Honore de balzac cousin pons cilt i

Page 1


M E B Y A Y IN L A R I

D Ü N Y A E D E B İY A TIN D A N SEÇM ELER


M İL L İ E Ğ İT İM B A K A N L IĞ I Y A Y IN L A R I: 2111 B İL İM V E K Ü L T Ü R E S E R L E R İ D t Z t S t : 422 D ünya E debiyatından S e ç m e le r: 71

K ita bın adı C O U SIN PO N S I Y a yın kodu 90.34.Y.0002.775 IS B N 975.11.0483.1 (T k . N o.) IS B N 9 7 5 .1 1 .0 4 8 4 ( 1 . C üt) B a sk ı ytlt 1990 B a sk ı adedi

20.000 D izgi, baskı, cilt m îl l î e ğ it im

b a s im e v î

Y ayım lar D airesi Başkanlığı’ntn 13.7.1990 tarih v e 5711 sa yılı yazıları ile üçüncü d efa 20.000 adet basılm ıştır.


Dünya Edebiyatından Seçmeler

COUSIN PONS I H. de Balzac Çeviren VAHDÎ HATAY

İstanbul, 1990



GÎRİŞ 1846 yit ilkbaharının sonlarına

doğru, İtalya’da.

Madame Hanska’m n yanında bir süre m isafir kaldık­ tan sonra Paris’e donen Balzac,

onunla nikâhlarının

bir an önce kıyılm ası için uğraşıp duruyordu.1 E n kısa, zamanda, para işlerini artık bir düzene koym ası, kura­ cağı yuvanın geleceğini sağlaması, bir de, taparcasına!, sevdiği kadına lâyık bir ev bulması gerekiyordu. Onuniçin, yazm ayı burduğu eserlerden saplıyor, bu kitapları ne kadar

alacağı parayı he­ zamanda bitireceğim ;

tasarlıyordu. E lbette her zamanki gibi de hesapların­ da iyim ser davranıyor, bu eserleri pek kısa

zamandor

yazıp bitirivereceğini, bu yüzden de çok para kazana­ cağım umuyordu. Bu eserlerin sayısı kabarık. Fakat bunların hepsi Balzac’m kendi kendini ikna ettiğ i kadar kısa zaman­ da tamamlanıp basûmvyacaktvr. K öylüler adlı eserinin, ilk kısmı la P ress’e de 1844 de çıktığı halde, sonu an­ cak 18 55 de basılıyor. Küçük burjuvalar adlı eseri d s x

N ik âhlarısın bir an önce kıyılm ası için bu ka­

dar acele etmekte B alzac'ın hakkı v ard ı: M adam e H anska'dan çocuğu olacaktı. Hazirandan kasım ayına dek ona yazdığı m ektuplarda, B alzac hep doğacak ço­ cuğu çıtlatıyordu, am a kasım ın sonuna doğru, M adam e H anska’nın bir kaza sonunda çocuğunu kaybetm esi üzerine B alzac'ın baba olma em elleri suya düşer.


n

ÖNSÖZ

•mektupta d a: “ Bu roman (Cousine Bette

demek Lsti-

jror) en belli basit şaheserlerim den b in olacaktır ” B aşlangıçta İnsanlık Komedisi’nin ancak birkaç sahi­ besini teşkil etm ek üzere

tasarladığı bu iki romanı.

.Balzac’ın

gün geçtikçe nasıl

-Allem'in,

tercüm esini

geliştirdiğini

önsözden

sonra

'GİTİş’inde görm ekte ve adem adım

M arcei

sunduğumuz

izlem ekteyiz, ba l­

za c bu konuda: “ Eserim büyüyor, h er gün genişliyor, kaçırmak istem em bu güzel konuyu, inkişaf etm esi ne kadar mümkünse, o kadar geliştireceğim ." diyor. H er ik i eserin ufak birer hikâyeden,

Balzac'm dediği gibi

söyliyelim , “ dehşetli? birer roman haline gelm esinin nedenini belki de onun Madame Hanska’ya karsı duy­ duğu büyük sevgide aramak

doğru olur.

Bu kadına

iâyık bir yuva hazırlamak ve bunu eağhyacak parayı kazanmak hırsiyle çok eser verm eyi tasarhyan Balzac, 'Cousine Bette’Ze Cousin Pons’tm konularına ve eserlerini durmadan

büyütm üştür.

zam anki yazarlarla yan şa çıkmak,

kapumış

Buna onun o

onları

altetm ek

•arzusunu da katarsak, bugün birer şaheser olarak eti­ mizde bulunan bu iki eseri

n elere borçlu olduğumuz

kendiliğinden anlaşılır. Yoksul Hısım lar serisinden olan Pierrette’i Balzac sonradan Paris hayatı sahneleri serisinden

çıkarm ış,

T aşra hayatı serisinde yazm ıştır, çünkü P ierrete taş­ mada geçer. Bu üç eser, yoksul hısımların zengin akmabalariyle olan m ünasebetlerini meydana koyar.

Bu

kısım ların en genci, en sevim lisi ve en günahsızı olan P ierrette, en kaba muamelelere uğramış olanıdır. Cou« ı w B ette, ne P ierrette gibi hısımları tarafından kö~ dü muamele görür, ne de Pons gibi hısımlarının evin­


III

ÖNSÖZ

den kovulur, tersine, akrabaları onu yanlarına alırlar,, tahsil ve terbiyesiyle uğraşırlar, onu bir meslek taki­ bi etm eye çalışırlar, hiçbir şekilde kötü hısım görün m ezler. A sıl Cousin B ette kötü hısımdır. Onu yalnız^ kuzuni

A deline’e karşı duyduğu

kıskançlık yönetir~

B nlzae: “ Bu eserin tem eli kıskan çlıktır” der. Cousin

Pons’a

gelin ce: o zengin

hısımlarından-

küçük Pierrette Lorrain’İ7t çektikleriyle hiç karşılaştınlam ıyacak bir hakaret gördükten

sonra, birkaç ah­

lâksızın oyunlarına kurban olmakta ve onun ölümüne• sebep olan dramın en korkunç sahneleri de bu oyunlar olmaktadır. Balzac’m dediğine g ö re: “ Bu eserin asıl kahramanı” olan “ koleksiyon,” * sadece, çevrilen dolan­ lara âlet olmaktadır. Konu üzerinde “ Giriş” te etra f­ lıca bilgi verildiği için, biz bu eklemeden

okuyucularım ızı

komıda başka bir şey» eserle

başbaşa bırakı­

yoruz. Vahdi Hatay

1 K oleksiyon : Pons'un elinde şaheserlerden mey­ dana gelmiş bir tablo koleksiyonu vardır. Dolaplar* onun üzerine döner.



ÖNSÖZ Okuyucularımıza Cousin12 Pons’ta* Balzac’m önem­ li eserlerinden bınni daha sunuyoruz. Daha önce dilimize çevirdiğim iz Cousine3 Bette*in* önsözünde de söylediğim iz

gibi, Balzac

Kom edisi gibi genel bir ad altında

İnsanlık

toplumun gerçek

organik bir şemasını yapmak istem iş, bunu ö zel hayat sahneleri, Taşra hayatı sahneleri,

P aris hayatı sah­

neleri ve F ilozofik etüdler gibi büyük bölümler içinde'

ISO ye yakın eserle tamamlamayı düşünmüştür. Cousine B ette ve Cousin Pons, PierretteTe birlik­

tet ve Yoksul H ısım lar serisi olarak İnsanlık Komedisi’m n dikkate şayan ve en belli başlı eserlerindendir.

Yazarın taparcasına sevdiği madame Hanska’ya yaz­ d ığı mektuplardan çıkardığım ız şu iki sözü, bu roman­ lara onun verdiği değeri

açıklam aktadır:

k ısır edebiyatın yalancı

tanrılarım y ere serecek v s

benim daha genç, daha taze ve daha

“ Bugünkü

büyük olduğu­

mu ispat edecek esaslı ik i üç eser yazmak, günün zo ­ runluyu

olarak kendini

hissettirm ekdir.

Başka bir

1 C ousin: D ilim ize geçm iş olan bu kelim e kuzen «diye söylenir ve kardeş çocuğu anlam ındadır. 2 P on s: özel addır. Sonundaki 8 okunur. 1 C ousine: Kuzin okunur ve kız olan kardeş ço­ cu ğu anlam ındadır. * B ette: ö zel addır. B et okunur.


VI

GİRİŞ

«ancak Balzac’m ölümünden sonra çıkm ıştır. B ir Sav­ cının Başına G elenlerden ancak 12 sahife

yazabildiği

halde 5 perdelik bir komedi olarak tasarladığı Prensin <Eğitim ine ise başlamadı bile. Ama, pek kendi umduğu ■kadar çabuk olmasa da, yine büyük bir kızla iki eser >.kaleme

alıyor

mektupta te riy o r:

Balzac ve 15

bunları “ Yoksul

ilk

çıkacak

hısım lar

haziranda

yazdığı bı*

kitaplar

olarak gös­

serisinde

çıkacak

otar

Pons Efendicik, İnsanlık Kom edisi'nin iki üç sahifesi­

n i, Cousine B ette ise 16 sahifesini teşkil edecek.” Bu közlere bakınca, Cousine B ette’in plânının yapıtm ış ol­ duğu, bu eserin gelişm elerinin ölçülüp

biçildiği; 'iki

ü ç sahifecik” olacak olan Pons Efendictk’in de bitim ­ m iş olduğu akla gelm iyor m u? N e g ezeri Balzac, değiştirdiği bu Pons Efendicik*!* herhalde kı­ sa zamanda bitireceğini tahmin

ediyordu. 19 haziran

Kuma tarihli ve Madame Hanska'ya yazdığı m ektupta: “ Y a şlı M üzisyen’t1 pazartesiye bitireceğim i kuvvet­

le umuyorum.” diyor. 20 haziran cum artesi günü ise. >buna kendiliğinden bir gün daha katarak?' 50 fo r ­ malık bir hikâye olan Y a şlı

M üzisyen,

salıya hite-

•cek” diyor, Y aşlı M üzisyenden çok h o şn u d u m d iy e •de ekliyor. Am a ertesi günkü mektubunda, hiç gün tesp it etm eden,

Y a şlı M üzisyenden

“ şimdilik” “ ç o k

•değil, fa ka t “ şöyle böyle" hoşnut olduğunu yazıyor sa­ d ece. Salı günü bitirebileceğinden umudunu kesm iş ot ■malt. Nitekim , sah günü eser bitm em işti ve mektubun­ d a : “ Y a şlı Müzisyen*! bitirm em e yirm i üç sahife kal­ 1 Y aşh M ü zisyen : B alzac’ın Pons Efendicik gibi Cousin Pons’a vermek istediği adlardan biridir.


VI*

GÎRİS

dı, M usee des F am illes’e* de onu perşem be için vadettim .” diyordu. P ervasız adaml belki de vadetm ek eadeee aklından geçm iştir. Perşem beye biteceğini yazdığı halde eser o gün d » hasır değildir. B ir gün önce pek

az çalışabildiğini:

uAncak yedi sekiz sahife yapabildim, kafam işlem iyor­ du.” diye itira f ediyor. O günü uyku ile geçirm iştir.. Cuma günü hikâyesinin bittiğim ilân ed iyor; yalnız um­ duğundan biraz daha uzunca olm uştur: “ Yirm i şahit* hasırladım, diye yazıyor, cesaretim de kabiliyetim a* iki kat artm ış durumda. Yazdığım konu S sahife ye­ rine U oldu.” Am a, bir gün sonra 28 pazar günü yaz­ dığı m ektupta “ Asalak* adlt eserim i daha yen i bitirdim ; önce Pons E fendicik, Y aşlı

Müzisyen

ilâh

dediğim»

eserin son ve kesin adı budur artık. Benim görüşüme», göre, bu eser, çok büyük bir sadelik içinde, insan kal­ bini

olduğu

gibi

Tours Papazı’ndan

gösteren daha

açık,

şaheserlerden onun

biridir.

kadar

büyük„

onun kadar da acıklıdır. Eserim den son derece hoşnu­ dum.” 29 pazartesi tarihli mektubunda hoşnutluğu de­ vam etm ektedir h âlâ: “ Eserim

bitti, en güzel kitap­

larımdan biri bu. Yalnız hangi gazeteye göndereceğim k bilmiyorum, L a Sem aine’e m i, yoksa m i?” Dem ek

onu

M us§e

des

Constitutioııel’e

Fam illes’e

yollam ak

ciddi olarak hiç bahis konusu olm am ıştır. S temmuz­ da artık kararım

verm iştir:

Yoksul

hısım ların h er

ik i romam da Constitutionnel de basılacaktır.1 2 1 M usde des F a m illes: O günlerde {ik an bir* mecmua. 2 A sa la k : B alzac’ın Cousin Pons’a vermek iste­ d iğ i ilk adlardan biri daha.


GİRİŞ

VIII

8 temmuz çarşamba, eserin gazetede tertiptendir

■çim bildiriyor, ama eserin adım yin e

değiştirm iştir,

■şimdiki a d ı: M üzisyendir. A rtık bir yandan Cousine B ette'e çalışm akta bir yandan da ötekinin provalarını

•düzeltmektedir. 16 temmuz sabahı saat yedide yazdığı m ektupta üç saatten beri provalar üzerinde didindiğini söylüyor, eser

Câsar

uğraşıp

“ Zorlu bir iş, diyor, çünkü bu

Birotteau

ve

l’InterictionTa

ilgili. M esele, yaşlı bir adamın üzerine

yakından

dikkati çek­

m ekte. “ Aslında ise, Balzae, eseri yeniden elden geçir­ m ektef büyütm ekte, genişletm ektedir. İki defa bittiğim, haber verdiği romanım türlü

yeniden ele almakta v e bir

bitirm eye gönlü razı olmamaktadır. Provalar

üzerinde ekler yapa yapa, konuyu genişlete genişiete ik i M üzisyen adlı hikâyesini sonunda

bugünkü uzun

roman haline getirecektir. 10 ağustos sabahı Madame Hanska’ya, yazdık­ larım yem baştan okuduğunu, ama “ hoşnut olmaktan çok uzakn bulunduğunu itira f ed iyor: “ E serim i tatsız buluyorum, ne çekici bir ta rafı var, n e de inceliği. M esele, Constitutionnel gibi 25 bin sayı basan bir gazetede ve Eug&ne Sue'den sonra bunu bastırm akta * diyor. G erçekten de

Constitutionnel

E ugtne Sue’nün

M artin ’ya da Bulunmuş Çocuk adlı eserini yayınlıyordu.

Fakat Balzac’tn o sıralarda bir yandan bitirilm esi ge­ reken sıkıcı işleri, bir yandan da ev bulma derdi ve Mc,■dame Hanska’mn aklından bir türlü çikm ıyan

hayali

yüzünden bayı öylesine dertte idi ki, bu kadar telâş arasında iyi bir eser yaratabileceğine inanmıyordu. B öyleyken çalışmasına devam ediyor ve 12 ağustosta yazdığı m ektupta d a : “ İki M üzisyenden daha memruı-


GİRİŞ

IX

mum veya pek o kadar g a yri memnun değilim d iyebi­ lirim . D üzeltirken dün hepsini altüst ettim .

Bitirm ek

ıiçin daha S6 sahife yazm am gerek.** d iyor.

B oylere,

yazdıkça eserin arkası

gelm ektedir. E rtesi gün aynı

■mektupta. “ İki M üzisyeni bitirm ek için m ucizeler ya ­ ratacağıma em in ol.** diye ya zıyor, ama umduğu süre için de eserin i bitirm ek m ucizesini gösterem iyor.

B ir Prusya su şehri olan ve Madame Hanska'mn ■o günlerde kaldığı Kreuznaeh şehrine bırsızlandığı yolculuğu zaten birkaç

yapmakta sa­ zamandan ben

g eri bırakıyordu. Romanım bitirmeden P aris'ten ay­ rılm aya karar verm esi gerekti. SO ağustosta hareket •ediyor, 15 eylülde dönüyor, döner dönmez de kendim ■çılgın gibi çalışmaya veriyor. Çünkü

paraya ihtiyacı

va r, üstelik de Yoksul H ısm ılar’m her iki hikâyesinin yayınlanm ası için Vöron'a karşı taahhüt altm a girm iş­ tir. £8 eylülde Balzac, h er iki kitabı da bitirebilm ek için “ yirm i gün göz açmadan çalışmak zorunda oldu­ ğum ı” hesaplamaktadır. 28 eylülde

yazdığı mektupta

-Cousine B ette’in S ekim de, Cousin Pons’un da 12 de

-biteceğini daha kesinlikle rikanın

bildiriyor. 80 eylülde, tef­

birkaç gün içinde başhyacağını, “ Vöron’un

•eserinin tamamını istediğini" yazıyor. Vöron ne kadar haklı böyle davranm aktal Bununla beraber, Cousine B ette’in

tefrikasına

başlamak için, eserin

tümünü

beklem ek zorunda kalıyor. Cousine B ette’in ilk numara st 8 ekimde çıkıyor. E rtesi gün, Balzac birkaç gün için M ademoiselle bulunmak

Anna de Hanska’mn

düğününde

üzere Paris'ten ayrılıyor. 17 ekimde, P a­

ris'e döner dönmez yine romanları üstünde çalışmaya haşlıyor. A rtık ne Cousine Bette’i, ne de hemen onun


X

GİRİŞ

ardından

basılacak

Constitutionnel'de

olan Cousİd

P ons’u geciktirm eye vakit kalm ıştır.

Balzac bütün kuvvetiyle

eserlerim

çabalıyor. Madame

Hanska’ya

durmadan yakında

bitireceğini

türlü bitirem iyor. Bu m ektuplar günü gününe yaptığı çabalara,

tamamlamaya

yazdığı

mektuplarda

bildiriyor, ama bir sayesinde kendini

Balzac’m

aldatışlarım

şahit oluyoruz. 18 Ekimde, eserlerinin ille de 1 kaşıma­ da bitm eleri gerektiğini bildirmesine

rağm en, 1 ka­

sımda yine g eri a tıyor v e Madame Hanska’ya yazdığı m ektupta Cousine B ette’i U kasımda bitireceğini, ‘‘IkH M üzisyen'» bitirm ek için de yed i sekiz güne ihtiya n

olduğunu" bildiriyor. 7 kasımda, Cousine B ette’i» e r ­ tesi gün biteceğini m üjdeliyor ve mektubunda da şöy­ le söylü yor: “ ik i

M üzisyen de beş gün

sonra sonsa

erecek ; bu şekilde ayın on üçünü bulacağız; on dör­ dünde

Köylüler*®

b a şlıy a c a ğ ım K a s ım ın

oluyor, fakat Balcaz'm

dokuzun

Cousine Bette'» bitirm ek ıçı~e

25, Cousin Pons’u bitirm ek için ise, 75 sahife yazması• gerekm ektedir; yâni beş altı günlük bir işi daha kal­ m ıştır. Balzac. 5 eylülde Madame Hanska’ya yazdığa bir mektupta eserinden

Cousin Pons adiyle bahsedi­

yordu. Fakat sonradan bunu bırakmış ve gene İki M ü­ zisyen dem eye

başlamıştı. 9 ekimde artık kesin ola­

rak Cousin Pons adım kabul etm iştir.

Madame Hans­

ka’y a : " Hakkın var, ik i M üzisyen adım

değiştirece­

ğim. B öylece aradaki tezat daha iy i anlaşılmış olacak,, biri Cousine B ette, öteki Cousin Pons. Balzac'ın

m ektuplarım bir araya getiren

eserd e

yayınlanan 5 ağustos tarihli ve Madame Hanska’ya yaz­ dığı bir m ektupta bu m eseleyle ilgili şu satırlar okun-


XI

GtRİS

■maktadır: “ Y a ! demek eserim in Asalak adını taşıma­ madan hoşnut olm adınız; bunun X V III inci yüzyıl ko­ m edilerine özgü bir ad olduğunu söylüyorsunuz, tıpkı .K ötü, K ib irli,

K ararsız, E v li

vesaire gibi.

F ilozof

ıPekâlû öyleyse, sizin değişm ez arzunuz ne türlü ka­ ra r

verdiyse

öyle

olsun.

Mademki

tamam layıcısıdır.

'-Cousine B ette’m

Kom edisinden çıkacak, yerini

Cousin

Pons,

A salak , İnsanlık

Cousin Pons'a bıraka-

<cak.** 11 kasımda, Balzac’ın

Cousine B ette’ı

bitirm ek

için daha yazacağı 87 sahifesı, Cousin Pons’u tamamdamak için de 67 Cemsin Pons’u

saltifesi

kalm ıştır.

E rtesi

gün,

bitirm ek için pek o kadar acele eder

görünm em ektedir: K öylüler gibi ağır bir esere çalışır­ ken , arada, Cousin Pons’u yazmak benim için eğletir •celi olacak.” diyor. Bununla beraber, büyük bir he­ vesle eserini bitirm eye çalışıyor. G erçekten de İS ka­ rsımda 48 sahife yazıp eseri bitireceğini söylerken 18 kasımda 68 sahifesinin kaldığım bildiriyor. SS kastm•da artık gün de verm ez oluyor, sadece Cousine B ette biter bitmez Cousin Pons’u tamamlayıncaya dek” oda­ sına kapanacağım yazıyor. Fakat yine gitm e telâşında■dır, tıpkı ağustostaki gibi. P aris’te baş başa bir ay g e­ çirm ek üzere Madame Hanska’y ı bulunduğu şehirden »almaya gid ecektir; 1 aralık için y er bile

tutm uştur.

S7 kasımda Vöron’un verdiği bir karar,

büyük brr

yü kten kurtarıyor onu. T efrika halinde basılan ve so­ ma erm ek üzere bulunan hem en Cousin Pons’un

Cousine B ette

biter bitmez

yayınlanmasına

başlanmtya-

•çaktır. Buna pek sevinen Balzac,

kararlaştırdığı gihi

1 aralıkta tam gitm eye hazırlnırken çok üzüntülü b*r


XI]

GİRİŞ

haber alıyo r: M adam e H anska bir kaza sonunda ço­ cuğunu kaybetm iştir. Baba olmak

um utlan

boylece

boşa çıkan B alzac kederinden ağlıyor, yolculuktan da> vazgeçiyor, yeniden kendini a ğır işine veriyor. KÖ y-

lüler’i yazmakla meşguldür, Öteki eseri de la D em tere Incarnation de VautrinVfir, tabiî, bir de

Ama

bunlar

arasında

oluyor. Gazete sahibi yılında

ilk

VĞron,

çıkacak romanların

biten

Cousin PonsCousin

Pons-

Constitutionnel'de 18j,T

listesini verirken Cousiır

Pons’tan şu terim lerle söz ed iyor: “ Yoksul H ısım ların devamı ve son u : Cousin Pons*

ya da tki M üzisyen, M onsieur Balzac tarafından. “ Okuyucularımız Cousin Bette’m gördüğü rağbeti? hatırlarlar. İki Müzisyen adlı eserde aynı değerli v e sürükleyici üslûbu ve aynı incelem e gücünü taşımakta­ dır Balzac, Cousin Pons'u Cousine B ette kadar yü ksek bulm uyordu; onun için SO ocakta Madame Hanska’ya Söyle ya zıyor: “ Büyük VĞron, haşm etli VĞron, müşkül­ pesent VĞron, budala

VĞrorCnun

Cousine

B ette’ten>

daha mükemmel bir eser bulduğu Cousin Pons, birkaç güne kadar bitecek.** Am a şubatta eser yine bitmemiş­ tir ; nihayet Balzac çabalarım a rttırıyor, Cousin Fona 18 m artta Constitutionnel gazetesinde tefrika edilm eye başlanıyor, 10 mayısa kadar da devam ediyor. E serin önsözünde Balzac

Cousine

B ette’ten önce?

basılması gerekirken Cousin Pons* un sonraya kalması­ nın

nedeninin sırf “ edebî

bakımdan’* ileri geldiğini

söylüyor. Bu nedenler arana dursun, biz biliyoruz ki, Balzac Cousin Pons’u oldukça tasa bir hikâye şeklinde yazm ayı tasarlam ıştı. Ama sonradan, düzeltmek için eli-


X III

GİRİŞ

■ne alınca, kendisinin de önceden ummadığı birçok değirE k lik ler ya p tı, yen ilikler kattı, eser gelişti, uzadı. E se r Cousinc B ette’le kıyaslandığı takdirde son kati seklim çok sonra

aldı. 22

ağustosta

Madam e

H an sk a 'ya :

4tCousine B ette’i yasm ak İki M ü zisyen i yazm aktan çok daha kolay oluyor'*

dem esi bu gecikm enin

nedeninin

"ed eb î bakımdan” ileri gelm iş olduğunu açıklamaz m t9 16 haziran 1846 da, Balzac,

M adam e

H anska'ya

S öyle y a z ıy o r : Y aslı M üzisyen, hakaret gören, tem iz yü ­ rek li, yoksul hısım dır. Cousine B ette*se hakaret gören ve d ö rt aile arasında yaşıyan , ama çektiklerinin acısını öç ‘almak su retiyle onlardan çıkaran yoksun hısım dır.” E n son olarak eserine Cousin Pons adını verm eden önce, Balzac’ın ona çeşitli adlar taktığını gördük. B u adlardan

her

birine,

romanın

yazarın

kafasında

to günlerde izlediği yolun bir ifad esi gözüyle bakılabilir. Pons Efendicik adı ilkbakışta

insanda

babacan,

nyi bir adamcağızın rom anı hissini u ya n d ırıyor; yani :basit, her şeye kolayca inanan görünüşe göre biraz da gülünç olan bir varhğın hayatı. B u haliyle elbette ki kolayca aldatılm aya nam zet bir adam dır; ama, sâ fttr d iy e de onu büyük felâketlere

uğram ası ahuna yazıl­

m ış bir varlık olarak getirem iyoru z gözlerim izin önüne. Y a şlı M üzisyen

başlığına

gelin ce: bu da rom a-

rnm başlıca kişisini ya şı ve m esleği

bakımından bize

taratıyorsa da, yaradılışı konusunda herhangi bir fik ir edinm em ize el verm iyor. Am a

mademki eseri

Balzac

■yazmıştır, o halde bu durumun bir tutku yaratm asın*, bu tutkunun- bir iptüâ haline gelm esin*

v e Y aşlı M ü-

z isy e n hikâyesinin de bir müzik delisinin fa d a lı haya­ t ı olm asını bekliyebiliriz dem ektir;


XIV

GİRİŞ

A salak adı, akla hem en karakter tahlili yapan bir rp* man getiriyor.

M adam e

H anska’nm da eleştirdiği bu

ad, romanın birinci kısm ına as çok u ygun bir ad ols& bile, bütün kitabı

kapsıyacaJc bir isim olamıyacaJctı,

tıpkı Pons E fendicik, Y a şlı M üzisyen g ibi. E se r sadece Asalak adım taşıyınca bizim , elbette bu şahsı Asalaklık ederken görm em iz gerekecekti, bizim de çağrıldığı evle­ re

peşisıra

girm em iz,

oralara ne

türlü

yollardan-

sokulduğunu görm em iz gerek ecek ti: acaba sadece değeri sayesinde m i? Yoksa

Konuşm asının hoşluğu

şu, ya da bu

şekilde

yüzünden m i?

dolaplar

çevirdiği, ya

da ev sahiplerinin ufak tefek h er çeşit işlerine koşu verdiği için m i? E lb ette o evlerin herbirine aynı nedenler yüzünden kabul edilm em iştir. H er birinde ne çeşit ta­ vırlar takınıyor, her birinde hangi niteliklerinden fa y ­ dalanıyor acabaf Günün birinde ziya ret ettiğ i aileler­ den biri ya dolambaçlı yollardan, ya da açıktan açığa onu kapı dışarı ederse, bunun nedenlerinin ne olduğunu yasarın bize tanıtm ası v e bu sahneyi bize çizm esi ge­ rek ti. O ysa Cousin Pons’to , S ylvain P on s’un

asalaklığı

n e bu kadar ayrın tıyla, ne de bu kadar değişik yön ler­ den gösterilm iştir. Ünü gibi dehası da k ıt bir m üzis­ yen olan P ons, önceleri

m üzik dersi

sonra ufak bir tiyatronun orkestra eserlerine düşkün olduğundan, parçasını bu çeşit eserleri

vererek geçinir, ş e fi olur.

S an a t

kazandığı paranın b ir

satın alm aya

harcıyordu^

Yoksuldu, üstelik oburdu da. Onu, başkalarının sırtın ­ dan geçinm eye iten âm il de bu oburluğu v e yoksulluğu oldu. G erçi büyük çapta bir

m üzisyen

değildi, ama.


XV

GİRİŞ

y in e de birçok çevrelerde hoşa gidecek kadar a rtistli­ ğ i vardı, birçok aileler onu

evlerine kabul

gurur duyuyorlardı. O da, dostlarına

etm ekten

yaranm ak için

arasıra bestelediği romanslardan birer sa yı, bozan da tiy a tro biletleri

takdim

T a tlı sözler bulup

ediyor,

söylem esini

m et etm ekten hoşlanıyordu hep. yü ze

gülücü

oldu,

keman

çalıyordu.

biliyor,

onlara hiz­

Zamanla

onların her

türlii

büsbütün

hizm etlerine

koşm aya başladı. Sofradaki yerin i n e türlü elde etm ek m üm künse o türlü davranıyordu. B u tabiye M r hayli sen e işine yaradı, ama günün birinde nihayet ih tiyarlıya n , çirkinleşen, gözlerinde hiçbir

yenilik olm tyan

so sya l m evkii, kem ancı olarak şöhreti bir türlü artm ıya n , kılığı k ıya feti de gitgide eski moda olm aya başlı­ da n bu can sıkıcı davetliden

herkes bıktı.

Çağırıldığı

dem eklerin sa yısı gitgide azaldı, g ittiğ i yerlerde ken­ d isin e pek yü z verüm ez oldu. H er şeyin bir somu var­ d ır. P ons’un asalaklığının güzel çağı l i . B ir zamanlar evlerine gittiğinde •eden aileler şim di ona zor

da artık geçm iş­ sevinçten bayram

katlanıyorlardı; farkında

•oluyordu o bunun, zaten kendisine bunu hissettirecek inçim de davranıyorlardı. N e varki utangaçlığı v e obur­ luğu yüzünden hepsine göz yu m u yor, çok acı duyduğu ■halde onurunu kıran bu gözden düşm eye sessizce kat­ lan ıyordu . Y avaş yavaş bir iki hısım sofrasından baş­ k a gidip yem ek yiyeceğ i y e r kalmadı. Bunlar arasın­ d a kendin için en değerli olanı, hısım ı yargıç CamusoVnun sofrasvydı.

Orada kendini

evinde

hissediyordu.

U nların P ons’u evlerine candan kabul etm elerini neden

ta b ii bulmasın, hısım değil iniydiler? P on s yoksu l, on­ la r da zengin olduklarına g öre,

zavallı eâ f P ons için.


XVI

GÎRtS

bundan daha tabii ne olabilirdi? Kaldı ki, o da, kendi­ n e göre ve fırsa t düştükçe hısımlarının ona gösterdik­ leri nezaketin altında

kalm ıyordu. N itekim

Madama’

Cam usot’ya pek hakh olarak n efis ve eşine az rastla­ n ır

bulduğu

bir

yelpaze

sunuyor. Bu yelpaze, X V ~

L ouis’nın isteğ i üzerine Madarne de Pompadour’a veril­ m ek üzere ressam VVatteau tarafından resim lerle sü s­ lenm iştir.1 A m a sanat eserlerinden hiçbir şe y anlamı— yan , S ylvain P ons’un

ziyaretlerinden de bıkm ış bucu-

nan Madarne Cam usot de M arville, bu yelpazeyi gerek­ tiği kadar taktir edem iyor, hattâ yelpazenin armağan* edildiği gün zavallı P ons’u küçük düşürecek ve kırarak şekilde davranıyor, P ons

Öylesine

kırılıyor k i kendi

kendine bir daha Çam usot’la n n evine gitm em eye, ya ­ ni sofralarında bulunmamaya kesin olarak karar veri­ yor. K ırılan onurunun

etkisi altında

üzülerek v e tçi’

yanarak verdiği bu karar yüzünden çok acı çekiyorsa da bir daha Cam usot’lann evine adım atm az oluyor. Sonunda yargıç Cam usot, P ons’un epeydir evleri­ ne gelm ediğinin farkına varıyor, nedenini sorup öğre­ nince gelip P ons’un gönlünü alıyor, böylece barışılıyor,. Pons yin e eve gelip gitm eye başlıyor. A m a bu mutlu­ luk kısa sureli olacaktır. Çünkü P ons uzun zamandırkoca bekliyen MademoiseUe Cam ıısot’ya zengin bin n r

1 Balzac’ın bu sözleri gerçeğe uym uyor: böyle* bir şeyin tarih yönünden imkânsız olduğunu, Balzac’ınbütün eserlerini yaym lıyan Monsieur M arcel Bouteron. tarihlere dayanarak ispatlıyor: VVatteau 18 temmuz: 1721 de ölmüştür. Sonradan Madarne de Pom padour olacak olan Antoinette Poisson ise 29 aralık 1721 dedoğm uştur. 1721 de X V . Louis ancak onbir yaşındaydı.


XVTK

GİRİŞ

bulmak sevdasiyle bir evlenm e tek lifi iğine k arışıyor,, fakat m üstakbel damat biraz Cam usot’larsa,

sonra bu işten ca yıyor.

m eseleye pişm iş,

kotarılm ış

gözüyle

baktıklarından, bu evlenm eyi dallandırıp budaklandır­ mışlarv herkese

yaym ışlardır, t ş

bozuluverince, buru*.

Pons’tan biliyorlar, onu sorum lu tu tu yor v e sır f rsadedtlmek hakaretine uğram aları için onlara böyle biroyun oynadığın» ileri sürüyorlar.

bunu öç almak içm -

yap tığım iddia ederek evlerinden edebiyen kovu yorlar,, ö te k i hısımlara da elbette P ons’un bu rek eti anlatılıyor,

ahlâksızca ha­

böylece zavallı adam

bütün evlerden sürülüp atılıyor, iş te

devam e ttiğ i

yetm iş yed i ho­

lümden meydana gelm iş bir eserin yirm i beşinci bölü­ münde P ons’un asalaklık hikâyesi bu şekilde sona eri­ yo r. B u gözden düşm e P ons’un cek felâketlerin en

sonradan başına gele­

belli başkst

P ons’un asalaklığının

olacaktır, ama bunu*

bir sonucu ve özellikle bir ceza­

sı olarak almak yersiz olur, çünkü hısımlarının sofra­ sında çağrılmadan sık sık görünm esine bu ad verile­ m ez, verilse bile, P ons zengin damat ile M adem oisell»Cam usot'nun

evlenm elerine umduğu

şekilde önayak-

olup da bu işi başarm ış olsaydı, bu aile içinde ömrününsonuna kadar iltifa t görecek ve şım artılacaktı herhal­ de. D em ek ki P ons’un başına gelenler düpedüz asalak­ lığının sonucu değildir. Balzac,

Madama

H anska’m n<.

ikazları olmasa, da, eninde sonunda romanına A salakadım verm ekten vazgeçecek v e onu değiştirecekti her­ halde. G erek Cam usot’lârm gerek öteki hısımlarının ev­ lerine gitm ekten

böylece

yoksun

Fona dostu W ilhetm Schmuçfisfun

kalınca,

Sylvairz.

vefa lı dostluğundan


GİRİŞ

-XVIII

kendine bir sığınak buldu. Schmucke da Pons gibi mü­ zisyendi. M üziğe kargı besledikleri m üşterek sevgi, e8•siz tto8Uuklunmn tem elidir. Balzae

romanına Asalak

adtm verm ekten vazgeçince ona iki

Müzisyen demeyi

uygun

gördü. Romanın

başlıca iki

arada toplamak gibi iyi bir varki bu ad da onları

kahramanım bir

ta rafı vardı bu adın. N e

m eslekleri olan m üzikte icracı

^olduklarını gösterm em ektedir. B irbirlerine kuvvete bağ­ dı iki dostluk var ortada; g erçi m üzisyendirler, ama ol■mtyabilirlerdi de. Zaten eserde ancak bir iki yerde müzik konusuna dokunulmuştur, o kadar. Pons da, Schmucke .da bambaşka m eslekten olabilirlerdi. Hikâyenin gidişi •hiç de değişmezdi bu yüzden. E sere iy i gidebilecek ad­ lardan biri de İki Dost’tur.

Bunu

Balzae

la Fontaine’in en güzel tabilerinden

düşündü:

biri bu adı taşı-

-masaydı, e8eri için bu adı seçerdi belki. M üzisyen kelim esi Schmucke

için gerçekten biçil­

m iş bir kaftan gibidir. Çünkü Srhmucke'un m üzikten •başka hiçbir tutkunluğu yoktur.

A ynı kelim e Sylvain

ıPons'u tam olarak tanıtmaya yaram ıyacaktır. Pons'un ■müzikten

başka tutkun olduğu iki şey daha vard ır;

rbirisi koleksiyon m eraklısı oluşu, ötekisi de midesine *■düşkünlüğü. Yatağa düşüp hem müzikten hem de zi­ ya fetlerd en yoksun kaltnea, Schmucke'tan başka kim ;sesi de kalmayınca, bütün derdi koleksiyonu olm uştur. Balzae Pons'un kişiliğinde hem dost kem de koleksi­ yon cu yu bir araya getirm iştir. Schmucke’un benliğini is e dostluk duygusu kaplamaktadır.

Sadece kuvvetli

«tutkularına bütün varlıklarını kaptıran Balzae kahra­ manlarından biriydi o. Bunlar,

kendilerini

öylesine

•kaptırırlar ki bu tutkunun bir sembolü kesilirler sanki.


GİRİŞ

XIX

İşte Schmucke’ım Pons’a olan dostluğu böyle sonsuz­ dur, sağlamdır, tıpkı

Goriot Baba’mn yüreğini dol­

duran baba sevgisinin

sonsuzluğu ve derinliği gibi.

Pons ölünce, Schmucke için dünya ne

dayanılmaz b ir

zindan olm uşturt B ir kişiyi kaybedince sanırız kı yer­ yüzünde bir tek insan dan,

kalmamıştır.

B öylesine can­

böylesine bağlı, sevdiği insanın dışındaki h er

şeye böylesine yabancı kalan bir dostluğa ad takmak istense, insan buna tanrısal dostluk demez de ne aer acaba? Pons’a yen

adı

bu

eserde

verilem eyeceğine

adını takabilirdi

Balzac.

ne

Asalak ne de göre,

ona

G erçekten

Müzis­

koleksiyoncu Pons’un kolek­

siyonu bu romanın ortaya koyduğu dramın

nedenidir..

Yalnız

koleksiyon

koleksiyoncu

bize eser boyunca,

eşyasını yavaş yavaş toplar vaziyette gösterilm em iştir. Okuyucu, m eşhur yelpazenin satın alınma işi dışındır hiçbir zaman Pons’un yaptığı araştırm aların ayrıntı­ larım bilm iyecek, onun elden türlü faydalandığım , ne türlü

düşme

eşyalardan ne-

kurnazlıklara başvur­

duğunu, ne çeşit hileler kullandığım, sırf onları sa­ tın alabilmek için de ne yoksunluklara katlandığın* hiçbir zaman öğrenem iyecektir. Balzac Pons'u bize bü­ yük vs çeşitli bir koleksiyon sahibi biri olarak tarat­ maktadır. Pons, koleksiyonunun üzerine artistik değeri, bakımından çok düşm ektedir.

P ek fazla

olmamakla-

beraber, para bakımından, ama özellikle onu toplamakiçin sa rf ettiğ i çabalar bakımından, bu koleksiyon onun-, gözünde büyük bir d eğer taşımaktadır. Bundan önceki

başlıklar eseri açıklamaya yara­

m adıkları için nasıl atüdüarsa, Koleksiyonca ism i de*


30C «Sylvain

GİRİŞ

P ons'u

gerektiği gibi anlatamamış,

hikâye*

nin bellibaştı katlarım da bize gösterm em iş olacaktı.

sBalzac'm son olarak verdiği Cousin Pons adı, eseri en iy i açıklvyan

bir ad olarak göze çarpm aktadır. E se­

rin daha genel olarak Yoksul H ısım lar başlığım taşı­ mam, bize bir ailenin yoksul bir ferd im aynı ailenin zengin fertleriyle karşı karşıya

bulacağımızı g ö sten -

..yor. B u m ünasebetlerin cinsi ve akım ne olursa oısun, bunlar sosyal bakımdan aradaki eşitsizliğin bir sonu<cu olacaklardır. Balzac Yoksul Hısım lar'vn iki eserm aen birine Cousine B ette adını verdiğine göre, Ötekine de •Cousin Pons adım verm esi kadar tabiî, basit ne olu r? B öylece Baİzac'ın da M adame H anska'ya yazdığı gibi, ■iki eser arasındaki fa rk daha iyi anlaşılm ış ve kavran­ m ış olacaktı. G erçekten

Cousin Pons'to

Cousin Bette

»arasında pek büyük bir fa rk v a r : Cousine B ette ne /kadar kinci ve kıskançsa,

Cousin P ons da o oranda

İy id ir , m enfaatçi olmaktan uzaktır. B ette ne kadar ha•:r eketli ise Pons da o kadar durgundur. H er ikisi de romanın tem el kişilerindendir. Yalnız B ette alttan al­ tta ortalığı birbirine kalan, eserin bellibaşh olaylarına sebep olan bir kişidir. Ç evirdiği korkunç

dolapların

farkına kim se varm az. H albuki P ons çevresindeki in . sanların

am ansız,

aralıksız

saldırışına

uğrayacak.

«onlardan boyuna sille yiyecek tir. Çünkü P ons, Cousine .B e tte kadar yoksul değildir, onun sadece parası k ıttftır; buna karşılık bir servet denecek kadar koleksiyonun

varlığından

değerli

Pons'dan başka hiç kim se-

-nin haberi olm uyor. Bunu civarda

hırdavatçılık eden

Jbiri kazara öğren iyor. B u adam aç gözlüdür,

ama

•jgöz dikm eye başladığı bu hâzineyi bir başkasının yar-


XXK

GIRÎS

dimi olmadan elde etm e gücü yoktur onda. Onun için Pons’la Schmucke’un kapıcısı olan, aynı zamanda iste­ rini gören kadına bu servetin değerinden söz açıyor,^ onun da hırsım kam çılıyor. H ırdavatçı yok bahasına bu koleksiyonu ele geçirm eyi hesaplamakta, kadın daağır hasta olan ve tutulduğu hastalıktan da öleceğe benziyen Pons’un

vasiyetnam esinde kendi adının da

bulunmasını kurmakta, mirastan biraz pay almayı um­ maktadır. Aslında

hırdavatçı da kapıcı kadın da bur.

koleksiyonun gerçek değerinin ne olduğunu bilecek du­ rumda değildirler. Tanınmış bir antikacıya

danışma­

ları bundan. A ntikacı ise, tersine, çok kurnaz ve bil­ giç bir yahudidir. K oleksiyonu görüp de değerim an­ layınca, o da onlara katılıyor bunu ele geçirm ek urzusiyle. K apıcı kadın hayalini kurduğu mirasa konmak içinPons’a bakan doktora başvuruyor, hasta üzerinde herkesden fazla etkisi olacağını düşünerek elde ediyor <mu_ D oktor da para ve m evki düşkünü bir adamdır. Pons'­ un miras işinden kendisine büyük çıkarlar sağlıyabileceğini hissediyor, kapıcı kadını kendi arkadaşlarındaneski bir avukata yolluyor. Avukat da zengin ve

ilerlem ek sevdasındadır, doktorun

pek küt kırk yaran biridir, Balznc’m

olmak-

tarifin e göre dediğine göre-

de “ az güvenilir” bir kim sedir. B öyle işlerde becerik­ lidir, şebekenin de en hilekâr, en yüzsüz ve en atak olanıdır. Talihsiz Pons’la dostu zavallı

Schmucke’un

başına dehşetli bir çorap örecek, onları korkunç ağma düşürecektir. Balzac’tn da dediği gibi “ dram bundan sonra baş­ lıyor işte.” E serin başlıca konusunu bundan önce sı­ raladığım ız başlıklardan hiçbiri

karşılıyamadığı gibi*.


X X II

GİRİŞ

'Koleksiyoncu başlığı da tam olarak karşıhyamamakta»dur. B irçok insanların hırsa kapılmasına, bırleşip do­ la p çevirm elerine Pons’un koleksiyonu -elbette. Am a zengin antikacı

sebep olm uştur

dışında g eri kalanların

■hepsi bu koleksiyonu meydana rine değil, bunun getireceği

getiren sanat eserle­

paraya

im renm işlerdir,

.Pons’un serveti ister koleksiyon, ister para olsun, el­ b ette ki bazılarvntn aç gözlülüğünü kamçılıyacuk, onu •ele geçirm ek için bu çeşit anlaşmalara,

birleşm elere

y o l açacaktı. Şu halde dıramın konusu, sanat eserle­ rinin aşırılm ası değil, fa ka t daha

doğru bir deyim le,

•bir mirasvn ele geçirilm esidir, Pons’a karşı

birleşenlerin

■zavallının hastalığını işkence

çevirdikleri dolaplar,

haline

sokm uştur. Ama

■Pons, saflığın canlı bir örneği olan Schm ucket’tan çok •daha açıkgöz

olduğundan,

rağmen bası şeyler

hastalığına ve zayıflığına

sezm iş,

•kuşkulanmaya başlamıştır,

duyduğu bazı lâflardan

E trafındakilerin

davranışlarının, hele koleksiyonundan

kuşkulu

bazı parçalarv-

nm çalındığının farkındadır. N e varki bu anlayışı ona pahalıya mal oluyor, hastalığın acılarına bir de başka ■acı eklenm iştir şim di: yavaş yavaş soyulm aya başladırğmt ankyan, yakanda koleksiyonunun elinden büsbütün *■alınacağım hisseden bir

koleksiyoncunun acısı. K olek­

siyonunu korumak ihtiyacı ile o hasta halinde kendisin» ■den hiç beklenmedik

bir

hileye

başvuruyor:

n oter

■önünde alenî bir vasiyetnam e h azırlıyor; biliyor ki düş­ manlan bunu ele geçirm ek istiyeceklerdir. N itekim çal»■■yorlar düşmanlan o vasiyetnam eyi; bunun üzerine Pons •birinciyi hükümsüz kılan yen i bir vasiyetnam e hazırlaşıVJor, onda da Sckmucke’u

gösteriyor tek vâris olarak.


GİRİŞ

X X II?

Sylvain Pons ölünce, adı F raisier olan “ o az gü­ ven ilir" kişi, Schmucke’a tebelleş oluyor, aleyhine dâ­ va açacaklarım Pons'un mirasım

söylıyerek gerçek

sersem e

çeviriyor

mirusçilarımn

onu.

elinden çal—

miğ olmakla suçlandırıyor, ürkütüyor, sonunda senede* az bir para karşılığında Schmucke’un, narası, gerçek m irasçılar olan Camusot de

MarviUe’lere bırakmasını•

sağlamayı başarıyor. Oysa zavallı

Ponsun ölümünün

başlıca nedenlerinden biri de, M arv ille'terin ona karşı*, takındıkları tavırlar olmuştu. F raisier’nin bu kadar çaba gösterm esi, göz diktiği sulh yargıçlığı m evkiini elde edebilmek içvn, Camusot’*rmn desteğine muhtaç olmasından ileri geliyor. Kumuz? adam, Pons'un ağır hasta olduğunu öğrenince, hemenişi üzerine aldı, bu miras işiyle

yakından

yalnız bunu, kapıcı kadının çıkarlarım

ilgilendi,

korumak içim

değil de, Pons’ tan kalacak servetin büyüklüğünü gidiphaber verdiği Camusot’lar için yaptı. Onlara, kendisi­ ne güvenirlerse, ortada ters bir

vasiyetnam e olsa da,

bu serveti elde edebüeceklerini söyledi. CamusoVlar dar. razı oldular. Bu soysuz adam,

alçakça teşebbüsünde,,

işte bu şekilde bir yargıcın tem silcisi, hattâ onun he­ men hemen sömürücü vekili oldu. R ızasiyle olmasa da, yoksul hısım, kendisini evle­ rinden kovan varlıklı hısımlarını böylece zengin etmiş? oluyor sonunda. Ahlâksız F raisier’nin başardığı bu mi­ ras gasbı, Cousin Pons gibi büyük ve güzel bir rom ana tefrika romanı karakterini veren sürükleyici ve drama­ tik, hattâ melodramatik hadiseler üzerine dayanmakta­ dır. Yoksul Hısım lar’ın çıktığı Constitutionnel gazete­ s i daha önce Eug&ne Sue’nün

romanlarım basm ıştız


:xxıv

GtRİS

Salazc için onunla boy ölçüşmek durumu vardı, onu zgeçmekle övüyordu, bu da onun için güç bir şey değilde. Cousine Bette adlt eserinin basılması

dolayısıyte,

.bir eleştiricinin: “ Oh şükür t demek ki yakında Balz<uf*an bir şey okuyacağım / ” sözünü, 22 temmuz 18 t e ta­ rihli bir mektupla Balzac Madnme Hanska’ya aynen tek­ rarlıyor ve şu şekilde izah ed iyor: “ Bu gösteriyor ki ar­ tık Dumas’lann, Fâval’lerin didine didine meydana ge­ tirdikleri eserlerden halk bıkm ıştır, Lucrezia

Madame Sand’tn

Floriani adlı eseri boşan kazanmadı. Benim

'Yoksul H ısım lar

hikâyesi basılıp da FJugâne Sue’nün

■ünü sıfıra inince ne olacak acaba?” tşle bu boy ölçüş­ me dileği içinde ve piyasa romancılarına bakarale on­ slardan üstiin olduğuna emin bulunduğu içindir ki, da­ ha Cousin Pons’/a Cousine B ette hikâyelerine başlama­

dan önce, 16 haziranda Madame Hanska'ya şöyle yazı­ yordu: “ Bugünkü soysuz edebiyatın yalancı tanrıları­ n ı yere serecek ve benim daha genç, daha taze ve da-ha büyük olduğumu ispat edecek belli başlı iki üç eser yazmam günün zorunluğu olarak kendini hissetiriyor.'' Balzac’ın Sylvain Pons’un kişiliğinde gerçek bir adamı yaşatıp yaşatmadığı ve bunun kim olduğu suali, .zihinleri işgal etm iştir. Sauvageot ileri sürülmüştür, Balzac da romanının üçüncü

faslında

Sauvageot ile

■Pons arasında “ bazı benzerlikler bulunduğunu” söylü­ yor ve bunları sa yıyor: Pons da, Snuvageot da müzis­ yendirler. H er ikisi de parasızdır. H er ikisi de kolek­ siyonlarını “ aym sanat sevgisiyle ve aynı çarelere başvurarak" meydana

getiriyorld r; Pons da, Sauvageot

*da bin bir em ekle toplamayı başardıktan hâzinelerini ^gözlerinden kıskanırlar.


XXV

GİRİŞ

6 kasım 1781 de P artifte doğan A lezandre-Charles Sauvageot, 1841 de atm ış yaşlarında kadar olan Pons’4a hemen hem en

yaşıttı.

M üzisyen olma v e

keman

■Çalma bakımından h er ne kadar Pons’a benziyorsa da. besteci olmadan sadece bir icracı olması

bakımından

da ondan ayrılıyor. H er ikisi de m ükâfat kazandılar. P ons Roma büyük ödülünü kazandığı halde Sauvageot yalnız Paris K onservatuvannm edebildi. Bu sayede opera

birinci ödülünü elde

orkestrasına

alındı. Ama

müzik onun hayatını tamamiyle doldurmuyordu. Sana* eserlerin e kargı u fak yaştan beri m eyli vardı. On altı yaşından itibaren kendine göre koleksiyonculuğa baş lam ıştu Kazancım

arttırarak bu hevesim

doyurmak

için orkestradaki görevi dışında kendine ikinci bir iş daha aradı. Gümrükte bir iş buldu. Em eklilik çağma kadar hem operadaki görevine, hem de güm rükteki gö­ revine sadık kaldı. Balzac, Sauvageot’nun “ elle yapılm ış değerli sanat ■ie serlerini” elde etm ek hususunda P onsün “ rakibi” ol­ duğunu söylüyor. Sauvageot gerçekte

K onservatuvar

■orkestrası üyelerinden bir m eslektaşının, Lam y adında ■birinin rakibi olmuştur. H er ikisi de

özellikle Çın ve

Japon porseleni arıyorlardı. Sauvageot Lam y’y e baka­ rak daha az paralı olduğundan kimi kere S auvageotnun istediğini Lam y daha çok para vererek alıyordu. B ir anlaşma

yaptılar sonunda.

>aramaya devam etti,

Lamy Çin

porseleni

Sauvageot da O rtaçağ ve Röne­

sans devirlerine ait eserleri toplam aya başladı. A rtis­ ttik değeri değişik pek çok eseri bir araya getirdi. K o­ leksiyonunda çok değerli ve güzel şeyler vardı. Cldment d e R is,

Sauvageot’nun ölümünden sonra

yayınladığı


XXVI

GİRİŞ

A n tikalar konulu kitabında

Sauvageot'ya 1085 te ta -

mamiyle d eli; 1885 te y a n deli gözü ile bakıldığım 1820 de biraz acayip bir adam sanıldığım , 1880 da ise, ta­ nınmış bir kişi olduğunu yazıyor. K im se onun sanat eserleri halikındaki ihtisasını, bilgisini yabana atm ıyor. 18h8 de Dusommerard'ın koleksiyonunun değerini biçmek üzere seçilen eksperler arasında bulunuyordu. 1855 d e Dünya S ergisi jü ri heyetine üye seçildi. A yn ı y ıl birkaç îngilizden meydana gelm iş bir tüccar gurupu koleksi­ yonunu 500,000 franka satm almak kabul etm edi. Bu

kadar

severek

emek bahasma bir araya getirdiği

isted i; Sauvageot özenerek ve bvnbir eserlerin yeniden,

ayrı a y n insanların ellerine düşmesine,

dağılmasına

İcatlanamryordu. Bu koleksiyon onun hayatının en bü­ yük zevki, hattâ belki de son yıllarının başlıca hayat kaynağı idi. E rtesi yıl koleksiyonunun dağılmaması içm , Sauvageot içinden en iy i parçalan

Louvre m üzesine

armağan etti. Eserlerinden ayrılmamak için de yaşa­ dığı sürece kendisinin bunlara bekçilik etm esini şa rt koştu, ölüm üne dek koleksiyonuna yen i bir takım par­ çalar daha ekledi. 1860 da

öldüğünde bu koleksiyona,

aşağı yukarı 600,000 frank değer biçildi. Cousin P ons'un koleksiyonu da 18UU de hemen hemen bu ayarda idi* 1868 de Sauvageot’nun koleksiyonunun bir albümü yayınlandı. Bu koleksiyonda çeşitli eşyalar v a r: Tablo­ lar, çerçeveler, camlar, m ücevherler, m obilyeler, ayna­ lar, taraklar, bıçaklar, ilâh. H epsi X V I.

yüzyıla a it.

E kserisi Fransız sanatı, kim isi ttalyan, kim isi de A l­ man ve Doğu işçilerinin elinden çıkmış. Balzac P o r s ­ un koleksiyonundaki bütün

eşyaları sayıp

Yalnız koleksiyonda m obilyeler,

dökmüyor.

porselenler, tabaklarp


xx vn

GÎRtS

h eykelcikler, çerçeveler, fakat Özellikle tablolar bulun­ duğunu söylü yor. P ons’da

S au vayeot’ya bakarak çok

■daha fazla tablo var. Sauvageot ile Pone arasında benzer taraflar g er*çekten pek çok. A m a Balzac’a ait her m eselede pek çok bilgi

sahibi olan S . de

L ovenjoul,

kim olabileceğini araştırırken :

Pons'un

aslvntn

**Balzac P ons’un şah­

mında çeşitli insanlara, bu. arada Sauvageot’ya da ait özellikleri bir araya toplam ış ama özellikle dostu Dabiin ’i başlıca model olarak alm ıştır.” diyor. Thöodore Dablin de aşağı yukarı d a yd ı. Balzac ailesinin pek yakın tüccarıydı, cöm ertti,

P ons’un yaşın­

dostuydu, hırdavat

zengindi. Para

sıkıntısı çektiği

igünlerde Balzac’a yardım e tti. O da Sauvageot g ibi çe­ şitli ve çok sayıda antika eşya

topladı.

koleksiyonunda ne tablo ne de h eykel koleksiyonu ile onunki

arasında bu

Yalnız onun

vardı. P ons’un yönden çok fa rk

■vardır. Balzac’ın önce Chouans adlı rom anını ith af et­ tiğ i Dablin’den de P ons için bazı çizgiler alm ış olm an müm kündür. A m a bilhassa onu başlıca

m odel olarak

özellikle alm ası pek ihtim al dahilinde olmasa gerek. S ylvain P on s’la

Sauvageot arasında daha

yakın

benzerlikler va r. Z aten bir koleksiyoncuyu çizm ek on­ la rın

hepsini

güzel bir nı

değil

demek

keşfettiklerinde

m i?

sokak sokak tavın m ış

çizm ek

şe y

H ep si

aym

değil m i f

şiddet

ve

dolaşmaz m ı? Bulduktan

üstatlara m aletm ek

H epsinin

duyduktan

gururuna

zevk a y­ heyecanla

adsız eserleri kapılmazlar

m ı? Balzac hiçbir koleksiyoncu tanımamış da olsaydu P on s’taki koleksiyonculuk aşkım , heyecanın* v e um ut­ larını kendi şahsında da bulacaktı. Çünkü o da bu işin


XXVIII

GtRİS

peşinde koşunlardan biriydi. Onun antika eşyasına ait: bilgi Lovenjoul’nun koleksiyonunda

m evcut iki doku­

manda

bu

görülm ektedir. u18Sh

süslemek

am acı

ile

den

m obilye

ve

yana,

antika

evim i olarak

satın aldığım eşyanın listesi.” İk in cisi: “ Balzac tara­ fından 1847 veya

1848 de hazırlanm ış ve onun F o r-

tun§ sokağındaki evinde bulunan eşyayı gösteren liste.'”

Balzac, Madame Hanska ile evlenm ek üzere olduğusıralarda FortunĞ sokağı N o. İh deki evini (bugünkü Balzac sokağı, N o. ££)

sevdiği yüksek

kadına lâ yık

olması için zengin bir şekilde döşedi. Evinde birbırm a uymıyan, fakat Pons’unkinı çok andıran değerli ve an­ tika eşyalar vardı. Cousin Pons’un koleksiyonunda sa­ yıp döktüğü değerli eşyanın çoğu Balzac'm kendi ko­ leksiyonunda

bulunuyordu.

18hC da, Cousin

Pons’u

yazdığı sıralarda Madame H anska'ya yolladığı m ektuptarda satın aldığı bazı sanat eserleri

hakkında heye­

canlı bilgiler veriy or; bunları çok ucuza, aktın alamxyacağı kadar ucuza elde ettiğin i söylüyor. Fakat B alzac'ta

koleksiyonuna karşı ne

Pons’un ne de Sauva—

geot’nun çılgın iptilâsı var. Bu belki de Balzac’m on­ lar gibi bekâr bir insan olarak ihtiyarlam ak istem em e­ sinden ileri geliyordu.

Evlenm ek üzereydi, m üstakbet

Madame Balzac’a zengin bir hayat sağlamak imkânları­ nı düşünüyor, durmadan romanlarından alacağı para­ ları hesaplıyor, ya sanat ya da tarih bakımından çoir değerli

olduktan için,

koleksiyonundaki bazı

sanat'

eserlerini, kendisi pek ucuza m alettiği halde, çok paha­ lıya satmak su retiyle büyük kârlar sağlam ayı umuyor— Cu. İşte Cousin Pons’u yazarken, Balzae da böyle he­ yecanla sanat eserleri peşinden koşuyordu. Cousin F on *


XXIX

GİRİŞ

ıromaıntmn başlıca kahramanı Pons’un koleksiyonudur E serinde yaşattığı koleksiyoncunun kişiliğinde bir yur­ tça da Balzac’ın kendisini bulmak pek tabiidir. Balsamın Schmuckefu

yaratm ak için bir

modeh

var mıydı acaba? M arcel Bouteron bu modelin müzis­ y en Jacques Struntz

olduğunu

.B avy eratıydı;

te

1788

kestiriyor.

Pappenheim’de

Struntz

doğmuştu.

P onst’an bir yas büyüktü. Balzac’ın romanında saydı­ ğ ı bütün Öteki m üzisyenler gibi. Struntz birçok A vru­ pa m em leketlerini gezip dolaştı, konserler verdi. Kenrdişini İn giltere’de, Alm anya’da,

Hollanda’da tarattık­

tan sonra 1800 de Fransa’ya geldi, ama çok kalmadı. .B ir iki yıl sonra ym e geldi, fakat tem sil ettird iği ope-ra komiğin başarısızlığa uğraması ■yeniden yabancı

yüzünden üzüldü,

yurtlarda yolculuğa

çıktı. 1881 de

Ji*aris’e döndü yeniden. 188i de, Pons’la

Schmucke’un

tanıştıkları yıl, Nautigue - T iyatro’sunda tem sil edilen ■iki balesi rağbet gördü. Yalmz bu tiyatronun para du­ rumu kötüydü, hem öylesine kötüydü ki, bu iki balenin -sağladığı rağbete rağm en, tiyatro iflâstan kurtulama­ dı. İşte bu

sıralar

Struntz’un

para

durumu

tıpkı

.Schmucke’urüci gibiydi. Opera-Com iqve’te partisiyonla•n

kopya

bürosunun bir

müddet şefi

oldu.

Ama

Schmucke*tan daha şanslı çıktı, bir mirasa kondu, on­ dan sonra rahat bir ömür

sürmek üzere Bavyera’ya

-çekildi. Balzac’tn Cemsin Pons’v yazdığı

sıralarda, o

■da tıpkı Schmucke gibi, şatafatsız, sade bir hayal ge­ çiriyordu. Balzac, Struntz ile tanıştı, sıkı fık ı dost olup *olmadıkları bilinmemekle beraber, bu husus pek de ihdimal dahilinde görülm üyor. Yalnız

Schmucke adiyle


XXX

GİRİŞ

Struntz adı arasında büyük bir benzerlik var, ama bı> benzerlik daha da ileri gitm iyor. Cousin Pons önce Constutionnel’de 18 martla 10 ma-

yis 1847 arası yayınladı. Son bölüm sonuç olmak üzere otuz bir bölümden meydana geliyordu ve her bolümün özel bir adı vardı, ilk defa kitap

olarak Fransa’aa

Cousin Bette’m peşisıra ve Yoksul H ısım lar gibi müş­

terek bir ad altında 1848 de basıldı. Bu baskıda, parça parça

bölme ve onları

gösteren

numaralar

yoktu.

Cousin PonsVn Calmann-L&vy matbaasmca basılanın­

da, Yoksul Hısımlar, P aris

Haya tından

Sahneler’in

üçüncü kitabını, İnsanlık Komedisi’m n de onuncu kita­ bım teşkil etm ektedir.

Maurice ALLEM


C O U S IN PO N S



COUSIN1 PONS* I im paratorluk çağman çanla bir kahnttsı 1844 yılının ekim ayında, öyleden sonra saat üç sula­ rında, altmış yaşlarında Kadar bir adam, “ Boulevard des îtalıens” boyunca hızlı hızlı yürüyordu. Herkesin daha yaşlı bulabileceği bu adamda, çok kârlı bir işten dönen bir tüccar, ya da kadın koynundan yeni çıkmış kendisin­ den hoşnut bir delikanlı hali vardı. Yüzünde iki yüzlü­ lük okunuyor, gözlen de yerden ayrılmıyordu. Paris'te tatmin olmuş kişilerin belli

işaretidir bu.

kahve önlerindeki iskemlelere oturup mek keyfine

dalanlar, bu ihtiyarı

Her gün»

geçenleri incele­ uzaktan görünce

Parislilere özgü bir biçimde gülümserlerdi. Ne alaylı» ne müstehzi ya da ne acıklı bir gülümsemedir bu.! Yal­ nız her çeşit manzara ile kanıksamış bulunan Parisliyi gülümsetebilmek için, gördüğü şeyin pek merak uyandıncı cinsten olması şarttır. Bir söz, hem bu adamcağızın arkeolojik değerini, hem de bütün gözlerde tıpkı bir yankı gibi tekrarlanan bu gülümsemenin nedenini açıklamaya-yeter: buluşları 1 Cousin: Dilimize aynı okunuşla Kuzen diye geç­ miş olan bu kelime kardeş çocuklarına denir. * Bu özel ad Pons okunur.


COUSIN PONS

4

ile ün salmış bir oyuncu olan Hyacinthe’e, seyircileri­ n i gülmekten katıltan şapkalarını nerede yaptırdığım sormuşlar. "Ben onları yaptırmam ki, sadece modası geçmiş olanları saklarım, o kadar I" karşılığını vermiş Böylece, Paris'in büyük halk kalabalığını meydana ge­ tiren milyonlarca oyuncu arasında, bilmeden nice Hya«intheler vardır ki falan zamanın gülünç nesi varsa hepsini üstlerinde taşırlar. Gezintinizde, eski bir dost­ tan gördüğünüz ihanetin acısı

içinizi

yakarken bile,

sizi " p u f f r diye güldüren bu adamlar, bir çağı tümü ile gözlerinizin önünde

canlandınyormuş gibi gelirler

size. Kıyafetinin bazı noktalarında 1806 modasından ne d e olsa şaşmamış bulunan bu ihtiyar, çok

gülünç ol­

mamakla beraber imparatorluk çağını andırıyordu. Bu gibi incelikler bakanların gözünde bu çeşit hâtıraları son derece değerlendirir. Ne var ki,

bu küçük nokta­

lardaki acayipliğin sırf gönül avutmak amaciyle dola­ şanlara

vergi olan o inceleme gücünü

gerektirdiğini

de unutmamalı; uzaktan güldürebilmesi için, yolcunun göze batar şekilde gülünç olması

şarttır; oyuncular,

sahneye çıktıkları anda halkı güldürüp başan kazan­ mak için, o çeşit acayip kuru, sıska ihtiyarın

kıyafetleri

ararlar işte. Bu

sırtında, yeşilimsi ve beyaz ma­

den! düğmeli bir elbise üzerinde, fındık rengi bir spenser8 vardı!... 1844 yılında spenserli bir adam görmek, nasıl diyeyim, sanki iki saat için Napolyon lütfetmiş de yeniden canlanmış gibi bir şeydir. a Spenser: Eskiden yelek üstüne giyilen fakat boyu topuklara kadar varmıyan uzun ceket. Lord John-C harles Spencer tarafından icadedildi.


COUSIN PONS

Adı da gösteriyor,

5

spenser, güzel

boyuna bakıp

hiç şüphe yok gurur duyan bir İngiliz. Carrick4 deni­ len ve bugün son günlerini yaşlı arabacıların sırtında, tamamhyan o iğrenç pardesünün

yükünden insanlarr

kurtarmak suretiyle vücudun belden yukarı parçasını örtmek meselesini, Amiens sulhundan önce halletmiş­ ti; yalnız, zarif vücutlular sayıca daha az olduğundan, bir İngiliz buluşu olmakla beraber, erkeklerin bu spen­ ser

modası çok

tutunmadı

Fransa’da. 6 u Spenser’î

gören kırkla elli arasındaki insanlar, onu giyene kafa­ larında, kıvnk konçlu yumuşak çizmeler, fıstık yeşili ince çuhadan fiyonklu bir külot giydiriyorlar, kendile­ rini yeniden gençlik kıyafetleriyle görüyorlardı! Yaş­ lı kadınlar gençlik başarılarını hatırlıyorlar; gençlerse» bu yaşlı Alcibiades**9 ne diye paltosunun kuyruğunu kes­ miş diye şaşıp kalıyorlardı 1 Her şeyi bu spensere öyle­ sine uygundu ki, nasıl eşya için Empire üslûbu6 eşya diyorsak, bu adama da Empire üslûbu adam demekte tereddüt etmezdiniz; yalnız bu adam, ancak, o büyük ve şatafatlı çağı

imparatorluğu,

hakkiyle bilenlerin,

hiç değilse biraz görmüş olanların gözlerinde canlan­ dırıyordu, çünkü, o zamanın

modasını az çok hatırla­

mak gerekti. İmparatorluk çağından, daha bu günden * Carrick: Birbiri üstünde birkaç yakası olan ağır pardesü. 9 Alcibiades Atinalı bir general; bu adam için gerçek şereften ziyade üne düşkün ve halkın dikkatini çekmek amaciyle her yola başvuran bir adam denir. 7000 drahmiye aldığı ve bütün Atina’nın hayran oldu­ ğu güzel köpeğinin kuyruğunu böyle bir heves uğruna kestirmişti. * Empir-üslûbu: İmparatorluk üslûbu. c Enpir-üslûbu: İmparatorluk üslûbu.


COUSIN PONS

«

o kadar uzaklaşmış bulunuyoruz ki önüne gelen onun, Oalya ve Yunan çağlarını andıran azametini gözlerinin önünde canlandıramaz. Yaşiı adam

şapkasını, hemen

meydanda bırakacak biçimde, atm ıştı; o zamanlar,

hemen bütün alnı

kurumla arkaya doğru

idarecilerle siviller,

kurumuna bu şekilde karşılık

vermeye

askerlerin çalışırlardı.

İpekli kumaştan şapkası on dört frank değerinde ber­ aat bir şeydi; ihtiyarın geniş, uzun kulakları şapkanın kenarlarının iç tarafında, fırçanın bir türlü gidereme­ diği beyazımtırak izler bırakmıştı. Her zaman olduğu &ibi, şapkanın mukavvadan olan esas kısmına iyi ge­ çirilmemiş ipek kumaşın, kimi yerlerinde, cüzzama tu­ tulmuş insanların yüzleri gibi kırışıklar vardı. Oysa ih­ tiyar o kırışıklıkları her sabah boş yere

düzeltip durur­

du. Neredeyse düşecek gibi görünen bu şapkanın altında, ancak Çinlilerin porselen biblolara

bulmakta usta ol­

dukları o yayık, acayip ve maskara yüzlerden biri var­ d ı. Süzgeç gibi delik

deşik, bir Romalı

maskesi7 gibi

her tarafı oyulmuş olan, deliklerinin herbiri bir gölge meydana getiren bu ablak yüz, bütün anatomi kanun­ larını yalanlıyordu. İnsan, bu yüzde etleri tutacak bir iskelet göremiyordu. Kemik beklediğimiz

yerde pelte

gıelte etler; çukur görmeğe alışık olduğumuz yerlerde ise, yumuşak şişkinlikler görülüyordu. Kaş yerini tu­ rtan iki kırmızı

çizginin

altındaki kül rengi gözlerle

mahzun görünen bu bayağı ve helvacı kabağı gibi yay­ 7 Romalı maskesi: Eski Yunanlılar gibi Romalı­ la r da sahnelerinde her kişi için yüzlerine bir maske takarlardı. Bu maskeler, etkili olmaları için mümkün olduğu kadar gülünç ve mübalâğalı idi.


COUSIN PONS

van yüzün ortasında, don

Quichotte'unkine

iri bir burun sivriliyordu, tıpkı getirdiği iri bir Cevrantes’in8

7

buzulların

kayanın bir ovada

farketmekten

geri

benziye» sürükleyip'

sivrilmesi g ib i_

kalmadığı

bu

hi­

çim burun, sonunda budalaca davranışlar haline döne» büyük şeylere karşı doğuştan bir vurgunluk ifade eder. Bu çirkinlik, tam anlamiyle

komikti ama, hiç kimse­

ye de gülme arzusu vermiyordu. Zavallı adamın donuk gözlerinden taşan aşın üzüntü, gülmek istiyene doku­ nuyor,

onun alaylı gülümsemesini

dudaklarında don­

duruyordu. Hemen insanın aklından, tabiatın bu adam­ cağızı sevgi ifade etmekten yoksun ettiği fikri, buna: kalkıştığı takdirde de, bir kadını ya güldüreceği, ya d a üzeceği düşüncesi

geçiyordu. B ir

Fransız

böyle b ir

mutsuzluk karşısında susar, çünkü, onun için dünya­ da en büyük felâket budur: hoşa gitmemek!... II A 2 t)örülür biçimde bir elbise Tabiatın gadrine

uğramış olan bu adam, yüksek:

tabakadaki insanların yoksullan gibi giyinmişti; zen­ ginler de onlara

benzemeye

çabalarlar çoğu

zaman.

Ayağında, imparatorluk çağındaki muhafız erlerîninkiı biçiminde yapılmış ve hiç şüphe yok, ona aynı çorap­ ları uzun süre

giyme

imkânım

sağlıyan

tozlukları»

gizlediği kunduralar vardı. Siyah şayaktan pantolonun­ da görülen kırmızımtırak panltılarla, kıvrımların üs­ tündeki beyaz, ya da parlak çizgiler, dikiliş biçiminde» 8 Cervantes: Don Quichote adındaki ün salmıg romanı yazan tanınmış İspanyol yazan.


COUSIN PONS

8

geri kalmıyor,

onlar da

pantolonun öç yıl Önce satın

alınmış olduğunu meydana

vuruyordu. Bu elbisenin

bolluğu, ihtiyarın Pythagoras'vari* bir perhizden çok, yaradılıştan olan zayıflığını kolay kolay saklıyamıyordu; çünkü, güldüğünde adamcağızın sarkık dudaklı şehvet­ li ağzında, köpek balığının dişlerini dişleri görünüyordu.

aratmıyan beyaz

Pantolonu gibi siyah şayaktan,

fakat içi beyaz bir yelekle

astarlanmış

bulunan Önü

şallı yeleğinin altında, üçüncü olarak, örgüden kırmızı bir yeleğin üst kenarlan görülüyordu; bunlara bakın­ ca, Garat'mn10 o beş yeleğini

anmamak elden gelmi­

yordu. İddialı bağlanışı 1809 dilberlerinin gönlünü çal­ mak için yakışıklı bir delikanlı tarafından aranıp bu­ lunmuş olan beyaz müslinden kocaman bir boyun Dağı, çeneden

yukarı öylesine

taşıyordu ki, yüz

sanki bir

girdaba gömülmüş gibi idi. Saç örgüsü ipek bir kor­ don, gömleği enine kesiyor, böylece kimsenin çalmayı aklından geçirnıiyeceği saatini

koruyordu. Dikkati çe­

kecek kadar temiz olan yeşilimsi ceket, pantolondan üç yıl kadar daha eskiydi;

ama siyah kadife yaka ile ye­

ni değiştirilmiş bulunan beyaz madeni düğmeler, titiz­ liğe varan bir üst baş merakını açığa vuruyordu. Böyle, şapkayı kafanın arka

kısmiyle tutma, üç

kat yelek, içinde çenenin kaybolduğu- muazzam boyune Pythagoras perhizi: B ir Yunan filozof ve mate­ matikçisi olan Pythagoras tenasüh felsefesinin Yuna­ nistan’da kurucusudur. Bu prensipe göre, bir varlık, başka bir varlığın etini yiyemediği için ete perhiz yap­ mak şarttı. 14 Garat: Fransız şarkıcılarından (1762 -1823) A şın ün elde etmesi kendisini kibirli ettiği için dikkati Çekmek amaciyle çok şık beş yelek giyerdi.


COLIS1IM l>ONS

9

bağı, tozluklar, yeşilimtırak ceket üstünde madenî düğ­ meler; kısaca bütün bu imparatorluk modasının kalın­ tıları, “ Incroyables” 11 denilen züppelerin giinü geçmiş kokularına ve hafifçe Davit ekolünün12 cob’un13 ince

mobilyelerini

andıran

havasını, Ja-

kıyafetin, tarif

edemiyeceğim düzgün, fakat zevksiz kısımlarına lamnmiyle bir

uyuyordu.

Zaten

düşkünlük elinde

adam, ya da

gelirinin

ihtiyarın, ilk

bakışta,

oyuncak olan iyi azlığı

gizli

yetişmiş bir

sarfiyatını

sınırladığı

için, bir cam kırılması, bir elbise yırtılması ya da in­ saniyet adına

toplanan bir sadakanın

veba gibi her

tarafa uzanan eli yüzünden bir ay mâsum zevklerin­ den yoksun kalan şu küçük gelir sahiplerinden biri ol­ duğu seziliyordu. Bu adamı görseydiniz, siz de, haya­ tın basit ihtiyaçlarını karşılamak için

didinen bütün

insanlarınki gibi bu adamın da her zaman mahzun ve soğuk olması beklenen kaba yüzü, neden gülümsüyor diye sorardınız kendi kendinize. Fakat bu

acayip ihti­

yarın sağ eliyle çift elbisesinin sol etekleri altında şüp­ hesiz çok değerli ve beklenmedik

çarpışmalarla kırıl­

masın diye bir anne dikkati ile bir şey

tuttuğunu, he­

11 “ Incroyable” adı, anlamıyorum yerine “ anlamorum” , gelmiyorum yerine “ gelmorum” diyen basa İstanbullular gibi, kelimeleri tam söylemiyen, örneğin kendilerine alem olmuş olan “ incroyable” kelimesini “ incoyable" biçiminde söyliyen, giyinişlerinde de çok züppe olan gençlere verilen bir addı. 12 David: Paris’te doğmuş ünlü Fransız ressamı (1748-1825). 13 Jacob: Bir Fransız sanatkârı. Napolyon birkaç sarayın mobilyesini bu sanatkâra ısmarlamıştı. (17701841).


COUSIN PONS

10

le onda, üzerine bir sipariş almış aylakların takındık­ ları o telâşlı

hali görünce, bir

yerde,

diyelim ki bir

markizin fino köpeği ayarında bir şey bulduğu, o sıra­ da da bunu zafer kazanmış bir kimse edasıyle ve Enpir-üslûbu bir adamın titiz kibarlığı ile, gönüllüsünün günlük ziyaretinden hâlâ vazgeçememiş

altmışlık se­

vimli kadına götürmekte olduğu aklınızdan geçerdi. Pa­ ris, bu şekildeki manzaraların raslandığı biricik şehir­ dir. Bunlar, Paris caddelerini, Fransızlar tarafından sanat adına parasız oynanan sürekli bir dramın sah­ nesi haline sokarlar.

m Büyük Roma ödülünü kazanmış bir insanın sonu Sırtındaki modası geçmiş spensere rağmen, bu iri kemikli adamın kalıp ve kıyafetine

bakarak, onu Pa­

risli artistler arasına katmakta güçlük çekerdiniz. Pa­ risli artist itibari bir

varlıktır;

özelliği de,

Paris'in

küçük serserileri gibi, burjuvaların kafalarında keyif verici en acayip düşünceleri uyandırmaktır. Bununla beraber, bu adam

büyük ödül kazanmış bir

sanatçı,

Roma akademisinin yeniden açıldığ14 sırada. Enstitüce mükâfatlandırılmış bir şarkının, analarımızın tatlı tatil söyledikleri tanınmış hisli türkülerin, 1815 ve 1815 .ia oynanmış iki üç operanın ve yayınlanmamış birkaç mü-

14 O sıralarda Roma’da kurulmuş bir Fransız Akademisi vardı. Roma’mn bir raporu üzerine 1793 de kaldırılmış olan bu Akademi, 1795 de yeniden çalışma­ y a açılmıştı.


11

COUSIN PONS

aak eserinin bestecisiydi; kısacası M. Sylvaın Pons’tuî bulvarlardaki

tiyatrolardan birine

«düşmüştü şimdi; meslek hayatını

B u üstün

adam

orada orkestra j»’f'

olarak tamamlıyordu. Yüzünün çirkinliği sayesinde ya­ tılı kız okullarının birkaçında öğretmendi; tiyatro ile özel derslerden aldığı ücretten başka da geliri yoktu. *0 yaşta özel ders peşinden koşmak ... Ne çok bilinme­ yen tarafları vardır bu tatsız durumun, bir bilseniz! Bu son spenserli adamın üstünde, İmparatorluğu temsil eden eşyadan başka şeyler de vardı; üç yeleği­ nin üstüne yazılı

bizlere faydalı

olabilecek bir ders

v a rd ı: yüzyıllık sonuçsuz bir denemeden sonra Fransa'da hâlâ sürüp giden uğursuz ve kötü ödül sisteminin sa­ yısız kurbanlarından biri olduğunu da herkese para­ sız gösteriyordu. Zekâlar için bir cendere olan bu sis­ tem, Madame Pompadour’un kardeşi olan ve 1746 Su­ larında güzel sanatlar müdürlüğüne getirilen Poisson d e Marigny’nin bir buluşudur. Şimdi parmaklarınızla, bu ödül sistemi sayesinde kaç tane dehâ sahibi insan kazanılmıştır, saymaya çalışın! ön ce idari, ya da ted­ risi hiçbir kuvvet, büyük adamları borçlu bulunduğu­ muz tesadüfün yaptığı mucizelerin yerini tutamaz. Bu, bütün yaratma sırları arasında, bizim bugün ukalâca yaptığımız modern tahlilin en az kavradığı bir hal­ d ir. Sonra, piliç çıkarmak için fırınlar icad ettikleri .söylenen eski Mısırlılar

hakkında, eğer bu piliçlere

-hemen yiyecek vermemiş olsalardı, ne düşünürdünüz? Fransa da, böyle hareket ediyor işte; yarışmalara ay­ rılan sıcak odalar içinde artistler yaratmaya çalışıyor; hu makinalaşmış sistemle heykeltraş, ressam, gravör, müzisyen elde edildi mi, artık onlarla ilgilenmez olu­


12

COUSIN PONS

yor, tıpkı bir züppenin yakasına

taktığı

çiçeklerle

akşam ilgilenmediği gibi. Oysa kabiliyetli

kimseler,,

büyük Ödüllere aldırış etmiyen, vergi denilen

görün­

mez güneşin ışıklan altında yerden biten bir Greuze,1 *16 3 ya da bir Watteau,16 bir Felicien David,17 ya da bir Pagnesi,18 bir Gericault,19 ya da bir Descamps,20 bir Auber,212 3 ya da bir David

(d’A ngers),28

bir Eugâne

Delacroix2S*ya da bir Meissonier24 oluyor. Büyük bir müzisyen olmak üzere Devlet tarafın­ dan Roma’ya gönderilen Sylvain Pons, oradan, antika» eşyaya ve güzel sanat eserlerine karşı derin bir sev­ giyle dönmüştü. Bütün bu el ve kafa şaheserlerinden, halkın birkaç zamandır aburcubur dediği bu çeşit eser­ lerden, çok iyi anlıyordu. Euterpe’in2® kanından o la » Pons, 1810 a doğru Paris’e azgın bir koleksiyoncu ola­ rak, elinde de Roma’da bulunduğu sürece babasmuaır kalan mirasın çoğunu gerek satın alma gerekse taşıma». 13 Greuze: Ünlü Fransız ressamı. (1725-1305). 16 VVatteau: Fransız ressam ve gravürü. (1 6 8 4 1721). 17 Felicien David: Fransız bestecisi. (1810-1876». 18 Pagnesi: [Pagnest] David’in talebesi iken genç ölmüş olan bir Fransız ressamı (1790-1819). 19 Gericault: Fransız ressamı. (1 791-1824). Meşhur “ Meduse’ ün Salı" tablosunu o yapmıştır. 20 Descamps: Fransız ressamı. (1803-1860). 21 Auber: Ünlü Fransız bestecisi (1782-1871). 22 David d’ Angers: Fransız heykeltraşı (1783-1856). 23 Delacrobc: X IX uncu yüzyılın büyük Fransız: ressamlarından biri. (1799-1863). 24 Meissonier: Fransız ressamı (1676-1749). 25 Euterpe: Müzik ve içli şiir perisi. Elinde o ır flü t ile gösterilir.


13

COUSIN PONS

parası olarak emmiş bulunan

tablolar,

■çerçeveler, fildişinden, ağaçtan,

heykelcikler,

mineden, porselen ve

başka şeylerden oymalarla yüklü dönmüştü. Annesinden kalan parayı da bu uğurda, üç yıl Devlet hesabına Rom a’da kaldıktan sonra İtalya’da yaptığı yolculuklarda bitirmişti. Venedik'i, Milano'yu, Floransa’yı, Bolonya’y ı, Napoli’yi, her şehirde artistçe,

feylesofça yaşa­

mak için, yosmalar güzelliklerine nasıl güvenirlerse, o •da, sadece

hünerine bel

bağlamış bir

artistin kay­

gısızlığı ile rahat rahat gezip görmek

istedi.

Pons

bu tadına doyum olmaz yolculukta, çirkinliği 1809 yılım n diliyle

kadınlar önünde başarı kazanmasına engel

olan ve hayatta rasladığı

şeyleri

kafasındaki ideal

şeklin hep altında bulan, ruhu incelikle dolu bir adam -ne kadar

mutluluk

duyabilirse, o da o

luydu; yalnız ruhunun sesi ile gerçek

kadar mut­

arasındaki bu

ahenksizlik hakkında kararım çoktan vermiş bulunu­ yordu o. Güzele karşı duyduğu bu his, yüreğinde sâf, uyanık olarak kalmış olan bu

duygu, ona

1810 dan

1814 e kadar ün sağlıyan incelik, güzellik ve buluşlarla •dolu melodilerine, hiç şüphe yok, temel oldu. Fransa’da yenilik üzerine, moda üzerine, Paris’in geçici çılgınlık­ la rı üzerine kurulan her ün işte böyle birtakım Pons’lar yaratır. Büyük şeylere karşı çok titiz olduğu ka­ nlar küçük şeylere karşı da dudak bükerek aldırış etme­ yen başka bir memleket manda Alman armonisinin

yoktur

yeryüzünde. Az za­

dalgaları ile Rosstni üslû­

bundaki eserler arasında boğulmuş olan Pons. 1824 de son birkaç içli

türküsü ile hâlâ hoş ve tanınan bir

müzisyense de, 1831 de, onun ne olabileceğini

kestir­

meyi size bırakıyorum! Bu yüzden 1844 te, bu karan­


14

COUSIN PONS

lık hayatın ilk ve son

dramının

başladığı

yılda,

Sylvain Pons, Nuh tuğyanından önceki çağlardan kal­ ma sekizlik bir nota değerine düşmüştü. Her ne kadar çalıştığı tiyatroyla komşu tiyatrolara az para karşı­ lığında birkaç eser besteliyorsa da, nota satıcıları böylebir adamın yaşadığının farkında bile değildiler. Ote yandan, bu adamcağız zamanımızın ünlü üs­ tatlarım takdir ediyordu; seçkin birkaç

parça, güzel

çalınırsa ağlatıyordu onu; Ama bu duygusu Hoffmann* in Kreisler adlı müzik delilerinde26 görüldüğü gibi düş­ künlük denecek derecede değildi;

dışarıya hiçbir şey-

aksettirmiyor, afyonkeşler ya da esrarkeşler tarzında., içinden haz duyuyordu. Hayranlık ve anlama kabili­ yetine, basit bir insanı büyük bir şaire his ortağı kı­ lan bu biricik kudrete,

bütün fikirlerin

bir handanı

geçen yolculara benzediği Paris'te o kadar az rasianır ki, bu yüzden saygı ile takdir etmek gerekir Pons u. Adamcağızın başarısızlığa uğraması

biraz acayip gö­

rünebilir. Şu var ki armoni bakımından zayıf olduğu­ nu kendisi de itiraf renimini

ederdi safça;

ihmal etmişti. A şın

kontrpuvan

derecede ileri

öğ­

gitmiş,

olan bugünkü orkestrasyon ise, yaklaşılmaz gibi gö­ ründü ona, hem de öyle bir anda kİ, yeni bir çalışmaı ile bugünün bestecileri arasında tutunabilir, bir Rossini olamazsa da bir Herold olabilirdi27. Nihayet eskr 26 Hoffmann: Ünlü Alman romancısı; Ealzac buı garip muhayyeleli yazardan esinlenmiştir. Müziğe çok. düşkün ve müzisyen olan bu yazarın en mühim eseri: “ Acayip masallar” dır. (1776-1822). 27 Herold: Çoklukla içli fakat zarif, rahat bir* üslûbu olan orijinal bir Fransız bestecisi (1791 -1 8 3 3 ).


15

COUSIN PONS

sanat eserleri toplamakta, şeref ve fine veda etmenin .-acılarını unutturacak öyle kuvvetli zevkler buldu ki, «elindeki antika eserlerle Rossini adı arasında bir se«çim yapması gerekseydi, inanır mısınız, Pons gözü gibi :sevdiği antika eserlerini seçerdi. Yaşlı müzisyen, değerli .•gravürler toplıyan bilgin Chenavard’ın düsturunu izli­ y ord u : Bu adama göre, Ruysdael’in,28 Hobbema’nın,29 Holbein’in,30 Raphael’in,

Murillo’nun,31.

ıSehastien del

Piombo’nun,33

Dürer'in35 bir

tablosu,

bakılınca,

■franga alınabilmişse zevk verir

Greuze’ün,82

Giorgione’un,34

Albert

ancak o tablo elli

insana. Pons bir ese­

re yüz frankdan fazla para vermeyi defterinden sil» ımişti; bir esere elli frank vermesi için de, onun üç (bin frank değerinde olması şarttı. Dünyanın en gii;zel eseri de olsa, üçyüz frank istendi mi, o eser ar­ tık onun için yoktu. Kelepir her zaman düşmüyordu, Ama onda

başarı için

gerekli üç özellik

vardı: Ge­

y ik bacakları, aylakların bol zamanı ve yahudi sabn. Roma’da olduğu kadar, Paris’te de kırk yıl boyun28 Ruysdeal: HollandalI manzara ressamı. (162816S2). 29 Hobbema: HollandalI en büyük manzara res■samlarından biri. (1638-1709). 30 Holbein: Almanya’da doğmuş, büyük değerde b ir portreci. (1490-1543). 31 Murillo: Ispanyalı ünlü ressam. (1617-1682). sz Greuze: 15 numaralı açıklamayı okuyunuz. 33 Sebastien del Piomba: Değerli İtalyan portre­ cisi. (1485-1547). 34 Giorgione: İtalyan ressamlarının en iyilerinden, b iri. (1478-1511). 85 Alber Dürer: Alman ressam ve gravorU. «(1471 -1578).


16

COUSIN PONS

ca güttüğü bu usûl, meyvesini vermişti. Roma'dan dö­ neli beri yılda aşağı yukarı iki bin frank harcadıktan sonra, Pons’un bütün gözlerden sakladığı, her çeşit şah­ eserlerden meydana gelmiş, sayısı 1907 gibi inanılmıyacak bir sayıya varmış bir koleksiyonu vardı. 1811 ile 181b arasında, Paris içinde koşuştuğu bu yıllarda, bugünbin, bin iki yüz frank arasında satın alınabilen eser­ leri, on franga bulup almıştı o. Bunlar her yıl Pa­ ris’te satışa çıkarılan

kırk beş bin tablo arasından

seçilmiş tablolar; arabaları üzerinde Pompadour Fran­ sa’sının nefis eserlerini rukları

getiren kara çetenin36 Kuy­

Auvergne’lilerden37

satın

alınmış yumuşak

hamurdan Sövres porselenleri idi. Nihayet, X V . Louia, X V I. Louis üslûplarını yaratmış tanınmış büyük sa­ natçıların, Lepautre’ların38 Lavallee - Poussin’lerin,8* Fransız ekolünün fik ir ve dehâ sahibi

insanlarının

sanat değerlerini teslim ederek,XVII. ve X V III. yüz­ yılların artıklarını toplamıştı. Bu bilinmeyen sanatçı­ ların eserleri, bugün, yeni bir şey yapmak için Basma Resimler Müzesinin

değerleri

eğilen artistlerimizin, aslında bir şey olmıyan

üzerine sürekli olarak ustaca taklitten başka

sözde yaratmalarına

Pons, topladığı eserlerin çoğunu

temel oluyor.

koleksiyoncular için

36 Kara çete: Restorasyon devrinde soyluların ve kilisenin menkul veya gayri menkul eşyalarını büyük kârlarla satmak için yok bahasına Batın alan satıcılara verilen bir addı. 3T Auvergne: Fransa’da bir eyalet. 38Lepautre: Fransa’da Mogues şehrinde doğmuş bir Fransız saatçisi (1617-1682). 39 Poussin: Ünlü bir Fransız ressamı (1 7 4 0 1793).


17

COUS1N PONS

bulunmaz bir nimet olan değiş tokuş usulüne borçlu id i. Antika eşyayı satın almak zevki ikinci

derecede

.gelir, asıl zevk onlan değiş tokuş etmektedir. Pons ön* «eleri tabaka ve minyatür biriktirmişti. Nadide eşya ■koleksiyoncusu olarak ünü yoktu onun; satış yerlerine devam etmediğinden, tanınmış satıcılara da uğrama* »dığından, Pons, hâzinesinin piyasaya göre olan değe­ rini bilmezdi. ö lü

Dusommera rd,40 Pons’la

işbirliği

yapmaya

»çalışmıştı; ama antika eşya meraklılarının şahı olan hu adam, yalnız

Sauvageot'nun ünlü koleksiyonu ile

■karşılaştırılabilecek olan Pons’un müzesine, ayak basa­ madan öldü. Pons’la Monsieur Sauvageot arasında bazı .benzerlikler vardı. Pons gibi müzisyen olan, ve çok pa­ rası bulunmıyan Sauvagot da, aynı usulle, aynı vasıta­ larla, aynı sanat aşkiyle, satıcılarla

ustaca

rekaoeî

ötmek amaciyle eşya toplıyan o ünlü zenginlere karşı yüreğinde duyduğu aynı hınçla her yöne koşuşmuştur. üasm ı, bütün bu el eserleriyle çabanın bir araya ge­ tirdiği harikalar konusunda rakibi olan Sauvageot gi­ bi, Pons da içinde doymak bilmez bir haset, güzel bir sevgiliye karşı duyulan bir aşk hissediyor, Jeûneures sokağındaki salonda, artırma memurunun çekiç darbe­ leriyle yapılan satışları, nadide eşya işlenmiş bir cinayet gibi

merakına Karşı

görüyordu. Bu müzeyi .’ ıeı

an bakıp zevk alabilmek hevesiyle kurmuştu o, çünkü büyük eserlere karşı hayranlık duygusiyle olan ruhlarda, gerçek

yaratılmış

âşıkların o yüce kabiliyeti var­

40 Dusommera rd : Paris'teki Cluny müzesinin ku­ rucusu ve eski eser meraklısı bir Fransız bilgini.

<1749- 1S-12).


18

COUSIN PONS

d ır; onlar dün olduğu kadar bugün de zevk duyarlar,, hiç

bıkmazlar;

zaman için

bereket

gençtir. İşte

versin,

şaheserler de

bütün bu

her

anlattıklamızdan

ötürü, Pons’un elbisesi altında bir baba dikkatiyle sak­ ladığı şeyin çok değerli kelepirlerden biri olması gerek­ ti. Böyle bir kelepirin ne büyük bir aşkla götürüldüğü­ nü, siz meraklılar pek iyi bilirsiniz! Pons hakkında verilen bu ilk

bilgilere

baka-a k,

herkes: “ İşte, çirkinse de dünyanın en mutlu adanıl!” diye bağıracaktır. Doğru, bir şeye

merak sarmakla,

ruhuna bir yakı yapıştırmış olur insan; hiçbir sıkın­ tı, hiçbir hüzün bu yakıya karşı koyamaz. Ben de sîz­ lere, adına her çağda zevk kadehi

denilen o kadehten:

artık içemiyecek duruma düşmüş olan sizlere, ne olur­ sa olsun,

bir şeyler

toplamaya çalışın

derim (afi$

tophyanlar bile görülm üştür!); o zaman küçük ölçüde de olsa, yeniden mutlu olursunuz.

Herhangi bir şeye

düşkünlük fikir haline geçen bir zevktir! Bununla be raber. acayip Pons’un mutluluğuna imrenmeyin; böyle bir his, bütün bu cins davranışlar

gibi, bir yanılma

mahsulü olur. Yüreği incelikle dolu, ruhu tabiat eserleriyle gü­ zel bir yarışmaya tutuşmuş olan insanoğlunun, nefis, eserlerine karşı duyduğu usanmaz bir hayranlıkla yaşıyan bu adamda, yedi temel günahtan41 Tanrı’nın en az cezaya çarptırması gereken biri vardı: Pons ooğnzına

düşkün

bir

adamdı.

Parasının

azlığı,

antik»

41 Hıristiyanlarca öteki günahların temeli olarak, kabul edilmiş yedi kusur: gurur, hırs, cimrilik, sefahat,, boğazına düşkünlük, öfke, tembellik.


19

COUSIN PONS

eşyaya düşkünlüğü yüzünden, bu, ağzının tadını bilen-, bekâr, içi hiç

elvermediği halde, öyle

perhızımsi Dır

yemek usıılü gütmek zorunda kalıyordu ki bu meseleyi önceleri yemeğini hergün başka evlerde yemekle halletti.. İmparatorluk günlerinde ünlü

kimselere bugün oldu­

ğundan daha çok iyi yüz gösterilirdi; siyasi iddialarının az

sayılarının ve:

oluşundandı bu belki. O kadar

kolaydı ki şair, yazar, müzisyen olmak! Nicolo’la rı,^ Pac-r’lerin*2, Bertonüann*4 44 muhtemel rakibi olarak ka­ 3 bul edilen Pons, o zamanlar o kadar çok yemeğe çağınlıyordu ki, avukatların dâvalarını yazmaları gibi, •> da bunlan bir deftere işaret etmek zorunda kalıyordu. Sonra artistler gibi davranarak, ev sahiplerine beste­ lediği türkülerden veriyor, onlan zayıf taraflarında!» avlıyor, çalıştığı Feydeau

tiyatrosu için onlara loca»,

biletleri veriyordu; oralarda konserler düzenliyor, ba— zan

hısımlarının

evinde

küçük

balolar tcrtipliyerelr

kendisi keman bile çalıyordu. IV B ir iyiliğin arasım unutulduğu yer O zamanlar Fransa’nın en güzel adamları Coalit?on’un45 en güzel adamları ile savaş alanlarında duvii48 Nicolo: Fransız kompozitörü (1775-1818). 43 Paör: İtalyan kompozitör ve piyanisti. (1771 1839). 44 Berton: Fransız kompozitörü (1767-1844). 48 Coalition: Fransız ihtilâline ve özellikle N a polyon’a I. karşı birleşmiş olan Avrupa devletlerinedenirdi.


*20

COUSIN PONS

şüyorlardı. Bu yüzden Pons’un meşhur kıtasında ^ük

kanun*®

Moliöre’in

gereğince,

'Güzel bir bayana

çirkinliği, Eliante’a

orijinallik

herhangi bir

Eliante’in

söylettiği biı-

olarak

hizmette

görüldü.

bulununca,

kendisine bazan hoş adam denildiğini duydu, ama mut­ luluğu bu kelimeden daha ileri gitmedi hiç. Şöyle böyle 1810 dan 1816 ya kadar süren bu altı _yıl boyunca, Pons iyi yemek yemek, davet edilmeıe gı4>i, sonu kötü olan bir alışkanlık edindi. Onu çağıran­ lar büyük masraflar ediyor, turfanda şeyler buluyor, «en iyi şaraplarını açıyor, tatlıya, dikkat ediyor, ellerinden

kahveye, likörlere

geldiği kadar onu ağırlıyor­

lardı. İmparatorluk günlerinde Paris'i dolduran kırallann, kıraliçelerin, prenslerin

haşmetinden geri kal-

’mak istemiyen birçok aileler de, davetlilerini ancak bu ‘kadar ağırlıyabilirlerdi. O zamanlar kirala ve halleri-4 6

46 Moliöre, Adamcıl adlı eserinin 4 üncü sahne csinde, bir âşığın sevgilisini nasıl gördüğünü Eliante’o şöyle söyletiyor: “ ...sevenlerin her zaman sevgililerini ^övdükleri görülür. Yanık gönüllüler sevdiklerinde hiçbir kusur bulmaz, onların her şeyini iyi, hoş görürler, kusur­ larını kemal sayarak, bunlara sevdiklerinin lehinde .adlar takmak yolunu bulurlar: Soluk bir yüzü beyaz­ lıkta yasemine benzetirler; korkunç bir kara yağıza, tatlı kişmirî derler; zayıf, onlar için endamlıdır; ra­ hat yürür ve hareket eder; şişmanı, ihtişamlı bulurlar pek az kirli bir kadına ihmal edilmiş bir güzellik der'ler; devanası gibi iri bir kadın gözlerine ilahe gibi görünür; bodur kadın, göklerdeki harikaların küçül­ müş bir örneğidir; gururlunun gönlü taç giymeye lâ­ y ık tır; hilebaz zekidir; hiç konuşmıyam edepli, haya: kurucudur. Aşkı sonsuz olan bir sevdalı, sevdiğinin ^kusurlarına varıncaya kadar her şeyini işte böyle sever.


COUS1N PONS

ne çok özenirler, her şeyde ona benzemeye çalışırlardı; tıpkı bugün meclis ve onun şekline özenerek keten şir­ keti, şarap şirketi, ziraat kurumu, sanayi kurumu ve­ saire gibi bir sürü reisli muavinli, kâtipli müessese- ler kurulduğu gibi. Bu

yolda şirket halinde

şifacılaı

yaratmak için, sosyal yaralar aramaya kadar gidildi! Bu şekilde terbiye edilmiş bir mide ahlâk üzerine tesir** eder elbette, onu yemeklerin nefaseti nispetinde bozar. Yüreğinin her kıvırımına girmiş olan zevk, iktidarı eli- ne geçirir,

iradeye,

onura

saldırır, her ne

bahasına^

olursa olsun, tatmin edilmek ister. Lezzetli yemeklere-düşkün

bir ağzın

istekleri hiç tasvir edilm em iştir;.

yaşama vasıtası olmasından ötürü edebî tenkidin elin­ den kurtulmuştur; ama, bu parasız Kalmış olduğu

yolda bir yığın

gözönüne

insanını

getirilmiyor. Sofra*

bu bakımdan âşiftenin rakibidir Paris’te; zaten sofra, vasıta, aşifte de masraftır.

Artistlik

değeri

azalan*

Pons, ezeli davetli oluştan, davetsiz misafir haline dü­ şünce, böyle güzel sofralardan iki franga yemek ve­ ren bir lokantanın eski Ispartalılara özgü yavan ye­ meğine geçmek, imkânsız oldu onun için. Ne acı! hür­ riyetinin böyle büyük

fedakârlıklara bağlı olduğunu

düşününce, çok üzüldü, iyi yaşamaya, turfanda şeyleri zamanında tatmaya, nihayet dikkatle hazırlanmış gü­ zel yemekleri bulmak için, mânalı bir halk deyimiyle, mideye indirm eye devam etmek için, en büyük alçak­ lıkları yapabileceğini hissetti. Oradan buradan geçinen,. kursağı dolu olarak çekilip giden, teşekkür olarak dav bir hava cıvıldayan kuş, toplumun

sırtından boylece?

geçinmekten bir çeşit zevk te alıyordu; toplum ne is­ tiyordu

ondan

buna

karşılık? Bir

az

şaklabanlık!:


COUSIN PONS

322

Evinden nefret eden ve bu yüzden başkalarının evin­ de yaşıyan bütün bekârlar gibi, o da, toplum içinde ^gerçek duyguların yerini tutan o basmakalıp sözlere, .yüz hareketlerine alışmış

olduğu için, övücü sözleri

nifak para harcar gibi harcardı;

üstelik şahıslara

•karşı nezaketin gerektirdiği alışılmış

sözlerle yetinir,

•onların özel hayatlarına burnunu sokmazdı. Bu az çok çekilir hayat da on yıl kadar sürdü; am a ne yıllardı onlar! Yağmurlu son bahar gibi bir ■şey. Bütün bu süre boyunca, Pons, gittiği evleri aşağı yu k arı kendisine muhtaç ederek bedava yemek yiye­ bilecek sofralar

buldu. B ir yığın siparişin

altından

kalkmak, çoğu zaman kapıcıların, hizmetçilerin yerini 'tutmak gibi sonu kötü bir yol tuttu. Birtakım alış­ verişlere memur edilince, bir

ailenin

diğer bir aile

>içinde namuslu, günahsız casusu haline geldi; ne varki bu işlerin, bu küçülmelerin hiçbiri minnettarlıkla kar­ şılanmadı. — Pons bekârdır, diyorlardı; zamanını neye har«cıyacağını bilmez, bizim hesabımıza sağa sola koşmak •onun için ne devlet! Böyle yapmasa hali ne olurdu? Çok geçmeden yaşlı insanların çevrelerinde yarattiKla n soğukluk kendini gösterdi. Bu hava bulaşıcıdır, ruh âleminde etkisini gösterir, hele ihtiyar çirkin ve yoK. sul olursa. Bu da üç kat ihtiyar olmak değil de, ne­ dir? Onun için artık .hayatın kışı oldu

bu, hem de

parmak uçlarının donması ile birlikte, burnu kızartan, yanakları sararıp solduran bir kışı! 1836 ile 1843 arası Pons

yemeğe az çağrıldığım

jgÖrdü. Sırttan geçineni aramak şöyle dursun, her aile '•vergi gibi soğuk karşılıyordu onu; onun hareketleri­


COUSIN PONS

2S

ne aldırış eden yoktu, hattâ gördüğü açık hizmetlere bile. Adamcağızın yemeğe gittiği ailelerin hepsi de sa­ nata karşı saygısız

oldukları,

sade sonuçlara karşı,

hayranlık duydukları için, değerli olarak onların gözün­ de sade 1830 dan bu yana elde

ettikleri

şeyler var­

d ı: servet ya da yüksek sosyal mevkiler. Pons'un da^ zekâ veya dehanın burjuvalara verdiği korkuyu onlarda uyandırmak için ne zekâsında, ne de hareketlerin­ de yeterince bir yükseldik olmadığından, zamanla, büs­ bütün hor görülen bir adam olmadı ise de, değersi­ zin biri kesildi.

Elbette her ne kadar bu çevrelerde;

büyük acılar duyuyorduysa da, onları hiç kimseye açnuyordu bütün sıkılgan insanlar gibi. Sonra derece de­ rece duygularım susturmaya, kalbini içersine sığındığı* bir tapınak haline getirmeye alışmıştı. Bu olaya, de­ rin görüşlü olmıyan

insanların çoğu bencillik adime

verirler. Aslında da, içine kapanmış bir adamla ben­ cil adam arasında oldukça büyük benzerlikler vardır:, bu yüzden

dedikoducular iyi yürekli insanlara karşı:

haklı gibi görünürler; hele Paris'te, kimsenin incele­ meye yanaşmadığı, her şeyin bir dalga gibi hızlı, lıcr şeyin bir kabine gibi çabuk gelip geçtiği bu şehirde! Pons’un kendisine geriden indirilen bencillik dar­ besi altında ezilmesi bundan oldu; insanlar suçlu bul­ duklarını ne yapar yapar mahkûm

ederler. Haksız;

yere gözden düşen sıkılgan insanlara bu duygunun ne? kadar acı verdiğini bilen var mı acaba? Sıkılganlığın» acı taraflarım kaleme almayı kim akleder ki!... Her gün biraz daha kötüleşen bu durum, küçültücü feda­ kârlıklarla yaşıyan bu zavallı

müzisyenin

yüzünde:

okunan hüznü açıklar. Ne varki bir tutkunun gerek—


COUS1N PONS

■24

tirdiğl alçaklıklar o oranda birer bağ olur; tutku ne kadar alçalmalar yaptırırsa, o kadar da insanı bağ•lar, nefisten yapılan bu fedakârlıkları sanki ideal fa ­ kat menfi bir hazine haline getirir, insan da bu ha­ zine içinde kendini mutlu hisseder. Budalalık örneği »bir burjuvanın küstah ve koruyucu bakışlarına dayan­ d ık tan sonra, Pons, Porto şarabı ile dolu kadehi tatlı tatlı içer, kızarmış ekmekli bıldırcının tadına varır­ ınken, içinden: — Pek de pahalıya malolmadı! derdi. Bununla beraber, ahlâkçının gözü, bu yaşayış bi­ lim in d e hafifletici nedenler görür. Gerçekten, bir inssan herhangi bir memnunuluk duygusu ile yaşar ı*ıh­ acak. Tutkusuz bir kimse, kusursuz bir varlık, bir ucuebedir; henüz kanadlan olmıyan bir yarım melek. Kat<»J ik mitolojisinde

meleklerin

'Yeryüzünde kusursuz adam,

başlan sıkıcı

vardır

sadece.

Grandisson’dur;47

«böyle biri için sokak yosması bile bir his duymaz, îtal.y a ’da başından geçen birkaç serüven bir yana bırakı­ lırsa , - bu başarılara da muhakkak

iklim sebep ol­

muştur. - Pons kendisine gülümsiyen bir kadın görmeımiştir.

Birçok

erkeğin acı

kaderidir bu

hal. Pons

-doğuştan bir ucube idi. Anasiyle babasının yaşlandık­ la r ı zaman dünyaya getirdikleri bir çocuktu, o da bu -»mevsimsiz doğuşun izlerini ölü bir beniz üzerinde ta­ dıyordu. öy le bir beniz ki, ilmin bazı ucubeleri sak­ la d ığ ı o ispirto dolu kavanozda buruşmuşsa benziyordu.

47 Grandisson: İngiliz yazarlarından Richardson Tun bir tipi ve romanının adı; yazar bu romanda fazi­ le t li bir adamın ideal tipini yaratmak istemiştir.


COUSİN PONS

25i

İnce, hülyalı, şefkatli bir ruhu olan, yüzünün kendisine zorla verdiği karakteri benimsemek zorunda bulu­ nan bu artist, sevilmek umudunu kökünden kaybetmiş­ ti. Bu bakımdan, bekârlık

zevkten çok, bir zorunlu<r

oldu onun için.

papazların da bir günahı

Faziletli

olan midesine düşkünlük bu durumda ona kollarını aç­ tı; o da bu kucağa sanat eserleri aşkına, müzik sev­ gisine kendisini bıraktığı hevesle

atıldı. İyi yemekler

ve antika eserler onun için bir kadının vereceği zev­ kin ufak ölçüde karşılığı oldu.

Müziği buna katmak

doğru olmaz, müzik mesleğiydi onun. Gelin de mesle­ ğini seven bir adam bulun! Zamanla, meslekte evlen­ me gibi bir hal alır, insan yalnız sıkıcı yönlerini his­ setmeye başlar. Brillat-Savarin46 taraf tutarak, iyi yemek merak­ lılarının bu eğilimini hoş gösterecek nedenler bulmuş­ tur. Bununla beraber, sofrada

duyulan

gerçek zevk^

üzerine belki de yeterince durmuş değildir. İnsan kuv­ vetlerini harekete getiren Bindirim, bir iç savaşıdır;, bu savaş, yemek meraklılarında, aşkın verdiği en yük­ sek bazlarla birdir. Hayat gücü öylesine büyük bir fa ­ aliyet gösterir ki, beyin, karın boşluğundaki ikinci be­ yin hesabına silinir, sermest oluş da bütün meleklerin durmuş olıçasından ötürü kendisini gösterir. Bir beğa* yiyerek tıka basa doymuş boğa yılanları, öylesine mes* bir haldedirler ki, o anlarda

kolaylıkla

öldürülürler.

Kırkım geçmiş hangi adam yemekten sonra çalışman cesaretini gösterebilir? Büyük adamların az yemelerk 4 8 48 Brillat - Savarin: Yemek meraklısı bir Fran­ sız yazarı. (1755-1826).


COL'SIN PONS

556

bundandır. Tehlikeli bir hastalığın nekahat devresinde olan hastalara o kadar az ve belli yemekler verirler la, onlar, tek bir piliç

kanadının

verdiği bir çeşit mide

dıoşluğunu sık sık farketmişlerdir. Bütün hazzı mideisinin çalışmasında toplamış bulunan akıllı uslu Pons ■nekahat devresindeki bu hastalar durumunda idi hep. »Güzel bir yemekten alınabilecek bütün tatlı duyguları beklerdi; o güne kadar da onları her gün için sağla­ nmıştı. Hiç kimse bir alışkanlığa veda etmek cesaretini ,gösteremez. Kendilerini öldürmeye kalkanların birçoğu Bıer akşam domino oynamaya gittikleri kahveyi gözlen* vıin önünde canlandırınca ölümün eşiğini aşamamışlar­ ıdır. V

Ç ifte kumrular 1835 te, tesadüf, Pons’un 'ilgisizliğin öcünü aldı;

bir

kadınlardan

yaşlılık

«ona. Doğuştan yaşlı olan bu adam,

gördüğü

dayanağı

verdi

dostlukta, hayat

için bir destek buldu, toplumun kendisine izin venjıgı (biricik evlenmeyi yerine getirdi, kendisi gibi yaşlı, mü­ zisyen bir adamla birleşti. La

Fontaine’in o tanrısal

“ fable” İ « mevcut olmasaydı, bu çizdiğimiz arkadaşlı84 Fable: içinde ders olan manzum bir masaldır X a Fontaine “ fable” leri ile ün salmıştır. Onlardan 'birinin başlığı İki D ost'tur. Şair bunda birbirine dostlu­ mun en gerçek bağlan ile bağlı bulunan, uykusunda •dostunu mahzun görünce gece yarısı onun evine koşan, Zbu harekete aynı sıcak ilgi ile mukabele eden iki dosttfan içi titriyerek bahseder.


27

COUSIN PONS

ğ a başlık olarak iki doat başlığını verirdik. Ama o za­ man bu edebî bir cinayet, mukaddes bir şeye karşı say­ gısızlık olmaz mıydı? Her gerçek yazar böyle bir dav* ranıştan kaçınır.

Fabuliste'imizin,00 hem ruhunun bir

sırrı hem de hülyalarının bir deyimi olan bu şaheseri, bu başlığa ebedî olarak hak şına iki dost kelimelerini

kazanmıştır. Şairin, ba­

koyduğu sahife,

bzel mülklerden biri, matbaacılık

mukaddes

devam ettiği sürece

her kuşağın içerisine saygıyla gireceği bütün insanla­ ra ziyaretgâh olacak bir tapınaktır. Pons’un

dostu bir piyano

öğretmeniydi. Bu ada­

mın hayatı ve alışkanlıkları kendininkileriyle öylesine iy i bağdaşıyordu ki,

Pons bu

arkadaşlığın

verd.gı

mutluluğu düşünerek ona çok geç rasladığına üzülü­ yordu ; çünkü bir kız okulunda, ödül dağıtıldığı bir gün temeli atılan tanışmaları, 1834 te olmuştu. Belki hiçbir zaman iki ruh, Tanrı istemediği halde, kaynağı cennet­ t e olan insan okyanusunda, böylesine birbirine eşit rasAanmamıştır. Bu iki müzisyen az zamanda birbiri için b ir ihtiyaç oluverdiler. İçlerini

karşılıklı

döktükleri

için sekiz günde iki kardeş gibi oldular. Kısaca, Schmucke51 yeryüzünde bir başka Pons

olabileceğine ne

kadar inanmıyorsa, Pons ta bir başka Schmucke olabi­ leceğine o kadar inanmıyordu. Bu iyi kalbli iki insanı «çizmek için söylediklerimiz yeterdi, ama bütün zekâlaı 60

Fabuliste: Fable yazana denir.

61 Wilhelm Schmucke, d’Anspach kilisesinde ça­ lıştıktan sonra Paris’e müzik öğretmeni olarak geldi. "Yüksek tabakadan birçok genç kıza hocalık etti. 3cnmucke, Balgac’ın diğer eserlerinde de vardır.


COUSIN PONS

28

sentezin bu kadar kısasından zevk almazlar. Güç ka­ nanlar için ufak bir açıklama şart. Bu piyanist, bütün piyanistler gibi Almandı, bü­ yük Listz, büyük

Mendelssohn gibi Alman,

Mozart ve Dusseck gibi Alman; Alman, Thalberg gibi Alman;

Steibeltr

Meyer, Doelher gib i Dreschok gibi, Hiller„

Leopold Mayer gibi, Crammer, Zimmermann ve Kalkbrenner,

Herz,

Woetz, Karr,

Wieck gibi ve özellikle bütün

W olff,

Pixis,

Almanlar

dı.52 Schmucke büyük bir besteci idi,

Clara

gibi Alınan­

ama bir öğret­

men olmaktan da ileri gidemiyordu, çünkü yaradılışın­ da, virtüöz olarak dinleyicilerin önüne çıkmak için dâ­ hiye gerekli olan cesaret yoktu. Birçok

Almanın saf­

lığı sürekli değildir, biter. Onlarda belli bir yaşta ken­ dini gösteren sâflık, nasıl bir kanal için lâzım olan sur suyun bol olduğu yerden alınırsa,

gençliklerinin kay­

nağından alınmış ve oradan kalmadır; onlar, kendile­ rine karşı duyulabilecek emniyetsizliği yoketmede, ilim­ de, sanat veya ticarette kısaca her şeydeki başarılarını artırmada faydalanırlar bundan. Fransa'da bazı kur­ naz kimseler, bu Alman sâfhğının yerine Parisli bak­ kalın kafasızlığını koyarlar. Fakat nasıl ki Pons fa r­ kında olmadan üzerinde İmparatorluğun

kalıntılarımı

muhafaza etmişse, Schmucke de, çocukluktaki saflığını öyle muhafaza etmişti. Bu asil, bu su

katılmamış A l­

man, hem virtioz, hem de dinleyici idi: müziği kendisi için çalardı. Paris’te de, bülbülün ormanında oturması gibi oturuyordu; cinsinin, tek temsilcisi olarak ötüyor­ du orada yirmi yıldan beri; bu hal Pons’ta kendisine 32 Bütün bu Alman ve piyanist olan müzisyenler Paris’e ya öğrenmek, ya da öğretmek için gelmişlerdir.


COUSIN PONS

29

benziyen birini bulduğu ana kadar sürdü. (B ir Havva K ızı adlı romanıma bakılsın.) Pons’un da, Schmucke’un da yüreğinde ve karak­ terinde Almanların bir özelliği olan o çocukça duygu­ lardan bol bol vardı: örneğin çiçek tutkusu, tabii olaydara karşı duyulan o tapma hissi; ki, gözlerinin önünde ıbüyük ölçüde bulunan manzarayı küçük ölçekte görmen için bahçelerine iri şişeler saplamaya sevkeder onları, ilmi araştırmalara karşı bir vergi ki, evinin avlusun­ d a, kuyunun kenarındaki yaseminin altında, kendisine sırıtan bir gerçeği bulmak için, Cermen bilginine, se ­ tirleri ayağında, yüz küsur kilometre yol yürütür; nidıayet hilkatin önemsiz olaylarına ruhî bir anlam vermek ihtiyacı ki, bu da, Jean-Paul Itichter’in53 izahı mümkün •olmıyan eserlerinin, Hoffmann’ın** basılmış acayip Hi­ kâyelerinin ve dibinde olsa olsa bir Almanın bulunduğu, uçurumlar kadar da derinleştirilen en basit meselelerin «trafın a

Almanya’nın yığın yığın kitaplarla çektiği

parmaklıkların doğmasına sebep olur. İkisi de katolık oldukları için, beraber kiliseye eli, günah çıkaran papaza •çocuklar gibi yerme

gidiyor, dinî ödevlen­

söyliyecek günahı olmıyan

getiriyorlardı.

duygular söz için ne ise,

İkisi de, fikir ve

Tanrının dili

olan müziğin

d e fikir ve duygular için öyle okluğuna kuvvetle inanı­ yorlar, bu alandaki özel kanılarını birbirine ispat için, İcarşılıklı müzik partileri düzenliyor, bu yolla aşıklar biçiminde uzun uzun

konuşuyorlardı. Pons ne kadar*5 4

03 J ean -P au l Richter: Bir Alman yazan. <1763 - 1825) 54 Hoffm ann: Bir Alman yazar ve müzisyeni <1776 -1822).


30

COUSIN PONS

dikkatli ise Schmuckede o oranda koleksiyoncu ise, Schmucke de

dalgındı. Pons b ir

hayalperestti; biri en>

güzel somut şeyleri kaybolmaktan kurtarırken öteki d e soyut olan güzel şeyleri inceliyordu.

Schmucke Kossi-

ni’nin, Bellini’nin, Beethoven’in Mozart'ın bir cümlesi­ ni ve duygu âleminde bu

müzikal cümlenin

kaynağı

ya da, karşılığı nerede bulunuyor acaba diye düşünerek burnunu silmek için bile mendil elinde beklerken, Pons bu süre içinde porselen bir fincan bulup satın alıyor­ du. Schmucke bütçesini eğlencelerine göre düzenlediğin­ den, Pons da ihtirası yüzünden

müsrif

olduğundan,,

her ikisi de aynı sonuca varıyorlardı; her yılın S a in iSylvestre yortusunda" keselerinde metelik kalmıyordu.. Bu dostluk olmasaydı, Pons belki üzüntülerine da­ yanamaz, ölürdü; kendi başka bir yürek bulunca,

yüreğinin acılarını hayat onun için

dökecetc dayanılır

bir hal aldı. Schmucke’a içini döktüğü ilk gün, iyi yü­ rekli Alman kendisi gibi yapmasını, pahalıya mal edi­ len yemekler için dışarıya gidecek

yerde, evde ekmek:

peynirle geçinmesini salık verdi ona. Ne yazık ki, Pona Schmucke’a yüreğiyle midesinin birbirine düşman ol­ duklarını, midenin yüreğe acı veren

hallerden hoşlan­

dığını, kadın düşkünü bir adama nasıl

eziyet edeceği

bir metres lâzımsa, kendisine de her ne bahasına olur­ sa olsun iyi bir yemek lâzım olduğunu söylemek cesa­ retini gösteremedi. Ama Schmucke anladı bunu zaman­ la ; zamanla diyorum, çünkü adamcağız Almandı, ondaF ran sizi ara vergi olan çabuk anlamak kabiliyeti yok­ tu; anlayınca da zavallı Pons’u daha çok sevdi. Dün85 Saint - Sylvestre yortusu: Aralık ayının 2 î sında olduğuna göre yazar yıl sonunda demek istiyor.


COUSlN PONS

31

Tada iki dosttan birinin kendisini ötekinden daha üs­ tün hissetmesi kadar hiçbir şey dostluğu Kuvvetlendir­ mez. İyi yemek hastalığının dostunda ne kadar şiddet­ li olduğunu farkettiği anda, Schmucke’un ellerini oğuşturduğunu görecek bir meleğin, bir şey söylemeye hak­ la olamazdı. Çünkü ertesi gün, iyi yürekli Alman sof­ rayı, bizzat gidip aldığı iyi şeylerle süsledi ve her gün •dostu için yeni yeni yiyecekler bulmaya çabaladı; çünJcü birleştikleri günden bu yana kahvaltıyı birlikte edi­ yorlardı her sabah. İki dostun, hiçbir şeye hiçbir zaman saygı göster­ meyen Parislilerin alaylarından kurtulduklarını düşün­ mek için Paris’i tanımamak gerekir. Schmucke’la Pons zenginlikleriyle yoksulluklarını bir araya getirerek be­ raber oturmak gibi tutumlu bir çareye başvurmuşlar­ d ı ; böylece, Marais’deki sessiz

Normandie sokağında,

«essiz bir evin benzeri görülmemiş bir biçimde bölün­ m üş bir dairesinin

kirasını y a n yarıya

•Çoğu zaman birlikte çıktıklan, aynı

ödüyorlardı.

caddelerden yan

yan a geçtikleri için, mahallenin aylaklan çifte kumru­ la r adım takmışlardı onlara. Bu takma ad burada Schsnucke’u çizmekten kurtanyor bizi;

Vatican’daki meş­

h u r Niob&nin süt anası heykeli La Tribune’deki Venüs heykeline nazaran ne ise, Schmucke ta o idi.56 Oturduklan evin

Pons’a nazaran

kapıcısı Madame

Jcumrulara mihverlik ediyor, evi o çekip yalnız bu iki varlığın sonu okın

Cibot,

çifte

çeviriyordu;

dramda bu kadının

M Bu iki heykel birbirine tamamiyle zıddır: INiobâ'nin sütannesi şişman, Venüs ise ince... Schmucke «de Pons’a göre çok şişman bir adamdır.


COUS1N PONS

öyle büyük bir rolü var kit portresini çizmeği, onun b o drama girdiği ana bırakmak daha uygun olur. Bu iki varlığın soyut yönleri hakkında henüz söy­ lemediğimiz noktaları, okuyucuların yüzde doksan do­ kuzuna, X IX . yüzyılın kırk yedinci

senesinde kavrat­

mak, işin asıl güç tarafıdır; bu da tren yollarının ya­ pılması ile meydana gelen İktisadî gelişmeden ilen ge­ liyor herhalde. Hem kolay,

hem de güç bir iştir bu.

Çünkü mesele, bu iki yüreğin aşın incelikleri hakkında bir

fikir

vermektir.

Bizden

aldıklanna

bir

kar­

şılık olsun diye Railways’le ilgili bir benzetme yapalım: bugün

katarlar raylar üzerinde

kayarken

görünme»

kum tanelerini ezerler. Yolcuların farkına bile vara­ madıkları bu tanelerden

birini onlann

böbreklerine

sokun, mesane hastalığı denilen en dayanılmaz bir has­ talığın yarattığı acılan duyarlar; ölen bile olur bun­ dan. Şimdi, demiryolu politikasına bir

lokomotif hızı>.

ile atılmış olan toplumumuz için kum tanesi olan şey,, - k i bununla o meşgul bile olm az-bu iki varlığın lifle­ ri arasına her an ve her fırsatta hastalığını sanki yüreklerinde

atılınca, o mesane

meydana

getiriyordu..

Başkalanmn acılanna karşı son derece hassas olduk­ tan için, her biri, bu acılar

karşısında güçsüzlükten

gözyaşı döküyordu; kendi öz duyguları için de hastalı­ ğa varan aşırı bir hassasiyetleri vardı. Ne yaşlılık n e de Paris’in gözler önünde cereyan eden sürekli dramla n , hiçbir şey bu iki taze, saf, çocuk ruhunu katüaştırmamıştı. Bu iki varlık hayat yolunda ilerledikçe, iç* acılan da o oranda yakıcı oluyordu. Ne yazık ki, hiç­ bir aşırılığa kapılmıyan temiz yaratıklarda, rahat mü­ tefekkirlerde ve gerçek şairlerde de, böyledir bu.


COUSIN PONS

33

İki yaşlının hayatlarım birleştirdikleri günden bu yana hemen hemen aynı olan meşguliyetleri, Paris’ te araba atlarım ötekilerinden ayırdeden o kardeş kardeş iş görme şeklini almıştı. Yazın da, kışın da saat yediye <loğru kalkarlar, kahvaltıdan sonra, kız okullarındaki •derslerini vermeğe giderler, gerekirse, bu derslerde bir­ birinin yerini tutarlardı. Öyleye doğru, prova varsa, Pons tiyatroya gider, yoksa,

bütün boş zamanlarını

•dolaşmaya harcardı. Sonra, iki dost, akşam tiyatroda buluşurlardı...

Pons

Schmucke'u da aynı

tiyatroya

yerleştirmişti: bu iş de şöyle olmuştu.

VI H er zaman görülen hallerden: sömürülen bir adam Pons, Schmucke’a rasladığı günlerde, kendisi is­ temediği halde, tanınmamış kompozitörler için mareşal­ lik rütbesi gibi bir şey olan bir

orkestra şefliği elde

etmişti. Bu yer ona o günlerde bakan bulunan Popinot .sayesinde şöyle sağlanmıştı. Temmuz ayaklanmasının bu burjuva kahramanı, bir gün Paris'te arabası ile do­ laşırken, eski gençlik arkadaşlarından birine rastladı; «onu, zavallı bir halde, bacaklarında supiyesiz57 bir pan­ tolon, sırtında rengi kaybolmuş bir redingotla ve ufak tefek sermayelerle çok büyük işler peşinde görünce, ha­ yatta muvaffak olmuş bir adam olarak yüzü kızardı, ■ona bi* tiyatro imtiyazı verdirtti. Eskiden seyyar tüc­ carlık eden, adı da Gaudissart olan bu dostun, büyük 67 Supiye: pantolunu gergin tutmak için o za­ manlarda moda olan ve ayağın altından geçen lâstik.


COUSIN PONS

34

Popinot ticaret evinin yükselişinde çok önemli rolü ol­ muştu geçmişte, tki kere bakanlık ettikten sonra» kont ve senatör olan Popinot» meşhur Gaudissart’ı9* tanıma mazhktan gelememişti.

Daha da ileri gidip

dostum

elbiselerini yeniliyecek, kesesini dolduracak bir duru ma getirmek istedi; çünkü politika, ne de mevki krori bu eski koku tüccarının yüreğini değiştirmemişti. Ka­ dına her zaman düşkün olan Gaudissart, o günlerde iflâs halinde bulunan bir tiyatronun imtiyazım istedi: Bakan bu imtiyazı verirken güzel cinsin eski meraklı­ larından birkaçım da ona göndermeyi ihmal etmedi; bu adamlar, artist kadınlardan»

içinde aşk alışverişi

olan sağlam bir kumpanya kuracak kadar zengindiler. Popinot

konağının

asalaklarından

olan Pons da, bu

imtiyazın karşılığı olarak ondan faydalananlardan biri oldu.

Böylece büyük bir

servete ulaşan

Gaudissart

kumpanyası, 1834 de, bulvarlarda büyük bir fikri ger­ çekleştirmeğe niyetlendi: halk için bir opera, baleler ve cinli perili oyunlar için, biraz da kompozitör olan orta derecede bir orkestra şefine ihtiyaç vardı. Gandissart kumpanyasının

yerini aldığı

tiyatro idaresi

çoktan iflâs etmiş olduğundan, notaları kopya edecek bir adam bile yoktu. Bunun üzerine Pons Schmucke u, kopya işlerini üzerine alan bir adam sıfatı ile tiyat­ roya soktu. Bu kopya işi de ciddî bir müzik bilgisi istiyen nankör bir

meslektir.

Pons’un öğüdü

üzerine

Schmucke, Opera - Komikte bu kısmın şefi ile anlaştı, 88 Bu adam Balzac’m (Câsar Birotteau) roma­ nında ve yazarın İnsanlık Komedisi adı altında topla­ nan belli başlı eserlerinde esaslı bir kişi olduğu için yazar meşhur diyor.


COUSIN PONS

kopya işinin

makine ile ilgili

35

tarafından

kurtuldu.

Schmucke’la Pons’un birleşmesi parlak bir sonuç ya­ rattı. Bütün Almanlar gibi armonide çok kuvvetli olan Schmucke, Pons tarafından bestelenen parçaların par­ tisyonları için çok faydası dokunuyordu. Müzikten anlıyanlar bir iki güzel oyunda çalman yeni kompozisyon­ lara hayran olunca, bestecilerinin kimler olduğunu ara­ madan, ilerlem e kelimesi ile açıkladılar bunu. Pons’la Schmucke,

kimi

insanların

kendi

banyolarında bo­

ğulmaları gibi, şeref bulutlarının arkasında silindiler. Paris’te hele 1830 dan bu yana, her ne de olursa olsun, ürkütücü bir rakip

kitlesi ile

boğuşmadan, hem de

esaslı bir şekilde boğuşmadan kimse ulaşamıyor başa­ rıya: pazularda

aşırı bir gücün

bulunması gerekir;

iki dost ise, her çeşit tutkuyu önliyen o mesane has­ talığı gibi bir hastalık

yüzünden

zayıftılar, yürekçe.

Çoklukla. Pons tiyatroya saat sekize doğru gider­ d i; bu saat, orkestra şefinin

yönetmesini şart kılan

gözde piyeslerin oynandığı saattir. Küçük tiyatroların çoğunda bu gibi gecikmelere göz

yumulur; ama Pons

bu hususla daha da rahattı, çünkü tiyatro idaresiyle olan münasebetlerinde çıkanm hiç düşünmezdi. Sonra gerekince Sshmucke doldururdu onun yerini. Gitgide Schmucke'un

orkestradaki y e n

sağlamlaştı. Meşhur

Gaudissart, Pons’un iş ortağının hem değerini, hem de yararını anlamıştı; ama dışan vurmazdı bu hissini. Büyük tiyatrolarda olduğu gibi orkestraya bir de piya­ no katmak zorunda kalınmıştı.

Schmucke tarafından

parasız çalınan piyano, orkestrada şef kürsüsünün ya­ nına yerleştirilmişti; bu gönüllü yer alırdı. İhtirası ve iddiası

müzisyen de orada

olmıyan bu iyi yürekli


36

Almanı tanıyınca,

COUS1N PONS

bütün

müzisyenler

sevdiler onu.

Tiyatro idaresi, bulvar tiyatrolarında bulunmıyan, fa­ kat çoğu zaman kaçınılmaz olan piyano, viola-lam ur, ■korangle, violonsel, harp, İspanyol raksları için kastan­ yet, zil ve başkaları gibi Sax’ın59 yarattığı araçları -çalma işini Schmucke’a verdi. Almanlar, istiklâl araç­ larını çalmasını bilmezler ama, tabii olarak bütün mü­ zik araçlarını çalmasını bilirler. Tiyatroda çok sevilen iki yaşlı

artist, filozoflar

-gibi yaşıyorlardı orada. Bir tiyatronun üyeleri arasın-da, aktör ve aktrislere

karışmış bir bale

bulununca, normal olarak

mevcut olacak

gurupu da kötülükleri

âıiç görmemek için gözlerinin önüne bir perde çekmiş­ lerdi; zaruret ve kazanç kaygısı ile bir araya getiril­ m iş bu kanşık ve iğrenç artist

topluluğu, müdürler,

yazarlar ve müzisyenler için bir azaptır. Başkaların­ dan gördüğü saygı ve başkalarına karşı gösterdiği saysgı, iyi ve alçak gönüllü Pons’a herkesin itibarını kazan­ dırmıştı. Zaten, her

toplumda sa f bir hayat, lekesiz

bir dürüstlük en kötü yüreklileri bile bir çeşit hayran­ lık duymaya iter. Paris’te,

yüksek bir fazilet, iri bir

elmas ya da az bulunan bir nesne kadar itibar görür. Hiçbir aktör, hiçbir yazar, ne

kadar saygısız olursa

•olsun hiçbir dansöz, gerek Pons’a, gerek dostuna karşı en ufak bir oyun oynamayı ya da kötü bir şaka yapma­ y ı aklından geçiremezdi. Pons sigara salonunda görü­ nürdü arasıra, ama Schmucke orkestraya giden yerM Sax: 1791 de doğmuş 1856 da Paris’te ölmüş müzik araçtan yapan bir Belçikalı. Yarattığı araçlara içinde kendi adı da bulunan adlar takmıştır. Saksafon gribi.


COUSIN PONS

37

altı yoltuıdan başka yol tanımazdı. B ir temsilde bulu­ nursa, perde aralarında sâ f yaşlı Alman, salona kor­ ka korka bakar,

Strasbourg’da

doğmuş ve KhelTi bîr

Alman ailesinin çocuğu olan birinci

flütçüye, hemen

her zaman ön sıraları dolduran acayip İrimseler Hak­ kında sorular sorardı. Toplumsal eğitimi bu fülütçü tarafından ele alman Schmucke’un çocuk muhayyilesi, mevcudiyetini,

on

üçüncü

imkânlarını, bir baş artistin yatroda yer gösteren

yosmaların efsanevi

semtte*4 gizlice

evlenme

edebileceği israfları, ti­

kızların gizli kapaklı ticaretini

kabul etmeğe başladı yavaş yavaş. H a fif kötülükler bu meziyetli adama, Babil’e yaraşır ahlâksızlıkların en son şekilli gibi göründü; o bunlara, Çin arabesklerine41 bakar gribi bakıp gülümsüyordu. Kurnaz kimseler, Pons* la Schmucke’un, moda olan bir kelimeyi kullanarak söyliyelim, sömürüldüklerini anlarlar kolayca;

yalnız

paraca olan kayıplarına karşılık itibar ve iyi muame­ le görüyorlardı. Gaudissart kumpanyasına para kazandırmaya b sşlıyan bir balenin başarı ile oynanmasından sonra, mü­ dürler Pons’a Benvenuto Çellini62 tarafından yanılmış olduğu sanılan gümüş bir gurup yolladılar; bu guru- *6 1 40 Paris önceleri on iki semte ayrılmıştı. Sonra genişleyince, semt sayısı yirmiye çıktı. Balzac zama­ nında on üçüncü semtte evlenmek demek, evlenme for­ malitelerinden kurtulmak demekti. Semt sayısı 20 olunca, şimdi 21 inci semtte evlenmek denir. 61 Arabesk: A rap tarzında ve acaip şekillerde nakış, oyma ve süsleme. t ! Benvenuto Çellini: Ünlü İtalyan gravör ve heykeltraşı (1500 -1571).


COUSIN PONS

38

pun korkunç fiyatı tiyatronun toplantı salonunda ko­ nuşma Konusu olmuştu. Korkunç fiyat da bin iki yiis franktı! Zavallı adamcağız bu armağanı peri vermek istedi! Kabul

ettirinciye

kadar

akla

karayı seçti

Gaudıssart ve kumpanya ortağına: — A h ! bu adam gibi aktörler de bulabilseydik!... dedi. 6 u iki adamın görünüşte cok sakin olan yaşayış­ ları yalnız bir zaaf yüzünden bozuluyordu; bu da, ye­ meği misafir olarak bir evde yemek gibi Pons'un duy­ duğu ve her şeyi feda ettiği o amansız ihtiyaçtı. Pons'­ un dışan çıkmak için giyindiği iyi yürekli Almanın bu kötü sık sık: — Böyle

sırada evde bulunan

alışkanlığa üzülmesi ve

olduğuna göre, bari biraz et

tutsaydı,

neyse ne! demesi bundandı. Dostunu bu küçültücü huydan vazgeçirmek çaresi­ ni düşünürdü

Schmucke; gerçek dostlar, soyut bakım­

dan, köpeklerin koku alma duygularındaki olgunluğa sahiptirler; dostlarının duyduğu acının kokusunu alır­ lar, nedenlerini sezerler, ilgilenirler onlarla. Sağ

elinin

küçük

parmağında

günlerinde hoş görülmüş, ama maslı bir

yüzük taşıyan ve

Fransız olan Pons’un yüzünde, çirkinliğini azaltan o tanrısal

İmparatorluk

bugün gülünç olan el­ aşırı şair

ruhlu, a şın

Schmucke’un korkunç sükûnet yoktu. Alman,

dostunun yüzündeki hüzünlü ifadede, sırttan geçinme işini gittikçe dayanılmaz hale getiren güçlüklerin gün­ den güne artan izlerini görmüştü. Gerçekten de, 1844 yılının ekim ayında, Pons’un yemek yediği evlerin sa­ yısı çok azdı elbette. Hısım evlerinin çevresi içinde do­


39

COUSIN PONS

laşmak zorunda kalmış olan zavallı orkestra şefi, şim­ di göreceğimiz gibi aile kelimesinin çerçevesini son de rece geniş tutuyordu. Eski gözde artist, Bourdonnais

sokağının zengin

ipek tüccarlarından Monsieur Camusot'nun birinci karı­ sı ile kardeş çocuğu idi. Bu kadın, sarayın işlemecileri olan meşhur Pons kardeşlerden birisinin kızı ve biricik vârisi idi. Müzisyenin anasiyle babası da, Pons ticaret evini 1789 İnkılâbından önce

kurduktan sonra, hisse­

dar olmuşlardı. Bu ticaretevi, birinci Madame Camu­ sot'nun babasından 1815 de, Monsieur Rivet tarafından satın alındı. On yıl önce ticaretten çekilen Monsieur Camusot, 1844 de, İmalâtçılar genel meclisi üyesi, millet­ vekili ve falan filândı~ Bütün Camusot tayfası tara­ fından dost

muamelesi

gören Pons, ipek

tüccarının

ikinci karısından olan çocukları ile de kendisini kuzen saydı; oysa onun hiçbir diler. Camusot’ nun ikinci

şeyi, uzak

hısımı bile değil­

kansı, Oardot’lan n

kızıydı;

Pons, Cardot’lan n kalabalık ailesi içine, Camusot’lann hısımı sıfatı ile sokuldu; ikinci bir burjuva ailesi olan C ordoflar, dışardan evlenme yolu ile katılanlarla bir­ likte, kudretçe Camusoflardan

aşağı kalmıyan kala­

balık bir aileydi. İkinci Madame Camusot’nun kardeşi noter Cardot, Chiffreville’lerin kıziyle evlenmişti. Kim­ yasal maddeler kıralı meşhur

Chiffreville ailesi de

toptancı koku tüccarının ailesi ile hısım olmuştu böylece; bu koku

ticaretevinin sahibi de, uzun zaman.

Temmuz ihtilâlinin, bilindiği gibi, krallık adına bir po­ litika içine sürüklediği Anselm Popinot’ydu. Elbette Pons,

Camusot’lann

ve

Cardot’lan n

kuyruğunda


COUS1N PONS

40

Chiffreville’lere, oradan da, hep kuzenlerin kuzeni ola­ rak Fopinotlara yamandı. Yaşlı müzisyenin son münasebetleri

hakkındalri

şu basit bilgi, onun 1844 de evlere hısım olarak halâ nasıl kabul edildiğini açıklar: önce senatör, eski ziraat ve ticaret bakanı kont Popinot’lara; sonra eski noter ve Paris'in semtlerinden birinin belediye reisi ve millet­ vekili bulunan Monsieur Cardot’lara; sonra, milletvekili, Paris belediye meclisi ve imalâtçılar genel meclisi üye­ si olan, senatör olma yolunu da tutmuş bulunan yaşlı Monsieur Cam usoflara; nihayet, her ne kadar kuzenin kuzeni ise de, Pons’un gerçek kuzeni olan. Camusot’nun ilk karısından oğlu bulunan Monsieur Camusot de Marville’lere. Camusot, kendisini babasından ve üvey kardeşin­ den ayırdetmek için, de Marville malikânesini satın alarak onun asil adım kendininkine katmıştı; 1844 yılın­ da Paris kırallık adi iyesinde bir dairenin başkanı bu­ lunuyordu. Eski

noter

Gardot,

kızını, yerini alan Berthier

adında biri ile evlendirdiği, Pons'un da adı evlenme mukavelesinde geçtiği için, yaşlı müzisyen onlarda ye­ mek yeme imkânım noter kazandım, derdi.

huzurunda bir hak olarak

İşte Pons'un hısımlarım dediği ve boğazını doyur­ ma hakkını güçlükle muhafaza edebildiği burjuva çev­ resi bundan ibaretti. Bu on evden artistin en iyi karşılanması gereken yer, başkan Camusot’nun evi, Pons'un en sıcak bir ilgi ile bağlı bulunduğu evdi. Ne yazık ki, kıral X V III. Loui8 ile X . Charles’ın teşrifatçısı ölü Monsieur Thiri-


COUS1N PONS

41

on’ un kızı olan Madame Camusot, kocasının kuzeninin kuzeni olan adama hiçbir zaman iyi muamele etmemiş­ ti. Pons’sa, bu korkunç hısımı yumuşatmak için, epey uğraşmıştı; örneğin, Mademoiselle Camusot’ya bedava dersler verdiği halde biraz kızılca renkli olan bu kız­ dan bir müzisyen yaratmayı becerememişti. Pons elr ceketinin altındaki değerli antika üzerinde olduğu hal­ de kuzeni daire

başkanının evine doğru koşuyordu o-

anda. Bu eve her girişinde kendisini Tuileries sara­ yında sanırdı; çünkü içinde ağır başlı yüksek memur havası bulunan bu evin göz alıcı yeşil perdeleri,

soIuk ,

sincabi renkteki döşemeleri, kadife gribi parlak yün halıları, ağır

mobilyesi

çok büyük bir etki yapardu

onun üzerinde. Acaip olan bir şey varsa, o da, Pons'un kendisini, Basse-du-Rempart sokağındaki P opinofnun

konağında

daha

rahat

hissetmesiydi;

oradaki

sanat eserleri yüzülklendi bu hiç şüphesiz. Eski ba­ kan, yüksek mevkiye çıkalı beri, güzel şeyleri topla­ mak merakına kapılmıştı; bunu, içinde en çirkin dav­ ranışları gizlice toplıyan politikaya bir karşılık olsun, diye yapıyordu herhalde. V II Koleksiyoncuların binlerce kazlarından biri Başkan de Marville, Hanovre sokağında, on yıl­ dır karısının, anasiyle babası öldükten sonra satın al­ dığı evde oturuyordu. Bu ana baba, yâni Monsieur veMademe Thirion, kızlarına yüz elli bin frank kadar bir para bırakmışlardı. Sokağa ve kuzeye bakan ydzfc oldukça karanlık olan bu evin, avluya bakan geri kıs­


COUSIN PONS

42

mı güney ışığından yararlanırdı; bu avlunun dip ta* rafında da güzel bir bahçe vardı Başkan, X V . Lome çağının en güçlü

zenginlerinden

birisinin oturmuş

olduğu birinci katı olduğu gibi işgal ediyordu. İkinci kat da zengin ve yaşlı bir bayana kira lanmış olduğundan, binanın, yüksek memurun ağırbaş­ lılığına uygun, sakin ve saygı uyandıran bir hali var­ dı. De M arvillelerin gözalıcı malikânelerinin geri ka­ lan parçalan eşlerine hâlâ Normandiya’da rastlanan pek büyük bir şato ile on iki bin frank getiren iyi bir çiftlikten ibaretti. Bunları satın almak için Camusot, yirmi yılda biriktirdiği parasından ve anasın­ dan kalan mirastan faydalanmıştı. Şatonun etrafında yüz hektarlık bir park vardı. Bugün ancak prenslere lâyık olan bu debdebe, başkana aşağı yukarı üç bin franga mal oluyor, sonunda da topraklar dokuz bin franktan

fazla getirmiyordu.

Bu

maaşına

katılınca,

aşağı yukan yirmi bm

başkana

dokuz

bin

frank,

franklık bir gelir sağlıyordu o zamanlar; bu servet, hele ilerde, ilk karısından biricik çocuğu olması dolayısiyle babasının y a n servetine konacağı için ona yeter görünüyordu; ama Paris hayatı ve mevkilerinin gere­ ği Monsieur ve Madame de Marvılle’i gelirlerinin he­ men hemen hepsini harcamaya zorlamıştı. 1834 y ılııa kadar sıkıntıda kalmışlardı. Bu açıklama, yirmi üç yaşında genç bir kız olan Mademoiselle de Marville’e yüz bin franklık drahomsına ve ustaca ve sık sık fakat boş yere ileri sürülen müstakbel servet durumuna rağmen

neden

bir koca

bulunamadığını ortaya koyar. Beş yıldan bu yana Pons, kızın annesinin bu husustaki sızlanmalarını dinliyor-


COUSIN PONS

43

<lu: bütün yardımcı yargıçlar evlenmiş, yeni yargıçlar baba bile olmuşlardı. Daha önce Mademoiselle de Marville’in parlak geleceğini genç Vikont Popınot’nun bir türlü kamaşmasını bilmediği gözleri önüne sermişler­ di, ama boşuna; Lombards mahallesinin haris insanla­ rına göre, Temmuz İhtilâli, kıral hanedanının olduğu kadar bu koku kiralının yararına yapılmıştır. Choiseul sokağına vardığı, tam Hanovre sokağı­ nın köşesini döneceği onlara, bir jandarmaya

sırada, saf vicdanları

burkan,

Tasladıklarında en büyük ca­

nilerin duydukları iç azabını

duyurtan ve sırf Camu-

sot'nun karısı acaba onu nasıl karşılıyacak gibi bir histen doğan o izahı mümkün olmıyan heyecanı duy­ du Pons. Yüreğinin tellerini kemiren bu kum tanesi, sertliğini hiçbir zaman kaybetmemişti; tersine köşeleri gittikçe sivrileşiyor, evdekiler de bu köşeleri durmadan batacak hale getiriyorlardı. Gerçekten de, Camusot’iamn Cousin Pons’a aldırış etmemeleri, aile içinde değe­ rinin sıfıra indirilmesi, hizmetçileri de etkiliyor, onlar da, saygıda kusur etmemekle beraber, onu yoksulların bir başka çeşidi gibi görüyorlardı. Madame ve Mademoiselle Camusot’unun oda hiz­ metçisi, Madeleine Vivet adında kuru, sıska ve yaşlı bir kız, Pons’un baş düşmanıydı. Madeleine, gudde has­ talığı sebebi ile suratının şiş olmasına rağmen, belki de, sırf bu hastalık ve boyunun engerek yılanı gibi uzun olması yüzünden Madame Pons olmayı kafasına koymuştu. Yaşlı bekârın gözleri önüne birikmiş yirmi bin frankını boş yere sermiş, Pons da gudde hastalığı olan bu mutluluğa yanaşmamıştı. Böylece, efendileri­ n e hısım olmak istiyen bu hizmetçi

parçası,

zavallı


COUS1N PONS

44

müzisyene en kütü oyunları

oynardı. Örneğin,

adam­

cağızın merdivenleri çıktığım duyunca, onun da işite­ bileceği bir şekilde hiç

çekinmeden: "İşte yine geliyor

davetsiz m isafiri’* diyebiliyordu.

Uşağın

yokluğunda

sofra hizmetini görürken, parmağına doladığı adam­ cağızın bardağına az şarap, çok su koyuyor,

şarabı

dökmeden içebilmek zahmetini vermek amaciyle de bar­ dağı ağzına kadar dolduruyordu. Adamcağıza yemek koymayı unutuyor, bunu

Madame

Camusot’ya hatır­

lattırıyor, (hem ne tonla?... Pons’un bundan yüzü kı­ zarıyordu 1) ya da yemeğin salçasını elbisesine dökü­ yordu. Bir kelime ile söyliyelim, cezasız kalacağını bi­ len bir küçüğün talihsiz bir üstününe karşı açtığı sa­ vaştı bu.

vm Talihsiz kuzenin çok kötü karşiUmdığı y er Hem vekilharç, hem de oda hizmetçisi olan M adeleine, evlendikleri günden

bu yana Camusot'larm

yanından ayrılmamıştı. Onlan

başlangıçta,

efendisi

Alançon'da basit bir yargıçken çok sıkıntı içinde gör­ müştü; Monsieur Camusot Mantes mahkemesi başkam iken, 1828 yılında Paris'e gelip sorgu yargıcı atandığı sırada, onlara paraca yardımda bile bulunmuştu. Böylece, aileden

biri

olduğu

için

onlardan öc almakta

kendisini haklı buluyordu. Onun, kibirli ve gözü doy­ mak bilmiyen Madame

Camusot’ya, hısım olmak gibi

bir oyun oynamak isteğinde, çakıl taşlarının çığlara sebep olması gibi, küçük nedenlerin yarattığı o sinsi hınçlardan biri saklıydı.


COUSIN PONS

45

Madeleine koştu, başkanın kanama: — Madame, sizin Monsieur Pong geldi,

dedi.

Sırtında yine o spenser varl Bari onu yirmi beş yıldır muhafaza edebilmek için ne yaptığını söylese de, biz de ■faydalansak. Büyük misafir odasiyle yatak odası arasındaki kü­ çük odada bir erkeğin ayak sesini

duyunca, Madame

Canıusot kızma baktı, omuzlannı silkti. — Madeleine, dedi, hep böyle yapıyor, bana haber vermekte öyle zekâ eseri gösteriyorsun ki ne yapacağı­ mı şaşınp kalıyorum. — Madame, Jean sokağa gitmişti, ben de yalnız­ dım, Monsieur Pons kapıyı çalınca gittim açtım. Yaban­ cı olmadığı için, peşimden gelmesine engel olamazdım; şimdi küçük odada spenseıini çıkanyor. Madame Camusot kızına: — Yavrucuğum, yakalandık, dedi. Yemeği burada yememiz gerekecek şimdi. (Sevgili

yavrusunun surat

astığını görünce.) Ne yapalım, ondan yakamızı toptan kurtaralım, ister misin? dedi. Mademoiselle Camusot: — Hayır, hayır, zavallıcığı bir yemeğinden yoksun etmek doğru olmaz, diye karşılık verdi. Küçük oda: MSizi

duyuyorum.” demek istiyen ya­

lancı bir öksürüğün gürültüsü ile çınladı. Madame Camusot omuzlarım silkerek Madelein’e : — Ne yapabiliriz artık, gelsin içeri! dedi. Câcüe Camusot nazlı, nazlı: — Kuzenim, öyle

erken geldiniz ki, bizi tam an­

nem giyineceği sırada bastırdınız, dedi.


COUSIN PONS

46

Zaten annesinin omuz hareketi

gözünden kaçma­

mış olan Kuzen Pons’a, bu söz öyle işledi ki söyliyecek tatlı bir söz bulamadı, şu derin kelime ile yetindi: — Siz her zaman sevimlisiniz küçük kuzinim! Sonra annesine dönüp selâmladı: — Sevgili Kuzinim, bugün biraz daha erken gelişi­ me gücenmeyin, benden istemek lûtfunda bulunduğunuz şeyi getirdim size. Onlara Kuzenim ve Kuzinim dediği her kere başka­ nı, karısını ve Cecile’i öfkeden ceketinin yan cebinden tanrısal bir sanatla

çatlatan zavallı Pons,

Sainte - Lucie62

işlenmiş uzunca,

tahtasından

nefis bir autu

çekti çıkardı! Madame Camusot tatsız bir tonla: — H a! onu unutmuştum bile! dedi. Pek haince bir söz değil miydi bu? Bütün günah» yoksulluk olan bir hısımın gösterdiği ilginin bütün de­ ğerini sıfıra indirmiyor muydu? Madame Camusot: — Ne de olsa, nazik bir davranış,

kuzenim. Bu

entipüften şey için size çok para borçlu muyum? diye sözlerine devam etti. Bu soru kuzenin

içini altüst etti, bu değerli ar­

mağanı yediği bütün yemeklere karşılık tutmaya niyet­ leniyordu. Heyecanlı bir sesle: 62 S ain t-L u cie tahtası: Kutu, tabaka gibi nesne­ lerin yapıldığı bu tahta, Vosges’larda Sainte - Lucie manastırının yakınlarında bulunan bir çeşit kiraz ağa­ cıdır. İsmi bu bakımdan Saint - Lucie’dir.


COUSIN PON5

47

— Size onu armağan etmeme izin vereceğinizi sa­ nıyordum, dedi. — Nasıl, hediye olarak mı? Haydi canım, aranuz<la gösteriş yapmıyalım, iç

yüzümüzü bilecek

kadar

birbirimizi tanırız. Altta kalmamak için para harcıva* cak kadar zengin olmadığınızı kândan dükkâna

biliyorum. Zaten aük-

koşmak için zamanınızı kaybetmeniz

.yetmez mi? Küçük düşen adamcağız: — Sevgili Kuzinim, siz tam

değerini

vermek zo

sunda olsaydınız, satın alamazdınız bu yelpazeyi, dedi. «Çünkü bu, VVatteau’nun iki tarafına da resim yapmış olduğu bir şaheseridir; yalnız içiniz rahat olsun, kuzi­ nim, sanat değerinin yüzde biri kadar bile para ver­ miş değilim ona. Bir zengine: “ Yoksulsunuzlw demek, Granata’mn başpiskoposuna vaazlarının beş para etmediğini söyle­ şmekle birdir. Madame Camusot

kocasının

mevkii, ae

Marville toprakları, balolar için saraydan gelen davetiler dolayısiyle çok kurum

taslıyan bir kadın

olduğu

.için, Pons’un sözleri yüreğine işledi; hele onların, ken­ disine karşı koruyuculuk

tasladığı sefil bir müzisyen

tarafından söylenmesi daha da etkili oldu. Sert sert, — O halde size bunları satan satıcılar pek budala insanlarmış! dedi. Pons hemen hemen sertçe: — Paris’te budala satıcı bulunmaz, dedi. Tartışmayı yumuşatmak amaciyle Cecile: — O halde siz, çok beceriklisiniz, dedi—


COUS1N PONS

48

— Küçük kuzinim, benim becerikliğim Lancret’yi.** Pater’i ;64 Watteau'yu, Greuze’i tanımaktan ileri gitmez? benim asıl dileğim özellikle sevgili annenizi hoşnut et­ mekti sırf. Bilgisiz ve kibirli olduğu için, Madame de Marville en ufak bir şeyi kabul etmek istemiyordu dâvetsiz mi­ safirinden; bilgisizliği de ona son derece yardım edi­ yordu; Watteau’nun kim olduğunu bilmiyordu. Kolek­ siyon yapanlarda onur, hiç şüphe

yok, onurların en

koyularından biridir, çünkü yazar onuru ile boy ölçüşür. Bu duygunun ne kadar ileri gittiğini anlatacak bir şey varsa, o da, Pons’un, yirmi yıldan beri ilk kere, kuzinine ayak diremekte gösterdiği

cesarettir. Kendi cesaretine

kendi şaşan Pons, bu harika yelpazenin rındaki ince oymaların güzelliğini

tahta kısımla­

C6cile’e birer birer

gösterirken daha yumuşak bir hal takındı. Ama adamca­ ğızın o anda kaygıdan ne halde olduğunu iyi anlamak için Madame Camusot’nun huyunu biraz olsun açıkla­ mak gerekir. Eskiden ufak tefek, sarışın, tombul ve taze bir ba­ yan olan Madame de Marville, kırk altı ufak tefek fakat kuru bir kadın

yaşında y in e

olmuştu. Çıkık alnı,

gençliğinde ince renklerin süslediği geriye kaçmış ağzı, her şeyi küçük gören haline bir terslik katmıştı elbette. Evde her zaman kumanda etme alışkanlığı, yüzüne sert ve tatsız bir anlam vermişti. Zamanla, sanşın saçlar çir­ kin bir kestane rengi almıştı. Şimdi bile canlı ve alaycı6 8 68 Lancret: Sıcak renkli hoş tabloları ile Watteau’nun rakibi olmuş olan bir Fransız ressamı. (1690 1743). M Pater: Bir Fransız ressamı. (1696-1736).


COUSIN PONS

49

i z l e r d e , kocasının adliyeci olmasından doğan bir kibir v e raptedilmekte olan bir çekememezlik hissi okunuyor* «du. Gerçekte ise, Madame de Marville, Pons’u yemek yediği zengin burjuva çevresinde kendisini hemen hemen yoksul bulurdu. Eski Ticaret mahkemesi

başkam olan

zengin koku tüccarının sırasiyle milletvekili, bakan, kont v e senatör olmasım bir türlü hoş göremıyordu. Popinot’<nun senatörlüğe yükseltilmesi sırasında büyük oğlunu «ezerek kazasından kendisini milletvekili çıkartan kay­ natasım da affetmiyordu. hizmetten sonra,

Pariste on sekiz yıllık bir

Camusot için şimdi bile Yargıtayda

müşavirlik mevkii bekliyordu, oysa onu oradan uzak tu­ tan adliyedeki bilinen aczi oluyordu. 1844 yılının ada­ let bakanı, Comusot’ nun 1834 de başkanlığa getirilmiş «olmasına yanıyordu; onu suçlandırma heyetinin60*başına {koymuşlardı; orada, sorgu

yargıcı iken edindiği pra­

tik bilgi sayesinde tevkif ya da tahliye

kararları ve­

rerek hizmet görüyordu. IX Güzel bir kelepir Bu hayal kırıklıkları, kocasının değeri hakkında pek «öyle büyük hayallere kapılmıyan Madame de Marville'i yıpratmakla kalmamış, çevresine dehşet saçan bir kadın haline sokmuştu onu. Zaten kırıcı olan m işti.

Yaştan çok

huyca

huyu haşinleş­

ihtiyarlamış

olduğundan,

herkesin ona gönül hoşluğiyle vermediği şeyleri o kor­ ku yolu ile elde etmek için bir fırça gibi sertleşiyordu. 60 Fransa’da bizdeki savcılığın ödevine benzer öde­ v i olan bir heyet vardı.

4


COUSIN PONS

50

Son derece saldırıcı olduğundan, dostu da azdı. Kendisi­ ni epey saydırıyordu, çünkü

çevresine kendi ayarında,

birkaç yaşlı sofu kadın toplamıştı; bunlar onu, gerekin­ ce aynı şekilde davranmaları şartiyle müdafaa ederler­ di. Bu bakımdan zavallı Pons’un bu etekli şeytanla olan münasebeti, bir öğrencinin hep öğretmenle olan

çıkışarak konuşan bir

münasebetinin aynı idi.

İşte bunun

için Madame de Marville kuzeninin bu beklenmedik ce­ saretini anlıyamıyor, armağanın değerini takdir ede­ miyordu. Cecile şaheseri elinde evirip çevirirken: — Nerede buldunuz bunu? diye sordu. — Lappe sokağında, bir

koltukçuda; o da bunu

Aulnay’de, Dreux yakınlarında yağma edilen bir şato­ da bulup almış; Menars’ı yaptırmadan önce Madame Pompadour’un arasına oturduğu bu şatodan, mevcutla­ rı arasında en nefis olan tahta oymalar kurtarılmış­ tır; bu oymalar öylesine güzeldir ki bizim tahta üze­ rine işliyen sanatçımız Lienard,

kendine model olmak,

üzere bunlardan yumurta biçiminde iki çerçeveyi sa­ natın en yüksek örneği olarak saklamıştır. Ne hazine­ ler vardı orada! Bu yelpazeyi ince ve renk renk tahta­ lardan yapılmış küçük bir dolap

içinde bulmuş; bu

eserlerden toplasaydım, o dolabı kaçırmaz alırdım, ama yanaşılacak gibi değil kil Reisener’in68 bir mobilyesi üç dört bin frank tutuyor!

Yavaş yavaş Paris’te, X V I.T

X V II. ve X V III. yüzyıllarda yaşıyan Alman ve Fran­ sız oymacılarının tahtadan sanki gerçek tablolar ya­ 68 Reisener: (Riesener) X V I m a Louis üslûbun­ da en iyi eserler vermiş bir Fransız kakmacısı. (1735 1806).


51

COUSIN PONS

ratmış oldukları anlaşılmaya başladı. B ir koleksiyon­ cunun meziyeti modadan önce harekete geçmektir. Ba­ kın, bundan beş yıl sonra, benim yirmi yıldan bu ya­ na topladığım Frankenthal67 porselenleri Paris’te Skvres porselenlerinin iki katı para edecek. Cecile: — Frankenthal da ne ki? diye sordu. — Palatinat68 elektorunün69 porselen fabrikasının adı; bu fabrika bizim

Sevres’deki imalât

evlerinden

daha eskidir, tıpkı Turenne70 tarafından tahrib edilen meşhur Heidelberg bahçelerinin bir

şanssızlıkla bizim

Versailles bahçelerinden önce mevcut olması gibi. Sevre, Frankenthal’ı çok kopya etmiştir.

Haklarını tanı­

mak gerek, Almanlar bizden önce Sax’ta ve Palatmat*da çok nefis şeyler yapmışlar. Ana kız biribirlerine, sanki Pons çince konuşuyor­ muş gibi bakıyorlardı; Parislilerin ne kadar bilgisiz, ne kadar kendini beğenir olduklarını imkânı yok tasav­ vur edemezsiniz; sade kendilerine öğretilen şeyleri bi­ lirler, o da öğrenmek isterlerse... — Frankenthal işi olduğunu

nereden anlıyorsu­

nuz? Pons coşarak: 67 Frankenthal: Bavyera’da bir Alman şehri. 88 Palatinat: Eski Ccrman İmparatorluğundaki iki kırallığın adlan: Aşağı Palatinat - Yukarı Palati­ nat. Yukan Palatinat bugün Bavyeradır. KU Seçmen (E lecteur): Eskiden Alman İmpara­ torunu seçmek hakkı kendisine verilen Prens ya da Piskoposlara verilen ad. 70 Turenne: Ünlü Fransız Mareşali. (1611 1675).


COUSIN PONS

52

Neresinden olacak,

imzasından! diye bağırdı.

Bütün bu nefis şaheserler

imzalıdırlar.

işi üzerinde bir prens tacı

altında birbirine dolanmış

olarak C ve T

(Charles - Th£odore)

Frankentha!

harfleri vardır.

Eski Saxe işleri iki kılıç ve altınla yazılmış bir sıra ınumarası;

Vincennes, bir boru;

Viyana,

kapalı ve

■üzeri çizilmiş bir V h arfi; Berlin, iki çizgi; Ma yence, bir tekerlek;

Sfcvres iki LL harfi

**porcelaine d la R eine" üzerinde de,

denilen en

kırallık tacı

altında

taşırlar;

nihayet

mükemmel

cinsi

Antoinette demek

•olan bir A harfi bulunur. X V III. yüzyılda, Avrupa’­ nın bütün hükümdarları porselen yapımında birbirleri•ni geçmek istemişlerdir, işçileri biribirlerinin elinden .almak için savaşırlardı sanki. Watteau, Dresde fabri­ kaları için takımlar işlerdi; eserleri korkunç fiyatlarla «atılmıştır. (Yalnız bunları iyi anlamak gerekir, çün­ kü Dresde bugün o eski eserleri kopya ediyor.) insan­ ları hayran

edecek eserler yapılmıştır o zaman, bir

daha da yapılamaz! — Yok canım! — Evet öyle, kuzinim, bazı ince marangozluk eser­ leri, bazı

porselenler bir daha

Raphaöl’in, ne Titien’ in,* 71*7 4 ne

yapılamaz,

tıpkı ne

Rembrant’in,7* ne Van

‘Eyck’in7* ve Cranach’ın7* tabloları tekrar yapılmıyacan Titien (Tisien gibi okunur.) Ünlü Italyan res­ samı. (1477-1576). 71 Rembrandt: Ünlü Felemenk ressamı. (16961669). 7* Van Eyck: Flaman ressamı (1370-1440). 74 Cranach: (Kranak okunur.) Alman ressamı. <1472 -1553).


COUSIN PONS

53

ğı gribi... Bakın Çinliler, örneğin, çok usta, çok becerikli insanlardır; böyleyken, büyük - mandarin dedikleri por­ selenden güzel eserlerini

bugün kopya ediyorlar. 3 u

cinsten oimak gartiyle eskiden büyük boyda yapılm ış iki vazo altı, sekiz on bin frank ettiği halde, bugünkü kopyalan iki yüz franktan fazla etmez. — Şaka söylüyorsunuz. — Kuzinim, bu fiyatlar sizi şaşırtıyor, ama bun­ lar da bir şey değil. S&vres işleri arasında, porselen olmıyan on iki kişilik bir sofra takımı yüzbin frank ediyor, hem bu, faturadaki fiyattır. Böyle bir takım. Sevres'de, 1750 de, elli bin liraya satılıyordu; ben gör­ düm o zamanki fabrika faturalam a. Yelpazeyi, çok eski bulan Cecile: — Onlan bırakalım da bundan söz edelim, dedir Pons sözlerine devam etti: — Sevgili

anneniz benden bir

lûtfunda bulununca,

yelpaze

hemen aramaya

istemek

koyulduğumu

kestirirsiniz elbette, dedi; Paris’te bütün satıcıları do­ laştım, güzel bir şey bulamadım; çünkü sevgili Madame Camusot için bir şaheser istiyordum, ona, meşhur yelpazelerin en güzeli olan Marie-Antoinette’in yelpaze­ sini sunmak

arzusundaydım.

Fakat

dün, hiç şüphe

yok X V . Louis’nin ısmarlamış olduğu bu tanrısal şah­ eseri görünce gözlerim kamaştı. Bir

yelpaze bulmak

için Lappe sokağında, bakır, demir parçalan, yaldızlı mobilyeler satan bir Auvergnelinin

dükkânına niçin

gittim değil mi? Ben şuna inanıyorum ki, sanat eser­ lerinin bir çeşit zekâlan vardır, meraklılan tanırlar; on lan : “ Şiitl Ş iit!” diye çağırırlar.


COIISIN PONS

54

Madame de Marville kızına

bakarak

omuzlarını

silkti; Pons bu kaçamak hareketi göremedi. — Ben bu aç gözlülerin hepsini

tanınm l Aldığı

eşyalara büyük satıcılardan önce bir göz atmama izin veren bu satıcıya: “ Yeni bir şey var mı, Monistrol ba­ ba? Antika falan?" diye sordum. Bu soru üzerine, Mo­ nistini hazine

hesabına Dreux

oyma işleri yapmakta olan

kilisesinde çok güzel

Li&nard’m,

Aulnay’deki

satışta yalnız porselenler ve kakmalı nıobilyelerle ilgi­ lenen

Paris

satıcılarının elinden

rini nasıl kurtardığını anlattı

oyma

bana:

tahta

“ Çok

işle­

bir şey

bulamadım, ama şununla yol parasım çıkan n m ." di­ yerek küçük dolabı gösterdi. B ir harika o ! Boucher7* tarafından yapılan desenler renkli ince tahtalarla us­ taca işlenmiş!... İnsanı önünde diz çöktürtecek kadar güzel! Bana: “ Bakın, Monsieur, şu yelpazeyi de dola­ bın kapalı çekmecelerinden birinde buldum; anahtarı yoktu, zorladım, açtım. Onu kime satabilirim dersiniz?" diyerek Sainte-L ucie tahtasından o küçük oymalı ku­ tuyu çekti

çıkardı. “ Süslü gotik

üslûbunu

andıran

Pompadour tarzında işlenmiş" diye de ekledi. Ben de on a: “ Evetl kutu çok güzel; almak isterdim, ama yal­ nız kutuyu! Çünkü yelpazeyi ne yapayim

Monistrol

baba? B ir Madame Pons’um yok ki o eski şeyi ona he­ diye edeyim; sonra, yenilerini

yapıyorlar artık, çok

güzel şeyler... Şimdi yelpaze derilerini şaşılacak dere­ cede güze) resimlerle

süslüyorlar, hem de çok ucuza.

Paris’te iki bin ressam olduğunu biliyor

musunuz?"

dedim. Bir taraftan da, hayranlığımı gizliyerek, üze-7 0 70 Boucher: 1770).

Fransız

ressamlarından.

(1703 -


COUSIN PONS

rindeki sadelikle, gönül alacak bir

55 sanatla yapılmış

iki küçük tabloya soğuk soğuk bakarak, yelpazeyi il­ gisizce açtım. Kolay değil, Madame Pompadour’un yel­ pazesini tutuyordum elimde; -W atteau bunu yapmak için çok alınteri dökmüştür. •“ Dolaba ne kadar istiyor­ su n uz?-B in fran k; veren bile oldu I” Ben ona yelpaze için yol parasım

karşılıyabilecek

bir para ileri Dür­

düm. O zaman birbirimizin gözüne delici bakışlarla baktık, adamı elde ettiğimi anladım. Auvergne’li ince­ lemeğe kalkar korkusu ile yelpazeyi çabucak kutusuna koydum ve gerçekten bir ziynet olan kutusunun güzel­ liğini heyecanla övmeğe başladım. Monistrol’e : “ Eğer onu satın alıyorsam, sırf bu

kutu yüzünden satın alı­

yorum, beni yalnız o çekiyor, dedim. Bu dolaba gelince, elinize ondan bin franktan fazla geçecek, bakın şu ba­ kır kısımlar kalemle ne güzel işlenmiş! Model olacak şeyler; Örnek olarak onlardan faydalanmak mümkün... Madame Pompadour’a her şey tek olarak yapıldığı için, bunlar hiç kopya

edilmemiştir...” Bizimki dolabı için

alevlenince yelpazeyi unuttu. Reisenes’in mobilyesinin güzelliğini kendisine belirtmemin bir karşılığı gibi onu bana yok bahasına bıraktı. İş. böyle oldu işte. Yalnız bu çeşit pazarlıkta başarılı olmak için çok tecrübe is­ ter! Gözlerle yapılan bir çekişmedir bu, bir yahudinin, bir auvergne'linin gözü de yabana

atılacak şey

değildir hani! İhtiyar artistin, kurnazlığı ile bilgisiz koltukçuyu nasıl alt ettiğini

anlatırken

gösterdiği heyecanlı ve

hareketli hali, HollandalI ressamlara lâyık bir mjde» olacak kadar güzeldi; ama Madame de Marville'le kızı


COUS1N PONS

56

bunu anlamaktan uzaktılar; onlar, birbirlerine Pons'u hor gören soğuk bakışlar fırlatarak: — Ne acayip bir adam bul dediler. Madame de Marville: — Demek böyle işlerden hoşlanıyorsunuz! dedi. Bu sözle beyninden vurulmuşa dönen Pons, kadını dövmek arzusunu duydu içinde. — Niye böyle

söylüyorsunuz, aziz kuzinim? Bu,

-şaheser avına çıkmak gibi bir şeydir. İnsan, avı koru­ yan hasınılan ile karşı karşıya kalır! Hileye hile ile karşı

koyar!

Peşinde bir Normandiyalı, bir yahudi

ya da bir Auvergne’li bulunan bir şaheser, nasıl anla­ tayım ^ tıpkı peri

masallarında

olduğu gibi, sihir­

bazlar tarafından korunan bir prenses gibidir! — Peki bunu o adamın yaptığını neresinden anlı­ yorsunuz? Nasıldı ismi Wat™? — YVatteaul Kuzinim, X V III. yüzyılın en büyük Fransız

ressamlarından biri! (B ir taraftan

yelpaze

üstündeki yalancı köylü kızlan ile çoban kılığında bü­ yük senyörler tarafından oynanan danslı bir rondoyu belirten bir kır

resmini göstererek.)

Bakın,

imzayı

görmüyor musunuz? dedi, ö y le coşmuş oynuyorlar ki!... Ne kabiliyet! Ne renkl öğretmeninin

imza

Sonra bu.

etmesi

gibi,

çabucak, bir yazı bir

çırpıda

ya­

pılmıştır, insana üzerinde çalışılmış hissini vermez! Arkasına bakın, bir salonda balo! bir tarafta yaz, bir tarafta kış! Ne süs! Sonra hiç de bozulmamış! Bakın bileziği de altından yapılmış, her iki ucunda da silip temizlediğim küçücük birer yakut var! Bütün dileği bu nefis yelpazeyi alıkoymak olduğu bal de, Madame de Marville:


COUSIN PONS

— Böyle ise. Kuzenim, bu

5T

kadar değerli bir şeyi

■izden armağan olarak kabul edemem. Ondan kendini­ ze bir gelir sağlamanız iyi olur, dedi. İçi biraz ferahlıyan adamcağız: — Eskiden kötüye hizmet etmiş olan bir nesnenin artık faziletli ellerde bulunmasının zamanı gelmiştir! dedi. Bu mucizenin gerçekleşmesi için yüzyıl bekliyecekmişiz. Şundan emin olun ki sarayda hiçbir prense­ sin elinde buna benzer bir şaheser yoktur; çünkü, neyazık ki insanların kanında bir Pompadour’a, faziletli bir kıraliçeye yapılan hizmetten daha fazlasını yapmak çabası vardır! Madame Camusot gülerek: — Peki, kabul ediyorum, dedi.

C6cfle, meleğim,

git de, Madeleine ile birlikte yemeğin kuzenimize lâyık bir şekilde olmasını sağla... Madame Camusot armağanı yemekle ödemek isti­ yordu. Bu yüksek sesle edilen ve kibarlığa hiç uymıyan tembih, bir hesabı ödemeye o kadar benziyordu ki Pons kabahat üstünde yakalanmış bir genç kız gibi kızar­ dı. Biraz irice olan bu taş yüreğinin içinde yuvarlandı bir süre. Genç ve epey kızıl olan Cecile, zavallı Pons'u, korkunç annesinin karşısında ateş üstünde bırakarak gitti. Bu kızın ukalâca halinde, yapmacık şekilde baba­ sının adliyeci kibri görülüyor, annesinin de duygusuz­ luğu seziliyordu. Madame Camusot,

eskiden Câcile adı için söyle­

dikleri çocukça kısaltılmış kelimeyi yine kullanarak:


COUSIN PONS

58

X E vlendirilecek bir kız — Benim cici Lili’m çok sevimli değil mi? dedi. Yağlı müzisyen baş parmaklarını biribirinin etra­ fında döndürürken: — Çok sevimli! diye karşılık verdi. — Yaşadığımız çağın anlayışına benim aklım hiç ermiyor doğrusu. Paris kırallık mahkemesinde başkan, lejyon donör nişanının komandör rütbesini almış olan bir babası, milyoner bir milletvekili, müstakbel senatör ve toptancı ipek tüccarlarının en zengini bulunan bir büyük babası olmak neye yarar ki?... Başkanın

yeni kıral

hanedanına olan

bağlılığı

ona, son günlerde lejyon donör nişanının komandör şe­ ridini

kazandırmış, bu

bağışa sebep

olarak da kimi

kıskançlar, başkanla Popinot arasındaki dostluğu gös­ termişlerdi. Alçak gönüllülüğüne rağmen, bu bakan, önce de söylediğimiz gibi, kont katına

yükseltilmesine ses

çıkarmamış, bunu başka türlü göstermek için de sayı­ sız dostlarına: “ Oğlum için,” demişti. Pons: — Bugün paradan başka şeye

bakılmıyor, dedi.

Bütün itibar zenginlere, ve... — Peki, ya Tanrı benim zavallı amı elimden almamış olsaydı,

küçük Charles’-

ne olurdu halimiz?

— O zaman, iki çocukla yoksul düşerdiniz. Mallar eşit olarak bölününce, işte böyle oluyor; ama içiniz ra­ hat olsun, güzel

kuzinim, nasıl olsa

bir yuva kuracaktır, hiçbir yerde görmedim.

ben bu kadar

Cecile bir gün kusursuz bir kız


COUSIN PONS

59

Bakın görün, Pons yemek yediği evlerde ne kadar alçalıyordu: ev sahiplerinin fikirlerini tekrarlıyor, en­ tari eski tiyatrolardaki korolar gibi

açıklıyordu. A r­

tistleri belli eden ve

gençliğinde ince

kendisinde de

görüşlerle bol bol mevcut olan o düşünce serbestliğini göstermeye cesaret edemiyordu; zaten her yerde silis kalmak alışkanlığı, bu duyguyu hemen hemen yok et­ mişti onda; bu his demin olduğu

gibi baş

kaldırırsa

sertlikle ezilirdi hemen. — İyi ama ben sadece yirmi bin franklık bir dra­ homa ile evlendim... — 1819 da idi o, kuzinimi Hem siz

başkaydım*;

iradeli bir kadın, kıral X V III. Louis tarafından koru­ nan bir genç kızdınız! — Kızım da melekler kadar

kusursuz, yetişkin,

altın gibi yüreği olan bir varlıktır; evlendiği gün için yüz bin franklık bir drahoması var, ilerde sahip ola­ cağı en parlak

imkânlar da

caba!... Bu

böyle iken,

iıâlâ evde... Madame de Marville yirmi dakika boyunca kızın­ dan ve kendinden söz etti,

evlendirecek

kızları olan

analara özgü bir biçimde sızlandı durdu. Biricik ku­ zeni Camusot’ nun evinde yemek yediği yirmi yıldan be­ ri, zavallı müzisyen kendi işleri, kendi hayatı ve sağ­ lığı üzerine söylenecek bir kelimeyi boş yere hâlâ bek­ liyordu. Zaten Pons, aile sırlarının döküldüğü pislilc ■çukuru gibi bir şeydi; bilinen ve ihtiyaç duyulan sıkı ağızlılığına son derece

güvenilirdi;

çünkü ağzından

kaçıracağı bir kelime ona on evin kapısını kapıya bi­ lirdi ; bu bakımdan, dinleyici rolünde her zaman evet demek zorunda idi; her şeyi hoş görür, kimseyi ne


COUSIN PONS

suçlu

bulur, ne de

müdafaa

ederdi; ona göre h er­

kes haklı idi. 8 u yüzden artık bir insan değil, bir mi­ de sayılırdı. Bu uzun konuşmasında, Madame de Marville, temkinliliği de elden

bırakmadan, kuzenine kızı

için olacak her teklifi hemen hemen gözü kapalı kabul etmeğe hazır olduğunu açıkladı. Hattâ, yirmi bin frank­ lık bir geliri olması şartı ile, kırksekiz yaşındaki bir erkeği bile iyi bir kısmet olarak gitti.

görecek kadar ileri

— Cdcile yirmi üçünde: talihsizliği sürer de yir­ mi beş ya da yirmi altı yaşına varırsa, onu başgöz etmek çok güçleşecek. O zaman insanlar, neden bu genç kız bu kadar uzun bir zaman evde kaldı diye kendi ken­ dilerine soracaklar. Daha şimdiden bizim çevrelerimiz­ de bu durum dile düştü. Alışılmış nedenlerin hepsini tükettik: “ Çok genç.” , - Anasını babasını çok seviyor,, ayrılamıyor. - Evde mutlu da ondan. - Kolay evet di­ yemiyor, güzel bir ad bekliyor!” Gittikçe gülünç bir hale düşüyoruz, bunu iyice his ediyorum. Sonra Cöeile de beklemekten usandı, çok üzülüyor, yavrucak^. Fons budalaca: — Niye? diye sordu. Anne, ters bir kadın tonu ile: — Niye olacak, bütün

arkadaşlarını

kendinden

önce evlenmiş gördükçe küçük düştüğünü hissediyor da ondan. Zavallı müzisyen alttan alarak: — Kuzinim, son kere burada yemek yemek zevkini tattığımdan bu yana ne gibi değişiklik oldu da siz şim­ di kırk sekiz yaşındaki insanları bile koca olarak ak­ lınıza getirebiliyorsunuz? diye sordu.


COUSIN PONS

61

— Bir şey oldu, kuzenim, bir yargıçla randevumu? '▼ardı. Bu çok zengin adamın otuz yaşında bir oğlu ▼ar. Bu genç için Monsieur de Marville de para harcıyarak Sayıştay'da bir mümeyyizlik elde edecekti. Bu iş oldu, delikanlı şimdiden orada aday olarak çalışıyor. Iş bu kadar ilerlemişken, bize ne deseler beğenirsiniz? Genç, Mabille barında çalışan bir kadının peşi sıra İtalya’ya «itm ek gibi bir çılgınlık etmiş. Kapalı bir reddir bu. Anası ölmüş, şimdiden otuz bin frank geliri olan ve babasından kalacak olanı da bekliyen bir genci bize ▼ermek istemiyorlar. Onun için, bugünkü sinirli hali* mizi hoş görün sevgili kuzenim: tam buhran ortasında «eldiniz. Pons, yemek yediği evlerde

korktuğu

insanlar

önünde her zaman çok geç bulduğu o pohpohlayıcı kar* yılıklardan birini aramakta iken, Madeleine içeri girdi, Madame Camusot’ya bir pusula verdi ve bir cevap bek­ ledi. Pusulada şunlar yazılıydı: “ Sevgili anneciğim, bu pusulayı mahkemeden, ba­ bamdan gelmiş gibi göstererek, benim evlenme işimi tazelemek üzere senden dostunun evine birlikte yemeğe «itmemizi rica ettiğini söylesek, kuzen çekilip giderdi, biz de Popinot'larda

tasarladığımız

şeylerin arkasını

«etirebilirdik.” Madame de Marville hemen: — Kocam bana kimi göndermiş? diye sordu. Suratsız Madeleine utanmadan: — Adliyedeki hademelerden birini, karşılığım verdi. Bu cevabı ile, kart hizmetçi hanımına bu dalave­ rey i sabırsızlanan C6cille ile birlikte kendisinin çevir­ mekte olduğunu anlatmış oldu.


COUSIN PONS

62

— Kızımla benim, saat beş buçukta orada olacağı­ mızı söyleyin. XI B ir kAselisin uğradığı binlerce hakaretten biri Madeleinc

çıkınca,

Madame

de Marville kuzen

Pons’a o yalancı nezaketiyle baktı. Bu bakış ince ruh­ lu insanlar üzerinde tıpkı ağzının radım bilen bir in­ sanın dilinde, içine zeytinyağı karışmış sütün yapacağı etkiyi yapar. — Aziz kuzenim, yemek için emir verilmiştir. Yal­ nız bizsiz yiyeceksiniz, çünkü kocam mahkemeden yazı­ yor, âzamn oğlu ile evlenme konusu yeniden tazelen­ miş, onlara yemeğe gideceğiz... Aramızda hiç teklif y ok ; bunu siz de kabul edersiniz; burada kendi evinizdeyımişsiniz gibi davranın. Görüyorsunuz ya, sizden hiçbir şey saklamıyorum, herşeyi açıkça

anlatıyorum.

Herhalde-

küçük meleğimizin evlenme işini suya düşürmek istemez­ siniz, değil mi? — Ben mi, kuzinim? Tersine, ona bir koca bulma­ ya can atan biri varsa, o da benim; yalnız benim ya­ şadığım çevrelerde... Madame de Marville küstahça: — Evet, oralarda ona lâyık birini bulmak imkân­ sızdır, diye zavallı Pons’un sözünü kesti. Demek yeme­ ğe kalıyorsunuz? Ben giyinirken Cecile de size arka­ daşlık etsin. Adamcağız: — Ben başka yerde de yemeğimi yiyebilirim, kuzi­ nim, dedi.


COUSIN PONS

63

Yoksulluğunu yüzüne vururken Madame de Marville’in takındığı haller içine işliyordu; ama, hizmetçi­ lerle yalnız kalmaktan da çok ürküyordu. — Niçin canım? Yemek hazır, siz yemezseniz hiz­ metçiler yiyecek. Bu çirkin cümleyi duyunca, Pons, sanki kendisi­ ne elektrik çarpmış gibi yerinden fırladı, kuzenine so­ ğuk bir selâm vererek spenserini almaya gitti. C6cile*in küçük odaya açılan yatak odasının kapısı y a n açık­ tı, öyle ki Pons karşısındaki

aynaya

bakınca, orada

genç kızın kahkaha ile gülerek annesine başı ile, «aşı, gözü ile işaretler verdiğini gördü ve kendisine alçakça bir oyun oynandığını anladı. Göz

yaşlarını

tutarak

merdivenleri yavaş yavaş indi: bu evden nedenini an­ lamadan kovulduğunu hissediyordu: — Artık çok çöktüm, diyordu içinden,

insanlar,

ikisi de iğrenç olan yaşlılıkla yoksulluktan tiksiniyor­ lar. Bundan böyle davetsiz hiçbir yere gitmiyeceğim. Yaman karar!... A lt katta, kapıcı odasının karşısındaki mutfak ka­ pısı, sahipleri

tarafından

olduğu gibi açık dururdu kapılan da hep

oturulan

kapalıdır. Bu

uşağın gülüştüklerini duydu; böyle birdenbire

evden

bütün

evlerde

çoklukla, bu evlerin sokak

çıkıp

yüzden aşçı

kadınla

Madeleine, adamcağızın gideceğini

ummamış

olan uşağa, Pons'a oynanan oyunu anlatıyordu. Uşak, evin alışılmış misafirinin bu şekilde atlatılmasını yük­ sek sesle yerinde buluyor, bayram günlerinde bahşiş olarak vere vere üç frank verdiğini söylüyordu. Aşçı kadın:


COUSIN PONS

64

— îyi ama, dedi, ya pirelenir de bir daha gelme­ meğe kalkarsa, o vakit yılbaşında bu üç franktan da. oluruz. Uşak, aşçı kadına: — îşte onu yapamazl diye cevap verdi. Madeleine: — Aman sen de! Ha bugün olmuş ha yarın, Diz­ ce ne önemi var ki! dedi... Yemek yediği evlerdeki İn­ sanları o kadar sıkıyor ki onu her yerden kovacaklar,, nasıl olsa. Tam o anda yaşlı müzisyen kapıcı kadına: “ K apı ipini çekin, lütfen!” diye bağırdı. Bu acıklı ses mut­ fakta derin bir sessizlikle karşılandı. — Bizi dinliyormuş, dedi uşak. — E h! Ne yapalım; hattâ daha bile iyi, bırak git­ sin şu su katılmamış pintiyi! Zavallı adam demin

söylenilenlerden bir kelime

kaçırmadığı gibi bu son sözü de duydu. Bulvarlardan geçerek evine, haydutlarla

boğuşan yaşlı bir kadın

nasıl takatsiz kalırsa, o da öyle bitkin döndü. Kendi kendine konuşarak asabi adımlarla hızlı hızlı yürüyor­ du; vünkü kanayan onuru azgın bir rüzgâr önündeki saman gibi itiyordu onu. Sonunda, saat beşte, oraya na­ sıl geldiğini de bilmeden, kendini Temple bulvarında buldu; yalnız garip şey! hiç açlık duymuyordu. Simdi, Pons'un bu saatte dönüşünün evde yapacağı değişikliği anlamak için, Madame Cibot hakkında vadettiğimiz bilgiyi burada vermek gerekiyor.


COUSIN PONS

X II

Kapıcı örneği (Erkek ve difi) Normandie sokağı o sokaklardan biridir ki insan kendisini taşrada sanır orada: taşlar arasında otlar biter, birinin geçmesi bir hâdise olur, herkes tanır bir­ birini. Evler, IV . Henri’nin günlerinde, her sokağı bir taşra şehrinin adım taşımak ve tam ortasında Fransa’­ y a ithaf edilmiş güzel bir meydan bulunmak üzere ma­ halleler yaptırıldığı çağdan kalma idi. Europe mahal­ lesinin yapılışında da bu plân ele alınmıştır.

Dünyada

herşey, her yerde tekrarlanır, hattâ ticarette bile, iki müzisyenin oturdukları ev, bir avlu ile bir bahçe ara­ sında iki bölüm üzerine yapılmış eski bir konaktı; yal­ nız sokağa bakan yön, Marais yakınlarının son yüzyıl­ d a çok şereflendiği bir zamanda yapılmıştı, iki dost, bu eski konağın ikinci katını baştan başa işgal ediyorlar­ dı. Bu çift ev, seksenlik bir ihtiyar olan M. Pilleraut’nundu, evin yönetimini de yirmi altı yıldır

kapıcılık

«den Monsieur ve Madame Cibot’ya bırakmıştı. Marais’deki kapıcılara yalnız bu işle karnını doyuracak kadar iicret verilmediği için Cibot,

frank başına aldığı beş

santime ve her araba odun üzerinden aldığı yakacağa, özel zanaatından kazandığını da katıyordu: birçok kajncılar gibi o da terzi idi. Zamanla, Cibot, büyük ter­ biler hesabına dikiş dikmeyi bırakmıştı; çünkü, mahal­ lenin küçük burjualarının

gösterdiği

güven üzerine,

kimsenin kırmayı akimdan geçiremediği bir itibar kaaanmıştı; üç sokaklık bir çevrenin bütün

elbiselerinin

onarma, örme, tersyüz ettirme işleri ona yaptırılıyordu. .Kapıcı odası geniş ve sağlığa uygun olduğu gibi yanın­


COUSIN |*ONS

<6

da ayrıca bir odası daha vardı. Cibot'lann mahallede­ ki kapıcıların en mutluları geliyordu.

sayılmaları

bundan ileri

Sokak üstündeki demir kafesli pencere hizasına ka­ dar yükselen bir kerevette, hep

Türkler gibi bağda*

kurup otura otura yüzü zeytini bir renk almış olan çelimsiz, bodur Cibot, terzilik

sayesinde

günde aşağı

yukarı iki frank kazanıyordu. Elli sekiz yaşma geldiği halde şimdi bile çalışıyordu; yalnız bu yaş, kapıcılar için en güzel yaştır; artık kapıcı odalarına alışmış olur­ lar; istiridyeler için kabuklan ne ise, onlar için de bu odalar odur; mahallede de tanınmış insan olurlar t Eskiden güzel

ıstiridyeci

olarak ün

salmış -olan

Madame Cibot, Cadran bleu’deki yerini, yirmi sekiz ya­ şındaki güzel bir istiridyecinin aramadan karşılaştığı bir sürü maceradan sonra, Cibot’ya karşı duyduğu sev­ gi yüzünden bırakmıştı. Halk kadınlarının güzelliği az sürer, hele bir lokantanın kapısında satıcılık yapama­ zın... Mutfağın sıcak havası yüze vurur, çizgileri sertleştitir; garsonlarla birlikte içilen şişe artıklan tenenü■fuz eder ve hiçbir yüz, güzel bir istiridyecininki kadar çabuk gelişip yıpranmaz. Bereket versin, meşru evlenme ve kapıcılık hayatı vaktinde yetişip Madame Cibot’yu kurtardı bozulmaktan; Rubens’in modellerini

andıran

erkek güzeli bir kadın olarak kaldı; Normandie soka­ ğındaki rakipleri tombul teyze diyerek, dil uzatırlardı güzelliğine. Teninin parlaklığı, Isigny tereyağından ya­ pılmış kümeciklerin iştah kabartıcı parlaklığına benze­ tilebilirdi; göbekli

olmakla beraber, iş

yaparken eş­

siz bir çeviklik gösterirdi. Madame Cibot, bu cins kadın­ ların suratlarındaki kıllan kesmek zorunda kaldıkları


COUSIN PONS

yaşa ulaşıyordu. Bu da

67

kırk sekizine

geliyor demek

değil midir? Bıyıklı bir kapıcı kadın, bir ev sahibi için en büyük nizam ve emniyet garantisi teşkil eder. Eğer Delacroix76 Madame Cibot’yu süpürgesine gururla da­ yanmış bir halde

görebilseydi, hiç şüphe yok, ondan

bir Bellone77 yaratırdı! Adliyeci dili ile

söylersek, bu zevç ile

zevcenin

durumu, ne gariptir ki, bir gün iki dostun durumuna tesir edeceğinden, romancıyı görevini sadakatle yapabil­ mek için, evleri hakkında biraz bilgi vermeğe zorluyorEv yılda sekiz bin frank kadar getiriyordu, çünkü de­ rinliğine çift

olmak üzere sokak

tarafından tam üç

daire, avlu ile bahçe arasındaki eski konakta da ayrı­ ca üç daire vardı. Bundan başka,

K6monencq adında

bir hırdavatçı da sokak üstündeki dükkânı tutuyordu. Birkaç aydır mesleğini genişleterek antika, güzel eş­ yalar alım satımına başlamış olan Remonencq, Pons’un antika müzesinin değerini o kadar iyi biliyordu ki, müzisyen eve girip çıkarken dükkânının dip tarafında da olsa onu selâmlamaktan geri başına aldıkları beş santim

kalmıyordu.

Frank

Cibot'lara dört yüz frank,

kadar sağlıyor, eve kira vermedikleri gibi yakacakla­ rını da parasız sağlıyorlardı. Aldıkları ücret te yılda ortalama yedi, sekiz yüz frank kadar olduğu için, kan koca, verilen bayram bahşişleri ile on altı bin franklık bir gelir elde

ediyorlar ama

çünkü kendi hizalarındaki

hepsini

76 Delacrobc X IX . yüzyılın en ressamlarından (1799 -1863). 77

harcıyorlardı;

insanlardan daha iyi yaşı­ ünlü

Bellone: Romalılarda savaş Tanrıçası.

Fransız


COUSIN PONS

68

yorlardı. Madame Cibot: “ İnsan dünyaya bir kere ge­ liri” derdi, ihtilâl günlerinde doğmuş olduğu için, gö­ rüldüğü gibi, Hıristiyanlık kurallarından habersizdi. Cadran bleu lokantasiyle olan ilgisinden, bu por­ takal gözlü ve mağrur bakışlı kapıcı kadında biraz aş­ çılık kalmıştı; bu yüzden kocası, meslektaşları arasın­ da çok kıskanılan bir adamdı. Olgun yaşa, ihtiyarlı­ ğın kapısına geldikleri halde, birikmiş yüz nir, iyi

Cibot'lann bir köşede

frankları olmaması

yerlerdi;

mahallede de,

bundandı. îyı giyi­ yirmi altı

yıllık

şaşmaz bir doğruluğun kazandırdığı bir itibar görür­ lerdi. Ellerinde avuçlarında bir şeyleri yoksa da. Ma­ dam e Cibot’nun deyimiyle kimseye de metelik borçlan yoktu. Acayip bir huyu daha vardı bu kadının: konu­ şurken olur olmaz yere bir N sıkıştırırdı78 Neden mi? Bunun

nedenini

sormak

dine

nedenini sormakla birdir. Apaçık

karşı

ilgisizliğinin

hayatlarından, altı

yedi sokaklık bir çevreden gördükleri

saygıdan ve ev

sahibinin kendilerine verdiği yönetme yetkisinden ötü­ rü gurur duyan bu kan koca, bir yandan da, gelir sa­ hibi olmadıklarına gizli gizli yanarlardı. Cibot ellerin­ deki bacaklarındaki ağrılardan sızlanır, kansı da za­ vallı Cibot'sunun bu yaşında çalışmak zorunda olması­ na üzülürdü. Bir gün gelecek, böyle bir

hayatla geç­

miş otuz yıldan sonra, bir kapıcı, hükümeti adaletsiz-

78 Madame Cibot romanın sonuna dek bu biçimde konuşuyor. Bunu şu cümlesi ile belirtebiliriz: Kocası­ na. “ İyi bir adamsın!” yerine “ n*yi bir n’ adamsın!” gibi birşey söylüyordu. Yalnız bu huyunu burada bir kere açıkladıktan sonra çevirici sıfatı ile bir daha üze­ rine dönmememizi hoş görünüz.


COUSlN PONS

69

İlkle suçlandıracak, kendisine lejyon donör! nişanının verilmesini istiyecek. Mahalle dedikoduları ile kulakla­ rına falan hizmetçinin, yedi sekiz yıllık bir hizmetten sonra, efendisinin vasiyetnamesi ile ve hayatının sonu­ na dek üç yüz, dört yüz franklık bir mirasa konduğu haberi gelince, kapıcılar arasında bir

sızlanmadır g i­

derdi. Bu hal, Paris’te küçük meslek sahiplerinin içle­ rini kemiren kıskançlık hakkında bir fikir verebilir. — Belli, bizler vasiyetnamelerde adımızın geçtiği­ ni hiçbir zaman göremiyeceğizl Hayatta şansımız yok! Oysa, hizmetçilerden daha faydalıyız bizler. Güvenilir insanlarız, alış verişi biz yapar, her şeye biz göğüs ge­ reriz; ama köpeklerden ne aşağı ne de yukan mua­ mele görürüz, işte böyle!... Cibot, bir elbiseyi götürürken: — Kiminin alınyazısı gülmek, kiminin de ağla­ mak, derdi. Madame Cibot, ellerini dolgun kalçalarının üstüne koyarak komşusu ile konuştuğunda: — Kapıcılığı Cibot'ya aşçılık etseydim,

şimdi

frankımız olurdu, derdi.

bıraksaydım, bankada Hayatı

kendim de

birikmiş otuz bin yanlış

anlamışım;

onu, iyi ve sıcak bir odada oturmak, herhangi bir şey­ den de yoksun olmamaktır sanmıştım. X III

Stmrstz Şaşma İki dost, ca,

1836 da eski evin ikinci katını tutun­

Cibot ailesinde bir çeşit ihtilâl yarattılar. Bakın

nasıl: Schmucke’da da, Pons’ta da hizmetlerini otur-


COUSIN PONS

70

duklan evin kapıcılarına yaptırtmak alışkanlığı vardı, iki müzisyen, Normandie sokağına yerleşirken de Madame

Cibot

'ile

bu

hususta

anlaştılar;

kapıcı

kadın, her biri için on iki buçuk frank hesabiyle ay da yirmi beş frank karşılığında işlerini görmeyi üze­ rine aldı. B ir yıl sonunda, emekli kapıcı kadın tıpkı eskiden Madame Kontes Popinot’nun büyük amcası Monsieur Pilleraut’nun evinde olduğu gibi yaşlı bekârların evinde saltanat sürmeye başladı; onlann işlerini be­ nimser. “ Benim ik i efendim ” derdi. Kısaca, çifte kum­ ruları kuzu gibi yumuşak, yavaş, gerçekten güvenilir ve çocuk yaratılıştı bulunca, halk kadınlarına özgü yüre­ ği yüzünden onları korumaya, başladı; onlara öylesine ederdi ki gerekince

taparcasına

sevmeye

gerçek bir bağlılıkla hizmet

onlara çıkışır,

Paris’te

ailelerin

masraflarını kabartan her çeşit aldatmaya karşı onla­ rın çıkarlarını korurdu. Ayda yirmi beş frank karşılı­ ğında, iki bekâr, böyle bir şeyi arzu etmedikleri halde bir ana kazandılar farkında olmdan.

Madame Cibot’nun

bütün değerini görünce, iki müzisyen ona sâflıkla övü­ cü sözler söylediler, teşekkür ettiler ve küçük küçük armağanlar verdiler; bu da, hizmetçinin dostluk bağ­ larım daha çok kuvvetlendirdi.

Madame Cibot para

almaktansa, değerinin anlaşılmasını, takdir edilmesini bin kere tercih ederdi: bu duygu, iyi

takdir edilince,

ücretin eksik kalan parçasını tamamlar. Kocası Cibot da, alışverişleri, onarmaları,

karısının iki efendisinin

hizmeti ile ilgili her şeyi, yarı ücretle yapardı. Sonunda, ikinci yıldan başlamak üzere, ikinci kat­ la kamçılar arasındaki

bağlılıkta karşılıklı

dostluğu

artıran yeni bir şey oldu: Schmucke, tembelliğine ve


COUSIN PONS

71

hiçbir şeyle ilgilenmeden yaşama

dileğine uygıın bir

pazarlık

yaptı Madame Cibot’yla

frank ya da ayda kırkbeş Cibot ona sabah

Günde bir buçuk

frank karşılığında, Madame

kahvaltısı ile öğle

yemeği vermeyi

üzerine aldı. Pons, dostunun öğle yemeğini iyi bulunca, o da yalnız öğle yemeği için on sekiz franka uyuştu onun­ la. Kapıcıların gelirlerine ayda doksan frank kadar bir para katan bu yemek usulü sayesinde, iki kiracı kimse­ nin yan bakamıyacağı iki varlık, iki melek, iki tanrı oldular. Fransızların hizmet işlerinden anlıyan kırallarına, bu çifte kumrulara olduğu kadar hizmet edildi­ ği şüphelidir. Onlar için süt teneke kutudan taze çıka­ rılırdı; geç kalkan birinciyle üçüncü kattaki kiracıların gazetelerini bedeva okurlardı;

icabında o kiracılara

gazetelerin gelmediği de söylenebilirdi. Madame Cıbot ihtiyarların dairesini, elbiselerini, merdiven başını, her şeyi Flamanlara özgü bir şekilde

temiz tutardı. Sch-

mucke, ömründe ummadığı bir mutluluk içinde yaşıyor­ du; Madame Cibot onun için hayatı kolaylaştırıyordu; tamir

işleri

dahil

olmak

üzere

çamaşırı

için de

Schmucike ona ayda altı frank kadar bir para veriyor­ du. Tütün için ayda on beş frank harcıyordu. Bu üç cins sarfiyat, ayda altmış altı frank tutuyordu; bunu on iki ile çarparsak yılda yedi yüz doksan iki frank eder. Buna kira ve vergi karşılığı

olarak da iki yüz

yirmi frank katın, hepsi bin ,on iki

frank eder. Sch-

mucke’un elbiselerini de Cibot yapardı; bu masraf da ortalama yüz elli frank tuttuğuna göre, demek oluyor ki, bu derin filozof yılda bin iki yüz

frankla geçini­

yordu. Avrupa’da biricik

gelip

düşünceleri

Paris'te

oturmak olan bunca insan, orada, bin iki yüz frankla.


COUSIN PONS

72

Marais’deki Normandie sokağında* Madame Cibot gi­ bi kadınların koruması altında mutlu

olunabileceğini

öğrenmekle kim bilir ne kadar şaşırır ve sevinirler! Madame Cibot, Pons’cuğun akşamın saat beşinde eve döndüğünü görünce,

şaştı. 6 u olay

şimdiye dek

görülmediği gibi, üstelik efendisi onu ne gördü, ne de selâmladı. Kocasına: — Bana bak, Cibot, dedi. Monsieur Pons ya milyo­ ner oldu, ya da çıldırdı! Cibot, terzi dilinde hançer denilen şeyi yaptığı bir elbise kolunu elinden bırakarak: — Evet, bana da Öyle geliyor, dedi. X IV İki güvercin adındaki fable'in cardı bir Örneği Pons'un farkında olmadan evine girdiği anda, Ma­ dame Cibot, Schmucke’un yemeğini hazırlamaya uğra­ şıyordu. Bu yemek, kokusu bütün avluyu tutan sal çalı bir etten ibaretti. Perakendeci diyebileceğimiz bir ke­ bapçıdan satın alınmış, olup tereyağı ve İnce

haşlanmış öküz eti artıklan doğranmış

soğanla salçalı bir

et yemeği idi bu, bu kapıcı yemeğinin kızarmış bir et manzarası

alması için de, soğanlar

tereyağını iyice

çekinceye kadar ateşte bırakılmıştı. Cibot ve Schmucke için sevgi fle hazırlanmış olan ve Madame Cibot’nun ikisine kardeş payı olarak

böldüğü bu yemek, yanın­

da bir şişe bira, bir parça da peynirle yetiyordu yaşlı Alman müzisyenine, inanın ki, Süleyman peygamber,


COUS1N PONS

73

en şanlı, şerefli günlerinde Schmucke'tan daha iyi ye­ mek yemiyordu. Bazan kızarmış soğanla salçalı. haş­ lanmış et, bazan kızarmış piliç artıklan, bazan Madame Cibot tarafından uydurulmuş ve insana farkına varmadan parmaklannı bile yalatacak bir salça içinde maydonozlu balık, bazan bulvar lokantalarının Boucherat kebapçılarına ikinci elden sattıktan av eti mikta­ rında ve kalitesinde av eti; bunlardı işte Schmucke’un yemekleri; o, iyi kalbli Madume Cibot’nun kendisine verdiği her şeyi ses çıkarmadan

memnunlukla kabul

ederdi. İyi kalbli Madame Cibot ise bu yemek miktannı, bir frank gibi az bir paraya çıkaracak kadar azalt­ mıştı yavaş yavaş. Kadın kocasına: — Gidip göreyim; ne olmuş bu zavallı adama? de­ di. Zaten Monsieur Schmucke’un yemeği de hazır. Madame Cibot, çukur toprak tabağı, âdi porselen­ den bir tabakla örttü; sonra, iki dostunun

dairesine

yaşına rağmen tam, Schmucke Pons’a kapıyı açarken yetişti. Pons’un altüst olmuş yüzünü

görünce ürken Al­

man: — Ne var, sevgili dostum? diye sordu. — Her şeyi söylerim sana; seninle

yemeğe gel­

dim ben. Çok sevinen Schmucke: — Yemeğe m i? diye haykırdı: dostunun

bu hu­

sustaki alışkanlığını da düşününce: imkânı yok! diye bağırdı. O anda, yaşlı Alman, meşru oda hizmetçileri sıfatiyle onları dinlemekte olan

Madame Cibot’yu gördü.


COUSIN PONS

74

Yalnız, gerçek dostların

yüreklerinde doğan ilhamla

doğru kapıcı kadının yanına gitti; onu merdiven t>ası­ na götürerek: — Madame Cibot, dedi; dostumuz iyi şeyleri se ver; Cadratı Bleu lokantısına gidin, güzel bir yemen ısmarlayın: Ançuves ve makamaI Yâni Licuillies’e lâ­ yık bir yemek! Madame Cibot: — Nedir o? diye sordu. — Canım, burjuva usulü ile hazırlanmış dana eti. iyi bîr balık, bir şişe porto şarabı, sonra sevilen yemek­ lerden en iyi ne varsa ondan: örneğin, pirinçle yapılan kızarmış köfte ve islendirilmiş domuz eti. Parasını ve­ rin! Hiçbir şey söylemeyin, yarın sabah hepsini ede­ rim size. Schmucke ellerini

oğuşturarak sevinçli bir halle

girdi içen ; ama dostunun yüreğini bir anda saran acı­ ların hikâyesini öğrendikçe yüzünde gittikçe artan şaş­ kınlık ifadesi beliriyordu. Schmucke dünyayı kendi açı­ sından nasıl gördüğünü çalıştı onu. Paris

Por.s’a anlatarak

ardı arkası

avutmaya

kesilmiyen bir fırtına

idi. Erkeklerle kadınlar orada çılgınca bir vals tempo­ su ile dönüp dururlardı. Kimseden bir şey beklememe­ liydi. “ Herkes dışa bakıyor, içe değil” dedi. Kendisini seven, onun da en çok sevdiği, uğurlarına hayatını bile feda edeceği, hattâ her biri üç yüz frank katarak ona dokuz yüz franklık bir gelir sağlamış bulunan üç kız öğrencisinin, yılda bir kendisini gelip görmeyi unuttuk­ larım, üç yıldan bu yana evlerine gittiği her kere­ sinde de kabul edilmeden döndüğünü, çünkü Paris'in hayat seli tarafından çok

kuvvetle

sürüklendiklerini


COUS1N PONS

75

yüzüncü kere anlattı. (Schmucke’un bu kadınların ev­ lerine gittiği, yalnız sabahın saat onunda! gittiği doğ­ ru idi.) Kısacası, gelirinin

taksitleri de ona noterler

eliyle veriliyordu. Sözlerine devamla: — Bununla beraber, altın gibi

yürekleri vardır

dedi, Bunlar benim küçük C6cile’lerimdir; şimdi sevini li kadınlar oldular, Madame

de

Madame

Frantenesse

de

[2 ],

Bordentucre7* [ l ] , Madame

de

Dilet

[o ] . Ben onları Champs - Elysees'de görüyorum, onlar beni görmeden. Beni severler de, evlerinde yemek ye­ meğe gidebilirim, buna sevinirler. Sayfiyelerine de gi­ debilirim; ama ben dostum

Pons’la olmayı daha çok

severim; çünkü onu ne zaman

istersem

görüyorum,

lıer gün görüyorum. Pons Schmucke’un ellerini tuttu, onu bütün varlığiyle sıktı; birkaç dakika böyle kaldılar, tıpkı uzun bir ayrılıktan sonra buluşan sevgililer gibi. İçinden Madame de Marville’in hainliğine sevinen Schmucke sözlerine şunlan da ekledi: — Her gün burada yemek ye! H ah! antika eşya alış verişine de beraber gideriz, şeytan bizim eve hiç ayak basmaz artık. Bu, gerçekten kahramanca söylenmiş olan: antika e$ya alışverişine beraber gideriz sözünü iyi

anlamak

için, Schmucke’un bu işte kara cahil olduğunu söylemek gerek. Salonda, müze olmak

üzere Pons’a

bırakılan*3

79 Asıltarı: 1 — Portendufere; 2 — Vandenesse; 3 — T illet, dir. Schmucke bu adlan kendi alman şiı vesrne göre söylüyor.


COUSIN PONS

76 yerde,

herhangi bir şeyi

kırmaktan

duyduğu dostluğun kuvvetli

kaçmıyorsa, bo

oluşundandı. S ırf kendisi

için müzik besteliyen ve bütün varlığı ile müziğe bağlı bulunan Schmucke, dostunun abur cuburuna, bir dâvetiye alarak Luxembourg’a bir çiçek sergisine gelecek bir balık, bu sergiye nasıl bakarsa, o da dyle bakardı. 6 u harika

eserlere, Pons'un toz

alırken

hâzinesine

karşı gösterdiği titizlik dolayısiyle saygı beslerdi. Dos­ tunun hayranlık dolu

sözlerine:

“ D oğru! çok güzel

şeyler!” diye karşılık verirdi, tıpkı, saçma cümlelerle karşılık veren bir anne gibi... İki dostun birlikte yaşa­ dıktan günden bu yana Schmucke, Pons’ un hep da­ ha az güzelini daha güzeli ile trampa etmek suretiyle duvar saatini yedi kere değiştirdiğini görmüştü. Böylece Pons’un elinde o zaman Boulle’ün80 nefis saatlerin­ den biri vardı: Boulle’ün ilk üslûbunda, arasına bakır kakılmış, oymalarla süslü abanoz ağacından bir sa a t.. Raphael’in üç uslûbu olduğu gibi, Boulle'ün de iki üs­ lûbu vardı. Birincisinde bakır ile abanoz’u k an ştın rdı; İkincisinde gönlü istememekle beraber feda ederdi;

boğadan ince

olan rakiplerini alt etmek için Pons’un bilgili

bakın boğaya

oymalı eşya

açıklamalarına

yaratıcıları

harika eserler rağmen,

yaptı.

Schmucke,

Boulle’ün ilk uslûbu ile yarattığı nefis saatle öteki al­ tı saat arasında en

ufak

bir fark

göremezdi. Ama

Pons’un mutluluğu karşısında, Schmucke bu abur cu­ bura daha çok titizlik

gösterirdi. Bu

bakımdan Sch-

mucke’un o kahramanca söylenmiş sözü, Pons’un acı- 6 0 60 Boulle: Paris’te doğmuş, eserleri çok aranılan bir Fransız tahta oymacısı. (1642-1732).


COUSIN PONS

77

sıra dindirmek gücünü gösterdi ise, buna şaşmamalı; çünkü Alman'ın antika eşya alışverişine beraber gide­ riz, sözü: “ Burada yemek yersen, bu işe ben de para katarım.” demekti. Madame Cibot geldi, şaşırtıcı bir emniyetle: — Sofra hazır Monsieur, dedi. Schmucke’un dostluğu sayesinde hazırlanan bu ye* ineği gördüğü ve ağzım

şapırdatarak

Pons'un ne kadar şaştığı kolayca pek sık

raslanmıyan bu çeşit

yediği sürece

anlaşılır! Hayatta

duygular, iki

adamın

durmadan biribirine: “ Bende kendine en yakın insanı bulursun hep” sözü ile belirttikleri sürekli bağlılıktan doğmaz (çünkü ona da alışılır), hayır, ondan doğmaz; bu duygular; içli dışlı

hayatın mutluluk

ifade eden

hallerini toplum hayatının hainliği ile karşılaştırmak­ tan doğar. İki büyük ruh aşk ya da dostlukla birbirine bağlanınca, bu iki dostun ya da sevgilinin dönüp dönüp biribirine bağlanmasına insanlar sebep olur. Bu yüz­ den, Pons, iki iri göz yaşını sildi, Schmucke da ıslanan gözlerini silmek zorunda kaldı. Hiçbir şey söylemediler, ama daha çok

seviştiler,

başlan ile

biribirine ufak

ufak işaretler verdiler, bunların ferahlatıcı

ifadeleri

Madame de Marville tarafından Pons'un yüreğine so­ kulan taşın acılannı dindirdi. Schmucke derilerini yü­ zecekmiş gibi ellerini

ovuşturuyordu, çünkü bir çare

gelmişti aklına. Böyle buluşlar bir Almanı, hükümdarı­ na karşı duyduğu saygı yüzünden sanki donmuş olan kafasında çabuk doğarsa şaşırtır ancak. Schmucke: — Benim sevgili Pons:

Pons’um.. diye söze başlayınca,


COUSIN PONS

78

— Kafandan geçeni anlıyorum, dedi; her gun be­ raber yemek yememizi istiyorsun, değil mi? İyi kalbli Alman üzüntülü üzüntülü: — Seni her gün böyle yaşatmak için zengin olmak isterdim, dedi. Pons arasıra

Madame Cibot’ya bulvar tiyatroları

için davetiyler verirdi; bu yüzden kalbinde, Pons’a da, pansiyoneri Schmucke'un yerine eşit bir yer vermiş olan kapıcı kadın, şu teklifte bulundu bunun üzerine: — Ben size şarap hariç üç franka, her gün, ikini­ ze de tabaklan yalıyacak, onlan sanki

yıkanmış gibi

tertemiz edecek kadar güzel yemekler verebilirim. Schmucke: — Doğrusu ya, Madame Cibot’nun bana pişirdiği yemekler sayesinde ben

kırallara lâyık et

yemekleri

yiyen insanlardan daha iyi yiyorum, dedi. Umut besliyen saygılı Alman, daha ileri giderek küçük gazetelerin saygısızlığını taklit etti, kıral sofra­ sını yere batırdı. Pons: — Sahi m i? öyle olsun, yarın bir deneriz! dedi. Bu söz vermeyi duyunca, Schmucke, örtüyü, tabak­ ları, sürahileri sürükliyerek masanın bir ucundan öbür ucuna atıldı, Pons’u, biribiriyle

birleşme hassası olan

iki gazdan birinin ötekisini sarması gibi, kucakladı sıkı sıkıya: — Ne saadet! diye bağırdı. Bu manzaradan içi titremiş olan Madame Cibot: — Monsıeur her gün burada yemek yiyecek 1 de­ di gururla.


COUSIN PONS

Hülyasının

gerçekleşmesini borçlu

öğrenemeden, iyi kalbli

79 olduğu olayı

Madame Cibot aşağı, odasına

indi, içeriye, Josâpha’mn812 8 Guillaume Teli operasında sahneye girdiği gibi girdi.

Sahanları, kaplan bir Ke­

nara atarak: — Cibot, koş Türk Kahvesine**, iki tane

yanm

fincan kahve al gel; ocakçıya da benim için olduğu­ nu söylemeyi unutma! diye bağırdı. Sonra ellerini kuvvetli dizlerinin üstüne koyarak oturdu; pencereden evin

karşısındaki

duvara baka­

rak: — Bu akşam gidip mame Fontaine’i83 göreceğini, dedi. XV B ir vasiyetnam e avı Madame Fontaine, Marais’de oturan aşçı, hizmet­ çi, uşak, kapıcı ve başkaları gibi kimselerin falına ba­ kardı iskambil ile. — Bu iki efendinin bizim eve geldikleri günden bu yana, iki bin frankımız birikti emniyet sandığında. Sekiz yılda, bu ne şans! Pons’un yemeği üzerinden bir şey kazanmalı mı, kazan manialı mı, onu eve buğia81 Josepha: Balzac’ın “ Cousine Bette” adlı eserin­ de adı geçen ünlü opera artisti. 82 Türk kahvesi: o zamanlar Temple bulvarında bir bahçesi ve hoş mobilyesi ile oldukça tanınmış bir mahalle kahvesiydi. 89 Mame: Madamın kısa şekli.


COUSIN PONS

80

mak gerek mi, değil mi? Bunu bana mame Fontaine’in tavuğu söyler. Ne Pors’un, ne de Schmucke’un vârisleri olmadığı­ nı görünce Madame

Cibot şöyle böyle üç yıldır bu

efendilerin vasiyetnamelerinde

kendisini

ilgilendiren

bir satır göreceğini umuyordu; o zamana dek dürüst­ lük dolu yüreğinde çok geç doğan bu hırs yüzünden,, çabalarını iki kat arttırmıştı.

Yemeğe

dışan giden

Pons, kapıcı kadının iki efendisini tam bir esaret al­ tında tutmak arzusundan

yakasını

kurtarmıştı. Bu

ozan ruhlu koleksiyoncu ihtiyarın göçebe hayatı, Ma­ dame Cibot'nun kafasında dolaşan ve kesinleşemiyen gönül çelme

düşüncelerini

altüst

ediyordu; fakat, o.

unutulması imkânsız akşam yemeğinden sonra, bu dü­ şünceler müthiş bir plân halini aldı. Bir çeyrek saat sonra,

Madame

Cibot,

elinde

nefis iki kahve ve

kirsch-wasser dolu iki kadehle yeniden iki dostun oda­ sında göründü. Schmucke: — Yaşasın Madame Cibotl Aklımdan geçeni an­ lamış! diye bağırdı. Schmucke, kâselisin güvercinin

giden

sızlanmalarını,

tıpkı kalan

güvercin84 için bulduğu kandırıcı

sözlerle sindirdikten sonra, iki dost birlikte

çıktılar.

Schmucke Camusot’Iann ve adamlarının bu hale düşür­ dükleri dostunu yalnız bırakmak istemedi. Tanıyordu 84 Balzac burada La Fontaine’in "iki güvercin" adlı “ fable” ini hatırlatıyor. Onda sevişen bu güver­ cinlerden biri sıkıldığını bahane ederek yolculuğa çık­ mak isteyince Öbürü çok içli ve yanık sözlerle buna en­ gel olmaya çalışır.


COUS1N PONS

81

Poms’u, çok acı düşüncelerin onu yüksek orkestra kür­ süsünün rahlesi önünde sarsabileceğini, bu suretle eve bağlanışının iyi etkilerini yok edebileceğini biliyordu. Akşam, gece yarısına doğru Pons’u eve getirirken ko­ lundan tutuyordu onun; bir âşığın taptığı metresine yaptığı gibi, o da Pons’a kaldırımın nerede başlayıp nerede bittiğini işaret ediyordu; önlerine bir su biri­ kintisi çıkınca, dikkatini çekiyordu; yaya kaldırımının pamuktan, gökyüzünün de mavi olmasım ve melekle­ rin kendi için çaldıkları müziği ona da duyurmalarını diliyordu. Dostunun kalbinde,

kendisine ait olmıyan

son alanı da elde etmişti! Aşağı yukarı

üç

ay,

Pons

her gün yemeği

Schmuck’la yedi, önce, eline geçen paradan seksen frankını ayırmak zorunda kaldı, çünkü kırk beş frank tutan yemek için otuz beş franklık şaraba ihtiyaç var­ dı. Sonra, Schmucke’un bakımına, onun alman soytarı­ lıklarına rağmen, yaşlı artist, yemek yediği evlerdetcı güzel yemekleri, küçük likör kadehlerini, nefis kahve­ yi, gevezelikleri, yalancı nezaketi, davetlileri, dediko­ duları aramaya başladı.

İnsan,

hayatının

sonunda,

otuz altı yıllık bir alışkanlıktan vazgeçemez. Yüz otuz franklık fıçı şarabı, ağzının tadını bilen bir adamın kadehinde, tesirsiz bir içki olur; netekim, Pons ne za­ man kadehini dudaklarına götürse, evlerde içtiği nefis şarapları içini burkan bir acınma ile hatırlıyordu. Bu demektir ki, üç ay sonunda, Pons’un duygulu yüreğini az kalsın parçalıyacak olan o dayanılmaz acıların şid­ deti kaybolmuştu, artık sadece toplum hayatının zevk­ li yönlerini düşünüyordu, tıpkı, birçok

kadınla ilgisi

olan yaşlı bir adamın, güzel metresini aşırı sadakatslz-

6


COUS1N PONS

82

liginden ötürü bırakmasına yandığı g ib i!— Her ne Ka­ dar içini kemiren derin üzüntüyü saklamaya çalışıyor­ du ise de, ihtiyar

müzisyenin, yeri duygu

olan o, izahı imkânsız

alanında

hastalıklardan birine tutulmuş

olduğu açıkça görülüyordu. Bir alışmanın bozulması ile meydana gelen bu es­ ki günleri arama üzüntüsünü açıklamak için, bir zır­ hın ilmiklerinin vücudu sarması gibi, ruhu demir bir ağ içine alan o binlerce hiçten birini ileri sürmek ye­ ter. Pons’un

eski

hayatının en büyük zevklerinden

biri, yani her kaselise mutluluk veren hallerden biri, beklenmedik bir yemekle karşılaşmaktı; bu hissi, dâve­ tine bir ziyafet havası vermek amacıyle bir ev sahi­ besinin burjuva evlerinde listeye gururla kattığı ola­ ğanüstü bir yemek yaratır. Bu mide hazzını Pons bu­ lamıyordu, çünkü

Madame

Cibot'nun ilk işi listeyi

gururla okumak oluyordu. Pons'un hayatında belli za­ manlarda duyduğu zevk büsbütün yok olmuştu. Sofra hayatı heyecansız, cedlerimizin gizli yemek dedikleri şeyin sürprizinden yoksun olarak geçiyordu.

Schmuc-

ke’un de anlıyamadığı nokta bu idi. Pons sızlanmıyacak kadar nazik bir insandı; sonra, bir dehânın tak­ dir edilmemesinden daha hazin bir şey varsa, o da midenin takdir edilmemesidir. Sevgilisinden yüz buirnıyan bir kalb, artık kabak tadı veren bu dram, yalan­ cı bir ihtiyaca dayanır; çünkü yaratık bize yüz çevi­ rirse, yaradan sevilebilir, onun bize vereceği başka ni­ metleri vardır. Ama mide!... Onun açılan hiçbir şey­ le kıyaslanamaz; çünkü can boğazdan gelir. Gerçek bi­ rer şiir! olan bazı kaymaklan, birer şaheser! olan ba­ zı beyaz salçalan, birer âlemi olan mantarlı kümes


COUSIN PONS

83

hayvanlan kızartmalarını ve hepsinin üstünde yalnız Paris’te bulunan ve Rhin nehrinin

nefis

baharatta

hazırlanan meşhur sazan balıklannı hatırladıkça, Pons’un içi gidiyordu. Bazı günler, Kont Popinot’nun aşçı­ sını hatırlayınca: “ A h !

Sophie!”

diye

bağırıyordu.

Yanından geçen bir kimse onun bu iç çekişini duysa, adamcağızın metresini

düşündüğünü sanırdı; oysa, o,

daha azbulunur birşeyi, salça

tabağında

berrak, dil

üstünde koyu olan, montyon armağanına lâyık bir sal­ çayı ve içinde okkalı bir sazan balığını

düşünüyordu 1

B ir zamanlar yediği bu yemeklerin 'anısı, mide derdine uğrayan

sonunda

orkestra şefini epey zayıflat­

mıştı. XVI B ir Alınan tipi Dördüncü

ayın

başlangıcında, 1845 ocak ayının

sonuna doğru, bütün Almanlar gibi Wilhelm ve bütün Alınanlardan ayırt edilmek için de Schwab - bu da onu bütün Schwab*lardan

farklı

kılmıyordu

ya -a d la rım

taşıyan genç flütçü, tiyatroda dikkati çekmeğe oaşlı* yan orkestra

şefinin halini

Schmucke’e

göstererek

onun gözünü açmayı gerekli buldu. Yaşlı Alman mü­ zisyenin çaldığı araçların katılmasiyle verilen bir piye­ sin ilk günü idi. Kürsüsüne ölü bir halde çıkan Pons’u göstererek, Wilhelm Schwab: — Adamcağız günden güne çöküyor, onda bozuk olan bir taraf var; gözleri üzüntülü nun hareketi de gittikçe zayıflıyor, dedi.

görülüyor, kolu­


COUSIN PONS

84 Schmucke de: — İnsan altmış karşılık verdi.

yaşına gelince,

böyle olur, diye

Schmucke, Chromques de la Canongate’de88 gördü­ ğümüz ve oğlunu yirmi dört saat daha fazla alıkoydu­ ğu için kurşuna dizilmesine sebep olan ana gibi, birlik­ te yemek zevki için Pons’u feda edebilirdi Schmucke. — Tiyatroda herkes kaygılanıyor, bizim birinci dan­ sözümüz Mademoiselle

Heloise

Brisetout’nun da de­

diği gibi, sümkürürken en ufak bir gürültü bile çıkar­ mıyor. Yaşlı müzisyen,

sümkürürken, sanki

büyük boruyu çalıyormuş

bandodaki

gibi, uzun ve geniş delikli

burnu ile mendil içinde müthiş bir

gürültü çıkarırdı.

Bu patırtı Madame de Marville’in kuzen Pons’u her za­ man ayıplamasına yol açardı. Schmucke: — Onu eğlendirmek için neyim var, neyim yok, hepsini verirdim, dedi. Sıkıntı onu gittikçe sarıyor. Wilhelm: — Vallahi, Pons bana, bizim gibi entipüften mü­ zisyenlerden o kadar yüksek geliyor ki onu düğünüme çağırmak cesaretini gösteremedim. Evleniyorum, dedi. — Y a ! ne şekilde? diye sordu Schmucke. Schmucke’ün Wilhelm:

acayip

— Çok namusluca,

sorusunda bir

diye

alay sezen

karşılık verdi. Oysa bu

eşsiz Hıristiyan böyle alay edecek bir insan değildi.8 5 85 Chroniques de la Conongate: Walter Scott’un 1827 de neşrettiği hikâyelerinin bulunduğu kitabın adu


COUSIN PONS

Müdürün çıngrak sesini

85

duyan Pons, orkestraya,

küçük ordusuna bakarak: — Haydi, arkadaşlar, yerlerinize! dedi. Şeytanın N işanlın parçasının uvertürünü çaldılar; bu cinli perili bir piyesti ve iki yüz kere oynandı, tik perde arasında, Wilhelm ile Schmucke ıssız kalan or­ kestrada kendilerini yalnız buldular.

Salonun havası

otuz iki reaumur derecesinde sıcaktı. Schmucke Wilhelm’e : — Hikâyenizi anlatın bana! dedi. — Şu sahneye bakan locada oturan genci görüyor musunuz? Tanır mısınız onu? — Hayır, tanımıyorum. — Sarı eldivenleri var, paranın sağladığı imkân­ lar içinde pırıl pırıl parlıyor da ondan 1 Benim Fraııcfort - sur - Mein’li dostum, Fritz Brunner’dir bu. — Hani şu, piyesleri görmek için vaktiyle orkes­ traya gelip sizin yanınızda oturan zat mı? — Ta kendisi. Böyle kılık kıyafet değiştirmesi ina­ nılacak şey değil, değil mi? Bu mutlu Goethe’nin

hikâyenin

kahramanı,

Mephistopheles’inin

yüzünde, hem

yüzündeki o soğuk

alay, hem de Auguste Lafontaine'in insanda temiz anı­ lar bırakan

romanlarındaki sâfdillik; hile ve safiyet,

tezgâhtar haşinliği ve Jockey-C lub üyelerinin hesapla kalenderliği; ama özellikle, Charlotte’tan86 çok Alman prenslerinden bıkan Werther’in tabancayı eline alması­ na sebep olan o iğrenme okunan bir Almandı; gerçek­ ten örnek olabilecek bir Alman tipiydi: yahudilikle ka­ 86 Charlotte: Werther’ in sevgilisi.


COUSIN PONS

rışık bir sadelik, budalalıkla karışık bir cesaret, sıkıntı verecek kadar bir bilgi ile beraber, en ufak bir çocuk­ luğun lıemen faydasız hale bira ve tütün telâfi

için

kullanma;

yorgun,

ca bir pınltı. Bir

getirdiği bir görgü; aşııı fakat

güzel

bütün bu

mavi

banker gibi

tezattan

gözlerde,

giyinmiş olan

şeytan­ Pritz

Brunner’in Titien’e özgü rengi andıran çıplak bir başı ve bu başın iki yanında sefahat ve sefaletin bıraktığı ve paraya kavuştuğu gün onu berberin önüne oturtan göz alıcı sarılıkta kıvırcık bir tutam saçı vardı, Bessamlann İsa için bulduklan yüz

gibi, eskiden güzel,

taze olan yüzü, kırmızı bıyıklann, kızıl kunç hale getirdiği

soğuk ve

sakalın kor­

sert bir ifade

almıştı.

Gözlerinin sâf maviliği üzüntülere karşı yaptığı savaş­ lardan bozulmuştu. Nihayet, Paris’in bin bir çeşit ho­ varda hayatı, göz kapaklarını ve göz altını moratmıştı; o gözler ki eskiden bir anne onlara kendi gözlerinin tanrısal bir kopyası gibi mest olarak bakardı. Bu tur­ fandan filozof, bu genç bunak bir üvey ananın eseri idi. Burada, Francfort - sur - M einli eli açık bir gencin meraklı hikâyesini, büyük olmakla

beraber, ağırDaşiı

bir şehir olan Francfort • sur - Mein de geçen, olağan­ üstü ve en garip bir olayın hikâyesini anlatmak gere* kiyor... X V II Sefih oğulların, F rancfort - sur - Mein’li olunca, banker ve m ilyoner oldukları haL F ritz’in babası Monsieur Gedâon Brunner, Franc­ fort - sur - Mein’de, bankerlerin de suç ortaklığı ile, Ra-


COUSIN PONS

87

nunun izniyle yolcuların keselerinin dibine dan eken ün­ lü otelcilerden biri idi. Bununla beraber, namuslu bir Calviniste olan bu adam, dönme

bir yahudi kızı ile ev­

lenmişti, servetinin ana parçasını da onun getirdiği dra­ homaya borçlu idi. Bu yahudi kadın, oğlu Fritz’i on iki yaşında, babasını ve Leipzig’de, Virlaz şirketinin şefi bulunan

kürk

tüccan dayısına

emanet

ederek oldiı.

Brunner baba, kürkleri kadar yumuşak olmıyan dayısın­ dan korkarak genç Fritz’in parasını meteliğine dokun­ madan

ve çoğunu sabit

kıymette mark

olarak, Al.

Sartchild bankasına yatırmak zorunda kaldı. Brouner baba, bu yahudi usulünden öc almak için, büyük oteli­ ni bir kadının nezareti ve yardımı olmadan yönetemiyeceğini ileri sürerek yeniden evlendi. Başka bir otelcinin, inci gibi bulduğu kızım aldı; yalmz, anasiyle babası ta­ rafından şımartılmış biricik kız ne demektir bunu bil­ miyordu. İkinci Madame Brunner, hain ve hoppa bir Alman kızı çıktı. Har vurup harman savurdu, kocası­ nı evinde, hür Francfort - sur - Mein şehrinin en mut­ suz adamı haline getirmekle birinci Madame Brunner’in öcünü aldı; güya bu şehirde milyonerler, kanları­ nın yalnız kendilerini sevmeleri için

Belediye mecli­

sinden bir kanun çıkartacaklarmış! Bu kadın; Alman­ ların çoklukla Rhin şarabı dedikleri o cins cins sirke­ leri, Paris eşyalarını, ata binmesini ve süsü seviyordu. Pahalı cinsten sevmediği bir şey varsa, o da kadınlar­ dı. Küçük Fritz’e düşman kesildi; bu Calviniste ve ya­ hudi dölünün beşiği

Francfort şehri, vasisi de Leıp-

sick’teki Virla şirketi olmasaydı, onu deli bile ederdi: ama kürklerinden

başka şeyle

uğraşmıyan,

sadece


88

COUSIN PONS

Fritz’in bankadaki parasım gözetebilen

Virlaz dayı,

Çocuğu övey anasının pençesinde bırakıyordu. Bu sırtlanın, güzel Madame Brunner’in sevgili oğ­ luna karşı ateş püskürmesinin bir

nedeni vardı: oir

lokomotif kadar çabalasa da çocuğu olmuyordu. Kafa­ sındaki şeytanca bir düşüncenin dın, genç

etkisile, bu cani ka­

Fritz’i yirmi bir yaşında

Almanlarda hiç

gorülmiyen bir sefahat âlemine sürdü. A t koşularının, sirkeye benziyen Rhin şaraplarının,

Goethe’nin Mar-

guerite’lerinin, çocuğu da parasını da yiyip bitirecek­ lerini umdu: çünkü, Fritz reşit olunca, Virlaz dayı ona önemli bir miras

bırakmıştı.

Ama, her ne kadar su

şehirlerindeki rulet ve aralarında Wilhelm Schwab'ın da bulunduğu içki arkadaşları Virlaz’ın sermayesi­ nin dibine darı ektilerse de, genç m üsrif ,lsa peygam­ berin dilediği şekilde,

Francfort - sur - Mein şehrinin

sonradan doğan çocuklarına örnek kaldı; her aile ço­ cuklarını para kaynağı tezgâhlarının arkasında akıllı uslu, ürkek bir insan olarak saklıyabilmek için korku­ luk gibi öne sürerdi onu. Fritz ölecek yerde, üvey anasının

Brunner genç yaşında

güzel bir

mezarlığa gö­

müldüğünü görmek gibi bir mutluluğa erişti; Alman­ lar, ölülerini şereflendirmek bahanesi ile mezarlıklarda çiçek yetiştirme tutkularım doyururlar. İkinci Madame Brunner böylece anasiyle

babasından

önce öldü; bu

evlenme de yaşlı Brunner’e, kasasından sarfettiği pa­ ralarla kansımn kendisinde bıraktığı

acılara mal ol­

du; bu acılar o kadar

Hercules yapılı

yıkıcı oldu ki

otelci, altmış yedi yaşında, sanki Borgia’larm87 meşhur <87 Borgia: Bin bir cinayet işlemiş İspanyol asîlli bir İtalyan ailesi.


COUSIN PONS

zehirini içmiş gibi

kendisini

bitkin bir halde buldu.

Karısından on yıl çektikten sonra onun mirasına konamaması, bu yaşlı otelciyi ikinci bir Heidelberg harabe­ sine çevirdi; yalnız bu harabe yolcuların bıraktıkları para (R echnungs) ile

onarılıyordu; tıpkı

turistlerin

Heidelberg harabesine karşı olan ateşli ilgilerini sön­ dürmek, onların bu çok tutulan yeri görmeğe koşma­ larını sağlamak için boyuna onarılması gibi. Francfort’ta, Brunner'den bir iflâstan söz edilir gibi söz edi­ liyor, parmakla gösterilerek: — Bakın, mirası elde edilemiyen kötü bir ka­ dın ile Fransız usulüne göre

yetiştirilen bir evlât in­

şam ne hale getiriyor! deniliyordu. İtalya'da,

Almanya'da,

bütün

felâketlere sebep

olan, bütün saldırışlara hedef olan Fransızlardır; ama. iğine devam eden Tanın... (Arkası Lefranc de Pompıgnan’ın şiirinde.)88 Büyük üzüntü

Hollanda

yüzünden

oteli

hesaplan

sahibinin fazla

öcüne,

tutulan

bu yol -

cular kurban olmadılar sadece. Oğlu meteliksiz kalın­ ca, Gedeon, felâketlerinin asıl nedeni olarak gördüğü için, onu, ekmekten, sudan, tuzdan, ateşten, evden ve pipodan yoksun etti! Bu da otelci olan

bir Alman

baba gözünde, baba lânetinin en son derecesidir. Mem­ leketin resmî makamlan, babanın başlangıçtaki kaba88 Jean - Baptiste Russeau'nun ölümü üzerine ya­ zılan bu şiirin son mısraını o zamanlar herkes ezbere bilirdi: Işık tuğyanları saçar. Gizli kalan müfterilerinin üstüne.


COUSIN PONS

90

ha tini farketmedikleri, onu Francfort - sur - Mein'in ez> talihsiz adamı

buldukları için

yardımına

koştular;

Fritz ile Alnıanlara özgü bir biçimde çekiştikten sonra, onu uzaklaştırdılar bu hur memleketin topraklarından. Her ne kadar bu şehir Cermen Diyet meclisinin otur­ duğu yer ise de, adalet

Francfort’ta her yerde oldu­

ğundan ne daha insani, ne de daha olgundur. B ir yar­ gıcın cinayet ve felâket çıkarak ilk su

ırmağının

kaynağına kadar

sızıntısının döküldüğü

tuttuğunu öğrenmek

testiyi

kimin

istemesi az görülür bir olaydır.

Brunncr, oğlunu unuttu; dostlan da ondan aşağı kal­ madılar. A h i bu hikâye, suflörün hücresi karşısında, bire­ birlerine bu ilk temsilde zarif Parisliler arasında bir locada tek başına oturan, yüzü derin bir hüzünle kap­ lı bu Almanın nereden çıktığını soran gazeteciler, ho­ vardalar ve kadınlar topluluğu önünde bir piyes halin­ de oynanabilseydi, cinli perili Şeytanın Nişanlısı piye­ sinden çok daha güzel olurdu her halde; oysa bu Ş ey­ tanın N işanlısı İsa'dan üç bin yıl önce Mezapotamya’da oynanmış, hisse alınacak nefis oyunun iki yüz bininci temsiliydi. Fritz yürüyerek Strasburg'a gitti. Orada, Incil'de­ ki sefih çocuğun kutsal kitabın vatanında bulamadığı şeyi buldu. Alsasın üstünlüğü

burada meydana çıkı­

y or; bu memlekette, Fransız ruhu ile Cermen sağlam­ lığının birleşmesindeki güzelliği

Almanya'ya göstere­

bilecek nice iyilik sever yürekler çarpmaktadır. Birkaç gün önce anasiyle babasının mirasına konan Wilhelm’in elinde yüz bin frank vardı. Bu genç, Fritz'e kollan-


COUSIN PONS iu

91

açtı, kalbini açtı, evini açtı, kesesini açtı. Fritz’in

toz toprak içinde, mutsuz ve sanki yarı

cüzzamlı bir

halde, Rhin'in öbür tarafında gerçek bir dostun elinde hakiki bir yirmi franklık gördüğü anı anlatmak, bir şiir yazmaya kalkışmak olur; bunu da, can çekişmek­ te olan dostluğu canlandırmak için yunanca olarak an­ cak Pindares89 yazıp insanlar arasına

atabilirdi. Fi-

ritz’le Wilhelm adlarım, Damones’le Pythias’ın,90 Castor’la Pollux’ün,91* Orestus’la

Pylades’in,98 Dubreuil’le

Pmejah'ın,93* Scmucke’le Pons, hattâ Monomotapa'nın9* 89 Pindares: Yunan’lıların en kuvvetli lirik şairi. (İsa'dan önce 521 - 441). 90 Damones ve Pythias: Genç Denys zamanın Pythagores mezhebinden, birbirlerine karşı dostluk duygusu ile ün salmış iki filozofu. Pythias ölüme mahkûm edi­ lince, zalim kıraldan işlerini düzenlemek için zaman isteyince, Damones, zamanında gelmediği takdirde onun yerine ölmeyi kabul eder. Tam Damones öldürü­ lecek iken Pythias yetişir. Bu bağlılık kirala dokunur, Phythias'ı bağışlar ve üçüncü bir dost olarak araları­ na katılmak için çok çabalarsa da başaramaz. 91 Castor ve Pollux: efsanevi kahramanlardan; Jüpiter ile Leda'nın çocukları. Biribirlerine hep bağlı kaldıkları için bu iki ad daima dostluğun bir remzi olarak söylenir. 98 Oresturla Pylades: Orestus Agamemnon'un oğ­ ludur. Babasının öldürülmesinin öcünü almak için kızkardeşi Electre ile bir olup anasım öldürür, beraat edip Argos kıralı olur. Kızkardeşini verdiği Pylades ile dostluğu dillere destan olmuştur. 08 Dubreuil ve Pmejah: Çok usta bir doktor olan DubreuiPün Pmejah adında bir dostu vardı. Dubrouil bulaşıcı bir hastalığa tutulur, odasında ziyaretçilerin toplandığını görünce dostuna: “ Bütün bu insanları


COUSIN PONS

92

iki dostuna keyfimize

göre

vereceğimiz bütün adla­

rın yanma katın; bu iki yeni adı o meşhur olmuş ad­ larla birleştirmek şu bakımdan daha da yerinde olur: Wilhelm kendisine kalan mirası Fritz ile birlikte yedi bitirdi, tıpkı Fritz’in VVilhelm ile beraber kendi mirası­ nı haliyle tütünün bilinen bütün çeşitlerini içerek, iç­ ki âlemlerinde erittiği gibi... İki dost, işe bakın ki, bu mirası Strasburg bira­ hanelerinde, tiyatro kızlariyle ve güzellikten az nasibi olan Alsaslı kızlarla en budala ve en âdi bir şekilde erittiler. Her sabah da biribirine: —- Bu gidişe bir son vermek, oturup bir karara va­ rarak elimizde kalan para ile bir şey yapmak gerek t derlerdi. F ritz: — Aldırma canım, karşılığını verirdi, felekten bir gün daha çalalım da, yann... evet! yann... Sefihlerin hayatında, bugün, kendisini beğenen ap­ talın biridir; ama yan n , bugünün cesaretinden ürken büyük bir korkaktır; bugün, eski

komedilerin gülünç *6 4

buraya sokmamak gerek. Biliyorsunuz hastalığım bu­ laşıcıdır. Burada ancak siz kalırsınız!" der. Bu sözü söyleyene de dinleyene de ne mutlu!.- Pmejah da dos­ tundan on beş gün sonra ölür. 64 Monomotapa: Doğu Afrika'da, Madagaskar’ın karşısındaki bir memleketin eski adı. Fakat La Fontaine'in dehası, iki dost adlı içli Fable’inde, bu kelimeyi esası olmıyan, mevhum bir yer haline sokarak çizdiği dostluğun yeryüzünde raslanmıyacak kadar kuvvetli olduğunu belirtmek istemiştir. Balzac da bunu ima ederek “ Monomotapa’nın iki dostuna" derken nmmlrüı» olabilecek bütün dostlan kasdediyor.


COUSIN PONS

93

yaygaracısı Capitan, yann ise cambazhanelerdeki soy* ta n Pierrot’dur. Ellerinde bin frank kalınca, Messa geries Royales’den

birer yer alıp,

Paris’e

geldiler;

orada Ged&on'un eski baş garsonlanndan G raff’ın, du Mail sokağındaki Rhin adlı otelinin tavan arasına sı­ ğındılar. Fritz, G raff’ın öğüdü üzerine, Banker Keller kardeşlerin yanma altı yüz frank ücretle memur oldu. Rhin otelinin sahibi G raff, ünlü terzi G ra ffın karde­ şidir. Terzi de Wilhelm’i, defterlerini tutsun diye ken­ di yanına aldı. G raff, bu önemsiz yerleri sefih iki oğ ­ lana, Hollanda otelindeki çıraklık günlerinin bir karşı­ lığı olmak üzere buldu. Bu iki bir dostu zengin bir dostun

olay, yani iflâs etmiş

bağrına

otelcinin meteliksiz iki vatandaşı ile

basması ve bir ilgilenmesi Kar­

şısında, bazı kimseler bunları roman sanacaktır; ama bütün gerçek şeyler o kadar masala benzer ki. bugün masal, görülmedik gerçeğe benzemek için çabalar har­ car. A ltı yüz frankla memur olan Fritz, aynı ücretle terzi yanında defter tutan Wilhelm,

Paris gibi yosma

bir şehirde yaşama güçlüğünün farkına vardılar. Bu yüzden, geldiklerinin ikinci yılında, 1837 de, güzel fü lüt çalan Wilhelm, arasına ekmeğinin üzerine yağ süTebilmek

için

Pons’un

yönettiği

orkestraya

girdi.

Fritz’e gelince, o, fazla ücreti ancak Virlaz’lan n oğlu olması dolayısiyle para işlerindeki kabiliyetini göste­ rerek elde edebildi. Çok çalışmasına rağmen, belki de s ır f kabiliyeti yüzünden, bu F rancforflu , üd bin frank ücrete ancak 1843 yılında kavuştu. Tanrısal bir övey ana olan sefalet, analarının yapmadığını yaptı: onlara tutumu, dünyayı, hayatı öğretti; onlara çocukluk çağla­


COUS1N PONS

94

rında hepsi de mutsuz olan büyük adamlara, mahmuz darbeleri ile verdiği o büyük, o kuvvetli eğitimi verdi; Fritz ile Wilhelm alelade insanlar oldukları için yok­ sulluğun verdiği derslerin hepsini dinlemediler, onun saldırışlarına karşı korundular, göğsünü sert, kollarını etsiz buldular, onda saklanan ve deha sahibi insanların okşayışları karşısında yumuşıyan peri Urgele’i98 bulup çıkaramadılar. Bununla beraber, paranın değerini an­ ladılar ve bir gün yine ellerine geçerse, kanadlannı kesmeğe karar verdiler. X V III B ir servet nasıl kazandır Wilhelm sözlerine devam etti. — Bir kelime ile her şeyi anlıyacaksınız, Schmucke baba, dedi; ve piyaniste, olanı biteni Almanca ola­ rak

anlattı uzun uzun: Brunner baba öldü. Baden de­

miryolu kumpanyasının kurucularındanmış, bundan n*= oğlunun, ne de yanında kaldığımız G raff’m haberi var­ dı, bu sayede çok da para kazanmış. Oğluna dört mil­ yon bıraktı! Bu gece son defa fülüt çalıyorum. Bu ilk temsil olmasaydı, daha birkaç gün önce giderdim, ama benim yüzümden orkestranın kötü bir duruma düşms» Sini istemem. Schmucke: — Çok iyi ettiniz, delikanlı, dedi. Yalnız aldığınız kız kim?9 6 96

U rgele: iyilik perisi,


COUS1N POMS

95

— Bizi barındıran, Rhin otelinin sahibi Monsieur G raff’m kızı. Mademoiselle Emilie’yi yedi yıldır seviyo­ rum; açık saçık romanlardan o kadar okudu ki, sonu­ nun ne olacağını düşünmeden, bütün kısmetlerini be­ nim için tepti. Sevgilim

çok zengin olacak, Richelieu

sokağında terzilik eden G raff’ların biricik mirasçısıdır o. Fritz bana Strasburg’ta beraber yediğimiz paranın beş katını, yani bcşyüz bin frank veriyor! Bir banka açıyorum, Fritz bir milyon, terzi

G raff da beş yüz

bin frank koyuyorlar, nişanlımın babası da kızının iki yüz elli bin franklık

drahomasından

yararlanmama

izin verdi; üstelik bize avans para da veriyor. Böylece, Brunner, Schwab ve ortaklan bankasının iki milyon beş yüz bin frank sermayesi Bankasındaki

itibarımızı

franklık hisse senedi aldı. la bitmiyor; babasının

olacak. Fritz,

sağlamak

Fransız

için on beş bm

Fritz’in serveti bu kadar­

Francfort’da bir milyon değe­

rindeki iki evi de ona kaldı; büyük Hollcmda

otelini

de G raff’ın kuzenlerinden birine kiraladı. Wilhelm’i dikkatle dinlemiş olan Schmucke: — Dostunuza bakarken

üzüldüğünüz belli, dedi.

Sakm onu kıskanmıyasınız? — Evet, kıskanıyorum, ama Fritz’in mutluluğunu kıskanıyorum. Yüzü, doyurulmuş bir adamın yüzüne benziyor mu? Onun hesabına Paris’ten onun da benim gibi yapmasım

korkuyorum,

isterdim. Eski şeytan

yine dirilebilir onda. İkimizden en az aklı başına gelen o. Şu giyinişi, şu tek gözlüğü, her şeyi beni telâşlan­ dırıyor. Geldiğinden bu yana işi gücü hep

salondaki

hoppa kadınlara bakmak oldu. A h ! Fritz’i evlendirme­ nin ne güç olduğunu bir bilesiniz!... Fransa’da kadim*


COUSIN PONS

96

kur yapmak denen şeyden nefret eder o ; İngiltere'de bir insanı ebediyete içine atmak gerek.

attıkları gibi onu da bir ailenin

Bütün ilk temcitlerin sonunu bildiren gürültü pa­ tırtı arasında, flütçü orkestra şefini düğününe çağır­ dı. Pons bunu sevinçle üç aydır ilk kere gördü; onu

karşıladı. O zaman Schmucke

dostunun yüzünde bir

Normandie

gülümseme

sokağına derin bir

sessizlik

içinde getirdi, çünkü o sevinç ışığından Pons'u kemi­ ren acının

büyüklüğünü anlamıştı.

asıl, çıkardan uzak, duygu sanda,

yemeğe

karşı

Böyle

gerçekten

bakımından büyük bir in­

şaşırtıcı

bir

düşkünlüğün

bulunmasını, temiz kalbli Schmucke’ün aklı almıyordu bir türlü. Çok üzdü bu onu, çünkü Pons’un mutluluğu hesabına, onu, her gün sofrada karşısında görmeKten vazgeçmesi gerekiyordu; bu fedakârlığı yapıp yapıla­ yacağını da bilmiyordu: bunu düşündükçe çılgına dö­ nüyordu sanki. X IX B ir yelpaze dolayısiyle Normandie sokağının Aventin

tepesine çekilmiş

olan Pons’tan ses çıkmaması, haliyle Madame de Marville’in dikkatini çekmişti; parazitinden yakasını kur­ tardığına sevinerek artık pek ilgilenmiyordu onunla; kızı da, o da, sevgili Lili

tarafından yapılan şakayı

kuzenlerinin anladığına hükmediyorlardı; ama başkan için mesele böyle değildi. Adliyedeki terfiinden bu yana kurum taslıyan, kısa boylu şişman Camusot de Marville, Çiçero’ya bayılır, opera-kom iği tiyatrodan da­


COUS1N PONS

ha iyi bulur, aktörleri kı adım adım

97

biribiriyle mukayese eder, hal­

izlerdi; adliye

gazetesinin

yazılarını

kendi düşüncesi imiş gibi ele alır, fikir yürütürken, hep yanındaki üye yargıcın

düşüncelerini daha azur,

daha $arpaşık cümlelerle tekrarlardı. Genel çizgileri ile yeterince tamlan ve mevkii dolayısiyle her şeyi ciddi­ ye almak zorunda bulunan bu yüksek memur, aile bağ­ larına çok önem verirdi özellikle. Kanlarının tüm bo­ yunduruğu altında bulunan

kocalann çoğu gibi, baş­

kan da bazı ufak şeyler de hürmüş gibi görünür, kan sı da buna ses

çıkarmazdı.

Başkan bir ay

kadar,

Pons’un ortadan kaybolması hakkında kansımn söyle­ diği beylik nedenlerle yetindi ise de, sonunda yaşlı mü­ zisyenin, kırk yıllık bir dostun, hele Madame Pompadour’un yelpazesi gibi büyük bir hediyeden sonra gel­ memesini acayip buldu. Bir şaheser olduğu kont Popinot tarafından kabul edilen bu rayında

elden ele dolaşmış,

yelpaze, Tuileries sa­

Madame de

gururunu çok okşıyan övücü sözler

Marville'e,

işittirmişti; her

biri görülmemiş bir incelikte oymalarla süslü fil dişin­ den on kolun güzelliklerini a y n ayrı açıkladılar ona. B ir Kus bayanı (Kuşlar kendilerini hep Rusya’da sa­ nırlar) kont Popinoflarda,

bu

harika

yelpaze

için

altı bin frank teklif etti; bir taraftan da onu, o el­ lerde görmekten duyduğu hayreti ifade edecek bir bi­ çimde gülümsedi; çünkü, itiraf etmek gerek, düşeslere lâyık bir yelpazeydi bu. Bu teklifin yapıldığı günün ertesi sabahı, Cdcile babasına: — Zavallı kuzenin bu gibi abur cuburlardan çok iyi anladığı inkâr edilemez, dedi.


COUSIN PONS

98 Başkan:

— Ne? Abur cubur mu? diye haykırdı. Sen ne diyorsun, Devlet, müşaviri ölü Dusommerard’m kolek­ siyonuna üç yüz bin frank veriyor ve Paris şehri ile birlikte bir milyona yakın bir para harcıyarak bu abur cuburları koymak için Cluny konağım satın alıp onar tıyor... Senin abur cubur

dediklerin,

kaybolmuş uygarlıkların çoğu zaman biricik

eserleridir.

sevgili kmm, elimizde kalan

Bazan biri kırk, ötekisi elli Din

frank eden bir Etrüsk çömleği ile bir gerdanlık, bire Troia’mn kuşatıldığı günlerde sanatın mükemmeliye­ tini gösterirken, Etrüsklerin de İtalya’ya sığınmış T roialılar olduğunu açıklıyan birer abur cuburdur t Kısa boylu şişman başkanın şakaları işte bu çe­ şittendi, karısına ve kızma ağır alaylarla karşılık ve­ rirdi. Sözlerine devamla: — Cecile, dedi, bu abur cuburun gerektirdiği bil­ gilerin bir araya toplanması ile bir ilim meydana ge­ lir ki arkeoloji derler adına. Arkeoloji, mimarlığı, heykeltraşlığı,

ressamlığı,

günlerin bir sanatı olan

kuyumculuğu,

çiniciliği, son

doğramacılığı,

danteleciiiği,

halıcılığı, kısacası insan elinden çıkan bütün sanatla­ rı içine alır. Cecile: — O halde kuzen Pons bir bilgin ha? dedi. Baş­ kan. kuzenle ilgili binbir söz geçtiği halde aklına geimiyen, ama hepsinin birden çarpmasiyle hatırlıyan bir adam hali ile: — Ha, sahi, sordu.

neden artık

gelmiyor

bize?

diye


COUSIN FONS

Madame de Marville: — Hiç yoktan alınmış olacak, dedi, belki yelpaze­ ye karşı gereken heyecanı göstermedim de ondan. Si­ lin in iz, ben oldukça bilgisiz bir kadınım... Başkan: — Siz

ha!

Servin'in9*

en

kuvvetli

lerinden olun da Watteau’yıı tanımayın,

öğrenci­

mümkün m â

bu? dedi. — David’i,*97 Görard’ı989 10 Gros'yu** ve Girodet'yi,10* sonra Guerin’i,101

Monsieur de Forbin’i102

Mons'eu*-

Turpin de Crissâ'yi103 tanıyorum ama_ — İsterdi ki„. Madame de Marville kocasına Seba melikesine özgık bir eda ile bakarak: — Ne istermiş, Monsieur? diye sordu. Başkan, karısına karşı neler borçlu olduğunu açı­ ğa vuracak bir biçimde boynunu bükerek: > M Servin: O zamanların ünlü ve kabiliyetli re­ sim öğretmeni. 97 David: (L ou is): ihtilâl günlerinde sanat işle­ rinin yüksek yönetimi kendisine verilen bir Frannı/ressamı (1748-1825). 88 Görard: tarihsel tablolar yapmış bir Fransız: ressamı, (1770 -1837). 99 Gros: Romantizme etkisi dokunmuş bir Fran­ sız ressamı. (1771-1835). 100 Girodet; Bir Fransız ressamı. (1767 -1824). ıoı Guerin: Tarihsel tablolar yapmış bir Fransız: ressamı. (1774-1833). 102 Forbin: Tarihsel tablolar yapmış bir Fransız, ressamı ve arkeologu. (1777-1841). 103 Grisse: Manzara ve eski anitlar resmeden b ir Fransız ressamı. (1772 - 1857).


COUSIN PONS

100

— Watteau'nun ne olduğunu bilesiniz, kancığın?, dedi. Bu günlerde herkesin ağzında onun adı dolaşıyor. Bu konuşma, Şeytanın Nışanhsı’ian

birinci teır

silinden birkaç gün önce olmuştu. O temsilde Pons'un hasta hali bütün orkestranın gözünden kaçmadı. C günlerde Pons’u

sofralarında

görmeğe, onu bir Ha­

berci gibi kullanmaya alışmış olanlar ne olduğunu bir­ birlerine sormuşlar ve adamcağızın girip çıktığı çevre­ de bir kaygı belirmişti. Bu kaygıyı artıran bir neden daha vardı: bir çoğu onu görevi başında görmüştü. Pons gezintilerinde

rasladığı eski tanışlarından

kaçmak için çok dikkatli davrandığı halde, bir gün, ye­ ni BeaumarchaiB caddesinin en tanınmış, en cesareti' satıcılarından olan Monistrol’ün mağazasında eski ba­ kan Kont Popinot ile burun buruna geldi; bu satıcı, Pons’un bir aralık Madame de Marville’e sözünü ettiği ve yalana heyecanı ile antika

eşyaların

fiyatlarını

yükselten bir adamdı; bu gibi insanların söylediklerine bakılırsa, antika eşyalar günden güne çok azalmıştır, (bulunmasına imkân yoktur. — Azizim Pons, neden artık görünmez oldunuz? Sizi çok arıyoruz; Madame Popinot da bu unu tuşa bir anlam veremiyor. — Sayın Kont, bir evde, bir hısım evinde, be­ nim yaşımda bir adamın artık toplantılarda yeri olma­ dığını dokundurdular. Biliyorum, gittiğim yerlerde hiç­ bir zaman büyük bir itibarla karşılanmazdım, ama kü­ çük de düşürülmezdim. kimseden

Sanatkârlara özgü gururla,

de bir şey istemedim, dedi. Gösterdikleri ne­

zakete karşılık olarak, beni kabul edenlere yararlı da oluyordum

çoklukla; ama

aldanmışım;

dostlarımın


COUS1N PONî»

101

evine, hısımlarımın evine, yemek yempğp gitmekle şeref kazanıyormuşum, ounun hatırı için de herkesin kulu» kölesi ve her an hizmete hazır uşağı olmam gerekmişi— Ne yapayım, ben de tuttum, kâselislikten istifamı ver­ dim Hiçbir sofrada bulamadığımı şimdi evimde ner gün* buluyorum: gerçek bir dost! Yaşlı artistin hareketleriyle olsun, sesinin tonuyla olsun, şimdi bile belirtme gücünde olduğu acı dolu söz­ ler,

Fransız

senatörüne o kadar dokundu ki değerli

müzisyeni bir kenara çekti: — Bak hele!... dedi. Ne yaptılar size, aziz dos­ tum? Sizi yaralıyan şeyin ne olduğunu bana da söy­ leyemez misiniz? Yalnız izin verirseniz şunu da sÖ/Iiyeyim ki, bizim evde, her zaman gereken itibarı görmüşsünüzdür... Adamcağız: — Gördüm evet; ben de sizi bunun dışında tutu­ yorum zaten, dedi. Üstelik siz büyük bir senyör. Dır devlet adamısınız; gerekince

meşguliyetiniz, hoş gör­

dü rebilir her şeyi. Popinot’nun insan ve iş sarraflığında

kazandığn

d:plomatça kurnazlığına yenilen Pons, başkan de M arville’in evinde gördüğü

kötü muameleyi

olduğu gib'

anlatmaktan kurtulamadı. Popinot, zavallının acıların» öylesine candan

katıldı ki, eve döner dönmez herşevı

olduğu gibi Madame Popinot’ya da anlattı; iyi kaibil­ ye asil bir kadın olan Madame Popinot, ilk rasladığh gün, bu hikâyeyi sitemle dolu olarak Madame de Marville’e aktardı. Popinot da bu konuda başkan de M arville’e bir iki söz söyleyince, Camusot de Marville'ler de bu mesele ile ilgili bir konuşma oldu. Her ne ka­


102

’COUSlN PONS

dar Câmnsot çivinde tüm emreder durumda değildi ise de, çıkışmasının* nedeni hakka ve vakıaya için, karısı

ile kızı

dayandığı

bu gerçek önünde susmak zorunda

kaldılar; her ikisi de utandılar,

suçu

üzerine attılar. Çağırılan, azarlanan hizmetçiler, olduğu gibi anlatmakla

hizmetçilerin ancak durumu

bağışlandılar, bu da başkana

Pcms’un gelmemekte ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Kanlarının eırtri altında bulunan

erkekler gibi, bü­

tün koca ve adliyeci azametini başkan uşaklara karşı gösterdi, onlara, bundan böyle gerek kuzen Pons, ge­ rek evine gelmekle şeref veren insanlar, karşılanmadığı

takdirde,

kendisi ğiD>

kovulacaklannı, bu sureti**

evinde uzun zaman hizmet etmiş olmanın kazandıraca­ ğı bütün imkânlan kaybedeceklerini bildirdi. Bu söz* ler Madeleine'i gülümsetti. Başkan: — Hem sizi ancak bir

şekilde

bağışlayabilirim,

dedi; o da kuzenimden özür diler, onu yatıştmzttaıuz. Gidin, bu evde kalmanızın yalnız buna bağlı olduğunu söyleyin ona; çünkü o bağışlamadığı takdirde, kovanm hepinizi. XX ty î günlere yeniden kavuşma Ertesi gün, başkan mahkemeden önce kuzenini zi­ yaret etmek amaciyle evden çok erken çıktı. Başkan de Marville’in bu ziyareti, büyük bir hâdise oldu, ge­ lişini de Madame Cibot haber verdi. kere böyle bir şerefe ulaşan Pons, alma işi olduğunu anladı.

Hayatında Uk bunun bir gönül


10?

COUSIN PONS

Hal, hatır sorduktan sonra, — Sonunda, neden görünmediğinizi öğrendim, dedi başkan. Hareket tarzınız, bilmem bunu söylemeye lü­ zum var mı, şahsınıza karşı duyduğum saygıyı artırı­ yor. Bu konu da size bir tek kelime söyliyeceğim: bü­ tün hizmetçileri kovdum. Karım ve tuzım çok üzülü­ yorlar, anlaşmak için sizi görmek istiyorlar. Bu işde bir günahsız varsa, kuzenim, o da yaşlı bir yargıç; Popinot'lara yemeğe gitmek istiyen bir genç kızın ah­ makça davranışından ötürü bana sitem

etmeyin; hele

bütün kabahatin bizde olduğunu kabul ederek

sizinle

barışmaya geldiğim şu anda... Biraz sarsılmış olsa Di­ le, otuz altı yıllık bir dostluğun bazı haklan inkâr edi­ lemez. Haydi bu akşam yemeğe bize gelin de, her şey unutulsun!... Pons ne diyeceğini

bilemediği için anlaşılmaz bir

karşılık verdi; sonunda o akşam,

flütünü

atarak banker olacak olan

orkestrasından bir

kendi

başından

müzisyenin nişanında bulunacağını söyledi. — iyi ya, yarın olsun. — Kuzenim,

kontes

Popinot bir mektupla beni

yemeğe çağırmak lûtfunda bulundu, hem de öyle na­ zik... — Şu halde öbür gün bekleriz... — öbü r gün de bizim flütçünün ortağı, M. Brunner adında bir Alman, nişanlıların bu akşam verecek­ leri ziyafete karşılık bir yemek veriyor. — Sız çok sevimli bir insansınız da her taraftan yarışırcasına çagırılıyorsunuz

böyle. Ne yapalım,

takdirde önümüzdeki pazara, adliyede haftaya olsun.

du

dediğimiz gibi


COUSIN HUNS

104

— İyi ama, o gün de M. G raff’larda,

flütçüriir

kaynatasında yemek yiyeceğiz... — Peki Cumartesi olsun! O zamana dek, işledi­ ğ i suç yüzünden göz yaşı döken küçük bir kızı yatıştı­ racak bir şeyler bulursunuz nerhalde. Tanrı yaptıktan işden pişman olanları bağışlar;

zavallı Cecile’e karşı

ondan daha mı sert davranacaksınız? Z ayıf tarafından yakalanan Pons, coştu, alışılmış «özlerden daha kibar deyimlerle karşılık vererek baş­ kanı kapının önüne kadar geçirdi. Bir saat sonra, baş­ kanın

hizmetkârları

Pons’un evine geldiler;

bütün

hizmetçiler gibi alçak ve yaltakçı olduklarını gösterdi­ ler: ağladılar! Madeleine Monsieur Pons’u bir kenara çekti, ayaklanna kapandı. Göz yaşlan içinde: — Bütün kabahat benim, Monsieur, dedi. Sizi sev­ diğimi pekâlâ bilirsiniz. Bu kötü olayın nedenini içimi durmadan yakan sizden öc alma arzusunda aramalısı­ nız. Beklediğimiz gelirlerden olacağız!... Ben çılgınım ettim Monsieur, ama arkadaşlanmm benim yüzümden acı çekmelerini istemem. Şimdi anlıyorum ki sizin kannız olmak için yaradılmamışım. Aklım başıma geldi, çok yukarılara göz dikmişim, ama yine de sizi seviyo­ rum, Monsieur. On yıldır, sizi mesut etmekten, bura­ sım çekip (evirmekten başka bir şey düşünmedim. Be­ nim için ne büyük bir mutluluktu bu!... A h ! sizi ne ka­ dar sevdiğimi bir bilseniz!... Bu duygumu, size oyna­ dığım oyunlarda sezdiniz herhalde. Yarın dünyaya göz­ lerimi yumsam, ne bırakırdım ki? Sizi mirasçım ya­ pacak bir vasiyetname, Monsieur... inanın, Monsieur, bavulumda, mücevherlerimin altında böyle bir vasiyet­ name bulurlardı!


COUSIN PONS

105

Madeleine bu tele dokunmakla, yaşlı bekan mest etti; hoşa gitmiyen bir insan tarafından da olsa, iç­ ten gelen sevgi her zaman haz verir. Pons, asalet gös­ terip Madeleine’i bağışladıktan başka herkesin yerin­ de kalmasını sağlamak için Madam** de Marvillc ile ko­ nuşacağım söyliyerek kendine minnettar bıraktı hepsini. Yaşlı müzisyen, alıştığı zevklere hiç

küçülmeden

yeniden kavuştuğunu görmekle çok sevindi. Toplum onun ayaklarına gelmişti, onuru bir kat daha kuvvet­ lenecekti; yalnız bu zaferi dostu

Schmucke’e anlatır­

ken, onu mahzun ve açığa vurmadığı

kuşkular içinde

görünce, içi titredi. Bununla beraber, Pons’un yüzün­ deki âni değişiklik karşısında, iyi kalbli Alman, dostunu dört aya yakın bir zamandır yalnız kendine bağla­ maktan duymuş olduğu mutluluğu feda ederek sevindi bu işe. Ruh hastalıklarının beden hastalıklarına karş* önemli bir üstünlüğü vardır: yoksulluk yüzünden baş­ lamış olan ruh hastalıkları, buna sebep olan arzunun yerine getirilmesi ile derhal geçer. Pons o sabah başka bir adam oluverdi.

Mahzun, çökmüş

ihtiyar

yerini,

hoşnut ve önceleri Madame Ponıpadour’un yelpazelini Madame de Marville’e götüren Pons’a bıraktı. Fakat Schmucke, bu olayı zihninde çözemeden derin düşünce­ lere daldı, zira sert ahlâklı bir insan, Fransız yaltak­ çılığını hiçbir zaman anlıyamaz. Pons İmparatonuR. çağının gerçek Fransızlarındandı; onda, son yüzyılın, kibarlığı, S uriye'ye giderken ve daha buna benzer şar­ kılarda yer almış olan, o, kadına karşı fedakâr olma duygusu ile birleşiyordu. Schmucke ise acısını yüreği­ nin dibine, kendi Alman

felsefesinin çiçekleri altına,

gömdü; ama sekiz günde de

sarardı, soldu; Madame


COUSIN PONS

106

Cibot mahallenin hekimim Schmucke'ün odasına soka* bilmek için hileye başvurdu. Hekim ıctöre'den korktu v e karşılığı san lık olan bu tıbbi terimle Madame C ib ofyu beyninden vurulmuş bir halde bırakarak çekildi gitti. Belki hayatlarında ilk kere, iki dost yemeği dışarda birlikte yiyeceklerdi; yalni2 bu, Schmücke için, A l­ manya’ya eritmek

ğibi bir şeydi.

Gerçekten de, Rhin

otelinin sahibi Johann G raff’la kızı Emilie; terzi W olfgang GrafFla karısı; Fritz Brünner’le Schwab A İman­ dılar. Ziyafete Fransız olarak yalnız Pons’la, noter çağrılmıştı. Neuve-des-Petits-Champs ile Villedo sokak­ tan arasındaki Richelîeü sokağında, gozalıcı bir konağ olan terziler, yeğenlerini kendileri yetiştirmişlerdi; çün kü bu kızın babası, çoklukla bir otele gelen her eins in­ sanla temasından haklı olarak korkuyordu. Bu çocuğu sanki kendi kızlan imiş gibi seven iyi kalbli terzi, alt katı genç evlilere bıraktılar. Brunner ve Schwab banka­ sı da oraya yerleşecekti. Bütün bu mutluluğun kaynağı olan mirası ele geçirmesi için Brunner’in bir ay uğraş­ ması gerekmişti. Bu düzen de, bu bir ayın mahsulü idi, müstakbel evlilerin

dairesi yeni bir hale

konmuş ve

meşhur terzi tarafından döşenmişti. Bankanın bürola­ rı. sokak üzerinde inşa edilmiş gelir getiren gözalua bir evi, bir avluya ve bahçe içine yapılmış eski bir ko­ nağa bağlıyan kanat üzerinde hazırlanmıştır. XXI B ir kadın neye mal olur. Normandie sokağından Richellieu sokağına giden­ ken, Pons, dalgın Schmucke’ün ağzından bu yem “ se­


ĞOUSIN PONS

fili oğul” hikâyesinin ayrıntılarım

107 öğrenmişti; Bankı

ecel, babası olan şişman otelcinin canım onun hesabı­ na almıştı. En yakın hısımları ile henüz barışmış olan Pons, içinde hemen Fritz

Brunner ile C£cile de Mar-

vîlle’i evlendirmek arzusunu duydu. Tesadüfün bir cil­ vesi olarak da, G raff kardeşlerin noteri, Cardot'nıuı damadı ve halefi, Pons’un da sık sık evine yemeğe git­ tiği eski noter kâtibi olan adam çıktı. Yaşlı müzisyen eskiden evine gittiği

adama elini

uzatarak: — A ! siz misiniz, Monsieur Berthier, dedi. Noter; — Peki ne diye bize yemeğe gelmiyor, bizi bu şe­ reften yoksun ediyorsunuz? diye sordu.

Karım, acaba

ne oldu diye kaygılanıyordu. Sizi Şeytanın nişanlısı’mn ilk temsilinde görünce kaygımız merak halini aldı. — Yaşlılar alıngan olurlar; bir tek kusurları var­ dır, o da

kafaca yüzyıl geri

olmaları; ama elden ne

gelir?... Geçmiş bir yüzyıl temsil etmeleri yeter, ölüm­ lerini görecek olan yüzyıla uyamazlar. Noter zeki bir adam hali ile: — Evet, insan aynı zamanda iki yüzyılın da adamı olamaz, dedi. Pons, genç noteri bir köşeye çekerek: — Peki ama, siz neden kuzinim Cecile de Marville'i evlendirmiyorsunuz? diye sordu. Noter: — Neden mi? dedi. Şatafatın kadar girdiği şu asırda, delikanlılar

kapıcı

evlerine

hayatlarını Pa­


COUSIN PONS

108

ris adi iyesine mensup bir başkanın drahoması yüz bîr? franktan fazla olmıyan kızı ile birleştirmekten çekini* yorlar. Mademoıselle de Marville'e koca olacak kişinin gireceği çevrede, yıllık sarfiyatı Sadece üç bin franır olan kadına raslanmamıştır henüz. Bu böyle olunca, sözü edilen drahomanın getireceği faiz, müstakbel zev­ cenin tuvalet masrafını bile zor karşılar. On beş, yirmi bin frank geliri olan bir delikanlı, birinci katta güzel bir dairede oturur, âlem ondan hiçbir şatafat

bekle­

mez, bir tane hizmetçisi olabilir, bütün gelirini zerk­ lerine hasredebileceği gibi dikkat etmek zorunda olduğu bütün zarafet de terzisinin özendiği zarafetten iba­ rettir. İlerisini gören bütün annelerin iltifatına mazhar olduğu için, Paris'in kibar çevresinin

kıratların­

dan biri olur. Oysa, bir kadın döşeli dayalı bir ev is­ ter; arabayı kendisine tahsis eder; tiyatroya giderse, loca ister;

delikanlı

ile bu işi pekâlâ

ise, bekârken, bir koltuk bileti

görebilir;

tek başına sahip olduğu

nihayet gencin

servete

karısı

eskiden

el koyar. Bir

kan kocanın otuz bin frank geliri olduğunu kabul ede­ lim: bugünkü durumda, zengin çocuk,

Chantilly’deki

at yarışlannın duhuliyesini bile hesaplıyan bir zavallı haline düşer. Bir de çocuklan oldu mu, sıkıntı ken­ dini gösterir. Monsieur ve Madame de Marville elli ya­ şında olduklarına göre, kızlarının um uttan da aşağı yukan on beş yirmi yıl sonra gerçekleşebilir; hiçbir delikanlının bu kadar beklemeye

tahammülü

yoktur;

Mabille’de yosmalarla polka oynıyan bu düşüncesizle­ rin kalbleri, para hesaplan yüzünden öyle kangren ol­ muştur ki evlenecek durumda olan bütün

gençler bu

meselenin iki şeklini de inceliyorlar, bilgi almak için


COUSIN PONS

109

binlere ihtiyaç bile duymuyorlar. Aramızda kalsın, Ma* demoiselle de Marville, taliplerinin kalblerini, akıllarını başlarından alacak kadar

ateşlemekten çok uzak! Bu

yüzden de hepsi kendilerini demin söylediğim evlenme aleyhindeki düşüncelere kaptırıyorlar.

Yükselmek hır­

sım doyurmak amaciyle kendine ilerisi için bir evıenme programı çizen aklı

başında ve yirmi bin frank

geliri olan bir gencin arzularına da Mademoiselle de Marville hemen hemen hiç uymuyor... Şaşırıp kalmış olan müzisyen: — Y a! neden? diye sordu. — Neden olacak, bugün bütün gençler, bizim iki­ miz gibi çirkin de olsalar, küstah oluyorlar, alacak­ ları kızın altı yüz bin frank gelirli, kibar aileden, çok güzel, çok zeki, çok iyi yetişmiş, kusursuz, mükemmel olmasını istiyorlar, azizim. — O halde çok güç evlenecek, benim kuzinim? — Anasiyle babası drahoma olarak Marville ma likânesini vermeğe razı olmadıkları sürece kuzininiz evi enemez; onu gözden çıkarmış

olsalardı,

şimdiye

dek Mademoiselle de Marville Kontes Popinot olurdu.. Monsieur Bruııner geliyor, bırakalım bu konuyu, çünkü Brunner şirketinin mukavelesi ile evlenme

mukavele­

sini okuyacağız... Tanıtma ve kutlama işleri bitince, ana baba tarafın­ dan mukaveleyi imza etmeğe çağırılan Pons, mukavele­ y i baştan sonuna kadar dinledi; saat beş buçuğa doğ­ ru da yemek salonuna geçildi. Yemek, eden tüccarların verdikleri o mükellef

ticarete veda ziyafetlerden

biriydi; bu yemek de Rhin oteli sahibi Graffın, Paris'­


COUSIN PONS

110 teki büyük

bakkallarla

olan münasebetini de açıldı*

yordu bir yandan. Ne Pons, ne de Schmucke böyle bir ziyafeti ömürlerinde görmemişlerdi. İnsanın aklını oy­ natacak kadar güzel şeyler yediler: görülmemiş nefaset­ te erişte; çok güzel

kızartılmış

istirangilos, gerçek

Cenevre salçaşiyle hazırlanmış bir Cenevre balığı ve Londra’da icat ettiği söylenen doktoru bile şaşırtacaı kuru üzümlü İngiliz pastası için krema; sofradan a«cşam saat onda kalktılar. İçilen Rhin ve Fransız şara­ bının miktarı yüksek sosyete

mensuplarını

hayrette

bırakırdı; çünkü kendilerini kaybetmeden Almanların ne kadar çok içki içtiklerini pek az kişi bilir. Bunur için, Almanya’da yemek yemeğe gitmek, şişelerin. Ak deniz’in güzel bir plajında dalgaların

birbirini kova

laması gibi biribiri arkasından geldiklerini ve sanki Alınanlarda süngerin ya da kumun emici kudreti var­ mış gibi bu şişelerin boşaltıldıklarını görmek gerekir; yalnız bunu ahenkli bir şekilde içerler, gürültü etmez­ ler Fransızlar gibi; konuşma, bir tefecinin sözleri gibi mâkul kalır; yüzler, Comelius’un10* ya da Schnor'un10* fresklerindeki nişanlıların

yüzleri gibi, yani belli be­

lirsiz kızarır; hâtıralar da, bir piponun

dumanı gibi,

yavaş yavaş saçılır. Saat on buçuğa doğru, Pons’la Schmucke,

kimin

açtığını bilmeksizin duygularını, düşüncelerini ve acıla­ rını birbirlerine anlatır bir halde kendilerini farkında 1 5 4 0 104 Cornelius: Alman ressamlarından. Büyük fa ­ kat akademik ve soğuk bir tarzda freskler yapmıştır. (1788-1867). 105 Schnor: Diğer bir Alman ressamı. (17941872).


COUSIN PONS

olmadan

bahçede, bir kanape

yanında

buldular. Bu- karışık

Wilheim

sarhoşluğun

111

üstünde eski flütçünün dertleşme

verdiği bir

ortasında

belagatla, nem de

ısrarla Fritz’i evlendirmek arzusundan söz etti. Pons, Wilhem*in kulağına: — Dostunuz Brunner için şöyle bir kıza ne der­ siniz? diye sordu: sevimli, akıllı uslu, yirmi dördün de, çok seçkin bir aileye mensup, babası da yüksek biz memur... Yüzbin franklık bir drahoması* ilerde de ay-, rica bir milyon için umutlan v a r _ — Durun, dedi F ritz’e!

Schwab,

hemen

şimdi açayım

İki müzisyen, Brunner ile dostunun bahçede dönüp dolaştıkları, gözlerinin önünden gelip geçtiklerini, şıra ile konuştuklarını gördüler. Başı biraz dumanlı olanb tüm sarhoş olmamakla beraber, oranında fikirlerinde

kafasındaki

ferahlık bulunası

ağırlık

Pons, Fritz'i

şarabın yarattığı o berrak sis tabakasının arkasından inceledi, onun yüzünde hısımlarının mutluluğunu Bağlı­ yacak arzular görmek istedi. Biraz sonra, Schwab dos­ tunu, yani

ortağını Pons’a

tanıttı; genç de ihtiyara

kendisini düşünmek zahmetinde bulunduğu için teşek­ kür etti. Aralarnda bir konuşma başladı; Schmucke’le Pons, bu iki bekâr, evlenmeyi şişirdiler ve kötü bir ni­ yetleri olmaksızın şöyle cinaslı bir söz ettiler: "Erke­ ğ in

sonu budur.” 106

Müstakbel

evlilerin

müstakbel

Apartmanında dondurma, çay, punç ve pastalar sunul-

106 Bu sözle onlar "insanın gayesi budur.” demek istemişler, ama yazar bu sözün "insanın mahvı” demej$e geldiğini de ima ediyor.


112

COUSIN PONS

dıığu sırada, ortağı gibi, banka hissedarının da evlen­ meye karar verdiği öğrenilince, bu sayın tüccarların neşesi doruğuna çıktı. Pons ile Schmuckc, bu dünyadaki şeylerin ahenk­ li tertipleri üzerine binlerce fikir yürüte yürüte bulvar* lardan geçerek, sabahın ikisinde evlerine döndüler. X X II Pons başbnmn karısına bir yelpazeden daha değerli bir şey götürüyor Ertesi sabah, kötülüğe iyilikle

karşılık ver men ;n

büyük sevinci içinde Pons Madame de Marvılle’in evine gitti. Zavallı güzel ve aziz ruh!... Yüceliğin doruğuna vardı o elbette, bunu herkes kabul eder, çünkü, öyle bir yüzyılda yaşıyoruz kı Montyon ödülü sadece ödev­ lerini Incil'in emirleri gereğince yapanlara veriliyor. Choiseul sokağının köşesini dine: — Oh! diyordu,

dönerken kendi kun

k&selislerine çok

büyük

şeyleı

borçlu olacaklar! Duyduğu sevince kendisini daha az adam, yüksek sosyeteden bin,

kaptıran b^r

kuşkulu bir insan, bu

eve yeniden gelince, ana kızı gözden geçirirdi; ama bu zavallı müzisyen çocuktu, sanatta yalnız

güzele inan

dığı gibi hayatta da ahlâk güzelliğinden başka bir şe ye inanmıyan saflık örneği bir artisti; Cöcile’in ve an­ nesinin hoş sözlerine bayıldı kaldı. On iki yıldır tiyat­ roda gözlerinin önünde bir yığın vodvil, dram ve kome­ di oynandığım gören bu adamcağız, toplum komedisi­ nin sırıtmalarım fark edemedi, oysa, bütün bunlara tam


COUS1N PONS

113

,anlamıyla kanıksamıştı. Paris sosyetesinde sık sık bu­ lunanlar, yalnız itibara düşkün, namuslu

görünmeye

karşı teşne olan Madame de Marvılle’in ruh ve vücut kuruluğunu, yalancı dindarlığını, evinde kumanda et­ meğe alışmış kadınlarda görülen kibirini

görüp aulı-

y&nlar, yaptığı hareket yüzünden mahçup duruma düş­ tüğünden bu yana kocasının kuzenine nasıl gizli bir hınç beslediğini tasavvur edebilirler. Bu ile kızın ettikleri bütün

iltifatlar

sebeple, ana

arkasında, pusuya

yatmış dehşetli bir öc alma arzusu gizliydi elbette. Ha­ yatında ilk kere Amâlie, yönettiği kocasının karşısın­ da haksız düşmüştü; nihayet, bu yenilgeye sebep oiaıı adama karşı sevimli

görünmek

zorundaydı!... Ituna

benzer bir durum ancak kardinallerin kutsal meclisinde ya da tarikat şeflerinin

toplantısında, yıllarca süren

bazı iki yüzlülükte görülür. Saat üçte, başkanın adliyeden döndüğü anda, Pons, Monsieur Frâderic Brunner ile olan tanışmasından doğan

fevkalâde durumun bir

gün önceki ancak sabahleyin sona eren ziyafetin ve sözü edilen Frâderic Brunner’Ie ilgili hususların hikâ­ yesini yeni bitirmişti. Cecile sağa sola sapmadan doğ­ ruca işin ruhuna gitmiş, Frâdâric Brunner’in giyinişi, boyu poşu, tavırları, saç ve gözlerinin renkleri hak kında bilgi istemiş, Freddric’in seçkin bir hali olduğu­ nu kestirince de, cömertliğine hayran olmuştu. — A cı günlerinde

dostu olan

gence beş yüz bin

frank verdi ha!... Oh! anne, arabam da, Italiens tiyat­ rosunda locam da olacaka. Genç kız, annesinin kendisi hakkındaki bütün ta­ savvurlarının gerçekleşeceğini, artık

ümidini kaybet­

8


COUSIN PONS

114

miş olduğu durumların hakikat

olacağım düşününce^

güzelleşti sanki. Annesine gelince, o 9u sözü söyledi sadece: — Benim sevgili minik kıtım ,

on beş gün içinde

gelin olabilirsin. Bütün anlar, yirmi üç yaşındaki

kızlarına minik

kızım derler! Başkan: — Yalnız gene hakkında bilgi edinmek için zaman gerek, dedi; ben kızımı öyle mem...

her önüne

gelene vere­

Yaşlı sanatkâr: — İş ona kalırsa kolay, dedi,

mukaveleleri B er-

thier yaptı. Delikanlıya gelince, sevgili kuzinim, kır* yaşını aşmıştır, başının yansı da saçsızdır. Aile kuca­ ğında, fırtınalara karşı istiyor, ben de engel

sığınacak bir liman bulman

olmadım;

herkesin

zevki ken­

dine... Başkan sözünü kesti. — iyi ya işte! O takdirde Monsieur Frederic Brunnerii görmek daha çok gerekiyor. Ben kızımı hastalık^ iı birine vermek istemem. — O halde, kuzinim, benim delikanlı hakkında ki. hükmü isterseniz beş gün sonra

kendiniz verirsiniz;

çünkü sizin fikir edinmeniz için bir görüşme yeter... Cecile ile annesi çok hoşnut olacaklarını açıklıya» bir harekette bulundular. Pons sözlerine devamla: — Çok titiz bir koleksiyoncu olan Frederic, küçük koleksiyonumu kendisine birer birer

göstermemi rica.


COUSIN PONS

ııs;

etti benden, dedi. Benim tablolarımı, antika eşyalarımı hiç görmediniz; siz de gelin; dostum Schmucke’ün mi­ safirleri gibi davranırsınız;

böylece,

mahçup olacak

bir duruma düşmeden, müstakbel damadınızla tanışmışolursunuz. Frederic de sizin kim olduğunuzu bilmez. Başkan: — Çok güzel! dedi. Eskiden küçük görülen parazite ne iltifatlarda bulu­ nulduğunu kestirmek güç değildir. O gün, zavallı adam,. Madame de Marville'in kuzeni oldu. Mutlu anne, hıncı­ nı sevincinin dalgalarına gömerek öyle

bakışlar, gü­

lümsemeler ve sözler buldu ki adamcağız yaptığı iyilik ve göreceği karşılık yüzünden

saadet

Brunner’in, Schwab*m, G raff’ın

içinde yüzdü

evlerinde, mukavele

imza edildiği gün yenen yemekler gibi

yemekler xbul-

mıyacak mıydı? Şimdiden bolluk içinde bir hayat, bir­ biri ardından gelen nefis yemekler, mide için tatlı sür­ prizler, eşsiz şaraplar görüyordu I Pong gidince, başkan: — Böyle bir evlenmeyi kuzenimiz Pons bize sağ­ larsa, diyordu

karısına, orkestradan

aldığı

parayaı

eşit bir gelir bağlamalıyız ona. — Elbette, dedi karısı. Ertesi gün, M. Frederic

Brunner'in parası hak­

kında gerçek bilgiler edinmek ıstiyen başkan, noterir» evine gitti. Madame de Marville tarafından daha önce haberdar edilen Berthier, yeni müşterisini, eski flütçü, yeni banker Schvvab'ı getirtmişti. Dostu için bu kadar önemli bir evlenmeden gözleri

kamaşan Schwab (A l­

manların sosyal farklara ne kadar saygı

besledikleri


COUSIN PONS

916

herkesçe bilinir! »mesleğine

göre

Almanya’da bir Madame general,

kadına

kocasının

Madame müşavir,

Madame avukat diye hitabedilir) bu işte satıcıyı kan­ dıran bir antika meraklısı kadar uysal davrandı. Cecile'in babası Scbwab*a: — Her şeyden önce, Marville malikânemi mukave­ leye yazarak kızıma vereceğim için, onu drahoma esa­ sına107 göre evlendirmek isterim, dedi. Bu demektir ki Monsieur

Brunner, Marville’i

genişletmek

amaciyle,

ttoprak alımı için bir milyon ayıracak; böylece drahoma olarak bir malikâne kuracak, bunlar da kızımın ve ço­ cuklarının geleceğini bankanın şansına ^kurtaracak.

bağlamaktan

Berthier çenesini okşıyarak içinden: — Başkan dehşet! diye düşündü. Schwab, drahoma esasına göre evlenmenin ne dennek olduğunu açıklattıktan sonra, dostu adına her şe­ y i kabul etti. Bu şart Fritz’in bir arzusunu da yerine (getiriyordu: onun ağzından bir daha yoksulluğa düşnnesini önliyecek bir durum bulmak dileğini duymuştu. Başkan: — Şu anda bir milyon iki yüz bin franka bir çift» ’liklfc otlağı satılıktır, dedi. Schwab: — Bizim şirketin

durumunu

mezdinde kuvvetlendirmek için,

Fransız

Bankası

bankanın bir milyon­

duk hissesi yeter, karşılığını verdi; Fritz, banka işleri­ me iki milyondan fazla Koymak niyetinde değil; iste­ diğinizi yerine getirir, sayın başkan. 107

Drahoma esası: 117 inci açıklamayı okuyunu2.


COUSIN PON6

ıır

Başkan bu haberieri karisiyle kızına bildirince ıkb kadını sevinçten âdeta deli etti. Şimdiye dek hiçbir za­ man böyle bu kadar zengin bir av, evlenme ağına bu* kadar kolayca düşmemiştir. Baba, kızına: — Madame Brunner de Marville olacaksın, dedi.. Çünkü kocan ıçm bu adı kendi adına elde edeceğim; daha

sonra Fransız

katmak iznini' vatandaşI1ğmat

kabul ettiririz. Senatör olursam bir gün. yerimi oııaı bırakırım! Madame de

Marville

kızını

hazırlamak için beş-

gün harcadı. Tanışma güniı Cecıle’i kendisi giydirdi., onu elleriyle, mavi donanma amiralinin, İngiltere Kra­ liçesi Almanya’ya seyahate çıktığı zaman, gezinti ya­ tını hazırlarken gösterdiği dikkatle süsledi, hazırladı. ö te yandan, Pons ile Schmucke da Pons’un müzesi­ ni, dairesini, mobilyesini, amiral gemisini yıkıyan tay­ fanın çevikliği ile sildiler, süpürdüler. Tahta eşyanın* oymaları arasında bir zerre toz kalmadı. Bakırlar pı­ rıl pırıl parlatıldı. Pastel tabloların üzerindeki cam­ lar, Latour’un,10 *108* Greuze’ün ve ah! ne yazık ki, çok, 6 sürmemiş olan pastel sanatının bir mucizesi olan Çukulntacı ktz adlı tanınmış eserin senatkân Liautard’ı108* net olarak aksettiriyordu. Florana tarzı tunç heykelle' rin, taklidi imkânsız

minalan pırıl pırıl

parlıyordu.

Renkli camlar o ince renkleriyle ışıldıyordu. İkisi d e 106 Latour: Pastel portreleri ile ün salmış biır Fransız Ressamı. (1704 -1788). 108 Liautard: İsviçreli pastel, minyatür ressama (1702-1789).


COUSIN PONS

118 şair ruhlu olan -şaheserler

müzisyenler

topluluğu

tarafından

düzenlener-

ortasında, her şey-, kendi şekli

»içinde parıldıyor, ruha h'itabediyordu. X X III B ir Alman fik ri Sahneye girm e

güçlüğünden

kadar usta olan kadınlar,

kaçınmasını bilecek

delikanlıdan önce geldiler,

alana alışmak, hâkini olmak istiyorlardı. Pons, dostu •Schmucke’ü, hısımlariyle tanıştırdı; zavall Alman, ka­ dınlar üzerinde bir budala etkisi

bıraktı.

Akılları f i ­

kirleri dört milyonu olan bir isteklide olduğu için bil­ gisiz kadınlar, Pons’cuğun artistik açıklamalarına pek öyle kulak vermediler. Petitot’nun110 pek güzel üç çer çeve içinde ve kırmızı kadife üstüne aralıklı dizilmiş ırfnalarına ilgisiz bir gözle

baktılar. Van Huysum-

« n , 111 David de Heim'in112* çiçekleri, Abraham Mignon'unll !

böcekleri, Van Eyck,

Albert

Durer,

Cranach,

•T.iorgione, Sâbastien del Piombo, Backuysen,114 Hobbeana, Gericault gibi üstadlar

elinden çıkmış,

resmin

« o Petitot: Cenevre'de doğmuş mina ressamı<1607 -1691). 111 Van Huysum: Ünlü Holândalı ressamlar­ dan. (1682-1749). 118 David de Heim: Ünlü Holândalı ressamlar­ dan. (1600-1674). us Abraham Mignon: Bu da öteki iki ressam gibi yemiş ve çiçek resmeden Belçika’lı bir ressam. (1631-1709). 114 Backuysen: Holânda ekolünden ünlü bir res­ sam. (1631-1709).


COUS1N PONS

119

az görülür şaheserleri, hiçbirşey onlarda merak uyan­ dırmıyordu; çünkü, bu zenginlikleri aydınlatacak gü­ neşi bekliyorlardı;

bununla beraber,

mücevherinin güzelliğine,

birkaç

Etrüsfc.

tabakaların gerçek değerle­

rine şaştılar. Florans bronzlarını

ellerine alıp lütfen»

heyecanlandıkları bir sırada, Madame Cibot Monsieuv Brunner’in geldiğini haber verdi! Geriye dönmediler, delikanlıların

arşından anka kuşu gibi beliren genci

incelemek için, oymalı abanos ağacından çerçeveli büyük nefis bir Venedik aynasından faydalandılar. Wilhelm

tarafından her şeyden

Frederic, başında kalan saçlan bir

haberdar edilen. araya toplamıştı.

Ayağında, koyu fakat tatlı renkli bir pantalon, sırtmda son derece zarif, modaya uygun

ipekli kumaştan*

bir yelek, Holânda’nın Frise şehrinde bir kadın tara­ fından elle yapılmış kumaştan delikli bir gömlek, boy­ nunda da beyaz çizgili mavi bir boyunbağı vardır. Sa­ atinin zinciri ile bastonunun baş tarafı Florent ve* Chanor atelyesinde yapılmıştı. Elbiseye gelince, Graff baba onu kendi eliyle en güzel kumaştan dikmişti İs­ veç eldivenleri daha önce annesinin parasım yiyip bi­ tirmiş olan adamı meydana vuruyordu. Bayanlar de­ likanlının Normandie

sokağına gelişinde

arabasının

çıkardığı gürültüyü işitmemiş olsalardı bile, yalnız ci­ lâlı çizmelerinin parıldamasına

bakarak onun iki atlı

alçak araba ile gelmiş olduğunu kestirirlerdi. Yirmi yaşında bir mirasyedi, bir banker konçasK olursa elbetteki kırk yaşında, kılı kırk yaran bir incele­ yici olarak açılır; kaldı ki Brunner, inceleme

konu­

sunda, Alman saflığından ne kadar yararlanabileceği ni anlamış bulunuyordu, O sabah için, aile

hayatına*.


'*İ20

COUSIN PONS

girmek ya da bekâr hayatına devam etmek arasında •bulunan dalgın bir adam hali takındı.

Fransızlaşrruş

’ bir Almanda, bu hal, Cecile’e romaneskliğin en üst de­ recesi gibi göründü. W irlaz'lann çocuğunda Werther’î ■buldu. Evlenme hikâyesinden küçük bir roman yarat­ mamış bir genç kız var mıdır? Brunner, ^ m s ’un mut* du bakışları önünde kırk yıllık bir sabırla bir araya «getirilmiş olan bn gözalıcı eserlerin -Tan duyup onlara ilk kere değerlerini

karşısında heyeverince. Câclle

kendini kadınların en bahtiyarı olarak gördü. Matdennoiselle de Marville içinden: — Şair bir adam! dedi. Burada

milyonlar görü-

,yor. Bir şair parasının hesabını tutmaz, servetinin yö­ netim ini karısına bırakır; idaresi ve şununla bununla -oyalanması kolay olur. Müzisyenin odasındaki pencerenin her camı renkli bir İsviçre camı idi; en ufağı bOe bin frank eden ve 'bugün bir yığın meraklı seyyahın peşinden koştuktan 'bu şaheserlerden orada on altı tane vardı. 1815 de, bu >camlar altı ile on frank arasında satılıyordu. Bu tan­ rısal koleksiyonu meydana getiren ve hepsi de hakiki, ‘kopya edilmemiş birer şaheser olan altmış

tablonun

fiatı, ancak artırma ile yapılacak satışın ateşli coşkun­ luğunda meydana çıkabilirdi. Her tablonun etrafında büyük değeri olan her çeşitten bir çerçeve göze çarpı­ yordu, tngilizlerin bugünkü yemek takımlarındaki süs­ le r i andıran kaba süslü Venedik çerçeveleri; artistle­ r in fla fla ! dedikleri şeyle dikkati çeken Romen çerçe­ v e le ri; fazla ileri gitmiş dallı

nakışlan ile İspanyol

«çerçeveleri; sâf inşa resimleri ile süslü

Flaman ve

-A iman çerçeveleri; kalayla, balarla, sedef ve fil dişi


1211

COUSIN HONS

ile işlenmiş sedef çerçeveler;

abanozdan, şimşirden,

bakırdan X III. X IV . XV. X V I. Louıs üslûbunda çer­ çeveler; kısacası en güzel

modellerden

meydana gel­

miş eşsiz bir koleksiyon. Dresde ve Viana hâzineleri­ nin bekçilerinden daha mutlu olan Pons, tahta sana­ tını

Mikelangelo’su

olan

meşhur

Brustolone’un11*"

bir çerçevesine de sahipti. Mademoıselle de Marvılle, her yeni izahat istedi haliyle. Bu harika yardımı ile tanımaya başladı. saf, Frederıc’tenbir

eşyaları

antika

içim

Brunner’îm

Şaşmalarında o kadar

tablonun,

bir heykeli,bir bron­

zun değerim öğrenmekten o kadar mutlu göründü ku Alman çözüldü, bir tesadüf

gibi

yumuşadı:

yüzü gençleşti,

hep de-

gösterilen bu Uk karşılaşışta, b er­

iki taraf da arzularından daha ileri gittiler. Bu ilk buluşma üç saat kadar sürdü. Merdivenden' rahat inmesi için Brunner Cecile'in elinden tutup yar­ dım etti. Kasten merdivenlerden yavaş yavaş inerken,, güzel sanatlardan konuşmaya devam eden C£cile, ku­ zen Pons’un bu abur cuburuna

nişanlısının çok değer-

vermesine şaştı. — Demek gördüğümüz bütün bu şeyler çok para» eder sanıyorsunuz, öyle mi? — Vallahi, Mademoiselle, kuzeniniz kolleksiyonunu< bana satmak istese, bu akşam sekiz yüz bin frank verir­ dim, hem de kötü bir iş yapmış olmazdım. Yanlız altmşv tablo satışa çıkarılsa, çok yüksek bir fiata giderdi.1 5 115 Brustolone: Dinsel konular, örneğin, tsa’jrr* haçta gösteren heykeller yapan ve kudretiyle Mikelan— gelo’ya yaklaşan bir heykeltraş. (1662 -1732).


COUSIN PONS

122

— Siz söylediğiniz için inanıyorum. Herhalde doğ­ rudur da; çünkü daha çok koleksiyonla ilgilendiniz! — O l Mademoiselle!... Bu siteme cevap olmak

üza *

«re, sizi tekrar görmek mutluluğunu tatmak üzere evi­ mize gelebilmem için annenizden müsaade istiyeceğım. Kzının peşi sıra gelen Madame de Marville, için'den: — Benim minik kızım az

kurnaz değil! diye dü­

zgündü. Yüksek sesle: — Cidden ıhemnun oluruz Monsieur, dedi. Umarım 'ki kuzenimiz PonS’la birlikte yemeğe gelirsiniz; sayın ’ başkan

da

sizinle

tanışmaktan

çok

hoşnut

-Kuzen, teşekkür ederim. Pons’un kolunu öyle anlamlı bir şekilde

olur,

çimdik­

le d i ki: “ Bu aramızda Ölüm kalım meselesidir!’* cüm­ lesi bile bu kadar kuvvetli olamazdı. “ Kuzen, teşekkür -ederim,” cümlesi ile birlikte Pons*u

gözleriyle okşadı

sanki. Genç kızı arabaya yerleştirdikten, kira arabası da •Charlot sokağında gözden kaybolduktan sonra, Brunner antika eşyadan, Pons’sa evlenmeden söz ettiler. Pons: — Demek sizce hiçbir sakında yok? dedi. Brunner: — Küçük, basit bir şey, anne de biraz soğuk, k#Hbirli... görüşürüz bakalım, karşılığım verdi. Pons: — Gelecekte büyük bir servet var„. Bir milyon<dan fazla... dedi. Milyoner:


COliSIN PONS

123

— Pazartesiye görüşürüz, diye onun sözünü kes­ ti. Tablo koleksiyonunuzu

satmak isterseniz# beş alta

yüz bin frank veririm... Kendisini bu kadar zengin sanmayan adamcağız. — Y al diye bağırdı: ama tek

mutluluğum

olan

bu eserlerden ayrılamam ki... koleksiyonumu ölümüm­ den sonra teslim etmek şartı ile satabilirim ancaa. — iy i ya, görüşürüz... Kafasında evlenme işinden başka şey olmıyan ko­ leksiyoncu: — Bir taşla iki kuş avlıyoruz, dedi. Brunner Pons’a veda etti, göz kamaştırıcı araba­ sına binerek gözden kayboldu. Pons, kapının eşiğinde piposunu içmekte olan R6monencq'e dikkat

etmeden

arabanın arkasından baka kaldı. X X IV Boş hayaller Baha o akşam, Madame de Marvİlle, akıl danışmak için gittiği kaynatasının evinde Popinot ailesini bulcu. B ir ailenin oğlunu kendisine damat edemediği zaman bir annenin kalbinde haliyle bulunan küçük bir hıncı doyurmak

arzusu ile, Madame de Marville,

Câcile'e

bulunmaz bir eş sağladığını dokundurdu. Bütün du­ daklarda dolaşan soru şu oldu: "Cecile kiminle evle­ niyor acaba?” Bunun üzerine, Madam de Marville, sır­ rını meydana

vurduğunu

farketmeden, o kadar çok

şey söyledi, şunun bunun kulağına, bir taraftan da Ma­ dame Berthier’in doğruladığı o kadar çok şey fısıldadı


COUSIN PONS

124

kı, Fons’un evlerinde yemek yediği burjuvaların çev­ resinde, şunlar söyleniyordu ertesi gün: “ Cecile de Marville, sırf insanlara yardım etm**k düşüncesiyle banker olan genç bir Alman ile evleniyor: çünkü delikanlı dört milyonu olan bir zengin; tam bir roman kahramanı,

gerçek bir Werther, sevimli' iyi

kalbli, çılgınlık çağlarını geçirmiş, Cdcile’e de çılgınca vurulmuş, görür görmez alevlenen bir aşka tutulmuş, sonra bu aşk o kadar da emin ki Ctcile’ in bütün ra­ kipleri, Pons’un tablolarındaki boyalı kadınlardan iba­ ret vesaire, vesaire...” Daha ertesi gün, bâzı kimseler, sırf altın dişin11* devam edip etmediğini öğrenmek amaciyle

başkanın

karısını tebrike geldiler. Madame de Marville, Madarue de Chiffreville’e şu alkışlanmaya değer değişik sözleri söyledi ki anneler bu sözlere, tıpkı

eskiden Dantinut

kitabına başvurulur gibi başvurabilirler: — Pir evlenme belediye ve kiliseye gidip oradan dönülmeyince olmuş bitmiş sayılmaz, bizse henüz ko­ nuşma devresindeyiz;

onun için, bu

orada burada söz açmarâanızı

ümitlerim izden

dostluğunuzdan

bekle­

rim... Madame Chiffreville: »ıe Altın diş; X V I n a yüzyılın sonlarına doğra Almanya’da büyük bir hâdise olmuştu: bütün dişleri düşen yedi yaşında bir çocuğun ağzında altından kir azı dişi çıktığı haberi etrafa yayıldı. Her taraftan görmek için koşuldu. Hattâ yanılan bilginler bile oldu. Ama bir kuyumcu dişin fil dişinden olduğunu ve üs­ tüne pek ustaca bir altın yaprağın yapıştırılmış oldu­ ğunu ispatladı. Balzac bu olayı ima ediyor.


CCHJSIN PONS

125

— Size ne mutlu, Madame dedi. Bu günlerde kız evlendirmek o kadar güç k i!— — Ne diyelim! Bir tesadüf işte; ama evlenmeler çoğu zaman böyle olur. Madame Cardot: — Demek Cecile’i başgöz ediyorsunuz? dedi. Başkanın karısı demek kelimesindeki iğneyi sezerek: — Evet öyle, dedi.

İstediğimiz şeyler

çoktu; bu

yüzden de Cöcüe’in evlenmesi gecikiyordu. Ama şiıtıdı bütün istediklerimizi buluyoruz: asalet, iyi huy ve ya­ kışıklı erkek. Benim sevgili minik kızım da bunlara lâ­ yıktı. Monsieur Brunner sevimli, seçkin halleri olan bir delikanlı; debdebeyi seviyor, hayatı tanıyor, Câcile’e çıl­ dırıyor, onu içten gelen bir aşkla seviyor; Ceeile de. üç dört milyonuna rağmen, kabul ediyor onu... Bizim bu kadar yükseklerde gözümüz göz çıkarmaz...

(Madame

yoktu, ama... fazlası

Lebas’ya

da) - Bize karar

verdiren paradan ziyade kızımın ateşlediği sevgi olu­ yor, dedi. Monsieur Brunner o kadar aceleci ki nikâ­ hın kanuni süre içinde olup bitmesini istiyor. — Bir yabancı mı bu? — Evet, Madame, yalmz şunu itiraf edeyim, ben çok hoşnudum. Hayır, hayır, bir damadım değil, bir oğlunı •olacak, Monsieur Brunner’in insanı gerçekten büyüle­ yici bir inceliği var. Drahoma esasına göre117 evlen­ mekte gösterdiği direnmeyi tasavvur edemezsiniz— Bu usûl aileler için büyük bir emniyettir. Günün birinde 117 Drahoma esası: Kadının getirdiği çeyizi oldu­ ğu gibi saklamak ve boşanma olursa, bu çeyizi olduğu­ mu gibi geri vermek.


126

C0U SIN PON5

Marville malikânesine katılmak üzere bir milyon iki yüz bin franklık toprak satın alıyor. Ertesi gün, bu konu üstünde daha başka şeylez 3öyledi. örneğin. Monsieur Brunner büyük bir senyördü, bunu her hareketinde ortaya koyuyordu; hiç para­ ya bakmıyordu; bir de, Monsieur de Marville ona büyük vatandaşlık hakkını116 elde edebilirse (Bakan onun ha­ tırı için ufacık bir kanundan kaçmaz herhalde), damat senatör de olurdu. Monsieur Brunner’in ne kadar pa­ rası olduğu bilinmiyordu, Paris’in en güzel atlan , en yüzel arabası onda id i; daha başka başka neler... Camusot’ lann umdukları şeyleri böyle ilân etme*, ten duydukları zevk, bu zaferin ne kadar beklenmedik bir olay olduğunu meydana vuruyordu. Kuzen Fons’un evindeki buluşmadan hemen son­ ra, karısının ısrarı ile Monsieur de Marville Adalet Ba­ kanına, kendi birinci Başkanma ve Savcıya, damatla­ rın en kıymetlisini takdim gününde evine yemeğe gel­ melerini kabul ettirdi. Bu üç büyük kişi, her ne ka­ dar kısa bir zamanda davet

edilmişlerse de, daveti

red etmediler; aile babasının kendilerine nasıl bir rol oynatacağını anladılar, ona zevkle yardıma koştular. Fransa’da zengin bir damat avlıyan ailelere seve seve yardım edilir. Kont ve Kontes Fopinot, bu daveti çiy bir hareket olarak görmekle beraber, o günün parlak­ lığını tamamlamaktan da geri

Kalmadılar. Sonunda

on bir kişi oldular. Cecile’in büyük babası ihtiyar C&116 İki çeşit vatandaşlık hakkı vardı: birinde mili! haklar tanılıyor, fakat seçilme hakkı ta.ninmiyi.rdu. Büyük vatandaşlıkta bu hak da vardı.


COUSIN PONS

127

musot ile karısı da, gayesi M. Brunner’i kesin olarak bağlaman

olan bu

toplantıdan eksik

kalamazlardı:

Monsieur Brunner, önce de görüldüğü gibi, Almanya’­ nın en zengin sermayedarlarından biri, zevki olan bir kimse (m inik kızlarını sevmesinden belli) Nucingen'lerin, Keller’lerin, du TilletHerin ve daha

başkalarının

müstakbel rakibi olarak gösterilmiştir.110 Madame de Marville daha şimdiden rak gördüğü

adama davetlilerin

damadı ola­

adlarını söylencen

iyice hesaplanmış bir sadelikle: — Bu bizim kabul

günümüzdür; yalnız içli dışlı

olduğumuz kimseler var, dedi, ön ce biliyorsunuz, ya­ kında senatör olacak olan

kaynatam; sonra kont ve

kontes Popinot; oğullan CĞcile’le evlenebilecek- kadar zengin değil,

ama, dost

olmamıza engel

değil hu;

Adalet Bakanımız, birinci Başk&nımız, bir kelime ile söyliyeyim, dostlarımız... Biraz geç

yemek yiyeceğiz.

Meclis yüzünden». Oturum hiçbir zaman altıdan önce bitmez. Brunner anlamlı bir şekilde da: “ işte dostlarımız,

Pons’a baktı, Pons

dostlarıml...”

diyen bir adam

hali ile ellerini oğuşturdu. Başkanın kansı, usta bir kadın sıfata ile, C£cile’ı Weı*tehr’i ile bir

an yalnız

bırakmak için kuzenine

söyliyecek özel bir şey yarattı.

C6cile çok gevezelik

etti ve FredĞric’in, almanca bir sözlüğü, bir grameri, bir Goethe serisini görmesini Bağlıyacak şekilde dav­ randı; güya onları saklamıştı. 110 Nucingen, bankerin adlan.

Keller, du

Tillet:

Tanınmış üç


COUSIN PONS

128

Brunner kızararak: — A ! almanca mı öğreniyorsunuz? diye sordu Bu çeşit tuzakları

hazırlamak, sade Fransız ka­

dınlarına vergidir. Genç kız: — O ! Ne kötüsünüz! Böyle saklı yerleri karışçamak doğru değil. Monsieur. Goethe’yi aslından okumak istiyorum. Almancaya iki yıldır çalışıyorum. Brunner saf bir eda ile: — Demek grameri anlamak çok güç, daha on sahife bile kesilmemiş, dedi. Utanan Cecile yüzünün kızardığını saklamak için arkasını döndü. B ir Alman dayanamaz böyle hallere, Cöcile’i elinden tuttu, döndürdü ve ona h afif

şaşkına

dönen genç kızı geti

hâtıralar

Lafontaine’ın romanlarındaki

bırakan

nişanlıların

Auguste biribirine

baktıkları gibi baktı: — Çok hoşsunuz! dedi. Cecile eliyle: “ Ya siz! Sizi kim sevmez ki?" de* mek istiyen çapkınca bir harekette bulundu. Pons'la geri dönen annesinin kulağna: — Anne, işler yolunda! dedi. Böyle bir akşamda, bir ailenin gösterdiği manza­ ra anlatılamaz. Kızı için iyi bir kısmet bulan anneyi görmek herkesin hoşuna gidiyordu. Davetliler iki an­ lama gelen ya da iki tarafa dokunan kelimelerle teb­ rik ediyorlardı. Brunner anlamamazlıktan geliyor, Cöcile her şeyi anlıyor, başkan şundan bundan ilti­ fat bekliyordu. Cecile, Pons’un kulağına temkinli söz­ lerle babasının

kendisine

ölünceye dek

bin iki yüz

franklık bir gelir bağlamak istediğim alçak sesle soy-


COUSIN PONS

1ediğinde, yaşlı müzisyenin

129

bütün kam başına çııuı,

kulakları uğuldadı, tiyatrosunun sahnesi önündeki lâm­ baları görür gibi oldu; Brunner’ın kendisine zengin­ liği konusunda söylediği sözleri ileri sürerek bu lûtfu kesinlikle redetti. Bakan, birinci Başkan, Savcı, Popipno’lar, işi gü­ cü

olanların

hepsi

çekilip

gittiler.. Geriye

yaşlı

Camusot ile eski noter Cardot ve damadı Berhier’den başka kimse kalmadı. Zavallı Pons, kendisini aile çer­ çevesi içinde görünce, Câcile’in yaptığı teklif için baş­ kanla karısına beceriksiz bir dille miz kalbi insanlar

teşekkür etti. Te­

böyledir, içleri neyse

dışlan da

odur. Bu şekilde verilen gelirde mükâfat gibi bir şey sezen Brunner’ in, yahudi damarı adamın sağukluğunu bile aşan

tuttu ve hesabı bir düşünceli tavrım ta­

kındı Pons: — İster

kendime

aaklıyayım

.ister

dostumuz

Brunner’e devredeyim, koleksiyonum veya ondan gele­ cek para sizin olacaktır, diyor, bu suretle şaşmış kal­ mış olan aileye çok değerli şeylere sahip bulunduğunu Öğretmiş oluyordu. Brunner, yoksul sanılan bir adamın böyle birden­ bire zengin olduğunu söylediği zaman, bu bilgisiz in­ sanlarda ona karşı na6il bir davranış baş gösterdiğini dikkatle inceledi;

daha

Cecile’i anasıyla babasının

önce, evin göz bebeği olan nasıl

şımarttıklarını yine

böyle incelemişti; bunun üzerine bu sayın burjuvala­ rın şaşkınlıklarım,

afallamalarını

artırmaktan zevk

duydu:

9


COUSIN PONS

130

— Ben Monsieur Pons’un tablolanna verebileceğim parayı söyledim Mademoiselle’e ; eşi bulunmıyan sanat eserlerinin bugüıı kazandıkları değer düşünülürse, ar­ tırma ile satışta bu koleksiyonun yükseleceği miktan kimse kestiremez. Altmış

tablo bir mılvon eder, nen

elli bin edecek bir çoğunu gördüm orada™. Eski noter, Pons’a : — Sizin mirasçınız olmak hoş bir şey, dedi. Yaşlı müzisyen hısımlık duygusunda durarak: — Mirasçım, elbette kı kuzinim Cecile’dir, dedi. Pons'a karşı herkeste bir takdir hareketi belirdi. Cardot gider ayak, gülerek: — Mademoiselle çok zengin bir mirasçı

olacak,

dedi. Büyük’ baba Camosot, başkan, karısı, Cecile, Brunner, Berthier ve Pons baş başa bırakıldılar; çünkü Cecile'in resmen istenilmek üzere olduğu kestirildi. Ger­ çekten de, bu insanlar yalnız kalınca, Brunner, baş­ langıcı ana babaya hayıra alâmet gibi görünen sözlerle konuşmaya başladı.

Madaroe de Marville’e

dönerek:

— Anladığıma göre Mademoiselle bu evin bincik kızı.™ Madame de Marville gururla: — Evet, dedi. Pons Brunner'i desteklemek amaciyle: — Kimseden güçlük görmıyeceksiniz, diye ekledi. Brunner kaygılı bir hal aldı ve uğursuz bir sükût görülmedik bir soğukluk

yarattı. Sanki Madame de

Marville minik kızının saralı olduğunu

itiraf

etmiş

gibi idi. Başkan, kızının orada kalmasını yersiz bula­


COU5IN PONS

rak ona işaret etti-; Câcile bunu Brunner hiçbir şey söylemiyordu.

13* anlayıp dışan çıktı. Herkes

birbirine

baktı. Durum sıkıntılı bir hal aldı. Görgülü bir adam olan yaşlı Camusot, bir zorluk çıktığını sezerek. Pons un bulduğu yelpazeyi göstermek bahanesi ile. Almanı Madame de Marville’in odasına götürdü; oğluna, ge­ linine ve Pons’a verdiği bir işaretle kendisini müstak­ bel damatla başbaşa bırakmalarını istedi. Yaşlı ipek tüccan yelpazeyi göstererek: — O şaheser işte! dedi: Brunner onu evirip çevirdikten sonra: — Beş bin frank eder, dedi. Müstakbel senatör: — Monsieur, torunumu istemeye gelmemiş miydi­ niz? diye sordu. — Evet, onun için gelmiştim; hem hiçbir birleş­ me benim için bundan daha

şerefli

olamıyacağına.

inanmanızı rica ederim. Mademoiselle Cecile kadar ba­ na uygun düşecek, ondan daha güzel, ondan daha se­ vimli bir kız hiçbir zaman bulamam; ama... — Amaları bırakalım, Monsieur, ya da amaları­ nızın nedenıeye geldiğini anlıyalım hemen. Brunner ağırbaşlılıkla: — Monsieur, dedi, iki tarafça da bu işi çok ileri, götürmemiş olmamıza seviniyorum. Çünkü, ben hariç, herkes için çok değerli olan ve inanın ki şimdiye kadar' da ne olduğunu

bilmediğim

biricik kız olma niteliği

benim gözümde aşılması imkânsız bir engeldir. Afallıyan ihtiyar: — Anlamadım, Monsieur, dedi. Büyük yaran olan, bir hal sizin için bir kusur mu oluyor? Hareketiniz:


132

COUSIN PONS

.gerçekten çok acaip, bunun nedenlerini öğrenmek is* iterdim. Alman soğuk soğuk: — Monsieur, dedi, bu akşam buraya sayın baş­ kanda n kızım istemek niyeti ile gelmiştim.

Mademoı*

selle Cecile'in servetimden kabul etmeğe razı olacağı miktarı sunarak ona parlak bir gelecek sağlamak ar .zusunda idim; yalnız, biricik kız, ana ile babanın her •dileğini yerine getirmeğe

alıştırdıkları,

muhalefetle

hiç karşılaşmamış bir evlâttır. Bu evde de olay daha •önce birçok ailelerde gördüğümün aynı: bu çeşit tan­ rılara karşı taparcasına bir sevgi gösteriliyor, tş yal­ nız torununuzun bu evde böyle bir tanrı olmasiyle bit­ miyor, Madame de Mraville de sanki evin erkeği, bü­ tün kumanda elinde. Ben babamın evinin bu sebeple cehenneme döndüğünü gördüm. Bütün başı olan övey anam ana

babasının

felâketlerimin biricik kızı, on­

larca tapılırcasma sevilen bir evlât ve nişanlıların en sevimlisi iken, evde şeytan kesildi. Mademoiselle C&«cile'in bu konuda bir istisna olduğundan şüphem yok; ama ben artık genç sayılmam, kırk yaşındayım, ara­ mızdaki yaş farkı, annesince her şeyin yerine getiril­ mesine ve ağzından çıkan herşeyin onca bir tann buyuruğu gibi kabul

edilmesine

alışmış bir genç kızı,

bahtiyar etmeye elverişli olmıyan

güçlükler doğurur

Mademoiselle CĞcile’in fikirlerinde ve alışkanlıklarında •değişiklik istemeye ne hakkım olabilir? En küçük he­ veslerine dek herşeye evet diyen bir anne, bir baba .yerine, kırklık bir adamın bencilliği ile karşılaşacak; o direnirse, ben yenileceğim. Dürüst bir insan gibi dav­ ranıyor, bu işten vazgeçiyorum. Sonra, neden bu eve


COUSIN PONS

bir daha gelmediğimi

133

açıklamaya ihtiyaç duyulursa,

beni feda edin, beğenilmediğimı söyleyin, benim dileğim bu... — ileri sürdüğünüz nedenler olsalar, doğrudurlar.

bunlarsa, acayip te-

Brunner onun sözünü hemen keserek: — Sözlerimin

doğruluğundan

şüphe

etmeyin»

Monsıeur, dedi. Çok çocuğu olan bir ailede yoksul bir kız, ama iyi eğitim görmüş, parasız ve huyu emniyer ▼eren bir kız

tanıyorsanız, derhal

evlenirim onunla,.

Fransa'da böyleleri çok bulunur. Bu sözleri izleyen sessizlikten, sükûttan yararlana­ rak Brunner büyük babayı bıraktı, salona döndü, baş­ kan ve karısını

nezaketle

selâmlıyarak

çıktı gitti

Werther’inin selâmındaki açık anlam üzerine Cecile b ir ölü gibi sarardı; annesinin dolabına saklanmış, her şe­ yi duymuştu. Annesinin Kulağına: — Reddedildim! dedi. Ne diyeceğini bilmiyen kaynatasına, Madame d e Marville: — Sebep ne? diye sordu. — Güzel bir bahane:

biricik

çocuklar şımarık,

olurlarmış. (Yirm i yıldan beri canını sıkan

gelinini

haşlamak için bu fırsattan yararlanarak) pek de hak­ sız değil, diye ekledi. Madame de Marville kızını kendisine doğru çeke­ rek Pons’a: — Kızımı öldürür bu! Onun canına da siz kıymış olacaksınız, dedi. Cecile de annesinin

kollarına atıla­


COUSIN POıNS

134

rak bu sözlerin haklı olduğunu ispat etmeyi

yerinde

■bir iş buldu. Başkan ve karsı CGcile’i bir koltuğa sürüklediler; iğrenç kız orada, bayılma işini tamamladı. Büyük baba .zile bastı. XXV Suçlandırılan Pons ö fk e saçan anne, zavallı Pons’u göstererek: — Rezaleti, bu adamın düzenlediğini

anlıyorum,

«dedi. Pons sanki kulaklarında mahşer gününde çalına­ cak borunun sesini duymuş gibi ayağa kalktı. Gözleri sanki birer Öfke çeşmesi kesilen Madame -de Marville: — Bu adam günahsız bir şakaya bir rezaletle kar­ şılık vermek istedi, dedi. Bu Almanın aklı başında ol­ duğuna kim inanır? Y a pis bir öcalmada suç ortağı­ dır, ya da çılgının biri...

Monsieur Pons,

umarım ki

bundan böyle utanç ve şerefsizlik getirmeye çalıştığı­ mız bir eve ayak

basmaz, sizi görmekten

kurtarırsı­

n ız bizi. Heykel gibi donup kalmış olan Pons, halıdaki süs­ lere gözlerini dikmiş, baş parmaklarını döndürüyordu. Madame de Marville geriye döndü. — Hâlâ

duruyor

musunuz,

nankörlük

örneği

mdam? diye bağırdı. Pons’u hizmetçilere göstererek: Bu adam eve gelirse, ben de, Monsieur de evde yoğuz! «dedi - Jean, gidin doktoru

çağınn. - Madeleine, siz de


COUSIN PONS

geyik boynuzu suyu getirin!

135

Madame de Marville’e

göre, Brunner tarafından ileri sürülen bahane, altında bilinmedik nedenler bulunan bir

bahaneydi; ne varki

bu sebeple evlenme daha kesin olarak suya du. Borle nazik

durumlarda

düşüyor­

kadınların bir

özelliği

oian çabuk bir karara bağlamak duygusu ile Madame de Marville Pons’a önceden

tasarlanmış bir öc affet­

mekle bu başarısızlığı onaracak

biricik yolu bulmuş­

tu. Pons'a göre hınzırca olan bu düşünce, ailenin onu­ runu kurtarıyordu. Ponsfa karşı beslediği

hıncın bir

sonucu olarak, ufak bir kadın kuşkusunu bir gerçek ha­ line sokmuştu. Çoklukla kadınların özel bir inanışları,, kendilerine göre bir ahlâk düstulan vardır; çıkarlarına,, tutkularına yanyan her şeyin

doğruluğuna inanırlar»

Madame Marville daha da ileri gitti, bütün gece baş­ kanı kendi düşüncesine getirmek için lıştı, başkan da ertesi gün

kandırmaya ça­

kuzeninin suçlu olduğuna

inandı. Herkes Madame de Marvüle'in bu hareketini iğrenç bulacaktır; ama böyle bir durumda her anne onun gibi yapar, kızının onuru yerine bir başkasının onurunu feda etmeyi daha iyi bulur. Belki yollar deği­ şiktir, ama amaç aynıdır. Müzisyen merdivenleri çabucak indi; ama tiyat­ roya dek

bulvarlardan yavaş

adımlarla gitti,

oraya

kendini bilmeden girdi, kürsüsüne de aynı şekilde geç­ ti, aynı

kurulmuş

Perde aralarında verdi ki Schmucke

makina gibi

orkestrayı

yönetti.

Schmucke’e öyle dalgın karşılıklar kaygılarını açığa

vurmadı, ama.

Pons’un aklını kaybettiğini sandı. Pons gibi çocuk ya­ radılışında biri için, bu olay bir

felâket halini alır...

Mutluluk götürmek istediği bir evde korkunç bir hınç


136

COUSIN PONS

■uyandırmak, bir ömrün altüst olması demekti bu. Ma<dame de Marville’in gözlerinde, hareketlerinde, sesinde ■öldürücü bir hınç okumuştu. Ertesi gün, durum dolay isiyle, Madame Camusot ■de Marvjlle, kocasının da kabul ettiği bir karara var­ dı. Cecile’e, Marville malikânesiyle,

Hanovre soKağm-

daki konağı ve yüz bin frank parayı drahoma olarak vereceklerdi. Sabahleyin, başkanın

karısı kontes Po-

pinot’yu görmeğe gitti, böyle bir başarısızlığı hazır biı evlenme ile örtmek gerektiğini anlıyordu. Pons'un ha­ zırladığı korkunç intikamı ve iğrenç oyunu anlattı. Bo­ zulma sebebinin de Cecile’in biricik çocuk olduğu Öğ­ renilince anlatılanlara inandılar. Nihayet Madame de Marville, Popinot de Marville adını almanın üstünlü­ ğünü ve drahomanın önemini gözlerde

ustalıkla par­

lattı. Mal mülkün Normandiya'da ne ettiği düşünülür­ ce, Marville ve topraklan yüzde

ikiyle aşağı yukarı

dokuz yüz bin franklık bir gelir demekti. Hanovre so­ kağındaki konağa da iki yüz elli bin frank biçiliyor­ du. Aklı başında hiçbir aile böyle bir birleşmeyi red­ dedemezdi; bu sebeple, kont

Popinot ve karısı teklifi

kabul ettiler; sonra girdikleri ailenin şerefiyle ilgilen­ meleri gerektiğinden, bir gün önce olan feci olayı izah için yardım etmeye söz verdiler. Madame de Marville oradan kalkıp yük babasına, yaşlı Camusot'nun

Cecile’in bü­

evine gitti; orada,

birkaç gün önce, aynı yerde toplanmış ve Madame de Marville’in Brunner hakkmdaki usandırıcı övmelerini dinlemiş olan aynı insanlar önünde, herkesin lâ f söy­ lemekten çekindiği aynı Madame de

Marville, açıkla­

mada bulunmak üzere meseleyi bizzat kendisi açtı.


COUSIN PONS

137

— Bu zamanda, ne kadar temkinli davramlsa azdır; hele işiniz yabancılarla olursa... Madame Chiffreville: — Ne oldu? diye sordu. — Cecile'le evlenmeyi düşünmek gribi bir cürette bulunan şu Brunner'in ne ettiğini bilmiyor musunuz? Bir Alman meyhanecisinin oğlu,

tavşan derisi satan,

birinin de yeğeni çıktı. Bir bayan: — Sahi mi? dedi. Sizin gibi ferasetli bir hanımı nasıl olur da... — Bu macera düşkünleri o kadar kurnaz oluyor­ lar ki!... Ama her şeyi Berthier'den öğrendik. Bu A l­ manın fülüt çalan zavallı bir dostu var! Mail sokağın­ da terzilerle beraber aynı odada oturan bir adamla da hısım... îğrenç bir hayat geçirdiğini, daha önce anne­ sinin parasını yemiş bitirmiş olan bu serseriye hiçbir* servetin kâfi gelmiyeceğini öğrendik... Madame Berthier: — Kızınız çok mutsuz

olacakmış!...

dedi. Yaşlr

Madame Lebas: — Peki onu size kim tanıttı? diye sordu. — Monsieur Pons’un bir intikamıdır bu; o güzel: adamı bizi gülünç etmek niyeti ile getirdi, tanıttı... Bu Brunner'in, ki çeşm e anlamına geliyor, (oysa bize bü­ yük bir kişizade olarak gösteriyorlardı) sağlığı da kö­ tü; başında saç yok, dişleri de dökülmüş; güvenilecek biri olmadığını

anlamak için bir kere

bana. Genç bir kadın ürke ürke:

görmek yetti


COUSIN PONS

138 — Peki sözünü

ettiğiniz o

büyük

servet? diye

^flordu. — Denildiği kadar parası da

yokmuş. Bir banka

kurmak için, terzilerle, baş garsonlarla beraber neleri var neleri yoksa hepsini ortaya koymuşlar. Bu zaman­ c a bir banka kurmak nedir ki? İflâs etmek iğin resmî «bir yol... Akşam milyoner yatan bir kadın sabahleyin kuru ekmeğe muhtaç olarak uyanabilir. Daha ilk keli­ mede, ilk bakışta, bizim âdetlerimizi bilmiyen bu ada­ m ın ne olduğunu anladık. Eldivenlerine, kınca bir işçi, âdi bir

Alman

duygularında asaletten eser

meyhanecisinin oğlu,

olmıyan, bira küpü ve

sigara tiryakisi bir adam olduğu .yirmi beş pipo,

yeleğine ba­

anlaşılıyor;

Madame!... Zavallı

günde

Lili’min hali ne

^olurdu? Düşündükçe, titriyorum şimdi bile. T ann bizi kurtardı! Cecile onu sevmiyordu zaten... Bu çeşit bir .aldatmayı bir hısımdan, yirmi yıldır evimizde haftada iki kere yemek yiyen bir insandan nasıl umardık? Biz ona iyilikten başka bir şey etmedik; hem öyle komedi •oynuyordu ki Adalet Bakanının,

Savcının ve birinci

başkanın önünde Cecile’i kendine mirasçı olarak tanı­ d ı! Brunner'le Pons birbirlerini

milyoner

göstermek

için anlaşmışlar. Yok yok, inanın bayanlar, bu artist­ lerin tuzağına hepiniz düşerdiniz! Birkaç hafta içinde, ağız birliği eden Popinot’lar, 'Camusot’lar ve dostlan,

toplantılarda kolay bir zafer

•elde ettiler, çünkü sefil, asalak, hilekâr, cimri, ailele­ rin sinesinde ısınan bir yılan, eşsiz bir hain, unutulma­ s ı gereken tehlikeli bir

oyuncu gibi görülüp

nefret

«dilen Pons'un müdafaasını kimse üstüne almadı.


COUSIN PONS

139

XXVI Son darbe Yalancı Werther’in reddinden hemen bir ay sonra, einir buhranı ile yattığı yataktan ilk kere kalkan za­ vallı Pons, Schmucke’ün koluna

dayanarak bulvarlar

boyunca, güneşte geziniyordu. Temple bulvarında, bi­ rinin bitkin hali, ötekisinin de nekahette olan dostuna karşı gösterdiği dokunaklı ilgi karşısında, kimse alay etmiyordu artık çifte kumrular ile. Poissonniere bulva­ rına varınca, bulvarların çok kudretli havasını ciğer­ lerine çeke çeke, Pons’un

yüzüne renk geldi; çünkü

insanın bol olduğu yerde, hava o

kadar hayat verici­

dir ki Koma’da yahudilerin karınca gibi kaynaştıkları pis Ghetto’da, malarya

olmadığı

görülmüştür. Belki

de her gün görmekten zevk duyduğu şey, büyük Paris manzarası,

hasta

üzerinde iyi

Varietös tiyatrosunun

bir etki

karşısında, Pons

yapıyordu.

Schmucke’den

ayrıldı, çünkü yan yana yürüyorlardı; arasıra hasta, dükkânlara henüz

konmuş

yenilikleri görmek

dostundan ayrılıyordu arasıra. ile

burun

buruna

geldi;

üzere

Birden kont Popinot

eski

Bakan

Pons’un en

saydığı, en değer verdiği bir adam olduğu için ihtiyar ona saygılı bir şekilde yanaştı. Senatör azarlar bir halle. — Monsieur, dedi, yalnız artistlerin bulmakla usta oldukları biçimde bir

bildikleri ve

intikamla, mah-

çup ve gülünç bir hale sokmak istediğiniz ailenin hısı­ m ı olan bir kimseyi, nasıl oluyor da şimdi bile selam­ lamaya cesaret

ediyorsunuz,

anlıyamiyorum... Mon­

sieur bundan böyle birbirimizle hiçbir ilgimiz yoktur.


COUSIN PONS

140

K anm kontes Popinot da, Marville’lerdeki hareketini­ zin sosyetede uyandırdığı nefreti aynen duymaktadır. Eski Bakan, Pons’u beyninden vurulmuş bir halde bırakarak yoluna

devam etti. Ne ihtiras, ne adalet,

ne siyaset, ne de büyük toplumsal kudretler sille indir­ dikleri insanın hali ile hiçbir zaman ilgilenmezler. A ile çıkan dolayısiyle Pons’u yerin dibine sokmak istiyen devlet adamı, bu korku veren düşmanın vücut zayıf­ lığını farketmedi. Pons kadar sararan Schmucke: — Ne oldun, zavallı dostum? diye sordu. Adamcağız Schmucke’ün koluna dayanarak: — Yüreğime yeni bir hançer sapladılar, karşılığını verdi. Bana öyle geliyor ki iyilik yapmak yalnız iyi Tanrı’ıun hakki— Onun işine

kanşanlar bu sebepten

acı bir şekilde cezalarım görüyorlar. Acı dolu bu artist düşüncesi, dostunun

yüzünde

beliren korkuyu yok etmek istiyen bu iyi yürekli in­ sanın yapabileceği en son çaba oldu. Schmucke sadece: — Ben de öyle sanıyorum, dedi. Bu olayı Pons kendi kendine açıklayamadı, çün­ kü ne Camusot’lar, ne de Popinot’lar, Cecile’in evlen­ mesi münasebetiyle ona davetiye yollamışlardı. Îtalieıiî, bulvarında, Pons, Monsieur Cardot’nun kendisine doğ­ ru geldiğini gördü. Senatörün söylediklerinden durumu öğrenmiş bulunan Pons, geçen yıl on beş günde bir evinde yemek

yediği bu zatı durdurmaktan

çekindi,

onu selâmlamakla yetinti; ama, Paris millet vekili ve Belediye reisi, Pons’a nefretle baktı, selâmını almadı.


COUSIN PONS

141

Adamcağız, başına gelen felâketi bütün ayrıntılar Tiyle bilen Schmucke’e : — Git sor şu adama, nedir benimle alıp vereme* dikleri, dedi. Schmucke, Cardot’ya kurnazlıkla: — Monsieur, dedi, dostum Fons hastalıktan yeni kalktı, onu her halde tanımadınız. — Tanımaz mıyım hiç? — O halde nedir kabahati? — Sizin nankörlük örneği bir dostunuz var, hem öyle bir adam ki, daha yaşarsa, ata sözünün dediği olur; acı patlıcanı kırağı çalmaz. Herkes artistlerden çekin­ mekte haldi; maymunlar gibi kurnaz ve kötü oluyor­ lar. Dostunuz kendi hısımlarının

şerefini lekelemeye,

günahsız bir şaka yüzünden bir genç kızı herkesin gö­ zünde küçültmeye kalkıştı; onunla

artık hiçbir ilgim

yok; onu tammış olduğumu, böyle bir adamın yaşa­ dığım unutmaya çalışacağım. Yalnız benim değil, ço­ luk çocuğumun da, onun hısımlarının da, Pons efen­ diyi yemeğe çağırmak suretiyle kendisine şeref veren herkesin de duygulan aynı merkezdedir^. — Yalnız siz aklı

başında bir insansınız, Mon-

sieur; izniniz olursa eğer, durumu size açıklayayım^. — İsterseniz, ve içiniz götürürse, siz onun dostu olarak kalın, hürsünüz Monsieur; ama daha ileri g it ­ meyin, çünkü şuna dikkatinizi çekmek isterim ki onu bağışlamaya, onu korumaya

kalkışanlardan da ben,

ayıu şekilde nefret ederim. — Ya haklı olduğunu ispat edeceksem? — öy le de olsa yine nefret ederim, çünkü davra­ nışına ne bir ad vermek, ne de onu temize çıkarmak


COUSIN PONS

142

mümkündür. Bu buluş üzerine, Seine millet vekili baş* ka lâf dinlemek istemedi, yoluna devam etti. Schmucke bu acı sözleri dostuna tekrarlayınca, za­ vallı Fons gülümsedi: — Şimdiden iki devlet adamı

düşmanım oldular,

dedi. Schmucke da acı acı: — Her şey bize düşman, dedi. Haydi, başka bu­ dalalara raslamadan gidelim buradan. Gerçekten koyun gibi olan Schmucke, bu çeşit söz­ leri hayatında ilk kere söylüyordu; hemen hemen tan­ rısal olan sessizliğini hiçbir olay

bozmamıştı; başına

gelebilecek bütün felâketlere saflıkla gülümsiyebilirdi; ama yüce Pons’unun, meçhul kalan bu Aristides*in,12> bu mütevekkil dehanın, bu kötülük bilmez yüreğin, bu iyilik hâzinesinin, bu sâf mek!... Onda Pons’u

Alceste’in181

yemeğe çağırmış

altının

hırpalandığını gör­

nefretini

uyandırıyor ve

olanlara budalalar diyordu.

Bu sessiz yaratıkta bu hareket,

Roland’m*1122 2 öfkesine

eşitti. Akıllıca bir

gösterek,

temkinlilik

Schmucke

Pons’u Temple bulvarına götürdü; Pons kendisini bı­ rakmıştı, çünkü artık yediği darbelere karşı koyamıyan güreşçiler haline düşmüştü. Tesadüf, zavallı m ü ­ zisyeni yere

serecek hiçbir şeyin eksik

kalmamasını

229 Aristides: Şaşmaz huyu yüzünden âdil lâka­ bını kazanmış Atinalı bir general ve devlet adamı. 121 Alceste: Moliere’in Misanthrope adlı eserinin kahramanı; daima doğruyu söyliyen, toplum hayatının gereği olarak söylenen yalandan, yapılan düzenlerden nefret duyan bir tip. 122 Roland: Charlemagne’ın on iki asil silâhşorterinden biri; öfkesi meşhurdur.


COUSIN PONS

143

istiyordu, üzerine inen çığ içinde herkes olacaktı: sena­ törü de millet vekili de, ailesi de, yabancıları da, kuvvet­ lileri de, güçsüzleri de, günahsızları dal— Evine dönerken, Cardot’nun kızma rasladı Poissonııiere bulvarında. Yumuşak huylu

olduğu için epey

felâket görmüş genç bir kadındı bu. Gizli tutulan bir kabahati yüzünden kocasının kölesi gibi olmuştu. Ye­ mek yediği evlerin sahipleri arasında Pons’un küçük adı ile çağırdığı bir tek kadın varsa, o da bu, Berthier’in kansı idi, ona: “ Felicie!” derdi. Bazan da onun kendisini anladığını sanırdı. Bu sessiz varlık, Pons’la karşılaşınca bozulur gibi oldu. Çünkü kuzeni yaşlı Camusot’nun ikinci karısının ailesi ile arasmda hiç hısım­ lık olmamasına rağmen, Pons’a kuzen muamelesi ya­ pardı; ama, artık kaçınılacak gibi değildi, hasta ihti­ yarın önünde durdu. — Kuzenim, ben sizi kötü fakat

hakkınızda söylendiğini

bir adam bilmezdim; duyduklarımın dörtte

biri bile doğru olsa çok içten pazarlıklı siz... (Pons’un bir

harekette

biriymişsiniz

bulunduğunu

görerek)

Y o o ! kendinizi haklı çıkarmaya kalkmayın, boşuna yo­ rulmuş olursunuz: önce, ben şahsen, en haksız olanla­ rın bile bin bir

bahane

uyduracağım

bildiğim için,

kimse hakkında hüküm vermeye, kimseyi suçlu bulup malıkûm etmeye hakkım olamaz. Sonra ileri süreceği­ niz nedenler de hiçbir şeye yaramaz. Mademoiselle de Marville ile Vikont de Popinot’nun evlenme mukavele­ lerini hazırlamış olan Monsieur Berthier size karşı o kadar kızgın ki, bir tek kelime söylediğimi duysa, si­ zinle son kere

konuştuğumu

herhalde. Herkes size karşı—

öğrense, beni azarlardı


COUSIN PONS

144

Zavallı müzisyen üzüntülü bir sesle: — Evet, anlıyorum, dedi ve noterin karısına say­ gı ile veda etti. Schmucke’ün koluna dayanarak Normandie soka­ ğının yolunu tuttu güçlükle. Dostunun koluna öylesine abanıyordu ki, yaşlı

Alman Pons’un

koyduğu bir vücut bitkinliği içinde Bu üçüncü karşılaşma Tanrı’nın

güçlükle karşı

olduğunu anladı.

ayaklarının dibinde

oturan kuzunun verdiği hüküm gibi bir şey oldu; mil­ letlerin timsali, zavallıların

meleği olan bu kuzunun

öfkesi, T ann ’nın son sözü idi. İki dost hiçbir şey ko­ nuşmadan evlerine geldiler.

Hayatın kimi hallerinde

insan dostunu yanında sadece hissedebilir. Sözlü avut­ ma yarayı deşer, derinliğini meydana çıkarır. Yaşlı pianistte, gördüğünüz gibi, dostluğun ruhu, çok acı çek­ tikleri

için acının

usûllerini bilen

kişilerin inceliği

vardı. Bu gezinti zavallı Pons’un son gezintisi olacaktı. Hasta, bir hastalıktan bir

başkasına düştü. SafravT

olduğu fçin, safra kana karıştı, dehşetli bir kara ciğeı iltihabı baş

gösterdi. Birbiri

hastalık, hayatında ğu

için,

hiçbir

peşinden

tutulduğu ilk

doktor

gelen bu iki

hastalıklar

tanımaması

bundandı;

oldu­ ön­

celeri hep iyi, hattâ annece bir düşünce içinde, duygu­ lu ve fedakâr olan Madame Cibot, mahallenin hekimi­ ni getirdi. X X V II S anlık hastalığına çevrilen üşüntü Paris’te, her mahallede, adı ve evi yalnız aşağı ta­ baka tarafından, küçük burjuvalar, kapıcılar tarafın-


COUSIN PONS

145

dan bilinen, dolayısiyle de mahallenin hekimi denilen b ir hekim vardır. Çocuk doğurtan, kan alan bu hekim, •doktorlukta, küçük ilânlarda görülen o h er şeyi yapan hizm etçi ile birdir. Yoksullara karşı hep iyi davranmak zorunda ve pratikle geçen uzun yıllar sayesinde tecrü­ beli olan bu

hekimler, sevilirler

çoklukla.

Madame

Cibot tarafından Pons’a getirilen, Schmucke’ün de ta­ radığı doktor

Poulain, tamamiyle

hissizleşen cildini

bütün gece kaşımış olan ihtiyar müzisyenin sızlanmaia n n ı kulak asmadan dinledi. E trafı sararmış gözlerin ihali, bu hastalığın işaretlerine uyuyordu. Doktor: — İki günden bu yana büyük bir üzüntü geçirmiş* siniz, dedi hastasına.

Pons: — A h ! Doğru, diye karşılık verdi. Doktor, Schmucke’ü göstererek: — A z daha bu bayın da

kapacağı bir hastalığa

tutulmuşsunuz, sarılık, dedi; reçete yazarken: korku­ lacak bir şey değil, diye ekledi. Çok avutucu olan bu son sözle birlikte, doktor has­ taya, hekimlere özgü bir bakışla bakmıştı; her ne ka­ d ar alışılmış bir acımanın arkasında saklı ise de, bu bakıştaki ölüm hükmü, gerçeği öğrenmeğe çalışan göz­ ler tarafından kestirilir hep. Bu sebeple, doktorun göz­ lerine casus bakışı ile bakan Madame Cibot, doktorun ne sesindeki ton üzerinde, ne de yüzündeki yalancı ifa­ de üzerinde yanılmadı, onun peşi sıra dışarı çıktı. Merdiven ağzında, doktora: 10


C ütlSIN PONS

146

— Gerçekten önemsiz bir şey mi? diye sordu. — Aziz Madame Cibot, sizin efendiniz olmuş bir in­ san; safranın kana karışması zayıf düşmüş olmasından.-

yüzünden değil, ruhça

Bununla beraber, çok iyi

bakılırsa, atlatabilir; buradan çıkarmak, seyahate gö­ türmek gerek onu. Kapıcı: — Neyle? dedi. İşinden başka tutar dalı yok, doatu da, birkaç yüksek kadının bağladığı ufak tefek gelir­ lerle yaşıyor; gûya bu bayanlara yürekli kadınlar

hizmeti geçmiş; iyi

doğrusu... Ben çocuğum

diyeceğim

bu iki adama dokuz yıldır bakıyorum. — Ben hayatımı hastalıktan değil, ama şu büyük ve iyi edilemez yaradan, yani parasızlıktan ölen insan­ ları görmekle geçiriyorum. Kaç tavan arasında, ücret almak şöyle dursun, yatağın üzerine beş

frank bırak-

mışınıdır!... — Vah! zavallı doktor vah! Şu hennem

kaçkını kimi

mahalledeki ce­

pintilerdeki yüz bin franklar

sizde olsaydı, yer yüzünde T ann ’mn temsilcisi olurdu­ nuz siz! Mahallenin sayın kapıcılarının

itiban yüzünden

ancak ihtiyaçlarını sağlıyacak kadar müşterisi bulunan* doktor, gözlerini göğe kaldırdı, T artuffe’e123 yaraşır b ir eda ile Madame Cibot’ya teşekkür etti. — Demek iyi bakılırsa sevgili hastamız bunu at­ latabilir, öyle mi, doktor? 2 9 1 129 T artu ffe: kahramanı.

Moliere’in

bir eseri ve iki yüzliı


COUSIN PONS

147

— Evet, çektiği üzüntü ruhunu rahat bırakması şartiyle... — Zavallıcık! dünyada, Monsieur

Onu

böyle kim üzdü

Schmucke hariç, eşi

acaba? Bt* bulunmıyan

iyi adamlardan biridir! Ben bunun nedenini öğrenirim, ve efendimi bu hale getireni sıvamak da

benim boy­

numun borcu olsun! Sokak kapısının eşiğine gelmiş bulunan doktor: — Bana bakın, Madame Cibot, dedi. Sizin efendinin hastalığının en esaslı

işaretlerinden biri şudur: ula

cık bir şeyden ötürü sürekli bir kuruntu! Bir has\». bakıcı tutması hâtıra gelemiyeceğine göre, ona siz ba­ kacaksınız. Böylece... Piposunu içmekte olan hırdavatçı: — Monsieur Pons’tan mı konuşuyorsunuz? diye sor­ du. V e kapının yanında oturduğu taştan, kapıcı kadın­ la doktorun konuşmasına katılmak üzere kalktı. Mademe Cibot Auvergne’liye: — Evet, Remonencq baba! dedi. — O Monsieur Monistrol’den ve bütün antika eş­ ya kırallarından daha zengindir... Ben bu işten olduk­ ça anlarım, bu sevgili adamın evinde hazineler var!.M Madame Cibot Kemonencq’e: — Allah A llah! dedi. Geçen gün efendilerin evdtyokken bu antika şeyleri size

gösterdiğimde, benimle-

eğleniyorsunuz sanmıştım. Paris’te, kaldırımlarının kulakları, kapılarının di­ li, demir parmaklıklarının gözleri olan bu şehirde, so­ kak kapısı önünde

konuşmak kadar

yoktur. Burada söylenen ve bir

tehlikeli bir şey

mektupta haşiye n e

ise, konuşmada da ona benzer bir şey olan Bon sözler.


COUSIN PONS

148

konuşanlar için olduğu kadar dinleyenler için de teh­ likeli boşboğazlıklarla doludur. Bir

örnek bu hikâye-

aıin ileri sürdüğü bu hali desteklemeye yeter. X XV III Attan boş bvr hayaldir. (G ü fte M onsieur Scribe'in, beete de M eyerüeer’in, dekor da R&monen&fin) Erkeklerin saçlarına çok bakım

gösterdikleri im-

ıparatorluk çağında, bir gün, birinci sınıf berberlerden b iri bir evden çıkıyordu. saç dının

işlerini

üzerine

Bütün zengin

aldığı

saçlarını yapmaya

bu eve,

gelmiş, oradan

'Zengin kiracılar arasında,

kiracıların

güzel

bir

ka­

dönüyordu.

yaşlı bir bekâr vardı. Bu

bekârın hizmetçisi de efendisinin mirasçılarından nef■ret ederdi. A ğır surette

hasta düşen bu adam, henüz

ilmin prensleri adını alamamış en ünlü doktorlara bir konsültasyon yaptırmıştı. Bu doktorlar da bir tesadüf •eseri olarak kapıdan berberle birlikte çıktılar. Sokak kapısının eşiğinde birbiriyle

vedâlaşırlarken, ilim ve

gerçeği açığa vuruyorlardı, konsültasyon komedisi bit­ likten sonra aralarında nasıl konuşurlarsa öyle konu­ şuyorlardı. Doktor Haudryî “ Artık ölmüş sayılır” de­ di. Desplein de: MBir mucize olmazsa, bir aydan fazla yaşamaz...” diye ekledi. Berber bu sözleri duydu. Bü♦ün berberler gibi onun da hizmetçilerle dalgalan var­ dı Çılgınca bir hırsa kapılarak

hemen yaşlı bekârın

-dairesine çıktı, metres ve hizmetçi

kadına efendisini

servetinin büyük bir kısmını kaydi

hayat şartı ile bir

yere bağlamaya razı ederse,

oldukça önemli bir para

sereceğini vadetti. Zaten elli altı yaşında olan, kadın-


149

COUSİN PONS

h içkili sefih hayatı yüzünden iki kat yaslı sayılması gereken bu ayağı çukurda yaşlı bekârın serveti içinde, Richelieu sokağında, o zamanlar iki yüz elli bin fr&ns eden gözalıcı bir konak vardı. Berberin göz diktiği bu ev, ona kaydi hayat şartı ile otuz bin franklık bir ge­ lir karşılığında satıldı. Bu iş 1806 da oluyordu. Bu gün işten çekilmiş ve yetmiş yaşında 1846 yılında hâlâ geliri

bulunan bu berber.

ödemektedir. Doksan altı ya

şmda yeniden çocukluk

çağma

dönmüş, hizmetçisi

Madame Evrard’la da evlenmiş bulunan ihtiyar, daha uzun zaman yaşayabilir. Berber hizmetçiye de otuz bin frank kadar bir para verdiği için konak ona bir mil­ yondan daha çoğa mal olmuştur; ama ev bugün sekiz dokuz yüz bin frank eder. Bu berber gibi, Auvergne’li de anka kuşu nişan İmin Cecile ile buluştuğu gün, Brunner’in kapı eşi ğinde Pons’a söylediği son sözleri dinlemişti; Pons’un müzesine girmeyi bundan istemişti.

Cibot’larla ahbap

olan Remonencq, çok geçmeden iki dostun dairesine, evde olmadıkları bir gün sokuldu. Bu kadar zenginlik karşısında gözleri kamaşan

R6monencq, orada vurula­

cak bir parti gördü, bu da satıcıların dilinde çalına­ cak bir servet demektir; beş altı günden beri de aklı fikri orada idi. Madame Cibot ile doktor Poulain’e : — Şaka bir yana, dedi; meseleyi ciddi olarak d e almak gerek. Sayın Monsieur Pons kaydi hayat şartı ile elli

bin

franklık bir

gelire razı

leketimin şarabından bir sepet bana... Doktor R£monencq’e:

olursa, mem­

ısmarlanın,

eğer siz


COUSIN P 0N 9

159

— Ne diyorsunuz! Elli bin franklık bir gelir ha! İy i ama, adamcağız bu kadar zenginse, ben tedavi et­ tiğim, Madame Cibot da baktığı takdirde hastalığı atla t ır _ çünkü kara ciğer hastalıkları çok kuvvetli na­ turaların bir ânzasıdır. — Elli dedimse, az dedim. Ben birinin,

şurada,

sizin kapının eşiğinde, ona, hem de sade tabloları için yedi yüz bin frank teklif ettiğini duydum, siz ne di­ yorsunuz! Itemonencq’in bu sözlerini duyunca, Madame Ciıbot doktor Poulain’e acaip

gözlerle

baktı; portakai

rengi gözlerinde, bir ateş tutuşturmuştu şeytan. Hastasının bütün vizitalan ödeyecek kadar zengin olduğunu öğrenmekle sevinen, daha fazlasını da beklemiyen doktor; — Haydi, haydi, bu saçma

sözleri bir yana bı

rakalım, dedi. — Doktor bey, hasta yatakta olduğuna göre, sa­ yın Madame Cibot bir bilir kişi getirmeme razı olur­ sa, yedi yüz bin frank vermek bile gerekse, parayı iki saatte bulacağıma eminim... Doktor: — Pek &lâ,

dostum,

dedi. Bana bakın, Madame

Cibot, hastanın zıddına gitmemeğe dikkat edin; çok sa­ bırlı olmanız gerek, zira her şey onu sinirlendirir, yo­ rar, hattâ üzerine titremeleriniz bile; hiçbir şeyi beğenmiyeceğini şimdiden söyliyeyim_ Kapıcı kadın: — Buna katlanmak epey zor olacak, dedi. Doktor otorite ile:


COUSIN PONS

— Bakın,

sözüme

dikkat

15f edin, dedi. Monsieur

Pons’un ııayatı ona bakacak olanlann elindedir; bu se­ beple belki onu günde iki kere görmeğe geleceğim... Günlük vizitalarıma onunla bavlıyacağım... Doktor, yoksul hastalarının sonu için duyduğu de­ rin ilgisizliği

bırakmış,

şefkatli bir ilgi gö6termcğe-

başlamıştı birden, çünkü iş adamının ciddî sözlerinden bu servetin var olabileceğini anlamıştı. Madame Cibot yalancı bir heyecanla: — Ona bir kıralmış gibi bakacağım, dedi. Kapıcı kadın, Remonencq'le konuşmaya devam ede* bilmek için, doktorun Charlot sokağının mesini bekledi.

Hırdavatçı,

pervazına vermiş, piposunu ti

alması nedensiz

köşesini dön­

sırtını dükkânının kapı içiyordu. Onun bu vaziye­

değildi,

kapıcı kadım kendisine

doğru gelirken görmek istiyordu. Eskiden kahve olan bu

dükkân,

Auvergne’linin.

kiraladığı zamanki halini muhafaza ediyordu. Bütün modem

dükkânların

vitrinleri

üstünde

olduğu:

gibi uzun bir tabelâda şimdi bile: Normandiya kahvesi yazılı idi. Auvergne’li bu kelimeler altındaki boşluğa yapılarda çalışan çırak ressamlardan birine fırça ile, siyah renkle, para

vermeden

Rem onencq, K elepir eşya alır Aynalar, masalar, tabureler, kahvesinin bütün mobilyesi

elbette:

Hırdavatçı-

sözlerini

yazdırmıştı.

etajerler. satılmıştı

Normandiya. haliyle. Remo-

nencq altı yüz frank kira ile boş dükkânı, arka tara­ fım , mutfağı ve eskiden

başgarsonun yattığı dükkân

üstündeki biricik odayı kiralamıştı; çünkü Normandiya. kahvesine bağlı olan daire ayrıca

kiraya

verilmişti.


COUSIN PONS

152

Kahveci tarafından eskiden

yapılan

lükskten, bütün

dükkânın duvarlarını örten açık yeşil kâğıtla, iri başlı çivileri bulunan dıştaki demir

parmaklıklardan başka

bir şey kalmamıştı. X X IX H ırdavatçı taslağı Oraya 1831 de, Temmuz R6monencq, işe kırık

İhtilâlinden sonra gelen

çıngıraklar,

çatlak

tabaklar,

hırdavat, eski teraziler, yalnız devletin uygulamadığı yeni ölçü kanunu ile yasak edilmiş eski ağırlık ölçüleri satmakla başladı; Devletin uygulamadığı dedim, çünkü paralar arasında X V I. Louis zamanından

kalma bir

ik i ufak para var ki şimdi bile onlara göz yumuyor. Sonra, beş Auvergne’li kadar kuvvetli olan bu Auverg­ ne’li, mutfak kenan kırık

araçları, eski çerçeveler, eski bakırlar, porselenler satın aldı. Dükkân bir taraf­

tan dolup öbür taraftan

boşalmakla

hissedilmez bir

biçimde Nicolet’nın küçük komedilerine benzedi, malın •cinsi iyileşti.

Hırdavatçı hep iki kat kâr getiren bu

pek iyi ve pek emin usulü uyguladı, ki bunun sonuçla­ rım epeyce filozof olan aylaklar, bu kurnazca yönetilen dükkânları dolduran

eşyaların artan değerlerinde gö­

rüyorlardı. Teneke eşyanın, demir

lâmbaların, çini ve

•şişe parçalarının yerini çerçeveler, bakır eşyalar aldı. Sonra sıra porselenlere geldi, önceleri abur cubur dolu -olan dükkân az zamanda bir müze halini aldı. Günün birinde tozlu vitrin parladı, dükkânın içi adama dön­ dü. Auvergne’li kadife pantalonla ceketi attı, redingot giydi.

Hâzinelerini

bekliyen bir deve benzedi; etrafı


COUSIN PONS

153;

Şaheserlerle çevrildi, antikadan anlar oldu, sermayesini* on katına çıkardı, hiçbir hileye işinin dalaverelerini

pabuç

bırakmaz oldu

öğrendi. Halka gösterdiği yirmi

genç kız arasındaki kocakarıyı andırıyordu. Güzelliğin, sanat mucizelerinin değeri yoktu bu adamın gözünde;, hem kurnaz, hem de kaba bir insan olan bu satım, yal* ıuz kânnı hesaplar, bilgisizleri terslerdi. İçi başka dışı başka bir insan kesildiği için tablolarına, oyma eşyala­ rına çok bağlı imig gibi görünür ya da sıkıntı da ol­ duğunu, çok pahalı satın aldığını söyler, satış fatu”-alarını göstermeyi ileri sürerdi. Protee124512 gibi olmuştu,, bir

saat

içinde hem

Palyaço ya da

Jocrisse,129 hem Janot,126 hem

Mondor,127

hem

Hrpagon128 hem de

Nicodeme129 olurdu. Üçüncü yılından itibaren, R6monencQTin dükkânın­ da güzel asma saatler, silâhlar, eski tablolar görülmeye başlandı; kendi olmadığı zamanlarda

dükkâna, çağır­

124 Protee: Babası Neptune’den ilerisini görme* vergisini almış deniz tanrısı; ama söylemeyi çoğu za­ man red ederdi ve kendisini sorulan ile sıkıştıranlardan kaçınmak için, şekil değiştirirdi dileyince. Bu kelimeedebiyat bukalemun gibi değişen, her kılığa girebilen bir adamı göstermek üzere girmiştir. 125 Jocrisse: Fransızlann eski komedilerindekibir kişi: Aptal, aşın saf, arkadaşlannın oyuncağı olanbir tip. 126

Janot: Güldürücü ve acıklı hali olan aptal tipi.

127

Mondor: Ünlü bir şarlatan.

128 Harpagon: Moliere’in Cimri adındaki eserinin* baş kahramanı. Pintilik timsali bir tefeci. 1X9

Nicodeme: Bir halk tipi. Ahmaklık örneğiydi-


COUS1N PONS

154

ması üzerine memleketinden yayan gelen kızkardeşi, iri kıyım çok çirkin bir kadın bakardı. Ahmak, öküz bakışlı •olan ve Japon tanrıçaları gribi giyinen bu kadın, ağabeysinin söylediği fiattan bir santim inmezdi; ev işleTine de o bakar, görünüşte çözümü imkânsız bulunan, hemen hemen hiçle yaşamak

meselesini o hallederdi.

Remonerıcq’le kızkardeşi ekmek, ringa balığı, lokanta­ cıların kapıları önüne bıraktıkları

süprüntülerden çı­

karılan sebze kabuklan gibi şeylerle geçinirlerdi. İki■si bir arada, ekmek de içinde günde altmış santim bi­ le harcamazlardı;

kızkardeş de bu parayı

kazanmak

için dikiş diker ya da örgü örerdi. Paris'e komisyoncu

olmak üzere gelmiş, 1825 le

1831 arası da Beaumarchais bulvarındaki antika eşya mağazalarına, Lappe sokağındaki bakırcılara komisyon­ culuk etmiş olan Bemonencq’in ticaret hayatındaki bu başlangıç günleri, çoğu antika eşya satıcılannın nor­ mal halidir. Yahudiler,

Normandiyalılar,

Auvergne’-

‘liler ve Savoie’lılar, bu dört ırk, aynı içgüdülere sahip insanlardır, aynı yoldan giderek zengin olurlar. Onla­ rın düsturu, hiç harcamamak, az kârlar sağlamak, fa­ izle kân üstüste koymaktır. Bu düstur da bir gerçek­ tir. Bu günlerde, eski patronu M onistrol De barışm ış olan ve büyük çaptaki satıcılarla iş gören Bemonencq, sizin de bildiğiniz g ib i, kırk fersahlık b ir alan kaplıyan P aris banliyösünde alışveriş ederdi. On dört yıllık b ir çalışm a sonunda, altm ış bin

franklık bir servetle

antika eŞya dolu bir dükkâna sahipti. H esaplı bir in «a n düşüncesiyle kiraların düşük olduğu

Norm andie


COUSIN PONS

155

sokağında kalır, aşırı olmıyan bir kârla yetinerek ma­ lını öteki satıcılara aktarırdı. Bütün bu işler eharabia denilen Auvergne

ağziyle yapılırdı. Bu

hülyası vardı: bulvarlarda bir istiyordu; büyük çapta bir

adamın bir

mağazaya yerleşmek

antikacı olmak, bir gün

doğrudan doğruya meraklılarla iş

yapmak emelinde

idi. Zaten kendisinde korkunç bir satıcı vergisi vardı. Yüzü, terin yapıştırdığı tozlu eğe döküntüsü ile kap­ lıydı, çünkü her şeyi daha güç

kendi

anlaşılır bir hal

yapardı: bu da

yüzüne

verirdi; zaten

bedenen

çalışma alışkanlığı bu yüze 1799 un yaşlı erlerine özgü olan o sarsılmaz ifadeyi vermişti. Vücutça, Remonencq gözlerini

kısa boylu ve

sıska

andıran küçük gözleri,

görünür,

domuzun

soğuk mavi bir ze­

min üstünde, Yahudi'lerin koyu açgözlülüğünü, alaycı hilekârlıklarını aksettirirdi; bu gözlerde sadece, Yahudilerin Hıristiyanlara karşı

besledikleri derin nefreti

maskeliven yalancı alçak gönüllülük yoktu. Cibot’larla R6monencq’ler arasındaki

münasebet,

iyilik edenin iyilik görenle olan münasebetinin aynıydı. Anvergne’lilerin aşırı yoksulluklarına

inanmış

bulu­

nan Madame Cibot, Schmucke ve Cibot’nun artıklarını inamlmıyacak bir ücretle satardı onlara. Romonencq’Jer yanm kilo kuru ekmek kabuğu ile ekmek içme iki buçuk santim ve geri kalanlara da buna benzer para­ lar verirlerdi. Kurnaz yapmıyor

Remonencq kendi hesabına iş

görünürdü; hep Monistrol için

zengin satıcılar tarafından

soyulduğunu

Cibot’ların Râmonencq’lere içten Onbir yıldır, d ife pantalonu,

acımaları bundandı.

Auvergne’li giydiği kadife yeleği

çalıştığını, söylerlerdi.

kadife ceketi, ka­

eskitememişti; yalnız,


COUSlN PONS

156

hemşehrilerine özgü ulan bu üç parça elbise, Cibot ta­ rafından bedava yapılmış yamalarla dolu idi. Görül­ düğü gibi, Yahudi vardır.

vatanının

dışında da

Yahudiler

Kapıcı kadın: — Benimle eğlenmiyorsunuz ya, di. Monsieur Pons’un bu kadar yoksul bir hayat sürer mi?

Romonencq? de­

parası olur da böyle

Evinde yüz

frankı bilf

yoktu rl Kemonencq her şeyi bilen bir adam hali ile: — Meraklıların hepsi böyledir, dedi. — Demek benim

efendinin yedi yüz bin frankı

olduğuna inanıyorsunuz? — Yalnız içerdeki tablolar bu kadar eder... He­ le içinde bir tane var ki, elli bin franka verse, Ölü­ mü göze alır, bu parayı bulurdum. O içi kırmızı ka­ difeli, mina ile kaplı bakır küçük çerçeveler var, bili­ yorsunuz, içinde de Portreler, işte onlar (Petitot demek istiyor)

Petitotte'un

taslaklarıdır; eskiden koku

tüccarı olan bir bakan her birine üç bin frank veriyor. Gözleri açılan kapıcı kadın: — Otuz tane var onlardan, dedi. — O halde servetinin ne olduğunu siz bulun I Başı olan

dönen

fikrinden

Madame

Cibot,

dönüverdi.

o

zamana

Efendilerinden

kadar kopar­

dıkları gelirlerle Marais mahallesindeki birçok hırs­ la n

ateşliyen

vasiyetname ile

bütün metres Pons’un

hizmetçiler

parası

üstüne

gibi, o da oturmayı

aklına koydu hemen. Şimdiden Paris yakmlannda bir yerde oturduğunu tasavvur ediyor,

kendisini bir k ır

evinde kümes hayvanlan yetiştiriyor, bahçesiyle uğra­


COUSIN PONS

157

şıyor görüyordu; son günlerini orada, bir kraliçe gibi bakılarak, bütün unutulmuş, takdir edilmemiş iyi in* «anlar gibi büyük bir

mutluluğu hak etmiş bulunan

zavallı Cibot'su ile birlikte,

mutlu

geçirmeyi kuru­

yordu. Kapıcı kadında birden beliren bu sâ f değişiklikte, Remoncncq sağlam bir başarı

gördü. Onun kelepir

«şy a peşinden koşmak ve bilgisizlerin elinden antika -eşyaları ucuza koparmak olan mesleğinde güçlük, ev­ lere girebilmekten ibaretti. Burjuvaların evlerine so­ kulabilmek için, kelepircilerin ne kadar Scapin’varilM hilelere,

Sgaranelle’vari130 131

tuzaklara,

DorineVari13*

aldatmalara başvurdukları tasavvur edilemez. Bunlar tiyatroya lâyık komedilerdir ve, bu işte de olduğu gibi, hizmetçilerin aç gözlülüğüne dayanır hep. Hele köyde, taşrada, otuz frank için ya da bu değerde bir eşya için, hizmetçiler, kelepircilere binle iki bin frank ara­ sı kâr sağlıyacak

biçimde

Sövres işi bir takımın

satışlar

yaparlar. Eski

nasıl elde edildiği

anlatılsa,

Munster, Nimegue, Utrecht, Risvvick ve Viyana kong­ relerinde çevrilen siyasi

dolaplar bunun yanında hiç

k alır; hem politikacıları gölgede bırakan kelepircilerin 130 Scapin: Moliere’in “ Scapin’in oyunları’* adlı «serindeki baş kahraman. Hilekâr, dolapçı ama her ta­ şın altından kalkmakta usta bir tip. 131 Sgaranelle: Fransız komedilerindeki halk sağ­ duyusunu, bazan da şeytanlığı temsil eden tip. Moliere’in komedilerinde çok geçer. ıs2 Dorine: Moliere’in Tartuffe'ünde Marianne’in hizmetçisi. Efendilerinin çıkarını kendi çıkan gibi grören, ama her şey hakkındaki fikrini açıkça söyiiyen bir tip.


COUSIN PONS

158

elinde, en sapla m anlaşmaları bozmak için elçilerin kafa patlatarak aradıkları

çarelere

benzer çareler vardır;

bunlar özel çıkarların derinliklerine aynı derecede da­ lan şeylerdir. Kız kardeşinin otları fırlamış iskemledeki

yerini

aldığım gören hırdavatçı: — Madame

Cibot’yu bir iyi alevlendirdim,

dedi

ona. Şu bizim yahudi var ya, bu işlerden anlayan bi­ ricik insandır o ; kendisiyle bir

konuşayım...

yahudidir, bize yüzde on beşle ödünç

para

1yı hir vermişrı

önceleri. Remonencq Madame Cibot'nun

kalbindikini oku­

muştu. Bu kırattaki kadınlarda, istemek, harekete geç­ mek demektir;

hiçbir şeyden

çekinmezler;

başarıya

ulaşmak için bir anda, en şaşmaz doğruluktan en bü­ yük alçaklığa geçerler. Zaten doğruluğu, bütün duygu­ larımız gibi, iki cinse ayırmalı: menfi doğruluk, müs­ pet doğruluk. Menfi doğruluk Cibotfannkidir: bunlar zengin olma fırsatı ellerine

geçmediği

sürece doğru

olurlar. Müspet doğruluk ise, elinden para geçenlerin­ ki gibi, insanın içini gıcıklıyan, ama yenilmiyen bir şey­ tan halinde kalan doğruluktur. XXX Madame Cibot’un birinci saldırışı Bir yığın kötü niyet hırdavatçının şeytanca sözle­ riyle açtığı çıkar deliğinden, kapıcının kafasına, kalbi­ ne saldırdı. Madame Cibot kapıcı dairesinden iki efen­ disinin dairesine çıktı, daha doğrusu uçtu ve yüzü şef­ katle maskelenmiş olarak Pons ve

Schmucke’ün inle-


COUSIN PONS

dikleri odanın eşiğinde göründü. kadının girdiğini görünce,

159 Hizmetlerine bakan

Schmucke ona, hasta kar­

şısında doktorun gerçek düşünceleri

hakkında ağzın*

•dan bir kelime kaçırmamasını işaret etti; çünkü dost v e yüksek ruhlu Alman, doktorun gözlerinde okumuş­ tu gerçeği. Kadın da başı ile ona derin bir acıyı belli eder şekilde karşılık verdi. Sonra: — Eee! nasılsınız bakalım sevgili Monsieur Pons? dedi. Kapıcı elleri kalçasında, gözleri sevgi ile hasta­ y a dikilmiş olarak yalağın ayak ucunda yer aldı; ama ne ışıklar saçıyordu o gözler!... Dikkatli bakan için onlar, kaplanınkiler gibi, kor­ kunçtular. Zavailı Pons: — Çok kötü! diye karşılık verdi. Hiç iştiham yok! (Yatağının başucunda oturmuş, elini tutan, biraz ön­ ce de onunla herhalde hastalığının nedenleri konusunda konuşan Schmucke’ün elini sıkarak.) - A h ! bu dünya 1 A h!... diye bağırdı. Senin öğütlerini dinleseydim, birleş­ memizden bu yana her gün burada yemek yeseydira, çok daha iyi ederdim!... Bir arabanın bir

yumurtayı

ezmesi gibi beni ezen bu sosyeteden kaçmalıydıml Ne­ den böyle yapıyorlar sanki, neden? Madame Cibot: — Haydi, haydi, bırakın bunları şimdi, dedi. Sız­ lanmak yasak, doktor bana gerçeği söyledi... Schmucke kapıcının eteğini çekti. — Atlatabilirsiniz siz bunu, yalnız çok bakım ge­ rek, yanınızda iyi bir dostunuz var, sonra, övünmek


160

COUS1N PONS

gibi olmasın, size birinci çocuğuna bakan bir anne gibi bakacak bir de kadm var. Ben Cibot'yu doktor Poulain’in artık kurtulmaz dediği ve herkesin söylediği gibi yor­ gam başına kadar çekip öldü diye bıraktığı bir hasta­ lıktan kurtardım. Her ne kadar hasta iseniz de Alla­ ha şükür o halde değilsiniz,

bana

güvenebilirsiniz..

Ben tek başıma sizi kurtarırım! Merak etmeyin ve he­ yecanlanmayın böyle— Yorganı hastanın çenesine kadar çekti. — Haydi, haydi, şekerim, Schmucke’le ben geceyi şurada, baş ucunuzda geçiririz-. Bir mazlar bu kadar... Sonra her şeyi alacak kadar da

Prense bile bak­

hastalığınızın

gerektirdiği

zenginsiniz-. Ben

Cibot ile

anlaştım; zavallı adam, bensiz ne yapabilir ki... Am a kabul ettirdim ona; ikimiz de sizi o kadar severiz ki geceyi burada geçirmeme razı oldu. Onun gibi bir adam tarafından, büyük bir fedakârlıktır bu, inanın! Çünkü beni ilk zamanlardaki kadar seviyor. Nedendir bu, bilmi­ yorum I Belki kapıcı odası! İkimiz de her zaman orada, birbirimizin

yanındayız!-. Yatağın

başucuna doğru

atılıp yorganı Pons’un göğsüne doğru çekerek: bu şe­ kilde

açılmayın

ama! diye

bağırdı. Uslu

durmaz,

Monsieur Poulain’in her dediğini yerine getirmezseniz, biliyorsunuz o, ulu

T ann ’nın

yeryüzündeki

timsali­

dir, size bakmam sonra... Boyun eğmek gerek bana. Schmucke: — Doğru, Madame Cibot! dedi. Boyun eğmek ge­ rek, çünkü insan iyi kalbli dostu Schmucke için yaşa­ malı vallahi— — Hele sabırsızlık size hiç

gelmez... hastalığınız

zaten sizi buna sürüklüyor; bir de siz artırırsanız ol-


CCHJSlN PONS

anaz... A cılan bize T ann

161

gönderir, sevgiii

Monsıeur

Pons, günahlarımız yüzünden bizi cezalandı n r » Sizin •de içinizi kemiren küçük küçük

günahlarınız vardır,

•elbet!... Hasta bası ile yok dedi. — Haydi, h a y d i!»

Gençliğinizde

sevmişsinizdır,

hovardalık etm işsinizdir!» Belki de bir yerde aşkları­ mızın meyvası bir can vardır, şu anda ekmeksiz, at* şsiz, yersiz kalmış bir yavrucak» Siz

erkekler!-, bir

gün seversiniz, sonra fırrrt!.. hiçbir şeyi düşünmezsi­ niz, hattâ çocuğa bakacak kadının parasım b ile !» Za­ vallı kadınlar I » Zavallı Pons Üzüntü üzüntülü: — Beni Schmucke’le

anneciğimden başka kimse

«sevmedi, dedi. — Haydi canım, siz de melek değilsiniz y a ! » Siz «de genç oldunuz, yirmi yaşında iken güzel bir delikan­ lıydınız herhalde» Ben sizi severdim nitekim, o kadar iyisiniz k i ! » Üzüntüsü doruğuna çıkan Pons: — Ben bir kurbağa gibi çirkindim hep, dedi. — Bunu alçak gönüllü olduğunuz için söylüyorsu­ nuz, çünkü alçak gönüllülükte bire birsin iz» — Hiç de öyle değil, Madame Cibot, tekrar ediyo­ rum ki ben çirkindim hep, kimse de sevmedi beni. — Şaşılacak şeyi nasıl olur? Bana, bu yaşa geldi­ ğiniz halde koklanmamış bir gül olduğunuzu mu yuttur­ mak istiyorsunuz? Siz onu

başkalarına

anlatın I Bir

müzisyen, bir tiyatro adamı olun d a ! » Değil siz, bu­ nu bir kadın söylese inanmazdım»

11


COUSIN PONS

162

Pons’un yatağında bir böcek kurdu gib

kıvrandı­

ğını gören Schmucke: — Madame Cibot,

sinirlendireceksiniz

onu, diye

bağırdı. — Kapatın çenenizi siz del.» İki ihtiyar hovar­ dasınız siz... İstediğiniz kadar çirkin olun, ata sözünün dediği gibi kapağını bulamıyan tencere yoktur! Cibot bile, Paris’in en güzel istiridyecilerinden birinin gön­ lünü pek âlâ çelebildi». Siz ondan çok daha yakışıklı­ sınız... Sonra siz,

iyisiniz de!... Haydi,

ettiğinizi ettiniz, T ann sizi raktığınız için

haydi, siz de

çocuklarınızı yüzüstü bı­

cezalandırıyor,

gibi... Bitkin halde olan ihtiyar,

İbrahim

Peygamber

kendisinde başiyle ha­

yır işareti verecek kadar kuvvet buldu. — Ama, merak etmeyin, sizi Mathusalem133 kadar yaşamaktan alıkoymaz bu. Pons: — Beni rahat bıraksanız a siz! diye bağırdı. Sevil­ mek nedir

hiç bilmedim ben!».

Çocuğum da olmadı,

yalnızım yeryüzünde». — Sahi mi? Oysa o kadar iyisiniz k i! Kadınlarsa bunu severler; onları bağlıyan da bu olduğu için, oana öyle geldi ki gençliğinizde». Pons Schmucke’ ün kulağına: — A l şunu götür başımdan,

sinirlendiriyor beni,

dedi. — Monsieur Schmucke’ün çocukları vardır şu hal­ de. Siz, ihtiyar bekârlar, hep böylesinizdir... 189 Mathusalem: Nuh’un büyük göre 969 yıl yaşamıştır.

babası; Incil’i


COUS1N PONS

163

Terinden fırlıyan Schmucke: — Benim mi? diye bağırdı. — Sizin de mirasçınız yok, değil mi? Bu dünyaya* İlciniz de mantarlar gibi geldiniz 1_ Schmucke: — Anlaşıldı, gelin, dedi ve

cesaretini ele alarak

Madame CiboFyu belinden yakaladığı gibi, bağırışları­ na aldırmadan salona çıkardı. *

XXXI Güzel namus örneği

Schmucke’ün Cıbot:

kollan arasında

çırpınan Madame-

— Bu yaşta, kimsesiz bir kadından yararlanmaya, kalkmak! diye bağırıyordu. — Bağırmayın 1 — Hem de bunu siz ha, iyi bir insan olarak tanı­ dığım siz yapıyorsunuz ha!... A h ! Hiç kadın görmemiş bunaklara aşktan sözetmekle çok kötü ettim!... Schmucke’ün öfkeden parlıyan gözlerini görerek: — Ayramnı kabarttım, hınzır adam! Yetişin, y e tişin, kaçırıyorlar beni, diye bağırdı. Alm an: — Budalanın birisiniz

siz! dedi. Şakayı bırakım

da, doktor ne söyledi, onu anlatın! Serbest kalınca ağlamaya başlıyan Cibot: — Beni hırpalıyorsunuz böyle, ben ki sizin ikiniz, için kendimi ateşe atarım, dedi... Erkekler için hırpa­ lamakta ustadırlar derler, ne kadar doğru! Benim O -


COUS1N PONS

164

bot böyle muamele etmez bana! Bense sizi çocukları­ mın yerine

koyuyorum; çünkü

çocuğum yok benim;

■dün, evet daha dün, Cibot’y a : "Dostum, Tanrının bize çocuk vermemesinin de bir hikmeti varmış, benim yu­ karda iki çocuğum v a r !" dedim. İşte vallahi de, tallalıi de böyle söyledim ona™ Hayatında ilk kere ayağım yere vuran Schmucke •öfkeyle: — Peki! peki! Doktor ne dedi? diye sordu. Madame Cibot Schmucke’ü yemek odasına sürüklijyerek şu karşılığı verdi: — İyi bakılmazsa, dedi, bizim sevgili, aziz, gözü­ müzün nuru biricik hastamız, ölmek tehlikesinde imiş: am a sizin kaba muamelelerinize rağmen, ben burada­ y ım ; evet kabasınız, bense sizi çok yumuşak bilirdim™ Hem de öyle kaba ki!™ Demek bu yaşınızda şimdi bile b ir kadına sataşıyorsunuz ha, koca çapkın? — Ne!... Çapkın mı benim Pons’tan başkasını

diyorsunuz bana?... Demek sevmediğimi

anlamıyorsu­

nuz! Kadın Schmucke*e gülümsiyerek: — Oh! çok şükür!™ Artık bana dokunmıyacaksınız, değil mi? dedi. Çünkü

şerefine el

uzatacak bir

adamın kemiklerini kırar Cibot!... Schmucke kapıcı kadının ellerini

tutmaya çalışa­

rak: — Ona iyi bakın, aziz Madame Cibot, dedi. — Yine başlıyorsunuz he! — Dinleyin beni, her şeyim sizin olsun, onu kur* tanrsak™


COUS1N PONS

165

— Peki, ben gereken şeyleri almak için eczaneye gidiyorum ; para ister bu hastalık,

Monsieur... ne ysa­

pacaksınız? — Çalışırunl Pons’umun bir prens gibi bakılma­ sını isterim... — Olur olur, Monsieur Sthmucke; siz hiçbir şey? merak etmeyin. Cibot ile benim birikmiş iki bin frank paramız var, onlar sizin olsun...

Zaten ben sizin için

para harcamaya çoktan başladım, aldırmayın I _ Schmucke gözlerini silerken: — İy i kalbli kadın! dedi. var!...

Altın gibi bir kalbini»

Cibot yarı gülünç y a n acıklı bir tonla: — Bana şeref veren şu göz yaşlarını mükâfatımdır

onlar benim! dedi. Ben

değer verenlerden biriyim; yalnız

silin, çünkü, paraya en az

odaya bu yaşlarla,

girmeyin, Pons kendisini olduğundan daha fazla hasta. sanır. Bu incelikten duygulanan Schmucke, nihayet M a dame Cibot’nun elini tuttu, sıktı. Eski istiridyeci Schmucke’e tatlı tatlı bakarak: — Yapmayın, yapmayın! dedi. İyi yürekli Alman odaya girerken: — Pons, Madame Cibot bir

melek, dedi. Zevzek

bir melek ama, ne de olsa melek. Hasta başını iki tarafa salhyarak: — Sahi mi? dedi. Ben bir aydan bu sana herkes­ ten kuşkulanır bir adam oldum. Bunca felâketten son­ ra T ann ile senden başka kimseye inanmıyorum !M — Sen hele bir iyi ol, üçümüz kırallar gibi yaşıy a cağ ız!^


COUSIN PONS

166

Kapıcı kadın nefes nefese odasına girerken: — Clbetl diye bağırdı. Dostum, partiyi vurduk! Benim iki efendinin ne

mirasçıları, ne piç çocukları,

na de bunlara benzer bir şeyleri var! Fala baktırmaya «name Fontaine’e gideceğim,

gelirimizin ne

olacağını

«öğreneceğim. Bodur terzi: — Kancığım, dedi, iyi ayakkaplanmız olsun diye 'bir ölünün ayakkaplanna güvenmiyelim. Madame Cibot kocasının sırtına dostça vurarak: — Haydi, haydi, dedi, sen de olur olmaz şeyle ca­ nımı sıkma 1 Ben bildiğimi bilirim! Monsieur Poulain Pons için yaşamaz, dedi. Biz de zengin olacağız! Vasi­ yetnamede benim de adım olacak...

Bunu üzerime alı­

yorum ! Sen terziliğine devam et, eve bak! Bu işten ya­ kında kurtulacaksın. Sayfiyeye çekiliriz, Batignolles’e. Güzel bir evimiz, senin uğraşacağın bir bahçemiz olur, ben de bir hizmetçi tutanml... Remonencq Madame Cibot’ya: — Komşu, yukarda ne

var ne yok? diye

sordu.

Koleksiyonun ne tuttuğunu öğrendiniz mi? — Hayır, hayır, onu daha öğrenmedim. Hemen se­ nin dediğin gibi yapılmaz, aslanım! Ben işe daha önemJi şeyler söyletmekle başladım.» — Daha Önemli mi? Bundan daha önemli ne ola­ bilir ki?.» Kapıcı kadın yukardan alarak: — Bırak, çocuğum! da arabamı ben kendim süre­ yim , dedi. — Ama, yedi yüz bin frank üzerinden yüzde otuz


COUSIN PONS

167

var, unutmayın; bununla ömrünüzün sonuna dek bur­ juva olarak yaşarsınız... — Tasalanma, R6monencq baba; o sâf adamın top­ ladığı şeylerin değerini öğrenmek gerekince, gereğim yaparız... t X X X II F a lcılık ilm i hakkında

Kapıcı kadın doktor

Poulain’in emrettiği ilâçlanr

daha açık görüşlü bulacaktı; çünkü Madame Fontaine’yapâcağı ziyareti ertesi güne bıraktı, oraya sabah er­ kenden, herkesten önce

giderse, falcıyı

daha zinde^

daha açık görüşlü bulacaktı; çünkü Madame Fonta ine’in evi kalabalık olurdu hep. Ünlü Mademoiselle

Lenormand’m kırk yıl rakibi

olduktan sonra, o ölünce,

Marais'nin falcısı Madame

Fontaine oldu. Paris’in aşağı tabaka halkı için İskambil falcılarının ne önemli olduklarım,, bilgisiz insanların kararlarım ne derece

etkilediklerini

güçtür; çünkü aşçılar, kapıcılar,

tasavvur etmek

kapatmalar, işçiler,.

Paris’te umutla yaşı yan bütün insanlar, böyle gelece­ ği okumak gibi acayip, izahı mümkün olmıyan b irgü e sahibi üstün yaratıklara başvururlar. Falcılık ilmi bil­ ginlerin, avukatların, noterlerin, hekimlerin, yargıçla­ rın ve filozofların tahmininden çok daha fazla yaygın­ dır. Halkta değişmez içgüdüler vardır. Bunlar arasın­ da, budalalık edip hurafelere inanma dediğimiz his, hal­ kın kanında olduğu kadar da üstün insanların ruhun­ da bulunur. Paris’te, iskambil falcısına başvuran dev­ let adamı çoktur. İnanmıyan insanlar için adil asiro-


168

COUSIN PONS

loji (bu da çok acayip bir terkiptir y a !) 184* tabiatımı2\n doğuştan olan en kuvvetli duygularından merakın sömürülm esinden başka bir şey inanmıyanlar,

falcılığın

değildir

insanın alın

Bu yüzden

yazısiyle adlî

astrolojiyi meydana getiren yedi sekiz esaslı usul sa­ yesinde elde edilen şekiller arasında bulduğu münase­ betleri, kökünden red

ederler. Oysa sivri zekâlıların

y a da maddeci filozofların, yani sadece gözle görülen kesin olaylara, modern fiziğin terazisiyle modern kim­ yanın imbiğinin ortaya koyduğu sonuçlara değer veren insanların kabul etmedikleri bir

yığın tabiî hadiseler

için durum ne ise, falcılık ilmi için de durum odur; bu ilim mevcuttur ve yoluna devam etmektedir;

yalnız

ilerlemiyor, çünkü şöyle böyle iki yüzyıl var ki aydın fikirli insanlar onunla uğraşmıyorlar.

Falcılığın yal­

nız mümkün olabilecek tarafını ele alarak, bir adamın bayatına takaddüm eden olayların, yalnız onca bilinen sırların, karıştırdığı ve kestiği, falcının da esrarlı ka­ nunlara uygun olarak kısımlara böldüğü iskambillerde bemen gözükeceğini sanmak,

saçmadır; iyi ama. yine

bu saçmadır ki buhar kuvvetini inkâr

etmiş, barutun,

matbaacılığın, hakkâklığm, teleskopun bulunuşunu in­ kâr etmiş, bugün de hava yolculuğunu ve son zamanın büyük keşfi dagerreotypie’i188 inkâr etmektedir. Biri gelse de Napolyonfa bir binanın, bir

insanın havada

her an için bir şekli olduğunu, mevcut eşyanın atmos­ fe r içinde tutulup tesbit edilen bir hayali bulunduğu­ 184 Adil A stroloji: Astrolojinin yıldızlara baka­ rak geleceği okuma kısmı. Adliye ile hiçbir ilgisi yek. ıs» Dagerreotypie: Fotoğrafla alınan bir resmi madenî bir safhaya geçirmek sanatı.


GOUSIN PONS

169

nu söyleseydi, Richelieu’nün Salomon de Caux’yu, ken­ disine buhar gemisi gibi muazzam bir keşfi sunan bu» Normandiyalı’yı Bicâtre

tımarhanesine

soktuğu gibi,,

o da bu adamı Charenton’a attırırdı. Oysa Daguerre'ir bulusu bundan başka bir şey değildir! O halde, Tanrıher insanın alınyazısını, bazı görebilen gözler için yü­ züne yazdı ise - burada yüzü vücudun tümünü içine alan bir deyim olarak

alıyoruz - neden başlı

başına insan,

hareketi ve onun belirtme aracı olan el, yüzün yerini' tutmasın? İşte el falı bundan doğmuştur. Toplum Tanrı’yı

kopya

etmiyor mu? Bir

aüama, elinin

şekline,

bakarak geleceğini söylemek, bir ere döğüşeceğini, b ir avukata konaşacağını, bir ayakkabıcıya kundura ya da: çizme yapacağını, bir çiftçiye toprağını gübreleyip sü­ receğini söylemek kadar

normal bir iştir, önemi: b ir

örnek verelim: Dehâ bir insanda o kadar gözükür ki, Paris’te sokakta

gezerken, en

bilgisiz

adamlar bile

yanlarından bir artistin geçtiğini anlarlar. Böyle b ir adam, geçtiği her yeri ışığı ile nurlandıran soyut b ir güneş gibidir. Bir budala da, dâhiyi

meydana vuran,

hallerin tamamiyle tersi haller ile hemen fark edilmi­ yor mu? Tabiî bir adam dikkati çekmez. Parisliyi v e onun toplumsal durumunu ineeliyenlerin çoğu, yanla* rından geçenlerin mesleklerini söyliyebilirler. On altın­ cı yüzyıl ressamları tarafından çok güzel çizilmiş olanSabat esrarları,13e bugün için artık çıkmıştır.

Hindistandan

çingenelerin ataları

esrar

gelmiş acayip

Mısırlılar,

olmaktan

bir ırk olan

müşterilerine

sadece

19C Bir halk hurafesine göre, kadın ve erkek si­ hirbazların, şeytanın başkanlığında, cumartesi günü, gece yarısında yaptıkları toplantı.


COCJSIN PONS

haşhaş yedirirlerdi... Bu bitkinin yarattığı haller, san* ki birer görünmez

hayal olan o

bildiğimiz

olayları,

örneğin süpürge üstünde uçmaları, bacadan kaçmaları, .yaşlı kadınların genç kız şekline

girmeleri, şeytanın

bu sözde âşıklarının fantezileri olan çılgınca dansları T e nefis müzikleri açıklarlar. Bugün falcılık ilminden çıkmış o kadar doğru, de­ ğişmez olaylar vardır ki, bir gün

gelecek, bu ilim de

kimya, ya da astronomi gibi okutulacaktır. Hattâ Pa­ ris’te Slav. Mançu ve kuzey edebiyatı gibi öğretilmesi­ ne hiç te lüzum olmıyan, ders verecek yerde ders ala*eak durumda bulunan ve öğretenlerin Shakespeare ya ^da on altıncı yüzyıl hakkında bitmez tekrarladıkları

konular

için

tükenmez şeyler

kürsüler

kurulurken,

Antropoloji adı altında, eski üniversitenin bir şerefi elşuı kehânet felsefesinin ihya edilmemesi çok acayip'tir. Biı işte, hem büyük hem çocuk olan bir memleket, yani Almanya,

Fransa’yı geride

hepsi aynı şey olan bir yığın

bırakmıştır, £ünkü

farklı felsefed en daha

faydalı bulunan bu ilim öğretilmektedir orada. : Kimi insanların, sebeplerin tohumu içinde gelecek •olayları okuyabilmeleri, tıpkı büyük bulucuların halkın {göremediği tabir bir olay içinde bir ilim görmeleri gi­ bi. patırtıya yolaçan şaşırtıcı istisnalardan biri olmak­ tan çıkmıştır; artık inkâr edilemeyen bir vergi işidir ki buna fikrin uyurgezerliği gibi bir şey denilebilir. •Geleceği okumakta, değişik tarzların mevcut olduğu iddiası saçma görünüyorsa da, olayın meydanda. Sonra geleceğin büyük

gerçek olduğu

olaylarını okumak


COUSIN PONS

171

bir falcı için geçmişi sezmekten daha fevkalâde bir hü­ ner değildir. İnanmıyanlann

sisteminde, geçmişin dev

geleceğin de bilinmesi aynı derecede imkânsızdır. Eğer geçmiş olaylar iz köklerinin

bırakıyorlarsa, gelecek olayların da

var olabileceği

pekâlâ

düşünülebilir. Bir

falcı size geçmiş hayatınızın sade sizce bilinen olayla­ rını bir bir sayabilirse, mevcut sebeplerin doğuracağı olayları da

söyliyebilir. Ruhsal

âlem, tabiî

patronuna göre biçilmiştir denebilir;

âlemin

birindeki olay­

lar çevresinin özel farkları ile, ötekisinde de kendisini göstermek zorundadır elbette. Nasıl ki her şey gerçek­ ten havaya aksediyor ve orada dagerreotipin yakalayıp tespit ettiği bir hayal bırakıyorsa, gerçek ve müessir bir varlık olan fikirler de, ruhsal âlemin atmosferi di­ yeceğimiz

yere

orada görüntü

akseder, şeklinde

orada

sonuçlar

bulunurlar;

■çünkü henüz adlandırılmamış

yaratır,

(görüntü dedik,

olaylar için kelime Uy­

durmak yerinde o lu r); bu böyle olunca da, olağanüstü vergileri olan varlıklar, bu şekilleri ya da fikir izleri­ mi görebilirler pekâlâ. Geleceği okumak için kullanılan fal baktıran, hayatının kaçınılmaz meye yanyan şeyi kendi

araçlara gelince, olaylarını göster­

eliyle tanzim ettiği için, bü

şaşılacak işin açıklanması daha da

kolaydır. Gerçek

ten, içinde yaşadığımız âlemde her şey zincirleme bir­ birine bağlıdır. Her hareketin bir

nedeni olduğu gibi

lıer neden de bütünle ilgilidir; bunun sonucu olarak ta, bütün, en ufak davranışta kendisini

gösterir. Bugün­

kü insanlığın en büyük düşünürlerinden olan Rabelaia»


COUSIN PONS

172 Pythagores’i137

Hippocrates’i,138

Aristophanes’i186 ve

Dance’yi*140 nefsinde toplıyan bu adam, bundan üç yüz yıl önce: “ insan oğlu küçük bir

evrendir.” dedi. Üç

yüzyıl sonra da. İsveçli büyük mistik filozof Şivedenborg, dünyanın bir insan olduğunu söylüyordu. Inanmıyanlann

piştan ve mistik

filozof,

düsturların en

büyüğünde birleşiyorlardı öylece. Yeryüzünün hayatın­ da olduğu gribi, insan hayatında da her şey kadere bağ­ lıdır. En ufak olaylar, en bağlıdır orada.

önemsizleri bile, birbirine

Şu halde, büyük şeyler, büyük niyet­

ler, büyük düşünceler, orada en ufak olaylarda haliy­ le aksederler, hem bu aksetme o kadar tıpatıp olur ki, bir komitacı, iskambilleri karıştırıp keserse, gizli dar­ besini, çingene, falcı, bulunan insanlar için

şarlatan denen ve görme gilcit yazacaktır oraya.

Alınyazısı,

yani sebeplerin biribirine bağlı olduğu kabul edilince, adlî astroloji var demektir, eskiden olduğu gibi de, en­ gin bir ilim olma yolundadır; çünkü Cuvier'yi141 bu kadar yüce kılan

tümdengelim

kabiliyeti

vardır bu

ilimde. Şu farkla ki bu kabiliyet falcılıkta kendiliğin­ den olduğu halde o büyük bilginde

çalışmakla geçen

gecelerin ürünüdür. 187 Pythagorcs: Tenasüh tan’da yayan ünlü filozof.

nazariyesini Yunanis­

198 Hippocrates: Eski zamanların en büyük Yu­ nanlı hekimi. İsa’dan önce 460 yılında doğdu. 13tt Aristophanes: Eski Yunanistan’ın en ünlü ko­ medi şairlerinden. İsa’dan önce beşinci yüzyılda yaşadı. 140 Dante: Floransa’da doğmuş ünlü Italyan şa­ iri. (1265-1321). 141 Cuvier: Ünlü Fransız biyolojisti (1 773-1838).


COUSIN PONS

173

Yıldızlar yolu ile geleceği keşfetmek, yani falcı­ lık, yedi yüzyıl boyunca,

bugünkü gibi halk tabakası

üzerinde değil, en büyük zekâlar,

kırallar, kıraliçeler

■ve zengin insanlar üzerinde hüküm sürmüştür. Fski .zamanların en büyük ilimlerinden biri olan manyatızma, kimyanın alşimistlerin ocaklarından çıkmış oiınası gibi, falcılık ilminden çıkmıştır. Kronoloji,142* Fiziognomoni,148 nevroloji144 de bu ilimden çıkmıştır; görünüş­ te yeni olan bu ilimlerin ünlü

mucitlerinin de, bütün

mucitler gibi, bir kabahatlan olmuştur: o da yaratıcı nedeni şimdi bile analizden kaçan kesin olarak sistemleştirmeleridir.

münferit olayları Günün birinde lta-

tolik kilisesiyle modern felsefe, adaletle de birleşerek, ruhlarla münasebet kurmayı ve

bununla uğraşmaları

ortadan kaldırmak, cezalandırmak, rezil etmek için el­ birliği ettiler; bunun üzerine falcılık ilminin saltanat ve ilerlemesinde yüzyıllık üzüntü verici bir duraklama oldu. Ne olursa olsun, halk,

birçok akıllı insanlar ve

özellikle kadınlar, geleceğin perdesini

kaldırmak gibi

esrarlı bir güç gösterenlerle ilgilenmeyi kesmiyorlar, onlardan umut, cesaret, kuvvet, yani sadece dinin ve­ rebileceği şeyleri satın

almaya

gidiyorlar

tehlikesine rağmen, her zaman tutulması

Bu ilmin, bundandır.

Bu gün, X V III. yüzyıl ansiklopedistlerinin yarattıkları gözyumma sayesinde

işkenceden kurtulmuş

bulunan

sihirbazlar, yalnız polisçe izlenilirler, o da ancak hile­

142 Kronoloji (eronologie) kabiliyet ve içgüdüleri anlamak için kafatasım inceleme ümi, 148 Fisiognomoni (Physiognomonie): tnsanlano yüzlerine bakarak akıl ve tabiatlarını tesbit ilmi. i44 N evroloji: (sinirleri inceleme ilmi.)


COUSIN PONS

174

li yollara saptıkları, para sızdırmak amacıyle kendile­ rine koşanlan

korkuttukları,

yani işi

döktükleri zaman. Ne yazık ki bu

dolandırıcılığa

olağanüstü gücün

uygulanmasında dolandırıcılık, hattâ bazan cinayet, ek­ sik olmuyor. Sebebi de şu: Falcıyı meydana getiren

övgüye değer

vergiler,

bizim kaba saba dediğimiz insanlarda bulunur, çokluk­ la. Bunlar,

Tann'nın içine

insanları şaşırtan

eksin

koyduğu seçilmiş vazolardır sanki; peygamberler, evli­ yalar bu kaba saba insanlardan çıkıyorlar. Düşünce, bütünlüğü içinde ve blok halinde kaldı­ ğı, yani konuşmalar, entrikalar, edebî

eserler, bilgin

hulyalan, İdarî çabalar, mucit buluşlan, savaş işleri halinde harcanmadığı zaman, şaşılacak kuvvette ışık­ lar saçmaya elverişlidir; yalntz bu ışıklar, sâ f elmasın satıhlarındaki panltıyı sakladığı gibi, içte saklı olarak bulunur. Bir durum mu çıktı! bu zekâ alevlenir; me­ safeleri aşmak için kanatlan, her şeyi görmek için de tannsal gözleri vardır: bu zekâ dün bir kömür parça­ sı idi, ertesi

gün, içinden

tepkisi altında

geçen o

panldıyan bir

bilinmez

elmastır.

İksirin

Zekâlarının

her yüzünde yıpranmış olan üstün insanlar, T ann ’nın bazan yarattığı

mucizeler bir kenara

bırakılırsa, bu

olağanüstü gücü hiçbir zaman gösteremezler. Bu yüz­ den, kadın ve erkek falcılar, hep bâkir fikirli kadın ve erkek dilenciler, görünüşü kaba saba insanlar, sadece maddi sıkıntılarla karşılaştıklan hayatın çukurlarına

düşmüş çakıl

yoksulluğun seline, taşlan

oluyorlar.

Peygamber, kâhin, falcı nihayet, yalnız kiralın bilebi­ leceği bir sırrı açıklamakla

X V III. Louis’yi titreten

bir çiftçi Martin, Madame Fontaine gibi bir aşçı, bir


Mademoiselle

OOUSIN PONS

175

Lenormand, hemen

hemen ahmak bit

zenci kadın, boynuzlu hayvanlarla beraber yaşıyan bir çoban, tapmağın yanına oturmuş ve vücuduna işkence ler yaparak ruhu uyurgezerlik

vergisinin bilinmiyen

kudretlerine ulaştıran bir fakir oluyor. Falcılık ilminin kahramanlarına her çağda Asya’­ da Taşlanmıştır. Bu insanlar elektriği ileten cisimlerin fiziksel ve kimyasal foksiyonlarına benzer bir iş görür­ ler, yani tabiî oldukları zaman hiçbir değişiklik göstermiyen, hareketsiz maden gibi

görünürler,

ama, fala

bakarken içinden elektrik geçen bir madeni andıran bu varlıklar, esas hüviyetlerini alınca, çoğu zaman, polis eline düşürtecek hattâ meşhur Balthazar gibi ağır ce­ za mahkemesine, zindana sürükletecek

şekilde hesap­

lara, dalaverelere kaptırırlar kendilerini. Kısacası, is­ kambil falcılığının halk

üzerindeki

büyük kudretini

îspatlıyacak bir nokta varsa, o da zavallı müzisyenin yaşaması ya da ölmesi Madame

Fontaine’in Madame

■Cibot’ya bakacağı fala bağlı bulunması idi. Her ne kadar, X IX .

yüzyıldaki

Fransız toplum

hayatını anlatan ayrıntılarla dolu önemli bir hikâyede, bazı tekrarlardan kaçınılmazsa da, Madame Fontainein izbesini,

daha önce

Comâdiens sans le savoir adlı

«serimizde çizmiş olmamız yüzünden,

burada yeniden

ele almak faydasızdır. Yalnız şu noktayı belirtmek zo­ runluluğu vardır:

Madame Cibot,

sokağında oturan Madame

Vieille-du-Temple

Fontaine’in

evine,

tıpkı

İngiliz kahvesine alışık olanların bu lokantaya yemek .yemek üzere girdikleri gibi girdi. Bu evin çok eski bir müşterisi olan Madame Cibot,


COUSIN PONS

176 meraktan

(I lıy a n genç

kızlarla kadınlar

getirirdi

oraya. X X X III Büyük fa l iskambil falcısına

kâhyalık eden yaşlı

hizmetçi

kadın, kutsal yerin kapısını müşteri geldiğini hanımı­ na haber vermeden açtı: — Madame Cibot geldi, dedi. Sonra: -B uyurun girin, kimse yok, diye ekledi. Buyücii kadın: — Hayır ola, yavrum, ne var ki böyle sabah sa­ bah geldiniz? diye sordu O zamanlar yetmiş sekiz yaşında bulunan Madame Fontaine, bir zebaniye lâyık dış şekliyle büyücü sıfa­ tım hak ediyordu. Cibot: — Perişan bir haldeyim, dedi.

Bana büyük fal*

açm, geleceği ilgilendiren bir mesele var. Bunun üzerine, içinde bulunduğu durumu anlattı,, beslediği alçakça umut için bir fal açmasını diledi. Madame Fontaine kendine önem verir bir halle: — Büyük falın ne olduğunu siz bilmezsiniz, dedi. — Hayır, bilmiyorum. Onu açtıracak kadar zengin olmadığım için görmedim hiç. Yüz frank 1 Çok tuzlu! Ben bu kadar parayı nereden bulurdum? Ama bu gün,, ihtiyacım var buna! — Ben onu her zaman açmam, önemli durumlarda, zenginlere

yavrum. Yalmz.

açarım, ve yirmi be>

altın alınm ; çünkü, açık soyliyeyim, çok

yorucudur;


COUSIN PONS

177

bitirir beni! Ruh şuramdan, midemden kemirir. Eski­ lden denildiği gibi sab b a t ya1** gitmektir bu. — İyi ama, sevgili tname Fontaine, ben size bu iş­ te geleceğim bahis konusudur dediğime g o r e _ Madame Fontaine, buruşmuş

yüzünde yalancı ol­

anıyan bir dehşet belirtisiyle: — Pekâlâ, sizin çok paranızı aldım, Ruha kendimi teslim edeceğim! dedi. Ocağın yanındaki eski ve pis koltuğundan kalktı, •eskimiş iplikleri bir bir sayılan yeşil kumaşın örttüğü masaya doğru gitti; masa üstünde, solda, görülmemiş büyüklükte bir kara

kurbağa, içinde tüyleri

biribiri-

o e karışmış kara bir tavuk bulunan açık bir kafesin yanında uyuyordu. Madame Fontaine elindeki yün şişi ile kurbağanın •sırtına vurdu; kurbağa da ona anlar gibi bir halle bak­ tı. Falcı: — Astroth, buraya oğlum! dedi. Kart tavuğun da gagasına hafifçe vurarak:

- Mademoiselle Cteopâtro!

dikkat! diye ekledi. Bunun Üzerine kendi içine kapandı, birkaç saniye kımıldamadan durdu; bir ölüydü sanki, gözleri döndü, aklaştı; sonra kaskatı kesilerek boğuk bir sesle: — Hazırım! dedi. Cleopâtre'a kurulmuş gibi bir halle dan saçtıktan sonra, büyük fal iskambillerini aldı, kıvranmalar ara­ sında, karıştırdı onları, sonra, derin derin içini çeke­ rek Madame Cibot’ya kestirti. Bu pis yemenili, ıığur3uz yelekli ölüm timsali kadın, siyah tavuğun gagala-1 6 4 146 Sabbat: 136 numaralı açıklamaya bakınız. 12


COUS1N PONS

178

dığı darılara baktığı v e kurbağa iskambillerin üzerinde Madame Cibot

Aataroth’unu açtığ>

dolaşmaya

çağırdığı

titredi, soğuk terler

zaman,

döktü. Bu çeşit

büyük heyecanlan ancak esaslı inanışlar yaratır. Ma­ dame Cibot için can alacak nokta, gelir sahibi olup olamıyacağını anlamaktı. Slıakespeare de: "Olmak ya da olmamak, işte mesele bu I” demişti. Yedi sekiz dakika bir sihir kitabını açıp mezardan gelir gibi bir sesle bir şeyler

okuduktan, kalan dan

daneleri ile kurbağanın çekilirken tuttuğu yolu incele­ dikten sonra, büyücü kadın, ak

gözlerini

dikerek is­

kambillerin anlamını söktü: — Her ne kadar olaylar beklediğinizden başka bi­ çimde geçecekse de, sonu başarılı!... Çok koşacaksınız sağa sola, ama çabalarınızın mükâfatını göreceksiniz! Çok kötü hareket edeceksiniz, ama bu sizin için böyle olduğu gibi, hastalann etrafım alan ve mirastan b ir pay bekliyenlerin

hepsi için de böyledir. Bu kötülük

işinde, önemli kişiler tarafından yardım göreceksiniz— Daha sonra, ölümün pençesinde yaptıklarınıza pişman olacaksınız, çünkü zindandan kaçmış, biri kısa boylu, kızıl saçlı, ötekisi çıplak başlı, yaşlı bir adam olan iki kürek

mahkûmu tarafından

öldürüleceksiniz; çünkü

sizde, ikinci kocanızla çekileceğiniz köyde, para oldu­ ğunu sanacaklar. Bu kadar kızım, harekete geçmekte ya da rahat durmakta hürsünüz şimdi. Bu iskeletin görünüşte çok soğuk ve içeri kaçmışgözlerinde

meşaleler

tutuşturmuş olan iç

heyecan,

söndü. Fal söylenip bitince, Madame Fontaine'in göz­ leri kamaşır gibi oldu, uyandırılan uyurgezerlere ben­


COUSEN PONS

zedi her bakımdan; sonra Madame

(evresine

ITO

şaşkın gözlerle baktı;

Cibot’yu tamdı, onu

yüzünde dehşet

ifadesi ile karşısında görünce şaştı. X X X IV H offm ann’ın masallarından bir kişi Fala baktığı sesle:

sıradaki sesinden tüm

değişik bir-

— Nasıl, kızım, hoşnut musunuz? diye sordu. Madame Cibot büyücü kadına, bir kelime söylıyemeden şaşkın şaşkın baktı. — Eeel Büyük falı istediniz! Ben de sizi kırma­ dım, eski bir ahbap olduğunuz için yüz frank verin*, bana yeter... Kapıcı kadın: — Cibot ölecek ha? diye bağırdı. Madame Fonta-ine çok sâf bir halle: — Size çok mu müthiş şeyler söyledim, ha? diye sordu. Madame Cibot cebinden yüz frank çıkarıp masa­ nın üstüne koyarken: — Hem de pek müthiş! dedi. Öldürülecekmişim!... — Ne yapayım, büyük falı istediniz, ben de bak­ tım! Ama, yüreğinizi ferah tutun, iskambilde öldürü­ lenlerin hepsi ölmez... — Bu olur mu, mame Fontaine? — Vallahi güzel kızım, ben bir şey 'bilmem! Siz* geleceğin kapısını çalmak istediniz, ben de ipi çektim*,, benim işim bu kadar, O da geldi!


COUSIN PONS

180

Madame Cibot: — O, dediğiniz kim? diye sordu. Sabn azalan büyücü kadın: — Kim olacak canım, Ruh! cevabını verdi. Kapıcı kadın: — Hoşça kalın, matne Fontaine, dedi. Büyük fal nedir bilmiyordum, çok korkuttunuz beni, inanın! _ Hizmetçi kadın kapıcıyı götürürken: — Ayda

iki kere

merdiven ağzına

bile bu fala

kadar

yanaşmaz bizim

Madame! dedi. Onu Öylesine hırpalar ki bu, dayanroayıp can verebilir, günün birinde

Şimdi külbastı yiye*

«cek, üç saat de uyuyacak... Eve dönerken,

yolda, fala

başvuranlar

fa lla n

konusunda ne düşünürlerse, Madame Cibot da onu dü­ şündü: falın kendi çıkarına

uygun gelen taraflarına

inandı, bildirilen felâketlerden şüphe etti. Ertesi gün, •kararlan daha kesin bir hal alınca, Pons’un müzesinin b ir kısmı üzerine oturarak zengin olmak için her şeyi harekete geçirmeyi aklına koydu. Bu sebeple, bir süre •başan imkânlarım bir araya getirmekten başka düşün­ cesi olmadı. Daha önce sözünü ettiğimiz olay, yani ba­ sit ..insanlarda soyut güçlerin bir nokta üzerine toplan­ ması hali, sabit fikir adı verilen o korkunç silâh ka­ falarında yer aldığında, çok kuvvetli

olarak kendim

gösterir; çünkü böyleleri soyut güderini günlük har­ camalarla yetirmezler, sosyete insanları gibi... Madame Cibot’da doruğuna çıkmıştı bu hal. Sabit fikir nasıl güç durumlardan kurtulma mucizeleri ve duygu mucizele­ r i yaratırsa, aç gözlülüğü ile desteklenen bu kapıcı ka-


COUSIN PONS

18Ü

din da, sıkışık duruma düşmüş bir Nucingen1 148 kadar 7 1 6 4 güçlü, dış budalalığı altında, baştan çıkarıcı la Pal fe­ rine147 kadar zeki kesildi. Birkaç gün sonra, sabah saat yedi sularında, R§— monencq’i dükkânını açarken görünce, kedi gibi sokul-du ona: — Nasıl yapmalı da, efendilerimin evine yığılmışolan şeylerin gerçek

değerini

anlamalı? diye sordu*

ondan. Antika eşya satıcısı kötü taşra ağziyle: — Bundan kolay ne kapaklı hareket

varl dedi. Bana karşı jizli-

etmezseniz, bu işten

anlıyan birini

gösteririm size; çok dürüst bir adam, tabloların değe­ rini aşağı yukan tam olarak söyliyebilir^. — Kim bu? — Monsieur Magus; artık yalnız kendi zevki için* iş yapan bir Yahudi. îvsanhk kom edisi’nde148 adı, kendisinden söz edilmeyi

gerektirmiyecek

kadar çok

burada.,

geçen Elie-

Magus, tablo ve antika eşya ticaretinden çekilmiş, Pons* un bir amatör olarak yaptığını o da satıcı olarak yapar­ dı. ö lü Henri ve Monsieur

Piggeot,

Moret,

Theret,

Georges, Roehin gibi Müzenin bilirkişileri, onun yanın— 146 Nucingen: Balzac’m romanlarında geçen birtip : kurnaz, kudretli bir banker, yüksek bir maliyeci... Balzac’m bu eseri de “ Nucingen bankası” adı altında, klâsikler serisinde dilimize kazandırılmıştır. 147 La Palferine: Balzac’m yarattığı ve romanlannda adı sık sık geçen bir tip. 148 İnsanlık komedisi: Balzac’ın eserlerine verdi­ ği genel ad.


COUSIN PONS

1183

da çocuk kalırlardı; Magus bir şaheseri yüzyıllık bir kır altında bulup çıkan r, bütün ekolleri, bütün ressam* Jann elyazılarını tanırdı. Paris’e Bordeaux’dan gelen

bu Yahudi,

ticareti

1835 de terketmiş, ama, Yahudilerin çoğunda görülen '•dış pejmürdeliği terketmemışti; geleneklerine Öylesine bağlıdır bu ırk. Orta çağda, bu ırka edilen eza cefa Yahudileri, kuşkulan uzaklaştırmak amaciyle, eski püs­ kü giymeye, boyuna sızlanmaya, gözyaşı dökmeye, yok­ sulluktan dem vurmaya zorlardı. Bu eski günlerin zorunluklan, bir halk içgüdüsü, yerleşik bir halk kusuru ■olmuştu her zaman olduğu gibi. Elie Mağus, elmas alıp «atm a, tablolan, dantelâları, antikaları, minaları, in>ce tahta

işlerini, eski

gümüş

takımlarım

birbiri ile

trampa etme yolu ile, bu çok önem kazanmış bulunan ticaretle, kimsenin bilmediği büyük bir servet kazan­ mıştı.

Gerçekten, Paris’te,

antika eşyanın

birbirine

randevu verdiği bu şehirde, bu çeşit satıcılann sayım :yirmi yıldan bu yana on kat artmıştır. Tablolara g e­ lin ce, onlar sadece üç şehirde satılır: Roma’da, Londra’•da, Paris’te... Elie Magus, Royale meydanına çıkan küçük, dar -hır sokak olan Minimes’de oturuyordu; orada 1813 te herkesin deyimiyle yok bahasına satın aldığı eski bir konağı vardı. Bu gözkamaştıncı zamanında pek iyi

süslenmiş

binada,

X V . Louis

dairelerden biri

bu­

lunuyordu, çünkü eskiden Maulaincour’un konağı idi bu bina. Vergiler encümeni başkam olan bu ünlü kişi tarafından yaptırılan bu konak, bulunduğu yer dolayısiyle ihtilâl günlerinde tahrib edilmekten kurtulmuş­ tu . Yaşlı Yahudi, ırkının kanunlarına uymıyarak ev


COUSIN PONS

sahibi olmak

istemişse,

inanın ki bir

183$ neden vardır

bunda. İhtiyar son pimlerinde, hepimiz gibi, çılgınlığa^ kadar varan bir iptilâya tutulmuştu. Dostu, ölü Gob— seck kadar cimri olmakla beraber, değiş tokuş ettiği, şaheserlere kendisini kaptırdı; yalnız gittikçe incelen,, güçbegenir olan zevki, ancak zengin oldukları ve sana­ tı da sevdikleri zaman kıratlarda görülebilen tutkular­ dan biri haline geldi. Tıpkı, erleri altı ayak boyunda*, olduğu zaman heyecan duyan, onları canlı er müzesine katabilmek için

çılgınca para

harcıyan

Prusya'nın

ikinci kıralı gibi, işten çekilmiş bu trampacı da, ancak' kusursuz, üstadl arın elinden sanatta

birinci

stnıf

olan

çıktığı şekilde kalmış ve* tablolara

vurulurdu. Bin

yüzden, Elie Magus hiçbir satışı kaçırmaz, bütün sa­ tış yerlerine uğrar, Avrupa’yı baştan başa dolanırdı.. Bu, kâra âşık ve buz parçası gibi soğuk ruh, bir şah­ eser

karşısında kendinden

geçerdi, tıpkı

kadından,

usanmış bir hovardanın harika bir genç kız karşısında, coşması ve kusursuz güzeller peşinde koşması gibi bin donjuan, bu ideal âşığı, güzel eserler karşısında, cim­ riye altının verdiği hazlardan daha üstün hazlar du­ yardı. Eşsiz tablolarla süslü bir sarayda yaşıyordu! Prens çocuklariymiş gibi dikkatli yerleştirilen bu. şaheserler. Elie Magus’ün eski haline getirttiği, hem* de çok gözkamaştırıcı bir halde restore ettirdiği konağım bütün birinci katını dolduruyordu. Pencerelerde, perde olarak, Venedik’in altın işlemeli en güzel kumaşları var­ dı. Yerde Savonnerie’in149 gözkamaştırıcı halıları yayıh149 Savonnerie: önceleri Louvre sarayında IV üncü Henri zamanında doğu usülü altın ve gümüş sııv-


COUS1N PONS

184

idi. Sayısı aşağı yukan yüzü bulan tablolar en nefis çerçeveler içindeydi. Bu çerçeveler, Elie Magus’ün vic­ d a n lı bir sanatkâr bulduğu ve Paris'in biricik yaldız­ cısı Servais tarafından yeniden elden geçerek yaldızilannuştı; yaşlı Yahudi, bu artiste, Fransız altınından -çok üstün olan İngiliz altını ile yaldız sürmeyi öğretti. Ciltçilikte Thouvenin ne ise, yaldızcılıkta da Servais o idi: eserlerine vurgun bir artist... Bu

konağın pen­

cereleri, üzerlerine demirden levha geçirilmiş pancurlarla korunurdu. Elie Magus ikinci

katta, çok yoksul

ıbir tarzda döşenmiş, kendi paçavralariyle dolu, Yahu*di kokan iki küçük odada oturuyordu; çünkü önce na•sıl yaşamışsa, şimdi de öyle

yaşamaya

devam edi­

yordu. Yahudinin şimdi bile

değiş tokuş ettiği tablolar-

ila ve yurt dışından gelmiş sandıklarla dolu olan alt katta, büyük bir atelye vardı; orada, yalnız Yahudinin .hesabına bizim en usta tablo

onarıcılarımızdan olan

ve Müzede bir görev verilmesi gereken Moret çalışıyor­ d u . Yaşlı Yahudinin tekne kırıntısı olan kızının daire­ l i de yine orada bulunuyordu. Bu Yahudi kızı, Asya tipi, kendilerinde karışıksız ve asîl olarak bulunduğu :zaman güzel olan bütün Yahudi kızlan gibi güzeldi. Aynı ırktan ve geri kafalı iki hizmetçi kadın tarafın­ d a n korunan Noemi Mogus’ün sanki öncü kuvvet olarak Abramko adında

Polanyalı

bir

Yahudi

bekçisi

vardı; masal olabilecek bir tesadüfle Polonya olay la­ m a ile halılar yapılırdı. 1672 de bu atelye Chaillot’ya ■bir sabun fabrikasına götürüldü. Bu suretle bu ad bu ssanata ve bu mamüllere verilen bir ad olarak kaldı. îSavonnerie Fransızcada sabun fabrikası demektir.


185

COUSIN PONS

n na karışmış bulunan bu adamı,

Elie Magus, ondan,

faydalanacağını umarak kurtarmıştı. Bu ıssız, soğuk konağın kapıcısı olan Abramko, bin Terre-Neuve, bi­ ri Pyrenees, ötekisi de Ingiliz bulduğu cinsi olmak üze­ re görülmemiş yırtıcılıkta üç köpekle korunan bir oda­ da otururdu. Korkmadan yolculuğa çıkan, rahat rahat uyuyan, ne birinci hâzinesi

k izi

için, ne de tablolariyle parasa

için hiçbir kötülükten korkmıyan Yahudinin emniyeti, şu esaslı noktalara dayanırdı: Abramko her yıl iki yüa frank daha fazla ücret alırdı, efendisinin ölümünde de hiçbir şey beklemiyordu; Elie Magus onu mahallede tefe­ ciliğe alıştırıyordu. Abramko, korku uyandıran demin» ufak bir hücreden bakmadan kapı

açmazdı kimseye.

Hercules kadar kuvvetli olan bu kapıcı, Sancho Pança’nın don Quichotte'a taptığı gibi tapardı Elie Magus’e. Gündüzleri

bağlanan

köpeklere hemen hemenı

hiçbir yiyecek verilmezdi; gece, Abramko onları sa lıverirdi;

yalnız

yaşlı

Yahudinin

hilekâr

göre, biri bahçede, tepesinde et parçası

buluşuna

bulunan b ir

direğin dibinde, İkincisi avluda, aynı şekildeki bir di­ rek dibinde,

üçüncüsü de alt katın büyük salonunda»

durmaya mahkûmdular. Kabul edersiniz ki zaten içgüdüleri ile evi muha­ faza eden bu köpekleri, kendi açlıkları uyanık tutar­ dı; en güzel dişi bir köpek de geçse, etli direğin dibin deki yerlerinden

ayrılmazlardı; bu

bir şeyi gidip koklamak için bile

yerleri herhangi

bırakmazlardı. Birk

geldi mi, onun, gıdalarına göz diktiğini sanırlardı kö­ pekler; bu gıda ise onlara sabahleyin Abramko uyan­ dığında verilirdi. Bu hınzırca buluşun büyük bir ya­


COUSIN PONS

*86

r a n daha vardı: köpekler

havlamazlardı; MagÜB’ün

-dehâsı onlan yabanileştirmişti.

Köpekler

Mohican'-

4arıw gibi kurnaz olmuşlardı. Bu yüzden bakın ne ol­ du: bir gün, evin sessizliğinden cesaret alan hırsızlar, 'enini boyunu ölçmeden bu Yahudinin kasasını tem izliyebileceklerini sandılar. İçeri ilk girme görevini üzeri­ m e almış olanı, duvan aşarak

bahçeye inmek istedi;

«buldok Önce ses çıkarmadı, oysa hırsızın ayak sesini •duymuştu pekâlâ; ama bu bayın

ayağı dişlerine yem

olabilecek bir noktaya gelince onu tuttuğu gibi kopal­ dı, yedi'. Hırsız, duvan yeniden aşacak kadar bir cesa:ret gösterdi, arkadaşlannın kollan arasına baygın yığlıncaya kadar ayak kemiği üstünde yürüdü; arkadaş­ ları onu alıp götürdüler. Paris'te geçen bu olay-çün kü gazette des Tribunauz Paris gecelerinin bu tatlı olayı­ n ı yazmada kusur

etmedi - uydurma bir

havadis sa­

vuldı. 0 günlerde yetmiş beş

yaşında olan Magus yüz

.yaşına dek yaşıyabilirdi. Zengin olduğu halde, Remo:sıencq'ler gibi yaşardı. Kızı için

yaptığı israflar da

:içinde yıllık masrafı üç bin frankı geçmezdi. XXX Resim eksperlerinin hepsinin Güzel Sanatlar Akademisinden olm ayışları Hiç kimsenin yaşayışı bu

ihtiyannki

kadar düz-

îgiin değildi. Sabahleyin erkenden kalkar, sarımsak sü-1 0 6 160 Mohicans: Amerika’da asalmış bir kabilenin adı.

kurnazlıkları ile ün


COUS1N PONS

187

rülmüş ekmeğini yerdi; bu onu öğle yemeğine kadar götürürdü. Keşişleri nkı gibi a t olan öğle yemeği hep birlikte yenirdi. Sabahla öğle arasım hastalık derece­ sinde meraklı olan bu adam, şaheserlerin parıldadığı dairede dolaşmakla geçirir, mobilyenin, tabloların, her şeyin

tozunu

ahr,

sonra

kızının

yanına

bıkmadan iner,

hayranlık

orada

duyardı;

babaların

mut­

luluğu ile mest olur, sonra satışlara gozkulak olduğu, sergileri kaçırmadığı Paris'te sağa sola koşmak üze­ re çıkardı.

B ir şaheser

i«'ediği

şartlar -içinde oldu

snu, bu adamın hayatına can gelirdi;

tertipliyecek

bir oyunu, çıkarına uyduracağı bir -işi, kazanacağı bir Marengo1*1 savaşı- vardı Sanki I Yeni sultamın ucuza ele geçirmek için hile üstüne hile katardı. Magus’ün bir Avrupa ha'ritası vardı, üzerinde şaheserlerin bu­ lundukları yerleri işaretlediği bir harita; her

£erde

bir prim karşılığında dindaşlarına kendi hesabına şah­ eser casusluğu yaptırırdı. Ama bu kadar didinmenin ne güzel mükâfatlan olurdu 1~« Raphaörin, nerede

olduğu bflimmyen ve âna ta­

panlar ca sonsuz gayretlerle aranan iki

tablosu, Ma­

gu s’ün elindeydi 1 Giorgione’nm m etres?m n aslı da on­ da idi; bu ressam resmini yaptığı bu kadın için çınını vermişti. Aslı diye ileri sürülenler de, Magus'Ün tah­ minine göre beşyüz bin frank değerinde olan bu meş­ hur tablonun kopyalarıdır: Bu yahudinin elinde Tıtıen’in: M ezara konan îsa adlı ünlü esen de vardı; bu tablo Charles-Quint için yapılmış, bu büyük artist ta~1 5 151 Marengo: Napolyon’un Avusturya’hlar üzerin­ de büyük bir zafer kazandığı İtalya'da küçük bir ka­ saba.


188

COUSIN PONS

rafından büyük imparatora, Titien’in kendi eli ile yaz­ dığı ve tablonun alt tarafına yapışık olan bir mektup­ la gönderilmişti. Aynı ressamın II.

Phiiippe’in bütün

portrelerine esas olarak yaptığı resme de sahipti. Ge­ riye kalan doksan altı tablonun hepsi de bu değerde, bu meziyetteydi. Bu sebepten güneşin harabettiği, ışın­ ları mercek kuvvetindeki camlardan

geçerek en güzel

eserlerini yıpratmakta olduğu Müzemize, Magus’ ün du­ dak bükmesi bundandı. Tablo galerileri. ışığı tavandan alırsa bu ada lâyık olurlar ancak. Magus, müzesinin pancorlarını kendi eli ile açıp kapar, tablolarına, göz­ bebeği olan kızına karşı gösterdiği gösterirdi. Bu yaşlı tablo meraklısı,

titizliğin aynım resim sanatının

bütün kanunlarım bilirdi! Onca, şaheserlerin kendile­ rine özgü bir hayatları vardı; gündüzdi idiler, güzel­ likleri onlara renk veren ışığa bağlı idi; onlardan t*pkı Holândalılann

lâlelerinden söz ettikleri

gibi söz

eder, falan şaheseri, gün ışığı sâf, duru olduğu saatte, tablo bütün parlaklığı içindeyken gelip görürdü. Sırtında kötü redingotu, on yıllık ipek yeleği, aya­ ğında yağlı pantalonu, çıplak kafası, çukur yüzü, tit­ rek ve beyaz kılları ile göze batıcı sakalı, korku veren sivri çenesi, dişsiz ağzı, köpeklerininki gibi parlak güz­ leri, etsiz kuru elleri, köşeli sivri burnu, kırışmış ve so­ ğuk cildi ile bu küçük ihtiyar, dehanın bu güzel ürün­ lerine gülümserken hareketsiz tablolar arasında canlı bir tablo idi! Üç milyonluk bir servet

ortasında bir

Yahudi, insanlığın yaratabileceği en güzel manzaralar­ dan biri olarak kalacaktır. Büyük aktör Robert Medal, ne kadar yüce olursa olsun, bu şiire

erişemez. Paris,

yüreğinde bu cinsten bir tutkusu olan acayip insanla-


COUS1N PONS

189

n n en çoğunu sinesinde toplıyan şehirdir yeryüzünde, lıondra’nın acayip şeylere vurgun insanları, yaşamak­ tan usandıkları gibi, sonunda taptıkları şeylerden de »usanırlar; oysa Paris’te

kendilerini bir tek

tutkuya

kaptırmış olanlar, hevesleri ile mutlu bir fikir, bir ruh •ortaklığı içinde yaşarlar. Orada insan daima çok yok* sulca giyinmiş, burunları akademinin temelli kâtibinin .burnu gibi: batıya! bakan,192 hiçbir şeyle ilgileri yokmuş gibi görünen, hiçbir şey hissetmiycn, mağazalara dikkat

etmiyen, sanki gayesiz

kadınlara, yürüyen,

•cepleri boş, beyinden yoksunmuş gibi halleri bulunan nice Pons'ların, Elie Magus’lerin, kendisine doğru gel­ diğini görür

hep ve onların Paris’in hangi tayfasına

.mensup olabileceklerini

sorar kendi kendine. İşte bu

adamlar, milyonerler, koleksiyoncular,

yeryüzünün en

tutkulu varlıktan, bir fincanı, bir tabloyu, az görülür ıbir eşyayı ele geçirmek için, bir gün Almanya’da Elie Magus’ün başına geldiği gibi, polisin çamurlu yoluna •düşecek kabiliyette insanlardır. Remonencq’in Madame

Cibot’yu esrarlı bir halle

sgötürdüğü bilirkişi işte böyle bir adamdı. R£monencq, bulvarlarda Elie Magus’e ne zaman raslarsa, ondan fiİrir sorardı. Yahudi, birçok kereler, dürüstlüğünü bil­ d iğ i bu eski komisyoncuya vermesini sağlamıştı. sokağı

Abromko’nun ödünç para

Minimes sokağı ile Normandie

arası iki adımlık

bir yol

olduğu için, hazır­

lanan kötü işta suç ortaklan on dakika geçmeden var­ dılar oraya. 192 Batı hemen her zaman sol tarafı düşündür­ düğü için belki yazar burnun sola çarpık olduğunu, bundan da gururlu gibi bir hali kasdetmektedir.


COUSIN PONS

190 Râmoner)cq:

— Eski antika satıcılarının en zenginini, Paris’ te bulunabilecek en büyük bilirkişiyi göreceksiniz, dedi. Madame Cibot sırtında

kocasının bile onarmaya

yanaşmıyacağı bir kaput bulunan kısa boylu bir ihti­ yarla karşı karşıya geldiğinde, şaştı kaldı; ihtiyar, alt katın soğuk atelyesinde tabloları eski haline getirmeye çalışan ressama gözkulak olmaktaydı; sonra, kedi gür­ leri gibi, soğuk bir hınzırlıkla dolu olan güzlerini ona çevirince, kapıcı, kadın titredi. Yahudi: — Ne istiyorsunuz, Remonencq? diye sordu. — Değer biçilecek tablolar var; sizin gibi binlikle­ ri, yüzbinlikleri olmayan benim gibi zavallı bir satıcı­ ya bu tablolara ne verilebileceğini söyliyecek te bir siz varsınız; Elic Magus: — Nerede bu tablolar? diye sordu. — İşte efendinin işlerini gören kapıcı kadın; ben onunla anlaştım: — Tablolara sahip olan adamın adı ne? Madame Cibot: — Monsieur Ponsî dedi. Elie Magus ayağı ile onarıcısının

ayağını dürte­

rek sâf saf: — Tanımıyorum, dedi. . Ressam Moret, Pons'un müzesinin değerini biliyor­ du, bu sebeple başını

kaldırmıştı

hemen. Bu atiklik

R€monencq ile Cibot önünde yapılabilirdi ancak. Ya­ hudi bir bakışta bu kapıcı kadına notunu vermişti; bu bakışta gözleri, altin tartan bir adamın

terazisi işini


COUSIN PONS

görmüştü. H er ikisi de Pons’ia •diş dişe geldiklerini bilmiyor d e bu iki kudurmuş resim

191

Magus’ün çoğu zaman olmalıydılar. Gerçekten

meraklısı

birbirlerini çok

kıskanırlardı. Yaşlı Yahudinin, içinde bir şeyin a le v dendiğini duyması bundandı. Çok iyi muhafaza edilmiş b ir saraya girebileceğini dünyada

ummazdı. Paris'te

kendi müzesi ile boy ölçüşecek bir müze varsa, o da Pons’un müzesi idi. Yahudi aynı fikre Pons’tan yirmi y ıl sonra gelmişti; ama amatör satıcı olman yüzünden, müze, Dusommerard’a olduğu gibi ona da kapalı kal­ mıştı. Pons da Magus de aynı

kıskançlığı duyarlardı

yüreklerinde. Ne bîri, ne de ötekisi antika eşya kolek­ siyonu olanların çoklukla peşinden koştukları şöhrete vurgundular. Zavallı müzisyenin parlak koleksiyonunu gözden geçirebilmek, Elie Magus için, bir kadın merak­ lısının, dostunun ondan sakladığı •odasına

girebilmesi kadar

güzel bir metresin

mutluluk

veren bir işti

B£monencq’in bu tuhaf insana karşı gösterdiği saygı ve her gerçek kudretin esrarlı da olsa, etrafına yaptı­ ğ ı etki karşısında, kapıcı kadın yumuşadı, uysallaştı. Madame Cibot evinde kiracılara ve iki efendisine kar­ şı kullandığı emreder tonu bıraktı, Magus’ün şartları­ nı kabul etti, daha o gün Onu Pons’un müzesine soka­ cağına söz verdi. Düşmanı, korunulan yerin içine sok­ mak, Madame, Cibot’ya on

yıldır, kim olursa olsun,

icimseyi içeri sokmaması için emir veren, anahtarları­ n ı hep. üzerinde taşıyan Pons’un yüreğine hançeri sap­ lamak demekti; kapıcı kadın, Schmucke’le aynı fikirde •olduğu, eserleri ıvır zıvır kabul ettiği sürece, itaat et­ mişti ona. Gerçekten de Schmucke bu harikalara ıvır .nvır gözü ile bakıp Pons’un tutkusuna

yakınmakla.


m

COUSIN PONS

bu antika eşyalara karşı olan duygusunu kapıcı kadı­ na da aşılamış, böylelikle Pons’un müzesini uzun zaman* her çeşit istilâdan kurtarmıştı. Pon’un yatağa düşmesinden bu yana, Schmucketiyatroda ve kız

okullarında onun yerini

tutuyordu..

Dostunu ancak sabahleyin ve yemekte gören zavallı Alman, müşterek öğrencilerini muhafaza ederek her şeyeyetmeğe çabalıyor, ama a a onu çok ezdiği için ba iş ler bütün kuvvetini emiyordu sanki. Bu adamı bu ka­ dar üzüntülü gören öğrenciler ve tiyatrodaki adamlar,, ondan Pons’un hasta olduğunu öğrenince, dostu hak' kında bilgi istiyorlardı; piyanistin üzüntüsü öylesine büyüktü ki ilgisizlerin yüzlerinde bile, Paris’te en bü­ yük felâketlere uğnyanlara gösterilen o acıma ifadesi­ ni görüyordu. Pons’ta olduğu gibi iyi kalbli Almanda da hayatın tem di

sarsılmıştı.

Schmucke hem kendi

acısı, hem de dostunun hastalığı yüzünden acı ile kıvra­ nıyordu. Verdiği dersin yansında Pons’tan söz açma­ sı bundandı; yan yolda dostunun ne halde olduğunu kendi kendine sormak için müzik çalışmasını durduru­ yordu sâf sâ f; öğrenci de, Pons’un hastalığının açıkla­ masını dinliyordu onun. İki ders arasında dostunu b ir çeyrek kadar görmek için Normandie

sokağına koşu­

yordu. Keselerinin boşluğundan

ürken, on beş gündür

de masrafı çok göstermek için

elinden

geleni yapan

Madame Cibot’nun sözlerinden etekleri tutuşan piyanohocası, cesaretinin, acılarım susturduğunu hissediyor,, ve böyle bir cesaret sahibi olduğuna durup durup şaşı* yordu. Evde para eksikliği olmasın diye ömründe ilk. kere para kazanmak istiyordu, iki

dostun durumuma

gerçekten acıyan bir Öğrenci, Schmucke’e Pons’u yapa.


COUSIN PONS

193

yalnız nasıl bıraktığını sorunca, iyi kalbli Alman, sat insanlara özgü yüce gülümseme ile: — Mademoiselle, bizim de bir Madame Cibot'muz varl Altın, inci gibi bir kadın! Pons’a bir prens gibi bakıyor! diyordu. Oysa, Schmucke sokaklarda koşuşmaya başladı mı, Madame Cibot hem dairenin yönetimini hem de hasta­ y ı avucunun içine alıyordu. On beş gündür hiçbir şey yememiş, kuvvetten için Madame

düşmüş olan ve yatağı

Cibofnun

bizzat kaldırıp bir

yapmak koltuğa

oturmak zorunda bulunduğu Pons, bu sözde koruyucu meleği nasıl kontrol edebilirdi?

Belli ki kapıcı kadın

Elie Magus’ün evine, Schmucke yemeğe geldiği zaman gitmişti. Eve. Alman, hastaya veda ederken döndü; çünkü Tons’un muhtemel serveti meydana çıktığından buyana Madame Cibot bekârından hiç

ayrılmıyor, kuluçkada

b ir tavuk gibi onu kanadının

altından ayırmıyordu!

Yatağın ayak

ucunda rahat bir koltuğa

gömülüyor,

Pons’u oyalamak için, bu çeşit kadınlara özgü şekilde mahallenin

dedikodularını

anlatıyordu. Yaltakçı, yu­

muşak, dikkatli ve kaygılı kesilen kapıcı kadın, ilerde görüleceği gibi, şeytanca bir ustalıkla giriyordu Pons’Jcafasına. XXXVI Yaşlı kapıcı kadınların dediko­ duları ve siya setten

Madame Fontaine’in büyük falının meydana vur­ duğu olaylardan ürkmüş olan Madame Cibot, yumuşak

13


COUSIN PONS

194

usullerle ve tamamiyle ruhsal bir

kötülükle efendisi-

nın vasiyetnamesine girme İşini becermeyi aklına koy­ muştu, Pons’un müzesinin değerini anlamadan on yıl geçirdiği için, bunu on yıllık çıkarsız bir bağlılık, bir dürüstlük olarak kabul ediyor, bu parlak

meziyetten

şimdi fayda çıkarmaya niyetleniyordu. Remonencq, bu kadının kalbinde yirmi beş yıldır kabuğu içinde uyuyan bir yılanı, zengin olma arzusunu, içinde altın lâfı edi­ len sözlerle uyandırdığı günden beri, bu kadın, yılanı, bütün yüreklerin dibinde bulunan o kötü maya ile beslemişti; yılanın kendisine verdiği Öğütleri onun na­ sıl yerme getirdiğini şimdi göreceğiz. Schmucke’e : — Eee, nasıl, sevgili hastamız ilâcını içti mi? Bir az daha iyice mi? diye sordu. Alman gözünün yaşını silerken: — Hiç iyi değil, sevgili

Madame Cibot! Hiç iyi

değil! karşılığım verdi. — Ooo! sız de gereğinden fazla telâşlanıyorsunuz, azizim, işi oluruna bırakmak gerek. Cibot ölüm yata­ ğında olsa, yine sizin kadar üzülmezdim doğrusu. Hay­ di, haydi, sevgilimizin bünyesi kuvvetlidir. Sonra, gör­ dünüz ya, gençliğinde uslu bir delikanlıymış! Bilmez­ siniz uslu insanlar ne kadar çok yaşarlar! Doğru epey hasta, ama gösterdiğim ihtimamlarla iyi edeceğim onu. İçiniz rahat olsun, gidin siz işinize, ben ona arkadaş­ lık eder, ilâçlarım içiririm. Schmucke güvendiğini

gösteren bir hareketle iyi

kalbli kadının elini, ellerinin içine aldı: — Siz olmasanız, meraktan ölürdüm... dedi.

\


COUSIN PONS

195

Madame Cibot gözlerini silerek girdi.

Pons’un odasına

Pons: — Neniz var, Madame Cibot? diye sordu — Monsieur Schmucke’e yüreğim parçalandı, san­ ki ölmüşsünüz gibi gözyaşı döküyor, tyi olmasanız da* gözyaşı dökecek kadar da hasta değilsiniz ya, öyle do­ kunuyor ki bana onun bu h a life . Yarabbi, ne budala­ lık ediyorum da insanları böyle seviyor, sîzlere Cibot’dan fazla bağlanıyorum! öy le ya, nihayet benim hiç­ bir şeyim değilsiniz; ancak Havva

çocukları olduğu­

muz için hısım oluyoruz. Bu böyle iken, size ait bir şey oldu mu, perişan oluyorum vallahi. Sizi şöyle gider, r*elir, yer, içer, her zamanki gibi satıcıları kafese k or görmek için, elimi, tabiî sol elimi, keserdim doğrusu... Bir çocuğum olsaydı, sizi sevdiğimden

daha çok sev­

mezdim herhalde! siz de için ama, şekerim, şu bardağı dolu dolu için! Haydi, emrediyorum; Paulain: Pfere-Lachaise’e153 gitmeye niyeti yoksa, Monsieur Pons günde bir Auvergne’linin sattığı kadar su içmeli” dedi. Onun için haydi için bakalım... — İçiyorum, Madame Cibot'cuğum, hem o kadar çok içiyorum ki nerede ise midem çatlıyacak... Kapıcı kadın boş bardağı alırken: — Hah! oldu şimdi! dedi. Böyle yaparsanınz kur­ tulursunuz! Monsieur Poulain’in sizin gibi bir hastası vardı; hiç bakım görmüyordu, çoluğu çocuğu da bak­ mıyordu ona. İçmediği için bu hastalıktan öldü!... onun ısa adı.

Pere-Lachaise:

Paris’teki Süyük

mezarlığın


COUSIN PONS

196

için , içmek gerek, şekerimi İki ay oldu gömüleli... Yal­ n ız siz ölürseniz, azizim, zavallı Schmucke’ü de peşiniz­ den

götürürsünüz, biliyor

musunuz?— Vallahi çocuk

■gibi bir şey ol... Sizi ne kadar da seviyor, o kuzu adam' Hayır, hayır dünyada hiçbir kadın bir erkeği bu kadar sevmez!. Yemeden içmeden kesiliyor, on beş günde sizin kadar zayıfladı; yorum bu hali,

bir deri bir kemik

kaldı; kıskanı­

çünkü size az bağlı

değilim ben de;

yalnız ben onun kadar olmadım, henüz iştihamı kaybet­ medim, tersine çok açıldı! Bütün gün merdivenleri ine •çıka bacaklarım kırılıyor, akşam olunca, külçe gibi yı­ ğılıp kalıyorum. Böylece, sizin için, zavallı Cibot'ma •da bakamıyorum, yemeğini Mademoiselle yapıyor; sonra o da bana her şey

Remonencg

kötü diye sızlanıp

«duruyor Bunun üzerine, ben de ona, başkası için de sıkıntıya katlanmak gerektiğini, sizin çok hasta olduğu­ muzu, yanınızdan ayrılmıyacağımı söylüyorum... önce, hiç iyi değilsiniz, size bir hasta bakıcı gerek! Ama on yıldır işlerinize, evinize bakan ben,

artık burada bir

.hastabakıcıya' tahammül edemem. Boğazlarına da bir düşkün oluyorlar! Bir oturuşta on kişi kadar yemek yiyorlar, şarap, tatlı, mangal istiyorlar, rahatlıkların­ dan başka şey düşünmüyorlar... Sonra, hastalan, va­ siyetnamelerine onlann da adını koymazsa, çalıp çırp­ maya kalkışıyorlar... Bugün buraya bir hastabakıcı ko­ yun, yarın bakarsınız bir tablo yok, muhakkak bir şey eksilir... Pons heyecanla: — Aman, Madame Cibot, beni yalnız bırakmayım' H içbir şeye dokunulmasın! diye bağırdı. — Ben buradayım, gücüm oldukça da, burada ola-


COUSIN PONS

cağım,

merak etmeyin!—

Değerli

197 eşyanızda

belki

gözü olan Monsieur Poulain size bir hastabakıcı tutul­ masını istiyordu. Ağzının payını bir verdim k i!

Mon>-

sieur, dedim, buraya bir tek kişi ister, o da ben. Ba­ na alışıktır o, ben de ona.” Bunun üzerine sustu. Has­ tabakıcı mı, hepsi hırsızdır onların! Ne

kadar nefret

ederim o kadınlardan, bir bilseniz! Bakın ne dolaplar çeviriyorlar. Bir yaşlı bayın... - Bunu da bana Monsieur Poulain’in anlattığına dikkatinizi çekerim... - Evet, bir Madame Sabatier varmış, otuz altı yaşında, Palais'de eskiden terlik satarmış - hani

Palais’de

dükkânlarla

dolu bir geçit vardı, yıktılar, biliyorsunuz... Pons başı ile tasdik etti. — Hah işte, bu kadın iflâs etmiş, kocası yüzün­ den; her şeyi içki de yiyip bitiren, günün birinde de ansızın tıkanıp ölen bir adam. Yalnız saklamak doğru olmaz, kadın güzelmiş; her ne kadar avukatlardan iyi dostları varmışsa da, öyle diyorlar, güzelliğinden fay­ dalanamamış... Yoksulluğu dolayısiyle gebe kadınlara bakıcı olmuş, şimdi Barre - du - Bec sokağında oturuyor. Böylece yaşlı bir adama da hastabakıcılık

etmiş; bu

adamda, affedin, bir böbrek hastalığı varmış, arteziyen kuyu sundan su çıkarır gibi durmadan ondan sidik çıkarıyorlarmış. Ona o kadar iyi bakmak gerekmiş kî kadın adamla aynı odada portatif bir karyolada yatı­ yormuş. Buna inanılır mı? Ama siz bana: “ Erkekler hiçbir şeye saygı göstermezler, o kadar bencildirler.’' diyeceksiniz, işte böyle, onunla konuşurken, anlıyorsu­ nuz ya, hep adamın yanında kalıyor, onu eğlendiriyor, ona hikâyeler anlatıyor, onu

konuştu ruyormuş, tıpkı

bizim şu anda ikimizin yaptığı gibi, değil mi?... L â f


COUSIN PONS

198 arasında,

adamın

yeğenlerinin, - hastanın

yeğenleri

varmış * çok vicdansız insanlar olduğunu, onu üzdük­

lerini, sonunda da hastalığına onların sebep oldukları­ mı öğrenmiş. Bunun üzerine, azizim, o bayı kurtarmış, «karısı olmuş; bir de çocukları var şimdi, güzel bir ço­ cu k ; Charlot sokağındaki kasabın kansı ve bu kadına <da hısım olan mame Bordevin de çocuğun vaftiz anası olmuş... gördün mü şansı!... Ben, evliyim, ama çocu­ ğum yok; kabahatin de Cibot’da

olduğunu söyliyebili-

:rim; beni aşın bir şekilde seviyor; çünkü ben istesey­ dim eğer... neyse kalsın böyle; bir de çocuklarımız ol­ saydı ne yapardık? Otuz yıllık dürüst bir çalışmadan sonra elimizde on

paramız yok,

azizim! Yalnız beni

avutan bir nokta var, kimsenin hakkını yemiş değilim. ‘Kimseye hiçbir zaman kötülük etmem. Bakın örneğin, farzedelim ki, çünkü nasıl olsa altı hafta içinde ayağa kalkacak, bulvarda dolaşmaya başlıyacaksınız, evet farzedelim ki benim adımı da vasiyetnamenize koydu­ n uz; emin olun, geri vermek için mirasçılarınızı bul­ madan rahat edemem_ Çünkü almmın teri ile kazan­ madığım bir paradan çekinirim ben. Siz bana: “ Mame •Cibot, böyle üzülmeyin, siz bu parayı kazanmış sayı­ lırsınız, bizlere

çocuklarınız gibi

frank kazandırdınız../' diyeceksiniz.

baktınız, yılda bin Çünkü benim ye­

rimde, biliyor musunuz Monsieur, başka aşçı kadınla­ rın şimdiden bankaya yatmış on bin frankları olurdu. Onun için: “ Bu bay size biraz para bırakmışsa, haklı b ir iş yapmış..." diyeceklerdir sanırım... Ama, ben is­ temem, parada gözüm yok benim... Nasıl oluyor da çı­ kar kaygısı ile iyilik yapan kadınlar oluyor, buna ben şaşıyorum... İyilik denmez ki buna, değil mi, Monsieur?


COUSIN PONS

Ben kiliseye

gitmem,

vaktim

vicdanım bana iyi yolu mıldanıp

199

yok da

ondan: ama.

gösterir... - Rahat durun.

durmayın böyle,

şekerim !.-

Kı­

Kaşınmayın?

Aman Allahım, ne kadar da sarardınız! ö y le sansınız ki esmerleştiniz sanki... Böyle yirmi günde limon gibi oluvermek, ne

garip !-.-D ü rü stlü k , yoksul insanların

hâzinesidir; neylersiniz, herkesin bir şeyi oluyor işte!... örneğin, Allah korusun, başınıza bir felâket geldiğim farz etsek, her şeyinizi Monsieur Schmucke’e bırakma­ nızı ilk söyliyecek insan ben olurum, ödeviniz bu, si­ zin; çünkü aileniz sayılır sizin o tek başına! Sizi

çok

seviyor, tıpkı bir köpeğin efendisini sevdiği gibi— — Orası öyle; hayatımda yalnız

onun tarafından

sevildim... X X X V II Güzel bir kolun etkisi

— Ooo! Monsieur, hainlik

ediyorsunuz; ya ben?

Demek ben sizi sevmiyorum?... — Bunu demek istemedim, sevgili Madame Cibot... — Demek öyle! Beni bir hizmetçi, basbayağı bir aşçı kadın, kalbsizin biri yerine mi koyacaksınız? H ey Allahım, ben on yıl iki bekâr ihtiyar için

paralana­

yım ! bütün düşüncem onların rahatı olsun, sîzlere y a ğ ­ lı Brie peyniri bulmak için on

dükânın altını üstüne

getireyim, bin kötü söz işiteyim, taze tereyağı bulaca­ ğım diye ta Hallere kadar gideyim, her eşya üzerine titriyeyim, on yılda hiçbir şey

kırmıyayım, çatlatmı

yayım... Kısaca bu çocuklar için anne gibi bir şey ola­ yım da sonunda sadece bir sevgili Madame Cibot sözü


COUSIN PONS

200

duyayım; bir söz ki küçük Roma kıralı gibi baktığım yaşlı efendimin yüreğinde benim için'hiçbir duygu olma­ dığını açığa vuruyor; öyle ya kıral çocuğu gibi bakili yorsun uz; küçük Roma kıralı bile bakılmamıştır sizin gibi! Böyle bakılmadığına bahse girerim ben. Açık bu çünkü körpe çağında öldü... Görüyorsunuz ya, Monsiçu r hainlik ediyorsunuz... Siz bir nankörsünüz; sebebi de benim

zavallı bir kapıcı kadın

olmamdır!... Vah

vah ! demek siz de bizi köpek sanıyorsunuz ha?». — Canım, sevgili Madame Cibot... — Neyse, siz ki bir

bilginsiniz,

açıklayın bana,

neden bize böyle muamele edilir? Bizim gibi kapıcılar­ da duygu olacağı kabul edilmez; bizimle alay edilir, hem de eşitlikten söz edilen bir zamanda!... Demek ben herhangi bir kadın ayarında değilim, ben ki Paris'in güzel kadınlarından biri idim;

bana güzel istiridyemi

denirdi, her gün yedi sekiz kişi aşk ilân ederdi!». Bu­ gün bile istesem!... Nitekim, Monsieur, şu karşıdaki küçük hırdavatçıyı tanırsınız herhalde... Dul olsaydım, öyle diyelim, o

adam gözü kapalı

alırdı beni, çünkü

ne zamandır gözü üstümde, her gün de: “ Oh, ne gü­ zel kollarınız var, mame C ibot! Bu gece bir rüya gör­ düm, onlar ekmek, ben de tereyağı dum onlara!..." diyor. Kol diye sieur!...

idim, sürülüyor­

bunlara derler, Mon­

Yenini sıyırdı, dünyanın en güzel ve elinin kırmı­ zılaşması, bozulması oranında beyaz

kalmış kollarını

gösterdi; tombul, yuvarlak, çukur çukur ve bir bıça­ ğın kınından çıkarılması gibi bayağı bir

merinos kı­

nından çıkarılan bu kollar Pona’un gözlerini kamaştı­


COUŞIN PONS

801

racak gibiydi, o da onlara uzun süre bakmaya cesaret edemedi. Madame Cibot: — Sonra, bıçağım ne kadar istiridye açmışsa, on­ lar da o kadar yüreği yerinden oynatmıştır! diye sö­ züne devam etti. İşte bunlar Cibot’nundur ve ben.

B ü y­

üyeceğim bir kelime üzerine kendini bir uçuruma ata­ cak olan bu zavallı aziz adamı, ihmal etmekle kabahat ettim, sizse bana sevgili Madame Cibot’dan başka söz bulamıyorsunuz

soyliyecek, oysa sizin için yoku bile

var ederdim ben... Hasta: — İyi ama, dedi, ben size ne anam, ne de karınt diyebilirim... — Hayır, hayır ben ömrümde kimseye böyle bağ­ lanmam artık! Pons: — Bırakın hele ben de fikrimi ön ce Schmucke’den söz mu! İşte

altın gibi bir yürek

olmazsa seviyor o gusuz

yapan

söyliyeyim, dedi

ettim». - Monsieur Schmucke'-

beni, çünkü

onunkine denir... H iç yoksul!.» İnsanı duy­

zenginliktir, siz de zenginiz. Bir

has­

tabakıcı tutun o halde, görün bakın size hayatı nasıl zehir eder, bir kurt gibi içinizi nasıl kemirir». Hekim sizin için içsin der, o size yalnız yemek verir! Sizi so­ yabilmek için mezara kor! Madame Cibçt çok, doğru­ su sizin gibisine!.» Monsieur

Poulain gelince, ondan

bir hastabakıcı istersiniz!». öfkelenen hasta: — O f yahu! B ir de beni

dinleyin 1 diye bağırdı.

Dostum Schmucke’ten söz ettiysem, bir

kadından söz


COUSIN PONS

202

etmedim yal^. Beni içinden seven iki kişi varsa» bili­ yorum ki bunun biri sîzsiniz, ötekisi de Schmuckel Madame Cibot Pons’un

üzerine atılıp onu zorla

yatırırken: — Haydi, sinirlenmeyin

böyle bakayım! diye ba­

ğırdı. Zavallı Pons: — Sizi nasıl sevmezmişim?... dedi. Kapıcı bir yandan

ağlı yarak bir yandan da göz

yaşlarını silerek: — Beni seviyor musunuz, doğru mu bu? öyle ise 'bağışlayın beni, Monsieur, dedi... Sonra: evet, seviyor­ sunuz, doğru, ama bir hizmetçi nasıl sevilirse, öyle se­ viyorsunuz, diye ekledi. B ir köpeğin kulübesine bir ek­ mek parçası atar gibi altı yüz franklık bir gelir atılan bir hizmetçi, ne olacak! Pons: — O!... Madame Cibot, beni kim sanıyorsunuz? Siz Ibeni tanımıyorsunuz! diye bağırdı. Madame Cibot, Pons’un bir bakışı üzerine: — Beni daha da fazla seviyorsunuz ha! dedi; iyi, ıbabacan

Cibot’nuzu bir anne gibi

sevecek

misiniz?

Evet, ben sizin ananızım, siz ikiniz de benim çocukla­ rım smı z!... Oh! size üzüntü verenleri bir bilsem, ağır ceza mahkemesine

düşerdim hani,

çünkü

gözlenni

oyardım onların!... Bu insanlar SaintnJacqes kapısın­ d a öldürülseler yeridir hani! Bu bile, böyle alçaklara <ok az gelir!... Sizin gibi pek iyi, pek sessiz bir insanı üzmek) Çünkü altın gibi bir yüreğiniz var sizin; sız dünyaya bir kadını

mutlu etmek iğin

gelmişsiniz !M


COUSIN PONS

203

Evet siz ontı mutlu ederdiniz; apaçık bu; kabiliyet vaı sizde... ben önce, sizin, Schmucke'le nasıl seviştiğini­ zi- görünce, kendi kendime:

“ Yazık olmuş,

Moıısieur

Pons’un hayatı boşa gitm iş!-. İyi bir koca olmak için yaradılmış bir insan..., diyordum. Haydi haydi, siz se­ versiniz kadınları! —

Ah!

çok

doğru,

a m a öm rü m de

k a d ın

d iy e

b ir

şey görmedim. Madame Cibot Pons’a yaklaştı, elini tutup ateşle* yici bir davranışla: — Sahi mi? dedi. Siz dostu için en akla gelmiyecek şeyleri yapan bir metrese sahip olmak nedir tak­ madınız mı? Nasıl olur bu!... Sizin yerinizde ben ol­ sam, bu dünyadan

öbür dünyaya

yeryüzünün bu en

büyük mutluluğunu tatmadan gitmek istemezdim!... Za­ vallı yavrucak! Eski günler olsaydı, şerefim hakkı için Cibot’ dan ayrılır, size varırdım! Peki bu biçim­ deki bir burunla nasıl oldu bu iş, sevgili çocuk?-. Çün­ kü enfes bir burnunuz var!.., A m a: “ Her kadın erkek­ ten anlamaz k i!” diyeceksiniz, kadınların gelişigüzel evlenmeleri bir felâkettir, acınacak bir şeydir... Bense düzinelerce metresiniz vardır diyordum; arasıra orta­ dan kaybolmalarınıza bakarak dansözlerden, aktrisler den, lüks kadınlardan dostlarınız var

sanıyordum!...

Sizi giderken görünce, Cibot'ya her zaman: “ İşte yi­ ne Monsieur Pons felekten bir gün çalmaya gidiyor!” diyordum. Vallahi böyle söylüyordum, çünkü birçok sevgiliniz var sanıyordum! Yaradan sizi aşk için ya­ ratmış.. Bakın, azizim, bu benim ilk kere

burada ye­

mek yediğiniz gün gözüme çarptı. O gün Schmucke’e sağladığınız zevk, sizin

üzerinizde etki

yapmıştı!.-


COUS1N PONS

204

Ertesi gSn, gözlerinde hâlâ, yaşla bana: Madame C ibot, burada yem ek y ed il diyordu zavallıcık; ben de buna az gözyaşı dökmedim hani!... Sonra siz şehir ziyaretleri­ ne,. gittiğiniz yerlerde yemek yemeğe yınca» üzüldü, ne üzüldü!... Zavallı

yeniden başla­ adam, kimseden

görülmemiştir böyle acı; onu mirasçınız yapmakta ne kadar haklısınız bilseniz!.- Sizin için

başlıbaşına bir

aile, o aziz adam!... Onu unutmayın, yoksa Tann sizi cennetine sokmaz. Tanrı oraya ancak dostlarına gelir bırakarak minnetini belirtenleri alacaktır. X X X V III Dokundurma yolu ile konuya giriş

...

Pöns karşılık

vermek için boş yere

çalışıyordu;

Madame Cibot rüzgâr gibi esiyor, susmak nedir bilmi­ yordu. Buhar makinasını durdurmanın çaresi bulunçtu ama, bir kapıcı kadını .-susturmak,

mucitlerin dehâsın»

daha uzun süre yoracak. Kadın sözüne devamla: — N e diyeceğinizi biliyorum, dedi. Hasta iken va­ siyetname yapmak insanı öldürmez ya, azizim; ben si­ zin yerinizde

olsam, kazadan

korkarak o zavallı ku­

zuyu yüzüstü bırakmak istemezdim doğrusu, çünkü ulu Tanrının kuzu gibi bir kolu o ;

hiçbir şeyden haberi

yok; onu ne açgözlü iş adamlarının pençesinde, ne de hepsi birer alçak olan hısım akraba elinde bırakırdım (• Söyleyin bakalım, yirmi gündür hangisi gelip sizi sür­ dü? siz de servetinizi onlara bırakmaya kalkıyorsunuz. Buradaki eşyanın büyük bir servet olduğunu söylüyor­ lar, biliyor musunuz?


COUSIN PONS

205

Pons: — Elbette! dedi. — Sizi sadece bir meraklı bilen ve eski eserler alıp satan Reırıonencq, tabloları siz öldükten sonra almak gartı ile size ölünceye kadar otuz bin franklık bir g e­ tir bağlamayı ileri sürüyor... Âlın size bir iş !.- Yeri­ niz de olsam,

kabul

ederdim!

Bense o bunu

yince benimle eğleniyor sandım.-

söyle­

Buradaki şeylerin

değeri hakkında Monsieur Schmucke’ün gözünü açma­ lısınız; çünkü o, çocuk gibi kandınlabilecek bir adam; elinizdeki güzel şeylerin ne ettiğinden zerre kadar ha­ beri' yok on un !-. Hem o kadar yok ki, size olan sevgi­ si yüzünden onları ölünceye kadar saklamazsa, bir lok­ ma ekmek karşılığında hepsini verir; o da sizden son­ ra yaşarsa, ha! ölür!... Ama ben

çünkü

ölümünüze

dayanamaz, o da

buradayım! Onu koruruz

herkese

karşı, ben de, Cibot da. Bütün halk adamlarında olduğu gibi, içinde duy­ gunun sâf göründüğü bu korkunç gevezelikle gevşeyen Pons: — Sevgili Madame Cibot! dedi. Siz ve Schmucke olmasaydınız ben ne yapardım? — öyle, yeryüzünde biricik dostlarınız biziz! Bu­ nun hiç şüphe götürür ailelerin hepsinin yerini

tarafı yok!

Sonra iki sürek

tutar... Sakın

bana aileden

söz açmayın! O da, eski bir aktörün dediği gibi, dile benzer:

dünyanın hem en iyi, hem de en kötü şeyi—

Neredeler sizin hısımlarınız? varmı ki? Ben hiç görme­ dim... Pons içten gelen bir aciyle:


COUSIN PONS

806

— Beni yatağa onlar düşürdüler! dedi. Madame Cibot. sanki oturduğu koltuk ansızın ateş­ te kızdırılmış bir demirmiş gribi yerinden fırladı: — Y a ! Demek yar hısımlarınız! diye bağırdı, iyi, çok insaflı kişilermiş hısımlarınız! Allah Allah, yirmi gündür yatasınız da, evet, ölüm derecesinde hasta düş­ tüğünüz bu sabah yirmi gün etti, bu insanlar nasılgir nız diye sormaya bile gelmesinler,

amma insaf h a !.»

Ben sizin yerinizde olsam, onlara mirasımdan metelik koklatmaz, servetimi kimsesiz çocuklar

kuruntuna ve­

rirdim vallahi!... — Ben de, sevgili Madame Cibot, varımı yoğuma kuzenimin kızına, şu hani iki ay kadar önce bir sabah buraya gelen kuzenim başkan Camusot’nun kızına bı­ rakmak niyetinde idim. — H a! Şu bodur ve şişman adam; özür dilesinler diye size

hizmetçilerini

edepsizliği yüzünden... oda

göndermişti.»

kansınm bir

hizmetçisi de sizin hakkı­

nızda bana bir sürü soru sordu... Gülünç halli bir ka­ dın, sırtındaki kadife mantonun tozunu

süpürgemin

sopası ile çıkarmamak için kendimi zor tuttum!... Bir oda hizmetçisinin kadife manto giydiği

nerede görül­

müş!» Vallahi dünya tersine döndü! ne diye ihtilâller yapılıyor? Pis

zenginler, elinizden

gelirse iki akşam

yemeği yiyin! Ben yine derim ki kanunlar faydasızdır, Louiö-Philippe sınıf farklarını gözetmezse, kutsal hiç­ bir şey kalmaz; çünkli her ne kadar eşit haklara sa­ hipsek de, öyle değil mi, Monsieur, ben, Madame Ci­ bot, otuz yıllık dürüst bir hizmetten

sonra böyle bir

manto giyinemediğime göre bir oda hizmetçisi hiç g iyeıuemeli... Güzel bir ş e y değil mi bu!.» Kim olduğu-


COUSIN PONS

207

nuz bilinmeli. Bir oda hizmetçisi, nihayet bir oda hiz­ metçisidir. tıpkı benim kapıcı olduğum gribi I... Neden orduda, üzerine ıspanak

tohuma ekilmiş

manzarası

veren apulet kullanılıyor? Herkesin bir rütbesi varl... Ben size bütün bunların p ü f noktasını söyliyeyim mi? Fransa bitmiştir artık!... imparatorun zamanında iş­ ler bambaşka idi, değil mi? Onun için ben de Cibot’y a : "‘Kadife mantolu

hizmetçileri olan bir ev

hiç çekinme o evin

sahipleri

vicdansız

görürsen, insanlardır,

de.” dedim. Pons: — Evet, evet vicdansız insanlardır! diye tekrar­ ladı. Bunun üzerine Pons,

başına gelenleri,

acılarını

anlattı Madame Cibot’ya bir bir; kapıcı kadın da, söy­ lemediğini bırakmadı onun'hısımlarına karşı ve bu ha­ zin hikâyenin

her

cümlesinde çok

hâller takındı. Ağladı da üstelik! Yaşlı müzisyenle Madame Cibot doğan içlidışlı dostluğu

üzülüyormtış-gibi arasında birden

anlamak için, hayatında

i)K

kere ölüm derecesinde hasta düşen acı yatağına yer­ yüzünde yalnız olarak

serilen, gününü

ile baş başa geçirmek

zorunda kalan ve bu

çektiği acılar oranında

kendi kendisi gününü

uzun bulan bir bekârın duru­

munu gözönüne getirmek gerekir; en güzel hayatı bile karartan karaciğer

hastalığının amansız

pençesine

düşmüş olan bu adam, çeşitli işlerinden yoksun olun­ ca , Parislilerde

raslanan o moral

bozukluğuna uğra­

m ıştı; bu şehirde bedava gidip görülen yerlere gideme­ diğine yanıyordu. Bu derin ve karanlık sessizlik, vü­ cuttan ziyade ruhu sarsan bu acı, hayatın böyle boşa


COUSIN PONS

208

gidişi, bit' kelime ile her şey, bir bekârı, hele zayıf ka­ rakterli, duygulu ve saf yürekli olunca, kendine bakan varlığa bağlanmaya zorlar, tıpkı denize

düşenin bir

tahta parçasına yapışması gibi... Pons’un Madame Cı bot’ nun ipsiz sapsız lâflarını hayranlıkla dinlemese bundandı. Nasıl ki onun için bütün

evren odasından

ibaretse, bütün insanlıkta, Schmucke Madame C ibotve doktor

Poulain’den ibaretti. Zaten

bütün hastaların

dikkatlerini yalnız gözlerinin önündeki insan ve eşya üzerinde topladıklarına, bencilliklerini de bu eşya ve varlıklar üzerinde

gösterdiklerine göre, sevgiden yok­

sun, aşkı hiç tanımamış yaşlı bir bekârın bu hususta ne hale düşeceğini

kestirmeyi size

bırakırım. Yirmi

günde, Pons o hale gelmişti ki Madeleine Vivet ile ev­ lenmediğine bile yamyordu arasıra! Yirmi günden bu­ yana <Ja Madame Cibot hastanın kafasına her gün bi­ raz daha giriyor, yaşlı müzisyen onsuz perişan olaca­ ğını sanıyordu; çünkü, zavallı

hastanın

düşüncesüıe

göre, Schmucke, ikinci bir Pons’tu. Madame Cibot’nun eşsiz mahareti de, farkında olmadan, Pons’un öz fikir­ lerini ifade etmekten ileri gitmiyordu. Zil çalındığını duyunca, kapıcı: — Hah, işte doktor geldi, dedi. Pons’u yalnız

bıraktı, çünkü

Yahudi ile

Remo-

nencq’in geldiklerini biliyordu. — Aman gürültü etmeyin, baylar, dedi; bir şey farketmesin! Çünkü hâzinesi söz koniısu oldu mu, ifrit, kesiliyor. Yahudi, pertavsızı ve ufak dürbünü elinde: — Şöyle biı dolaşmak yeter, dedi.


CQU&IN PONS

209

X X X IX U yuşm a yolu üe kandırma

Pons’un müzesinin büyük kısmının bulunduğu sa­ tan, . Fransız soylu kişilerinin başvurdukları mimarların. yaptıkları,

yirmi beş ayak

genişliği,

otuz ayak

uzunluğu, on üç ayak ta yüksekliği olan eski salonlar­ dan . biri idi- Pons’un aşağı' yukarı altmış yediyi bulan tabloları bu tahta kaplamalı, beyaz ve altın renginde-1 kı salonun dört duvarını- dolduruyordu; yalnız, zaman*! la sararmış beyaz ve kırmızılaşmış altın renkleri; iolann etkisini hiç bozmıyan uygun bir ton gösteriyor­ lardı. On dört heykelden bir kısmı köşelerde, bir kinim da tablolar arasında olmak üzere Boulle’ün yaptığı heykel altları üstünde yükseliyordu. Hepsi de işlenmiş ve

kırallara özgü

'Zenginlikte olan

abanoz

büfeler,

dirsek, dayanacak bir yükseklikte olmak üzere duvar­ ların alt kısımlarını süslüyordu. Antika şeyler bu bü­ felerde bulunuyordu. Salonun malı tahtadan zarif nadir örneklerini

ortasmda, bir sıra oy­

masalar,? insan

gö2İer önüne,

çalışmasının en

seriyordu: fildişleri,

bronzlar, tahta işleri, minalar, altın işleri, porselenler ve daha başkaları... ieksiyonun en güzelleri olarak

kabul ettiği ve kendi

koleksiyonunda eksik kalmış bulunan dört üstadın şah­ eserlerine gitti. Bunlar onun gözünde tıpkı biyolojistJerin, bulunması

gereken ve onları batıdan

doğuya,

tropiklere, çöllere, pampalara, yaylalara, balta girme­ miş ormanlara koşturan bitkiler

gibiydi. Birinci tab-

io Sebastien del Piombo’nun, İkincisi Fra Bartolomeo

14


COUSIN PONS

210 della bir

Porta’nın154 manzarası,

esefleri,

üçüncüsü

sonuncusu da

Hobbemanm

Al bert Durer’in

ıir

kadın portresi idi, yani dört tane mücevher! Sebastıen del Piombo, resim sanatında parlak bir noktadır; üc ekol, her biri en yüksek niteliklerini getirmek şartı İh onda buluşmuştur.

Venedikli olan bu ressam. Koma ­

ya, Michel-Ange’ın

yönetimiyle RaphaÖl’in

üslûbunu

kapmaya gelmişti; Michel-Ange, sanatın Tanrısı sayı­ lan Raphael’e karşı mücadele etmek için tilmizlerinden birini, bu ressamı ileri sürmek

istemişti. Böylece bu

tembel dâhi, lütfen resmettiği nadir tablolarında, Ve­ nedik rengini, Florans kompozisyonunu ve Raphael üs­ lûbunu biribirine katmıştır. Söylendiğine bakılırsa yap­ tığı tabloların desenleri de

Michel-Ange

çizilmiş. İnsan, bu üç kuvveti

tarafından

kişiliğinde toplıyan bu

adamın nasıl bir olgunluğa eriştiğini, onun Parîg'Tfrüzesindeki Raccio BandineUi portresini incelerken anlı­ yor; bu portreyi, değerinden hiçbir şey kaybetmeden Titien’in E ldivenli adarn'ı, Raphaöl'in kendi olgunluğu­ nu Correge’inkine158 katarak

yaptığı yaşlı adam por­

tresi ve Leonardo da Vinci1*6 V III. Charles'i ile karşı­ laştırmak mümkündür. Bu dört inci aynı parlaklığı, aynı .duruluğu, aynı uyum, aynı parıltıyı, aynı değeri taşıyorlar, İnsan sanatı, bunun daha ötesine gidemez. Asıllarını ancak bir süre

yaşatabilmiş olan

tabiatın *1 0 5

194 Fra Bartolomeo della P orta: İtalyan ressamı. (1469-1517). ı*» Carrege: Meşhur İtalyan ressamı. (14941534). 150 Leonardo da Vinci: Ünlü İtalyan ressamı. (1452-1519).


sı»

COUSIN PONS

da üstündedir bu. Bu büyük dâhiden, bu ölümsüz fak at şifa bilmez tembel paletten,

Pons'un elinde,

arduvaz:

üstüne resmedilmiş, Baccio Bandinelli portresinin nite­ liklerinden de üstün olan bir

tazelikte, bir ustalıkta,

t)ua eden M altalı şövalye adlı bir eser aile’yi gösteren Fra

vardı. Kutsat-

Bartolomeo’nun eseri,

resimden

anlıyan birçok insan tarafından Raphael’in bir tablo­ su samlabilirdi. Bir açık artırmada, Hobbâma'nın taolosu altmış bin

franka kadar

yükselebilirdi.

Durer’ inkine gelince, bu kadın

Albert-

portresi, meşhur N u -

remberg’li H olzschuer'e eşitti, bu H olzschuer'e Bavyara, Holânda ve Prusya kıratları

birçok kere iki y ü z

bin frank teklif etmişlerse de, eseri ele geçilememişler­ di. Bu kadın, Albert Durer’in dostu olan şövalye Holzschuer’in karısı mı, ya da kışı m ı? Tahmin, kesin gibi* görünüyor, çünkü Pons’un müzesindeki kadın öyle b ir vaziyette ki Holzhuer

tablosunun bir

olduğu fikrini veriyor;

resmedilmiş

tamamlayıcısı silâhlar da h er

iki portrede aynı şekilde konmuş. Nihayet, aetatis suaeX L I157 de, Nuremberg’li Holzschuer sülâlesi

tarafın­

dan dindar bir duyguyla saklanmış ve gravürü yakın zamanlarda bitirilmiş olan portrede

sezilen yaşa tam

uymaktadır. Eli Magus,

sıra ile bu dört

şahesere

bakarken

güzleri yaşla doldu. Madame Cibot’nun kulağına: — Bu

ta b lo la r ı

bana

k ır k

n i z , h e r b i r i i ç i n S iz e i k i b i n

b in

fra n k

fr a n g a

a la b ilir s e ­

v a r ! ... d e d i.

107 /Etatis Suae X L I: Portrenin bir tarafında, yazılı olan bu lâtince kelimelerin karşılığı: Yaşı 4L dir.


COüSIN PONS

*212 Kapıcı kadın

gökten inen bu servet

karşısında

.afalladı. Yahudinin hayranlığı, ya da daha doğrusu kendin «den geçişi kafasında ve haris açgözlülük

alışkanlıklar

Tında öyle bir karışıklık yaratmıştı ki, Yahudi bu his ?içinde boğuldu kaldı, görüldüğü gibi. Tablodan anlamıyan Râmonencq: — Peki, bana bir şey yok mu? diye sordu. Yahudi Auvergtıe’linin kulağına kurnazca: — Burada hiçbir eser ötekinden aşağı değil; önü1 -ne gelen on tabloyu al» zengin oldun gitti! dedi. Bu üç hırsız birbirlerine bakmaya devam ediyörMar, her biri, hazların en kuvvetlisi, para kazanmanın ^verdiği haz içinde

yüzüyorlardı ki, tam o anda, has­

panın sesi ortalığı çınlattı ve bir çan sesi gibi inledi. Pons: — Kim var orada? diye bağırıyordu. Madame Cibot Pons’un üzerine doğru atılıp onu ;yeniden yatağına sokmaya çalışarak: — Monsieur, kalkmayın böyle, yatın!

dedi. Yok­

uşa ölmeye niyetiniz mi var?... Gelen, Monsieur Poulam «değil, iyi kalbli Remonencq

imiş; çok merak etmiş,

hatırınızı sormaya gelmiş!... Herkes sizi o kadar sevi:yor ki bütün ev ayaklandı, korkacak ne var? Hasta: — Bana orada birkaç kişisiniz gibi geliyor, dedi. — Birkaç kişi mi! Acıma yaptınız! Rüya mı gö­ müyorsunuz siz, Allahaşkına?

Böyle

«Çıldıracaksınız, ayol!... Bakın isterseniz.

devam

ederse,


COUSIN PONS

Madame Cibot hemen

2iy

eritti kapıyı açtı, Magus'e

çekilip gitmesini, Remonencq’e de içeri gelmesini işa ret etti. Kapıcının demin sözünü ettiği Auvergne’li: — Eee! nasılsınız bakalım, aziz dostum, sizi gör­ meğe geldim; çünkü bütün ev üzerinize titriyor, dediölümün evlere girmesini kimse sevmez!.. Sonra, hanı iyi tanıdığınız Monistrol baba var ya, paraya ihtiyacı­ n ız, olursa, seve seve yardım edeceğini size söylememk istedi— Yaşlı koleksiyoncu suratını ekşitip

güvensizliğini-'

açıklıyarak: — Bilirim ben. biblolarıma bir göz atasınız diye göndermiştir sizi!— dedi. Karaciğer hastalıklarında, hastalara hemen her za­ man özel ve çabuk gelip geçen bir tiksinme duygusu ge­ lir; herhangi bir şeye ya da kimseye nedensiz düşman* kesilirler. Pons da Öyle, hâzinesine el uzatılacağını sanı­ yor, onu göz altında bulundurmak fikrinden kurtula­ mıyor, zaman zaman Schmucke'u tapınağa birinin gi­ rip girmediğini öğrenmek üzere yolluyordu. Kurnaz Auvergne’li her iki

koleksiyoncunun dik­

katini artırmak amaciyle: — Koleksiyonunuz

epeyce zengin,

dedi. Ben bu»

işin yüksek taraflarından anlamam, ama sizin için o kadar bu işten anlar rağmen gözümü kapar,

diyorlar ki, bütün acemiliğime sizden tablo

Arası ra paraya ihtiyacınız olursa—

satın alırdım— çünkü hiçbir şey

bu pis hastalıklar kadar masraflı olmaz;

kızkardeşi-

min kani bozulduğunda, on günde ilâca bir buçuk frank harcadı, bunsuz da pekâlâ

iyileşirdi ya!... Hekimler


COUSIN PONS

*14

çok ahlâksız oluyorlar, bizim halimizden yararlanıyor* la r, bunu da... Pons h'rdavatçıya kaygılı gözlerle bakarak: — Güle güle, teşekkür ederim, Monsieur, dedi. Madame Cibot hastaya, yavaşça: — Onu

K a p ıy a k a d a r

g ö tü r e y im ,

b e lk i

onu bunu

« İ l e r , d e d i.

Hasta bakışı ile ona teşekkür ederek: — Evet, evet, iyi olur, dedi. Kapıcı kadın yatak

odasının kapısını

çekti; tnı

•davranış Pons’ta güvensizlik uyandırdı. Kadın Magus’ü •dört tablo Önünde mıhlanmış buldu. Bu hayranlık, bu mestoluş, ideal güzelliğe, sanattaki olgunluğun yarattı­ ğ ı silinmez duyguya karşı

ruhları açık

olanlar, Mâ*

zede. Leonardo da Vinci’nin Joconde’u, Correge’in, bir şaheser olan A n tiope’u,

Titien'in M etres'i,

Dominiqu-

in’in1SÜ Çiçekler arasında çocuklardı, Raphael’in Küç.iik •Carnaieufsnıe0 ve yaşlı adam

portresi, bütün bu sanat

şaheserleri önünde saatlerce mıhlanıp

kalanlar tara­

fından anlaşılır ancak. Yahudiye: — Gürültü etmeden çekilip gidin! dedi kapıcı. Magus yavaş yavaş, geri çekile çekile ve tablola­ ra , bir gönüllünün sevgilisine veda

ederken baktığı

jgibi baka baka gitti.6 0 *1 1M Andrea del Sarto: Ünlü Italyan ressamı •<1486-1531). 189 Dominiquin: Carrache’in en iyi talebelerin­ den olan bir İtalyan ressamı. (1581-1641). 160 Camaieu: içinde aynı rengin değişik tonlan Kullanılarak yapılmış resim.


COUSIN PONS

215

XL H ilekârlık denemesi Bu hal

karşısında umuda

merdiven ağzına vardığında,

kapılan

kapıcı kadir-

Magus'ün sıska kolun»

dokundu: — Tablo başına dört bin frank isterim ha!... Yok­ sa her şey durur! dedi. Magus: — Ben de para ne gezer!. Bu tabloları istiyorsam,, dedi, sırf aşktan, sanat

aşkından dolayı

istiyorum.,

güzel bayanım!... Kapıcı kadın: — O kadar kuru kemiksiniz ki bu aşkınızı anlıyo­ rum, dedi. Ama bugün Remonencq’in

önünde on alt*

bin franka söz vermezseniz bana, yarın bu miktar yir­ mi bin olur. Bu kapıcının aç gözlülüğünden

ürkmüş olan Ya­

hudi: —- On altı bine söz veriyorum, dedi. Madame Cibot, Remonencq'ten: — Bir Yahudi neyin üstüne yemin ederse, sözünik tutar? diye sordu. Hırdavatçı: — Ona güvenebilirsiniz, o da benim kadar namus­ lu bir adamdır, karşılığını verdi. Kapıcı kadın: — Ya siz? diye sordu; size de tablo sattırırsam, bana ne vereceksiniz? Remonencq hiç beklemeden;


COUSIN PONS

*216

— Kârın yarısını, dedi. — Bana hemen bir miktar söyleseniz, daha hoşu­ m a irider; ticaretten anlamam ben: Elie Magus gülümsedi: — İşten çok iyi anlıyorsunuz y a ! Esaslı bir satı­ c ı olurdunuz siz. Auvergne’li

Madame Cibot’nun

tombul kolunun

»üzerine bir çekiç kuvveti ile vurarak: — Ona her bakımdan

birleşmemizi ileri

sürüyo

rüm, dedi. Ondan sermaye olarak sade güzelliğini koy­ masını istiyorum! Cibot'nuza ve terziliğine güvenmek­ le kabahat

ediyorsunuz! Sizin gibi güzel bir kadım,

küçük bir kapıcı zengin edebilir mi? A h ! Bulvarlardı bir dükkâna ne yakışırdınız? Sizi antika eşya ortasın­ c a meraklılara,

hilekârlara dil

dökerken görmek ne

tatlı olur!... Buradaki dalavereyi çevirince gelin bıra­ kın şu kapıcı hücresini; göreceksiniz, neler yapacağız!...

ikimiz beraber

Madame Cibot: — Dalavere çevirmek mi? Ben buradaki eşyanın ^kılına' dokunamam, anlıyor musunuz, Remonencq! diye bağırdı. Mahallede herkes :tamr beni!

namuslu bir kadın olarak

Kapıcının gözleri alev saçıyordu. Elie Magus: — Durun canım, tasa ıgneli belli ki sizi çok

etmeyin, dedi. Bu Anver-

seviyor, sizi küçük düşürmek

.aklında bile geçmemiştir. A uvergn eli: — Ne güzel iş çevirir o, ah! diye bağırdı.


COUSIN PONS

217

öfk esi geçmiş olan Madame Cibot: — Bana da hak verin, baylar, dedi; buradaki du­ rumumu

siz ölçün! On yıldır bu iki yaşlı

bekâr içim

didinip duruyorum, bana lâftan başka bir şey vermişdeğiller... Remonencq bilir, söylesin, bu iki ihtiyarı ce­ bimden para katarak ben besliyorum, her gün cebim­ den bir, bir buçuk frank ekliyorum, ne biriktirdi isem, hepsi g-itti, benim için biricik varlık olmuş olan anne­ min ölüsü üstüne yemin ederim ki gerçek budur. Ya­ şadığım ve şu bizi

aydınlatan güneş ne kadar doğrut

ise, söylediklerim de o kadar doğru; bir zerre yalanım varsa, içtiğim kahve bana zehir

olsun!... Şimdi, işte

onlardan biri ölmek üzere, değil mi? Hem de çocukla­ rımmış gibi benimsediğim iki ihtiyarın en

zengini!..

İnanır mısınız, azizim, yirmi gündür ölmek üzere oldu­ ğunu tekrarlıyorum da, (çünkü Monsieur Poulain ya­ şamaz dedi!...) sanki ben onun için bir hiçmişim gibi» vasiyetnamesine beni de koymayı aklından bile geçir­ m iyor! Doğrusu ya

alacağımızı kendimiz

almaktan*

başka çare göremiyorum ben; çünkü gelin de mirasçı­ lara güvenin!... Çok kere... kelimeyi hoş görün, bütüm insanlar böyle alçak olurlar!... Elie Magus kurnaz kurnaz: — Çok doğru, dedi. Sonra R6monencq’e bakarak: Yine en namuslu insanlar bizleriz, diye ekledi. Madame Cibot sözlerine devamla: — Bırakın da konuşayım a canım, ben sîzler içim söylemiyorum, şu eski aktörün dediği gibi alacağı için baskı yapanlar hoş görülür h ep!

Size yemin

ederin»

ki bu baylar şimdiden bana üç bin frank borçludurlar»


COUSIN PONS

*218 • e lim d e

avucum da

r in e g it t i,

b ir

de

ne

va rsa

h e p s i ilâ ç la r ın a , ö z e l

t a n ım a z la r s a

$ u d ü r ü s t h a lim d e o k a d a r b u d a la y ım lü

s ö y liy e m iy o r u m

o n la r a .

s îz le r , b ir a v u k a ta

iş le ­

v e r d ik le r im i !~ . B e n

O nun

iç in , iş le

başvu rm am ı

de

k i bunu b ir tü r­ y o ğ r u la n

B a lık v e r i r

m is in iz

•acaba b a n a ?

Remonencq: — Avukata m ı! .diye bağırdı. Siz cebinizden çıka­ rırsınız avukatların hepsini! A ğır bir vücudun yemek odasının parkesine düş­ mesinden doğan bir gürültü, merdiven ağzının genişli­ ğinde yankılar bıraktı. Madame Cibot: — Aman yarabbi! Ne oluyor ki? diye bağırdı. Biizim efendi yere yuvarlandı galiba. İki cürüm ortağını iteledi,

onlar da düşercesihe

merdivenleri indiler; sonra geri döndü, yemek odasına koştu, Pons’u orada boylu boyunca

entarisi ile yere

serilmiş baygın buldu. Yaşlı bekân kollarına aldı, tüy .gibi kaldırdı, yatağına kadar götürdü. arınca, ona bir iki şey

koklattı,

Hastayı yatl­

şakaklarına kolonya

:sürdü, canlandırdı. Sonra, Pons’un

gözlerini açtığını,

'•tüm ayıldığım görünce, ellerini kalçasına dayayarak: — Terliksiz, entari ile kalkmak ha!... diye çıkıştı, 'ölmek mi istiyorsunuz nedir!... Peki ama neder bana ;güveniniz yok?... Benim burada ne işin var şu halde? •Allahısmarladık,

Monsieur. On

sene hizmet edeyim,

merdivenlerde bir çocuk gibi ağlıyan zavallı Monsieur Schmucke sıkıntıda kalmasın diye paranıza kendi ke­ semden para katayım, ne

biriktirmişsem

hepsini bu


COUSIN PONS

219

uğurda harcıyayım da, sonra bu mükâfatı göreyim J... Beni gözetlemeye geldiniz, değil mi? Tanrı sizi ceza­ landırdı... İyi oldul Hem de bunu bana, sizi kollarım­ da taşımak için büyük bir çaba

sarfeden, bu yüzden

de az kalsın ömrü boyunca sakat kalacak olan bana yapıyorsunuz...

Aman yarabbi!... Peki kapıyı açık bı­

rakmama ne diyeceksiniz? — Kiminle konuşuyordunuz? — Bu da nereden çıktı?-. Allah Allah, köleniz mi­ yim ben sizin? Size hesap mı vereceğim? Kafamı kız­ dırırsanız böyle, sizi yüzüstü bırakır giderim, biliyor musunuz? Bir hastabakıcı tutarsınız!... Bu gözdağından ürken Pons, farkında bile olma­ dan, Madame Cibot’ya Democles’in161 kılıcım verdi ve böylece onun kafasındakini

yapmasına

imkân hazır­

ladı. Acıklı bir sesle: — Hastalığıma bağışlayın! dedi. Madame Cibot hoyratça: ıeı Democles’in kılıcı: Zalim Denys’in nedimi olan Damocles, onun mutluluğunu överdi hep. Denys, bir kısas ile ona büyükleri mutluluklarının ne olduğu­ nu göstermek istedi. Yemeğe davet etti onu ve hizmet­ kârlara, ona kıratmış gibi hizmet etmelerini emretti. Da­ mocles en mutlu bulunduğu bir anda başını kaldırınca, kafasının üstünde ince bir at kılının tuttuğu ağır ve keskin bir kılıç gördü. Dolu bardağı elinden düştü ve zalim bir kiralın mutluluğunun ne olduğunu anladı. Dam ocles'in kûıcı sözü ile bir felâketin bir insanı en mutlu göründüğü bir anda yere serebileceği kasdedilir. Madame Cibot’nun çekilir giderim demesi, Pons için bir Damocles kılıcı oluyor sanki.


COUSIN PONS

220

— Hah şöyle! yola gelin, dedi ve Pons*u utanmış bırakarak gitti. Zavallı adam, vicdan asabı içinde, has* tabakıcısınm gürültülü bağlılığına hayran olarak, ken­ dine sitemler ederek, böyle yemek

odasının taşlarına

serilmekle hastalığını ne kadar ağırlaştırdığını hisset­ meden kala kaldı. X LI Düğüm sıkılamıyor Kapıcı kadın merdivenlerden çıkan

Schmucke’la

karşılaştı. — Gelin gelin Monsieur... can sıkıcı haberler var!... Çagınlık ediyor Monsieur Pons!... Döşünün, çırılçıplak yataktan kalktı, peşimden geldi şuraya boylu boyunca yere serildi... Sorun bunu Şimdi hali kötü.

davranması için; yalnız ilk la coşturdum

niçin yapmış,

Bense hiçbir şey

belki onu...

iddia edebilir? Hepsi kadına

bilmiyor...

yapmadım böyle

aşklarından söz Kim

erkekleri

düşkfin...

açmak­

tanıdığın»

Ona

kolları­

mı göstermekle iyi etmedim, gözleri yakut gibi parlıyordu_ Schmucke, sanki Madame Cibot çince konuşuyor­ muş gibi bir kelime anlamadan dinliyordu. Kapıcı, acı

duyuyormuş gibi bir hareket yaptı;

kaslarında ufak bir yorgunluk

duyunca aklına gelen

fikirden yararlanmayı düşündü ve: — öy le bir çaba sarfettim ki az daha bütün ömrümce sakat kalıyordum, diye ekledi. Ne budala insa­ nım! Onu şurada yere serilmiş görünce, kollanma al­ dım, bir çocuk gibi yatağına kadar taşıdım. Ama şim­


COUŞIN PONS

di halim berbat, iyi

221

hissetmiyor kendini.

Ben aşağı

evime iniyorum, hastamıza siz bakın. Kendim için Cı■bot’yu

göndereyim de Monsieur

Poulain’i çağırsın 1

Sakat kalmaktansa ölmek daha iyi... Madame Cibot

merdiven

parmaklığına

yapıştı,

kıvrana kıvrana inmeye başladı; öyle acıklı bir şekil­ de inliyordu ki telâşlanan kiracılar

dairelerinden fır ­

ladılar. Schmucke gözyaşları içinde, hasta kadım ko­ lundan tutuyor, kapıcının bağlılığını övüyordu. Az za­ manda, bütün ev, bütün mahalle, Madame Cibot’nun fedakâr davranışını öğrenmişti; çifte kumrulardan bi­ rini kucaklayıp taşıyarak öldürücü bir çaba sarfetmiş, deniyordu. Schmucke Pons*un yanma dönünce, ona iş­ lerine bakan kadının korkunç durumuu açıkladı; ikisi de biribirine

b ak arak ;-O bize

bakmazsa halimiz ne

olu r?" dediler. Schmucke, yataktan çıkmanın Pons’ta bıraktığı etkiyi görünce, azarlamaya cesaret edemedi onu. Pons’tan olayın nedenini öğrenince: — Şu antika eşya da yerin dibine batsın! diye ba­ ğırdı. Dostumu kaybetmektense, onlan seve seve ya­ kardım! Dünyalığım bize veren Madame Cibot’dan şüp­ helenmek!... Hiç doğru bir şey değil bu; hastalık işte... Pons: — A h ! Ne biçimsiz hastalık bu! dedi. Değiştiği m i hissediyorum. Seni üzmek istemezdim, sevgili Sch­ mucke. Schmucke: — Beni azarla da, dedi.

Madame Cibot’ya

dokunma,


COUS1N PONS

222

Doktor Poulain, Madame Cibot’nun iteri s ü r d ü k sakatlığı birkaç günde yok etti; şöhreti de Maraia mahallesinde, mucizeye benziyen bakım sayesinde bir kat daha arttı. Pons’un yanında ise bu başarıyı hasta kadının vücut sağlamlığına yordu. Yedinci gün, kapı­ cı kadın iki efendinin evindeki hizmetine yeniden baş­ ladı. İki müzisyen buna çok sevindiler. Bu olay. Ma* dame Cibot’nun çifte kumruların yaşayışları üzerinde­ ki etki ve zulmünü yüzde yüz

arttırdı;

ihtiyarlar >>

hafta içinde borca girdiler, ama bu borç kapıcı kadın tarafından ödendi. Kadın bu durumdan yararlanarak, Schmucke’ten iki dosta borç olarak verdiğini ileri sür­ düğü iki bin frank için bir senet aldı (hem de ne ko­ laylıkla!) Madame Cibot Pons’a : — Şu Monsieur Poulain de ne doktor! dedi. Sizi iyi edecek, azizim; çünkü beni

ölümün

pençesinden

kurtardı. Zavallı Cibot beni öldü sanıyordu!... Monsi­ eur Poulain de size söylemiştir ya, yatağımda bile si­ zi düşünüyordum... “ Yarabbi! diyordum, beni alın da, aziz Monsieur Pons’u bırakın!” — Zavallı Madame Cibot, az daha benim için sa­ kat kalacaktınız. — A h! Monsieur Poulain

olmasaydı, ben şimdi,

çoktan, hepimizi bekliyen tabutta

olacaktım. Şu es Ki

aktörün dediği gibi, çukurun ağzına geldi mi tepetak­ lak aşağı! Biraz filozof olmak gerek. Bensiz ne yaptı­ nız bakalım?... — Bana Schmucke baktı; ama bu hem bütçemiz, hem de öğrencilerimiz için iyi ne yaptı, işi nasıl düzenledi...

olmadı... Bilmiyorum


zzz

COUSIN PONS

Schmucke: — Heyecanlanma Ponst diye bağırdı. Cibot baba bize bankerlik ediyor... Madame Cibot: — Canım onun lâfı mı olur? Sizin ikiniz de bizim çocuklarımız sayılırsınız, dedi.

Bizim

paramız sizde

kalınca daha iyi işler, aldırmayın! Siz bankadan daha sağlamsınız. Bizim bir lokma ekmeğimiz oldukça y a n ­ sı sîzindir.... onun için sözctmeye bile değmez— Schmucke giderken: — Zavallı Madame Cibot, dedi. Pons bir şey söylemiyordu. Kapıcı kadın, hastanın kaygı içinde olduğunu gö rünce, ona: — İnanır mısınız, iki gözüm, dedi; ben can çeki­ şirken, inanın ha, ölümü yakından gördüm, beni en faz­ la üzen şey, sizi tek başınıza, yüzüstü, Cibot’yu da me­ teliksiz bırakmış olmaktı...

Birikmiş param da ahım

şahım bir şey olmadığı için, ondan, ancak ölümden ve melek gibi bir insan olan

Cibot’dan söz açıldığı için

konuşuyorum! Tanrı biliyor ya, kocam bana bir kıraliçe gibi baktı, hem de iki gözü iki çeşme ağlıyarak!... Yalnız, şerefim üzerine yemin ederim ki, tek güvendi­ ğim insan sîzdiniz. Ona: “ Üzülme sen Cibot, diyordum, benim efendilerim seni hiçbir zaman ekmeksiz bırak­ mazlar—” Pons, vasiyetnameyi hedef tutan bu saldırıya hiç­ bir karşılık vermedi, umutla. Son m hasta:

kapıcı kadın ise bekledi azıcık,


COUSIN PON&

224

— Sizi Schmucke’a emanet ederim, dedi. Kapıcı: — Sizin her yaptığınız elbette ki iyi ve doğrudur; ben size, sâf ve temiz

kalbinize

güveniyorum, aman

bunun sözünü etmiyelim aramızda, çünkü beni küçük düşürüyorsunuz, iyi olmaya bakın siz sadece! Siz biz­ den daha çok yacıyacaksınız şüphe yok... Madamc Cibot’nun kalbini büyük bir kaygı kap­ ladı; efendisini, kendine bırakmak istediği miras hak­ kında konuşturmaya karar verdi; ilk iş olarak da, ak­ şam, dostunun

hasta

olmasından buyana

yemeğim

onun yatağının yanıbaşında yiyen Schmuckc’un yeme­ ğini verdikten sonra, doktor Poulain’i evinde görmeğe gitti. X LII Paris'te bütün baştangtçlarm hikâyesi Doktor Poulain Orlâans alt katta, bir oda, bir

sokağında otururdu; evi

salon ve iki yatak

odasından

ibaret küçük bir daireydi. Küçük odaya bitişik olan ve İki yatak odasına açılan bir sandık odası muayenehane haline getirilmişti. Büyük binanın bir kanadı üzerin­ de bulunan bu daireye bağlı bir mutfak, bir hizmetçi odası, bir de

şarap mahzeni

vardı; bu

büyük bina,

bahçesi şimdi bile mevcut olan eski bir konağın ye­ rine imparatorluk çağında yapılmıştı. Bu

bahçe alt

katın üç dairesi arasında bölünmüştü. Doktorun dairesi kırk yıldır

değişmemişti. Boya,

duvar kâğıtları, süsler, her şey orada günlerinin kokusunu taşırdı.

imparatorluk

Kırk yılın kiri ve pası,


COUS1N PONS

ay ndian, süsleri, kâğıtların

225

resimlerini, tavanları ve

boyalan soldurmuştu. Marais mahallesinin

dibindeki

bu küçük dairenin yıllık kirası yine de üç bin frank­ tan aşağı değildi. Doktorun

altmış altı yaşında olan

annesi, Madame Poulain, hayatının son tak odasında tamamlıyordu.

Hazır

günlerini ya­

elbiselere

çalışır,

tozluk, deri pantalon, askı, kuşak, bir kelime ile bu­ gün önemini

keybetmiş olan bu cins

şeyler dikerdi.

Evi ve oğlunun biricik hizmetçisini yöneten bu kadın, sokağa hiç çıkmaz, salondan bir camh kapı ile inilen küçük bahçede hava alırdı.

Yirmi beş

yıldır duldu,

kocasının ölümünde de sermayesini birinci işçisine bı­ rakmıştı; bu işçi de ona günde bir buçuk frank kaza* nacak kadar iş verirdi. Her ne pahasına olursa olsun, oğlunu babasınınkinden daha üstün bir duruma çıkar­ mak için her şeyini onun eğitimine feda etmişti. Asclepios’undan162 gurur duyar, başaracağına inanır, ona bakmaktan, onun için para

biriktirmekten

mutluluk

duyrak her şeyini onun için feda etmeğe devam eder, yalnız onun rahat etmesini

düşünür, öhu- akıllıca se­

verdi; bunu da her anne bilmez. Böylece, eskiden ba­ sit bir işçi kadın olduğunu unutmıyan Madame Poula­ in, oğlunun itibarını kırmaktan, herkesi güldürmekten kaçınırdı, çünkü kadıncağız, kelimelerine. Madam Cibot’nun N katması gibi, bir S katardı; kazara seçkin bir hasta doktora başvurdu mu,

kolej ya da hastane

arkadaşları geldi mi, anne kendiliğinden odasına ka­ panırdı. Böylece doktorun,

sevdiği ve

tahsilsizliğini

162 Asclepios: Tıp tanrısı. Hastaları iyi yetinmemiş, ölülere bile can vermiş.

etmekle

15


226

COUS1N PONS

büyük şefkati ile örten annesi yüzünden yüzü hiçbir zaman kızarmamıştı. Sermayenin aşağı yukarı yirmi bin frank

bırakılması* onlara

kazandırmıştı; dul ka­

dın bu parayı 1820 deki devlet tahvillerine bağlamıştı; bu paranın getirdiği bin yüz frank

bütün servetini

teşkil ediyordu. Onun için, uzun zaman, komşular dok­ torla annesinin çamaşırını annenin yıkayıp bahçeye as­ tığını gördüler. Hizmetçi ile Madame Poulain evde ça­ maşır yıkamayı ucuza malederlerdi. Evin bu hali dok­ torun itibarını düşürür, onu bu kadar yoksul görünce iyi bir doktor olduğu kabul edilmezdi. Kirayı bin yüz franklık gelir karşılardı. îy i kalbli şişman bir ihtiyar olan Madame Poulain’in

çalışması, ilk

zamanlarda,

bu yoksul evin bütün masrafına denk gelmişti. Sarp yolunda on iki yıllık bir

direnmeden sonra, sonunda

doktor yılda üç bin frank kazanmaya başlayınca, Ma­ dame Poulain’in aşağı yukarı beş bin franklık bir ge­ liri oldu. Paris’i tanıyanlar ancak ihtiyaca yetecek bir para olduğunu bilirler bunu. Hastaların bekledikleri salon çok

bayağı bir şe­

kilde döşenmişti: sa n çiçekli Utrecht kadifesiyle kap­ lı akajudan bir kanape, dört koltuk, altı sandalya, bir konsol, bir çay masası; hepsi de doktorun babasından kalma, onun zevkine uygun şeylerdi. İki Mısır şamda­ nı arasında bir cam kavanozun altında bulunan saat, rübap şeklindeydi. Penceredeki perdelerin hangi usûl­ le bu kadar uzun süre dayandığını herkes kendi ken­ dine sorardı; çünkü bu perdeler Jouy fabrikasının kır­ mızı süslü, sarı, pamuklu bezindendi. 1809 da, bu pa­ muk sanayiinin kötü mamulatı için Oberkampf. impa­ ratordan övücü sözler işitmişti. Doktorun muayeneha­


CÖUSlN l»ONİ

an

nesi de böyle bir zevkle döşenmiş, babasının odasında­ ki mobilye bu işe yaramıştı. Her şey zevksiz, yoksul ve soğuktu. Ünü olmıyan bir doktorun üstelik eşyası da olmazsa, kim inanabilirdi onun ilmine? Hem de reklâ­ mın alıp yürüdüğü, yoksul

vatandaşa zengin olduğu

kanışım vererek onu avutmak içiş

Concorde meyda­

nındaki lâmbaların yaldızla boyandığı bir zamanda... Küçük oda aynı zamanda yemek odasıydı. Hizmet­ çi, mutfaktaki işlerini bitirdiği ya da doktorun anası­ na arkadaşlık etmediği zamanlar orada çalışırdı. Da­ ha eve girer girmez, avluya bakan bu odanın kırmızı muslin perdelerini görünce, insan günün yansında ıs­ sız olan bu hazin

d airlerd e bir

okuduğunu anlardı.

yoksulluğun ferman

Dolaplann içinde, küflenmiş ar­

tıklar, kınk tabaklar, eskidikleri kabul edilmiyen yır­ tık pırtık şeyler, bir haftalık peçeteler, sözün kısası Paris'in bayağı evlerinde tabii karşılanan, oradan da ancak eskicinin küfesine gidecek olan külüstür eşya var­ dı herhalde.- Bu sebeple, beş franklığın bütün vicdan­ lara yerleştiği, her cümleye girdiği bir zamanda, hısımsız bir anne ile yaşıyan r e otuz yaşında olan dok­ tor şimdi bile bekârdı. On yıl boyunca, mesleği dola­ yısıyla gittiği evlerde bir aşk romanı yaratabilecek en ufak bir olayla

karşılaşmamıştı,

çünkü kendi hayat

şartlarına benzer şartlar içinde yaşıyan insanlara ba­ kıyordu; kendi evine benzeyen, küçük memurların ya da küçük sanat erbabının evlerine girip çıkıyordu an­ cak. En zengin müşterileri

kasaplar, firm a la r, ma­

hallenin belli başlı perakendecileri id i; bunların hepsi de doktorun

yayan geldiğini

görerek

grafikten fazla vermemek için iyi

vizitesine iki

olmalarını tabiata


COUStN PÖKS

m

yoran kimselerdi. Doktorlar için araba, bilgiden daha gerekli bir şeydir. Alelade ve değişmiyen bir hayat, en macera düş* künü bir insanı bile eninde sonunda etkiler. Bir insan kaderine uyar, hayatının basitliğini kabul eder. Bu se­ beple, on yıllık bir çalışmadan

sonra doktor Poulain,

doktorluk mesleğine ilk zamanlarını zehir eden umut­ suzluğu duymadan devam ediyordu şimdi. Bununla be­ raber, bir hülyası vardı; çünkü Parisli, hülyamız ola­ maz. Remonencq de hülya kuruyor. Madame Cibot da aşağı kalmıyordu. Doktor Poulain bir

gün zengin ve

nüfuzlu bir hastaya çağırılacağı umudunu besliyordu gönlünde; sonra mutlaka iyi edeceği bu hasta sayesinde, bir hastaneye baş hekim ya da bir yatro, bir bakanlık doktoru

hapishane, bir ti­

olacaktı. Zaten Belediye

doktorluğunu da bu yolla elde etmişti. Madame Cibot’nun çağınsı üzerine

Cibot’ların kapıcı

bulundukları

evin sahibi Monsieur Pillerault’ya bakmış, onu iyi et­ mişti. Bakan Popinot’nun karısı Kontes

Popinot’nun

büyük dayısı olan Monsieur Pillerault, iyi olunca, te­ şekkür etmek üzere doktorun evine gittiğinde onun üs­ tü kapalı yoksulluğunu görmüş, onunla

ilgilenmiş ve

kendisine karşı saygı besliyen bakandan, bu yeri dok­ tor için istemişti; zaten doktor beş yıldır bu görevi ücretsiz olarak görüyordu. Bu yerin pek de çok olmıyan maaşı tam zamanında yetişmiş, doktoru göç etme gibi âni bir karardan alıkoymuştu. Fransa’yı terketmek, bir Fransız için çok acı bir şeydir. Doktor Pou­ lain kont Popinot’ya

teşekküre gitmişti;

ama devlet

adamının doktoru meşhur Bianchon olduğu için, rica­ cı bu eve sokulmıyacağını

anlamıştı. Zavallı doktor,


COUSIN PONS

n&fuzlu bir

229

bakanının, güçlü bir

beri bakanlar kurulu masasının

elin on altı yıldan yeşil çuhası üstünde

karıştırdığı on beş, on altı iskambil kâğıdından biri­ nin korunmasını elde ettiğine

sevindikten sonra, ken­

dini yeniden Marais’ye düşmüş

gördü: orada yoksul­

ların, küçük burjuvaların evlerinde yuvarlanıyor, yıl­ da bin iki yüz frank karşılığında

ölüler için gömme

kâğıdı veriyordu. Oldukça iyi

bir iç

hastalıkları

temkinli bir doktor kesilen

uzmanı olan ve

Poulain’in

tecrübem yok

değildi. Zaten ölen hastalarının sayısı dedikodu çıka­ racak kadar çok olmuyor, bütün hastalıkları da sanki hayvan üzerinde inceler gibi

inceliyebiliyordu. Kendi­

ni için için nasıl yediğini kestirmeyi size bırakıyorum I Bu sebeple, zaten uzun ve asık olan

yüzü bazan kor­

kunç bir hal alırdı. Sarı bir parşömen üstüne Tartuffe ’ün yakıcı

gözlerini, Alceste’in163 de ekşi suratım

koyun; sonra, kendisini ünlü

Bianchon kadar iyi bir

doktor sandığı için demir bir pençe tarafından karan­ lık bir çevrede tutulduğunu hisseden bu adamın yürü­ yüşünü, duruşunu, hal ve bakışlarını getirin gözlerini­ zin Önüne! Doktor Poulain iyi günlerinde vizite parası olarak eline geçen on frankı, günlük geliri beş, altı yüz franka çıkan doktor

Bianchon’un

vizita

paralariyle

karşılaştırmaktan kendini alamıyordu. Bu demokrasi­ nin bütün hınçlarım içinde duymak değil midir? Göl­ gede kalmış bu muhteris adamuı kendi kendine sitem Aleceste: Molifcre’in Adamcıl adındaki eseri­ nin oaş kahramanlarından. Toplumun yalanlarına karşı düşman olup korkunç bir dürüstlüğü olqn bir tip.


COUSIN KM

230

edecek bir tarafı da yoktu. Daha önce,

Marrisson’un

haplarına benzıyen znüshU haplan icad ederek tansım denemişti.

Bu ticareti,

h&stahane

sonradan eczacı olmuş bir iç emanet etmişti; ama

arkadaşlarından,

hastalıkları doktoruna

Ambigu-Comique

tiyatrosunun

figüranlarından birine vurulan eczacı iflâs etmiş, müshil haplarının icat ruhsatiyem onun adına çıkmış olduğu için, bu büyük keşif eczacının

halefini zenginleştir^

maştı Eczacı, zavallı Poulain'in biriktirdiği Un fran­ kı alarak altın memleketi otan Poulain’e, parasını geri

Meksika'ya

istemeğe gittiği

gitmişti.

figüran da

avunma mükâfatı olarak ona tefeci dedi. Yaşlı Pillerault’yu iyi ettiğinden bu yana karşısına zengin bir has­ ta çıkmamıştı. Poulain, cılız bir kedi gibi, bütün Marazis’de •ağa sola yayan gider, yirmi vizita sonunda eli­ ne on santimle iki frank

arasında bir para

geçerdi.

İyi para veren bir hasta, dünyanın her köşesinde den­ diği gibi bir anka kuşu idi onun gözünde. Dâva bulamıyan genç avukat, hastasız kalan genç hekim, Paris’e özgü sessiz bir umutsuzluğun en belli başlı iki ifadesidir; ve üzerinde

beyazlaşmış yerleri

tavan arasının çinkolarım hatırlatan siyah ceket, si­ yah pantalon; parlak setenden bir yelek; başında ti­ tizlikle gözetilen bir şapka; ellerinde eski eldiven, sır­ tında da kalikodan bir gömlek bulunan sessiz ve soğuk umutsuzluk... Zindan hücreleri gibi karanlık bir hüznün şiiridir bu. öteki yoksulluklar, yani şairinki, artistinki, müzisyeninki sanatın tabiî cümbüşleriyle, ve öncele­ ri girilen sonra deha ülkesine götüren başıboş hayatın kaygısızlığı ile avunurlar! Ama, yaya giden, kendileri için her şeyin bir yara olduğu, inşanlığm yalmz utanç


COUSIN PONS

231

Teren taraflarını gösterdiği iki meslek tarafından gi­ yilen o iki siyah elbise, o iki adam, yüzlerinde, ilk za­ manların küçültücü okuyan

ifadeler

durumunda, korkunç Te meydan

taşırlar;

bu ifadelerde, bir araya

gelmiş olan hınç ve ihtiras, kundak konarak çıkarıl­ mış bir yangının ilk çabasına benziyen bakışlarla dı­ şarıya akseder. İki

kolejli dost, yirmi

yıldan sonra

karşılaşınca, zengin olanı yoksul kalmış olan arkada­ şından kaçınır, onu tammamazlıktan gelir, alınyazısı­ nın aralarında meydana getirdiği

uçunundan ürker.

Biri hayatı, talihin oynak atlan sırtında ya da başannın yaldızlı bulutlan ise yer altında, Paris

üzerinde katemiştir;

ötekisi

lâğımlarında yol almıştır; bu

yolculuğun yara izlerini taşır. görünce, doktorun eski kaç

Redingotunu, yeleğini

arkadaşının

ondan kaç­

tığını Tanrı bilir! gimdi, doktor Poulain’in Madame Cibot’nun ölüm komedisinde rolünü ne büyük bir ustalıkla oynadığım anlamak kolaylaşır! Bütün özenmeleri, bütün ihtiras­ tan kestirilir. Kapıcı kadının hiçbir organında hiçbir sakatlık göremiyen, nabzının düzenli vuruşuna, hare­ ketlerinin rahatlığına pardığını duyan doktor,

hayran kalan ve çığlıklar ko­ kendisinin ölüm derecesinde

hasta olduğunu söylemesinde bir çıkan olduğunu an­ ladı. Hiç te tehlikeli olmıyan bir hastalığın çabuk iyi edilmesi, mahallede kendisinden söz ettireceğini bildiği için, Madame Cibot'nun fıtığını

dallandırp budaklan­

dırdı; onu zamanında yapacağı bir

müdahale ile iyi

edeceğini Böyledi. Sonunda, kapıcıyı sözde çarelere, so­ nu tam bir başan ile biten acayip bir ameliyata tabi

tuttu. Desplein’in olağanüstü tedaviler deposundan ğa-


COUS1N PONS

232

rip bir usûl buldu, çıkardı, onu Madame Cibot’ya uygu­ ladı; alçak gönüllülük ederek

başarıyı da bu büyük

cerraha malederek kendisini onun taklitçisi yerine koy­ du. Paris’te işe ilk atılanların cüretleri boyledir işte. Sahneye çıkmak için her şeyden bir basamak gibi ya­ rarlanırlar; ama her şey, merdiven basamakları bile aşındığı için, her mesleğe ilk atılanlar, hangi cins tahtadan yapacaklarını

basamakları

bilmiyorlar artık.

Zaman zaman Parisli başarıya karşı isyankâr olur. Hey­ kel kaidesi yapmaktan usanınca, şımarık çocuklar gi­ bi surat asar, tapılacak kimse istemez olur artık; ya da, daha doğrusu, kabiliyetli insanlar bazan onun aşı­ rı övgülerinden yoksun kalırlar. Dâhinin çıktığı ham maddenin de eksik

tarafları olur; o zaman

Parisli

serkeşleşir, boyuna kabiliyetsizleri tutmak, onları yal­ dızlamak istemez.

(Birinci Cildin Sonu)




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.