İZ BIRAKAN BOLULULAR 5
Kanatlı Sektörünün Öncülerinden
YUSUF YAR HÜSEYİN TUNÇAY
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkıları ile Bolu Belediye Başkanlığı tarafından bastırılmıştır.
BOLU BELEDİYESİ YAYINLARI İZ BIRAKAN BOLULULAR SERİSİ-5
EDİTÖR Hüseyin TUNÇAY YAYIN KURULU Emine DAVARCIOĞLU - Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Güler MERT - Kültür ve Sosyal İşler Müdürü İsmail ŞENTÜRK - Bolu Araştırmaları Merkezi Sorumlusu
YAYINA HAZIRLAYAN Tunçay Yayıncılık Basım Reklam Danışmanlık Organizasyon Ltd. Şti. Ahmet Rasim Sokak 33/A Çankaya/ANKARA (0312) 442 25 30 e-posta: tuncayyayincilik@yahoo.com 1. BASKI Ocak 2017 BASKI ………………………………………. ……………………………………… ISBN …………………………… BOLU BELEDİYESİ KÜLTÜR YAYINIDIR, ÜCRETLE SATILAMAZ. KAYNAK BELİRTİLEREK ALINTI YAPILABİLİR.
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ..................................................................................................5 TEŞEKKÜR.............................................................................................7 BAŞLARKEN..........................................................................................9
BÖLÜM 1 YAŞAMI SÜNNETÇİ MEHMET EFENDİ’NİN ÇİFTLİĞİ...................................... 15 ‘EN MUHALİF, EN CANLI’ TANIK........................................................ 19 27 MAYIS VE ASKERLİK..................................................................... 21 EVLİLİK.............................................................................................. 24 KONYADA YEDEK SUBAY ÖĞRETMENLİK........................................ 32 ÇOCUKLARINA ATALARININ İSİMLERİ KOYDU................................ 37 AVLUDAN ÇIKAN GERİ DÖNEMEZ................................................... 38 KERESTECİYKEN KERESTECİ OLMAK…........................................... 39 EĞİTİM TUTKUSU.............................................................................. 43 HERKESE ‘YAR’ OLDU........................................................................ 43 İKİNCİ İFLAS DALGASI...................................................................... 45
BÖLÜM 2 TAVUKÇULUK TAVUKÇULUK SEKTÖRÜNE İLK ADIM.............................................. 51 ALINTERİ İLE FABRİKATÖR OLMAK.................................................. 56 NE OLDUYSA S. ARABİSTAN DA OLDU…........................................ 59 BOLU’DA BİR DON KİŞOT................................................................. 62 ÖZAL İLE 3,5 SAATLİK GÖRÜŞME..................................................... 69 24 Ocak Kararları.............................................................................................. 71 YUSUF YAR ARABİSTAN YOLUNDA ................................................. 72 Medine’de Bir Türk Sığınağı.......................................................................... 77 BAYAT PARAYI HİÇ SEVMEDİ............................................................ 81
3
EKLER KENDİ AĞZINDAN YUSUF YAR…...................................................... 95 EROL ŞENGÖR İLE RÖPORTAJINDAN............................................. 103 GAZETELER VE DERGİLER............................................................... 109 KANATLI SEKTÖRÜ’NÜN DUAYENLERİNDEN YUSUF YAR’I KAYBETTİK...................................................................................... 109 YUSUF YAR TOPRAĞA VERİLDİ....................................................... 110
4
ÖNSÖZ Çok kıymetli hemşerilerim, Türkiye’nin doğa cenneti Bolu’muzun gelişip kalkınmasına, tanın masına ve gelecek kuşaklara modern ve yaşanabilir bir kent bırakması na yönelik projelerimiz hız kesmeden devam ediyor. Göreve geldiğimiz günden beri sizden aldığımız güçle Bolumuza değer katmaya, eski de ğerlerimizi gün yüzüne çıkarmayı çalışıyoruz. Tarihi ve doğal güzellikleri ile Türkiye’nin cenneti olarak tanımla dığımız Bolumuzun güzelliklerine güzellik katan, kalkınmasına tek bir tuğla dahi koyan her kurum ve kişiye karşı vefa borcumuzun bir göster gesi olarak ‘İz Bırakan Bolulular’ serisi adıyla bir proje başlattık. Bu proje kapsamında Bolu’da taş üstüne taş koymuş, hizmetleri ile şehrimizin zenginleşmesine ve kalkınmasına emek vermiş, kültürel zen ginliğine renk katmış herkese tarihteki hak ettiği yeri vermeyi amaçlıyo ruz. Belediye Başkanlığı görevini üstlendiğimiz günden beri, Bolu’nun değerine değer katmış yaşayan herkesi yakın takibe aldık. Ziyaretlerine gittik, onları belediyemizde ağırladık, baş tacı ettik. Ölenleri rahmet ve minnetle andık. Yakınlarını ziyaret ettik. Bütün bu çabalarımızın somut bir yansıması olarak İz Bırakan Bo lulular kitap serisini başlattık. Çünkü Bolu’nun dünü, bugünü ve gele ceği arasında gönül köprüler kurmak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Büyük hayırsever İzzet Baysal ile başlattığımız bu projenin 5. kitabında, Bolu’muzu Türkiye’nin tavukçuluk başkenti yapan Hacı Yusuf Yar Ağabe yimizin hayat öyküsünü sizlerin takdirine sunuyoruz. Sevgili Bolulular; 1990’li yıllarda Hac ziyaretim sırasında Medine’de tanıma fırsatı bulduğum, Hacı Yusuf Yar Ağabeyimin Bolu’ya kattığı değeri kısa bir kaç cümle veya sayfa ile anlatmak mümkün değildi. Biz de O’nun hayat hikâyesini en ayrıntılı bir şekilde araştırmaya ve gün yüzüne çıkarmaya karar verdik. Bu kitap bu amaçla hazırlandı. Bolu’muzun yerli ailelerinden biri olan Sünnetçi Mehmet Efendi’nin oğlu olan Hacı Yusuf Yar, 1972 yılında Bolu’da yemciliğe, ardından en tegre tavukçuluğa başlamış biri. Bugün Mudurnu ilçemiz başta olmak üzere Bolu’nun Türkiye’nin kanatlı sektörünün başkenti olmasının önü ne açan biriydi Hacı Yusuf Yar. Devletin henüz kanatlı sektöründen ne olduğunu anlamadığı bir dönemde bu sektörün öncülerinden biri oldu Hacı Yusuf Yar. Tek başına kalkınmak yerine Yığılca ve Mudurnu yöresindeki hemşerileri ile birlikte kalkınmayı amaçladığı için kurduğu şirketle entegre kanatlı sektörünün Bolu’daki temellerini attı. Bu sektörün yerli ve milli insanların eline geç mesi için büyük mücadelelere girişti. Devletinin arkasında durmaması sebebiyle de bunun bedelini ağır ödedi. 5
12 Eylül 1980 Askeri darbesi öncesi Türkiye’nin içine düştüğü eko nomik, siyasi istikrarsızlık sonucu ayakta kalamadı. Gururlu bir adam olduğu için de S. Arabistan’da yaşamayı tercih etti. Türkiye’nin kanatlı sektöründe dünyanın ilk üç ülkesi arasında girmesi Yusuf Yar gibi feda kar öncüler sayesinde gerçekleşti. Bu kitap, kanatlı sektörünün öncü isimlerinden Hacı Yusuf Yar’ın mücadelelerle dolu, inişli, çıkışlı hayatının kısa bir özeti. Bu sektörden ekmeğini kazanan herkesin mutlaka okuması, ders alması gereken bir yaşam öyküsü. Kendisini rahmet, minnet ve şükranla anıyor, hepinize iyi okumalar diliyorum.
Alaaddin Yılmaz Bolu Belediye Başkanı Ekim 2016 /Bolu
TEŞEKKÜR Saygıdeğer, Babamız, Dedemiz, Bize önce insan olmayı, insanın en büyük hazinesinin sevgi, saygı, ahlak, fazilet ve erdem olduğunu öğrettiğiniz; bizlerin çağdaş, aydın ve haysiyetli birer birey olmamızı sağladığınız için sonsuz şükranlarımızı sunarız. Ayrıca, Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz’ın öncülüğünde baş latılmış olan bu güzel kültür hizmetinde, Babamız Hacı Yusuf Yar’ın ha yatının “İz Bırakan Bolulular” serisine dahil ederek kitaplaştırılmasında emeği geçen, Bolu Belediye Başkanı Sayın Alaaddin Yılmaz başta olmak üzere, Başkan Yardımcısı Emine Davarcıoğlu, Kültür ve Sosyal İşler Mü dürü Güler Mert, Tanıtım ve Yayınlar Sorumlusu İsmail Şentürk, yazar Hüseyin Tunçay ve editör Ercan Yavuz ile emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Saygılarımızla. Çocukları Serdar İlyas, Sernur Fethiye ve Emine Elif ile Torunları Hazal, Metin, Mete, Mert, Meriç, Kemal Ata, Fatma Zeynep.
Ekim 2016
7
BAŞLARKEN O’na Türkiye’de ‘tavukçuluğun babası’ diyorlar. Beyaz et ve kanatlı sektörünün öncülerinden biri Yusuf Yar. Türkiye’yi ve özellikle yaşadığı kent Bolu’yu tavukçuluk sektöründe Türkiye’nin markası yapan önemli isimlerden biri o. Bugün Türkiye tavukçuluk sektöründe dünyada ilk üç ülke arasında yer alıyorsa bunu Yusuf Yar gibi insanlara borçlu. Ülkemize yılda 2,5 milyar dolar gelir kazandıran kanatlı sektörünün öncülerinden biri olan Hacı Yusuf Yar’ın hikâyesi oldukça hüzünlü. Zen ginlik içinde başlayan çocukluğu ve yokluk içinde sona eren son dö nemleri dikkate alındığında Yusuf Yar’ın feleğin çemberinden geçtiği anlamak mümkün.
Hacı Yusuf Yar 9
Francıs Bacon; “Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir. Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir. Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir” diyordu bir seferinde. Yusuf Yar’ı ne yedikleri, ne de kafasına yerleştirdikleri zen gin etti. O muhafaza ettiği değerler sayesinde bugüne ulaştı. Hırsları ile zirvelere ulaştı. Yine aynı hırs ve inatla kaybetti her şeyini. Ama geride her kesin saygı duyduğu ve duyacağı bir miras bıraktı. Yusuf Yar, büyük başarılar elde etti ve bir o kadar büyük başarısız lıklar yaşadı, yılmadı. Her seferinde yeniden sarıldı hayata. Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğmak için her türlü güçlüğe, zorluğa kat landı. Kendisinin ve hayatın bütün sınırlarını zorladı. Zaten bir kişi başa rısızlığa uğramışsa sınırlarına meydan okumuş olmaz mıydı? O, girdiği her işte, çıktığı her yolda sınırlarına meydan okuyup durdu. Kereste işi yaparken de, yem sanayiinde uğraşırken de, tavukçuluk, lokantacılık yaparken de gidebileceği en uzak noktaya, yükselebileceği en yüksek seviyeye ulaşmaya çalıştı. Hiç denememek, başarısız olmaktan daha kö tüydü onun için. O her şeyi deneyen biriydi. Bir savaşta ilk etapta öncüler vurulur derler ya, Yusuf Yar, bir öncü olduğu için sırtında oklar, kurşunlar, şarapnel parçaları hiç eksik olmadı. Öncü olmanın bedelini ağır ödedi. Descartes bir keresinde; “Akıllı olmak bir şey değildir, önemli olan aklını kullanabilmektir” demişti. Yusuf Yar, çok akıllı değildi belki, ama aklını kullanmasına bilen biriydi. “Bir araya gelmek başlangıçtır. Bir arada durabilmek ilerlemektir. Birlikte çalışmak başarıdır” diyen Henry Ford gibi, Yusuf Yar da Bolu ve civarındaki köylüleri önce birlikte çalışmak için bir araya getirdi. Bu bir başlangıçtı sadece. Onlara sadece yem satan biri olmaktan çıkıp, birlikte üretim yapmayı teklif etti. Pek çoğu güldü onun bu çabasına, çok azı ona yol arkadaşı oldu. Ama yıllar sonra onun yaptı ğı teklifin ne anlama geldiğini pek çoğu anlamış ve kavramış oldu. Yusuf Yar, S. Arabistan’ı Hacca gittikten sonra bu sektörün Yahudi kökenli işadamlarının kontrolünde olduğunu ve aynı insanların tüm Müslüman ülkelerin beyaz et ihtiyacını karşıladığına tanık olmuştu. Bu yaman çelişkiye karşı yeni bir sistem önerisi vardı kafasında. Washing ton Irving “Büyük insanların idealleri, sıradan insanlarınsa hevesleri vardır” diyordu ya, Hacı Yusuf Yar da sadece para kazanma hevesleri olan, onunla yetinen bir insan değildi. Onun büyük idealleri vardı. Beyaz et sektörünü belli bir dünya görüşü olan insanların, işadamlarının elinden kurtarmayı hayal ediyordu. Küçük işletmeleri bir arada tuttuğu sürece başarının da kendili ğinden geleceğine düşünüyordu. Küçük işletmeleri bir araya getirmek kolaydı, ama yel değirmenlerine savaş açan Don Kişot misali, Timur’a fil lerinin verdiği zararı anlatmak isteyen Nasrettin Hoca gibi ortada kaldı. Arkasından iş çevirenler, vuranlar oldu. Ve yenildi sonunda… 10
Dünyayı aydınlatan ampulün yaratıcısı Thomas Edison, “Bazı yenilgilerin nedeni, insanların işi yarıda bıraktıklarında, başarıya ne kadar yakın olduklarını bilememeleridir” diyordu ya, Yusuf Yar da devletin yanlış politikaları sonucu iş bırakıp S. Arabistan’a kaçmaya karar verdiğinde başarıya ne kadar yakın olduğunu bilmiyordu. Biraz gururlu olmasaydı, kaçmayacak kadar gücü kalsaydı, Türkiye’nin en büyük tavuk üreticisi olacaktı belki. Bir cephede yenilse, başka bir cephede kazanma düşleri kuran bi riydi Yusuf Yar. Pes etmesine bilmeyen bir mizaca sahipti. Hiçbir yenilgi onu yeni işler peşinden koşmaktan alıkoymaya yetmiyordu. Paul Mayer, “Başarıya ulaşamayanların yüzde doksanı yenilgiye uğramamıştır, sadece pes etmişlerdir” sözünü sanki Yusuf Yar gibiler için söylemişti. Türkiye’de girdiği her iş sektöründe yenildi Yusuf Yar. Çaresizce kö şesine çekildiğinde artık sadece mal varlığını değil, sevdiklerini de kay betmişti. Ünlü Fransız düşünür Flaubert, “Başarısız insanların yollarındaki taşlar, başarılı olanlar için birer basamaktır” demişti bir keresinde. Hacı Yusuf Yar’ın beyaz et sektöründe fiyasko ile sonuçlanan başarısızlığı Türkiye’de bu sektörü ayağa kaldıracak insanlar için birer basamak oldu. Onun açtığı yoldan giden Türk girişimciler, Çin’in ardından bu alanda Türkiye’ye dünya ikincisi konuma kadar çıkarmayı başardı. Devletine küskün ve kırgın öldü Hacı Yusuf Yar. Onun kıymeti, beyaz et sektörünün duayenleri tarafından geç anlaşıldı. Bu kitap Yusuf Yar’ın kıymetini anlayanlar tarafından yazdırıldı. Bolu Belediyesi’nin ‘Bolu’da İz Bırakanlar’ serisi içinde en anlamlı ve hüzünlü bir kitap olduğu da, onun hikâyesi okunduğunda anlaşılacak gibi…
11
12
BÖLÜM 1 YAŞAMI
13
14
SÜNNETÇİ MEHMET EFENDİ’NİN ÇİFTLİĞİ Başarı hikâyeleri çoğu kez yokluk ve mutsuzlukla başlar. Çileli bir geçmişe sahip olmak zenginliğin ön şartıdır sanki. Bu nedenle dünyada sefalet ve yoksulluk çekmeden zengin olmuş insan pek yoktur. Zengin bir mirasa konmuş talihli insanlar hariç. Kıt imkânlarla okumadan bilim de, sanatta, siyasette, edebiyatta başarılı olan insana da kolay rastlan maz. Bu nedenle insan hikâyeleri çoğu kez trajik bir drama ile başlar. Se falet, yokluk, fakirlik, muhtaçlık ve perişanlık kelimeleri kullanılmadan başarılı insanların hikâyesi yazılmaz; yazılamaz. Yusuf Yar’ın hikâyesi ise tam tersidir. Zengin bir geçmişle başlayıp, başarılarla dolu bir serüveninin ardından yoksullukla son buldu. Ne de olsa Yusuf Yar çocuklarına ve dostlarına göre bile ‘ters’ bir adamdı. Aksiy di, hırslıydı, başına buyruktu. Onun hikâyesinin genel kabulün ötesinde kalması belki bundandı. Belki sabırsız, söz dinlemez, aksi ve huysuz ya pısı buna sebep olmuştu. Belki de yaşadıkları, kendisinin de kabul ettiği şekliyle kaderin bir oyunuydu. O başarısızlıklarının faturasını devlete kesmiş ve devletine küsmüştü. Her şeye rağmen kötü bir adam değildi Yusuf Yar. Tam tersine bir efsane idi. Öncüydü. Bir kahramandı. Dürüstlüğü, sözünü esirgemezliği dillere destandı. Çünkü sıradan insanlar arasında sıradan olmamak için verilmiş bir mücadelesi vardı. Belki de huysuzluğu da, aksiliği de bun dandı. Fransız Yazar ve Rahip Fenelon “İnsanların hırs ve tamahı mesut olmamalarının tek sebebidir” ifadesini belki de Yusuf Yar gibi hikâyesi olanlar için kullanmıştı. O herkesi fazlasıyla mutlu etmiş, en yakınlarına büyük sıkıntılar yaşatmış biriydi. Yoksulla yoksul olmuş, varını yoğunu herkesle paylaşmasını bilmişti. Hacı Yusuf Yar’ın hayatı sefaletle başlamamıştı. Tam tersini var lık içinde, keyifli ve yaşanabilir bir dünyada gözlerini açmıştı hayata. Bolu’nun eşsiz tabiatı içinde zengin bir çiftlik evinde başlamıştı onun hikâyesi. Ancak ailenin geçmişi Türklerin Anadolu’ya ayak basışına ka dar uzanıyordu. Baba tarafı Bolu’nun yerli ailelerinden biriydi. Annesi Fethiye Hanım ise Osmanlı’nın çöküşü ile birlikte Balkan lardan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış bir ailedendi. Fethiye Hanım’ın babası bir zamanlar Osmanlı toprağı olan Yugoslavya’dan göç etmişti. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Balkanlarda başlayan isyanlar oradaki Türkçe konuşan Müslüman halkın yaşamasını imkânsız hale getirmişti. Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’ın bağımsızlığını kazan ması ile birlikte bu topraklarda kalan Türkçe konuşan Müslümanlar için hayat artık çekilmez bir hal almıştı. Fethiye Hanım’ın hikayesi işte böyle bir dramı bünyesinden barındırıyordu. Takvimler 1920 yılını gösterdiğinde sadece Sırbistan ve Makedon ya’da 150 binden fazla Türk ve Müslüman yaşıyordu. Artık o atmosfer
içinde yaşıyordu demek bile imkânsızdı. Çünkü Sırp çeteleri onların ora da daha fazla yaşamasına müsaade etmiyordu. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte bu ülkelerle yapılan anlaşmalar sonucu 110 bin Türkçe konuşan Müslüman nüfus Türkiye’ye getirildi. Kalanların mübadelesi için verilen çabalar İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte kesintiye uğra dı. Onların kurtuluş için daha uzun süre beklemeleri gerekiyordu. 19521967 yıllara arasında yeniden açılan kapılar neticesinde de 175 bin 392 soydaş Anadolu’ya sığınmak zorunda kaldı. Balkan topraklarındaki hu zursuzluk, Bosna-Hersek’de soykırımların yapıldığı 1990’lı yıllara kadar devam etti. Hacı Yusuf Yar, 7 Ocak 1932’de Sünnetçi Mehmet Efendi’nin Mu durnu ile Bolu arasında kalan çiftlik evinde dünyaya geldi. Halen bu bölgenin adı Sünnetçi Mehmet Efendi’nin Çiftliği olarak biliniyor. Hacı Yusuf Yar, o yıllarda Anadolu’daki pek çok ailenin yaptığı gibi nüfusa geç kaydettirildi. Gerçek doğum tarihi 1932 yılıydı ama ailesi küçük yaşta askere gitmemesi için doğum yılını 1935 olarak nüfusa kaydettirdi. Hacı Yusuf Yar’ın en küçük kızı ve son göz ağrısı Elif Koçer, ailenin geçmişi hakkında şunları söylüyor: “Babam 1932 doğumlu olduğunu söylerdi. Gerçek doğum tarihi buymuş. 7 Ocak 1935 yazılıdır kimliğinde, ölümünde de bu tarih yazılıdır. Babam hep 7 Ocak derdi doğumu için; bu tarih doğru sanırım. Doğum yeri Sünnetçi Mehmet dedenin çiftliği. Babaannemiz Yugoslav göçmeni Fethiye Hanım. Zaten isimlerimiz oradan gelir. Abimin ismi Serdar İlyas, annemizin babasının adı İlyas… Tüm çocuklarına ailenin geçmişindeki büyüklerin adı verilmiştir” Sünnetçi Mehmet Efendi, hırslı, aksi ve huysuz bir adamdı. Kısaca geçimi zor biriydi. Ama evin tek otoritesiydi. Hiçbir şekilde sözünün yerde kalmasını kabul istemez, sözüne karşı çıkılmasına da tahammül etmezdi. Oğlu Yusuf Yar da tam babasına çekti. Anadolu’da ‘hık demiş burnundan düşmüş’ tabiri sanki ikisi için söylenmişti. O yıllarda Bolu’da yaşayan pek çok aileden daha iyi bir ekonomik or tama sahiplerdi. Civar köylerdeki insanları iş verir, her dertleri ile yakın dan ilgilenirdi. Her ne kadar ismi Sünnetçi Mehmet Efendi diye anılıyor olsa da mesleği kerestecilikti. Ömrünü ormana adamıştı sanki. Deyim yerindeyse; kereste ile yatar kereste ile kalkardı. Çiftlik evi her zaman talaş kokardı. Tarım ve hayvancılıkta bölgenin tek söz sahibi ailesiydi. Çiftlik evinde bu kadar otoriter olmasına rağmen Sünnetçi Mehmet Efendi, Mudurnulular ve civar köylüler için tam bir gönül adamıydı. Her dertleri ile yakından ilgilenir, onlara her koşulda yardım ederdi. Yolda kalmışın, dara düşmüşün halinde çok iyi anlardı. Bölgede yardım etme diği insan kalmamıştı adeta. Yusuf Yar da huysuzluğunu ve başına buy rukluğunu babasından alacaktı. 16
Sünnetçi Mehmet Efendi, Cumhuriyetin hemen ilanından sonra 1925’de ilk çocuğuna kavuştu. Cumhuriyetin ilk yılları yokluk ve kıtlık doluydu, ama Sünnetçi Mehmet Efendi’nin çiftliğinde bunların izi yok tu. İlk kızı Fatma tam bu ortamda dünyaya geldi. İki yıl sonra 1927 yılın da Hüseyin adını verdiği oğluna kavuştu. Hemen ardından 7 Ocak 1932 yılında Yusuf Yar dünyaya gözlerini açtı.
Sünnetçi Mehmet Efendi 17
Sünnetçi Mehmet Efendi, İkinci dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte 1950 yılında son çocuğu Nadir İsmail’e kavuştu. 25 yılda 4 çocuk sahibi olan Sünnetçi Mehmet Efendi, artık Anadolu’da koca bir çınara dönüşe cek bir aileye sahipti. Çocuklarının iyi bir eğitim alması için de daha o yıllarda büyük çaba sarf etti. Büyük oğlu Hüseyin İktisat Fakültesi’ne, ortanca oğlu Yusuf’u ise öğretmen okuluna gönderdi. Küçük oğlu Nadir İsmail’de İstanbul’da üniversite eğitimine gönderilmişti. Sünnetçi Meh met Efendi, aydın bir adamdı. Okumak isteyen hiçbir çocuğunun önüne kesmedi. Tam tersine onları teşvik etti. Yusuf Yar’ın oğlu Serdar İlyas Yar, ailenin geçmişine ait bilgile ri anlatırken, hayatın keşmekeşi içinde bu konuların aile içinde pek fazla konuşulmadığı anla şılıyor. Ancak Serdar İlyas Yar’ın verdiği bilgileri Yusuf Yar’ın diğer çocukları da teyit ediyor. “Babam Mudurnu ile Bolu arasında ‘Sünnetçinin Yeri’ diye bilinen çiftlik evinde dünyaya gelmiş. Güney Felakettin Köyü diye nüfusta doğum yeri yazıyor. İlkokulu Bolu’da Güney Felakettin Köyü’nde okuyor. Hanyeri diye bir yer var; Mudurnu ile Bolu arasında. İşte tam orada çiftlikleri var. Ortaokulu Bolu’da okuyor ve öğretmen okulu mezunu babam. Babam agresif bir yapıya sahipti biraz. Kendine has fikirleri vardı. Çocukluğunda Babası Sünnetçi Mehmet Efendi çobanlık yaptığını söylerdi. Yani kendi hayvanlarını güdermiş. 1950 yılına kadar çiftlikte kalmışlar. Akşam vakti dedem yaylada çakısını unutmuş. Dedem de çok aksi insandı. Ben bilirimdi o da, çok sertti yani. Babamı göndermiş gece yarısı çakıyı almaya. Karanlıkta bu çocuk nasıl, gider ne yapar demeden. Asabi biriydi, sinirli bir yapısı vardı tabi. Dedem de büyük amcam da asabi sert mizaçlı insanlardı. Babam da dedem de fikirlerinden ödün vermezdi. Birbirlerine çok benzerlerdi yani…” Yusuf Yar, 2010 ve 2013 yıllara arasında iki röportaj verdi gazete ve televizyonlara. Bu röportajlarda da uzak geçmişinden çok, yakın tarihe ilişkin hatıralarını paylaştı gazetecilerle. Daha çok da tavukçuluk sektö rü ile ilgili hatıralarını. Yusuf Yar, 9 Haziran 2010 tarihinde Gazeteci Ayşe gül Topçu’ya verdiği mülakatında geçmişi ile ilgili şu bilgileri veriyordu: 18
Hacı Yusuf Yar
“1932 yılında doğdum. Çocukluğum Tabaklar Mahallesi’nde geçti. 1950 yılında ortaokulu bitirdim. Öğretmen Okulunu da kalarak beş yılda bitirdim. Abim de İktisat Fakültesini bitirmişti….”
‘EN MUHALİF, EN CANLI’ TANIK Yusuf Yar’ın kayınbiraderi Mehmet Göndoğdu, yıllar boyunca onun yanında çalışan biri ve adeta hayat arkadaşı olduğu için ailenin canlı tarihi aslında. Hayatları boyunca hemen her konuda ciddi görüş ayrılıkları yaşamış olmalarına rağmen, yine de hiç ayrılmamışlar. Yusuf Yar, zenginleştiğinde de, dibe vurduğunda da kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu’yu yanında bulmuş her zaman. Birbirlerinin hayatından hiç çıkmamışlar. Bu nedenle, Mehmet Gündoğdu, Yusuf Yar’ın hayat hikâyesini en yakından bilenlerin başında geliyor. Pek çok konuda Yusuf Yar’ın çocuklarından fazla bilgiye sahip. Yusuf Yar’ın hayat hikâyesi daha çok onun tanıklığı ile anlamlı hale geliyor. Mehmet Gündoğdu, Yusuf Yar’ın özel hayatında sırdaşı, ticari haya tında ise akıl hocası adeta. Hiçbir zaman sözünü dinletememiş olmanın burukluğunu taşısa da eniştesinin düzgün adam olduğunu söylüyor Mehmet Gündoğdu. Yusuf Yar ticari faaliyetlerinin önemli bir bölümü nü kayınbiraderi Gündoğdu ile birlikte yürüttüğü için çocuklarının bile bilemediği ticari sırlara vakıf. Mehmet Gündoğdu, Yusuf Yar’dan ailesi ile ilgili duyduğu bilgileri şu şekilde anlatıyor. “Ailenin lakabı Sünnetçi. Aslında Yusuf Yar’ın babası sünnetçi değil, tüccar. Bolu’da küçük küçük dükkânları vardı, hükümetin yanında; müskiratçılar denirdi. Sigara, içki, damga pulu satarlardı. Sonra bir ara sünnetçi Mudurnu Yolu’nun 15. kilometresinde bir yerleri vardı. Hala Sünnetçinin 19
yeri olarak anılır, ama sonradan onu devlet elinden aldı. Orası bir çiftlik gibiydi, büyük bir çiftlik evi vardı. Hizmetkârları, davarları, büyükbaş hayvanları vardı, tarlaları da eker biçerlerdi. Sırtı ormana dayalıydı çiftliğin. Yani bölgenin en zengin ailesiydiler. Abim de o zamanlar Orman Bölge Şefliği’nin kâtibiydi, abimle birlikte arada bir oralara gider gelirdik. Bize iyi davranırlardı, konuk ederlerdi. Yusuf Yar’ın babası oraların bir anlamda ağası idi. O çevredeki 10-15 tane köy vardı, o köylülerin hepsi ona saygılarından ötürü bir dertleri sıkıntıları olursa; ‘Sünnetçiye gidelim o çözer’ derler ve sözünü de dinlerdi. İhtilaflarını ona danışırlardı ve çözüm bulurlardı. Sünnetçi Mehmet Efendi, köylülere maddi olarak da yardım ederdi. 1930’lu yılların ikinci yarasında Tabaklar Mahallesinde bir ev satın aldılar. Belki çok önceden almışlardı ama ondan sonra oraya yerleştiler. O evlerin bahçesinde hangarları vardı. Kerestecilik yapıyorlardı. İki şeritli bir kereste makinası kurmuşlardı oraya. Zamanla Bolu’nun en büyük kerestecisi oldu Sünnetçi. Çok zenginleştiler.” Sünnetçi Mehmet Efendi, çiftlik evinde kalmasına rağmen, çocukla rının eğitimi sebebiyle 1936 yılından itibaren çoğu zaman Bolu’da yaşı yordu artık. Tabaklar Mahallesi’ndeki evin alt katını ise kereste deposu olarak kullanıyordu. Bir süre sonra bu arsayı daha da genişletti. Orman İşletmelerinden aldığı keresteleri burada depoluyordu. Bu arada çocuk larını okuması için de elindeki tüm imkânları seferber etti. Büyük oğlu Hüseyin, Bolu’da ortaokulu tamamladıktan sonra İstanbul Kabataş Er kek Lisesi’ni bittirdi ardından İstanbul İktisat Fakültesi’nin yolunu tuttu..
Gençlik döneminden 20
Küçük oğlu Yusuf Yar ise, 1950 yılında Bolu’da öğ retmen okuluna kaydoldu. Öğretmen okulunda yatılı okuyordu genç Yusuf. Sade ce hafta sonları izin alarak babasının ve ailesinin ya nına gelebiliyordu. Öğret men okulu evlerine yakın olmasına rağmen oğlunun iyi bir disiplin alması için ya tılı okula vermişti Sünnetçi Mehmet Efendi. Hafta sonları evine geldiğinde ise Yusuf, Yar Kereste Kolektif Şirketinin bir çalışanıydı sadece. Hiç bir ayrım olmaksızın bütün çocuklarını kereste işinde çalıştırıyor, onlara mesleğin inceliklerini öğretiyordu Sün netçi Mehmet Efendi. O da
çalışmaktan hiç kaçınmazdı. Hayatı boyunca da kaçınmadı zaten. Kendi fabrikasını kurduğu zamanlarda bile tulumunu giyer, işçileri ile birlikte ter döker, birlikte yemek yerdi. Yusuf Yar, babasının kereste fabrikasında büyük üretimler yaptığı dönem içinde ortaokulun ardından Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu.
27 MAYIS VE ASKERLİK Takvimler 1960 yılını gösterdiğinde Türkiye, tarihinin ilk askeri dar besi ile yüzleşmiş, Yusuf Yar ise öğretmen okulundan mezun olmuştu. Ülkede ekonomik olarak büyük bir çöküntü baş göstermişti ama Sün netçi Mehmet Efendi’nin işleri yolundaydı. Ülke yönetimine el koyan Milli Birlik Komitesi üyesi albaylar cuntası ülke sathında bir eğitim sefer berliği başlatırken, askerlik çağına gelmiş üniversite öğrencileri ve me zunları için yedek subay öğretmenlik uygulaması başlatmıştı. İhtilalin ardından iki yıl süren bu uygulama için Yusuf Yar da gönüllü oldu. As kerlik çağı gelmişti zaten. Askeri birlikte içinde vatani görevini yapmak tansa, sivil kıyafetle ve maaşlı olarak görev yapmak daha cazip gelmişti ona.
O yıllarda ailenin siyasal eğilimi sosyal demokrat çizgisindeydi. Sünnetçi Mehmet Efendi, çocuklarına cumhuriyetin erdemini ve değer lerini anlatırdı zaman zaman. Cumhuriyet değerlerine son derece sa dıktı ve çocuklarının da bu sadakati göstermesini istiyordu. Oğlu Yusuf Yar da ölünceye kadar da bu çizgiden hiç ayrılmadı. Sünnetçi Mehmet Efendi’nin Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e karşı özel bir sevgisi de vardı. Sünnetçi Mehmet Efendi, çocuklarını da Cumhuri yetin kuruluş felsefesi doğrultusunda yetiştirmeye çalıştı. Ancak onların dini eğitim almalarını da çok önemsiyordu, ancak sadece bilinçli birer Müslüman olmalarını arzu ediyordu. 21
Askerlik
Hiçbir çocuğu da Sünnetçi Mehmet Efendi’yi bu konuda mahcup etmedi. Tüm çocukları Cumhuriyetin temel değerlerine bağlı olarak ye tişti. Modern ve batılı bir yaşam tarzını benimsemişlerdi. Yusuf Yar, içkiyi 1969 yılında oğlu Serdar İlyas’ın sünnetinde bıraktı. 1976 yılında hacca gittikten sonra da namazlarını camide cemaat ile kılmaya başladı. Buna karşın ölünceye kadar sosyal demokrat görüşlerini muhafaza etti. Ne de olsa, bu babasının ölmeden önceki son vasiyetiydi. Resmi ve dini bay ramlarda evine Türk bayrağını asmadan rahat edemezdi.
22
27 Mayıs 1960’ta Türkiye tarihinin ilk askeri darbesi ile yüz yüze gelmişti. Yar ailesi herkes gibi ne olacağını merakla beklemeye başladı. Türk siyasetini ve toplum hayatını derinden sarsan Cumhuriyeti tarihi nin ilk darbesi, Yusuf Yar ve ailesine dokunmadan ‘teğet geçti.’ Ailenin ne ordu ile ne de devletle hiçbir iş ilişkisi bulunmuyordu. Cumhuriyet Halk Partisi çizgisinde bir aile olmalarının etkisi ile olsa ge 23
rek askeri darbeyi gerçekleştiren Albaylar Cuntası, Yar ailesine dokun madı. Ancak onlar da siyasete yakın ilgi duyan bir aile değildi zaten. Bu nedenle askeri darbenin aileye olumlu veya olumsuz hiçbir etkisi olma dı. Ancak askeri darbeden sonra yapılan ilk seçimlerde Süleyman Demi rel önderliğindeki Adalet Partisi’nin başlattığı kalkınma hamlesi ile bir likte onlarda zenginliklerine zenginlik kattılar. Türkiye’nin dört bir yanına barajlar, yollar yapılıyor ve bu inşaatlarda doğal olarak kereste kullanılıyordu. Hirfanlı Barajı’na, Amerikan’ın darbe sonrası Sinop’taki radar üssünün ve Adana’daki İncirlik Üssü’nün kereste ihtiyacını Yar şir keti karşılıyordu.. Sünnetçi Mehmet Efendi’nin o yıllarda keyfi yerindeydi. Büyükoğlu Hüseyin İstanbul İktisat Fakültesi’ni bitirip, kendisi ile birlikte ça lışmaya başlamıştı. Bu arada Yusuf Yar, vatani görevini yapmak için başvuruda bulundu. Tek dertleri askerlik çağına gelen Yusuf’un ne za man silahaltına alınacağı ve nerede görev ya pacağıydı. Gençlik döneminden
EVLİLİK Hayatı boyunca hiçbir işi kolay olmadı Yusuf Yar’ın. Evliliği de sıra danlıktan uzaktı. Hiç beklemediği bir anda kendisini nikâh masasında buldu. Beklemediği, hesaplamadığı bir anda evleniverdi. Bu nedenle Yusuf Yar’ın evlilik hikâyesi de sıradanlıktan uzak, bir hüzün taşıyor as lında. Bu yönüyle de ayrılıyor pek çok insandan. Onun evliliği ne bir aşk hikâyesi, ne bir mantık evliliğiydi. Zorunluluk desen zorunluluk değildi, çaresizlik desen çaresizlik değildi. Sadece alın yazısı ile açıklanabilecek türdendi. Kızı Elif Koçer’ın ifadesi ile acı bir hikâyeydi bu. Yusuf Yar için olmasa da 16 yaşındaki eşi açısından gerçekten yürek burkan olayları barındırıyor bünyesinde. Bolu öğretmen Okulu’ndan mezun olduktan sonra Yusuf Yar askere gitme hazırlıkları yaparken, bir anda kendisini evlilik aşamasında bul du. Aslında aklında olmayan bir evlilik yapmıştı. 16 yaşında evlenmek zorunda kalan Fatma Hanım için de hayli erken bir evlilikti. Belki onun da aklında bu yaşta evlilik yoktu, ama kader ona böyle bir yazgı öngör müştü. Gündoğdu ailesinin yükünü Fatma Hanım omuzlamıştı adeta.
24
Nikah töreni
Kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu kız kardeşi Fatma ile Yusuf’un dramatik evlilik hikâyesinin nasıl başladığını şu şekilde anımsıyor: “Bizim İhsaniye Mahallesi’nde oturduğumuz bir ev vardı. Evin yarısı ağabeyimin, yarısı da annemle babamındı. Babam ormanda memur olarak çalışıyordu. Ev eski Osmanlı Konağı gibi bir evdi. Ahşaptan. Ağabeyim 1961 yılında orayı yıktı, yeni bir ev yaptı. Yaklaşık 1000 metrekarelik arsayı böldü, 400 metrekarelik kısmını imar planından geçirip bize verdi. Ağabeyimle baba bir annemiz ayrıydı. Ağabeyimin annesi ölmüş, babam ikinci evliliğini yapmıştı. İkinci evliliğinden ilk çocuk olarak ben olmuşum; benden sonra da 4 tane kız olmuş. O sırada ben Hukuk Fakültesinde okuyorum İstanbul’da. Kız kardeşimin biri Bolu’da Kız Enstitüsünde okuyor, biri ortaokulda, biri ilkokulda; yani herkes öğrenci. Ağabeyim kendi evini yaptı ve evini bizden ayırdı. ‘Arsanın alt tarafına da siz bir ev yapın’ dedi bize…” 25
Mehmet Gündoğdu’nun anlattıkları hüzünlüydü. Kendisi de bu olayları anlatırken gözleri doluyordu. Ama asıl trajedi bundan sonra başlıyordu: “Ben o sırada İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okuyorum. Babamla birlikte evin temelini kazdırdık, yağmurlu bir zamandı, duvarın dibinde kiremitler vardı. İnşaata zarar vermesin diye kucağına almış, onları taşıyormuş, o sırada 50-60 cm derinliğindeki temel çukuruna düşüyor. Düşünce kucağındaki kiremitler iç organlarına zarar vermiş. Dıştan bir şey görünmüyor. Hastaneye kaldırmışlar babamı. Ben üniversitede okuyorum o zaman, yaz aylarında da ormanda depoda çalışıyorum. Haber verdiler, ‘babanı hastaneye kaldırdılar, yatıyor’ diye. Hemen hastaneye gittik. Babam kan kusuyor, ama öğlen kuş kirazı yemişler diye evde herkes ona yoruyor kan kusmasını. Hiç kimsenin aklına gelmiyor, iç kanama geçirdiği. Kan kustuğunu doktorlar da anlamadı. O geceyi öyle geçirmiş, sabahına vefat etti.”
Eşiyle 26
Fatma Gündoğdu, babasını kaybettikten sonra ağabeyi ve 3 kız kar deşi ile ortada kalmıştı. Ailenin geçimini sağlayacak hiçbir gelirleri kal mamıştı. Bir ablası evlenip kendi yuvasını kurmuştu, ama bundan son ra aileyi ayakta tutabilmek için büyük bir fedakârlık gerekiyordu. Üvey ağabeyinin de zaten kendisi ve kardeşlerine yardım etmesi mümkün değildi. Kader onu büyük bir fedakârlığa zorluyordu adeta.
Evlilik töreninden
Gündoğdu ailesinin yaşadığı sıkıntıları ve içine düştüğü çaresiz liği gören komşuları, inşaat halindeki evin tamamlanması ve ailenin 27
en azından bir gelir kaynağına kavuşması için 16 yaşındaki Fatma’nın Bolunun zengin kerestecilerinden Sünnetçi Mehmet Efendi’nin küçük oğlu Yusuf ile evlenmesini gündeme getirdi. Tanıdıklar devreye girince 16 yaşındaki Fatma’nın Yusuf ile evlenmekten başka şansı kalmamıştı. Zaten kendi arzusu ile evlenmek istese de Yusuf Yar gibi birini tercih ederdi. Çünkü ekonomik durumları iyi, saygın bir aileydi. Yusuf Yar da eli ayağı düzgün, hatta yakışıklı bir delikanlıydı. Ancak kendisini fazla tanımıyordu. Komşulukları, arkadaşlıkları yoktu. Askere gitme hazırlık ları yaparken bir anda kendisini evlenme masasında bulan Yusuf Yar’ın evlilik tarihi de bir şaka gibiydi: 1 Nisan 1962… Babasının ani ölümüyle birlikte 4 kardeşi ile birlikte yetim kalan Fat ma Hanım’ın acısı çok tazeydi. Düğün dernek yapacak halleri de yoktu. Mehmet Gündoğdu, o yıllardaki çaresizliklerini şu şekilde kelimelere döküyor: “Bir tek babamın maaşı ile geçinen bir aileydik. Babamın sigorta hizmeti yeterli değilmiş, bize maaş da bağlamadılar. Ortada kaldık. İstanbul’da okurken, zaten hem çalışıyorum hem okuyordum. Çünkü babamın bana para gönderecek gücü yoktu. O sırada İlyas Bey’in kızını alalım Yusuf’a deniliyor, hem bizim aileye yakın olan hem de onların ailesine yakın olan kişiler. Bir büyüğü evlenmişti kız kardeşimin zaten. Evin inşaatı da yarım kalmıştı. ‘Böylece yetimlerin başını sokacağı bir yer olur’ demişler. Ailesi ile zaten tanışıyorduk. Ortak tanıdıkların araya girmesi ise kız kardeşimle evlendirdik Yusuf’u. Kardeşimle evlendirdik ya bize biraz yardımları da oldu, yarım kalan inşaatı tamamlayıverdiler. Ahşap evdi burası; kapı pencerelerini babaları Sünnetçi Mehmet Yar yaptırdı. O dönemler kerestecilik revaçta olan bir işti. Orman’ın sattığı tomruklar için ihaleye girerler, alıp onu biçtikten sonra İstanbul’a ya da İzmir’e satarlardı. Baba oğul birlikte çalışırlardı. Ağabeyi Hüseyin Yar o sırada İstanbul’da İktisat Fakültesi’nde okuyordu. Hatta eniştelerini de yanlarına aldılar bir süre sonra; ablalarının eşini. Dışarıda da Bolu’da da herkes ona enişte derdi. Çünkü sünnetçi gibi bir adamın damadıydı o. Fabrikayı üçü beraber yönetirlerdi.” Düğün-dernek olmadan evlendi Yusuf Yar, Fatma Hanımla. Aile arasında yüzükler takıldı, nikâh kıyıldı o kadar. Gerçi Sünnetçi Mehmet Efendi oğluna şatafatlı bir düğün yapmayı düşünmüştü, ama dünürü İlyas Gündoğdu’nun acısı daha tazeydi. Böyle bir ortamda düğün yap manın alemi yoktu. Yusuf Yar’ın küçük kızı Elif Koçer, anne ve babasının düğün yapma dan evlendiklerini anlatırken, annesinin çileli evlilik hayatının da ipuç larını veriyor:
28
Evlilik töreninden
“Annemle babam 1962 yılında evlenmişler. Annemin babası İlyas Gündoğdu, Orman İşletmesi’nde çalışan bir memurmuş o zamanlar. Annem 5 kardeşin üçüncüsü. Kendisinden büyük bir ağabeyi bir de ablası var. Dedemin ilk evliğinden de bir kardeşleri var ama araları pekiyi değilmiş. Yani toplamda 6 kardeşler. Dedemin ilk eşinden olan oğlunun adı Halim idi. Biz ona Halim dede derdik. İlyas dedemin diğer çocukları sırası ile Mehmet Dayım, Fatma, Sevim ve Selma Teyzemler. Nasıl evlenmişler? İşte orası çok acı. İlyas Dedem evini yaparken temele düşüp, ölüyor. Dayım da öğrenci daha, evin en büyüğü o. Annem 16 yaşında. 1945 doğumluydu. Evveliyatında da aileler birbirlerini tanıyor. Şimdiki pazar yerinin önündeki Emniyet’in karşısındaki ev yapılırken oluyor. Bu evlilik gerçekleşince bizimkiler evin yapı29
mına da yardım ediyor. Görücü usulü ile annemin babasının öldüğü sene evleniyorlar. Tabaklar Mahallesi’ne yerleşiyorlar. Dedemin ölümü sebebiyle olsa gerek düğün dernek yapmıyorlar. Yani buruk bir hikâye aslında. Annem pek konuşmazdı bu konuda…”
Eşi ve annesiyle
1973 yılında dünyaya gelen kızı Elif Koçer, görücü usulü ile ve biraz da çaresizlik sonucu gerçekleşen evliliğin son meyvesiydi. Annesinin çektiği sıkıntıları sonradan öğrenmişti kendisinden. Onun dünyaya gel diği yıllar Yusuf Yar’ın bir efsaneye dönüştüğü, büyük paralar kazandığı bir dönemdi. Görücü usulü ile evlenmiş olmalarına rağmen annesi ile babasının çok büyük uyumsuzluklar yaşamadığını şu şekilde anlatıyor:
Ailesiyle 30
Ailesiyle
“Bizim aile klasik Türk ailesiydi. Çocukluğumun ilk yıllarında para sıkıntısı değil ama ufak tefek sıkıntılar olurdu aile içinde. Yoksa babam gezerdi, gezdirirdi. Yedirirdi, içirirdi fazlasıyla, her şeyi bol alırdı eve. Kavga 31
dersen fazlasıyla bol almaktan olurdu. Çünkü annem hep sıkıntıyla büyümüş. Babası memur adam ve 5 çocuk büyütmek zorunda kalmış. Onun için annem daha tutumluydu. Babamın gönlü de cebi de zengindi. Babam sinirliydi. Ama çok gönlü zengindi. Ben korkmazdım babamdan. Ben hep onun en şanslısıydım, beni sırtında başının üzerinde taşırmış. Beni her yere götürürmüş, diğer kardeşlerim benim kadar şanslı değildi, en küçük olmanın avantajı belki de ben en şanslısıydım.”
KONYADA YEDEK SUBAY ÖĞRETMENLİK Türkiye askeri darbenin verdiği hasarı telafi etmeye çalışırken, ülke ekonomisi de allak bullak olmuştu. Sünnetçi Mehmet Efendi de çocuk larının bir an önce iş hayatına atılmasını veya ellerinin ekmek tutmasını arzuluyordu. İşte tam bu aşamada Yusuf Yar, askere gitmeye karar verdi. Çünkü Milli Birlik Komitesi aldığı bir kararla, orduda yedek subay olarak görev yapacak kişilere öğretmenlik hakkı tanımıştı. Eğitim seferberliği kapsamında başlatılan uygulama için Yusuf Yar da gönüllü oldu. Oysa daha yeni evlenmişti. Askerlik için biraz erkendi. Ama maaşlı askerlik herkesin reddedebileceği bir şey değildi. Sünnetçi Mehmet Efendi, oğ luna bir süre daha beklemesini önerdiyse de ona geri adım attıramadı. Yusuf Yar, bir aylık acemi eğitiminin ardından 1961 yılında Konya’da yedek subay öğretmenliğe başladı. Kendi parasını kazanmaya başla mıştı artık. Konya’ya önce tek başına gitti. Kendisi ve yeni evlendiği eşi için bir ev tuttu. Mevlana Türbesi’ne bakan iki odalı bir evdi burası. Bir kaç eşya aldı, Bolu’dan da bazı eşyalar götürdü oraya. Sonra eşini de bir hafta sonu yanına alıp, orada yaşamaya başladı. Konya’da iki yıl boyun ca yedek subay öğretmenlik yapan Yusuf Yar, sadece çocuklarını eğit mekle kalmadı, kendi bilgi ve görgüsünü de artırdı. Dünyaya farklı pen cerelerden bakmayı öğrendi burada. Ticari zekâsı yüksekti. Farklı olanı hemen anlıyor, o konuda askerlik sonrası neler yapabileceğinin beyin jimnastiğini yapıyordu. Bu çabası onun ileride öğretmen olarak kalma yacağının en büyük kanıtıydı. Ama babası gibi kerestecilik de yapmak istemiyordu. Çünkü hem keresteciliğe bir türlü ısınamamış hem de ha yalleri büyüktü. Yedek subay öğretmenliği süresince Türkiye’nin tahıl deposu ola rak bilinen İç Anadolu Bölgesi’ndeki pek çok un fabrikasını dolaşıp, bu fabrikaların bir benzerinin Bolu’da kurulup kurulamayacağını araştırdı. Askerlik dönüşü babası Sünnetçi Mehmet Efendi ile ilk görüş ayrılıkla rı da bu konuda yaşandı zaten. Kerestecilikten büyük paralar kazanan Sünnetçi Mehmet Efendi, bilmediği iş kollarında faaliyette bulunmayı doğru bulmuyordu. Yusuf Yar ise, ailenin yeni iş kollarına girilmesi ge rektiğini savunuyordu.
32
Oğlu Serdar İlyas Yar, babasının Konya’da yedek subay öğretmenlik yaparken fikirlerinin ve dünya görüşünün nasıl şekillendiğini şu şekilde anlatıyor: “Babamın hayat görüşü çok genişti ve her zaman ileriye yönelik fikirleri vardı. Farklı olanı ister, fark yaratmaya çalışırdı. Konya’da öğretmenlik yaparken orada un fabrikalarını görüyor. Mevlana’nın kenarında Cumhuriyet Mahallesi’nde öğretmenlik yapmış. Ama öğretmenlik yaparken gözü hep açıkmış. Etrafından olup bitenleri araştırıp durmuş. Dedem o yıllarda keresteci. Yar Kerestecilik diye bir firması var. Babam, askerlik dönüşü farklı iş kolları fikriyle geliyor, ama dedem ‘ne işin var baka işlerde, kerestecilik yapacağız’ demiş. Aralarında fikir çatışması çıkıyor. Bakıyor ki, babasını ikna etmek zor, mecburen keresteciliği devam ediyorlar. Aile işletmesi aslında. Dedem fazla açılmak istemiyor, babamsa çok yenilikçi bir insandı. Sonraki yıllarda da bunu yaşadık. ‘Unculuğa geçelim, bunun geleceği var’ diyor, ama olmuyor. Babası ile aralarındaki bu fikir çatışmaları daha da artınca bir süre sonra ‘ben bırakıyorum’ diyor ve ayrılıyor dedemden.” Konya’da ilk çocuğu Serdar İlyas’a hamile kalan Fatma Hanım, ilk kez ailesinden bu kadar uzak kalmıştı. 16 yaşında ailesi için büyük bir fedakârlıkta bulunan Fatma Hanım’ın, beklentileri ise düşüktü. Çok büyük düşleri yoktu. Eşinin biraz aksiliği dışında şikâyet ettiği başkaca bir huyu da. Bu yönüyle mutlu sayılabilirdi. Ancak ilk kez Bolu’dan ve ailesinden ayrılmış olmanın verdiği hasret vardı. Neyse ki bu hasreti kısa sürdü. İki yıllık görevlerinin ardından Yusuf Yar ve eşi Fatma Hanım Bolu’ya döndü. Babalarının büyük bir konağı andıran evine yerleştiler. Tabaklar Mahallesi’nde evde babası-annesi, büyük ağabeyi Hüseyin, ablası Fat ma Hanım ve eşi çekirdek bir aile gibi bir arada yaşıyordu. Sünnetçi Mehmet Efendi, tüm çocuklarını başına toplamıştı. Bir tek Nadir İsmail o sırada İstanbul’da okuyordu. Topluca yemeklerin yendiği konakta, her evli çocuğu için ayrı ayrı bölümler yapmıştı Sünnetçi Mehmet Efendi. Mehmet Gündoğdu, küçük kız kardeşi ve eniştesinin Konya’da ge çirdiği günlere ilişkin şunları anlatıyor: “Yusuf askerdeyken evlenmeye karar vermişlerdi. 1960 ihtilalinde yedek subay öğretmen olma imkânı vardı. Tayini Konya’ya çıkmıştı. Bir yıl sonra da ben gittim askere. Konya merkezde bir okula tayin oldu Yusuf. Kız kardeşimi de aldı yanına. İkinci yılın sonunda öğretmenlik bitti ve Bolu’ya döndüler. 1963’ te ilk çocukları Serdar İlyas Bolu’da dünyaya geldi. Askerden gelince hemen işine döndü. Baba başlarında, hep birlikte çalışıyorlardı. Yar ailesinin en parlak zamanlarıydı. Bolu’nun en büyük kerestecisi idiler maddi olarak. Çok iyi para kazandıkları bir dönemdi o yıllar. Hiçbir maddi sıkıntıları yoktu. Kardeşim de mutluydu. Kayınpederi Sünnetçi Mehmet Efendi onu çok severdi.” 33
Eşi ve çocuklarıyla 34
Askerlik dönüşü kereste fabrikasına işe başlamış olmasına rağmen huzurlu değildi Yusuf Yar. Yedek Subay öğretmenliği sırasında yaptığı araştırmalar kendisinin başka iş kollarına girmesi gerektiğini söylüyor du. Ve o aklına koyduğunu yapmayı seven biriydi. Tıpkı babası Sünnetçi Mehmet Efendi gibi o da fikirlerinden taviz vermiyordu. İnandığı bir fik ri yanlış olduğunu bilse bile sonuna kadar savunmaya devam ediyor du. Babasına un sektörüne girmeyi teklif etti. Ancak Sünnetçi Mehmet Efendi, çok iyi para kazandığı keresteciliği bırakmaya niyetli değildi. Üs telik buna gerek de yoktu. Yusuf Yar ise çok daha büyük hayallerin peşindeydi. Daha çok para kazanmak ve daha küçük bir aile şirketi olan Yar Kollektifi bir holdinge dönüştürmeyi arzuluyordu. Hırsları babası ile arasının bozulmasını be raberinde getirdi. Sünnetçi Mehmet Efendi, oğlunun bu dinmez arzula rı karşında çaresiz bir şekilde, “Defolup git, hangi sektöre girmek istiyorsun gir. Ben kerestecilikten başka bir iş yapmayacağım. Bunu kafana sok” dedi. Ancak torunu Serdar İlyas yeni dünyaya gelmişti o sırada. Onun hasretine dayanamayacağını biliyordu.
Eşi ve çocuklarıyla
Babası ile düştüğü ihtilafı Yusuf Yar, 2010 yılındaki röportajında şu şekilde anlatıyordu Ayşegül Topçu’ya: “Ben askerdeyken Konya’daki un fabrikasını inceledim. Orada biri 500 bin liraya fabrika aldı. Bir senenin içinde çok para kazandı. Fabrika köylüden buğdayı veresiye alıyordu. Simitçiye unu peşin satıyordu. Askerden gelince babama ‘un fabrikası açalım’ dedim. O zaman Bolu’da un fabrikası yoktu. Ben kerestecilikten para kazandım, kazanmaya da devam ediyorum’ dedi. İstemedi o zaman. Bizim kerestecilikten 2 milyon paramız oldu. 35
Şimdinin 20 trilyon gibi bir paramız oldu. 1958 yılında katrak aldım, onunla çalışmaya başlayınca üretim hem güzelleşti, hem de arttı. Ünlü olmamızı ben buna bağlıyorum….” Kızı Elif Koçer, o yıllarda henüz dünyaya gelmemişti, ama dedesi ile babası arasındaki bir derin görüş ayrılıklarını sonradan babasından dinlemişti. Son beşik olması hasebiyle babası ile en iyi ilişki içinde olan Elif’ti. O günlere ilişkin babasından duyduklarını şu şekilde hatırlıyor: “Tabaklar Mahallesi’nde bir atölyemiz var, orada evimiz var, babaannemizin evi var. Atölyenin adı Yar Kollektif Şirketi diye biliyorum. Babam biraz daha dik olduğu için dede ile anlaşamamışlar, dede kovmuş bunu. Hüseyin Amcam İstanbul Balat’ta şirketin bir kolunu yönetiyor. Bolu’da hazırlanan kerestelerin pazarlamasını yapıyor. Onun haricinde hepimiz orada yaşıyoruz. Halam da damadı almış gelmiş. O zamanlar maddi durum iyi, her şey güllük gülistanlık. Ta ki kavgaya kadar. ‘Ben bakarım çocuklarıma’ diyor ve işi bırakıyor babam. Uzun bir süre evde oturduktan sonra kendisine iş bulabiliyor. Ben o yıllarda henüz doğmadığım için o yılları hatırlamıyorum. Benim aklımda babamın yokluk yıllara kaldı. Çocukluk yıllarımda da büyük bir zenginlik yaşamıştık, ama çocuk aklımla anlamadım bile. Benim bildiğim kadarıyla 1979 yılında sıkıntılar büyüyünce aile Atatürk Bulvarı’ndaki Tuser apartmanına geçmek zorunda kaldı. O zaman tavukçuluk şirketini kurmuştu babam, yukarıda 2 dairemiz, aşağıda 8 dükkânımız vardı; babam orayı şirket yapmıştı. Bolvit adı altında.”
Çocukları Serdar İlyas ve Sernur Fethiye
36
ÇOCUKLARINA ATALARININ İSİMLERİ KOYDU Fatma Hanım’la evliliğinden Yusuf Yar, 3 çocuk sahibi olmuştu. Oğlu ve ilk göz ağrısı Serdar İlyas’a eşi Fatma Hanım’ın inşaat temeline düşerek iç kanama sonucu hayatını kaybeden kayınpederi İlyas Gündoğdu’nun adını vermişti. Serdar adını da bizzat kendi koydu. Ardından kızı Sernur dünyaya geldiğinde, kendi annesi Fethiye Hanımın ismini de ikinci isim olarak uygun görmüştü. En küçük kızı Elif’e ise büyükannesi Emine Ha nımın adını verdi: Serdar İlyas, Sernur Fethiye ve Elif Emine.
Çocuklarıyla
Ailenin büyüklerinin isminin yaşatılması konusunda hassas olan Yusuf Yar’ın bu geleneğini çocukları da sürdürdü. Kızı Elif Koçer, babası nın son dönemdeki en büyük arzusunun ise torunlarından birine Fatma ismini koymak olduğunu söylüyor. “Babam, hem anne, hem baba oldu bana. Annem öldükten sonra tabi ki. Herkesin babasının yeri farklıdır da benim babamın bende yeri çok daha bir farklıdır. Ablamla birlikte bir karar aldık; çocuklarımızın büyüklerinin ismini taşıması konusunda. Buna da hep uyduk. Oğlumdan önce 5 torunu vardı. Ablam ilk kız torunu verdi babama, ama o zaman annem hayatta olduğu için ismi konulmamıştı. Babam torunlarından birinin kız olmasını ve adını da Fatma koymayı arzuluyordu. Sonra benim hamileliğim araya girdi. Fakat o da erkek oldu. Hastalandığında 3 aylık bebeğim karnımda cinsiyeti de belli değildi; babam yoğun bakıma girdiğinde. Çok şükür Allah bana bir Fatma verdi, ama dedemiz göremedi. Buna çok üzüldüm.” 37
Ailesi ve yakınlarıyla
AVLUDAN ÇIKAN GERİ DÖNEMEZ Babası Sünnetçi Mehmet Efendi ile girdiği sinir savaşını kazanma sının mümkün olmadığını anlayan Yusuf Yar, ayrılık vaktinin geldiğini anlamıştı. Sünnetçi Mehmet Efendi ile yollarını ayıran ilk evladı Yusuf Yar oldu. Kendisine başka bir mahallede ev tutma hayalleri de kuruyor du. Ancak torunlarına düşkün olan Sünnetçi Mehmet Efendi, oğlunun konaktan ayrılmasını istemiyordu. Zaten geniş avlulu evin avlusundan itibaren herkesin yaşadığı evler farklıydı. Geniş avlulu evden çıkan bir daha geri dönemiyordu. Bu kuralı Sünnetçi Mehmet Efendi koymuştu. Eşi Fatma Hanım ve çocukları ile birlikte yeni bir hayata yelken açtı Yusuf Yar. Ne elinde parası, ne imkânı vardı. Kaderinin götürdüğü yere gidecekti artık. Sünnetçi Mehmet Efendi, oğlunu bu yoldan döndürme ye fazla uğraşmadı bile. Çünkü oğlunun da kendisi gibi dik başlı ve hırslı olduğunu biliyordu. Bir yandan da iş dünyasının zorluğunu sınayıp gör mesini arzuluyordu. İş âleminde ayakta kalmanın zorluğunu anladıktan sonra keresteciliğin değerini oğlunun da anlayacağından emindi. Oğlu ile yollarını ayrılsa bile Sünnetçi Mehmet Efendi’nin bir gözü her zaman oğlunun üzerindeydi. Evinde yiyeceği, içeceği var mı diye her daim kontrol ediyordu. Gelini Fatma Hanımı da çok seviyordu. Fat ma Hanım, çocuk denecek yaşta yetim kaldığı için Sünnetçi Mehmet Efendi’yi öz babası gibi sevmişti. Saygıda asla kusur etmezdi. Sünnetçi Mehmet Efendi de oğlundan gizli gizli, geline Fatma’ya el atından para verip, çocuklarının nafakasını sağlıyordu o yıllarda. Yusuf Yar ise tama
38
men eve kapanmış, çaresiz bir şekilde ne yapabileceğine kafa yorup duruyordu. Kızı Elif Koçer, babasının dedesi Sünnetçi Mehmet Efendi ile yolları nın ayrılış sürecini şu şekilde anlatıyor: “Dedemlerle birlikte yaşadığımız ev çok büyüktü. Bütün aile orada mutlu bir şekilde yaşıyordu. Hatta en büyük halamız Fatma Kargun bile eşini alıp o eve dönmüştü. Eniştemiz dedemlerin yanında çalışıyordu. Büyük bir avluda hep beraber yaşardık. Ortası atölyeydi, kenarlarında ayrı ayrı yollara bakan evlerde yaşardık hep. Her ailenin kalacak müstakil evi var gibiydi. Tomruk alıp onları biçip satarlardı. Talaş havuzlarına falan atladığımı biliyorum. Babamın o konaktan ayrılmaya karar verdiğinde 6 yaşındaydım.” Babası ile yollarını ayırır ayırmaz un sektörüne girmeyi hayal ediyor du ama bunun için tek kuruş sermayesi yoktu. Bu sırada kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu da askerden yeni gelmişti. Eniştesinin zenginlik içindeyken büyük bir yokluk çektiğini görünce şaşırdı. Ona yardım ede cek gücü de yoktu. Birlikte onun işsizliğine çare aramaya koyuldular. O yıllara ilişkin Mehmet Gündoğdu şunları söylüyor: “Ben de 1964’te askerden geldim. Bolu’ya döndüm ama ne yapacağımı bilmiyorum. İş bakınıyorum kendime. Babam ölünce 4 kız arkada bıraktı. Birini Yusuf’la evlendirdik, ama geri kalanların nafakasını ben kazanmalıydım. Zaten İstanbul Hukuku Fakültesi’ni 2. sınıfta bırakıp gelmiştim. İdare ve Ceza Hukukundan takıntım vardı, buradan verebilirsem veririm dedim, ama çalışmam da lazımdı. Çünkü evin hiçbir geliri yoktu. İş aradım önce, birkaç bankaya müracaat ettim, İstanbul Bankası’ndan çağırdılar gitmedim, beğenmedim orayı. Derken ‘Esnaf Kefalet Kooperatifi’ne, lise mezunu muhasebeci aranıyor’ dediler. Bu arada benim yaz tatillerinde orman işletmelerinde muhasebe deneyimim vardı, yani muhasebeye aşinayım. Hemen başvurdum. Beni işe aldılar, orada çalışıyorum; yıl 1964. Yusuf Yar’ın babası biraz asabi yapılıdır, çok sinirlidir ‘ben bilirim’ der her konuyu. Bu arada ağabeyi biraz daha durgunca, her konuda temkinli. Ama Yusuf hareketli. Daldan dala atlamak, büyük bir işletme kurmak istiyor. İşlerin yönetiminde baba ve ağabeyiyle biraz sürtüşüyorlar ve tartışıyorlar. Yusuf anahtarları attığı gibi bırakıp çıkıyor Yar Kollektif’ten. Babasının işini terk ediyor. Ama ne para var, ne sermaye var, gidip eve kapanıyor.”
KERESTECİYKEN KERESTECİ OLMAK… Sünnetçi Mehmet Efendi, aksi, huysuz bir adamdı ama insafsız bir adam değildi. Oğlunun durumuna bir yandan üzülüyor, bir yandan da daha fazla gururuna incitmemek için el altından onu destekliyordu. Bu destekten Yusuf’un haberi bile yoktu. Yusuf Yar artık un sektörü ile ilgili hayallerini bir kenara bırakmış, ‘ne iş olsa yaparım’ psikolojisine girmişti. 39
Morali çok bozuktu. Moralinin bozuk olduğu zamanlarda ise evde ateş kesiliyordu. Eşi Fatma Hanım bu dönemlerinde onun az kahrını çekme mişti.
Kerestecilik günleri 40
Mehmet Gündoğdu, eniştesinin hayata küskün geçen bu yıllarına ilişkin şunları anlatıyor: “Babası Sünnetçi Mehmet Efendi, 5-6 ay evin haftalık pazar masrafını falan karşılıyor, gelinine yani kardeşime gizlice para veriyordu. Bundan Yusuf’un haberi yoktu. Birkaç ay daha geçince oğlunun işe dönmeyeceğini anladı. Biliyor onun da kendisi gibi inatçı olduğunu. Neyse bir gün artık bakıyor oğlu dönmeyecek; ona 50 bin TL sermaye veriyor. O zaman için iyi para. Ağabeyinin sınıf arkadaşı, Akil Turgay diye bir arkadaşı vardı. Adam İktisat Fakültesi’ni bitirdi, Bolu’da evlerinin bahçesine bir kereste fabrikası kurmuştu ama çalıştıramıyordu doğru dürüst. Babası Sünnetçi Mehmet Efendi Yusuf’a haber gönderiyor. Diyor ki, ‘Gitsin Akil’in orayı kiralasın, orayı çalıştırsın, bakalım nasıl oluyormuş görsün kendisi.”
Kerestecilik günlerinden
Babasından aldığı 50 bin TL’lik sermaye ile yeniden kereste işine döndü Yusuf Yar. Ancak bu işi yapmak istemiyordu artık. Babasın ken disine öyle bir yol çizmişti ki, keresteciliği bırakıp yeniden keresteciliğe zorluyordu kendisini. Böyle bir iş yapacak olsaydı babasının yanında en iyisini yapabilirdi. Ancak kafasındaki iş koluna geçiş için bu bir başlangıç olabileceğini düşündü. ‘Vira Bismillah’ deyip, babasından aldığı serma ye ile yola çıktı. Mehmet Gündoğdu, ondan sonraki süreci şu şekilde anlatıyor: “Yusuf babasından aldığı para ile Akil Bey’in yanına gitti. Akil Bey’le pazarlık etti ve orayı çalıştırmaya başladı. Şirketin ismi Güneş Kereste Fabrikası idi. Hemen ihalelere katılmaya başladı. Ormandan ihale ile kereste alacaktı. Ekibini kurdu, işçiler temin etti çevre köylerden, ustabaşını belirledi, kendisi de onların başına geçti. Bu arada kendisi çok çalışkandı. İyi bilirdi keresteciliği de. Her türlü yeniliğe meraklı, hevesli ve hırslı biriydi. Artık 41
ciddi ciddi para kazanmaya da başlamıştı. Ancak hayatı boyunca paranın hesabını bilmedi. Bir gün bana dedi ki ’Benim işler büyüdü. Ama benim hesabımın kitabımın tutulması gerek, muhasebem tutulacak. Bunlardan ben anlamam. Sen muhasebecisin ama Esnaf Kefalet’te çalışıyorsun. Ben başka bir adama güvenemem. Ben ne yapacağım? Sen orada çalışıyorsun, ben de başka bir adam bulmak zorundayım. Bırak Esnaf Kefalet Kooperatifi’ni gel birlikte çalışalım. Beraber yürüyelim.’ O sırada Esnaf Kefalet’e gireli 6-7 ay olmuş, onlara çalışma sözü vermişim, korkuyorum. Sonuçta 1 yıl oldu, olmadı. Adamları yüzüstü bırakmak istemiyorum. Esnaf Kefalet’in yönetimindeki arkadaşlara söylemiş. ‘Mehmet bana bana lazım, siz oraya başka birini bulursunuz’ diye ısrar edince yönetim bana izin verdi. Böylece yanına muhasebeci olarak başladım.”
Yusuf Yar
Yusuf Yar, Güneş Kerestecilikten kazandığı paralarla evine ekmek götürebiliyordu ama başta babası olmak üzere kereste piyasasının kurt ları ile baş etmesinin mümkün olmadığını biliyordu. O nedenle büyük devlet ihalelerinden pay bile alamadı uzun süre. Kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu ise evine ekmek götürecek para kazanmasının yeterli olaca ğını tavsiye edip duruyordu ona. 42
EĞİTİM TUTKUSU Yusuf Yar, hayatı boyunca eğitim konusunda hassas bir adamdı. Çocuklarının okuması için elinden gelen her türlü çabayı ortaya koydu. Çünkü babaları Sünnetçi Mehmet Efendi de çocuklarını okutmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Bu geleneği o da devam ettirdi. Sade ce kendi çocuklarını değil, eğitimini yarıda bırakan kayınbiraderine de destek oldu. Güneş Kerestecilikte iyi para kazanmaya başladığında Yusuf Yar, kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu’ya yarıda bıraktığı İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirme önerisi getirdi. Onun de en azından bir üniversite diploması olmasını istiyordu. Mehmet Gündoğdu, eniştesinin eğitim tutkusunu şu şekilde anlatıyor. “Kendisi ile bir süre çalıştıktan sonra bir gün bana dedi ki, ‘Sen hukuk Fakültesi’ni yarım bırakmıştın, git İstanbul’a mektebine devam et, zaten ürünlerimiz doğrudan İstanbul’a gidiyor, sürekli İstanbul’daki tüccarlarla temas halindeyiz. Sık sık oraya gidip gelmekten kurtuluruz. Ben burada üretimin başında olurum, sen orada hem şirketin muhasebesini tutar, hem de ürettiğimiz ürünlerin pazarlamasını yaparsın. Bu arada tabi okulunu bitirip diplomanı da alman gerek.’ Dediğini yaptım. Yeniden İstanbul’un yolunu tuttum. Bir arkadaşım vardı Fındıkzade’de, onunla birlikte ortak bir ev tuttuk, birlikte kalıyorduk. O yıl Hukuk Fakültesi’ne devam ettim, öğleye kadardı zaten; öğleden sonra şirketin işlerine bakardım. Örneğin tahsilat yapar, bankadan Bolu’ya gönderirdim. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar hocamızdı, çok da acımasızdı. İdare Hukuku en sevdiğim ders olmasına rağmen yine geçirmedi beni. İkinci yılın sonunda ben bu dersi veremeyeceğimi anladım ve tekrar Bolu’ya döndüm. Bir daha da okumak gelmedi içimden. Ama Yusuf benim diploma almamı çok istemişti.”
HERKESE ‘YAR’ OLDU Yusuf Yar, zengin bir aile ortamında doğmuş ama babası ile arası açılınca sıfır noktasına kadar inmişti. Ancak Güneş Kerestecilik sayesin de artık eli para tutar hale gelmişti. Fakat yine de har vurup harman savurmaya devam ediyordu. Orman Bölge Müdürlüğü’nden ihale ile aldığı keresteleri işledikten sonra Ankara, İstanbul ve İzmir’deki büyük firmalara satmaya başlamıştı. Kimi devlet ihalelerinden de pay alabili yordu artık. Demokrat Parti’nin askeri darbe ile tasfiyesinin ardından birkaç ko alisyon denemesinin ardından bu partinin devamı niteliğindeki Adalet Partisi’nin iktidara gelişi ile birlikte Yusuf Yar’ın hayatındaki en parlak yıllar da başlamış oldu. Adalet Partisi Lideri Süleyman Demirel’in başba kanlığı döneminde başlayan baraj inşaatları Yusuf Yar için bulunmaz bir fırsata dönüştü. Ancak eli açıklığının bedelini tatmak üzereydi. 43
Süleyman Demirel
Yusuf Yar, 9 Haziran 2010 tarihinde Ayşegül Topçu’ya verdiği müla katta o günkü durumunu şu şekilde anlatıyordu: “…1936 yılında babamın yaptığı hangar vardı. Orada ağabeyimle 1955 yılında kereste atölyesini geliştirdik. Hirfanlı Barajının yapımında kullanılmak üzere rahmetli Muzzeffer Işın’la ortaklaşa kereste verdik. Bir İsrail şirketiyle Amerika’nın İncirlik, Karamürsel, Sinop’taki radarlarına kereste verdik… O zaman Bolu’da Mehmet Baysal’ın, Samurların, Muzaffer Işın’ın kereste atölyesi, bir de bizim vardı. Biz 1950’li yıllarda sektörde beş altı kişiydik. Bizden sonra Kasaplar, Şen Bolu, Mehmet Ali Özgüler, Ali Güneykaya, Yeşil, Ali İnceyanlar geldi. Bizim aile şirketinin ismi Yarbolu’ydu, bir ara ailemle itilafa düştüm. İkinci bir atölye açtım. Rahmetli Akil Turgay’a bir atölye kurmuştuk. O yürütemedi, ‘ne kadar burası?’ dedim. ‘Ne verirsen ver’ dedi. Oraya da Güneş Kereste isminde bir firma kurduk. İki üç sene orada çalıştık. Oskoviç araba aldık. İki tane dostum vardı Halil Çapur ve Abdullah Ersin, onlara mal veriyordum. Bana o zaman işi büyütmem için para verdiler. 1969 yılında annem geldi. ‘Baban üzülüyor bu adamlar batacak, gel şu işin başına dön’ dedi. Yar Kollektif’e. O zaman benim şirkette yüzde 15 hissem vardı. Bana yardım edeceklerdi. Yardım etmediler, ben babama rakip oldum. Güneş Kereste iflas etmeden fabrikayı kapattım. 1972 yılında hastalandım, daha sonra talaş bana dokunmaya başladı. Burada rahmetli Hüseyin Ağam ile çekiştik. Bu işi bırakıyorum’ dedim.”
44
Annesi ve eşiyle
İKİNCİ İFLAS DALGASI Güneş Kerestecilikte ilk başlarda büyük paralar kazanmıştı Yusuf Yar. Ancak parasını korumayı bilmiyordu. Hem başına buyruk, hem eli çok açıktı. İnsanlara yardım etmek, prestijli işlere kalkışmak en büyük uğraşlarından biriydi. Bir de Amerikan arabalarına merakı vardı ki, sonu gelmez bir zevk alıyordu arabalardan. En güzelinden yemekler bir başka zevkiydi. Kendisinin şatafatlı ve zevkli yaşamına çeki düzen versin diye kayınbiraderini de yanına almış tı ama onun sözünü dinlemiyordu bile. Defalarca eniştesini uyarmıştı Mehmet Gündoğdu ama Yusuf Yar’ın bonkör ve eli açık tarafını körelt meyi başaramadı. Bir de Bolu için kendisini feda etmişti adeta. Mehmet Gündoğdu, o günleri şöyle anlatıyor:
45
“…1966 yılında da devam etti kerestecilik. Çok ciddi paralar kazanıyorduk, ama Yusuf’u parasına sahip olmaya razı edemiyorduk bir türlü. Har vurup, harman savuruyordu adeta. Eli açıktı, bonkördü. Para harcamasında da hesabına pek dikkat etmez, ayağını yorganına göre uzatmazdı. Dernekleri, vakıfları, kimseyi geri çevirmezdi. Hayır işlerinde üzerine düşenden fazlasını yapardı. O zaman 1965 yılında Boluspor yeni kuruldu. Boluspor’a 10-15 futbolcu getirildi İstanbul kulüplerinden. Bu futbolcuları o yıllarda Bolu’daki en büyük işletmelere yerleştirdiler. Her futbolcu bir işletmenin zimmetindeydi. Tüm masraflarını o işyeri karşılıyordu. Bir tane de Yusuf Yar’a da düştü. Suat adında bir futbolcuydu, Boluspor’da orta sahada oynuyordu. Bizde görünüyor, maaşını biz ödüyorduk. Aslında Yusuf Yar’ın ‘biz yeni bir işletmeyiz bizi affedin, böyle bir yükün altına şimdilik giremeyiz’ demesi gerekirdi, ama demedi ve demezdi de. Gururu ve yapısı öyleydi. Futbolcunun 1-2 yıl maaşını verdik. Hâlbuki ki, o sırada Bolu’da Yusuf Yar’ı beşe, ona katlayacak tüccarlar vardı. Yusuf ticarete daha yeni atılmıştı. İçlerindeki en zayıfı oydu.” Yusuf Yar’ın işleri yine ters gitmeye başlamıştı. Kendi kendine ‘zaten ben bu kerestecilikten pek hoşlanmıyorum’ diyordu, ama baş ka iş koluna geçebilecek sermayeyi de bulamıyordu bir türlü. Güneş Kerestecilik’te 1967 yılına kadar işler yine de rayında gitti. Henüz kaybe dilmiş bir şey yoktu. Ancak rekabet öylesine kızışmıştı ki, Yusuf Yar’ın tek başına bu rekabetle başa çıkması mümkün değildi artık. Kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu, eniştesinin iflasın eşiğine geldi ğini ilk fark edenlerden biriydi. Ne de olsa onun muhasebe kayıtlarını tutuyordu. “İnsan ilişkilerinde dışarıda iyidir de evde biraz sinirliydi. Kardeşime de epey eziyetleri oldu. Ben bilirim duygusu onu yavaş yavaş içeri götürdü. Kerestede yavaş yavaş sermayeyi azalttı. Nakit para ile ormandan kereste alamayınca, açık büyüyor. Bunun üzerine bankalardan kredi kullanmaya başladı, kullandıkça maliyet yükseliyor, o zaman da malımızı satmakta zorlanıyorduk. 1967 yılında ben ayrıldım, zira işler kötüye gidiyor, hiç olmazsa kendi işimi kurayım dedim. Bir de benim yükümü çekmesin istedim. ‘Sen de burayı daha az elemanla çevir’ dedim. Kendime bir muhasebe bürosu açtım. Yusuf bir süre daha devam etti, ama Güneş Kereste’nin ayakta kalması çok zordu. Oradan çıktı, Çarıkçıların başka bir fabrikasını kiraladı. Ama o da yürümedi ve sona geldi. 1969’da artık bitik vaziyetteydi. Sonuçta ikinci defa eve kapandı. Bu kez daha zor bir durumdaydı, hiçbir gelir yok, babadan da destek yoktu. Çünkü babası onun için yapacağını yapmıştı zaten. 71 yılına kadar evde aldı. İki yıl boyunca ortaya bile çıkmadı.” Oğlu Serdar İlyas Yar, babasının dedesi Sünnetçi Mehmet Efendi’den ayrıldıktan sonra kurduğu ilk işte başarılı olamadığı günleri bugün gibi hatırlıyor.
46
“Dedemden ayrıldıktan sonra eve kapanmıştı babam. 1968-1969 gibi olsa gerek, kız öğretmen okulunun yanında bir yer kiraladı bir müddet orada çalıştı. Orada bir müddet çalışınca iflasa gitti. Güneş Kerestecilik’ti oranın adı. Sonra Çarıkçıların Kereste fabrikası vardı, Köroğlu Mahallesi’nde orayı da çalıştırdı bir müddet. Ama orada da bir türlü randıman alamadı. Hayata küstü adeta. 1972 yılına kadar eve kapanıp kaldı. Hiçbir şey yapmak gelmiyordu içinden. Çaresiz bir şekilde oturup duruyordu.” Yusuf Yar’ın adeta hayata küserek, köşesine çekilmesine en fazla üzülenlerin başında kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu geliyordu. Üste lik eve kapandıkça kız kardeşine de iyi davranmıyordu Yusuf. Huysuz luğu evin her yanına yerleşiyordu. Mehmet Gündoğdu, Yusuf’un ailesi ile birkaç kez görüşerek bir çıkış yolu aradı. Ancak onların Yusuf’a fay dası yoktu. Olması da mümkün değildi artık. Çünkü Sünnetçi Mehmet Efendi’nin kereste işleri de pekiyi gitmiyordu artık. Mehmet Gündoğdu, eniştesinin işsizliğine kendisinden başka kimsenin çare bulamayacağını anlamıştı.
47
48
BÖLÜM 2 TAVUKÇULUK
49
50
TAVUKÇULUK SEKTÖRÜNE İLK ADIM Takvimler 1972 yılını gösterdiğinde Yusuf Yar iki yıldan beri nere deyse sokağa çıkmamış, kendisini eve kapatmış bir girişimci olarak ka derinin yeniden yüzüne gülmesini bekliyordu. Her sıkıntısında yanında olan kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu, her akşam olmasa da haftanın iki-üç günü akşamları kendisini ziyaret ediyor, dertleşiyorlardı. Türkiye’nin 27 Mayıs Darbesinin yaralarını daha saramadığı, ama yeni bir muhtıra haberiyle sarsıldığı günlerdi. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra yedek subay öğretmen olarak gittiği Konya’da edindiği fikirler den sonra babası Sünnetçi Mehmet Efendi ile yollarını ayırmak zorunda kalan Yusuf, Türkiye’nin yeniden ekonomik olarak sıkıntılı günlerden geçeceğini biliyordu. Eve kapanmasının, yeni bir iş koluna girmemek üzere hayata küskünlüğünün bir nedeni de buydu. Ancak evinin ge çimini sağlayacak bir imkân bulması halinde de yeniden gün yüzüne çıkmayı hayal ediyordu. Tek bir şeyden emindi; hiçbir güç ve kuvvet onu keresteciliğe döndüremezdi artık. Zaten 1971 yılından itibaren bu sek törün fiziksel zararlarını da bedenen görmeye başlamıştı. Talaş alerjisi baş göstermişti. Nefes darlığı çektiği için bir süre hastanede de yatmıştı. İşte tam bu şartlar altında kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu im dadına yetişti. Ancak o da eniştesinin huyunu iyi bildiği için temkinliy di artık. Hiçbir iş tek başına Yusuf Yar’a emanet edilemezdi. Hele hele paranın kontrolü ona bırakılamazdı, bunu test etmişti artık. Ona maaş karşılığı bir iş bulunmalıydı. Aksi takdirde yeniden iflas etmesi yüksek ihtimaldi. Kader Yusuf Yar’ın önüne büyük bir fırsat sundu o günlerde. Mehmet Gündoğdu, Yusuf Yar’ın tavukçuluk sektörüne ilk adım attığı günlerde yaşadıklarını şu şekilde anımsıyor: “Haldun Taşman’ın ağabeyi Feridun Taşman benim arkadaşımdı. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümünden mezundu. İstanbul’da Topkapı Yem Fabrikası’nın pazarlama müdürü oldu. O da çekirdekten yetişme esnaftır. Fabrikanın sahiplerinin kısa sürede gözüne batıyor, onu beğeniyorlar. Bolu’da bir fabrika teklifi getiriyor. Fabrika sahibi Sıtkı Koçman ve Selahattin Göktuğ adında iki ortaktı. Bunların ikisi de maden mühendisi, madenleri, gemileri var, çok büyükler. İstanbul, Konya, Bursa ve İzmir’de fabrikaları vardı. Beşinci yem fabrikasını kurmayı Feridun’a teklif ediyorlar. O da Bolu’ya geliyor, önce tüccardan katılan olur mu diye nabız yokluyor, ama kimseyi ikna edemiyor. Bu arada yüzde 35 hisse veriyorlar Feridun’a. Ancak hisselerin yüzde 65’i Koçmanların. O da eski bir kereste fabrikasının içine bir gecekondu gibi yem fabrikası makinalarının montajını yaptırıyor. Nisan 1971’de de faaliyete geçiyorlar. Feridun Taşman, Bolu’ya geldiğinde ben serbest muhasebeci olarak çalışıyordum. ’Bizim muhasebe işini de sen yürüt’’ dedi bana. ‘Olur’ dedim ben de. Feridun çok araştırmacı ve çalışkan bir çocuktu. Amerika’da da eğitim almıştı. Amerikan terbiyesi ve eğitiminin onlara kazandırdığı şeylerle önce Bolu’da ardından Türkiye’de isim yap51
maya başladı. Çünkü yabancı dil bildiği için iyi araştırıyor, yaptığı yemin en iyisini yapıyor, alan da anlıyordu zaten. Adı Bolvit Yem Fabrikasıydı. Bir gün otururken Feridun bana, ‘İşçilerle baş edemiyoruz, Yusuf Abi evde ne yapıyor? O bize yarar’ dedi. Bu arada Yusuf’u tanıyor, benim eniştem olduğu için. ‘Bizim işçilerin başına onu koysak mükemmel gider’ dedi. ‘İyi olur, zaten iş arıyoruz bulamıyoruz’ dedim. Kendisine de sordum, ‘ne iş yaparsın’ diye ‘hamallık yaparım, sırtımda taş taşırım’ diyor Yusuf o sırada. Feridun akıllı adam. Yusuf’un girdiği işlerde çok açıldığını biliyor. ‘Yalnız onu para işine karıştırmayız, sadece üretime bakar’ dedi. Çünkü biliyor onun elinin ne kadar açık olduğunu. Neyse Yusuf’a da söyledik, ‘seni fabrikaya alıyoruz’ diye. Maaşla başladı, tabi hemen işe koyuldu, işçileri yönlendirdi.”
Fabrika günlerinden
Yusuf Yar yem sektörüne adım attığından bunun ne anlama gel diğini bilmiyordu. 29 Ekim 1972 yılında Feridun Taşman’ın Bolvit Yem Fabrikasında işe başlamıştı Yusuf Yar. Yıllar sonra verdiği mülakatlarda tavukçuluk sektörüne girişinin bu tarih olduğunu söylüyordu. İdari yö netici olarak başladığı işin kendisini Türkiye’de tavukçuluk sektörünün öncülerinden biri yapacağını bilmiyordu bile. O sırada onun tek derdi evinin geçimini sağlayacak nafakaya kavuşmaktı. Yusuf Yar, yemek yemeyi çok sevdiği kadar, çalışmayı da bir o ka dar seven biriydi. Gece gündüz demeden işinin başında olmayı, alın teri dökmeyi seviyordu. Bu özelliği, babası Sünnetçi Mehmet Efendi’den bir mirastı adeta. O da hayatı boyunca işçileri ile birlikte fabrikada ter 52
dökmüş eski toprak bir tüccardı. Fabrikaya girdiğinde bir sürü şefin var olduğunu gördü. Bütün şeflik pozisyonları kapattı. Fabrikanın tek şefi kendisiydi artık. Yusuf Yar’ın en büyük hayali un sektöründe faaliyette bulunmak tı, ama kader onu yan bir sektör olan yem sanayinin içine sürüklemişti. Un ve yem sanayinin birbirine yakınlığı Yusuf Yar için büyük bir fırsata dönüştü. Belki bir süre sonra hayalindeki sektöre adım atabileceğini dü şünüyordu. Mehmet Gündoğdu, eniştesinin yeni işine alışmasının kolay olduğunu ve büyük mucizelere imza attığını şu şekilde anlatıyor:
Fabrika günlerinden
“O’nun işçilerin başına geçmesiyle birlikte üretim katlanmaya başladı. Bu da Feridun’un hoşuna gidiyordu. Yusuf da yem işini öğreniyordu böylelikle. Artık işlerin yoluna girdiğini gören Feridun daha seyrek gelmeye başladı fabrikaya. Zira araştırmacı bir insandı. Sürekli yurtdışına gidiyor, araştırmalar yapıyordu. Bu gidiş gelişlerinin etkisini hemen görmeye başlamıştık. Feridun bu arada yem fabrikalarına yem katkı maddeleri olan vitamin ve minerallerin imalatına başladı. Koçman’ların da böyle bir şirketi vardı, ona rakip oldu. Gittikçe o iş gelişmeye başladı. Çok kaliteli yemler üretmeye başladık. Her taraftan ‘bize yem verin’ diye geliyorlar. Talebi karşılamak için harıl harıl çalışıyordu fabrika. Bir anda Feridun Bey’in yem fabrikası Bolu’nun vergi rekortmeni oldu. Bütün bunlar Yusuf’un sayesinde, onun çalışkanlığı sayesinde gerçekleşti.” Büyük kızı Sernur Fethiye Şahin de o günleri şöyle hatırlıyor: ‘’Babam keresteciliği bıraktığı zaman çok zor günler geçirdik. Özellikle daha sabırsız ve gergin olan babam. 1972 yılında bir akşam üzeri “ben 53
iş buldum” diyerek sevinçle eve geldi. O gün tam bir bayram havası vardı evimizde. Babam sırtında un çuvalı taşıyarak bembeyaz bir şekilde eve gelir, hemen kendini duşa atardı. Mutluydu ve çok çalışıyordu. İş hayatında olumlu gelişmeler ve yükselişler birbirini kovalamaya başladığında annem kardeşim Elif’e hamile kaldığını söylediği günden bu yana babam “benim şansım ve varlığımın sebebi “diyerek küçük kardeşime adeta taptı. Babam yem sektöründe inanılmaz başarılı oldu. Yükseldikçe hırslandı, hırslandıkça daha çok yatırım yaptı ve büyüdü. Okuduğumuz okullara sürekli yardım yapıyor, her eksiklerini tamamlamaya çalışıyordu.’’ Yusuf Yar sağlığında verdiği son röportajından yem sektörüne girişi ve bu alandaki başarısını şu şekilde anlatıyordu: “Kereste işini bıraktıktan sonra evde oturuyordum. Feridun Taşman, Koçman’ın yanında çalışmış bir adamdı. Yem işini parlak görmüş gelmiş Bolu’ya zenginlere söylemiş, hiç birinin aklı ermemiş yem fabrikasına. Koçman’a söylemiş. Koçman da Bursa’da bir fabrikaya ortak, Banvit’e ortak, birçok şehirde de grup kurmuş. Koçman daha sonra Feridun Taşman’a hisse veriyor, git Bolu’da da kur diye. Burada da o şirketin devamı kuruldu. Bir gün evde otururken Feridun Taşman’la, kayınbiraderim Mehmet Gündoğdu geldi. Fabrikayı açtıktan sonra, altı ayda sekiz yüz ton yem üretip satmışlar. Ben de fabrikada müdür olarak çalışmaya başladım. Fabrika o zamanda şeften geçilmiyordu. Beş bin net para, yüzde beş primle çalışmaya başladım... Yumurta, büyükbaş yemi üretiyorduk. İstanbul’da Yılmazlar vardı. Büyükbaş yemini oraya, Nallıhan’a, Karadeniz Ereğli’ye, Ankara yolunda birine yumurta tavukçularına yemi satardık. Büyükbaş yemini de Saip Kepekçi, Şerafettin Erbayram’a satıyorduk. …Onlar altı ayda sekiz yüz ton yapmışlar, ben iki ayda iki bin ton yaptım. O zaman için çok iyi bir üretim miktarı. Bir yıl sonra ilk broiler yemini yaptım. 1973 yılında on dört bin tona çıktım. Daha sonra Orköy peşimize takıldı. Orköy de Yığılca’ya, Göynük’e, Mudurnu’ya orman köylerine kredi vermeye başladı. Daha sonra kooperatif garantisiyle mal vermeye başladık. Mudurnu’da Süreyya Astarcı’ya, Göynük’te Ericek’in babasına, daha birçok kişiye peşin parayla yem bayiliği verdik.” Yem sanayi için rekor bir üretimdi Yusuf Yar’ın başarısı. Bir anda Bol vit Türkiye’nin marka şirketlerinden biri haline geldi. Feridun Taşman da, kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu da böyle bir başarı elde edeceklerini ummamışlardı. Yusuf Yar her ikisinin gözünde bir anda kahramana dö nüşmüştü. Ama yine de onu fabrikanın mali yönetiminden uzak tutu yorlardı. Yusuf Yar sefalet dolu iki yılın ardından evine ekmek götürmeye başlamıştı. Yüksek bir maaş alıyordu artık. Yine büyük hayaller, büyük ufuklardaydı gözü. Ama ailesi, özellikle de çocukları kerestecilik yılların 54
da büyük sıkıntılar çekmişti. Onlara çektirdiği sıkıntıları unutturmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Küçük kızı Elif yeni doğmuştu. Oğlu Serdar İlyas Yar, ortaokul çağındaydı ve ailenin yaşadığı sıkıntıları şu şe kilde anımsıyordu: “İlk zamanlar, dedemizden ayrılmışız, atımız yok, arabamız yok. Elimde sefer tasıyla annemin yaptığı yemeği çok taşıdım o zamanlar fabrikaya. Babam yem fabrikasına yeni başlamıştı. Daha çocuktum; dedemin evinde oturuyoruz ama hiçbir şeyimiz yok, ‘soğanı kırıp yiyeceğiz tamam mı’ dedi, biz de çocuğuz tabi, ‘tamam’ dedik. Soğan ekmekle karın doyurduğumuz zamanlar oldu. Kardeşleri yardım etmedi. Biri İstanbul’daydı zaten. Küçük amcam okuldaydı. Dedem de halamın kocasıyla birlikte kereste atölyesinde çalışıyordu. Dedem 1974 yılıydı vefat etti. Aile ilişkilerinde zaman zaman soğukluk olurdu, ama sık olmasa da gelinip gidilirdi. Dedem bizi el üstünde tutardı. Özellikle annemi çok severdi dedem. Habersiz babamdan harçlık verirdi. Bizi çok korurdu dedem. Babamla aralarında bazı soğukluklar vardı tabi ama birbirlerine küs de değillerdi.”
Serdar İlyas Yar, babasının gerek Güneş Kereste Atölyesinde gerek se Bolvit Yem Fabrikasında çalıştığı dönemde çalışanları ile eşit şartlarda bir ilişki kurması sebebiyle başarılı olduğunu düşünüyor. Yem fabrika sında kırılan rekor da bunun bir göstergesi zaten: “Babamın çalışanları ile ilişkileri çok iyiydi. Çalışanlarımızın yarısı Sebenliydi. Biraz otoriterdi, ama çok yumuşak kalpliydi de. Ben fabrikanın sahibiyim, buranın müdürüyüm havasına hiç girmezdi. Çalışanları ile birlikte onlarla oturur yemek yer, sıkıştıklarında birbirlerinin yardımına koşarlardı.
55
Gecesini gündüzünü fabrikaya verdiği zamanlar olurdu. Çok çalışkandı. Çalışmaktan hiç yılmazdı.” Yusuf Yar yıllar sonra Erol Şengör’e verdiği röportajında o yıllara iliş kin hatıralarını şu şekilde anlatıyordu: “29 Ekim 1972 yılında, Cumhuriyet Bayramı günü bu işe girdim. Gittim oraya Feridun Bey Topkapı’da çalışmış, Koçmanlara, Selahattin Beylere ‘Bolu’ya yem fabrikası kuralım’ demiş. Buraya gelmiş bir sürü adamlarla temasa geçmiş kimsenin aklı yatmamış. Koçmanlar da ‘al 500 bin lirayı, git, kur’ demiş. Eskişehir’de değirmeni yaptırıyor, mikseri yaptırıyor. Orada Gökhan Dağlı vardı. Geliyor buraya kuruyor. Nisan’da kurmuşlar. Ekim’e kadar 800 ton yem üretmişler. Şeref’in karatavuğuna yumurta yemi vermiş, Beypazarlı Osman falan yumurta tavuğu üretmiş. Bir iki arkadaşa hayvan yemi vermiş. Alaattin Abi’yi müdür yapmışlar. Fabrikaya gittim herkes şef. Çuval şefi, bilmem ne şefi, şef, şef. Ben de keresteciliği bıraktım. Başka iş yapacağım. Feridun Taşman seninle görüşmek istiyor dediler. Yemcilikte onun araştırmasının önemi vardır. Dil bildiği için Yahudi’yle konuşurdu. Mısır proteini, ispirto mayası, onları hep o araştırdı. Bizim rasyomuz düzgün hale geldi. Zamanı geldi 40 bin ton ürettik. Bu kalitede ürettik. …Yılbaşına kadar 2 bin ton yem ürettim. İstanbul’da Ümit Akalın, benim yumurta tavukçusu Yılmaz diye birisi vardı. İzmit’te bir kooperatif vardı. İkinci sene tahmin ediyorum 14 bin tona çıktı. Üçüncü sene 28 bin ton oldu. 1973, 74, 75’te 40 bin tona çıktı. Çok büyük rakam. Türkiye’nin tüm rakamı 900 bin tondu. Şimdi bir fabrika yılda 700-800 bin ton üretiyor. Ünlendik. Nallıhan’a satardık. Haymana yolunda emekli subaylar vardı; onlara satardık. Kayseri’den kemik unu getirdik. Feridun sarı bir şey ithal etti. Ondan sonra kooperatifin parası takılmış İstanbul’da Naci’de. Geldiler dediler ki, böyle böyle. Bir avukat bul bize diye. Avukat Hüsnü’yü bulduk. Bunlar olgunlaşmışlar. ‘Kesimhane kuralım’ dediler. Hemen tuttuk. Türkiye’de 3 taneydi bir Et Balık’ın, biri İzmir’de, bir de benimki. Otomatik. Şimdi 200 bin kesiyor. Model çıkardım Ankara’daki Et Balık Sincan Mezbahasından model çıkarıldı. Mezbaha kurduk. Şirket kurduk. Kesim yaptık.”
ALINTERİ İLE FABRİKATÖR OLMAK Feridun Taşman, Bolvit Yem Fabrikası sayesinde umduğundan fazla para kazanmıştı. Böyle bir para kazanacağını hayal bile edemiyordu as lında. Ancak daha büyük planları vardı. Bolu ona dar geliyor, Bolu’daki işi bir başkasına devrederek İstanbul’daki işe yoğunlaşmak istiyordu. Bir de Amerika’da yeni iş kollarına yatırımlar yapmıştı. Türkiye’den de ta mamen ayrılmayı planlıyordu. Onun ayrılmaya karar vermesi ile birlikte Yusuf Yar’ın önüne tarihi bir fırsat çıktı.
56
Mehmet Gündoğdu, Yusuf Yar’ın gerçek anlamda tavukçuluk sek törüne adım atışının Feridun Taşman’ın Bolu’da ayrılmaya karar vermesi ile başladığını söylüyor: “Fabrika rekor üstüne üretim rekoru kırmasına rağmen Feridun’un diğer işi de tutmaya başladı. Ve o bütün ağırlığını oraya vermek istiyordu. Bir gün bana dedi ki ‘buradaki işi bırakacağım. Burayı Yusuf Abi yürütüyor zaten. Buranın hisselerini seninle Yusuf’a devredeyim, sizden bir şey istemiyorum, kazandıkça ödersiniz.’ Bir şartı vardı. ‘Yalnız Yusuf Abiyi mali işlere karıştırmayalım, imalat, alım satıma o baksın, muhasebe işini sen yürüt’ dedi. ‘Bence mahsuru yok, ama bir de kendisine sor bu işi’ dedim. Kabul etmedi Yusuf. Bunu kendisine hakaret saydı herhalde. ‘Şirketin hissesine sahip olacağım, ama yönetiminde sözüm geçmeyecek. Olmaz böyle şey’ dedi. ‘Öyle yarısı benim sorumluluğumda, yarısı Mehmet’in sorumluluğunda olmaz’ deyince ben aradan çekildim. ‘Diğer ortaklar kabul ederse sen Yusuf’a devret’ dedim. Diğer ortaklara sorulunca onlar da uygun gördü. Feridun Taşman’ın hisseleri Yusuf Yar’a devredildi. Ben hala muhasebeye bakıyorum. İyi para kazanılıyor, ama dağıtılıyor tabi. Büyük de sükse yaptı Bolu’da. 1975 yılıydı. Yusuf da tam patron havalarına girmeye başladı. Fabrikatör olmuştu artık.”
Arkadaşlarıyla yurtdışı gezisinden
Yusuf Yar hiçbir sermaye koymadan sadece alın teri ile koskoca bir fabrikanın ortağı olup çıkıvermişti. Hayatındaki zor günlerin geride kal dığını düşünüyordu. Ancak babasını 1974 yılında kaybettiği için bu gör kemli günlerini o görmemişti. Olsun en azından kardeşleri, kendisinin zenginleştiğini görmüştü.
57
Bolvit Yem Fabrikası rekor üstüne rekor kırıyordu. Çocukları ile birlikte taşındıkları 4 katlı apartmanın altındaki dükkânları da yazıha ne olarak kullanıyordu artık. Ağabeyi Hüseyin Yar ile araları açıktı, ama küçük kardeşi İsmail Nadir’i 1979 yılında Yığılca’daki kesimhanenin ba şına getirdi. İstanbul’da lüks sayılabilecek gayrimenkuller de satın aldı. Bunlardan biri Fenerbahçe’de idi. Kumla’da da çocukları için bir yazlık satın aldı. Gerçek bir zenginlik yaşıyordu artık İlyas Yar. Ancak yine hırslarının önüne geçilemez hale gelmişti. Daha fazla büyümek, zirvelere çıkmak istiyordu. Hayat felsefesini adeta ‘ya hep, ya hiç’ üzerine kurmuştu. Dibe vurduğu günlerin hıncı ve hırsı ile doluydu. Eşi Fatma Hanım başta ol mak üzere Kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu her fırsatta onu temkinli olmaya davet ediyor olsa da o kimsenin sözüne kulak asmıyordu. Ha yattan alacağı varmış gibi davranıyordu. O yıllarda Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı, orman köylülerin ormanlara zarar vermemesi için tüm orman köylerinde yeni bir uygula maya başlamıştı. Orman köylülerine kümes ve civciv dağıtıyor, onların yetiştirdiği tavukları ise Köy-Tür aracılığı ile satın alıp, Et Balık Kurumu mağazalarında satıyordu. Yusuf Yar, sadece Bolu ve civarındaki köylere değil, batı Karadeniz’deki tüm kümeslere yem veriyordu. Kendisinin ise henüz kümesi yoktu. Bu uygulamayı yakından inceleyen Yusuf Yar, tüm kümesleri bir araya getirecek veya entegre edecek bir sistem üzerinde kafa yormaya başladı.
Arkadaşlarıyla
58
Mehmet Gündoğdu, eniştesinin büyük oynama sevdasını fark etti ğinde, iş işten geçtiğini anlamıştı. Ama yapacak fazla bir şey yoktu. Çün kü Yusuf Yar’ın aklına koyduğunu yapmak gibi bir huyu vardı. “Bizim haberimiz yok. Kafasında kurmuş, yem fabrikasını entegre bir tesise dönüştürmeyi. Entegre demek; tavuğunu, civcivini yemini kendi bünyesinde yapmak anlamına geliyor. O yıllarda Türkiye’de bunu yapan yok. Koskocaman Taşman ve Koçman bile böyle bir şey düşünmemiş. Ben günlerce yalvardım, ‘ya enişte biz şu anda şakır şakır para kazanıyoruz, Türkiye’nin her tarafından yalvarıyorlar bize ‘mal verin’ diye. Çok ciddi paralar kazanıyoruz. Niye bilmediğimiz işlere kalkışalım’ dedim demesine ama, dinleyen yok. Tavukçuluğa girişeceğiz diye tutturdu. O yıllarda Türkiye’de ilk tavukçuluk Yığılca’da başladı. Bakanlık köylülerin ormandan kaçakçılık yapmaması ve onlara yeni bir iş alanı oluşturmak için onlara kredi vererek kümesler yaptırttı. Naşlar Kooperatif’i kuruldu. Yusuf ise bu kümesleri bir araya getirecek bir proje hazırlamıştı. Gerçi kümeslerin tamamına da yine biz yem veriyorduk. Bu arada, tavukçular entegre olmaya başladılar. Yusuf ileride bunlara yem satamayacağımızı düşünüyordu. Bu nedenle kendisi entegre tavukçuluğa onlardan önce başlama arzusundaydı.”
NE OLDUYSA S. ARABİSTAN DA OLDU… Yusuf Yar, para kazandıkça iyice patron havasına bürünmüştü. Ço cuklarını iyi okullarda okutmak istiyor, eşi ile birlikte tatil yapmayı bile hayatında ilk defa düşlüyordu belki de. Artık yaz aylarında Akçakoca’da ki yazlıkta bir ay süresinde ailesi ile birlikte tatil yapıyordu. Hayatının en keyifli ve mutlu günleriydi o yıllar. 16 yaşında evlendiği eşini de yanına alarak 1976 yılında hacca gitmeye karar verdi. Bu seyahat Fatma Hanım için de gerçek anlamda sürprizdi. Küçük kızı Elif Emine Koçer, anne ve babasının birlikte gerçekleştir diği hac farizası ile ilgili de hatırladıklarını şu şekilde anlatıyor: “1976’da hacca gidince babam biraz sıkılamış. Annem, anneannem, babaannem gitmişler. Annem kendi istemiş, annem 31, babam 44 yaşında. Babam ‘çok gençsin, gitme’ demiş, ama annem kendi istemiş. Annem hacca gittikten sonra kapandı. Babam, anne, baba tarafı diye ayrım yapmazdı. Hep birlikte olurduk, ayrım yoktu. Onları kamyona doldurur pikniğe götürürdü. Hiç ayırmamış. Önceleri içki içermiş, ama Hacdan sonra bir kere bile ağzına sürmemiş babam.”
59
Piknik
Hac yolculuÄ&#x;u Ăśncesinde 60
Çocuklarını kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu’ya emanet ederek Suudi Arabistan’ın yolunu tuttu Yusuf Yar. Fakat bu seyahatin hayatında çok büyük değişikliklere yol açacağını bilmiyordu. Orada tanıdığı insan lar nedeniyle Yahudilere bakışı bir anda değişmişti. O yıllar İsrail-Filistin savaşlarının en kanlı dönemiydi ne de olsa. İsrail’in Filistinlilere yönelik sert tutumu Hacı Yusuf Yar’ın da zoruna gidiyordu. Hayatında ilk defa politika ile, dış politika ile bu kadar ilgili hale gelmişti. Hac ziyaretinden önce arada bir de olsa içki içen Yusuf Yar, içkiye tövbe etmekle kalmadı, dünyaya bakışını da değiştirdi. ‘Yahudilerin dünyanın başının belası ol duğunu’ savunuyordu artık. Eniştesindeki değişikliği Mehmet Gündoğ du şu şekilde anlatıyor. “Yusuf, hiç beklemediğimiz bir anda, 1976 yılında hacca gitti. Hacdan dönüşünden sonra onda büyük değişiklikler olduğu kendisini hemen belli ediyordu. Hacdan döndükten sonra Yahudilere iyi gözle bakmamaya başlamıştı. Ondan önce bu konularda pek kafa yormazdı oysa. Bu arada Koçman’ın şirketlerinin kökeni de İsraillilere dayanıyordu. Bir de civcivi Türkiye’de yapan tek firma İzmir’deydi. Henri Benazus’tu ve o da Yahudi kökenliydi. Yu-Pi diye bir şirketi vardı, her tarafa da o veriyordu civcivi. Tavukçuluk yapan her Türk girişimci civcivini ondan almak zorundaydı. Yusuf, Yahudilerin Müslüman coğrafyasında tüketilen beyaz etin neredeyse tamamına yakınını ürettiğini de hac esnasında öğrenmişti. Bu duruma son verme zamanın geldiğine inandırmıştı kendisini.”
Hac günleri
61
BOLU’DA BİR DON KİŞOT Hacdan çok büyük hırslarla dönmüştü Yusuf Yar. Yahudi kökenlile rin Türk tavukçuluk sektöründeki saltanatını kırmayı kafasına koymuştu adeta. Ancak tek başına böyle bir mücadelede başarılı olmayacağını da biliyordu. Bolu ve civarında tavukçuluk yapan işletmeleri yanına alarak bu mücadeleyi sürdürmeye karar verdi. Önce tavuk çiftliklerinin büyük lerini yanına çekmeye çalıştı. Ancak kimse onun gibi düşünmüyordu. Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı ise o yıllarda bu sektörü tamamen özel sektörün insafına bırakmıştı. Yahudi kökenli işadamlarının başarısı da belki bu yüzdendi.
Kesimhane
Mehmet Gündoğdu, eniştesinin Don Kişot misali başlattığı bu sa vaşla ilgili şunları anlatıyor: “Hac dönüşü büyük bir savaşa hazırlanan komutan edası ile yeniden işe başladı. Mudurnu Tavukçuluğu, Düzce’deki Taç Tavukçuluğu çağırdı, o sırada yem veriyorduk onlara. ‘Gelin bu Yahudi’yi ihya etmeyelim, kendimiz bir damızlık kuralım, civcivi birlikte yapalım’ dedi. Adamlar ikna olmadı. Yusuf’a itibar etmediler. ‘Ne gereği var, para kazanıyoruz zaten’ dediler. Adamları ikna edemeyince sinirlendi ve ‘size artık yem vermiyorum’ dedi. Hâlbuki ki adamlar peşin parayla yem alıyordu bizden. Kimseyi yanına çekemeyince tek başına bir entegre tesis kurmaya karar verdi. Yığılca Tavukçuluk A.Ş’yi kurduk. Ancak sermayemiz yeterli değildi. Kendisini defalarla uyardım, ‘yapma enişte, çok riskli bu girişim’ dediysem de yine dinletemedim sözümü. Zira yem fabrikasının sadece yüzde 35’i onun. Geri kalanı 62
Koçmanların. ‘Fabrikanın sermayesini oraya aktarırsak suç işlemiş oluruz’ dedim. Tüm ısrarımıza rağmen geri adım attıramadık Yusuf’a. Mecburen işe giriştik. Baş başa kaldığımızda kendisine söylüyorum, dışarıda konuşmuyoruz tabi. Şirketin paralarını gömdük Yığılca köylerine. Yusuf Yar’ın parası mı var? Oraya kesimhane yapıldı. Yığılca’daki kümeslere civcivler verildi, yem verildi kümesler dolduruldu. Bu tavuklar yetişecek, kesimhanede kesilecek, ardından İstanbul’a götürülecek orada satılacak. Bir de satış için dağıtım ağı kurduk. Arabalar alındı, İstanbul’a satış yerleri açıldı. Bir genel müdür bulundu. Büyük bir organizasyondu. Ama sermayesi bizim değildi. Ve savaş resmen başlamış oldu.” Gerçekten de Yusuf Yar yel değirmenlerine savaş açmıştı. Üstelik kendi sermayesi de sınırlıydı. Yani tavukçuluk sektörünü elinde tutan ‘derebeyleri’ isteseler Yusuf Yar’ı tek bir fiske ile yok edebilirlerdi. Ancak ona geri attırmak artık imkânsızdı. Bu savaşı tek başına sürdürmeye ka rarlı görünüyordu. Bolu’da, özellikle Mudurnu’da tavukçuluğun temeli de bu esnada atılmış oldu. Mudurnu’yu Türkiye’nin tavukçuluk başkenti yapan bir süreçti onun mücadelesi.
Yusuf Yar, yıllar sonra verdiği röportajında o süreci şu şekilde anla tıyordu: “…sonra ortaklardan Feridun Taşman Amerika’ya göç etti. ‘Hissemi sana bırakayım’ dedi. ‘Benim param yok’ dedim. İstanbul’dan Sıtkı Koçman geldi. ‘Bu fabrikada bir Yusuf varmış, o sen misin? Niye seni tanımıyorum’ dedi. ‘Bu Feridun’un hissesini sana alalım. Parayı Topkim’den öderiz’ dedi. Böylelikle ortak oldum. Daha sıkı çalışıyordum. Sonra Cahit Bey vardı, onun da hissesini aldım. Artık fabrikanın yüzde otuz beş sahibiydim. Çok mutluy63
dum. Sonra ürettiğimiz tavukları ortak kendimiz pazarlamak istiyorduk. O zamanlar tavukçuluk en çok Yığılca’da idi. Ben de Yığılca’da çalışıyordum. Orada Orköy’ün kooperatifleri vardı. Bunlar paraları batırmışlar. Ben oraya düzen getirmeye çalıştım. Avukatım vardı. Avukat Hüsnü Eraktaş, onu görevlendirdim. O da popülistlik yaptı. Herkesi başıma topladı. Gereksiz işler yaptı. Yığılca Tavukçuluğu kurduk. Yüzde 51 benim, gerisi köylülerin ve avukat Hüsnü Eraktaş’ındı. Ancak Yığılca’da bir türlü dengeleri tutturamadım. Yığılca dağlarında çok param battı. Koçman’la da aramız yavaş yavaş gerilmeye başlamıştı. Koçman Grubu tavukçuluk işine ortak değildi. Tavukçuluk riskli bir işti. Koçmanlar öyle riskli işleri sevmezlerdi. Onlar malı satsın, parasını alsın. En sonunda bir gün İstanbul’da Ali Koçman’ın yanına gittim, Ali ile tartıştık. Yukarıya babasının yanına çıktım. ‘Senin bu oğlan lafını sözünü bilmiyor’ dedim. ‘Fabrikayı ya siz alın ya da ben alıyım’ dedim. Sıtkı Koçman Bolu’ya geldi. Fabrikayı ben satın aldım…”
Napolyon “Talihi açık olanın horozu da yumurtlar” demişti, ama Hacı Yusuf Yar, tavukçuluk sektörünün öncüsü olmasına rağmen horozu yu murtlamayan nadir insanlardan biriydi. Talihi bir türlü yaver gitmedi. Askeri darbeler ve ekonomik krizler girdiği her işte arkasından geliyor du sanki. Kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu, ikna edemediği eniştesinin bu noktadan sonra çöküşünün başladığını şu şekilde anlatıyor: “Yusuf’un başına buyruk hareketlerini görünce Koçmanlar kendisini İstanbul’a çağırdılar. ’Sen ne yapıyorsun, biz isteseydik tavukçuluğa giremez miydik? Bizim paramızla kafana göre işlere giremezsin’ dediler. Tabi yüz tane Yusuf Yar’ı satın alacak güçte adamlar. ‘Bizden habersiz niye bu işlere kalkıştın? Biz bunlara razı değiliz; sen bizim hisselerimizi öde, ne yaparsan yap’ dediler. Onların hisselerini alacak paramız yok. O da biliyor, ben de. Mecburen onların hisselerini de aldı, yani çekler verildi. Şirketin tamamı 64
Yusuf Yar’ın oldu. Şirket, yatırım mı yapacak, ortakların parasını mı ödeyecek belli değil. Böyle olunca sıkıntılar başladı tabi. Yürümedi, yürümezdi de. Yalvarıyorduk, ‘kötüye gidiyoruz’ diye ama dinlemedi bizi. 1978 yılında ‘ben artık senin işlerine bakmayacağım dedim, ipleri kopardım.”
Fabrikada sıkıntılı dönemlerinden
Oğlu Serdar İlyas Yar da babasının işleri sarpa sardırmasının baş langıcı olarak Suudi Arabistan’a yaptığı ziyareti gösteriyor. Hac farizasını yerine getirdikten sonra babasının hayatında ve dünya görüşlerinde ra dikal bir değişiklik olduğunu anlatıyor: “Babam hırslı biri, tabi hep ileri gitmek istiyor. Feridun Taşman’ın hisselerini almıştı yem fabrikasına müdür olduktan sonra. Bildiğim kadarıyla Feridun Taşman Amerika’ya yerleşmeye karar vermişti o zamanlar. Sonra Koçmanların hisselerini aldı. İşler çok iyi gitmeye başladı ilk başlarda. Tarsus, Amasya, İstanbul havalisine kadar yem verirdik. Babam Koçmanlara ‘ya benim hisselerimi alın, ya da siz bana verin’ teklifini götürmüş. Ben o yıllarda okuyordum. Ama yazları hep babamın yanında olurdum. Benim de babam gibi arabalara merakım vardı. Çok erken araba kullanmaya başladım. Yaz aylarında üretilen yemleri arabayla servis yapardım, ona yardımcı olmaya çalışırdım. Mudurnu Tavukçuluk Süreyya Astarcı ve Tevfik Türesin vardı, onlara yem verirdi. Onlar daha entegreye başlamamıştı. Kümes işleriyle uğraşırken, önce 15 gün vadeli öderlerdi, sonra peşin satmaya başladı. Sonra parayı 15 gün önceden almaya başladı babam, ‘ben malımı zaten herkese satabiliyorum’ diye. Görülmüş şey değildi aslında. Babamın bu tavrı üzerine onlar da yem fabrikası kurdular. O sırada Erpiliç de sadece yumurta satardı.”
65
Serdar İlyas Yar, Hac dönüşü babasının fikirlerinde ve dünya görü şündeki değişikliği şu şekilde hatırlıyor: “Ben ortaokulu bitirdim. Babam da hacdan yeni geldi, hacda tanıştığı insanlar olunca seni Arabistan’a göndereceğim okumaya dedi. Annem razı olmadı tabi, öyle olunca babam beni liseye göndermedi. Yeniçağa Kur’an Kursuna gönderdiler beni yatılı olarak. Eylül ekimde gidip marta kadar zor dayandım ve geri geldik. Annem duramadı, benim yanıma geldi, kız kardeşim Ankara’da üniversitede. Babam da gelip gidiyor, baktılar olmayacak döndük Bolu’ya yine. Küçük Kız kardeşim Bolu’da okuyordu. Liseye başladım Bolu’da. 1. dönemin sonunda okul müdürüyle atışmış babam. Araba istiyorlar ha bire, babam böyle şeyleri esirgemez aslında, ama bir gün kızıyor, ‘Oğlum okuyor diye araba vermek zorunda değilim’ diyor. Bunun üzerine geldi, beni 2. dönem İstanbul’a gönderdi, Behçet Kemal Çağlar Lisesi’ne yatılı olarak. Yarım dönem yine orada okuduk, bocaladık, sınıfta kaldık ve tekrar Yığılca dağlarına gittik, zar zor liseyi bitirdim.” Yusuf Yar, yel değirmenleri ile savaşa koyulduğunda Türkiye, tarihi nin en büyük ekonomik krizi ile boğuşuyordu. 12 Eylül 1980 darbesine giden süreç hızlanmıştı. Ülkede huzur kalmamış, sağ-sol çatışmaları se bebiyle anarşi baş göstermişti. Ekonomi ve iş dünyasındaki kargaşa da en az anarşi olayları kadar derin izler bırakıyordu. Dövizi yerinde tutmak imkânsız bir hal almış, enflasyon yüzde yüzlere kadar tırmanmıştı. Sıcak parayı elinde bulunduramayan şirketler birer birer iflas bayrağını çe kerken, ülkede pek çok ürün karaborsaya düşmüştü. Böyle bir ortamda Yusuf Yar, sözün yerde bırakmamak için olmayan parası ile Koçmanlara meydan okumuştu. Borçlarını ödeyebilmek için tüm mal varlığını satsa borcunu ödemeye yetmiyordu. 66
Yusuf Yar’ın çalışanları
Oğlu Serdar İlyas Yar, babasının tavukçuluğun geleceğini en erken fark eden bir girişimci olduğu kabul ediyor. Ancak, Türkiye’nin büyük bir ekonomik krizle boğuştuğu bir dönemde büyük borçların altına girme sinin de onun sonunu hazırladığına inanıyor. “Tavukçulukta entegre zorunluluğu başlamıştı, sadece yem satmakla olmayacağını gördü babam. Civcive girmek istedi, kümes kuruldu, Dünya Bankası’na krediye başvuruldu. Yupi ile bazı proje bazında çalışmalar yaptı. 1977 yılında Yığılca’da kesimhane kuruldu. Hatta makineleri Hollanda’dan alındı, bizzat gidip kendi inceledi, alıp kendi getirdi. Ora pilot bölgeydi Orköy için. Bolu’da açılmış ilk entegre tavukçuluk tesisi bizimki oldu. Hiç kimse babamdan önce bu işe giremedi. 1976’da hacca gidip gelmeden önce İsrail’e de gidip geldi. Bazı araştırmalar yaptı. Babam çocukluğundan beri 5 vakit namazını kılan biriydi. 1969’da benim sünnetimde içkiyi de bıraktı. Dinine bağlı bir insandı. Hacda iki gençle tanışmıştı. Ergun Yücel ve Muammer Işık idi adları. Hacdan dönüşte kendini dine daha fazla vermeye başladı. 1978 yılında da fakir fukaraya yardım için bir vakıf kurdu. Ancak bir süre sonra işler sarpa sarınca ora ile de ilgilenemez oldu. Siyasete bulaşmadı hiçbir zaman, ama hacdan sonra biraz Yahudi karşıtlığı artmıştı. Yu-pi’nin sahibi Henri Benazus Yahudi kökenli idi. Ona karşı biraz karşıtlık oldu ve kendi kuluçkamızı kendimiz yapalım fikri gelişti sanırım. Mudurnu Tavukçuluk onlarla çalıştığı için biraz ters durdu babam. Onları zora koştu. Onlara son dönemlerinde yem vermemesinin sebebi de buydu.”
67
Yolculukta
Yusuf Yar işlerinin iyice sarpa sarmasının önüne geçmek için her yolu denemeye başladı. Gerçekten Türkiye’nin tavukçuluk tarihi açı sından çok büyük bir başarı elde etmişti. Zirveye çıkmıştı, ama en zoru zirvede kalmaktı. Bunun için kendi fikirlerinden taviz verme zamanının geldiğini biliyordu. Küçük Kardeşi Nadir İsmail’i İstanbul’da işlerin ba şına getirmişti zaten. Ağabeyi Hüseyin Yar ile ise miras anlaşmazlıkları sebebiyle bazı sorunlar yaşamıştı. Zaten kereste işi de karlı bir sektör olmaktan çıkmıştı. Annesi Fethiye Hanım, oğlundan kardeşlerine sahip çıkmasını istediğinde o da bu tavsiyeyi tuttu.
Annesi ve ablası 68
Oğlu Serdar İlyas Yar, babasının entegre tavukçuluk sektöründeki ilk yıllarını çok net hatırlıyordu. İşlerin iyice bozulmaya başladığını gör mek için kahin olmaya gerek yoktu. Çünkü ülkede sadece yem ve ta vukçuluk sektörü değil, tüm sektörler iflasın eşiğine gelmişti. Askerlerin darbe için düdüğü çalması an meselesiydi sadece.
ÖZAL İLE 3,5 SAATLİK GÖRÜŞME Türkiye’de entegre tavukçuluğun temelini atan Hacı Yusuf Yar, ül kenin darbeye doğru hızla sürüklendiği günlerde sektörü ve kendisini kurtaracak formüller arıyordu. Devletin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemesi sebebiyle tüm üreticilerin iflasın eşiğine geldiğini görüyordu. Bu arada Ankara’da okuyan kızını ziyarete gidip-gelişleri sı rasında orada bazı dostlar da edinmişti. Bunların başında da o yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve ardından Başbakan Yardımcılı ğı görevlerinde bulunan Turgut Özal geliyordu.
Turgut Özal
Turgut Özal ile doğrudan bir tanışıklıkları yoktu, ancak Özal’ın ha lasının oğlu Tahir Doğan’ın da tavuk çiftliği vardı ve ona yem veriyor du Yusuf Yar. Yani müşterilerinden biriydi. Turgut Özal hükümetlerin de Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı gibi görevlerde yapan Hüsnü Doğan’ın kardeşi olan Tahir Doğan, beyaz et üreticilerinin sorunlarını en iyi bilen isimlerden biriydi aslında. Devlet o yıllarda yerli üreticilerin sorunlarından habersizdi. Böyle bir sektörün varlığını bile bilmiyordu belki de. Pek çok üreticinin iflasın eşiğinde olduğundan ne Başbakanın ne Cumhurbaşkanının haberi vardı. Yusuf Yar yıllar sonra verdiği bir röportajda Özal ile görüşmesine ilişkin sorulara şu şekilde yanıt veriyordu: 69
“…Turgut Özal’la 3,5 saat görüştüğünüzü söylediniz. Ne konuştunuz Özal’la Politikadan konuştuk. Bilhassa benden tavukçuluk sektörü hakkında bilgi aldı. Özal mı çağırdı sizi, siz mi gittiniz. Bu buluşma nasıl sağlandı? Özal çağırdı beni evine, evinde görüştük. Astsubay emeklisi dayısının oğlu Tahir Doğan vardı. Turgut Özal’ın yeğeni idi. Hani, Hüsnü Doğan; ‘yetim Hüsnü’ onun kardeşiydi. 2.500 kapasitelik Doğan’ın tavuk çiftliği vardı. Ben o çiftliği beş altı yılın içinde 30 bine çıkardım. ‘Gelecek seneye mısır çok olacak’ demiştim. 24 Ocak’tan sonra yeğeni de Özal’a söylemiş. Özal, ‘Bu senin fikrin değil, sana fikir veren adamı tanımak istiyorum’ demiş yeğenine. Partilerin kapandığı akşamdı tesadüf, Tahir beni evden aldı. Gittik 3,5 saat Özal’la görüştüm çok güzel sohbet ettik. Turgut Özal, bana tarım hayvancılık politikalarını sordu. Üretim nasıl artar, devlet ne yapmalı, tavukçuluk ihracatı nasıl hazırlanır. Soğutma tesislerinin önemini, randımanlı tavuk yemi nasıl yapılır. Her şeyi sordu, ben anlattım. O gün ülke çok gergindi, askerler çok agresifti. Kimin ne zaman alınacağının belli olmadığı günlerdi. Ama Turgut Özal o kritik gecede 3,5 saatini bana ayırdı, tavukçuluk sektörüne ayırdı. Ciddi, akıllı adamdı. İşte biliyorsunuz ondan sonra sektöre yem desteklemesi geldi. Yemde üreticiye yüzde 20 iade verdiler. Kümes yapımına teşvik ettiler. Üretim arttı, kümesler çoğaldı. Bu işlerin mimarı Turgut Özal’dı. Belki de bizim o akşam yaptığımız 3,5 saatlik sohbetti. Eee şimdi bunlar unutuldu, tarih oldu gitti. Herkes kendi işine bakıyor…”
Yusuf Yar 2013 yılında Erol Şengör’e verdiği röportajında ise bu gö rüşmeye ilişkin şunları söylüyordu: 70
“Dayısının oğlu Tahir Doğan, 30 binlik bir kümesi var şu anda sanırım. 24 Ocak kararlarında 90 liralık mısır 900 liraya çıktı. Alternatif yemler kullanıyoruz. Tahir, ‘ağa, ağa’ diye geldi. ‘Halanın oğlu ekonomiyi düzeltecek, yer gök mısır olacak’ dedim… Yetim Hüsnü, diğeri Tahir Doğan. Bir yerde bunu söylemiş. Şöyle söylüyor… Turgut Özal’la olan ilişki için bunları anlattım. Gelecek seneye bol mısır atacağım diye. Şeref bey fabrikasını gezdirdi. ‘Bunlar boş’ dedim. ‘Derince’de gemiler sıralı, bir telefon ediyorum, 300 bin geliyor’ dedi. Biz Düzce, Akçakoca, Akyazı, Çarşamba, Terme’den stok yapardık. Yanardı. O günleri gördük. O zaman ithalat yoktu. Balık unu birkaç yerde olurdu. Demas vardı Fatsa’da. Ordu’dan soya almak için bir arkadaşımız telefon ederdi, biz arada alabilirsek alıyorduk. Rahmetli Koçman, Güneşli Çiftliği’nin orada meraktan çiftlik kurmuş. İzmir’de Koçmanların ortağı ile birlikte bir şeyler yapmışlar. Bu iş böyle olmaz demişler. Ağabeyi bulmuşlar. Bu İsrail’de 400 bin ton yem üreten birisi. Bu adam işin teknolojisini biliyordu. Koçman, Topkapı’da kuruyor. Feridun burada koruyor. Bursa’ya, Bandırma’da Banvit kuruyor. İzmir’de de var. 5 fabrika. Vural bana ‘yemini satmaya bak’ dedi. Şimdi kırmızı ete giriyor. Koçmanların şilebi vardı. İsrail’le çalışıyor diye Araplar ambargo koyuyor. ‘Almanya’ya gideceğiz’ dedi. Bremen’de 1 milyon ton yem üretiyordu. 11 fabrikası vardı. Onlardan teknolojiyi aldık. Feridun araştırır, getirirdi. Zannederim 1975’te ilaç fabrikası kurdu. Hissesini bana satmaya çalıştı. Koçman’a ‘Yusuf Abiye vereceğim’ dedi. ‘Ben param yok’ dedim. Feridun’un hissesini sattı. Yüzde 35 olduk. Koçman’ın hakkı yüzde 33 oldu. Civciv alıyoruz. Keskin’de birisi bir ırk getirdi. Kümese 100 girerse 50’si geberiyor. Koçman’a, oğlu Ali’nin yanına gideyim dedim. Topkapı bizi destekliyor. 1982 senesi. ‘Ya alın ya da satın’ dedim. Anlaştık. 30 milyondan anlaştık. Erol Berke Kazan’da, Avni Çakır Konya Yolu’nda, Kilyos’ta Ümit Akalın vardı. Köytür’un kullandığı Tarsus tan Edirne’ye kadar benim yemimdi. Halaflar’ı Antakya’da ben yemledim...”
24 Ocak Kararları 24 Ocak 1980 tarihinde dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirdiği Turgut Özal’dan ekonomiyi düz lüğü çıkaracak bir plan hazırlamasını istedi. 24 Ocak’ta açıklanan ka rarların içeriği Yusuf Yar için tam anlamıyla iflas anlamına geliyordu. İlk karar ülkede yüzde 32.7 oranında devalüasyona gidilmesi oldu. Devle tin ekonomideki payı küçültülürken, KİT’ler de uygulamaya paralel ola rak tarım ürünleri destekleme alımlarını sınırlandırdı. Gübre, enerji ve ulaştırma sektörlerindeki sübvansiyonlar tamamen kaldırıldı. Dış ticaret serbest hale getirilirken, yabancı yatırımcıları teşvik edecek şekilde kar transferlerine kolaylık sağlandı. Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri destek lenirken, ithalat kademeli olarak liberalize edildi. İhracat, vergi iadesi, 71
düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi getirildi. Açıklanan bu kararların hiç biri Yusuf Yar’ı kurtaracak içerikte değil di. Çünkü Yusuf Yar gibi üreteciler pek çok girdiyi yurtdışından temin ediyor, yurtdışına ise henüz ihracat yapamıyordu. Yüzde 32.7’lik devalü asyon Yusuf Yar gibi firmaların ölüm ilanıydı adeta.
YUSUF YAR ARABİSTAN YOLUNDA Yusuf Yar için hayatının en sıkıntılı yılları yeniden başladı. Yel de ğirmenleri ile savaşı kaybetmek üzereydi. Ne yapacağını bilemez vazi yette işlerin kontrolünü elinden bırakmak istemiyordu. Borçlarını öde yebilmek için bankaların kapısını birer birer çalıyor, ama umduğunu bulamıyordu. Borçlarını kapatabilecek kadar gayrimenkulü vardı, ama enflasyon ve faiz oranlarındaki oynaklık bir gecede her şeyi değiştiriyor du. Enflasyon canavarı yüzde 107,2 ile o güne kadar ki rekor düzeyine ulaşmıştı. Yusuf Yar, böyle bir ortamda önce Dünya Bankası’ndan bir kredi bulmanın yollarını aradı. Ancak devlet garantisi olmadan Dünya Ban kası hiçbir özel sektör girişimcisine kredi vermiyordu. Hazine garantisi almak ise o yıllarda imkânsızın ötesindeydi. Çünkü Türkiye, 70 cente muhtaç olduğu bir zaman diliminden geçiyordu. Ülkede anarşi kol geziyor, ekonomi darma duman olmuştu. Sağ-sol çatışmalarında yüzlerce genç hayatını kaybetmişti. Benzin, mazot, yağ, şeker karaborsadan temin ediliyordu. Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partilerinin kurduğu Milliyetçi Cephe Hükümetleri ülkedeki hiçbir soruna çözüm üretemiyor, güçlü bir hükümet de kurula mıyordu. 183 kez yapılan seçimlere rağmen ülkede bir Cumhurbaşkanı seçilememişti. Yusuf Yar böyle bir atmosferde ciddi borçların altına girmişti. Son bir çare olarak Anadolu Bankası’na başvuruda bulundu. 1 milyon dolar bir kredi aldığı takdirde işleri rayına koyabileceğine inanıyordu. Ancak Anadolu Bankası, taksitler halinde ödediği kredinin büyük dilimini bir türlü kendisine vermedi. Ve çöküş ondan sonra hızlandı. Yusuf Yar o süreci şu şekilde anlatıyordu yıllar sonra: “…Kardeşlerim Hüseyin ile İsmail’i yanıma çağırdım. Tavukçuluğa onları da ortak ettim, ama yine olmadı. 24 Ocak 1980 kararları her şeyi alt üst etti, ülkede büyük devalüasyon oldu.10 liralık mal 100 liraya çıktı. Biliyorsunuz daha sonra paşalar 12 Eylül’de iktidarı aldılar. Bankalar 12 Eylül’le beraber bütün kredileri kapattılar. Tefecilerin eline düştük. O zaman Ankara’da bankerler vardı. Tavuklara yem yetiştirmek için aylık yüzde 30’la bankerlerden para aldık. Devlete başvurdum, Turgut Özal’la 3,5 saat 72
görüştüm. İran’a ihracat yaptım. Anadolu Bankası’ndan 1 milyon dolar kredi aldım. Ama yetmedi, yetmedi, sistemi toparlayamadım. Bankerlerde o zamanlar batmaya başlamıştı. Her şey alt üst oldu. Bankerler vadesi gelmeyen çekleri tahsile verdiler. Ekonomiden sorumlu Turgut Özal olayları sadece seyrediyordu.” Oğlu Serdar İlyas Yar, iflasa giden süreçle ilgili şunları anlatıyor: “…Babamın işleri iyi giderken, 1978-1979’lu yıllarda kerestecilik işi sıkıntıya girdi. Babaannem, ‘Oğlum, ağabeyinin, kardeşinin işi bozuk, onlara göz kulak oldu’ dedi. Babam da amcamları yanına aldı. O yıllarda hala fabrikada işler kısmen de olsa iyi durumdaydı. İstanbul’da açılan dükkânın başına büyük amcam Hüseyin Yar geçti. Küçük amcam Nadir İsmail babamın yanına geldi. Biraz yeğenlerini de aldı, biraz aile şirketine döndü. Ancak babam bir hayli açılmıştı. Bir yandan Koçmanların parasını ödemek, bir yandan yeni yatırımlar yapmak babama yaramamıştı. O dönemlerde babam iyice açıldı, bir nakit sıkıntısına girdi. O arada Anadolu Bankası’na bir kredi işine girildi, 1 milyon dolar gibi bir paraydı. Bu parayı alıp işi döndürmeye çalıştı. Yığılca’dan verim alınamadı bir türlü, bir ara Ankara’ya Et Balık Kurumu’na canlı hayvan verdik. Ben de kesimhanede Yığılca da çok kaldım. 15 bin adet günlük kesim kapasitesi vardı. Orda büyük sermaye kaybettik. O zaman konveyör sistemini getirmişti. Kimsede yoktu o zamanlar. O krediyi çekmeye uğraştı, bir kısmı komisyona gidiyordu zaten. Kredinin büyük bölümü ödenmeyince işler tamamın kontrolden çıktı.” Bolu’da entegre tavukçuluğun temellerini atan Yusuf Yar iflasa gi diyor, devlet hiçbir şekilde ona yardım etmiyordu. Devletine kızgınlığı giderek arttı. Anadolu Bankası’nın 1 milyon dolarlık krediyi ödememesi üzerine Yusuf Yar, borçlarını ödemek için bankerlerin ve tefecilerin ka pısını çalmaya başladı. Verdiği sözü tutmak için, borç senetlerini öde yebilmek için tefecilerin eline düşmüştü Hacı Yusuf Yar. Çaresizdi. Dini bütün bir Müslüman olarak tefecilerden yüksek faizle borç aldığını bile kimseye söyleyemiyordu. Kendisini bu duruma sokan devlete kızgınlığı her geçen gün katlanarak artıyordu. Oğlu Serdar İlyas Yar, babasının o yıllardaki çaresizliğini şu şekilde anlatıyor: “Bankalardan gerekli kredi alınamayınca, başka arayışlara yöneldi mecburen. O arada Bankerler dönemi başlamıştı. Ondan para almaya başladı. Ben hala lisede okuyorum o zamanlar. 1981’in sonları büyük bir kredi dilimini vermedi Anadolu Bankası. O arada babam bankerlere çek vermiş. Bu bir müşteriye gidiyor, o da bir hâkimin hanımıymış, ‘karşılıksız’ yazdırıyor çekin arkasına. Bunun üzerine babamı bir cuma günü gözaltına aldılar. Pazartesiye kadar karakolda nezarethanede kalıyor. Banker Yakup idi adamın. Babamın buna çok canı sıkıldı. Babam dedi ki ‘Ben devlete bu kadar hizmet yapıyorum, beni içeri atıyorlar. Sıtkım sıyrıldı bu işten. Ben bu işi artık bitiriyorum’ dedi. İflasa gitse aslında mal varlıkları karşılayabilecek 73
durumdaydı. Ama o kızınca, ‘ben gidiyorum Arabistan’a’ deyip çekti gitti. Aslında o zamana kadar Arabistan fikri falan yoktu. Zoruna gitti bu durum, içerledi. O arada Özal’la görüşmesi var. Tavukçuluk için. Çok hırpaladı babam tavuk için kendini. Türkiye’de ilk bu işi ben yapıyorum diye. Fazla bir destek göremedi orada, işler tersine gitmeye başladı. Bu kadar zoruna gitmesinin sebebi buydu.” Kızı Sernur Fethiye Şahin o günleri şöyle hatırlıyor: ‘’Babam varlığını hayır ve hasenata yatırıyordu. Kimin işe ihtiyacı varsa, paraya ihtiyacı varsa ,düğün dernek yapacaksa babama gelir mutlaka derdine çare bularak dönerdi. Kimseyi kapısından boş çevirmezdi. Tabi paranız olduğu sürece bu böyledir, ama paranız bittiğinde kimse kapınızı çalmaz. Babama yapılan bu vefasızlıklardan biz de nasibimizi aldık maalesef. Durumu bozulunca ben bir bankada dayımın yardımı ile işe başladım ve ailemin geçimini temin etmeye çalıştım. Abim asker, kardeşim öğrenci, görev bana düştü ve seve seve bu yükü göğüsledim. Çok zor günler geçirdik, o kadar zengin yaşantıdan sonra belki biraz zorlandık, ama asla hayata küsmedik. Ben kardeşlerim ve annem hiçbir zaman isyan etmedik. Babamın bize hep söylediği birşey vardı; “Şükredin”ve bizde sürekli şükrettik. Kol kırıldı yen içinde kaldı yani.’’
Arabistan günleri
Babasının S. Arabistan’a kaçışına en fazla üzülenlerin başında kızı Elif Koçer geliyordu. Çünkü o babasının en fazla şımarttığı evladıydı. Ağabeyi ve ablasına göre büyük bir refah içinde büyümüş, ailesinin sı kıntılı dönemlerine o yıllarda tanık olmamıştı. Babasının iflas öncesi hali ve sonrası ile ilgili şunları hatırlıyor: “Yem fabrikasında yemimi üretiyorum başkasına satmayayım, kendi tavuğum olsun diye harekete etmiş. Tavuğun babası diye röportaj yaptılar yıllar sonra. Koçman var, Pak Tavuk var, Banvit var. Yığılca’daydı kesimhanemiz. Sanırım çek vermiş, karşılıksız çıkınca gücüne gitti, birkaç gün 74
emniyet müdürünün odasında içeride bekleyince Ankara’dakilere kızdı. ‘Bana böyle yapan devlete daha hizmet etmem’ dedi ve bıraktı. Hep üzülürdü. Ben o sırada 3. sınıfa gidiyorum, ‘Baba her şey eskisi gibi olacak mı?’ diye sormuşum. Arabalar, evler, Akçakoca’da yazlık, Fenerbahçe’de ev. Ben her gün ayrı şoförle okula gidiyorum. Dedim ya şımarığım o zamanlar. Biri bir kapıdan bindiriyor, ben öbür kapıdan kaçıyorum, okula gitmeyeceğim diye. Kamplara yollarlarmış beni, müdürlere yalvarırdım ‘Ne kadar tavuk istiyorsanız babam size verir, beni bırakın’ diye. Hâlbuki gençlik kampına eğlenmeye gönderiyorlar beni. Babam da bana söz vermiş; ‘Tamam eskisi gibi olacağız’ demiş, ama hep üzülürdü, ‘sana verdiğim sözü tutamadım’ diye. Hiçbir şey kalmadı şirketten. Ama babam yılmadı. Arabistan giderken ‘daha iyi duruma gelip size para yağdıracağım’ dedi. Ama nasip olmadı.” Serdar İlyas Yar, babasının S. Arabistan’a gidişinden önce Türki ye’deki son günlerine ilişkin şunları anlatıyor: “Arabistan’a gidince her yerde ‘ kaçtı’ şayiası çıktı. Beni de nezarete aldılar, bana soruyorlar ‘Baban nerede?’ diye. Ama bilmiyorum ki. Gerçekten de ‘Arabistan’a gidiyorum’ dedi ve gitti adam. Ondan sonra dayım idare etti iflas işlerini. Oturduğumuz ev, bazı dükkânlar kaldı sadece. Dedemden kalan mallar da babamın hisselerini de sanırım bir teminat mektubu sorunu nedeniyle onları da devretmek zorunda kaldık. Dedemizin mirasından sadece bir saat ve çakısı kaldı bize. Ama namı yeterdi bize, Allah razı olsun dedemden de. Aslında bu işlerde dedemin de suçu yok. Aile görüşür yine de ilişkiler sürerdi.” 1979 yılında yanından ayrılan kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu, hala mali işlerinde ona akıl veriyordu ama bu kadar borcun altında kalk masının imkânsız hale geldiğini o da fark etmişti. Eniştesinin yeniden dibe vuruşunu üzüntülü bir şekilde seyretmekten başka çaresi kalma mıştı. Mehmet Gündoğdu, eniştesinin o yıllardaki çaresizliği ve kızgınlı ğını şu şekilde anlatıyor. “Bu arada Koçmanların çeklerini ödedi mecburen. Yığılca’da yeterli kontrol yoktu. Bütün sermaye bizdendi. En sonunda bankerlerin eline düştük. 1982 gibi burada işi bitti aslında. Medine’ye gitmek zorunda kaldı. Burada tüm borçlarını da bırakıp gitti. Burada kalanlar şirket varlıklarını felan satarak birkaç ay maaşları ödemeye çalıştılar ama sonuçta o da tıkandı, şirket tasfiye oldu. Yusuf Yar da bir nevi kaçtı. Bildiğim kadarı ile yanına 500 bin mark kadar para alarak Medine’de lokanta açmak için gitti.” Yusuf Yar, 1976 yılında hacca gittiğinden beri S. Arabistan’ın Türkiye’den daha dindar ve Müslüman bir ülke olduğunu düşünüyordu. Ta ki iflas edip Suudi Arabistan’dan kendisine bir lokanta açana kadar. Zaten son gidişinden sonra da Yusuf Yar’ın Müslüman ülkelere bakışı bir kez daha değişecekti. Yusuf Yar, Suudi Arabistan’a gidişini ise şu şekilde anlatıyordu: 75
“Panikledim 250 bin lira param vardı. Onu yanıma aldım, Hatay Cilvegözü sınır kapısından Türkiye’yi terk ettim. Daha sonra Arabistan’a gittim. Ben Arabistan’da 10 yıl kaldım. Amacım orada çalışıp kazanıp, tekrar Bolu’ya dönüp şirketlerimi iflas masasından almaktı. Arabistan’da ikamet için, ticaret yapmak için Suudi Arabistan vatandaşlarından birisinin size kefil olması gerekiyor. Önce kefil buldum. Zor bir işti. Daha sonra Medine’de bir lokanta açtım. Köfte ve döner satıyordum. Türkiye’den ustalar getirdim. Çok emek verdim. Çok çalıştım. Medine Belediyesi bir imar değişikliği yaptı. Benim lokantanın yeri birdenbire sapa kaldı. İnsanlar yeni imar yerlerinde daha çok bulunmaya, alışveriş yapmaya başladılar. Lokantayı da kapatmak zorunda kaldım. Evet, başka ne yapabilirdim ki orada kanunlar bambaşka. Kefilin işlerinde bozukluk olduğunu hissedince kefilliğini kaldırıyor. Oturma iznini iptal ediyorlar… Ne yapayım Cenab-ı Hak bizim rızkımızı bu şekilde takdir etmiş. Çok kötü günler geçirdim. Bir yandan Türkiye’de çocukları merak ediyorum. Diğer taraftan bırak para kazanmayı, kendi rızkımı temin edemiyorum. Çok zor, şans işte, ben lokantayı bıraktım. Daha sonra Medine Belediyesi benim dükkânın olduğu alanda yeni bir düzenleme daha yaptı. Şimdi bir dükkânın hava parası 1 milyon Suudi Lirası çok büyük para, burada hesaplıyorum 4 milyon gibi bir miktar. O 4 milyon civarında vardır şimdi doğru. O para benim o vakitlerde orada çalışmak için götürdüğüm paraydı. Takdir-i ilahi, kadere inanmak lazım…” Çocuklarını Bolu’da kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu’ya emanet ederek sessiz bir şekilde S. Arabistan’ın yolunu tutan Hacı Yusuf Yar’ın bu ülkedeki günleri de pek parlak geçmeyecekti. O bu durumu kader ile açıklasa da Kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu, hesapsız kitapsız olu şuna bağlıyordu: “Çocuklara biz burada sahip çıkıyoruz, büyük kızı önce Mudurnu Tavukçuluğa soktum ben. Ardından bir bankada işe başlattık. Onu kurtardık. Oğlu tırlarda şoförlük yapmaya başladı. Küçük kızı Elif, üniversiteyi kazanmış gitmişti, her ay ona para gönderip okuttum. Böyle idare ettik. Oturduğu ev ipotekliydi bir bankere. Önce kız kardeşime dedim ki; ‘takılarını buna verme, iyiye gitmiyoruz’, ama ‘Ağabey istedi, ‘kurtuluşumuz burada’ dedi, sen olsan vermez misin’ dedi bana. Elinde hiçbir şeyi kalmadı. Oturduğu evi bile ipotek etti. Onun borçları yüzünden kanser oldu kardeşim. Kendisi Suudi Arabistan’a kaçmışta kaçmasına ama orada iş kurmak da kolay değildi. İş kuracak yabancıya bir Suudi vatandaşın kefil olması gerekiyormuş. İş sahibi olarak onları görünüyor. Yabancı biri işveren olamıyor. Ve sonunda elindeki para bittiği gibi orada da borçlandı, bırakmadılar onu. O zaman deniyor ki faizler yüksekti buna dayanamadı. Gerçi şahıs olarak Bolu’da kimseye borcu kalmadı. Satıp savıp herkesin borcunu ödedi, ama bankalara kaldı tabi. Yıllarca gelemedi, bırakmıyorlardı. Taksi şoförlüğü yaparak kefile olan borcunu ödemiş, temelli geldi artık.” 76
Medine’de Bir Türk Sığınağı Eşi Fatma Hanım ve 3 çocuğunu Bolu’da bırakıp S. Arabistan’a yerle şen Yusuf Yar, 1982-1993 yılları ara sında oraya giden her Türk’ün tanı dığı bir isim oldu. Türkiye’den gelen misafirleri büyük bir hürmet ve has retle karşılıyordu. Pek çok politikacı ve bürokrat Yusuf Yar’ın lokantasına konuk olmuştu. Bunlardan biri de Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yıl maz idi. Umre’ye veya hacca giden Türk ler Yusuf Yar’ı bir emanetçi olarak görüyorlardı. Pek çok Türk vatandaşı onu Türkiye’de tavukçuluğun babası olmaktan çok Suudi Arabistan’daki Türk restoranının sahibi olarak bili yordu. Çünkü Hacı Yusuf Yar, Bolu’da ki geçmişi ile ilgili onlara fazla bir şey anlatmamaya özen gösteriyordu.
Annesi hac yolculuğuna çıkarken
Türkiye’ye çok özlemişti. Özellikle de çocuklarını. Ancak Türkiye’ye dönebilecek ne gücü, ne yüzü vardı. 1983 yılında annesi Fethiye Hanım hakkın rahmetine kavuşması Yusuf Yar için tam bir yıkım oldu. Anne sine çok düşkün olan Yusuf Yar, Türkiye’deki davaları ve mahkemeleri devam ettiği için annesinin cenaze törenine katılamadı. Bolu’ya döne bilecek yüzü yoktu henüz. Kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu’nun ifade sine göre, Bolu’da kimseye şahsi borç takmamıştı, ama bankalara olan borçları devam ediyordu. Ancak S. Arabistan’da kaldıkça daha büyük bir belanın kendisini bulacağını biliyordu artık. Oğlu Serdar İlyas Yar, babası yüzünden düştüğü karakoldan ertesi gün salındı. Polis her yerde Yusuf Yar’ı arıyor ama izine bile rastlayamı yordu. Bir süre sonra Yusuf Yar, Suudi Arabistan’dan ailesini aradı ve sağ salim olduğu bilgisini verdi. Oğlu Serdar İlyas şaşkındı. Gerçekten de babası kaçarken söylediği gibi S. Arabistan’a gitmişti. Ancak S. Arabis tan’daki işlerinin de henüz yoluna girmediğini bu görüşme ile birlikte anlamışlardı. Medine’deki lokantanın tam anlamıyla hizmete girmesi için bir mik tar daha sermayeye ihtiyaç vardı. Eşi ve çocuklarından bir miktar daha para istedi. Kayınbiraderi Mehmet Gündoğdu, kardeşi Fatma Hanım’a bir kez daha yalvararak ‘Abla, Yusuf’a daha fazla para göndermeyin” de diyse de ona da söz geçiremedi. 77
Bir zamanlar lüks arabalarda gezen oğlu Serdar İlyas Yar, o sırada tırlarla yurtdışına taşımacılığı başlamıştı. Babasının S. Arabistan’daki ilk günlerine ilişkin şunları anlatıyor: Babam iflas edip Bolu’ya terk etmiş olmasına rağmen Tuser Apartmanı’ndaki yerlerimiz duruyordu. 3-4 dükkân vardı. Babam lokanta için sermaye lazım dediği için onları satıp satıp S. Arabistan’a para gönderdik, orada yatırım yaptı. Kebap ve döner dükkânı açtı. 1982 yılında babaannemi kaybettik, ama mahkemeler bitmemiş, annesinin cenazesine gelemedi o da çok dokundu. Yıllar sonra kaçak yollarla geldi, sonra temize çıktı. Normal gelip gitmeye başladı ondan sonra.” Yusuf Yar, Türkiye’de girdiği her işte olduğu gibi Medine’deki lokan tasında da büyük oynadı. Büyük oynamaya kendisini mahkûm gibi his sediyordu. İyi paralar kazanıp bir an önce Türkiye’deki itibarını yeniden kazanması gerektiğini düşünüyordu. Çocuklarının kendi hataları yü zünden Bolu’da yüzü asık ve utanç içinde gezmesini istemiyordu. Gerçi kimseye şahsi borcu yoktu ama ‘ kaçtı’ dedikodusu bile onun için ağır bir ithamdı. İşte bu kaygı ve hesaplarla Medine’deki dükkân eliyle büyük işler yapmayı hayal ediyordu. Buna Türkiye’den aşçılar ve kebapçılar götür mek de dâhildi. Oğlu Serdar İlyas Yar, babasının Arabistan’daki macera sına bizzat tanıklık yapmış biriydi: “Medine’de dükkân kiralamıştı. Sonra buradan adam götürdük 1983 yılı gibi. 1985 yılında Konya’dan etli ekmekçi, Gaziantep’ten kebapçı, Bursa’dan dönerci götürdüm. Orada 250 bin mark civarında paramız battı. 1982’den sonra Arabistan’da gelir düştü insanlarda. Babam her şeyin en kalitelisini kullanırdı, ama Hataylılar var, bizim yarı fiyatımıza Avustralya kuzusu alıp, yarı fiyata satıyorlardı. Fazla temiz olsun diye çok da yatırım yaptı, eli açık bir insandı çünkü babam. Zaten bu el açıklığından kaybetti hep. 1985 yılında ben gittim, liseyi bitirince 2 yıl Bolu Sevk ve İdarecilik Okulu’na devam ediyordum. 3. Sınıfta bırakınca babam ‘gel beraber çalışalım’ dedi. Gittim orayla; 8-9 ay beraber çalıştık. Sonra 6-7 ay kadar daha kaldım.” Oğlu Serdar İlyas’ı okuldan alarak Medine’de birlikte çalışmaya baş layan Yusuf Yar’ın S. Arabistan’daki günleri de huzurlu değildi. Suudile rin başına buyruk uygulamaları ve kuralları canına tak etmişti. Serdar İlyas Yar o günlere ilişkin şunlar hatırlıyor: “Orada bir evin alt katını kiralamıştı babam. Önü restoran, arkasında 3-4 odası vardı. Küçük bir odada Dursun diye Devrekli bir çocuk vardı, bu odada üçümüz birlikte kalırdık. Yani durum iyi değildi, ama babam hiç yılmazdı, azimle çalışırdı. Orada da iş yerler sıkıntıya girdi. Belediye bir imar değişikliği yapınca bizim lokanta biraz arka sokakta kaldı. Buna ilaveten et aldığı adamla ters düştüler. Ahmet Kumri adında Suudi vatandaşı bir kefi78
li vardı. Ben gitmeden önce Abdullah diye biri kefil olmuş, ona onunla da anlaşamamışlardı. Tabi bütün bu kefillik işleri para karşılığı. İşler kötüye gidince ben dedim ki; ‘Baba bu işler yürümeyecek, çünkü borçlanmaya başladık, orada hemen atıyorlar içeri borçlandığınızda. ‘Bari ben gideyim de Bolu’da aileye sahip çıkayım, ikimizi de atarlarsa içeri onlar perişan olacak. Bizi kimse arayıp sormaz buralarda.’ Bolu’ya zaten para gönderemiyoruz. Babam Türkiye’ye dönemiyor, ama ben ara sıra gidip geliyorum yine de. 1986 yılında bana müsaade etti, ben geldim. 1987’de de dükkânı kapattı, borçlarını kapatmak için karın tokluğuna kaldı oralarda.”
Oğlu Serdar’ın askerlik günlerinden
yor:
Kızı Elif Koçer, babasının Arabistan günlerine ilişkin şunları anlatı
“Babam ne var ne yok satmaya kalkınca, annem ‘satmayalım’ diye yalvardı, ama dükkânlar falan anında gitti. Medine’ye yerleşti, lokanta açacak orada. Kefil falan gerekiyor orada, Abdullah diye bir kefil buluyor. Biz buradayız, ağabeyim, ablam üniversitede. Yürütemedi tabi. O orada, biz burada çektik. Ablam üniversiteyi bırakmak zorunda kaldı, dayım onu bir bankada işe soktu. O bize baktı. Abim üniversiteyi bitiremedi. Zaten çocukluğundan beri hayali kamyondu, tırdı. Bir firmada tır şoförlüğüne başladı. Bu arada 1991 gibi annem kanser oldu. Para falan da gönderemedi bize babam. Ablam bize bakıyor. 1991 yılına kadar ablam ve ben annemin yanındaydık, abim yurtdışına gidip geliyordu. Ablam 1991’de evlenip ben de üniversiteye başlayınca annem yalnız kaldı. Babam da orayı daha fazla idare edemeyince döndü geriye. Biz hiç gitmedik Arabistan’a. Hiç öyle bir ortam olmadı. Son dönemleri çok sıkıntılıydı zaten, servis şoförlüğüne 79
kadar düşmüş orada, ‘farelerle oturuyorum’ derdi. Babam hırsına yenik düştü. Biraz hırslıydı sağ olsun. En son oturduğumuz ev vardı. Onu da sattı. Dağkent’te bir ev almıştı. Şehre kiraya geldi onu da satıp. Ölmeden önce de kirada tek başına oturdu hep.” Oğlu Serdar İlyas Yar, Türkiye’ye döndükten sonra bir süre daha tırlarda şoförlük yaptı. Zaten askerlik gelip çatmıştı. Suudi Arabistan’da kalan Hacı Yusuf Yar için bir kez daha sefalet dolu yıllar başlamıştı. Lo kantasını kapattıktan sonra o da oğlu gibi arabalarda şoförlüğe, servis çiliğe başladı. Ancak kazandıkları ile karnını bile zor doyuruyordu. Eşi Fatma Hanım ise iyice rahatsızlanmış, kanser teşhisi konmuştu. Yusuf Yar bu haberi alınca yıkıldı adeta. Bir aşk evliliği yapmamış olsa da eşine fedakârlıkları ve sadakati sebebiyle büyük bir saygı duyuyordu. Çün kü 16 yaşında evlendiği kadın, 48 yaşında, genç sayılabilecek bir yaşta hayata veda etmişti. Fatma Hanım’ın hastalığı onda büyük bir vicdan azabının başlamasına sebep oldu. Ancak Türkiye’deki atmosfer geri dönmesini imkânsız kılıyordu. Hakkındaki davaların hangi aşamada ol duğundan bile haberi yoktu.
Yusuf Yar, eşi hastalandığında Bolu’ya dönmüştü
Serdar İlyas Yar, babasının Arabistan’dan dönüşü ile ilgili de şunları söylüyor: “1987 yılında Suudi Arabistan’dan döndükten sonra 1988’de askere gittim. Babam da dönüş yapmaya karar vermişti, ama bir hal çaresini arıyordu. Annem çok hastaydı. 1993 yılında babam Bolu’ya geldi, ama ahım şahım hayatımız yoktu artık. 80
Hasta yatağındaki eşi oğluyla
Elimizdekilerle hayatımızı idare ettirmeye çalışıyorduk. Gururlu bir adamdı babam. Bolu’ya dönüşü biraz sıkıntılı oldu. Sıkıntıdan sakallarında dökülmeye başlamıştı o zamanlar. İnsanoğlu düşünce kimse yardım etmez. O da oturdu evde, namazına gidip gelmeye başladı. O zamanlar Camlı Cami’nin Derneği’nin Yönetim Kurulu’na girdi falan, ticareti de tamamen bıraktı zaten. Zoruna gitti, ama bırakmak zorunda kaldı. Ben 1993 yılında annem ölmeden 15 gün önce evlendim. Düğünde yapamadık zaten, çünkü annem hasta yatıyordu. Ben tırlarda şoförlük yapıyordum. Süha Alpaslan’ın Bolu Tavukçuluk şirketinde askerlikten önce şoförlük yaptım. Zamanında biz onların patronuyduk, sonra onlar bizim patronumuz oldu. 1994’te Hollanda’ya geçtim, onun öncesinde 1990’da İngiltere’ye gittim, orada çalıştım. Annem rahatsızlanınca bir daha gitmedim.”
BAYAT PARAYI HİÇ SEVMEDİ Yusuf Yar, iyi para kazandığı dönemlerde babası Sünnetçi Mehmet Efendi gibi fakir fukaranın yardımına koşmayı hiçbir zaman ihmal etme di. Her Ramazan’da bir ay boyunca şehrin en işlek yerinde bir lokanta kiralıyor, insanlara iftar yemeği dağıtıyordu. Düğün yapacak olanlara, oğlu askeri gidenlere, kimsesiz ve gariplere yardım etmeyi bir alışkan lıktan öte ibadet gibi yapıyordu. Oğlu Serdar İlyas Yar, babasının hayatı boyunca dürüst olmayı ve dürüst yaşamayı kendilerine tavsiye ettiğini belirtirken, şanssızlıkların ve devletin hatalarının onun sonunu getirdiğine inanıyor. Babasının bü yük başarılardan sonra dibe vurması ile birlikte Hollanda’ya yerleşmeye 81
karar veren Serdar İlyas Yar, babasının ölümünden sonra Bolu’da bir da ire satın aldı ve onun hatıralarını ve eşyalarını hiç bozmadan orada mu hafaza etmeye başladı. Bunca hareketli, inişli çıkışlı bir hayat yaşama sına rağmen babasına en küçük bir kırgınlık ve kızgınlık da duymuyor. “Doğruluk ve dürüstlük en önemli şeydir derdi. Kendi hatalarını kabul etmezdi eskiden. ‘Sen bilmezsin, anlamazsın’ derdi. Ama sonunda bana ‘Sen doğruymuşsun, sen haklıymışsın’ demek zorunda kaldı. Tabi iş işten geçti. Ticarete ben hiç meyletmedim. Okul zamanında arabayla gelir giderdim, büyük zenginlik yaşadım. Ama düşünce kimse dönüp bakmaz, onun için ben o dönem Bolu’dan soğudum. Yurtdışına onun için gittim, ama tabi sonradan yine Bolu’yu bırakamadık. Babamın cebinde parası olsun yarını düşünmezdi, kimin ihtiyacı varsa ona verirdi, ben ne yapacağım diye düşünmezdi hiç. Yani ‘bayat parayı’ sevmezdi. Babam çok hareketli bir insandı. Çocukluğunda da aşırı yaramazmış. Çok hayırseverdi. Yem fabrikası zamanında bugün Bolu Belediyesi’nin yaptığı şeyi o yapardı. Arasta ’da yer tutar, restoranda ramazanda insanları doyururdu. Çalışanlarına düğününde yardım ederdi. Elinde bugün 1 milyonu olsa hemen bir şeyler kurmaya çalışır, elinde de parası kalmazdı. Belki de onun hayat görüşü de öyleydi. Allah nur içinde yatırsın, bize büyük miras bıraktı, adı yeter bizlere. Ben eşyasını hiç bozmadım, bir ev aldım aynı şekilde duruyor.”
Yusuf Yar son yıllarında
Yusuf Yar eşi Fatma Hanım’ı kaybettikten sonra tamamen eve ka pandı. Sadece namaz vakitlerinde evden çıkıyordu. Tüm çocukları ev lenmiş kendi yuvalarını kurmuştu. Oğlu Serdar ise Hollanda’ya yerleş 82
mişti. Oğluna çok düşkün olmasına rağmen Yusuf Yar, onun kendisini Hollanda’ya götürme teklifini reddetti. Suudi Arabistan macerasından sonra belli ki, ülkesine olan bağlılığı artmıştı. ‘Ben oraları gördüm, be nim bir daha işim olmaz oralarla’ diyerek Hollanda’ya gitme teklifini reddetti. Küçük kızı Elif Koçer ile eşi Behram Koçer ise onu damak zevki ile hatırlıyor. “İyi yerdi derler ya. Babam da ’Otursa bir kuzuyu yerdi’. Öyleydi. Sonra şeker musallat oldu artık eskisi gibi yemese de güzel yerdi. Bir gün dayım ve eşimle birlikte yemeğe gittik. Zeytinyağlı söyledi kendine, biz kebap söyledik. Tabi dayanamadı garsona dedi ki; ‘şunlardan birine bir ekmek kadayıfı ver, üstü kaymaklı olsun.’ Kendi yiyecek, yani otlanacak ya. ’Baba iyi ki bugün bir şey yemedin’ dedik. Ama böyle yerdi işte.” Kızı Elif Koçer, babasını düzen ve tertibiyle de anımsıyor: “Babam çok düzenliydi. Örneğin buzdolabında her şeyin yeri belli idi. Yemek tenceresi nerede olacak, biri bir şey sorduğunda örneğin; ‘sağda şunun üstünde, bunun altında’ derdi, elinle koymuş gibi bulurdun. Bende de aynı hastalık var şimdi. Her takımına göre bir yeleği olurdu, hepsinin cebinde kullanacağı gözlüğü, kalemi, tespihi, çakısı, misi, şeker ilaçları felan olurdu. Hep yerleri bellidir. Kıyafetleri hep jilet gibi olurdu. 5 vakit namazını camilerde kılardı. Ben oğluma hamileyken kalçasını kırdı. Sonra bir korku geldi, yürüyemedi, yürüteçteydi onunla her yere gidemiyordu, Ocak 2009 yılında.” Son dönemlerinde Yusuf Yar, abdest almaya çalışırken bir kaza so nucu kalçasını kırdı. 80 yaşına merdiven dayamış olan biri için kalça kı rıklığı tedavisi zor bir hastalıktı. Elif Koçer, son dönemlerinde babasına kendi bulduğu kişilerin yardımcı olduğunu belirtirken, Yusuf Yar’ın has talanışını da şu şekilde anlatıyor. “Emekli olmuştu, kendi karşılardı paralarını. Babamla dayım anlaşamazlardı pek, ama hiç de ayrılmazlardı. Hayat birleştirmişti onları dayımın eşi de ölünce, babam; ‘bana yemek yapan var nasılsa, gel birlikte yemek yiyelim’ diyor. Bir süre birlikte de kaldılar. İki teyzem o yıllarda emekli olmuştu. Babama yardımcı oluyorlardı. Babam kiradaki eve geçince, önceleri sadece yemek için aldığı Aliye Ablaya, ‘bana da can yoldaşı olursunuz, eviniz sobalı, burası kaloriferli’ deyip aileyi eve aldı. Allahtan almış, teravihe giderken mesiyle lastiği giymeye çalışırken, kalçasını kırdı. Ablam emekli olduğu için başına gitti babamın o zamanlar. Çok hayırseverdi. Yaptığı hayırların karşılığını gördü son döneminde. 1999 depreminde kaç aileyi ağırladı, sayısını bile hatırlamıyorum. Evi büyüktü, insanlara kucak açardı. Aileler kaldı deprem zamanı evinde. Annem 48 yaşındaydı, çok genç öldü, benim kıymetlimdi. Babam siyasete hiç bulaşmadı. Evde zaman zaman konuşurduk o kadar. Babam hacca gidip gelmiş olmasına rağmen hep 83
sosyal demokrat olarak kaldı. Hiç ödün vermedi kendinden, görüşünü hiç değiştirmedi”
Ailesiyle
Elif Koçer, babası ile dayısı Mehmet Gündoğdu’nun pek çok konu da ciddi görüş ayrılıklarına sahip olmalarına rağmen hayatları boyunca birbirlerinden ayrılmadıklarını anlatırken, Mehmet Gündoğdu, eniştesi ile anlaşamadıkları konuları şu şekilde anlatıyor: “Yusuf sertti, ama öte yandan da çok duygusaldı. Birden bire ağlayıverirdi. Ölünceye kadar sürdü ilişkimiz. Kabul etmezdi ama hatalarını. Aslında kötü yönetiminden değil de piyasada faizlerin yüksek olması onu bu duruma sürükledi. 1993’te geldiğinde evin ipoteğini birilerinin yardımı ile kaldırdı. Satabildi o evi. Dağkent’te bir ev verdiler, biraz da para. Bir kısmı ile borçlarını ödedi. Oturduğu ev 2 dairenin birleşiminden oluşuyordu. Daire fiyatı kadar harcama yapılmıştı. Orada yaşamaya başladı. Minibüse biner gider gelirdi. Emekli maaşı vardı, sigortadan. Maaşı yetmezdi hiç, yetirmezdi. Bin TL geliri varsa 2 bin TL harcardı. Olması gerekenlerden vazgeçmezdi. Eli çok açıktı. Bundan dolayı kızardım kendisine. Yine orada kredi kartları falan dolmaya başladı. O evi de sattık, oradan alınan parayla biraz borçlar ödendi ama başka bir şey de alamadık, sonra kiraya oturmak zorunda kal84
dı. Birisi gelip para istiyor örneğin, kenarda varsa parası hemen ona verirdi, yarın param bittiğinde bana kim para verecek diye sormuyordu bile.” Göğüs kanserinden annesini 48 yaşında kaybettiğinde Elif Koçer, henüz üniversite öğrencisi idi. Aile içinde babasına en tutkunu da oydu. Ancak annesinin çileli ve yorgun yıllarının da en canlı tanıklarından bi riydi. Zira ablası evlenmiş, ağabeyi ise yurtdışına gitmişti. Kendisi hala üniversite öğrenciydi. O yıllara ilişkin hatıralarını Elif Koçer şu şekilde anlatıyor: “Annemi kanserden 1993 Eylül’ünde kaybettik. Babam 2014 Ekim’inde vefat etti. Annem ölmek için beni bekledi adeta. Çünkü o sırada üniversitedeydim. İkinci sınıfa geçmiştim, ama hemen hemen okula hiç gitmedim. Kasım ayında geldim ertesi eylüle kadar annemin başında bekledim. Annem vefat edince babam; ‘senin 2 yılın kalmış zaten. okuluna git’ dedi. Evde ikimiz kalmıştık. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İngilizce öğretmenliği bölümünde okuyordum. ‘ Kızım oralarda, buralarda kısmetin çıkarsa evlen. Merak etme babam yalnız kalır diye düşünme. Ben kendime bakarım’ dedi. Zaten kendisine bakabilen bir insandı. Rahmetli halam ‘Baban değme kadına taş çıkartır’ derdi hep. Yemeğini ütüsünü mükemmel yapardı. Ben çoğu şeyi babamdan öğrendim. Ben tam bir şeyler öğrenmeye başladığım dönemde annem hastalanınca çoğu şeyi babamdan öğrendim. Resmi bayramlarda ve dini bayramlarda eve mutlaka bayrak asardı. Ben de onun bu alışkanlığını hala devam ettiriyorum.”
Çocukları, Sernur Fethiye, Serdar İlyas ve Emine Elif
85
Kızı Sernur Fethiye de o günleri şöyle anlatıyor: ‘’1993 yılında annemi kanser nedeniyle erken yaşta kaybettik. Babam için asıl zor ve meşakkatli yıllar bundan sonra başladı. Önceleri sağlıklı, dinç ve tek başına hayatını idame ettirmeyi başardı. Yine güçlü ve azimli bir orta yaşlılık geçirdi.2000 yılında bypass olduktan sonra artık yavaş yavaş yaşlanmaya ve zorlanmaya baslamıştı.2004 yılında ben bankadan emekli olduktan sonra zamanım onunla birlikte hastanelerde geçti. Önce ağır bir böbrek yetmezliği arkasından kalça kırığı ameliyatı ve takip eden yıllar. Bizim için daha da zor günler başlamıştı. Ama hastanelerde bile tedavi olurken hep yardım etmeyi kendine bir görev bildi. Yanında yatan hastalara yardım etmem konusunda sürekli beni uyarırdı. Bu böyle son nefesine kadar devam etti.’’
Torunu Kemal Ata ile 86
Eşinin rahatsızlığı nedeni ile Bolu’ya geri dönen Yusuf Yar, bütün mal varlığını kaybettikten sonra kendisine bir ev kiralayarak orada ya şamaya başladı. Artık ne eşi ne çocukları vardı. Eşi Fatma Hanım hakkın rahmetine kavuşmuş, çocukları ise kendilerine yeni yuva kurmuştu. Bir emekli maaşı ile yaşamını sürdüren Hacı Yusuf Yar, döndükten sonra ağır rahatsızlıklar geçirmeye başladı. Çocuklarının da uzakta olması se bebiyle kendisine destek çıkanları hiç unutmadı. Ölmeden önce Bolu’ya yerel gazetelere verdiği son röportajlarında; “Benim iki aslanım var. Bana yıllardır maddi manevi destek olan Erpiliç’in sahibi Ali Ericek ve Mudurnu Tavukçuluk A.Ş.’nin Başkanı Zuhal Daştan’dır. Kendilerine çok teşekkür ediyorum, Allah işlerini daim etsin, Allah onlara muvaffakiyetler versin” diyor du. Yusuf Yar, 10 Ekim 2014 tarihinde hakkın rahmetine kavuştu. Cena ze törenine beyaz et sektörünün duayen firmaları büyük ilgi gösterdi. İş ve siyaset dünyasından pek çok isim de vefasını göstermek için ora daydı. Kızı Elif Koçer, Türkiye’ye döndükten sonra babasının değerinin anlaşıldığını düşünüyor. Bolu Belediyesi’nin bu konudaki katkılarını ise takdirle anlatıyor: “Bolu Belediyesi babamın adını Aktaş Mahallesinde bir sokağa verdi. Alaaddin Bey Arabistan’da da ziyaret etmiş babamı. Sonra kendisine bir de plaket verildi. Çok anlamlıydı bizim için. Kıymeti anlaşılmış oldu”
Hacı Yusuf Yar Sokağı
Kızı Sernur Fethiye ise babasını şöyle anlatıyor: ‘’Babacığım son derece eli açık hayırsever bir kişiydi. Bize bıraktığı en güzel miras bana göre; dürüstlük, yardımseverlik, cesaret ve fazilet’tir. Ayrıca değinmeden geçemeyeceğim bir çok özelliğinden biri de müthiş bir zeka 87
ve bilgi hazinesi vardı. Tereddütde kaldığım her soruma cevap verecek bilgi hazinesi vardı. ‘Ayaklı kütüphane’ derdim ona .Her konuda bilgi sahibiydi; coğrafya, tarih, biyoloji hemen her konuda. Bir matematik dehasıydı, akıldan toplar, çıkarır, bölerdi. Ben elimde makina ile işlem yaparken o bana sonucu ‘tak diye’ söylerdi. Hayran olurdum bilgisine ,şimdi soracak kimseyi bulamıyorum.
Oğlu ve oğlunun 4 oğlu ile
Tertemiz giyinir, bir şey dökülse hemen yıkatırdı. Hastanede hemşireler kan damlatacak diye gerekli önlemleri aldırırdı ve artık onlar da tanımışlardı ve gereğini sormadan yapıyorlardı. Titiz insandı babam; evi tertemiz, düzenli ve tertipliydi. Bozan olursa da hemen müdahale ederdi. Onunla bazen kavgalarımız olurdu en çok da o kavgalarımızı özlüyorum. Ben ve kardeşlerim çok şanslıyız, bize temiz bir ahlak, dürüstlük ve şahsiyet miras bıraktı. Öyle dimdik durdu ki; hayat onu bence hiç yıkamadı. Onun kızı olmakla her zaman gurur duydum ve hayata karsı ne zaman yenilgiye uğrasam babam aklıma gelerek, asla inancımı yitirmedim. Ben babamın kızıyım, güçlü, inatçı, yılmaz ve erdemli. MEKANI CENNET OLSUN’’ ‘Talihsizlik zalim bir öğretmendir’ diyordu ya W.M. Thackeray, Yusuf Yar’ın beyaz et sektöründeki mücadelesi de kendi içinde büyük dersler ve talihsizliklerle doluydu. Onun hatalarından pek çok tavukçu dersler çıkardı. Disraeli’in “Talihimizi kendimiz yapar sonra buna kader deriz” sözünü sığınıyordu son günlerinde Hacı Yusuf Yar. Başarısızlıklarını ve hırsının kurbanı oluşunu kaderle açıklamakla yetiniyordu. Son röporta jından da bunu söylemişti Yusuf Yar. 88
Hata yapmayan insan genellikle hiçbir şey yapmayan insandır. Bu nedenle pek çok insan başarısızlığa hiç uğramaz, çünkü bir işi başarmak için hiçbir deneme yapmaz. Hiçbir deneme yapmadan başarılı veya başarısız olduğunuz anlaşılmaz. Ama Yusuf Yar her yolu denedi başarılı olmak için. Herbert Swope, ‘Söze başarının formülünü veremem ama başarısızlığın formülünü verebilirim: Herkesi mutlu etmeye çalışmak’ demişti. Tıpkı Yusuf Yar’ın herkesi mutlu etme çabası gibi. Yusuf Yar, herkesi mutlu etmeye, herkese yardım etmeye çalışırken en yakındaki insanların gönlünü kırmıştı çoğu kez. Bunların başında da eşi Fatma Ha nım geliyordu elbette.
Plaket 89
Türkiye’de beyaz et ve tavukçuluğun babası olarak bilinen Yusuf Yar, girdiği her işte iflas etmiş bir tüccar olmasına rağmen Bolu’da ve Türkiye’de büyük bir efsane aslında. Gerçek anlamda bir öncüydü. Ön cülerin bir savaştan yara almadan çıktığı ise pek görülmemişti zaten. O büyük bir başarısızlığa ve hüsrana uğramış biriydi. Ama aynı zamanda sınırlarına meydan okumuş biriydi. Başarısızlık dünyadaki pek çok in san için en kötü şey olabilirdi ama ondan daha büyük başarısızlık ise hiç denememekti. Yusuf Yar, başarılı olmak için her yolu denemiş, her çıkışı zorlamış biriydi. Onun açtığı yoldan giden Türk girişimciler Türkiye’ye beyaz et ve kanatlı sektöründe dünyanın ilk üç ülkesi arasına soktu. Bolu Belediyesi de Bolu’yu tavukçuluğun başkenti yaptığı için 2013 yılında kendisine bir plaket takdim etti. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2015 verilerine göre Türkiye, bu alan da 1.9 milyon tonluk beyaz ez satışı ile 2 milyar dolardan daha fazla para kazandı. Kanatlı Sektörü’nün hedefi piliç eti üretimini 2025 yılında 3,35 milyon tona çıkarmak. Küresel oyuncu olma potansiyeline sahip olan sektörün 2025 yılı ihracat hedefi ise 2,6 milyar dolar.
Takdir Belgesi
Yusuf Yar, 10 Ekim 2014 tarihinde hakkın rahmetine kavuştu. Onun değerini bilen tüm tavukçular cenazesine akın etti. Son röportajında kendisine gösterilen ilgiyi hayretler içinde karşılıyordu ve “Yahu 30 sene sonra ne oldu. Evvelki hafta Beyaz Et Sanayicileri Derneği’nden geldiler. Bugün siz geldiniz. Akşam da Bolu Belediyesi bana plaket vermek için meclis 90
toplantısına götürecekmiş. Yahu ne oldu 30 sene sonra millet bizi aramaya başladı. Hasta yatağımızda kıymete bindik. Hayırdır inşallah” diyordu. Yusuf Yar, hızlı yaşadı. Büyük oynadı ve kaybetti. Büyük bedeller öde di. Ama kıymeti ölünce anlaşıldı. Açtığı yoldan yüzlerce tavukçu para kazandı. Albert Einstein “Başarılı bir insan olmaya çalışmayın, değerli bir insan olmaya çalışın. Başarılı bir insan, hayattan verdiğinden fazlasını alır, değerli bir insan ise hayattan aldığından fazlasını verir” sözünü sanki onun için söylemişti. Mekânı cennet olsun…
91
92
EKLER
93
94
KENDİ AĞZINDAN YUSUF YAR… 9 Haziran 2010 tarihinde Ayşegül Topcu’nun Yusuf Yar ile yaptığı son röportaj: Yusuf Yar, 1932 yılında Bolu’da doğdu. Bolu’da önceleri kerestecilik dünyasının, sonra da tavukçuluk sektörünün duayenlerinden. Öğretmen aslında, ancak ticaret ve sanayi ile uğraşan bir ailenin çocuğu olduğu için öğretmenlik yapmamış. Ancak askerlik yaptığı dönemde askerliğini 14 ay yedek subay öğretmen olarak bitirmiş. Eşini 1982 yılında kaybetti. Üç çocuk babası. Çocuklarından Fethiye, Vakıflar Bankası Müdürlüğü’nden emekli, diğer kızı Elif Polatlı da öğretmen, oğlu İlyas ise Hollanda’da. Yusuf Yar ise Bolu’da tek başına yaşamını sürdürüyor. Yusuf Yar evde bizi merakla bekliyordu. Biraz gecikmiştik. Bizi bayan yardımcısı karşıladı. Sizi tanıyabilir miyiz, klasik sorusunu sormadan önce hemen konuşmaya başladı... Yahu 30 sene sonra ne oldu. Evvelki hafta Beyaz Et Sanayicileri Derneği’nden geldiler. Bugün siz geldiniz. Akşam da Bolu Belediyesi bana plaket vermek için meclis toplantısına götürecekmiş. Yahu ne oldu 30 sene sonra millet bizi aramaya başladı. Hasta yatağımızda kıymete bindik. Hayırdır inşallah Yusuf Yar zar zor yürüyor. Geçen aylarda kalça kemiğini kırmış, onun etkisini atlatamamış, dışarı çıkamıyor. O yüzden evine gelinsin gidilsin istiyor. Bizi memnuniyetle karşıladı. Biz kahvelerimizi yudumlarken, Yusuf amcamızla kereste sektöründen girdik kanatlı sektöründen çıktık. Biz bu röportajı çok zevk alarak yaptık, sizin de beğenmeniz dileğiyle Sizi tanıyabilir miyiz? 1932 yılında doğdum. Çocukluğum Tabaklar Mahallesi’nde geçti.1950 yılında ortaokulu bitirdim. Öğretmen Okulunu da kalarak beş yılda bitirdim. Abim de İktisat Fakültesini bitirmişti. Biz Bolu’da iki şeritli bir kereste atölyesi kurduk. 1936 yılında babamın yaptığı hangar vardı. Orada abimle 1955 yılında kereste atölyesini geliştirdik. Hirfanlı Barajının yapımında kullanılmak üzere rahmetli Muzzeffer Işın’la ortaklaşa kereste verdik. Bir İsrail şirketiyle Amerika’nın İncirlik, Karamürsel, Sinop’taki radarlarına kereste verdik. 1960 yılının Kasım ayında yedek subay öğretmen olarak Konya’ya gittim. On dört ay Konya’da durdum, o arada bekârdım. Askerliğimi öğretmen olarak yaptım. Babanız Sünnetçi Mehmet Efendi Bolu’nun en önemli kerestecisiydi değil mi? O zaman Bolu’da Mehmet Baysal’ın, Samurların, Muzaffer Işın’ın kereste atölyesi, bir de bizim vardı. Biz 1950’li yıllarda sektörde beş altı kişiydik. Bizden sonra Kasaplar, Şen Bolu, Mehmet Ali Özgüler, Ali Gü95
neykaya, Yeşil, Ali İnceyanlar geldi. Bizim aile şirketinin ismi Yarbolu’ydu, bir ara ailemle itilafa düştüm. İkinci bir atölye açtım. Ticarete girmeden önce piyasada inceleme yapar mıydınız? Ben askerdeyken Konya’daki un fabrikasını inceledim. Orada biri 500 bin liraya fabrika aldı. Bir senenin içinde çok para kazandı. Fabrika köylüden buğdayı veresiye alıyordu. Simitçiye unu peşin satıyordu. Askerden gelince babama un fabrikası açalım dedim. O zaman Bolu’da un fabrikası yoktu. “Ben kerestecilikten para kazandım” dedi. İstemedi o zaman. Bizim kerestecilikten 2 milyon paramız oldu. Şimdinin 20 trilyon gibi bir paramız oldu. 1958 yılında katrak aldım, onunla çalışmaya başlayınca üretim hem güzelleşti, hem de arttı. Ünlü olmamızı ben buna bağlıyorum. Rahmetli Akil Turgay’a bir atölye kurmuştuk. O yürütemedi ne kadar burası dedim. “Ne verirsen ver” dedi. Oraya da Güneş Kereste isminde bir firma kurduk. İki üç sene orada çalıştık. Oskoviç araba aldık. İki tane dostum vardı Halil Çapur ve Abdullah Ersin, onlara mal veriyordum. Bana o zaman işi büyütmem için para verdiler. 1969 yılında annem geldi. “Baban üzülüyor bu adamlar batacak, gel şu işin başına dön” dedi. Yar Kollektif ’e. O zaman benim şirkette yüzde 15 hissem vardı. Bana yardım edeceklerdi. Yardım etmediler, ben babama rakip oldum. Güneş Kereste iflas etmeden fabrikayı kapattım. 1972 yılında hastalandım, daha sonra talaş bana dokunmaya başladı. Burada rahmetli Hüseyin ağam ile çekiştik. Bu işi bırakıyorum dedim. Bırakınca işi ne yaptınız? Evde oturuyordum. Feridun Taşman, Koçman’ın yanında çalışmış. Yem işini parlak görmüş gelmiş Bolu’ya zenginlere söylemiş, hiç birinin aklı ermemiş yem fabrikasına. Koçman’a söylemiş. Koçman da Bursa’da bir fabrikaya ortak, Banvit’e ortak birçok şehirde de grup kurmuş. Koçman daha sonra Feridun Taşman’a hisse veriyor git Bolu’da da kur diye. Burada da o şirketin devamı kuruldu. Bir gün evde otururken Feridun Taşman’la, kayınbiraderim Mehmet Gündoğdu geldi. Fabrikayı açtıktan sonra altı ayda sekiz yüz ton yem üretip satmışlar. Ben de fabrikada müdür olarak çalışmaya başladım. Fabrika o zamanda şeften geçilmiyordu. Beş bin net para, yüzde beş primle çalışmaya başladım. Ne yemi üretiyordunuz? Yumurta, büyükbaş yemi üretiyorduk. İstanbul’da Yılmazlar vardı. Büyükbaş yemini oraya Nallıhan’a, Karadeniz Ereğli’ye, Ankara yolunda birine yumurta tavukçularına yemi satardık. Büyükbaş yemini de Saip Kepekçi, Şerafettin Erbayram’a satıyorduk. O zaman insanlar büyükbaş yemi yedirmeye alışkınlar mıydı? Yeni yeni alışıyorlardı. Onlar altı ayda sekiz yüz ton yapmışlar, ben iki ayda iki bin ton yaptım. O zaman için çok iyi bir üretim miktarı. Bir yıl 96
sonra ilk broiler yemini yaptım. 1973 yılında on dört bin tona çıktım. Daha sonra Orköy peşimize takıldı. Orköy de Yığılca’ya, Göynük’e, Mudurnu’ya orman köylerine kredi vermeye başladı. Daha sonra kooperatif garantisiyle mal vermeye başladık. Mudurnu’da Süreyya Astarcı’ya, Göynük’te Ericek’in babasına, daha birçok kişiye peşin parayla yem bayiliği verdik. Yusuf Yar: Tavukçuluk sektörüyle devlet benim kadar ilgilenmedi Tavukçuluk sektörünün duayenlerinden Yusuf Yar ile röportajımız devam ediyor. Bugün tavukçuluk sektörünün ilk yıllarında, sektörde yaşadığı zorlukları, ticari ilişkilerini sizlerle paylaşacağız. Yusuf Yar’la konuşmaya devam ediyoruz, daha doğrusu o anlatıyor biz dinliyoruz. O anlattıkça Yusuf Yar’ın hikayesi daha da ilginç bir hale geliyor. Bu bölümde yine ilginizi çekeceğini umduğumuz başka bir öykü var. Broiler yemini Türkiye’de siz mi ürettiniz? Broiler yemini Türkiye’de ben icat ettim. Biz bir grup olarak çalışıyorduk. Koç-Tuğ şirketler grubuna bağlı olarak Sıtkı Koçman, Selahattin Göktuğ şirketi, Ali Koçman da yem grubunun başında idi. Bolu’da Bolvit, İzmir’de İzmir Vitaminli, Bandırma Banvit, Bursa’da Bursa vitaminli, Topkapı’da Topkapı Vitaminli, bir de Topkim diye bir ilaç fabrikamız vardı. Yem formüllerimiz mükemmeldi. Formüller beş fabrikaya İsrail’den Abik diye bir firmadan geliyordu. Üretilen tavukları ne yapıyordunuz? Üretilen tavuklar Ankara’da, Düzce’de, İstanbul’da kesiliyordu. O zamanlar Sincan’da Et-Balık Kurumu, Ankara’da Fazıl Kul kesiyordu. Daha sonra İstanbul’da üçkâğıtçılar türedi. Civciv nerden geliyordu? Pak Tavuk’tan, Samandıra Yupi’den, Hanri Benazus’tan, Altın Tavuk’tan, Hür Holding’den geliyordu. Civcivi bunlar, yemi de ben üretiyordum. Devletin Tavukçuluk Enstitüsü’nde yalnız yumurta tavuğu vardı. Devletin bu konuyla ilgili bir gelişimi yoktu. Devlet tavukçuluk sektörü ile benim kadar bile ilgilenmedi. Türkiye’de tavukçuluk hala dışa bağımlı Evet, Türkiye’de devlet gereken önemi vermedi bu sektöre; İsrail’e, İngiltere’ye, Amerika’ya bağımlı. Türkiye’nin kendi ırkı yok, yani hibrid ırkı. Devlet kırk yıldır tavukçuluğu desteklerken neden hibrid ırk üzerine bir çalışma yapmadı?
97
Bunlar paralı işler. Devletin buna aklı ermiyor. Hibrid yapmayı düşünemiyorlar. Devlet hibrid ırka ilgi göstermedi. Ayrıca bir de yeme engeldi. Örneğin biz balık ununu, mısırı ithal edemiyorduk. Yem üretiminde önemli bir noktaya geldiniz Evet, o zamanın koşullarında yıllık 40.000 tona kadar çıktık. Ve hala ortak değilsiniz? Evet, sonra ortaklardan Feridun Taşman Amerika’ya göç etti. “Hissemi sana bırakayım” dedi. “Benim param yok” dedim. İstanbul’dan Sıtkı Koçman geldi. “Bu fabrikada bir Yusuf varmış, o sen misin, niye seni tanımıyorum” dedi. “Bu Feridun’nun hissesini sana alalım. Parayı Topkim’den öderiz” dedi. Böylelikle ortak oldum. Daha sıkı çalışıyordum. Sonra Cahit Bey vardı onun da hissesini aldım. Sonra Artık fabrikanın yüzde otuz beş sahibiydim. Çok mutluydum. Sonra ürettiğimiz tavukları ortak kendimiz pazarlamak istiyorduk. O zamanlar tavukçuluk en çok Yığılca’da idi. Ben de Yığılca’da çalışıyordum. Orada Orköy’ün kooperatifleri vardı. Bunlar paraları batırmışlar. Ben oraya düzen getirmeye çalıştım. Avukatım vardı. Avukat Hüsnü Eraktaş, onu görevlendirdim. O da popülistlik yaptı. Herkesi başıma topladı. Gereksiz işler yaptı. Yığılca Tavukçuluğu kurduk. Yüzde 51 benim, gerisi köylülerin ve avukat Hüsnü Eraktaş’ındı. Ancak Yığılca’da bir türlü dengeleri tutturamadım. Yığılca dağlarında çok param battı. Koçman’la da aramız yavaş yavaş gerilmeye başlamıştı. Koçman Grubu tavukçuluk işine ortak değildi. Tavukçuluk riskli bir işti. Koçmanlar öyle riskli işleri sevmezlerdi. Onlar malı satsın parasını alsın. En sonunda bir gün İstanbul’da Ali Koçman’ın yanına gittim, Ali ile tartıştık. Yukarıya babasının yanına çıktım. “Senin bu oğlan lafını sözünü bilmiyor” dedim. “Fabrikayı ya siz alın ya da ben alıyım” dedim. Sıtkı Koçman Bolu’ya geldi. Fabrikayı ben satın aldım. Kardeşlerim Hüseyin ile İsmail’i yanıma çağırdım. Tavukçuluğa onları da ortak ettim ama yine olmadı. 24 Ocak 1980 kararları her şeyi alt üst etti, ülkede büyük devalüasyon oldu.10 liralık mal 100 liraya çıktı. Biliyorsunuz daha sonra paşalar 12 Eylül’de iktidarı aldılar. Bankalar 12 Eylül’le beraber bütün kredileri kapattılar. Tefecilerin ellerine düştük. O zaman Ankara’da bankerler vardı. Tavuklara yem yetiştirmek için aylık yüzde 30’la bankerlerden para aldık. Devlete başvurdum, Turgut Özal’la 3,5 saat görüştüm. İran’a ihracat yaptım. Anadolu Bankası’ndan 1 milyon dolar kredi aldım. Ama yetmedi, yetmedi Sistemi toparlayamadım. Bankerlerde o zamanlar batmaya başlamıştı. Her şey alt üst oldu. Bankerler vadesi gelmeyen çekleri tahsile verdiler. Ekonomiden sorumlu Turgut Özal olayları sadece seyrediyordu. Panikledim 250 bin lira param vardı. Onu yanıma aldım, Hatay Cilvegözü sınır kapısından Türkiye’yi terk ettim. Daha sonra Arabistan’a gittim 98
Peki, Arabistan’da ne oldu? Yusuf Yar: Turgut Özal bilhassa tavukçuluk sektörü hakkında benden bilgi aldı Tavukçuluk sektörünün duayenlerinden Yusuf Yar’la röportajımızın son bölümüne geldik. Yusuf Yar’ın Arabistan’da yaşadığı ticari zorlukları konuştuk. Turgut Özal neden Yusuf Yar ile görüşmek istedi? Bu görüşmede neler konuşuldu? Sizlerle paylaşacağız... Arabistan’da kalmıştık. Ben Arabistan’da 10 yıl kaldım. Amacım orada çalışıp kazanıp, tekrar Bolu’ya dönüp şirketlerimi iflas masasından almaktı. Amacınıza ulaşabildiniz mi? Arabistan’da ikamet için, ticaret yapmak için Suudi Arabistan vatandaşlarından birisinin size kefil olması gerekiyor. Önce kefil buldum. Zor bir işti. Daha sonra Medine’de bir lokanta açtım. Köfte ve döner satıyordum. Türkiye’den ustalar getirdim. Çok emek verdim. Çok çalıştım. Medine Belediyesi bir imar değişikliği yaptı. Benim lokantanın yeri birdenbire sapa kaldı. İnsanlar yeni imar yerlerinde daha çok bulunmaya, alışveriş yapmaya başladılar. Lokanta kapandı mı? Evet, başka ne yapabilirim ki orada kanunlar bambaşka. Kefilin işlerinde bozukluk olduğunu hissedince kefilliğini kaldırıyor. Oturma iznini iptal ediyorlar. Ama o kadar çok emek verdiniz? Ne yapıyım Cenab-ı Hak bizim rızkımızı bu şekilde takdir etmiş. Çok kötü günler geçirdim. Bir yandan Türkiye’de çocukları merak ediyorum. Diğer taraftan bırak para kazanmayı, kendi rızkımı temin edemiyorum. Çok zor şans işte ben lokantayı bıraktım. Daha sonra Medine Belediyesi benim dükkânın olduğu alanda yeni bir düzenleme daha yaptı. Şimdi bir dükkânın hava parası 1 milyon Suudi Lirası çok büyük para burada hesaplıyorum 4 milyon gibi bir miktar. Emin misiniz? O 4 milyon civarında vardır şimdi doğru. O para benim o vakitlerde orada çalışmak için götürdüğüm paraydı. Takdir-i ilahi kadere inanmak lazım. Sonra ne oldu? Hanımın (eşi) hastalığını duydum atladım geldim. 1993 yılında eşimi kaybettim. Çoluk çocuk dağıldılar gurbete gittiler. Şimdi yalnız hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. 99
Acıklı olaylar? Kadere inanmak lazım. Buradan geçmişe doğru baktığımızda keşke yapmasaydım dediğiniz bir şey var mı? Tabii var. Şimdiki aklım olsaydı hırs yapmazdım. Hırsımı önlemeye çalışırdım. Ama sanayiciydim ben sanayici büyümek zorundadır. Sanayicilikte durmak mümkün değildir. Büyürken de her şeyi sen yönlendiremiyorsun ki. Mesela 24 Ocak kararlarını ben mi çıkardım. O dönem çok iş adamı battı yine de hırslı olmamalıydım onu biliyorum. Başka Bir de ben çok kafamın dikine gittim. Etrafımı dinlemedim. Şimdi ticaretin içinde olanlara tavsiyem kararlarını ortak alsınlar. Hep benim dediğim doğrudur demesinler. Eski dostlarınız tavukçular sizi arıyorlar mı? Eh arada bir arayan soranımız oluyor. Ama iyi gün dostlarımdan ortalıkta kimseler yok. ”Düşenin dostu olmazmış” sözü bugünler için geçerli. Biz tevekkel sahibi insanlarız. Kaderimize karşı gelmeyiz. Hâşâ. Geçenlerde Beyaz Et Sanayicileri Derneğinden geldiler, Süreyya Astarcı göndermiş. Sağ olsunlar oturduk konuştuk. İzmir’de Hanri Benazus vardı. O da iflas etti. Ona da gitmişler. Eski patronlarla ilgileneceğiz dediler. Bakalım ne olacak? Bir de eski tavukçulardan iki tanesi arada bir beni yoklar. Bir derdin tasan var mı derler. İşte o kadar. Konuşmanızda Turgut Özal’la 3,5 saat görüştüğünüzü söylediniz. Ne konuştunuz Özal’la? Politikadan konuştuk. Bilhassa benden tavukçuluk sektörü hakkında bilgi aldı. Özal mı çağırdı sizi, siz mi gittiniz. Bu buluşma nasıl sağlandı? Özal çağırdı beni evine, evinde görüştük. Astsubay emeklisi dayısının oğlu Tahir Doğan vardı. Turgut Özal’ın yeğeni idi. Hani, Hüsnü Doğan “yetim Hüsnü” onun kardeşiydi. 2.500 kapasitelik Doğan’ının tavuk çiftliği vardı. Ben o çiftliği beş altı yılın içinde 30.000 çıkardım. Gelecek seneye mısır çok olacak demiştim. 24 Ocaktan sonra yeğeni de Özal’a söylemiş. Özal, “Bu senin fikrin değil sana fikir veren adamı tanımak istiyorum” demiş, Özal yeğenine. Partilerin kapandığı akşamdı tesadüf Tahir beni evden aldı. Gittik 3,5 saat Özal’la görüştüm çok güzel sohbet ettik. Turgut Özal, bana tarım hayvancılık politikalarını sordu. Üretim nasıl artar, devlet ne yapmalı, tavukçuluk ihracatı nasıl hazırlanır. Soğutma tesislerinin önemini, randımanlı tavuk yemi nasıl yapılır Her şeyi sordu, ben anlattım. O 100
gün ülke çok gergindi, askerler çok agresifti. Kimin ne zaman alınacağı belli olmadığı günlerdi. Ama Turgut Özal o kritik gecede 3,5 saatini bana ayırdı, tavukçuluk sektörüne ayırdı. Ciddi akıllı adamdı. İşte biliyorsunuz ondan sonra sektöre yem desteklemesi geldi. Yemde üreticiye yüzde 20 iade verdiler. Kümes yapımına teşvik ettiler. Üretim arttı, kümesler çoğaldı. Bu işlerin mimarı Turgut Özal’dı. Belki de bizim o akşam yaptığımız 3,5 saatlik sohbetti. Ee şimdi bunlar unutuldu, tarih oldu gitti. Herkes kendi işine bakıyor. İnişli çıkışlı bir hayat hikâyesinin de sonuna geldik. Bu zaman zaman acıklı zaman zaman düşündürücü Yusuf Yar’ın yaşamı kime, neye, nasıl örnek teşkil eder; nelerden ders almamız lazım onu okuyucunun takdirine bırakmalıyız
101
102
EROL ŞENGÖR İLE RÖPORTAJINDAN Yusuf Yar Türkiye’de Beyaz Et Üretiminin Tarihçesi kitabının yazarı Erol Şengör’e verdiği röportajda ise şunları söylüyordu: Siz Türkiye’de tavukçulukta en eskilerden birisiniz. Tavukçuluk işine ne zaman girdiniz? 1972’nin 29 Ekim’inde girdim. Bu kadar detaylı hatırlıyorsunuz. 1982’ye kadar geldik. Reis-i cumhur Turgut Bey’le işimiz oldu. Dayısının oğlu Tahir Doğan, 30 binlik bir kümesi var şu anda sanırım. 24 Ocak kararlarında 90 liralık mısır 900 liraya çıktı. Alternatif yemler kullanıyoruz. Tahir ağa ağa diye geldi. Halanın oğlu ekonomiyi düzeltecek, yer gök mısır olacak dedim. Hüsnü Doğan’ın amcasının oğlu. Yetim Hüsnü diğeri Tahir Doğan. Bir yerde bunu söylemiş. Şöyle söylüyor. Benim koyun projem vardı o zaman. Veteriner Fakültesi’nde Burhan Cahit Yalçın vardı. Erdoğan Finci ile birlikte bizim bir adamımız Polatlı yolunda öldü. Selahattin Can’ın yerine beni ikame edersin dedi. Rektör muaviniymiş. Rahmetli Ali kümes tuttu ve oraya besi koyunu getirdi. Ölünce koyunları ben buraya aldı. Cahit Hoca başta. Bir doçent var, 2 veteriner. Mehmet Evrin. Dediler ki bizim yem deposunun üzerine Devlet Üretme Çiftlikleri Genel müdürü oturuyor. Emek’te. Müdür bize falanca lazım. Biz toparladık. Buraya kültür sarayını açmaya gelmişler; Cihat Baban, Sabahattin Özbek. Vali burada bir var deyince. Ceylanpınar’dan karayaka aldık geldik. Cahit Bey neyi söylerse temin ediyoruz. Binin üzerinde temin ettik. Fabrikayı kapatınca islah durdu. Benim yerime keçici var o yapıyor şimdi. Turgut Özal’la olan ilişki için bunları anlattım. Gelecek seneye bol mısır atacağım diye. Şeref bey fabrikasını gezdirdi. Bunlar boş dedim. Derince’de gemiler sıralı bir telefon ediyorum 300 bin geliyor dedi. Biz Düzce, Akçakoca, Akyazı, Çarşamba, Terme’den stok yapardık. Yanardı. O günleri gördük. O zaman ithalat yoktu. Balık ununu birkaç yerde olurdu. Demas vardı Fatsa’da. Ordu’dan soya almak için bir arkadaşımız telefon ederdi, biz arada alabilirsek alıyorduk. Rahmetli Koçman, Güneşli Çiftliği’nin orada meraktan çiftlik kurmuş. İzmir’de Koçmanların ortağı ile birlikte bir şeyler yapmamışlar. Bu iş böyle olmaz demişler. Abi’yi bulmuşlar. Bu İsrail’de 400 bin ton yem üreten birisi. Bu adam işin teknolojisini biliyordu. Koçman, Topkapı’da kuruyor. Feridun burada koruyor. Bursa’ya, Bandırma’da Banvit kuruyor. İzmir’de de var. 5 fabrika. Vural bana yemini satmaya bak dedi. Şimdi kırmızı ete giriyor. Koçmanların şilebi vardı. İsrail’le çalışıyor diye Araplar ambargo koyuyor. Almanya’ya gideceğiz dedi Bremen’de 1 milyon ton yem üretiyordu. 11 fabrikası vardı. Onlardan teknolojiyi aldık. Ferudun araştırır getirirdi. Zannederim 103
1975’te ilaç fabrikası kurdu. Hissesini bana satmaya çalıştı. Koçman’a Yusuf Abiye vereceğim dedi. Ben param yok dedim. Feridun’un hissesini sattı. Yüzde 35 olduk. Koçman’ın hakkı yüzde 33 oldu. Civciv alıyoruz. Keskin’de birisi bir ırk getirdi. Kümese 100 girerse 50’si geberiyor. Koçman a Ali’nin yanına gideyim dedim. Topkapı bizi destekliyor. 1982 senesi. Ya alın ya da satın dedim. Anlaştık. 30 milyondan anlaştık. Ondan sonra da yüzde 12.5 hisse bana kaldı. Başka sebeplerle dağıttı. Erol Berke’de Kazan’da, Avni Çakır Konya Yolun’da, Kilyos’ta Ümit Akalın vardı. Köy Tur’du Tarsus tan Edirne’ye kadar benim yemimdi. Halafları Antakya’da ben yemledim.
104
Türkiye’nin her yerine yem sattınız. Tavuk yetiştirdiniz mi? Bütün kümesler benim. Ben tavuk yetiştirmedim, yem verdim. Bana bürgün 5-6 ay sigortalı göründüm. Süreyya seni istiyor dediler. Bir resmini ver dediler. Sektörün adamısın durman lazım dediler. Tevfik, Yurdaer’e sorun, Tevfik nasıl zırlıyordu de. Kooperatife mezbahayı 120 milyona satacağız. 100 milyon bana vereceklerdi. Benim birini kontrole al dediğim adama giderler. Hayır, hayatımız biter diyor. Allah intikamını aldı ondan iki çocuğunu kazada öldürdü. Bizim kadrimizi bilin. Herkes trilyonlarla oynuyor. Bayramlarda bayramın kutlu olsun demeli. Başkanınız kim Zuhal Bey? Allah razı olsun ondan. O anlatmaz. Bana kaç senedir yardım ediyor işte. Sektörün adamısın ben sana bakacağım diyor. Daha büyüsün. Keskinoğlu yumurta kümesi vardı. Banvit, orada etrafında batacaklardı pınar batacakken bir sürü tehlike geçirdiler. Koçman parayı bulunca güç buldu. Sungur vardı. Onların hiçbiri yok. Bunlar bu sektörlerin adamları. Erol Berke Kazan’da. Bu sektörün bugünlere gelmesinde çorbada tuzunuz var Devlettin ürettiği yemle bir sektör yürümezdi. Abalıoğlu yem satıyordu. Tanrıkulu’nu 20 binlik kümesi var. Ali bor. Jeneratör alacak parası yoktu. Bizim damada şeker pilici bu demiş. Ali ile Zuhal biliyor. Bu mudur yani. Biri civciv üretiyor ama onu büyütecek yem lazım. Adam bir traktör aldım diyor gözlerim doldu. Mudurnu’da domates eken adam Köroğlu Hastanesi’nde Yusuf ’ ne dedin deyin. -Sağ olun var olun.
105
106
107
108
GAZETELER VE DERGİLER Kanatlı Sektörü’nün Duayenlerinden Yusuf Yar’ı Kaybettik. Türkiye’de ve Bolu’da entegre tavukçuluğu 70’li yıllarda ilk başlatan kişi olarak tavukçuluk endüstrisinin literatürüne geçen Yusuf Yar yaşamını yitirdi. Yusuf Yar, Mehmet Yar ve Merhume Fethiye Yar’ın oğulları, Merhum İsmail Yar, Merhum Hüseyin Yar ve Merhume Fatma Kargun’un kardeşleri, İlyas Yar, Fethiye Şahin ve Elif Koçer’in babaları, Merhume Fatma Yar’ın eşi ve Eski tavukçularımızdan Bolu Gündem Gazetesi Genel YayınYönetmeni Süha ALPARSLAN’ın dayısı idi. 1970’li yıllarda sahibi olduğu yem fabrikası ile etlik piliç yetiştiriciliğine yönelen Yusuf Yar, Yığılca, Akçakoca, Göynük ve Mudurnu’da küçük üretici olan köylülerle birlikte 1000-1500 civciv kapasiteli kümeslerde piliç üretimini başlattı.
Yusuf Yar Bolu Belediyesinden de plaket almıştı
Giderek yaygınlaşan model ORKÖY kredileri ile de desteklenmeye başlanınca giderek büyüdü. “Entegre Tavukçuluk Modeli” giderek ilçe köylülerinin başlıca geçim kaynağı haline geldi. Ancak gelişmekte olan Türkiye ekonomisinde yaşanan krizler, enflasyonist dönemler, döviz yokluğundan ithalatta yaşanan sıkıntılar, 1981 yılında Türkiye’de yaşanan banker skandalı neticesi devletin ve özel sektörün kredi musluklarını kapatması o günlerde Yusuf Yar’ı da ekonomik krize soktu. Ekonomik krize dayanabilme olanakları varken, sisteme sinirlenerek ülkeyi terk eden Yusuf Yar uzun süre Mekke ve Medine’de yaşadı. 109
Eşinin rahatsızlığı nedeni ile Bolu’ya geri dönen Yar şirketlerinin ve mal varlıklarının alacaklılar tarafından tarumar edildiğini görünce köşesine çekildi. Bütün mal varlığını kaybeden hayata küsen Yusuf Yar, kiralık bir evde yaşadı ve emekli maaşı ile de ameliyatlarla ,hastalıklarla boğuştu. Yusuf Yar son günlerinde sürekli yanında olan ve her konuda yardımcı olan kişileri de açıkladı “Benim iki aslanım var” diyen Yar “Bana yıllardır maddi manevi destek olan Erpiliç’in sahibi Ali Ericek ve Mudurnu Tavukçuluk A.Ş.’nin Başkanı Zuhal Daştan’dır. Kendilerine çok teşekkür ediyorum, Allah işlerini daim etsin, Allah onlara muvaffakiyetler versin” derdi. Cenazesi bugün Karaçayır Siteler Camii’nde kılınacak öğle ve cenaze namazından sonra Paşaköy Mezarlığı’nda defnedilecektir. Duayenimiz Yusuf Yar’a Tanrıdan rahmet,ailesi ve sektörümüze baş sağlığı dileriz.
Yusuf Yar Toprağa Verildi
Kalabalık bir cemaatin katıldığı cenaze törenine tavukçuluk sektöründen Erpiliç A.Ş. nin sahibi Ali Ericek ve Bolu Kalite Yem Fabrikası sahibi Şerafettin Erbayram katıldılar.
Yusuf Yar İlyas, Fethiye ve Elif adında üç çocuk ve altı torun sahibi idi. Türkiye’de ve Bolu’da entegre tavukçuluğu 70’li yıllarda ilk başlatan kişi olarak tavukçuluk endüstrisinin literatürüne geçen Yusuf Yar yaşamını yitirdi. 1970’li yıllarda sahibi olduğu yem fabrikası ile etlik piliç yetiştiriciliğine yönelen Yusuf Yar, Yığılca, Akçakoca, Göynük ve Mudurnu’da küçük üretici olan köylülerle birlikte 1000-1500 civciv kapasiteli kümeslerde piliç üretimini başlattı. Yusuf Yar Bolu Belediyesi’nden de plaket almıştı. Giderek yaygınlaşan model ORKÖY kredileri ile de desteklenmeye başlanınca giderek büyüdü. “Entegre Tavukçuluk Modeli” giderek ilçe 110
köylülerinin başlıca geçim kaynağı haline geldi. Ancak gelişmekte olan Türkiye ekonomisinde yaşanan krizler, enflasyonist dönemler, döviz yokluğundan ithalatta yaşanan sıkıntılar, 1981 yılında Türkiye’de yaşanan banker skandalı neticesi devletin ve özel sektörün kredi musluklarını kapatması o günlerde Yusuf Yar’ı da ekonomik krize soktu.
Ekonomik krize dayanabilme olanakları varken, sisteme sinirlenerek ülkeyi terk eden Yusuf Yar uzun süre Mekke ve Medine’de yaşadı. Eşinin rahatsızlığı nedeni ile Bolu’ya geri dönen Yar, şirketlerinin ve mal varlıklarının alacaklılar tarafından tarumar edildiğini görünce köşesine çekildi. Bütün mal varlığını kaybederek hayata küsen Yusuf Yar, kiralık bir evde yaşadı ve emekli maaşı ameliyatlarla ve hastalıklarla boğuştu. Yusuf Yar son günlerinde sürekli yanında olan ve her konuda yardımcı olan kişileri de açıkladı “Benim iki aslanım var” diyen Yar “Bana yıllardır maddi manevi destek olan Erpiliç’in sahibi Ali Ericek ve Mudurnu Tavukçuluk A.Ş.’nin Başkanı Zuhal Daştan’dır. Kendilerine çok teşekkür ediyorum, Allah işlerini daim etsin, Allah onlara muvaffakiyetler versin” derdi. Vefat eden Yusuf Yar’ın cenazesi 12 Ekim 2013 tarihinde öğle namazının ardından Siteler Camii’nden kaldırılacak. Duayenimiz Yusuf Yar’a Tanrıdan rahmet, ailesi ve sektörümüze baş sağlığı dileriz. Haber: Çiftlik Dergisi
111
Tavukçuluğun Babasının Dramı 18 Ocak 2013 / / Bolu Gündem Gazetesi Türkiye’de ve Bolu’da entegre tavukçuluğu 70’li yıllarda ilk başlatan kişi olarak tavukçuluk endüstrisinin literatürüne geçen Yusuf Yar’ın hayat hikayesi Abant TV’ye verdiği mülakatta kendisi ile ilgilenen kişilerin isimlerini verdi. “Benim yaşantım da, karşılaştığım güçlüklerde devamlı olarak benim yanımda olan iki aslan var, bunlar vefalı dostlarım Ali Ericek ve Zuhal Daştan’dır, Allah İki Vefalı Aslanımı Korusun” dedi. Geçtiğimiz günlerde Abant TV ile bir görüşme gerçekleştiren Bolu’da Tavukçuluğun Babası olarak kabul edilen Yusuf Yar yine ilginç sözlere imzasını attı. 1970’li yıllarda sahibi olduğu yem fabrikası ile etlik piliç yetiştiriciliğine yönelen Yusuf Yar, Yığılca, Akçakoca, Göynük ve Mudurnu’da küçük üretici olan köylülerle birlikte 1000-1500 civciv kapasiteli kümeslerde piliç üretimini başlattı. Giderek yaygınlaşan model ORKÖY kredileri ile de desteklenmeye başlanınca giderek büyüdü. “Entegre Tavukçuluk Modeli” giderek ilçe köylülerinin başlıca geçim kaynağı haline geldi. Ancak gelişmekte olan Türkiye ekonomisinde yaşanan krizler, enflasyonist dönemler, döviz yokluğundan ithalatta yaşanan sıkıntılar, 1981 yılında Türkiye’de yaşanan banker skandalı neticesi devletin ve özel sektörün kredi musluklarını kapatması Yusuf Yar’ı da ekonomik krize soktu. Ekonomik krize dayanabilme olanakları varken, sisteme sinirlenerek ülkeyi terk eden Yusuf Yar uzun süre Mekke ve Medine’de yaşadı. Eşinin rahatsızlığı nedeni ile Bolu’ya geri dönen Yar şirketlerinin ve mal varlıklarının alacaklılar tarafından tarumar edildiğini görünce köşesine çekildi. Bütün mal varlığını kaybeden hayata küsen Yusuf Yar, şimdi 80 yaşında ve kiralık bir evde yaşıyor. Sadece emekli maaşı olan Yusuf Yar şu an ameliyatlarla ve hastalıklarla boğuşuyor. Yusuf Yar mülakatta kendisinin sürekli yanında olan ve her konuda yardımcı olan kişileri de açıkladı “Benim iki aslanım var” diyen, Yar “Bana yıllardır maddi manevi destek olan Erpiliç’in sahibi Ali Ericek ve Mudurnu Tavukçuluk A.Ş.’nin Başkanı Zuhal Daştan’dır. Kendilerine çok teşekkür ediyorum, Allah işlerini daim etsin, Allah onlara muvaffakiyetler versin” dedi.
112