M E B Y A Y IN L A R I
D Ü N Y A E D E B İY A TIN D A N SEÇM ELER
M İL L İ E Ğ İT İM B A K A N L IĞ I Y A Y IN L A R I: 2111 B İL İM V E K Ü L T Ü R E S E R L E R İ D t Z t S t : 422 D ünya E debiyatından S e ç m e le r: 71
K ita bın adı C O U SIN PO N S I Y a yın kodu 90.34.Y.0002.775 IS B N 975.11.0483.1 (T k . N o.) IS B N 9 7 5 .1 1 .0 4 8 4 ( 1 . C üt) B a sk ı ytlt 1990 B a sk ı adedi
20.000 D izgi, baskı, cilt m îl l î e ğ it im
b a s im e v î
Y ayım lar D airesi Başkanlığı’ntn 13.7.1990 tarih v e 5711 sa yılı yazıları ile üçüncü d efa 20.000 adet basılm ıştır.
Dünya Edebiyatından Seçmeler
COUSIN PONS I H. de Balzac Çeviren VAHDÎ HATAY
İstanbul, 1990
GÎRİŞ 1846 yit ilkbaharının sonlarına
doğru, İtalya’da.
Madame Hanska’m n yanında bir süre m isafir kaldık tan sonra Paris’e donen Balzac,
onunla nikâhlarının
bir an önce kıyılm ası için uğraşıp duruyordu.1 E n kısa, zamanda, para işlerini artık bir düzene koym ası, kura cağı yuvanın geleceğini sağlaması, bir de, taparcasına!, sevdiği kadına lâyık bir ev bulması gerekiyordu. Onuniçin, yazm ayı burduğu eserlerden saplıyor, bu kitapları ne kadar
alacağı parayı he zamanda bitireceğim ;
tasarlıyordu. E lbette her zamanki gibi de hesapların da iyim ser davranıyor, bu eserleri pek kısa
zamandor
yazıp bitirivereceğini, bu yüzden de çok para kazana cağım umuyordu. Bu eserlerin sayısı kabarık. Fakat bunların hepsi Balzac’m kendi kendini ikna ettiğ i kadar kısa zaman da tamamlanıp basûmvyacaktvr. K öylüler adlı eserinin, ilk kısmı la P ress’e de 1844 de çıktığı halde, sonu an cak 18 55 de basılıyor. Küçük burjuvalar adlı eseri d s x
N ik âhlarısın bir an önce kıyılm ası için bu ka
dar acele etmekte B alzac'ın hakkı v ard ı: M adam e H anska'dan çocuğu olacaktı. Hazirandan kasım ayına dek ona yazdığı m ektuplarda, B alzac hep doğacak ço cuğu çıtlatıyordu, am a kasım ın sonuna doğru, M adam e H anska’nın bir kaza sonunda çocuğunu kaybetm esi üzerine B alzac'ın baba olma em elleri suya düşer.
n
ÖNSÖZ
•mektupta d a: “ Bu roman (Cousine Bette
demek Lsti-
jror) en belli basit şaheserlerim den b in olacaktır ” B aşlangıçta İnsanlık Komedisi’nin ancak birkaç sahi besini teşkil etm ek üzere
tasarladığı bu iki romanı.
.Balzac’ın
gün geçtikçe nasıl
-Allem'in,
tercüm esini
geliştirdiğini
önsözden
sonra
'GİTİş’inde görm ekte ve adem adım
M arcei
sunduğumuz
izlem ekteyiz, ba l
za c bu konuda: “ Eserim büyüyor, h er gün genişliyor, kaçırmak istem em bu güzel konuyu, inkişaf etm esi ne kadar mümkünse, o kadar geliştireceğim ." diyor. H er ik i eserin ufak birer hikâyeden,
Balzac'm dediği gibi
söyliyelim , “ dehşetli? birer roman haline gelm esinin nedenini belki de onun Madame Hanska’ya karsı duy duğu büyük sevgide aramak
doğru olur.
Bu kadına
iâyık bir yuva hazırlamak ve bunu eağhyacak parayı kazanmak hırsiyle çok eser verm eyi tasarhyan Balzac, 'Cousine Bette’Ze Cousin Pons’tm konularına ve eserlerini durmadan
büyütm üştür.
zam anki yazarlarla yan şa çıkmak,
kapumış
Buna onun o
onları
altetm ek
•arzusunu da katarsak, bugün birer şaheser olarak eti mizde bulunan bu iki eseri
n elere borçlu olduğumuz
kendiliğinden anlaşılır. Yoksul Hısım lar serisinden olan Pierrette’i Balzac sonradan Paris hayatı sahneleri serisinden
çıkarm ış,
T aşra hayatı serisinde yazm ıştır, çünkü P ierrete taş mada geçer. Bu üç eser, yoksul hısımların zengin akmabalariyle olan m ünasebetlerini meydana koyar.
Bu
kısım ların en genci, en sevim lisi ve en günahsızı olan P ierrette, en kaba muamelelere uğramış olanıdır. Cou« ı w B ette, ne P ierrette gibi hısımları tarafından kö~ dü muamele görür, ne de Pons gibi hısımlarının evin
III
ÖNSÖZ
den kovulur, tersine, akrabaları onu yanlarına alırlar,, tahsil ve terbiyesiyle uğraşırlar, onu bir meslek taki bi etm eye çalışırlar, hiçbir şekilde kötü hısım görün m ezler. A sıl Cousin B ette kötü hısımdır. Onu yalnız^ kuzuni
A deline’e karşı duyduğu
kıskançlık yönetir~
B nlzae: “ Bu eserin tem eli kıskan çlıktır” der. Cousin
Pons’a
gelin ce: o zengin
hısımlarından-
küçük Pierrette Lorrain’İ7t çektikleriyle hiç karşılaştınlam ıyacak bir hakaret gördükten
sonra, birkaç ah
lâksızın oyunlarına kurban olmakta ve onun ölümüne• sebep olan dramın en korkunç sahneleri de bu oyunlar olmaktadır. Balzac’m dediğine g ö re: “ Bu eserin asıl kahramanı” olan “ koleksiyon,” * sadece, çevrilen dolan lara âlet olmaktadır. Konu üzerinde “ Giriş” te etra f lıca bilgi verildiği için, biz bu eklemeden
okuyucularım ızı
komıda başka bir şey» eserle
başbaşa bırakı
yoruz. Vahdi Hatay
1 K oleksiyon : Pons'un elinde şaheserlerden mey dana gelmiş bir tablo koleksiyonu vardır. Dolaplar* onun üzerine döner.
ÖNSÖZ Okuyucularımıza Cousin12 Pons’ta* Balzac’m önem li eserlerinden bınni daha sunuyoruz. Daha önce dilimize çevirdiğim iz Cousine3 Bette*in* önsözünde de söylediğim iz
gibi, Balzac
Kom edisi gibi genel bir ad altında
İnsanlık
toplumun gerçek
organik bir şemasını yapmak istem iş, bunu ö zel hayat sahneleri, Taşra hayatı sahneleri,
P aris hayatı sah
neleri ve F ilozofik etüdler gibi büyük bölümler içinde'
ISO ye yakın eserle tamamlamayı düşünmüştür. Cousine B ette ve Cousin Pons, PierretteTe birlik
tet ve Yoksul H ısım lar serisi olarak İnsanlık Komedisi’m n dikkate şayan ve en belli başlı eserlerindendir.
Yazarın taparcasına sevdiği madame Hanska’ya yaz d ığı mektuplardan çıkardığım ız şu iki sözü, bu roman lara onun verdiği değeri
açıklam aktadır:
k ısır edebiyatın yalancı
tanrılarım y ere serecek v s
benim daha genç, daha taze ve daha
“ Bugünkü
büyük olduğu
mu ispat edecek esaslı ik i üç eser yazmak, günün zo runluyu
olarak kendini
hissettirm ekdir.
Başka bir
1 C ousin: D ilim ize geçm iş olan bu kelim e kuzen «diye söylenir ve kardeş çocuğu anlam ındadır. 2 P on s: özel addır. Sonundaki 8 okunur. 1 C ousine: Kuzin okunur ve kız olan kardeş ço cu ğu anlam ındadır. * B ette: ö zel addır. B et okunur.
VI
GİRİŞ
«ancak Balzac’m ölümünden sonra çıkm ıştır. B ir Sav cının Başına G elenlerden ancak 12 sahife
yazabildiği
halde 5 perdelik bir komedi olarak tasarladığı Prensin <Eğitim ine ise başlamadı bile. Ama, pek kendi umduğu ■kadar çabuk olmasa da, yine büyük bir kızla iki eser >.kaleme
alıyor
mektupta te riy o r:
Balzac ve 15
bunları “ Yoksul
ilk
çıkacak
hısım lar
haziranda
yazdığı bı*
kitaplar
olarak gös
serisinde
çıkacak
otar
Pons Efendicik, İnsanlık Kom edisi'nin iki üç sahifesi
n i, Cousine B ette ise 16 sahifesini teşkil edecek.” Bu közlere bakınca, Cousine B ette’in plânının yapıtm ış ol duğu, bu eserin gelişm elerinin ölçülüp
biçildiği; 'iki
ü ç sahifecik” olacak olan Pons Efendictk’in de bitim m iş olduğu akla gelm iyor m u? N e g ezeri Balzac, değiştirdiği bu Pons Efendicik*!* herhalde kı sa zamanda bitireceğini tahmin
ediyordu. 19 haziran
Kuma tarihli ve Madame Hanska'ya yazdığı m ektupta: “ Y a şlı M üzisyen’t1 pazartesiye bitireceğim i kuvvet
le umuyorum.” diyor. 20 haziran cum artesi günü ise. >buna kendiliğinden bir gün daha katarak?' 50 fo r malık bir hikâye olan Y a şlı
M üzisyen,
salıya hite-
•cek” diyor, Y aşlı M üzisyenden çok h o şn u d u m d iy e •de ekliyor. Am a ertesi günkü mektubunda, hiç gün tesp it etm eden,
Y a şlı M üzisyenden
“ şimdilik” “ ç o k
•değil, fa ka t “ şöyle böyle" hoşnut olduğunu yazıyor sa d ece. Salı günü bitirebileceğinden umudunu kesm iş ot ■malt. Nitekim , sah günü eser bitm em işti ve mektubun d a : “ Y a şlı Müzisyen*! bitirm em e yirm i üç sahife kal 1 Y aşh M ü zisyen : B alzac’ın Pons Efendicik gibi Cousin Pons’a vermek istediği adlardan biridir.
VI*
GÎRİS
dı, M usee des F am illes’e* de onu perşem be için vadettim .” diyordu. P ervasız adaml belki de vadetm ek eadeee aklından geçm iştir. Perşem beye biteceğini yazdığı halde eser o gün d » hasır değildir. B ir gün önce pek
az çalışabildiğini:
uAncak yedi sekiz sahife yapabildim, kafam işlem iyor du.” diye itira f ediyor. O günü uyku ile geçirm iştir.. Cuma günü hikâyesinin bittiğim ilân ed iyor; yalnız um duğundan biraz daha uzunca olm uştur: “ Yirm i şahit* hasırladım, diye yazıyor, cesaretim de kabiliyetim a* iki kat artm ış durumda. Yazdığım konu S sahife ye rine U oldu.” Am a, bir gün sonra 28 pazar günü yaz dığı m ektupta “ Asalak* adlt eserim i daha yen i bitirdim ; önce Pons E fendicik, Y aşlı
Müzisyen
ilâh
dediğim»
eserin son ve kesin adı budur artık. Benim görüşüme», göre, bu eser, çok büyük bir sadelik içinde, insan kal bini
olduğu
gibi
Tours Papazı’ndan
gösteren daha
açık,
şaheserlerden onun
biridir.
kadar
büyük„
onun kadar da acıklıdır. Eserim den son derece hoşnu dum.” 29 pazartesi tarihli mektubunda hoşnutluğu de vam etm ektedir h âlâ: “ Eserim
bitti, en güzel kitap
larımdan biri bu. Yalnız hangi gazeteye göndereceğim k bilmiyorum, L a Sem aine’e m i, yoksa m i?” Dem ek
onu
M us§e
des
Constitutioııel’e
Fam illes’e
yollam ak
ciddi olarak hiç bahis konusu olm am ıştır. S temmuz da artık kararım
verm iştir:
Yoksul
hısım ların h er
ik i romam da Constitutionnel de basılacaktır.1 2 1 M usde des F a m illes: O günlerde {ik an bir* mecmua. 2 A sa la k : B alzac’ın Cousin Pons’a vermek iste d iğ i ilk adlardan biri daha.
GİRİŞ
VIII
8 temmuz çarşamba, eserin gazetede tertiptendir
■çim bildiriyor, ama eserin adım yin e
değiştirm iştir,
■şimdiki a d ı: M üzisyendir. A rtık bir yandan Cousine B ette'e çalışm akta bir yandan da ötekinin provalarını
•düzeltmektedir. 16 temmuz sabahı saat yedide yazdığı m ektupta üç saatten beri provalar üzerinde didindiğini söylüyor, eser
Câsar
uğraşıp
“ Zorlu bir iş, diyor, çünkü bu
Birotteau
ve
l’InterictionTa
ilgili. M esele, yaşlı bir adamın üzerine
yakından
dikkati çek
m ekte. “ Aslında ise, Balzae, eseri yeniden elden geçir m ektef büyütm ekte, genişletm ektedir. İki defa bittiğim, haber verdiği romanım türlü
yeniden ele almakta v e bir
bitirm eye gönlü razı olmamaktadır. Provalar
üzerinde ekler yapa yapa, konuyu genişlete genişiete ik i M üzisyen adlı hikâyesini sonunda
bugünkü uzun
roman haline getirecektir. 10 ağustos sabahı Madame Hanska’ya, yazdık larım yem baştan okuduğunu, ama “ hoşnut olmaktan çok uzakn bulunduğunu itira f ed iyor: “ E serim i tatsız buluyorum, ne çekici bir ta rafı var, n e de inceliği. M esele, Constitutionnel gibi 25 bin sayı basan bir gazetede ve Eug&ne Sue'den sonra bunu bastırm akta * diyor. G erçekten de
Constitutionnel
E ugtne Sue’nün
M artin ’ya da Bulunmuş Çocuk adlı eserini yayınlıyordu.
Fakat Balzac’tn o sıralarda bir yandan bitirilm esi ge reken sıkıcı işleri, bir yandan da ev bulma derdi ve Mc,■dame Hanska’mn aklından bir türlü çikm ıyan
hayali
yüzünden bayı öylesine dertte idi ki, bu kadar telâş arasında iyi bir eser yaratabileceğine inanmıyordu. B öyleyken çalışmasına devam ediyor ve 12 ağustosta yazdığı m ektupta d a : “ İki M üzisyenden daha memruı-
GİRİŞ
IX
mum veya pek o kadar g a yri memnun değilim d iyebi lirim . D üzeltirken dün hepsini altüst ettim .
Bitirm ek
ıiçin daha S6 sahife yazm am gerek.** d iyor.
B oylere,
yazdıkça eserin arkası
gelm ektedir. E rtesi gün aynı
■mektupta. “ İki M üzisyeni bitirm ek için m ucizeler ya ratacağıma em in ol.** diye ya zıyor, ama umduğu süre için de eserin i bitirm ek m ucizesini gösterem iyor.
B ir Prusya su şehri olan ve Madame Hanska'mn ■o günlerde kaldığı Kreuznaeh şehrine bırsızlandığı yolculuğu zaten birkaç
yapmakta sa zamandan ben
g eri bırakıyordu. Romanım bitirmeden P aris'ten ay rılm aya karar verm esi gerekti. SO ağustosta hareket •ediyor, 15 eylülde dönüyor, döner dönmez de kendim ■çılgın gibi çalışmaya veriyor. Çünkü
paraya ihtiyacı
va r, üstelik de Yoksul H ısm ılar’m her iki hikâyesinin yayınlanm ası için Vöron'a karşı taahhüt altm a girm iş tir. £8 eylülde Balzac, h er iki kitabı da bitirebilm ek için “ yirm i gün göz açmadan çalışmak zorunda oldu ğum ı” hesaplamaktadır. 28 eylülde
yazdığı mektupta
-Cousine B ette’in S ekim de, Cousin Pons’un da 12 de
-biteceğini daha kesinlikle rikanın
bildiriyor. 80 eylülde, tef
birkaç gün içinde başhyacağını, “ Vöron’un
•eserinin tamamını istediğini" yazıyor. Vöron ne kadar haklı böyle davranm aktal Bununla beraber, Cousine B ette’in
tefrikasına
başlamak için, eserin
tümünü
beklem ek zorunda kalıyor. Cousine B ette’in ilk numara st 8 ekimde çıkıyor. E rtesi gün, Balzac birkaç gün için M ademoiselle bulunmak
Anna de Hanska’mn
düğününde
üzere Paris'ten ayrılıyor. 17 ekimde, P a
ris'e döner dönmez yine romanları üstünde çalışmaya haşlıyor. A rtık ne Cousine Bette’i, ne de hemen onun
X
GİRİŞ
ardından
basılacak
Constitutionnel'de
olan Cousİd
P ons’u geciktirm eye vakit kalm ıştır.
Balzac bütün kuvvetiyle
eserlerim
çabalıyor. Madame
Hanska’ya
durmadan yakında
bitireceğini
türlü bitirem iyor. Bu m ektuplar günü gününe yaptığı çabalara,
tamamlamaya
yazdığı
mektuplarda
bildiriyor, ama bir sayesinde kendini
Balzac’m
aldatışlarım
şahit oluyoruz. 18 Ekimde, eserlerinin ille de 1 kaşıma da bitm eleri gerektiğini bildirmesine
rağm en, 1 ka
sımda yine g eri a tıyor v e Madame Hanska’ya yazdığı m ektupta Cousine B ette’i U kasımda bitireceğini, ‘‘IkH M üzisyen'» bitirm ek için de yed i sekiz güne ihtiya n
olduğunu" bildiriyor. 7 kasımda, Cousine B ette’i» e r tesi gün biteceğini m üjdeliyor ve mektubunda da şöy le söylü yor: “ ik i
M üzisyen de beş gün
sonra sonsa
erecek ; bu şekilde ayın on üçünü bulacağız; on dör dünde
Köylüler*®
b a şlıy a c a ğ ım K a s ım ın
oluyor, fakat Balcaz'm
dokuzun
Cousine Bette'» bitirm ek ıçı~e
25, Cousin Pons’u bitirm ek için ise, 75 sahife yazması• gerekm ektedir; yâni beş altı günlük bir işi daha kal m ıştır. Balzac. 5 eylülde Madame Hanska’ya yazdığa bir mektupta eserinden
Cousin Pons adiyle bahsedi
yordu. Fakat sonradan bunu bırakmış ve gene İki M ü zisyen dem eye
başlamıştı. 9 ekimde artık kesin ola
rak Cousin Pons adım kabul etm iştir.
Madame Hans
ka’y a : " Hakkın var, ik i M üzisyen adım
değiştirece
ğim. B öylece aradaki tezat daha iy i anlaşılmış olacak,, biri Cousine B ette, öteki Cousin Pons. Balzac'ın
m ektuplarım bir araya getiren
eserd e
yayınlanan 5 ağustos tarihli ve Madame Hanska’ya yaz dığı bir m ektupta bu m eseleyle ilgili şu satırlar okun-
XI
GtRİS
■maktadır: “ Y a ! demek eserim in Asalak adını taşıma madan hoşnut olm adınız; bunun X V III inci yüzyıl ko m edilerine özgü bir ad olduğunu söylüyorsunuz, tıpkı .K ötü, K ib irli,
K ararsız, E v li
vesaire gibi.
F ilozof
ıPekâlû öyleyse, sizin değişm ez arzunuz ne türlü ka ra r
verdiyse
öyle
olsun.
Mademki
tamam layıcısıdır.
'-Cousine B ette’m
Kom edisinden çıkacak, yerini
Cousin
Pons,
A salak , İnsanlık
Cousin Pons'a bıraka-
<cak.** 11 kasımda, Balzac’ın
Cousine B ette’ı
bitirm ek
için daha yazacağı 87 sahifesı, Cousin Pons’u tamamdamak için de 67 Cemsin Pons’u
saltifesi
kalm ıştır.
E rtesi
gün,
bitirm ek için pek o kadar acele eder
görünm em ektedir: K öylüler gibi ağır bir esere çalışır ken , arada, Cousin Pons’u yazmak benim için eğletir •celi olacak.” diyor. Bununla beraber, büyük bir he vesle eserini bitirm eye çalışıyor. G erçekten de İS ka rsımda 48 sahife yazıp eseri bitireceğini söylerken 18 kasımda 68 sahifesinin kaldığım bildiriyor. SS kastm•da artık gün de verm ez oluyor, sadece Cousine B ette biter bitmez Cousin Pons’u tamamlayıncaya dek” oda sına kapanacağım yazıyor. Fakat yine gitm e telâşında■dır, tıpkı ağustostaki gibi. P aris’te baş başa bir ay g e çirm ek üzere Madame Hanska’y ı bulunduğu şehirden »almaya gid ecektir; 1 aralık için y er bile
tutm uştur.
S7 kasımda Vöron’un verdiği bir karar,
büyük brr
yü kten kurtarıyor onu. T efrika halinde basılan ve so ma erm ek üzere bulunan hem en Cousin Pons’un
Cousine B ette
biter bitmez
yayınlanmasına
başlanmtya-
•çaktır. Buna pek sevinen Balzac,
kararlaştırdığı gihi
1 aralıkta tam gitm eye hazırlnırken çok üzüntülü b*r
XI]
GİRİŞ
haber alıyo r: M adam e H anska bir kaza sonunda ço cuğunu kaybetm iştir. Baba olmak
um utlan
boylece
boşa çıkan B alzac kederinden ağlıyor, yolculuktan da> vazgeçiyor, yeniden kendini a ğır işine veriyor. KÖ y-
lüler’i yazmakla meşguldür, Öteki eseri de la D em tere Incarnation de VautrinVfir, tabiî, bir de
Ama
bunlar
arasında
oluyor. Gazete sahibi yılında
ilk
VĞron,
çıkacak romanların
biten
Cousin PonsCousin
Pons-
Constitutionnel'de 18j,T
listesini verirken Cousiır
Pons’tan şu terim lerle söz ed iyor: “ Yoksul H ısım ların devamı ve son u : Cousin Pons*
ya da tki M üzisyen, M onsieur Balzac tarafından. “ Okuyucularımız Cousin Bette’m gördüğü rağbeti? hatırlarlar. İki Müzisyen adlı eserde aynı değerli v e sürükleyici üslûbu ve aynı incelem e gücünü taşımakta dır Balzac, Cousin Pons'u Cousine B ette kadar yü ksek bulm uyordu; onun için SO ocakta Madame Hanska’ya Söyle ya zıyor: “ Büyük VĞron, haşm etli VĞron, müşkül pesent VĞron, budala
VĞrorCnun
Cousine
B ette’ten>
daha mükemmel bir eser bulduğu Cousin Pons, birkaç güne kadar bitecek.** Am a şubatta eser yine bitmemiş tir ; nihayet Balzac çabalarım a rttırıyor, Cousin Fona 18 m artta Constitutionnel gazetesinde tefrika edilm eye başlanıyor, 10 mayısa kadar da devam ediyor. E serin önsözünde Balzac
Cousine
B ette’ten önce?
basılması gerekirken Cousin Pons* un sonraya kalması nın
nedeninin sırf “ edebî
bakımdan’* ileri geldiğini
söylüyor. Bu nedenler arana dursun, biz biliyoruz ki, Balzac Cousin Pons’u oldukça tasa bir hikâye şeklinde yazm ayı tasarlam ıştı. Ama sonradan, düzeltmek için eli-
X III
GİRİŞ
■ne alınca, kendisinin de önceden ummadığı birçok değirE k lik ler ya p tı, yen ilikler kattı, eser gelişti, uzadı. E se r Cousinc B ette’le kıyaslandığı takdirde son kati seklim çok sonra
aldı. 22
ağustosta
Madam e
H an sk a 'ya :
4tCousine B ette’i yasm ak İki M ü zisyen i yazm aktan çok daha kolay oluyor'*
dem esi bu gecikm enin
nedeninin
"ed eb î bakımdan” ileri gelm iş olduğunu açıklamaz m t9 16 haziran 1846 da, Balzac,
M adam e
H anska'ya
S öyle y a z ıy o r : Y aslı M üzisyen, hakaret gören, tem iz yü rek li, yoksul hısım dır. Cousine B ette*se hakaret gören ve d ö rt aile arasında yaşıyan , ama çektiklerinin acısını öç ‘almak su retiyle onlardan çıkaran yoksun hısım dır.” E n son olarak eserine Cousin Pons adını verm eden önce, Balzac’ın ona çeşitli adlar taktığını gördük. B u adlardan
her
birine,
romanın
yazarın
kafasında
to günlerde izlediği yolun bir ifad esi gözüyle bakılabilir. Pons Efendicik adı ilkbakışta
insanda
babacan,
nyi bir adamcağızın rom anı hissini u ya n d ırıyor; yani :basit, her şeye kolayca inanan görünüşe göre biraz da gülünç olan bir varhğın hayatı. B u haliyle elbette ki kolayca aldatılm aya nam zet bir adam dır; ama, sâ fttr d iy e de onu büyük felâketlere
uğram ası ahuna yazıl
m ış bir varlık olarak getirem iyoru z gözlerim izin önüne. Y a şlı M üzisyen
başlığına
gelin ce: bu da rom a-
rnm başlıca kişisini ya şı ve m esleği
bakımından bize
taratıyorsa da, yaradılışı konusunda herhangi bir fik ir edinm em ize el verm iyor. Am a
mademki eseri
Balzac
■yazmıştır, o halde bu durumun bir tutku yaratm asın*, bu tutkunun- bir iptüâ haline gelm esin*
v e Y aşlı M ü-
z isy e n hikâyesinin de bir müzik delisinin fa d a lı haya t ı olm asını bekliyebiliriz dem ektir;
XIV
GİRİŞ
A salak adı, akla hem en karakter tahlili yapan bir rp* man getiriyor.
M adam e
H anska’nm da eleştirdiği bu
ad, romanın birinci kısm ına as çok u ygun bir ad ols& bile, bütün kitabı
kapsıyacaJc bir isim olamıyacaJctı,
tıpkı Pons E fendicik, Y a şlı M üzisyen g ibi. E se r sadece Asalak adım taşıyınca bizim , elbette bu şahsı Asalaklık ederken görm em iz gerekecekti, bizim de çağrıldığı evle re
peşisıra
girm em iz,
oralara ne
türlü
yollardan-
sokulduğunu görm em iz gerek ecek ti: acaba sadece değeri sayesinde m i? Yoksa
Konuşm asının hoşluğu
şu, ya da bu
şekilde
yüzünden m i?
dolaplar
çevirdiği, ya
da ev sahiplerinin ufak tefek h er çeşit işlerine koşu verdiği için m i? E lb ette o evlerin herbirine aynı nedenler yüzünden kabul edilm em iştir. H er birinde ne çeşit ta vırlar takınıyor, her birinde hangi niteliklerinden fa y dalanıyor acabaf Günün birinde ziya ret ettiğ i aileler den biri ya dolambaçlı yollardan, ya da açıktan açığa onu kapı dışarı ederse, bunun nedenlerinin ne olduğunu yasarın bize tanıtm ası v e bu sahneyi bize çizm esi ge rek ti. O ysa Cousin Pons’to , S ylvain P on s’un
asalaklığı
n e bu kadar ayrın tıyla, ne de bu kadar değişik yön ler den gösterilm iştir. Ünü gibi dehası da k ıt bir m üzis yen olan P ons, önceleri
m üzik dersi
sonra ufak bir tiyatronun orkestra eserlerine düşkün olduğundan, parçasını bu çeşit eserleri
vererek geçinir, ş e fi olur.
S an a t
kazandığı paranın b ir
satın alm aya
harcıyordu^
Yoksuldu, üstelik oburdu da. Onu, başkalarının sırtın dan geçinm eye iten âm il de bu oburluğu v e yoksulluğu oldu. G erçi büyük çapta bir
m üzisyen
değildi, ama.
XV
GİRİŞ
y in e de birçok çevrelerde hoşa gidecek kadar a rtistli ğ i vardı, birçok aileler onu
evlerine kabul
gurur duyuyorlardı. O da, dostlarına
etm ekten
yaranm ak için
arasıra bestelediği romanslardan birer sa yı, bozan da tiy a tro biletleri
takdim
T a tlı sözler bulup
ediyor,
söylem esini
m et etm ekten hoşlanıyordu hep. yü ze
gülücü
oldu,
keman
çalıyordu.
biliyor,
onlara hiz
Zamanla
onların her
türlii
büsbütün
hizm etlerine
koşm aya başladı. Sofradaki yerin i n e türlü elde etm ek m üm künse o türlü davranıyordu. B u tabiye M r hayli sen e işine yaradı, ama günün birinde nihayet ih tiyarlıya n , çirkinleşen, gözlerinde hiçbir
yenilik olm tyan
so sya l m evkii, kem ancı olarak şöhreti bir türlü artm ıya n , kılığı k ıya feti de gitgide eski moda olm aya başlı da n bu can sıkıcı davetliden
herkes bıktı.
Çağırıldığı
dem eklerin sa yısı gitgide azaldı, g ittiğ i yerlerde ken d isin e pek yü z verüm ez oldu. H er şeyin bir somu var d ır. P ons’un asalaklığının güzel çağı l i . B ir zamanlar evlerine gittiğinde •eden aileler şim di ona zor
da artık geçm iş sevinçten bayram
katlanıyorlardı; farkında
•oluyordu o bunun, zaten kendisine bunu hissettirecek inçim de davranıyorlardı. N e varki utangaçlığı v e obur luğu yüzünden hepsine göz yu m u yor, çok acı duyduğu ■halde onurunu kıran bu gözden düşm eye sessizce kat lan ıyordu . Y avaş yavaş bir iki hısım sofrasından baş k a gidip yem ek yiyeceğ i y e r kalmadı. Bunlar arasın d a kendin için en değerli olanı, hısım ı yargıç CamusoVnun sofrasvydı.
Orada kendini
evinde
hissediyordu.
U nların P ons’u evlerine candan kabul etm elerini neden
ta b ii bulmasın, hısım değil iniydiler? P on s yoksu l, on la r da zengin olduklarına g öre,
zavallı eâ f P ons için.
XVI
GÎRtS
bundan daha tabii ne olabilirdi? Kaldı ki, o da, kendi n e göre ve fırsa t düştükçe hısımlarının ona gösterdik leri nezaketin altında
kalm ıyordu. N itekim
Madama’
Cam usot’ya pek hakh olarak n efis ve eşine az rastla n ır
bulduğu
bir
yelpaze
sunuyor. Bu yelpaze, X V ~
L ouis’nın isteğ i üzerine Madarne de Pompadour’a veril m ek üzere ressam VVatteau tarafından resim lerle sü s lenm iştir.1 A m a sanat eserlerinden hiçbir şe y anlamı— yan , S ylvain P ons’un
ziyaretlerinden de bıkm ış bucu-
nan Madarne Cam usot de M arville, bu yelpazeyi gerek tiği kadar taktir edem iyor, hattâ yelpazenin armağan* edildiği gün zavallı P ons’u küçük düşürecek ve kırarak şekilde davranıyor, P ons
Öylesine
kırılıyor k i kendi
kendine bir daha Çam usot’la n n evine gitm em eye, ya ni sofralarında bulunmamaya kesin olarak karar veri yor. K ırılan onurunun
etkisi altında
üzülerek v e tçi’
yanarak verdiği bu karar yüzünden çok acı çekiyorsa da bir daha Cam usot’lann evine adım atm az oluyor. Sonunda yargıç Cam usot, P ons’un epeydir evleri ne gelm ediğinin farkına varıyor, nedenini sorup öğre nince gelip P ons’un gönlünü alıyor, böylece barışılıyor,. Pons yin e eve gelip gitm eye başlıyor. A m a bu mutlu luk kısa sureli olacaktır. Çünkü P ons uzun zamandırkoca bekliyen MademoiseUe Cam ıısot’ya zengin bin n r
1 Balzac’ın bu sözleri gerçeğe uym uyor: böyle* bir şeyin tarih yönünden imkânsız olduğunu, Balzac’ınbütün eserlerini yaym lıyan Monsieur M arcel Bouteron. tarihlere dayanarak ispatlıyor: VVatteau 18 temmuz: 1721 de ölmüştür. Sonradan Madarne de Pom padour olacak olan Antoinette Poisson ise 29 aralık 1721 dedoğm uştur. 1721 de X V . Louis ancak onbir yaşındaydı.
XVTK
GİRİŞ
bulmak sevdasiyle bir evlenm e tek lifi iğine k arışıyor,, fakat m üstakbel damat biraz Cam usot’larsa,
sonra bu işten ca yıyor.
m eseleye pişm iş,
kotarılm ış
gözüyle
baktıklarından, bu evlenm eyi dallandırıp budaklandır mışlarv herkese
yaym ışlardır, t ş
bozuluverince, buru*.
Pons’tan biliyorlar, onu sorum lu tu tu yor v e sır f rsadedtlmek hakaretine uğram aları için onlara böyle biroyun oynadığın» ileri sürüyorlar.
bunu öç almak içm -
yap tığım iddia ederek evlerinden edebiyen kovu yorlar,, ö te k i hısımlara da elbette P ons’un bu rek eti anlatılıyor,
ahlâksızca ha
böylece zavallı adam
bütün evlerden sürülüp atılıyor, iş te
devam e ttiğ i
yetm iş yed i ho
lümden meydana gelm iş bir eserin yirm i beşinci bölü münde P ons’un asalaklık hikâyesi bu şekilde sona eri yo r. B u gözden düşm e P ons’un cek felâketlerin en
sonradan başına gele
belli başkst
P ons’un asalaklığının
olacaktır, ama bunu*
bir sonucu ve özellikle bir ceza
sı olarak almak yersiz olur, çünkü hısımlarının sofra sında çağrılmadan sık sık görünm esine bu ad verile m ez, verilse bile, P ons zengin damat ile M adem oisell»Cam usot'nun
evlenm elerine umduğu
şekilde önayak-
olup da bu işi başarm ış olsaydı, bu aile içinde ömrününsonuna kadar iltifa t görecek ve şım artılacaktı herhal de. D em ek ki P ons’un başına gelenler düpedüz asalak lığının sonucu değildir. Balzac,
Madama
H anska’m n<.
ikazları olmasa, da, eninde sonunda romanına A salakadım verm ekten vazgeçecek v e onu değiştirecekti her halde. G erek Cam usot’lârm gerek öteki hısımlarının ev lerine gitm ekten
böylece
yoksun
Fona dostu W ilhetm Schmuçfisfun
kalınca,
Sylvairz.
vefa lı dostluğundan
GİRİŞ
-XVIII
kendine bir sığınak buldu. Schmucke da Pons gibi mü zisyendi. M üziğe kargı besledikleri m üşterek sevgi, e8•siz tto8Uuklunmn tem elidir. Balzae
romanına Asalak
adtm verm ekten vazgeçince ona iki
Müzisyen demeyi
uygun
gördü. Romanın
başlıca iki
arada toplamak gibi iyi bir varki bu ad da onları
kahramanım bir
ta rafı vardı bu adın. N e
m eslekleri olan m üzikte icracı
^olduklarını gösterm em ektedir. B irbirlerine kuvvete bağ dı iki dostluk var ortada; g erçi m üzisyendirler, ama ol■mtyabilirlerdi de. Zaten eserde ancak bir iki yerde müzik konusuna dokunulmuştur, o kadar. Pons da, Schmucke .da bambaşka m eslekten olabilirlerdi. Hikâyenin gidişi •hiç de değişmezdi bu yüzden. E sere iy i gidebilecek ad lardan biri de İki Dost’tur.
Bunu
Balzae
la Fontaine’in en güzel tabilerinden
düşündü:
biri bu adı taşı-
-masaydı, e8eri için bu adı seçerdi belki. M üzisyen kelim esi Schmucke
için gerçekten biçil
m iş bir kaftan gibidir. Çünkü Srhmucke'un m üzikten •başka hiçbir tutkunluğu yoktur.
A ynı kelim e Sylvain
ıPons'u tam olarak tanıtmaya yaram ıyacaktır. Pons'un ■müzikten
başka tutkun olduğu iki şey daha vard ır;
rbirisi koleksiyon m eraklısı oluşu, ötekisi de midesine *■düşkünlüğü. Yatağa düşüp hem müzikten hem de zi ya fetlerd en yoksun kaltnea, Schmucke'tan başka kim ;sesi de kalmayınca, bütün derdi koleksiyonu olm uştur. Balzae Pons'un kişiliğinde hem dost kem de koleksi yon cu yu bir araya getirm iştir. Schmucke’un benliğini is e dostluk duygusu kaplamaktadır.
Sadece kuvvetli
«tutkularına bütün varlıklarını kaptıran Balzae kahra manlarından biriydi o. Bunlar,
kendilerini
öylesine
•kaptırırlar ki bu tutkunun bir sembolü kesilirler sanki.
GİRİŞ
XIX
İşte Schmucke’ım Pons’a olan dostluğu böyle sonsuz dur, sağlamdır, tıpkı
Goriot Baba’mn yüreğini dol
duran baba sevgisinin
sonsuzluğu ve derinliği gibi.
Pons ölünce, Schmucke için dünya ne
dayanılmaz b ir
zindan olm uşturt B ir kişiyi kaybedince sanırız kı yer yüzünde bir tek insan dan,
kalmamıştır.
B öylesine can
böylesine bağlı, sevdiği insanın dışındaki h er
şeye böylesine yabancı kalan bir dostluğa ad takmak istense, insan buna tanrısal dostluk demez de ne aer acaba? Pons’a yen
adı
bu
eserde
verilem eyeceğine
adını takabilirdi
Balzac.
ne
Asalak ne de göre,
ona
G erçekten
Müzis
koleksiyoncu Pons’un kolek
siyonu bu romanın ortaya koyduğu dramın
nedenidir..
Yalnız
koleksiyon
koleksiyoncu
bize eser boyunca,
eşyasını yavaş yavaş toplar vaziyette gösterilm em iştir. Okuyucu, m eşhur yelpazenin satın alınma işi dışındır hiçbir zaman Pons’un yaptığı araştırm aların ayrıntı larım bilm iyecek, onun elden türlü faydalandığım , ne türlü
düşme
eşyalardan ne-
kurnazlıklara başvur
duğunu, ne çeşit hileler kullandığım, sırf onları sa tın alabilmek için de ne yoksunluklara katlandığın* hiçbir zaman öğrenem iyecektir. Balzac Pons'u bize bü yük vs çeşitli bir koleksiyon sahibi biri olarak tarat maktadır. Pons, koleksiyonunun üzerine artistik değeri, bakımından çok düşm ektedir.
P ek fazla
olmamakla-
beraber, para bakımından, ama özellikle onu toplamakiçin sa rf ettiğ i çabalar bakımından, bu koleksiyon onun-, gözünde büyük bir d eğer taşımaktadır. Bundan önceki
başlıklar eseri açıklamaya yara
m adıkları için nasıl atüdüarsa, Koleksiyonca ism i de*
30C «Sylvain
GİRİŞ
P ons'u
gerektiği gibi anlatamamış,
hikâye*
nin bellibaştı katlarım da bize gösterm em iş olacaktı.
sBalzac'm son olarak verdiği Cousin Pons adı, eseri en iy i açıklvyan
bir ad olarak göze çarpm aktadır. E se
rin daha genel olarak Yoksul H ısım lar başlığım taşı mam, bize bir ailenin yoksul bir ferd im aynı ailenin zengin fertleriyle karşı karşıya
bulacağımızı g ö sten -
..yor. B u m ünasebetlerin cinsi ve akım ne olursa oısun, bunlar sosyal bakımdan aradaki eşitsizliğin bir sonu<cu olacaklardır. Balzac Yoksul Hısım lar'vn iki eserm aen birine Cousine B ette adını verdiğine göre, Ötekine de •Cousin Pons adım verm esi kadar tabiî, basit ne olu r? B öylece Baİzac'ın da M adame H anska'ya yazdığı gibi, ■iki eser arasındaki fa rk daha iyi anlaşılm ış ve kavran m ış olacaktı. G erçekten
Cousin Pons'to
Cousin Bette
»arasında pek büyük bir fa rk v a r : Cousine B ette ne /kadar kinci ve kıskançsa,
Cousin P ons da o oranda
İy id ir , m enfaatçi olmaktan uzaktır. B ette ne kadar ha•:r eketli ise Pons da o kadar durgundur. H er ikisi de romanın tem el kişilerindendir. Yalnız B ette alttan al tta ortalığı birbirine kalan, eserin bellibaşh olaylarına sebep olan bir kişidir. Ç evirdiği korkunç
dolapların
farkına kim se varm az. H albuki P ons çevresindeki in . sanların
am ansız,
aralıksız
saldırışına
uğrayacak.
«onlardan boyuna sille yiyecek tir. Çünkü P ons, Cousine .B e tte kadar yoksul değildir, onun sadece parası k ıttftır; buna karşılık bir servet denecek kadar koleksiyonun
varlığından
değerli
Pons'dan başka hiç kim se-
-nin haberi olm uyor. Bunu civarda
hırdavatçılık eden
Jbiri kazara öğren iyor. B u adam aç gözlüdür,
ama
•jgöz dikm eye başladığı bu hâzineyi bir başkasının yar-
XXK
GIRÎS
dimi olmadan elde etm e gücü yoktur onda. Onun için Pons’la Schmucke’un kapıcısı olan, aynı zamanda iste rini gören kadına bu servetin değerinden söz açıyor,^ onun da hırsım kam çılıyor. H ırdavatçı yok bahasına bu koleksiyonu ele geçirm eyi hesaplamakta, kadın daağır hasta olan ve tutulduğu hastalıktan da öleceğe benziyen Pons’un
vasiyetnam esinde kendi adının da
bulunmasını kurmakta, mirastan biraz pay almayı um maktadır. Aslında
hırdavatçı da kapıcı kadın da bur.
koleksiyonun gerçek değerinin ne olduğunu bilecek du rumda değildirler. Tanınmış bir antikacıya
danışma
ları bundan. A ntikacı ise, tersine, çok kurnaz ve bil giç bir yahudidir. K oleksiyonu görüp de değerim an layınca, o da onlara katılıyor bunu ele geçirm ek urzusiyle. K apıcı kadın hayalini kurduğu mirasa konmak içinPons’a bakan doktora başvuruyor, hasta üzerinde herkesden fazla etkisi olacağını düşünerek elde ediyor <mu_ D oktor da para ve m evki düşkünü bir adamdır. Pons' un miras işinden kendisine büyük çıkarlar sağlıyabileceğini hissediyor, kapıcı kadını kendi arkadaşlarındaneski bir avukata yolluyor. Avukat da zengin ve
ilerlem ek sevdasındadır, doktorun
pek küt kırk yaran biridir, Balznc’m
olmak-
tarifin e göre dediğine göre-
de “ az güvenilir” bir kim sedir. B öyle işlerde becerik lidir, şebekenin de en hilekâr, en yüzsüz ve en atak olanıdır. Talihsiz Pons’la dostu zavallı
Schmucke’un
başına dehşetli bir çorap örecek, onları korkunç ağma düşürecektir. Balzac’tn da dediği gibi “ dram bundan sonra baş lıyor işte.” E serin başlıca konusunu bundan önce sı raladığım ız başlıklardan hiçbiri
karşılıyamadığı gibi*.
X X II
GİRİŞ
'Koleksiyoncu başlığı da tam olarak karşıhyamamakta»dur. B irçok insanların hırsa kapılmasına, bırleşip do la p çevirm elerine Pons’un koleksiyonu -elbette. Am a zengin antikacı
sebep olm uştur
dışında g eri kalanların
■hepsi bu koleksiyonu meydana rine değil, bunun getireceği
getiren sanat eserle
paraya
im renm işlerdir,
.Pons’un serveti ister koleksiyon, ister para olsun, el b ette ki bazılarvntn aç gözlülüğünü kamçılıyacuk, onu •ele geçirm ek için bu çeşit anlaşmalara,
birleşm elere
y o l açacaktı. Şu halde dıramın konusu, sanat eserle rinin aşırılm ası değil, fa ka t daha
doğru bir deyim le,
•bir mirasvn ele geçirilm esidir, Pons’a karşı
birleşenlerin
■zavallının hastalığını işkence
çevirdikleri dolaplar,
haline
sokm uştur. Ama
■Pons, saflığın canlı bir örneği olan Schm ucket’tan çok •daha açıkgöz
olduğundan,
rağmen bası şeyler
hastalığına ve zayıflığına
sezm iş,
•kuşkulanmaya başlamıştır,
duyduğu bazı lâflardan
E trafındakilerin
davranışlarının, hele koleksiyonundan
kuşkulu
bazı parçalarv-
nm çalındığının farkındadır. N e varki bu anlayışı ona pahalıya mal oluyor, hastalığın acılarına bir de başka ■acı eklenm iştir şim di: yavaş yavaş soyulm aya başladırğmt ankyan, yakanda koleksiyonunun elinden büsbütün *■alınacağım hisseden bir
koleksiyoncunun acısı. K olek
siyonunu korumak ihtiyacı ile o hasta halinde kendisin» ■den hiç beklenmedik
bir
hileye
başvuruyor:
n oter
■önünde alenî bir vasiyetnam e h azırlıyor; biliyor ki düş manlan bunu ele geçirm ek istiyeceklerdir. N itekim çal»■■yorlar düşmanlan o vasiyetnam eyi; bunun üzerine Pons •birinciyi hükümsüz kılan yen i bir vasiyetnam e hazırlaşıVJor, onda da Sckmucke’u
gösteriyor tek vâris olarak.
GİRİŞ
X X II?
Sylvain Pons ölünce, adı F raisier olan “ o az gü ven ilir" kişi, Schmucke’a tebelleş oluyor, aleyhine dâ va açacaklarım Pons'un mirasım
söylıyerek gerçek
sersem e
çeviriyor
mirusçilarımn
onu.
elinden çal—
miğ olmakla suçlandırıyor, ürkütüyor, sonunda senede* az bir para karşılığında Schmucke’un, narası, gerçek m irasçılar olan Camusot de
MarviUe’lere bırakmasını•
sağlamayı başarıyor. Oysa zavallı
Ponsun ölümünün
başlıca nedenlerinden biri de, M arv ille'terin ona karşı*, takındıkları tavırlar olmuştu. F raisier’nin bu kadar çaba gösterm esi, göz diktiği sulh yargıçlığı m evkiini elde edebilmek içvn, Camusot’*rmn desteğine muhtaç olmasından ileri geliyor. Kumuz? adam, Pons'un ağır hasta olduğunu öğrenince, hemenişi üzerine aldı, bu miras işiyle
yakından
yalnız bunu, kapıcı kadının çıkarlarım
ilgilendi,
korumak içim
değil de, Pons’ tan kalacak servetin büyüklüğünü gidiphaber verdiği Camusot’lar için yaptı. Onlara, kendisi ne güvenirlerse, ortada ters bir
vasiyetnam e olsa da,
bu serveti elde edebüeceklerini söyledi. CamusoVlar dar. razı oldular. Bu soysuz adam,
alçakça teşebbüsünde,,
işte bu şekilde bir yargıcın tem silcisi, hattâ onun he men hemen sömürücü vekili oldu. R ızasiyle olmasa da, yoksul hısım, kendisini evle rinden kovan varlıklı hısımlarını böylece zengin etmiş? oluyor sonunda. Ahlâksız F raisier’nin başardığı bu mi ras gasbı, Cousin Pons gibi büyük ve güzel bir rom ana tefrika romanı karakterini veren sürükleyici ve drama tik, hattâ melodramatik hadiseler üzerine dayanmakta dır. Yoksul Hısım lar’ın çıktığı Constitutionnel gazete s i daha önce Eug&ne Sue’nün
romanlarım basm ıştız
:xxıv
GtRİS
Salazc için onunla boy ölçüşmek durumu vardı, onu zgeçmekle övüyordu, bu da onun için güç bir şey değilde. Cousine Bette adlt eserinin basılması
dolayısıyte,
.bir eleştiricinin: “ Oh şükür t demek ki yakında Balz<uf*an bir şey okuyacağım / ” sözünü, 22 temmuz 18 t e ta rihli bir mektupla Balzac Madnme Hanska’ya aynen tek rarlıyor ve şu şekilde izah ed iyor: “ Bu gösteriyor ki ar tık Dumas’lann, Fâval’lerin didine didine meydana ge tirdikleri eserlerden halk bıkm ıştır, Lucrezia
Madame Sand’tn
Floriani adlı eseri boşan kazanmadı. Benim
'Yoksul H ısım lar
hikâyesi basılıp da FJugâne Sue’nün
■ünü sıfıra inince ne olacak acaba?” tşle bu boy ölçüş me dileği içinde ve piyasa romancılarına bakarale on slardan üstiin olduğuna emin bulunduğu içindir ki, da ha Cousin Pons’/a Cousine B ette hikâyelerine başlama
dan önce, 16 haziranda Madame Hanska'ya şöyle yazı yordu: “ Bugünkü soysuz edebiyatın yalancı tanrıları n ı yere serecek ve benim daha genç, daha taze ve da-ha büyük olduğumu ispat edecek belli başlı iki üç eser yazmam günün zorunluğu olarak kendini hissetiriyor.'' Balzac’ın Sylvain Pons’un kişiliğinde gerçek bir adamı yaşatıp yaşatmadığı ve bunun kim olduğu suali, .zihinleri işgal etm iştir. Sauvageot ileri sürülmüştür, Balzac da romanının üçüncü
faslında
Sauvageot ile
■Pons arasında “ bazı benzerlikler bulunduğunu” söylü yor ve bunları sa yıyor: Pons da, Snuvageot da müzis yendirler. H er ikisi de parasızdır. H er ikisi de kolek siyonlarını “ aym sanat sevgisiyle ve aynı çarelere başvurarak" meydana
getiriyorld r; Pons da, Sauvageot
*da bin bir em ekle toplamayı başardıktan hâzinelerini ^gözlerinden kıskanırlar.
XXV
GİRİŞ
6 kasım 1781 de P artifte doğan A lezandre-Charles Sauvageot, 1841 de atm ış yaşlarında kadar olan Pons’4a hemen hem en
yaşıttı.
M üzisyen olma v e
keman
■Çalma bakımından h er ne kadar Pons’a benziyorsa da. besteci olmadan sadece bir icracı olması
bakımından
da ondan ayrılıyor. H er ikisi de m ükâfat kazandılar. P ons Roma büyük ödülünü kazandığı halde Sauvageot yalnız Paris K onservatuvannm edebildi. Bu sayede opera
birinci ödülünü elde
orkestrasına
alındı. Ama
müzik onun hayatını tamamiyle doldurmuyordu. Sana* eserlerin e kargı u fak yaştan beri m eyli vardı. On altı yaşından itibaren kendine göre koleksiyonculuğa baş lam ıştu Kazancım
arttırarak bu hevesim
doyurmak
için orkestradaki görevi dışında kendine ikinci bir iş daha aradı. Gümrükte bir iş buldu. Em eklilik çağma kadar hem operadaki görevine, hem de güm rükteki gö revine sadık kaldı. Balzac, Sauvageot’nun “ elle yapılm ış değerli sanat ■ie serlerini” elde etm ek hususunda P onsün “ rakibi” ol duğunu söylüyor. Sauvageot gerçekte
K onservatuvar
■orkestrası üyelerinden bir m eslektaşının, Lam y adında ■birinin rakibi olmuştur. H er ikisi de
özellikle Çın ve
Japon porseleni arıyorlardı. Sauvageot Lam y’y e baka rak daha az paralı olduğundan kimi kere S auvageotnun istediğini Lam y daha çok para vererek alıyordu. B ir anlaşma
yaptılar sonunda.
>aramaya devam etti,
Lamy Çin
porseleni
Sauvageot da O rtaçağ ve Röne
sans devirlerine ait eserleri toplam aya başladı. A rtis ttik değeri değişik pek çok eseri bir araya getirdi. K o leksiyonunda çok değerli ve güzel şeyler vardı. Cldment d e R is,
Sauvageot’nun ölümünden sonra
yayınladığı
XXVI
GİRİŞ
A n tikalar konulu kitabında
Sauvageot'ya 1085 te ta -
mamiyle d eli; 1885 te y a n deli gözü ile bakıldığım 1820 de biraz acayip bir adam sanıldığım , 1880 da ise, ta nınmış bir kişi olduğunu yazıyor. K im se onun sanat eserleri halikındaki ihtisasını, bilgisini yabana atm ıyor. 18h8 de Dusommerard'ın koleksiyonunun değerini biçmek üzere seçilen eksperler arasında bulunuyordu. 1855 d e Dünya S ergisi jü ri heyetine üye seçildi. A yn ı y ıl birkaç îngilizden meydana gelm iş bir tüccar gurupu koleksi yonunu 500,000 franka satm almak kabul etm edi. Bu
kadar
severek
emek bahasma bir araya getirdiği
isted i; Sauvageot özenerek ve bvnbir eserlerin yeniden,
ayrı a y n insanların ellerine düşmesine,
dağılmasına
İcatlanamryordu. Bu koleksiyon onun hayatının en bü yük zevki, hattâ belki de son yıllarının başlıca hayat kaynağı idi. E rtesi yıl koleksiyonunun dağılmaması içm , Sauvageot içinden en iy i parçalan
Louvre m üzesine
armağan etti. Eserlerinden ayrılmamak için de yaşa dığı sürece kendisinin bunlara bekçilik etm esini şa rt koştu, ölüm üne dek koleksiyonuna yen i bir takım par çalar daha ekledi. 1860 da
öldüğünde bu koleksiyona,
aşağı yukarı 600,000 frank değer biçildi. Cousin P ons'un koleksiyonu da 18UU de hemen hemen bu ayarda idi* 1868 de Sauvageot’nun koleksiyonunun bir albümü yayınlandı. Bu koleksiyonda çeşitli eşyalar v a r: Tablo lar, çerçeveler, camlar, m ücevherler, m obilyeler, ayna lar, taraklar, bıçaklar, ilâh. H epsi X V I.
yüzyıla a it.
E kserisi Fransız sanatı, kim isi ttalyan, kim isi de A l man ve Doğu işçilerinin elinden çıkmış. Balzac P o r s un koleksiyonundaki bütün
eşyaları sayıp
Yalnız koleksiyonda m obilyeler,
dökmüyor.
porselenler, tabaklarp
xx vn
GÎRtS
h eykelcikler, çerçeveler, fakat Özellikle tablolar bulun duğunu söylü yor. P ons’da
S au vayeot’ya bakarak çok
■daha fazla tablo var. Sauvageot ile Pone arasında benzer taraflar g er*çekten pek çok. A m a Balzac’a ait her m eselede pek çok bilgi
sahibi olan S . de
L ovenjoul,
kim olabileceğini araştırırken :
Pons'un
aslvntn
**Balzac P ons’un şah
mında çeşitli insanlara, bu. arada Sauvageot’ya da ait özellikleri bir araya toplam ış ama özellikle dostu Dabiin ’i başlıca model olarak alm ıştır.” diyor. Thöodore Dablin de aşağı yukarı d a yd ı. Balzac ailesinin pek yakın tüccarıydı, cöm ertti,
P ons’un yaşın
dostuydu, hırdavat
zengindi. Para
sıkıntısı çektiği
igünlerde Balzac’a yardım e tti. O da Sauvageot g ibi çe şitli ve çok sayıda antika eşya
topladı.
koleksiyonunda ne tablo ne de h eykel koleksiyonu ile onunki
arasında bu
Yalnız onun
vardı. P ons’un yönden çok fa rk
■vardır. Balzac’ın önce Chouans adlı rom anını ith af et tiğ i Dablin’den de P ons için bazı çizgiler alm ış olm an müm kündür. A m a bilhassa onu başlıca
m odel olarak
özellikle alm ası pek ihtim al dahilinde olmasa gerek. S ylvain P on s’la
Sauvageot arasında daha
yakın
benzerlikler va r. Z aten bir koleksiyoncuyu çizm ek on la rın
hepsini
güzel bir nı
değil
demek
keşfettiklerinde
m i?
sokak sokak tavın m ış
çizm ek
şe y
H ep si
aym
değil m i f
şiddet
ve
dolaşmaz m ı? Bulduktan
üstatlara m aletm ek
H epsinin
duyduktan
gururuna
zevk a y heyecanla
adsız eserleri kapılmazlar
m ı? Balzac hiçbir koleksiyoncu tanımamış da olsaydu P on s’taki koleksiyonculuk aşkım , heyecanın* v e um ut larını kendi şahsında da bulacaktı. Çünkü o da bu işin
XXVIII
GtRİS
peşinde koşunlardan biriydi. Onun antika eşyasına ait: bilgi Lovenjoul’nun koleksiyonunda
m evcut iki doku
manda
bu
görülm ektedir. u18Sh
süslemek
am acı
ile
den
m obilye
ve
yana,
antika
evim i olarak
satın aldığım eşyanın listesi.” İk in cisi: “ Balzac tara fından 1847 veya
1848 de hazırlanm ış ve onun F o r-
tun§ sokağındaki evinde bulunan eşyayı gösteren liste.'”
Balzac, Madame Hanska ile evlenm ek üzere olduğusıralarda FortunĞ sokağı N o. İh deki evini (bugünkü Balzac sokağı, N o. ££)
sevdiği yüksek
kadına lâ yık
olması için zengin bir şekilde döşedi. Evinde birbırm a uymıyan, fakat Pons’unkinı çok andıran değerli ve an tika eşyalar vardı. Cousin Pons’un koleksiyonunda sa yıp döktüğü değerli eşyanın çoğu Balzac'm kendi ko leksiyonunda
bulunuyordu.
18hC da, Cousin
Pons’u
yazdığı sıralarda Madame H anska'ya yolladığı m ektuptarda satın aldığı bazı sanat eserleri
hakkında heye
canlı bilgiler veriy or; bunları çok ucuza, aktın alamxyacağı kadar ucuza elde ettiğin i söylüyor. Fakat B alzac'ta
koleksiyonuna karşı ne
Pons’un ne de Sauva—
geot’nun çılgın iptilâsı var. Bu belki de Balzac’m on lar gibi bekâr bir insan olarak ihtiyarlam ak istem em e sinden ileri geliyordu.
Evlenm ek üzereydi, m üstakbet
Madame Balzac’a zengin bir hayat sağlamak imkânları nı düşünüyor, durmadan romanlarından alacağı para ları hesaplıyor, ya sanat ya da tarih bakımından çoir değerli
olduktan için,
koleksiyonundaki bazı
sanat'
eserlerini, kendisi pek ucuza m alettiği halde, çok paha lıya satmak su retiyle büyük kârlar sağlam ayı umuyor— Cu. İşte Cousin Pons’u yazarken, Balzae da böyle he yecanla sanat eserleri peşinden koşuyordu. Cousin F on *
XXIX
GİRİŞ
ıromaıntmn başlıca kahramanı Pons’un koleksiyonudur E serinde yaşattığı koleksiyoncunun kişiliğinde bir yur tça da Balzac’ın kendisini bulmak pek tabiidir. Balsamın Schmuckefu
yaratm ak için bir
modeh
var mıydı acaba? M arcel Bouteron bu modelin müzis y en Jacques Struntz
olduğunu
.B avy eratıydı;
te
1788
kestiriyor.
Pappenheim’de
Struntz
doğmuştu.
P onst’an bir yas büyüktü. Balzac’ın romanında saydı ğ ı bütün Öteki m üzisyenler gibi. Struntz birçok A vru pa m em leketlerini gezip dolaştı, konserler verdi. Kenrdişini İn giltere’de, Alm anya’da,
Hollanda’da tarattık
tan sonra 1800 de Fransa’ya geldi, ama çok kalmadı. .B ir iki yıl sonra ym e geldi, fakat tem sil ettird iği ope-ra komiğin başarısızlığa uğraması ■yeniden yabancı
yüzünden üzüldü,
yurtlarda yolculuğa
çıktı. 1881 de
Ji*aris’e döndü yeniden. 188i de, Pons’la
Schmucke’un
tanıştıkları yıl, Nautigue - T iyatro’sunda tem sil edilen ■iki balesi rağbet gördü. Yalmz bu tiyatronun para du rumu kötüydü, hem öylesine kötüydü ki, bu iki balenin -sağladığı rağbete rağm en, tiyatro iflâstan kurtulama dı. İşte bu
sıralar
Struntz’un
para
durumu
tıpkı
.Schmucke’urüci gibiydi. Opera-Com iqve’te partisiyonla•n
kopya
bürosunun bir
müddet şefi
oldu.
Ama
Schmucke*tan daha şanslı çıktı, bir mirasa kondu, on dan sonra rahat bir ömür
sürmek üzere Bavyera’ya
-çekildi. Balzac’tn Cemsin Pons’v yazdığı
sıralarda, o
■da tıpkı Schmucke gibi, şatafatsız, sade bir hayal ge çiriyordu. Balzac, Struntz ile tanıştı, sıkı fık ı dost olup *olmadıkları bilinmemekle beraber, bu husus pek de ihdimal dahilinde görülm üyor. Yalnız
Schmucke adiyle
XXX
GİRİŞ
Struntz adı arasında büyük bir benzerlik var, ama bı> benzerlik daha da ileri gitm iyor. Cousin Pons önce Constutionnel’de 18 martla 10 ma-
yis 1847 arası yayınladı. Son bölüm sonuç olmak üzere otuz bir bölümden meydana geliyordu ve her bolümün özel bir adı vardı, ilk defa kitap
olarak Fransa’aa
Cousin Bette’m peşisıra ve Yoksul H ısım lar gibi müş
terek bir ad altında 1848 de basıldı. Bu baskıda, parça parça
bölme ve onları
gösteren
numaralar
yoktu.
Cousin PonsVn Calmann-L&vy matbaasmca basılanın
da, Yoksul Hısımlar, P aris
Haya tından
Sahneler’in
üçüncü kitabını, İnsanlık Komedisi’m n de onuncu kita bım teşkil etm ektedir.
Maurice ALLEM
C O U S IN PO N S
COUSIN1 PONS* I im paratorluk çağman çanla bir kahnttsı 1844 yılının ekim ayında, öyleden sonra saat üç sula rında, altmış yaşlarında Kadar bir adam, “ Boulevard des îtalıens” boyunca hızlı hızlı yürüyordu. Herkesin daha yaşlı bulabileceği bu adamda, çok kârlı bir işten dönen bir tüccar, ya da kadın koynundan yeni çıkmış kendisin den hoşnut bir delikanlı hali vardı. Yüzünde iki yüzlü lük okunuyor, gözlen de yerden ayrılmıyordu. Paris'te tatmin olmuş kişilerin belli
işaretidir bu.
kahve önlerindeki iskemlelere oturup mek keyfine
dalanlar, bu ihtiyarı
Her gün»
geçenleri incele uzaktan görünce
Parislilere özgü bir biçimde gülümserlerdi. Ne alaylı» ne müstehzi ya da ne acıklı bir gülümsemedir bu.! Yal nız her çeşit manzara ile kanıksamış bulunan Parisliyi gülümsetebilmek için, gördüğü şeyin pek merak uyandıncı cinsten olması şarttır. Bir söz, hem bu adamcağızın arkeolojik değerini, hem de bütün gözlerde tıpkı bir yankı gibi tekrarlanan bu gülümsemenin nedenini açıklamaya-yeter: buluşları 1 Cousin: Dilimize aynı okunuşla Kuzen diye geç miş olan bu kelime kardeş çocuklarına denir. * Bu özel ad Pons okunur.
COUSIN PONS
4
ile ün salmış bir oyuncu olan Hyacinthe’e, seyircileri n i gülmekten katıltan şapkalarını nerede yaptırdığım sormuşlar. "Ben onları yaptırmam ki, sadece modası geçmiş olanları saklarım, o kadar I" karşılığını vermiş Böylece, Paris'in büyük halk kalabalığını meydana ge tiren milyonlarca oyuncu arasında, bilmeden nice Hya«intheler vardır ki falan zamanın gülünç nesi varsa hepsini üstlerinde taşırlar. Gezintinizde, eski bir dost tan gördüğünüz ihanetin acısı
içinizi
yakarken bile,
sizi " p u f f r diye güldüren bu adamlar, bir çağı tümü ile gözlerinizin önünde
canlandınyormuş gibi gelirler
size. Kıyafetinin bazı noktalarında 1806 modasından ne d e olsa şaşmamış bulunan bu ihtiyar, çok
gülünç ol
mamakla beraber imparatorluk çağını andırıyordu. Bu gibi incelikler bakanların gözünde bu çeşit hâtıraları son derece değerlendirir. Ne var ki,
bu küçük nokta
lardaki acayipliğin sırf gönül avutmak amaciyle dola şanlara
vergi olan o inceleme gücünü
gerektirdiğini
de unutmamalı; uzaktan güldürebilmesi için, yolcunun göze batar şekilde gülünç olması
şarttır; oyuncular,
sahneye çıktıkları anda halkı güldürüp başan kazan mak için, o çeşit acayip kuru, sıska ihtiyarın
kıyafetleri
ararlar işte. Bu
sırtında, yeşilimsi ve beyaz ma
den! düğmeli bir elbise üzerinde, fındık rengi bir spenser8 vardı!... 1844 yılında spenserli bir adam görmek, nasıl diyeyim, sanki iki saat için Napolyon lütfetmiş de yeniden canlanmış gibi bir şeydir. a Spenser: Eskiden yelek üstüne giyilen fakat boyu topuklara kadar varmıyan uzun ceket. Lord John-C harles Spencer tarafından icadedildi.
COUSIN PONS
Adı da gösteriyor,
5
spenser, güzel
boyuna bakıp
hiç şüphe yok gurur duyan bir İngiliz. Carrick4 deni len ve bugün son günlerini yaşlı arabacıların sırtında, tamamhyan o iğrenç pardesünün
yükünden insanlarr
kurtarmak suretiyle vücudun belden yukarı parçasını örtmek meselesini, Amiens sulhundan önce halletmiş ti; yalnız, zarif vücutlular sayıca daha az olduğundan, bir İngiliz buluşu olmakla beraber, erkeklerin bu spen ser
modası çok
tutunmadı
Fransa’da. 6 u Spenser’î
gören kırkla elli arasındaki insanlar, onu giyene kafa larında, kıvnk konçlu yumuşak çizmeler, fıstık yeşili ince çuhadan fiyonklu bir külot giydiriyorlar, kendile rini yeniden gençlik kıyafetleriyle görüyorlardı! Yaş lı kadınlar gençlik başarılarını hatırlıyorlar; gençlerse» bu yaşlı Alcibiades**9 ne diye paltosunun kuyruğunu kes miş diye şaşıp kalıyorlardı 1 Her şeyi bu spensere öyle sine uygundu ki, nasıl eşya için Empire üslûbu6 eşya diyorsak, bu adama da Empire üslûbu adam demekte tereddüt etmezdiniz; yalnız bu adam, ancak, o büyük ve şatafatlı çağı
imparatorluğu,
hakkiyle bilenlerin,
hiç değilse biraz görmüş olanların gözlerinde canlan dırıyordu, çünkü, o zamanın
modasını az çok hatırla
mak gerekti. İmparatorluk çağından, daha bu günden * Carrick: Birbiri üstünde birkaç yakası olan ağır pardesü. 9 Alcibiades Atinalı bir general; bu adam için gerçek şereften ziyade üne düşkün ve halkın dikkatini çekmek amaciyle her yola başvuran bir adam denir. 7000 drahmiye aldığı ve bütün Atina’nın hayran oldu ğu güzel köpeğinin kuyruğunu böyle bir heves uğruna kestirmişti. * Empir-üslûbu: İmparatorluk üslûbu. c Enpir-üslûbu: İmparatorluk üslûbu.
COUSIN PONS
«
o kadar uzaklaşmış bulunuyoruz ki önüne gelen onun, Oalya ve Yunan çağlarını andıran azametini gözlerinin önünde canlandıramaz. Yaşiı adam
şapkasını, hemen
meydanda bırakacak biçimde, atm ıştı; o zamanlar,
hemen bütün alnı
kurumla arkaya doğru
idarecilerle siviller,
kurumuna bu şekilde karşılık
vermeye
askerlerin çalışırlardı.
İpekli kumaştan şapkası on dört frank değerinde ber aat bir şeydi; ihtiyarın geniş, uzun kulakları şapkanın kenarlarının iç tarafında, fırçanın bir türlü gidereme diği beyazımtırak izler bırakmıştı. Her zaman olduğu &ibi, şapkanın mukavvadan olan esas kısmına iyi ge çirilmemiş ipek kumaşın, kimi yerlerinde, cüzzama tu tulmuş insanların yüzleri gibi kırışıklar vardı. Oysa ih tiyar o kırışıklıkları her sabah boş yere
düzeltip durur
du. Neredeyse düşecek gibi görünen bu şapkanın altında, ancak Çinlilerin porselen biblolara
bulmakta usta ol
dukları o yayık, acayip ve maskara yüzlerden biri var d ı. Süzgeç gibi delik
deşik, bir Romalı
maskesi7 gibi
her tarafı oyulmuş olan, deliklerinin herbiri bir gölge meydana getiren bu ablak yüz, bütün anatomi kanun larını yalanlıyordu. İnsan, bu yüzde etleri tutacak bir iskelet göremiyordu. Kemik beklediğimiz
yerde pelte
gıelte etler; çukur görmeğe alışık olduğumuz yerlerde ise, yumuşak şişkinlikler görülüyordu. Kaş yerini tu rtan iki kırmızı
çizginin
altındaki kül rengi gözlerle
mahzun görünen bu bayağı ve helvacı kabağı gibi yay 7 Romalı maskesi: Eski Yunanlılar gibi Romalı la r da sahnelerinde her kişi için yüzlerine bir maske takarlardı. Bu maskeler, etkili olmaları için mümkün olduğu kadar gülünç ve mübalâğalı idi.
COUSIN PONS
van yüzün ortasında, don
Quichotte'unkine
iri bir burun sivriliyordu, tıpkı getirdiği iri bir Cevrantes’in8
7
buzulların
kayanın bir ovada
farketmekten
geri
benziye» sürükleyip'
sivrilmesi g ib i_
kalmadığı
bu
hi
çim burun, sonunda budalaca davranışlar haline döne» büyük şeylere karşı doğuştan bir vurgunluk ifade eder. Bu çirkinlik, tam anlamiyle
komikti ama, hiç kimse
ye de gülme arzusu vermiyordu. Zavallı adamın donuk gözlerinden taşan aşın üzüntü, gülmek istiyene doku nuyor,
onun alaylı gülümsemesini
dudaklarında don
duruyordu. Hemen insanın aklından, tabiatın bu adam cağızı sevgi ifade etmekten yoksun ettiği fikri, buna: kalkıştığı takdirde de, bir kadını ya güldüreceği, ya d a üzeceği düşüncesi
geçiyordu. B ir
Fransız
böyle b ir
mutsuzluk karşısında susar, çünkü, onun için dünya da en büyük felâket budur: hoşa gitmemek!... II A 2 t)örülür biçimde bir elbise Tabiatın gadrine
uğramış olan bu adam, yüksek:
tabakadaki insanların yoksullan gibi giyinmişti; zen ginler de onlara
benzemeye
çabalarlar çoğu
zaman.
Ayağında, imparatorluk çağındaki muhafız erlerîninkiı biçiminde yapılmış ve hiç şüphe yok, ona aynı çorap ları uzun süre
giyme
imkânım
sağlıyan
tozlukları»
gizlediği kunduralar vardı. Siyah şayaktan pantolonun da görülen kırmızımtırak panltılarla, kıvrımların üs tündeki beyaz, ya da parlak çizgiler, dikiliş biçiminde» 8 Cervantes: Don Quichote adındaki ün salmıg romanı yazan tanınmış İspanyol yazan.
COUSIN PONS
8
geri kalmıyor,
onlar da
pantolonun öç yıl Önce satın
alınmış olduğunu meydana
vuruyordu. Bu elbisenin
bolluğu, ihtiyarın Pythagoras'vari* bir perhizden çok, yaradılıştan olan zayıflığını kolay kolay saklıyamıyordu; çünkü, güldüğünde adamcağızın sarkık dudaklı şehvet li ağzında, köpek balığının dişlerini dişleri görünüyordu.
aratmıyan beyaz
Pantolonu gibi siyah şayaktan,
fakat içi beyaz bir yelekle
astarlanmış
bulunan Önü
şallı yeleğinin altında, üçüncü olarak, örgüden kırmızı bir yeleğin üst kenarlan görülüyordu; bunlara bakın ca, Garat'mn10 o beş yeleğini
anmamak elden gelmi
yordu. İddialı bağlanışı 1809 dilberlerinin gönlünü çal mak için yakışıklı bir delikanlı tarafından aranıp bu lunmuş olan beyaz müslinden kocaman bir boyun Dağı, çeneden
yukarı öylesine
taşıyordu ki, yüz
sanki bir
girdaba gömülmüş gibi idi. Saç örgüsü ipek bir kor don, gömleği enine kesiyor, böylece kimsenin çalmayı aklından geçirnıiyeceği saatini
koruyordu. Dikkati çe
kecek kadar temiz olan yeşilimsi ceket, pantolondan üç yıl kadar daha eskiydi;
ama siyah kadife yaka ile ye
ni değiştirilmiş bulunan beyaz madeni düğmeler, titiz liğe varan bir üst baş merakını açığa vuruyordu. Böyle, şapkayı kafanın arka
kısmiyle tutma, üç
kat yelek, içinde çenenin kaybolduğu- muazzam boyune Pythagoras perhizi: B ir Yunan filozof ve mate matikçisi olan Pythagoras tenasüh felsefesinin Yuna nistan’da kurucusudur. Bu prensipe göre, bir varlık, başka bir varlığın etini yiyemediği için ete perhiz yap mak şarttı. 14 Garat: Fransız şarkıcılarından (1762 -1823) A şın ün elde etmesi kendisini kibirli ettiği için dikkati Çekmek amaciyle çok şık beş yelek giyerdi.
COLIS1IM l>ONS
9
bağı, tozluklar, yeşilimtırak ceket üstünde madenî düğ meler; kısaca bütün bu imparatorluk modasının kalın tıları, “ Incroyables” 11 denilen züppelerin giinü geçmiş kokularına ve hafifçe Davit ekolünün12 cob’un13 ince
mobilyelerini
andıran
havasını, Ja-
kıyafetin, tarif
edemiyeceğim düzgün, fakat zevksiz kısımlarına lamnmiyle bir
uyuyordu.
Zaten
düşkünlük elinde
adam, ya da
gelirinin
ihtiyarın, ilk
bakışta,
oyuncak olan iyi azlığı
gizli
yetişmiş bir
sarfiyatını
sınırladığı
için, bir cam kırılması, bir elbise yırtılması ya da in saniyet adına
toplanan bir sadakanın
veba gibi her
tarafa uzanan eli yüzünden bir ay mâsum zevklerin den yoksun kalan şu küçük gelir sahiplerinden biri ol duğu seziliyordu. Bu adamı görseydiniz, siz de, haya tın basit ihtiyaçlarını karşılamak için
didinen bütün
insanlarınki gibi bu adamın da her zaman mahzun ve soğuk olması beklenen kaba yüzü, neden gülümsüyor diye sorardınız kendi kendinize. Fakat bu
acayip ihti
yarın sağ eliyle çift elbisesinin sol etekleri altında şüp hesiz çok değerli ve beklenmedik
çarpışmalarla kırıl
masın diye bir anne dikkati ile bir şey
tuttuğunu, he
11 “ Incroyable” adı, anlamıyorum yerine “ anlamorum” , gelmiyorum yerine “ gelmorum” diyen basa İstanbullular gibi, kelimeleri tam söylemiyen, örneğin kendilerine alem olmuş olan “ incroyable” kelimesini “ incoyable" biçiminde söyliyen, giyinişlerinde de çok züppe olan gençlere verilen bir addı. 12 David: Paris’te doğmuş ünlü Fransız ressamı (1748-1825). 13 Jacob: Bir Fransız sanatkârı. Napolyon birkaç sarayın mobilyesini bu sanatkâra ısmarlamıştı. (17701841).
COUSIN PONS
10
le onda, üzerine bir sipariş almış aylakların takındık ları o telâşlı
hali görünce, bir
yerde,
diyelim ki bir
markizin fino köpeği ayarında bir şey bulduğu, o sıra da da bunu zafer kazanmış bir kimse edasıyle ve Enpir-üslûbu bir adamın titiz kibarlığı ile, gönüllüsünün günlük ziyaretinden hâlâ vazgeçememiş
altmışlık se
vimli kadına götürmekte olduğu aklınızdan geçerdi. Pa ris, bu şekildeki manzaraların raslandığı biricik şehir dir. Bunlar, Paris caddelerini, Fransızlar tarafından sanat adına parasız oynanan sürekli bir dramın sah nesi haline sokarlar.
m Büyük Roma ödülünü kazanmış bir insanın sonu Sırtındaki modası geçmiş spensere rağmen, bu iri kemikli adamın kalıp ve kıyafetine
bakarak, onu Pa
risli artistler arasına katmakta güçlük çekerdiniz. Pa risli artist itibari bir
varlıktır;
özelliği de,
Paris'in
küçük serserileri gibi, burjuvaların kafalarında keyif verici en acayip düşünceleri uyandırmaktır. Bununla beraber, bu adam
büyük ödül kazanmış bir
sanatçı,
Roma akademisinin yeniden açıldığ14 sırada. Enstitüce mükâfatlandırılmış bir şarkının, analarımızın tatlı tatil söyledikleri tanınmış hisli türkülerin, 1815 ve 1815 .ia oynanmış iki üç operanın ve yayınlanmamış birkaç mü-
14 O sıralarda Roma’da kurulmuş bir Fransız Akademisi vardı. Roma’mn bir raporu üzerine 1793 de kaldırılmış olan bu Akademi, 1795 de yeniden çalışma y a açılmıştı.
11
COUSIN PONS
aak eserinin bestecisiydi; kısacası M. Sylvaın Pons’tuî bulvarlardaki
tiyatrolardan birine
«düşmüştü şimdi; meslek hayatını
B u üstün
adam
orada orkestra j»’f'
olarak tamamlıyordu. Yüzünün çirkinliği sayesinde ya tılı kız okullarının birkaçında öğretmendi; tiyatro ile özel derslerden aldığı ücretten başka da geliri yoktu. *0 yaşta özel ders peşinden koşmak ... Ne çok bilinme yen tarafları vardır bu tatsız durumun, bir bilseniz! Bu son spenserli adamın üstünde, İmparatorluğu temsil eden eşyadan başka şeyler de vardı; üç yeleği nin üstüne yazılı
bizlere faydalı
olabilecek bir ders
v a rd ı: yüzyıllık sonuçsuz bir denemeden sonra Fransa'da hâlâ sürüp giden uğursuz ve kötü ödül sisteminin sa yısız kurbanlarından biri olduğunu da herkese para sız gösteriyordu. Zekâlar için bir cendere olan bu sis tem, Madame Pompadour’un kardeşi olan ve 1746 Su larında güzel sanatlar müdürlüğüne getirilen Poisson d e Marigny’nin bir buluşudur. Şimdi parmaklarınızla, bu ödül sistemi sayesinde kaç tane dehâ sahibi insan kazanılmıştır, saymaya çalışın! ön ce idari, ya da ted risi hiçbir kuvvet, büyük adamları borçlu bulunduğu muz tesadüfün yaptığı mucizelerin yerini tutamaz. Bu, bütün yaratma sırları arasında, bizim bugün ukalâca yaptığımız modern tahlilin en az kavradığı bir hal d ir. Sonra, piliç çıkarmak için fırınlar icad ettikleri .söylenen eski Mısırlılar
hakkında, eğer bu piliçlere
-hemen yiyecek vermemiş olsalardı, ne düşünürdünüz? Fransa da, böyle hareket ediyor işte; yarışmalara ay rılan sıcak odalar içinde artistler yaratmaya çalışıyor; hu makinalaşmış sistemle heykeltraş, ressam, gravör, müzisyen elde edildi mi, artık onlarla ilgilenmez olu
12
COUSIN PONS
yor, tıpkı bir züppenin yakasına
taktığı
çiçeklerle
akşam ilgilenmediği gibi. Oysa kabiliyetli
kimseler,,
büyük Ödüllere aldırış etmiyen, vergi denilen
görün
mez güneşin ışıklan altında yerden biten bir Greuze,1 *16 3 ya da bir Watteau,16 bir Felicien David,17 ya da bir Pagnesi,18 bir Gericault,19 ya da bir Descamps,20 bir Auber,212 3 ya da bir David
(d’A ngers),28
bir Eugâne
Delacroix2S*ya da bir Meissonier24 oluyor. Büyük bir müzisyen olmak üzere Devlet tarafın dan Roma’ya gönderilen Sylvain Pons, oradan, antika» eşyaya ve güzel sanat eserlerine karşı derin bir sev giyle dönmüştü. Bütün bu el ve kafa şaheserlerinden, halkın birkaç zamandır aburcubur dediği bu çeşit eser lerden, çok iyi anlıyordu. Euterpe’in2® kanından o la » Pons, 1810 a doğru Paris’e azgın bir koleksiyoncu ola rak, elinde de Roma’da bulunduğu sürece babasmuaır kalan mirasın çoğunu gerek satın alma gerekse taşıma». 13 Greuze: Ünlü Fransız ressamı. (1725-1305). 16 VVatteau: Fransız ressam ve gravürü. (1 6 8 4 1721). 17 Felicien David: Fransız bestecisi. (1810-1876». 18 Pagnesi: [Pagnest] David’in talebesi iken genç ölmüş olan bir Fransız ressamı (1790-1819). 19 Gericault: Fransız ressamı. (1 791-1824). Meşhur “ Meduse’ ün Salı" tablosunu o yapmıştır. 20 Descamps: Fransız ressamı. (1803-1860). 21 Auber: Ünlü Fransız bestecisi (1782-1871). 22 David d’ Angers: Fransız heykeltraşı (1783-1856). 23 Delacrobc: X IX uncu yüzyılın büyük Fransız: ressamlarından biri. (1799-1863). 24 Meissonier: Fransız ressamı (1676-1749). 25 Euterpe: Müzik ve içli şiir perisi. Elinde o ır flü t ile gösterilir.
13
COUSIN PONS
parası olarak emmiş bulunan
tablolar,
■çerçeveler, fildişinden, ağaçtan,
heykelcikler,
mineden, porselen ve
başka şeylerden oymalarla yüklü dönmüştü. Annesinden kalan parayı da bu uğurda, üç yıl Devlet hesabına Rom a’da kaldıktan sonra İtalya’da yaptığı yolculuklarda bitirmişti. Venedik'i, Milano'yu, Floransa’yı, Bolonya’y ı, Napoli’yi, her şehirde artistçe,
feylesofça yaşa
mak için, yosmalar güzelliklerine nasıl güvenirlerse, o •da, sadece
hünerine bel
bağlamış bir
artistin kay
gısızlığı ile rahat rahat gezip görmek
istedi.
Pons
bu tadına doyum olmaz yolculukta, çirkinliği 1809 yılım n diliyle
kadınlar önünde başarı kazanmasına engel
olan ve hayatta rasladığı
şeyleri
kafasındaki ideal
şeklin hep altında bulan, ruhu incelikle dolu bir adam -ne kadar
mutluluk
duyabilirse, o da o
luydu; yalnız ruhunun sesi ile gerçek
kadar mut
arasındaki bu
ahenksizlik hakkında kararım çoktan vermiş bulunu yordu o. Güzele karşı duyduğu bu his, yüreğinde sâf, uyanık olarak kalmış olan bu
duygu, ona
1810 dan
1814 e kadar ün sağlıyan incelik, güzellik ve buluşlarla •dolu melodilerine, hiç şüphe yok, temel oldu. Fransa’da yenilik üzerine, moda üzerine, Paris’in geçici çılgınlık la rı üzerine kurulan her ün işte böyle birtakım Pons’lar yaratır. Büyük şeylere karşı çok titiz olduğu ka nlar küçük şeylere karşı da dudak bükerek aldırış etme yen başka bir memleket manda Alman armonisinin
yoktur
yeryüzünde. Az za
dalgaları ile Rosstni üslû
bundaki eserler arasında boğulmuş olan Pons. 1824 de son birkaç içli
türküsü ile hâlâ hoş ve tanınan bir
müzisyense de, 1831 de, onun ne olabileceğini
kestir
meyi size bırakıyorum! Bu yüzden 1844 te, bu karan
14
COUSIN PONS
lık hayatın ilk ve son
dramının
başladığı
yılda,
Sylvain Pons, Nuh tuğyanından önceki çağlardan kal ma sekizlik bir nota değerine düşmüştü. Her ne kadar çalıştığı tiyatroyla komşu tiyatrolara az para karşı lığında birkaç eser besteliyorsa da, nota satıcıları böylebir adamın yaşadığının farkında bile değildiler. Ote yandan, bu adamcağız zamanımızın ünlü üs tatlarım takdir ediyordu; seçkin birkaç
parça, güzel
çalınırsa ağlatıyordu onu; Ama bu duygusu Hoffmann* in Kreisler adlı müzik delilerinde26 görüldüğü gibi düş künlük denecek derecede değildi;
dışarıya hiçbir şey-
aksettirmiyor, afyonkeşler ya da esrarkeşler tarzında., içinden haz duyuyordu. Hayranlık ve anlama kabili yetine, basit bir insanı büyük bir şaire his ortağı kı lan bu biricik kudrete,
bütün fikirlerin
bir handanı
geçen yolculara benzediği Paris'te o kadar az rasianır ki, bu yüzden saygı ile takdir etmek gerekir Pons u. Adamcağızın başarısızlığa uğraması
biraz acayip gö
rünebilir. Şu var ki armoni bakımından zayıf olduğu nu kendisi de itiraf renimini
ederdi safça;
ihmal etmişti. A şın
kontrpuvan
derecede ileri
öğ
gitmiş,
olan bugünkü orkestrasyon ise, yaklaşılmaz gibi gö ründü ona, hem de öyle bir anda kİ, yeni bir çalışmaı ile bugünün bestecileri arasında tutunabilir, bir Rossini olamazsa da bir Herold olabilirdi27. Nihayet eskr 26 Hoffmann: Ünlü Alman romancısı; Ealzac buı garip muhayyeleli yazardan esinlenmiştir. Müziğe çok. düşkün ve müzisyen olan bu yazarın en mühim eseri: “ Acayip masallar” dır. (1776-1822). 27 Herold: Çoklukla içli fakat zarif, rahat bir* üslûbu olan orijinal bir Fransız bestecisi (1791 -1 8 3 3 ).
15
COUSIN PONS
sanat eserleri toplamakta, şeref ve fine veda etmenin .-acılarını unutturacak öyle kuvvetli zevkler buldu ki, «elindeki antika eserlerle Rossini adı arasında bir se«çim yapması gerekseydi, inanır mısınız, Pons gözü gibi :sevdiği antika eserlerini seçerdi. Yaşlı müzisyen, değerli .•gravürler toplıyan bilgin Chenavard’ın düsturunu izli y ord u : Bu adama göre, Ruysdael’in,28 Hobbema’nın,29 Holbein’in,30 Raphael’in,
Murillo’nun,31.
ıSehastien del
Piombo’nun,33
Dürer'in35 bir
tablosu,
bakılınca,
■franga alınabilmişse zevk verir
Greuze’ün,82
Giorgione’un,34
Albert
ancak o tablo elli
insana. Pons bir ese
re yüz frankdan fazla para vermeyi defterinden sil» ımişti; bir esere elli frank vermesi için de, onun üç (bin frank değerinde olması şarttı. Dünyanın en gii;zel eseri de olsa, üçyüz frank istendi mi, o eser ar tık onun için yoktu. Kelepir her zaman düşmüyordu, Ama onda
başarı için
gerekli üç özellik
vardı: Ge
y ik bacakları, aylakların bol zamanı ve yahudi sabn. Roma’da olduğu kadar, Paris’te de kırk yıl boyun28 Ruysdeal: HollandalI manzara ressamı. (162816S2). 29 Hobbema: HollandalI en büyük manzara res■samlarından biri. (1638-1709). 30 Holbein: Almanya’da doğmuş, büyük değerde b ir portreci. (1490-1543). 31 Murillo: Ispanyalı ünlü ressam. (1617-1682). sz Greuze: 15 numaralı açıklamayı okuyunuz. 33 Sebastien del Piomba: Değerli İtalyan portre cisi. (1485-1547). 34 Giorgione: İtalyan ressamlarının en iyilerinden, b iri. (1478-1511). 85 Alber Dürer: Alman ressam ve gravorU. «(1471 -1578).
16
COUSIN PONS
ca güttüğü bu usûl, meyvesini vermişti. Roma'dan dö neli beri yılda aşağı yukarı iki bin frank harcadıktan sonra, Pons’un bütün gözlerden sakladığı, her çeşit şah eserlerden meydana gelmiş, sayısı 1907 gibi inanılmıyacak bir sayıya varmış bir koleksiyonu vardı. 1811 ile 181b arasında, Paris içinde koşuştuğu bu yıllarda, bugünbin, bin iki yüz frank arasında satın alınabilen eser leri, on franga bulup almıştı o. Bunlar her yıl Pa ris’te satışa çıkarılan
kırk beş bin tablo arasından
seçilmiş tablolar; arabaları üzerinde Pompadour Fran sa’sının nefis eserlerini rukları
getiren kara çetenin36 Kuy
Auvergne’lilerden37
satın
alınmış yumuşak
hamurdan Sövres porselenleri idi. Nihayet, X V . Louia, X V I. Louis üslûplarını yaratmış tanınmış büyük sa natçıların, Lepautre’ların38 Lavallee - Poussin’lerin,8* Fransız ekolünün fik ir ve dehâ sahibi
insanlarının
sanat değerlerini teslim ederek,XVII. ve X V III. yüz yılların artıklarını toplamıştı. Bu bilinmeyen sanatçı ların eserleri, bugün, yeni bir şey yapmak için Basma Resimler Müzesinin
değerleri
eğilen artistlerimizin, aslında bir şey olmıyan
üzerine sürekli olarak ustaca taklitten başka
sözde yaratmalarına
Pons, topladığı eserlerin çoğunu
temel oluyor.
koleksiyoncular için
36 Kara çete: Restorasyon devrinde soyluların ve kilisenin menkul veya gayri menkul eşyalarını büyük kârlarla satmak için yok bahasına Batın alan satıcılara verilen bir addı. 3T Auvergne: Fransa’da bir eyalet. 38Lepautre: Fransa’da Mogues şehrinde doğmuş bir Fransız saatçisi (1617-1682). 39 Poussin: Ünlü bir Fransız ressamı (1 7 4 0 1793).
17
COUS1N PONS
bulunmaz bir nimet olan değiş tokuş usulüne borçlu id i. Antika eşyayı satın almak zevki ikinci
derecede
.gelir, asıl zevk onlan değiş tokuş etmektedir. Pons ön* «eleri tabaka ve minyatür biriktirmişti. Nadide eşya ■koleksiyoncusu olarak ünü yoktu onun; satış yerlerine devam etmediğinden, tanınmış satıcılara da uğrama* »dığından, Pons, hâzinesinin piyasaya göre olan değe rini bilmezdi. ö lü
Dusommera rd,40 Pons’la
işbirliği
yapmaya
»çalışmıştı; ama antika eşya meraklılarının şahı olan hu adam, yalnız
Sauvageot'nun ünlü koleksiyonu ile
■karşılaştırılabilecek olan Pons’un müzesine, ayak basa madan öldü. Pons’la Monsieur Sauvageot arasında bazı .benzerlikler vardı. Pons gibi müzisyen olan, ve çok pa rası bulunmıyan Sauvagot da, aynı usulle, aynı vasıta larla, aynı sanat aşkiyle, satıcılarla
ustaca
rekaoeî
ötmek amaciyle eşya toplıyan o ünlü zenginlere karşı yüreğinde duyduğu aynı hınçla her yöne koşuşmuştur. üasm ı, bütün bu el eserleriyle çabanın bir araya ge tirdiği harikalar konusunda rakibi olan Sauvageot gi bi, Pons da içinde doymak bilmez bir haset, güzel bir sevgiliye karşı duyulan bir aşk hissediyor, Jeûneures sokağındaki salonda, artırma memurunun çekiç darbe leriyle yapılan satışları, nadide eşya işlenmiş bir cinayet gibi
merakına Karşı
görüyordu. Bu müzeyi .’ ıeı
an bakıp zevk alabilmek hevesiyle kurmuştu o, çünkü büyük eserlere karşı hayranlık duygusiyle olan ruhlarda, gerçek
yaratılmış
âşıkların o yüce kabiliyeti var
40 Dusommera rd : Paris'teki Cluny müzesinin ku rucusu ve eski eser meraklısı bir Fransız bilgini.
<1749- 1S-12).
18
COUSIN PONS
d ır; onlar dün olduğu kadar bugün de zevk duyarlar,, hiç
bıkmazlar;
zaman için
bereket
gençtir. İşte
versin,
şaheserler de
bütün bu
her
anlattıklamızdan
ötürü, Pons’un elbisesi altında bir baba dikkatiyle sak ladığı şeyin çok değerli kelepirlerden biri olması gerek ti. Böyle bir kelepirin ne büyük bir aşkla götürüldüğü nü, siz meraklılar pek iyi bilirsiniz! Pons hakkında verilen bu ilk
bilgilere
baka-a k,
herkes: “ İşte, çirkinse de dünyanın en mutlu adanıl!” diye bağıracaktır. Doğru, bir şeye
merak sarmakla,
ruhuna bir yakı yapıştırmış olur insan; hiçbir sıkın tı, hiçbir hüzün bu yakıya karşı koyamaz. Ben de sîz lere, adına her çağda zevk kadehi
denilen o kadehten:
artık içemiyecek duruma düşmüş olan sizlere, ne olur sa olsun,
bir şeyler
toplamaya çalışın
derim (afi$
tophyanlar bile görülm üştür!); o zaman küçük ölçüde de olsa, yeniden mutlu olursunuz.
Herhangi bir şeye
düşkünlük fikir haline geçen bir zevktir! Bununla be raber. acayip Pons’un mutluluğuna imrenmeyin; böyle bir his, bütün bu cins davranışlar
gibi, bir yanılma
mahsulü olur. Yüreği incelikle dolu, ruhu tabiat eserleriyle gü zel bir yarışmaya tutuşmuş olan insanoğlunun, nefis, eserlerine karşı duyduğu usanmaz bir hayranlıkla yaşıyan bu adamda, yedi temel günahtan41 Tanrı’nın en az cezaya çarptırması gereken biri vardı: Pons ooğnzına
düşkün
bir
adamdı.
Parasının
azlığı,
antik»
41 Hıristiyanlarca öteki günahların temeli olarak, kabul edilmiş yedi kusur: gurur, hırs, cimrilik, sefahat,, boğazına düşkünlük, öfke, tembellik.
19
COUSIN PONS
eşyaya düşkünlüğü yüzünden, bu, ağzının tadını bilen-, bekâr, içi hiç
elvermediği halde, öyle
perhızımsi Dır
yemek usıılü gütmek zorunda kalıyordu ki bu meseleyi önceleri yemeğini hergün başka evlerde yemekle halletti.. İmparatorluk günlerinde ünlü
kimselere bugün oldu
ğundan daha çok iyi yüz gösterilirdi; siyasi iddialarının az
sayılarının ve:
oluşundandı bu belki. O kadar
kolaydı ki şair, yazar, müzisyen olmak! Nicolo’la rı,^ Pac-r’lerin*2, Bertonüann*4 44 muhtemel rakibi olarak ka 3 bul edilen Pons, o zamanlar o kadar çok yemeğe çağınlıyordu ki, avukatların dâvalarını yazmaları gibi, •> da bunlan bir deftere işaret etmek zorunda kalıyordu. Sonra artistler gibi davranarak, ev sahiplerine beste lediği türkülerden veriyor, onlan zayıf taraflarında!» avlıyor, çalıştığı Feydeau
tiyatrosu için onlara loca»,
biletleri veriyordu; oralarda konserler düzenliyor, ba— zan
hısımlarının
evinde
küçük
balolar tcrtipliyerelr
kendisi keman bile çalıyordu. IV B ir iyiliğin arasım unutulduğu yer O zamanlar Fransa’nın en güzel adamları Coalit?on’un45 en güzel adamları ile savaş alanlarında duvii48 Nicolo: Fransız kompozitörü (1775-1818). 43 Paör: İtalyan kompozitör ve piyanisti. (1771 1839). 44 Berton: Fransız kompozitörü (1767-1844). 48 Coalition: Fransız ihtilâline ve özellikle N a polyon’a I. karşı birleşmiş olan Avrupa devletlerinedenirdi.
*20
COUSIN PONS
şüyorlardı. Bu yüzden Pons’un meşhur kıtasında ^ük
kanun*®
Moliöre’in
gereğince,
'Güzel bir bayana
çirkinliği, Eliante’a
orijinallik
herhangi bir
Eliante’in
söylettiği biı-
olarak
hizmette
görüldü.
bulununca,
kendisine bazan hoş adam denildiğini duydu, ama mut luluğu bu kelimeden daha ileri gitmedi hiç. Şöyle böyle 1810 dan 1816 ya kadar süren bu altı _yıl boyunca, Pons iyi yemek yemek, davet edilmeıe gı4>i, sonu kötü olan bir alışkanlık edindi. Onu çağıran lar büyük masraflar ediyor, turfanda şeyler buluyor, «en iyi şaraplarını açıyor, tatlıya, dikkat ediyor, ellerinden
kahveye, likörlere
geldiği kadar onu ağırlıyor
lardı. İmparatorluk günlerinde Paris'i dolduran kırallann, kıraliçelerin, prenslerin
haşmetinden geri kal-
’mak istemiyen birçok aileler de, davetlilerini ancak bu ‘kadar ağırlıyabilirlerdi. O zamanlar kirala ve halleri-4 6
46 Moliöre, Adamcıl adlı eserinin 4 üncü sahne csinde, bir âşığın sevgilisini nasıl gördüğünü Eliante’o şöyle söyletiyor: “ ...sevenlerin her zaman sevgililerini ^övdükleri görülür. Yanık gönüllüler sevdiklerinde hiçbir kusur bulmaz, onların her şeyini iyi, hoş görürler, kusur larını kemal sayarak, bunlara sevdiklerinin lehinde .adlar takmak yolunu bulurlar: Soluk bir yüzü beyaz lıkta yasemine benzetirler; korkunç bir kara yağıza, tatlı kişmirî derler; zayıf, onlar için endamlıdır; ra hat yürür ve hareket eder; şişmanı, ihtişamlı bulurlar pek az kirli bir kadına ihmal edilmiş bir güzellik der'ler; devanası gibi iri bir kadın gözlerine ilahe gibi görünür; bodur kadın, göklerdeki harikaların küçül müş bir örneğidir; gururlunun gönlü taç giymeye lâ y ık tır; hilebaz zekidir; hiç konuşmıyam edepli, haya: kurucudur. Aşkı sonsuz olan bir sevdalı, sevdiğinin ^kusurlarına varıncaya kadar her şeyini işte böyle sever.
COUS1N PONS
2»
ne çok özenirler, her şeyde ona benzemeye çalışırlardı; tıpkı bugün meclis ve onun şekline özenerek keten şir keti, şarap şirketi, ziraat kurumu, sanayi kurumu ve saire gibi bir sürü reisli muavinli, kâtipli müessese- ler kurulduğu gibi. Bu
yolda şirket halinde
şifacılaı
yaratmak için, sosyal yaralar aramaya kadar gidildi! Bu şekilde terbiye edilmiş bir mide ahlâk üzerine tesir** eder elbette, onu yemeklerin nefaseti nispetinde bozar. Yüreğinin her kıvırımına girmiş olan zevk, iktidarı eli- ne geçirir,
iradeye,
onura
saldırır, her ne
bahasına^
olursa olsun, tatmin edilmek ister. Lezzetli yemeklere-düşkün
bir ağzın
istekleri hiç tasvir edilm em iştir;.
yaşama vasıtası olmasından ötürü edebî tenkidin elin den kurtulmuştur; ama, bu parasız Kalmış olduğu
yolda bir yığın
gözönüne
insanını
getirilmiyor. Sofra*
bu bakımdan âşiftenin rakibidir Paris’te; zaten sofra, vasıta, aşifte de masraftır.
Artistlik
değeri
azalan*
Pons, ezeli davetli oluştan, davetsiz misafir haline dü şünce, böyle güzel sofralardan iki franga yemek ve ren bir lokantanın eski Ispartalılara özgü yavan ye meğine geçmek, imkânsız oldu onun için. Ne acı! hür riyetinin böyle büyük
fedakârlıklara bağlı olduğunu
düşününce, çok üzüldü, iyi yaşamaya, turfanda şeyleri zamanında tatmaya, nihayet dikkatle hazırlanmış gü zel yemekleri bulmak için, mânalı bir halk deyimiyle, mideye indirm eye devam etmek için, en büyük alçak lıkları yapabileceğini hissetti. Oradan buradan geçinen,. kursağı dolu olarak çekilip giden, teşekkür olarak dav bir hava cıvıldayan kuş, toplumun
sırtından boylece?
geçinmekten bir çeşit zevk te alıyordu; toplum ne is tiyordu
ondan
buna
karşılık? Bir
az
şaklabanlık!:
COUSIN PONS
322
Evinden nefret eden ve bu yüzden başkalarının evin de yaşıyan bütün bekârlar gibi, o da, toplum içinde ^gerçek duyguların yerini tutan o basmakalıp sözlere, .yüz hareketlerine alışmış
olduğu için, övücü sözleri
nifak para harcar gibi harcardı;
üstelik şahıslara
•karşı nezaketin gerektirdiği alışılmış
sözlerle yetinir,
•onların özel hayatlarına burnunu sokmazdı. Bu az çok çekilir hayat da on yıl kadar sürdü; am a ne yıllardı onlar! Yağmurlu son bahar gibi bir ■şey. Bütün bu süre boyunca, Pons, gittiği evleri aşağı yu k arı kendisine muhtaç ederek bedava yemek yiye bilecek sofralar
buldu. B ir yığın siparişin
altından
kalkmak, çoğu zaman kapıcıların, hizmetçilerin yerini 'tutmak gibi sonu kötü bir yol tuttu. Birtakım alış verişlere memur edilince, bir
ailenin
diğer bir aile
>içinde namuslu, günahsız casusu haline geldi; ne varki bu işlerin, bu küçülmelerin hiçbiri minnettarlıkla kar şılanmadı. — Pons bekârdır, diyorlardı; zamanını neye har«cıyacağını bilmez, bizim hesabımıza sağa sola koşmak •onun için ne devlet! Böyle yapmasa hali ne olurdu? Çok geçmeden yaşlı insanların çevrelerinde yarattiKla n soğukluk kendini gösterdi. Bu hava bulaşıcıdır, ruh âleminde etkisini gösterir, hele ihtiyar çirkin ve yoK. sul olursa. Bu da üç kat ihtiyar olmak değil de, ne dir? Onun için artık .hayatın kışı oldu
bu, hem de
parmak uçlarının donması ile birlikte, burnu kızartan, yanakları sararıp solduran bir kışı! 1836 ile 1843 arası Pons
yemeğe az çağrıldığım
jgÖrdü. Sırttan geçineni aramak şöyle dursun, her aile '•vergi gibi soğuk karşılıyordu onu; onun hareketleri
COUSIN PONS
2S
ne aldırış eden yoktu, hattâ gördüğü açık hizmetlere bile. Adamcağızın yemeğe gittiği ailelerin hepsi de sa nata karşı saygısız
oldukları,
sade sonuçlara karşı,
hayranlık duydukları için, değerli olarak onların gözün de sade 1830 dan bu yana elde
ettikleri
şeyler var
d ı: servet ya da yüksek sosyal mevkiler. Pons'un da^ zekâ veya dehanın burjuvalara verdiği korkuyu onlarda uyandırmak için ne zekâsında, ne de hareketlerin de yeterince bir yükseldik olmadığından, zamanla, büs bütün hor görülen bir adam olmadı ise de, değersi zin biri kesildi.
Elbette her ne kadar bu çevrelerde;
büyük acılar duyuyorduysa da, onları hiç kimseye açnuyordu bütün sıkılgan insanlar gibi. Sonra derece de rece duygularım susturmaya, kalbini içersine sığındığı* bir tapınak haline getirmeye alışmıştı. Bu olaya, de rin görüşlü olmıyan
insanların çoğu bencillik adime
verirler. Aslında da, içine kapanmış bir adamla ben cil adam arasında oldukça büyük benzerlikler vardır:, bu yüzden
dedikoducular iyi yürekli insanlara karşı:
haklı gibi görünürler; hele Paris'te, kimsenin incele meye yanaşmadığı, her şeyin bir dalga gibi hızlı, lıcr şeyin bir kabine gibi çabuk gelip geçtiği bu şehirde! Pons’un kendisine geriden indirilen bencillik dar besi altında ezilmesi bundan oldu; insanlar suçlu bul duklarını ne yapar yapar mahkûm
ederler. Haksız;
yere gözden düşen sıkılgan insanlara bu duygunun ne? kadar acı verdiğini bilen var mı acaba? Sıkılganlığın» acı taraflarım kaleme almayı kim akleder ki!... Her gün biraz daha kötüleşen bu durum, küçültücü feda kârlıklarla yaşıyan bu zavallı
müzisyenin
yüzünde:
okunan hüznü açıklar. Ne varki bir tutkunun gerek—
COUS1N PONS
■24
tirdiğl alçaklıklar o oranda birer bağ olur; tutku ne kadar alçalmalar yaptırırsa, o kadar da insanı bağ•lar, nefisten yapılan bu fedakârlıkları sanki ideal fa kat menfi bir hazine haline getirir, insan da bu ha zine içinde kendini mutlu hisseder. Budalalık örneği »bir burjuvanın küstah ve koruyucu bakışlarına dayan d ık tan sonra, Pons, Porto şarabı ile dolu kadehi tatlı tatlı içer, kızarmış ekmekli bıldırcının tadına varır ınken, içinden: — Pek de pahalıya malolmadı! derdi. Bununla beraber, ahlâkçının gözü, bu yaşayış bi lim in d e hafifletici nedenler görür. Gerçekten, bir inssan herhangi bir memnunuluk duygusu ile yaşar ı*ıh acak. Tutkusuz bir kimse, kusursuz bir varlık, bir ucuebedir; henüz kanadlan olmıyan bir yarım melek. Kat<»J ik mitolojisinde
meleklerin
'Yeryüzünde kusursuz adam,
başlan sıkıcı
vardır
sadece.
Grandisson’dur;47
«böyle biri için sokak yosması bile bir his duymaz, îtal.y a ’da başından geçen birkaç serüven bir yana bırakı lırsa , - bu başarılara da muhakkak
iklim sebep ol
muştur. - Pons kendisine gülümsiyen bir kadın görmeımiştir.
Birçok
erkeğin acı
kaderidir bu
hal. Pons
-doğuştan bir ucube idi. Anasiyle babasının yaşlandık la r ı zaman dünyaya getirdikleri bir çocuktu, o da bu -»mevsimsiz doğuşun izlerini ölü bir beniz üzerinde ta dıyordu. öy le bir beniz ki, ilmin bazı ucubeleri sak la d ığ ı o ispirto dolu kavanozda buruşmuşsa benziyordu.
47 Grandisson: İngiliz yazarlarından Richardson Tun bir tipi ve romanının adı; yazar bu romanda fazi le t li bir adamın ideal tipini yaratmak istemiştir.
COUSİN PONS
25i
İnce, hülyalı, şefkatli bir ruhu olan, yüzünün kendisine zorla verdiği karakteri benimsemek zorunda bulu nan bu artist, sevilmek umudunu kökünden kaybetmiş ti. Bu bakımdan, bekârlık
zevkten çok, bir zorunlu<r
oldu onun için.
papazların da bir günahı
Faziletli
olan midesine düşkünlük bu durumda ona kollarını aç tı; o da bu kucağa sanat eserleri aşkına, müzik sev gisine kendisini bıraktığı hevesle
atıldı. İyi yemekler
ve antika eserler onun için bir kadının vereceği zev kin ufak ölçüde karşılığı oldu.
Müziği buna katmak
doğru olmaz, müzik mesleğiydi onun. Gelin de mesle ğini seven bir adam bulun! Zamanla, meslekte evlen me gibi bir hal alır, insan yalnız sıkıcı yönlerini his setmeye başlar. Brillat-Savarin46 taraf tutarak, iyi yemek merak lılarının bu eğilimini hoş gösterecek nedenler bulmuş tur. Bununla beraber, sofrada
duyulan
gerçek zevk^
üzerine belki de yeterince durmuş değildir. İnsan kuv vetlerini harekete getiren Bindirim, bir iç savaşıdır;, bu savaş, yemek meraklılarında, aşkın verdiği en yük sek bazlarla birdir. Hayat gücü öylesine büyük bir fa aliyet gösterir ki, beyin, karın boşluğundaki ikinci be yin hesabına silinir, sermest oluş da bütün meleklerin durmuş olıçasından ötürü kendisini gösterir. Bir beğa* yiyerek tıka basa doymuş boğa yılanları, öylesine mes* bir haldedirler ki, o anlarda
kolaylıkla
öldürülürler.
Kırkım geçmiş hangi adam yemekten sonra çalışman cesaretini gösterebilir? Büyük adamların az yemelerk 4 8 48 Brillat - Savarin: Yemek meraklısı bir Fran sız yazarı. (1755-1826).
COL'SIN PONS
556
bundandır. Tehlikeli bir hastalığın nekahat devresinde olan hastalara o kadar az ve belli yemekler verirler la, onlar, tek bir piliç
kanadının
verdiği bir çeşit mide
dıoşluğunu sık sık farketmişlerdir. Bütün hazzı mideisinin çalışmasında toplamış bulunan akıllı uslu Pons ■nekahat devresindeki bu hastalar durumunda idi hep. »Güzel bir yemekten alınabilecek bütün tatlı duyguları beklerdi; o güne kadar da onları her gün için sağla nmıştı. Hiç kimse bir alışkanlığa veda etmek cesaretini ,gösteremez. Kendilerini öldürmeye kalkanların birçoğu Bıer akşam domino oynamaya gittikleri kahveyi gözlen* vıin önünde canlandırınca ölümün eşiğini aşamamışlar ıdır. V
Ç ifte kumrular 1835 te, tesadüf, Pons’un 'ilgisizliğin öcünü aldı;
bir
kadınlardan
yaşlılık
«ona. Doğuştan yaşlı olan bu adam,
gördüğü
dayanağı
verdi
dostlukta, hayat
için bir destek buldu, toplumun kendisine izin venjıgı (biricik evlenmeyi yerine getirdi, kendisi gibi yaşlı, mü zisyen bir adamla birleşti. La
Fontaine’in o tanrısal
“ fable” İ « mevcut olmasaydı, bu çizdiğimiz arkadaşlı84 Fable: içinde ders olan manzum bir masaldır X a Fontaine “ fable” leri ile ün salmıştır. Onlardan 'birinin başlığı İki D ost'tur. Şair bunda birbirine dostlu mun en gerçek bağlan ile bağlı bulunan, uykusunda •dostunu mahzun görünce gece yarısı onun evine koşan, Zbu harekete aynı sıcak ilgi ile mukabele eden iki dosttfan içi titriyerek bahseder.
27
COUSIN PONS
ğ a başlık olarak iki doat başlığını verirdik. Ama o za man bu edebî bir cinayet, mukaddes bir şeye karşı say gısızlık olmaz mıydı? Her gerçek yazar böyle bir dav* ranıştan kaçınır.
Fabuliste'imizin,00 hem ruhunun bir
sırrı hem de hülyalarının bir deyimi olan bu şaheseri, bu başlığa ebedî olarak hak şına iki dost kelimelerini
kazanmıştır. Şairin, ba
koyduğu sahife,
bzel mülklerden biri, matbaacılık
mukaddes
devam ettiği sürece
her kuşağın içerisine saygıyla gireceği bütün insanla ra ziyaretgâh olacak bir tapınaktır. Pons’un
dostu bir piyano
öğretmeniydi. Bu ada
mın hayatı ve alışkanlıkları kendininkileriyle öylesine iy i bağdaşıyordu ki,
Pons bu
arkadaşlığın
verd.gı
mutluluğu düşünerek ona çok geç rasladığına üzülü yordu ; çünkü bir kız okulunda, ödül dağıtıldığı bir gün temeli atılan tanışmaları, 1834 te olmuştu. Belki hiçbir zaman iki ruh, Tanrı istemediği halde, kaynağı cennet t e olan insan okyanusunda, böylesine birbirine eşit rasAanmamıştır. Bu iki müzisyen az zamanda birbiri için b ir ihtiyaç oluverdiler. İçlerini
karşılıklı
döktükleri
için sekiz günde iki kardeş gibi oldular. Kısaca, Schmucke51 yeryüzünde bir başka Pons
olabileceğine ne
kadar inanmıyorsa, Pons ta bir başka Schmucke olabi leceğine o kadar inanmıyordu. Bu iyi kalbli iki insanı «çizmek için söylediklerimiz yeterdi, ama bütün zekâlaı 60
Fabuliste: Fable yazana denir.
61 Wilhelm Schmucke, d’Anspach kilisesinde ça lıştıktan sonra Paris’e müzik öğretmeni olarak geldi. "Yüksek tabakadan birçok genç kıza hocalık etti. 3cnmucke, Balgac’ın diğer eserlerinde de vardır.
COUSIN PONS
28
sentezin bu kadar kısasından zevk almazlar. Güç ka nanlar için ufak bir açıklama şart. Bu piyanist, bütün piyanistler gibi Almandı, bü yük Listz, büyük
Mendelssohn gibi Alman,
Mozart ve Dusseck gibi Alman; Alman, Thalberg gibi Alman;
Steibeltr
Meyer, Doelher gib i Dreschok gibi, Hiller„
Leopold Mayer gibi, Crammer, Zimmermann ve Kalkbrenner,
Herz,
Woetz, Karr,
Wieck gibi ve özellikle bütün
W olff,
Pixis,
Almanlar
dı.52 Schmucke büyük bir besteci idi,
Clara
gibi Alınan
ama bir öğret
men olmaktan da ileri gidemiyordu, çünkü yaradılışın da, virtüöz olarak dinleyicilerin önüne çıkmak için dâ hiye gerekli olan cesaret yoktu. Birçok
Almanın saf
lığı sürekli değildir, biter. Onlarda belli bir yaşta ken dini gösteren sâflık, nasıl bir kanal için lâzım olan sur suyun bol olduğu yerden alınırsa,
gençliklerinin kay
nağından alınmış ve oradan kalmadır; onlar, kendile rine karşı duyulabilecek emniyetsizliği yoketmede, ilim de, sanat veya ticarette kısaca her şeydeki başarılarını artırmada faydalanırlar bundan. Fransa'da bazı kur naz kimseler, bu Alman sâfhğının yerine Parisli bak kalın kafasızlığını koyarlar. Fakat nasıl ki Pons fa r kında olmadan üzerinde İmparatorluğun
kalıntılarımı
muhafaza etmişse, Schmucke de, çocukluktaki saflığını öyle muhafaza etmişti. Bu asil, bu su
katılmamış A l
man, hem virtioz, hem de dinleyici idi: müziği kendisi için çalardı. Paris’te de, bülbülün ormanında oturması gibi oturuyordu; cinsinin, tek temsilcisi olarak ötüyor du orada yirmi yıldan beri; bu hal Pons’ta kendisine 32 Bütün bu Alman ve piyanist olan müzisyenler Paris’e ya öğrenmek, ya da öğretmek için gelmişlerdir.
COUSIN PONS
29
benziyen birini bulduğu ana kadar sürdü. (B ir Havva K ızı adlı romanıma bakılsın.) Pons’un da, Schmucke’un da yüreğinde ve karak terinde Almanların bir özelliği olan o çocukça duygu lardan bol bol vardı: örneğin çiçek tutkusu, tabii olaydara karşı duyulan o tapma hissi; ki, gözlerinin önünde ıbüyük ölçüde bulunan manzarayı küçük ölçekte görmen için bahçelerine iri şişeler saplamaya sevkeder onları, ilmi araştırmalara karşı bir vergi ki, evinin avlusun d a, kuyunun kenarındaki yaseminin altında, kendisine sırıtan bir gerçeği bulmak için, Cermen bilginine, se tirleri ayağında, yüz küsur kilometre yol yürütür; nidıayet hilkatin önemsiz olaylarına ruhî bir anlam vermek ihtiyacı ki, bu da, Jean-Paul Itichter’in53 izahı mümkün •olmıyan eserlerinin, Hoffmann’ın** basılmış acayip Hi kâyelerinin ve dibinde olsa olsa bir Almanın bulunduğu, uçurumlar kadar da derinleştirilen en basit meselelerin «trafın a
Almanya’nın yığın yığın kitaplarla çektiği
parmaklıkların doğmasına sebep olur. İkisi de katolık oldukları için, beraber kiliseye eli, günah çıkaran papaza •çocuklar gibi yerme
gidiyor, dinî ödevlen
söyliyecek günahı olmıyan
getiriyorlardı.
duygular söz için ne ise,
İkisi de, fikir ve
Tanrının dili
olan müziğin
d e fikir ve duygular için öyle okluğuna kuvvetle inanı yorlar, bu alandaki özel kanılarını birbirine ispat için, İcarşılıklı müzik partileri düzenliyor, bu yolla aşıklar biçiminde uzun uzun
konuşuyorlardı. Pons ne kadar*5 4
03 J ean -P au l Richter: Bir Alman yazan. <1763 - 1825) 54 Hoffm ann: Bir Alman yazar ve müzisyeni <1776 -1822).
30
COUSIN PONS
dikkatli ise Schmuckede o oranda koleksiyoncu ise, Schmucke de
dalgındı. Pons b ir
hayalperestti; biri en>
güzel somut şeyleri kaybolmaktan kurtarırken öteki d e soyut olan güzel şeyleri inceliyordu.
Schmucke Kossi-
ni’nin, Bellini’nin, Beethoven’in Mozart'ın bir cümlesi ni ve duygu âleminde bu
müzikal cümlenin
kaynağı
ya da, karşılığı nerede bulunuyor acaba diye düşünerek burnunu silmek için bile mendil elinde beklerken, Pons bu süre içinde porselen bir fincan bulup satın alıyor du. Schmucke bütçesini eğlencelerine göre düzenlediğin den, Pons da ihtirası yüzünden
müsrif
olduğundan,,
her ikisi de aynı sonuca varıyorlardı; her yılın S a in iSylvestre yortusunda" keselerinde metelik kalmıyordu.. Bu dostluk olmasaydı, Pons belki üzüntülerine da yanamaz, ölürdü; kendi başka bir yürek bulunca,
yüreğinin acılarını hayat onun için
dökecetc dayanılır
bir hal aldı. Schmucke’a içini döktüğü ilk gün, iyi yü rekli Alman kendisi gibi yapmasını, pahalıya mal edi len yemekler için dışarıya gidecek
yerde, evde ekmek:
peynirle geçinmesini salık verdi ona. Ne yazık ki, Pona Schmucke’a yüreğiyle midesinin birbirine düşman ol duklarını, midenin yüreğe acı veren
hallerden hoşlan
dığını, kadın düşkünü bir adama nasıl
eziyet edeceği
bir metres lâzımsa, kendisine de her ne bahasına olur sa olsun iyi bir yemek lâzım olduğunu söylemek cesa retini gösteremedi. Ama Schmucke anladı bunu zaman la ; zamanla diyorum, çünkü adamcağız Almandı, ondaF ran sizi ara vergi olan çabuk anlamak kabiliyeti yok tu; anlayınca da zavallı Pons’u daha çok sevdi. Dün85 Saint - Sylvestre yortusu: Aralık ayının 2 î sında olduğuna göre yazar yıl sonunda demek istiyor.
COUSlN PONS
31
Tada iki dosttan birinin kendisini ötekinden daha üs tün hissetmesi kadar hiçbir şey dostluğu Kuvvetlendir mez. İyi yemek hastalığının dostunda ne kadar şiddet li olduğunu farkettiği anda, Schmucke’un ellerini oğuşturduğunu görecek bir meleğin, bir şey söylemeye hak la olamazdı. Çünkü ertesi gün, iyi yürekli Alman sof rayı, bizzat gidip aldığı iyi şeylerle süsledi ve her gün •dostu için yeni yeni yiyecekler bulmaya çabaladı; çünJcü birleştikleri günden bu yana kahvaltıyı birlikte edi yorlardı her sabah. İki dostun, hiçbir şeye hiçbir zaman saygı göster meyen Parislilerin alaylarından kurtulduklarını düşün mek için Paris’i tanımamak gerekir. Schmucke’la Pons zenginlikleriyle yoksulluklarını bir araya getirerek be raber oturmak gibi tutumlu bir çareye başvurmuşlar d ı ; böylece, Marais’deki sessiz
Normandie sokağında,
«essiz bir evin benzeri görülmemiş bir biçimde bölün m üş bir dairesinin
kirasını y a n yarıya
•Çoğu zaman birlikte çıktıklan, aynı
ödüyorlardı.
caddelerden yan
yan a geçtikleri için, mahallenin aylaklan çifte kumru la r adım takmışlardı onlara. Bu takma ad burada Schsnucke’u çizmekten kurtanyor bizi;
Vatican’daki meş
h u r Niob&nin süt anası heykeli La Tribune’deki Venüs heykeline nazaran ne ise, Schmucke ta o idi.56 Oturduklan evin
Pons’a nazaran
kapıcısı Madame
Jcumrulara mihverlik ediyor, evi o çekip yalnız bu iki varlığın sonu okın
Cibot,
çifte
çeviriyordu;
dramda bu kadının
M Bu iki heykel birbirine tamamiyle zıddır: INiobâ'nin sütannesi şişman, Venüs ise ince... Schmucke «de Pons’a göre çok şişman bir adamdır.
COUS1N PONS
öyle büyük bir rolü var kit portresini çizmeği, onun b o drama girdiği ana bırakmak daha uygun olur. Bu iki varlığın soyut yönleri hakkında henüz söy lemediğimiz noktaları, okuyucuların yüzde doksan do kuzuna, X IX . yüzyılın kırk yedinci
senesinde kavrat
mak, işin asıl güç tarafıdır; bu da tren yollarının ya pılması ile meydana gelen İktisadî gelişmeden ilen ge liyor herhalde. Hem kolay,
hem de güç bir iştir bu.
Çünkü mesele, bu iki yüreğin aşın incelikleri hakkında bir
fikir
vermektir.
Bizden
aldıklanna
bir
kar
şılık olsun diye Railways’le ilgili bir benzetme yapalım: bugün
katarlar raylar üzerinde
kayarken
görünme»
kum tanelerini ezerler. Yolcuların farkına bile vara madıkları bu tanelerden
birini onlann
böbreklerine
sokun, mesane hastalığı denilen en dayanılmaz bir has talığın yarattığı acılan duyarlar; ölen bile olur bun dan. Şimdi, demiryolu politikasına bir
lokomotif hızı>.
ile atılmış olan toplumumuz için kum tanesi olan şey,, - k i bununla o meşgul bile olm az-bu iki varlığın lifle ri arasına her an ve her fırsatta hastalığını sanki yüreklerinde
atılınca, o mesane
meydana
getiriyordu..
Başkalanmn acılanna karşı son derece hassas olduk tan için, her biri, bu acılar
karşısında güçsüzlükten
gözyaşı döküyordu; kendi öz duyguları için de hastalı ğa varan aşırı bir hassasiyetleri vardı. Ne yaşlılık n e de Paris’in gözler önünde cereyan eden sürekli dramla n , hiçbir şey bu iki taze, saf, çocuk ruhunu katüaştırmamıştı. Bu iki varlık hayat yolunda ilerledikçe, iç* acılan da o oranda yakıcı oluyordu. Ne yazık ki, hiç bir aşırılığa kapılmıyan temiz yaratıklarda, rahat mü tefekkirlerde ve gerçek şairlerde de, böyledir bu.
COUSIN PONS
33
İki yaşlının hayatlarım birleştirdikleri günden bu yana hemen hemen aynı olan meşguliyetleri, Paris’ te araba atlarım ötekilerinden ayırdeden o kardeş kardeş iş görme şeklini almıştı. Yazın da, kışın da saat yediye <loğru kalkarlar, kahvaltıdan sonra, kız okullarındaki •derslerini vermeğe giderler, gerekirse, bu derslerde bir birinin yerini tutarlardı. Öyleye doğru, prova varsa, Pons tiyatroya gider, yoksa,
bütün boş zamanlarını
•dolaşmaya harcardı. Sonra, iki dost, akşam tiyatroda buluşurlardı...
Pons
Schmucke'u da aynı
tiyatroya
yerleştirmişti: bu iş de şöyle olmuştu.
VI H er zaman görülen hallerden: sömürülen bir adam Pons, Schmucke’a rasladığı günlerde, kendisi is temediği halde, tanınmamış kompozitörler için mareşal lik rütbesi gibi bir şey olan bir
orkestra şefliği elde
etmişti. Bu yer ona o günlerde bakan bulunan Popinot .sayesinde şöyle sağlanmıştı. Temmuz ayaklanmasının bu burjuva kahramanı, bir gün Paris'te arabası ile do laşırken, eski gençlik arkadaşlarından birine rastladı; «onu, zavallı bir halde, bacaklarında supiyesiz57 bir pan tolon, sırtında rengi kaybolmuş bir redingotla ve ufak tefek sermayelerle çok büyük işler peşinde görünce, ha yatta muvaffak olmuş bir adam olarak yüzü kızardı, ■ona bi* tiyatro imtiyazı verdirtti. Eskiden seyyar tüc carlık eden, adı da Gaudissart olan bu dostun, büyük 67 Supiye: pantolunu gergin tutmak için o za manlarda moda olan ve ayağın altından geçen lâstik.
COUSIN PONS
34
Popinot ticaret evinin yükselişinde çok önemli rolü ol muştu geçmişte, tki kere bakanlık ettikten sonra» kont ve senatör olan Popinot» meşhur Gaudissart’ı9* tanıma mazhktan gelememişti.
Daha da ileri gidip
dostum
elbiselerini yeniliyecek, kesesini dolduracak bir duru ma getirmek istedi; çünkü politika, ne de mevki krori bu eski koku tüccarının yüreğini değiştirmemişti. Ka dına her zaman düşkün olan Gaudissart, o günlerde iflâs halinde bulunan bir tiyatronun imtiyazım istedi: Bakan bu imtiyazı verirken güzel cinsin eski meraklı larından birkaçım da ona göndermeyi ihmal etmedi; bu adamlar, artist kadınlardan»
içinde aşk alışverişi
olan sağlam bir kumpanya kuracak kadar zengindiler. Popinot
konağının
asalaklarından
olan Pons da, bu
imtiyazın karşılığı olarak ondan faydalananlardan biri oldu.
Böylece büyük bir
servete ulaşan
Gaudissart
kumpanyası, 1834 de, bulvarlarda büyük bir fikri ger çekleştirmeğe niyetlendi: halk için bir opera, baleler ve cinli perili oyunlar için, biraz da kompozitör olan orta derecede bir orkestra şefine ihtiyaç vardı. Gandissart kumpanyasının
yerini aldığı
tiyatro idaresi
çoktan iflâs etmiş olduğundan, notaları kopya edecek bir adam bile yoktu. Bunun üzerine Pons Schmucke u, kopya işlerini üzerine alan bir adam sıfatı ile tiyat roya soktu. Bu kopya işi de ciddî bir müzik bilgisi istiyen nankör bir
meslektir.
Pons’un öğüdü
üzerine
Schmucke, Opera - Komikte bu kısmın şefi ile anlaştı, 88 Bu adam Balzac’m (Câsar Birotteau) roma nında ve yazarın İnsanlık Komedisi adı altında topla nan belli başlı eserlerinde esaslı bir kişi olduğu için yazar meşhur diyor.
COUSIN PONS
kopya işinin
makine ile ilgili
35
tarafından
kurtuldu.
Schmucke’la Pons’un birleşmesi parlak bir sonuç ya rattı. Bütün Almanlar gibi armonide çok kuvvetli olan Schmucke, Pons tarafından bestelenen parçaların par tisyonları için çok faydası dokunuyordu. Müzikten anlıyanlar bir iki güzel oyunda çalman yeni kompozisyon lara hayran olunca, bestecilerinin kimler olduğunu ara madan, ilerlem e kelimesi ile açıkladılar bunu. Pons’la Schmucke,
kimi
insanların
kendi
banyolarında bo
ğulmaları gibi, şeref bulutlarının arkasında silindiler. Paris’te hele 1830 dan bu yana, her ne de olursa olsun, ürkütücü bir rakip
kitlesi ile
boğuşmadan, hem de
esaslı bir şekilde boğuşmadan kimse ulaşamıyor başa rıya: pazularda
aşırı bir gücün
bulunması gerekir;
iki dost ise, her çeşit tutkuyu önliyen o mesane has talığı gibi bir hastalık
yüzünden
zayıftılar, yürekçe.
Çoklukla. Pons tiyatroya saat sekize doğru gider d i; bu saat, orkestra şefinin
yönetmesini şart kılan
gözde piyeslerin oynandığı saattir. Küçük tiyatroların çoğunda bu gibi gecikmelere göz
yumulur; ama Pons
bu hususla daha da rahattı, çünkü tiyatro idaresiyle olan münasebetlerinde çıkanm hiç düşünmezdi. Sonra gerekince Sshmucke doldururdu onun yerini. Gitgide Schmucke'un
orkestradaki y e n
sağlamlaştı. Meşhur
Gaudissart, Pons’un iş ortağının hem değerini, hem de yararını anlamıştı; ama dışan vurmazdı bu hissini. Büyük tiyatrolarda olduğu gibi orkestraya bir de piya no katmak zorunda kalınmıştı.
Schmucke tarafından
parasız çalınan piyano, orkestrada şef kürsüsünün ya nına yerleştirilmişti; bu gönüllü yer alırdı. İhtirası ve iddiası
müzisyen de orada
olmıyan bu iyi yürekli
36
Almanı tanıyınca,
COUS1N PONS
bütün
müzisyenler
sevdiler onu.
Tiyatro idaresi, bulvar tiyatrolarında bulunmıyan, fa kat çoğu zaman kaçınılmaz olan piyano, viola-lam ur, ■korangle, violonsel, harp, İspanyol raksları için kastan yet, zil ve başkaları gibi Sax’ın59 yarattığı araçları -çalma işini Schmucke’a verdi. Almanlar, istiklâl araç larını çalmasını bilmezler ama, tabii olarak bütün mü zik araçlarını çalmasını bilirler. Tiyatroda çok sevilen iki yaşlı
artist, filozoflar
-gibi yaşıyorlardı orada. Bir tiyatronun üyeleri arasın-da, aktör ve aktrislere
karışmış bir bale
bulununca, normal olarak
mevcut olacak
gurupu da kötülükleri
âıiç görmemek için gözlerinin önüne bir perde çekmiş lerdi; zaruret ve kazanç kaygısı ile bir araya getiril m iş bu kanşık ve iğrenç artist
topluluğu, müdürler,
yazarlar ve müzisyenler için bir azaptır. Başkaların dan gördüğü saygı ve başkalarına karşı gösterdiği saysgı, iyi ve alçak gönüllü Pons’a herkesin itibarını kazan dırmıştı. Zaten, her
toplumda sa f bir hayat, lekesiz
bir dürüstlük en kötü yüreklileri bile bir çeşit hayran lık duymaya iter. Paris’te,
yüksek bir fazilet, iri bir
elmas ya da az bulunan bir nesne kadar itibar görür. Hiçbir aktör, hiçbir yazar, ne
kadar saygısız olursa
•olsun hiçbir dansöz, gerek Pons’a, gerek dostuna karşı en ufak bir oyun oynamayı ya da kötü bir şaka yapma y ı aklından geçiremezdi. Pons sigara salonunda görü nürdü arasıra, ama Schmucke orkestraya giden yerM Sax: 1791 de doğmuş 1856 da Paris’te ölmüş müzik araçtan yapan bir Belçikalı. Yarattığı araçlara içinde kendi adı da bulunan adlar takmıştır. Saksafon gribi.
COUSIN PONS
37
altı yoltuıdan başka yol tanımazdı. B ir temsilde bulu nursa, perde aralarında sâ f yaşlı Alman, salona kor ka korka bakar,
Strasbourg’da
doğmuş ve KhelTi bîr
Alman ailesinin çocuğu olan birinci
flütçüye, hemen
her zaman ön sıraları dolduran acayip İrimseler Hak kında sorular sorardı. Toplumsal eğitimi bu fülütçü tarafından ele alman Schmucke’un çocuk muhayyilesi, mevcudiyetini,
on
üçüncü
imkânlarını, bir baş artistin yatroda yer gösteren
yosmaların efsanevi
semtte*4 gizlice
evlenme
edebileceği israfları, ti
kızların gizli kapaklı ticaretini
kabul etmeğe başladı yavaş yavaş. H a fif kötülükler bu meziyetli adama, Babil’e yaraşır ahlâksızlıkların en son şekilli gibi göründü; o bunlara, Çin arabesklerine41 bakar gribi bakıp gülümsüyordu. Kurnaz kimseler, Pons* la Schmucke’un, moda olan bir kelimeyi kullanarak söyliyelim, sömürüldüklerini anlarlar kolayca;
yalnız
paraca olan kayıplarına karşılık itibar ve iyi muame le görüyorlardı. Gaudissart kumpanyasına para kazandırmaya b sşlıyan bir balenin başarı ile oynanmasından sonra, mü dürler Pons’a Benvenuto Çellini62 tarafından yanılmış olduğu sanılan gümüş bir gurup yolladılar; bu guru- *6 1 40 Paris önceleri on iki semte ayrılmıştı. Sonra genişleyince, semt sayısı yirmiye çıktı. Balzac zama nında on üçüncü semtte evlenmek demek, evlenme for malitelerinden kurtulmak demekti. Semt sayısı 20 olunca, şimdi 21 inci semtte evlenmek denir. 61 Arabesk: A rap tarzında ve acaip şekillerde nakış, oyma ve süsleme. t ! Benvenuto Çellini: Ünlü İtalyan gravör ve heykeltraşı (1500 -1571).
COUSIN PONS
38
pun korkunç fiyatı tiyatronun toplantı salonunda ko nuşma Konusu olmuştu. Korkunç fiyat da bin iki yiis franktı! Zavallı adamcağız bu armağanı peri vermek istedi! Kabul
ettirinciye
kadar
akla
karayı seçti
Gaudıssart ve kumpanya ortağına: — A h ! bu adam gibi aktörler de bulabilseydik!... dedi. 6 u iki adamın görünüşte cok sakin olan yaşayış ları yalnız bir zaaf yüzünden bozuluyordu; bu da, ye meği misafir olarak bir evde yemek gibi Pons'un duy duğu ve her şeyi feda ettiği o amansız ihtiyaçtı. Pons' un dışan çıkmak için giyindiği iyi yürekli Almanın bu kötü sık sık: — Böyle
sırada evde bulunan
alışkanlığa üzülmesi ve
olduğuna göre, bari biraz et
tutsaydı,
neyse ne! demesi bundandı. Dostunu bu küçültücü huydan vazgeçirmek çaresi ni düşünürdü
Schmucke; gerçek dostlar, soyut bakım
dan, köpeklerin koku alma duygularındaki olgunluğa sahiptirler; dostlarının duyduğu acının kokusunu alır lar, nedenlerini sezerler, ilgilenirler onlarla. Sağ
elinin
küçük
parmağında
günlerinde hoş görülmüş, ama maslı bir
yüzük taşıyan ve
Fransız olan Pons’un yüzünde, çirkinliğini azaltan o tanrısal
İmparatorluk
bugün gülünç olan el aşırı şair
ruhlu, a şın
Schmucke’un korkunç sükûnet yoktu. Alman,
dostunun yüzündeki hüzünlü ifadede, sırttan geçinme işini gittikçe dayanılmaz hale getiren güçlüklerin gün den güne artan izlerini görmüştü. Gerçekten de, 1844 yılının ekim ayında, Pons’un yemek yediği evlerin sa yısı çok azdı elbette. Hısım evlerinin çevresi içinde do
39
COUSIN PONS
laşmak zorunda kalmış olan zavallı orkestra şefi, şim di göreceğimiz gibi aile kelimesinin çerçevesini son de rece geniş tutuyordu. Eski gözde artist, Bourdonnais
sokağının zengin
ipek tüccarlarından Monsieur Camusot'nun birinci karı sı ile kardeş çocuğu idi. Bu kadın, sarayın işlemecileri olan meşhur Pons kardeşlerden birisinin kızı ve biricik vârisi idi. Müzisyenin anasiyle babası da, Pons ticaret evini 1789 İnkılâbından önce
kurduktan sonra, hisse
dar olmuşlardı. Bu ticaretevi, birinci Madame Camu sot'nun babasından 1815 de, Monsieur Rivet tarafından satın alındı. On yıl önce ticaretten çekilen Monsieur Camusot, 1844 de, İmalâtçılar genel meclisi üyesi, millet vekili ve falan filândı~ Bütün Camusot tayfası tara fından dost
muamelesi
gören Pons, ipek
tüccarının
ikinci karısından olan çocukları ile de kendisini kuzen saydı; oysa onun hiçbir diler. Camusot’ nun ikinci
şeyi, uzak
hısımı bile değil
kansı, Oardot’lan n
kızıydı;
Pons, Cardot’lan n kalabalık ailesi içine, Camusot’lann hısımı sıfatı ile sokuldu; ikinci bir burjuva ailesi olan C ordoflar, dışardan evlenme yolu ile katılanlarla bir likte, kudretçe Camusoflardan
aşağı kalmıyan kala
balık bir aileydi. İkinci Madame Camusot’nun kardeşi noter Cardot, Chiffreville’lerin kıziyle evlenmişti. Kim yasal maddeler kıralı meşhur
Chiffreville ailesi de
toptancı koku tüccarının ailesi ile hısım olmuştu böylece; bu koku
ticaretevinin sahibi de, uzun zaman.
Temmuz ihtilâlinin, bilindiği gibi, krallık adına bir po litika içine sürüklediği Anselm Popinot’ydu. Elbette Pons,
Camusot’lann
ve
Cardot’lan n
kuyruğunda
COUS1N PONS
40
Chiffreville’lere, oradan da, hep kuzenlerin kuzeni ola rak Fopinotlara yamandı. Yaşlı müzisyenin son münasebetleri
hakkındalri
şu basit bilgi, onun 1844 de evlere hısım olarak halâ nasıl kabul edildiğini açıklar: önce senatör, eski ziraat ve ticaret bakanı kont Popinot’lara; sonra eski noter ve Paris'in semtlerinden birinin belediye reisi ve millet vekili bulunan Monsieur Cardot’lara; sonra, milletvekili, Paris belediye meclisi ve imalâtçılar genel meclisi üye si olan, senatör olma yolunu da tutmuş bulunan yaşlı Monsieur Cam usoflara; nihayet, her ne kadar kuzenin kuzeni ise de, Pons’un gerçek kuzeni olan. Camusot’nun ilk karısından oğlu bulunan Monsieur Camusot de Marville’lere. Camusot, kendisini babasından ve üvey kardeşin den ayırdetmek için, de Marville malikânesini satın alarak onun asil adım kendininkine katmıştı; 1844 yılın da Paris kırallık adi iyesinde bir dairenin başkanı bu lunuyordu. Eski
noter
Gardot,
kızını, yerini alan Berthier
adında biri ile evlendirdiği, Pons'un da adı evlenme mukavelesinde geçtiği için, yaşlı müzisyen onlarda ye mek yeme imkânım noter kazandım, derdi.
huzurunda bir hak olarak
İşte Pons'un hısımlarım dediği ve boğazını doyur ma hakkını güçlükle muhafaza edebildiği burjuva çev resi bundan ibaretti. Bu on evden artistin en iyi karşılanması gereken yer, başkan Camusot’nun evi, Pons'un en sıcak bir ilgi ile bağlı bulunduğu evdi. Ne yazık ki, kıral X V III. Loui8 ile X . Charles’ın teşrifatçısı ölü Monsieur Thiri-
COUS1N PONS
41
on’ un kızı olan Madame Camusot, kocasının kuzeninin kuzeni olan adama hiçbir zaman iyi muamele etmemiş ti. Pons’sa, bu korkunç hısımı yumuşatmak için, epey uğraşmıştı; örneğin, Mademoiselle Camusot’ya bedava dersler verdiği halde biraz kızılca renkli olan bu kız dan bir müzisyen yaratmayı becerememişti. Pons elr ceketinin altındaki değerli antika üzerinde olduğu hal de kuzeni daire
başkanının evine doğru koşuyordu o-
anda. Bu eve her girişinde kendisini Tuileries sara yında sanırdı; çünkü içinde ağır başlı yüksek memur havası bulunan bu evin göz alıcı yeşil perdeleri,
soIuk ,
sincabi renkteki döşemeleri, kadife gribi parlak yün halıları, ağır
mobilyesi
çok büyük bir etki yapardu
onun üzerinde. Acaip olan bir şey varsa, o da, Pons'un kendisini, Basse-du-Rempart sokağındaki P opinofnun
konağında
daha
rahat
hissetmesiydi;
oradaki
sanat eserleri yüzülklendi bu hiç şüphesiz. Eski ba kan, yüksek mevkiye çıkalı beri, güzel şeyleri topla mak merakına kapılmıştı; bunu, içinde en çirkin dav ranışları gizlice toplıyan politikaya bir karşılık olsun, diye yapıyordu herhalde. V II Koleksiyoncuların binlerce kazlarından biri Başkan de Marville, Hanovre sokağında, on yıl dır karısının, anasiyle babası öldükten sonra satın al dığı evde oturuyordu. Bu ana baba, yâni Monsieur veMademe Thirion, kızlarına yüz elli bin frank kadar bir para bırakmışlardı. Sokağa ve kuzeye bakan ydzfc oldukça karanlık olan bu evin, avluya bakan geri kıs
COUSIN PONS
42
mı güney ışığından yararlanırdı; bu avlunun dip ta* rafında da güzel bir bahçe vardı Başkan, X V . Lome çağının en güçlü
zenginlerinden
birisinin oturmuş
olduğu birinci katı olduğu gibi işgal ediyordu. İkinci kat da zengin ve yaşlı bir bayana kira lanmış olduğundan, binanın, yüksek memurun ağırbaş lılığına uygun, sakin ve saygı uyandıran bir hali var dı. De M arvillelerin gözalıcı malikânelerinin geri ka lan parçalan eşlerine hâlâ Normandiya’da rastlanan pek büyük bir şato ile on iki bin frank getiren iyi bir çiftlikten ibaretti. Bunları satın almak için Camusot, yirmi yılda biriktirdiği parasından ve anasın dan kalan mirastan faydalanmıştı. Şatonun etrafında yüz hektarlık bir park vardı. Bugün ancak prenslere lâyık olan bu debdebe, başkana aşağı yukarı üç bin franga mal oluyor, sonunda da topraklar dokuz bin franktan
fazla getirmiyordu.
Bu
maaşına
katılınca,
aşağı yukan yirmi bm
başkana
dokuz
bin
frank,
franklık bir gelir sağlıyordu o zamanlar; bu servet, hele ilerde, ilk karısından biricik çocuğu olması dolayısiyle babasının y a n servetine konacağı için ona yeter görünüyordu; ama Paris hayatı ve mevkilerinin gere ği Monsieur ve Madame de Marvılle’i gelirlerinin he men hemen hepsini harcamaya zorlamıştı. 1834 y ılııa kadar sıkıntıda kalmışlardı. Bu açıklama, yirmi üç yaşında genç bir kız olan Mademoiselle de Marville’e yüz bin franklık drahomsına ve ustaca ve sık sık fakat boş yere ileri sürülen müstakbel servet durumuna rağmen
neden
bir koca
bulunamadığını ortaya koyar. Beş yıldan bu yana Pons, kızın annesinin bu husustaki sızlanmalarını dinliyor-
COUSIN PONS
43
<lu: bütün yardımcı yargıçlar evlenmiş, yeni yargıçlar baba bile olmuşlardı. Daha önce Mademoiselle de Marville’in parlak geleceğini genç Vikont Popınot’nun bir türlü kamaşmasını bilmediği gözleri önüne sermişler di, ama boşuna; Lombards mahallesinin haris insanla rına göre, Temmuz İhtilâli, kıral hanedanının olduğu kadar bu koku kiralının yararına yapılmıştır. Choiseul sokağına vardığı, tam Hanovre sokağı nın köşesini döneceği onlara, bir jandarmaya
sırada, saf vicdanları
burkan,
Tasladıklarında en büyük ca
nilerin duydukları iç azabını
duyurtan ve sırf Camu-
sot'nun karısı acaba onu nasıl karşılıyacak gibi bir histen doğan o izahı mümkün olmıyan heyecanı duy du Pons. Yüreğinin tellerini kemiren bu kum tanesi, sertliğini hiçbir zaman kaybetmemişti; tersine köşeleri gittikçe sivrileşiyor, evdekiler de bu köşeleri durmadan batacak hale getiriyorlardı. Gerçekten de, Camusot’iamn Cousin Pons’a aldırış etmemeleri, aile içinde değe rinin sıfıra indirilmesi, hizmetçileri de etkiliyor, onlar da, saygıda kusur etmemekle beraber, onu yoksulların bir başka çeşidi gibi görüyorlardı. Madame ve Mademoiselle Camusot’unun oda hiz metçisi, Madeleine Vivet adında kuru, sıska ve yaşlı bir kız, Pons’un baş düşmanıydı. Madeleine, gudde has talığı sebebi ile suratının şiş olmasına rağmen, belki de, sırf bu hastalık ve boyunun engerek yılanı gibi uzun olması yüzünden Madame Pons olmayı kafasına koymuştu. Yaşlı bekârın gözleri önüne birikmiş yirmi bin frankını boş yere sermiş, Pons da gudde hastalığı olan bu mutluluğa yanaşmamıştı. Böylece, efendileri n e hısım olmak istiyen bu hizmetçi
parçası,
zavallı
COUS1N PONS
44
müzisyene en kütü oyunları
oynardı. Örneğin,
adam
cağızın merdivenleri çıktığım duyunca, onun da işite bileceği bir şekilde hiç
çekinmeden: "İşte yine geliyor
davetsiz m isafiri’* diyebiliyordu.
Uşağın
yokluğunda
sofra hizmetini görürken, parmağına doladığı adam cağızın bardağına az şarap, çok su koyuyor,
şarabı
dökmeden içebilmek zahmetini vermek amaciyle de bar dağı ağzına kadar dolduruyordu. Adamcağıza yemek koymayı unutuyor, bunu
Madame
Camusot’ya hatır
lattırıyor, (hem ne tonla?... Pons’un bundan yüzü kı zarıyordu 1) ya da yemeğin salçasını elbisesine dökü yordu. Bir kelime ile söyliyelim, cezasız kalacağını bi len bir küçüğün talihsiz bir üstününe karşı açtığı sa vaştı bu.
vm Talihsiz kuzenin çok kötü karşiUmdığı y er Hem vekilharç, hem de oda hizmetçisi olan M adeleine, evlendikleri günden
bu yana Camusot'larm
yanından ayrılmamıştı. Onlan
başlangıçta,
efendisi
Alançon'da basit bir yargıçken çok sıkıntı içinde gör müştü; Monsieur Camusot Mantes mahkemesi başkam iken, 1828 yılında Paris'e gelip sorgu yargıcı atandığı sırada, onlara paraca yardımda bile bulunmuştu. Böylece, aileden
biri
olduğu
için
onlardan öc almakta
kendisini haklı buluyordu. Onun, kibirli ve gözü doy mak bilmiyen Madame
Camusot’ya, hısım olmak gibi
bir oyun oynamak isteğinde, çakıl taşlarının çığlara sebep olması gibi, küçük nedenlerin yarattığı o sinsi hınçlardan biri saklıydı.
COUSIN PONS
45
Madeleine koştu, başkanın kanama: — Madame, sizin Monsieur Pong geldi,
dedi.
Sırtında yine o spenser varl Bari onu yirmi beş yıldır muhafaza edebilmek için ne yaptığını söylese de, biz de ■faydalansak. Büyük misafir odasiyle yatak odası arasındaki kü çük odada bir erkeğin ayak sesini
duyunca, Madame
Canıusot kızma baktı, omuzlannı silkti. — Madeleine, dedi, hep böyle yapıyor, bana haber vermekte öyle zekâ eseri gösteriyorsun ki ne yapacağı mı şaşınp kalıyorum. — Madame, Jean sokağa gitmişti, ben de yalnız dım, Monsieur Pons kapıyı çalınca gittim açtım. Yaban cı olmadığı için, peşimden gelmesine engel olamazdım; şimdi küçük odada spenseıini çıkanyor. Madame Camusot kızına: — Yavrucuğum, yakalandık, dedi. Yemeği burada yememiz gerekecek şimdi. (Sevgili
yavrusunun surat
astığını görünce.) Ne yapalım, ondan yakamızı toptan kurtaralım, ister misin? dedi. Mademoiselle Camusot: — Hayır, hayır, zavallıcığı bir yemeğinden yoksun etmek doğru olmaz, diye karşılık verdi. Küçük oda: MSizi
duyuyorum.” demek istiyen ya
lancı bir öksürüğün gürültüsü ile çınladı. Madame Camusot omuzlarım silkerek Madelein’e : — Ne yapabiliriz artık, gelsin içeri! dedi. Câcüe Camusot nazlı, nazlı: — Kuzenim, öyle
erken geldiniz ki, bizi tam an
nem giyineceği sırada bastırdınız, dedi.
COUSIN PONS
46
Zaten annesinin omuz hareketi
gözünden kaçma
mış olan Kuzen Pons’a, bu söz öyle işledi ki söyliyecek tatlı bir söz bulamadı, şu derin kelime ile yetindi: — Siz her zaman sevimlisiniz küçük kuzinim! Sonra annesine dönüp selâmladı: — Sevgili Kuzinim, bugün biraz daha erken gelişi me gücenmeyin, benden istemek lûtfunda bulunduğunuz şeyi getirdim size. Onlara Kuzenim ve Kuzinim dediği her kere başka nı, karısını ve Cecile’i öfkeden ceketinin yan cebinden tanrısal bir sanatla
çatlatan zavallı Pons,
Sainte - Lucie62
işlenmiş uzunca,
tahtasından
nefis bir autu
çekti çıkardı! Madame Camusot tatsız bir tonla: — H a! onu unutmuştum bile! dedi. Pek haince bir söz değil miydi bu? Bütün günah» yoksulluk olan bir hısımın gösterdiği ilginin bütün de ğerini sıfıra indirmiyor muydu? Madame Camusot: — Ne de olsa, nazik bir davranış,
kuzenim. Bu
entipüften şey için size çok para borçlu muyum? diye sözlerine devam etti. Bu soru kuzenin
içini altüst etti, bu değerli ar
mağanı yediği bütün yemeklere karşılık tutmaya niyet leniyordu. Heyecanlı bir sesle: 62 S ain t-L u cie tahtası: Kutu, tabaka gibi nesne lerin yapıldığı bu tahta, Vosges’larda Sainte - Lucie manastırının yakınlarında bulunan bir çeşit kiraz ağa cıdır. İsmi bu bakımdan Saint - Lucie’dir.
COUSIN PON5
47
— Size onu armağan etmeme izin vereceğinizi sa nıyordum, dedi. — Nasıl, hediye olarak mı? Haydi canım, aranuz<la gösteriş yapmıyalım, iç
yüzümüzü bilecek
kadar
birbirimizi tanırız. Altta kalmamak için para harcıva* cak kadar zengin olmadığınızı kândan dükkâna
biliyorum. Zaten aük-
koşmak için zamanınızı kaybetmeniz
.yetmez mi? Küçük düşen adamcağız: — Sevgili Kuzinim, siz tam
değerini
vermek zo
sunda olsaydınız, satın alamazdınız bu yelpazeyi, dedi. «Çünkü bu, VVatteau’nun iki tarafına da resim yapmış olduğu bir şaheseridir; yalnız içiniz rahat olsun, kuzi nim, sanat değerinin yüzde biri kadar bile para ver miş değilim ona. Bir zengine: “ Yoksulsunuzlw demek, Granata’mn başpiskoposuna vaazlarının beş para etmediğini söyle şmekle birdir. Madame Camusot
kocasının
mevkii, ae
Marville toprakları, balolar için saraydan gelen davetiler dolayısiyle çok kurum
taslıyan bir kadın
olduğu
.için, Pons’un sözleri yüreğine işledi; hele onların, ken disine karşı koruyuculuk
tasladığı sefil bir müzisyen
tarafından söylenmesi daha da etkili oldu. Sert sert, — O halde size bunları satan satıcılar pek budala insanlarmış! dedi. Pons hemen hemen sertçe: — Paris’te budala satıcı bulunmaz, dedi. Tartışmayı yumuşatmak amaciyle Cecile: — O halde siz, çok beceriklisiniz, dedi—
COUS1N PONS
48
— Küçük kuzinim, benim becerikliğim Lancret’yi.** Pater’i ;64 Watteau'yu, Greuze’i tanımaktan ileri gitmez? benim asıl dileğim özellikle sevgili annenizi hoşnut et mekti sırf. Bilgisiz ve kibirli olduğu için, Madame de Marville en ufak bir şeyi kabul etmek istemiyordu dâvetsiz mi safirinden; bilgisizliği de ona son derece yardım edi yordu; Watteau’nun kim olduğunu bilmiyordu. Kolek siyon yapanlarda onur, hiç şüphe
yok, onurların en
koyularından biridir, çünkü yazar onuru ile boy ölçüşür. Bu duygunun ne kadar ileri gittiğini anlatacak bir şey varsa, o da, Pons’un, yirmi yıldan beri ilk kere, kuzinine ayak diremekte gösterdiği
cesarettir. Kendi cesaretine
kendi şaşan Pons, bu harika yelpazenin rındaki ince oymaların güzelliğini
tahta kısımla
C6cile’e birer birer
gösterirken daha yumuşak bir hal takındı. Ama adamca ğızın o anda kaygıdan ne halde olduğunu iyi anlamak için Madame Camusot’nun huyunu biraz olsun açıkla mak gerekir. Eskiden ufak tefek, sarışın, tombul ve taze bir ba yan olan Madame de Marville, kırk altı ufak tefek fakat kuru bir kadın
yaşında y in e
olmuştu. Çıkık alnı,
gençliğinde ince renklerin süslediği geriye kaçmış ağzı, her şeyi küçük gören haline bir terslik katmıştı elbette. Evde her zaman kumanda etme alışkanlığı, yüzüne sert ve tatsız bir anlam vermişti. Zamanla, sanşın saçlar çir kin bir kestane rengi almıştı. Şimdi bile canlı ve alaycı6 8 68 Lancret: Sıcak renkli hoş tabloları ile Watteau’nun rakibi olmuş olan bir Fransız ressamı. (1690 1743). M Pater: Bir Fransız ressamı. (1696-1736).
COUSIN PONS
49
i z l e r d e , kocasının adliyeci olmasından doğan bir kibir v e raptedilmekte olan bir çekememezlik hissi okunuyor* «du. Gerçekte ise, Madame de Marville, Pons’u yemek yediği zengin burjuva çevresinde kendisini hemen hemen yoksul bulurdu. Eski Ticaret mahkemesi
başkam olan
zengin koku tüccarının sırasiyle milletvekili, bakan, kont v e senatör olmasım bir türlü hoş göremıyordu. Popinot’<nun senatörlüğe yükseltilmesi sırasında büyük oğlunu «ezerek kazasından kendisini milletvekili çıkartan kay natasım da affetmiyordu. hizmetten sonra,
Pariste on sekiz yıllık bir
Camusot için şimdi bile Yargıtayda
müşavirlik mevkii bekliyordu, oysa onu oradan uzak tu tan adliyedeki bilinen aczi oluyordu. 1844 yılının ada let bakanı, Comusot’ nun 1834 de başkanlığa getirilmiş «olmasına yanıyordu; onu suçlandırma heyetinin60*başına {koymuşlardı; orada, sorgu
yargıcı iken edindiği pra
tik bilgi sayesinde tevkif ya da tahliye
kararları ve
rerek hizmet görüyordu. IX Güzel bir kelepir Bu hayal kırıklıkları, kocasının değeri hakkında pek «öyle büyük hayallere kapılmıyan Madame de Marville'i yıpratmakla kalmamış, çevresine dehşet saçan bir kadın haline sokmuştu onu. Zaten kırıcı olan m işti.
Yaştan çok
huyca
huyu haşinleş
ihtiyarlamış
olduğundan,
herkesin ona gönül hoşluğiyle vermediği şeyleri o kor ku yolu ile elde etmek için bir fırça gibi sertleşiyordu. 60 Fransa’da bizdeki savcılığın ödevine benzer öde v i olan bir heyet vardı.
4
COUSIN PONS
50
Son derece saldırıcı olduğundan, dostu da azdı. Kendisi ni epey saydırıyordu, çünkü
çevresine kendi ayarında,
birkaç yaşlı sofu kadın toplamıştı; bunlar onu, gerekin ce aynı şekilde davranmaları şartiyle müdafaa ederler di. Bu bakımdan zavallı Pons’un bu etekli şeytanla olan münasebeti, bir öğrencinin hep öğretmenle olan
çıkışarak konuşan bir
münasebetinin aynı idi.
İşte bunun
için Madame de Marville kuzeninin bu beklenmedik ce saretini anlıyamıyor, armağanın değerini takdir ede miyordu. Cecile şaheseri elinde evirip çevirirken: — Nerede buldunuz bunu? diye sordu. — Lappe sokağında, bir
koltukçuda; o da bunu
Aulnay’de, Dreux yakınlarında yağma edilen bir şato da bulup almış; Menars’ı yaptırmadan önce Madame Pompadour’un arasına oturduğu bu şatodan, mevcutla rı arasında en nefis olan tahta oymalar kurtarılmış tır; bu oymalar öylesine güzeldir ki bizim tahta üze rine işliyen sanatçımız Lienard,
kendine model olmak,
üzere bunlardan yumurta biçiminde iki çerçeveyi sa natın en yüksek örneği olarak saklamıştır. Ne hazine ler vardı orada! Bu yelpazeyi ince ve renk renk tahta lardan yapılmış küçük bir dolap
içinde bulmuş; bu
eserlerden toplasaydım, o dolabı kaçırmaz alırdım, ama yanaşılacak gibi değil kil Reisener’in68 bir mobilyesi üç dört bin frank tutuyor!
Yavaş yavaş Paris’te, X V I.T
X V II. ve X V III. yüzyıllarda yaşıyan Alman ve Fran sız oymacılarının tahtadan sanki gerçek tablolar ya 68 Reisener: (Riesener) X V I m a Louis üslûbun da en iyi eserler vermiş bir Fransız kakmacısı. (1735 1806).
51
COUSIN PONS
ratmış oldukları anlaşılmaya başladı. B ir koleksiyon cunun meziyeti modadan önce harekete geçmektir. Ba kın, bundan beş yıl sonra, benim yirmi yıldan bu ya na topladığım Frankenthal67 porselenleri Paris’te Skvres porselenlerinin iki katı para edecek. Cecile: — Frankenthal da ne ki? diye sordu. — Palatinat68 elektorunün69 porselen fabrikasının adı; bu fabrika bizim
Sevres’deki imalât
evlerinden
daha eskidir, tıpkı Turenne70 tarafından tahrib edilen meşhur Heidelberg bahçelerinin bir
şanssızlıkla bizim
Versailles bahçelerinden önce mevcut olması gibi. Sevre, Frankenthal’ı çok kopya etmiştir.
Haklarını tanı
mak gerek, Almanlar bizden önce Sax’ta ve Palatmat*da çok nefis şeyler yapmışlar. Ana kız biribirlerine, sanki Pons çince konuşuyor muş gibi bakıyorlardı; Parislilerin ne kadar bilgisiz, ne kadar kendini beğenir olduklarını imkânı yok tasav vur edemezsiniz; sade kendilerine öğretilen şeyleri bi lirler, o da öğrenmek isterlerse... — Frankenthal işi olduğunu
nereden anlıyorsu
nuz? Pons coşarak: 67 Frankenthal: Bavyera’da bir Alman şehri. 88 Palatinat: Eski Ccrman İmparatorluğundaki iki kırallığın adlan: Aşağı Palatinat - Yukarı Palati nat. Yukan Palatinat bugün Bavyeradır. KU Seçmen (E lecteur): Eskiden Alman İmpara torunu seçmek hakkı kendisine verilen Prens ya da Piskoposlara verilen ad. 70 Turenne: Ünlü Fransız Mareşali. (1611 1675).
COUSIN PONS
52
Neresinden olacak,
imzasından! diye bağırdı.
Bütün bu nefis şaheserler
imzalıdırlar.
işi üzerinde bir prens tacı
altında birbirine dolanmış
olarak C ve T
(Charles - Th£odore)
Frankentha!
harfleri vardır.
Eski Saxe işleri iki kılıç ve altınla yazılmış bir sıra ınumarası;
Vincennes, bir boru;
Viyana,
kapalı ve
■üzeri çizilmiş bir V h arfi; Berlin, iki çizgi; Ma yence, bir tekerlek;
Sfcvres iki LL harfi
**porcelaine d la R eine" üzerinde de,
denilen en
kırallık tacı
altında
taşırlar;
nihayet
mükemmel
cinsi
Antoinette demek
•olan bir A harfi bulunur. X V III. yüzyılda, Avrupa’ nın bütün hükümdarları porselen yapımında birbirleri•ni geçmek istemişlerdir, işçileri biribirlerinin elinden .almak için savaşırlardı sanki. Watteau, Dresde fabri kaları için takımlar işlerdi; eserleri korkunç fiyatlarla «atılmıştır. (Yalnız bunları iyi anlamak gerekir, çün kü Dresde bugün o eski eserleri kopya ediyor.) insan ları hayran
edecek eserler yapılmıştır o zaman, bir
daha da yapılamaz! — Yok canım! — Evet öyle, kuzinim, bazı ince marangozluk eser leri, bazı
porselenler bir daha
Raphaöl’in, ne Titien’ in,* 71*7 4 ne
yapılamaz,
tıpkı ne
Rembrant’in,7* ne Van
‘Eyck’in7* ve Cranach’ın7* tabloları tekrar yapılmıyacan Titien (Tisien gibi okunur.) Ünlü Italyan res samı. (1477-1576). 71 Rembrandt: Ünlü Felemenk ressamı. (16961669). 7* Van Eyck: Flaman ressamı (1370-1440). 74 Cranach: (Kranak okunur.) Alman ressamı. <1472 -1553).
COUSIN PONS
53
ğı gribi... Bakın Çinliler, örneğin, çok usta, çok becerikli insanlardır; böyleyken, büyük - mandarin dedikleri por selenden güzel eserlerini
bugün kopya ediyorlar. 3 u
cinsten oimak gartiyle eskiden büyük boyda yapılm ış iki vazo altı, sekiz on bin frank ettiği halde, bugünkü kopyalan iki yüz franktan fazla etmez. — Şaka söylüyorsunuz. — Kuzinim, bu fiyatlar sizi şaşırtıyor, ama bun lar da bir şey değil. S&vres işleri arasında, porselen olmıyan on iki kişilik bir sofra takımı yüzbin frank ediyor, hem bu, faturadaki fiyattır. Böyle bir takım. Sevres'de, 1750 de, elli bin liraya satılıyordu; ben gör düm o zamanki fabrika faturalam a. Yelpazeyi, çok eski bulan Cecile: — Onlan bırakalım da bundan söz edelim, dedir Pons sözlerine devam etti: — Sevgili
anneniz benden bir
lûtfunda bulununca,
yelpaze
hemen aramaya
istemek
koyulduğumu
kestirirsiniz elbette, dedi; Paris’te bütün satıcıları do laştım, güzel bir şey bulamadım; çünkü sevgili Madame Camusot için bir şaheser istiyordum, ona, meşhur yelpazelerin en güzeli olan Marie-Antoinette’in yelpaze sini sunmak
arzusundaydım.
Fakat
dün, hiç şüphe
yok X V . Louis’nin ısmarlamış olduğu bu tanrısal şah eseri görünce gözlerim kamaştı. Bir
yelpaze bulmak
için Lappe sokağında, bakır, demir parçalan, yaldızlı mobilyeler satan bir Auvergnelinin
dükkânına niçin
gittim değil mi? Ben şuna inanıyorum ki, sanat eser lerinin bir çeşit zekâlan vardır, meraklılan tanırlar; on lan : “ Şiitl Ş iit!” diye çağırırlar.
COIISIN PONS
54
Madame de Marville kızına
bakarak
omuzlarını
silkti; Pons bu kaçamak hareketi göremedi. — Ben bu aç gözlülerin hepsini
tanınm l Aldığı
eşyalara büyük satıcılardan önce bir göz atmama izin veren bu satıcıya: “ Yeni bir şey var mı, Monistrol ba ba? Antika falan?" diye sordum. Bu soru üzerine, Mo nistini hazine
hesabına Dreux
oyma işleri yapmakta olan
kilisesinde çok güzel
Li&nard’m,
Aulnay’deki
satışta yalnız porselenler ve kakmalı nıobilyelerle ilgi lenen
Paris
satıcılarının elinden
rini nasıl kurtardığını anlattı
oyma
bana:
tahta
“ Çok
işle
bir şey
bulamadım, ama şununla yol parasım çıkan n m ." di yerek küçük dolabı gösterdi. B ir harika o ! Boucher7* tarafından yapılan desenler renkli ince tahtalarla us taca işlenmiş!... İnsanı önünde diz çöktürtecek kadar güzel! Bana: “ Bakın, Monsieur, şu yelpazeyi de dola bın kapalı çekmecelerinden birinde buldum; anahtarı yoktu, zorladım, açtım. Onu kime satabilirim dersiniz?" diyerek Sainte-L ucie tahtasından o küçük oymalı ku tuyu çekti
çıkardı. “ Süslü gotik
üslûbunu
andıran
Pompadour tarzında işlenmiş" diye de ekledi. Ben de on a: “ Evetl kutu çok güzel; almak isterdim, ama yal nız kutuyu! Çünkü yelpazeyi ne yapayim
Monistrol
baba? B ir Madame Pons’um yok ki o eski şeyi ona he diye edeyim; sonra, yenilerini
yapıyorlar artık, çok
güzel şeyler... Şimdi yelpaze derilerini şaşılacak dere cede güze) resimlerle
süslüyorlar, hem de çok ucuza.
Paris’te iki bin ressam olduğunu biliyor
musunuz?"
dedim. Bir taraftan da, hayranlığımı gizliyerek, üze-7 0 70 Boucher: 1770).
Fransız
ressamlarından.
(1703 -
COUSIN PONS
rindeki sadelikle, gönül alacak bir
55 sanatla yapılmış
iki küçük tabloya soğuk soğuk bakarak, yelpazeyi il gisizce açtım. Kolay değil, Madame Pompadour’un yel pazesini tutuyordum elimde; -W atteau bunu yapmak için çok alınteri dökmüştür. •“ Dolaba ne kadar istiyor su n uz?-B in fran k; veren bile oldu I” Ben ona yelpaze için yol parasım
karşılıyabilecek
bir para ileri Dür
düm. O zaman birbirimizin gözüne delici bakışlarla baktık, adamı elde ettiğimi anladım. Auvergne’li ince lemeğe kalkar korkusu ile yelpazeyi çabucak kutusuna koydum ve gerçekten bir ziynet olan kutusunun güzel liğini heyecanla övmeğe başladım. Monistrol’e : “ Eğer onu satın alıyorsam, sırf bu
kutu yüzünden satın alı
yorum, beni yalnız o çekiyor, dedim. Bu dolaba gelince, elinize ondan bin franktan fazla geçecek, bakın şu ba kır kısımlar kalemle ne güzel işlenmiş! Model olacak şeyler; Örnek olarak onlardan faydalanmak mümkün... Madame Pompadour’a her şey tek olarak yapıldığı için, bunlar hiç kopya
edilmemiştir...” Bizimki dolabı için
alevlenince yelpazeyi unuttu. Reisenes’in mobilyesinin güzelliğini kendisine belirtmemin bir karşılığı gibi onu bana yok bahasına bıraktı. İş. böyle oldu işte. Yalnız bu çeşit pazarlıkta başarılı olmak için çok tecrübe is ter! Gözlerle yapılan bir çekişmedir bu, bir yahudinin, bir auvergne'linin gözü de yabana
atılacak şey
değildir hani! İhtiyar artistin, kurnazlığı ile bilgisiz koltukçuyu nasıl alt ettiğini
anlatırken
gösterdiği heyecanlı ve
hareketli hali, HollandalI ressamlara lâyık bir mjde» olacak kadar güzeldi; ama Madame de Marville'le kızı
COUS1N PONS
56
bunu anlamaktan uzaktılar; onlar, birbirlerine Pons'u hor gören soğuk bakışlar fırlatarak: — Ne acayip bir adam bul dediler. Madame de Marville: — Demek böyle işlerden hoşlanıyorsunuz! dedi. Bu sözle beyninden vurulmuşa dönen Pons, kadını dövmek arzusunu duydu içinde. — Niye böyle
söylüyorsunuz, aziz kuzinim? Bu,
-şaheser avına çıkmak gibi bir şeydir. İnsan, avı koru yan hasınılan ile karşı karşıya kalır! Hileye hile ile karşı
koyar!
Peşinde bir Normandiyalı, bir yahudi
ya da bir Auvergne’li bulunan bir şaheser, nasıl anla tayım ^ tıpkı peri
masallarında
olduğu gibi, sihir
bazlar tarafından korunan bir prenses gibidir! — Peki bunu o adamın yaptığını neresinden anlı yorsunuz? Nasıldı ismi Wat™? — YVatteaul Kuzinim, X V III. yüzyılın en büyük Fransız
ressamlarından biri! (B ir taraftan
yelpaze
üstündeki yalancı köylü kızlan ile çoban kılığında bü yük senyörler tarafından oynanan danslı bir rondoyu belirten bir kır
resmini göstererek.)
Bakın,
imzayı
görmüyor musunuz? dedi, ö y le coşmuş oynuyorlar ki!... Ne kabiliyet! Ne renkl öğretmeninin
imza
Sonra bu.
etmesi
gibi,
çabucak, bir yazı bir
çırpıda
ya
pılmıştır, insana üzerinde çalışılmış hissini vermez! Arkasına bakın, bir salonda balo! bir tarafta yaz, bir tarafta kış! Ne süs! Sonra hiç de bozulmamış! Bakın bileziği de altından yapılmış, her iki ucunda da silip temizlediğim küçücük birer yakut var! Bütün dileği bu nefis yelpazeyi alıkoymak olduğu bal de, Madame de Marville:
COUSIN PONS
— Böyle ise. Kuzenim, bu
5T
kadar değerli bir şeyi
■izden armağan olarak kabul edemem. Ondan kendini ze bir gelir sağlamanız iyi olur, dedi. İçi biraz ferahlıyan adamcağız: — Eskiden kötüye hizmet etmiş olan bir nesnenin artık faziletli ellerde bulunmasının zamanı gelmiştir! dedi. Bu mucizenin gerçekleşmesi için yüzyıl bekliyecekmişiz. Şundan emin olun ki sarayda hiçbir prense sin elinde buna benzer bir şaheser yoktur; çünkü, neyazık ki insanların kanında bir Pompadour’a, faziletli bir kıraliçeye yapılan hizmetten daha fazlasını yapmak çabası vardır! Madame Camusot gülerek: — Peki, kabul ediyorum, dedi.
C6cfle, meleğim,
git de, Madeleine ile birlikte yemeğin kuzenimize lâyık bir şekilde olmasını sağla... Madame Camusot armağanı yemekle ödemek isti yordu. Bu yüksek sesle edilen ve kibarlığa hiç uymıyan tembih, bir hesabı ödemeye o kadar benziyordu ki Pons kabahat üstünde yakalanmış bir genç kız gibi kızar dı. Biraz irice olan bu taş yüreğinin içinde yuvarlandı bir süre. Genç ve epey kızıl olan Cecile, zavallı Pons'u, korkunç annesinin karşısında ateş üstünde bırakarak gitti. Bu kızın ukalâca halinde, yapmacık şekilde baba sının adliyeci kibri görülüyor, annesinin de duygusuz luğu seziliyordu. Madame Camusot,
eskiden Câcile adı için söyle
dikleri çocukça kısaltılmış kelimeyi yine kullanarak:
COUSIN PONS
58
X E vlendirilecek bir kız — Benim cici Lili’m çok sevimli değil mi? dedi. Yağlı müzisyen baş parmaklarını biribirinin etra fında döndürürken: — Çok sevimli! diye karşılık verdi. — Yaşadığımız çağın anlayışına benim aklım hiç ermiyor doğrusu. Paris kırallık mahkemesinde başkan, lejyon donör nişanının komandör rütbesini almış olan bir babası, milyoner bir milletvekili, müstakbel senatör ve toptancı ipek tüccarlarının en zengini bulunan bir büyük babası olmak neye yarar ki?... Başkanın
yeni kıral
hanedanına olan
bağlılığı
ona, son günlerde lejyon donör nişanının komandör şe ridini
kazandırmış, bu
bağışa sebep
olarak da kimi
kıskançlar, başkanla Popinot arasındaki dostluğu gös termişlerdi. Alçak gönüllülüğüne rağmen, bu bakan, önce de söylediğimiz gibi, kont katına
yükseltilmesine ses
çıkarmamış, bunu başka türlü göstermek için de sayı sız dostlarına: “ Oğlum için,” demişti. Pons: — Bugün paradan başka şeye
bakılmıyor, dedi.
Bütün itibar zenginlere, ve... — Peki, ya Tanrı benim zavallı amı elimden almamış olsaydı,
küçük Charles’-
ne olurdu halimiz?
— O zaman, iki çocukla yoksul düşerdiniz. Mallar eşit olarak bölününce, işte böyle oluyor; ama içiniz ra hat olsun, güzel
kuzinim, nasıl olsa
bir yuva kuracaktır, hiçbir yerde görmedim.
ben bu kadar
Cecile bir gün kusursuz bir kız
COUSIN PONS
59
Bakın görün, Pons yemek yediği evlerde ne kadar alçalıyordu: ev sahiplerinin fikirlerini tekrarlıyor, en tari eski tiyatrolardaki korolar gibi
açıklıyordu. A r
tistleri belli eden ve
gençliğinde ince
kendisinde de
görüşlerle bol bol mevcut olan o düşünce serbestliğini göstermeye cesaret edemiyordu; zaten her yerde silis kalmak alışkanlığı, bu duyguyu hemen hemen yok et mişti onda; bu his demin olduğu
gibi baş
kaldırırsa
sertlikle ezilirdi hemen. — İyi ama ben sadece yirmi bin franklık bir dra homa ile evlendim... — 1819 da idi o, kuzinimi Hem siz
başkaydım*;
iradeli bir kadın, kıral X V III. Louis tarafından koru nan bir genç kızdınız! — Kızım da melekler kadar
kusursuz, yetişkin,
altın gibi yüreği olan bir varlıktır; evlendiği gün için yüz bin franklık bir drahoması var, ilerde sahip ola cağı en parlak
imkânlar da
caba!... Bu
böyle iken,
iıâlâ evde... Madame de Marville yirmi dakika boyunca kızın dan ve kendinden söz etti,
evlendirecek
kızları olan
analara özgü bir biçimde sızlandı durdu. Biricik ku zeni Camusot’ nun evinde yemek yediği yirmi yıldan be ri, zavallı müzisyen kendi işleri, kendi hayatı ve sağ lığı üzerine söylenecek bir kelimeyi boş yere hâlâ bek liyordu. Zaten Pons, aile sırlarının döküldüğü pislilc ■çukuru gibi bir şeydi; bilinen ve ihtiyaç duyulan sıkı ağızlılığına son derece
güvenilirdi;
çünkü ağzından
kaçıracağı bir kelime ona on evin kapısını kapıya bi lirdi ; bu bakımdan, dinleyici rolünde her zaman evet demek zorunda idi; her şeyi hoş görür, kimseyi ne
COUSIN PONS
suçlu
bulur, ne de
müdafaa
ederdi; ona göre h er
kes haklı idi. 8 u yüzden artık bir insan değil, bir mi de sayılırdı. Bu uzun konuşmasında, Madame de Marville, temkinliliği de elden
bırakmadan, kuzenine kızı
için olacak her teklifi hemen hemen gözü kapalı kabul etmeğe hazır olduğunu açıkladı. Hattâ, yirmi bin frank lık bir geliri olması şartı ile, kırksekiz yaşındaki bir erkeği bile iyi bir kısmet olarak gitti.
görecek kadar ileri
— Cdcile yirmi üçünde: talihsizliği sürer de yir mi beş ya da yirmi altı yaşına varırsa, onu başgöz etmek çok güçleşecek. O zaman insanlar, neden bu genç kız bu kadar uzun bir zaman evde kaldı diye kendi ken dilerine soracaklar. Daha şimdiden bizim çevrelerimiz de bu durum dile düştü. Alışılmış nedenlerin hepsini tükettik: “ Çok genç.” , - Anasını babasını çok seviyor,, ayrılamıyor. - Evde mutlu da ondan. - Kolay evet di yemiyor, güzel bir ad bekliyor!” Gittikçe gülünç bir hale düşüyoruz, bunu iyice his ediyorum. Sonra Cöeile de beklemekten usandı, çok üzülüyor, yavrucak^. Fons budalaca: — Niye? diye sordu. Anne, ters bir kadın tonu ile: — Niye olacak, bütün
arkadaşlarını
kendinden
önce evlenmiş gördükçe küçük düştüğünü hissediyor da ondan. Zavallı müzisyen alttan alarak: — Kuzinim, son kere burada yemek yemek zevkini tattığımdan bu yana ne gibi değişiklik oldu da siz şim di kırk sekiz yaşındaki insanları bile koca olarak ak lınıza getirebiliyorsunuz? diye sordu.
COUSIN PONS
61
— Bir şey oldu, kuzenim, bir yargıçla randevumu? '▼ardı. Bu çok zengin adamın otuz yaşında bir oğlu ▼ar. Bu genç için Monsieur de Marville de para harcıyarak Sayıştay'da bir mümeyyizlik elde edecekti. Bu iş oldu, delikanlı şimdiden orada aday olarak çalışıyor. Iş bu kadar ilerlemişken, bize ne deseler beğenirsiniz? Genç, Mabille barında çalışan bir kadının peşi sıra İtalya’ya «itm ek gibi bir çılgınlık etmiş. Kapalı bir reddir bu. Anası ölmüş, şimdiden otuz bin frank geliri olan ve babasından kalacak olanı da bekliyen bir genci bize ▼ermek istemiyorlar. Onun için, bugünkü sinirli hali* mizi hoş görün sevgili kuzenim: tam buhran ortasında «eldiniz. Pons, yemek yediği evlerde
korktuğu
insanlar
önünde her zaman çok geç bulduğu o pohpohlayıcı kar* yılıklardan birini aramakta iken, Madeleine içeri girdi, Madame Camusot’ya bir pusula verdi ve bir cevap bek ledi. Pusulada şunlar yazılıydı: “ Sevgili anneciğim, bu pusulayı mahkemeden, ba bamdan gelmiş gibi göstererek, benim evlenme işimi tazelemek üzere senden dostunun evine birlikte yemeğe «itmemizi rica ettiğini söylesek, kuzen çekilip giderdi, biz de Popinot'larda
tasarladığımız
şeylerin arkasını
«etirebilirdik.” Madame de Marville hemen: — Kocam bana kimi göndermiş? diye sordu. Suratsız Madeleine utanmadan: — Adliyedeki hademelerden birini, karşılığım verdi. Bu cevabı ile, kart hizmetçi hanımına bu dalave rey i sabırsızlanan C6cille ile birlikte kendisinin çevir mekte olduğunu anlatmış oldu.
COUSIN PONS
62
— Kızımla benim, saat beş buçukta orada olacağı mızı söyleyin. XI B ir kAselisin uğradığı binlerce hakaretten biri Madeleinc
çıkınca,
Madame
de Marville kuzen
Pons’a o yalancı nezaketiyle baktı. Bu bakış ince ruh lu insanlar üzerinde tıpkı ağzının radım bilen bir in sanın dilinde, içine zeytinyağı karışmış sütün yapacağı etkiyi yapar. — Aziz kuzenim, yemek için emir verilmiştir. Yal nız bizsiz yiyeceksiniz, çünkü kocam mahkemeden yazı yor, âzamn oğlu ile evlenme konusu yeniden tazelen miş, onlara yemeğe gideceğiz... Aramızda hiç teklif y ok ; bunu siz de kabul edersiniz; burada kendi evinizdeyımişsiniz gibi davranın. Görüyorsunuz ya, sizden hiçbir şey saklamıyorum, herşeyi açıkça
anlatıyorum.
Herhalde-
küçük meleğimizin evlenme işini suya düşürmek istemez siniz, değil mi? — Ben mi, kuzinim? Tersine, ona bir koca bulma ya can atan biri varsa, o da benim; yalnız benim ya şadığım çevrelerde... Madame de Marville küstahça: — Evet, oralarda ona lâyık birini bulmak imkân sızdır, diye zavallı Pons’un sözünü kesti. Demek yeme ğe kalıyorsunuz? Ben giyinirken Cecile de size arka daşlık etsin. Adamcağız: — Ben başka yerde de yemeğimi yiyebilirim, kuzi nim, dedi.
COUSIN PONS
63
Yoksulluğunu yüzüne vururken Madame de Marville’in takındığı haller içine işliyordu; ama, hizmetçi lerle yalnız kalmaktan da çok ürküyordu. — Niçin canım? Yemek hazır, siz yemezseniz hiz metçiler yiyecek. Bu çirkin cümleyi duyunca, Pons, sanki kendisi ne elektrik çarpmış gibi yerinden fırladı, kuzenine so ğuk bir selâm vererek spenserini almaya gitti. C6cile*in küçük odaya açılan yatak odasının kapısı y a n açık tı, öyle ki Pons karşısındaki
aynaya
bakınca, orada
genç kızın kahkaha ile gülerek annesine başı ile, «aşı, gözü ile işaretler verdiğini gördü ve kendisine alçakça bir oyun oynandığını anladı. Göz
yaşlarını
tutarak
merdivenleri yavaş yavaş indi: bu evden nedenini an lamadan kovulduğunu hissediyordu: — Artık çok çöktüm, diyordu içinden,
insanlar,
ikisi de iğrenç olan yaşlılıkla yoksulluktan tiksiniyor lar. Bundan böyle davetsiz hiçbir yere gitmiyeceğim. Yaman karar!... A lt katta, kapıcı odasının karşısındaki mutfak ka pısı, sahipleri
tarafından
olduğu gibi açık dururdu kapılan da hep
oturulan
kapalıdır. Bu
uşağın gülüştüklerini duydu; böyle birdenbire
evden
bütün
evlerde
çoklukla, bu evlerin sokak
çıkıp
yüzden aşçı
kadınla
Madeleine, adamcağızın gideceğini
ummamış
olan uşağa, Pons'a oynanan oyunu anlatıyordu. Uşak, evin alışılmış misafirinin bu şekilde atlatılmasını yük sek sesle yerinde buluyor, bayram günlerinde bahşiş olarak vere vere üç frank verdiğini söylüyordu. Aşçı kadın:
COUSIN PONS
64
— îyi ama, dedi, ya pirelenir de bir daha gelme meğe kalkarsa, o vakit yılbaşında bu üç franktan da. oluruz. Uşak, aşçı kadına: — îşte onu yapamazl diye cevap verdi. Madeleine: — Aman sen de! Ha bugün olmuş ha yarın, Diz ce ne önemi var ki! dedi... Yemek yediği evlerdeki İn sanları o kadar sıkıyor ki onu her yerden kovacaklar,, nasıl olsa. Tam o anda yaşlı müzisyen kapıcı kadına: “ K apı ipini çekin, lütfen!” diye bağırdı. Bu acıklı ses mut fakta derin bir sessizlikle karşılandı. — Bizi dinliyormuş, dedi uşak. — E h! Ne yapalım; hattâ daha bile iyi, bırak git sin şu su katılmamış pintiyi! Zavallı adam demin
söylenilenlerden bir kelime
kaçırmadığı gibi bu son sözü de duydu. Bulvarlardan geçerek evine, haydutlarla
boğuşan yaşlı bir kadın
nasıl takatsiz kalırsa, o da öyle bitkin döndü. Kendi kendine konuşarak asabi adımlarla hızlı hızlı yürüyor du; vünkü kanayan onuru azgın bir rüzgâr önündeki saman gibi itiyordu onu. Sonunda, saat beşte, oraya na sıl geldiğini de bilmeden, kendini Temple bulvarında buldu; yalnız garip şey! hiç açlık duymuyordu. Simdi, Pons'un bu saatte dönüşünün evde yapacağı değişikliği anlamak için, Madame Cibot hakkında vadettiğimiz bilgiyi burada vermek gerekiyor.
COUSIN PONS
X II
Kapıcı örneği (Erkek ve difi) Normandie sokağı o sokaklardan biridir ki insan kendisini taşrada sanır orada: taşlar arasında otlar biter, birinin geçmesi bir hâdise olur, herkes tanır bir birini. Evler, IV . Henri’nin günlerinde, her sokağı bir taşra şehrinin adım taşımak ve tam ortasında Fransa’ y a ithaf edilmiş güzel bir meydan bulunmak üzere ma halleler yaptırıldığı çağdan kalma idi. Europe mahal lesinin yapılışında da bu plân ele alınmıştır.
Dünyada
herşey, her yerde tekrarlanır, hattâ ticarette bile, iki müzisyenin oturdukları ev, bir avlu ile bir bahçe ara sında iki bölüm üzerine yapılmış eski bir konaktı; yal nız sokağa bakan yön, Marais yakınlarının son yüzyıl d a çok şereflendiği bir zamanda yapılmıştı, iki dost, bu eski konağın ikinci katını baştan başa işgal ediyorlar dı. Bu çift ev, seksenlik bir ihtiyar olan M. Pilleraut’nundu, evin yönetimini de yirmi altı yıldır
kapıcılık
«den Monsieur ve Madame Cibot’ya bırakmıştı. Marais’deki kapıcılara yalnız bu işle karnını doyuracak kadar iicret verilmediği için Cibot,
frank başına aldığı beş
santime ve her araba odun üzerinden aldığı yakacağa, özel zanaatından kazandığını da katıyordu: birçok kajncılar gibi o da terzi idi. Zamanla, Cibot, büyük ter biler hesabına dikiş dikmeyi bırakmıştı; çünkü, mahal lenin küçük burjualarının
gösterdiği
güven üzerine,
kimsenin kırmayı akimdan geçiremediği bir itibar kaaanmıştı; üç sokaklık bir çevrenin bütün
elbiselerinin
onarma, örme, tersyüz ettirme işleri ona yaptırılıyordu. .Kapıcı odası geniş ve sağlığa uygun olduğu gibi yanın
COUSIN |*ONS
<6
da ayrıca bir odası daha vardı. Cibot'lann mahallede ki kapıcıların en mutluları geliyordu.
sayılmaları
bundan ileri
Sokak üstündeki demir kafesli pencere hizasına ka dar yükselen bir kerevette, hep
Türkler gibi bağda*
kurup otura otura yüzü zeytini bir renk almış olan çelimsiz, bodur Cibot, terzilik
sayesinde
günde aşağı
yukarı iki frank kazanıyordu. Elli sekiz yaşma geldiği halde şimdi bile çalışıyordu; yalnız bu yaş, kapıcılar için en güzel yaştır; artık kapıcı odalarına alışmış olur lar; istiridyeler için kabuklan ne ise, onlar için de bu odalar odur; mahallede de tanınmış insan olurlar t Eskiden güzel
ıstiridyeci
olarak ün
salmış -olan
Madame Cibot, Cadran bleu’deki yerini, yirmi sekiz ya şındaki güzel bir istiridyecinin aramadan karşılaştığı bir sürü maceradan sonra, Cibot’ya karşı duyduğu sev gi yüzünden bırakmıştı. Halk kadınlarının güzelliği az sürer, hele bir lokantanın kapısında satıcılık yapama zın... Mutfağın sıcak havası yüze vurur, çizgileri sertleştitir; garsonlarla birlikte içilen şişe artıklan tenenü■fuz eder ve hiçbir yüz, güzel bir istiridyecininki kadar çabuk gelişip yıpranmaz. Bereket versin, meşru evlenme ve kapıcılık hayatı vaktinde yetişip Madame Cibot’yu kurtardı bozulmaktan; Rubens’in modellerini
andıran
erkek güzeli bir kadın olarak kaldı; Normandie soka ğındaki rakipleri tombul teyze diyerek, dil uzatırlardı güzelliğine. Teninin parlaklığı, Isigny tereyağından ya pılmış kümeciklerin iştah kabartıcı parlaklığına benze tilebilirdi; göbekli
olmakla beraber, iş
yaparken eş
siz bir çeviklik gösterirdi. Madame Cibot, bu cins kadın ların suratlarındaki kıllan kesmek zorunda kaldıkları
COUSIN PONS
yaşa ulaşıyordu. Bu da
67
kırk sekizine
geliyor demek
değil midir? Bıyıklı bir kapıcı kadın, bir ev sahibi için en büyük nizam ve emniyet garantisi teşkil eder. Eğer Delacroix76 Madame Cibot’yu süpürgesine gururla da yanmış bir halde
görebilseydi, hiç şüphe yok, ondan
bir Bellone77 yaratırdı! Adliyeci dili ile
söylersek, bu zevç ile
zevcenin
durumu, ne gariptir ki, bir gün iki dostun durumuna tesir edeceğinden, romancıyı görevini sadakatle yapabil mek için, evleri hakkında biraz bilgi vermeğe zorluyorEv yılda sekiz bin frank kadar getiriyordu, çünkü de rinliğine çift
olmak üzere sokak
tarafından tam üç
daire, avlu ile bahçe arasındaki eski konakta da ayrı ca üç daire vardı. Bundan başka,
K6monencq adında
bir hırdavatçı da sokak üstündeki dükkânı tutuyordu. Birkaç aydır mesleğini genişleterek antika, güzel eş yalar alım satımına başlamış olan Remonencq, Pons’un antika müzesinin değerini o kadar iyi biliyordu ki, müzisyen eve girip çıkarken dükkânının dip tarafında da olsa onu selâmlamaktan geri başına aldıkları beş santim
kalmıyordu.
Frank
Cibot'lara dört yüz frank,
kadar sağlıyor, eve kira vermedikleri gibi yakacakla rını da parasız sağlıyorlardı. Aldıkları ücret te yılda ortalama yedi, sekiz yüz frank kadar olduğu için, kan koca, verilen bayram bahşişleri ile on altı bin franklık bir gelir elde
ediyorlar ama
çünkü kendi hizalarındaki
hepsini
76 Delacrobc X IX . yüzyılın en ressamlarından (1799 -1863). 77
harcıyorlardı;
insanlardan daha iyi yaşı ünlü
Bellone: Romalılarda savaş Tanrıçası.
Fransız
COUSIN PONS
68
yorlardı. Madame Cibot: “ İnsan dünyaya bir kere ge liri” derdi, ihtilâl günlerinde doğmuş olduğu için, gö rüldüğü gibi, Hıristiyanlık kurallarından habersizdi. Cadran bleu lokantasiyle olan ilgisinden, bu por takal gözlü ve mağrur bakışlı kapıcı kadında biraz aş çılık kalmıştı; bu yüzden kocası, meslektaşları arasın da çok kıskanılan bir adamdı. Olgun yaşa, ihtiyarlı ğın kapısına geldikleri halde, birikmiş yüz nir, iyi
Cibot'lann bir köşede
frankları olmaması
yerlerdi;
mahallede de,
bundandı. îyı giyi yirmi altı
yıllık
şaşmaz bir doğruluğun kazandırdığı bir itibar görür lerdi. Ellerinde avuçlarında bir şeyleri yoksa da. Ma dam e Cibot’nun deyimiyle kimseye de metelik borçlan yoktu. Acayip bir huyu daha vardı bu kadının: konu şurken olur olmaz yere bir N sıkıştırırdı78 Neden mi? Bunun
nedenini
sormak
dine
nedenini sormakla birdir. Apaçık
karşı
ilgisizliğinin
hayatlarından, altı
yedi sokaklık bir çevreden gördükleri
saygıdan ve ev
sahibinin kendilerine verdiği yönetme yetkisinden ötü rü gurur duyan bu kan koca, bir yandan da, gelir sa hibi olmadıklarına gizli gizli yanarlardı. Cibot ellerin deki bacaklarındaki ağrılardan sızlanır, kansı da za vallı Cibot'sunun bu yaşında çalışmak zorunda olması na üzülürdü. Bir gün gelecek, böyle bir
hayatla geç
miş otuz yıldan sonra, bir kapıcı, hükümeti adaletsiz-
78 Madame Cibot romanın sonuna dek bu biçimde konuşuyor. Bunu şu cümlesi ile belirtebiliriz: Kocası na. “ İyi bir adamsın!” yerine “ n*yi bir n’ adamsın!” gibi birşey söylüyordu. Yalnız bu huyunu burada bir kere açıkladıktan sonra çevirici sıfatı ile bir daha üze rine dönmememizi hoş görünüz.
COUSlN PONS
69
İlkle suçlandıracak, kendisine lejyon donör! nişanının verilmesini istiyecek. Mahalle dedikoduları ile kulakla rına falan hizmetçinin, yedi sekiz yıllık bir hizmetten sonra, efendisinin vasiyetnamesi ile ve hayatının sonu na dek üç yüz, dört yüz franklık bir mirasa konduğu haberi gelince, kapıcılar arasında bir
sızlanmadır g i
derdi. Bu hal, Paris’te küçük meslek sahiplerinin içle rini kemiren kıskançlık hakkında bir fikir verebilir. — Belli, bizler vasiyetnamelerde adımızın geçtiği ni hiçbir zaman göremiyeceğizl Hayatta şansımız yok! Oysa, hizmetçilerden daha faydalıyız bizler. Güvenilir insanlarız, alış verişi biz yapar, her şeye biz göğüs ge reriz; ama köpeklerden ne aşağı ne de yukan mua mele görürüz, işte böyle!... Cibot, bir elbiseyi götürürken: — Kiminin alınyazısı gülmek, kiminin de ağla mak, derdi. Madame Cibot, ellerini dolgun kalçalarının üstüne koyarak komşusu ile konuştuğunda: — Kapıcılığı Cibot'ya aşçılık etseydim,
şimdi
frankımız olurdu, derdi.
bıraksaydım, bankada Hayatı
kendim de
birikmiş otuz bin yanlış
anlamışım;
onu, iyi ve sıcak bir odada oturmak, herhangi bir şey den de yoksun olmamaktır sanmıştım. X III
Stmrstz Şaşma İki dost, ca,
1836 da eski evin ikinci katını tutun
Cibot ailesinde bir çeşit ihtilâl yarattılar. Bakın
nasıl: Schmucke’da da, Pons’ta da hizmetlerini otur-
COUSIN PONS
70
duklan evin kapıcılarına yaptırtmak alışkanlığı vardı, iki müzisyen, Normandie sokağına yerleşirken de Madame
Cibot
'ile
bu
hususta
anlaştılar;
kapıcı
kadın, her biri için on iki buçuk frank hesabiyle ay da yirmi beş frank karşılığında işlerini görmeyi üze rine aldı. B ir yıl sonunda, emekli kapıcı kadın tıpkı eskiden Madame Kontes Popinot’nun büyük amcası Monsieur Pilleraut’nun evinde olduğu gibi yaşlı bekârların evinde saltanat sürmeye başladı; onlann işlerini be nimser. “ Benim ik i efendim ” derdi. Kısaca, çifte kum ruları kuzu gibi yumuşak, yavaş, gerçekten güvenilir ve çocuk yaratılıştı bulunca, halk kadınlarına özgü yüre ği yüzünden onları korumaya, başladı; onlara öylesine ederdi ki gerekince
taparcasına
sevmeye
gerçek bir bağlılıkla hizmet
onlara çıkışır,
Paris’te
ailelerin
masraflarını kabartan her çeşit aldatmaya karşı onla rın çıkarlarını korurdu. Ayda yirmi beş frank karşılı ğında, iki bekâr, böyle bir şeyi arzu etmedikleri halde bir ana kazandılar farkında olmdan.
Madame Cibot’nun
bütün değerini görünce, iki müzisyen ona sâflıkla övü cü sözler söylediler, teşekkür ettiler ve küçük küçük armağanlar verdiler; bu da, hizmetçinin dostluk bağ larım daha çok kuvvetlendirdi.
Madame Cibot para
almaktansa, değerinin anlaşılmasını, takdir edilmesini bin kere tercih ederdi: bu duygu, iyi
takdir edilince,
ücretin eksik kalan parçasını tamamlar. Kocası Cibot da, alışverişleri, onarmaları,
karısının iki efendisinin
hizmeti ile ilgili her şeyi, yarı ücretle yapardı. Sonunda, ikinci yıldan başlamak üzere, ikinci kat la kamçılar arasındaki
bağlılıkta karşılıklı
dostluğu
artıran yeni bir şey oldu: Schmucke, tembelliğine ve
COUSIN PONS
71
hiçbir şeyle ilgilenmeden yaşama
dileğine uygıın bir
pazarlık
yaptı Madame Cibot’yla
frank ya da ayda kırkbeş Cibot ona sabah
Günde bir buçuk
frank karşılığında, Madame
kahvaltısı ile öğle
yemeği vermeyi
üzerine aldı. Pons, dostunun öğle yemeğini iyi bulunca, o da yalnız öğle yemeği için on sekiz franka uyuştu onun la. Kapıcıların gelirlerine ayda doksan frank kadar bir para katan bu yemek usulü sayesinde, iki kiracı kimse nin yan bakamıyacağı iki varlık, iki melek, iki tanrı oldular. Fransızların hizmet işlerinden anlıyan kırallarına, bu çifte kumrulara olduğu kadar hizmet edildi ği şüphelidir. Onlar için süt teneke kutudan taze çıka rılırdı; geç kalkan birinciyle üçüncü kattaki kiracıların gazetelerini bedeva okurlardı;
icabında o kiracılara
gazetelerin gelmediği de söylenebilirdi. Madame Cıbot ihtiyarların dairesini, elbiselerini, merdiven başını, her şeyi Flamanlara özgü bir şekilde
temiz tutardı. Sch-
mucke, ömründe ummadığı bir mutluluk içinde yaşıyor du; Madame Cibot onun için hayatı kolaylaştırıyordu; tamir
işleri
dahil
olmak
üzere
çamaşırı
için de
Schmucike ona ayda altı frank kadar bir para veriyor du. Tütün için ayda on beş frank harcıyordu. Bu üç cins sarfiyat, ayda altmış altı frank tutuyordu; bunu on iki ile çarparsak yılda yedi yüz doksan iki frank eder. Buna kira ve vergi karşılığı
olarak da iki yüz
yirmi frank katın, hepsi bin ,on iki
frank eder. Sch-
mucke’un elbiselerini de Cibot yapardı; bu masraf da ortalama yüz elli frank tuttuğuna göre, demek oluyor ki, bu derin filozof yılda bin iki yüz
frankla geçini
yordu. Avrupa’da biricik
gelip
düşünceleri
Paris'te
oturmak olan bunca insan, orada, bin iki yüz frankla.
COUSIN PONS
72
Marais’deki Normandie sokağında* Madame Cibot gi bi kadınların koruması altında mutlu
olunabileceğini
öğrenmekle kim bilir ne kadar şaşırır ve sevinirler! Madame Cibot, Pons’cuğun akşamın saat beşinde eve döndüğünü görünce,
şaştı. 6 u olay
şimdiye dek
görülmediği gibi, üstelik efendisi onu ne gördü, ne de selâmladı. Kocasına: — Bana bak, Cibot, dedi. Monsieur Pons ya milyo ner oldu, ya da çıldırdı! Cibot, terzi dilinde hançer denilen şeyi yaptığı bir elbise kolunu elinden bırakarak: — Evet, bana da Öyle geliyor, dedi. X IV İki güvercin adındaki fable'in cardı bir Örneği Pons'un farkında olmadan evine girdiği anda, Ma dame Cibot, Schmucke’un yemeğini hazırlamaya uğra şıyordu. Bu yemek, kokusu bütün avluyu tutan sal çalı bir etten ibaretti. Perakendeci diyebileceğimiz bir ke bapçıdan satın alınmış, olup tereyağı ve İnce
haşlanmış öküz eti artıklan doğranmış
soğanla salçalı bir
et yemeği idi bu, bu kapıcı yemeğinin kızarmış bir et manzarası
alması için de, soğanlar
tereyağını iyice
çekinceye kadar ateşte bırakılmıştı. Cibot ve Schmucke için sevgi fle hazırlanmış olan ve Madame Cibot’nun ikisine kardeş payı olarak
böldüğü bu yemek, yanın
da bir şişe bira, bir parça da peynirle yetiyordu yaşlı Alman müzisyenine, inanın ki, Süleyman peygamber,
COUS1N PONS
73
en şanlı, şerefli günlerinde Schmucke'tan daha iyi ye mek yemiyordu. Bazan kızarmış soğanla salçalı. haş lanmış et, bazan kızarmış piliç artıklan, bazan Madame Cibot tarafından uydurulmuş ve insana farkına varmadan parmaklannı bile yalatacak bir salça içinde maydonozlu balık, bazan bulvar lokantalarının Boucherat kebapçılarına ikinci elden sattıktan av eti mikta rında ve kalitesinde av eti; bunlardı işte Schmucke’un yemekleri; o, iyi kalbli Madume Cibot’nun kendisine verdiği her şeyi ses çıkarmadan
memnunlukla kabul
ederdi. İyi kalbli Madame Cibot ise bu yemek miktannı, bir frank gibi az bir paraya çıkaracak kadar azalt mıştı yavaş yavaş. Kadın kocasına: — Gidip göreyim; ne olmuş bu zavallı adama? de di. Zaten Monsieur Schmucke’un yemeği de hazır. Madame Cibot, çukur toprak tabağı, âdi porselen den bir tabakla örttü; sonra, iki dostunun
dairesine
yaşına rağmen tam, Schmucke Pons’a kapıyı açarken yetişti. Pons’un altüst olmuş yüzünü
görünce ürken Al
man: — Ne var, sevgili dostum? diye sordu. — Her şeyi söylerim sana; seninle
yemeğe gel
dim ben. Çok sevinen Schmucke: — Yemeğe m i? diye haykırdı: dostunun
bu hu
sustaki alışkanlığını da düşününce: imkânı yok! diye bağırdı. O anda, yaşlı Alman, meşru oda hizmetçileri sıfatiyle onları dinlemekte olan
Madame Cibot’yu gördü.
COUSIN PONS
74
Yalnız, gerçek dostların
yüreklerinde doğan ilhamla
doğru kapıcı kadının yanına gitti; onu merdiven t>ası na götürerek: — Madame Cibot, dedi; dostumuz iyi şeyleri se ver; Cadratı Bleu lokantısına gidin, güzel bir yemen ısmarlayın: Ançuves ve makamaI Yâni Licuillies’e lâ yık bir yemek! Madame Cibot: — Nedir o? diye sordu. — Canım, burjuva usulü ile hazırlanmış dana eti. iyi bîr balık, bir şişe porto şarabı, sonra sevilen yemek lerden en iyi ne varsa ondan: örneğin, pirinçle yapılan kızarmış köfte ve islendirilmiş domuz eti. Parasını ve rin! Hiçbir şey söylemeyin, yarın sabah hepsini ede rim size. Schmucke ellerini
oğuşturarak sevinçli bir halle
girdi içen ; ama dostunun yüreğini bir anda saran acı ların hikâyesini öğrendikçe yüzünde gittikçe artan şaş kınlık ifadesi beliriyordu. Schmucke dünyayı kendi açı sından nasıl gördüğünü çalıştı onu. Paris
Por.s’a anlatarak
ardı arkası
avutmaya
kesilmiyen bir fırtına
idi. Erkeklerle kadınlar orada çılgınca bir vals tempo su ile dönüp dururlardı. Kimseden bir şey beklememe liydi. “ Herkes dışa bakıyor, içe değil” dedi. Kendisini seven, onun da en çok sevdiği, uğurlarına hayatını bile feda edeceği, hattâ her biri üç yüz frank katarak ona dokuz yüz franklık bir gelir sağlamış bulunan üç kız öğrencisinin, yılda bir kendisini gelip görmeyi unuttuk larım, üç yıldan bu yana evlerine gittiği her kere sinde de kabul edilmeden döndüğünü, çünkü Paris'in hayat seli tarafından çok
kuvvetle
sürüklendiklerini
COUS1N PONS
75
yüzüncü kere anlattı. (Schmucke’un bu kadınların ev lerine gittiği, yalnız sabahın saat onunda! gittiği doğ ru idi.) Kısacası, gelirinin
taksitleri de ona noterler
eliyle veriliyordu. Sözlerine devamla: — Bununla beraber, altın gibi
yürekleri vardır
dedi, Bunlar benim küçük C6cile’lerimdir; şimdi sevini li kadınlar oldular, Madame
de
Madame
Frantenesse
de
[2 ],
Bordentucre7* [ l ] , Madame
de
Dilet
[o ] . Ben onları Champs - Elysees'de görüyorum, onlar beni görmeden. Beni severler de, evlerinde yemek ye meğe gidebilirim, buna sevinirler. Sayfiyelerine de gi debilirim; ama ben dostum
Pons’la olmayı daha çok
severim; çünkü onu ne zaman
istersem
görüyorum,
lıer gün görüyorum. Pons Schmucke’un ellerini tuttu, onu bütün varlığiyle sıktı; birkaç dakika böyle kaldılar, tıpkı uzun bir ayrılıktan sonra buluşan sevgililer gibi. İçinden Madame de Marville’in hainliğine sevinen Schmucke sözlerine şunlan da ekledi: — Her gün burada yemek ye! H ah! antika eşya alış verişine de beraber gideriz, şeytan bizim eve hiç ayak basmaz artık. Bu, gerçekten kahramanca söylenmiş olan: antika e$ya alışverişine beraber gideriz sözünü iyi
anlamak
için, Schmucke’un bu işte kara cahil olduğunu söylemek gerek. Salonda, müze olmak
üzere Pons’a
bırakılan*3
79 Asıltarı: 1 — Portendufere; 2 — Vandenesse; 3 — T illet, dir. Schmucke bu adlan kendi alman şiı vesrne göre söylüyor.
COUSIN PONS
76 yerde,
herhangi bir şeyi
kırmaktan
duyduğu dostluğun kuvvetli
kaçmıyorsa, bo
oluşundandı. S ırf kendisi
için müzik besteliyen ve bütün varlığı ile müziğe bağlı bulunan Schmucke, dostunun abur cuburuna, bir dâvetiye alarak Luxembourg’a bir çiçek sergisine gelecek bir balık, bu sergiye nasıl bakarsa, o da dyle bakardı. 6 u harika
eserlere, Pons'un toz
alırken
hâzinesine
karşı gösterdiği titizlik dolayısiyle saygı beslerdi. Dos tunun hayranlık dolu
sözlerine:
“ D oğru! çok güzel
şeyler!” diye karşılık verirdi, tıpkı, saçma cümlelerle karşılık veren bir anne gibi... İki dostun birlikte yaşa dıktan günden bu yana Schmucke, Pons’ un hep da ha az güzelini daha güzeli ile trampa etmek suretiyle duvar saatini yedi kere değiştirdiğini görmüştü. Böylece Pons’un elinde o zaman Boulle’ün80 nefis saatlerin den biri vardı: Boulle’ün ilk üslûbunda, arasına bakır kakılmış, oymalarla süslü abanoz ağacından bir sa a t.. Raphael’in üç uslûbu olduğu gibi, Boulle'ün de iki üs lûbu vardı. Birincisinde bakır ile abanoz’u k an ştın rdı; İkincisinde gönlü istememekle beraber feda ederdi;
boğadan ince
olan rakiplerini alt etmek için Pons’un bilgili
bakın boğaya
oymalı eşya
açıklamalarına
yaratıcıları
harika eserler rağmen,
yaptı.
Schmucke,
Boulle’ün ilk uslûbu ile yarattığı nefis saatle öteki al tı saat arasında en
ufak
bir fark
göremezdi. Ama
Pons’un mutluluğu karşısında, Schmucke bu abur cu bura daha çok titizlik
gösterirdi. Bu
bakımdan Sch-
mucke’un o kahramanca söylenmiş sözü, Pons’un acı- 6 0 60 Boulle: Paris’te doğmuş, eserleri çok aranılan bir Fransız tahta oymacısı. (1642-1732).
COUSIN PONS
77
sıra dindirmek gücünü gösterdi ise, buna şaşmamalı; çünkü Alman'ın antika eşya alışverişine beraber gide riz, sözü: “ Burada yemek yersen, bu işe ben de para katarım.” demekti. Madame Cibot geldi, şaşırtıcı bir emniyetle: — Sofra hazır Monsieur, dedi. Schmucke’un dostluğu sayesinde hazırlanan bu ye* ineği gördüğü ve ağzım
şapırdatarak
Pons'un ne kadar şaştığı kolayca pek sık
raslanmıyan bu çeşit
yediği sürece
anlaşılır! Hayatta
duygular, iki
adamın
durmadan biribirine: “ Bende kendine en yakın insanı bulursun hep” sözü ile belirttikleri sürekli bağlılıktan doğmaz (çünkü ona da alışılır), hayır, ondan doğmaz; bu duygular; içli dışlı
hayatın mutluluk
ifade eden
hallerini toplum hayatının hainliği ile karşılaştırmak tan doğar. İki büyük ruh aşk ya da dostlukla birbirine bağlanınca, bu iki dostun ya da sevgilinin dönüp dönüp biribirine bağlanmasına insanlar sebep olur. Bu yüz den, Pons, iki iri göz yaşını sildi, Schmucke da ıslanan gözlerini silmek zorunda kaldı. Hiçbir şey söylemediler, ama daha çok
seviştiler,
başlan ile
biribirine ufak
ufak işaretler verdiler, bunların ferahlatıcı
ifadeleri
Madame de Marville tarafından Pons'un yüreğine so kulan taşın acılannı dindirdi. Schmucke derilerini yü zecekmiş gibi ellerini
ovuşturuyordu, çünkü bir çare
gelmişti aklına. Böyle buluşlar bir Almanı, hükümdarı na karşı duyduğu saygı yüzünden sanki donmuş olan kafasında çabuk doğarsa şaşırtır ancak. Schmucke: — Benim sevgili Pons:
Pons’um.. diye söze başlayınca,
COUSIN PONS
78
— Kafandan geçeni anlıyorum, dedi; her gun be raber yemek yememizi istiyorsun, değil mi? İyi kalbli Alman üzüntülü üzüntülü: — Seni her gün böyle yaşatmak için zengin olmak isterdim, dedi. Pons arasıra
Madame Cibot’ya bulvar tiyatroları
için davetiyler verirdi; bu yüzden kalbinde, Pons’a da, pansiyoneri Schmucke'un yerine eşit bir yer vermiş olan kapıcı kadın, şu teklifte bulundu bunun üzerine: — Ben size şarap hariç üç franka, her gün, ikini ze de tabaklan yalıyacak, onlan sanki
yıkanmış gibi
tertemiz edecek kadar güzel yemekler verebilirim. Schmucke: — Doğrusu ya, Madame Cibot’nun bana pişirdiği yemekler sayesinde ben
kırallara lâyık et
yemekleri
yiyen insanlardan daha iyi yiyorum, dedi. Umut besliyen saygılı Alman, daha ileri giderek küçük gazetelerin saygısızlığını taklit etti, kıral sofra sını yere batırdı. Pons: — Sahi m i? öyle olsun, yarın bir deneriz! dedi. Bu söz vermeyi duyunca, Schmucke, örtüyü, tabak ları, sürahileri sürükliyerek masanın bir ucundan öbür ucuna atıldı, Pons’u, biribiriyle
birleşme hassası olan
iki gazdan birinin ötekisini sarması gibi, kucakladı sıkı sıkıya: — Ne saadet! diye bağırdı. Bu manzaradan içi titremiş olan Madame Cibot: — Monsıeur her gün burada yemek yiyecek 1 de di gururla.
COUSIN PONS
Hülyasının
gerçekleşmesini borçlu
öğrenemeden, iyi kalbli
79 olduğu olayı
Madame Cibot aşağı, odasına
indi, içeriye, Josâpha’mn812 8 Guillaume Teli operasında sahneye girdiği gibi girdi.
Sahanları, kaplan bir Ke
nara atarak: — Cibot, koş Türk Kahvesine**, iki tane
yanm
fincan kahve al gel; ocakçıya da benim için olduğu nu söylemeyi unutma! diye bağırdı. Sonra ellerini kuvvetli dizlerinin üstüne koyarak oturdu; pencereden evin
karşısındaki
duvara baka
rak: — Bu akşam gidip mame Fontaine’i83 göreceğini, dedi. XV B ir vasiyetnam e avı Madame Fontaine, Marais’de oturan aşçı, hizmet çi, uşak, kapıcı ve başkaları gibi kimselerin falına ba kardı iskambil ile. — Bu iki efendinin bizim eve geldikleri günden bu yana, iki bin frankımız birikti emniyet sandığında. Sekiz yılda, bu ne şans! Pons’un yemeği üzerinden bir şey kazanmalı mı, kazan manialı mı, onu eve buğia81 Josepha: Balzac’ın “ Cousine Bette” adlı eserin de adı geçen ünlü opera artisti. 82 Türk kahvesi: o zamanlar Temple bulvarında bir bahçesi ve hoş mobilyesi ile oldukça tanınmış bir mahalle kahvesiydi. 89 Mame: Madamın kısa şekli.
COUSIN PONS
80
mak gerek mi, değil mi? Bunu bana mame Fontaine’in tavuğu söyler. Ne Pors’un, ne de Schmucke’un vârisleri olmadığı nı görünce Madame
Cibot şöyle böyle üç yıldır bu
efendilerin vasiyetnamelerinde
kendisini
ilgilendiren
bir satır göreceğini umuyordu; o zamana dek dürüst lük dolu yüreğinde çok geç doğan bu hırs yüzünden,, çabalarını iki kat arttırmıştı.
Yemeğe
dışan giden
Pons, kapıcı kadının iki efendisini tam bir esaret al tında tutmak arzusundan
yakasını
kurtarmıştı. Bu
ozan ruhlu koleksiyoncu ihtiyarın göçebe hayatı, Ma dame Cibot'nun kafasında dolaşan ve kesinleşemiyen gönül çelme
düşüncelerini
altüst
ediyordu; fakat, o.
unutulması imkânsız akşam yemeğinden sonra, bu dü şünceler müthiş bir plân halini aldı. Bir çeyrek saat sonra,
Madame
Cibot,
elinde
nefis iki kahve ve
kirsch-wasser dolu iki kadehle yeniden iki dostun oda sında göründü. Schmucke: — Yaşasın Madame Cibotl Aklımdan geçeni an lamış! diye bağırdı. Schmucke, kâselisin güvercinin
giden
sızlanmalarını,
tıpkı kalan
güvercin84 için bulduğu kandırıcı
sözlerle sindirdikten sonra, iki dost birlikte
çıktılar.
Schmucke Camusot’Iann ve adamlarının bu hale düşür dükleri dostunu yalnız bırakmak istemedi. Tanıyordu 84 Balzac burada La Fontaine’in "iki güvercin" adlı “ fable” ini hatırlatıyor. Onda sevişen bu güver cinlerden biri sıkıldığını bahane ederek yolculuğa çık mak isteyince Öbürü çok içli ve yanık sözlerle buna en gel olmaya çalışır.
COUS1N PONS
81
Poms’u, çok acı düşüncelerin onu yüksek orkestra kür süsünün rahlesi önünde sarsabileceğini, bu suretle eve bağlanışının iyi etkilerini yok edebileceğini biliyordu. Akşam, gece yarısına doğru Pons’u eve getirirken ko lundan tutuyordu onun; bir âşığın taptığı metresine yaptığı gibi, o da Pons’a kaldırımın nerede başlayıp nerede bittiğini işaret ediyordu; önlerine bir su biri kintisi çıkınca, dikkatini çekiyordu; yaya kaldırımının pamuktan, gökyüzünün de mavi olmasım ve melekle rin kendi için çaldıkları müziği ona da duyurmalarını diliyordu. Dostunun kalbinde,
kendisine ait olmıyan
son alanı da elde etmişti! Aşağı yukarı
üç
ay,
Pons
her gün yemeği
Schmuck’la yedi, önce, eline geçen paradan seksen frankını ayırmak zorunda kaldı, çünkü kırk beş frank tutan yemek için otuz beş franklık şaraba ihtiyaç var dı. Sonra, Schmucke’un bakımına, onun alman soytarı lıklarına rağmen, yaşlı artist, yemek yediği evlerdetcı güzel yemekleri, küçük likör kadehlerini, nefis kahve yi, gevezelikleri, yalancı nezaketi, davetlileri, dediko duları aramaya başladı.
İnsan,
hayatının
sonunda,
otuz altı yıllık bir alışkanlıktan vazgeçemez. Yüz otuz franklık fıçı şarabı, ağzının tadını bilen bir adamın kadehinde, tesirsiz bir içki olur; netekim, Pons ne za man kadehini dudaklarına götürse, evlerde içtiği nefis şarapları içini burkan bir acınma ile hatırlıyordu. Bu demektir ki, üç ay sonunda, Pons’un duygulu yüreğini az kalsın parçalıyacak olan o dayanılmaz acıların şid deti kaybolmuştu, artık sadece toplum hayatının zevk li yönlerini düşünüyordu, tıpkı, birçok
kadınla ilgisi
olan yaşlı bir adamın, güzel metresini aşırı sadakatslz-
6
COUS1N PONS
82
liginden ötürü bırakmasına yandığı g ib i!— Her ne Ka dar içini kemiren derin üzüntüyü saklamaya çalışıyor du ise de, ihtiyar
müzisyenin, yeri duygu
olan o, izahı imkânsız
alanında
hastalıklardan birine tutulmuş
olduğu açıkça görülüyordu. Bir alışmanın bozulması ile meydana gelen bu es ki günleri arama üzüntüsünü açıklamak için, bir zır hın ilmiklerinin vücudu sarması gibi, ruhu demir bir ağ içine alan o binlerce hiçten birini ileri sürmek ye ter. Pons’un
eski
hayatının en büyük zevklerinden
biri, yani her kaselise mutluluk veren hallerden biri, beklenmedik bir yemekle karşılaşmaktı; bu hissi, dâve tine bir ziyafet havası vermek amacıyle bir ev sahi besinin burjuva evlerinde listeye gururla kattığı ola ğanüstü bir yemek yaratır. Bu mide hazzını Pons bu lamıyordu, çünkü
Madame
Cibot'nun ilk işi listeyi
gururla okumak oluyordu. Pons'un hayatında belli za manlarda duyduğu zevk büsbütün yok olmuştu. Sofra hayatı heyecansız, cedlerimizin gizli yemek dedikleri şeyin sürprizinden yoksun olarak geçiyordu.
Schmuc-
ke’un de anlıyamadığı nokta bu idi. Pons sızlanmıyacak kadar nazik bir insandı; sonra, bir dehânın tak dir edilmemesinden daha hazin bir şey varsa, o da midenin takdir edilmemesidir. Sevgilisinden yüz buirnıyan bir kalb, artık kabak tadı veren bu dram, yalan cı bir ihtiyaca dayanır; çünkü yaratık bize yüz çevi rirse, yaradan sevilebilir, onun bize vereceği başka ni metleri vardır. Ama mide!... Onun açılan hiçbir şey le kıyaslanamaz; çünkü can boğazdan gelir. Gerçek bi rer şiir! olan bazı kaymaklan, birer şaheser! olan ba zı beyaz salçalan, birer âlemi olan mantarlı kümes
COUSIN PONS
83
hayvanlan kızartmalarını ve hepsinin üstünde yalnız Paris’te bulunan ve Rhin nehrinin
nefis
baharatta
hazırlanan meşhur sazan balıklannı hatırladıkça, Pons’un içi gidiyordu. Bazı günler, Kont Popinot’nun aşçı sını hatırlayınca: “ A h !
Sophie!”
diye
bağırıyordu.
Yanından geçen bir kimse onun bu iç çekişini duysa, adamcağızın metresini
düşündüğünü sanırdı; oysa, o,
daha azbulunur birşeyi, salça
tabağında
berrak, dil
üstünde koyu olan, montyon armağanına lâyık bir sal çayı ve içinde okkalı bir sazan balığını
düşünüyordu 1
B ir zamanlar yediği bu yemeklerin 'anısı, mide derdine uğrayan
sonunda
orkestra şefini epey zayıflat
mıştı. XVI B ir Alınan tipi Dördüncü
ayın
başlangıcında, 1845 ocak ayının
sonuna doğru, bütün Almanlar gibi Wilhelm ve bütün Alınanlardan ayırt edilmek için de Schwab - bu da onu bütün Schwab*lardan
farklı
kılmıyordu
ya -a d la rım
taşıyan genç flütçü, tiyatroda dikkati çekmeğe oaşlı* yan orkestra
şefinin halini
Schmucke’e
göstererek
onun gözünü açmayı gerekli buldu. Yaşlı Alman mü zisyenin çaldığı araçların katılmasiyle verilen bir piye sin ilk günü idi. Kürsüsüne ölü bir halde çıkan Pons’u göstererek, Wilhelm Schwab: — Adamcağız günden güne çöküyor, onda bozuk olan bir taraf var; gözleri üzüntülü nun hareketi de gittikçe zayıflıyor, dedi.
görülüyor, kolu
COUSIN PONS
84 Schmucke de: — İnsan altmış karşılık verdi.
yaşına gelince,
böyle olur, diye
Schmucke, Chromques de la Canongate’de88 gördü ğümüz ve oğlunu yirmi dört saat daha fazla alıkoydu ğu için kurşuna dizilmesine sebep olan ana gibi, birlik te yemek zevki için Pons’u feda edebilirdi Schmucke. — Tiyatroda herkes kaygılanıyor, bizim birinci dan sözümüz Mademoiselle
Heloise
Brisetout’nun da de
diği gibi, sümkürürken en ufak bir gürültü bile çıkar mıyor. Yaşlı müzisyen,
sümkürürken, sanki
büyük boruyu çalıyormuş
bandodaki
gibi, uzun ve geniş delikli
burnu ile mendil içinde müthiş bir
gürültü çıkarırdı.
Bu patırtı Madame de Marville’in kuzen Pons’u her za man ayıplamasına yol açardı. Schmucke: — Onu eğlendirmek için neyim var, neyim yok, hepsini verirdim, dedi. Sıkıntı onu gittikçe sarıyor. Wilhelm: — Vallahi, Pons bana, bizim gibi entipüften mü zisyenlerden o kadar yüksek geliyor ki onu düğünüme çağırmak cesaretini gösteremedim. Evleniyorum, dedi. — Y a ! ne şekilde? diye sordu Schmucke. Schmucke’ün Wilhelm:
acayip
— Çok namusluca,
sorusunda bir
diye
alay sezen
karşılık verdi. Oysa bu
eşsiz Hıristiyan böyle alay edecek bir insan değildi.8 5 85 Chroniques de la Conongate: Walter Scott’un 1827 de neşrettiği hikâyelerinin bulunduğu kitabın adu
COUSIN PONS
Müdürün çıngrak sesini
85
duyan Pons, orkestraya,
küçük ordusuna bakarak: — Haydi, arkadaşlar, yerlerinize! dedi. Şeytanın N işanlın parçasının uvertürünü çaldılar; bu cinli perili bir piyesti ve iki yüz kere oynandı, tik perde arasında, Wilhelm ile Schmucke ıssız kalan or kestrada kendilerini yalnız buldular.
Salonun havası
otuz iki reaumur derecesinde sıcaktı. Schmucke Wilhelm’e : — Hikâyenizi anlatın bana! dedi. — Şu sahneye bakan locada oturan genci görüyor musunuz? Tanır mısınız onu? — Hayır, tanımıyorum. — Sarı eldivenleri var, paranın sağladığı imkân lar içinde pırıl pırıl parlıyor da ondan 1 Benim Fraııcfort - sur - Mein’li dostum, Fritz Brunner’dir bu. — Hani şu, piyesleri görmek için vaktiyle orkes traya gelip sizin yanınızda oturan zat mı? — Ta kendisi. Böyle kılık kıyafet değiştirmesi ina nılacak şey değil, değil mi? Bu mutlu Goethe’nin
hikâyenin
kahramanı,
Mephistopheles’inin
yüzünde, hem
yüzündeki o soğuk
alay, hem de Auguste Lafontaine'in insanda temiz anı lar bırakan
romanlarındaki sâfdillik; hile ve safiyet,
tezgâhtar haşinliği ve Jockey-C lub üyelerinin hesapla kalenderliği; ama özellikle, Charlotte’tan86 çok Alman prenslerinden bıkan Werther’in tabancayı eline alması na sebep olan o iğrenme okunan bir Almandı; gerçek ten örnek olabilecek bir Alman tipiydi: yahudilikle ka 86 Charlotte: Werther’ in sevgilisi.
COUSIN PONS
rışık bir sadelik, budalalıkla karışık bir cesaret, sıkıntı verecek kadar bir bilgi ile beraber, en ufak bir çocuk luğun lıemen faydasız hale bira ve tütün telâfi
için
kullanma;
yorgun,
ca bir pınltı. Bir
getirdiği bir görgü; aşııı fakat
güzel
bütün bu
mavi
banker gibi
tezattan
gözlerde,
giyinmiş olan
şeytan Pritz
Brunner’in Titien’e özgü rengi andıran çıplak bir başı ve bu başın iki yanında sefahat ve sefaletin bıraktığı ve paraya kavuştuğu gün onu berberin önüne oturtan göz alıcı sarılıkta kıvırcık bir tutam saçı vardı, Bessamlann İsa için bulduklan yüz
gibi, eskiden güzel,
taze olan yüzü, kırmızı bıyıklann, kızıl kunç hale getirdiği
soğuk ve
sakalın kor
sert bir ifade
almıştı.
Gözlerinin sâf maviliği üzüntülere karşı yaptığı savaş lardan bozulmuştu. Nihayet, Paris’in bin bir çeşit ho varda hayatı, göz kapaklarını ve göz altını moratmıştı; o gözler ki eskiden bir anne onlara kendi gözlerinin tanrısal bir kopyası gibi mest olarak bakardı. Bu tur fandan filozof, bu genç bunak bir üvey ananın eseri idi. Burada, Francfort - sur - M einli eli açık bir gencin meraklı hikâyesini, büyük olmakla
beraber, ağırDaşiı
bir şehir olan Francfort • sur - Mein de geçen, olağan üstü ve en garip bir olayın hikâyesini anlatmak gere* kiyor... X V II Sefih oğulların, F rancfort - sur - Mein’li olunca, banker ve m ilyoner oldukları haL F ritz’in babası Monsieur Gedâon Brunner, Franc fort - sur - Mein’de, bankerlerin de suç ortaklığı ile, Ra-
COUSIN PONS
87
nunun izniyle yolcuların keselerinin dibine dan eken ün lü otelcilerden biri idi. Bununla beraber, namuslu bir Calviniste olan bu adam, dönme
bir yahudi kızı ile ev
lenmişti, servetinin ana parçasını da onun getirdiği dra homaya borçlu idi. Bu yahudi kadın, oğlu Fritz’i on iki yaşında, babasını ve Leipzig’de, Virlaz şirketinin şefi bulunan
kürk
tüccan dayısına
emanet
ederek oldiı.
Brunner baba, kürkleri kadar yumuşak olmıyan dayısın dan korkarak genç Fritz’in parasını meteliğine dokun madan
ve çoğunu sabit
kıymette mark
olarak, Al.
Sartchild bankasına yatırmak zorunda kaldı. Brouner baba, bu yahudi usulünden öc almak için, büyük oteli ni bir kadının nezareti ve yardımı olmadan yönetemiyeceğini ileri sürerek yeniden evlendi. Başka bir otelcinin, inci gibi bulduğu kızım aldı; yalmz, anasiyle babası ta rafından şımartılmış biricik kız ne demektir bunu bil miyordu. İkinci Madame Brunner, hain ve hoppa bir Alman kızı çıktı. Har vurup harman savurdu, kocası nı evinde, hür Francfort - sur - Mein şehrinin en mut suz adamı haline getirmekle birinci Madame Brunner’in öcünü aldı; güya bu şehirde milyonerler, kanları nın yalnız kendilerini sevmeleri için
Belediye mecli
sinden bir kanun çıkartacaklarmış! Bu kadın; Alman ların çoklukla Rhin şarabı dedikleri o cins cins sirke leri, Paris eşyalarını, ata binmesini ve süsü seviyordu. Pahalı cinsten sevmediği bir şey varsa, o da kadınlar dı. Küçük Fritz’e düşman kesildi; bu Calviniste ve ya hudi dölünün beşiği
Francfort şehri, vasisi de Leıp-
sick’teki Virla şirketi olmasaydı, onu deli bile ederdi: ama kürklerinden
başka şeyle
uğraşmıyan,
sadece
88
COUSIN PONS
Fritz’in bankadaki parasım gözetebilen
Virlaz dayı,
Çocuğu övey anasının pençesinde bırakıyordu. Bu sırtlanın, güzel Madame Brunner’in sevgili oğ luna karşı ateş püskürmesinin bir
nedeni vardı: oir
lokomotif kadar çabalasa da çocuğu olmuyordu. Kafa sındaki şeytanca bir düşüncenin dın, genç
etkisile, bu cani ka
Fritz’i yirmi bir yaşında
Almanlarda hiç
gorülmiyen bir sefahat âlemine sürdü. A t koşularının, sirkeye benziyen Rhin şaraplarının,
Goethe’nin Mar-
guerite’lerinin, çocuğu da parasını da yiyip bitirecek lerini umdu: çünkü, Fritz reşit olunca, Virlaz dayı ona önemli bir miras
bırakmıştı.
Ama, her ne kadar su
şehirlerindeki rulet ve aralarında Wilhelm Schwab'ın da bulunduğu içki arkadaşları Virlaz’ın sermayesi nin dibine darı ektilerse de, genç m üsrif ,lsa peygam berin dilediği şekilde,
Francfort - sur - Mein şehrinin
sonradan doğan çocuklarına örnek kaldı; her aile ço cuklarını para kaynağı tezgâhlarının arkasında akıllı uslu, ürkek bir insan olarak saklıyabilmek için korku luk gibi öne sürerdi onu. Fritz ölecek yerde, üvey anasının
Brunner genç yaşında
güzel bir
mezarlığa gö
müldüğünü görmek gibi bir mutluluğa erişti; Alman lar, ölülerini şereflendirmek bahanesi ile mezarlıklarda çiçek yetiştirme tutkularım doyururlar. İkinci Madame Brunner böylece anasiyle
babasından
önce öldü; bu
evlenme de yaşlı Brunner’e, kasasından sarfettiği pa ralarla kansımn kendisinde bıraktığı
acılara mal ol
du; bu acılar o kadar
Hercules yapılı
yıkıcı oldu ki
otelci, altmış yedi yaşında, sanki Borgia’larm87 meşhur <87 Borgia: Bin bir cinayet işlemiş İspanyol asîlli bir İtalyan ailesi.
COUSIN PONS
zehirini içmiş gibi
kendisini
bitkin bir halde buldu.
Karısından on yıl çektikten sonra onun mirasına konamaması, bu yaşlı otelciyi ikinci bir Heidelberg harabe sine çevirdi; yalnız bu harabe yolcuların bıraktıkları para (R echnungs) ile
onarılıyordu; tıpkı
turistlerin
Heidelberg harabesine karşı olan ateşli ilgilerini sön dürmek, onların bu çok tutulan yeri görmeğe koşma larını sağlamak için boyuna onarılması gibi. Francfort’ta, Brunner'den bir iflâstan söz edilir gibi söz edi liyor, parmakla gösterilerek: — Bakın, mirası elde edilemiyen kötü bir ka dın ile Fransız usulüne göre
yetiştirilen bir evlât in
şam ne hale getiriyor! deniliyordu. İtalya'da,
Almanya'da,
bütün
felâketlere sebep
olan, bütün saldırışlara hedef olan Fransızlardır; ama. iğine devam eden Tanın... (Arkası Lefranc de Pompıgnan’ın şiirinde.)88 Büyük üzüntü
Hollanda
yüzünden
oteli
hesaplan
sahibinin fazla
öcüne,
tutulan
bu yol -
cular kurban olmadılar sadece. Oğlu meteliksiz kalın ca, Gedeon, felâketlerinin asıl nedeni olarak gördüğü için, onu, ekmekten, sudan, tuzdan, ateşten, evden ve pipodan yoksun etti! Bu da otelci olan
bir Alman
baba gözünde, baba lânetinin en son derecesidir. Mem leketin resmî makamlan, babanın başlangıçtaki kaba88 Jean - Baptiste Russeau'nun ölümü üzerine ya zılan bu şiirin son mısraını o zamanlar herkes ezbere bilirdi: Işık tuğyanları saçar. Gizli kalan müfterilerinin üstüne.
COUSIN PONS
90
ha tini farketmedikleri, onu Francfort - sur - Mein'in ez> talihsiz adamı
buldukları için
yardımına
koştular;
Fritz ile Alnıanlara özgü bir biçimde çekiştikten sonra, onu uzaklaştırdılar bu hur memleketin topraklarından. Her ne kadar bu şehir Cermen Diyet meclisinin otur duğu yer ise de, adalet
Francfort’ta her yerde oldu
ğundan ne daha insani, ne de daha olgundur. B ir yar gıcın cinayet ve felâket çıkarak ilk su
ırmağının
kaynağına kadar
sızıntısının döküldüğü
tuttuğunu öğrenmek
testiyi
kimin
istemesi az görülür bir olaydır.
Brunncr, oğlunu unuttu; dostlan da ondan aşağı kal madılar. A h i bu hikâye, suflörün hücresi karşısında, bire birlerine bu ilk temsilde zarif Parisliler arasında bir locada tek başına oturan, yüzü derin bir hüzünle kap lı bu Almanın nereden çıktığını soran gazeteciler, ho vardalar ve kadınlar topluluğu önünde bir piyes halin de oynanabilseydi, cinli perili Şeytanın Nişanlısı piye sinden çok daha güzel olurdu her halde; oysa bu Ş ey tanın N işanlısı İsa'dan üç bin yıl önce Mezapotamya’da oynanmış, hisse alınacak nefis oyunun iki yüz bininci temsiliydi. Fritz yürüyerek Strasburg'a gitti. Orada, Incil'de ki sefih çocuğun kutsal kitabın vatanında bulamadığı şeyi buldu. Alsasın üstünlüğü
burada meydana çıkı
y or; bu memlekette, Fransız ruhu ile Cermen sağlam lığının birleşmesindeki güzelliği
Almanya'ya göstere
bilecek nice iyilik sever yürekler çarpmaktadır. Birkaç gün önce anasiyle babasının mirasına konan Wilhelm’in elinde yüz bin frank vardı. Bu genç, Fritz'e kollan-
COUSIN PONS iu
91
açtı, kalbini açtı, evini açtı, kesesini açtı. Fritz’in
toz toprak içinde, mutsuz ve sanki yarı
cüzzamlı bir
halde, Rhin'in öbür tarafında gerçek bir dostun elinde hakiki bir yirmi franklık gördüğü anı anlatmak, bir şiir yazmaya kalkışmak olur; bunu da, can çekişmek te olan dostluğu canlandırmak için yunanca olarak an cak Pindares89 yazıp insanlar arasına
atabilirdi. Fi-
ritz’le Wilhelm adlarım, Damones’le Pythias’ın,90 Castor’la Pollux’ün,91* Orestus’la
Pylades’in,98 Dubreuil’le
Pmejah'ın,93* Scmucke’le Pons, hattâ Monomotapa'nın9* 89 Pindares: Yunan’lıların en kuvvetli lirik şairi. (İsa'dan önce 521 - 441). 90 Damones ve Pythias: Genç Denys zamanın Pythagores mezhebinden, birbirlerine karşı dostluk duygusu ile ün salmış iki filozofu. Pythias ölüme mahkûm edi lince, zalim kıraldan işlerini düzenlemek için zaman isteyince, Damones, zamanında gelmediği takdirde onun yerine ölmeyi kabul eder. Tam Damones öldürü lecek iken Pythias yetişir. Bu bağlılık kirala dokunur, Phythias'ı bağışlar ve üçüncü bir dost olarak araları na katılmak için çok çabalarsa da başaramaz. 91 Castor ve Pollux: efsanevi kahramanlardan; Jüpiter ile Leda'nın çocukları. Biribirlerine hep bağlı kaldıkları için bu iki ad daima dostluğun bir remzi olarak söylenir. 98 Oresturla Pylades: Orestus Agamemnon'un oğ ludur. Babasının öldürülmesinin öcünü almak için kızkardeşi Electre ile bir olup anasım öldürür, beraat edip Argos kıralı olur. Kızkardeşini verdiği Pylades ile dostluğu dillere destan olmuştur. 08 Dubreuil ve Pmejah: Çok usta bir doktor olan DubreuiPün Pmejah adında bir dostu vardı. Dubrouil bulaşıcı bir hastalığa tutulur, odasında ziyaretçilerin toplandığını görünce dostuna: “ Bütün bu insanları
COUSIN PONS
92
iki dostuna keyfimize
göre
vereceğimiz bütün adla
rın yanma katın; bu iki yeni adı o meşhur olmuş ad larla birleştirmek şu bakımdan daha da yerinde olur: Wilhelm kendisine kalan mirası Fritz ile birlikte yedi bitirdi, tıpkı Fritz’in VVilhelm ile beraber kendi mirası nı haliyle tütünün bilinen bütün çeşitlerini içerek, iç ki âlemlerinde erittiği gibi... İki dost, işe bakın ki, bu mirası Strasburg bira hanelerinde, tiyatro kızlariyle ve güzellikten az nasibi olan Alsaslı kızlarla en budala ve en âdi bir şekilde erittiler. Her sabah da biribirine: —- Bu gidişe bir son vermek, oturup bir karara va rarak elimizde kalan para ile bir şey yapmak gerek t derlerdi. F ritz: — Aldırma canım, karşılığını verirdi, felekten bir gün daha çalalım da, yann... evet! yann... Sefihlerin hayatında, bugün, kendisini beğenen ap talın biridir; ama yan n , bugünün cesaretinden ürken büyük bir korkaktır; bugün, eski
komedilerin gülünç *6 4
buraya sokmamak gerek. Biliyorsunuz hastalığım bu laşıcıdır. Burada ancak siz kalırsınız!" der. Bu sözü söyleyene de dinleyene de ne mutlu!.- Pmejah da dos tundan on beş gün sonra ölür. 64 Monomotapa: Doğu Afrika'da, Madagaskar’ın karşısındaki bir memleketin eski adı. Fakat La Fontaine'in dehası, iki dost adlı içli Fable’inde, bu kelimeyi esası olmıyan, mevhum bir yer haline sokarak çizdiği dostluğun yeryüzünde raslanmıyacak kadar kuvvetli olduğunu belirtmek istemiştir. Balzac da bunu ima ederek “ Monomotapa’nın iki dostuna" derken nmmlrüı» olabilecek bütün dostlan kasdediyor.
COUSIN PONS
93
yaygaracısı Capitan, yann ise cambazhanelerdeki soy* ta n Pierrot’dur. Ellerinde bin frank kalınca, Messa geries Royales’den
birer yer alıp,
Paris’e
geldiler;
orada Ged&on'un eski baş garsonlanndan G raff’ın, du Mail sokağındaki Rhin adlı otelinin tavan arasına sı ğındılar. Fritz, G raff’ın öğüdü üzerine, Banker Keller kardeşlerin yanma altı yüz frank ücretle memur oldu. Rhin otelinin sahibi G raff, ünlü terzi G ra ffın karde şidir. Terzi de Wilhelm’i, defterlerini tutsun diye ken di yanına aldı. G raff, bu önemsiz yerleri sefih iki oğ lana, Hollanda otelindeki çıraklık günlerinin bir karşı lığı olmak üzere buldu. Bu iki bir dostu zengin bir dostun
olay, yani iflâs etmiş
bağrına
otelcinin meteliksiz iki vatandaşı ile
basması ve bir ilgilenmesi Kar
şısında, bazı kimseler bunları roman sanacaktır; ama bütün gerçek şeyler o kadar masala benzer ki. bugün masal, görülmedik gerçeğe benzemek için çabalar har car. A ltı yüz frankla memur olan Fritz, aynı ücretle terzi yanında defter tutan Wilhelm,
Paris gibi yosma
bir şehirde yaşama güçlüğünün farkına vardılar. Bu yüzden, geldiklerinin ikinci yılında, 1837 de, güzel fü lüt çalan Wilhelm, arasına ekmeğinin üzerine yağ süTebilmek
için
Pons’un
yönettiği
orkestraya
girdi.
Fritz’e gelince, o, fazla ücreti ancak Virlaz’lan n oğlu olması dolayısiyle para işlerindeki kabiliyetini göste rerek elde edebildi. Çok çalışmasına rağmen, belki de s ır f kabiliyeti yüzünden, bu F rancforflu , üd bin frank ücrete ancak 1843 yılında kavuştu. Tanrısal bir övey ana olan sefalet, analarının yapmadığını yaptı: onlara tutumu, dünyayı, hayatı öğretti; onlara çocukluk çağla
COUS1N PONS
94
rında hepsi de mutsuz olan büyük adamlara, mahmuz darbeleri ile verdiği o büyük, o kuvvetli eğitimi verdi; Fritz ile Wilhelm alelade insanlar oldukları için yok sulluğun verdiği derslerin hepsini dinlemediler, onun saldırışlarına karşı korundular, göğsünü sert, kollarını etsiz buldular, onda saklanan ve deha sahibi insanların okşayışları karşısında yumuşıyan peri Urgele’i98 bulup çıkaramadılar. Bununla beraber, paranın değerini an ladılar ve bir gün yine ellerine geçerse, kanadlannı kesmeğe karar verdiler. X V III B ir servet nasıl kazandır Wilhelm sözlerine devam etti. — Bir kelime ile her şeyi anlıyacaksınız, Schmucke baba, dedi; ve piyaniste, olanı biteni Almanca ola rak
anlattı uzun uzun: Brunner baba öldü. Baden de
miryolu kumpanyasının kurucularındanmış, bundan n*= oğlunun, ne de yanında kaldığımız G raff’m haberi var dı, bu sayede çok da para kazanmış. Oğluna dört mil yon bıraktı! Bu gece son defa fülüt çalıyorum. Bu ilk temsil olmasaydı, daha birkaç gün önce giderdim, ama benim yüzümden orkestranın kötü bir duruma düşms» Sini istemem. Schmucke: — Çok iyi ettiniz, delikanlı, dedi. Yalnız aldığınız kız kim?9 6 96
U rgele: iyilik perisi,
COUS1N POMS
95
— Bizi barındıran, Rhin otelinin sahibi Monsieur G raff’m kızı. Mademoiselle Emilie’yi yedi yıldır seviyo rum; açık saçık romanlardan o kadar okudu ki, sonu nun ne olacağını düşünmeden, bütün kısmetlerini be nim için tepti. Sevgilim
çok zengin olacak, Richelieu
sokağında terzilik eden G raff’ların biricik mirasçısıdır o. Fritz bana Strasburg’ta beraber yediğimiz paranın beş katını, yani bcşyüz bin frank veriyor! Bir banka açıyorum, Fritz bir milyon, terzi
G raff da beş yüz
bin frank koyuyorlar, nişanlımın babası da kızının iki yüz elli bin franklık
drahomasından
yararlanmama
izin verdi; üstelik bize avans para da veriyor. Böylece, Brunner, Schwab ve ortaklan bankasının iki milyon beş yüz bin frank sermayesi Bankasındaki
itibarımızı
franklık hisse senedi aldı. la bitmiyor; babasının
olacak. Fritz,
sağlamak
Fransız
için on beş bm
Fritz’in serveti bu kadar
Francfort’da bir milyon değe
rindeki iki evi de ona kaldı; büyük Hollcmda
otelini
de G raff’ın kuzenlerinden birine kiraladı. Wilhelm’i dikkatle dinlemiş olan Schmucke: — Dostunuza bakarken
üzüldüğünüz belli, dedi.
Sakm onu kıskanmıyasınız? — Evet, kıskanıyorum, ama Fritz’in mutluluğunu kıskanıyorum. Yüzü, doyurulmuş bir adamın yüzüne benziyor mu? Onun hesabına Paris’ten onun da benim gibi yapmasım
korkuyorum,
isterdim. Eski şeytan
yine dirilebilir onda. İkimizden en az aklı başına gelen o. Şu giyinişi, şu tek gözlüğü, her şeyi beni telâşlan dırıyor. Geldiğinden bu yana işi gücü hep
salondaki
hoppa kadınlara bakmak oldu. A h ! Fritz’i evlendirme nin ne güç olduğunu bir bilesiniz!... Fransa’da kadim*
COUSIN PONS
96
kur yapmak denen şeyden nefret eder o ; İngiltere'de bir insanı ebediyete içine atmak gerek.
attıkları gibi onu da bir ailenin
Bütün ilk temcitlerin sonunu bildiren gürültü pa tırtı arasında, flütçü orkestra şefini düğününe çağır dı. Pons bunu sevinçle üç aydır ilk kere gördü; onu
karşıladı. O zaman Schmucke
dostunun yüzünde bir
Normandie
gülümseme
sokağına derin bir
sessizlik
içinde getirdi, çünkü o sevinç ışığından Pons'u kemi ren acının
büyüklüğünü anlamıştı.
asıl, çıkardan uzak, duygu sanda,
yemeğe
karşı
Böyle
gerçekten
bakımından büyük bir in
şaşırtıcı
bir
düşkünlüğün
bulunmasını, temiz kalbli Schmucke’ün aklı almıyordu bir türlü. Çok üzdü bu onu, çünkü Pons’un mutluluğu hesabına, onu, her gün sofrada karşısında görmeKten vazgeçmesi gerekiyordu; bu fedakârlığı yapıp yapıla yacağını da bilmiyordu: bunu düşündükçe çılgına dö nüyordu sanki. X IX B ir yelpaze dolayısiyle Normandie sokağının Aventin
tepesine çekilmiş
olan Pons’tan ses çıkmaması, haliyle Madame de Marville’in dikkatini çekmişti; parazitinden yakasını kur tardığına sevinerek artık pek ilgilenmiyordu onunla; kızı da, o da, sevgili Lili
tarafından yapılan şakayı
kuzenlerinin anladığına hükmediyorlardı; ama başkan için mesele böyle değildi. Adliyedeki terfiinden bu yana kurum taslıyan, kısa boylu şişman Camusot de Marville, Çiçero’ya bayılır, opera-kom iği tiyatrodan da
COUS1N PONS
ha iyi bulur, aktörleri kı adım adım
97
biribiriyle mukayese eder, hal
izlerdi; adliye
gazetesinin
yazılarını
kendi düşüncesi imiş gibi ele alır, fikir yürütürken, hep yanındaki üye yargıcın
düşüncelerini daha azur,
daha $arpaşık cümlelerle tekrarlardı. Genel çizgileri ile yeterince tamlan ve mevkii dolayısiyle her şeyi ciddi ye almak zorunda bulunan bu yüksek memur, aile bağ larına çok önem verirdi özellikle. Kanlarının tüm bo yunduruğu altında bulunan
kocalann çoğu gibi, baş
kan da bazı ufak şeyler de hürmüş gibi görünür, kan sı da buna ses
çıkarmazdı.
Başkan bir ay
kadar,
Pons’un ortadan kaybolması hakkında kansımn söyle diği beylik nedenlerle yetindi ise de, sonunda yaşlı mü zisyenin, kırk yıllık bir dostun, hele Madame Pompadour’un yelpazesi gibi büyük bir hediyeden sonra gel memesini acayip buldu. Bir şaheser olduğu kont Popinot tarafından kabul edilen bu rayında
elden ele dolaşmış,
yelpaze, Tuileries sa
Madame de
gururunu çok okşıyan övücü sözler
Marville'e,
işittirmişti; her
biri görülmemiş bir incelikte oymalarla süslü fil dişin den on kolun güzelliklerini a y n ayrı açıkladılar ona. B ir Kus bayanı (Kuşlar kendilerini hep Rusya’da sa nırlar) kont Popinoflarda,
bu
harika
yelpaze
için
altı bin frank teklif etti; bir taraftan da onu, o el lerde görmekten duyduğu hayreti ifade edecek bir bi çimde gülümsedi; çünkü, itiraf etmek gerek, düşeslere lâyık bir yelpazeydi bu. Bu teklifin yapıldığı günün ertesi sabahı, Cdcile babasına: — Zavallı kuzenin bu gibi abur cuburlardan çok iyi anladığı inkâr edilemez, dedi.
COUSIN PONS
98 Başkan:
— Ne? Abur cubur mu? diye haykırdı. Sen ne diyorsun, Devlet, müşaviri ölü Dusommerard’m kolek siyonuna üç yüz bin frank veriyor ve Paris şehri ile birlikte bir milyona yakın bir para harcıyarak bu abur cuburları koymak için Cluny konağım satın alıp onar tıyor... Senin abur cubur
dediklerin,
kaybolmuş uygarlıkların çoğu zaman biricik
eserleridir.
sevgili kmm, elimizde kalan
Bazan biri kırk, ötekisi elli Din
frank eden bir Etrüsk çömleği ile bir gerdanlık, bire Troia’mn kuşatıldığı günlerde sanatın mükemmeliye tini gösterirken, Etrüsklerin de İtalya’ya sığınmış T roialılar olduğunu açıklıyan birer abur cuburdur t Kısa boylu şişman başkanın şakaları işte bu çe şittendi, karısına ve kızma ağır alaylarla karşılık ve rirdi. Sözlerine devamla: — Cecile, dedi, bu abur cuburun gerektirdiği bil gilerin bir araya toplanması ile bir ilim meydana ge lir ki arkeoloji derler adına. Arkeoloji, mimarlığı, heykeltraşlığı,
ressamlığı,
günlerin bir sanatı olan
kuyumculuğu,
çiniciliği, son
doğramacılığı,
danteleciiiği,
halıcılığı, kısacası insan elinden çıkan bütün sanatla rı içine alır. Cecile: — O halde kuzen Pons bir bilgin ha? dedi. Baş kan. kuzenle ilgili binbir söz geçtiği halde aklına geimiyen, ama hepsinin birden çarpmasiyle hatırlıyan bir adam hali ile: — Ha, sahi, sordu.
neden artık
gelmiyor
bize?
diye
COUSIN FONS
9»
Madame de Marville: — Hiç yoktan alınmış olacak, dedi, belki yelpaze ye karşı gereken heyecanı göstermedim de ondan. Si lin in iz, ben oldukça bilgisiz bir kadınım... Başkan: — Siz
ha!
Servin'in9*
en
kuvvetli
lerinden olun da Watteau’yıı tanımayın,
öğrenci
mümkün m â
bu? dedi. — David’i,*97 Görard’ı989 10 Gros'yu** ve Girodet'yi,10* sonra Guerin’i,101
Monsieur de Forbin’i102
Mons'eu*-
Turpin de Crissâ'yi103 tanıyorum ama_ — İsterdi ki„. Madame de Marville kocasına Seba melikesine özgık bir eda ile bakarak: — Ne istermiş, Monsieur? diye sordu. Başkan, karısına karşı neler borçlu olduğunu açı ğa vuracak bir biçimde boynunu bükerek: > M Servin: O zamanların ünlü ve kabiliyetli re sim öğretmeni. 97 David: (L ou is): ihtilâl günlerinde sanat işle rinin yüksek yönetimi kendisine verilen bir Frannı/ressamı (1748-1825). 88 Görard: tarihsel tablolar yapmış bir Fransız: ressamı, (1770 -1837). 99 Gros: Romantizme etkisi dokunmuş bir Fran sız ressamı. (1771-1835). 100 Girodet; Bir Fransız ressamı. (1767 -1824). ıoı Guerin: Tarihsel tablolar yapmış bir Fransız: ressamı. (1774-1833). 102 Forbin: Tarihsel tablolar yapmış bir Fransız, ressamı ve arkeologu. (1777-1841). 103 Grisse: Manzara ve eski anitlar resmeden b ir Fransız ressamı. (1772 - 1857).
COUSIN PONS
100
— Watteau'nun ne olduğunu bilesiniz, kancığın?, dedi. Bu günlerde herkesin ağzında onun adı dolaşıyor. Bu konuşma, Şeytanın Nışanhsı’ian
birinci teır
silinden birkaç gün önce olmuştu. O temsilde Pons'un hasta hali bütün orkestranın gözünden kaçmadı. C günlerde Pons’u
sofralarında
görmeğe, onu bir Ha
berci gibi kullanmaya alışmış olanlar ne olduğunu bir birlerine sormuşlar ve adamcağızın girip çıktığı çevre de bir kaygı belirmişti. Bu kaygıyı artıran bir neden daha vardı: bir çoğu onu görevi başında görmüştü. Pons gezintilerinde
rasladığı eski tanışlarından
kaçmak için çok dikkatli davrandığı halde, bir gün, ye ni BeaumarchaiB caddesinin en tanınmış, en cesareti' satıcılarından olan Monistrol’ün mağazasında eski ba kan Kont Popinot ile burun buruna geldi; bu satıcı, Pons’un bir aralık Madame de Marville’e sözünü ettiği ve yalana heyecanı ile antika
eşyaların
fiyatlarını
yükselten bir adamdı; bu gibi insanların söylediklerine bakılırsa, antika eşyalar günden güne çok azalmıştır, (bulunmasına imkân yoktur. — Azizim Pons, neden artık görünmez oldunuz? Sizi çok arıyoruz; Madame Popinot da bu unu tuşa bir anlam veremiyor. — Sayın Kont, bir evde, bir hısım evinde, be nim yaşımda bir adamın artık toplantılarda yeri olma dığını dokundurdular. Biliyorum, gittiğim yerlerde hiç bir zaman büyük bir itibarla karşılanmazdım, ama kü çük de düşürülmezdim. kimseden
Sanatkârlara özgü gururla,
de bir şey istemedim, dedi. Gösterdikleri ne
zakete karşılık olarak, beni kabul edenlere yararlı da oluyordum
çoklukla; ama
aldanmışım;
dostlarımın
COUS1N PONî»
101
evine, hısımlarımın evine, yemek yempğp gitmekle şeref kazanıyormuşum, ounun hatırı için de herkesin kulu» kölesi ve her an hizmete hazır uşağı olmam gerekmişi— Ne yapayım, ben de tuttum, kâselislikten istifamı ver dim Hiçbir sofrada bulamadığımı şimdi evimde ner gün* buluyorum: gerçek bir dost! Yaşlı artistin hareketleriyle olsun, sesinin tonuyla olsun, şimdi bile belirtme gücünde olduğu acı dolu söz ler,
Fransız
senatörüne o kadar dokundu ki değerli
müzisyeni bir kenara çekti: — Bak hele!... dedi. Ne yaptılar size, aziz dos tum? Sizi yaralıyan şeyin ne olduğunu bana da söy leyemez misiniz? Yalnız izin verirseniz şunu da sÖ/Iiyeyim ki, bizim evde, her zaman gereken itibarı görmüşsünüzdür... Adamcağız: — Gördüm evet; ben de sizi bunun dışında tutu yorum zaten, dedi. Üstelik siz büyük bir senyör. Dır devlet adamısınız; gerekince
meşguliyetiniz, hoş gör
dü rebilir her şeyi. Popinot’nun insan ve iş sarraflığında
kazandığn
d:plomatça kurnazlığına yenilen Pons, başkan de M arville’in evinde gördüğü
kötü muameleyi
olduğu gib'
anlatmaktan kurtulamadı. Popinot, zavallının acıların» öylesine candan
katıldı ki, eve döner dönmez herşevı
olduğu gibi Madame Popinot’ya da anlattı; iyi kaibil ye asil bir kadın olan Madame Popinot, ilk rasladığh gün, bu hikâyeyi sitemle dolu olarak Madame de Marville’e aktardı. Popinot da bu konuda başkan de M arville’e bir iki söz söyleyince, Camusot de Marville'ler de bu mesele ile ilgili bir konuşma oldu. Her ne ka
102
’COUSlN PONS
dar Câmnsot çivinde tüm emreder durumda değildi ise de, çıkışmasının* nedeni hakka ve vakıaya için, karısı
ile kızı
dayandığı
bu gerçek önünde susmak zorunda
kaldılar; her ikisi de utandılar,
suçu
üzerine attılar. Çağırılan, azarlanan hizmetçiler, olduğu gibi anlatmakla
hizmetçilerin ancak durumu
bağışlandılar, bu da başkana
Pcms’un gelmemekte ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Kanlarının eırtri altında bulunan
erkekler gibi, bü
tün koca ve adliyeci azametini başkan uşaklara karşı gösterdi, onlara, bundan böyle gerek kuzen Pons, ge rek evine gelmekle şeref veren insanlar, karşılanmadığı
takdirde,
kendisi ğiD>
kovulacaklannı, bu sureti**
evinde uzun zaman hizmet etmiş olmanın kazandıraca ğı bütün imkânlan kaybedeceklerini bildirdi. Bu söz* ler Madeleine'i gülümsetti. Başkan: — Hem sizi ancak bir
şekilde
bağışlayabilirim,
dedi; o da kuzenimden özür diler, onu yatıştmzttaıuz. Gidin, bu evde kalmanızın yalnız buna bağlı olduğunu söyleyin ona; çünkü o bağışlamadığı takdirde, kovanm hepinizi. XX ty î günlere yeniden kavuşma Ertesi gün, başkan mahkemeden önce kuzenini zi yaret etmek amaciyle evden çok erken çıktı. Başkan de Marville’in bu ziyareti, büyük bir hâdise oldu, ge lişini de Madame Cibot haber verdi. kere böyle bir şerefe ulaşan Pons, alma işi olduğunu anladı.
Hayatında Uk bunun bir gönül
10?
COUSIN PONS
Hal, hatır sorduktan sonra, — Sonunda, neden görünmediğinizi öğrendim, dedi başkan. Hareket tarzınız, bilmem bunu söylemeye lü zum var mı, şahsınıza karşı duyduğum saygıyı artırı yor. Bu konu da size bir tek kelime söyliyeceğim: bü tün hizmetçileri kovdum. Karım ve tuzım çok üzülü yorlar, anlaşmak için sizi görmek istiyorlar. Bu işde bir günahsız varsa, kuzenim, o da yaşlı bir yargıç; Popinot'lara yemeğe gitmek istiyen bir genç kızın ah makça davranışından ötürü bana sitem
etmeyin; hele
bütün kabahatin bizde olduğunu kabul ederek
sizinle
barışmaya geldiğim şu anda... Biraz sarsılmış olsa Di le, otuz altı yıllık bir dostluğun bazı haklan inkâr edi lemez. Haydi bu akşam yemeğe bize gelin de, her şey unutulsun!... Pons ne diyeceğini
bilemediği için anlaşılmaz bir
karşılık verdi; sonunda o akşam,
flütünü
atarak banker olacak olan
orkestrasından bir
kendi
başından
müzisyenin nişanında bulunacağını söyledi. — iyi ya, yarın olsun. — Kuzenim,
kontes
Popinot bir mektupla beni
yemeğe çağırmak lûtfunda bulundu, hem de öyle na zik... — Şu halde öbür gün bekleriz... — öbü r gün de bizim flütçünün ortağı, M. Brunner adında bir Alman, nişanlıların bu akşam verecek leri ziyafete karşılık bir yemek veriyor. — Sız çok sevimli bir insansınız da her taraftan yarışırcasına çagırılıyorsunuz
böyle. Ne yapalım,
takdirde önümüzdeki pazara, adliyede haftaya olsun.
du
dediğimiz gibi
COUSIN HUNS
104
— İyi ama, o gün de M. G raff’larda,
flütçüriir
kaynatasında yemek yiyeceğiz... — Peki Cumartesi olsun! O zamana dek, işledi ğ i suç yüzünden göz yaşı döken küçük bir kızı yatıştı racak bir şeyler bulursunuz nerhalde. Tanrı yaptıktan işden pişman olanları bağışlar;
zavallı Cecile’e karşı
ondan daha mı sert davranacaksınız? Z ayıf tarafından yakalanan Pons, coştu, alışılmış «özlerden daha kibar deyimlerle karşılık vererek baş kanı kapının önüne kadar geçirdi. Bir saat sonra, baş kanın
hizmetkârları
Pons’un evine geldiler;
bütün
hizmetçiler gibi alçak ve yaltakçı olduklarını gösterdi ler: ağladılar! Madeleine Monsieur Pons’u bir kenara çekti, ayaklanna kapandı. Göz yaşlan içinde: — Bütün kabahat benim, Monsieur, dedi. Sizi sev diğimi pekâlâ bilirsiniz. Bu kötü olayın nedenini içimi durmadan yakan sizden öc alma arzusunda aramalısı nız. Beklediğimiz gelirlerden olacağız!... Ben çılgınım ettim Monsieur, ama arkadaşlanmm benim yüzümden acı çekmelerini istemem. Şimdi anlıyorum ki sizin kannız olmak için yaradılmamışım. Aklım başıma geldi, çok yukarılara göz dikmişim, ama yine de sizi seviyo rum, Monsieur. On yıldır, sizi mesut etmekten, bura sım çekip (evirmekten başka bir şey düşünmedim. Be nim için ne büyük bir mutluluktu bu!... A h ! sizi ne ka dar sevdiğimi bir bilseniz!... Bu duygumu, size oyna dığım oyunlarda sezdiniz herhalde. Yarın dünyaya göz lerimi yumsam, ne bırakırdım ki? Sizi mirasçım ya pacak bir vasiyetname, Monsieur... inanın, Monsieur, bavulumda, mücevherlerimin altında böyle bir vasiyet name bulurlardı!
COUSIN PONS
105
Madeleine bu tele dokunmakla, yaşlı bekan mest etti; hoşa gitmiyen bir insan tarafından da olsa, iç ten gelen sevgi her zaman haz verir. Pons, asalet gös terip Madeleine’i bağışladıktan başka herkesin yerin de kalmasını sağlamak için Madam** de Marvillc ile ko nuşacağım söyliyerek kendine minnettar bıraktı hepsini. Yaşlı müzisyen, alıştığı zevklere hiç
küçülmeden
yeniden kavuştuğunu görmekle çok sevindi. Toplum onun ayaklarına gelmişti, onuru bir kat daha kuvvet lenecekti; yalnız bu zaferi dostu
Schmucke’e anlatır
ken, onu mahzun ve açığa vurmadığı
kuşkular içinde
görünce, içi titredi. Bununla beraber, Pons’un yüzün deki âni değişiklik karşısında, iyi kalbli Alman, dostunu dört aya yakın bir zamandır yalnız kendine bağla maktan duymuş olduğu mutluluğu feda ederek sevindi bu işe. Ruh hastalıklarının beden hastalıklarına karş* önemli bir üstünlüğü vardır: yoksulluk yüzünden baş lamış olan ruh hastalıkları, buna sebep olan arzunun yerine getirilmesi ile derhal geçer. Pons o sabah başka bir adam oluverdi.
Mahzun, çökmüş
ihtiyar
yerini,
hoşnut ve önceleri Madame Ponıpadour’un yelpazelini Madame de Marville’e götüren Pons’a bıraktı. Fakat Schmucke, bu olayı zihninde çözemeden derin düşünce lere daldı, zira sert ahlâklı bir insan, Fransız yaltak çılığını hiçbir zaman anlıyamaz. Pons İmparatonuR. çağının gerçek Fransızlarındandı; onda, son yüzyılın, kibarlığı, S uriye'ye giderken ve daha buna benzer şar kılarda yer almış olan, o, kadına karşı fedakâr olma duygusu ile birleşiyordu. Schmucke ise acısını yüreği nin dibine, kendi Alman
felsefesinin çiçekleri altına,
gömdü; ama sekiz günde de
sarardı, soldu; Madame
COUSIN PONS
106
Cibot mahallenin hekimim Schmucke'ün odasına soka* bilmek için hileye başvurdu. Hekim ıctöre'den korktu v e karşılığı san lık olan bu tıbbi terimle Madame C ib ofyu beyninden vurulmuş bir halde bırakarak çekildi gitti. Belki hayatlarında ilk kere, iki dost yemeği dışarda birlikte yiyeceklerdi; yalni2 bu, Schmücke için, A l manya’ya eritmek
ğibi bir şeydi.
Gerçekten de, Rhin
otelinin sahibi Johann G raff’la kızı Emilie; terzi W olfgang GrafFla karısı; Fritz Brünner’le Schwab A İman dılar. Ziyafete Fransız olarak yalnız Pons’la, noter çağrılmıştı. Neuve-des-Petits-Champs ile Villedo sokak tan arasındaki Richelîeü sokağında, gozalıcı bir konağ olan terziler, yeğenlerini kendileri yetiştirmişlerdi; çün kü bu kızın babası, çoklukla bir otele gelen her eins in sanla temasından haklı olarak korkuyordu. Bu çocuğu sanki kendi kızlan imiş gibi seven iyi kalbli terzi, alt katı genç evlilere bıraktılar. Brunner ve Schwab banka sı da oraya yerleşecekti. Bütün bu mutluluğun kaynağı olan mirası ele geçirmesi için Brunner’in bir ay uğraş ması gerekmişti. Bu düzen de, bu bir ayın mahsulü idi, müstakbel evlilerin
dairesi yeni bir hale
konmuş ve
meşhur terzi tarafından döşenmişti. Bankanın bürola rı. sokak üzerinde inşa edilmiş gelir getiren gözalua bir evi, bir avluya ve bahçe içine yapılmış eski bir ko nağa bağlıyan kanat üzerinde hazırlanmıştır. XXI B ir kadın neye mal olur. Normandie sokağından Richellieu sokağına giden ken, Pons, dalgın Schmucke’ün ağzından bu yem “ se
ĞOUSIN PONS
fili oğul” hikâyesinin ayrıntılarım
107 öğrenmişti; Bankı
ecel, babası olan şişman otelcinin canım onun hesabı na almıştı. En yakın hısımları ile henüz barışmış olan Pons, içinde hemen Fritz
Brunner ile C£cile de Mar-
vîlle’i evlendirmek arzusunu duydu. Tesadüfün bir cil vesi olarak da, G raff kardeşlerin noteri, Cardot'nıuı damadı ve halefi, Pons’un da sık sık evine yemeğe git tiği eski noter kâtibi olan adam çıktı. Yaşlı müzisyen eskiden evine gittiği
adama elini
uzatarak: — A ! siz misiniz, Monsieur Berthier, dedi. Noter; — Peki ne diye bize yemeğe gelmiyor, bizi bu şe reften yoksun ediyorsunuz? diye sordu.
Karım, acaba
ne oldu diye kaygılanıyordu. Sizi Şeytanın nişanlısı’mn ilk temsilinde görünce kaygımız merak halini aldı. — Yaşlılar alıngan olurlar; bir tek kusurları var dır, o da
kafaca yüzyıl geri
olmaları; ama elden ne
gelir?... Geçmiş bir yüzyıl temsil etmeleri yeter, ölüm lerini görecek olan yüzyıla uyamazlar. Noter zeki bir adam hali ile: — Evet, insan aynı zamanda iki yüzyılın da adamı olamaz, dedi. Pons, genç noteri bir köşeye çekerek: — Peki ama, siz neden kuzinim Cecile de Marville'i evlendirmiyorsunuz? diye sordu. Noter: — Neden mi? dedi. Şatafatın kadar girdiği şu asırda, delikanlılar
kapıcı
evlerine
hayatlarını Pa
COUSIN PONS
108
ris adi iyesine mensup bir başkanın drahoması yüz bîr? franktan fazla olmıyan kızı ile birleştirmekten çekini* yorlar. Mademoıselle de Marville'e koca olacak kişinin gireceği çevrede, yıllık sarfiyatı Sadece üç bin franır olan kadına raslanmamıştır henüz. Bu böyle olunca, sözü edilen drahomanın getireceği faiz, müstakbel zev cenin tuvalet masrafını bile zor karşılar. On beş, yirmi bin frank geliri olan bir delikanlı, birinci katta güzel bir dairede oturur, âlem ondan hiçbir şatafat
bekle
mez, bir tane hizmetçisi olabilir, bütün gelirini zerk lerine hasredebileceği gibi dikkat etmek zorunda olduğu bütün zarafet de terzisinin özendiği zarafetten iba rettir. İlerisini gören bütün annelerin iltifatına mazhar olduğu için, Paris'in kibar çevresinin
kıratların
dan biri olur. Oysa, bir kadın döşeli dayalı bir ev is ter; arabayı kendisine tahsis eder; tiyatroya giderse, loca ister;
delikanlı
ile bu işi pekâlâ
ise, bekârken, bir koltuk bileti
görebilir;
tek başına sahip olduğu
nihayet gencin
servete
karısı
eskiden
el koyar. Bir
kan kocanın otuz bin frank geliri olduğunu kabul ede lim: bugünkü durumda, zengin çocuk,
Chantilly’deki
at yarışlannın duhuliyesini bile hesaplıyan bir zavallı haline düşer. Bir de çocuklan oldu mu, sıkıntı ken dini gösterir. Monsieur ve Madame de Marville elli ya şında olduklarına göre, kızlarının um uttan da aşağı yukan on beş yirmi yıl sonra gerçekleşebilir; hiçbir delikanlının bu kadar beklemeye
tahammülü
yoktur;
Mabille’de yosmalarla polka oynıyan bu düşüncesizle rin kalbleri, para hesaplan yüzünden öyle kangren ol muştur ki evlenecek durumda olan bütün
gençler bu
meselenin iki şeklini de inceliyorlar, bilgi almak için
COUSIN PONS
109
binlere ihtiyaç bile duymuyorlar. Aramızda kalsın, Ma* demoiselle de Marville, taliplerinin kalblerini, akıllarını başlarından alacak kadar
ateşlemekten çok uzak! Bu
yüzden de hepsi kendilerini demin söylediğim evlenme aleyhindeki düşüncelere kaptırıyorlar.
Yükselmek hır
sım doyurmak amaciyle kendine ilerisi için bir evıenme programı çizen aklı
başında ve yirmi bin frank
geliri olan bir gencin arzularına da Mademoiselle de Marville hemen hemen hiç uymuyor... Şaşırıp kalmış olan müzisyen: — Y a! neden? diye sordu. — Neden olacak, bugün bütün gençler, bizim iki miz gibi çirkin de olsalar, küstah oluyorlar, alacak ları kızın altı yüz bin frank gelirli, kibar aileden, çok güzel, çok zeki, çok iyi yetişmiş, kusursuz, mükemmel olmasını istiyorlar, azizim. — O halde çok güç evlenecek, benim kuzinim? — Anasiyle babası drahoma olarak Marville ma likânesini vermeğe razı olmadıkları sürece kuzininiz evi enemez; onu gözden çıkarmış
olsalardı,
şimdiye
dek Mademoiselle de Marville Kontes Popinot olurdu.. Monsieur Bruııner geliyor, bırakalım bu konuyu, çünkü Brunner şirketinin mukavelesi ile evlenme
mukavele
sini okuyacağız... Tanıtma ve kutlama işleri bitince, ana baba tarafın dan mukaveleyi imza etmeğe çağırılan Pons, mukavele y i baştan sonuna kadar dinledi; saat beş buçuğa doğ ru da yemek salonuna geçildi. Yemek, eden tüccarların verdikleri o mükellef
ticarete veda ziyafetlerden
biriydi; bu yemek de Rhin oteli sahibi Graffın, Paris'
COUSIN PONS
110 teki büyük
bakkallarla
olan münasebetini de açıldı*
yordu bir yandan. Ne Pons, ne de Schmucke böyle bir ziyafeti ömürlerinde görmemişlerdi. İnsanın aklını oy natacak kadar güzel şeyler yediler: görülmemiş nefaset te erişte; çok güzel
kızartılmış
istirangilos, gerçek
Cenevre salçaşiyle hazırlanmış bir Cenevre balığı ve Londra’da icat ettiği söylenen doktoru bile şaşırtacaı kuru üzümlü İngiliz pastası için krema; sofradan a«cşam saat onda kalktılar. İçilen Rhin ve Fransız şara bının miktarı yüksek sosyete
mensuplarını
hayrette
bırakırdı; çünkü kendilerini kaybetmeden Almanların ne kadar çok içki içtiklerini pek az kişi bilir. Bunur için, Almanya’da yemek yemeğe gitmek, şişelerin. Ak deniz’in güzel bir plajında dalgaların
birbirini kova
laması gibi biribiri arkasından geldiklerini ve sanki Alınanlarda süngerin ya da kumun emici kudreti var mış gibi bu şişelerin boşaltıldıklarını görmek gerekir; yalnız bunu ahenkli bir şekilde içerler, gürültü etmez ler Fransızlar gibi; konuşma, bir tefecinin sözleri gibi mâkul kalır; yüzler, Comelius’un10* ya da Schnor'un10* fresklerindeki nişanlıların
yüzleri gibi, yani belli be
lirsiz kızarır; hâtıralar da, bir piponun
dumanı gibi,
yavaş yavaş saçılır. Saat on buçuğa doğru, Pons’la Schmucke,
kimin
açtığını bilmeksizin duygularını, düşüncelerini ve acıla rını birbirlerine anlatır bir halde kendilerini farkında 1 5 4 0 104 Cornelius: Alman ressamlarından. Büyük fa kat akademik ve soğuk bir tarzda freskler yapmıştır. (1788-1867). 105 Schnor: Diğer bir Alman ressamı. (17941872).
COUSIN PONS
olmadan
bahçede, bir kanape
yanında
buldular. Bu- karışık
Wilheim
sarhoşluğun
111
üstünde eski flütçünün dertleşme
verdiği bir
ortasında
belagatla, nem de
ısrarla Fritz’i evlendirmek arzusundan söz etti. Pons, Wilhem*in kulağına: — Dostunuz Brunner için şöyle bir kıza ne der siniz? diye sordu: sevimli, akıllı uslu, yirmi dördün de, çok seçkin bir aileye mensup, babası da yüksek biz memur... Yüzbin franklık bir drahoması* ilerde de ay-, rica bir milyon için umutlan v a r _ — Durun, dedi F ritz’e!
Schwab,
hemen
şimdi açayım
İki müzisyen, Brunner ile dostunun bahçede dönüp dolaştıkları, gözlerinin önünden gelip geçtiklerini, şıra ile konuştuklarını gördüler. Başı biraz dumanlı olanb tüm sarhoş olmamakla beraber, oranında fikirlerinde
kafasındaki
ferahlık bulunası
ağırlık
Pons, Fritz'i
şarabın yarattığı o berrak sis tabakasının arkasından inceledi, onun yüzünde hısımlarının mutluluğunu Bağlı yacak arzular görmek istedi. Biraz sonra, Schwab dos tunu, yani
ortağını Pons’a
tanıttı; genç de ihtiyara
kendisini düşünmek zahmetinde bulunduğu için teşek kür etti. Aralarnda bir konuşma başladı; Schmucke’le Pons, bu iki bekâr, evlenmeyi şişirdiler ve kötü bir ni yetleri olmaksızın şöyle cinaslı bir söz ettiler: "Erke ğ in
sonu budur.” 106
Müstakbel
evlilerin
müstakbel
Apartmanında dondurma, çay, punç ve pastalar sunul-
106 Bu sözle onlar "insanın gayesi budur.” demek istemişler, ama yazar bu sözün "insanın mahvı” demej$e geldiğini de ima ediyor.
112
COUSIN PONS
dıığu sırada, ortağı gibi, banka hissedarının da evlen meye karar verdiği öğrenilince, bu sayın tüccarların neşesi doruğuna çıktı. Pons ile Schmuckc, bu dünyadaki şeylerin ahenk li tertipleri üzerine binlerce fikir yürüte yürüte bulvar* lardan geçerek, sabahın ikisinde evlerine döndüler. X X II Pons başbnmn karısına bir yelpazeden daha değerli bir şey götürüyor Ertesi sabah, kötülüğe iyilikle
karşılık ver men ;n
büyük sevinci içinde Pons Madame de Marvılle’in evine gitti. Zavallı güzel ve aziz ruh!... Yüceliğin doruğuna vardı o elbette, bunu herkes kabul eder, çünkü, öyle bir yüzyılda yaşıyoruz kı Montyon ödülü sadece ödev lerini Incil'in emirleri gereğince yapanlara veriliyor. Choiseul sokağının köşesini dine: — Oh! diyordu,
dönerken kendi kun
k&selislerine çok
büyük
şeyleı
borçlu olacaklar! Duyduğu sevince kendisini daha az adam, yüksek sosyeteden bin,
kaptıran b^r
kuşkulu bir insan, bu
eve yeniden gelince, ana kızı gözden geçirirdi; ama bu zavallı müzisyen çocuktu, sanatta yalnız
güzele inan
dığı gibi hayatta da ahlâk güzelliğinden başka bir şe ye inanmıyan saflık örneği bir artisti; Cöcile’in ve an nesinin hoş sözlerine bayıldı kaldı. On iki yıldır tiyat roda gözlerinin önünde bir yığın vodvil, dram ve kome di oynandığım gören bu adamcağız, toplum komedisi nin sırıtmalarım fark edemedi, oysa, bütün bunlara tam
COUS1N PONS
113
,anlamıyla kanıksamıştı. Paris sosyetesinde sık sık bu lunanlar, yalnız itibara düşkün, namuslu
görünmeye
karşı teşne olan Madame de Marvılle’in ruh ve vücut kuruluğunu, yalancı dindarlığını, evinde kumanda et meğe alışmış kadınlarda görülen kibirini
görüp aulı-
y&nlar, yaptığı hareket yüzünden mahçup duruma düş tüğünden bu yana kocasının kuzenine nasıl gizli bir hınç beslediğini tasavvur edebilirler. Bu ile kızın ettikleri bütün
iltifatlar
sebeple, ana
arkasında, pusuya
yatmış dehşetli bir öc alma arzusu gizliydi elbette. Ha yatında ilk kere Amâlie, yönettiği kocasının karşısın da haksız düşmüştü; nihayet, bu yenilgeye sebep oiaıı adama karşı sevimli
görünmek
zorundaydı!... Ituna
benzer bir durum ancak kardinallerin kutsal meclisinde ya da tarikat şeflerinin
toplantısında, yıllarca süren
bazı iki yüzlülükte görülür. Saat üçte, başkanın adliyeden döndüğü anda, Pons, Monsieur Frâderic Brunner ile olan tanışmasından doğan
fevkalâde durumun bir
gün önceki ancak sabahleyin sona eren ziyafetin ve sözü edilen Frâderic Brunner’Ie ilgili hususların hikâ yesini yeni bitirmişti. Cecile sağa sola sapmadan doğ ruca işin ruhuna gitmiş, Frâdâric Brunner’in giyinişi, boyu poşu, tavırları, saç ve gözlerinin renkleri hak kında bilgi istemiş, Freddric’in seçkin bir hali olduğu nu kestirince de, cömertliğine hayran olmuştu. — A cı günlerinde
dostu olan
gence beş yüz bin
frank verdi ha!... Oh! anne, arabam da, Italiens tiyat rosunda locam da olacaka. Genç kız, annesinin kendisi hakkındaki bütün ta savvurlarının gerçekleşeceğini, artık
ümidini kaybet
8
COUSIN PONS
114
miş olduğu durumların hakikat
olacağım düşününce^
güzelleşti sanki. Annesine gelince, o 9u sözü söyledi sadece: — Benim sevgili minik kıtım ,
on beş gün içinde
gelin olabilirsin. Bütün anlar, yirmi üç yaşındaki
kızlarına minik
kızım derler! Başkan: — Yalnız gene hakkında bilgi edinmek için zaman gerek, dedi; ben kızımı öyle mem...
her önüne
gelene vere
Yaşlı sanatkâr: — İş ona kalırsa kolay, dedi,
mukaveleleri B er-
thier yaptı. Delikanlıya gelince, sevgili kuzinim, kır* yaşını aşmıştır, başının yansı da saçsızdır. Aile kuca ğında, fırtınalara karşı istiyor, ben de engel
sığınacak bir liman bulman
olmadım;
herkesin
zevki ken
dine... Başkan sözünü kesti. — iyi ya işte! O takdirde Monsieur Frederic Brunnerii görmek daha çok gerekiyor. Ben kızımı hastalık^ iı birine vermek istemem. — O halde, kuzinim, benim delikanlı hakkında ki. hükmü isterseniz beş gün sonra
kendiniz verirsiniz;
çünkü sizin fikir edinmeniz için bir görüşme yeter... Cecile ile annesi çok hoşnut olacaklarını açıklıya» bir harekette bulundular. Pons sözlerine devamla: — Çok titiz bir koleksiyoncu olan Frederic, küçük koleksiyonumu kendisine birer birer
göstermemi rica.
COUSIN PONS
ııs;
etti benden, dedi. Benim tablolarımı, antika eşyalarımı hiç görmediniz; siz de gelin; dostum Schmucke’ün mi safirleri gibi davranırsınız;
böylece,
mahçup olacak
bir duruma düşmeden, müstakbel damadınızla tanışmışolursunuz. Frederic de sizin kim olduğunuzu bilmez. Başkan: — Çok güzel! dedi. Eskiden küçük görülen parazite ne iltifatlarda bulu nulduğunu kestirmek güç değildir. O gün, zavallı adam,. Madame de Marville'in kuzeni oldu. Mutlu anne, hıncı nı sevincinin dalgalarına gömerek öyle
bakışlar, gü
lümsemeler ve sözler buldu ki adamcağız yaptığı iyilik ve göreceği karşılık yüzünden
saadet
Brunner’in, Schwab*m, G raff’ın
içinde yüzdü
evlerinde, mukavele
imza edildiği gün yenen yemekler gibi
yemekler xbul-
mıyacak mıydı? Şimdiden bolluk içinde bir hayat, bir biri ardından gelen nefis yemekler, mide için tatlı sür prizler, eşsiz şaraplar görüyordu I Pong gidince, başkan: — Böyle bir evlenmeyi kuzenimiz Pons bize sağ larsa, diyordu
karısına, orkestradan
aldığı
parayaı
eşit bir gelir bağlamalıyız ona. — Elbette, dedi karısı. Ertesi gün, M. Frederic
Brunner'in parası hak
kında gerçek bilgiler edinmek ıstiyen başkan, noterir» evine gitti. Madame de Marville tarafından daha önce haberdar edilen Berthier, yeni müşterisini, eski flütçü, yeni banker Schvvab'ı getirtmişti. Dostu için bu kadar önemli bir evlenmeden gözleri
kamaşan Schwab (A l
manların sosyal farklara ne kadar saygı
besledikleri
COUSIN PONS
916
herkesçe bilinir! »mesleğine
göre
Almanya’da bir Madame general,
kadına
kocasının
Madame müşavir,
Madame avukat diye hitabedilir) bu işte satıcıyı kan dıran bir antika meraklısı kadar uysal davrandı. Cecile'in babası Scbwab*a: — Her şeyden önce, Marville malikânemi mukave leye yazarak kızıma vereceğim için, onu drahoma esa sına107 göre evlendirmek isterim, dedi. Bu demektir ki Monsieur
Brunner, Marville’i
genişletmek
amaciyle,
ttoprak alımı için bir milyon ayıracak; böylece drahoma olarak bir malikâne kuracak, bunlar da kızımın ve ço cuklarının geleceğini bankanın şansına ^kurtaracak.
bağlamaktan
Berthier çenesini okşıyarak içinden: — Başkan dehşet! diye düşündü. Schwab, drahoma esasına göre evlenmenin ne dennek olduğunu açıklattıktan sonra, dostu adına her şe y i kabul etti. Bu şart Fritz’in bir arzusunu da yerine (getiriyordu: onun ağzından bir daha yoksulluğa düşnnesini önliyecek bir durum bulmak dileğini duymuştu. Başkan: — Şu anda bir milyon iki yüz bin franka bir çift» ’liklfc otlağı satılıktır, dedi. Schwab: — Bizim şirketin
durumunu
mezdinde kuvvetlendirmek için,
Fransız
Bankası
bankanın bir milyon
duk hissesi yeter, karşılığını verdi; Fritz, banka işleri me iki milyondan fazla Koymak niyetinde değil; iste diğinizi yerine getirir, sayın başkan. 107
Drahoma esası: 117 inci açıklamayı okuyunu2.
COUSIN PON6
ıır
Başkan bu haberieri karisiyle kızına bildirince ıkb kadını sevinçten âdeta deli etti. Şimdiye dek hiçbir za man böyle bu kadar zengin bir av, evlenme ağına bu* kadar kolayca düşmemiştir. Baba, kızına: — Madame Brunner de Marville olacaksın, dedi.. Çünkü kocan ıçm bu adı kendi adına elde edeceğim; daha
sonra Fransız
katmak iznini' vatandaşI1ğmat
kabul ettiririz. Senatör olursam bir gün. yerimi oııaı bırakırım! Madame de
Marville
kızını
hazırlamak için beş-
gün harcadı. Tanışma güniı Cecıle’i kendisi giydirdi., onu elleriyle, mavi donanma amiralinin, İngiltere Kra liçesi Almanya’ya seyahate çıktığı zaman, gezinti ya tını hazırlarken gösterdiği dikkatle süsledi, hazırladı. ö te yandan, Pons ile Schmucke da Pons’un müzesi ni, dairesini, mobilyesini, amiral gemisini yıkıyan tay fanın çevikliği ile sildiler, süpürdüler. Tahta eşyanın* oymaları arasında bir zerre toz kalmadı. Bakırlar pı rıl pırıl parlatıldı. Pastel tabloların üzerindeki cam lar, Latour’un,10 *108* Greuze’ün ve ah! ne yazık ki, çok, 6 sürmemiş olan pastel sanatının bir mucizesi olan Çukulntacı ktz adlı tanınmış eserin senatkân Liautard’ı108* net olarak aksettiriyordu. Florana tarzı tunç heykelle' rin, taklidi imkânsız
minalan pırıl pırıl
parlıyordu.
Renkli camlar o ince renkleriyle ışıldıyordu. İkisi d e 106 Latour: Pastel portreleri ile ün salmış biır Fransız Ressamı. (1704 -1788). 108 Liautard: İsviçreli pastel, minyatür ressama (1702-1789).
COUSIN PONS
118 şair ruhlu olan -şaheserler
müzisyenler
topluluğu
tarafından
düzenlener-
ortasında, her şey-, kendi şekli
»içinde parıldıyor, ruha h'itabediyordu. X X III B ir Alman fik ri Sahneye girm e
güçlüğünden
kadar usta olan kadınlar,
kaçınmasını bilecek
delikanlıdan önce geldiler,
alana alışmak, hâkini olmak istiyorlardı. Pons, dostu •Schmucke’ü, hısımlariyle tanıştırdı; zavall Alman, ka dınlar üzerinde bir budala etkisi
bıraktı.
Akılları f i
kirleri dört milyonu olan bir isteklide olduğu için bil gisiz kadınlar, Pons’cuğun artistik açıklamalarına pek öyle kulak vermediler. Petitot’nun110 pek güzel üç çer çeve içinde ve kırmızı kadife üstüne aralıklı dizilmiş ırfnalarına ilgisiz bir gözle
baktılar. Van Huysum-
« n , 111 David de Heim'in112* çiçekleri, Abraham Mignon'unll !
böcekleri, Van Eyck,
Albert
Durer,
Cranach,
•T.iorgione, Sâbastien del Piombo, Backuysen,114 Hobbeana, Gericault gibi üstadlar
elinden çıkmış,
resmin
« o Petitot: Cenevre'de doğmuş mina ressamı<1607 -1691). 111 Van Huysum: Ünlü Holândalı ressamlar dan. (1682-1749). 118 David de Heim: Ünlü Holândalı ressamlar dan. (1600-1674). us Abraham Mignon: Bu da öteki iki ressam gibi yemiş ve çiçek resmeden Belçika’lı bir ressam. (1631-1709). 114 Backuysen: Holânda ekolünden ünlü bir res sam. (1631-1709).
COUS1N PONS
119
az görülür şaheserleri, hiçbirşey onlarda merak uyan dırmıyordu; çünkü, bu zenginlikleri aydınlatacak gü neşi bekliyorlardı;
bununla beraber,
mücevherinin güzelliğine,
birkaç
Etrüsfc.
tabakaların gerçek değerle
rine şaştılar. Florans bronzlarını
ellerine alıp lütfen»
heyecanlandıkları bir sırada, Madame Cibot Monsieuv Brunner’in geldiğini haber verdi! Geriye dönmediler, delikanlıların
arşından anka kuşu gibi beliren genci
incelemek için, oymalı abanos ağacından çerçeveli büyük nefis bir Venedik aynasından faydalandılar. Wilhelm
tarafından her şeyden
Frederic, başında kalan saçlan bir
haberdar edilen. araya toplamıştı.
Ayağında, koyu fakat tatlı renkli bir pantalon, sırtmda son derece zarif, modaya uygun
ipekli kumaştan*
bir yelek, Holânda’nın Frise şehrinde bir kadın tara fından elle yapılmış kumaştan delikli bir gömlek, boy nunda da beyaz çizgili mavi bir boyunbağı vardır. Sa atinin zinciri ile bastonunun baş tarafı Florent ve* Chanor atelyesinde yapılmıştı. Elbiseye gelince, Graff baba onu kendi eliyle en güzel kumaştan dikmişti İs veç eldivenleri daha önce annesinin parasım yiyip bi tirmiş olan adamı meydana vuruyordu. Bayanlar de likanlının Normandie
sokağına gelişinde
arabasının
çıkardığı gürültüyü işitmemiş olsalardı bile, yalnız ci lâlı çizmelerinin parıldamasına
bakarak onun iki atlı
alçak araba ile gelmiş olduğunu kestirirlerdi. Yirmi yaşında bir mirasyedi, bir banker konçasK olursa elbetteki kırk yaşında, kılı kırk yaran bir incele yici olarak açılır; kaldı ki Brunner, inceleme
konu
sunda, Alman saflığından ne kadar yararlanabileceği ni anlamış bulunuyordu, O sabah için, aile
hayatına*.
'*İ20
COUSIN PONS
girmek ya da bekâr hayatına devam etmek arasında •bulunan dalgın bir adam hali takındı.
Fransızlaşrruş
’ bir Almanda, bu hal, Cecile’e romaneskliğin en üst de recesi gibi göründü. W irlaz'lann çocuğunda Werther’î ■buldu. Evlenme hikâyesinden küçük bir roman yarat mamış bir genç kız var mıdır? Brunner, ^ m s ’un mut* du bakışları önünde kırk yıllık bir sabırla bir araya «getirilmiş olan bn gözalıcı eserlerin -Tan duyup onlara ilk kere değerlerini
karşısında heyeverince. Câclle
kendini kadınların en bahtiyarı olarak gördü. Matdennoiselle de Marville içinden: — Şair bir adam! dedi. Burada
milyonlar görü-
,yor. Bir şair parasının hesabını tutmaz, servetinin yö netim ini karısına bırakır; idaresi ve şununla bununla -oyalanması kolay olur. Müzisyenin odasındaki pencerenin her camı renkli bir İsviçre camı idi; en ufağı bOe bin frank eden ve 'bugün bir yığın meraklı seyyahın peşinden koştuktan 'bu şaheserlerden orada on altı tane vardı. 1815 de, bu >camlar altı ile on frank arasında satılıyordu. Bu tan rısal koleksiyonu meydana getiren ve hepsi de hakiki, ‘kopya edilmemiş birer şaheser olan altmış
tablonun
fiatı, ancak artırma ile yapılacak satışın ateşli coşkun luğunda meydana çıkabilirdi. Her tablonun etrafında büyük değeri olan her çeşitten bir çerçeve göze çarpı yordu, tngilizlerin bugünkü yemek takımlarındaki süs le r i andıran kaba süslü Venedik çerçeveleri; artistle r in fla fla ! dedikleri şeyle dikkati çeken Romen çerçe v e le ri; fazla ileri gitmiş dallı
nakışlan ile İspanyol
«çerçeveleri; sâf inşa resimleri ile süslü
Flaman ve
-A iman çerçeveleri; kalayla, balarla, sedef ve fil dişi
1211
COUSIN HONS
ile işlenmiş sedef çerçeveler;
abanozdan, şimşirden,
bakırdan X III. X IV . XV. X V I. Louıs üslûbunda çer çeveler; kısacası en güzel
modellerden
meydana gel
miş eşsiz bir koleksiyon. Dresde ve Viana hâzineleri nin bekçilerinden daha mutlu olan Pons, tahta sana tını
Mikelangelo’su
olan
meşhur
Brustolone’un11*"
bir çerçevesine de sahipti. Mademoıselle de Marvılle, her yeni izahat istedi haliyle. Bu harika yardımı ile tanımaya başladı. saf, Frederıc’tenbir
eşyaları
antika
içim
Brunner’îm
Şaşmalarında o kadar
tablonun,
bir heykeli,bir bron
zun değerim öğrenmekten o kadar mutlu göründü ku Alman çözüldü, bir tesadüf
gibi
yumuşadı:
yüzü gençleşti,
hep de-
gösterilen bu Uk karşılaşışta, b er
iki taraf da arzularından daha ileri gittiler. Bu ilk buluşma üç saat kadar sürdü. Merdivenden' rahat inmesi için Brunner Cecile'in elinden tutup yar dım etti. Kasten merdivenlerden yavaş yavaş inerken,, güzel sanatlardan konuşmaya devam eden C£cile, ku zen Pons’un bu abur cuburuna
nişanlısının çok değer-
vermesine şaştı. — Demek gördüğümüz bütün bu şeyler çok para» eder sanıyorsunuz, öyle mi? — Vallahi, Mademoiselle, kuzeniniz kolleksiyonunu< bana satmak istese, bu akşam sekiz yüz bin frank verir dim, hem de kötü bir iş yapmış olmazdım. Yanlız altmşv tablo satışa çıkarılsa, çok yüksek bir fiata giderdi.1 5 115 Brustolone: Dinsel konular, örneğin, tsa’jrr* haçta gösteren heykeller yapan ve kudretiyle Mikelan— gelo’ya yaklaşan bir heykeltraş. (1662 -1732).
COUSIN PONS
122
— Siz söylediğiniz için inanıyorum. Herhalde doğ rudur da; çünkü daha çok koleksiyonla ilgilendiniz! — O l Mademoiselle!... Bu siteme cevap olmak
üza *
«re, sizi tekrar görmek mutluluğunu tatmak üzere evi mize gelebilmem için annenizden müsaade istiyeceğım. Kzının peşi sıra gelen Madame de Marville, için'den: — Benim minik kızım az
kurnaz değil! diye dü
zgündü. Yüksek sesle: — Cidden ıhemnun oluruz Monsieur, dedi. Umarım 'ki kuzenimiz PonS’la birlikte yemeğe gelirsiniz; sayın ’ başkan
da
sizinle
tanışmaktan
çok
hoşnut
-Kuzen, teşekkür ederim. Pons’un kolunu öyle anlamlı bir şekilde
olur,
çimdik
le d i ki: “ Bu aramızda Ölüm kalım meselesidir!’* cüm lesi bile bu kadar kuvvetli olamazdı. “ Kuzen, teşekkür -ederim,” cümlesi ile birlikte Pons*u
gözleriyle okşadı
sanki. Genç kızı arabaya yerleştirdikten, kira arabası da •Charlot sokağında gözden kaybolduktan sonra, Brunner antika eşyadan, Pons’sa evlenmeden söz ettiler. Pons: — Demek sizce hiçbir sakında yok? dedi. Brunner: — Küçük, basit bir şey, anne de biraz soğuk, k#Hbirli... görüşürüz bakalım, karşılığım verdi. Pons: — Gelecekte büyük bir servet var„. Bir milyon<dan fazla... dedi. Milyoner:
COliSIN PONS
123
— Pazartesiye görüşürüz, diye onun sözünü kes ti. Tablo koleksiyonunuzu
satmak isterseniz# beş alta
yüz bin frank veririm... Kendisini bu kadar zengin sanmayan adamcağız. — Y al diye bağırdı: ama tek
mutluluğum
olan
bu eserlerden ayrılamam ki... koleksiyonumu ölümüm den sonra teslim etmek şartı ile satabilirim ancaa. — iy i ya, görüşürüz... Kafasında evlenme işinden başka şey olmıyan ko leksiyoncu: — Bir taşla iki kuş avlıyoruz, dedi. Brunner Pons’a veda etti, göz kamaştırıcı araba sına binerek gözden kayboldu. Pons, kapının eşiğinde piposunu içmekte olan R6monencq'e dikkat
etmeden
arabanın arkasından baka kaldı. X X IV Boş hayaller Baha o akşam, Madame de Marvİlle, akıl danışmak için gittiği kaynatasının evinde Popinot ailesini bulcu. B ir ailenin oğlunu kendisine damat edemediği zaman bir annenin kalbinde haliyle bulunan küçük bir hıncı doyurmak
arzusu ile, Madame de Marville,
Câcile'e
bulunmaz bir eş sağladığını dokundurdu. Bütün du daklarda dolaşan soru şu oldu: "Cecile kiminle evle niyor acaba?” Bunun üzerine, Madam de Marville, sır rını meydana
vurduğunu
farketmeden, o kadar çok
şey söyledi, şunun bunun kulağına, bir taraftan da Ma dame Berthier’in doğruladığı o kadar çok şey fısıldadı
COUSIN PONS
124
kı, Fons’un evlerinde yemek yediği burjuvaların çev resinde, şunlar söyleniyordu ertesi gün: “ Cecile de Marville, sırf insanlara yardım etm**k düşüncesiyle banker olan genç bir Alman ile evleniyor: çünkü delikanlı dört milyonu olan bir zengin; tam bir roman kahramanı,
gerçek bir Werther, sevimli' iyi
kalbli, çılgınlık çağlarını geçirmiş, Cdcile’e de çılgınca vurulmuş, görür görmez alevlenen bir aşka tutulmuş, sonra bu aşk o kadar da emin ki Ctcile’ in bütün ra kipleri, Pons’un tablolarındaki boyalı kadınlardan iba ret vesaire, vesaire...” Daha ertesi gün, bâzı kimseler, sırf altın dişin11* devam edip etmediğini öğrenmek amaciyle
başkanın
karısını tebrike geldiler. Madame de Marville, Madarue de Chiffreville’e şu alkışlanmaya değer değişik sözleri söyledi ki anneler bu sözlere, tıpkı
eskiden Dantinut
kitabına başvurulur gibi başvurabilirler: — Pir evlenme belediye ve kiliseye gidip oradan dönülmeyince olmuş bitmiş sayılmaz, bizse henüz ko nuşma devresindeyiz;
onun için, bu
orada burada söz açmarâanızı
ümitlerim izden
dostluğunuzdan
bekle
rim... Madame Chiffreville: »ıe Altın diş; X V I n a yüzyılın sonlarına doğra Almanya’da büyük bir hâdise olmuştu: bütün dişleri düşen yedi yaşında bir çocuğun ağzında altından kir azı dişi çıktığı haberi etrafa yayıldı. Her taraftan görmek için koşuldu. Hattâ yanılan bilginler bile oldu. Ama bir kuyumcu dişin fil dişinden olduğunu ve üs tüne pek ustaca bir altın yaprağın yapıştırılmış oldu ğunu ispatladı. Balzac bu olayı ima ediyor.
CCHJSIN PONS
125
— Size ne mutlu, Madame dedi. Bu günlerde kız evlendirmek o kadar güç k i!— — Ne diyelim! Bir tesadüf işte; ama evlenmeler çoğu zaman böyle olur. Madame Cardot: — Demek Cecile’i başgöz ediyorsunuz? dedi. Başkanın karısı demek kelimesindeki iğneyi sezerek: — Evet öyle, dedi.
İstediğimiz şeyler
çoktu; bu
yüzden de Cöcüe’in evlenmesi gecikiyordu. Ama şiıtıdı bütün istediklerimizi buluyoruz: asalet, iyi huy ve ya kışıklı erkek. Benim sevgili minik kızım da bunlara lâ yıktı. Monsieur Brunner sevimli, seçkin halleri olan bir delikanlı; debdebeyi seviyor, hayatı tanıyor, Câcile’e çıl dırıyor, onu içten gelen bir aşkla seviyor; Ceeile de. üç dört milyonuna rağmen, kabul ediyor onu... Bizim bu kadar yükseklerde gözümüz göz çıkarmaz...
(Madame
yoktu, ama... fazlası
Lebas’ya
da) - Bize karar
verdiren paradan ziyade kızımın ateşlediği sevgi olu yor, dedi. Monsieur Brunner o kadar aceleci ki nikâ hın kanuni süre içinde olup bitmesini istiyor. — Bir yabancı mı bu? — Evet, Madame, yalmz şunu itiraf edeyim, ben çok hoşnudum. Hayır, hayır, bir damadım değil, bir oğlunı •olacak, Monsieur Brunner’in insanı gerçekten büyüle yici bir inceliği var. Drahoma esasına göre117 evlen mekte gösterdiği direnmeyi tasavvur edemezsiniz— Bu usûl aileler için büyük bir emniyettir. Günün birinde 117 Drahoma esası: Kadının getirdiği çeyizi oldu ğu gibi saklamak ve boşanma olursa, bu çeyizi olduğu mu gibi geri vermek.
126
C0U SIN PON5
Marville malikânesine katılmak üzere bir milyon iki yüz bin franklık toprak satın alıyor. Ertesi gün, bu konu üstünde daha başka şeylez 3öyledi. örneğin. Monsieur Brunner büyük bir senyördü, bunu her hareketinde ortaya koyuyordu; hiç para ya bakmıyordu; bir de, Monsieur de Marville ona büyük vatandaşlık hakkını116 elde edebilirse (Bakan onun ha tırı için ufacık bir kanundan kaçmaz herhalde), damat senatör de olurdu. Monsieur Brunner’in ne kadar pa rası olduğu bilinmiyordu, Paris’in en güzel atlan , en yüzel arabası onda id i; daha başka başka neler... Camusot’ lann umdukları şeyleri böyle ilân etme*, ten duydukları zevk, bu zaferin ne kadar beklenmedik bir olay olduğunu meydana vuruyordu. Kuzen Fons’un evindeki buluşmadan hemen son ra, karısının ısrarı ile Monsieur de Marville Adalet Ba kanına, kendi birinci Başkanma ve Savcıya, damatla rın en kıymetlisini takdim gününde evine yemeğe gel melerini kabul ettirdi. Bu üç büyük kişi, her ne ka dar kısa bir zamanda davet
edilmişlerse de, daveti
red etmediler; aile babasının kendilerine nasıl bir rol oynatacağını anladılar, ona zevkle yardıma koştular. Fransa’da zengin bir damat avlıyan ailelere seve seve yardım edilir. Kont ve Kontes Fopinot, bu daveti çiy bir hareket olarak görmekle beraber, o günün parlak lığını tamamlamaktan da geri
Kalmadılar. Sonunda
on bir kişi oldular. Cecile’in büyük babası ihtiyar C&116 İki çeşit vatandaşlık hakkı vardı: birinde mili! haklar tanılıyor, fakat seçilme hakkı ta.ninmiyi.rdu. Büyük vatandaşlıkta bu hak da vardı.
COUSIN PONS
127
musot ile karısı da, gayesi M. Brunner’i kesin olarak bağlaman
olan bu
toplantıdan eksik
kalamazlardı:
Monsieur Brunner, önce de görüldüğü gibi, Almanya’ nın en zengin sermayedarlarından biri, zevki olan bir kimse (m inik kızlarını sevmesinden belli) Nucingen'lerin, Keller’lerin, du TilletHerin ve daha
başkalarının
müstakbel rakibi olarak gösterilmiştir.110 Madame de Marville daha şimdiden rak gördüğü
adama davetlilerin
damadı ola
adlarını söylencen
iyice hesaplanmış bir sadelikle: — Bu bizim kabul
günümüzdür; yalnız içli dışlı
olduğumuz kimseler var, dedi, ön ce biliyorsunuz, ya kında senatör olacak olan
kaynatam; sonra kont ve
kontes Popinot; oğullan CĞcile’le evlenebilecek- kadar zengin değil,
ama, dost
olmamıza engel
değil hu;
Adalet Bakanımız, birinci Başk&nımız, bir kelime ile söyliyeyim, dostlarımız... Biraz geç
yemek yiyeceğiz.
Meclis yüzünden». Oturum hiçbir zaman altıdan önce bitmez. Brunner anlamlı bir şekilde da: “ işte dostlarımız,
Pons’a baktı, Pons
dostlarıml...”
diyen bir adam
hali ile ellerini oğuşturdu. Başkanın kansı, usta bir kadın sıfata ile, C£cile’ı Weı*tehr’i ile bir
an yalnız
bırakmak için kuzenine
söyliyecek özel bir şey yarattı.
C6cile çok gevezelik
etti ve FredĞric’in, almanca bir sözlüğü, bir grameri, bir Goethe serisini görmesini Bağlıyacak şekilde dav randı; güya onları saklamıştı. 110 Nucingen, bankerin adlan.
Keller, du
Tillet:
Tanınmış üç
COUSIN PONS
128
Brunner kızararak: — A ! almanca mı öğreniyorsunuz? diye sordu Bu çeşit tuzakları
hazırlamak, sade Fransız ka
dınlarına vergidir. Genç kız: — O ! Ne kötüsünüz! Böyle saklı yerleri karışçamak doğru değil. Monsieur. Goethe’yi aslından okumak istiyorum. Almancaya iki yıldır çalışıyorum. Brunner saf bir eda ile: — Demek grameri anlamak çok güç, daha on sahife bile kesilmemiş, dedi. Utanan Cecile yüzünün kızardığını saklamak için arkasını döndü. B ir Alman dayanamaz böyle hallere, Cöcile’i elinden tuttu, döndürdü ve ona h afif
şaşkına
dönen genç kızı geti
hâtıralar
Lafontaine’ın romanlarındaki
bırakan
nişanlıların
Auguste biribirine
baktıkları gibi baktı: — Çok hoşsunuz! dedi. Cecile eliyle: “ Ya siz! Sizi kim sevmez ki?" de* mek istiyen çapkınca bir harekette bulundu. Pons'la geri dönen annesinin kulağna: — Anne, işler yolunda! dedi. Böyle bir akşamda, bir ailenin gösterdiği manza ra anlatılamaz. Kızı için iyi bir kısmet bulan anneyi görmek herkesin hoşuna gidiyordu. Davetliler iki an lama gelen ya da iki tarafa dokunan kelimelerle teb rik ediyorlardı. Brunner anlamamazlıktan geliyor, Cöcile her şeyi anlıyor, başkan şundan bundan ilti fat bekliyordu. Cecile, Pons’un kulağına temkinli söz lerle babasının
kendisine
ölünceye dek
bin iki yüz
franklık bir gelir bağlamak istediğim alçak sesle soy-
COUSIN PONS
1ediğinde, yaşlı müzisyenin
129
bütün kam başına çııuı,
kulakları uğuldadı, tiyatrosunun sahnesi önündeki lâm baları görür gibi oldu; Brunner’ın kendisine zengin liği konusunda söylediği sözleri ileri sürerek bu lûtfu kesinlikle redetti. Bakan, birinci Başkan, Savcı, Popipno’lar, işi gü cü
olanların
hepsi
çekilip
gittiler.. Geriye
yaşlı
Camusot ile eski noter Cardot ve damadı Berhier’den başka kimse kalmadı. Zavallı Pons, kendisini aile çer çevesi içinde görünce, Câcile’in yaptığı teklif için baş kanla karısına beceriksiz bir dille miz kalbi insanlar
teşekkür etti. Te
böyledir, içleri neyse
dışlan da
odur. Bu şekilde verilen gelirde mükâfat gibi bir şey sezen Brunner’ in, yahudi damarı adamın sağukluğunu bile aşan
tuttu ve hesabı bir düşünceli tavrım ta
kındı Pons: — İster
kendime
aaklıyayım
.ister
dostumuz
Brunner’e devredeyim, koleksiyonum veya ondan gele cek para sizin olacaktır, diyor, bu suretle şaşmış kal mış olan aileye çok değerli şeylere sahip bulunduğunu Öğretmiş oluyordu. Brunner, yoksul sanılan bir adamın böyle birden bire zengin olduğunu söylediği zaman, bu bilgisiz in sanlarda ona karşı na6il bir davranış baş gösterdiğini dikkatle inceledi;
daha
Cecile’i anasıyla babasının
önce, evin göz bebeği olan nasıl
şımarttıklarını yine
böyle incelemişti; bunun üzerine bu sayın burjuvala rın şaşkınlıklarım,
afallamalarını
artırmaktan zevk
duydu:
9
COUSIN PONS
130
— Ben Monsieur Pons’un tablolanna verebileceğim parayı söyledim Mademoiselle’e ; eşi bulunmıyan sanat eserlerinin bugüıı kazandıkları değer düşünülürse, ar tırma ile satışta bu koleksiyonun yükseleceği miktan kimse kestiremez. Altmış
tablo bir mılvon eder, nen
elli bin edecek bir çoğunu gördüm orada™. Eski noter, Pons’a : — Sizin mirasçınız olmak hoş bir şey, dedi. Yaşlı müzisyen hısımlık duygusunda durarak: — Mirasçım, elbette kı kuzinim Cecile’dir, dedi. Pons'a karşı herkeste bir takdir hareketi belirdi. Cardot gider ayak, gülerek: — Mademoiselle çok zengin bir mirasçı
olacak,
dedi. Büyük’ baba Camosot, başkan, karısı, Cecile, Brunner, Berthier ve Pons baş başa bırakıldılar; çünkü Cecile'in resmen istenilmek üzere olduğu kestirildi. Ger çekten de, bu insanlar yalnız kalınca, Brunner, baş langıcı ana babaya hayıra alâmet gibi görünen sözlerle konuşmaya başladı.
Madaroe de Marville’e
dönerek:
— Anladığıma göre Mademoiselle bu evin bincik kızı.™ Madame de Marville gururla: — Evet, dedi. Pons Brunner'i desteklemek amaciyle: — Kimseden güçlük görmıyeceksiniz, diye ekledi. Brunner kaygılı bir hal aldı ve uğursuz bir sükût görülmedik bir soğukluk
yarattı. Sanki Madame de
Marville minik kızının saralı olduğunu
itiraf
etmiş
gibi idi. Başkan, kızının orada kalmasını yersiz bula
COU5IN PONS
rak ona işaret etti-; Câcile bunu Brunner hiçbir şey söylemiyordu.
13* anlayıp dışan çıktı. Herkes
birbirine
baktı. Durum sıkıntılı bir hal aldı. Görgülü bir adam olan yaşlı Camusot, bir zorluk çıktığını sezerek. Pons un bulduğu yelpazeyi göstermek bahanesi ile. Almanı Madame de Marville’in odasına götürdü; oğluna, ge linine ve Pons’a verdiği bir işaretle kendisini müstak bel damatla başbaşa bırakmalarını istedi. Yaşlı ipek tüccan yelpazeyi göstererek: — O şaheser işte! dedi: Brunner onu evirip çevirdikten sonra: — Beş bin frank eder, dedi. Müstakbel senatör: — Monsieur, torunumu istemeye gelmemiş miydi niz? diye sordu. — Evet, onun için gelmiştim; hem hiçbir birleş me benim için bundan daha
şerefli
olamıyacağına.
inanmanızı rica ederim. Mademoiselle Cecile kadar ba na uygun düşecek, ondan daha güzel, ondan daha se vimli bir kız hiçbir zaman bulamam; ama... — Amaları bırakalım, Monsieur, ya da amaları nızın nedenıeye geldiğini anlıyalım hemen. Brunner ağırbaşlılıkla: — Monsieur, dedi, iki tarafça da bu işi çok ileri, götürmemiş olmamıza seviniyorum. Çünkü, ben hariç, herkes için çok değerli olan ve inanın ki şimdiye kadar' da ne olduğunu
bilmediğim
biricik kız olma niteliği
benim gözümde aşılması imkânsız bir engeldir. Afallıyan ihtiyar: — Anlamadım, Monsieur, dedi. Büyük yaran olan, bir hal sizin için bir kusur mu oluyor? Hareketiniz:
132
COUSIN PONS
.gerçekten çok acaip, bunun nedenlerini öğrenmek is* iterdim. Alman soğuk soğuk: — Monsieur, dedi, bu akşam buraya sayın baş kanda n kızım istemek niyeti ile gelmiştim.
Mademoı*
selle Cecile'in servetimden kabul etmeğe razı olacağı miktarı sunarak ona parlak bir gelecek sağlamak ar .zusunda idim; yalnız, biricik kız, ana ile babanın her •dileğini yerine getirmeğe
alıştırdıkları,
muhalefetle
hiç karşılaşmamış bir evlâttır. Bu evde de olay daha •önce birçok ailelerde gördüğümün aynı: bu çeşit tan rılara karşı taparcasına bir sevgi gösteriliyor, tş yal nız torununuzun bu evde böyle bir tanrı olmasiyle bit miyor, Madame de Mraville de sanki evin erkeği, bü tün kumanda elinde. Ben babamın evinin bu sebeple cehenneme döndüğünü gördüm. Bütün başı olan övey anam ana
babasının
felâketlerimin biricik kızı, on
larca tapılırcasma sevilen bir evlât ve nişanlıların en sevimlisi iken, evde şeytan kesildi. Mademoiselle C&«cile'in bu konuda bir istisna olduğundan şüphem yok; ama ben artık genç sayılmam, kırk yaşındayım, ara mızdaki yaş farkı, annesince her şeyin yerine getiril mesine ve ağzından çıkan herşeyin onca bir tann buyuruğu gibi kabul
edilmesine
alışmış bir genç kızı,
bahtiyar etmeye elverişli olmıyan
güçlükler doğurur
Mademoiselle CĞcile’in fikirlerinde ve alışkanlıklarında •değişiklik istemeye ne hakkım olabilir? En küçük he veslerine dek herşeye evet diyen bir anne, bir baba .yerine, kırklık bir adamın bencilliği ile karşılaşacak; o direnirse, ben yenileceğim. Dürüst bir insan gibi dav ranıyor, bu işten vazgeçiyorum. Sonra, neden bu eve
COUSIN PONS
bir daha gelmediğimi
133
açıklamaya ihtiyaç duyulursa,
beni feda edin, beğenilmediğimı söyleyin, benim dileğim bu... — ileri sürdüğünüz nedenler olsalar, doğrudurlar.
bunlarsa, acayip te-
Brunner onun sözünü hemen keserek: — Sözlerimin
doğruluğundan
şüphe
etmeyin»
Monsıeur, dedi. Çok çocuğu olan bir ailede yoksul bir kız, ama iyi eğitim görmüş, parasız ve huyu emniyer ▼eren bir kız
tanıyorsanız, derhal
evlenirim onunla,.
Fransa'da böyleleri çok bulunur. Bu sözleri izleyen sessizlikten, sükûttan yararlana rak Brunner büyük babayı bıraktı, salona döndü, baş kan ve karısını
nezaketle
selâmlıyarak
çıktı gitti
Werther’inin selâmındaki açık anlam üzerine Cecile b ir ölü gibi sarardı; annesinin dolabına saklanmış, her şe yi duymuştu. Annesinin Kulağına: — Reddedildim! dedi. Ne diyeceğini bilmiyen kaynatasına, Madame d e Marville: — Sebep ne? diye sordu. — Güzel bir bahane:
biricik
çocuklar şımarık,
olurlarmış. (Yirm i yıldan beri canını sıkan
gelinini
haşlamak için bu fırsattan yararlanarak) pek de hak sız değil, diye ekledi. Madame de Marville kızını kendisine doğru çeke rek Pons’a: — Kızımı öldürür bu! Onun canına da siz kıymış olacaksınız, dedi. Cecile de annesinin
kollarına atıla
COUSIN POıNS
134
rak bu sözlerin haklı olduğunu ispat etmeyi
yerinde
■bir iş buldu. Başkan ve karsı CGcile’i bir koltuğa sürüklediler; iğrenç kız orada, bayılma işini tamamladı. Büyük baba .zile bastı. XXV Suçlandırılan Pons ö fk e saçan anne, zavallı Pons’u göstererek: — Rezaleti, bu adamın düzenlediğini
anlıyorum,
«dedi. Pons sanki kulaklarında mahşer gününde çalına cak borunun sesini duymuş gibi ayağa kalktı. Gözleri sanki birer Öfke çeşmesi kesilen Madame -de Marville: — Bu adam günahsız bir şakaya bir rezaletle kar şılık vermek istedi, dedi. Bu Almanın aklı başında ol duğuna kim inanır? Y a pis bir öcalmada suç ortağı dır, ya da çılgının biri...
Monsieur Pons,
umarım ki
bundan böyle utanç ve şerefsizlik getirmeye çalıştığı mız bir eve ayak
basmaz, sizi görmekten
kurtarırsı
n ız bizi. Heykel gibi donup kalmış olan Pons, halıdaki süs lere gözlerini dikmiş, baş parmaklarını döndürüyordu. Madame de Marville geriye döndü. — Hâlâ
duruyor
musunuz,
nankörlük
örneği
mdam? diye bağırdı. Pons’u hizmetçilere göstererek: Bu adam eve gelirse, ben de, Monsieur de evde yoğuz! «dedi - Jean, gidin doktoru
çağınn. - Madeleine, siz de
COUSIN PONS
geyik boynuzu suyu getirin!
135
Madame de Marville’e
göre, Brunner tarafından ileri sürülen bahane, altında bilinmedik nedenler bulunan bir
bahaneydi; ne varki
bu sebeple evlenme daha kesin olarak suya du. Borle nazik
durumlarda
düşüyor
kadınların bir
özelliği
oian çabuk bir karara bağlamak duygusu ile Madame de Marville Pons’a önceden
tasarlanmış bir öc affet
mekle bu başarısızlığı onaracak
biricik yolu bulmuş
tu. Pons'a göre hınzırca olan bu düşünce, ailenin onu runu kurtarıyordu. Ponsfa karşı beslediği
hıncın bir
sonucu olarak, ufak bir kadın kuşkusunu bir gerçek ha line sokmuştu. Çoklukla kadınların özel bir inanışları,, kendilerine göre bir ahlâk düstulan vardır; çıkarlarına,, tutkularına yanyan her şeyin
doğruluğuna inanırlar»
Madame Marville daha da ileri gitti, bütün gece baş kanı kendi düşüncesine getirmek için lıştı, başkan da ertesi gün
kandırmaya ça
kuzeninin suçlu olduğuna
inandı. Herkes Madame de Marvüle'in bu hareketini iğrenç bulacaktır; ama böyle bir durumda her anne onun gibi yapar, kızının onuru yerine bir başkasının onurunu feda etmeyi daha iyi bulur. Belki yollar deği şiktir, ama amaç aynıdır. Müzisyen merdivenleri çabucak indi; ama tiyat roya dek
bulvarlardan yavaş
adımlarla gitti,
oraya
kendini bilmeden girdi, kürsüsüne de aynı şekilde geç ti, aynı
kurulmuş
Perde aralarında verdi ki Schmucke
makina gibi
orkestrayı
yönetti.
Schmucke’e öyle dalgın karşılıklar kaygılarını açığa
vurmadı, ama.
Pons’un aklını kaybettiğini sandı. Pons gibi çocuk ya radılışında biri için, bu olay bir
felâket halini alır...
Mutluluk götürmek istediği bir evde korkunç bir hınç
136
COUSIN PONS
■uyandırmak, bir ömrün altüst olması demekti bu. Ma<dame de Marville’in gözlerinde, hareketlerinde, sesinde ■öldürücü bir hınç okumuştu. Ertesi gün, durum dolay isiyle, Madame Camusot ■de Marvjlle, kocasının da kabul ettiği bir karara var dı. Cecile’e, Marville malikânesiyle,
Hanovre soKağm-
daki konağı ve yüz bin frank parayı drahoma olarak vereceklerdi. Sabahleyin, başkanın
karısı kontes Po-
pinot’yu görmeğe gitti, böyle bir başarısızlığı hazır biı evlenme ile örtmek gerektiğini anlıyordu. Pons'un ha zırladığı korkunç intikamı ve iğrenç oyunu anlattı. Bo zulma sebebinin de Cecile’in biricik çocuk olduğu Öğ renilince anlatılanlara inandılar. Nihayet Madame de Marville, Popinot de Marville adını almanın üstünlü ğünü ve drahomanın önemini gözlerde
ustalıkla par
lattı. Mal mülkün Normandiya'da ne ettiği düşünülür ce, Marville ve topraklan yüzde
ikiyle aşağı yukarı
dokuz yüz bin franklık bir gelir demekti. Hanovre so kağındaki konağa da iki yüz elli bin frank biçiliyor du. Aklı başında hiçbir aile böyle bir birleşmeyi red dedemezdi; bu sebeple, kont
Popinot ve karısı teklifi
kabul ettiler; sonra girdikleri ailenin şerefiyle ilgilen meleri gerektiğinden, bir gün önce olan feci olayı izah için yardım etmeye söz verdiler. Madame de Marville oradan kalkıp yük babasına, yaşlı Camusot'nun
Cecile’in bü
evine gitti; orada,
birkaç gün önce, aynı yerde toplanmış ve Madame de Marville’in Brunner hakkmdaki usandırıcı övmelerini dinlemiş olan aynı insanlar önünde, herkesin lâ f söy lemekten çekindiği aynı Madame de
Marville, açıkla
mada bulunmak üzere meseleyi bizzat kendisi açtı.
COUSIN PONS
137
— Bu zamanda, ne kadar temkinli davramlsa azdır; hele işiniz yabancılarla olursa... Madame Chiffreville: — Ne oldu? diye sordu. — Cecile'le evlenmeyi düşünmek gribi bir cürette bulunan şu Brunner'in ne ettiğini bilmiyor musunuz? Bir Alman meyhanecisinin oğlu,
tavşan derisi satan,
birinin de yeğeni çıktı. Bir bayan: — Sahi mi? dedi. Sizin gibi ferasetli bir hanımı nasıl olur da... — Bu macera düşkünleri o kadar kurnaz oluyor lar ki!... Ama her şeyi Berthier'den öğrendik. Bu A l manın fülüt çalan zavallı bir dostu var! Mail sokağın da terzilerle beraber aynı odada oturan bir adamla da hısım... îğrenç bir hayat geçirdiğini, daha önce anne sinin parasını yemiş bitirmiş olan bu serseriye hiçbir* servetin kâfi gelmiyeceğini öğrendik... Madame Berthier: — Kızınız çok mutsuz
olacakmış!...
dedi. Yaşlr
Madame Lebas: — Peki onu size kim tanıttı? diye sordu. — Monsieur Pons’un bir intikamıdır bu; o güzel: adamı bizi gülünç etmek niyeti ile getirdi, tanıttı... Bu Brunner'in, ki çeşm e anlamına geliyor, (oysa bize bü yük bir kişizade olarak gösteriyorlardı) sağlığı da kö tü; başında saç yok, dişleri de dökülmüş; güvenilecek biri olmadığını
anlamak için bir kere
bana. Genç bir kadın ürke ürke:
görmek yetti
COUSIN PONS
138 — Peki sözünü
ettiğiniz o
büyük
servet? diye
^flordu. — Denildiği kadar parası da
yokmuş. Bir banka
kurmak için, terzilerle, baş garsonlarla beraber neleri var neleri yoksa hepsini ortaya koymuşlar. Bu zaman c a bir banka kurmak nedir ki? İflâs etmek iğin resmî «bir yol... Akşam milyoner yatan bir kadın sabahleyin kuru ekmeğe muhtaç olarak uyanabilir. Daha ilk keli mede, ilk bakışta, bizim âdetlerimizi bilmiyen bu ada m ın ne olduğunu anladık. Eldivenlerine, kınca bir işçi, âdi bir
Alman
duygularında asaletten eser
meyhanecisinin oğlu,
olmıyan, bira küpü ve
sigara tiryakisi bir adam olduğu .yirmi beş pipo,
yeleğine ba
anlaşılıyor;
Madame!... Zavallı
günde
Lili’min hali ne
^olurdu? Düşündükçe, titriyorum şimdi bile. T ann bizi kurtardı! Cecile onu sevmiyordu zaten... Bu çeşit bir .aldatmayı bir hısımdan, yirmi yıldır evimizde haftada iki kere yemek yiyen bir insandan nasıl umardık? Biz ona iyilikten başka bir şey etmedik; hem öyle komedi •oynuyordu ki Adalet Bakanının,
Savcının ve birinci
başkanın önünde Cecile’i kendine mirasçı olarak tanı d ı! Brunner'le Pons birbirlerini
milyoner
göstermek
için anlaşmışlar. Yok yok, inanın bayanlar, bu artist lerin tuzağına hepiniz düşerdiniz! Birkaç hafta içinde, ağız birliği eden Popinot’lar, 'Camusot’lar ve dostlan,
toplantılarda kolay bir zafer
•elde ettiler, çünkü sefil, asalak, hilekâr, cimri, ailele rin sinesinde ısınan bir yılan, eşsiz bir hain, unutulma s ı gereken tehlikeli bir
oyuncu gibi görülüp
nefret
«dilen Pons'un müdafaasını kimse üstüne almadı.
COUSIN PONS
139
XXVI Son darbe Yalancı Werther’in reddinden hemen bir ay sonra, einir buhranı ile yattığı yataktan ilk kere kalkan za vallı Pons, Schmucke’ün koluna
dayanarak bulvarlar
boyunca, güneşte geziniyordu. Temple bulvarında, bi rinin bitkin hali, ötekisinin de nekahette olan dostuna karşı gösterdiği dokunaklı ilgi karşısında, kimse alay etmiyordu artık çifte kumrular ile. Poissonniere bulva rına varınca, bulvarların çok kudretli havasını ciğer lerine çeke çeke, Pons’un
yüzüne renk geldi; çünkü
insanın bol olduğu yerde, hava o
kadar hayat verici
dir ki Koma’da yahudilerin karınca gibi kaynaştıkları pis Ghetto’da, malarya
olmadığı
görülmüştür. Belki
de her gün görmekten zevk duyduğu şey, büyük Paris manzarası,
hasta
üzerinde iyi
Varietös tiyatrosunun
bir etki
karşısında, Pons
yapıyordu.
Schmucke’den
ayrıldı, çünkü yan yana yürüyorlardı; arasıra hasta, dükkânlara henüz
konmuş
yenilikleri görmek
dostundan ayrılıyordu arasıra. ile
burun
buruna
geldi;
üzere
Birden kont Popinot
eski
Bakan
Pons’un en
saydığı, en değer verdiği bir adam olduğu için ihtiyar ona saygılı bir şekilde yanaştı. Senatör azarlar bir halle. — Monsieur, dedi, yalnız artistlerin bulmakla usta oldukları biçimde bir
bildikleri ve
intikamla, mah-
çup ve gülünç bir hale sokmak istediğiniz ailenin hısı m ı olan bir kimseyi, nasıl oluyor da şimdi bile selam lamaya cesaret
ediyorsunuz,
anlıyamiyorum... Mon
sieur bundan böyle birbirimizle hiçbir ilgimiz yoktur.
COUSIN PONS
140
K anm kontes Popinot da, Marville’lerdeki hareketini zin sosyetede uyandırdığı nefreti aynen duymaktadır. Eski Bakan, Pons’u beyninden vurulmuş bir halde bırakarak yoluna
devam etti. Ne ihtiras, ne adalet,
ne siyaset, ne de büyük toplumsal kudretler sille indir dikleri insanın hali ile hiçbir zaman ilgilenmezler. A ile çıkan dolayısiyle Pons’u yerin dibine sokmak istiyen devlet adamı, bu korku veren düşmanın vücut zayıf lığını farketmedi. Pons kadar sararan Schmucke: — Ne oldun, zavallı dostum? diye sordu. Adamcağız Schmucke’ün koluna dayanarak: — Yüreğime yeni bir hançer sapladılar, karşılığını verdi. Bana öyle geliyor ki iyilik yapmak yalnız iyi Tanrı’ıun hakki— Onun işine
kanşanlar bu sebepten
acı bir şekilde cezalarım görüyorlar. Acı dolu bu artist düşüncesi, dostunun
yüzünde
beliren korkuyu yok etmek istiyen bu iyi yürekli in sanın yapabileceği en son çaba oldu. Schmucke sadece: — Ben de öyle sanıyorum, dedi. Bu olayı Pons kendi kendine açıklayamadı, çün kü ne Camusot’lar, ne de Popinot’lar, Cecile’in evlen mesi münasebetiyle ona davetiye yollamışlardı. Îtalieıiî, bulvarında, Pons, Monsieur Cardot’nun kendisine doğ ru geldiğini gördü. Senatörün söylediklerinden durumu öğrenmiş bulunan Pons, geçen yıl on beş günde bir evinde yemek
yediği bu zatı durdurmaktan
çekindi,
onu selâmlamakla yetinti; ama, Paris millet vekili ve Belediye reisi, Pons’a nefretle baktı, selâmını almadı.
COUSIN PONS
141
Adamcağız, başına gelen felâketi bütün ayrıntılar Tiyle bilen Schmucke’e : — Git sor şu adama, nedir benimle alıp vereme* dikleri, dedi. Schmucke, Cardot’ya kurnazlıkla: — Monsieur, dedi, dostum Fons hastalıktan yeni kalktı, onu her halde tanımadınız. — Tanımaz mıyım hiç? — O halde nedir kabahati? — Sizin nankörlük örneği bir dostunuz var, hem öyle bir adam ki, daha yaşarsa, ata sözünün dediği olur; acı patlıcanı kırağı çalmaz. Herkes artistlerden çekin mekte haldi; maymunlar gibi kurnaz ve kötü oluyor lar. Dostunuz kendi hısımlarının
şerefini lekelemeye,
günahsız bir şaka yüzünden bir genç kızı herkesin gö zünde küçültmeye kalkıştı; onunla
artık hiçbir ilgim
yok; onu tammış olduğumu, böyle bir adamın yaşa dığım unutmaya çalışacağım. Yalnız benim değil, ço luk çocuğumun da, onun hısımlarının da, Pons efen diyi yemeğe çağırmak suretiyle kendisine şeref veren herkesin de duygulan aynı merkezdedir^. — Yalnız siz aklı
başında bir insansınız, Mon-
sieur; izniniz olursa eğer, durumu size açıklayayım^. — İsterseniz, ve içiniz götürürse, siz onun dostu olarak kalın, hürsünüz Monsieur; ama daha ileri g it meyin, çünkü şuna dikkatinizi çekmek isterim ki onu bağışlamaya, onu korumaya
kalkışanlardan da ben,
ayıu şekilde nefret ederim. — Ya haklı olduğunu ispat edeceksem? — öy le de olsa yine nefret ederim, çünkü davra nışına ne bir ad vermek, ne de onu temize çıkarmak
COUSIN PONS
142
mümkündür. Bu buluş üzerine, Seine millet vekili baş* ka lâf dinlemek istemedi, yoluna devam etti. Schmucke bu acı sözleri dostuna tekrarlayınca, za vallı Fons gülümsedi: — Şimdiden iki devlet adamı
düşmanım oldular,
dedi. Schmucke da acı acı: — Her şey bize düşman, dedi. Haydi, başka bu dalalara raslamadan gidelim buradan. Gerçekten koyun gibi olan Schmucke, bu çeşit söz leri hayatında ilk kere söylüyordu; hemen hemen tan rısal olan sessizliğini hiçbir olay
bozmamıştı; başına
gelebilecek bütün felâketlere saflıkla gülümsiyebilirdi; ama yüce Pons’unun, meçhul kalan bu Aristides*in,12> bu mütevekkil dehanın, bu kötülük bilmez yüreğin, bu iyilik hâzinesinin, bu sâf mek!... Onda Pons’u
Alceste’in181
yemeğe çağırmış
altının
hırpalandığını gör
nefretini
uyandırıyor ve
olanlara budalalar diyordu.
Bu sessiz yaratıkta bu hareket,
Roland’m*1122 2 öfkesine
eşitti. Akıllıca bir
gösterek,
temkinlilik
Schmucke
Pons’u Temple bulvarına götürdü; Pons kendisini bı rakmıştı, çünkü artık yediği darbelere karşı koyamıyan güreşçiler haline düşmüştü. Tesadüf, zavallı m ü zisyeni yere
serecek hiçbir şeyin eksik
kalmamasını
229 Aristides: Şaşmaz huyu yüzünden âdil lâka bını kazanmış Atinalı bir general ve devlet adamı. 121 Alceste: Moliere’in Misanthrope adlı eserinin kahramanı; daima doğruyu söyliyen, toplum hayatının gereği olarak söylenen yalandan, yapılan düzenlerden nefret duyan bir tip. 122 Roland: Charlemagne’ın on iki asil silâhşorterinden biri; öfkesi meşhurdur.
COUSIN PONS
143
istiyordu, üzerine inen çığ içinde herkes olacaktı: sena törü de millet vekili de, ailesi de, yabancıları da, kuvvet lileri de, güçsüzleri de, günahsızları dal— Evine dönerken, Cardot’nun kızma rasladı Poissonııiere bulvarında. Yumuşak huylu
olduğu için epey
felâket görmüş genç bir kadındı bu. Gizli tutulan bir kabahati yüzünden kocasının kölesi gibi olmuştu. Ye mek yediği evlerin sahipleri arasında Pons’un küçük adı ile çağırdığı bir tek kadın varsa, o da bu, Berthier’in kansı idi, ona: “ Felicie!” derdi. Bazan da onun kendisini anladığını sanırdı. Bu sessiz varlık, Pons’la karşılaşınca bozulur gibi oldu. Çünkü kuzeni yaşlı Camusot’nun ikinci karısının ailesi ile arasmda hiç hısım lık olmamasına rağmen, Pons’a kuzen muamelesi ya pardı; ama, artık kaçınılacak gibi değildi, hasta ihti yarın önünde durdu. — Kuzenim, ben sizi kötü fakat
hakkınızda söylendiğini
bir adam bilmezdim; duyduklarımın dörtte
biri bile doğru olsa çok içten pazarlıklı siz... (Pons’un bir
harekette
biriymişsiniz
bulunduğunu
görerek)
Y o o ! kendinizi haklı çıkarmaya kalkmayın, boşuna yo rulmuş olursunuz: önce, ben şahsen, en haksız olanla rın bile bin bir
bahane
uyduracağım
bildiğim için,
kimse hakkında hüküm vermeye, kimseyi suçlu bulup malıkûm etmeye hakkım olamaz. Sonra ileri süreceği niz nedenler de hiçbir şeye yaramaz. Mademoiselle de Marville ile Vikont de Popinot’nun evlenme mukavele lerini hazırlamış olan Monsieur Berthier size karşı o kadar kızgın ki, bir tek kelime söylediğimi duysa, si zinle son kere
konuştuğumu
herhalde. Herkes size karşı—
öğrense, beni azarlardı
COUSIN PONS
144
Zavallı müzisyen üzüntülü bir sesle: — Evet, anlıyorum, dedi ve noterin karısına say gı ile veda etti. Schmucke’ün koluna dayanarak Normandie soka ğının yolunu tuttu güçlükle. Dostunun koluna öylesine abanıyordu ki, yaşlı
Alman Pons’un
koyduğu bir vücut bitkinliği içinde Bu üçüncü karşılaşma Tanrı’nın
güçlükle karşı
olduğunu anladı.
ayaklarının dibinde
oturan kuzunun verdiği hüküm gibi bir şey oldu; mil letlerin timsali, zavallıların
meleği olan bu kuzunun
öfkesi, T ann ’nın son sözü idi. İki dost hiçbir şey ko nuşmadan evlerine geldiler.
Hayatın kimi hallerinde
insan dostunu yanında sadece hissedebilir. Sözlü avut ma yarayı deşer, derinliğini meydana çıkarır. Yaşlı pianistte, gördüğünüz gibi, dostluğun ruhu, çok acı çek tikleri
için acının
usûllerini bilen
kişilerin inceliği
vardı. Bu gezinti zavallı Pons’un son gezintisi olacaktı. Hasta, bir hastalıktan bir
başkasına düştü. SafravT
olduğu fçin, safra kana karıştı, dehşetli bir kara ciğeı iltihabı baş
gösterdi. Birbiri
hastalık, hayatında ğu
için,
hiçbir
peşinden
tutulduğu ilk
doktor
gelen bu iki
hastalıklar
tanımaması
bundandı;
oldu ön
celeri hep iyi, hattâ annece bir düşünce içinde, duygu lu ve fedakâr olan Madame Cibot, mahallenin hekimi ni getirdi. X X V II S anlık hastalığına çevrilen üşüntü Paris’te, her mahallede, adı ve evi yalnız aşağı ta baka tarafından, küçük burjuvalar, kapıcılar tarafın-
COUSIN PONS
145
dan bilinen, dolayısiyle de mahallenin hekimi denilen b ir hekim vardır. Çocuk doğurtan, kan alan bu hekim, •doktorlukta, küçük ilânlarda görülen o h er şeyi yapan hizm etçi ile birdir. Yoksullara karşı hep iyi davranmak zorunda ve pratikle geçen uzun yıllar sayesinde tecrü beli olan bu
hekimler, sevilirler
çoklukla.
Madame
Cibot tarafından Pons’a getirilen, Schmucke’ün de ta radığı doktor
Poulain, tamamiyle
hissizleşen cildini
bütün gece kaşımış olan ihtiyar müzisyenin sızlanmaia n n ı kulak asmadan dinledi. E trafı sararmış gözlerin ihali, bu hastalığın işaretlerine uyuyordu. Doktor: — İki günden bu yana büyük bir üzüntü geçirmiş* siniz, dedi hastasına.
Pons: — A h ! Doğru, diye karşılık verdi. Doktor, Schmucke’ü göstererek: — A z daha bu bayın da
kapacağı bir hastalığa
tutulmuşsunuz, sarılık, dedi; reçete yazarken: korku lacak bir şey değil, diye ekledi. Çok avutucu olan bu son sözle birlikte, doktor has taya, hekimlere özgü bir bakışla bakmıştı; her ne ka d ar alışılmış bir acımanın arkasında saklı ise de, bu bakıştaki ölüm hükmü, gerçeği öğrenmeğe çalışan göz ler tarafından kestirilir hep. Bu sebeple, doktorun göz lerine casus bakışı ile bakan Madame Cibot, doktorun ne sesindeki ton üzerinde, ne de yüzündeki yalancı ifa de üzerinde yanılmadı, onun peşi sıra dışarı çıktı. Merdiven ağzında, doktora: 10
C ütlSIN PONS
146
— Gerçekten önemsiz bir şey mi? diye sordu. — Aziz Madame Cibot, sizin efendiniz olmuş bir in san; safranın kana karışması zayıf düşmüş olmasından.-
yüzünden değil, ruhça
Bununla beraber, çok iyi
bakılırsa, atlatabilir; buradan çıkarmak, seyahate gö türmek gerek onu. Kapıcı: — Neyle? dedi. İşinden başka tutar dalı yok, doatu da, birkaç yüksek kadının bağladığı ufak tefek gelir lerle yaşıyor; gûya bu bayanlara yürekli kadınlar
hizmeti geçmiş; iyi
doğrusu... Ben çocuğum
diyeceğim
bu iki adama dokuz yıldır bakıyorum. — Ben hayatımı hastalıktan değil, ama şu büyük ve iyi edilemez yaradan, yani parasızlıktan ölen insan ları görmekle geçiriyorum. Kaç tavan arasında, ücret almak şöyle dursun, yatağın üzerine beş
frank bırak-
mışınıdır!... — Vah! zavallı doktor vah! Şu hennem
kaçkını kimi
mahalledeki ce
pintilerdeki yüz bin franklar
sizde olsaydı, yer yüzünde T ann ’mn temsilcisi olurdu nuz siz! Mahallenin sayın kapıcılarının
itiban yüzünden
ancak ihtiyaçlarını sağlıyacak kadar müşterisi bulunan* doktor, gözlerini göğe kaldırdı, T artuffe’e123 yaraşır b ir eda ile Madame Cibot’ya teşekkür etti. — Demek iyi bakılırsa sevgili hastamız bunu at latabilir, öyle mi, doktor? 2 9 1 129 T artu ffe: kahramanı.
Moliere’in
bir eseri ve iki yüzliı
COUSIN PONS
147
— Evet, çektiği üzüntü ruhunu rahat bırakması şartiyle... — Zavallıcık! dünyada, Monsieur
Onu
böyle kim üzdü
Schmucke hariç, eşi
acaba? Bt* bulunmıyan
iyi adamlardan biridir! Ben bunun nedenini öğrenirim, ve efendimi bu hale getireni sıvamak da
benim boy
numun borcu olsun! Sokak kapısının eşiğine gelmiş bulunan doktor: — Bana bakın, Madame Cibot, dedi. Sizin efendinin hastalığının en esaslı
işaretlerinden biri şudur: ula
cık bir şeyden ötürü sürekli bir kuruntu! Bir has\». bakıcı tutması hâtıra gelemiyeceğine göre, ona siz ba kacaksınız. Böylece... Piposunu içmekte olan hırdavatçı: — Monsieur Pons’tan mı konuşuyorsunuz? diye sor du. V e kapının yanında oturduğu taştan, kapıcı kadın la doktorun konuşmasına katılmak üzere kalktı. Mademe Cibot Auvergne’liye: — Evet, Remonencq baba! dedi. — O Monsieur Monistrol’den ve bütün antika eş ya kırallarından daha zengindir... Ben bu işten olduk ça anlarım, bu sevgili adamın evinde hazineler var!.M Madame Cibot Kemonencq’e: — Allah A llah! dedi. Geçen gün efendilerin evdtyokken bu antika şeyleri size
gösterdiğimde, benimle-
eğleniyorsunuz sanmıştım. Paris’te, kaldırımlarının kulakları, kapılarının di li, demir parmaklıklarının gözleri olan bu şehirde, so kak kapısı önünde
konuşmak kadar
yoktur. Burada söylenen ve bir
tehlikeli bir şey
mektupta haşiye n e
ise, konuşmada da ona benzer bir şey olan Bon sözler.
COUSIN PONS
148
konuşanlar için olduğu kadar dinleyenler için de teh likeli boşboğazlıklarla doludur. Bir
örnek bu hikâye-
aıin ileri sürdüğü bu hali desteklemeye yeter. X XV III Attan boş bvr hayaldir. (G ü fte M onsieur Scribe'in, beete de M eyerüeer’in, dekor da R&monen&fin) Erkeklerin saçlarına çok bakım
gösterdikleri im-
ıparatorluk çağında, bir gün, birinci sınıf berberlerden b iri bir evden çıkıyordu. saç dının
işlerini
üzerine
Bütün zengin
aldığı
saçlarını yapmaya
bu eve,
gelmiş, oradan
'Zengin kiracılar arasında,
kiracıların
güzel
bir
ka
dönüyordu.
yaşlı bir bekâr vardı. Bu
bekârın hizmetçisi de efendisinin mirasçılarından nef■ret ederdi. A ğır surette
hasta düşen bu adam, henüz
ilmin prensleri adını alamamış en ünlü doktorlara bir konsültasyon yaptırmıştı. Bu doktorlar da bir tesadüf •eseri olarak kapıdan berberle birlikte çıktılar. Sokak kapısının eşiğinde birbiriyle
vedâlaşırlarken, ilim ve
gerçeği açığa vuruyorlardı, konsültasyon komedisi bit likten sonra aralarında nasıl konuşurlarsa öyle konu şuyorlardı. Doktor Haudryî “ Artık ölmüş sayılır” de di. Desplein de: MBir mucize olmazsa, bir aydan fazla yaşamaz...” diye ekledi. Berber bu sözleri duydu. Bü♦ün berberler gibi onun da hizmetçilerle dalgalan var dı Çılgınca bir hırsa kapılarak
hemen yaşlı bekârın
-dairesine çıktı, metres ve hizmetçi
kadına efendisini
servetinin büyük bir kısmını kaydi
hayat şartı ile bir
yere bağlamaya razı ederse,
oldukça önemli bir para
sereceğini vadetti. Zaten elli altı yaşında olan, kadın-
149
COUSİN PONS
h içkili sefih hayatı yüzünden iki kat yaslı sayılması gereken bu ayağı çukurda yaşlı bekârın serveti içinde, Richelieu sokağında, o zamanlar iki yüz elli bin fr&ns eden gözalıcı bir konak vardı. Berberin göz diktiği bu ev, ona kaydi hayat şartı ile otuz bin franklık bir ge lir karşılığında satıldı. Bu iş 1806 da oluyordu. Bu gün işten çekilmiş ve yetmiş yaşında 1846 yılında hâlâ geliri
bulunan bu berber.
ödemektedir. Doksan altı ya
şmda yeniden çocukluk
çağma
dönmüş, hizmetçisi
Madame Evrard’la da evlenmiş bulunan ihtiyar, daha uzun zaman yaşayabilir. Berber hizmetçiye de otuz bin frank kadar bir para verdiği için konak ona bir mil yondan daha çoğa mal olmuştur; ama ev bugün sekiz dokuz yüz bin frank eder. Bu berber gibi, Auvergne’li de anka kuşu nişan İmin Cecile ile buluştuğu gün, Brunner’in kapı eşi ğinde Pons’a söylediği son sözleri dinlemişti; Pons’un müzesine girmeyi bundan istemişti.
Cibot’larla ahbap
olan Remonencq, çok geçmeden iki dostun dairesine, evde olmadıkları bir gün sokuldu. Bu kadar zenginlik karşısında gözleri kamaşan
R6monencq, orada vurula
cak bir parti gördü, bu da satıcıların dilinde çalına cak bir servet demektir; beş altı günden beri de aklı fikri orada idi. Madame Cibot ile doktor Poulain’e : — Şaka bir yana, dedi; meseleyi ciddi olarak d e almak gerek. Sayın Monsieur Pons kaydi hayat şartı ile elli
bin
franklık bir
gelire razı
leketimin şarabından bir sepet bana... Doktor R£monencq’e:
olursa, mem
ısmarlanın,
eğer siz
COUSIN P 0N 9
159
— Ne diyorsunuz! Elli bin franklık bir gelir ha! İy i ama, adamcağız bu kadar zenginse, ben tedavi et tiğim, Madame Cibot da baktığı takdirde hastalığı atla t ır _ çünkü kara ciğer hastalıkları çok kuvvetli na turaların bir ânzasıdır. — Elli dedimse, az dedim. Ben birinin,
şurada,
sizin kapının eşiğinde, ona, hem de sade tabloları için yedi yüz bin frank teklif ettiğini duydum, siz ne di yorsunuz! Itemonencq’in bu sözlerini duyunca, Madame Ciıbot doktor Poulain’e acaip
gözlerle
baktı; portakai
rengi gözlerinde, bir ateş tutuşturmuştu şeytan. Hastasının bütün vizitalan ödeyecek kadar zengin olduğunu öğrenmekle sevinen, daha fazlasını da beklemiyen doktor; — Haydi, haydi, bu saçma
sözleri bir yana bı
rakalım, dedi. — Doktor bey, hasta yatakta olduğuna göre, sa yın Madame Cibot bir bilir kişi getirmeme razı olur sa, yedi yüz bin frank vermek bile gerekse, parayı iki saatte bulacağıma eminim... Doktor: — Pek &lâ,
dostum,
dedi. Bana bakın, Madame
Cibot, hastanın zıddına gitmemeğe dikkat edin; çok sa bırlı olmanız gerek, zira her şey onu sinirlendirir, yo rar, hattâ üzerine titremeleriniz bile; hiçbir şeyi beğenmiyeceğini şimdiden söyliyeyim_ Kapıcı kadın: — Buna katlanmak epey zor olacak, dedi. Doktor otorite ile:
COUSIN PONS
— Bakın,
sözüme
dikkat
15f edin, dedi. Monsieur
Pons’un ııayatı ona bakacak olanlann elindedir; bu se beple belki onu günde iki kere görmeğe geleceğim... Günlük vizitalarıma onunla bavlıyacağım... Doktor, yoksul hastalarının sonu için duyduğu de rin ilgisizliği
bırakmış,
şefkatli bir ilgi gö6termcğe-
başlamıştı birden, çünkü iş adamının ciddî sözlerinden bu servetin var olabileceğini anlamıştı. Madame Cibot yalancı bir heyecanla: — Ona bir kıralmış gibi bakacağım, dedi. Kapıcı kadın, Remonencq'le konuşmaya devam ede* bilmek için, doktorun Charlot sokağının mesini bekledi.
Hırdavatçı,
pervazına vermiş, piposunu ti
alması nedensiz
köşesini dön
sırtını dükkânının kapı içiyordu. Onun bu vaziye
değildi,
kapıcı kadım kendisine
doğru gelirken görmek istiyordu. Eskiden kahve olan bu
dükkân,
Auvergne’linin.
kiraladığı zamanki halini muhafaza ediyordu. Bütün modem
dükkânların
vitrinleri
üstünde
olduğu:
gibi uzun bir tabelâda şimdi bile: Normandiya kahvesi yazılı idi. Auvergne’li bu kelimeler altındaki boşluğa yapılarda çalışan çırak ressamlardan birine fırça ile, siyah renkle, para
vermeden
Rem onencq, K elepir eşya alır Aynalar, masalar, tabureler, kahvesinin bütün mobilyesi
elbette:
Hırdavatçı-
sözlerini
yazdırmıştı.
etajerler. satılmıştı
Normandiya. haliyle. Remo-
nencq altı yüz frank kira ile boş dükkânı, arka tara fım , mutfağı ve eskiden
başgarsonun yattığı dükkân
üstündeki biricik odayı kiralamıştı; çünkü Normandiya. kahvesine bağlı olan daire ayrıca
kiraya
verilmişti.
COUSIN PONS
152
Kahveci tarafından eskiden
yapılan
lükskten, bütün
dükkânın duvarlarını örten açık yeşil kâğıtla, iri başlı çivileri bulunan dıştaki demir
parmaklıklardan başka
bir şey kalmamıştı. X X IX H ırdavatçı taslağı Oraya 1831 de, Temmuz R6monencq, işe kırık
İhtilâlinden sonra gelen
çıngıraklar,
çatlak
tabaklar,
hırdavat, eski teraziler, yalnız devletin uygulamadığı yeni ölçü kanunu ile yasak edilmiş eski ağırlık ölçüleri satmakla başladı; Devletin uygulamadığı dedim, çünkü paralar arasında X V I. Louis zamanından
kalma bir
ik i ufak para var ki şimdi bile onlara göz yumuyor. Sonra, beş Auvergne’li kadar kuvvetli olan bu Auverg ne’li, mutfak kenan kırık
araçları, eski çerçeveler, eski bakırlar, porselenler satın aldı. Dükkân bir taraf
tan dolup öbür taraftan
boşalmakla
hissedilmez bir
biçimde Nicolet’nın küçük komedilerine benzedi, malın •cinsi iyileşti.
Hırdavatçı hep iki kat kâr getiren bu
pek iyi ve pek emin usulü uyguladı, ki bunun sonuçla rım epeyce filozof olan aylaklar, bu kurnazca yönetilen dükkânları dolduran
eşyaların artan değerlerinde gö
rüyorlardı. Teneke eşyanın, demir
lâmbaların, çini ve
•şişe parçalarının yerini çerçeveler, bakır eşyalar aldı. Sonra sıra porselenlere geldi, önceleri abur cubur dolu -olan dükkân az zamanda bir müze halini aldı. Günün birinde tozlu vitrin parladı, dükkânın içi adama dön dü. Auvergne’li kadife pantalonla ceketi attı, redingot giydi.
Hâzinelerini
bekliyen bir deve benzedi; etrafı
COUSIN PONS
153;
Şaheserlerle çevrildi, antikadan anlar oldu, sermayesini* on katına çıkardı, hiçbir hileye işinin dalaverelerini
pabuç
bırakmaz oldu
öğrendi. Halka gösterdiği yirmi
genç kız arasındaki kocakarıyı andırıyordu. Güzelliğin, sanat mucizelerinin değeri yoktu bu adamın gözünde;, hem kurnaz, hem de kaba bir insan olan bu satım, yal* ıuz kânnı hesaplar, bilgisizleri terslerdi. İçi başka dışı başka bir insan kesildiği için tablolarına, oyma eşyala rına çok bağlı imig gibi görünür ya da sıkıntı da ol duğunu, çok pahalı satın aldığını söyler, satış fatu”-alarını göstermeyi ileri sürerdi. Protee124512 gibi olmuştu,, bir
saat
içinde hem
Palyaço ya da
Jocrisse,129 hem Janot,126 hem
Mondor,127
hem
Hrpagon128 hem de
Nicodeme129 olurdu. Üçüncü yılından itibaren, R6monencQTin dükkânın da güzel asma saatler, silâhlar, eski tablolar görülmeye başlandı; kendi olmadığı zamanlarda
dükkâna, çağır
124 Protee: Babası Neptune’den ilerisini görme* vergisini almış deniz tanrısı; ama söylemeyi çoğu za man red ederdi ve kendisini sorulan ile sıkıştıranlardan kaçınmak için, şekil değiştirirdi dileyince. Bu kelimeedebiyat bukalemun gibi değişen, her kılığa girebilen bir adamı göstermek üzere girmiştir. 125 Jocrisse: Fransızlann eski komedilerindekibir kişi: Aptal, aşın saf, arkadaşlannın oyuncağı olanbir tip. 126
Janot: Güldürücü ve acıklı hali olan aptal tipi.
127
Mondor: Ünlü bir şarlatan.
128 Harpagon: Moliere’in Cimri adındaki eserinin* baş kahramanı. Pintilik timsali bir tefeci. 1X9
Nicodeme: Bir halk tipi. Ahmaklık örneğiydi-
COUS1N PONS
154
ması üzerine memleketinden yayan gelen kızkardeşi, iri kıyım çok çirkin bir kadın bakardı. Ahmak, öküz bakışlı •olan ve Japon tanrıçaları gribi giyinen bu kadın, ağabeysinin söylediği fiattan bir santim inmezdi; ev işleTine de o bakar, görünüşte çözümü imkânsız bulunan, hemen hemen hiçle yaşamak
meselesini o hallederdi.
Remonerıcq’le kızkardeşi ekmek, ringa balığı, lokanta cıların kapıları önüne bıraktıkları
süprüntülerden çı
karılan sebze kabuklan gibi şeylerle geçinirlerdi. İki■si bir arada, ekmek de içinde günde altmış santim bi le harcamazlardı;
kızkardeş de bu parayı
kazanmak
için dikiş diker ya da örgü örerdi. Paris'e komisyoncu
olmak üzere gelmiş, 1825 le
1831 arası da Beaumarchais bulvarındaki antika eşya mağazalarına, Lappe sokağındaki bakırcılara komisyon culuk etmiş olan Bemonencq’in ticaret hayatındaki bu başlangıç günleri, çoğu antika eşya satıcılannın nor mal halidir. Yahudiler,
Normandiyalılar,
Auvergne’-
‘liler ve Savoie’lılar, bu dört ırk, aynı içgüdülere sahip insanlardır, aynı yoldan giderek zengin olurlar. Onla rın düsturu, hiç harcamamak, az kârlar sağlamak, fa izle kân üstüste koymaktır. Bu düstur da bir gerçek tir. Bu günlerde, eski patronu M onistrol De barışm ış olan ve büyük çaptaki satıcılarla iş gören Bemonencq, sizin de bildiğiniz g ib i, kırk fersahlık b ir alan kaplıyan P aris banliyösünde alışveriş ederdi. On dört yıllık b ir çalışm a sonunda, altm ış bin
franklık bir servetle
antika eŞya dolu bir dükkâna sahipti. H esaplı bir in «a n düşüncesiyle kiraların düşük olduğu
Norm andie
COUSIN PONS
155
sokağında kalır, aşırı olmıyan bir kârla yetinerek ma lını öteki satıcılara aktarırdı. Bütün bu işler eharabia denilen Auvergne
ağziyle yapılırdı. Bu
hülyası vardı: bulvarlarda bir istiyordu; büyük çapta bir
adamın bir
mağazaya yerleşmek
antikacı olmak, bir gün
doğrudan doğruya meraklılarla iş
yapmak emelinde
idi. Zaten kendisinde korkunç bir satıcı vergisi vardı. Yüzü, terin yapıştırdığı tozlu eğe döküntüsü ile kap lıydı, çünkü her şeyi daha güç
kendi
anlaşılır bir hal
yapardı: bu da
yüzüne
verirdi; zaten
bedenen
çalışma alışkanlığı bu yüze 1799 un yaşlı erlerine özgü olan o sarsılmaz ifadeyi vermişti. Vücutça, Remonencq gözlerini
kısa boylu ve
sıska
andıran küçük gözleri,
görünür,
domuzun
soğuk mavi bir ze
min üstünde, Yahudi'lerin koyu açgözlülüğünü, alaycı hilekârlıklarını aksettirirdi; bu gözlerde sadece, Yahudilerin Hıristiyanlara karşı
besledikleri derin nefreti
maskeliven yalancı alçak gönüllülük yoktu. Cibot’larla R6monencq’ler arasındaki
münasebet,
iyilik edenin iyilik görenle olan münasebetinin aynıydı. Anvergne’lilerin aşırı yoksulluklarına
inanmış
bulu
nan Madame Cibot, Schmucke ve Cibot’nun artıklarını inamlmıyacak bir ücretle satardı onlara. Romonencq’Jer yanm kilo kuru ekmek kabuğu ile ekmek içme iki buçuk santim ve geri kalanlara da buna benzer para lar verirlerdi. Kurnaz yapmıyor
Remonencq kendi hesabına iş
görünürdü; hep Monistrol için
zengin satıcılar tarafından
soyulduğunu
Cibot’ların Râmonencq’lere içten Onbir yıldır, d ife pantalonu,
acımaları bundandı.
Auvergne’li giydiği kadife yeleği
çalıştığını, söylerlerdi.
kadife ceketi, ka
eskitememişti; yalnız,
COUSlN PONS
156
hemşehrilerine özgü ulan bu üç parça elbise, Cibot ta rafından bedava yapılmış yamalarla dolu idi. Görül düğü gibi, Yahudi vardır.
vatanının
dışında da
Yahudiler
Kapıcı kadın: — Benimle eğlenmiyorsunuz ya, di. Monsieur Pons’un bu kadar yoksul bir hayat sürer mi?
Romonencq? de
parası olur da böyle
Evinde yüz
frankı bilf
yoktu rl Kemonencq her şeyi bilen bir adam hali ile: — Meraklıların hepsi böyledir, dedi. — Demek benim
efendinin yedi yüz bin frankı
olduğuna inanıyorsunuz? — Yalnız içerdeki tablolar bu kadar eder... He le içinde bir tane var ki, elli bin franka verse, Ölü mü göze alır, bu parayı bulurdum. O içi kırmızı ka difeli, mina ile kaplı bakır küçük çerçeveler var, bili yorsunuz, içinde de Portreler, işte onlar (Petitot demek istiyor)
Petitotte'un
taslaklarıdır; eskiden koku
tüccarı olan bir bakan her birine üç bin frank veriyor. Gözleri açılan kapıcı kadın: — Otuz tane var onlardan, dedi. — O halde servetinin ne olduğunu siz bulun I Başı olan
dönen
fikrinden
Madame
Cibot,
dönüverdi.
o
zamana
Efendilerinden
kadar kopar
dıkları gelirlerle Marais mahallesindeki birçok hırs la n
ateşliyen
vasiyetname ile
bütün metres Pons’un
hizmetçiler
parası
üstüne
gibi, o da oturmayı
aklına koydu hemen. Şimdiden Paris yakmlannda bir yerde oturduğunu tasavvur ediyor,
kendisini bir k ır
evinde kümes hayvanlan yetiştiriyor, bahçesiyle uğra
COUSIN PONS
157
şıyor görüyordu; son günlerini orada, bir kraliçe gibi bakılarak, bütün unutulmuş, takdir edilmemiş iyi in* «anlar gibi büyük bir
mutluluğu hak etmiş bulunan
zavallı Cibot'su ile birlikte,
mutlu
geçirmeyi kuru
yordu. Kapıcı kadında birden beliren bu sâ f değişiklikte, Remoncncq sağlam bir başarı
gördü. Onun kelepir
«şy a peşinden koşmak ve bilgisizlerin elinden antika -eşyaları ucuza koparmak olan mesleğinde güçlük, ev lere girebilmekten ibaretti. Burjuvaların evlerine so kulabilmek için, kelepircilerin ne kadar Scapin’varilM hilelere,
Sgaranelle’vari130 131
tuzaklara,
DorineVari13*
aldatmalara başvurdukları tasavvur edilemez. Bunlar tiyatroya lâyık komedilerdir ve, bu işte de olduğu gibi, hizmetçilerin aç gözlülüğüne dayanır hep. Hele köyde, taşrada, otuz frank için ya da bu değerde bir eşya için, hizmetçiler, kelepircilere binle iki bin frank ara sı kâr sağlıyacak
biçimde
Sövres işi bir takımın
satışlar
yaparlar. Eski
nasıl elde edildiği
anlatılsa,
Munster, Nimegue, Utrecht, Risvvick ve Viyana kong relerinde çevrilen siyasi
dolaplar bunun yanında hiç
k alır; hem politikacıları gölgede bırakan kelepircilerin 130 Scapin: Moliere’in “ Scapin’in oyunları’* adlı «serindeki baş kahraman. Hilekâr, dolapçı ama her ta şın altından kalkmakta usta bir tip. 131 Sgaranelle: Fransız komedilerindeki halk sağ duyusunu, bazan da şeytanlığı temsil eden tip. Moliere’in komedilerinde çok geçer. ıs2 Dorine: Moliere’in Tartuffe'ünde Marianne’in hizmetçisi. Efendilerinin çıkarını kendi çıkan gibi grören, ama her şey hakkındaki fikrini açıkça söyiiyen bir tip.
COUSIN PONS
158
elinde, en sapla m anlaşmaları bozmak için elçilerin kafa patlatarak aradıkları
çarelere
benzer çareler vardır;
bunlar özel çıkarların derinliklerine aynı derecede da lan şeylerdir. Kız kardeşinin otları fırlamış iskemledeki
yerini
aldığım gören hırdavatçı: — Madame
Cibot’yu bir iyi alevlendirdim,
dedi
ona. Şu bizim yahudi var ya, bu işlerden anlayan bi ricik insandır o ; kendisiyle bir
konuşayım...
yahudidir, bize yüzde on beşle ödünç
para
1yı hir vermişrı
önceleri. Remonencq Madame Cibot'nun
kalbindikini oku
muştu. Bu kırattaki kadınlarda, istemek, harekete geç mek demektir;
hiçbir şeyden
çekinmezler;
başarıya
ulaşmak için bir anda, en şaşmaz doğruluktan en bü yük alçaklığa geçerler. Zaten doğruluğu, bütün duygu larımız gibi, iki cinse ayırmalı: menfi doğruluk, müs pet doğruluk. Menfi doğruluk Cibotfannkidir: bunlar zengin olma fırsatı ellerine
geçmediği
sürece doğru
olurlar. Müspet doğruluk ise, elinden para geçenlerin ki gibi, insanın içini gıcıklıyan, ama yenilmiyen bir şey tan halinde kalan doğruluktur. XXX Madame Cibot’un birinci saldırışı Bir yığın kötü niyet hırdavatçının şeytanca sözle riyle açtığı çıkar deliğinden, kapıcının kafasına, kalbi ne saldırdı. Madame Cibot kapıcı dairesinden iki efen disinin dairesine çıktı, daha doğrusu uçtu ve yüzü şef katle maskelenmiş olarak Pons ve
Schmucke’ün inle-
COUSIN PONS
dikleri odanın eşiğinde göründü. kadının girdiğini görünce,
159 Hizmetlerine bakan
Schmucke ona, hasta kar
şısında doktorun gerçek düşünceleri
hakkında ağzın*
•dan bir kelime kaçırmamasını işaret etti; çünkü dost v e yüksek ruhlu Alman, doktorun gözlerinde okumuş tu gerçeği. Kadın da başı ile ona derin bir acıyı belli eder şekilde karşılık verdi. Sonra: — Eee! nasılsınız bakalım sevgili Monsieur Pons? dedi. Kapıcı elleri kalçasında, gözleri sevgi ile hasta y a dikilmiş olarak yalağın ayak ucunda yer aldı; ama ne ışıklar saçıyordu o gözler!... Dikkatli bakan için onlar, kaplanınkiler gibi, kor kunçtular. Zavailı Pons: — Çok kötü! diye karşılık verdi. Hiç iştiham yok! (Yatağının başucunda oturmuş, elini tutan, biraz ön ce de onunla herhalde hastalığının nedenleri konusunda konuşan Schmucke’ün elini sıkarak.) - A h ! bu dünya 1 A h!... diye bağırdı. Senin öğütlerini dinleseydim, birleş memizden bu yana her gün burada yemek yeseydira, çok daha iyi ederdim!... Bir arabanın bir
yumurtayı
ezmesi gibi beni ezen bu sosyeteden kaçmalıydıml Ne den böyle yapıyorlar sanki, neden? Madame Cibot: — Haydi, haydi, bırakın bunları şimdi, dedi. Sız lanmak yasak, doktor bana gerçeği söyledi... Schmucke kapıcının eteğini çekti. — Atlatabilirsiniz siz bunu, yalnız çok bakım ge rek, yanınızda iyi bir dostunuz var, sonra, övünmek
160
COUS1N PONS
gibi olmasın, size birinci çocuğuna bakan bir anne gibi bakacak bir de kadm var. Ben Cibot'yu doktor Poulain’in artık kurtulmaz dediği ve herkesin söylediği gibi yor gam başına kadar çekip öldü diye bıraktığı bir hasta lıktan kurtardım. Her ne kadar hasta iseniz de Alla ha şükür o halde değilsiniz,
bana
güvenebilirsiniz..
Ben tek başıma sizi kurtarırım! Merak etmeyin ve he yecanlanmayın böyle— Yorganı hastanın çenesine kadar çekti. — Haydi, haydi, şekerim, Schmucke’le ben geceyi şurada, baş ucunuzda geçiririz-. Bir mazlar bu kadar... Sonra her şeyi alacak kadar da
Prense bile bak
hastalığınızın
gerektirdiği
zenginsiniz-. Ben
Cibot ile
anlaştım; zavallı adam, bensiz ne yapabilir ki... Am a kabul ettirdim ona; ikimiz de sizi o kadar severiz ki geceyi burada geçirmeme razı oldu. Onun gibi bir adam tarafından, büyük bir fedakârlıktır bu, inanın! Çünkü beni ilk zamanlardaki kadar seviyor. Nedendir bu, bilmi yorum I Belki kapıcı odası! İkimiz de her zaman orada, birbirimizin
yanındayız!-. Yatağın
başucuna doğru
atılıp yorganı Pons’un göğsüne doğru çekerek: bu şe kilde
açılmayın
ama! diye
bağırdı. Uslu
durmaz,
Monsieur Poulain’in her dediğini yerine getirmezseniz, biliyorsunuz o, ulu
T ann ’nın
yeryüzündeki
timsali
dir, size bakmam sonra... Boyun eğmek gerek bana. Schmucke: — Doğru, Madame Cibot! dedi. Boyun eğmek ge rek, çünkü insan iyi kalbli dostu Schmucke için yaşa malı vallahi— — Hele sabırsızlık size hiç
gelmez... hastalığınız
zaten sizi buna sürüklüyor; bir de siz artırırsanız ol-
CCHJSlN PONS
anaz... A cılan bize T ann
161
gönderir, sevgiii
Monsıeur
Pons, günahlarımız yüzünden bizi cezalandı n r » Sizin •de içinizi kemiren küçük küçük
günahlarınız vardır,
•elbet!... Hasta bası ile yok dedi. — Haydi, h a y d i!»
Gençliğinizde
sevmişsinizdır,
hovardalık etm işsinizdir!» Belki de bir yerde aşkları mızın meyvası bir can vardır, şu anda ekmeksiz, at* şsiz, yersiz kalmış bir yavrucak» Siz
erkekler!-, bir
gün seversiniz, sonra fırrrt!.. hiçbir şeyi düşünmezsi niz, hattâ çocuğa bakacak kadının parasım b ile !» Za vallı kadınlar I » Zavallı Pons Üzüntü üzüntülü: — Beni Schmucke’le
anneciğimden başka kimse
«sevmedi, dedi. — Haydi canım, siz de melek değilsiniz y a ! » Siz «de genç oldunuz, yirmi yaşında iken güzel bir delikan lıydınız herhalde» Ben sizi severdim nitekim, o kadar iyisiniz k i ! » Üzüntüsü doruğuna çıkan Pons: — Ben bir kurbağa gibi çirkindim hep, dedi. — Bunu alçak gönüllü olduğunuz için söylüyorsu nuz, çünkü alçak gönüllülükte bire birsin iz» — Hiç de öyle değil, Madame Cibot, tekrar ediyo rum ki ben çirkindim hep, kimse de sevmedi beni. — Şaşılacak şeyi nasıl olur? Bana, bu yaşa geldi ğiniz halde koklanmamış bir gül olduğunuzu mu yuttur mak istiyorsunuz? Siz onu
başkalarına
anlatın I Bir
müzisyen, bir tiyatro adamı olun d a ! » Değil siz, bu nu bir kadın söylese inanmazdım»
11
COUSIN PONS
162
Pons’un yatağında bir böcek kurdu gib
kıvrandı
ğını gören Schmucke: — Madame Cibot,
sinirlendireceksiniz
onu, diye
bağırdı. — Kapatın çenenizi siz del.» İki ihtiyar hovar dasınız siz... İstediğiniz kadar çirkin olun, ata sözünün dediği gibi kapağını bulamıyan tencere yoktur! Cibot bile, Paris’in en güzel istiridyecilerinden birinin gön lünü pek âlâ çelebildi». Siz ondan çok daha yakışıklı sınız... Sonra siz,
iyisiniz de!... Haydi,
ettiğinizi ettiniz, T ann sizi raktığınız için
haydi, siz de
çocuklarınızı yüzüstü bı
cezalandırıyor,
gibi... Bitkin halde olan ihtiyar,
İbrahim
Peygamber
kendisinde başiyle ha
yır işareti verecek kadar kuvvet buldu. — Ama, merak etmeyin, sizi Mathusalem133 kadar yaşamaktan alıkoymaz bu. Pons: — Beni rahat bıraksanız a siz! diye bağırdı. Sevil mek nedir
hiç bilmedim ben!».
Çocuğum da olmadı,
yalnızım yeryüzünde». — Sahi mi? Oysa o kadar iyisiniz k i! Kadınlarsa bunu severler; onları bağlıyan da bu olduğu için, oana öyle geldi ki gençliğinizde». Pons Schmucke’ ün kulağına: — A l şunu götür başımdan,
sinirlendiriyor beni,
dedi. — Monsieur Schmucke’ün çocukları vardır şu hal de. Siz, ihtiyar bekârlar, hep böylesinizdir... 189 Mathusalem: Nuh’un büyük göre 969 yıl yaşamıştır.
babası; Incil’i
COUS1N PONS
163
Terinden fırlıyan Schmucke: — Benim mi? diye bağırdı. — Sizin de mirasçınız yok, değil mi? Bu dünyaya* İlciniz de mantarlar gibi geldiniz 1_ Schmucke: — Anlaşıldı, gelin, dedi ve
cesaretini ele alarak
Madame CiboFyu belinden yakaladığı gibi, bağırışları na aldırmadan salona çıkardı. *
XXXI Güzel namus örneği
Schmucke’ün Cıbot:
kollan arasında
çırpınan Madame-
— Bu yaşta, kimsesiz bir kadından yararlanmaya, kalkmak! diye bağırıyordu. — Bağırmayın 1 — Hem de bunu siz ha, iyi bir insan olarak tanı dığım siz yapıyorsunuz ha!... A h ! Hiç kadın görmemiş bunaklara aşktan sözetmekle çok kötü ettim!... Schmucke’ün öfkeden parlıyan gözlerini görerek: — Ayramnı kabarttım, hınzır adam! Yetişin, y e tişin, kaçırıyorlar beni, diye bağırdı. Alm an: — Budalanın birisiniz
siz! dedi. Şakayı bırakım
da, doktor ne söyledi, onu anlatın! Serbest kalınca ağlamaya başlıyan Cibot: — Beni hırpalıyorsunuz böyle, ben ki sizin ikiniz, için kendimi ateşe atarım, dedi... Erkekler için hırpa lamakta ustadırlar derler, ne kadar doğru! Benim O -
COUS1N PONS
164
bot böyle muamele etmez bana! Bense sizi çocukları mın yerine
koyuyorum; çünkü
çocuğum yok benim;
■dün, evet daha dün, Cibot’y a : "Dostum, Tanrının bize çocuk vermemesinin de bir hikmeti varmış, benim yu karda iki çocuğum v a r !" dedim. İşte vallahi de, tallalıi de böyle söyledim ona™ Hayatında ilk kere ayağım yere vuran Schmucke •öfkeyle: — Peki! peki! Doktor ne dedi? diye sordu. Madame Cibot Schmucke’ü yemek odasına sürüklijyerek şu karşılığı verdi: — İyi bakılmazsa, dedi, bizim sevgili, aziz, gözü müzün nuru biricik hastamız, ölmek tehlikesinde imiş: am a sizin kaba muamelelerinize rağmen, ben burada y ım ; evet kabasınız, bense sizi çok yumuşak bilirdim™ Hem de öyle kaba ki!™ Demek bu yaşınızda şimdi bile b ir kadına sataşıyorsunuz ha, koca çapkın? — Ne!... Çapkın mı benim Pons’tan başkasını
diyorsunuz bana?... Demek sevmediğimi
anlamıyorsu
nuz! Kadın Schmucke*e gülümsiyerek: — Oh! çok şükür!™ Artık bana dokunmıyacaksınız, değil mi? dedi. Çünkü
şerefine el
uzatacak bir
adamın kemiklerini kırar Cibot!... Schmucke kapıcı kadının ellerini
tutmaya çalışa
rak: — Ona iyi bakın, aziz Madame Cibot, dedi. — Yine başlıyorsunuz he! — Dinleyin beni, her şeyim sizin olsun, onu kur* tanrsak™
COUS1N PONS
165
— Peki, ben gereken şeyleri almak için eczaneye gidiyorum ; para ister bu hastalık,
Monsieur... ne ysa
pacaksınız? — Çalışırunl Pons’umun bir prens gibi bakılma sını isterim... — Olur olur, Monsieur Sthmucke; siz hiçbir şey? merak etmeyin. Cibot ile benim birikmiş iki bin frank paramız var, onlar sizin olsun...
Zaten ben sizin için
para harcamaya çoktan başladım, aldırmayın I _ Schmucke gözlerini silerken: — İy i kalbli kadın! dedi. var!...
Altın gibi bir kalbini»
Cibot yarı gülünç y a n acıklı bir tonla: — Bana şeref veren şu göz yaşlarını mükâfatımdır
onlar benim! dedi. Ben
değer verenlerden biriyim; yalnız
silin, çünkü, paraya en az
odaya bu yaşlarla,
girmeyin, Pons kendisini olduğundan daha fazla hasta. sanır. Bu incelikten duygulanan Schmucke, nihayet M a dame Cibot’nun elini tuttu, sıktı. Eski istiridyeci Schmucke’e tatlı tatlı bakarak: — Yapmayın, yapmayın! dedi. İyi yürekli Alman odaya girerken: — Pons, Madame Cibot bir
melek, dedi. Zevzek
bir melek ama, ne de olsa melek. Hasta başını iki tarafa salhyarak: — Sahi mi? dedi. Ben bir aydan bu sana herkes ten kuşkulanır bir adam oldum. Bunca felâketten son ra T ann ile senden başka kimseye inanmıyorum !M — Sen hele bir iyi ol, üçümüz kırallar gibi yaşıy a cağ ız!^
COUSIN PONS
166
Kapıcı kadın nefes nefese odasına girerken: — Clbetl diye bağırdı. Dostum, partiyi vurduk! Benim iki efendinin ne
mirasçıları, ne piç çocukları,
na de bunlara benzer bir şeyleri var! Fala baktırmaya «name Fontaine’e gideceğim,
gelirimizin ne
olacağını
«öğreneceğim. Bodur terzi: — Kancığım, dedi, iyi ayakkaplanmız olsun diye 'bir ölünün ayakkaplanna güvenmiyelim. Madame Cibot kocasının sırtına dostça vurarak: — Haydi, haydi, dedi, sen de olur olmaz şeyle ca nımı sıkma 1 Ben bildiğimi bilirim! Monsieur Poulain Pons için yaşamaz, dedi. Biz de zengin olacağız! Vasi yetnamede benim de adım olacak...
Bunu üzerime alı
yorum ! Sen terziliğine devam et, eve bak! Bu işten ya kında kurtulacaksın. Sayfiyeye çekiliriz, Batignolles’e. Güzel bir evimiz, senin uğraşacağın bir bahçemiz olur, ben de bir hizmetçi tutanml... Remonencq Madame Cibot’ya: — Komşu, yukarda ne
var ne yok? diye
sordu.
Koleksiyonun ne tuttuğunu öğrendiniz mi? — Hayır, hayır, onu daha öğrenmedim. Hemen se nin dediğin gibi yapılmaz, aslanım! Ben işe daha önemJi şeyler söyletmekle başladım.» — Daha Önemli mi? Bundan daha önemli ne ola bilir ki?.» Kapıcı kadın yukardan alarak: — Bırak, çocuğum! da arabamı ben kendim süre yim , dedi. — Ama, yedi yüz bin frank üzerinden yüzde otuz
COUSIN PONS
167
var, unutmayın; bununla ömrünüzün sonuna dek bur juva olarak yaşarsınız... — Tasalanma, R6monencq baba; o sâf adamın top ladığı şeylerin değerini öğrenmek gerekince, gereğim yaparız... t X X X II F a lcılık ilm i hakkında
Kapıcı kadın doktor
Poulain’in emrettiği ilâçlanr
daha açık görüşlü bulacaktı; çünkü Madame Fontaine’yapâcağı ziyareti ertesi güne bıraktı, oraya sabah er kenden, herkesten önce
giderse, falcıyı
daha zinde^
daha açık görüşlü bulacaktı; çünkü Madame Fonta ine’in evi kalabalık olurdu hep. Ünlü Mademoiselle
Lenormand’m kırk yıl rakibi
olduktan sonra, o ölünce,
Marais'nin falcısı Madame
Fontaine oldu. Paris’in aşağı tabaka halkı için İskambil falcılarının ne önemli olduklarım,, bilgisiz insanların kararlarım ne derece
etkilediklerini
güçtür; çünkü aşçılar, kapıcılar,
tasavvur etmek
kapatmalar, işçiler,.
Paris’te umutla yaşı yan bütün insanlar, böyle gelece ği okumak gibi acayip, izahı mümkün olmıyan b irgü e sahibi üstün yaratıklara başvururlar. Falcılık ilmi bil ginlerin, avukatların, noterlerin, hekimlerin, yargıçla rın ve filozofların tahmininden çok daha fazla yaygın dır. Halkta değişmez içgüdüler vardır. Bunlar arasın da, budalalık edip hurafelere inanma dediğimiz his, hal kın kanında olduğu kadar da üstün insanların ruhun da bulunur. Paris’te, iskambil falcısına başvuran dev let adamı çoktur. İnanmıyan insanlar için adil asiro-
168
COUSIN PONS
loji (bu da çok acayip bir terkiptir y a !) 184* tabiatımı2\n doğuştan olan en kuvvetli duygularından merakın sömürülm esinden başka bir şey inanmıyanlar,
falcılığın
değildir
insanın alın
Bu yüzden
yazısiyle adlî
astrolojiyi meydana getiren yedi sekiz esaslı usul sa yesinde elde edilen şekiller arasında bulduğu münase betleri, kökünden red
ederler. Oysa sivri zekâlıların
y a da maddeci filozofların, yani sadece gözle görülen kesin olaylara, modern fiziğin terazisiyle modern kim yanın imbiğinin ortaya koyduğu sonuçlara değer veren insanların kabul etmedikleri bir
yığın tabiî hadiseler
için durum ne ise, falcılık ilmi için de durum odur; bu ilim mevcuttur ve yoluna devam etmektedir;
yalnız
ilerlemiyor, çünkü şöyle böyle iki yüzyıl var ki aydın fikirli insanlar onunla uğraşmıyorlar.
Falcılığın yal
nız mümkün olabilecek tarafını ele alarak, bir adamın bayatına takaddüm eden olayların, yalnız onca bilinen sırların, karıştırdığı ve kestiği, falcının da esrarlı ka nunlara uygun olarak kısımlara böldüğü iskambillerde bemen gözükeceğini sanmak,
saçmadır; iyi ama. yine
bu saçmadır ki buhar kuvvetini inkâr
etmiş, barutun,
matbaacılığın, hakkâklığm, teleskopun bulunuşunu in kâr etmiş, bugün de hava yolculuğunu ve son zamanın büyük keşfi dagerreotypie’i188 inkâr etmektedir. Biri gelse de Napolyonfa bir binanın, bir
insanın havada
her an için bir şekli olduğunu, mevcut eşyanın atmos fe r içinde tutulup tesbit edilen bir hayali bulunduğu 184 Adil A stroloji: Astrolojinin yıldızlara baka rak geleceği okuma kısmı. Adliye ile hiçbir ilgisi yek. ıs» Dagerreotypie: Fotoğrafla alınan bir resmi madenî bir safhaya geçirmek sanatı.
GOUSIN PONS
169
nu söyleseydi, Richelieu’nün Salomon de Caux’yu, ken disine buhar gemisi gibi muazzam bir keşfi sunan bu» Normandiyalı’yı Bicâtre
tımarhanesine
soktuğu gibi,,
o da bu adamı Charenton’a attırırdı. Oysa Daguerre'ir bulusu bundan başka bir şey değildir! O halde, Tanrıher insanın alınyazısını, bazı görebilen gözler için yü züne yazdı ise - burada yüzü vücudun tümünü içine alan bir deyim olarak
alıyoruz - neden başlı
başına insan,
hareketi ve onun belirtme aracı olan el, yüzün yerini' tutmasın? İşte el falı bundan doğmuştur. Toplum Tanrı’yı
kopya
etmiyor mu? Bir
aüama, elinin
şekline,
bakarak geleceğini söylemek, bir ere döğüşeceğini, b ir avukata konaşacağını, bir ayakkabıcıya kundura ya da: çizme yapacağını, bir çiftçiye toprağını gübreleyip sü receğini söylemek kadar
normal bir iştir, önemi: b ir
örnek verelim: Dehâ bir insanda o kadar gözükür ki, Paris’te sokakta
gezerken, en
bilgisiz
adamlar bile
yanlarından bir artistin geçtiğini anlarlar. Böyle b ir adam, geçtiği her yeri ışığı ile nurlandıran soyut b ir güneş gibidir. Bir budala da, dâhiyi
meydana vuran,
hallerin tamamiyle tersi haller ile hemen fark edilmi yor mu? Tabiî bir adam dikkati çekmez. Parisliyi v e onun toplumsal durumunu ineeliyenlerin çoğu, yanla* rından geçenlerin mesleklerini söyliyebilirler. On altın cı yüzyıl ressamları tarafından çok güzel çizilmiş olanSabat esrarları,13e bugün için artık çıkmıştır.
Hindistandan
çingenelerin ataları
esrar
gelmiş acayip
Mısırlılar,
olmaktan
bir ırk olan
müşterilerine
sadece
19C Bir halk hurafesine göre, kadın ve erkek si hirbazların, şeytanın başkanlığında, cumartesi günü, gece yarısında yaptıkları toplantı.
COCJSIN PONS
haşhaş yedirirlerdi... Bu bitkinin yarattığı haller, san* ki birer görünmez
hayal olan o
bildiğimiz
olayları,
örneğin süpürge üstünde uçmaları, bacadan kaçmaları, .yaşlı kadınların genç kız şekline
girmeleri, şeytanın
bu sözde âşıklarının fantezileri olan çılgınca dansları T e nefis müzikleri açıklarlar. Bugün falcılık ilminden çıkmış o kadar doğru, de ğişmez olaylar vardır ki, bir gün
gelecek, bu ilim de
kimya, ya da astronomi gibi okutulacaktır. Hattâ Pa ris’te Slav. Mançu ve kuzey edebiyatı gibi öğretilmesi ne hiç te lüzum olmıyan, ders verecek yerde ders ala*eak durumda bulunan ve öğretenlerin Shakespeare ya ^da on altıncı yüzyıl hakkında bitmez tekrarladıkları
konular
için
tükenmez şeyler
kürsüler
kurulurken,
Antropoloji adı altında, eski üniversitenin bir şerefi elşuı kehânet felsefesinin ihya edilmemesi çok acayip'tir. Biı işte, hem büyük hem çocuk olan bir memleket, yani Almanya,
Fransa’yı geride
hepsi aynı şey olan bir yığın
bırakmıştır, £ünkü
farklı felsefed en daha
faydalı bulunan bu ilim öğretilmektedir orada. : Kimi insanların, sebeplerin tohumu içinde gelecek •olayları okuyabilmeleri, tıpkı büyük bulucuların halkın {göremediği tabir bir olay içinde bir ilim görmeleri gi bi. patırtıya yolaçan şaşırtıcı istisnalardan biri olmak tan çıkmıştır; artık inkâr edilemeyen bir vergi işidir ki buna fikrin uyurgezerliği gibi bir şey denilebilir. •Geleceği okumakta, değişik tarzların mevcut olduğu iddiası saçma görünüyorsa da, olayın meydanda. Sonra geleceğin büyük
gerçek olduğu
olaylarını okumak
COUSIN PONS
171
bir falcı için geçmişi sezmekten daha fevkalâde bir hü ner değildir. İnanmıyanlann
sisteminde, geçmişin dev
geleceğin de bilinmesi aynı derecede imkânsızdır. Eğer geçmiş olaylar iz köklerinin
bırakıyorlarsa, gelecek olayların da
var olabileceği
pekâlâ
düşünülebilir. Bir
falcı size geçmiş hayatınızın sade sizce bilinen olayla rını bir bir sayabilirse, mevcut sebeplerin doğuracağı olayları da
söyliyebilir. Ruhsal
âlem, tabiî
patronuna göre biçilmiştir denebilir;
âlemin
birindeki olay
lar çevresinin özel farkları ile, ötekisinde de kendisini göstermek zorundadır elbette. Nasıl ki her şey gerçek ten havaya aksediyor ve orada dagerreotipin yakalayıp tespit ettiği bir hayal bırakıyorsa, gerçek ve müessir bir varlık olan fikirler de, ruhsal âlemin atmosferi di yeceğimiz
yere
orada görüntü
akseder, şeklinde
orada
sonuçlar
bulunurlar;
■çünkü henüz adlandırılmamış
yaratır,
(görüntü dedik,
olaylar için kelime Uy
durmak yerinde o lu r); bu böyle olunca da, olağanüstü vergileri olan varlıklar, bu şekilleri ya da fikir izleri mi görebilirler pekâlâ. Geleceği okumak için kullanılan fal baktıran, hayatının kaçınılmaz meye yanyan şeyi kendi
araçlara gelince, olaylarını göster
eliyle tanzim ettiği için, bü
şaşılacak işin açıklanması daha da
kolaydır. Gerçek
ten, içinde yaşadığımız âlemde her şey zincirleme bir birine bağlıdır. Her hareketin bir
nedeni olduğu gibi
lıer neden de bütünle ilgilidir; bunun sonucu olarak ta, bütün, en ufak davranışta kendisini
gösterir. Bugün
kü insanlığın en büyük düşünürlerinden olan Rabelaia»
COUSIN PONS
172 Pythagores’i137
Hippocrates’i,138
Aristophanes’i186 ve
Dance’yi*140 nefsinde toplıyan bu adam, bundan üç yüz yıl önce: “ insan oğlu küçük bir
evrendir.” dedi. Üç
yüzyıl sonra da. İsveçli büyük mistik filozof Şivedenborg, dünyanın bir insan olduğunu söylüyordu. Inanmıyanlann
piştan ve mistik
filozof,
düsturların en
büyüğünde birleşiyorlardı öylece. Yeryüzünün hayatın da olduğu gribi, insan hayatında da her şey kadere bağ lıdır. En ufak olaylar, en bağlıdır orada.
önemsizleri bile, birbirine
Şu halde, büyük şeyler, büyük niyet
ler, büyük düşünceler, orada en ufak olaylarda haliy le aksederler, hem bu aksetme o kadar tıpatıp olur ki, bir komitacı, iskambilleri karıştırıp keserse, gizli dar besini, çingene, falcı, bulunan insanlar için
şarlatan denen ve görme gilcit yazacaktır oraya.
Alınyazısı,
yani sebeplerin biribirine bağlı olduğu kabul edilince, adlî astroloji var demektir, eskiden olduğu gibi de, en gin bir ilim olma yolundadır; çünkü Cuvier'yi141 bu kadar yüce kılan
tümdengelim
kabiliyeti
vardır bu
ilimde. Şu farkla ki bu kabiliyet falcılıkta kendiliğin den olduğu halde o büyük bilginde
çalışmakla geçen
gecelerin ürünüdür. 187 Pythagorcs: Tenasüh tan’da yayan ünlü filozof.
nazariyesini Yunanis
198 Hippocrates: Eski zamanların en büyük Yu nanlı hekimi. İsa’dan önce 460 yılında doğdu. 13tt Aristophanes: Eski Yunanistan’ın en ünlü ko medi şairlerinden. İsa’dan önce beşinci yüzyılda yaşadı. 140 Dante: Floransa’da doğmuş ünlü Italyan şa iri. (1265-1321). 141 Cuvier: Ünlü Fransız biyolojisti (1 773-1838).
COUSIN PONS
173
Yıldızlar yolu ile geleceği keşfetmek, yani falcı lık, yedi yüzyıl boyunca,
bugünkü gibi halk tabakası
üzerinde değil, en büyük zekâlar,
kırallar, kıraliçeler
■ve zengin insanlar üzerinde hüküm sürmüştür. Fski .zamanların en büyük ilimlerinden biri olan manyatızma, kimyanın alşimistlerin ocaklarından çıkmış oiınası gibi, falcılık ilminden çıkmıştır. Kronoloji,142* Fiziognomoni,148 nevroloji144 de bu ilimden çıkmıştır; görünüş te yeni olan bu ilimlerin ünlü
mucitlerinin de, bütün
mucitler gibi, bir kabahatlan olmuştur: o da yaratıcı nedeni şimdi bile analizden kaçan kesin olarak sistemleştirmeleridir.
münferit olayları Günün birinde lta-
tolik kilisesiyle modern felsefe, adaletle de birleşerek, ruhlarla münasebet kurmayı ve
bununla uğraşmaları
ortadan kaldırmak, cezalandırmak, rezil etmek için el birliği ettiler; bunun üzerine falcılık ilminin saltanat ve ilerlemesinde yüzyıllık üzüntü verici bir duraklama oldu. Ne olursa olsun, halk,
birçok akıllı insanlar ve
özellikle kadınlar, geleceğin perdesini
kaldırmak gibi
esrarlı bir güç gösterenlerle ilgilenmeyi kesmiyorlar, onlardan umut, cesaret, kuvvet, yani sadece dinin ve rebileceği şeyleri satın
almaya
gidiyorlar
tehlikesine rağmen, her zaman tutulması
Bu ilmin, bundandır.
Bu gün, X V III. yüzyıl ansiklopedistlerinin yarattıkları gözyumma sayesinde
işkenceden kurtulmuş
bulunan
sihirbazlar, yalnız polisçe izlenilirler, o da ancak hile
142 Kronoloji (eronologie) kabiliyet ve içgüdüleri anlamak için kafatasım inceleme ümi, 148 Fisiognomoni (Physiognomonie): tnsanlano yüzlerine bakarak akıl ve tabiatlarını tesbit ilmi. i44 N evroloji: (sinirleri inceleme ilmi.)
COUSIN PONS
174
li yollara saptıkları, para sızdırmak amacıyle kendile rine koşanlan
korkuttukları,
yani işi
döktükleri zaman. Ne yazık ki bu
dolandırıcılığa
olağanüstü gücün
uygulanmasında dolandırıcılık, hattâ bazan cinayet, ek sik olmuyor. Sebebi de şu: Falcıyı meydana getiren
övgüye değer
vergiler,
bizim kaba saba dediğimiz insanlarda bulunur, çokluk la. Bunlar,
Tann'nın içine
insanları şaşırtan
eksin
koyduğu seçilmiş vazolardır sanki; peygamberler, evli yalar bu kaba saba insanlardan çıkıyorlar. Düşünce, bütünlüğü içinde ve blok halinde kaldı ğı, yani konuşmalar, entrikalar, edebî
eserler, bilgin
hulyalan, İdarî çabalar, mucit buluşlan, savaş işleri halinde harcanmadığı zaman, şaşılacak kuvvette ışık lar saçmaya elverişlidir; yalntz bu ışıklar, sâ f elmasın satıhlarındaki panltıyı sakladığı gibi, içte saklı olarak bulunur. Bir durum mu çıktı! bu zekâ alevlenir; me safeleri aşmak için kanatlan, her şeyi görmek için de tannsal gözleri vardır: bu zekâ dün bir kömür parça sı idi, ertesi
gün, içinden
tepkisi altında
geçen o
panldıyan bir
bilinmez
elmastır.
İksirin
Zekâlarının
her yüzünde yıpranmış olan üstün insanlar, T ann ’nın bazan yarattığı
mucizeler bir kenara
bırakılırsa, bu
olağanüstü gücü hiçbir zaman gösteremezler. Bu yüz den, kadın ve erkek falcılar, hep bâkir fikirli kadın ve erkek dilenciler, görünüşü kaba saba insanlar, sadece maddi sıkıntılarla karşılaştıklan hayatın çukurlarına
düşmüş çakıl
yoksulluğun seline, taşlan
oluyorlar.
Peygamber, kâhin, falcı nihayet, yalnız kiralın bilebi leceği bir sırrı açıklamakla
X V III. Louis’yi titreten
bir çiftçi Martin, Madame Fontaine gibi bir aşçı, bir
Mademoiselle
OOUSIN PONS
175
Lenormand, hemen
hemen ahmak bit
zenci kadın, boynuzlu hayvanlarla beraber yaşıyan bir çoban, tapmağın yanına oturmuş ve vücuduna işkence ler yaparak ruhu uyurgezerlik
vergisinin bilinmiyen
kudretlerine ulaştıran bir fakir oluyor. Falcılık ilminin kahramanlarına her çağda Asya’ da Taşlanmıştır. Bu insanlar elektriği ileten cisimlerin fiziksel ve kimyasal foksiyonlarına benzer bir iş görür ler, yani tabiî oldukları zaman hiçbir değişiklik göstermiyen, hareketsiz maden gibi
görünürler,
ama, fala
bakarken içinden elektrik geçen bir madeni andıran bu varlıklar, esas hüviyetlerini alınca, çoğu zaman, polis eline düşürtecek hattâ meşhur Balthazar gibi ağır ce za mahkemesine, zindana sürükletecek
şekilde hesap
lara, dalaverelere kaptırırlar kendilerini. Kısacası, is kambil falcılığının halk
üzerindeki
büyük kudretini
îspatlıyacak bir nokta varsa, o da zavallı müzisyenin yaşaması ya da ölmesi Madame
Fontaine’in Madame
■Cibot’ya bakacağı fala bağlı bulunması idi. Her ne kadar, X IX .
yüzyıldaki
Fransız toplum
hayatını anlatan ayrıntılarla dolu önemli bir hikâyede, bazı tekrarlardan kaçınılmazsa da, Madame Fontainein izbesini,
daha önce
Comâdiens sans le savoir adlı
«serimizde çizmiş olmamız yüzünden,
burada yeniden
ele almak faydasızdır. Yalnız şu noktayı belirtmek zo runluluğu vardır:
Madame Cibot,
sokağında oturan Madame
Vieille-du-Temple
Fontaine’in
evine,
tıpkı
İngiliz kahvesine alışık olanların bu lokantaya yemek .yemek üzere girdikleri gibi girdi. Bu evin çok eski bir müşterisi olan Madame Cibot,
COUSIN PONS
176 meraktan
(I lıy a n genç
kızlarla kadınlar
getirirdi
oraya. X X X III Büyük fa l iskambil falcısına
kâhyalık eden yaşlı
hizmetçi
kadın, kutsal yerin kapısını müşteri geldiğini hanımı na haber vermeden açtı: — Madame Cibot geldi, dedi. Sonra: -B uyurun girin, kimse yok, diye ekledi. Buyücii kadın: — Hayır ola, yavrum, ne var ki böyle sabah sa bah geldiniz? diye sordu O zamanlar yetmiş sekiz yaşında bulunan Madame Fontaine, bir zebaniye lâyık dış şekliyle büyücü sıfa tım hak ediyordu. Cibot: — Perişan bir haldeyim, dedi.
Bana büyük fal*
açm, geleceği ilgilendiren bir mesele var. Bunun üzerine, içinde bulunduğu durumu anlattı,, beslediği alçakça umut için bir fal açmasını diledi. Madame Fontaine kendine önem verir bir halle: — Büyük falın ne olduğunu siz bilmezsiniz, dedi. — Hayır, bilmiyorum. Onu açtıracak kadar zengin olmadığım için görmedim hiç. Yüz frank 1 Çok tuzlu! Ben bu kadar parayı nereden bulurdum? Ama bu gün,, ihtiyacım var buna! — Ben onu her zaman açmam, önemli durumlarda, zenginlere
yavrum. Yalmz.
açarım, ve yirmi be>
altın alınm ; çünkü, açık soyliyeyim, çok
yorucudur;
COUSIN PONS
177
bitirir beni! Ruh şuramdan, midemden kemirir. Eski lden denildiği gibi sab b a t ya1** gitmektir bu. — İyi ama, sevgili tname Fontaine, ben size bu iş te geleceğim bahis konusudur dediğime g o r e _ Madame Fontaine, buruşmuş
yüzünde yalancı ol
anıyan bir dehşet belirtisiyle: — Pekâlâ, sizin çok paranızı aldım, Ruha kendimi teslim edeceğim! dedi. Ocağın yanındaki eski ve pis koltuğundan kalktı, •eskimiş iplikleri bir bir sayılan yeşil kumaşın örttüğü masaya doğru gitti; masa üstünde, solda, görülmemiş büyüklükte bir kara
kurbağa, içinde tüyleri
biribiri-
o e karışmış kara bir tavuk bulunan açık bir kafesin yanında uyuyordu. Madame Fontaine elindeki yün şişi ile kurbağanın •sırtına vurdu; kurbağa da ona anlar gibi bir halle bak tı. Falcı: — Astroth, buraya oğlum! dedi. Kart tavuğun da gagasına hafifçe vurarak:
- Mademoiselle Cteopâtro!
dikkat! diye ekledi. Bunun Üzerine kendi içine kapandı, birkaç saniye kımıldamadan durdu; bir ölüydü sanki, gözleri döndü, aklaştı; sonra kaskatı kesilerek boğuk bir sesle: — Hazırım! dedi. Cleopâtre'a kurulmuş gibi bir halle dan saçtıktan sonra, büyük fal iskambillerini aldı, kıvranmalar ara sında, karıştırdı onları, sonra, derin derin içini çeke rek Madame Cibot’ya kestirti. Bu pis yemenili, ıığur3uz yelekli ölüm timsali kadın, siyah tavuğun gagala-1 6 4 146 Sabbat: 136 numaralı açıklamaya bakınız. 12
COUS1N PONS
178
dığı darılara baktığı v e kurbağa iskambillerin üzerinde Madame Cibot
Aataroth’unu açtığ>
dolaşmaya
çağırdığı
titredi, soğuk terler
zaman,
döktü. Bu çeşit
büyük heyecanlan ancak esaslı inanışlar yaratır. Ma dame Cibot için can alacak nokta, gelir sahibi olup olamıyacağını anlamaktı. Slıakespeare de: "Olmak ya da olmamak, işte mesele bu I” demişti. Yedi sekiz dakika bir sihir kitabını açıp mezardan gelir gibi bir sesle bir şeyler
okuduktan, kalan dan
daneleri ile kurbağanın çekilirken tuttuğu yolu incele dikten sonra, büyücü kadın, ak
gözlerini
dikerek is
kambillerin anlamını söktü: — Her ne kadar olaylar beklediğinizden başka bi çimde geçecekse de, sonu başarılı!... Çok koşacaksınız sağa sola, ama çabalarınızın mükâfatını göreceksiniz! Çok kötü hareket edeceksiniz, ama bu sizin için böyle olduğu gibi, hastalann etrafım alan ve mirastan b ir pay bekliyenlerin
hepsi için de böyledir. Bu kötülük
işinde, önemli kişiler tarafından yardım göreceksiniz— Daha sonra, ölümün pençesinde yaptıklarınıza pişman olacaksınız, çünkü zindandan kaçmış, biri kısa boylu, kızıl saçlı, ötekisi çıplak başlı, yaşlı bir adam olan iki kürek
mahkûmu tarafından
öldürüleceksiniz; çünkü
sizde, ikinci kocanızla çekileceğiniz köyde, para oldu ğunu sanacaklar. Bu kadar kızım, harekete geçmekte ya da rahat durmakta hürsünüz şimdi. Bu iskeletin görünüşte çok soğuk ve içeri kaçmışgözlerinde
meşaleler
tutuşturmuş olan iç
heyecan,
söndü. Fal söylenip bitince, Madame Fontaine'in göz leri kamaşır gibi oldu, uyandırılan uyurgezerlere ben
COUSEN PONS
zedi her bakımdan; sonra Madame
(evresine
ITO
şaşkın gözlerle baktı;
Cibot’yu tamdı, onu
yüzünde dehşet
ifadesi ile karşısında görünce şaştı. X X X IV H offm ann’ın masallarından bir kişi Fala baktığı sesle:
sıradaki sesinden tüm
değişik bir-
— Nasıl, kızım, hoşnut musunuz? diye sordu. Madame Cibot büyücü kadına, bir kelime söylıyemeden şaşkın şaşkın baktı. — Eeel Büyük falı istediniz! Ben de sizi kırma dım, eski bir ahbap olduğunuz için yüz frank verin*, bana yeter... Kapıcı kadın: — Cibot ölecek ha? diye bağırdı. Madame Fonta-ine çok sâf bir halle: — Size çok mu müthiş şeyler söyledim, ha? diye sordu. Madame Cibot cebinden yüz frank çıkarıp masa nın üstüne koyarken: — Hem de pek müthiş! dedi. Öldürülecekmişim!... — Ne yapayım, büyük falı istediniz, ben de bak tım! Ama, yüreğinizi ferah tutun, iskambilde öldürü lenlerin hepsi ölmez... — Bu olur mu, mame Fontaine? — Vallahi güzel kızım, ben bir şey 'bilmem! Siz* geleceğin kapısını çalmak istediniz, ben de ipi çektim*,, benim işim bu kadar, O da geldi!
COUSIN PONS
180
Madame Cibot: — O, dediğiniz kim? diye sordu. Sabn azalan büyücü kadın: — Kim olacak canım, Ruh! cevabını verdi. Kapıcı kadın: — Hoşça kalın, matne Fontaine, dedi. Büyük fal nedir bilmiyordum, çok korkuttunuz beni, inanın! _ Hizmetçi kadın kapıcıyı götürürken: — Ayda
iki kere
merdiven ağzına
bile bu fala
kadar
yanaşmaz bizim
Madame! dedi. Onu Öylesine hırpalar ki bu, dayanroayıp can verebilir, günün birinde
Şimdi külbastı yiye*
«cek, üç saat de uyuyacak... Eve dönerken,
yolda, fala
başvuranlar
fa lla n
konusunda ne düşünürlerse, Madame Cibot da onu dü şündü: falın kendi çıkarına
uygun gelen taraflarına
inandı, bildirilen felâketlerden şüphe etti. Ertesi gün, •kararlan daha kesin bir hal alınca, Pons’un müzesinin b ir kısmı üzerine oturarak zengin olmak için her şeyi harekete geçirmeyi aklına koydu. Bu sebeple, bir süre •başan imkânlarım bir araya getirmekten başka düşün cesi olmadı. Daha önce sözünü ettiğimiz olay, yani ba sit ..insanlarda soyut güçlerin bir nokta üzerine toplan ması hali, sabit fikir adı verilen o korkunç silâh ka falarında yer aldığında, çok kuvvetli
olarak kendim
gösterir; çünkü böyleleri soyut güderini günlük har camalarla yetirmezler, sosyete insanları gibi... Madame Cibot’da doruğuna çıkmıştı bu hal. Sabit fikir nasıl güç durumlardan kurtulma mucizeleri ve duygu mucizele r i yaratırsa, aç gözlülüğü ile desteklenen bu kapıcı ka-
COUSIN PONS
18Ü
din da, sıkışık duruma düşmüş bir Nucingen1 148 kadar 7 1 6 4 güçlü, dış budalalığı altında, baştan çıkarıcı la Pal fe rine147 kadar zeki kesildi. Birkaç gün sonra, sabah saat yedi sularında, R§— monencq’i dükkânını açarken görünce, kedi gibi sokul-du ona: — Nasıl yapmalı da, efendilerimin evine yığılmışolan şeylerin gerçek
değerini
anlamalı? diye sordu*
ondan. Antika eşya satıcısı kötü taşra ağziyle: — Bundan kolay ne kapaklı hareket
varl dedi. Bana karşı jizli-
etmezseniz, bu işten
anlıyan birini
gösteririm size; çok dürüst bir adam, tabloların değe rini aşağı yukan tam olarak söyliyebilir^. — Kim bu? — Monsieur Magus; artık yalnız kendi zevki için* iş yapan bir Yahudi. îvsanhk kom edisi’nde148 adı, kendisinden söz edilmeyi
gerektirmiyecek
kadar çok
burada.,
geçen Elie-
Magus, tablo ve antika eşya ticaretinden çekilmiş, Pons* un bir amatör olarak yaptığını o da satıcı olarak yapar dı. ö lü Henri ve Monsieur
Piggeot,
Moret,
Theret,
Georges, Roehin gibi Müzenin bilirkişileri, onun yanın— 146 Nucingen: Balzac’m romanlarında geçen birtip : kurnaz, kudretli bir banker, yüksek bir maliyeci... Balzac’m bu eseri de “ Nucingen bankası” adı altında, klâsikler serisinde dilimize kazandırılmıştır. 147 La Palferine: Balzac’m yarattığı ve romanlannda adı sık sık geçen bir tip. 148 İnsanlık komedisi: Balzac’ın eserlerine verdi ği genel ad.
COUSIN PONS
1183
da çocuk kalırlardı; Magus bir şaheseri yüzyıllık bir kır altında bulup çıkan r, bütün ekolleri, bütün ressam* Jann elyazılarını tanırdı. Paris’e Bordeaux’dan gelen
bu Yahudi,
ticareti
1835 de terketmiş, ama, Yahudilerin çoğunda görülen '•dış pejmürdeliği terketmemışti; geleneklerine Öylesine bağlıdır bu ırk. Orta çağda, bu ırka edilen eza cefa Yahudileri, kuşkulan uzaklaştırmak amaciyle, eski püs kü giymeye, boyuna sızlanmaya, gözyaşı dökmeye, yok sulluktan dem vurmaya zorlardı. Bu eski günlerin zorunluklan, bir halk içgüdüsü, yerleşik bir halk kusuru ■olmuştu her zaman olduğu gibi. Elie Mağus, elmas alıp «atm a, tablolan, dantelâları, antikaları, minaları, in>ce tahta
işlerini, eski
gümüş
takımlarım
birbiri ile
trampa etme yolu ile, bu çok önem kazanmış bulunan ticaretle, kimsenin bilmediği büyük bir servet kazan mıştı.
Gerçekten, Paris’te,
antika eşyanın
birbirine
randevu verdiği bu şehirde, bu çeşit satıcılann sayım :yirmi yıldan bu yana on kat artmıştır. Tablolara g e lin ce, onlar sadece üç şehirde satılır: Roma’da, Londra’•da, Paris’te... Elie Magus, Royale meydanına çıkan küçük, dar -hır sokak olan Minimes’de oturuyordu; orada 1813 te herkesin deyimiyle yok bahasına satın aldığı eski bir konağı vardı. Bu gözkamaştıncı zamanında pek iyi
süslenmiş
binada,
X V . Louis
dairelerden biri
bu
lunuyordu, çünkü eskiden Maulaincour’un konağı idi bu bina. Vergiler encümeni başkam olan bu ünlü kişi tarafından yaptırılan bu konak, bulunduğu yer dolayısiyle ihtilâl günlerinde tahrib edilmekten kurtulmuş tu . Yaşlı Yahudi, ırkının kanunlarına uymıyarak ev
COUSIN PONS
sahibi olmak
istemişse,
inanın ki bir
183$ neden vardır
bunda. İhtiyar son pimlerinde, hepimiz gibi, çılgınlığa^ kadar varan bir iptilâya tutulmuştu. Dostu, ölü Gob— seck kadar cimri olmakla beraber, değiş tokuş ettiği, şaheserlere kendisini kaptırdı; yalnız gittikçe incelen,, güçbegenir olan zevki, ancak zengin oldukları ve sana tı da sevdikleri zaman kıratlarda görülebilen tutkular dan biri haline geldi. Tıpkı, erleri altı ayak boyunda*, olduğu zaman heyecan duyan, onları canlı er müzesine katabilmek için
çılgınca para
harcıyan
Prusya'nın
ikinci kıralı gibi, işten çekilmiş bu trampacı da, ancak' kusursuz, üstadl arın elinden sanatta
birinci
stnıf
olan
çıktığı şekilde kalmış ve* tablolara
vurulurdu. Bin
yüzden, Elie Magus hiçbir satışı kaçırmaz, bütün sa tış yerlerine uğrar, Avrupa’yı baştan başa dolanırdı.. Bu, kâra âşık ve buz parçası gibi soğuk ruh, bir şah eser
karşısında kendinden
geçerdi, tıpkı
kadından,
usanmış bir hovardanın harika bir genç kız karşısında, coşması ve kusursuz güzeller peşinde koşması gibi bin donjuan, bu ideal âşığı, güzel eserler karşısında, cim riye altının verdiği hazlardan daha üstün hazlar du yardı. Eşsiz tablolarla süslü bir sarayda yaşıyordu! Prens çocuklariymiş gibi dikkatli yerleştirilen bu. şaheserler. Elie Magus’ün eski haline getirttiği, hem* de çok gözkamaştırıcı bir halde restore ettirdiği konağım bütün birinci katını dolduruyordu. Pencerelerde, perde olarak, Venedik’in altın işlemeli en güzel kumaşları var dı. Yerde Savonnerie’in149 gözkamaştırıcı halıları yayıh149 Savonnerie: önceleri Louvre sarayında IV üncü Henri zamanında doğu usülü altın ve gümüş sııv-
COUS1N PONS
184
idi. Sayısı aşağı yukan yüzü bulan tablolar en nefis çerçeveler içindeydi. Bu çerçeveler, Elie Magus’ün vic d a n lı bir sanatkâr bulduğu ve Paris'in biricik yaldız cısı Servais tarafından yeniden elden geçerek yaldızilannuştı; yaşlı Yahudi, bu artiste, Fransız altınından -çok üstün olan İngiliz altını ile yaldız sürmeyi öğretti. Ciltçilikte Thouvenin ne ise, yaldızcılıkta da Servais o idi: eserlerine vurgun bir artist... Bu
konağın pen
cereleri, üzerlerine demirden levha geçirilmiş pancurlarla korunurdu. Elie Magus ikinci
katta, çok yoksul
ıbir tarzda döşenmiş, kendi paçavralariyle dolu, Yahu*di kokan iki küçük odada oturuyordu; çünkü önce na•sıl yaşamışsa, şimdi de öyle
yaşamaya
devam edi
yordu. Yahudinin şimdi bile
değiş tokuş ettiği tablolar-
ila ve yurt dışından gelmiş sandıklarla dolu olan alt katta, büyük bir atelye vardı; orada, yalnız Yahudinin .hesabına bizim en usta tablo
onarıcılarımızdan olan
ve Müzede bir görev verilmesi gereken Moret çalışıyor d u . Yaşlı Yahudinin tekne kırıntısı olan kızının daire l i de yine orada bulunuyordu. Bu Yahudi kızı, Asya tipi, kendilerinde karışıksız ve asîl olarak bulunduğu :zaman güzel olan bütün Yahudi kızlan gibi güzeldi. Aynı ırktan ve geri kafalı iki hizmetçi kadın tarafın d a n korunan Noemi Mogus’ün sanki öncü kuvvet olarak Abramko adında
Polanyalı
bir
Yahudi
bekçisi
vardı; masal olabilecek bir tesadüfle Polonya olay la m a ile halılar yapılırdı. 1672 de bu atelye Chaillot’ya ■bir sabun fabrikasına götürüldü. Bu suretle bu ad bu ssanata ve bu mamüllere verilen bir ad olarak kaldı. îSavonnerie Fransızcada sabun fabrikası demektir.
185
COUSIN PONS
n na karışmış bulunan bu adamı,
Elie Magus, ondan,
faydalanacağını umarak kurtarmıştı. Bu ıssız, soğuk konağın kapıcısı olan Abramko, bin Terre-Neuve, bi ri Pyrenees, ötekisi de Ingiliz bulduğu cinsi olmak üze re görülmemiş yırtıcılıkta üç köpekle korunan bir oda da otururdu. Korkmadan yolculuğa çıkan, rahat rahat uyuyan, ne birinci hâzinesi
k izi
için, ne de tablolariyle parasa
için hiçbir kötülükten korkmıyan Yahudinin emniyeti, şu esaslı noktalara dayanırdı: Abramko her yıl iki yüa frank daha fazla ücret alırdı, efendisinin ölümünde de hiçbir şey beklemiyordu; Elie Magus onu mahallede tefe ciliğe alıştırıyordu. Abramko, korku uyandıran demin» ufak bir hücreden bakmadan kapı
açmazdı kimseye.
Hercules kadar kuvvetli olan bu kapıcı, Sancho Pança’nın don Quichotte'a taptığı gibi tapardı Elie Magus’e. Gündüzleri
bağlanan
köpeklere hemen hemenı
hiçbir yiyecek verilmezdi; gece, Abramko onları sa lıverirdi;
yalnız
yaşlı
Yahudinin
hilekâr
göre, biri bahçede, tepesinde et parçası
buluşuna
bulunan b ir
direğin dibinde, İkincisi avluda, aynı şekildeki bir di rek dibinde,
üçüncüsü de alt katın büyük salonunda»
durmaya mahkûmdular. Kabul edersiniz ki zaten içgüdüleri ile evi muha faza eden bu köpekleri, kendi açlıkları uyanık tutar dı; en güzel dişi bir köpek de geçse, etli direğin dibin deki yerlerinden
ayrılmazlardı; bu
bir şeyi gidip koklamak için bile
yerleri herhangi
bırakmazlardı. Birk
geldi mi, onun, gıdalarına göz diktiğini sanırlardı kö pekler; bu gıda ise onlara sabahleyin Abramko uyan dığında verilirdi. Bu hınzırca buluşun büyük bir ya
COUSIN PONS
*86
r a n daha vardı: köpekler
havlamazlardı; MagÜB’ün
-dehâsı onlan yabanileştirmişti.
Köpekler
Mohican'-
4arıw gibi kurnaz olmuşlardı. Bu yüzden bakın ne ol du: bir gün, evin sessizliğinden cesaret alan hırsızlar, 'enini boyunu ölçmeden bu Yahudinin kasasını tem izliyebileceklerini sandılar. İçeri ilk girme görevini üzeri m e almış olanı, duvan aşarak
bahçeye inmek istedi;
«buldok Önce ses çıkarmadı, oysa hırsızın ayak sesini •duymuştu pekâlâ; ama bu bayın
ayağı dişlerine yem
olabilecek bir noktaya gelince onu tuttuğu gibi kopal dı, yedi'. Hırsız, duvan yeniden aşacak kadar bir cesa:ret gösterdi, arkadaşlannın kollan arasına baygın yığlıncaya kadar ayak kemiği üstünde yürüdü; arkadaş ları onu alıp götürdüler. Paris'te geçen bu olay-çün kü gazette des Tribunauz Paris gecelerinin bu tatlı olayı n ı yazmada kusur
etmedi - uydurma bir
havadis sa
vuldı. 0 günlerde yetmiş beş
yaşında olan Magus yüz
.yaşına dek yaşıyabilirdi. Zengin olduğu halde, Remo:sıencq'ler gibi yaşardı. Kızı için
yaptığı israflar da
:içinde yıllık masrafı üç bin frankı geçmezdi. XXX Resim eksperlerinin hepsinin Güzel Sanatlar Akademisinden olm ayışları Hiç kimsenin yaşayışı bu
ihtiyannki
kadar düz-
îgiin değildi. Sabahleyin erkenden kalkar, sarımsak sü-1 0 6 160 Mohicans: Amerika’da asalmış bir kabilenin adı.
kurnazlıkları ile ün
COUS1N PONS
187
rülmüş ekmeğini yerdi; bu onu öğle yemeğine kadar götürürdü. Keşişleri nkı gibi a t olan öğle yemeği hep birlikte yenirdi. Sabahla öğle arasım hastalık derece sinde meraklı olan bu adam, şaheserlerin parıldadığı dairede dolaşmakla geçirir, mobilyenin, tabloların, her şeyin
tozunu
ahr,
sonra
kızının
yanına
bıkmadan iner,
hayranlık
orada
duyardı;
babaların
mut
luluğu ile mest olur, sonra satışlara gozkulak olduğu, sergileri kaçırmadığı Paris'te sağa sola koşmak üze re çıkardı.
B ir şaheser
i«'ediği
şartlar -içinde oldu
snu, bu adamın hayatına can gelirdi;
tertipliyecek
bir oyunu, çıkarına uyduracağı bir -işi, kazanacağı bir Marengo1*1 savaşı- vardı Sanki I Yeni sultamın ucuza ele geçirmek için hile üstüne hile katardı. Magus’ün bir Avrupa ha'ritası vardı, üzerinde şaheserlerin bu lundukları yerleri işaretlediği bir harita; her
£erde
bir prim karşılığında dindaşlarına kendi hesabına şah eser casusluğu yaptırırdı. Ama bu kadar didinmenin ne güzel mükâfatlan olurdu 1~« Raphaörin, nerede
olduğu bflimmyen ve âna ta
panlar ca sonsuz gayretlerle aranan iki
tablosu, Ma
gu s’ün elindeydi 1 Giorgione’nm m etres?m n aslı da on da idi; bu ressam resmini yaptığı bu kadın için çınını vermişti. Aslı diye ileri sürülenler de, Magus'Ün tah minine göre beşyüz bin frank değerinde olan bu meş hur tablonun kopyalarıdır: Bu yahudinin elinde Tıtıen’in: M ezara konan îsa adlı ünlü esen de vardı; bu tablo Charles-Quint için yapılmış, bu büyük artist ta~1 5 151 Marengo: Napolyon’un Avusturya’hlar üzerin de büyük bir zafer kazandığı İtalya'da küçük bir ka saba.
188
COUSIN PONS
rafından büyük imparatora, Titien’in kendi eli ile yaz dığı ve tablonun alt tarafına yapışık olan bir mektup la gönderilmişti. Aynı ressamın II.
Phiiippe’in bütün
portrelerine esas olarak yaptığı resme de sahipti. Ge riye kalan doksan altı tablonun hepsi de bu değerde, bu meziyetteydi. Bu sebepten güneşin harabettiği, ışın ları mercek kuvvetindeki camlardan
geçerek en güzel
eserlerini yıpratmakta olduğu Müzemize, Magus’ ün du dak bükmesi bundandı. Tablo galerileri. ışığı tavandan alırsa bu ada lâyık olurlar ancak. Magus, müzesinin pancorlarını kendi eli ile açıp kapar, tablolarına, göz bebeği olan kızına karşı gösterdiği gösterirdi. Bu yaşlı tablo meraklısı,
titizliğin aynım resim sanatının
bütün kanunlarım bilirdi! Onca, şaheserlerin kendile rine özgü bir hayatları vardı; gündüzdi idiler, güzel likleri onlara renk veren ışığa bağlı idi; onlardan t*pkı Holândalılann
lâlelerinden söz ettikleri
gibi söz
eder, falan şaheseri, gün ışığı sâf, duru olduğu saatte, tablo bütün parlaklığı içindeyken gelip görürdü. Sırtında kötü redingotu, on yıllık ipek yeleği, aya ğında yağlı pantalonu, çıplak kafası, çukur yüzü, tit rek ve beyaz kılları ile göze batıcı sakalı, korku veren sivri çenesi, dişsiz ağzı, köpeklerininki gibi parlak güz leri, etsiz kuru elleri, köşeli sivri burnu, kırışmış ve so ğuk cildi ile bu küçük ihtiyar, dehanın bu güzel ürün lerine gülümserken hareketsiz tablolar arasında canlı bir tablo idi! Üç milyonluk bir servet
ortasında bir
Yahudi, insanlığın yaratabileceği en güzel manzaralar dan biri olarak kalacaktır. Büyük aktör Robert Medal, ne kadar yüce olursa olsun, bu şiire
erişemez. Paris,
yüreğinde bu cinsten bir tutkusu olan acayip insanla-
COUS1N PONS
189
n n en çoğunu sinesinde toplıyan şehirdir yeryüzünde, lıondra’nın acayip şeylere vurgun insanları, yaşamak tan usandıkları gibi, sonunda taptıkları şeylerden de »usanırlar; oysa Paris’te
kendilerini bir tek
tutkuya
kaptırmış olanlar, hevesleri ile mutlu bir fikir, bir ruh •ortaklığı içinde yaşarlar. Orada insan daima çok yok* sulca giyinmiş, burunları akademinin temelli kâtibinin .burnu gibi: batıya! bakan,192 hiçbir şeyle ilgileri yokmuş gibi görünen, hiçbir şey hissetmiycn, mağazalara dikkat
etmiyen, sanki gayesiz
kadınlara, yürüyen,
•cepleri boş, beyinden yoksunmuş gibi halleri bulunan nice Pons'ların, Elie Magus’lerin, kendisine doğru gel diğini görür
hep ve onların Paris’in hangi tayfasına
.mensup olabileceklerini
sorar kendi kendine. İşte bu
adamlar, milyonerler, koleksiyoncular,
yeryüzünün en
tutkulu varlıktan, bir fincanı, bir tabloyu, az görülür ıbir eşyayı ele geçirmek için, bir gün Almanya’da Elie Magus’ün başına geldiği gibi, polisin çamurlu yoluna •düşecek kabiliyette insanlardır. Remonencq’in Madame
Cibot’yu esrarlı bir halle
sgötürdüğü bilirkişi işte böyle bir adamdı. R£monencq, bulvarlarda Elie Magus’e ne zaman raslarsa, ondan fiİrir sorardı. Yahudi, birçok kereler, dürüstlüğünü bil d iğ i bu eski komisyoncuya vermesini sağlamıştı. sokağı
Abromko’nun ödünç para
Minimes sokağı ile Normandie
arası iki adımlık
bir yol
olduğu için, hazır
lanan kötü işta suç ortaklan on dakika geçmeden var dılar oraya. 192 Batı hemen her zaman sol tarafı düşündür düğü için belki yazar burnun sola çarpık olduğunu, bundan da gururlu gibi bir hali kasdetmektedir.
COUSIN PONS
190 Râmoner)cq:
— Eski antika satıcılarının en zenginini, Paris’ te bulunabilecek en büyük bilirkişiyi göreceksiniz, dedi. Madame Cibot sırtında
kocasının bile onarmaya
yanaşmıyacağı bir kaput bulunan kısa boylu bir ihti yarla karşı karşıya geldiğinde, şaştı kaldı; ihtiyar, alt katın soğuk atelyesinde tabloları eski haline getirmeye çalışan ressama gözkulak olmaktaydı; sonra, kedi gür leri gibi, soğuk bir hınzırlıkla dolu olan güzlerini ona çevirince, kapıcı, kadın titredi. Yahudi: — Ne istiyorsunuz, Remonencq? diye sordu. — Değer biçilecek tablolar var; sizin gibi binlikle ri, yüzbinlikleri olmayan benim gibi zavallı bir satıcı ya bu tablolara ne verilebileceğini söyliyecek te bir siz varsınız; Elic Magus: — Nerede bu tablolar? diye sordu. — İşte efendinin işlerini gören kapıcı kadın; ben onunla anlaştım: — Tablolara sahip olan adamın adı ne? Madame Cibot: — Monsieur Ponsî dedi. Elie Magus ayağı ile onarıcısının
ayağını dürte
rek sâf saf: — Tanımıyorum, dedi. . Ressam Moret, Pons'un müzesinin değerini biliyor du, bu sebeple başını
kaldırmıştı
hemen. Bu atiklik
R€monencq ile Cibot önünde yapılabilirdi ancak. Ya hudi bir bakışta bu kapıcı kadına notunu vermişti; bu bakışta gözleri, altin tartan bir adamın
terazisi işini
COUSIN PONS
görmüştü. H er ikisi de Pons’ia •diş dişe geldiklerini bilmiyor d e bu iki kudurmuş resim
191
Magus’ün çoğu zaman olmalıydılar. Gerçekten
meraklısı
birbirlerini çok
kıskanırlardı. Yaşlı Yahudinin, içinde bir şeyin a le v dendiğini duyması bundandı. Çok iyi muhafaza edilmiş b ir saraya girebileceğini dünyada
ummazdı. Paris'te
kendi müzesi ile boy ölçüşecek bir müze varsa, o da Pons’un müzesi idi. Yahudi aynı fikre Pons’tan yirmi y ıl sonra gelmişti; ama amatör satıcı olman yüzünden, müze, Dusommerard’a olduğu gibi ona da kapalı kal mıştı. Pons da Magus de aynı
kıskançlığı duyarlardı
yüreklerinde. Ne bîri, ne de ötekisi antika eşya kolek siyonu olanların çoklukla peşinden koştukları şöhrete vurgundular. Zavallı müzisyenin parlak koleksiyonunu gözden geçirebilmek, Elie Magus için, bir kadın merak lısının, dostunun ondan sakladığı •odasına
girebilmesi kadar
güzel bir metresin
mutluluk
veren bir işti
B£monencq’in bu tuhaf insana karşı gösterdiği saygı ve her gerçek kudretin esrarlı da olsa, etrafına yaptı ğ ı etki karşısında, kapıcı kadın yumuşadı, uysallaştı. Madame Cibot evinde kiracılara ve iki efendisine kar şı kullandığı emreder tonu bıraktı, Magus’ün şartları nı kabul etti, daha o gün Onu Pons’un müzesine soka cağına söz verdi. Düşmanı, korunulan yerin içine sok mak, Madame, Cibot’ya on
yıldır, kim olursa olsun,
icimseyi içeri sokmaması için emir veren, anahtarları n ı hep. üzerinde taşıyan Pons’un yüreğine hançeri sap lamak demekti; kapıcı kadın, Schmucke’le aynı fikirde •olduğu, eserleri ıvır zıvır kabul ettiği sürece, itaat et mişti ona. Gerçekten de Schmucke bu harikalara ıvır .nvır gözü ile bakıp Pons’un tutkusuna
yakınmakla.
m
COUSIN PONS
bu antika eşyalara karşı olan duygusunu kapıcı kadı na da aşılamış, böylelikle Pons’un müzesini uzun zaman* her çeşit istilâdan kurtarmıştı. Pon’un yatağa düşmesinden bu yana, Schmucketiyatroda ve kız
okullarında onun yerini
tutuyordu..
Dostunu ancak sabahleyin ve yemekte gören zavallı Alman, müşterek öğrencilerini muhafaza ederek her şeyeyetmeğe çabalıyor, ama a a onu çok ezdiği için ba iş ler bütün kuvvetini emiyordu sanki. Bu adamı bu ka dar üzüntülü gören öğrenciler ve tiyatrodaki adamlar,, ondan Pons’un hasta olduğunu öğrenince, dostu hak' kında bilgi istiyorlardı; piyanistin üzüntüsü öylesine büyüktü ki ilgisizlerin yüzlerinde bile, Paris’te en bü yük felâketlere uğnyanlara gösterilen o acıma ifadesi ni görüyordu. Pons’ta olduğu gibi iyi kalbli Almanda da hayatın tem di
sarsılmıştı.
Schmucke hem kendi
acısı, hem de dostunun hastalığı yüzünden acı ile kıvra nıyordu. Verdiği dersin yansında Pons’tan söz açma sı bundandı; yan yolda dostunun ne halde olduğunu kendi kendine sormak için müzik çalışmasını durduru yordu sâf sâ f; öğrenci de, Pons’un hastalığının açıkla masını dinliyordu onun. İki ders arasında dostunu b ir çeyrek kadar görmek için Normandie
sokağına koşu
yordu. Keselerinin boşluğundan
ürken, on beş gündür
de masrafı çok göstermek için
elinden
geleni yapan
Madame Cibot’nun sözlerinden etekleri tutuşan piyanohocası, cesaretinin, acılarım susturduğunu hissediyor,, ve böyle bir cesaret sahibi olduğuna durup durup şaşı* yordu. Evde para eksikliği olmasın diye ömründe ilk. kere para kazanmak istiyordu, iki
dostun durumuma
gerçekten acıyan bir Öğrenci, Schmucke’e Pons’u yapa.
COUSIN PONS
193
yalnız nasıl bıraktığını sorunca, iyi kalbli Alman, sat insanlara özgü yüce gülümseme ile: — Mademoiselle, bizim de bir Madame Cibot'muz varl Altın, inci gibi bir kadın! Pons’a bir prens gibi bakıyor! diyordu. Oysa, Schmucke sokaklarda koşuşmaya başladı mı, Madame Cibot hem dairenin yönetimini hem de hasta y ı avucunun içine alıyordu. On beş gündür hiçbir şey yememiş, kuvvetten için Madame
düşmüş olan ve yatağı
Cibofnun
bizzat kaldırıp bir
yapmak koltuğa
oturmak zorunda bulunduğu Pons, bu sözde koruyucu meleği nasıl kontrol edebilirdi?
Belli ki kapıcı kadın
Elie Magus’ün evine, Schmucke yemeğe geldiği zaman gitmişti. Eve. Alman, hastaya veda ederken döndü; çünkü Tons’un muhtemel serveti meydana çıktığından buyana Madame Cibot bekârından hiç
ayrılmıyor, kuluçkada
b ir tavuk gibi onu kanadının
altından ayırmıyordu!
Yatağın ayak
ucunda rahat bir koltuğa
gömülüyor,
Pons’u oyalamak için, bu çeşit kadınlara özgü şekilde mahallenin
dedikodularını
anlatıyordu. Yaltakçı, yu
muşak, dikkatli ve kaygılı kesilen kapıcı kadın, ilerde görüleceği gibi, şeytanca bir ustalıkla giriyordu Pons’Jcafasına. XXXVI Yaşlı kapıcı kadınların dediko duları ve siya setten
Madame Fontaine’in büyük falının meydana vur duğu olaylardan ürkmüş olan Madame Cibot, yumuşak
13
COUSIN PONS
194
usullerle ve tamamiyle ruhsal bir
kötülükle efendisi-
nın vasiyetnamesine girme İşini becermeyi aklına koy muştu, Pons’un müzesinin değerini anlamadan on yıl geçirdiği için, bunu on yıllık çıkarsız bir bağlılık, bir dürüstlük olarak kabul ediyor, bu parlak
meziyetten
şimdi fayda çıkarmaya niyetleniyordu. Remonencq, bu kadının kalbinde yirmi beş yıldır kabuğu içinde uyuyan bir yılanı, zengin olma arzusunu, içinde altın lâfı edi len sözlerle uyandırdığı günden beri, bu kadın, yılanı, bütün yüreklerin dibinde bulunan o kötü maya ile beslemişti; yılanın kendisine verdiği Öğütleri onun na sıl yerme getirdiğini şimdi göreceğiz. Schmucke’e : — Eee, nasıl, sevgili hastamız ilâcını içti mi? Bir az daha iyice mi? diye sordu. Alman gözünün yaşını silerken: — Hiç iyi değil, sevgili
Madame Cibot! Hiç iyi
değil! karşılığım verdi. — Ooo! sız de gereğinden fazla telâşlanıyorsunuz, azizim, işi oluruna bırakmak gerek. Cibot ölüm yata ğında olsa, yine sizin kadar üzülmezdim doğrusu. Hay di, haydi, sevgilimizin bünyesi kuvvetlidir. Sonra, gör dünüz ya, gençliğinde uslu bir delikanlıymış! Bilmez siniz uslu insanlar ne kadar çok yaşarlar! Doğru epey hasta, ama gösterdiğim ihtimamlarla iyi edeceğim onu. İçiniz rahat olsun, gidin siz işinize, ben ona arkadaş lık eder, ilâçlarım içiririm. Schmucke güvendiğini
gösteren bir hareketle iyi
kalbli kadının elini, ellerinin içine aldı: — Siz olmasanız, meraktan ölürdüm... dedi.
\
COUSIN PONS
195
Madame Cibot gözlerini silerek girdi.
Pons’un odasına
Pons: — Neniz var, Madame Cibot? diye sordu — Monsieur Schmucke’e yüreğim parçalandı, san ki ölmüşsünüz gibi gözyaşı döküyor, tyi olmasanız da* gözyaşı dökecek kadar da hasta değilsiniz ya, öyle do kunuyor ki bana onun bu h a life . Yarabbi, ne budala lık ediyorum da insanları böyle seviyor, sîzlere Cibot’dan fazla bağlanıyorum! öy le ya, nihayet benim hiç bir şeyim değilsiniz; ancak Havva
çocukları olduğu
muz için hısım oluyoruz. Bu böyle iken, size ait bir şey oldu mu, perişan oluyorum vallahi. Sizi şöyle gider, r*elir, yer, içer, her zamanki gibi satıcıları kafese k or görmek için, elimi, tabiî sol elimi, keserdim doğrusu... Bir çocuğum olsaydı, sizi sevdiğimden
daha çok sev
mezdim herhalde! siz de için ama, şekerim, şu bardağı dolu dolu için! Haydi, emrediyorum; Paulain: Pfere-Lachaise’e153 gitmeye niyeti yoksa, Monsieur Pons günde bir Auvergne’linin sattığı kadar su içmeli” dedi. Onun için haydi için bakalım... — İçiyorum, Madame Cibot'cuğum, hem o kadar çok içiyorum ki nerede ise midem çatlıyacak... Kapıcı kadın boş bardağı alırken: — Hah! oldu şimdi! dedi. Böyle yaparsanınz kur tulursunuz! Monsieur Poulain’in sizin gibi bir hastası vardı; hiç bakım görmüyordu, çoluğu çocuğu da bak mıyordu ona. İçmediği için bu hastalıktan öldü!... onun ısa adı.
Pere-Lachaise:
Paris’teki Süyük
mezarlığın
COUSIN PONS
196
için , içmek gerek, şekerimi İki ay oldu gömüleli... Yal n ız siz ölürseniz, azizim, zavallı Schmucke’ü de peşiniz den
götürürsünüz, biliyor
musunuz?— Vallahi çocuk
■gibi bir şey ol... Sizi ne kadar da seviyor, o kuzu adam' Hayır, hayır dünyada hiçbir kadın bir erkeği bu kadar sevmez!. Yemeden içmeden kesiliyor, on beş günde sizin kadar zayıfladı; yorum bu hali,
bir deri bir kemik
kaldı; kıskanı
çünkü size az bağlı
değilim ben de;
yalnız ben onun kadar olmadım, henüz iştihamı kaybet medim, tersine çok açıldı! Bütün gün merdivenleri ine •çıka bacaklarım kırılıyor, akşam olunca, külçe gibi yı ğılıp kalıyorum. Böylece, sizin için, zavallı Cibot'ma •da bakamıyorum, yemeğini Mademoiselle yapıyor; sonra o da bana her şey
Remonencg
kötü diye sızlanıp
«duruyor Bunun üzerine, ben de ona, başkası için de sıkıntıya katlanmak gerektiğini, sizin çok hasta olduğu muzu, yanınızdan ayrılmıyacağımı söylüyorum... önce, hiç iyi değilsiniz, size bir hasta bakıcı gerek! Ama on yıldır işlerinize, evinize bakan ben,
artık burada bir
.hastabakıcıya' tahammül edemem. Boğazlarına da bir düşkün oluyorlar! Bir oturuşta on kişi kadar yemek yiyorlar, şarap, tatlı, mangal istiyorlar, rahatlıkların dan başka şey düşünmüyorlar... Sonra, hastalan, va siyetnamelerine onlann da adını koymazsa, çalıp çırp maya kalkışıyorlar... Bugün buraya bir hastabakıcı ko yun, yarın bakarsınız bir tablo yok, muhakkak bir şey eksilir... Pons heyecanla: — Aman, Madame Cibot, beni yalnız bırakmayım' H içbir şeye dokunulmasın! diye bağırdı. — Ben buradayım, gücüm oldukça da, burada ola-
COUSIN PONS
cağım,
merak etmeyin!—
Değerli
197 eşyanızda
belki
gözü olan Monsieur Poulain size bir hastabakıcı tutul masını istiyordu. Ağzının payını bir verdim k i!
Mon>-
sieur, dedim, buraya bir tek kişi ister, o da ben. Ba na alışıktır o, ben de ona.” Bunun üzerine sustu. Has tabakıcı mı, hepsi hırsızdır onların! Ne
kadar nefret
ederim o kadınlardan, bir bilseniz! Bakın ne dolaplar çeviriyorlar. Bir yaşlı bayın... - Bunu da bana Monsieur Poulain’in anlattığına dikkatinizi çekerim... - Evet, bir Madame Sabatier varmış, otuz altı yaşında, Palais'de eskiden terlik satarmış - hani
Palais’de
dükkânlarla
dolu bir geçit vardı, yıktılar, biliyorsunuz... Pons başı ile tasdik etti. — Hah işte, bu kadın iflâs etmiş, kocası yüzün den; her şeyi içki de yiyip bitiren, günün birinde de ansızın tıkanıp ölen bir adam. Yalnız saklamak doğru olmaz, kadın güzelmiş; her ne kadar avukatlardan iyi dostları varmışsa da, öyle diyorlar, güzelliğinden fay dalanamamış... Yoksulluğu dolayısiyle gebe kadınlara bakıcı olmuş, şimdi Barre - du - Bec sokağında oturuyor. Böylece yaşlı bir adama da hastabakıcılık
etmiş; bu
adamda, affedin, bir böbrek hastalığı varmış, arteziyen kuyu sundan su çıkarır gibi durmadan ondan sidik çıkarıyorlarmış. Ona o kadar iyi bakmak gerekmiş kî kadın adamla aynı odada portatif bir karyolada yatı yormuş. Buna inanılır mı? Ama siz bana: “ Erkekler hiçbir şeye saygı göstermezler, o kadar bencildirler.’' diyeceksiniz, işte böyle, onunla konuşurken, anlıyorsu nuz ya, hep adamın yanında kalıyor, onu eğlendiriyor, ona hikâyeler anlatıyor, onu
konuştu ruyormuş, tıpkı
bizim şu anda ikimizin yaptığı gibi, değil mi?... L â f
COUSIN PONS
198 arasında,
adamın
yeğenlerinin, - hastanın
yeğenleri
varmış * çok vicdansız insanlar olduğunu, onu üzdük
lerini, sonunda da hastalığına onların sebep oldukları mı öğrenmiş. Bunun üzerine, azizim, o bayı kurtarmış, «karısı olmuş; bir de çocukları var şimdi, güzel bir ço cu k ; Charlot sokağındaki kasabın kansı ve bu kadına <da hısım olan mame Bordevin de çocuğun vaftiz anası olmuş... gördün mü şansı!... Ben, evliyim, ama çocu ğum yok; kabahatin de Cibot’da
olduğunu söyliyebili-
:rim; beni aşın bir şekilde seviyor; çünkü ben istesey dim eğer... neyse kalsın böyle; bir de çocuklarımız ol saydı ne yapardık? Otuz yıllık dürüst bir çalışmadan sonra elimizde on
paramız yok,
azizim! Yalnız beni
avutan bir nokta var, kimsenin hakkını yemiş değilim. ‘Kimseye hiçbir zaman kötülük etmem. Bakın örneğin, farzedelim ki, çünkü nasıl olsa altı hafta içinde ayağa kalkacak, bulvarda dolaşmaya başlıyacaksınız, evet farzedelim ki benim adımı da vasiyetnamenize koydu n uz; emin olun, geri vermek için mirasçılarınızı bul madan rahat edemem_ Çünkü almmın teri ile kazan madığım bir paradan çekinirim ben. Siz bana: “ Mame •Cibot, böyle üzülmeyin, siz bu parayı kazanmış sayı lırsınız, bizlere
çocuklarınız gibi
frank kazandırdınız../' diyeceksiniz.
baktınız, yılda bin Çünkü benim ye
rimde, biliyor musunuz Monsieur, başka aşçı kadınla rın şimdiden bankaya yatmış on bin frankları olurdu. Onun için: “ Bu bay size biraz para bırakmışsa, haklı b ir iş yapmış..." diyeceklerdir sanırım... Ama, ben is temem, parada gözüm yok benim... Nasıl oluyor da çı kar kaygısı ile iyilik yapan kadınlar oluyor, buna ben şaşıyorum... İyilik denmez ki buna, değil mi, Monsieur?
COUSIN PONS
Ben kiliseye
gitmem,
vaktim
vicdanım bana iyi yolu mıldanıp
199
yok da
ondan: ama.
gösterir... - Rahat durun.
durmayın böyle,
şekerim !.-
Kı
Kaşınmayın?
Aman Allahım, ne kadar da sarardınız! ö y le sansınız ki esmerleştiniz sanki... Böyle yirmi günde limon gibi oluvermek, ne
garip !-.-D ü rü stlü k , yoksul insanların
hâzinesidir; neylersiniz, herkesin bir şeyi oluyor işte!... örneğin, Allah korusun, başınıza bir felâket geldiğim farz etsek, her şeyinizi Monsieur Schmucke’e bırakma nızı ilk söyliyecek insan ben olurum, ödeviniz bu, si zin; çünkü aileniz sayılır sizin o tek başına! Sizi
çok
seviyor, tıpkı bir köpeğin efendisini sevdiği gibi— — Orası öyle; hayatımda yalnız
onun tarafından
sevildim... X X X V II Güzel bir kolun etkisi
— Ooo! Monsieur, hainlik
ediyorsunuz; ya ben?
Demek ben sizi sevmiyorum?... — Bunu demek istemedim, sevgili Madame Cibot... — Demek öyle! Beni bir hizmetçi, basbayağı bir aşçı kadın, kalbsizin biri yerine mi koyacaksınız? H ey Allahım, ben on yıl iki bekâr ihtiyar için
paralana
yım ! bütün düşüncem onların rahatı olsun, sîzlere y a ğ lı Brie peyniri bulmak için on
dükânın altını üstüne
getireyim, bin kötü söz işiteyim, taze tereyağı bulaca ğım diye ta Hallere kadar gideyim, her eşya üzerine titriyeyim, on yılda hiçbir şey
kırmıyayım, çatlatmı
yayım... Kısaca bu çocuklar için anne gibi bir şey ola yım da sonunda sadece bir sevgili Madame Cibot sözü
COUSIN PONS
200
duyayım; bir söz ki küçük Roma kıralı gibi baktığım yaşlı efendimin yüreğinde benim için'hiçbir duygu olma dığını açığa vuruyor; öyle ya kıral çocuğu gibi bakili yorsun uz; küçük Roma kıralı bile bakılmamıştır sizin gibi! Böyle bakılmadığına bahse girerim ben. Açık bu çünkü körpe çağında öldü... Görüyorsunuz ya, Monsiçu r hainlik ediyorsunuz... Siz bir nankörsünüz; sebebi de benim
zavallı bir kapıcı kadın
olmamdır!... Vah
vah ! demek siz de bizi köpek sanıyorsunuz ha?». — Canım, sevgili Madame Cibot... — Neyse, siz ki bir
bilginsiniz,
açıklayın bana,
neden bize böyle muamele edilir? Bizim gibi kapıcılar da duygu olacağı kabul edilmez; bizimle alay edilir, hem de eşitlikten söz edilen bir zamanda!... Demek ben herhangi bir kadın ayarında değilim, ben ki Paris'in güzel kadınlarından biri idim;
bana güzel istiridyemi
denirdi, her gün yedi sekiz kişi aşk ilân ederdi!». Bu gün bile istesem!... Nitekim, Monsieur, şu karşıdaki küçük hırdavatçıyı tanırsınız herhalde... Dul olsaydım, öyle diyelim, o
adam gözü kapalı
alırdı beni, çünkü
ne zamandır gözü üstümde, her gün de: “ Oh, ne gü zel kollarınız var, mame C ibot! Bu gece bir rüya gör düm, onlar ekmek, ben de tereyağı dum onlara!..." diyor. Kol diye sieur!...
idim, sürülüyor
bunlara derler, Mon
Yenini sıyırdı, dünyanın en güzel ve elinin kırmı zılaşması, bozulması oranında beyaz
kalmış kollarını
gösterdi; tombul, yuvarlak, çukur çukur ve bir bıça ğın kınından çıkarılması gibi bayağı bir
merinos kı
nından çıkarılan bu kollar Pona’un gözlerini kamaştı
COUŞIN PONS
801
racak gibiydi, o da onlara uzun süre bakmaya cesaret edemedi. Madame Cibot: — Sonra, bıçağım ne kadar istiridye açmışsa, on lar da o kadar yüreği yerinden oynatmıştır! diye sö züne devam etti. İşte bunlar Cibot’nundur ve ben.
B ü y
üyeceğim bir kelime üzerine kendini bir uçuruma ata cak olan bu zavallı aziz adamı, ihmal etmekle kabahat ettim, sizse bana sevgili Madame Cibot’dan başka söz bulamıyorsunuz
soyliyecek, oysa sizin için yoku bile
var ederdim ben... Hasta: — İyi ama, dedi, ben size ne anam, ne de karınt diyebilirim... — Hayır, hayır ben ömrümde kimseye böyle bağ lanmam artık! Pons: — Bırakın hele ben de fikrimi ön ce Schmucke’den söz mu! İşte
altın gibi bir yürek
olmazsa seviyor o gusuz
yapan
söyliyeyim, dedi
ettim». - Monsieur Schmucke'-
beni, çünkü
onunkine denir... H iç yoksul!.» İnsanı duy
zenginliktir, siz de zenginiz. Bir
has
tabakıcı tutun o halde, görün bakın size hayatı nasıl zehir eder, bir kurt gibi içinizi nasıl kemirir». Hekim sizin için içsin der, o size yalnız yemek verir! Sizi so yabilmek için mezara kor! Madame Cibçt çok, doğru su sizin gibisine!.» Monsieur
Poulain gelince, ondan
bir hastabakıcı istersiniz!». öfkelenen hasta: — O f yahu! B ir de beni
dinleyin 1 diye bağırdı.
Dostum Schmucke’ten söz ettiysem, bir
kadından söz
COUSIN PONS
202
etmedim yal^. Beni içinden seven iki kişi varsa» bili yorum ki bunun biri sîzsiniz, ötekisi de Schmuckel Madame Cibot Pons’un
üzerine atılıp onu zorla
yatırırken: — Haydi, sinirlenmeyin
böyle bakayım! diye ba
ğırdı. Zavallı Pons: — Sizi nasıl sevmezmişim?... dedi. Kapıcı bir yandan
ağlı yarak bir yandan da göz
yaşlarını silerek: — Beni seviyor musunuz, doğru mu bu? öyle ise 'bağışlayın beni, Monsieur, dedi... Sonra: evet, seviyor sunuz, doğru, ama bir hizmetçi nasıl sevilirse, öyle se viyorsunuz, diye ekledi. B ir köpeğin kulübesine bir ek mek parçası atar gibi altı yüz franklık bir gelir atılan bir hizmetçi, ne olacak! Pons: — O!... Madame Cibot, beni kim sanıyorsunuz? Siz Ibeni tanımıyorsunuz! diye bağırdı. Madame Cibot, Pons’un bir bakışı üzerine: — Beni daha da fazla seviyorsunuz ha! dedi; iyi, ıbabacan
Cibot’nuzu bir anne gibi
sevecek
misiniz?
Evet, ben sizin ananızım, siz ikiniz de benim çocukla rım smı z!... Oh! size üzüntü verenleri bir bilsem, ağır ceza mahkemesine
düşerdim hani,
çünkü
gözlenni
oyardım onların!... Bu insanlar SaintnJacqes kapısın d a öldürülseler yeridir hani! Bu bile, böyle alçaklara <ok az gelir!... Sizin gibi pek iyi, pek sessiz bir insanı üzmek) Çünkü altın gibi bir yüreğiniz var sizin; sız dünyaya bir kadını
mutlu etmek iğin
gelmişsiniz !M
COUSIN PONS
203
Evet siz ontı mutlu ederdiniz; apaçık bu; kabiliyet vaı sizde... ben önce, sizin, Schmucke'le nasıl seviştiğini zi- görünce, kendi kendime:
“ Yazık olmuş,
Moıısieur
Pons’un hayatı boşa gitm iş!-. İyi bir koca olmak için yaradılmış bir insan..., diyordum. Haydi haydi, siz se versiniz kadınları! —
Ah!
çok
doğru,
a m a öm rü m de
k a d ın
d iy e
b ir
şey görmedim. Madame Cibot Pons’a yaklaştı, elini tutup ateşle* yici bir davranışla: — Sahi mi? dedi. Siz dostu için en akla gelmiyecek şeyleri yapan bir metrese sahip olmak nedir tak madınız mı? Nasıl olur bu!... Sizin yerinizde ben ol sam, bu dünyadan
öbür dünyaya
yeryüzünün bu en
büyük mutluluğunu tatmadan gitmek istemezdim!... Za vallı yavrucak! Eski günler olsaydı, şerefim hakkı için Cibot’ dan ayrılır, size varırdım! Peki bu biçim deki bir burunla nasıl oldu bu iş, sevgili çocuk?-. Çün kü enfes bir burnunuz var!.., A m a: “ Her kadın erkek ten anlamaz k i!” diyeceksiniz, kadınların gelişigüzel evlenmeleri bir felâkettir, acınacak bir şeydir... Bense düzinelerce metresiniz vardır diyordum; arasıra orta dan kaybolmalarınıza bakarak dansözlerden, aktrisler den, lüks kadınlardan dostlarınız var
sanıyordum!...
Sizi giderken görünce, Cibot'ya her zaman: “ İşte yi ne Monsieur Pons felekten bir gün çalmaya gidiyor!” diyordum. Vallahi böyle söylüyordum, çünkü birçok sevgiliniz var sanıyordum! Yaradan sizi aşk için ya ratmış.. Bakın, azizim, bu benim ilk kere
burada ye
mek yediğiniz gün gözüme çarptı. O gün Schmucke’e sağladığınız zevk, sizin
üzerinizde etki
yapmıştı!.-
COUS1N PONS
204
Ertesi gSn, gözlerinde hâlâ, yaşla bana: Madame C ibot, burada yem ek y ed il diyordu zavallıcık; ben de buna az gözyaşı dökmedim hani!... Sonra siz şehir ziyaretleri ne,. gittiğiniz yerlerde yemek yemeğe yınca» üzüldü, ne üzüldü!... Zavallı
yeniden başla adam, kimseden
görülmemiştir böyle acı; onu mirasçınız yapmakta ne kadar haklısınız bilseniz!.- Sizin için
başlıbaşına bir
aile, o aziz adam!... Onu unutmayın, yoksa Tann sizi cennetine sokmaz. Tanrı oraya ancak dostlarına gelir bırakarak minnetini belirtenleri alacaktır. X X X V III Dokundurma yolu ile konuya giriş
...
Pöns karşılık
vermek için boş yere
çalışıyordu;
Madame Cibot rüzgâr gibi esiyor, susmak nedir bilmi yordu. Buhar makinasını durdurmanın çaresi bulunçtu ama, bir kapıcı kadını .-susturmak,
mucitlerin dehâsın»
daha uzun süre yoracak. Kadın sözüne devamla: — N e diyeceğinizi biliyorum, dedi. Hasta iken va siyetname yapmak insanı öldürmez ya, azizim; ben si zin yerinizde
olsam, kazadan
korkarak o zavallı ku
zuyu yüzüstü bırakmak istemezdim doğrusu, çünkü ulu Tanrının kuzu gibi bir kolu o ;
hiçbir şeyden haberi
yok; onu ne açgözlü iş adamlarının pençesinde, ne de hepsi birer alçak olan hısım akraba elinde bırakırdım (• Söyleyin bakalım, yirmi gündür hangisi gelip sizi sür dü? siz de servetinizi onlara bırakmaya kalkıyorsunuz. Buradaki eşyanın büyük bir servet olduğunu söylüyor lar, biliyor musunuz?
COUSIN PONS
205
Pons: — Elbette! dedi. — Sizi sadece bir meraklı bilen ve eski eserler alıp satan Reırıonencq, tabloları siz öldükten sonra almak gartı ile size ölünceye kadar otuz bin franklık bir g e tir bağlamayı ileri sürüyor... Âlın size bir iş !.- Yeri niz de olsam,
kabul
ederdim!
Bense o bunu
yince benimle eğleniyor sandım.-
söyle
Buradaki şeylerin
değeri hakkında Monsieur Schmucke’ün gözünü açma lısınız; çünkü o, çocuk gibi kandınlabilecek bir adam; elinizdeki güzel şeylerin ne ettiğinden zerre kadar ha beri' yok on un !-. Hem o kadar yok ki, size olan sevgi si yüzünden onları ölünceye kadar saklamazsa, bir lok ma ekmek karşılığında hepsini verir; o da sizden son ra yaşarsa, ha! ölür!... Ama ben
çünkü
ölümünüze
dayanamaz, o da
buradayım! Onu koruruz
herkese
karşı, ben de, Cibot da. Bütün halk adamlarında olduğu gibi, içinde duy gunun sâf göründüğü bu korkunç gevezelikle gevşeyen Pons: — Sevgili Madame Cibot! dedi. Siz ve Schmucke olmasaydınız ben ne yapardım? — öyle, yeryüzünde biricik dostlarınız biziz! Bu nun hiç şüphe götürür ailelerin hepsinin yerini
tarafı yok!
Sonra iki sürek
tutar... Sakın
bana aileden
söz açmayın! O da, eski bir aktörün dediği gibi, dile benzer:
dünyanın hem en iyi, hem de en kötü şeyi—
Neredeler sizin hısımlarınız? varmı ki? Ben hiç görme dim... Pons içten gelen bir aciyle:
COUSIN PONS
806
— Beni yatağa onlar düşürdüler! dedi. Madame Cibot. sanki oturduğu koltuk ansızın ateş te kızdırılmış bir demirmiş gribi yerinden fırladı: — Y a ! Demek yar hısımlarınız! diye bağırdı, iyi, çok insaflı kişilermiş hısımlarınız! Allah Allah, yirmi gündür yatasınız da, evet, ölüm derecesinde hasta düş tüğünüz bu sabah yirmi gün etti, bu insanlar nasılgir nız diye sormaya bile gelmesinler,
amma insaf h a !.»
Ben sizin yerinizde olsam, onlara mirasımdan metelik koklatmaz, servetimi kimsesiz çocuklar
kuruntuna ve
rirdim vallahi!... — Ben de, sevgili Madame Cibot, varımı yoğuma kuzenimin kızına, şu hani iki ay kadar önce bir sabah buraya gelen kuzenim başkan Camusot’nun kızına bı rakmak niyetinde idim. — H a! Şu bodur ve şişman adam; özür dilesinler diye size
hizmetçilerini
edepsizliği yüzünden... oda
göndermişti.»
kansınm bir
hizmetçisi de sizin hakkı
nızda bana bir sürü soru sordu... Gülünç halli bir ka dın, sırtındaki kadife mantonun tozunu
süpürgemin
sopası ile çıkarmamak için kendimi zor tuttum!... Bir oda hizmetçisinin kadife manto giydiği
nerede görül
müş!» Vallahi dünya tersine döndü! ne diye ihtilâller yapılıyor? Pis
zenginler, elinizden
gelirse iki akşam
yemeği yiyin! Ben yine derim ki kanunlar faydasızdır, Louiö-Philippe sınıf farklarını gözetmezse, kutsal hiç bir şey kalmaz; çünkli her ne kadar eşit haklara sa hipsek de, öyle değil mi, Monsieur, ben, Madame Ci bot, otuz yıllık dürüst bir hizmetten
sonra böyle bir
manto giyinemediğime göre bir oda hizmetçisi hiç g iyeıuemeli... Güzel bir ş e y değil mi bu!.» Kim olduğu-
COUSIN PONS
207
nuz bilinmeli. Bir oda hizmetçisi, nihayet bir oda hiz metçisidir. tıpkı benim kapıcı olduğum gribi I... Neden orduda, üzerine ıspanak
tohuma ekilmiş
manzarası
veren apulet kullanılıyor? Herkesin bir rütbesi varl... Ben size bütün bunların p ü f noktasını söyliyeyim mi? Fransa bitmiştir artık!... imparatorun zamanında iş ler bambaşka idi, değil mi? Onun için ben de Cibot’y a : "‘Kadife mantolu
hizmetçileri olan bir ev
hiç çekinme o evin
sahipleri
vicdansız
görürsen, insanlardır,
de.” dedim. Pons: — Evet, evet vicdansız insanlardır! diye tekrar ladı. Bunun üzerine Pons,
başına gelenleri,
acılarını
anlattı Madame Cibot’ya bir bir; kapıcı kadın da, söy lemediğini bırakmadı onun'hısımlarına karşı ve bu ha zin hikâyenin
her
cümlesinde çok
hâller takındı. Ağladı da üstelik! Yaşlı müzisyenle Madame Cibot doğan içlidışlı dostluğu
üzülüyormtış-gibi arasında birden
anlamak için, hayatında
i)K
kere ölüm derecesinde hasta düşen acı yatağına yer yüzünde yalnız olarak
serilen, gününü
ile baş başa geçirmek
zorunda kalan ve bu
çektiği acılar oranında
kendi kendisi gününü
uzun bulan bir bekârın duru
munu gözönüne getirmek gerekir; en güzel hayatı bile karartan karaciğer
hastalığının amansız
pençesine
düşmüş olan bu adam, çeşitli işlerinden yoksun olun ca , Parislilerde
raslanan o moral
bozukluğuna uğra
m ıştı; bu şehirde bedava gidip görülen yerlere gideme diğine yanıyordu. Bu derin ve karanlık sessizlik, vü cuttan ziyade ruhu sarsan bu acı, hayatın böyle boşa
COUSIN PONS
208
gidişi, bit' kelime ile her şey, bir bekârı, hele zayıf ka rakterli, duygulu ve saf yürekli olunca, kendine bakan varlığa bağlanmaya zorlar, tıpkı denize
düşenin bir
tahta parçasına yapışması gibi... Pons’un Madame Cı bot’ nun ipsiz sapsız lâflarını hayranlıkla dinlemese bundandı. Nasıl ki onun için bütün
evren odasından
ibaretse, bütün insanlıkta, Schmucke Madame C ibotve doktor
Poulain’den ibaretti. Zaten
bütün hastaların
dikkatlerini yalnız gözlerinin önündeki insan ve eşya üzerinde topladıklarına, bencilliklerini de bu eşya ve varlıklar üzerinde
gösterdiklerine göre, sevgiden yok
sun, aşkı hiç tanımamış yaşlı bir bekârın bu hususta ne hale düşeceğini
kestirmeyi size
bırakırım. Yirmi
günde, Pons o hale gelmişti ki Madeleine Vivet ile ev lenmediğine bile yamyordu arasıra! Yirmi günden bu yana <Ja Madame Cibot hastanın kafasına her gün bi raz daha giriyor, yaşlı müzisyen onsuz perişan olaca ğını sanıyordu; çünkü, zavallı
hastanın
düşüncesüıe
göre, Schmucke, ikinci bir Pons’tu. Madame Cibot’nun eşsiz mahareti de, farkında olmadan, Pons’un öz fikir lerini ifade etmekten ileri gitmiyordu. Zil çalındığını duyunca, kapıcı: — Hah, işte doktor geldi, dedi. Pons’u yalnız
bıraktı, çünkü
Yahudi ile
Remo-
nencq’in geldiklerini biliyordu. — Aman gürültü etmeyin, baylar, dedi; bir şey farketmesin! Çünkü hâzinesi söz koniısu oldu mu, ifrit, kesiliyor. Yahudi, pertavsızı ve ufak dürbünü elinde: — Şöyle biı dolaşmak yeter, dedi.
CQU&IN PONS
209
X X X IX U yuşm a yolu üe kandırma
Pons’un müzesinin büyük kısmının bulunduğu sa tan, . Fransız soylu kişilerinin başvurdukları mimarların. yaptıkları,
yirmi beş ayak
genişliği,
otuz ayak
uzunluğu, on üç ayak ta yüksekliği olan eski salonlar dan . biri idi- Pons’un aşağı' yukarı altmış yediyi bulan tabloları bu tahta kaplamalı, beyaz ve altın renginde-1 kı salonun dört duvarını- dolduruyordu; yalnız, zaman*! la sararmış beyaz ve kırmızılaşmış altın renkleri; iolann etkisini hiç bozmıyan uygun bir ton gösteriyor lardı. On dört heykelden bir kısmı köşelerde, bir kinim da tablolar arasında olmak üzere Boulle’ün yaptığı heykel altları üstünde yükseliyordu. Hepsi de işlenmiş ve
kırallara özgü
'Zenginlikte olan
abanoz
büfeler,
dirsek, dayanacak bir yükseklikte olmak üzere duvar ların alt kısımlarını süslüyordu. Antika şeyler bu bü felerde bulunuyordu. Salonun malı tahtadan zarif nadir örneklerini
ortasmda, bir sıra oy
masalar,? insan
gö2İer önüne,
çalışmasının en
seriyordu: fildişleri,
bronzlar, tahta işleri, minalar, altın işleri, porselenler ve daha başkaları... ieksiyonun en güzelleri olarak
kabul ettiği ve kendi
koleksiyonunda eksik kalmış bulunan dört üstadın şah eserlerine gitti. Bunlar onun gözünde tıpkı biyolojistJerin, bulunması
gereken ve onları batıdan
doğuya,
tropiklere, çöllere, pampalara, yaylalara, balta girme miş ormanlara koşturan bitkiler
gibiydi. Birinci tab-
io Sebastien del Piombo’nun, İkincisi Fra Bartolomeo
14
COUSIN PONS
210 della bir
Porta’nın154 manzarası,
esefleri,
üçüncüsü
sonuncusu da
Hobbemanm
Al bert Durer’in
ıir
kadın portresi idi, yani dört tane mücevher! Sebastıen del Piombo, resim sanatında parlak bir noktadır; üc ekol, her biri en yüksek niteliklerini getirmek şartı İh onda buluşmuştur.
Venedikli olan bu ressam. Koma
ya, Michel-Ange’ın
yönetimiyle RaphaÖl’in
üslûbunu
kapmaya gelmişti; Michel-Ange, sanatın Tanrısı sayı lan Raphael’e karşı mücadele etmek için tilmizlerinden birini, bu ressamı ileri sürmek
istemişti. Böylece bu
tembel dâhi, lütfen resmettiği nadir tablolarında, Ve nedik rengini, Florans kompozisyonunu ve Raphael üs lûbunu biribirine katmıştır. Söylendiğine bakılırsa yap tığı tabloların desenleri de
Michel-Ange
çizilmiş. İnsan, bu üç kuvveti
tarafından
kişiliğinde toplıyan bu
adamın nasıl bir olgunluğa eriştiğini, onun Parîg'Tfrüzesindeki Raccio BandineUi portresini incelerken anlı yor; bu portreyi, değerinden hiçbir şey kaybetmeden Titien’in E ldivenli adarn'ı, Raphaöl'in kendi olgunluğu nu Correge’inkine158 katarak
yaptığı yaşlı adam por
tresi ve Leonardo da Vinci1*6 V III. Charles'i ile karşı laştırmak mümkündür. Bu dört inci aynı parlaklığı, aynı .duruluğu, aynı uyum, aynı parıltıyı, aynı değeri taşıyorlar, İnsan sanatı, bunun daha ötesine gidemez. Asıllarını ancak bir süre
yaşatabilmiş olan
tabiatın *1 0 5
194 Fra Bartolomeo della P orta: İtalyan ressamı. (1469-1517). ı*» Carrege: Meşhur İtalyan ressamı. (14941534). 150 Leonardo da Vinci: Ünlü İtalyan ressamı. (1452-1519).
sı»
COUSIN PONS
da üstündedir bu. Bu büyük dâhiden, bu ölümsüz fak at şifa bilmez tembel paletten,
Pons'un elinde,
arduvaz:
üstüne resmedilmiş, Baccio Bandinelli portresinin nite liklerinden de üstün olan bir
tazelikte, bir ustalıkta,
t)ua eden M altalı şövalye adlı bir eser aile’yi gösteren Fra
vardı. Kutsat-
Bartolomeo’nun eseri,
resimden
anlıyan birçok insan tarafından Raphael’in bir tablo su samlabilirdi. Bir açık artırmada, Hobbâma'nın taolosu altmış bin
franka kadar
yükselebilirdi.
Durer’ inkine gelince, bu kadın
Albert-
portresi, meşhur N u -
remberg’li H olzschuer'e eşitti, bu H olzschuer'e Bavyara, Holânda ve Prusya kıratları
birçok kere iki y ü z
bin frank teklif etmişlerse de, eseri ele geçilememişler di. Bu kadın, Albert Durer’in dostu olan şövalye Holzschuer’in karısı mı, ya da kışı m ı? Tahmin, kesin gibi* görünüyor, çünkü Pons’un müzesindeki kadın öyle b ir vaziyette ki Holzhuer
tablosunun bir
olduğu fikrini veriyor;
resmedilmiş
tamamlayıcısı silâhlar da h er
iki portrede aynı şekilde konmuş. Nihayet, aetatis suaeX L I157 de, Nuremberg’li Holzschuer sülâlesi
tarafın
dan dindar bir duyguyla saklanmış ve gravürü yakın zamanlarda bitirilmiş olan portrede
sezilen yaşa tam
uymaktadır. Eli Magus,
sıra ile bu dört
şahesere
bakarken
güzleri yaşla doldu. Madame Cibot’nun kulağına: — Bu
ta b lo la r ı
bana
k ır k
n i z , h e r b i r i i ç i n S iz e i k i b i n
b in
fra n k
fr a n g a
a la b ilir s e
v a r ! ... d e d i.
107 /Etatis Suae X L I: Portrenin bir tarafında, yazılı olan bu lâtince kelimelerin karşılığı: Yaşı 4L dir.
COüSIN PONS
*212 Kapıcı kadın
gökten inen bu servet
karşısında
.afalladı. Yahudinin hayranlığı, ya da daha doğrusu kendin «den geçişi kafasında ve haris açgözlülük
alışkanlıklar
Tında öyle bir karışıklık yaratmıştı ki, Yahudi bu his ?içinde boğuldu kaldı, görüldüğü gibi. Tablodan anlamıyan Râmonencq: — Peki, bana bir şey yok mu? diye sordu. Yahudi Auvergtıe’linin kulağına kurnazca: — Burada hiçbir eser ötekinden aşağı değil; önü1 -ne gelen on tabloyu al» zengin oldun gitti! dedi. Bu üç hırsız birbirlerine bakmaya devam ediyörMar, her biri, hazların en kuvvetlisi, para kazanmanın ^verdiği haz içinde
yüzüyorlardı ki, tam o anda, has
panın sesi ortalığı çınlattı ve bir çan sesi gibi inledi. Pons: — Kim var orada? diye bağırıyordu. Madame Cibot Pons’un üzerine doğru atılıp onu ;yeniden yatağına sokmaya çalışarak: — Monsieur, kalkmayın böyle, yatın!
dedi. Yok
uşa ölmeye niyetiniz mi var?... Gelen, Monsieur Poulam «değil, iyi kalbli Remonencq
imiş; çok merak etmiş,
hatırınızı sormaya gelmiş!... Herkes sizi o kadar sevi:yor ki bütün ev ayaklandı, korkacak ne var? Hasta: — Bana orada birkaç kişisiniz gibi geliyor, dedi. — Birkaç kişi mi! Acıma yaptınız! Rüya mı gö müyorsunuz siz, Allahaşkına?
Böyle
«Çıldıracaksınız, ayol!... Bakın isterseniz.
devam
ederse,
COUSIN PONS
Madame Cibot hemen
2iy
eritti kapıyı açtı, Magus'e
çekilip gitmesini, Remonencq’e de içeri gelmesini işa ret etti. Kapıcının demin sözünü ettiği Auvergne’li: — Eee! nasılsınız bakalım, aziz dostum, sizi gör meğe geldim; çünkü bütün ev üzerinize titriyor, dediölümün evlere girmesini kimse sevmez!.. Sonra, hanı iyi tanıdığınız Monistrol baba var ya, paraya ihtiyacı n ız, olursa, seve seve yardım edeceğini size söylememk istedi— Yaşlı koleksiyoncu suratını ekşitip
güvensizliğini-'
açıklıyarak: — Bilirim ben. biblolarıma bir göz atasınız diye göndermiştir sizi!— dedi. Karaciğer hastalıklarında, hastalara hemen her za man özel ve çabuk gelip geçen bir tiksinme duygusu ge lir; herhangi bir şeye ya da kimseye nedensiz düşman* kesilirler. Pons da Öyle, hâzinesine el uzatılacağını sanı yor, onu göz altında bulundurmak fikrinden kurtula mıyor, zaman zaman Schmucke'u tapınağa birinin gi rip girmediğini öğrenmek üzere yolluyordu. Kurnaz Auvergne’li her iki
koleksiyoncunun dik
katini artırmak amaciyle: — Koleksiyonunuz
epeyce zengin,
dedi. Ben bu»
işin yüksek taraflarından anlamam, ama sizin için o kadar bu işten anlar rağmen gözümü kapar,
diyorlar ki, bütün acemiliğime sizden tablo
Arası ra paraya ihtiyacınız olursa—
satın alırdım— çünkü hiçbir şey
bu pis hastalıklar kadar masraflı olmaz;
kızkardeşi-
min kani bozulduğunda, on günde ilâca bir buçuk frank harcadı, bunsuz da pekâlâ
iyileşirdi ya!... Hekimler
COUSIN PONS
*14
çok ahlâksız oluyorlar, bizim halimizden yararlanıyor* la r, bunu da... Pons h'rdavatçıya kaygılı gözlerle bakarak: — Güle güle, teşekkür ederim, Monsieur, dedi. Madame Cibot hastaya, yavaşça: — Onu
K a p ıy a k a d a r
g ö tü r e y im ,
b e lk i
onu bunu
« İ l e r , d e d i.
Hasta bakışı ile ona teşekkür ederek: — Evet, evet, iyi olur, dedi. Kapıcı kadın yatak
odasının kapısını
çekti; tnı
•davranış Pons’ta güvensizlik uyandırdı. Kadın Magus’ü •dört tablo Önünde mıhlanmış buldu. Bu hayranlık, bu mestoluş, ideal güzelliğe, sanattaki olgunluğun yarattı ğ ı silinmez duyguya karşı
ruhları açık
olanlar, Mâ*
zede. Leonardo da Vinci’nin Joconde’u, Correge’in, bir şaheser olan A n tiope’u,
Titien'in M etres'i,
Dominiqu-
in’in1SÜ Çiçekler arasında çocuklardı, Raphael’in Küç.iik •Carnaieufsnıe0 ve yaşlı adam
portresi, bütün bu sanat
şaheserleri önünde saatlerce mıhlanıp
kalanlar tara
fından anlaşılır ancak. Yahudiye: — Gürültü etmeden çekilip gidin! dedi kapıcı. Magus yavaş yavaş, geri çekile çekile ve tablola ra , bir gönüllünün sevgilisine veda
ederken baktığı
jgibi baka baka gitti.6 0 *1 1M Andrea del Sarto: Ünlü Italyan ressamı •<1486-1531). 189 Dominiquin: Carrache’in en iyi talebelerin den olan bir İtalyan ressamı. (1581-1641). 160 Camaieu: içinde aynı rengin değişik tonlan Kullanılarak yapılmış resim.
COUSIN PONS
215
XL H ilekârlık denemesi Bu hal
karşısında umuda
merdiven ağzına vardığında,
kapılan
kapıcı kadir-
Magus'ün sıska kolun»
dokundu: — Tablo başına dört bin frank isterim ha!... Yok sa her şey durur! dedi. Magus: — Ben de para ne gezer!. Bu tabloları istiyorsam,, dedi, sırf aşktan, sanat
aşkından dolayı
istiyorum.,
güzel bayanım!... Kapıcı kadın: — O kadar kuru kemiksiniz ki bu aşkınızı anlıyo rum, dedi. Ama bugün Remonencq’in
önünde on alt*
bin franka söz vermezseniz bana, yarın bu miktar yir mi bin olur. Bu kapıcının aç gözlülüğünden
ürkmüş olan Ya
hudi: —- On altı bine söz veriyorum, dedi. Madame Cibot, Remonencq'ten: — Bir Yahudi neyin üstüne yemin ederse, sözünik tutar? diye sordu. Hırdavatçı: — Ona güvenebilirsiniz, o da benim kadar namus lu bir adamdır, karşılığını verdi. Kapıcı kadın: — Ya siz? diye sordu; size de tablo sattırırsam, bana ne vereceksiniz? Remonencq hiç beklemeden;
COUSIN PONS
*216
— Kârın yarısını, dedi. — Bana hemen bir miktar söyleseniz, daha hoşu m a irider; ticaretten anlamam ben: Elie Magus gülümsedi: — İşten çok iyi anlıyorsunuz y a ! Esaslı bir satı c ı olurdunuz siz. Auvergne’li
Madame Cibot’nun
tombul kolunun
»üzerine bir çekiç kuvveti ile vurarak: — Ona her bakımdan
birleşmemizi ileri
sürüyo
rüm, dedi. Ondan sermaye olarak sade güzelliğini koy masını istiyorum! Cibot'nuza ve terziliğine güvenmek le kabahat
ediyorsunuz! Sizin gibi güzel bir kadım,
küçük bir kapıcı zengin edebilir mi? A h ! Bulvarlardı bir dükkâna ne yakışırdınız? Sizi antika eşya ortasın c a meraklılara,
hilekârlara dil
dökerken görmek ne
tatlı olur!... Buradaki dalavereyi çevirince gelin bıra kın şu kapıcı hücresini; göreceksiniz, neler yapacağız!...
ikimiz beraber
Madame Cibot: — Dalavere çevirmek mi? Ben buradaki eşyanın ^kılına' dokunamam, anlıyor musunuz, Remonencq! diye bağırdı. Mahallede herkes :tamr beni!
namuslu bir kadın olarak
Kapıcının gözleri alev saçıyordu. Elie Magus: — Durun canım, tasa ıgneli belli ki sizi çok
etmeyin, dedi. Bu Anver-
seviyor, sizi küçük düşürmek
.aklında bile geçmemiştir. A uvergn eli: — Ne güzel iş çevirir o, ah! diye bağırdı.
COUSIN PONS
217
öfk esi geçmiş olan Madame Cibot: — Bana da hak verin, baylar, dedi; buradaki du rumumu
siz ölçün! On yıldır bu iki yaşlı
bekâr içim
didinip duruyorum, bana lâftan başka bir şey vermişdeğiller... Remonencq bilir, söylesin, bu iki ihtiyarı ce bimden para katarak ben besliyorum, her gün cebim den bir, bir buçuk frank ekliyorum, ne biriktirdi isem, hepsi g-itti, benim için biricik varlık olmuş olan anne min ölüsü üstüne yemin ederim ki gerçek budur. Ya şadığım ve şu bizi
aydınlatan güneş ne kadar doğrut
ise, söylediklerim de o kadar doğru; bir zerre yalanım varsa, içtiğim kahve bana zehir
olsun!... Şimdi, işte
onlardan biri ölmek üzere, değil mi? Hem de çocukla rımmış gibi benimsediğim iki ihtiyarın en
zengini!..
İnanır mısınız, azizim, yirmi gündür ölmek üzere oldu ğunu tekrarlıyorum da, (çünkü Monsieur Poulain ya şamaz dedi!...) sanki ben onun için bir hiçmişim gibi» vasiyetnamesine beni de koymayı aklından bile geçir m iyor! Doğrusu ya
alacağımızı kendimiz
almaktan*
başka çare göremiyorum ben; çünkü gelin de mirasçı lara güvenin!... Çok kere... kelimeyi hoş görün, bütüm insanlar böyle alçak olurlar!... Elie Magus kurnaz kurnaz: — Çok doğru, dedi. Sonra R6monencq’e bakarak: Yine en namuslu insanlar bizleriz, diye ekledi. Madame Cibot sözlerine devamla: — Bırakın da konuşayım a canım, ben sîzler içim söylemiyorum, şu eski aktörün dediği gibi alacağı için baskı yapanlar hoş görülür h ep!
Size yemin
ederin»
ki bu baylar şimdiden bana üç bin frank borçludurlar»
COUSIN PONS
*218 • e lim d e
avucum da
r in e g it t i,
b ir
de
ne
va rsa
h e p s i ilâ ç la r ın a , ö z e l
t a n ım a z la r s a
$ u d ü r ü s t h a lim d e o k a d a r b u d a la y ım lü
s ö y liy e m iy o r u m
o n la r a .
s îz le r , b ir a v u k a ta
iş le
v e r d ik le r im i !~ . B e n
O nun
iç in , iş le
başvu rm am ı
de
k i bunu b ir tü r y o ğ r u la n
B a lık v e r i r
m is in iz
•acaba b a n a ?
Remonencq: — Avukata m ı! .diye bağırdı. Siz cebinizden çıka rırsınız avukatların hepsini! A ğır bir vücudun yemek odasının parkesine düş mesinden doğan bir gürültü, merdiven ağzının genişli ğinde yankılar bıraktı. Madame Cibot: — Aman yarabbi! Ne oluyor ki? diye bağırdı. Biizim efendi yere yuvarlandı galiba. İki cürüm ortağını iteledi,
onlar da düşercesihe
merdivenleri indiler; sonra geri döndü, yemek odasına koştu, Pons’u orada boylu boyunca
entarisi ile yere
serilmiş baygın buldu. Yaşlı bekân kollarına aldı, tüy .gibi kaldırdı, yatağına kadar götürdü. arınca, ona bir iki şey
koklattı,
Hastayı yatl
şakaklarına kolonya
:sürdü, canlandırdı. Sonra, Pons’un
gözlerini açtığını,
'•tüm ayıldığım görünce, ellerini kalçasına dayayarak: — Terliksiz, entari ile kalkmak ha!... diye çıkıştı, 'ölmek mi istiyorsunuz nedir!... Peki ama neder bana ;güveniniz yok?... Benim burada ne işin var şu halde? •Allahısmarladık,
Monsieur. On
sene hizmet edeyim,
merdivenlerde bir çocuk gibi ağlıyan zavallı Monsieur Schmucke sıkıntıda kalmasın diye paranıza kendi ke semden para katayım, ne
biriktirmişsem
hepsini bu
COUSIN PONS
219
uğurda harcıyayım da, sonra bu mükâfatı göreyim J... Beni gözetlemeye geldiniz, değil mi? Tanrı sizi ceza landırdı... İyi oldul Hem de bunu bana, sizi kollarım da taşımak için büyük bir çaba
sarfeden, bu yüzden
de az kalsın ömrü boyunca sakat kalacak olan bana yapıyorsunuz...
Aman yarabbi!... Peki kapıyı açık bı
rakmama ne diyeceksiniz? — Kiminle konuşuyordunuz? — Bu da nereden çıktı?-. Allah Allah, köleniz mi yim ben sizin? Size hesap mı vereceğim? Kafamı kız dırırsanız böyle, sizi yüzüstü bırakır giderim, biliyor musunuz? Bir hastabakıcı tutarsınız!... Bu gözdağından ürken Pons, farkında bile olma dan, Madame Cibot’ya Democles’in161 kılıcım verdi ve böylece onun kafasındakini
yapmasına
imkân hazır
ladı. Acıklı bir sesle: — Hastalığıma bağışlayın! dedi. Madame Cibot hoyratça: ıeı Democles’in kılıcı: Zalim Denys’in nedimi olan Damocles, onun mutluluğunu överdi hep. Denys, bir kısas ile ona büyükleri mutluluklarının ne olduğu nu göstermek istedi. Yemeğe davet etti onu ve hizmet kârlara, ona kıratmış gibi hizmet etmelerini emretti. Da mocles en mutlu bulunduğu bir anda başını kaldırınca, kafasının üstünde ince bir at kılının tuttuğu ağır ve keskin bir kılıç gördü. Dolu bardağı elinden düştü ve zalim bir kiralın mutluluğunun ne olduğunu anladı. Dam ocles'in kûıcı sözü ile bir felâketin bir insanı en mutlu göründüğü bir anda yere serebileceği kasdedilir. Madame Cibot’nun çekilir giderim demesi, Pons için bir Damocles kılıcı oluyor sanki.
COUSIN PONS
220
— Hah şöyle! yola gelin, dedi ve Pons*u utanmış bırakarak gitti. Zavallı adam, vicdan asabı içinde, has* tabakıcısınm gürültülü bağlılığına hayran olarak, ken dine sitemler ederek, böyle yemek
odasının taşlarına
serilmekle hastalığını ne kadar ağırlaştırdığını hisset meden kala kaldı. X LI Düğüm sıkılamıyor Kapıcı kadın merdivenlerden çıkan
Schmucke’la
karşılaştı. — Gelin gelin Monsieur... can sıkıcı haberler var!... Çagınlık ediyor Monsieur Pons!... Döşünün, çırılçıplak yataktan kalktı, peşimden geldi şuraya boylu boyunca yere serildi... Sorun bunu Şimdi hali kötü.
davranması için; yalnız ilk la coşturdum
niçin yapmış,
Bense hiçbir şey
belki onu...
iddia edebilir? Hepsi kadına
bilmiyor...
yapmadım böyle
aşklarından söz Kim
erkekleri
düşkfin...
açmak
tanıdığın»
Ona
kolları
mı göstermekle iyi etmedim, gözleri yakut gibi parlıyordu_ Schmucke, sanki Madame Cibot çince konuşuyor muş gibi bir kelime anlamadan dinliyordu. Kapıcı, acı
duyuyormuş gibi bir hareket yaptı;
kaslarında ufak bir yorgunluk
duyunca aklına gelen
fikirden yararlanmayı düşündü ve: — öy le bir çaba sarfettim ki az daha bütün ömrümce sakat kalıyordum, diye ekledi. Ne budala insa nım! Onu şurada yere serilmiş görünce, kollanma al dım, bir çocuk gibi yatağına kadar taşıdım. Ama şim
COUŞIN PONS
di halim berbat, iyi
221
hissetmiyor kendini.
Ben aşağı
evime iniyorum, hastamıza siz bakın. Kendim için Cı■bot’yu
göndereyim de Monsieur
Poulain’i çağırsın 1
Sakat kalmaktansa ölmek daha iyi... Madame Cibot
merdiven
parmaklığına
yapıştı,
kıvrana kıvrana inmeye başladı; öyle acıklı bir şekil de inliyordu ki telâşlanan kiracılar
dairelerinden fır
ladılar. Schmucke gözyaşları içinde, hasta kadım ko lundan tutuyor, kapıcının bağlılığını övüyordu. Az za manda, bütün ev, bütün mahalle, Madame Cibot’nun fedakâr davranışını öğrenmişti; çifte kumrulardan bi rini kucaklayıp taşıyarak öldürücü bir çaba sarfetmiş, deniyordu. Schmucke Pons*un yanma dönünce, ona iş lerine bakan kadının korkunç durumuu açıkladı; ikisi de biribirine
b ak arak ;-O bize
bakmazsa halimiz ne
olu r?" dediler. Schmucke, yataktan çıkmanın Pons’ta bıraktığı etkiyi görünce, azarlamaya cesaret edemedi onu. Pons’tan olayın nedenini öğrenince: — Şu antika eşya da yerin dibine batsın! diye ba ğırdı. Dostumu kaybetmektense, onlan seve seve ya kardım! Dünyalığım bize veren Madame Cibot’dan şüp helenmek!... Hiç doğru bir şey değil bu; hastalık işte... Pons: — A h ! Ne biçimsiz hastalık bu! dedi. Değiştiği m i hissediyorum. Seni üzmek istemezdim, sevgili Sch mucke. Schmucke: — Beni azarla da, dedi.
Madame Cibot’ya
dokunma,
COUS1N PONS
222
Doktor Poulain, Madame Cibot’nun iteri s ü r d ü k sakatlığı birkaç günde yok etti; şöhreti de Maraia mahallesinde, mucizeye benziyen bakım sayesinde bir kat daha arttı. Pons’un yanında ise bu başarıyı hasta kadının vücut sağlamlığına yordu. Yedinci gün, kapı cı kadın iki efendinin evindeki hizmetine yeniden baş ladı. İki müzisyen buna çok sevindiler. Bu olay. Ma* dame Cibot’nun çifte kumruların yaşayışları üzerinde ki etki ve zulmünü yüzde yüz
arttırdı;
ihtiyarlar >>
hafta içinde borca girdiler, ama bu borç kapıcı kadın tarafından ödendi. Kadın bu durumdan yararlanarak, Schmucke’ten iki dosta borç olarak verdiğini ileri sür düğü iki bin frank için bir senet aldı (hem de ne ko laylıkla!) Madame Cibot Pons’a : — Şu Monsieur Poulain de ne doktor! dedi. Sizi iyi edecek, azizim; çünkü beni
ölümün
pençesinden
kurtardı. Zavallı Cibot beni öldü sanıyordu!... Monsi eur Poulain de size söylemiştir ya, yatağımda bile si zi düşünüyordum... “ Yarabbi! diyordum, beni alın da, aziz Monsieur Pons’u bırakın!” — Zavallı Madame Cibot, az daha benim için sa kat kalacaktınız. — A h! Monsieur Poulain
olmasaydı, ben şimdi,
çoktan, hepimizi bekliyen tabutta
olacaktım. Şu es Ki
aktörün dediği gibi, çukurun ağzına geldi mi tepetak lak aşağı! Biraz filozof olmak gerek. Bensiz ne yaptı nız bakalım?... — Bana Schmucke baktı; ama bu hem bütçemiz, hem de öğrencilerimiz için iyi ne yaptı, işi nasıl düzenledi...
olmadı... Bilmiyorum
zzz
COUSIN PONS
Schmucke: — Heyecanlanma Ponst diye bağırdı. Cibot baba bize bankerlik ediyor... Madame Cibot: — Canım onun lâfı mı olur? Sizin ikiniz de bizim çocuklarımız sayılırsınız, dedi.
Bizim
paramız sizde
kalınca daha iyi işler, aldırmayın! Siz bankadan daha sağlamsınız. Bizim bir lokma ekmeğimiz oldukça y a n sı sîzindir.... onun için sözctmeye bile değmez— Schmucke giderken: — Zavallı Madame Cibot, dedi. Pons bir şey söylemiyordu. Kapıcı kadın, hastanın kaygı içinde olduğunu gö rünce, ona: — İnanır mısınız, iki gözüm, dedi; ben can çeki şirken, inanın ha, ölümü yakından gördüm, beni en faz la üzen şey, sizi tek başınıza, yüzüstü, Cibot’yu da me teliksiz bırakmış olmaktı...
Birikmiş param da ahım
şahım bir şey olmadığı için, ondan, ancak ölümden ve melek gibi bir insan olan
Cibot’dan söz açıldığı için
konuşuyorum! Tanrı biliyor ya, kocam bana bir kıraliçe gibi baktı, hem de iki gözü iki çeşme ağlıyarak!... Yalnız, şerefim üzerine yemin ederim ki, tek güvendi ğim insan sîzdiniz. Ona: “ Üzülme sen Cibot, diyordum, benim efendilerim seni hiçbir zaman ekmeksiz bırak mazlar—” Pons, vasiyetnameyi hedef tutan bu saldırıya hiç bir karşılık vermedi, umutla. Son m hasta:
kapıcı kadın ise bekledi azıcık,
COUSIN PON&
224
— Sizi Schmucke’a emanet ederim, dedi. Kapıcı: — Sizin her yaptığınız elbette ki iyi ve doğrudur; ben size, sâf ve temiz
kalbinize
güveniyorum, aman
bunun sözünü etmiyelim aramızda, çünkü beni küçük düşürüyorsunuz, iyi olmaya bakın siz sadece! Siz biz den daha çok yacıyacaksınız şüphe yok... Madamc Cibot’nun kalbini büyük bir kaygı kap ladı; efendisini, kendine bırakmak istediği miras hak kında konuşturmaya karar verdi; ilk iş olarak da, ak şam, dostunun
hasta
olmasından buyana
yemeğim
onun yatağının yanıbaşında yiyen Schmuckc’un yeme ğini verdikten sonra, doktor Poulain’i evinde görmeğe gitti. X LII Paris'te bütün baştangtçlarm hikâyesi Doktor Poulain Orlâans alt katta, bir oda, bir
sokağında otururdu; evi
salon ve iki yatak
odasından
ibaret küçük bir daireydi. Küçük odaya bitişik olan ve İki yatak odasına açılan bir sandık odası muayenehane haline getirilmişti. Büyük binanın bir kanadı üzerin de bulunan bu daireye bağlı bir mutfak, bir hizmetçi odası, bir de
şarap mahzeni
vardı; bu
büyük bina,
bahçesi şimdi bile mevcut olan eski bir konağın ye rine imparatorluk çağında yapılmıştı. Bu
bahçe alt
katın üç dairesi arasında bölünmüştü. Doktorun dairesi kırk yıldır
değişmemişti. Boya,
duvar kâğıtları, süsler, her şey orada günlerinin kokusunu taşırdı.
imparatorluk
Kırk yılın kiri ve pası,
COUS1N PONS
ay ndian, süsleri, kâğıtların
225
resimlerini, tavanları ve
boyalan soldurmuştu. Marais mahallesinin
dibindeki
bu küçük dairenin yıllık kirası yine de üç bin frank tan aşağı değildi. Doktorun
altmış altı yaşında olan
annesi, Madame Poulain, hayatının son tak odasında tamamlıyordu.
Hazır
günlerini ya
elbiselere
çalışır,
tozluk, deri pantalon, askı, kuşak, bir kelime ile bu gün önemini
keybetmiş olan bu cins
şeyler dikerdi.
Evi ve oğlunun biricik hizmetçisini yöneten bu kadın, sokağa hiç çıkmaz, salondan bir camh kapı ile inilen küçük bahçede hava alırdı.
Yirmi beş
yıldır duldu,
kocasının ölümünde de sermayesini birinci işçisine bı rakmıştı; bu işçi de ona günde bir buçuk frank kaza* nacak kadar iş verirdi. Her ne pahasına olursa olsun, oğlunu babasınınkinden daha üstün bir duruma çıkar mak için her şeyini onun eğitimine feda etmişti. Asclepios’undan162 gurur duyar, başaracağına inanır, ona bakmaktan, onun için para
biriktirmekten
mutluluk
duyrak her şeyini onun için feda etmeğe devam eder, yalnız onun rahat etmesini
düşünür, öhu- akıllıca se
verdi; bunu da her anne bilmez. Böylece, eskiden ba sit bir işçi kadın olduğunu unutmıyan Madame Poula in, oğlunun itibarını kırmaktan, herkesi güldürmekten kaçınırdı, çünkü kadıncağız, kelimelerine. Madam Cibot’nun N katması gibi, bir S katardı; kazara seçkin bir hasta doktora başvurdu mu,
kolej ya da hastane
arkadaşları geldi mi, anne kendiliğinden odasına ka panırdı. Böylece doktorun,
sevdiği ve
tahsilsizliğini
162 Asclepios: Tıp tanrısı. Hastaları iyi yetinmemiş, ölülere bile can vermiş.
etmekle
15
226
COUS1N PONS
büyük şefkati ile örten annesi yüzünden yüzü hiçbir zaman kızarmamıştı. Sermayenin aşağı yukarı yirmi bin frank
bırakılması* onlara
kazandırmıştı; dul ka
dın bu parayı 1820 deki devlet tahvillerine bağlamıştı; bu paranın getirdiği bin yüz frank
bütün servetini
teşkil ediyordu. Onun için, uzun zaman, komşular dok torla annesinin çamaşırını annenin yıkayıp bahçeye as tığını gördüler. Hizmetçi ile Madame Poulain evde ça maşır yıkamayı ucuza malederlerdi. Evin bu hali dok torun itibarını düşürür, onu bu kadar yoksul görünce iyi bir doktor olduğu kabul edilmezdi. Kirayı bin yüz franklık gelir karşılardı. îy i kalbli şişman bir ihtiyar olan Madame Poulain’in
çalışması, ilk
zamanlarda,
bu yoksul evin bütün masrafına denk gelmişti. Sarp yolunda on iki yıllık bir
direnmeden sonra, sonunda
doktor yılda üç bin frank kazanmaya başlayınca, Ma dame Poulain’in aşağı yukarı beş bin franklık bir ge liri oldu. Paris’i tanıyanlar ancak ihtiyaca yetecek bir para olduğunu bilirler bunu. Hastaların bekledikleri salon çok
bayağı bir şe
kilde döşenmişti: sa n çiçekli Utrecht kadifesiyle kap lı akajudan bir kanape, dört koltuk, altı sandalya, bir konsol, bir çay masası; hepsi de doktorun babasından kalma, onun zevkine uygun şeylerdi. İki Mısır şamda nı arasında bir cam kavanozun altında bulunan saat, rübap şeklindeydi. Penceredeki perdelerin hangi usûl le bu kadar uzun süre dayandığını herkes kendi ken dine sorardı; çünkü bu perdeler Jouy fabrikasının kır mızı süslü, sarı, pamuklu bezindendi. 1809 da, bu pa muk sanayiinin kötü mamulatı için Oberkampf. impa ratordan övücü sözler işitmişti. Doktorun muayeneha
CÖUSlN l»ONİ
an
nesi de böyle bir zevkle döşenmiş, babasının odasında ki mobilye bu işe yaramıştı. Her şey zevksiz, yoksul ve soğuktu. Ünü olmıyan bir doktorun üstelik eşyası da olmazsa, kim inanabilirdi onun ilmine? Hem de reklâ mın alıp yürüdüğü, yoksul
vatandaşa zengin olduğu
kanışım vererek onu avutmak içiş
Concorde meyda
nındaki lâmbaların yaldızla boyandığı bir zamanda... Küçük oda aynı zamanda yemek odasıydı. Hizmet çi, mutfaktaki işlerini bitirdiği ya da doktorun anası na arkadaşlık etmediği zamanlar orada çalışırdı. Da ha eve girer girmez, avluya bakan bu odanın kırmızı muslin perdelerini görünce, insan günün yansında ıs sız olan bu hazin
d airlerd e bir
okuduğunu anlardı.
yoksulluğun ferman
Dolaplann içinde, küflenmiş ar
tıklar, kınk tabaklar, eskidikleri kabul edilmiyen yır tık pırtık şeyler, bir haftalık peçeteler, sözün kısası Paris'in bayağı evlerinde tabii karşılanan, oradan da ancak eskicinin küfesine gidecek olan külüstür eşya var dı herhalde.- Bu sebeple, beş franklığın bütün vicdan lara yerleştiği, her cümleye girdiği bir zamanda, hısımsız bir anne ile yaşıyan r e otuz yaşında olan dok tor şimdi bile bekârdı. On yıl boyunca, mesleği dola yısıyla gittiği evlerde bir aşk romanı yaratabilecek en ufak bir olayla
karşılaşmamıştı,
çünkü kendi hayat
şartlarına benzer şartlar içinde yaşıyan insanlara ba kıyordu; kendi evine benzeyen, küçük memurların ya da küçük sanat erbabının evlerine girip çıkıyordu an cak. En zengin müşterileri
kasaplar, firm a la r, ma
hallenin belli başlı perakendecileri id i; bunların hepsi de doktorun
yayan geldiğini
görerek
grafikten fazla vermemek için iyi
vizitesine iki
olmalarını tabiata
COUStN PÖKS
m
yoran kimselerdi. Doktorlar için araba, bilgiden daha gerekli bir şeydir. Alelade ve değişmiyen bir hayat, en macera düş* künü bir insanı bile eninde sonunda etkiler. Bir insan kaderine uyar, hayatının basitliğini kabul eder. Bu se beple, on yıllık bir çalışmadan
sonra doktor Poulain,
doktorluk mesleğine ilk zamanlarını zehir eden umut suzluğu duymadan devam ediyordu şimdi. Bununla be raber, bir hülyası vardı; çünkü Parisli, hülyamız ola maz. Remonencq de hülya kuruyor. Madame Cibot da aşağı kalmıyordu. Doktor Poulain bir
gün zengin ve
nüfuzlu bir hastaya çağırılacağı umudunu besliyordu gönlünde; sonra mutlaka iyi edeceği bu hasta sayesinde, bir hastaneye baş hekim ya da bir yatro, bir bakanlık doktoru
hapishane, bir ti
olacaktı. Zaten Belediye
doktorluğunu da bu yolla elde etmişti. Madame Cibot’nun çağınsı üzerine
Cibot’ların kapıcı
bulundukları
evin sahibi Monsieur Pillerault’ya bakmış, onu iyi et mişti. Bakan Popinot’nun karısı Kontes
Popinot’nun
büyük dayısı olan Monsieur Pillerault, iyi olunca, te şekkür etmek üzere doktorun evine gittiğinde onun üs tü kapalı yoksulluğunu görmüş, onunla
ilgilenmiş ve
kendisine karşı saygı besliyen bakandan, bu yeri dok tor için istemişti; zaten doktor beş yıldır bu görevi ücretsiz olarak görüyordu. Bu yerin pek de çok olmıyan maaşı tam zamanında yetişmiş, doktoru göç etme gibi âni bir karardan alıkoymuştu. Fransa’yı terketmek, bir Fransız için çok acı bir şeydir. Doktor Pou lain kont Popinot’ya
teşekküre gitmişti;
ama devlet
adamının doktoru meşhur Bianchon olduğu için, rica cı bu eve sokulmıyacağını
anlamıştı. Zavallı doktor,
COUSIN PONS
n&fuzlu bir
229
bakanının, güçlü bir
beri bakanlar kurulu masasının
elin on altı yıldan yeşil çuhası üstünde
karıştırdığı on beş, on altı iskambil kâğıdından biri nin korunmasını elde ettiğine
sevindikten sonra, ken
dini yeniden Marais’ye düşmüş
gördü: orada yoksul
ların, küçük burjuvaların evlerinde yuvarlanıyor, yıl da bin iki yüz frank karşılığında
ölüler için gömme
kâğıdı veriyordu. Oldukça iyi
bir iç
hastalıkları
temkinli bir doktor kesilen
uzmanı olan ve
Poulain’in
tecrübem yok
değildi. Zaten ölen hastalarının sayısı dedikodu çıka racak kadar çok olmuyor, bütün hastalıkları da sanki hayvan üzerinde inceler gibi
inceliyebiliyordu. Kendi
ni için için nasıl yediğini kestirmeyi size bırakıyorum I Bu sebeple, zaten uzun ve asık olan
yüzü bazan kor
kunç bir hal alırdı. Sarı bir parşömen üstüne Tartuffe ’ün yakıcı
gözlerini, Alceste’in163 de ekşi suratım
koyun; sonra, kendisini ünlü
Bianchon kadar iyi bir
doktor sandığı için demir bir pençe tarafından karan lık bir çevrede tutulduğunu hisseden bu adamın yürü yüşünü, duruşunu, hal ve bakışlarını getirin gözlerini zin Önüne! Doktor Poulain iyi günlerinde vizite parası olarak eline geçen on frankı, günlük geliri beş, altı yüz franka çıkan doktor
Bianchon’un
vizita
paralariyle
karşılaştırmaktan kendini alamıyordu. Bu demokrasi nin bütün hınçlarım içinde duymak değil midir? Göl gede kalmış bu muhteris adamuı kendi kendine sitem Aleceste: Molifcre’in Adamcıl adındaki eseri nin oaş kahramanlarından. Toplumun yalanlarına karşı düşman olup korkunç bir dürüstlüğü olqn bir tip.
COUSIN KM
230
edecek bir tarafı da yoktu. Daha önce,
Marrisson’un
haplarına benzıyen znüshU haplan icad ederek tansım denemişti.
Bu ticareti,
h&stahane
sonradan eczacı olmuş bir iç emanet etmişti; ama
arkadaşlarından,
hastalıkları doktoruna
Ambigu-Comique
tiyatrosunun
figüranlarından birine vurulan eczacı iflâs etmiş, müshil haplarının icat ruhsatiyem onun adına çıkmış olduğu için, bu büyük keşif eczacının
halefini zenginleştir^
maştı Eczacı, zavallı Poulain'in biriktirdiği Un fran kı alarak altın memleketi otan Poulain’e, parasını geri
Meksika'ya
istemeğe gittiği
gitmişti.
figüran da
avunma mükâfatı olarak ona tefeci dedi. Yaşlı Pillerault’yu iyi ettiğinden bu yana karşısına zengin bir has ta çıkmamıştı. Poulain, cılız bir kedi gibi, bütün Marazis’de •ağa sola yayan gider, yirmi vizita sonunda eli ne on santimle iki frank
arasında bir para
geçerdi.
İyi para veren bir hasta, dünyanın her köşesinde den diği gibi bir anka kuşu idi onun gözünde. Dâva bulamıyan genç avukat, hastasız kalan genç hekim, Paris’e özgü sessiz bir umutsuzluğun en belli başlı iki ifadesidir; ve üzerinde
beyazlaşmış yerleri
tavan arasının çinkolarım hatırlatan siyah ceket, si yah pantalon; parlak setenden bir yelek; başında ti tizlikle gözetilen bir şapka; ellerinde eski eldiven, sır tında da kalikodan bir gömlek bulunan sessiz ve soğuk umutsuzluk... Zindan hücreleri gibi karanlık bir hüznün şiiridir bu. öteki yoksulluklar, yani şairinki, artistinki, müzisyeninki sanatın tabiî cümbüşleriyle, ve öncele ri girilen sonra deha ülkesine götüren başıboş hayatın kaygısızlığı ile avunurlar! Ama, yaya giden, kendileri için her şeyin bir yara olduğu, inşanlığm yalmz utanç
COUSIN PONS
231
Teren taraflarını gösterdiği iki meslek tarafından gi yilen o iki siyah elbise, o iki adam, yüzlerinde, ilk za manların küçültücü okuyan
ifadeler
durumunda, korkunç Te meydan
taşırlar;
bu ifadelerde, bir araya
gelmiş olan hınç ve ihtiras, kundak konarak çıkarıl mış bir yangının ilk çabasına benziyen bakışlarla dı şarıya akseder. İki
kolejli dost, yirmi
yıldan sonra
karşılaşınca, zengin olanı yoksul kalmış olan arkada şından kaçınır, onu tammamazlıktan gelir, alınyazısı nın aralarında meydana getirdiği
uçunundan ürker.
Biri hayatı, talihin oynak atlan sırtında ya da başannın yaldızlı bulutlan ise yer altında, Paris
üzerinde katemiştir;
ötekisi
lâğımlarında yol almıştır; bu
yolculuğun yara izlerini taşır. görünce, doktorun eski kaç
Redingotunu, yeleğini
arkadaşının
ondan kaç
tığını Tanrı bilir! gimdi, doktor Poulain’in Madame Cibot’nun ölüm komedisinde rolünü ne büyük bir ustalıkla oynadığım anlamak kolaylaşır! Bütün özenmeleri, bütün ihtiras tan kestirilir. Kapıcı kadının hiçbir organında hiçbir sakatlık göremiyen, nabzının düzenli vuruşuna, hare ketlerinin rahatlığına pardığını duyan doktor,
hayran kalan ve çığlıklar ko kendisinin ölüm derecesinde
hasta olduğunu söylemesinde bir çıkan olduğunu an ladı. Hiç te tehlikeli olmıyan bir hastalığın çabuk iyi edilmesi, mahallede kendisinden söz ettireceğini bildiği için, Madame Cibot'nun fıtığını
dallandırp budaklan
dırdı; onu zamanında yapacağı bir
müdahale ile iyi
edeceğini Böyledi. Sonunda, kapıcıyı sözde çarelere, so nu tam bir başan ile biten acayip bir ameliyata tabi
tuttu. Desplein’in olağanüstü tedaviler deposundan ğa-
COUS1N PONS
232
rip bir usûl buldu, çıkardı, onu Madame Cibot’ya uygu ladı; alçak gönüllülük ederek
başarıyı da bu büyük
cerraha malederek kendisini onun taklitçisi yerine koy du. Paris’te işe ilk atılanların cüretleri boyledir işte. Sahneye çıkmak için her şeyden bir basamak gibi ya rarlanırlar; ama her şey, merdiven basamakları bile aşındığı için, her mesleğe ilk atılanlar, hangi cins tahtadan yapacaklarını
basamakları
bilmiyorlar artık.
Zaman zaman Parisli başarıya karşı isyankâr olur. Hey kel kaidesi yapmaktan usanınca, şımarık çocuklar gi bi surat asar, tapılacak kimse istemez olur artık; ya da, daha doğrusu, kabiliyetli insanlar bazan onun aşı rı övgülerinden yoksun kalırlar. Dâhinin çıktığı ham maddenin de eksik
tarafları olur; o zaman
Parisli
serkeşleşir, boyuna kabiliyetsizleri tutmak, onları yal dızlamak istemez.
(Birinci Cildin Sonu)