BOLU’DA İZ BIRAKANLAR
BİR ‘’KIŞ MASALI’’:
MAZHAR MURTEZAOĞLU HÜSEYİN TUNÇAY
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkıları ile Bolu Belediye Başkanlığı tarafından bastırılmıştır.
BOLU BELEDİYESİ YAYINLARI BOLU’DA İZ BIRAKANLAR SERİSİ-1
EDİTÖR Hüseyin TUNÇAY YAYIN KURULU Emine DAVARCIOĞLU - Bolu Belediye Başkan Yardımcısı İsmail ŞENTÜRK - Bolu Araştırmaları Merkezi Sorumlusu
YAYINA HAZIRLAYAN Tunçay Yayıncılık Basım Reklam Danışmanlık Organizasyon Ltd. Şti. Ahmet Rasim Sokak 33/A Çankaya/ANKARA (0312) 442 25 30 e-posta: tuncayyayincilik@yahoo.com 1. BASKI Ocak 2017 BASKI ………………………………………. ……………………………………… ISBN …………………………… BOLU BELEDİYESİ KÜLTÜR YAYINIDIR, ÜCRETLE SATILAMAZ. KAYNAK BELİRTİLEREK ALINTI YAPILABİLİR.
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ..................................................................................................5 SUNUŞ..................................................................................................7 ÖNSÖZ YERİNE….................................................................................9 BAŞLARKEN....................................................................................... 11 BÖLÜM 1 Cumhuriyetin Yetim Çocuğu........................................................................ 21 Parasız Yatılı Günleri........................................................................................ 26 Morfinsiz Diş Çekimi........................................................................................ 28 Bolulu Aşçıyla Başlayan Bolu Sevdası........................................................ 29 İlk Tokat, Son Veda........................................................................................... 30 Anadolu’da Mektepli Bir Ormancı.............................................................. 31 Veremle Gelen Yıkılış ...................................................................................... 32 Erdal İnönü’nün ‘’Tertip Olduğu’’ Günler ................................................. 33 Seyhan’daki Sürgün Yılları............................................................................. 35 Amiri Ata, O Cipe Biniyordu.......................................................................... 37 “Beni İnsansız Bir Yere Gönderin”................................................................ 39 Ancer Balını Dünyaya Tanıttı........................................................................ 42 BÖLÜM 2 27 Mayıs’la Hayatı Değişti.............................................................................. 47 Bolu’ya İlk Adım................................................................................................ 47 İlk Temiz Tuvalet Kampanyası...................................................................... 50 Koru’da Başlayan Turizm Macerası............................................................. 52 Koru, Otel Oluyor ............................................................................................. 56 Evini Ona İpotek Eden Dost.......................................................................... 57 Turgut Özal’a Hayrandı................................................................................... 59 Çulluk Yağmuru................................................................................................. 63 Kış Turizmi Fikri Doğuyor............................................................................... 67 Sırtta Taşınan Milletvekili .............................................................................. 68 Koru’yu Sat, Kartalkaya’yı Kur....................................................................... 70 Kartalkaya’nın Yolu........................................................................................... 70 Karne İle Çimento Ve İlk Harç....................................................................... 71 İlk Adım Kartal Otel......................................................................................... 72 Kartal Otel Müşteriden Alınan Avansla Açıldı........................................ 72 Demirel’in Yardıma Koştuğu Yıllar.............................................................. 75 Gümrükte Kalan Kar Motosikleti................................................................. 76 Telsiz Yedek Parçası İçin Almanya’ya.......................................................... 78 Ecevit’le Görüşme............................................................................................ 82 Bir Gecede Havuz Temeli Tamam............................................................... 83 Cüneyt Arkın’ı Otele Sokmadı...................................................................... 85 Özal İle Çilesi Bitti............................................................................................. 87 3
Hayatını Çocuklarına Adadı.......................................................................... 88 ‘Zeki Müren’den Önce Lens Taktım’............................................................ 90 Sağlık Turizmi Macerası Yarım Kaldı........................................................... 91 Son Söz: “Geçmiş Geçmiştir’.......................................................................... 94
4
ÖNSÖZ BOLU’DA İZ BIRAKANLAR Dünyanın yaşanılabilir kentleri arasında ön sıralarda yer alan güzel kentimiz, her geçen gün daha fazla cazibe merkezi olmaya devam ediyor. Bolu’nun bu kadar ilgi çekmesinde sadece doğal güzellikleri değil, burada yaşayan insanlarımızın da katkısı büyük. Şehir doğası, güzellikleri ve insanlarıyla bir bütün, bu nedenle Bolu’yu bugüne getirenler, ‘’zor günlerde’’ bir umut ışığı yakanlar elbette herkes tarafından bilinmeli. Bolu Belediyesi olarak hem geçmişimize ışık tutmak hem de kentimizi bugünkü haline getiren insanlara vefamızı göstermek adına ‘’Bolu’da İz Bırakanlar’’ adlı yeni bir seriye başlamaktan mutluluk duyuyoruz. Bolulu olmayan ancak bu güzel kente gönül vermiş, katkıda bulunmuş, ‘’doyduğu topraklarda’’ fark yaratan, toplumsal hazinelerimizden olan bu insanları daha geniş kesimlere tanıtmak ve gelecek kuşaklara bugünlere nasıl gelindiğini anlatmak adına bu seriyi hazırladık. Aslen Bolulu olmayan, ama kendini ‘’bizden’’ biri olarak hisseden, bizim de kendimizden ayırmadığımız artık Bolu’ya mal olmuş insanların yaşam hikayesi konu ediliyor bu serideki kitaplarda. Elinizdeki bu kitapta, Bolu’nun bir turizm cenneti haline gelmesinde büyük katkısı bulunan, ilk kez kış turizmini başlatarak kentimizi yeni bir cazibe merkezi haline getiren Mazhar Murtezaoğlu’nun yaşam öyküsünü bulacaksınız. Yokluklarla başlayan hayatının ‘’masalını’’ Bolu’nun dağlarına yazan Murtezaoğlu, hepimizin uzaktan da olsa bildiği, tanıdığı artık Bolulu olmuş biri. Bolu’yu Bolu yapan önemli değerlerden biri olan, Rize’de doğduğu hayatının büyük bölümünü Bolu’da geçiren ve Koru Otel ile Kartalkaya’nın kurucusu Mazhar Murtezaoğlu’nun sıradışı hayatını bulacaksınız bu kitapta. Bolu’ya katkı sağlayan, yaşadığı yıllarda ve günümüzde bize ışık tutarak yeni yollar açan Murtezaoğlu gibi artık Bolulu olmuş değerlerimizin daha da artmasını dilerken, ktabın hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ederim. Saygılarımla.
Alaaddin Yılmaz Bolu Belediye Başkanı Nisan 2016 /Bolu 5
6
SUNUŞ Bolu Belediyesi olarak alt yapı ve üst yatırımlarının yanında, sosyal faaliyetlere ve kültür alanında faaliyetlere de büyük önem veriyoruz. Bunun bir örneği olan, Belediye Başkanımız Alaaddin Yılmaz’ın öncülüğünde başlattığımız ‘’İz Bırakan Bolulular’’ serisine ek olarak şimdi de ‘’Bolu’da İz Bırakanlar’’ serisinin ilk kitabını sizlere takdim etmekten övünç duyuyorum. Bolu’nun kültür hayatının zenginliklerine de sahip çıkan Belediyemiz, festivallerden konserlere, tiyatrolardan kültür gezilerine, meslek edindirme kurslarından sergilere, hat sanatı faaliyetlerinden izcilik kulübüne, tiyatro gösterilerinden Bolu’nun hafızasını oluşturan yayınlara kadar çok geniş bir alanda kültürel ve sosyal faaliyetlerini hız kesmeden sürdürüyor. Bolu’nun değerlerinin gelecek kuşaklara aktarılması ve güzel örneklerin topluma sunulup hafızalardan silinmesinin önüne geçilmesi adına başlattığımız ‘’İz Bırakan Bolulular’’ serisiyle birlikte, Bolulu olmayan, ancak artık bu şehrin ‘’evladı olmuş’’, buranın kültürüne, sosyal ve ekonomik hayatına katkıda bulunmuş veya yön vermiş değerlerimizi de ‘’Bolu’da İz Bırakanlar Serisi adı altında kitaplaştırıyoruz. Bu serinin ilk kitabına konu edilen Mazhar Murtezaoğlu, Bolu’da turizmin gelişmesine büyük katkıda bulunmuş, Bolu Dağı Varan Tesisleri, Koru Otel, Kartalkaya Oteli gibi birçok tesis kurmuş ve ilimizi Türkiye’nin en önemli kış turizmi merkezlerinden biri haline getirerek Bolu’ya büyük katkı sunmuştur. Kişisel olarak Murtezaoğlu’nu Koru Oteli’ni işlettiği dönemlerden beri tanıyorum. Burada yaptığı başarılı işletmeciliği Kartalkaya’ya taşıma çalışmalarına yakından tanık olma şansına erişmiş biri olarak, Mazhar Bey’in girişimcilik ruhuna ve bu topraklara adanmış hayatına şahitlik ettim. O dönemdeki görevim dolayısıyla Vergi Dairesi’nde karşılaştığımız Mazhar Bey, özellikle Kartalkaya’daki otelin kuruluşu sürecinde zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşasa da kendisi son derece dürüst ve yaratıcı bir işadamı olduğu için, Bolu adına mevzuat içerisinde elimizden gelen kolaylığı sağlamaya gayret ettik. Mazhar Bey, Bolu için bir şanstır. Bir işadamı olarak Kartalkaya’da bu tesisleri yapmak o günlerde ‘’deli işi” olarak görülüyordu, ancak Murtezaoğlu bu ‘deliliği’ başarıya dönüştürmeyi başarmıştır. Türkiye’nin girişimci işadamlarından biri olarak farklı başarılara imza atmıştır.
7
Mazhar Bey’in yaşamını konu alan ‘’Bir Kış Masalı: Mazhar Murtezaoğlu’’ kitabını sizlere sunmaktan kıvanç duyuyoruz. Kitabın hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür eder, saygılar sunarım.
8
Emine Davarcıoğlu Belediye Başkan Yardımcısı Nisan 2016 / Bolu
ÖNSÖZ YERİNE… Her insanın bir hikâyesi vardır. Kimi masal tadında kahramanlar barındırır içinde, kimi bir korku filmini andırır. Kimi ise her ikisinin karışımıdır; başı sonu uymaz birbirine. Sıradan insanların hikâyesinde kahramanlar varsa da figüranları bol bir monotonluk ağır basar. Çünkü insani erdemleri azdır, bu tür insanların. Sıradanlıkla yoğrulmuş bir kısır döngüyü barındırır içinde. Belki bu yüzden ‘feleğin çemberinden geçmiş’ sözü sıradan insanların hayatını anlatmaz. Hayatın kendisine biçtiği role sığmayan, kendi hikâyesini yazmayı göze alan, fark yaratmasını bilen insanları anlatır bu deyim. Çocukluk, gençlik ve yaşlılık gibi üçe bölünmez bu tür insanların hayatı. İnişler, çıkışlar, düşüşler ve en önemlisi acılar vardır ‘feleğin çemberinden geçmiş insanların’ hikâyelerinde. Yılları, mevsimleri andırır. Ama onların mevsimleri birbirini takip etmez hiçbir zaman. Yer değiştirip durur. Acılarla olgunlaşan, zorluklarla çelikleşen öyküleri vardır bu insanların. Tıpkı Mazhar Murtezaoğlu gibi. Mazhar Murtezaoğlu’nun hikâyesi R.Waldo Emerson’un, ‘Yol sizi nereye götürüyorsa oraya gitmeyin, yol olmayan yerden gidin ki iziniz olsun’ sözünün sağlaması sanki. Onu sıradan insanlardan ayıran en büyük fark da burada yatıyor zaten. Kapkara sürü içinde ak koyun olmak, onun doğuştan getirdiği bir yetenek sanki. Karadeniz’in sarp dağlarında başlayıp, Bolu dağlarının doruklarına yazılmış bir adamın hikâyesi bu. Herkesin gittiği yoldan gitmeyen, bakmakla görmek arasındaki farkı bilen, farklı ufuk çizgilerine yaklaşmayı ve oradan elde ettiği renklerle yeni bir dünya kuran bir insanın hikâyesi. “Sahip olduğunuz koşulları değiştirmek için, önce farklı düşünmeye başlayın” diyen Norman Vincent Peale’yi haklı çıkaran bir adam Mazhar Murtezaoğlu. Hayatı boyunca kaderin kendisine çizdiği rolü kabullenmeyen, çemberin dışında kalanı merak etmiş biri o. Farklı düşünebilmek için farklı dünyaların kapılarını zorlamış durmadan. Oradan çıkardığı sentezle kendine yeni yollar, yeni dünyalar kurmuş. Bir deniz feneri gibi ışık olmuş ardından gelenlere. Mazhar Murtezaoğlu, farklı dünyaların kapılarını ilk olarak yolüstü bir kantinde (Lokanta) aralamaya başlamış biri. İnsanı okumanın ve anlamının yenidünyaların kapılarını açtığını anladığında zenginleşmiş hayatı, açılmış gözleri. Kalıbına sığamayacağını anladığında, hiç kimsenin gitmediği yollardan gitmiş, hiç kimsenin altına giremeyeceği yükleri üstlenmiş. Akrabalarının zarar ediyor diye kapatmak istediği yol üstü bir lokanta ile hayata tutunmaya çalışırken, oraya sığınan her insana gönlünü 9
açmış. Uzatılan her eli tutmuş, yardım bekleyen her göze gülümsemiş. Pazarlıksız yaşamı boyunca sevdiklerine ve dostlarına adamış kendisini. Dostluklarıyla ayakta kalmış çoğu kez. Bu yüzden yorucu, yıpratıcı, ömürden ömür çalan bir hayatı olmuş. Neresinden bakarsanız bakın, yokluk ve yoksullukla başlamış bir ‘’kış masalı’’ Mazhar Murtezaoğlu’nun öyküsü. Kartalkaya gibi doğa harikası bir turizm cenneti inşa eden bir adamın hikâyesi ‘’kış masalı’’ndan başka hangi sözle anlatılabilirdi ki zaten? Onun hikâyesindeki kışın tüm çilesini kendisi, masalını ise başkaları yaşadı. Çünkü yaşamaktan çok yaşatmaya endeksli felsefesi vardı. Kartalkaya’yı kurmasa Türkiye’nin ilk büyük sağlık turizmi projesini gerçekleştirecekti neredeyse, şifa bulsun diye insanlar. Sağlığı el vermediği için kursağında kalmış bu düşü. Bu emelini çocuklarına bırakmış. Açtığı yoldan çocukları gidiyor şimdi. Her insanı bir kitap gibi okumuş Mazhar Murtezaoğlu. Yolüstü insanların dertlerini dinlerken, yolda kalmışlara gönlünün ve evinin kapılarını açarken büyük ve güçlü bağlar kurmuş kendisine. Onu tanıyanlar bir daha unutmamış kendisini. Başı dara düştüğünde sorgusuz sualsiz yardımına koşmuş hepsi. Ve Kartalkaya’nın babası bu güçlü dostlukların ve büyük azminin eseri olarak dağları adını yazdırmış. Ve Bolu dağlarının zirvesine dişini tırnağına katarak dağlara yazdığı başarı hikâyesini yazmak da bize kalmış.
10
BAŞLARKEN Her insanın hayatında dönüm noktaları vardır. Yol ayrımıdır bu anlar. Tercih değildir aslında. Çaresiz bir şekilde yeni bir yolda bulursunuz ya kendinizi, o misal. ‘İnsanlar kaderiyle seçmekten kaçtığı yollarda karşılaşır’ demiş ya La Fontaine, Mazhar Murtezaoğlu da seçmekten kaçtığı yollarda karşılaşmış kendi kaderiyle. Sezai Karakoç’un ‘Son sözü hep alınyazısı söyler’ dediği gibi. Mazhar Murtezaoğlu için dönüm noktası 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi ile başladı. Yeni bir dünyanın kapılarına dayandığı, Amerika’ya gitmek üzere İstanbul Yeşilköy Havaalanı’nda uçağa binmek üzere sıra beklediği bir günde. Kaçmak için değil, daha güçlü bir şekilde ülkesine hizmet etmeyi arzuladığı bir günde. Amerika’ya; yeni bir dünyanın keşfine izin vermeyen askeri darbe yönetimi Mazhar Murtezaoğlu’nu yine kendi topraklarında yeni bir dünya kurmaya zorlamış adeta. Ve o da, Albert Camus’nun “Yolculuk bizi kendimize getirir” sözünü ispat etmeye adamış kendisini. Farkını kendi ülkesinde ortaya koymuş adeta. Mazhar Murtezaoğlu’nun hikâyesini anlamak için Türkiye’nin içinden geçtiği o süreci doğru okumak ve anlamak gerekiyor. Türkiye, zor bir süreçten geçiyordu Mazhar Murtezaoğlu’nun Amerika seyahati öncesi. Ülkedeki gerginlik doruk noktasına ulaşmıştı. Özellikle 1957 yılındaki seçimlerle birlikte ülkedeki gerginlik askerleri de içine alacak şekilde geniş kesimleri girdabına almıştı. Mazhar Murtezaoğlu da memuriyeti sebebiyle kısmen de olsa bu sürecin mağdurlarından biriydi. 27 Ekim 1957’de yapılan seçimlerle üçüncü kez tek başına iktidar olan Adnan Menderes yönetimindeki Demokrat Parti (DP), ülkedeki gerginlikleri düşürecek adım atmakta zorlanır olmuştu. Mazhar Murtezaoğlu da bu durumdan pek hoşnut değildi ama geçim derdi birinci önceliğiydi. Çünkü yokluktan ve yoksulluktan geliyordu. Annesinden başka koruyucusu ve kollayıcısı olmayan bir yokluktan. Babasız büyümüş olmanın ezikliğini taşısa da üstünde, geçmişe takılıp kalmamak en önemli yaşam felsefesiydi. Ama anne-
Dönemin başbakanı Adnan Menderes 11
sine ve çocuklarına bakmak, onlara iyi eğitim ve gelecek hazırlamaktan başka bir düşü yoktu. Kendisini sevdiklerine adamıştı adamasına ancak sevgisini sadece onlar için çalışarak ortaya koymak gibi bir tarzı vardı. Oldum olası duygularını ifade etmekte zorlanıyordu.
Osmaniye’deki günlerinden
1957 seçimleri öncesi Mazhar Murtezaoğlu, Osmaniye Haruniye’de Orman Şefiydi. Siyasal atmosfer 1950’de tersine dönmüştü. 1957’de ise bu atmosferin sürmesini isteyen Demokrat Parti, seçimler öncesinde yasal düzenlemeler yaparak, muhalefetin bütünleşerek seçimlere bir cephe halinde girmesini engelledi. 28 yıl ülkeyi tek başına yöneten Cumhuriyet Halk Partisi, halkın 1950’den 1957’ye kadar kendisine gösterdiği kırmızı kart cezasının dolduğunu düşünüyordu. Siyasi tahminler de o yöndeydi. Yeniden iktidar olma umutlarını ise 1957 seçimlerine bağlamıştı. Bunun yolu da Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi ile ittifaktan geçiyordu. Seçim yasasında yapılacak değişikliğe ise Demokrat Parti izin vermiyordu. 1957 seçimlerine gidilirken CHP’nin tek parti iktidarı dönemindeki antidemokratik ruhu Demokrat Parti’de vücut bulmuştu adeta. İttifak arayışları suya düşen CHP, askerleri de Demokrat Parti iktidarına karşı kışkırtmayı başarmıştı. Seçimler sırasında hile iddiaları da gündeme geldi. 1946 seçimlerinde CHP’nin yaptığı demokrasi ayıpları yanında devede kulak kalsa da iddialar daha yüksek seslendirilmeye başlanmıştı. Mazhar Murtezaoğlu’nun görev yaptığı Adana’da da bunun güçlü emareleri vardı. Seçimler sırasında Adana, Kayseri, Giresun, Çanakkale ve Samsun’da gösteriler yapıldı, kavgalar çıktı. Gaziantep’te ise radyo ve gazeteler önce CHP’nin zaferini ilan etti, fakat daha sonra köylerden gelen oylar12
la ipi DP’nin göğüslediği açıklandı. CHP’nin itirazı üzerine oy pusulaları Gaziantep Adliyesi binasına getirilerek yeniden sayılmaya kalkıldıysa da Gaziantep Adliyesi oy pusulalarıyla birlikte yakıldı. Sandık rezaletinin daha fazla büyümemesi için DP hükûmeti ‘Antep Adliyesi Yangını’ haberlerine yayın yasağı getirmek zorunda kaldı. Seçim ittifaklarına izin vermeyen Demokrat Parti, seçim sisteminde de önemli değişiklik yaparak durumu lehine çevirmeyi başardı. Seçimler sonunda DP oyların yüzde 47,88’ini alarak yürürlükteki çoğunluk esasına dayalı seçim sistemi sayesinde 424 milletvekili çıkardı. İsmet İnönü’nün başında bulunduğu CHP yüzde 41,09 oyla sadece 178 milletvekilliği kazanabildi. İki partinin oy yüzdeleri birbirine yakın olmasına rağmen parlamentodaki sandalye dağılımında büyük adaletsizlikler vardı. Bunun sebebi de seçim yasasıydı. CHP, bir önceki seçimde yüzde 35 olan oy oranını yüzde 41’e yükseltmiş, DP ise yüzde 57 olan oy oranını yüzde 47’ye düşürmüştü. Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi dörder milletvekilliği kazanmıştı. Muhalefetin toplam oy miktarı Demokrat Parti’yi geride bırakıyordu. Ama Demokrat Parti açık ara yeniden iktidarını ilan etti. Seçimlerden sonra, siyasal ortamdaki gerginlik artarak devam etti. CHP yurt çapında sert bir üslupla protestolar başlattı. Ülkede tansiyon yükseldikçe yükseliyordu. Nisan 1960’ta TBMM’de gazete ve dergilerin “yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı” faaliyetlerini inceleyerek meclise bildirmek üzere Ahmet Hamdi Sancar başkanlığında kurulan Tahkikat Komisyonu, Meclis ile ilgili bütün yayınları yasaklayınca DP-CHP ilişkisi daha gerginleşti. 18 Nisan 1960 günü Mazlum Kayalar ve Baha Akşit’in CHP’nin “yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı” faaliyetleri olduğu gerekçesiyle meclis araştırması açılması için önerge verdi. Önerge karşısında İnönü çok sert bir konuşma yaptı: “Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam… Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır…” İnönü, askeri darbeye davetiye çıkarıyordu adeta. Demokrat Partililerin de bu duruma tepkisi gecikmedi. Daha sert önlemlerle İnönü’nün bertaraf edilebileceğini düşünenler oldu. 27 Nisan 1960 günkü TBMM toplantısında İnönü tekrar Tahkikat Komisyonu’nu hedef alınca Meclis, İnönü’ye 12 oturum toplantılara katılmama cezası verdi. Anamuhalefet Partisi lideri parlamentodan atıldı. 13
Kararı protesto eden CHP milletvekilleri Meclis’ten polis zoru ile uzaklaştırıldı. 28 Nisan’da İstanbul’da, 29 Nisan’da da Ankara’da öğrenciler sokaklara çıkarken, Ankara’da Harp Okulu öğrenciler sessiz bir yürüyüş yaptı. İstanbul’da çıkan olaylarda yaklaşık 40 öğrencileri yaralandı, tıpkı Mazhar Murtezaoğlu gibi ormancı olma hayalleri kuran Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz öldürüldü. Türkiye karanlık bir dehlize doğru ilerliyordu. Askerlerin açık bir şekilde destek verdiği DP karşıtı öğrenci grupları, 5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara, Kızılay’da 555K Eylemi (5. ayın 5. günü saat 5`te Kızılay’da) gerçekleştirerek yeni bir gövde gösterisi daha yaptı. Başbakan Menderes, öğrencilerin sokaklardaki eylemlerinden üniversite hocalarının sorumlu tutarken, onlara “Kara Cübbeliler’ benzetmesi yaptı. Artık üniversiteler de hükümete karşı saf tutmuştu.
Öğrenci eylemleri
Albay Alparslan Türkeş’in “Sevgili vatandaşlar! Dün gece yarısından itibaren, bütün Türkiye’de, deniz-hava-kara Türk Silahlı Kuvvetleri, el ele vererek, memleketin idaresini ele almıştır. Bu hareket, Silahlı Kuvvetlerimiz’in müşterek işbirliği sayesinde, kansız başarılmıştır! Sevgili vatandaşlarımızın sükûn içinde bulunmalarını ve resmi sıfatı ne olursa olsun hiç kimsenin sokağa çıkmamalarını rica ederiz” sözleri duyulduğunda Mazhar Murtezaoğlu İstanbul’daydı. Amerika’ya çok özel bir araştırma için gidiyordu. Büyük umutlarla Türkiye’de modern arıcılık faaliyetlerine başlatmayı hayal ediyordu. Ülkedeki gerilimden Mazhar Murtazaoğulu’nun da etkilendiği aşi kârdı. Başarı ile yerine getirdiği memuriyeti sırasında siyasi sürgünlerle 14
karşılaşınca memuriyetten ayrılmak zorunda kalmıştı. Ancak ekonomideki bozulma üzerine yeniden memuriyete dönmek zorunda kalmış, ama “Beni Türkiye’nin en ücra bölgesine gönderin” diyerek ailesinin nafakasını çıkarıyordu. İstanbul Yeşilköy Havaalanı’na gelmeden önce Rize İkizdere’de Orman Müdürü görevini yerine getiriyordu. 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbeye hiç de duyarsız değildi Mazhar Murtezaoğlu. Demokrat Parti’ye yakın biri değildi ve askerlerin hassasiyetlerini ilk başlarda haklı buluyordu. Ama darbe sonrası gerçekleşen idamlardan sonra bu fikri de değişmeye başladı. Ancak darbenin ardından Demokrat Partili olduğu gerekçesiyle kendisine atılan iftira sebebiyle memuriyete son vermek zorunda kalacaktı. Darbe emir komuta zinciri içinde yaCemal Gürsel pılmamıştı. 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edilmişti. Her askeri darbede olduğu gibi büyük bir cadı avı ve kıyım başladı. Cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklandı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun başta olmak üzere 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edildi. 147 üniversite öğretim görevlisi görevden alındı. 520 hâkim ve yargıç görevden alınılarak meslekten ihraç edildi. Başbakan Adnan Menderes Eskişehir’den Konya’ya gitmek üzere Küt ahya’ya geçtiğinde Keşif Tabur komutanı Agasi Şen ve Binbaşı Muhsin Batur tarafından gözaltına alınıp Ankara’ya ge tirildi. Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes, TBMM Başkanı Refik Koraltan, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, İçişleri Bakanı Namık Gedik ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur ve diğer hükûmet üyeleri Harp Okuluna getirildiğinde öğ-
Celal Bayar
15
rencilere darp ettirildi. İçişleri Bakanı Namık Gedik’in ise tutuklu olduğu odanın penceresinden aşağıya atlayarak intihar ettiği ileri sürüldü. Bazı iddialara göre Gedik öğrenciler tarafından aşağı atılmıştı. Darbeyi gerçekleştiren subaylar; 3. Ordu Komutanı Ragıp Gümüş pala’nın “Benden kıdemli biri yoksa Ankara’ya gelir, hepinizi tutuklarım’ tehdidi üzerine bir yıl önce hükümet tarafından emekliye sevk edilen General Cemal Gürsel’i başlarına geçirmeye karar verdi. İzmir’de zorunlu emekliliğin keyfini süren Cemal Gürsel’i getirmek üzere İstanbul Yeşilköy Askerî Havaalanı’ndan kalkan C-47 uçağı pistten hareket ettiğinde Mazhar Murtezaoğlu da aynı havaalanının sivil uçuşlara açık bölümünde Amerika’ya gitmek üzere bekliyordu. Tüm uçuşlar bir anda iptal edilerek hiç kimsenin yurtdışına çıkışına izin verilmeyecekti. Yeşilköy Havaalanının camından dışarıya bakan Mazhar Murtezaoğlu, sadece askeri uçak ve helikopterlerin uçtuğunu fark ettiğinde, bir devrin kapandığını hissetmişti. 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı sona ermiş ve askeri vesayet yılları başlamıştı. Geri dönmekten başka çaresinin kalmadığını anladı. Demokrat Parti ile fazla yıldızı barışık biri değildi. Adana’da görev yaptığı dönem içinde Demokrat Partili siyasetçilerin devreye sokulması sonucu sürgüne bile gönderilmişti ama ülkenin içine düştüğü atmosferi de sevmemişti. Uçak biletini cebine koyup otobüs terminalinin yolunu tuttu. Yeniden Karadeniz yolları görünmüştü artık. Doğduğu topraklara dönüp yeni bir hayat kurması gerekiyordu. Amerika düşü gerçekleşmeyen Mazhar Murtezaoğlu, trenle Anka ra’ya döndü. Oradan da otobüsle memleketi Rize’ye geçti. Kendisini çekemeyen ormancı arkadaşlarının iftirası üzerine Rize’de gözaltına alındı. Oysa o hiçbir zaman Demokrat Parti’ye yakın biri değildi. Zor da olsa Demokrat Parti ile ilişkisi olmadığını ortaya kayarak tahkikattan kurtulabildi. Ancak daha fazla bu görevi sürdürmeye gücü yoktu. Kendisini şikâyet edenlerin ormancılar olduğunu öğrenmişti bir kere. Yeni iş aramaya koyuldu. Arıcılık düşleri ise tamamen bitmişti. 27 Mayıs sonrasında Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri ve aralarında Milli Mücadele’nin önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy’un da olduğu Demokrat Parti milletvekilleri, parti yöneticileri, asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri tutuklanarak Yassıada’ya götürüldü. Burada tutuklulara ağır işkence ve kötü muameleler yapıldığı iddia edildi. 14 Ekim 1960’ta başlayan Yassıada davaları, 11 ay 1 gün sürdü. Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.
Yassıada Mahkemesinden bir görüntü
Aylar süren tahkikat sonunda aklanmış olmasına rağmen huzurlu değildi. Doğduğu topraklardaki hatıraları da hiç cezbedici değildi. Babasız geçen yıllar ve yaramazlıkların toplamından ibaretti sadece. Onu bekleyen dedesi ve annesine bu durumu nasıl anlatacağına dair düşüncelere dalıyordu sürekli. Üstelik yeni bir de oğlu dünyaya gelmişti o sırada. Çocuğuna her bakışında çocukluk yılları geliyordu aklına. Ona bu topraklarda yeni bir gelecek hazırlamasının mümkün olmadığını biliyordu. Yeni doğan oğlunu düşünerek çocukluk yıllarına dalıp gitti.
BÖLÜM 1
20
CUMHURİYETİN YETİM ÇOCUĞU Cumhuriyetin ilk yılları yokluk yıllarıydı. Üç kıtada toprakları bulunan koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye Anadolu’ya sıkışıp kalan Türkiye Cumhuriyeti kalmıştı. Cumhuriyetin emekleme yıllarında dünyaya geldi Mazhar Murtezaoğlu. Cumhuriyet devrimlerinin yerleştirilmesi için yoğun uğraş verildiği dönemlerdi. Kasket takmanın zorunlu sayıldığı yıllardı. Doğum tarihi tam olarak bilinmese de 1926 yılının EylülEkim aylarıydı. Rizeli Hatice Varlı ile Muhittin Murtezaoğlu’nun ikinci evladı olarak gözlerini açmıştı dünyaya. Kendisinden iki yıl önce ablası Zarife dünyaya gelmişti. Karadeniz’in azgın sularını cepheden gören bir evdi burası. Annesi ve babası görücü usulü ile evlendirilmişlerdi. Hatice ve Muhittin Murtezaoğlu, Rize’nin Gündoğdu Beldesine bağlı Balıkçılar Köyü’nden gelip Trabzon’a yerleşmişlerdi. Çünkü Muhittin Bey’in ailesinin önemli bir kısmı Trabzon’da çalışıyordu o yıllarda. Ancak Rize’deki Balıkçılar Köyü’nün yarısından fazlası Murtezaoğlu soyadını taşıyordu. Elbette geçimlerini de köylerinin isminde olduğu gibi balıkçılıkla sağlıyorlardı.
Babası Muhittin Murtezaoğlu
1924 yılında Zarife isimli bir kız babası olan Hatice ve Muhittin çifti, iki yıl aradan sonra bir de erkek çocuk sahibi olmanın gururunu yaşıyorlardı. Ancak Muhittin Bey’in kalabalık sülalesi ve yoğun işleri evdeki huzuru alıp götürmüştü. Eşi ve çocuklarından çok akrabaları ile ilgileniyordu. Aileye ait gemilerde balıkçılık ve yolcu taşımacılığı yapıyor ve bu seyahatler sebebiyle evine ve çocuklarına yeterince zaman ayıramıyordu. Rizeli Murtezaoğlu sülalesi büyük bir aileydi. Çoğunluğu rızkını Karadeniz’den çıkarırken, gemisi olmayanlar Türkiye’nin dört bir yanına dağılarak müteahhitlik yapıyordu. Cumhuriyetin ilk yılları tam bir kal21
kınma dönemiydi. Ülkenin dört bir yanında karayolları ve demiryolları inşa ediliyor, Murtezaoğlu Sülalesi de bu pastadan pay almanın yollarını arıyordu. Özellikle İstanbul’a göçenlerin ekonomik durumları daha da iyiydi. Gemilerden elde ettiği kazançla yetinmeyen Muhittin Murtezaoğlu da bir süre sonra eşine İstanbul’a gitmek istediğini söyledi. Ancak ailesini yanında götürecek gibi durmuyordu. Tek başına gidip İstanbul’da iş tuttuktan sonra belki onları da yanına alabilirdi. Bu konudaki düşüncesi de net değildi. Bir sabah İstanbul’un yolunu tuttu. Eşine ve çocuklarına hiçbir şey söylemeden çekip gitmişti. Hatice Hanım ise çok farklı bir aileden geliyordu. O da Rizeliydi ama daha muhafazakâr bir aileye mensuptu. Rize’nin Azaklıhoca beldesinden Hafız Harun Reşit Varlı’nın kızıydı. Hatice Hanım tam bir Osmanlı kadınıydı. Türkçe’nin yanı sıra Osmanlıca da biliyordu. Yazılarını Osman lıca kaleme alıyordu. 1991 yılında 90 yaşın da Hakkın rahmetine kavu şuncaya kadar da öyle yaptı. Eşinin çocuklarına ve kendisi ne olan ilgisizliğini fark et tiğ inde evliliğinin altıncı yı lında baba evinin yolunu tuttu. Belli ki Muhittin Bey’in ge ri dönmeye niyeti yoktu. Bu süre zarfında kızı 4, oğlu 2 yaşına basmıştı. Cumhuriyetin o yıllarında eşinden ayrılıp baba evine dönen kadın pek gö rülmüş iş değildi. Ama o bağrına taş basıp baba evine dön dü. Kendisini bahçe ve tarla işlerine verdi. Hatice Hanım, eşinden ayrıldığını uzun yıllar çevresinde pek dillendirmedi. Sebebini ve nedenini soranlara da hiçbir yanıt vermedi. Soyadı Kanunu henüz çıkmadığı için de bunu ilk yıllarda fark eden olmadı. Ta ki torunları büyüyüp bu durumu kendisine sorana kadar. Babaannesi ile ilgili bilgilere yıllar sonra vakıf olan torunu Emine Murtezaoğlu Ergül, kendilerinden saklanan sırla ilgili şu bilgileri veriyordu: Mazhar Murtezaoğlu annesi ile
22
“Babaannemin doğum yeri Azaklıhoca diye bir köy var, orası. Dedemle 6 yıl evli kaldıktan sonra ayrılıyorlar, biz bunu çok sonra öğrendik. Babaannemin soyadı Varlı idi, çocukken hep sorardım onun soyadı niye farklı diye. İlginç gelirdi bana. O zamanlar boşanma diye bir şeyi pek duymazdınız. Babaannem Osmanlıca biliyordu Osmanlıca yazıp Türkçe okurdu. 1991 yılında, 90 yaşında öldü. Gazetenin ekonomi bölümlerini bile okurdu. Türkçe okuyup yazmayı babamla, rahmetli halam Zarife’yi okula götürüp getirirken öğrenmiş. Çok akıllı bir kadındı babaannem. İki çocuğu ile baba evine döndükten sonra çocukları tek başına büyütüyor. Eski eşiyle de bir daha hiç görüşmüyorlar. Babam da babası ile çok az görüşürdü zaten.” Hatice Varlı, torunlarının tahmi nine göre 1928 yılında baba ocağına dönmek zorunda kaldığında, annesini çoktan kaybetmişti. Babası ise yeni bir evlilik yaparak Ahmet ve Mehmet adında iki çocuk sahibi olmuştu. Hatice Varlı, doğduğu topraklara döndükten sonra sadece kendi çocuklarını büyütmekle kalmadı, babasının yeni evliliğinden olan üvey kardeşlerine de annelik yaptı. Kendi iki çocuğu Zarife ve Mazhar’ın yanı sıra üvey kardeşleri Ahmet ve Mehmet’in de her türlü ihtiyacını o karşılıyordu. Mazhar Murtezaoğlu yıllar sonra kızı Emine’ye o günleri gözleri dolarak anlatmıştı bir keresinde:
Mazhar Bey’in genç yaşta ölen ablası Zarife.
“1926 Trabzon Tekke Mahallesi İran Şahı’nın ikametgâhının karşısında küçük bir evde dünyaya geldim. Şubat ayında annem ve babam geçimsizlik nedeniyle ayrıldılar. Annem iki çocuğu ile yani ben iki yaşında, ablam dört yaşındaydı. Annem bizi alıp, Rize’de tarlaların başına geçti ve çiftçilik yapmaya başladı. Azaklıhoca köyünde dedemin evinde oturduk. Bu arada dedem ikinci karısından da bizimle aynı yaşlarda iki erkek çocuk daha sahibi olmuştu; Mehmet ve Ahmet adında. Dört çocuklu oldu annem, yani annem onlara da baktı.” Yıllar su gibi akıp giderken, kendisini 4 çocuğu büyütmeye adayan Hatice Hanım, yeniden evlenmeyi aklına bile getirmedi. Ancak çocuklarının da iyi bir eğitim alması en büyük arzusuydu. Bunun için ne yapabileceğini düşünüp duruyordu. Babasının mevcut imkânları ile 4 çocuğu birden okutamayacağının farkındaydı. 1930’lı yılların ekonomik buhranı herkesin belini bükmüş durumdaydı. Birçok ürün karne ile satılıyor, 23
ilaç bulmak bile mümkün olmuyordu. Babasından kendi çocuklarını da okutmasını isteyemezdi. Ama Hatice Hanım, kızı Zarife ve oğlu Mazhar’ın mutlaka okumasını arzu ediyordu. Tek çaresi onları yatılı okula vermekti. İki çocuğu ile sığındığı babasının da kendi çocuklarına ilaveten torunlarına iyi bir eğitim verecek imkânı yoktu. Zarife ve Mazhar’ın İlkokulu Rize’de veya Trabzon’da okuması mümkündü ama o daha fazla okumalarını istiyordu. Allahtan yaşadığı köy Rize’ye çok yakındı. İlkokulu Rize’ye yürüyerek gidip gelerek okudu Zarife ile Mazhar. Çoğu kez anneleri de onlara eşlik ediyordu. Zaten bu sayede de Türkçe okuyup yazmayı öğrendi. Hatice Hanım’ın babası Hafız Harun Reşit Varlı, 1935 yılında miras hukuku davalarına bakmak üzere Adalet Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak devlet memuru oldu. Azaklıhoca köyündeki evini de Rize’deki Çarşıbaşı Mahallesine taşıdı. Üç katlı bir ev yaparak hem kendi çocuklarını hem de torunlarını bu evde yetiştirmeye başladı. Evini de kendi eliyle inşa etti. Mazhar Murtezaoğlu ve Zarife, 1936 yılına kadar Rize Çarşıbaşı Mahallesi’ndeki ilkokula gidip geldiler. Dedelerinin yeni eşinden olan çocukları Ahmet ve Mehmet ile iyi anlaşıyorlardı. Oldukça haşarı bir çocuk olup çıkmıştı Mazhar. Akranı olan üvey dayıları ve onların kuzenleri ile Çarşı’nın altını üstüne getiriyorlardı. Zapt edilmeleri mümkün değildi. Çocukluk yıllarına ait hatıraları bir türlü unutamıyor Mazhar Murtezaoğlu. Yıllar sonra kendisine fazlasıyla benzeyecek olan Kızı Emine’ye bu durumu şöyle anlatıyordu: “10 yaşına kadar Çarşı Mahallesi’nde, annemin desteğiyle haşarı bir çocuk olarak büyüdüm. Deniz yakın, yürüyerek gidilebiliyor, fakat yüzme bilmiyorum henüz. Annem mahallenin büyük çocukları olan Kazım ve Ahmet’e, (Aynı zamanda annemin amca çocuklarıydı bunlar) rica ederek, ‘Bu uşak yüzmeyi bilmiyor boğulacak, buna yüzmeyi öğretin’ dedi. İskelenin başına koşuyorum, çırılçıplak güneşten kavrulmuş bir çocuk. Mahallenin büyüklerini seyrediyorum aşağıdan. Kazım yukardaki Ahmet’e bağırıyor. ‘Atın onu suya’. ‘Tamam’ diyor, beni suya atıyorlar 4 metreden. Hiç yüzme bilmiyorum, bağır çağır birkaç litre suyu yutarak iskeleye çıkıyorum. O gün yüzmeyi öğrendim.” Zarife ne kadar uslu bir çocuksa, Mazhar bir o kadar yaramazdı. Hatice Hanım, Mazhar’ın her fırsatta bir yaramazlık yapıp başını derde sokacağını biliyordu. Zaman zaman da ona okkalı bir dayak atmak zorunda kalıyordu. Aslında bu dayakların birçoğu onu tehlikelerden koruma amaçlıydı. Dedesinin kendi eliyle inşa ettiği üç katlı evin tamamı ahşaptandı. Ahşap evin duvarları da, çatısı da onun için oyun parkıydı adeta. 24
Mazhar Bey o günlere ilişkin şunları hatırlıyor: “Rize Çarşı Mahallesi’ndeki evimizin orta katı merdiven altında büyük 2 metrelik bir çöp biriktirme çukuru vardı. Çukurun yanında da üst katın direği bulunuyordu. Birgün o direkten itfaiyeciler gibi inmeyi kafama koydum. Yuvarlak direğe sarılıp 360 ° döneceğim ve aşağıya ineceğim, onu hesaplıyorum. Ancak kollarımın gücü yetmemiş olmalı ki paraşütten atlayan biri gibi 4 metreden çöp çukuruna düştüm. Annemin beni döveceğinden korktuğum için alt taraftan kaçmaya başladım. Ancak bu kez de kapağı kırık fosseptik çukuruna düştüm. Tam dayaklık olmuştum. İşte dayağı da burada yedim annemden. Annem beni hem yıkıyordu hem dövüyordu.” Rize’deki çocukluk yılları Mazhar Murtezaoğlu’nun hayatındaki en unutamadığı yıllardı. Ancak çevresinde olup bitenleri anlamayacak kadar da çocuktu. Her çocuk gibi o da olup biteni anlamıyordu henüz. Babasının kendilerinden neden uzakta olduğunu anlamadığı gibi. Yokluk yıllarında Karadeniz kıyısı boyunca sıtma vakaları hayli artmış, devlet tüm halkı aşılayacak ilaçları bulmakta zorlanıyordu. Hafız Harun Reşit Varlı, kendi çocukları ve torunlarının sıtmaya yakalanmaması için deniz kıyısından daha uzaktaki Azaklıhoca Köyü’ne gönderiyordu. Köy daha yüksekçe bir noktada olduğu için sivrisineklerin buraya ulaşması mümkün olmuyordu. Böylece çocukların sıtmadan korunacağı varsayılıyordu. Türkiye’de o yıllarda çok ciddi sıtma vakaları ortaya çıktığı için devlet Anadolu’daki pek çok gölü kurutmak zorunda kalmıştı. Ancak deniz kıyılarında benzer bir mücadelenin yapılması mümkün değildi. Mazhar Murtezaoğlu’nun unutamadığı çocukluk hatıralarından biri, Türkiye’nin dört bir yanında sıtmaya karşı verilen mücadele yıllarına aitti. “Bir ara yaz aylarında sıtmaya yakalanmamak için biz çocukları köye gönderirlerdi, ben de bunlardan biriydim. Köyde oynayacak fazla bir şey yoktu. Mahallede 8-10 çocuk sabahtan gece yarısına kadar oynardık. Yabani arıların yani Sarıcaarıların yuvalarını karıştırırdık. Yaramazlıklar yapardık. Bir gün sıra bana geldi. Ağaçtaki yaban arası yuvasını karıştıracaktım. Yuvanın önünden su akıyor, dere var yani. Herkes önce bir çomak sokup, sonra kaçıp canını kurtaracak. Ben yaparken bir terslik oldu ayağım kaydı, yuvanın önünde düştüm. Başımdaki saçlar sıfır numara ile kesilmişti bitlenmememiz için, böyle parlak bir başa 20-30 arı birden çullandı. Başımın aldığı şekli düşünün, ölmedim, anam eve götürdü beni yoğurt kovasının içine soktu kafamı. Böylece en büyük arı alerjisini orada yenmiş oldum. Sonraki arıcılık yıllarında 15-20 adet balarısı tarafından sokuldum, bir sıkıntı da olmadı, vücudum alışmıştı.” Yaban arıları, mahalledeki kediler, deredeki kurbağalar Mazhar ile küçük dayıları Ahmet ve Mehmet’in oyuncaklarıydı adeta. Bu üçlü çete 25
akla hayale gelmedik yaramazlıklara imza atıyorlardı. Bir keresinde yakaladıkları bir kediye paraşüt takıp evlerinin üçüncü katından aşağı bile atmışlardı. Damdan paraşütle kedi atma maceraları bir kedinin yüzlerini tırmalamasıyla son buldu ancak. Fakat bu kez daha tehlikeli bir maceraya kalktılar. Sıtmadan çocuklarını korumaya çalışan annesi ve dedesinin öfkesini haklı çıkaracak bir macera. Mazhar Murtezaoğlu, olayı şu şekilde anlatıyordu: “Çarşı Mahallesi’nin ortasından o zamanlar pis sularıyla bir dere akardı, şimdi de kanalizasyon olarak akıyor. O kadar pisti ki dere, kurbağalardan başka hiçbir hayvan oraya yanaşmıyordu. Ninemin eski bir çakısı vardı. Neredeyse her gün biliyordu onu. Gözüm o çakıdaydı. Mutlaka almalıydım. Bir gün teyzemin oğlu Zeki ile birlikte çakıyı aldık, bir kurbağa yakaladık içini boşalttık. Yetmedi, 1-2 mm çapında kamışla kurbağayı şişirdik. Hayvan batamaz oldu tabi, bunu gören ninemden de bir dayak yedik, unutamam.”
PARASIZ YATILI GÜNLERİ Oğlunun yaramazlıklarından bunalmıştı Hatice Hanım. Ancak okuldaki performansından ise çok memnundu. İmkân verildiği takdirde iki çocuğunun da ‘adam olacağını’ biliyordu. Ev kalabalıktı ve herkesin okumasına yetecek gelirleri olmadığını biliyordu. O yıllarda devlet eğitimi teşvik için ülkenin dört bir yanında parasız yatılı okullar açıyordu. Bunu komşularından öğrenmişti Hatice Hanım. Halkevleri de faaliyetteydi. Çocuklarını bu okullara gönderen aileleri bulup bilgi aldı. İlk ve orta okulu Rize’de tamamlayan Zarife ve Mazhar’ı parasız yatılı okula göndermeye karar verdi. Çocuklarından ayrı kalacaktı ama buna mecburdu. Sınav sonuçları açıklandığında Hatice Hanım mutluluk içindeydi. Mazhar’dan iki yaş büyük olan Zarife, Çapa Öğretmen Okulunu kazanmıştı, öğretmen olacak ve kendi ayakları üzerinde durabilecekti. İki yıl sonra ise oğlu Mazhar’ı da Bursa Orman Mektebi’ne gönderdi Hatice Hanım. Ne Zarife’nin ne de Mazhar’ın annesinden ayrılmaya niyeti yoktu. Çok küçük yaşta babasız kalan iki çocuk bir de annelerinden uzak kalmayı göze alamıyordu. Nasıl alsınlar ki? Mazhar Murtezaoğlu, çocukluk yıllarına ilişkin hatıraları daha net anlatıyordu kızı Emine Murtezaoğlu’na. Yatılı okul sınavlarına girdiği günleri şu sözlerle anlatıyordu: 26
“Rize’de ilk ve ortaokulu bitirdik çok iyi dereceyle. İkimiz de çok başarılı öğrencilerdik. Ablam öğretmen okulunu kazandı, Çapa Öğretmen Okulu’nda yatılı okudu. Ben ise Bursa Orman Mektebine sınavsız, yatılı parasız kaydoldum. Ablama o günün eğitimi az geldi, seçmeli olarak Yüksek Öğretim statüsündeki Gazi Terbiye Lisesi’ne kaydoldu. Ben ise Orman Mektebi’ne gittim.” Oğlunu Bursa Orman Mektebi’ne gönderirken Hatice Hanım, pantolonun bel kısmına bir cep dikerek dişi-tırnağı ile çiftçilikten elde ettiği 10 lirayı cebine koydu. Oğluna da sıkı sıkı parayı çaldırmaması için tembihte bulundu. Babasının ardından annesinden de ayrılmak Mazhar’a fena koymuştu. Gözyaşları içinde otobüse binip Bursa’nın yolunu tuttu.
Orman Mektebinde 27
Kendisine kimse eşlik etmiyordu. Ortaokul mezunu bir çocuk olarak Anadolu’nun yollarına çıktı. Yatılı okul günleri zordu. Ülkedeki yoksulluk ve fakirlikten okul da nasibini alıyordu. Sobalı bir okuldu Bursa Orman Mektebi. Gece yarısından önce soba söndüğünde yorganın içine kıvrılıp nefesi ile ısınmaya çalışıyordu çoğu zaman. Zayıf cüssesi çoğu kez soğuk algınlığı sebebiyle zayıf düşüyordu. Ateşinin çıktığı gecelerde en fazla özlediği annesi oluyordu. Annesine öylesine bağlıydı ki, 1991 yılında vefat edene kadar kendi yanından ayırmayacaktı onu. Rize’deki annesinden ve Çapa Öğretmen Okulu’ndan okuyan ablaMazhar Murtezaoğlu Orman sı Zarife’den mektuplarla haber aldığı Okulu yıllarında günler dışında pek mutlu değildi okulda. Bir de dedesinin gönderdiği harçlığı aldığı günler keyfine keyif katıyordu. Ancak bu para ile üstüne başına bir şey alması bile mümkün değildi. Yeteneklerini kullanıp ekstra para kazanmanın yollarını aradı. Buldu da. O günlere ilişkin hatıralarını şu şekilde dile getiriyordu Mazhar Murtezaoğlu: “Okul günleri rahmetli dedem ayda 5 TL harçlık yollardı, onunla geçinmek zorundaydım. Yemek, yatak ihtiyaçlarımızı okul karşılardı. Dedemin gönderdiği 5 lira cep harçlığıydı. Cumartesi-pazar tatil için en iyi elbiselerimizi giyer, sakal tıraşı olur şehir merkezine volta atmaya giderdik. İri yarı olanların birer kız arkadaşı olurdu, ben çok ufak tefek olduğum için kimse yüz vermezdi bana. Okula giderken, çocuklar benim rozet yaptığımı bilirlerdi, ben de onlara bir kaç kuruş karşılığında rozet yapıp satardım. İlk paramı rozet satışından kazanmaya başladım.”
MORFİNSİZ DİŞ ÇEKİMİ İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte, ülkedeki yoksulluk daha da artmıştı. Dedesinin gönderdiği harçlıklar da hayli azalmıştı. Okuldaki günleri kâbusa dönüşmüştü genç ormancının. Tek kap yemekle yarı aç, yarı tok yatıyordu tüm öğrenciler. Sık sık da hasta oluyorlardı. Savaşın yüzünden morfin dahil pek çok ilacın bulunmadığı bir süreçten geçiyordu ülke. Doktora gidenler ilaç yerine, sadece tavsiye alabiliyordu çoğu kez. 1944 yılının bir gece yarısı Mazhar Murtezaoğlu da amansız bir diş ağrısına yakalandı. 4-5 günden beri canını yakan ağ28
rılar artık dayanılmaz bir hal almıştı. Dişin çekilmesi, hem de acil olarak çekilmesi gerekiyordu. Acı dolu o günleri şu sözlerle anlatıyordu Mazhar Murtezaoğlu: “Sene 1944, bir gece yatakhane olan binanın üçüncü katında diş ağrısıyla kıvranıyordum. Bekçi Zeynel’e gittim, yanağımı gösterdim. Konuşamıyor, acı içinde kıvranıyordum. Okulda doktor yoktu. Tüm öğrencileri anlaşmalı doktora götürüp muayene ettiriyorlardı. Araba da yoktu. Orman Mektebi’nden Bursa şehir merkezine yürüyerek gittik. Diş doktorunun Atatürk heykelinin arkasında muayenehanesi vardı. Gece saat 01.00. Savaş zamanı olduğu için morfin yok. Dişçi bana, ‘’Bak oğlum burada bir sen, bir ben varız, istediğin kadar bağırabilirsin kimse rahatsız olmaz’’ dedi. Hiç morfin kullanmadan kerpeteni taktı, bağırta bağırta çekti dişimi.” Mazhar Murtezaoğlu, Orman Mektebi’ndeki günlerinden nadiren hoş anılarla ayrılabildi. Uludağ’ın eteklerindeki okulda doğru dürüst arkadaş bile edinememişti. Yıllar sonra imajına büyük katkı sağlayacağı Bolu ile ilgili ilk hatıralarını da Orman Mektebinde yaşadı. Kaderinin kendisine Bolu’da çok büyük planlar hazırladığının farkında bile olmadan bir Bolulu ile yakınlık kurmuştu. Adını da bir daha unutamayacaktı.
BOLULU AŞÇIYLA BAŞLAYAN BOLU SEVDASI 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sonra tek çeşide düşen okul yemeklerine bir türlü alışamıyordu o günlerde. Zaten savaş öncesi çıkan yemekleri de yiyemiyordu. Zayıf ve hassas bir bünyesi vardı. Neyse ki okulun aşçısı Bolulu bir ustaydı. Malzeme kıtlığı sebebiyle o da doğru düzgün yemek yapamıyordu zaten. Ancak onun soba üzerinde kızarttığı ekmekler en iyi yemeklerden bile çok hoşuna gidiyordu Mazhar Murtezaoğlu’nun. Bolu’ya ve Bolulara sevgisi o aşçı ile tanıştıktan sonra başladı zaten. Yıllar sonra o anı şu sözlerle anlatıyordu: “Okulda yemekleri beğenmezdim, Bolulu bir aşçı vardı, onun yanına gidip ekmek kızartıp yerdim, Hikmet Ustaydı aşçının adı. Çok sevecen cana yakın bir adamdı.” Orman Mektebi ile ilgili en güzel hatıraları ise öğretmenleri ile ilgiydi Mazhar Murtezaoğlu’nun. Öğretmenlerine büyük saygı duyuyordu. Hele Celal Barut isimli öğretmeni onun için tam da örnek alınması gereken bir insandı. “Hocalarımız bugünkü ordinaryüs profesörler gibi kendilerini mesleğe ve biz çocuklara adamış insanlardı. Hocamız Celal Barut 75 yaşında bir profesördü ve çok dikkatliydi her zaman. Yenilikçi bir ruhu vardı. Okulda ben iki parmak çok hızlı daktilo yazardım. Celal Hoca bu durumdan istifade ederek 50 vilayetin valilerine mektup yazdırdı bana. O söylüyor ben 29
yazıyordum, tıpkı kâtip gibi. Mektupta, ‘’Mektebimizde ebniye (bina taşı) ile ilgili olarak bir müze kurmak istiyoruz. Vilayetiniz sınırları içinde bu gibi isim yapmış ebniye taşı varsa Bursa Orman Mektebi’ne göndermenizi rica eder, saygılar sunarım’’ diye yazıyordum. 50 ilin valisi de mektuplara duyarsız kalmadı. Aylarca okula paketler halinde taşlar geldi. Bugün bizim o zaman topladığımız taşların önemli bir bölümü kaybolmuş, 3-5 adedi Bursa Orman Müzesi’nde hala duruyor. Yıllar sonra Bursa’ya yolum düştüğünde gidip tarafımdan görülmüş ve emeğimin karşılığı olarak öpülmüştür.”
İLK TOKAT, SON VEDA Mazhar Murtezaoğlu, bir yandan da para kazanmanın yollarını aramaya başladı. Okul olmadığı dönemde Rize’ye döndüğünde önüne cazip bir teklif çıktı. Babası o sırada İstanbul’da Murtezaoğlu Şirketinde çalışıyordu. Yol ve inşaat işleriyle uğraşırken oğlunu da yanına almaya karar vermişti. Babasının kendisi ile yakından ilgilendiği hissine kapıldı bir anda. İstanbul’a yanına gitmeye karar verdi. Babası ile en yakın teması kurduğu o günleri şu sözlerle anlatıyor Mazhar Murtezaoğlu: “Babam Murtezaoğlu’nun şantiyesinden beni istediler. Dedem ve annem beni Rize’den vapur ile İstanbul’a yolladılar. Sirkeci’de bir otele yatırdı beni Mustafa Murtezaoğlu. Trene bindim, Büyükçekmece’ye geldim, oradan yürüyerek şantiyeye gittim. Sözde, firmanın yaptığı yol çalışmalarına katılacaktım. Birgün çadırda gazete okurken, aynı anda hem babam hem Hasan amcam gazeteyi istediler. İkisinin ortasına doğru attım, babam gazeteyi alamayınca dayağı yedim, bunun üzerine ben ağlayarak çadırdan fırladım. Küçükçekmece’ye kadar yürüdüm. Çok kırılmıştım. 25 kuruş param var. Bu para ile ancak Sirkeci’ye kadar gidebiliyorum. Rica minnet bir kişi 10 para yemek parası verdi, böylece Sirkeci’ye gittim. Mustafa Murtezaoğlu abim beni şantiyede barındırmayacağını anlayınca Rize’ye annemin yanına gönderdi. Tari Vapuru’na bindim, yeniden Rize’nin yolunu tuttum.” Bir umut olarak gittiği babasından yediği tokattan sonra Mazhar Murtezaoğlu’nun artık İstanbul’da durması mümkün değildi. Bu tokat babasından yediği ilk ve son tokat oldu zaten. Mazhar Murtezaoğlu, mesafeli bir ilişki içinde olduğu babasından umduğu yakınlık ve ilgiyi göremeyince ‘Ana gibi yar olmaz’ diyerek Rize’deki anasının yanında soluğu aldı. Annesine de olayla ilgili pek fazla bir şey söylemedi. Zaten Hatice Hanım, oğlunun babasının yanında uzun süre barınamayacağını biliyordu. Babasının yanında tutunamadığı için üzgün değildi. Çünkü onun yanında bir sığıntı gibi çalışmasını istemiyordu. Gerçi şirket bir aile şirketiydi ve babası orada sadece küçük 30
bir pay sahibiydi. Yani son sözü söyleme hakkı yoktu. Yine de bu durum pek hoşuna gitmemişti. İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Mazhar Murtezaoğlu da Bursa Orman Mektebi’ni başarı ile bitirmişti. Ancak ablası İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’nun ardından yükseköğretim statüsündeki Gazi Terbiye Lisesi’ne başlamıştı. Öğretmen olmak Zarife Murtezaoğlu için yeterli olmamıştı. Onun daha büyük hayalleri vardı. Annesini daha fazla gururlandıracak bir iş yapmak istiyordu. Yeniden üniversite öğrenimine başladı. O yıllarda üniversitede okumak oldukça prestijli bir işti.
ANADOLU’DA MEKTEPLİ BİR ORMANCI Mazhar Murtezaoğlu, okulu Orman Mühendisi vasfı ile bitirdiğinde takvimler 1946 yılını gösteriyordu. Genç Cumhuriyetin o yıllarda kalifiye insan gücüne ihtiyacı fazlaydı. İlkokuldan beri eğitimini başarı ile sürdüren bu Karadenizli gencin bir an önce devletteki görevine başlaması gerekiyordu. Okul yönetimi Mazhar Murtezaoğlu’nun cebine 10 TL yol harcırahı koyarak Isparta Eğirdir’de görevlendirildiğini bildirdi. Bursa’dan Rize’ye gitti, annesini yanına alarak memuriyet hayatına başlamaya karar verdi. Mazhar Murtezaoğlu o yılları şu sözlerle anlatıyordu: “Ben 1946 Eylül’de Bursa Orman Mektebi’nden orman mühendisi muavini ünvanıyla Isparta Eğirdir Orman Revir Amirliği emrine tayin edilerek hayat üniversitesine ilk adımı atmış oldum. Okuldan mezun olurken okul idaresi bir tren bileti ile 10 TL yol harcırahı vererek Eğirdir’e ulaşarak memuriyet hayatıma başlamamı sağladı.” Eğirdir’e varır varmaz önce Orman Müdürlüğü’ne giderek resmi evrakını teslim etti. O sırada Anadolu’da Orman Mühendisi vasfını taşıyan çok olmadığı için Mazhar Murtezaoğlu, şeflik koltuğuna oturmayı hak ediyordu. Ancak alaylı, babası yaşındaki ormancıların bu mektepli çocuğa alışmaları pek kolay olmayacaktı. Mazhar Murtezaoğlu, memuriyet hayatına atıldığı ilk günün hatıralarını şu şekilde anlatıyordu: “Eğirdir’e vardığımda cebimdeki yazıyı oradaki görevlilere verdim. Revir amiri yazıyı okudu, kapıya geldi beni içeri aldı ve süzüyor, memur olur mu diye. Zile bastı bir adam geldi, ‘bana Abdullah’ı çağırın’ dedi. Sakallı biri girdi içeriye. ‘İşte malın, al’ dedi. İki at dışarda bir de ben üç. Abdullah elime sarıldı, öpmek istedi. Müsaade etmedim. Babam yaşında bir adamdı. Bana seyislik yapacaktı. Beni makamıma götürdü, artık bölge şefi olmuştum. Memuriyet mahallim Eğirdir Gölü Kovada 1 - Kovada 2. çıkışı. Akbel denen bir nokta. Orman içinde sağa bakıyorsunuz Akbel, sola bakıyorsunuz Kırıntı Çayı. Bu noktadan aşağı bakılınca dünyanın en güzel manzarasıdır. 31
Seyisim Abdullah önde ben arkada ormanları, köyleri bir bir gezdim. Bir müddet sonra diğer bölge şefleri benim Eğirdir kaza merkezinde oturmamı çekemediler, beni de merkeze çağırdılar. Barla nahiyesinin bağlı olduğu Eğirdir Gölü’nün sorumluğu bana verilmişti, maceralı günlerimiz olmuştur oralarda.” Daha memuriyetinin ilk yıllarından itibaren başarılı çalışmalar yapmaya başlayan Mazhar Murtezaoğlu, fark yaratmasını bildiği için de diğer çalışanların kıskançlıkları ile karşı karşıya kalıyordu. Alaylıların mektepli bu genci kıskanması da doğal gibi duruyordu. Ormancı olmasına rağmen en çok ormancılar tarafından kıskanılıyordu. O da çareyi başka meslek gruplarına yakınlaşmakta buldu. Eğirdir Dağ Talimgâh Taburu’ndan subaylarla arkadaş olmaya başladı. Onlarla birlikte hafta sonları büyük maceralar yaşıyordu artık. En sevdikleri iş ise avlanmaktı. “Dağ Talimgâhı subaylarının çoğu benim gibi bekârdı. Talim okulunda kalırlar, boş zamanlarında da Eğirdir’e inerlerdi. Seyfi yüzbaşı başta olmak üzere birçoğu can dostlarıydı, onlarla kaza, keklik avına gittiğimiz günlerin hatırası anlatılmakla bitmez. Hayatımın en keyifli günlerini burada geçirmiştim. Derken bölge şefliği merkezİ olarak Çile köyü belirlendi, burası da sulak araziydi. Türkiye’nin su cennetlerinden biriydi. Keklik, tavşan, ördek, kaz, sincap gibi yabani hayvanların hepsini oturduğumuz yerden seyrederdik. Onlar sayesinde askerlikle ilgili de önemli deneyimlerim oldu. Zaten ondan sonra da askere gitmeye karar verdim”
VEREMLE GELEN YIKILIŞ Mazhar Murtezaoğlu Eğirdir’de görevine devam ederken, 1947 yılında Ankara’dan kara bir haber geldi. Üniversite okuma hayalleri peşinde koşan ablası Zarife Murtezaoğlu, yakalandığı verem hastalığı yüzünden vefat etmişti. 2. Dünya Savaşı sonrası kıtlık yıllarının kurbanı olmuştu Zarife Murtezaoğlu. Mazhar Murtezaoğlu, annesini yanına olarak Ankara’nın yolunu tuttu. İçinde büyük sıkıntı vardı. Ablası onun dünyada annesinden sonra en fazla yakınlık duyduğu ve en çok sevdiği insandı. Yol boyunca hiç uyumadı. Kara kara düşünüp durdu. Ankara’da kara haberi doktorlardan öğrendiğinde Hatice Varlı yıkılmıştı. Oğlu Mazhar’ın kollarına yığılıp kaldı. Onun ise yaslanacağı hiç kimse yoktu. Duvarlardan başka. Babasız büyüttüğü iki çocuğundan ilk göz ağrısını kaybetmenin üzüntüsü ile uzun süre kendine gelemedi Hatice Varlı. Hayatının baharındaki, sessiz sedasız bu sarışın kızın ölümü onu tanıyan herkesi şok etmişti. Günlerce bir şey yemedi Hatice Hanım, kızının yasını tuttu. Sık sık da mezarlığa gidiyor, gelinlik çağındaki kızına ağıtlar yakıyordu. 32
Mazhar Murtezaoğlu içine düştüğü ortamdan kurtulmak istercesine askere gitmeye karar verdi.
ERDAL İNÖNÜ’NÜN ‘’TERTİP OLDUĞU’’ GÜNLER Genç Cumhuriyetin kalifiye insan gücüne duyduğu ihtiyaç sebebiyle Orman Mektebi’nden mezun olur olmaz memuriyete başlayan Mazhar Murtezaoğlu, vatani görevini ise henüz yapmamıştı. Askerlikten çekindiği veya korktuğu yoktu, ama Rize’den alıp getirdiği annesine hem de ablasının acısı bu kadar tazeyken kim bakacaktı? Bunun telaşı içindeydi. Onun için Eğirdir’de bir ev tutmuş ve birlikte en güzel günlerini orada yaşamışlardı. Ancak annesini yeniden dedesinin yanına göndermekten başka şansının kalmadığını biliyordu. Mazhar Murtezaoğlu askerlik yıllarına ilişkin şunları anlatıyor: “Askerlik geldi çattı. İki aylığına Gelibolu’ya gidecektim. Orası çıkmıştı şansıma. Rahmetli annemi Rize’ye yolladım ve kıtama teslim oldum. Neyse ki cebimde yeterince harçlık vardı. Bir kısmını anneme verdim, geri kalanını yanıma alarak kıtama gittim. İlk gün bizi tek sıra dizdiler. Hepimizin eline birer battaniye, yatak kılıfı ve yastık verdiler. Döşeğimizi kendimiz hazırlayacaktık. Kuru sert otlar toplayarak yatak kılıfının içine yerleştirdim. Çok rahat bir yataktı, öğleden sonra aynı gün seyyar tuvalet hazırlığına giriştik. Çadırımıza 50 metre mesafede derince bir çukur açtık, artık tuvalet de tamamlanmış oldu. İki ay sonra Gelibolu Bolayırlı arasındaki yolu yürüyerek limana vardım. Ertesi gün Haydarpaşa’dan Ankara’ya gitmek üzere teslim oldum. Kısa süreli bir yedek subay eğitimi aldıktan sonra yeni görev yerlerimize dağıtılacaktık. Yedek subay okulu başka bir alemdi. Orada da çok özel dostluklarım, arkadaşlıklarım oldu.” Mazhar Murtezaoğlu, yedek subay olabilmek için 40 günlük eğitim daha aldı. Ondan sonra yeniden dağıtım yapılacaktı, yeni görev yerinin neresi olacağını hiç de merak etmiyordu. Çünkü hala cebinde ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar parası vardı. Üstelik yedek subay olduktan sonra devlet kendisine bir maaş bağlayacaktı. Yedek subay okulundaki herkes kur’ada Darıca’yı çekmenin sevdasına kapılmıştı. Onun için nereye düşeceğinin önemi yoktu. Herkesin kurada büyük arzu ile beklediği Darıca ona çıktı. Mazhar Murtezaoğlu, o anı ve Darıca’da olup bitenleri şu sözlerle anlatıyordu: “Yedek subay okulu bitti, kuralarımız çekilecek, herkes Darıca’yı istiyordu. Bana çıktı orası da. Herkes şaşırdı. Orada denizcilerin eğitimi ile sorumluydum. Askerlerle tatbikat yapıp duruyorduk. İzmit Körfezi’ne girmek isteyen düşman denizaltıların avlamak için Mecidiye zırhlısından sökülen büyük bir çakılı topla çalışmaya başladık. Büyük bir çanak düşünün ortasında top var, biz bu topla düşman zırhlısını veya denizaltısını vuracaktık. 33
Bunun tatbikatını yapıyorduk. Daha sonra Karamürsel’de Diliskelesi bitişiğinde 5,7’lik çakılı topu teslim aldım. Dört ay buradaydım. Dil Deresi’nin denize döküldüğü yer ile Dil Feneri’nin bulunduğu yerdeydi. Çok özel arkadaşlarım oldu burada da. Sinema sanatçısı Cevat Kurtuluş, Semih Sipahi, Erdal İnönü aynı dönemde askerdik.
Yedek Subay Okulundan
Erdal İnönü
Cevat Kurtuluş
Erdal İnönü’yü pek göremezdik, ayda bir gelirdi. Ama diğerleri ile çok güzel hatıralarımız oldu. Kasımpaşa Emniyet Müdürü Necdet Bey de oradaydı. İstanbullu hanım evlatlarını korkutmak en büyük zevkiydi. Cevat Kurtuluş’la beraber çarşaf giyip dolaşıp Notre Dame’ın kamburunu yaparlardı, korkularından altına edenler bile vardı, askerlik böyle geçti.” 34
SEYHAN’DAKİ SÜRGÜN YILLARI Askerlik biter bitmez Rize’ye bıraktığı annesinin yanına koştu Mazhar Murtezaoğlu. Onun elini öptükten sonra yeniden memuriyet görevine başlayacaktı. Ama doğduğu toprakları ve annesinin yemeklerini çok özlemişti. Bir iki hafta oralarda yeniden çocukluk günlerine dönmek istiyordu. Eli iş tutmaya başladıktan sonra annesine de bakar duruma gelmişti. Gerçi kazandığı para azdı, ama daha fazla para kazanabileceğine dair inancı artmış, özgüveni gelmişti. Kimseye muhtaç olmadan ona kol kanat gerebilirdi artık. Askerliğinin ardından yeniden memuriyete dönmek için dilekçe verdi. Ablasının acısını unut mak ve annesini yeniden hayata döndürmek için talep ettiği memuriyet görevinin ikinci durağı Ada na’nın Osmaniye ilçesine bağlı Düziçi Haruniye Orman Şefliği’ydi. O yıllarda Osmaniye henüz il olmamış ve Adana’ya bağlı en büyük ilçelerden biriydi. Adana’nın adı da resmi kayıtlarda Seyhan olarak zikrediliyordu. Haruniye’ye vardığında onu yeniden bölge şefi olarak tayin ettiler. Emrine bir at ve bir de seyis vermişlerdi. Osmaniye’deki görevi Eğirdir’deki ilk görevi ile Mazhar Murtezaoğlu’nun Osmaniye yıllarından kıyaslandığında hayli zordu. Adana’nın kendine has dengeleri vardı ve bunları gözetmediğiniz takdirde başınız her an derde girebilirdi. Bölgenin toprak ağaları ile karşı karşıya gelmemeniz gerekiyordu en azından. Ancak Mazhar Murtezaoğlu’nun mizacı buna pek uygun değildi. Ayrıca bölgedeki toprak ihtilafları konusunda da Orman Bölge Şefleri görevlendirilmişti. Orman kesilerek tarımsal arazi elde etme vakaları yüzünden her gün bir olay çıkıyordu. Ayrıca bölgenin orman ve tarım arazilerinin haritalandırılması görevi de teknik eleman olduğu için kendisine verilmişti. Harita hazırlama işi sebebiyle de sık sık oradaki köylülerle karşı karşıya gelmek zorunda kalıyordu. Ama o hiç umursamadan 35
görevini yapmaya devam etti. Henüz evli olmadığı için Orman şefliğinin bulunduğu bölgede bir evde ana-oğul birlikte yaşıyorlardı. Hatice Hanım da yavaş yavaş kızının acısını unutmaya başlamış, tüm dikkatini oğluna vermişti. Onu bir an önce evlendirip torunlarını büyütmek istiyordu. Yaz aylarında Çukurova’ya aşırı sıcaklar çöktüğünde memleketi Rize’ye kaçıyordu bir kaç aylığına. Mazhar Murtezaoğlu ise evlenmeyi o ana kadar aklından geçirmiyordu bile. Annesi ile mutlu ve huzurlu bir hayatları vardı ne de olsa. Bu huzuru bozacak hiçbir riski göze alamıyordu.
Adana’daki ev
Osmaniye Haruniye’deki görevine öylesine kaptırmıştı ki kendisini yılların su gibi gelip geçtiğinin farkında bile değildi. 1947 yılında ablasını kaybettikten sonra ülkedeki siyasi ve ekonomik atmosfer de büyük oranda değişmişti. 1950 yılında yapılan seçimlerin ardından 27 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı sona ermiş, Demokrat Parti iktidara gelmişti. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlerde 1946 yılında CHP’nin uyguladığı ‘Açık oy, gizli tasnif’ ilkesi gibi demokrasi ayıpları geride bırakılmış, ‘gizli oy, açık tasnif’ yöntemi uygulanmıştı. Çok partili hayata geçişin sembolü olan seçimlerde özellikle feodal yapının ağırlıklı olduğu illerde Demokrat Parti ezici bir üstünlük sağlamıştı. Bunların başında da Adana geliyordu. Oyların yüzde 55’ini alan Demokrat Parti (DP), 416 milletvekilli ile parlamentoda temsil edilme hakkı kazanmıştı. Oysa bir önceki seçimlerde CHP 395, DP 66 milletvekilli kazanmıştı. CHP 1950 seçimlerinde Adana’da tek bir milletvekili bile çıkaramamıştı. Seyhan’da 11 olan milletvekilinin tamamını Demokrat Parti almıştı. Bu 36
sonuç, Türkiye’nin en verimli tarım topraklarına sahip alan Adana’daki dengeleri allak bullak edecek bir sonuçtu. Büyük toprak ağalarının pek çoğu Demokrat Parti’den milletvekili seçilmişti. Orman arazilerinin tarım arazisine dönüştürülmesine karşı mücadele eden ormancıların işi hayli zor bir hal almıştı. Üstelik seçimlerden çok kısa bir süre önce Mart 1950 tarihinde TBMM, Toprak Reformu Kanunu’nu ele alarak toprak sahipleri lehine olacak şekilde büyük bir değişikliği onaylamıştı. Yani Mazhar Murtezaoğlu gibi ormancıların işi iyice zordu artık. Memuriyetten istifasına yol açacak süreç de bu noktadan sonra başladı zaten.
AMİRİ ATA, O CİPE BİNİYORDU Gittiği her yerde fark yaratmasını biliyordu Mazhar Murtezaoğlu. Osmaniye’de de farkını ortaya koymuştu. Yenilikçi ve değişimci bir ruha sahipti. Mevcutla asla yetinmiyordu. Eski köye yeni adet getirmek onun mizacında vardı. Bu özelliği yüzünden pek çok tutucu insanın şimşeklerini de üzerine çekiyordu. Tamir işlerinden de fazlasıyla anlıyordu. Her türlü mekanik tamir işini kendi yapmaya çalışıyordu. İşte tam bu dönemde hurdaya çıkmış bir cip satın alarak tamir etti. Mazhar Murtezaoğlu, hafta sonları ve boş zamanlarında bu ciple taşımacılık yapmaya başladı. Bazen bir günde Orman Bölge Şefliği maaşından daha fazla para kazanır duruma gelmişti. Bölge müdürünün at ile gezdiği bir dönemde Mazhar Murtezaoğlu’nun ciple gezmesi belli kıskançlıkları da beraberinde getirmişti. Bölge müdürünün bu durumu kabullenmesi mümkün olmadığı için Mazhar Murtezaoğlu’nun açığını aramaya başladı. O dönemde hangi köylü ile konuşsan ormancılar hakkında pek olumlu bir şey söylemezdi zaten. Mazhar Murtezaoğlu, Adana’daki sıkıntılı günlerine ilişkin şunları hatırlıyor: “Adana’ya tayin olduktan sonra iş yoğunluğum fazla olmasına rağmen mutluydum. Teknik eleman olduğum için harita çıkarma işini de yapardım, ihtilaflı arazi sınırlarının hâkim tarafından belirlenip, tespitinin yapılması işleri bir hayli genişti. Böylece arazi tespit ölçüm işlerini bana yaptırırlardı. Hem de hâkimin gidip göreceği heyeti ben sağlamak durumundaydım. Bu iş için bir cipe ihtiyaç vardı. Adana Kadirli ilçesi Ziraat Bankası Müdürü merhum Haydar Bey’in vasıtasıyla 4.500 TL bedelle, borçlanma suretiyle bir jeep satın aldım. Hayatım da bir ciple değişti. Bir göçmen evine kiraya geçtim. 300 TL gelirim vardı memurken, kendim çalışmaya başlayınca günde 300 TL kazanırdım bazen.” Para kazandığı o dönemde politikacılar devreye girerek Mazhar Murtezaoğlu ile uğraşmaya başladı. Özellikle kıskançlık içindeki Adana Orman Bölge Müdürü’nün tahriki ile Mazhar Murtezaoğlu, Adana’da is37
tenmeyen adam olmuştu. Oysa hiçbir hukuksuzluğa izin vermeyen bir yapısı vardı. Takvimler 1955 yılını gösteriyordu. Demokrat Parti ikinci kez tek başına iktidara gelmişti. Rizeli bir gencin Adana’da bu denli söz sahibi olmasından rahatsız olan politikacılar, özellikle ihtilaflı toprakların haritalandırılması işini kendilerine yakın isimlere yaptırmak istiyorlardı. Oysa o, ne adam kayırıyor, ne rüşvet kabul ediyordu. Nasıl yaklaşılırsa yaklaşılsın babasının oğluna bile iltimas geçmiyordu.
Adana günlerinden
Mazhar Murtezaoğlu, Demokrat Parti’den ilk darbeyi Adana yıllarında yedi. Zaten ondan sonra da Demokrat Parti ile arasına büyük bir mesafe koymaya özen gösterdi. O yılları şu sözlerle anlatıyordu: “Bu arada politikacılar devreye girip beni Antalya’ya tayin ettirdiler. Bölge müdürlüğünden istifa ettim. Tayinim çıktığı gün istifa ettim. Annemle birlikte Mersin’e taşınmaya karar verdik. Aldığım ciple orada nakliyatçılık yapıyordum. Çok şükür para kazanıyordum, ama elde avuçta birikmiş bir şeyimiz yoktu.” Devlet memuriyetinden ayrılmasından sonra Hatice Hanım, oğlunu evlendirmeyi daha fazla kafasına koymuştu. ‘Daha önce evlendirmiş olsaydım, belki risk alıp memuriyetten istifa etmezdi’ diye düşünüyordu kendi kendine. Bir yandan oğluna sürekli evlenmesi yönünde baskılar yaparken, bir yandan da köydeki tanıdıklarına Mazhar’a bir kız bulmalarını tembihliyordu. 38
“BENİ İNSANSIZ BİR YERE GÖNDERİN” Hatice Hanımın baskıları sonuç vermişti. Bir akşam eve döndüğünde annesine , “Tamam, bir kız bul evleneceğim” dedi. Annesinin pek çok seçeneği vardı, ama bugüne kadar Mazhar Murtezaoğlu, hiç biri ile ilgilenmiyordu bile. Hatice Hanım, kendi gelenek ve göreneklerine uygun biri ile evlenmesi halinde daha mutlu olacağı telkininde bulundu oğluna. O da bunu kabul etti. Hatice Hanım, oğluna kimi alacağına karar vermişti aslında. Kız kardeşinin Güner Köseoğlu adında güzel bir kızı vardı. Onu istemeyi düşünüyordu oğluna. O yaz zemini hazırlamaya çalıştıysa da Güner Hanım’ın babası bu evliliğe karşı çıktı. Sonunda araya başka akrabalar sokularak ikna edildi Güner Hanım’ın babası. Mazhar Murtezaoğlu kızı Emine ile o günlere ilişkin çok özel hatıralarını paylaşmıştı. Ancak eşini çok kıskandığını söylemedi. Adana ve Mersin günlerinde ormancı arkadaşlarının vefasızlığı ve çekememezliği canına tak etmişti. Evlilik yıllarına ilişkin de şu sözlerle anlatıyordu Mazhar Murtezaoğlu: “Annemle Mer sin’de oturduğumuz bir dönemde, borç harçla evlendim yıl 1957, 11 Aralık’ta. Teyzemin kızıydı Gü ner. Birbirimizi ta nıyorduk yani, ama gör ücü usulü ile evlendik. Bu arada benim muvaffak ol duğumu görünce, or mancı arkadaşlar bir
Güner-Mazhar çifti
39
anonim şirket kurdular beni de başına getirdiler. Yüz kişinin 11 milyon lirası ile işe başladık, en fazla ben 3 milyon lira koymuştum. Fakat ormancıların serbest hayattaki meslektaşlarına yeşil ışık yakmayacaklarını bilemedim, orayı da bıraktım ve tekrar memuriyete dönmeye karar verdim. Evlendikten sonra memuriyete dönme arzularım gerçekten artmıştı. 12 yıllık memuriyetim vardı, onu yakmanın, yok saymanın anlamı yoktu. Ankara’ya gittim. 1958’de Ankara’ya giderek tayin istedim. ‘Çok ıssız bir yer istiyorum’ dedim, şaşırdılar, Ardanuç Karanlıkmeşe Orman Bölge Şefliğine tayinim çıktı. Altı ay kar altında kalan bir yer, burada yapacak iş yok. Küçük bir barakadan ibaret orman şefliği. Ayılar gece yarısı bahçesine iniyor. Ben de kendime uğraşlar aramaya başlamıştım. O sırada Rize’ye yakınlığı sebebiyle annemi ve hanımı da Rize’ye bırakıyordum. 1959’da Rize’de oğlum dünyaya geldi. Ardanuç’ta boş boş otururken canım sıkılıyordu. Yanı başımda şırıl şırıl akan dereye baktıkça aklıma bir fikir geldi. Değirmene gelen sudan elektrik üretmeyi kafama koydum. O sırada Ardanuç’ta henüz elektrik yok. Herkesin gaz lambası ile oturduğu ilçede bir tek benim evimde elektrik lambası yanıyor, her taraf ışıl ışıl. Herkes şaşırıyor bu duruma.”
Güner - Mazhar Murtezaoğlu
Bu arada, Mazhar Bey’in eşi Güner Hanım, bu kitap hazırlandığı tarihte 81 yaşında ve hala gayet sağlıklı biri olarak eşinin bakımını üstlenmiş durumda. Nasıl tanıştıkları ve evliliğinin ilk yıllarına ilişkin o da şunları hatırlıyor: “Zaten akrabayız, teyze çocuklarıyız. Çok istediler beni, babam vermedi, ama sonunda kısmetmiş oldu, evlendik. 11 Aralık 1957’de evlendik, o zaman Osmaniye’deki bölge şefliğinden ayrılmıştı, Mersin’e gittik. Orada 40
ormancılarla bir şirket (Hacet adında) kurmuştu ama olmadı, iflas etti. Ondan sonra ben babamın evine gittim 4 aylığına, o da Ankara’ya gitti. Orada demiş ki bana öyle bir yer verin ki insan olmasın. Çok kıskanç olduğu için. Onlar da öyle bir yer vermişler ona. Artvin Ardanuç’a gittik. Öküz kızağıyla çıkabildik ancak. Bir metre kar vardı, aralık ayıydı, arkada 2-3 parça eşya. Şantiye gibi bir ev. Ne su, ne elektrik, ne yol var. Ben hep elektrikli yerlerde büyüdüm. Kuş vuruyordu, tavuklarımız vardı. O da ben de hamarattık. Mazhar, köylülerin radyolarını tamir ederdi. Bobinleri ben çıkrıkla sarardım, o da tamir ederdi. Ben sonra köylü kadınlarına elimle dikiş dikerdim. Çünkü yiyecek ve yapacak iş yoktu. Onlar bize elma, süt getirirdi. Biz de onlara yardım ederdik. Orman bölge şefi olarak görev yaptı, 1 yıl kaldık. O köylere göreve gittiğinde ben seyisin karısını yanıma alırdım, öyle yatardık. O kadar hamarattı ki orada akan bir dere vardı, oraya bir dinamo kurarak elektrik üretmeyi başardı. Eve çekti elektriği, sonra da yukarıdan ormandan, bulduğu boruyla su getirdi. Elektriği seyisin evine ve yol başındaki kahveye de çekti. Bir köpeğimiz vardı adı Ökkeş’ti. 10 tavuğumuz vardı. Civcivlerimiz olurdu, onunla eğlenirdim, 20 yaşında bir insan başka ne yapar. Ondan sonra İkizdere’ye tayin olduk. Orası benim memleketim zaten, elektrik var, su var, ‘oh dedim, saray gibi.”
Eşi ve oğlu Harun ile
Evliliğinin ilk yılını eşi Güner ile birlikte Ardanuç’ta geçiren Mazhar Murtezaoğlu, bir süre sonra yeniden tayin istedi. Hatta araya bazı hatırlı tanıdıkları koyarak Rize’ye düşmenin yollarını aradı. Sonunda kendisini İkizdere’ye tayin ettiler. Buna en çok Güner Hanım sevinmişti. Ancak Mazhar Murtezaoğlu’nun o yıllarda gözü dünyayı görmüyordu. Kendisini sadece Ancer (Anzer) balı üretimine adamıştı. 40 kovanla İkiz41
dere yaylalarında Ancer balı üretimine başlamıştı. Güner Hanım, oğlu Harun’u doğururken bile o yaylalardan gelemiyordu. Eşi Güner Hanım, o günleri şöyle hatırlıyor: “Harun’u doğururken yanımda değildi. Ancak 40 gün sonra geldi. Biz kayınvalidemle Rize’de kalıyorduk o sırada. Mazhar İkizdere’deydi. Hamile olunca kayınvalidem beni bırakmadı. Doğum sırasında 1 saat gezdirdiler, zaten araba yok ortalıkta, zorlukla hastaneye yetiştik. Neyse doğdu, 40 gün sonra geldi babası. Hâlbuki 5 dakikada gelebilirdi. Gelmedi işte. Kızmadım. 40 tane kovanı vardı. Bir gazete okumuş Amerika’da bir adam hastaymış ve bal arıyormuş. Ona yolladı bir kavanoz. Bir de Mesut Yılmaz’ın dayısı uzaktan akrabamız olurdu, bir kavanoz da ona yolladı. Amerika’daki adam balı çok beğenince Mazhar’ı çağırdı. ‘Bal çok iyi, illa benim bal ormanım var, gel burada yap bu işi’ diye mektup gönderdi. 1959 yılıydı, adam uğraştı, didindi ve bakanlıktan etüt için ona özel izin çıkardı. Amerika’ya gidecek diye beni annemin yanına bırakıp yola çıktı. Tam darbe günü kaldı havaalanında, gidemedi.”
ANCER BALINI DÜNYAYA TANITTI Ardanuç günlerinde arıcılığa merak salmıştı Mazhar Murtezaoğlu. Adana’da olduğu gibi orada da yaratıcılığını ortaya koymaya başladı. Zaten ormancı olduğu günden beri hep farklı bir iş ve uğraş içindeydi. Ormancı kalıbına sığmıyordu adeta. Ormanlar onun için sadece kuracağı daha büyük ve yeni bir iş yapısı için fikir verebilirdi ona. Zaten o da öyle yapıyordu.
Artvin günlerinden 42
İkizdere’ye taşındıktan sonra kesin kararını vermişti. Arıcılık yapacaktı. Bu işten büyük paralar kazanmasa da iyi bir ek gelir elde edeceğine inanıyordu. Hayatındaki en büyük dönüm noktası da arıcılığa saldığı merakla başladı zaten. Ancer balı üretmeyi kafasına koyarken Türkiye’de pek çok kişinin gerçekte ‘Ancer’ olan balın adını bile yanlışlıkla ‘Anzer’ diye telaffuz ettiğini ortaya çıkardı. Ancer balının gerçek adını millete kabul ettirememiş olsa da bu balın önemini ilk anlayan isim olmuştu.
Artvin
Murtezaoğlu o günleri şöyle anlatıyor: “Arıcılığa merak saldım o yıllarda. Devamlı kitaplar getirttim. Methini duyduğum Ancer Yaylası’na çıkıp Ancer balının (Anzer) üretimini yerinde gördüm. Bunun için arı lazımdı. Ardanuç’un Güllüce köyünden 20 adet kütük kovan alıp fenni arıcılığa başladım. Öküz kızağı ile getirebildik ancak. Bu sırada Rize’de bıraktığım eşim 1959 yılında doğum yaptı, oğlum oldu. Bu işin daha uygun ortamlarda nasıl yapılabileceğini araştırmaya başlamıştım ki, 1960 yılının başlarında İkizdere’ye tayin oldum. Orada orman bölge şefliği yaptım. Ancer balını dünyaya tanıtmak istiyordum.” Bu arada, oğlu Harun, babasının arıcılık konusundaki çabalarını övgü ile anlatıyor. “Babam arıcılığa çok meraklıydı. Ancer’e Alman profesörler getirtti, oradaki çiçekleri inceletti. Babam meşhur etti Ancer balını, ilk fenni arıcılığı yapan kişidir.”
43
Artvin
44
BÖLÜM 2
27 MAYIS’LA HAYATI DEĞİŞTİ Mazhar Murtezaoğlu’nun hayatındaki dönüm noktası Ancer balını dünyaya tanıtmak için Orman Bakanlığı’na yapılan başvuru üzerine değişmişti. Israrlı çabalar sonunda bakanlık kendisini arıcılıkla ilgili eğitim almak için Amerika’ya eğitime göndermeye karar verdi. Murtezaoğlu, “Devlet beni arıcılık eğitimi için Amerika’ya yollamaya karar verdi. Hayatımın dönüm noktasıydı o gece; 27 Mayıs 1960 ihtilali oldu. Dış seferler iptal edildi, İstanbul’dan geri döndüm trenle. Ankara’ya geldim, oradan da İkizdere’ye geldim. Artık memuriyet bile yaptırmayacaklardı bana” diye anımsıyor. 27 Mayıs Darbesi’nden önce Amerika’ya gidişine izin veren iktidarın Demokrat Parti olması sebebiyle Mazhar Murtezaoğlu’nun bunu yeni yönetime, yani askerlere izah etmesi gerekiyordu. İstanbul Yeşilköy Havaalanı’nda saatlerce bekletildikten sonra, ülke çapında tam bir cadı avı başlamıştı. Gerçekten Demokrat Partili olanlarla olmayanları ayırt edecek bir kriter yoktu. Gerçekte Mazhar Murtezaoğlu’nun Demokrat Parti ile yıldızının barışması pek mümkün görünmüyordu. Üstelik Adana günlerinde kendisini memuriyetten istifaya onların uygulamaları getirmişti. Rize’ye döndüğünde askerlerin kendisini de aradığını fark etti. Hiç çekinmeden askerlerin karşısına çıkarak Demokrat Parti ile uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığını, tam tersi Demokrat Parti’nin mağduru olduğunu anlattı. Askerleri ikna etmesi zor olmadı. Mazhar Murtezaoğlu, o günlere ilişkin şunları anlatıyor: “Beni çekemeyen biri iftira atmış. Demokrat Parti tarafından Amerika’ya gönderildiğimi söylemiş. Ancak bunun iftira olduğunu kısa sürede kanıtladım. Ancak memuriyete devam etme arzusunda değildim artık.’’
BOLU’YA İLK ADIM Mazhar Murtezaoğlu, Demokrat Partili olmadığını ispat etmiş olmasına rağmen memuriyetine devam etme niyetinde değildi. Adana’daki bozgundan sonra ikinci kez ormancılardan yana darbe yemişti. Kendisini Demokrat Parti’nin ‘kuyruğu’ olarak ihbar edenin bir ormancı olduğunu öğrenince bu mesleği tamamen bırakmaya karar vermişti zaten. Ancer balı arıcılığı ile ilgili hayalleri suya düştükten sonra kendisine hem para kazanacağı, hem de zevk alacağı yeni bir uğraş bulmak istiyordu. Bu arada, babasının amcaoğlu Ahmet Murtezaoğlu, Bolu’da yeni bir iş aldıklarını belirterek, kendisini Bolu’ya davet etti. Yatılı okul yılla47
rından beri Bolu ve yöresine karşı bir sempatisi vardı. Bolu denince Bolulu Aşçı Hikmet Usta’nın kızarmış ekmekleri geliyordu aklına. Bu şehre gidebilirim diye geçirdi aklından. Rize’deki annesi, eşi ve oğlunu alarak Bolu’nun yolunu tuttu. O sırada Düzce Bolu’ya bağlı bir ilçeydi. Sonradan Varan Tesisleri olarak anılacak olan Bolu Dağı Kantini de Düzce’ye daha yakın olduğu için burada bir ev tuttu. 1961 yılında bu evde kızı Emine dünyaya geldi. Evlat sevinci ikiye katlanmıştı. Ancak akraba evliliğinin sonucu olarak tıpkı oğlu gibi kızı Emine’nin de gözlerinde problem vardı. Murtezaoğlu, Bolu Dağı’na gelişine ilişkin şunları hatırlıyor: ‘’O sırada İkizdere Bölge Şefi olarak görev yapıyordum. Bu sırada Murtezaoğlu firması Bolu Dağı’nın yolunu yapıyor ve Bolu Dağı Kantini’ni (Sonradan Varan Tesisleri oldu) kurmayı düşünüyordu. Neyse beni çağırdılar, bu tesisin inşaatını yapsın, sonra da işletsin dediler. İstifa edip geldim, Düzce’ye. Burada bir ev kiraladık, 1961’de kızım doğdu ve turizm macerası burada başladı.”
Bolu Dağı Kantini ve Lokantası
Murtezaoğlu Şirketinde maaşla çalışmaya başlayan Mazhar Bey için işler aslında hiç de kolay olmayacaktı. Mazhar Murtezaoğlu, bu konuda şöyle konuşuyor: ‘’İnşaat bittikten sonra tesisin işletmesini de Murtezaoğlu şirketi üstlenmişti. Ancak o yıllarda yollarda araba yok, trafik yok. Biz de işi bil48
miyoruz acemilik var. İki sene zarar ettik. Üçüncü sene Ahmet Murtezaoğlu ‘bu işten zarar ediyoruz, satacağız burayı bir müşteri bul ve sat’ dedi. Ereğli Demir Çelik Fabrikalarını kuran Amerikalılar da müşterilerimiz o zamanlar . O yıllarda buralarda zaten mola verecek düzgün bir yer yoktu. ‘Ben çalıştırayım’ dedim, ‘iki yıl bana müsaade edin, kar da benim zarar da benim olsun’ dedim, kabul ettiler. ”
Bolu Dağı Kantini inşaatından
Bolu Dağı Lokantası 49
İLK TEMİZ TUVALET KAMPANYASI İki çocuğunun da akraba evliliği neticesinde gözlerinde ortaya çıkan problem, Mazhar Murtezaoğlu’nu daha fazla para kazanmaya zorluyordu. Onlara iyi bir tedavi imkânı sağlamaktan başka düşüncesi yoktu artık. Bolu Dağı Kantini ve Lokantası’nı tek başına işleterek ailesine bakıyordu bakmasına ama o kendi işini kurmakta kararlıydı. Bunun için biraz daha para biriktirmesi gerekiyordu. İki yıl boyunca dişini tırnağına takıp çalışıp durdu: “Varan Tesislerini (Bolu Dağı Kantini ve Lokantası) tek başıma işletirken işler iyi gitti, 60 milyon kadar bir para tasarrufum oldu. Parayla Koru Motel’in arazisini satın aldım, 50 milyon liraya. 50 dönümlük yerdi. Yapacağım iş için iyi bir yerdi. 1964 yılında borçlanarak Koru Moteli kantini inşaatına başladım, devlet henüz kredi vermiyor, tamamını borçlanarak yaptım.” Varan Tesisleri’nde yaptığı işletme sayesinde konaklama işinde iyice uzmanlaşmıştı. Çünkü yoldan geçen herkesten yeni bir fikir elde ediyordu. Zaten kendisi de değişim ve yeniliklere açık biriydi. O günlere ilişkin bir hatırasını şu sözlerle anlatıyordu Mazhar Murtezaoğlu;
Bolu Dağı Kantini ve Lokantası Personeli
“Varan’da bir gün tuvaletten çıkan bir Amerikalı geldi, Türkçe biliyor, ‘Bu temiz tuvaletin reklamını neden yapmıyorsunuz’ dedi. ‘Nasıl?’ dedim, kâğıt peçeteye kalemle yazdı, elime verdi. ‘Bundan birer tane tabela yaptır. ‘’Temiz tuvalet’’ tabelalarını İstanbul istikametinden gelirken 55 km öteye, Ankara istikametinden 45 km öteye koy’ dedi. ‘1,30x 2,5 metre ölçüsünde 50
olacak şekilde levhaları yaptır, bunları yol boyunca yerleştir, insanlar bu tabelaları görünce gelip burada duracak’ dedi. Neyse adamın dediğini yaptık, levhaları dediği gibi hazırlatıp, söylediği yerlere de koyduk. Günlerden bir gün orta yaşlı bir bey kantinin orada, ‘kim bakıyor buraya’ dedi, ben kalktım ‘buyrun’ dedim, ‘işimiz b.ka mı kaldı. Kaldırın şu yol boyundaki levhaları’ dedi, biz de kaldırdık. Şoförüne sordum, ‘kim bu bey’ dedim, şoförü ‘Bu bey müthiş gazeteci Mukbil Özyörük’tür’ dedi. Hadise kapandı, ama basının diline düşmüştük. Köşesinde de yazmıştı bunu.” Amerika’ya gidememiş olsa da bir Amerikalının verdiği fikirle, yabancılar için tuvaletin ne kadar önemli olduğu anlamıştı Mazhar Murtezaoğlu. O yıllarda yabancılar için Anadolu’nun herhangi bir yerinde temiz tuvalet bulmak neredeyse imkânsızdı. Yabancıların yol üstü bir konaklama tesisinden ne beklediğini bu sayede anlamış oldu. ‘Reklamın iyisi kötüsü olmaz’ sözü de bu olaydan sonra ispatlanmıştı. Gazeteci Mukbil Özyörük’ün köşesine taşıdığı Bolu Dağı Lokantası’ndaki tuvalet olayı, herkesin dikkatini çekmişti. Ankara- İstanbul arasında seyahat eden herkes tabelası kaldırılmış olsa da Mazhar Bey’in tesislerinde modern bir tuvaletin bulunduğunu biliyordu artık. Özellikle kendi araçları ile seyahat eden siyasetçi ve bürokratlar burada durmaya başladı bir anda. Yıllar sonra da Gazeteci Mukbil Özyörük, Mazhar Murtezaoğlu’ndan özür dileyerek bir kez daha reklamını yaptı tesisin. Böylece kendine has müşterileri çekmeye başlamıştı bile.
Bolu Dağı Kantini ve Lokantası personeli ile 51
KORU’DA BAŞLAYAN TURİZM MACERASI Takvimler 1965 yılını gösterirken Mazhar Murtezaoğlu’nun işletmesi tüm Türkiye’nin bildiği ve uğradığı bir yol üstü konaklama tesisine dönüşmüştü. Ancak kendisi yeni bir tesis inşa etmek üzere aldığı 50 dönümlük arazi üzerinde tek başına hayallerini gerçekleştirmek istiyordu.
Çocukları Emine ve Harun
Murtezaoğlu Şirketiyle yaptığı iki yıllık anlaşma dolar dolmaz, yeni bir tesise taşınmayı kafasına koymuştu zaten. Koru Motel’in doğuşuna giden süreç de böyle başladı zaten. “Koru Otel İnşaatı sırasında çoluk çocuk Bolu’ya taşındık Düzce’den; yıl 1965. Murtezaoğlu şirketi küçük bir kamyonetin inşaatın bitimine kadar bende kalabileceğini söyledi. Allah razı olsun, vefat edenler nur içinde yatsın. Dekoratör Nihat Ar ile birlikte Koru kantinini yapmaya koyulduk. İlk şeklini hatırlayanlar bilirler, albenisi olan tabiatla bağdaşan küçük bir yapıydı. İlk başlarda tost üretiyorduk. Sonra peynir imalatını öğrendik, rahmetli annemin tecrübesinden istifade ederek. Torba yoğurdundan ayran servis ediyorduk, yolda araba kullanıp İstanbul-Ankara arasında gidip gelen arabalı müşteriye hitap ediyorduk. Tost, domates çorbası, süzme yoğurt ayranıyla meşhur olmuştuk. Bunları müşteri orada yiyebileceği gibi satışını da yapıyorduk. İlaveten dağ çileği reçeli, paketleyip evine götürebiliyorlardı. Günler geçtikçe talep artmaya başladı. Kaymaklı ekmek kadayıfını sürdük. Bu da tuttu, satışları gayet iyiydi, kaliteden hiç taviz vermiyorduk.” Mazhar Murtezaoğlu’nun ilk çocuğu Harun Murtezaoğlu da Rize’de doğmuş olmasına rağmen Bolu ile özdeşleşmiş bir isim artık. 2-3 yaşın52
da Düzce’ye geldiği için doğduğu toprakları fazla hatırlamıyor bile. O da Koru günlerini şu şekilde anlatıyor: “1959 doğumluyum. Rize’de doğdum, Düzce’ye geldiğimizde 2-3 yaşındaydım. Kardeşim Düzce’de doğdu. Babamın amcasının oğlu olan Ahmet Murtezaoğlu’nun firması 1963’te Bolu Dağı yolunu yapıyordu. Orada park yerleri vardı. Bolu Dağı Kantini Lokantası idi ilk adı, sonradan Varan’a satılınca adı Varan Bolu Dağı oldu. Ankara İstanbul arasında hiç tesis yok o zamanlar. Yolun kenarındaki o cepte çok kısıtlı bir sermaye ile kuruyor kantini. Önce sadece kantin, ardından lokanta oluyor. O zamanlar o kadar ıssızdı ki buralar, anlatamam. 1966 yılında Varan’a devredip Koru Motel’in olduğu yerde 70 dönüm araziyi satın alıyor. İşe bir kantinle yani yol boyu tesisi ile başlıyor. Ama orada her şey organikti. Babaannemin inekleri, keçileri, tavukları vardı. Örneğin evin altındaki inekten aldığımız sütü ikram ediyoruz müşteriye. Yoğurdu ondan yapıyoruz. Böylelikle ün saldı. İstanbul’dan adamlar tost yemeye, kaymaklı kadayıf yemeğe geliyordu.” Çocuklarının iyi bir eğitim alması ve sağlıklı büyümesi için çok büyük uğraş verdi Mazhar Murtezaoğlu. Kızı Emine gibi, oğlu Harun da babalarının bu emeklerini şükranla anıyor. “Biz hep otellerde yaşadık ve oralarda büyüdük. Bolu’da okudum yüksekokul için İngiltere’ye gittim 1980 ihtilalinden sonra. Özel izinle yurtdışına çıktık. Babam çok istedi İngiltere’ye göndermeyi. Orada Turizm Otelcilik okudum. Sonra hep birlikte çalıştık. Çok çalışırdı. Evde hiç görmezdik babamı. Geceleri anca görürdük. Aramızdaki ilişki çok iyiydi; ben çok saygı duyarım babama. Ama evde olamazdı çoğu zaman, sadece yatmadan yatmaya gelirdi eve. Sadece çok nadir yaz aylarında tatile çıkardık. Onun dışında pek vakti olmazdı babamın.”
Koru Otel 53
Küçük bir aile işletmesi olan Koru Otel ve Kantin’in nasıl faaliyete geçtiğine ilişkin Mazhar Murtezaoğlu’nun kızı Emine’nin de söyleyecekleri vardı. Emine Hanım, o yokluk yıllarında verdikleri mücadeleyi şu sözlerle anlatıyordu: “Babam, Koru Otel’in olduğu yerde küçük bir restoran ve bize kalacak bir ev yapmıştı; 3 odalı. 1965’te otel kısmı olmadan, koruluk bir bahçe ve restoran vardı sadece. Gelenlere hizmet veriliyor. İstanbul’dan Ankara’ya giden lüks müşteriler uğruyordu Bir de babamı Bolu Dağı Kantini’nden bilen müşteriler geliyor. Hepsi verilen hizmetten son derece memnundu. ‘Mazhar yaparsa iyisini yapar’ diye söyledikleri oluyordu. Biz daha çocuktuk. Restoran artık gelen müşterilere yetmiyordu. Babama ‘Buraya bir de otel yap’ diye bastırıp duruyorlardı. Babaannem dağ çileği reçeli yapardı, bir şeyler örerdi, ben de küçüğüm. Küçük bir hediyelik eşya kulübesi vardı, orada oturur hediyelikler satardım. Tavuklarımız vardı, yumurtaları toplayıp babama satardım. Hem iş hem eğlenceydi benim için. O dönemde öyle bir müşteri profili vardı ki otel bölümünü faaliyete geçirdikten sonra bir yıl öncesinden satardık odalarımızı. Yılbaşına gelenler ayırtıp gidiyor gelecek yılın odasını, para felan sorun değil. En çok yemeklerini beğenip birbirlerine anlatırlardı insanlar. ‘Sabahattin’in Yeri’ olsun, ‘İsmail’in Yeri’ olsun bugün yol boyundaki çoğu tesisin sahibi babamın tezgâhından geçmiş insanlardır.” Emine Hanım, Koru yıllarında hayli yaramaz bir çocuktu. Babası ile de çok iyi anlaşıyordu. Koru Otel’deki küçük aile işletmesinin alt katındaki evdeki günleri şu sözlerle anlatıyor: “Aklım kestiğinde Koru Otel’de 3 odalı bir evde kalıyorduk. Tabi babaannem bizde oturuyor. Babaannemle annemin kaynana gelin çatışması vardı zaman zaman, beni hep aralarını bulmam için araya koyardı babam. ‘Aman bunların arasını bul’ diye benden yardım isterdi. Babamın dayısı ve yeğeni de (Ahmet Dayı) onlar da hep bizle beraberdi Koru’da. Ortak değillerdi ama beraberdik. Babam evde hiç durmazdı. Evle hiç alakası yoktu. Harun ve Emine 54
Hep işinin başındaydı. Koru’yu sattıktan sonra Bolu’da bir ev tutup oraya taşındık.” Harun Murtezaoğlu, babasının Türkiye’de ilk yol üstü restoran ve otelcilik hizmetiyle uğraşan kişi olduğunu söylüyor. Ancak Koru’ya ilişkin başka ayrıntılarda anlatıyor. “Koru’dayken kamping alanımız da vardı. O zamanlar otelli otobüs dediğimiz, önü otobüs, arkasında da otobüstekilerin kalabileceği ranzalar olan otobüslerle turlar gelirdi. Özellikle Hollanda’dan gelen bir tur vardı, Hindistan’a kadar giderlerdi. Türkiye’ye geldiklerinde de bizde kalıyorlardı. Rotel ismindeydi, içinde hippiler olurdu. Ben 7-8 yaşlarındaydım, ben bakardım onlara, ihtiyaçlarını karşılardık. İngilizce’yi öyle öğrendim. Paraları ben toplardım, elektrik verirdik, kamp ücreti olurdu. Ben onlara çok özenirdim. Otele pek bir faydası olmazdı ama o işi de yapıyorduk. ADAK Kamping’ti adı, turistler için güvenli kampinglerdi bunlar. Koru’nun bahçesinin bir kısmı kamping, bir kısmında evimiz var, bir kısmı çiftlik gibi, otel ve lokantanın olduğu bölüm var, bir de akaryakıt istasyonumuz vardı orada.” Harun Murtezaoğlu, yol üstü restoranların başkenti konumundaki Bolu’da bugün faaliyette bulunan restoranların önemli bir bölümünün babasının öncülüğü sayesinde yeni yerler açtığını da gururla anlatıyor:
Çocukları ve Güner Hanım
“Babam her şeye sıfırdan başlamış biri. Hep öncü olmuş buralarda. İsmail’in yerini kuran babamın yanında bulaşıkçıymış, Dursun’un Yerini 55
kuran şef garsonmuş. Babaannem ağaç kavunu reçeli yapardı Rize’den gelirdi malzemesi. Dağ çileği reçeli olurdu. Köylerden süt toplardık, kendi sütümüzle yoğurt, peynir, yağ, ayran hepsini yapardık, her şey doğaldı. Türkiye’de olmayan bir tat olduğu için nam salmıştı. Şimdi pek çok işletme babamın 1960 yıllarda yaptığını yapıyor.”
KORU, OTEL OLUYOR Mazhar Murtezaoğlu, işini daha fazla büyütmenin yollarını aramaya koyulmuştu o dönemlerde. Koru Kantini’nin yanına bir de otel yapma arzusundaydı. Ancak bunun için yüklü miktarda bir desteğe ihtiyacı vardı. Kantinden kazandığı paralarla peyder pey otel bölümünü de yapmaya başladı. Ama bitirebilmek için biraz daha krediye ihtiyacı vardı. Önceleri Bolu’da tuttuğu eve yerleştirdiği ailesi için de otelin alt katında bir bölümü inşaat etti. Koru günlerine ilişkin Mazhar Murtezaoğlu’nun anıları şöyle: “Büyük uğraşlar sonunda 30 odalı küçük bir otel projemiz oldu. Kantin ve restoran bölümü işletmede, otel bölümü inşaat halindeydi. Böyle bir gün restorana bir bey geldi, şef garsona ‘yemekten sonra buranın sahibi ile beni bir konuştur’ demiş. Şef garson bana haber verdiğinde kendisini izlemeye başladım. Yemeğinin bitmesini bekledim. Sonra yanına gidip ‘Hoş geldiniz’ dedim. Kendisine bir kahve söyledim ve konuşmaya başladık. ‘Burada bu tesisi yaparken işin oturacağına inanarak mı yaptın’ dedi, ‘Elbette, inanarak girdim’ dedim. Neden inşaatı tam olarak bitirmedin, sıkıntın Kazım Taşkent nedir?’ diye sordu. O günün şartlarında kısa vadeli kredi bile bulmak meseleydi. Gene de ev sahipliğim ağır bastı, ‘benim derdime ortak olmayın’ dedim. ‘Ben ev sahibiyim, siz misafirsiniz’ dedim. ‘Yok, benim için külfet değil’ dedi. Israr edince İstanbul’a gelin bana bir uğrayın dedi. Bir kâğıt peçete aldı, üstüne ‘Kazım Taşkent, Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü’ yazdı. Beklediğini söyleyip gitti.” Mazhar Murtezaoğlu, şaşkınlık içindeydi. Eşten dosttan beklediği borcu bir banka müdürü vermeyi taahhüt etmişti. Önce inanamadı bu duruma. Çünkü bankaların kısa vadeli bile kredi vermediği bir dönemden geçiyordu Türkiye. Bir umut diye hafta sonu müşterileri ağırlayıp 56
cebine bir miktar para koyduktan sonra İstanbul’un yolunu tuttu. Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü’nün kendisini kabul edeceğine fazla ihtimal vermeden Beyoğlu Galatasaray Lisesi’nin yanında bulunan banka binasına gitti. Hayatındaki en ilginç günlerden biriydi o an: “Galatasaray’daki Genel Müdürlük binasına gidince görevlilere peçeteye yazılan yazıyı verdim. Görevliler de şaşırmıştı. Kazım Bey’e haber verdiler. Beni hemen kabul etti. ‘Ne kadar paraya ihtiyacın var’ diye sordu. 125 milyon dedim. Böyle bir krediyi mahalli şubelerin vermesi zaten mümkün değildi. Üstelik böyle bir yetkileri de yoktu. Telefonu açtı karşı binada genel müdür yardımcılarından biriyle konuştu, ‘Yanına birini yolluyorum, tek imza ile kullanabileceği 125 milyon lira kredi açın, kefili benim, bundan teminat istemeyin’ dedi. Yüksek faizli olsa da böyle toplu bir para yarıda kalan otel inşaatını bitirmemi sağlayabilirdi. Bir defa daha hızlanmamı sağladı. Eksik olan otel bölümünün inşaatına başladık, bir yere kadar geldik, tıkandık.”
Mazhar Bey ailesi ve arkadaşlarıyla
EVİNİ ONA İPOTEK EDEN DOST Mazhar Murtezaoğlu’nun Koru Moteli tam olarak faaliyete geçirmesi kolay olmadı. Otelin pencereleri ve kapıları takılamamıştı. Yapı ve Kredi Bankası’ndan aldığı kredinin geri ödemesi devam ettiği için yeni kredi almaya gücü yoktu. Yeni bir çözüm yolu bulması gerektiğinin far57
kındaydı. İçinden keşke bankadan bir miktar daha fazla kredi alsaydım diye geçirdi.
Koru Motel
“30 odalı otel bölümünün kaba inşaatı bitmiş, cam takılması gerekiyordu. Kapı ve cam için işletmenin gelen gelirleri bu eksikleri tamamlamaya yetmiyordu. Birisi yol gösterdi, ‘Turizm Bankası’ndan uzun vadeli düşük faizli kredi alabilirsin’ dedi. 1 milyon kredi aldık, yarısını kullandırdılar. Diğer yarısını vermiyorlar. 1966 yılında yarısı bize tahsis edilmek üzere bekliyor, teminat açığımız var diye vermiyorlar. Muhasebede bekleyen paranın bir bölümünü kullanabilmemiz için bankanın kabul edeceği ipotek lazım. Binamızın arsasının tapusu yeterli teminat olamıyor. Gelip giden müşterilerden yardım istiyorum, bankaya rica edip bu krediyi bana kullandırmaları için. Ama kimse yardımcı olamıyor.” Mazhar Murtezaoğlu, yol üstü kantinine uğrayan müşterileri ile öylesine samimi bir ilişki içine giriyordu ki, her sıkıştığında bu insanlardan yardım görür olmuştu. Yine çaresiz bir şekilde düşünüp durduğu bir anda yol üstü kantinin daimi müşterilerinden Süreyya Ağaoğlu çıktı karşısına. Süreyya Ağaoğlu 1903 yılında Azerbaycan’da doğmuş Türkiye’nin ilk kadın avukatı ve kadın hakları savunucusuydu. Ünlü düşünür ve siyasetçi Ahmet Ağaoğlu’nun da kızı olan Süreyya Hanım, en yakın arkadaşın bile yapmadığı bir jest yaptı sıkışık durumdaki bu yeni turizmciye. Mazhar Murtezaoğlu, Ağaoğlu’ndan gördüğü desteği de minnet ve şükranla anıyor: 58
Koru Motel
“Desteğini istediğim dostlarımdan biri de nur içinde yatsın Süreyya Ağaoğlu’ydu. Kendisi İstanbul’a gidişimde bu ricamı Turizm Bankası Genel Müdürüne iletiyor, müdürden yardımcı olmasını istiyor. Sonradan bana anlattığına göre genel müdürle tartışmaya girmiş. Ancak müdür kabul etmemiş. Merhum Ağaoğlu ‘güvendiğim bir dostuma yardım için sizden yardım istiyorum’ deyince, ‘o halde kendi dairelerinden birini ipotek et, verelim’ demiş. O da ‘tamam, ipotek ediyorum’ demiş. Böylece Sayın Ağaoğlu’ndan aldığım destekle tesisin otel kısmını da bitirerek devreye soktuk.” Bolu’nun ilk seçilmiş Belediye Başkanı olan İsmail Özer’in oğlu Belgin Özer de Mazhar Murtezaoğlu ile nasıl tanıştığını ve onun verdiği mücadeleyi şu şekilde anlatıyor: “Mazhar Bey’le ilk karşılaşmamız ben üniversite son sınıftayken oldu. Sanırım 1960’lı yılların başlarıydı. O zamanlar Turizm Bakanlığı yeni kurulmuş, ilk bakanı da Nurettin Ardıçoğlu olmuştu. Mazhar Bey’in girişimi (Koru Otel) o kadar önemliydi ki Turizm Bakanı Mazhar Beyle turizmin geliştirilmesi için izlenecek yol konusunda konuşmak için Koru’ya gelmişti.”
TURGUT ÖZAL’A HAYRANDI Mazhar Murtezaoğlu’nun Koru Otel’i bitirmesi hiç de kolay olmadı. Bir yandan aldığı kredilerin taksitlerini ödüyor, öte yandan yeni masraf kapıları çıktığı için onları karşılamakta zorlanıyordu. Henüz İstanbul-Ankara yolunun önemi de tam olarak anlaşılmadığı için bankalar orada kurulan tesise hak ettiği değeri vermiyordu. Yapılan ve yapımına başlanan 59
tesisler alınacak krediyi fazlasıyla hak etmesine rağmen hiçbir banka bu gerçeği göremiyordu.
Murtezaoğlu ailesi
Çaresiz bir şekilde yeni bir mucizenin gerçekleşmesini beklemekten başka şansı kalmamıştı. Çocuklarının iyi bir tedavi görebilmesi için de ciddi paraya ihtiyacı vardı. Çünkü o yıllarda Türkiye’de çocuklarındaki gibi optik kayması hastalığını tedavi edecek ne doktor, ne hastane mevcuttu. “Yine günlerden bir gün Koru’nun kantin bölümünde oturuyorum. Müşteriler gidip geliyor, ama benim aklım bir gün sonra vadesi gelecek senedi nasıl ödeyeceğimde. Şef Dursun geldi, kulağıma ‘Mazhar abi, şu beyler seninle yemekten sonra görüşmek istiyor’ dedi. Onların da yemeklerinin bitmesini bekledikten sonra yanlarına gittim, ‘Hoş geldiniz’ dedim. Şişman olanı ‘yemekten sonra bizi gezdirir misin?’ diye sordu. ‘Elbette’ dedim, gezdirdik tesisi, ‘işte burası otel, burası restoran ve bahçe’ dedik. Bunları taTurgut Özal mamlamak için ne bekliyorsunuz? diye sordu. Turizm Bankası’ndan aldığımız kredinin son diliminin tahsis edilmesini bekliyoruz’ dedim. Uzatmadan kredinin akıbetini anlattım.’’La havle vela kuvvete’ dedi ve yanındaki orta boylu beye ‘Muammer, yarın Ankara’dan Yılmaz’ı İstanbul’a 60
yolluyoruz. Bana hatırlatın’ dedi. Ben arabaların arkasından baka kaldım, yeşil plakalı olduklarını görebildim sadece. Ertesi gün saat 11:00 civarı burnundan kıl aldırmayan Turizm Bankası Muhasebe Müdürü telefon açtı, yanına salavatla girdiğimiz muhasebe müdürü, ‘’Mazhar kardeşim, kredinin son dilimi vezne de seni bekliyor, neden gelip almıyorsun?’ dedi. Hayretler içindeyim. Nasıl oldu, niye oldu demeden bankanın yolunu tuttum.” “Kurtuluş böyle başladı’ diye ekliyor Mazhar Murtezaoğlu. Kurtuluşu hazırlayan isim ise 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra kurduğu ANAVATAN Partisi ile başbakanlık, ardından Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak olan Turgut Özal’dı. Özal o yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevinde bulunuyordu. Mazhar Murtezaoğlu, siyasetçilere fazla yakınlık duymayan biri olmasına rağmen Turgut Özal’a hayranlığı o gün başladı. O güne dair hatıraları unutulacak cinsten değildi: “Bizi kurtuluşa çıkaran adamlar meğer kimmiş o gün öğrendim. Emir veren şişman adam rahmetli Turgut Özal, yardımcısı Muammer Dolmacı, Yılmaz dediği de Yılmaz Ergenekon’muş meğer. Parayı gidip aldık, borçları ödedik, malzemeler geldi. Kısa sürede otel bölümünü de tamamlayarak tam teşekküllü çalışmaya başladık. Bu arada kendi imkânlarımızla bulaşıkhanenin içinden geçilen merdiven altında iki oda daha kazandık. Orda çoluk çocuk biz kalıyorduk. Büyük uğraş ve sıkıntılardan sonra rahata çıkmıştık. Ondan sonra müşterilerimle daha yakından ilgilenmeye başladım.”
Koru Motel
Önce kantin, ardından otel bölümünün faaliyete geçmesi ile birlikte Mazhar Murtezaoğlu’nun keyfi yerine gelmişti. Kazancı da artmıştı. 61
Kısa sürede kazandığı paralarla bankalara olan borçlarını ödedi. Ve artık oteline ve restoranına gelen müşterilerle daha yakından ilgileniyor, hal hatır soruyor ve unutamayacakları izlenimler bırakıyordu onlarda. Büyük dostlukları da bu ilgi sebebiyle elde ediyordu. Her insanı bir kitap gibi okuyor, onlardan aldığı yeni fikirlerle ufkunu genişletiyordu. 30 odalı bir otel ve restorandan devasa bir kayak merkezine giden yolun parke taşları döşenmeye başlamıştı bile. Mazhar Murtezaoğlu, otelinde kalan veya mola için restoranına uğrayan insanlarla ilgili yüzlerce anıya sahip. Onlardan birini şu sözlerle anlatıyordu. “Hiç unutmuyorum, Ocak ayının 23’ü idi. İstanbul Ankara arasında yol felç olmuş kardan buzdan. Trafik durmuş, insanlar donmak üzere. Bir bey geldi, ‘bize bir oda bulur musunuz? Küçük çocuklarım var, zor durumdayım’ dedi. Tüm odalar dolu, ama bodrum katta, boyası henüz bitmemiş bir oda var. Tek boş yer orası. ‘Odalarımızın hepsi dolu, ama bodrum katta bir oda var, odayı görün. Kalırım derseniz bir tek orası boş’ dedim. Mutfak bulaşık bölümünden geçerken hanımı ile birlikte beni takip ettiler. Alttan bakınca saçak görünüyor, daha boyası bile bitmemiş odaya geldik. Boynuma sarıldı, ‘benim için yeterli’ dedi. Amerika’nın Lübnan Başkonsolosu olduğunu öğrendim, geceyi orada geçirdiler. Ertesi gün yollar açıldı, yolcu ederken kimliğini anladım.” Darda kalan, yolda kalan herkese yardım etmek için azami gayreti gösteriyordu Mazhar Murtezaoğlu. İyiliksever tavrı sebebiyle oteline, restoranına uğrayan herkesin gönlünü fethetmeyi başarıyordu. Büyük dostlukları bu sayede başladı zaten. Ünlü siyasetçiler, sanatçılar, bürokratlar ona uğramadan Ankara’ya veya İstanbul’a gitmiyorlardı artık. Gerçi isteseler de Ankara- İstanbul arasında uğrayacakları başka konaklama tesisi de yoktu zaten. Koru yol üzerindeki modern tek tesisti. Koru’daki maceraları katlandıkça katlanıyordu Mazhar Murteza oğlu’nun. Yol üstü restoranına uğrayan ünlü isimler sayesinde büyük bir turizmci doğuyordu yavaş yavaş. “Yine bir gün 1967-68 yıllarıydı, otelde önemli değişiklikler yaptık, kalorifer koydurduk, fuel oil yakacağız. Ham petrol Libya’dan geliyor. Ancak kalitesiz, kükürt çok fazla. Tankımız dolu, brülöre göre yüksek yerde olmasına rağmen akmıyor, pelte pelte olmuş fuel oil. İPRAŞ yeni yapılmış o zamanlar. Sahipleri Amerikalılar. Böyle sıkıntılı bir durumda, kalorifer çalışmıyor. İPRAŞ Genel Müdürü çay içmeye kantine geldi. Kendisini iyi kötü duymuşluğumuz var. Yanına gittim, kendisinden bir ricada bulundum. ‘Beyefendi, biraz benimle gelir misiniz?’ dedim. Kazan dairesine götürdüm. Fuel oil pelte pelte dökülüyor, ona gösterdim. Elini dizine vurarak özür di62
ledi. Arabasına binip gitti. Ertesi gün bir tanker mazot gönderdi, parasız. İnceltip yaksınlar’ demiş. Çok duygulandım.”
ÇULLUK YAĞMURU Koru Oteli ve restoranı ile Mazhar Murtezaoğlu, her geçen gün turizm sektöründe daha fazla yer ediniyordu. O günlere ilişkin pek çok hatıraya sahip olan Mazhar Murtezaoğlu, bir anısını şöyle anlatıyor: “Bir yılbaşı gecesi, sürpriz bir şekilde otelin etrafı çulluklarla dolmaya başladı. Yağmur gibi yağıyor mübarekler. Meğer lambanın ışığına geliyorlarmış. Yüzlerce çulluk. Elle topladık çoğunu. Büyük ziyafet oldu. Ertesi gün kalktık kanalizasyon tıkanmış. Uğraşıyoruz, açmak ne mümkün. Kötü kaliteli deterjan yüzünden 25’lik çapı olan borular sabun kalıbı gibi tıkanmış. Bayram tatili yaklaşıyor ve büyük trafik bekliyoruz. Hiçbir aksaklığın olmaması gerekiyor. Çalışanlar birbirini suçlayıp duruyor. O sırada bulaşıkları Laz Ali yıkıyordu. Aşçı başı biraz üzerine gidince kepçeyi kaptığı gibi aşçıbaşının kafasına vuruyor. Kendisini işten çıkarmamızı bekliyor, ben de öyle yaptım zaten, dediği oldu. İşten çıkardık.”
Koru Motel Personeli
Önce Düzce’ye ardından Bolu’ya yerleştirdiği ailesini Koru Otel’in alt katına taşıdıktan sonra Mazhar Murtezaoğlu’nun Bolu ile bağlantısı kalmamıştı. 63
Ancak alışveriş için düzenli olarak şehre iniyordu. Bugün kendisi de Bolu’nun önemli işadamlarından biri haline gelen o dönemde tarımsal ilaçlar satan Şerafettin Erbayram, o günleri şöyle hatırlıyor: ‘’Her hafta salı günleri, Koru Motel’in ihtiyaçlarını gidermek için kayınpederlere, yani Kanaat Mağazası’na gelerek ihtiyaçlarını oradan alırdı. Bizimkiler onun geleceğini bildikleri için erken gelirlerdi o gün. Sonra bitişikte ben varım (Tarım ilaçları satıyor). İhtiyaç varsa bana uğrardı. Hamamböceği ilacı alırdı benden. Bir defasında, ‘Mazhar Bey bunun daha büyük ambalajı var. Daha ucuza gelir’ dedim. O da ‘Boşver, karışma’ dedi. ‘Ben diyorum ki oğlum bunun birini sulandır fışkırt. Yoksa büyük ambalaj alırsak onun dozunu ayarlamak problem olabilir.’ İş hayatında başarılı olmanın getirdiği fedakarlıklardan birisi de bu. Yani sabah 8’de buraya gelebilmek için 6’da mı kalktı 5’te mi kalktı. Herhalde yaptığı atılımlarda da hep tek olarak çalıştı. O zamanlar yanında yükü çekecek kimse yoktu. Başarılı olabilmek için bir çok insanın günlük hayatında fedakarlık gerekir diyenlerden biriyim ben de. Mazhar Bey de aynısını uyguladı.
Gençlik günlerinden
Hele Kartalkaya daha bir alem. Yol bile yok. Gel de sen müşteri bekle, gel sen işin içinden çık şimdi. Onun için kar makinesi alıyor adam, onun için yılmak yok. Yalnız şunu takdir ederim hep, Kartalkaya’yı keşfetmek Mazhar Bey’e mi kalmıştı. Yok. O yoktan var etti orayı. Kartalkaya hep oradaydı ve kimsenin ilgisini çekmiyordu. Ama Mazhar Bey o keşfi yaptı. Avusturya’dan uzmanlar getirmiş, kar kalitesine felan bakmış. Sonuçta da tesisi kurdu. ‘’ İşinin başından ayrılmamaya özen gösteriyordu Mazhar Murtezaoğlu. Ancak sadece yoldan gelip geçenler değil, Bolu’nun önemli isimleri de Koru Otel’in müdavimi olmaya başlamıştı artık. Onlara daha büyük yakınlık gösteriyordu. Ancak zaman zaman da kavgalar çıkıyordu
64
yerli müşteriler yüzünden. Mazhar Murtezaoğlu, o kavgalardan birini şu şekilde hatırlıyor:
Koru Otel resepsiyonunda
“Otelde 12’den sonra alkollü içki satmıyorduk. Yine bir gece ben muhasebede oturuyordum, resepsiyonda tartışma başladı. Gelenler Bolu Başsavcısı Aydemir Bey ve Bolu’nun ileri gelenlerinden Velioğlu. İçki içmeye gelmişler. Kalktım yanlarına gittim. İçki istemişler, bizim personel de vermemiş. Çünkü 12’den sonra içki satmıyorum. Beni uyardılar, ‘vatandaşa neden işçi vermiyorsun, bunun tedbirini al, yoksa yarın hesabını sorarız’ deyip gittiler. Ertesi gün bir baktım savcı amme davası açmış. Vatandaşa yapması gereken hizmet yapılmıyor diyerek cezalandırılmam isteniyor. Hakim bana döndü ne diyorsun? diye sordu ‘Beni tutuklayın’ dedim. Güldü. Ben de savcıdan şikâyetçi oldum. Olayı anlattım. Tanıkların dinlenmesi için dava ertelendi. Otele geldim, Fehmi Alpaslan geldi, Avukat Zeki Baltacıoğlu’nu bulmuşlar savcıyı aramış, Mazhar şikâyeti geri alsın’ dedi. Baktım arada hatırlı dostlar var, şikâyeti geri aldım, dava kapandı.” Yukarıdaki olaydan da anlaşılacağı üzere Mazhar Bey müşterileri ile iyi ilişkiler kuruyor, ancak prensiplerinden asla taviz vermiyordu. İşte bu nedenle 1967’de dönemin ünlü sanatçılarından Ajda Pekkan ile davulcusunu müşterilerini rahatsız ettiği için otele almayacak kadar gözükara davranabiliyordu. Başka bir anısını da şöyle hatırlıyor Murtezaoğlu, ‘’Yine başka bir gün yılbaşı tatili, Düzce sosyetesi Koru Oteli kapatmış, yılbaşı balosu var. Yerde 2 metre kar. Hamit Kaplan inzibatı sağlayan. Müşteri, Elmalık köyünden iki Çerkez. Salona sarhoş girmek isterler, tartışma çıkar. Hamit Kaplan sar65
hoşları kapıdan attığı gibi kara batarlar. Sarhoşlar kafasının üstüne kara gömülüyor, ayaklar havada....’’ Mazhar Murtezaoğlu, iki çocuğunun iyi bir eğitim alması için de çok büyük uğraş verdi. Sadece onların sağlık sorunlarıyla değil, her türlü donanımıyla da yakından ilgileniyordu. Belki de kendi çocukluğunda elde edemediği imkanları onların önüne sunma arzusundaydı. Kızı Emine Hanım, babasının abisi ve kendisi için o yıllarda ortaya koyduğu fedakârlığı şu sözlerle anlatıyordu:
Harun ve Emine
“1968’de babam bize Amerikalılardan hurdadan bir piyano aldı, çok meraklıydı böyle şeylere. Tamir etti ve bir odaya koyduk kocaman piyanoyu. Sonra babaannem üstüne saksıları koymuş, ha bire içine su dolardı. Babam bu duruma çok kez kızıyordu. Zaten piyanonun ayakları falan da yoktu, sonradan yaptırdık hep. Bize askeri bando takımında çalışan bir müzik öğretmeni buldu. İstanbul’dan hafta sonları geliyordu, bize Bolu’da piyano dersi veriyordu. O zamanlar piyano Bolu’da tek, bir piyano çalan bile yoktu. Bugün bile nerede bir piyano görsem çalarım. Sonra bir tercüman vardı, Koru’da kalırdı. Yaşlı bir amcaydı. Ondan da bize İngilizce ders vermesini istemiş. İngilizceyi de bu sayede öğrendik. Kartal Otel’ini açmadan önce de bizi Avusturya’ya götürdü, kayak öğretti. Çünkü ‘benim çocuklarım böyle bir yerin sahibi olacak en iyisini yapmalı’ derdi.”
66
KIŞ TURİZMİ FİKRİ DOĞUYOR Mazhar Murtezaoğlu, artık gittikçe profesyonelleşiyordu. Ekonomik olarak da büyümüş ve özgüven kazanmıştı. Artık ailesi ile daha fazla vakit geçirebiliyor, onlara zaman ayırabiliyordu. Kış turizmi fikri de bu sayede doğdu zaten. Mazhar Murtezaoğlu, Kartalkaya fikrinin nasıl filizlendiğini şu sözlerle ortaya koyuyor: “Birgün sömestri tatilinde çocuklarla birlikte Uludağ’a gittik. Otel Fahri’de bir gece kalmak istedik, yer olmadığı için geri döndük. Bir yemek yedik, dünyanın parasını ödedik. Çok zoruma gitti. Yolda gelirken düşündüm, dağsa dağ, benzeri bizde de var, İstanbul’a yakınlıksa, biz de o kadar yakınız. Ben de kayak merkezi ve otelleri yapabilirim diye diyerek fikir jimnastiği yapmaya başladım. Yol boyunca nereye ve nasıl yapabileceğimi düşünüp durdum.” Mazhar Murtezaoğlu, artık kış turizmine iyice kafayı takmıştı. O yaz gözlerinde sorun olan çocuklarını tedavi için İsviçre’ye götürdü. Tedavilerinin ancak orada mümkün olacağını öğrenmişti. Zürih’e yakın bir yerde bir ev kiralayıp bir hafta boyunca çocuklarını tedavisini yaptırdı. Doktorlar bu tedavinin düzenli olarak tekrarlanması gerektiğini söylediler. Artık her yaz oraya gitmek zorundaydı Mazhar Murtezaoğlu’nun çocukları. Yaz olmasına rağmen büyük kayak tesislerini ve bunun için yapılan yolları, havaalanlarını görüyor, ‘’Demek ki bu işe çok talep var’’ diye düşünüyordu Murtezaoğlu. Mazhar Bey, ‘Ben niye aynısını yapmayayım?’ diyerek hayıflanıp dururken, kayak merkezi fikri iyice olgunlaşmaya başladı. İsviçre’de gördüklerini hafızasına kazımıştı adeta.
Televizyon salonu 67
Mazhar Murtezaoğlu’nun kızı Emine Hanım, babasının Kartalkaya’da kış turizmi fikrini olgunlaştırmasında Bolu Dağ Komando Tugayı’nın da etkisi olduğunu ifade ediyor. “Bolu Komando Tugayı’nın kurucusu Tümgeneral Reşit Aydın Gün Paşa vardı. Babamın iyi arkadaşıydı. Koru’ya sıkça gelip giderdi. Reşit Paşa Sarıkamış’tan gelmişti, kayağa da çok meraklıydı. Babam fikrini ona açınca helikopterle birlikte Kartalkaya yöresini dolaşıyorlar. ‘Olur mu, olmaz mı’ derken iyice kafasına yatıyor. Sarıalan’a kadar eski bir Chevroletimiz vardı, onunla çıkıyorlar çoğu zaman. Oradan yaklaşık 5 kilometre yürüyerek Kartalkaya’ya çıkıyor ve etüd yapıyor. İşte kar ne zaman yağıyor, ne kadar duruyor gibi. Avusturya’dan uzmanlar getiriyor ve fikir iyice olgunlaşıyor” Mazhar Murtezaoğlu ise İsviçre’den esinlenerek başladığı kış turizmi macerasını şu sözlerle anlatıyordu: “Bolu’ya döner dönmez, Mimar Yalçın Oğuz’a gittim. İsviçre’de ve Uludağ’da gördüklerimi anlattım. Kendisinden bana bir maket proje hazırlamasını istedim. Bize çok yardımcı oldu, yaptığı mimarinin iki cephesini Koru Otel’in resepsiyon bölümüne yapıştırıp teşhir etmeye başladım. Müşteri resepsiyon ya da salona geçerken proje gözüne çarpıyor. Özellikle hanımların ilgisini çekiyordu. ‘Bey gördün mü kayak merkezi’ diye eşlerini uyarıyorlardı. Alay mı ediyorlar, yoksa beğeniyorlar mı bilemezdim. Benim de ağrıma giderdi. Ben bu işi mutlaka başarmalıyım diye hayıflanır dururdum.”
SIRTTA TAŞINAN MİLLETVEKİLİ Kayak merkezi fikri kafasında iyice olgunlaşan Mazhar Murtezaoğlu, yol üstü retoran ve oteline gelen insanları dağların tepesinde kuracağı otele çekip çekemeyeceğini araştırmaya başladı. Bir anlamda müşteri profilini çıkarmaya çalışıyordu. “Bazen hafta sonu gruplar yapardım, Sarıalan’a gidip, dağı gösterip dönerdik, çok nadir bir ya da iki sefer şimdiki Kaya Otel’in olduğu yere geldik. Bir yandan da birlikte yatırım yapabileceğim insanlar arıyordum. Kayak Merkezi fikrimin yerinde olup olmadığını insanlara danışarak bulmaya çalışıyordum. 1970 yılıydı. O yıl Türkiye’de kar çok fazlaydı. Günlerden bir gün, Giresun Milletvekili bir bey, kayak merkezi kurmayı planladığım dağı görmek istedi. Karayolları’nın kar üstü aracı ile Sarıalan’a kadar çıktık. Yeri de beğendi. Tam geri dönüşe geçmiştik ki, kar her yeri kapattı. Kar yağışı başladı, makine arıza yaptı, çalıştıramadık. Makinenin operatörü Ahmet Zengin’i kenara çekip dedim ki ‘Bu adam yürüyemez, burada da kalamaz bunu indirmeye hazır mısın?’ Çam dallarından bir kızak benzeri araç yaptık, adamı oturtup aşağı indirdik. Çoğu yerde sırtımızda taşıdık. Ertesi gün yedek parça alıp yukarı çıktık, kar üstü aracı orada tamir edildi.” 68
Mazhar Murtezaoğlu kar aracı ile
Mazhar Murtezaoğlu’nun kayak merkezi fikri giderek olgunlaşıyordu. Bunda Bolu Komando Tugay Komutanı Kemal Alkaya’nın da etkisi oldu. 1971 yılında 12 Mart Muhtırası verilmiş, ülke yeni ve sarsıntılı bir darbe sürecinden kıl payı kurtulmuştu. Generallerin sözü de yeniden geçerli akçeydi o yıllarda. Tümgeneral Alkaya o yıllarda kayak sporuna fena halde merak salmıştı. Mazhar Murtezaoğlu da bunu bir fırsata çevirdi. “Paşa o sıralarda kayağa meraklıydı. Çevik, dinç, süper bir adamdı. Bolu’da komando tugayını kuruyordu. Gelip geçerken Koru’ya uğrardı. Bir vesile ile tanıştık. Birlikte dağa çıkmayı rica ettim, kabul etti. Dağcılık Federasyonu Başkanı Rahmetli Latif Bey Koru’ya çıkageldi, yanında bir arkadaşı daha vardı. Bir grup oluşturduk, beraber Sarıalan’a kadar arabayla çıktık. Ondan sonrasını yürüdük, güzel bir gündü. Ben bütün hazırlıkları yapmıştım. Orman Bakanlığı’ndan henüz otel iznini almadan önce Kayak Federasyonu Başkanı Latif Bey’in Avusturya’dan kayakçı arkadaşı Helmut Zell’i davet ettim. Uçak bileti yolladık, atladı geldi o da. 1971 yılından önce hep birlikte dağa çıktık. Mimar Yalçın Oğuz ve hanımı da beraberdi. Hanımı yanımızdan bir ara ayrıldı. Kurtlara doğru gidiyordu, bağırarak onu uyardık. Avusturyalı dağın yapısını beğendi. Yerleşim bölgesi ve kayak bölgesini ayrı ayrı belirtti. Dağın ilk ciddi etüdü bu oldu ve yatırımlar başladı.” Bolu’ya 30 km uzaklıktaki Sarıalan’a bir kayak tesisi yapmak mümkündü, ama o tesislere ulaşım nasıl sağlanacaktı? Burası Koru gibi yol üstü bir otel değildi. Yolu izi olmayan bir otele kim gelirdi ki? Mazhar Murtezaoğlu kara kara düşünmeye başladı. Hemen girişimlere başladı. 69
KORU’YU SAT, KARTALKAYA’YI KUR Sonunda Mazhar Murtezaoğlu, Kartalkaya’da bir kayak merkezi inşa etme fikrini olgunlaştırdı. Mimar Yalçın Oğuz’a hazırlattığı kayak merkezi ve otel inşaatı ile ilgili projeleri tamamlayarak Orman Bakanlığı’na başvuruda bulundu. Koru Otel’in inşası sırasında karşılaştığı finansman krizini bir daha yaşamak istemiyordu. Bu nedenle bin bir emekle yaptığı Koru Oteli ve tesislerini satmaya karar verdi. Bolu Valiliği başta olmak üzere Orman Bakanlığı’ndan hiç kimse Bolu Dağlarının Zirvesi’nde bir kayak merkezi inşa edileceğine ihtimal vermiyordu. Bu nedenle 350 hektarlık arazinin tahsisi konusunda sorun yaşanmadı. Mazhar Murtezaoğlu o süreci şu şekilde anlatıyordu: “Büyük mücadele sonunda şimdiki Kartalkaya’nın bulunduğu 350 hektarlık alanın tamamının planlaması tamamen benim tarafımdan yapmak üzere tahsis yapıldı. Tahsisi yapanlar ‘Nasıl olsa yapamaz sonra geri alırız’ diye düşünüyorlardı. Bunu da ifade ettiler bana. Bu arada Koru Oteli satılığa çıkarmıştım. Derken Koru satıldı. Rahmetli Nuri Murtezaoğlu bir gün bana dedi ki, ‘Sen hatayı baştan yaptın. Kartalkaya’yı Koru’nun parası ile yapmaya kalktın, halbuki Koru’nun havasıyla yapabilirdin orayı...’ Bu sözü kulaklarımdan hiç gitmedi yıllarca. Koru Oteli satmıştım satmasına ama muhasebecimizin yaptığı büyük hatanın bedelini çok ağır ödedik. 9 milyona satmıştım. Fakat öz varlık diye bana 6 milyon vergi çıkardılar. Üç milyon kalmıştı elimde. Onunla Kartalkaya’daki tesisleri yapmam zaten mümkün değildi. Elde kalan parayla 3 unimog aldım 292 bin liraya.”
KARTALKAYA’NIN YOLU Takvimler 1975 yılını gösterdiğinde Mazhar Murtezaoğlu, Kartal kaya’ya ilk betonu atmıştı. Ancak oraya çıkana kadar da çok meşakkatli bir yoldan geçmişti. 1971 yılından beri peşinden koştuğu kayak merkezi inşasında bir türlü yol alamıyordu. Çünkü bürokratik engeller başına bela olmuştu. Ne Orman Bakanlığı, ne Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ne de Bolu Valiliği Kartalkaya’ya kadar ulaşacak yolu yapmaya razı oluyordu. Bakanlıklar için bu masraflı bir işti. Üstelik bir kişiye ait tesise yol yapmanın dedikoduları da beraberinde getireceğini biliyorlardı. Mazhar Murtezaoğlu, Kartalkaya’ya yol yapmayı kendi imkânları ile gerçekleştirmeye karar verdi. “O sıralarda Amerikalı askeri birliklerin Ankara’da kullanıp giderken gümrüğe terk ettikleri çelik yapılı, benzinle çalışan, hoşafı çıkmış greyderin olduğunu tespit ettik. Havaalanında yatıyordu. Bunu almak için müracaat 70
ettiğimizde yine mevzuat hazretleri bize şaşı baktı ve araç gümrükte çürümeye terk edildi. Yine bir üst bürokrat bir formül buldu. Karayolları’na muvakkaten bırakılan bu cihazı korumak üzere talip oldum. Bütün masraflarını kendim karşılayacaktım. 1975 yılında izin verildi. Sarıalan’dan Kartalkayaya 5 kilometrelik yolu toprak da olsa buldozer getirip, açarak tesviye ettik ve bir geçiş yolu sağlamış olduk. Fakat kış etüdü yapılmamış bir yerde çığı davet etmiş olduğumuzu ilk kez orada anladım. İlk kışta yola çığ düştü. Bunun üzerine yolu terk ederek yolu kuzey yamaca çektik. Buranın da tipi ve kardan etkilendiğini ve erozyona maruz kaldığını yaşayarak gördük. İyi kötü de olsa bir yolumuz olmuştu artık.”
Kartalkaya yolu
KARNE İLE ÇİMENTO VE İLK HARÇ Sarıalan’dan Kartalkaya’a olan 5 km’lik yolu kendi eliyle yapan Mazhar Murtezaoğlu, otel için ilk harcı dökmeye hazırdı artık. Bu konuda bürokrasinin zorluk çıkaracağını düşünmüyordu. Ancak bu kez başka sıkıntılarla boğuşmak zorundaydı. Ülkede çimento ve demir bulmak mümkün değildi. Olanlar da karne ile veriliyordu adeta. “Otel inşaatında temelden itibaren 3. kat betonuna hazırlanıyoruz. Çimento karaborsada. Valiliğe gidiyorum. En çok 10 torba veriyorlar. Rica ettim valiyi yanıma aldım, dağa çıkarak inşaatı gösterdim. İklim şartlarını anlattım. ‘Kış gelmeden bu inşaatı bitirmek zorundayım. Kışın burada inşaat yapılamaz. Bana bir yıl boyunca her ay vereceğiniz 10 torba çimentoyu peşin verin’ dedim. ‘Ayda 10 torba veririm, daha fazlası mümkün değil’ dedi. Yanında hanımı da vardı. Eşi benim söylediklerimi haklı bulduğunu ifade edince de eşine çıkıştı. Neredeyse kavga edeceklerdi. Ardından çi71
mento fabrikası Genel Müdürü Hasan Beye gittim, onu da getirip inşaatı gösterdim. Hasan Bey bunun üzerine gönder kamyonu dedi, bize 200 torba çimento verdi de bir nefes alabildik.”
Kartal Otel inşaatından
İLK ADIM KARTAL OTEL Bolu dağlarında kendine yeni bir gelecek yaratmaya çalışan Mazhar Murtezaoğlu’nın Kartalkaya’da ilk otel inşaatına başlaması da kolay olmadı. Ya da kader onun karşısında hep zorlu yolları çıkarıyordu. Gümrükten çıkardığı küçük kepçe ile yolları açan Mazhar Murtezaoğlu, aynı kepçeyi kayak merkezindeki otellerin inşası sırasında da kullanıyordu. Ayrıca kum temini de sorun olduğu için taş kırma makinesi ile taşlar ufalanıyor ve çakıl haline getiriliyordu. “Kartal Otel’in temelini kazarken unimog ve Beko markalı bir kepçemiz vardı, küçücük. Onunla kazı yapmak iğneyle kuyu kazmak gibi bir şeydi. Çıkan taşı karpuz büyüklüğüne gelene kadar taş kırma makinesinden geçiriyorduk ve beton çakılı yapıyorduk, zira kum da Adapazarı’ndan geliyordu. Ytong Tuzla’dan geliyor, tuğlayı da Emin Gökdemir veriyordu. 350 hektar yer aldık Orman Bakanlığı’ndan kiraladık. Kendilerine göre planlama yaptılar. İsmet Ülker kayağı halka indirmek için yeniden imar planı yaptı. Yani yeni parseller oluşturuldu. Krediye uygun görüş alamazdınız eskiden.”
KARTAL OTEL MÜŞTERİDEN ALINAN AVANSLA AÇILDI Kartalkaya’daki ilk otel olan Kartal Otel 1978 yılında faaliyete başladığında henüz müşteriler için cazip değildi. Doğru düzgün bir yolu ve 72
elektriği yoktu. Konukları kayak pistlerine taşıyacak doğru dürüst kar motosikletleri de yoktu. Mazhar Murtazaoğu, o yıllara ilişkin hatıralarını bir türlü unutamıyordu.
Kartal Otel inşaatından
“Kartalkaya’yı ilk açtığımız yıl 1978 yılıydı. İletişimi kör topal telsizle sağlıyoruz. Bir grup kayakçı duymuşlar tesisi, görmeye geldiler. İçlerinden biri de Yılmaz Akyol. Otele daha yeni halı döşeniyor, korkuluklar yok, müşteriler oteli gezdiler, çok beğendiler. ‘Bu iş bitmiş, oteli açın artık’ dediler. ‘Müşterilerden avans alın, eksiklikleri tamamlayarak açın’ dediler. Böyle bir çılgınlık yaptık, 2 milyon lira civarında bir taze para geldi bu dostlardan. Yılbaşı müşteri giriş yaptı bir tek lift çalışabiliyor, başka da yok zaten. 2 tane de pistimiz var. Elektrik jeneratör ile sağlanıyor. Hem oteli besliyor hem de lifti çalıştırıyor. Ertesi gün kalktık her taraf kar, hiç durmadan yağdı mübalağasız 3 metreyi buldu kar. Dışarıya bakıyoruz hırsını alamamış boğa gibi kükreyen fırtına bulutları, içeriye bakıyorum müşteri kızgın, beni yiyecekler. Kayak kayamıyorlar kar fırtınasından, yol kapalı olduğu için de gidemiyorlar. Müşteri gitmek istiyor, ben müsaade etmiyorum. Çünkü çok tehlikeli. Kavga döğüş ertesi güne kadar tuttum onları. Dönüş için hareket işaretini verdik, yolu açtık. Hava düzelmişti. Kimseden para isteyecek yüzümüz yok, verenden aldık, vermeyenden almadık. Ertesi gün daha net ve parlak bir hava, üstüne kuş basmamış bir kar tabakası. Lobide ocak başına kahvaltı masasını kurduk. Kahvaltıda Reşit Yurdakul Aydıngün Paşa ve Latif Bey ve eşleri de var. O arada garson geldi, jandarma alay komutanı gelmiş bir müfreze askerle. ‘Vali Celal Kayacan’ın emriyle otel kapatılacak’ dediler. ‘Niye’ diye sordum. ‘Otel de can emniyeti yokmuş’ dediler. ‘Buyurun kapatın’ dedik. Telsizi aldılar, kapılara mührü vurdular ve gittiler.” 73
Mazhar Murtezaoğlu, Kartalkaya’daki oteline kilit vurulunca Bolu’ya indi. Valiliğe giderek oteline neden kilit vurulduğunu anlamaya çalıştı. Sorunun bir müşterinin şikayetinden kaynaklandığını orada öğrendi. “Meğer müşterilerden biri Ankaralı bir avukatmış. Bolu’ya inince vali beye gidiyor ve şikâyetini dile getiriyor. Neyse bizim avukatımız devreye girdi, ‘Bu tesise vilayet resmen izin vermiştir. İzin verilirken de telefon ve düzgün yolu olmadığı biliniyordu. Bu nedenle kapatılmasının söz konusu olamayacağını’ dile getirdi. Bu kez de telsizi vermiyorlar. Dedim ki ‘Beni vilayetin önünde assanız bu telsizin yenisini alıp koyacağım.’ Radyo hurdası satan Hilkat Bolulu‘ya giderek tamir edilmiş bir telsiz aldım. Verimli çalışmıyordu, ama bize dağda moral veriyordu. O tarihten sonra dostlar devreye girdi. Sayın Zeki Aytaç, Orhan Yavuz, Naci Bakır, Özkan Olcay. Benim sıkıntıma ortak oldular. Bu arada aracı tefeci çoktu. Borç birikmişti. Biraz daha baskı devam etseydi tefeciye kapılacaktık. Bir dostum bana kefil oldu, ben de ona sembolik bir hisse verdim, sonra belimi doğrulttum. Bu dostlarımın hakkını ödeyemem.” Kartalkaya’nın bir turizm konsepti içinde değerlendirilmesi ve işletilmesi hiç de kolay değildi.Her seferinde önüne çıkarılan zorluklara güçlüklerle göğüs geren Mazhar Murtezaoğlu, Türkiye’nin ve Bolu’nun bu en önemli kayak merkezi uğruna çoluğunu çocuğunu ihmal eder olmuştu. O günleri kızı Emine Hanım şu ifadelerle hatırlıyordu: “O zamanlar Bolu şehir merkezinde kiralık evde oturuyoruz. Ha bire icra geliyor eve. Babam henüz para kazanamadığı için borçlar biriktikçe birikiyor. Tesislerde yol yok, elektrik, su, iletişim yok. Telsizle haberleşiyoruz, biri Kartalkaya’da duruyor, biri de evde. Evde telsizin başında ben bekliyorum. Onlar telsizle bir şey lazım olunca bildiriyorlar, ben telefonla büroya bildiriyorum, onlar alıp malzemeyi Kartalkaya’ya gönderiyorlar. Yol da Kızık Yaylası üzerinden gelen 55 kilometrelik yol. Önce yolu yaptı babam, Sarıalan’dan buraya kadar. Sonra bir çadır kuruyor Kartalkaya’ya. İlk kazmayı vuruyor. Unimogları ilk Türkiye’ye getiren babamdır. Mercedes firması Karayolları’na satmak için Koru’da bir tanıtım yaptı. Tanıtım yapılan 2 Unimog’u biz aldık. Çünkü yolu açıyoruz, ulaşmaya çalışıyoruz buralara. Çadırın içinde çimentolar var, bir köşesinde ameleler, bir köşesinde babam var orada kalıyorlar. Annem arada sırada yemek gönderiyor babama. Bazen gidip dağda ne yapıldığına bakıyoruz ama çocuk olduğumuz için bir şey anladığımız yok. Dağın başında bir kepçe var, Beko marka. Ancak ona gücümüz yetmiş, onunla temeli kazmaya çalışıyorlar. Dinamit atılıyor ha bire, temel için. Parası suyunu çekince Turizm Bankası’na gidiyor, onlar diyor ki, ‘oteli ve tesisleri bitir ondan sonra kredi verebiliriz.’ Zaten bitirecek gücü olsa kredi almaz ki bunu anlamıyorlar.” 74
Kartal Oteli
Emine Hanım, Kartal Otelinin faaliyete geçtiği günü de hiç unutmuyor. Yıllar sonra babadan kalma turizm işine giren Emine Hanım, 1978 yılbaşı gecesinde olup bitenleri aklından çıkaramıyor. “Çok zorluklarla sonuç aldık. Kartal Otel’i 1977’yi 1978’e bağlayan yılbaşı gecesi yarım yamalakta olsa hizmete açtık. Bir de liftimiz var. Annem patiska falan alıp çarşafları dikiyor, biz abimle gelip onları yataklara koyuyoruz. Para yok, memlekette de malzeme yok. Krediler çok zor alınıyor, tüm senetler protesto oluyor. Sobalar yanıyor, iki jeneratör aldık, onunla elektriği sağlıyoruz. Açıldığı yılda da yoktu elektrik. Hattı biz yapıp TEK’e devrettik. Buranın devleti gibiydi babam.”
Otelin logosu
DEMİREL’İN YARDIMA KOŞTUĞU YILLAR Kartalkaya gibi bir zirveye otel ve kayak merkezi yapmanın bedeli her geçen gün ağırlaşıyordu. Demiri bulsa, çimento, çimentoyu bulsa kumu bulamıyordu Mazhar Murtezaoğlu. Otel inşaatında bir amele gibi çalışıyor, yolların açılması sırasında, mümkün olduğu kadar az ağaca zarar vermeye büyük özen gösteriyordu. Çünkü orman güzelliğinin kaybolması halinde yapılacak tesisin hiçbir cazibesi olmayacağını biliyordu. İsviçre’deki kayak merkezlerinde bu hassasiyeti görmüştü. 1975 yılında Kartal Otel’in inşası ile birlikte otelin elektrik ihtiyacının nasıl karşılanacağı bilinmezliğini koruyordu. Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) ile verdiği bürokratik mücadeleye sıra gelmişti. Bolu’da bu sorunları halledemeyeceğini anladığında Ankara’nın yolunu tuttu. Başbakan Demirel ile görüşmeyi planlıyordu. Kendi arabasına binip, Ankara’ya gitti. Bulvar Ankara Palas Oteli’ne yerleşti. Ancak Demirel’den 75
randevu alana kadar dokuz doğurdu. Tam görüşme günü gelmişti ki Mazhar Murtezaoğlu, kalp spazmı geçirdi. Güçlükle ayağa kalktı ve Demirel ile görüşmeye gitti. Mazhar Murtezaoğlu, o günleri de şu sözlerle anlatıyordu: “Tesisi yaptık, ama elektrik yoktu. E-5 üzerindeki Bozcaarmut Köyünden güneydoğu istikametine 15 km orta gerilim enerji hattı çekmemiz gerekiyordu. İşçiliğini mevcut ekibimle yapacağıma güveniyorum, ama 140 adet ağaç 15 adet de çelik direk alacak gücümüz yok. TEK’e müracaat ettik, ‘hayır’ dediler. Ben projeyi yaptırmıştım. Projede kullanacağımız direkleri bir türlü alamadık. Derken bir dostum vasıtasıyla Başbakan Demirel’e ulaştık. Sayın Başbakan, Enerji Bakanlığı müsteşarına telefonla talimat verdi. ‘Özel teşebbüsü Dönemin Başbakanı dağda yatırıma davet ediyoruz, enerjisi yok. Süleyman Demirel Bu nasıl iş?’ diye sordu. Emir tepeden gitti, ama bu kez de alt kademe direnmeye başladı. Baktık olmayacak, 1,5 ayda 155 direği dağ şartlarında taşıdık. Direk çukurlarını açarak direkleri diktik ve tekmili verdik. Bu TEK tarihinde bir rekordur. 1979 yılında tüm direkleri tamamlamış olduk. Bu hat 15 yıl bizim ve dağdaki Orman Teşkilatı’nın ihtiyacını karşıladı.”
GÜMRÜKTE KALAN KAR MOTOSİKLETİ Kartalkaya Tesislerinin tam olarak faaliyete geçmesi hiç de kolay değildi. Her adım başka bir problemi karşısına çıkarıyordu Mazhar Murtezaoğlu’nun. Daha inşaata başlamadan müşterileri kayak pistine taşıyacak kar motosikletleri sorunu kafasını meşgul ediyordu. O yıllarda Türkiye’de kar motosikleti bulmak imkânsızdı. “Rahmetli Orhan Güncüoğlu o sıralarda Bayındırlık Bakanı Müsteşa rı’ydı. Koru’dan tanışırdık. Sık sık bize uğrar yemek yerdi. Ereğli Demir Çelik Fabrikaları’nın Pensilvanya’daki şubesini ziyarete gittiğinde bizim dağımıza benzer bir kış sporları merkezi ile karşılaşmış. Burada insanların snow mobil ile eğlendiğini görmüş. Benim de böyle bir vasıtaya ihtiyacım olduğunu biliyordu. Bir snow mobil (kar motosikleti) 10 bin dolarmış. Cebinden parasını verip Türkiye’ye gelen ve kömür getiren bir geminin güvertesine yükletmiş. Faturasını bana yolladı, ‘’Gümrük meselesini çöz, güle güle kullan’’ diye de not düşmüş. Büyük bir armağan. Ancak onları gümrükten almak ne mümkün? Gümrüğe müracaat ettik. Gümrük Müsteşarlığı bize teslim etmesini istediğimiz kar motosikletlerine kaçak oldukları gerekçesiyle el koydu. Kar motosikletlerini Ereğli Gümrüğü’nde depoya çektiler. Kimi 76
araya soktuysak alamıyoruz. Çok güçlü bakanlar dahil çeşitli müracaatlarımız olmasına rağmen, gümrük müdürü ‘Nuh diyor, peygamber demiyor’. Biz de onları çıkarmanın başka bir yolunu bulduk.”
Kartal Oteli
Mazhar Murtezaoğlu, dostlarından kar motosikletlerini gümrükten nasıl çıkarabileceği konusunda yardım isterken Turing Otomobil Kurumu’nun o günkü başkanı ve diğer isimleri de Koru’daydı. Sorunu nasıl çözebilecekleri konusunda aralarında konuşurken, Bolulu Hans olarak bilinen Hans Jurgen Heyne, rastlantı olarak kapıdan girdi. Hans, kar motosikleti sorununu çözmeye çalışanlar için bir umut olmuştu. Çünkü Heyne yabancı uyrukluydu ve onun permi hakkı bulunuyordu. Türkiye Otomobil ve Turing Kurumu Başkanı Çelik Gülersoy’un ricası üzerine motosikletin kendi pasaportuna kaydedilmesi teklifini kabul etti. Ancak, kendi pasaportuna kaydettirilen kar kızağı sebebiyle arabasını gümrükte bırakmak zorunda kaldı Hans. Çünkü üzerinde kar aracı vardı. Almanya’ya dönmeye karar verdiğinde kar aracını gümrüğe teslim etmesi halinde arabasına kavuşabilecekti. Arabasız kalmıştı. Hans Jurgen, arabasının kendisine teslim edilmesi için Gümrük ve Ticaret Bakanı Mehmet Yüceler’in huzuruna çıktı. Bakan Yüceler, Hans Jurgen’e, “Oğlum sen ne yaptın da bu kadar karışık işlere bulaştın?” diye sordu. Hans başından geçenleri bütün çıplaklığı ile anlatınca, Bakan Yüceler, Kartalkaya’daki kar motosikletinin Hans’ın pasaportu üzerinden yurda sokulduğunu anladı. Kar motosikleti yerli yerindeydi, yani bir kaçakçılık da söz konusu değildi. Hans’ın masum olduğuna kanaat getirdi. Müsteşarını çağırdı ve Hans’ın pasaportundaki kar motosikletini 77
sildirtti. Böylece Hans Almanya’ya dönebilmek için ihtiyaç duyduğu arabasına, Kartalkaya ise kar motosikletine kalıcı bir şekilde sahip olabildi.
TELSİZ YEDEK PARÇASI İÇİN ALMANYA’YA... Kartalkaya’da bir kayak merkezi kurmak sanıldığından da zordu. Sorunlar birbiri üstüne büyük probleme dönüşüp duruyordu. Yol sorununu kendi imkânları ile çözen Mazhar Murtezaoğlu, kar motosikleti konusunda adeta illegal iş yapmaya zorlanmıştı. Gümrükte takılan kar motosikletini çıkarmak için Hans Jurgen Heyne gibi bir dostunun bile sitemlerine maruz kalan Mazhar Murtezaoğlu’nun iletişim problemini çözmesi ise hayli zamanını aldı.
Mazhar Bey paletli kar aracında
“Kartalkaya’da telefon yok. 1977 yılında PTT’ye müracaat ettik. Bize verdikleri cevap ‘müracaatını yap, parasını yatır, Bolu Santralını size bağlayalım’ oldu. Yığıntıları da hesaplarsan yer yer 4-8 metreyi bulan kar birikimi olan arazide, 30 km telefon hattı yapılacak. Yani olmaz demenin Arapçası. Bize telefon vermeye yanaşmıyorlar. Telsiz konusunda bir PTT teknisyeni olan Sait Bey yardımcı oldu. PTT’nin depolarında arızalı cihazlar var. Yedek parça da yok. Ambarda hurdacıyı bekliyor. ‘Ben parçaları tamir edeyim sen montajını yap’ dedim. Bu parçaların tamamının Almanya menşeli olduğunu öğrendim. Alman Posta idaresinden alınmışlar. Kalktım Almanya’ya gittim. Frankfurt civarında fabrikayı bulduk, sipariş karşılığında imal edebileceklerini belirttiler. Adedi 3,40 mark. Bize 2 tane lazım ama ben 4 tane sipariş ettim, zira bir daha buralara gelemem diyerek yedeklerini de aldım. 78
Yedek parçamız bir sigaranın iki katı büyüklüğünde transistor gibi bir şey. Almanya’dan satın aldığım transistörleri, Sait Bey telsiz ara istasyonuna yerleştirdi. Ara istasyonla bağlantı sağlanmıştı. Sıra otele kadar uzanan bölüme geldi. Bir hafta sonra tekrar arıza yaptı. Yedekleri kullandık, onlarda arıza yapınca elimizde hiçbir parça kalmamış oldu. Telefon bağlama işi bir türlü olmadı. Biz de sorunu tek yönlü de olsa bu telsiz vasıtası ile çözmeye karar verdik. Telsizin başında da kızım duruyordu.” Mazhar Murtezaoğlu’nun tıpkı Koru Oteli gibi Kartalkaya’daki Kartal Oteli faaliyete geçirmesi de çileli bir hikâyeye dönüşmüştü. Bir yanda finansman sorunları sebebiyle oteli tam teşekküllü olarak faaliyete sokamıyor, bir yandan da üç-beş kuruş kazandığı müşterilerini tam olarak memnun edemiyordu. Çünkü ülkede çok büyük bir ekonomik kriz vardı. Kızı Emine Hanım o yıllardaki çileli mücadeleyi şu sözlerle anlatıyordu:
Kızı Emine ve eşi Güner Hanım
“Oteli açtık, müşteri içeri giriyor, ama lobide bir halı serilmiş, koltuklar var, bir restoran var, merdivenlerin korkulukları bile yok, mecburen ip çektik, korkuluk diye. Çatı katı tamamlanmamış. Yapamadık, paramız yetmiyordu. Sadece iki katı açabilmiştik. Ama müşterilerimizin pek çoğu bizi Koru’dan tanıdığı için bu duruma aldırış etmiyordu. O zamanın parasıyla 250 lira kazandığımızda çok büyük sevinç içindeydik. Babam para kazanacağına fazlasıyla inanıyordu, yeter ki oteli bir bitirebilsin. Turizm acentalarına ‘bizim oteli satın’ diye yalvarıyoruz adeta. Hiç biri buna yanaşmıyor. Uludağ gibi bir destinasyon varken kimse Kartalkaya’yı duymak bile istemiyor o günlerde.” 79
Mazhar Murtezaoğlu’nun 58 yıllık hayat arkadaşı Güner Hanım, Kartalkaya’nın doğuşunu ve o sırada yaşadığı güçlükleri gözleri dolarak hatırlıyor. Hiç kimsenin gitmediği yoldan giden eşinin verdiği mücadeleyi de çoğu zaman takdirle anıyor:
Eşi Güner Hanım
“Koru’yu 8 yıl işlettikten sonra Kartal– kaya’ya başladı. Kendi yaptı ama, şirket kurabilmek ve kredi alabilmek için ortaklara ihtiyacı vardı. Zeki Aytaç, Orhan Yavuz ve Özkan Olcay gibi arkadaşlarını küçük hisselerle ortak etti. Sonra da işler düzelince ödedi onların hissesini. Kartalkaya kurulurken her işi yapardım. Kartalkaya’daki bu otelin tüm dikiş işlerini ben yaptım. 3 ay oturdum evde, komşulara haber saldım, ‘işim var eve gelmeyin’ diye. Çocukları okula bıraktıktan sonra, 3 ay boyunca çarşaf, masa örtüsü, perde ne varsa kendi elimle diktim. Bazen paraya öyle sıkışırdı ki özellikle Kartalkaya’da, 500 TL para bulamıyor işçilerine ödemek için. Turizm Bakanlığı’ndaki yetkililere kızdı, neredeyse silahını alıp onları vurmaya gidecek. Öyle günler gördük.”
Kızı Emine Hanım, 1970’li yılların en büyük kabusu haline gelen karaborsa ve yokluk günlerinin babası için tam anlamıyla bir işkenceye dönüştüğünü anlatırken, verdiği mücadeleyi de hayranlıkla hatırlıyor. “İlk yıl çok büyük sıkıntılar çektik. Kıtlık yılları tabi. Ecevit yeniden iktidara gelmiş, 1978 yılıydı. Yemek pişirecek Vita yağı yok. Mazot yok, fuel oili önceden tanklara koymuş oradan borularla geliyor, önceden doldurduk onu da borç harç da olsa. İlk yılı böyle kurtardık. Mazot bitmemesi lazım jeneratörler için, zira onlar da çalışmazsa her şey biter müşteri donar, ama piyasada mazot yok, bulamıyoruz ki. Eski bir kamyonumuz vardı, babam ona bir de çıkma tanker uydurmuştu. E5’ten İstanbul’a kadar sağdaki benzin istasyonlarına uğruyor, 1 depo, 1 depo alıyor, çıkınca hemen tanka aktarıp sonraki istasyonda yine depoyu dolduruyor. Dönüşte de tanıdık yerlerden de karaborsadan Vita yağı alıyor ve bulabildiği mazotla buraya geliyordu.” Mazhar Murtezaoğlu’nun yaşça küçük olsa da arkadaşı Belgin Özer’in Kartalkaya’nın hangi koşullarda faaliyete geçtiğine ilişkin de ilginç hatıraları var:
80
Oğlu Harun ve eşi Güner Hanım’la birlikte
“Kartalkaya ilk faaliyete başladığı sıralarda ben PEPA (Petrol Pazarlama) diye Türkiye Petrolleri Vakfı bünyesinde bir fuel oil dağıtım şirketi kurdum. Kısa sürede tüm Ankara’nın fuel oilini verir hale geldik. 40’a yakın tanker filomuz vardı. Tam da Kartalkaya’nın açılışı öncesine denk geliyor bu dönem. Birgün Mazhar Bey bana geldi. ‘Kartalkaya’ya kışın tanker çıkamaz, ben oraya bir depo yaptım, yazdan oranın fuel oilini depolamam lazım’ dedi. Peki dedim, ama ‘Hiç param yok benim’ dedi. Belki 20 tanker fuel oil vermemiz gerekecek. Fakat serde Bolu sevgisi ve hemşerilik duygusu var, Mazhar Bey de Bolu’ya hizmet eden çok önemli katkıları bulunan bir adam, ‘tamam’ dedim. Ama nasıl yapacağız bu işi? Bir gün Yönetim Kurulumu topladım, dedim ki ‘burada depomuz yok, kışın Bolu Dağı’nı aşmamız da sorun oluyor. Bolu’da ben bir depo bulayım, yazdan orayı dolduralım, kışın da oradan Ankara’nın fuel oilini takviye ederiz.’ Yönetim Kurulunu ikna ettim. ‘Tamam’ dediler arkadaşlar, oy birliği ile benim depo bulmam kararlaştırıldı. Bunu Mazhar Bey’e söyledim ve 1 haftada onun deposunu doldurduk hiç para almadan. Karşılığında bize senet verdi. Aslında o günler de gençlik de var, birileri dese ki ‘bu suiistimaldir’, diyebilirlerdi, ama ben bunu Bolu sevgimden ve Mazhar Bey’e olan saygımdan yaptım. Fakat Mazhar Bey de o kadar dikkatli davrandı ki her ay yaktığı fuel oili hesaplayıp ay sonunda günü gününe parasını ödedi ve 1 yılı alnımızın akıyla tamamladık. Bana, ‘senin burada çok önemli bir payın var, bunu yapmasaydın bu yılı çıkaramazdık’ dedi. İkinci yıl artık sorunlarını çözmüştü ve geldi ‘artık param var’ dedi, her ay yaktığı yakıtın parasını düzenli olarak ödeyebilir hale gelmişti. Tabi ben olmasam da Mazhar Bey bunu başarabilirdi. Çünkü o bu işi sadece para kazanmak için yapmıyordu. Bu onun için bir içgüdüydü ve zamanının gereği olarak yapıyordu. Her zorluk bir fırsat doğurur lafını unutmamak lazım, o bu yola düştüğünden karşısına da fırsatlar çıkıyordu.” 81
Emine ve Harun Murtezaoğlu ile Yavuz Çelebi
Belgin Özer’in Mazhar Murtezaoğlu ile ilgili hatıraları elbette bununla da sınırlı değildi. Zor zamanlarında Mazhar Beye yakıt konusunda yardımcı olan Belgin Özer, onun nasıl bir prensiple çalıştığını da şu sözlerle anlatıyor: “Sanırım 80’li yıllardı. Ankara Kızılay’da Rotary Kulüp’ten arkadaşlarım bir gün bana Kartalkaya’ya gitmek istediklerini söylediler. Neyse telefon ettim, organizasyonu yaptım, hepsi varlıklı insanlar içlerinde belki de en ‘fakir olan’ benim. Neyse gece 12 gibi otele varabildik. Arkadaşlar havuza girmek istediler. Mazhar Bey ‘’ Hayır’ dedi, ‘Ben prensiplerimi bozamam.’ Ya hiç hatırımızda mı yok’ falan dedik, ama ‘Hatır için de olsa prensip bozulmaz’ dedi ve izin vermedi. Sonradan anladım ki kendi adına ticaret yapanların böyle prensipleri olması lazım. Dolayısıyla bu hareketinden dolayı hiç kızmadım ona. Mazhar Bey, İzzet Baysal Vakfı ile mukayese edilmez ama Bolu’ya çok hizmetleri olmuş biridir. Onun da heykelini dikmek gerekir Bolu’ya.”
ECEVİT’LE GÖRÜŞME Mazhar Murtezaoğlu, Bolu Valiliği’nin can güvenliği olmadığı gerekçesiyle otelini kapatmasından sonra kısa sürede yeniden oteli açmasına rağmen kalan eksikliklerini gidermeye karar vermişti. Resmi evraklarında en küçük bir eksikliğe bile tahammülü kalmamıştı artık. O yıllar 82
Türkiye’nin siyasetin en istikrarsız yıllarıydı. Hükümetlerin en uzununun ömrü 2-3 yılı bile bulmuyordu. Siyasi istikrarsızlığa bağlı olarak ülkede pek çok ürün karaborsada satılır hale gelmişti. Bir kayak merkezinin ihtiyacı olan en hayati ürünlerin tamamı ise yurtdışından getirilmek zorundaydı. Oysa Türkiye, 70 cente muhtaç durumdaydı. Kullandığı petrolün bile parasını ödeyemiyordu. İşte tam bu atmosfer içinde CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit yeni bir hükümet kurdu. Ecevit, Koru Motel’i işlettiği günlerden beri İstanbul’a gidiş-gelişinde Mazhar Murtezaoğlu’nun işlettiği tesislere uğrayıp yemek yiyordu. Pek çoğunda eşi Rahşan Ecevit de kendisine eşlik ediyordu. Rahşan Ecevit, Mazhar Murtezaoğlu’nun annesi Hatice Hanımın yaptığı dağ çileği reçellerini de peynirleri de çok beğeniyordu. Her gelişinde da satın alıp evine götürüyordu. Mazhar Murtezaoğlu, Ecevit’le kurduğu bu yakın ilişkiye güvenerek Ankara’ya gitti. Ecevit’le görüşerek Kartalkaya için gerekli krediyi alabileceğini düşünüyordu. Ancak Ecevit, diğer merkez sağ parti liderlerinden farklı biriydi. Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için işadamları ile görüşmemeyi ilke edinmişti. “Bülent Ecevit, Koru’dan dostumdu, ama görüşme girişimimizi, ‘İş adamlarıyla görüşmek prensibim değildir’ diye reddetti. Bizi o dönemde Turizm Bakanı olan Alev Çoşkun’a Bülent Ecevit yönlendirdiler. Alev Coşkun’u müşterek bir arkadaşımızı devreye sokarak tesisleri görmeye otele davet ettik. Lütfetti geldiler. Kredi için yardım edemeyeceğini belirterek, ‘’Boşuna uğraşma zaten hepsi bizim olacak’’ dedi. Belli ki o da tesislerin yapılmaması halinde tahsisin sona ereceğini hesap ediyordu. Zoruma gitti. Daha bir hırslanmıştım artık.”
BİR GECEDE HAVUZ TEMELİ TAMAM 1973 yılından beri Mazhar Murtezaoğlu ile birlikte çalışan Mustafa Göler Kartalkaya’daki Kartal Otel’in ruhsat sorununun büyük bir krize dönüştüğünü ve krizi nasıl çözdüklerini şu şekilde anlatıyor: “1973’de Koru Otel’de çalışmaya başladım Mazhar Bey’le. Sonra 1976 yılı 29 Ekim’inde Kartalkaya’ya geldik birlikte. O zaman çok kar vardı. Otel açılmamış. Tüm personel olarak geldik buraya. 1978 yılıydı, Ecevit’in Turizm Bakanı Alev Coşkun geldi. Oteli engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bakan otelin havuzu yok diye ruhsatı vermeyecek. Projesi var, 83
ama adam yetiştirememiş, belki de parası yok. Neyse akşam oldu, bakan yukarıda yatıyor. Mazhar Bey tüm ekibi topladı. Gece Unimoglarla temeli kazdık, temel için tüm kalıpları bağladık, aşçısı, komisi, belboyu ile birlikte tüm ekiple. Mazhar Bey ekip ruhu yaratmıştı hepimizde. Sabah kahvaltısında otelin camından gösterdi, dedi ki ‘Sayın Bakanım görüyor musunuz? Yüzme havuzu 15 gün sonra yüzülmeye hazır’ dedi. Böylece izni alabildik.”
Kartal 1-2 ve abide ağaç
84
Halen Kartal Otel’de çalışan Mustafa Göler, Mazhar Murtezaoğlu’nun başarısını çalışanlarına ve müşterilerine yönelik kusursuz hoşgörüye bağlıyor: “Biz birçok şeyi biliyoruz sanıyorduk, ama paspas yapmasını bile Mazhar Bey’den öğrendik. Ben komi olarak başlamıştım, aşçılığı sonradan öğrendim. Otelin inşaatı esnasında Mazhar Bey’i gördüğümüzde işçi zannediyorduk. Bir amele gibi her şeye koşturuyordu. Araçları o kullanır, yol açmaya, pist yapmaya o giderdi. Onun bu çalışkanlığını gördükten sonra personel olarak senin kaytarman zaten mümkün değil. O kadar çok iş vardı ki. Malzeme tam değil o zamanlar, şömine yanmış mı kontrol et gece gündüz, yol açık mı, kalorifer yanıyor mu? Hepsini kendi kontrol ederdi. O sert görünümlü ama hiç ağır kelimesi olmayan biriydi. Yani hiç beğenmediği personelini gönderecekse bile hiç bağırıp çağırmaz. ‘Gel canım, muhasebeye kadar git canım’ derdi. En ağır kelimesi ‘canım’ dı zaten. Canımı duydukmu korkardık.” Mustafa Göler, Mazhar Murtezaoğlu’nun çalışanlarına yönelik babacan tavrından çok, müşterileri ile olan ilişkisi sayesinde Kartalkaya gibi bir eseri ortaya çıkardığını düşünüyor: “Müşterileri onun için birinci öncelikti. Müşterisi de çok kaliteliydi her zaman. İşadamları, bakanlar, önemli insanlar burada hep. Koru’dan Varan’dan geliyor, hep tanıdıkları. 1977-1978 yıllarında kahvaltılık peynir bulamıyor, hizmet aksamasın diye Danimarka’dan peynir getirtiyordu. Zaten ne zaman bir malzeme alacak olsa yurt dışından getirirdi, sağlam olması için. Bugün hala o günlerde aldığımız bulaşık makinelerini, tezgâhları kullanıyoruz, yıpranmadı hiç biri. Bu oteli yaparken öyle bir düşünmüş ki, altyapısını otelin büyüyebileceğini düşünerek yapmış. O anlatılmakla bitirilecek gibi bir adam değil.”
CÜNEYT ARKIN’I OTELE SOKMADI Mustafa Göler, Mazhar Murtezaoğlu’nun müşterilerine olan yakın ilgisinin yanı sıra prensipleri ile hareket etmesi sebebiyle de çalışanları tarafından takdirde karşılandığını örnekleri ile anlatıyor: “Mazhar Beyin prensipleri vardı ve asla taviz vermezdi. Örneğin bir gün, kalite bir grup vardı, otele köpek girmesi yasaktı. Onlar da getirmiş buraya, havuza bile sokmak istiyor köpeklerini, Mazhar Bey ‘hayır’ dedi gönderdi. Koru’da Ajda Pekkan’ı almamıştı, bateristi ses yapacağı için. Kartalkaya’da filmler çekiliyordu, örneğin Cüneyt 85
Arkın, burayı mekan olarak kullanmak istedi. Mazhar Bey ise burayı magazin konusu yaptırmak istemiyordu, onun için içeride çekime izin vermedi, dışarıda ne isterseniz yapın’ dedi. Müşteri açısından da çok disiplinli ve tedbirliydi. Örneğin isterse müşteri dünyanın en iyi kayakçısı olsun, sis, fırtına varsa pisti açtırmazdı. Kimseyi bırakmazdı, prensibinden kesinlikle vazgeçmezdi, yoksa o gün kayak yoktur. Kendisi çok riske girerdi ama müşteri açısından asla risk almazdı. Önce güvenliği düşünürdü.” Kızı Emine, babası Mazhar Murtezaoğlu’nun azim ve kararlığı konusunda çok özel duygulara sahipti. Çalışmaktan ve çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamaktan başka bir uğraşı olmayan Mazhar Murtezaoğlu, çoğu kez çocuklarını da ihmal edecek şekilde kendisini işine veriyordu. Emine Hanım, o yıllara ilişkin şunları anlatıyordu: “Zor yıllardı gerçekten. O zamanlar bir müşteri Bolu’ya geliyordu, Bolu’daki telsizden bize müşteriyi yola çıkardıklarını bildiriyorlardı. Bolu’dan yola çıktıktan sonra da bir saat içinde Kartal Otel’e varmış olması gerekiyordu. Bir saat içinde gelmezse onu aramaya çıkıyorduk. Zira başka bir iletişim aracımız yoktu. Yolu biz açıyoruz Kızık Yaylasına kadar. Bazen zincir taktırıp getiriyoruz, bazen konvoy halinde getiriyoruz. Çünkü o zamanlar Bolu- İstanbul arası bile 6-7 saat sürüyordu. Bu yüzden firmalar otelimizi pazarlamak bile istemiyordu. Neyse ki 1980’li yıllarda Ortur diye bir firma çıktı da Kartalkaya’yı pazarlamaya başladı. Babam baktı ki böyle olmayacak İstanbul’a büro açıldı. Kartal 2 Oteli 1984 yılında yapıldı. İkisi 180 oda. Grand Kartal 160 oda 1998 yılında yapıldı.” 86
ÖZAL İLE ÇİLESİ BİTTİ 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra iktidara gelen Turgut Özal hükümetleri döneminde Mazhar Murtezaoğlu’nun kış turizmi macerasında da büyük bir değişim başlamıştı. Bin bir güçlükle otelini tamamlayan Mazhar Murtezaoğlu, Koru’dan beri tanıdığı özel müşterileri sayesinde en büyük cendereden kurtulmuştu. Kızı Emine Hanım, makus talihin yenildiği günleri de şu sözlerle anlatıyordu: “Buraya ilk gelen müşteriler Boynerler, Koçlar gibi müşterilerdi. Onlar geldiklerinde en az bir ay kalıyorlardı. Hakikaten ev gibiydi burası. Zira bugün buraya gelmiş olanların çoğu burada doğmuş çocuklar. Böyle sadık müşterimiz var, balayına gelenler, bugün çocukları veya torunları ile geliyor. Babamın saygınlığı vardı müşteri nezdinde de. Örneğin o geçerken içkisini saklarlar müşteriler veya babam 12’de anons eder, ‘haydi yatın artık, burası sporcu oteli’ diye. Herkes de alışmış ona, tabldot da verir, sinirli bir aşçıbaşımız vardı ,masaları dolaşıp bakardı yemekler yeniliyor mu yenilmiyor mu diye. Öyle samimi bir ortam vardı o dönemlerde. Hepsi hala görüştüğüm insanlar. Artık tanınmaya başladık, 2-3 yıl sonra ertesi yıla rezervasyon yapılmaya başlandı. Kimse de cesaret edip buraya otel de yapamıyordu o zamanlar.” Mazhar Murtezaoğlu, ömrünü adadığı turizm macerasının büyük bölümünü çileli geçirdi. Bin bir güçlükle karşılaştı, ama hiçbir zaman yılmadı. Onu ayakta tutan ise güçlü dostluklarıydı. Pek çok siyasetçi ile tanışmış ve kaynaşmıştı. Ama içlerinde Turgut Özal’ın yeri başkaydı. Onu en zor zamanlarında feraha çıkaran Özal’ı bir türlü unutamıyordu. Özal, 1993 yılında Cumhurbaşkanlığı sırasında ani kalp krizi sonucu hayatını kaybettiğinde Mazhar Murtezaoğlu, bir yakınını kaybetmiş gibi üzülmüştü. 1990’lı yıllarda tüm borçlarını ödeyerek başarılı bir turizmci olmasında Özal’ın etkisi ve katkısı büyük olmuştu. Kızı Emine Hanım, babası Mazhar Murtezaoğlu’nun zafere ulaştığı günlere ilişkin şunları anlatıyordu: “1990’lı yıllarda artık borçlar bitti. O zaman Marmaris’e tatile gittik. Hiç tatil yapmazdı, ‘tatil, bizim işimiz’ derdi. Yurtdışına gittiğinde bile tatile değil, iş için giderdi. Marmaris’te 3 gün kaldık, canı sıkıldı. Gitti ormancılarla konuştu, ‘bu civarlarda müstakil koy var mı? Beni bir gezdirseniz’ dedi. 87
Onlar da ‘var abi’ dediler. Emel Sayın’ın koyu, Çökertme koyu var, orman kampı var orada da. Özal’a da yakındı. ‘Burayı sana verelim’ dediler. Babam istemedi. ‘Çok yol üstü’ dedi, ama kafasında öyle bir tesis yapma fikri doğdu orada. Şu anda D-Marin, eskiden Robinson Club olan oteli yaptı. Bir balıkçı ‘Tavşanbükü’nde Balıklıkoy denilen bir yer var’ diyor. Babam tabi orayı görünce hemen kafasına yatıyor, 14 kilometreden su, 7 kilometreden elektrik getiriyor. 4 kilometre yol yapıyor kendi imkânları ile. O zamanlar Belek’te hiçbir şey yoktu. 1991 Körfez krizinde sattık orayı. Çünkü burayı (Kartalkaya) çok zorlamaya başlamıştı. Özal da samimi dostu idi, buraya gelip kaldı kaç kere. Rahmetli Özal bir gün babama diyor ki ‘Ya Mazhar, buralarla uğraşma gel sana Belek’ten 3 otellik yer vereyim, otel yap’. O zamanlar tahsisler kolay. Babam da diyor ki; ‘yok ben öyle istemiyorum, ben tek başıma yer istiyorum.’ İsteseydi alabildi. Ama almadı.”
HAYATINI ÇOCUKLARINA ADADI Mazhar Murtezaoğlu, bir erkek bir de kız evlat sahibiydi. Evliliğinden yana bir sorunu olmamıştı ama doğan iki çocuğunun da akraba evliliği sebebiyle göz bozukluğu yaşaması onu fena halde üzmeye yetiyordu. Çocuklarının sağlıklı görebilmesi için onları Türkiye’de götürmediği doktor, hastane kalmamıştı. Sonunda her iki çocuğun da ancak yurtdışında tedavi edilebileceğine dair bilgiler alınca yıllar boyunca her yaz onları İsviçre’ye götürüp tedavi ettirdi. İsviçre’ye her gidiş gelişinde kayak merkezi ve kış turizmine yönelik fikri de olgunlaşıyordu. 88
Kızı Emine Hanım babasının bu fedakârlığını şükran dolu sözlerle anlatıyor: “Babam akraba evliliği yaptığı için benim ve abimin gözleri bozuk. İleri derecede hipermetropi var bizde. Lens kullanıyorum. Tedavisi mümkün olan bir şey de değil, göz gelişememiş çünkü. Gitmediğimiz doktor kalmadı, dedikleri bu. Babam Türkiye’de bunu araştırıyor ve tedavisinin mümkün olmadığını görünce İsviçre’ye götürmeye başladı bizi. Annem ve abimle bizi arabayla her yaz İsviçre’ye götürüyor. 5-6 yıl sürdü bu iş. Saint Gallen denen bir şehir Saint Morris’in yanında, orada kalıyoruz yaz tatili boyunca tedavi için. 1970’li yıllardan itibaren gitmeye başladık oraya. Bir ev tutuyor, ailecek orada kalıyoruz. Dünyanın en iyi göz hastanesi var orada tedavi oluyoruz. Şimdi Türkiye’de hepsi yapılıyor ama o zamanlar yoktu. Büyüyoruz tabi, büyüdükçe de göz bozukluğumuz ilerliyor, onun ilerlemesini durdurmaya çalışıyorlar. Allah’tan babam gibi bir babamız varmış da bizi ihya etmiş, Bolu gibi bir yerden o devirde bizi oralara götürüp tedavi ettiriyordu. Ona ne kadar şükran duysak azdır.” Oğlu Harun Murtezaoğlu da babasının kendilerine iyi bir eğitim verebilmek için çok çalıştığını şu sözlerle ortaya koyuyor: “Bizim iyi eğitim almamız için çok uğraştı. Beni eğitim için İngiltere’ye gönderdi. Madem bu işi yapacağız diye kız kardeşim ve bana kayak öğretti. İlk kayağını Mellau diye bir kayak merkezi var Avusturya’da, orada yaptı. 1975 yılında. Bir kayak hocası tuttuk. Orada biz kaymayı öğrendik. Orada kayak yaptı, burada hiç kaymazdı. İşten dolayı fırsat bulamazdı. Burada devamlı kimsenin çıkamadığı direklerin tepesindeydi. Pist makinesiyle dolaşıp pisti
Ailesiyle
89
hazırlardı, onun için bir zevkti. Teleferik bozulduğunda araçlar bozulduğunda o yapardı.”
‘ZEKİ MÜREN’DEN ÖNCE LENS TAKTIM’ Çocuklarının tedavisi için yıllarca İsviçre’ye kendi arabası ile gidip gelen Mazhar Murtezaoğlu, onlar için tüm servetini harcamayı bile göze almasına rağmen tam anlamıyla tedavilerini sağlayamıyordu. Sonunda hastalığın ilerlemesi büyük oranda durduruldu. İsviçre’deki doktorlar her iki çocuğuna lens takarak Murtezaoğlu ailesini Türkiye’ye gönderdi. Emine Hanım, babasının bu fedakârlığını da Zeki Müren kıyaslaması ile anlatıyor. “O yıllarda göz rahatsızlığı olan herkes gözlük takıyor. İlkokula gidiyordum. Bolu Sakarya İlkokulu’nda okudum. Türkiye’de ilk lens takan kişilerden biriyim sanırım. Zeki Müren bile bizden sonra taktı. Bolu’daki o dönemin çocukları benim sayemde lensin ne olduğunu öğrenmişti. Çünkü çok yaramazdım, her yaramazlık yaptığımda lens düşüyordu. Öğretmenimiz ‘Herkes dursun, olduğu yerde kalsın. Emine’nin lensi düşmüş’ diyordu. Hiç kimse kıpırdamayınca yerdeki lensi kolayca buluyorduk, her seferinde. Ben çok yaramazdım, abim ise çok usluydu. Koru’dayken babam, arsız olup kız çocuk olunca, bir de saçlarımı kısa kestirip erkek gibi giydirirdi beni. Hep ‘Mazhar Bey’in iki oğlu var biri çok uslu ve biri çok yaramaz’ diye takılıyorlardı. Babam da ‘Siz yanlış doğmuşsunuz, sen erkek olacakmışsın, abin de kız’ diye alay ederdi.” 90
SAĞLIK TURİZMİ MACERASI YARIM KALDI Mazhar Murtezaoğlu, Kartalkaya’da elde ettiği zaferin ardından Bolu’yu sağlık turizminin de başkente yapmaya karar vermişti. Karacasu’da 100 dönümlük bir arazi alarak işe koyuldu. Ancak sağlık sorunları iyice nüksetmişti. Oğlu Harun Murtezaoğlu, babasının o günlerdeki planlarını şu şekilde anlatıyor: “Babam Karacasu’da arazi topladı uzun süre. Oraya termal otel yapmayı istiyordu, bugünkü Gazelle Otel’in karşısındaydı. Orası 100 dönüm civarında. Sondaj yaptırdı. Sıcak su çıksaydı, oraya termal otel yapacaktı, ama soğuk su çıkınca vazgeçti, bugün orası çiftlik olarak duruyor. O sırada Kartalkaya, hastalık derken vazgeçildi. Şimdi annemle çoğu vakitlerini orada geçiriyorlar.” Harun Murtezaoğlu, Kartalkaya gibi bir kış turizm cenneti yaratan babasının Bolu’ya olan sadakatini ise şu sözlerle anlatıyor: “Kartalkaya yapıldığında gurur duyardım. Küçükken burada da her türlü işi yapardık, ailecek çalışırdık. Yazlık otel de yapılıyordu, ama kabasını bitirip sattık, Özkan Bey’le ortaktı orası.Uludağ çok istedi aslında yatırımı buraya yap diye. Çünkü Kartalkaya’nın rakip olmasını istemiyorlardı. Ama o Bolu’yu seçti. Bolululara hep beraber yapalım diye öneri götürdüğünde ‘Deli bu adam’ demişler o zamanlar. Koru’yu sattığında da ‘deli’ demişlerdi zaten. Para makinesi gibiydi çünkü orası. Burada yol yok, iz yok.” Bugün eşi Güner Hanım, bakıcılara güvenmediği için yanı başından ayrılmıyor Mazhar Murtezaoğlu’nun. Ancak geriye dönüp baktığında da birlikte verdikleri mücadeleyi dün gibi hatırlıyor. “Mazhar Murtezaoğlu, her istediğinin anında yapılmasını ister. 58 yıl oldu evliliğimiz. Dünyada bundan ya bir tane vardır, ya iki tane, her bakımdan. Güzel anılarımız da vardı. Kayınvalidem vardı yanımda, bunun dişisiydi o da. Annesine çok bağlıydı, kendisini büyüttüğü için. Hep çalışırdı. Evde hiç durmazdı. Komşular görmezdi. 20 yıllık komşum tanımazdı Mazhar’ı. Ben hep çocuklarla uğraştım. Okula bile gidemezdi, ben eğitimleriyle ilgilenirdim. Çok da gezdik Mazhar’la. Dünya turu bile yaptık. Havai, Avrupa her yere... Hastalığı başlayalı 25 yıl oldu neredeyse. Grand Kartal Oteli yaparken hasta olduğunu biliyordu. Çok yavaş ilerledi hastalığı, ABD’ye gittik tedavi için. Son birkaç yıldır kötüleşti hastalık. Beni tanıyor hala. İlkin çok belli değildi hastalığı, sonra yavaşladı hareketleri, son birkaç yıldır ağırlaştı. 91
Karacasu’da çiftliğimiz var, yazları orada yaşıyoruz. İstanbul’da da evimiz var, bazen oraya gidiyoruz. Mazhar Bey’i yalnız bırakmam, çünkü bakıcı kadınlara güvenmiyorum, ilaçlarını kendim veriyorum” Kızı Emine babasının Parkinson hastalığının yüzünden bazı planlarını ertelemek zorunda kaldığını şu sözlerle anlatıyor: “Hastalık 25 yıldır var. Aslında hep check up yapan, sağlığına da dikkat eden birisidir. Ama hep derdi ki ‘Allah verdi böyle bir hastalık, ne yapalım?’ Yavaş giden bir hastalık Parkinson. İlaçlarını alır, düzenli doktoruna giderdi. 5 yıldır artık sıkıntılı, çalışamaz hale geldi. Son yıllarda sadece 5-10 dakika iyi sadece. Burada hiçbir şey yokken ormancılar buraya bir bina yapmaya karar verince babam projesini yaptırıp verdi onlara. Çünkü baktığım yerde güzel bir bina olsun derdi. Sonra Kızık Yaylası’ndaki Karakol’un projesini de o verdi. Avusturya-İsviçre tarzıdır.” Mazhar Murtezaoğlu’nun Bolu ile ilgili güzel planları olduğunu da anlatıyor kızı Emine... Bolu’nun bir sanayi şehrine dönüşmemesinin en
92
büyük arzusu olduğunu ifade ediyor. Hatta 1999 Düzce Depreminin bir fırsat olacağını da babasının izah ettiğini belirtiyor. “Organize sanayinin gelmesini hiç istememiştir. ‘Bolu, Ankara ile İstanbul arasında oksijen deposudur. Turizm kenti olmalı’ derdi. Çok seviyordu Bolu’yu. Dünyada böyle bir kentin olmadığını söylerdi. Deprem olduğunda valiye yalvardı. ‘Bu afet Bolu için bir fırsat, para akıyor devletten. Hasarlı, çok katlı binaları yıkıp, yeşil alan yapın, buradaki insanlara çevreden arsa verin. Örneğin İzzet Baysal Caddesi sadece 2 katlı yeni binalardan oluşsun, raylı sistem de yapılsın. Yemyeşil ve planlı bir şehir yapalım’ dedi. Ama o an herkes bir tuhaftı. Önerisi kabul görmedi. Yapılabilirdi aslında. ‘Düşünün’ diyordu, ‘Allahtan fazla can kaybımız yok, bu Allah’ın Bolu’ya bir nimeti demişti’ ama ne yazık ki olmadı. Hayatı hep işte veya hep dağda. Biz babama ‘siz’ diye hitap ederdik. Çünkü gece geliyor, sadece bir saat görüyoruz görmüyoruz. O kadar. Babamız hep çalışıyordu. Babamın en fazla önem verdiği konu çalışmaktı. Özel ilgi alanı pek yoktu. Fotoğraf çekmeyi de severdi, ama çalışkan insanlar hoşlanırdı” diyor.
93
SON SÖZ: “GEÇMİŞ GEÇMİŞTİR’ Mazhar Murtezaoğlu, hayallerini büyük oranda gerçekleştirmiş biri artık. Şu anda zoru başarmış olmanın huzuru içinde Bolu’da yaşıyor. Eşi Güner Hanım da yanında. Bolu’ya dünyanın en iyi kayak merkezlerinden birini kazandırmanın, Bolu’yu marka şehirler arasına yerleştirmiş olmanın huzuru içinde. Çok sevdiği Bolu’ya sağlık turizmini getirmeyi de aklından geçirmiş olmasına rağmen, artık bu işleri çocuklarına bırakmış. Hiç kimsenin gitmediği yollardan giderek, kendi izini kazımış Bolu dağlarına ve eteklerine. Ömrünü harcadığı Kartalkaya zirvedeki yerinde duruyor. Oğlu Harun Bey ve kızı Emine Hanım yürütüyor artık Kartalkaya’daki işleri.
Gazelle Otel
Ayrıca, kızı Emine’nin kurduğu Gazelle Oteli ise Köroğlu Dağları’nın eteklerini süslüyor. Kızı Emine Hanım, Mazhar Bey’in çevreci kimliğine dikkat çekerek, şunları anlatıyor: “Gazelle’de onun fikrini aldık. Orası eşimle benim girişimim. ‘Burası nasıl? diye sorduk kendisine. ‘Allah burayı otel yapılsın diye yaratmış’ dedi. Oteli şöyle yapacaksınız, böyle yapacaksınız’ diye tavsiyelerde bulundu. ‘Ağaçlara dokunmayacaksınız’ diye sıkı sıkı tembih etti. Dediğini de yaptık. İnşaat süresince de geldi gitti sürekli. ‘Göreceksin burası dünyada bir numara olacak’ diyordu durmadan. Sağlığı iyi olduğu zamanlarda babama gösteriyorum, o da çok mutlu oluyor tabi. Babam her zaman ‘geriye dönüp kahredeceğinize daima ileriye bakacaksınız, geçmiş geçmiştir’ derdi.” 94
Mazhar Murtezaoğlu’nun çevre duyarlılığı kızı Emine Hanım’ın anlattığı ile sınırlı değil. 1973 yılından beri yanında çalışan Mustafa Göler ise şunları anlatıyor: “Kartalkaya’yı tamamladığımız yıllarda avcılık serbestti. Aşağıda Kındıra Köyü vardı. 3 tane ayı dadanmış, yaz geldi mi aşağı inerlerdi. Köylüler ineklerini yiyecek diye onları vurmaya kalkıyorlar. Mazhar Bey hemen devreye giriyor, ayıları vurmayın, eğer ineklerinize zarar verirse ben ödeyeceğim parasını diyor. Yani çevreye karşı da çok duyarlıydı. Bu hassasiyetini her fırsatta ortaya koyardı. Bir ağaç kesse mutlaka yerine bir tane dikerdi. Devletten hiçbir yardım olmadan başardı tüm bunları, geçen yıllara kadar yolu bile açmıyordu devlet. Personel otobüsünün önünde bile kar bıçağı vardı. Yolu aça aça gelirdik.” Anlaşılıyor ki, Mazhar Murtezaoğlu’nun azim ve kararlılığının özetiydi geriye dönüp bakmadan ileri gitmek ve ardından gelene açık bir yol bırakmak. Onca zorluğa başka hangi insan katlanabilir ki? Tıpkı, Balzac’ın dediği gibi, “Dünü unutmalı, bugünü yaşamalısınız. Çünkü dün ile bugün arasında kavga çıkarsa; yarını kaybedersiniz.”
95
KAYNAKÇA
• Arcayürek Cüneyt -Yeni İktidar, Yeni Dönem 1951-1954 – Bilgi Yayınevi • Cumhuriyet Gazetesi arşivi • Demir Şerif – Düello/ Menderes ve İnönü Demokrat Parti’den 27 Mayıs Darbesine Olaylar – Timaş Yayınları • Demirer Mehmet Arif – 27 Mayıs Masallar ve Gerçekler – Toplumsal Dönüşüm Yayınları • Emerson Ralph Waldo – İnsanın Görkemi – Okuyan Us Yayınları • Hürriyet Gazetesi arşivi • Karakoç Sezai – Edebiyat Yazıları 1 – Diriliş Yayınları • Koraltan Refik – Tek Parti Devrinden 27 Mayıs İhtilaline Demokratlar – Timaş Yayınları • Köroğlu Gazetesi arşivi • Milliyet Gazetesi arşivi • Peale Norman Vincent – Olumlu Düşünmenin Gücü – Profil Yayıncılık • Toker Metin -Tek Partiden Çok Partiye – Bilgi Yayınevi • Toker Metin-DP’nin Altın Yıllar – Bilgi Yayınevi • Yeni İstanbul Gazetesi arşivi • Ulus Gazetesi arşivi • Zafer Gazetesi arşivi
96