Abdülkuddüs bingöl gelenbevinin mantık anlayışı

Page 1


AR A Ş TIR M A -İN C E LE M E D İZ İS İ

GELENBEVl’NİN MANTIK ANLAYIŞI Prof. Dr. Abdülkuddûs Bingöl


M İL L Î E Ğ İTİM B A K A N LIĞ I Y A Y IN L A R I: 2448 B İL İM ve KÜLTÜR ESERLERİ D lZ t S l: 629 Araştırma - İnceleme: 34

Kitabın adı

G E L E N B E V Î'N lN M ANTIK AN LAYIŞI Yaytn kodu

9334.Y.0002.1096 IS B N 975.11.0682.6 Baskı yılı

1993 Baskı adedi

20.000 Dizgi baskı, cilt

M ÎL L Î EĞ İTİM BASIM EVİ

Yayım lar Dairesi B aşkanlığının 2767 sayılı yazıları ile 20,000 adet basılması uygun görülm üş, yine Yayım lar Dairesi B aşkanlığının 27.10.1992 tarih ve 8996 sayılı yazılan ile b irin ci defa b irin ci p a rti olarak 5.000 adet basılm ıştır.


_______

Araştırma - İnceleme Dizisi_______________

GELENBEVfNİN MANTIK _______ ANLAYIŞI________ Prof. D r. Abdülkuddüs Bingöl

İstanbul, 1993


İÇ İN D E K İLE R Sayfa ÖNSÖZ

....................

.

.

G İR İŞ 1) 2)

V II 1

Gelenbevî'nin Hayatı ve E se rle ri............................................ Gelenbevîye Kadar îslâmda Mantık Çalışmaları . . . .

1 8

G E L E N B E V Î'N İN M ANTIK ANLAYIŞI A)

G ELE NBEV Î M A N T IĞ IN IN MUKADDİMESİ 1) 2) 3)

B) I)

G E LE N B E V Î’DE M A N T IĞ IN ESAS PROBLEMLERİ

2) 3)

II)

25

KAVRAM LARIN İNCELENM ESİ 1)

III)

ilim ve Mantık F elsefesi......................................................... 15 D e l â l e t ........................................................... 19 Müfret ve Mürekkep L a f ı z l a r .................................... 21

Tümel ve Tikel (Külli ve Cüz’î) Kavramlar ve Aralarındaki i l i ş k i l e r .................................................................................... 25 Zatî ve Arazî Kavramlar (özsel ve İlintisel Kavramlar) . . 31 Beş Tümel (Külliyât-ı Hams) ve Özsellerle Ilintisellerin K ı s ı m l a r ı ............................ ... . .................................... 33

TANIM V E T A N IM IN K I S I M L A R I ....................................

39

ÖNERM ELER V E H Ü K Ü M L E R İ ............................................

43

1) önermelerin Yapısı ve T a k s im i........................................ 2) Yüklemli önermelerin Çeşitli Yönlerden Tasnifi . 3) Modal önermeler (M ü v e c c e h a t )........................................ 4) Şartlı önermelerin T a s n i f i ............................................ 5) önermeler Arası ilişkiler . . . IV )

AK LÎ DELİLLER V E K IYAS 1) 2) 3) 4)

V)

. . . .

43 48 56 74 84 93

îstisnalı K ı y a s l a r ................................................................... 100 İktiranlı K ı y a s l a r ................................................................... 104 Basit ve Mürekkep K ıy a sla r................................................... 125 Muhtalidat (Kıyasların M o d a lite si)........................................127

AK LÎ D ELİLLER İN YAPISI V E BEŞ S A N A T .............................. 131

S O N U Ç ............................................................................ BİBLİYOGRAFYA

........................................

.139 147

ŞAHIS ADLARI İ N D E K S İ ................................................................... 151 TERİM LER İ N D E K S İ ........................................................................... 153 LÜGATÇE

........................................................................................... 163


Û N S O Z

Düşünceleri ve onlar arasındaki münasebet ve düzeni tâyin eden kanun ve prensiplerin bilgisi olan Mantık, batıda olduğu gibi, doğu skolastikçilerince dahi mantıkçı olduğu şüphe götürmeyen Aristoteles tarafından, ilk defa M. ö . IV. asırda müdevven bir şekilde ortaya koyulmuştur. Daha sonra İs­ kenderiye'de ve bugünkü Suriye ve Anadolu şehirlerinde asırlarca şarh ve tercümeleri yapılarak M. S. V II. asra kadar Mantık konuları incelenmiştir. Bu sıralarda Müslümanlar fethettikleri Suriye’de, Aristoteles'in fikir ve dü­ şüncelerinin, özellikle mantığının çok inkişaf etmiş olduğu bir şekliyle kar­ şılaşmışlardır. işte ilk defa V III. asırda tercüme yoluyla Islâm dünyasına giren Aris­ toteles Mantığı, X. asırda yetişen büyük Türk-Islâm Filozofu Farabî’nin elinde çok ilerlemiş ve İbn Sina ile kapalı hiçbir taraflı kalmıyacak şekilde kemâle ermiştir. Böylece Islâm kültür dünyasında başlayan Mantık çalışmaları, bir ara şiddetli hücumlara mâruz kalmışsa da Ebu Hamit al - Gazâlî’nin gayretle­ riyle bu hücumlardan kurtulmuş ve Mantık İslâm medreselerinde okutulan bilimlerin en önemlilerinden biri olmuştur. F a ra bî-lbn Sina geleneğine uygun olarak yapılan mantık çalışmaların­ da Gelenbevî'nin eserleri önemli bir yer işgal eder. Mantıkçı olarak Gelenbevî'nin değerlendirilmesini araştırmamızın konusu olarak seçmekle, bir Türk mantıkçısının mantık tarihindeki yerini belirterek fikir tarihimizin bir halkasını aydınlığa kavuşturmayı amaç edindik. Gelenbevî'nin mantık anlayışını ortaya koyarken, özellikle O'nun BUR­ H A N adlı eseri araştırmamıza merkez teşkil ettiyse de, yeri geldikçe ve ge­ rektikçe imkân Risâlesi, Kıyas Risâlesi, Celâl Hâşiyesi, Isaguci Şerhi ve di­ ğer eserlerine de başvurduk. Bu eserleri neşredilmiş oldukları şekilde kul­ landığımız için Lisanî - Tarihî metodun gerektirmiş olduğu kritik metinler hazırlama safhalarıyla ilgilenmedik. Görüldüğü gibi konuyu incelerken da­ yandığımız vasikalar, O’nun te’lif ettiği eserleriyle yapmış olduğu şarh ve hâşiyeleridir. Bu suretle Gelenbevî'nin mantık anlayışım ortaya çıkarmak için O'na kadar olan gelişmeleri kısaca özetledikten sonra, Gelenbevî’nin üstadlarını tesbit etmeğe çalıştık. Zaman zaman öncekilerin aynı veya farklı dü­ şüncelerine işaret ederek, bunlarla olan metod ve ifade ayrılıklarını da araş­ tırdık. Bu arada özellikle terimlerin dilinde güçlükle karşılaştık. Şöyleki; Gelenbevî, asırlar boyu devam eden geleneğe bağlı kalarak, eserlerini Arapça yazmıştır. O'nun eserlerinden şimdiye kadar Türkçe neşredilmeleri nasip olmamış olanları, hemen tüm eserleridir. Abdunnâfi'nin Burhan'a yaptığı


VIII yegâne Türkçe (OsmanlIca) şarh ise, M. Ali A Y N Î’nin de ifade ettiği gibi, Arapçasından daha zor anlaşılmaktadır. Bu nedenle Mantık terimlerini kul. lanmakta güçlük çektik. Gelişme yolunda olan dilimizde karşılığı bulunan terimleri Türkçeleriyle kullandık. Bununla beraber bir terim birliği sağla­ ma açısından eski terimleri de bâzen doğrudan doğruya, bâzân da parantez içinde oldukları gibi zikrettik. Bütün bu çalışmalarım boyunca kendisinden yakın destek ve yardım gördüğüm değerli hocam Prof. Dr. Necati ÖNER'e şükranlarımı sunarım. Abdulkuddûs BİN G Ö L


G İR İŞ

1) G E LE N B E V Î'N İN H AYATI VE ESERLERİ İslâm Matematikçilerinin en meşhurlarından ve son deviı Osmanlı ilim adamlarından biri olan GELENBEVÎ, 1730 M (1143 H) yılında bu gün Manisa ilinin bir kazası olan, o gün Aydın vilayeti­ nin Saruhan sancağına bağlı Gelenbe'de doğmuştur O - Asıl adı İS ­ M A İL olmakla beraber, "G E LE N B E V Î" diye şöhret bulmuştur. So­ yu itibariyle kültürlü bir aileye mensuptur. Babası Gelenbe kasa­ basında müftülük ve müderrislik yapmış olan Mustafa b Mahmut Efendi'dir. Babasının adı bazı kaynaklarda "M ehm et" olarak geç­ mekte (1 2) ise de, bu yanlıştır. Zira kendisi eserlerinde adını, "İS ­ M A İL b MUSTAFA b MAHMUT al-GELENBEVÎ" diye kaydetmekdir (3). Hediyyet ü'l-Ârifîn sahibi İsmail Bağdâdî ise, al- GELENBE­ VÎ, İSM A İL b MUSTAFA al-RUMÎ al-HANEFÎ" künyelerini vermek­ tedir (4). Diğer taraftan Gelenbevî İsmail Efendi'nin Adâb Risâlesi şarihi Haşan Paşazâde, "İS M A İL b MUSTAFA al-GELENBEVÎ alarîf bi ŞEYHZÂDE" ifadesiyle "ŞE YH ZÂD E " diye tanındığını söy­ lüyor (5). Babasını küçük yaşta kaybeden Gelenbevî, ana elinde yetim kaldı. Henüz 12-13 yaşlanndaydı ki, bir gün arkadaşlarıyla sokak­ ta oynarken, babasının dostlarından biri bunu görmüş ve "yazıklar olsun sana! Abâ ve ecdadın fazl ve kemâlât ile mevsuf iken, sen böyle sokaklarda hâib ve hâsir oyun oynayasm." diye kendisini ayıp­ layınca küçük yaştaki İsmail utanmış ve hemen oyunu terketmiştir. İşte bu olay O'nu ilme sevketmiştir (6). İlk öğrenimine Gelenbe’de başlamış, daha sonra İstanbul’a git­ miştir. Arapça ve Din ilimlerini YASİNC ÎZÂD E’den, Fizik, Matema­ tik ve Mantığı da "Ayaklı Kütüphane" adıyla bilinen M EHM ET E M İN EFENDİ'den tedris etmiştir. Mehmet Emin Efendi, 1785 M (1) (2) (3) (4) (5) (6)

Salih Zeki, Kamus-u Riyaziyat, C. I, s. 318 Türk Ansiklopedisi, C. 17, Gelenbevî Md. Gelenbevi - Risâlet ü’l-Kıble, s. 2 İsmail Bağdadî, Hediyyet ü ’l - Arifin, C.I, s. 227 Haşan Paşazâde, Haşiye alâ risale al-Âdâb li Gelenbevî, s. 2 Salih Zeki, ayn esr, C. 1, s. 318-319, Kemal Zülfü Tanen, Türk Matema­ tikçileri, s. 61, Cevdet Paşa Tarih-i Cevdet, C.4, s. 254, Bursalı Mehmet TAHİR, Osmanlı Müellifleri, s. 293 vd.


2 (1200 H ) yıllarında Şeyh ü'l-îslâmlık makamına getirilmiştir (7)Bu konuda Cevdet Paşa şöyle diyor: "Sultan Abdulhamit devrinin en büyük alimlerinin başında müftüzâde Mehmet Efendi gelmek­ tedir. Kendisi Antalya müftüsünün oğlu olup ilimde kemâle ve yük­ sek dereceye ermiştir .Mehmet Emin Efendi'den ders alanların ba­ şında Tatarcık Abdullah Efendi ile Gelenbevî İsmail Efendi gelir. Bunlardan Gelenbevî, ilim yolunu seçmiş ve üstün telifatlar yap­ m ıştır" (8). İsmail Efendi, kısa zamanda mevcut ilimleri okumuş ve 1763 M (1177 H ) yılında açılan Rüûs imtihanını kazanarak 33 yaşlarında bilfiil müderrislik yapmağa başlamıştır (91 ) . Buna rağmen Gelenbevî 0 yine de Mehmet Emin Efendi'den, inceleme ve araştırma yaparak, tahsile devam etmiştir. O, Mantıktan BURHAN adlı eserini bu es­ nada telif etmiştir.. Bu eserini Mehmet Emin E fendiye taktim et­ tiğinde Hocası, "Pekâlâ, ancak Mutavvel'i itmam etmiş olsaydık da­ da iyi olurdu” (lü) diyerek, öğrencileri arasında İsmail Efendi’nin müstesna yerini ve imtiyazını itiraf etmiş, bununla beraber geçmiş, müelliflerin eserlerini tetkik etmeden risale yazma ve telif sevdası­ na düşmesine itiraz ettiği de rivayet edilmektedir (“ ). Bu gün Gelenbevî'nin Türk İslâm Kültür Dünyasında asrımn en büyük man­ tıkçısı olduğunda şübhe yoktur (12). Gelenbevî, geniş bilgisi, anlayışı ve zekâsına rağmen, hayatta iken iki büyük kutup Mehmet Emin Efendi ile "Palabıyık” diye meşhur olan Muğlalı Mehmet Efendi’nin şöhretleri arasmda sıkı­ şıp kalmıştır. Bu hususu Salih Zeki şöyle ifade ediyor: "Ulûm-u hikemiyyedeki şöhretini hocası Mehmet Emin Efendi, Ulûm-u riyaziyyedeki şöhretini de Muğlalı Mehmet Efendi bastırmıştır” (13). Bunun­ la beraber Gelenbevî bıraktığı eserleriyle, ölümünden sonra her iki bilgini gölgede bırakmıştır. Çünkü ne Mehmet Emin Efendi ve ne de Muğlalı Mehmet Efendi, gerçek İlmî güçlerini ortaya koyacak eserler bırakmamışlardır. Cevdet Paşaya göre Gelenbevî hoca gel(7) Salih Zeki, Asâr-ı Bâkiye, C.2, s. 294 vd (8) Cevdet Paşa, ayn esr, C.4, s. 254 vd (9) Kemal Zülfü Taneri, ayn esr, s. 61 vd (10) Cevdet Paşa, ayn esr, C.4, s.255 vd, Kemal Zülfü Taneri, ayn esr, s.62 (11) Salih Zeki, Kamus-u Riyaziyat, C. 1, s. 319 (12) KEKLİK, Nihat (Prof. Dr.), İslâm Mantık Tarihi ve Farabi Mantığı. C .l, s. 68 (13) Salih Zeki, Asâr-ı Bakiye, s. 269


3 meşeydi, o asrın malumatına dair ortada hiçbir şey olmayacaktı. O nun bu konudaki sözleri aynen şöyledir: “ Halbuki ol asırdan son­ ra ulemaya inkıraz gelmekte eğer İsmail Efendi'nin telifat ve tahri­ ratı olmasaydı ol asnn malumatına muttali olamazdık. İsmail Efen­ d i telifat-ı kesireye muffakiyetle ibka-i nâm eyledi” (14). Buna rağmen hayatta iken de şu olay nedeniyle özellikle mate­ matikte gerçek değerini ve liyakatim izhar etmiştir: B ir Fransız mühendisi Bab-ı Âli'ye logaritma ile ilgili bir risale getirerek bu­ nun çözülmesini ister, “ Bunu anlıyacak kimseniz yok mu?” diye de âdeta alay eder. Mühendis, Gelenbevî H ocaya gönderilir. Evi fazla gösterişli olmadığı için Fransız daha da şımarır ve iltifat etmez. Kısa b ir süre içinde Gelenbevî'den cevap ister. İkinci gelişinde Ge­ lenbevî, cevap olarak O'na bir risale takdim eder. Bunun üzerine Fransız mühendis hayranlığını gizleyemez. İsmail E fen d iyi Reis ü'l-Küttap Reşit Efendi'nin odasına çağırarak samur kürk giydirir v e resmini çektirir. Bu arada Reşit Efendi'ye de dönerek “ BU ADAM AVRUPA’DA OLSAYDI AĞ IR LIĞ INC A ALTUN DEĞERDİ" diye ila­ ve eder (15*). Bu risale Türkçe yazılmış olup iki bölümü ihtiva etmektedir: Birinci bölüm logaritma cetvellerinin keyfiyeti, inşa ve icadı ile alakalıdır. İkinci bölüm ise söz konusu cetvellerin nasıl kullanıla­ cağını açıklamaktadır. Bu esere bakılarak Gelenbevî'nin bizde eski matematiğe tatbik suretiyle logaritmayı icat ettiğine dair zamanında bazı söylentiler çıkmış ve Tarih-i Cevdet'de bu mealde ifadeler yer almış ise de, diğer kaynaklara göre bunların gerçekle alakası yoktur (1€). Şöyleki: Gelenbevî ne logaritma risalesinde ve ne de bununla ilgili di­ ğer kitaplarında, logaritmanın kendisi tarafından icat edidiğini be­ lirtmediği gibi, bilâkis “ ENSÂB" adını verdiği logaritmanın müteahhirinin eseri olduğunu defalarca itiraf etmiştir. Bununla beraber logaritma cetvelleri III. Mustafa devrinde Kalfazâde İsmail Çmarî (17) tarafından 1772 M yılında Türkçeye çevrilmiş ve ilk defa "Töh (14) Cevdet Paşa, ayn esr, C.4, s. 257 (15) Cevdet Paşa, ayn esr, C.4, s.258 <16) ADIVAR Abdulhak Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 184 vd <17) ADIVAR Abdulhak Adnan, Ayn esr, s. 184


4 fe-i Behic-i Rassinı Terceme-i Zîc-i Kassinî" (ıs) adlı kitabın başında dere olunmuştur. Zaten Gelenbevî'nin bu konudaki risalesinin "L o ­ garitma Şehri" adıyla neşredilmiş olması bu görüşü kendiliğinden ispatlamaktadır. Eski matematikle uğraşanların en sonuncusu olan İsmail Ge­ lenbevî'nin ömrü yokluk içinde geçerken I. Abdulhamit devrinde Sadrazam Halil Paşa'nm himmeti ve Kaptan-ı Derya Cezayirli Ha­ şan Paşa'nm delâletiyle Mühendishane-i Bahr-i Humayun'a 60 ku­ ruş aylıkla, matematik öğretmeni olarak tayin edilmiştir. Bunun üzerine Palabıyık Mehmet Efendi, Reis ü'l-Küttaba giderek, "İsm ail Efendi'nin fazl ü keremi müsellemdir. Ancak bu fende benim O'na, tefavvukum vardır..." diye bu tayine itiraz etmiştir. Reis Efendi ise, "Evvela ikinizi imtihan edecek bir mümeyyiz bulunuz da sizi imti­ han edelim. Saniyen İsmail Efendi kudemadan ve dar geliri’ oldu­ ğundan ancak medar-ı taayyüş olmak üzere tayin edildi." cevabını verince Memet Efendi, "Meğerki böyle cevap verile" diyerek dön­ dü (1 192 8 ). 0 I II . Selim devrinde Kâğıthane'de Padişah huzurunda yapılan bir talim resminde, birkaç defa top atılarak hiçbirinde hedefe isabet etmemesi, hünkârı kızdırmış, bunun üzerine İsmail Efendi Padi­ şahın huzuruna çağrılarak matematik yoluyla topun vaziyet ve is­ tikametini düzeltmiş, daha sonra yapılan üç atışta üst üste isabet kaydedilmiştir. Padişah bundan çok memnun olmuş ve Gelenbevî'ye yevmiye 4 okka pirinç tahsis etmiştir. Bilahare yine I II . Selim'iîı arzusu ile Yenişehir Fener Mollalığına tayin edilmiştir (-°). Padişah I II. Selim'in Gelenbevî ye olan teveccühü, sanki nüfus tesirindenmiş gibi, Şeyh ü'l-îslâm Hamidîzâde Mustafa Efendi’de bir kin bırakmış ve Fener Mollası iken İsmail Efendi ye tekdir yol­ lu bir mektup göndermiştir. Buna çok üzülen Gelenbevî teessürün­ den nüzula mübtela olarak 1790 M (1205 H ) yılında vefat emtiştir(21)(18)

(19) (20) (21)

Salih Zeki'nin Asar-ı Bakiye s. 297 de anlattığına göre bu "ZlC ", vak­ tiyle 28 Mehmet Efendi'nin Paris Rasathanesini ziyareti esnasında ra­ sathane müdürü meşhur Cassini'nin oğlu Jan tarafından kendisine ve­ rilmiş yazma bir kitabın tercümesidir. Kemal Zülfü Taneri, ayn esr, s. 63 Bursalı Mehmet Tahir, ayn esr, s. 293 vd Salih Zeki, Asar-ı Bakiye, s. 229, Kemal Zülfü Taneri, ayn esr, s. 64, Bur­ salI Mehmet Tahir, ayn esr, s. 293 vd.


5 Gelenbevî, yaşadığı müddetçe ihtişama değil, âlâyışsız bir ha­ yata, insanca yaşamağa, ilme ve fazilete âşıktır. Bıraktığı eserleriy­ le Mantık, Kelâm ve Matematikteki liyakatim açıkça ortaya koy­ muştur. Şurası bir gerçek ki Gelenbevî İsmail Efendi, X V III. yüzyılın kültürünü telif ettiği eserleriyle bize aktaran tek Osmanlı bilginidir. Kendisi aklî ve naklî ilimlerle uğraşmış ve her iki sahada da kıy­ metli eserler vermiştir. İlm î çalışmaları ile ilgili olarak Celâl Haşi­ yesinin mükaddimesinde ‘‘Gençliğinin başlangıcında gücünü fünun-u akliyye uğrunda sarfettiğini, özellikle Mantık ile Âdâp fenferine taalluk eden hususlarda tahriratta bulunduğunu, daha sonra yaşı ilerledikçe mücerret olarak hazırlanmış âletlerden ise müşah­ hasa yöneldiğini ve bu arada Kelâm ilmine ait olan bazı şeyleri gü­ cünün yardım ettiği ölçüde yazmak istediğini...” belirtiyor (22). Gelenbevî'nin çeşitli konularda yazdığı eserlerinin sayısını ke­ sin bir rakamla ifade edemiyoruz. Bursalı Mehmet Tahir Onun (16) kadar eserinin adını zikrederken, bazı kaynaklarda risaleleri ile beraber (30)'a yakın eserinin olduğu belirtiliyor. Biz burada bu eserlerin özelliklerinden kısaca bahsedeceğiz : 1) Küsurat-ı Hesap (Hesap al-Küsur) (23) : Ömrünün sonları­ na doğru yazdığı cebir kitabıdır. Mufassal ve faydalı bir eserdir. Ma­ tematik ve Cebir işlemlerinden bahseder. Müellifin bu sahadaki kudretini ispatlar niteliktedir. Kitap beş bölüm (bab) olarak tertip edilmiştir, ilk dört bölüm aritmetik kaidelerini ihtiva eder. En -önemli bölümü cebir yoluyla bilinmeyenleri elde etmekten bahse­ den beşinci bölümdür. Bursalı Mehmet Tahir’in beyanma göre Umumî Kütüphanede bu eserin yazma bir nüshası mevcuttur. 2) Şerh-i Cedâvil-i Ensâb (Şarh Cadâvil al-Ensâb) (24) :Loga­ ritma şerhi olup iki makale üzerine düzenlenmiştir. Birinci maka­ lede Logaritma cetvelleri, ikinci makalede ise bunların nasıl kul­ lanıldıkları açıklanmıştır. 3) Amel bi al-Rub al-Mucâyyab (25) : Bu eserde Murabba tah­ tasının nasıl kullanılacağı izah edilir. Bursalı Mehmet Tahir Efen­ di (23) (24) <25)

Bk: Gelenbevî, Haşiye alâ al-Celâl, C. 1, s. 4 Bk: Salih Zeki, Kamus-u Riyaziyat, s. 319; Bursalı Mehmet Tahir, ayn esr, s. 296. Salih Zeki, Kamus-u Riyaziyat, s. 319 Bursalı Mehmet Tahir, ayn esr, s. 296


6 di. Halis Efendi kütüphanesinde bu eserin yazma bir nüshasının bu­ lunduğunu bildiriyor. 4) Adlâ-'ı Müsellesât (26) : Trikonometrik bir üsul ile hazırlan­ mış üçkenlerin çözümüne ait küçük bir risaledir. Bu eser 1904 M (1220 H ) yılında basılmıştır. 5) Usûl ü Cedâvil-i ensab-ı Sittinî (272 ) : Logaritma cetveleri9 8 nin inşa ve kullanılmasından bahseden bir risaledir. 6) Risale fi Sütûh al munharifât (28): Güneş saatinin yüksek­ lik tahtası ile ilgili hesaplara ait küçük bir risaledir. 7) Kitab al-Marâsıd li Tebyîn al-Hâl fi al-Mebâdi ve al-Makâsıd (29): Birçok eserleri gibi Arapça yazılmış olan bu eser, matematik tarihi açısından önemlidir. Logaritmanın icat edilip kullanılmasın­ dan önce, âdetâ bugün avrupalıların kullandıkları "R egle â Calculo” gibi rubu tahtası ile üçgen hatlarının nasıl hesaplandığını bildir­ mesi bakımmdan dikkate şeyandır.

8) Risalet ü'l-Âdâb: Matbu olan bu eser münazara k larından bahseder. Gelenbevî'nin bu eserine Haşan Paşazâde, "Feth al-Vehhab fi Şerh i Risalet ül-Âdâb" adıyla bir şerh yazmıştır. 9) Haşiye alâ M ir al-Âdâb : Gelenbevî, yine münazara kuralla­ rıyla ilgili olan bu eserini 1189 H yıllarında yazmıştır. Söz konusu eser 1234 H yılında İstanbul'da basılmıştır. 10) Risalet ü'l-K ıble: Dekaik al-beyan fi Kıble al-buldan, diyede bilinen bu eser, çeşitli ülkelerde kıblenin nasıl tayin edileceğim, yön tayinini şekillerle izah etmektedir. Gelenbevî'nin bu eseri de birkaç defa basılmıştır. 11) Resail-i İm tih an: Çeşitli konularda birtakım soru ve ce­ vaplar ihtiva eden kısa makalelerden meydana gelmektedir. İbra­ him Nurettin tarafından bir araya getirilmiş ve 1276 H yılında ba­ sılmıştır. Bu risaleler arasında llm-i Beyan, Vücud-u Zihni, E lfaz (Lafızlar), Mümteni'in mahiyeti, Cenab-ı Allah’ın maduma ve eşya­ (26) (27) (28) (29)

Kemal Zülfü Taneri, ayn esr, s. 65 Salih Zeki, Asar-ı Bakiye, s. 297 Salih Zeki, Asar-ı Bakiye, s. 297 vd. Kemal Zülfü Taneri, ayn esr, s. 296 vd.


7 y a talluk eden ilmi. Filozoflarla Kelamcılar arasında tartışma ko­ nusu olan âlemin hâdis mi, kadîm mi? olduğu meselesi.... vb konu­ lara ait makaleler vardır. 12) Vahdet-i Vücut R isalesi: Bursalı Mehmet Tahir bu eserin basılmamış olduğunu ve Fatih Kütüphanesinde yazma b ir nüsha­ sının bulunduğunu bildiriyor (30). 13) Haşiye alâ Haşiye al-Lâri alâ Hidayet al-Hikmet (31) : Esir ü'd-D ûı Ebheri'nin “ Hidayet al-Hıkmet” adlı eserine haşiyedir. 14) Akâid-i Seyelkuti üzerine Haşiye : Kelâm ilmi ile ilgili olan bu eserin bir nüshası, yazma olarak. Umumî Kütüphanede bulun­ maktadır (32). 15) Haşiye alâ alcelâl al-Devvani: Yine Kelâm ilmine ait bir eserdir. Medrese ulemasmca Gelenbevî nin ilmine en büyük delil -olmuştur. Müteaddit defalar basılmıştır. 16) Haşiye alâ Tehzib al-Mantık ve al-Kelâm : Taftazani'nin ■“ Tehzib al-Mantık ve al-Kelâm" adlı eserine, Ebû al-Fath al-Miri tarafından “ Tehzibi M iri" adıyla yapılan haşiye üzerine Gelenbevî'nin yazdığı mufassal bir eserdir. 17) al-Burhan fi îlm al-Mizan: Mantığa ait bir eserdir. X V III. yüzyılda bu dalda telif edilen hemen hemen tek eserdir. Gelenbevî'nin mantık sahasındaki kudretini ortaya koymağa kâfidir. Nite­ kim bu eser birkaç defa basıldığı gibi, bir çokları tarafından da şerhedilmiştir. Bu şerhler arasında Haşan Hüsnü Musulî’nin "Ten­ vir al-Burhan”mı, Yusuf Şükrü Harputi'nin “ Namus al-îkan"ım v e Ebû al-Fudalâ Mustafa al-Kutup al-Rizevi'nin “ Şerh-i Dibace-i Burhan"ını zikredebiliriz. Bunlardan başka Abdunnafi Efendi, “ Fen-i Mantık” adıyla Burhan ı hem şerh ve hem de tercüme etmiş­ tir. Ancak Mehmet Ali Ayni'nin de dediği gibi, arapçası Türkçesinden daha kolay anlaşılmaktadır (3 23). 1 3 0 18) Risalet ü'l-îm kân: Gelenbevî'nin matbu olan bu eseri, mantığın Modalite (Müveccihat) bölümü ile ilgilidir. (30) (31) (32) (33)

Bk: Bursalı Mehmet Tahir, ayn esr, s. 296 Bk: Brockelmen, Sup, II, s. 1015 Bursalı Mehmet Tahir, ayn esr, s. 296 vd. Bk: Mehmet Ali Ayni, Türk Mantıkçıları (M akale)-D ar ü'l-Fünun Ilâhiyat Fak. Dergisi, 1928.


19) Şerh-i tsağuci: Ebheri'nin "Isağuci” sinin şerhi olan bu eser de matbudur. 20) T a 'lik a t: al-îci'nin M evakıf adlı eserinin mantık bölümü­ ne Muhammet Tebrizi tarafından yaılan şerhe ta'likattır (*). Bu kısa izhatan da anlaşılabileceği gibi, Gelenbevî’nin bazı eser­ lerine şerh yaılması ve bir çoğunun basılmış olması, hatta birkaç defa basılması, O'nun ilmi kudretine duyulan itibarı kanıtlamağa kanaatimizce kâfidir. 2) G E LE N B E V Î'YE KADAR ÎSLÂMDA M A N T IK Ç A L IŞ M A L A R I: îslâmiyetin ilk yıllarında Müslümanlar yalnız dinî (Naklî) ilim­ lerle uğraşıyorlardı. Mekke'de doğan İslâmiyet zamanla gelişip fü­ tuhat devri başlayınca, müslümanlar bazı eski medeniyetlerle tema­ sa geçtiler. Bu medeniyetlerin başlıcalan eski Yunan, İran, Hint, M ısır ve Mezopotamya medeniyetleridir, işte bu temaslar onların yeni yeni bilgiler elde etmesini sağladı. Bu bilgiler başlangıçta Arapçaya tercüme yoluyla nakledildi. Daha sonra bu sahalarda binler­ ce eseri müslüman alimler telif ettiler. Islâmın bu medeniyetlerle teması H I. yüzyılda Emeviler devrinde başlar. Sözü geçen medeniylerle temas neticesinde, İslâm dünyasına giren bilgileri iki gruba ayırabiliriz (34) : Birincisi Felsefe, Mate­ matik, Astronomi, Tıp gibi rasyonal ve tecriibi bilgilerdir. Bu saha­ da Islâm aleminde en çok tesir icra eden medeniyet ise Yunan me­ deniyetidir. İkincisi ise, eski Mezopotamya medeniyetlerinin tesiriy­ le giren Tılsım ve Sihir bilgileridir. Bu cümleden olarak Islâm dünyasında M A N T IK çalışmaları da Aristo'nun mantık kitaplarının Arapçaya tercüme edilmesiyle başlar. Milâdi V III. yüzyılda başlayan Islâm tercüme faaliyetlerin­ de, Felsefe ve bilhassa Mantık tercümelerinin çok az olduğunu gör­ mekteyiz. Ancak bu asırda bir îranlı mühtedi olan Abdullah b al-Mukaffa, Pehlevi dilinden olmak üzere Aristo'nun Kategorilerini, Peri-ermeneias'ım ve I. Analitika’yı, ayrıca Porphyrius'un "tsağuci" (x )

Bk: Brockelman, s.II, 302.

(34)

öner Necati (Prof. Dr.), Tanzimattan sonra Türkiye'de ilim ve Mantık anlayışı, s. 2, Ank. 1967


9 sini Arapça tercüme etmiştir (353 ) . Ahmet Ateş Bey, İslâm Ansiklo­ 6 pedisi için yazdığı îb n Mukaffa maddesinde, bu tercümelerin ken­ disi tarafından değil de oğlu Muhammet b Abdullah tarafından ya­ pıldığının zannedildiğini ileri sürmektedir. îb n al-Nedim ise Fihris­ tinde, îbn Mukaffa'm meydana getirdiği eserlerin tam bir tercüme olmayıp, birer özet mahiyetinde olduklarını ifade etmektedir. Daha sonra (809-873 M ) yıllarında yaşıyan ve îslâm dünyasının en büyük mütercimlerinden birisi olan Ebû Zeyd Huneyn b İshak al-îbadi’yi görüyoruz. Bu mütercimin Arapçaya çevirdiği eserler arasında Mantıkla ilgili olarak sadece Kategoriler vardır. Peri-Ermeneias ve Analitikleri ise Süryani diline nakletmiştir. (911 M-) yılında ölen Huneyn b îsak'm oğlu îshak b Huneyn, alDustûr adını verdiği Organon tercümesinde, hemen bütün mantık külliyatım nakletmiş görünmektedir. IX . Asnn diğer mütercimleri arasında, Ebû Osman al-Dımışkî, Abdullah b Naima al-Humsî, İb ­ rahim b Bekûs al-îşarî, îbn Behriz, Sabit b Kurra, Ebû Yahya alMervezî, İbrahim al-Kuveyrî, Ebû İshak al-Kindî, Ahmet b al-Tayyip al Sarahsî, Muhammet b Zekeriya al-Razî ve Kostâ b Lûka alBa'lebekki'yi sayabiliriz (;ıe). Bunlardan al-Kindî, müslümanlar arasında ilk defa filozof adı­ nı alan ilk müstakil mütefekkir olup iki yüze yakın eser vermiştir (37). Bu eserler arasında mantığa giriş ve îsaguci ile ilgili olarak Kitab fi a-Medhal al-Mantık al-Mustavfi, Kitab fi al-Madhal al-Muhtasar, Risale fi al-Esma' al-Hams al-Lahika li Küll al-Makulât, R i­ sale fi amel-i âlet Muhricetün li al-Cevamî ile kategorilerin maksat ve gâyesini açıklayan Kitab fi Kasd-i Aristotâlis fi al-Makulât,Ri­ sale fi al-Mukulât al-Aşar adlı eserlerini sayabiliriz. Ayrıca I. Ana­ litiklerin bir tefsirini yaptı. Bu arada “ Risale fi al-îbane'an Kavi Batlamios f i Evveli'ı Mecasti Hâkiyen ‘an Aristotâlis fi Analotika” adlı bir araştırma meydana getirdi. II. Analitikleri şerhetti. Ayrıca “ Kitab fi'l Burhani'l-Mantıkî bi icâzin ve îhtisarin" kitabını yazdı. Sofistiyayı şarh etti. Bu konuda da “ Risale f i’l-îhtisar an Hüdâi'sSofistaiye” adlı bir eser yazdı. Diğer taraftan Poetika'nın bir muh­ (35) (36) (37)

Keklik Nihat (Prof. Dr.), îslâm Mantık Tarihi ve Farabî Mantığı, C. I, s. 42 vd. îbn al-Nedim, Fihrist, C. I, s. 248 vd. İsmail Hakkı İzmirli, Felsefe-i îslâmiyye Tarihi, I. Kitab, s. 3, İst. 1337, Prof. Dr. V. Bartholt, İslâm Medeniyeti Tarihi (Prof. Fuat Köprülü ter­ cümesi), s. 32 vd, Ank. 1963


10 tasarım da vücuda getirdi (383 ) . BÖylece M.Ö.IV. yüzyılda Aristoteles 9 Organon u ile müdevven bir şekilde ortaya koyulan mantık, önce İskenderiye ve Süryanilerde ele alınmış ve nihayet Milâdî V III. yüzyılda başlıyan İslâmî devir tercüme faâliyetleri sayesinde müslüman filozoflar tarafından incelenmiştir. Onuncu yüzyıla kadar takip ettiğimiz bu mantık çalışmaları, bu yüzyılda FARABÎ (870-950) ile en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Son yarım yüzyıllık araştırmalar, İslâm dünyasında yetişen ilk fi­ lozofun Farabî olduğunu gösterir mahiyettedir. Yunan ilim ve fel­ sefesini İslâm dünyasma kazandırmış olan bu büyük tercüme faâliyetinden sonra yetişen Farabî'nin tslâm dünyasında ilk filozof ola­ rak işgâl etmiş olduğu yer, al-Kindî münasebetiyle tartışma konusu olmuş olsa bile, çağdaş araştırmacıların Farabî lehine vermiş ol­ dukları sonuçlar hemen hemen kesinleşmiş gibidir (3B). Bu gün eli­ mizde bir Farabî külliyatı maalesef bulunmamaktadır. Buna rağ­ men, Sayın Prof. Mubahat KÜYEL'in Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül­ tesi Felsefe Araştırmaları Enstitüsü dergisinde Arapça metin ve Türkçe tercümeleri ile birlikte neşrettiği Farabî'ye ait eserler ve bu konudaki çalışmalarını, burada şükranla yâdetmek gerekir. Meşşai felsefesinin sistemli kurucusu olan bu büyük Türk ve Müslüman bilgini, aynı zamanda, İslâm dünyasında Mantığı dokuz bölüm halinde inceleyen ilk filozoftur. O, bu ilmin tamamım teşkil eden dokuz kitabı şöyle isimlendiriyordu: 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) 9) (38) (39)

al-Madhal (ÎSAGOJİ), al-Makulât (KATEGORİLER), Kitab al-lbare (PERİ-ERM ENEİAS) (40), Tahlil al-Kıyas (I. A N A LİTİK LE R ), Kitab al-Burhan (II. A N A LİTİK LE R ). al-Cedel (TO PİKA), Sofistika, al-Hitabet (R E TO R İK ), al-Şiir (PO ETİKA).

İzmirli İsmail Hakkı, ayn esr, s. 16 K Ü Y E L Mübahat, Farabî'nin Peri - Hermeneias Muhtısan, DTCF Fel­ sefe Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C. IV, s. 1, 1966 (40) Küyel Mübahat (Prof. Dr.), DTCF Felsefe Araştırmaları Enstitüsü Der­ gisinin 1966 yılı IV. cildinde Farabî'nin Peri - Hermeneias muhtasarının Arapça metnini Türkçe tercümesiyle birlikte neşretmiştir


11 Buna karşılık Doç. (Prof.) Dr. Mübahat TÜRKER (K Ü Y E L ),Farabî'nin İhsa al-Ulûm’da îsagoji'yi mantık kitapları meyanında say­ madığını, bu bakımdan mantık kitaplarının Farabî'ye göre sekiz kitaptan ibaret olduğunu ve îbn Rüşt’ün de bu hususta Farabı’yi takip ettiğini zikretmektedir (41). Farabî mantık sisteminde, Aris­ to'da olduğu gibi "Burhan" nazariyesi, bu ilmin belkemiğini teşkil eder. Burhan (İspat) nazariyesi, bilinenden haraket ederek önce­ den bilinmeyen başka bir şeyin bilinmesine bizi ulaştıran bir unsur­ dur. Bu sebeple Farabî, Yunan filozofuna uyarak, önce başlıca mef­ humları gösteren Katagorleri, sonra da bunların nasıl mezcedildiğini anlatan Peri-Ermeneias’ı, daha sonra da önermelerden meyda­ na gelen Kıyası ele alır. Yani kavramlardan önermelere, önermeler­ den de kıyasa ulaşır. Farabî ispat nazariyesi için bunları birer medhal olarak kabul eder. Bundan sonra da îspat kitabında felsefe ve ilimlerin zaruri prensiplerini ve kıstaslarım tayin etmek sırası gelmiş olur (42). Miladî X. yüzyılda Farabî'nin birçok muasırları arasmda öğ­ rencisi Yahya b Adiyy, Ebû Ali îbn Zur’a, İbrahim b Abdullah, Ebû Bişr Matta, İbn al-Hammar ve bu en son mantıkçısı olan Ebû Bekr b İbrahim al-Kalâbâzî'yi zikredebiliriz.

X I. Yüzyılın ilk ve büyük mantıkçısı ise Ebû Ali îbn Sina (980 1037 M) dır îbn Sina, Islâm dünyasında tüm mantıkçıların üstünde bir şöhrete sahiptir. Mantığa dair yazmış olduğu birçok risalelerin­ den başka "Ş ifa " adlı kitabının ilk bölümünde de bu konuyu tafsi­ latıyla ele alır. Farabî gibi başta îsagoji olmak üzere, Organon'un altı kitabını ve daha sonra Retorika ve Poetika kitaplarıyla man­ tığı yine dokuz bölümde incelemiştir. îbn Sina, mantığı, bir âlet-i kanuniyye olarak kabul eder. O'na göre zihin bir bilgiyi elde ederken iki merhaleden geçer: Biz şeyleri ya tasavvur eder veya da tasdik ederiz. Bu suretle mantık da “ TASAVVURAT" ve "T A S D ÎK A T ” diye ikiye ayrılır. Daha önce Farabî’nin eserlerinde de yer alan bu ayrım esas alınarak, bundan sonra İslâm kültür dünyasında yazılan mantık kitapları Tasavvurat ve Tasdikat diye iki bölümde incelenmiştir. Birinci bölümde Kavram (41) (42)

KÜYEL, Muhabat (Prof. Dr.), Farabî’nin Şeraitü'l-Yakin'i, DTCF Fel­ sefe Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C. 1, s. 157, 1963 K E K LİK Nihat (Prof. Dr.), ayn esr, s. 49 vd.


12 (elfaz), Tanım (tarif); ikinci bölümde ise önermeler (kaziyyeler), K ı­ yas ve ispat şekilleri söz konusu edilmiştir (43). Mantık anlayışında tamamen Aristocu olan İbn Sina'dan son­ ra gelen İslâm mantıkçıları, Farabî ve İbn Sina geleneğini izlemiş­ lerdir. Mantık sahasında verilen eserler ise ya öncekilerin şerhi, ya da pedagojik gayeler için kaleme alınan kitaplardır. Bununla bera­ ber bu kitaplarda da çeşitli mantık konularına bazen yeni şeyler de ilave edilmiştir. Zarnucî (öl. 1202 M)'nin Mantık kitabı, Havincî (öl. 1284 M )’nin muhtasar Mantığı, Ebherî (öl. 1264 M)'nin Isagocisi, Urmevi (öl. 1283 M )’nin Metâli'al-Envar'ı ve Kâtibi (öl. 1262 M)'nin Şemsiye adlı eserleri hep îbn Sina mantığına dayanan eserlerdir (44).

X II. Yüzyılda Endülüs'te yetişen büyük İslâm filozofu İbn Rüşt (1126-1198 M) saf Aristoculuğu temsil eder. Yine bu yüzyılın büyük alimi Fahrettin Razı (öl. 1209 M) ise Yunan mantığını İslâm dünyasında artık klişe haline getirmiştir. Razî'nin Kitab al-Mubeyyin f i ’l-Mantık adlı eseri önemlidir (45). X III. Yüzyılda İslâm aleminde tanınmış mantıkçılar yetişmiştir. Bunlar arasında Sirac ü'd-Din Urmevî (1198-1289) 'nin Beyan alHakk, Kitab al-Menâhic ve Metali ü’l-Envar Fi'l-Mantık adlı eserle­ ri zikre değer. Özellikle bu eserlerden sonuncusu çok meşhur olup Kutbu'd-Din Razî al-Tahtanî (öl: 1364) bu kitabı Levami al-Esrar adıyla şerhetmiştir. Yine bu asrın mantıkçılarından Necmü'd-Din Ali b Ömer al-Kazvinî al-Kâtibî, hocası Şemsü’d-Din adına yazdığı al-Şemsiyye fi Kavâid al-Mantıkiyye'si, (ki bu eser başta Teftazanî ( ö l : 1389) ve Kutbu'd-Din Razî ( ö l : 1364) olmak üzere birçok alim tarafından şerhedilmiştir). Camiu'd-Dekaik fi Keşf al-Hakaik'i ve zamanındaki bazı alimlerle yaptığı münakaşaları konu alan Mugaletat ve Muhaverat f i l Mantık Beyn Necmü'd-Din al-Kazvinî ve Bâzı Ulema-Âsrihi adlı (*) eserleri ile meşhurdur. Ve nihayet X III. yüz­ yılın en büyük mantıkçısı olarak Esirü'd-Din Mufaddal b Ömer alEbherî ve O'nun İsağucisi ile Hidayet al-Hikmet, Risaletü'l-Bahire adlı eserlerini zikredebiliriz. (43)

öner Necati (Prof. Dr.) Tanzimattan sonra Türkiye'de ilim ve Mantık Anlayışı, s. 8-9

(44)

Keklik Nihat (Prof. Dr.), ayn esr, s. 59.

(45)

Bu eserin yazma bir nüshası, halen Üniversite Kütüphanesi Ay. 3614’te mevcuttur.

(x )

Bk: Ayasofya Kütüphanesi, 4855/1


13 X IV . Asır, al-îci, Kutbu'd-Din Razî, Molla Fenarî, Seyyit Şerif Cürcanî ve Teftazanî gibi meşhur alimlerin mantığa dair verdikleri eserlerle doludur. Bunlardan al-İcî ,(1218-1355 M)'nin al-Mevakıf'ını (I. Bölümü mantığa dairdir.), Razî'nin ( ö l : 1364 M) Risale fi'l-Külliyat'mı, Letaifül-Esrar’ını ve Tahrir al-Kavaid al-Mantıkiyyesi'ni (464 ) , Molla Fenarî'nin Risale-i Esiriyesini, Seyyit Şerif Cürcanî'nin 8 7 Kitab al Gurre'si ile Şemsiyye şerhine yazdığı Haşiyesini, Taftazaııi'nin Cilaü'l-Mantık ve Tehzib al-Mantık ve al-Kelâm'ını sayabili­ riz. Teftazani, İslami ilimler için yeni bir devir açmıştır. Bu sebep­ le kendisinden önce gelenlerin “ Mütekaddimin” , kendisinden son­ ra gelenlerin de "Mütaahhirin” diye adlandırılmalarına sebep öl­ müştür O7)XV. ve X V I. Yüzyıllarda İslâm dünyasında mantık çalışmaları eski hareketliliğini kaybeder. Bu devirlerde mantık sahasında bir­ takım şerh ve haşiyeler yazılmasından daha ileri bir çalışma görül­ memektedir. Abdurrahman al-Ahterî'nin 1533 yılında yazdığı al-Süllem.al-Munavrak adlı manzum mantığı, nev'i şahsına münhasır klâ­ sik bir eserdir. X V II. ve X V III. Yüzyıllarda îslâm dünyasında gerileme halin­ de devam eden mantık adına yapılan şerh ve haşiyeler, bu ilmin esas gayesinden uzaklaştırıldığını göstermektedir. Bu devirde Abd al-Şükr al-Biharî ( ö l : 1707 M)'nin Süllem al-Ulûm ve al-Kavl alEşlem alâ Bahs al-Tasavvurat adlarında iki eser verdiğini görüyo­ ruz (48). 1790 M yılında vefat eden ve araştırmamıza konu olarak aldığımız İsmail G ELENB EVÎ ise devrinin en büyük mantıkçısı olarak kalacaktır. Netice olarak, M.Ö.IV. asırda ortaya çıkan Aristo Mantığı, Aris­ to'nun şarihleri Süryaniler ve nihayet ilk müslüman mütefekkir­ leri tarafından 14 asır müddetle birçok defa şerh, tefsir ve tercü­ me edilmiş, X. asırda Türk filozofu Farabî'nin elinde çok inkişaf etmiş ve mübhem hiçbir yanı kalmamıştır. Farabî’nin bir devamı olan İbn Sina Aristoteles geleneğine bağlı Türk-lslâm Mantığına sanki son şeklini vermiştir. Daha sonra gelen İslâm mantıkçıları bu geleneğe bağlı kalmışlardır. (46) (47) (48)

Bk: Ayasofya Kütüphanesi, 4868/5, 2567/5 ve 2546 Mehmet Ali Ayni, Türk Mantıkçıları, s. 52 Max Horten, İslâm Ansiklopedisi Felsefe Md. C.4, s. 545


14 tbn Haldunun, îbn Sina'dan sonra gelen mantıkçıların yazdık­ ları mantık kitaplarında bazı değişiklikler yaptıklarını ileri sürme­ sine rağmen, İbrahim Madkour, gerçekte onların îbn Sina'yı tak­ litten başka birşey yapamadıklarım söylüyor (495 ). 0 Diğer taraftan İslâm dünyasında V III. ve X II. Yüzyıllar ara­ sında Mantık ilmini aleyhine şiddetli birtakım fikirler belirmiştir. Îbn Salah ve al-Nevevî mantıkla uğraşmayı haram kılarken Îbn Teymiyye ve İbrahim b Musa al-Şatıbi gibi mütekellimler de man­ tıkla iştiğal edenlerin dinsizliklerini (küfrünü) ileri sürerek, bütün ulum-ü dahilenin aleyhinde bulundular. Mütekaddimin ehl-i sünnet alimlerinin mantığı reddetmelerinden, onların ilimlerinin mantığın esas kaidelerine muhalif olduğu zannına gidilmemelidir. Dinî ilim ­ lerde ve Kelâm bahislerinde, onların da üsullerinin aslı, mantığa ait esas kaidelerdir. Onların en büyük itirazları, Organon veya o üsule uygpn olarak Arap filozofları tarafından telif olunan mantık kitap­ lard ad ır (5Ü). Ancak X II. Yüzyıl başlarında ilk defa Ebû Hamit al-Gazzalî (öl: 1111 M) tarafmdan dinî akidelere aykırı olmadığı gerekçesiyle mantık lüzumlu bir ilim addedilmiştir. “ Mantık bilmeyenin ilmine itibar edilemeyeceğini" söyliyen Gazzalî'nin gayretleri ile mantık, hiç olmazsa sünnîler arasında kabûle yarayacak müsbet formüller bulmuş oluyordu (51). X II I . ve X V III. asırlar arasında büyük man­ tıkçılar yetişmiş ise de, asırlar geçtikçe mantık araştırmaları tıbkı Farabî ve Îbn Sina'da olduğu gibi sistemli olarak 9 bölümde tetkik edilmiyordu Mantık başlıcaTasavvurat ve Tasdikat diye ikiye ayrı­ lıyor, bunların tetkiki için de birtakım şerh ve haşiyeler temel teş­ kil ediyordu.

(49) (50) (51)

Bk: Öner Necati (Prof. Dr.) Tanzimattan sonra Türkiye'de İlim ve Man­ tık anlayışı, s. 9 Ali Sedad, Mizan a l-U k û l fi’l-M antık ve al-Ü sûl, s.4 Keklik Nihat (Prof. Dr.), ayn esr, s. 69


15 G E LE N B E V Î'N İN M A N T IK A N L A Y IŞ I A ) G ELENBEVÎ M A N T IĞ IN IN MUKADDİMESİ 1) İL İM V E M A N T IK FELSEFESİ (52) : Gelenbevî, mantığın esas problemlerinin kavranmasına yardım­ cı olması ve onlarla çok yakın bağlan bulunması bakımından, " İ l­ im ve Mantık" problemi ile "Delâlet ve Lafızların" araştırılıp ince­ lenmesini, mantığın adetâ bir bölümü gibi ele alıyor. O'na göre "il­ im, akılda birşeyden hasıl olan surettir" (53). B ir şeyin akılda hasd olan sureti, o şeyin akılda diğerlerinden ayırt edilmesinin bir gereğidir. Öyleyse İlim , bir şeyden zihinde hasıl olan suret nedeniyle, o şeyin diğerlerinden ayırt edildiği şeydir. Akılda bu imtiyaza sa­ hip olduğu için, hasıl olan anlama (mânâya) “ Suret" adının veril­ mesi bu açıdandır. Nitekim hariçte bir şeyin kendine has şekli, di­ ğer şeylerden onun ayırt edilmesine sebep olan suretidir. Araştır­ macılar İlmi, "O zihne ait ilintileriyle beraber, müşahhas bir suret­ tir. "Şeklinde daha açık bir ifade ile de tanımlıyorlar (54). Gelenbevî nin bu tanımı tümel bir kavramdır. Bunun "-akılda" ve "-meydana gelen” sözleriyle kayıtlanmış olması, tanımın, sonra­ dan meydana gelen bilgiye tahsis edildiğini ve doğuştan getirdiği­ miz akla ait bilgiyi dışarda bıraktığım ortaya çıkarmaktadır. Ayrı­ ca tanımın doğru ve yanlış bilgiyi içerdiğinden şüphe yoktur. Buna göre al-Cahl al-Mürekkep tanıma dahil olur. Gelenbevî'nin ilmi bu şekilde tanımlaması, O'nun, bir şeyin zih­ ne ait varlığını (Vücud-u zihniyi) kabu eden filozoflarla aynı gö­ rüşü paylaştığını gösterir. Nitekim vücud-u zihniyi inkâr eden kelâmcılann bir çoğuna göre İlim , "âlim ile mâlum (bilen ile bilinen) arasında bir izafet-i mahsuse (özel b ir ilişki kurmak)'dir." Burada âlim, "Zihin” , mâlum ise “ Suret"tir (55). Ancak kelâmcılann vü­ cud-u zihniyi reddetmelerinin anlamı, "B iz bir şeyi tasavvur veya tasdik ettiğimizde, ondan akılda bir suretin meydana gelmemesi" (52) (53) (54) (55)

Burada ilim, Bilgi anlamında kullanılmıştır. Matematik, Fizik... vb. gibi bir bilgi türü olan ilim kasdedilmemektedir. Gelenbevî - Burhan, s. 3 Gelenbevî, Haşiye alâ Tenzib al - Mantık ve al - Kelâm, s. 175 Gelenbevî, Haşiye alâ Tehzib al-M antık ve al-Kelâm , s. 165


16 demek değildir. Zira akılda bu durumda bir suretin varlığı apaçık­ tır. öyleyse bu reddedişin anlamı ne dir? Bunun anlamı, “ Zihinde hasıl olan bu suret, bilinen mahiyetin varlığından başka bir benzeri değildir.” Zira mahiyet tektir. Mesela, "Güneş” gibi. Bunun iki var­ lığı vardır: 1) Hariçteki varlığı, 2) Zihindeki varlığı. İşte kelâmcılar, eşyaların benzerleri olan sureterinin varlığını inkâr etmiyorlar. Zira bu benzerler hariçte mevcutturlar, yanı zamanda mahlûkturlar. Onlar sadece bu eşyaların zatından vücud u zihniyi inkâr ediyorlar ve şu delillerini öne sürüyorlar: "E ğer zihinde ateş hasıl olsaydı, onun tasavvuruyla zihinler yanardı'. Bu delil yanlıştır. Zira görüyoruzki burada ateşin bizzat kendisi inkâr edilmiştir, benzeri (su­ reti) değil. Yani ateşin kendisinden zihindeki varlığı reddedilmiş­ tir, benzerlerinin varlığı reddedilmemiştir. Şu bir gerçek ki, bilme anmda, zihinde, bilinenin kendisine benzer bir suretin meydana çıktığı inkâr edilmeyecek kadar apaçıktır (56). Eğer ilim, inanmak ve kabul etmek yoluyla, bir şeyin diğer bir şeye nisbetinin tam bir idraki olursa bu "T A S D İK ” tır, yoksa "TASAVVUR” dur (575 )- Mantığın da TASAVVURAT ve TASD ÎKAT diye 8 ayrılmasına esas olan bu tasnif, Farabı ve îbn Sina'dan gelmekte­ dir. Farabî, Kitab al-Burhan'ında "îlim ismi kısaca iki manâya ge­ lir, birincisi tasdik, İkincisi tasavvur...” (58) derken, îbn Sina, İşarat'mda ilmi, "Tasdikten mücerret tasavur ve Tasdikle beraber ta­ savvur" diye ikiye ayırıyor. Şifa’da ise "Sadece Tasavvur, Tasdikle beraber Tasavvur” diyor (59). İlmi, Tasavvur ve Tasdik diye ikiye ayı­ ranlar, tasavvurdan kendisinde hüküm olmayan idraki, tasdikten de hükümle olan idraki kasdetmektedirler. Tasavvur ve Tasdikte her biri ya"Bedihî” ya da "N azarî”dir. Bedihî, isbata muhtaç olmadan doğrudan doğruya aklın kabul etti­ ği bilgidir. Nazarî ise akıl yürütme yoluyla elde edilen bilgi olup "Bilinmeyenin elde edilmesi için makulün mülahazasından ibaret­ tir.” Başka bir ifade ile "Bilinmiyene varmak için bilinen şeyleri tertip etmekten başka birşey değildir. "Nazarî tasavvura götüren şeye al-Kavl al-Şarih (tanımlayan söz) adı verilir. Kavl-i Şarihin (56) (57) (58) (59)

Gelenbevî, Haşiye alâ Tehzib al - Mantık ve al - Kelâm, s. 164 Gelenbevî, Haşiye alâ Celal al - Din al - Devvanî, s. 151 -152 Gelenbevî Burhan, s. 3 Farabî Kitab al-Burhan (Mübahat Türker-K üyel-Nşr.), DTCF Fek şefe Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 1963, s. 220 Ebû al - Senâ al - Îsfehanî, Metatiü'l - Enzar alâ Tavâliü'l - Envar, s. 14


17 cüzleri Beş tümel (Külliyat-ı Hams)'dir. Beş tümel burada genel bir ifade olarak kulanılmıştır. Aslmda Gerçek Tür (Nev-i Hakiki), Kalv-i Şarihten aslâ bir cüz' değildir (60). Nazarî tasdike götüren şeye ise Delil ve Hüccet denir. Bunun cüzleri de bilinen Önermeler (Kaziyyeler)'dir. Gelenbevî, bazan nazarî yerinde Kisbî, bedihi yerinde Za­ rurî tabirlerini kullanıyor (6 61). 0 Kısacası, İlim , önce Tasavur ve Tasdik olarak ikiye ayrılır. Bu ikisi de Bedihî ve Kisbî kısımlarına ayrılırlar. Mantığın her iki bö­ lümü ancak bununla tamam olur. Yoksa sadece Tasavvur ve Tas­ dik, veya sadece Bedihî ve Kisbî olarak ayrılmakla tamam olmaz (626 ). 3 Bilginin nazarî olan kısmı, fikirle elde edilir. Fikir, bilindiği gibi, bilinmeyeni elde etmek için bilinenlerin tertibidir. Bu tertip sadece zihinde veya sözlü olarak bilfiil gerçekleşir. Tertibin muay­ yen bir yolu ve kendisine mahsus birtakım şartları vardır, işte bu yol ve bu şartların varlığı ve sihhati apaçık olarak bilinmez. Öyleyse gelişi güzel tertip her zaman doğru olmaz. Çok defa hatalı olur. Dü­ şünen fertler, çoğu kez bibirlerine zıt düştükleri gibi, tek bir insan dahi iki ayrı zamanda kendisiyle tenakuza düşebilir. Bu takdirde fikirlerde hiç hata olmayacak veya en az olacak şekilde apaçık ola­ rak bilinenlerden, nazarilerin elde ediliş yollarının bilgisini gös­ teren ve onun şartlanı ifade eden, aynı zamanda bilinenlerin hal­ lerinden bahseden faydalı bir kanuna ihtiyaç vardır ki, o da MANT IK ’tır (6S6 ). Konusu itibariyle Mantık, "Bilinmiyene sıhhatle varabilmek içi bilinen birtakım tasavvur ve tasdiklerin ahvâlinden bahseden" bir ilimdir. Gayesi itibariyle de "Düşüncelerin kendisiyle hatadan korunduğu bir ilim veya bir alet-i kanuniyyedir” (64). Mantıkçılara göre Kanun, kendisinden tikellerin (cüz’îlerin) hükümlerinin çıkarıl­ dığı tümel (küllî) kaidelerdir ki, bu kaideler insan zihnini hatadan korur (65). Nitekim Mantık, "Bizzat doğruya varan yol veya doğru­ ya ulaşan yolların hallerinden bahseden" bir ilimdir (6e). (60) Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 56 (61) Gelenbevî, Haşiye alâ Tehzib al - Mantık ve al - Kelâm, s. 190 vd. (62) Gelenbevî, Alâ M ir al - Tehzib, s. 190 (63) Gelenbevî, Burhan, s. 4 (64) Gelenbevî, Burhan, s. 4, Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 8 (1283 Bsk) s. 6 (1275 Bsk) (65) Taftazani, Tehzib (Devvani Haşiyesi), s. 67 (66) Gelenbevî, Haşiye alâ Tehzib al-Mantık ve al-Kelâm , s. 3


18 Gelenbevî'nin mantığın mevzuu hakmdaki görüşü, müteahhirinin görüşüdür. X IV . Yüzyılın büyük bilgini Taftazanî ile başlayan bu ekolün temsilcileri arasnda Kutbü'd-Din Razı, Molla Fenarî ve Seyyid Şerif Cürcanî'yi de zikredebiliriz. Bunlardan Fenarî, mev­ zuu itibariyle mantığı, “ Aldın bilinmeyenlere ulaşmakta faydası yö­ nünden, tasavvur ve tasdiklerin zatı arazlarında bahseden bir ilim " (C7) olarak nitelendirirken Kutbûddin Razî mantığı “ iktisap ka­ nunlarının mecmuu” (6 68) sayıyor. 7 Mütekaddimin diye adlandırılan önceki mantıkçılara göre ise mantığın konusu, ikinci makûllerdir. Bunlar sadece zihne ait olan ve haliçte varlığı olmayan mefhumlardır. Halbuki Gelenbevî, Va­ cip, Mümkin, Müteni'... gibi sadece zihne ait olan ikinci makûllerin Kelâm ve Felsefenin konulan arasında olduğu görüşündedir. Gelenbevî, Mantığı bir yanardağa benzetirken, O'nun diğer ilim­ lere tuttuğu ışığı kasdetmiş ve Mantığı bütün ilimler için hizmetçi kabul etmiştir (69). O na göre Mantık, müstakil bir ilimdir. Bunun­ la beraber bütün ilimlere hakimdir. Nitekim Hz. Adem de bir in­ sandır. fakat bütün insanların da babasıdır (70). Gelenbevî'nin bu iddialan, “ Mantığı diğer ilimlerle mukayese ettiğinde O nu hepsi­ nin başında gören ve ilimlerin reisi sayan" Farabî ile "ilim lerin tü­ münü idrâkte mantığı en güzel yardımcı kabul eden” (71) Ibn S i­ na’nın görüşlerinden farksızdır. Öte yandan diğer ilimlerle olan münasebeti, hissiyatın ölçüle­ rine nisbetle terazi gibidir. Dolayisiyle bu ilme Mantık denildiği gi­ bi ILM -I M lZA N adı da verilir (72). Böylece felsefenin nazari bir ilim olmasına karşılık, mantığın tatbiki b ir ilim olduğunu söyleye­ biliriz. Mantığın bilinen birtakım tasavvur ve tasdiklerden bahseder olması, iki kısım olması demektir: TASAVVURAT ve TASD ÎKAT (73). (67) (68) (69) (70) (71) (72) (73)

Şemsü'd - Din Ahmet b Hamza Fenarî, Risale-i Esiriyye, s. 4 K. Razî, Şarh metn al - Şemsiyye (Tasavvurat), s. 14 Gelenbevî, Burhan, s. 2 Gelenbevî, Haşiye alâ Tehzib al-M antık ve al-Kelâm , s. 2 K.Razi, Levamiü'l - Esrar, s. 2-3 Gelenbevî, Şerh-i lsağuci, s. 7 (1283 Bsk), s. 6 (1275 Bsk) Gelenbevî, Şerh-i lsağuci, s. 9 (1283 Bsk), s. 7 (1275 Bsk)


19 Temelde Aristocu olan Farabî'nin ilk defa ortaya koyduğu bu ayırıma, Gelenbevî'nin Şerh-i Isağuci’si dışındaki eserlerinde rastlanmamaktadır. O'na göre tasavvurat ve tasdikatm her ikisi için de mebde'ler ve maksatlar vardır. Tasavvurların mebde'leri Beş Tü­ mel, maksadı Tanımdır. Tasdiklerin mebde'i önermeler, maksadı da Kıyastır. Kıyasın kendine has maddesi (yapısı) ve sureti (şekli) vardır. Maddesi itibariyle Kıyas beş kısımdır. Buna BEŞ SANAT adı verilir. Bu sanatlar: BURHAN, CEDEL, HİTABET, Ş İİR ve MUGALATA'dır. Öyleyse mantığın bölümleri 9 olarak sınırlanmış oluyor (74). Böylece İsmail Gelenbevî, Farabî ve İb r Sina geleneğine uygun olarak mantığı dokuz bölümde mütalaa ediyor. Şu varki O, DEL­ LE T ve TE R İM bahsini mantığın esas bölümleri arasından çıkarıp onların mantığa bir mukaddime kabul ederken, Aristo mantığının temel ilkelerinden olan Kategorileri hiç söz konusu etmemiştir. Burhan adlı eserinin tertibinden de bu açıkça anlaşılmaktadır. N i­ tekim mantıkla ilgili diğer eserlerinde de Kategorilere rastlamak mümkün değildir. 2) D E L  L E T : Gelenbevî, îbn Sina'nm mantığm bölümleri arasına soktuğu Delâleti “ Kendisini anlamaktan başka bir şeyi anlamak hasıl ola­ cak şekilde bir şeyin olmasıdır", diye tanımlıyor (75). Bu tanım Gelenbetvî’den öncekilerde de vardır. Şu varki, bazı faklılıklar göze çarpar. Mesela Razî Delâleti, "B ir şeyin, bilinmesinden başka bir şeyin bilinmesini gerektiren bir halde olmasıdır." şeklinde tanımlar­ ken Onun muasırı Fenarî, “ B ir şeyin, idrakinden (başka bir şeyin) idraki yahut zanm gerektirir bir halde olmasıdır" (76) diyor. Birinci şeye, Delâlet eden (Dall), İkinciye de Delâlet olunan (Medlûl) adları verilir, öyleyse Dall, onu anlamaktan başka bir şeyi anlamak hasıl olan şey; Medlûl ise, kendisi anlamak başka bir şe­ yi anlamaktan ortaya çıkan şeydir (77). (74)

Gelenbevî, Şerh-i tsağuci, s. 9 (1283 Bsk), s. 7 (1275 Bsk)

(75) (76)

Gelenbevî, Burhan, s. 4 Bk: K. Razi, Şarh Metn al-Şemsiyye (Tasavvurat), s. 19, Şemsü'd-Din Ahmet b Hamza Fenarî, Risale-i Esiriyye, s. 7 Gelenbevî, Burhan (Abdunnafi Şerhi), C. 1, s. 32

(77)


20 Gelenbevî ye göre Delâlet eden vasıtasiyle Delâlet olunanın meydana gelmesi devamlılık ifade eder, bazen olur-bazen olma^ değildir. Bu iki mefhum arasındaki devam, O'na göre karine ile ara­ larındaki lüzumdan ibarettir (787 ). 0 8 9 Delâlet'i SÖZLÜ (Lafziyye) ve SÖZSÜZ (Gayr-i Lafziyye) olmak üzere ikiye ayıran Gelenbevî, bunların her birini de V A Z 'İY Y E , TAB ÎÎY Y E ve A K L lY Y E diye üçe taksim ediyor (7/). Böylece o, sözsüz delâlette Tabiiyyeyi kabul etmeyenlerin görüşünü reddetmektedir. O'na göre meselâ, "Âşıkm mâşkunu görünce yüzünün renginin de­ ğişmesi" sözsüz Tabiî bir delâlettir (F<). Mantıkta söz konusu olan Delâlet, SÖZLÜ V A Z 'İ DELÂLET (Delâlet-i Lafziyye-i Vaz'iyye)'tir. Vaz', bir şeyin başka bir şeye tâ­ yinidir. O şekildeki, her ne zaman birinci şey söylenir veya hissedilir ise, ikinci şey ondan anlaşılır (81). İsmail Gelenbevî, Sözlü Vaz'i Delâleti de MUTABAKAT, TAZAMMUN ve İLTİZ A M olmak üzere üçe ayırıyor Meselâ, "İnsan" sözü­ nün "Konuşan hayvanın" tümüne delâleti, Mutabakat; sadece “ Hay­ vana” delâleti, Tazammun yoluyladır. "Dövmek” lafzının "Döven" ile "Dövülene" delâleti ise iltizam yoluyladır (828 ). 3 Bu tasnif Ebherî, Taftazanî, Razî ve diğer birçok mantıkçılarda aynen vardır. Şu varki Gelenbevî, İltizamı delâlete misal verirken mantıkçılar arasmda çok meşhur olan "İnsan sözünün ilme ve H i­ tabet sanatına kabiliyetli oimağa Delâleti" şeklindeki misalden ka­ çınmıştır. Bunun sebebi ise, sözkonusu misale olan itirazlardır. Ra­ zî ile Cumhur (bilginlerin çoğunluğu) arasında bu misal üzerinde vaki olan ihtilafta. Razı misalin yerinde olduğunu savunur (8î). Gelenbevî ise bu konuda şöyle demektedir: "Tem sil için farzetmek yeterlidir. Burada lüzûm farzetmek üzere bina kılınmıştır, öy­ leyse bu misal doğrudur" (84).

(78) (79) (80) (81) (82) (83) (84)

Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 56 Gelenbevî, Burhan, s. 4 Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 10 (1282 Bsk), s. 7 (1275 Bsk) Gelenbevî, Şerh-i Isağuci. s. 9 (1283 Bsk), s. 7 (1275 Bsk) Gelenbevî, Burhan, s. 4 Şemsü'd-din Ahmet b Hamza Fenarî, ayn esr, s. 12.13 Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 11 (1283 Bsk), s. 9 (1275 Bsk)


21 Gelenbevî, Îltizamî delâlette Z İH N ÎY Y E 'y i müteber sayanlarla aynı görüştedir. O'na göre Ebherî, Îltizam î delâleti şayet “ ...zihin­ de..." sözüyle değil de "hariçte" sözüyle kayıtlamış olsaydı, bundan, "Hariçte varlığı olmaksızın Îltizam î delâletin gerçekleşmiyeceği" anlaşılırdı (85). Gelenbevî'ye göre Mutabakat ile Tazammunî ve Îltizamî delâlet­ ler arasında Umum ve Husus Mutlak (Tam-girişimlik) vardır. Yâni Tazammunî ve Îltizamî delâletlerin gerçekleştiği her yerde Muta­ bakat da tahakkuk eder, bunun aksi gerekmez. Buna karşılık Ta­ zammunî ile Îltizamî delâletler arasında Umum ve Husus Min Vech (Eksik-girişimlik) vardır. Zira Îltizamî delâlet olmaksızın Tazam­ munî gerçekleşebilir (868 ). 7 Halbuki Razî, Tazammunî ve Îltizamî delâletler arasında da Umum ve Husus Mutlak olduğu söylemektedir. Çünkü söz ister ba­ sit olsun ister bileşik (mürekkep) olsun, örf ve akıl yönünden onun gerekli bir anlamı mutlaka vardır. Öyleyse her ne zaman Tazam­ munî delâlet tahakkuk eder ise, Îltizam î de tahakkuk eder, bunun aksi yoktur (s7). Böylece Gelenbevî bu konuda Razî'ye muhalefet ediyor. 3) MÜFRET VE M ÜREKKEP L A F IZ L A R : Sözlü vaz'î delâlette esas olan sözdür (lafızdır). Bu itibarla Ge­ lenbevî delâletle birlikte lafızlar üzerinde de duruyor ve ağızdan çıkan anlamlı sesleri Farabî'de olduğu gibi önce MÜFRET ve MÜ­ R E K K E P diye ikiye ayırıyor. Ağızdan çıkan anlamlı bir sözün (lafzm) kendisini meydana ge­ tiren seslerden her hangi birisi (sözün bir cüz'ü) ile, bu sözün tâyin edildiği anlamın bir kısmı kasdedilmiyorsa bu söz Müfret'tir. Böy­ le olmaz ise Mürekkep'tir. Yâni Mürekkep, kendisinin cüz'ü mâna­ sının cüz'üne delâlet eden söz demektir (8S). Gelenbevî, bu ikili tasnifte, Farabî'nin Önerme Kitabındaki "...mürekkp olup tek olan şeyleri gösteren sözler...'" (89) ayırımım (85) (86) (87) (88) (89)

Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 11 (1283 Bsk), s. 8 (1275 Bsk) Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 10 (1283 Bsk) Bk: Muhammet b Haşan Mağnisevî, Muğni't-Tullâb, s. 16 Gelenbevî; Burhan, s. 4 Bk: K Ü YE L Mühabat (Prof. Dr.), DTCF Felsefe Araştırmaları Ens. Der­ gisi, Farabî'nin Peri-Hermeneias Muhtasarı, C. IV, Yıl 1966, s. 11


22 her nekadar zikretmiyor ise de, tanım bunu Müfret'in içinde mutala ettiğini açıkça göstermektedir. Gelenbevî'ye göre Farabî ve bazılarının kullandıkları "M üellef söz” tabiri, mürekkep ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır (90). O’na göre bu konuda esas olan Müfret'tir. Mürekkep ise bahis dışı kalmaktadır. Dolayisiyle Müfredin Önce zikredilmesi gerekir. Hal­ buki Şemsiyye müellifi Kazvinî Mürekkebi önce zikretmiştir (91). Gelenbevî Müfredi de ÎSlM , K E LİM E ve EDAT (Harf) olmak üzere üçe ayırıyor. Tasnifteki Kelime, Dilbilgisindeki "F iil" karşı­ lığıdır. Bu ayırım başta Farabî'nin al-Tavdıa f i’l-Mantık ve Öner­ me Kitabı (Kitab al-İbara - Peri-Hermeneias Muhtasarı) adlı eser­ lerinde olduğu gibi (92), hemen bütün mantıkçılarında vardır. Daha sonra Gelenbevî, hangi sözlerin müfret sayılabileceği üze­ rinde duruyor ve örneklerle izah ediyor. Şu varki, bütün îslâm mantıkçılarında olduğu gibi, Gelenbevî'de de bu konu Arap dili ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bu nedenle verilen misaller, Türkçeye çevirildiklerinde, hattâ talaffuz edildiklerinde konunun anlaşılmasında tam bir açıklık getirmemektedirler. Buna rağmen Gelenbevî'nin, K.Razî gibi (93), müfret mütalaâ ettiği şu dört türlü sözü zikretmek­ te yarar var: 1 — Kedisinin asla parçası olmayan (tek heceli) söz, soru edatı olan

( \

hemze) g i b i .

2 — Kendisinin parçası (birden fazla hecesi) olmakla beraber parçalarının anlamı olmayan söz. B ir şahıs adı olan "Zeyd” gibi. Zira burada meselâ “ Ze” hecesinin Zeyd'den kasdedilen bir anlama delâleti yoktur. 3 — Kendisinin her hangi bir anlama delâlet eden parçaları olmakla beraber, bu parçaların kendisinden kasdedilen anlama de­ lâleti olmayan söz. Özel isim olan "Abd-Allah” gibi. Burada "Abd” ve "Allah” lafızları, kendi anlamlarının dışında tek bir lafız gibi bir şahsın adı olarak kullanılmışlardır. (90) (91) (92) (93)

Gelenbevî, Şerh-i İsağuci, s. 12 (1238) Bsk), s. 9-10 (1275 Bsk) Gelenbevî, Şerh-i İsağuci, s. 13 (1283 Bsk), s. 10 (1275 Bsk) Bk: K ÜYE L Mübahat (Prof. Dr.)f ayn esr, K E K LİK Nihat (Prof. Dr.) İslâm Mantık Tarihi ve Farabî Mantığı, C.2, s. 8 Bk: K. Razî, Şarh Metn al-Şemsiyye (Tasavvurat), s. 23


23

4 — Kendisinden kasdedilen anlamı üzerine delâlet eden par çalan olup, ancak o anlam üzerine sözkonusu parçaların delâlet­ leri kasdedilmeyen söz. B ir kişiye özel isim olarak verildiğini farzettiğimizde

q

konuşan hayvan" (94) gibi

Mürekkep sözlere gelince, bunlar da ya TAM olur, ya N Â K IS olur. Dinleyene sükûtu gerektirecek şekilde eksiksiz bir anlam ifa­ de eden söz Tam, etmeyen Nâkıs'tır. Tam olan Mürekkep söz ise H A B E R ÎY YE veya ÎN Ş A lY Y E olur, Haberiyye tasdik ve inkâra ih­ timali olan mürekkep sözdür (95). Gelenbevî, haberiyye yerine ba­ zen ÖNERME (K A Z İY Y E ) de denmektedir (96). Böylece, Farabî'nin Önerme Kitabında kullandığı "Cezimli söz" ifadesini (97). Gelenbevî "Haberiyye" veya "ön erm e" ile karşılıyor. Inşaiyye'yi ise T E N B İH ve İSTİFH AM kısımlarına ayırıyor. İnşaiyye olan mürekkep bir söz, vaz' yönünden bir isteğe delâlet etmiyor­ sa bu "Tenbih"tir. ÜNLEM-TEMENNİ-ARZ... gibi. Söz konusu la­ fız, vaz' yönünden bir isteğe delâlet ediyorsa bu da "lstifham "dır. Bunun SORU, DÜÂ. E M İR ve N E Y H (Olumsuz Emir) kısımları vardır (989 ). Tam olmayan mürekkep lafızları da Gelenbevî yine ikiye ayır­ maktadır: T A K Y İD İ, İZAFET. Takyidiyi Türkçede Sıfat Tamlama­ sı, İzafeti de İsim Tamlaması ile karşılayabiliriz. O'na göre meselâ "Konuşan insan" takyidi, "Zeyd'in kölesi" sözü ise izafet olan ek­ sik mürekkep birer sözdürler (" ). Gelenbevî sözleri, ister müfret ister mürekkep olsunlar, dilde vaz’ olundukları anlamda kullanılıp kullanılmamaları açısından H A K İK İY Y E , K İN A Y E , MECAZ ve GALAT diye tasnif ediyor. Me­ cazı da Mecaz-ı Mürsel ve Istiâreye ayırıyor. Meselâ

(

e l)

sözünün "nim et" anlamında kullanılması Mecaz-ı Mürsel, şecaatlı adam için "arslan" demek ve "şiddetli dövmek" hakkında "öldür­ m ek" sözünü kullanmak Istiâredir. Ayrıca Istiâre mürekkep sözler­ de olursa T E M S İL İY Y E , müfret sözlerde olursa ya MUSARRAHA veya M E K N İY Y E olur. Camit (bir kökten türememiş) isimlerde ve (94) (95) (96) (97) (98) (99)

Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 12 (1283 Bsk), s. 10 (1275 Bsk) Gelenbevî, Burhan, s. 4 Gelenbevî, Şerh-i Îsağuci, s. 13 (1283 Bsk) Bk: K Ü Y E L Mübahat (Prof. Dr.), ayn esr, s. 15 Gelenbevî, Şerh-i Îsağuci, s. 13 (1283 Bsk) Gelenbevî, Şerh-i Îsağuci, s. 13 (1283 Bsk)


24 mastarlarda olan musarrahaya A S LÎY Y E , müştak (Bir kökten türe­ miş) isimlerde ve harflerde (edatlarda) olan musarrahaya ise TEB E ÎY Y E adını veriyor. Buna ilaveten îstiâre-i Mekniyyede, sözün rumuz olarak verildiği anlama delâletinin bir karine ile ispatı ge­ rekir ki, buna da T A H Y ÎL İY Y E diyor (lü0). Bu tasnife daha önce Taftazanî ve Razîde rastlıyoruz (1 1011 0 ). 3 2 0 Bununla beraber Gelenbevi, bunların tasnifi ve kısaca tanı­ mıyla yetinmiş, geniş izahlarına girmemiştir. Bu konuda kendisi, mantıkçıların, sözlerin araştırılmasına yönelmediklerini beyanla, “ Biz hakikiyye ile mecazın tafsiline girmedik, zira mantık kitap­ ları bundan hâlidir..." demektedir (1€2). Diğer taraftan Gelenbevî, müfret sözü MÜŞTEREK, M ENKUL, ve MUHTASS (bir şeye has kılınmış) kısımlarına ayırıyor. Bunla­ rın her üçünü de belirlenmiş bir anlama kıyasla CÜZ'-i H A K ÎK İ, M ÜŞE K K E K ve M U TE VATI' diye tasnif ediyor. Eğer müfret lafız, tek bir ıstılahta birden fazla anlama vaz' olunursa Müşterek, bir ıstılahtan diğerine nakledilmek suretiyle iki ayrı ıstılahta birden fazla anlama vaz' olunursa Menkûl, sadece bir anlama vaz' olunursa Muhtass adını alır (lü3). Meselâ, Güneş ve görücü anlamına gelen ( ^ -sd \ ) sözü Müş­ terek, lugatçılar katmda Duâ, şeriatçılarda Namaz anlamına kul­ lanılan ( £

sözü ise Menkûldür (1041 ). Ayrıca özel isim olan 6 5 0

Zeyd, işaret ismi olan Bu, Şu, O... lafızları Cüz'-i Hakiki, Beyaz, K ır­ mızı ...vb sözler Müşekkek, fertlerine nisbetle vaz'î delâlette farklı olmayan "insan" lafzı da Mütevatı'dır (1C5). Gelenbevî'ye göre farklı olma sadece ilintiler (arazlar) ve sıfat­ larda olacağından, özler (zatlar) ve öze ait olan müfret sözlerde müşekkek olamayacağı açıktır (lü6). Gelenbevî bu tasnifte müşterek sözün zıttı olan M ÜTERADÎF'i (eş anlamlı söz) zikretmemiştir. (100) (101) (102) (103) (104) (105) (106)

Gelenbevî, Burhan, s. 4-5 Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 3, K. Razı, Matâlin’I-Envar Şerhi Levamiu’lEsrar, s. 43 Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 57 Gelenbevî, Burhan, s. 5 Gelenbevî, Burhan, (Haşan Hüsnü Musılî şerhi Tenvir al-Burhan) s. 39 Gelenbevî, Burhan, s. 5 Gelenbevî, Burhan, s. 5


25 Bu sınıflamaya biz Farabî'de de rastlıyoruz. Şu var ki, Farabî sadece ismi, Müşterek, Menkul ve Muhtass... diye sınıflandırırken ( 107), Gelenbevî bu tasnifi “ Müfret söz" için yapmıştır. Bundan Ke­ lime (fiil) ve edatın da müşterek, menkul ve muhtassı olduğu or­ taya çıkar. Buna karşılık Gelenbevî, örnekleri hep isimlerden seç­ miştir. B) GELENBEVÎ'DE M A N T IC IN ESAS PROBLEM LERİ I — K AVRAM LARIN İNCELENM ESİ 1) Tümel ve Tikel (Küllî ve Cüz'î) Kavramlar ve Araların­ daki İliş k ile r: Gelenbevî'de Terim (lafız) ve Kavram (mefhum) farklılığı açık­ tır. Terim için yapılan müfret ve mürekkep ayırımı, kavram için de geçerlidir. Buna karşılık kavram için .yapılan ayırım, terim için geçerli değildir. Esasen mantık geleneğinde tümel ve tikel bizzat kavramlarda geçerlidir. Bazen terimlere bunların ıtlakı mecazdır. Bu nedenle Gelenbevî, bu taksimde Kavramı esas almıştır. O, kav­ ramı şöyle tanıtıyor: "B iz bir şeyi idrâk ettiğimizde, zihnimizde ondan bir suret hâsıl olur. İşte hasıl olan bu suretin hariçteki var­ lığının zihnimizin özelliği sebebiyle orada canlanması, ilim olur. Hariçteki varlığına bakılmaksızın bir objenin sadece zihindeki ta­ savvuru ise Kavramdır (108). Eğer akıl, kavramın zatı (özü) itibariyle hariçte birçok şeyde ittihadını (birleşmesini) kabul etmez ise bu kavrama CÜZ-İ HA­ K İK İ denir. Görünen "Z eyd" gibi (109). Özü itibariyle kavramın birçok şeyde ittihadını akıl kabul ederse TÜM EL (Küllî) olur. Bu ittihat, içine aldığı bütün fertlerine aynı derecede delâletiyle olur. Fertlerinin hariçte, "Allah (C.C)'m ortağı" gibi mümkin olmaması, "Anka" gibi mümkin olmakla beraber bulunmaması, "Allah'ın var­ lığ ı" gibi tek olup benzerinin varlığını mümkin kılmaması, "Güneş" gibi bir tane bulunmakla beraber benzerinin varlığının mümkin (107)

(108) (109)

Bk: Farabî, Peri-Hermeneias Muhtasarı, Prof. Dr. K ÜYE L Mübahat Nşr., DTCF Felsefe Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C. IV, Yı] 1966, s. 48 Gelenbevî, Burhan, s. 5 Farabî, tsağucisinde Gelenbevî'nin Cüz’-i Hakiki dediğine “Şahsi" de­ mektedir. (Bk: Nihat KEKLİK, Farabî mantığı, C. 2, s. 9)


26 olması, “ Gezegenler" gibi sayılan belli birkaç tane olması veya “ İn­ san" gibi sayısız ölçüde bulunması müsavidir, hepsi de tanımın içine girer. Şu varki, “ Allah (C.C)’ın ortağı” gibi, hariçte fertlerinin varlığı mümkin olmayan külli (tümel), K Ü L L İY Y -Î FARAZİ (Fa­ razi Tümel) adım alır (110)1. Bazan daha genel (eamm) olana Tümel, bazen da daha özel (ehass) olana Tikel adlan verilir. Bunlara Göreli Tümel (Külliyy-i İzafi) ve Göreli Tikel (Cüziyy-i İzafi) denir. Her Cüziyy-i Hakiki, Cüziyy-i İzafidir. Bunun aksi doğru değildir. Külliyy-i Hakiki ile Külliyy-i tzâfi arasındaki nisbet ise bunun aksinedir. Çünkü Kül­ liyy-i İzafi, Külliyy-i Hakikiden kayıtsız olarak ehastır (ıu). Gelenbevî, tümel kavranılan hariçte ve zihinde fertlerinin var­ lığı itibariyle B İR İN C İ M ÂKULLER ve İK İN C İ M ÂKULLER diye ikiye ayınyor. İsterse bu var olma farzedilmiş olsun, müsavidir. Eğer bir tümel kavram, sadece hariçte var olan veya hem zi­ hinde ve hem de hariçte var olan fertleri için sabit olursa, bu Birin­ ci Mâkul'dür. Su için “ Soğukluk” , ateş için “ Sıcaklık” kavramları gibi. (-Ki, bu ikisi Gelenbevî'ye göre yalnız hariçte olan kavram­ lardır) (112)3 1. İnsan, Hayvan, Anka kavranılan, dört için “ Çiftlik", üç için “ Teklik" mefhumlan da yine birinci mâkullerdendir. Çün­ kü bunlar birinci derecede düşünülen (aklolunan) kavramlardır. G ELENBEVÎ ye göre biz her nezaman hararet vasfı ile ateşi ta­ savvur edersek, hararet aynı anda zihinde hararet sureti ile var olur. Zatı ile mevcut olmaz. Eğer zatı ile mevcut olsaydı, zihnin yanması gerekirdi. Zihinde mevcut olan, dört için “ Çiftlik" ise böyle değildir. O zatı ile sabit olur, vasfı ile değil. Şayet biz dört sayısı­ nın çiftliğinden gaflet edersek, onu tasavvur da edemeyiz (11S). Eğer bir tümel kavram hariçte hiçbir ferdi olmaksızın sabit olursa buna da İkinci Makûl denir. Çünkü onun akıldaki vukuu ikinci derecededir. Bunlardan bazılarından mantıkta, bazılarından da felsefe ve ilm-i kelâmda bahsedilir. Mahiyetler için ilinti (ârız) olan tümel kavramlar, mantıkta kendilerinden bahsedilen ikinci makullerdir. Bunlara K Ü LLÎY Y -Î M A N T IK Î (Mantığa ait Tümel) (110) (111) (112) (113)

Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî,

Burhan, Burhan, Burhan, Haşiye-i

s. 5 s. 8, Şerh-i Isağuci, s. 14 (1283 Bsk) s. 11 (1275 Bsk) s. 5 Burhan, s. 59


27 adı verilir. M antığa ait tümel b ir kavramın hariçte arzolunduğu za tına (maruzuna) K Ü L L ÎY Y -Î T A B İÎ (Tabiî Tüm el) denir. Bu iki tümelden mürekkep tümel kavrama ise K Ü L L ÎY Y -t A K L Î (Akla ait Tüm el) adı verilir. H er üç çeşit tümel de ayn ayrı Beş Tüm el'e (K ülliyâta Hams’e) taksim olunur. Meselâ biz, “ Hayvan cinstir." dediğim izde "H ayvan" kavramı, Cins-i Tabu (Tabiî Cins), "C ins" kavramı da Cins-i M antıkî (M antığa ait Cins)'dir. Bu ik i kavramın toplam ı ise Cins-i A klî (Akla ait Cins)’dir (114). Bu ayınm Taftazanî'de daha açıktır. Taftazanî, "M addelerden herhangi b iriyle kayıt itib an olmaksızın tümel kavrama Külliyy-i M antıkî adı verilir. Zira o, mantığa ait m eselelerde Unvan al-Mevzu’dur. Bu tümelin mevzuuna da K ülliyy-i Tabiî adı verilir. Çünkü o, hakikatlerden b ir hakikattir. Bu ikisinin mecmuuna da Külliyy-i Aklî adı verilir. Çünkü o, yalnız akılda tahakkuk eder." diyor (115). Gelenbevî'ye göre bu tüm ellerden hiç b iri hariçte mevcut de­ ğildir. Zira müşahhas olm aksızın b ir şeyin bizim dışım ızda (hariç­ te) varlığı muhaldir. H er ne kadar bazıları tüm ellerin hariçte var olduğu, müteahhirinin b ir çoğu da Tabiî Tüm ellerin hariçte var olduğu görüşünde iseler de, Gelenbevî, her ik i görüşü de reddedi­ yor. O na göre Tabiî Tüm elin hariçte var olduğunu savunanlar ha­ riçte onun cüzünün varlığına dayanmışlardır. Halbuki o, tümel kav­ ram ile şahıstan mürekkep b ir ferttir. Meselâ "Z eyd” gibi. Zira o, tümel b ir kavram olan İnsan ile Zeyd'in müşahhas varlığından mü­ rekkeptir. Şu varki o, gerçekte Cüz'-i Aklî'dir, (Akla ait tikel kav­ ram dır) Cüz'-i H arci değildir, öyleyse doğru olan Külliyy-i Tabiî'nin hariçteki varlığının, onun fertlerinin hariçte varlığından ibaret olu­ şudur, kendisinin hariçteki varlığından değil. Külliyy-i M antıkî ve Külliyy-i Aklîye gelince, bunlar diğer ikin­ ci m akuller gibi umur-u itibariyyeden oldukları için, hariçte var­ lıklarının olm adığında şübhe yoktur (116). Halbuki Şemsiyye sahibi Ömer Kâtip Kazvinî, "K ülliyy-i Ta­ biî'nin hariçte mevcut olduğunda şübhe yoktur. Ancak diğer ikisi­ nin hariçteki varlığı hususunda ih tilaf vardır. Bu ise m antığın araştırması dışında k alır." demektedir (117). (114) Gelenbevî, Burhan, s. 5 (115) Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 4, Celâleddin Devvanî, Şerh-i Tehzib, s. 30 (116) Gelenbevî, Burhan, s. 6 (117) Bk: Kâtip Kazvinî, Şemsiyye, s. 10-11


28 Tüm el kavram ların bu tasnifine karşılık* Gelenbevî, Tikel (C ü zi) kavrama “ Mantığa ait C üz'î" adının verilem iyeceğini söylü­ yor. O'na göre Zeyd, Amr...vb gibi, hariçteki mevcutlarına böyle denmesi doğru olm akla beraber, M antıka ait Cüz’î adı bunlara ve­ rilm ez. Çünkü bizim dediğim iz şey, onların akıldaki suretleri üze­ rine doğrudur, zatı itibariyle doğru değildir. Meselâ Zeyd, hariçteki m evcudiyeti itibariyle ne tümel ve ne de tikeldir. Bunun aksine tü­ m el ve tikel, zihindeki varlığı itibariyledir (118). Tikel kavramlar, cisim veya cisme ait olm akla MADDÎ olurlar. Zeyd ve O'nun ârazlan gibi. Böyle olmazsa MÜCERRET olurlar. Kelâm cılara göre Vâcip Taâlâ, filozoflara göre on Kategori gibi ( 119). Gelenbevî'ye göre, zihne ait b ir tikel kavramın sureti, duyu­ lardan b iri veya vicdan ile idrâk edilm edikçe tanımı yapılamaz (12°). Gelenbevî, tümel ve tikel kavramların kendi aralarındaki iliş­ k ileri de şöyle açıklıyor: Tek b ir varlığa nisbet edildiğinde ik i tü­ m el kavramdan her ikisi birden doğru oluyorsa, bunlar arasında E Ş ÎT L ÎK vardır, “ İnsan" ile “ N atık " gibi. Gelenbevî’ye göre İnsan ile N atık kavram ları arasındaki eşit­ lik, filozofların “ M elek" ile “ Ç in 'lerin gülmek ve konuşmak, ken­ dilerinden sadır olmayan ik i cevher oldukları, görüşü üzerinedir. Ancak kelâm cılar bu ikisinin gülen ve konuşan ik i la tif varlık ol­ duğu görüşündedirler. Öyleyse onlara göre “ gülen ve konuşan" kav­ ram ları, “ İnsan" kavramından daha geneldir, (eâm m dır.) (121). Aralarında eşitlik olan kavramların zatları (özleri) arasında da yine eşitlik vardır. Tek b ir varhğa nisbet edildiğinde, iki tümel kavram sözkonusu varlıkta tek yönden gerçekleşiyorsa, bu ik i kavram arasında TA M -G İR İŞİM LİK (Umum ve Husus M utlak) vardır. “ H ayvan" ile "İn san " kavram ları gibi. Burada hayvan eamm (daha genel) insan ise ehass (daha özel)'dir. Bu ik i kavramın zıtlan bunun aksidir. Zi­ ra “ İnsan olm ayan" kavramı, “ hayvan olm ayan" kavramından da­ ha geneldir. (118)

Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 59

(119)

Gelenbevî, Burhan, s. 6

(120)

Gelenbevî, Burhan, s. 6

(121)

Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 61


29 Yine tek b ir varlığa nisbet edildiğinde ik i tümel kavram her ik i yönden devam lı aykırılık gösterirlerse bunlar arasında TÜMELA Y K IR IL IK (Mübayenet-i K ü lli) vardır. "İnsan” ile "A t” kavram­ ları gibi. Aralarında eşitlik olan ik i tümel kavramdan birinin aym ile diğerinin zıddı arasında da yine Tüm el-Aykınlık vardır. "İnsan” ile "N âtık olmayan” gibi. Aralarında Tam -Girişim lik olan iki kav­ ramdan daha özel olanının aynı ile daha genel olanının zıttı arasın­ daki nisbetde yine aykırılıktır. "İnsan” ile "hayvan olmayan” gibi. Ayrıca aralarında eşitlik olan iki tümel kavramın zıtlan ara­ sında ise T İK E L -A Y K IR IL IK (Mübayenet-i Cüz'iyye) vardır ki, bu Tümel-Aykırdıktan daha genel (eam m )’dır. Tek b ir varlığa nisbetle iki tümel kavram arasında her ik i yön­ den devam lı b ir birleşm e vej’a devam lı b ir ayrılm a olmaz, bu iki tümel kavram varlığın b ir bölümünde gerçekleşir, diğer bölümün­ de gerçekleşmez ise bu ikisi arasında E K S İK -G ÎR ÎŞ lM L ÎK (Umum ve Husus Min Vech) vardır. “ Beyaz” ile "İnsan” gibi. Aralarmda Eksik-Girişim lik olan iki tümel kavramın zıtlan arasında ise Tikel-Aykırılık vardır ( 122). Bu aynm Taftazanî ve Kazvinî'de de vardır. H atta Gelenbevî'nin konu ile ilg ili zikrettiği m isaller, her ik i m antıkçı tarafından aynen zikredilm ektedir ( 123). Gelenbevî ye göre tümel kavramlar arasındaki bu taksimin çı­ kış noktası, iki tümelin aynı b ir varlığa yüklendiğinde b ilfiil doğru olm ası veya b ilfiil doğru olmamasıdır. Bunun hariçte veya zihinde gerçekleşmesi müsavidir. Yani iki tümel kavram hariçteki b ir var­ lıkta veya zihinde var olan bir şeyde aym anda birden gerçekleşi­ yor mu, gerçekleşm iyor mu? Esas olan budur, yoksa sadece akim bunu kabul etmesi yetmez (124). Diğer taraftan bazen ik i kavramdan birinin kendi zatında ve­ ya başka b ir varlıkta gerçekleştiği zamanda, diğer kavramm da aynı durum ve zamanda gerçekleşip gerçekleşm ediğine bakılarak, buna göre de tümel kavram lar arasında b ir nisbet kurulur. Bu nis­ bet fertleri itibariyle değil, zamanlan ve durumlan itibariyledir. Şöyleki: (122) (123) (124)

Gelenbevî, Burhan, s. 6-7 Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 3, K. Kazvanî, Şemsiyye, s. 11 Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 60-61


30 îk i kavram arasında ikisinin beraberce birleşm eleri mümkin olan bütün durum ve zamanlarda her ik i yönden de birinin tahak­ kuku amnda diğeri de tahakkuk ediyor ve ik i kavram böylece ay­ nı durum ve aynı zamanda gerçekleşiyorsa, bu ikisi E şittir ve ara­ larında TÜM EL-BÎRLEŞM E (îttisal-i K ü lli) vardır. “ Güneşin doğ­ m ası" ile “ Gündüzün mevcut olm ası” gibi. Söz konusu iki kavram arasında tek yönlü b ir birleşm e olur­ sa, aralarında T A M -G ÎR ÎŞ ÎM LÎK olur. “ Güneşin doğm ası" ile “ Mes­ cidin aydınlık olm ası" gibi. ik i kavram arasında her ik i yönden b ir ayrılık varsa, yani birinin tahakkuk ettiği bütün zaman ve durumlarda diğeri asla tahakkuk etm iyorsa, bu ikisi arasında A Y K IR IL IK (Mübayenet) vardır. “ Gü­ neşin doğması” ile “ Gecenin mecvut olm ası" gibi. ik i kavramdan birinin bulunduğu zaman ve durumlarda diğe­ ri de bazen ve bazı durumlarda bulunuyorsa, yani ik i kavram bazı durum ve zamanlarda b ir arada tahakkuk ediyor, bazı durum ve zamanlarda da b ir arada tahakkuk etm iyorsa bu ikisi arasında EKS lK -G lR lŞ lM L lK vardır. “ Güneşin doğm ası" ile “ Rüzgârın esme­ s i" gibi. Bu anlatılanlar, önerm eler arasında geçerli olan nisbettir ki, zikrolunan önerm elerin nakizleri arasındaki nisbet de farksız ola­ rak geçen nisbetler gibidir ( 125). Gelenbevî, Tikel kavramlar arasındaki nisbeti de şöyle izah ediyor: ik i tikel kavram arasında ya A Y K IR IL IK vardır, “ Zeyd" ile “ Am r" gibi, ya E Ş lT L lK vardır, Zeyd'e işaret edip O nu kasdederek “ İşte kâtip", “ işte gülen" dediğiim zde Zeyd'e nisbetle bu ik i tikel kavram müsavidir. Tik el kavram ların bu şekilde taksim i, b iri birlerine nisbet edil­ diklerinde doğru veya yanlış oluşlarına göre ve fertleri itibariyle­ d ir (126). Diğer taraftan Gelenbevî'ye göre Cüz'iyy-i Hakiki (Gerçek T i­ kel) kendisi üzerine doğru olan Tümelden kayıtsız olarak daha özel­ d ir (yani ehass-ı mutlak ile ehasstır), diğer tüm ellere ise aykın dıı. (125) Gelenbevî, Burhan, s. 7-8 (126) Gelenbevî, Burhan, s. 7


31 Mesela, “ İnsan" kavramına nisbetle "Z eyd " daha özel, yani ehasstır; “ Zeyd", “ a t" kavramına nisbetle ayıkırıdır (127). Gelenbevî'nin bu konuda önemle işaret ettiği b ir husus da şu­ dur: İster ikisi birden m üfret, ister ikisi birden mürekkep olsun, ister biri m üfret diğeri mürekkep olsun, ik i kavram arasında sa­ yılanlardan başka, bunların hariçteki varlıklarına bakılmaksızın, sâdece özlerine bakılarak aklın kabullenmesi yönünden başka nisbetler de vardır, buna “ Kavram Yönünden N isbetler" adı verilir. Şöyleki, ik i kavramdan birinin diğerinin tümü üzerine doğru­ luğunu akıl kabul ederse, bu iki kavram arasında E Ş lT L lK vardır. “ Hadd-i Tam " ile “ Onunla tanımlanan" gibi. İkisinden birinin diğerinin bütün fertleri için doğruluğunu akıl kabul eder ve bunun aksi olmaz ise bu ikisi arasında TAM-GİR İŞ ÎM L İK vardır. “ Hadd-i Nâkıs” ve “ Onuma tanımlanan" gibi. İkisinden hiç birinin diğerinin ferilerin e doğruluğunu akıl ka­ bul etmez ise bu ikisi arasında A Y K IR IL IK vardır. İk i zıt kavram olan “ İnsan" ile “ İnsan olmayan” gibi. Bunun dışında, iki kavramdan birinin diğerine yüklenmesi bazan doğru ve bazan doğru olmuyorsa, bu ikisi arasında EKSİK-GİR İŞ İM L İK vardır, “ İnsan" ile "G ülen" ve “ İnsan" ile "Yürüyen" gibi (128). 2) Z A TÎ VE AR AZÎ KAVRAM LAR (Özsel ve İlin tisel Kavram­ lar) : B ir şeyin bilgisini kazanmak, kendisini başkalarından tem­ yiz eden ilintilerini ve kendisine has olan şeyleri bilm eğe bağlıdır. Dolayisiyle Farabî dahil, hemen bütün İslâm m antıkçıları özsel ve ilintisel kavramların incelenmesini, Beş Tümel ve buna dayanan tanıma b ir mukaddime addetm işlerdir. Gelenbevî, özsel ve ilintisel kavramlar hakkında şuları söylü­ yor: “ B ir tümel kavram diğer b ir tümel veya tikel kavrama yük­ lendiğinde, yüklenen tümel diğerinin mahiyet ve hakikatinden (za­ tından) hariç olmadıkça, bu onun için ÖZSEL (zatî)'dir. Bu durum­ da yüklenen tümel diğerinin hakikatinin ya aym olur, “ İnsan için (127) Gelenbevî, Burhan, s. 7 (128) Gelenbevî, Burhan, s. 8


32 konuşan hayvan" gibi, yahut onun hakikatinden b ir cüz' olur ki, bu cüz' onun hakikatine eşit olur ve onu dışında kalanlardan tem­ yiz erer, "İnsan için konuşan” gibi. Yahut onun daha genel bir cüz'ü olur ve onu dışında kalanların tümünden tem yiz etm ez de bazılarından tem yiz eder, "İnsan için hassas ile nâmi (büyüyen)” gibi. Veya ondan daha genel olur ve onu dışında kalanlardan aslâ tem yiz etmez, "İnsana nisbetle cevher ve hayvan” gibi ( 129). M antıkçıların ıstılahında muteber olan Özsel Mümeyyiz (Mümeyyiz-i Zâtî)'dir. Bu da b ir şeyi kendisinin üstünde olan cinsinden bizzat tem yiz eden şeydir. Öyleyse bu durumda "hayvan” , insan için aslâ mümeyyiz-i zati olamaz (13°). B ir tümel kavram, diğer b ir tümel veya tikel kavrama yüklen­ diğinde, onun zat ve hakikatinden hariç olursa bu takdirde onun İL İN T İS İ olur. Bu da ya ilin tisi olduğu şeyin eşiti olur, yahut ondan daha Özel olur ve onu dışında kalanların tümünden tem yiz eder. "İn ­ sana nisbetle bilkuvve veya b ilfiil gülen” gibi. Yahut onun haki­ katinden daha genel olur ve onu dışında kalanların tümünden ol­ mamakla beraber bazılarından tem yiz edeı, "İnsana nisbetle şey” gibi (131). Gelenbevî’ye göre "Ş E Y ” kelimesinin özelliği, "kendisini bil­ mek ve ondan haber verm ek mümkin olmayan b ir kelim e" oluşu­ dur. "şey, bu anlamıyla vacip, mümkin ve mümteni” olan herşey için ilintidir. Öyleyse müşterek cinslerden b ir şeyden "şey”in mü­ m eyyiz olm ası tasavvur olunamaz (132). D iğer taraftan tikeller arasında müşterek olan b ir zatinin dı­ şında, eğer bu tikel kavramlar başka b ir tikelde iştirak ediyorlar­ sa bu özsel tümelin o tikeller arasındaki iştiraki ııâkıstır. însan fertlerine nisbetle “ hayvan” gibi. Zira Zeyd, Amr... gibi insan fert­ leri, hayvaniyette müşterek oldukları gibi nâtıkiyyette de müşte­ rektirler. "N âtık (konuşan)” ise hayvan kavramının dışında baş­ ka b ir özseldir. N âtık da yine nâkıs-ı müşterektir, bu da hayvanda iştirâk eder. (129) (130) (131) (132)

Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî,

Burhan, Haşiye-i Burhan, Haşiye-i

s'. 8 Burhan, s. 62-63 s. 8 Burhan, s. 63


33 Tikel kavramlar başka b ir özselde iştirâk etm iyorlarsa, veya iştirâk ettikleri özsel, diğer özsel tüm ellerden hariç değil ise, o zaman îştirâk-i Tam m e olur. Fertlerine nisbetle “ insan", tüm fert­ lerine nisbetle “ hayvan" gibi O33)Burada “ Tüm fertlerine nisbetle hayvan" denmesinin nedeni, m isali, “ bazı fertlerine nisbetle" düşüncesinden çıkarmak içindir. Zira bu takdirde nâkıs olur C1 334). Gelenbevî ye göre hakikatleri olan kavramlarda, özsel olan­ larla ilintisisel olanların arasını tefrik güçtür. Ancak sadece ma­ hiyetleri olan kavramlarda, özsel olanlarla iintisel olanları tefrik kolaydır (135) 3) BEŞ TÜM EL (K ülliyât-ı Hams) ve ÖZSELLERLE ÎL ÎN T ÎSE LLE R İN K IS IM L A R I: Gelenbevî, Islâm m antıkçıları geleneğine uyarak tüm elleri ön­ ce ÖZSEL (Zatî) ve iL lN T ÎS E L (Arazî) diye ikiye ayırıyor. Özsel olan tüm elleri, C lN S, TÜR (N evi') ve A Y IR IM (Fasıl), ilintisel olan tüm elleri de HASSA ve ARAZ-I AMM (ilin ti) diye taksim ederek Beş tüm eli tanım lıyor. O, bu tasnifi yaparken Ebheri ve Şemsiyye sahibi Kazvinî'nin en güzel taksim i yaptıklarını söyliyerek Ç36) kendisi de Ömer Kâtip Kazvinî gibi (137*) Önce Tür'ün tanım ıyla işe başlıyor (13S), Cins'i daha sonra zikrediyor. Taftazani'de ise Tür, beş tümelin İkincisidir (139). Özsel tümelde, onun sayısız cüzlerinin hakikati, özsel tüme­ lin hakikatinin aynı olursa veya o cüzlerden birinin kendine has hakikati özsel tümelin hakikatinin aynı olursa, o takdirde bu sa­ yısız ve bu tek cü ze “ Ne d ir?" diye sorulduğunda verilen cevabm yüklem i (mahmulü) olan tümele GERÇEK TÜR (N ev'-i H akiki) denir. (133)

Gelenbevî, Burhan s. 8

(134)

Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 63

(135)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 9

<136)

Gelenbevî,

(137)

Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 12

<138)

Gelenbevî, Burhan, s. 9

<139)

Bk: Taftazanî,

Şerh-ı îsağuci, s. 24 (1283) Bsk), s. 18 (1275 Bsk)

Tehzib, s. 3, C. Devvanî,

Şerh-i Tehzib, s. 25-26


34 “ A rızlan m uhtelif, hakikatleri b ir olan b ir çok şeye ne d ir? diye sorulduğunda verilen cevap Gerçek Tür'dür." diye tanımla­ n ır (14°). Gelenbevî, Gerçek Tür'ü, “ Hakikatleri bir, sayılan m uhtelif b ir çok şey hakkında N e dir? diye sorulduğunda verilen cevaptır." diye de tanım lıyor ( 1 4 041). D iğer taraftan bazen kendi mahiyetine nisbetle Tür, başkası­ na nisbetle Cins olan m ahiyetlere de Tür denir ki, bu GÖRELİ TÜR (N ev'-i İza fi) adını alır (142). Bazanda kendi hakkalinden daha özel olan tümele Tür adı verilir ki, Gelenbevî'ye göre bu sınıftır. İnsana nisbetle “ Rum î" ve “ Zenci” gibi (143). Buna N E V -İ İT İB A R Î de denir. Gerçek tür ile göreli tür arasında eksik-girişim lik va rd ır Çün­ kü bunlar Cins ile Ayırım dan meydana gelen “ İnsan” gibi gerçek türde ikisi birden doğru olurlar (144). Gelenbevî’nin burada tercih ettiği görüş, müteahhirinin görü­ şüdür. Çünkü O, Taftazanî gibi ( 145), m ahiyetin mürekkep ve basit olabileceğini savunur. O, bu konuda şöyle diyor: “ M ahiyetin ya akim itibarından kat' ı nazar ile hariçte bizzat tahakkuku ve sübutu vardır, yahut yoktur. Birincisi M AHİYET-1 H A K İK İY Y E 'd ir. Bu eğer mürekkep olursa cüzlerinden bazıları bazısma elbette ge­ reklidir. İkincisi M A H İY E T -l İT İB A R İY Y E 'd ir, sadece aklın iti­ barı açısından vardır. M ahiyetin tümünün mürekkep olm ası gerek­ mez, bilâkis bazısının bsit olm ası câizdir" (146). Mütekadimmine gelince, hatta Şeyh İbn Sina b ile Şifâ'da, gö­ reli türün gerçek türden mutlaka daha genel olduğu görüşüne sa­ hiptirler (147). (140) Gelenbevî, Burhan, s. 9 (141) Bk: Gelenbevî, Şerfa-i Isağuci, s. 20 (1283 Bsk), s. 15 (1275 Bsk), (142) Gelenbevî, Şeriı-i îsağuci, s. 20 vd (1283 Bsk), s. 15 (1275 Bsk), Gelen­ bevî, Burhan, s. 10 (143) Gelenbevî, Burhan, s. 10 (144) Gelenbevî, Burhan, s. 10 (145) Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 3 (146) Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 29 (1283 Bsk), s. 21-22 (1275 Bsk), (147) Bk: Devvani, Şerh-i Tehzib, s. 26, Haşan Hüsnü Musılî, Tenvir al-Burhan (Burhan Şerhi), s. 79


35 Gelen bevî'ye göre, mahiyet Basit ve Mürekkep olduğu için on­ dan hali olmayan cinsler ve ayırım lar da mürekkep veya basit­ tirler. öyleyse Tür, ya basittir, ya da mürekkeptir. Basit türlerin cü zleri yoktur, mücerret kavramların türleri (meselâ, RUH ) gibi. Mürekkep türler cins ve ayırımdan meydana gelm işlerdir, hayvan ile konuşandan meydana gelen “ insan" gibi (148). Gelenbevî, Kazvinî gibi Türün dört derecesini kabul eder (1491 5 0 ). Bunlardan en üstte bulunan N E V -'Î A L Î, en altta bulunana N EV'UL-ENVA’ bu ikisinin ortasında bulunanlara da NEV'UL-MÜTEV A SSIT adisin verilir. "A k ıl" gibi üstünde ve altında tür olm ıyanm derecesi yoktur. Ancak "C evher" akıl için cins kabul edilirse o , N E V -'I M ÜFRET olur. N ev-'i sâfil cinsin bütün derecelerine aykm dır. Çünkü o, N ev-'i hakiki olm akla cins olması mümkin de­ lild ir . H er tür, kendi altında sıralananlardan daha geneldir ( 15°). Özsel tümelin hakikati, cüzlerine has olan hakikatlerden da­ lla genel olur ise, hakikati daha genel olan tümelin sayısız cüz­ lerin e Bunlar ne dir?, diye sorulduğunda verilen cevap C ÎN S olur, insana göre "H ayvan", hayvana göre “ Cevher" gibi (1B1). Gelenbevî, Cinsi önce UZAK C lN S (Cins-i Baîd) ve Y A K IN C İN S (Cins-i K arîb) diye ikiye ayırıyor. Cinsin üç dereceli olduğunu ka­ bul ediyor: CÎNS-İ SA FlL, C lN S-î M ÜTEVASSIT ve C ÎN S-Î Â L Î <1521 5 3 ). Gelenbevî, filozofların üstün cinsleri on kategoriye ayırdıkla­ rın ı belirtm esine rağmen ( 163), kendisi hiç b ir kitabında kategori­ leri ele alıp incelemem iştir. O'na göre Cins ile G öreli Tür arasında Eksik-Girişim lik var­ dır (154*). Cins-i âli ise Türün bütün derecelerine aykırıdır. Zira üs­ tünde cins yoktur, tür olm ası mümkin değildir (ıe5). Orta cinsler (148) Gelenbevî, Burhan, s. 10 <149) Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 13 (150) Gelenbevî, Burhan, s. 11, Şerh-i Isağuci, s. 20 (1283 Bsk), s. 15 (1275 Bsk), (151) Gelenbevî, Burhan, s. 9 <152) Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 18 (1283 Bsk), s. 13 (1275 Bsk), Burhan, s. 11 (153) Gelenbevî, Alâ M îr al-Tehzib, s. 297 <154) Gelenbevî, Burhan, s. 11 <155) Gelenbevî, Şerh-i tsağuci, s. 20 (1283 Bsk), s. 15 (1275 Bsk)


36 kendisinden altta olanlara nisbetle daha genel, kendisinden üstte olanlara nisbetle daha özeldir (156). Gelenbevî, "B u ne d ir?" sorununun cevabı olarak söylenen sö­ zü üç kısma ayırıyor. B irinci kısım birçok şeyin müşterek ve özel m ahiyetlerine cevap olarak söylenm iştir. O Gerçek Türdü r, "İn ­ san" gibi. B ir kısım birçok şeyin sâdece müşterek m ahiyetlerine cevap olarak söylenm iştir. Özel m ahiyetleri dışta kalır, o da C ins­ tir, "H ayvan" gibi. B ir kısm ı ise bunun aksine özel m ahiyetleri gereği verilen cevaptır ki, müşterek m ahiyetleri dışta bırakır. O da tanımlananına nisbetle Hadd-i Tam 'dır (157). Özsel Tüm elin hakikati, cüzlerine has olan hakikatinden daha genel b ir cüz olmaz ve "B u ne d ir?"in cevabında yüklem olmamak kaydıyla diğer tümellerden bilcüm le mümeyyiz olursa bu A Y IR IM (F asıl)'dır. İnsana nisbetle "Konuşan", hayvana nisbetle "H assas" gibi (1581 5 9 6 0 ). Gelenbevî’ye göre "Konuşan" ile "H assa", her nekadar insanın ve hayvanın bilkuvve ilintilerinden olsa da, bunlarm o ikisine nis­ betle ne yakın ilin tiler olduğu ortadadır. “ Konuşan", insan hakkın­ da kullanıldığı zaman onu bütün hayvanlardan tem yiz eder, "H as­ sas", hayvan hakkında kullanıldığında, bu da diğer büyüyen cisim­ lerden hayvanı tem yiz eder. Araştırm acılar bunların aslına v a k ıf olm adıkları için bu ikisinin yerine yakın ilin tileri koymuşlardır. Bunları Ayırım a m isal verm eyi de doğru bulm am ışlardır (löy). Gelenbevî, cinse paralel olarak Ayırım ı da Y A K IN A Y IR IM (Fasl-ı K arîb) ve UZAK A Y IR IM (Fasl-ı Baid) diye ikiye ayırıyor v e cinsin dereceleri olm ası açısından Uzak Ayırım ın da dereceleri ol­ duğunu kabul ediyor ( 16°). Gelenbevî’nin de belirttiği gibi Ebherî, mütekaddiminin görü­ şüne uyarak ayırım ın sadece cinste müşterek olanlardan tem yiz ettiği görüşündedir. N itekim İbn Sina da Şifa'da aynı şeyi söyle­ mektedir. Hatta onlara göre ayınm ı olan şeyin cinsi de vardır. Halbuki mahiyetin mürekkep olduğunu kabul eden müteahhirin. (156) (157) (158) (159) (160)

Gelenbevî, Burhan, s. 11 Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 63 Gelenbevî, Burhan, s. 10 Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 64 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 10, Şerh-i Isağuci, s. 21 (1283) Bsk), s, 16(1275 Bsk),


37 «tyınmı, "cinste müşterek olan şeylerden temyiz eden” ile "vücutta m üşterek olanlardan temyiz eden” diye aymıyorlar (ıeı). Gelenbevî «de, mahiyetin mürekkep olduğunu kabul eden m üteahhinnin göTüşündedir.

Taftazanî'de rastladığım ız ayırım ın "M U K A V V İM ” ve "M U KAS­ S İM ” diye tasnifi Gelenbevî'de yoktur ( 1€2). îlin tisel tümel, m uhtelif hakikatlerden sadece birine has olur, •ait olduğu hakikati dışında kalanlardan tem yiz eder ve onun ilin ti­ leri

hakkında sorulacak (

c r H / l ) sorusuna

cevap

vaki

«olursa bu HASSA’dır. İnsana nisbetle b ilfiil veya bilkuvve *’Gü­ len” , hayvana nisbetle b ilfü l veya bilkuvve "M üteneffis” gibi ( lfla). Gelenbevî ye göre tek b ir hakikate has olan bu ilintisel tüme­ lin LAZIM (Ayınlam ayan) veya M U FAR İK (Ayrılabilen) olm ası mü­ savidir (1€4). Yine böylece Hassa, Y a hakikate müsavi olur, yahut ait olduğu hakikatten daha özel olur. Gelenbevî, bilkuvve olan hassaya A YR ILA M A YAN ÎL İN T İS E L HASSA (Araz-ı Lazım Hassa), b ilfiil olana da A Y R IL A B İL E N İL İN ­ T İS E L HASSA (Araz-ı M ünfank Hassa) diyor (1 6 1 2 3 *65*). Diğer taraftan Hassa, ya mahiyetin bütün fertlerine şamildir. İnsana nisbetle bilkuvve "Gülm ek” gibi, ya da mahiyetin bütün fertlerine şamil değildir, insana nisbetle b ilfiil "Gülm ekM gibi. Aynı şekilde Hassa, ya türün hassasıdır, insana nisbetle "Gü­ len ” gibi. Yahut da cinsin hassasıdır, hayvana nisbetle "M üteneffis" gibi. Bazan da ilintim in (araz-ı ammm) b ir kısmına da Hassa adı v erilir. O da dışında kalanların bazısından m ahiyeti tem yiz eden­ d ir. İnsan ve hayvana nisbetle "M ütehayyiz” gibi. Buna GÖRELİ HASSA (Hassa-i İza fî) adı verilir (16e). N itekim Taftazanî'de Hassayı, M U TLAK ve GÖRELİ (İza fî) diye ikiye ayırm aktadır( (167). Eğer ilim tisel tümel, çeşitli hakikatlerin tümüne yüklenmiş (mahmul) olursa o, ARAZ-İ AM M ’dır. İnsana nisbetle “ M üteneffis” , (161) (162) (163) <164) <165) <166) <167)

Gelenbevî, Şerh-i İsağuci, s. 21 (1283 Bsk), s. 61 (1275 Bsk) Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 3, Devvanî, Şerh-i Tehzib, s. 26-27 Gelenbevî, Burhan, s. 10 Gelenbevî, Şerh-i İsağuci, s. 23 (1283 Bsk), s. 17 (1275 Bsk) Bk: Gelenbevî, Şerh-i İsağuci, s. 23 (1283 Bsk), s. 17 (1275 Bsk) Gelenbevî, Burhan s. 11 Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 3


38 hayvana nisbetle “ M ütehayyiz" gibi (166). Araz-ı Amm (ilin ti), A Y ­ R IL A B İL E N (M ufank) ve A YR ILA M A YAN (Lazım ) diye ikiye ay­ rılıyor. Mesela, Habeşli için “ K ara" olm a Aynlamayan, insan için “ G ençlik" ayrılabilen ilintilerdir. Gelenbevî, Araz-ı Lazım ı da BEYY lN ve GAYR-I B E Y Y ÎN olarak ayınyor. Beyyin'de, araz-ı ammm tasavvuru melzumun tasavvuruyla beraber kifâyet eder. Dört sayı­ sının ikiye taksimi, gibi, Gayr-i Beyyin'de, melzumun tasavvuruyla beraber onun tasavvuru kifayet etmez. Bu da ya N azarî olur, “ eş­ kenar üçgenin açılarının eşit olm ası" gibi ki, bu b ir geom etri de­ lilin in ikamesine muhtaçtır. Y a da Bedihi olur. Bu da his, tecrübe ...vb gib i başka b ir şeye muhtaçtır. “ Ateş için hararet" gibi (ıee). Gelenbevî'ye göre Ilin ti'n in önce, Ayrılmayan ve A yrılabilen diye ikiye ayrıldıktan sonra Hassa ve Araz-i Am m a taksimi, her n e kadar görünüşte îlin tisel Tüm elleri dörde çıkanyormuş gibi gö­ rünse de, bunun neticesi ikiye inhisar ettiğinden, tüm ellerin yedi olm ası gerekmez (17°). Y in e Gelenbevî'ye göre araz-i amm ile hassadan her birinin, mahiyetin hariçteki varlığından veya zihindeki var­ lığından, veya da hem hariçteki ve hem de zihindeki varlığından ayrılm aları mümkin değil ise, o m ahiyet ayrılamayan ilin ti (araz-ı lazım ) olur. Birincisine “ 'Lazım al-vücud al-harici” denir. “ Ateş için ha­ raret" gibi. İkincisi “ Lazim al-vücud al-zihni” adını alır. “ Anka için Tüm ellik" gibi. H ariçte m ahiyetlerinin varlığı olan b ir şey için tümel olma böyle değildir. Zira m ahiyetleri mevcut olanlar zihinlerde hissedil­ diklerinden cüz'i olarak tanımlanır. O zaman onlardan tümel olm a ayrılır, bu durumda külüyy-i lazim e olm azlar. H ariçte varlığı ol­ mayanlar ve asla hissedilem iyenler zihinlerde cüz'iyyet yönünden tanımlanamazlar. Öyleyse zorunlu olarak zihinde mevcut olduğu sürece küliyyet bundan ayrılmaz. O takdirde onun için “ Lazim alvücud al-zihni” olur (m). Üçüncüsü ise “ Lazim al-mahiyet” adını alır. “ Dört sayısı içir ç iftlik " gibi.1 6 8 9 7 0 (168) Gelenbevî, Burhan, s. 10 (169) Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 22-23 (1283 Bsk), s. 17 (1275 Bsk) (170) Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 23-24 (1283 Bsk), s. 18 (1275 Bsk) (171) Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 67


39 Eğer İlin ti ile Hassa, mahiyetin hariçte, zihinde veya hem ha­ riç te ve hem de zihindeki varlıklarından aynlabiliyorlarsa buna da o mahiyetin ayrılabilen ilin tisi (araz-i m üfankı) denir. Bu ister b ilfiil ayrılabilen olsun, ister olmasın müsavidir. “ İnsan için b il­ f i i l gülm ek", "D eniz için tuzlu olm ak" gibi (172). I I — TA N IM V E T A N IM IN K IS IM L A R I: Gelenbevî, tanımın bütün bölüm lerine şamil olduğunu kabul e ttiğ i "al-K AV L al-ŞÂRİH ”i, “ Tasavvurundan başka b ir şeyin ta­ savvuru kazanılan söz" diye tanım lıyor. Başka b ir şeyin tasavvu­ runun kazanılması ya künhüyle, ya da dışmda kalanlardan tem yiz ■eden yönüyle olur (173). Gelenbevî bu hususta müteahhirinin görüşündedir. O'na göre tanım da muteber olan, b ir şeyin tasavvuruna vardırır olm asıdır. Z ira b ir şeyin, kendisini dışında kalanlardan ayıracak şey olmak­ sızın, tasavvuru mümkin değildir (174). Genellikle İslâm m antıkçıları, “ al-K avl" kelimesinin burada kullanılm asını, mütekeddimin m antıkçılara göre “ tanımın mürek­ kep olmasından" dolayı olduğunu kabul ediyorlar. Gelenbevî de ayn ı konudaki görüşünü açıklarken, “ al-K avl" (söz) kelimesinin is­ te r m üfret olsun, ister mürekkep olsun “ al-M ekul" (söylenen) an­ lam ına olduğunu, mürekkep mânasına olm adığını söylüyor. Bura­ da “ al-K avl" kelimesinin kullanılmasının bu anlamda oluşuyla, ancak m üfret tanımın bunun dışmda kalmıyacağmı da ilave ediyor <175). Tanım sadece cins ve ayırım dan meydana gelirse HADD-İ TAM ■olur. "İnsan konuşan hayvandır." gibi. Tek başına Yakm Ayırım veya Yakın Ayırım ile Uzak Cinsten (yâni özsellerin bazısından) m eydana gelen tanıma ise HADD-İ N Â K IS adı verilir. “ İnsan ko­ nuşandır.” “ Hayvan hassas cevherdir." gibi. Tanıma İlin tisel olanlar (arazîler) karışırsa bu RESM adım alır. Yakm cins ile beraber hassa, veya özsel olanların tümü ile hassa­ slan meydana gelen tanım, RESM -İ TAM olur. “ İnsan gülen hayvan­ dır.” , “ İnsan konuşan, gülen hayvandır." gibi. (172) Gelenbevî, Burhan, s. 11 (173) Gelenbevî, Burhan, s. 12 <174) Gelenbevî, Şerh-i İsağuci, s. 25 (1283 Bsk), s. 18 (1275 Bsk) <175) Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 68


4tf ' Gelenbevî'ye göre özsek olanlann tümü ile hassadan meydana gelen Resm-i Tam, Hadd-i Tam ’dan daha mükemmeldir. Zira bu­ rada özsel olanları irad ettikten sonra hassamn ilavesi, tavzihten başka birşey değildir (176). Sadece hassa veya hassa ile ilintiden meydana gelen resm,. RESM -I N Â K IS ’tır. "İnsan ik i ayağı üzerine yürüyen, derisi tüy­ süz, tırnaklan geniş, tabiatiyle gülücüdür." gibi (177). Gelenbevî, burada mütekaddiminin görüşünü kabul ediyor. Zi­ ra müteahhirin araz-ı amm (ilin ti) ile tanımı menetmişlerdir. Kazvinî ve K.Razî de bu görüştedirler ( 178). Gelenbevî ise araz-ı amm ile de bazen tem yizin hasıl olduğunu kabul ediyor. N itekim S. Ş erif Cürcanî ve Taftazanî de aynı görüştedirler (179). Fenarî’ye gelince O, araz-ı anımın ne Had ve ne de Resm'de tem yiz ifade etm iyeceği kanaatindedir (18°). Diğer taraftan Gelenbevî, sadece ayınm veya sadece hassa ile tanımın yapılıp yapılamıyacağı hususundaki ihtilafta, Ebherî'nin aksine, tek başma hassa ve tek başına ayırım ile tanımın olabile ceği görüşündedir (1811 8 2 ). Gelenbevî tanımı, H A K ÎK Î ve T E N B ÎH Î diye ikiye ayırıyor. H akikî tanım, kendisiyle yeni b ir suretin hasıl olm ası kasdedilendir. Tenbihî ise, daha önce zihinde mevcut olan b ir şeyin hatırla­ tılm ası, izah edilm esi kasdolunan tanımdır. Gelenbevî'ye göre LAF­ Z I tanım, Tenbihî türden olan gibidir. Bu, mübhem b ir sözün an­ lam ını delâlette kendisinden daha açık olanı ile tâyin etm ekte­ d ir (1S2). Tanım b ir de tanımlananın hariçte varlığının olup olmaması­ na göre de ikiye a y rılır : Tanım hariçte varlığı bilinen b ir şey için olursa, bunu H A K İK Î TA N IM denir. "İnsanın Had ve Resmlerden (176) Gelenbevî, Burhan, s. 13 (177) Gelenbevî, Burhan, s. 13 (178) Bk: Razi. Şerhi Metn al-Şem siyye (Tasavvurat), s. 56-57, Kazvinv Şemsiyye, s. 15 (179) Seyyit Şerif, Haşiye alâ al - Tasavvurat, s. 103, Taftazani, Tehzib, s. 4, Gelenbevî, Şerh-i İsağuci, s. 28 (1283 Bsk), s. 21 (1275 Bsk) (180) Bk: Fenarî, Risale-i Esiriyye, s. 31 (181) Bk: Gelenbevî - Burhan, s. 12-13, Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 26 (1283 Bsk), s. 20 (1275 Bsk), Ebheri, İsağuci, s. 5 (182) Gelenbevî, Burhan, s. 13


41 biri ile tanım ı" gibi. Tanım, hariçte yarlığı bilinm eksizin sadece isim den anlaşılan şeyden kâşif olursa o zaman ÎS M Î T A N IM olur. "Ankamn tanım ı" gibi. Geleribevî'ye göre türden daha özel olan Rumî, Zencî...vb sınıfların m ahiyeti itibarî olduğundan, "Rum î be­ yaz insandır.” şeklindeki tanımda Îsm î Tanım olur (1831 8 4 5 6 ). Böylece Gelenbevî'de mutlak tanımın "H akikiyye" - "Tenbihiyy e" ve "H akikiyye" - "îsm iyye” diye ayrılm asıyla, tanım 16 kısma çıkmış oluyor. "al-K avl al-Şârih", tenbihî türden olan lafzî tanım ile, tenbihî dışında tanımın bütün kısım larına şam il olur. Tenbihı tanıma ittifakla şamil değildir. Seyyit Ş erif’e göre, lafzî tanıma da şamil değildir. Ancak Taftazanî, lafzî tanıma şamil olduğunu ka­ bul eder (18i). Gelenbevî'ye göre tanımın birtakım şartlan vardır: B ir kere tanımın tanımlanandan daha açık olm ası ve ondan önce bilinm e­ si gereklidir. Zira tanım illet, tanımlanan da mâlûldur ki, ületin ma'luldan önce olması gerekir, öyleyse b ir şeyin kendi mahiyeti ile tanımlanması doğru olmaz. "L a fzı Lafız ile tanım " gibi. B ir şe­ yin kendisinden daha kapalı bir şeyle tanım ı da câiz olmaz, "A te­ şin letafette kendisine benzeyen b ir şeyle tanım ı” gibi. Yine bu­ nun b ir neticesi olarak bilinen ve bilinm eyen yönüyle kendisine eşit olan bir şeyle de tanım doğru olmaz. "Ruhun, kendisine his ve ha­ reketin vacipliği ile tanım ı" gibi. Aynı şekilde b ir şeyi kendisinden önce bilinm eyen b ir şeyle tanım da câiz değildir (18B). Kazvanî'nin de savunduğu ve müteahhirin m antıkçıların tanı­ m ın bütün kısım ları için geçerli saydığı, "Tanım , tanımlanana doğ­ ruluk yönünden eşit olm alıdır. Dolayısiyle b ir şeyin kendisine ay­ k ırı (mübayin) olan b ir şeyle veya kendisinden daha genel veya da kendisinden daha özel diğer b ir şeyle tanımı doğru d eğildir" (1S6) şeklindeki şart, Gelenbevî’de sadece Had-i Tam için geçerlidir. Zi­ ra O'na göre, yapılan tanımdan gözetilen amaç elde edilen yerlerde, Hadd-i Nakısda tanımın tanımlanandan daha genel olması, Resm-i Nakısda da tanımm tanımlanandan daha genel ve daha Özel olması câizdir (187)- Hadd-i Tam da ise, tanım tanımlanana doğruluk ve (183) (184) (185) (186) (187)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 13 Bk: Haşan Hüsnü Musılî, Tenvir al-B u rh an (Birhan şerhi), s. 96 Gelenbevî, Burhan, s. 13 Bk: Kazvini, Şemsiyye, s. 14-15 Gelenbevî, Burhan, s. 14


42 mefhum yönünden eşit olm asıdır. Böylece akla ait mücerret ihti­ m allerle Hadd-i Tammın yanlış ve geçersiz olduğu ortaya çıkar. Şöyleki, meselâ biz Hadd-i Tam ile insanı tanımlamak ister ve "İnsan, cisim-i nâtıktır." dersek, bu tanmun büyüme kabiliyeti ol­ mayan ve hassas olmayan dsm -i natıka şamil olm ası ortaya çıkar, halbuki bu ikisi insan değildir. Zira "hassas" ile "Büyüyen", "c i­ sim " ve "konuşan" ile beraber insan kavramına dahildir. H er in­ san, konuşan cisim dir, fakat her konuşan cisim insan değildir, bu b atıl olur, sadece akla ait mücerret b ir ihtim âldir (188). Tanımda cinsin ayınm üzerine takdim ini şart koşan müteahhirinin bu görüşüne Gelenbevî, "B u bazılarına tanınım sihhatinin şartı değil, evleviyyet şartıdır" (188) diye karşılık verm ektedir. N i­ tekim îb n Sin da Şifa'da cinsin fasıl üzerine takdim ini gerekli görm ez (19°). Ayrıca tanım ların tümünde karine olm aksızın mecaz ve müş­ terek lafız kullanmak, Had olan tanımlarda da delâlet-i iltizam ı ile yetinmekten kaçınmak gerekir. Böylece Gelenbevî, Resm-i Tam ve Resm-i Nâkıs'ta delâlet-i iltizam î ile yetinm eği câiz görüyor ( 101). Gelenbevî, tanımlanan şeyin tanımdan önce icmâlen de olsa bilinm esinin gerekli olduğunu söylüyor. Aksi halde zihin, mutlak mechûle yönelir ki, bu doğru olmaz. Böylece tamm, tanımlananın istenen diğer yönüyle ilim ifade eder (192*1 9 4 ). Gelenbevî, tanım ı yapılamıyacaklar hakkında da şöyle diyor: "M ahiyetleri basit olanların tamım mümkin değildir. Bunlar sa­ dece Resm-i Nâkıs ile tanım lanabilirler (1B3). N itekim mütekaddim in de basit m ahiyetlerin res i nâkıs ile tanımlanacağı görüşünde­ d irler O34). Gelenbevî’ye göre tek b ir mahiyet için birden fazla Hadd-i Tam mümkin değildir ( 196). (188) <189) <190) <191) <192) <193) (194) <195)

Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 69 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 14 Bk: Seyyit Ömer İbn Salih (Tokatlı), Dürrünnâci (îsağuci Şerhi/ s. 74 Gelenbevî, Buıhan, s. 14 Gelenbevî, Burhan, s. 13 Gelenbevî, Burhan, s. 14 Bk: Haşan Hüsnü Musılî, Tenvir al - Burhan (Burhan şerhi), s. 103 Gelenbevî, Burhan, s. 14


43 Y in e Gelenbevî'ye göre b ir tikel, tikel olarak alındığında ta­ nım ı kabul etmez. Çünkü b ir tikel, diğer b ir tikel ile tanımlana­ maz, zira ik i tikel arasında aykırılık vardır, bu durumda tikelin tümel ile tanımlanması gerekir. Tüm elin kendisi .gibi b ir tüm ele ilâvesi ise tikelin, tikellik suretini ifade etmez (196). Bizim için tikelleri idrâkte, hissiyattan başka yol yoktur. Gelenbevî diyor ki, “ Tikelin tanımlanamayacağı hususu, •Tanım ma­ hiyet içindir, fe rt için değildir.- diyenlere göredir. Şu varki, tanım­ da esas olan onun tanımlanana eşit ve onun için doğru olm asıdır. Öyleyse hariçte b ir ferde inhisar ettirilen tümeli, bu fert için tanım niçin câiz olmasın? Çünkü, gerçek tikel, hadd-i tammı kabul etmez. Bunun dışm dakilerle tanım lanabilir olması, daha genel olan ile ta­ nım ı câiz gören mütekaddimine göredir. Biz burada daha genel olan ile tanımı uygun bulmayan müteahhirinin görüşünü diğerine tercih ettik.” ( 1971 9 8 ). I I I — ÖNERM ELER VE HÜKÜM LERİ 1) Ö N ER M E LE R İN Y A P IS I VE T A K S İM İ: Gelenbevî, önerm elerin tanım ve delil gibi ya M ÂKULE yahut M ELFUZE olduğunu söylüyor. Melfuze, “ Zeyd ayaktadır” gibi, vu­ ku' bulan b ir şeyden hikâye eden b ir haber cümlesidir. Mâkule ise, aralarında nisbetin vuku' bulması veya vuku' bulmaması ile konu ve yüklemden (Mahkûm aleyh ve Mahkûm bilh'ten) telif olunan önerme demektir. öyleyse önerme (K aziyye), m elfuze veya mâkule olan b ir mü­ rekkep sözüdür ki, onu söyliyene bu hususta “ doğrudur” veya “ yan­ lıştır” demek doğru olur (19s). Bu tanım hemen bütün İslâm man­ tıkçılarında aynıdır. Böylece önermenin hükümsüz olam ıyacağı ortaya çıkar. Hüküm için de “ kendisi üzerine hükmolunacak b ir şey” ile “ kendisiyle hükmolunacak diğer b ir şey” in var olm ası zorunludur. Bu suretle “ Mah­ kûm aleyh” ile “ Mahkûm bih” (Konu ile Yüklem ) önermenin mad­ desi, bunları birbirine bağlıyan “ Hüküm” ise önermenin sureti (196) Gelenbevî, Burhan, s. 14 (197) Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 70 (198) Gelenbevî, Burhan, s. 14


44 durumundadır. Tanımdaki, "söyliyene doğrudur veya yanlıştır, de­ mek doğru olu r" şeklindeki kayıtla, "Allah kabul etsin” , "Zeyd kalk­ sın.", "Sen otur." gibi inşaiyye (dilek-istek) olan sözlerle, "san ka­ lem ", "Ahm ed'in elbisesi" «..vb gibi hüküm bakımından eksik olan sözler tanımın dışında bırakılm ıştır (loy). önerm eler ya YÜ K LE M LÎ (H am liyeye) veya ŞA R TLI (Şartiyye) olurlar. Eğer önermede bir şeyin diğer b ir şeye vukuu veya bu vukuun selbi (olumsuz kılınm ası) ile hükmolunursa, buna Yüklem li öner­ m e adı verilir. "Zeyd, ayaktadır.", "Zeyd, ayakta değildir." gibi. Eğer önermede, b ir önermenin hükmünün diğer b ir önermenin hükmü ile ittisal veya infisaline (birleşmesine veya ayrılmasına) hükmolunursa, bu önerme şartlı önerme adım alır. Burada mahkûm aleyhe (konuya) Mukaddem, mahkûm bihe (yükleme) de T âli de­ nir. "H er ne zaman güneş doğarsa gündüz mevcut olu r." "B u sayı ya tektir ya çifttir." gibi (20°). Gelenbevî îsağuci şerhinde Yüklem li ve şartlı önerm eler için şu tanımı y a p ıyo r: "Önermenin iki tarafı b ilfiil veya bilkuvve iki m üfrede inhilâl ederse o yüklem lidir, ik i mürekkebe inhilâl ederse o da şartlı önermedir. İnhilâlin anlamı şudur: Kendisiyle, öner­ menin önerme olduğu hüküm üzerine delâlet eden edatların kal­ dırılm asına inhilâl denir" (1 9 2 0012 0 ). Şartlı önerm eler B İT tŞ İK ŞA R TLI (M uttasıla) ve A Y R IK ŞART­ L I (M unfasıla) diye ikiye ayrılır (* ** ). Yüklem li önerm elerle B itişik ve Ayrık Şartlı olan önerm eler Olumlu (Mucibe) veya Olumsuz (Sâlibe) olurlar. İster olumlu, ister olumsuz olsun her önermenin Gelenbevî'ye göre üç parçası olduğu açıktır: 1) al-Mahkûm aleyh (Konu), 2) al-Mahkûm bih (Yüklem ) 3) Nisbet-i Tamme-i Haberiyye (N isbet), -Ki olumlularda nisbetin vukuu, olumsuzlarda ise nisbetin vuku' bulmaması, demektir-. Mütekaddiminden olan araştırm acılar "N isbet beyne beyne" adı­ nı verdikleri bizatihi nisbet ile ittisal (birleşm e) ve infisali (ayrılm a­ yı) yukarıdaki üç cüz'ün dışında saydılar (2C2). Bununla beraber Ge(199) (200) (201) (xxx) (202)

Gelenbevî, Burhan -(Abdunnafi şerhi Fenn-i Mantık), C.2, s. 4 Gelenbevî, Burhan, s. 14 Bk: Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 32 (1283 Bsk), s. 24 (1275 Bsk) Bu önermelerin tasnifi daha sonraki konularda ele alınacaktır. Gelenbevî, Burhan, s, 15


45 lenbevî, îsağuci şerhinde, önerm elerin cüzlerinin dört olduğunu iddiâ edenlere göre "hükm ” ü önermenin dördüncü cüz’ü olarak zik­ rettiklerini söylüyor ve onu, "N isbetin vukuunu veya vuku' bul­ madığını idrâktir.” diye tanım lıyor (203). Gelenbevî, Alâ M îr al-Tehzib’de ise, müteahhirine göre önermenin dört cüz'ü olduğunu ve "N isbet-i Tamme-i H aberiyye”ye müteahhirinin "Hüküm ” adım ver­ diklerini beyan ediyor. Halbuki, mütekaddimine göre icap (olum ­ luluk) ve selbin (olumsuzluğun) çıkış noktası olan nisbetin tasav­ vuru yoktur. Müteahhhirine göre ise konu ile yüklem arasında sa­ b it olan nisbetin idraki hükümdür ve bu önermenin b ir cüz udür. Bunun isbatı ise müteahhirinin tetkikleri arasındadır (204). Bu su­ retle Gelenbevî, müteahhirinin görüşünü kabul ederken, "N isbet beyne beyne”yi inkâr eden mütekaddiminin bu iddiasının batıl ol­ duğunu söylüyor (205). Ömer Kazvini, makûle önerm elerin üç cüz'ü olduğunu söyliyen Ibn Sina (206) ile aynı görüşü paylaşmaktadır ( 207). Kutbuddin Razi ise müteahhirinin görüşüyle önerm elerin dört cüz'ü olduğunu kabul etm ektedir (208). Gelenbevî'ye göre bu hususta mütekaddimin ile müteahhirin arasındaki ihtilaf, sadece icap ve selbin çıkış noktası olan nisbetin isbatmda değildir. Bilâkis başka ihtilaflar da vardır. "N isbet bey­ ne beyne” , kendisine hükme ait idrakin taalluk ettiği nisbetin mâ­ nâsıdır. Bu da vaki' olma, veya vaki' olmamadan ibarettir. Bu ikisi mütekaddimine göre yüklemin ik i sıfatıdır. O ikisinin anlamı, konu ile yüklemin birleşm esi (ittihadı) veya birleşmemesi (adam-i itti­ hadı)'dir. Öyleyse "Z eyd ayaktadır.” sözünün anlamı, "ayakta olma” nm "Z eyd " ile birleşm esidir. Y iııe aynı şekilde "Zeyd ayakta değildir." sözünün anlamı ise, "ayakta olm a”nm "Z eyd” ile birleşmemesidir. Müteahhirinin görüşüne göre ise, o ikisi nisbet beyne beyne' nin ik i sıfatıdır. Nisbet beyne beyne, konu ile yüklemin birleşm e­ sinden ibarettir. O halde bu ikisinin anlamı, bizzat özünde uygun olm ası veya uygun olm am asıdır. Öyleyse "Zeyd ayaktadır.” sözü­ nün anlamı, "Z eyd " ile "ayakta olm a”mn uygun olm asıdır. "Zeyd ayakta değildir.” sözünün anlamı ise, "Zeyd” ile "ayakta olmanın” uygun olm am asıdır (209). (203) (204) (205) (206) (207) (208) (209)

Gelenbevî, Şerh-i Îsağuci, s. 34.35 (1283 Bsk), s. 26 (1275 Bsk) Bk: Gelenbevî, Alâ M ir al-Tehzib, s. 202-203 Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 70 Bk: Devvani, Şerh-i Tehzib, s. 36 Bk: Kazvini, Şemsiyye, s. 16-17 Bk: Razi, Şarh Metn al-Şemsiyye (Tasdikat), s. 18 Bk: Gelenbevî, Alâ M ir al-Tehzib, s. 203


46 Gelenbevî'ye göre önermenin yukarıda söz konusu edilen cüz­ lerine aşağıdaki dört idrâk taalluk etmedikçe, önerme akdolunamaz; 1) Mahkûm aleyh (Konu veya M ukaddem )! mahiyetinin tama­ m ı, veya onun mahkûm aleyh olm asını sahih kılacak herhangi bir yönüyle tasavvur etmek. Zira zihnin teveccüh ve iltifa tı olmadan b ir şey üzerine hüküm doğru olmaz. 2) Mahkûm bih (Yüklem veya T â li)'i aynı şekilde tasavvur et­ mek. 3) Nisbet-i Tamm-i H aberiyye'yi tasavvur etmek. Bununla Gelenbevî, nisbetin tasavvurunu tarafeynin tasavvuruna tabi kılanları reddediyor (210). 4) îz a n : Mahkûm bih ile Mahkûm aleyh arasındaki ilişkinin (nisbetin) vuku' bulması veya vuku’ bulmaması idrakine kalben inanmak ve buna yakın olm aktır (211). Ayrıca her önermede delâlet-i iltizam ı ile dahi olsa olumluluk veya olumsuzluğa delâlet eden b ir lafız (söz) vardır ki, buna RA­ B IT A denir. Gelenbevî, Rabıtanın açıklanmasında Arapça dil kurallarına dayanarak şöyle diyor: Bu rabıta (bağ), ya bizatihi yüklemde olur, ( /

\J *

ju y

* »-

) (Zeyd ayaktadır.) gibi. Y a onun b ir cüz'ü olur,

ir' S

min dışında olur,

(Zeyd'in babası ayaktadır.) gibi. Yahut yükle­

(

gibi. Veya olumsuzluk edatı olur,

)

(Zeyd ki o cisim dir)

(

(Zeyd kalkmadı.) ve

(Zeyd ayakta değildir.)

gibi, Veyahut da rabıta zamaniyye olur,

(

)

(Zeyd ayakta id i.) gibi. Şartlı önerm elerde ise ittisal (birleşm e) (210) (211)

Bk: Gelenbevî, Burhan, (Abdunnafi şerhi Fenn-i Mantık) C.2, s. 11 Gelenbevî, Burhan, s. 15


47 ve infisal (ayrılm a) edatları ile onların selbi rabıtadır. Önerme hâriçte b ir rabıtaya sahip olursa ona SÜ LA SlYYE adı verilir. H âriçte önermenin b ir rabıtası olm az ise ona da S Ü N A ÎY Y E denir.

^

)

(Zeyd cisim dir.) gibi (212).

Önermenin Sülasiyye ve Sünaiyye diye taksim i, K azvini'de de vardır. O'na göre bazan zihin rabıtanın anlamım idrâk ettiği için o, lafızdan kaldırılır, bu takdirde önerme Sünaiyye adını alır (213). Yüklem li önermenin cüzlerinden olan Konu, ya Zikrî ya da Ha­ kikî olur. Zikrî olan ister tümel ister tikel olsun, konunun lafzın­ dan anlaşılan şeydir. Buna Tüm elerde UNVAN al-MEVZU ve VASF al-MEVZU adlan verilir. Bu tüm ellerin altmda sıralanan fertlerine de ZÂT al-MEVZU adı verilir. Önermede asâleten üzerine hüküm kasdedilen şey de MEVZU-U H A K İK Î (Gerçek K onu)'dir (2142 1 5 ). Unvan al-Mevzu, Zât al-Mevzuun mülahazasına âlet olduğu hal­ de, Zât al-Mevzu üzerine hüküm kasdedilen önerm elerde çok defa Mevzu-u H akiki ile Mevzu-u Zikri m uhalif olurlar. “ H er insan hay­ vandır.” ve “ Bazı insanlar hayvandır.” önerm elerinde olduğu gibi. Bunun dışında konunun cüz'iyy-i hakiki veya kendisi üzerine hü­ küm kasdolunan tümel olduğu yerlerde Mevzu-u Zikri ile Mevzu-u H akiki birleşirler. “ Zeyd âlim dir.” ve “ însan tüm eldir.” önerme­ leri gibi (216). Zât al-Mevzu'dan kasdolulan şey, Unvan al-Mevzuu altmda sıra­ lanan fertlerdir. Öyleyse Zât al-Mevzu, üzerine Unvan al-Mevzuun b ilfiil veya bilim kân sadık olduğu şeydir. B ilfiil sadık olma, îbn Sina'ya göredir ve üç zamanın birinde dahi olsa yeterlidir. Bilim ­ kân sadık olm a Fârâbî'ye göredir. Bu iki görüş açısından “ Sulta nın bütün binekleri attır.” önerm esi Ibn Sina'ya göre doğru, Farabî'ye göre ise yanlıştır. Zira bazan sultanın binekleri arasında meselâ, m erkebin de bulunma imkânı vardır (216). Bu önermenin Ibn Sina'ya göre doğru, Farabî’ye göre yanlış olması, önermenin H âriciyye olm ası itibariyledir. Önerme Hakikiyye itibar edilirse her ik i görüşe göre de yanlış olur (217). (212) (213) (214) (215) (216) (217)

Gelenbevî, Burhan, s. 15 Bk: Kazvanî, Şemsiyye, s. 17 Gelenbevî, Burhan, s. 15 Gelenbevî, Burhan, s. 15 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 15-16 Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 72


.48 Konunun mefhumunun fertleri üzerine doğruluğu (yâni unvan al-mevzuun Zât al-mevzu üzerine sıdkı) ve zamanlardan birinde da­ hi olsa onlarla ittisafı, AKD al-VAZ', Müveccihat (M odalite)'da ol­ duğu gibi cihetlerden (m odlardan) birinde veya üç zamanın birin­ de Zât al-Mevzuun yüklem ile ittisaf ederek, yüklemin Zât al-Mevzuu üzerine sıdkı da AKD al-HAM L adıyla adlandırılırlar (218). Meselâ, *'H er insan hayvandır/' önermemizde, Unvan al-Mevzu olan "İn san"ın, Zât al-Mevzu olan Zeyd, Amr.... vs ye sıdkı, yâni bu fertle­ rin insan kavram ıyla m uttasıf olm aları, Akd al-Vaz', bu fertler üze­ rine yüklenmiş olan hayvanın sıdkı ve sübutu ise Akdal-Ham l'dir <219). 2) Y Ü K LE M Lİ Ö N ERM ELERİN Ç E Ş İTLİ YÖ N LE R İN D E N T A S N İF İ: Gelenbevî mutlak olarak yüklem li önerm eleri konunun keyfi­ yetine göre şu kısım lara ayırıyor: Yüklem li önerm elerin zikredilen konusu (Mevzu-u zikrîsi) ger­ çek tikel olursa bu önerme ŞA H SİYYE ve MAHSUSE adını alır Bu alim dir. Bu alim değildir. Zeyd alim dir. Zeyd alim değildir, gibi. Yüklem li önerm elerde zikredilen konu tümel olup Iıüküm -H er ne kadar kendi zatında sirayeti mümkün olsa da zat-ı mevzua sirayeti kastedilmeksizin- unvan al-mevzu üzerine verilirse veya konu'um um " ile kayıtlanırsa (* * * ) buna T A B İÎY Y E adı verilir. İnsan küllidir, İnsan konuşan hayvandır, İnsan cins değildir gibi. Gelenbevî îsağuci şerhinde Tabiiyye için şu m isâlleri veriyor: ^ (İnsan heyeı-i umumiyesi açısından

nevidir.) açısından cinsdir.)

( X— \

) (insan heyet-i umumiyesi / (İnsan konuşan

hayvandır) (220). (218) Gelenbevî, Burhan, s. 16 (219) Gelenbevî, Burhan, (Abdunnafi şerhi Fenn-i Mantık), C.2, s. 21 (xxx) Bu kayıt Gelenbevî'nin Îsağuci şerhinde vardır (Bk: Gelenbevî, îsağuci şerhi, s. 37 (1283 Bsk), s. 27 (1275 Bsk) (220) Bk: Gelenbevî, Şerh-i Îsağuci, s. 37 (1283 Bsk) s. 27 (1275 Bsk)


49 Yüklem li olan önerm elerde hüküm, altında sıralanan şahsiyye veya neviyye olan fertlerine sirayeti de kastolunarak unvan al-mevzu üzerine verilir ve eğer bu fertlerin kem iyetleri küllen veya bazan o önermede açıklanmaz ise bu tür önerm elere M ÜHM ELE adı verilir. İnsan hüsrandadır, İnsan hüsranda değildir gibi. Gelenbevî îsaguci şerhinde Mühmele için “ insan kâtiptir, İn ­ san kâtip d eğildir." m isâllerini veriyor (221). Yüklem li önerm elerde hüküm, altında sıralanan şahsiyye ve­ ya neviyye olan fertlerine sirayeti de kastolunarak unvan al-mevzu üzerine verilirse ve eğer bu fertlerin kem iyetleri de küllen veya bazan beyan olunursa bu tür önerm elerde de M AHSURE veya MU­ SAVVERE adı verilir. Bu önermelerde kem iyet üzerine delâlet eden lâfza SUR adı verilir, bu ya “ külliye” olur, ya "cüz'iyye” olur. Önermede konunun bütün fertleri üzerine hükmolunursa Tü­ m el (külliye), bazı fertleri üzerine hükmolunursa Tikel (cüz'iyye) olu r (222). Mahsure olan önerm eler (4) tür.Gelenbevî ye göre bunların en şereflisi Mucibe-i külliye (Tüm el olum lu)'dir. Bunun Suru (

y /

Bütün) kelim esidir. Gelenbevî îsağuci şerhinde “ Sur" kelimesinin beldelerin surundan alındığını beyandan sonra, "bütün” a n la m ım ifade eden şu Arapça kelim eleri de Tümel olumlunun surlan ara­ sında zikrediyor:

\j > "

aynca

0 \ (223). Tümel olumlu önerm eler, sadece yüklemin zikredilen konuya müsavi, yahut ondan daha genel olan yerlerde tasdik olunur. Bütün insanlar konuşandır. Bütün insanlar hayvandır gibi. Musavvere önerm elerin İkincisi Selibe-i K ülliye (Tüm el olum­ suz)'dur. Bunun suru da “ bevî îsağuci şerhinde

ı

biç b ir şey” sözüdür. Gelen­ sözünü de aynı şekilde Tümel

olumsuzun suru olarak beyan ediyor (224). <221) (222) (223)

Bk: Gelenbevî, Şerhi Îsağuci, s. 36, (1283 Bsk), s. 27, (1275 Bsk) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 16, Gelenbevî, Risale-i İmtihan İbrahim Nurettin tahriri, s. 19 Bk: Gelenbevî, Şerhi Îsağuci, s. 35, (1283 Bsk), s. 26, (1275 Bsk)


50 Bu önerme konu ile yüklemin tamamen aykırı olduğu yerler­ de tasdik olunur. "H iç b ir insan at d eğild ir" gibi. Üçüncü derecede mucib-i cüz'iyye (T ik el olumlu) olan önerm e vardır. Bunun suru

j

/ bâzı) kelim esidir. Bu önerm e

konu ile yüklemin tamamen aykın olm adıkları yerlerde tasdik olu­ nur. "B âzı hayvanlar insandır" gibi. Musavvere önerm elerin dördüncüsü, Salibe-i cüz'iyye (Tikel olumsuz)'dir. Bunun suru

bazı.... değil-

d ir" sözüdür. Bu konunun yükleme müsavi olduğu veya ondan mutlak olarak daha genel olm adığı yerlerde tasdik olunur. "B azı hayvanlar insan değildir" gibi (2 2 425). Gelenbevî, Musavvere önerm eler arasındaki nisbeti de şöyle ö zetliy o r: Tüm el olumlu, Tikel olumludan; Tümel olumsuz da T i­ kel olumsuzdan mutlâka daha özeldir (ehass-ı mutlâk ile ehasstır.) Tümel olumlu, Tikel olumsuza; Tümel olumsuz, Tikel olumluya ay­ kırıdır. Tüm el olumlu ile Tümel olumsuz arasında da tam b ir aykı­ rılık vardır. Tikel olumlu ile Tikel olumsuz arasındaki nisbet ise eksik girişim lik tir (226). Gelenbevî'ye göre Mühmele önerme Tik el kuvvesindedir. Şahsiyye ise Tüm el hükmündedir. V ar olanların hariçteki hallerinden bahseden ulum-u hikemiyyede Tabiiyye olan önerm eler kullanılmaz (227). Böylece Gelenbevî, konunun keyfiyetine göre önerm elerin tas­ nifinde müteahhirin ile aynı görüştedir. N itekim Taftazanî, K azvinî ve Razî'de de aynı taksim mevcuttur ( 228). Halbuki bu husuta Ebherî mütekaddiminin görüşü ile ik tifa etm iş "T ab iiyye"yi terketm iştir ( 2292 3 0 ) . Konu ile ilg ili olarak Razî şöyle diyor; Tabiiyye ilim ­ lerde m uteber olmayan önermedir. Zira önerm elerde hüküm ko­ nunun "m a sadaka aleyh"i üzerinedir, onlar da fertlerdir. Halbuki Tabiiyye böyle değildir. Öyleyse onun taksimden çıkarılm ası zarar verm ez.", Razî, "Ib n Sina'nın da Şifa'da bu konuda önerm eleri üçe taksim ederek tabiiyyeyi zikretm ediğini" ilâve ediyor (23°). (224) (225) (226) (227) (228)

Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 35, (1283 Bsk), s. 26, (1275 Bsk) Gelenbevî, Burhan, s. 16 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 16 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 16 Bk: Taftazani, Tehzib, s. 4, Razi, Şarh-i Metn al-Şemsiyye Tasdikat, s. 68, Kazvani, Şemsiyye, s. 17-18 (229) Bk: Epheri, tsağuci, s. 6 (230) Bk: Razi, Şerh-i Metn al-Şemsiyye (Tasdikat, s. 68)


51 Gelenbevî’ye göre mutekaddiminin bu görüşe gitm eleri tabiiyyenin, ya ilim de az kullanılması, ya az olması, ya da şahsiyyeye da­ h il edilm esidir. Şahsiyyeye dahil edilm esi "m ahiyetin zatınm zi­ hinde Tikel olarak suretinin hasıl olm asm dan"dır. Yahut da tabiiyyenin mühmeleye dahil edilm esidir. Çünkü hüküm, fertlerin kem iyeti beyan edilm eksizin Tümel üzerine verilm ektedir. Müteahhirin ise bunlara çeşitli açılardan itiraz ederek, taksimi dörde çıkarm ıştır ve tabiiyyeyi bu taksime ilâve etm işlerdir ( 231). Gelenbevî, yüklem li önerm eleri konunun varlık sahası itibarı ile de H A R ÎC ÎYY E , H A K ÎK ÎY Y E ve Z İH N iY Y E olarak üçe ayırı­ yor. Yüklem li olan Önermelerde hüküm, konunun hariçte (zaman­ ların birinde dahi olsa) gerçekten var olan fertleri üzerine verilirse, buna hariciyye denir. "H e r ateş sıcaktır" gibi. Hüküm konunun fertlerinin hariçteki varlığının im kânı takdir edilerek bu fertler üzerine verilirse bu da hakikiyye admı alır. "H er anka uçucudur" gibi. Yüklem li önermede hüküm, (zam anlaıdan birinde dahi ger­ çekleştiği veya takdir edildiği halde) eğer konunun zihinde varlığı itibar edilen fertlerine yine zihne ait olan yüklemin vukuu veya vukubulmaması ile hükmolunursa bu tür önerm elere K A Z ÎY Y E -Î Z İH N ÎY Y E adı verilir. Bu ik i yönden olur: 1) Önermenin konusu, farz ve takdire muhtaç olmadan zihinde m evcut olan mümkün b ir şey olur. Bu takdirde Z ÎH N ÎY Y E -Î HA­ K İK İY Y E adını alır. "Zeyd m üm kindir" sözü bu tür b ir önermedir. 2) Önermenin konusu farz kılınmağa muhtaç olan mümkin olm ayan b ir şey olur. Bu durumda Z İH N İY Y E -Î F A R A Z İY YE adı verilir. Muhal olan şeyler üzerine hüküm bu türdendir. "B eşin çift oluşu tasavvur olunmuştur" gibi (232). Gelenbevî'ye göre bu Önermelerin olumlularında geçerli olan konunun varlık sahası, olumsuzların da da geçerlidir. Bu nedenle olum luları ile olumsuzlan arasında zıtlık meydana gelir (2a3). (231) Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 37 (1283 Bsk), s. 27 (1275 Bsk) (232) Gelenbevî, Burhan, s. 17 <233) Gelenbevî, Burhan, s. 18


52 H ariciyye, H akikiyye ve Zihniyye olan önerm eler arasındaki nisbeti de Gelenbevî şöyle izâh ediyor: “ H ariciyye olan önerme, Hakikiyye ve Zihniyyedeıı Mucib-i külliye olanların (Tüm el olum­ lu) her b iri ile diğer ikisi arasında eksik girişindik vardır. Zira konunun hariçte ve zihinde var olup yüklemin her ik i varlık saha­ sında konu için sabit olduğu Tümel olumluda sözü geçen önerme­ lerden her b iri doğru olur, “ H er insan hayvandır ve H er dört çift­ tir " önerm eleri gibi. Gerek unvan al-mevzu, gerekse tarifte bazı fertleri mümkin olan konuda hüküm münhasır olan yerlerde hariciyye doğru, ha­ kikiyye ile zihniyye yanlış olur. Zira unvan al-mevzu üzerine hükm edildiğinde konudan herf birinin hariçte jibazı fertleri mümkün olanlara inhisarı, hakikiyye ve zihniyyenin doğruluğuna manidir. f‘A t" a münhasır kılındığı zaman, '‘Sultanın bütün binekleri a t'tır" önermesi gibi. Bu misâlde gerek unvan al-mevzu olan “ Sultanın bineği’ ve gerekse “ A tlık” ile hükmü, hariçte bineğin mümkün olan fertlerin­ de sadece “ at"a has kılındığı zaman hariciyye olup hakikiyye ve Ziyniyye olmaz Kısacası, “ Sultanın bineği", binek olan “ a t" ve “ eşek” ten daha genel ise de hariçte “ at"a hasredilmesi ve hariçte hükmü sübutunun sadece “ at"a münhasır olması aym zamanda “ eşek"i dışarda bırakması, kaziyye hariciyye itibar olunursa doğru olur. Konunun sadece takdir edildiği ve yüklemin hariçte mevcut ilintilerden olduğu yerlerde, zihniyye olan önerme doğru, hariciyye ve hakikiyye yanlış olurlar. Çünkü makulat-ı saniyenin karşılığında hariçte hiçbir şey yoktur. “ H er insan mümkindir” gibi. Bu misal­ de insan üzerine hüküm, sadece zihindeki varlığı itibariyledir. Hariciyye, Zihniyye ve Hakikiyye olan tümel olumlu önerme­ lerin zıtlan olan Tikel olumsuz hakikiyye, zihniyye ve hariciyye ara­ sında da asıllan gibi eksik girişindik vardır. Zira, türlerin bazısını diğer bazısından ve ilin tileri konulanım ı gayrisinden selbetmek su­ retiyle bunların tümü doğru olur. Yani gerek hariciyye, gerek ha­ kikiyye ve gerekse zihniyyeden hangisi itibar edilirse, bu yönüyle Tikelin selbi gerçeğe uygundur. “ Bazı at insan değildir, Bazı at gülücü d eğild ir" gibi. Bu ik i önerme hariciyye, zihniyye ve hakikiyyeden hangisi i t i ­ bar edilirse edilsin doğrudur.


53 Tikel olumlu olan hariciyye önerm elere gelince, onlar hakikiyyeden mutlâka daha Özeldir (ehass-ı mutlak ile ehasstır), araların­ da tam girişindik vardır zıtları bunun aksinedir. Meselâ “ Bazı in­ sanlar alim dir” önermesi hem hariciyye ve hem hakikiyye için doğru olduğu halde, “ Bazı anka uçucudur” önermesi hakikiyye için doğru, hariciyye için yanlıştır. H ariciyye ile hakikiyyeden her b iri, zihniyyeden b ir yönlü da­ ha geneldir (e'am min vecih ile e'am dir). Şöyleki, Meselâ “ Bazı insanlar hayvandır” önermesi, hem hakikiyye hem zihniyye ve hem de hariciyye için doğru, “ Bazı ateş hararetlidir” önermesi ise ha­ riciyye ve hakikiyye için doğru, zihniyye için yanlıştır. “ Bazı insan ınümkindir” önermesine gelince sadece zihniyye için doğru, diğer ikisi için yanlıştır. Yine böylece hakikiyye ve hariciyye olan Tikel olumlu öner­ m elerin zıtları olan Tümel olumsuz hakikiyye ve hariciyye önerme­ ler ile, Tikel olumlu zihniyyenin zıddı olan Tüm el olumsuz zihniyye arasında eksik girişim lik vardır (234). Gelenbevî, konu ve yüklemin müsbet ve m enfi oluşuna göre de yükleme önerm eleri MADULE ve M UHASSALA olarak ayırıyor. Yüklem li önermede eğer ik i taraf (konu-yüklem) la fız Ve anlam yönünden mevcut olursa bu tür önerm elere Muhassala adı verilir, "insan hayvandır” olumlu muhassala, "İnsan at değildir” öner­ mesi ise olumsuz muhassaladır. Eğer yüklendi önermenin konusu ile yüklem i lafız ve anlam yönünden mevcut olmaz ise bu tür önerm elere Madule adı verilir. Bu da üçe aynlır: 1) Maduletü’l-M evzu: Yüklendi olan önermede sadece konu­ nun varlığı yoktur. “ Canlı olmayan cem attir.” gibi. 2) Maduletü'l-M ahm ul: Önermede sadece yüklemin varlığı yok­ tur. "Anka alim değildir” "Akrep kördür" gibi. Bu önermede "K ö r” anlamı itibariyle görmenin ademi olduğuna delâlet eder ki, Gelenbevî'ye göre bu önermede medulet'l-mahmuldür. Razi, madületü’l-mahmule şu misali veriyor: “ Cansız alim ol­ mayandır (235). (234) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 18 (235) Bk: Razi, Şerhi Metnül - Şemsiyye, (Tasdikat), s. 75


54

3) M aduletü't-Tarefeyn: Yüklem li önermede her ik i tarafm da varlığı yoktur, adem idir (286). Gelenbevî bu üçüncüye misal ver­ m iyor. Burhan Şarihi Abdunnafi'nin m isali ise Razi'nin verdiği m isalle aynıdır: "C anlı olmayan alim olm ayandır" (2 3 6 237). Gelenbevî'ye göre muhassala, bazen sadece olumlu olan öner­ m elere has kılınır. Olumsuz olanlanna ise "B asite” adı verilir (2382 3 9 ). O na göre olumlu maduletü'l-mahmul olan önerme ile Basite olan önerme arasında da lafız ve anlam yönünden b ir takım fark­ lar vardır. O, lafız yönünden olan farkları şöyle izah eriyor: "Maduletü'l-mahmul olan önermelerde ( edatları, Basite'de ise G j — i*

” ve

"

ve

) olumsuz

ve benzerleri kullanılır. Meselâ -t / ”

önerm eleri madule.

^ 11 önermesi ise Basitedir. (K i, üçüncünün mânâsı t

Zeyd kâtip değildir, ilk ikisinin mânâsı ise, Zeyd kâtip olmayandır, dem ektir). Maduletü'I-mahmulde olumluluk bildiren rabıta, olumsuz edat üzerine takdim edilir, basitede ise olumsuz edatından sonraya kalır. Meselâ " ^

" önermesi madule "

f

M

önermesi ise basitedir (i39). (Zeyd ayakta değildir, anlamındadır.) Görülüyor ki, burada ileri sürülen farklar, Arapça dil yapısı ile sıkı sıkıya bağlı, hattâ onunla kaimdir. Gelenbevî, söz konusu iki önerme arasında anlam yönünden olan farkları da Özetle şu şekilde sıralıyor: "Maduletul-Mahmul, anlam yönünden varlığı olmayan yükle­ min konu için vukuunun sübutuyla olur. Bu suretle önerme olum­ lu olur. Basitede ise varlığı olan yüklemin konu için vuku bulmama­ sının subutuyla hükmedilmiştir. Bu suretle önerme olumsuz olur. Meselâ, "Zeyd ayakta değildir." Önermesinde hüküm, "ayakta olm a" nın "Zeyd ile birleşm esiyledir. Bu SELB-İ RABT'tır. Zira burada olumsuzluk takısının vazifesi, "ayakta olm a 'y ı "Z eyd”den kaldır­ maktadır. Bu nedenle önerme olumsuzdur. (236) Gelenbevî, Burhan, s. 19 (237) Bk: Gelenbevî, Burhan, Abdunnafi Şerhi Fenni Razi, ayn esr, s. 75 (238) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 19 (239) Gelenbevî, Burhan, s. 19

Mantık, C.2, s. 51,


55 B ir diğer anlam fark ı da basite, H ariciyye, Hakikiyye ve Zihniyye olan önermelerde. Mucibe Maduletü'l-Mahmul olandan mut­ laka daha geneldir. (Eamm-ı mutlak ile eammdır.) Zira, Hakikiyye, H ariciyye ve Zihniyyede olumlunun doğruluğu, konu ile muteber olan varlık sahasının vuku bulmanın gerçekleşmesine dayanır. Fa­ kat basitede bu şart aranmaz, öyleyse konu, gerçekten hariçte var olup da yüklem hariçte konudan ayrılm ış olan yerlerde basite de olum lu " Maduletü'l-Mahmul de doğru olur. Mesela,

(H er insan at değildir.) önermesi basite, (H er insan at olm ayandır.) önermesi de olumlu maduletü'l-Mahm ul olarak doğrudur. Konusu hariçte gerçekten var olmayan yerlerde ise hariciyye olan basite doğru, olumlu maduletü'l-mahmul doğru değildir. Bu durumlarda hariçte varlığı olmayan konu, ya mümkin olur. "H iç­ b ir anka hariçte cisim değildir, "önerm esinde olduğu gibi. Y a da mümkin olm az, "B ari Taâla'm n ortağı hariçte görücü değüdir. "Önermesinde durum böyledir. Hakikiyye olan önermelerde, konu hariçte varlığı takdir edi­ len mümkinattan olupta, bu konunun varlığından yüklemin ayrıl­ d ığı maddelerde Basite ve Olumlu Maduletu l-Mahmul'ün her ikisi de doğru olur. "Anka hariçte kâtip değildir. A t hariçte kâtip değil­ dir. "Basiteleri ile, "Anka hariçte kâtip olmayandır, A t hariçte kâtip olmayandır. "Olum lu Maduletü'l-Mahmul önerm eleri gibi. Konusu mümkin olm ayan maddelerde hakikiyye olan önerme­ lerden Basite doğru, olumlu MadûletüTMahmul yanlış olur. N ite­ kim muhal olan şeylerden hariçteki ilin tileri selpte de durum böy­ ledir. "B ari Taâla'm n ortaklarından hiçbir şey hariçte görücü değil­ d ir.” önermesi gibi. Diğer taraftan zihniyye olan önermelerden, zihinde gerçekten veya takdiren konusu bizatihi mevcut olupta bu konudan yükle­ min zihinde ayrıldığı yerlerde Basite de, olumu Maduletü'l-Mahmul de doğru olur. "D ört zihinde tek değildir.” Basitesi ile, olumlu Ma­ duletü'l-Mahmul olan “ Dört zihinde tek olmayandır.” önerm eleri gibi. Konusu bizatihi zihinde var olm ayıp da farz veya takdir et­ m ekle var olabilecek yerlerde zihniyye olan hakikiyyeden olumsuz Basite doğru, olumlu Maduletü'l-Mahmul yanlış olur. Bizatihi zihin­


56 de var olmayan şey ise muhal olan şeylerin m ahiyetidir. Olumsuz Basite olan “ Muhal olan hiçbir şey zihinde görücü değildir. Muhal olan hiçbir şey kendi zatında mevcût değildir/' önerm eleri gibi. Gelenbevî'ye göre, yukarıda anlatılan şekillerden dolayı ko­ nusu m evcut olan yerlerde b iri diğerinden ayrılm adığı için, mantık­ çılar, Basite ile Maduletü’l-Mahmul'ün birbirlerinin mütelâzim i ol­ duklarına kail olm uşlardır (240). 3) MODAL ÖNERM ELER (M Ü VE C C E H AT): M odal Önermeler, Gelenbevî'nin ençok üzerinde durduğu ko­ nulardan birisidir. O'na göre m antığın bu bölümü, bahislerin en kapalısı ve anlaşılması en güç olam dır. Bu nedenle bu bölüme b ir anahtar olm ak üzere “ İm kân R isalesini" te lif ettiğini belirti­ yor (2412 4 3 ). O, bu konuda müteahhirinin görüşündedir. Gelenbevî'ye göre mutlak olarak Yüklem li Önermelerde olumluluk ve olumsuzluk nisbeti için şu dört keyfiyetten biri elbette gereklidir: 1 — Zaruret 2 — Devam 3 — F iil 4 — İmkân Gelenbevî, “ Lâ Zaruret" ve “ Lâ Devam " diye birinci ve ikinci sıradakilerin olumsuzlarını da ayrıca zikretm ektedir. Diğer taraftan İbn Sinâ geleneğine uygun olarak yapılan ayı­ rım, mütekaddiminin görüşü olarak ortaya çıkm ıştır ki, onlara göre gerekli olan keyfiyet İmkân, İm tinâ ve Vücup'tan ibarettir (242) pârabî’de ise durum daha değişiktir. O, ilk cihetlerin yine üç olduğunu kabul eder. O'na göre bunlar Zaruret, Mümkin ve Mutlak 'tır (213). (240) (241) (242) (243)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 19-20 Bk: Gelenbevî, Risaletü'l - İmkân, s. 2 Bk: Öner Necati (Prof. Dr.), Klâsik Mannk, I. Bsk, s 83 vd Bk: Farabi, Peri - Hermeneias Muhtırası, (Prof. Dr. K Ü YE L (TÜRK ER ) Mübahat N şr) DTCF Araştırm aları Enstitüsü Dergisi, Y ıl 1966. C .IV , s. 29


57 Gelenbevî'ye göre bu keyfiyetlere önermenin maddesi adı ve­ rilir. Yüklendi Qİan önerm elerde eğer nisbetin zarureti açıklanmaz ise, bu önermeye M UTLAKA denir. Önermede keyfiyetlerden her hangi birisi açıklanırsa, mukayyet bulunduğu M od'a (Cihet'e) şâm il olmasından dolayı MODAL (M UVECCEHE) adı verilir. Kendiyle önermenin keyfiyeti beyan olunan şey yani önerm e lafziyye ise, keyfiyyet üzerine delâlet eden lâ fız (zaruret, devam ... vb), önerme akliyye ise “ Filan keyfiyyetle" diye aklın hükmü, ister önerme maddesine uygun olsun ister olmasın “ M od" (cihet) adını alır. Modal önermenin yanlış olması, nisbetin hakikate uygun olma­ masıyla olduğu gibi, önermenin modunun önermenin maddesine uygun olmamasıyla da olur (244). Gelenbevî ye göre önerm elerin modlarından biri olan ZARU­ RET, mutlâk olarak, olumlu veya olumsuz olan bilcüm le nisbetin konudan ayrılm asının mümkin olmamasından ibarettir. N itekim , yüklem li Önermelerin nisbetinin zarureti, b ir hükmün diğer hük­ me lüzumu da böyledir (245). Öyleyse her ne zaman konu bulunur­ sa nisbet de bulunur, ondan ayrılmaz. Nisbetin konudan ayrılm a­ sının mümkin olmaması, var olan konuda icabın ve selbin zarure­ tinde gerçekleşir. Meselâ: İster hakikiyye, ister zihniyye ve isterse hariciyye itibar edilsin “ zarurî olarak hiç b ir insan taş değildir" önermesinde olduğu gibi. Zira her ne zaman konu olan “ insan" bulunursa, onun taş olmaması gereklidir. Yahut o, kendisi için icap, mümteni' olan-varlığı olmayankonudan selbin zaruretinde gerçekleşir. Meselâ: İster hariciyye is­ ter hakikiyye isterse zihniyye itibar edilsin “ H iç b ir aııka zarurî olarak taş d eğildir" önermesinde olduğu gibi. Fakat O, mümkinatîan olmayan'da selbin zaruretinde gerçek­ leşmez. Eğer gerçekleşirse, icap tahukkuk eder ki, batıldır. Mese­ lâ: İster hariciyye ister hakikiyye itibar edilsin “ Cenab-ı Allah'ın ortağı zaruri olarak alim d eğildir" önermesinde olduğu gibi ( 246). (244) (245) (246)

Gelenbevî, Burhan, s. 20-21 Gelenbevî, Risaletül - imkân, s. 2 Gelenbevî, Risâletü’l-im kân, s. 3


58 Gelenbevî "Zaruretin,

(nisbetin konudan

zülm esinin mümkin olmaması) şeklinde tarif edilmesi, devri ge­ rek tirir” dedikten sonra şöyle devam ediyor: "Buna, bundan mak­ sat onun bedihi olm asıyla beraber, zaruret mefhumu üzerine ten­ k ilid ir. şeklinde cevap verildi. Bu noktada durmak gerekir, zira jJ V İr jf

\ iie eğer, zaruretin mefhumu bedihidir, kastedi-

Jirse O, tembihe muhtaç değildir. Eğer onunla zaruretin mefhumu g izli b ir bedihiliğe sahiptir, kastedilirse devri tanım ile onun gizliliği giderilm ez. Zira zaruret, imkân ve im tina'dan her biri, diğer ikisi­ nin anlamına alındığı zaman, o ikisinden hiçbir gizlilik giderilm iş olm az. O halde, bu tanım da hakikiyye ve tem bihiyye olamaz. Bu­ nun için M evakıf sahibi (Abdurrahman b Ahmet el-tci) bunların tümünün bedihi olduğu görüşüne gitm iştir. O, bu konuda şöyle dem ektedir: Vücup, imkân ve im tina'nın tasavvuru bedihidir. H er kim bunların tanımına yönelirse onlardan birini diğer ikisinden k iriy le veya selki ile b ilir. Zira, vacip yokluğu mümkün olmayan peydir, denmesine birşey ziyade etmiş olamaz. E l-îci ye mümteni' -ve mümkin nedir? diye sorulduğunda, mümteni* yokluğu vacip olan veya varlığı mümkin olmayandır, mümkin ise varlığı ve yokluğu vacip olmayandır, yahut varlığı ve yokluğu mümteni' olmayandır, diye cevap verdi. Öyleyse bu üçünden her biri diğerinin tanımından alın ır. O da apaçık b ir devirdir. O halde bu tanımların tek b ir şah­ sa kıyasla Tenbihiyye veya Hakikiyye olması caiz olmaz. Şu var k i, onlarm en bedihi olanı vücuptur, zira o, varlığa en yakın olan­ d ır” (247). Gelenbevî, m antıkçıların ıstılâhında zaruretin müteaddit an­ lam da kullanıldığını beyanla özetle şöyle diyor: "Zaruret konu­ nun özünden ortaya çıkan zarurete ıtlak olunur, yani zaruretin menşei zat-ı m evzudur. Bu mânâda zaruret VUCUB-U Z A T Î'd ır ki, nisbetin zat-ı mevzu ile b ir araya gelmesi mümkün olan bütün du­ rum larda konunun özünün nisbetinden ayrılm asını gayri mümkin kılan zarurettir, ö y le ki, zat-ı mevzuun nisbetten ayrılığı farzedilirse, zat, başka b ir mahiyete inkilâb eder. Meselâ: Allah Taâla diri­ dir, Allah Taâla alim dir, önerm elerindeki zaruret, zaruret-i zâtiye­ d ir ve bu zaruret-i icab, vücub-u za tîd ir” (248). <247) Bk: Gelenbevî, Risâletü’l-im kân, s .4, Abdurrahman E l-tc i, Mevakıf, Seyyit Şerif Şerhi, s. 286 vd. <248) Gelenbevî, Burhan, s. 23


59 Gelenbevî nin beyanına göre “ diri” ve “ alim” sıfatlarının sübutunun zattan intifası farz olunsa, bu sıfatların gerekli kıldığı mevcudun da intifası lâzım gelir ki, bu, da Vacip Teâlanın mümkin mahiyete inkılâbını gerektirir. Halbuki Cenab-ı Allah'ın zikrolunan sıfatlardan herhangi birinden ayrılması mümkin olmayıp, bu sıfatların Vacip Taâla için sübutu bizzat gereklidir (2492 ). 0 5 “ Bazen da zaruret, vaki olan yüklemin şartıyla zaruret anla­ mına itlâk olunur. Bu da olumluda yüklemin vücudu olumsuzda da yüklemin mevcut olmaması şartıyla zaruret demek olur. Meselâ: B ilfiil ayakta olmaması veya oturur olması şartıyla, “ Zeyd biz zarure ayaktadır” dediğimizde buradaki zaruret vaki olan yüklemin şartıyladır. Yoksa Zeyd’in yann ayakta olması veya herhangi bir zamanda ayakta olmasmın mümkin olması gibi durumları da içine alan bir şart değildir. Buna da “ Zaruret bi şart el-mahmul" adı verilir. Bu “ K u w e ”nin zıddı olan “ fiil”e eşittir. Yani konunun yükleme yüklenmesinin b ilfiil doğru olduğu yerlerde, zaruret bi şart el-mahmul de doğru olur, aksi de böyledir” (25°). Gelenbevî 6 çeşit zaruretin olduğunu söylüyor:

1) VÜCUB-U ZATÎ : Daha önce geçtiği gibi, zat el-mevzu'dan neşet eden zaruret olup mucibelerde olumlu nisbetin, salibelerde olumsuz nisbetin konunun mutlak mahiyetinden çözülmesinin müm­ kin olmamasıdır *ki bunun aynhğı düşünülürse mahiyetin başka bir mahiyete dönüşmesi gerekir-. Olumlu nisbetlerde vücub-u zatî, sadece var olan konunun ma­ hiyetini gerekli kıldığı yerlerde tahakkuk eder. O şekildeki konu ne ise mahiyet de odur. Çünkü, olumluluk konunun varlığı üzerine tevakkuf eder. Öyleyse mümkin ve mümteni olanlardan hiçbir şeye birşeyin sübutu bizzat vacip olmaz. Bilakis mümkin ve mümteni olan­ larda zaruretin bütün maddelerinde (çeşitlerinde) “ vacip bi’l-Gayr” olur. İsterse bu "Ateş için yakmanın ve ışığın sübutu” gibi sadece hariçte olsun, isterse "mücerret olarak zihinde mevcut olan insan için küllinin sütubu” gibi yalnızca zihinde olsun, isterse “ zaruri olan fertleri için var olan mahiyetlerin ve yüklem olan cüzlerinin sübu­ tu” gibi hem hariçte ve hem de zihinde birarada olsun, müsavidir. Meselâ: İnsanm hariçte mevcut olan fertleri "hariçte insan", zi­ (249) (250)

Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 81, vd., Risaletül - imkân, s. 6 Gelenbevî, Burhan, s. 23


60 hinde mevcut olan fertleri ise “ zihinde insan” dır. Görülmez mi ki, biz, “ Anka'yı bir kuş olarak tasavvur edersek, böylece zihinde de o, anka'dır, diye bir suret resmedersek hariçte de bulunmadığı takdirde, o hariçte anka olmaz zihinde anka olur. Bu tasavvur bizzat anka sureti olmaz ise batıldır. Mümkin ve mümteni' mahi­ yetler hakkında da bundan başka söylenecek bir şey yoktur (2E1). Olumsuz nisbetlerde ise, Vucub-u zatî, ister bizzat vacipten, ister mümkinden, ister mümteniden olsun tahakkuk eder. Mese­ lâ: Bizzat vacipten “ Allah Taâla zarurî olarak cisim değildir", müm­ kinden “ Hiç bir insan zarurî olarak at değildir" ve mümteni'den “ ik i zıttın bir araya gelmesi zarurî olarak men edilmiş değildir" önermelerinde olduğu gibi. Birinci ve üçüncü misâl açıktır. Zira, "cisim ” ve “ men etmek" varlık ve yokluktan hiç bir şeyi gerekli kılmayan mümkin mahi­ yetlerdendir. İkinciye gelince, meselâ: insan her ne zaman hariçte mevcut olursa, onun hariçte insan olması gerekir, her ne zaman zihinde mevcut olursa, zihinde insan olması lâzım gelir. Her ne zaman hariçte ve zihinde insan mevcut olursa zarurî olarak “ A t” olmaz. Sözün kısası, vücub-u zatî bizzat vacip için birşeyin icabın­ da gerçekleşir. O şekildeki, akıl ondan çözülmesini kabul etmez. Mümkin ve mümteni'den birşeyin diğer bir şeye icabında tahak­ kuk etmez. Birşeyin diğer bir şeyden selbinde ise, şartsız olarak gerçekleşir, ister mümkinden. ister münteni'den, ister vacipten ol­ sun müsavidir ( 2r2). Gelenbevî Vücub’u ve onun çelişiği olan Mümteni'i (imkân­ sızlığı) B lZZAT ve Bl'L-GAYR diye ikiye ayırıyor. Zira, eğer olum­ lu veya olumsuzdan nisbetin iki tarafından birisi zat-ı mevzuu ge­ rekli kılarsa, işte bu taraf “ vacip bizzat" diğer taraf “ mümteni' bizzat"tır. Eğer zorunluluk konunun özünden gelmiyor ise, bu da “ Vacip bi'l-gayr" olur Bunun karşısında ise “ Mümtenî' bi’l-gayr" vardır (2B3).

2) ZARURET-I Z A T lY Y E : Zat el-mevzuun bütün vakitlerin­ de nisbetin zaruretidir. Yani, olumlu veya olumsuz olan nisbetin zat el-mevzudan onun var olduğu bütün vakitlerde ayrılmasının imkânsızlığının zorunlu olmasıdır. Bu olumlu veya olumsuz olan2 3 1 5 (251) (252) (253)

Gelenbevî, Risaletü’l - imkân, s. 7-8 Bk: Gelenbevî, Risaletü'l - imkân, 8 Bk: Gelenbevî, Risaletü'l-im kân, s. 37


61 hüküm, varlığı olan mevcut üzerine olursa böyledir. Eğer olumsuz olan hüküm, varlığı olmayan mâdum üzerine olursa o zaman tanı­ mın “ .... onun yok olduğu bütün vakitlerde...." şeklinde olması gerekir (254). Zaruret-i zatiye mutlâk olarak vücub-u zatiden daha geneldir. Vücub-u zatî diğerlerinin tümünden daha özeldir (255)3) ZARURET-Î V A S FİY YE : Zat el-mevzuun vasf el-mevzu ile vasıflandırılması şartıyla olan zarurettir. Yani zaruret-i vasfiyye, vasıf şartıyla olumlu veya olumsuz olan nisbetin ayrılmasının mümteni' olmasıdır. Vasıf şartından kastedilen “ Vasfı mevzuun devam ettiği süre" demektir. Yahut zaruret-i vasfiyye, vasıf vaktinde olum­ lu veya olumsuz olan nisbetin ayrılmasının mümkin olmamasıdır. Öyleyse zaruret-i vasfiyye iki anlama gelir. Birisi “ B i şart el-vasf’ diğeri “ fi vakt el-vasf'tır. Meselâ: “ Her bilkuvve katip, bilkuvve katip olduğu müddetçe zarurî olarak bilkuvve gülücüdür.” öner­ mesi vakt el-vasf, “ Her b ilfiil katip kitabet şartıyla parmaklan ha­ reket edendir" önermesi de bi şart el-vasf ile doğrudur. Gelenbevî'ye göre zaruret-i vasfiyenin bu iki anlamı arasında eksik girişindik vardır. Böylece Gelenbevî, zaruret-fi-vakt el-vasfm e'amm-ı mutlâk ile zaruret bi şart el vasfdan daha genel olduğunu ileri sürenlerden aynlıyor. O'na göre, zaruret bi şart el-vasf zaruret-i zatiyeden min vech e'ammdır. Zira, her ikisi birden zururet-i zatiyede gerçekleştikleri gibi/ zaruıret-i zatiye olmaksızın vasfiye tahakkuk edebilir. Meselâ: “ Her insan biz zarure hayvandır" önermesinde ikisi birden ger­ çekleşmiş, “ H er katip parmaklan hareket edendir" önermesinde ise sadece vasfiyye gerçekleşmiştir. Aynı şekilde zaruret-i vasfiyye, zaruret-i ezeliyyeden min vech e'ammdır. Meselâ: “ Her gemi za­ rurî olarak cisimdir veya her gemi gemi olması şartıyla cisim­ d ir" önermelerinde ikisi birden gerçekleşmiş, “ Her kâtip parmak­ lan hareket edendir" önermesinde ise sadece vasfiyye gerçekleş­ miştir (256). 4) ZARURET-Î V A K T İY Y E -Î M UAYYENE (Zaruret-i vaktiyye-i m utlâka): Zat için nisbetin belirlinmiş vakitlerdeki zaruretidir. (254) Gelenbevî, Risaletü’l-im kân, s. 22 (255) Gelenbevî, Risaletü'l - imkân, s. 28 (256) Gelenbevî, Burhan, s. 23, Risaletü'l-im kân, s. 28 vd.


62 5) ZARURET İ VAKTÎYYE-1 G AYR İ M UAYYEN E (Zaruret i münteşire-i mutlâka) : Tayin edilmemiş herhangi bir vakıtta zat için nisbetin zaruretidir. Tayın edilmiş vakıttan murad, zatın diğer vakitleri arasında önermede hükmedenin, onu, muayyen bir hadiseye izafe etmek suretiyle, belirttiği vakittir. “ Her tutulan güneş tutulma anında zorunlu olarak karanlıktır" önermesinde olduğu gibi. Tayin edilmemiş, gayn muayyen vakitten murad ise, önerme­ de hükm edenin açıktan açığa veya ima ile belirtmediği ve onu di­ ğer vakitlerden ayırtedebilecek bir şeyle kayıtlamadığı vakittir. “ Her hayvan zorunlu olarak teneffüs edendir" gibi. Bu iki zaruretten münteşire-i mutlâka e'ammı mutlak ile vaktiyye-i mutlâkadan daha geneldir (267). 6) ZARURET B î ŞART EL-M AHM UL: Vaki olan mahmulün (yüklemin) şartı ile olan zarurettir. Gelenbevî'ye göre bu zaruret­ lerin her biri karşılığında imkân vardır (2&8). Gelenbevî, imkân risalesinde ayrıca ZARURET-I E ZE LÎYYE 'den bahseder ki, bu nisbetin konudan ayrılmasının ezelî ve edebî olarak mümkin olmaması demektir (269). Gelenbevî'ye göre "Sonradan yaratılan şeylerden hariçteki var­ lığın selbinde" olduğu gibi sadece ezelî olarak nisbetin konudan ayrılmasının imkânsızlığı, veya “ İnsan ruhlarına ebedî olarak ha­ riçteki mevcudiyetin varlığını isbat" gibi sadece ebedî olması da zaruret-i ezeliyye için yetmez. Bu iki misâl, bedenlerin sonradan yaratılmış olması ile bera­ ber, ruhların da sonradan yaratıldığını ve onlann ebedî olarak fani olmadıklarını söyleyenlere göredir. Ancak, Eflatun ve O'na tabi olanlara göre doğru değildir. Zira onlar ruhların kadîm ol­ duğunu iddia ederler (26°). Gelenbevî'ye göre, zaruret-i ezeliyye zaruret-i zatiyyeden min vech e'ammdır. Zira her ikisi de Allah Taâla'nın kemâl sıfatların­ da ve Ondan noksanlıkların selbinde beraberce tahakkuk ederler.*2 9 5 <257) Bk: Gelenbevî, Risaletül - imkân, s. 35-36 <258) Bütün bu zaruretler için bk: Gelenbevî, Burhan, s. 23 (259) Gelenbevî, Risaletül - imkân, s. 3 <260) Gelenbevî, R isaletül - imkân, s. 18


63 Diğer taraftan zaruret-i ezeliyye, zaruret-i zatiye olmaksızın mümkin mahiyetlerin fertlerinde vücut şartıyla tahakkuk eder. “ Kita­ bet şartıyla beraber kâtibe parmaklarının hareket etmesinin isbatı“ gibi (261). Gelenbevî'ye göre mutlâk vücup mutlâk zaruret gibidir. Ve yukardaki kısımların tümüne şamildir. Vücub-u zati, sadece birinci­ ye, vücup bi'l-gayr ise, birincinin dışında olanlara şamildir (262). O'na göre, “ Konuya nisbetin zarureti...." ifadesinin anlamı, nisbetin konudan ayrılmasının mümkin olmamasıdır. Bu, diğeri olmaksızın onlardan birinin bizzat tahakkukunun mümkin olma­ ması anlamında değildir. Bilakis bunun anlamı, o nisbetin konu hakkında doğru olmasıdır. O şekildeki nisbet yanlış olarak farzedilse muhal lâzım gelir (263). Gelenbevî, mutlâk devamı, “ nisbetin konudan çözülmemesidir (Adem-i infikâktan ibarettir) (2642 ) diye tanımlar. O da, zaruret gibi 5 6 ezelî, zatî ve vasfî.... kısımlarına ayrılır. Devam-ı Ezelî, ezelî ve edebî olarak konudan nisbetin çözül­ memesidir. Devam-ı zatî, var olan veya ma'dum olan (varlığı olmayan> konu var olduğu müddetçe nisbetin çözülmemesidir. Devam-ı vasfî ise, vasf-ı mevzu var olduğu müddetçe nisbetin çözülmemesidir. Gelenbevî'ye göre, “ muayyen bir vakitte nisbetin çözülmeme­ si" demek olan devam-ı vaktiyyeye itibar olunmamıştır. Gayr-ı muayyen bir vakitte devamın ise hiçbir anlamı yoktur. Mutlâk zaruret, mutlâk devamdan ehass-ı mutlâk ile ehass'tır. Devam-ı ezelî, zaruret-i ezeliyyeden e'amm-ı mutlâk ile e'ammdır. Devam-ı zati, zaruret-i ezeliyyeden; Devam'ı vasfiyye ise, zaruret-i vasfiyyeden yine e'ammdır (26B). (261) (262) (263) (264) (265)

Gelenbevî, Risaletü'l - imkân, s. 21 Gelenbevî, Burhan, s. 23 Gelenbevî, Risaletü'l - imkân, s. 3 Gelenbevî, Risaletü'l - imkân, s. 38 Bk: Gelenbevî, Risaletü'l-im kân, s. 38


64 F îlL , nisbet-i icabiyye veya selbiyyenin bilfiil (bizzat nefs-i emirde) tahakkukundan ibarettir. “ Allah Taâla bilfiil âlimdir. Al­ lah Taâla b ilfiil cisim değildir.” gibi. Fiilin hakikati, nisbetin yokluktan bilfiil tahakkuk etmesidir, o, zaman içindedir. Fiil, sadece ortaya çıktığı anda vardır. Ondan önce ve ondan sonra var değildir. Eğer böyle olmasaydı, çocuk bilkuvve değil, bilfiil kâtip olurdu (2662 ). 7 6 Bilkuvve, bilfiil gibi değildir. Kuvve ve istidadın anlamı, bir şeyin diğer bir şeye, birinci şey için ikinci hâsıl olmaksızın kabili­ yetli olmasından (diğer bir şeye istidadının olmasmdan) ibarettir. "N u tfe’nin insan şekline kabiliyetli olması” gibi. Zira O, rahime yerleştiğinde nutfe olan özelliğinden çıkarak insan suretini giyer. Fakat o, nutfe olarak devam ettiği müddetçe, ona insaniyet hâsıl olmaz, zorunlu olarak o da insan olmaz. Öyleyse nutfe mevcut ol­ duğu müddetçe bilkuvve insandır, fakat bilfiil insan değildir (~CT). Gelenbevî kuvve ile imkan arasındaki nisbetin eksik girişimlik olduğunu kabul ederken Razı ile aynı görüşü paylaşmaktadır. Zira kuvve olan şey, bilfiil hasıl olduğunda zat ve bazan da sıfat değişir. Meselâ "Su bilkuvve havadır” , "Ummî bilkuvve kâtiptir." gibi (2682 ). 0 7 9 6 Gelenbevî’ye göre imkân, "Lafz-ı müşterek sebebiyle mütefer­ rik anlamlar üzerine ıtlak olunan şeydir." (2G9). O, bir, şeyin kendi kendine varlığı ile yokluğunu iktiza etmesidir. Başka bir ifade ile bir şeyin kendi zatında varlığının ve yokluğunun müsavi olması­ dır. Gelenbevî, imkânı, imkân-ı amm ve imkânı hass diye ikiye ayırıyor. îmkâm amm, muhalif taraftan zaruretin selbi, imkân-ı hass ise hem var olma hem de yok olma yönünden zarureti selbidir (27ü). Gelenbevî, Risaletü'I-îmkân'da. imkânın şu kısımlarından bah­ sediyor : (266) Gelenbevî, Risaletül-im kân, s. 41 (267) Gelenbevî, Risaletül - imkân, s. 42 (268) Bk: Gelenbevî, Risaletül - imkân, s. 46, K. Razî, Levam iü'l- esrar -fi şerh M etali'ul - envar, s. 150 (269) Gelenbevî, Risaletül - imkân, sİ 48 (270) Gelenbevî, Burhan, s. 24


65 1) İmkân bi mânâ el-kuvve (buna bazen imkân-ı istidadî de denir) : “ K uw e"n in mânâsı üzerine “ İmkân" ıtlak olunduğu gibi ‘“imkân"ın mânâsı üzerine de “ kuvve" ıtlak olunur. 2) İmkân-ı Z a tî: Vücub-u zatî'nin muhalif yönden selbinden ibarettir. (Dörd un çift olmasının selbinin imkânı) gibi. 3) İmkân-ı m antıkî: Modalite bahsinde geçerli olan imkân budur. O da, zaruret-i zatiyyeden muhalif tarafın boş olması su­ retiyle olumlu veya olumsuz olan nisbetin vücut bulmasıdır. “ Hiç b ir ay (imkân-ı amm ile) tutulmuş değildir". (Yani bu tutulma onun mevcut olduğu bütün zamanlarda onun için zorunlu değildir) gibi. Gelenbevî bu hususta şunu da işaret e d iy o r: “ Şu bilinmelidir ki, bu imkân îmkân-ı canibi'l-muvafıktır ve o, zaruret i canibi! mu­ halife munaksızdır" (2712 ). 7 4) İmkân-ı vu k u î: Buna Seyyit Şerif Tarifatında “ İmkân-ı îstidadî” adım da veriyor (z72). Bazen de bu imkân “ bi hasebinefs el-emr" diye de adlandırılır. O, zaruret bi şart al-mahmul olmak­ sızın mutlâk zaruretten muhalif tarafm boş olması suretiyle olum­ lu veya olumsuz olan nisbetin vücut bulmasıdır. Gelenbevî imkân-ı zatî, mantıkî ve vukuî'den imkân-ı amm’ın şu iki kısma ayrıldığım söylüyor: “ Biliyoruz ki, imkân-ı amm muhalif taraftan (yani iki tarafın birinden) zaruretin selbidir: a) Zaruret eğer yokluk yönünden selb edilirse, “ İmkân-ı amm mukayyed bi Canib el-vucut” olur. “ Muhal olmayan her şey mümkin el-vücuttur" önermesi gibi. b) Zaruret eğer varlık yönünden selb edilirse “ îmkân-ı amm mukayyed bi canib el-adem” olur. “ Vacip olmayan her şey mümkin el-ademdir." önermesi gibi (273). 5) îmkân-ı hass: îmkân-ı zati, mantıkî ve vukuî'den tümü imkân-ı amm oldukları gibi, imkân-ı hass da olurlar. îmkân-ı hass olumlu ve de olumsuz taraftan (yani muvafık ve muhalif taraftan) zaruretin selbidir. Öyleyse zatî olan imkân-ı hass, nisbetin iki ta­ (271) (272) (273)

Bk: Gelenbevî, R isaletül - imkân, s. 48 vd. Bk: Seyyid Şerif, Tarifat, s. 24 Bk: Gelenbevî, Risaletü’l - imkân, s. 63


66 rafından vücubu zatînin selbidir. Meselâ, (Bu anlamda) "H iç b ir insan hayvan değildir" önermesi gibi. Mantıkî olan imkân-ı hass ise, nısbetin iki tarafından zaruret-I zatiyyenin selbidir. Meselâ (bu anlamda) "H er ay tutulandır, H er ay tutulan değildir' önermelerinde olduğu gibi. Vukuî olan imkân-ı hass'a gelince, o da, nisbetin iki tarafın­ dan zaruret-i zatiyye, zaruret-i vaktiyye ve zaruret-i vasfiyyenin selbidir. Meselâ (Bu anlamda, İnsan kâtipdir. İnsan kâtip değildir) önermelerinde olduğu gibi. 6) İmkân-ı H in iyye: Vasf-ı mevzuun bazı vakitlerinde muha­ lif yönden zaruretin selbidir. Bu keyfiyetle önerme, meşrute-i am­ menin nakızı olan Hiniyye-i mümkinedir. 7) İmkân-ı V aktiyye: Mevzuun vakitlerinden muayyen bir va­ kitte muhalif yönden zaruretin selbidir. Bu keyfiyetle önerme, vaktiyye-i mutlakanm nakızı olan mümkine-i vaktiyyedir. 8) İmkân-ı D evam î: Vakitlerden herhangi b ir vakitte muha­ lif yönden zaruretin selbidir. Bu keyfiyetli önerme, münteşire-i mutlakanm nakizi olan mümkine-i daimedir. 9) İmkân-ı İstik b ali: Bu sadece imkân-ı hass olur. Yani nis­ betin iki tarafından zaruretin selbiyle olur. Bu, imkânın diğer an­ lamlarının tümünden daha özeldir. Gelenbevî'ye göre, geçmişte veya şimdiki halde vukubulan bir şey için bizim “ Vukuû mümkin olur veya vaki olmaması mümkin olur.” demeye hakkımız yoktur. Zira, bir şey vukubulduktan son­ ra vukubulmaması ihtimali ortadan kalkar. Yine aynı şekilde geç­ mişte ve şimdiki zamanda vukubulmayan da böyledir. Zira, geç­ mişte ve şimdiki zamanda vukubulmayan yine o iki zamanda vu­ ku bulması iki zıttın biraraya gelmesi demek olduğundan müm­ kin değildir. Ancak, geleceğe ait iş bunun aksinedir. Zira, vukubulması veya vukubulmaması gerçekleşmeyen şey, gelecekte gerçek­ leşebilir (274). 10) îmkân-ı A k lî: Bu akla ait bir ihtimaldir. İster uygun ol­ mayan bir vehim olsun. îmkân-ı aklî ile yukanda sıralanan im­ kânların tümü arasında eksik girişindik vardır. Zira, bizzat mu(274)

Bk: Gelenbevî, Risaletü'l- imkân, s. 70-71


67 3ıal olan şey, bazan akla göre mümkin olabilir, bazan da akla mu* lıa l olan şey bizzat mümkin olabilir (2‘5). îşte yukarıda tafsilatıyla izahına çalıştığımız bu dört modu ►(ciheti) esas alan Gelenbevî’nin modal önermeler (Müveccehe ka­ fiye le r) hakkındaki görüşü şudur: O'na göre modal önermelerin sayısı sınırlı değildir. Halbuki İslâm mantıkçılarından birçoğu bunları "On üç” sınırlamışlardır (2 276). Taftazanî ise "On beş” mo­ 5 7 dal önermeden bahseder (277). Gelenbevî ise, Taftazanî'nin söz ko­ nusu ettiği bu On beş önermeden başka, kendilerine daha çok Te­ nakuz ve Aks bahislerinde ihtiyaç duyulan diğer bir takım modal -önermelerden de bahsediyor. Mod sayısına göre modal önermeler BASİT ve M Ü REKKEP -olarak ikiye ayrılır. Bunlardan basit olanların meşhurlan sekiz k ad ard ır: 1) Zaruriyye-i M utlaka: Zat-ı mevzu mevcut oldukça, yükle­ m in konuya nisbetinin zorunluluğu ile hükmolunan önermedir. Zat-ı mevzu, hariciyye olan önermede gerçekten, hakikiyye olan­ da hariçte takdir edilerek, zihniyye önermede ise zihinde mevcut olduğu müddetçe yüklemin konuya yüklenmesinin zorunluluğu ile hükmolunursa işte bu önerme Zaruriyye-i mutlâkadır. "H er insan mevcut olduğu müddetçe zorunlu olarak hayvandır. H er insan mevcut olduğu müddetçe zorunlu olarak at değildir. Hariçte yok olduğu müddetçe muhal olan hiçbir şey zorunlu olarak hariçte gören değildir” (278). 2) Meşrute-i âm m e: Vasf-ı mevzu varolduğu müddetçe yük­ lemin konuya yüklenmesinin zorunluluğu ile hükmolunan kaziye­ dir. Bu da ya "Zaruret bi şart el-vasf” ile olur. Meselâ "H er katip yazıcı olduğu müddetçe zonınlu olarak parmaklan hareket eden­ d ir” . "H er katip yazıcı olduğu müddetçe zorunlu olarak parmak­ la n sakin değildir.” önermeleri gibi. Y a da "Zaruret madame'lvasf” ile olur. "H er katip katip olduğu müddetçe zorunlu olarak hayvandır.” önermesi gibi. (275) Bütün imkân çeşitleri için Bk: Gelenbevî, Risaletü'l - imkân s. 48-70. <276) Bk: Kazvani, Şemsiyye, s. 20, Razi, Şerh Metn el-Şem siyye (Tasdikat), s. 82 vd. (277) Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 4-5 <278) Gelenbevî, Burhan, s. 21


Gelenbevî'ye göre bu iki anlam arasında eksik girişimlik var­ dır. Zira, bazan her ikisi birden doğru olurlar. “ Her insan hay­ vandır” . “ Her tutulan ay karanlıktır" önermelerinde olduğu gibi. Böylece Gelenbevî, bu ikisi arasında umum ve husus mutlak (tam girişimlik) olduğunu iddia edenleri reddediyor (279). 3) Vaktiyye-i M utlâka: Konunun vakitleri arasında hiıkm ve­ renin tâyin ettiği belirlenmiş bir vakitte yüklemin konuya yüklen­ mesinin zorunluluğu ile hükm olunan önermedir. “ Tâyin edilen vakit” den murat, zat-ı mevzuun var olduğu veya yokolduğu vakit­ lerden birini, önermede hükmeden kimsenin tâyin ettiği vakit­ tir” . Her ay zorunlu olarak dünyanın güneş ile ay arasına girdi­ ği vakitte tutulmuştur” . “ Her ay zorunlu olarak dünyanın güneş ile ay arasına girdiği vakitte aydınlatıcı değildir" gibi (28°). 4) Meşrute-i M utlâka: Her ne kadar kendi zatında söz ko­ nusu vakit tâyin edilmiş olsa da, konunun vakitleri arasında hükm edenin tâyin etmediği herhangi bir vakitte yüklemin konuya nisbetiniri zorunluluğu ile hükmolunan önermedir. “ Her ay zorunlu olarak günün birinde tutulur. H er ay zorunlu olarak günün bi­ rinde aydınlatıcı değildir” gibi. Vaktiyye-i mutlâka ile münteşire-i mutlâkamn ikisine birden “ V A K T lY Y E T E Y N ” adı verilir (281)5) Daime-i M utlâka: Zat-ı mevzu frnevcut olduğu müddetçe nisbetin devamı ile hükmolunan önermedir. “ Her insan mevcut olduğu müddetçe hayvandır, Her insan mevcut olduğu müddetçe at değildir” gibi (282).

6) . Örfiye-i am m e: Vasfı mevzu devamlı olduğu müddetç yüklemin konuya yüklenmesinin devamı ile hükmolunan önerme­ dir. “ H er kâtip yazıcı olduğu müddetçe parmaklan hareket eden­ dir, H er kâtip yazıcı olduğu müddetçe parmaklan sakin değildir” gibi (283). 7) Mutlâka-i A m m e: Yüklemli olan önermede yüklemin ko­ nuya yüklenmesinin olumlu ya da olumsuzunda nisbetin fiiliyyeti (279)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 21, Gelenbevî, Burhan, Abdunnafi Şerhi Fenni Mantık, C.2, s. 77 (280) Gelenbevî, Burhan, s. 21 (281) Gelenbevî, Burhan, s. 21 (282) Gelenbevî, Burhan, s. 21 (283) Gelenbevî, Burhan, s. 21


69 ile yani bu nisbetin ezelî ve ebedî olarak veya bir defa da olsa, herhangi bir zamanda kuvveden fiile çıkmasıyla hükmolunan öner­ medir. “ Her hayvan b ilfiil teneffüs edendir" (2842 ). 6 5 8 Tanımdaki “ ezelî ve ebedî olarak" kaydıyla zamanı olmayan hükümlerin moduna işaret edilmiştir. “ Allah Taâla b ilfiil âlim­ dir, Allah Taâla b ilfiil diridir" gibi. Zira, burada ezelî ve ebedî olarak Cenab-ı Allah'ın (İlim ve Hayy) sıfatlarının sübutuyla hükmolunmuştur. “ Zamanlardan birinde bir defa da olsa...." kaydıyla ■da belli bir zamanda ortaya çıkan hükümlerin moduna işaret var­ dır. Meselâ, “ Zeyd b ilfiil oturandır, Zeyd bilfiil ayakta olandır" g ib i

(2ee).

8) Mümkine-i A m m e: Yüklemli önermede konunun yükleme yüklenmesinin olumlu veya olumsuzunda nisbetin imkânı ile yani yüklemin konuya yüklenmesinin muhalif yönden zorunluğunun im­ kânsız kılınmasıyla hükmolunan önermedir” (îmkân-ı amin ile) Her insan kâtiptir" gibi (28e). Gelenbevî’ye göre bu ve benzeri önermelerde olan imkân kay­ dı, nisbet için kayıt itibar edilirse, önerme “ mümkine" olur. Eğer yüklem için kayıt itibar edilirse, önerme “ Mutlaka" olup, zaruriyye-i Mutlaka zımnında gerçekleşmesi mümkün olur. Zira her ne kadar insan için b ilfiil kitabet zorunlu değil ise de insanın ki­ tabetinin mümkin olması bütün zamanlarda zorunludur (287). Gelenbevî, basit modal önermelerin modları arasında tümün­ den daha genel olanının “ îmkân-ı amm", daha özel olanınm ise "zaruret" olduğunu söylüyor. O na göre, “ zarureti vasfiyye" “ De­ vam el-vasıf"tan mutlâk olarak daha özeldir, devam-ı zatiden tek yönlü daha geneldir. “ Her insan hayvandır." önermesinde ikisi birden gerçekleştiği halde, “ Her felek hareket edendir" önerme­ sinde yalnız daime doğru, münteşire-i amme yanlıştır. “ Her kâ­ tip parmaklan hareket edendir." önermesinde ise münteşire doğ­ ru, daime yanlıştır (288). (284) Gelenbevî, Burhan, s. 21 (285) Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 80 (286) Gelenbevî, Burhan, s. 21 <287) Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 80 <288) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 21-22.


70 Mürekkep modal önermelerin meşhurlan da yedi kadardır: 1) Meşrute-i H asse: Vasf-ı mevzu mevcut olduğu müddetçe? yüklemin konuya yüklenmesinin zorunluğu ile hükm olunan v e meşrute-i amme adını alan önerme eğer "Özün devamsızlığı" (Lâ devam-ı zatî) kaydı ile kayıtlanırsa, meşrute-i hasse adını alır. Bu önermenin mod yönünden mürekkep oluşu, zorunluluk ve devam­ sızlığı aynı anda öirarada bulundurmasmdandır. "H e r kâtip za­ rurî olarak yazdığı müddetçe parmaklan hareket edendir, ancak, bu zat açısmdan devamlı değildir." önermesi gibi (289). 2) Örfiyye-i H asse: Vasf-ı mevzu devamlı oldukça yüklemin konuya nisbetinin devamı ile hükmolunan ve örfiyye-i amme adım alan basit modal önerme eğer, "Özün devamsızlığı (lâ devam-ı za­ t î)" ile kayıtlanırsa örfiyye-i hasse adını alır. "H er kâtip yazıcı olduğu müddetçe daima parmaklan hareket edendir, ancak bu ör. açısmdan devamlı değildir” önermesi gibi (2Ö°). Bunun olumsuzu, için Burhan Şarihî Haşan Hüsnü Musulî, şu misâli v e n y o r : "H iç bir kâtip yazdığı vakitlerin birinde aslâ parmaklan sakin olan değildir, ancak bu devamlı değildir." (291). 3) Vaktiyye-i lâ d âim e: Vaktiyye-i mutlâka olan basit modall önerme, "özün devamsızlığı" ile kayıtlanırsa, vaktiyye-i lâ dâime olur. "H er ay dünyanın güneşle ay arasına girdiği vakitte zorunlu olarak tutulandır, ancak bu devamlı değildir" gibi (292). 4) Münteşire-i lâ d âim e: Basit modal önermelerden olan münteşire-i mutlâka (Özün devamsızlığı) kaydıyla kayıtlanırsa bu öner­ me, mürteşire-i lâ dâime adım alır. "Herhangi bir vakitte ay tu­ tulandır, ancak bu devamlı değildir" önermesi gibi (2e3). 5) Vücudiyye-i lâ d âim e: Nisbetin fiiliyatı ile hükm olunan: ve mutlaka-i amme adını alan basit modal önerme, "devamsızlık (lâ devam )" kaydıyla kayıtlanırsa vücudiyye-i lâ dâime adını alır. "H er ay bilfiil tutulandır, ancak bu devamlı değildir" önermesi

gibi e94).2 8 9 0 1 3 4 (289) (290) (291) (292) (293) (294)

Gelenbevî, Burhan, Gelenbevî, Burhan, Bk: Haşan Hüsnü Gelenbevî, Burhan, Gelenbevî, Burhan, Gelenbevî, Burhan,

s. 22 s. 22 Musulî, Tenvir ol - Burhan (Burhan Şerhi), s. 15fi s. 22 s. 22 s. 22


71 6) Vücudiyye-i lâ zaruriyye: Mutlaka-i amme adını alan ba­ s it modal önerme "Özün zorunlu olmaması (lâ zaruret-i zatiyye)" ile kayıtlanırsa, vücudiyye-i lâ zaruriyye adını alır. Mutlaka-i amme'nin "zorunsuzluk (lâ zaruret)” kaydıyla kayıtlanması olumlu­ luk ve olumsuzlukta nisbete uygun olan yönden olmalıdır. "H er insan b ilfiil teneffüs edendir, ancak bu zorunlu değildir” önermesi ;gibi (285). 7) Mümkine-i H asse: Basit modal önermelerden olan müm­ kine-i amme "özün zorunlu olmaması” ile kayıtlanırsa, mümkine-i hasse adını alır. Bu kayıt, "Vücudiyye-i lâ zaruriyyede oldu­ ğu gibi” nisbete uygun yönde olmalıdır. "îmkân-ı amm ile her insan hareket edendir, ancak bu Özün zorunluluğu ile değildir” gibi. Çok defa kısaltmak için mümkine-i hasse'de başka bir kayıt­ la yetinilir. Bundan aynen birinci anlam kastedilir. Meselâ: "H er insan imkân-ı amm ile hareket edendir, ancak bu özün zorunlu­ luğu ile değildir” yerine, "H e r insan imkân-ı hass ile hareket eden­ dir.” denir ve bunun anlamı diğeriyle aynıdır. Zira, imkân-ı hass 'özün zaruretini olumlu ve olumsuz yönden beraberce selbeder (2 296*). 5 9 İşte bütün mürekkep modal önermelerden her biri iki basit mo­ d al hükümden meydana gelmiştir. Bu iki basit hüküm, gerçek konu, ^âiklem ve kemiyet (tümel-tikel) açısından birbirlerine muvafık ol­ dukları halde, keyfiyet (olumlu-olumsuz) yönden biri diğerine mu­ haliftir, çünkü "lâ devam” modu "Mutlâka-i âm m eye ve "lâ za:ruret” modu "mümkine-i âmme"ye işarettir. Bu ikisi kendileriyle "kayıtlanan basit modal önermelere konu, lyüklem ve kemiyette muvafık, keyfiyette ise onlara muhaliftir (z07). Sayılan bu modal önermeler dışmda meşhur olmadıkları için birçokları tarafından terkedilmesine rağmen Gelenbevî'nin eser­ lerinde yer verdiği ve fakat misâl vermediği diğer modal önerme­ ler ise şunlardır: 1) Basit olanlar:

a) Mutlâka-i vaktiyye: Eğer yüklemli olan önermede konu nun yükleme yüklenmesinin belli bir zamanda bilfiil gerçekleşme­ (295) Gelenbevî, Burhan, s. 22 <296) Gelenbevî, Burhan, s. 22 <297) Gelenbevî, Burhan, s. 22


72 s iyle :hükı&olumırsa buna mutlâka-i vaktiyye adı verilir (2?8). Gelenbeva şarihlerinden Abdunafi ile Haşan Hüsnü Musulî bunun iç in ,şu misali, veriyorlar: “ Her ay dünyanın güneş ile ay arasına girdiği vakitte b ilfiil tutulandır, her ay dünyanın güneş ile ay arasına girdiği vakitte b ilfiil aydınlatıcı değildir" (2 299). 8 9 b) Mutlaka-i münteşire: Yüklemli önermede yüklemin konu­ ya yüklenmesinin tâyin edilmiş herhangi bir zamanda b ilfiil ger­ çekleşmesiyle hükmolunursa, buna mutlâka-i münteşire adı veri­ lir (30°) .Musulî ve Abdunnafi'nin misâlleri şöyle: Her ay aym mev­ cut olduğu vakitlerin birinde bilfiil tutulandır, Her ay, mevcut olduğu vakitlerin birinde bilfiil aydınlatıcı değildir (301). c) Hiniyye-i mutlâka: Yüklemli olan önermede hüküm, vasf-ı Mevzuun zamanlarının bazısında nisbetin biilfiil gerçekleşmesi üzerine verilirse, hiniyye-i mutlaka adını alır (302). Musulî, buna şu misâli v e riy o r: Her insan insan olarak var olduğu vakitlerin ba­ zısında bilfiil uyuyandır, Her insan insan olarak varolduğu vakit­ lerin bazısında b ilfiil uyuyan değildir (303). Abdunnafi'nin konuy­ la ilgili misâh ise şöyledir: Her zatülcemp hastalığına tutulan, bu hastalığın varolduğu vakitlerin bazısında b ilfiil öksürendir (304). d) Hiniyye-i mümkine: Yüklemli olan önermede zaruret vasfiyyenin zıt yönden selbi ile hükmolunursa, hiniyye-i mümkine olur (305). Zorunluluğun zıt yönden selbi demek, önerme olumlu ise, olumsuz, olumsuz ise, olumlu yönlerinden zorunluluğun olum­ suz kılınması demektir. Adı geçen her iki şarih bu konuda aynı misâlleri zikrediyorlar: “ Her zatülcempli dmkân-ı amm ile bu hastalığının olduğu zamanların bazısında öksürür, Her zatülcemp­ li imkân-ı amm ile bu hastalığın olduğu zamanların bazısında öksüren değildir" ( 306). (298) (299) (300) (301) (302) (303) (304) (305) (306)

Gelenbevî, Burhan, s. 22 Bk: Gelenbevî, Burhan, Abdunnafi Şerhi, Fenni Mantık, C.2, s. 95„ Haşan Hüsnü Musulî, Burhan Şerhi Tenvir ol, Burhan, s. 15 Gelenbevî, Burhan, s. 22 Gelenbevî, Burhan, Abdunnafi Şerhi ayn eser, s. 95, Haşan Hüsnü Musulî, ayn eser, s. 157. Gelenbevî, Burhan, s. 22 Gelenbevî, Burhan, Haşan Hüsnü Musulî Şerhi, ayn eser, s. 157. Gelenbevî, Burhan, Abdunnafi Şerhi, ayn eser, C.2, s .95 Gelenbevî, Burhan, s. 22 Gelenbevî, Burhan, Musulî Şerhi, ayn eser, s. 157, Abdunnafi Şerhi,, ayn eser, C.2, s .95


73 e) Mümkine-i Vaktiyye: Yüklemli önermede konunun var ol­ duğu zamanlardan tâyin edilmiş bir zamanda zıt yönden zorun­ luluğun selbi ile hükmolunur ise, mümkine-i vaktiyye adım alır ( 3073 ) . Abdunnafi ve Musulî'nin bununla ilgili misâlleri ise şudur: 1 9 8 0 “ Bilimkân her ay dünyanın güneşle ay arasına girdiği vakitte tu­ tulur” (30e). f) Mümkine-i Daime: Yüklemli önermede konunun var oldu­ ğu zamanlardan tâyin edilmemiş herhangi bir zamanda zıt yönden zaruretin selbi ile hükmolunur ise, Mümkine-i Daime olur (s°ö). Abdunnafi'nin misâli şöyledir: “ Her ay (îmkân-ı amm ile) mev­ cut olduğu vakitlerin herhangi birinde tutulur,” Haşan Hüsnü Musulî'nin misâli ise şöyledir: “ Her hayvan mevcut öldüğü vakit­ lerin birinde (îmkân-ı amm ile) konuşandır” (31ü). 2) Mürekkep O lanlar: Hiniyye-i lâ dâime: Hiniyye-i Mutlâka olan b ir basit modal Önerme “ Özün devamsızlığı (lâ devam-ı zatî)” kaydıyla kayıtla­ nırsa, hiniyye-i lâ dâime adını alır (3113 ) . Haşan Hûsnü'nün Burhan 2 1 Şerhi, Tenvir el-Burhan'da bunun olumlu ve olumsuzu için ver­ diği misâller şunlardır: “ Her zatülcempli zatülcembinin olduğu vakitlerin bazısında öksürür, ancak bu devamlı değildir. Hiç b ir zatülcempli bu hastalığın olduğu vakitlerin bazısında öksüren de­ ğildir. Ancak bu devamlı değildir” (31Z). Gelenbevî’ye göre başka bir takım modal önermeler mümkindir. Bunun için bir sınır da yoktur. Zira, modu zorunluluk olma­ yan basit modal önermeleri “ Lâ zaruret” , modu devam olmayan zarüriyye-i mutlâka ile dâime-i mutlâka dışında diğer basit mo­ dal önermeleri de “ lâ devam” kaydıyla kayıtlamak mümkündür. Ancak, bunlara mantıkçılar itibar etmemişlerdir (313). (307) Gelenbevî, Burhan, s. 22 (308) Gelenbevî, Burhan, Abdunnafi Şerhi, ayn eser, C.2, s. 95, Haşan Hüs­ nü Musulî Şerhi, ayn eser, s. 157 (309) Gelenbevî, Burhan, s. 22 (310) Bk: Gelenbevî, Burhan, Abdunnafi Şerhi, ayn eser. c.2. s .95, H aşan Hüsnü Musulî Şerhi, ayn eser, s. 157 (311)

Gelenbevî. Burhan, s. 22

(312)

Bk: Gelenbevî, Burhan, Haşan Hüsnü Musulî, ayn eser, s. 157

(313)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 23


74 4) ŞARTLI Ö NERM ELERİN T A S N İF İ: önermede bir mânânın diğer bir mânâ ile ittisal veya infi­ a lin in (birleşme ve ayrılma) vukuu veya vukubulmaması ile hükmolunursa bu tür önermelere şartlı önerme (Ş A R T ÎY Y E ) adı ve­ rilir. Şartlı olan önermelerde mahkûm aleyh'e MUKADDEM, mah­ kûm bih yerine T A L Î kullanılır. Şartlı önermelerde Mukaddem ve tâli olan önermelerden biri­ nin ifade ettiği anlam ile diğerinin ifade ettiği anlamın birleş­ mesinin vukuu veya vukubulmamasıyla hükmolunursa buna MUT­ T A S IL A adı verilir. (Bitişik şartlı önerme). “ Her ne zaman güneş «doğarsa, gündüz mevcut olur, Her ne zaman güneş doğarsa, gece olur değildir" önermeleri gibi. Şartlı önermede mukaddem ve tâliden birinin ifade ettiği an­ lamın diğerinin ifade ettiği anlam ile ayrılmasının vukun veya vukubulmaması ile hükmolunsa, buna da M UNFASILA (ayrık şartlı) adı verilir. "Bu sayı ya tektir, ya çifttir veya güneş doğar, veya gündüz olur değildir" önermeleri gibi (314*). Gelenbevı, muttasıla önermeleri LÜ ZU M ÎYYE ve ÎTTÎFA K K ÎY Y E , munfasıla olan önermeleri de ÎN A D ÎY Y E ve ÎTT ÎF A K K ÎY Y E kısımlarına ayırıyor ( nr). Eğer ayrık şartlı bir önermede, tâlinin mukaddeme ittisalini gerektiren bilinen bir alâkadan dolayı ittisalin gereği ile vfeyta bu ittisalin selbinin gereği ile hükmolunursa bu önermeye lüzumiyye adı verilir. Burada bilinen bir alâkadan kastedilen, ya mu­ kaddem tâlinin illeti, ya da tâli mukaddemin illeti veyahutda mu­ kaddem de, tâli de aynı bir illetin eseri olmasıdır. "H e r ne zaman güneş doğarsa, gündüzün mevcut olması gerekir, Her ne zaman güneş doğarsa gecenin mevcut olması gerekmez" önermeleri gibi. Gelenbevî nin izahına göre, birbirlerinin karşılıklı illeti olan n

û ^ » U u l> \ .t

(göreli iki varlık) m burada ayrıca zikredilme-

mesi bu iki şeyin aynı bir illetin sebebi olmasındandır. Meselâ, eğer Zeyd Amr'ın babası ise, Amr'da Zeyd'in oğludur.” önermesindeki <314) <315)

Gelenbevî, Burhan, s. 14 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 24


75 babalık ve oğulluk birbirlerine izafetendir, ancak burada her iki­ si de aynı bir illetin eseridir. Zira babalık ve oğulluğun illeti in­ sanın diğer bir insanın nütfesinden ortaya çıkmasıdır (316). Nite­ kim, Gelenbevî, îsaguci şerhinde bunu ayrıca zikretmektedir t317). Eğer bitişik şartlı önermede mukaddem ile tâli nin bitişme­ sinde bilinen bir alâka yoksa, bu bitişme veya onun olumsuz kılın­ masının tesadüfen gerçekleşmesi ile hükmolunursa buna ittifakkiyye adı verilir. “ Her ne zaman insan konuşan olursa, at kişneyendir" önermesi gibi, îsaguci şerhinde ise, şu misâlleri veriyor: “ Her ne zaman insan konuşursa eşek de amrandır, Her ne zaman insan konuşursa, eşek anıran değildir” (318). Bu anlamda ittifakkiye olan bitişik şartlı önerme, kendinde talinin mukaddeme bilfiil gerçekleşmiş sıdk-ı ittifakı veya Selb-i ittifakıyla hükmolunan önermedir ki, buna ÎT T ÎF A K İY Y E -Î HAS­ SE adı verilir. Bazan da ittifakkiyye olan bitişik şartlı önerme bundan daha geniş bir anlamda kullanılır. Bu da kendinde talinin sıtkı, mukad­ demin farz ve takdiren sıdkına ittifakiyle veya bu ittifakın selbiyle hükmolunan önermedir ki, buna da ÎT T ÎF A K K ÎY Y E -Î AM M E denir. “ Her ne zaman at kâtip olursa, İnsan konuşandır." öner­ mesi gibi. Ayrık şartlı önermede tali'nin nakizinin mukaddemden ayrıl­ masını gerektiren bilinen bir alâkadan dolayı ayrılmanın gereği ile veya bu gereğin olumsuz kılınmasıyle hükmolunursa, bu öner­ meye înadiyye adı verilir. “ Şüphesiz bu sayı ya tektir, ya çifttir. Şüphesiz bu sayı ya çift veya eşit olarak bölünen değildir” öner­ meleri gibi. Gelenbevî îsaguci şerhinde şu misâli de ilâve ediyor: “ Bu insan katip veya Türkiye'li değildir” (319). Eğer ayrık şartlı olan bir önermede mukaddem ile talinin ay­ rılması arasında bilinen bir alâka yok da önermede bu ayrılmaya veya bu aynlmanm olumsuz kılınmasına tesadüfen hükmolunuyor ise, bu tür önermelere îttifakiyye adı verilir. “ Ya insan mev­ cut olur, veya anka mevcut olur” önermesi gibi. (316) Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 82 (317) Bk: Gelenbevî, Şerhi îsağuci, s. 38, (1283 (318) Bk: Gelenbevî, Şerhi îsağuci, s. 38, (1283 (319) Bk: Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 38, (1283

Bsk), s. 28 (1275 Bsk) Bsk), s. 28, (1275 Bsk) Bsk), s. 28, (1275 Bsk)


76 ister inadiyye, ister ittifakiyye olsun, Gelenbevî, ayrık şartlı önermeleri mukaddem ile tâli arasında doğru ve yanlış değer .çif­ tine göre Hakikiyye, Maniatü’l-Cem' ve Manilatü'l-Hulâ olarak üçe ayırıyor. O'na göre meselâ, bu sayı ya tektir ya çifttir, ayrık şartlı önermesi Hakikiyye, "Bu şey ya taştır, ya ağaçtır" ayrık şartlı önermesi Maniatü’l-Cem, Bu şey ya taş olmayan, ya da ağaç olmayandır, ayrık şartlı önermesi de maniatü’l-hulûdur (32ü). Ge­ lenbevî, maniatü’l-hulû için şu misâlleri de zikrediyor: "Zeyd ya ■denizdedir, ya da boğulmamıştır, Zeyd ya denizde olmayan değil­ dir, ya da boğulmuştur" (3 321). 0 2 ister hakikiyye ister maniatü’l-cem, isterse maniatü'l-hulû ol­ sun, Gelenbevî'ye göre bunların her üçü yüklemli önermelerden olan Müreddedetül-mahmul’de ve hatta kayıtsız olarak mutlâk terditte cereyan eder. Çünkü tereddüte düşmek önermeler arasın­ da olduğu gibi, başka bir şeye yüklem olan müfretler arasında da olur. Nitekim, yüklemde tereddüte düşülen yüklemli önerme böyledir. işte bu önermede olan terdidin tümü genellikle bu üç kıs­ mın birinden vareste olmaz. Yani ya hakikiyye ya maniatü'l-cem, ya da maniatü'l-hulû olur (322) Gelenbevî'nin ,bu konuda önemle üzerinde durduğu bir hu­ sus da şudur: "Şu bilinmelidir ki, kendisinde infisal edatları zikrolunan her önermenin ayrık şartlı önerme olması gerekmez. Meselâ biz, "B ir şey ya tektir, ya çoktur" dediğimizde eğer, Bu şey tek­ tir ve Bu çoktur önermeleri arasında biribirlerini nefyetmelerim kastederek hüküm verirsek önerme ayrık şartlı olur, Ama biz bu hususta yüklemli önermede "T e k " ve "ço k " kavramları arasında birbirlerini nefyetmelerini kastedersek, önerme ayrık şartlı öner­ meye benziyen yüklemli Önerme olur, -ki yüklemi müreddet,tek b ir konudan mürekkep aynk şartıyla benziyen yüklemli bir öner­ medir-. Nitekim, Ailame Seyyid de bunu tafsilatıyla izah etmiş­ tir" (323). Gelenbevî, aynk şartlı önermelerin tümünün ekseriya iki cüz­ den meydana geldiği gibi, bazan üç veya daha çok cüzden de mey­ dana geldiklerini söylüyor. "Sayı ya zait, ya nakıs, ya da müsavi­ d ir" önermesi gibi (324). Bövlece Gelenbevî, "Ayrık şartlı önerme (320) (321) <322) <323) <324)

Bk: Gelenbevî, Şerh-i tsaguci, s. 38, (1283 Bsk), s. 28, (1275 Bsk), Ge­ lenbevî, Burhan, s. 24-25 Bk: Gelenbevî, Şerhi tsaguci, s. 40, (1283 Bsk), s. 29 (1275 Bsk) Gelenbevî, Burhan, s. 25 Bk: Gelenbevî, Şerhi tsaguci, s. 42 (1283 Bsk), s. 31 (1275 Bsk) Gelenbevî, Burhan, s. 25


77 iki cüzden fazlasından meydana gelmez. Eğer böyle olursa, öner­ menin doğru-yanlış değer çiftine göre gerçekleşmesinin şartı or­ tadan kalkar" görüşünü reddetmektedir. Zira bu önermede iki cüz arasında gerçek ayrılığın vücudu gerekmez. Bilhassa yukarı­ daki misâlde olduğu gibi üç cüzünün tümünde veya daha artık cüzlerinin tümü arasında gerçek ayrılığın bulunması yeterlidir. Zira, çift olan sayılar olsa bile tek olan sayılar o üç kısmın tü­ münden hâli olamaz (3253 ) . Nitekim, Fenarî " ik i veya daha çok cüz 6 2 den terekküp eder sözünden murat önermesinin görünüşteki dü­ zeni itibariyledir. Hakikat yönüyle değildir, yoksa Sayı ya zait, ya nakıs ya da müsavidir, misâlinde gerçek ayrılık iki şey arasında­ dır. O da. Sayı ya zaittir, ya zait değildir, hükmüdür. Bu takdir üzerine zait olmaz ise, Ya nakıs ya da müsavidir, hükmü çıkar" demektedir ( 32e). Gelenbevî misaldeki sayıdan kastedilen şeyin "T ek bir sayının diğer sayılara nisbetle ya onun üzerine zait, ya ondan eksik veya da ona müsavi olması" demek olmadığını, burada matematikçile­ rin ıstılâhında gaflet olunarak böyle zannedildiğini beyan ederek, bu önermede hükmün şuna dayanmakta olduğunu söylemektedir: B ir sayı dokuza kadar olan ve kendisinin tam olarak bölündüğü 1/2, 1/3, 1/4, 1/5, 1/6, 1/7, 1/8, 1/9 gibi kesirlerinin toplamına nisbetledir. Bu anlamda meselâ (4) nakış, (6) müsavi, (12) de Zaittir. Zira 4'iin yarısı 2, 1/4 ü (1) dir. (1'ile 2'nin toplamı 3'tür). 3 ise 4'den azdır. 6'nııı 1/2 si (3), 1/3 ü (2) ve 1/6 sı, (1) dir. (3, 2, U n toplamı 6'dır.) Bu da kendisidir. (12)'nin 1/2 si 6, 1/3 ü 4,1/4 ü 3,. 1/6 sı 2'dir. (6, 4, 3, 2 ise 15 olup) bu da 12'den büyüktür. Öy­ leyse bu sayıda zaittir (3273 ). 8 2 Ancak bitişik şartlı önerme bunun aksine ikiden çok cüzden oluşturulamaz (32S). Şartlı önerme ister bitişik şartlı, .ister ayrık şartlı olsun, hü­ küm mukaddem ile talinin biraraya gelmeleri mümkün olan bü­ tün zaman ve bütün durumlar üzerine verilirse (her ne kadar had­ dizatında mümkün olmasa da) bu önerme tümel olur. Tümel olan şartlı önermeler olumlu veya olumsuz olurlar. Tümel olumlunun (325) Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 83 (326) Bk: Fenarî, Risale-i Esiriyye, s. 40-41 vd. (327) Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 83-84, Şerhi tsaguci, s. 41, (1283 Bsk), s. 30, (1275 Bsk) (328) Gelenbevî, Burhan, s. 25


78 bitişik şartlılarda suru aynk şartlı da ise,

n

“ (Her ne zaman)sözü,

V c ' > t» v e

»

(Daima ve

elbette) sözleridir. Tümel olumsuzun şartlı önermelerdeki suru ise, < \ O »« v e " ^ L?— ^ »» (daima.... değildir) sözleridir. "H er ne zaman Zeyd insan ise o hayvandır". "Daima sayı ya tektir ya çifttir” , Daima güneş doğduğu zaman gece mevcut de­ ğildir" ve "Daima ya güneş doğmuş olur, ya gündüz mevcut olur değildir" önermelerinde olduğu gibi (32e). Şartlı önermelerde hüküm, belirlenmemiş bazı zamanlar üzerine verilirse, bu önerme tikel olur. Bu tamm "bazı zaman" kaydıyla tü­ melden, "tâyin edilmemiş zaman" kaydıyla da şahsiyyeden ayrılır. Şartlı önermelerin tikel olumlularında sur

n

O

(bazan olur), tikel olumsuzlarında ise

> 0 11 (bazen

olmaz) sözleridir. "Bazen bir şey hayvan olduğu zaman insan olur” , "Bazan bir şey ya büyüyen olur, ya cansız ohır", "Bazen güneş doğduğu zaman gece mevcut değildir” ve "Bazan ya güneş doğmuş olur, ya gündüz mevcut olur değildir" önermeleri gibi (33°). Eğer şartlı önermede hüküm belirlenmiş bazı zamanlar üzerine verilir­ se bu önerme ŞA H SlY YE adını alır. Bu zamanın belirlenme işi zihinde veya hariçte olabilir. “ Güneş, gelecek yıl koç burcunda bu­ lunduğu zaman şöyle şöyle olur (Meselâ savaş olu r)" önermesi gibi (**331). Bunların dışında eğer şartlı önermelerde hüküm hiç bir za­ man kaydına bağlı olmaksızın ve iki tarafın durumu tâyin edil­ meksizin verilirse bu MÜHMELE olur. Başında (eğer)

ve

"

J> \ n

»»

1, 1£

tt

(vakıtta, vaktaki) (* * * ) sözlerinden

biri bulunan önermeler böyledir. Zira bu sözler burada ihmâl için­ dir ( 332). <329) Gelenbevî, Burhan, s. 25 <330) Gelenbevî, Burhan, s. 25 <331) Gelenbevî, Burhan, s. 25 (xxx)

Gelenbevî. aynk şartlı önermelerden muhmelenin suru olan '* V J , '

9 \ ..

(ya.....ya, yahut) sözlerini burada zikretmiyor. Halbuki, Kazvinî, bunla n aynca saymaktadır. (Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 27; <332) Gelenbevî, Burhan, s. 25


79 Gelenbevî bu sonuncu için misal vermemektedir. Onun şârihlerinden Haşan Hüsnü Musulî,! "Güneş doğduğu zaman gündüz mevcut olur" önermesini, Abdünnafi ise "E ğer birşey insan olur­ sa o hayvandır." önermesini mühmelenin misâli olarak zikredi­ yorlar (333). Şartlı önermeler de yüklemli önermelerde olduğu gibi Tümel Olumlu, Tümel Olumsuz, Tikel Olumlu ve Tikel Olumsuz olabilir­ ler. Şu farklaki bu, şartlı önermelerde mahkûm aleyh'în zaman ve durumları itibariyle, yüklemli önermelerde ise mahkûm aleyh’in (Konunun) fertleri itibariyledir (334). Gelenbevî, çeşitli şartlı önermelerin mukaddem ve tâlileri arasmdaki nisbet yönünden hangi durumlarda doğru olacakları hususunda da şunları ileri sürüyor: a) Bitişik şartlı olan tümel olumlu, tâlinin mükaddeme eşit veya ondan daha genel olduğu yerlerde doğru olur, b) Maniatu 1-Cem' olan tümel olumlu mukaddem ile tâli ara­ sında tam bir zıtlık olan yerlerde doğru olur, c) Maniatü'l-Hulû olan tümel olumlu, mukaddem ile tâlinin nakizleri arasında tam bir zıtlık olan yerlerde doğru olur. d) Bitişik şartlı maniatü'l-cem' ve maniatu 1-hulûdan tikel olumsuz, tümel olumlunun doğru olmadığı yerlerde gerçekleşir. e) Bitişik şartlı olan tümel olumsuz mukaddem ile tâli ara­ sında tam bir zıtlık olan yerde doğru olur. f) Maniatü’l-Cem’den tümel olumsuz, mukaddem ile tâli ara­ sında eşitlik olan yerlerde doğru olur. g) Maniatü'l-Hulûdan tümel olumsuz, mukaddem ile tâlinin nakizleri arasında eşitlik olan yerlerde doğru olur. h) Bitişik şartlı maniatü'l-cem' ve maniatü'l-hulûnun tikel olumlulan ise, tümel olumsuzun doğru olmadığı yerlerde tasdik olunur (335). i) Gerçekte aslâ b ir araya gelmemelerine rağmen, bir araya gelmelerinin farz edilmesi mühal olmayan iki hüküm arasmda (333)

Bk: Gelenbevî, Burhan, Musulî Şerhi, ayn eser, s. 175, Abdünnafi şerhi, ayn eser, C.2, s. 120 (334) Bk: Gelenbevi, Burhan, s. 25 (335) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 25


«o mümkin olan bazı durumlar da LÜZUM-U CÜZ'Î vardır. “ Bazı durum” dan kasdedilen, “ Hükümleıden birinin varlığının vaz'ımn di­ ğeri ile beraber olmasıdır." “ İnsanın varlığı ile ankanm varlığı” gibi. İşte bu durumda önerme her nekadar ittifakiyyede doğru olsa bile lüzumiyye olan tümel olumsuzda doğru olmaz.

j) Diğer taraftan birinin diğerinden ayrılması farzedildiğinde muhal olmayan iki hüküm arasında da LÜZUM-U K Ü LLİ yoktur. H er nekadar bunlardan biri diğerinden devamlı olarak aslâ ayrılmasa bile. “ İnsanın konuşması ile eşeğin anırması” gibi. Zi,ra ba­ zı mümkin durumlarda bunlar birbirlerinden ayrılabilirler, yâda ittifakiyyede doğru olsa bile önermenin lüzumiyye olan tümel olumlu olması doğru olmaz. Gelenbevî bu madde ile ilgili olarak, “ İnadiyyeden tümel ve tikel önermeler hususunda söylenecek söz de bundan ibarettir.” dedikten sonra şöyle devam ediyor: ‘Kâtibi (Ömer Kazvinî)nin, “ Her iki şey arasında, hattâ iki nakiz arasında lüzum-u cüz'î var­ dır.” deyip, -Her ne zaman iki zıt tahakkuk ederse onlardan biri de tahakkuk eder. Öyleyse nakizlerden biri tahakkuk ederse di­ ğeri de tahakkuk eder.- diye üçüncü şekilden bir kıyasla dâ delil getirmesine gelince bu safsatadır. Zira küçük önerme (suğra) ile, büyük önerme (kübra) -tek başına- kaydıyla kayıtlanıp, -İki zıt tahakkuk ettiğinde ikisinden biri de tek başına tahakkuk eder, İk i zıt tahakkuk ettiği zaman diğeri de tek başına tahakkukeder.demek olursa, öncüller (mukaddemler) fasit olur. Eğer öıicüller, -diğeri ile beraber- kaydıyla kayıtlanırsa, yâni -İki zıt tahakkuk ettiği zaman onlardan biri diğeri ile beraber tahakkuk eder....şeklinde olursa, ozaman öncüller fasit olmaktan kurtulup netice de doğru olsa bile, istenen netice değildir. Zira bu takdirde neti­ cenin şöyle olması gerekir: -Bazen iki nakizden biri diğeri ile be­ raber tahakkuk ettiği zaman diğeri' de onunla beraber tahakkuk eder.- Halbuki bu da istenen değildir. Eğer öncüller herhangi bir kayıtla kayıtlanmaz ise durum yine böyledir. Zira bu takdirde iki öncül anlam yönünden sâdece ikinci kayıtla kayıtlanmış gibidir. Eğer böyle olmaz ise Lüzumiyye olan tümel olumlu önermenin* yine Lüzumiye olan tikel olumlu önermeye döndürülmesi (akse­ dilmesi) şüphesiz batıl olurdu” (336). (336)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 26-27


81 k) Gerçekten birinin diğerinden ayrlması mümkin olan iki hüküm arasında, mümkin olan bazı durumlarda ÎNAD-I CÜZ’i var­ dır. Bazı durumlardan maksat, her nekadar aralarında ayrılığın olmaması devam etse de diğeri olmaksızın birinin tahakkukunun vaz' edilmesidir. "İnsanın konuşması ile atın kişnemesi” gibi, tş te bu durumda îttifakiyye'de doğru olsa bile, Maniatü’l-Cem'den İnadiyye olan tümel olumsuz önerme doğru olmaz. l) Yine birinin diğerinden ayrılmaması mümkin olan iki hü­ küm arasında, her nekadar aralarında ayrılma devam etse de, gerçekte İNAD-I K Ü LLİ yoktur. "İnsanın var olması ile Ankanın var olması” gibi, öyleyse bu durumda Îttifakiyye'de doğru olsa da, Maniatü'l-Cem'den İnadiyye olan tümel olumlu önerme doğru •olmaz (337). Gelenbevî, diğer İslâm mantıkçıları gibi, şartlı önermelerin mukaddem ile tâlilerinin yapışma göre altı kısımdan bahsediyor. Zira Mukaddem ile Tâli: a) İkisi birden yüklemli önerme olurlar. "H er ne zaman gü­ neş doğarsa gündüz mevcut olur. Bu sayı ya tektir ya çifttir." önermelerinde olduğu gibi. b) İkisi birden bitişik şartlı önerme olurlar. "H er ne zaman güneş doğduğunda gündüzün mevcut olduğu sabit olursa,, her ne zaman gündüz mevcut değil ise güneşin doğmamış olması lazım gelir.” önermesi gibi. c) Yahut ikisi birden aynk şartlı önerme olur. "H er ne za­ man sayı da tektir ya çifttir sabit olursa, onun dâima ya iki eşit kısma bölünmesi ya da bölünmemesi lazım gelir.” önermesi gibi. d) Ya da Mukaddem ile Tâli olan iki önerme muhtelif olurlar. Gelenbevî, "Y a da bu ikisi muhtelif olurlar.” dedikten son­ ra, "Öyleyse bu taksimin neticesi altıdır.” kayöıyla, bitişik şartlı önermelerin bu açıdan altı kısım olduğunu söylüyor (338). Buna göre Gelenbevî, "muhtelif olma”dan şu üç şekili kasdediyor1) İki taraftan biri yüklemli, diğeri bitişik şartlı önerme olur. 2) İki taraftan biri yüklemli, diğeri ayrık şartlı önerme olur. (337) Bk: Gelenbevî, Hâşiye-i Burhan, s. 85 (338) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 26


82 3) olur.

îk i taraftan biri bitişik şartlı, diğeri ayrık şartlı önerm

Halbuki, bu son üç şekilde iki ihtimâlin olduğu muhakkaktır. Şöyleki: 1) Mukaddemi yüklemli, tâlisi bitişik şartlı, 2) Mukaddemi bitişik şartlı, tâlisi yüklemli, 3) Mukaddemi aynk şartlı, tâlisi yüklemli, 4) Mukaddemi yüklemli, tâlisi aynk şartlı, 5) Mukaddemi bitişik şartlı, tâlisi aynk şartlı, 6) Mukaddemi aynk şartlı, tâlisi bitişik şartlı. O halde, bu ihtimallerde gözönüne alınırsa, mukaddem ile tâlinin yapılan açısından, şartlı önermelerin sayısının Gelenbevînin de iddiâ ettiği gibi altı değil, dokuz olduğu ortaya çıkar. N i­ tekim Kâtip Kazvinî, şartlı önermenin oluştuğu iki tarafın durum­ larına göre, bitişik şartlı önermeleri altı, aynk şartlı önermeleri de dokuza ayırmaktadır (3393 ). 0 4 Gelenbevî'ye göre “ ittisal" ve “ infisal” edatlan, mukaddem ile tâliyi bilfiil önerme olmaktan ve önermenin tanımından çıkar­ mıştır (34°). “ Doğruluk" ve “ yanlışlık" yönünden mukaddem ile tâlinin ya­ pılarına .gelince: 1) Mukaddem ile tâli ikisi birden doğru olur. “ Her ne zaman Zeyd insan olursa o hayvan olu r" önermesi gibi. 2) Mukaddem ile tâli ikisi birden yanlış olur. “ Her ne zaman Zeyd at olursa o kişneyendir" gibi. 3) Mukaddem yanlış, tâli doğru olur. “ Her ne zaman Zeyd at olursa o hayvandır." önermesinde olduğu gibi. 4) Mukaddem doğru, tâli yanlış olur. “ Her ne zaman Zeyd hayvan olursa o attır" önermesi gibi. Şu varki, şartlı önermelerin bütün kısımları, muhtemel bu dört şeklin her biriyle doğru olmaz. Şöyleki: (339) Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 25-26*27 (340) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 26


83 a) Bitişik şartlıdan tümel olumlu olan Lüzumiyye, mukad­ dem i doğru, tâlisi yanlış olan (yerde doğru olmaz, bunun dışın­ daki üç durumda doğru olur. b) îster tümel ister tikel olsun bitişik şartlıdan Ittifakıyye, yukarıdaki dört ihtimâlden sâdece mukaddem ve tâlinin ikisi bir­ den doğru veya tâlinin doğru olduğu yerlerde doğru olur. c) Ayrık şartlı hakikiyyeden ister tikel olsun, ister tnadiyye ve ister Ittifakıyye olsun, yukarıdaki dört ihtimâlden sâdece son ikisinde doğru olur. d) Ayrık şartlıdan olumlu olan Mâniatü'l-Cem', bu dört ih­ timâlden birincisi hâriç, diğer üçünde doğru olur. e) Yine ayrık şartlıdan olumlu olan Mâniatü 1-Hulû. dört ih­ timâlden, ikisi birden yanlış olanı hâriç, diğer üçünde doğru olur (341). Gelenbevî, olumluluk ve olumsuzluk yönünden mukaddem ile tâlinin yapılarını da şöyle açıklıyor: 1) Mukaddem ile tâlinin ikisi birden olumlu olur. “ Güneş do­ ğarsa gündüz mevcut olur." önermesi gibi. 2) Mukaddem ile tâlinin ikisi birden olumsuz olur. “ Her ne zaman güneş doğmaz ise gündüz mevcut olmaz." gibi. 3) Muhtelif (yâni mukaddemi olumlu-tâlisi olmuşuz veya mu­ kaddemi olumsuz^ tâlisi olumlu) olurlar. “ Her ne zaman güneş do­ ğarsa gece mevcut olmaz, Her ne zaman güneş doğmazsa gece mev­ cut olur." önermelerinde olduğu gibi. Ancak şartlı önermelerin olumlu veya olumsuz olmaları hu­ susunda, tarafeynin olumlu veya olumsuz olmasına itibar olun­ maz. Bilâkis, mukaddem ile tâli arasmda olan birleşme veya ay­ rılmanın gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesi muteberdir. Bazen, olumsuz olan şartlı önermede, olumsuzluk edatının şart edatın­ dan önce getirilmesi ile bu duruma işaret edilir: “

‘Va )0>

h

(Güneş doğarsa gündüz mevcut olan değil­

dir) önermesi gibi (342). (341) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 26 {342) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 26


84 5) ÖNERM ELER ARASI İL İŞ K İL E R a) TENAKUZ (Biri diğerinin çelişiği olan önermeler) : Tenakuz, iki önermenin olumluluk ve olumsuzluk yönünden muhtelif olmalarıdır, o şekildeki, bu ihtilaf, özü itibariyle ikisi­ nin birden doğ m olması veya ikisinin birden yanlış olmasını im­ kânsız kılar (343). Gelenbevî'ye göre Tenakuz'un tümü için gerekli olan şartla1* şunlardır: 1) Biri diğerinin çelişiği olan iki önermede zikrolunan Mah­ kûm aleyh'in bir olması, 2) Her iki önermede zikrolunan Mahkûm bih'in bir olması, 3) Başlı başına mülhaza olunan bütün kayıtlarda iki Öner­ menin aynı olması, 4) İki önermenin keyfiyet yönünden muhtelif olmaları, 5) İki önermenin modal (cihet) yönden muhtelif olmaları. Gelenbevî, bu genel şartlar yanında sâdece Sur'lu önermeler­ de geçerli olmak üzere, "K eyfiyet ve cihet yönünden muhtelif ol­ makla beraber, iki önermenin mahkûm aleyhin kemiyetinde de muhtelif olmaları şarttır/’ diyor. (344). Zira yüklemli olan önerme­ lerde konunun ve şartlı olan önermelerde mukaddemin daha genel (eamm) olduğu durumlarda, iki tümel önerme bir arada yanlış, yeya iki tikel önerme bir arada doğru olabilir. Böyleçe aralarında tenakuz tahakkuk etmez. Şöyleki, meselâ, "H er hayvan insandır ve Hiç b ir hayvan insan değildir." önermeleri, söz konusu şartın yokluğu ile ikisi birden yanlıştır. Yine aynı şekilde, "Bazı hayvan insandır ve Bazı hayvan insan değildir." önermeleri bu şartın yok­ luğu ile ikisi birden doğrudur ve aralarında tenakuz yoktur. Şartlı önermelerde de durum bundan farksızdır. Meselâ, “ Her ne zaman yeryüzü aydınlık olursa güneş doğar ve Daima yer yüzü aydınlık olduğu zaman güneş doğar." Önermeleri, aynı şartın yokluğu ile ikisi bir arada yanlıştır. Zira bâzan güneş doğmadığı halde yer­ yüzü aydınlık olabilir. Aynı şekilde, “ Bâzan yeryüzü aydınlık ol­ (343) (344)

Gelenbevî, Burhan, s. 27 Gelenbevî, Burhan, s. 27


85 duğu zaman güneş doğar ve Bâzan yeryüzü aydınlandığı zaman güneş doğar değildir.” önermeleri de bu şartın yokluğu ile ikisi b ir arada doğru olup aralarında çelişki yoktur (3453 ). 6 4 Gelenbevî, "Başlı başma mülahaza edilen bütün kayıtlarda ik i önerme de aynı olmalı” derken, aralarında tenakuz olan iki önermenin Zamanda, Mekânda, İzafette (görelikte), Fiil ve Kuvve­ de, Şartta ve diğer kayıtlarda her iki önermenin aynı kayıtla ka­ yıtlanmış olmasını kasdetmektedir. Nitekim O, İsaguci şerhinde Tenakuzun şartlarını sayarken bunlan ayrıca zikretmektedir, ö y ­ leyse: a) İki önermenin çelişik olması için yukarıdaki şartlara ilâ­ veten, zamanda ittifak etmeleri gerekir. Meselâ, "Zeyd gündüz ayakta değildir ve Zeyd gece ayaktadır." önermeleri arasmda çe­ lişki yoktur. b) Mekân'da ittifak da şarttır. Meselâ, "Zeyd çarşıda ayak­ ta değildir ve Zeyd mescitte ayaktadır." önermeleri de çelişik de­ ğildir. c) Tenakuz babında izafette ittifak da esastır. Meselâ, "Zeyd Bakî'ın babası değildir ve Zeyd Amr'ın babasıdır.” önermeleri bu şartın yokluğu ile birbirlerine çelişik değillerdir. d) Bu konuda fiil ve kuvvede ittifak da şarttır. Meselâ, bu şartın yokluğu ile şu iki önerme arasmda tenakuz tahakkuk et­ mez: "Şarap küpte bilkuvve sarhoş edendir ve Şarap küpte bilfiil sarhoş eden değildir". e) "Tüm el ve Tikel” kayıtlarında ittifak esastır. Öyleyse, "Bâ­ zı zenciler karadır ve Bütün zenciler kara değildir.” önermeleri arasmda da tenakuz yoktur. f) Ve nihayet iki önerme arasmda tenakuzun tahakkuk ede­ bilmesi için bu iki önermenin şartta ittifakları da gereklidir. Me­ selâ, bu şartın yokluğu ile, "Cisim, parlaklık ve ışık şartıyla, göz kamaştırıcıdır ve Cisim, mat ve karanlık şartıyla, göz kamaştırıcı değildir.” önermeleri arasında da tenakuz yoktur (34C). (345) (346)

Bk: Gelenbevî, Burhan s. 27 Bk: Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 4445 (1283 Bsk), s. 22-23 (1275 Bsk)


86 Böylece Gelenbevî, bu hususta mütekaddimin mantıkçıların görüşünü paylaşmaktadır. Müteahhirin ise bu şartlan "Mahkûm bih ve Mahkûm aleyh’te ittifakla bağlıyarak, diğerlerini bu ikisi içinde mütalaâ etmişlerdir (34r). Bazıları bu ikisine "Zaman bir* liğ i" şartını da ilâve ettiler. Ebû Nasr Farabî ise, bunlann hepsine şâmil olduğunu kabul ettiği tek bir şartı bu konuda yeterli görür ki, bu şart "Mahkûm bih ile Mahkûm aleyh arasındaki Nisbet-i Hükmiyye’dir (34B). Taftazanî de Farabî'nin görüşünü tercih etmiş­ tir (3 849). 3 7 4 Gelenbevî, biri birinin nakizi olan önermeleri de şöyle tesbit ediyor: 1) Olumlu olan şahsiyye önermenin nakizi, olumsuz şahsiyye bir önermedir. Bunun aksine olumsuz olan şahsiyye önermenin nakizi. Olumlu şahsiyye bir önermedir. "Zeyd insandır, Zeyd in­ san değildir." önermeleri gibi. 2) Tümel olumlunun nakizi tikel olumsuz bir önermedir (350)~ "Bütün insanlar hayvandır. Bâzı insanlar hayvan değildir.” öner­ melerinde olduğu gibi. 3) Tümel olumsuzun nakizi, tikel olumlu bir önermedir. "H iç bir insan hayvan değildir ve Bâzı insanlar hayvandır." gibi. 4) Basit modal önermelerden Zarurıyyenin nakizi, keyfiyette muhalifi olan Mümkine-i Amme'dir. 5) Dâime olan önermenin nakizi Mutlaka-i Amme'dir. 6) Meşrute-i Amme'nin nakizi, Hiniyye-i Mümkine'dir. 7) Örfiyye-i Amme'nin nakizi, Hiniyye-i Mutlaka'dır. 8) Vaktiyye-i Mutlaka nm nakizi, Mümkine-i Vaktiyye'dir. 9) Münteşire-i Mutlaka'nm nakizi, Mümkine-i Dâime'dir (351)(347) Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 28 (348) Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 45 (1283 Bsk), s. 33 (1275 Bsk) (349) Bk: Taftazani, Tehzib, s. 5, Gelenbevî, Şerh-i Îsağuci, s.45 (1283 Bsk)„ s. 33 (1275 Bsk) (350) Bk: Gelenbevî, Şerh-i Îsağuci, s. 86 (1283 Bsk) (351) Bunlann misalleri için Bk: Gelenbevî, Burhan, Abdunnafi şerhi Fenni Mantık, C.2, s. 138-139


87 Mürekkep olan modal önermelerin nakizlerine gelince, o mü­ rekkep önermenin iki cüz'ünün nakizleri arasında tereddüt edilen anlamdır. Yâni mürekkep önermenin cüzlerinden herbirinin na­ kizleri alınır ve nakizler arasında "Y a böyledir ya da böyledir..." şeklinde mürekkep önermenin nakizi elde edilir. Öyleyse meselâ: "H e r kâtip kâtip olduğu müddetçe zorunlu olarak parmaklan haraket edendir, ancak bu devamlı değildir." önermesinin nakizi, "Bâ­ z ı zamanlarda mümkin olmakla ya bâzı kâtip parmaklan hareket «d en değildir, ya da özün devamlılığı ile bâzı kâtip parmaklan hareket edendir.” önermesidir (aS2). Şu var ki, tikel olan mürek­ kep önermelerin nakizlerindeki terdit, konunun fertlerine nisbetledir. Yâni, konunun hiçbir ferdi, bu iki nakizin hükmünden vâTeste olmaz (3 353*). 2 5 Hâriciyye, Hakikiyye ve Zihniyye olan önermelerin nakizler i türde kendilerine uygun, nicelik ve nitelikte kendilerine mu­ halif olan önermelerdir. Nitekim şartlı önermelerin nakizleri de cins (bitişik şartlı-aynk şartlı) ile tür (Lüzumiyye-înadiyye-îttifa* kıyye) de kendilerine uygun, nicelik ve nitelikte kendilerine mu­ halif olan önermelerdir (3M). b) DÜZ DÖNDÜRME (AKS-Î M Ü STEVÎ) : "Aks", asıl önermenin keyfiyet yönünden baki kalması ve asıl île aksinin bilfiil her durumda doğru olması ile beraber, öner­ menin zikrolunan cüzlerinden birini diğeri ile değiştirmekten iba­ rettir. Çok defa Aks, tanımda belirtildiği gibi, bizzat cüzlerin teb­ dili işine ad verildiği gibi, bazan da bu işlemle ortaya çıkan ve asi için gerekli olan önermelerin daha özel (ehass) olanına da ad •olarak verilir. Yâni, cüzlerin değiştirilme işi Aks'tır, ancak bu işlemle ortaya çıkan önermeye de mecâzen "A k s" denir (355). Bu tanımdan Düz Döndürme'nin iki şarta bağlı olduğu ortaya •çıkar: 1) Asıl önermenin keyfiyet yönünden baki kalması, 2) Asıl ile aksinin b ilfiil doğru olmaları. (352) Gelenbevî, Burhan, s. 28 (353) Gelenbevî, Burhan, s. 28 <354) Bk: Gelenbevî, Burîıan, s. 28 <355) Gelenbevî, Burhan, s. 28-29


88 Gelenbevî'ye göre önermenin aslı doğru ise aksi de doğrudur. Ancak eğer aksi yanlış ise asimin da yanlış olması gerekmez. Bi­ lâkis, aksinin doğru olması ile beraber asimin yanlış olması caiz, olur. Zira meselâ, “ Her hayvan insandır." önermesi yanlış olduğu halde, “ Bazı insan hayvandır.” önermesi doğrudur C 6). O’na göre, ayrık şartlı önermelerin aksi (döndürülmesi) her nekadar geçerli olsa da, bunların aksine itibar edilmemiştir. Çün­ kü onun cüzlerinden birinin diğerine tabiatiyle imtiyazı yoktur. Diğer taraftan Ittifakiyye olan önermelerin mukaddemi ile tâlisi arasında belli bir alaka olmadığı için döndürülmesinde bir fayda yoktur. Öyleyse muteber ve faydalı olan yalnız yüklemli önermeler ile bitişik şartlı lüzumiyye olan önermelerin döndürülmesidir Ci57). Gelenbevî, çeşitli önermelerin düz döndürülmesi olan önerme­ ler hakkmda da şu bilgileri veriyor: 1) Yüklemli ve bitişik şartlı önermelerden tümel ve tikel olum­ lu olanlan, tümel olumlu olarak döndürülemezler. Zira yüklemli önermede yüklemin konudan, şartlı önermede tâlinin mukaddem­ den daha genel (eamm) olduğu yerlerde aslın doğru olmasıyla be­ raber, aksi olan tümel olumlu doğru olmaz. (H er nekadar daha özel olan yerlerde doğru olsa bile). Meselâ, “ Her insan hayvan­ dır” , "H er nezaman güneş doğarsa mescit ışık olur.” önermeleri­ ni, "H er hayvan insandır” , "H e r nezaman mescit ışık olarsa gü­ neş doğmuş olur.” şeklinde tümel olumlu olarak döndürmek doğ­ ru olmaz. Çünkü bu takdirde yüklemli önermede daha özel olanın, daha genel olanın fertleri hakkmda doğru olması; Şartlı önerme­ de daha özel olanın tahakkukunun daha genel olanm tahakkukunu gerekli kılması lâzım gelirki, bu muhâldir. Bilâkis bu iki önerme­ nin aksi (düz döndürmesi), sâdece tikel olumludur. “ Bâzı hay­ vanlar insandır, Bâzan mescit ışıkolduğu zaman güneş doğar.” önermeleri gibi. 2) Modal önermelerden olumlu olan Zaruriyye-i Mutlaka ile Dâime-i Mutlaka (Dâimeteyn) ve yine olumlu olan Meşrute-i Am­ me ile Örfiyye-i Amme (Ammeteyn) ’nin akisleri Hiniyye-i Mutla­ ka'dır. Meselâ, Zaruriyye-i Mutlaka olmak üzere, “ Her insan zo-3 7 6 5 (356) (357)

Gelenbevî, Şerhi-i Isağuci, s. 4849 (1283 Bsk), s. 35-36 (1275 Bsk) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 29


89 runlu olarak hayvandır” , "Bâzı insanlar zorunlu olarak hayvan­ dır.” önermeleri, Dâime-i Mutlaka olmak üzere, "H er insan zat-ı çıgvzu devam ettiği müddetçe, devamlı olarak hayvandır” , Bâzı in­ sanlar zat-ı mevzu devam ettiği müddetçe devamlı olarak hayvan­ dır.” önermeleri, yahut Meşrute-i Amme olarak, "H er insan vasf-ı mevzu devam ettiği müddetçe zorunlu olarak hayvandır.” , "B âzı insanlar vasf-ı mevzu devam ettiği müddetçe zorunlu olarak hay­ vandır.” önermeleri, veyahut Örfiyye-i Amme olmak üzere, "H e r insan dâima hayvandır” , "Bâzı insanlar dâima hayvandır.” öner­ melerinin tümünün aksi, "Bâzı hayvanlar, hayvan oldukça b ilfiil insandır.” Hiniyye-i Mutlakasıdır. Gelenbevî'ye göre mantıkçılar­ dan bazılarının Meşrute-i Amme’nin yine Meşrute-i Am m eye ak­ settiğini iddiâ etmeleri doğru değildir. Nitekim Razî de bu iddiânm bâtıl olduğunu söylemektedir (a5S). 3) Olumlu olan Meşrute-i Hasse ile Örfiyye-i Hasse (Hasseteyn)'nin aksi, Hiniyye-i Lâdâime olur. Meselâ, Meşrute-i Hasse olan "H e r kâtip kâtip olduğu müddetçe zorunlu olarak parmak­ ları hareket edendir, ancak bu zorunlu değildir” önermesi ile, ö r ­ fiyye-i Hassa olan "H er kâtip kâtip olduğu müddetçe parmaklan hareket edendir, ancak bu devamlı değildir” önermelerinin akisleri Hiniyye-i Lâdâime olan “ Bâzı parmaklan hareket eden parmaklanmn hareketi devam ettikçe kâtiptir, ancak bu devamlı d eğild ir,r önermesidir (35e). 4) Yine modal önermelerden olumlu olan Vaktiyye-i Mutlaka ile Münteşire-i Mutlaka (Vaktiyyeteyn)'nın, Vücudiyye-i Lâdâime ile Vücudiyye-i Lâzaruriyye (Vücudiyyeteyn)'nin ve Mutlaka-i Am­ menin akisleri, Mutlaka-i Amme’dir. Meselâ, söz konusu modlardan biri ile kayıtlanmış olmak şartıyle, "H er insan b ilfiil hayvan­ dır.” önermesinin aksi. "Bâzı hayvan b ilfiil insandır.” önermesi­ dir (36°). Ibn Sina'ya göre, Mümkine-i Amme ile Mümkine-i Hasse (Mümkineteyn)'nin akisleri yoktur. Zira bu görüşte esas olan, Zat-ı Mev­ zu üzerine Unvan al-Mevzu'un sâdık olmasıdır. Yine İbn Sina'­ ya göre Zat-ı Mevzu, tek bir vakitte bile olsa, bilfiil Unvan al-Mev-3 0 6 9 8 5 (358) Bk: Razî, Şarh metn al-Şemsiyye (Tasdikat), s. 115 (359) Bk: Gelenbevî, Burhan, Abdunnafi şerhi Fenn-i Mantık, C. 2, s. 151 (360) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 29


zu'a sâdık olan şeydir { 361)i Gelenbevî'ye göre, bu hususta tbn Si­ na'ya muhalefet eden Farabî'nin söz konusu iki önermenin aksedilmesini uygun bulduğuna işaret vardır. Zira Farabî'ye göre .Zat-ı Mevzu, Unvan al-Mevzu' üzerine bilimkân sâdık olan şeydir. Öyleyse Mümkine-i Amine, yine Mümkine-i Amme olarak’ akse­ der ve birinci şekil kıyasin suğrasında netice verir (3623 ). Razi 6 ise bu konuda üç ayn görüş ileri sürüyor: 1) Mütekaddimin man­ tıkçılar Mümkineteyn'in Mümkine-i Amme'ye aksedeceği görüşün­ dedirler. Ancak Razi, bu konuda mütekaddimin delillerim yeterli bulmuyor. 2) Ibn Sinâ’nın görüşü üzerine bilfiil mevzu'a itibar edersek, mümkinenin aksedilemiyeceği, (aksinin olmadığı) ortaya •çıkar. 3) Farabî'nin görüşüne uygun olarak bilimkân mevzu'a iti­ bar edersek, mümkine kendisi gibi yine bir mümkineye akseder <3€S)

5)

Modal önermelerden tümel olumsuz olanlar, yine tüme

•olumsuz olarak aksedilirler. Şöyleki: a) Tümel olumsuz olan Zaruriyye-i Mutlaka ile Dâime-i Mut­ laka tümel Dâime olarak aksedilirler. b) Münteşire-i Amme ile örfiyye-i Ammenin akisleri, tümel •olan Örfiyye-i Amme olur. c) Yine tümel olumsuz olan Meşrute-i Hasse ile örfiyye-i Has­ se, tümel olmakla birlikte “ Bazı zamanlarda özün devamsızlığı'' kaydıyla kayıtlanmış örfiyye-i Amme’ye aksettirilir. Bu altı öner­ menin dışında tümel olumsuz modal önermelerin aksi yoktur (364). Gelenbevî’ye göre tikel olumsuz olan modal önermelerin aslâ akisleri yoktur. Nitekim birçok İslâm mantıkçısı gibi Taftazanî d e aynı görüştedir (365). Yalnız tikel olumsuz olan Meşrute-i Has­ se ile Örfiyye-i Hasse, keyfiyette ve kemiyette kendilerine uygun olan örfiyye-i Hasseye aksettirilirler (366). <361)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 29

(362)

Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 88

(363)

Bk: Razi, Şarh metn al-Şemsiyye (Tasdikat), s. 121

<364)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 29

<365)

Bk: Taftazanî, Tehzip, s. 5

<366)

Gelenbevî, Burhan, s. 29. Abdunnafi Şerhi, Fennî Mantık, C. 2, s. 156


91 c) TERS DÖNDÜRME (AK S-Î N A K IZ ) : Bu konuda mütekaddimin ile müteahhirin arasında görüş ay­ rılığ ı tfaMhr. Gelenbevî, Taftazanî ve Razî gibi (3673 6 8 ) her ik i görüşe de yer verm iş ve açıkça b ir tercih yapmamıştır. Bununla beraber m ütel^ddinıin nıantıkçılann görüşünü ö n ce, zikretm esi b ir ter* cih sebebi sayılabilir. Nitekim O, îsaguci şerhinde tercih edilen görüşün mütekaddimininki olduğuna işaret ederek "az da plsa ilim de .kullanılanıdır" demektedir (36S). Mütekaddimine göre ters döndürme, asıl önermenin keyfiyet ye doğruluğunun baki kalması ile beraber,.mahkûm bih'in nakizini mahkûm aleyh ve mahkûm aleyhin nakizini de mahkûm bih yap­ maktan ibarettir. Röylece mütekaddimine göre ters döndürmenin iki şartı ortaya çıkar: 1) K eyfiyet yönünden aslın aynı kalması, 2) Aksin de nakizinin de doğru olması. Gelenbevî, bu görüşe bağlı olarak çeşitli önerm elerin ters döndürülmeleri hakkında şu bilgüeri veriyor: 1) .İster yüklem li olsun, ister şartlı olsun olumlu önermele­ rin ters döndürülmelerindeki hükümleri, düz döndürmedeki olum­ suzların hükmü gibidir. 2) Bunun aksine olumsuz olan önerm elerin ters döndürme­ deki hükümleri, düz döndürmedeki olumluların hükümleri gibi­ dir. öğleyse: a) Tüm el olumlu yine tümel olumlu olarak akseder. N itekim düzdöndürmede tümel olumsuz yine tümel olumsuz olarak akse­ diyordu. "H er insan hayvandır" önermesinin ters döndürmesi*. "H er hayvan olmayan insan olm ayandır" önermesidir. b) Tikel olumlunun aslâ ters döndürmesi yoktur. Ancak, ti­ kel olumlu olan örfiyye i hasse ile meşrute-i hasse, tikel olan örfiyye-i ammeye aksedebilirler. B ilindiği üzre düz döndürmede de sadece tikel olumsuzdan hasseteyn aksettirilebiliyordu. c) is te r tümel olsun, ister tikel olsun olumsuz Iplan öner­ meler, ters döndürmede tikel olumsuza aksettirilirler. Hatırlana­ (367)

Bk: Razî, Lemamiu'l-Esrar fî şarh-i Metaliul-Envar, s. 179, Taftazanî, Tehzip, s. 5-6 (368) Bk: Gelenbevî, Şerhî îsaguci, s. 49-50, (1283 Bsk), s. 36, (1275 Bsk)


92 cağı gibi, düz döndürmede de tümel veya tikel olan olumlular, tik el olumluya aksettiriliyordu. "H iç b ir insan taş değildir ve B azı insanlar taş değildir” önerm elerinin ters döndürülmesi "B a­ zı taşlar insan değildir,” tikel olumsuzudur ( 36S). Müteahhirine göre, ters döndürme, asıl kaziyyenin (önerm e­ nin) aksedilen önermede keyfiyetinin baki kalmaması ve her iki­ sinin birden doğruluğu ile beraber asıl önermenin mahkûm bihijıin nakizini mahkûm aleyh ve mahkûm aleyhin aynını mahkûm bih yapmaktan ibarettir. Bu tanıma göre, müteahhirinin, ters döndürme için şu iki şartı ortaya çıkar: 1) H er ik i önermenin doğruluklarının baki ol­ ması, 2) Asıl önermenin keyfiyyetinin döndürmede baki kalma­ ması. Öyleyse, "H er insan hayvandır” önermesinin ters döndür­ m esi "Hayvan olmayan hiç b ir şey insan değildir” önerm esidir (3T0). Gelenbevî, müteahhirin m antıkçılarının görüşüne göre çeşit­ li önerm elerin ters döndürmelerini şöyle anlatıyor: 1) Burada da olumlu olan önerm elerin ters döndürme yoluy­ la aksettirm elerinin hükümleri, düz döndürmedeki olumsuzların hükümleri gibidir. Nitekim , mütekaddimine göre de bu böyledir. Ancak, mütekaddiminden fark lı olarak bu kaidenin aksi, yani, olumsuz olan önerm elerin ters döndürmedeki hükümlerinin düz döndürmedeki olumluların hükümleri gibi olması, doğru değildir. Öyleyse; a) Olumlu olan önerm eler düz döndürmede aksettirildikleri önerm elere aksettirilirler. b) Olumsuz olan önerm elere gelince, ister tümel ister tikel olsun, tikel olumlu olarak aksederler. Şöyleki:

1) Hasseteynden

olumsuz olan önerm eler tikel olan Hiniyye-i lâdaimeye, 2) Vaktiyyeteyn ve vücudiyyeteynden olan olumsuz önermeler, tikel olan mutlaka-i ammeye aksettirilirler. c) Buna karşılık, şartlı olan tümel olumlu lüzumiyye, tümel olumsuza akseder.3 6 9 7 0 (369)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 30

(370)

Gelenbevî, Burhan, s. 30


93 Bunun çhşuıda kalan önerm elerin ters döndürmeleri yoktur

(3T1). Gelenbevî'ye göre önermelerin, akisleri olan önerm elere ters döndürme veya düz döndürme ile aksettirilm eleri HULF ile sabit* tir. H ulf, b ir önerme için aks itibar edilecek önermenin nakizini alıp asıl önerme ile birleştirerek, b iri sûğa (küçük önerm e), diğeri kübra (büyük önerme) olm ak üzere bir kıyas düzenlemektir ki, bu kıyasm neticesi, doğruluğu farzedilen aslın a d d ı olur, Bu su­ retle nakizin yanlış olduğu tahakkuk ederek aksin doğru olduğu ortaya çıkar (3 7 1 3723 7 ) . Meselâ: "H er insan hayvandır" önermesinin ak­ si "B azı insanlar hayvandır" önermesidir. Bu durumda birinci önermenin doğru olduğu durumlarda İkincisi de doğrudur. Eğer böyle olm az ise, ikinci önermenin nakizi olan "H iç ))ir hayvan insan d eğildir" Önermesinin doğru olması gerekir. Halbuki bu na­ kizi asla ilâve ederek birinci şekilden b ir kıyas yaparsak, netice muhal olur. Şöyleki: "H er insan hayvandır, H iç b ir hayvan insan değildir, öncüllerinin neticesi. H iç b ir insan insan d eğild ir" önermesi olur ki, bu mümkün değildir. Halbuki, burada küçük önerme olumlu, büyük önerme­ nin de tümel olm ası ile kıyas şekil yönünden doğrudur, öyleyse, neticenin muhal olm ası şekil yönünden değil, maddesi yönünden ortaya çıkan b ir husustur. Bu kıyasta küçük Önerme olan öncülün de doğruluğu farzedildiğinden, bu da ihlâlin sebebi olamaz. Bu suretle büyük önerme olan öncül muhali gerekli kılarak, yanlış olduğu tahakkuk eder ki, nakizi olan aksin doğru olduğu ispatlan­ mış olur. Zira ik i nakizin b ir araya gelmesi muhaldir (3T3). IV- A K L Î D E LİLLE R VE K IY A S : Gelenbevî, mantığın büyük b ir bölümünü, aklî delillerin yapı­ sı ve tasnifi meselesine ayırıyor. O, bu bölüme Taftazanî, Kazvinî, Razı.... gibi sadece "K ıya s" diye başlam ıyor (374*). Çünkü, O na gö­ re, Delil, kıyastan daha geniş b ir anlam taşımaktadır. Bu iki terim (371) Gelenbevî, Burhan, s. 30 (372) Gelenbevî, Burhan, s. 29 (373) Gelenbevî, Burhan, Abdunnafî Şerhi, Fennî Mantık, C. 2, s. 157 (374) Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 6, Kazvinî, Şemsiyye, s. 28, Razı, Şarh M eta al-Şemsiyye (Tasdikat), s. 131


94 arasında tattı girişim lik vardır. Zira, delil kıyasın bütün çeşitleri­ ne şamil olduğu gibi, İstikra', Tem sil ve diğerlerine de şamildir. Çünkü, bu ikisi kıyasın levahıkındandır (3ÎÖ). Gelenbevî, aklî d elili şöyle tanım lıyor: “ Deli, ik i veya daha ziyade önermeden oluşturulan ve kendisinin tasdikinden başka bir önermenin tasdiki gereken sözdür" (376). O'na göre anlamı ve­ ya şekil itibariyle bozuk olup da durumu bilinm eyen deliller de bu tanıma dahildir (377). Gelenbevî, tanımdaki “ ...daha ziyade..." ifadesini Risâletü'lAdâb’mda terketm ektedir. Zira, gerçekte delil iki önermeden mey­ dana gelir. Bundan bir netice elde edilir. Bu netice ile birlitkte bir başka Önerme ikinci bir netice verir ki, yine iki önerme demek­ tir. Nitekim , kıyasın B ASİT ve M ÜREKKEP diye ikiye ayrılm ası da görünüşü itibariyledir (378*3 8 0 ). Delilde tasdiki gerektiren önermeye M ATLUP, MÜDDEA ve N E TİC E (Sonuç) adlan verilir. Sonucun doğruluğu kendisinin doğ­ ruluğuna bağlı olan önerm elere de, MUKADDEM (ÖNCÜL) denir

^379^

•'V t

Gelenbevî'ye göre bazan öncüllerden bir kısım açık oldukla n için ya hiç zikredilm ezler, ya da tek b ir sözle ona işaret edilir. Meselâ, Kuran-ı K epm 'deki “ Eğer yerde ve gökte Allah'tan baş­ ka ilâhlar olsaydı, o ikisinin düzeni bozulurdu" delillinde “ Fakat o ikisinin düzeni bozulmadı, öyleyse ilâh müteaddit d eğild ir" mu­ kaddemi terkolunmuştur. Zira, burada talinin intifasına delâlet eden “ E ğer" la fzı zikrolunmayan öncüle işaret eden lafızlardan­ d ır ( seo). Gelenbevî, delilin doğruluğunun şartlarını şöyle izah ediyor: ‘"D elilin sıhhati maddesinin ve şeklinin sıhhatiyle şartlanm ıştır. Bunlar sıhhatli olm adıkça delil olamaz. Bu ikisinden şekle bağlı olanı kıyas bahsinde ele alınacaktır. Madde yönünden olanına ger linçe: 1) Delilin maddesinin sıhhati, onun bizzat doğru olması <375) Gelenbevî, Risaletü'l-Kıyas, s. 3 <376) Gelenbevî, Burhan, s. 30 (377) Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 88-89 <378) Bk: Gelenbevî, Risaletü'l-adâb, s. 3 <370) Gelenbevî, Burhan, s. 30 (380) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 31, Haşiye-i Burhan, s. 89

''


95 ve istenen neticeye uygun olmasına bağlıdır. Neticeye uygunluğa o .şekilde olm alıdır ki, yapısının sıhhati ile birlikte bilinm esi is­ tenen şeye bizi götürm elidir. Öyleyse, netice ile hiç ilgisi olm ayan meselâ, “ Dünyanın sonradan yaratılm ış olmasına nisbetle dört sa­ yısının çift oluşu" gibi şeyler madde itibariyle doğru değildir. 2) Yine böylece istenen neticeye uygur: olm akla beraber ilim ile bilinen olm ası mümkün olmayan şeylerde madde itibariyle sahih değildir. Meselâ, kesin delilde (Burhanda) zanni olan öncüller böyledir. Zira, kesin bilgi yine kesin olarak bilinen iie kazanılır. 3) İstenenden önce bilinm eyen de madde yönünden doğru değildir. Bu üç türlü Olabilir: a) Y a istenenle aynı anda bilinir. B iribirin e tezayüf olân ik i şey gibi. Meselâ, “ Ahmet Ali'nin babası ise A li de Ahmet'in oğlddur". b) Yahut istenenden sonra bilinir. Zira, bilin­ meyen b iı şey, ilim elde etmeğe vasıta olamaz' c) Yahut aslâ bi­ linmez. K ısır döngü olan yerlerde durum böyledir. H er üç durum­ da da delil, maddesi yönünden sihhatli olamaz. Zira, kendisiyle b ilgi kazanılacak olan şeyin sebep yönünden istenenden önce bi­ linm esi gereklidir (s81). Gelenbevî, Beydavî tarafından da açıkça ifade edildiği gib i (382) K ıyasf. İstikra ve Temsilden ibaret olan aklî delilleri netice­ lerinin 'özellikleri açısından ayrıca şu d ört kısma ayırıyor (38ri). 1) Kıyas gib i sonucu bizzat gerekli kılan kısım, 2) Kıyas-ı müsavat da denilen istikrâ'da olduğu gibi, alman önermelerden herhangi birisi için bütün,maddelerde gerekli olma­ yan, delilden hariç ecnebi b ir mukaddemin doğruluğu vasıtasıyla neticeyi gerektiren kısım. Meselâ, “ İnçi çantadadır, Çanta evde­ dir. Öyleyse inçi evdedir." bu netice iki öncülden doğrudan doğ­ ruya çıkmış değildir. Ancak, “ B ir şeyjn zarfının onun zarfı oldu­ ğu şeyin de zarfı olacağının" doğruluğu yasıtasıyladır. Diğer; taraftan taraflardan istenene uygun olmayan neticeyi veren d eliller de yine ikinci kısım delillerdendir. Meselâ, “ H er insan* cisim dir, çünkü o hayvandır. H er hayvan hassastır" burada istenen “ H er insan cisim dir” önerm esidir. Halbuki sonuç, “ H er insan hassastır" önerm esidir ki, bu istenene uygun değildir. Çün-3 8 1 2 (381) (382)

Bk: Gşlenbevî, Burhan, s. 31 Bk: Kadî Abdullah Ömer al-Beydavî, Tevaliu'l-envar, Îstahanî Şerhi, Metaliu’l-enzar alâ Tavaliu'l-envar, ,s. 37 (383) Bk: Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s.. 16, Gelenbevî Burhan, s. 31


96 kü istenen neticede yüklem “ Cisim ", sonuçta ise “ Hassastır." Öy­ leyse, bu iki öncülün iddia edileni neticelendirmesi gerekli olm a­ yan “ Her hasas cisim dir" şeklindeki harici b ir öncülün doğruluğu vasıtasıyladır. 3) Delilin üçüncü kısım, garip öncül vasıtasıyla neticeyi ge­ rektiren kısımdır. Garip öncül delilin dışında olan ve delilde ön­ cül olarak alınan önerm eler için her maddede gerekli olan ve ay­ nı zamanda tarafların kendisine uygun olm adığı öncüldür. Bu da ters döndürme vasıtasıyla neticeyi gerekli kılan kısımdır. Meselâ, “ H er insan cisim dir" matlubunun isbatı için, “ H er insan cisim­ dir, çünkü o hayvandır, H er cisim olmayan hayvan olm ayandır" denilirse, matbun isbatı büyük önermenin ters döndürülmesi va­ sıtasıyla kıyasın birinci şekle irca edilmesi ile olur. Büyük öner­ menin ters döndürülmüşü “ H er hayvan cisim dir” önermesi olup küçük önermeye ilâve edildiğinde, “ H er insan hayvandır, her hay­ van cisim dir" olup bu da birinci şekilde “ H er insan cisim dir" sonucunu verir. 4) D elilin dördüncü kısmı, sadece zan ifade edip kesin b il­ giyi neticelendirmeyen kısım dır. Zira b ir şeyin diğer b ir şey için zan husule getirm esi, hiç şüphesiz kesin b ilgiyi gerektirm ez. Me­ selâ, Siyah b ir bulut görüldüğü zaman, gelecekte yağmur yağa­ cağı zannedilir. Halbuki çok defa b ir damla bile yağmur düşme­ den hava açılır. Nâkıs istikra'da dördüncü kısım delildendir. Nakıs istikra' tümel olan b ir hüküm ekseri cüzlerini araştırmak suretiyle delil getirm ektir. Meselâ, “ Timsah hariç bütün hayvanlar b ir şey çiğ1 nerken alt çenelerini hareket ettirirler. Çünkü etrafta gördüğü­ müz insan, at....vs. hayvanlar böyledir.” gibi (384). Diğer taraftan, İslâm hukukçuları tarafından kıyas diye adlandırılan Tem sil de bu tür delillerdendir. Bu da aralarındaki müşterek illetden dolayı b ir şeyin hükmünü diğeri için de ispat etm ektir. Meselâ: Alem te'lifd e ev gibidir, E v sonradan yaratılm ıştır, öğleyse alem de sonradan yaratılm ıştır" (38S) ve “ Ekşimiş hurma suyu haramdır. Çünkü o sarhoş eder. H er sarhoş eden haram dır" gibi (386). (384)

Bu misâl, Razi’de de vardır. Bk: Razî, Şarh metn el-şemsiyye (Tasdikat), s. 170 (385) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 31 (386) Gelenbevî, Risaletü'l kıyas, s. 16


97 Gelenbevî, bütün bu delillerde sonucun, iki öncülden ilim , keyfiyyet ve kemiyet yönünden daha özel olanına tabi olduğuna d a özellikle işaret ediyor ( 38T). Bütün bunların neticesinde, aklî delillerde kıyasın esas ol­ duğunu, diğerlerinin ise temelde kıyasa dayandığı ortaya çıkmak­ tadır. K IY A S , hemen bütün Islâm mantıkçılarında olduğu gibi, Ge­ lenbevî mantığının da belkem iğini teşkil eder. O'nun mantıkla il­ g ili telilatı arasmda sadece kıyasa hasredilmiş b ir risalesinin de bulunması, konuya verdiği önemi göstermeğe kâfidir. Gelenbevî'ye göre bazan Hüccet adı da verilen kıyas, mantık ilm inin ulaşmak istediği en son ve en yüce gayedir (3 8 7 388). Nitekim , Razî de aynı şeyi söylem ektedir (389). Gelenbevî'nin kıyası tanımı Ebherî'den (39°) farksızdır. “ K ı­ yas meşhur ifadesiyle sözlerden te lif olunan b ir sözdür ki, bu sözlerin doğruluğu kabul edildiği zaman başka b ir sözü özü iti­ bariyle gerekli k ılar" (391). Bu tanım Kazvinî, Razî ve Taftazanî'de de aynen vardır. Şu farkla ki, onlar yukarıdaki tanımda kullanı­ lan “ Sözlerden te lif olunan" ifadesi yerine önermelerden te lif olu­ nan ifadesini kullanm ışlardır (392*). Gelenbevî'ye göre bu tanım ba­ sit ve mürekkep kıyasları içine aldığı gibi, mürekkep önerm eleri ■dışarda bırakır. Zira, mürekkep önerm eler m antıkçıların örfünde tek b ir önermedir. Tanımdaki “ Başka b ir sözü gerekli k ılar" ifa­ desi, “ H er insan gülücüdür, H er gülücü gülücüdür, H er insan gülücüdür." şeklindeki kıyaslan tanımın dışında bırakm ak için­ d ir. Burada netice, küçük önermenin aynıdır. Küçük önermenin «doğruluğu kabul edilm ekle beraber netice böyle değildir (3Ö3). Tanımdan da anlaşılacağı üzere, kıyas bizzat neticeyi gerek­ tiren delildir. “ Bizzat neticeyi gerektirir" olmasından kastedilen, her ne kadar netice verm esi açık olmayan şekillerde düz döndür­ me gibi diğer b ir vasıta ile netice verse bile, garip veya ecnebi (387) «(388) «(389) (390) «(391) <392)

Gelenbevî, Burhan, s. 31 Gelenbevî, Şerhi tsaguci, s. 50, (1283 Bsk) s. 37 (1275 Bsk) Razî, Şarh metn el-şemsiyye (Tasdikat), s. 131 Bk: Ehberi, Isaguci, s. 9 Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 3 Bk: Taftazani, Tehzib, s. 6, Kazvinî, Şemsiyye, s. 28, Razî, Şarh metn el-şemsiyye (Tasdikat), s. 131 <393) Gelenbevî, Risaletül kıyas, s. 3


98 t •. mukaddem (öncül) vasıtasıyla neticeyi gerektirm emesi dem ektir (3943 9 5 ) . O, garip öncülü de şöyle tanıtıyor: "G arip öncülün terim leri, kıyasın öncüllerinin terim lerine m ugayir olur. Böylece düz dön­ dürme ile sonuç veren kıyas bu tamma dahil olup, ters döndür­ me yoluyla sonuç veren kıyas tanımın dışında kalır. Bunun se­ bebi m antıkçıların kıyasta orta terim in tekrarının gerekliliğine inanmalarıdır. Bu ise düz döndürme yoluyla sonuç veren kıyasta mevcuttur, ters döndürme yoluyla sonuç veren kıyasta ise orta terim in tekrarı yoktur" (3B5). Bununla beraber Gelenbevî'ye göre ters döndürme yoluyla sonuç veren kıyas, neticeye ulaşma yol­ larından dolayı hiç şühesiz düz döndürme ile sonuç veren kıyas gibidir. O, bu iddiasını kuvvetlendirm ek için, İbn Sina'nm da bunu güzel bulduğunu ve bundan memnun olduğunu ilâve edi­ yor (396). • Gelenbevi, hey'et-i mecmuası itibariyle kıyası önce ikiye ayırı­ yor (397) : İ ) Eğer kıyasın neticesinin maddesi ve sureti veya suretinin nakizi öncüllerde mevcutsa bu kıyas ÎS T ÎS N A L I kıyastır. Gelen­ bevî'ye göre bu mevcudiyet b ilfü l olm alıdır, bilkuvve mevcut ol­ ması yeterli değildir. N itekim Kazvinî (3983 9 ) ve Razî dahil bütün İslâm m antıkçılarının bu konudaki görüşü aynıdır. Razî bu hu­ susu şöyle izah ediyor: "Sonucun kendisi veya nakizinin öncül­ lerde mevcut olması, ya onun öncüllerden b iri olm asını gerektirir ki, bu muhaldir. Çünkü bu takdirde bir şeyin kendisiyle veya nakiziyle ispatı gerekir. Yahut onun öncüllerden birinin b ir bölümü olm asm ı gerektirir, onun bir bölümü bulunduğu öncül de öner­ medir. öyleyse îstinalı kıyas, birisi şartlı diğeri vâdıa veya R âfia olan ik i öncülden mürekkep b ir kayıştır" (39°). Güneş doğarsa gündüz mevcut olur, Fakat .güneş doğmuştur. (394) (395) (396) (397) (398) (399)

Gelenbevî, Burhan, s. 32 Gelenbevî, Şarh-i Isaguci. s. 50, (1283 Bsk), s. 37, (1275 Bsk) Bk: Gelenbevî, Şerh-i Isaguci, s. 58, (1283 Bsk), s. 38. (1277 Bsk) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 32, Risaletü'l-Kıyas, s. 9 Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 38 Bk: Razî, Şartı Metn al-Şemsiyye (Tasdikat), s. 166


99 öyleyse gndüz mevcuttur, gibi Gelenbevî bu m isali Razi’den alm ıştır (400). Tanımdan da anlaşılacağı gibi, İstisnalı kıyas da ikiye ayrılır. ■Çünkü İstisnalı kıyasta öncüller ya sonucun aynına, ya da nakizine şâmil olur. Öyleyse: a) Sonucun bizzat kendisi öncüllerde bulu­ nan kıyas, M ÜSTAKİM adım alır. Burada istisnalı olan öncüle ■»»

ıt (vadıa) adı verilir. H er ne zaman alem değişken olursa, o hâdistir, Fakat o değişkendir, Öğleyse o hâdistir, kıyasında olduğu gibi.

b) Neticenin nakizinin suretini ihtiva eden kıyas ise GAYRM Ü STAKİM adını alır. Gelenbevî buna H u lf şeklinde olduğu için H U L F Î kıyas da diyor (401). Burada istisnalı olan öncüle de ıı

'y

m (rafia)

adı verilir.

Eğer âlem hâdis olm az ise değişken de olmaz, Fakat o değişkendir, Öyleyse o hâdistir, kıyasında olduğu gibi. Gelenbevî'nin bu taksimine Ehberi'nin İsagucisinde, Taftazanı'nin Tehzibinde, Razî'nin Tasdikatmda, Kazvinî'nin Şemsiyyesinde rastlıyamıyoruz. Kazvinî, öncüllerden birinin şartlı önerme, di­ ğerinin vadıa veya rafia olacağını belirtm ekle yetinm iştir (402).

2) Eğer kıyasın sonucunun sadece maddesi öncüllerinde va ise, bu kıyas da iK T ÎR A N L I kıyastır. Âlem değişkendir. Her değişken hâdistir, Öğleyse âlem hâdistir. Ve Her cisim m üelleftir, H er m üellef sonradan yaratılm ıştır, Öğleyse her cisim sonradan yaratılm ıştır, kıyaslarında oldu­ ğu gibi. <400) Bk: Razı, Şarh Metn al-Şemsiyye (Tasdikat), s. 166 (401) Bk: Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 14 <402) Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 49*50, Razî Tasdikat, s. 166 vd, Ebheri, İsaguci, s. 11 vd., Taftazanî, Tehzib, s. 6


100 1) ISTÎSNALI KIYASLAR: Gelenbevî, Burhan'da önce istisnalı kıyasları, Risaletü'l-kıyasında ise, Taftazanı, Kazvinî, Ebheri ve diğerleri gibi (4ÜS) önce ik tiranlı kıyasları zikretm ektedir. Bununla beraber O, istisnalı kı­ yasların ıktiranlı kıyaslardan önce olm ası gereğine inanmaktadır Çünkü istisnalı kıyasların bütün kısımlarında sonuç apaçıktır. Halbuki, iktiranlı kıyasların birinci şekli hariç, diğerlerinde ne­ ticenin doğruluğu H u lf, Aks ve İftira z (

^sPat£L

muhtaçtır (4 0 3 404). Gelenbevî, istisnalı kıyasların yapısı ve şartlan ile ilg ili ola­ rak görüşlerini ortaya koyarken, Kazvinî ve diğerlerinden daha açıktır (40S). O na göre, kesinlikle istisnalı kıyaslar ik i yüklemli: öncülden meydana gelmez, ancak b ir yüklem li -bir şartlı veya iki şartlı öncülden meydana gelir. Onun netice vermesinin şartlanna. gelince; a) Şartlı olan öncül, olumlu olm alıdır. b) Bu öncül, bitişik şartlı ise, Lüzumiyye; aynk şartlı ise,, înadiyye olm alıdır. c) ik i öncülün vakit ve durumları yönünden hükümleri bin­ leşm iyor ise, onlardan birinin tümel olm ası gerekir. d) Eğer iki öncülün vakit ve durumları itibariyle hükümleri birleşiyor ise, b ir önceki şarta gerek kalmadan istisnalı kıyas yine netice verir (406). Nitekim , Kazvinî'nin iddiası da bu yoldadır (407). Gelenbevî, müneccimlerin aşağıdaki sözlerini bu son şartın m isâli olarak zikretm ektedir: “ Bu yılda aynı şekilde b ir yıldızın doğuşuyla beraber Müşteri ve Zühre yıld ızlan biribirine yaklaşır­ sa, Islâm hükümdan galip gelir, Fakat bu y ıl yıldızın doğuşuyla, beraber bu ikisi biribirine yaklaşmıştır, öğleyse İslâm hükümdan galip g elir" (408). (403) (404) (405) (406) (407) (408)

Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 38 vd.. Ebheri, Isaguci, s. 10, Taftazanî„ Tehzib, s. 6 Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 91 Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 49 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 33 Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 49 Gelenbevî, Burhan, s. 33


101 Bununla beraber, Gelenbevî, Isaguci şerhinde birinci ve ikin­ c i şartla birlikte “ Şartlı öncülün tümel olm ası” şartını zikrederek, Bu kadarla yetiniyor (409*). O, kıyas risalesinde ise, istisnalı kıya­ ksın şartlarının iki olduğunu söylüyor: a) Şartlı olan öncülün Lüızumiyye ve olumlu olması, b) İk i öncülden birinin tümel olm ası Gelenbevî bu şartlara sahip olm akla netice veren istisnalı kı­ yaslan da şöyle sıralıyor:

1) İstisnalı kıyasda şartlı olan öncül, bitişik şartlı b ir öne m e olunca, bu önermenin mukaddeminin aynmı istisna, talisinin -aynını neticelendirir. Bunun aksine tâlinin ayranı istisna, mukad­ dem in aynını neticelendirmez. H er ne zaman âlem değişken olursa, o hâdistir. Fakat o değişkendir, Öğleyse o hâdistir (411), Eğer b ir şey insan olursa, o hayvandır, Fakat o insandır, Öğleyse o hayvandır (412), Güneş doğarsa, gündüz mevcut olur. Lâkin .güneş doğmuştur. Öğleyse gündüz mevcuttur (413), kıyasları gibi. Bu kıyasların tümünde istisna edilen öncülün aynı, şartlı olan öncülde mevcut »olduğundan, bunlar kıyas-ı müstakimdir (414). Gelenbevî'ye göre, burada bitişik şartlı önermenin mukadde­ minin nakizini istisna, tâlinin aynını neticelendirm iyor. O, bunu .açıklamak için şöyle diyor: “ Meselâ, B ir şey her ne zaman insan olursa o hayvandır, Lâkin o, insan değildir, öncüllerinden, ö ğ ­ leyse o hayvan değildir, sonucunun olması gerekmez. Zira, onun b ilfarz A t olm a ihtim ali vardır. Yine aynı şekilde, Fakat o hay­ vandır, dersek bundan da onun insan olm ası gerekmez, öyleyse <409) •(410) <411) <412) (413) <414)

Bk: Gelenbevî, Şerhi Isaguci, s. 60-61, (1283 Bsk), s. 43-44, (1275 Bsk) Bk: Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 14 Gelenbevî, Burhan, s. 33 Gelenbevî, Şerhi Isaguci, s. 60, (1283 Bsk), s. 43, (1275 Bsk) Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 14 Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 14


102 lâzım olm aksızın onun gerektirdiği şeyin olm ası (melzumun ol­ m ası) doğru değildir. Melzum olm aksızın lâzım ın varlığı ise, lâ­ zım ın melzumdan daha genel olduğu yerlerde gerçekleşir" (4154 1 6 ). 2) Istisnalı kıyasta şartlı olan öncül yine bitişik şartlı b ir Önerme olduğunda, önermenin tâlisinin nakizini istisna mukad­ demin nakizini neticelendirir. Bunun aksine mukaddemin nakizini istisna tâlinin nakizini neticelendirmez. Eğer, âlem, hâdis olmazsa değişken de olmaz, Lâkin o değişkendir. Öğleyse o hâdistir (4ıe), Bu şey, her ne zaman insan olursa o hayvandır, Lâkin o insandır, Öğleyse o hayvandır, kıyasında tâlinin nakizi olan "Fakat ohayvan değildir” önermesini istisna edersek, "Öğleyse o insan de­ ğild ir' neticesini verir (4174 1 8 ). Eğer güneş doğarsa, gündüz mevcut olur, Lâkin gündüz mevcut değildir, Öğleyse güneş doğm am ıştır (4ıe), kıyaslarında olduğu gibi. Bu kıyaslarda ise, istisna edilen öncülün nakizi diğer öncül­ de mevcut olduğundan bunlar H u lfî kıyas veya Kıyas-ı gayri müs­ takim dir (4194 2 0 ). Gelenbevî'ye göre zikrettiğim iz bu iki kural iki şartlı öner­ meden oluşan istisnalı kıyaslar için de aynen geçerlidir (42°) 3) İstisnalı kıyasta şartlı olan önerme ayrık şartlı olursa;

a) Hakikiyyeden mukaddem ile tâlinin herhangi birinin ay nını istisna diğerinin nakizini neticelendirir. Bu şey ya ağaçtır, ya taştır, Lâkin o taştır, (415) (416) (417) (418) (419) (420)

Bk: Gelenbevı, Şerhi îsaguci, s. 61, (1283 Bsk), s. 44 (1275 Bsk) Gelenbevî, Burhan, s. 33 Gelenbevî, Şerhi îsaguci, s. 60, (1283 Bsk), s. 43, (1275 Bsk) Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 14 vd. B k’ Gelenbevî, Risaletü'l-kıyaş, s. 15 Gelenbevî, Burhan, s. 33


103 Öğleyse o ağaç değildir, veya, Lâkin o ağaçtır, Öğleyse o taş değildir (4Z1), Daima bu sayı ya tektir, ya çifttir, Lâkin o tektir, Öğleyse o çift değildir, veya Lâkin o çifttir, öğleyse o tek değildir (*422) kıyaslan gibi. b) Yine hakikiyyeden mukaddem ile tâlinden herhangi b iri­ nin nakizini istisna, diğerinin aynım neticelendirir. Bu ya ağaç olmayan, ya taş olmayandır, Lâkin o taştır, Öğleyse o ağaç olm ayandır, veya Lâkin o ağaçtır, öyleyse o taş olm ayandır (423). Daima bu sayı ya tektir, ya çifttir. Lâkin o çift değildir, Öğleyse o tektir, veya. Lâkin o tek değildir, Öğleyse, o çifttir (424), kıyaslannda olduğu gibi. Şartlı olan öncülü, hakikiyye olan kıyaslann hem kıyas-ı müs­ takim ve hem de gayr-ı müstakim için netice verdikleri böylece ortaya çıkıyor. c) Maniatu 1-Cem'den mukaddem ile tâlinin ikisinden birinin aynını istina diğerinin nakizini neticelendirir. Öğleyse bu sadece kıyas-ı müstakimden neticeler verir. Bu sayı ya taştır, ya ağaçtır, Lâkin o taştır, Öğleyse o ağaç değildir, veya, <421) Gelenbevî. Burhan, s. 33 <422) Gelenbevî, Şerhi Isaguci, s. 61, (1283 Bsk), s. 44, (1275 Bsk) Risaletü'lkıyas, s. 15 <423) Gelenbevî, Burhan, s. 33 <424) Gelenbevî, Şerhi Isaguci, s. 61, (1283 Bsk), s. 44, (1275 Bsk) Risaletü'lkıyas, s. 15


104 Lâkin o ağaçtır, öğleyse o taş değildir (42S), kıyası gibi.

d) Maniatü'l-hulû'dan ise mukaddem ile tâlinin ikisinden b i rinin nakizini istisna diğerinin aynını neticelendirir. Görüldüğü, gibi bu da sadece gayr-ı müstakimde netice verir. Bu şey ya ağaç olmayan, ya taş olmayandır, Lâkin o ağaç olmayan değildir, öğleyse o taş olmayandır, veya, Lâkin o taş olmayan değildir, öğleyse o ağaç olm ayandır ( 4264 2 7 ). Kıyaslarında olduğu gibi. Böylece Razî'nin de izâh ettiği gibi (487), muhtemel 16 çeşit istisnalı kıyastan sadece 10 tanesinin netice verdiği ortaya çıkar Bunlardan 2’si bitişik şartlıdan, 4'ü hakikiyyeden, 2'si maniatü'lcem'den ve 2'si de maniatü'l-hulû'dandır. Netice vermeyen diğer 6 muhtemel kıyastan 2'si bitişik şartlıdan, 4 u de maniatü'l-cem' ve maniatü'l-hulû’dandır. (428). 2) ÎK T ÎR A N L I K IYASLAR îktiran lı kıyasta sonucun mahkûm aleyhine (yüklemine)HADD-I ASGAR (küçük terim ), mahkûm bih'ine (konusunda) da HADD-Î EKBER (büyük terim ) adlan verilir. İçinde küçük terim bulunan öncüle SUĞRA (küçük önerm e), büyük terim bulunan öncüle de KÜBRA (büyük önerm e) adı verilir. Büyük önerme ile küçük önermede tekrarlanan terim ise, HADD-Î EVSAT (orta te­ rim ) riye adlandırılır. Çünkü bu terim diğer bütün şekillere ölçü olan birinci şeklin sonucunda konu ile yüklem arasında veya akıl ile sonuç arasında aracılık eder. Bu nedenle sonuç alınırken bu terim atılarak, sonuçta tekrarlanmaz (429). Gelenbevî'ye göre bu ıstılâhlar iktiranlı kıyasların tümüne mahsustur. Halbuki Ebherî ve bazıları bunları yüklem li olan iktiranlı kıyaslara hasretm işlerdir. Zira onlar küçük terim i yüklemi (425) Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 15-16 (426) Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 15-16 (427) Bk: Razî, Şerhi metn-el şemsiyye, (Tasdikat), s. 168 (428) Gelenbevî, Şerhi tsaguci, s. 61, (1283 Bsk), s. 44, (1275 Bsk) (429) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 32 vd


105 ve büyük terim i de konu olarak tâyin ediyorlar (430). Doğru olan konu ve yüklem yerine mahkûm bih ve mahkûm aleyh dem ektir.. Ancak bu şekilde şartlı olan iktiranlı kıyasa da şamü olur (431). Bazan da her ne kadar küçük terim ve büyük terim e şamil olm a­ salar bile, birinci öncüle küçük önerme, ondan sonra gelene de büyük önerme adı verilir (432). İktiran lı kıyasm öncülleri olan önermelerin şartlı oluşuna göre bu kıyaslar önce ikiye ayrılır:

yüklem li veya

1) Sadece yüklemi olan önermelerden meydana gelen kıyas­ lar, bunlara YÜ K LE M Lİ İK T İR A N L I K IY A S adı verilir. 2) öncüllerinden b iri veya her ikisi şartlı olan kıyaslar, bun­ lara da ŞAR TLI İK T İR A N L I K IY A S adı verilir (433*). Aynı şekilde, ister yüklem li ister şartlı olsun iktiranlı kıyas­ lar M ÜTEAREF ve G AYR-I M ÜTEAREF diye de ikiye ayrılır: 1) Yüklem li veya şartlı olan iktiranlı kıyasın her birinde or­ ta terim , küçük önerme olan öncülün mahkûm bihi veya mahkûm aleyhi veyahut küçük önermenin mukaddem veya tâlisinden her­ hangi birinin mahkûm bihi veya mahkûm aleyhi olursa, bu tü r kıyaslara K IY A S -I M ÜTEAREF denir. 2) Bu tür kıyaslarda eğer orta terim küçük Önermede mahkûm bih veya mahkûm aleyh olm az da, mahkûm bih ve mahkûh aley­ hin müteallakâtmdan (o ikisi ille ilg ili olan şeylerden) olursa, bu kıyaslara da Kıyas-ı Gayr-ı M üteâref adı verilir. Meselâ: "İn c i se­ deftedir, H er sedef cisim dir, Öğleyse inci cisim dedir” yüklem li iktiranlı kıyasında orta terim “ sedef” olup küçük önermede mah­ kûm bihin mutaallakatındandır. Aynı şekilde, “ H er ne zaman yer yüzü ağır olursa, mutlâka kâinatın merkezindedir. Kâinatın mer­ kezi eflâkin ortasındadır. Öğleyse her ne zaman yer yüzü ağır olursa, mutlâka eflâkin ortasındadır” şartlı iktiranlı kıyasında da orta terim olan “ Kâinatın m erkezi” küçük önermede mahkûm bi-

(430)

Bk: Ebheri, Isaguci, s. 9-10, Kazvinî Şemsiyye, s. 28, Taftanazanî, Tehzib, s. 6 (431) Bk: Gelenbevî, Şerhi Isaguci, s. 54, (1283 Bsk), s. 39, (1275 Bsk) (432) Gelenbevî, Burhan, s. 33 (433) Gelenbevî, Burhan, s. 33-34, Şerhi Isaguci, s. 58, (1283 Bsk), s. 42„ (1275 Bsk)


106 hin müteallakadındandır (434). Bu ayınm a Ebherî'nin Isaguci'sin-de, Taftazanî'nin Tehzib'inde ve Kâzvini'nin Şemsiyyesi ile onun şerhi R azî’nin Tasdikatı'nda da rastlıyamadık (43S*). Kıyasta orta terim sonucu .gerekli kılan terim dir (43fl). Bu iti­ barla, iktiranlı kıyaslar, orta terim in diğer iki terim e konu veya yüklem olmasına göre, kıyaslaı Ş E K İLLE R E ayrılır. Yine bu kı­ yaslar öncülleri olan önerm elerin kem iyet (tüm el-tikel) ve keyfi­ yet (olumlu-olumsuz)'lerine göre de DARPLARA (m odlara) ayrı­ lırla r. Buna göre m ütearef olan iktiranlı kıyasta orta terim kıyasın küçük önermesinde mahkûm bih (Yüklem veya tâli) ve büyük önermesinde mahkûm aleyh (Konu veya mukaddem) olursa bu B İ­ R İN C İ Ş E K İL kıyastır. Bunun aksi yani orta terim in küçük öner­ m ede mahkûm aleyh ve büyük önermede mahkûm bih olm asıyla DÖRDÜNCÜ Ş E K İL kıyas olur. Eğer orta terim küçük önermede ■de büyük önermede de mahkûm bih olursa bu kıyas İK İN C İ ŞE­ K İL kıyastır. Bunun aksi yani orta terim in küçük önermede de bü­ yük önermede de mahkûm aleyh olm asıyla da kıyas ÜÇÜNCÜ ŞE­ K İL olur (437). Bu tanımlar, Ebherî'nin Isaguci'sindeki gibi sıra­ lanm ıştır. Halbuki, Taftazanî ve Kazvinî kıyasın şekillerini tanı­ tırken 1., 2., 3. ve 4. şeklinde tertibe riayet etm işlerdir (438*). Gelenbevl, bu 4 şekil kıyasın neticeleri bakımından değerle­ rini şöyle izâh ediyor: “ Bu 4 şekilden en mükemmeli 1. şekil olup •engüzel tarzda tanzim ve akim gerektirdiği şekilde tertib edildi­ ğinden bunun sonucu apaçıktır, öğlek i zihin konudan vasıtaya ve vasıtandan yükleme kolaylıkla intikal ederek neticeyi kusursuz olarak elde eder. H er iki olumlu ve her iki olumsuz için netice verir (489). Bu şeklin dışında kalanlarm tümünde netice apaçık o l­ mayıp, hepsinde açıklanmağa ve isbata muhtaçtır. 2. şekil orta terim in küçük önermede yüklem olması, 3. şekil ise, orta terim in <434) <435)

<436) (437) (438) <439)

Gelenbevî, Burhan, s. 34 Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 50 vd, Razı, Şarjı metn-el şemsiyye, (Tasdikat), s. 132 vd. Taftazanî, Taftazanî, Tehzib, s. 6-7. Ebheri, Isaguci, s. 10 vd. Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 3 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 35 Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 6, Kazvinî, Şemsiyye, s. 39, Ebherî, Isaguci, s. 10 vd. Gelenbevî, Burhan, s. 35


107 büyük önermede konu olm ası yönlerinden 1. şekli benzerler. 4. şeklin aslâ b ir ortak yanı yoktur. Bu, gerçekten kıyasın tabiî ya* pısmdan uzaktır (44°). Onun neticesi çok kapalıdır. Hattâ bazıları onu itibar derecesinden düşürmüşlerdir. Onu ölü addetm işlerdir" C41). Gelenbevî'ye göre 2. şekil kıyası 1. şekle döndürmeğe ihtiyaç yoktur. Çünkü o, birinci şekle çok yakındır. Ona döndürülmeğe muhtaç olmadan, aldı selim onun neticesinden istifâde eder. 3. ve 4. şekil ise bunun gibi değildir. Bunlann 1. şekle döndürülmeIeri sonucun ortaya çıkması içindir (4 4 0 1424 3 ). Gelenbevî, sonucu isbata muhtaç olan şekillerin doğruluğunun ortaya çıkarılm ası için de iki yol gösteriyor: Bunlardan b iri H ulf, diğeri de Aks yollan dır (*“ ). Bu 4 şekil kıyasın her birinin darplan ve sonuç verm eleri için de keyfiyet ve kem iyet yönünden ayn ayn şartları vardır. \Önce şu bilinm elidir ki, orta 'terim in tekran her 4 şeklin sonuç verm esi için ortak b ir şarttır. Zira, o tekrarlanmazsa kı­ yasın diğer ik i terim inden küçük terimden büyük terim e hüküm geçmez. Böylece, netice de ortaya çıkmaz (444). Buna ilâveten 1. şeklin 2 şartı vardır: 1) K eyfiyet yönünden küçük önermenin olumlu olması, 2) Kem iyet yönünden büyük önermenin tümel ol­ ması (445). Mühmele önerm eler tikel hükümündedir. Dolayısıyla 1. şekil kıyasda kübra olamazlar. Olumlu oldukları takdirde suğra olabi­ lirler. Mahsuse önerm eler ise, büyük önerme olm ası halinde sonuç verm esi yönünden tümel hükmündedirler: "B u Zeyd'dir, Zeyd in­ sandır. Öğleyse bu insandır" kıyasında olduğu gibi. Tabiiyye olan önerm elere gelince, muteber kıyaslarda sonuç verm ediği için iti­ bar edilm em iştir, yahut az kullanıldığı için muteber değildir (446).

(440) (441) (442) (443) (444) (445) (446)

Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 7-8 Gelenbevî, Şerhi İsaguci, s. 55, (1283 Bsk), s. 40, (1275 Bsk) Gelenbevî, Şerhi İsaguci, s. 55, (1283 Bsk), s. 40, (1275 Bsk) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 35 Gelenbevî, Şerhi Isaguçi, s. 56, (1283 Bsk), s. 40, (1275 Bsk) Gelenbevî, Burhan, s. 35 Gelenbevî, Şerhi İsaguci, s. 56, (1283 Bsk), s. 41, (1275 Bsk)


108 Bu ik i şarta itibar edilince, 1. şekil için muhtemel olan 16 darpdan sadece 4 darp sonuç verir (447). Bu darplar şunlardır: a) Öncüllerinden her ikisi de tümel olumlu olan kıyas; sonuç yine tümel olumlu b ir önermedir: Âlem hâdistir, çünkü o değişkendir, H er değişken hâdistir, öğleyse âlem hâdistir, Ve H er ne zaman âlem değişken olursa o Vaci Taâlâ'nın zatı için mümkindir. H er ne zaman o bu şekilde mümkm olursa hâdistir. öğleyse her ne zaman âlem değişken olursa, o hâdistir (4484 9 ). H er cisim m üelleftir. H er m üellef sonradan yaratılm ıştır, Öğleyse her cisim sonradan yaratılm ıştır (44t>). H er insan konuşandır, H er konuşan gülendir, öğleyse her insan gülendir (450). Kıyaslarında olduğu gibi. b) 1. şeklin 2. darbı, küçük önermesi tümel olumlu, büyük önerm esi tümel olumsuz olan kıyastır. Sonuç tümel olumsuzdur: H er yaratık Vacib Taâla'dan kendi isteği ile sâdır olandır. Kendi isteği ile sâdır olan hiç b ir şey kadîm değildir, öğleyse hiç bir yaratık kadîm değildir, Ve H er ne zaman b ir şey kendi ihtiyânyla sâdır olursa o. hâ­ distir, Elbette b ir şey hâdis olursa, o kâdîm değildir, öğleyse şüphesiz kendi ihtiyarıyla b ir şey sâdır olursa o ka­ dîm değildir (451). <447) <448) (449) <450) <451)

Bk: Gelenbevî Burhan, s. 35-36, Risaletü’l-kıyas, s. 34, Şerhi Isaguci, s. 56-57, (1283 Bsk), s. 4142, (1275 Bsk) Gelenbevî, Burhan, s. 35 Gelenbevî, Şerhi Isaguci, s. 56, (1283 Bsk), s. 41, (1275 Bsk) Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 3 Gelenbevî, Burhan, s. 35 vd


109 H er cisim m üelleftir, H iç b ir m üeller kadîm değildir, Öğleyse hiç b ir cisim kadîm değildir (4524 5 3 ). H er insan konuşandır, H iç b ir konuşan taş değildir, öğleyse hiç b ir insan taş değildir ( 153). Kıyasları gibi.

c) 1. şekil kıyasların 3. darbı küçük önermesi tikel olumlu büyük önermesi tümel olumlu olan kıyastır. Sonuç tikel olum lu­ dur. Bazı cisim m üelleftir, H er m üellef sonradan yaratılm ıştır, öğleyse bazı cisim sonradan yaratılm ıştır, (454). Bazı hayvan konuşandır, H er konuşan insandır, öğleyse bazı hayvan insandır (455), kıyaslarında olduğu gibi,

d) 1. şekil kıyasların son darbı küçük önermesi tikel olum lu, büyük önermesi tümel olumsuz olan kıyastır. Sonuç, tik il olum­ suzdur. Bazı cisim m üelleftir, H iç b ir m üellef kadîm değildir, öğleyse bazı cisim kadîm değildir (456). Bazı hayvan konuşandır, H iç b ir konuşan at değildir, öğleyse bazı hayvan at değildir (457)- Kıyasları gibi. Yüklem li iktiranlı kıyasların 2. şeklinin netice verm esi de şu ik i şarta bağlıdır: 1) Büyük önermenin tümel olması, 2) Büyük önerme ile küçük Önermenin keyfiyet yönünden m uhtelif olm aları, yani küçük önerme olumlu ise büyük önerme olumsuz, küçük önerme olumsuz ise büyük önerme olumlu olm alıdır. Bu şartlarla (452) (453) (454) (455) (456) <457)

Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî,

Şerhi tsaguci, s. 56 vd. (1283 Bsk), s. 41, (1275 Bsk) Risaletü'l-kıyas, s. 3 vd Şerhi Isaguci, s. 57, (1283 Bsk), s. 42, (1275 Bsk) Risaletü'l-kıyas, s. 4 Şerhi tsaguci, s. 57, (1283 Bsk), s. 42, (1275 Bsk) Risaletü'l-kıyas, s. 4


110 beraber 2. şeklin muhtemel darplarından sadece 4'ü netice verir. Bu darplar şunlardır: a) Küçük önermesi tümel olumlu, büyük önermesi tümel olum­ suz olan kıyas, bu şeklin 1. darbıdır. Sonuç, tümel olumsuzdur. H er insan konuşandır, H iç b ir at konuşan değildir. Öğleyse hiç b ir insan at değildir ( 458*4 6 0 ). H er cisim m üelletir, Kadîm olan hiç bir şey m üellef değildir, Öğleyse hiç b ir cisim kadîm değildir (45e). Kıyaslarında oldu­ ğu gibi. b) 2. şeklin 2. darbı küçük önermesi tümel olumsuz, büyük önerm esi tümel olumlu olan kıyastır. Sonucu, yine tümel olumsuz­ dur. H iç b ir insan at değildir, H er kişneyen attır, öğleyse hiç b ir insan kişneyen değildir (46f). H iç b ir cisim basit değildir. H er kadîm basittir, Öğleyse hiç b ir cisim kadîm değildir (4614 6 2 *). Kıyasları gibi.

c) Bu şeklin 3. darbı küçük önermesi tikel olumlu büyük öner m esi tümel olumsuz olan kıyastır. Sonucu, tikel olumsuzdur. Bazı hayvan konuşandır, H iç b ir at konuşan değildir, Bazı hayvan at değildir (46Z). Bazı cisim m üelleftir, H iç b ir kadîm m üellef değildir, Öğleyse bazı cisim m üellef değildir (46s), Kıyaslarında oldu­ ğu gibi. <458) <459) (460) <461) (462) <463)

Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî,

Risaletül-kıyas, s. 4 Burhan, s. 36 Risaletü'l-kıyas, s. 4 vd Burhan, s. 36 Risaletü'l-kıyas, s. 5 Burhan, s. 36


llî

d) 2 şeklin sonuç veren 4. darbı, küçük önermesi tikel olum suz, büyük önermesi tümel olumlu olan kıyastır. Sonucu, tikel olumsuzdur. Bazı hayvan kişneyen değildir. H er at kişneyendir, Öğleyse bazı hayvan at değildir (4C4). Bazı cisim basit değildir, H er kadîm basittir, Öğleyse bazı cisim kadîm değildir (4 6 465), kıyaslarında olduğu gibi. de îk i bu lar

Yüklem li iktiranlı kıyasların 3. şeklinin sonuç vermesi için şu ik i şart gereklidir: 1) Küçük önermenin olumlu olm ası, 2) öncülden birinin tümel olması. Bu ik i şart gözönüne alınınca, şeklin muhtemel darplarından sadece 6'sı sonuç verir. Bu darp­ şunlardır:

a) Öncüllerinden her ikisi de tümel olumlu olan kıyas ki. bu­ rada sonuç tikel olumludur. H er insan hayvandır, H er insan konuşandır, Öğleyse bazı hayvan konuşandır (4664 6 7 ). H er m üellef cisim dir, H er m üellef hâdistir, Öğleyse bazı cisim hâdistir, kıyaslan gibi. Gelenbevî’ye göre 3. şeklin bu darbında küçük önermenin bü­ yük önermeden daha genel olm ası caiz görüldüğünden sonuç, tikel­ dir, tümel değildir (46T). b) Bu şeklin sonuç veren 2. darbı, büyük önermesi tümel olumsuz, küçük önermesi tümel olumlu olan kıyastır. Bu kıyasın sonucu, yine küçük önermenin büyük önermeden daha genel ol­ ması nedeniyle, tikel olumsuzdur. Bunun içindir ki, "H e r insan (464) Gelenbevı, Risaletü’l-kıyas, s. 5 (465) Gelenbevî, Burhan, s. 36 (466) Gelenbevî, Risaletül-kıyas, s. 5 (467) Gelenbevî, Burhan, s. 36, Hayişe-i Burhan, s. 93


112 cevherdir, H iç b ir insan ât değildir, öncüllerinden sonra H iç b ir cevher at değildir” demek doğru olm ayıp, bilakis "B azı cevher at d eğildir" sonucu doğru olur (4684 6 9 7 0 ) . Nitekim , "H er m üellef cisim­ d ir, H iç b ir m üellef kadîm değildir, öğleyse bazı cisim kadîm de­ ğ ild ir" (468) ve "H er insan hayvandır, Hiç bir insan at değildir, Öğleyse bazı hayvan at d eğildir" (47°). Kıyaslarında da durum böyledir. c) 3. şekil kıyasın 3. darbı, küçük önermesi tikel olumlu bü­ yük önermesi tümel olumlu olan kıyastır, Sonucu tikel olumludur. Bazı m üellef cisim dir. H er m üellef hâdistir, Öğleyse bazı cisim hâdistir (471). Bazı hayvan attır. H er hayvan cisim dir, Öğleyse bazı at cisim dir (472), kıyaslarında olduğu gibi. d) Bu şeklin netice veren 4. darbı, küçük önermesi tikel olumlu, büyük önermesi tümel olumsuz olan kıyastır. Sonuç tikel olumsuzdur. Bazı m üellef cisim dir. H iç b ir m üellef kadîm değildir, Öğleyse bazı cisim kadîm değildir (473). Bazı hayvan attır. H iç b ir hayvan cansız değildir, Öğleyse bazı at cansız değildir (474), Kıyaslarında olduğu gibi. e) 3. şeklin sonuç veren 5. darbı, küçük önermesi tümel olum­ lu, büyük önermesi tikel olumlu olan kıyastır. Sonuç tikel olum­ ludur.

(468) Bk: Gelenbevı, Haşiye-i Burhan, s. 93-94 (469) Gelenbevî, Burhan, s. 36 (470) Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 6 (471) Gelenbevî, Burhan, s. 36 (472) Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 6 (473) Gelenbevî, Burhan, s. 36 (474) Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 6


İ13 H er m üellef hâdistir. Bazı m üellef cisim dir, Öğleyse, bazı hâdis cisim dir (47s). H er at hayvandır, Bazı at kişneyendir, Öğleyse bazı hayvan kişneyendir (4 7 5 476). Kıyaslarında olduğu gibi. f)B u şeklin sonuç veren son darbı ise, küçük önermesi tümel olum lu büyük önermesi tikel olumsuz olan kıyastır. Sonucu tikel olumsuzdur. H er m üellef cisim dir, Bazı m üellef kadîm değildir, Öğleyse bazı cisim kadîm değildir (4774 7 8 9 0 1 ), H er insan konuşandır, Bazı insan kâtip değildir, Öğleyse bazı konuşan kâtip değildir (47S), kıyasları gibi. Gelenbevî, yüklem li iktiranlı kıyasların 4. şeklinin sonuç ver­ mesinin şartlannı da şöyle sıralıyor: 1) Y a küçük önermenin tü­ m el olm asıyla beraber ik i öncülün de olumlu olm aları, 2) Y a da ik i öncülden birinin tümel olm asıyla beraber keyfiyet yönünden m uhtelif olm aları (47B). Gelenbevî, Risaletü'l-kıyasında "B u şeklin netice veren darp­ la rı b ir görüş üzerine 5’tir” (4S0) derken, Burhan’ında "B u .şekil tüm el olumlu dışında, tümel olumsuz tikel olumlu ve olumsuzlar için 8 yerde sonuç verir." ^(4S1) demektedir. Burada söz konusu ik i görüşten birincisi mütekaddimin m antıkçılara İkincisi ise müteahhirin m antıkçılara aittir. Gelenbevî, bunu da şöyle açıklamak­ tadır: "M ütekaddimin 4. şeklin sonuç veren darplarım ilk beş darpla sınırlamış ve son 3 darbın sonuçsuz olduğuna kail olmuş

(475) Gelenbevî, Burhan, s. 36 (476) Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 6 (477) Gelenbevî, Burhan, s. 36 (478) Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 6 (479) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 36-37 (480) Bk: Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 6 vd (481) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 37


114 lardır. Bunu isbat için de bu son üç darpda neticenin, m uhtelif oluşunun öne sürmüşlerdir. Mütekaddiminin bu iddiasının çıkış noktası örfiyye-i hasse ile meşrute-i hassede tikel olumsuz olan b ir önermenin yine tikel olumsuz olan diğer b ir Önermeye aksini unutmalarıdır. Zira, söz konusu bu darplarda sonuç, kendilerine has yollarla ispatlanırken, bunların tümünün neticesi olan tikel olumsuza aksedebilen yine tikel olumsuz b ir önerme elde edilir. Fakat şartlı iktiraulı kıyaslarda 4. şeklin sadece ilk beş darba inhisar ettirilm iş olm ası m utlâktır" (482). Nitekim , Kazvinî ve Razî bu şeklin sonuç veren darplanm n 8 olduğunu söylerken, Şemsüddin el-isfahanî, bunların sadece 5 olduğunu iddia etm ektedir (483). Gelenbebî, 4. şeklin sonuç veren 8 darbını şöyle sıralıyor: a) İk i tümel olumludan meydana gelen kıyas; bu kıyasın so­ nucu tikel olumludur. Küçük önermenin büyük önermeden daha genel olm ası nedeniyle netice, tümel b ir önerme değildir. H er m üellef hâdistir, H er dişim m üelleftir, f ' öğleyse bazı hâdis cisim dir (484), zira hâdislerden bazısı ârazd¥r, cisim değildir (485). H er insan hayvandır, H er gülücü insandır, ,

öğleyse bazı hayvan gülücüdür (486). K ıyaslan g ib i

b) 4. şeklin sonuç veren 2. darbı büyük önermesi tikel ölüm­ lü, küçük önermesi tümel olumlu olan kıyastır. Sonuç, tikel olum­ ludur. “ H er m üellef hâdistir. Bazı cisim m üelleftir, Öğleyse bazı hâdis cisim dir" (487) ve, "H e r insan hayvandır. Bazı beyaz insândir. Öğleyse bazı beyaz hayvandır" (488) kıyaslarında olduğu gibi. J T• (' (482) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 37 (483) Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 39. Razî, Şerhi metn-el şemsiyye, (Tasdikat), s. 146, Ebû al-sena Şemsü'd-Din b. Mahmut b. Abdurrahman el-isfehanî, Metaliü’l-enzer, alâ Tavûliu’l-Envar, s. 54 (484) Gelenbevî, Burhan, s. 37 (485) Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 94 (486) Gelenbevî. Burhan, s. 37 (487) Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 6-7 (488) Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 7


115 c) Bu şeklin 3. darbı, küçük önermesi tümel olumsuz büyük önerm esi tümel olumlu olan kıyastır. Sonucu tümel olmuşuzdur. H iç b ir m üellef kadîm değildir, H er cisim m üelleftir. Öğleyse hiç bir kadîm cisim değildir (48e). H iç b ir insan at değildir, H er konuşan insandır. Öyleyse hiç b ir at konuşan değildir (4B0). K ıyaslan gibi. d) 4. şeklin 4.darbı, büyük önermesi tümel olumsuz, küçük önerm esi tümel olumlu olan kıyatır. Sonucu tikel olumsuzdur. N iyetsiz her ibadet fasittir, Kendisinde niyet olmayan hiç b ir şey ibadet değildir, öğleyse bazı fasit niyetsiz olan değildir (4 8 9 4 0914 9 2 3 ) H er insan konuşandır, H iç b ir at insan değildir, Öğleyse bazı konuşan at değildir (4B2). e) Bu şeklin netice veren 55. darbı büyük önermesi tümel olumsuz, küçük önermesi tikel olumlu olan kıyastır. N etice tikel olumsuzdur. Bazı hayvan insandır, H içbir cansız hayvan değildir, Öğleyse bazı cansız hayvan değildir (4BS). K ıyası gibi. f) 4. şekil kıyasın sonuç veren 6. darbı, küçük önermesi tikel olumsuz olmak şartıyla keyfiyet ve kemiyet yönünden iki m uhtelif Öncülden yapılan kıyastır. Sonucu tikel olumsuzdur. Bazı insan kara değildir, H er gülen insandır, öğleyse bazı kara gülen değildir (4B4), Kıyası gibi. (489) (490) (491) (492) (493) (494)

Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî, Gelenbevî,

Burhan, s. 37 Risaletü'l-kıyas, s. 7 Burhan, s. 37 Risaletü'l-kıyas, s. 7 Risaletül-kıyas, s. 7 Burhan, s. 37


116 g) Bu şeklin 7. darbı küçük önermesi tümel olumlu olm ak şartıyla kem iyet ve keyfiyet yönünden ik i m uhtelif önermeden ya­ pılan kıyastır. Sonucu yine tikel olumsuzdur. H er arap konuşandır. B azı beyaz arap değildir, Öğleyse bazı konuşan beyaz değildir (495), kıyası gibi. h) 4. şekil kıyasın sonuç veren 8. darbı, küçük önermesi tü­ m el olumsuz olmak şartıyla kem iyet ve, keyfiyet yönünden muhte­ lif ik i önermeden meydana gelen kıyastır. Sonucu tikel olumsuz­ dur. H iç b ir insan eşek değildir, Bazı gülen insandır, öğleyse bazı eşek gülen değildir (496). Gelenbevî'ye göre gayr-ı m utearef kıyaslar da mütearefde ol­ duğu gibi her şeklin kendine has şartlan ile dört şekilden de te lif olunurlar (497). Buna göre: 1) Eğer orta terim küçük önermede yüklemin m ütealleki ve büyük önermenin de konusu olursa, bu kıyas 1. şekilden gayr-ı m utearef b ir kıyas olur. Bu b ir erkeğin kölesidir, H er erkek insandır, öğleyse bu b ir insanın kölesidir. Kıyasında olduğu gibi. Zi­ ra, bu kıyasta orta terim “ E rkek" olup küçük önermede mahmu­ lün mütealleki, büyük önermede ise konudur. 2) Eğer orta terim küçük önermede yüklemin m ütealleki ve büyük önermenin de yüklem i olursa, bu da gayr-ı m utearef 2. şe­ k il kıyas olur. Bu b ir erkeğin kölesidir. H iç b ir kadın erkek değildir, öğleyse bu b ir kadının kölesi değildir. Kıyası gibi. (495) Gelenbevî, Burhan, s. 37 (496) Gelenbevî, Burhan, s. 37 (497) Gelenbevî, Burhan, s. 34


117 3) Gayr-ı m utearef kıyasta orta terim küçük önermede konu­ nun m ütealleki ve büyük önermede konu olursa, bu 3. şekilden b ir kıyas olur. Adamın kölesi insandır, H er adam hayvandır, öğleyse bazı hayvanm kölesi insandır, kıyası gibi. 4) Yine gayr-ı m utearef b ir kıyasta eğer orta terim küçük önerm ede konunun mütealleki ve büyük önermede de yüklem olursa, bu da 4. şekilden b ir kıyas olur. İnsanın kölesi hayvandır, H er Anadolulu insandır, Öğleyse bazı Anadolulunun kölesi hayvandır (4BB), Kıyasla­ rında olduğu gibi. Gelenbevî’nin yüklem li iktiranlı kıyaslarla ilg ili izahları, bun­ ların netice veren darpları ve sayılan hakkındaki görüşü diğer b ir çok îslâm mantıkçısından farksızdır. Şu varki, Ebherî, hac­ m i küçük kitabında bunlardan birinci şeklin dışmdakilerine hiç y er verm em iştir. Kazvinî'de harflerle rumuzlandınlan m isâller, G elenbevî'de değişiktir. Nitekim , Gelenbevî'den aldığım ız yukarı­ daki örneklerde bu açıkça görülüyor (498*). ŞA R TLI IK T ÎR A N L I Kıyaslara gelince; bunlar öncüllerinde y er alan önerm elerin çeşidine göre, aşağıdaki beş bölüme aynlırlar; Böylece İslâm mantıkçılarında olduğu gibi Gelenbevî'de de netice veren kıyaslar on istisnalı, yirm i ik i de iktiranlı olm ak üze­ re otuz iki kıyastır. Halbuki, Tavâliu'l-Envar sahibi Ömer Beydavî, sonuç veren kıyasların yirm i üç olduğunu, bunlardan dördü­ nün istisnalı, on dokuzunun da iktiranlı kıyas olduğunu ifade ederken, çoğunluğun görüşünden ayrılm aktadır (50°). Gelenbevî'nin söz konusu ettiği beş istisnah kıyas şöyledir:

I) Öncüllerinden her ikisi de bitişik şartlı olan kıyas. Gelen bevî'ye göre şartlı iktiranlı kıyasın bu bölümü üç kısma aynlır: <498) Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 92-93 <499) Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 6-7, Ebheri, tsaguci, s. 10 vd., Kazvinî, Şemsiyye, s. 38 vd., Razî, Şerh metn el-şemsiyye, (Tasdikat) s. 132 vd., Fenarî, Risale-i Esiriyye, s. 55 vd. <500) Kadı Abdullah Ömer el-beydavî, Tavaliu'l-envar, (İsfahanı Şerhi), s. 54


118

a) Orta terim,, ya tümüyle bitişik şartlı önermenin mukadde min, veya tümüyle tâlisi olur, yâni kıyası teşkil eden iki b itişik şartlı önermenin her birinde cüz'-i tam olur, Gelenbevî bu kıs­ m ın m antıkçılar tarafından ençok itibar göreni olduğunu beyanla* yüklem li iktiranlı kıyaslardan farksız olarak oradaki şartlarla bir­ likte dört şeklin bütün darplarında bitişik şartlı b ir önermeyi sonuçlandırdığını, sadece dördüncü şeklin son üç darbında so­ nuç verdiğini söylüyor. O na göre, bu üç darbın sonuç vermesi,, olumsuz önermenin döndürülmesine dayanmakta olup, şartlı önerihelerde tikel olumsuzun döndürülmesi mümkin değildir (501)- Raîz'nin görüşü de bu yoldadır (502). Ancak Kazvinî, farksız olarak yüklem li iktiranlı kıyasların şartlarıyla onların darplan sayısın­ ca bu kıyas bütün şekil ve darplarda sonuç verir, derken yukarı­ daki görüşe muhalefet eder. Bununla beraber Kazvinî, bunlara m isal verm em ektedir (5035 0 4 ). Bu tür kıyaslarda orta terim , büyük önermede mukaddem* küçük önermede tâli olursa, bu birinci şekilden b ir kıyas olur* Bu kıyasın d ört darbı için Gelenbevı'nin verdiği m isâller şunlar­ dır: H er nezaman güneş doğarsa gündüz mevcut olur, H er nezaman gündüz mevcut olursa âlem aydınlık olur, öyleyse her nezaman güneş doğarsa âlem aydınlık olur, H er nezaman güneş doğarsa gündüz mevcut olur, H er nezaman gündüz mevcut olursa gece karanlık olan de­ ğildir, Öyleyse her nezaman güneş doğarsa gece karanlık olan de­ ğildir. Bazen güneş doğarsa hava soğuk olur, H er nezaman hava soğuk olursa havadan korkulur, Öyleyse bazen güneş doğarsa havadan korkulur, Bazan .güneş doğarsa hava soğuk olmaz, H er nezaman hava böyle olursa kendisinden korkulan değildir,, öyleyse bazen güneş doğarsa havadan korkulmaz (5<H). (501) (502) (503) (504)

Gelenbevî, Burhan, s. 39 Bk: Razi, Şarh Metn al-Şemsiyye (Tasdikat), s. 162 Bk: Kazvinî, Şemsiyye. s. 42 Bk: Gelenbevî, Risaletül-kıyas, s. 8


1X9 Bu kıyaslarda orta terim . Küçük önermede de Büyük öner­ m ede de tâli olursa ikinci şekilden b ir kıyas olur. Gelenbevî, bu­ nun dört darbı için de şu m isâlleri veriyor: H er nezaman güneş doğarsa gündüz mevcut olur, Gece karanlık olduğu zaman gündüz mevcut değildir. Öyleyse her nezaman güneş doğarsa gece karanlık değildir. Gece karanlık olduğu zaman gündüz mevcut değildir, H er nezaman güneş doğarsa gündüz mevcut olur, Öyleyse her nezaman gece karanlık olursa değildir.

güneş doğmuş

Bazan güneş doğduğu zaman hava soğuk olur, Halbuki yaz sıcak olduğu zaman hava soğuk değildir, öyleyse bazen güneş doğduğu zaman yaz sıcak değildir. Bazan güneş doğduğu zaman hava soğuk değildir, H er nezaman kış şiddetli olduğunda hava soğuktur, öyleyse bazan güneş doğduğu zaman kış şiddetli değildir (505). Eğer bu kıyaslarda orta terim Küçük önermede de Büyük öner­ m ede de mukaddem olursa bu, üçüncü şekilden bir kıyas olur. Bu kıyasm sonuç veren bâzı darpları için Gelenbevî'nin verdiği m isaller şöyledir: H er nezaman güneş doğarsa yer yüzü aydınlık olur, H er nezaman güneş doğarsa gündüz mevcut olur, Öyleyse her nezaman yer yüzü aydınlık olursa gündüz mevcut olu r. H er nezaman güneş doğarsa yer yüzü aydınlık olur, Halbuki her nezaman güneş doğarsa gece mevcut değildir, Öyleyse bâzan yer yüzü aydınlık olduğu zaman gece mevcut ^değildir. Bâzan güneş doğduğu zaman hava soğuk olur. Halbuki her nezaman güneş doğarsa gündüz mevcut olur, Öyleyse bâzan hava soğuk olduğu zaman gündüz mevcut olur. Bâzan güneş doğduğu zaman hava soğuk, olur, <(505) Bk: Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 8


120 Halbuki her nezaman güneş doğarsa yer yüzü karanlık değil­ dir, öyleyse bâzan hava soğuk olduğu zaman yer yüzü karanlık değildir (5oe). îk i bitişik şartlı önermeden meydana gelen şartlı iktiranlı kıyasların bu birinci kısımda, orta terim küçük önermede mukad­ dem, büyük önermede tâli olursa bu dördüncü şekilden b ir kıyas­ tır. H er nezaman gündüz mevcut olursa güneş doğar, H er nezaman yer yüzü aydınlık olursa gündüz mevcut olur, öyleyse her nezaman güneş doğarsa yer yüzü aydınlık olur, kıyası gibi (5 0 6 5075 0 8 ). ! Gelenbevî ye göre bu kıyaslarda da yüklem li iktiranlı kıyas­ lardan farksız olarak sonuç, öncüllerden daha özel (ehass) olanı­ na tâbidir (sos). Gelenbevî, bu konuda, ik i ittifakıyyeden veya ittifakıyye ile lüzumiyyeden meydana gelen kıyaslara bâzı m antıkçıların, “ Yalnız ittifakıyye önermelerden veya ittifakıyye le lüzumiyyeden meydana gelen kıyas, kıyasın tertibinin asıl maksadı olan netice itibariyle ilim ifade etmez. Zira bu kıyaslarda netice, tertipten önce bilin­ mektedir. Öğleyse bu kıyas olm az.” şeklindeki itirazları ete ala­ rak şöyle diyor: “ Doğru olan ik i lüzumiyyeden meydana gelen kı­ yasın dışında, sonuç veren sâdece ik i ittifakıyye-i hasseden medane gelen ve olumsuz bir önermeyi sonuçlandıran kıyastır. Çünkü o, dört şekilde de ilim ifade eder. Bununla beraber ki ittifakıyye-i ammeden, ikinci şekilden kıyas elde edilmemiş olduğu gibi, dör­ düncü şekilde de bu kıyas sonuç verm ez.” (509).

b) îk i bitişik şartlı önermeden meydana gelen şartlı iktiranh kıyasların ikinci kısmında orta terim , kıyası oluşturan ik i bi­ tişik şarth önermede cüz'-i nâkis olur. Yâni, orta terim bu bitişik şartlı önerm elerin mukaddem veya tâlilerinde mahkûm bih veya mahkûm aleyh olur. Bu kıyaslarda netice, tikel olan b ir bitişik (506) Gelenbevî, Risaletü’l-kıyas, s. 8-9 (507) Gelenbevî, Risaletü'l-kıyas, s. 9 (508) Gelenbevî, Burhan, s. 39 (509) Gelenbevî, Burhan, s. 39-40


121 şartlı önermedir* Bu bitişik şartlı önerme de, ik i bitişik şartlı öner­ meden meydana gelir: H er nezamagı ber insan* hayvan olursa, her Anadolulu cisim olur, H er nezaman her cisim değişken olursa, bâzı varlıklar hâdis olur, öğleyse bâzan, “ Her nezaman her insan hayvan olursa her Anadolulu değişken olu r" sözümüz doğru olursa, “ H er Anadolulu değişken olursa bâzı varlıklar hâdis olu r" şeklindeki sözümüzde doğru olur (510), kıyasında olduğu gibi.

c) Bu bölümdeki kıyasların üçüncü kısmında orta terim kıya­ sı teşkil eden ik i bitişik şartlı önermenin birinde cüz'-i tam, di­ ğerinde cüz’-i nâkıs (yâni, birinde mukaddem veya tâli, diğerim ­ de mukaddem veya tâliden birinde mahkûm bih veya mahkûm aleyh) olur. Bu takdirde öncül olan ik i bitişik şartlı önermeden birinin mukaddem veya tâlisinden biri, ya bitişik şartlı veya ay­ rık şartlı b ir önerme olur. Gelenbevî'ye göre bu tür kıyaslar sekiz sınıf olup, bu sekiz sınıfın her birinin ortak cüzleri arasında darpları ile beraber d ört şekil kıyas da yapılabilir. Bu şekillerin tümünde de sonuç, bitişik şartlı b ir önermedir. Bu bitişik şartlının ik i tarafından biri, yine ya bitişik şartlı veya ayrık şartlı olan b ir önerm edir (511). I I — Öncüllerinden her ikisi de ayrık şartlı olan kıyas, şart­ lı iktiranlı kıyasın ikinci bölümünü teşkil eder. Bu da birinci bö­ lümde olduğu gib i üç kısma ayrılır (512):

a) Kıyasın ik i öncülünün ortak tarafları, her ik i öncülde de cüz'-ı tamdır. Bu tür kıyaslar öncüllerinde yer alan önerm elerin durumuna göre altı sınıfa ayrılır (513). Bunların tümünün sonuç verm esi için ise şu üç şartın varlığı gerekir: 1) İk i öncülden b iri­ nin olumlu olması, 2) Yine iki öncülden birinin tümel olması, 3) Bu tür kıyaslarda kullanılan olumsuz önerm elerin olumluya zıt (510) Gelenbevî, Burhan, s. 40 (511) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 41 (512) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 42 vd, Şerh-İ İsaguci, s. 59, (1283 Bsk), s. 43, (1275 Bsk) (513) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 42


122 olm aları da şarttır. Şöyleki, bu olumsuzun türü, adı geçen olum­ lunun maddesinde doğru olmaması gerekir. Bu şarttan dolayı ay­ rık şartlı türlerinden her birinin olumsuzu, o türün olumlusuyla sonuç verir, diğer türün olumlusuyla sonuç vermez. Ancak sâdece olumsuz olan Maniatü'l-Cem’ ile Mâniatü’l-Hulû, olumlu olan Hakikiyye ile sonuç verir (514). "Dâim â ya Vâcip Taâlâ işinde muhtardır, ya da âlem kadim­ d ir, Elbette âlem ya kadimdir, ya da hâdistir, Öğleyse her nezaman Vâcip Taâlâ işinde muhtar olursa, âlem hâdis olur.” k ıya sı: gibi (515*)r lTU b ) Bu bölümün ikiıici kısmı, orta terim in ayrık şartlı öner­ m elerde cüz'-i nâkis olduğu kıyaslardır. Gelenbevî'ye göre bu tür layaslar bu bölümün üç kısm ı arasmda uygun olanıdır: Zira bun­ la r dört şeklin tütün darplarında oluşturulurlar. Bu kıyâslar sa­ dece beş sınıftır. N etice verm esi için her ik i öncülün de olum­ lu olması, iki öncülden birinin tümel olması, ayrık şartlı önerme­ nin iki tarafının zıt olması gerekir. Sonuçlan genel olarak olum­ lu .Mâniâtü’l-Hulû b ir önerm edir: H er cisim ya değişkendir, ya değişken değildir, H er değişken ya hâdistir, ya da bâzı.m ümkın kadimdir. Öğleyse ya her cisim hâdistir, ya değişken değildir, ya da hazı mümkin kadim dir (51<s), kıyası gibi. c) Öncülleri iki ayrık şartlı olan şartlı iktiranlı kıyaslann üçüncü kısmı, orta terim in öncüllerin birinde cüz'-i tam, diğerin­ de cüz'-i nâkıs olduğu kıyastır. Bu da iki öncülden birinin bir tarafının bitişik şartlı veya ayrık şartlı b ir önerme olm asıyla ger­ çekleşir. Bu kıyaslann, netice verm eleri için de şu ik i şart gerek­ lid ir: 1) ik i ortak cüz'ün dört şekilden biriyle sonuç vererek b ir kıyas te lifin e müsait obuaları, 2) öncüllerden birinin çüz'ü olan aynk şartlı önermenin geniş anlamıyla olumlu Maniatü’l-Hulû ol­ ması. <514) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 42, Risaletü’l-Kıyas, s. 10 (515) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 43 <516) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 43


123 Bu kıyasların neticesi genel olarak olumlu olan Maniatü'l-Hulû bir önermedir. - ' I “ Dâima ya her nezaman güneş doğarsa gündüz mevcut olur, ya da güneş karanlık olur, Dâima ya gündüz mevcut olur, ya

gece mevcut olur,

öğleyse ya güneş doğmuş olur, ya gece mevcut olur, ya da güneş kâranlık olur "(517), kıyası gibi. I I I — Şartlı iktiranlı kıyasların üçüncü bölümü, yüklemli bh önerme ile bitişik şartlı önermeden meydana gelen kıyastır. Bun­ lar arasında ortak cüz’, yalnız yüklemli önermede tamdır, şartlı önermede ise nâkıstır. Gelenbevî, bu tür kıyasların da dört sınıf olduğunu söylüyor: â) Yüklemli olan öncül, küçük önerme olur, b) Yüklemli olan öncül, büyük önerme olur, (bu iki durum üzerine de), c) Ortaklık bitişik şartlı önermenin mukaddeminde olur, d) Ortaklık bitişik şartlı önermenin tâlisinde olur. Gelenbevî'ye göre bu son kıyas, yâni, yüklemli olan öncülün büyük öner­ me olmasıyla beraber orta terimin bitişik şartlının mukaddemin­ de yer aldığı kıyas, makbul olanıdır (5185 ). 9 1 Bu kıyasların tümünde sonuç, keyfiyet yönünden kıyasın ön­ cüllerindeki bitişik şartlıya tâbi olan yine bitişik şartlı bir öner­ medir: Meselâ; Her nezaman âlem yer kaplayan olursa o, değişkendir, Her değişken hâdistir, Öğleyse her nezaman âlem yer kaplayan olursa o hâdistir, kı­ yası gjbi (619). IV — Öncüllerinden birisi yüklemli, diğeri ayrık şartlı olan iki önermeden meydana gelen kıyas, şartlı iktiranlı kıyasın dör­ (517) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 43-44 (518) Bk: Gelenbevî* Şerhi Isaguci, s. 59, (1283 Bsk), s. 43, (1275 Bsk), Risaletü'l-Kıyas, s. 10-11; Burhan, s. 44 (519) Gelenbevî, Burhan, s. 44 vd.


124 düncü bölümüdür. Gelenbevî, “ Bu bölümde makbul olan, aynk şartlı önermenin küçük önerme, yüklemli önermenin büyük öner­ m e olduğu kıyastır” diyor (520) ve bu bölümden olan kıyasların ik i sınıtta toplandığını ilâve ediyor: a) Sâdece tek bir yüklemli önermeyi sonuçlandıran kıyas. Bu kıyasa K IYAS-I M UKASSİM adı verilir. Bu kıyas bir aynk şartlı önerme ile, aynk şartlıdaki cüzlerin sayısınca yüklemli önerme­ den meydana gelir. Bu yüklemli önermelerden her biri, aynk şart­ l ı önermenin cüzlerinden birine, yâni her cüz u diğer bir cüz une, ortaktır:

Alem ya cevherdir, yaârâzdır, Her cevher hâdistir ve her ârâz hâdistir, Öğleyse âlem hâdistir, kıyasında olduğu gibi (5215 ). 4 3 2 Gelenbevî, Kıyas-ı Mukassim ile gerçekte onun b ir benzeri olan Mefsulü'n-Netâic'den olan kıyaslan, mürekkep kıyaslardan sayar (622). b) Tek bir şartlı önermeyi veya müteaddit şartlı önermeleri neticelendiren kıyaslar. Bunlar K IYA S -I GAYR-Î MUKASSİM olup, b ir ayrık şartlı ile bir yüklemli önermeden meydana gelebildiği gi­ b i bir ayrık şartlı ile müteaddit yüklemli önermelerden de mey­ dana gelir. Bu yüklemli önermeler de aynk şartlı önermenin cüz­ lerinden birine veya müteaddit cüzlerine ortak olurlar: Bu sayı ya tektir, ya da iki eşit parçaya bölünür, îk i eşit parçaya bölünen her sayı çifttir, Öğleyse bu sayı ya tektir, ya da çifttir, kıyası gibi (52S) Kazvînî d e bu tür kıyasları ikiye ayırmakla beraber Mukassim ve Gayr-ı Mu­ kassim tâbirlerini kullanmamıştır. Buna karşılık O'nun şârihi Ra­ zı'de bu terimlere rathyoruz (624).

V — Şartlı iktiranb kıyasların beşinci ve son bölümü, bir aynk şartlı önerme ile, bir bitişik şartlı önermeden meydana ge­ (520) Gelenbevî, Risaletü'l-Kıyas, s. 11 (521) Gelenbevî, Burhan, s. 45 (522) Gelenbevî, Burhan, s. 45 (523) Gelenbevî, Burhan, s. 46, Risaletü'l-kıyas, s. 12-13, Şerhi îsaguci, s. 60, (1283 Bsk), s. 43, (1275 Bsk) (524) Bk: Kazvînî, Şemsiyye, s. 48


125 len kıyaslardır. Bu kıyasların da, orta terimin öncüllerde cüz’-i tam veya cüz'-i-nâkıs oluşuna göre üç çeşidi vardır. Ancak, bun­ lardan muteber olan bitişik şartlı önermenin küçük önerme, olum­ lu olan aynk şartlının da büyük önerme olduğu kıyastır. Bu kı­ yasta orta terim öncüllerde cüz'-i tam veya cüz'-i nakıs olması müsavidir (525). Razî bu konuda Gelenbevî'den daha açıktır. O'na göre bu tür kıyaslar başta üçkısım olmakla beraber, bunlar da kendi arala­ rında ayrıca iki kısma ayrılırlar (5265 ), Kazvinî ise. sadece birinci 8 7 2 kısmın iki sınıfını zikretmekle yetinmiştir (327). 3) BASİT ve M Ü REKKEP K IY A S L A R : Kıyas, iki öncül ve bir sonuçtan meydana geliyorsa, bu kıyas­ lara BASİT K IY A S adı verilir. Eğer kıyas, ikiden çok öncülden meydana geliyorsa, buna da M ÜREKKEP K IY A S denir (52e). Gelenbevî’ye göre mürekkep kıyaslar, ya iki veya daha çok iktiranlı kıyastan, ya iki reya daha çok istisnalı kıyastan, yahut da bir iktiranlı, bir de istisnalı kıyastan mürekkep olabiliirler (529). Gelenbevî, kıyasm tanımının tüm basit kıyaslar için doğru olduğu gibi, iki veya daha çok kıyasm toplamı için de doğru ola­ cağını beyanla şöyle diyor: "Nitekim -insan-terimi, tek başına -Zeydiçin doğru olduğu gibi -Zeyd ve Amr-’ın toplamı için de doğru­ dur. Zira, teklik ve çokluk özün ilintilerindendir, onun mahiyeti­ ne dahil değildir. Bu takdirde, biz deriz ki, istisnalı kıyaslardan meydana gelen mürekkep kıyas, kıyas türünün gerçek ferdidir.... Kıyasın tanımı, bu kıyas için de doğrudur. Bu durumda iki istisnalı kıyasın toplamının kıyasın kısımlarndan olması kaçınılmazdır. Aksi halde kıyasın tanımı -ağyarını manî- olmamasıyla yanlış olur. Bu açıdan mantıkçıların iki veya daha ziyade istisnalı kıyastan meydana gelen mürekkebi, mürekkep kıyastan saymaları bu meyanda açıklamayıp, ihmal etmiş olmalarındandır ve bu, bu tür (525) (526) (527) (528) (529)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 4849, Risaletü'l-kıyas, s. 14, Şerhi îsaguci, s. 60, (1283 Bsk), s. 43 (1275 Bsk) Bk: Razî, Şerh metn el-şemsiyye (Tasdikat), s. 165 Kazvinî, Şemsiyye, s. 48 vd Gelenbevî, Şerhi tsaguci, s. 62 vd, (1283 Bsk), s. 45 vd. (1275 Bsk), Burhan, s. 49 Gelenbevî, Burhan, s. 49


126 kıyasların mürekkep kıyasların kısımlarından olmamasını gerek­ tirmez.” C530). Gelenbevî, mürekkep kıyasların, ister istisnalı, ister iktiranlı ve isterse muhtelif kıyaslardan oluşmuş olsun,her üç durumda da ya M EVSUL’UN-NETAİC, ya MEFSUL’UN-NETAÎC, ya da HULF Î K IY A S olarak ayrıldığını söylüyor (531). Bu ayırım Kazvinî'de aynen vardır (5325 ). 3 1) Mevsul'un-netaic, istenen netice elde edilinciye kadar, her basit kıyas sonuca ulaşınca, bu sonuca diğer bir basit kıyas elde edilsin diye başka bir öncülün ilâve edilmesi.... suretiyle meydana getirilen kıyastır: O cisimdir, çünkü o her nezaman insan olursa hayvandır. Fakat o insandır, Öğleyse o hayvandır, H er nezaman o hayvan olursa cisimdir, Fakat o hayvandır, Öğleyse o cisimdir, kıyasında olduğu gibi (5a3). 2) Mefsul'un-netaic, kendisinde basit kıyaslardan birinin so­ nucu fasl olunan, yani basit kıyaslardan birinin sonucunun kıya­ sın lafzından atıldığı kıyastır: O cisimdir, çünkü o her nezaman insan olursa hayvandır, Lâkin o insandır, Her nezaman o hayvan olursa, cisimdir, Lâkin o hayvandır, Öğleyse o cisimdir, kıyasında olduğu gibi (534). Çünkü bura­ da birinci basit kıyasın sonucu olan "Öğleyse o hayvandır" öner­ mesi, mürekkep kıyasın lafzından çıkarılmıştır. 3) Mürekkep bir kıyas, gayr-ı müstakim istisnalı ye iktiranlı kıyaslardan oluşuyorsa, buna da HUFÎ K IY A S adı verilir. Mese­ lâ: Mantıkçıların şu sözü bir hulfî kıyastır: "İkinci şeklin yahut (530) (531) (532) (533) (534)

Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 98 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 49 vd Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 50-51 Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 98 Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 98


127 üçüncü şeklin sonuçları doğru olmıyarak doğrulukları mümkin olamaz. Eğer sonucun doğru olmamasıyla beraber doğru olmasL mümkin olsa, öncüllerden her birinin doğruluklarıyla beraber, so­ nucun zıddının da diğer öncüle zıd olan şeyi, öncülden biriyle be­ raber düzenlenerek neticelendireceği bilinen şeklin heyeti üzeri­ ne doğru olur. H er nezaman ki, zıd bu yönüyle doğru olursa, di­ ğer öncülün hem doğru olması ve hem de yanlış olması gerekir ki, bu hulf'dür, bâtıldır.” (535). Kazvinî ve Razî'nin hulfı kıyası tanımlan da şöyledir: "S o­ nucun doğruluğu nakizinin iptali ile ispat edilen kıyastır. Bu kı­ yasa HULF-BATIL adının verilmesi kendi yapısında batıl olduğu için değil, neticenin doğru olmadığının takdiri üzerine, yani batılı neticelendirdiği içindir.” (5365 ). 8 7 3 Gelenbevî, "H ulfî kıyasın yapısındaki iktiranh kıyasın iki bi­ tişik şartlı önermeden meydana geldiğini, bunlardan birinci biti­ şik şartlının, -Eğer sonuç doğru olmazsa onun zıddı doğru olurkaydını, ikinci bitişik şartlının da, -Her nezaman onun zıddı doğ­ ru olursa, muhal gerekir- cümlesini ifade ettiklerini, aynı şekilde istisnalı kıyasın ise bir bitişik şartlı önerme ile bir yüklemli öner­ meden oluştuğunu, bunlardan bitişik şartlının söz konusu iktiranlı kıyasın sonucu olduğunu, yüklemli önermenin de -Tâlinin batıl olmasının mukaddemin de batıl olmasmı gerektireceğini- ifade et­ tiğini” söyleyen Metali' Şarihi Razî'nin görüşünü, bu konudaki bü­ yük ihtilaflara rağmen, daha doğru bulmaktadır (ö37). Gelenbevî'ye göre, müstakim olan istisnalı ve iktiranlı kıyas­ lardan oluşan mürekkep kıyasa her ne kadar bir ad vermemişler­ se de buna H A K K I K IY A S demek gerekir (53f>).

4) M UHTALÎDAT (Kıyasların modalitesi): Bu kıyaslar moda önermelerden meydana gelen kıyaslardır. Böylece kıyasların ön­ cülleri modlarla kayıtlandığı zaman, şekillerin netice vermesi için diğer şartlarına ilâveten birtakım şartlar daha aranmıştır. Bu du­ ruma göre, birinci ve üçüncü şekil için aranan şart "Küçük öner­ menin fiiliyyeti” dir. Küçük önermenin fiiliyyeti, onun mümkine*i (535) Gelenbevî, Burhan, s. 50 (536) Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 61, Razî, Tasdikat, s. 169 (537) Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 98-99 (538) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 50


128 amme veya mümkine-i hasse olmayıp, mutlâkay-ı amme veya on­ dan daha özel (ehass) bir önerme olması demektir (53S). Bu şartın da eklenmesiyle birinci ve üçüncü şekilden modal kıyasların, öncüllerindeki önermelerin modlarma göre sonuçları­ nın özelliğini Gelenbevî şöyle sıralıyor: 1) ik i meşrute-i ammeden yapılan kıyasın sonucu, birinci şe­ kilde yine meşrute-ı amme, üçüncü şekilde ise hiniyye-i mutlâkadır: Her insan insan olarak devam ettiği müddetçe, büyüyen bir cisimdir, Her büyüyen cisim büyüyen cisim olarak devam ettiği müd­ detçe zorunlu olarak cisimdir, Öğleyse her insan insan olarak devam ettiği müddetçe zorun­ lu olarak cisimdir, kıyası birinci şekilden ve. H er insan insan olarak devamettiği müddetçe zorunlu olarak büyüyen cisimdir, Her insan insan olduğu müddetçe cisimdir, öğleyse bazı büyüyen cisim, büyüyen cisim olduğu müddetçe b ilfiil cisimdir (54ü), Kıyası da üçüncü şekilden iki meşrute-i am­ meden oluşan kıyaslardır. 2) Küçük önermesi meşrute-i amme, büyük önermesi örfiyye-i amme olan kıyasın sonucu, birinci şekilde örfiyye-i amme, üçün­ cü şekilde yine hiniyye-i mutlâkadır. 3) Küçük önermesi mutlâka-i amme, büyük önermesi meşru­ te-i hasse olan kıyasın sonucu, birinci şekil için de, üçüncü şekil için de vücudiyye-i lâdâime olur. 4) Eğer birinci ve üçüncü şekilden olan modal kıyaslarda büyük önerme vasfiyye-i erbaa denen, meşrute-i amme, meşrute-i hasse, örfiyye-i amme ve örfiyye-i hasse'den birisi ise, suğradan (küçük Önermeden) "Lâdevam, lâzaruret", kayıtlarının kaldırılma­ sından sonra geriye kalan kısım, kıyasın sonucu olduğu açıktır 5 0 4 9 3 (539) Gelenbevî, Burhan, s. 37 (540) Bk: Gelenbevî, Burhan, Musulî Şerhi, Tenvir el-burhan, s. 228


129 <541*). Ancak, küçük önermede kaldırılan mod, özün zorunluluğu ise geriye kalan özün devamı, ve kaldırılan cihet (mod) zaruxet-i vasfiyye ise, arta kalan devam-ı vasfidir. Aynı şekilde kaldı­ rılan mod zaruret-i vaktiyye ise geriye kalan ıtlâk-ı vaktiyye ve ^kaldırılan mod zaruret-i münteşire ise, geriye kalan ıtlak-ı mün­ teşire olur (B42). Modalite yönünden ikinci şeklin sonucunun doğruluğu da ken­ dine has şartlan ile beraber şu iki şartın varlığına bağlıdır: 1) Y a küçük önermenin daime-i mutlâka veya zaruriyye-i mutlâka olması ile, küçük önerme üzerine devam-ı zatinin doğruluğu, ya da büyük önermenin olumsuzlan aksedebilen zaruriyye-i mut­ lâka, daime-i mutlâka, örfiyye-i amme, münteşire-i amme, örfiyye-i hasse ve münteşire-i hasseden biri olması gereklidir. 2) Bu tür modal kıyasta mümkine-i amme, zaruriyye-i mut­ lâka kullanılır, yahut büyük önermesi münteşire-i amme veya mün­ teşire-i hasse olan b ir kıyasda mümkine-i amme bulunabilir (543*). Bu şartlarla beraber ikinci şekil modal kıyaslarda sonuçların durumu şöyledir: 1) Eğer iki öncülden biri üzerine devam-ı zati doğru olursa, sonuç daime-i mutlakadır. Devam-ı zatinin doğru olması küçük veya büyük önermeden birinin zaruriyye, yahut daime olması ile gerçekleşir. 2) İki öncülden birisi üzerine eğer, devam-ı zatı doğru olmaz ise, sonuç, kıyasın küçük önermesi gibidir. Şu farkla ki, o, kü­ çük önermeden lâdevam ve lâzaruret, öncüllerden de mutlâk ola­ rak zaruret kayıtlarının kaldırılmaları gerekir (B44). Modal kıyaslardan dördüncü şeklin doğru bir sonuç vermesi için de kendine has şartlarla birlikte şu beş şartın da bulunması gerekir: 1) Öncüllerden her ikisi de fiiliyye olmalıdır. Yani mümki­ ne-i amme ile mümkine-i hasseden birisi olmamalıdır. (541)

Bunların misâlleri için bk: Gelenbevı, Burhan, Abdunnafî Şerhi, Fen­ ni Mantık, C. 2, s. 210 vd., Musulî Şerhi, Tenvir el-Burhan, s. 228 vd. -(542) Gelenbevî, Burhan, s. 37-38 (543) Gelenbevî, Burhan, s. 38 <544) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 38


130 2) öncüllerde kullanılan olumsuz önermeler aksedebilen öner­ meler olmalıdır, ki bunlar iki dâime, iki meşrute ve iki örfiyyelerdir. 3) Sadece üçüncü darp için, küçük önerme üzerine devam-ı zatînin doğru olması, yani küçük önermenin zaruriyye veya dâime olması, büyük önermenin ise, olumsuzlara aksedebilen yukardakî altı önermeden biri olması gerekir. 4) Sadece altıncı darp için, büyük önermenin olumsuzlara ak­ sedebilen söz konusu altı önermeden birisi olması, 5) Yine sadece sekizinci darp için küçük önermenin meşrute-i hasse ve örfiyye-i hasseden birisi, büyük önermenin ise olum­ suzlara aksedebilen altı önermeden birisi olması gereklidir (545). Bu şartlarla beraber, dördüncü şekilden modal kıyasların so­ nuçlarını da Gelenbevî şöyle ifâde ediyor: 1) Birinci ve ikinci darplarda, eğer küçük önermeleri üzeri­ ne devam-ı zatî doğru olursa veya kıyas olumsuzlara aksedebilen altı modal önermeden meydana geliyorsa, netice küçük önermenin aksi gibidir. Eğer böyle olmaz ise netice, mutlâka-i ammedir. 2) Üçüncü darpda öncüllerden biri üzerine devam-ı zatî doğ­ ru olursa, sonuç, dâime-i mutlâka; olmaz ise, küçük önermenin aksi gibidir. 3) Dördüncü ve beşinci darplarda, büyük önermeleri üzerine devam-ı zatî doğru olursa, yani büyük önermeleri zaruriyye ve dâimeden biri olursa, sonuç, dâime olur, eğer böyle olmaz ise so­ nuç, lâdevam kaydının kaldırılması ile küçük önermenin aksi gi­ bidir. 4) Altıncı darpta

sonuç, küçük önermenin aksinden sonra,,

meydana gelen ikinci şeklin neticesi gibidir. Zira, bu darp küçük önermenin aksedilmesi ile ikinci şekle döner. 5) Yedinci darp büyük önermenin aksinden sonra elde edi­ len üçüncü şeklin neticesi gibidir. (545)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 38


131

6) Sekizinci darbın sonucu ise aks-i tertipten sonra elde edi len birinci şeklin neticesinin aksi gibidir. (546*). V — A K L Î D E LİLLE R İN Y A P IS I V E BEŞ S A N A T : Gelenbevî, şekil yönünden aklî delillerin doğruluğunun şart­ larını açıkladıktan sonra, maddeleri açısından onlann durumları­ nın açıklanmasını da gerekli görmüştür. Zira bazan hata, delillerin maddelerinde bulunabilir, aklı hatadan korumak ise mantığın baş­ lıca görevlerindendir. Dolayısıyle, bu konunun da mantığın esas bölümlerinden sayılması gerekir. Gelenbevî'ye göre bir önermede konunun yükleme nisbetinin gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesi açısından akıl asıâ bir ter­ cih yapmıyor ise, bu nisbetin olumlu veya olumsuz yönlerinin her birine dayanan bilgiye Ş E K K (Şüphe) adı verilir. Eğer akıl bu nisbetin olumlu veya olumsuz yönlerinden birini tercih ediyorsa, tercih edilen tarafa dayanan bilgiye TASD İK ve l'T İK A T denir. î'T IK A T , diğer tarafm ihtimalini kesinlikle ve tamamen kal­ dırır, aynı zamanda gerçeğe de uygun olursa buna da Y A K ÎN adı verilir, l ’tikat, diğer tarafın ihtimalini ortadan kaldırmakla bera­ ber gerçeğe uygun olmaz ise bu da CEHL-I M ÜREKKEP admı alır. Söz konusu I'tikat, kesin olmakla beraber şüpheye düşmeği kabullenebildiği için sabit olmaz ise buna da T A K L İT denir. Ay­ nı şekilde bazan I'tikat diğer tarafın ihtimalini tamamen kaldırmıyorsa buna da ZAN adı verilir. Tasdik ve î'tikat'da zan olunan tarafm karşıtına bağlı olan bilgi ise VEH M adını alır. Zannedilen dışında kesin olan nisbetin karşıtına da TAH AYYÜ L denir. Bu kısa izahtan, Zan, Tahayyül ve Vehm'in tasdik olmayıp, sadece tasavvur oldukları ortaya çıkar. Öyleyse önerme olanlar, ya Y A K İN ÎY Y E , ya T A K L İD ÎY Y E , ya MAZNUNE, yahut da Cehl i Mürekkep olarak MECHULE'den başka birşey olamaz (647). (546)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 38-39. Bu sonuçların keyfiyet yönünden durumları için bk: Gelenbevî, Burhan, Musulî Şerhi, Tenvir el-burhan, s. 231 vd. <547) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 50-51


132 Gelenbevî, bunlardan birincisi olan Yakiniyye önermeleri d e B E D ÎH ÎY Y A T ve N A ZA R ÎY YA T olarak ikiye ayırmaktadır. O, Bedihiyyatm altı olduğunu söylerken, Ebheri, Kazvinî ve Taftazani. ile aynı görüşü paylaşmaktadır. Şu farkla ki bu mantıkçılar, aşa­ ğıda sıralıyacağımız bu altıyı, kayıtsız olarak Yakiniyye nin kısım­ ları sayarken (54S) Gelenbevî, Bedihiyyatla kayıtlayarak, yakiniyyenin Nazuriyyat olan tarafını tasnifin dışında bırakmıştır (B49). Öy­ leyse Gelenbevî'ye göre Bedihiyyatın altı kısmı şunlardır. 1) E V V E L İY A T : Her bir akl-ı selim ve düzgün zihnin, hiçbir vasıtaya muhtaç olmadan, bu önermelerin taraflarını aralarındaki nisbetle beraber tasavvur ve mülahaza ederek kesin hükme varır. Meselâ, "İk i nakizin içtimai veya irtifaı mümkin değildir” , “ Bir,, ikinin yansıdır.” , “ Bütün, parçadan daha büyüktür.” ve “ Tek bir cisim, aym anda iki ayn mekânda bulunamaz.” önermeleri gibi

^550^

2) M Ü ŞAH ED AT: Akim duyular vasıtasiyle kendisinden ke­ sinlikle hükmettiği önermelerdir. Bu hükümler, ya görünen kuv­ vetler olan beş duyu vasıtasiyle verilen hükümlerdir; “ Bütün ateş­ lerin sıcak olması” ve “ Güneşin aydınlatıcı olması” gibi ki, bun­ lara H lS S lY Y A T denir. Y a da gizli kuvvetler vasıtasiyle verilen hükümlerdir; “ Açlığa, susuzluğa, asabiliğe... hükmetmek” gibi ki„ bunlara da V lC D A N ÎY Y A T adı verilir. Bunların bizzat hükmede­ nin vicdanında bulunması ve hissedilmesi gerekir, Böyle olmayan kişiler için yakıniyyeden sayılmazlar. 3) F IT R İY Y A T : Buna “ Kıyası kendileriyle beraber olan öner­ meler” de denir. Bu önermeler, akim, taraflarını tasavvur için kıyas-ı hafi (gizli kıyas) vasıtasiyle kesinlikle hükmettiği şeylerdir: “ İki eşit parçaya bölündüğü için dört sayısının çift olduğuna hük­ metmek” gibi. 4) M Ü T E V A T lR A T : yalan söylemek üzere birleşmeleri müm­ kin olmayacak şekilde müşahitlerin haberleri işitildiğinde bir an­ da (defaten) hâsıl olan gizli kıyas vasıtasiyle aklın kesinliğine hük­ mettiği şeylerdir. Meselâ, Bağdat'ı hiç görmeyen birisinin O’nun varlığına hükmetmesi, gibi. Bu nedenle, beş duyudan birisiyle 5 0 9 8 4 (548)

Bk: Ebheri, tsaguci, s. 12-13. Taftazani. Tehzib, s. 7. Kazvini. Şem siyye, s. 52-53 (549) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 51 (550) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 51, Şerh-i İsaguci, s. 66 vd. (1283 Bsk)


133 hükmedilmeyen haberlerin mütevatir olması doğru değildir. Aym şekilde tek bir kişinin veya iki kişinin haberi de mütevatir sa­ yılmaz. Nitekim, bu sayıyı 5-12-40-70... ile sınırlayanlar vardır (651). 5) M ÜCE R R E BAT: Hissiyyatın tekerrürü vasıtasıyle aklın, ke­ sinliğine hükmettiği önermelerdir. Bu, tecrübe edenin dışında ka­ lana göre yakiniyyeden değildir. Tevatür yoluyla yakiniyyeden olur. Meselâ, "K im sekmunyayı (* *) içerse safrası koyal olur.” önerme­ si gibi. 6) H AD SİYYAT :Başlangıçtan sonuca kadar zihnin suret-i in­ tikali ile tanımlanan Hads vasıtasiyle akhn hükmettiği önermeler­ dir. Gelenbevîye göre bu meleke bazılarında fıtratan vardıı, ba­ zılarında da alışkanlık vasıtasiyle olur. Meselâ, "Aym ışığım güneşe yaklaştığı ve ondan uzaklaştığı zamanlarda, onun aydınlanmasında görülen çeşitliliğin tekerrürü müşahadesinden doğan bir gizli kıyas vasıtasiyle varılmıştır (5 1525 5 ). 4 3 Gelenbevî, nazariyyatm bedihiyyat vasıtasiyle elde edildiğini söyledikten sonra şöyle diyor: "Bunlar o tür önermelerdir ki, on­ larda akıl deliller vasıtasiyle ve tedricen Öncülleri tertip ederek kesin hükme vanr.” (653). Taklidiyye önermeler ise, akhn sadece başkasına taklit ve baş­ kasından işittiği tevatür derecesine ulaşmayan haberle kat’i ola­ rak hükmettiği önermelerdir. Meselâ, "Dağın başında yaşayan bir kişinin, Allah'ın yarattıklariyle istidlâl etmiyerek, sadece bir ve­ ya iki kişiden işittiğine dayanarak Allah'ın varlığına hükmetmesi, taklittir.” Gelenbevî'ye göre, sadece taklit ve işitmeğe dayanan bu önerme, mukallidin iddiâ ve inancında bedihiyyedir (r>54). Maznune önermelere gelince, belirti ve işaretlerden alman önerme olup akıl orada zıddmı câiz görmekle beraber tercihen hü­ küm verir. Meselâ, "Geceleyin dolaşan birinin hırsız olduğuna hükmetmek” gibi. Bütün zannî önermeler. Nazariyyattandır (555). (551) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 51, Şerh-i îsağuci. s. 66 vd. (1283 Bsk) (* * ) Aslı Yunanca olan bir kelime olup, b ir cins dan anlamındadır. <552) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 51-52, Şerh-i Îsağuci, s. 65-68 (1283 Bsk) (553) Gelenbevî, Burhan, s. 52 (554) Gelenbevî, Burhan, s. 52 (555) Gelenbevî, Burhan, s. 52


134 Cehl-i Mürekkeb'i de Gelenbevî şöyle tanımlamaktadır: "B u yanlış bir önermedir ki, vehm ile kanşık,olan aklın, ya bedihî olmasını iddiâ etmesiyle veya madde ve şekil yönünden bozuk olan delili Burhan iddiâ etmek suretiyle kesin olarak hükmettiği şey­ dir. Filozofların, âlemin kadim olduğuna hükmetmesi, gibi (556). Gelenbevî, delilleri oluşturmaları yönünden, bu konuda öner­ meleri yedi kısma a y ırıy o r: 1) Y A K IN ÎY Y A T (Az önce bahsi geçti.) 2) M E Ş H U R A T : Bu, ya bütün insanlarca meşhur olur, "Zul­ mün çirkin olmasına hükmetmek, gibi." Y a da bir grup insanca meşhur olur, "Kelâm cılara göre teselsülün bâtıl olduğuna hük­ metmek, gibi.” 3) M Ü SE LLE M A T: îddiâsmı ispat için delil getirme duru­ munda olan kimse ile hasmı arasında kabullenilmiş olarak, has­ ınım reddetmek için sözünü dayandırdığı önermedir; veya ilim ehli arasında kabullenilmiş olur. Meselâ, "Üsul ilminin problem­ lerini fakiflerin kabulü” gibi. 4) M A K B U L Â T : Hakkında güzel inanç ve itimat hâsıl olan kişilerin güzel sıfatlarından alınan önermelerdir: "Peygamberler­ den ve âlimlerden alman deliller” gibi. 5) M A Z N U N A T : Yukarıda geçen zannî önermelerdir. 6) M U H A Y Y E L Â T : Doğru olmadıkları kesin iken sırf dinle­ yene neşe vermek veya nefret uyandırmak için hayal edüecek ve­ rilen hükümlerdir. Meselâ, "İçkinin akıcı bir yakut, balın iğrenç bir kusuntu olduğuna hükmetmek” gibi. 7) MEVHUMAT (veya V E H M ÎY Y A T ): Hissedilenlere kıyasla,, hissedilmeyenler hakkında kesin olarak vehm ile hükmolunan öner­ melerdir. Bâzılannm, cisimlerden müşahede ettikleri şeyler üze­ rine, "Fiitün varlıkların b ir mekânı ve bir ciheti olduğuna hükm etm eleıi" gibi. Bu tanımıyla Vehmiyyat Gelenbevî'ye göre, bilin­ meyeni bilinene kıyastan ibaret olan bir vehme âit hüküm olmak­ la Cehliyyattandır (557).

(556) (557)

Gelenbevî, Burhan, s. 52 Gelenbevî, Burhan, s. 52-53


135 İşte bu yedi çeşit önermeden mürekkep aklî delillerin uygu­ lam a yeri olarak Gelenbevî, diğer İslâm mantıkçıları gibi BEŞ SAN A T 'ı göstermektedir. Buna göre: 1) Delilin sihhatı, kendilerinin sihhatine bağlı olan önerme­ ler, geniş anlamıyla delildeki öncüller, Yakıniyye olan önerme­ le r olursa buna BURHAN adı verilir. “ Âlem değişkendir, Her de­ mişken hâdistir, Öyleyse âlem hadistir.” delili gibi. Gelenbevî'ye göre Burhan'dan amaç, bilgilerin en mükemmeli olan Y A K ÎN 'i el­ d e etmektir. Yakin, gerçeğe uygun olan kesin tastiktir (“ 8). 2) Bunun aksine delildeki öncüllerin tümü yakîniyye olmaz da bâzılan Meşhurattan veya Müsellemattan olursa, bu da CEDEL adını alır. Meselâ, “ Bu iş çirkindir, Çünkü o, zülümdür, Her zü­ lüm çirkindir.” delilinde olduğu gibi. Cedel'den gâye, itiraz yerinde hasmı ilzam etmek ve iddiâlareddetmekte delil getirmektir. Diğer bir gâye de, delili an­ lamaktan âciz kalan kimseyi ikna etmektir. Gelenbevî'ye göre bu ikinci amaç için söylenen Cedel'e D E LİL İ İK N A Î adı verilir. T in ı

3) Diğer taraftan delilin öncüllerinden bâzısı Makbulât veya Maznunattan olursa buna da H İTA B E T ada verilir. “ Geceleyin do­ laşan bu adamdan sakınmak gerekir, Çünkü o hırsızdır. Hırsızdan kaçınmak gerekir.” delili gibi. Hitabetten gâye, insanları faydalarına olan şeylere yöneltmek, rağbetlerini artırmak, onların zararlarına olan şeylerden uzaklaş­ tırmak ve nefret ettirmektir. Nitekim, hatipler ve vâizler aynı şe­ y i yaparlar. İsmail Gelenbevî’ye göre naklî deliller de hitabetin iısım larm dandırlar (659). 4) Eğer delilin öncüllerinden tümü veya bâzısı Muhayyelattan olursa buna da Ş İİR adı verilir. Gelenbevî'ye göre Şiir, kendi dı­ şında kalanların ifade ettiği şeyi ifade eder. O İster doğru olsun ister olmasın insanı üzen veya sevindiren öncüllerden müellef bir kıyastır. “ Şarap akıcı bir yakut, bal iğrenç b ir kusuntudur.” gibi >/ 560\ 58*

(558) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 53 <559) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 53 <560) Bk: Gelenbevî, Şerh-i Isağuci, s. 70-71 (1283 Bsk), s. 51 (1275 Bsk)


136

5) Aynı şekilde delilin öncüllerinin tümü veya bâzısı Mevhumattan olursa buna da SAFSATA adı verilir. Meselâ, dalâlet yolun­ da olan fırkamn şu sözleri gibi: "Allah Taâla'nm bir mekân v e b ir ciheti vardır, Çünkü O, Mevcuttur, H er mevcudun bir mekân, ve b ir ciheti vardır". Gelenbevî'ye göre gerek madde ve gerekse şekil yönünden bo­ zuk olan her delil Safsatadır. Safsatayı bilmenin en büyük fay­ dası ise ondan sakmmak ve korunmaktır (561). Nitekim şerri d e şerr olduğu için değil, ondan korunmak için öğrenmek gerekir. H ayn şerden ayırt etmesini bilmeyen, bir gün kendini kötülüğün» içinde bulur (5625 ). 3 6 Safsata delil getirilerek bozuk delil ile elde edilen bilgiye d e MUGALATA denir. Meselâ, boyanmış, süslü bir at resmi için şöy­ le denildiği gibi: “ Bu attır. Her at kişner, Öyleyse bu da kişner/*

^663^

Gelenbevî, beş sanattan en şereflisinin ve beş sanatın dire­ ğinin BURHAN, beş sanattan en değersiz olanının da SAFSATA ol­ duğunda ihtilaf olmadığını belirterek. Cehlin mi, yoksa Hitabetin mi daha üstün olduğunu? hususunda mütekaddimin ile müteahhirin arasında anlaşmazlık olduğunu söylüyor. Mütekaddiminin H i­ tabeti daha üstün saldıklarım da ilâve ediyor (564). Gelenbevî, Kazvinî ve Taftazanî'nin sâdece Burhan'a tahsis et­ tikleri L İM M Î ve ÎN N Î ayırımını (565) bütün delile teşmil ederek şöyle diyor: "Delilin sonuca varmak için vasıta olan ve delilde zorunlu olarak bulunan orta terimi, zihinde ve hariçte akıl ile sonuç arasında illet olursa, yâni akim sonuca varmasını gerekli kılarsa buna L ÎM M Î adı verilir. Meselâ, "H e r nezaman geceleyin ataş bulunursa orada dumanda bulunur." şeklinde, ateşin varlığı ile dumana delil getirmek, gibi. Yahut orta terim sonuç için yalnız zihinde illet olur. Bu da orta terimi bilmenin sonucu bilmeye illet olmasıyla olur. Bu su­ (561)

Gelenbevî, Burhan, s. 53, Şerh-i îsağuci, s. 71 (1283 Bsk), s. 51 (1275 Bsk) (562) Bk: Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 71 (1283 Bsk), s. 51 (1275 Bsk) (563) Bk: Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 72 (1283 Bsk), s. 52 (1275 Bsk) (564) Bk: Gelenbevî, Şerh-i îsağuci, s. 69-72 (1283 Bsk), s. 50-52 (1275 Bsk> (565) Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 53, Taftazanî, Tehzib, s. 7


137 retle de delile ÎN N Î adı verilir. "Duman ile ateş üzerine delil ge­ tirmek” gibi. Gelenbevîye göre delil, ister istisnalı, ister iktiranlı, istersebunlann dışında bir şey ile söylenmiş olsun, Lim mî veya Înnî ol­ makta müsavidir (5665 ). 7 6 Delil, başka birinin sözünü hikâyeye dayanıyorsa bu da N A K L Î D E L İL adım alır (667).

(566) Gelenbevî, Burhan, s. 54 (567) Gelenbevî, Burhan, s. 54


SONUÇ

Bu incelememiz sonunda Gelenbevî Mantığının ortaya çıkan belli başlı özellikleri şunlardır: önce şunu belirtelim ki, İslâm Man* tığının tam kemâle erdikten sonra, gerilemeğe yüz tuttuğu bir de* virde yetişen Gelenbevî, ortaya koyduğu eserleriyle, Aristo Man­ tığına dayalı, Farabî ve îbn Sina geleneğine bağlı, Türk-îslâm mantıkçıları silsilesinin en son halkalarından biri ve asrının en büyük Türk mantıkçısı olarak karşımıza çıkmaktadır. O'nun mantığa âit eserleri/ özellikle daha önce yazılan bir­ takım kitaplar gibi pedagojik amaçla te'lif ettiği BURHAN'ı ile İM K Â N R İSALESİ, benzerlerinin birer kopyaları olmaktan uzak nev’-i şahıslarına münhasır eserlerdir. Bununla beraber Gelenbevî'nin mantık te’lifatına, Esirü'd-Din Ebheri, Ö.Kâtip Kazvinî, Taftazanî, Razî, Eb, al-Feth Mirî, hattâ Farabî ve İbn Sina'nın kay­ nak teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Bunlardan Ebherî ve Taftazanî'nin eserlerine şarh yapmış olması, Farabî, Kazvinî ve diğerlerine yer yer atıfta bulunması (1), bu iddiâmızı ispatlar mâhiyettedir. Buna ilâveten şunu söyliyelim ki, Gelenbevî'nin eserleri tertip ve üslûp yönünden daha öncekilerden farklıdır. Hattâ aynı görüşü paylaştığı yerler de bile, anlatım farkları açıkça görülmektedir. Gelenbevî, mantığı beş ana bölümde mütâlaa ederken, "Lafız­ ların araştırılması" ile "Delâlet" bahislerini, mantığa bir mukad­ dime olarak görülmüştür. Kavramların (Mefhumların) araştırılıp incelenmesi ise, başlı başına bir bölüm olarak bunlardan ayrıl­ mıştır. O "B ab " adını verdiği bu bölümleri "Fasıllara", fasılla­ rı da daha küçük bölümler olan “ Sınıflara" ayırmaktadır. Birinci bö­ lüm, kendi ifadesiyle tasavvurların mebde'leri olan KAVRAMLA­ RA, ikinci bölüm tasavvurların maksatları olan TAN IM A ayrılmış­ tır. Üçüncü bölüm, tasdiklerin m ebdeleri olan ÖNERMELERE, dördüncü bölüm ise tasdiklerin maksadı olan A K L Î D E LÎLLE R ÎN Y A P IS IN A tahsis edilmiştir. Beşinci bölüme gelince, bu da kendi arasında yine beş bölüm olan BEŞ SANATA bırakılmıştır. BÖy(1)

Bk: Burhan, s. 15, 16, 18, 40, 55, Hâşiye-i Burhan, s. 72, 79, 82, 89, 90, 9 9 ... vb.


140 lece Klâsik Mantığımı “ dokuz" bölümü tamamlanmaktadır. Bun­ dan açıkça anlaşılıyor ki, Gelenbevî'nin Burhan'mda, özellikle On dördüncü asırdan itibaren meydana getirilen ve genellikle Tasavvuıât ve Tasdikat başlıklarını taşıyan kopya eserlerle bir benzerlik yine yoktur. Bununla beraber o, temelde Aristocu olan Farabî'nin ilk defa ortaya koyduğu Tasavvurat ve Tasdikat ayrımına sadece İsağuci Şerhide yer vermiştir (2). Buna mukabil Gelenbevî, Aristo Mantığının temel ilkelerin­ den biri olan ve İslâm mantığını temellendiren Farabî'de de bâzı farklarla da olsa önemini koruyan (3) Kategorilere, hiç bir man­ tık kitabında yer vermemiştir. Aynı zamanda bir Kelâmcı olan Gelenbevî'nin Kategorilere yer vermemesi, mantığın bu bölümüne yapılan şiddetli çıkışlara bağlanabilir. Şu var ki, bu durum, ilk defa Gelenbevî'de karşılaştığımız bir husus değildir. Farabî'den sonra gelen İslâm Mantıkçıları, daha önceden de mantık kitap­ larından Kategoriler bahsini çıkarmışlardır. Nitekim îbn Haldun'­ un beyanı da bu yoldadır (45 ). Diğer taraftan İslâm Mantık tarihinde Taftazanî'den sonra ortaya çıkan, Mütekaddimin ve Müteahhirin ekollerinden herhan­ g i birine Gelenbevî'yi maletmek de doğru olmaz, kanaatindeyiz. Çünkü O, bir konuda mütekaddimini tercih ederken, başka bir konuda müteahhirinin görüşünü üstün görebilmekte ve bazan da her iki ekolün görüşünü bir arada zikredebilmektedir. Buna rağ­ men O'nu bir ekole sokmak gerekirse, müteahhirin mantıkçılara daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi bu iddiâlanmıza delil teşkil etmek üzere diyoruz k i : A — Gelenbevî, “ Sözlerin araştırılması (Lafızların incelenme­ si) "inde daha öncekileri, esas prensipleriyle kabul etmiş görün­ mektedir. O, Lafzı, Müfret ve Mürekkep (Tekil ve Bileşik) diye iki­ ye ayırırken, Farabî'deki üçlü tasniften “ Mürekkep olup tek olan şeyleri gösteren sözler"i (û) ayrıca zikretmemektedir. Bununla be­ (2) (3)

Bk: Gelenbevî, Şerh-i Isaguci, s. 9 (1283 Bsk), s. 7 (1275 Bsk) Bk: Keklik Nihat (Prof. Dr.), İslâm Mantık Tarihi ve Farabî Mantığı, C. 2, s. 19 vd. <4) Bk: İbn Haldun, Mukaddime (Z. K. Ugan Tere.), C. 2, s. 677; ÖNER Necati (Prof. Dr.), Tanzimattan Sonra Türkiye'de İlim ve Mantık An­ layışı, s. 9 (5) Bk: Farabî, Peri Hermoneias Muhtasarı, Küyel Mubahat (Prof. D r.) Neşri, DTCF Felsefe Araştırm aları Enstitüsü Dergisi C. 4, s. 11


141 raber Gelenbevî'nin bunu Müfred'in içinde mütâlaâ ettiğini gör­ mekteyiz. Nitekim O, îsağuci Şerhinde Müfred'in türlerini açık­ larken buna işaret etmektedir (6). İsmail Gelenbevî'nin Müfred'i, Kelime (Fiil), İsim ve Edat olarak üçe ayırması, Farabî'den itibaren çok klâsikleşen bir tas­ niften ibarettir- Buna karşılık Farabî ve sonrakilerin, Müfred'in bölümlerinde sadece İs m e has kıldıkları Müşterek, Menkûl ve Muhtass... (7) ayırımını, Gelenbevî, "M üfret Söz" için yapmakta­ dır. N e varki O, bunlarla ilgili örnekleri hep isimlerden vermiş­ tir (8). Gelenbevî'nin Mürekkep sözleri, Tam ve Nâkıs (eksik) diye ayıranı, alışılagelenden farksız olmakla beraber, bu ikisini ken­ di aralarındaki tasnifte diğerlerinden farklıdır. O, Tam olan Mü­ rekkep sözün bölümlerini önce, Haberiyye ve İnşaiyye olarak ayı* rırken, Farabî’nin "Cezimli Söz" ifadesi yerine "Haberiyye" teri­ mini kullanmış, Nâkıs Mürekkep için "Takyidi ve İzafet" ayırı­ mım yaparken de, Razî, Kazvinî ve Taftazanî'den ayrılmıştır. Zi­ ra Onların "Gayr-i Takyidi" dediklerine Gelenbevî, "İza fe t" demek­ tedir (9). B — Gelenbevî, mantığın esas iki terimi olan Zatî (özsel) ve Arazî (llintisel) meselesi üzerinde de önemle durmaktadır. O, Kav­ ramların önce Lafızlar gibi Müfret ve Mürekkep diye ikiye ayrıl­ dığını söylerken, Kavram için yapılan Küllî (Tümel) ve Ciiz'î (Ti­ kel) ayırımının Lafız için geçerli olmadığını savunur (101 ) . Kazvini'de olduğu gibi Gelenbevî, Farabî'nin "Şahsi" dediği Kavram için Cüz'iyy-i Hakikî demektedir (u). Gelenbevî, Küllî (Tümel) Kavramları, 1. ve 2. Mâkuller diye ikiye ayırırken, mantıkta kendisinden bahsedilen 2. Mâkulleri, Külliyy-i Mantıkî, Külliyy-ü Tabiî ve Külliyy-ii Aklî diye tasnif etmek­ (6) (7) (8) (9) (10) (11)

Bk: Gelenbevî, Şerh-i Isaguci, s. 12 (1283 Bsk), s 10 (1275 Bsk) Farabî, ayn. esr; Kazvinî, Şemsiyye, s. 5-6; Razî, Tasavvurat (Şarh Metis al-Şemsiyye), s. 26-27 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 5 Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 5; Kazvinî, Şemsiyye, s. 5; Razî Tasavvurat, s. 26 vd.; Gelenbevî, Şerh-i Isaguci, s. 13 (1283 Bsk) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 5 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 5; Kazvinî, Şemsiyye, s. 7; Keklik Nihat (Prof. Dr.), ayn. esr, C. 2, s. 9


142 tedir. Ancak bu ayınma daha önce Kazvinî, Razî ve Taftazanî gib i mantıkçılarda da rastlıyoruz (12). Gelenbevî, Küllilerin kesinlikle hâriçte mevcut olmadığı gö­ rüşünü ileri sürerken. Külliyy-i Tabiî'nin hâriçte varlığını iddiâ eden Kazvinî'den ayrılmaktadır (13). Gelenbevî, İslam Mantık geleneğine uygun olarak Zatî (Özsel) kavramları CİNS, TÜR ve A Y IR IM 'a; Arazî (İlintisel) kavramları da HASSA ve ARAZ-I AMM’a ayırırken, Ebheri ve Kazvinî'nin bu konuda en güzel tasnifi yaptıklarını iddiâ etmekte ve kendisi de Kazvinî gibi önce Tür u, daha sonra Cins'i tanımlamaktadır. Hal­ buki Taftazanî ve diğerlerinde Tür, Beş Tümel'in İkincisi olarak ele alınmıştır (14). Gelenbevî, öncekiler gibi Tür'ü, Gerçek Tür ve Göreli Tür olarak ikiye ayırırken, bu ikisi arasında Eksik Girişindik (Umum ve Husus Miri Vech) olduğunu kabul ediyor. O'rıun bu görüşü, “ Ma­ hiyetlerin Basit ve Mürekkep olabileceğini" söyliyen Müteahhirin mantıkçıların görüşüdür. Taftazanî ile aynı olan bu iddiâ, îbn Sina ve Mütekaddimin mantıkçıların görüşüne aykırıdır (15). Ay­ rıca Gelenbevî, “ İnsana nisbetle Rumî ve Zenci gibi kendi haki­ katinden ehass (daha özel) olan Tümele NEV-Î İT İB A R Î diyor (16). İsmail Gelenbevî, İnsana nisbetle “ Konuşan" ve Hayvana nis­ betle “ Hassas"m, bu ikisinin ayırımı olduğunu söylerken, “ Konu­ şan ile Hassas, her nekadar İnsan ve Hayvanın bilkuvve ilintile­ rinden olsa da, bunların o ikisine nisbetle en yakın ilintiler ol­ duğu ortadadır. Zira Konuşan, İnsan hakkında kullanddığı zaman onu bütün hayvanlardan temyiz eder; Hassas, Hayvan hakkında kullanıldığında, bu da diğer büyüyen cisimlerden Hayvanı temyiz eder. Araştırmacılar, bunların aslına vâkıf olmadıkları için, bu ikisinin yerine yakın ilintileri koymuşlardır, bunları A yın m a mi­ sâl vermeyi de uygun bulmamışlardır." demektedir (17) Kazvinî <12) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 5; Taftazanî, Tehzib, s. 4 (13) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 6; Kazvinî, Şemsiyye, s. 10-11 <14) Bk: Gelenbevî, Şerh-i îsaguci, s. 24 (1283 Bsk): Taftazanî, Tehzib, s. 3; Gelenbevî, Burhan, s. 5 vd. <15) Bk: Gelenbevî, Şerh-i Îsaguci, s. 29 (1283 Bsk); Devvanî, Şerh-i Tehzib, s. 26; H. Hüsnü Musulî, Tenvir el-Burhan, s. 79 <16) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 10 <17) Bk: Gelenbevî, Hâşiye-i Burhan, s. 64


143 ise, “ İnsan için Konuşandı, Yakın Ayırıma; “ Hassas”ı da Uzak Ayırıma misâl vermektedir (ıe). Gelenbevî, Araz ı Amm'ı, B E Y Y İN ve GAYR-İ B E Y Y ÎN diye ikiye ayırıyor ki, bu ayınma Kazvinî, Taftazanî, Razî ve Ebherî’de ^sstlamıyoruz ( lö). C — Tanım bahsi, diğer İslâm mantıkçılarında olduğu gibi “ al-Kavl al-Şârih" adını taşımaktadır. Gelenbevî, bu sözün tanı­ mın bütün kısımlarını içerdiğini söylerken, müteahhirin mantıkçı­ ların görüşünü tercih etmektedir. O, Tanımı önce Hadd-i Tam, Hadd-i Nâkıs, Resm-i Tam ve Resm-i Nâkıs kısımlarına ayırarak, tanımın dört çeşidinden bahseder. Daha sonra Onun mutlak ta­ nımı H A K IK IY Y E , T E N B ÎH ÎY Y E ve H A K IK IY Y E ve ÎS M ÎY Y E diye ayırmasıyla, tanım on altı kısma çıkmış oluyor. Gelenbevî'deki bu tasnifte Ebherî’nin küçük çaplı îsağuci'sinde rastlamadığı­ mız gibi, Taftazanî, Fenârî, Kazvinî ve O'nun şârihi Razî’de de rastlıyamıyoruz (1 20). 9 1 8 Gelenbevî, Zâtilerin (özsellerin) tümü ile Hassa'dan meyda­ na gelen Resm-i Tamm'ı, Hadd-i Tamm'dan daha mükemmel gör­ mektedir. Zira burada, Hassa'nın ilâvesi, tavzihten başka bir şey değildir. (21). Araz'ı Amm ile tanımı men'eden müteahhirin man­ tıkçıların görüşüne karşılık, sâdece Hassa veya Hassa ile İlin ti­ den meydana gelen tanımın Resm-i Nâkıs olacağını kabul eder. N i­ tekim Taftazanî de Resm-i Nâkıs'ta Araz'ı Amm’ın kullanılmasını uygun bulmaktadır( 22). Gelenbevî, Mütekaddimin mantıkçıların görüşüne uyarak, ba­ sit mahiyetlerin Resm-i Nâkıs ile tanımlanabileceği görüşündedir (23).. O, Cüz'îlerin (Tikellerin) tanımlanamayacağı hususunda da müteahhirinin görüşünü tercih etmiştir (24). (18) (19) (20)

(21) (22) (23) (24)

Bk: Kazvinî, Şemsiyye, s. 9 Bk: Gelenbevî, Şerh-i İsaguci, s. 22-23 (1283 Bsk) Bk: Ebheri, İsaguci, s. 5; Taftazanî, Tehzib, s. 4; Fenarî, Risâle-i Esiriyye, s. 26; Kazvinî, Şemsiyye, s. 14; Razî, Tasavvurat (Şemsiyye Şerhi), s. 55 vd. Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 13 Bk: Taftazanî, Tehzib, s. 4 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 14 Bk: Gelenbevî, Haşiye-i Burhan, s. 70


144 D — Gelenbevî, Önermenin cüzlerinin dört olduğunu söyler­ ken müteahhirin mantıkçıların görüşünü tercih etmekte ve öner­ menin tanım ve tasnifine yeni bir şey getirmemektedir. Bununla beraber O, Tabiiyye olan önermeye tasnifte yer vermekle mütekaddimin mantıkçılara karşı çıkmıştır. Gelenbevî, önermeler arasın­ daki nisbeti izah ederken de öncekilerden daha açık ve tafsilatlı•dır. Modal Önermeler, Gelenbevî mantığmda önemli bir yer tut­ mak tadır. O, mantığın en zor konusu kabul ettiği bu bahsin anlaşıl­ ması için başlı başına bir kıymet olan İmkân Risâlesini yazmış­ tır. O, bu risâlesinde, ZARURET, DEVAM, F İİL ve İM K Â N 'ı olum­ suzlan ile birlikte hiçbir kapalı yön bırakmamak suretiyle izah edip, altı çeşit Zaruret ve on çeşit İmkân’dan bahsederken, bu anlamlar arasındaki nisbetleri de açıklamaktadır. Her ne kadar O, Farabî ve İbn Sina’dan farklı olarak Modları (Cihetleri) dört kabul etmekle, müteahhirin mantıkçılann görüşünü tercih etmek­ te ise de, konuya getirdiği izah yönünden diğerlerinden farklıdır. Gelenbevî, on dört basit ve sekiz mürekkep modal önermeyi söz konusu ederken, mantıkçılann muteber saymadığı daha birçok modal önermenin de mümkin olduğunu savunmaktadır (25). önermelerin Düz Döndürülmesinde, sâdece Yüklemli önerme­ ler ile, Lüzumiyye olan Bitişik şartlı önermelerin muteber ve fay­ dalı olduğuna kanidir (26). Modal önermelerden Münteşire-i Amme'nin yine Münteşire-i Amm’e olarak aksettirilmesini ise Razî ile aynı görüşü paylaşarak bâtıl görmektedir (27). E — Gelenbevî, Mantığının büyük bir kısmını Aklî Delillere ayırmaktadır. Özellikle "Mantığın ulaştığı en son gâye” olarak ni­ telendirdiği K IYAS, bütün teferruatiyle İncelenmektedir. Gelenbevî, sonuçlan çok açık olm alan bakımından Istisnalı Kıyasların, îktiranlı Kıyaslardan önce zikredilmesi gerektiği gö­ rüşünü savunur. O, Istisnalı Kıyaslan M ÜSTAKİM ve GAYR-t MÜS­ T A K İM olarak ikiye ayırıyor. Bu tasnife esas itibariyle daha ön­ ce rastlanmakla beraber, Müstakim ve Gayr-i Müstakim, terimleri­ (25) (26) (27)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 23 Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 29 Bk: Razî, Tasdikat, s. 115


145 ne Ebhari'nin îsağucisinde, Taftazanî'nin Tehzibinde, Kazvini'nin Şemsiyyesi ve Razî'nin Tasdikat'ında rastlıyamadık (2S). Gelenbevî'nin îktiranlı Kıyaslan M ÜTEAREF ve GAYR-Î MÜTE AR E F diye ikiye ayınp, Gayr-i Mütearef kıyasın dört şekilden izahım yapmasına gelince, bu kendine has bir açıklama olarak kalmaktadır. Gelenbevî, Müstakim olan îstisnalı ve îktiranlı Kıyaslardan meydana gelen Mürekkep Kıyas a H A K K Î K IY A S adını vermekle •de klâsik mantığa yeni bir terim kazandırmış oluyor (20). O, kıyasların modalitesi hususunda ise yeni bir şey getirme­ mektedir. İsmail Gelenbevî, bu konuda değişik misâller vermiştir. Hat­ tâ O, aynı bir konuda kendi iki ayn eserinde dahi başka başka misâller zikretmektedir. Kıyas konusunda verdiği misâllerin bir çoğu, Kelâm konularını ilgilendiren ve özellikle filozoflarla Kelâm cılar arasında önemli bir ihtilaf konusu olan "âlemin hâdis olduğu” fikirleri etrafında toplanmaktadır. F — Gelenbevî, mantığın son bölümünü BEŞ SANAT’a ayır­ mıştır. O, bu konuda da tasnif ve izah yönünden farklıdır. Beş Sanat'a bir giriş olmak üzere, kesin veya zannî bilgiyi elde etmek için te'lif olunan delilerin öncüllerinde yer alan önermelerin yapı­ ları üzerinde durduktan sonra, bu Önermelerin öncül olarak yer aldığı delillerin, Beş Sanat adını verdiği BURHAN, CEDEL, H İ­ TABET, Ş ÎÎR ve SAFSATA'nm tanımına geçmektedir. O, Burhan­ ın öncülleri olan Y A K ÎN ÎY Y A T ’ı, B E D ÎH ÎY Y A T ve N A ZA R ÎY YA T diye ikiye ayınp, bunlardan Bedihiyyat'm kısımlarının Evveliyyat, Müşâhedât, Fıtriyyât, Mütevâtirât, Mücerrebât, Hadsiyyât olmak üzere altı olduğunu söylüyor. Halbuki Ebheri, Kazvinî, Taftazanî ve diğerlerinde söz konusu atlı, mutlak olarak yakınij'yat’ın kısım­ ları olarak sayılmıştır (so). Diğer taraftan Gelenbevî, mutlak olarak delili LÎM M Î ve ÎNN Î diye ikiye ayınrken, söz konusu müellifler bu tasnifi sâdece2 0 3 9 8 (28)

Bk: Ebheri, Isaguci, s. 11, Taftazanî, Tehzib, s. 6, Kazvinî, Şemsiyye, s. 49, Razî, Tasdikat, s. 116 (29) Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 50 (30) Bk: Ebherî, Îsaguci, s. 21-13; Taftazanî, Tehzib, s. 7; Kazvinî,; Şemsiyye, s. 52-53


146 Burhan’a hasretmişlerdir (31). Nitekim Farabî de Burhan kitabın­ da, "Kendilerinden kesin bilginin hâsıl olduğu öncüllerden yapı­ lan ve üç sınıftan birini veren Kıyas "a, Burhan adım vererek, bu üç sınıftan ikisini "Burhan İnne'ş-Şey" ve "Burhan Lime'ş-Şey" olarak adlandırmaktadır (32). îşte ana hatlarıyla izahına çalıştığımız bu özellikleriyle, Gelenbevî'nin mantıkla ilgili incelediğimiz eserlerinde, her ne kadar O'nun bu konuda önemli yenilikler getirmediğini söyliyebiliyorsak da, meselelere bakış açısı ve bunlara getirdiği tertip ve izah yö­ nünden öncekilerin bir kopyası, bir taklitçi nakilcisi olmaktan da uzaktır. Bununla beraber İslâm mantıkçılarının son halkalarından biri olarak, kendisinden hemen yarım asır sonra başlıyan Tanzi­ mat Devrinde, eskiye bağlılığı savunan anlayışta müessir olması, eserlerinin müteaddit defalar basılmış olması, eserlerinin bir ço­ ğulla şarh ve hâşiyeler yapılmış olmasıyla, GELENBEVİ, İslâm Mantık Tarihinde haklı olarak işgâl ettiği değerli yerini koruya­ caktır.

(31) (32)

Bk: Gelenbevî, Burhan, s. 54; Kazvinî, Şemsiyye, s. 53; Taftazanî, Tehzib, s. 7 Bk: Farabî, Kitap al-Burhan, (Küyel Mübahat N şr.), DTCF, Felsefe Araştırm aları Enstitüsü Dergisi, C. I, s. 228, Ankara 1963.


BİBLİYO G R AFYA

Abdullah b Ömer al-Beydâvî; T avâliü'l-Envâr, Mahmut b Ab durrahman alIsfahânî şerhi, İst. 1305 H. Abdunnâfî; Fenn-i Mantık, Gelenbevî Burhan'ma şerh, C. I-II, İst. 1297 H. Adıvar, Abdulhak Adnan; Osmanlı Türklerinde İlim , İst. 1943. Ahmet Cevdet; Mi'yâr-ı Sedat, İst. 1303 (II. Baskı). Ahmet H ıfzi; Hülâset’ül-Mizân, İst. 1309. Ahmet Sıtkı (Bursalı); Zeriatü’l-lmtihan, İst. 1305. A li Sedat; Mizanü'l-Ukûl Fi'l-Mantık ve’l-Usûl, İst. 1303. Aristoteles; Organon, Hamdi Ragıp Atademir Tercümesi, I Kategoriler, Ank. 1947, II Önermeler, Ank. 1974, I I I Birinci Analitikler, IV İkinci Analitik­ ler, İst. 1950, V Topikler, İst. 1925. Atadem ir, Ham di Ragıp; Porphyrios ve Ebheri'nin Isagucileri, A.UDTCF Dergisi, C. V I, Sayı 5, Aralık-1948. Avni, Mehmet Ali; Türk Mantıkçıları, Dârü’l-Fünûn İlâhiyyat Fakültesi Mec­ muası, Sene 3, Sayı 10, İst. 1928. Bolay, Naci; Fârâbî ve İbn Sina’da Kavram Anlayışı (Basılmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Islâm i ilim ler Fakültesi, Erzurum-1976. Brockelmann C .; Gal Suppl. -II, Brille- 1938. Cevdet Paşa; Tarih-i Cevdet, İst. 1309 (II. Baskı). Cürcânî, Seyyit Şerif Ali b Muhammet; Hâşiye-i Suğra (Kazvinî’nin Şemsiyyesine Razî’nin yaptığı şarha hâşiye) İst. 1307. Cürcânî, Seyyit Şerif Ali b Muhammet; Târifât, İst. 1318. Cürcânî, Seyyit Şerif Ali b Muhammet; Hâşiye-i K übrâ alâ Şarh al-Metâli'alEnvâr, İst. 1303. (Siracü’d-Din Mahmut Ibn Ebi Bekr al-Urmevî'nin Metâliu’l-Envâr adlı eserine Râzî'nin yaptığı Levâmiu'l-Esrar adlı şarha hâşiye). Cürcânî, Seyyit Şerif Ali b Muhammet; Şarh-i Mevâkıf, İst. 1292. (Abdurrahman al-tcî'nin Mevâkıf adlı eserine Şarh). Devvânî, Celâleddin Muhammet b E s’ad; Haşiye alâ al-Tehzib. Ebherî, Esirü’d-Din Mufaddal b Ömer; Isaguci, İst. 1312. Ehvânî, Ahmet Fuat; Isaguci Li Ferferyus al-Surî Nakl Abi Osman al-Dımaşkî maâ Hayatı Ferferyus ve Felâsifetuh, Kahire 1952. Fenârî, Muhammet b Hamza; Risâle-i Esiriyye (Ebherî’nin Isagucisine şarh), İst. 1304 (II. Baskı). Gelenbevî; Burhan, İst. 1306. Gelenbevî; Hâşiyetü’l-Burhan, İst. 1306. Gelenbevî; Risâletü’l-lmkân, İst.

1309.


148 Gelenbevî; Risâle Fi’l-Kıyas, İst. 1278. Gelenbevî; Şarh-i Isağuci (Ebherî'nin lsagucisine şarh), İst. 1275-1283. Gelenbevî; Hâşiye alâ M ir al-Tehzib (Taftazânî'nin Tehzibine Abû al-Feth M irî'nin yaptığı hâşiye üzerine hâşiye) İst. 1288. Gelenbevî; Hâşiye alâ'l-Celâl, (Abdurrahman al-tcî'nin te lif ettiği Akaidi Adudiyye adlı esere Devvânî tarafından yapılan şarha hâşiye) İst. 1317. Gelenbevî; Risâletül-Âdâb, İst. 1281. Gelenbevî; Risâletü'l-Kıble (Dekaik al-Beyân fi Kıble al-Buldân). İst. 1337. Gelenbevî; Resâil-i İmtihân (İbrahim Nureddin tarafından tahrir edilen Gelenbevî’nin birkaç risâlesi), İst. 1276. Haşan Hüsnü (M usullu); Tenvir al-Burhan (Gelenbevî'nin Burhan'ına şarh). İst. 1307. İsfahânî, İbrahim b Muhammet b Arap Şah; Hâşiyetü’l-Isâm alâ al-Tasdikat, İst. 1307. tsmâil Bağdâdî; Hediyetü'l-Ârifîn (Asmâ al-Müellifîn ve Asâr al-Musannifîn), I. Cilt, İst. 1951. İzm irli, tsmâil Hakkı; Miyâr al-Ulûm, İst. 1315. İzm irli, Ism âll Hakkı; Felsefe-i tslâmiyye Tarihi. İst. 1338. Kâtip Çelebi; Keşf al-Zunûn, C. I-II, İst. 1975. Kazvini, Necmü'd-Dîn Ömer b Ali; Şemsiyye, İst. 1325. Keklik, Nihat (Prof. D r.); İslâm Mantık Tarihi ve Fârâbî Mantığı. C. I-II. İst. 1969-1970. Küyel, (Türker) Mubahat (Prof. D r.); Fârâbî'nin Bâzı Mantık Eserleri, DTCF Dergisi, C. X V I, s. 3-4* Eylül-Aralık, 1958. Küyel, (Türker) Mubahat (Prof. D r.); Fârâbî’nin Şerâitü’l-Yakıni ve Burhan Kitabı, DTCF Fel. Arş. Enst. Dergisi, C. I, Y ıl 1963. Küyel, (Türker) Mübahat (Prof. D r.); Fârâbî'nin Peri Hermenias Muhtasarı, DTCF Fel. Arş. Enst. Dergisi, C. V I, 1966’dan ayrı basım, Ankara 1968. Küyel, (Türker) Mubahat (Prof. D r.); Aristotales ve Fârâbî'nin Varlık ve Düşünce Öğretileri, Ankara 1969. Madcour, İbrahim ; L'Organon d’Aristote Dans Le Mond Arabe, Paris, 1934. Mahmut b Haşan (M anisalı); Muğni't-Tullâb (Ebherî'nin lsagucisine şarh), İst. 1299. Mehmet Tâhir (Bursalı); Osmanlı Müellifleri, İst. 1342. Mehmet Tâhir (Bursalı); Aydın Vilâyetine mensup Meşâyih, Ulemâ, Şuarâ, Muvarrihin ve Etibbanın Tercüme-i ahvâli, İzmir, 1324. Muhammet Fevzi (Edirneli); Seyfü'l-Gullâb (Muğni't-Tullâb Şerhi), İst. 1284. Muhammet Fevzi (Edirneli); Hulâsetü'l-Mizân Fenari'nin Risâle-i Esiriyyesine şarh), İst. 1301. Muhammet Rahmi; Isâre al-Fünun, İst. 1330. Mustafa al-Kuıup (Rizeli); Şarh-i Dibâce-i Burhan (Gelenbevî Burhan'ına şarh).


149 Öner, Necati (Prof. Dr.); Tanzimattan Sonra Türkiye’de İlim ve Mantık An­ layışı, Ank. 1967. Öner, Necati (Prof. D r.); Klâsik Mantık, Ank. 1970 (I. Baskı). ön er, Necati (Prof. D r.); Klâsik Mantıkta Modalite, A.U. llâhiyat Fakültesi Dergisi, C. X V, Y ıl 1967, Ankara 1968. Râşit (Harbiye Muallim i Pyd. Bnş.); Mizan al-Makal, İst. 1315. Râzî, Kutbuddin Muhammet b Muhammet; Levâm iu'l-Esrâr fi Şarh M etâliulEnvâr, İst. 1303. jRâzî, Kutbuddin Muhammet b Muhammet; Tahrir al-Kavâid al-Mantıkıyye Fî Şarh al-Şemsiyye, (Tasavvurat ve Tasdikat), İst. 1323. Salih Zeki; Âsâr-ı Bâkiye, İst. 1329. Salih Zeki; Kamus-u Riyaziyât, İst. 1315. Seyyit Ömer İbn Sâlih (Tokatlı); Dürrünnâci, Isaguci şarhı, İst. 1287. Şemsettin Sâmi; Kamusu’l-Âlâm, İst. 1306. Taftazâni, Sâdü’d-Düı Mes’ûd İbn Ömer; Tehzib al-Mantık ve’I-Kelâm. Taneri, Kemâl Zülfü; Türk Matematikçileri, İst. 1958. Tricot; Isagoge (Ham di Ragıp Atademir tercümesi), Sorbon, 1947. Uluçay, M . Çağatay; Manisa Ünlüleri, Manisa, 1946. Yusuf Şükrü İst. 1274.

(H arputlu);

Nam us

al-lkan,

(Gelenbevî Burhan’ına

şarh),


Ş A H IS A D L A R I İN D E K S İ

A Abdulham id 1, 2, 4 Abdullah b. al-Mukaffa, 8, 9 Abdullah b. Naim a al-Hımsi, 9 Abdullah Efendi (Tatarcık); 2 Abdunnâfî, V II, 7, 19, 44, 46, 48, 54, 68, 72, 73, 79, 86, 89, 90, 93, 129 Adem , 18 Adıvar, Abdulhak Adnan, 3 Ahmed b. al-Tayyib al-Sarahsi, 9 Ahtarî, Abdurrahman. 13 A li sedâd, 14 Aristo, V II, 8, 10, 11, 12, 13, 19, 139, 140 Ateş, Ahmet, 9 Aynî, Mehmet Ali, V III, 7. 13

B Bartholt, 9 Beydavî, 95, 117 al-Biharî, Abd al-Şükr, 13

C-D Cevdet Paşa, 1, 2, 3 Cürcanî, Seyyid Şerif, 13, 18, 40, 41, 65, 76 Devvanî, Celâleddin, 27, 33, 34, 37, 45, 142 E -F Ebheri, 7, 8, 12, 20, 21, 33, 36, 40, 50, 97, 99, 100, 104, 105, 106, 117, 132, 139, 142, 143, 145 E bû Ali Ibn Zura, 11 E bû Bekr b. İbrahim al- Kalâbâzi, 11 E bû Bişr Matta, 11 Ebû Osman al-Dımışkî, 9 E bû Yahya al-Merzevî, 9 Ebû'l-Feth al-Mirî, 7, 139

Ebû al-Sena al-îsfahanî, 16, 114 Eflatun, 62 Fârâbî, V II, 10, 11, 12, 13, 14, 16, 18, 19, 21, 22, 23, 25, 31, 47, 56, 86, 90, 139, 140, 141, 144, 146 Fenârî, 13, 18, 19, 40, 77, 117, 143

G Al-Gazzali, V II, 14 Gelenbevî, İsm ail, V II, 1, 2 . 3, 4, 5. 6, 7, 8, 13,15, 16, J7, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24,25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34,35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44,45, 46, 47, 48, 49, 50, 51. 52, 53, 54,56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65,66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75,76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85,86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104,105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112,113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120,121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128,129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136,137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145 H Halil Paşa (Sadrazam), 4 Haşan Hüsnü Mûsulî, 7, 34, 41, 42, 70, 72, 73, 79, 128, 129, 131, 142 Haşan Paşa (Kaptan-ı Derya-Cezayirli) 4 Haşan Paşazâde, 1, 6 Havinci, 12 Huneyn b. İshak, 9

I Ibn Behriz, 9 Ibn Haldun, 14, 140


152 Ibn al-Hammar, 11 İbn al-Nedim, 9 Ibn Rüşt, 11, 12 İbn Salâh al-Nevevî, 14 İbn Sînâ, V II, 11, 12. 13, 14, 16, 18, 19, 34, 36, 42, 45, 47, 50, 56, 89, 90, 98, 139, 142, 144 İbn Teymiyye, 14 İbrahim b. Abdullah, 11

Muhammed b. Abdullah, 9 Muhammed Tebrizi, 8 Mustafa III, 3 Mustafa Efendi (Hamidîzâde-ŞeyhuTIslâm ), 4 Mustafa al-Kutub al-Rizevi, 7 Mustafa b. Mahmut, 1 al-Nevevî, 14

Ö

İbrahim b. Bekûs al-îşarî, 9 İbrahim al-Kuvayrî, 9 İbrahim b. Musa al-şâtıbî, 14

Ömer Ibn Salih (Tokatlı), 42 Öner, Necati, V III, 8, 12, 14, 56, 140

İbrahim Nureddin, 6, 49

P -R

al-lci, 8, 13, 58 İshak b. Huneyn, 9

Porphyrios, 8

İsm ail Bağdadî, 1

Razî, Fahreddin, 12

İsm ail Çınarî (Kalfazâde), 3

Razî Kutbuddîn, 12, 13, 18, 19, 20, 21, 22, 24, 40. 45, 50, 53, 54, 64, 67, 89, 90, 91, 93, 96, 97, 98, 99, 104, 105, 114, 117, 118, 124, 125, 127. 139, 141, 142, 143, 144, 145

İzm irli, İsm ail Hakkı, 9, 10 al-Kazvinî al-Katıbî, Necmüddin Ali b. Ömer, 12, 22, 27, 29, 33, 35, 40, 41, 45, 47, 50, 67, 78, 80, 82, 86, 93, 97, 98, 99, 100, 105, 106, 114, 117, 118, 124, 125, 126, 127, 132, 136, 139, 141, 142, 143, 145, 146 Kelkit, Nihat, 2, 9, 11, 12, 14, 22, 25, 140, 141 al-Kindî, Ebû İshak, 9, 10 Kosta b. Lûka, 9 Köprülü, Fuat. 9

al-Razî, Muhammed b. Zekeriyya. 9 Reşit Efendi (Reisul-Kutıab), 3 S -Ş Sabit b. Kurra, 9 Salih Zeki, 1, 2, 3, 4, 5, 6 Selim III, 4 al-Şatıbî, İbrahim b. Musa, 14

Küyel, Mübahat, 10, 11, 16, 21, 22, 23, 25, 56, 140, 146

T

M -N

Taftazanî, 7, 12, 13, 17, 18, 20, 24, 27, 29, 33, 34, 37. 40, 41, 50, 67, 86, 90, 91, 93, 97, 99, 100, 105, 106. 117, 132, 136, 139, 140, 141, 142, 143, 145, 146

Madkour, İbrahim, 14 Max Horten, 13 Mehmet 2, 4

Efendi

(Palabıyık-Muğlalı),

Mehmet Emin Efendi (Ayaklı Kütüp­ hane), 1, 2 Mehmet Tarih (Bursalı), 1, 4, 5, 7 Muhammed b. Haşan al-Mağnivesî, 21 Muhammed b. Zekeriyya al-Razî, 9

Tanen, Kemâl Zülfü, 1, 2, 4, 6 Urmevî, Siracüddin, 12 Y -Z Yahya b. Adiy, 11 Yasincizâde, 1 Yusuf, Şükrü Haıputî, 7 Zamuci, 12


T E R İM L E R İN D E K S İ

A

B

Bab, 139 Âdâb, 5 Bağ. 46 Adem-i ittihad, 45 Ağyarını mâni, 125 Basit, 21 Akd al-haml, 48 Basit kıyas, 94, 97, 125, 126 Akd al-vaz, 48 Basit Mahiyet, 35, 143 Aklî delil, 93, 94, 95, 97, 131, 135, 139, Basit Model önerm e, 67, 69, 70, 71, 144 73, 86 Aklî delâlet, 20 Basit söz, 21 Aklî ilimler, 5 Basit Tür, 35 Akliyye, 20, 57 Basite, 54, 55, 56 Aks, 67, 80, 87, 88, 89, 93, 100, 107 Bâtıl, 127 Aks-i müstevî, 87 Bedihî, 16 Aks-i nakiz, 91 Bedihiyyat, 131, 132, 133, 145 Aks-i tertip, 131 Beş sanat, 19, 131, 135, 136, 139, 145 Alet-i kânûniyye, 17 Beş Tümel, 17, 19, 27, 31, 33, 142 Ammeteyn, 88 Bileşik söz, 23, 140 Araz, 23, 26 Bilfiil, 64, 87, 89, 98 Araz-ı amm, 33, 37, 38, 40, 143 B ilfiil Mevzu, 90 Araz-ı Lâzım, 38 Bil-imkan Mevzu, 90 Araz-ı lazım Hassa, 37 Bilkuvve, 64, 98 Araz-ı lazım-ı gayr-i beyyin, 38, 143 Birinci Analitika, 8, 9, 10 Araz-ı lazım-ı beyyin, 38, 143 Birinci Mâkûller, 26, 141 Araz-ı mufârık, 38, 39 Birinci şekil kıyas, 90, 96, 100, 104, Araz-ı mufârık Hassa, 37 106, 107, 108, 109, 110, 116, 117, 118, Arazî, 31, 33, 141 127, 128 Aritmetik, 5 Bitişik şartlı (önerme), 44, 74, 75, 77, Aristo mantığı, 139 78, 79, 81, 82, 83, 87, 88, 100, 101, 102, Asliyye, 24 104, 117, 118, 120, 121, 122, 123, 124, Astronomi, 8 125, 127, 144 Aykırılık, 30, 31, 43 Aynk şartlı önerme, 44, 74, 75, 76, 77, . Burhan, 10, 11, İS, 95, 134, 135, 136, 78, 81, 82, 83, 87, 88, 100, 102, 121, j 145, 146, 122, 123, 124, 125 Burhan inneş-şey, 145 Ayrılabilen ilinti, 38, 39 Burhan limeş-şey, 145 Ayrılabilen ilintisel Hassa, 37 Büyük önerme, 80, 93, 96, 104, 105, Ayrılamayan İlinti, 38 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, Ayrılamayan İlintisel Hassa, 37 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 123, Ayırım, 33, 34, 35, 36, 37, 39, 40, 42, , 124, 125, 126, 130 142 | Büyük terim, 104, 105, 107


154

c-ç

| Delâlet-i Lafziyye, 20 | Delâlet-i Lafziyye-i vaz'iyye, 20 Câmid, 23 l Delâlet-i Tabiiyye, 20 Cebîr, 5 Delâlet-i vaz’iyye, 20 Cedel, 10. 19. 135, 145 ! Delil, 17. 43, 93, 94, 95, 96, 97. 136, 137, Cehl, 136 145 Cehl-i mürekkep, 15, 131, 134 Delil-i iknaî, 135 Cehliyyât, 134 Devam, 56, 73, 144 Cezimli söz, 23, 141 Devam-ı ezelî, 63 Cihet, 48, 56, 57, 67, 84, 129, 144 Devam-ı vaktiyye, 63 Cins, 33, 34, 35, 36, 37, 39, 42, 87, 142 Devam-ı vasf*, 63, 69, 129 Cins-i aklî, 27 Devam-ı zâtî, 63, 69, 129, 130 Cins-i alî, 35 Devamsızlık, 70 Cins-i ba'îd, 35 Din ilim leri, 1, 14 Cins-i karîb, 35 Döndürme, 80, 88, 92 Cins-i mantıkî, 27 Dördüncü şekil kıyas, 106. 107, 113. Cins-i mutavassıt, 35 114, 115, 116, 118. 120, 120 Cins-i safil, 35 Dua, 23 Cins-i tabiî, 27 Düstûr, 9 Cumhur, 20 Düz döndürme, 87, 88, 91, 92, 93, Cüz', 122, 123 97, 98 Cüz î, 17, 25, 141, 143 E Cüz”î Aklî, 27 Cüz'î Hakiki, 24, 25 E'amm-ı mutlak ile e’am olmak, 25, Cüz’î Harici, 27 61, 62, 63 Cüz’-i nâkıs, 120, 121, 122, 125 E'am min vecih ile e’am olmak. 53 Cüz'-i tam, 118, 121, 122, 125 Ecnebi mukaddem, 97 Cüz’iyye (önerme), 49 Edat, 22, 141 Cüz'iyy-i hakîkî, 26, 30, 47, 141 E hass, 128 Cüz'iyy-i Izâfî, 26 E hass-Mutlak, 50, 53, 63 Cüz'iyy-i Mantıkî, 28 Eksik girişimlik, 21, 29, 30, 31, 33, 35, Çelişik, 85 50, 52, 53, 61, 64, 66, 68, 142 Çelişki. 85 Elfaz, 12 Emir, 23 Ensâb, 3 D Eşitlik, 28, 30, 31 Dâime, 69, 86, 90 Evveliyat, 132, 145 Dâime-i mutlaka. 68, 73, 88, 89, 90, F 129, 130, Dâimeteyn, 88 Farazî Tümel, 26 Dall, 19 Fasıl, 33, 36, 42 D arb (mod), 106, 107, 108, 109, 110, Fasl-ı ba'îd, 36 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, Fasl-ı karîb, 36 121, 122, 130 Felsefe, 8, 11, 18, 26 Delâlet, 15, 19, 20, 139 Fıtrıyyat, 132, 145 Fiil, 22, 69, 141, 144 Delâlet-i Akliyye, 20 Delâlet-i Gayr-i Lafziyye, 20 Fiil (m od olarak), 56, 59, 64, 85 Fiiliyye, 129 Delâlet-i lltizâmî, 42, 46


155 Fiiliyet, 127, 128 Fikir, 17 Fizik, 1, 15 Fünun-u Akliyye, 5 G Galat, 23 G arib mukaddem, 97, 98 Garib öncül, 96, 97 Gayr-i mukassim kıyas, 124 Gayr-i müstakim kıyas, 99, 102, 144 Ga> r-i mütearef kıyas, 105, 116, 117, 145 Gayri takyidi, 141 Gerçek konu, 47 Gerçek tikel, 48 Gerçek Tür, 17, 33, 34, 36, 142 Gizli kıyas, 132, 133 G öreli Hassa, 37 Göreli Tikel, 26 Göreli Tümel, 26 Göreli Tür, 34, 35, 142 H Haberiyye, 23, 141 Had, 40, 42 Hadd-i asgar, 104 Hadd-i ekber, 104 Hadd-i evsat, 104 Hadd-i nâkıs, 31, 39, 41, 143 Hadd-i tam, 31, 36, 39, 40, 41, 42, 43, 143 Hads, 133 Hadsiyyat, 133, 145 Hakikat, 31 Hakîkiyye, 23, 24, 48, 51, 52, 53, 55, 57, 58, 67, 76, 83, 87, 102, 103,104, 143 Hakki kıyas, 127, 145 Hakiki (konu), 47 Hakiki tanım, 40, 41 Hamliyye, 44 H arf, 22 Hariciyye, 48, 51, 52, 53, 55, 57, 67, 87 Hassa, 33, 37, 39, 40, 143 Hassa-i İzafî, 37 Hassa-i lazım, 37 Hassa-i mufârık, 37 Hasseteyn, 89, 91, 92

Hiniyye-i lâ dâime, 73, 89, 92 Hiniyys-i mutlaka, 72, 73, 86, 88, 89, 128 Hiniyye-i mümkine, 72, 86 Hissiyât, 132 Hitabet, 10, 19, 135, 136, 145 Hulf, 93, 99, 100, 107, 127 Hulf-bâtıl, 127 Hulfî kıyas, 99, 102, 126, 127 Hüccet, 17, 97 Hüküm. 43. 45. 72, 107, 132 I-I

Itlak-ı vaktiyye, 129 Itlak-ı münteşire, 129 İbare, 10 İcap, 45, 47, 57 İftiraz, 100 İkinci Analitikler, 9, 10 İkinci Mâkûller, 18, 26, 27, 141 İkinci şekil kıyas, 106, 107, 109, 110, 116, 119, 120, 129, 130 İktiranlı kıyas, 99, 100, 104, 105, 106, 117, 125, 126, 127, 137, 144, 145 İlim , 15, 25, 95, 97, 120 llm -i Mizan, 18 llm -i Beyan, 6 İlinti, 26, 33, 38, 39, 40, 143 llintisel, 31, 32, 33, 141 llintisel Tümel, 37, 38, 39, İltizam, 20, 21 lltizam î Delâlet, 20, 21 İmkân, 56, 58, 64, 69, 144 İmkân bî Hasebin-Nefs al-Emr, 65 İmkân b i mana al-kuvve, 65 İmkân-ı aklî, 66 İmkân-ı amm mukayyed bi canip al adem, 65 İmkân-ı amm mukayyed b i canip alvücud, 65 İmkân-ı amm, 64, 65, 69, 71, 72, 73 İmkân-ı canibil-Muvafık, 65 İmkân-ı Devamî, 66 İmkân-ı hass, 64, 65, 66, 71 İmkân-ı Hiniyye, 66 İmkân-ı istidâdî, 65 İmkân-ı istikbâli, 66


156 îmkân-ı mantıkî, 65, 66 İmkân-ı vaktiyye, 66 Imkân-ı vukûı, 65, 66 îmkân-ı zâti, 65, 66 İmtina, 56, 58 Inad-ı cüz'î, 81 İnad-ı külli, 81 Inadiyye, 74, 75, 76, 80, 81, 83, 87, 100 infisal, 44, 45, 47, 82 İnfisal edatı, 76, 82 Innî, 136, 137, 145 Inşâiyye, 23, 44, 141 İrca, 96 Isagucî, 8, 9, 10, 11, 12 İsim , 22, 141 İsim Tamlaması, 23 İsm i tanım, 41 Ismiyye, 143 İspat Nazariyyesi, 11 Istiâre. 23 Istiâre-i mekniyye, 24 Istidlâl, 133 İstifham, 23 İstikra, 94, 95 Istisnalı kıyas, 98, 99, 100, 101, 102, ı04, 117, 125, 126, 127, 137, 144, 145 Istisnalı öncül, 99, 100, 101 İştiraki Tamme. 33 İtikât, 131 Ittifakiyye, 74. 75, 76, 80, 81, 83. 88,120 Ittifakiyye-i amme, 75, 83, 87, 120 Ittifakiyye-i hasse, 120 Ittihad, 45 İttisal, 44, 45, 47, 82 İttisal Edatı, 82 Ittisal-ı Külli, 30 İzafet, 22, 23, 85, 141 İzafet-i mahsûse, 15 Izân, 46 K Kategori, 8, 9, 10, 11, 19, 140 Al-Kavl al-şarih, 16, 17, 39, 41, 143 Kavram, 11, 55, 139 Kavram yönünden nispetler, 31 Kaziyye, 11, 17, 23, 43 Kaziyye-i Zihniyye, 51

Kelam, 5, 7, 14, 18, 26. 145 Kelime, 22 Kemiyet, 84, 90, 97, 106, 107, 113. 115. 116 Kesin delil. Keyfiyet, 84, 87, 90, 91, 92, 97, 106, 107, 109, 115, 116 K ısır döngü, 95 Kıyas, 11, 12, 19, 93, 94, 95, 96, 97, 98. 107, 111, 119, 120, 121, 125, 144, 145, 146 Kıyas-ı gayri mukassim. 124, 126 Kıyas-ı gayri müstakim, 102, 103, 104Kıyas-ı gayri mütearef, 105 Kıyas-ı hafi, 132 Kıyas-ı mukassim, 124 Kıyas-ı musavaat, 95 Kıyasm madde, 98, 99 Kıyasın sureti, 98 Kıyas-ı mütearef, 105, 106, 116 Kıyas-ı müştekim, 99, 101, 103, 127 Kıyasların modalitesi, 127 Kinaye, 23 Kisbî, 17 Kitab al-burhan, 10, 16 Kitab al-ibare, 10 Konu, 43, 44, 45, 46, 48, 50, 53, 55, 70, 71, 72, 73, 79, 84, 87, 88, 104, 105. 106, 116, 117, 131 Kuvve, 59, 64,, 65, 69, 85 Kübra, 80, 93, 104, 107 Küçük önerme, 80, 93, 96, 97, 104, 105. 106,107, 108, 109. 110, 111, 112, 113 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 123* 124. 125, 127, 128, 129, 130 Küçük terim, 104, 105, 107 Külli, 17, 25, 26, 141, 142 Külliyat-ı hams, 17, 27, 33 Külliye (önerme), 49 Külliyy-i aklî, 27, 141 Külliyy-i farazi, 26 Külliyv-i hakiki, 26 Külliyy-i izafi, 26 Külliyy-i lâzime, 38 Külliyy-i mantıkî, 26, 27, 141 Külliyy-i tabiî, 27, 141, 142


157 L L â devam, 56, 70, 71, 73, 128, 129, 130 Lâ devaiıı-ı zâtı, 70, 73 Latız, 25 Lafzı tanım, 40, 41 Lazaruret, 128, 129 Lazaruret-i zâtiyye, 71 Lâzım, 102 Lâzım al-Mahiyet, 38 Lâzım al-vücûd al-Harici, 38 Lâzım al-vücûd al-Zihnî, 38 Limmi, 136, 137, 145 Lisanî-Tarihî Metud, V II Logaritma, 3, 4, 5, 6 Lüzum-u cüzi, 80 Lüzum-u külli, 80 Lüzûmiyye, 74, 80, 83, 87, 88, 92, 100, 101, 120, 144 M M a sadaka aleyh, 50 M addi (Kavram ), 28 Madûle, 53 Maduletu’l-mahmul, 53, 54, 55, 56 M aduletu’l-mevzu, 53 M aduletu’t-tarafeyn, 54 Mahiyet, 16, 26, 31, 34. 35. 37, 38, 39, 41, 42, 43. 51, 59 Mahiyet-i hakikiyye, 34 Mahiyet-i itibariyye, 34 Mahkûm aleyh, 43, 44, 46, 74, 79, 84, 86, 91, 92, 104, 105, 106, 120, 121, 127 Mahkûm bih, 43, 44, 46, 74, 84, 86, 91, 92, 104, 105, 106, 120, 121 Mahmul, 116 Mahsûre (önerme), 49 Mahsûse (önerme), 48, 107 Makbûlât, 134, 135 Al-Makûlat, 10 Makûlat-ı Saniye, 52 M a’kûle (önerme) 43, 45 Makuller, 141 M ani'atü’l-cem, 76, 79, 81, 83, 103, 104, 122 M anî’atü’l-hulû, 76, 79, 104, 122, 123 Mantık. V II, 1, 4, 5, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 17, 18, 97

Mantığa ait cüz'î, 28 Mantık Felsefesi, 15 Matematik, 1, 8, 15 Matlup, 94, 96 Maznûnât, 134, 135 Maznûne, 131, 133 Mecaz, 23, 24, 42 Mecaz-ı Mürsel, 23 Mechûle, 131 Al-Medhal, 10 Medlûl, 19 Mefhum, 25 Mefsûlü'n-netâic, 124, 125, 126 Mekân, 85 Mekniyye, 23 Melfûze (önerme) 43 Melzûm, 102 Menkûl, 24, 25, 141 Meşhûrat, 134, 135 Meşrûte-i amme, 70, 86, 88, 89, 128 Meşrûte-i hasse, 70, 89, 90, 91, 114, 128 Meşrûte-i mutlaka, 68 Meşşâî felsefesi, 10 Mevhûmat. 134. 136 Mevsûlü’n-netâic, 126 Mevzu, 90 Mevzû-u hakîkî, 47 Mevzû-ü zikrî, 47, 48 M in vech e’amm, 61, 62 Mod, 48, 57, 67, 69. 70. 71. 73, 84, 89, 144 M od (kıyasta),. 106, 127, 128, 129 Modal kıyas, 128, 129, 130 M odal önerme, 56, 57, 67, 88, 89, 90, 127, 130, 144 Modalite, 7, 48, 65, 129 Mubayenet, 30 Mubayenet-i cüz’iyye, 29 Mubayenet-i külli, 29 Mûcibe, 44 Mûcibe-i cüz'iyye, 50 Mûcibe-i külliyye, 49, 53 Mugalata, 19, 136 Muhassala, 53, 54 Muhayyelât, 134, 135 Muhtalidat, 127 Muhtass, 24, 25, 141


158 Mukaddem (kıyasta), 80, 94, 95, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 118. 119. 120, 121, 123, Mukaddem (şartlı önermede), 44, 46, 74, 75, 76, 78, 79, 81, 82, 83, 84, 88 Mukassim, 37. 124 Mukassim Aynm, 37 Mukavvim Aynm, 37 Munfasıla, 44, 74 Muaarraha, 23, 24 Musarraha-i asliyye, 23 Musarraha-i tebeiyve, 23 Musavvere önerme, 49, 50 Mutabakat, 20, 21 Mutlak, 56 Mutlaka, 57, 69 Mutlak Devam, 63 Mutlak Hassa, 37 Mutlaka-i amme, 68, 70, 71, 86, 89, 92, 128 Mutlaka-i münteşire, 72 Mutlak terdit, 76 Mutlak zaruret, 63 Mutlak-i vatiyye, 71, 72 Mutlak vücûb, 63 Muttasıla, 44, 74 Mücerret (Kavram ), 28 Mücerrebat, 145 Müddea, 94 M üellef söz, 22 Müfred, 140, 141 M üfred (Lafız), 21, 24, 25 Mühmele, 49, 50, 51, 78, 79 Mühmele önerme, 107 Mümeyyiz-i Zati, 32 Mümkin, 18, 32, 56, 58, 59, 60 Mümkine, 69 Mümkine-i amme, 69, 71, 86, 89, 90, 128, 129 Mümkin mahiyet, 59, 60, 63 Münteni Mahiyet, 60 Mümkine-i daime, 66, 73, 86 Mümkine-i Hasse, 71, 89, 128, 129 Mümkine-i vaktiyye, 66, 73, 86 Mümkineteyn, 89, 90 Mümteni, 6, 18, 32, 57, 58, 59, 60 Münteni bi-zzat, 60 Mümteni bil-gayr, 60

Münteşire, 69 Münteşire-i amme, 67, 69, 70, 90, 129, 130, 144 Münteşire-i hasse, 129, 130 Münteşire-i la daime, 70 Münteşire-i mutlaka, 66, 68, 70, 86, 89 Müreddedetü’l-mahmul, 76 Mürekkep, 97, 140 Mürekkep (söz), 21, 22, 23, 25, 43 Mürekkep kıyas, 94, 97, 124, 125, 126, 127, 145 Müıekkep lafız, 21 Mürekkep mahiyet, 35 Mürekkep modal önerme, 67, 70, 71. 87 Mürekkep önerme, 97 Mürekkep Tür, 35 Müsellemat, 134, 135 Müstakim kıyas, 99, 144, 145 Müşahedat, 132, 145 Müşekkek, 24 Müşterek, 24, 25, 42, 141 Müteahhirin, 13, 18, 27, 34, 36, 37, 39. 40, 41, 42, 43, 45, 46, 50, 51, 56, 86. 91, 92, 113, 136, 140, 142, 143, 144 Mütearef kıyas, 105, 145 Mütekaddimin, 13, 14, 18, 34, 36, 39. 40, 43, 45, 50, 51, 56, 86, 90, 91, 92. 113, 114, 136, 140, 142, 143, 144 Müteradif, 24 Mütevati’, 24 Mütevatirat, 132, 145 Mütezayif, 74 Mütezayifeyn, 74 Müveccehat, 7, 48, 56 Müveccehe, 57 Müveccehe Kaziyye, 67

N Nakıs, 141 Nakıs istikra, 96 Nakıs mürekkep söz, 23, 24 Nakıs-ı müşterek, 32 Nakiz, 99, 100 Nakli delil, 135, 137 Nakli ilimler, 5, 8 Nakz, 92


159 Nazarî, 16, 17 Nazariyyat, 131, 133, 145 Nehy, 23 Netice, 80, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 107, 112, 114, 120 Nevi', 33 Nev’-i âlî, 35 Nev’-i hakiki, 17, 33, 35 N ev-i itibari, 34, 142 N ev-i İzafî, 34 Nev'-i müfred, 35 Nev'u'l-enva, 35 Nev'u-l-mutavassıt, 35 Nev'i safil, 35 Nicelik, 87 Nitelik, 87 Nisbet beyne beyne, 45, 46 Nisbet, 45, 47 Nisbet-i hiikmiyye, 86 Nisbet-i tamme-i haberiyye, 45, 46 O-Ö Olumlu, 83, 106, 121 Olumlu önerme, 44, 83, 91 Olumsuz, 83, 1006 Olumsuz önerme, 44, 83, 91, 121 Organon, 9, 11, 14 Orta terim, 98, 104, 105, 106, 107, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 125, 136 Ortak cüz, 121, 122, 123 öncül? 80, 93, 94, 96, 98, 99, 100, 101, 106, 111, 113, 117, 121 önerme, 11, 17, 19, 23, 43, 46, 47, 62, 70, 72. 74, 77, 78, 80, 84, 85, 87, 88, 92. 94, 96, 97, 98, 102, 106, 117, 131, 132, 133, 134, 135, 139, 144. 145 örfiyye-i amme, 68, 70, 80, 88, 89, 90, 91, 128, 129, 130 özsel, 31, 33, 141, 143 Özsel mümeyyiz, 32 özsel Tümel, 33, 35, 39, 40 özün devamı, 129 özün devamsızlığı, 70, 73 özün zorunluluğu, 129 özün zorunsuzluğu, 71

P Per-i ermeneias (önerm e kitabı-Kıtab al ibare), 8, 9, 10, 11 Poetika, 9, 10, 11

R Rabıta, 46, 47 Rafia öncül, 98, 99 Resm. 39, 40 Resm-i nakıs, 40, 41, 42, 143 Resm-i tamm, 39, 40, 143 Retorika, 10, 11 Ruûs imtihanı, 2

S Safsata, 136, 145 Salibe, 44 Salibre-i cüz'iyye, 50 Salibe-i Külliyye, 49 Selb. 44, 45, 47, 57 Selb-i Rabt, 54 Sıfat Tamlaması 23 Sihir, 8 Sofistika, 9, 10 Sonuç önermesi, 94, 99, 104, 107, 109, 110, 120, 136 Soru, 23 Sözlü delâlet, 20 Sözlü vaz'î delâlet, 20, 21 Sözsüz delâlet, 20 Sözsüz Tabiî delâlet, 20 Suğra, 80, 90, 93, 104, 107, 128 Sur, 49, 84 Sûret, 15 Sülasiye, 47 Sünaiyye, 47

ş Şahsî, 24, 141 Şahsiyye (önerme) 48, 50, 51, 78, 86 Şartiyye, 44, 74 Şartlı iktiranlı Kıyas, 105, 114, 117, 120, 121, 122. 123, 124 Şartlı öncül, 98, 101, 103


160 Ters döndürme, 91, 92, 93, 96, 98

Şartlı önerme, 44, 46, 74, 78, 79, 81, 82, 83, 84, 87, 91, 99, 102. 105, 118, 124 Şekil, 106 Şekk, 131 Şiir, 10, 19, 135, 145 Şübhe, 131

Tılsım, 8 Tıp, 8 Tikel, 17, 25, 26, 28, 31, 32. 33. 43, 85, 87, 106, 141, 143 Tikel aykırılık, 29 Tikel olumlu, 50, 53, 78, 79, 80, 86, 88, 91, 92, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115

Tabiî cins, 27 Tabiî Tümel, 27 Tabiiyye (önerme), 20, 48, 5ü, 51, 107 Tahayyül, 131 Tahlil al-Kıyas, 10 Tahyiliyye, 24 • Taklidiyye, 131, 133, 135 Taklit, 131 Takyîdî (söz), 23, 141

Tikel önerme, 49, 78, 80, 84, 92 Topika, 10 Trikonometri, 6 Tümel, 17, 25, 26, 28, 29, 31, 32, 43, 47, 85, 106, 111, 121, 141 Tümel aykırılık, 29

Tâlî, 44, 46, 74, 75, 76, 78, 79, 81, 82, 83, 88, 94, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 118, 119, 120, 121, 123, 127 Tâlim resmi, 4

Tikel olumsuz, 50, 52, 78, 79, 86, 90, 91, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 118

Tümel birleşme, 30 Tümel hüküm, 96 ı

Tümel olumlu, 49, 50, 52, 78, 79, 80, 81, 83, 86, 88, 91, 92, 108, 109, 110, Tam girşim lik, 21, 28, 29, 30, 31, 53, ı 111, 112, 113, 114, 116 68, 94 j Tümel olumsuz, 49, 50, 53, 78, 79, 80, Tam Mürekkeb söz, 23 81, 86, 90, 91, 92, 108, 109, 110, 111, Tanım, 11, 19, 31, 39. 40, 41, 42, 43, 112, 113, 115, 116 139, 143 Tarafeyn, 83

j Tümel önerme, 49, 78, 80, 84, 92

Tasavvur, 16, 17, 18, 131 Tasavvurat, 11, 14, 16, 18, 19, 140

! Tür, 33, 34, 35, 37, 41, 87, 142

Tasdik, 16, 17, 18, 131 Tasdikat, 11, 14, 16, 18, 19, 140 Tazammun, 20, 21 Tazammunî, delâlet, 20 Tebeiyye, 24 Tekil, 140 Temenni, 23 Temsil, 94, 95, 96

U-Ü I Ulûm-u dahile, 14 Ulûm-u hikemiyye, 2, 50 Ulûm-u riyaziyye, 2 Umum ve husus min vech, 21, 29, 142 Umum ve husus Mutlak, 21, 28, 68 , Unvan al-mevzu', 27, 47, 48, 49, 52. 89, 90

Temsiliyye, 23 Tenakuz, 67, 84, 85

j Uzak ayırım, 36, 143

Tenbih, 23 Tenbihî tanım, 40, 41

* Üçüncü şekil kıyas, 80, 106, 107, 111,

Tenbihiyye, 58, 143 Terim, 19, 25

, 112, 117, 119, 127, 128, 130 | Ünlem, 23

Uzak cins, 35, 39


161 V Vâcib, 18, 32, 58, 60 Vâcib bi’z-Zat, 60

Yüklem li öncül, 100 Yüklemli Önerme, 44, 48, 49, 51, 53, 54, 56, 68, 69, 71, 72, 73, 76, 79, 81, 82, 84, 88, 91, 105, 123, 124, 127, 144

Vâcib bi’l-gayr, 59, 60 Vâdı'a öncül, 98, 99 Vaktiyye-i Lâ dâime, 70 Vaktiyye-i mutlaka, 66, 68, 70, 86, 89 Vaktiyyeteyn, 68, 89,92 V asf al-mevzu, 47, 61, 63, 66, 67, 68, 70, 72, 89 Vasfiyye-i erba'a. 128 Vaz’, 20 Vaz'i deblet, 20 Vaz'iyye, 20 Vehm, 131, 135 Vehmiyyat, 134 Vicdaniyyat, 132 Vücûb, 56, 58, 60 Vücub bi'l-gayr, 60, 63 Vücûb bi’z-zat, 60 Vücûb-u Zatî, 58, 59, 60, 61, 63, 65, 66 Vücûd-u Zihnî, 6, 15, 16 Vücûdiyye-lâ dâime, 70, 89, 128 Vücûdiyye-i La Zaruriyye, 71, 89 Vücudiyyeteyn, 89, 92

Y Yakın ayırım, 36, 39, 143 Yakm cins, 35, 39 Yakın ilinti, 36 Yakin, 131, 135 Yakıniyyat, 134, 145 Yakmiyye, 131, 132 Yüklem, 43, 44, 45, 46, 50, 53, 55, 70, 71, 72, 88, 96, 104, 105, 106, 116, 117, 131 Yüklem li iktiranlı kıyas, 104, 105, 109, 111, 113, 117, 118, 120

Z Zaman, 85, 86 Zan, 131 Zannî, 95 Zaruret b i şart al- mahmul, 59, 62 Zaruret bi şart al-vasf, 61, 67 Zaruret-i canibi'l-muhalif, 65 Zaruret fi vakt al-vasf, 61 Zaruret ma dame al-vasf, 67 Zaruret, 51, 57, 58, 59, 66, 73, 144 Zaruret-i ezeliyye, 61. 62. 63. 66 Zaruret i icap, 58 Zaruret-i münteşire, 129 Zaruret-i münteşire-i mutlaka, 61, 62 Zaruret-i vaktiyye, 66, 129 Zaruret-i vatiyye-i gayri muayyene, 61 Zaruret-i vaktiyye-i muayyene, 61 Zaruret-i vatiyye-i mutlaka, 61 Zaruret-i vasfiyye, 61, 65, 66, 69, 72, 129 Zaruret-i vasfiyye bi şart al vasf. 61, 67 Zaruret-i vasfiyye fi vakt al vasf, 61 Zaruret-i zatiyye, 58, 66, 61, 62, 63, 65, 66 Zarurî, 17 Zaruriyye, 86 Zaruriyye-i mutlaka. 67. 69. 73. 88, 90, 129, 130 Zat-al-mevzu, 47, 48, 58 59, 60, 67, 68 89, 90 Zatî, 31, 32, 33, 141, 142, 143 Zihniyye, 21, 51, 52, 53, 55, 57, 67, 87 Zihniyye-i Faraziyye.. 51 Zihniyye-i Hakikiyye, 51 Zikri (konu), 47 Zorunluluk, 70


LÜGATÇE

— A — ABA1

:

Babalar.

A Ğ Y A R IM M A N İ

:

Kendisi olmayanı dışarda bırakan.

‘AKS IFR. C O N V E R S İO N I:

Döndürme; Bir önermede konu ile yüklemin yerlerinin değiştirilmesi ile yapılan önerme.

‘AKS-İ M ÜSTEVİ

:

Düz döndürme. Fransızca’da “conversion Sim* ple” kavramıyla karşılanır.

‘AKS-İ N A K İZ

:

Ters döndürme.

‘AKS-İ TER TİP

:

Kıyasda öncüllerin yer değiştirmesi.

‘AM M ETEYN

:

Türk-Islâm mantıkçılarının kabul ettiği model önermelerden “Meşruta-i Amme” ile “Orfiyye-i Amme”nin ikisine birden verilen ad.

ARAZ İ AM M IFR. ACCID EN T COMMUNİ :

Tek b ir hakikatin fertlerine ve bu hakikatin dışında kalanlara ait olabilen nitelik; ilinti

ARAZ-İ LAZIM IFR. ACCID E N T INSEPAR ABLEl :

Aynlamayan ilinti.

ARAZÎ TELİ

llintisel, Ozsel olmayan.

IFR.

ACCIDEN:

— B — BAB

B ir kitabın bölümleri.

BASİT IFR. SIM PLEI

Bileşik (mürekkep) olmayan.

BASİTE

Olumsuz yüklemli önerme.

B E D ÎH İ

Apaçık olan.

B U R H AN IFR. DEM ONSTRATIONİ

B Ü Y Ü K Ö NERM E IFR. MAJEURE1, IOSM. KÜBRAİ

Yakîn ifade eden öncüllere dayanan ve yine yakın ifade eden b ir sonuç önermesini netice* lendiren Kıyas. Sonucun doğruluğunu göster­ mek için, doğru olarak bilinen, yada doğru sa* yılan Öncüllere dayanarak yapılan istidlâl.

B ir kıyasta büyük terimi kapsayan Öncül.


164 — C — CEDEL «QUE1

[FR.

DIALECTI:

Münazara sanatı; karşılıklı konuşma sûretiyle akıl yürütme sanatı; B ir kavramdan öteki kav­ rama çelişmeleri ortadan kaldırarak ilerleyen mantıklı düşünme yolu. Aristoteles mantığın­ da, "meşhurat” ve “müsellemat” türünden ön­ cüllere dayanan kıyas.

C E H L IFR. IGNORANCE1:

Bilgisizlik, bilmezlik.

CEHL-t M ÜREKK EB

Bilmediğini de bilmeyip kendini bilir sanma. B ir önermede akıl, konu ve yüklem arasındaki bağın olumlu veya olumsuz yönlerinden birini tercih ediyorsa, tercih edilen tarafa dayanan bilgiye tastik ve i'tikat denir. I ’tikat, diğer ta­ rafın ihtimalini ortadan kaldırmakla beraber gerçeğe uygun olmaz ise buna cehl-i mürekkeb denir.

:

C E Z İM L Î SÖZ

Önerme. B ir hükmü dile getiren söz. Doğru ya da yanlış olabilen b ir anlatım.

C İH E T IFR. MODEI

Kip. (Klâsik Mantıkta) Modal önermelerde, olumluluk ve olumsuzluk sınırlama ve kayıt­ lamak için ilâve olunan belli kayıtlardır.

CÎNS-1 Â LI IFR. G ENR E SUPREM E OU GENERAU S IM E 1 : C İN S -f B A 'ÎD IFR. GENR E ELOIGNE1 :

C İN S -l K AR İB IFR. G EN­ R E PROCHAIN OU IN FIME1 :

Üstün cins; eden cins.

diğer cinslerin bütününü ihtiva

Uzak cins. Tür ile cins arasında başka b ir cins bulunursa, o türe nispetle ona uzak cins adı verilir.

Yakın cins. Tür ile arasında başka b ir cins bulunmayan cins.

CtNS-t M UTEVASSIT

:

Orta cins; kendinden üstteki kavrama nispet­ le tür, kendinden alttaki kavrama nispetle cins olan cins.

C tN S-İ SÂFİL

:

En altta yer alan cins; alım da cins olmayan sadece türlerin yer aldığı cins.

CÜZ’

:

B ir bütünün bölümlerinden her biri.

î

Tikel. B ir türün bütün fertlerine ait olmayıp bazı fertlerine ilişkin olan.

CÜZİ ER İ

IFR.

PARTICULI-


165 — D — D ÂİM ETEYN

:

Türk-Islâm mantıkçılarının kabul ettiği modal önermelerden "Zaruriyye-i Mutlaka” iie “Daime-i Mutlaka”mn ikisine birden verilen ad.

D ÂLL

:

Delâlet eden şey.

DARB IFR. MODEİ

:

Kıyasta kip. Kıyasın çıkarım kuralları. H er kı­ yas belli b ir kipe göre kurulmuştur ve kıyasın kipi ile şekli arasında bir ilgi vardır. Dört kı­ yas şekli de toplam 19 kıyas kipi vardır. — E —

ELFAZ

:

Ağızdan çıkan anlamlı veya anlamsız sesler,

E V V E LÎY Y A T

:

Zihnin hiçbir vasıtaya baş vurmadan, doğrudan: doğruya kabul ettiği Önermeler. — F —

FASIL

:

FASIL IFR. D IF F E R E N C E : FASL-I B A 'lD IFR. D IF F E -. R ENCE GENERIQUE1 : FASL-I K AR IB IFR. DIFFER ENCE SPECIFIQUE1 :

Kitaplarda bölüm parçası, alt bölüm. Ayrım. B ir tümeli diğerinden temyiz eden şey. Uzak ayırım. B ir cinsi diğerinden temyiz eden ayrımdır. Yakın ayırım.

FAZL

:

Erdem, meziyet, hüner, yüksek ahlâk, inşam, iyi davranışlarda bulunmaya iten mânevi güç.

F IT R lY Y A T

:

Zihinde bulunan b ir orta terim vasıtasıyla, ko­ nu ile yüklem arasında zihnin bağ kurduğu önermelerdir.

F İİL F İK İR IFR. R AISO NNEMENT1

Modal önermeler konusunda, Türk-Islâm man­ tıkçılarının kabul ettiği modlardan biri. Akıl yürütme. Bilinmeyeni elde etmek için bi­ linenleri tertip etmek. — H —

H A B E R İY Y E

Dilek, şart, istek, duâ, emir... türünden olma­ yan söz. Haber kipi.

HAD IFR. TERM E!

Terim, Konu ile yüklemin her biri,

HAD IFR. D E FIN ITIO N İ

öze ait tanım.

HADD İ ASGAR IFR. TER­ M E M IN EUR EI

Kıyasta küçük terim. Kapsamı daha küçük olan» ve sonuç önermesinde Özne olan terim.


166 H ADD-İ EK BE R IFR. TER­ M E MAJEURI

Kıyasta büyük terim. Kapsamı daha geniş olan ve sonuç önermesinde yüklem görevi taşıyan terim.

H ADD-I EVSAT IFR. MOY E N TERM EI

Kıyasta orta terim. B ir kıyasta sonuç önerme­ sinde geçmeyip, büyük ve küçük önermede or­ tak olan terim. Büyük terim ile küçük terim arasında bağlantı kuran aracı terim.

HADD-t N A K IS

Eksik özsel Tamm. B ir şeyin uzak cinsi ile ya­ kın ayırımından yapılan tanım.

H ADD-İ TAM

Tam özsel Tanım. Birşeyin yakın cinsi ile ya­ kın ayırımdan yapılan tanımdır.

H ÂD ÎS

Sonradan varlığa getirilmiş olan, yaratılan.

H AD SİYYAT

Sezgi (hads) ile verilen hükümler; bu hüküm­ leri dile getiren önermeler.

H Â İB

Perişan, yoksulluk içinde kıvranan.

H A K İK İY Y E

(Klâsik mantıkta) aynk şartlı önermenin bir çeşididir. Çelişik olan iki şey arasında, hem doğruluk hem de yanlışlık bakımından biri birini yok etmek suretiyle hükm olunan öner­ melerdir.

H Â S İR

Hüsrana uğrayan, zarar içinde olan.

H ASSA-İ İZA FÎ

Göreli hassa.

HASSA-İ LAZIM

Ayrılmayan hassa.

H ASSA-İ MUFARIK

Ayrılabilen hassa.

H ASSETEYN

Türk-Islâm mantıkçılarının kabul ettiği modal önermelerden "Meşrute-i Hasse” ile "Orfiyye-i Hasse”nin ikisine birden verilen ad.

H İS S İY A T

Beş duyu vasıtasiyle verilen hükümler, bu hü­ kümleri dile getiren önermeler.

H İTA B E T

"M akbulat" ve "Zanniyyat” türünden önerme­ lerin öncül olarak yer aldığı kıyas.

H U L F Î K IY A S

Kendisi ile, ispat edilmesi istenenin karşıt ha­ linin saçmalığını göstermekle, ispat edilmesi istenenin doğruluğuna hükmolunan kıyas; saç­ ma yoluyla ispatta kullanılan kıyas.

HÜCCET

Delil, belgit, vesika, belge.

- IÎB K A -I NÂM E Y LEM E K :

İsmini ebedîleştirmek

İC A B

:

Olumluluk, olumlu olma hali.

İN F İS A L

:

Ayrılmak.


167 İN H İL Â L

Dağılma, bölünme, parçalanma, açılma, ayrış­ ma.

İN K IR A Z

Batma, sönme.

İN Ş A İY Y E

Dilek, istek, emir, duâ... türünden söz; Dilekistek kipi.

İS M İ T AN IM

Adsal tanım.

İSTİK R A’ IFR. IND UCTION1

Tümevarım. Tekil olandan, özel olandan ge­ nel olana giden. Tek tek olgulardan genel öner­ melere varan metod. Parçalarından çoğunda var olan şeyle bütün hakkında hüküm vermek.

İTM A M ETM EK

Tamamlamak.

İT T İS A L

Birleşme. — K —

K A Z ÎY Y E IFR. PROPOSITIO N I : K A ZİY Y E -İ CÜ ZTVYE IFR. PR O PO SITIO N PARTICULtERİ :

K A Z IY Y E -Î K U L LİY Y E IFR. PROPOSITION U N I"VESELLEl :

Önerme, bkz. Cezimli söz.

Tikel önerme. Konunun kapsamına giren bü­ tün bireyler için değil de, bazıları için belli bir şey bildiren önerme.

Tümel önerme. Konımun kapsamına giren bü­ tün bireyler için belli birşey bildiren önerme.

K E L İM E

:

Türk-lslâm mantıkçılarının anlayışında, zaman anlamı da taşıyan ve tek başına anlamı olan söz; fül.

K EM ÂLAT

:

Bilgi ve erdem bakımından olgunluklar, eksiksizlikler.

:

Tasım. B ir akıl yürütme biçimi, önermeler­ den müellef b ir sözdür ki, her ne zaman on­ ların doğruluğu kabûl edilirse, ondan bizzat b ir başka önerme lazım gelir.

K IY A S M EI

IFR.

SYLLOGIS-

K IY A S -I GAYR-I M UKAS­ S İM :

Şartlı iktiranlı kıyasların b ir çeşidi, öncüller­ den biri aynk şartlı, diğeri yüklemli Önerme olan bir kıyasta yüklemli öncülerin sayısı şart­ lı öncülün bölüm leri sayısınca olupta, yüklemlilerin yüklemleri çeşitli olduğunda, aynk şart­ lı b ir önermeyi sonuçlandıran kıyastır. Kıyas-ı münfasılî.


168 K IY A S -I İK T İR A N I

İktiranlı kıyas, sonucunun aynı veya karşıt hali öncüllerinde bilfiil zikredilmeyen kıyas.

K IY A S-I İS T İS N A İ

Istisnalı kıyas. Sonucunun aynı veya karşıt hali öncüllerinde bilfiil zikredilen kıyas.

K IYA S I M UK ASSİM IFR. DİLEM M A!

İkilem. Şartlı iktiranlı kıyasların b ir türü, ön ­ cüllerinden biri ayrık şartlı diğeri yüklemli önerme olan b ir kıyasta, yüklemli öncülün sa­ yısı, şartlı Öncülün sayısmca olupta, yüklemlilerin yüklemleri de aym olduğunda, yüklemli bir önermeyi sonuçlandıran kıyas.

K IY A S-I M U NFASILI

:

Bkz. Kıyas-ı Gayr-i Mukassim.

K IYA S-I M ÜSTAKİM

:

Sonucunun aynımn öncüllerinde bulunduğu istisnalı kıyas.

K İN A Y E

:

Hem mecaz hem gerçek anlamıyla kullanılan söz.

K İS B İ

:

Sonradan kazanılan bilgi

KÜBRÂ

:

Bkz. Büyük önerme.

K Ü LLİ IFR. Ü N İVER SELİ : K Ü L L İY A T I HAM S IFR. LES UNIVERSAUX1 :

Tümel; b ir türe bağh bireylerin bütününü içi­ ne alan. Bütün kapsamıyla alınmış olan. Beş tümel ki, bunlar cins, tür, ayırım, hassa ve ilinti'dir.

—L— LÜ ZÜ M İYY E

:

Mukaddemi ile tâlisi arasında nedenlik gibi belli b ir bağ bulunan bitişik şartlı önerme. Gerekli bitişik şartlı önerme — M —

M AHM UL CAT1

IFR.

PREDIYüklem; önermede ya da hükümde konu üze­ rine söylenen, konuya yüklenen şey.

M AHSURE

Niceliği belirtilmiş önerme.

M AKBÜLÂT

H er hangi b ir konuda otorite olarak tanınan kişinin sözleri.

M ANİATÜL-CEM *

Mukaddemi ile tâlisi arasında yalnız doğru­ lukları bakımından aykırılık veya bu aykırı­ lığın olumsuz kılınmasıyla hükmolunan ayrık şartlı önerme.

M A NİATU’LH U LÜ

Mukaddemi ile tâlisi arasında yalnız yanlışlık­ ları bakımından aykırılık veya bu aykırılığın olumsuz kılınmasıyla hükmolunan aynk şartlı önerme.


169 M ATLÜB

Kıyasta sonuç önermesi.

M AZNÜNAT

Zanna dayalı olarak verilen hükümler; bu hü­ kümleri dile getiren önermeler.

M A ZN Ü N E

Zannedilmiş olan.

M EDLÜL

Delillendirilmiş olan.

M EŞHURAT

H alk tarafından doğru olarak kabûl edilmiş olan hükümler; bu hükümleri dile getiren öner­ meler.

M EVHUM AT

Kuruntu ile verilen hükümler; bu hükümleri dile getiren önermeler.

M EVSUF

Nitelendirilmiş olan.

MEVZÛ* IFR. SUJETİ

Konu, özne. B ir önermede kendisine hükme­ dilen, kendisi üzerine birşey söylenen.

M E VZU U H A K İK İ

Gerçek konu.

M E VZU U Z İK R İ

Zikredilen konu.

M U BAYEN ET

(Kavram lar arası ilişkilerden) aykırılık, ayrık­ lık.

M U CİBE IFR. PROPOSIT IO N AFFIRMATIVE1

M U CİBE-İ CUZ’İY Y E

Olumlu Önerme. Konu ile yüklem arasındaki ilişkinin vuku bulm ası ile kurulan bağ. Onaylayıcı, doğrulayıcı hüküm. Tikel olumlu önerme.

M U CİBE-İ K U L LİY Y E

Tümel olumlu önerme.

MUGALATA

Yanlış olduğu bilinerek, vehmiyyattan yapılan kıyas. Olması, gerçekleşmesi mümkün olmayan.

M UHAL M UH AYYELÂT

M UKADDEM (K IYASTA) IFR. PREM ISSEI

M UKADDEM (ŞAR TLI ÖNE R M ED E) IFR. ANTECEDENTI M UNFASILA IFR. PROPOS IT IO N DISJONCTIVE1

Doğru olmadıkları belli iken, sırf neşe vermek veya nefret uyandırmak için, tahayyül edile­ rek verilen hükümler. Bu hükümleri dile ge­ tiren önermeler. Öncül; sonucun çıkarıldığı önerme veya öner­ meler. B ir kıyasın öncüller kümesini oluşturan önermelerden herbiri.

Şartlı önermede şart bildiren önermeye (A doğ­ ru i s e . . . ) mukaddem (önbileşen) denir. Ayrık şartlı önerme; çelişik iki şey arasında hem doğruluk hem yanlışlık, ya da yalnız doğ­ ruluk veya yalnız yanlışlık bakımından biri birini yok etme suretiyle hükmolunan önerme, önerm elerin birbirine bağlanması işleminde " y a . . . y a . . . " ile gösterilen ilişki.


170 M UTTASILA IFR. PROPOS IT IO N CO NDITIO NEULE1

Bitişik şartlı önerme. B ir başka önermenin doğruluğunun taktiri üzerine, kendisinde, bir önermenin doğruluğu taktiri üzerine, ken­ disinde, b ir önermenin doğruluğu veya doğru olmasıyla hükmolunan önerme.

M U TTALİ' OLM AK

Haber almış olmak, öğrenmiş olmak.

MÜCERREBAT

Tekrar edilen şeyler sonunda verilen hüküm­ ler; bu hükümleri dile getiren önermeler.

M ÜDDE'A

Kıyasta sonuç önermesi.

M ÜELLEF

B ir yerde toplanıp birleştirilm iş; biı araya ge­ tirilmiş, toplanmış.

M ÜFRED

Bileşik olmayan. Mürekkebin zıttı.

M Ü H M ELE

Niceliği belirtilmemiş olan önerme.

M Ü M K IN E T E Y N

Türk-Islâm mantıkçılarının kabul ettiği modal önermelerden "Mümkine-i Amine” ile “Mümkine-i Hasse"nin ikisine birden verilen ad.

M ÜREKKEB

Bileşik, birleşm iş,. . . den meydana gelmiş olan

M ÜSELLEM AT

Muhatabı ikna için kamt olarak kullanılan ve karşı tarafça doğruluğu kabul edilmiş olan önermeler.

M ÜŞAHEDAT

Duyular vasıtasiyle tasdik edilen hükümler; bu hükümleri dile getiren önermeler.

M ÜTERADİF

Anlamdaş, eş anlamlı.

M ÜTEVATIRAT

Çoğunluğun tasdik ettiği ve akıl için imkânsız görünmeyen önermeler.

M ÜTEZAYIF

Biri birine göreli olan iki kavram, iki şey.

M ÜVECCEHAT

Modal önermeler. Konu ile yüklem arasmdakı bağın doğruluğunun, belli bir kayda tabi tu­ tulduğu önermeler. — N —

N A K IS İSTİK R A '

Eksik tümevarım. B ir konunun bütün parça­ la n araştırılıp incelenmeden, bazı parçalannm araştırılmasına dayanarak, konu hakkında ge­ nel b ir hüküm verilmiş olan tümevarım.

N A K IZ

Birbiriyle çelişik olan. Nitelikleri bakımından çelişik olan. Aykın olan.

N E T İC E

Kıyasta sonuç önermesi.

N E V İ' IFR. ESPECE1

Tür. Tek bir “Cins”in çeşitli türlerinden, yal­ nız kendine has b ir nitelik ile ayrılan şeylerin bütünü.


171 N E V '-İ Â Lİ IFR. ESPECE SÛPREM El : N E V -Î H A K İK İ IFR. ES­ PECE INF1M E O U PROCHAINE1 :

N E V '-l İZA FÎ IFR. ESPECE MOYENNE1 :

Üstün tür. Üstünde yalnız b ir tümel olup al­ tında başka tümeller olan tür.

Gerçek tür. özel tür. Üstünde tümeller (cins­ ler) bulunan, altında tümel (cins) olmayıp yal­ nız tikelleri (fertleri) olan tür. Göreli tür. Altında ve üstünde tümeller (cins­ ler) bulunan tür.

NEV'U'L-ENVA* IFR. ESPECE IN F IM E OU PROCH A IN E I :

Türlerin türü. bkz. Nev‘-i Hakiki.

N E V U ’L-M ÜTEVASSIT IFR.ESPECE M O Y E N N E I:

Orta tür. bkz. Nev*-i izafi. — R —

R ABITA IFR. COPULE1

:

Önermede bağ. önermenin iki tarafı (konusu ile yüklemi) arasındaki nispete delâlet eden söz.

R AFİ'A ÖNCÜL

:

İstisnalı (seçmeli) kıyasta, şartlı öncülün mu­ kaddem veya talisinden birinin karşıtı olarak alınan (seçilen) istisnalı öncül. Dolaşık istisnalı kıyasta istisnalı öncül.

RESM

:

tlintisel tanım. B ir mahiyetin hassa ve ilin­ tileriyle yapılan tanımı.

RESM İ N A K IS

:

Eksik ilintisel tanım. Birşeyin ilintileri veya uzak cinsi ile ilintisinden yapılan tanımı.

RESM -İ TAM

:

Tam ilintisel tanım. B ir şeyin yakm cinsi ile hassasından yapılan tanımı.

RÜÜS

:

Osmanlı devletinde vezir, beylerbeyi, tımar ve zeamet sahipleri dışmda kalan devlet me­ m urlarıyla hazine ve vakıflardan maaş alan görevlilere verilen görev belgesi.

RÜÜS İM T İH A N I

:

Rüûs belgesine imtihan.

hak

kazanmak

için

girilen

— S — S A LİB E IFR. PROPOSIT IO N NEGATIVE1 :

S ID K

:

Olumsuz önerme. Konu ile yüklem arasındaki ilişkinin vuku bulmamasıyla kurulan bağ. B ir şeyi birşey hakkında inkâr eden hüküm. Doğruluk, hakikate uygunluk.


172 SUĞRA [FR. MINEURE1 :

Kıyasta küçük önerme. Küçük terimi içinde bulunduran öncül. Küçük öncül.

—Ş— ŞARTLI ÎK T İR A N LI K I­ YAS :

Ş E K İL IFR.FIGURE1

:

Yalmz şartlı önermelerden veya şartlı öner­ melerle yüklemli önermelerden yapılan iktiranlı kıyas. öncüllerde orta terimin bulunduğu yere göre kıyasın aldığı biçim. — T —

TAHRİRAT

:

Resmî b ir dairece yazılan mektup, yazı.

TALİ IFR. C0NSE0UENT1 :

Art bileşen. B ir şartlı önermenin ikinci anabileşeni.

TASAVVUR

Kavram. B ir şeyden zihinde hasıl olan sûret. Tasdikin maddesini teşkil eden asıllar.

:

TAZAM M UN IFR. COMPREHENSIONJ : TEDRİS ETM EK

İçlem. Kavramı kuran nitelik ve özelliklerin toplamı. Ders vermek, öğretmek.

T E T İF

:

Uzlaştırma, kitap yazma, birçok şeyi b ir ara­ ya getirip tek b ir ada bağlama.

TE'LİFAT

:

Telifler. — V —

V AD I'A ÖNCÜL

Istisnalı (seçmeli) kıyasta şartlı öncülün mu­ kaddem veya tâlisinden birinin aym olarak alman istisnalı (seçmeli) öncül.

V A K T ÎY Y E T E Y N

Türk-Islâm mantıkçılarının kabul ettiği modal önermelerden “vaktiyye-i m utlaka" ile "münteşire-i mutlaka"nin ikisine birden veri­ len ad.

V İC D A N İYYAT

İç duyumlar vasıtasiyle verilen hükümle bu hükümleri dile getiren önermeler.

VÜCÜD-U Z İH N İ

B ir şeyin zihindeki varlığı, zihinsel varlık. — Y —

Y A K İN İY Y E Y Ü K LEM Lİ K IY A S

:

Kesin bilgi ifade eden önerme.

:

Yalnız yüklemli önermelerden yapılan iktiranlı kıyas.

ÎK T İR A N LI

— Z — ZATİ IFR. ESSENTIEL1 :

öze ait olan, özsel.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.