Bir dunya muzik eylul 2016

Page 1

TRT AYLIK MÜZİK DERGİSİ SAYI 14 EYLÜL 2016


Söz: Şenol Göka Beste - Solist: Kerem Demircioğlu Düzenleme: Murat Tunalı Tulum: Volkan Arslan Supervisor: Amber Türkmen


Şenol GÖKA TRT Genel Müdürü YOL ARKADAŞIDIR MÜZİK; GURBETE DE GİDİLİR, SILAYA DA DÖNÜLÜR… Doğduğumuz andan itibaren hayatımız sürekli bir yolculuktur aslında. İnsan, zaman, ihtiyaçlar ve manzaralar değişir ama yol her zaman ileri doğru gider. Yolculuk; kimileri için yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır, kimileri için mesleğinin bir gereği, bazen de kendi iç dünyasını keşfetmenin bir anahtarıdır diyebiliriz. Bir yerden bir yere gitmek sadece çevrenizi değiştirmenize değil aynı zamanda farklı yaşamlar görmenize de olanak sağlar. Yolculuklar düşüncelere gebedir. Engin düşünceler geniş manzaralara; yenilenmeye hazır düşünceler yeni mekânlara ihtiyaç duyar. Düşüncenin bir uyaranı, aklın diğer kısımlarını, müzik dinlemek veya bir sıra ağaç izlemek gibi eylemlerle görevlendirmektir. Müzik ve manzara aklın hiç durmadan çalışan kısmını bir süreliğine dinlenmeye bırakır. Müzik aynı zamanda yalnızlığınızı paylaşır yolculuklarda, size yarenlik eder; gurbet yolunda yanık bir türkü, sılaya doğru vuslatın dili olur. Bazen de müziğin yanında bir ses, seyahat ederken yalnız olmadığımızı bize hatırlatır. Bu seslerden en önemlisi de radyodur. Radyo, teknolojisi gereği uzaklardan bir ses olsa bile, yalnızlığı gideren dost bir nefestir. Her zaman, hemen ulaşılabilecek insanı, insanları çağrıştırır. Radyoda içeriğe uygun olarak sesin etkisini arttırmak üzere kullanılan efektler, müzikler, az sonra kısacık, bir anons süresi kadar da olsa, insanı hissettirdiği için hoş gelir herkese. Sözün özü müzik ve radyo yolculuklarımızın en önemli yol arkadaşlarıdır diyebiliriz… Sevgili okuyucularımız, 15 Temmuz gecesi yaşanan hain darbe girişiminin ilk hedef aldığı kurumlardan biri de Milli iradenin sesi TRT olmuştur. Milletin sesini kesmeyi amaçlayan bu terörist çete, hain emellerini gerçekleştirmek maksadıyla, zorla kuruma girerek çalışanlarımızın başına silah dayamış ve ağır tacizlerde bulunmuştur. O gece büyük bir azim ve kararlılık içerisinde, vatandaşlarımızla, emniyet güçlerimizle omuz omuza vererek hep birlikte TRT'yi bu hain terör örgütüne (FETÖ) teslim etmedik. Bu itibarla büyük bir cesaret örneği göstererek, özveriyle ve demokrasi bilinciyle ülkesine, kurumlarına sahip çıkan ve TRT'nin önünden bir an olsun ayrılmayarak bizleri yalnız bırakmayan Aziz Milletimize, hassasiyet içerisinde görevlerini yürüten emniyet güçlerimize bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Bu alçak girişimin hedeflerinden biri olan kurumumuzun başından beri yanında olan Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza, hükümet üyelerimize, milletvekillerimize ve siyasi gruplara; aynı zamanda yine desteğini bizden esirgemeyen sivil toplum örgütlerine, yayınlarıyla yanımızda olan tüm medya kuruluşlarına, teşekkürü bir borç biliriz. Bu tür girişimler bizleri hedeflerimizden asla saptıramayacaktır. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu her zaman olduğu gibi halkın sesi olmaya devam edecektir. Güzel yarınlara olan inancımızla, kahraman gazilerimizin ve aziz şehitlerimizin önünde bir kere daha saygıyla eğiliyoruz.

Şenol GÖKA


BİR DÜNYA KONU MEYDANLARIN DİLİ 10 KENETLENME ZAMANI 15 Temmuz darbe girişiminin ardından milletçe bir demokrasi zaferine ortak olduğumuz bu günlerde, bizde dergi ekibi olarak hazırladığımız dosya ile süreç içerisinde müziğe dair neler yaşanmış aktarmak istedik.

TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON KURUMU ADINA SAHİBİ ve GENEL YAYIN YÖNETMENİ Amber TÜRKMEN SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Birsen YÜKSEL TAYMAZ EDİTÖRLER Figen GÖKTAŞ Ümit DİRİCAN Nesri BÜYÜKTURAN GRAFİK TASARIM Birsen YÜKSEL TAYMAZ YÖNETİM YERİ TRT MÜZİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI TRT SİTESİ A BLOK KAT 9 Tel: (312)463 32 48 ISSN 2149-7982 SAYI 14 / EYLÜL 2016 YAYIN TÜRÜ Yaygın/Süreli YAYIN TARİHİ 1 EYLÜL 2016 YAYIN YERİ www.trtmuzikdairesibaskanligi.com

TRT Bir Dünya Müzik @birdunyamuzik birdunyamuzik@trt.net.tr

2

BAVULUMDA ŞARKI,TÜRKÜ

22

“Bunca zaman ne ile kurduysan kendini odur seçeceğin yolculuk… Gideceğin güzergâh, bakacağın yön, düşeceğin yol sensindir, o yol için seçeceğin şarkı, türkü de öyle.” Diyerek sizi içsel bir yolculuğa çıkartan duygu dolu bir yazı…

PAUL DWYER

26

Müzik yapmak için 3 aylığına geldiği ülkemizde 28 senedir yaşayan İskoç şarkıcının bizden biri olma hikayesini anlatırken sizi de yollar düşürecek çok keyifli bir sohbet…

KOZMOS’UN MÜZİĞİ

30

Yaz gelip de tam da gözümüz yollara bakar olduğunda, kanımız kaynamaya bahane aradığında, en ilgisiz olanlarımızın bile omuzlarını kıpırdattıran bir Hint şarkısını yolculuk müzikleri listesine eklemeyenimiz var mıdır? İşte Hint müziğinin iki genç temsilcisi Simplers’ Project…


GENEL YAYIN YÖNETMENİ’NDEN Bir Dünya Selam,

MÜZİKTEN 40 YAŞAMA KÖPRÜLER TRT Radyo-3 Klasik Kuşağının bu programını, çocukluk hayalini hayata geçirerek “Müzikten Yaşama Köprüler” i hazırlayan Dr. Itır Eskioğlu anlatıyor bütün içtenliğiyle… Bu samimi yazı Sesli Kütüphanede…

THE SOUND OF SILENCE…

44

“Paul Simon demişken Arthur Garfunkel'den bahsetmemek olmaz tabi ki. Aynı sahneyi paylaşan, beraber albümler çıkaran 1960'ların en popüler ikililerindendir.” Diyor Rahmi Mert Özcan ve devam ediyor Müzik Kutusu’nda…

EYLÜL…

46

En güzel aylardan biridir Eylül. Aynı zamanda Mehmet Rauf‘un unutulmaz romanının adıdır ve edebiyat tarihimizin ilk psikolojik romanı olarak bilinir. Aylardan Eylül ve Eylül romanının ayrıntıları Murat Örem’in bu çok aydınlatıcı ve keyifli yazısında…

CAZ KERVANI

48

İnsanın kendinden kaçışı mıdır, kendini bulma yolculuğu mudur bilinmez ama yol ve yolculuk, caz müziğinin de sevdiği temalar arasında gelir. Ve Feridun Ertaşkan’ın doyumsuz yazısıyla hadi “Hit the Road Jack”…

Farklı yönleriyle keşfe çıktığımız müziği her ay dip köşe irdeleyip beğeninize sunuyoruz. Ekibimiz adına dolu dolu geçtiğini düşündüğüm bir seneyi aşan beraberliğimizde, siz okuyucularımızın beğeni ve destekleri daima rehberimiz oldu. Eylül sayımızda da beraber olmaktan çok mutlu olduğumuzu belirterek bu ay ki konumuza geçelim. Bu ay sizlerle paylaştığımız, araştırmalarımız ve en kalbi duygularımızla görücüye çıkardığımız konumuz “Yol ve Yolculuk Müzikleri”… Alışıldığı gibi bu ay da Ankara Radyosu ekibinin gönüllü olarak gerçekleştrdiği, sesli dergi CD’si; yapımda Hakan Doğan, Selim Aşkın, ses almada Mahmut Üçer, Fazlı Aygör ve Seval Şimşek, Teknik Yönetmen Ahmet Engin, spikerler, Hülya Ayaz, Mücella Karadağ ve Haluk Ertem’in katkılarıyla hazırlanmıştır. “Bütün Yollar Müziğe Çıkar” başlığıyla yola çıktığımız bu ayki sayımızda, hayat denen uzun ince yolda ve bu doğrultuda ilerlerken çıkılan yolculuklarda bize yarenlik eden şarkıları ve türküleri inceledik. Merhum üstat Neşet Ertaş ne güzel söylemiş ve özetlemiş; “Bir anadan dünyaya gelen yolcu, görünce dünyaya gönül verdin mi? Kimi böyük, kim böcek, kimi kul marak edip heçbirini sordun mu?” Bu ayki müzik yolculuğumuzda konser ve haberlerin ardından özel bir dosya hazırladık. Milletçe bir demokrasi zaferine ortak olduğumuz bu günlerde biz de dergi ekibi olarak hazırladığımız dosya ile süreç içerisinde müziğe dair neler yaşanmış aktarmak ve bu sürece destek olmak istedik. “Meydanların Dili-Kenetlenme Zamanı” adını verdiğimiz özel dosyayı Ümit Dirican ve Nesrin Büyükturan hazırladı. Siz sadık okuyucularımızı, Figen Göktaş’ın giriş yazısından sonra “Bavulumda Şarkılar, Türküler” adlı yazısı ve Hintli bir müzik grubuyla yaptığı röportajıyla Nesrin Büyükturan’ın keyifli satırları bekliyor. Ümit Dirican’ın Paul Dwyer ile yaptığı tadı damağınızda kalacak samimi sohbet de sayfalarımızda yer alıyor. TRT’nin güzide bölümlerinden Dış Yayınlar Türkiye’nin Sesi Radyosunu ve beğenilen programlarından olan “Bu Şarkı Benim Olsun”u Figen Göktaş’ın yorumu ve anlatımıyla okuyabileceksiniz. Radyo-3 Klasik Kuşağında Dr. Itır Eskioğlu, çocukluk hayalini “Müzikten Yaşama Köprüler” programıyla nasıl gerçekleştirdiğini anlatıyor. TRT İstanbul Radyosu’nun sayfasında ise “Cihat Aşkın’la Klasik Müzik Konserleri” konu ediliyor. Rahmi Mert Özcan Müzik kutusunda Simon & Garfunkel’dan The Sound of Silence şarkısını anlatmıyor sanki yaşatıyor. Reşit Saraçoğlu’nun yazısında her yol Roma’ya çıkarken, Murat Örem bizi Eylül’ün gizemleriyle tanıştırıyor. Feridun Ertaşkan ise caz müzisyenleriyle yollara revan olup bizi de götürüyor. Albüm Ekşisi sayfalarında Murat Ekşi kendine özgü yorumlarıyla sayfalarımıza hareket kazandırmaya devam ediyor. Cahit Cesur Zaman Tünelinde yine sizi bir yolculuğa çıkararak Ulvi Cemal Erkin’den Erkut Taçkın’a, Jose Feliciao’dan Ruhi Su’ya götürüyor. Ekim sayımızda bambaşka konu ve konuklarla görüşmek dileğiyle, Müzikle kalın… Amber TÜRKMEN

3


BİR DÜNYA KONSER

İSTANBUL

EYLÜL KONSERLERİ

Empyrium

Tarkan

Ferit Odman

Pinhani

Sahnelerden… Koliva, “Yüksek Dağlara Doğru” albümüne ait şarkıları seslendireceği konseriyle 1 Eylül’de, BaBa ZuLa da son albümü “34 Oto Sanayi”den seslendireceği şarkılarla 2 Eylül’de Kadıköy Sahne’de müzikseverlerle buluşuyor. Sevilen şarkıcı Mabel Matiz, son albümü olan Gök Nerede ‘den şarkılar seslendireceği konseriyle 3 Eylül’de IF Performans Hall Ataşehir’de yer alıyor. Aşk şarkılarının güçlü yorumcusu Özdemir Erdoğan sevenlerine 2 Eylül’de UNIQ Açıkhava Sahnesi’nde duygu dolu saatler yaşatırken, dünyanın en kendine özgü gruplarından biri olmayı başaran Empyrium, Türkiye’de ilk kez 2 - 3 Eylül tarihlerinde Zorlu PSM sahnesinde iki gece üst üste müzikseverlerle buluşacak. Cahide Sonku’nun çalkantılı ve sarsıcı öyküsü müzikal melodram tarzında 21 Eylül’de Ustaların Sahnesi’nde izlenebilir. Cem Adrian 3 Eylül’de, Türkiye’de rock müzik tarihinin en önemli gruplarından biri olan Moğollar 9 Eylül’de, Birsen Tezer ise 23 Eylül’de Kadıköy Sahne’de yer alıyor. Cem Adrian 23 Eylül, Ceylan Ertem ve Ezginin Günlüğü 24 Eylül’de Kadıköy Halk Eğitim Merkezi sahnesinde müzikseverlerle bir araya geliyor.

4

“Denizde Caz” başkadır! İstanbul Boğazı’nın eşsiz sahnesi ülkemizin değerli caz müzisyenlerini ağırlamaya devam ediyor. Etkinlik kapsamında 03 Eylül’de Ferit Odman Quartet ve 24 Eylül’de de İlham Gencer Quartet The Primetime Cruise gemisinin konforunda cazseverlerle birlikte olacak. “Müzik Boğaz’dan Gelir” konserleri “Müzik Boğaz’dan Gelir” tekne konserleri kapsamında; What da Funk ve Sattas 2 Eylül’de, Pinhani ise 23 Eylül’de Müzik Boğaz’dan Gelir Teknesi’ne konuk oluyor. Caz sanatçısı Jehan Barbur, 27 Eylül’de Akasya Kültür Sanat sahnesinde caz müzik tutkunlarına doyumsuz anlar yaşatacak. Sıla 22 Eylül, Nil Karabirahimgil 26 Eylül, Candan Erçetin ise 29 Eylül’de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde izlenebilir. Hayko Cepkin 30 Eylül’de Akasya Kültür Sanat Sahnesi’nde müzikseverlerle beraber olurken, elektronik müzik dünyasının duayen ismi Armin van Buuren, “Armin Only Embrace” dünya turnesi kapsamında 30 Eylül’de Life Park İstanbul’da müzikseverleri muhteşem bir deneyim yaşamaya davet ediyor.


BİR DÜNYA KONSER

ANKARA Oda Tiyatrosu Sunar… Yıllardır denenmemiş bir oyun Ah Süreyya müzikali 24 Eylül’de Ertan Gösteri Merkezi’nde sahneleniyor. Siyah beyaz Türk filmi tadında olan ve özlediğiniz her tip figürü bulabileceğiniz bu müzikalde, Serdar Ortaç şarkılarından Perihan abla müziklerine kadar hemen hemen her şarkıcının albümünde imzası olan Özkan Turgay’ın müzikleri ve sayısız oyun yazmış Kaan Erkam’ın sözleri ile dinlemeye doyamayacağınız şarkılar da yer alıyor. Kimisi komik, kimisi romantik, kimisi ağır arabesk, kimisi de dokuz sekizlik roman havası… 55 yıllık sanat hayatı ile Türk rock müziğinin en köklü sanatçılarından ve duayenlerinden biri olan efsane isim Erkin Koray 1 Eylül’de IF Performance Hall sahnesinde sizlerle özlem gidermeye hazırlanıyor. Müziksever Ankaralılara şöyle küçük bir de hatırlatma yapalım, Jolly Joker Ankara bir ilke daha imza atarak, 1 yıl boyunca ortalama 100 konseri kombine bilet sistemi ile izlenmeye açıyor.

İZMİR

Aşk şarkılarının vazgeçilmez sesi Yaşar en güzel şarkılarını 2 Eylül’de Hayal Kahvesi Çeşme Marina’da seslendiriyor. Rap müziğin sevilen isimlerinden Eypıo ile Burak King 2 Eylül, Bir Gece Yarası” adlı yepyeni albümüyle dönüş yapan rock grubu Zakkum 3 Eylül, dinamik müzikleriyle Adamlar 9 Eylül, Karadeniz müziğinin güçlü ismi Volkan Konak 12 Eylül, Bora Öztoprak ve Emre Kınay, 13 Eylül, Berkay 17 Eylül, Ceylan Ertem 23 Eylül, Levent Yüksel 24 Eylül ve farklı ses rengiyle dikkatleri üzerine çeken Cem Adrian son albümüne ait şarkılarıyla 30 Eylül’de Oooze Venue Sahnesi’nde müzikseverlere sesleniyor. Linet 14 Eylül, İstanbul Ses Kayıt & Serkan Kaya ise 16 Eylül’de Efes Royal Palas’ta izlenebilir. Kardeş Türküler ve Candan Erçetin de 24 Eylül’de İzmir Kültür Park Açıkhava Tiyatrosu’nda birlikte sahne alacaklar.

ŞEHİR ŞEHİR Ricky Martin Antalya’da! Dünyaca ünlü Porto Rikolu şarkıcı Ricky Martin 12 Eylül’de Expo 2016 Antalya sahnesinde hayranlarına unutulmaz bir konser keyfi sunuyor. “SunSplash Bodrum Müzik Festivali” SunSplash 2009’dan beri her yıl olduğu gibi bu yıl da ziyaretçilerine deniz, güneş ve kaliteli müziğin birleşeceği unutulmaz bir butik festival deneyimi yaşatacak. Ağaçların gölgesinde, egzotik ve büyülü bir afmosferde, gün boyunca türlerinin en iyilerinden oluşan bir müzikal seçki eşliğinde, çeşitli atölye çalışmalarına katılabilir, yerel ve özgün tasarımcıların yer alacağı Sunsplash Bazaar’ı keşfedebilir ve söyleşilerde sanatçılarla tanışabilirsiniz… DJ Mag tarafından 2015 senesinin 1 numarası seçilen ve son 3 yılda başta Avrupa olmak üzere Asya, Avustralya, Amerika da tozu dumana katan ikili Dimitri Vegas & Like Mike muhteşem bir performans sergilemek için ülkemize geliyor. Harika sahne şovları ve müzikleriyle 2 Eylül’de Expo 2016 Antalya Kır Aktivite Alanı’nda izlenebilir. Türkiye’de pek çok ilke imza atan Nilüfer Müzik Festivali, 2 Eylül’de Balat Atatürk Ormanı Bursa’da müzikseverlerle buluşuyor, festival kapsamında; Duman, Athena, Mashrou’ Leila, La Chiva Gantiva gibi grupların yanı sıra, daha birçok grup ve sanatçı yer alacak. Anadolu Ateşi 15. Yılına ait özel gösterimiyle 20 Eylül’de Aspendos Arena’da 25 Eylül’de de Bursa Açıkhava Sahnesi’nde izlenebilir.

5


Kamil Özler yönetimindeki TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası, 23. İstanbul Caz Festivali kapsamında Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde bir konser verdi. Orkestra, Joan Beaz’ın darbe girişimini bahane ederek gelmediği organizasyonda Brooklyn caz sahnesinin en tecrübeli isimlerinden, ödüllü caz vokalisti Allan Harris, iki Grammy ödüllü caz trompetçisi Roy Hargrove ve caz vokalin İtalya’dan çıkan en büyük ismi Roberta Gambarini ile birlikte sahne aldı. TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası, Allan Harris, Roy Hargrove, ve Roberta Gambarini konseriyle caz severlere çok özel bir gece yaşatırken... İKSV İstanbul Caz Festivali de 23’üncü yaşını doldurmuş oldu.

6

TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’ndan müzik ziyafeti…


BİR DÜNYA HABER

2016 MTV Video Müzik Ödülleri sahiplerini buldu…

New York’ta Madison Square Garden’da düzenlenen 2016 MTV Video Müzik Ödülleri sahiplerini buldu. Geceye Beyonce damgasını vurdu. 11 dalda aday olan Amerikalı şarkıcı “en iyi klip” dahil altı ödüle değer bulundu. Törene kızı Blue Ivy ile birlikte katılan Beyonce, kırmızı halıya son aylarda ABD’de polis tarafından öldürülen siyah gençlerin anneleri ile birlikte çıkarak desteğini yineledi. Gecenin bir diğer yıldızı da Rihanna idi. Ödül töreninde sahne alan Rihanna’nın şovu büyük beğeni topladı. Sanatçı 4 farklı kostüm ile sahnede adeta moda rüzgarları da estirdi

“Pavarotti’nin mirası’ Türkiye’de…

Müziğin farklı türlerini sentezleyen müzikal tiyatro şovu “Belcanto the Luciano Pavarotti Heritage”, sanatseverlerle buluşacak. Luciano Pavarotti’nin izinde ilerleyen genç sanatçılardan oluşan topluluk, IEG Live ve PIU Entertainment iş birliğiyle Volkswagen Arena’da sahne alacak. Ekibi 12 şarkıcı, 7 müzisyen ve 7 dansçıdan oluşan müzikalde, “Rönesans’tan Barok’a Belcanto”, “18. yüzyıldan İtalyan ve Avrupa güldürücü operası”, “Giuseppe Verdi”, “Giacomo Pucini”, “Neapolitan şarkısı” ve “Dünyadan Belcanto” olmak üzere altı ana tema sahnelenecek. Son yüzyılın en ünlü tenorlarından Luciana Pavarotti’ye bir saygı duruşu niteliğindeki müzikal, opera aryaları, orijinal performansları ile Napoliten şarkılar ve İtalyan Belcanto stili ile düzenlenmiş çağdaş kompozisyonlar sunuyor. Şarkıcıları, Pavarotti ile iş birliği içinde bulunmuş isimlerden seçilen “Belcanto the Lucıano Pavarotti Heritage”, 17 ve 18 Aralık’ta izlenebilecek.

Borusan Uzakdoğu yolcusu…

Genç bir orkestra olmasına rağmen birçok başarıya imza atmış Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO), 2016-2017 sezonunda Uzakdoğu turnesine çıkacak. BİFO, 15-16 Şubat 2017 tarihlerinde 45. Hong Kong Sanat Festivali’ne konuk olacak. Sanat yönetmeni ve sürekli şefi Sascha Goetzel yönetimindeki topluluk, festivalde vereceği ilk konserde dünyaca ünlü keman virtüözü Vadim Repin; ikincisindeyse dünyaca ünlü piyanistimiz Gülsin Onay’a eşlik edecek. Orkestra festivalde artık imzası hâline gelmiş Rimsky-Korsakov’un ‘Şehrazat’ süitini, Balakirev’in ‘Islamey’ini ve Ahmet Adnan Saygun’un piyano konçertosunu seslendirecek.

Genç Tenor’a büyük ödül…

Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçısı tenor Arda Doğan, Uluslararası Beethoven Ödülü’nü kazandı. 13 Ağustos’ta “2016 European Music Academy” tarafından düzenlenen şan yarışmasında en büyük ödül olan “Beethoven Ödülü”, Ankara Devlet Opera ve Balesi solist sanatçısı tenor Arda Doğan’a verildi.Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da gerçekleştirilen yarışmada, Avrupa Müzik Akademisi “Beethoven Ödülü” için, dünyanın seçkin opera müdürleri ve yönetmenleri jüri üyeliği yaptı. Tenor Arda Doğan, 2016-2017 sezonunda, orkestralı üç konser için Çek Cumhuriyeti’ne davet edildi. Doğan, “Hoffman’ın Masalları” operasında Hoffman rolüyle, “La Boheme” operasında ise Rodolfo rolüyle, 20162017 sezonunda Ankaralı sanatseverlerle buluşacak.

7


BİR DÜNYA HABER

Tarkan sevenlerini kırmadı…

Megastar, Harbiye Açıkhava’da sevenleriyle hasret giderecek. Ünlü pop müzik şarkıcısı Tarkan, yoğun ilgi üzerine 3 olan açıkhava konserlerinin sayısını 6’ya çıkardı. Geleneksel açıkhava konserlerinde sahne alacak Tarkan, daha önce açıklanan ve biletleri tükenen 3, 4 ve 6 Eylül’deki konserlerinin yanı sıra 7, 9 ve 10 Eylül’de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde hayranlarıyla buluşuyor. Megastar, iki bölümden oluşacak konserlerinin ilk yarısında yoğun ilgi gören Türk Sanat Müziği albümü Ahde Vefa’da yer alan eserleri, ikinci yarısında ise sevilen klasikleşen pop şarkılarını seslendiriyor. Tarkan, sürprizleri ve müthiş performansıyla da sevenlerine özel bir gün yaşatıyor.

Metallica’dan yeni şarkı…

8 yıl aradan sonra, 18 Kasım’da yayınlanacak olan yeni Metallica albümünden ilk şarkı Metallica hayranlarıyla buluştu. 18 Kasım’da 2 CD’lik “Hardwired… To Self-Destruct“ albümünü çıkarmaya hazırlanan Metallica, albümün açılış şarkısı ‘Hardwired’ı yayınladı. Grup haziran ortasında yeni albümünün miksajına başladığını açıklamıştı. Lars Ulrich de Nisan başındaki açıklamasında Metallica’nın yeni albümünü tamamlamak üzere olduğunu söylemişti. Metallica en son 2008’de ‘Death Magnetic’ albümünü yayınlamıştı.

Tahrif’ten opera çıktı…

İspanya’nın Borja kentinde 2012 yılında Cecilia Gimenez isimli bir kadının restore etmek isterken tahrif ettiği Hz. İsa freski, ‘Behold the Man’ adlı operaya ilham kaynağı oldu. Sosyal medyada kadının yaptığı deformasyon büyük ses getirdi ve yıllarca konuşuldu. İspanya’nın Borja kenti de eseri görmek için gelen ziyaretçilerin akınına uğradı. NY Times’ın haberine göre, şimdi de Gimenez’in yaptığı restorasyon bir opera eserine ilham oldu. 45 dakikalık eser olan ‘Behold the man’ isimli opera, Andrew Fleck ve Paul Fowler tarafından bestelendi. Opera eseri, Gimenez’in fresk üzerinde yaptıklarını ve Borja’nın nasıl çekim merkezine dönüştüğünü anlatıyor.

8


BİR DÜNYA HABER

Leonard Cohen’den albüm müjdesi…

Geçtiğimiz günlerde eski sevgilisi Marianne Ihlen’e ölümünden hemen önce gönderdiği mektupla gündeme gelen Kanadalı ozan Leonard Cohen, Facebook hesabından yeni bir albümün haberini verdi. “You Want It Darker” adlı albüm sonbahar aylarında raflarda olacak. Albüm, sanatçının 2014’te çıkardığı ‘Popular Problems’ ardından piyasaya sürülen ilk yeni Cohen çalışması. Albümün sonbahar aylarında yayınlanacağı belirtilirken, aynı adı taşıyan ‘You Want It Darker’ adlı şarkı ‘Peaky Blinders’ dizisinin bir sahnesinde görücüye çıktı bile.

Erhan Güleryüz besteleri meydanlarda yankılandı.

Ayna grubunun kurucusu sanatçı Erhan Güleryüz’den arka arkaya besteler geldi. Güleryüz, 15 Temmuz gecesi yaşanan hain saldırılara tepki amacıyla ilk olarak “Türkiye İçin” adlı şarkıyı yazarak, şarkıya ait videoyu sosyal medya hesabından paylaştı. Ardından Ayna grubu olarak seslendirdikleri “Millet Marşı” ile meydanları “Haydi birliğe büyük Türkiye’m” sözleriyle birlik ve beraberliğe çağırdı.

Volkan Arslan ve Ömer Hayri Uzun’dan 15 Temmuz şarkısı. Grup Yürüyüş’ten 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminden sonra TRT İstanbul Radyosu sanatçılarından Volkan Arslan da bir şarkı yazdı. Söz ve müziği Arslan’a ait olan “15 Temmuz Gecesi” isimli şarkı, bir hafta gibi kısa bir sürede TRT Ankara Radyosu sanatçılarından Şef Ömer Hayri Uzun aranjörlüğünde düzenlendi. Mehter ve yürüyüş metronomunda; zurna, trompet ve ritimlerin eşlik ettiği beste, dinleyenlerin milli duygularına hitap ediyor. Tüm kesimler tarafından beğenilen şarkı meydanlarda büyük bir coşkuyla çalındı ve söylendi.

15 Temmuz’a şarkı..

FETÖ’nün darbe girişimine temmuz ayında “Halk Geliyor” eseriyle tepki gösteren Grup Yürüyüş, şair Ali Emre’nin şiirinden bestelediği ikinci eseri “Temmuz Türküsü”nü sosyal medyada hayranlarıyla paylaştı. Grubun solisti Mehmet Ali Arslan’ın seslendirdiği eserin klibinde 15 Temmuz’u anlatan illüstrasyonların, fotoğrafların yanı sıra, darbe girişiminde şehit düşen Piyade Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir, Halil Kantarcı, Erol ve Abdullah Tayyip Olçok’un da fotoğrafları yer alıyor.

9


MEYDANLARIN DİLİ

MEYDANLARIN DİLİ Hazırlayanlar: Ümit DİRİCAN, Nesrin BÜYÜKTURAN

Vatan, doğduğun, doyduğun, güldüğün, ağladığın, cehennemini de cennetini sevdiğin, her zerrende tüm kültüründen bir şeyler taşıdığın, yeri geldiğinde de tankın, tüfeğin önüne dimdik dikildiğin ipekten topraklardır. Vatan her şeyden önemlisi koca bir mânâ evrenidir. Seni sen yapan ne varsa taşından, toprağından, havasından, suyundan almışsındır. Onun için de tek bir taşı ömrünü verecek kadar kıymetlidir. Ve onun için de 15 Temmuz gecesi memleketi karıştırmak isteyen hain ellerin karşısına, koca tankların, silahların karşısına tereddütsüz dikildi bu halk. Türk insanı için vatan; namus demektir, onur demektir, inanç demektir, aşk, sevgi demektir...

10


KENETLENME ZAMANI

KENETLENME ZAMANI Bu millet “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler hâkim olabilir.” diyen Ata’sından aldığı feyzle sever vatanını. Ve “Asker toplayıcılar gene dolaşmaya başlamış köy köy. Büyüğü Balkan Harbinde kaybettim, ortancayı Çanakkale’de. Sonuncusu pek küçük ama kabul ederlerse yerine ben giderim.” diyen anaların evlatlarıdır. Yeri geldiğinde de Ata’ları gibi, dedeleri, babaları, anaları gibi sahip çıkar memleketine.

11


MEYDANLARIN DİLİ

MEYDANLARIN DİLİ -

12


KENETLENME ZAMANI

KENETLENME ZAMANI 15 Temmuz 2016 gecesi demokrasimize kirli eller uzanmış ve bu kirli eller, tüm ülkeyi karanlığa ve esarete mahkûm etmek istemişti. Ancak başta Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın milletine duyduğu güven ve güçlü iradesiyle yaptığı çağrı üzerine; millet tek yürek, tek bilek olarak, demokrasi ve özgürlüğe tuzak kuranların bu hain emellerini suya düşürdü. Özgürlüğe ve demokrasiye sahip çıkma yolunda haftalarca meydanlarda birlik ve beraberlik içerisinde nöbetler tutuldu. Kendi adımıza kurumumuz TRT’nin, başta Genel Müdürümüz Şenol Göka olmak üzere her bir çalışanının bu hainlerin saldırılarına karşı kararlı, net tavrının gururunu taşıdığımızı da belirtmek isteriz. Halkın birlik ve beraberliğinin tartışılmaz gücü, sosyal ha-

yatta olduğu kadar kültür ve sanat hayatında da oldukça etkili elbette. Bu nedenle milletçe en sık bir araya gelinen yerlerin yani kültür ve sanat etkinliklerinin düzenlendiği platformların gücünü göz ardı etmemek gerekir. Bu platformlar arasında belki de en önemlisi müzik etkinliklerinin düzenlendiği alanlar ve tabii ki konser mekânları. Bir araya gelen kalabalıklar müziğin de birleştirici gücüyle daha da bir kenetlenir tek ses, tek nefes olur adeta. Milletçe bir demokrasi zaferine ortak olduğumuz şu günlerde biz de elimizden geldiğince bu birlikteliğe destek olmak ve bu süreç içerisinde müziğe dair neler yaşanmış bunları sizlerle paylaşmak istedik.

13


MEYDANLARIN DİLİ

MEYDANLARIN DİLİ -

Her karışı şehit kanıyla sulanmış vatan toprağımızı milletçe nasıl savunacağımızı tüm dünyaya bir kez daha kanıtladık. 15 Temmuz’da kahramanca siper edilen göğüsler ve günlerce tutulan demokrasi nöbetleri dünyaca ünlü starlar tarafından da takdir gördü… Elton John destek mektubu gönderdi. 1970’lerden bu zamana kadar 250 milyondan fazla albümü satılan ve gelmiş geçmiş en büyük şarkıcılar arasında gösterilen Elton John, Türkiye’de yaşanan olaylar karşısında duyarsız kalamayarak bir destek mektubu gönderdi. Türkiye’yi daha önce gerçekleştirdiği konserlerden dolayı çok yakından tanıdığını belirten Elton John mektubunda, yaşananları bir ‘baş ağrısı’ olarak nitelendirerek olayların Türkiye’nin demokrasi ve

14

özgürlük ortamını bozmaya yönelik yapıldığının farkında olduğunu vurguladı. Olayların Türkiye’nin güzelliklerine gölge düşüremeyeceğinin de altını çizen Elton John bu nedenle 9 Eylül’de EXPO 2016 Antalya’daki konserini büyük bir zevkle gerçekleştireceğini de müjdeledi. Demokrasi mücadelesine bir destek de Belçikalı Lara Fabian’dan geldi. Lara Fabian 24 Eylül’deki konseri öncesinde sosyal medya hesaplarında yaptığı paylaşımda ücretsiz gerçekleştireceği konser için, “Ruhu yaralı bu güzel ulusa küçük bir katkı” ifadelerini kullandı. 15 Temmuz’da yaşanan olayların ardından dünyaca ünlü sanatçılardan Türkiye’ye destek gelmeye devam ediyor. EXPO 2016 Antalya’da konser verecek olan aşk şarkılarının büyülü

sesi Lara Fabian, 1 milyon 200 bine yakın takipçisi olan sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla Türk halkının yanında olduğunu gösterdi. Jamala da konserini gerçekleştirerek desteğini gösterdi. Eurovision Şarkı Yarışması’nda “1944” adlı şarkısıyla birinci olan Kırımlı Tatar sanatçı Jamala konserine, İstanbul’da olmaktan çok mutlu olduğunu söyleyerek başladı. Konserde İngilizce ve Türkçe şarkılar seslendiren Jamala, “Anavatan” şarkısını seslendirmeden önce “Biz vatanımızdan ayrı yaşamanın ne olduğunu biliyoruz, vatanımızdan uzakta sürgüne düştük ama her zaman biliyoruz ki sığınacak bir anavatanımız var. Vatan için ölen tüm şehitleri rahmetle anıyorum” diye konuştu. Sanatçı konserin bir bölümünde de; “Ukrayna’nın acı tecrübelerine


KENETLENME ZAMANI

KENETLENME ZAMANI

15


MEYDANLARIN DİLİ

MEYDANLARIN DİLİ -

göre çok iyi biliyorum ki müzik insanlar için bir ilham ve umut kaynağı oluyor. O yüzden Türkiye’ye geldim. Kendimi Türkiye’de tamamen güvende hissediyorum. Hiçbir tehlike hissetmiyorum.” İfadelerini kullandı. Bir destek de aşkın tutkulu sesi Buika’dan… Flamenko geleneğiyle cante tarzını cazla daha yükseğe taşıyan dünyaca ünlü İspanyol şarkıcı Buika da Türkiye sevdasını planlanan konserlerini iptal etmeyerek kanıtladı. “Türkiye ile bağlarım her konserle daha çok güçleniyor” diyen şarkıcıyı Antik Tiyatroda dinlemeye, yaklaşık 3 bin kişi

16


KENETLENME ZAMANI

KENETLENME ZAMANI

geldi. Buika söylediği İspanyol şarkılarla hayranlarına müzik ziyafeti verdi. Hayal kırıklığı yaratanlar oldu… Ülkemize desteğini bu dönemde birçok sanatçı gösterdi verdikleri konserlerle. Ancak bir isim var ki bugüne kadar özgürlük mücadelelerinin hep yanında olduğunu iddia etmesine rağmen Türkiye’de vereceği konseri iptal ederek büyük hayal kırıklığı yarattı. Bu isim ne yazık ki Joan Baez. Sanatçı sosyal medya hesabında şunları yazdı: “Türkiye’deki arkadaşlarım, Türkiye’deki konserlerimi iptal etme kararı aldım. Onca zamandır savaş bölgelerine, diktatörlük rejimine sahip ülkelere, sivil arbedelerin yaşandığı yerlere gittim. Ama bugünün Türkiye’sindeki gibi beklenmedik ve çok büyük tehlike gibisini gördüm mü emin değilim. Aktivist meslektaşlarıma bile ne kadar kararlı olsalar da önermem, kendimi, grubumu ve ekibimi Türkiye’de yükselen kâbusun içine sokamam. Umarım acı çekmeden ve barbarca cezalar almadan birlikte şarkı söyleriz.”

Bu talihsiz açıklama üzerine ise İstanbul Caz Festivali Direktörü Pelin Opçin, Joss Stone’un konserini iptal etmemesine rağmen Joan Baez’in Türkiye’ye gelmemesine ve açıklamasında “beklenmedik tehlike ve kâbus” gibi kelimeler kullanmasına tepki göstererek sosyal medya hesabında Baez’e yanıt niteliğinde bir yazı paylaştı. Opçin yazısında şöyle dedi: “Güvenlik koşullarından emin olmadığınızı anlayabiliyorum, Türkiye’ye gelmekten çekinmenizi de anlıyorum, konserinizi yapamayacağınızı düşündüğünüz için iptal ettiğinizi de biliyorum. Ama savaş bölgesi durumu konusunda hızlı karar almanızı ve ya-

zınızda ‘beklenmedik tehlike ve kâbus’ kelimelerini kullanmanızı anlayamıyorum. Evet, sorun yaşıyoruz, yaşanılanları inkâr etmiyoruz, evet yastayız ama topluma sanatla toplumun iyiliği için barış ve bilgelik getirebileceğimizi düşünüyoruz. Bize kendimizi yalnız hissettirdiniz. Bir takım izole etme şekliyle bize kendimizi cezalandırılmış hissettirdiniz. Pozitif bir ilham kaynağısınız ve lütfen bizi cesaretlendirin. Durumumuzun ne kadar kötü olduğu konusunda fikir yürütmeyin. Çünkü öyle değil. Joss Stone konserinde dans edeceğim çünkü Stone İstanbul’da konser verecek kadar cesur.” Bir Dünya Müzik ekibi olarak bu kritik

17


MEYDANLARIN DİLİ

MEYDANLARIN DİLİ -

dönemde, bize destek olan tüm sanatçılara teşekkür ederken Joan Baez’i kınıyoruz. Türk milleti, 15 Temmuz ihanet kalkışması sonrasında meydanlarda kenetlendi. Bu birlik ve beraberlik duygularıyla şarkılar, türküler ve marşlar bestelendi. Hep bir ağızdan meydanlarda yankılandı marşlar… Demokrasi darbe yemiş, şaşkındı millet Ya özgürlük bundan sonra, yahut da zillet Başkomutan emir verdi: İnin meydana! Sahip çıkın al bayrağa, aziz vatana! Her ne ile meşgul ise hemen bıraktı Yedi-yetmiş bütün millet sokağa aktı Milyonların ayak sesi titretti yeri Elde bayrak, dilde tekbir, koştu ileri..... Uğur Işılak, Murat Kekilli, Grup Ayna, Ümit Besen, İsmail Türüt, Hanefi Söztutan, Bekir Köse ve daha birçok sanatçı besteledikleri marşlarla destek oldular demokrasi mücadelesine. Güftesi Gümüşhaneli şair Dilaver Cebeci’ye ait “Türkiyem” şiirine bestesiyle can veren Mustafa Yıldızdoğan da konserleriyle demokrasi mücadelesine destek verirken “Türkiyem” şarkısı da bir marş gibi Türkiye’nin 81 ilindeki alanlarda sürekli çalındı. En uzun gece Sırattan ince El ele verdik Geçtik milletçe… İşte bu dizelerle başlayan bir türkü bestelemiş Ordulu sa-

18

natçı Aydın Beyoğlu… Sanatçı utanç verici geceyle ilgili : “Türkiye büyük bir sınav verdi ve bu sınavı halkın gücüyle Yaradan’ın gücüyle geçti. İnşallah, böyle bir olay bir daha yaşanmaz. Yıllardır radyoda, televizyonlarda ve konserlerimde hep birlik beraberlik mesajları verdim. Benim bir sanatçı olarak elimdeki gücüm kalemim, iyi niyette kullanacağım silahım, sazım ve sözüm. Geç saatlerde meydanlara çıkan arkadaşlarım, kardeşlerim kadar güçlü olsaydım keşke. Onların ellerindeki bayraklarla meydanlara, yollara çıkışı, milletin, devletin yanında yer almaları beni de sazımla, sözümle duygulandırdı, güçlendirdi” ifadelerini kullanmış. 15 Temmuz’un ardından müzik dünyası da demokrasi mücadelesi için meydanlarda toplandı, sosyal medya hesaplarından da hain kalkışmayı kınayan birçok sanatçı, milyonlarca takipçilerine de beraberlik mesajı verdiler. Sanatçılardan darbe girişimine ortak tavır geldi. Kültür sanat dünyasının ünlü isimleri, darbe girişimine tepki amacıyla “Darbeye Hayır” bildirisi yayımladı. Demokrasiye sahip çıkan sanatçıların yayımladığı bildiri şöyle: Dört darbe yaşamış Türkiye, 15-16 Temmuz gecesi yeni bir darbe tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Darbecilere direnen cesur halkımıza ateş açıldı. En az 200 insanımızı kaybettik. Darbeciler, hepimizin temsilcilerinin olduğu Meclisimizi on bir kez vurdular. Biz, bu bildiride imzası olanlar, aramızdaki tüm görüş farklılıklarını bir tarafa bırakarak bu korkunç darbeye karşı demokrasimizin yanındayız. Darbeye direnirken hayatlarını kaybeden kahraman insanları saygıyla anıyoruz.


KENETLENME ZAMANI

KENETLENME ZAMANI

Bildiride imzası bulunan isimler ise şöyle: Adnan Özer, Ahmet Güneştekin, Ahmet Hakan, Ali Bayramoğlu, Ali Sunal, Aras Bulut İynemli, Arzum Onan, Aslıhan Gürbüz, Ayberk Pekcan, Ayberk Sak, Ayda Aksel, Ayşegül Akdemir, Balçiçek İlter, Barış Yıldız, Basri Albayrak, Belçim Bilgin Erdoğan, Berrak Tüzünataç, Beste Bereket, Bige Önal, Binnur Kaya, Birkan Sokullu, Buğra Gülsoy, Burak Hakkı, Burçin Abdullah, Burçin Terzioğlu, Bülent İnal, Bülent Şakrak, Cansu Tosun, Cengiz Bozkurt, Cengiz Kurtoğlu, Ceyda Düvenci, Çağla Kubat, Demet Akbağ, Demet Genç, Devrim Yakut, Dolunay Soysert, Ebru Akel Sancak, Ece Çeşmioğlu, Ecem Özkaya Üstündağ, Edip Saner, Elif Atakan, Elifcan Ongurla, Emre Karayel, Engin Akyürek, Engin Öztürk, Eray Akyamaner, Erkan Avcı, Erkan Bektaş, Erkan Can, Esra Bilgiç, Esra Dermancıoğlu, Esra Ronabar, Etyen Mahçupyan, Ezgi Mola, Ferat Bilgin, Fikret Kuşkan, Fuat Keyman, Genco Özak, Gökçe Bahadır, Gülçin Avşar, Gülay Göktürk, Gülenay Kalkan, Gülse Birsel, Gün Koper, Günay Karacaoğlu, Güven Kıraç, Hakan Altun, Hakan Boyav, Hakan Kurtaş, Halil Berktay, Halil Ergün, Halit Ergenç, Hande Doğandemir, Hande Soral, Hande Yener, Hasan Saltık, Hasibe Eren, Hatice Şendil Sağyaşar, Hazal Kaya, Hazar Ergüçlü, Hikmet Barutçugil, Hilmicem İntepe, Hülya Koçyiğit, Hüseyin Avni

Danyal, İbrahim Çelikkol, İclal Aydın, İlker Kaleli, İnanç Konukçu, İpek Acar, İpek Karapınar, İrem Sak, İskender Pala, İskender Paydaş, İsmail Demirci, İsmail İçen, Kerem Bürsin, Kıvanç Kasabalı, Korhan Herduran, Kutluğ Ataman, Kutsi, Leyla İpekçi, Leyla Lydia Tuğutlu, Mehmet Ada Öztekin, Mehmet Akbay, Mehmet Aslantuğ, Melis Birkan, Menderes Samancılar, Mert Tünay, Mert Yazıcıoğlu, Metin Celal, Muhsin Kızılkaya, Murat Dalkılıç, Murat Yıldırım, Mustafa Erdoğan, Mustafa Şahin, Mustafa Üstündağ, Nihal Bengisu Karaca, Nur Fettahoğlu, Olgun Toker, Oral Çalışlar, Ozan Çobanoğlu, Özlem Balcı, Özge Gürel, Özgü Namal, Özgür Çevik, Polat Yağcı, Rıza Kocaoğlu, Sarp Akkaya, Sarp Levendoğlu, Seda Yılmaz, Sedat Yurtdaş, Sedef Avcı, Selçuk Aydemir, Selma Ergeç, Semih Kaplanoğlu, Sercan Badur, Serenay Sarıkaya, Serhat Teoman, Serkan Altunorak, Serkan Çayoğlu, Sinan Tuzcu, Songül Öden, Suat Suna, Şencan Güleryüz, Şükran Ovalı, Şükrü Özyıldız, Tanju Çolak, Tarık Ünlüoğlu, Tolga Çevik, Tolga Sarıtaş, Tolgahan Sayışman, Tuna Kiremitçi, Turgay Tanülkü, Uğur Arslan, Uğur Güvercin, Yasemin Kay Allen, Yavuz Bingöl, Yavuz Ekinci, Yeliz Kuvancı, Yıldıray Oğur, Yurdaer Okur, Yusuf Esenkal, Zafer Algöz.

19


MEYDANLARIN DİLİ

20


KENETLENME ZAMANI

Biz de vatanı uğruna canını hiçe sayanların, vatanın sadece toprak parçası demek olmadığını tüm karanlık güçlere gösteren asıl kahramanların ruhları önünde saygıyla eğiliyoruz. Ruhları şad olsun. Biz geride kalanlara düşen görev de memleketimize sahip çıkıp, beklenen karanlıklara izin vermemektir. Onun için de yan yana, beraberce türkülerimizi, şarkılarımızı söylememiz çok önemlidir. Yetmiş iki milletin sesini, nefesini taşıyan memleketimizden dünya var oldukça şen şarkılar, türküler eksik olmasın…

21


KAPAK KONUSU

YolaRevan Oldum, Heybemde Türlü Çeşit Hazırlayan: Figen GÖKTAŞ

Hayat yolculuğumuz başladığında acı tatlı görecek günlerimizin en başında bizi, ilk sevgilimiz, bizi ilk sevenden ninniler karşılar. Ninnilerin benim olsun Uykularım senin olsun Akan sular ömrün olsun Ninni yavrum, kuzum ninni… Sonra yol aldıkça büyür, yaş aldıkça biriktiririz. Yollar zaman zaman kavşaklara taşır bizi. Önemli kavşaklardan biri ergenliktir ki burada dinlenen müzikler de kişiye özel eşlik ederek ruhunu besler. Bu kavşakta içine kapananlar depresif şarkılarla, Göksel’in 2000’li yıllara damgasını vuran şarkısı gibi… Bugün evden çıkmadım, Telefona bakmadım, Çok yedim, çok ağladım… Depresyondayım, Unutuldum, Aldatıldım. İsyankârlar ise çığlık çığlığa bunu dile getirebilecekleri şarkılarla yolunu seçmeye, bulmaya çalışır. Hard rock olur, metal olur, Türkçe rock o da olur. O zaman Şebnem Ferah’tan gelsin; Ben şarkımı söylerken istersen sesi açarsın İstersen kısıp, bunu da yok sayarsın Kim bilir belki gülümser belki ağlarsın Yüreğimdeki sesleri susturamazsın...

22

Bol bunalımlı, isyanlı bu kavşak da atlatıldıktan sonra uzun ince yolda hayat gailesinin başlayacağı eş ve iş seçimi yapılacak önemli kavşak gelir karşımıza. Ve burada aşk acısından mutlu sona, pişmanlıklardan ‘İşte budur’ nidalarına uzanan benliğini ve kendini bulma yolunda, geniş bir yelpazede bin bir çeşit şarkı, türkü eşlik eder bize. Ne güzel özetlemiş Barış Manço “Yol” şarkısında ömür denen yolu… Uçsuz bucaksız bir yolda Yürüyorum tek başıma Herkes hakkını helal etsin Kalmasın tek bir lokma Bu yolda ölmek var belki de dönmemek Ömür bitse bile yol bitmeyecek… Topraktan geldi insan yine toprağa dönecek, İki lokma ekmek için ömür boyu dövüşecek. Ve ne güzel anlatmış gönülden gönüle yolculuğu büyük ozan Neşet Ertaş; Gönül Dağı yağmur yağmur boran olunca Akar can özümde sel gizli gizli Bir tenhada can cananı bulunca Sinemi yaralar dil gizli gizli Dost elinden gel olmazsa varılmaz Rızasız bahçanın gülü derilmez Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez Gönülden gönüle yol gizli gizli…


YOL VE YOLCULUK

Ezgiler Ne amaçla olursa olsun yolculuklarımızda bize eşlik eden müzikler her türlü duygusal anımızın şahididir. Kimi zaman otobüs camına yaslanıp hayal kurarak Teoman’ın Yollar şarkısını, Aslında yollar Yalanını görmez, yaraları sarmaz Hiç bitmez Aslında yollar Daralıp açılmaz, sonuna da varmaz… Kimi zaman direksiyon başında avaz avaz haykırarak, derdimizi kederimizi kusarcasına- Deep Purple’dan Highway Star’ı, Kimse arabamı almayacak, yerde yarıştıracağım onu Kimse arabama vurmayacak, sesin hızını kıracak Ooh, o katil bir makine, her şeyi var Süren güç gibi, büyük şişman tekerlekler ve her şey… Kimi zaman arabanın arka koltuğunda sicim gibi gözyaşları akıtıp salya sümük iç çekerek ya da Ray Charles’ın Hit the Road Jack şarkısını dinleyip parmaklarımızı şıklatıp tempo tutarak dinlediğimiz, yol arkadaşımızdır yolculuk müzikleri. Uzun lafın kısası, hayat denen yolda biz de kısa bir mola verdik ve bu ay dergimizde yol ve yolculuk müziklerine farklı açılardan bakmaya çalıştık. Bendeniz Figen Göktaş’ın bu girişinden sonra Nesrin Büyükturan bavulunda şarkılar ve türkülerle sizi uzun bir yolculuğa çıkartacak şimdi…

23


Bavulumda Türküler YOL VE YOLCULUK

‘‘Işınlama Beni Scotty. Etrafı Görmek İstiyorum.’’

Hazırlayan: Nesrin BÜYÜKTURAN

“Yine dertli geçirdim geceyi, Şarkılar, türkülerle.” (Orhan Veli Kanık-Yol Türküleri) Piyangodan büyük ikramiyenin çıkma ihtimali on milyonda bir gibi bir şeymiş. Sorun, kime çıkarsa çıksın borcunu derdini hallettikten sonra yapacağı ilk iş neymiş? Ben söyleyeyim, yolculuğa çıkmak. Hayalde gidilecek bir yol vardır mutlaka. Yol bazen ta uzaklardır, bazen yerinden kıpırdamadan içinin en derinlerinedir. Yol senin tüm ömründür. Bunca zaman ne ile kurduysan kendini odur seçeceğin yolculuk… Gideceğin güzergâh, bakacağın yön, düşeceğin yol sensindir, o yol için seçeceğin şarkı, türkü de öyle.

Hazırlıklar yapılır, son kontroller; pasaportlar, biletler ve yol için seçilen müzikler (bunlarsız yola çıkılamaz). Müzik seçimi… Bazen seçtiğin müzik yolu belirler, bazen yol seçeceğin müziği belirler. Şairin dediği gibi uzak dediğin birikir insanın içinde. Sonrası mı? “Sonrası yalnızca yoldur…” İster radyodan gelsin müzik, isterse dijital aygıtlardan, yol da yolculuk da müziksiz geçmez. Radyo her zaman öncelikli tercih olur yolculuklarda. 1970’lerde radyonun yanına kasetçalar da yerleşir. 1990’lardan itibaren ka-

Hayalde gidilecek bir yol vardır mutlaka. Yol bazen ta uzaklardır, bazen yerinden kıpırdamadan içinin en derinlerinedir. Yol senin tüm ömründür. Bunca zaman ne ile kurduysan kendini odur seçeceğin yolculuk… 24


BAVULUMDA TÜRKÜLER setçalarlar, kompakt disklere bırakır yerini. 2000’lerde dijital müzik çalarlar eklenir sisteme. Radyo her daim araçlardaki yerini ve yolculuklardaki saltanatını korur. Üç aşağı beş yukarı, zevkine göre yayın yapan radyoyu seçip, bahtına çıkacak şarkılarla kader ortaklığı yapılır. Çıkan parça nasıl da içinden geçeni bilir, halden anlar. Hazırladığın listende ise bahtın oyunlarına yer yoktur. İşini sağlama alırsın. Bakarsın, dinlersin, eklersin, silersin. Ben listenin önemli bir bölümünü “bizim blueslarımız” olan türkülere ayırırım. Her duruma uygun bir türkü vardır. Sade, duru, mesajı nettir türkülerin. Hadi o zaman yol arkadaşı olarak bavulumuza doldurduğumuz şarkılar, türkülerle yola revan olalım. Ama biraz tersinden olsun yolculuğumuz. Türküyü yakanın bedeninden, gözlerinden bakalım. Şu durmadan dağılıp birleşen âlemde kim yalnız sadece kendi zerrelerinden oluşur ki zaten? “Hereke’den çıktım yola, Selâm verdim sağa sola, Haydi, benim bu dünyaya garip gelmiş şairim, Yolun açık ola!” Bir Garip Orhan Veli, Yol Türküleri şiirinde yola türküyle başlar bizim gibi, yolları türkülerle geçer. İzmit’i, Adapazarı’nı, Bolu’yu geçip Zonguldak’a varana dek, türkülerden şiir yazar. Türküsüz bir karış toprağı yoktur Anadolu’nun. O yüzden Anadolu’yu aşan yollara da en çok türkü yaraşır. Daha doğduğun andan itibaren türkülerle bu toprakların tüm kederi,

neşesi işlenir her zerrene. Sazını sözünü bilmesen de bilirsin ne dediğini. Bir türkü çalar, hiç edinmediğin bir yaran sızlar derinlerinde. Suyu bile ateşe çeviren o kor, dağlar yüreğini: Baba bugün dağlar yeşil boyandı Kim yattı kim uyandı Mine boylum kalbime ateş düştü İçinde yar da yandı Su serptim ateş sönsün Serptiğim su da yandı Aman aman Azrail aman Alma canım bir zaman Gider o yâre haber yar da yanar bir zaman… Her yolculuk, insanın kendine giden bir yoldur bir yandan da. Hele uzun bir yola çıktıysanız, düşünecek, hesaplaşacak bolca zaman bulursunuz. Gecenin karanlığında yol alırken, bir yandan bir şeyleri arkada bırakmanın efkârı, öte yandan bir şeylere yaklaşmanın heyecanı birbirine karışır. Geride kalan koca bir hayattır; teker her döndüğünde biraz daha uzaklaşır… Önünüzde olan yine koca bir hayattır; teker her döndüğünde biraz daha yaklaşır… Yola neden çıktığın, kimle çıktığın, gidiş dönüş mü yoksa tek gidiş mi olduğu önemlidir, çok şey anlatır sana dair. Hangi araçla yola düştüğün de ele verir seni. Yol aynıdır ama trende başka, kendi aracınla başka, uçakta başka bir yolculuk yaşanır. Sırtına dünyanın yükünü vurmuş kamyon sürücüsünün yoluyla, saatte iki yüz elli kilometreyle giden hızlı trenin

25


YOL VE YOLCULUK Huduttan hududa atılmışım yolu hiç bir olur mu? Japonben…” ya’da geleneksel trenler seZaman değiştikçe, etrafımızferden kalktığında, TCDD’nin la kurduğumuz ilişki de deİstanbul-Ankara arasında çağişiyor. Yüksek teknoloji, bu lışan Ankara Ekspresi, Japon ilişkiyi zayıflatıyor ne yazık turistlerin akınına uğramıştı. ki. Kişisel yolculuğumuzun, Bir bildikleri vardır değil mi? anılarımızın oyuncuları biHer şey bu kadar hızlı olmak rer birer çekiliyor sahneden. zorunda mı? Keşke Ankara Her şey daha hızlı ve daha Ekspresi sembolik de olsa sekolay tüketilmek üzere taferlerine devam etse… sarlanıyor. Yeni tekno kültür, Kullandığımız her araç keninsanın doğayla, çevresiyle, di kültürünü oluşturuyor. birbiriyle olan ilişkisini belirKendi resmini, edebiyatını, Anadolu’yu aşan yollara da en çok liyor. Sanal dünya kendi külmüziğini… Halit Refiğ’in hâkim kılıyor. Ancak Gurbet Kuşları filmindeki türkü yaraşır. Doğduğun andan itiba- türünü insan değişmiyor aslında. İnaçılış sahnesinde yüksek hızlı treni oynatabilir misiniz? Ya ren türkülerle bu toprakların tüm ke- san yine birilerine, bir yerlere ait olmak istiyor, kendisini da Şehir Hatları’nın emektar, yorgun vapurunun yerine, deri, neşesi işlenir her zerrene. Sazını hayata bağlayan köklerini istiyor. Sevilmek deniz otobüsü olur mu? Atlı sözünü bilmesen de bilirsin ne dedi- hissetmek istiyor, sevdiğine ulaşmak isarabayla değil de ne bileyim hızlı trenle yolculuk yapsaydı ğini. Bir türkü çalar, hiç edinmediğin tiyor. Duyguları bendini zorladığında, dilsiz kaldığında Faruk Nafiz Çamlıbel, yol bobir yaran sızlar derinlerinde söylemeden, anlatmadan yunca han duvarlarına çizikbölüşmek, paylaşmak istiyor. tirilmiş üç beş boynu bükük satır aracılığıyla, memleketin hal-i pür melalini anlatan Han Koşarken, yarışırken, ilerlerken, sürekli sinir krizinin eşiğinde gezerken bent olacak anahtarları arıyor. En sık başvurduğu Duvarları’nı yazabilir miydi? çözüm de toplayıp müziklerini kendini yollara vurmak oluUykuya varmak için bu hazin günde, erken, yor. Çok şükür ki “ışınla beni Scotty” noktasına henüz gelKapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken medik ve hâlâ yolculuğun tadını çıkarabileceğimiz araçlar Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; var. Vapurlar var, hızlı olmayan trenler var. Yolda okunacak Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı. kitaplar, dinlenecek müzikler var. Sabaha karşı otobüs sürü… cüsünün dinlediği radyodan gelen sesle uyanmak var. İnce“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan cik sesli bir kadın, sevdadan ölünen, hastalığın bile incesinin Baba ocağından yar kucağından olduğu dönemlerden uzanıp, tam da canda en kuytunuza Bir çiçek dermeden sevgi bağından dokunur: Ben kendimi aman Gülün dibinde buldum Kuru kuru sevdaymış, sarardım soldum Aşk bir rüyaymış, kendime yordum… Bu güzel topraklarda binlerce yıldır türküler yakıldı. Her yol, uğrayan her yolcunun sadâsını taşır. Gurbete gidene, askere gidene, gelin olup gidene, dağları aşana, yaylaya çıkana, türküler söylendi. Yüreğin közü, yolların tozu, özlemin kor ateşi turnaların kanatlarına yüklenip yollandı gurbetten sılaya. Allı turnam bizim ele varırsan, Şeker söyle kaymak söyle bal söyle. Eğer bizi sual eden olursa, Boynu bükük, benzi soluk yar söyle. Dağlar geçit vermeyince, yâre giden yolları harami tutmuşsa,

26


BAVULUMDA TÜRKÜLER

Türkülerle, şarkılarla derman olunan, şifa bulunan Anadolu’yu, bir de türkülerle, şarkılarla dolaşın derim. Her taşın dibini, her ağaç gölgesini bildiğinizi; her gideni, her döneni bir yerlerden tanıdığınızı göreceksiniz. göz arkada kalmışsa, yine türkü oldu duygular: Aşamadım Hacı Hasan belini Yaylanıza varamadım a gelin Deldi geçti yağlı kurşun tenimi Ellerinden tutamadım a gelin. Askerlik de zordur asker yolu gözlemek de. Askere davulla zurnayla, türküyle şarkıyla uğurlanır delikanlılar. Ama herkes bilir ki gönlünde bir güzelin gölgesi varsa, askerlikte sevda çekmek zordur. Vatan görevi bitene kadar bir sigara içimi dinlenmelerde duman duman yavuklunun kaşı, gözü, gülüşü, bakışı kaplar içini. Askere giden yavuklusunu bekleyen genç kız da bir türkünün dizelerine iliştirir hasretini: Mendilimde tel oya Gülmedim doya doya Asker yolu beklerim Günleri saya saya. Her şeye rağmen dertlerin en kabul edilenidir sevda. Bin dermana yeğ tutulandır. Çıkılan her yolu rengine boyayandır. Kim, hangi sevgili için yazarsa yazsın, her dinleyene ve her söyleyene uyar yüreğinin yettiği kadar. Bir de ağıtlar öyledir... Derler ki Erzurum kapılarına dayanınca düşman, yollardan insanlar ve gözyaşı iki koldan sel olup akmış. Bir ağıt yükselmiş göğe doğru, Çifte Minareli Medrese, Ulu Camii, Yakutiye ve Erzurum Kalesi ile kucaklaştıktan sonra acı bir feryat olup ovaya dağılmış. Mükerrem Kemertaş’ın muhteşem sesinden dinleyin o ağıtı, öğrenmeden bildiğiniz o feryadı bulacaksınız yüreğinizde. Göç göç oldu, göçler yola dizildi, Uyku geldi, ela gözler süzüldü, Üç gün oldu, elim yardan üzüldü, Nerden aşar gelir yaylanın yolu? Türkülerle, şarkılarla derman olunan, şifa bulunan Anadolu’yu, bir de türkülerle, şarkılarla dolaşın derim. Her taşın dibini, her ağaç gölgesini bildiğinizi; her gideni, her döneni bir yerlerden tanıdığınızı göreceksiniz. Varsın yol bir yere varmasın. Yol bir yere varmasa da yolda olmak çok güzel. Işınlama Beni Scotty. Etrafı Görmek İstiyorum… Orhan Veli’yle başladık, yine onunla bitirelim: “Gemiler vardı limanda gemiler Her biri yeni bir ufka gider.”

27


BİR DÜNYA SOHBET

İskoç eteğini giyip Anadolu topraklarını karış karış gezen Paul Dwyer, programlarında bize kendi kültürümüzden örnekler verdi, farklı farklı yörelere ait türküler söyledi.

Uzun İnce Bir Yolda… 28


PAUL DWYER Röportaj: Ümit DİRİCAN

Müzik yapmak için 3 aylığına geldiği Türkiye’de tam 28 senedir yaşayan ve artık kelimenin tam manasıyla bizden biri olan bir müzisyen Paul Dwyer. Onu ilk olarak Türkiye’de kurdukları “Andy ve Paul” müzik grubuyla tanıdık. Daha sonra yaptığı “Paul ve Yol” adlı televizyon programıyla adeta bağrımıza bastık. İskoç eteğini giyip Anadolu topraklarını karış karış gezen Dwyer, programlarında bize kendi kültürümüzden örnekler verdi, farklı farklı yörelere ait türküler söyledi. Türkiye’de yaptığı birçok programa en son TRT Kent Radyo İstanbul’dan gerçekleştirdiği “Müzik ve Paul” programını da ekleyen sanatçı, bizi stüdyosunda ağırladı. Kültürümüzü kendine bu kadar yakın hisseden ve özümseyen, gönül ve müzik insanı Paul Dwyer ile çok keyifli bir sohbet sizleri bekliyor… 3 aylığına gelmişsiniz Türkiye’ye kaç yıl oldu? Bizden biri olmuşsunuz artık aslında. Evet, “geliş o geliş” dersiniz ya öyle oldu. Ne için gelmiştiniz iş için mi biraz bahsedebilir misiniz? Evet, iş için Andy ile beraber gelmiştik. Bir otel zincirinde çalışıyorduk. 3 aylık bir anlaşmamız vardı orada da eşimle tanıştık aynı zamanda. Türkiye’de biz sizi ilk olarak “Andy ve Paul” olarak tanıdık. Sonra ayrıldınız ve Andy Amerika’ya mı döndü? Tabii ama biz ayrılmadık yani ayrıldık demiyoruz çünkü biz hala görüşüyoruz. 34 yıllık bir kardeşlik diyelim onunla beraber büyüdük biz. Bazı projeler yapıyoruz tabii. Günümüz teknolojilerini kullanıyor, onunla müzik paylaşımı yapıyoruz. En son onunla 2010 senesinde bir albüm yaptık. Sizin müzik çalışmalarınız şu an devam ediyor mu? Yeni bir albüm var mı ya da başka bir proje? Ben son iki sene içerisinde 2 albüm yaptım bu yol programının sayesinde. Programın kapanışında ben o yöreye has bir türkü söylüyordum. O türküle-

Karadeniz’le başladık baktık ki sırf 3-4 bölüm orayı kapsıyor. Her yörede farklı sazlar ve o kadar fazla yorumlarla tanıştık ki; âşıklar, ozanlar, çok değişik sazlar… İşte o zaman bu yol 13 bölüm derken, 120 bölümü geçti.

ri toplayıp bir albüm yaptım anonim türküler olarak. Kendi aranjmanlarım ve icralarımla. Çok minimalistik, gitarlı, bazen perküsyon sazlarla. Sonra da hep yapmak istediğim bir klasik gitar albümü yaptım. Çünkü benim eğitimim ona dayanıyor. O albümde de bazen bulduğum türküleri genişlettim; klasik gitar veya düet, bazılarında 3 gitar için aranjman yaptım. Bir de kendi bestelerim var tabii Türk motifleri var. Çok uzun zamandır İngilizce bir albüm yapmadım, yani ana dilimde, o var sırada. Siz İskoç’sunuz değil mi? Anne tarafı İskoç, baba tarafı İrlanda, biz tam Keltiz aslında. Dolayısıyla bir İngilizce albüm hazırlamaktayım.

29


BİR DÜNYA SOHBET

Ne zaman çıkacak bu albüm? Bu albüm henüz demo aşamasında yani daha 4-5 sene önce yazdığım parçalar var. Bu albüm gerçekleşene kadar tekrar bir gözden geçirmek, belki yeni aranjmanlar yapmak lazım. Dergimizin bu ay kapak konusu yol ve müzik, yolculuk ve müzik ilişkisi. Siz de daha önce bir televizyon kanalında uzun soluklu bir program yaptınız ve o programda sürekli yollardaydınız. Anadolu’yu belki de tabiri caizse karış karış gezdiniz. Sadece gezmekle de kalmayıp o yörelere ait türküleri de tanıtıp seslendiriyordunuz. Şimdi biz bu programa başladığımız zaman yolumuzun bu kadar uzun olacağını hiç tahmin etmedik. Biz 13 bölüm çekecektik. Karadeniz’le başladık baktık ki sırf 3-4 bölüm orayı kapsıyor. Her yörede farklı sazlar ve o kadar fazla yorumlarla tanıştık ki; âşıklar, ozanlar, çok değişik sazlar… İşte o zaman bu yol 13 bölüm derken, 120 bölümü geçti. Çok da sevildi programınız değil mi? Evet, öyle oldu. Türkiye tamamen bir mozaik; mesela Gaziantep’teki barak havasından tutun, Karadeniz’e gittiğinizde horon havası, Aydın’a gittiğinizde zeybekler, hatta zeybeklerin bile farklı tarzları var. Mesela Milas’ta ağır zeybek, Bodrum’a indiğinizde 30-35 km civarında, yöresel kıyafetler bambaşka orada da kırık zeybek oynuyorlar. Yani bu kadar kısa mesafe içinde bile o kadar fark var. Bir de siz o programlarda yörelerin türkülerini oranın ağzı ve şivesiyle

30

Türkiye tamamen bir mozaik; Gaziantep’teki barak havasından tutun, Karadeniz’e gittiğinizde horon havası, Aydın’a gittiğinizde zeybekler, hatta zeybeklerin bile farklı tarzları var. Mesela Milas’ta ağır zeybek, Bodrum’a indiğinizde yöresel kıyafetler bambaşka orada...

seslendiriyordunuz. Mesela Karadeniz’de bir türkü söylemiştiniz “Denizde karartı var” gibi… Yöreye özgü şivelerle okumaya çalışıyordunuz türküleri. Evet, ben Hopa’da söylemiştim o türküyü. Bir de “Dido” türküsü var onu da söylemiştim yine o şiveyle. Bazı şiveler tabii benim için ilk olarak çok zordu çünkü zaten Türkçe anlamak benim için bir maceraydı diyebilirim. Bir de mesela Diyarbakır’a gitmiştim. Diyarbakır’ın simgesi 10 gözlü köprü var o köprünün altında bir Zazaca parça söylemiştim “El Hajiye” diye. Orada onu söylemek, o simgenin yanında söylemek müthiş bir his veriyor insana. Yollarımız hep böyle değişik yerlere götürdü bizi. Peki, Türkiye’de yaşadığınız için mutlu musunuz? 28 senenizi geçirdiniz burada.


PAUL DWYER

Tabii ömrümüzün yarısı. Mutluyum tabii eşim burada, çocuklarım burada. Bir atasözünüz var ne dersiniz siz? Doğduğun yer değil doyduğun yerdir ülken, işte onun gibi bir şey. İnanın ki ben hayatımda hep bunu yapmak istiyordum bir yola çıkmak, farklı yörelere gidip, o toprakları koklamak istiyordum. Saf Anadolu’nun toprağına değmek, o müziğin içine girmek istiyordum, birebir yaşamak. Siz gitar çalıyorsunuz fakat bağlamaya da ilgi duymuşsunuz. Türkülere ve bağlamaya olan bu ilginiz nasıl başladı? Esasında bağlama nereden geldi? Biz 90’larda Zülfü Livaneli ile iki albüm yaptık Andy ile beraber. Zülfü Bey o sırada kısa saplı bir bağlama çalıyordu,

‘‘Bağlama derslerine başladım. Hatta Sivas’ta ozanlarla atışma yapmayı bile denedik orası âşıkların diyarı malum. Bir kere Osmaniye’de bir âşık atışması yaptık ve bir saz kazandım. Onun üzerine de bir ağacın altında türkü söyledim o sazla.

tınısı çok güzeldi. Orada merak başladı. Biz o albümleri yaparken de büyük üstad Çetin Akdeniz’le tanıştık, müthiş bir bağlama üstadı kendisi. O sevgiyle aldık sazı elimize diyelim. Öyle bir sevgi başladı. Andy ile dedik ki bizim de mutlaka bağlama yaptırmamız lazım. Yaptırdık hatta hala şurada duruyor. O sazı ilk çalan da Orhan Gencebay. Ben sazı almaya dükkâna gittiğimde usta tellerini takıyordu ve yanında da Orhan Gencebay vardı. Aldı sazı çaldı ve evet üstad artık senin dedi ben de aldım ve direk kılıfının içine koydum. Ondan sonra ben nasıl çalabilirdim ki. Sonra işte bağlama derslerine başladım. Hatta Sivas’ta ozanlarla atışma yapmayı bile denedik orası âşıkların diyarı malum. Bir kere Osmaniye’de bir âşık atışması yaptık ve bir saz kazandım ve onun üzerine de bir ağacın altında “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsünü söyledim o sazla. Hala bağlama çalıyor musunuz? Çalıyorum diyemem, zaten ben bağlamayı biraz gitar gibi çalıyorum aslında. Bazen yaptığım müziklerde renk olarak kullanıyorum bağlamayı. Tekrar başlamayı düşünüyorum ama çok sevdiğim için. TRT Kent Radyo İstanbul’da da program yapıyordunuz ondan da bahsedebilir misiniz? Evet, Müzik ve Paul programı. Ben canlı müzik ve sohbet çok severim. Öyle bir konsept istiyorduk. Öncelikle Türkiye’de yaşayan yabancılarla, benim gibi müzikle uğraşanlarla başladık ama sadece orada kalmak istemedim. Benim birçok Türk müzisyen arkadaşım da var; uğraşıyorlar, mücadele ediyorlar çünkü müzik piyasası gerçekten zor ve müzisyenlik de zor bir meslek. Bu meslekte yani müzik yolculuğumuzda yaşadığımız sıkıntıları paylaştık o programda, tabii canlı müzik eşliğinde, programın amacı buydu. Çok güzel bir programdı. Bazı programlarda istek geliyordu onları söylüyordum. İşte gittiğim yörelerde seslendirdiğim türküleri istiyorlardı. Örneğin Çanakkale İçinde, Hey On beşli, Mamoş türküsü gibi türküleri istiyorlardı.

31


BİR DÜNYA SOHBET

KOZMOS’UN MÜZİĞİ: Simplers’ Project Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN

Hint müziği dünyanın en eski müzik kültürlerinden biri sayılıyor. Felsefi ve estetik açıdan mükemmel sayılan bu müzik hangi coğrafyada yaşıyor olursak olalım dünyanın her yerinde kendine dinleyiciler buluyor. Bu paldır kültür hayattan, itiş kakış ilişkilerden bunalıp da bir Ravi Shankar parçası eşliğinde, ruhunda yolculuğa çıkmayanımız var mıdır? Ya da yaz gelip de tam da gözümüz yollara bakar olduğunda, kanımız kaynamaya bahane aradığında, en ilgisiz olanlarımızın bile omuzlarını kıpırdattıran bir Hint şarkısını yolculuk müzikleri listesine eklemeyenimiz var mıdır? İşte biz de Hint müziğinin iki genç temsilcisi Simplers’ Project grubunun üyeleriyle müziklerini ve Hint müziğiyle yol arkadaşlığımızı konuştuk. Biz dinledik beğendik müziklerini size de tavsiye ederiz. Müzikle nasıl tanıştınız, grubunuzu biraz tanıtır mısınız bize? En baştan alacak olursak, uzun süredir doyumsuz bir şekilde farklı türlerde müzik dinleyen biri olduğumu söylemem gerek. Bu da bana ailemden geçmiş. Yani müzik sevgisi çocukluğumdan beri içimde var. Annem, çocukken yatağımın başında radyo olmadan uyuyamadığımı anlatır, çünkü o günlerde en başlıca müzik kaynağı radyoydu. Ama müzik yapmaya üniversite yıllarında başladım. Bir geçiş

32

Hepimiz kardeşiz, müzik de milliyetimiz, ırkımız, banka hesaplarımız ne olursa olsun anlaşabileceğimiz tek evrensel dildir. O yüzden ne kadar çok müzik dinler ve yaparsak sadece insanlar olarak değil doğa ananın çocukları olarak bir o kadar birlik oluruz. Bunu hiç aklımızdan çıkarmıyoruz.

süreciydi. Hindistan’da tek mesleğinizin müzisyenlik olması oldukça zor bir iştir. Üniversitede İngiliz Edebiyatı eğitimi aldım, müziği de internetteki çeşitli dersler üzerinden öğrendim. Taşınabilir bir kayıt cihazı satın aldım ve makinelerin, kuşların, ağaçların, çeşitli ev aletlerinin sesini tanımlayıp, kaydettiğim bir yolculuğa başladım. Aynı zamanda kendi kendime klasik Hint flütü ve org çalmaya başladım. Bu girişimlerim yavaş yavaş bir araya geldi ve müzik düzenlemesi ve programlaması gibi yeni bir pencere açıldı önümde. Böylece bazı akustik ve organik sesleri elektronik olarak birleştirmeye çalıştım. Bu arada bir gün, soundcloud’da Simplers’ Project’in bir diğer yarısı olan Ritaban’ın bazı şarkılarına rastladım. Şarkı söyleyişi ve tonal kalitesi, beni tam anlamıyla kendimden geçirdi. Hiç gecikmeden onunla temasa geçtim, müzikal bir işbirliği teklif ettim, o da kabul etti. Ama o sıralar birbirine 1200 kilometre uzaklıktaki farklı şehirlerde yaşıyorduk. Oturup birlikte müzik yapmamız olanaksızdı, hem zaten ikimiz de düzenli bir işte çalışıyorduk. Ama bilirsiniz niyet varsa gerisi gelir. Skype üzerinden parçalar besteledik, o vokal ve gitarı Mumbai’de kaydetti, bana yani Chennai’ye gönderdi, ben de parçayı yaptım. Böylece beş yepyeni parçadan oluşan “Waves” adlı ilk EP’y-


SIMPLER’S PROJECT le Simplers’ Project’in öyküsü başladı. Bunu bağımsız olarak internet üzerinden yayınladık ve hiçbir reklamını yapmaksızın dünyanın dört bir yanından büyük bir destek aldık. Böylece yola koyulmuş olduk. Bu projelerinizi biraz anlatır mısınız? Simplers’ Project orgda, düzenlemede ve programlamada Diptendu Das’la (yani benimle), vokalde ve gitarda Ritaban Das’tan oluşan bir ikili projesi. Simplers’ Project, elektronik ve akustik seslerin organik bir karışımını yaratma arayışıdır; hiç bir zorluk olmaksızın herkes tarafından dinlenilebilir. Müziğimizi insanların ruhsal kökleriyle bağlantı kurabilecekleri, rahat ve duygu dolu bir sesler okyanusuna dalabilecekleri bir tarzda yapmak istiyoruz. Umarım sizin de ruhsal bir yolculuğa çıkmanız için bir araç olabilir. Geçtiğimiz yıl, “Waves” adlı ilk EP’mizi yayınladık. Şu sıralar, “Into The Woods” adlı ilk albümümüz üzerine çalışıyoruz. Albüm, ormanın onsuz hayatta kalamayacağımız bir yaşam kaynağı olduğu fikrine dayanıyor. Öyleyse neden bütün şarkılarımızı ona adamayalım? Sizin ve müziğiniz hakkında bilmemiz gereken en belirgin şey nedir? Müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Müziğimizin en belirgin yanı, bir bütün olarak o olmaksızın nefes alamayacağımız gerçeğidir. Bence müziğimizde hiç kimsenin takip edemeyeceği, anlayamayacağı hiçbir şey yok. Tam bir keyif, duygu ve sevgidir müziği-

Müziğimiz tam olarak klasik Hint müziğini yansıtmıyor gibi görünse de yüzyıllarca birikmiş bir mirastan geliyoruz. Ve bizim kültürümüzde müzik doğumdan ölüme kadar yaşamımızla iç içedir. Hint müziği doğaçlamaya da olanak tanır. Bu da insanın kendi içindeki müziği aramasına, bulmasına, keşfetmesine yardım ediyor.

mizi zenginleştiren, bu da insanların hiçbir sınır olmaksızın müziğimizi kabullenmesini sağlar. Her bir şarkımız aracılığıyla iletmek istediğimiz birçok mesaj var. Ama genel olarak, sınırların ötesinde hepimizin insan olduğunu aktarmak istiyoruz, hepimiz kardeşiz, müzik de milliyetimiz, ırkımız, banka hesaplarımız ne olursa olsun anlaşabileceğimiz tek evrensel dildir. O yüzden ne kadar çok müzik dinler ve yaparsak sadece insanlar olarak değil doğa ananın çocukları olarak bir o kadar birlik oluruz. Bunu hiç aklımızdan çıkarmıyoruz. Yaptığınız müzik nelerden besleniyor? Müziğimizin beslendiği ana kaynak duygulardır. Sizin de gördüğünüz gibi tam olarak klasik Hint müziğini yansıtmıyor yaptığımız müzik. Ama tabi ki çok zengin bir kültürün, özel olarak da müzik kültürünün içinde doğup büyüyoruz. Müziğimiz tam olarak klasik Hint müziğini yansıtmıyor gibi görünse de yüzyıllarca birikmiş bir mirastan geliyoruz. Ve bizim kültürümüzde müzik doğumdan ölüme kadar yaşamımızla iç içedir. Hem de Hint müziğinin önemli bir özelliği de doğaçlamaya olanak tanımasıdır. Bu da insanın kendi içindeki müziği aramasına, bulmasına, keşfetmesine yardım ediyor. Bizim müziğimiz genel olarak duygu dolu, elektro-akustik ses kuşaklarıyla birlikte organik duygulardan besleniyor. Daha çok elektronik seslerle, batılı folk tarzına odaklanıyor. Ama tabii ki pratik yoluyla

33


BİR DÜNYA SOHBET ziğini dinleyenleri başka bir bilinç düzeyine götürüyor. Bizim müzikte önem verdiğimiz noktaların başında geliyor bu da. Sizin müziğiniz de çok ruhani; bu bilinçli bir tercih mi yoksa Hint müziğinin yapısı gereği kendiliğinden olan bir durum mu? Müziğimiz aracılığıyla bu ruhaniliği hissettiğiniz için çok şanslıyız. Biz çoğunlukla hiç kimseye müziğimizle ilgili bir duygu dayatmak istemeyiz. Akan bir nehir gibi, gerçeküstü bilincin okyanusuna doğru kendi yolunu bulacaktır. Duygu ve ruh bizim geleneksel müziğimizin kalbidir. İnsan kendi duygularını ararken, kendi ruhuna ve müziğine ulaşmaya çalışırken kendiliğinden bu hissi veren müzikler yapıyor olabilir. Bu kadar baskın bir müzik kültüründen gelip, sınırları aşarak diğer müziklerle kendi müziğinizi nasıl harmanlıyorsunuz? Daha önce de dediğimiz gibi, müziğin evrensel bir dil olduğuna inanıyoruz. Her zaman da bu dil aracılığıyla sohbet etmek istiyoruz. Bu nedenle sınırlar ötesindeki müzisyenlerle işbir-

çok şey öğreniyoruz. Bütün bu geleneklerden sıyrılıp müzik yapmıyoruz. Tarzınızı “Batılı folk” olarak tanımlıyorsunuz. Bu tarzınızı oluştururken ilham aldığınız müzisyenler, sanatçılar var mı? Evet, çok var. Coldplay, William Fitzsimmons, Ravi Shankar, Satyajit Ray, A. R. Rahman, John Hopkins, Benjamin Francis Leftwich, Yanni, Mister Lies, Richard Devine. Howard Shore, The Taksim Trio, Görkem Şen, Amid Trivedi.

34

Taksim Trio’yu ilham verici bulduğunuza göre Türk müziği hakkında bilgi sahibi misiniz? Türk müziğinden ve müzisyenlerinden tanıdıklarımız var ancak yeterince bilgi sahibi olduğumuz söylenemez. Taksim Trio’yu takip ediyoruz, Türkiye’den müzisyen arkadaşlarımız var, müziklerine ve çalgılarına bayılıyoruz. Son derece duygu dolu ve ruhani bir müzik yapıyorlar. Tabii ki Görkem Şen’e ve muhteşem çalgısına hayranız. Mü-

Türkiye’den müzisyen arkadaşlarımız var, müziklerine ve çalgılarına bayılıyoruz. Son derece duygu dolu ve ruhani bir müzik yapıyorlar. Tabii ki Görkem Şen’e ve muhteşem çalgısına hayranız. Müziğini dinleyenleri başka bir bilinç düzeyine götürüyor. Bizim müzikte önem verdiğimiz noktaların başında geliyor bu da.


SIMPLER’S PROJECT

Biz çoğunlukla hiç kimseye müziğimizle ilgili bir duygu dayatmak istemeyiz. Akan bir nehir gibi, gerçeküstü bilincin okyanusuna doğru kendi yolunu bulacaktır. Duygu ve ruh bizim geleneksel müziğimizin kalbidir. İnsan kendi duygularını ararken, kendi ruhuna ve müziğine ulaşmaya çalışırken kendiliğinden bu hissi veren müzikler yapıyor olabilir. liği içinde müzik yapmak çok coşkulu olacaktır. “Dünya Müziği” diye bir tanımlama var. Siz yerel müziklerin “Dünya Müziği” olarak adlandırılması hakkında ne düşünüyorsunuz? Açıkçası uzun bir süredir “Dünya Müziği”nin iyi bir takipçisiyim ve erken dönem çalışmalarımda da etkisi görülür. Bence bu tanım, sadece yerel müziği sınıflandırmakla kalmaz, müzikle icracıların dünyevi kökleri arasındaki bağlantıya işaret eder. Gün geçtikçe evrimleşmekte, süregiden uygulamalı ve yenilikçi deneyimlerle yeni biçimlere bürünmektedir. Yani tüm dünyanın mirasından beslenmekte. Hem içsel yolculuklara çıktığımız hallerimizin hem de özellikle yaz seyahatlerimizin ayrılmaz bir parçası oluyor Hint müzikleri. Siz bunu Hint müziğinin hangi özelliğine bağlıyorsunuz? “Hint Müziği”, birçok müzik türünü içeren çok geniş bir alanı kapsar. Hint inanışında müziğin, kozmik gücün bir göstergesi olarak, tüm gök cisimleri-

nin, kürelerin hareketlerinden oluşan titreşimlerinin ve uyumun sağlayıcısı olduğu düşünülür. Ve Hintli mistikler bu titreşimleri anlayanların yaşamın tüm sırrını da anladığını düşünür. Bu inanışın izlerini takip eden bir müziğin ruhani yolculuklara da keyif ve neşenin izinden giden dünyevi yolculuklara da eşlik etmesi doğaldır sanırım. Son olarak Türk müzikseverler için söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye halkına sevgilerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz. Ülkeniz muhteşem bir güzelliğe sahip, ziyaret etmekten, müziğimizi ve düşüncelerimizi paylaşmaktan çok memnun oluruz. Son olarak da müziğimizi dinlemenizi, sevginizi göstermenizi ve mutlu olmanızı diliyoruz. Coğrafi bakımdan birbirimizden oldukça uzak olduğumuzu biliyoruz ama yüreklerimiz birbirine komşu. Hepinizi seviyoruz.

35


BİR DÜNYA PROGRAM

Gurbet Kuşlarına Sıladan Ezgiler…

“Bu Şarkı Benim Olsun”

Röportaj: Figen GÖKTAŞ

TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu, gurbetten Türkiye’ye açılan pencere, yurdumun sesi, şarkıları ile anıları hep taze tutan, türküleri ile özlemimizi, hasretimizi dile getiren, uzak diyarlarda ülkemiz ile tek bağımız... Böyle diyor memleket hasretini bu radyoyu dinleyerek dindirmeye çalışan Türkiye sevdalıları uzuun yıllardır. Örneğin bir dinleyici Almanya’dan yazıyor, Türkiye’nin Sesi Radyosu’na sevgisini... Buram buram sıla hasreti kokan mektubunda bir anısını anlatarak; “Bir gün radyoyu kapatmadan uyumuşuz. Uykumun derinliklerinde yanık, içli bir türkü duyuyorum. Beni yuvama, sevdiklerime alıp götüren bir rüya bu diye düşünüyor, bu güzel türkü bitmemeli, uyanmamalıyım diyorum. Türküye yenileri ekleniyor, ayrılığı anlatan bir Eğin türküsünü, deyişler onu da içli yanık bir kaval ezgisi izliyor. Ne kadar sürdü bu sabah programı; 15 dakika var yok ama benim için sonsuzca… Ve sonra duru, temiz, aydınlık, neşe saçan, umut dolduran muştular salan bir sesle, güzel bir Türkçeyle spiker, ‘Burası Türkiye’nin Sesi Radyosu’ diyor. O zaman ülkemden kilometrelerce uzakta ama çok sevdiğim bir yakınımın sesini duymuş gibi oluyor, sevinçle açıyorum gözlerimi yeni güne…” Yine gurbet ellerden bir başka dinleyici müziğin sınır tanımaz, uzak yakın fark etmez yanına örnek olacak başka bir mektupta TRT’ye Türkiye’nin Sesi Radyosu’na teşekkür ediyor…

36

“TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu, gurbetten Türkiye’ye açılan pencere, yurdumun sesi, şarkıları ile anıları hep taze tutan, türküleri ile özlemimizi, hasretimizi dile getiren, uzak diyarlarda ülkemiz ile tek bağımız...”


BU ŞARKI BENİM OLSUN “İnleyen nağmelerinizle ruhumuzu sardınız. Hüseynî bir türküyle çoşturdunuz, Bozlaklarınızla Yozgat yaylasında yaylattınız. Bir kırık havayla kanımızı kaynattınız. ’Gün Devam Ediyor’ dediniz, ‘Türkçenin tadı’ diyerek güzel dilimizden örnekler sundunuz. Bir arkadaş, bir dost oldum sizlerle. Suskun bırakmadınız beni bu yâd ellerde… Teşekkürler Türkiye’nin Sesi.” TRT’nin önemli birimlerinden biri olan Dış Yayınlar Dairesi Başkanlığında yer alan Türkiye’nin Sesi Radyosu, gurbetteki vatandaşlara ulaşmanın yanında iş icabı veya tatil için yurtdışında uzun yollar kat eden dostlara da sesleniyor. İşte bu yayınlardan biri de “Bu Şarkı Benim Olsun”… Özellikle uzun yol şoförlerinin yoldaşı, sırdaşı olan müzikli istek programı “Bu Şarkı Benim Olsun” sayfalarımıza konuk oldu. Programı 2009 yılından bu yana hazırlayan Emine Esra Özbay bütün içtenliğiyle sorularımızı yanıtladı. Program ağırlıklı olarak Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği eserlerinden oluşuyor, istekler daha çok bu yönde galiba? Çünkü dinleyicilerimiz daha çok bu tür şarkılar istiyor. Uzun yol sürücüleri dinleyici profilimizde oldukça büyük bir yer kaplıyor. Sürücü dinleyenler zaman zaman gittikleri yerde 2- 3 ay kalabiliyor, mesela İngiltere’ye gidiyorlar 3 ay kalıyorlar. Yollarda ve kaldıkları süre boyunca TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu, onların en yakın dostu oluyor. Bazen radyoları bozulunca, “bu sefer yolculuğu yoldaşımız olmadan eksik geçirdik, senin programın yoktu, radyo yoktu, keyif almadık” diyorlar. Seçtiğimiz parçalar genellikle gurbet kokan, hasret kokan şarkılar oluyor. Duygularına tercüman olmaya gayret ediyoruz. Yalnızca uzun yol sürücüleri değil aileleri de bizim dinleyici potansiyelimizi oluşturuyor. Ayrıca program sayesinde diğer şoför dostlarının nerede olduğunu da öğrenebildiklerini ve bundan çok memnun olduklarını söylüyorlar. Yıllardır büyük beğeniyle dinlenen programınızın bu uzun soluklu başarısını neye bağlıyorsunuz?

Özellikle uzun yol şoförlerinin yoldaşı, olan müzikli istek programı “Bu Şarkı Benim Olsun” u 2009 yılından bu yana Emine Esra Özbay hazırlıyor. Seçtiğim şarkıları çok beğeniyorlar. Mesela “tam içimizden geçirdiğimiz türkü çaldı, tam şu anda düşündüğümüz şarkı çaldı” gibi telefonlar alıyorum. Programda çaldığımız bütün şarkıları bizzat kendim tek tek, uzun mesailer harcayıp, empati yaparak seçiyorum. İnce eliyor, sık dokuyorum. İstesem 30 şarkıyı 10 dakikada seçer arka arkaya sıralarım. Ama öyle yapmıyorum. Genelde hasret kokan, bu hayatın zorluklarını içeren şarkı ve türkülerimiz var ben onları seçiyorum, onun için onlar da geri dönüşlerde, o içten sıcacık fikirlerini, beğenilerini bizlerle paylaşıyor. Programınıza dinleyicilerden dönüşler nasıl oluyor? Amacına ulaştığını düşünüyor musunuz? Programın bu kadar sevilmesinde eser seçimleri kadar yayını sunan spiker arkadaşlarım ve yayının aksamadan dinleyiciye ulaşmasını sağlayan teknisyen arkadaşlarımın da emeği ve katkısı çok fazla. Telefon ya da sosyal

ağlar aracılığıyla ulaştıkları bir program olduğumuz için, birebir duygu ve düşüncelerine şahit oluyorum. Çünkü aracı olmadan direkt onlarla ben muhatap oluyorum. Arkadaşlar, en çok telefonla aranan programlardan birinin de bizimki olduğunu söylüyorlar bana. Saat 13:00 oluyor programın artık son anonsunu yapmış olmamıza rağmen haberlere geçmek üzereyken telefonlar devam ediyor. Şoförler yurtdışında seferlerini tamamlayıp Türkiye’ye döndüklerinde de bize bildirip, aileleriyle bizi arıyorlar. Bunlar da bizi çok duygulandırıyor tabi. “Bu Şarkı Benim Olsun” programı, hangi periyodda yayınlanıyor. Hafta içi 4 gün yayınlanan programımız TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda 11:00 haberlerini takiben başlıyor ve haberler bitmeden ilk dinleyici bize ulaşmış oluyor. 12:05- 13:00 arasındaki yayınımızı, hem Türkiye’nin Sesi Radyosu’ndan hem de TRT Memleketim FM’den dinleyiciye ulaştırıyoruz. Peki müzik sizin için de iyi bir yol arkadaşı mıdır? Ben çok iyi bir radyo dinleyicisiyim. Radyoya çok düşkünüm, yolda da arabaya biner binmez TRT radyolarını açarım mutlaka. Müzik her zaman benim için vazgeçilmez bir yol arkadaşı gerçekten. Ben de hep radyoda müzik programı dinlediğimde şarkılardan fal tutardım, kaderin bir cilvesi olarak yıllar içinde böyle bir program yapmak bana da nasip oldu.

37


RADYO

TRT İSTANBUL RADYOSU MESUT CEMİL STÜDYO KONSERLERİ - RADYO-3 KONSERLERİ

Cihat Askın ,

KONSER SERİSİ

İstanbul Radyosu’nun yani Radyoevi’nin girişinde sağa ve sola ayrılan iki merdivenin ortasında bulunan ahşap kapıdan içeri girer girmez, ihtişamı ve sıcacık havasıyla karşımıza çıkan Mesut Cemil stüdyosu başlı başına bir tarihtir. Zaman içinde nice sanatçılar bu stüdyoda eşşiz kayıtlar gerçekleştirmişler aynı zamanda kültürümüze çok değerli hazineler kazandırmışlardır. Öyle ki burada kayıt yapan sanatçı bir nev’i rüştünü ispat etmiş sayılır. Mesut Cemil, bu sene 100. Ölüm yılını idrak ettiğimiz belki de bazılarınca kabul edildiği gibi Türk müziğinin en büyük saz sanatçısı Tamburi Cemil Bey’in oğludur. Musikişinaslığının yanında radyoculukla ilgisi oldukça önemlidir Mesut Cemil’in. 1927 de Türk Telsiz ve Telefon Şirketinde ilk radyo yayınlarına dahil olan Mesut Cemil spikerlik, program yapımcılığı, müzik yayınları şefliği, İstanbul ve Ankara radyo müdürlükleri ve baş danışmanlık yanısıra doğal olarak sanatçı olarak da radyoda yer aldı. Onun Ankara Radyosunda kurmuş olduğu klasik koro Türk müziği için bir devrim niteliği taşımaktadır. Sadece klasik eserler değil halk müziği eserleri alanında da yaptığı çalışmalarla gelecek tarihimize ışık tutan Mesut Cemil, babası Tamburi Cemil Bey’in gölgesinde kalmaması gereken bir fenomendir. Müziğimiz ve radyomuz için yapmış olduğu çalışmalar, vermiş olduğu eserler daima yaşatılmalıdır. TRT İstanbul Radyosu Mesut Cemil Stüdyosu da bu anlamda en güzel örneklerden biridir. Mesut Cemil’in çok yönlü müzikal kişiliği,

38


İSTANBUL RADYOSU döneminde hem klasik müziğimiz hem halk müziğimiz hem de çoksesli müzik alanında eserler vermiş olması radyo yayınlarına da tesir etmiş, bütün bu müzik türleri büyük bir ahenk içerisinde icra edilmiştir. Bugün Mesut Cemil Stüdyosunda başlatmış olduğumuz Cihat Aşkın’la Klasik Müzik Konserleri işte Mesut Cemil’in başlatmış olduğu bu hareketin yaşatılması amacını taşımaktadır. Çünkü Mesut Cemil müzikte çeşitliliğin bir zenginlik yaratacağını hissetmiş, görmüş ve çocukluk hayatından başlamak üzere tüm hayatında müziğin her tarzı ile ilgilenmiş ve eserler vermişti. İşte radyomuz uzun yıllar sonra yeniden Mesut Cemil’in yaratmış olduğu tarzı hayata geçiriyor ve dinleyicilerimize zengin bir çeşitlilik sunuyor. Ülkemizin en önemli keman virtüözlerinden Cihat Aşkın’ın Radyo-3 Konserleri serisi üzerine görüşleri : “Cihat Aşkın Konserler Serisi benim uzun yıllar yapmak istediğim bir proje idi. Aslında radyoculuğa karşı da ilgisiz değildim. Zira öğrencilik yıllarımda Londra’da haftada 30 dakika ile bana verilen Londra Türk Radyosunda yapmış olduğum kültür ve sanat programları, Londra’da yaşayan Türk toplumuna gurbette yaşayan değerli sanatçılarımızı anlatmaya yönelikti. Yurda döndükten sonra hobi olarak devam ettirdiğim radyoculuğu hevesli olarak hazırladığım bazı müzik programları ile bazı özel radyolarda devam ettirdim. TRT ile çalışmalarım bir sanatçı olarak çocukluk yıllarıma rastlar. Küçük bir çocukken yastığımın altına koyduğum pilli radyonun sabah açılışı ile kalkar, akşam kapanışı ile yatardım ve müzik programlarını dinlerdim. Daha sonra kader beni ilk defa 15 yaşımdayken Mesut Cemil stüdyosundaki sihirli mikrofonun karşısına getirdi. Rahmetli Yavuz Özüstün’ün kaydettiği kemanım ile Türkiye beni ilk defa TRT‘den dinledi. O yıllarda canlı olarak yayınlanan ve kaydedilen konserleri İstanbul Radyosu stüdyo-

“Radyo-3 Cihat Aşkın Konser Serisinde” her konserde çalıyorum ve farklı sanatçıları davet ederek onlarla birlikte radyomuzun arşivine bir damla, dinleyicilerimizin ruhlarına bir seda bırakıyorum.

suna öğrenci olarak gelip izleyen biri olarak yıllar sonra aynı stüdyoya gelip program yapmaya başlamak da ayrı bir nostalji benim için. 2014 yılında başlamış olduğum ve iki dönem devam ettirdiğim Minyatürler isimli radyo programından sonra 2016 yılında başladığımız “Radyo-3 Cihat Aşkın Konser Serisinde” her konserde çalıyorum ve farklı sanatçıları davet ederek onlarla birlikte radyomuzun arşivine bir damla, dinleyicilerimizin ruhlarına bir seda bırakıyorum. Radyo dinlemek bir sevdadır. Bu sevdadan vazgeçmeyelim. Çünkü aynı zamanda kültürel kimliğin bir parçası olan radyomuz gelecekte bizim anılarımızı oluşturan vazgeçilmez değerlerimizin en önemlilerinden birisi olacaktır.” Cihat Aşkın/1 Ağustos 2016, İstanbul

22 Ocak’ta başlayan konserlerde ilk defa İtalyan piyanist Roberto Issoglio ve Alman viyolonselci Debby Bald ile buluşarak klasik bir repertuar seslendirdi Cihat Aşkın. 11 Mart’ta piyanist Gökhan Aybulus ile gerçekleşen resitalden ardından 15 Nisan’da Can Okan, Beste ve Laçin Modiri ses ve saz konseri oldukça ses getirdi. 7 Haziran’da kapanan bahar sezonu konserinde ise Mesut Cemil Stüdyosu’na gelen konuklar İtalyan piyanist Laura Nocchiero’yu dinlediler. 9 Eylül, 7 Ekim ve 16 Aralık’ta gerçekleştirilecek olan konserlerde yer alacak uluslararası sanatçılardan bir tanesi ise ünlü Polonyalı piyanist Joanna Trzeciak olacak.

39


SESLİ KÜTÜPHANE

Hazırlayan:

Itır ESKİOĞLU

TRT Radyo-3 Klasik Kuşağının genç programlarından “Müzikten Yaşama Köprüler” bir çocukluk hayali idi aslında. Tahta saplı atlama ipi “mikrofonumuz”, dolaplı dikiş makinesi “sahnemizdi”. İpin bir ucundaki mikrofon spikerin -yani benim- öteki ucu solist ablamın elinde olurdu. Spiker, radyodan gün boyu duyduğumuz cümleleri kendine uyarlarken; solist, annemizin bizi götürdüğü operalardan aryaları uydurma bir dille icra eder, bazen de o dönemin popüler müziklerini, ekranda yeni boy gösteren video kliplerdeki danslarıyla taklit ederek söylerdi.

40

O yıllarda, radyolar hiç susmaz, TRT Ankara Radyosu’nun haber, kültür, eğlence, eğitim programları adeta yaşama bakışımızı belirlerdi. Dış kaplaması ahşaptan, önünde piyano tuşuna benzeyen düğmeleri olan radyolarda, “ajans” saati kaçırılmaz, radyo tiyatrolarıyla zamanda yolculuklara çıkılır, “Arkası Yarın”ların arkası merakla beklenir, mutfakta şarkılara eşlik edilir, balkonda çiçeklerle uğraşılırken, tek bir anı dahi kaçırmamak için, radyonun ses gürlüğü yükseltilirdi. Yaşam, adeta radyonun akışına göre ayarlanır, hatta sanki zaman değil, radyoda yayın

akar ve günün neresinde olduğunuzu size o söylerdi. Ve müzik, sevimli parantezler içinde, akıp giden zamanın her anına, yaşamın her sahnesine sinerdi. Zamanla, kulağıma çalınan her tanıdık melodi, gözlerimi kapattığımda yaşamdan sahneye bir köprü kurar oldu. Klasik müzik, halen toplum nüfusumuzun küçük bir kısmında etkin biçimde dinlenmektedir. Ama toplumun her kesiminde tartışmasız günlük yaşamın parçası olan ne çok olgu ve konu vardır. Örneğin matematik her yerdedir: karnelerimizde, sonra çocuklarımızın, torunlarımızın karnesinde; alışverişte,


RADYO-3

yemek tariflerinde, günlük programımızda, giysilerimizde, eşyalarımızın tasarımında… Dolayısıyla hepimizin yaşamındadır… Sağlık! Hangi insanın konusu değildir ki? Ya da hukuk, doğmak, ölmek, sevmek, evlenmek, ibadet etmek, bir saksı çiçeğine bakmak, ölecek kadar bunalmak ya da uçacak kadar sevinmek… Ve evet, bunlar hepimizin yaşamındadır ve müzik bunların hepsindedir. Öyleyse, (örneğin) çocuğunun matematik notunu fonda çalan bir Mozart Sonatı ile yükseltebileceğini öğrenmekten keyif duymayacak biri var mıdır? Pek çok insan için ölene dek bir büyülü soyut bilmece olarak kalacak olan “fizik” acaba müzik ile anlaşılır, elle tutulur hale nasıl gelir? Ya suladığımız, toprağına vitaminler sokuştur-

duğumuz, güneş ışığını alma açısını, saksısını, toprağını değiştirdiğimiz halde bir türlü açmayan çiçekler özenle seçilen müziklerle acaba nasıl coşar? Biyoloji-fizik ve müzik arasındaki bağı bilmenin, evdeki kavga gürültüyü azaltabileceğini, kimi hastalıkların müzikle sağaltılabileceğini keşfetmeyi kim istemez? Programımızda yaşam ve müzik arasında kurduğumuz tüm bu köprüler dışında; özel bölümler de yer alıyor: milli ve dini bayramlar; özel günler; bestecilerin, yorumcuların, şeflerin, müzik araştırmacıları ve yazarlarının, müzik eğitimcilerinin ölüm-doğum yıldönümleri… Köprüler o günlerde; o sanatçıların yaşam öyküleri; eserleri, yetiştirdikleri sanatçılar ile veya günün konusu ile kuruluyor.

Bu bağlamlarda, Müzikten Yaşama Köprüler programının birinci amacı klasik müziği sevdirmek ve dinlenme oranını artırmaktır ki bu amaçta hedef kitle yediden yetmişe genel dinleyicidir. İkinci amaç ise, seçkin bestecilerin önemli eserlerini, seçkin yorumcuların kayıtlarıyla dinleyicinin beğenisine sunmaktır ve hedef kitle klasik müzik dinleme alışkanlığı olan, dinlediklerinde seçici davranan profesyonel dinleyici kitlesidir. Bir çocukluk hayali, yıllar sonra, TRT Radyo-3 Çoksesli Müzikler Müdürü Elif Gökalp’in “neden çocukluk hayalini uzmanlık alanın ve deneyimlerinle birleştirerek gerçekleştirmiyorsun?” önerisi ile Müzikten Yaşama Köprüler programında can buldu. Başta Elif Gökalp olmak üzere, tüm teknik ekibin ve deneyimli, dost program yapımcılarının yol göstericiliğinde ilerledi. Kendi mesleki deneyimlerimle biçimlendi. Dinleyicilerimizin yorum ve talepleri ile içeriği çeşitlendi. Stüdyolarda Mahmut Üçer, Seval Şimşek, Fazlı Aygör ile sesi güzelleşti, teknik yapımda ilk aylarında Özcan Coşkun ve sonrasında Yaman Yıldırım ile dinleyicilerimizin beğenilerine sunulmaya hazır hale geldi. İkinci yılını tamamlamakta olan programımız her Pazar, saat 13.00’te TRT Radyo-3 “Klasik Kuşağı”nda dinleyici ile buluşmaya devam ediyor. Kaçıran dinleyicilerimiz için TRT ana sayfasının Radyo bölümünde podcast seçeneği bulunuyor. Facebook Müzikten Yaşama Köprüler ve Radyo 3 sayfalarında dinleyicinin yorum ve önerileri değerlendiriliyor. Bu önerilerde dikkatimizi çeken özel bir alan ise, isim anneliğini Elif Gökalp’in yaptığı Çoksesli Anadolu programı... Klasik batı müziği ve çoksesli Türk müziği alanında Türkiye’nin yetiştirdiği besteciler, düzenlemeciler, yorumcular ve şefler ile çoksesli müziğe konu olmuş halk ezgileri ile Türk Sanat Müziği ezgilerini konu alan bu ikinci program ise her Pazartesi, saat 13.00’te TRT Radyo-3 Klasik Kuşağında yer alıyor.

41


KENT HİKAYELERİ

Her Yol Roma’ya Çıkar Reşit SARAÇOĞLU kenthikayeleriankara@gmail.com

Her yolculuk atılan bir küçük adımla başlar ve o küçük adım ve o küçük adımla başlanan yolculuk, bazen umulmadık şekilde dünyayı ya da dünyanın bir parçasını değiştirir. J.R.R. Tolkien’in yolculuğunun edebiyat dünyasını değiştirdiği gibi. Bir İngiliz edebiyatı profesörü olan J.R.R. Tolkien’in yolculuğu Hobbit kitabıyla başladı. 1937 senesinde basılan ve elflerden, cücelerden, ejderhalardan ve onlarca başka ırktan bahseden Hobbit’in bir çocuk kitabı olması düşünülmüştü. Başlangıcın ve yolun sonunda ulaşılmak istenen menzilin mütevazılığı yolculuğun büyümesini, devleşmesini engellemedi. Çocuklar için yazılan Hobbit büyüklerin de ilgisini çekti ve gelen yoğun talep üzerine Tolkien kendisini “Yüzüklerin Efendisi” serisini yazarken buldu. Sonuç? Dünya edebiyat tarihi geri dönüşü olmayacak şekilde değişmiş, fantastik edebiyat diye bir tür ortaya çıkmıştı. Tolkien muhtemelen yolculuğunun sonucunun bu olacağını tahmin etmiyordu Hobbit’i yazarken. Yolun ve yolculuğun sonunu tahmin etmek de pek işe yaramıyordu açıkçası zira kaderin rüzgarı savuruveriyordu insanı bulunması gereken yere. Aynen Kristof Kolomb’u savurduğu gibi.

42


Her yolculuk atılan bir küçük adımla başlar ve o küçük adım ve o küçük adımla başlanan yolculuk, bazen umulmadık şekilde dünyayı ya da dünyanın bir parçasını değiştirir. Konu insansa yürünen yolun nihai menzili bellidir. Dönülmez akşamın ufkunadır gidiş ama aslolan kişinin yoldaki halidir.

Amerika kıtasını keşfeden insan olarak tarihe geçen Kolomb, yolculuğuna başlarken ne yeni bir kıta keşfetmeyi planlıyordu ne de Amerika diye bir yerin varlığından haberdardı. Cenovalı bu gezgin, kaşif ve sömürgecinin tek amacı dünyayı tersten dolaşmak, batıdan doğuya doğru yapacağı seferle Hindistan’a varmak ve bu ülkenin zenginliklerini batılı efendilerinin hizmetine sunmaktı. Hedefini o kadar saplantı haline getirmişti ki, yolculuğu neticesinde vardığı yerin yeni bir kıta olduğunu hayatı boyunca reddetti. Bu yüzden de vardığı yere Doğu Hindistan, orada gördüğü halka da Indios(Hintliler) adını verdi. Aslında tarihin en büyük fiyaskolarından birine imza atan Kolomb, kaderin bir cilvesi olarak tarihe Amerika’yı keşfeden insan olarak geçmişti ama yol, yolcunun dileğini umursamamış ve kendisini olması gereken menzile eriştirmişti. Güzergah ne olursa olsun, yol nereden geçerse geçsin, bir zamanlar tek menzil Roma’ydı ve tüm yollar Roma’ya çıkardı. İçinde bir tutam kibir barındıran bu ifade aslında önemli bir gerçeğe işaret ediyordu. Roma İmparatorluğu, insanoğlunun o zamana kadar yaratabildiği en büyük devlet yapılanması ve en başarılı organizasyondu. Popüler kültürde gladyatör savaşlarıyla bilinen Roma İmparatorluğu’nun insanlığa kattıkları o kadar çoktu ki, yıkılmasının üzerinden yüzyıllar geçtikten sonra bile hukuk fakültelerinde “Roma Hukuku” dersleri okutulmaya devam edildi. Spartaküs, işte bu Roma’ya başkaldıran bir köleydi. Acıydı hikayesi. Yolculuğu Trakya’da başlamış, Romalılar’a esir düş-

mesinin ardından gladyatör dövüşlerinde kullanılmıştı. En sonunda diğer kölelerle birlikte Roma’ya isyan etmiş, o koca devi epeyce korkutmuştu. Arkadaşlarıyla birlikte üzerlerine gönderilen onlarca Roma ordusunu perişan eden Spartaküs, gene de akıbetinden kaçamamış ve sonu çarmıh olmuştu. Çarmıha gerilip tüm insanları bekleyen nihai menzile vardığı an, aslında Spartaküs’ün ölümsüzleştiği andı. İnsanlar, M.Ö. 71 yılında ölen bu özgürlük sevdalısı köleyi ortak hafızalarında yaşattılar. Hakkında filmler çekildi, müzikaller yazıldı ve dizilere konu oldu. Avusturalyalı Andy Whitfield, işte bu dizilerden birinde Spartaküs’ü canlandıran bir aktördü. 1971 doğumluydu ve başrolünü üstlendiği Spartacus dizisi büyük ölçüde onun maharetiyle inanılmaz popüler hale gelmişti. 2010 senesinde vizyona giren dizi izlenme rekorlarını altüst ediyor, genç aktör de kazandığı ünün tadını çıkartmaya hazırlanıyordu. 2004 senesinden beri sinema ve televizyon sektöründe olan Whitfield emeklerinin karşılığını almaya başlamış, yolu aydınlık hale gelmişti. Ta ki kader onu savurana kadar. Genç yaşında kanser teşhisi konan aktörün rahatsızlığı yüzünden dizinin ikinci sezonu geciktirildi, iyileşmesi beklendi. İyileşir gibi olan Whitfield nihai mücadeleyi kaybetti ve 2011 senesinde vefat etti. Kaderin rüzgarı gene yolcuyu umursamamış, muhtemelen hep hayalini kurduğu ün tam gelmişken, en kıymetli hazineyi, yaşamın kendisini Whitfield’in elinden alıvermişti ve bir küçük adımla başladığı yolculuğu müthiş bir başarı hikayesine dönerken Whitfield’in hikayesi beklenmedik şekilde sona ermişti. Her yolculuk atılan bir küçük adımla başlar ve o küçük adımla başlanan yolculuk, bazen umulmadık şekilde dünyayı ya da dünyanın bir parçasını değiştirir. Konu insansa yürünen yolun nihai menzili bellidir. Dönülmez akşamın ufkunadır gidiş ama aslolan kişinin yoldaki halidir. İster fark etsin yarattığı etkiyi, ister farkında olmasın, sonuç değişmez. Gelip geçmiş her insan bir yol yürür bu dünyada ve nihai menzil belli olsa da mutlaka bir etkisi olur yürüdüğü yolun bu dünyaya.

43


MÜZİK KUTUSU

“ Merhaba karanlık, eski dostum. Buraya tekrar seninle konuşmak için geldim. Çünkü bir görüntü var ve o yavaşça emekliyor. Beynimin içinde saplantı olmuş hala orada duruyor Sessizliğin sesi içinde. “ Rahmi Mert ÖZCAN rahmimertozcan@gmail.com

Şöyle bir düşündüğümde üst üste elli sefer dinlediğim şarkılar olmuştur. Abartısı yok. Hatta biraz eksiği de olmuş olabilir. Kişi için o anda ne kadar da özel, ne kadar da unutulmaz olur o şarkılar. Önce alır sizi götürür, hemen ardından uzunca bir düşündürür. Tam da şarkının etkisine girdik derken bir anda da bitiverir. İşte bittiği yerden yeni bir yolculuk yeniden başlar. Sardık mı başa? Etki, duygu ve düşünceler yönünde devam eder. Kendine sorarsın, hayata sorarsın, herhangi birine sorarsın veya sadece susarsın. Anlamaya, anlatmaya, anlamlandırmaya başlarsın ya da hiç bir şey yapmazsın ama işin en özü şudur ki 32, 33, 34 olmuşken bir anda kaybolursun sessizliğin sesi içinde.

44

Bu dizeleri yazan ve besteleyen, beni bu duygulara ulaştıran, hala dinlememiş olan varsa da duygunun bir noktasında kendisinde eksikliğini muhakkak hissedeceğini düşündüğüm bir müzisyenden Paul Frederic Simon’ dan ve bu efsanevi parçası olan The Sound of Silence’ den bahsediyorum. 74 yaşındaki Amerikalı müzisyen pop-rock alanında ya da kendi tabiriyle halk müziklerinin folk- rock tınılarıyla geçmişten bugüne etkisi altına alıyor bizi. Elinden gitarını pek düşürmeden yazan, besteleyen hatta pek çok albümünün yapımcılığını üstlenen Simon yıllara meydan okumaya ve sahnelerde bizimle buluşmaya devam ediyor.


SIMON & GARFUNKEL

“ Huzursuz rüyalarda bir başıma yürüdüm. Arnavut kaldırımı dar caddelerde, bir ışığın halesi altında... Soğuk ve neme doğru, geceyi yoran, sessizliğin sesine dokunan. “ Paul Simon demişken Arthur Garfunkel’den bahsetmemek olmaz tabi ki. Aynı sahneyi paylaşan, beraber albümler çıkaran 1960’ların en popüler ikililerindendir. İlk olarak isimlerini ön plana çıkartmadan “Tom & Jerry” grup adıyla kendilerini duyurmuşlardır. Daha sonrasında soy isimleri ile 1964 yılında içinde “The Sound of Silence” şarkısının da bulunduğu “Wednesday Morning 3 A.M. “ albümü ile fanları olmaya aday büyük topluluklara konserler vermişler ve başarı basamaklarını da yavaş yavaş tırmanmaya başlamışlardır. Farklı iki karakterin müzikte birleştiği en güzel örneklerden birisidir Simon & Garfunkel ikilisi. Müzisyenliğinin yanında iyi bir şair olan Garfunkel şarkılarda sözlere dokunuyor, aktörlüğü ile sahnede göz dolduruyor ve farklı armonik bakış açılarıyla da iyi bir matematik öğretmeni olduğunu bizlere gösteriyor. Simon’ın ise Brodway çalışmaları, yaptığı besteler, bu ikiliyi daha da yukarı taşıma ve hatta ilginçtir ki “Time” dergisi tarafından da dünyayı yönlendiren yüz kişiden biri olarak seçilmesi bu ikiliyi sahnede farklı detaylarla bir araya getiriyor ve müziklerinin lezzeti de vazgeçilmez oluyor.

The Sound of Silence için çokça söz ve yorum yapılmış. Beni en çok etkileyeni “Nostalji trenine bilet veren şarkı” yorumu olmuştur... Öyle bir şarkıdır ki hangi yorum olursa olsun, kime değerse değsin bir sessizliğe bir dinginliğe bırakıverir sizi. Sonrasında da nostalji treninin bir kompartımanında yankılanır da yankılanır sessizliğin sesi. “ Ve çıplak ışık içinde gördüm on bin insanı. Söylemeden konuşan insanları. Dinlemeden duyan insanları. İnsan seslerinin asla paylaşmayacağı şarkıları yazan insanları. Ve kimse cesaret etmedi sessizliğin sesini bozmaya. “

Bu şarkı için söylenmiş çokça söz, yorum ve yapılmış pek çok röportaj var. Bunların içinde beni en çok etkileyeni “Nostalji trenine bilet veren şarkı” yorumu olmuştur. Gerçek anlamda tam bir nostaljidir. Şarkılarının farklı albümlerinde farklı yorumları ayrıca The Sound of Silence’nin cover versiyonları da çok kez farklı kişiler tarafından yapılmış ve söylenmiştir. Yalnız öyle bir şarkıdır ki hangi yorum olursa olsun, kime değerse değsin bir sessizliğe bir dinginliğe bırakıverir sizi. Daha sonrasında da işte o nostalji treninin bir kompartımanında yankılanır da yankılanır sessizliğin sesi. “ Size dedim ki bilmiyorsunuz. Sessizlik bir kanser gibi yayılır. Duyun size öğretebileceğim sözlerimi. Tutun size ulaşabileceğim kollarımdan. Ama sözlerim sessiz yağmur damlaları gibi düştü. Ve yankılandı sessizliğin kuyularında. Ve kimse cesaret etmedi sessizliğin sesini bozmaya. “ Sessizliğin farklı tonlarını anlatan asla eskimeyecek bir şarkı The Sound of Silence. Sessizliğe övgü, sessizliğe öfke... Suskunluğa dokunuş, suskunluğa itiraz... Gerçek, huzur, yalnızlık, utanç, korku, heyecan ve daha neler neler... Hepsinin içinden geçiriyor bu eşsiz şarkı insanı. Daha girişindeki o kısa introyla bile ele geçirebiliyor sizi. Öyle bir şakı ki bu siz dinledikçe adeta bir kanser gibi içinizde yayılır. Her bir sözü tek tek içinizde duymaya çalışın! Hissedin! Ulaşın ona! İnin en derine! Cesurca keşfedin sessizliğin kuytularını en derin kuyularda. Korkmayın düşen yağmur damlaları altında boğulmaktan. Hadi bir cesaret , sessizliğin sesini duymaya...

45


BİR DÜNYA İNSAN

EYLÜL;

Murat ÖREM murat.orem@trt.net.tr

Her şeyi süpürebilirsin, sonbaharı asla ! Eylül... Ayların güzelidir... Eylül aynı zamanda Mehmet Rauf‘un unutulmaz romanının da adıdır ve edebiyat tarihimizin ilk psikolojik romanı olarak bilinir... Mehmet Rauf, yayınlandığı dönemde, romanını bir başka edebiyat ustası Halit Ziya Uşaklıgil’e ithaf etmiştir... Eğitim ve okul yıllarında okunması şart kılınan (!) Eylül romanını bugün gençlerin kaçı gerçekten okuyor ve kalanların kaçı da internet sitelerinden özetleyerek / copy-paste yaparak okumuş gibi davranıyor maalesef tahmin etmek mümkün... Oysa Eylül, özeti hızlıca kâğıda yazılacak, geçiştirilecek bir roman değildir… Eylül, yudum yudum tekrar tekrar okunacak bir romandır çünkü kitaptaki karakterler sınırları zorlayan aktörlerdir... Hayatı öğreten karakterlerdir...

46

Mehmet Rauf, Eylül romanında iç seslere yer vererek dengi dengine yaşanmayan aşkların, duyguların ve evliliklerin pişmanlıklarına, arayışlarına, keşkelerine, ödenen ve ödetilen bedellerine değinir... Söylemek istediklerinin önemli kısmını da roman karakterlerine söyletir Mehmet Rauf... Eylül romanı zor bir döneme gidişin, aynı dili konuş(a) mayanların, duyguları için gözü kara biçimde bedel ödeyenlerin ve “gerekiyorsa yanalım, kimseler anlamasa da, pisipisine de olsa ikimiz birlikte yanalım” diyenlerin de romanıdır...


MEHMET RAUF-EYLÜL Aynı yöne bakıp da bambaşka şeyler gördükleri için hayatı birbirine zehir edenlerin arayışlarının da romanıdır Eylül... Hayat hızlandıkça ve adına geçim derdi, ekmek parası dediğimiz oyun, her şeyin yalnızca kendine göre kurgulanmasını talep ettikçe, dünya daha başka, daha zor, daha sevimsiz ve hepsinden önemlisi çok daha duygusuz, çok daha sevgisiz bir yer oluyor... Duygunun ve sevginin bu kadar ihmal edilip horlandığı bir ortamda şiir, hikâye, roman okumak da yazmak da hatta düşünmek de büyük çoğunluk için farazi ve boş işler olarak görülüyor... Mesleği ve hayat biçimi okuyup yazmak ve düşünmek olanlar bile dedikoduların, günlük hayattaki sıradan zevklerin cazibesine kapılıyor... Oysa okuduğu her hakiki hikâye ve romandaki karakterleri tanıyıp anlamaya çalıştıkça, yaşadığı tek bir ömrün üstüne nice nice ömürler, tecrübeler, yaşanmışlıklar ve deneyimler koyar insanoğlu, insankızı... Çoğunluk bunun farkında değil... Azınlığın da sesi ve gücü bu kadar... Mehmet Rauf’un neredeyse bir asır önce yazdığı Eylül romanı Hâlâ çok kıymetli... Hâlâ çok katmanlı… Çünkü Eylül; hayatın içindeki gelgitlerin, hayal kırıklıklarının, aynı dili konuş(a)mamaya yemin etmişlerin ve adına ahlak denilen ikiyüzlü çemberin sınırlarına vura vura yenilenlerin, “umut kalacağına emek kalsın” diye diye içindeki sese yürüyerek, ‘ağaçlar gibi ayakta ölenlerin’ romanı… Eylül’ü hiç okumayıp, imtihanlarda sorulursa doğru şıkkı bilmek için Türk edebiyatındaki ilk psikolojik roman olarak ezberleyenler bu kitabı okumayarak kendilerini ne çok şeyden mahrum ediyorlar... Bir bilseler… Şimdi yine eylül ayının içindeyiz, başındayız... Eylüllü zamanlardayız... Nerede olursak olalım; bir büyük şehirde, kasabada, köyde mezrada, eylül kendini hatırlatır her zaman... Sararan yapraklar hızla kısalan günler vardır bir yanda öte yanda da hala yazdan kalmaya çalışan güneş... Kâh bulutlu bir sabahla gelir eylül kâh yarım kalan umutlarla... Çünkü eylül de her seferinde tıpkı hayat gibi dönüp dönüp aynı şeyleri hissettirmekte hakikaten mahirdir, çok mahirdir... Hayat bazen ne yaptıklarınızın değil neleri yapmadıklarınızın toplamıdır...

Eylül; hayatın içindeki gelgitlerin, hayal kırıklıklarının, aynı dili konuş(a)mamaya yemin etmişlerin ve adına ahlak denilen ikiyüzlü çemberin sınırlarına vura vura yenilenlerin, “umut kalacağına emek kalsın” diye içindeki sese yürüyerek, ‘ağaçlar gibi ayakta ölenlerin’ romanı… Ve gün gelip bu muhasebe karşınıza küt diye çıktığında bomboş geçirilen zamanlara hayıflanıp aynalara bakmak içinizden gelmeyebilir... İşte o zaman eylülün güneşinden medet umun.... Çünkü bağışlayıcı bir tarafı vardır her zaman eylül güneşinin... Tıpkı haziranın yaz ışıkları gibi... Ve... Kökleri dışarı çıksa da, toprağa iyi tutunduysa bir hayat, daha ne eylüller ne haziranlar görecek güçtedir her şeye inat... ( Murat Örem / 2016 / Ankara....) Başlıktaki dizelerin ilham kaynağı Özdemir Asaf’a saygıyla…

47


BİR DÜNYA CAZ

Feridun ERTAŞKAN Cazkolik.com

İnsanın kendinden kaçışı mıdır, kendini bulma yolculuğu mudur bilinmez ama yol ve yolculuk caz müziğinin de sevdiği temalar arasında gelir. Müzikte türlere göre ‘yol ve yolculuk’ teması nasıl farklılıklar gösteriyor olabilir? Özellikle, pop ve ‘easy listening’ tabir edilen türlerin ‘yol ve yolculuk’ kavramından anladığıyla diğer türlerin anladığı arasında farklar var. Bu konu kendi başına özel bir yazı olmalı diye düşünürken “Bir Dünya Müzik”in yaz mevsiminin en sevi48

len konularından yol ve yolculuk temasını işlemesi üzerine denk geldi. Yazının başına oturduğumda ilham verici olması bakımından bir yandan dinlemek için ne çalıyım diye düşünürken aslında çok önce farkettiğim bir detayı yeniden hatırladım. Pop ve kısmen rock müziğinde yolculuk teması yol hikayeleri eksenli gelişmeye müsait ya da dinleyicinin kendini içinde hissedeceği öykülere ağır-

lık verirken cazda bu tema daha ziyade melodik, armonik, smooth müzikler ağırlıklıdır. Pop ve Rock müzisyenleri -genellikle- yılda bir ve uzun süren turnelere çıkar, uluslararası üne sahip caz müzisyenleri nerdeyse yılın tamamını turne demeyelim konser peşinde geçirir. Pop ve rock müzikte turne ve yol hikayeleri kalabalık otobüsler, kamyonlar dolusu eşya ve personel kalabalığının uzun ve zahmetli seyahatleriyken caz müzisyenleri muhtemelen sadece kendi enstrümanlarıyla -o da enstrüman büyükse onu da almazlar- uçaktan otele, otelden uçağa dünyayı dolaşırlar. Yol ve yolculuk konusunda cazın kendi içinde de farklar vardır, çok seyahat ettiklerinden midir bilinmez ama ‘road’ kavramı Amerikan cazında Avrupa’ya göre çok daha güçlüdür. Avrupa cazda ‘road’ kav-


JAZZ ON THE ROAD ramına ne kadar az yer vermişse -ki o kadar da az demeyelim ama Amerikan cazına göre kastımızTürk caz albümlerinde de o denli geniş değinilen bir konudur. Türk caz müziğinde yol ve yolculuk... Yol ve yolculuk işin doğrusu bu topraklarda üretilen her müzikte aşk kadar, sevda kadar ön sıralarda yeralan bir konudur. Sevgiliyle ilgili yol hikayeleri bitmez tükenmez bir arşiv oluşturur ama bu kez gelin Türk caz müziğindeki duruma bakalım sonra dışarıya göz atarız. Kıymeti az bilinmiş bir albüm olan piyanist Ömer Göksel’in 2007 tarihli çalışmasındaki 10 parçanın yarıya yakını yol ve gitme fikriyle ilgilidir, daha albümün açılışında yer alan “Tren” müziğiyle raylar üzerinde yol alan lokomotifin biteviye soundlarını anımsatır. “Ben Gidiyorum”, “Kervan”, “Yol” isimli parçalar albümün en güzel müzikleri arasındadır.TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’nın ünlü trompetçilerinden İmer Demirer kariyerinin ilk ve tek albümü “You, Me and Char”da yer verdiği “Railroad” harikulade bir caz parçasıdır.

Pop ve Rock müzikte turne ve yol hikayeleri kalabalık otobüsler, kamyonlar dolusu eşya ve personel kalabalığının uzun ve zahmetli seyahatleridir. Yol ve yolculuk konusunda cazın kendi içinde de farklar vardır, çok seyahat ettiklerinden midir bilinmez ama ‘road’ kavramı Amerikan cazında Avrupa’ya göre çok daha güçlüdür. Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” caz müzisyenlerinin de yorumlamayı en sevdiği müzikler arasındadır. Sesiyle caz dünyasının özel isimlerinden Jülide Özçelik 2011 yılında yayınladığı “Jazz İstanbul” isimli albümünde bu yorumların en dikkat çekenlerinden birine

yer vermişti. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama gelin biraz da Amerikan cazının ‘road song’ hikayelerine biraz yakından bakalım. Amerikan cazında ‘Road Song’ Büyük Amerikan caz tarihinde bu temayı tek bir yazıda toparlamanın imkanı yok bu yüzden sadece smooth müziklerdeki belirgin örneklere bakmak bile yeterli olabilir. Caz gitaristi Lee Ritenour “Road Song” isimli parçasıyla en ünlüler arasında gelir, onu takip eden bir diğer isim ise yakışıklı trompetçi Chris Botti’nin “Drive Time” isimli parçasıdır ki tam direksiyon sallarken dinlemesi çok güzeldir. Jeff Golub’un “Cadillac Jack”i kült statüsünde bir müzik olarak külliyatta yerini almıştır. Seksenlerin efsane topluluklarından Spyro Gyra’nın “Bright Lights” isimli bestesi gece karşıdan gelen arabaların farlarını anlatır adeta. Bu tarzın en ünlü isimlerinden The Rippingtons’un “Miles Away”ı tam bir yol hikayesidir. Bu isimleri anarken Ray Charles’ın “Hit the Road Jack”ini unutmak mümkün mü? Yine bu dönemin önde gelen isimlerinden organist Jimmy Smith’in “King of the Road”u bir zamanların ünlü hitleri arasındaydı. Duke Ellington’la özdeşleşen “Take the A Train” bir metro hattını anlattığı için bu gruba almayalım ama Dave Grusin’in “Two for the Road”unu almazsak olmaz. Sayfalar boyu sürecek bu anmaları gelin gitarist Steve Lukather’ın Jack London’ın kitap roman isimlerini hatırlatan “Tütün Yolu” ve bu konuda yapılmış en dikkat çekici son dönem işlerden biri olarak Sonny Rollins’in yollarda geçen 40 yılını özetlediği 4 albümlü serisi “The Road Show” ile tamamlayalım. 49


BİR DÜNYA FESTİVAL

FESTİVALLERDEN Metallica, Beatles ve Don Kişot Adana’da… Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN

Sinemayı sevenlerin heyecanla beklediği festival sezonu 23. Uluslararası Adana Film Festivali ile açılıyor. Festival 19-25 Eylül boyunca, binlerce izleyiciyi sinemanın büyülü dünyasında misafir edecek. Adana Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği festivalin programında, Türkiye ve dünya ilk gösterimini yapacak filmler var. Sinefillerin heyecanla kıpırdanmaya başladığını görür gibiyiz. Sizin de bildiğiniz gibi festivaller için seçilen filmler özeldir; çok katmanlı, çok kapılı, çok okumalıdır. Festivalin bu seneki programı yine bu duruma uygun hazırlanmış. Biz de size hem festivalin açtığı kapılardan geçmeyi salık vereceğiz hem de müzikseverlere müjdesini vereceğimiz üç filmden söz edeceğiz. Babak Jalali’nin yönettiği Radio Dreams/ Metallica’yı Beklerken ve Ron Howard’ın yönettiği The Beatles: Eight Days a Week - The Touring Years filmleri 2016 yapımı ve Türkiye’de ilk kez Uluslararası Adana Film Festivali’nde gösterilecek. Bir diğer film ise, Arthur Hiller’in yönettiği 1952 yapımı Man Of La Mancha. Don Kişot’u perdede izlemek hem de artık tarih olan 35mm kopyadan izlemek için son şans olabilir.

50

Radio Dreams - Metallica’yı Beklerken Babak Jajali’nin yönettiği Radio Dreams, müzik grubu Metallica ile Afganistan’ın ilk rock grubu olan Kabul Dreams’i San Francisco’daki bir radyo istasyonunda buluşturmak gibi tutkulu bir hayalin pesinden giden İranlı egzantrik bir yazarın çalışmalarını anlatıyor Hamid (Mohsen Namjoo) Amerika’ya yazarlık kariyerini ve Amerikan Rüyasını gerçekleştirmek için göç etmiş fakat kendini küçük bir İran radyosunda ezoterik programlar yaparak sanatsal bir doyuma ulaşmaya çalışırken bulmuştur. Bu arada radyo istasyonunun sahipleri Hamid’in programında Kabul Dreams isimli grupla idolleri olan Metallica’yı bir canlı yayın esnasında bir araya getirme hayalini paraya çevirmeye çalışmaktadırlar. Sonuçta, sanatsal ahlakla, duygusuz ve soğuk ticari dünya arasında süregelen fikir ayrılığı ve çatışma, Hamid’in tutkuları ve ahlaki pusulası arasında bir denge sağlamaya çalışması esnasında müthiş bir şamata ve dokunaklı bir mesajla yankılanır. Babak Jajali film hakkında şöyle diyor: Radio Dreams sürgündeki bir adamın San Francisco’ya, müzik ve sanat aracılığıyla kendi kültürünü getirmek isteyişini, fakat kar amaçlı radyoculuk anlayışı gerçeği ile engellenişini anlatır. Filmde, şimdilerde Amerika’da sürgünde olan ve İran’ın Bob Dylan’i olarak kabul edilen dünyaca ünlü müzisyen Mohsen Namjoo, Afganistan’ın ilk rock grubu olan Kabul Dreams’in San Francisco’da yaşayan üyeleri ve ünlü Metallica grubu üyesi Lars Ulrich rol alıyor. The Beatles: Eight Days a Week - The Touring Years…. Ron Howard tarafından yönetilen The Beatles: Haftada 8 Gün - Turne Yılları, Beatles’ın Liverpool The Cavern Club’tan başlayıp San Francisco’daki son konserlerine (1962’den 1966’ya) kadar süren turnelerine yer veren bir belgesel.


BİR DÜNYA FESTİVAL

Film Paul McCartney, Ringo Starr, Yoko Ono Lennon ve Lovia Harrison’in katkılarıyla yapılmış. The Beatles: Haftada 8 Gün- Turne Yılları 1962-1966 yılları arasında Beatles üyelerinin kariyerlerinin başlangıcına odaklanan ve Lennon, Mc Cartney, Harrison ve Starr’ın nasıl bir araya geldiklerini anlatan bir film. Belgesel adını, grubun 1964’te çıkış yapan single’ından almış. Film, grup üyelerinin iç dinamiğini, müzik dehalarını ve benzersiz kişilik özelliklerini bir keşfe çıkıyor. Man Of La Mancha… Müziği Mitch Leigh tarafından yapılan ve şarkı sözlerini Joe Darion’un yazdığı Man of La Mancha, Dale Wasserman’in yaptığı bir Broadway müzikali olan Man of La Mancha’nın 1972 yapımı bir uyarlama. Arthur Hiller tarafından yönetilen filmde Miguel de Cervantes ve Don Kişot rolleriyle Peter O’Toole, Cervantes’in uşağı ve Don Kişot’un yaveri rolleriyle James Coco ve Don Kişot’un Dulcinea olarak kabul ettiği mutfak hizmetçisi ve hayat kadını rolleriyle Sophia Loren gibi yıldızlar rol almış. Daha sonrasında Cats müzikalinin koreografisini yapan Gillian Lynne, dövüş sahneleri dâhil olmak üzere filmin koreografisini yapmış. Cervantes ve uşağı İspanyol Engizisyonu tarafından hapse atılır ve Cervantes’in el yazması, kendisini sahte bir duruşmayla yargılayan hapishane arkadaşları tarafından ele geçirilir. Cervantes’in savunması bir oyun şeklinde gerçekleşir; aklını kaçırmış ve artık bir şövalye olması gerektiğine inanan yaşlı bir centilmen olan Alonso Quijano kimliğine bürünür. Quijano kendisine Don Quixote de La Mancha ismini verir ve yardımcısı Sancho Panza ile maceralara atılır. Uluslararası Adana Film Festivali Festivali bu sene de zengin programıyla sanatla, sinemayla yüzümüzdeki gülümseme-

yi, içimizdeki enerjiyi yükseltecek. Türk filmleri için ayrı bir önem taşıyan festivalde Ulusal Uzun Film kategorisinde de on iki film Altın Koza için yarışacak. Milletçe karanlıkların karşısında dimdik durduğumuz şu günlerde biz de Cervantes’in “Müziğin olduğu yerde kötülük barınmaz.” sözünü genişletelim ve sanatın olduğu yerde kötülük barınmaz diyelim. İstanbul nefes alıyor… Her yıl birbirinden çeşitli etkinliklerle, dünya çapında müzisyenleri bir araya getirerek müzik festivalleri arasında hatırı sayılır bir yere sahip olan Uluslararası Klarnet Festivali, 16-25 Eylül tarihleri arasında beşinci kez gerçekleştirilecek. Festivalin bu yılki programında, klarnetin dünya duayeni, 7 Akademi Ödülü kazanmış Schindler’s List film müziğinin klarnet sololarını çalan Giora Feidman ile hem klasik hem de modern parçaları uyarlayan Rastrelli Cello Quartett, dünyaca ünlü Türk neyzen Mercan Dede, her tarzdan seslendirdiği parçalarla Türk müziğinin vazgeçilmez ismi Zara ve Makedonya’nın ünlü trompetçisi Dzambo Agusev, yaptığı efsaneleşmiş parçalarla birçok aşka yoldaşlık eden Kayahan anısına Ustaya Saygı Konseri, Orta Doğu ve Batı müziği sentezini yansıtan Mısır asıllı müzisyen Natacha Atlas ile Türkiye’nin dünyaca ünlü nefesi klarnet sanatçısı Serkan Çağrı, Gypsy, Balkan ve caz tınılarını harmanlayan Amsterdam Klezmer Band ve daha bir çok etkinlik bulunuyor.

51


BİR DÜNYA ALBÜM Murat EKŞİ tarumiske@yahoo.com

MELBREEZE – “Yok Ya” EP

Melbreeze’in “Yok Ya” adlı kısa albümü 3 adet şarkıdan oluşuyor: “Şakkadana”, “Vay Hayvan Vay” ve “O Biçim”. Melbreeze, “Caz’dan el almış pop” şeklinde basitçe tanımlayabileceğimiz tınısını bu kısa albümde de büyük ölçüde devam ettirmekte. Kayıtlarının ABD’deki önemli stüdyolarda yapıldığı, Jimmy Haslip, Scott Kinsey, Oz Noy, Gergo Borlai, Arto Tunçboyacıyan, Selim Bölükbaşı gibi ünlü ve müzik dünyasında yeri olan isimlerin ciddi görevler üstlendiği albüm için iki kelime yazalım, her şeyi özetlesin: Hayal kırıklığı. Başta vokal performansı olmak üzere, sözler, besteler üzerinde fikir beyan edilmeyecek ölçüde yetersiz, çapsız, yaratıcılıktan uzak ve derinliksiz. Öyle ki bir sonraki kayıt için umut dahi beslemek mümkün değil.

ORHAN ÖLMEZ “Adam & Kadın”

Orhan Ölmez’i nasıl bilirsiniz? Bundan önce ne yapıyordu? Yanıtlarınız bu albüm için de geçerli. Aşk, sevmek, ilişkiler, ayrılık gibi klişeleşmiş kavramların klişeleşmiş halini fantezi müzik tavrında sunmayı sürdürüyor Ölmez. Bilindik fantezi söz/beste ikilisi halinde sıralanmış şarkıların atom büyüklüğünde yeni bir şey diyemediği albümün iki olumlu yanı var: Birincisi, Ölmez ne yaparsa yapsın organik/akustik çalıyor ve kaydediyor. Bu gerçeklik hissini tetikliyor. İkincisi, Ölmez’in söz ve besteleri türü sevenleri gerçekten tatmin edecek seviyede. Müzik tarihi adına anlamı olmayan ama fantezi müzik sevenler, Türkçe sözlü aşk şarkıları ile içli dışlı olanlar için iyi bir albüm “Adam & Kadın”.

ASLI ZEN - “Beyaz Geceler” Son zamanların albüm içerikleri ve süreleri epey kafa karıştırıcı. “Beyaz Geceler” de bu tip bir içerikle sunuldu. Albüm, biri remix olmak üzere 7 şarkıdan oluşuyor. Normal bir albüm desek, bunun için kısa. Hayır, bu bir kısa albüm desek, o da değil, bir kısa albüm için uzun kalıyor. Müzik ve pop müzik tarihi, işin ekonomisi ve formatıyla ülkemizde yeniden yazılıyor...

52

Dinleyicilerin dikkatine. Albüme gelince, ülkede binlerce örneğine rastlayabileceğiniz, sıcak ama içi boş melodilerle kotarılmış, tek düze nakaratlı, sıradan tınılı, vasatın altında vokal performanslı bir “Türkçe Pop” albümü. Bir tane daha, bir adet daha… Artık Türk dinleyicisine dünya ölçeklerinde müzik sunmanın zamanı gelmedi mi?


ALBÜM EKŞİSİ

FRANK OCEAN “Blonde”

2012’de müzik dünyasını sallayan ve tüm dünyadaki dergilerin yılsonu albüm listelerinin üst sıralarında yer alan “Channel Orange” sonrası Frank Ocean’ın ne yapacağı merak konusu idi. Bu üçüncü albümünde Ocean’ın tınısı artık iyiden iyiye R&B’den PBR&B’ye kaymış durumda. Şarkılara dağıttığı rap’lerden ve dolayısıyla içinden geldiği kültürlerin önemlilerinden, hip-hop’dan da vazgeçmeyen Ocean, tınısını ve bestelerinin ruhunu alternatif çizgiye çektikçe entelektüel derinleşmeye gitmiş. Kayıt gayet organik ve gerçek hissettirirken, bu Ocean’ın diğer PBR&B üretenlerden farkını ortaya koyan bir nokta olarak göze çarpıyor. Tutkulu ve heyecanı hep yukarıda tutmayı başaran, modern zamanların hissiyatını yansıtacak synth, vokal besteleri ve davul vuruşları ile parıldayan Ocean, şüphe götürmeyen şekilde yılın en iyi albümlerinden birini yayınladı. Prestijli dergilerin “yılın en iyi albümleri” listelerinde görüşmek üzere.

GLASS ANIMALS “Life Itself”

2014’deki ilk albümleri “Zaba” ile indie/alternatif çevrelerde bir hayli sükse yapan Oxford’lu dörtlünün yeni albümleri bizi pek de bekletmeden yayınlandı. Bu albümde grubun orta tempo ve alttan alta akıp giden hipnotik şarkılar devri daiminde biraz değişiklik mevcut. Daha pop tadına yaklaşan, daha hızlı olabilen, mesajını daha doğrudan ve yüzeyden veren bir Glass Animals gözlemliyoruz. Gruba özgü -bir nevi- folk dokunuşlarının soğuk hissiyatla dolanarak gidişi yerini daha dolambaçsız yollara bırakmışa benziyor. Dinleyeni yakalama adına böyle bir hamle yapılmış ise bunun pek de doğru bir hamle olmadığını söylemek zor değil. Bu noktayı bu albümde kısa zaman dilimlerinde yakalamış, gerisinde bu aralığın dışında kalmış İngilizler. Bu dörtlü bunun çok daha iyisini yapabilir.

DEAD GAZE - “Easy Travels”

Eski Flaming Lips’vari cazırdayan gitarlar, olabildiğince saf ve üzerinde oynanmamış bir lo-fi tını. İşte Missisipili R.Cole Furlow’un Dead Gaze’i. “Easy Travels” şaşırtıcı şekilde akor, melodi geçişleri ile kıvılcımlar çakarken, bir yandan da Amerikan gitarlı müziğine ait sakin hissiyatları size verebiliyor. Gösterişsiz, doğrudan kaydedilmiş gitar-bas-davul-vokal kayıtlarının beste ve söz ikilisi çerçevesinde içerikte ne kadar zenginleşebildiklerinin önemli örneklerinden “Easy Travels”. “Running All Around” gibi Amerika’da ses getirmesi gereken şarkılar bir yana, albüm her anıyla bir samimiyet ve iyi müzik sunuyor. Üzerinde düşünülmüş, kaliteli ama gösterişsiz bir kayıt bu. Eh, zaten Dead Gaze de bu demek. Gitarlı müziğin, organik tınıların kalitesizliğinden dem vuranlara ilaç gibi bir kayıt “Easy Travels”.

53


Cahit CESUR cahit.cesur@trt.net.tr

Ulvi Cemal Erkin 14 Mart 1906’da İstanbul’da doğdu. Düyunu Umumiye Komiserlik Kalemi Müdürü Mehmet Cemal Bey’in oğludur. Annesi piyano çalar, ağabeyi Feridun Cemal Erkin keman dersleri alırdı. Böyle bir ortamda yetişen Ulvi Cemal, küçük yaşta müziğe ilgi duydu. Sekiz yaşında piyano derslerine başladı, önce Mercenier adlı bir Fransız’dan sonra ünlü öğretmen Adinolfi’den ders alarak kısa sürede büyük aşama kaydetti ve yeteneğini kanıtladı. Galatasaray Lisesi’nde okurken değişik birçok bestecinin yapıtlarını tanıdı ve öğrendi. O yıllarda Cumhuriyetin kurulmasıyla başlayan atılımlar ve ulusal bilincin yaratılması doğrultusundaki girişimler müzik alanında da yenilikleri gündeme getirmişti. Çağdaş Türk Müziği’nin temellerini atabilmek için Atatürk’ün akademik eğitim yapmış Türk sanatçılarına gereksinimi vardı. Bu nedenle Atatürk çeşitli dallarda öğrenim yapacak gençleri Avrupa’ya yolladı. Ulvi Cemal de bunlardan biridir. 1925 Yılında, Milli Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak Paris’e gönderildi. Bir buçuk yıl özel dersler aldıktan sonra, giriş sınavı son derece güç olan Paris Konservatuvarının sınavını kazandı. Ulvi Cemal, Paris’te önce Jean Batalla ile piyano ve yardımcısı Beduin’le piyano ve armoni, sonra Isidor Philipp ve yardımcısı Camille Decreus ile piyano ve Jean Gallon’la armoni çalıştı. 1930’da Ecole Normale de Musique’de Nadia Boulanger Müzik Okulunu üstün başarıyla bitirdi. Aynı yılın Eylül ayında Musiki Muallim Mektebine piyano ve armoni öğretmeni olarak atandı. Yirmi dört yaşında öğretmenliğe başlayan Erkin, bu arada ilk ürünlerini verdi. Paris’te yazmaya başladığı orkestra için “İki Dans” ile keman ve piyano için “Ninni, Emprevizasyon ve Zeybek Türküsü” adlı yapıtı, piyanoda Ferhunde Remzi, kemanda Necdet Remzi virtüöz kardeşler tarafından seslendirildi. Bir

54

yıl sonra, piyano için “Beş Damla”yı yazdı. Bu eser, Ankara’dan başka, Viyana, Berlin ve öteki müzik merkezlerinde başarıyla yorumlandı. Ulvi Cemal, 29 Eylül 1932 günü, aynı okulda piyano öğretmeni olan Ferhunde Remzi ile evlendi. Bu evlilikten sonra ürünlerinin esin kaynağı ve piyano yapıtlarının en iyi yorumcusu eşi Ferhunde Erkin oldu. Bir ömür boyu sürecek bu sanat yolculuğunda, yurt içinde ve dışında verdikleri konserlerle, heyecanları, mutlulukları, başarıları birlikte yaşadılar. 1930 yılından Ankara Devlet Konservatuvarının kuruluş yılı olan 1936’ya kadar yapıtlarının sayısı yediye çıkmıştır. Erkin’in yapıtları seslendirildikçe, besteciliği konusunda övücü yazılar yayınlanmaya başladı. Erkin, ilk konçertosunu I942’de tamamladı. Aynı yıl Cumhuriyet Halk Partisi’nin ödülünü kazanan bu piyano konçertosunu Ferhunde Erkin’e adadı. Ulvi Cemal daha sonra “Köçekçeler”i besteledi. Son derece renkli olan bu yapıt, ilk kez Dr. Preatorius yönetimindeki orkestrayla Ankara Radyosunda seslendirildi. Köçekçeler, bestecinin en tanınan ve sevilen yapıtıdır. Erkin, besteciliğinin ve öğretmenliğinin yanı sıra, Konservatuvar Orkestrasını ve Opera Orkestrasını da uzun süre yönetti. 1949-1951 Yılları arasında Ankara Devlet Konservatuvarının müdürlüğünü yaptı. Gazi Eğitim Enstitüsünde 25 yıl piyano öğretmenliğini sürdürdü. Necil Kâzım Akses ile birlikte yirmiye yakın operanın çevirisini tamamladı. Kendi yapıtlarının seslendirilişinde bulunmak için birçok kez dış ülkelere gitti. Kırk yılı aşkın piyano öğretmenliğinde, bugün Türk müzik yaşamımızda seçkin yeri olan birçok piyanist yetiştirdi. Sanatçı, 15 Eylül 1972’de, altmış beş yaşında iken Ankara’da yaşamını yitirdi.


ZAMAN TÜNELİ

29 Eylül 1887 İlk gramofon patenti, Alman mucit Emil Berliner tarafından alındı.

Gramafona kayıt yapma çalışmalarıyla tanınan Alman asıllı Amerikalı mucit Emile Berliner ilk gramofon patentini aldı. Berliner bu önemli buluşunu gerçekleştirdikten sonra The Berliner Gramophone Company şirketini 1895’te, The Gramophone Company şirketini 1897’de Londra’da, Deutsche Grammophon şirketini 1898’de Hanover/ Almanya’da ve Berliner Gram-o-phone Company of Canada şirketini de 1899 yılında Montreal’de kuracaktır.

15 Eylül 1975 Pink Floyd’un “Wish You Were Here” albümü piyasaya çıktı.

Pink Floyd, felsefi şarkı sözleri, yenilikçi albüm kapakları, etkileyici sahne şovları ile dünya çapında en çok albüm satmış ve modern müzik tarihini etkilemiş, dünya çapında başarıya ulaşmış rock grubudur. Dünyada en çok satan rock albümü olan olan “Dark Side of the Moon” albümünden sonra “Wish You Were Here” adlı albümü piyasaya çıkardı. Pink Floyd’un en önemli albümlerinden birisi olan “Wish You Were Here”, grubun kurucularından olan David Gilmour ve Rick Wright’a göre ise grubun en iyi albümü.

20 Eylül 1985 Ruhi Su, beyin kanaması sonucu hayata veda etti.

Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Su, geçirdiği beyin kanaması sonucu hataya veda etti. Türkülere olan tutkusu çocuk denecek yaşında başlamış ve neredeyse tüm hayatını Türk Halk Müziğine adamış olan değerli sanatçı, kayıtlarında bilinen Türk Halk Müziği parçalarını bas bariton sesi ve bağlama eşliğinde kendine özgü üslubuyla yorumlamıştır.

1 Eylül 1924 Musiki Muallim Mektebi (MMM) Ankara’da açıldı.

1924 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile Ankara Cebeci’de bulunan 3 katlı kerpiç bir bina, Cumhuriyetin ilk Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi) olarak hizmet vermeye başladı. Daha sonra 1928 yılında Avusturyalı mimar Ernest Arnold Egli tarafından projelendirilen bina, 1938 yılında eklenen yeni mekânlarla genişleyerek genç Cumhuriyetimizin ilk “Devlet Konservatuarı” olacak ve 1985 yılında yeni binasına taşınıncaya kadar geçen süre içerisinde bu bina, ünleri ülke dışına taşan birçok sanatçıyı yetiştirecekti.

18 Eylül 1993

“Devlet Sanatçısı” unvanı verilen Nida Tüfekçi 18 Eylül 1993 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.

Nida Tüfekçi aramızdan ayrıldı.

Türk folklorunun müzik ve oyun dallarında, yurt içinde ve yurt dışında seçkin bir yer edinmiş, kültürümüze yapmış olduğu katkılarla halk müziği dünyasına damgasını vuran Nida Tüfekçi, 1947’den itibaren Ankara Radyosu’nun Yurttan Sesler kayıtlarında ses ve saz sanatçısı olarak görev aldı, 1953 yılından itibaren başta Ankara Radyosu olmak üzere TRT’nin birçok biriminde yöneticilik yapmış, yaptığı çalışmalarla Türk Halk Müziğine çok değerli katkılarda bulunmuştur. 1991 yılında Kültür Bakanlığı tarafından

55


26 Eylül 1996

22 Eylül 2001

Zeki Müren geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.

6 Aralık 1931 tarihinde Bursa’da doğan Sanat Güneşimiz Zeki Müren, 1950’de sınavla İstanbul Radyosu’na girdi. Türkiye radyolarında düzenli olarak okumaya başladı. Radyo programları on beş yıl sürdü. Müren bundan sonra kendini daha çok sahne ve plak çalışmalarına verdi. İki yüz dolayında şarkı besteledi. “Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu” (suzinâk), “Manolyam” (kürdilihicazkâr), “Bir demet yasemen” (nihavend), “Gözlerinin içine başka hayal girmesin” (nihavend) güfteli şarkıları sık sık okunan, en sevilen şarkılarıdır. Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden 1980’den sonra sahne hayatından ve musikiden uzaklaştı. Bodrum’daki evine kapandı, münzevi bir hayat yaşadı.

Besteci ve müzik yorumcusu Fikret Kızılok öldü.

Türk Hafif Müziğine beste ve yorumlarıyla çok büyük emek vermiş, sanatçı kişiliğiyle kendinden sonra yetişen birçok sanatçıya örnek olmuş Fikret Kızılok, uzun süren kalp rahatsızlığı sonucu hayata gözlerini yumdu. Kızılok, özellikle Anadolu ezgilerinin rock formundaki düzenlemeleriyle büyük başarı sağladı. Tamzara, Hereke, Uzun İnce Bir Yoldayım, Güzel Ne Güzel Olmuşsun, Silifke’nin Yoğurdu, Ay Osman ve Benim Aşkım Beni Geçti bu türdeki çalışmalarından bazılarıdır.

6 Eylül 2007 İtalyan tenor Luciano Pavarotti hayata veda etti.

Enrico Caruso’dan sonra opera dünyasının gördüğü en parlak yıldız tenor olan Luciano Pavarotti, 6 Eylül 2007’de Modena’daki evinde ailesi ve yakın dostlarının yanında hayata veda etti. Opera sanatına yepyeni bir çehre kazandıran, Sting ve U2 gibi popüler müzik dünyasının yıldızları ile bir araya gelip şarkı söylemekten çekinmeyen, operayı milyonlarca insana ulaştıran ve sevdiren bu sevimli şişman tenor, pankreas kanserine yenik düştü. İtalyan tenor Luciano Pavarotti hayata veda etti. Enrico Caruso’dan sonra opera dünyasının gördüğü en parlak yıldız tenor olan Luciano Pavarotti, 6 Eylül 2007’de Modena’daki evinde ailesi ve yakın dostlarının

25 Eylül 2012 Neşet Ertaş prostat kanserine yenik düştü.

Abdallık geleneğinin son temsilcisi, Türk Halk ozanı ve halk müziği sanatçısı Neşet Ertaş bir süredir yakalandığı prostat kanserine yenik düştü. Yaşamı boyunca

56

yanında hayata veda etti. Opera sanatına yepyeni bir çehre kazandıran, Sting ve U2 gibi popüler müzik dünyasının yıldızları ile bir araya gelip şarkı söylemekten çekinmeyen, operayı milyonlarca insana ulaştıran ve sevdiren bu sevimli şişman tenor, pankreas kanserine yenik düştü.

Türk halkı tarafından çok sevilen ve adeta yaşayan bir efsaneye dönüşen Ertaş, kendisine teklif edilen Devlet Sanatçılığı unvanını kabul etmemişti. 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet konservatuarı tarafından fahri doktora ödülüne layık görülmüş, bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuarlarda ders olarak okutulmuştur.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.