1
Editörden: Bu dergi Total Warcılar olarak çıkardığımız üçüncü, "Tarih Dediğin" Adıyla çıkardığımız 2. sayı. Yazılar ve tasarımın iyi olması için fazlaca çabaladığımız için dergiyi geciktirmek durumunda kaldık bunun için özürlerimizi sunarız.
Tarih, Roma, Medeniyet, uygarlık ve Kozmosun derinliklerinde yatan bilimler fizik kimya astronomi alt başlıklar ve daha fazlası bir çok makale ve medya hepsi sanal kütüphanenizde, sadece bir tık uzağınızda Romanın ihtişamına geliniz ve sizler de bir senatör olunuz. http://kozmosungenetigi.wordpress.com
Bu sayımızda konuları geniş yelpazede ele almayı tercih ettik herhangi bir konu kısıtlamamız olmadı o yüzden tüm okuyuculara hitap eden yazılar olacaktır, umarım sizleri memnun eden bir iş ortaya çıkarmışızdır. Okuyan herkese teşekkürler.
Editörler: Ertuğrul Keskin Buğrahan Yılmaz
İÇİNDEKİLER Total War Hakkında her şey: Turnuvalar, Sefer Paylaşımları veçok daha fazlası Total Warcılar Ailesinde gelin ve bu ailenin bir üyesi olun. Facebook Grup, Facebook Sayfa ,Instagram, Steam Grubu, Twitter, Youtube, Blog
2
Kanatlı Hussarlar.....................................3
Kitap İncelemesi: "Dahi Diktatör"...........8
Eski Amerika Uygarlıkları: "Aztekler"...10
Ne Olacak Bu İrlanda'nın Hali................14
Selçuklu: "Askeri Düzen".......................16 Total Warcılar Blog: Total War Mod incelemeleri, rehberler, testler hepsi bu blogda katılın ve ailemizin genişlemesine yardımcı olun. Oyuncular, Total Warcıların tüm oyunları için açtığı grubu. Yakında kullanıma girecek forumu ile daha da büyük hedefler peşinde. Tarihçiler, Tarih grubu ve onun bünyesinde işlev gören Tarihçi sayfasıyla tarihe en iyi şekilde hizmet etmeyi amaçlıyoruz.
Cengiz Han: "Ordunun Yeniden
Canlandırılması".....................................19
Etrüskler Türk mü?.................................22
“Sultan II. Osman 1621 yılında yaptığı Hotin Seferi’nde büyük bir başarıya imza atmış ve Polonya topraklarının içlerine kadar girip Lehistan’ı Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası haline getirmiştir.” Daha önce tarih kitaplarında böyle bir şey okudunuz mu? Ya da “ 1683’te büyük bir ordu hazırlayıp sefere çıkan Kara Mustafa Leh ve Avusturya ordularını büyük bir mağlubiyete uğratmış ve Viyana’yı ele geçirmiştir.” İkisini de okumadınız. Eğer bunların hiçbirini okumadıysanız bunun en büyük nedeni Lehistan-Litvanya Birliği’nin efsane askeri birliği Kanatlı Hussarlardır. Hüssarlar aslında Macar kökenli bir birliktir. Efsane haline gelip ün salmaları ise Lehistan’da olacaktır. “Hussar” ismi ise Macarca 20 yani “husz” kelimesinden türemiştir. 16. yüzyılda, Macar kralı Mathias Corvinus, her bir yirmi evden vergi alarak bir hussar askerinin bakımının karşılanmasını emretmiştir. Böylece tarihin ilk Hussar birliği oluşmuştur. Macaristan’da ortaya çıkan Hussar süvarileri hafif teçhizatlı hafif süvarilerdir. İlk kez Mathias Corvinus tarafından oluşturulmuştur ve düzenli olarak ilk kez Osmanlı İmparatorluğu’na karşı 1485’te kullanılmışlardır ve başarılı oldukları görülmüştür. Daha sonra ise Macar ordusunda yayılacak ve Hagsburg İmparatorları tarafından kiralanacak ve Avrupa’ya yayılacaktır. Lehistan-Litvanya Birliği Hussar adlı birlikle ilk kez 1500 yılında Sırp kiralık askerler sayesinde tanışmıştır. Bu Sırplar ileriki dönemlerde Lehistan’ın yerlileri haline gelmiş ve Hussar birliği Polonya’da da yayılmıştır. Polonya’da da gittikçe yayılan bu hafif süvariler 16. Yy’da metal zırhlar, tahta kalkanlar kullanmaya başlayarak ağır süvarilere benzemeye başlamışlardır. 1570’lerde tahtta kalmış Polonya kralı Stefan Bathory ise ordusunda yaptığı reformlarla Hussar isimli hafif süvarilerini geliştirerek ağır süvari ve “Kanatlı Hussar” haline getirmiştir. Bu reformlar sonucunda Danzig İsyanı’nda, Lubieszów Muharebesi’nde bu Hussarlar büyük bir galibiyet almış ve Kanatlı Hussarların altın çağı başlamıştır. Kanatlı Hussarlar Stefan Bathory’nin reformları sonucu Polonya’da çok önemli bir konuma gelmiş ve Lehistan adına birçok muharebe kazanmıştır. Şimdi gelin bu muharebelere bir göz atalım.
3
Kanatlı Hussarların Kazandığı Muharebeler Lubieszów Muharebesi(1577): Polonya’da meclis tarafından Stefan Bathory kral olarak seçilmiştir. Lakin Danzig şehrinde yoğunlaşan bir grup isyancı bu seçimi kabul etmez ve otoriteye başkaldırır. Daha sonra isyancılar ve otorite arasında bir dizi çatışma meydana gelir ve iki taraftan da birer ordu Lubieszów mevkilerinde karşılaşır. Krallığın 2500 kişilik küçük ordusunun başında Hetman Jan Zborowski vardır. Bu 2500 kişilik ordunun 1500’ünü ise Kanatlı Hussarlar oluşturmaktadır. İsyancıların ise bu sayı karşısında 800’ü süvari olmak üzere 12000 kişilik bir ordusu vardır. Bu ordu içerisinde kiralık Landsknechtler ve Reiterler de bulunmaktaydı. Savaş krallığın piyade hücumuyla başladı. Başta isyancılar bu hücuma karşı koyamasa da sonradan durumu düzeltmiştir. Lakin Krallık ordusu buna karşılık süvari avantajını kullanacak ve isyancı ordusunu dağıtacak, 5000 ölü ve 4500 esirlik kayıp verdirtecektir. Krallık ordusu ise sadece 88 ölü ve 100 kayıpla bu savaşı atlatacaktır. Byczyna Muharebesi(1588): 1587-1588 Polonya Veraset Savaşı sırasında Polonya tahtında hak iddia eden Avusturya Arşidükü III. Maximilian ile III. Sigismund’un emrindeki Hetman Jan Zamoyski arasında gerçekleşen bir muharebedir. Günümüz Polonyası sınırları içinde bulunan Byczyna mevkilerinde gerçekleşen savaşa 6000 Leh, 6500 Alman asker katılmıştır. Savaş Lehler tarafından kazanılmış ve Polonya tahtı III. Sigismund’un olmuştur. Kokenhausen Muharebesi(1601): 1600-1611 Lehistan-İsveç Savaşı dahilinde yapılan ve Leh kuvvetler tarafından kazanılmış bir muharebe. Muharebe 2700’ü Kanatlı Hussar yani süvari olmak üzere 3000 kişi ve 9 toptan oluşan Leh kuvvetleri ile 4000’i süvari toplam 5000 kişi ve 17 toptan oluşan İsveç kuvvetleri arasında meydana gelmiş ve muharebeyi 100-200 kayıba karşı 2000-3000 kayıp verdiren Leh kuvvetleri kazanmıştır. Kircholm Muharebesi(1605): Yine 1600-1611 Lehistan-İsveç Savaşı dahilinde yapılan bir muharebe. Jan Karol Chodkiewicz komutasındaki 2600 süvarili, 5 toplu toplam 3600 kişilik Leh ordusu; dönemin İsveç Kralı XI. Charles komutası altındaki 11 toplu, 8400 süvarili toplam 11000 kişilik olmasına rağmen uzun bir yol gelip ki bu yolda yağmur tarafından yumuşatılan toprak yüzünden yorulmuş atlara ve süvarilere sahip İsveç ordusunu büyük bir mağlubiyete uğratmıştır. Klushino Muharebesi(1610): 1605- 1618 Lehistan-Rusya Savaşı’nın en önemli muharebesidir. Muharebe Hetman Stanisław Żółkiewski komutasındaki 2 toplu 6500 kişilik Leh ordusu ile 30000’i Rus kuvveti, 5000’i kiralık olmak üzere 11 toplu 35000 kişilik Prince Dmitry Shuisky komutasındaki Rus ordusu arasında gerçekleşmiştir. Muharebe Leh kuvvetlerindeki Kanatlı Hussarlar sayesinde Lehler lehine sonuçlanmış ve bu muharebe sonunda Lehleri durdurabilecek bir Rus kuvveti kalmamış, Lehler 2 yıl boyunca Moskova’yı işgal etmiş, Leh prensi IV. Wladslaw Rus Çarı ilan edilmiştir. Lehlerin Moskova’yı ele geçirişi ve Rus Çarlığı’nın yıkılma tehlikesi ayrıca Prens ve Köle adlı filmde bile ana konu olmuştur. Hotin Muharebesi(1621): II. Osman’ın Polonya topraklarını ele geçirmesine engel olan büyük muharebe. 1620-1621 Osmanlı-Lehistan Savaşı sırasında Genç Osman 120000-150000 kişilik dev bir orduyla Polonya topraklarına girmiş ve Boğdan sınırları içinde Lehler tarafından ele geçirilmiş olan Hotin kalesini kuşatmıştır. Bunun üzerine Hetman Jan Karol Chodkiewicz 25000 kişilik bir orduyla yola çıkmış - bu orduya Leh prensi Wladslaw da dahildir - yolda ise bu orduya 60000 kişilik Kozak ordusu da dahil olmuştur. Leh ve Osmanlı orduları Hotin mevkilerinde karşılaşmış ve 2 Eylül’den 9 Ekim’e kadar süren savaşta galip gelen taraf Leh ordusu olmuştur. Bu savaşta Lehler 14000 kayıp verirken Osmanlı güçleri 40000 kayıp vermek zorunda kalmış ve geri çekilmiştir. Martynów Muharebesi(1624): Temir Han 1624 baharında Lehistan’a karşı bir yağma hareketine girişir. Yağma hareketi sırasında ise karşısında Stanislaw Koniecpolski’nin 5000 kişilik ordusuyla karşılaşır. Bu 5000 kişi 600 Kanatlı Hussar, 1350 düzenli Kozak, 650 ek Kozak süvarileri, 1450 diğer hafif süvariler, 350 piyade, 450 soyludan oluşmaktaydı. Hanın ise 15000 kişilik bir ordusu vardı. Yağma hareketini durduran Stanislaw Koniecpolski Han’ın ordusunu büyük bir bozguna uğratmıştır. Bu zafer Lehlerin Kırım Hanlığı’na karşı kazandığı en büyük zaferdir.
4
Trzciana Muharebesi(1629): 1626–29 Lehistan-İsveç Savaşı dahilinde olan ve Leh zaferiyle sonuçlanmış bir muharebe. Muharebe’ye Stanislaw Koniecpolski komutasında1500 Kanatlı Hussar, 1000 Leh hafif süvari; Hans Georg komutasında 2000 Alman Reiter Lehistan tarafında; II. Gustav komutasında 6800-7000 kişi ve 18 parça toptan oluşan İsveç ordusu katılmıştır. Ochmatów Muharebesi(1644): Kırım Tatarları Togay Bey komutası altında yine bir yağma hareketine girişmişti. Bunu haber alan Büyük Hetman Stanislaw Koniecpolski kuvvetlerini toplayarak harekete geçer. Elinde 19000 civarı kuvvet bulunduran Koniecpolski karşısında da benzer büyüklükte bir ordu bulur. Togay Bey Leh ordusundan büyük bir orduya sahip olduğu için zaferden emindir. Muharebenin başında Tatar kuvvetleri Lehleri zor durumda bırakmış lakin sonradan Jeremi Wiśniowiecki’nin kuvvetlerinin yetişip hücuma kalkmasıyla Tatar kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu zafer sonucu Koniecpolski’nin ünü tüm Polonya topraklarında yayılacaktır. Berestechko Muharebesi(1651): 17. Yy’ın en büyük meydan muharebelerinden biridir. Hmelnitski İsyanı’nın bir parçası ve sonucu belirleyici bir muharebedir. Leh Kuvvetleri Kral II. Jan Kasimir komutası altında 17000’i süvari 16000’i kiralık asker olmak üzere 80000 kişiden oluşuyordu. Buna karşın Kozak kuvvetleri Bogdan Hmielnitski komutasında 200000 kişiden oluşuyordu(Sayı tartışmalıdır). Bunun yanında 33000 kişilik Togay Bey komutası altında Tatarlar da Kozaklar yanında savaşmıştı. Savaşın ilk günü Pancerni birlikleriyle güçlendirilmiş bir grup Kanatlı Hussar Tatar kuvvetlerine hücuma kalkmış ve mağlup etmiştir. Savaşın ikinci günü Leh kuvvetleri ilk günkü zafer sonucu cesaretlenmiş ve tüm süvarilerini Tatar kuvvetlerini tam bir bozguna uğratmak için sağ kanadında toplamıştı. Bunun üzerine desteksiz kalan Leh piyadesi üzerine hücuma kalkan Tatar süvarileri Lehlere ağır kayıplar verdirse de net bir zafer alamamıştır. Bu hücumda Togay Bey ve kardeşi Mehmet Giray da ölmüştür. Diğer gün Leh topçusunun başarılı atışları üzerine Tatar kuvvetleri afallamaya, Wisniowiecki’ nin büyük süvari hücumu sonucu da Kozak kuvvetleri kamplara doğru geri çekilir. Geri çekilen kuvvetler Lehler tarafından kuşatılır. 28 Haziran’da başlayan bu büyük savaş 10 Temmuz’da kesin ve destansı Leh zaferiyle sonuçlanır. Bila Tserkva Muharebesi(1651): Yine Berestechko zaferiyle aynı yıl ve aynı taraflar arasında yapılan ve Leh kuvvetleri tarafından kazanılan muharebe. Berestechko Zaferi sonrası Prens Janusz Radziwill Kiev şehrini ele geçirir. Elinde ise 12000 kişilik bir kuvvet vardır. Bunun üzerine Hmielnitski Kiev’e doğru Tatar destekli 50000 kişilik bir orduyla yürür. Bila Tserkva’da karşılaşan iki ordu 2 gün çarpışır ve zafer Lehlerin olur. Bu muharebe sonrası iki taraf arasında Bila Tserkva Antlaşması imzalanacaktır. Chudnov Muharebesi(1660): Hmielnistki İsyanı’nın da etkisiyle çıkan 1654-1667 Rusya-Lehistan Savaşı sırasında Leh galibiyetiyle sonuçlanmış bir muharebe. 28000 kişilik Leh kuvvetlerinin yanında 12000 Tatar müttefik kuvvet de çarpışmıştır. Buna karşın Rusların 15000 kişilik ordusu ve yanında Hmielnitski komutasında 20000 kişilik Kozak kuvvet vardır. Hotin Muharebesi(1673): 1672-1674 Osmanlı-Lehistan Savaşı sırasında meydana gelen bir muharebe. Senato tarafından Kral seçilen Jan Sobieski ile Hüseyin Paşa arasında gerçekleşmiştir. 30000 Leh kuvvetine karşı 35000 kişi ve 120 toptan oluşan Türk ordusu savaşmış ve Türk ordusu 30000 asker ve 120 top kayıpla büyük bir bozguna uğramıştır. Lwów Muharebesi(1675): Yine 1672-74 Osmanlı-Lehistan Savaşı’nın bir parçası olan muharebe. 6000 kişiden oluşan ve Jan Sobieski komutası altında bulunan Leh ordusu Şişman İbrahim Paşa komutasındaki 20000 Osmanlı kuvvetini büyük bir bozguna uğratmıştır. Viyana(Kahlenberg) Muharebesi(II. Viyana Kuşatması)(1683): Sadrazam Kara Mustafa Paşa Tökeli İmre’nin yardım talebini bahane ederek Vasvar Antlaşması’nı ihlal ederek 150000 kişilik büyük bir orduyla Viyana yolunu tutar. Tüm Avrupa bu haberle çalkalanmaktadır. Arşidüklük ise yalnız başına bu saldırıya karşı koyacak durumda değildir, hatta Kutsal Roma İmparatorluğu karşı koyacak durumda değildir çünkü 30 Yıl Savaşları’yla büyük bir şekilde
5
yıpranmışlardır. Bunun üzerine müttefik arayışına giren İmparator Leopold, Türklerle uzun süredir çarpışan Leh Kral Jan Sobieski ile ittifak kurar. Türk kuvvetleri Viyana’ya ulaşmış ve kuşatmaya başlamıştır. Kara Mustafa şehrin teslim olmasını beklemekte ve yavaş davranmaktadır. Buna karşı çıkan İbrahim Paşa ve Kırım Hanı Murad Giray’la sert bir şekilde tartışacak ve bu ona ilerde pahalıya patlayacaktır. Çünkü müttefik Lehistan ordusu 30000 kişilik bir kuvvetle harekete geçmiştir. 20000 kişilik Viyana garnizonu da direniştedir. 30000 kişilik Leh kuvvetleri müttefik Haçlılarla birleşip 60000 kişi haline gelecek ve Türk ordusuna saldıracaktır. Türk ordusu ise Murat Giray’dan medet ummaktadır lakin Murat Giray Leh kuvvetlerini durdurmamıştır. Bunun üzerine iki ateş arasında kalan Türk ordusu büyük bir hezimete uğrayarak geri çekilecektir. Yukarıdaki muharebeler Kanatlı Hussarların katılmış olup kazandıkları destansı zaferlerdir. Daha sayısız zaferlere sahiptir Kanatlı Hussarlar. Öyle ki 120 yıl boyunca katıldıkları hiçbir savaştan mağlup ayrılmayacaklardır. Peki nedir Kanatlı Hussarları bu kadar güçlü ve özel kılan? Cevabı belli: Zırhları, aldıkları eğitim, kullandıkları silahlar ve atları. Gelin şimdi Kanatlı Hussarların ekipmanına bir göz atalım.
Kanatlı Hussarların Ekipmanı Kanatlı Hussarların ana ofansif silahı “Kopia” adı verilen mızraklardır. Polonya’da kullanılan kopialar Avrupa’nın çoğunda kullanılanlardan biraz farklıdır. Lehlerin kullandıkları kopialar standart kopialardan daha uzundur. Bu uzunluk 4.5-6 metre arası değişmektedir. Kanatlı Hussarlar dışında bu kadar uzun mızraklara sahip olan hiçbir birlik yoktur. Bu, Kanatlı Hussarlara büyük bir avantaj sağlamaktadır. Kopia adlı mızrakların sapı ahşaptan ucu ise çelikten yapılmaktadır. Bu mızraklar süvarinin mızrağı tuttuğu kısmın altında “Galka” adlı bir ahşap topa da sahiptir. Kopia adlı bu mızrakların uç kısmının alt kısmında ise ufak flamalar mevcuttur. Bu flamalar ise farklı farklı şeyleri simgelemektedir. Kanatlı Hussarlarda bu flamaların rengi kırmızı-beyazdır. Üzerlerinde ise Lehistan’ı simgeleyen çift başlı kartal, haç gibi semboller mevcuttur. Ayrı olarak Kanatlı Hussarlar Türklere ve Tatarlara karşı “Kopijka” adlı 3-3.5 m uzunluğundaki mızrakları da kullanmışlardır. Kanatlı Hussarların taşıdıkları kılıçlar kişiden kişiye değişirdi. Kimisi tek kılıç kimisi çift kılıç bulundururdu envanterinde. Kullanılan kılıçlara gelirsek “Koncerz” adlı 1.3 m uzunluğundaki düz kılıçlar, “Palasz” adlı düz kılıçlar ve en önemlisi “Szabla” isimli sabre tipi süvari kılıçları taşırlardı. Bu kılıçlardan en kullanışlı olan ve en çok kullanılan kılıç Szabla adlı kılıçtır. Bazı Hussarlar yanlarında kılıç ve mızrak dışında ek ekipmanlar da taşırdı. “Nadziak” tipi süvari çekiçleri ve baltaları bunlardan birisidir. Kanatlı Hussarlar bir ağır süvari kimliğine bürünmüş olsalar da ateşli silahlar da kullanırlardı. Hatta bazen iki adet piştov taşıdıkları bile olurdu. Erken dönemde envanterinde piştov bulunduran Kanatlı Hussarlar gelecek dönemde karabinalar ve arkebüzlerden de nasiplenecektir. Ateşli silahlar dışında da menzilli silahlar kullanan Kanatlı Hussarlar Tatar ve Türk tipi yaylar da kullanmışlardır. Hele de düzenli ve zırhlı Kozak birlikleri olan Pancernilerin Kanatlı Hussarlara dönüştürüldüğü 17.
6
Yy’ın ortalarında bu silahlar Kanatlı Hussarlar arasında yayılmıştır. Çünkü Pancerni Süvarilerinin ana silahı olarak yay ve ok yayılmıştı. Kanatlı Hussarların kullandığı zırh miğfer dışında özgün bir zırhtır. Kullanılan miğferler ise Türklerin “Şişak” tipi miğferlerinden örnek alınarak tasarlanmış hatta Lehçeye bu isim “Szyszak” olarak geçmiştir. Çelikten yapılan bu miğfer kafayı, enseyi yüzü ve kulakları kaplamaktadır. Altın süsleme ve işlemeleriyle çok da güzel bir görünüme ulaşan bu miğferler yıllarca Kanatlı Hussarların en önemli parçalarından olacaktır. Kanatlı Hussarların zırhının en önemli parçası olan göğüs zırhıdır. Genel olarak Avrupa şövalyeleri, erken dönem Cuirassierleri tarafından giyilen ağır zırha benzese de bu zırh Kanatlı Hussarlarda ayırt edilir derecede farklılaşmıştır. Gorget adı verilen, boynun altını ve göğsün üst kısmını kaplayan bölüme de sahip olan bu zırh, Cuirass adı verilen göğüs zırhına da sahiptir. Göğüs zırhı ve Gorget dışında bu zırhın özel olarak omuzları, kolları da koruyan kısımları vardır. Şimdiye kadar anlattığım kısmıyla tamamen bir Avrupa zırhı kimliğinde görünen Hussar zırhını klasik Avrupa zırhlarından ayırt eden şey ise altın süslemeleri ve işlemeleridir. Hussar zırhları kol, omuz, göğüs dahil her yerlerinde özel olarak altın işlemelere ve süslere sahipti. Özel olarak göğüslerinde, Gorgetlerinde ve bazen omuzlarında Hristiyanlıkla ilgili Mesih, Kutsal Bakire, Haç gibi altından özel sembolleri de taşırlardı. Her ne kadar bir ağır süvari kimliği çizse de Kanatlı Hussarlar’ın zırhları genelde 15 kg civarıydı, yani aşırı ağır değil hatta hafifti bile. Bu ise Kanatlı Hussarlara büyük bir hız ve manevra avantajı sağlamaktaydı. Bu avantajı hızlı süvarilere sahip Tatarlara karşı daha da artırmak için bazen zincir zırh da kullandıkları oluyordu. Bacakları da çelik zırhla kaplı Kanatlı Hussarlar bazen üzerlerinde düşmana korku vermek amaçlı leopar, kaplan ya da aslan gibi hayvanların kürklerini ve en önemlisi de kanatlar bulundururlardı. Bu kanatlar genelde çelik ya da tahta bir iskelete dizilmiş kuş tüylerinden oluşmaktaydı. Sırtlarındaki kanatlar ve genelde omuzlarında bulunan hayvan kürkleriyle Kanatlı Hussarlar düşmanlarına karşı psikolojik baskı kurmayı çok iyi başarmışlardır.
Kanatlı Hussarların Askeri Taktikleri Döneminde Dünyanın en kaliteli süvari birliği olan Kanatlı Hussarlar genel olarak belirli taktiklerle çarpışmışlardır. Genel taktikleri kitlesel, birleşik ve düzenli bir şekilde süvari hücumu yapmaktır. Kanatlı Hussarlar atları özel yetiştirilen ve coğrafyası dolayısıyla Avrupa’nın en iyi atları oldukları için ve zırhları özenle hareketi engellemeyecek şekilde yapıldığı için çok hızlı süvari hücumları yapabiliyorlardı. Kanatlı Hussarlar hızlı ve yetenekli atları sayesinde çok hızlı ve harika manevra kabiliyetine de sahiplerdi. Uzun mızrakları, çok hızlı ani süvari hücumları sayesinde düşman piyadesi ve hatta süvarisi üzerinde domino etkisi yaratabiliyorlardı. Bu ise verilen hasarı kat kat artırabiliyordu. Süvari hücumu dışında menzilli mücadele de edebilen Kanatlı Hussarlar hızlı doldurulabilen piştovları ve manevra kabiliyeti yüksek atlarıyla vur-kaç gibi taktikler de uygulayabiliyorlardı. Hatta süvari mücadelesiyle ünlü Tatarlar bile Leh süvarilerinin bu taktiklerine karşı koyamıyordu.
7
“Akıl bizim için ne kadar önemli? Peki ya Atatürk?” Atatürk bizim için önemli. Celâl Şengör’ün kaleminden çıkan bu kitap, aslen bir jeolog olan Şengör’ün Atatürk’ü bir bilim adamıymışçasına inceleyerek yazdığı bir tarih kitabı. Evet! Tarih… Jeoloji, Tarih. Çok alakasız değil mi? Niye diye sormak burada normaldir. Ancak Şengör Tarih açısından çok okuduğundan mütevellit belki de bazı Tarihçilerimizden daha çok "Tarihçi". Atatürk’ün “Ne emri var, ne doktrini. Sadece 1 emri var. ‘aklını kullan’ “ şeklinde tanımlayan bu kitap, doktrini1 olmadığını da sunduğu bir anı ile kanıtlıyor. Atatürk’e bir itiraz geliyor. “Bu partinin doktrini yok!” Cevap ise Şu; “Doktrin hareketi dondurur.” Atatürk’ü bilim insanı olarak tanımladıktan sonra onun bilim yöntemini şöyle özetliyor; 1. Önce karşısındaki sorunu tanımak 2. Kendisinden önce denenen veya bahsedilen çözümlerin yanlışlık sebeplerini teşhis etmek. 3. Sorunun veya sorunların çözümü veya çözümleri için uygun varsayım önerleri üretmeye 4. Kendi önerilerini en sert şekilde tenkit etmek. 5. Başarısız varsayımları elemek ve yeni varsayım üretmek. 6. Bu yeni varsayımı diğer gözlemler ışığında incelemek. Bu doğa bilimlerinin yöntemidir. Ancak doğa bilimleri yöntemi olduğu gösterdiği sırada Atatürk işini çoktan bitirmişti2 Atatürk’ün bilimsel yöntemini çeşitli şeyler ile açıkladıktan sonra Kitap Atatürk’ün “diktatörlüğünü” kanıtlamaya soyunuyor diyebiliriz. Uzun uzun kanıtlar eşliğinde bu “diktatörlüğü” kanıtlamaya çalışıyor. Kitap çıktığı vakit, ismi dolayısı ile yerden yere vuruldu. Bunun sebebini de açıklayarak ilerliyor kitap. Atatürk’ün diktalığını Hitler diktatörlüğü olmadığın belirtmek gerek. Hitler diktalığı “Ben istiyorum! Bu
1 2
Öğreti, Parti programı Sayfa 27
8
doğrudur.” Şeklindedir. Atatürk’ünki ise bundan çok farklı olarak “Efendiler ben böyle üşünüyorum. Peki siz ne düşünüyorsunuz?” Demekte. Atatürk’ün diktatörlüğünü anlamak için kelimenin kökenine inmek gerekiyor. Diktatör, “Tüm yetkileri kendisi üzerinde toplayan kişi” anlamına geliyor. Atatürk’ün bunu yaptığı gayet nettir. Ancak Atatürk Hitler’in aksine dâhidir ve diktatörlüğü ülkenin önünü açmıştır. Ancak bu diktatör özelliği köprülü ile tartışmalarına yol açmıştır. Çünkü köprülü “Diktatörler ile bilim olmaz” görüşünde idi. Kitap Atatürk’ün devrimlerin ve devrimlerinin mantığını açıklayarak sürerken kitabın sonuna geliyoruz. Sonunda yer alan şu cümle ise artık “genç” sayılamayacak cumhuriyetimizin önünde olacak ve bizi aydınlatacak formülü açıkça beliriyor.
“İşimiz, Atatürk’ün yaptıklarını ezberlemek değildir. Onun akılcılığını ezberlemektir.” 3
9
4
3 4
Sayfa 133 Atatürk’ün az bilinen fotoğrafı
Aztekler 13-16. yüzyılda imparatorlukla gelişen ve büyüyen bir Mezoamerika halkı olarak bilinir. Diğer Amerika kavimleri gibi o zamanlardaki bilinen dünyanın teknolojik olarak genel olarak gerisindeydi.Örneğin tekerleği asla icat edemediler. Fakat tıp tarım astronomi gibi alanlarda pek geri sayılmazdı. Kendi takvimlerini yapmayı başarmışlar, zamanından daha farklı ve gelişmiş su üzerinde dahi kullanılabilen tarım teknikleri geliştirmişler, kendilerine has tıp teknikleri uygulamışlardır. Ayrıca devasa ve mükemmel bir başkent olan Tenochtitlan etrafına toplanmışlardır.
Aztekler ve Tarım
10
Aztekler tarımda hayli ileriydi. Golün üstüne kurulu başkentleri Tenochtitlan'da su üzerinde tarım yapmaktaydılar. Dünyada daha önce eşi benzeri görülmemiş bir tarım tekniğine sahiptiler: chinampa.
Bu sistem aşağıdaki resimde de görüldüğü gibi etkisiz alanların tarım arazileştirme şeklindedir. Bu usulle verimsiz bataklıklarda ve gölün üstünde dahi tarım yapılabiliyordu.
BONUS: Çikolata , patates ve domates Azteklerden insanlığa armağan edilmiştir. Aztekler keşfedilene dek bunlar ya bilinmiyor ya da zehirli sanılıyordu.
Çikolata: chokla'tl Domates: tomatl Patates: potatl (Aztek dilinde)
Aztek ve Askeriye
11
Aztekler hiçbir zaman demir ve çelik kullanmadı. (Coğrafya bunun en büyük gerekçesidir.) Bu da İspanyolların askeri olarak onlardan kat kat üstün olmalarına, ve hatta İspanyol çelik zırhlarından korkmalarına sebep oldu.
Savaş kostümü olarak yırtıcı hayvanları kullanırlardı. Askerler de böyle sınıflandırılırdı. Kurt, puma, jaguar gibi...
Savaş Aletleri
Menzilli olarak yay ve ok, sling (Total War'daki sapan) ve atlatl kullanırlardı. Yakın dövüşte ise keskin tahtadan sopalar, obsidyenden veya taştan yapılmış kılıç ve mizraklar kullanırlardı. Atlatl: Atlatl bir Aztek menzil savaş aletidir. Mızrak fırlatmaya yarayan bir basit mekanizmaydı.
AZTEKLERİN ÇÖKÜŞÜ Aztekler İspanyol kaşif Hernan Cortes, namı diğer Kasap Kortes, ve İspanyol conquistadorları (fatihleri) tarafından yapılan istilalar ve yayılan salgın hastalıklar sonucu yok olmaya yüz tutmuştur. Cortes, Azteklerin can düşmanı Tlaxkcalalılarla La Malinche’nin aracılığı sayesinde bir olup Azteklerin devasa başkenti Tenochtitlan’ı kuşatmış, sonucunda şehri yerle bir etmiştir. Büyük başkent Tenochtitlan'ın 200.000 nüfusla o dönemin en kalabalık kenti olduğu düşünülüyor. Halkın çok büyük kısmı katlediliyor, bir kısmı köle yapılıyordu. Tenochtitlan’ın üzerine kurulduğu Texcoco gölü şu an kurumuş durumda ve bu kez Meksika’ya başkentlik yapmakta.
Tenochtitlan İşgali
12
Türkiye'de PKK terörünün çözümü gündeme geldiğinde referans olarak akla ilk IRA geliyor. İrlanda Cumhuriyet Ordusu yıllarca Birleşik Krallık'ın başını en çok ağrıtan sorunların kaynağı olmuştu. Kuzey İrlanda Sorunu şimdilik çözümlenmiş de olsa halen İrlanda'ya bağlanma olasılıkları bir referanduma bakıyor. Bu sorunun nasıl çözüldüğüne geçmeden önce Kuzey İrlanda'yı, sorunu ve IRA'yı biraz yakından tanımakta yarar var diye düşünüyorum. 16. yüzyılda İngiltere'nin kontrolüne giren İrlanda adası Britanya adaları arasında tutuculuğuyla ön plana çıkıyor. İngiltere ve İskoçya'nın mezhep değiştirmesine karşın Katolik inancını muhafaza eden İrlandalılar için sorun böyle başlıyor. Adanın kontrolünü ele geçiren İngilizler özellikle Ulster bölgesinde halkı Protestanlaştırma başladı. Ulster bölgesi Kuzey İrlanda'nın bulunduğu coğrafi bölgenin adı. Günümüzde 1.8 milyon nüfusa sahip Kuzey İrlanda'da halkın %42'si Protestan, %41'i Katolik mezhebine bağlı. Geçmiş yıllarda Protestanların oranı %50'yi geçiyordu. Ancak zamanla dinsiz kitlenin arttığı görülmektedir. 300 yıldan fazladır adayı idare eden İngilizlere ilk darbe 1916 yılında IRA'nın kurulmasıyla atılıyor. Silahlı mücadele Birinci Dünya Savaşı'nın da verdiği etkiyle başarıya ulaşıyor ve 1922'de adanın güneyinde İrlanda Cumhuriyeti kuruluyor. Ulster bölgesi (Kuzey İrlanda) ise Birleşik Krallık yönetimine bağlı kalıyor. Ancak 1960'lı yıllarda sorun tekrar günışığına çıkıyor. Kuzeyde yaşayan Katolik İrlandalılar İrlanda'ya bağlanmak için IRA'yı yeniden kuruyor. Birleşik Krallık'tan yana olan Protestanlar ise Gönüllü Ulster Güçleri adlı grup kuruyor. Aynı zamanda İngiliz ordusunun da IRA'yı hedef alması sıcak çatışma sürecini başlatıyor. 1970'lerde IRA'nın saldırılarını artırarak İngiliz kentlerini hedef alması gerilimin zirvesi olarak tanımlanabilir. 1981'e gelindiğinde ise trajik bir olay çatışma sürecine damgasını vuruyor. Kuzey İrlanda'dan bağımsız milletvekili seçilerek parlamentoya giren Bobby Sands'in cezaevinde açlık grevindeyken ölümü ülkeyi derinden sarsıyor. Bu ölüm IRA'nın siyasal sürece dahil oluşunu da Ulster Bölgesi
13
hızlandırıyor ve parti olarak Sinn Fein kuruluyor. Böylelikle Türkiye'de PKK-HDP ikilisi gibi Birleşik Krallık'ta da IRA-Sinn Fein ikilisi sürece dahil oluyor. Ancak dönemin Başbakanı Thatcher sürecin işlemesi için silahların susması şartını ortaya koyuyor. Thatcher'ın bu şartı sürecin başlamasını engelliyor. Görevden ayrıldığı 1990 yılından sonra ise yeni bir süreç başlıyor. İşçi Partisi'nden Tony Blair'in 1997'de başbakan olması süreci kökten değiştirmiştir. Blair, önceki başbakanların aksine herhangi bir ön şart koymadan süreci devam ettiriyor. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın da desteği ile 1998'de Kuzey İrlanda Anlaşması ile IRA silah bırakmaya razı oluyor. Ayrıca anlaşmaya göre 1972'de kapatılan Kuzey İrlanda Parlamentosu da açılmış oldu.
14 Anlaşmanın imzalanmasında en kritik olay ise Birleşik Krallık'ın kabul ettiği referandum maddesi. Bu maddeye göre Kuzey İrlanda dilerse bir referandum ile İrlanda Cumhuriyeti'ne katılabilmektedir. Geçtiğimiz haziran ayında yapılan Brexit Referandumu'nda Birleşik Krallık %52 ile AB'den ayrılma kararı almış ancak Kuzey İrlanda'da AB yanlıları çoğunluk oluşturmuştu. İrlanda Cumhuriyeti ise bildiğimiz üzere AB'de. Artık Kuzey İrlanda'da referandum sesinin yükselmesi için bir neden daha var. Ancak Birleşik Krallık yavru vatan gözüyle baktığı, uğruna canlar verdiği Kuzey İrlanda'yı bırakmamakta kararlı. Kuzey İrlanda Sorunu bağımsız bir Kuzey İrlanda ile değil de İrlanda'ya bağlanarak ya da Birleşik Krallık'a bağlı kalmaya devam ederek çözüleceği kesin gibi... İrlanda Cumhuriyeti Bayrağı
Selçuklu kökeni Oğuz Türkleri’nin büyük bir kolu olan Kınık Boyu’undan gelmektedir. Selçuklular Anadolu Selçuklu ve Büyük Selçuklu olmak üzere ikiye ayrılır ve 11-14. yüzyılları sırasında Orta Asya’nın bir bölümü ve Orta Doğu’ya sözünü geçirmiştir. Selçuklu Devleti Orta Doğuda 300 yıl boyunca devletler kurmuş ve büyük bir tarihin yazılması için zemini hazırlamıştır. Büyük Selçuklu Devleti,Selçuklu adıyla kurulan devletlerin en büyüğüdür ve bu devlet ,Anadolu Selçuklu,Kirman Selçukluları, Horasan Selçukluları, Suriye Selçukluları ve Irak Selçukluları devletleri olarak beşe ayrılmıştır. Devlet ismini kuran Selçuk Bey’den almıştır. Göçebe Türk’ler için ırmak ve bozkır çok önemli bir yer arz ediyordu bu yüzden Hazar Deniz’inin doğusu ve Aral Gölü’nün arasında Kınık Boyu kurulmuş ve tarih bir kez daha Türkleri baş rol yapmak için hazırlanmıştır. Selçuklu Devleti’nin 17 tane beyi olmasına rağmen 9-17. Beyler seferlerini İran’ın batısına yöneltmiş ve Irak Selçuklu olarak anılmıştır. Türk Ordusu yıllar boyunca Asya’da Çin Seddi’nden Sibirya Steplerine kadar uzanan bir orduya sahipti. Bildiğimiz gibi onluk sistemi Türkler bulmuş ve bunu önemli ölçüde kullanmıştır. Yıllar boyuncuda büyük Türk Komutanları çıkmıştır tarih sahnesine. Selçukluda bildiğimiz 10’dalık sisteme devam etmiştir.
Selçuklu Devletinin sınırları 1040-1308
Yıldırma ve yıpratma taktiği, geri çekilme (sahte ricat, çevirme, turan), pusu kurarak imha etme taktiği ve gerilla taktiği en çok uygulanan taktiklerdi. Orduyu başka kılıklara sokarak düşman ülkesinden geçirme ve düşman ordusunu arkadan dolanma gibi özel taktikler de uygulanmaktaydı. Çin kaynaklarına göre Türk Ordusunu üstün kılan taraf atlıları ve okçularıydı.
15
Daha çok ahşap kalkan yarı demir yarı deri zırha sahip olan Selçuklu birlikleri.
Selçuklu Okçusu (en sağdaki), Selçuklu Savaşçısı (en soldaki), Kuman Savaşçısı (en üstteki)
Not: Kumanlar Doğu Avrupa’da yaşamış bir Türk Boyudur.Tarihte Kıpçaklarla aynı birlik içinde bulunmuş ve aynı şekilde anılmıştır.
16
Selçuklu Devleti süvari birlikleri
Gulam Askerler: Selçuklu çağı dünya ordularına bakıldığında, bu dönemde İslam dünyasında "memluk" adı verilen köle ve "gulam" adı verilen gençoğlan askerlerinin yaygınlaştığını söyleyebiliriz. Bizans ise büyük oranda soydaşı olmayanlardan ücretli asker olarak faydalanmaktaydı. Bizans bir büyük "Kapıkulu" ve "gulaman" sınıfı teşekkül ettirememiştir. Gerçekten askeri bir yapılanmaya sahip bir imparatorluk için o devirde en büyük eksiklerden biri budur. Küçük yaşlarda saraya alınarak eğitilen hükümdarın şahsına bağlı askerlerdi. Bu askerler içerisinde "halka-i has (Dergah) " adı verilen bir grup vardı ki, hükümdarın şahsi hizmetinden hiç ayrılmazlardı. Gulaman-ı Has adı verilen diğer bir sınıf asker daha vardı. İbn Bibi'nin anlattığına göre bazı durumlarda gulam sınıfından askerler bir komutan emrinde tali seferlere de gönderilebilmektedir. Kapıkulu askerleri arasında "Mülazıman-ı Yayak" adı verilen hükümdarın çadırını bekleyen askerler vardı. Bunlar silahsız askerler olup, gerektiğinde silahlandırılırlardı. İkta Askerleri (Tımarlı Sipahiler): Türkiye Selçuklu ordusunun en önemli kaynaklarından biri ikta sistemi idi. Bu sisteme göre ikta sahibi olan beyler ve ileri gelen devlet erkanı belli sayıda ikta askeri beslemekle yükümlü idi. Bu
askerlerde "ocakzade" usulüyle babadan oğula mesleklerini devretmekteydiler. Sefer zamanında belli merkezlerde "Subaşı" adı verilen komutanlarının emrinde toplanırlardı.Subaşılar bulundukları vilayetin asayiş ve emniyetinden de sorumlu kişilerdi. Tımarlı sipahilerden ellisi bir müfreze teşkil eder, başlarındaki komutana "ellibaşı" denirdi, subaşılar "emir sipehsalar" veya "serleşker" adı verilen mıntıka komutanlarına bağlı bulunmaktaydılar. Türkiye Selçukluları ülkesi "uç" vilayetleri hariç olmak üzere birtakım "serleşkerlik" adı verilen askeri birimlere ayrılmıştı. Amasya, Antalya, Malatya, Erzurum, Erzincan, Ladik ve Ahlat bunların en önemlileriydi. Tımarlı sipahiler içerisinde tecrübeli, yaşlı kişilerin görüşlerine de başvurulurdu. Uç Askerleri: Türkiye Selçuklularında uç teşkilatının başında "Uç Beylerbeyi" bulunmaktaydı. Bu kimseye "sahib-i etrak" da denmekteydi. Kastamonu uç bölgesinde Hüsameddin Çoban Bey bulunuyordu. Ankara-Eskişehir-Kütahya hattı uç beylerbeyi ise Seyfeddin Kızıl bulunmaktaydı. Sadece bunların isimlerini belirtmek dahi fethettikleri bölgeler dikkate alındığında uç askerlerinin önemi açısından yeterlidir. Türkiye Selçuklu Devleti'nin inhitat devirlerinde bu uç beyleri bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Aşiret Kuvvetleri: Sınırlara yakın bölgelere doğu bölgelerden gelen Türkmen ahali yerleştirilmekte idi. Bu iskan politikasının da bir parçası idi. Bir nevi akıncı Türkmen birlikleri denilebilecek olan bu birlikler savaş zamanları dışında da düşman sınırlarını ihlal etmekte, bu yüzden Selçuklu sultanını zor durumlarda bırakmaktaydılar. Deniz Kıvvetleri: Şimdiye kadar olan Türk tarihi sürecinde ordu denince akla hep kara ordusu getirilmelidir. Türkiye Selçukluları Dönemi'nde ülkenin denizlere ulaşması ve liman şehirlere hakim olmasıyla donanma kaçınılmaz bir ihtiyaç oldu. Anadolu'nun üç tarafının denizlerle çevrili olması Türkiye Selçuklu sultanları ve Beyliklerin savunma stratejilerini de değiştirdi. 1080'li yıllarda vaktiyle Bizans sarayında üst düzey bir komutan olmayı başarmış olan Türk Beyi Çaka'nın kaçarak İzmir ve yöresini ele geçirip donanmasıyla Bizans'a bağlı adaları vurmaya başlaması Türklerin donanma ile savaşlarının ilk örnekleri olarak gösterilebilir.
Ordunun Mevcudu Muhakkak ki Türkiye Selçuklu ordusunun başlangıçtan sonuna kadar standart bir sayısı yoktu. Devletin gücüne ve nüfuzuna göre asker sayısı da değişmekteydi. Selçuklu süvarisi hazırlanıp Kösedağ Savaşı'na çıktığında kapıkulu askerleri hariç olmak üzere 80 bin süvariye sahipti. 1277'de Pervane Muinüddin'in idamından sonra Moğol baskısının artmasıyla Selçuklu ordusu zayıflamıştır. Türkiye Selçuklu ordu teşkilatı her ne kadar ananevi Orta Asya Türk ordu anlayışını devam ettirse de, köklü Bizans askeri geleneğinden de faydalandığı söylenebilir. Özellikle denizcilik sahasında bu etkilenme daha bariz olarak ortaya çıkmıştır. Moğol istilasına karşı Türkiye Selçukluları kale ve şehir savunma tertibatına önem vermiştir.
Orduda Teçhizat ve Düzen Orduda en çok kullanılan ulaşım aracı at idi. Türk tarihinde savaşlarda hızlı hareketiyle büyük görevler üstlenmiş olan at bir kültür haline gelmiştir. Türk kültüründe bir "at kültürü" başlı başına bir mevzudur. Orta Asya'dan itibaren bir Türk at tipi ortaya çıkmıştı. Bu tip atın kulaklarının küçük ve sağrısının (yan omuz tarafı) kuvvetli olması ve dayanıklı olması temel özelliğidir. Askeri değeri çok büyük olan atın sivil hayatta da geniş bir kullanım alanı olduğunu biliyoruz. Türk devletleri İçerisinde Gazneliler at dışında fili de ordu da kullanmıştır. Timur da fili ordusunda kullanan bir Türk hükümdarıdır. Türkiye Selçuklu ordusu Haçlılarla savaşırken zırhları çok güçlü olan şövalyelere karşı hafif silahlarıyla mücadele etmekte oldukça zorlandı. Bu durumda zamanla Türkler de zırhı öğrendiler ve kullanmaya başladılar. Fakat yine de hafif teçhizata sahip Türk atlılarının attıkları oklar Bizans zırhlarını delmekteydi.
17
Cengiz Han’ın kurduğu ve bir düzene soktuğu Moğol Ordusu diğer Moğol ordularının daha etkiliydi. Ordu Modern yaşam biçimi belirlerdi 14 yaşına basan erkeklerin askerlik yapma zorunluluğu getirilmiş buna karşılık doktorlar ölü gömücüler veya rahipler bunun dışında bırakılmıştı. Sefer zamanı ilan edildiği an erkekler sürülerini bırakıp yanlarına 4-5 at alır ve bağlı oldukları bölüğe gitmeleri gerekirdi. Sadece erkekler içerisinde değil kadınların ve çocuklarının da onları izlemesi beklenen bir durumdu eğer ordu uzak bir yere sefere gidecekse aileler sürülerini de yanlarına alıyorlardı. Orduya katılanlar askeri kampın belirli standartlar içerisinde ve disipline göre düzenlendiğini görür ve böylece doktorun çadırını ya da kendilerini bekleyen silahlarını alacakları cephaneliklerin yerini hiçbir zaman karıştırmaz ve silahlarını aldıkları an birliklerine gidiyorlardı. Bu birliklerden bahsetmek gerekirse Orduda en küçük birim on kişiden oluşan Arban'dı on Arban ya da 100 kişiden oluşan Cangun on Cangun ya da 1000 askerden oluşan Mingan ya da on Mingan 10.000 kişiden ise tümen oluşmaktaydı bu birliklerin düzenini ise Yurtçu adı verilen karargah subayları sağlardı. Asker teçhizatlarının standartsa uygun olmasından sorumluydu ve düzenli olarak Yurtçu adı verilen subaylar tarafından denetlenirdi, askeri teçhizat o kadar önemliydi ki ilgi göstermemenin cezası birlikten eve gönderilmekti bu günümüz için kulağa pek ceza gibi gelmese de o dönem için büyük bir cezaydı. Askerin giysileri Çinlilerden öğrenilen ve o dönemin önemli bir yeniliği olan ipekli iç gömleğiyle başlıyordu asker okla yaralanacak kadar şanssız olsa bile üst zırhı delen ok sıkı dokunmuş ipeği delmesi zordu. Okun vücuda girdiğini düşünelim Vücuda giren ok çıkartılırken yara daha da büyürdü buna karşılık okun ucunu kavrayan İpek sayesinde bu işlem kolaylaşıyordu. Yaranın çevresindeki kumaşı yavaşça çeken doktor veya asker okun
18
ucunu döndürüp yarayı büyütmeden oku çıkartabiliyordu. Bu ipek gömleğin üzerine bir entari giyilmekteydi, eğer ki askerin bölüğü ağır süvari ise zırhı zincir zırh ve pul biçiminde zırhla kaplı deriden yapılmış göğüslük tamamlıyordu. Her bir askerin sazdan örülmüş ve deri kaplı bir kalkan ve rütbesine göre Demir veya deri miğferi vardı. Silah olarak iki bileşik yap ve en az 70 okun yanında hafif süvariler kısa kılıcı iki yada üç kargısı vardı ordunun bir diğer bölümünü oluşturan ağır süvarilerde ise Cenk Baltasıyla topuz ya da pala ve 4 metrelik mızrak kuşanırlardı.
Ordu anında oluşacak bir sefer için önceden hazırlıklı olurdu ve bu durumda Yurtçulara büyük önem düşerdi. Moğol ve Türk siyasi hayatına önemle kazınmış Atlar ise bu durumda giysi, su şişesi, tencere, okları sivriltmek için ise eğe iğne, iplik erzak olarak kurutulmuş et ve diğer gerekli malzemeler taşınırdı ayrıca sığır işkembesinden yapılan eyer su geçirmediği ve suda batmadığından nehirleri aşarken orduya yardımcı oluyordu. Cengiz Han’ın yetiştirdiği önemli bir kurum olan Göçer atlıların en sevdiği spor olan avcılığı askeri bir talime dönüştürmekti. Kurt, yaban domuzu ve yahut coğrafyaya uygun olarak geyik avına çıkınca çalışmanın ve bir bütünün parçası olarak hareket etmenin önemini ve erdemini adeta askerlerin beyinlerine kazınıyordu.
Av talimleri kış mevsiminde yapılır ve 3 ay sürerdi bu 3 ay boyunca bütün askerler katılır talim yapan birliğin hacmine göre değişik teknikler uygulanırdı .Küçük bir grup Hilal şeklinde çeşitli noktalara sağılırdı dikkatle düzenlenmiş hamlelerle avları en avantajlı noktaya doğru sürerlerdi. Bazen avlanacak hayvanların üç ila 8 ata saldırmasına izin de verilirdi onlar dört nala koşarak hayvanları tuzakla doğru çekerlerdi hile kullanımı Moğollar adına standart bir taktik haline gelmişti ve tekrar tekrar başarıyla kullanılırdı Avrupa seferini hatırlayacak olursanız aklınıza gelecektir. Av istenilen noktaya getirilince daire halinde bekleyen askerler olsun darbeyi vurmak üzere yaklaşırlardı Başka bir yöntem ise tümenin tamamını başlangıç noktası olarak kabul ederek 130 kilometreyi bulan bir çizgi üzerine yerleştirmekti, işaret verildiği an tam teçhizat hazır olan askerler atlarını kilometrelerce uzaktaki bitiş çizgisine doğru ağır ağır sürerlerdi. Bitiş çizgi genellikle han ve yanındakilerin bu harekatı izleyebileceği yer olarak bulunurdu. Süvariler yola çıkınca bitişe varana dek gecen günler boyunca rastladıkları hayvanları yanlarına alarak ilerlerdi buraya parantez açıp günümüze gelirsek bu sporun bir benzeri bugün Moğolistan’da Naadam adı verilen Festivaller de hala uygulanmaktadır. Bu festivallerde gelenek olarak Moğol becerilerini sergileyen okçuluk binicilik ve ölümüne güreş turnuvaları yapılmakta Yuan Yuan’lardan bu yana bir olduğumuz bu halk ile bir çok töremiz yönümüz benzer gerek sosyolojik gerekse yaşam biçimi olarak ve bizlerin de Türk halkı olarak bu tür etkinliklere önem vermemiz gerekir. Bu turnuvalara yaklaşık 500 binici katılır ve en az 30 kilometrelik yarış ağır bir yürüyüş ile başlar bitişe yaklaşıldıkça atlar dört nala koşar.Av sırasında biniciler bitiş çizgisine yaklaştıkça Kabala’lar ortadaki kuvvetlerden daha hızlı gider ve büyükçe bir çember oluşturarak yüzlerce kilometre sürdükleri hayvanların çevresini sararlardı.
19
Yürüyüş sırasında hayvanları öldürmek yasaktı buna karşılık binicinin hayvanın kaçmasına izin vermesi ise büyük bir ayıptı. talim boyunca askerlerin ardı sıra gelen subaylar yani Yurtçular emirler yağdırarak askerlerin hareketlerini düzene sokarlardı, muazzam bir disiplin ve alt üst ilişkili gerekirdi. Moğollar, meşaleler, bayraklar uzak mesafelerden haber taşıyan atlılar, son derece etkili ve aynı şekilde güvenilir bir işaretleme sistemi de uygulamıştı. Savaş meydanlarında taşıdıkları büyük avantaj işte bu güvenilir ve etkili iletişim sistemini oluşturmuştu. Bu sayede tüm Moğol birlikleri birbirleriyle sürekli iletişimde bulunduğu gibi olağanüstü bu iletişim ile tek bir komutan denetimi de sağlanmıştı örnek vermek gerekirse Çin seferi bizler için iyi bir örnek olur. Dikkatle hazırlanmış av koreografisinin sonunda askerler bireysel dövüş becerilerini sergileme fırsatı verilirdi. kanarlar birleşip çember daralınca Han seyir noktasından aşağıya iner ve avlamak istediği hayvanı seçerdi kuşku olmaksızın biraz tedirgin olurdu Hakan çünkü bütün becerilerini tüm Ordu önünde sergilerdi Hakan avını bitirip tepeye çıkınca sıra askerlere gelir ve bütün askerler teker teker kılıç ok veya mızrak ile becerilerini Yurtçularına sergilerdi. Bir çok asker elinde tek bir hançer ile boğuşmayı yeğliyordu buna karşılık kudurmuş kurt sürülerinin askerleri parçalamaları ender bir durum değildi, avın sona ermesi ise şöyle gerçekleşirdi askerlerden en yaşlılar veya en genç olanlar Hakan’dan geriye kalan hayvanların bağışlanmasını dilerdi bu dilek kabul edilince avda biterdi. Yazdığım talimler veya benzerleri Moğollar tarafından 13. Yüzyıl içerisinde büyük bir yenilik sayılacak kadar profesyonel bir orduyu yetiştirip sürdürmelerine yardımcı olmuştu. Bütün Moğol savaşçıları at binme. Okçuluk. Kılıç kullanmada uzmanlaştığı gibi disiplin, koordinasyon ve itaatin önemini de en iyi şekilde kazanırlardı gerçi savaş meydanlarındaki taktikleri diğer göçer kavimlerden farklı değildi (Türk Cermen…) ama stratejik özgünlük ve cesaret açısından bir şaheser haline geldi. Ordunun Avları kovalama biçimleri düşmanı kovalama biçimlerine dönüştü ve komutanlar kısa sürelerde düşmanı şaşkınlığa uğratacak stratejiler geliştirir oldular Cengiz han’ın yönetiminde ise böylece eşi bulunmayan Modern bir süvari ordusu yetiştirilmiş oldu Medya görüntüleri için bana yardımcı olan Türkü Debreli’ye teşekkürlerimi sunarım.
20
Günümüzde "Etrüskler Türk mü?"sorunsalı bulunmaktadır hala.Bir taraf "Etrüskler Türk’tür." derken diğer taraf ise "Etrüskler Türk değildir." diye tartışmaktadırlar. Bu sorunsalı çözmek için bu yazıyı hazırladım. Bu yazıyı hazırlarken konuyu gerçekçi ve nesnel bir biçimde değerlendirdim. Şimdiden iyi okumalar!
TARİHİ BULGULAR VE GEN ARAŞTIRMALARI Atatürk’ün yönlendirmesiyle çıkan ve amacı ulusal bir tarih yaratmak olan Türk Tarih Tezine göre Etrüskler Türk olarak görülür. [Tarih 1, 1932] [T.T.A.H. , 1930] "Tarihin Babası" olarak anılan Herodot eserinde Etrüskler için şöyle bahseder: “…Manes’in oğlu Atys’in krallığı zamanında Lydia’da çok korkunç bir açlık hüküm sürmüştü… Kral halkı iki gruba ayırmış ve kur’a ile, bir grup kalıp öteki grubun göç etmesini kararlaştırmıştı. Lydia’da kalanlara kendi, göç edenlere de oğlu Tyrrhenos kumanda edecekti. Kur’a çekildikten sonra bir kısım Lydialılar İzmir kıyılarına gittiler ve orada gemiler inşa ederek hayatlarını kazanmak için bir yurt bulmak üzere denize açıldılar. Bir çok ülkeden geçtikten sonra, İtalya’nın kuzeyindeki Umbriya bölgesine geldiler ve buraya yerleştiler…” [Herodot, 1973, bet 43] Türk Tarihinin Ana Hatları adlı yapıtta Etrüskler’in göçü için şunu söylemekte: ”Doriler istilâsından sonra bunlardan bir kısmı İtalya’ya göç etmişlerdir.Dorilerin istilâsı, milâttan 1200 sene evveldi.Dorilerin baskıları karşısında Etrüskler, ihtimal evvelâ Anadolu’ya geçtiler ve oradan küçük guruplar halinde İtalya’ya hicrete başladılar, sahillere çıktılar.” [T.T.A.H, 1930, bet 318] Bundan sonraki gidişat şöyledir: ”Ondan sonra dahile girdiler.Kampanyada methal olarak Kapu (Capoue) şehrini yaptılar.Fakat,asıl isimlerine izafe edilen Etrürye de yerleştiler. Bu mıntıka, o esnada Ombrilerin elinde idi.Gelenlerin medenî seviyeleri daha yüksek idi.Fakat, denizden azar azar geldikleri için istilâ çabuk olmadı. Omberiler yavaş yavaş Apenin dağlarına çekildiler.Bundan sonra Etrüsk şehirleri meydana gelmeyebaşladı.” [T.T.A.H, 1930]
Bir kurama göre Etrüskler,Truva Savaşı’ndan sonra arta kalan Truvalıların Sakalarla birleşmesi sonunda ortaya çıkan Tursaka kavminin bir devamıdır.[Memiş, 2007, bet 107-112] Ayrıca tarihin çeşitli dönemlerinde Etrüsklere verilen adlar arasında Türk, Asena, Tarhan, Turs, Turk, Turia, Turksu gibi adlar olmuştur. [Mutlu, 2007, bet 121-122]
21
Etrüsklerin Türk olduğunu güçlendiren kanıtlardan biride Kazıbilimsel bulgulardır.Bu bulgular üzerinden yani sanatsal eşyalardan yola çıkarak Etrüskler ile Türklerin benzerlikleri görülmektedir. [Ayda, 1974] Birkaç örnek verelim:
Kapitolin Kurdu,Musei Capitolini, Rome, Italy
gibi bir çok benzerlikler vardır.Dişi Kurt motifi,çift başlı kartal,fiziksel özellikler,sanatsal benzerlikler bunların birkaçıdır.[Memiş, 2007,bet 110-111] Zaten bilindiği üzerine kalıtım uzmanı Prof.Dr.Alberto Piazza tarafından araştırmada Etrüsklerin Anadolu’dan göç ettiği kanıtlanmıştı.Ancak bu Etrüskleri, Türk yapmaz. Piazza daha sonra şu açıklamada bulunmuştur: “Özellikle Etrüsklerin yoğun yapılandığı ve yaşadığı Siena’ya bağlı Murlo kasabasında yaşayanların DNA testlerinin sonuçlarına göre kanlarında normal bir İtalyan’dan çok Türk kökenlilerin kine benzer kanların bulunduğuna rastladık. Bu bakımdan tezimizin yüzde yüz olmasa bile buna yakın doğru olduğuna inanmaktayız.” Bu açıklama da, Türk kökenlilerin kine benzer kanların bulunduğuna rastladık. diye söz geçmektedir.Bu sadece Türkiye’de yaşayan kişiler ile akraba olduklarını kanıtlar. Hiçbir biçimde bu açıklama Etrüsklerin, Türk olduğunu kanıtlamaz.Ancak bu araştırma sadece Etrüsklerin, Anadolu’dan geldiğini söyler. Ancak İtalya’da Ferrara Üniversitesi’nde Dipt. Biolog. Guido Barbujani ve ekibi tarafından yapılan son gen araştırmasında, gerçekten de Etrüskler’in Anadolu’dan göç eden Turani bir topluluk olduğu kanıtlanmıştır. [”Etrüskler Türktür” (Ferrara Üniversitesi Genetik Analiz Raporu) Töre Dergisi, S.2005/2]
Yani son yapılan gen araştırmaları Etrüsklerin Turani bir kavim olduğunu söyler.
DİL VE YAZI Ön Türk Tarihçisi Sinan Meydan kitabında Etrüsklerin, Türk kökenli olduğunu detaylı bir şekilde açıklamaktadır.Meydan bu iddiayı güçlendirmek için Etrüsk Abecesinin Ön-Türk kökenli olduğunu söyler.[Meydan, 2014,bet 456-459] Bazı araştırmacı ve bilim adamları Etrüsk dilinin Türkçe ile benzer olduğunu söyler.Atatürk dönemi okutulmuş Tarih 1 kitabında Etrüsk dilinin Hint-Avrupa Dili olmadığını söyler. [Tarih 1, 1932, bet 262(?)] İsmail Doğan bir araştırma yazısında Etrüsk Abecesi ile Orhun Abecesinin benzerliklerini ortaya koymuştur: [Doğan, 2007,bet 171]
22
10 işaretin hem ses hem de şekil olarak benzer görülüyor. 4 işaretin ise şekil olarak benzer ancak ses olarak farklıdır. Doğan, ”Bir yazı sisteminde bu kadar çok benzerlik tesadüf değildir.Bunlar, her iki yazının da kaynağının aynı olduğunun göstergesidir.” demektedir. [Doğan, 2007,bet 171] Yani bu benzerliklerin tesadüf olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca, ”Etrüsk ve Türk yazısının şekil ve ses benzerlikleri dikkate alındığında aynı kaynaklı yazı olduğu açıkça görülmektedir…Etrüskler kullandıkları bu yazıyı muhtemelen Anadolu’da bulundukları sırada öğrenip göçleriyle birlikte Avrupa’ya da öğretmişlerdir.” diyerek Etrüsk run yazısı ile Orhun run yazısının ‘akraba’ olduklarını belirtmişlerdir.[Doğan, 2007,bet 171172] [Meydan, 2014, bet 459]
Fransız doğu bilimci Bernard Carra de Vauks, La Langue Étrusque; Sa Place Parmi Les Langues adlı yapıtında Türkçe ile Etrüsk dilinin benzerliklerini ortaya koymuştur.
Bunların birkaçı şudur:
and/ant "yemin,ant" , am "analık,kadın organı", oñ "onur", us/es "akıl", teñ "eşitlik" vd. [Carra, 1911, bet 31-33-38-39-61] Filolog ve toponimist olan Taylor, Etrüsk dilinin Turani bir dil olduğunu söyler. [Taylor, 1876]
İtalyan dilbilimci Mario Alinei yazısında Etrüsk dili ile Türkçenin biçimbilimsel olarak benzerliklerini değinmiştir.Örnek olarak, /k/>/h/dönüşümü veya /t/>/th/ dönüşümü gibi.Ya da son eklerin ard arda yığılması veya Etrüskçe’de sıfatların ‘-l’ ile düzelmesi Türkçe’de de ‘-li’ ile olması gibi.Daha çok örneği vardır. [Alinei, (?)] Görüldüğü gibi Tarihi bulgular ve gen araştırmaları;dil ve yazıda Etrüskler ile Türklerin benzer olduğunu göstermektedir.Bu yazıda hiçbir şekilde Etrüskler Türk’tür diye iddiada bulunmuyorum sadece tarafsız bir biçimde Etrüsk ile Türk’ün benzerliklerini ortaya koydum.
Yazımı burada sonlandırıyorum.Bu yazıdan sonra Etrüsklerin Türk olup olmadığına siz karar verebilirsiniz.Esen kalın! Dipçe: T.T.A.H= Türk Tarihinin Ana Hatları
23
24