İki Hayat Arasında Özgün Adı | Between the Lives Jessica Shirvington Yayına Hazırlayan | Tuğçe Nida Sevin Kapak Uygulama | Şükrü Karakoç Grafik Tasarım | Kübra Tekeli Yayınevi Logosu | Ömer Aydoğdu 1. Baskı, Kasım 2014, İstanbul ISBN: 978-605-5016-19-7 Türkçe Çeviri © Aslı Tümerkan, 2014 © Yabancı Yayınları, 2014 © Jessica Shirvington, 2013 Sertifika No: 11407 İlk olarak 2013’te HarperCollins Publishers Australia Pty Limited tarafından Sidney, Avusturalya’da yayımlanmıştır. Bu eser Nurcihan Kesim Telif Hakları Ajansı aracılığıyla HarperCollins Publishers Australia Pty Limited ile yapılan anlaşmaya göre satın alınmıştır. Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz. YabancıTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur. Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy - İstanbul Tel: (0216) 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34 www.yabanciyayinlari.com – www.ilknokta.com Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97 Sertifika No: 29652
Jessica Shirvington
İKİ HAYAT ARASINDA
Çeviren
Aslı Tümerkan
Haz, Senin gibi inanılmaz bir arkadaşa sahip olduğum için çok şansılıyım.
GİRİŞ Ben yalancının tekiyim. Zorunlu değildi. Sadece gerekliydi. Ben iki kişiden oluşuyorum. İkisi de diğerinden daha iyi değil, ne süper gücüm ne gizemli bir kaderim ne de aynı anda iki yerde birden olma mekanizmam var ama iki kişiyim. Temelde aynı gözüksem de, önemli konularda farklıyım. Fiziksel özelliklerim, hafızam ve ismim beni takip ediyor. Benim hakkımdaki geri kalan her şey ama her şey, son on sekiz yıldır farklı. Bir yirmi dört saati ilk benliğim olarak geçiriyorum. Sonra gece yarısı birdenbire, sonraki yirmi dört saati ikinci benliğim olarak yaşamaya başlıyorum. Her gün hiç atlamadan devam ediyor… Bunu kimseye anlatmadım. Herkesin iki hayatı olmadığını anlayacak yaşa geldiğimde, bu ufak şoka alıştığımda, anlatmaya nereden başlayacağımı bilemedim. Nasıl başlayacağımı. Ve iki çevrem de bilmek istemiyordu. Çocukken herkesten değişik olduğumu fark etmedim. Ama hep bu şekilde, bu iki hayata sahip olduğuma oldukça eminim, bu da muhtemelen iki kere doğduğum ve iki kere bebek olduğum anlamına geliyor. Tabii ki bunu hatırlayamadığıma memnunum. Her yirmi dört saatte bir, bir çift koldan koparılıp başka bir çift kola atılmak… yani, onların sizi ne kadar sevdiği önemli değil… 9
Psikolojik sorun oluşturabileceğini görüyorsunuz değil mi? Fakat insan pratik yaptıkça gelişiyor ve ben kendimi profesyonel olarak görüyorum. Sorunları giderdim; büyük tehlikeleri ve onlardan nasıl kaçınacağımı saptadım. Üstesinden geliyorum. Her bir hayatımda kim olmam gerektiğini biliyorum ve beynimi artık ‘sonsuzlukla ilgili sorular’ sorarak serseme çevirmemeye çalışıyorum. Bir hayatta çileklere bayılıyorsam, diğerinde tat tomurcuklarımın bu tattan tiksinerek geri çekileceğini biliyorum. Bir hayatta akıcı Fransızca konuşabildiğimi ama dilin hatırası benimle gelse de, diğer hayatımda konuşmamam gerektiğini biliyorum. Ve de hatırlaması daha kolay şeyler var, bir hayattaki güzel küçük kız kardeşim Maddie ve diğerindeki çok harika olmayan ağabeylerim. Her şeyden çok, bunu düşünmemeye çalışsam da, hangi hayatı tercih ettiğimi biliyorum. Ve her gece Külkedisi gibi, bir hayattan diğerine geçtiğimde, çok küçük ama belirli bir parçam ölüyor. En zor kısım, durumumla ilgili hiçbir şeyin değişmemiş olması, tek emin olabildiğim, vücut saatimin herkesinkinden farklı olduğu. Kaçamak noktası yok. Daha doğrusu, şu âna kadar yoktu…
10
BİRİNCİ BÖLÜM Roxbury, Cuma
Bugün kolumu kırdım. Capri’yle metroya gidiyorduk. Ayağımın ucunda bir kola tenekesi vardı, tenekeyi top yapmış oynuyor, geçerken bize ‘serseri bunlar’ der gibi bakışlar atan takım elbiselilere tatlı, genelde de aksi şekilde gülümsüyordum. Bu şekilde dikkat çekiyorduk. Kıyafetlerin ve cömertçe kullanılmış bir göz kaleminin bunu yapabilmesi tuhaftı. Diğer hayatımda kimse bana böyle bir bakış atmaya cesaret edemezdi. Ama bunda tatmin edici bir şey vardı. Soluk siyah mini eteğim ve bağcıklı çizmelerim bana ihtiyacım olanı vermeye yardımcı oluyordu. Kimliğimi. Capri sekerek ilerlerken siyah yarım yamalak rasta saçları hopladı. Omzunun üzerinden geriye bakıp, “Eminim çocuklar çoktan oradadır,” dedikten sonra hızlandı. Homurdanmamı bastırdım, kola tenekesini ayak parmağımın ucuna kaldırıp bir tekmeyle elime aldım ve adımlarımı hızlandırdım. Merdivenlerden inmeye başlamadan önce tenekeyi çöp kutusuna atmak için durdum ve sonra… ilerledim. Her şekilde böyle mi olurdu bilmiyorum ama tam o sırada, bir ayağım önümdeki elli basamağın ilkine basmak üzere havadayken, onu gördüm. 11
Yani, sanırım onu gördüm. Toparlak göbekli, orta yaşlı bir adamdı. Demode kahverengi bir takım ve eskimiş kızılımsı kahverengi ayakkabılar giyiyordu. Kafası fena hâlde kelleşmeye başlamış, ya fazla kumaştan ya da vücut ağırlığından ötürü terliyordu. Normalden farklı görünüyordu ama o anda emindim. Zihnim bana, meyve dükkânının sahibi, diye fısıldadı. Sistemde bir hata olmuştu. Arada sırada hatalar oluyordu ve her zaman beni şaşırtıyorlardı. Ayağımı yere sağlam basamadım. Onun yerine basamağı kaçırıp ucunu yakaladım. Öne doğru düşüp, aşağı kadar yuvarlandım ve bütün yol boyunca kendimi rezil ettim. Havaya kalkan bacaklarımla birkaç düzine insana bütün malımı mülkümü göstererek frikik verdim. Capri, çok iyi bir arkadaş olduğundan, ben daha düşerken gülmeye başlamıştı. Bu, kendini toparlamadan önce eliyle ağzını hafifçe kapatarak gizlice çıkardığı ufak bir kıkırtı da değildi. Hayır, bir altına yapmadığı kalmıştı ve ben her an omzumdan düşebilecekmiş gibi hissettiren kolumu korumaya çalışırken, tırabzandan kayarak yanıma geldi. Nihayetinde, daha çok bizim etrafımızdan geçmek zorunda kaldıkları için homurdanan metro yolcuları yüzünden ayağa kalktım. Capri hâlâ gülüyordu, arada sırada duruyor; sonra belli ki o ânı tekrar zihninde canlandırıp tekrar kopuyordu. Tanrım. O anda keşke diğer hayatımda olsaydım diye düşündüm. Bu olay, bu hayatta olmasına izin verilecek türden bir şey değildi. Gerçekten sakatlandığımı yeni anlamaya başlayan 12
Capri’ye, “Sanırım sağlık merkezine gitmem gerekecek,” dedim. “Of kahretsin. Üzgünüm, Sabine. Ben iyisin sanmıştım.” Omzumu silktim ve kolumu yakıcı bir acı kaplayınca anında buna pişman oldum. “Muhtemelen sadece burkulmuştur.” Neyse ki sağlık merkezi çok uzakta değildi de yürüyebildik. Kötü durumda bir kolla metro vagonuna tıkılma fikri bana hiç iyi gözükmemişti. Capri erkek arkadaşı gibi olan Angus’a, onunla her zamanki okul sonrası kafein mekânımızda buluşamayacağımızı bildiren bir mesaj gönderdi. Kolumdaki zonklayan acı olmasaydı, neredeyse rahatlamış olurdum. Capri ve Angus son bir aydır beni Davis’e ayarlamaya çalışıyorlardı. Hoş bir çocuktu ama aramızda hiç elektrik yoktu. Biz yürürken Capri, “Ama gerçekten de oldukça komikti,” diye ısrar etti, hatırladıkça hâlâ kıkırdamasına engel olamıyordu. Bazen sevimsiz olabiliyordu ama özünde iyi biriydi. Ve bu hayatta elimde tutabildiğim tek arkadaş oydu, bu büyük ölçüde benim… şey, onun deyişiyle, zamanın yarısında başka bir yerde gibi gözükmeme aldırmıyor gibi göründüğündendi. Ona gülümsedim. “İyi ki seksi bir iç çamaşırı giyiyormuşum!” Tabii ki esasında seksi iç çamaşırı giymiyordum. Ve havadaki-kalça gösterim sayesinde Capri ve bir avuç insandan biraz daha fazla Boston metro yolcusu bunu biliyordu. Capri o kadar fazla güldü ki bir homurtu çıkardı. “Evet. Çiçekli desenler tekrar moda oluyormuş.” Ve sonra kolum acıdı, çünkü ben de gülüyordum. 13
iPhone’u olan bir pisliğin çiçekli kalça görüntülerimi çoktan YouTube’a yüklediğinden korkuyor olsam da. Kırılmıştı. En azından kırılan sadece bileğimdi. Ama sonraki altı hafta boyunca bir felâket alanı gibi alçıya alınacaktım. Capri çoktan alçının üzerine tuhaf, eciş bücüş yarasamsı bir şey çizmişti. Şu anda Gotik şeylere meraklıydı. Yarım yamalak rastalarının üzerine, bir de güzel sarı saçlarını siyaha boyamıştı ve en sıcak günlerde bile yere kadar uzanan etekler giymekte ısrar ediyordu. Ben şehirli görünüşümde inat ediyordum. Bu konuda Capri kadar tutucu değildim, sadece bana-bulaşmayın kısmını mükemmelleştirmiştim. Bu önemliydi, özellikle de hâlâ Boston’ın kentsel dönüşüm bölgelerinden biri olarak kategorize edilen Roxbury civarında. Ve annemle babam eteklerimde fazladan on santimi tercih edecek olsa da, görünüşüm onları tamamen panikletmişe benzemiyordu. Eve vardığımda saat akşam dokuzu geçiyordu. Ön kapıyı açar açmaz, Maddie’nin odasından merdivenlere atıldığını duydum. Kapı daha arkamdan yeni kapanmıştı ki Maddie üçer üçer merdivenlerden aşağı koşmaya başladı. “Binie! Binie!” Tam son basamaktan kendini kollarıma atacaktı ki -bu onun klasik hareketlerinden biriydi- kolumdaki alçıyı gördü. Aniden durup, “Ne oldu?” diye sordu. Maddie’ye göre ben yenilmezdim. Muhtemelen hasta olduğum zamanların yarısında, iki dünyada da ilaç alırsam istemeden yüksek doz alırım diye sürekli endişelendiğimden ötürü hasta değilmiş gibi yaptığım içindi. Bu, 14
bademcik iltihabım varken kolay olmamıştı ama o ameliyatı iki kere olmam mümkün değildi. Ve daha önce hiçbir yerimi kırmamıştım. “Sorun yok, Mads. Sadece düştüğümde bileğimi kırdım.” Dehşete düşmüş gibiydi, dudaklarının kenarları titriyordu. Bana âdeta tapan, altı yaşındaki bir çocuğun bu kadar üzgün gözükmesi benim için günün en büyük acısıydı. Ona saçma gülümsemelerimden biriyle gülümsedim. “Hey, ufaklık, şuna baksana!” Kolumu askıdan çıkarıp alçıyı ve Capri’nin yarasamsı çizimini gösterdim. Ona dokunulmamış beyaz alanı göstermek için kolumu çevirdim. “Bütün bu alanı sana ayırdım. Yarın benim için üzerine bir şey çizebilir misin?” Gözleri parladı. Omzundan aşağı örgü hâlinde sarkan uzun kızılımsı sarı saçlarını tutup sallandı. “Gerçekten mi? Ben mi? Bunu gerçekten ister misin?” “Hadi ama tanıdığım en iyi tavşan ressamı sensin. Geçen gün bana gösterdiğin zıplayan tavşanlardan birini çizebilir misin?” Hararetle başını salladı. Çoktan bunu aklında canlandırdığını görebiliyordum. “Harika. Bu bölümü kimseye elletmeyeceğim, yarın akşamüstü istediğini çizebilirsin. Ama şimdi, annem seni yakalamadan yatağına dönsen iyi olur!” Tabii çoktan gözümün ucuyla annemi mutfağın eşiğinde görebiliyordum ama deneyimlerimiz bize, Maddie’yi kendi kendine yatağa gitmeye ikna etmemin daha kolay olduğunu öğretmişti. Başının üzerini okşadım, o da kollarını belime sarıp dikkatle sakat tarafımdan uzak durdu. “Seni seviyorum Binie.” Bana sarılışı içimi parçaladı. 15
Onsuz günleri atlatmak, en zor şeylerden biriydi. Ben de onu sıktım. Neşeyle, “Sabah görüşürüz,” dedim. Bunlar, ona birçok kere söylediğim kelimelerin aynısıydı. Ve her zaman cümleyi zihnimin gizli sessizliğinde tamamlıyordum: ertesi gün. Ben mutfağa girdiğimde annemin sırtı bana dönüktü. “Çay ister misin?” İçimi çekerek, “Evet,” dedim ve kenarı kırık mutfak masamızın etrafındaki cilalı tahta iskemlelerden birine çöktüm. Mükemmel denemeyecek mutfağımız, kötü durumdaki evimize iyi uyuyordu. Annem devasa, galonluk bir plastik şişe kullanarak su ısıtıcısını doldurdu. Bu son iki haftadır mutfakta kullandığımız şişeydi. Sorun mutfak lavabosunun tıkanmış olması değildi, sorun babamın onu tamir etmeye çalışmış olmasıydı. Büyük hataydı. Annem kupalarla oyalandı ve en sevdiği güllü kupayla benim tercih ettiğim Daffy Duck kupasını çıkardı. Dikkatini yaptığı işten pek ayırmayarak, “Ne oldu?” diye sordu. Gecenin bu vaktinde bile hâlâ iş kıyafetlerini giyiyor olduğunu, gri saçlarının sıkı bir atkuyruğu şeklinde topladığını ve kolalı gömleğinin ince belinde, eteğinin içine düzgün bir biçimde sokulduğunu görmek şaşırtıcı değildi. Annemle babam görünüşe çok önem veriyordu. Özellikle annem, ailesinin işlevini yerine getirmesine ve tüm güçleriyle çalışmalarına ihtiyaç duyuyordu. “Metro merdivenleri,” diye cevap verdim. Omuzları dik, çayı yapmayı bitirdi ve karşıma oturdu. “Aramalıydın.” Askımı düzelttim, bunu sadece birkaç gün takmak 16
zorunda olduğuma memnundum, önkolumun yarısını kaplayan alçı yeterince kötüydü. “Sadece gelip yardım etmek isterdin.” Ve duruma el koymak, diye düşündüm. “Sadece sağlık merkezinin aptal bekleme odasında oturması için Maddie’yi yataktan dışarı sürüklemenin anlamı yoktu. Zaten Capri yanımdaydı.” Annem kupamı bana uzatırken dudaklarını büzdü. “Ne büyük avuntu. Saç fırçasının kullanımını hâlâ keşfetmedi değil mi?” Omzumu silkip çayımı üfledim. “Kendine özel bir görüntüsü var anne. O bundan memnun, o zaman sorun nedir?” Annem, sanki bu sorunun cevabı çok açıkmış gibi yüzüme bakıyordu. Başka insanlarla takılmamı tercih ederdi. Bazen ona başka insanlarla takıldığımı söyleyebilmek istiyordum. Kupama baktım ve bir kere daha eğer seçim şansı olsaydı, annemin muhtemelen benim için bu hayat yerine diğer hayatımı isteyeceğini düşündüm. Ama bu tip düşünceler hiçbir zaman kayda değer olmuyordu. “Babam hâlâ işte mi?” diye sordum. Annem başını evet anlamında salladı. Babam uzun saatler boyunca çalışıyordu. Eczaneyi salı günü geç saatlerden cumartesi gününe kadar açık tutuyordu ve yetkin bir eczacıyı görevde tutmak dışında, kimseye gece geç saatler için mesai ücreti vermek istemiyordu, bu yüzden eve nadiren gece yarısından önce geliyordu. Eczane esasında onların olsaydı bu iyi bir iş olurdu ama onun yerine uzun ve kâr edilemez bir işletme kontratı imzalamışlardı. Fazladan çalıştırdıkları görevlilere rağmen, annem ve babam ağır bir iş yükünü paylaşıyordu. Bizi çok az, birbirlerini ise daha da az görüyorlardı. Ama durmak bilmiyorlardı, Maddie’yle beni iyi bir üniversiteye göndermeye kararlılardı. 17
En azından onlar için bunu yapabilirdim. Okula iki kere gitmek akıllılık konusunda yardımcı oluyor. Geçen sene Roxbury’de Capri’yi tiksindirerek zekâmı göstermiştim, hatta geçen ay Boston Üniversitesi’ne yarım burs kazandım. Sorun üniversite olayına hevesli bile olmamamdı. İki kere okula gitmek yeterince kötüydü, iki üniversite berbat olacaktı. Tanrı biliyor ki diğer hayatımda üniversiteye gitmekten kaçınamayacağım için, bu hayatta üniversiteyi atlamayı umuyordum. Ama gerçekten düşündüğümde, annemle babama bunu yapamazdım. Başka bir deyişle, ardından gelecek öfkeyle yüzleşemezdim. İki hayatımdaki herkesi memnun etmek beni bazen kötü hissettiriyordu. Ve hüsrana uğramış. Ve bitkin. Ve… şey, itiraf etmemeye uğraştığım birçok şey. İtiraf etmenin bir anlamı yoktu. “Açsan, dolapta kalan pastadan var.” Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Hep birlikte annemin geçen hafta, on sekizinci doğum günüm için yaptığı/katlettiği devasa çikolatalı pastayı bitirmeye çalışıyorduk. Başımı çevirip, “Önceden bir şeyler yedim,” diye mırıldandım. Annem, “Dr. Meadows’u arayabilirdim,” dedi, hâlâ düştüğümde onu aramadığım için kırgındı. “Anne, merak etme. Artık her şey yolunda.” Ona kolumu ve gayet-iyiyim gülümsememi gösterdim. “Bilek kırık, kol alçıda. Başka herhangi birisinin yapabileceği hiçbir şey yoktu. Birkaç hafta içinde her şey normale dönecek.” Ve o anda kafama dank etti. “Kahretsin!” diye haykırdım ve düşen çaylı tükürü18
ğümü sağlam elimle yakaladım. Sistem hatası, yani meyve dükkânı sahibini görmek beni o kadar şaşırtmıştı ki, gerçek sorunu düşünmemiştim bile. Annem, “Sabine!” diye çıkıştı. Bu iki annemin de ortak noktasıydı: Küfretmeme kuralı. Ama o sırada umursamıyordum. Annem “S” ile başlayan küfrü etmediğim için şanslıydı. “Özür dilerim anne. Ben sadece… tarih kompozisyonumun pazartesi teslim edilmesi gerektiğini hatırladım ve henüz kompozisyonu bitirmedim.” Yalanı güçlendirmek için sırtımı dikleştirdim. Annemle babama yalan söylediğim için suçlu hissettiğim günler çoktan gelip geçmişti. Annem şüpheyle bana baktı. “Sen ne zamandan beri cuma geceleri ödev yapıyorsun?” Koluma işaret etti. “Ve eminim öğretmenin sana biraz hoşgörü gösterecektir.” “Hayır, sorun değil. Neredeyse bitti sayılır.” Çaydan ıslanmış elimi bir bulaşık bezine sildim ve kupamı kaptım. “Şimdi bitireceğim ki hafta sonu kompozisyon için endişelenmeyeyim.” Mutfağın içinden geçip merdivenlerden çıktım, zihnimde bunu tam olarak nasıl halledebileceğime dair çarklar dönüyordu. Kırık kol. İki hayat. Bu daha önce hiç olmamıştı. Saat 10’a yaklaşıyordu. Kahretsin. Plan yapmak için sadece iki saatim kalmıştı. Bu gece uyuyamayacaktım. İki hayatımda da. Üzerime gelen sorunlardan nefret ediyordum; bu, Değişim’den önce uyuyamamam anlamına geliyordu. 19
Çoktan avuçlarımın nemli hâle geldiğini hissetmeye başlamıştım bile. Gece yarısı uyanık olmak beni hep korkutuyordu. Maddie’nin odasının önünden parmak uçlarımda yürüyerek geçtim. O sırada onunla baş edemezdim; cesur bir yüz hazırlamamıştım. Yastıklarımı yatağa yığdıktan sonra oturup kolumu yığına dayadım. Kendi kendime, “Kendi dünyamın yöneticisiyim,” dedim. “Başıma ne geldiğini ben yönetiyorum. Bunu yapabilirim.” Ama kelimelerim yalandı ve gerçek bana çarpıp, beni sımsıkı yakaladığında çabucak yok oldular. Kolumu kırmıştım. KOLUMU. KIRMIŞTIM. “Aptal!” Midem korkuyla büzüldü ve başarısız bir şekilde nefesimi yavaşlatmaya çalıştım. Genelde böyle şeyleri önceden sezebilirdim. Neyi yapıp, neyi yapamayacağımı... Her şeyin nasıl işlediğini: Esasında oldukça basitti. Bedenim ve bedenime bağlı her şey -zihnim, hatıralarım- Değişim’den geçiyor. Ama bu kadar. Maddi şeyler; kıyafetler, mücevherler hatta ojeler bile geride kalıyor. Benimle kalan diğer tek şey ismim. Sebebini anlayamadığım şekilde, iki grup ebeveyn de bana Sabine adını verdi. Yani eğer bir hayatta saçımı kestirirsem, diğerinde de o şekilde etkilenirdi. Bir keresinde gözükmeyen bir tutam saçımı pembeye boyamıştım ve boya diğer hayatıma geçmese de, saçımın pigmenti diğer hayatımda farklı gözükecek kadar etkilenmişti, bir daha da deney yapmaya cesaret edememiştim. Bir hayatta hastaysam, bu iki hayatta birden hastayım demek oluyordu. Bir dünyada dövme yaptırırsam, gerçi planladığımdan değil ve Capri 20
buna çok üzülüyordu ama sadece o hayatta gözükeceğine neredeyse emindim. Mürekkep diğer hayata geçmezdi ama iyileşirken çekilen acılar iki dünyada da hissediliyordu. Burnumu deldirirsem delik iki hayatta da olur ama hızma sadece tek bir dünyada kalırdı. Parmaklarımı şakaklarıma bastırdım. Bu tip şeyleri düşünmekten nefret ediyordum. Çoğu sadece garipti ve beni… hatalı hissettiriyordu. Sanki ben yanlışmışım gibi. Hatalardan kaçınmak için sürekli dikkatli oluyordum, saçımı sadece ihtiyacım olduğunda uçlarından kesiyordum, uzunluğunu ve doğal sıkıcı kahverengisini değiştirmiyordum, saçıma hiçbir zaman iki dünyamın da onaylamayacağı hiçbir stil vermiyordum. Arada bir yerde duruyordum. Güvenli bir şekilde. Her zaman böyle kalıyordum. Güvende. Hazırlıklı. Yalnız. İki hayatım vardı ama yine de sadece bir hayalettim. İki saatten kısa sürede diğer hayatımda olacaktım ve üç adet çok büyük sorunum olacaktı. Öncelikle, orada kırık bir kolumun olmaması gerekiyordu ve kırmış olmam için hiçbir sebep yoktu. İkincisi, alçı benimle gelmeyecekti; bu bedenime ait olmayan bir objeydi. Ve üçüncüsü, yarın gece geç kalmış on sekizinci doğum günü partim vardı ve kırık kolum elbiseme uymayacaktı. Hem. De. Hiç. Arkama yaslandım, tavandaki dökülen boyaya baktım ve bir çözüm bulmaya çalıştım. Mantıklı gelen tek çözüm canımı yakacaktı. Hem de çok. Uyandığımda kendimi merdivenlerden aşağı atmak, ikna edici bir şekilde aynı sakatlığın numarasını yapmamın tek yoluydu. Değişim’den yaklaşık yarım saat önce kıyafetlerimi değiştirdim, bir elimle dar mini eteğimi çıkarırken diğer elimle geniş geceliğimin içine girdim. Askıyı çıkardım; 21
yardımcı olmaktan çok hareketlerimi engelliyordu. Siyah çizmelerimi sona bıraktım, ipleri gevşetmek için tek elimle çekerken yüzümü ekşittim ve sonra onları ayağımla tekmeleyerek çıkardım. Ritüellere bağlıydım. Yıllar içinde geliştirdiğim yollar beni rahatlatıyordu. Yatağa yerleştim, her zamanki gibi yastıklara uzanıp yarın gece döndüğümde olağandışı hiçbir şey olmamasını sağlamak için uğraşırken, alnımdaki ter parıltısını ve midemdeki sıkıntılı hissi duymazdan geldim. Neredeyse başaracaktım. Ama gece yarısına sadece dakikalar kalmışken, ağzım ne olacağını belli edecek şekilde sulandı. Kusmak için banyoya fırlamak zorunda kaldım, sonra da gece yarısı olmadan aceleyle yatağa döndüm. Zihnimde beliren son düşünceler, dünyalarımdaki değişimin başlangıcını temsil ediyordu. Bu nasıl oldu? Nasıl daha önce başıma böyle bir şey gelmedi?
22