gittim. Emin ağabeyin de aynı yıl görevli olarak orada olduğunu öğrendim. Birkaç kez yanına gittimse de bir türlü bulamadım onu. Arafat gününde bir çadırda vakfe duası olduğunu söylediler, hemen o çadıra gittik ki orada duayı yapan Emin ağabeydi. Ben hemen duaya katıldım ve onu bırakmadım bir daha. Duadan sonra Müzdelife’ye ve Mina’ya gidecekti. Yanımızdaki 54
kapları suyla doldurdu, Emin ağabey. Meğer Mina’da su bulmak zormuş. Müzdelife vakfesini beraber yaptık. Mina’da çadırları ziyaret ederek sağlık kontrolleri yapardık. Mina’da Emin ağabey görev aldığında, o yorulmasın diye muayeneleri çoğunlukla ben yapardım. Bir gün ağabeyi görev için anons ettiler, birileri namaz kıldığını söyledi. Bizim kafileye başkanlık eden başhekim farklı bir insandı, ‘Ne namazı’ diye söylendi. Bunun üzerine esas kafileye başkanlık eden Necmi Hoşver’di (Bolu eski Milletvekili), ‘Lütfen namaza ve yemeğe müdahale etmeyin’ dedi, ama bizim başhekim hala söyleniyordu. Başkan yetkisini kullanarak başhekimi hemen Türkiye’ye geriye gönderdi...” 1983 yılında İlim Yayma Cemiyeti Başkanı olan Dr. Musa Okur, An kara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın kararı ile Afyon Dinar’a gönderildi. Afyon Dinar Devlet Hastanesi’ne nöroloji mütehassısı olarak görevlen dirilen Musa Okur, serbest hekim olarak insanlara hizmet etmeye karar verir. Ardından kutsal toprakların yolunu tutar. Hac ekibinde yine tanıdık isimler vardı. Dr. Emin Acar, Ali Ulvi Kurucu, Kadir Mısıroğlu vb. Musa Okur 1990 yılında yaşadıkları bir hatırayı da şöyle anlatıyor: “1990 yılında To kadi’de sohbet ve zi kirden sonra ‘Yarabbi bize hac nasip et’ dedik. Hemen sabahında Manisa’da hac organizasyonu yapan Arif Bey’e telefon edildi, müracaatımız kabul gör dü. Yani duamız he men kabul oldu. Emin ağabeyle birlik teyiz, kafile 7 otobüstü. Biz birinci otobüs te yiz. İkinci otobüste Manisa’nın gayet iyi tanıdığı Şekerli Hüseyin Dede var. Dede yürüyemiyor, biri gönüllü olarak onun hizmetini görüyordu.
Hac günlerinden
Hac dönüşü Medyen’i ziyaret ettik. Selman Farisi’nin mezarı var orada. Bazı şoförler acele ederler. Bu ziyaretimizi de kabul edemediler bir türlü, bir an evvel gidecekler. Ziyaretten sonra Türkiye’ye döndük. Yatsı vakti Urfa’ya geliyoruz, Emin ağabey ise sabah namazını da Urfa’da kılıp, öyle çıkmak istiyor. Ama otobüsün şoförü razı olmuyor, sabah namazını yolda eda ettik. 55
Adana’dayız, bir gürültü ile otobüs sallanıyor. Otobüs oradan yola atlayan bir çocuğa çarpıyor. Çocuğu hastaneye zor yetiştiriyorlar, hava sıcak mı sıcak. Bu arada Hüseyin Dede ile sohbette, ‘Doktor bey onu görmüştüm’ diyor. İkinci otobüste aslında dede. Mübareğe malum olmuş, hacılara tekbir getirmelerini isteyip uyarıyor, şoföre de dikkat etmesini hatırlatıyor. Otobüs bizim arkamızda ve bizim otobüs kaza yapıyor, dede uyarmasa ikinci otobüs de bize arkadan vuracak ve ölümler olacak. Bize yolda bir sürü zorluk çıkaran şoför tutuklanıp hapse atıldı, hani acele ediyordu ya....”
Hac yolculuğundan
GÖNÜLDEN SOHBETLER Dr. Emin Acar, çoğunluğunu üniversiteli gençlerin oluşturduğu Hacı Bayram’daki sohbetlerinde görüşmeye gelenlerle ve ziyaretine gelenlerle bilimsel ve düşünsel birikimini paylaşırdı. O böylelikle insan inşasını kendi metoduyla yürütmüş oluyordu: “Mektep insan’ olarak kendine özgü insan inşa metodu vardı. Nebevi insan inşası güncel ve çağdaş bir pratiği olarak mütalaa olunan bu metot, Kur’an ve sünnete (Sevgili Peygamberimizin olağanüstü yaşama sanatı yoluna) dayanmaktaydı. Buna özellikle vurgu yapardı. İnsan inşa etmek 56
ona göre, ‘İnsana yazmak’tı veya ‘İnsan kazanmak’tı. Müzakere ettiği ilmi ve fikri konuları telif edilmesi, teklif edildiğinde şöyle söylerdi: ‘Yazıyoruz!’ Açıklama beklendiğinde ise şöyle derdi: ‘İnsana yazıyoruz, insan yazıyoruz.’ İnsana yazmak, insanın onuru, değeri ve saygınlığının gereği idi. Bu sebeple insan ‘Ya âlim olmak veya amir olmak’ idi. Çünkü bu alanlarda bireysel kabiliyetlerini insan başarısı olarak ortaya koyabilirdi. Hayatın alanlarında bilgi-eylem bütünlüğünü işlevsel olarak hayata katabilirdi. ” Sohbetleri yakın arkadaşlarının ve ziyarete gelenlerin ilgisini çeker ve bu bilgileri nereden aldığını en fazla merak edenler onlar olurdu. Dr. Şener Yücetürk de onlardan biriydi. “Emin ağabey dünya siyasetini ve tarihini bilir ve tarihte önemli rol oynayan şahsiyetlerin kimlik, kişilik ve yapıları hakkında şaşırtıcı bilgiler ve tahliller duyardık ondan. Müthiş öngörülere sahipti. Komünizmin çöküşü hakkında çok ince yorumları ve tahlilleri vardı. Bizim iç politikaya ilişkin konuları da anlatırdı. ‘Ağabey sen bunları nereden okuyorsun, biz de okuyup öğrenelim’ dediğimde, ‘Benim kendime göre kaynaklarım var’ der, geçerdi. Mesela Özal Hükümeti kurulacak, herkes için kabinede görev yakıştırılıyor. Vehbi Dinçerler’in adı Sanayi Bakanlığı için geçiyor. Emin ağabeyi çok severdi. Prof. Şakir Akça Gazi Üniversitesi Rektörü’ydü, o anlattı. Vehbi Dinçerler de anlattı, bir mevlit sırasında. Neyse kabine daha kurulmadı, Emin ağabeyin ziyaretine geldiğinde ona, ‘Sen Milli Eğitim Bakanı olduğun zaman şunları yap. Mesela çocuklara üzüm ve fındık dağıt. Çünkü üzüm ve fındığımız değerlenir. Oysa şimdi üzüm şarap fabrikalarına gidiyor, üzüm zihni açar. Peygamberimiz her sabah 21 üzüm tanesi yermiş’ diyor. Bize de ‘Üzüm beyni açar, onun için üzüm yiyin’ derdi. Emin ağabeyin onun bakan olacağına dair görüşlerini dinleyen Vehbi Bey ise ‘Doktor ağabey daha bir şey olduğumuz yok, Sanayi Bakanı diyorlar, belki o bile olmaz, bilmiyoruz ki’ deyince, ‘Olursun olursun , inşallah.’ karşılığını veriyor. Ve Özal’ın ilk Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler Bey oluyor. Vehbi Bey, bakan olduktan sonra Emin ağabeye geliyor, ‘Nereden bildiniz?’ diye soruyor. Nasıl olduğunu bilemiyorum, yorum, tahmin, bilgi, keramet olabilir, bilemiyoruz. Onun öyle halleri vardı, ama gizler söylemezdi. Çünkü keramete sahip olan birinin bunu söylememesi, kapatması lazım.” Dr. Emin Acar’ın ilim, irfan ve hikmetinin ülkesine ve insanlığa adanışı hakkında şunlar da ifade edilmiştir: “Dr. Emin Acar’ın en temel çabası tek kelimeyle ifade edilmek istenirse hizmet idi; vatanımıza-milletimize-insanlığa ve her var olana hizmet etmekti. Bu maksatla sürekli müzakerede bulunur, ilmini ve fikrini uygulanır şekilde ilgililere sürekli iletirdi. Bu iletişimi yüz yüze veya telefonla yapar, konuyu sonuca götüreceği kanaati taşıdığı mesuI zatlara iletebileceklere 57
söylerdi. Ardından konuyu, meseleyi takip ederdi, asla unutmaz veya ihmal etmezdi. Birçok hizmetin takibini yıllarca yaptığı, sonuca ulaşma azminin her zaman yüksek olduğu ve sonuca da ulaştırdığı bilinmektedir. Örneğin fındıklı ekmek, tam buğday ekmeği, öğrencilere süt ve üzüm dağıtımı konularının iletilmesi ve takibi hiç kesintiye uğramamıştır. Emeği geçen saygıdeğer devlet adamlarımız bunun şahidi oldukları bilinen husustur. Dr. Emin Acar’ın memleketimize ve insanlığa hizmetlerinden bazıları aşağıda arz olunmaktadır. Söz konusu hizmetlerinin her biri uzun izaha ve bir hikâyeye sahiptir. Ancak bu husus ayrı bir çalışmanın mevzusu olmalıdır. -Mekke’den yayın yapan Kur’an-ı Kerim Tv (KabeTv) ve Medine’den yayın yapan Sünnet-i Nebevi Tv. -Hacda Müzdelife’de hacı adaylarının en çok zorlandığı bizzat yıllarca müşahede edip müteellim olduğu konudaki çabası sonucu beş bin tuvalet yapılması. - Sağlıklı beslenmek: Fındıklı ekmek, tam buğday ekmeği, zeytinyağı, üzüm, süt. . . - Gıda: Yerli gıda üretimi mahsullerinin kesinlikle iç tüketimde kullanılması. . . - Enerji: Bor pili, toryum santralleri. . . - Ağaçlandırmak: Akasya orman, yol kenarlarının akasya ağaçlandırılması, dut ormanı (Dut Eylem Planı), ceviz ormanı, beyaz baraj çam ormanı… - Mühendislik: İnşaatlarda nano teknoloji bor çeliği kullanılması, üniversite yapılarında prefabrik bina tercihi, kimyada nano teknoloji (Boyalarda, kumaşlarda vb.), - Biyo-medikal: Nanoteknoloji ile suni organ üretimi. - Milli Eğitim: Okumayı ve okutmayı olağanüstü teşvik (Okuyun! Alim olun; ilmin başına geçin. Okuyun! Yönetici olun idarenin başına geçin. Yani hizmet edin!) öğrencilere süt dağıtılması, üzüm dağıtılması. . . - Siyaset: İyiliğin yayılması-kötülüğün engellenmesi çalışmalarının hayatın alanlarında yaygınlaştırılması.”
“LOKMALI SOHBETLER” Dr. Emin Acar, Hacı Bayram Camii’nin ve dergahının hizmetinde muayenehanesinde sayısız insanla sohbet etmek imkanı buldu. Kendisini ziyarete gelenlere çay, çorba ve şerbet ikram ediyor, yemedeniçmeden yapılan sohbetin tadının çıkarılamayacağını ifade ediyordu. 58
Hacıbayram Camii Baş İmam-Hatibi Hacı Zekai Sarsılmaz Efendi’nin ‘Lokmalı sohbetlerde çoktur faide, lokmasız sohbetlerde yoktur faide’ sözü en çok kullandığı cümlelerden biriydi.
Muayenehanesi önünde Hacıbayram çorbası ve şerbet ikramı alan insanlar
OKU-OKUT KAPISINI AÇIK TUTMAK… Dr. Emin Acar, tıpkı Abdülaziz Bekkine gibi okuyan-yazan münevverlerle, iİimle fenle uğraşan insanlarla sohbet edip ilmi ve fikri müzakerede bulunmayı ilke edinmişti. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan ‘Ikra (Oku ve okut)’ kapısının her zaman açık tutulması gerektiğini söylüyordu. 65 yıllık hekimlik hayatı boyunca insanlara hizmet eden Dr. Emin Acar, 1990’lı yıllardan sonra www.nasihat.name adlı internet sitesini kurdurdu. Bu web sayfasında insana ve insanlığa hizmette doğru bilgiyle doğru yapıp-etmelere işaret etti ve Müslümanlık’ın doğru dini bilgiyle olacağını anlatmayı hedefledi. Bu sebeple web sitesinin adını Nasihatname (Öğüt bildirileri) olarak belirledi. Bu süreçte arkadaşlarıyla konuyu etraflıca müzakere etti. Bu manada Dr. Emin Acar’ın gerçek bir ilim adamı ve mütefekkir olduğu şöyle anlatılmıştır: “Âlim, mütefekkir, devlet adamı ve hekim Dr. Emin Acar da bir dünya görüşüne sahipti. Kullandığı kavramlar ile bunu ifade etmekteydi. Dr. Emin Acar bir âlim, bir mütefekkir, bir devlet adamı ve bir hekim olarak bu alanların kavramlarına vakıftı. Ayrıca söz konusu alanlarda kritik bazı kavramlarla kendisi tanımlamıştı ve teorik açıklamalarla kavramın bu anlam içeriğine göre yapmaktaydı. Bu alanların meselelerini izah ederken veya muhatabı olan uzman kişilerle müzakere ederken bu husus müşahede olunurdu. Onun dünya görüşlerini ve ona dayanan insan inşa etmekteki 59
sistematiğini anlayabilmek için bu kavramların özgün-yeni tanımlarına özellikle dikkat etmek lazım gelirdi. Bir örnek: Bilim kavramı ona göre “bilgiler yığını” anlamı içermekteydi. Bir benzetme ile bunu anlatırdı: Bilim, harman yerinde toplanan ekinler yığınıydı. İlim ise bilgiden elde edilen değeri ifade etmekteydi. Yani bilgi eyleme dönüşmeliydi. Bunu da yukarıdaki benzetmeyi tamamlayan bir örnekle anlatırdı: Bu yığından saman ayrılmalı, sonra ‘buğday’ elde edilmeliydi. Buradan bilgi-ilim-insan-hayat ilişkisine ve bütünleşmesine dikkat çekerek, güncel bir ayıklamada bulunurdu: ‘Patos makinası çıktı, bir anda harman oldu. Onun için bugün nano-teknolojiye yönlenmeli’ derdi. Dolayısıyla ilmi zihin yapısı “Her şeyin özüne yönelmek ve yönlendirmek” odaklıydı: İlimde, imanda ve eylemlerde/işlerde. İlimdeki yeni gelişmelere göre üzerinde durduğu, genç ilim yolcuları ve taliplerini uzmanlıklarını teşvik ettiği ilim alanları şunlardı: Nanoteknoloji, biyo-medikal, iletişim ve yönetim-bilişim…” Dr. Emin Acar, gençlere yaptığı sohbetler sırasında onları her zaman okumaya ve çağın gerektirdiği alanlarda ihtisas yapmaya yönlendiriyordu. Hatta nano teknoloji, biyo-medikal, iletişim ve yönetim-bilişim gibi daha gençlerin bile henüz ne olduğunu bilmedikleri bilim alanlarına yönlendirmeler yapıyordu. Dr. Emin Acar’ın bu tavsiye ve yönlendirmelerde bulunurken beş önemli pratiği hayatında da tatbik ettiğini şu şekilde ifade ediliyor: “Dr. Emin Acar’ın ahlaki pratiklerinin zemini şu şekilde formüle edilebilir: Yüce Allah’a iman, Hz. Peygamber Muhammed (AS)’mı kendi bireyselliğinde örnek almak, ana-babaya hürmet ve vatan-millet ve insanların hayrına çalışmak ve bunu da birlik- beraberlik ve kardeşlik ile yapmak. Diğer yandan ahlaki pratiklerini hayata katarken en dikkat çeken zihniyet ilkesi ‘Sevgi‘ idi. Yüce Allah’ı sevmek, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i sevmek, ana-babayı sevmek (Kardeşler, akrabaları sevmeyi de içerir) vatana ve millete kayıtsız ve şartsız bağlılık ve bu bağlılıkla vatanı-milleti sevmek, insanları ve bütün var olanları sevmek. Bu sebeple Dr. Emin Acar, ‘Sevmeyi yaşayan ve öğreten insan’ olarak tarif edilmiştir. Ahlaki pratiklerinin bir diğer niteliği çok cömert ve çok vefalı olmasıdır. Aileden gelen cömertliği çok kısa beraberliklerinde de hemen gözlenirdi. İkramını yola gideceklere ayrıca takdim ettirirdi. Anneler günü annelere, babalar günü babalara, vefa yıllarında hısım-akraba, eş ve dostlarına vefası olağanüstüydü. Hasta insanlara ilgisi, onlarla iletişimi, tanıdıklarını özellikle ve aksatmadan arayarak tedavilerini takip etmesi, teselli ile moral desteği vermesi de olağandışıydı. Anılan süreçlerde, diyaloglarında kullandığı üslup ve ifadeler ‘İnsan nasıl sevilir, sevgi cümleleri nasıl olur?’ sorularının cevabı idi ve elbette kolay müşahede olunmayan örnekleriydi…” 60
“RUH HASTA OLMAZ, AKIL HASTA OLUR” Dr. Emin Acar, 1963 yılında geldiği Ankara’da vefatına kadar muayenehanesini hep açık tuttu. Onun için doktorluk Allah’ın kendisine bahşettiği büyük bir lütuftu. O da bu lütfu insanlara hizmet için kullandı her zaman. Türkiye’nin dört bir yanından hastası vardı. O bir ruh doktoruydu. Ruh ve sinir hastalıkları uzmanıydı. Ama örneği olmayan bir uzmandı. Hastalarına karşı da ziyaretçilerine karşı da merhametli, nükteliydi ve çok sıcaktı. Ankara’daki pek çok siyasetçi ve bürokrat onun sohbetlerine giderek gönlünü doyururdu. Ömrünün son anına kadar hastalarıyla ilgilenen Dr. Emin Acar 2016 yılının şubat ayına kadar hasta bakmayı sürdürdü. Cumartesi günü hastalarını muayene eder ve sembolik bir ücret alırdı. İmkanı olmayandan da almazdı. ‘Ruh hasta olmaz, beyin hasta olur. Ruh Allah’tan gelen melekedir, fazla bilinmez, akıl hasta olur’ derdi. Muayene için çok insan gelirdi. Hastalarına çorba ve şerbet ikram ederdi.
DR. EMİN ACAR’DAN NASİHATLAR Dr. Emin Acar 2007 yılında Hacı Bayram-ı Veli Eğitim Öğretim ve Kültür Derneği’ni kurdurdu. Değerli insan olarak gördüğü hoca-kimya alimi Prof. Dr. Ahmet Alıcılar’ın başkan olmasını istedi. 20 Nisan 2014 günü Ahmet Alıcılar cennet-mekân oldu. Dr. Emin Acar ve cümle arkadaşları pek müteessir oldular. O kıymetli alimin arkasından Dr. Emin Acar dernek başkanlığı vazifesini Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun almasını münasip gördü. Dr. Emin Acar’ın nasihatları, Hacı Bayram-ı Veli Eğitim-Öğretim ve Kültür Derneği’nin gözetimindeki nasihatname.com’da okunabilir.
“BENİM YARIM BOLULUDUR” Dr. Emin Acar, İnegöl’ün Deydinler köyünde dünyaya gelmiş olmasına rağmen ruhen Boluluydu. Bolu’da tanıdığı Muhittin Palazoğlu (Sürmeli Hoca) sebebiyle gençlik yıllarında her hafta sonu Bolu’nun yolunu tutan Emin Acar, özellikle Hayreddin-i Tokadi Türbesi’nin ortaya çıkmasından sonra ömrünün sonuna kadar Bolu ile maddi ve manevi bağını koparmadı. Her Temmuz’un üçüncü pazarında yapılan Hayreddin-i Tokadi Anma Günleri onun katılımıyla yapılmaktaydı. Türbenin adını Tokadi Akademisi koyan arkadaşlarına eşlik ederken, birkaç haftasını orada geçiriyordu. Bununla yetinmeyen Emin Acar, Göynük ve Mudurnu’daki pek çok türbeyi de arkadaşları ile birlikte sürekli ziyaret ediyordu. Bu ziyaretlerin pek çoğunda yer alan Şener Yücetürk, Emin Acar’ın Bolu ile bağını şu şekilde anlatıyor: 61
“Doktor Emin Acar ağabey, bizzat kendisinden duyduk, ‘Benim yarım Boluludur’ derdi. ‘Dedelerinden bir tanesi Bolu’dan İnegöl’e gitmiş. Burada üst yaka köylerinden birindenmiş, ama hangilerinden olduğunu çıkaramıyorum’ derdi. Bolu’yu severdi. ”
BAŞKAN YILMAZ: “DERYA GİBİ BİR İNSANDI” ‘Benim yarım Boluludur’ diyen Emin Acar’a Bolulular da vefasını unutmadı. Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz, tüm Bolulular adına Dr. Emin Acar’ın hayat hikâyesinin kitaba dönüştürülmesi ve onun fikirlerinin gelecek kuşaklara aktarılması iradesini ortaya koydu. Çünkü Başkan Yılmaz da daha gençlik yıllarından itibaren Emin Acar’ı yakından tanıma fırsatı bulmuştu. Başkan Yılmaz, Dr. Emin Acar ile nasıl tanıştıklarını şu şekilde ortaya koyuyor: “Ben Bolu’ya 1980 yılında ilk geldiğimde Emin ağabeyin yaptıklarını gördüm. Tokadi Hayreddin’deki camiye ilave edilen kısmı ve yanındaki ağacın da cami içinde kalması projesinin uygulamasını ve dışarıdaki şadırvanı ben yaptım. Bu arada Emin Acar ile tanıştım gelip giderken ve o günden bu yana Emin Acar’la ilişkilerimiz sürmüştür. Doktor Musa’nın önderliğinde bir ekibimiz kış yaz cuma sabahları oraya giderdik. Ondan sonra da yaşayan alimleri Göynük ve Yozgat’ta, nerelerde varsa bunları da ziyaret ettik. Hatta Emin Acar sayesinde Ankara’daki Hacı Bayram Veli’nin cami altındaki çilehanesine indik, orada bir gece sabahladık. Dolayısıyla Emin Acar’a yeraltındaki ve üstündeki kimi sorarsan derya gibi bilgi sahibi bir insandı. ” Emin Acar’ın Ankara’daki sohbetlerine sıkça katıldığını anlatan Başkan Yılmaz, 1980’li yıllardan itibaren bağını koparmadığı Emin Acar’dan Bolu Belediye Başkanı seçildikten sonra da pek çok konuda görüş aldığını şu sözlerle ortaya koyuyor: “Emin ağabey dağarcığında ne varsa bunu millete aktarmaya çalışan bir insandı. Tokadi’deki camiyi büyüttü kendisi. Orayı yaparken de bir noktada ilahiyat fakültesi olarak kullanılabilir diye düşündü orayı. Bütün amacı nesil yetiştirmekti. Etrafı hiç boş kalmadığı için, bulabildiğimiz yerde kendisinden istifade ettiğimiz bir büyüğümüzdü.
62
Alaaddin Yılmaz
Belediye başkanı olduğumda da bir gün geldi bana dedi ki; ‘Highway’ın yapıldığı bölgeyi etki alanına al. ’ Biz de belediyenin mücavir alanına aldık orayı. Gelecekte burada, ya duydu ya hissetti bilemem, Highway yapıldı. Bizim sorumluluk alanımız içinde oldu yani. Bu düşünce yokken bunu söyledi. Teknik anlamda çok değişik ufukları ve görüşleri olan değerli bir insandır. Ekmek yapacağımız zaman onu nasıl yapacağımızdan, yol yapacağımız zaman nasıl olması gerektiğinden, akla gelecek her konuda fikrini aldığında sana o fikri verebileceklerden biriydi. ” Başkan Yılmaz, Dr. Emin Acar’ın pek çok kişinin gönlünde taht kuran bir gönül dostu olduğunun altını çizerken, onun Bolu’da bıraktığı izlerin kolay kolay silinmeyeceğini şu sözlerle dile getiriyor: “Emin ağabey öldükten sonra da anılmaya devam eden biridir. Emin ağabeyin şeyhi Sürmeli Hoca’dır. Sürmeli Hoca Tokadi Hayreddin’de medfundur. Anılmaya devam ediliyor, Dr. Emin ağabey ise hocası gibi Tokadi’de olmamasına rağmen sürekli anılacaktır. Bu bölge halkının sahip çıkması ile ilgili bir durumdur. Emin ağabey ile birlikte Sürmeli Hoca’nın izin verdiklerinden biri de Ahmet Efendi’dir. Çok özel bir insan, hal erbabıdır, hayırlı bir insandır. O da orada medfundur, o da anılmaya devam ediliyor. Tabi Sürmeli Hoca olmasaydı, belki Tokadi Hayreddin de bilinmeyecekti. Onun bilinirliğini de Sürmeli Hoca sağlamıştır. O da Esad Erbili Hoca’nın talebesidir. Uhrevi bir yapılanma bu, yani gerçek ise yürür, gerçek değil ise suni yürütürsün. . . ”
63
AHİRETE YÜRÜYÜŞ Dr. Emin Acar 3 Nisan 2016 Pazar günü sabaha karşı ahirete yürüdü. İkindi namazını müteakiben Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından naaşı köyüne götürüldü. 4 Nisan 2016 Pazartesi günü köyünde kılınan öğle namazının ardından cenaze namazı kılındı. Kendisinin hal-i hayatında oğlu Dr. Süleyman Rahmi Acar’a gösterdiği yerde saklandı. Bu yer babasının köye bağışladığı mezarlığın üstündeki kendi arazileri idi. Yüce Mevla rahmet eyleye... Bu arada, Dr. Emin Acar Vakfı tarafından İnegöl Deydinler köyündeki Dr. Emin Acar’ın mezarına yapılacak külliyenin inşa çalışmaları da başladı. Vakfın Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu Başkanı olan Rahmi Acar, proje çalışmalarının tamamlandığını, inşaatların da başladığını ifade ediyor.
Dr. S. Rahmi Acar’ın başkanı olduğu Dr. Emin Acar Vakfı’nca İnegöl’de inşası süren Dr. Emin Acar Külliyesi’nden
64
SON SÖZ Dr. Emin Acar, kimilerine göre ‘bilge doktor’, kimilerine göre, bir âlim, kimilerine göre ise benliğini Allah ve Peygamber yoluna adamış bir gönül dostuydu. Zengin bir ailede doğmuş, yokluk görmemişti. Ama yoksulun da yoksunluğunda bilincinde bir hayat sürdü. 90 yıllık hayatını Allah yolunda hizmete adadı. Hacca gitti. Mekke’yi Medine’yi avucunun içi gibi bilecek kadar Peygamberimizin yaşadığı topraklarda kaldı. O toprakların manevi iklimini yaşadığı her yere taşımaya çalıştı. Dört tarikat şeyhinden icazet almış olmasına rağmen tanıdığı herkese tek bir yol önerdi: Hazreti Muhammed’in yolu… Gerçek bir İslam âliminde olması gereken bilgi ve donanıma sahipti. İyi okullardan iyi derecelerle mezun oldu. Ama kibirden uzak, gösterişten arınmış bir yaşamı vardı. İnsan sarrafıydı adeta. İnsanları tanımanın yollarını çok iyi bildiği gibi insanları değiştirmenin yolunu da biliyordu. Pek çok insan onun bembeyaz yüzü, tatlı ve yumuşak diliyle tedavi oldu, iyilik yoluna girdi. Bu nedenle pek çok insanın gönlünde taht kurdu, pek çok insanın ruh doktoru oldu. Gençleri başucundan eksik etmedi Dr. Emin Acar, ilerlemiş yaşına rağmen dergâhının kapılarını onlara hep açık tuttu. Çünkü ‘Ikra/okuokut’ kapısının açık tutulması için gençlere büyük görev düştüğüne inanıyordu. Herkesi okumayı önerdi hayatı boyunca. Okuyandan da daha fazla okumasını istedi. Anadolu’nun dört bir yanındaki velilerin kabirlerini bulup, gün yüzüne çıkarmak, çıkardıktan sonra restore etmek en büyük çabalarından biriydi. Bolu’daki Hayreddin-i Tokadi Dergahı’nı ortaya çıkarmakla kalmadı, yanına bir de yeni bir cami yapımını gerçekleştirdi. Bolu’da gönül dostları vardı. Bu nedenle kendisine nerelisiniz diye soranlara ‘Benim yarım Bolulu, yarım İnegöllü’ dür’ diyordu. Ama o; Bolu’ya da İnegöl’e de sığmayacak bir iz bıraktı ardından. Tüm Türkiye’ye ve insanlığa mal oldu. Mekânı cennet olsun…
65
EKLER İNEGÖL DEYDİNLER KÖYÜNDEN NEŞ’ET EDEN ÂLİM, MÜTEFEKKİR, DEVLET ADAMI, HEKİM DR. EMİN ACAR Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
Öz 1926 yılında İnegöl Deydinler köyünde dünyaya gelen Dr. Emin Acar, memleketimizin ilim, irfan, siyaset ve toplum hayatına altmış beş yıl fiilen alim, mütefekkir,devlet adamı ve hekim olarak hikmetle hizmet etmiş müstesna şahsiyettir. Bu bildiride İnegöl Sempozyumu’nun tasarlanan muhtevası esas alınarak ve kendilerinin İnegöllü ve Bursalı olmakla müftehir bulunduğunu da belirterek muhterem ve kıymetli hemşehrilerine müstesna şahsiyet Dr. Emin Acar hakkında öz malumat takdim olunacaktır. Bu çerçevede, Dr. Emin Acar’ın ülkemize, insanlarına ve insana yaptığı fiili hizmetler usulü çerçevesinde sistematik olarak başlıklar altında takdim edilecek, birkaç örnekle müşahhas şekilde sunulacaktır. I. Takdim Milletler, kültür tarihlerini mümtaz simalarla sonraki nesillere tanıtmakla çok şeyler kazanırlar. Geçmişte telif edilip, kültür tarihimizin basamak taşları olan tercüme-i hal (biyografi) kitaplarının güzel örnekleri kütüphanelerimizi dolduruyor. Bugün ise, ilmin bu nokta-i nazardan durumunun daha iyi olmasını dileyelim. Çünkü bir âlimin bağlı olduğu kültür ve toplum çevresinin alakasının, onun layık olduğu hürmete mümasil olması umulur. Bu sebeple hayatta iken ve ahirete yürüyüşünün ardından şerefine konferanslar verilmesi, adı ve hayatının, insana hizmette ve insan inşasında takip ettiği usulünün bir kitapla teşhir ve tahlil edilmesi beklenir. Böylelikle bu örnek insanların insan olmak imkanlarını daima açık tutmak kaygısıyla ve insan başarıları tarihe mal olacak, yeni nesillerin yüksek değerlerle inşa olunmasına vesile kılabilecektir. Dr. Emin Acar, içinde bulunduğu veya karşılaştığı durumlarda doğru ve anlamlı eylemler sahibi bu müstesna şahsiyetlerden biridir. Onun bu yüksek şahsiyetini bir âlim, bir mütefekkir, bir devlet adamı ve bir hekim olarak zihniyet temelinde kısaca müzakereye sunmanın isabetli olacağı değerlendirilmiştir. Ancak şu hususa özellikle dikkat edilmelidir.
66
Bu dört alan, yani ilim-alimlik, düşünce-mütefekkirlik, devlet hizmetidevlet adamlığı ve tıp ilmi-hekimlik alanları hayatın alanlarıdır. Hayat ise bütünlüğüyle içi çe bir akışta yaşanır. Yani hayatın alanları ayrı kompartımanlar, bağımsız bölümler halinde değildir. Hayat bütündür; hayatın alanları homojen yapıdadır ve o şekilde de yaşanır. Dolaylısıyla Dr. Emin Acar’ı bu hayat alanlarında anlatırken onun hayatında hayat alanlarının bütünlüğüne özellikle dikkat ettiğine ve bunu da “Bilginin bütünlüğü” yaklaşımıyla gerçekleştirdiğine, sahip olduğu ilkelerini ilim-eylem (amel) bütünlüğüyle yaşadığına ve yaşayarak hissettirdiğine özellikle dikkat edilmelidir. II. Âlim, Mütefekkir, Devlet Adamı, Hekim Dr. Emin Acar’ın Kısa Özgeçmişi Dr. Emin Acar, 1926 yılında Bursa/İnegöl Deydinler köyünde dünyaya gelmiştir. İlk ve ortaöğretimini İnegöl’de lise öğrenimini Bursa Erkek Lisesi’nde tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 31 Mart1952’ de mezun olmuştur. Askerlik görevini tabip teğmen olarak İstanbul Kadıköy Askeri Hastanesi’nde yapmıştır. Hekim olarak ilk görevini ise Kahramanmaraş/Göksun Çardak nahiyesinde hükümet tabibi olarak yerine getirmiştir. Daha sonra Bolu Akçakoca hükümet tabipliği ve Bolu’da tabiplik görevlerinde bulunmuştur. 1963 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesi’nde Ruh ve Sinir (Akliye - Asabiye) Hastalıkları (Nöropsikiyatri) Bölümü’nde uzmanlığını tamamlamıştır. Devlet Planlama Teşkilatında (DPT) Planlama Uzmanı olarak memleketimizin sağlık, gıda ve eczacılık vd. alanlarda planlamasında önemli hizmetleri ve katkıları olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1973-1977 yılları arasında Bursa Milletvekili olarak bulunmuştur. Daha sonra Sanayi Bakanlığı Müşavirliği, Et ve Balık Kurumu Müşavirliği görevlerini deruhte etmiştir. 1963 yılında Ankara’da Hacı Bayram Veli Camii karşısında muayenehane açtığı muayenehane-dergâhında hem hastalarına bakmış hem de yüce dinimizin ilim- irfan- hikmetle memleketin manevi hayatına nakledilmesi hizmetine başlamış ve ahirete yürüyüşüne kadar da sürdürmüştür. Böylelikle yüce dinimiz İslamiyet’in ilimlerine vukufiyetini insanlara Tarikat-ı Muhammediye (Sevgili Peygamberimizin birleştiren yolu) çerçevesinde ve bizzat kendi örnek yaşayışıyla bilgi-eylem bütünlüğüyle talim etmeyi sürdürmüştürler. Bu hal üzere iken Yüce Allah’ın sonsuz rahmetine 3 Nisan 2016 sabahı yürüyüvermiştir.
67
III. Zihniyetinin Temelleri: a.
Kavramlar
Filozoflar insanların kavramlarla düşündüğünü, iradeye dayalı amaç eylemlerinin kavramlara dayandığını ifade ederler. Bu sebeple insanın dünya görüşleri (Paradigması) kavramlarla oluşur. Âlim, mütefekkir, devlet adamı ve hekim Dr. Emin Acar da bir dünya görüşüne sahipti. Kullandığı kavramlar ile bunu ifade etmekteydi. Dr. Emin Acar bir âlim, bir mütefekkir, bir devlet adamı ve bir hekim olarak bu alanların kavramlarına vakıftı. Ayrıca söz konusu alanlarda kritik bazı kavramları kendisi tanımlamıştı ve teorik açıklamalarla kavramın bu anlam içeriğine göre yapmaktaydı. Bu alanların meselelerini izah ederken veya muhatabı olan uzman kişilerle müzakere ederken bu husus müşahede olunurdu. Onun dünya görüşlerini ve ona dayanan insan inşa etmekteki sistematiğini anlayabilmek için bu kavramların özgün-yeni tanımlarına özellikle dikkat etmek lazım gelirdi. Bir örnek: Bilim kavramı ona göre ‘’Bilgiler yığını’’ anlamı içermekteydi. Bir benzetme ile bunu anlatırdı: Bilim, harman yerinde toplanan ekinler yığınıydı. İlim ise bilgiden elde edilen değeri ifade etmekteydi. Yani bilgi eyleme dönüşmeliydi. Bunu da yukarıdaki benzetmeyi tamamlayan bir örnekle anlatırdı: Bu yığından saman ayrılmalı, sonra ‘Buğday’ elde edilmeliydi. Buradan bilgi-ilim-insan-hayat ilişkisine ve bütünleşmesine dikkat çekerek güncel bir ayıklamada bulunurdu: Patos makinası çıktı, bir anda harman oldu. Onun için bugün nano-teknolojiye yönlenmeli derdi. Dolaylısıyla ilmi zihin yapısı “Her şeyin özüne yönelmek ve yönlendirmek” odaklıydı: İlimde, imanda ve eylemlerde/işlerde. İlimdeki yeni gelişmelere göre üzerinde durduğu, genç ilim yolcuları ve taliplerinin uzmanlıklarını teşvik ettiği ilim alanları şunlardı: Nano teknoloji, biyo-medikal, iletişim ve yönetim-bilişim. b. Akıl Dr. Emin Acar “olgusal -eleştirisel zihniyet’in hâkim olduğu bir kişiliğe sahipti. “Akıllı olmak, aklı kullanmak” kavramlarının ne anlama geldiklerini pratik açıklamalarla izah ederdi. Onun insan inşa sürecinde bu iki kavram “odak terim” mahiyetindedir. c.
Sevmek
Sevmek, mutlak anlamda, karşılıksız ve beklentisiz sevmek idi. Zihniyetinin bu önemli ilkesini ifade etmeleri tutum ve davranışlarında müşahede olunurdu. 68
d. İnsana ve Varılana Değer Vermek, Kıymet Bilmek İnsanlara hususi değer verirdi; insan kıymeti bilir ve bunu hem hal-i hayatlarında hem de ahirete yürüyüşlerinden sonra olağanüstü maharetle ve tevazu ile yapardı. Her insanın yerini ve değerini takdir ettiğini tutum ve davranışları, hitap tarzı ve ifadeleriyle, yani eylemleriyle izhar ederdi. Ayrıca varlıkla ilişkisinde de her şeyin “Nimet olarak” yeri ve değeri vardı. e.
Birey Olmak
Birey olmak ve birey olmaklığa teşvik etmek temel ilkesiydi. Ona göre insan birey olmalıydı: Birinin cebine kafasını koyup devekuşu olmamalı! Ama her çeşit yemekten (âlimden) almak. Arı her çiçekten alırsa bal kıymetli Anzer balı olur. Sadece çamdan alırsa çam balı olur. f.
Müspet Üslup- Müspet Bakış
Dr. Emin Acar’ın bir olay-olgu-durum karşısında temel ilkesi her zaman bu meseleyi, bu durumu, bu olayı müspet üslupla ve müspet bakış açısıyla ele almak olmuştur. Bu ilkeyi sıklıkla hatırlatırdı. Daima müspet bakmak, daima müspet söylemeli ki müspet sonuçlansın. g.
Doğruluk-İç Temizliği
Doğruluk, yani istikamet sahibi olmak temel ilkelerindendi. İstikamet sahibi olmaya, dosdoğru olmaya, iç temizliğine (niyet temizliğine) çok vurgu yapar ve bunun da sade olmasının gerekliliğini vurgulardı. IV. Âlim Dr. Emin Acar Alim olarak güçlü ilmi birikime sahipti. Kıymetli âlimlerin ders halkalarına katılmıştı. Bireysel okumalarıyla bu birikimini desteklemişti. Ayrıca âlimleri ziyaret etmeyi, onların yanında bir talebe haliyle bulunarak ilimlerinden yararlanmayı, sorularla ve açtığı müzakere konularıyla hiç terk etmemiştir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Felsefe Bölümü derslerine, bilhassa Alman filozof Prof. Heinz Heimsoeth’un derslerine devam etmişti. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ‘ne kayıt olmuş, ilahiyat okumak istemişti. Yetmişli yıllardaki öğrenci affıyla kayıt yenilediği bilinmektedir. İlmi konularda ‘ilmi tenkit’i, ‘ilmi kritik’i yapan ve meselenin hakikatini anlamak ve anlatmak isteyen zihinsel sistematiğe sahipti. “Tahkik ehli” olmak hususuna dikkat çeker Hz. Ali’den misalle bu yaklaşımın önemini anlatırdı. Ayrıca bu konuda “Taylorizm”i anlatıp, Batı ilim ve fikir hayatında nasıl inkılaba sebep olduğunu açıklardı. Tenkitleri doğrudan değil, dolaylı yoldan bir ince üsluplaydı. İstifade etmek isteyen insana ders olacak mahiyette idi. Soru sormaktan memnun olur, yöneltilen sorulara münasip cevaplar verirdi. 69
V. Mütefekkir Dr. Emin Acar Sahip olduğu ilmi birikimi hayata kattığı bir alan da tefekkür alanıydı. Kuvvetli hafızası, olağanüstü zekâsı sayesinde bir düşünür/mütefekkir olarak ilmi müktesebatı dönüştürerek irfana ve irfanı da işleyerek hikmete inkılap ettirmesi daima müşahede olunurdu. VI. Devlet Adamı Dr. Emin Acar İnsan hem toplumun vazgeçilmez unsuru “Birey”, hem de “Devlet kuran varlık” varlık şartını fıtratının/Öz’ünün gereği ”Devlet adamı-devletin adamı” olarak tarif etmekteydi. Bu tavrının gereği ve sonucu şu idi: Her vakit memlekete ve insanlara hizmet için ne yapılabilir, ne yapabilirim? Bu soruyu tamamlayan ve titizlikle üzerinde durduğu bir tutumu da şuydu: Memleket ve insanların hayrına dokunacak işlerde “Hemen şimdi icraatta bulunmak”. Devlet adamı olarak siyaset alanındaki bilgi birikimini yüksek tefekkür kabiliyeti ve zekâsıyla tahlil/analiz ettiğinde, ülke ve dünya siyasetine vukufiyeti hayranlık uyandırırdı. Söz konusu sahaların uzmanı insanların tahlillerini dinlemek, öğrenmek ve kendileriyle müzakere ettikleri sık müşahede olunan bir durumdu. VII. Hekim Dr. Emin Acar Din âlimi olmak öncelikli varoluşsal tercihiydi; ancak TIP alimi olmak ise ondan sonra gelirdi. Her yıl 31 Mart’ta hekim olarak vazifeye başlamış olmasını şükür ifadeleriyle anlatırdı. Hekimlik ile “Hâkimlik/hikmet sahibi olmak” arasındaki yakın münasebet etkileyici yapıda tabiplik tutum ve davranışlarında müşahede olunurdu. K. Maraş-Elbistan’daki tabiplik hatıralarını Küçükkızılcık ve Büyükkızılcık köylerindeki hekimlik hizmetlerini anlatırken çok mütehassıs olurdu. Dinleyenler de bu duygu selinden pek ziyade etkilenirlerdi. Oradaki hizmetini “Yüce Allah katında makbul olmasını umduğu insanlık görevi” olarak umut ettiğini ifade ederdi. Asistanlığı sırasında gece nöbetlerindeki hastalara yakın hizmetinde hissetmiş olduğu feyiz ve bereketi duygu dolu ifadelerle anlatırdı. Bu ifadeler insana hizmet teşviki idi ve muhataplarında da bu duyguyu uyandırırdı. Ahirete yürüyüşünden iki gece önce cuma akşamı duası için aramış ve hekimliğinin altmış beşinci yılının şükür duası olarak özellikle anılmasını istemişlerdi. Anılan surede fiilen hekim olarak hasta baktı. Tıptaki gelişmeleri yakından takip etti. Hekimlerle tıp konuları, hastalıklara ve hastalara ilişkin meseleleri müzakere ederdi. 70
Bu müzakereleri takip edenler tıp alanındaki öngörülerinin yıllar içinde modern tıbbın uygulama alanına girdiğini müşahede etmişlerdir. Bir misal: Nöroloji ile fizyoloji alanının ilmi birikimlerinin Nöro-fizyoloji bilim dalı olmasını ilmi gerekçelerle açıklamakta ve müzakere etmekteydi. Simdi Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastanelerinde ve bazı tıp fakültelerinde bu bilim dalı açılmıştır. VIII. İnsan İnşası “Mektep insan” olarak kendine özgü insan inşa metodu vardı. Nebevi insan inşasının güncel ve çağdaş bir pratiği olarak mütalaa olunan bu metot, Kur’an ve Sünnete (Sevgili Peygamberimizin olağanüstü yaşama sanatı yoluna) dayanmaktaydı. Buna özellikle vurgu yapardı. İnsan inşa etmek ona göre “İnsana yazmak”tı, veya ”İnsan kazanmak’tı. Müzakere ettiği ilmi ve fikri konuları telif edilmesi teklif edildiğinde şöyle söylerdi: Yazıyoruz! Açıklama beklendiğinde ise şöyle derdi: İnsana yazıyoruz, insan yazıyoruz. İnsana yazmak, insanın onuru, değeri ve saygınlığının gereği idi. Bu sebeple insan “Ya alim olmak veya amir olmak” idi. Çünkü bu alanlarda bireysel kabiliyetlerini insan başarısı olarak ortaya koyabilirdi. Hayatın alanlarında bilgi-eylem bütünlüğünü işlevsel olarak hayata katabilirdi. IX. Âlim-Mütefekkir-Devlet Adamı ve Hekim Olarak Ahlaki Pratikleri Ahlaki pratiklerinin zemini şu şekilde formüle edilebilir: Yüce Allah’a iman, Hz. Peygamber Muhammed (as)’ı kendi bireyselliğinde örnek almak, ana-babaya hürmet ve Vatan-millet ve insanların hayrına çalışmak ve bunu da birlik- beraberlik ve kardeşlik ile yapmak. Diğer yandan ahlaki pratiklerini hayata katarken en dikkat çeken zihniyet ilkesi ‘Sevgi ‘ idi. Yüce Allah’ı sevmek, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i sevmek, ana-babayı sevmek (Kardeşler akrabaları sevmeyi de içerir) vatana ve millete kayıtsız ve şartsız bağlılık ve bu bağlılıkla vatanı-milleti sevmek, insanları ve bütün var olanları sevmek. Bu sebeple Dr. Emin Acar, ‘Sevmeyi yaşayan ve öğreten insan’ olarak tarif edilmiştir. Ahlaki pratiklerinin bir diğer niteliği çok cömert ve çok vefalı olmasıdır. Aileden gelen cömertliği çok kısa beraberliklerinde de hemen gözlenirdi. İkramını yola gideceklere ayrıca takdim ettirirdi. Anneler günü annelere, babalar günü babalara, vefa yıllarında hısım-akraba, eş ve dostlarına vefası olağanüstüydü. Hasta insanlara ilgisi, onlarla iletişimi, tanıdıklarını özellikle ve aksatmadan arayarak tedavilerini takip etmesi, teselli ile moral desteği vermesi de olağandışıydı. Anılan süreçlerde, diyaloglarında kullan71
dığı üslup ve ifadeler ‘İnsan nasıl sevilir, sevgi cümleleri nasıl olur?’ sorularının cevabı idi ve elbette kolay müşahede olunmayan örnekleriydi. X. Hizmetleri Dr. Emin Acar’ın en temel çabası tek kelimeyle ifade edilmek istenirse hizmet idi; vatanımıza-milletimize-insanlığa ve her var olana hizmet etmekti. Bu maksatla sürekli müzakerede bulunur, ilmini ve fikrini uygulanır şekilde ilgililere sürekli iletirdi. Bu iletişimi yüz yüze veya telefonla yapar, konuyu sonuca götüreceği kanaati taşıdığı mesuI zatlara iletebileceklere söylerdi. Ardından konuyu, meseleyi takip ederdi, asla unutmaz veya ihmal etmezdi. Birçok hizmetin takibini yıllarca yaptığı, sonuca ulaşma azminin her zaman yüksek olduğu ve sonuca da ulaştırdığı bilinmektedir. Örneğin fındıklı ekmek, tam buğday ekmeği, öğrencilere süt ve üzüm dağıtımı konularının iletilmesi ve takibi hiç kesintiye uğramamıştır. Emeği geçen saygıdeğer devlet adamlarımız bunun şahidi oldukları bilinen husustur. Dr. Emin Acar’ın memleketimize ve insanlığa hizmetlerinden bazıları aşağıda arz olunmaktadır. Söz konusu hizmetlerinin her biri uzun izaha ve bir hikâyeye sahiptir. Ancak bu husus ayrı bir çalışmanın mevzusu olmalıdır. -Mekke’den yayın yapan Kur’an-ı Kerim Tv (KabeTv) ve Medine’den yayın yapan Sünnet-i Nebevi Tv. -Hac’da Müzdelife’de hacı adaylarının en çok zorlandığı bizzat yıllarca müşahede edip müteellim olduğu konudaki çabası sonucu beş bin tuvalet yapılması. - Sağlıklı beslenmek: Fındıklı ekmek, tam buğday ekmeği, zeytinyağı, üzüm, süt. . . - Gıda: Yerli gıda üretimi mahsullerinin kesinlikle iç tüketimde kullanılması. .. - Enerji: Bor pili, toryum santralleri. . . - Ağaçlandırmak: Akasya ormanı, yol kenarlarının akasya ağaçlandırılması, dut ormanı (Dut Eylem Planı), ceviz ormanı, beyaz baraj çam ormanı… - Mühendislik: İnşaatlarda nanoteknoloji bor çeliği kullanılması, üniversite yapılarında prefabrik bina tercihi, kimyada nanoteknoloji (Boyalarda, kumaşlarda vb. ), - Biyo-medikal: Nanoteknoloji ile suni organ üretimi. 72
- Milli Eğitim: Okumayı ve okutmayı olağanüstü teşvik (Okuyun! Alim olun; ilmin başına geçin. Okuyun! Yönetici olun idarenin başına geçin. Yani hizmet edin!) Öğrencilere süt dağıtılması, üzüm dağıtılması. . . - Siyaset: İyiliğin yayılması-kötülüğün engellenmesi çalışmalarının hayatın alanlarında yaygınlaştırılması. XI. Dr. Emin Acar Anı-Vefa Günü Etkinlikleri Ankara’da Dr. Emin Acar’ın isteği ile kurulmuş bulunan Hacı Bayram-ı Veli Eğitim Öğretim ve Kültür Derneği, her yıl Nisan ayının ilk cumartesi ve pazar günlerinin Dr. Emin Acar Anı-Vefa Günü Etkinlikleri olarak değerlendirilmesini kararlaştırmıştır. Anı-Vefa günü ile kendilerinin ülkemize ve insanlığa olağanüstü hizmet mirasına vefakârlıkla sahip çıkılmış ve ziyadesiyle layık bulundukları saygı gösterilmiş olacaktır. Ayrıca o müstesna insana değer vermenin gereği icra edilecektir. Böylelikle Dr. Emin Acar hayırla anılarak gelecek nesillere tanıtılmış olunacaktır.
73
74
BÖLÜM 3
DR. EMİN ACAR’IN ALBÜMÜNDEN
75
76
Dr. Şener Yücetürk ile
77
Dr. Emin Acar Prof. Dr. Ahmet Alıcılar’la
Kuzgölcük Yaylası’nda
Yayla evinde 78
Akçakoca’da Mustafa Şaban’ın mezarı başında
Hayreddin-i Tokadi koruluğunda
Akçakoca’da Haki Efendi’nin mezarı başında 79
Yozgat’ta Şeyhzade Ahmet Ergin Efendi ile
Hayreddin-i Tokadi Dergâhında
Hayreddin-i Tokadi koruluğunda 80
Hayreddin-i Tokadi Dergâhı’nda cuma sabahı kahvaltı sofrası
Yozgat’ta Şeyhzade Ahmet Ergin Efendi ile
Hayreddin-i Tokadi Dergâhı’nda bahçede 81
Yozgat’ta Çamlık’ta
Mudurnu’da Şeyh İmran Hz. ve Filibeli Hz.nin türbesini ziyaret
Hayreddin-i Tokadi Türbedarı Âşık Mustafa Efendi hasta yatağında 82
Hayreddin-i Tokadi’de Hüsamettin Cindoruk’un ziyareti
Yozgat Çamlık’ta Dr. Şener Yücetürk, Dr. Musa Okur, Ahmet Ergin Efendi ve Dr. Emin Acar
Bolu kafilesinin Şeyh Ahmet Efendi’yi ziyaretinden 83
Kuzgölcük Yaylası’nda
Mudurnu’da Şeyh İmran Hz. ve Filibeli Hz’lerinin mezarı başında
Kuzgölcük Yaylası’nda 84
Dr. Emin Acar, Mustafa Şaban’ın mezarı başında
Hattat Saim Özel’in kabrinde
Dr. Emin Acar 85
Mustafa Şaban’ın mezarında
Akçakoca’da mezarlık ziyaretinde
Hacıbayram’da Dergah’ta
Akçakoca Cuma Camii bahçesinde çaylı sohbet 86
Hayreddin-i Tokadi Dergahı’nda Şevket Demirci Efendi ve Dr. Musa Okur
Hüsamettin Cindoruk ziyaretinden
Düzce Karaköy Müslihiddin Hz.’leri Türbesi’nde 87
Hayreddin-i Tokadi Hz.nin tĂźrbesini ziyarette
Yaylada istirahatte
Bolu ekibi ile Yozgat ziyaretinden 88
Mudurnu’da Şeyh İmran Hz. ve Filibeli Hz. ziyareti sonrası mescitten şehre bakış
Yozgat Ahmet Efendi’yi ziyaretten
Türbedar Mustafa Efendi’yi ziyaretinden 89
Akçakoca’da Muhammed Haki Efendi Hz.nin türbesinde
Tokadi Hayreddin’den bakış 90
Ankara Hacıbayram’da aş ve şerbet ikramı
91
Filibeli Mescidi’nde namazda
Muayenehanesinde sohbette
Akçakoca’da Av. Samim Kurt’un kabrini ziyaretinde (Temmuz 2011) 92
Mudurnu’da Şeyh İmran Hz. ve Filibeli Hz. ziyareti sonrası mescitten dönerken
93
Dr. Emin Acar’ın Hacı Bayram’daki cenaze töreninden
94
Ankara’da cenaze namazı sonrası
İnegöl Deydinler köyünde cenaze namazı sonrası
95
İnegöl’de Dr. Emin Acar Anı-Vefa Günü’nden
96
Ankara’da Dr. Emin Acar Anı-Vefa Günü’nden
Dr. Emin Acar Külliyesi inşaatında temel atma töreninden 97
Oğlu Dr. S. Rahmi Acar külliye inşaatında (Şubat 2018)
Dr. Emin Acar Külliyesi projesinden
98
KAYNAKÇA 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17.
2.bp.blogspot.com/-x8BsWhoX VqU/U2atGhE Jt4I/AAAAAAAAFmI/ Qcs2uCFbxbQ/s1600/20140425_131510.jpg www.aksaray.edu.tr www.bolugazetesi.com.tr/wp-content/uploads/2016/04/eminacar-670x330. png dirilispostasi.com/a-3060-ankaranin-direklerinden-dr-emin-acar.html www.dunyabizim.com/portre/12525/dr-emin-acarin-sunneti-50-yildir-suruyor www. fibhaber. com www.geziyoruz.org/wp-content/uploads/2016/08/t%C3%BCrbe.jpg i.cdn.ensonhaber.com/resimler/diger/bulent-yahnici_3539.jpg kimdir.tv/wp-content/uploads/2016/10/bulent-arinc-vikipedi.jpeg www.marasgundem.com/ferruh-bozbeyli-kimdir-1409218h.htm www.melihgokcek.com/file/proje/haci-bayram-camii-3_y.jpg static.panoramio.com/photos/large/70150157.jpg static.panoramio.com/photos/original/19485978.jpg www.roportajgazetesi.com/dr-emin-acar-sut-kardesligi-olur-yogurtkardesligi-olmaz-c3146.html www.topukluhaber.com/wp-content/uploads/2015/06/meseleleri-meseleyapmayan-adam-suleyman-demirelden-18-ozlu-soz-6.jpg www.sabah.com.tr/ankara-baskent/2016/04/08/ahmet-tezcan-dr-emin-acar www.zahidsultan.com/album/
99
Hayreddin’i Tokadi Camii ve Türbesi tanıtım levhası 100