BULTÜRK Gazetesi 101.Sayı

Page 1

Siyasi Aktüel Gazete

Yıl - 12 Sayı:100 Ekim - 2015

B ilgi Ordu s u Bizi m Ordu mu z, B i l i p Ög r e t m e k B i z i m B o r cu m u z

BULTÜRK’TEN “Birlik ve Kardeşlik” Paneli

BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin organize ettiği “BİRLİK VE KARDEŞLİK” konulu yemekli Panelimize katılan tüm uyelerimize, STK Başkanları ve yöneticileri, değerli İş adamlarımız, aydınlarımız, kıymetli ailelere ve misafirlere teşekkür ederiz.

ristan kökenli İstanbul Milletvekilimiz Hüseyin Bürge ve yıllarca bizim BULTÜRK Derneğinin kahrını çeken Bayrampaşa Belediye Başkanımız Sn. Atilla Aydıner ve Ak Parti 2.bölge Milletvekili adayı Gülver ERDEM ve VATAN Partisi Milletvekili adaylarına da teşek- “Birlik ve Kardeşlik Panelimizde” bir aradaydık. küer ederken kendileri de birer konuşma yaptılar. Gecemize Telgraf gönderenler; Panelde konuşma yapan Ankara’dan araş- Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Çanaktırmacı yazar Dr. İsmail CİNGÖZ ve Kurucu- kale Milletvekili Bülent TURAN, Balıkelarımızdan av. Hasan MOLLAOĞLU oldular. sir Milletvekili Sema KIRCI, İstanbul Büyük-

Ayrıca BULTURK’e hizmet eden iş adamlarımızdan Niyazi GÜLER, Sefer YAMAÇ, Metin AKIN ve Türk Dünyası gönüllüleri (Azerbaycan, Afganistan, Mardin, Diyarbakır) Ural Derneği Bülent MAŞAOĞLU, Rumeli Vakfı Sadullah SİPAHİOĞLU ve bir çok Balkan STK BaşkanlaAyrıca Gecemize destek veren GOP Belediye rımızın, siyasi partilerin ve Bulgaristan’dan da geBaşkanımız Sn.Hasan Tahsin Usta’ya , Bulgalen misafirlerimizin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz

şehir Belediye Başkanı Sn. Kadir TOPBAŞ, Bursa Nülüfer Belediye Başkanı Mustafa BOZBEY, Ümraniye Belediye Başkanı Hasan CAN Gecemize Çelenk gönderen; Sn. Sedat PEKER, Büyük Şehir Belediye Başkanlığı,

Gecemize katılan, telgraf ve çelenk gönderen ayrıca emeği geçen herkese teşekkür eder, şükranlarımızı sunarız.

Bulgaristan’da Kurban Bayramı

Bulgaristan‘daki Müslümanlar, bayram namazında başkent Sofya‘da tek cami olan Kadı Seyfullah Efendi Cami’yi doldurdu. Mimar Sinan ekolünde 1567 yılında ibadete açılan, 750 kişi kapasiteli, halk arasındaki adı “Banyabaşı” olan camiye cemaat sığmayınca, yüzlerce kişi cami önündeki alanda namaz kıldı. Bulgaristan Müslümanlar Başmüftülüğü de kurumun Sofya‘daki merkez binasında çok sayıda diplomat, politikacı ile kültür ve sanat çevrelerinin davetli olduğu bir resepsiyon verdi. Haç ibadeti için kutsal topraklarda bulunan Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Doktor Mustafa Aliş Haci ise Bulgar Devlet Televizyonu’ndan (BNT) yayınlanan görüntülü mesajı ile bayram tebriğinde bulundu.

Başbakan Bulgar mevkidaşıyla bir araya geldi Moskova’da Cami Açılışından önemine değinerek, “Ankara’da gerçekleşen terör sal-

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ankara’daki terör saldırısının arkasında DAEŞ ve PKK’nın olma ihtimalinin yüksek görüldüğünü söyledi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ile yaptığı basın toplantısında, teröre karşı bütün ülkelerin işbirliği içinde olmasının

dırısı sonrası taziyelerini sundular. Terör saldırısı sonrası komşu bir ülkeden gelen bu mesaj önemliydi” dedi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ile görüşmesinin ardından birlikte basın toplantısı düzenledi. Borisov’u Türkiye’de misafir etmekten memnuniyet duyduğunu belirten Başbakan Davutoğlu, “Komşumuz Bulgaristan Başbakanı dostum Boyko Borisov’u ülkemizde ağırlamaktan memnuniyet duyuyorum. Bu ziyaret çok anlamlı bir zamanda yapılan son derece anlamlı bir ziyaret oldu. Ankara’da gerçekleşen terör saldırısı sonrası taziyelerini sundular. Terör saldırısı sonrası komşu bir ülkeden gelen bu mesaj önemliydi. Terör bir insanlık suçudur ve teröre karşı bütün ülkelerin işbirliği en önemli önlem niteliği taşımaktadır. Yine bugün İstanbul’da gerçekleşen BM Göç Zirvesi’ne katılımları dolayısıyla kendilerine teşekkür ediyorum.

POLİSİ Gurbetçilere Müjde BİLGİLENDİRMEK Gurbetçilere müjde! İÇİN? Süre 2 yıla çıktı !!!

Türkiye Cumhuriyeti MERKEZ BANKASI’ndan bir uyari..Dagarciginizda bulunsun…

Eger bir gun ATM makinelerinden bir soyguncu tarafindan para cekmeye zorlanirsaniz; PIN kodunuzu ters girmeniz halinde (Orn. 1234 yerine 4321..gibi)

Makine parayi veriyor ancak bu arada polis de cagiriyor. Bu konuyu cok nadir kisinin bildigi icin, mumkun oldugunca cok kisiye bildirelim.

UYARI:

SAKIN BU NUMARAYI ARAMAYIN!

Eger; birisi sizi cep telefonunuzdan arayarak ‘ESAT’ veya ‘ERICAL’ adli bir firmadan ariyoruz telefonunuzu kontrol etmek zorunda oldugunu ve bunun icin ‘9090’ i aramanizi soylerse telefonunuzu derhal kapatin ve soylenen numarayi sakin aramayin. Soz konusu numarayi cevirmeniz, karsinizdaki bu sahsin sizin butun kimlik bilgilerinize ulasmasini ve yapacagi tum telefon gorusmelerini sizin hesabiniza geçirmesini saglayacaktır!

Gurbetçinin yurtdışından getirdiği ’Sarı Mercedeslerin’ Türkiye’de kalış süresi 6 aydan 24 aya çıkarıldı. Süre uzatımına ilişkin Bakanlar Kurulu kararı bugün itibariyle yürürlüğe girdi. Başbakan Davutoğlu, müjdeyi 7 Haziran seçimlerinden önce verse de mevzuat değişikliği 1 Kasım seçimlerinden önce uygulamaya girmiş oldu. 4458 Sayılı Gümrük Kanununun Uygulanmasına Dair Bakanlar Kurulu Kararında değişiklik yapılmasına ilişkin karar, bugünkü Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre; “Türkiye Gümrük Bölgesine getirilen kişisel kullanıma mahsus kara taşıtlarına, yirmi dört ay” geçici ithalat izni verilecek. Böylece herhangi bir ülkede ikamet eden milyonlarca gurbetçi, Türkiye’ye getirdikleri arabaları, kendileri uçakla ya da bir başka taşıtla geri dönseler bile, 2 yıla kadar Türkiye’de tutabilecekler. Değişiklik öncesinde bu süre 6 ay idi. Gurbetçiler, 6 ayı geçen sürelerde her ay için iki katı ceza ödüyor ve 3 aydan sonra bu ceza katlanarak artıyordu. UYGULAMA NE ZAMAN BAŞLAYACAK? Gümrük ve Ticaret Bakanlığı yetkilileri, sürenin 2 yıla çıkarılması uygulamasının, bugün, 13 Ekim 2015 tarihi itibariyle başlayacağını vurguladı. Yurtdışında 54 ülkede yaşayan 2 milyon 895 bin seçmen, 1 Kasım seçimleri için 8 Ekim’den itibaren oy kullanmaya başladı.

“Mülteci sorununun çözümü, sınırları kapatmaktan veya bu insanları denizlerde ölüme terk etmekten değil,

Rusya’nın başkenti Moskova’da Türkiye ve Rusya’nın ortak girişimiyle inşa edilen Moskova Merkez Camii’nin açılışına konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, mülteci dramı konusunda tüm dünyaya, Tolstoy’un “Hayatta en önemli uğraş, iyiliktir” sözüyle seslendi. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın konuşması ardından törende konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Akdeniz’de, Ege’de ölen, mağdur olan, zarar gören insanlığın vicdanıdır, insanlığın ta kendisidir. Ben, bu vesile ile Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyaya, tüm devletlere, tüm halklara

büyük Rus edebiyatçısı Tolstoy’un şu güzel mesajını iletmek istiyorum: ‘Hayatta en önemli uğraş, iyiliktir.’ Tolstoy, başka bir hikayesinde de art niyetle yakılan ateşin o evle birlikte tüm köyü de yok edebileceğini söylüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Mülteci sorununun çözümü, sınırları kapatmaktan veya bu insanları denizlerde ölüme terk etmekten değil, ülkelerini onlar için yeniden yaşanabilir yerler haline dönüştürmekten geçiyor” dedi. “AVRUPA SINIRLARINDA TÜM İNSANLIĞI UTANDIRMASI GEREKEN HAZİN MANZARALAR YAŞANIYOR” Devamı 5’te

Gönüllüler, evsiz alan insanlara yardım eli uzatıyor

Başkonsolosluğun kapısının her zaman

Evsiz barksız insanlara her gün rastlıyoruz. Onlar, çöpleri tarıyor, param parça ve kirli elbiselerinde geceleri alt geçitlerde ve bahçelerde geçiriyor. Onları fark ettiğimizde toplumumuzun durumu hakkında soru işaretleri ortaya çıkıyor. Sıklıkla çalışabilen bir insan niye hayatını bu duruma getirmiştir sorusunu soruyoruz kendi kendimize. Bu soruya “Şehir Göçebeleri” projesine bağlı gönüllülerin Sofya’da onlarca evsiz insan arasında yaptığı bir anket cevap veriyor. Ülkemizde sokaklarda geçiş yıllarındaki koşulların kurbanı olan insanlar yaşıyor. Onlardan hiç kimse evsiz olarak dünyaya gelmemiş, ama mülk dolandırıcılığı, aile veya sağlık problemleri yüzünden desteksiz kalmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre evsiz insanların dörtte biri yüksek eğitimli insanlardır, büyük bir kısmı ise artık var olmayan fabrika ve işletmelerde yıllarca çalışmıştır. Buna rağmen bu kişilerin devletten yardım veya emeklilik maaşı alması çok nadirdir. Son 25 yılda bu insanların çoğu, adalet mücadelesini ve layık hayat hakkını kaybetmiştir. “Şehir Göçebeleri” projesini başlatanlar arasında olanlardan biri Mia Agova, “Ülkemizde istediği için sokakta yaşayan insanlar söz konusu değildir. Bu yüzden onlar her şeyi yapabilir yeter ki hayatını değiştirsin” diye düşünüyor. Mia Agova ve arkadaşları, bu insanların yaşam şartlarını iyileştirmeyi amaç gütmektedir. Devamı 5’ te

Türkiye’nin Burgaz Başkonsolosu Niyazi Evren Akyol, Bulgaristan‘da yatırım yapmak isteyen işi adamları ve üretim yapan firmalara teknik konularda her zaman yardımcı olduklarını belirterek, “Yatırım yapmayı düşündükleri bölgeler hakkında bizlerden bilgi alabilirler” dedi. Akyol, AA muhabirine yaptığı açıklamada, geniş bir görev alanına sahip olduklarını söyledi. Bulgaristan’ın resmi rakamlarına göre Burgaz’da 337 bin Türk’ün yaşadığını ifade eden Akyol, “Bu rakamın 400 binin üzerinde olduğunu tahmin ediyoruz. Bulgaristan‘ın doğu kısımda bulunan bölgelerdeki Türk yerleşim alanlarına TürkiyeCumhuriyeti Başkonsolosluğu olarak hizmet ediyoruz. Hem toplumsal dokusu hem de adetlerini, geçmişlerini koruyan bir soydaş coğrafyası var” diye konuştu. Akyol, bölgede yaşayan Türkler’in ihtiyaçlarını karşılamak, sorunlarını yakından takip etmek ve Türkiye ile Bulgaristan hükumetleri arasındaki problemleri çözmek için çalıştıklarını ifade ederek, şöyle konuştu:“Bulgaristan’da1milyonunüzerindeTürk var. Bulgaristan‘da komünizmin yıkılmasından bu yana 25 yıl geçti. Ekonomik, dini ihtiyaç gibi camilerimizin, Kur’an kurslarımızın durumu iyi. Bu konuda çok önemli gelişmeler var, her türlü girişimlerin olduğunu söyleyebiliriz. Sivil toplum kuruluşları ve devletimiz Türk çocuklarının Türkçe öğrenmeleri için gerekli desteği veriyorlar. Bugün halen resmi programlarda, radyolarda ve televizyonlarda Türkçe konuşulmuyor. Var olanlar da bir süre sonra milliyetçiler tarafından tarafından tepki gösterebiliyor.” Başkonsolosluğun kapısının her zaman soydaşlara açık olduğunu belirten Akyol, “Her zaman şahsım ve görevli arkadaşlarımız yardımcı olmaya hazırdır.


2

Kadınlar siyasette gittikçe önemli yerlere geliyorlar Dr. Nedim BİRİNCİ “Jenata dnes” dergisi tarafından “Gallup International Bolkan” ajansına yaptırılan özel bir araştırmadan ilginç sonuçlar alındı. Alınan sonuçlara göre ülkemizde kadınların siyaset perspektifleri gittikçe ciddi hale geliyor. Öte yandan kamu oyuna göre kadınlarda gençlik sınırı daha düşük olmaktadır. Resmi bir kuruluş olarak evliliğe şüphe ile balılırken çocuklar bir değer olmaya devam ediyor. Araştırmaya katılan denekler, kendilerini iyi hissetmeleri için yeterli kişisel aylık gelirin 1351 leva tutarında olduğunu söylüyorlar. Araştırmayı düzenleyen sosyologlar, kamu alanında kadınlarla ilgili vatandaşların tutumunu yokladı. Şu anda en başarılı siyasetçilerden bazılarının kadın olduğu dikkat çekiyor. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı, Halk Meclisi Başkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Başbakan Yardımcıları, bakanlar, belediye başkanları gibi görevlerde bulunan kadınlar söz konusu. Araştırma kapsamında ayrıca siyasette bulunan bayanlarla ilgili en büyük merak uyandıran üç ihtimal üzerine de gidildi. UNESCO Genel Müdürü İrina Bokova, Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Rumyana Bıçvarova ve Başkent Büyük Belediye Başkanı Yordanka Fandıkova’nın perspektifleri irdelendi. “İrina Bokova’nın BMT Genel Sekreteri olma persepktifi epey gerçekçidir, ama önce Bulgaristan’ın adayı gösterilmesi gerekiyor, diyor Gallup International Müdürü Pırvan Simeonov. Başbakan Borisov adaylığını artık anons etti ve vatandaşların yüzde 69’luk bölümü İrina Bokova’nın Bulgaristan’ın adayı olacağına inanıyor. Deneklerin yüzde 64’lük bölümü İrina Bokova’nın BMT Genel Sekreteri olmasının iyi olacağını düşünürken, diğer beşte birlik bölümü buna zıt görüş paylaşıyorlar. Yordanka Fandıkova’nın başbakan olması varsayımı deneklerin yüzde 43’lük bölümü tarafından olası bir ihtimal olarak görülürken diğer yüzde 53’lük bölümü buna zıt düşüncede olduğunu paylaşıyorlar. Bu arada Fandıkova’nın başbakan olmasının Bulgaristan için iyi olacağını düşünenler yüzde 57 oranındayken deneklerin yüzde 36’lık bölümü ters görüştedir. Rumyana Bıçvarova’nın cumhurbaşkanı olması ihtimali araştırmaya katılanların sadece yüzde 13’lük bölümü tarafından paylaşılıyor. Deneklerin yüzde 64’lük bölümü ise Bıçvarova’yı cumhurbaşkanı olarak görmüyorlar ve bunun ülke için iyi olmayacağını düşünüyorlar. Bu arada toplulumuz Bıçvarova’yı İçişleri Bakanı görevinde kabul ediyor, kendisi güven oranı yüksek olan bakanlardan biridir, fakat anlaşılan ülke halkının cumhurbaşkanı görevinin kadın tarafından yapılmasını henüz zor kabul edebiliyor” diyen Pırvan Simeonov kadınların toplumdaki rolü ile ilgili alınan ilginç sonuçları şöyle aktarıyor: yaygın olan görüşlere göre bir kadın 39 yaşın altındayken genç oluyor, erkeklerin genç olarak görülmesi için ise 42 yaşın altında olması gerekiyor. Ülke vatandaşları iyi yaşadıklarını söyleyebilmek için bireysel aylık gelirinin 1351 leva olması gerektiğini düşünüyorlar. Beklendiği üzere alınan ücret ne kadar yüksek olursa arzulanan ücret de o kadar yüksektir.

Bilinmezler Çoğalıyor

Konu: “Kendisi Gitti” siyaseti sertleşmeye devam ediyor. Hafta sonunda (13 Eylül 2015) Sofya’da Avrupa İçin Bulgaristan GERB Partisi kurultay yaptı. Başkentin “Arena” kapalı Spor Salonu’na 15 bin partili toplandı. Başbakan ve GERB Başkanı Boyko Borisov zinde ve güçlü görünmeye çalışıyor, kendinden çok emin, kürsüye sımsıkı yapışmış, suda ördek misali başını yarım daire çevirdikçe, önceleri söylediklerini, şimdi daha kalabalık bir dinleyici kitlesine anlatıyordu. Konuşuyordu da, insanların dünyada çığır açabilmesi için öncelikle iki şeye ihtiyaç duyduklarını sanki bilmiyordu. Bunu yapacak kişinin, bir, büyük kafası, ikincisi de o insanın büyük bir mirasa konmuş olması lazımdır. Burada kişi sözü LİDER (önder, yönetici, yol gösteren) anlamında kullanılmıştır. Büyük kafa sözü de akıllı, zeki ve deneyimli anlamındadır. İnsan anasından akılı doğmaz, çünkü insanın aklı BÜYÜK BEYNİNDEKİ güç, deneyim, yönetim kabiliyeti ve öngörüdür ki, bunlar yaşarken şekillenir. Zekâ ise, irsidir, ana-babadan 7 kuşak gerilerden gelen bütün birikimin çizgi ve vasıflardan örülmüş doğuştan var olan bir dokudur. Deneyimse yaşadıkça biriken ve gerektiğinde işe yarayandır. Meslekten itfaiyeci, diktatör Todor Jivkov’ın yıllar yılı şahsi koruması, deneyimden polis ve sigorta şirketi başkanı olan B. Borisov’un İç İşleri Bakanlığında Orgeneral rütbesine yükselmesini ise, HÖH – DPS “fahri başkanı” A. Doğan (şopar) Çar II. Simyon hükümeti zamanında önermiş olduğundan dolayı, olayı ciddiye almasak da olur. Çünkü bir defa, II. Simyon Bulgaristan’ın gerçek Çarı değildir. İkinci olarak ise, A. Doğan bir Çingene uzantısı olarak, temsil ettiği kavmin Balkanlarda ve Avrupa’nın hiçbir yerinde ordusu ve polisi yoktur. Bir subay, daha yüksek rütbeye ancak bir kurumun önerisi üzerine terfi edebilir. Söz konusu Orgeneral ataması, bu bakıma sahtedir. Çünkü şopar Ahmet Bulgar ordusu inşaat erlerinde onbaşıdan yüksek görev atanmamıştır. Siyasi poliste ise gammazcı, ispiyoncu, hafiye, müzevir, jurnalci, ruhsuz ihanetçi ve baş dalavereci tipinden rüşvetçi gibi sürünenlerin aldığı mutfak artığı işler görmüştür. Bu kadrolar toplumun bulaşık suyu olduğu için, ne poliste, ne de orduda, hatta itfaiyede terfi olmazlar. Yani onbaşı ömür boyu onbaşı kalır. Ve bir onbaşı bir itfaiye subayının, bir kişisel korumanın orgeneralliğe terfi etmesine öneri hazırlayıp sunamaz. Kurallara terstir. İkincisi de, insanın dünyada çığır açması için büyük bir mirasa konması lazımdır. Napolion bile Fransız Devrimi mirasını yemiştir. Evet, B. Borisov ve kurup yönettiği ve ikinci kez iktidara yükselttiği GERB partisi de Bulgaristan’da ÇOK BÜYÜK BİR MİRASA KONMUŞTUR. Bu adam ve partisi, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), totaliter Bulgar devletinin miras yedisidir. GERP partisinin kadroları 1989’un 10 Kasım gününden yani BKP’nin iktidardan devrilmesi ve çökmesinden 2009’a kadar, 19 yıl boyunca sindi, gizlendi. Nomanklatür seçkinler olduklarını unutturmaya çalıştı. Totaliter rejimin kirli ve iğrenç hesaplaşmalarına ve özellikle de Türklere ve Müslümanlara karşı uygulanan “soya dönüş” adılı zorla Bulgarlaştırma siyasetine bizzat iştirak ettiklerini unutturan gizli polis, milis, itfaiye ve ordu kadrolarıdır. Bu niteleme bundan açık yazılamaz! Bu bakıma, sudaki ördek benzetmesinde, Borisov’un kafasını yarı daire şeklinde çevirip yalnız kendi kadrolarını, öz adamlarını görmek istemesi çok anlamlıdır. Çünkü bu mirasa konan partiler arasında 1990’dan sonra apoletsiz kesimi örgütleyen Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) birkaç defa iktidar koltuğunu ele geçirse de tutunamadı, çünkü ekonomik çöküş döneminde, tüm sosyal demokrat hareketlerin dağılıp ufalma kaderini yaşarken birkaç defa parçalandı ve küçüldükçe küçüldü. Özellikle, sol cephede BKP’ye BSP aşılması yapılmasında ve komünist kadrıolardan oluşan bir partinin sosyalist kılıfıyla Avrupa Sosyalistler Birliği’ne (PES) kabul edilmesindeki rolü önemli olan ve 2 dönem Cumhurbaşkanı makamında oturan G. Pırvanov’un Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu İçin Alternatif (ABV) adında bir parti kurup BSP’den büyük bir fraksiyonla ayrılarak sağ alandaki GERB hükümetine bakan vermesi soldaki geleneksel kuralları bozduğu gibi, varsayım ve öngörü hesaplarını da iyice birbirine karıştırdı. Yine bu Geçiş Dönemi dediğimiz, 1990 – 2015 yılları arasında, Bulgar toplumunun sağ kanadını, sermaye birikimini, demokratik koşullarda eşitliği ve özgürlüğü temsil etmesi gereken Demokratik Güçler Birliği (CDC) misali partiler siyasi sahneden kayıp gitti. Sahneye tırmanmaya çalışan Güçlü Bulgaristan (DCB) ve başka benzer sağcı oluşumlar da hep bodur kaldı, siyasi alanda ıhamadı, bugünkü koşullarda Reformcu Blok (RB) gibi 5 parti bileşimlerle kabinede yer alsalar bile, GERB kurultayına davet bile edilmediler. Fakat sağ ve sol güçlerden oluşan bir toplumda, sağ merkeze oturan GERB parti Başkanı’nın bakış açısı yarı daire dışına çıkmamaya gayret gösterse de, iktidarın “cankurtaran simidi” olan sözde reformculara övgü yağdırmadan edemedi. 1990’dan sonra, Bulgaristan toplumuna, sayıları milyonları aşan, yerleşik Türkler ve Müslümanlar adına siyasi sahnede rol alan, 36 milletvekil,i olan Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) Kurultay’a davet edilmezken, GERP partisi adına ikinci kez Bulgaristan

Bulgaristan Türklerinin Sesi Cumhuriyeti Kültür Bakanı koltuğuna oturan Vejdi Raşidov da fotoğrafçı ve kameramanların hiç birinin foküs odağına düşmedi. Reformcuların ortağı Korman İsmailov ile Kasım Dal da bu mecliste yer almazken, Başkan Borisov konuşmasının en uzun bölümü Türklere, Müslümanlara ve onların politik temsilcisi olan HÖH – DPS partisine ayırması dikkati çekti. Politik durum: Olaylar, bilinmezler çoğalırken, sığınmacı seli tel örgüleri ırgalarken; savaş kaçakları Avrupa’da deprem yaşatırken, AB ikiye bölünürken; ABD askeri üslerinden birini bizde kurarken; asker ve zırhlı araç yığını yaparken; Suriye’ye silah taşıyan Rus uçakları hava sahamızı her gün zorlarken vs vs gelişmelerle aynı günlerde ve ortamda hız alıyor. Üstelik yine şu günler AB’nin savaş kaçakları ve sığınmacı siyaseti değişti. Brüksel kürsüsüne çıkan siyasetçiler, Yakın Doğu felaket ve katliamından, ardı kesilmeyen insan selinden Birleşik Amerika’nın ve gizli kanallarla İŞİD, PKK ve KKC’ yi en modern imha araçlarıyla silahlandıranların suçlu olduğunu yüksek sesle kınamaya başladılar. Ama bu kürsülerden konuşanlar hala Bulgar temsilciler ve özellikle HÖH-DPS’ liler değildir. İlk kez olmak üzere Avrupa’dan yükselen seslerde, İslamcı terörün arkasında duran, 3 milyon kişilik sığınmacı kamplarını boş tutup bekleten Suudi Arabistan gibi Müslüman ülkeler de lanetlenmeye başladı. Son sahnede, Bulgar hükümetinin, GERP Kurultayında konuşan Başbakan B. Borisov, 8 Ekim’den sonra ülkeye yerleşecek olan 1 600 sığınmacıya karşı hoşgörülü olma çağrısında bulundu ve destek aldı. Şimdiye kadar bu tavır sert ve tepkiliydi. Şimdi “arlaya atılan iyilik, gün gelir önüne çıkar!” şeklinde biçimlendi. Ne var ki, Bulgaristan Türklerine ve Hak ve Özgürlükler Partisi’ne karşı 2009’dan beri sertleşme trendine giren ve 2014’ten beri topyekûn ötekileştirme rüzgârıyla esen GERB politikası yeni ince ayar aldı. Borisov konuşmasında, bir yandan GERP partisinin temel hasmı HÖH – DPS partisi diye vurgulama yaparken, Türklerin ve Müslümanların bundan böyle iktidara katılması yolunun kesileceğini, DPS ile kabine ortaklığı yapmayacaklarını belitti. GERB, şimdiye kadar yapılan şiddetli anti-DPS kampanyalarını anlattı; 25 Ekim’de yapılacak yerel seçimler öncesi anti-DPS kampanyası başlatmanın ve şiddetlendirmenin kolay olduğunu, fakat bugün muhalefette bulunan HÖH – DPS partisinden yapılacak olan Anayasa ve yasa değişikleri için ihtiyaçları olabileceği hesaplarını gizlemedi. Başbakan, Türklerin ve Müslümanların politik partisiyle iktidar ortaklığına gitme seçeneği olmadığını tekrarlayarak açıkladı. Bulgaristan’da esen yeni rüzgârlar çok yakında fırtınaya dönebilir. Sosyalist Parti eski Başkanı Sergey Stanişev ile HÖH lideri Lütfü Mestan’ın Sofya’da “Kartal Köprü” de öpüşmesinden sonra devlet ve siyaset objeleri Türkleri ve DPS’yi gerilemeye ve ödün vermeye zorluyor. Stanışev’in düşürülmesi ve L. Mestan ile B. Borisov arasında gelişen “Türk Kahvesi” diplomasisi kör çekiş oyununa benziyor. Mestan uzak görülü bir siyaseti olmadığından, başımıza gelecek olan kötülükleri önceden hissedip göremiyor. Beklenen kötülüklerin başında, Bulgaristan’ın 2007’de imzaladığı AB üyeliği sözleşmesinden kaynaklanması beklenen yeni cansıkıcı gelişmeler olacaktır. DPS lideri Ahmet Doğan’ın bilgisinde hazırlanan bu tuzaklar, sözleşmelere incelenmiştir. Tarihleri geldiğinde bomba gibi patlayacaktır. AB ülkelerinin çifte vatandaşlık hakları 2016 sonunda kaldırılacaktır. Yeni durumda soydaşlarımızın ya Bulgaristan ya da Türkiye vatandaşlığını seçmeleri gündeme gelirken, mal mülkleri ve diğer sosyal hakları masaya yatırılacak, Bulgaristan Türkiye ilişkilerinde BİLİNMEZLER İÇİNDE BOCALAMA DÖNEMİ başlayacaktır. Bu diplomatik görüşmelerde bizim kaderimiz çizilse, belirlense de şimdiye kadar bunlara Bulgaristan Türklerinden bir tek şahsiyet oturmamıştır. Deneyimler o kadar acıdır ki, 1989 Ağustosunda Türkiye Dış İşleri Bakanı sıfatıyla bizi Kuveyt’teki Bulgar – Türk görüşmelerinde temsil eden Mesut Yılmaz bizim için okul, resmi anadil hakkı, radyo, TV programı, özgün kültürel yaşam, hayat tarzımızı geleneklerimize ve ahlakımıza göre yaşama, gazete, dergi vb haklarımızdan hiç birini talep etmedi; haklarımızı sıralama zahmetinde bile bulunmadı. Bulgaristan Türkleri “Bu adamın o kadar mı çok kumar borcu varmış da bizi yaktı!” sorusunu hala soruyor. Biz, öz haklarımız, adlarımız, dilimiz, dinimiz, kültürümüz için 1989 Mayısında ayaklanmıştık, nice şehitler verdik, M. Yılmaz bizi sattı. Bizi temsil edecek olan yeni temsilcilerle önceden dobra dobra konuşma zamanı artık gelmiştir. Yeni temsilciler Bulgaristan Türklüğünü yok etmeye yeminli olmayan kadrolar arasından seçilmelidir. Yeni durumda HÖH – DPS parti liderlerinin soydaşlarımızı ve tüm Bulgaristanlı Türkleri ve Müslümanları sindirip uyutma ve tüm haklarını elde etme konularında bilinçlenmelerine her bakıma ve her yerde engel olma, halkımızı engelleme siyasetinin acı meyveleri çok yakında boğazımıza duracaktır. Zaten olan hep bize olmuyor mu?! Gelecek yıl bir daha Türkiye vatandaşı veya Bulgaristan ve AB vatandaşı olarak parçalanmaya zorlanabileceğimiz haberini hepinize büyük bir yürek acısıyla bildiriyorum. 500 binimiz kovulurken “Büyük Seyahat” deyenler bu defa “Kendileri Seçti” ya da “Kendi Gitti” adını hepimize dayatabilirler. Ufukta dolu var. İnanıyorum ki, suda süzülen ördeğin başını neden yarı daire şeklinde çevirdiğini anlayabildiniz. Biz ördeğin gözlerinin görmediği yerde kalıyoruz. Başbakan ve GERB başkanı Bulgar politik kodamanlarını ve kamuoyunu Türkleri bir daha “Kendileri gitmeye veya ebediyen kopmaya, Türkiye’dekileri ise Bulgaristan’ı

Suriye Savaşı Medeniyetin Neresinde? K o n u : S u r i y e p a r ç a l a n ı y o r. Savaşların medeniyetleri yok etmek, dünyayı kırık dökmek ve yerine yenisini tesis etmek için yapıldığını söyleyenleri siz de işitmiş olabilirsiniz. Bunun böyle olmadığını siz de bilirsiniz. Birinci Dünya Savaşı harabeliğinden ikincisi çıktı. İlki 20 milyon can alırken, ikincisi 50 milyon kişiyi öldürdü. Son 70 yılda dünyada irili ufaklı 284 savaş patladı. Savaş ateşinde değil medeniyet yaratmak, medeni olmak bile hayal edilemez. Yalnız insanın değil, insanlığın en büyük edinimi olan medeniyetin kuduz düşmanıdır savaş. Son çılgınlıksa her zaman ilk bombayı atmak olmuştur. Hayali kararmışların zevki olabilir bu. Acı örneği Suriye savaşı ve Rus bombardımanının başlamasıdır. Olabilir ya başkalarının medeniyetini yıkmak zevkli iş de olabilir. Medeniyetler beşiklerinden biri daha gözlerimiz önünde 21. yüzyıla kanlı püskül oldu! Vavilon odağı, Mezopotamya kültür merkezi, İslam kalesi Bağdat 1982’den beri talan edilmiyor mu? Barbarlığın, medeniyetlerin ve kültürün yok edildiği topraklarda doğduğunu görmeyen mi kaldı. Ezilenden olumlu olan doğar iddiaları da artık tamamen yanlış gibi. Kılık değiştirip terörist olmak artık zor bir iş değil. Orta Çağ işkencecilerin başlarında çuval vardı, bugünün katilleri maske takmış, yaptıkları iş hep aynı, suçsuz insanları, Müslüman öldürmek… Yıkıp yakma, katledip yok etme, canilik! Dinlerin arasında en insancıl olan İslam’dır. İman sevgisiyle yoğrulmuştur. İmanın milleti, ırkı ve düşmanı yoktur. Çünkü iman sevgiyle yaratan güçtür. Kelle kesen, çocukları kazığa dizenler Müslüman olamaz. Canilikle ünlenen İŞİD’e bir İslam devleti denemez. Adı kitaba geçmeden, çok geç de olmadan, en kötü adlardan birini kendine beğenip seçsin… Dünya medeniyetlerinin köşe taşı Bağdat ve Şam kalelerinin isminden harf kullanmak bile af edilir değildir. Dünyanın geçmişi ve geleceği bir bütündür. Homs surlarını, kütüphaneleri yıkmak kör cahilliğin zirvesidir. Unutmasınlar yarınlar yakılamaz, imha da edilemez, alınlarına yazılan kara leke ise, asla silinemez, işledikleri insanlık suçudur, aklanamaz. Halkını kimyasal silahla zehirleyen, pazarlara varil bombası atan birine ancak diktatör ve hain denir. Sonu ya intihar ya da idamdır. Diktatörlerin ve teröristlerin medeniyet yarattığı görülmemiştir. Şehitler ölmez ve unutulmaz! 5 yılda 6 milyon kişiyi evinden yurdundan kovan, yüz bin kadın ve çocuğu denize gömen nasıl af edilebilir? 25 milyon Suriyelinin 12 milyonundan kurtulmayı göze alan, bunu kendisi yapamayınca Rus gemi ve uçaklarını, plazma ve lazar bombalarını. “T-90” tank ve toplarını yardıma çağıran bir diktatör vatan ve halk haini değilse, nedir? Katil Esat tahtında kalsa ne olur? Adalet kellecileri bekletmez! Yakın Doğuda bu durum kim yarattı? Yakın Doğu’nun bir çıbanbaşı gibi zonklaması 1919 Versay Antlaşmasında tasarlandı. Sevr gölgesi Birinci Dünya Savaşından galip ama yorgun çıkan, ağızları çok sulansa da Osmanlı’nın son kaburgalarını yiyemeyenlerin, kursaklarında kalan iştahlarının sedasıdır. Bu talan önce Fransız ve İngiliz emperyalistlerine hak görülürken, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya Arap dünyasına değişik biçimlerde yerleşmeyi başardılar. Amerika Yakın Doğu’yu (Irak- Çöl Savaşı) 1982’den beri bombalanıyor. Üzerlerinde yeni medeniyet yazan bombalardan kapkara bir dünya ve tepki olarak da kara maskeli terörizm doğdu. İnsanlık uzlaşma kabul etmez bir dünya ile yüzleşti. Amerikan bombaları suçlu suçsuz, suni şii, kadın erkek, cami cem evi ayrımı yapmadığı gibi maskeli teröristler de sıradan öldürüyorlar. Kuduz köpek gibi herkese saldırıyorlar. Onların hayat normu herkese silah çekmek! Savaşın yasası yok. Barbar normlarına göre var olmak imkânsız. Ölümden dönen yok. Rusya’nın bölgeye yerleşmesi nasıl oldu? Bunu düşünürken birkaç gün önce okuduğum bir haberi paylaşıyorum. Doktor bir göz ameliyat esnasında, bir şeyim yok bir şikâyetim yok, yalnız biraz kaşınıyor deyen birinin göz bebeğinden 9 santimetre uzun renksiz bir solucan çıkarmış. Gazetelerde resmi bir kavanoz içinde yayınlandı. Bugün terörist avı bahanesiyle Suriye halkının bombalanması bana bunu anımsattı. Ne yazık ki, solucan bizim gözümüzde yetişmiş ve şimdi bizi bizden kurtarmaya kalktı. Ne yazık! Devamı www.bghaber.org


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3 PANEL GAZİOSMANPAŞA; Hoş geldiniz, sefa getirdiniz. Panelimize renk verdiniz. Beraberliğimiz çök yönlü yeni bir atılıma kapı açıyor. Önce Bulgaristan diyelim, yani memleket, “vatan” demiyorum, çünkü ANAVATAN birdir. Çeyrek asır oldu çıkalı memleketimizden. Evden çıkarken lambayı söndürmedik, memleket kapısı arkamızda açık kaldı. Bulgaristan Vatandaşıyız, herkesin olduğu kadar bizimdir memleketimiz. Coğrafik adı, eskilerden Rumeli’ydi, daha sonra Balkanlar oldu, şimdi ise Güney Doğu Avrupa’yadeğiştirildi.Neolursaolsun,omemleket,bizimmemleketimiz! Biz buraya geldik geleli, Bulgaristan, totalitarizmden sıyrılmaya çalışıyor. Özde dönüşüm zor oluyor. Bize kıyan Diktatör Todor Jivkov unutulmadı. Hatta Hak ve Özgürlük Hareketi muhtarlarından biri onun heykelini bile dikti. Toplumdaki yapısal yenilenme öncelikle anayasa ve yasaların değiştirilmesini gerektirirken, Bulgaristan bunu başaramadı. Totaliter yasalar hele etnik azınlık haklarını düzenleyen yasalar raflardalar hala oralardan indiril(e)medi. Birinci Bulgar Anayasası 1908’de kabul edilirken, Tırnovo Meclisinde 6 Türk milletvekili oy kullanmıştı. Son Bulgar Anayasa’sı 1992’de hayat buldu. Bu Anayasa, 24 yıldır, 30 bini Bulgar, diğerleri ise Türk ve Müslüman olan komünizm kurbanlarının hiçbir şey olmamış gibi rahat gezip tozmalarına şemsiye oldu. Kökleri Çarlık döneminde atılan, totalitarizm döneminde şiddetlenen etnik toplulukların kimliklerini eritip onları yok etme siyaseti, Bulgarlaştırma zulmü 1990’da başlayan “Geçiş Dönemi’nde” –“Bulgar Etnik Modeli” şeklinde bir an bile ara vermeden devam etti ve ediyor. Bizim Türk ve Müslüman kimliğimize saldıran dehşetin şekli ve şiddeti aynıdır. Bulgaristan’da İlk önce Gagauzları, daha sonra 1960’larda Çingenelerin, 1972 Pomakların, 1984-85’te tümümüzün isim ve kimliğimiz değiştirildi. 1912-13’te başlatılan Müslüman Pomak kardeşlerimizin isim ve dinlerine, kimliğine saldırı geçen asır dalga dalga aralıksız, ama şiddetlenerek, etniklere zülüm olarak hep tırmanıştaydı. Komünizm suçları zaman aşımına uğramaz gerçeği yasallaşsa da, tek bir katil sorgulanıp yargılanmadı. Bu konuda Hak ve Özgürlük Partisi’nin aktif pasifliği nefret uyandırıyor. Yargısız infazlardan, aramızdaki “Belene” ölüm kampı gazilerimizin çile ve zülümlerinden, gençliklerin hapishane koğuşlarında çürütülenlerin gördüğü zulümden, anadilimizin yasaklanmasından ve ahlakımızın ayak altına alınmasından tutuşan kıvılcımlarla 1989 Mayıs İsyanı patladı. Tansiyonu düşüren ancak “89 Büyük Göç” oldu. Bir etnik halk topluluğu olarak özgün haklarımızın hiç biri yasallaşmadı. Hatta ne Çarlık ne totaliter dönemde elimizden alınan eğitim ve dini kurumlarımız, vakıf dükkan ve tarlalarımız, medreselerimiz hatta hamamlarımız halen geri verilmedi. Türk-Müslüman haklarına, mal ve mülklerimize, taşınmazlarımıza, iade edilmesi konusunda mahkeme kararları dahi uygulanamıyor. Hukukun herkes için işlemediği yerde adalet olamaz, adalet sağlanamadığı yerde demokrasiden söz edilemez. Avrupa Birliği ve NATO üyeliği bu bakıma durum belirleyemez, paravan edilemez, adaletin seçeneği yoktur. Bu gün Bulgaristan’da Anadilimiz okutulmuyor, seçim gerçeğini Türklere Türkçe anlatana ceza kesiliyor, Türk dilinde günlük gazete, dergi çıkmıyor. Enformasyon merkezimiz yok. İnsan bilincini belirleyen, canlı tutan, geçmiş ve geleceği biçimleyen anadil olduğundan, Türk ocaklarımızı tamamen söndürüp yedi kat yerin dibine gömmeyi hedefleyenler buna devam etmekteler. Anadilini öğrenemeyen bir çocuk, küçük yaşta sakatlanmış olduğu için, Bulgarcayı doğru dürüst asla öğrenemez! İnanmayanlar Çingene gettolarına gidip gerçekleri görsünler. Rodop köylerinde birinci sınıftan sekizinciye kadar aynı odada ders gören çocukların okul sorununu acilen çözülmelidir. Biz ki, memleketime Hak ve Özgürlük tohumlarını eken, burada bulunan siz kardeşlerimin öz davamızda tuzu ve mayası vardı. Başka bir bayrak kaldırmadık, parçalanalım, ayrılalım, özerklik demedik. İlk Türk Cumhuriyeti kuran bayrağı, anayasası, marşı yani kısaca bir devlet için gereken her şeyi olmasına rağmen biz bu topraklarda bunu hiç amma hiç dile getirmedik. Geleceğimizi, Bulgaristan kokan, kırmızı olan Bulgar, sarısı Çingene, beyazı Pomak, renklerden biri de Türk olan bir GÜL DEMEDİ OLARAK GÖRDÜK, kabullendik, bağrımıza bastık. Ne var ki, bize her renk çok görüldü. Ezan sesimizden, berrak Türkçemizden, özü sağlığa uygunluk ve saygı olan ahlakımızdan, modern olanı kucaklayabilen, medeniyetlere farklı güzellikleri suna suna gelişen kimliğimizden hiç bir şey kabul görmedi. Atalarımız bu topraklarda hoşgörü, iyi komşuluk, sağduyu etnikleri kaynaştıran harç olmuş ve yakın geçmişte Balkanlar’da 600 yıl savaşsız yaşanabilmiştir. Bugünkü Bulgaristan’da, Türk alnından düşen terlerle sulanmamış, bir karış toprak gösterilemez. Bu bakıma, İspanya Katalanya’da 27 Eylülde yapılan ve sonuçlarından özerk-bağımsızlık ruhu fışkıran yerel seçimler bizlere örnek değildir. Hatırlatmış olalım, hak ve özgürlük davamızda “hak” dediğimizde, Tanrı adaletiyle yasa isteğimiz başta, üst yapıda, manevi alanda 1950’de elde etmiş olduğumuz eğitim ve kültürel haklarımızın tümünü geri verilmesini istiyoruz. Yani yeni bir şeyler değil elimizden alınanları geri istiyoruz. İlk ve ortaokullarımızı, liselerimizi, basın, radyo, televizyon tiyatro edinimlerimizi yeniden tesis etmek isterken, anaokullarında çocuklarımıza domuz eti verilmemesini, anaokullarında Türk evlatlarına Türkçe hazırlık programı uygulanmasını talep ediyoruz. Özgürlük dendiğinde biz hep iman ve ahlak yolunu biliriz. Meryem ananın bakireliği, İsa Peygamberin mucizeleri, Yedi Dünya veya yeni Kudüs gibi özlemler bizi ilgilendirmez. Yeni umut kapısı! Bu defa umut kapısı, başkası değil, bizleriz! Ve bizden başkası yok. Kimliğimizin, dilimizin, dinimizin, kültürümüzün orada yaşayabilmesi bize bağlıdır. Bizim Bulgarlardan da öğreneceğimiz bazı şey de var. Bir örnek vermek isterim: Kuzey Kanada’ya göç eden ve orada birbirine uzak düşen 5 genç Bulgar aile, 6 öğrenci için CumartesiPazar dershanesi açtı. Çocuklar Bulgarca, folklor ve sanat öğreniyor. Bulgar devleti bu girişime yani Bulgar çocukların Kanada’da

Bulgarca öğrenmesine destek oluyor. Moldova – Besarabya’ya kitap, öğretmen gönderiyor. Değerli arkadaşlar; Bulgaristan Türklerinin 1920’lerde 1793 özel okulu vardı. Bugün bir tek okulumuz, dershanemiz, okuma evimiz, Türkçe kitap dolusu bir kütüphanemiz vs. yok. Bulgar eğitim kazanı çocuklarımızdan Bulgar yapmak için kaynıyor. Okullarda Bulgaristan Türkleri Tarihi, edeb i y a t ı , ö z g ü n k ü l t ü r ü o k u t u l m u y o r. Çuvaldızı kendimize de batıralım. Son 26 yılda Bulgaristan’a, köylerimize 20 bin defa gidip geldik. Her gidişte hediye olarak birer masal, şiir, güzel hikâye kitabı, uzun hikâye, roman, birer Türkçe CD götürmüş olsaydık, artık oralar pırıl pırıl Türkçe yanacaktı. Hiç bir şey yapılmıyor demiyorum, ama Türklüğün eline koluna, zihnine – beynine takılan prangaları hala kıramadık, bu bir gerçek! TİKA resmi olarak girememesine rağmen birçok okulumuzu onardı ve daha çok Batı Balkanlara kaydı. Kara Dağda 98 Müslüman kültür anıtını kısa sürede onarması gurur vericidir. Bulgaristan’da Türklüğü ve Müslümanlığı yaşatmak hepimizin namusu ve bilinci olmalıdır. Mustafa Kemal Viyana’dan sonra çöküşümüzü Sakarya’da durdurdu, ama biz Bulgaristan’da gerilememizi durduramadık. Ana sorun işte budur. 25 Ekim’de memleket yerel seçime gidiyor. Büyük sayıda parti ve koalisyon kayıt yaptırdı. Propaganda başladı. Kırcaali Belediye Başkanlığına bu defa 16 Türk aday çıktı amma kazanan yine eskisi oldu, çünkü yenilenmek istemiyorlar. Nedense hep eski sistemin uşakları yönetimlerde oluyor… “Değişen bir şey yok.” Totaliter baskı devam ediyor. Düzen ahtapot gibi, çocuklarımızın anaokulunda kaç yudum domuz eti yediğinden, Kırcali belediyesine bağlı Türk köyünde kaç yaşlı kaldığını, son yaşlıların kaç metre kefenle defnedileceğine kadar her yerde her şeyi kontrol altında tutuyorlar. Türkiye’ye göçmek, davadan kaçmak ya da davaya yüz çevirmek olmamalı! Ana sorun, 136 yıldan beri devam eden mücadelede şimdiki yerimizi ve rolümüzü belirlemek olacaktır. Biz Türkiye ile Bulgaristan arasına hendek açmak değil köprü kurmak istiyoruz. Yerel seçimle birlikte bir halk oylaması da yapılacak. Genel seçimlerde elektronik araçlarla, örneğin internet üzerinden oy kullanma için onay istenecek. Türkiye’de de sandık açılacak. Torunlarımızın seçime katılmasını kolaylaştırmak istiyorsak mutlaka sandık başına gidip “evet” karesini çizmemiz gerekecek. 25 Ekim günü hepinizi aktif olmaya davet ediyorum. BULGARİSTANDA – ESAS KONU: SAVAŞ KAÇAKLARI VE SIĞINMACI KORKUSUDUR! Geçen yüzyılın başında Osmanlı sınırları içinde olan Yakın Doğu, günümüzde çıbanbaşı oldu. 300 bin sığınmacı korkusu Sofya’yı da sarstı. Ortodoks Kilisesi anti-sığınmacı kararı çıkardı. Masallarında din, dil, ırk ayırımı yoktu. Hükümet ortaklığında ırkçı kesim de “gelmesinler” borazanı çalıyor. Türkiye sınırına çekilen tel örgü modern teknoloji, polis, jandarma ve ordu, çekirge sürüleri gibi gelen sığınmacıları durduramaz korkusu yeri göğü titretiyor. Savaş kaçağı alayı eski kıta merkezlerine uzandı. Bu süreçte Bulgarlar hep Türkiye’ye baktı. Çatırdayan AB parçalansa çalınacak kapı bir tek Türkiye kaldı. Türkiye’de kısa süreli veya yıl tatilli geçirenler, Türklerle alış verişte bulunanlar, Türkiye hastanelerinde şifa bulanlar, Bulgaristan’daki Türk iş yerlerinde çalışanlar, Türkler ile eski dostlukları unutamayanlara bir ucube olarak dayatılan, “Osmanlı esareti” balonuna aldırmaz oldu. Artık Türkiye’ye çok büyük bir ilgi var. Son 25 yılda, Türk yazarları en fazla tercüme edip basan, konser salonları sanatçılarımızla defalarca ayağa kalkan, en fazla Türk filmi oynatan ülke Bulgaristan oldu. Üstüne üstelik en fazla Türkiyeli öğrenci okutan; ( bu yıl Bulgar Üniversitelerinde 3 bin öğrencimiz okuyor); belediyelerimizle en fazla kardeşlik bağı kuran; üniversitelerimize konuk hoca gönderen, Türkiye kültür – sanat şölenlerine, bilimsel bilgi alış verişi çalıştaylarına vs. en fazla ve aktif katılan yine Bulgaristan oldu. Ramazan ve kurban bayramı kutlamalarımıza ilginin de tamamen değiştiğini vurgulamak istiyorum. Tabii bu yılların en büyük getirisi, yediden yetmişe bütün Bulgaristanlı Türklerin, Müslümanların Türkiye’yi, Türk mizacını, Türk ruhunu, Türk misafirperverliğini ve Türk halkının yaratıcı gücünü kendi gözleriyle gelip görmeleri, hissetmeleri ve Türk yüreği sıcaklığını duyulmamaları oldu. Bu, kitap okumakla, konferans dinlemekle, yardım paketi dağıtmakla olabilecek olan bir şeyden çok, çok farklı bir etkileşimdi. Yalnız İstanbul’un kalp atışlarını dinlemek, iki kıtaya yerleşmiş güzelliklerden etkilenmek, tüm kurgu kitap ve filmlerinin yarattığı cennetten defalarca daha büyüleyici, kendi kendini doldurup taşan bir fantastik rüya oldu. Her gün bin uçak inip kalkan, on bin otobüs girip çıkan, kıtadan kıtaya 4 dakikadan geçilen; inci ırmağı akışını andıran Boğaz ve Haliç Köprüleri üzerindeki araba seli; tek baca tütmeden 2 bin kilometre etrafına gece gündüz mal gönderen, eğitim, öğrenim, sağlık, spor, sanat ve kültür merkezlerinin en büyü olan İstanbul’u hafızasına sığdırabilen biri varsa, lütfen bana da göstersin. Ağaçlar büyüdükçe gölgeleri de büyür. Sözlerim yalnız İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa için değil, tüm Türkiye için geçerlidir. Büyüdükçe kabuğuna sığmayan Türkiye, bizim Türkiye’mizdir. 2000’lerden sonra AK Partinin kurulmasıyla Cumhurbaşkanımız Sayın R.T. Erdoğan öncülüğünde başlayan son derece verimli, kendi dinamikleriyle gelişen, çok yönlü atılım yaşadık. BULTÜR’ümüz de 2003 yıllında kuruldu ve beraber yürüdük, hep birlikte büyüdük. Bir sermaye olarak Bulgaristan’a taşacağımız gün yakındır. Orada her yolun bizim köylerimize çıktığı bir gerçektir. Yol kenarlarında akan çeşmelerimiz, ata kabirlerimiz, diktiğimiz ağaçları, kapısı açık kalan evlerimiz bizi bekliyor. Orada kalan büyük kültürel mirasımız var. 1300 camimizde her sabah ezan sesi var. Türk-İslam tarihi eserlerimizin de bizi beklediği

bir gerçektir. Orada bize susamış, bizi özlemiş ve bizi bekleyen bir dünya var. Bulgaristan’a çıkan her yol gül bahçelerimize, çayırlarımıza, ovalarımıza ve dağ doruklarımıza çıkar. Türksüz kalmış Bulgaristan bugün ruhen ısızdır. İnsansız toplum olamaz, toplumun vızıldamadığı yerde güçlü yerel ve merkez idare yoktur. Tüm üstyapıların alt dokusu ekonomidir. İşleme sanayilerinin hammadde kaynağı ise tarım üretimmidir. Biz 1980 yılında Bulgaristan dış pazarlara yönelik tarım ve endüstri üretiminden gelen dövizin % 49’unu sağlıyorduk. Birbirini tamamlayan seri üretimlerin dayanağı bizdik. Sovyetler Birliği’ne yönelik üretim kapısı kapanırken, Avrupa Birliği’nin istemlerine henüz ayak uydurulamadı. Bulgaristan geleneksel pazarlarını kaybederken, birçok üretim kaleminde kota yitirdi, standartları yakalayamadı. Bu bakıma, Bulgaristan’ın ekonomik olarak kalkınması yeni üretimlerle, yeni tarım teknolojilerine ihtiyaç duyuyor. Biz buraya köpek havlatılıyor diye gelmedik. Zulüm gördük, kurban verdik, Türk özümüzü daha fazla çekiden korumak için geldik. İhanet gördük. “Allah canını almaz” çektirenin! Büyük Nazım’ın dediği gibi, “Hiçbir korkuya benzemez, halkını satanın korkusu!” Hiçbir şey değişmiyor derken, korkuyorlar, diyorum. “Topraktan, sudan ve ateşten doğanların en mükemmeli doğacak bizden” inancı içimizdedir. Buraya dönmeye değil, kaynaşıp bütünleşmeye, Türkiye’yi daha da büyütmeye BÜYÜK TÜRKİYE yaratmaya geldik. Büyük Türkiye Rüzgârına Yelken Açmaya geldik. Değerli dava arkadaşlarım, seçim arifesinde bulunduğumuz için vurgulamak istiyorum, inanın bu seçimde her oy çok önemlidir. Tuna’dan, Arda’dan akan ırmak bile damlalardan oluşur, Bu damlalar göller, ırmaklar, denizler ve okyanusları oluştur. İşte bu damlalarbirbirine tutunamamış olsalardı, hiçbirşey oluşturamazlardı, ama el ele verip okyanusu oluşturan o damlalardır. Gelin bizlerde birlik olalım, öncelikle Türkiye’de Bulgaristanlı Türk denizi – okyanusunu bizler oluşturalım. Bir damla bir ırmak için ne kadar önemliyse bizlerin bir oyu da, o kadar önemlidir. Bilinçlenmemizde ana sorun budur. Nicel birliği sağlayıp, nitele ulaşmak! 1Kasım’da Türkiye Büyük Millet Meclisi erken genel seçimi yapılacaktır. Hayalimiz, bu seçimlerde Büyük Türkiye atılımına daha kararlı katılarak beraberce devam etmektir. Artık BÜYÜK TÜRKİYE İÇİN BİZDE VARIZ diyoruz. İki seçim arası bir iş savaş yaşadık, aşamalarını şöyle algıladık: 12 ağaç için orman değil, devlet yakmaya kalkanlar oldu. Maskeleri düştü. Güçlü Türkiye’yi ekonomik bunalım bataklığına, borç bataklığına itemediler. İşçi işveren kavgası ateşinde yakamadılar. Dış düşman, son hesaplaşma için ateş püsküren ejderha gibi dikildi karşımıza. Türkiye’mizin yeni bir Anayasa, Başkanlık sistemi, daha adil bir yargı, daha huzurlu ve güvenli bir hayat, hiç ayrımsız hepimiz için gerçek özgürlük ve gelişmiş demokrasi, gelişmiş demokrasi aşamasına açılırken, yol kesenlerle yüzleşti. Değişik kurban alan, liramıza darbe vuran, ekonomimizi sıkıntıya iten bu ejderha artık ölüm hendeğine kaydı. Ne var ki, yerini hemen terör-tröstleri aldı. Amaçları Türkiyeyi ateşe atmaktı. Saldırı menzilinde hep Türkiye devleti ve hükümeti, devlet güçleri, egemenliğimiz, istiklalimiz, al yıldızlı bayrağımız, göz nurumuz olan anavatanımız vardı. Bölmek, parçalamak, yakıp yıkmak, ezmek istediler, Türkün eseri olan her şey hedeflerindeydi. Eş zamanlı operasyonlarla yılanın başını ezme kararı 3 Temmuz’da alındı. Ellerindeki Alman silahlarından çok daha üstün Türk silahlarıyla yok edilmeye başladı. Yeni tarihimizde ilk kez, hain, yarı hain, çeyrek hain, düşman, dost görünen düşman ya da muhtemel düşman ayrımı yapılmadı. Kartallar gibi havalanan jetlerimiz hepsi birden hedef aldı. Vurdu. Mağaralarını havaya uçurdu. Ve düşmanın beli kırıldı. Terör örgüyü ile silahlı hesaplaşma Türkiye’mizin her karışında devam ediyor. Bu yüzleşmede birlik ve beraberliğimizi koruduk. Türkiye devleti ve hükümetinin yanında yer aldık. 1Kasım’a kadar son ellerindeki son silahların da alınacağına inanıyoruz. Halkımız “BÜYÜK TÜRKİYE” için huzurlu seçim yapmaya kararlıdır. Son üç ayda siyasi maskeler düştü. Gerçek niyetler ortaya çıktı. Bu seçimin Büyük Türkiye yolumuzu kesmek isteyenlerin, kötülüğümüzü düşünenlerin baraj altına düşeceğine inanıyorum. Büyük Türkiye seferine katılanları, Büyük Türkiye için oy verenleri, halkımızın huzurunu, iyiliğimizi düşünen tüm dostlarımız, 1Kasımda ZAFER VE BARIŞ’la kucaklamaya hazırlanıyoruz. O an, hepimize şimdiden kutlu olsun! Türkiye’yi algılamamız da kolay olmadı. Soydaşlar genelde iktidar partisine oy verirken. AK Partinin program hedeflerine uzun süre inanamadılar. Bugün artık kimim gerçekleri konuştuğu, kimin balon şişirdiği belli oldu. Türkiye Cumhuriyeti siyasetini kilitleyenleri de gördük. İktidar olmaktan korkanları da! Bu açıdan 1 Kasım’sa sandık başına giderken niyetimiz Büyük Türkiye yolunu açmaktır. Bizimde bu seçimde Büyük Türkiye’ye götüren yoldan gidenlerle beraber olmak istiyoruz. Bulgaristan Türkiye ilişkileri, karşılıklı yardımlaşma girişimleri, görkemli tasarımlar, iki halkı ve ülkeyi, iki kıtayı birbirine kenetleyecek hamlelerin yenidünya görüşüne, yeni vizyona, yeni paradigmalara ihtiyacı var. Bunlarsa ancak bizim insanlarımızda bulunur. Tarihte yapılamayanları gerçekleştirecek olan kuşağın şerefli temsilcileriyle birlikte olmakla övünebiliriz. Saldırılar, operasyonlar, sığınmacılık, bunalımlar geçicidir. Yaralar sarılır sızılar gelip geçer. Kalıcı olan Türkiye’dir. Yeni olan Büyük Türkiye özlemidir. Türkiye büyüdükçe sorunların çözümü hızlanacak ve kolaylaşacaktır. Yakın Doğu’da barış savaşı mutlaka yenecektir. “Büyük Türkiye” yolunca yeni atılımlarında bize düşense, önce 1 Kasım seçiminde hepimizin görevi oyumuzu vermek, güçlü Türkiye seçeneğine destek olmak, ardından da Bulgaristan’a taşan Türkiye ayağında köprübaşı olmaktır. Bu özlem tarihsel özgörevimizdir. 1Kasım’da hepimiz BÜYÜK TÜRKİYE RÜZGÂRINA YELKEN AÇALIM! Panelimize katıldığınız için hepinize içten teşekkür ederim. Sağ olun. Allaha emanet olunuz


4

BULGARİSTAN’DA TÜRK TARİH İ P O M A K L A R V E YA Ş A N A N G Ö Ç L E R

Dr.İsmail CİNGÖZ Özet Türkler Balkanlara Karadeniz’in kuzeyinde ve Anadolu’dan olmak üzere iki şekilde gelmişlerdir. II. Yüzyıldan itibaren Karadeniz’in kuzeyinden gelen Türk boyları uzun yıllar Balkanlara hüküm sürseler de zamanla Hıristiyanlığı benimseyerek Slavlaşarak asimile olmuşlardır. Anadolu üzerinden gelen Türkler ise İslam unsurunu da beraberlerinde getirmişlerdir. Osmanlı Devletinin bölgeye hakimiyeti ile 500 yıldan fazla bir süre yeniden Türk hakimiyetine geçen Balkanlarda bazı yerli halkla birlikte Kuman Türkleri de İslamiyeti seçerek yeni gelen Türkler ile bütünleşme yaşamıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Türklerin yenilgisi ile başlayan geri çekilme ile birlikte bu bölgede yaşayan Müslüman-Türk unsurlarında Anadolu’ya göçleri kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır. Göç edememiş olanları ise baskı, şiddet, asimilasyona maruz kalma durumu kaçınılmaz olmuştur. Türkiye başta Bulgaristan’da kalan Türkler olmak üzere Balkan devletlerinde bulunan Müslüman-Türk nüfus ile kültürel ve ekonomik bağlarını arttırarak ilişkilerine devam etmelidir. Birçok defa çeşitli antlaşma ve yasalarla güvence altına alınmış olan ama uygulamada sıkıntı yaşanan huşuların giderilmesi ve asimilasyona maruz kalmamaları için gerekli çalışmalara hız kesmeden devam etmelidir. Anahtar Kelimeler: Balkanlar, Bulgaristan, Osmanlı Devleti, Pomak Türkleri, Göç. Balkanlar’da ve Bulgaristan’da Türk Varlığı Kök itibariyle Türkçe olan “Balkan” kelimesi Batılı yazarları rahatsız etmiş olacak ki, son zamanlarda Türkçe kökenli bir kelime yerine “Güneydoğu Avrupa” şeklinde tanımlamaya gayret ettikleri görülmektedir. Çünkü geri planda Türk ve Müslüman imajından rahatsızlık duydukları anlaşılmaktadır. Zira Avrupalılar bile XIX. Yüzyıla kadar bu bölge için “Avrupa Türkiye’si” veya “Avrupa’daki Türkiye” tabirini kullanmaktaydılar (Şaybak, 2006: 50-52). Çünkü bölgede yoğun bir Türk nüfusu bulunmaktaydı. Türklerin Balkanlara ilk gelmeleri Osmanlı dönemi ile değil çokdaha önceden Hazar ve Karadeniz’in kuzeyin-den olduğu bilinmektedir. Türklerin Batı Kolu olanİskitlerin II. Yüzyılda Orta Asya’dan başlat-tıkları ilk göçlerini Hun Türkleri IV. Yüzyılda,Avar Türkleri V. Yüzyılda, PeçenekTürkleri IX. Yüzyılda ve Kuman (Kıpçak) Türk-leri XI. Yüzyılda devam ettirdiler (Atun, 2009;Toksöz, 2011). Ayrıca ilk gelen bu Türk boylarıiçerisinde Bulgar, Oğuz ve Ogur (Utrugur) Türk-lerinin de bulundukları bilinmektedir. Fakat buTürk boylarının büyük bir çoğunluğu zamanlaHıristiyanlığı benimseyerek Turan ve Ural böl-gelerine ait dillerini terk ederek Slavlaşmışlar vebenliklerini kaybederek asimile oldular (Şaybak,2006, 58; Nuri, 2013). Çünkü Batı’ya göç edenbu Türk boylarından sonra bölgeye yoğun birSlav göçü yaşanmıştır (Tikici ve diğ., 2008). Divânu Lügati’tTürk’te “Rum yakınında oturan Türklerden birbölük” şeklinde tasvir edilen Peçenek TürkleriBizans ile ilişkileri neticesinde 1071 MalazgirtMeydan Muharebesinde Bizans ordusu içerisindeyer almıştır. Fakat savaşın devamı esnasındasavaştıkları kişilerin Türk olduklarını anlamaları ilesaf değiştirmeleri, Büyük Selçuklu Devletinin yaniSultan Alparslan’ın zafer kazanmasında etkiliolmuştur (Nuri, 2013). 1091 yılına kadarvarlığını sürdüren Kuman-Peçenek TürkFederasyonunun dağılmasının ardından Trakyave Rodoplar, Makedonya ile Bulgaristan’ın dağlıkkesimlerinde kalan ve Osmanlı Devletinin 20Ağustos 1389 tarihinde I. Kosova Savaşı ile bubölgeyi fethetmesine kadar Şaman dininebağlı olarak yaşayan Kumanlar, fetihten sonrakendi istekleri ile gönüllü olarak İslam Dininegeçtiler (Toksöz, 2011). Türklerin BalkanlaraKaradeniz’in kuzeyinden geçişinden sonra Anado-lu üzerinden geçişleri bazı kaynaklarda üç farklışekilde gösterilmiştir; Birincisi 1065 yılındaKonya bölgesin gelerek yerleşen 55-60 Bincivarında Müslüman Yürük-Türkmen nüfusuDedeağaç, Kavala ve Selanik üzerinden denizyolu ile Batı Trakya, Rodoplar ve Makedon-ya bölgelerine Bizans yöneticileri tarafındanyerleştirilerek iskan edilmişlerdir (Nevrezo-va, 2006: 28). İkincisi Osmanlı Devleti’nden11 yıl önce Aydınoğlu Umur Bey tarafındangerçekleştirilmiştir.

1341’de Bizans İmparatoru III. Andranikus’un ölmesi üzerine yaşanan taht mücadelesinde Kantakuzen’e yardım için Umur Bey donanma ile Rumeli’ye geçmiştir (Toksöz, 2011). Üçüncü olarak Osmanlı Padişahı Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Süleyman Paşa 1352 yılında Gelibolu Yarımadasına geçerek bir yıl içerisinde Tekirdağ bölgesini fethetmeyi başarmıştır. Orhan Gazi’den sonra tahta geçen Sultan I. Murad dönemi ile birlikte düzenli ordularla yürütülen fetih hareketi ile 1361’de Edirne, 1362’de Filibe, 1364’de Stara Zagora (Zağra) ele geçirilmiştir. Daha sonraki Padişah Yıldırım Bayezid ise 1395’de Bulgarların o zamanki başkenti Tırnova’yı fethetmesi ile Bulgaristan’ın tamamen Osmanlı egemenliğine dâhil olması ile Osmanlı adalet ve hoşgörü dönemi de başlamış (Konukman, 1990: 20), bölge tamamen Osmanlı denetimine geçmiş ve 559 yıl adalet ve hoşgörü ile yönetilmiştir (Atun, 2009). Bu kadar uzun bir süre bölgeye hâkim olan Türk ve İslam unsurunun bölgedeki Hıristiyan ve Yahudi halklarını da zamanla etkilemiş olduğu görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin hâkim olduğu dönem içerisinde Türk kültürüne ait önemli eserlerin inşa edilmesi Hıristiyan halkının kültürünü de etkilemiştir. Camiler ve medreselerin yanı sıra imara da önem verilmiş, yollar, köprüler, hastaneler, han, hamam, kaplıca, ılıca, kervansaray, saat kuleleri, imaret, türbe, çeşme, bedesten, kütüphane gibi 15.787 adet mimari eser Balkanlara inşa edilmiştir. Osmanlının sadece dini eserler inşa etmemesi bölgede asimilasyon amacını gütmediğinin bariz bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Fakat bu kadar eserin çok az bir kısmı orijinal halde kalabilmiş, büyük bir kısmı Türk kimliğinin silinmesi adına yok edilmiştir (Tikici ve diğ., 2008). Osmanlı Devletinin; halkın dini inançlarını, malını ve canını güvence altına almış olması, hakim olduğu bölgelerde imar çalışmalarına öncelik vermesi, devlet dahilindeki halkların barış içerisinde hayat sürmelerine imkan tanıması ile Balkanlarda son yılları hariç olmak üzere neredeyse savaşsız bir dönem geçirmesini sağlamıştır. Fakat milliyetçilik fikirleri ile hareket eden halkların faaliyetleri ile XIX. Yüzyılda bölgeye huzursuzluk ve kargaşa hakim olmuştur (Tikici ve diğ., 2008). Balkan tarihi için Türk varlığının XIII. Yüzyıldan itibaren zirveye ulaşmasında; Osmanlı Devleti’nin Balkanları fethetme süreci ile birlikte Anadolu’dan Türkleri bu bölgelere yerleştirmesi şeklinde başlayan iskan politikası etkili olmuş (Tikici ve diğ., 2008) ve kalıcı hale gelmiştir. Osmanlı Devleti tarafından Rumeli adı verilen Balkanlara fetihlerle birlikte nüfus yapısında denge oluşturabilmek amacıyla Anadolu’dan kitleler halinde getirilen Müslüman Türkler ile kısa zamanda Müslüman-Türk nüfusu artmış, özellikle de Bulgaristan’da % 70-80’lere varan oran ile çoğunluk hale gelmiştir (Maral, 2010: 1). 1633, 1639, 1641 ve 1696 cizye defterleri kayıtlarına göre bütün köylerde Hristiyan nüfusa rastlanmış olsa da birçoğunda Müslüman nüfusun %89’lara kadar çıkmış olduğu görülmektedir (Koyuncu, 2013). Türklerin Balkanlarda gerçekleştirdiği fetih hareketleri devam ederken bir taraftan Katolpak, diğer taraftan Rum kiliselerinin baskılarına dayanamayan Protestan Bosna Hersek Basle (Basel) Konsili bir kurtuluş çaresi olarak 1410 yılında Türkleri ülkesine davet etmiş, Rum Ortodoksluğuna İslam’ı tercih etmiştir (Nuri, 2013). Osmanlı Devleti’nin Balkanlara fetih hareketlerinde daha önceki Karadeniz üzerinden gelmiş olan Türk kavimlerinin bir kısmının yardımcı ve faydalı oldukları görülmüştür (Toksöz, 2011). Bulgaristan’ın fethi sırasında XI. Yüzyıldan itibaren bölgeye yerleşmiş ve XIV. Yüzyıldan itibaren İslamiyet’e girmeye başlamış olan Kuman (Kıpçak) Türklerine bu yardımlarından dolayı Slav dilinde yardımcı anlamına gelen “pomaga” sıfatı verilmiş ve bu tarihten itibaren de “Pomak Türkleri” denilmeye başlanmıştır (Nevrezova, 2006: 9). Pomakların gönüllü olarak İslamiyeti benimsemeleri ve zamanla İslam dinine geçmeleri XVIII. Yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir (Koyuncu, 2013). Osmanlı Devleti’nin fetihleri ile birlikte bölgeye yerleştirilen Türklerin etkisi ile Balkanların yerli halklarından İslamiyet’e geçmemiş olanlar ise kendi din ve dillerini korusalar da Türk usulü hayat tarzından etkilenerek benimsemişler, zamanla gelenek-görenekleri ve sosyo-kültürel özellikleri Türk tarzına doğru evrilmeye başlamıştır.

Tamamı : www.bghaber.org

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Hak ve Özgürlük Tohumlarını Kim Saçtı? Konu: Uyanışımızı çözemeyenlere cevabımızdır. Birinci Bölüm - Giriş Bulgar Bilimler Akademisi’nde ve diğer 39 yüksek okul ve fakültemizin sosyal bilimler bölümlerinde son 26 yılda kafaları kurcalayan ve bilim dünyasınca yanıt aranan Bulgaristan tarlasına ekilmeyen Hak ve Özgürlük Hareketi nasıl oluştu ve toplumu nasıl sarabildi gibi çok önemli olduğu iddia edilen, bir sıra problem ortaya çıktı. Daha önceki araştırma yazılarında defalarca vurguladığım gibi, Bulgaristan şartlarında totaliter bir düzen olarak boy gösteren sosyalist toplumdan, özel mülkiyete dayanan sınıf ayrışımlı bir toplum olan kapitalist topluma – Serbest Pazar Ekonomisi ve demokratikleşme – kılıfı içinde doğru dürüst geçilememesi bugün artık ıslahı çok zor olan sonuçlar doğurdu. Toplumsal gelişimi durdurup donduran ana neden komünist totalitarizmin sökülüp yani bir devlet düzeni olarak dönüştürülmesi yollarının hala tıkalı olmasında gizlidir. Memlekette demokratik düşünme biçimi ve zihniyetin egemen dünya görüşü olarak yerleşmesi yollarının da kesilmiş olmada gizlidir. Konumuza Bulgaristan misalleriyle girmezden önce, dinimizde ve yaşam tarzımızda olmayan şu hak ve özgürlüklerin ilk önce kimin tarlasında, kimin dünyasında bittiğine ve Bulgaristan tarlasına hangi rüzgârla geldiğine – birinci bölümde – bakmak istiyorum. İkinci bölümde ise, doğal ve insan haklarımız, Türk kimliğimiz uğruna verdiğimiz şanlı ve kanlı mücadelemizden örneklerle Hak ve Özgürlük kavramlarının düşüncemize, duygularımıza, yaşam biçimimize nasıl yerleştiğini, ne gibi bir rol oynadığını, bizim için zararlı mı, faydalı mı olduğunu, 21 yüzyılda kimlerin umudu olduğunu açıklamak istiyorum. BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği yayınları, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi çatısı altında yürütülen analiz, araştırma, irdeleme ve toparlama çalışmaları FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ esasına dayanır ve bu konularda tüm okurların düşüncelerini paylaşma, yazılarımızla ilgili destekleme ya da itiraz etme hakkı kendilerinde gizlidir. İyi okumalar. HAK VE ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİ (DPS) BULGAR TOPLUMUNA KİM DİKTİ? Bulgar toplumuna dendiğinde, bizde Hıristiyan toplum anlaşılır. Buraya bir Türk Müslüman partisi tohumlarını kim saçtı? Bizden olmayan bu fidanları kim dikti? Ne istiyorlar gibi sorular bu nedenle günden oluşturuyor. Daha açık sorulduğunda, 1960-1990 Bulgar totaliter düzeni kokusundan gelen bu sorularda “biz size Bulgar olma, Hıristiyan olma hakkı ve fırsatı tanıdık, elinizle geri teptiniz, istemediniz, isyan ettiniz, şimdi ne istiyorsunuz” yansıması uçuşuyor. Bu soruları doğuran gerçekse şunlardır: 191213’te Pomakların hepsine haç öptürüp başlarına kalpak geçirildi; minarelerini yıkıp camilerini kilise yapıldı; adları da değiştirildi; Müslüman geleneklerini yasakladık, 1960’tan sonra Çingenelerin adları değişti. 1972’de Pomakları bir daha Bulgarlaştırdık. 1985’te Türklere de Bulgar kimliği ile yaşama hakkı tanındı. Hristiyan haklarının hepsi onlara da tanındı! Daha ne istiyorlar. İsimlerini geri istediler, verdik. Daha ne istiyorlar? Hakim olan zihniyet, Bulgarların kendi kendilerini haklı buldukları zihniyet budur. Bu bir ruh halidir, sözüm ona haklılık duyulmamasıdır ve ardından birçok hareketi doğuran, saldırılara kaynak olan zehirli ortamdır. Kimlik değiştirmenin hakla hukukla ilintisi var mıdır? Etnik azınlıkları Bulgarlaştırmanın kanun dayanağı yok ise, nasıl hareket edildi? Kanunsuz işler yapıldığı bir toplumda insan haklarından söz edilebilir mi? Yasal olmayan ortamda yasa uyguluyoruz deyip keyfi hareket edenleri durduracak kanunlar ne zaman çıkarılacak? Yalnız yasaklayıcı kanunları olan bir toplum olabilir mi? Bu soruları daha doyurucu açıklamak istiyorum. Örnekliyorum: Kemaller’de (İsperih) geçen hafta yapılan son HÖH-DPS mitinginde “hazır bulunan Türklere Türkçe selam verdi” gerekçesiyle “seçimde Türkçe kullanmayı yasaklayan” kanuna dayanılarak milliyetçi Makedon hareketinden Avrupa Birliği (AB) milletvekili av. Angel Cambazki’nin dava dilekçesini Sofya Şehir Mahkemesi kabul etti. Lütfü Mestan’a karşı yeni bir dava açıldı. Fakat bu mitingde Türkçe türkü şarkı dinlediler gerekçesiyle hazırlanan dava dilekçesini aynı mahkeme geri çevirdi. Sebebi. Türkçe türkü şarkı söyleyip dinlemeyi yasaklayan kanun olmamasıdır. Öyleyse solumamızdan su dökmemize kadar yaptığımız

her şeyin yasası, normu, kuralı, izni, ceza maddesi mi olmalı? Kuşkusuz bu durumda, hayatımızın bu derece sıkboğaz edildiği bir durumda, Angel Cambazki gibi 5 kuşak Türk İslam düşmanı AB milletvekili hukukçulardan bir ricamız olacak. Bizim kendi memleketimizde yaşama kurallarımızı, bizimle ilgili temel ve doğal haklarımızı yasaklayıcı yasaların tümünü yazsınlar ve biz azınlıklar Hıristiyan karanlığının içindeki yerimizi bilelim. Hak ve özgürlük kuyusunun derinliklerine bakıyoruz: Hak-hukuk kavramına temel olan İnsan Hakları Kavramı esas itibarıyla Hıristiyanlığa ait bir kavramdır. Öyle olsa da, “hak” anlayışının Yahudi ve İslam şeriatlarında benzer algılanış tarzıyla yeri yoktur. İslamiyet’te ise bir insanın bir şeye hakkı olması anlamsızdır, çünkü hiç kimsenin Allah’ın varlığı ve tanımlarını kabul etmeme ya da reddetme hakkı yoktur. Toparlarsak, İslam’da Allah’ın varlığı ve sözleri konusunda insanın şüphe duyabilmesi mümkün değildir. İslam’ı Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan daha gelişmiş bir DİN kavramına en uygun inanç sistemi yapan da işte bu sözlerdir. Hıristiyanlıkta ise Hz. Meryem anasının hamile kalmasından İsa Peygamberin dirilişine kadar her şey ilk günden bugüne kadar şüphe konusudur. Bu esasta hak-hukuk konuları da aşılamayan sonsuz bir şüphecilik doğurmuştur. Şunu unutmayalım, Hak ve Özgürlüklerinden söz ediyoruz. Yahudilikte (başka birine hak ve özgürlük tanıma bir yana) hoşgörü yani tolerans İsa’nın kendisine bile gösterilmemiştir. Çarmıha gerilen İsa’nın kendisidir. Yani hoşgörü bir yana Hz. İsa’ya yaşama hakkı bile tanınmamıştır. Şu da var. Hz. İsa’ya tolerans gösterilmese de, İsa’nın öğretisinde insana tolerans tanınmıştır. Özellikle de sadece seçilmişlerin değil her insanın İman’ı aracılıyla, Tanrının Krallığında bir yer edinebileceği mesajı – başkalarının inayetiyle değil, kendilerinin seçimiyle bu mertebeye ulaşabilecekleri tanımı – toleransın açık kanıtıdır. Ne yazık ki, daha sonra Kilise bu hakkı Din Bürokrasisine dönüştürmüş ve hoşgörüyü askıya almıştır. Katolik dini ise toleransa tamamen karşıdır. Balkanlara hoşgörü ve iyi komşuluk, merhamet, karşılıklı saygı İslam’la gelmiş ve Türk yaşam tarzıyla yerleşmiştir. 1878’den beri Türklerin Bulgaristan’dan kovma süreci derinleştikçe iyi komşuluk kapıları kapanmış, Türk Bulgar dayanışması kalkmış, hoş görü yerini düşmanlığa bırakmış, yardımlaşma bozulunca toplum da çökmüştür. “Bulgar’dan ödünç para alınmaz!” “Bulgar’dan fayda gelmez!” gibi deyimler bu süreç içinde belirmiştir. “Bulgar’ın tanıyacağı hak ve özgürlük öte dursun!” değimi de etnik ilişkilerin donma sürecinde yaşam hakkı elde etmiştir. Nitekim bu anlayışı tarih içinde yönlendiren ve şartlandıran Hıristiyanlar ve özellikle de Katolik alemi, çağlar boyunca sayısız katliamlar yapmış ve bunların hiç biri unutulmamıştır. 1918 -1948 yılları arasındaki 30 yıl içinde (bu zaman kesiminde Bulgaristan’a Avusturya kökenli Bulgar Çarı Ferdinant ve oğlu III. Boris hükmederken Müslümanlara karşı düşmanca tavır kemikleşmiştir) Hıristiyanların katlettiği diğer Hıristiyanların sayısı İsa’nın Çarmıha gerilmesinden sonraki 300 yıl içinde katledilen ilk Hıristiyanların sayısından 200 kat daha fazladır. Dedelerimiz başa gelecek kötülük bulutlarının karardığını, tepelerinde çakan şimşekleri görememiş olsalardı, Türkiye’ye göç yolları arar mıydı! Bizden son olumsuz örnekler. Aynı şeyleri bugün de yaşıyoruz. Bulgar Başpiskoposluğu, reddedilmez bir insan hakkı olan sığınma hakkı talep eden Suriyelilere “ülkemize giremezsiniz”, “biz sizi istemiyoruz” dedi. Yıl 2015. Soruyorum. İnsan hakları, özgürlükler demiyorum, şu ağızdan düşmeyen haklar meyve vermeyen, Hıristiyanlık karanlığında yaprakları da görünmeyen bir kuru ağaç mıdır? Şu yukarıdaki Kemaller’de (İsperih) 25 Ekim mahalli seçim ve halk oylaması toplantısı Türklerin kendi aralarında ana dillerinde konuşmasını yasaklaması açısından ele alındığında Hıristiyan Bulgar toplumunda devlet makamının tolerans esintisi olmayan bir zulüm ve zorbalık ortamı tesis ettiğine kanıttır. 21. yüzyılda insanların anadillerinde konuşmasını yasaklayan bir toplumda İNSAN HAKLARININ HANGİ MADDESİNDEN söz edilebilir. Bulgaristan’da anadilde konuşma yasağına ilişkin bir yasa maddesi olmadığına göre, yasa dışı “yasakların” uygulanmasına yol açan kimsenin bilmediği, yalnız ırkçıların kafasına olan yasalar ve yaptırımlar mı var?


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Neriman E R A L P Yüz Yılda Geçse Unutamayız

Dağlardan büyük umutlarımız kaldı orada. Sınır kapısı umutlara dar, geçit yoktu onlara!

Bir de, kurda kuşa yem olmamak Konu: Gençliği Yollarda Dökülenler için kendimize kazdığımız mezarlar açık kaldı. Zorla kazdırılan mezarlar Bir türkü var radyoda: Bulgaristan muhacirleri, da…. Hazır kazmışken kendi ellerimÇöküyor çadırları. le kendi çukurumu keşke gömselerdi Çöküyor hep çadırları beni! Bu sözleri babandan, dayından, Ağılıyor çocukları. amcandan işitmek ne kadar zor bir bilHalkımız çok büyük bir acı yaşadı. sen sen! Ağılıyor çocuklarımız! Defnedecek adam da kalmamışKalbi kirlenmemiş insanlardık. Dayanamayız asla çocuk ağlaması- tı köyde! na! Şansımız olsa da sorsaydı hoca son Gözden düşmüş duruma getirildik. Bir el açmadığımız kaldı, onurumu- merasimde “gözün arkada kalmasın, zu avucumuza alıp da! her şeyini aldın mı?” diye. “Öfkemi, Yalnız gözlerinde kalmıştı umut: nefretimi, hıncımı büyük büyük sopaAnadilimiz, örf ve adetlerimiz, ma- larla bıraktım,” diyecektim. nilerimiz, kına türkülerimiz vs unutturulmuştu. Bayramlaşma sıcaklığını unutmuş insan durumuna getirilmiş- Öfkemi götürmeme gerek yok. Burada doğmuş, burada kalacak. tik. Kabrimi kim bekleyecek? En doğru telaffuz ettiğimiz söylerdi: “Yalan bir ömür, böyle gelmiş böy- Benimki öyle bir öfke ki, ne cennete ne de cehenneme sığar. le gider!” Çocuklar ağladıkça köpürür. Gitmiyor işte, yaprakları dökülmüş, çiçeklerini bu sene de kıra vurmuş bir Kime öfkeliyim ben? kuru kazık gibi durmuş önüme, ne ile- Bilmiyorum! Olabilir ya en fazla ri ne geri. Ve Ahmet Şerif’in bir şiiri kendi kendime… Her söylenene inangeliyor aklıma: dığım, öküzleri adam sandığım, deÇocukluğumda arı idim, kır çiçekle- diklerini harfiyen yaptığım, tuzağa rini sevdim. düşürüldüğümü göremediğim! Ben Çiçekten çiçeğe konarak öfkelim kendime! Öfkesini kendinden Sevdiğim şarkıları söyledim! çıkaramayan, başkasından asla çıkaraHayat, ben senin adını o zaman maz. Öfke sakatı kalır ömür boyu. SaSevdiğim bir çiçek sandım! kat kaldım ben! Her yaşın şarkısı başka, tasası, sevin- Cesedimi bir köpek leşi gibi atsalarci başka dı çukura… Korktular doğrudan cenÖğrenci sıralarında düşmüştü çocuk netlik olurum diye! Çile görenlerin gölüm ilk aşka. Hayat, ben senin aşkını o zaman hepsi cennetliktir. Eziyet görmeyen mi Sevdiğim bir kız sandım! var! Kazdığım mezarın beni beklediYazık ki günlerim hep boşuna ak- ğimi düşünürüm hep. Bu da başka bir mış! eziyet! Başka bir mezara da gömülHayat sende şiiriyet olmayınca sem yine aklımda kalacak. Bir insan Sevgi de yıkılıyor, memleket de! kendi mezarını kendi ellerinle kazmaMemleketi olmayan insanların sev- mışsa, bunu anlamakta zorlanır. Bu gisi olur mu diye çok düşündüm. başka bir duygu! İnsandan büyük ve Sevemeyen insanların memleketi gözle görülmeyecek kadar küçük. Bir olur mu? Çiçek olmadan arıların bal yapama- insana kendi mezarını kendi elleriyle yacağı gibi bir şey! kazdırmanın cezası yok. İnsan hakları Öyleyse çiçekler neden bal yüklü? Elindeki bavula, sırtındaki çıkıya ya da işlememiş bu konuyu. Zaten ölenda hudut kapısında çektiği arabaya lerin dava dosyaları kapanır. Çekilen memleketi sığdırdım diyenler vardı. Ha deyelim ki, geçmişini sırtladı, be- zulüm ve görülmemiş ceza geçen kıraberinde getirdi, geleceği nerede? Ağ- şın karı gibi birden yok oluyor. Ne ki, layan çocuklarından biri elinde, ufağı insanın kendi mezarını kazması soğan kucağında, öteki de 3 adım önünde… Annen, baban, kardeşlerin, nenen ve kazmak gibi bir şey asla değil. deden nerede? Dünyanın yarısı orada Türküyü kaydettim ve yeniden dinkalmadı mı? Ağlayanlar ne için ağlı- liyorum: yor? Aklın neden hep orada? Bulgaristan muhacirleri, Kurtulduk diye mi? Yoksa öksüz Çöküyor çadırları. kaldık diye mi? Memleketsizlik ök- Çöküyor hep çadırları süzlüktür. Dayanılmaz bir ayrılıktır, nasıl dayandın! Herkesin başka bir şey Ağılıyor çocukları. için ağladığı dorudur. Soruyorum: Bu seslerin hepsi neden yanık ve yakıcı. 1989’un bu aylarında grup halinde Ağlayanın içinde bir ateş var ki, o ses kovulmaya başlamıştık. bu kadar dağlayıcı… Hatırlayalım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Moskova Merkez Cami’nin Açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan: “İsrail’in Filistinlilere uyguladığı ayrımcı politikalar, Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın kutsiyeti ihlal edilerek tehlikeli bir yere doğru götürülüyor. Bilhassa Suriye, Irak, Mısır, Libya, Yemen gibi yakın çevremiz ile bu bölgelerden kaçan insanların yöneldiği Avrupa sınırlarında tüm insanlığı utandırması gereken hazin manzaralar yaşanıyor” diye konuştu. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın konuşması ardından törende konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Akdeniz’de, Ege’de ölen, mağdur olan, zarar gören insanlığın vicdanıdır, insanlığın ta kendisidir. Ben, bu vesile ile Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyaya, tüm devletlere, tüm halklara büyük Rus edebiyatçısı Tolstoy’un şu güzel mesajını iletmek istiyorum: ‘Hayatta en önemli uğraş, iyiliktir.’ Tolstoy, başka bir hikayesinde de art niyetle yakılan ateşin o evle birlikte tüm köyü de yok edebileceğini söylüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Mülteci sorununun çözümü, sınırları kapatmaktan veya bu insanları denizlerde ölüme terk etmekten değil, ülkelerini onlar için yeniden yaşanabilir yerler haline dönüştürmekten geçiyor” dedi. “AVRUPA SINIRLARINDATÜM İNSANLIĞI UTANDIRMASI GEREKEN HAZİN MANZARALAR YAŞANIYOR” Cumhurbaşkanı Erdoğan: “İsrail’in Filistinlilere uyguladığı ayrımcı politikalar, Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın kutsiyeti ihlal edilerek tehlikeli bir

yere doğru götürülüyor. Bilhassa Suriye, Irak, Mısır, Libya, Yemen gibi yakın çevremiz ile bu bölgelerden kaçan insanların yöneldiği Avrupa sınırlarında tüm insanlığı utandırması gereken hazin manzaralar yaşanıyor” diye konuştu. Putin, “Rus Müslümanları için büyük bir olay” Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova Merkez Camisi’nin açılışı sebebiyle Rusya’da yaşayan tüm Müslümanları tebrik etti ve rekonstrüksiyon çalışmalarında katkısı olan herkese teşekkür etti. Putin açılış konuşmasında şunları söyledi: “Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Mahmud Abbas, sevgili misafirler, Moskova Merkez Camisi’nin açılışı sebebiyle herkesi en içten dileklerimle tebrik ediyorum. Bu Rus Müslümanları için büyük bir olay. Moskova’nın en eski camilerinden biri tarihi yerinde yenilendi. Bu cami Avrupa’nın en büyüğü haline geldi ve yeni gelişmiş muhteşem ve çok uluslu bir ülkenin başkentine yakışır bir hal aldı. Bu binanın yapımında katkısı olan herkese teşekkür etmek istiyorum. Türkiye ve Kazakistan hükümetlerine caminin rekonstrüksiyon çalışmalarına sağladıkları katkılar sebebiyle minnettarız. Merkez Camisi’nin Moskova ve tüm Rusya’da yaşayan Müslümanlar için en önemli manevi yer haline geleceğinden eminim.” Aynı zamanda Putin, herkesin Kurban Bayramı’nı da kutladı.


6

Bulgaristan Türklerinin Sesi

lgaristan’da B u l g a r i s t a n l ı B uBulgaristan Mestanlı ZeybekU s t a O y u n c u ler Derneği Başkanı Hasan MesBulgaristan‘da kalan Türk T o m r i s İ n c e r tanlı, ailelerinin ve çocuklarının kültüryaşatmak ve unutturmamak Hayatını Kaybetti lerini için mücadele ettiklerini bildirdi.

T ü r k K ü l t ü r ü Ya ş a t ı l ı y o r

Mestanlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2006’da Bulgaristan‘da ilk sivil toplum örgütü olarak faaliyetlere başladıklarını belirterek, “Derneğimizde Türk ve Bulgar çocuklarımıza folklor ve zeybek oyunu

natları kültürümüzün yaşatılması için çaba gösteriyoruz” diye konuştu. Bulgaristan‘da 1989’da yaşanan zorunlu göçten sonra ailelerin bir kısmının Türkiye, bir kısmının ise Bulgaristan‘da yaşamını sürdürmeye çalıştığını ifade ederek, “Ortalama 50 öğrenciye eğitim veriyoruz. Bulgaristan’da kalan Türk ailelerimizin ve çocuklarımızın kültürlerini yaşatmak ve unutturmamak için müöğretiyoruz. Bunların yanında el sa- cadele ediyoruz” şeklinde konuştu.

Trakya Üniversitesi Rektörü ve Balkan Üniversiteler Birliği Başkanı Prof. Dr. Yener Yörük, Balkan Üniversiteler Spor Oyunları’nın başlatılması için birliğe teklif götürdü. Prof. Dr. Yörük, Balkan ülkelerinden 57 üniversitenin üye olduğu Balkan Üniversiteler Birliği toplantısının gerçekleştiği II. Bayezid Külliyesi’nde yaptığı açılış konuşmasında, birliğe her geçen yıl katılımların arttığını söyledi.

Birliğinkuruluşundanbuyanagerçekleştirdiği faaliyetleri anlatan Rektör Yörük, Balkan Spor Oyunları’nı gerçekleştirme teklifinden bahsederek, “Kabul görmesi halinde ‘Balkan Üniversiad’ da diyebileceğimiz bu organizasyonu seneye Edirne’de yapmaya hazırız” diye konuştu. Üye üniversitelerin rektör ve akademisyenlerinin katıldığı toplantıda Balkan Senfoni Orkestrası da konser verdi.

Balkan Üniversiteler Spor Oyunları’nın Temelleri Atıldı Kanser tedavisi gören usta oyuncu Tomris İncer‘in ölüm haberini tiyatro ve sinema oyuncusu Levent Kazak, Twitter hesabından duyurdu. Kazak, İncer’in fotoğrafıyla birlikte paylaştığı “Büyük bir ustayı kaybettik. O sahneye, sahne de ona aşıktı. Güle güle” notuyla kötü haberi verdi.

Bulgaristan’ın yeni Ankara Büyükelçisi Nadejda Neynski

Onlar, evsiz insanlar için küçük mobil evler inşa edecek ve banyo ve çamaşır yıkama ile ilgili başlıca sorunlarını giderecek. İlk küçük mobil evler artık gerçek oldu. Evler, başkentlilerin çöp kenarında bıraktığı malzemelerden oluşturulmuştur. Evciğin maliyeti 150 avro, ama küçük ve sade olmasına rağmen evcik artık sahibi Bobi’nin hayatını değiştirmiştir. Bobi, kendisine iş bile bulmuştur. Mia Agova’nın sözlerine göre “Şehir Göçebeleri” girişimi hakkındaki fikir, evsiz insanlara yiyecek, elbise ve ilaç ile yardım eden kişilerin tesadüf görüşmeleri sonucu ortaya çıkmış. Mia Agova sözlerine devamla şunları söyledi: “El ele vermeye ve daha geniş çaplı ve örgütlenmiş halde yardım etmeye karar verdik. Finansman için Norveç “Yerküresi İçin” fonuna başvuru yaptık. Projemiz onaylandı ve finansman olarak küçük bir para miktarı aldık, ki bu kaynaklar bize işimize başlamamız için yardım etti. Bize tahsis edilen 1000 avro ile çöplerde bulunan malzemelerle Sofya’dan bir adam için bir küçük mobil ev yapmayı başardık. Kaynaklarla ayrıca toplanan atıkları naklettiğimiz iki arabacık satın aldık ve yardım ettiğimiz insanların hayatını gösteren iki film yaptık. Girişimimizde anlam buluyorum ve hayatımı sosyal yardımlaşmaya vermek istiyorum. Evsizler arasında her tür insan var. Bazıları bunu sisteme karşı koymak için yapıyor. Onlar çok akıllı ama sokakta yaşayanlar arasından çok az sayıdadır. Evsizlerin yüzde 24’ünün yüksek eğitimi var. Çoğunlukla onlar 50’nin üzerinde erkeklerdir. Dolandırıldığı için ve evleri yasal olmayan bir yolda alındığı için sokağa düşmüştür. Bazıları ise boşanmadan sonra veya ailede farklı sorunlar yüzünden konutsuz kalmıştır. Toplum dışında kalanlar arasında psikolojik ve sağlık problemleri olan kişiler de var. Onlara hayatlarındaki amaçlarının ne olduğunu sorduğumuzda hepsi bir gün kendilerine iş ve ev bulmayı hayal ettiğini paylaştı. Bazen, sadece arkadaş selamının veya karşılıklı sohbetin özlemini çekiyor. Bazıları bizden onlara iş bulmalarında yardım etmemizi rica ediyoruz. Evsiz arkadaşlarımızdan birine Rodoplarda bir turizm merkezinde iş bulduk. Şimdi, geleneksel Bulgar ekmeği fırınında çalışıyor ve turistler önünde zanaatı gösteriyor. Şimdi kendisinin kendi konutu var ve yıllarca görmediği iki kızının saygısını geri almış durumdadır. Bu kişi, evsizlerin bir kısmının biraz yardımla yeni bir hayata başlayabildiği kanıtıdır.”

Bulgaristan-Türkiye Ortak Komisyon Toplantısı Sofya’da gerçekleştirildi Ülkemiz ile Bulgaristan arasında, ikili ilişkilerin gündeminde bulunan bazı meselelere çözüm bulunması amacıyla 2008 yılında kurulan Ortak Komisyon’un dördüncü toplantısı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Sayın Feridun H. Sinirlioğlu ve Bulgaristan Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Sayın Todor Churov’un eşbaşkanlıklarında 18 Aralık 2013 Toplantı vesileyle, Sayın Müstetarihinde Sofya’da gerçekleştirildi. şarımız ayrıca, Bulgaristan Dışişleri rarası güncel

BDüğün i ngününe d adım a ladıml yaklaı

şırken sıradaki durağımız kına gecesi! Peki kına gecelerinde tercih ettiğimiz bindallı nedir, bu gelenek nereden gelir? Bindallı ile ilgili merak ettiğiniz her şeyi sizin için derledik. Kına gecesi, evlenmeden önce evimizde geçireceğimiz son geceyi kutlamak ve ailemize veda etmek amacıyla yaptığımız, kökeni çok eski dönemlere dayanan ve hala ilk günkü popülerliğini koruyan bir geleneğimizdir. Bu özel gecenin en önemli anları ise kınanın yakıldığı ve sevdiklerimizin etrafımızda şarkılar söylediği o duygusal dakikalardır. İşte bu özel anlarda gelinlerimiz, üzerlerinde renk renk, desen desen bindallılar taşırlar. Peki bindallı nedir, bindallı geleneği nasıl doğmuştur? Bindallı, kökeni Osmanlı dönemine kadar dayanan ve günümüze kadar orijinal haliyle gelmiş bir giysi. O dönemde bindallı, gelin tarafından önce kendi düğününde gelinlik olarak, sonra da başka düğünlerde elbise olarak giyilirmiş. Şekil olarak kaftana benzeyen bindallı, genellikle üzerinde çiçek, dal ya da yaprak motifleri taşır ve ayaklara kadar uzanır. İpekli, kadife ya da atlas kumaştan dikilebilen bindallı genelde kırmızı olarak tercih edilse de son yıllarda farklı renkler ve modeller de sıkça karşımıza çıkmakta. Artık bindallılarda da maviler, yeşiller, morlar; ya da prenses kesimler ve kuy-

G i y s i s i ruklu modeller görebilmek mümkün.

Geleneksel olarak üretilen bindallılar uzun bir emeğin sonucunda ortaya çıkıyordu. Çünkü giysinin üzerindeki tüm işlemeler sırma tel ile bir usta tarafından tek tek işlenirdi, bu yüzden de bindallıların pahalı olması kaçınılmaz oluyordu. Ancak son yıllarda gelişen teknikler sayesinde sırma tel kadar zarif duracak ince altın ya da gümüş rengi desenler, daha uygun maliyetlerle bindallıların üzerine işlenebilecek hale geldi. Yine de geleneksel tel ile işlenmiş bindallı isteyenler, çeşitli yerlerden kiralama imkanı bulabilir ya da yavaş yavaş ninelerinin naftalinli sandıklarını karıştırmaya başlayabilirler. Bindallıyı giydikten sonra altına nasıl bir ayakkabı tercih edeceğimiz

Bakanı Kristian Vigenin, Dışişleri Bakan Yardımcıları Büyükelçi Todor Churov ve Angel Velitchkov’la görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmelerde, ikili ilişkilerin yanısıra, bölgesel ve uluslagelişmeler ele alındı.

N e d i r ? de giysimizi tamamlamak açısından oldukça önemli. Tabii ki bindallımızın hakkını verecek ve uyumlu tarzda bir model tercih etmeliyiz. Bindallının kumaşına uygun, benzer motifler taşıyan topuklu terlikler, gelinler tarafından en çok tercih edilen modellerden. Bunlara ek olarak bazı gelinler rahat olmak amacıyla düz tabanlı bindallı ayakkabılarını tercih edebiliyor ya da beğendikleri bir model babeti kendileri süsleyerek kına gecelerinde kullanabiliyorlar. Saç aksesuarları da bindallı ile sıkça tercih edilen parçalar arasında. Tesettürlü kızlar daha çok uygun işlemeli ve renkli baş örtüleri ile bindallılarını tamamlarken; saçı açık kızlar taşlı, sallantılı tokaları ya da daha geleneksel başlıkları tercih edebiliyorlar.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

İlk başkent Pliska

Yedinci asırda Birinci Bulgar devletinin kurucuları başkentin adını Pliska koyuyor – anlamı merkez, baş şehir. Yerini de önemli ticaret yollarının kavşağında seçmişler. Rölyef ise hayvancılık için uygundur. Günümüzde Şumen şehrine 29 km uzaklığındaki Pliska’da turistler Milli tarih arkeoloji müzesini ziyaret ederler. 1970 yılında kültür anıtı statüsü aldı. Onlarca yıl boyunca ünlü Bulgar ve yabancı arkeologlar burada araştırmalarını sürdürüyor. Araştırmalara göre Pliska’nın inşaatı 7. asrın sonunda başlıyor. Önceden ahşap binalar kurulmuş. Pliska’da ilk saray kompleksi bir kale duvarı ile çevrili. Ovada sıradan insanların evleri varmış. Daha sonra şehir Bizanslılar tarafından yakılır, tahrip olan sarayın yerinde büyük bir taş bina meydana geldi. Bu Han Krum’un sarayıdır.Birinci Boris zamanında halkın Hristiyanlığı kabul edilmesiyle birlikte başkent de değişiyor. Eski tapınaklar Hristiyan kilisesi ve manastıra dönüştürülüyor. Yenileri de inşa ediliyor, bunlar arasında en müthiş olanı Büyük bazilikadır. Günümüzde o zamanın hükümdarının ruhsal gücü ve misyonunun kanıtları günümüzde de kalıntılardan seziliyor. Büyük Bazilika yakınlarında 1 buçuk kilometre uzaklıkta Doğu kapı bulunuyor – şehrin baş kapısı. Burada Han ve aristokrasi yaşıyormuş. Pliska tarihi ve arkeoloji müzesinden Hristina Stoyanova anlatıyor: ‘Pliska şehri için hatıralar her zaman canlıdır. Bulgar devletinin temelleri burada atılmaktadır. 11.asrın ortalarına kadar ayaktaymış, fakat ondan sonra unutulmaya başlıyor, harabeye dönüşüyor. Aslında atalarımızdan kalan her şey önemli ve değerlidir. Turistlere sanal dünyasının imkanları ile saray kompleksinin yüceliğini anlatmaya çalışıyoruz. Bu sene turistlere 12 asırdan fazla bir zaman içinde korunmuş ayazmayı da gösteriyoruz. Arkeologlar aha 100 yıl önce ona ulaşmaya çalışmış ama güvenlik gerekçesiyle vazgeçmişler. Bu sene ayazmaya ilgiden dolayı turist sayısında %100 artış kaydettik. Müzeye de ilgi büyüktür. Eski zamanlardaki yaşam biçimini yansıtıyoruz. Milli tarih müzesinden de konuk sergi var.‘

Nevcivan Sevindik ÖZEL

Bulgaristan asıllı olup, İstanbul’da dünyaya gelen sanatçı ilk ve orta öğreniminden sonra, küçük yaşlarda başladığı müzik hayatına 1978 yılında girdiği İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarında devam etti. Temel Bilimler Thm. Tar bölümünde, Şenel ÖNALDI (Doç. Dr.) ile çalıştı. 1980 yılında, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun açmış olduğu sınavı kazanarak, İstanbul Radyosu’nda, Tar sanatçısı olarak göreve başladı.1981-1996 yılları arasında, çeşitli üniversitelerde ve AKM’de resitaller verdi. TRT İst. kanalında bir çok defa Tar ve piano düetleri yaptı. Ayrıca TRT TV 2 için, Halk Çalgıları Orkestrası ile çok seslendirilmiş düzenlemeler ve çekimler yaptı.1983 yılında, AKM’de, Azerbaycan’ın ünlü opera sanatçısı Lütfiyar İMANOV’la solo konser verdi.Yine 1984 yılında, AKM’de, Tar ve piyano düet konserini yaptı.Yurtiçi ve yurtdışında, “Folk Müzik”festivallerinde, Türkiye’yi temsil etti.1984-85 yılları arasında, Bakü konservatuarı Tar öğretmeni Ramiz GULİEV’le (Prof.) Tar tekniği ve muğamlar üzerine çalışmalar yaptı.1989 yılında, klâsik kemençe sanatçısı Nevbahar ÖZEL’le “MÜZİK YOLCULARI” adlı Pop Folk grubunu kurdu ve iki albüm çıkarttı.Yine 1989 yılında, İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde MASTER yaptı. Aynı yıl Norveç’in Fagernes kasabasında düzenlenen “EBU FOLK MUSIC FESTIVAL”inde, Türkiye’yi temsil etti ve solo icrâda birincilik aldı.1990 yılında ise Raks Müzik’ten “Azerbaycanım” adlı kadîm mahnılardan oluşan bir vokal albüm çıkarttı.1991-1994, 2009-2011 yılları arasında İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda Tar öğretmeni olarak görev yaptı.1996-1998 yıllarında, Flamenko gitar sanatçısı Ilgaz BENEKAY’la, Flamenko ve caz denemeleri üzerine çalışmalar yaptı.1998’de, PERA Güzel Sanatlar Merkezi’nde, TAR-PİYANO ve TAR-GİTAR düetlerinden oluşan resitaller verdi.1999-2001 yıllarında, Ricardo MOYANO ile Latin Amerika folk müziği ve Latin caz üzerine deneme çalışmaları ve stüdyo kayıtları yaptı.2000 yılında, DMC müzik firmasına, Azerbaycan’ın ve Kerkük’ün halk müziklerinden oluşan, düzenlemelerini de kendisinin yaptığı “KERKÜK HAVALARI ve AZERBAYCAN RENKLERİ” adlı iki albüm yaptı.Yine 2000 Mayıs ayında, TRT’den canlı olarak yayınlanan “BAHAR KONSERİ”nde, TRT Ankara Yaylı çalgılar ODA ORKESTRASI eşliğinde solo konser verdi.2003 Mayıs ayında, “Compliation for 18th EBU WORLD MUSIC WORKSHOP” çerçevesinde solo konserler verdi.2008 yılında, “TÜRK KARMA KÜLTÜRLER TOPLULUĞU”nu kurdu ve 01 Haziran’da, “28. Dünya Hemofili Kongresi Açılış Seromonisi”ni Lütfi Kırdar salonunda gerçekleştirdi.2010 Ekim ayında, A.K Müzik’ten “TARİSTANBUL” adıyla etnik-caz tarzında albüm çıkardı.21 Aralık 2010’da, İKSV konser salonunda, “NEVCİVAN ÖZEL PROJECT” konserini gerçekleştirdi.15 Aralık 2011’de, Katar Doha’da, “MAGIC LUTES” projesinde Katar Filarmoni orkestrasıyla konser verdi.24 Aralık 2011’de, CRR konser salonun da “TARİSTANBUL” konserini verdi.16 Şubat 2012’de, Sefaköy Kültür Merkezi’nde bir RESİTAL verdi. 31 Ocak 2013’te, CRR konser salonunda “Nevcivan Özel Project – Makamların Dilinden İki Mızrap İki Nefes” konserini verdi.Halen TRT İstanbul Radyosu’nda, tar sanatçısı olarak görevini sürdürmekte, uluslararası konser projelerine katılmakta, etnik caz üzerine çalışmalarını sürdürmekte ve tar dersleri vermektedir.

Bulgaristan’ın Enerji Politikası Bulgaristan‘ın enerji politikası-“The Economist” dergisinin Sofya Balkan Oteli’nde düzenlediği “4. Uluslararası AB Güneydoğu Avrupa” iş forumuBulgaristan Enerji Bakanı Temenujka Petkova Bulgaristan‘ın enerji politikasıEnerji Bakanı Petkova: “Bulgaristan’ın enerji sektöründeki ana önceliği ülkenin Yunanistan doğal gaz boru hattı ağına bağlanmasıdır”SOFYA (AA) – Enerji Bakanı Temenujka Petkova, “Bulgaristan’ın enerji sektöründeki ana önceliği ülkenin Yunanistan doğal gaz boru hattı ağına bağlanmasıdır” dedi. The Economist dergisinin Sofya Balkan Oteli’nde düzenlediği “4. Uluslararası Avrupa Birliği (AB) – Güneydoğu Avrupa” iş forumuna katılan Petkova, ülkenin komşuları Yunanistan, Sırbistan, Romanyave Türkiye ile ara doğal gaz bağlantılarını inşaatına büyük önem verdiğini bildirdi.”Hükümetimiz, komşu ülkelerimizin ulusal doğal gaz dağıtım sistemleri ile ara bağlantıları sağlayacak tüm projelere destek veriyor” diyen Petkova, her bir proje ile ilgili çalışmaların titiz olarak sürdürüldüğünü ifade etti.Petkova, “Bulgaristan’ın enerji sektöründeki ana önceliği ülkenin Yunanistan doğal gaz boru hattı ağına bağlanmasıdır. Bu projenin gerçekleştirilmesi büyük önem sahibi olup ülkemizin doğal gaz teminatı konusunda çeşitlendirme çabalarımız konusunda sonuç sağlayacak” ifadesini kullandı.Yunanistan ile bir aya kadar ilgili sözleşmenin imzalayacağını umut

ettiğini belirten Petkova, projenin lehine ülkenin 2015 bütçesinde 80 milyon avroluk teminat parası ayrıldığının ve ihtiyaç duyulursa teminata 30 milyon avro daha eklenmesi mümkün olabileceğini söyledi.Temenujka Petkova, Romanya ile ulusal doğal gaz dağıtım sistemlerini birbirine bağlayacak projeden 2 kilometrelik bir boru hattı inşaatının tamamlanması gerektiğini ifade etti.Petkova, Komşu Sırbistan ile bağlantıların konusunda Avrupa Birliğinin finansmanına dayanan “Rekabetedebilrililik Programı” üzerinde gerekli olan tüm çalışmaların harekete geçirildiğini dile getirdi.Türkiye ile ilgili çalışmaların da “aktif olduğunu” belirten Petkova, AB’nin projelendirme öncesi süreci için finansman 190 bin avroluk bir ön finansmanın sağlandığını, projenin genel finansal çerçevesinin de oluşturulması beklendiğini söyledi.Bakan Petkova, Bulgaristan‘ın sadece kendisine ait değil, tüm Güneydoğu Avrupa bölgesinin doğal gaz temin etme ve dağıtım kaynaklarının çeşitlendirilmesine gayret gösterdiğini açıkladı.Shell’in Bulgaristan‘ın Karadenizsularındaki Silistar bölgesinde sondajlara başlayacağını, bölgenin hemen yanındaki Romanya karasularında doğal gaz bulunması Bulgaristan için umut verici olduğunu ifade etti.Derginin, “İstikrar ve Büyümeye Doğru Geri Sayım” konulu konferansına Güneydoğu Avrupa‘nın finans, iş sektörü ve akademik çevreleri temsilcileri katıldı.

Bulgaristan Balkanlar’da istikrar faktörüdür

Balkan yarımadasındaki ülkeler arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin gelişimi Bulgaristan için önem taşımaktadır. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, Bulgaristan-Arnavutluk iş forumunun açılışında bu sözleri sarfetti. Devlet Başkanı, globalleşen dünyada geleceğin, ayrı ülkelerde değil bölgelerde, ortak yönde yürütülen çalışmaların işbirliğinde, Balkanlar’ı Avrupa’da hak ettikleri

yere götürecek ve herşeyden önce bölgenin gelişimini destekleyecek ortak amaçlarda olduğunu belirtti. Bulgaristan’ın Balkanlar’da istikrar faktörü olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Plevneliev, ülkemizin bölgenin ekonomik gelişimini ve yatrımlarını, bölgedeki ülkeler arasında entegrasyonun yoğunlaşmasını etkin bir şekilde desteklediğinin

8 bin yıllık şehir Sofya’da turistleri ağırlayacak Sofya’nın doğusunda bulunan Slatina semtinde 8 bin yıllık neolit çağına ait yerleşim yerin kalıntıları keşfedildi. Uzmanların, kalıntıların kesin turisitik atraksyona dönüşeceğini söylüyor. Burada ilginç olan da şehirde 9 çok büyük bina temellerinin keşfedilmesidir. Bir zaman-

lar burası 80 dekarlı bir alanmış. Elde edilen eserler arasında yüzlerce bıcak, deriyi temizlemek için aletler, oraklar ve dokuma tezgahları için ağırlıklar yer alıyor. Bütün bunlar kapılarını yeni açan Sofya Tarihi Müzesinde sergilenmektedir.

niz Üniversitesi” Varna yolunda. Eylül sonunda Varna limanına demir atacak olan gemi, Bahama adaları bayrağı altında yüzüyor. Gemide 600 kişi rahat bir şekilde yolculuk yapabiliyor. “Denizde sömestre” prog-

öğrenim görüyor. Bu programa ABD’nin 300 kolejinden gençler katılıyor. ABD Virginia Üniversitesi söz konusu deniz yolculuğunun da sponsorudur.

Amerakalı öğrencilerini taşıyan “World Odyssey” gemisi Varna limanına demir atacak “World Odyssey” gemisinde yer alan “De- ram çerçevesinde üniversiteliler, 20 dalda

Balkan ülkeleri ile Türkiye arasında köprü olan RUMELİSİAD, üyesi bulunan 60’ın üzerinde işadamıyla Bulgaristan’a çıkarma yaptı. Balkan ülkeleri ile Türkiye arasında köprü olan RUMELİSİAD, üyesi bulunan 60’ın üzerinde işadamıyla Bulgaristan’a çıkarma yaptı. Bulgar işadamlarıyla ikili görüşmeler yapan işadamları, RUMELİSİAD üyelerinden Aktaş Holding ve İmak’a ait fabrikaları gezdi. Bursa ve Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle arasında bir köprü vazifesi görerek kültürlerarası bağların ve karşılıklı ekonomik ilişkilerin güçlenmesinde büyük rol üstlenen RUMELİSİAD, üyesi bulunan 60’ın üzerinde işadamını, Bulgar işadamlarıyla iş ilişkilerini arttırmak amacıyla Bulgaristan’a götürdü. Bulgaristan’da ilk olarak Filibe Başkonsolosu Alper Aktaş’ı ziyaret eden RUMELİSİAD Başkanı Erol Kılıkçıer ve işadamları, bölgede bulunan soydaşlarının sıkıntıları ile ilgili her zaman desteğe hazır oldukları mesajını verdi. RUMELİSİAD’ın Bulgaristan kökenli iş adamlarının çoğunlukta olduğu bir dernek olarak faaliyetlerini sürdürdüğü-

nü ifade eden ve Bulgaristan’da soydaşlar için yaptıkları projeler hakkında Filibe Başkonsolosu Alper Aktaş’a bilgi veren RUMELİSİAD Başkanı Erol Kılıkçıer, iki ülke işadamlarının iş ilişkilerini arttırmak için yaptıkları gezinin dostluk köprülerini de sağlamlaştıracağını söyledi. Ziyaretten memnuniyetini dile getiren ve RUMELİSİAD’nın Balkanlardaki etkin çalışmaları için teşekkür eden Filibe Başkonsolosu Alper Aktaş’a RUMELİSİAD Başkanı Erol Kılıkçıer, plaket takdimi gerçekleştirdi. Filibe’de şehir turu da yapan işadamları, BULTİŞ, Aktaş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Şahap Aktaş ile İMAK Yönetim Kurulu Başkanı Erdinç Kırcımanoğlu’nun Bulgaristan’daki fabrikalarını gezerek incelemelerde bulundu. Etkinliklere katılan Filibe’ye bağlı Parvomay Belediye Başkanı Angel Papazov ise RUMELİSİAD Başkanı Erol Kılıkçıer’e onur beratı takdim etti.

Seçime Gidiyoruz

Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitaba uyacağız.” Dünyada en kolay şey söz vermek, En zor şey de verilen sözü tutmak. Aranızda bunu bilmeyen olmasa da, hayatın her gün yeni baştan yaşandığını düşünürsek, en kolay vaatlerin bile hemen yerine getirilmesi istendiğinde, sık sık büyük pot kırılabiliyor. Her milletin sabır darcığının da farklı olduğunu bilirsiniz. Biz Türkler sabretmekten haz alırız. Sabırlı milletiz. Çingeneler ise, vaat edilenin hemen olmasına tez canlıdırlar. Seçime giderken, yeni politikacılar Çingeneleri mahalle ortasına toplayıp “cak”, “cak” yapmaya başladığında, bazen desti suyolunda kırılıyor. Geçen gün, Borovets (Çak Koru) kayak merkezinin bağlı olduğu il şehri olan Samakov Çingene mahallesinde olay oldu. Bir Çingene genç HÖH partisi tarafından Belediye Meclis üye adayı gösterilince, hemen “ben meseleyi hallederim, artık elektrik faturası ödemeyeceksiniz” sözünü ağzından kaçırmış. Sen misin bunu deyen, öküz altında buza arayan “NOVA” tv çökmüş mahalleye. Mahalleli onun “dediği dediktir.” Biz arkasındayız! “Ne istiyorsunuz, istediğimizi seçeriz!” çığlıklarıyla özgürlük savaşçıları havasına girip gazetecileri, kamaracıları, TV şoförlerini öyle bir benzetmişler ki, sorma! Türklük zamanlarında Çam Koru olarak bilinen Rila Dağı’nın bir günü bir ömre bedel güzellim yamaçlarında, isyan etmek de, bir o kadar güzel olsa gerek. Kavganın sonu yok. HÖH-DPS partisi şehir meclisi adayı, halkın oylarıyla, gönül razılıyla “hayır” yoluna girerken birkaç kitap okumuş. Bunlardan birinde bir dervişin şu sözlerine rastlamış: “Gençliğinde hayır işle, bu senin için ihtiyarlık devrinde işleyecek olduğun hayırlardan daha hayırlıdır.” Genç adayın bundan böyle elektrik faturası ödemeyeceksiniz sözü anında geçerli olan bir iyilik olarak kabul edilmiş ve tutmuş. Sofyalı gazeteciler ise, bu işte “rüşvetle oy toplama” sezdikleri için, büyü bozarken pataklanmışlar. Bağrış çağırışı içiten parti Genel Başkanı Lütfü Mestan olaya müdahale edip meclis üyesi adayından vazgeçmiş. “Kir gider su durulur” deyen bakımcı Çingene karıları, Mestan’a “hile ve kötülüklerden temizlen,“ nasihatinde bulunurken “elektrik dediğin nedir ne içilir, ne yeniz, oncağızı bari bedava veriverin” demişler. Bu olay böylece geldi geçti derken, mahalle Çingenelerinin karılı kızanlı, dedeli nineli, sopa ve yumrukla saldırıp meşe yarması gibi gazetecilerle başa çıkması, başkent merkezlerindeki bazı görevlilerin dikkatini çekmiş. Hemen mahalleye dönün ve okuma yazması olan Çingenelerin kulübelerinde bulduğunuz kitapları toplayıp inceleyin, son 6 ayda mahalleye girip çıkan yabancıların listesini çıkarın, demişler. Mahalleyi alt üst eden sivil polisler “Arıların Saldırısı” ve “Karıncaların Savaşı” adlı yerden yere değiştirmekten ve nemden iyice sararmış iki kitap bulmuş. “Arıların Saldırısı” birinci sayfa “arılar birlikte saldırır ve savaşı her zaman kazanır” sözlerinin altı kırmızı kalemle çizilmiş, rapor etmiş. İkinci kitabı okuyan görevli “saldıran karıncalar gerilemez ve bölünmez” cümlesine işaret etmiş. Polisler bu kitabı Güney Afrikalı bir yazarın yazdığını ve 20 yıl önce Bulgar diline çevrildiğini ve Samakov basım evinde 500 nüsha basıldığını tespit edince, vicdanen rahatlamışlar. Asker nizamı görmemiş Çingenelerin ilk çığlıkta toparlanıp arılar gibi saldırırken asla gerilemediği sırrını böylece çözmüşler. “Arıların Saldırısı” ve “Karıncaların Savaşı” kitapları çok tehlikeli yabancı kitaplar listesine alınmış ve 498 nüshanın bulunup toplatılması emredilmiş. Şimdi arıyorlar. Kuşkusuz bu arama tarama işinin derinleştirilmesi gerekecek, çünkü elektrikle ısınmayan Çingene haneleri odun kömür yakıyor ve bu kitaplarla ocak tutuşturmuş olabilirler. Çingene karılarına “Sizde bu kitap var mı?” diye sormuşlar. Aldıkları cevap: “Ne soruyor bu maaa!” Çingene sülalelerinin birlikte yürüyüşü, beraber saldırıya geçmesi, hücumda yumruklansalar ve yaralı düşseler bile gerilemeyişleri Girmen’de ve Varda’da da gözlendi. Bizde Çingene şerefi nedir bilinmiyor. Kendilerine sorulduğunda, kötülük yapmazsak bir şey olmaz, diyorlar. Kötülüğü ise bıçak kullanma ve kan dökme olarak niteliyorlar. Memlekette Çingene hareketlenmesi başlayalıdan beri toplumun kutuplaşması derinleşti.


8

B U LT Ü R K

Bulgaristan Türklerinin Sesi

G E C E S İ N D E N


Bulgaristan T端rklerinin Sesi

9


10

E m i n e BAYRAKTAROVA

Bulgaristan’da, günümüze ulaşan 500 Osmanlı eseri mevcut Bulgaristan Başmüftülüğü’nün düzenlediği “Dini ve Kültürel Mirasın Korunması” adlı konferansta konuşan Dr. Emine Bayraktarova, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da 15 bin 846 adet mimari yapı inşa ettiğini aktardı. Sofya’daki İslam Enstitüsü öğretim görevlisi olan Bayraktarova, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin tespitlerine göre; Bulgaristan’da İslami mimari eserlerin sayısının 3 bin 399 adet olduğuna değindi. Bayraktarova, “1980’li yıllarda, günümüze 80-150 arası eser ulaştığı tahmin ediliyordu, fakat 20012004 yılları döneminde yapılan incelemelerde Bulgaristan’da 518 Osmanlı eserinin ayakta olduğu tespit edildi.” diye konuştu. Ayverdiye’ye göre, 1879 yılına kadar Bulgaristan’da 2 bin 356 adet cami-mescit, 142 medrese, 273 mektep, 174 tekke-zaviye, 42 imaret, 116 han, 113 hamam-ılıca-kaplıca, 27 türbe, 24 köprü, 16 kervansaray, 74 çeşme, saat kuleleri, hastaneler, bedestenler, kütüphaneler ve çeşitli sanat eserleri bulunduğu tespit edilmiştir. Konferansta Sofya Üniver­si­te­ si’nde Arap Dili Öğretim Görevlisi olan Dr. Galina Evstatieva, İslam sanatının bölgesel stil özellikleri ile alakalı konuşmasında, İslam sanatının Müslümanların estetik anlayışından ileri geldiğini ve Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s) “Allah güzeldir, güzeli sever” Hadis-i Şerifi’nden hareket ederek geliştiğini kaydetti. İslam’ın geniş bir coğrafyaya yayıldığı için tek tip bir mabet şekli beklemenin düşünülmez olduğunu ifade eden Evstatieva, “Kurtuba’daki cami ile Delhi’deki camii bir tutamazsınız. İslam’ın genişlemesiyle birlikte yerel halkın estetik anlayışı cami yapımına yansıyor.” diye konuştu. Müslümanların kullandığı süsleme sanatları arasında kuşkusuz en zarif olanının kaligrafi sanatı olduğunu savunan Evstatieva, canlıyı resmetmemek şartının İslam’da kaligrafiyi (hat sanatı) çok ileri dereceye taşıdığını kaydetti.

İslam kültürü uzmanı, “Hat sanatı, manevi dünyanın bir parçası kabul edilmektedir. Hat sanatı sayesinde Allah’ın kelamıyla, yine Allah’ın yarattıkları tasvir ediliyor.” ifadesini kullandı. İslamda tek tip bir cami anlayışı olmadığının altını çizen Evstatieva, camilerin bölgeye göre farklılık arzettiğini, fakat zaruri mimari unsurların korunduğunu aktardı. Müslümanların cami prototipi Mescid-i Nebevi olduğunu aktaran Evsttatieva, “Dinde cami prototipi Muhammed (s.a.s)’in Yesrib’e ( Medine) geldiğinde yapılan Peygamber camiidir. Bu sade yapının sütunları hurma kütüklerinden, çatısı hurma dallarından yapılmış, duvarları ise taşlarla örülmüştü. Peygamber, minber olmadığından Cuma hutbelerini bir ağaç kütüğünün üstünde gerçekleştiriyordu. İşte bu cami, her camide olması gereken zaruri unsurları ortaya koyuyordu. Bunlar ibadet yeri olan sahn, avul içi haram, mihrap ve minberdir.” sözlerine yer verdi. İslam sanatı uzmanı, “Bu ilk sade yapıda minare yoktu. Bilal Habeşi, yüksek bir yere çıkarak ezan okuyordu. Esas minare yapımı ise 8’inci yüzyıldan itibaren geliştirildi, çünkü mescit genişletilmeye başlanınca ezan her tarftan duyulmaz oldu. Dolayısıyla zaruri unsurlar kullanılark dünyanın dört bir tarafında Müslümanlar kendi kültür farklılıklarına göre farklı camiler yapmışlardır. Mesela Samokov’da Bayrakli Camii’de gaytanlı kemerler göze çarpmaktadır.” dedi. Genel olarak 5 cami tipinden söz eden Evstatieva, sütün tipi camiler (Şam’da Büyük Cami), kubbe tipi camiler (Süleymaniye Camii), ayvan tipi camiler (Orta Aysa), üçlü kubbeli camiler (Hindistan) ve Çin camilerini misal gösterdi.

Balkan Üniversiteleri Edirne’de Buluştu

Balkan Üniversiteler Birliğinin 2’incisi 57 farklı Balkan Üniversitesindeydiniz katılımıyla Trakya Üniversitesi (TÜ) Balkan Araştırma Enstitüsü’nde gerçekleştirildi. Balkan Üniversiteler Birliğinin 2’incisi 57 farklı Balkan Üniversitesindeydiniz katılımıyla Trakya Üniversitesi (TÜ) Balkan Araştırma Enstitüsü’nde gerçekleştirildi. Balkan Üniversiteler Birliğinin 2’inci toplantısı TÜ Balkan Senfoni Orkestrası verdiği Balkan esintileri konseriyle başladı. Üniversiteler birliği toplantısına Balkan Üniversitelerinin rektörleri katıldı. Balkan Üniversiteler Birliği’nin Başkanı TÜ Rektörü Prof. Dr. Yener Yörük açılış konuşmasında Eylül 2014 yılında Balkan Üniversiteler birliğinin ilk toplantısını gerçekleştirdiklerini söyledi. TÜ Rektörü Yener Yörük,”Toplantının ilkini TÜ’de gerçekleştirdiklerini ifade ederek, şöyle devam etti: “11 Balkan ülkesinden 36 Üniversite katılımıyla bu organizasyonu yapmıştık. O günkü toplantıda kararlaştırdık Balkan Üniversiteler Birliği’ni, başkan ola-

rak da ben seçildim ama kalıcı sekreterliği Edirne Trakya Üniversitesi olarak kurulmuştu. Kararımızda başkan her yıl değişecek, 2016 yılında bayrağı Sofya Rektörü İvan İçeve devredeceğim. Bugün ikincisini gerçekleştiriyoruz, Balkan Üniversiteler Birliği’nin, bugün itibari ile bize 21 üniversite daha katıldı. 13 Balkan ülkesinden toplamda 57 üniversiteye kavuştuk. Her yıl büyüyoruz. Balkanlarla ortak çok noktalarımız var. Balkan Üniversiteler Birliği’nin de hedefi üniversiteler arası işbirliğini artırmak, öğrenci ve öğretim üyesi değişimini sağlamak, aralarında kurdukları bağları güçlendirmek, kütüphaneciler birliği ile bilgi alışverişini artırmaktır.” “BALKAN SPOR OYUNLARI GERÇEKLEŞTİRMEK İSTİYORUZ” TÜ Rektörü Prof Dr. Yörük, “Bugün Balkan Spor Oyunlarını teklif edeceğiz, eğer kabul edilirse ilkini biz Edirne’de gerçekleştirmek istiyoruz. Bu büyük organizasyonu yapmak Trakya Üniversitesi’nin gücünü gösteriyor. TÜ bunun altından çok kolaylıkla üstesinden gelebiliyor. Misafir rektörlerin izlenimleri ve görüşleri olumludur” dedi.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

A B ‘ A çı k Ka p ı S i y a s e ti ’ n i B i t i r i y o r

Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanları, sığınmacı krizine çözüm yollarını olağanüstü zirvede ele aldı. Birlik’in dış sınırlarında yaşanan kaosa son vermeyi hedefleyen kararlar alındı. AB liderleri Brüksel‘deki zirvede belli başlı iki noktada uzlaşmaya vardı. Bir yandan birliğin dış sınırlarını daha iyi kontrol altına alacak önlemler kararlaştırıldı. İltica başvurusunda bulunanların sevk edileceği “hotspot” adı verilen büyük ve hızlı kabul merkezlerinin kurulması konusunda mutabakata varıldı. Kasım ayı sonuna kadar İtalya veYunanistan‘da bu tür merkezler inşa edilecek. Almanya Başbakanı Angela Merkel,Bulgaristan‘da da bir kabul merkezi kurulacağını söyledi. Sığınmacı yardımı ikiye katlandı AB liderleri ayrıca sığınmacılara sağlanacak yardımı önemli ölçüde artırma kararı aldı. ABKomisyonu, sığınmacılara yardım için bu yılın başında öngörülen bütçeyi ikiye katlayarak 9 milyar 200 milyon euroya çıkardı. Türkiye’ye sığınmacılar için 1 milyar euroya varan yardım yapılması öngörülüyor. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın 5 Ekim’deBrüksel‘de temaslarda bulunacağı açıklandı. Afrika ülkelerine 1,8 milyar euro aktarılacak.AB‘nin dış sınırlarının korunmasından sorumlu kurum Frontex’in bütçesi de artırılacak. AB yardım parasını Dünya Gıda Programı (WFP) ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) aktaracak. ‘Açık kapı siyaseti’ bitiyor AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, “Açık kapı siyasetimizi düzeltmeliyiz. Dış sınırlarımızdaki kaos son bulmalı” diye konuşurken, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, “Gerginlikler ortadan kalkmadı, ama bunlar zirvede herhangi bir rol oynamadı” diye konuştu.

İtalya Başbakanı Matteo Renzi de, “Sığınmacı sorunu artık belli üye ülkelerin sorunu olmaktan çıktı. Avrupalıların tamamını ve tüm Avrupa kurumlarını ilgilendirir hale geldi” dedi. Zirvede Orban tartışması Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın çıkışı zirvede tartışmaya yol açtı. Orban, toplantıdaAB‘nin dış sınırlarını oluşturan Yunanistan‘a ilişkin bir karar alınmamasını eleştirdi. Sığınmacıların uluslararası düzenlemeleri hiçe sayarak Yunanistan‘a gelmeye devam edeceğini kaydeden Orban, AB üyesi Hırvatistan ile sınırları kapatma tehdidinde bulundu. Sınıra tel örgü çekme kararını savunan Orban, “Tel örgü istenmiyorsa sorun değil. Biz de sığınmacıların Avusturya ve Almanya istikametinde yollarına devam etmelerine izin veririz” dedi. Macaristan ve Avusturya liderleri atıştı AB Konseyi Başkanı Tusk, bazı noktalar üzerindeki görüş ayrılığının devam ettiğini söyledi. Tusk, “Macar ve Avusturyalı başbakanın tartışması hararetli geçti” dedi. Macaristan, sığınmacıları kayıt altına almadan Avusturya‘ya gönderdiği için eleştiriliyor. İltica başvurularını düzenleyen Dublin Sözleşmesi böylece ihlal edilmiş oluyor. Merkel: ‘Tel örgü sorunları çözmez’ Almanya Başbakanı Angela Merkel ise, tel örgünün sorunları çözemeyeceğini belirterek, sığınmacıların iltica edecekleri ülkeyi seçemeyeceklerine dikkat çekti. Merkel, Orban’la ilgili tartışmada şunları söyledi: “Mutabık kaldığımız, farklı düşündüğümüz noktalar var.AB dış sınırlarının korunmasının kaçınılmaz olduğu konusunda hemfikiriz.” AB devlet vehükümet başkanları üç hafta sonra düzenlenecek zirvede sığınmacı krizini tekrar ele alacak.

Bulgaristan Başbakanı Borisov’dan E d i r n e V a l i s i Ş a h i n ’ e Te ş e k k ü r Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Avrupa‘ya gitmek üzere Edirne‘ye akın eden Suriyeli sığınmacıları ikna yöntemi ile istedikleri illere geri gönderen Edirne Valisi Dursun Ali Şahin‘e minnettar olduğunu söyledi. Bulgaristan‘ın Varna kentinde düzenlenen ‘Ulaştırma Bakanları’ forumunda konuşan Başbakan Boyko Borisov, “Edirne Valisi Dursun Ali Şahin‘e minnettarım. Her iki tarafın birlikte çalışmaları için elinden gelen her şeyi yapıyor” dedi. Edirne Valisi Dursun Ali Şahin de konu ile ilgili yaptığı açıklamada, “Avrupa’nın

değişik ülkelerine gitmek üzere ilimize gelen 16 bin Suriyeli sığınmacıyı herhangi bir olumsuzluğa meydan vermeden ikna yöntemi ile istedikleri illere otobüslerle geri gönderdik. Bunun üzerine Bulgaristan İçişleri Bakanlığı Müsteşarı bizzat Edirne‘ye gelerek teşekkür etti. Ardından ise Bulgaristan Başbakanı yaptığı açıklamalarda bizzat isim vererek minnettar olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan‘da gelişmeleri an be an takip ederek bizlerden bilgi aldı. Biz insani olarak elimizden geleni yaptık” ifadelerini kullandı

Güneydoğu Avrupa ve Balkan Haber Ajansları Saraybosna’da Buluştu Güneydoğu Avrupa Haber Ajansları (ABNASE) kuruluşunun 20’inci yıl dönümü kapsamındaki yıllık toplantısı Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna‘da başladı. Bosna Hersek’in Federal Haber Ajansı (FENA) ev sahipliğinde gerçekleşen toplantıya, Anadolu Ajansı (AA), HİNA ( Hırvatistan), BTA ( Bulgaristan), ATA ( Arnavutluk) ve TANJUG ( Sırbistan) yetkilileri katıldı. Bosna Hersek’in iki entitesinden birisi olan Bosna Hersek Federasyonu’nun Başbakanı Fadil Novaliç, toplantıda yaptığı açılış konuşmasında toplantıya katılan haber ajansı yetkililerine hoşgeldiniz diyerek, “Medya olmasaydı ne yapardık bilmiyorum” dedi. Novaliç, medya kanallarının kamuoyuna sunduğu bilgilerin “doğru ve gerçek” olması gerektiğine işaret ederek, “Medya kanalı olarak haber ajanslarının varlığı son derece önemlidir. Medyada ajans gibi ‘doğrulama faktörü’ olmasaydı, hükümetlerin sonu otokrasinin bir çeşidi olurdu” şeklinde konuştu. AA Balkanlar için oldukça önemli AA Avrupa ve Amerika Bölge Direktörü Ural Yeşil de AA Balkanlar Bölge Müdürlüğü’nün başkent Saraybosna‘da üç sene önce açıldığını anımsatarak, bölgede karşılaştık-

ları en büyük sorunun küreselleşme olduğunu söyledi. Dünyadaki medya kanallarının çökmesi halinde ajansların kamuoyuna haber dağıtmaya devam etmesi gerektiğine işaret eden Yeşil, “Ajans haberciliği pahalı bir sektör olduğu için bir anlamda gelişmeyi sınırlamaktadır ama biz her şeye rağmen gelişmeye devam edeceğiz” dedi. Yeşil, AA’nın dokuz dünya dilinde yayın yaptığını belirterek, “Geçtiğimiz yıldan bu yana Arnavutça ve Farsça dillerinde yayına başladık. Balkan bölgesinde çalışan ekip arkadaşlarımızın neredeyse hepsi bölge ülkelerin vatandaşlarıdır. Bizim için önemli olan miktar değil kalitedir” diye konuştu. Bosna Hersek Federasyonu Haber Ajansı FENA Müdürü Faruk Boriç ise, bölge haber ajanslarının 1995 yılından itibaren işbirliği içerisinde olduklarını belirterek, AA gibi önemli haber ajansının Balkanlarda varlık göstermesinin bilgi akışı anlamında başta ulusal ajanslar olmak üzere küçük çaptaki ajanslar için de oldukça faydalı olduğunu kaydetti. ABNASE’nin kuruluşunun 20. yıl dönümü kapsamında düzenlenen toplantı 4 Ekim‘de sona erecek.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

B i l e

Alptekin CEVHERLİ B i l e

L a d e s

Geçtiğimiz Cumartesi Ankara’da patlayan bombalar ile 102 vatandaşımızı kaybettik. Ondan önce de Suruç’ta 32 vatandaşımız benzer şekilde katledilmişti. Suruç ile Ankara bombalamaları arasında geçen süreçte ise gazetelerin dediğine göre asker, polis, korucu ve sivil vatandaşımız olmak üzere 420 vatandaşımız terör saldırılarında şehit oldu. Bunun yanı sıra güvenlik güçlerimizce yapılan operasyonlarda öldürülen PKK’lı terörist sayısı 1000’i zannediyorum aştı. Ülke olarak 3 ay gibi kısa bir sürede çok korkunç bir can kaybımız var. Bunun sorumluları aslında herkes tarafından biliniyor. Çingeneyi bir köşede kıstırmışlar başına başına vuruyorlarmış, o da bağırıyormuş; “Ah arkam, ah arkam” diye. Dövenler dayanamayıp sormuş, “Biz senin başına vuruyoruz, sen arkam diye bağırıyorsun. Ne iş?” Çingene cevap vermiş, “Arkam olsa siz böyle beni dövebilir miydiniz? Onun için arkam, arkaaam diye bağırıyorum!” Aslında alan belli, satan belli… Olan ise insanımıza oluyor. Baş katiller ise Moskova’da, Vaşington’da Paris’te, Londra’da, Tel Aviv’de ve Tahran’da keyif çatıyorlar. Türkiye’nin biraz daha güneyini de hesaba katarsak son üç ayda ölen Müslüman sayısı sanırım 50 bine yaklaşmış olabilir. Denizlerde boğulanlar hariç… İnsan canı bu kadar mı ucuz olabilir… ABD’nin iki askeri öldü diye Libya’yı bombaladığı günleri, İsrail’in bir askeri için Lübnan’ı dümdüz ettiğini, Rusya’nın birkaç soydaşı öldü diye Ukrayna’nın üçte birini işgal ettiğini daha unutmadık. Başlıkta “Bile Bile Lades” dedik. Neden biliyor musunuz? Bunun olacağı belliydi de ondan. Nasıl mı? Geçen hafta Rus Savaş Uçakları Türk Hava Sahasını birkaç kez ihlâl etti. Silâhlı Kuvvetlerimiz ve Hükümetimiz, itidalli davranarak karşılık vermedi, iyi de yaptı. Çünkü ilk tetiği çeken olarak sonu belirsiz bir maceraya sürüklenebilirdik. Belki de zaten istenen buydu! Ama bu ihlâl, bir tahrik olmanın ötesinde, tepki süresini ve kapasitesini ölçme maksadıyla da yapılmış olabilir elbette. Hatırlarsanız Hollanda, Almanya ve ABD başta olmak üzere NATO’nun Güneydoğu Anadolu’muza konuşlanmış bulunan hava savunma sistemleri ani bir kararla geri çekilmeye başlandı. Güya süreleri doldu ve tehdit ortadan kalktı… Oysa o sistemlerin geldiğinde ne Suriye’nin (Esed’in) Türkiye’yi vurma gücü vardı. Ne de İŞİD diye bir örgüt vardı. Milyonda bir ihtimale karşı gelen hava savunma sistemleri; pat diye Rus Savaş uçakları burnumuzun dibine gelip Türk semalarını ihlâl edince bir anda geri döndüler. Haydi, geri dönüş kararı önceden alınmıştı diyelim. Peki, NATO’nun düşmanı olan (en azından bizim öyle bildiğimiz) Rusya’nın savaş uçakları bir NATO üyesi olan ülkenin hava sahasına tecavüz edince, çekilme işleminin durdurulması gerekemez mi? Ama hâlâ Batılı müttefiklerimizin askerleri ‘aylardır’ bölgeden kaçıyorlar. Bir de dalga geçer gibi, siz çağırırsanız en fazla 48 saat sonra yardımınıza yetişiriz diyorlar. İncirlik Askeri üssündeki ABD askerlerinin aileleri ABD’ye geri gönderiliyor. Batılı ülkeler, Türkiye’deki vatandaşlarına dikkatli olun ve Türkiye’yi terk edin, Türkiye’ye geleceklere de gitmeyin diyorlar. İnsan acaba, ABD ve Rusya anlaştı da Suriye’yi ikiye paylaştılar ve Türkiye bir sorun çıkarabilir diye nabız mı yokluyorlar diyor… Veya bölgemiz haritası yeniden dizayn edilmek üzere masada görüşüldü de, uygulamaya mı geçildi? Ama şu unutulmamalıdır ki; 1918’de Osmanlı Devleti haritasını masaya yatırıp pay kapmaya kalkanlar nasıl bir Osmanlı tokadı yediyse; 2016’nın Türkiye’si bundan çok daha ağırını suratlarına indirir de bu kez kendileri de bir daha iflah olamazlar, bizden söylemesi. Kendi düşen ağlamaz!

Yabancı uçaklar mı hava sahamızı savunacak?

Geçtiğimiz hafta içinde bir olay, istifa verme, isteme ve geri çekmeye neden oldu. Bu olay, Savunma Bakanlığı’nın Savunma Yasası’ndaki değişiklik tasarılarıdır. Bunlara göre Bulgaristan Cumhuriyeti’nin hava sahasının savunması, Bulgaristan Ordusu tarafından tek başına veya müttefik ülkelerin silahlı kuvvetleri ile birlikte gerçekleşiyor. Derhal sert tepkiler verildi. Özerklik kaybından, NATO çerçevesinde Bulgaristan hava sahasında Türk uçaklarından söz edilmeye başlandı. BSP ve Ataka partisi, Savunma Bakanı Nençev’in istifasını istedi. Ama Askeri Hava Kuvvetleri komutanı General Rumen Radev istifasını bastırdı. Acaba askeri hava kuvvetlerimizdeki sorunlar nelerdir ve nelerden kaynaklanıyor. General Radev’in gerekçeleri şöyleydi: – Air Policing çerçevesinde ve askeri hava eğitimi için uygun avcı uçaklarının sayısı yetersizdir, –Hazırlıklı uçak havacılarının sayısı azalıyor, – Savunma Bakanlığı’nın MiG29 uçaklarının tamiratı ve tedariki için sözleşmeler için süreler yerine getirilmiş değildir ve zamanda belli değildir, –Ekibinin geliştirdiği yeni sa-

vaş uçağının alınması projesi, Bakanlar Kurulu’na sunulmamıştır, –Bu durumda ayrıca uçuşlar aylarca yakıt eksikliği yüzünden ek olarak sınırlandırılıyor. Bunları duyan Başbakan, Askeri Hava Kuvvetlerinin en ertelenmez ihtiyaçları için derhal 40 milyon avro vaadetti ve General Radev’i istifasını geri çekmesine ikna etti. Ama Bulgaristan, hava sahasını tek başına savunamama tehlikesi ile karşı karşıya durmaya devam ediyor, çünkü bunun için eski Rus MiG-29 avcı uçaklarına bel bağlıyor. Onlardan ancak dördü, gelecek yılın ortasına doğru da ancak ikisi, uçuşlar yapmak durumundadır. İktidardakiler, bunların tamiratını Polonya’ya vermeyi niyetliyor. Moskova’ya göre ama Polonyalıların gerekli lisansı yoktur ve böyle bir sözleşme olamaz. Bundan başka hazinede Savunma Bakanı’nın NATO ülkelerinde üretilen yeni uçakların satın alınması için istediği 500 milyon avro yoktur. Bu yüzden Bulgaristan hava sahasındaki yabancı uçakların, düşman değil müttefik olduğu düşüncesine alışmamız gerekecektir.

Bulgaristan askeri istihbaratı arşivlerini açıyor

Bulgaristan askeri istihbarat servisi, Komünist döneme ait arşivlerini ajanların isimlerini açıklamadan kullanıma açacak Bulgaristan Askeri İstihbarat Servisi, Komünist döneme ait arşivleri açacağını ancak bazı riskler sebebiyle yerli ve yabancı ajanların isimlerinin gizli kalacağını açıkladı. Bulgaristan Savunma Bakanı Nikolay Nençev tarafından dün yapılan açıklamada halkın Sosyalizm döneminde olup bitenlerden haberdar olmaya hakkı olduğunu belirterek arşivlerin açılmasını öngören genelgeyi bu amaçla imzaladığını söyledi. Bulgar Bakan, bu yılın başlarında askeri istihbarat şefi Veselin İvanov’un görevine son vermiş, yerine Albay Svetoslav Daskalov’u atamıştı.

Nençev, atamayla ilgili yaptığı açıklamada “Maalesef askeri istihbaratımızın komutanlarının yüzde 6’sı eski komünist rejimin kadrosu olup eski Sovyetler Birliği ekolünde biçimlendirilmiştir” demişti. Bulgaristan Askeri istihbaratı’nın bu değişiklikleri NATO ve FBI ile daha sıkı işbirliği yapabilmesi için yaptığı ifade ediliyor.

Manisa’da Eskrim Kursları Başladı Manisa Gençlik Hizmetleri ve Spor bir maske, koruyucu bir yelek, sağlam

İl Müdürlüğü Manisa‘da bir ilke daha imza atarak eskrim kursu açtı. 10 sporcuyla başlayan kursların önümüzdeki günlerde Celal Bayar Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulundan gelecek 15 öğrencinin katılımıyla 25 sporcuyla devam etmesi bekleniyor. Manisa‘da ilk kez açılan Eskrim kursları Atatürk Spor Salonunda başladı. Verilen eğitim çalışmaları Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü Antrenörü ve Uluslar arası Hakem olan İpek İrem Ülkü tarafından Atatürk Spor Salonunda sürdürülüyor. GELECEĞİN ESKRİM SPORCULARINI YETİŞTİRMEK İSTİYORUZ Geleceğin Eskrim Sporcularını yetiştirmek için çaba harcadıklarını söyleyen Antrenör İpek İrem Ülkü, “Sporcularımıza Kılıç dalında eğitim veriyoruz. Eskrim özel giysiler içinde yapılır. Tel kafesten

keten ya da branda bezinden bir ceket ve yumuşak eldivenler giyilir. Bu giysiler eskrimciyi yaralanmalardan korur. Eskrim karşılaşmaları, genişliği 1.5 metre ve uzunluğu 14 metre olan bir pistte yapılır. Eskrim Her yaş grubuna hitap etmektedir. Eskrim hiperaktivite dikkat bozukluğu gibi problemlerin çözülmesine, sayısal zekayı en iyi şekilde geliştirmeye yönelik bir spordur.Manisa ilinde İl müdürlüğümüzün destekleriyle beraber en iyi şekilde branşımızı tanıtıp ulusal ve uluslararası platforma ilimizi temsil etmek istemekteyiz. Eylül ayındaBulgaristan‘ın Plovdiv Şehrinde düzenlenen Uluslararası Plovdiv Cup turnuvasında kısa süre olmasına rağmen sporcularımız Kaya Elmalı 13. Dalyan Doğukan Öztunay 16. Halil Büyüktürk 21. olmuştur.” şeklinde konuştu.

B U LT Ü R K G e c e s i n d e Ak Partili Erdem

AK Parti İstanbul 2. Bölge Milletvekili Adayı Gülver Erdem, ‘Onlar konuşur biz yaparız’ sözünün boşa söylenmiş bir söz olmadığını belirterek, “AK Parti 1 Kasımda yeniden tek başına iktidar olacaktır” dedi. AK Parti İstanbul 2. Bölge Milletvekili Adayı Gülver Erdem, ‘Onlar konuşur biz yaparız’ sözünün boşa söylenmiş bir söz olmadığını belirterek, ” AK Parti 1 Kasımda yeniden tek başına iktidar olacaktır” dedi. AK Parti İstanbul 2. Bölge Milletvekili Adayı Gülver Erdem, Gaziosmanpaşa‘da Bulgaristan Türkleri Derneği tarafından düzenlenen Birlik ve Kardeşlik Paneli’ne katıldı. Gülver Erdem, panel öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtladı. 13 yıldır halka hizmet verdiklerini belirten AK Partili Erdem, “2002’den bu yana Türkiye‘yi getirdiğimiz nokta ortadadır. Yaptığımız hizmetler her kesim tarafından biliniyor. Halkla bir araya geldiğimizde hizmetlerimizi anlatıyoruz ama bakıyoruz ki aslında onlar bizden de daha iyi biliyor. Tabi halkın o bilinçte olması bizleri de memnun ediyor. AK Partinin beyannamesi, bir beyannameden daha çok aslında yapacaklarımızın taahhüdüdür. Bizim yaptıklarımız, yapacaklarımızın en büyük teminatıdır. Biz verdiğimiz her sözün arkasında durduk ve yaptık” diye konuştu. ‘Onlar konuşur biz yaparız’ sözünün boşa söylenmiş bir söz olmadığını vurgulayan AK Partili Erdem, “13 yıldır konuşmak yerine devamlı hizmet ürettik. Yatırımlar yaptık. Ülkeye her alanda birçok kazanım sağladık. Barajlar, yollar, okullar, üniversiteler yaptık. Çocuklarımızın sağlıklı ve güvenilir ortamlarda eğitim görmesi için elimizden geleni yaptık. AK Parti‘nin beyannamesini diğer siyasi partilerin beyannamesi ile kıyaslamak için onlarında yaptıkları icraatları görmek gerekiyor. Ama şimdiye kadar onların yaptığı bir şey görmedik” ifadelerini kullandı. AK Partili Gülver Erdem, 7 Hazirandan sonra oluşan belirsizlik ortamının halkta huzursuzluğa yol açtığını da belirterek, “O boşlukta oluşan kaos ortamı ciddi bir endişe yarattı. Ama 1 Kasımda her şey daha farklı olacak. 1 Kasım seçimleri için biz çok umutluyuz. Halkımızla iç içeyiz. Görüşüyoruz konuşuyoruz. Biz halktan kopuk bir siyasi hareket değiliz aksine halk hareketiyiz. Halkın vereceği destekle AK Parti yeniden tek başına iktidar olacak. Bunun sonucunu 2 Kasımda hep birlikte göreceğiz” şeklinde konuştu.


12

Türk-bulgar Nakliyeciler Kapıkule’de Buluştu

Türkiye Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) ve Bulgaristan Uluslararası Taşımacılar Birliği (SMP) yetkilileri, sektörler arası işbirliği fırsatlarını ve iki ülke arasındaki karayolu taşımacılığı sorunlarını görüşmek amacıyla Kapıkule’de bir araya geldi. Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Müslüm Yalçın, nakliye trafiğini hızlandırmak istediklerini belirtti. Türkiye Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) ve Bulgaristan Uluslararası Taşımacılar Birliği (SMP) yetkilileri, TIR kuyruklarının ortadan kaldırılması, kaçak göçmenlere yönelik alınacak tedbirler ve işlem sürelerini kısaltılmasını sağlamak amacıyla Kapıkule Sınır Kapısı VIP Toplantı Salonunda Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Müslüm Yalçın’ın ev sahipliğinde bir araya geldi. Türkiye Uluslararası Nakliyeciler Derneği(UND) Başkanı Çetin Nuhoğlu ve beraberindeki heyet, Bulgaristan Uluslararası Taşımacılar Birliği Genel Müdürü Yordan Arabadzhıev ve beraberindeki katılımcılarla, her iki ülke arasında yapılan taşımacılığın mevcut durumu, TIR kuyruklarının sebepleri, taşımacılık sürelerinin kısaltılması ve taşımacılığı olumsuz etkileyen kaçak mülteci durumları ile ilgili fikir alış verişinde bulundu. “NAKLİYE TRAFİĞİNİ HIZLANDIRMAK İSTİYORUZ” Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Müslüm Yalçın, her iki ülke arasında güvene ve diyaloğa dayalı bir ortam oluşturmayı hedeflediklerini dile getirerek, “Kapıkule Sınır Kapısı ve Kapitan Andrevo Sınır Kapısı arasındaki trafiği hızlandırmak, güvene dayalı hale getirmek, rekabeti daha olumlu katkılar yapmak amacıyla her iki ülke taşımacılarını bir araya getirdik. İki ülke arasındaki diyaloğun en üst seviyede olması bizleri mutlu ediyor. Bu süreçleri hızlandırmak, karşılıklı güvene dayalı hale getirmek ve her iki ülkenin de daha fazlasını kazanmasını sağlamak amacımız” dedi. “KAPILARDAN HER 75 SANİYEDE 1 TIR’IN GEÇMESİNİ HEDEFLİYORUZ” Türkiye Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) Başkanı Çetin Nuhoğlu da, uluslararası nakliyede

sürenin önemine değinerek, “Biz mevcut idare kapasitenin yükseltilmesinin yanında da süreçlerin iyileştirilmesi, akışın iyileştirilmesi ve batıda olduğu gibi böyle büyük bir kapımızda maksimum kapasiteyi kullanarak, örnek olarak yaptığımız gibi her 75 saniyede bir tane TIR’ın buradan Bulgaristan‘a geçmesini sağlamak. Bu da günde 12 saatte iki taraflı olarak binden fazla TIR’ın geçmesini sağlamak. Bu da bize çok önemli avantajlar sağlayacaktır” ifadelerini kullandı. Bulgaristan Uluslararası Taşımacılar Birliği Genel Müdürü Yordan Arabadzhıev ise, düzenlemiş oldukları toplantılar sonrası olumlu sonuçlar alacaklarına inandıklarını belirterek, “TIR’ların beklemelerinin başlıca sebepleri arasında yer alan mülteci sorununu çözmek için toplantılarımıza devam edeceğiz” dedi. Ankara’dan aldığı ihracat yükünü Almanya‘ya götürdüğünü söyleyen TIR şoförü Nevzat Ataoğlu, yıllardır yetkililerin TIR kuyruklarının bitmesi için toplandığını ancak bir aşama kaydedilmediğini savunarak, “Valla ben inanmıyorum. 30 yıldır bu yollardayım, hep lafta kalıyor bu konuşmalar, toplantılar, anlaşmalar. Bulgaristan laf dinlemiyor ki. Eskiden hafta sonları kuyruk olurdu 12-13 kilometreden kuyruğa giriyorduk. Şimdi her gün var. Şu anda da yaklaşık 8 kilometreden kuyruğa girdim” diye konuştu. Öte yandan, Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Müslüm Yalçın, bugün sabah saatlerinde Bulgaristan tarafında bulunan Kapiton Andrevo Sınır Kapısı’nda bulunan bilgisayar sistemlerinin yazılım güncellemeleri dolayısıyla alımların yavaş yapıldığını ve bu sebeple yaklaşık 7 kilometre büyük araç kuyruğu yaşandığını söyledi.

Yunanistan’a Türkiye’den ilk atak

Uluslararası Nakliyeciler Derneği, ekonomik krizle boğuşan Yunanistan‘a lojistik alanında iş birliği teklifinde bulundu. Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND), ekonomik krizle boğuşanYunanistan‘a lojistik alanında iş birliği teklifinde bulundu.Yunanistan yönetimi Türk nakliyecilerinin çağrısını dinlerse,Bulgaristan‘ın Türk tırlarından elde ettiği yıllık 400 milyon avroluk gelire talip olacak. UND’den yapılan yazılı açıklamada, Yunanistan’da kurtarma programı için yapılan referandumdan hükümetin desteklediği “Hayır” oyu çıksa da, ülkenin içinde bulunduğu krizin devam ettiği belirtildi. UND, “Yeni bir İpek Yolu Yaratalım” sloganıyla yaptığı çağrıda, Çin’den başlayarak Anadolu, Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya uzanan ticaret yolunu yeniden canlandırmayı önerdi. UND çağrısında, bu adımın bölgedeki stratejik önemlerinden dolayı, her iki ülkenin ticaret hacimlerinde canlanma imkanı sağlayacağı kaydedildi. Uluslararası Nakliyeciler Derneği, ekonomik krizle boğuşan Yunanistan‘a lojistik alanında iş birliği teklifinde bulundu. Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND), ekonomik krizle boğuşanYunanistan‘a lojistik alanında iş birliği teklifinde bulundu.Yunanistan yönetimi Türk nakliyecilerinin çağrısını dinlerse,Bulgaristan‘ın Türk tırlarından elde ettiği yıllık 400 milyon avroluk gelire talip olacak. UND’den yapılan yazılı açıklamada, Yunanistan’da kurtarma programı için yapılan referandumdan hükümetin desteklediği “Hayır” oyu çıksa da, ülkenin içinde bulunduğu krizin devam ettiği belirtildi. UND, “Yeni bir İpek Yolu Yaratalım” sloganıyla yaptığı çağrıda, Çin’den başlayarak Anadolu, Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya uzanan ticaret yolunu yeniden canlandırmayı önerdi. UND çağrısında, bu adımın bölgedeki stratejik önemlerinden dolayı, her iki ülkenin ticaret hacimlerinde canlanma imkanı sağlayacağı kaydedildi. Açıklamada görüşlerine yer verilen UND İcra Kurulu Başkanı Fatih Şener, TÜİK verilerine göre, Türkiye‘nin Yunanistan’a 2014 yılı itibarıyla 1,5 milyar dolarlık ihracatı, 4 milyar dolarlık ithalatının bulunduğunu belirtti. İş birliğinin win-win esasına dayanacağına dikkati çeken Şener, şu ifadeleri kullandı: “Söz konusu işbirliği ile sadece Yunanistan değil aynı zamanda Türkiye de önemli kazanç elde edebilir. Avrupa Birliği, Yunanistan’ın yollarına 6 milyar avro yatırım yaptı, ancak asıl mesele bu yolları kullanarak ticareti geliştirmek ol-

malıdır. Türkiye’den, Bulgaristan’dan her gün 750 araç çıkarılırken Yunanistan tarafından 150– 200 araç çıkabiliyor. İpsala’nın Türkiye tarafında 136,Yunanistan tarafında ise 31 personel çalışıyor. Bulgaristan, Türkiye’nin ihracat taşınması ve geçişlerinden yıllık 350–400 milyon avro gelir elde ediyor. Bu parayı Yunanistan da kazanabilir.” “Yaraları İpsala Sınır Kapısı sarabilir” Yunanistan’da yaşanan ekonomik kriz yüzünden, Türkiye -Yunanistan sınır kapısında yaşanan sorunlara da değinen Şener, “Yunanistan ile yaptığımız müzakereler sonucundaYunanistan vize başvurularında, tır şoförleri için gereksiz olan davetiye şartını kaldırdı. Bunlar güzel gelişmeler ancak özellikle İpsala kapısının kapasitesi artırılır ve araçlar rahat geçebilirse Avrupa trafiğinin bir kısmı Yunanistan’ı doğrudan geçip, Adriyatik’teki Ro-Ro’lara binip İtalya’ya geçmek suretiyle ticareti gerçekleştirebilir. Böylece Yunanistan önemli paralar kazanabilir” diye konuştu. Fatih Şener ayrıca; “Avrupa ve Asya arasında birçok güzergah çiziliyor. Türkiye bu güzergahların bazılarında yer alırken Yunanistan Çin’e kadar uzanan bu güzergahlardan hiç birinde yer almıyor. Yunanistan ve Türkiye Kipu ve İpsala kapılarını iyileştirirse buradan geçen trafik Yunanistan’a ciddi bir lojistik gelir sağlar. Bulgaristan yılda yaklaşık 400 bin araçlık trafiğiyle bu konuda iyi bir örnek ve onu model almak, Yunanistan’a ciddi gelir getirir” görüşünü savundu. “Yunanistan’ın kalkınması için bir fırsat” Türkiye’nin Ege limanlarındaki yıllık 92 milyar dolarlık ticaret hacmine dikkati çeken Fatih Şener, Ege’den Yunanistan’a ulaşacak Ro-Ro hatları konusunda ortak projeler geliştirilmesinin iki ülke dış ticaretine ivme sağlayacağını aktardı. Şener yorumlarına şöyle devam etti: “Yunanistan’ın transit geçişi kolaylaştırarak, Selanik ve Lavrion gibi limanlarına Ro-Ro gemilerinin yanaşmasını sağlaması durumunda lojistik maliyetler önemli oranda düşecektir. Söz konusu limanlarda yaşanacak trafik, hem o alana gelir bırakacak hem de bu güzergahı kullanan araçlar aynı zamanda Yunan ticaret mallarının hızlı ekonomik şartlarda taşınmasına imkan verecek. Yunanistan’ın lojistik bir transit güzergah olarak Türkiye ile ortak hareket etmesini Güney Avrupa ve Orta Avrupa için güzergah olma yönünde bir devlet politikası benimsemesini isteriz. Bu Türk ihracatının, Türk dış ticaretinin ufkunu açar. Çünkü Bulgaristan’da beklemelerimiz var aynı zamanda Yunanistan’ın kalkınması için de bir fırsat olabilir. Lojistik,Yunanistan’ın kurtuluşu için ekonomik bir enstrüman olabilir.”

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Başımıza Gelenlerin Kökleri Var

Konu: Derinlere Bakalım. Yıllardan 1947. Aramızda olanlardan bazıların doğum yılı olabilir. 68 yıl bahar yaşamış olanlar. Şu yazımda yazacaklarım sizin tarafınızdan işitilmemiş veya düşünmemiş olabilir. Gençlerse okurken bir yerlerde rastlamış olsalar bile dikkat etmemişlerdir, çünkü onlar genelde geçmişe ölmüş olan olarak bakmayı yeğliyorlar. Ölmüş olan bir şeyden ders almak ise bizde âdetten değildir. Çok değerli bir şey olsa zaten akılda kalırdı. Bizim atasözlerimiz öldürülemeyen olana yani geleceğe dönüktür. Çocukluğumuzda atasözlerimizden “sakla samanı gelir zamanı” oldukça yaygındı. O zaman radyolar vardı. Bulgaristan Türkleri 1950 göçünden sonra radyo dinliyor ve göç edenler hakkında haberlere kulak veriyorlardı. Başbakan Adnan Menderesi sevmişlerdi. 1960 darbesiyle tutuklanıp yargılanmasına uzun zaman akıl erdirememişler ve “Yassı Ada” davasını akşam akşam baştan sona dinlemişler, asılmasına çok üzülmüşlerdi. Onlar için Menderes iyi biriydi, konuşmaları gönül dolduruyor, umut veriyorlardı. Gidenlere toprak vermiş, yer göstermişti. Çorap satıp ocak tüttürmenin mümkün olduğunu o yıllarda öğrenen bizimkiler “Allah razı olsun!” derken mutlu oldukları ortadaydı. Yarım asır önce de dünya çok gizemli ve derin hesaplar peşindeydi. İnsanlarımız, ne gidenler ne de memlekette kalanlar “stratejinin felsefesi” deyimini bilmiyordu. Bir defa aralarında en okumuş olanalar hatmetmiş olanlar olduğundan ne “felsefe” ne de “strateji” sözlerini çözemedi. Kutsal kitapta böyle bir deyim yoktu. Gâvur dillerinden çalınmıştı. Anlaşılsa da işe yaramazdı. Hayat bazen insanı 68 yıl gibi çok gerilere itiyor. Doğum gününde, yılında olup bitenleri öğrenmeden yaşlandık, ömür boşa geçti. Başın üstünde dönüp dolaşanı görüp öğrenmeden başka dünyalara göç etme anlamında sürprizler denizinde yaşadık. Bunlardan birine ben de birkaç gün önce rastladım. Daha önce eski bir komplo planı içinde kıskıvrak sıkıştırılmış olduğumuzu görememiştim, işitsem de pek kulak asmadım, üzerinde durmadım, olayı çözmeye çalışmadım. “Soğuk Savaşın” başladığı 1947’de olmuş anlatacağım olay. “Soğuk Savaş” 1947’de doğdu ve 43 yıl yaşadı. Biz onu sanki gömdük. “Soğuk Savaş” bir “Sıcak Savaş” olan İkinci Dünya Savaşından (1939-1945) sonra başladı. Rüzgârlarılar esmeye niyetlenirken Amerika Birleşik Devletlerinde (US) kısa adı CİA olan Merkezi İstihbarat Teşkilatı kuruldu. Bu diğer ülkelerde casusluk işleri görecek bir dünya gücü olarak tasarlandı ve oluşturuldu. O yıllarda aynı sıklette güreşmeye soyunan Rusların da kısa adı KGB olan Devlet Güvenlik Komitesi vardı. Bu iki örgüt 20-inci yüzyılın ikinci yarısında yeryüzünün her karışında yüzleşmek, savaşmak ve birbirini bitirmek için kurulmuştu. Öncelikle dış ülkelerde savaşacaklardı. Birbiriyle savaşan CİA ile KGB birbirlerinin niyet ve sırlarını öğrendikçe dostlarıyla paylaştılar, Bulgar gizli servisi DS ile BKP MK Politik Bürosu da sırları öğrendi ve işine geldiği çekilde Türklere, Pomaklara ve Çingenelere karşı uyguladı. CİA’nın kurucu Başkanı Alın Fostır Dıles idi. O, daha 1947’deki stratejik demeçlerinden birinde, CİA stratejik hedefini dünyaya duyurdu. Ve santim santim de olsa bu hedefler bütünüyle gerçekleştirildi. O zaman Dıles’in söyledikleri, çok ilginçti ve ben sizin için bugün bu demeçten bir parçacık seçtim ve kendi tercümemle dikkatinize sunuyorum. “Sosyalist ülkelerde yaşayan insanları aldatmak ve aptallaştırmak için gerekirse Amerika Birleşik Devletlerinin bütün altınlarını harcayacağız, gerekirse ABD’nin bütün güçlerini seferber edip kullanacağız. Onlara asla fark ettirmeden insan değerlerini sahte değerlerle değiştireceğiz, sonuncuları dayatma yolları bulacağız. NASIL MI? Sosyalist ülkelerde ve Rusya’da bizim gibi düşünenler yaratacağız, bulacağız. Bu ülkelerde toplumsal yaşamı baştanbaşa etkileyip esir almamıza yarayan yıkıp yakan çözücü etkenler yaratacağız. Bu yönde çalışacağız; onların edebiyatlarındaki sosyal ve insancıl özü söküp çöpe atacağız; insanların gözünde cinsel ilişkileri, zorbalığı, güç kullanmayı, işkence yapmayı, ihanet etmeyi, müzevirliği, gammazlamayı, ispiyonlamayı putlaştıran eserler yazacak yazarları parayla satın alacağız, yetiştireceğiz yani biz hiçbir ahlak normu tanımayan, moralsiz bir toplum oluşturacağız. Bu amacımıza ulaşabilmemiz için bize, doğal olanı, geleneklerden geleni, namuslarında olanı bozacağız, dürüstlüğü eskiden kalma, zamanını yaşamış değerler olarak alay konusu edecek ve değerli olan nitelikleri küçümseyecek yazar ve şairler bulacağız. Biz insanların doğasında olduğunu bildiğimiz ama su

yüzüne çıkmayan aşağılık, kabalık, yalan söyleme, aldatma, sarhoşluk, uyuşturucu kullanma, hayvan gibi korkma, utanmazlık, kötülük yapmak için ele verme ve daha birçok eksiklik ve kusurdan her türlü yararlanma yolunu bulurken, insanın doğal dünyasını karıştıracağız. Ve biz bunu yaparken tatmin olup durmayacağız, yeni nesillerin hepsine uygulanacak olan da budur. Gençleri çökertirken doğallıklarını yıpratacağız ve toplumsal yaşamdan tiksindireceğiz. Biz, en basit bir tüketici yapısı olan değersiz insan tipi yaratmayı hedefliyoruz. Ve tüm bunları biz şu slogan altında (maskesi ardında) gerçekleştirmeyi tasarlıyoruz: İNSAN HAKLARI VE VATANDAŞ HÜRRİYETLERİNİ SAVUNMAK!” Washington’da planlanan bu stratejinin tüm ayrıntıları öğrenen Bulgar rejimi, karşı çıkıp Bulgar ulusal kimliğini koruyacağına, çuvalı bizim başımıza geçirdi. Üstelik 1990’da sosyalist dünyanın dağılmasıyla bu stratejik planlar tavana kaldırılmadı, uygulamada derinleşme devam etti. ABD bugün de bildiğini okuyor. Sosyalist sistem dağıldı. Komünist rejimler düştü. Fakat totaliter bünye ve zihniyet çökmedi. Bulgaristan’da demokrasiye açılan içerik dönüşmedi. Azınlık hakları tanınmadı. Köklü değişiklikler Amerika’nın istediği yönde olmadı. Sözün özü 1990’dan sonra Bulgaristan’daki dönüşüm Washingtpn’un arzu ettiği gibi olsun diye toplam 11 milyar US Dolar harcandı. İhanetçi başı Ahmet Doğan’ın “pastayı dağıtan benim” derken kastettiği bu paralardı. Hedefleri ve uygulama alanları belli bir stratejiyi hayata geçirmek için geldi bu paralar. Hedeflerin hedefi olan bir de biz Bulgaristanlı Türklerdik. Bizim sindirilerek, değişik zulüm biçimleriyle, tüm haklarımız kağıt üzerinde bırakılarak devamlı ve çok yönlü sıkıştırılmamızı HÖHDPS partisinin üslenmesi ve uygulamayı kabullenmesi, başımıza gelen kötülüklerin en kötüsü oldu. Bizim Türk olarak kalmamız istenmediği gibi öz ve şekil, yaşam tarzı ve dünyaya bakışımızın kökten yenilenmesinde ısrar ediliyordu. 1989 Ayaklanmamızla Bulgar olmayı ret ettik ama mesela Ahmet Doğan gibi bir Çingene’nin ardına takılıp Çingeneliği kabul etmeye – kör cahil, malsız mülksüz, dinsiz kalmaya, ahlaksızlığa, ikiyüzlülüğe, ana dili olmayan bir halk topluluğu olmayı kabul etmeye zorlanabilirdik. “Bulgar Etnik Modeli” tuzağı bunun için kuruldu. Bir yandan Bulgar toplumu parçalanırken ki son 26 yılda bu gerçekleşti, ikincisi de Türklerin azınlıkların içinde eritilmesi ve kimliksizleştirmeleri hedeflendi. İlk önce halkımızın 1989 Ayaklanmasıyla Tanrı sırrına erişip manevi güç kazananlar olarak “demokrasiyi” hak ettiği saçmalıyla aldatıldı. Ardından “Büyük Göçle” sarsılıp semelendi. Korkutulup aptallaştırıldı. 1989’da Bulgaristanlı Türk ailelerinden % 99’u yeniden parçalandı, kan kaybetti, yara aldı. 2007’de memleketimizin AB’ye üyeliği ve herkesin eline birer kırmızı pasaport verilmesiyle 2 milyon genç, genç aile ülkeyi terk etti. Bütün toplum parçalandı. O tarihte yüzde yüz okuryazar olan Bulgaristan halkının % 40’ ı artık kör cahil durumdadır. Ortalıkta kalifiye kadro kalmadı. Ömründe hiçbir kitap okumayanlar kamuoyu oluşturuyor. Vatandaşlar cahil olduklarının farkında değil. 2013 yılı yazında her akşam sokağa dökülenlere ücret ödendiği açıklandı. Yani demokrasi ve dönüşüm bir halk hareketi değil, taşıma suyla dönen bir değirmendi. Değişik vesilelerle kışkırtılanlar dünyanın onların etrafında döndüğünü sanıyorlardı. Demokrasinin özü olan, seçme ve seçilme hakkı, özgürlüklerin en büyü olarak lanse edildi. 26 yılda yapılan yerel ve genel seçimleri toparlarsak, seçme hakkını kullanan, ancak ONLARIN – HÖH-DPS, BSP, GERB ve diğer parti merkezlerinin gösterdiği kişileri, (muhtarları, belediye başkanlarını, milletvekillerini vb) seçme hakkı vardı. Hiç kimse hiçbir seçimde kendini hiçbir makama aday gösteremedi. Kendi isteğiyle kimse seçilemedi, parti değiştiremedi! 25 Ekimde memlekette yerel seçim var. Kemaller (İsperih) köyleri 26 yıldan beri HÖH kalesidir. Bölgeden birçok aydın Türk halka hizmet sunarken mahkemelik olunca herkes serbest seçim hakkını kullanmaya yöneldi. Yakim Gruevo köyünde eski ama sevilen muhtarlardan Anife Mehmet bu seçimde Birleşik Bulgaristan Partisi’nden (Obedinena Bılgaria) muhtar adayı oldu. DPS kopoylarının saldırısına uğradı, tartaklandı, köy ortasında sürüklendi. Amerika’dan gizlice para alan ve “bizim gösterdiğimiz seçilecek” diyenler en temel insan haklarımızı ayakaltına alıyorlar. Bu seçimlerde kapışma çok sertleşti. 2015’te birçok mahallede ve şehirde Çingene barakaları, evleri yıkıldı. Devamı www.bghaber.org


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Dr. Mustafa KAHRAMAN Suriye Savaşı Medeniyetin Neresinde?

Konu: Suriye parçalanıyor. Savaşların medeniyetleri yok etmek, dünyayı kırık dökmek ve yerine yenisini tesis etmek için yapıldığını söyleyenleri siz de işitmiş olabilirsiniz. Bunun böyle olmadığını siz de bilirsiniz. Birinci Dünya Savaşı harabeliğinden ikincisi çıktı. İlki 20 milyon can alırken, ikincisi 50 milyon kişiyi öldürdü. Son 70 yılda dünyada irili ufaklı 284 savaş patladı. Savaş ateşinde değil medeniyet yaratmak, medeni olmak bile hayal edilemez. Yalnız insanın değil, insanlığın en büyük edinimi olan medeniyetin kuduz düşmanıdır savaş. Son çılgınlıksa her zaman ilk bombayı atmak olmuştur. Hayali kararmışların zevki olabilir bu. Acı örneği Suriye savaşı ve Rus bombardımanının başlamasıdır. Olabilir ya başkalarının medeniyetini yıkmak zevkli iş de olabilir. Medeniyetler beşiklerinden biri daha gözlerimiz önünde 21. yüzyıla kanlı püskül oldu! Vavilon odağı, Mezopotamya kültür merkezi, İslam kalesi Bağdat 1982’den beri talan edilmiyor mu? Barbarlığın, medeniyetlerin ve kültürün yok edildiği topraklarda doğduğunu görmeyen mi kaldı. Ezilenden olumlu olan doğar iddiaları da artık tamamen yanlış gibi. Kılık değiştirip terörist olmak artık zor bir iş değil. Orta Çağ işkencecilerin başlarında çuval vardı, bugünün katilleri maske takmış, yaptıkları iş hep aynı, suçsuz insanları, Müslüman öldürmek… Yıkıp yakma, katledip yok etme, canilik! Dinlerin arasında en insancıl olan İslam’dır. İman sevgisiyle yoğrulmuştur. İmanın milleti, ırkı ve düşmanı yoktur. Çünkü iman sevgiyle yaratan güçtür. Kelle kesen, çocukları kazığa dizenler Müslüman olamaz. Canilikle ünlenen İŞİD’e bir İslam devleti denemez. Adı kitaba geçmeden, çok geç de olmadan, en kötü adlardan birini kendine beğenip seçsin… Dünya medeniyetlerinin köşe taşı Bağdat ve Şam kalelerinin isminden harf kullanmak bile af edilir değildir. Dünyanın geçmişi ve geleceği bir bütündür. Homs surlarını, kütüphaneleri yıkmak kör cahilliğin zirvesidir. Unutmasınlar yarınlar yakılamaz, imha da edilemez, alınlarına yazılan kara leke ise, asla silinemez, işledikleri insanlık suçudur, aklanamaz. Halkını kimyasal silahla zehirleyen, pazarlara varil bombası atan birine ancak diktatör ve hain denir. Sonu ya intihar ya da idamdır. Diktatörlerin ve teröristlerin medeniyet yarattığı görülmemiştir. Şehitler ölmez ve unutulmaz! 5 yılda 6 milyon kişiyi evinden yurdundan kovan, yüz bin kadın ve çocuğu denize gömen nasıl af edilebilir? 25 milyon Suriyelinin 12 milyonundan kurtulmayı göze alan, bunu kendisi yapamayınca Rus gemi ve uçaklarını, plazma ve lazar bombalarını. “T-90” tank ve toplarını yardıma çağıran bir diktatör vatan ve halk haini değilse, nedir? Katil Esat tahtında kalsa ne olur? Adalet kellecileri bekletmez! Yakın Doğuda bu durum kim yarattı? Yakın Doğu’nun bir çıbanbaşı gibi zonklaması 1919 Versay Antlaşmasında tasarlandı. Sevr gölgesi Birinci Dünya Savaşından galip ama yorgun çıkan, ağızları çok sulansa da Osmanlı’nın son kaburgalarını yiyemeyenlerin, kursaklarında kalan iştahlarının sedasıdır. Bu talan önce Fransız ve İngiliz emperyalistlerine hak görülürken, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya Arap dünyasına değişik biçimlerde yerleşmeyi başardılar. Amerika Yakın Doğu’yu (Irak- Çöl Savaşı) 1982’den beri bombalanıyor. Üzerlerinde yeni medeniyet yazan bombalardan kapkara bir dünya ve tepki olarak da kara maskeli terörizm doğdu. İnsanlık uzlaşma kabul etmez bir dünya ile yüzleşti. Amerikan bombaları suçlu suçsuz, suni şii, kadın erkek, cami cem evi ayrımı yapmadığı gibi maskeli teröristler de sıradan öldürüyorlar. Kuduz köpek gibi herkese saldırıyorlar. Onların hayat normu herkese silah çekmek! Savaşın yasası yok. Barbar normlarına göre var olmak imkânsız. Ölümden dönen yok. Rusya’nın bölgeye yerleşmesi nasıl oldu? Bunu düşünürken birkaç gün önce okuduğum bir haberi paylaşıyorum. Doktor bir göz ameliyat esnasında, bir şeyim yok bir şikâyetim yok, yalnız biraz kaşınıyor deyen birinin göz bebeğinden 9 santimetre uzun renksiz bir solucan çıkarmış. Gazetelerde resmi bir kavanoz içinde yayınlandı. Bugün terörist avı bahanesiyle Suriye halkının bombalanması bana bunu anımsattı. Ne yazık ki, solucan bizim gözümüzde yetişmiş ve şimdi bizi bizden kurtarmaya kalktı. Ne yazık! Bugün ameliyat masasına yatanlar düşmanı kendi içlerinde beslemişler. İsyankâr enerjinin kaynağı zulüm müdür? Putin’e göre, İŞİD saflarında 1 700 Rusyalı var. Onlar zulüm kurbanı mı? Zulüm kaçağı mı? Rusya’daki zulümde yetişenler Suriye’de mi yok edilecek? Sonucu yok etmekle neden köklenebilir mi? Doktorun gözden çıkardığı solucan göz bebeğine nasıl yuvalanabilmiştir? Zulmün ve bombaların arasında yetişenler, hiçbir otoriteden çekinmeden, korkusuzca yaşamak isteyenler teröristse, mazlum insanların suçu nedir? Suçsuz olanların katletmesine hangi din, hangi ahlak (moral) hangi yasa veya ferman izin verip emretmiştir! Hayvanların kendi türünden olanı öldürdüğünü görmedik. Teröristler hayvandan da beter! Önce onları doğuran zihniyeti yok etmek gerekmez mi! Sevgi hissetmemiş, kültür görmemiş bir terörist hangi sevgiyi ve kültürü paylaşır? Anasız babasız, okula gitmeden, kütüphaneye uğramadan, müze kapısından girmeden, dost ortamı tanımadan yetişen bir kişi medeniyet nedir bilebilir mi? Teröristlerin kariyeri nasıl biçimlenir? Komutan olması için çıraklık döneminde, kalfa iken kaç kişi öldürmesi, usta olunca ne yapması gerekir! Terörist adam olur mu? Öldürülen teröristin yerinde yenisi mi doğar? Düşünmek istemiyorum. Çünkü adam gibi adam eğitimle tasarımlanmışsa, terörist kimin hayal ürünüdür? Dünya yüz ve on, yazı ve tura ise, aydınlık ve karanlık ise, onların bizim aramızda ne işi var!?

Olayların tarihçesi: Rus İmparatorları 1878’de Ege Denizine çıkmak için Yeşil köye inmedi mi? Akdeniz’i hedeflerken Erzurum’a gelmedi mi? 1970’li yıllarda Afganistan’a neden girdi? Sıcak denizleri kontrolünde tutmaktı onların hedefinde olandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan buyana 3 yol taşı dikkati çekiyor. Vietnam, Afganistan ve Suriye savaşları! Vietnam cangillerini bombalayarak Güney Doğu Asya’ya yeni bir medeniyet taşımak isteyen Amerikalılar sebep oldukları katliam ve barbarlık eserlerini kendi gözleriyle gördüğünde ruh hastası oldular. 52 bini can verirken, 154 bini deli hastanelerine düştü. Bu defa amerikan halkı ayaklandı. Vietnam’a götürülen “amerikancı demokrasi ve uygarlık” ise “B–52” uçan kalelerden inerken ellerinde patladı. Afganistan dağlarına tırmanamayıp kaçan Ruslar oldu. Vietnam’da olduğu gibi burada da kazanan yerli halktı. Savaşlarda galip gelenler saraylarda yaşayacak diye bir kural yoktur. Afganların kışlaklarda, Vietnamlıların da çeltik tarlalarında mutlu olduğunu dünya bilir. Bu iki savaş havadan bombalamakla hakların ne bitirilebileceğini ne de yenilebileceğini gösterdi. O yıllarda dünyada gerginlik tansiyonu hiç düşmedi. Dünya savaşlarında galip olan dev güçler dünyayı hep yeniden ve yeniden paylaşmak için parçalayarak dize getirmeye çalıştı. Vietnam ve Afganistan’da bu hiç de istedikleri gibi olmadı desek de, Yakın Doğu’da 1982’de başlayan havadan bombardımanların Saddam Hüseyin gibi güçlü bir diktatörü devirebildiğini hatırlarken, bölgede yaşayan halkların soy, boy, aşiret, Suni ve Şii gibi mezhep, Arap, Kürt, Türkmen ve başka etnik kavgalara itildiğini gözledik. Para ve silah verip Kürkleri dağa çıkaran onlardır. Dünyayı karşısına alan, hatta son derece hırpalanan hakların İslam dinini çarpıttığı da ortadadır. Terörist İŞİD gibi diktatörlüklere yenik düşenlerin çaresizliğini herkes görüyor. Bu görünümde üçüncü yol taşı dediğimiz Suriye çok daha karmaşık ve kökleri derinde çelişkilerle sivriliyor. Vietnam’dan Suriye’ye uzanan, nedenleri ve seyri aynı olan, bu üç savaşın arasında dünyada 284 başka çatışma da oldu. Bunlardan hangisinin tam olarak söndüğünü söylemek bugün de zor. Her biri sanki her an alevlenebilir. Kibirdi çakanlar ortada. Sudan’da ateş kesilirken, Eri tre’de başlamazsa, Yemen’de patlak veriyor. Ne var ki, 1956 Süveyş Krizi’nden sonra Orta Doğu’daki varlığını hep hissettiren Sovyetler Birliği, şimdiki Rusya, geçen asır bölgede imparatorluk politikasının nabzını hep elinde tuttu. 30 Eylül’de başlayan Rus savaş uçakları bombardımanına Suriyeli askeri pilotların katılışı bir istisna değil. Araplar en fazla uçak satın alsa da, havada savaşmayı beceremezler, savaşı bırak, kazandıkları uçak çarpışması bile yoktur. En büyük düşman gördükleri Yahudi şeytanlığına hep Moskova arkalamasıyla gözdağı vermişlerdir. “Vaat edilen topraklarımızı” istiyoruz çılgınlığına kapılan İsrail Başbakanı Bayan Golda Mayer ve Savunma Bakanı Moşe Dayan 1974’te “Araplara karşı atom bombası kullanacağız” derken Mısır Başkanı Enver Sedat Sovyet yönetiminden askeri hava savunması talep edince, şöyle bir bir olay yaşanmıştı: Sovyetler Mısır Piramitleri yakınlarına duvarları 4 metre geniş, temel ve tavanı da 6 metre kalın beton sığınaklar yaptı ve içine birkaç MİG–15 tipi savaş uçağı gizledi. Bu uçaklardan biri, Tel Aviv borazanlarının çok öttüğü günlerden birinde, gün batımında Sina Çölünü geçerek İsrail’in tüm uçak savat sistemlerinin ateşlenmesine ve tüm avcı uçaklarının “davetsiz misafiri durdurmak için” havalanmasına rağmen, Tel Aviv semasında 20 dakika dolaştıktan sonra geldiği yönde kayboldu. Bu uçuş İsrail’de bir karıncanın bile ölmesine sebep olmasa da, çok yakın zamanda yukarıda adları geçen başbakan ve bakanın görevinden çekildi. Benzer bir olar, son Lübnan krizinde de yaşandı. Sözde kurşun ve bomba geçirmez şekilde zırhlanan İsrail, tanklı Beyrut seferine çıktığında HAMAS savaşçılarının kullandığı Rus tanksavarları otobanı tank hurdalığı haline getirdi. İsrail’in “vaat edilmiş topraklara yayılma hevesi” bir daha kursağında kalmıştı. Golan Tepeleri Savaşı’nı unutamayan Şam hep tedirgin yaşarken, Moskova’ya bel bağlamış ve Tarsus ve Laskiye’de deniz üssü kurmasına göz yumdu. İlk Rus savaş uçaklarının Laskiye kara üssünden havalanmasından 5 gün önce, İsrail Başbakanı Natenyahu başına gelebilecekleri sezinlemiş olacak, soluğu Moskova’da aldı ve “bize dokunmayın” ricasını iletti. Son saldırılara Sureyeli pilotların da katılması ile ilgili bir tarihi olayı anımsatmak istiyorum. Rusya’nın diğer ülkelere askeri pilot eğitmesi eski bir gelenektir. Sözü geçen 1919 Versay Anlaşması’nın altına galip devletlerden biri olarak imza atan Lenin Rusya’sı imparatorluk geleneklerini bozmadı. Bu uluslar arası antlaşmayı defalarca ihlal etti. Anlaşma Almanya’nın “motorlu araç üretimini” –araba, lokomotif, uçak, savaş gemisi vb. üretmesini yasaklanmıştı. Hitler iktidara gelince daha sonra Fransa’yı ve Londra’yı, en fazla da Sovyetler Birliği şehirlerini bombalayan “Messerschmitt” savaş uçaklarının motorlarını İsveç’e, kanatlarını Avusturya’ya, gövdesini İsviçre’ye sipariş edip, Almanya’da monte etti ve uçurdu. İlginç olan, Versay sözleşmelerinde Almanya’ya pilot eğitimini de yasaklamıştı. Alman savaş pilotlarını Rusya eğitti. Bilmem inanır mısınız, ama gerçek budur. Rusya bu geleneği Arap devletlerinin ordularını donatırken de gizlice uyguladı. Şu da bir gerçek, Ruslar, Suriyeli pilotlar hariç “sesten hızlı uçarken manevra yapan, savaşa giren, kendi halkını bombalayacak kadar çarpılmış Arap pilotu” eğitilemedi. Bu örnekler ise doktorun göz bebeğinden çıkardığı 9 sm solucanı hatırlatmadı mı? Arap kumlarının altındaki gerçek budur. Diktatör Sedat, diktatör Saddam, diktatör Sisi ve aynı madalyonun arkası olan maskeli İŞİD’liler hep Arap çöllerinin deve zevki kavgalaş dikenleridir. Herkes inandı ki, 200 yıllık Rus yayılmacılığı, değişmeyen imparatorluk politikası artık Tarsus ve Laskiye’de konuşlandı. İki askeri üs, limanlarda Rus askeri gemileri,Rus uçaklarının ülkeyi ikiye bölecek bir şekilde bombalaması, evi yaptık şimdi avlumuzu genişletip çiti çekelim anlamındadır. Bunun için de bu gidişle Suriye bölünecektir. Saldırı Başkan Putin’in BM’de yaptığı konuşmasıyla başlamadı. Kapsamlı bir savaş hazırlığının gün ışığına çıkmasıdır.

İlham Mezarlığı Yok… -1Konu: Bugünün şiiri yarın yazılmaz. Yaşanan günün hakkını veriyor muyuz? Şair aklından geçen duygu ve düşüncelerin her gün kaleme alması gerekir. Daha net anlaşılması için, bunu herhangi bir şeyle karşılaştırmamız gerektiğinde, en uygun olan, bamyadır. Çiçeği ne kadar büyük ve vaadedici olursa olsun, meyvesi ilk günün sabahında koparılır. Bekletileni makbul değildir. Şair de yaşadıklarını her gün kaleme alır, düşündüklerini, karşılaştığı şeyleri dumanı üstünde yazıp anlatırsa, doğru davranıyor demektir; ama arada bir bunu yapamazsa, fazla bir şey kaybetmiş sayılmaz. Tolstoy “Savaş ve Barışı” o savaştan 45 yıl sonra yazmıştı. Bir yaratıcının yeteneği birden bire, ilk eserlerinde bütün gücüyle parlayamayabilir. Ne var ki, insan kendini, işine adadığını hissediyorsa ve çaba harcıyorsa yürüyeceği yolu bulur. Bizim Bulgaristan Türkleri yaratıcılığında son çeyrek yüzyılda duraksama gözleniyor. Son yılların ne seçme hikâyeleri, ne seçme şiirleri ne de seçme fıkralarımız çıktı. Ahmet Şerif, Halit Dağlı, İsmail Cambaz, Sabri Alagöz gibi yaratıcılarımızın eserleri yaratıcılık dünyamıza ilham veremedi. Aydınlarda birikim patlaması olmadan, dip dalgası hareketlenmez! Yirmi birinci yüzyılda Bulgaristan Türkleri edebiyatını yaratma çabalarımız sanki yerinde sayıyor. Çekinerek yazsam da, ilerleme olanaksız hale geldi. Elektronik medya çağında, olaylar ve karakterler bilinir, şair ve yazara sadece olan biteni yazı diliyle canlandırmak kalır. Tek şey, kendi hazinesini de kullanarak, kaleme almak ve paylaşmaktır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaratan şair ve yazarlarımızın büyük kısmının Türkiye’ye göçtüklerinde, orada duygularını devamlı besleyen ilham ortamı bulamadıkları artık biliniyor. Oysa onlar beraberlerinde çok uzun süren bir zulüm devri izlerini, hapishane yaralarını, “Büyük Göç” acısını, hemen öyle kısa sürede solması beklenmeyen bu gerçeklikten motifler, ifade edilmesi gereken konular asıl özdü. Bunları güzel yapıtlar olarak ortaya koymak ise,

Filiz SOYTÜRK şair ve yazarlarımıza düşerdi. “Belene” şarkısı, ata toprağından sökülmemizin ağıtı, Büyük Göçün destansal, poetik, sanatsal yansıması vs beklendi. Bunu, Bulgar hükumetinde görevli, maaşlı yaratıcılardan beklemedik, çeki deryasında ezilenlerin ruh sesinden umut etmiştik. Düşünüldüğünde, insan birçok şeyi yazabilir, ama yaşanmayanı, yeterince derin araştırmadan yazamaz. “Belene” kampında kaldınız ise, balıkları ve balıkçıları anlatabilirsiniz belki ama kutup ayılarını ve avcıları değil. 1990 birçoklarımız için bir kırılma dönemi oldu. Yazmadan edemeyen aydınlarımızın kalemleri yazmaz oldu… Yıllarca süren eziyetten sonra, düşüncelerini bir çınar gölgesinde gökten dökülürcesine akıtmak için giden yazar ve şairimizden biri olan yazar Ömer Osman’ın son eserine “Sevgi Kırıntıları Arıyorum Yollarda” adını koyması manidar oldu. Doğal yeteneği olanlar bile, kıvamlı huzura kavuşamadan, güneşe ve yıldızlara sorup anlatmak istediklerini dökemeden sustular. Mehmet Türker gibi Rodoplu, Sabri Tata gibi Deliormanlı yaratıcılarımız kitap ardına kitap yazsa da, etnik topluluğumuzun çocukluk hallerini bilmediklerinden olacak, kalemin ucunu efsanelerimize dayandırıp başımıza gelenleri doyurucu ve doğru yansıtamadılar. Her devrin, her ortamın ve her neslin kıvamını tutturmak çok zor olsa gerek. Türkçe de yazan tükenmezlerini ceplerinde taşıyanlarımızın Koşukavak, Mestanlı ve Kırcali buluşmaları külleri karıştırdı karıştırmasına da, hemen alevlenen köz bulunamadı. Üzerlerinden yarım yüzyıl geçen “Soğuk Pınar” tartışmalarını zaman soldurmuştu. Eğri Dere’de geleneksel edebiyat buluşmaları, yerli yazar ve şairlerimizle periyodik görüşmeler tohumlarını ekmeye devam ediyor. Edebiyatımızın canlanması için yeni bir Nazım Hikmet rüzgarı bekleyemeyiz. Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal ilhamı da soldu. Yol göstericilere ihtiyaç var. Yetenek sahibi yeni nesilden daha çok şey beklense de, kıdemli kalemler sanki gonca kelemlere aşı yapamıyor. Edebiyatımız düşecek olan son kalemiz olmalıdır. Dayanmak zorundayız.


14

Bulgar

h mSuekonuşmadan t D oyolunu ğ a bulurken, n’a nasihat B o r s a s ı AKonu:

Enerji

Bulgar Enerji Borsası bu yıl Aralık ayında faaliyete geçiyor. Sözkonusu borsanın işlevi ve prensiplerine dair tanıtım toplantısında bu haber bildirildi. Bulgar Bağımsız Enerji Borsası BEHUlusal Enerji Holdingi’nin bir yan kuruluşu olacak. Ana amacı ise, enerji pazarlarını düzenleme, enerji ürünleri, elektrik, kömür, doğalgaz pazarlarında borsalar sunma olacak. Projenin başlaması birkaç aydan beri beklense de, tarih şimdi kesinleşti. Bu gecikmenin temelinde, yerli elektrik üreticileri ve iç elektrik pazarın korunmasına dair hedefler bulunuyor. İlk başta büyük olasılıkla Kozloduy Nükleer Santralinden, “Maritsa İztok 2” Termo Elektrik Santrali ve Ulusal Elektrik Kurumu’nun su elektrik merkezlerinden elektrik alım- satımı yapılacak. Bu kurumlarla müzakereler hala sürüyor. Borsa komşu piyasaların ortaklaşmasına da olanak verecek. Örneğin komşu Türkiye’den elektrik kurumlarıyla işbirliği be birleşme imkanları incelenecek. Sicile alınan elektrik tüccarları bir gün peşin bilgilendirilerek, elektrik enerji ve ürünler alış verişi ve satışı yapabilecek. Hanelerdeki tüketiciler

Bulgaristan Türklerinin Sesi

ise serbest elektrik borsasına 2016 yılı Mart ayın Bulgar Bağımsız Enerji Borsası Yürütme Müdürü Konstantin Konstantinov piyasanın liberalleşmesi ve fiyatları konusunu radyomuza değerlendirdi: “Piyasanın liberalleşmesiyle iligili enerji borsasının taban fiyat vereceğini söylemek istiyorum. Fiyatlar ayrımcılık yapmadan, adil bir şekilde belirlenecek. Şefaf bir pazar anlayışımız olacak. Piyasa fiyatını arz ve talep belirleyecek. O yüzden fiyatların gerçek ve dürüst olacağı tahmin ediliyor”. Aynı zamanda piyasada rekabet ortamı yaratmak, tüketicilere seçim hakkı vermek de başlıca amaçlardan biri. Sunulan ürün kalitesinin artışı da rekabet ortamında mümkün olacak. Borsa açılırken ne tür değişiklikler beklenilebilir? ”Faaliyete geçmek için şimdilik Enerji Yasasında değişiklik gerekmiyor. Ağlarda ve şebekelerde kayıpları ve dağıtım operatörlerinin borçları belirlenmeli. Elektrik enerji ticaretinde yeni düzenlemeler şart. Bir iki ay içinde bu yeni düzenlemeler yapılacak”.

Bulgaristan’da Sistem Çöktü, Kilometrelerce TIR Kuyruğu Oluştu

Kapitan Andreeovo ve Lesovo Sınır Kapıları’nda geçişleri sağlayan bilgisayar sistemi çökmesi nedeniyle, Kapıkule’de 13Hamzabeyli Sınır Kapısı’nda ise 7 kilometre TIR kuyruğu oluştu. SINIRDA 3 GÜNDÜR SORUN YAŞANIYOR Yetkililer Bulgaristan Sınır Kapıları’nda geçişleri sağlayan bilgisayar sistemlerinin çökmesi nedeniyle 3 gündür sorun yaşandığını, kuyruğun bu yüzden oluştuğunu bildirdiler. “TÜRKİYE’YE GİRİŞTE BİR SIKINTI YOK” Yüklediği ihracat yükünü Polonya‘ya

götürmek için Kapıkule Sınır Kapısı’nda kuyruğa giren Fevzi Karasalioğlu, Bulgaristan tarafından Türkiye‘ye girişte bir sıkıntının olmadığını belirtti. “İKİ ÜLKE SORUNLARINI ÇÖZÜME KAVUŞTURAMADI” Karasalioğlu, “İki ülke sorunları bir türlü bir çözüme kavuşturamadı. Bazen Bulgar tarafından misilleme yapılıyor, bazen Türk tarafından. Ayrıca iki ülke arasında dozvola sorunu var. Bu mağduriyeti TIR şoförleri çekiyor. Biz cebimizdeki paraları yollarda harcıyoruz. Evimize para götüremiyoruz?” dedi.

Bulgaristan ile Ekonomik İlişkiler Güçleniyor

Bursa Büyükşehir Belediye Başkan vekili Abdülkadir Karlık, ekonomik işbirlikleriyle uzun yıllardan beri gelen kardeşliğin meyvelerinin alınacağını bunun her iki ülke açısından da önemli olduğunu söyledi. RUMELİSİAD’la kardeşlik protokolü imzalayan ve iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin daha da artması yönünde faaliyetler gösteren Bulgar Türk İş Adamları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Donka Koleva, Heykel Tarihi binada Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Abdülkadir Karlık’ı ziyaret etti. Filibe merkezli derneklerine Bulgar işadamlarının yanı sıraBulgaristan‘daki Türk işadamları ve Türkiye‘de yatırım yapan Bulgar işadamlarının da üye olduğunu dile getiren Koleva, bu nedenle iki ülke arasındaki ilişkilerde de önemli bir rol oynadıklarını kaydetti. Bursa‘ya geldiğinde kendini evinde gibi hissettiğini dile

getiren Koleva, sıcak ev sahipliği nedeniyle Başkanvekili Karlık’a teşekkür etti. Bulgaristan ve Türkiye‘nin 100 yıllarca aynı kaderi paylaşan iki kardeş ülke olduğuna değinen Karlık ise uzun yıllardan beri gelen kardeşliğin meyvelerinin bu tür ekonomik işbirlikleriyle alınabileceğini ve bunun her iki ülke açısından da önemli kazanımlar sağlayacağını vurguladı. Ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getiren Karlık, Büyükşehir Belediyesi olarak başta Bulgaristan olmak üzere tüm Balkan coğrafyasında önemli yatırımları hayata geçirdiklerini, bölge halkının mutluluğu için yatırımlarının bundan sonra da devam edeceğini belirtti.

olsun!

bir konuşuyoruz ama yolumuzu bulamıyoruz. Bir Delinin Padişaha Öğrettikleri

Padişahın biri, tımarhaneyi ziyarete gitmiş. Ziyareti esnasında baş doktor hükümdara hastalar hakkında bilgi verip, koğuşları dolaşırlarken azgın delilerin tedavi gördükleri koğuşa varmışlar. Hükümdar, azgın delilerden bir tanesini görmek istemiş. Hastalardan her biri birer hücrelerde kapalı olarak tedavi görürlermiş. Baştabip orada bir hücrenin kapısını açıp, hastayı hükümdara göstermek istediğinde, hücrenin kapısının içerinden kapalı olduğunu gören doktor, içerideki hastaya seslenip kapıyı açmasını söylediğinde hasta içeriden: Şimdi işim var, rica ederim beni meşgul etmeyin! Diye doktora cevap vermiş: Hükümdar doktora: Sor bakalım ne işi varmış? Demiş. Doktor da: Ne işin var, ne yapıyorsun? Diye sorduğunda hasta içeriden: Yahu, ne laf anlamaz adammışsın, hesap yapıyorum, hesap. Ne hesabı yapıyorsun bakalım? Deyince akıl hastası: Padişahla benim aramdaki hesabın farkını yapıyorum, demiş. Hükümdarın hesabıyla tabip sormuş: Senin ile hükümdar arasında ne fark gördün bakalım? Deli saymaya başlamış: Ben de hükümdar da bir ana babadan doğduk. Benim babam fakir idi, onun babası padişah idi. Padişah orda benden farklı. O da ben de iğrenç bir su idik. Sonuna bakarsak o da ölecek, ben de öleceğim. Burada yine birleştik. Farkımız yok! Ben öldüğümde bana kaç paralık kefen, hükümdar öldüğünde ona kaç paralık kefen sararlar? Bu hesabı da yaptım. Onun kefeni benimkinden 60 para farklı. Ben de, o da toprağa gireceğiz. Burada farkımız yok: O da çürüyecek, ben de çürüyeceğim, orada da farkımız yok. Cenazelerimize kaç kişi gelir? Benim cenazemde kaç kişi bulunur, sultanın cenazesinde kaç kişi bulunur? Burada sultan benden çok farklı; benim için cenaze namazı kılmak murat olduğunda imam ve cemaat nasıl niyet ederse, sultanın cenaze namazı kılınırken de imam ve cemaat aynı şekilde: “Er kişi niyetine” diyetine her ikimize niyet edeceklerinden burada da farkımız yok. İmam efendi, beni tezkiye ederken, nasıl tezkiye eder, sultanı tezkiye ederken nasıl tezkiye eder? Cemaat benim için nasıl şahadet eder? Padişah için nasıl şahadet eder? Padişaha nesil bir kabir yapılır? Benim için nasıl bir kabir kazılır? İşte, bunların hepsinin hesabını yapıyordum. Geldin, hepsini alt üst ettin. Bir miktarını çıkardım. Bak şöyle: Hükümdarla benim farkımın hesabım doğru mu? dedi ve saymaya başladı: “ Ben dünyaya bir kadın ve bir erkekten gelmişim. O da benim gibi bir ana ve bir babadan dünyaya geldi. Ben doğduğumda, anam babam sevinç duydular, bayram ettiler. Onun da babası ve annesi bayram ettiler. Velâkin onun doğduğunu istemeyenler oldu. Ben, hasta oldum

beni buraya attılar, azgın olduğum için kollarıma zincir taktılar ve bu hücreye koydular. Padişahı da sarayında hapsettiler ve kollarına cevahir bilezik taktılar. Beni, yalnız bırakmadıkları gibi, onu da yalnız bırakmadılar. Ben, bir evde doğdum, o bir sarayda dünyaya geldi, ikisi de yakın bir zamanda harap oluyor. Ben içi kırpıntı dolu yatakta, o ise içi kuş tüyü; ipek bir yatakta doğdu; ikisi de yakında çürür, çöplüğe atılır. Benim makamıma imrenen olmaz. Onun tahtında çok kimsenin gözü vardır. Benim düşmanım azdır, onun çoktur. Ben öldüğümde bana ağlayan olmaz. Onun öldüğünde ağlayandan çok sevineni vardır. Bana adi, birkaç arşın kefen, ona ise ipekten kefen sararlar. Ona da bana da er kişi diye niyet ederler, imam: Cemaat bunu nasıl bilirsiniz? Diye beni sorduğunda Zavallı, akıl hastası, derler. Onun cemaatine: Nasıl bilirsiniz? Dediklerinde, dilleri ile İyi biliriz, derler, lâkin kalpleri ile yaptığı zulmü ve fenalığı hatırlayıp, yalancı şahadet ettiklerini düşünürler. Bana harap yerden bir çukur açarlar. Ona ise bir yüce kabir inşa ederler. Lâkin yakın bir zamanda ikisi de viran olur. İşte yaptığım hesap bu idi. Bazı yerlerde o benden âlâ görünürse de, pek farkımız yok. Bazı yerde de ben ondan âlâyım. Sultanınki muvakkat bir zaman için benimkinden birkaç para fazla görünüyor. Bu fark, zamanla beraber oluyor. Sultan ile benim aramda hiçbir fark kalmıyor, beraber oluyoruz. Hükümdar, bu sözlerindeki manayı anlayıp, tahammül edemeyip ağlamış. Bu mecnundan aldığı ders, evvelce aldığı her dersten üstün olmuştu. *** Bu masalı seçmemin sebebi siz okuyucularıma bir soru sormaktır. Bulgar devletinde Sultanlıktan ve Krallıktan sonra Sarayda yaşayan kalmasa da, Ahmet Doğan adında bir kişi korumalı ve zırhlı saraylarda beslenip içiriliyor. Aynı zamanda, Avrupa Birliği hesaplarına göre, aralarında bazı profesör, opera sanatçısı, eski işletme müdürü, parti sekreteri, yaşar, gazeteci, işçi, memur başlıca Sofya’da olmak üzere çöp tenekelerinden, Pazar atıklarından, yemekhane ve lokanta kırıntılarından geçinmeye çalışırken, evsiz barksız yaşıyorlar. Hele gençler Batı Avrupa ülkelerine kaçalı durum çok vahim oldu, deli haneler, tımarhaneler ve huzur evleri dolmuş taşmış, yer yok. Soru: Bulgaristan ortamında Ahmet Doğan bu simalardan hangisidir? Masallarımızda kendimizi aramaya devam edeceğiz.

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 418-89-89 İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı İbrahim SOYTÜRK Genel Yayın Yönetmeni Ridvan TÜMENOĞLU Genel Yayın Müdürü Dr. Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Doc. Dr. Sakin ÖNER Doc. Dr. Hasine ŞEN D o c . D r. A z i z Ş A K İ R

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Abidin K ARASU Av. Hasan MOLLAOĞLU Sevilcan YÜCE Hüseyin YILDIRIM Filiz SOY TÜRK Pervin MAŞAOĞLU Serkan YILDIZ M u r a t U LU T Ü R K Neriman ERALP Mesut UĞURLU

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 418 89 89 / 511 63 47 - Fax: 0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.

Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.net

Avusturya -Viena Almanya-Köln: Amerika-New York: Belçika-Antwerpen: İspanya-Madrid: Kazakistan İsveç

Osman BÜLBÜL Rafet DAL Alaattin Gokay Nevi BEYTULLAH Hüseyin Hasan Türkistan: Erkan Seval ÖZTÜRK

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya:

Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU

ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa AKGÜN ist. Avcılar: Erol KETENCİ ist. Başakşehir: Aydın FİDAN ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa- Ayşe HOCAOĞLU Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER Fethiye : Fatih AKSAK

Adres: Hürriyet Mah. Şakir Kabaağaç Sk. Şebnem Apt. No:1 Süleymanpaşa Tekirdağı Emniyet Müd.Yolu

Tel: 0282 264 23 05 / Cep: 0539 329 44 36


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15 Türklere karşı işlenilen suçları Türk vekiller desteklemedi

Bulgaristan Parlamentosunda Türkler KOMUNİSTLERİN suçlarını destekledi. Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) bu teklife doğrudan karşı çıktı. Sözde Türklerin Partisi olan Hak ve Özgürlükler Hareketi komünist rejimin Bulgaristan’da işlediği suçların okullarda okutulmasını desteklemedi. Kanun teklifini Reformcu Blok Bulgar Milletvekili Boris Stanimirov sundu. Teklifi sadece Reformcu Blok, Vatansever Cephe milletvekilleri ve 9 GERB milletvekili destekledi. Geri kalan GERB’liler çekimser oy kullandı. HÖH milletvekilleri oylamaya katılmadı. BSP’liler “hayır” oyu kullandı. Komunist partiden Sadece BSP Milletvekili Mariana Boyacieva “evet” dedi. Stanimirov, bunun 40. ve 41. Millet Meclisi’nde sunulan teklifin yenilenmiş hali olduğunu açıkladı ve 1999’da meclisten ge-

çen Bulgaristan’da Komünist Rejimi Suç İlân Eden Yasa ile uyumluluğunu savundu. Teklif, mecliste milletvekilleri arasında şiddetli tartışmalara yol açtı. BSP Milletvekili Yanaki Stoilov alaycı bir tavırla “Dosyalar Komisyonu’nun arşivlerinin de okutulmasını teklif etmeliydiniz. Çocuklara sınavlarda casusların ve ajanların isimleri de sorulmalı” “Siz tarihin olduğu gibi tanınmasını istemiyorsunuz. Klişeler aşılamak ve gençlerin beynini yıkamak istiyorsunuz. Sizler geri kalmışsınız” dedi. Ardından kürsüye çıkan Reformcu Blok Milletvekili Martin Dimitrov şu yanıtı verdi: Biz Bulgaristan’da komünizm veya faşizm istemediğimiz için hangisinin daha kötü olduğuna karar veremiyoruz. Öğrencilerin uydurmacalara aldanmaması için totaliter rejimlerin suçları ders kitaplarına girmeli. Kürsüye çıkan GERB Milletvekili Snejana Dukova, tartışmaya son verip oylamaya geçilmesini istedi. Vatansever Cehpe Koalisyonu’ndan atılan Bağımsız Milletvekili Velizar Ençev, SİK ve VİS gibi suç örgütlerinin ve bu örgütlerin finans kaynaklarının ve yapılanmalarının da okullarda okutulmasını teklif etti, ancak Ençev’in teklifi oylamaya sunulmadı.

Çağın kabusu meme kanseri: Bu teknoloji meme kanserinde çığır açabilir

Meme kanseri Bilindiği üzere kadınların korkulu kabusu,en önemliside affetmeyen bir kabus,geç kalınmış teşhis ve tanılar yüzünden yılda binlerce kadın ölüyor ve ya memesi alınıyor ve hayata küsüyor.. Aşağıda izleyeceğiniz videoyu ve makalenin içeriğini dikkatli okumanızı rica ediyoruz.. Bu haber teknolojiyle genel olarak daha az ilgilenen bayanlarla ilgili. Ancak teknoloji dünyası da sadece erkeklere özel değil. Ki bu haber gerçekten çok önemli, çünkü çağımızın en büyük hastalığı olan kanser ve bir çeşidiyle alakalı; meme kanseri. Meme kanseri ile ilgili yapılan araştırmalar hiç de iç açıcı değil… Yılda 1 milyon yeni meme kanseri vakasına rastlanıyor ve her yıl meme kanserinden 400 bin kadın hayatını kaybediyor. İşin en kötü tarafı ise, meme kanserine yakalanma riski. Bu risk

kadınlar arasında yüzde 12 seviyelerinde ki bu her 8 kadından birinde meme kanseri var demek. Meme kanserini yenmenin en önemli yolu da erken teşhis. İşte bu konuda yeni bir icat belki de bütün oranların seyrini değiştirebilir. Bu konuda yeni bir sutyen geliştiren First Warning Systems firması, kanser riskini önceden yüzde 90 oranında tespit ediyor. Sutyen içine yerleştirilen 16 sensör sayesinde göğüsteki ısı değişimlerini “thermograms” teknolojisiyle ölçen sistem sayesinde, 12 saatte o kişinin kanser riski taşıyıp taşımadığı tespit ediliyor. Özellikle spor aksesuarı olarak da üretilmesi planlanan ve özellikle şu sıralar tıp dünyasında çokça konuşulan bu yeni sutyenin çok yakında piyasaya sürülmesi planlanıyor.

Ülkemizde İlk Biyonik Göz Ameliyatı,Başarılı Geçti

Bulgar Ortodoks Kilisesi Yeni Sı- Dünyada yaklaşık 150 kişiye uygula- türk, Kütahya’da yaşıyor. İsa Öztürk ile ğ ı n m a c ı K a b u l ü n e K a r ş ı nan “Argus II – Biyonik Göz” ameliya- evli olan Öztürk, iki kız çocuk annesi. Bulgaristan Ortodoks Kilisesi Yüksek Meclisi (Senod), hükümetin sığınmacılar konusundaki politikasını eleştirerek, “Gelmiş olanları barındıralım, ama fazlası gelmesin” çıkışı yaptı. Senod’un yayınladığı bildiride, sorunun tüm sorumluluğunun “onu yaratanlarda” olduğu belirtilerek, özellikle hükümetin yürüttüğü sığınmacılar ve mülteciler politikası ile ilgili çeşitli uyarılarda bulunuldu. Ortodoks Hristiyanlığının anayasal anlamında “resmi din” statüsüne sahip olduğuBulgaristan‘da Senod, artan sığınmacı akımından endişelerini şöyle ifade etti: “Ortodoks Hristiyanlar ve toplum olarak, halihazır gelmiş olanlara, ancak son derece sınırlı olanaklarımızın kapsamında özen göstermeliyiz. Asla daha fazlasını yapmamalıyız. Bu sorunu yaratan kimseler onun çözümü ile uğraşsınlar. Devlet olarak yok oluşumuzun bedelinin Ortodoks halkımıza ödetilmesi hiç bir şekilde doğru değildir.”

Bildiride, Bulgaristan Hükümeti’nin “kota uygulaması sonucu” kabul edeceği sığınmacıların ülkede huzur bulması için Ortodoks Kilisesi’nin de yardım etmeye hazır olduğu belirtilirken, “Aynı zamanda Hükümetimiz savaşların durdurulmasına yönelik çaba göstermelidir” vurgusu yapıldı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika‘daki savaşlarda Hristiyanların “sözde yok edilmesi” sorununu da değinilirken, “Hükümetimiz, Mısır, Suriye, Irak ve diğer ülkelerdeki dinler arası hoşgörünün durumu ile ilgili yaşanılan sıkıntıları uluslararası örgütlerin huzuruna getirmeli ve bu hoşgörünün korunması için ısrarda bulunmalıdır” ifadeleri kullanıldı. İçişleri Bakanlığının resmi verilerine göre ülkede, dörtte biri Suriyeli olmak üzere yaklaşık 17 bin sığınmacı bulunuyor. Sığınmacı ve mülteci kabulü konusunda ortaya atılan referandum teklifine karşı olduğunu belirten Başbakan Boyko Borisov, toplumun yaklaşımının “zaten olumsuz olduğunu” belirtmişti.

100 Yaşına Giren Türk Kütüphaneciliğinin Duayeni Acaroğlu’na Sahnede Kutlama Türkiye’de yüksek kütüphanecilik ve arşivcilik alanlarında profesyonel isimlerin başında gelen araştırmacı-yazar, çevirmen Mehmet Türker Acaroğlu’nun 100’üncü yaş günü nedeniyle İstanbul Avcılar’da etkinlik düzenlendi. Avcılar Balkan Türküleri Derneği, Avcılar’da oturan Acaroğlu için Belediye Barış Manço Kültür Merkezin’de 100. Yaş Günü etkinliği düzenledi. Dernek Başkanı Hasan Altın, Mehmet Türker Acaroğlu’nun alanında duayen olduğunu, bu değerli ismin 100’üncü yaş gününü kutlamak istediklerini söyledi. Etkinliğe katılan Avcılar Belediye Başkanı Handan Toprak, çalışma ve projelerin ardından yapılan işlerin ayrıntılarıyla birlikte yazarak arşivlenmesi konusunun büyük önem taşıdığını söyledi, Toprak, “Değerli yazarımıza, toplumsal hafızamıza ve ulusal bilincimize yaptığı değerli katkılarından dolayı Avcılar halkı adına minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz” dedi.

KİMDİR? Fransızca, Bulgarca, Rusça’yı iyi derecede bilen, Macarca ve Latince’den de anlayan 88 kitap ve ayrı basımlı araştırma yapan iki çocuk babası Mehmet Türker Acaroğlu, 21 Eylül 1915 tarihinde Bulgaristan’ın kuzey batısındaki Deliorman Bölgesi’ndeki Razgrad kentinde doğdu. Acaroğlu, 1930 yılında ‘Deliorman Gazetesi’nde ‘katiplik’ yaptı, daha sonra Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Tevfik kamil Koperler’in desteği ile eğitimine Türkiye’de devam etti. Bir süre çeşitli yerlerde öğretmenlik yaptıktan sonra Ankara Üniversitesi’nde 1947 yılında ‘Kütüphanecilik Kursu’nu ve ardından ihtisas kursunu tamamladı. Mehmet Türker Acaroğlu, 1950’de Paris Devlet Dokümantasyon Teknikleri Enstitüsü’nde iki yıl eğitim gördü, Sorbonne Üniversitesi’nde Arşivcilik Stajı kursu sertifikası aldı. 1953 yılında UNESCO tarafından Bibliyografya Enstitüsü’nün kuruluş aşamasında görev aldı. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nü de bitiren, 22 yıl Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğü yapan Acaroğlu, 1974’te emekli oldu. - İstanbul

tı ilk kez Türkiye’de de yapıldı. 20 yıldır görmeyen 44 yaşındaki Dilek Ümran Öztürk, biyonik göz sayesinde ışığa kavuştu, şekilleri yeniden seçmeye başladı, hiç görmediği kızını görebildi. Doğum yaptıktan sonra görmesi zamanla kaybolan Dilek Ümran Öztürk, Türkiye’nin ilk biyonik göz ameliyatı ile 20 yıl sonra yeniden görmeye başladı.

Öztürk’e yapılan ‘Argus II – Biyonik Göz’ ameliyatı, LASİK yönteminin mucidi Prof. Dr. loannis Pallikaris ile Dünya Göz Hastanesi’nden Doç. Dr. Nur Acar ve Op. Dr. Fevzi Akkan tarafından yapıldı. Halk arasında tavukkarası olarak bilinen; Retinitis pigmentosa hastası olan 1971 doğumlu Dilek Ümran Öz-

1991’de evlenen Öztürk’ün görmesi, ilk çocuğunu doğurduktan sonra azalmaya başladı. Doktorların hamileliğin bu hastalığı ilerleteceğini ve artık göremeyeceğini söylemesine rağmen Öztürk, ikinci çocuğunu da dünyaya getirdi. İlk kızını 2-3 yaşına kadar gören Öztürk’ün, 2. kızını görme fırsatı hiç olmadı. Ameliyatla hastanın görme kapasitesinin her geçen gün daha da geliştiğini belirten Prof. Dr. loannis Pallikaris, artık kendi kendine hayatını sürdürmesinin daha kolay olacağını söyledi. Argus II ameliyatının Türkiye’deki görme engelli hastalar için artık yeni bir umut ışığı olduğunu dile getiren Palikaris, şunları söyledi:


1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Yunanistan’da yeni hükümet yemin etti

Yunanistan’da, Başbakan Aleksis Çipras başkanlığındaki SYRIZA-ANEL koalisyon hükümetinin üyeleri Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un huzurunda yemin ederek göreve başladı. Cumhurbaşkanlığı konutunda düzenlenen yemin törenine Başbakan Çipras’ın yanı sıra kabinede yer alan bakan ve bakan yardımcıları katıldı. Törende bazı bakanlar “dini yemin” ederken, kimileri ise “siyasi yemin” etti. Başbakan Yardımcısı Yannis Dragasakis yemin töreninin ardından yaptığı açıklamada, hükümetin hedefinin kreditörlerle imzalanan anlaşmaların adil bir şekilde uygulanması olduğunu belirterek, “Amacımız, ekonomiyi yeniden düzenleyerek iyileştirmek ve ile-

riki bir zamanda gittiğimizde, arkamızda solun izlerini bırakmak” dedi. Çipras’ın dışında 7’si kadın 46’sı bakan ve bakan yardımcılarından oluşan yeni hükümetin ilk Bakanlar Kurulu toplantısının cuma günü gerçekleştirileceği bildirildi.

Bulgaristan-Türkmenistan Ticaret ve SBulgaristan’ın a n abaşkenti y iSofya’da Ofaaliyetlerini d ayürüten s ı ’ kanları n dhakkında a nbilgi veren Z i y a r e t Bulgaristan-Türkmenistan Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Üyesi Daniel Delchev, Edirne Ticaret ve Sanayi Odası’nı ziyaret ederek, ETSO Yönetim Kurulu Başkanı Recep Zıpkınkurt, Meclis Başkanı Mehmet Eren ile Edirne’de ki işbirliği olanaklarını görüştü. BulgaristanTürkmenistan Ticaret ve Sanayi Odası’nın çalışmaları hakkında bilgi veren Delchev iki ülke işadamları arasında köprü olduklarını, iki ülke işadamlarına iş ortaklıkları için partnerler bulduklarını ve yapılan işbirliklerinde firmalar arasında ülkelerin mevzuatlarından kaynaklanan sorunları çözdüklerini ifade etti. Delchev,Türkmenistan firmalarının Avrupa pazarına ulaşmak için Bulgaristan’ı Avrupa’ya açılan kapı olarak gördükleri gibi, Türkmenistan’ın komşu ülkelerine göre daha refah ve ekonomisi daha gelişmiş bir ülke olmasından dolayı Bulgaristan firmalarının da Türkmenistan’ı Asya pazarına açılan bir kapı olarak gördüklerini belirtti. Türkmenistan’da yatırım im-

Daniel Delchev alt yapı, telekomünikasyon, inşaat, inşaat, ulaştırma, bilgi teknolojileri sektörlerinde yatırım imkanları olduğunu söyleyerek, Türkmenistan’da inşaat sektöründe Türk firmalarının çoğunlukta olduğunun altını çizdi ve “Türkmenistan’da ki inşaat sektörünün yüzde 60’ı Türk firmalar tarafından yönetiliyor. Türkmenistan’da serbest yatırım yapılabilir” diye konuştu. Bir süre önce Sofya’da düzenlenen bir organizasyona katılmak için Sofya’ya giden ETSO Meclis Başkanı Mehmet Eren’in Bulgaristan-Türkmenistan Ticaret ve Sanayi Odası’na yaptığı ziyaretinin ardından Edirneli iş adamları ile işbirliğini programlarına aldıklarını da söyleyen Delchev Türkmenistan-BulgaristanTürkiye’deki işadamları arasında işbirliğini oluşturmak

Edirne – Haskova İş Forumu’ Edirne’de Yapıldı Hollanda Bulgaristan’da en büyük yatırımcı ETSO Toplantı Salonunda ilişkilerin gelişmesi için daha faz- sını söylediğimizde diğer illerde Haskova ve Edirne arasındaki iş ilişkilerinin geliştirilmesi adına düzenlenen ‘Edirne-Haskova İş Forumu’ toplantısına Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, Haskova Valisi Dobri Belivanov, Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, ETSO Başkanı Recep Zıpkınkurt ve Haskova Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Yancho Yanev’in yanı sıraEdirne ve Haskovalı iş adamları katıldı. Vali Dursun Ali Şahin, yaptığı açılış konuşmasında, Bulgaristan‘da iş yapan Türk iş adamı sayısının azlığına dikkat çekti. Bu kadar yakın olan iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel

la ticaret yapılması gerektiğini ifade eden Vali Şahin, iki ülkenin ilişkilerindeki yakınlaşmanın sadece ticarette değil sağlık alanında da olması gerektiğini vurgu yaptı. Vali Şahin, “Bizim Bulgaristan‘a açılan 2 sınır kapımız var. Bu sınırlardan günde 3 bin TIR geçmektedir. Ama Bulgaristan‘da iş yapan Türk iş adamı maalesef yok. Bu kadar yakın olan iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesi için daha fazla ticaret yapılmalıdır. Biz Edirne‘yi tarif ederken tarım ve turizm şehri olarak ifade ediyoruz. BugünEdirne‘de kullanılan tarım teknolojileri ve traktör sayı-

şaşkınlık yaşanıyor. Bu teknolojiyi Haskovo bölgesinde de kullansak her iki tarafın da menfaatine olacağını düşünüyorum” ifadelerini kullandı. Vali Şahin ayrıca, iki ülkenin ilişkilerindeki yakınlaşmanın sadece ticarette değil sağlık alanında da olması gerektiğini vurgu yaparak Bulgar vatandaşlarını 29 Ekim‘de resmi açılışı gerçekleştirilecek yeni devlet hastanesine davet etti. Vali Şahin, “Açılacak olan yeni hastanemize Bulgaristan‘dan meslektaşlarımı da davet edip hastanelerimizden faydalanmalarını kendilerine tavsiye edeceğim” dedi.

Türk Dünyası Tarih ve Dil Meseleleri” Çalışma Komitesi’nin Toplantıları Sona Erdi Türk Dünyası Koordinasyon Merkezi’nde iki gün süren komite toplantısına Türkiye, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Ukrayna (Kırım), Rusya Federasyonu (Tataristan/Başkurdistan/ Çuvaşistan/ Yakutistan), Azerbaycan, Bulgaristan, Romanya ve Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden yaklaşık 25 bilim adamı ve akademisyen katıldı. Toplantının son gününde Şelale Park Restoran’da çalışma komitesi onuruna akşam yemeği veren Vali Güngör Azim Tuna, komitenin yaptığı çalışmaların kendileri için önemli olduğunu vurguladı. Yapılan çalışmanın uzun soluklu bir iş olduğuna değinen Tuna, komitenin amaçlarını anlattı. Tuna, “Amacımız, belki çok

uzak coğrafyalarda yaşayan kardeşlerimizi bir şekilde bir araya getirmek. Birbirimizi daha kolay anlamak noktasında, kullandığımız lisanda ortak neler varsa bunları ortaya çıkarmak. Başka faktörlerin de etkisiyle; medya, müzik, sinema gibi günümüzdeki iletişim araçlarını da kullanmak. İş dünyasında birlikte yapılabilecek iş birliktelikleri, üniversitelerimizin, devlet kurumlarının iş birliktelikleriyle, çocuklarımızın daha çok kaynaşması. İnşallah gelecekte hem ortak tarih şuuru açısından, hem de dil konusunda birbirimizi daha iyi anlayacak bir noktaya gelebileceğiz. Ben, bu çalışmalara verdiğiniz destek için sizlere çok teşekkür ediyorum” dedi.

Bulgaristan Dışişleri Bakanı Daniel Mitov’un Hollanda Meslektaşı Bert Kunders ile görüşmesinden sonraki bir brifingde Hollanda’nın Bulgaristan’daki doğrudan yatırımlarının 1996-2014 dönemi için 7 milyar avronun üzerinde olduğundan memnuniyetini dile getirdi. “Hollanda’nın ülkemizin Schengen bölgesine katılması için desteğine bel bağlıyoruz. Bulgaristan, sözleşmelere bağlanan yükümlülüklerini yerine getiriyor, AB’nin dış sınırlarındaki güvenliği sağlamaya devam edeceğiz” diye bildirdi Daniel Mitov ve görüşmede mülteci, İslam Devleti, Ukrayna ve saire konularının görüşüldüğünü açıkladı. “Bulgaristan, AB’de çok istirkarlı bir ortaktır ve biz ülkenin konumlarına çok

saygı gösteriyoruz ve yapısal ilişkilerimiz vardır” dedi Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Kunders. Sözlerine göre Bulgar meslektaşı Daniel Mitov ile Bulgaristan’ın Schengen için teknik şartlarına uymasının çok önemli olduğu konusunu ele almıştır. Bert Kunders, “Herkes Bulgaristan’ın Schengen sahasının bir parçası olmasını istiyor” diye işaret etti.

Bulgaristan: Afgan Göçmenin Öldürülmesi Elim Bir Kaza Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Rumyana Bachvarova, sınır polisinin açtığı ateş sonucu bir Afganistan uyruklu göçmenin yaşamını yitirmesini ‘elim bir kaza’ olarak değerlendirdi. Çeşitli temaslarda bulunmak üzere Edirne’ye gelen konuk bakan, Vali Dursun Ali Şahin’i makamında ziyaret etti. Edirne Valisi tarafından karşılanan konuk bakan, valilik özel defterini imzaladıktan sonra makama geçti. Türkiye Bulgaristan sınırında bir Afgan kaçak göçmenin öldürülmesiyle ilgili açıklama yapan Bakan Bachvarova, olayı bir kaza şeklinde değerlendirerek, yaşanan kazadan büyük üzüntü duyduğunu söyledi.

Backhvarova, “Burada bir illegal geçiş söz konusu. Bizim bundan sonra yapmamız gereken insani duruma karşı bu tür kazaların yaşanmadan ne tür önlemler alınabileceğini saptamak.” açıklamasını yaptı.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.