Aylık Siyasi Aktüel Gazete
Yıl - 12
S a y ı : 99 Ağustos - 2015
Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek Bizim Borcumuz.
Bulgaristan Türkleri için atama yapıldı, Osmanlı Ocakları Türkiye Başkanlığı Osmanlı Ocakları Genel Başkanı
K a d i r C A N P O L AT
Bulgaristan Cumhurbaşkanı oğlunu kaybetti Cumhurbaşkanı Seçim tarihini Açıkladı
Yerel seçimler ve referandumun 25 Ekim’de Cumhurbaşkanı Plevneliev Mahalli İdareler Yerel seçimlerinin ve referandumun 25 Ekim’de düzenleneceğini açıkladı. Devlet Başkanı Rosen Plevneliev mahalli idareler genel seçimlerinin 25 Ekim’de yapılacağını duyurdu. Aynı gün “Seçim ve referandumlarda elektronik oylama uygulamasını destekliyor musunuz? sorulu referandum yapılacak. Parlamento hiçbir şeye benzemeyen bir şeyi üretti Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, parlamentonun Ekim ayındaki referandum hakkındaki kararı yüzünden herhalde kendini çok şaşırmış hissetmiştir. Milletvekilleri, halka ancak elektronik yolla oylamayı sormaya karar verdi. Daha ciddi ve önemli olan zorunlu oylama ve çoğunluk oyu hakkındaki sorular pek sorun çıkartacak konular olduğu ortaya çıktı.
Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in 15 yaşındaki en küçük oğlu Filip hayatını kaybetti.
Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezinden yapılan yazılı açıklamada Plevneliev’in şu sözlerine yer verildi: “Bugün iyi kalpli ve güneş gibi parlak olan en küçük oğlum Filip hayata veda etti. Oğlumuz yaşarken herkese mutluluk ve ışık verirdi. Ailem ve eşim için zor olan bugünlerde üzüntümüzle tek başımıza kalmayı tercih ediyoruz” Eşi Yuliana ve üç oğlunu siyasi kariyerinden uzak tutmaya çalışan Plevneliev, cumhurbaşkanı olarak resmi hiçbir etkinliğe aile üyeleriyle katılmıyor, aile üyelerini basının ilgisinden korumak için Başkent Sofya’da erişimi sınırlı bir sitede oturup, çocuklarını kamuoyunun gözlerinden uzak özel okullarında okutuyor. Cumhurbaşkanının eşi Yuliana Plevnelieva da Cumhurbaşkanı Plevneliev’in hiç bir siyasi etkinlikte yanında yer almıyor. Cumhurbaşkanlığından gelen açıklamanın ardından vefat eden oğlu Filip’in yaşamı ile ilgili ipucu verebilecek sosyal medyadaki tüm profilleri de silindi.
D e ğ e r l i B U LT Ü R K Merkez seçim komisyonu
O k u y u c u l a r ı adres kayıtlarının Değerli BULTURK dostları, Gazetemizin 2015 yılının ilk yarısını geride bısüresini belirledi raktık. Dünyada ve bölgemizde bu sürede birçok gelişmeler yaşandı. Biz de bu süreçte Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) olarak, çalışma tempomuzu düşürmeden hatta daha da artırarak faaliyetlerimizi başarı ile gerçekleştirme imkanı bulduk. BULTÜRK Gazetesi birçok konuda öncülüğünü yaptığı yayıncılık hayatına 2004 yılından beri kesintisiz devam ediyor. Yayıncılık sektöründe 12 yıl ayakta kalabilmek ve kesintisiz yayın yapmanın zorlukları olmasına rağmen bizler bugün bu mutluluğu büyük bir gururla yaşıyoruz. Başarımızın arkasında güçlü bir irade ve kurumsal bir ekibin olması en önemli zenginliğimiz… Küreselleşen dünyada kendini yenilemeyen hiçbir kurum ve kuruluş uzun ömürlü olamaz. Bildiğiniz üzere BULTÜRK olarak yenilikleri takip etmek konusunda iddiamızı sürdürüyoruz. 99. sayımızda sizlere ipuçlarını verdiğimiz yeni atılımlarımızdan bir yenisi ile daha karşınızdayız. Bizler BULTÜRK yayın kurulu olarak, büyük düşünerek daha geniş kitlelere, sınırlarımızın ötesine ulaşmayı hedefliyoruz. Bunun için Türkiye dışında Bulgaristanın her iline ulaştırmaya çalışıyoruz. Gazetemizin hem ülkemizde hem de yurtdışında okunacak olmanın gurur ve sorumluluğunu yaşayacaklar. Artık yayınlanan makaleler, Türkiye’deki üst düzey bürokratlar, yöneticiler, akademisyenler için olduğu kadar yurtdışındaki mevkidaşları için de güzel bir kaynak oluşturacak. Heyecanımızı bizimle paylaşacağınızı ümit ederek, yeni sayımızı sizlere sunuyoruz.
Merkez seçim komisyonu, yapılacak yerel seçimlerde oy kullanmak için geçerli olacak olan yeni adres kayıtlarının son süresini 24 nisan olarak belirledi. 26 Ağustos tarihine kadar muhtarların belediye sayfalarında Belediye seçim komisyonlarının üyeleri için danışmalarının nerede ve ne zaman yapılacağını bildirmeliler.
İnşallah Osmanlı’nın düzenini, adaletini, bugünlere ve yarınlara getireceğiz.” Yapılması hedeflenen hizmetlerin başlıkları şunlardır. Bulgaristan Türklerinden sorumlu Osmanlı Ocakları Türkiye Başkanı olarak 1. Bulgaristan’da Osmanlı Medeniyetini yaGazeteci yazar Rafet ULUTÜRK atandı. şamak veyaşatmakiçinçalışmalardüzenlemek. Bu gün Genel Merkezimizi ziyaret edip Genel 2. Çifte vatandaşlarımız olan BulgaBaşkanımız Kadir CANPOLAT beyfendilerle bir ristan Türklerinin hem ülkemizde hemde araya gelen ULUTÜRK, Türkiye’de bulunan soydaşları Bulgaristan Türklerinden sorumlu Osmanlı Bulgaristan’da demokratik haklarını gözeterek Ocakları Türkiye Başkanlığına resmen atandı. yapılacak olan seçim veya referandumlarda Bulgaristan Türklerinden sorum- Osmanlı torunlarının demokratik haklarını lu Osmanlı Ocakları Türkiye Başkanı gözeterek yardımcı olup yol göstermek. Rafet ULUTÜRK’ ün 100 kişilik yönetim 3. Bulgaristan’da ki Osmanlı eserlistesi ve Bulgaristan Türklerinden sorumlu lerimizin önce tespiti daha sonra bakım, Osmanlı Ocakları için izmir, İstanbul, Bursa ve Trakya illerimizde bulunan teşkilatlarımıza ek onarım ve Osmanlı devletine hukuki olarak Bulgaristan Türklerinden sorumlu Osmanlı anlamda kazandırılmasının sağlanması. 4. Türkiye’de bulunan Bulgaristan TürkOcakları il başkanlıkları atanacak. Bulgaristan lerinin tespiti sağlamak ve Osmanlı Ocakları Türklerinin Osmanlı Ocakları çatası altında deçatı altında temel hak ve hürriyetlerini gözmokratik haklarının gözetilmesi hedefleniyor. Mevcut il Başkanlarımızın altında hizmet yapacak letmek. olarak belirlendi. Hhayırlı olsun. Bulgaristan Türklerinden sorumlu il Başkanları Alıntı: http://osmanliocaklari.org.tr/turkiyedeatamaları en yakın zamanda yapılacağı bildirildi. bulunan-bulgaristan-turkleri-icin-atama-yapildi
Hain Saldırıları KINIYORUZ Aziz şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet, Türk Silahlı Kuvvetlerimize ve milletimize başsağlığı diliyoruz.
DUYURU
saldırıları kınarken, diğer taraftan kardeşlik ve dayanışma duygularımızı bir kat daha Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet artırmanın yollarını aramalıyız Derneği (BULTURK) olarak ülkemizde son günlerde meydana gelen terör saldırıları ile aziz milletimizin birlik ve bütünlüğüne kasteden eylemleri şiddetle lanetliyoruz. Güzel ülkemizin istikrarı ve kardeşliğine karşı yapıldığından şüphe bulunmayan bu eylemler milletçe hepimizi üzmüştür. Aziz şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet, Türk Silahlı Kuvvetlerimize ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Millet olarak sağduyuyu elden bırakmadan, bir taraftan bu hain
9. TÜRK DÜNYASI GAZETECİLER BULUŞMASI
YAFEM 18. TÜRK BOYLARI KÜLTÜR ŞÖLENİ 9. TÜRK DÜNYASI GAZETECİLER BULUŞMASI
YALOVA DEKLARASYONU
YAFEM 18. Türk Boyları Kültür Şöleni kapsamında 21-23 Temmuz 2015 tarihlerinde Yalova’da Kent Müzesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen 9. Türk Dünyası Gazeteciler Buluşması’nda; Doğu Türkistan (Uygur Özerk Bölgesi), Kırım, Suriye ve Irak Türkmenleri, sözde Ermeni iddiaları ve Karabağ Soykırımı başta olmak üzere, Ortadoğu’dan Kafkaslar’a, Balkanlar’dan Orta Asya’ya uzanan Tük Kültür Coğrafyası’nın temel sorunları ele alınmış; yapılan konuşmalar, teklif, öneriler ve istişareler neticesinde aşağıdaki kararlar “Yalova Deklarasyonu” olarak yayınlanmıştır. 1. Türk Kültür Coğrafyası’ndaki Soydaş ve Akraba Toplulukları’nın yaşadıkları bölgelerde kültürel, sosyal ve eğitim haklarının İnsan Hakları Evrensel Beyanamesi çerçevesinde koruma altına alınmasının ana hedefimiz olduğunu beyan ederiz. 2. Balkanlar’da özellikle Romanya, Bulgaristan, Bosna, Makedonya, Kosova ve Yunanistan’da Türkçe’nin yaygınlaşması; Afganistan, Pakistan, Irak ile Suriye’deki mülteci kamplarında Türkçe kursların düzenlenmesi için ilgili kurumların teşvik edilmesi ve medya aracılığı ile kamuoyunun bilgilendirilmesi kararlaştırılmıştır. 3. Türk Kültür Coğrafyası’nda Türkçe yazı ve konuşma dilinin teşvik edilmesi, konuyla ilgili ders araç ve gereçlerin kurs yerlerine ve kursiyerlere ücretsiz ulaştırılması, latin harfleriyle Türkçe yayınlanan dergi ve gazetelerin her bakımdan desteklenmesi konularında ilgili kurumlar nezdinde girişimde bulunulması Türkiye ve Türk Dünyası arasında üniversiteler arası işbirliğinin geliştirilmesi ve medya aracılığı ile ilgili kişi ve kurumların dikkatlerininçekilmesikonusundaçalışmalaryapılmasıkararlaştırılmıştır. 4. Türk Dünyası’nda medyaya yönelik sansürün son bulması, medya mesuplarının haber yapma, hak ve mahremiyetinin ve ifade özgürlüğünün korunması için tüm kamuoyunun her türlü iletişim vasıtalarıyla bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesine yönelik çabaların desteklenmesi; bu çerçevede Avrasya Coğrafyası’nda Türk medyasına sansür uygulayan kişi ve kurumların tarafsız ve objektif davranmasının beklentisi içindeyiz.
Devamı 6’da
Veliko Tırnovo’da 2015 “Asırlar Sahnesi” yaz opera festivali başladı “Asırlar Festivali” ülkenin tarihi geçmişinden esinlenerek, opera sanatının sihrini izleyicilerle buluşturan muhteşem bir festival. Bu yıl, etkinlik daha farklı olacak, çünkü Sofya Opera ve Balesinin “Tsarevets” Ortaçağ Tepesindeki ilk temsilinin 30 jübile yıldönümü kutlanacak. O zamandan beri, kale duvarlarının doğal ortamı sahnelerin ve oyunların daimi arka dekoruna dönüşüyor. Forum 21 yıllık aradan sonra 2008 yılında yenilendi. O yıl Bulgaristan’ın Bağımsızlığının 100. yılı kutlanıyordu ve “Asırlar Sahnesi” olarak da program kutlamalara katılmış oldu. Bu yılki “Asırlar Sahnesi” 24 ve 25 Temmuz olmak üzere, Maesto Georgi Atanasov’un “Borislav” operasını sunacak. 1911 yılında İvan Vazov’un aynı adı taşıyan dramından esinlenerek çıkan opera oyunu, Bulgar tarih operası sanatının en seçkin temsilleri arasındaki yerini aldı. Rus klasiğin efsanesi “Boris Godunov” operası 31 Temmuz ve 1 Ağustos’ta Tırnovo Kalesinde sahne alacak. Modest Musorgski’nin eserini ordinaryus Plamen Kartalov sahneleyecek. Ancak Kartalov izleyicilere bir sürpriz yorum sunacak. Üzüntüden, çile içinde ölen Rus Hükümdarının acı sonu yerine, temsil “Blajeni” Katedrali önünde bir yürüyüşle sonuçlanacak. “Boris Godunov” operasının prömiyeri Sofya “Aleksandır Nevski” Katedrali meydanında yapılmıştı.“Boris Godunov” Operasının birkaç farklı orkestra yorumu yapılıyor. Musorgski onu yazdıktan sonra, birkaç ay sonra bestesini tamamlıyor. Daha sonra Nikolay Rimski- Korsakov’un olağanüstü değerli orkestra besetesi ortaya çıkıyor. Opera onlarca yıl Rusya ve dünyada bu şekliyle oynadı. Plamen Kartalov’un temsili ise orkestra şefi Deyvid Loyd- Cones’in yorumuyla sahneye konuluyor. Sevda Dükkancı
2
Dr. Nedim BİRİNCİ
25 Ekim’de Seçim Var Konu: Yüzleşme Günü Yakındır. Falcıların fal baktığı kahve fincanı ağırlıkta hafif, görünümde ince ve ilk bakışta albenilidir! Falcının söyleyecekleri kahve köpüğüyle de ilintili değildir. Geçen hafta Bulgaristanlı iki arkadaşım memlekette yerel seçimlerle halk oylamasının hangi gün, daha doğrusu Ekim ayının hangi pazarında yapılacağı konusunda iddiaya girdiler. Son Pazar, 25 Ekim 2015 günü olur deyen kazandı. Şans, kendisini kutlarım. Seçimler şu yaz sıcağında yapılsa, kuyrukta vıcır vıcır olurduk. Ekim serindir. Bu defa Bulgaristan’da hem belediye başkanı, köy ve mahalle muhtarı, yerel meclis üyeleri seçilirken, gelecek seçimlerde elektronik oy kullanma usulü uygulansın mı, uygulanmasın mı sorusuna da cevap aranacak. Kimseyi küçümsemek ya da incitmek istemem ama “bu da neymiş be gülüm, anlatsanız da biz de bilelim!” deyenler çoğalmaya başladı. Türkiye’de oy yanlış şu elektronik seçme usulünün uygulanması konusuna verilecek. Bunun anlamı, evinde otururken, internet kahveye giderek ya da öğrenci çocuğunun bilgisayarını kullanarak seçme ve seçilme hakkı olan her vatandaşın oy kullanmasıdır. Modern zamanların, elektronik çağın bir kazanımıdır. Biliyorsunuz Bulgaristan halkı dört yana dağıldı. Dış ülkelerde bulunan 3.5 milyon kişinin 400-500 seçim sandığında oy kullanması, bu işin örgütlenmesi, kontrolü son derece zordur. Bu nedenle herkese bilgisayar üzerinden seçime katılma ve oyunu kullanma hakkı tanınıyor. Cumhurbaşkanı Plevnefiev’ın bir girişimidir ve desteklesek iyi olur. Yerel seçimler, doğal eşitsizliklerin ve demokratik eşitlenmenin aynasıdır. Demokrasinin gereği her bireyin bir oyu var, tüm oylar kullanıldığında eşdeğer toplamı çok büyük güç oluşturuyor. Silaha sarılmadan ve hiçbir kimseyi tutuklamadan, sorgulamadan ve yargılamadan iktidardan indiren ya da erken seçen bir güçtür oyların toplamı! Vaktiyle devrimler köprübaşları ele geçirilerek, radyo evi basılarak veya hapishanelerin kapıları açılarak yapılırdı. Mesela Fransız Devrimi’nde (1795) bir hapishane olan Basil ya basıldığında, içinde sarhoşluktan yatan 7 mahkûm bulunmuş. 1917’in soğuk bir kış günü olan 7 Kasım’da Petersburg’ta Ekim Devrimi’ne katılan köylü ve denizciler “Kışlık Saraya” saldırmışlar, ısınacak bir yer aramış da olabilirler. Bu işin artık birkaç komuta basarak cep telefonunda da yapılabilmesi, her şeyden önce dünyanın ne kadar ilerlediğine bir işaret ve kanıttır. Bu gidişe ayak uydursak iyi olur. Amerika, Kana’da ve Almanya’daki yakınlarımızla bilgisayar ve vaybar sistemleriyle görüşmeyi nasıl başarabiliyorsak bunu da öğrenmek zorundayız. Türkiye’de BULTÜRK gibi derneklere ve yeni kurulacak olan bilgisayar donanımlı Osmanlı Ocaklarına bu bakıma büyük ödevler düşüyor. Hükümet ortaklığı yapma ya da tek başına iktidar olma ve hatta muhalefette kalma kullanacağımız oy hesaplamalarından geçecektir. Oyun belirleyiciliği yerel seçimlerde de aynıdır. Hiçbir politikacı, hiçbir politik parti niyetlerini peşin açıklamadığına göre, sahte slogan ve vaatlerle, seçimden sonla işler yoluna girecek umuduna doğal gübreli suyu damla sistemiyle verip seçim kazanır, muhtar seçer, Belediye Başkanlarını görevlendirilir. Doğal gübre suyu dediğim şimdiye kadar 2 bira 4 köfte, 20 leva, 1 metre küp odun veya yarım ton kömürdü. Yeni günlerde yiyecek maddesi dolu torba da olabilir. İngilizler her yıl kullanım süresi geçen, geçmek üzere olan ya da muhtemelen geçmiş ilan edilecek olan 22 bin ton gıdayı çöpe atıyormuş, bunlar hemen alınır ve yeniden paketlenerek veya dökme olarak bizim seçmeni tavlama işinde kullanılır. Seçim haberi her kulağı deldi. Çingene Gettolarında davulların sesi değişti. Seçim geliyor yani bayram geliyor yani ekmek elden su gölden yaşama serüveni devam ediyor. Demokrasini şu yanı var ya bayılıyorum. Modern toplumda insanların birbirini kandırmaları bir salgın olmuş. TV, radyo ve basın bunlarla yaşıyor. Halkın karşısına çıkıp doğru olanı anlatan kalmadı. Ahmet Doğan bile “sarayda” yalnız köpeği ile konuşuyormuş. Bu seçimlerin Bulgaristan’da biraz çatışmalı geçeceğine inanıyorum. Çünkü seçmende kıpırdama başladı. Geçen hafta Varna Belediye binası basıldı. Milliyetçiler sınırı aşıyor. Yerel Meclis oturumu kesildi. Bu mevsim kumsalda Rusların azalması ve boşlukları Romenlerin doldurması zaten dengesiz olan milliyetçilerin çivisini çıkardı. “Ataka” cılar kudurmuş gibi, artık Bulgaristan’da politik gündemi etnik sorun belirliyor. 50 yıl sosyalizmde tapulu ev
bark sahibi olamayan Çingene nüfus hak arama kavgasına katıldı. Her tepkinin karşı tepki uyandırdı dikkate alındığında Çingenelerin en genç ve en kalabalık etnik katman olarak eylemler başlatması hem doğal, hem de düşündürücüdür. Bizde sosyalizmin en sağlam temellerinden biri kapitalistlere, sömürücülere, seçkinlere duyulan derin nefretti. Sosyalizm kendisi ayrıcalıklı tabaka olarak nomaklatür tabaka yarattı ve devrildi. 26 yaşını dolduran bizim sahte demokrasi de insan arasına çıkmaktan korkan ve kim oldukları bilinmeyen oligarşiburjuvazisine duyulan nefrete kurban olabilir. Bunu seçimler ve gelecek gösterecek. Söylemek istediğim şudur, demokraside meclis bileşimi seçilir, halkın iradesini ifade eder ve belediye binası eli sopalılarla boşaltılınca bu olayın adı, anlamı vs değişir. Bir de şu var, yine aynı eli sopalılar Gırmen’de Çingene evlerini dozerle yıktıkları gibi, belediyeyi hiçe sayarak “düzen kurmaya” devam ederse bu olayın adı da demokrasi ve halk iradesi olmaktan çıkar. Ateşin göğü sarmasına bir kıvılcım yeter de artar. Konu derindir, biraz da beyin fırtınası yapınız. Artık Bulgaristan’da da eşitsizliğin eğitimden kaynaklandığına inananlar çoğalıyor. Anadilinde okuryazar olmayanların, resmi dili ve yabancı bir dili öğrenmelerinin çok zahmetli olduğu gerçeğini hayat defalarca doğruladı. Bütün Bulgaristan’da Çingene mahallelerinden hiç birinde bir tek kırtasiye ya da kitapçı yok. Bu konuda başka yoruma ve tahmine gerek yoktur. Ayrıca memleketimizde Türklerin yaşadığı bölgelerde bile Türkçe kitap satan bir tek kitapçı da yok. Son 15 yılda bir tek hikâye ve masal kitabı basılmadı. Kendi masal ve fıkralarını bilmeyen biri farkı anlayamadığı için dana gibi bakar. Biz bu duruma getirildik. Yeni kuşan Bulgaristan Türklerinin edebiyat ve tarih eserlerini Bulgarca değil, ana dillinde bekliyor. Anadiline sevdalanmayan başka dil sevemez… Yeni bir bakış açısı ve yepyeni bir dünya görüşü yaratılmasında masallarımızın önemi olağanüstü büyüktür. 12. yüzyılda yaşayıp yaratan binyıl düşünürü Celalettin Rumi’nin “Tasavvuf” eseri İngilizceye geçen yüzyıl yani 800 yıl sonra tercüme edildi ve Amerika’da en büyük tirajla basılan yüzyıl yapıtı oldu. Bu eserin içindeki bilgelik öykülerini Sarı Saltuk daha 13. yüzyılda Balkanlara getirmiş ve Osmanlı gelmezden önce, Osmanlı Ocakları açarak yeni ateş tütmüştü. Dünyada ebedi değerler vardır. Bunların başında iyilik yapmak gelir ve bu sel artık akmaya başlamıştır. Siz de buyurun iyilik yapma alayında birlik olalım… Aslında Doğa eşitlik diye bir şey bilmez. Dehayı, güzelliği, sağlığı, gücü, zekâyı, taşıyıcılarını öteki insanlardan üstün kılacak özellikleri eşit dağıtmaz. Yeteneklerin, kabiliyetin, istidadın kükremesi büyük ölçüde eğitim ve uğraşı sonucudur. Şumenli Hasan ve İbrahim kardeşler geçen sene Malta’da kuyruklu piyano çalarken bütün Avrupa ayağa kalktı. Bu başarı büyük ölçüde onların aldığı kişisel eğitim ve özel ilgi ve yoğun uğraşı sonucudur. Halkımız ne der: “Yaratan vermemişse zorla olmaz!” Müzikte, pehlivanlıkta, halterde, teniste vs kaç kez dünyaca ünlendik. Yani şu anadan doğma olan, istidat denen bizde var da, bu tohumu ekecek tarlamız yok artık. Okulumuz, uygulama alanlarımız, serpilip açma sahamız her gün daraltılıyor. “Yaratanın insanımıza verdiklerini” değerlendirebilmemiz büyük ölçüde bizim dışımızdaki faktörlere bağlıdır. Örneğin Amerikalara, Fransalara gidip sözde okuyoruz diye para harcayanlar Lütfülerin, Ahmetlerin yakın çevresinden kişilerin evlatlarıdır, paralar halka inmiyor, imkânlar halka hizmet amaçlı kullandırılmıyor. Bu davada 25 Ekimde seçeceğimiz belediye başkanlarına, belediye meclis üyelerine ve muhtarlara büyük ödevler düşüyor. Bu hayatın her dalı için geçerlidir. Her yerde doğru bildiğimiz yerel yönetici olmalıdır. Bunları seçmek ise bizim karar ve irademizle olur ve olacaktır. Biz ana babalar olarak, hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da genç neslin önünü açmadan solmasını, bağlamadan kurumasını mutlaka önlemeliyiz. İzninize sığınarak, bu yazımda şu anda görevde olan, yeni süre için aday olan ya da seçmen tarafından yükseltilen hiçbir belediye başkanımız, hiçbir meclis danışmanı ve meclis üyemiz hakkında, hiçbir muhtarımızla ilgili hiçbir kötü sözcük dahi yazmak istemiyorum. Halkımıza hizmet verme bir yarıştır, halkın seçme hakkı kutsaldır, hangi gönülde aslan yattığını önceden görebilmek bazen da olası olmayabilir. Hepinize bol şans! Etkisi 4 yıl sürecek yeni büyük oyunun henüz başındayız. Seçim gününe daha 85 gün var. Kahve falına bakmaya gerekli fırsat ve zaman olacak. Görülen köy kılavuz istemez. Kırcaali’de GERB Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov ile HÖH (DPS) Başkanı Lütfü Mestan bir kahve içtiler ve bak sen olana: Falcı Fatma fincanları yıkatmamış, birkaç saat bekletmiş. Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Rusya, Arktika mücadelesine yeniden başlıyor
Hidrokarbon yakıtlar, balıkçılık bölgeleri, deniz yolları ve askeri kontrol… Arktika bölgesinin zenginlikleri, bölgenin çevresindeki ülkeler olan Rusya, ABD, Kanada, Danimarka, İzlanda ve Norveç tarafından gittikçe daha büyük bir açgözlülükle tartışılıyor. Uzmanlar, Arktik Okyanusu’nun tabanında gömülü petrol ve gaz kaynaklarının, dünya rezervinin yüzde 20 ile 30’u kadarını oluşturduğunu düşünüyor. Üstelik küresel ısınmanın etkisiyle buz örtüsünün incelmesi, burada yeni deniz yolları ve balıkçılık alanları da açmış durumda.
Coğrafi olarak bölgedeki geniş bir alanı elinde bulunduran ve jeopolitik hırsları gittikçe artan Rusya, henüz tarafı belli olmayan bu bölgenin fethi konusunda başı çekiyor. Geçtiğimiz 4 Ağustos günü Rusya Dışişleri Bakanı Birleşmiş Milletler’e sunduğu belgede, kuzey kutup noktası da dahil 1,2 milyon kilometrekarelik bölgeyle ilgili yeni bulguları aktardı. Ancak Batı ülkelerinin Rusya’ya yönelik yaptırımları, Moskova’nın buradaki planlarına darbe vuruyor. Rusya, 2002’de de BM’ye bir dilekçe sunmuş ve reddedilmişti.
Romanların unutulan holokostu
İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte halkların nazist saldırılardan arta kalanları toplama süreci başladı. Bununla birlikte büyük bir mücadele daha başladı. Bu daha da zordu. Nazi kurbanlarının listelerinin ve sayımlarının yapılması ve adaletin sağlanması. Bu mücadele bugün de hala devam ediyor. Nazi kurbanlarının kaydedildiği listelerde yıllarca Romanlar yer almadı. Oysa Yahudi-
lerle birlikte Romanların ve engellilerin de Nazilerin hedefinde olduğunu biliyorduk. Yunan Devleti adaleti sağlamak için Romanların Naziler tarafından katledilişini de eğitim müfredatına eklemelidir.
Balkan Müslümanları nasıl Türkiye istiyor?
Karadağ İslam Birliği Başkanı Rıfat Feyziç, Balkanlar’da yaşayan Müslümanların güçlü Türkiye’nin devam etmesi için dua ettiğini belirterek, “Sadece Türkiye’de yaşayanların değil dünyadaki bütün Müslümanların güçlü bir Türkiye’ye ihtiyacı var” dedi. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığının (TİKA) Podgorica’daki etkinliklerine katılan Feyziç yaptığı açıklamada Balkan Savaşları’nın ardından bölge insanının çok zor dönemlerden geçtiğini ve Türkiye’den uzak kalmanın acısını çektiğini vurguladı. Karadağ’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a büyük bir sevgi ve saygı oluştuğunu belirten Feyziç, “Bal-
kan Müslümanları olarak güçlü Türkiye’nin devam etmesi için dua ediyoruz. Sadece Türkiye’de yaşayanların değil dünyadaki bütün Müslümanların güçlü bir Türkiye’ye ihtiyacı var” diye konuştu. Türkiye ile Balkan halklarının 100 yıl önce aynı devlet içinde yaşadığını hatırlatan Feyziç, “Ülkeler arasındaki bağlar kopmak üzereyken yeni bir Türkiye oluştu. Türkiye bizi yeniden buldu ve sahip çıktı. Bundan dolayı yeni Türkiye’ye çok müteşekkiriz” dedi.
dan atılan ve bir savaş sırasında ilk kez kullanılan atom bombasıyla harap olmasının 70. yıldönümünde Hiroşima Barış Anıtı Parkı’nda dua eden Japonlar…
je kapsamında, gönüllüler bombadan sağ kurtulanlarla vakit geçiriyor ve bugün oldukça yaşlanan ve sayıları azalan bu insanların hikayelerini dinliyor.
Mart ayı verilerine göre, Batı Balkan ülkeleri arasında ortalama maaşın en düşük olduğu ülke Makedonya, en yüksek olduğu ülke ise Slovenya. Batı Balkan ülkeleri arasında en düşük maaşı Makedonya vatandaşları alırken, en yüksek maaşı ise Slovenya vatandaşları alıyor. Bu ülkelerin resmi istatistik kurumlarından derlenen verilere göre, mart ayı itibariyle ortalama maaş Makedonya’da 350.99, Sırbistan’da 376.15, Bosna Hersek’te 425.40, Karadağ’da 478,
Hırvatistan’da 754.83, Slovenya’da ise 1008.10 avro. Sırbistan’daki ortalama maaş, 2015 yılının ocak ayından itibaren 49.73 avro artarken, aynı dönemde Hırvatistan’daki ortalama maaş 28.52, Slovenya’daki 5.25, Bosna Hersek’teki ise 2.05 avro arttı. Ocak-Mart döneminde Karadağ ve Makedonya’daki ortalama maaşlarda ise düşüş gözlendi. Ortalama maaş Makedonya’da 6.83, Karadağ’da ise 4 avro düştü.
7Dün 0 Hiroşima’nın y ı l ABDstarafıno n r 70. a yıl anısına H i hazırlanan r o ş ibirmpro-a Balkanlarda en düşük maaş hangi ülkede?
Bulgaristan Türklerinin Sesi 3
Halkın Gözünde Sıfırlandılar
Konu: Milletvekillerini Seçmenin Göstermesinden ve Hepimizin Oy Kullanmamızdan Korkarken, Anayasayı deldiler. Yaz tatiline çıkmaya hazırlanan Sofya parlamentosu kendi kendini bitirdi. “Sen Bana Ben Sana ya da Ben Sana Sen Bana” oyununun son raundunda top patladı. Art arda ve yangından mal kaçırırmış gibi görüşülen son 2 kanun teklifi meclisteki 8 siyasi partiler ve milletvekilleri arasında dönen oyunları açığa vurdu. Milletvekillerinin tümüne güven birden bire çöktü ve kamuoyu temsilciler yine sarı taşlı kaldırıma yığıldılar. Halk tabakalarından gelen yeni ses, “Sofya’da bir milyon üç yüz bin insan var, her gün yüz bin kişi meclis kapısını kapatsın ve halkın istediği kanun değişiklikleri yapılmadan milletvekilleri dışarı bırakılmasın!” şeklinde güç topluyor. Halk uyanıyor, çünkü halkın en doğal özgürlüğü olan seçme ve seçilme hürriyeti konusunda ANAYASA DELİNDİ. Gerginliği bu denli yükselten neden. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’ın Ekim ayında yapılacak belediye seçimlerinde bir de seçim kanununda 3 madde değişikliği halkoyuna sunulsun (referandum yapılsın) teklifi oldu. Halkoyuna sunulmak istenen SEÇİM SİSTEMİNDE DEĞİŞİKLİK İSTENEN o 3 madde şunlardır: Milletvekillerini halk göstersin halk seçsin. Majoriter yani en fazla oy alanın seçildiği bir sisteme geçilsin. Seçimlere herkesin katılması sağlansın ya da seçime katılmak için vatandaş görevi olarak zorunlu olsun. Elektronik oy kullanma yasallaşsın. Cumhurbaşkanı Plevneliev’ın de hazır bulunduğu meclis bileşiminde yapılan oylamada yukarıdaki tekliflerden ilk ikisi geçmedi. Hem de kimin oylarıyla biliyor musunuz. A) Avrupalı Gelim İçin Vatandaşlık GERB Partisi ve B) Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) Partisi karşı oy kullandı. Oylamanın yapıldığı gün GERB ile DPS halkın gözünde sıfırlandı. Birisi iktidarda tekel, ötekisi de muhalefette kazık olan bu iki siyasi parti arasında gizli “sen bana ben sana ya da ben sana sen bana” pazarlıkları yapıldığı, Kırcaali ve Sofya’da Başbakan Boyko Borisov ile DPS Başkanı Lütfü Mestan arasında “Türk Kahvesi” etrafında sohbetlerinin iç yüzü ortaya çıktı. Böylece, son genel seçimde B. Borisov’un yönettiği GERB partisinin Türkiye’de oy kullanan soydaşlarımızın arasında seçim günü yardım işlerinde çalışma yürütmek için hiçbir derneğe resmi yekti ve temsilcilik tanımamasının nedenleri kesin olarak açıklanmış oldu. Bu iki partinin ikisi de eski düzenden kalan sistemin ayakta kalmasında direniyor. Bu konuda aralarında yeminlidirler. Ve güç birliği yapıyorlar. HÖH-DPS partisi GERB partisinin gizli silahı ve yedeği rolünü oynuyor ve buna karşılık pastadan pay alıyor. Bulgaristan’da “eski hamam, eski tas” devam ediyor. Bu öykü ile halk kitlelerini uyutma ve tekelleşerek hem ekonomik hem de siyasi duruma hakim olma siyasetinin koyu sis perdesi artık aralandı. T. Jivkov’un gizli servisleriyle sıkı işbirliği halinde olan bu iki siyasi parti halkımıza ihanet etmeye devam ediyorlar. Kim neden korkuyor? Genel seçimde m a j o r i t e r (halkın kendi milletvekillerini kendinin gösterdiği seçim sistemidir ve en fazla oy kullanan aday seçilir) sistem HÖH-DPS partisindeki Ahmet Doğancı, Lütfü Mestancı, muhbir ve statükocu köle milletvekillerini meclisten dışarı atıp memleketimizin hukuksal, siyasi, ekonomik, mali ve sosyal köklü yenilenmesi kapısını açacak şeffaf bir sistemdir. Bugünkü Softya Meclisi terkibinde 86 eski rejimin siyasi polisi “DS” ajanı yer almaktadır. Bunlardan bazılar L. Mestan gibi parti başkanı durumundadır. Bunlar tarafsızlık, bağımsızlık, siyasi irade, politik bilinç, seçmen kitlesinin öz menfaatler vb nedir bilmeyen kimliksiz kimselerdir. Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan da dahil olmak üzere milletvekili ve politik parti yönetiminde yer almak için ispiyonluk ve muhbirlikten başka hiçbir niteliği olmayan bu zavallılar ve onların etrafındaki beceri, yetenek ve geçmişte yaptıkları işler açısından otoriteleri sıfırın altında sıfır olan bugünkü HÖH politikacılarının hep politik sahneden düşeceklerdir. Onların en büyük korkusu halkımızın göstereceği milletvekili adayları arasında onların göstermek istediklerinin hiç birisinin olmayacağı gerçeğidir. Bu hakikatin ardındaki gelişme ise, HÖH partisinin şimdiki yerli ve merkez yöneticilerinin bire dek politik çöp kofasına atılması olacaktır. M a j o r i t e r sisteme geçildiğinde Türkiye’de oy kullanan soydaşlarımızın oylarıyla A. Doğan ve L. Mestan ikilisinin kankası olan Samakovlu futbolcu Çingene Mihaylov (Bat Sali) 800 oy alabildiği Köstendil’den milletvekili seçilemeyecektir. Gizli polisin en güvenilir elemanlarının HÖH listesinden milletvekili olma kapısı kapanacaktı. Ne yazık ki, GERB ile HÖH bu defa da el ele verdiler ve gerçek demokrat olan Cumhurbaşkanının bu teklifini baltaladılar. Olay şudur ki, majoriter sisteme geçilmeden Sofya parlamentosu sözle görülmeyen kulisin esaretinden kurtulamaz! Milletvekilleri at gözlüklerini asla indiremez! Şimdiki durumda seçmene farklı hikâyeler anlatılmaya devam edecektir. Evet böylece Bulgaristan’da yenilenme yolu bir daha kapanmıştır. Cumhurbaşkanının m a j o r i t e r seçim sistemine geçilmesi ve herkesin oy kullanması önerisini destekleyen Sofya’nın gözdesi “Presa” gazetesi oylamadan 3 günden sonra “kapandığı” açıkladı. Devlet yardımı almayan gazeteye reklâm verilmesini de günün güçlüleri GERB ve DPS durdurabildi. Demokrasimiz her gün kırbaçlanıyor ve baltalanarak kurban veriyor. Demokratik basın susturuluyor. Finans oligarşisinin hâkimiyeti Bulgaristan’da vites değişikliği yaptırabildi ve memleketimizi Todor Jivkov zihniyetinin yeni diktatörlüğüne doğru adım adım götürüyor. Bu gidişin en acı yanı, en fazla çeken ve ezilen, görmedikleri zülüm kalmayan ve hatta memleketlerinden zorla kovulan ve mallarına mülklerine el konan SÖZDE Türk ve Müslümanların partisiyim diye Bulgaristan’da dolaşan HÖH-DPS’nın dikta rejimi yolunda atılan adımları parlamento içinde ve dışında desteklemesidir. Halkımız bu gidişin trajik sonuçlarını sezmeye başlamadan bu gidiş durdurulamaz. Herkesin oy kullanmasından, en demokratik hakkı olan seçme ve seçilme hakkındaki “genel seçimde oy kullanma zorunluluğuna neden karşı çıktılar?” Bu maddenin onaylanmasını durduran neden HÖH-DPS oldu? Daha önce de defalarca yazdığımıza göre, bir defa Bulgaristan’da 7 milyon nüfus yok. Vatandaşların 3 milyonu toplam 56 ülkede gurbetçidir. Bunlardan 800 bin kardeşimizin Türkiye’de barındığını da eklemek zorundayız. Demek istediğim bir defa seçmen sayısı tam olarak bilinmiyor. Bu durumda seçmen cetvellerinden silinmemiş, oy kullanır olarak görünen ama sandık başına gitmeyen bir buçuk milyon gibi bir “kafeste keklik” oy var. Bu oylardan bir kısmı GERB partisinindir. Bilindiği üzere bundan 3 yıl önce, 2013’te yapılan seçimlerde seçim günü bittikten sonra Kostenbrot matbaasından 370 bin oy pusuları çıkaran bir kamyon yakalanmıştı ve bunu açıklayan “TV 7” gazetecisi Nikolay Barekov işinden oldu. Burada açıklamak istediğim, bir defa Bulgaristan seçimlerinde “ölü oy” sayısı çok büyüktür. İkincisi bütün il ve ilçelerde Seçim Komisyonları Başkanları çuval ve sandıklardaki gerçek oy sayısından farklı olarak Merkez Seçim Komisyonuna bilgi vermektedir.
Öyle ki, son 26 yılda Merkez Seçim Komisyonuna yapılan itirazların hiç biri yeni bir oy sayımı sonucu olarak farklı bir durum ortaya çıkarmamıştır. Yani yapılan şikayetler hepsi yanlış ve bu şikayetler öylesine yapılıyor. Cumhurbaşkanı Plevneliev’in “herkes sandık başına” şiarı seçimde yeni reel bir durum ortaya koyacak, dalavere yapılmasına bir yere kadar olanak tanımayabilirdi. Plevneliev GERB ve DPS oylarıyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olsa da onu seçenlerle bağdaşmaz çelişki halindedir. Cumhurbaşkanını hareketlendiren geçen yılın ilk yarısında aynı isteklerle yapılan ve ülke çapında 526 bin imza toplanarak gerçekleştirilen imza kampanyasıydı. Bu kampanyayı 2014 yılı geçici Başbakanı Bliznaşki oldu. Plevneliev halkın isteklerini ancak meclis onayına sundu ve destek bulamadı. Bulgaristan’ı “ölü canlıların” (sandık başına gitmeyen ama oy kullanmış gibi görünenlerin) oylarıyla idare etmek çok daha kolaydır ki, onlar 1.5 milyonluk bir kitledir. Politik partiler arasındaki “adil ölü oy paylaşımıyla” statükoyu ayakta tutanlar aynı zamanda pastanın başındadır. Yani kısaca 1990 yılından günümüze sadece piyonlar değişmiş ve ara sıra birileri içerisine girse bile yok edilmişlerdir. Önerinin ikinci maddesi şeffaf seçime belki gerçek de olanak ve büyük ihtimal tanımayacaktı. Meclisteki durumu kökten değiştirip, şimdi pasif olup oranı % 55’şi bulan seçime katılmayan küskün kitleyi hareketlendirmeyi başaracaktı. Böylece dip dalga bir daha baş kaldırabilirdi. Bunun sonucunda memleketimizde yeni bir siyasi denge ortaya çıkabilir, statüko yıkılabilirdi. Artık Bulgaristan’da dürüst insanlar bir araya gelmelidirler. Eski CDC li Sn.Evgeniy Mihaylov, Edvin SUGAREV, Lilyana DRUMEVA, Hristo HRİSTOV vsy. gibi dürüst insanlar tek çatı altında toplanabilirler. Yani artık dürüst ve samimi olan hem Türk hemde Bulgar partilere ihtiyaç vardır. GERB ile DPS el ele verdiler ve aslında toplanan imzalarda ifade bulan ve Cumhurbaşkanı tarafından meclis onayına sunulan halk oylaması önerisinin 2. maddesi yüzlerine maske takarak baltalayıp meclis çöplüğüne atmayı başardılar. Bu onlar için büyük bir zaferdir, ama geçici olmasını dileriz. Bunu halkın önünde yapmakla bedelden kaçamayacaksınız. Halk düşmanlığına gerekçe olmaz. Yeniden görüldüğü ki Bulgaristan’da GENEL SEÇİM HAKKI aslında halkımızın en sınırlı hakkıdır. Genel seçim yapılıyor ama seçmen kendi Milletvekilini belirleyemiyor, gösteremiyor, seçemiyor tanımadığı birine oy vermek zorunda bırakılıyor. İtiraz bile edemiyor. Demokrasiyi yıkan asıl tehlike burada gömülüdür. Genel seçim hakkını tehlikeli kılan, yönetimde olan siyasi liderlerin aslında ruhsuz ve pısırık adamlar olmasıdır. L. Mestan’ın seçmenden korktuğu gün gibi ortadadır. Halktan korkan Ahmet Doğan’ın devlet korumasında ve kapalı yaşadığı herkesçe biliniyor. GERB ve DPS gibi partilerin listelerindeki adaylar halk tarafından seçilmiyor, yerli, mahalli seçim komisyon başı köpeklerin baskısıyla oy alıyor. Son örnek utanç vericidir. Haskovo’ya bağlı Karamantsi köyünde muhtar adayı olarak Mümün İskerder mi yoksa Musa Çolak mı gösterilsin toplantısında çıkan kavgada silahlar patlamış, tutuklular var. Oy kullananlardan büyük kısmının Çolak’ın adaylığına oy vermesine rağmen, oyların hepsinin Parti Başkanı L. Mestan’ı gösterdiği Mümün İskender’e çıkması, bir defa köylü Seçmeni yumruk sıkmaya ittiği gibi, aynı zamanda adaletsizliğin boyutuna da işaret ediyor. “Gösterdiğimi seçmezseniz tabancalar patlar, polis köyü basar!” mantığı 1984’te bu köyde başka bir yerel isyana sebep olmuştu. L. Mestan gibi kendisi dolap atı gözlüklü olan totaliter zamanın liderlerinden Saliv İlyazov (Aleksandır Kolev) aynı salonda onlara “Bulgar olduklarını anlattığı bir toplantı esnasında” kürsüyü devirip konuşmacıyı ezmişlerdi. Birçok kişi o zaman da tutuklandı. Hapis yatanlar oldu. Gerçek ortadadır. Artık uyanan halkımız yukarıdakilerin emirlerine uyacak hizmetkarları seçmek istemiyor, adalet, iş, ekmek istiyor…. Son olay Bulgaristan siyasetinde fay hattının Karamantsi köyünden geçtiğini gösterdiği gibi, beklenen UMUT PATLAMASI gününün yakın olduğuna işarettir. Cumhurbaşkanı’nın seçimlerde elektronik oylama yapılsın önerisi onaylandı. Memleketimizde insanlarımızın % 55’i bilgisayar kullanmak bilmez. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar arasında bu oran % 70 gibi çok yüksek bir boyuttadır. Seçmenlerimizin büyük bir kısmının internet hesabı yoktur. İnternet üzerinden oy kullanacak olanların dış ülkelerde bulunduğu ve Seçim Merkezinde adres kaydı yoksa bu iş daha da karışır. Fakat aslında seçmenlerinden yarısı Türkiye’de yaşayan, diğer kısmı da Batı Avrupa ülkelerinde bulunan HÖH-DPS partisi “seçmene internet hizmeti” sunmak şeklinde birçok pasif seçmenin oyunun “HÖH sandığına düşmesini” kolayca sağlayabilir. Son seçimlerde 70 kişilik bir ekip 2 ay Avrupa gezisi yapmıştı. Bu GERB için de söylenebilir. İnsanların Banka hesaplarını delip paralarına el atan Bulgar hackerlerin seçim günü oyları GERB hesabına toplaması pek zor bir ödev olmaya bilir. Hatırlayacağınız üzere, paraları GERB ve HÖH adamlarınca araklanan, halen öldürüleceğinden korkan ve Belgrat’a sığınan Bulgar Ticaret ve Korporatif Bankası şefi Vasilev, Sofya ve ülke çapındaki lehte ve aleyhteki durumu 200 yüksek nitelikli bilgisayarcı ile uyulmuyordu. Durumu 8 yıl böyle ayarlamıştı. Sonunda balon patladı ve Banka yağmalandı. Elektronik seçim dalaveresi de nereye kadar??? Sonuç. Bu defter şimdilik kapandı. majoriter seçim olmayacak. Halk istediği kişiyi aday gösterip istediği gibi seçemeyecek. Bunu istemek şimdilik haram! B. Borisov’un GERB ve L. Mestan HÖH çetesi duruma halen hakim! . Herkes gidip oy kullanmak zorunda değil. Hiç kimse sandık başına gitmese de onlar seçimi yine kazanacaklar. Zaten 26 yıldan beri sandık başına gitmeyenler çoğunlukta. Elektronik seçime gelince, lütfen ben bu kara kutu işlerinden anlamam, al şu vekâletimi ve benim için de düğmeye basıver diye kimseyi vekil etmeyiniz. Seçme ve seçilme hakkı kutsaldır ve şahsi bir görevdir, vekâletler geçerli kabul edilemez. Şimdilik Sofya parlamentosu tatildedir. Fakat “Sen Bana Ben Sana ya da Ben Sana Sen Bana” oyunu devam ediyor. Önemli olan memlekete aç mezarı olmamasıdır. Bu tatilde meclisimizin Karadeniz sayfiyelerindeki konaklarında milletvekillerimize “kumdan saray” yapmayı öğreteceklermiş. Amerika’dan gelen özel hocalar onlara kumdan saraylar kurdurup küçük ve önemsiz dalgaların bu muhteşem yapıları nasıl bir vuruşta yıkabildiğini seyrettireceklermiş. Deniz dalgalarının kaleleri, sarayları ve köşkleri yerle bir etmesi gösterildikten sonra, o küçücük dalgacıkların bu işi yüzeye çıkıp sahile akmazdan önce daha denizin en dibinde nasıl öğrendiği anlatılacakmış. İş Allah yararlı olur! Çünkü denizin ne zaman kuduracağı bilinmediği gibi, toplumsal fırtınanın da ne zaman kopacağı pek bilinemez… Sonunda, olan bize olduğuna göre, ne kadar kazıklanırsak kazıklanalım, yöneticilerin de son nefesi olacak. Hafiyeler, muhbirler, hizmetkârlar, haysiyetsizler, ajanlar, gammazcılar ve onların en üst kademesi olan HALK HAİNLERİ için özel mezarlık yok!Ben şahsen, Hocalarımızın son an musallat taşı önünde duranlara HALK HAİNLERİ MÜSLÜMAN MEZARLIĞINDA YERİ OLUR MU diye sormasını ve hazır bulunanların HAYIR! Diyeceği günü bekliyorum.
Osmanlı Ocaklarını
bekliyoruz
Konu: Balkanlarda Yaşayan Müslümanlar Kara Kartalı Bekliyor. Okuduğum son kitap “Siyah Kuğu.” Nassim Nicholas Taleb 50 yılda yazmış. Lübnan’ın Ortadoks köyü Amioun’da doğmuş. Beyrut Fransız Lisesinde okur iken gökten tolu gibi düşen bombalar okul arkadaşlarının hepsini öldürmüş. 15 yıl süre ilân edilmemiş savaştan önce, etniklerin numune kardeşlik buketi olan Beyrut, eşsiz cennetmiş. Farklı soydan boydan gelen, değişik diller konuşan ve ayrı dinlere inanan evde başka sokakta başka ahlaklı insanlar benim şehrimde kardeştiler diye yazmış Nassim, erken çocuklunu anlatırken. “Siyah Kuğu” – sığınaklarında kitap okurken, dünyayı silah sesleriyle tanımaya başlayan ve Amerikan Üniversitelerinde Dekanlığa kadar uzayan dik bir yolculuğun bellek özetidir. O, belleğini bir bilgisayardaki teker gibi seri kayıt cihazı olarak görmüyor: kendi kendine hizmet eden – ret edip özümseyen, düşünerek yenilenen – bir şarj makinesine benzetiyor. Eserin “Buharlaşan Cennet” bölümünü okumam ağır ve çağrışımlı oldu. Bizim Bulgaristan’da 150 yıldan beri devam eden kâbus gibi, orada da, kimin kimden, neden kurtulmak istediğini ve insansız bir anakentle ne yapılacağını anlayamadım. “Beyrut Savaşıyla olağanüstü bir birlikteliğin yerinde açılan boşluğa düşmanlık zehri dolduruldu” diye yazıyor Nassim ve şu özelliğe işaret ediyor: “İç savaşla birlikte göç hareketi hızlandı. Etraf bir anda vakumla boşaltılmış gibiydi. Gidenlerin, hele beyin göçünün geri dönmesi zordur. Asırlarca oluşan eski entelektüel inceliğin büyük bir kısmı, iyi komşuluklar ve hoşgörü sonsuza dek geri gelmemek üzere kayboldu. Bunun adı, boşalan insan kardeşliği ocağına incir ağacı dikmekti.” Bizde de öyle olmadı mı? Bulgaristan’da, Balkanlarda, Rumeli’de bir buçuk asırdan beri söndürülmeye çalışılan OSMANLI OCAKLARIDIR. Bugün artık bir YANARDAĞ oluşturdukları ve asla söndürülemeyecekleri artık gün gibi görüldü. Hayata yeniden uyanan ekmeden dikmeden biten Osmanlı-Türk Ruhudur. Türkün ayak bastığı yerde er ya da geç Türk biter! Bu Osmanlı-Türk Ocakları suyundan gelen ebediliktir, inancı yerleşti. Osmanlı Ocaklarını daha sonra da Türk Ocaklarını söndürmeye pek hevesli olanlar önce Batılı Doğulu ve yerli saldırganlardan oluşan kalabalık bir sürüydü. Birbirini kışkırtan kin ve nefret kaynakları köy ve şehirlerimizi boşaltırken, camileri kiliseye dönüştürürken, bizim olan malımıza mülkümüze konarken, yakıp yıkarken çok hevesli ve amansız davrandılar. Asırlar içinde oluşan hoşgörü, iyi komşuluk, hayır ve iyilikte birlikte olma uygarlığımızın suyu bulandırıldı. Irkçı ötekileştirme, hor görme, ocaktan kovma hep destek buldu. Sadece bir asırda kinleri öyle köpürdü ki, 69 yıldan beri yolda, meydanda, kahvede, işte anadilimizi konuşamıyoruz, konuşanın yıllık gelirine eşit ceza hala bugün de kesiliyor. Bulgaristan’da Türklük ocağımız sadece Türk-İslam sentezi zengin bir ahlakla ayakta duran ailelerimize dayanıyor. Türkiye Cumhuriyetinin, Osmanlı Ocaklarının nefesiyle hala bugün de onların ruhuyla ayaktayız. Nassim Tales’in “Kara Kuğu”ndan önce başka bir kitabı, bu kadar uzun aralı okuduğumu hatırlamıyorum. Satırlara bakan gözlerim kendini kilitliyordu. Belleğim yenilenip özümseme gözeneklerini açmadan bir satır okuyamıyordum. Size de aktarmak istediğim ve memleketim olan Balkanlara adanmış şu satırlarda birde sizinle paylaşmak isterim: “Yaşlılar arasındaki günlük sohbetlerde, Akdeniz’in kuzeyinde bulunan Balkanlarda dört mevsimde yalnız bir deha hamam yapan insanlar yaşadığı anlatılırken, dinleyenler sanki zekâ durgunluğu yaşıyordu!” Günümüzde Balkan ülkelerinden birini gelip görenleri bunlara inandırmak zor olsa da, 2014’te Bulgar “NOVA” TV de dağ içi bir köyde 2 yaşlının yaşayışını canlandırırken şöyle bir soru geldi: Hamamınız yok, nerede yıkanıyorsunuz? Cevap şu oldu: Senede 2 defa yıkanırız. Hıdrellez’de, sonra da Bocuk’ta… Yaşlı adam anlatırken duvar kenarındaki ocağı ve hayvanlara yem taşıdığı dışı isli kofayı eliyle gösterdi. Kitapta işlenmeyen ama beni çok ilgilendiren, sabunun tarihteki yeri, konusu var. Cahillik devrini sabunsuz aşarken atalarımız Balkanlara sabun kullanan bir medeniyet getirdiler. Bu ilginç oldu kadar beni defalarca yerime mıhlayan bir kültür olayıdır. Gençliğimde bir gün şöyle bir olay oldu: Başkentin “Park Hotel Sofya” kahvesinde vakit geçirirken, yan masada oturan, uzak bir ülkeden gelmiş misafirlerin ellerini gördüğüm an, nefesim birden kesilmişti. Yakınımda oturanların ellerinin üzerinde siyah kıl değil, bir parmak kir vardı. Arık şeklinde çatlamış kir kaşarlanmıştı. Baka kalmışım ki, heyetin rehberi usulca bana sokuldu. Bulgarca, “bunu dini adetleri gerektiriyormuş, doğuştan sonra hemen yıkanan eller, bir daha hayata gözlerini yumduktan sonra keseleniyor, rahatsız olmayın, özür dileriz,” dedi ve nazik bir jestle uzaklaştı. Yazarın belleğinde 50 yıl yazıp silerek biçimlendirmeye çalıştığı “Siyah Kuğu” metaforu belki de buydu. Dış dünyadan tüm yeniliklerine kapalı, kaskatı bir zihniyet! Rastlantı sonucu karşılaşmasam varlığından asla haberim olmayacaktı. Ne güzel ki, Vatan güzelliği nakşettiğimiz şu güzel topraklara “Siyah Kuğu” gibi değil, Kara Kartallar gibi, çok uzaklara düşsek, hatta bulutların üzerinde olsak da sönmeden sevgi ve merhamet hevesiyle gelerek yerleşip suyuna su, bereketine bereket, mutluluklara mutluluk katarak yaşamışlar. Şunu da ilave etmek istiyorum: Bizim için “Siyah Kuğu” bir keşif olsa, hiçbir yeniliğin plan ve proje dahilinde ortaya çıkmadığını görürüz. Bir örnek: Son göçten önce tarım kooperatifimizde tütün üretilirdi. Irmak boyuna su pompaları dizildi. 1 dönümden 100 yerine 150 kilo ürün elde edileceği planlandı. Yazıldı rapor edildi. Fakat o yıl dolu düştü. “Afrika çekirgeleri” bastı. Tarlaları sarı ot bürüdü ve planlanan ürün alınamadı. Biz mucizeyi göremedik. Bu böyle ama sosyal olaylarda durumun farklı olduğu ortada… İnsanlar birçok tarihsel olayı öngörebildi. Hatta tarihin akışı etkilenebildi. Atatürk ve arkadaşları emperyalizmi Çanakkale’de denize dökeceğine, Sakarya’da Rum ordularını durduracağına, Cumhuriyeti kurup demokrasi tesis ederek Türk halkını gönençli bir hayata götürebileceğine inanıyordu. Bugün gücünü Türk halkından, TSK’den, Osmanlı Ocaklarından, Cumhuriyet kurumlarından, AK Partiden, orada BULTÜRK derneği gibi daha bir çok derneklerde örgütlenmiş Balkanlı göçmen soydaşlarımızdan alan Cumhurbaşkanımız Sayın R.T. Erdoğan ve Sayın Başbakanımız Prof Dr. Ahmet Davutoğlu yönetimindeki iktidarımızın bölücü Kürt asilleri, PKK ve DEAŞ düşmanları, paralellcilerle ve değişik iç düşmanla kesin başa çıkıp huzur ve güvenli barış ortamı tesis edileceğine kesin inanıyoruz. Büyük gerçekleri söyleyebilmek için çok söze, yeni evrim ve devrim teorilerine, trilyonlarca harf ve sözü art arda dizip birbirine eklemeye gerek yok. Bundan sekiz yüz yıl önce memleketime kanatları yeni bir medeniyetle yüklü gelen Kara Kartal dağlarımızı yuva bildi. “Osmanlı Ocağı bu diyar olacak” buyurdu.
Daha önce hiçbir kimsenin görmediği medeniyet eserleri, camiler, türbeler, konaklar, saraylar, köprüler, medreseler vb. bu beylerbeyliğinde dikildi. Hepsi asırların yükünü taşıdı ve bugün de ayaktadır. Diğer medeniyetlerin ve düşmanca zihniyetin ağır toplarına dayanan eserlerdir bunlar. Kardeşçe eşitliğe dayanan güvenli huzuru biz getirdik ve ocaklarımızda yaşattık bu topraklarda. Daha önce hiçbir yerde görülmemiş toplumsal ilişki cennetini biz kurduk bu topraklarda. Biz tarih öncesinden beri beklenen Kara Kuğu ve Kara Kartal mucizesi olarak vardık, varız ve var olmaya da devam edeceğiz bu diyarda. Kıyaslayarak düşündüğümüzde, “Sofya Oteli”nde gördüğüm ve unutamadığım ellere kıyasla bir yılda 2 defa demlenen Balkan köylüsü vücut temizliği kültürü açısından evrim değil devrim geçirmiş durumda gibidir. Sudan korkmadığı ortadadır. Birde bu topraklar daha hiç kimseler yok iken Osmanlı Ocakları açmak için belinde hamam tası, elinde kese, sabunla, kurnalı, havalandırmalı, göbek taşlı hamamlar kurmak niyetiyle gelen atalarımızı hatırlayınız. Haftada birkaç defa yıkanmayı ahlak şartı edinmiş insanlarımızla yerleşen yaşam tarzını düşününüz. Bulgaristan’da bugün hamamlarımızı geri alamadığımız azız durumları kendiniz yorumlayınız. Daha önce çakılı iki çivisi olamayan tüm, kullandığı tüm yapı ustalığını Osmanlı mimarisinden alan ama ana baba odasına bir hamam dolabı yapmayı kabul etmeyen bir zihniyet var bugün de karşımızda. Her gün ellerinden, dirseklerinden, ayaklarından, ağzından ve kulak ardından beş defa su geçiren insanlarımıza camide saldıran zihniyeti çözmeye çalışın lütfen! Bombalanan Lübnan’ın Amioun köyündeki sığmaktan bakıldığında, bizim Balkan dünyamızın gerçekten görülüp anlaşılabilmesi için alışagelinenin ötesinde bir hayal gücüne sahip olmak gerektiğine inanıyorum. Gerçekle yanlış olan ancak yaşanınca değerlendirilebilir. Hayal edilenin doğru olduğuna kıstas yoktur. Son 150 yılda biz Bulgaristan Müslümanlarının hayatı hep ters yüz anlatıldı. Bu uğraşı yer küresinin ekseni ve güneş etrafında dönmesini durduramasa da, tarihsel, kültürel ve medeniyetsel gelişmeyi uzun süreler engelleyebildi. Bu sürenin en çarpıcı tarifini yaparken, pişirmesini ve içmesini bizden öğrendikleri “çorbaya” Avrupa merkezlerinden bizimdir sertifikası çıkarana kadar devam ettini söyleyebilirim. Şimdi artık gizlice gidip gelenlerin, Oxford Üniversitesi diplomalarını gördük. Kendilerine, İnsanlığın medeniyetler yolunu, sorduğumuzda cevap şu oluyor: Cahillikten, Yahudi dinine, ortada Hıristiyanlığa ve daha sonra İslam’a yükseliştir. İslam da şu dünyaya yeni bir olgu, kanatlarında daha yüksek bir uygarlık taşıyan “nadir bir doruk” gibi iyilikler, kolaylıklar, rahmet vs müjdesi imanla gelmemiş mi? Öyleyse ret edilmesi bu kadar kolaysa, kabul edilmesi neden bu kadar zor! İnsanların 2 bin yıldan beri su ile sabunun temizlik, temizliğin ise sağlık olduğuna birbirini inandırmakla uğraşması, ne kadar acınası bir durum! Ve bizim Balkanlardaki durumun hala bu olması ne kadar kötü bir gerçek. Srebrenitsa’da Müslüman oldukları için, yüreklerinde en güzel olanı taşıdıkları için katledilen kardeşlerimi unutamıyorum. Atalarımız bu diyara 100 makam ve 300 ritimle gelmişler. Sadece Bulgaristan’da 600 türkü ve şarkı yaratmışız. Birkaç gün önce TRT Müzik’te Bosna Kız Korosu’ndan Bosna İlahileri dinledim. Tarifi imkânsız bir güzellikti. Tarihsel alt ve üst yapısı olmamış bu sanat ne yaratılabilir ne de seslendirilebilirdi. Osmanlı Ocaklarının etkin varlığı Balkanlarının her yerinde günümüzde de aranıyor. Ülkemde insanların % 60’şı hala gettolarda, penceresinde cam olmayan tek katlı kulübelerde, içinde ve avlusunda su olmayan evlerde, yolsuz mahallelerde yaşıyorsa ve biz farklılıkların kaynaşmasından oluşacak yeni medeniyetler demetinin daha ilk adımlarını atamamışsak, bu karanlıktan nasıl çıkarız? İşte bu noktada herkes için yararlı olacak Yeni Osmanlı Ocakların rol almasını bekliyoruz. Bu görevin yerine getirilmesinde Osmanlının en çok eser bıraktığı Bulgaristan’da Ankara Osmanlı Ocakları Genel Başkanı A. Kadir Can Polat beyi ülkemizde beklerken Türkiye’de attıkları büyük adımları bir an önce bize de taşımasını bekliyoruz. Müslümanlar Balkanlara Kara Kartallar gibi yuvalanmaya ve ebedi kalmaya gelmiştir. Tarih bilincimizde beraberlerinde kat kat üstün ahlak ve medeniyet getirip yerleştirdikleri var. Onlar bu memlekete torunlarının da saygı duyması için gelmiştir. Getirdikleri yaşam biçimi ve kültür yerliler tarafından kabul edildi edilmedi onlar binlerce cami, köprü, medrese, külliyat, mescit, kütüphane, hamam, konaklama yeri, işlik, dükkân, Bizansen, Pazaryeri kurup halk hizmetine açtılar. Osmanlıda değişik üretimler adil bir düzen olarak yerleşti. Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Müslümanlar olarak, hele hele son 150 yılda varımız yoğumuz devamlı el değiştirip yıkıma uğradığı mirasımızın canlı ve yararlı işleyişini artık hayal bile edebilecek durumda değiliz. Üstüne üstelik yaşayan tarihimizin nesilden nesle devrini engellemek, bireysel ve toplumsal belleğimizden silmek isteyenler bize resmen baskı uyguluyor. Geçmişimizden bize yalnız kötü ve olumsuz, karalayıcı ve küçük düşürücü olan incitmek amacıyla bilinçli olarak devamlı kafamıza kakılıyor. Ruhumuz eziliyor. Son dönem Müslüman neslimizde “geçmişimizden utanma ve suçluluk duygusu” uyandırılmaya çalışıldı. Yaşayan bir kimse, bir kuşak yaşamadığı tarihten suçlu olamaz. Kendi okullarımız, kütüphanelerimiz, kültür merkezlerimiz Osmanlı – Türk Ocaklarımız olmasa bile bugün de 1300 camiden gelen iman sesiyle yaşıyoruz. Gözle görülmeyen, kaydı olmayan binlerce Osmanlı ocağımız gönlümüzdedir. Bu topraklardaki Osmanlı sevgisi ve merhameti ile mirasının bekçisi olma bilinç ve gururuyla varız. VARDIK VARIZ ve VAROLACAĞIZ. Türbelerimizde, Osmanlı döneminden kalmış çardaklı taş duvar avlulu evlerde, atalarımızın diktiği ceviz ve kestane ağaçları gölgelerindeyiz. Arda, Meriç, Tunca, Kamçiya vb ırmaklar üzerindeki köprülerimiz hala ayakta. Bu yıl kutlayacağımız 500.yılı ŞEYTAN KÖPRÜSÜ hala dimdik ayakta. Arnavut kaldırımlarında yürürken sanki geri doğru emeklemeye zorlanıyoruz. Gönlümüzü serin tutansa tarihin emeklemediği, sıçrayarak geliştiği inancımızdır. Şimdi gelip de bana Köklerin hangi ocağa uzanır? Diye sorarsan. Şu gördüğünüz Balkanların eteğinden tepesine her deresine ve her Vadisine, Osmanlı – Türk Ocaklarına uzanır desem, yeterli olur mu? O zaman atalarımın daha Orta Asya steplerindeyken, daha Türklükle İslam kaynaşmadan, eski ve yeni geçmişte ilk medeni devrim bilinen atları, köpekleri ve tavukları evcilleştirmesi ne olacak! Biz memleket ve vatan bildiğimiz bu diyara kara kartallar gibi ebediyen kalmaya gelmişiz. Ne var ki bizim kartalımız bir buçuk asır önce tırnaklarını ve gagasını yolup atmaya çekildi kuduz dağındadır. Uzun sürse de, artık sökmüş atmış hepsini, yenileri yetişmiştir. Bunu herkes böyle bile. Bilirsiniz tırnaklarını ve gagasını yenileyen Kara Kartal bir o kadar daha yaşar. Bekliyoruz KARA KARTAL SN.CANPOLAT’I OSMANLI OCAKLARINI TAŞISIN BURALARA. Kitabını pür dikkatle okuduğum Nassim Taleb Lübnan dağları çocuğudur. Belleği hayal açarken, yeraltında bomba sığınaklarında kaldığından olacak, ancak Tanrılarla temas eden Kara Kartalların tırnak ve gaga sökmesini görememiş, dönüşüm amaçlı bir yenilenme olan bu derinliğin anlamını açmamış. Bu nedenle bekleyişimizde “Kara Kuğu” yok, “Kara Kartal” var. Osmanlı Ocakları umudu yeniden alevleniyor. Kara Kartalları Bulgaristan’da bekliyoruz.
4
Dosyalar Sır Kaldı BGSAM
Konu: Çorap Sökülmedi. Günümüzde Bulgar istihbaratına kadro yetiştiren “Kütüphaneci Enstitüsü” Rektörü olan ve yaptığımızın araştırmalardan çıkan sonuçlarda “Geçiş Dönemi”nin en gizemli adamı olarak beliren Albay Dimitır İvanov’un ilk eseri “çok gizli” damgasıyla 2004’te basılan ALTINCI ŞUBE kitabıydı. 1980’li yıllarda Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu’nun (BKP MK PB) hizmet sunan Altıncı Şube, İç İşleri Bakanlığının sağ koluydu. Yazar İvanov 15 yıl politik poliste çalışmış ve yazdığına göre, hayatının bu bölümü “İç İşleri Bakanı ile aynı binanın aynı katında çalışan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) Baş Müsteşarının “çalışma odaları arasında mekik dokumakla” geçmiştir. Gazetecilik okuyan, birkaç dil bilen, özel eğitimle istihbaratçı hazırlıklarından sonra, bilim dalına atlayan, Tarih Doktoru unvanı alan Albay, en başarılı Bulgar siyasi polislerinden biridir. Günümüzde, devleti bütçesinden ve AB eğitim programlarından damlayan karşılıksız paralarla yeni istihbaratçıları eğiten “Kütüphaneci Enstitüsü” rektörüdür. BKP MK’nin son yayın organı “Duma” (Söz) gazetesi ile tarımcılara hitap eden “Zemya” (Toprak) gazetesini 20 yıldır çıkarmaya devam ediyor. Bulgar tarihini konu eden birçok araştırma kitabı var. O, demokrasi döneminde otoritesini yükselten kıdemli polislerden biridir. 2004’te çıkan 460 sayfalık “Altıncı Şube” eserinde bazı resimleri ilk kez yayınladı. Bulgar gizli polis teşkilatı generallerinin birey ve grup halindeki resimleri arasında, Moskova-KGB dış casusluk örgütünün Sofya İstasyon Şefleri ile 2 Bulgaristanlı “Türk”ün de resmi yer aldı. Bunlar Ahmet Doğan ile Osman Oktay’dı. Bu konuya geri dönmemizin nedenine gelince: 1990 Haziranında yapılan ilk demokratik seçimlerde Bulgaristan Büyük Millet Meclisi’ne HÖH’lü 24 Türk milletvekili girdi. Ahmet Doğan, Osman Oktay, Ünal Lütfü, İbrahim Tatarlı ve Kadir Kadir vb başta olmak üzere, 6 kişinin gizli polis ajanlı hemen açıklanmıştı. Elimdeki eserin dokuzuncu bölümü – “ARŞİV” – Altıncı Şube dosyalarının önceden ayıklandığını, bütünüyle gözden geçirildiğini ve korunduğunu yazıyor. Yazarı bu ayrıntıya işaret etmeye zorlayansa onun başına gelen bir olay. İvanov, ALTINCI ŞUBE arşivini Bulgar İç İşleri Bakanlığı ARŞİVİNE verdiğini itiraf ediyor. Karalayıcıları ise onun dosyaların bir kısmını Sang Peterburg’a, öteki yarısını da Pekin’e kaçırdığını iddia ediyorlar. Bu nedenle o Askeri Savcılıkla tutuklanmak isteniyor ve hakkında dava açılıyor. Olay, inceleme eserinin263 – 270 sayfalarından anlatılıyor. Nedenlerindenbiri ise, sözde Kasım Dal’ın girişimiyle gizli polis “DS”hafiye dosyalarının kirli çamaşır ipine serildiğini anla-tan, trajik ve komik sahnelerle halkımızın ve dünya kamuo-yunun çok acınası bir şekilde aldatılmış olduğuna bir dahaparmak basmaktır. Daha doğrusu ASKERİİÇ VE DIŞ İSTİHBARAT AJANLARI İLE ALTIN-CI ŞUBE AJANLARININ ASLA AÇIKLANMADI-ĞINI VURGULAMAKTIR. Bu arada “Belene”ölüm kampında kalan 518 kişiden 52’sinin degizli muhbir olduğu ve isimlerinin bugüne dekaçıklanmadığı herkesçe biliniyor. İnsanlarımızıniçinde yenemedikleri o korku bugün de bu gizliispiyoncuları aramızda dolaşmasından kaynakla-nıyor. Korkunun kaynağı % 90 sır, bilinmeyen, gizemlive mistik olandır. Ajan ve muhbir bozun-tularının kendi korkusu, pısırıklığı, şerefsizliğiinsanlarımızı kemirmeye devam ediyor. Onlar,buğday biti dediğimiz bir haşarat vardır, onabenzerler. Gözle görülmez o bit. Dış kabuğu yemez,tane içine, öze yuvalanır. Düşmandır, onu unhaline getirir ve bu ekmek kabarmaz, çünkü buğdayınbuğdayını yemiş bitirmiştir. Bu hafiyeler de hep bizimTürklük ve Müslümanlığımızı kemirdiler, yiye yiyebitiremediler de, yemeye de devam ediyorlar. Buillet gözle görülmediği, renksiz olduğu ve ıslak izbırakmadığı için gizemlidir. Gizemli olduğu kadar dason derece tehlikelidir. Kemirerek yok etme bu-laşıcı bir hastalıktır. Ruhlara işler. Genç kuşağı yüreksizve pasif kılar. Özüne saldırdıkça hayat sevdasınısöndürür. Hafiyeliğin kötü tarafı buradadır. Bulgar gizli polisi AhmetDoğan’ı bile Bulgarlara karşı çalıştırmadı. Türk ruhunukemirirken Bulgar ruhunu güçlendirip yüceltmeyeçalıştı. Elimizde olsa da açabilsek, göreceğimiz enkesin gerçek Bulgarlara karşı çalıştırılmış Türk ispiyoncuolmamasıdır. Bulgar gizli polisi Türkleri Türklerekarşı kışkırtmayı başarınca Bulgarlarla Türklerin arasınıaçtı. 1989’dan önce kurulan direniş hareketlerinde,örneğin – Dini Hakları, Vicdan Özgürlüğünü veManevi Değerli Koruma Komitesi’nde; Glasdtnostve Perestroyka Komitesini Destekleme Komitesi’nde;Jelü Jelev’in ve diğerler aydınların kurduğu DirenişKomitelerinin hiç birinde bir tek Türk ve Müslümanyoktur. Bu da daha mücadelemayalanırken gizli polisin Bulgaristan Halkını ayır-mayı başardığına bir kanıttır. Resmi açıklamalara göre,toplam 3 016 (üç bin on altı) Türk hafiyeden hiç biri ben“ajandım”, muhbirdim, jurnalciydim, namussuzlukettim, ispiyonladım, olabilir ya buna mecbur kaldım,yaptıklarımdan utanan ve kendi gözümde hain olanbiri varsa, o da benim diyemedi.
Eli kalem tutanlar bile, bu iğrenç olayı gerçekleri yazıp anlatamadı. Şu, şu, şu… Hemşerilerime, kişilere kötülük ettim, benim yüzümden tutuklandılar, dövüldüler, ezildiler, yattılar, kötürüm oldular, boşandılar, çocukları öksüz kaldı, okuyamadılar, meslek öğrenemediler, sürünüyorlar, göçe zorlandılar vs vs… hepinizden özür dilerim! Deyemedi. Açıklama yapıp, bir basın toplantısı düzenleyip içini döken bir şerefli çıkmadı. Bizim özümüz buğday özü gibi kemirilmiş mi? Biz ekilsek bir daha bitmeyecek miyiz. Öyleyse şerefsizlere bu dünyada yer yok bilincine varmışız, diyelim. Belki de serbest kalınca, göç edip soydaş olunca hiç kimse dara düşmedi, sıkıştırılmadı ve gerçekleri açıklanmaya zorlanmadı. İşte, şu bize yapılan zorbalığın başı olan Albay D. İvanov dara düşünce, ayağına basılınca, hakkında dava açılınca “altıncı şube arşivini korunduğunu” anlatıverdi. “Kütüphaneci Enstitüsünde” etrafını hainler sarmış. Eski polisler, sır kutulu içinde yaşayanlar, herkesten uzak kalmayı tercih edenler…. bu enstitüde gizli ajan yetiştirme görevinden ekmek yiyorlar. İvanov’un dara sıkıldığı itirafını birlikte okuyalım. Sayfa 263: “1990 başında İç İşleri Bakanlığı’nı General At. Semerciev yönetiyordu. General L. Gotsev birinci bakan yardımcısıydı. Yanına gitmeye karar verdim. Sonra vazgeçtim. Bakana mektup yazdım. Bir işle ilgili benden parti Merkez Komitesi için gizli belgeler aldıklarını, bunlarla eğitimli olmayan kişiler çalışırsa gizli bilgilerin dışarı sızabileceğini ve suçsuz kişilerin zarar görmesinin olası olduğunu bildirdim. Bu nedenle, belgeleri geri almama izin istedim, gerekli biçimde işlendikten sonra, gizlilik istemlerine uygun bir biçimde kendilerine yeniden verilebileceğine işaret ettim. Beklediğime değdi. Semerciev mektubumu yeşil mürekkeple “Evetle” onayladı. MK’ deki komisyon başkanının yanına gittim ve Bakan’ın iznini gösterdikten sonra: “Şu odaların birinde olacaklar, bulabilirseniz alın!” cevabını aldım. Ben o an, oracıkta, devletin dökülmeye başladığını hissetim. İkindi vaktiydi, Sofya merkezindeki en korumalı binadan 4 çuval gizli evrak çıkardım, “Dondukov” sokağında durduğum ilk araca atladım, çuvallardaki gizli evrakları nereye götürdüğümüzden ilgilenen olmadı. Sayfa 264: MK’nin eski üyelerinden olup rüşvet alan ve dalavere çeviren 24 kişi ve ayrıca Todor Jivkov ailesinden olup benzer işlerle uğraşanlar hakkında rapor hazırlayıp Bakan Semerciev’e verdim. Artık işe gelmez olan istihbarat şefi General Şopov’a haber verdim, o da Başbakan Andrey Lukanov’u haberdar etmişti. Bu bilgilendirmeden 5 ay sonra, bu arada bir efsaneye dönüşen Altıncı Şube Arşivi ile ilgili hakkımda bir soruşturma davası başlatıldığına dair savcılıktan tebligat aldım. Baş Savcı Hristo Hristov’a gittim. Şu açıklamayı yaptı: “Ben başlatmadım, askeri savcılığın işi olabilir.” Askeri Savcılık Başkanı L. Yotsov ise yüzüme şöyle dedi: “ Eski dostluğumuza bel bağlama, sıran gelmiş olabilir!” Bakan Yardımcısı General L. Marinçevski görüşmemizde bana acıdığını şu sözlerle ifade etti: “İvanov, sizin karışık işlerinizden hiçbir şey anlamadığımı bilirsin!” Sayfa 265: Ofisime girdiğimde telefon çaldı. Sorgulama Amiri Leonid Katsamunski: “Hemen gel hakkında tutuklama kararı çıktı! Üç çocuğun var, kendini kahraman yapmaya çalışma, suçu Musakov ile Boyan Velinov’un üzerine atmaya bak!” dedi. Biraz düşündüm ve “Bana yardım etmek ister misin?” diye sorum. Hemen gelen cevap şu oldu: “Biz meslektaştık, neden olmasın!” Kendisinden, dahili telefondan Emniyet ve Koruma Müsteşarı (YBO) şefi General Cendov’u aramasını rica ettim ve “Cumhurbaşkanı Jelü Jelev ile görüşmemi ayarlamasını rica et!” dedim. Cevabı: “Bu işi ben de yapabilirim!” oldu. Cumhurbaşkanı J. Jelev’in beni kabul etmesini beklerken, kalem müdürüm Bayan Petya Jelyaskova’ya konuyla ilgili 13 sayfa dikte ettim. Telefon, Cumhurbaşkanı Yardımcısı İvaylo Trifonov’tan geldi: “Hemen gelebilir misin, Cumhurbaşkanı seni kabul edecek.” Dedi. D-r J. Jelev’e şöyle konuştum: “Bulgaristan Cumhurbaşkanı olarak, eski Devlet Güvenlik Örgütü ‘DS’ nin bütün belgeleriyle ilgili tüm bilgileri bilme hakkına sahipsiniz. Ben size Altıncı Şube’nin Altıncı Amirliğini anlatmak istiyorum. Bana kaç dakika ayırdınız?” Jelev, “40 dakika” dedi. Sözüm kesilmeden 1 saat 40 dakika konuştum: Eski Devlet Güvenlik Örgütleri hakkında yalan dolan bilgilerle şaibeler belirmemesi için kendisine güvendiğimi söyledim ve sözümü noktaladım. Jelev’e “biz BKP MK kararlarını uygulayanlardık, biz katil ve hırsız değiliz, Altıncı Şube arşivini aldığımız emir üzerine 10 Kasım 1989 tarihinden önce tamamen temizlemiştik, kontrolümüz dışında olan herhangi bir evrak kalmışsa o da İç İşleri Bakanlığı ARŞİVİNDE bulunuyor.” Dedim ve anlattıklarımı 13 sayfa halinde yazılı olarak da eline verdim. Jelev: “Tutuklanmayacaksınız!” dedi ve beni uğurladı. 1997 – 1999 yılları arasında, İvan Kostov’un Başbakanlığı döneminde, “muhbir dosyaları” konusu körüklenerek “DS”deki arşiv konusu yeniden alevlendi. İç İşleri Bakanı Bogomil Bonev ispiyonların isimlerini mecliste okudu. Dosyalarının açılması ya da açılmaması konusu toplumu ikiye böldü. “Duma”, “Zemya”, “Republika”, “24 saat” ve “Trud” gazetelerinde yazdığım yazılarla dosyaların açılmasına karşı çıktı.. Başbakan İvan Kostov ile Meclis Başkanı Yordan Sokolov bana “Yeni Himler” dediler.
Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bulgar Ortodoks Kilisesi, bazı yasa görüşmelerinde kilisenin görüşü alınmasını istedi
Bulgar Orttodoks Kilisesi, din adamlarının yaşamı, ahlakı, eğitimi, kültürel mirası, sağlık ve sosyal statüsünü, mezheplerin statüsünü, vergiler, gayrimenkul konuları vs. ile ilgili yasal görüşmelerinde Halk Meclisinin kilisenin görüşünü almasını istedi. Patrik Neofit, Halk Meclis Başkanı Tsetska Tsaçeva’ya gönderdiği mektupta yasama organı ile Bulgar Or- uygulamasının son zamanlarda unutodoks Kilisesi Aziz Sinodu arasında tulduğunu dile getirerek tamamen teryıllar içerisinde süregelen görüş teatisi kedilmemesi temennisinde bulundu.
Oğlunu kaybeden Cumhurbaşkanı Plevneliev’e vatandaşlardan içten dayanışma Sofya’da Cumhurbaşkanlığı binası önünde tertiplenen taziye köşesinde vatandaşlar, 14 yaşındaki oğlunu kaybeden Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’e en içten dayanışma duygularını sergilediler. Bundan önce Cumhurbaşkanluğı Basın Merkezi’nden yapı- hayatını kaybettiğini ve bu zor günlan açıklama ile acılı aile, 8 Ağus- lerde üzüntüleriyle tek başına kaltos tarihinde ilk oğulları Filip’in mayı tercih ettiğini duyurmuştu.
İçişleri Bakanlığı görevlileri üç günde 150 sarhoş şoför yakaladı Ülke genelinde yollardaki kontrolün pekiştirilmesi için 7 ile 9 Ağustos tarihleri arasında yapılan bir eylemde İçişleri Bakanlığı görevlileri, 150 sarhoş şoföre rastlamış. Bu, eski içişleri Bakanı Veselin Vuçkov’un yollardaki trafik polisi tarafından yapılan yoklamaların yolsuzlukların önlenmesi amacıyla ancak kamera önünde yapılması doğrultusundaki emrinin iptal edilmesinden sonra ikinci eylemdir. İçişleri Bakanlığı yetkilileri, yoklanan şoförden 91’inin kanında 0,5 ile 1,2
arasında, 59’unun kanında ise 1,2’nin üzerinde promil alkol içerildiğini açıkladı. Kontrol organları ayrıca ehliyeti olmayan 132 şoför de tespit etmiştir.
İncirliova’ya Bulgar ve Nijeryalı takviye
Aydın Süper Amatör Lig temsilcisi İncirliova Belediyespor, Bulgaristan 3. Lig takımlarından FC Maritsa Plovdiv’den ön libero Hakan Bayramov ve Gana 2. Lig ekibi Miracle World FC’den Nijeryalı stoper Gift Osita’yı renklerine bağladı. 20 yaşındaki Bayramov ve 23 yaşındaki Osita 1’er yıllık sözleşme imzalarken Başkan Mehmet Karayiğit, “Tek hedefimiz şampiyonluk” diye
konuştu. Yeni sezona, “2 yılda 2 kupa” parolasıyla hazırlandıklarını dile getiren Karayiğit, “Süper Amatör Lig’de kendimizi misafir sayıyoruz. Hedefimiz bu sezon Bölgesel Amatör Lig’e, önümüzdeki sezon da 3. Lig’e çıkmak. Yeni transferlerimiz bu yarışta bize büyük katkı sağlayacak” dedi. Teknik Direktör Reşat Kartal da camianın desteği ile hedeflerine ulaşacaklarına inandığını söyledi.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 5
Neriman E R A L P Baba Ocağına Dönüş Başladı Konu: Yazı Memlekette Geçirenlere Selam! Bizim lehçemiz isyana uygundur. Gün gelecek nefretiniz gevgire dönecek, Tarhana kaynar gibi, kaynatıp Fokur fokur dip tutacaksınız. Bu yüksek sesle söylenen bir yürek yanığı değildir. Bundan 26 yıl önce göçe zorlanan Bulgaristanlı Türklerin aklından geçen ama yüksek sesle haykırılmadan, bellek yarası olarak kalandı. Hiç unutulmadı ve tuttu. Ve bu bakış açısı doğuştan yoktu onlarda. Onlara karşı uygulanan baskı ve zorlama sıkıntılarında birikti o. Haklıyı haksız çıkaranın bedeli ödenirdi bir günlerde. Kendi dillerinde konuşmaları, şarkı türkü söyleyerek, şakalaşarak yaşamaları suç sayılırken nasıl hakkı olunabilirdi? Onların gidip görecekleri, Bulgar devletinin de bilinmez kaçıncı kez çöküş yazgısı varmış kaderinde. Gidenlerin gitmesi iyi oldu. Anavatanla kucaklaştılar, ruhlarına Türkçemizi, Türk kültürümüzü, Türk özümüzü, Türklüğün ebediliğini, vatan sevgisinin sonsuzluğunu şarj ettiler, yeniden elektriklendiler ve artık dolu dolu dönüyorlar. Son yıllarda göçmen kızlarımız da memlekete yeni bakış açısıyla bakmaya başladılar. Ve artık bizim oralara hayatın yeni renklerini taşımak istiyorlar. Onların mutluluğa sevdalanmış olması ne güzel bir bilseniz! Kendimden anlatayım. Giriş yapan kemanı çok hafiften salsam da “Aşk için ölmeli, aşk, o zaman aşk!” diye inletiyor Sezan Aksu küçürek göçmen dairemizi, annemle babamın evde olmamasını fırsat bilip, önce pencereleri sonra şarkıyı sonuna kadar açtığımda, karşı dairelerden akranlarım da katılınca koromuza, dünyamız kanatlanır ayağa kalkıp uçmaya hazırlanırdı. Göçmen kızına yaktı mı seni? Ya da sevdalanmış göçmen kızı gördün mü? Bakışarak konuşurlar. Gözleriyle öpüşürler. Yarım bakışla yakar ve bir daha sönmez… Sır alır sır vermez onlar. İşte böyle bir ortam düşünün. Yıllar içinde Sezen Aksu’yu, Tarkan’ı, kız manilerini, Alişimin Kaşları’nı, gelin türkülerini dairelerden göçmen kulübüne indirenler, ardından avluda halk beğenisine sunanlardır onlar. Frekanslarına en uyan sanatçı Rustem Avcı’ydı. Bir defa bizden, üstüne üstelik Deliorman yapılı, romantiktir. O söyledi, onlar oynadı ve “kıyımı yıkmam” deyen Tuna’ya omuz verdiler. Memleketimizde genç delikanlıları çeşme başlarında delirten, elleri suda olsa da, belli etmeden ergenlerde sevda ateşi yakan kızlarımız, göç yıllarının “ezgin çocukları” o durumu giderek açtılar, bu uzun yolda hünerlerinden zerre kadar yitirmediler. Şöyle anlatsak belki daha iyi olur: Ruh okur, söze gerek yok. Başımıza gelen, onları da bulacak. Edenlerin canı mutlaka yanacak. Yol görünür edene, adressiz yerlere Kan akıtmadan, bıçağa sarılmadan, küfür etmeden yenmek ne kadar ince bir ustalık! Bu ustalıkla Utkan olan soyumun büyüklüğüne eş yok. Gittik ama dönüyoruz, kutsal olan dönmektir, biz bu işte varız. Şimdi sıra onlarda, giden gidene gidiyorlarmış. Ama onlar bizim gibi topluca gidip topluca dönemezler. Bu başka bir hüner, o da onlarda yok, olamaz. El ele tutuşmak, omuz omuza vermek, dönüp dolanırken hep gülümsemek, kelebek gibi uçuşurken aynı kıvrım ve edayla herkesi büyülemek bizim özelliğimizdir. Var mı sizde bu? Savrulan saç yerine oyalı pullu yazmalarla oynaşma, çakmak yerine bakışla gönül yerine… Ne hoş göçmen kızı olmak! Ve şimdi bu güzellikler geri, memlekete uçuşmaya hazırlık içinde. Önce göçmen kuşlar gibi dönüyorlar, dönecekler, bekliyoruz. Nenelerine, annelerine yengelerine memleket sevdasıyla yandıklarını hissettirmemek için uğraştılar hep. “Aşk için ölmeye” gurbette de seve seve hazır olduklarını gösterirken mutluluk aradılar. Sevdanın yankılanması var ya yürekten yüreğe, coştukça coşması, ne içe ne dışa sığması… Olmazlığın içinde Muaffak olmak! Erişilemeyene erişmek. Göçmen ezikliğini gençlik mutluluğu ile savmak! İşte böyle bir şeydi bizim hayatımız. “Seviyorum” deyemedim Göçmen kızı olduğumu Lehçemden anlarsın diye Sen, göçmen yolunda yürümeden, bu sızıyı hissetmiş olamazsın! O kadar incedir ki o, acısını çekenin yüreğini nasıl yaktığını ölçme cihazı henüz icat edilmemiş. Çaresizlik içinde kaçırılmak için can atarken, kaçırılmaktan korktun mu hiç? “Sevenlere samanlık seyrandır!” sözlerinin anlamını otobüsler, arabalar, yayalar ve yolunu kaybetmişler arasında aradın mı hiç? Sular durulana kadar gençliğim geçecek diye korktun mu hiç. Ve şu masal aklına geldi mi her akşam? Treni kaçırıyorum kâbusu gördün mü sen? Görmedinse oku: GENÇLİK ELDEN GİTMEDEN DOĞRU SEÇİM YAPMAK Bir zamanlar bir kasabada dünyalar güzeli bir göçmen kızı varmış. Komşu bir ülkeden gelen bu kız o kadar güzelmiş ki, çok uzak şehirlerden, çok güzel çok yakışıklı ve asil pek çok delikanlı, onu görmeye gelmiş, istetseler de, kız aşını suyunu, huyunuzu bilmem, ben bir göçmem kızıyım, deyip teklifleri kabul etmezmiş. Bu arada aynı kasabaya yerleşmiş olan ve bu kıza aşık olan bir delikanlı da kızı istemiş. Ama kız onu da ret etmiş. Aradan çeyrek asır geçmiş, bizim delikanlı bu kasabadan ayrılmış. Kendine başka bir hayat kurmuş, evlenmiş, çoluk çocuğa kavuşmuş.
Bir gün yolu bir zamanlar yaşadığı, kasabaya düşmüş. Orada tanıdık ama yaşlanmış birine rastladığında aklına bir zamanlar orada yaşayan dünyalar güzeli göçmen kızı gelmiş ve ona o kızla ne olduğunu sormuş. Yaşlı adam, önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Bizimki bir zamanlar herkesi ret etmiş olan kızın kocasını çok merak etmiş. Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş. Güzeller güzeli kızın kocası şişman, kel ve çirkin mi çirkin bir adammış. Kız kapıyı açınca kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu sormuş. Kız da ona, arkasındaki gül bahçesinden en güzel gülü getirirse, cevabını vereceğini; bu arada tek şartının, bahçede ilerlerken, geriye dönmemesi olduğunu söylemiş. Adam da bunun üzerine, yüzlerce gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Birden çok güzel, sarı bir gül görmüş. Tam ona doğru ilerlerken, biraz ileride kocaman pembe bir görünce çarpmış. Tam ona uzanırken bir gül goncası görmüş. Tam onu koparırken ileride… Derken, bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki sonuncu gülü koparıp kıza götürmüş. Bahçenin en güzel gülünü beklerken, kız bir de ne görsün; yaprakları solmuş, cılız bir gül. Gülmüş adama. “Bak gördün mü? Demiş. Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen sonunda en kötüsüne bile razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik elden gitmeden doğru seçimler yapmayı öğrenmek gerekir.” Artık 2016’dayız ve bizim kızlar şu gül bahçesi serüvenlerini atlattılar. Hayat bize görü dönme ve bakma hakkını mukaddes bir öz hak olarak tanımıştır. Evet, kızlarımız oralarda okudular, yetiştiler, sevdalandılar, aldanmadan evlilik yaptılar, iş kurdular, evlendiler, ellerinde kucaklarında mutluluk var. Hayatın tadını orada çıkarırken hep bizim asıl memleketimizi düşünmeye devam ettiler. Rüzgârını koklamak, çiçeklerinden demetler derlemek, meyvelerini sepet dolusu toplamak, tatmak, tattırmak ve herkesler birlikte zevkli bir dünya kurmak özlemi terk etmedi onları. Bu işte onlara öncülük edenler oldu. Çeyrek asırdan beri dağ bellerinde, yol kenarlarında kuyu, çeşme başlarında yol gözleyenler, sürülemeyen boş kalan tarlalara baktıkça üzülenler, her bahar kuşlar döndü de torunlarım gelmedi diye ahit yakanlar vardı akıllarında. Onlar, gözleri iki çeşme iyi dayandılar. Ayrılık kadermiş deyenler yutkunup beklediler. Bizimkiler sahayı boşaltınca, bize düşman kesilenler de dayanamadılar. Askeriyesi, topuyla tüfeğiyle, polisiyle hafiyeleri ve ispiyoncularıyla geri çekilmek zorunda kaldılar. Bizim oralarda etraf boşaldı, bizim olan bize kaldı. “Poligon” dedikleri atış alanlarından silah sesleri gelmez oldu. Ağır silahlarla donatılmış askerler geçmiyor köylerden. Sanki Türklere gözdağı vermek isteyenlerin akılları başlarına geldi… Şimdi bizim oralarda yeni bir adet var. Eskiden asker uğurlaması yapılırdı. Çadır kurup yemekli, çalgı dinlenirdi, gençlere yolluk, askerlik takılırdı. Tren garlarına kadar uğurlanırdı genç askerler. Şimdi Bulgar uğurluyor hane hane komşularını Almanya’ya, Avrupa’ya! Kökten kopma, vatan kokusundan uzak kalma acısını onlar kokluyor. Ekmek parası için Avrupa’da bulaşıkçı olmayı gönüllü kabullenmek gönül kırıcı gelse de, susarak katlanıp kabul ediyorlar. Sonra arkada bıraktıkları vatan, artık işgal edilmiş bir toprak parçası. Bu hafta Bulgaristan’a 250 amerikan tankı indi, orta menzilli füzeler üstlendiriliyor, uçak alanları genişletilirken, Ukrayna’ya ve Rusya’ya bakan liman şehirlerimize ağır silahlı asker konuşlandırıyor. 1942’de böyle olmuştu, Alman Nazi birlikleri memleketimizi çiğneyip Yunanistan ile Makedonya’yı işgal etti. Ardından İngiliz uçaklarından bombalar bizim kafamıza yağdı. Sofya “Büyük Camii” bugün de minaresizdir. O bombalar ne bomba idi ki, daha sonra daha irilerinden ikisi Nagazaki ve Hiroşima’ya atıldı ve 500 bin kişinin ani ölümüne sebep oldu. Şu da var, işgal altında olsa, en kötü biçimde yönetilse ve eşek dikenlerine konacak arı bile kalmasa, o memleket bizimdir. Atalarımızın kabrinin olduğu her karış toprak memleketimizdir. O topraktan alınmış kıvılcımla yanan Türk kalbi sönmez bir ocak olur. Gel dalgası artık yükseliyor. Bu yaz Kırcaali belediyesinin nüfusu % 12 artı. Şumen, Razgrat ve Silistre köylerinde canlanma var. Anavatanda emekli olan işçilerimiz, öğretmenlerimiz, din adamlarımız, çevrecilerimiz, orman işçilerimiz, demircilerimiz, marangoz ve ustalarımız baharı ve yazı kendi köy ve kasabalarında bıraktıkları evlerde, konu komşu sıcaklığında geçirdiler. Türkiye Cumhuriyeti’nden hak ettikleri emekli maaşlarına küçük de olsa bir Bulgar emekli geliri de ekleyince Türk ortamında canlanma gözlendi. Avlu duvarları yeni biçim aldı, asmalar kesildi, ilaçlandı, meyve bahçelerinin kurumuş dalları alındı, kireçlenip sulanınca gölgeler koyulaştı. Ağaç ruhu okuyanlar en büyük canlılık cevizlerde, bu sene misafirlerimiz var havasına girip yüklendiler de yüklendiler. Göçmenlerimizin geri dönmesini tabiat da istiyor. Şirinleşerek seviniyor. Hepimizi kendi evlatlarından bildiğinden geri bekliyor. Köy çeşmelerinin şırıltısı bir başka! Diyarımızı insanlarımızla beraber terk eden güvercinler, samsanlar, kargalar, serçeler, Dedemanlar geri döndü. Yıllardan beri ilk kez kara kartallar harmanlarımızın üzerinde saatlerce süzülüp döndü. Anlaşılan git dönemi artık bitti ve geliniz, geleceğiz, geliyoruz dönemi başladı. Dönenler, beklentisiz ama ayat dolu dönüyorlar. Asla kimseye muhtaç olmama niyetiyle geliyorlar. Mübarek olsun. Ve hafızalarında o 1989 Ağustosunun yakıcı sıcağında yollara düşmeye zorlanmaları hep canlı? Dipçikli silahlar, bir şişe su için yalvarışlar, arabaların altına sığınanların günlerce bekleyişi, çocukların dinmeyen çığlıkları ve mutlaka tutsun diye yakılan ahitler, edilen dualar, anavatana doğru sürünerek de olsa yol alanların bitmez çilesi: Bizim lehçemiz bile isyana uygundur. Gün gelecek nefretiniz gevgire dönecek, Tarhana kaynar gibi, kaynadıkça Fokur fokur dip tutacaksınız.
Maritsa nehrindeki plaj sezonu açıldı
Plovdivşehrinde Maritsa nehrinin kıyısında 30 Eylül’e kadar devam edecek yaz yüzme sezonu açıldı. Yeni projenin amacı, biraz unutulmuş nehir yüzme geleneğini canlandırmaktır. Maritsa yakınında ilk Plovdiv kamu havuzları 1882 yılında açıldı. 20. yüzyılın 70’li yıllarından sonra bunlara ilgi azaldı. Organizatörlerin amacı, girişimin her yaz tekrarlanmasıdır. “Maritsa Kumsalı”ndaki bez sandalyeler ve şemsiye-
ler ücretsizdir, havuzlar ise barda ısmarlanan bir içecek karşılığında kullanılabilecektir. Eylül ayında kumsalda farklı müzik etkinlikleri, seminer, tartışma, film gösterisi ve sairenin düzenleneceği bir sahne de açılacak.
Yagodinska Mağarası ve Orlovo Oko uçurumlu kaya tepesinde nikah törenleri revaçta Yurtdışında yaşayan bir Bulgar çifti bir süre önce yurda döndü ve Rodoplar’da bulunan Yagodinska peşera (Çilek Mağarasında) nikahını kıydı. Sadece Ağustos ayında bu mağarada dört nikah töreni yapıldı. Mağaranın müze sorumlusu Sergey Gençev, bu sayının artacağını tahmin ediyor. Yagodina köyünden jeepler ve dağ araçlarıyla dik uçurumu bulunan Orlovo Oko ( Kartal gözü) tepesi de tercih edilmeye başlandı. Çok tehlikeli bir kayalık tepenin
altında, derin bir uçurum var. Sadece Kartal Gözü tepesinde dar bir gözlem meydanı bulunuyor. İşte tam bu korkunç meydanda da birçok genç, nikahını kıymayı tercih ediyor. Mendelson yerine, nikahlarda Rodop müziği çalıyor, düğünler ise Yagodina köyünün meydanında açık havada yapılıyor. Son düğün 1563 metre yükseklikte yapıldı. Yagodina köyü şimdi mağarasından başka, sıradışı nikah ve düğün güzergahı olarak da adından söz ettirmeye başladı
Bulgaristan, Avrupa Birliği dışındaki pazarlara bel bağlıyor
Ekonomi bakanlığı, Küba, Meksiko ve Kuzey Afrika ülkelerinde ticaret müşavirleri açma niyetlerini açıkladı. Aynı zamanda Singapur ve Endonezya`da ticari ateşeler atamaları da düşünülüyor. Ocak ayında Ekonomi bakanlığı, Doğu ülkelere ticaret temsilcilikleri gönderme niyetine yerli iş çevrelerin AB`nin Rus pazarlarına uyguladığı yaptırımlar sonucu zararları kapatmak için yardımcı olma argümanını öne sürdü. Buna benzer bir fikri de, Plamen Oreşarski hükümeti daha 2014 yılında öne sürmüştü. O dönemde Bulgaristan`ın 44 Avrupa ülkesinde ticari ve ekonomi temcilcilikleri vardı ve Bulgar ihracatının yüzde 90`nı bu ülkelere yönelikti. Şimdiki hükümet, sadece ticari ve ekonomi temcilciliklerini AB dışındaki ülkelere yönlendirmek değil,
ayrıca bu temsilciliklerde çalışacak elemanların hazırlıklarını ve seçimini daha iyi bir şekilde gerçekleşmesi niyetindedir. Hükümetin bu fikirleri, iş çevrelerinin talep ve menfaatleriyle bağdaşıyor, çünkü iş çevreleri Orta Doğu`ya büyük miktarda ve çapta ihracat yaptığı zamanları hala hatırlıyor. Bugün Bulgar ekonomisinde nispeten küçük üreticiler hakim ve söz konusu Çin ve Hindistan olunca, birçok küçük üreticisinin biraraya gelip bir markan altında birleşmesi gerekecektir. Öyle ki, ekonominin yeni piyasalara yönlenmesi sadece iktidarın görevi değil, ayrıca iş çevrelerinin birleşmesine de bağlıdır. Bu bağlamda Ekonomi bakanlığı, iş çevrelerinin söz konusu ülkelerde ticari ataşeleri atanma isteği varsa bu, kamu-özel sektör ortaklığı ismi altında olabilir
Genç insanları çalışmaları için motive etmeliyiz Kuzeydoğu Bulgaristan’ın Tırgovişte ilinden belediye başkanları ile bir çalışma görüşmesinde Sosyal Politika Bakanı İvaylo Kalfin, genç insanların çalışmakta bir anlam olduğuna ikna edilmesi ve motive edilmesi gerektiğini, kendisinin de bu doğrultuda çalışacak fikirler için açık olduğunu söyledi. Görüşmede
ele alınan konular arasında gençler arasındaki işsizlik idi. Kendisi, bakanlığın “İnsan Kaynakları Gelişimi” operasyonel programı çerçevesinde verdiği imkanlar üzerinde vurgu yaptı ve belediye başkanlarını sosyal şemalar ve istihdam şemalarında daha büyük aktivite için çağırdı
10 bin mülteci Bulgaristan’da iltica aramıştır
Yıl başından bu yana 9 bin 700’den fazla yabancı mülteci merkezlerinde iltica aramıştır. Bunu Bulgaristan Milli Radyosu’na demeç veren Mülteci Ajansı Başkan Yardımcısı Vasil Vırbanov söyledi. Bu yıl sınırdan 5 bin 200’den fazla yabancı geçmiştir, 4 bin 200’den fazla kişi de ülke içinde yakalanmıştır. Vırbanov’a göre
Ocak ayında bin 70 kişi iltica talebinde bulunurken Temmuz ayında bin 869 kişi iltica istemiştir. Bu, ajansın tarihinde doruk noktasıdır. Vırbanov, geçen sene alınan önlemlerden sonra mülteci merkezlerinde yaşam şartlarının ciddi ölçüde iyileştiğine işaret etti.
6
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bulgaristan da Türk Film Günleri
16-18 Temmuz tarihleri arasında Sofya’da düzenlenen Bulgaristan’da Türk Film Günleri etkinliği, türk sinemasına ilgi duyanları bir araya getirdi. T.C. Sofya Büyükelçisi Süleyman Gokçe’nin himayesinde ve T.C. Sofya Kültür ve Tanıtma Müşaviri Cemal Tekkant’ın desteği ile düzenlenen bu organizayonun asıl amacı, Türk sinemasını Bulgar seyircilere tanıtmak ve iki kültür arasındaki diyaloğu daha da genişletmek. Son bir kaç senedir türk dizileri Bulgaristan’da çok raabet görmekte. Sayın Cemal Tekkant bunun farkında olduğunu fakat düzenledikleri etkinliğin ana hedefi türk sinemasını Bulgaristan’da yaşayan türklere değil de bilhassa bulgarlara tanıtmak olduğunu dile getirdi. “Amacımız Türkiye ve türk kültürü hakkında bazı önyargıları kaldırmak. Bulgarlar ve türkler, yüzyıllardır birlikte yaşamış ve aynı değerlere sahip iki milletiz, bu yüzden de kültürler birbirine çok yakın. Ortak değerlerimiz var, bazıları unutulmuş, bazıları ise halen yaşamakta. Bizim amacımız da bu ortak değerleri gün yüzüne çıkartarak ortak saygıyı daha sağlam inşaa etmek. Bunun için de en önemli etkenin kültürel tanıtım olduğuna inanıyorum” diyor T.C. Sofya Kültür ve Tanıtma Müşaviri.
9. TÜRK DÜNYASI GAZETECİLER BULUŞMASI
5. Avrupa Parlamentosu’nun onayladığı ve BM’in de kabul ettiği Karabağ’daki Ermenistan işgalinin son bulması, Çin Halk Cumhuriyeti Uygur Özerk Bölgesi’nde (Doğu Türkistan), Rusya tarafından işgal ve ilhak edilen Kırım’da, Irak Türkmeneli ve Suriye Bayır Bucak bölgesi ile İran Türkmen Sahra bölgesinde yaşanan insani sorunların çözüme kavuşturulması ve insani taleplerin karşılanması noktasında kamuoyunun medya aracılığı ile bilgilendirilmesi uygun görülmüştür. 6. Kırım’da soydaşlarımızın hak ve hukuklarının korunması, geleneksel milli bayram ve günlerinin kutlanması; dil, eğitim, sosyal ve kültürel faaliyetler ile dini inançlara getirilen yasak ve kısıtlamaların kaldırılması ve Kırım Tatar Milli Meclisi’nin faaliyetlerine izin verilmesi noktasında yapılacak tüm girişimlerin desteklenmesi; Kırım’ın milli lideri Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu ve arkadaşlarına getirilen Kırım’a giriş yasağının kaldırılması için kampanyalar düzenlenmesi; ayrıca lisans verilmeyerek yayınlarına son verilen QHA (Kırım Haber Ajansı), ATR Televizyonu, Meydan Radyosu, 15 Minute Haber Sitesi gibi yayın kuruluşlarının yeniden yayın haklarına kavuşmaları ve gazetecilerin faaliyetlerini sürdürebilmeleri için kampanyalar yapılması ve kamuoyunun bilgilendirilmesi uygun görülmüştür. 7. Irak’ta IŞİD saldırıları sonrası Musul-Telafer’den ve Suriye Türkmenleri’nden evlerini terk etmek zorunda bırakılanların hak ve hukuklarının korunması, Irak’ta ve Suriye’deTürkmenler için “güvenli bölgeler”in oluşturulması, Türkmen kardeşlerimizin kendilerini savunabilmeleri için gereken her türlü önlemin alınması; Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan Irak ve Suriye Türkmenlerine, Nahçıvan ve Afganistan’dan gelen Türk kardeşlerimize tıpkı Arap, Yezidi sığınmacılara verildiği gibi “geçici mülteci hakkı” tanınması, acil servislerde ücretsiz tedavilerinin yapılması gibi hususlarda ilgili kurumların her türlü medya aracılığı ile teşvik edilmesi, toplumların bilgilendirilmesi konusunda çalışmalar yapılması kararlaştırılmıştır. 8. Dokuzuncu Türk Dünyası Gazetecileri; Çin egemenliği altında bulunan Doğu Türkistan’daki yaklaşık 30 milyon soydaşımızın insani hak ve hukuklarının korunması, insani taleplerinin karşılanması ve doğum yasağı, mecburi kürtaj, ırk ayrımcılığı, seyahat kısıtlaması, dini inanç ve ibadetlere getirilen yasaklar, hakaret ve aşağılama, toplumsal çatışmaların fitilini ateşleyen Çinli göçmenlerin bölgeye yerleştirilmesi suretiyle soydaşlarımızın asimile edilmesi, verimli Doğu Türkistan topraklarının istimlak edilerek Çinli göçmenlere dağıtılması gibi sorunların çözüme kavuşturulması; yazdıklarından ve düşüncelerinden dolayı tutuklanan başta “İlham Tohti” olmak üzere bütün gazeteci, şair ve yazarlar için bir defaya mahsus genel af çıkarılması, ilkokuldan üniversiteye eğitim ve öğretim dilinin Türkçe (Uygur, Kazak, Kırgız Türkçesi) olması; anayasada yazılı hak ve hukukların uygulanması, 10 yıl içinde yapılan tüm yargılamaların iptal edilerek, uluslararası gözlemcilerin katılımıyla yeniden adil yargılamanın yapılması gibi hususlarla Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti’ni daha insani bir yaklaşım sergilemeye ve hoşgörülü siyaset izlemeye davet ediyoruz. 9. Ermeni Diasporası’nın Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı dünya kamuoyu nezdinde yürütmüş olduğu kin, nefret ve asılsız iftira kampanyalarını YAFEM Türk Dünyası Gazetecileri olarak protesto ediyor, Türk halkını haksız ve dayanaksız iddialarla suçlayarak propaganda faaliyetleri yapan Ermeni ırkçılarını asıl kendi yaptıklarıyla yüzleşmeye davet ediyoruz. Hala Anadolu’da birlikte yaşadığımız Ermeni vatandaşlarımızı 1915 olaylarındaki gibi Türkiye Cumhuriyeti aleyhine kışkırtan ırkçı Ermeni Dasporası’nın kin ve nefret söylemlerinden kurtulup sorumlu davranışlar sergilemesini dünya kamuoyu nezdinde bir kez daha hatırlatıyoruz. 10. Türk Dünyası Gazetecilerinin yaşadıkları ülkelerde yerel, ulusal ve uluslararası basın aracılığı ile lobi oluşturulmasını amaçlayan YAFEM Türk Dünyası Gazetecileri olarak Anadolu Ajansı tarafından hazırlanmakta olan “Türk Dünyası Haber Paketi” nin bir an once faaliyete geçmesini YAFEM Türk Dünyası Gazetecileri olarak istiyoruz. 23 Temmuz 2015 MUHSİN SEVENCAN – YAFEM TÜRK DÜNYASI GAZETECİLER BİRLİĞİ
Etkinlikte 5 film gösterime sunulacak- “Seni Seviyorum, Adamım”, “Bahar İsyancıdır”, “Uzun Hikaye”, “Yunus Emre” ve “Yangın Var”. Hepsi özenle seçilmiş ve her birinin amacı öncelikle bulgarlar ve türklerin ortak değerlerini sergilemek, insanları daha fazla duygulandırmak ve daha iyi çağırışım yapabilmek. “Mesela “Uzun Hikaye” filmi 1940’larda Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden bir ailenin hikayesi. İnsanlar neler yaşamış, neler hissetmiş ve hangi durumlarla karşılaşmış, iki ülkenin de gözünün önüne sermek gerekir. Yani sevgi ve saygı aşılamak lazım. Bu nedenle de bizim seçtiğimiz filmler sevgiyi anlatan, renk, ırk, din ve dil ayrımı yapmadan sevebilmeyi gösteren eserler” diyor Cemal Tekkant ve bu etkinliği geleneksel hale getireceklerine inanıyor. Eğer bu hedeflerine ulaşırlarsa sadece Sofya değil Bulgaristan’ın Plovdiv (Filibe) ve Kırcali gibi büyük şehirlerinde de organizasyonlara başlayacaklarının tüyosunu verdi. Bunun yanı sıra iki sene önce Türkiye, Bulgar Kültür Bakanlığı ile sinema anlaşması imzaladı. Bu anlaşma her iki ülkeden yapımcıları ve yatırımcıları, iki devletinde desteği ile ortak projeler hazırlamaya teşvik ediyor. Etkinliğin gala gecesi rengarenk ve hareketliydi fakat şüphesiz gecenin yıldızı etkinliğin açılışını yapan “Seni Seviyorum, Adamım” filminin baş rol oyuncusu Barış Kılıç’tı. Etrafı hayranlarla dolu
Evlilik
olan oyuncu, filminin yabancı üllkelerde gösterime girmesinin hatta bu etkinlik gibi güzel bir organizasyonun açılışını yapması onu nekadar mutlu ettiğini dile getirdi. Bulgaristan’ı çok beğendiğini ve bulgar halkının çok sıcak kanlı ve hoşgörülü olduğunu söylemeden de yapamadı ünlü oyuncu. “Bulgaristan’ı zaten Türkiye olarak çok iyi tanıyoruz. Küçüklüğümüzden beri Bulgaristan sanki ülkemizin bir parçasıymış gibi hissediyorduk. Bulgarlar bizdendir, bizim adamımız, bizim insanımız diye bir algı vardı türk insanında. Dolayısıyla bu ilişkiyi biraz daha şekillendirmek ve büyütmek gerekir. Bu ilişki de ortak projelerle kurulabilir” diyor Barış Kılıç. Bulgaristan’ı ikinci kez ziyaret ettiğini ve ülkemizi bilhassa da doğamızı çok beğendiğini söylüyor. Bulgaristan sineması hakkında olumlu düşündüğünü ve Bulgaristan’ın dünya sinemasında bir yer edinmesi için büyük bir fırsatı olduğunu vurguluyor. “Burada çok iyi platolar var. Hem maaliyet hem
veya
2015 yılının ilk altı ayında sadece Sofya’da 2 bin 285 çift evlilik yapmıştır. Geçen senenin aynı döneminde ise evlenen çiftlerin sayısı 161 ile daha az idi. Sofya Nikah Salonu’nun resmi verileri bunu gösterdi. Bulgaristan, bu istatistik verileri açısından nerededir? Eurostat’ın AB’deki evlilik ve boşanma konusundaki analizine göre Bulgaristan, Slovenya, Portekiz, Lüksemburg ve İtalya ile beraber düğün sayısı açısından sıralamanın dibinde bulunuyor. Bulgaristan’da evlilik kuran çiftlerin neredeyse yarısı arkasından boşanıyor. Resmi verilere göre Bulgaristanlının yüzde 8’i beraber yaşıyor, resmi olmayan verilere göre ise bu çiftler daha çoktur, çünkü araştırmaya göre 2014 yılında dünyaya gelen çocukların yüzde 59’u nikahdışında doğmuştur. 1 Ekim 2009 yılında yeni Aile Yasası yürürlüğe girdi, ama bu yasa “ evlilik dışı birlikte yaşamı” düzenlemiyor, Anayasa ise ancak çocukları korumaktadır. Yani evlilik içinde ve dışında doğan çocukların eşit hakları var. Neden ama genç insanlar beraber yaşamayı evliliğe tercih ediyor? Sofya Nikah Salonu Müdürü Saşa Gab-
de doğal güzellikleri açısından, çalışan ekiplerin işe bakışları ve profesyonellikleri açısından bu sektörde Bulgaristan gayet iyi bir dereceye sahip. Yurtdışından, Türkiye’den çok insan, benim bildiğim Hindistan’dan, Amerika’dan ekipler buraya film çekmeye geliyor. Bu bence önemli bir fırsat çünkü ayağınıza gelmiş bir ilişki var. Bu ilişkiyi iyi kullanırsanız bir bakmışsınız dünyada ödül almış, dünyada ses getirmiş, sizin ülkenizden çıkmış, sizin insanlarınızın elinden çıkmış bir eser ortaya gelecektir. Ama benim filmimin burada galasının yapılması, insanlarla buluşması beni ayrıca etkiledi ve Bulgar sinemasını bundan sonra daha yakından takip etmeye çalışıcam” diyor yetenekli oyuncu. T.C. Sofya Kültür ve Tanıtma Müşaviri Cemal Tekkant ile oyuncumuz da iki ülkenin daha çok ortak yapım yapmasında hem fikir. Eğer kendine böyle bir teklif gelirse kesinlikle kabul edeceğinin de altını çiziyor. “Ortak projelere hiçbir zaman karşı değilim. Değişik gözlerin baktığı ve farklı kültürlerle harmanlanan hikayeler ve projeler bence daha evrensel ve her zaman daha çekicidir bence. Var olduğunuz yerde şekillenen yapımlar bir süre sonra birbirine benzemeye başlıyor. Bu yüzden ortak ellerin dokunduğu projeler daha renkli güzel daha geniş ve anlamlı hikayeler yakalayabilir. Bende günü birinde böyle bir proje içersinde yer alabilirsem bu benim için de büyük bir şans olacaktır.”
birlikte
rovska, şunları açıkladı: “Birkaç neden vardır. Nedenlerden biri, genç insanların maalesef ülkeyi terk etmesidir. Diğeri de, Bulgar yasasının beraber yaşamaya karşı hoşgörülü olmasıdır. Bence evlilikten önce bir çift beraber yaşamalı, ama çocukları olacağına karar verince evlilik yapmalı.” Bulgaristan’daki yasaya göre çocuğun babası, çocuğunu noter huzurunda tanımalı, kendi soy ismini vermeli. Eğer bu olmazsa annenin sosyal yardımlar almaya, çocuğunu kreşe daha kolay vermeye, belediye konutu için başvurmaya hakkı var. Ayrılık durumunda mal bölünmez, mahkemeye gidilmez. Eğer çocuklar baba tarafından ta-
yaşam
nınmışsa, hem annesinin, hem de babasının varisi oluyor. Ancak beraber yaşama, çocuklara belli haklar verirken çift içindeki mal ilişkileri düzenlemez. Böyle bir ilişkide bulunan kadının, ortak olarak alınan mallara ve mirasa hakkı yoktur. Ayrılık durumunda ebeveynler çocuğu kimin yetiştireceği konusunda anlaşmalı, baba ise nafaka ödemek zorunda değildir. Beraber yaşayan bir çift, ortak kredi çekemez, bir ebeveynin çocuğuyla yurtdışında daha zor yolculuk yapabilir. Eleonora ve eşi artık bir yıldır evlidir. Kendisine göre gelenekler çok önemli, evlilik ise kutsal bir şeydir. Onun için aile demek birbirini seven iki kişi demek. Kendisine göre iki kişi beraber bir çatı altında yaşayacaksa bir isim de taşımalıdır. Eleonora için evlilik bir ilişkinin normal ve mantıki devamıdır.” Çocuğunun annesi ile evlenmeyen 40 yaşındaki Simeon ise bu görüşü savunmuyor. “Bir imza bizi beraber tutamaz. Resmi evliliği olmayan bir ailenin tam olmadığını düşünmüyorum. Bir ilişkide bir imzanın anlamı, bir rolü yoktur. Aileme karşı sorumluluğum hep aynı olacak” diyor kendisi.
Dobırsko ve Banya köylerinden türküler Son aylarda Bulgaristan Milli Radyosu tarafından yapılan yeni kayıtlar, Güneybatı Bulgaristan’dan otantik halk türküleri içeriyor. Ses sanatçıları, profesyonel değildir, amatör halk türküleri gruplarının temsilcileridir. “Dobırskite Babi” (Dobır neneleri) folklor grubunun türküleri, bu bölgeye has olan diyafoni üzerinde kurulmuştur. Küçük dağ köyü, Rila dağının eteğinde bulunuyor. Köy, zengin tarihiyle bilinmektedir. UNESCO’nun himayesi altında bulunan kültür anıtı “Az. Az. Teodor Tiron ve Teodor Stratilat” kilisesi ise köye en çok turist çeken yerdir. Kilise 1614 yılında zengin Dobırsko sakinleri tarafından inşa edildi. O sıralarda Bulgaristan Osmanlı Egemenliği altında bulunuyordu ve Hıristiyan kiliseleri küçük olmalıydı ve konutlardan pek farklı olmamalıydı. Dışarıdan kilisenin görünüşü pek görkemli değil, ama içindeki duvar resimleri gerçekten eşsiz güzelliktedir. Kilise etrafındaki doğa da çok güzel. Yerel halkın geleneksel kadın giy-
sileri de çok güzel. Ses sanatçılarının çoğu geleneksel giysilerini anne ve ninelerinden miras olarak almıştır ve bütün bölgesel ve milli folklor festivallerine ve şenliklere katılıyor, çünkü köyde “Dobırskite Babi” folklor topluluğunun güzel türküleri olmadan şenlik yoktur. Banya köyü ise Bansko dağ beldesinin ve Razlog şehrinin ancak 5 kilometre uzaklığında bulunuyor. Etrafından Pirin, Rila ve Rodop dağları bulunuyor. Bu bölgenin geleneksel enstrümanı “tambura” adını taşıyor.
Lusiana Guberova, Elina Georgieva ve Boris Manolov, Banya köyünden “Detelina” grubunun temsilcileridir. Bulgaristan Milli Radyosu’nun fonu için onlardan başka 9 yaşındaki Magdalena Guberova da kayıtlar yaptı. Temmuz ayının ilk Pazar gününde Banya köyünde yıllık “Köyümün Şenliği” etkinliği yapılıyor. Müzik programına yurtiçinden ve yurtdışından folklor toplulukları katılıyor. Tabii sahneye köyünden bütün folklor toplulukları da çıkıyor.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 7
Menderes KUNGÜN Anavatan Türkiye’nin katılımı olmaksızın mümkün değil
Hâlihazırda Bulgaristan’ın Türk-Müslüman topluluğu yaklaşık 1 200000 bin kişiliktir. İktidardaki Bulgar hükümetlerinin izledikleri baskı ve asimilasyon politikası sonucunda 1989 yılına kadar yaklaşık 784 000 kişi ülkeden göç ettirildi, daha 410000 kişi demokratik geçiş döneminde de ülkeyi terk etti. Azınlığımız, 1878 tarihi Berlin Antlaşması, 1909 tarihli İstanbul Antlaşması, 1925 tarihli Ankara Antlaşması gibi bir sıra uluslararası sözleşmelerde tesis edilen ulusal azınlık olarak tespit edilmiştir. Ancak insan hakları ve azınlıklar haklarına adanmış bütün uluslararası belgelerde söz konusu azınlıkların gerçekten var olması ve ulusal mevzuat hükümlerinde tanınmış olması gibi bir şart vardır.> Bulgaristan’da hukuki açıdan Türk-Müslüman azınlığı yoktur, ne Anayasada, ne de diğer kanunlarda böyle bir azınlık tanınmış değildir. Gerçekten biz bugün bu Avrupa ülkesinin hudutları içinde oturuyoruz, çalışıyoruz, var oluyoruz, ancak kendi bilincimizi yansıtacak bir hukuki tanımlama hiçbir yerde yoktur. Lukanov’un 1991 tarihli yeni Anayasasında Bulgaristan Türklerinin ulusal azınlık statüsünü ortadan kaldırarak devletin tek ulusluluğunu kabul ettirildi. Bugünkü Bulgar Anayasası, ulusal azınlıkların var olmasını düzenleyen eski sosyalist anayasasından farklı olarak bizi Bulgar olarak tanımlıyor. Asimilasyona dayalı bu hüküm 1999 yılında imzaladığımız Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi hükümlerine aykırıdır. Bu sözleşmede Bulgar ulusal mevzuatı ile uygulanacak ana ilkeleri belirtilmiştir. Sözleşmede ulusal azınlık mensuplarına kendilerine özgü kültür öz> elliklerinin geliştirilmesine ve din, dil, gelenek ve kültür olmak üzere ulusal kimliğinin muhafaza edilmesine uygun ortam sağlanması öngörülmüştür. Devlet, Türk ulusal kimliğinin korunması ve geliştirilmesini garantileyen Avrupa Sözleşmesini uygulamayı ve hükümlerine uyulmasını Avrupa bürokratları önünde raporlamayı reddediyor. Eski komünist rejimi tarafından kurulan ve bu rejimin politik uydu partilerince gerçekleştirilen sözüm ona “Bulgar etnik modeli” de Avrupa Sözleşmesine karşı çıkıyor. Bu model ülkedeki etnik gerginliğin artmasına, etnik gruplar arasında korku ve nefret uyandırılmasına, azınlığımızın ayırımına ve yıkılışına yol açtı.> Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının bugünkü durumu sosyalist dönemindekine kıyasla daha kötüdür. Bulgaristan Türklerinin yurt dışına kovuşturuldukları 1990 yılından sonra devlet mülkiyetinin özel mülkiyete dönüştürülmesi ve piyasa ekonomisinin uygulanmasını da kapsayan birçok köklü ekonomik reform yapıldı. Ana ekonomik sektörlerden 3 000’i aşkın devlet işletmesinin özelleştirilmesi Bulgar ekonomisinin çehresini ve toplum içindeki ilişkileri değiştirdi. Eski komünist üst düzey yetkilileri, gerçek mali karşılığı olmayan senetler aracılığı ile işletmeler sahibi haline gelerek ekonomiyi fethetti. Bugün devleti ekonomik aletler ile idare eden kapitalistler kısa bir süre içinde dünyaya geldi. Bunun yanı sıra menşei bilinmeyen yabancı sermaye de ülkemize girmeye başlayarak yerli firmaların iflasına sebep oldu. Yerli piyasa yabancı mallar ile dolduruldu, düşük kaliteli Bulgar ürünlerinin > Avrupa piyasalarına erişimi ise kesildi. Bu karmaşık ortamda korumasız Bulgaristan Türklerinin kimileri varlığını sürdürebilmek üzere ahırda ve tarlalarda kaldı, diğerleri ise yurtdışına gurbete çıktılar. Bu ekonomik gelişme politik değişmelere de yol açtı. Ayrı ayrı ekonomik oligarşi çevreleri için lobi kurarak farklı program ve ideolojilere bağlı 300’den fazla parti kuruldu. Bizim için de “devlet güvenlik güçlerince” bizleri eskide isimlerimiz zorla değiştirmiş bulunanların yararına yöneterek yakından izlemek üzere bir politik parti kuruldu. Sonuç olarak devlet yönetimi zayıfladı, yolsuzluk üstün geldi, bürokrasi genişletildi, yatırımcılar yeni yeni riskler ile karşı karşıya geldi, suç olayları kat kat arttı ve dolayısıyla Avrupa fonlarının kesilmesine sebebiyet verildi. Çok partili ve sorumsuz sosyalist yönetiminin Bulgaristan’ın Avrupa Birliğine üyeliğinin ileri sürdüğü meydan okumaların üstesinden gelmek üzere yetkili olmadığı anlaşıldı. Bulgaristan Türklerinin partisi sayılan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin, eski komünist rejimi ile sıkı sıkıya bağlı olup oligarşi çevrelerini temsil eden liderlik tipi bir Bulgar partisi olduğu görüldü. Rus gizli servislerinin baskı aparatı tarafından kurulan bu parti, bugünkü sosyalistlerin koalisyon partneri olup Türk azınlığının menfaatini korumaz. Türklerin ağır sosyal durumundan ilgilenmez. Gerçekten bu parti, Bulgaristan Türklerinin güçlükler ve sıkıntılar ile dolu yaşamının iyileştirilmesi ve de bunların azınlık statüsünün tanınması için hiçbir şey yapmış değildir. Eski komünistler ve ajanlardan oluşmuş küçük bir grup kendi firmalar çemberi kurup zavallı Türk proleterleri hesabına daha da zenginleşiyor.> Politik partiler Türk-Müslüman azınlığının statüsü ve hakları sorununa çözüm getirilmemesi için çaba harcıyor. Ülkede, Bulgaristan Türkleri azınlığı mensuplarının politik, kültürel, sosyal ve ekonomik haklarının gerçekleşmesi için uygun ortam yoktur.> Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan’da anayasa hükümlerine göre ulusal azınlıkların mevcut olmadığından dolayı böyle azınlıkların var olmadığı zannedildiği için azınlıklara yönelik uluslararası sözleşmeler ile Avrupa Yönetmeliklerine devletçe uyulmamasına gerekçe sağlanır. Bir örnek verelim. Ülkemiz, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin “her halkın kendi kendini tayin hakkına sahip olduğu, kendi sosyal ve kültürel gelişmesini serbestçe gerçekleştirebildiği” belirtilen 1. Maddesine uymaz.
Devamı www.bghaber.org
Bulgar çocuk bakıcıları yurt dışında rağbet görüyor Çocuk bakıcılığı yurt dışına gidip yabancı ülkedeki tiyorlardı” diyor Moni ve şunu da ekliyor: Bazı kızhayatı yakından tanımanın belki de en kolay yollarından biridir. Sadece Bulgaristan’da değil bütün dünyada binlerce genç kadın, deneyim edinmek, para kazanmak ve “çalışırken öğrenmek” yolu ile ufkunu açmak üzere bu mesleği seçiyorlar. Özel kadro değişimi programları aracılığı ile onlar, çocuk bakımı konusunda yardıma muhtaç aileler tarafından istihdam ediliyorlar. Genç bir kadın olan Moni, kendi blogunda Almanya’da bir yıl süresince yaptığı çocuk bakıcılığı sonucunda edindiği deneyimi şöyle anlatıyor: “Benim amacım para kazanmaktan çok, ülkeyi görmek, insanları tanımaktı. Giderken sıkı bir elemeden geçtim. Aracı olan ajans, adayların ülkenin dilini konuşmalarını şart koşmuştu. Çocuklarla çalışmak isteğimizi ve yeteneklerimizi ispatlamamız gerekti. Yabancı devletin kültürünü kabul etmeye hazır olduğumuzu göstermemiz gerekti. İyi bir aileye rastlamak da son derece önemli. Ailenin üç çocuğu ile gün boyunca beraber olmam gerekeceğini biliyordum. İşi kabul ederken büyük bir sorumluluk üstlenmiş oldum. Ailenin bir ferdi oluyoruz, evlerinde yatıp kalkıyorsun, aynı sofraya oturuyorsun, tatile de onlarla birlikte gidiyorsun” diyor Moni ve aileye ısındığı için ve çok sevdiği Alman dili pratiği yapmak için her şeyi göze almaya hazır olduğu için bu sorumlulun altından kalkmayı başardığını da ekliyor. “Akşam çocukları uyutmak benim görevim değildi, fakat çocuklar bana o kadar bağlandı ki akşamları yanıma gelip masal anlatmamı is-
lar benim kadar şanslı olmadılar. İş sözleşmesine dahil olmasa bile bütün ev işlerinde çalıştırılan kızlar var. Moni için çocuk bakıcılığının sağladığı birçok fayda vardır. Başkentte çalışan en büyük ajanslardan birinin müdürü olan Mariela Lazarova, çoğu durumda bir eşin Bulgar olduğu karma aileler için bakıcı aradıklarını belirtti ve şunları da anlattı: “Bizim izlenimlerimiz, Bulgar kadınlarının yurt dışında hizmet sunan çocuk bakıcılarına göre çok daha eğitimli oldukları yönündedir. Neredeyse hepsi pedagojik yeteneklere sahiptir, çoğu yüksek tahsillidir, epey deneyimli ve niteliklidir. Çoğu ilk yardım ve çocuk hastalıkları konusunda kurs görmüştür, ayrıca yabancı dillere de hakimdirler. Çoğu, yurt dışına gitmeden önce kreşlerde ve okullarda öğretmen olarak çalışmıştır. İşini değiştirmek kararı ise çoğu durumda para ile ilgilidir. Yurt dışında çocuk bakıcılığı ücreti çok daha yüksektir. Bu arada çocuk bakıcısını seçmek zor bir iştir. Çocuk bakıcısı mesleğinin küçümsenmemesi gerekiyor. Bugünlerde annesi tarafından 18 yaşında olan bir gence bırakılan 3 yaşındaki çocuğu ölesiye dövülmesi olayı, bunun açık bir örneğidir. Bildiğim kadarı ile yurt dışına gitmesi gereken annesi acele ederken çocuğunu ailenin yakını olan bir gence ücret karşılığı emanet etti. Bizde böyle bir şeyin yaşanması tamamen imkansızdır. Eleme süreci 8 gün sürüyor ve bu süreçte yer alan ebeveynler bakıcı adayına istemlerini detaylı bir şekilde anlatıyorlar” diyor ajans müdürü Mariela Lazarova.
Elektrik fiyatları halkın yeniden sokaklara döktü Sokaklardaki protestolar geçen haftaya damgası-
nı vurdu, ki Çarşamba günü bu protestolar üst safhaya ulaştı. 2385 şirket 210 bin çalışanıyla enerji alanında reformların gerçekleştirilmesini destekleyen ve enerji fiyatına „topluma bağlılık“ vergisini protesto etmek için ulusal protestoda biraraya geldi. Protestolar, Bulgaristan`da faaliyet yürüten dört işveren birlik tarafından düzenlenirken ilk defa da KNSB ve „Podkrepa“ Emek Konfederasyonu tarafından da desteklendi. Başkentte toplanan protestocular amaçlarının hükümeti devirmek değil de, kısa adın KEVR olan bağımsız Enerji ve Su Düzenleme Kurumunun elektrik fiyatına zam getirmemesi için ikna etmektir. Parlamentoda temsil olan siyasi güçlerin tepkileri farklı oldu. GERB, KEVR`ın henüz yeni fiyatları açıklamaması durumda neden bu protestonun düzenledine dair şaşkınlığını gizleyemedi. Reformcular, „topluma bağlılık“ vergisinin evsel ve endüstriel kulanıcılardan farklı olmamasına dair tutumunu yeniledi. BSP, elektrik fiyatına zam beklentisi açısından Bulgar mallarının rekabet gücünün artırılması nedeniyle hükümetin bir dizi karar almasını talep etti. Vatansever Cephesi ise, iş çevrelerinin ve sendikaların protesto etme nedeninin geçerli olduğunu savundu.
GERB partsinden Parlamento Enerji Komisyonu Başkanı Delyan Dobrev, sendikaların ve iş verenlerin ortak protestosundan şaşkınlığını gizleyemerek elektrik fiyatına zamın ertelenmesi kararının elektrik sisteminde ek açığa neden olacağına dair yorum yaptı. Alınanan kararlar bir gerçek olunca tasarruf edilen miktarlar yüzlerce milyon levayı buluyor. Bu son derece hasas durumda Başbakan Boyko Borisov, Solomon üsülü yaklaşımı sergileyerek KEVR`ın herşeyi düzgün bir şekilde hesaplayıp insanlara dürüst bir şekilde anlatması gerektiğini söyledi. Bu durumda Borisov da onun kararını kabul edeceğinin altını çizdi. Başbakan Borisov`a göre, NEK`in açığı 1.9 milyar avroyu buluyor ve bu açığı birileri kapatmak zorunda. Bunlar da devlet ve insanlardır.
Bulgaristan Avrupa’da otel temizliği açısından ikinci sırada yer alıyor Bulgaristan, Avrupa’da otel temizliği açısından ikinci sırada yer alıyor. Bu gösterge açısından ülkemiz, İsviçre, Avusturya, Hırvatistan, Almanya ve Portekiz’in önüne geçiyor. Veriler, 6 milyondan fazla kullanıcısı olan holel.de adlı en büyük Alman otel rezervasyonu internet sitesi tarafından yapılan bir araştırmadan kaynaklanıyor. Sıralamanın birinci sırasında Slovakya bulunuyor. Portalın sıralaması, araştırmaları ve otellerin yabancı konuklarının yorumları ve görüşlerine dayanıyor.
SofyaNiş arasında “Balkan cluster”i oluşturuluyor Bulgaristan ve Sırbistan, iki ülkede ilgi-
li şirketler arasında işbirliği platformunu geliştirme amacıyla “Balkan cluster” projesini başlatıyorlar. Proje ile Sofya-Niş sınırötesi bölgesinde iş dünyasını desteklemek için küçük ve orta ölçekli işletmeler ve örgütler arasında platform oluşturulacak. Balkan cluster” bu yılın Mayıs ayında gelişmeye başladı ve gelecek yılın Nisan ayında sona ermesi bekleniyor. Avrupa Birliği’nin Sınırötesi İşbirliği Programı kapsamında sağladığı karşılıksız yardımın değeri 100 bin Avrodur.
Sönmeyen Volkan İbrahim SOYTÜRK
Konu: Tarih Irmağı Akmaya Devam Ediyor.
İnsanların aynı yere dönmesi hem doğal hem de manidardır. Rodoplar’ın Odrintsi köyü Arda ırmağı ayazmalarının kadim vatanıdır. Arda ise Merkezi ve Doğu Rodop Türklüğünün akarsuyudur. Buradaki dere tepeler, yakın geçmişimize kadar, adına “klön” denen ve birinden devamlı cereyan olan 7 kat tel örgülü devlet hududumuzdu. Yazarken “altın kafese” “HAYIR”, “karaçalı dikeni yuvamdır” diyen çalıkuşunu hatırladım. İnsanlarımıza bir cehennem olan bu elektrikli tel duvarlar, geçen asrın 80’li yıllarında tam da bu noktada hürriyete geçiş ararken 9 Alman genci yakmıştı. Hepsi tel duvarda korkuluk gibi sallanmış bulundu. Siyah naylon çuvallar içinde memleketlerine geri göndermişlerdi. Bu köyde Alman mezarı yok. 1942’de Almanlar Yunana geçerken geçit yolu olarak yine bizim dere boyunu seçmişlerdi. O zaman da geri dönen olmamıştı. Yılların katmerleştirdiği korkudan olacak, hürriyet güneşi görenler Odrintsi’yi terk etti. Bu öyle bir terk edişti ki, köyde bastona sarılmadan otobüs durağına gidecek hali olmayan beş yaşlı hane kaldı. Kapılar açık kalsa da köpekler dağıldı. İnsan olmayan yerde sıçan da olmuyor ve kediler de seyreldi. Bu beş aile “Siz gidin biz mezarları, camiyi ve ayazmaları bekleriz! dediler ve gençleri uğurladılar. Bu yılın Mayıs ayında Odrintsi’ye 50 Alman geldi kondu. Kimin olduğunu bile sormadan evlerden birini şantiye yaptılar, önce çadırlara yerleştiler, seçtikleri evleri kendilerininmiş gibi onarmaya başladılar. Bu arada Madan, Rudozem, Smolyan hayvan pazarlarından 230 keçi aldılar, birkaç köpek, bir eşek ve 2 katır getirdiler. Hayat yeniden başladı sanki. Evlerin onarımı, sayaların kiremitlerini aktarma, yemliklerin ve su kaynaklarını elden geçirme işleri devam ediyor. Yabancıların hepsi gündüzleri bellerine kadar çıplak çalışılıyor. 4 aylık saç sakal birbirine karışmış olsa da, hepsinin eli keser tutuyor ve çivi çakıyor. Elektrikli alet, araç, gereç kullanmıyorlar. Yeminli elektrik düşmanı gibi davranıyorlar. Aslında köyde elektrik yok. Yaşlı köylüler faturaları ödeyemeyiz korkusundan elektik istemezken, yeni gelen göçebelerde elektik alerjisi var, “biz şu dere boyunda tellerde asılı kalan kardeşlerimizin anısını yaşatmaya geldik, elektrikli sobasında ısınmaya değil!” diyorlar. Göçmenler yerli yaşlılara her sabah birer tas keçi süttü verseler de, aralarında dil sorunu olduğundan, henüz sözlü temas kurulamamıştır. Bu haberi yayan “Royters Ajansı”na göre, hepsi yüksek öğrenimli olan Almanların eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti vatandaşıymış. 1990 öncesi Bulgaristan Yunanistan sınırında kurşunlanarak öldürülen yada elektrikli, dikenli sınır teli direklerinde asılı kalan yakınlarının hürriyette yolculuğunu, haklı davasını, ölümsüz ruhunu ve unutulmayan anılarını ebedileştirmek için, bu yörede herhangi bir yere, belki bir ayazmalarımızdan birisinin üzerine, olabilir ya belki de karaçalı dikenlerinin en sık ve sivri olduğu bir tepeye herkesin görebileceği yüksekliklerden birine görkemli bir anıt dikmeye niyetlenmişler. Bu anıtta çıkan dönemeçli yol boyunda elektrik lambası, teleferik, asansör, yürüyen basamak vb olmayacak. Hürriyet şehirlerinin bir sırt çantasıyla özgürlüğü aradıkları gibi anıtı görüp, bu sınırda can veren 136 Almanın isimlerini altın harflerle yazılacağı mermer levhaya akan çeşmenin kenarına bir demet dağ çiçeği koymak isteyenler, bu tepeye çıkma zahmetine katlanacaklardır. Almanlar, bu anıttı dikmek için muhtardan, belediye başkanından veya Sofya’da konaklanmış Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’tan izin almayı düşünmüyorlar. Çünkü “Bulgar devleti bizim yakınlarımıza kıyarken kimseden izin istemedi!” diyorlar. Anıt kompleksi projesini de totaliter dönem yüksek mimarlarından ya da dönekliği ve hainliği ile dillere düşmüş bir yüksek mimara veya heykeltıraşa havale etmeyi de düşünmüyorlar. Bu arada aldıkları bir kararı açıkladılar. Anıt kabrin kuruculuğunda Bulgar çimentosu kullanmayacakmış, çünkü 3 çuvaldan birisinin boyanmış kömür tozu olduğu kanıtlanmıştır. İki günde bir ekmek pişiren, bol bol keçi süttü içen, keçi sütünü mayalamayı ve peynir yapmayı artık öğrenen ve Rodop yamaçlarının yaban meyvelerine bayıldıklarını, sularını içmeye doyum olmadığını anlatan davetsiz konuklar, adeta daha önce yaşamadıkları bir heyecan içindedir.Çözemedikleri bir tek sır kalmış: Yerlilerin bu cenneti bırakıp da nereye gittiklerini öğrenmeye çalışıyorlar. Hiçbir yasa insanların, halkların şehitlerine saygı gösterme, dönemli olarak anma törenleri düzenlemez, gökleri delen abidelerde yaşatma hakkını konu edip belirlememiştir. Halkların kahramanlarını ebedileştirmek için anıtlar dikmesini yasaklayan uluslar arası geçerli yasalar yoktur. Örneğin, Türk halkının ruhuna yenik düşen İngiliz Anzaklarına Çanakkale yamaçlarından birinde kabristanlık tesis edilmesi, büyük önder ve emsalsiz komutan Atatürk ve TBMM tarafından kararlaştırılmıştır. Onların, her yıl papaz ayinli yıllık anma töreni düzenlemelerine engel yoktur. Türk milletinin anlayışında DÜŞMANA SALGI İNSANIN KENDİSİNE OLAN SAYGIDAN KAYNAKLANIR. Bulgaristan Topraklarında yürütülen en büyük meydan savaşı olan 1877/ 78 Rus Osmanlı Harbi’nde esir düşen ama dünya harp akademileri ders kitaplarında savunma strateji komutanı olarak okutulan Osman Paşa’ya özel bir anıt dikilip gerekli itibar gösterilmemiştir. Oysa Osman Paşa Rusya İmparatorunun bir saldırısına hedef olan Osmanlının Balkan kalelerini savunandır. Osman Paşa, aynı zamanda Plevne’de ve köylerinde yaşayan Bulgar nüfusu da korumuştur. Şöyle ki, Bulgar ve Türk nüfusun birlikte yaşadığı Plevne sakinlerinden şehir öncüleri – Papaz, öğretmen, doktor, esnaf ve toprak sahibi köylüler aralarında topladıkları 3 torba altını Osman Paşaya devredip, kendilerini de Rus talanından korumasını ısrarla istemişlerdir. Bu paranın yarım torbasını askerlerin sivillere gösterilen sağlık hizmetlerine harcayan Osman Paşa, şehri bırakmazdan önce kalan parayı Plevneli Bulgar öncülere geri vermiş, onların da şehri birlikte terk etme ısrarına uyarak, kendilerine yardım ederken yaralanmıştır.
Devamı www.bghaber.org
8
B U LT Ü R K
Bulgaristan Türklerinin Sesi
FA ALİYETLER
Bulgaristan T端rklerinin Sesi
9
10
Ş a k i r A R S L A N TA Ş
Korkunun Sonu!
Konu: Bilinmeyenden Korkulur mu? Kimi defa bazı şeyleri söylemek kolaydır. Ona faşist, buna komünist, diğerlerine İslamcı, daha başkalarına hain deyip yol alanlar var. Ben Bulgaristan Türkleri arasında olup gerçek Türk ailelerinde, Müslüman ortamında yetişip memleketimize, dinimize ve ahlakımıza, geçmişimize ve geleceğimize kahreden biri olabileceğine inanmıyorum. Daha doğrusu inanmak istemiyorum. Müslüman ailede Müslüman yetişir deyenlerimiz her zaman haklıdır. Bu memlekette bizden asil, bizden günahsız ve âlicenap, içindeki insan sevgisi bizimkinden büyük olan insan sever yoktur, deyenler de bizimledir. Tabii bizde Türklük ve İslam ruhu, yücelik ve cesaret de atmaya başlayan her minicik yürekle yeniden hayat hakkı kazanıyor. Şahsen ben komşularımıza, köydeşlerimize, uzak yakın köylerden hemşerilerimize karşı tek kötü söz söylenmemiş bir ailede yetiştim. Aynı şeyi Suvorovo köylerinden Bulgar için de söyleyebilirim, onları bizden sayar kötü görmek, karalamak istemiyorduk. Pazarlarda kendileriyle da alış verişimiz olurdu. Toplumu bir arı kovanı gibi gördüğümüzde bal toplayan arılarla kovan bekçileri arasında kavgadan kimseye fayda olmayacağına herkes peşin inanmıştı. Dün akşam Varna bölgesel TV yayınına baktım. Belediye encümenliğinde yumruklaşıyorlar. Nedeni? Geçen sene evlerini sel götüren Çingene vatandaşlara inşa edip daire dağıtılması plan tasarısı görüşülüyordu. Belediye Başkanı, Belediye meclisi üyeleri ve felaket mağdurları razı, Avrupa Birliği’nden de “olur, ödenek sağlarız” denmiş, fakat bu defa yerli halk “olmaz!” diyor. Apartmanların kurulacağı yer denizi en iyi görüyormuş. Denize açılan manzarayı kıskanıyorlar. Gemileri seyretmeyi Çingenelere çok görüyorlar. Kıskanıyorlar işte, denizin neyini kıskanıyorlarsa! “Deniz, bakanken insanın karnını doyurmaz ki!” desek. Karar alamadılar. Yankılanan nedir. Kıskançlık yerel idare organlarını felç edecek duruma gelmiş, haberimiz yok. Kıskançlık (egoizm) bir hastalık mıdır?. Toplumsal felaket olabilir mi?! Bunun adı, kaşarlı Bulgar kıskançlığından başka, bir de ırkçılık, ayrımcılık değil de nedir! Harmanlı’deki “savaş kaçakları kampında kalanların şehir havuzunda serinlemesi yasaklanmış.” Nerede serinlesin bu insanlar? Köküm Dobruca’lıdır. Bizim oralar fazla alçaklı yüksekli, dereli tepeli sayılmaz. Ses yankılanmasına, koyun güzü ardından önce, köy hamamında şaşırmıştım. Yankıda her şeyimizin yansır, yankı insan aynasıdır. Bir defa mantar toplamaya gitmiştik. Kız kardeşimin ayağı bir çalıya takıldı ve o boş bulunup ansızın yere düştü. Canı acıyınca çığlıkla “Anacığım!” diye bağırdı. Sesi “Anaaa!” diye döndü. Korkmuş olacak, ayağa kalkmaya çalışırken “Ağabey bu da kim?” diye sordu. Ben henüz yanıt vermeden, hafifçe bir sesin “Ağabey bu da kim?” dediği kulağa geldi. Kardeşim şaşırdı. Ne olduğunu anlayamamıştı. Sesi ilk kez yankılandığından, korktuğu her halinden belliydi. Oysa korkacak bir şey yoktu. Hafifçe anlattım. “Yankılanan sesin aslında HAYAT” olduğunu söyledim. Hayat, insanın ona verdiğini her zaman geri verir: “Kötülük yapan, kötülük bulur!” “İyilik yapan hayır bulur!” sözlerinde kökü budur, derken şunları da ekledim: “Daha fazla sevgi istediğin zaman, daha çok sevmelisin; daha fazla şefkat istediğinde, daha çok şev katlı olmasın!” gibi öğütlerde bulundum. Hayatın yokuşunda ilk adımlarını atmaya çalışan kardeşime sesinin hayat boyu yankılanacağını, yankılanma durduğunda endişeli ve korkulu günlerin kapı çalacağını ilave ettim.
Bireysel düzeyde hayat sanki çok güzel de, sosyal hayatta yıllar yılı başımıza gelenlerin, bize yapılan kötülüklerin, öfkeli, kinli ve nefretli kudurmuşların icatı olan zulmün hesabı ne zaman sorulacak, bu olaylar mahkemelerde, ağır ceza duruşmalarında ne zaman yankılanacak? Büyük göçten sonra ardınızda ezgin bir kuşak kaldı. Bir asır boyu Türklere karşı uygulanan baskı ve terör, sindirme ve ezme, kovalama, sürgün etme, yargısız infaz ve zulüm siyaseti derin izler bıraktı. Bu çekinin yankısı bugün de derinden gelen bir inilti değil de nedir? Kaynağının çok derin olduğunu söylemek istediğim, kap tutmuş yaraların yankısı seda şeklinde değil, zonk zonk olarak, her gün yüreğimizi iğneliyor. Bu kapanmış bir sayfanın, dürülmüş bir defterin, unutulmuş bir geçmişin aynası olamaz! Yankılanan yakın tarihimizde halkımızın ağır çekileridir. İstesem de istemesem de düşmanlığın düşmanlık olarak yankılandığını itiraf ediyorum. Bir de birçok yaramız o denli derindir ki, acı yankılanma henüz yüze vurmamıştır. Üç kuşak Türklüğün okulsuz ve medeniyet kaynaklarından yoksun bırakılması 21. asır boyunca zonklamaya mahkûmdur. Olayı, şöyle bir örnekle açmak istiyorum: Başımıza gelen olayların içinde gizli amaçlar, sırlar var. Bizden hala gizlenen gerçekler var. Bunlar gün ışığına çıkmadan gerçek asla yankılanamaz, hayat aynası gerçeği gösteremez. Eskiden olduğu gibi bugün de hayatın önemli sırlarını bilen hep üç beş kişidir. 26 Nisan 1894’te Mısırın liman şehri olan İskenderiye’de doğan, Alman Nazilerinin en önde gelenlerinden biri düzeyine yükselen Rudulf Hess, 17 Ağustos 1987’de, son 42 yılını geçirdiği Berlin’in Spandau Hapishanesi’nde, 29 yıl önce öldü. İkinci Dünya Savaşı suçlularının yargılandığı Nürnberg Mahkemesi’nde sustu. Daha sonra da ağzını açıp Hitlerin ne sebeple iktidara getirildiğini dünyaya anlatmadı. O, ne hükmetse son 70 yılda hoşgörüden ve aftan yararlanamayan tek Nazi’dir. İçerdeyken ona gazetecilerle görüşme izini verilmedi, yani geçmişi basında yankılanmadı. Hess, bu dünyadan sırlarıyla birlikte göçtü. Ancak ilginçtir ki, 1942 yılında, İngilizlerin eline geçince kendi serbest iradesiyle verdiği ifadeler, belgeler ve bilgiler, İngiliz hükümeti tarafından, 75 yıl açıklanmaması kaydıyla, arşivlerde saklandı. Öyle ama o gün bu gün neredeyse 74 yıl tarihe karıştı ve şimdi soruyorum: 2017’de Hess’in İngiliz M 16 servisine anlattıkları yayınlanacak mı? Dünya 50 milyon kişinin canına kıyındığı o dehşetli trajedi hakkında bilmediklerini nihayet öğrenebilecek mi? Almanya tarihi yendem mi yazılacak? Hess, 1942’de bir askeri uçağa binip kendi isteğiyle gitmişti İngiltere’ye, uçaktan atlamış, teslim olmuş ve anlattıklarını kendi iradesiyle paylaşmış, yazmış çizmişti. Bu dosyalar İngiltere tarafından 2017’de açıklanabilir. Sadece açıklanabilir diyorum, çünkü bu Londra hükümetinin arzusuna bağlıdır. Gerekli görürse bir 75 yıl daha açıklamayabilir. Konuya bu kapıdan giriyorum, çünkü sayın okurum sizi başka bir kapıya götürmek istiyorum. Geçen hafta Bulgaristan’dan dönen hemşerilerimden biri bana, totaliter dönemde Bulgar gizli istihbaratı VI. Dairesinin Türkiye Masası 4. Amirliği şefliğinde görev alan, doğduğu yer bir Razgrat köyü olan Albay V. Bojkov’un Bulgaristan Türkleri ve Türkiye konulu 6. kitabını getirdi. Ayak tırnağından saçının son teline kadar her hücresinde Türk ve Müslüman düşmanlığı şakıyan bu ruhu zehirlenmiş Bulgar albayın daha önceki kitaplarında işlediği şöyle bir konu vardı. Her şeyin fazlasına bizzat tanık olmuş olan bu istihbarat subayı yeni eserinde şöyle demiştir: “Ahmet Doğan, Pazarcık hapishanesindeyken, onu belirli aralarla siyah bir “Volga” sabah erken cezaevinden alıp SSCB Sofya Büyükelçiliğinin Orta Rodop Dağları’nın Smolyan şehri mevkisindeki, dışardan bakılınca dikkat çekmeyen, hatta gözle görülmeyen ‘Rus Köşküne’ götürüyordu. Köşkte kendisiyle gün boyu görüşülüyordu.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Balkan Deresi Turizme Kazandırılacak
Nevşehir’in Ürgüp ilçesine bağlı Ortahisar Beldesi ile İbrahimpaşa Köyü arasındaki Balkan Deresi’nin turizme kazandırılması için çalışmalar başlatıldı. Nevşehir’in Ürgüp ilçesine bağlı Ortahisar Beldesi ile İbrahimpaşa Köyü arasındaki Balkan Deresi’nin turizme kazandırılması için çalışmalar başlatıldı. Balkan Deresi’nde incelemelerde bulunan Nevşehir Valisi Mehmet Ceylan, vadide yapılacak çalışmalar ile ilgili olarak İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İsmail Cihan, Kap-Hip Müdürü Levent Ak ve Ortahisar Belediye Başkanı İsmail Genç’den bilgiler aldı. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Cihan burada yaptığı açıklamada, Or-
tahisar - İbrahimpaşa - Kavak üçgeninde bulunan vadi içerisinde İl Özel İdaresi, DSİ ve Kap-Hib işbirliği içerisinde kanalizasyon hattı çalışması yapılacağını kaydetti. Kanalizasyon hattının ardından vadide çevre düzenlemesi yapılacağını ifade eden Cihan, bu sayede vadiyi yerli ve yabancı turistlerin gezebileceklerini söyledi
Hayrabolu 25. Ayçiçeği Festivali Başladı Tekirdağ’ın Hayrabolu ilçesinde gerçekleştirilen “25. Ayçiçeği Festivali” başladı. Tekirdağ’ın Hayrabolu ilçesinde gerçekleştirilen “25. Ayçiçeği Festivali” başladı. Hayrabolu Belediye Başkanı Fehmi Altayoğlu, Hayrabolu Kaymakamlığı önündeki Atatürk Anıtı’na çelenk sunulmasının ardından yaptığı konuşmada, Hayrabolu’nun tek başınaTürkiye’de yetiştirilen ayçiçeğinin yüzde 6’sını 250 bin dekarlık arazisinde karşıladığını söyledi. Türkiye’de gerçekleşen terör olaylarından dolayı festivali buruk yaşadıklarını belirten Altayoğlu, “Etkinlikleri iptal edip etmeme konusunda karar verirken terörü şiddetle lanetlediğimizi ifade etmek istiyorum. Ama aynı zamanda terörün bizi korkutamayacağını hiç bir şekilde hiç bir şart altında asla
ve asla teröre boyun eğmediğimizi göstermek ve ilçe insanımızın ve esnaflarımızın bir yıldan beri beklediği, etkinliğimizi gerçekleştirmek için son kararımızı festivalimizi düzenlemek yönünde aldık” dedi. Konuşmanın ardından, Bulgaristan, Azerbaycan dans grupları ve Pınarhisar Belediyesi halk oyunları ekibi gösterilerini sundu. Daha sonra festival korteji yürüyüşü, protokol üyeleri, folklor ekipleri, davulcular, öğrenciler ve vatandaşlar tarafından gerçekleştirildi. Kültürpark’ta “festival kurdelesi”, Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Albayrak, CHP Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer, İlçe Kaymakamı Tamer Orhan, Belediye Başkanı Fehmi Altayoğlu ve protokol üyeleri tarafından kesildi.
Balkan Öğrenciler Kamp Programını Tamamladı
Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin bu yıl ikincisini düzenlediği ‘Kocaeli Balkan Gençlik Kampı 2’ projesi kapsamında Bulgaristan’ın farklı bölgelerinden gelen, lise düzeyindeki 77 öğrenci kamp süresini tamamladı. Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin bu yıl ikincisini düzenlediği ‘KocaeliBalkan Gençlik Kampı 2’ projesi kapsamında Bulgaristan’ın farklı bölgelerinden gelen, lise düzeyindeki 77 öğrenci kamp süresini tamamladı. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından desteklenen proje kapsamında, Kocaeli’de bulunan Türk kökenli öğrenciler 13 günlük kamp programınının sonuna geldi. Kamp süresince Kocaeli Üniversitesi’nde bulunan yurtlarda kalan öğrencilere Türkçe, Başarı ve
Şahsiyet Eğitimi gibi derslerin yanı sıra, meslek seçimi ve kariyer planlama gibi seminerler, İstanbul ve Bursa Kültür Gezileri, İzmit gezisi,Kocaeli Üniversitesi’nde üniversite tanıtımı, Bilim Merkezi programı, Piknik gibi aktivitelere de bulundular. Program sonunda verilen gala yemeğinin ardından öğrenciler bugün Bulgaristan’a dönüşyaptı.
İstanbul il Başkanlığına atama yapıldı. Daha önce ki il başkanlığının İHRAÇ kararı ile kurucu il Başkanlığı vasfını da almış olan Hasan TÜRKSEL İL Kurucu İstanbul İl Başkanlığına resmen atandı. Hasan TÜRKSEL Kimdir ? Uluslararası Tahkim mahkemesi Hakimliği yapmaktadır ve Uluslararası Tahkim Mahkemesi Türkiye Başkanlığı Baş danışmanlığı yapmaktadır. Geçmiş yıllarda milli görüş çizgisin-
de ERDOĞAN’IN öncülüğünde hizmetlerde bulunan TÜRKSEL Bayrampaşa Belediye Başkan yardımcılığı gibi yerel yönetimlerde başarılı bir isimdir. Hedefi 120 Günde İstanbul’un tüm ilçe Başkanlıklarını oluşturmak. İstanbul Osmanlı Ocakları kurucu il Başkanlığına atanan Hasan TÜRKSEL İstanbul’da 120 günde tüm ilçe ve belde yönetimlerini oluşturması bekleniyor.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 11
Alptekin CEVHERLİ “MÜSLÜMANIN FERASETİ VARDIR” Adam soruyor: – Feraset mi, o da ne? *** Hep gençlerin kültürel olarak yozlaştığından, bazı insanî değerleri bilmediklerinden dem vurulur ya; bir şey dikkatimi çekti. Aslında gençler insanî olumlarını olabildiğince yaşamaya çalışıyorlar. Ancak o bahsedilen kavramların karşılığı olan kelimeleri bilmedikleri için yaşadıkları, ancak ifade edemedikleri duygular arasında kayboluyorlar. Çünkü dilimizi güya sadeleştireceğiz diye, pek çok güzel kelimemizi kullanamaz olmuşuz. Ondan sonra da İslâm ülkeleri niye böyle perişan deyip, türlü türlü mazeretlerle, suçlamalarla kendimizi kandırıyoruz. Bir gün Abdülhâlik Gucdüvânî hazretleri (Özbekistan) Buhara’da mürit ve gönüldaşlarıyla velilik halleri üzerine sohbet ediyordu. Sohbet halkasına elinde tespih, sırtında dervişlik hırkası, omuzunda seccade olan bir genç de dahil olmuş, can kulağı ile Gucdüvânî Hazretlerini dinler görünmekteydi. Meclistekilerin ilk defa gördükleri bu genç, bir müddet sonra sual sormak için müsaade aldı ve son derece hürmetkâr bir eda ile şöyle dedi: – Efendim, malûmunuz, Hz. Peygamber s.a.v., “Müminin ferasetinden sakının; çünkü o, Allah’ın nuru ile bakar” buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerifin sırrı nedir acaba? Gucdüvânî Hazretleri soruyu önce duymazdan geldi. Ancak genç ısrarla Gucdüvânî Hazretleri’ni sıkıştırıyor, cemaatin içinde güç durumda bırakmaya çalışıyordu. Bunun üzerine Abdülhâlik Gucdüvânî, bu gence kısa bir süre nazar eyledikten sonra sert bir tonla: – Sen önce beline bağladığın zünnarı kesip imana gel, Müslüman ol ki; bu hadis-i şerifin sırrı tecelli etsin, buyurdu. (Zünnar: Papazların, ucunu önden sarkıtarak bellerine bağladıkları örme bir kuşaktır ve tıpkı haç gibi Hıristiyanlık alametidir.) Gucdüvânî Hazretleri’nin bu sözü oradaki herkesi şaşırttı. Çünkü genç, Müslüman bir Türkmen dervişi kıyafetindeydi. Nitekim inkâra yeltendi ama yakınında bulunan birkaç kişi gencin üzerindeki hırkayı zorla çıkarınca, düğüm düğüm ederek gizlemeye çalıştığı zünnarının belinde bağlı olduğu görüldü. Gerçekte Hıristiyan olan bu genç, müminin ferasetindeki isabeti bizzat yaşayarak öğrenmişti. Maksadını anlatıp, Zamanının en büyük İslâm âlimlerinden olan Gucdüvânî Hazretleri’ni itibarsızlaştırmak için bu oyunu plânladığını ve sorusuna cevap aldıktan sonra Zünnarı çıkarıp “Senin ferasetin, işte bu kadar” işte deyip küçük düşürmeyi tasarladığını söyledi. Ardından af diledi, zünnarını çözüp attı, kelime-i şahadet getirip Müslüman oldu. Bunun üzerine Gucdüvânî Hazretleri, etrafındakilere döndü, buyurdu ki: – Ey dostlar! Bu genç zünnarını kesti, Müslüman oldu. Gelin sizler de kalplerinizdeki zünnarı kesip iman edin. Kalpteki zünnar da kibir ve gururdur. Bunları çözüp atmadıkça ahdine sadık bir mümin olamazsınız! *** Bugün İslâm dünyası arasında belinde gizli zünnar ile dolaşan o kadar çok çıfıt var ki, sorun feraset sahibi mümin olmayışında… Adamlar kıtır kıtır İslâm adına Müslüman kesiyorlar. Hatta artık aştılar, fantezi yapmaya başladılar. Canlı canlı çatıdan atıp aşağıda nasıl öldüğünü kameraya çekip facebook’tan paylaşıyorlar, diri diri boynuna kadar toprağa gömüp altına yerleştirdikleri bombayı patlatıp, topraktan fırlayan ceset parçalarını seyredip bir de dalga geçer gibi “Allahüekber” diye bağırıyorlar. Bu ne tezattır, ne gaflettir, ne ironidir ki, İslâm ülkelerinde de ‘ortalama’ % 10 oranında da İŞİD’in gerçekten şeriatı gerçekleştirdiklerine inanan bir kesim var. Bunların bellerindeki zünnarı, boynundaki haçı gösterecek Müslümanlar ise ya uykuda, ya da başka işlerle uğraşmaktan bunlarla mücadeleye fırsat bulamıyorlar. Öyle ise gençlerimizi bilinçli yetiştireceğiz. Çocuklarımızın kafalarının ve ellerinin bu münafıkların kontrolüne geçmemesi için İslâm’ı adam gibi öğreteceğiz. Öyle namaz kıl, oruç tutu Müslümanlığı bitti. Geldiği yer işte ortada… www.bghaber.org
Dönerken Biz Kardeşiz’ Öğrencilerinden Renkli Veda Dr.Ocaklarımıza Nedim BİRİNCİ
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın desteğiyle Birlik Vakfı ve Balkan Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nce gerçekleştirilen ‘Biz kardeşiz’ projesinin veda gecesi renkli görüntülere sahne oldu. Merinos Kongre Merkezi’nin Orhangazi Salonu’nda dualarla başlayan gece mehter marşlarıyla devam etti. Öğrencilerin gösteri yaptığı gece renkli görüntülere sahne oldu. Sancak, Kosova ve Bulgaristan’dan gelen yaşları 13 ila 20 arasındaki 183 öğrenci, Bursa’daki 3 haftalık eğitimini tamamladı. ‘Biz kardeşiz’ sloganıyla başlatılan proje dahilinde Sancak’tan 40, Kosova ve Bulgaristan’dan 143 öğrencinin katıldığı projede öğrenciler 3 hafta boyunca temel dini bilgiler ve Türkçe dersleri gördü. Piknikler,
üniversite gezileri ve yüzme gibi çeşitli sosyal faaliyetlerde de bulunan öğrenciler Çanakkale, İstanbul ve Edirne’yi de gezip görme fırsatı yakaladı. Projenin maksadının Balkanlar’la bağları güçlendirmek, kardeşlik, sevgi ve dostluk köprülerini yeniden inşa etmek olduğunu ifade eden
B Balkan a l Dağ k Koşusu’nda a n Türkiye,Dta-a 29.22.07 ğ ile dokuzuncu K ooldu.ş Buusonuçlarla su kımlar genç erkeklerde şampiyon, genç kızlarda ise ikinci oldu. Türkiye Atletizm Federasyonu’nda yapılan açıklamaya göre, Romanya’nın Busteni kentinde düzenlenen organizasyonda, 4800 metre genç kızlar yarışında Bahar Atalay 25.34.07’lik derecesiyle Rumen atlet Andrea Alina Piscu’nun ardından yarışı ikinci sırada tamamladı. Aynı kategoride yarışan milli sporculardan Tuğba Argun 27.42.02 ile altıncı, Elif Aslan 28.10.01 ile yedinci ve Yasemin Zengin
yarıştan 15 puan toplayan Türkiye, genç kızlarda Romanya’nın arkasından Balkan ikinciliği elde etti. 9 kilometre genç erkekler yarışında ise Rumen Bogya Gergely’nin arkasından 44.11.30 derecesiyle Tekin Yalçın ikinci, Osman Çelik 44.28.20 ile üçüncü, Ahmet Alkanoğlu 45.40.60 ile altıncı geldi. Türkiye, genç erkeklerde topladığı 11 puanla Balkan şampiyonu olurken, Romanya ikinci, Bulgaristan üçüncü sırada yer aldı.
Edirne’yi Taşkından Kurtaracak Projede İlk Adım Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğünce, Meriç Nehrinin taşmasını önlemek amacıyla geliştirilen tahliye kanalı projesi için çalışma başlatıldı.Proje kapsamında, kimi zaman taşan kimi zaman taşkın seviyesine yükselen Meriç Nehri, yatağından baypas edilecek. Tahliye kanalı sayesinde, debi arttığı zamanlarda nehir yatağının daraldığı kısımlarda oluşacak geri tepmenin de önüne geçilmiş olacak. Böylece, özellikle Karaağaç Mahallesi sakinlerinin kış aylarında yaşadıkları taşkın endişesi sona erecek.AA muhabirinin, DSİ 11. Bölge Müdürü Adil Sabancı’dan aldığı bilgiye göre, Adana, Diyarbakır, Sivas, Ankara gibi illerden proje için bölgeye gelen yaklaşık 40 araçlık ekipler, projenin uygulanacağı Süvari Köprüsü yakınlarında kanal kazma işlemine başladı.Bazı yerlerde 3, bazı yerlerde 4,5 metre derinliğindeki kanal, 7 bin 800 metre olarak inşa edilecek. Kanal kazısından çıkan hafriyat da «kış seddeleri»nin güçlendirilmesinde kullanılacak.Ekip sayısının ileriki zamanlarda artırılması düşünülen proje-
nin, mevsimsel şartların izin vermesi durumunda, Ocak 2016’ya kadar yüzde 80’inin tamamlanması planlanıyor.- Taşkın, yolları kapatmıştıAralık ayında başlayan debi yükselişinin sonraki günlerde düşmemesi nedeniyle şubat ayı başlarında 31 yılın en yüksek seviyesine ulaşan Meriç Nehri, 2149 metreküp/saniye seviyesine ulaşarak taşmış, Yunanistan ve Karaağaç Mahallesi’ne giden yolları kapatmıştı.Askeri araçlarla taşınan Karaağaçlıların, Lozan Caddesi’nin taşkın sularıyla yarılması sonrasında şehir merkeziyle bağlantısı kesilmiş, acil durumlarda askeri helikopterler devreye girmişti.Ayrıca, Bulgaristan’ın özellikle kuzey dağlarına yağan karların havaların ısınması ve sağanaklarla erimesi sonucu Meriç Nehri, iki kez taşkın seviyesine ulaşmıştı.Enerji üretimi yapılan Bulgaristan>da, baraj idaresinin daha fazla enerji üretme politikasıyla barajda taşkın payı bırakmadan su tutması, yağışlarda barajların savaklarından taşan suların Arda Nehri aracılığıyla Edirne>de Meriç’e karışmasına neden oluyor.
Osmanlı eseri olan Mevlevihane müze olarak açılmasını istiyoruz. Bulgaristan’nın Filibe yani Plovdiv kentinde 19yy kalma Osmanlı eseri olan Mevlevihane in aslına olarak restore edilerek müze olarak açılmasını istiyoruz. Şuan hali hazırda alkollü bir Bulgar meyhanesi olarak çalıştırmakta 2019 yılı Avrupa kültür başkenti olan plovdiv de osmanlı döneminden kalan yaklaşık 500 kadar Osmanlı konağı bulunmakta ve konaklar tarihi ve kültürel miras olarak Bulgaristan devleti olarak sahiplenilmekte .pek çok özel müze ve konsolosluk bulunduğu gibi turizm den de Bulgaristan devleti Plovdiv’deki bu Osmanlı eserlerinde oldukça nemalanmakta. Pek çok ünlü burada kalmış tarih içerisinde bunlardan en önemlilerden biride ünlü Fransız yazar Le Martin kendisi sadece 1 gece konaklamasına rağmen kaldığı konak Fransız devleti tarafından satın alınarak müzeye çevrilmiş. Oysa 19 yy yapılmış bir Mevlevihane
orda ve maalesef şuan bir Bulgar meyhanesi olarak çalıştırılmakta içeriyede hiçbir Türk turist alınmamakta Yakın tarihte Türkler için pek çok acı ve göz yaşına sahip olmuş bu topraklardaki tarihi ve kültürel mirasımıza sahip çıkarak bu Mevlevihanenin orjinaline sadık kalarak açılması gerektiğini düşünerek imza kampanyamızı başlatıyoruz. inşallah açılışını 2019 yılından önce yapmak nasip olur bizlere
Uluslararası Ticaret, Finansman ve Lojistik Yüksek Lisans Programı ile 3’ü Bir arada Eğitime Başvurular 21 Ağustos’ta Bitiyor ! Uluslararası ticaret, doğrudan dış yatırımlar, uluslararası ticaretin finansmanı, uluslararası proje finansmanı ve uluslararası lojistik ve tedarik zinciri yönetimi konularına bütüncül yaklaşımı ile Türkiye’de benzeri olmayan “Uluslararası, Ticaret, Finans ve Lojistik Yüksek Lisans Programı” eğitimi, güz döneminde İzmir Üniversitesi’nde başlıyor. İzmir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından açılan ve 2015-2016 akademik yılında eğitime başlayacak olan Uluslararası, Ticaret, Finans ve Lojistik Yüksek
Lisans Programı’na güz döneminde 20 tezli, 20 tezsiz öğrenci kabul edilecektir. 21 Ağustos 2015’e kadar başvurulabilecek olan programla öğrencilere uluslararası ticaret, doğrudan yatırımlar ve uluslararası franchising, lisanslama, yönetim sözleşmeleri, fason üretim sistemleri gibi ticari yöntemlerle; bu tür faaliyetlerin finansman ve lojistik disiplinleri çerçevesinde yönetimine ilişkin yetkinlik kazandırılması amaçlanıyor. Sektörümüzün bilgisine sunarız.
Konu: Hoş Bulduk Komşu! Biz ağustos sıcağında inmiştik Edirne’ye Şarkı söyleyemeden güneşe aya Masal da dinleyemedik doya doya Ne de doyabildik oyun oynamaya Biz göçmen çocukları olarak yetiştik. Kırılmayalım diye “soydaş” dediler. Kapları soyulur, özleri Türkleşir, şehirleştikçe bizim olurlar, dediler. Ne olduksa olduk da, aslında böyle olmamız iyi oldu. Cenneti görmemiş birinin cenneti anlatması mümkün değildi. Türkiye’yi göremeseydik, Türkiye’de yetişmeseydik Bizlerde belki Türk olduğumuz bilincini giderek yitirecektik. Kim olduğu beli olmayan, ne istediğini bilmeyen tipler olacaktık… Geldiğimizde dağdan inmiş, ayrı ayrı çakan kıvılcımlardık. Mümkün değildi, kıvılcım toplayıp ısınmak. Bizi gemleyip yola getirip adam etmek zor oldu. İşte böyle yaşadık biz çeyrek asrı, Orası Vatan diye diye… Zülüm olayı var bu işin içinde. Baskı ve zorbalık olarak uygulanan zülüm getirdi bizi buralara. Artık anlıyorum ki, zülüm bir kişinin falakaya yatırılmasından, kafasının mengene takılmasından çok daha kötü bir şey. Ayak tabanına vurulan kızılcık sopasıyla aklın başa geleceğine inanmıyorum. Ancak sakatlanır topallarsın… Kafatasın çatlasa veya kırılsa kaynaşır, ama biz kesilen bir yolun yolcularıydık. Türklük yani bizim yolumuz tam 150 yıl önce kesilmişti. Önce, olmayan olan Türklükle zamanını doldurmuş Osmanlıcılığın iç içe olduğunu bilemedik. Birbirlerinden ayrılırken kaynaşabileceklerine kanaat kılmamız uzun sürdü. İki yaka bir araya bir türlü toplanmadı. Ve tarihimizin en büyük depremi Osmanlı içinden Türklük fışkırırken yaşandı. Bu derin ve uzun bir ırmağı geçmek gibi bir şeydi. Karşı yakaya çıkanların kurulanmak ve yollarına devam edebilmeleri için tek şansı güneşli hava veya hafif bir melteme rast gelmiş olmalarıydı. Şansımız yaver gitti. Çok bocaladık ama artık diriliyoruz. Bazen iyi ki dünya değişti diyorum. İyi ki arkamızdaki köprüleri yıktık. Gözüm ardımızda kalmadı, diyorum. Osmanlıda Türk Ocaklarını unutamıyorum. Memleketim Osmanlı’nin en sevdiği diyardı. Nereye gitsem büyük büyük camiler, kapısı yıllarca açılmamış ama öğrenci bekleyen medreseler, okullar kül yatlar. Türklükten kalan ve geleceğe taşıması zorunlu kaleler bunlardı. Tarih parçalanıp bölünemez, Türklük ruhu tüm maddi ve manevi mirasıyla birlikte bizimdir, her zaman ve her yerde o bizimleydi. Biz onsuz olamayız, çünkü o bizim içimizdeki özdedir. Atalarımızın Osmanlı tabanına Türklük aşılanması uzun sürdü. Osmanlıyı yaşatırken Türklüğü yetiştirdiler. Türklük Osmanlı ocaklarında mayalanmış. Liderleri de Rumeli Osmanlı ocaklarımızdan yükseldi: Mustafa Kemal Atatürk! O olmasaydı, Türk milletinin, Panislâmcı ümmet rüyasından uyanıp, abayı poturu atıp TÜRKLEŞMESİ uzun sürebilirdi. O yıllarda ağız açmış diş bileyen emperyalist ejderha Osmanlı kalıntılarını topluca yutmak istiyordu. 93 harbiyle Rusların, ardından Yunan, İtalyan, Fransız, İngiliz ve Bulgarların sırtlan sürüsü gibi bir oldukları asla unutulamaz. Bizim kimliğimizi doğup dirilirken bir ganimet gibi yutup yok etmekti hedeflerinde olan. Bu düşünülünce, Türklük kuvvetinin dev kudretini kimlik ocaklarından aldığını göz önüne getirebiliyorum. Şehit vermeyen Türk ocağı ve hanesi yoktur. En kutsal mekanlarımız Türklük uğruna can verenlerin yattığı kutsal kabirlerdir. XIX. yüzyılın kinci yarısına ve XX. asrın ilk çeyreğine rastlayan bu ölüm kalım dönemi sözün tam anlamıyla Türklüğün yeniden diriliş dönemidir. Biz Bulgaristanlı Türkleri Özünden geldiğimiz Osmanlılıktan sıyrılmamız ağır oldu ve uzun bir dönem aldı. Belki de Atatürk öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti kurulmasaydı, insanlık tarihinde benzeri olmayan bu emsal yaratılmasaydı, biz kimliğimizi bulamayacaktık. Soylarımızdan birinden olan büyük önder Mustafa Kemal’e inancımız güneşin doğacağına inanmamız gibi kesindi. O olmasaydı, yaşattığı emsal Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı beldi biz Bulgaristan Türkleri olarak Osmanlı kimlik kabuğunu açıp, Türk kimliğimizi bulamayabilirdik. Yaşadığımız coğrafya baştanbaşa yabancı bir din ve medeniyetle sarıldı. Memleketimiz her karışında Osmanlıyı anlatırken onu tarih olarak yok etme, unutturma ve lanetleme sayfası açıldı. Biz ise onu ayakta tutup yaşatmaya çalıştık. Müslümanlığın kendiliğinden Türklük doğurmadığını bu amansız kavga içinde öğrendik. Aynı zamanda bir de zamanını doldurmuş olanı ret ederek olumsuzlama ve yeni zamanla gelen Türklüğü yaşatabilme ortamı oluşturma davamız başladı. Bu davada yıllar yılı liderimiz yoktu. Bulgar devleti o gün bu gün Türklük üzerindeki sisin kalkmasına izin vermedi. Dedelerimiz, babalarımız ve biz puslu devirlerin çocuklarıyız. Yıllar yılı öğretmen dernekleri, Turancı birlikleri, spor kulüpleri vs. olmak üzere Türk ocaklarında sıcaklı ve aydınlık arayanların akıbeti ağır oldu. Türklük yeni bir ideoloji, yeni bir ahlak, yeni bir bakış açısı, hoşgörüsü yeniden ayarlanmış yeni bir dünya görüşü olarak doğmalıydı. Bir asır bu yolda mücadele verdik. 1989 Mayısındaki hak ve özgürlükler için ayaklanmamız bu örgütlü ve cesur atılımın en parlak örneğidir. Sonra Yugoslavya’ya, Avusturya’ya ve Türkiye’ye kovulduk ve tüm dünyaya dağılmak zorunda kaldık ama kökümüzden kopmadık. Türklük ocağımızın közleri Vatanımız Bulgaristan’dadır. Bizim için Bulgar devletinin kem gözlerden uzak örgütlediği Hak ve Özgürlükler Hareketini önce Türk ocağı sandık. Oysa o cam ardında alevler oynatan hediyelik ocaklardanmış. Bunu anlayabilmemiz yıllar aldı. Çünkü verdiğimiz savaşımın politik bir yapılanmayla sonuçlanacağını inanmıştık. Oyuna getirildiğimize inanamadık. Türklük ocağına yıllar yılı çalı çırpı odun taşıdık, artık hepsi çürüdü, çünkü Rus ocağında Türklük alevlenmesi mümkün değildi. Devamı www.bghaber.ırg
12
Trakya Topluluğundan “Nesillerin buluşması”
Plovdiv’de Ağustos’ta Antik Tiyatro sahnesinde “Trakya” topluluğundan şimdiye kadar gelmişi geçmiş sanatçılar bir araya geldi. Folklor topluluğunun dünyanın değişik noktalarından yüzlerce dostu ve hayranı da bu ihtişamlı konsere geldi. Konser “Nesillerin buluşması” adını taşıdı. “Trakya” topluluğunun sanatçıalrın büyük kısmı Plovdiv’de Müzik ve Sans Sanatı Akademisinde üniversite öğrencisi. Koronun başlangıcından beri içerikteki bu özellik muhafaza ediliyor. 1974 yılında topluluk temeli atılırken, Plovdiv’deki akademiye bağlı Dans ve Folklor Müzik Bölümü açılıyor. Buradaki amaç, üniversite öğrencilerinin okulda öğrendiklerini, uygulamalı bir şekilde icra edebilmek. “Trakya” topluluğunun sanat repertuvarını belirleyen en önemli kişilerden birisi Prof. Kiril Cenev oluyor. Cenev, Bulgaristan’ın en büyük dans, koreografi, bilim adamı ve müzik pedagojisi eğitmenidir. Koronun icra ettiği şarkıları Stefan Mutafçiev, Krasimir Kürkçiyski, Nikolay Kaufman, İvan Spasov gibi bestekarlar düzenlemektedir.
“Trakya” olsa da adı, koro Bulgaristan’ın bütün folklor bölgelerinden müzik ve danslar icra eder. Fransa, Almanya, Japonya, Hindistan, Meksika gibi 50’den fazla ülkeyi gezdi koro. Prof. Daniela Ceneva, prof. Cenev’in kızı 1997 yılından beri Trakya topluluğunun sanat yönetmeni. Konserle ilgili bilgiyi ondan öğrendik: Bundan 40 yıl önce 1975’te 5 Eylül civarında ilk konserimiz düzenlenmiş. O yüzden bu yıldönümüzü bu tarih etrafında yapmak istedik. Gerçekten nesillerin buluştuğu bir konser oldu. Bizim eski koro üyelerimiz dünyanın neresinde olursa olsun, yaz aylarında memleketine geri dönüyor. Bir çoğumuz Koprivştitsa Milli Folklor Festivalini ziyaret edecek. “Trakya” sevdalıalrına güzel bir müzik şöleni hazırladık”. Sevda Dükkancı
Tika Avusturya’da Şehit Düşen Osmanlı Askerleri Anısına Yeni Anıt İnşa Etti
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Avusturya’da 350 yıl önce Raab Suyu Muharebesi’nde şehit düşen Osmanlı askerleri için anıt inşa etti. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Avusturya’da 350 yıl önce Raab Suyu Muharebesi’nde şehit düşen Osmanlı askerleri için anıt inşa etti. Avusturya’da 350 yıl önce Raab Suyu Muharebesi’nde şehit düşen Osmanlı askerleri için TİKA tarafından dikilen anıtlar törenle Mogersdorf Belediyesi’ne teslim edildi. Mogersdorf şehrinde 1 Ağustos 1964 tarihinde Raab Suyu Savaşı’nda kimi tarihçilere göre 5 bin, kimi tarihçilere göre ise 15 bin Osmanlı askeri şehit düştü. Avusturya’nın Mogersdorf kasabasında bulunan ve 1664 yılında Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu ile Avusturya-Macaristan, Alman-
ya ve Fransa orduları arasında gerçekleşmiş olan Raab Suyu Muharebesi’nde şehit olmuş Osmanlı askerlerinin anısına dikilen anıtın yükseltilmesi ve restorasyonu ile belediye tarafından tahsis edilen başka bir alana ikinci bir anıtın dikilmesi çalışmaları, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Viyana’da vermiş olduğu talimat yerine getirilerek TİKA tarafından tamamlandı. Anıtların belediyeye teslimi töreninde konuşan Mogersdof Belediye Başkanı Josef Korpitsch, geçtiğimiz yıl Raab Suyu Savaşı’nın 350. yıl dönümünün kutlandığını hatırlatarak, yüzlerce yıl sonra bu topraklara inşa edilen anıtların iki ülke arasındaki dostane ilişkilerin gelişmesine katkı sağlayacağına inandığını ifade etti. Şehit binlerce askerin yattığı topraklardaki anıtların açılış töreninin en kısa zamanda yapılması öngörülüyor.
Balkan Yol Bisiklet Şampiyonası Edirne’de Yapılacak
Edirne Valiliği ve Edirne Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenecek olan Balkan Yol Bisiklet Şampiyonası 5-6 Eylül tarihlerinde Edirne’de yapılacak. Edirne Valiliği ve Edirne Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenecek olan Balkan Yol Bisiklet Şampiyonası 5-6 Eylül tarihlerinde Edirne’de yapılacak. Balkan Bisiklet Birliği Yetkilisi Vladimir Petras ve Milli Takım antrenörü Suat Torgay beraberindeki heyet, Vali Yardımcısı Mustafa Serdar Bakır başkanlığında, Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’i makamında ziyaret ederek bilgi verdi. 5-6 Eylül tarihleri arasında yapılacak Balkan
Yol Bisiklet Şampiyonasına 12 ülkeden 200 sporcunun katılacağı bildirildi. Vali Dursun Ali Şahin, barış ve huzur kenti aynı zamanda sınır kenti olan Edirne’de bu tür organizasyonları yapmaktan mutluluk duyduklarını ve devlet olarak imkanlar dahilinde spor organizasyonlarına her zaman destek olacaklarını söyledi.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Hatıralar ve Durulamayan Anılar
Konu: Tuna Akmaya Devam Ediyor 15 Ağustos 2015’te “Belene Ölüm Kampı” nda kalanların Tuna ırmağı adacıklarından Persin’de buluşması var. 1984 -1989 yılları arasında bu adaya resmi istatistiklere göre 518 Bulgaristan Türkü sürgün edilmiştir. Kamptaki şartların olağanüstü ağır olduğundan ötürü Belene’ye “Ölüm Adası” adı verilmişti. “Belene” de imtiyazlı Türk yoktu. Adaya sürgün edenlerin hepsi şu ya da bu şekilde isimlerimizin değiştirilmesine, “soya dönüş sürecine”, Bulgarlaştırılmamıza, Türkçemizin yasaklanmasına, anadilini konuşanlara ceza kesilmesine karşı başkaldırmışlardı. Yakınlarının yargısız sorgusuz içeri atılıp sürgün edilmesini açık orta kınayanlar, Türk Müslüman adetlerine göre yaşamaya devam etmek isteyenler hep “Belene”yi boylamıştı. Onların adasında en büyük grubu aydınlar, öğretmenler, yazar ve şairler, gazeteciler, nüfus sahibi olan iktisat yöneticileri, okul müdürleri, bilinen sporcular oluşturuyordu. Sonradan öğrenildiğine göre, bu 518 kişiden 52’si siyasi polisin hafiyesiymiş, adaya görevli olarak gönderilmiş ve koğuş sorumlusu, yazar, bekçi gibi sudan havadan işler onlara verilmişti. 26 yıl geçmesine rağmen ajanların adları özel olarak açıklanmadı, çünkü anlaşılan polis işini “Belene”de de boşlamamıştı. Yıllar sonra çıkan istatistiklerde 1984 – 1989 yılları arasında Bulgaristan Türeleri’nden 250 kişinin daha “ispiyonculuğu kabul ediyorum” belgesini imzalamaya zorlandığı ortaya çıktı. “Denize düşen yılana sarılır”, o zor zamanlarda yaşanan sıkıntıların doğurduğu bazı hareketlerin Türk ruhuna ters düştüğünü ve baskı sonucu doğan gelişmelere anlayışlı ve hoşgörülü bakılmasından yana olduğumuzu bir daha beyan ediyoruz. İmza kendiliğinden iş yapmaz! Fişlenmiş olan her kişinin kötülük yaptığına da inanmak istemiyoruz. Zaten “Belene”den kurtulan, “geçmişimden utanç duyuyorum ve ruhen temizlenmeye yer arıyorum” der gibi hemen memleketimizi, evini barkını terk etti ve huzur bulmak amacıyla anavatana sığındı. Şu da bir gerçektir: Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) veya Bulgaristan Çiftçi Halk Birliği (BZNS) üyesi olmak, Bulgaristanlı Türklerden hiçbirine “Belene” kapısını kapamadı. Birçok madalyalı tütün üreticisi, hayvan bakıcı, öğretmen, ressam, gazeteci ve sporcu ölüm adasındaydı. Ağır sıklette 2 defa olimpiyat şampiyonu olan güreşçimiz Lütfü Almedov’un Türk ismini değiştirmeselerdi, aramızda ayrıcalıklı olan da varmış, diyebilirdim. O da “Kendine İsim Seç!” dendiğinde, altın madalyaları geri verdi. Türk-Bulgar didişmesinde hiçbir hizmetin ve otoritenin beş para etmediğini anladı ve üzüldü. Ciddi tepki gösteren aydınlardan biri olan, Koşukavak lisesinde Marksizm Leninizm hocası olan Mustafa Ömer’di. O sürgünde DEMOKRATİK LİG hareketini kurdu ve Mayıs 1989 Ayaklanmasını ateşledi. Bulgaristan Türklerine Mahsus Yayın Yapan Türkçe Radyo programlarının ilk spikeri Kahveci’de susmadı. Türkçe öğretmeni, yazar ve şair Ömer Osman “Türküm bilinciyle yaşayan her Bulgaristan vatandaşının yeri Belene adasıdır!” dedi. “Belene ölüm kampına” 3 kez girip de uslanmayan şair Nuri Adalı gibi asiler başkaldıranlara öncü oldu. Köy ve kasabalarda isimleri değiştirilemeyen Türklerin, polisten kaçanların ve yakalanınca sürgün edenlerin isimleri bu adada değiştirildi. Kampta, Türk bayanlar vardı. Onlar tütün işçisi, öğretmen veya hemşireydiler. Emsalsiz bir dayanırlık, sabır ve kahramanlık gösterdiler. Kendilerine yapılan işkencelerin vücutlarında iz bırakmamasını önlemek için domuz etlerinin donduran derin dondurucuya kapatıldılar. Çıngıl çıngıl buzlanıp dondular, kas katı kesildiler ama ruhen çökmediler. Mosmor morardıklarında buzlar çözülürken acılara dayanamayacakları düşünülmüştü. Türk bilinçlerini işkencelere dayanıklılığı polislere dudak ısırttı. İşkenceler ölüm kampındaki Türk aydın bayanların iradesini kıramadı.
Belene Adasında “kalan ve kalmayanlar, işkence gören ve görmeyenler” üstüne değişik kitaplar yazdı. Bunların bazılarında 19471953’te komünist rejim düşmanı Bulgarların kaldığı bu Tuna adasında, insan yakma fırını olduğu ve “yakılanların yağlarının bacalardan damlamaya devam ettiği” gibi hayal ürünü anlatımlara rastladık. O dönemde Bulgaristan’da 46 toplama kampı vardı. Bunlarda 20 bin kişinin can verdiği doğrudur. Fakat “Belene Ölüm Kampında” 1984-1989 arasında yakılan ya da öldürülen Bulgaristan Türkü ve Müslümanı yoktur. Adada kalanlar hakkında “aklım başıma geldi” izlenimi uyandıranlar hemen Kuzey Batı Bulgaristan’ın değişik Bulgar köy ve kasabalarına, bölgeyi terk etmemek şartıyla, sürgün edildiler. Genç ve sağlık durumları iyi olan Türklerse yine aynı yöredeki “Bobovdol” kömür madeni ocağına işe gönderildi. Başka bir analizse, Belene Ölüm Adası’nın 1984 Aralığı ile 1985 Şubat sonu arasındaki ilk Türk Ayaklanmasından, 1989 Mayıs Ayaklanmamıza kadarki dönemde uyanık, saygın ve asi Türkleri gemlemek, korkutmak ve susturmak için kullanıldığını gösteriyor. 1984 / 85 olaylarında kırk kişiden fazla şehit düşmüştü. Halk öfkesi patladı. 1989 Ağustosu Büyük Göçü ise, 6 yıl süren sert ve kararlı kitle direnişlerine katılan örgütlü kadroyu ve kararlı yandaşları dış ülkelere kovarak, baş eğmeyen Türklerden kurtuluş seçeneği oldu. “Belene Ada Kampında” yazılan veya daha sonra kalem alınan eserlerde, aydınlarımız çekilen çileyi gelecek nesillere anlattı. Örneğin ömrünün 23 yılı hapis ve sürgünde geçen şair N.Turgut Adalı “Belene –1” şiirinde şöyle dedi: Dev ırmak Tuna, Götür beni anama Bu demir kapıları Açamam, güç ver bana! “Belene -2” şiirinde ise hüzünlüydü. Umudu yenikti. Şöyle haykırdı: Arda’dan Tuna’ya yol ırak, Bir günde varılmaz büyük suya! Anneciğim, yollara düşüp, zahmet etme! Kuş konmaz bu kahrolası Belene’ye Bilincini ve kalemini hücre örsünde sivrilten yazar ve şair Ahmet Şerif Şerefli, “Önce fikirlerimizi esir aldılar” görüşünü açtığı “Türk Doğduk, Türk Öldük!” eserinde, baharın yeniden yeşereceği, çiçeklerin gene açacağına ve dalların yine meyve yükleneceğine olan inancını ödün vermeden dile getirdi. Binlerce okuruna Türklük suyu verdi. 1984/89, “Belene Ölüm Kampı” trajedisi, binlerimizin yargısız içeri atılmamız, hücre karanlığında körleştirilmemiz… tüm sırlarımızı unutturmak, Osmanlı-Türk ocaklarına ve çok daha gerilere inen izlerimizi kaybettirmek, belleğimizden ebediyen silmek için yapıldı. Onlar, isimsiz bir kişinin ehemmiyetsiz biri olduğunu biliyordu. Onlar, köksüz bir ağıcın kesilmiş ve odunluğa dizilmiş yarma olduğunu da iyi biliyordu. Bizi canlı canlı değil, Belenelerde, Sofya, Stara Zagora, Varna vb hapishanelerde kurutup gevreterek bitireceklerdi. Onlar kuru fidanıno dikilmediğini, dikilse de yeşermediğini iyi biliyorlardı. Fakat biz hepimiz onlardan çok daha yakındık güneşe ve bugün kızlarımız, oğlanlarla el ele tutuşmuş bayram ederken, birbirlerine sevgi verip memleket topraklarda Türklüğü, Türk kültürünü ve sonsuz asaletimizi ve hoşgörümüzü yaşatmak için uğraşıyorlar. Bundan 30 yıl öncesine o ağır yılları anlatan anı eserlerinde Rodoplu yazar Mehmet Türker, Mastanlı’lı tutuklu Kasım Hasanov’la birlikte, bilekleri kelepçeli “Belene” yolunda bir polis aracı içinde geçen bir konuşmsyı şöyle anlatıyor: 24 saat dövülen K. Hasanov’a Kırcaali polis amirliğinde şöyle demişlerdi: “Şu mermileri senin için hazırladım.
Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 13
Dr. Mustafa KAHRAMAN Seçim Kazanı Kaynıyor
Konu: Ne zamana kadar? Ekim’e bir şey kalmadı. Hem yerel seçim hem halk oylaması (referendum) ve belki de genel seçimler aynı günde yapılacak. Bir taşla 3 kuş. Seçmen ne kadar dayanabilirse artık! Aynı masallarla iki üç seçim geçiştirilirse dört yamalı iktidarın ömrü biraz daha uzayabilir. “Galerya” gazetesi bu yılın 23. sayısında seçimler vesilesiyle Çingene mahallerinde dağıtılan beyaz bluzları artık resmetmiş. Şiar şu: “Bulgaristan Sensin!” Gazetenin yorumu 15 yıl sonra yani 2030’da Bulgaristan’da Çingenelerle Türklerin genel nüfus içindeki oranı Bulgar nüfustan daha fazla olacak. Bu tespitin derin anlamı şudur: Bulgaristan’da bugün çoğunluk olan Bulgar nüfus 15 yıl sonra azınlık durumuna düşecek; Çingenelerle Türkler ise azınlık olmaktan kurtulup ÇOĞUNLUK olacaklar. Demek oluyor ki, memleketimizin nüfus yapısıyla birlikte anayasa ve tüm yasalar da değişecek, çoğunluk olma durumundan kaynaklanan tüm haklar Çingene ve Türklere tanınacak, resmi ve anadil, din, kültür sorunları kendiliğinden çözülecek vs. vs. Bulgaristan’ın tepeden tırnaüa yeniden yapılanmasını beklemek doğaldır. Bu konuda Akademisyen Petır İvanov imzasıyla basılan araştırma yazında aynen şöyle deniyor: Birleşmiş Milletler Örgütü (BMÖ) Ekonomik ve Sosyal Sorunlar Sekreterliği dünyanın nüfus oranları (demografik) durumuyla ilgili yıllık raporunu yayınladı. Birçok Bulgar medyası, bu raporun Bulgar nüfusun azalmasıyla ilgili çok trajik bir tablo çizdiğini yazdı. Bulgaristan nüfusu en yüksek hızla azalan ve yok olan ülkelerin cetvelinde ilk yerlerde yer alıyor. Raporda, önümüzdeki 35 yılda Bulgar nüfusun % 15 azalacağı vurgulanıyor. Araştırma resmi araştırmalara dayanıyor. Konuyu Dünya Bankası da ele alıp analiz etmiştir. Yayınlanan resmi sonuçlarda “Bulgaristan nüfusu 2050’de % 34 azalacak” deniyor. Ve toplam nüfus 4–4.5 milyon kalacak, deniyor. Son 25 yılda Bulgaristan nüfusu 2 milyon kişi azaldı. Yıllık nüfus azalması ortalama % 1 oranında olmakla, yılık azalma 80–90 bin kişidir. Son yıl ölenlerin sayısı 96 bin iken, 43 bin çocuk doğdu. Son 35 yılda yıllık % 1 nüfus azalması devam ettiğinde, Bulgaristan’da yaşayanların üçte bir daha yok olacağı ortaya çıkıyor. Bulgaristan’da nüfus yapısının değişmesine yeni çoğunluk açısından bakıldığında köklü reformlar yapılmasına ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor. Bir defa eğitimli ve öğrenimli, iktisat sahibi Bulgarlar gençlerin geri dönmemek üzere ülkeyi terk etmeleri önlenmelidir. Emekçilerden, köylü üreticiden alınan vergilerle ayakta duran devlet eğitim sisteminden yararlanıp bedava okuyup ülkeden kaçanlardan özel eğitim vergisi alınmalı ve halkın parasının dışa akması önlenmelidir. Bir yandan anaokullarında afacanlara dana etli çorba, ilk okula gidenlere bir bardak süt veremeyen devlet, yabancı devletler için kadro eğitme politikasına son vermelidir. Yakınlarını, çocuklarını dış ülkelerde Eğitim Bakanlığı bursları ile okutan HÖH-DPS yönetici tayfası da bu konuda düşünmelidir. Başkasının sofrasına oturup ballı börekleri lüpletme dönemi en kısa zamanda son bulmalıdır. Gençlerimiz memleketlerinden neden kaçıyorlar biliyor musunuz? Gelinler doğumu neden başka ülkelerde yapıyor, yavrularını neden yabancı ülke vatandaşlığına kaydettiriyor, biliyor musunuz! Daha fazla doğum ve çocuk parası, aile yardımı alabilmek için; Son on yılda çocuklarını Batı ülkelerinde doğuran Bulgar aileler 20 – 25 bin oldu. Genç nesille Bulgaristan gen fonunu dış ülkelere kayıyor. Anadilinde anaokulu, anadilinde ilk okul eğitimi, zorunlu anadil ve etnik kültür ve din eğitimi olmaması genç ailelerin ülkeyi terk etmeye devam etmesi nedenlerinin başındadır. Aynı zamanda son 25 yılda Bulgaristan’da yaşayan Çingene nüfus iki kat arttı. Çok ağır ve kötü sosyal şartlarda yaşayan, işsizlik çilesi çeken bu azınlığın her ailesinde en az 4 çocuk var. Bu çarpık aile ve eğitim politikası sonunda Bulgarların kendi devletlerinde azınlık durumuna düşme gerçeği kabak çiçeği gibi açtı. Çingeneler ile Türklerin ülkede ulusal çoğunluğu oluşturması gerçek ve katı bir eğilim olarak yerleşiyor. Bu tandans esaslı eğitim politikasıyla desteklenmelidir. Kadrosu olmayan bir azınlık, ulusun başını çekemez, hep ezik kalır, köle durumdan kurtulamaz. Daha bu yıldan başlayarak Hukuk, Tıp, Pedagoji, Matematik ve kimya fakültelerine binden fazla Çingene ve Türk genç kaydedilmelidir. Bu yapılmazsa “okumak istemiyorlar” bahanesiyle Çingenelerin neden eğitimsiz, okulsuz, kör cahil bırakıldıkları kendiliğinden anlaşılır. Bu bilgiler BMÖ ve Dünya Bankası tarafından resmen açıklanıp bütün dünyaya dağıtılmadan önce Bulgar Bilimler Akademisi (BAN); Ulusal İstatistik Enstitüsü (NSİ), kimlik bilgilerini koruyan ESGRAO merkezi ve
başka devlet kurumları tarafından gizli tutuluyordu. Bulgaristan’da meskûn olan Çingene nüfusun 12 lehçesi var ama Çingene alfabesine dayanan, lehçeleri edebiyat dilinde birleştiren bir gazete, kitap basımı, radyo ve tv yayınları yok. Günümüz Çingene edebiyatını temsil eden şair ve yazar Georgi Paruşev gibi saygın yaratıcılar ekmek parası için dış ülkelere çıktılar. Çingene resim sanatının seçkin temsilcileri devlet desteğinden yoksundur. Günümüz Bulgaristan Çingenelerinin yarattığı ÇALGA müziği en çok beğeni toplasa da Bulgar Halk Sanatında bir oluşum olarak takdir bulmuyor. Örneğin b haftalar düzenlenen Koprivştitsa Halk Sanatı Ulusal Festivali’nde Belediye Meclisi’nin özel kararıyla ÇALGA müziği yasaklandı. ÇALGA müziği TV ve Radyolarda yasaktır. Merkezi Rodoplar’da yapılan GAYDA ÇALMA ULUSAL FESTİVALİ’ ne hiçbir Çingene davet edilmedi vs. vs. Toplumun yalnız Çingene-TürkPomak ve öte yakada Bulgarlar olarak kültür ve sanatın her dalında ikiye ayrılması “Bulgar Etnik Modeliyle” ve son 26 yılda uygulanan yanlış, anlamsız, özsüz ve sahte hedefli etnik siyasetle derinleşti. Artık sıkıntılar yaratıyor. Irkçılık dikenlerinin uzadığını artık her köy ve kasabada görmek mümkündür. Birleşmiş Milletlerin raporundan anlaşıldığına göre, önümüzdeki 10–15 yılda Bulgaristan’ın sosyal, ekonomik ve politik tablosu baştanbaşa değişecektir. Değişmezse ulusal felaket kapıdadır. Kuşkusuz bu perspektif Bulgarların pek hoşuna gitmiyor. Fakat Bulgar kamuoyunu direk olarak etkiliyor. 2 ay sonra yapılacak belediye, muhtarlık, meclis üyesi seçimlerine doğru gittikçe politik gerginlik kızışıyor ve huzursuzluğun patladığı olaylar izliyoruz. Durumu gizlemek için son zamanda “hoşgörülü (toleranslı) siyaset izliyoruz” bayrağı kalktı. Brüksel için hazırlanan raporlarda en fazla kullanılan bu Fransızca sözdür. Bulgar politikacılar aslında gerçek durumu yansıtmıyorlar. Brüksel’i aldatmaya çalışıyorlar. Evleri 2013 sellerine dayanamayan Varna Çingene mahalleleri sakinlerine “Çayka” semtinde daire verilmesi tasarısı Belediye Meclisi’ni birbirine düşürdü. “Ataka” partisi tarafından örgütlenen milliyetçiler Meclisi bastı. Karar aldırmadı. Son 70 yılda yerel idare organı basılmamıştı. Şehirdeki anti-Çingene, Anti-Türk, antiMüslüman kin ve öfke öyle birikmiş ki, birden taştı. Karadeniz incisinde hayatı bir 10 yıl zehirledi. Aslında burada çözülmeyecek bir durum yoktur. Varna nüfusunun % 34’ü Rus olduğundan, Ukrayna ve Kırım krizleri ve Amerikanın Varna yakınlarına askeri üst kurup yığınak yapması, hele Avrupa Birliği ambargosu Rusları bizden soğuttu, bu yaz evlerini satışa çıkardılar, gidiyorlar. Varna Belediyesi “Çayka” semtine yeni apartmanlar dikmeden de soruna çözüm bulabilirdi. Rusların satışa çıkardığı boş konutları satın alıp felaketzedelere, bu arada Çingene vatandaşlara dağıtabilir ve sorun çözülür. Son dört beş yılda ülkemizdeki temel etnik çelişkinin ana çizgide ırkçı, milliyetçi Bulgar kesimle Çingene topluluğu arasında kızıştığına tanık olduk. Çingenelerin “eşit haklı vatandaş olmak istiyoruz” ve “Bulgaristan’ın yarını biziz!” sloganları olayın temelde hukuksal adalet için güç topladığına işaret ediyor. Bu hareketlenme Bulgar’da kan kabartıyor. Karadeniz’de bu sene “Bu kumsala Çingene giremez!”, “Bu havuzu Çingeneler kullanamaz!” gibi yazılar belirdi. Irkçılık sosyal hayatın dört yanına yayılıyor. Dolayısıyla tepkiler gecikmiyor. Benzer yazılara Harmanlı, Stara Zagora ve Sandanski şehirlerinde de rastlandı. Bu arada Blagoevgrad ilindeki Gırmen belediyesi’ne bağlı “Kremikovtsi” Çingene mahallesinde plansız kurulan Romen evlerinden bazıları yıkıldı. Aileler ortada kaldı. Olaylar ateşe benzin attı. Etnik sorunları çözmeye gerekli hazırlıkların yapılmadığı, kamuoyunun hazırlanmadığı vs ortaya çıktı. Böyle durumlarda, hele seçim arifesinde politik güçler arasında uyum sağlanması olanaksızdır. Gerginliğin kabarması, tepkilerin büyümesi huzursuzluk ve gerginlik doğurdu. Yukarıda işaret ettiğim Dünya Bankası ve BMÖ raporundan çıkarak ve Bulgaristan’daki nüfus dengenin değişeceği ve çok kısa bir zaman kesimi içinde azınlıkların çoğunluk olacağı gerçeği dikkate alınırsa, yeni bir etnik azınlık ve etnik çoğunluk plan-programı üzerinde düşünme zorunluluğu gündeme geliyor. Yeni durum, ülkemizde A. Doğan’ın adına bağlanmış olan “Bulgar Etnik Modeli” statik bir model olarak hazırlanmamış olsa da merkez çekim güçleri yerine merkezden iten güçler doğurdu, birleşeceği düşünülen toplumsal güçler, etnikler parçalandı ve didişiyor. Özünde, Çingene, Türkler ve Pomakların ve diğer etnik azınlıkların baskı altında tutulup ezmeyi eritip yok etmeyi hedefleyen A. Doğan etnik modeli zamanını doldurdu ve çöplük olmuştur. Yeni modelin ülkenin bilirkişileri, bağımsız kamuoyu temsilcileri tarafından yakın ve uzak ülkeler örneği de dikkate alınarak, her etniğin özgün kültürel hakları tanınıp esas alınarak masaya yatırılmalıdır. Yeni bir ulusal etnik yapılanma modeli çizilmesi gündem oldu. Yeni model üzerinde çalışacak şahısların eski politik polis DS ajanı olmamasına ve totaliter rejim makamlarında görev almamasına özellikle dikkat edilmelidir. www.bghaber.org
Seçimler, Barışçı Kurtuluş Yoludur Konu: Tavşanı örnek alalım ve illetten mutlaka kurtulalım. Masallarımızda ne ararız? İçine düştüğümüz durumlardan çıkış tabii. Zekâ küpü halkımızın birikiminin yansımasıdır bizim masallarımız. Kimisi uzun kimisi kısadır. Başkahramanımızın Kel Oğlan ya da bir tavşan olabilir, eşeğine ter binmiş Nasrettin Hoca konuşabilir, önemli olan dinleyenlerin beklentisidir. Masal okuyanlar problem çözümünde zeki çözüm arayanlardır. Yeni yüzyılın ilk hamlelerinde de yine masal kitapları rehberimiz oluyor. Masallar bize “herkes dönüp baksın kendine” diyor. Masallarımız “kovmakla bitme bu ocakta Türkler!” der. Nükteli sözlerimiz: “Yapma komşuna kötülük, gelir başına!” der. Yeni yüzyılın bilgeliği ise, “Seçimle çözülemeyen sosyal sorun yok! Şeklinde sivrildi. Dilimizde dolaşan en yeni tekerleme ise, “Biz hep dobracılığımızdan çektik!” “Dobra” sözcüğü Bulgarca da var. Lehçemizde “dobra dobra” olarak kullanılır. “Dobra dobra” dolan başlı yollara vurmadan, eğirip bükmeden, sakınmadan, gözyaşına bakmadan “çata çat” deriz ya bazı şeyleri bazen, işte bunun ifadesi oluyor bu. Şimdi sizler için seçtiğim ve bir tavşanın zekâsıyla bir Aslanı kuyuya nasıl düşürdüğünü anlatan halen politikacı geçenlere de ibret olacak bir halk masalı anlatmak istiyorum. Tavşanın Aklı Yemyeşil bir ovada birçok hayvan bir arada yaşıyordu. Ancak bir aslan yüzünden çok huzursuzlardı. Çünkü aslan, sürekli pusu kuruyor ve büyük küçük ayırt etmeden önüne gelen her hayvanı avlıyordu. Aslan, güzelim ovayı bütün hayvanlara zindan etmişti. Çok güçlü ve acımasız olan aslanla kimse boy ölçüşemiyordu. Bu korkuyla yaşamaya daha fazla katlanamayan hayvanlar toplandılar. Aralarında tartışıp aslana bir teklif sunmaya karar verdiler. Hep birlikte aslanın mağarasına giderek, Bundan sonra av peşine düşmene gerek kalmadı. İstersen her gün aramızda kura çekerek belirleyeceğimiz bir hayvan gelip öğünün olacak, dediler. Bu teklif aslanın hoşuna gider ancak o kandırılmaktan çekinir. Onlara şöyle der: Bu hoş bir öneri! Tabii sözünüzde duransanız… Şundan bundan çok hileler gördüm çünkü. Hem ben kendi yiyeceğimi kendim avlamaya alışmışım. Çakallar, tilkiler gibi başkasının getireceği lokmayı nasıl beklerim?! Hayvanlar, aslanı önerilerini kabul etmeye razı edebilmek için çok dil döktüler. Ancak aslanda onlara hemen güvenecek göz yoktu. Diretip duruyordu. Hayvanlar aslana, yaptıkları anlaşmaya uyacaklarına dair kesin bir söz verdiler. Ona “Hiç tasalanma, yiyeceğin her gün kesintisiz gelecek.” Dediler. Aslan, Eğer anlaşmayı bozarsanız hiddetimden korkun, diyerek hayvanların önerisini kabul eder. Bu anlaşmadan önce, her çekilen kura hangi hayvana hangi hayvana isabet ederse o, koşarak aslana gidiyor ve aslan da geleni afiyetle yiyordu. Günün birinde kurada tavşanın ismi çıktı. Tavşan, kendinden beklenmeyecek kadar gür bir sesle, “Artık bu zulüm yeter!” diye bağırdı. Diğer hayvanlar tavşanın tepkisine şaşırdılar. Biz bunca zamandır verdiğimiz söz uğruna canlar feda ettik. Ey inatçı, sen bizim adımızı kötüye mi çıkaracaksın? Aman dikkat et de aslan incinmesin! Haydi, yürü git, çabuk! Tavşan, Ey dostlar, Hepimizi bu aslanın çektirdiklerinden kurtarmam için bana biraz zaman tanıyın. Öyle bir çare bulacağım ki, hepimizin canı kurtulacak. Hayvanlar tavşanın bu sözleri karşısında korkuya kapılırlar. Hemen ona itiraz ederler: Ey akılsız! Bir tavşan olduğunu unutma. Koskoca aslana sen ne yapabilirsin ki?! Tavşan söylenen sözleri duymazdan gelir. Aklındaki planı uygulama konusunda diretir. Diğer hayvanlar tavşanın üstüne daha fazla gitmekten vaz geçerler. Ancak onun ne yapacağını da merak ederler. Tavşan, Her sırrın açıklanması uygun değildir. Zira iki dudağı aşan sır yayılır, diyerek düşüncelerini açıklamaktan kaçınır. Tavşan kasıtlı olarak oyalanır. Epey zaman geçtikten sonra da aslanın mağarasına doğru yola koyulur.
Filiz SOYTÜRK Aslan günlük yiyeceği geciktiği için öfkelenmiştir. Mağarasında habere dolanır, toprağı eşeleyip, kükredi: Hey Alçak! Ben ki filleri parçaladım, ben ki başka aslanların kulağını çektim! Sen nasıl olur da beni bekletmeye cesaret edersin? Sen ne akılsız bir tavşansın! Yaklaş da bir aslanın öfkesi ne demekmiş, gör! Tavşan, boynunu büküp konuşur: Büyüklük gösterip affedersen, özürüm var. Onun için geciktim. Aslan, öfkeyle söylenmeye devam eder: Ne özrü? Şahların huzuruna bu zamanda mı gelinir? Ahmağın özrünü dinlemek bile yakışmaz! Tavşan, yalvarmayı sürdürür: Dinle! Ben sabah erkenden yola düştüm. Yanımda bir başka tavşan ile buraya geliyorduk. Arkadaşlar, senin için onu bana yoldaş etmişlerdi. Arkadaşım şişmanlıkta da güzellikte de benim iki katımdı. Fakat yolda daha önce görmediğimiz bir aslan yolumuzu kesti, bize sataştı. Ben ona sana geldiğimi söyledimse de beni dinlemedi. “O da kim oluyor? Gelsin de kimin daha güçlü olduğunu görsün!” dedi. Bizi paramparça etmekle tehdit etti. O zaman, “Ne olur bizi bırak da senden ona haber götürelim!” dedim. Dileğimi, arkadaşımı yanında rehin bırakmak şartıyla kabul etti. Çok yalvarsak da hiç fayda etmedi. Yoldaşımı alıkoyup beni serbest bıraktı. Tavşan, sözlerinin etkisini arttırmak için kısa bir süre sostu. Aslan onu dikkat ve şaşkınlıkla dinliyordu. Giderek sinirlendiği de gözlerinden belliydi. Tavşan ağlamaklı, etkileyici bir ses tonuyla konuşmaya devam etti. Sana geldiğimiz yol bundan böyle o aslan tarafından kapatılmıştır. Sana günlük yiyecek lazımsa o aslandan kurtulmalısın. Aslanın aklı karışmış ve öfkelenmişti. Haydi, gel bakalım, dedi. Doğru söylüyorsan düş önüme! Onun da cezasını veririm, onun gibi yüz binlercesinin de… Ama yalan söylüyorsan eğer, çekeceğin cezayı sen düşün! Dedi. Tavşan, planını gerçekleştirmek için kılavuz gibi önüne geçti. O önde aslan arkasında önceden belirlediği bir kuyuya doğru yola çıktılar. Kuyuya yaklaşınca tavşan yavaşladı. Aslanın arksından arkasından yürümeye başladı. Aslan bağırdı: Niçin geride kaldın, öne geçsene. Tavşan: Padişahım, diye inledi. O hain beni öyle korkuttu ki dizlerim tir tir titriyor, ayaklarım geri geri gidiyor. Lütfen beni affedin. Beni öne geçirmeyin. Aslan: Söyle o hâlde nerede u canına susamış aslan parçası, diye sordu. Tavşan, eliyle işaret ederek konuştu: Bakın, o sizi hiçe sayan o haddini bilmez aslan işte şu kuyuda yaşıyor. Aslan: * Peki, dedi. Bir bak bakalım, orada mı? Tavşan, çekiniyormuş gibi davrandı. Tek başıma o kuyuya yaklaşamam. Ama beni kucağına alırsan senin yardımınla kuyuya bakabilirim. Aslan tavşanı kucağına aldı. Birlikte kuyunun ağzına kadar yaklaştılar, Aslan kuyunun ağzından bakınca, suda pırıldayan kendi yansımasını gördü. O yansımaya göre kuyunun dibinde, kucağında bir tavşanla kocaman bir aslan duruyordu! Aslan düşmanını gördüğünü sandı ve kucağındaki tavşanı kenara fırlatıp kuyunun içine atladı. Aslan bir daha o kuyudan çıkamadı. Planıyla aslandan kurtulmayı başaran tavşan, sevinçle arkadaşlarının yanına dönerek onlara bu müjdeli haberi ulaştırdı. Tavşan çözümü kendi aklınla bulup hazır yiyici aslandan böyle kurtulmuştur. Masalı da zor duruma düşenlere ibret olsun diye anlatılır. Bizim toplumda da kendilerini saraylara kapatıp ekmek elden su gölden ahkâm kesenler var. Mesela Ahmet Doğan Bulgar devletini ve Türk ve Müslümanlarımızı saraydan soyuyor. Çanağının derinliğini bilmediği bir baraj inşasından 1.250. 000 Euro (bir milyon iki yüz elli bin Euro); Avrupa’dan gelen yardım ve yatırım paralarından % 25; ona buna yaptığı işlerden % 40; adı var sapı yok dalaverelerden % 50 ve kâğıt üstü yalan işlerden de % 60’a kadar harç alıyor. Bizim “şoparı” ya Avrupa Birliği kuyusuna götürme ya da seçim sandığı içine hapsetme zamanı artık geldi. Barışçı, gürültüsüz patırtısız, Bulgar’a rezil olmadan kurtuluş yolumuz seçim sandığı olmalıdır.
14
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Türk Dünyası Sanayi ve Ticaret Koordinasyon Merkezi Açıldı Açılış töreninden görüntüler- Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın açıklamaları Türk Dünyası Sanayi ve Ticaret Koordinasyon Merkezi açıldı- Eskişehir Valisi Tuna: “Kısmet olursa bundan sonra fahri konsoloslarımızın sayısı da artacak. Açılış töreninden görüntüler- Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın açıklamaları Türk Dünyası Sanayi ve Ticaret Koordinasyon Merkezi açıldı- Eskişehir Valisi Tuna: “Kısmet olursa bundan sonra fahri konsoloslarımızın sayısı da artacak. Ülkelerin fahri konsoloslarını burada ağırlayacağız Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, “Kısmet olursa bundan sonra fahri konsoloslarımızın sayısı da artacak. Ülkelerin fahri konsoloslarını burada ağırlayacağız” dedi.Tuna, Türk Dünyası Sanayi ve Ticaret Koordinasyon Merkezi’nin açılışında yaptığı konuşmada, merkezin tüm
Türk dünyası ülkeleri için hayırlı olmasını diledi.Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı için kullanılan binanın bundan sonra iş adamlarına hizmet vereceğini dile getiren Tuna, şöyle konuştu: “Bu zamana kadar sağladığımız ilişkileri daha üst noktaya taşıyarak iş adamlarımızın birlikte iş yapmak ve bu şekilde daha da kalıcı dostluklar geliştirilmesi amacıyla çalışmalarımızı sürdürmeye devam ediyoruz. Umarım işe yarar. Kısmet olursa bundan sonra fahri konsoloslarımızın sayısı da artacak. Ülkelerin fahri konsoloslarını burada ağırlayacağız. Türk Dünyası Vakfı olarak Ajans’tan aldığımız mirası Eskişehir’in marka değerini artıracak şekilde sürdürmeye hep birlikte gayret edeceğiz.”Konuşmanın ardından protokol üyelerinin katılımıyla kurdele kesilerek binanın açılışı gerçekleştirildi.
Tika Kudüs’te 5 Evin Restorasyonunu Tamamladı
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Kudüs’ün tarihi Suriçi bölgesinde maddi imkansızlıklar nedeniyle evlerinin bakımını ve onarımını yaptıramayan 5 aileye ait evin tadilatını tamamladı. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Kudüs’ün tarihi Suriçi bölgesinde maddi imkansızlıklar nedeniyle evlerinin bakımını ve onarımını yaptıramayan 5 aileye ait evin tadilatını tamamladı. Kudüs tarihi Suriçi bölgesinde ikamet eden 5 aileye ait ev, TİKA tarafından restore edilerek sahiplerine teslim edildi. Maddi imkansızlıklar nedeniyle evlerinin bakım ve onarımını yaptıramayan ve
olumsuz koşullar altında yaşamaya devam ederek tarihi Suriçi bölgesinin Müslüman kimliğini korumaya çalışan ailelere destek olmak amacıyla 2013 yılında projelendirilmiş restorasyon çalışmaları, Kudüs genelinde mevcut engellemelere rağmen tamamlandı. Proje kapsamında tüm altyapıları yenilenerek güçlendirilen evler, iç-dış tüm dekorasyonu tamamlanarak sahiplerine teslim edildi.
Çam’ın Ahıska Türklerini ziyaretinden detaylarÇam’ın açıklamaları TİKA heyeti Gürcistan’da- TİKA Başkanı Çam ve beraberindeki heyet Ahıska Türklerini ziyaret etti TİKA Başkanı Serdar Çam, Gürcistan’da bir araya geldiği Ahıska Türklerinin sorunlarını dinledi.Çam ve beraberindeki heyet Tiflis’teki ziyaretini tamamlamasının ardından Ahıska Türklerinin yaşadığı Akhaltsikhe kentine geçerek burada bulunan bir öğrenci yurdunu ziyaret etti.Serdar Çam, burada yaptığı konuşmada, ele alacakları projelere en az gelişmişlik düzeyine öncelik verdiklerini, Ahıskalı Türklerin de bu durumda olduğunu ifade ederek, “Arıcılık, hayvancılık,
süt üretimi konusunda çeşitli çalışmaları beraberce değerlendirdik. Kadın girişimcilerin atölye kurma arzusu var, onu hızlı bir şekilde gerçekleştirme yoluna gideceğiz” diye konuştu. Gürcistan’ı zenginlikleriyle bir bütün olarak gördüklerini ifade eden Çam, herhangi bir ayrıma gitmeksizin ortak projeler geliştireceklerini kaydetti. Çam, son olarak kentteki Rabati Kalesi ile Ahmediye Cami’sini gezdi.
Tika Başkanı Çam, Ahıska Türklerini Ziyaret Etti TİKA Başkanı Serdar
Irkçılık ve Antikomünizm Arasında Bulgaristan Göçü ve Romanlar
Balkan Savaşları ve Cumhuriyet’in ilk yıllarının ardından mütemadi sınır hareketliliğin yanında üç büyük dalga halinde gerçekleşen Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göçünün 1969 ve 1989’dan önceki ilk ayağı 1950-1951 yıllarında yaşanmış, bu yıllarda 154.393 şahıs ülkeye alınıp iskân edilmişti.[1] Sol-sağ ideolojik ayrımının –örneğin milliyetçilik özelinde– muğlaklığını henüz koruduğu ama Soğuk Savaş’la birlikte antikomünist propagandanın giderek şiddetlendiği 1950’lerin başında Komünist Partisi idaresindeki Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ile yaşanan bu göç dalgası diplomatik bir krize sebep olmuş, iki devlet arasındaki tarihsel olarak değişken ilişkileri[2] olabildiğince husumet yönüne çevirmiştir. 1944 darbesinin ardından 1946’da referandumla krallığı geride bırakarak halk cumhuriyetine dönüşen Bulgaristan’da 1950’de başa gelen, “ağır bir baskı, Bulgaristan’ın sosyalist olmayan dünyadan tecridi ve ekonomi ile Bulgar hayatının daha pek çok veçhesinin Sovyetleştirilmesi”yle[3] nitelenen Çervenkov iktidarı 10 Ağustos 1950’de Türkiye’ye bir nota verdi. Bu notada Bulgaristan göç etmek isteyen Türklerin sayısının 250 binden fazla olduğu belirtiliyordu. Gerçekten de Türk azınlığı, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin etnik ve dinsel azınlıklara uyguladığı baskıların giderek artması neticesinde 1947-1948 yıllarında köy köy dilekçe hazırlayarak Bulgaristan’daki Türk makamlarına göç arzularını iletmeye, Bulgar hükümeti de rejim değişikliğinden beri ilk defa Türklere pasaport temin etmekte daha fazla kolaylık göstermeye başlamıştı.[4] Ancak Bulgaristan bu muamelelerin Türk hükümeti tarafından propaganda malzemesi olarak kullanıldığını ve Türk yetkililerinin vize vermekte güçlük çıkardığını öne sü-
rerek “Türk hükümetinin Bulgaristan’daki Türk azınlığı ve Türk milleti nezdinde yaratmak istediği husumeti protesto” etti ve Türkiye’yi sadece üç ay içerisinde 250 bin Bulgaristan Türkünü ülkeye kabul etmekle yükümlü kıldı.[5] Yoğun, hazırlıksız ve Türkiye devletince tehcir addedilen[6] bir göç akını başlatan bu notayı, Bulgaristan’ın göçü durdurduğu 30 Kasım 1951’e kadar her biri giderek daha saldırganlaşan, koşulları ve suçlamaları reddeden bir düzine kadar daha karşılıklı sözlü ve yazılı nota izledi. Dahası Türk hükümeti, Bulgar göçmenleri arasında vizesiz yahut sahte vizeli şahısların ve Romanların[7] yer alması sebebiyle, 7 Ekim 1950 ve 8 Kasım 1951 tarihlerinde olmak üzere iki defa Bulgaristan sınırını kapadı. Genel olarak Bulgaristan-Türkiye ilişkileri ve Türk göçleri, özel olarak da 1950-1951 göç dalgası hakkındaki mevcut akademik yayınlar ya bu sınır krizini geçiştirmekte yahut da dönemin resmi ve toplumsal söylemlerini tekrar ve hatta tasdik etmekten ibaret kalmaktadır.[8] Oysa dönemin gazetelerinde Bulgaristan’dan gelen Romanlar meselesi sıklıkla haber olmuş, köşe yazılarına konu edilmiş, daha önemlisi antikomünizm, milliyetçilik ve “Çingene karşıtlığı”nın (antiziganism) bir araya gelip pekiştirildiği bir odak noktası halini almıştır. Meclis tartışmalarında da gündeme gelen bu mevzunun dönemin ziyadesiyle ve alenen Çingene karşıtı olan mevzuatından ziyade antikomünist kuşkuculuğa yaslanması ise bilhassa dikkat çekicidir ve hem devletin hem de toplumun Romanlara yönelik yaygın ayrımcı ve dışlayıcı tutumuna ayna tutmaktadır.
* Sofya'da bir "Çingene mahallesi", 1915 civarı
BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 418-89-89 İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı İbrahim SOYTÜRK Genel Yayın Yönetmeni Ridvan TÜMENOĞLU Genel Yayın Müdürü Dr. Nedim BİRİNCİ
Yayın DanıSmanları:
Prof.Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Doc. Dr. Sakin ÖNER Doc. Dr. Hasine ŞEN D o c . D r. A z i z Ş A K İ R
Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:
Abidin K ARASU Av. Hasan MOLLAOĞLU Sevilcan YÜCE Hüseyin YILDIRIM Filiz SOY TÜRK Pervin MAŞAOĞLU Serkan YILDIZ M u r a t U LU T Ü R K Neriman ERALP Mesut UĞURLU
İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 418 89 89 / 511 63 47 - Fax: 0212 511 33 91
Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.
Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.
www.bulturk.net
Avusturya -Viena Almanya-Köln: Amerika-New York: Belçika-Antwerpen: İspanya-Madrid: Kazakistan İsveç
Osman BÜLBÜL Rafet DAL Alaattin Gokay Nevi BEYTULLAH Hüseyin Hasan Türkistan: Erkan Seval ÖZTÜRK
Bulgaristan - Temsilcileri Sofya:
Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:
Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ
TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU
ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa AKGÜN ist. Avcılar: Erol KETENCİ ist. Başakşehir: Aydın FİDAN ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa- Ayşe HOCAOĞLU Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER Fethiye : Fatih AKSAK
Adres: Hürriyet Mah. Şakir Kabaağaç Sk. Şebnem Apt. No:1 Süleymanpaşa Tekirdağı Emniyet Müd.Yolu
Tel: 0282 264 23 05 / Cep: 0539 329 44 36
Bulgaristan Türklerinin Sesi 15
Gazetelerde Çingeneler
Türkiyeye Girmek İsteyen Çingeneler Güney komşularımızın uyruğunda bulunan bazı Çingenelerin pasaport almak suretiyle hudutlarımıza girdikleri görüşmüştür. Alâkalılar bu hususta tedbir alarak, bu gibileri hudut dışına çıkarmaktadırlar. Milliyet, 12 Kasım 1951
çingene olan bu grup, İranda yankesicilik ve hırsızlık suçlarından birçok sâbıkaya sahip bulunmaktadırlar. Bunlar, hakiki hüviyetlerini saklamak maksadiyle memleketimize sahte isimlerle girmişlerse de, durum zabıtaca kısa zamanda tesbit olunmuş ve şehrimizde de bir takım kirli ve şüpheli işlere teşebbüs ettikleri anlaşılınca haklarında hudut dışı edilmeleri kararı verilmiştir.
DÜNYANIN EN KÜÇÜK MAYIN AVCILARI ONLAR
Kamboçya, yıllar süren iç savaştan kalma kara mayınlarını ve infilak etmeden toprağa gömülmüş diğer patlayıcıları bulup temizlemek için eğitimli sıçanları kullanacak. Dünyanın çeşitli ülkelerinde mayınlı bölgeleri temizlemek için “Afrika Dev Keseli Sıçanları”nı eğiten sivil toplum kuruluşu APOPO’nun Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü James Pursey, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kamboçya’da ilk tındaki patlayıcıları bulmaları için grup sıçanı koklayarak toprak al- eğitmeye başladıklarını belirtti.
Bulgaristan’dan Türkiye’ye destek 27 Yunan Kıptisi Hudut Dışı Ediliyor Bir müddet önce gizlice memleketimize giren Kıptiler Bursada muhtelif yerlere yerleşmişler. 27 kıpti bugün sınır dışı edilecektir. Bunlar hakkında 6 ay evvel, uygunsuz hareketlerinden ötürü, Vekiller Heyetince sınır dışı edilme kararı verilmiş ve karar infaz olunmuştur. Ancak bu kıptilerin gizlice Türk-Yunan hududunu geçerek tekrar memleketimize girdikleri ve Bursa’da yerleştikleri tesbit edilmiştir. Zabıtaca Bursa’da ikamet ettikleri mınt kalardan birer ikişer toplanmak suretiyle şehrimize getirilen kıptiler hakkındaki gerekli muamele dün akşam Emniyet Müdürlüğünün alâkalı şubesince ikmal edilmiştir. 27 kıpti bugün Edirneye sevkedilerek hudud dışı edileceklerdir. Milliyet, 17 Şubat 1956 Yugoslav Göçmenleri Sıkı Kontrol Edilecek Göçmen adı altında Çingene ve Boşnakların girmesine mâni olunacak. Dahiliye Vekâleti, bugün verdiği bir emirle, Yugoslavya’dan memleketimize gelen göçmenleri çok sıkı bir tahdide tâbi tutmuştur. Aynı emir Üsküp Başkonsolosluğuna da gönderilmiştir. Bu emrin yapılmasına sebep, göçmen adı altında, memleketimize gelen şahısların aslen Çingene, Boşnak ve Arnavut olmalarıdır. Yanlış beyan verenlere ayrıca cezalar verilecektir. Milliyet, 8 Kasım 1956
Milliyet, 15 Şubat 1957 On Kişilik Bir Çingene Ailesi Yurt Dışı Edildi Bir müddet önce İran’dan şehrimize gelmiş olan on kişilik bir çingene ailesi, zâbıta refakatinde dün akşam Suriye’ye müteveccihen yola çıkarılmışlardır. Bâzı uygunsuzlukları görülen bu aile hakkında Vekiller Heyeti, hudut dışı edilme kararı vermiştir. Milliyet, 28 Mayıs 1957 16 Iraklı Kıptî Dün Yurt Dışı Edildi 16 Iraklı kıptî dün gece hudut dışı edilmişlerdir. Bir kaç ay evvel Türkiye’ye gelen bu kıptilerin muhtelif yerlerde yankesicilik, tırnakçılık, hırsızlık gibi suçlardan sâbıkaları bulunduğu ve memleketimizde de bu çeşit faaliyetler gösterebilmek için fırsat kolladıkları tesbit edilmiştir. Türkiye’de kalmaları mahzurlu görülen bu kimseler hakkında Bakanlar Kurulu “Yurt dışı edilme” kararı vermiştir. İran, İrak ve Suriye’den geldikleri tesbit edilen ve memleketlerine gönderilmeleri kararlaştırılan 14 kıptî daha zâbıtaca aranmaktadır. Milliyet, 23 Ocak 1958
25 Kıpti Hudut Dışı Edildi Bir kaç ay önce İrandan memleketimize gelen ve Taşlıtarla mevkiine yerleştirilen İranlı 150 Turist Kıpti Kovuluyor 80 göçmenden yedisi erkek, sekizi kadın Haramidere’de, 37 çadırda kalan 150 ve onu çocuk olmak üzere 25 kişilik bir kadar İranlı turist kıpti, “tırnakçılık” yapkafile, dün akşam hudut harici edilmek tıklarından sınır dışı edilecektir. üzere İstanbuldan uzaklaştırılmışlardır. Cumhuriyet, 8 Kasım 1966 İlgililerden aldığımız bilgiye göre aslen
Bulgaristan Dışişleri Bakanı Daniel Mitov, Türkiye’nin büyük ve iyi eğitimli bir orduya sahip, güçlü bir devlet olduğunu belirterek, her türlü terörizme karşı mücadelesinde Türkiye’nin yanında olduklarını söyledi. Bulgaristan Ulusal Televizyonu’na (BNT) konuşan Mitov, NATO’dan irade desteği talep eden Türkiye’nin teröre karşılık verebilecek büyük bir potansiyeli bulunduğunu belirtti. Mitov, NATO müttefiklerinin ortaklaşa hareket etmelerini öngören Kuzey Atlantik Anlaşması’nın 5. maddesi gereği Bulgaristan’ın da Türkiye’ye destek vermeye hazır olduğunu bildirdi. Bulgaristan’ın coğrafi anlamda kriz noktaları olan Ukrayna ve DAİŞ’in arasında bulunduğunu anımsatan Mitov, ülkesinin NATO üyeliğinden ileri gelen tüm sorumluluklarını yerine getirmek zorunda olduğunu anımsattı. “Her türlü terörizme karşı mücadelesinde
Türkiye’nin yanındayız” diyen Mitov, komşu ülke Türkiye’nin NATO’dan yardım değil, sadece siyasi destek talep ettiğini vurguladı. Bulgaristan Dışişleri Bakanı, “Komşu Türkiye’ye verilecek destek DAİŞ üzerindeki baskı artırılabilecek. Yabancılar ve özellikle genç insanların bu örgüte katılımını sınırlandırabilecek. 14-15 yaşlarındaki çocukların DAİŞ gibi örgütlere kazandırılmasını engellemek zorundayız” ifadesini kullandı.
Bulgaristan’dan ağır
tBulgaristan o n aülkesindeki j l ı asfaltayolların r abozulmaç l amesir kararı a aldı.k ı s ı t l a m a
sının önüne geçmek için hava sıcaklığının 35 dereceye çıktığı günlerde, bazı saatlerde ağır tonajlı vasıtaları kısıtlıyacağını duyurdu. Bulgaristan, ülkesindeki asfalt yolların bozulmasının önüne geçmek için hava sıcaklığının 35 dereceye çıktığı günlerde, bazı saatlerde ağır tonajlı vasıtaların kara yollarını kullanmasına izin vermeyeceğini duyurdu. AA muhabirinin, Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü yetkililerinden aldığı bilgiye göre, Bulgaristan Karayolları Ajansı, 20 tonun üzerinde ağır tonajlı araçların 13.00-21.00 saatleri arasında Bulgaristan kara yollarında seyretme-
Bulgaristan Karayolları Ajansı, kararın yaz aylarında ağır taşıtların kara yoluna zarar vermesinin önlenmesi amacıyla alındığını açıkladı. Eylül ayı başına kadar sürdürülecek düzenleme çerçevesinde ağır tonajlı araçlar izin verilen saatler dışında yol kenarında bekletilecek. Bununla birlikte tehlikeli yük, çabuk bozulan gıda ürünleri ve canlı hayvan taşıyan taşıtlar bu düzenlemeden muaf tutulacak. Düzenlemenin, Bulgaristan üzerinden Avrupa’ya geçen Türk ihracat tırlarının yüklerini teslim tarihlerinde kısmi aksamalara neden olması bekleniyor.
Bulgaristan-Türkiye sınırında yangın Bulgaristan-Türkiye sınırına yakın Elhovo’ya bağlı Vılça Polyana köyünde çıkan orman yangınının kontrol altına alındığı bildirildi. İtfaiye Genel Müdürü Baş Komiser Nikolay Nikolov, gazetecilere yaptığı açıklamada, sınıra yakın bölgede 4 kilometrelik bir alana yayılan yangının Türkiye’ye doğru yayılmasının engellendiğini bildirdi. Köydeki bazı çiftlik binaları ve iki evin kullanılamaz hale geldiğini kaydeden Nikolov, Elhovo’ya bağlı Ağa Bayır bölgesinde de daha küçük çaplı başka bir yangınla mücadelenin sürdüğünü, son iki haftadır çıkan çok sayıdaki yangın nedeniyle itfaiye ekiplerinin yoğun bir tempoda çalıştıkları-
nı söyledi. “Her gün 200’e yakın yangınla mücadele veriyoruz” diyen Nikolov, aşırı sıcak hava ve sürekli yön değiştiren rüzgarın söndürme çalışmalarını güçleştirdiğini belirtti. Nikolov, yangınların başlıca nedenini “sorumsuzluk” olarak açıkladı ve eğlence amaçlı havai fişekler yakan, ışıklı balonlar uçuranların sorumsuzluğunun yangınlara yol açabileceği uyarısında bulundu.
1913 Sofya
Meclis emeklilik yaşını kabul etti Aylık Siyasi Aktüel Gazete
Emeklilik yaşının artışı 2017 senesinde başlayacak ve 2037 yılına kadar 65 yaşa erişmiş olacak.
Parlamento Sosyal Güvenlik Kodundaki değişiklikleri kabul etti. En önemli değişikliklerden biri üçüncü iş kategorisinde erkeklerin çalışma stajı 40 kadınların ise 37 yıl olmak üzere emeklilik yaşının 65 e kadar artması. Emeklilik yaşının artışı 2017 senesinde başlayacak ve 2037 yılına kadar 65 yaşa erişmiş olacak. Erkekler arasında 65 yaşında emekli olacaklar 1964 doğumlu olanlar kadınlar ara-
sında ise 1972 doğumlular. Bazı insanlar yeterince sene çalışmadıkları için,yani 15 senenin üstünde, onlarında emeklilik yaşlarında 2029 senesinde 67 yaşa kadar artış olacak. Şu anda emeklilik hakkına kadınlarda 60 yaşını 10 ay geçmiş ve 35 sene 2 ay çalışmış erkeklerde ise 63 yaşını 10 ay geçmiş ve 38 sene 2 ay çalışmış insanlar sahip.
“Bulgaristan göçmenleri, Türkiye ve Bulgaristan arasında köprü rölünü görüyor”
Bursa Büyükeşehir Belediye Başkanı sayın Recep Altepe, Bulgaristan Ulusal Radyosu Türkçe Yayınlar Ekibinin “Bulgaristan göçmenlerin Bursa’nın tarihi, kültürü, ekonomisindeki rölü nedir ve Bulgaristan-Türkiye arasındaki ilişkilerin durumunu değerlendirebilir misiniz?” şeklindeki sorusuna şu cevabı verdi: “Bulgaristan, Türkiye ile kardeş, ğu ülkeler arasında başta Bulgaristan dost, akrabadır. İki ülke arasında yoğun geliyor dedi ve devam etti…” ilişkiler var ve en sıcak ilişkilerin oldu-
Başkan Karaosmanoğlu, “Bizim Öz Evlatlarımızsınız” Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, Bulgaristan’dan gelen 2. Gençlik Kampı’na katılan gençlerin gala gecesine katıldı. Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, Bulgaristan’dan gelen 2. Gençlik Kampı’na katılan gençlerin gala gecesine katıldı. Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin «2. Kocaeli Balkan Gençlik Kampı’nda düzenlenen gala gecesini izledi. Sekapark 2. Etap içerisinde bulunan Balkan Evi bahçesinde düzenlenen Gala gecesi Bulgaristan’ın 7 ayrı bölgesinden 77 öğrenci, Balkan Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Dr. Bayram Çola-
koğlu, dernek yetkilileri ile KocaeliBüyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun katılımıyla gerçekleşti. Bulgaristan’ın yedi ayrı bölgesinden gelen gençlere dönük konuşan Başkan Karaosmanoğlu, «Hepimiz aynı gönül dünyamızın insanıyız ve gençleriyiz. Sizler evlatlarımız kardeşlerimizsiniz. Tarihin acımasızlığı aramıza sınırlar koymuş olabilir ama biz kardeşiz. Türkiye’de sizleri misafir etmek büyük bir onurdur. Burada sizlerin de gördüğünüz gibi Balkan Evimiz var. Kültürümüzü, dinimizi, dilimizi ve bizi biz yapan değerlerimizle, Balkanlarda yaşanan zulümleri unutmama adına çok çalışmalıyız «dedi.
S o z o p o l y a k ı n d a n A n t i k Varna limanına Açıkhava Yaz Sineması Y u n a n g e m i s i b u l u n d u kuruldutik Yunan gemisi bulundu
Sozopol yakınında Sveti İvan adası sularında su altı turları yapan bir dalgıç antik bir Yunan gemisi buldu.Gemide kil ve seramik kısımlarının iyi korunmuş olmasından dolayı, Karadeniz’de M.Ö. 6. asır eski Yunan işgalinin ilk yıllarına ait olduğu tahmin ediliyor. Gemi içindeki yük de ilginç- kalker, kireçten dikdörtgen taşlar var. Milli Tarih Müzesi Müdürü Bojidar Dimitrov, antik Apoloniya (şimdiki Sozopol’un antik ismi) tam böyle taşlardan kurulduğunu öne sürdü. Şimdiye kadar bu kireç yapıların Karadeniz’in Kuzey kıyılarında Balçık’tan getirilmiş olduğu düşünülse de, bulgu sayesinde malzeme ve taşların Ege denizinden gelen gemilerle getirdi-
Cezaya çarptırılan ilk Bulgar yargıç hapisaneye giriyor
Şumen eski savcısı Rumen Penev Yüksek Temyiz Mahkemesi tarafından çarptırıldığı üç senelik cezasını çekmek üzere, hapisaneye giriyor. Ekim 2011 yılında belge sahteciliği ve dolandırıcılıkla suçlanan bir avukattan 13 000 avro değerinde rüşvet aldığı için hakkında soruşturma açıldı ve yargılanarak bu cezaya çarptırıldı. Penev yolsuzluk nedeni ile ilk mahküm edilen Bulgar yargıc. Rumen Penev üç senelik cezasını ilk olarak genel rejimi olan bir hapisane pansiyonunda çekecek.
liği sonucuna varıldı. Ege’den gelen gemiler, bu taşları getiriyor, Apolonya’da onları yerli halka satarak, dönüşte bu toprakalrdan ekin, buğday ve kereste aldıkları tahmin ediliyor. Geminin turizm açısından da önemi olacak, çünkü bu dalgıç severler için atraksyon olarak kullanılabilir.
Karadeniz İncisi Varna’da “Limanda yaz sineması” girişimi başlatıldı. Deniz Bahçesi parkı ve kordon boyuna daha fazla sinemaseveri bir araya getirmek amacıyla, açıkhava yaz sinema sahnesi açıldı. İlk gösteri 4 Ağustos’ta saat 21’de gerçekleşti. Yüzlerce Bulgar ve yabancı konuk parkta sinema seyretti. Diğer gösterimler, 18 ve 25 Ağustos ile 1 Eylül tarihlerinde olacak. Hava durumu müsait olursa, yaz sineması Eylül de devam edecek. 7/4 metre çapında büyük beyaz ekran, en yüksek teknolojiyle sinema severlere bu zevki
yaşatacak. Yaz sinemasında gösterilecek filmlerden bazıları Bulgar “Sıdilişteto” ve “Vyara, lubov, uiski” filmleri, ABD ve İngiliz ortak yapımı “Ironclad”, “Üç silahşor” filmi ve Alman ile İspanya ortak yapımı “Akraba bağları”. Sevda Dükkanci
Osmanlı Ocakları
Bulgaristan Türklerinden sorumlu
K a d i r C A N P O L AT
Türkiye Başkanı olarak Rafet ULUTÜRK atandı.
Genel Başkanı
Görevi verdi
Osmanlı Ocakları GÖREVLERİ
1. Bulgaristan’da Osmanlı Medeniyetini yaşamak ve yaşatmak için çalışmalar düzenlemek. 2. Çifte vatandaşlarımız olan Bulga-
ristan Türklerinin hem ülkemizde hemde Bulgaristan’da demokratik haklarını gözeterek yapılacak olan seçim veya referandumlarda Osmanlı torunlarının demokratik haklarını gözeterek yardımcı olup yol göstermek.
3. Bulgaristan’da ki Osmanlı eserlerimizin önce tespiti daha sonra bakım, onarım ve Osmanlı devletine hukuki anlamda kazandırılmasının sağlanması. 4. Türkiye’de bulunan Bulgaristan Türk-
lerinin tespiti sağlamak ve Osmanlı Ocakları çatı altında temel hak ve hürriyetlerini gözletmek. olarak belirlendi. Hhayırlı olsun.
Genel Başkan Sn. A. Kadir CANPOLAT Rafet ULUTÜRK’e görevi verirken