Bir dunya muzik haziran 2016

Page 1


Söz: Şenol Göka Beste - Solist: Kerem Demircioğlu Düzenleme: Murat Tunalı Tulum: Volkan Arslan Supervisor: Amber Türkmen


Şenol GÖKA TRT Genel Müdürü

BİR BÜTÜNÜN İKİ FARKLI GÖRÜNTÜSÜ İNSAN VE MEKÂN Mekân "olmak" tan türeyerek, varoluşu anlatıyor. İnsan da ünsiyeti; varoluşun temeliyle yakınlığı, uyumu ya da nisyanı; yani unutabilen ilk varlık olarak, varoluşu unutmayı... İster yalnızca insan ve kapladığı alan, ister kâinat, madde ya da mana nasıl ele alınırsa alınsın, mekânla insan arasında derin bir bağ vardır. Mekân "kevn" den geliyor. Kevn, olmak demek. İnsanla mekân arasında "olmak" kadar önemli bir bağ var. Tarihin bütün dönemlerindeki mekân düzenlemelerinde bu bağ gözetilmiş. Yeni adına, bu bağı görmezden gelmek ve insanı mekândan ayrı düşünmek anlamsız… "Sen kendini küçük bir cisim sanma, sende bir âlem gizlidir" diyor Hz. Ali. Görülebilirse âlem insandır, insan da âlem. Tarih sahnesinde yer alan bütün uygarlıklar, hayatı anlamak ve anlamlandırmak için bu derin bağı gözetmişler. İnsan içinde bulunduğu mekân ile sürekli bir etkileşim halinde olup, içinde bulunduğu mekânı duyular yoluyla algılar. Bu algılar bilgi ve tecrübelerden yararlanarak yorumlanıyor elbette. Algılamanın büyük bir kısmını, görme duyusu kaynaklı görsel algı oluşturmaktadır. Biçim, renk, malzeme, doku ve ışık kavramları ise mekândaki görsel algıyı etkileyen tasarım ögeleridir. Görsel algılamanın dışında “boyutsal, ısısal ve işitsel” algı çeşitleri de mekânı algılamamızda rol oynuyorlar. İnsanın yapay çevresi ile uyumu, dış fiziksel uyarılara karşı tepki göstererek biyolojik, fizyolojik ve psikolojik bir denge kurması ile mümkün olabiliyor. Mekân ve insan arasındaki bu güçlü bağ, insana dair tüm alanları kapsamakla birlikte kültür ve sanatın içerisinde de oldukça ehemmiyet kazanıyor. Özellikle de sanatın en önemli dallarından biri olan müziği ele alacak olursak; müziğin icra edildiği mekânlar, konser salonları, çeşitli sahneler, kayıt stüdyoları ve tüm alanlarda müziğin doğru dinlenmesi, belirli teknik şartların gerçekleştirilebilmesiyle mümkün olmaktadır. Müzik dinleme alanlarının özel bir akustik tasarıma ihtiyacı olduğu aşikârdır. Yapılan tüm tasarımın temel unsuru dinleyici ve dinleyiciler bölgesine ses sinyalinin eksiksiz ulaşmasının sağlanmasıdır. Aksi halde mekânların akustik karakterleri; dinleme noktası ve ses sistemi yerleşimi açısından, üretilen sesin, kulağa gelene kadar izlediği yolda ciddi kalite kayıplarına neden olabilmektedir. Mimari algının şekillenmesinde, bazen duyulan müzik esin kaynağı olabileceği gibi bazen de müzik, mekânsal geçişleri kolaylaştırır ve mekânlar müziklere ev sahipliği yapar. O halde şöyle ifade edilebilir, insan ve mekân arasındaki bağ ne kadar güçlü ise, müzik ve mekân arasındaki bağ da insan temeli üzerinden düşünülürse, bir o kadar güçlüdür ve birbirinden ayrı düşünülemez. Yeni bir sayının daha siz değerli okurlarımıza rehberlik etmesi temennisiyle…


BİR DÜNYA KONU DUVARLARIN DİLİ OLSA...

12

Müzikal bir enstrüman olarak düşündüğümüz mekanlar, dünü, bugünü ve tüm ayrıntılarıyla dergimizin sayfalarında...

TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON KURUMU ADINA SAHİBİ ve GENEL YAYIN YÖNETMENİ Amber TÜRKMEN SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Birsen YÜKSEL TAYMAZ EDİTÖRLER Figen GÖKTAŞ Ümit DİRİCAN Nesri BÜYÜKTURAN GRAFİK TASARIM Birsen YÜKSEL TAYMAZ YÖNETİM YERİ TRT MÜZİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI TRT SİTESİ A BLOK KAT 9 Tel: (312)463 32 48 ISSN 2149-7982 SAYI 11 / HAZİRAN 2016 YAYIN TÜRÜ Yaygın/Süreli YAYIN TARİHİ 1 HAZİRAN 2016 YAYIN YERİ www.trtmuzikdairesibaskanligi.com

TRT Bir Dünya Müzik @birdunyamuzik birdunyamuzik@trt.net.tr

2

MÜZİĞİN ELLERİ MAESTRO: DANKO

16

Adı sosyal projelerde de geçen, müzik misyoneri, yetenekli olduğu kadar alçakgönüllü maestrodan müzik ve mekân üzerine doyumsuz bir söyleşi…

HAKAN AYSEV…

24

Muhteşem ve güçlü sesiyle kulaklarımızda ve dahi söylediği mekânlarda silinmez izler bırakan sanatçımız, yorumcu-mekân ilişkisini anlatıyor.

MÜZİĞİN MEKÂNI 26 MEKÂNIN MÜZİĞİ… Büyük şehirlerimizde muhteşem organizasyonlara ev sahipliği yapan Ankara Congresium, İstanbul Zorlu PSM, İzmir Arena gibi özel mekânlar, söyleşi ve araştırmalarla tanıtılıyor…


GENEL YAYIN YÖNETMENİ’NDEN Bir Dünya Selam,

TÜRKAN ŞORAY…

38

UNICEF Türkiye iyi niyet elçisi, oyuncu, senarist, yönetmen olan sinemamızın sultanı Türkan Şoray ile Ankara’da sinema üzerine keyifli bir sohbet...

ZAMAN-MEKÂN… 42 Kent Hikâyeleri yazarımız Reşit Saraçoğlu “İnsan ilmik ilmik örer mekânlarında hayatı. Hatıralarını harcına karıştırır gittiği her mekânın ve o mekân artık onun olur.” diyor doyumsuz yazısında…

MÜZİK KUTUSU

44

Müzik Kutusu yazarımız Rahmi Mert Özcan da müziğin sihrinden dem vurmuş yazısında. Sihirli kelime müziğin tüm duygulara ve bazen de hayatımızın tam merkezine etki ettiğini, söyleyemediklerimize cevap olduğunu belirtiyor…

KAZIM KOYUNCU…46 25 Haziran 2005’te yitirdiğimiz güzel sesli, güzel gönüllü müzik adamı Kazım Koyuncu’yu sevgili yazarımız Murat Örem dokunaklı üslubuyla aktardı sayfasında…

Müziği farklı halleriyle masaya yatırdığımız dergimizde bu ayki konumuz mekânlar. “Duvarların Dili Olsa” temasıyla işlediğimiz konular, ağırladığımız konuklar, sayfaları çevirdikçe sizi selamlayacak. Ankara Radyosu spikerlerinin gönüllü olarak seslendirdiği, teknik personelinin de gönüllü katkılarıyla hazırladığımız sesli dergi CD’si her ay olduğu gibi, bu ay da görme engelli okurlarımızla buluştu. Ayrıca pek çok konuda birikimlerinden yararlandığımız, radyo-televizyon program yapımcısı ve sunucusu sevgili Erhan Konuk’a ve her sayımızın ardından olumlu geri bildirimlerle şevkimizi kat be kat artıran sizlere de teşekkür etmeden geçemeyiz… Bu sayıda sizler için seçtiğimiz kapak konumuz olan “Duvarların Dili Olsa” ile müzik-mekân ve mekân-müzik ilişkisini ele alarak enine boyuna irdeledik ve yazdık. Ünlü ve başarılı isimlerle konuştuk, birikimleri bize esin kaynağı oldu. Vee… İhtişamlı duruşları ve hikâyeleriyle mekânlar... Haliç Kongre Merkezi denize nazır muhteşem manzarasıyla karşıladı bizleri Zümrüd-ü Anka müzikalini izlemeden önce… Ümit Dirican Cumhurbaşkanlığı himayelerinde, TRT Müzik Dairesi Başkanlığının projesinin mimarlarından Sırrı Ali Talay ile provalar sırasında konuştu. Müzikalin sonunda bir konuşma yapan Sayın Genel Müdürümüz Şenol Göka projeyi değerlendirdi. Nesrin Büyükturan, Başkentte müzikseverlere yıllardır ev sahipliği yapan iki güzel bina CSO ve Operayı anlattı ardından, Indiana Üniversitesi Jacobs Müzik Okulu Opera ve Bale Merkezi’nin orkestra şeflerinden Danko Daniel Drusk ile yaptığı röportajda ise mekânları sordu. Tarihsel dokuları ve ihtişamları ile Antik tiyatrolar ve açık hava tiyatrolarının Antalya bölümü, Tayfun Yönlü’nün bakış açısıyla yansıdı sayfalarımıza. Figen Göktaş, ünlü tenorumuz Hakan Aysev ile yaptığı söyleşide sanatçı-mekân ilişkisini konu etti, bir diğer söyleşisinde ise Ankara’nın müzik mekânlarını, işletmeci-mekân-izleyici çerçevesinden ele almaya çalıştı. İstanbul’da Zorlu Performans Sanatları merkezi Genel Müdürü Murat Abbas ve İzmir’de de Arena Kurumsal İletişim Pazarlama Müdürü Gamze Senger Öztürk Ümit Dirican’ın konuğu oldu. Dünyada müzik icra edilen muhteşem mekânlardan örnekleri Pelin Akan sayfalarımıza taşıdı. İstanbul Radyosu Mesut Cemil Stüdyosunun varoluş hikayesini de prodüktör Osman Nuri Boyacı kaleme aldı. Sinemanın sultanı Türkan Şoray, Nesrin Büyükturan’ın röportajıyla sayfalarımıza renk kattı. Sesli Kütüphane bölümünde, Ankara Radyosu’ndan Neşe Tartanoğlu Radyo-3’ün programlarından “Müzik Ataşesi” ve “Gençlere” ile bizimleydi. Dergimizin daimi yazarlarından Rahmi Mert Özcan Müzik Kutusunda “Acıdan Geçmeyen Şarkılar Biraz Eksiktir” derken Kent Hikayeleri ’nin yazarı Reşit Saraçoğlu zaman-mekan ilişkisinin harmonisinden bahsediyor. Murat Örem ise duygulu anlatımıyla Kazım Koyuncu’yu anıyor ve hatırlatıyor yazısında… Feridun Ertaşkan bu sayıda müzik mekânlarının unutulmaz mimarı Zaha Hadid’i anlatıyor. Klasik albümler ve Albüm Ekşisinde Murat Ekşi her zamanki özgün yorumlarıyla bizimle oluyor, Cahit Cesur Zaman Tüneli’nde Avni Anıl’ı anıyor ve tarihte bu ay köşesiyle sayfalarımızda yer alıyor. Temmuz sayımızda görüşmek dileğiyle, müzikle kalın. Amber TÜRKMEN

3


BİR DÜNYA KONSER

İSTANBUL

HAZİRAN KONSERLERİ

Sahnelerden... Özgür Tuncer Piyano Resitali 1 Haziran’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde klasik müzikseverlere unutulmaz bir gece yaşatacak. Dünyaca ünlü “Starsailor” grubunun kurucusu ve solisti James Walsh 3 Haziran’da The Ritz-Carlton’da Bleu Lounge’da sahne alıyor. Dropout Festival’de; Rap, rave, hiphop, punk, pop, dubstep karışımı benzersiz tarzları ile merakla beklenen Die Antwoord 5 Haziran’da Küçük Çiftlik Park’ta izlenebilir. İngiliz şarkıcı, besteci, şair ve yazar PJ Harvey 8 Haziran’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde sahne alıyor. Şebnem Ferah 18 Haziran, MFÖ 19 Haziran’da Atlantis Yapım organizasyonuyla Harbiye Açıkhava Konserleri kapsamında Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava sahnesinde olacak. Sadece müzik tarihine değil sanat tarihine de damgasını vuran yaşayan efsane Patti Smith, 23 Haziran’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi sahnesinde izleyicilerine ömür boyu unutamayacakları bir deneyim yaşatacak. 23. İstanbul Caz Festivali... 27 Haziran-25 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek festival “The Orchestra of Syrian Musicians”- Damon Albarn- Guests konseriyle 27 Haziran’da Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde açılış yapıyor. Chic Feat. Nile Rodgers / Unknown Mortal Orchestra konseri ise 28 Haziran’da Küçük Çiftlik Park’ta caz severlerle buluşuyor. 44. İstanbul Müzik Festivali... 1-24 Haziran tarihleri arasında, Shakespeare’in “Eğer Müzik Aşkın Gıdasıysa, Durmadan Çalınız” dizelerinden esinlenen temasıyla yürütülen festivalde, müzikseverlere etkileyici bir program sunulacak. Festivalin açılış konserinde yine genç bir yıldız dinleyicilerle buluşuyor. Uluslararası

4

Çaykovski Piyano Yarışması 2015 yılı birincisi Dmitry Masleev ile festivalin yerleşik orkestrası Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nı, Sacha Goetzel yönetiminde bir araya getiriyor. Konser 1 Haziran’da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşecek. Festival programında: İdil Biret, Murray Perahia, Gautier Capuçon, Angel Blue, Gérard Caussé, Herbert Schuch, Patricia Petibon, Alice Sara Ott, Maria João Pires, Antonio Meneses, Maxim Vengerov, Richard Galliano, Sylvain Luc gibi isimlerle dünyanın önde gelen topluluklarından Viyana Senfoni Orkestrası, Venedik Barok Orkestrası, Orchestra of the Swan, Artemis Quartet, Academy of St Martin in the Fields ve festivalin bu yılki yerleşik konuk orkestrası Varşova Filarmoni’nin de bulunduğu 600’e yakın yerli ve yabancı sanatçı yer alıyor. “Sunar Medya Yaz Konserleri” 10 Haziran - 12 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek yaz konserleri; Mustafa Ceceli ile 10 Haziran’da Romantika Garden Açık Hava sahnesinde açılış yapıyor. Sahne Üstü Ayakta Konser.. İzlanda’da başlayan serüvenini büyük bir başarıyla tüm dünyaya taşıyan, post-rock sahnesinin en önemli gruplarından Sigur Rós, uzun zamandır beklenen canlı performansıyla Türkiye’de ilk kez 11 Haziran 2016’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde.


BİR DÜNYA KONSER

ANKARA Sahnelerden.. Nazım Hikmet’in şiirlerinin Azeri besteci Arif Melikov’un müziği ile buluştuğu konser, soprano Demet Gürhan ve piyanist Güler Demirova’nın katılımıyla 3 Haziran’da Mozarthaus Sanat ve Konser Evi’nde izlenebilir. Rock müzik grupları “Son Feci Bisiklet Adamlar ve Deniz Tekin” 3 Haziran’da ODTÜ Vişnelik’te sahne alıyor. Mavi Köprü, 4 Haziran’da IF Performance Hall sahnesinde... Yıllara meydan okuyan Selami Şahin, unutulmaz şarkıları ve keyifli sahne şovuyla 3 Haziran’da Türk pop müziğinin güçlü seslerinden Levent Yüksel, 4 Haziran’da Jolly Joker Ankara sahnesinde sevenleriyle buluşuyor. Anadolu Ateşi’nin 15. yılına özel muhteşem gösterisi 11 Haziran’da ODTÜ Vişnelik Çim sahnesinde...

İZMİR Sahnelerden.. Olten Filarmoni Orkestrası “MerQury Queen Classical” ile 1 Haziran’da İzmir Arena’da 2015-2016 sezonunu kapatıyor. Rock müzik grupları “Son Feci Bisiklet Adamlar ve Deniz Tekin” 4 Haziran’da İzmir Fuar Açıkhava Tiyatrosu’nda sahne alıyor. Sevilen sanatçılar Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu 6 Haziran’da Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda en sevilen şarkılarını seslendirecekler. İncesazın kendine özgü tınısı, rengi, tanburu, kemençesi, kanunu ve Melihat Gülses’in harika yorumuyla muhteşem bir gece 7 Haziran’da Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda sizleri bekliyor.

“30. Uluslararası İzmir Festivali” Bu yıl 17 Mayıs - 25 Haziran tarihlerinde gerçekleşen festival, sanatseverleri bir araya getiriyor. 2 Haziran’da “Sahnede İsyan”, 14 Haziran’da Flamenco gitarın efsane ismi Paco Peña, 16 Haziran’da Sihirli Flüt Mercelli, 20 Haziran’da “Sinemanın Büyülü Melodileri” ve 22 Haziran’da “Celsus’ta Chopin Esintileri” yer alıyor.

ŞEHİR ŞEHİR “The Beatles” Resitali.. Türkiye’de ilk kez gerçekleşecek bu projede Yunuscan Kaya, efsanevi İngiliz rock grubu The Beatles’ın 20 şarkısının, aslına sadık kalarak gerçekleştirdiği solo piyano düzenlemeleri ile 4 Haziran’da Mozarthaus Sanat ve Konser Evi’nde izlenebilir. BSO’DAN 4 Haziran’da şef İbrahim Yazıcı eşliğinde Fazıl Say ve Carmina Burana konseri, 18 Haziran’da Işın Metin şefliğinde “Film Müzikleri Konseri” yer alıyor. Devlet Opera ve Balesi’nden “La Traviata” opereti 4 ve 5 Haziran’da, Lied konser etkinliği 6 Haziran’da Devlet Opera ve Bale Sahnesi’nde yer alacak.

Sahnelerden Sevilen dizilere yaptıkları müziklerle dikkatleri çeken Pera, yeni albümü ile 1 Haziran’da Kocaeli Hayal Kahvesi sahnesinde yer alıyor. Pop müziğin güçlü yorumcularından Berkay, 1 Haziran’da Trabzon Yalıpark Otel sahnesinde müzikseverlerle buluşuyor. Yaşar 3 Haziran’da, Yıldız Tilbe ise 4 Haziran’da birbirinden güzel şarkılarını Jolly Joker Antalya Sahnesi’nde seslendiriyor. Anadolu Ateşi 7 Haziran’da Aspendos Arena’da büyüleyici bir şov sergiliyor. Anadolu müziğini batı enstrümanlarıyla birlikte kullanan Ahmet Aslan, 11 Haziran’da Bursa Akademik Odalar Birliği Oditoryumu’nda dinleyicileriyle buluşuyor. Ceylan Ertem yoğun istek üzerine Sezen Aksu Tribute projesi ile 17 Haziran’da Tudors Arena sahnesinde sevenleriyle bir araya gelirken, Türk pop müziğinin ünlü isimlerinden Gülşen, 25 Haziran’da Adam & Eve sahnesinde beğenilen şarkılarını seslendirecek.

5


Genç operacılar yarıştı…

Türkiye’nin opera alanındaki ilk ulusal yarışması olan Siemens Opera Yarışması kazananları özel bir tören ile ödüllerini aldılar. Siemens Opera Yarışması her yıl olduğu gibi bu yıl da operaya gönül veren sanatçılar tarafından büyük ilgi gördü. Jüri koltuğunda; Karlsruhe Operası Genel Müdürü Peter Spuhler ile Münster Operası Genel Müdürü Ulrich Peters, Siemens AG Kültür ve Sponsorluk bölümü Direktörü Stephan Frucht’un yer aldığı yarışmada birinciliğe İlkin Alpay layık görülürken, ikinciliği Gürkan Gider, üçüncülüğü ise Uğur Yılmaz elde etti. Genç soprano Dilara Kaymak ise mansiyon ödülünün sahibi oldu.

Pink Floyd plakları yakında yeniden raflarda…

Efsane İngiliz grup Pink Floyd, albümlerini plak formatında yeniden yayınlama kararı aldı. 3 Haziran’da ilk dört Pink Floyd albümü plak formatında piyasaya çıkacak. Bu dört albüm 1967 tarihli ‘The Piper at the Gates of Dawn’, 1968 yılından ‘A Saucerful of Secrets’, 1969’da yayınlanan ‘More’ ve çift albüm ‘Ummagumma’ olarak sıralanıyor. Plakların albüm kapakları ve kılıfları orijinal baskıların aynısı olacak.

Prince’in saklı besteleri bulundu…

21 Nisan’da hayatını kaybeden rock yıldızı Prince’in evindeki kasalardan yüzlerce yeni şarkı çıktı. Prince’in Minnesota’daki evinde bulunan kasalar yıldızın mirasının yönetimini bıraktığı Bremer Trust tarafından miras temsilcilerinin de katılımıyla açıldı. Kasaların şifreleri sadece Prince tarafından bilindiği için kasalar delinmek suretiyle içindekilere erişildi. ABC News’un haberine göre kasalardan hiç duyulmamış ve kaydedilmemiş yüzlerce şarkı çıktı. Prince’le birlikte çalışan müzisyenler, onun işkolik olduğunu ve mükemmeliyetçiliği yüzünden yazdığı birçok şarkıyı yayınlamadığını ifade etmişlerdi. Dolayısıyla kasaların yüzlerce yeni şarkı ile dolu olduğu tahmin ediliyordu. Şarkıların akıbetinin ne olacağı henüz belli değil.

Emre Gökalp Paris Yarışması Birincisi…

Ahmet Kanneci’nin öğrencilerinden master çalışmasını Londra Kraliyet Müzik Akademisi’nde tamamlayan Emre Gökalp Paris Guitar Foundation 1. Uluslararası Gitar Yarışması’nda birinciliği elde etti. İki aşamalı olan bu yarışmaya çeşitli ülkelerden 30’u aşkın klasik gitarist, daha önce yayınlanmamış ve yarışmaya özel olarak çekilen video kayıtlarını göndererek katıldı. Videolar jüri tarafından; program seçimi, teknik kontrol, müziğin dönemine uygun çalınması, yorumun kalitesi, sahne sunumu ölçütlerine göre yapıldı. Birinciliğe layık görülen Emre Gökalp, Paris Guitar Foundation’un ödül olarak koyduğu özel tanıtım video çekiminde yer alacak.

6


BİR DÜNYA HABER

Leyla Gencer anısına Norma:

Radiohead’cilere müjde!

Ünlü alternatif rock grubu Radiohead, 5 yıl aradan sonra ilk albümünü çıkardı. Şu aşamada yalnız dijital platformlarda satışa sunulan albümün ismi, “A Moon Shaped Pool”. Otoriteler albümü şu ana kadar ki en melodik Radiohead albümü olarak yorumluyor. Ünlü müzik grubu Radiohead’in “A Moon Shaped Pool” adını verdiği yeni albümü 11 şarkıdan oluşuyor. Albümün Haziran ortalarında fiziksel formatta satışa sunulması bekleniyor.

6. Donizetti Klasik Müzik Ödülleri

Andante Dergisi’nin Beyoğlu Belediyesi işbirliği ile bu yıl altıncısını organize ettiği Donizetti Klasik Müzik Ödülleri, sahiplerini buldu. Törende bu yıl 15 kategoride ödül verildi. Andante yönetici ve yazarlarından oluşan bir kurul tarafından, bir önceki yıl gerçekleştirilen etkinliklerin değerlendirilmesi sonucunda Yılın Bestecisi ödülüne Hasan Niyazi Tura, Yılın Piyanisti ödülüne Ayşe Deniz Gökçin, Yılın Yaylı Çalgılar Yorumcusu ödülüne Orhan Ahıskal, Yılın Üflemeli Çalgılar Yorumcusu ödülüne Sezai Kocabıyık, Yılın Orkestrası ödülüne Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası, Yılın Oda Müziği Topluluğu ödülüne Semplice Quartet, Yılın Orkestra Şefi ödülüne Orhun Orhon, Yılın Kadın Opera Şarkıcısı ödülüne Nurdan Küçükekmekçi, Yılın Erkek Opera Şarkıcısı ödülüne Tuncay Kurtoğlu, Yılın Klasik Müzik Etkinliği ödülüne Klasik Keyifler, Yılın Genç Müzisyeni ödülüne Poyraz Baltacıgil, Yaşam Boyu Başarı ödülüne Ayşegül Sarıca, Özel Başarı ödülüne İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Mikrop Gramofon Kayıt ödülüne Dilbağ Tokay ve Emine Serdaroğlu, Yılın Koro/ Vokal Topluluğu ödülüne ise Saygun Filarmoni Korosu layık görüldü.

Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın (BİFO) her sezon Leyla Gencer’in anısına düzenlendiği konserler bu yıl da devam etti. Bu yıl Vincenzo Bellini’nin başyapıtı ve Belcanto’nun zirvesindeki operalardan biri olan Norma’nın konser versiyonu, tam kırk dört yıl sonra İstanbullularla buluştu. Leyla Gencer’in altın imzasını taşıyan karakterler arasında belki de akla ilk gelenlerden biri olan Norma rolünü, bu konser versiyonunda Maria Pia Piscitelli seslendirdi. Operanın ikinci kadın başrolü olan Adalgisa’yı da Mariinski, Metropolitan, Covent Garden, Bavyera, Viyana ve Berlin devlet operalarının sevilen mezzosopranosu Ekaterina Gubanova seslendirdi.

7


BİR DÜNYA HABER

RADYO, ANTALYA’DA “ETE KEMİĞE” BÜRÜNDÜ RADYO GÜNLERİ... Hazırlayan: Figen GÖKTAŞ

2009 yılında İstanbul’da yapılan Radyo Günlerine bu sene Antalya ev sahipliği yaptı. Radyo Günleri kapsamında önce Radyo köyü kuruldu, köyün içine radyoya ait unsurlar yerleştirildi. Radyo dinleme alanları oluşturuldu. Konuklar, kulaklıklarını takarak TRT Radyolarını canlı olarak dinledi. Drama masalarında Radyo Tiyatrosu ve Arkası Yarın gibi klasikler dinlendi... İstanbul Radyo’sunun hazırladığı Radyo Tiyatrosu bölümünde ise ziyaretçiler kendi yazdıkları oyunları ya da verilen tekstlerdeki bölümleri oynadılar. Bir de Tamer Karadağlı, Zuhal Olcay gibi ünlü oyuncuların önceden seslendirdiği metinler vardı ve konuklar bu oyuncularla konuşarak, sanki ünlü oyuncularla bir sahneyi canlandırıyormuş hissini yaşadı. Bu kayıtlar montajlanarak konuk dinleyicilere hediye edildi. En çok rağbet gören alanlardan biri buydu... Çukurova Radyosu’nun düzenlediği “Kendin Yap” alanında ise radyo programlarının nasıl yapıldığını

8

merak edenler için bir bölüm oluşturuldu. Burada program metinlerinin yazımı, seslendirilmesi, ardından müzik seçilip, montajlanmasına kadar her aşamasında istekli konuklar yer aldı.Köyün ziyaretçileri İzmir Radyosu’nun hazırladığı eğitim salonunda da deneyimli spikerlerden etkin konuşma, drama, diksiyon dersleri aldı... Genç radyo severlerin rağbet ettiği bir bölüm de karaoke idi, bu bölümde şarkılarını söyleyip güzel anılarla evlerine döndüler. Konuklar Radyo Hatırası bölümünde, çektirdikleri birer fotoğrafla turlarını tamamladı. Camla kaplı stüdyoda ise 9 ülkeden gelen konuk prodüktörler programlarını ülkeleriyle aynı saatte bu stüdyodan yaptı ve ülkemizin güzelliklerini, misafirperverliğini anlattılar. Bulgaristan, Romanya, İspanya, Arnavutluk, Irak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Almanya, Kosova ve Fransa’dan gelen radyoculara, Antalya ve çevresinde düzenlenen gezilerle bölge tanıtıldı.

Antalya’dan oldukça mutlu ayrılan radyocu dostlarımız, Radyo Günleri boyunca hem ülkemizin hem de TRT’nin reklamını yaptı. Yavuz Özcan Parkındaki stüdyoda ise TRT radyolarındaki bazı programların yayını yapıldı. Ayrıca Radyo Köyünde kurulan konser salonunda verilen, halka açık konserler sayesinde, TRT sanatçıları Antalyalılarla buluştu. Radyo Günleri etkinlik programlarını duyuran “6 Mayıs Radyosu” 2 Mayıs’ta yayına başladı. Bunun için, önce frekans bulunup, sıfırdan bir radyo kuruldu. Bu da radyo günlerinde “ilkler” arasına girdi… Etkinlik radyosu fikrinin TRT Radyo ve Müzik Dairesi Başkanı Amber Türkmen’e ait olduğunu söyleyen Antalya Radyosu Müdürü Alper Baysan “ halkla yan yana diz dize, ses sese olmanın hazzı da bir başka oluyormuş, yaşayınca anladık.” dedi. Alper Baysan, dinleyicinin “görünmez dünyası” olan radyonun bu etkinlikler sayesinde görünür olduğunu söyledi ve duygularını, “dinleyicinin hayalinde canlandırdığı radyo ete kemiğe büründü” sözleriyle ifade etti... Bir deneme de kesintisiz yayın uygulamasıydı. Radyo Günleri’nin ilk gününde TRT Genel Müdür Yardımcısı Erkan Durdu’nun katılımıyla helikopterde başlayan yayın, karada ve sonra denizde olmak üzere toplam 40 dakika boyunca başarıyla gerçekleştirildi. “Radyo’da söz mü, müzik mi daha önemli?” paradoksu yıllardır güncelliğini yitirmeden tartışılıyor. Şimdi “bu da nereden çıktı” demeyin. Radyo Günleri kapsamındaki münazaranın konusu buydu. Antalya Radyosu, etkinliğin ikinci gününde, Konya ve Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerini bir araya getirdi. Süleyman Demirel Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin de jüride yer aldığı münazara, TRT Radyo-1, Antalya Radyosu ve 6 Mayıs etkinlik radyosundan naklen yayınlandı. Hem savunmaya hem de jüriye, TRT yöneticileri ve spikerleri yardım etti. Münazaranın sonucunda, “sözü” savunan ekip kazandı. Ödül ise TRT‘nin Nostaljik Radyosuydu…


BİR DÜNYA HABER

Simurgun I zinde “Bir Medeniyet Destani”

Hazırlayan: Ümit DİRİCAN

TRT’nin eşsiz sahne tasarımı ve efektleriyle görsel bir şölene dönüşen projesi “Zümrüd-ü Anka, Bir Medeniyet Müzikali”, İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde görkemli bir galayla sanatseverlerle buluştu. TRT Müzik Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Cumhurbaşkanlığı tarafından himaye altına alınan müzikal, izleyenleri, Zümrüd-ü Anka’nın kanatlarında Türk tarihinde bir yoluculuğa çıkarıyor. Yoğun bir katılımın gerçekleştiği gösterimin ardından bir konuşma yapan TRT Genel Müdürü Şenol Göka, müzi-

kalin oluşum süreci hakkında bilgi verdi. Göka, “Sayın Cumhurbaşkanımıza bu müzikali tanıtmak için konuyu açtığımda gerçekten çok heyecanlandı ve bunun adını destan koyalım dedi. Destansı bir anlatımla sunalım dedi. Biz de aynı söylediği ve tarif ettiği gibi yapmaya çalıştık, İnşallah hoşunuza gitmiştir. Zümrüd-ü Anka hepimizin bildiği gibi aşk ile yanan, daha sonra küllerinden yeniden doğan efsanevi bir kuştur. Biz bunu, hep kendimizle, memleketimizle ve memleketimizin tarihiyle özdeşleştirdik. Öyle inandık öyle hissettik ve bu eseri Sayın Cumhurbaşkanımızın teveccühüne mazhar olacak şekilde, sizlerin takdirine sunmaya gayret ettik.” dedi. Sanatsal bir performans olan müzikalin aynı zamanda “Bir Medeniyet Müzikali” de olduğunu vurgulayan Göka, “Evet, burada herkes vardı, tarihimizde olduğu gibi bir medeniyet coğrafyasını dolaştınız. Kadim bir medeniyeti hissettiniz. Sünni buradaydı

Alevi buradaydı; Kürt buradaydı Türk buradaydı; Laz buradaydı Çerkez buradaydı; Boşnak buradaydı; Gürcü, Abaza buradaydı… İnşallah bundan sonra da yeni Türkiye destanını hep birlikte yazacağız, çok teşekkür ediyorum, ayağınıza gönlünüze, yüreğinize sağlık.” şeklinde konuştu. Katkılarından dolayı Cumhurbaşkanlığı’na ve seyircilere şükran dileklerini ileten TRT Genel Müdürü, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu müzikal Cumhurbaşkanlığı himayesi altında gerçekleşti. Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Cumhurbaşkanlığında Sayın Orhan Karakurt ve Cumhurbaşkanlığı ekibine teşekkür ediyorum. TRT’den Müzik ve Radyo Dairesi Başkanımız Sayın Amber Türkmen Hanımefendi başta olmak üzere Sırrı Ali Talay, Elif Gökalp ve mükemmel bir performans sergileyen sanatçı arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum. Ayrıca Şefimiz Musa Göçmen’e TRT Çoksesli Korosu, İstanbul Caz Orkestramıza, Türk Halk müziği ve Türk Sanat müziği sazlarına... Evet, asıl teşekkürü tabii ki sizlere yapmak istiyorum. Gönlünüze, ellerinize, yüreklerinize sağlık, İnşallah bundan sonra devam eden konserlerimizde yine birlikte oluruz, ayağınıza sağlık çok teşekkür ediyorum…”

9


BİR DÜNYA MEKAN

Zümrüd-ü Anka Kanatlandı... “Bir Medeniyet Müzikali”

Hazırlayan: Ümit DİRİCAN

Cumhurbaşkanlığı tarafından himaye altına alınan projelerden biri olan ve gerçek bir milli proje olma özelliği gösteren, TRT Radyo Dairesi Başkanı ve Müzik Dairesi Başkan Vekili Amber Türkmen öncülüğünde yürütülen Zümrüd-ü Anka müzikali, görkemli bir Gala’yla Haliç Kongre Merkezi’nde seyirci karşısına çıktı. Bu muhteşem Gala’nın sergilendiği Haliç Kongre Merkezi’nden de bahsetmek isteriz. İstanbul’un deniz kenarında konumlanmış bu yegâne mekânı, bir yanda kentin sesleri diğer bir yanda martı ve dalga seslerinin birbirine karıştığı apayrı bir toplantı merkezi. Ayrıca Haliç, diğer adıyla “Altınboynuz”, güneş ışınları sular üzerinde parladıkça, kıyıda ziyaretçilerine unutamayacakları tarihi bir İstanbul manzarası sunuyor. Haliç Kongre Merkezi, aynı zamanda, İstanbul’un en çok alternatif sunan kongre merkezi olma özelliğine sahip. Salonları, oditoryumları, fuayeleri ve açık alanları sayesinde kongreler, toplantılar, fuarlar-sergiler, film galaları, gösteriler, kültür ve sanat etkinlikleri gibi organizasyonların en çok tercih edilen mekânları arasında. Haliç Kongre Merkezi, en son teknoloji ürünlerinden oluşan altyapısıyla aynı zamanda İstanbul’daki en geniş oditoryumlardan birine de ev sahipliği yapmaktadır. İşte bu görkemli organizasyonlardan birisi de Zümrüd-ü Anka Müzikali… TRT tarafından sahneye konulan “Zümrüd-ü Anka” müzikalinin gala gösterimi öncesinde düzenlenen tanıtım toplantısında konuşan TRT Radyo Dairesi

10

“Bir Medeniyet Müzikali olan Zümrüd-ü Anka ile geçmişten günümüze bizi biz yapan özelliklerimizin, kültür değerlerimizin zenginliğini ve çeşitliliğini sergilemek için müziğin birleştirici gücünden faydalandık.” Amber TÜRKMEN Başkanı ve Müzik Dairesi Başkan Vekili Amber Türkmen, “Her defasında küllerinden doğan bir milletin” zengin tarihinin; Türk Halk Müziğinden caza kadar uzanan geniş bir repertuvar ile sahneye aktarıldığını belirterek, “Zümrüd-ü Anka” müzikali zengin içeriği ve tarihi dokusuyla kültürel çeşitliliğimizi anlatıyor.” dedi. Kök ve izlerimizin bulunduğu coğrafyalardaki kültür değerlerimizi korumanın, yaşatmanın, gelecek nesillere aktarmak ve bu değerlerle bağları kuvvetlendirmek açısından önemine vurgu yapan Türkmen, “Bu bağlamda ‘Zümrüd-ü Anka’ müzikalinde, bulduğumuz iz ve alametlerimizi, müzik, dans ve yeni nesil multimedya görsel efektleriyle destekleyerek, destansı, kültürel bir şölen havasında sunmaya çalıştık… Bu müzikal eserde her izleyici kitlesi kendinden bir parça, bir iz bulacaktır.” diye konuştu. Müzikalin teknik detayları ise şöyle: 35.000 yapay tüyün bir araya getiril-

mesiyle oluşan ana sahne perdesinin yanında, 16 projektör de 60 metre genişliğindeki görüntüleri video mapping sistemi ile salonun duvarlarına yansıttı. Sahnede aynı anda koro ve orkestra olmak üzere 120 kişi bulunurken, ışık ve ses sisteminde de dünyanın en önemli müzikallerinde de yer alan en son sistemler kullanıldı. Yurt dışında da gösterimi planlanan bu muhteşem temsilin, Librettosunu yazan, aynı zamanda temsilde 3 bestesi ve bir icrasıyla da yer alan Sırrı Ali Talay’la da Zümrüd-ü Anka müzikalinin provaları esnasında konuştuk. Talay, projenin doğuşunu ve ana temasını şöyle anlattı: “2 yıl önce Sayın Amber Türkmen Radyo Müdürümüzdü, Elif Gökalp ise Çoksesli Müzikler Müdürü’ydü. Onların akıllarında böyle bir proje vardı. Bir proje gündeme getirelim ve Çoksesli koro ve İstanbul Caz Orkestrasının birlikte yapabilecekleri bir proje ol-


ZÜMRÜD-Ü ANKA sun diye söylendi. İlk fikir Amber Hanım’dan çıktı. Sonra Elif Hanım bana söyledi, ben de Çoksesli Müzikler korosu sanatçısıyım. Ben üzerinde biraz düşündüm ve fikrimi söyledim daha Zümrüd-ü Anka yoktu. Geleneksel ve batı orkestrasını ve caz orkestrasını kapsayacak bir orkestra düzenlemesiyle, türkülerimizi, koroyla birlikte seslendirmekti amaç, belirli bir metne bağlı olarak tabii. Sayın Cumhurbaşkanımızın bir sözü vardı “Küllerinden yeni doğan yeni Türkiye” diye. Onun da Anka kuşuyla bağlantısı vardı. Onunla da örtüşüyor. Onun üzerine güzel bir ça-

lışma olacağını düşündük. Biz Türkler geçtiğimiz bölgelerde izlerimizle her zaman yeniden bir doğuş meydana getiriyoruz. Orta Asya’dan başlayıp Selçuklu Devleti’ni Anadolu’da kurmamız, sonra Selçuklu Devleti’nin beyliklerle son bulması, sonra beyliklerin Osman Bey’e devredilmesi ve onun Osmanlı İmparatorluğu’nu küllerinden yeniden kurması, sonra Çanakkale’de yeniden doğuşun ilk nüvelerini almamız, burada Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önemli bir yeri ve başarısı var. Ondan sonra Kurtuluş Savaşı’nın olması orada Cumhuriyetin ilk filizlerini görüyoruz. Daha sonra işte Zümrüd-ü Anka kuşu 7 bölgeden geçer, 7 zorlu vadiden. Biz de onunla bir bağlantı kurduk. Oradaki renkleri, bizi biz yapan renklerimizi işledik. Başta Sayın Genel Müdürümüz Şenol Göka’nın ve sonra Sayın Amber Türkmen‘in çok büyük katkısı ve desteği var. Çok büyük bir gösteri olacak. 107 sanatçı arkadaşımız eşlik edecek bize. Geleneksel müzik topluluğu, batı müziği orkestrası ve caz müziği orkestrasından gelen arkadaşlar bize eşlik ediyor. 12 solistimiz var, 44 korist sanatçı arkadaşımız var. Onlarla birlikte bir de konuşmacımız var, 20 kişilik bir dans ekibimiz var.”

Birden çok mesaj barındıran projenin evrensel yanına da vurgu yapan Talay, “Projenin birçok mesajı var. Bir tanesi bizim bir olduğumuz, dünyada bir birlik içerisinde olduğumuzu söylüyoruz. Aslında hepimiz bu dünyanın renkleriyiz, özünde o var. Kendi kültürümüzdeki veya dünya kültüründeki başka insanların aslında ortak özellikte buluşabileceğini, din dil olarak da, fikir olarak da eksikliklerimizi tamamlayacak şeyler olduğunu, herkes birbirinin eksiğini tamamlıyor. Böyle şeyler üzerine kurduk.” dedi.

Sonra böyle büyük bir şey düşündük ve işte “3d video mapping” denilen bir sistem var onunla çalışıyoruz. Şu anda arkanızda gördüğünüz perde, tamamen tüylerden oluşan bir perde, 35 bin tane tüy var perde üzerinde. 60 metrelik perde genişliğimiz var çok büyük bir gösteri olacak. Sırrı Ali Talay

11


BİR DÜNYA MEKAN

n ı r a l r uva … ili Olsa

D

n â k e M k a r a l O n a m ü r t s n E r i B l a k i z ü M Kent mimarisinde sanat yapıları, her daim kentin en özel binaları olmuştur. Mimarinin de prestijli örnekleridir. Müziğin ruhu beslediği, kültürel kalkınma fabrikalarıdır. Hayatın aynasıdır. Düşünce, akıl, his âleminde ne varsa bu ikisine de yansır hemen. Zamana karşı değerini artırarak gelen mekân ve müzik toplumsal kültürü kuşaklar arasında el ele taşır. Geçmişin gözle görülür halidir her ikisi de. Mekân, geçmişin ve bugünün etkisiyle şekillenir. Tıpkı müzik gibi… Toplumsal gelişmişliğin temel göstergeleridir. Mimarinin melodisi vardır ve bu melodik yapı zenginleştikçe, müzikle mimarinin ilişkisi de derinleşir. Fransız sosyolog ve düşünür Henri Lefebvre bu ilişkiyi ritim analiz üzerinden açıklar. Lefebvre’ye göre; yer, zaman ve enerji harcanması eyleminin kesişmesiyle çeşitli ritimler oluşur ve bizler bu ritimler aracılığıyla kenti ve toplumu algılarız. Bu ritimler insan bedeninden başlar, kent yaşamının her yanında karşımıza çıkar. Müzik ve mekân, kentte üst üste binen iki ritim örüntüsü meydana getirir. Bu sebeple müziğin ritimleri ile üretimindeki ritimler arasındaki ilişki müziğin kentteki yaşam döngüsünde belirleyicidir.

12

Mekânın sesle, sesin de mekânla fiziki ilişkisi de çok güçlü ve belirleyicidir. Sesin yansıyacağı, çarpacağı ögeler, sesi doğrudan belirler. Mekâna yüklenen anlam da müziğin icrasına dâhildir çağımızda. Sesi görüntü ve teknoloji ile besler, büyütür. Bir performans bütün duyulara hitap ettiği oranda güçlenir. Mekân, seyirciyi performansın içine dâhil ettikçe izleyici de üretilene dâhil olur. Etkisi de katlanarak büyür. Yapıdaki estetik ve matematik müziğe yansır ve onun bir parçası olur. Amfi tiyatroların akustik dehası, tarihi etkisiyle dramatik etkiyi artırması bu halin en güzel örnekleridir. Müzik icra edilen mekânlar, her zaman mimarinin en etkileyici örnekleri olmuştur aynı zamanda. Milano’da La Scala, Paris’te Palais Garnier, Birleşik Krallık’ta Royal Albert Hall, Moskova’da Bolshoi ve İsveç’te Kraliyet Operası gibi tarihi mekânların yanı sıra İspanya’da Auditorio de Tenerife, İspanya’da Casa da Música, Danimarka’da Kopenhag Konser Salonu gibi modern mimarinin örnekleri müzikle mimari ilişkisinin en güzelinden yaşandığı mekânlardır. Karşılıklı bir etkileşimdir bu. Müziğin karakteri mekâna yansır, adeta


mekânı notalarla şekillendirir. Mekân da ta geçmişten beri biriktirdiği ezgileri, hayatın nabzını katar müziğe. Bazen de müziği ve dinleyenini en son teknolojiyle sarmalayıp performansın bir üyesiymiş gibi, bir enstrüman gibi rol alır. Yüzlerce yıldır mühendislik harikası mimarisiyle ve akustiğiyle müziğe ev sahipliği yapan Denizli-Hierapolis, Aspendos, Efes antik tiyatroları ile Ankara Congresium, İzmir Arena, İstanbul Zorlu Performans Sanatları ve Jolly Joker’lerde olduğu gibi. Hele tarih, doğa ve teknoloji el ele vermişse geçmişten günümüze bir keyif yolculuğuna dönüşür bu işbirliği. TRT’nin çok özel projesi “Zümrüd-ü Anka: Bir Medeniyet Müzikali ”ne de ev sahipliği yapan Haliç Kongre Merkezi, “Altınboynuz” kıyısındaki eşsiz konumu sayesinde müziğin, tarihi bir İstanbul manzarasıyla buluşmasına vesile oluyor. Merkez, en son teknoloji ürünlerinden oluşan alt yapısıyla İstanbul’un en çok alternatif sunan kongre merkezi olmasının yanında Avrupa’nın alanında sayılı mekânlarındandır. Yurt içinden ve dışından müzikseverlerle müzisyenleri buluşturan mekânların öyküsünü paylaştık bu sayıda sizlerle. Umarız notaların buluştuğu mekânlara yenileri de katılarak kenti ve insanı güzelleştirmeye devam ederler.

13


BİR DÜNYA MEKAN

lar

ve ALKIŞLAR

Hazırlayan: Nesrin BÜYÜKTURAN

Bir kenti kent yapan ana göstergelerdendir kültür mekânları; opera binaları, konser salonları, tiyatroları, müzeleri. Ve bu mekânlarda gerçekleştirilen konserler, opera, operet, bale, tiyatro gibi sanat etkinlikleridir o kentin insanına dair iyi bir gelecek vaadini gerçeğe taşıyan. Ankara’da müzikseverlere yıllardır ev sahipliği yapan iki güzel binanın öyküsü bu yolculuğun şahitleridir; Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na ev sahipliği yapan CSO binası ve Devlet Opera ve Balesi’nin kullandığı Opera binası. Bozkırın ortasında toza belenmiş, can sıkıcı bir sessizliğin içindeki küçük şehirden kültürün ve sanatın başkenti bir Ankara yaratmanın, modern bir devlete doğru dönüşümün de hikâyesidir. Açıldıkları günden bu yana yüzlerce müzisyenin notalarının, binlerce sanatseverin alkışlarıyla buluştuğu, notaların betona can verdiği bu iki bina, mimari ve sanat tarihimizde önemli bir yere sahiptir. Kültür tarihimizde de. Müziğin simge binalarından Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO), Türkiye`de çok sesli müziği tanıtma, sevdirme, Türk bestecilerin eserlerini yurtdışında seslendirme amaçlarına hizmet eden Ankara’da yerleşik senfoni orkestrasıdır. 1826’da II. Mahmut devrinde İstanbul’da batılı bir bando oluşturmak düşüncesiyle Mızıka-i Hümayun adı ile kurulan topluluk, dünyada bugüne kadar kesintisiz yaşamını sürdürebilmiş senfoni orkestralarının da en eskilerinden biridir. Kuruluş kanununun çıkarıldığı 1957 yılından bu yana Ankara’da sanatsal faaliyetlere ev sahipliği yapar; yüzlerce konser, radyo-televizyon, gençlik ve halk konseri, açıklamalı çocuk ve okul konserlerinin yanı sıra Edirne’den Hakkâri’ye kadar yurdun her köşesinde yurtiçi ve pilot bölge konserleri verir. Avrupa’dan Amerika’ya, Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya dünyanın dört bir yanında Türk müziğini tanıtma, müzik üzerinden kültür alış verişini sağlama misyonunu da yerine getirir.

14

Orkestra’nın bugün kullandığı binası ise 1958’de, sergi evi olarak inşa edilir. Daha sonra 1961’de orkestraya tahsis edilir. 1962’de Ertuğrul Özakdemir ve Feridun Helvacıoğlu tarafından konser salonuna dönüştürülür. Günümüze kadar birçok kez yenilenen, bina ulusal mimarinin özelliklerini taşımakla birlikte neoklasik üslupta detaylar da içermektedir. Geleneksel modernizmin temel yapılarını hâlâ koruyan başkentin siyasi, sosyal, kültürel ikliminin de bir sembolüdür yapılan her değişiklik. Mekânda gözlenen değişim, aynı zamanda toplumsal değişimin de ifadesidir. Toplumsal değişimler, mekândan insana doğru kendisini daha güçlü hissettirirler. Bozkırın ortasındaki bir kentten, klasik müziği severek, bilerek, anlayarak dinleyen başkentlilere yolculuğun, insan, sanat ve mekân arasında yaşanan değişimin dönüşümün serüvenidir binanın serüveni aynı zamanda. Ankara’nın hemen hemen aynı ruhla yola başlayan bir diğer binası da Ope-


OPERA VE CSO

ra binasıdır. Yıl 1933. Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, Sergi Evi Projesi için mimari proje yarışması düzenler. Onu yabancı, yirmi altı projenin katıldığı yarışma sonucunda, Şevki Balmumcu’nun projesi kabul görür. Dönemin yaygın mimari üslubu, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da ortaya çıkan Uluslararası Üslup’tur. Temel özellikleri; mimaride yalınlık, akılcılık ve işlevsellik olan bu üslup, kaynak kullanımında da özenlidir. Mimar Şevki Balmumcu’nun

projesi cumhuriyetin kıt kaynakları açısından ve henüz genç bir devletin yaratmaya çalıştığı kültürel iklimin oluşturulmasına zemin oluşturmak açısından uygundur. Sergi Evi, 1935 yılında açılır ve 1946 yılına kadar çeşitli sergilere ev sahipliği yapar. Binanın esas kullanım amacı; Türkiye’nin kendi kaynaklarıyla ulaştığı gelişmelerin topluma gösterilmesi ve böylece yönetimin modernleşme

hedefinin toplumla paylaşılmasıdır. Uzun yıllar bu görevi yerine getirir. 1946 yılında, Sergi Evi’nin, Opera binasına dönüştürülmesine karar verilir. Dönüşümün, binanın mimarı Şevki Balmumcu tarafından yapılması beklenirken, son anda bir karar değişik-

liğiyle iş Alman mimar Paul Bonatz’a verilir. Şevki Bey’in Sergi Evi, on bir yıllık yolculuğunu, 1946’da sonlandırır. Bu dönüşümün, Şevki Bey’in hayatında yıkıcı bir etkisi olur. Mimarı olduğu binanın, işlevsel ve biçimsel değişimi ve bu değişimin başka bir mimar eliyle yapılması, Balmumcu’yu derinden etkiler ve mimarlıktan uzaklaştırır. Dört duvardan oluşan mekânın, insanın bir uzantısı olarak yorumlanabileceğinin bir göstergesidir sanki bu durum. Binanın sadece bir işlevin gerçekleştirildiği yer olmaktan çıkıp insanla ruhsal ve sosyal etkileşime geçişinin de şahididir. 2 Nisan 1948 tarihinde, Adnan Saygun’un Kerem Operası ile açılır Opera Sahnesi. O günden beri de operanın seçkin örneklerini müzikseverlerle buluşturur. Hem sadece müzikseverlerle de kalmaz alış-verişi. Şehre karışır. Kentin insanları da o semti binanın adıyla anarlar. Bina kentin dokusuna karışır, birlikte yaşarlar. Binalar, kentler değişir, dönüşür de insan değişmez mi? Çoğu enstrümanın sesine yabancı, çok sesli müzikten, operadan ve pek çok müzikal türden bihaber insanlardan, bilerek, seçerek müzik dinleyen kentliler yaratmada aslan payı bu iki ihtiyar delikanlıya aittir. Yepyeni bir müziği sabırla tanıtıp, sevdirip müdavimler oluşturdular. Dünyanın müziğini ve müzisyenini ayaklarına taşıdılar ve taşıyorlar. Şimdi çocukların çoğu keman, flüt, piyano gibi enstrümanları çalmayı öğrenmek istiyorlarsa bunda bu iki kurumun payı büyüktür. Şehrin sembolü iki binanın tarihine kısa bir bakıştı bizimki. Binaların sadece demir-çimento ve dört duvar demek olmadığını, hem kişisel hem de toplumsal tarihe tanıklık ettiklerini anlatmaya çalıştık. Notalar ve alkışlarla can bulan bu iki binanın müzisyenleri kadar mimarlarına teşekkürü de bir borç biliriz.

15


BİR DÜNYA SOHBET

Müziğin Elleri Maestro: Danko D. Drusk

Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN

Orkestra şefi deyince bir durup kendimize çeki düzen veresimiz gelir. Öyle büyük bir yeteneği temsil ederler ki yaptıkları işi anlamaya çalışmak yerine tabulaştırırız. Ama Indiana Üniversitesi Jacobs Müzik Okulu Opera ve Bale Merkezi’nin orkestra şeflerinden Danko Daniel Drusk bu tabuyu yıkan maestrolardan birisi. Kendisini klasik müziği tanıtmaya, anlatmaya, özellikle de bu müziğe ulaşma olanağı olmayanlarla buluşturmaya adamış bir müzik misyoneri. Amerika gezimiz sırasında adını çok özel sosyal projelerde duyduğumuz maestro, görüşme talebimizi hemen kabul etti ve bizi provalarına davet etti. Bu yetenekli, alçakgönüllü ve sempatik maestro ile müzik ve mekânı konuştuk.

16

Yola çıkış hikâyenizi bize anlatır mısınız? Almanya’da doğdum, annem ve babam Hırvatistan’dan geldiler. Ben 1 yaşındayken Hırvatistan’a taşındık, 4 yaşındayken de Almanya’ya geri döndük. Eğitimimi Almanya’da tamamladım, sonra da ufkumu genişletmek, yeni görenekleri ve kültürleri öğrenmek istedim. Amerika’da orkestra yöneticiliği ders programları olduğunu gördüm. Burada orkestra yöneticiliği öğrencilerine, gerçek orkestralarla çalışma olanağı sunuyorlar. Bu benim Amerika’yı seçmemde en önemli sebep oldu.

Performanslarda orkestra şefinin rolü nedir, performansa nerede dâhil olur? Orkestra şefinin rolü provalarda başlar. Bizim işimiz müzisyenlerin parlamasını, verebileceklerinin en iyisini vermelerini sağlamaktır. Partisyon üzerinde çalışıp zihnimizde nasıl bir sesin çıkacağını hayal ederiz. Orkestrayla çalışıyorsak bütün bir orkestrayı kendi fikrimiz doğrultusunda ikna etmeye çalışırız. Bu yüzden demokratik olmalı, nasıl konuşmamız gerektiğini bilmeliyiz. Sosyal zeka ve empati çok önemlidir. Prova kısıtlı bir sürede gerçekleşir. Fazla konuşamayız, bu yüzden istediğimiz şeyi kollarımızla, ellerimizle ve gözlerimizle, bazen de bedenimizin tümüyle göstermek zorundayız.


DANKO D. DRUSK Şef istediği müziği orkestraya nasıl anlatıyor, uyumu nasıl sağlıyor? Partisyondaki müziğe bakarız, müzik zihnimize, ellerimize, gözlerimize nüfuz eder, bunu müzisyenlere aktarırız, onlar da gözleriyle, beyinleriyle bunu kabul ederek çalgılarıyla icra etmeye çalışırlar. Her bir şef kendine özgüdür, partisyonu ne kadar iyi çalıştığı, müziği ne kadar bildiğinden çok, orkestrayla ne kadar iyi iletişim kurabildiği önemlidir. Bu yüzden aynı parça, farklı şeflerin yönetiminde farklı seslendirilir. Şef olmak, müziği anlamak demektir ama aynı zamanda mümkün olduğunca az konuşarak müziği aktarmak demektir. Orkestra şefi yeterince becerikli değilse orkestra onun gösterdiğini yapmayacaktır. Bence uyum, müzikle ve şefle müzisyenlerin arasındaki insani bağlantıyla yaratılır. İyi hazırlanılmazsa konser bir boğuşmaya dönüşür. Eğer hazırlık layıkıyla olursa orkestra kendisi çalabilir çünkü siz şef olarak onların bunu başarmasına yardımcı olmuşsunuzdur. Biz izleyicilerin duyduğu müzikal seslerin hepsini siz nota olarak duyuyor musunuz? Bir şef olarak bir parçayı saatlerce çalışmak zorundayız. Her bir kısmını ve her notayı vokal olarak söyleyebilmeliyiz. Kendimizi hazır hissettiğimizde, partisyonu “bildiğimize” karar verdiğimizde, her bir notayı duyabilir hale geldiğimizde orkestranın karşısına çıkabiliriz artık. Orkestra çalmaya başlar başlamaz her bir notayı “işitiriz”. Herhangi bir nota veya ritim yanlış çalındığında durdurup düzeltmek bizim görevimizdir. Bu yüzden her bir notayı bilmek zorundayız. Müziğin icra edildiği mekân önemli midir? Evet çoğu kez. Hem orkestranıza göre bir mekân olsun istersiniz hem de performansınızı parlatıp etkisini artıracak, ruhuna uygun bir salon olmasını istersiniz. Akustiğin rolü çok büyüktür.

Hangi mekânda çalındığı; seslerin istenilen etkiyi vermesi, doğru sesin dinleyenlere ulaşması için çok önemlidir. Bırakın büyüklüğünü, salonun dizaynı, yapımında kullanılan malzeme bile önemlidir. Mekânın çalınacak parçanın ruhuna uygun olması da performansın dramatik etkisini arttırır. Mesela tarihi bir salonda orkestra yönetmenin duygusal etkisi performansa da yansır mı? Pek etkisinin olmamasını düşünmek isterdim. Herhangi bir yerde ve her yerde müzik yapabilmeliyiz. Ben müziği böyle algıladığım için tavrım da bu yönde. Ne kadar çok insana ulaşabilirsek o kadar iyi diye düşündüğüm için mekânın işlevsel fonksiyonlarının yeterli olması benim için yeterli. Örneğin konuştuğum birçok müzisyen, bir müziğin ilk icra edildiği mekânda veya yazıldığı şehirde icra ettiklerinde

Bir şef olarak bir parçayı saatlerce çalışmak zorundayız. Partisyonu “bildiğimize” karar verdiğimizde orkestranın karşısına çıkabiliriz artık. Orkestra çalmaya başlar başlamaz her bir notayı “işitiriz”.

özel bir deneyim yaşadıklarını anlatmıştır. Bu tamamen müzisyenin ruh haliyle ilgili gibi geliyor bana. Ben bu salonlarda bulunma imkânı olmayanlara müziği götürmeye yoğunlaştığım için belki de bu etki üzerinde fazla durmuyorum. Müziğin herkese ulaşması daha mı önemli? Hayat müziği belirler, müzik de hayatı dönüştürür, diller üstü bir üst dildir. Herkesin ortak dilidir. Birleştiricidir. Köprü kurucudur. Kendimizi, kültürümüzü birbirimize en kolay ifade etme aracımızdır. Onun için de bu araçtan yoksun olanlara ulaşmak benim açımdan birincil önem taşıyor. Bu kadar işin içinde pek çok sosyal sorumluluk projesinde de yer alıyorsunuz… Müziği yitirdiğimizde kimliğimizi ve kültürümüzü de yitiririz. Bu yüzden bu projeleri yapıyorum. En son projemde evlatlık çocuklara yardım etmeyi amaçladım. Bunu babamın 20. ölüm yıldönümü olduğu için planladım. Kendisi de evlatlıktı. Daha 6 yaşındayken annesi babası boşanmış ve onu Hırvatistan sokaklarında tek başına bırakmışlar. 14 yaşına kadar hayatta kalabilmek için kendi başına mücadele etmiş. Çocuklara elimi uzatmak ve bu çocukların yardıma gereksinimi olduğunu topluma anlatmak ve müziği paylaşmak istiyorum. Bloomington’daki “Hoosier Filarmoni Orkestrası” böyle bir şey işte. Bu orkestrayı ben kurdum, bütün müzisyenleri kendim buldum, bütün lojistiğini kendim sağladım. “Sound Exchange Orkestrası” var bir de. Orkestra şefliğini yaptığım “Sound Exchange Orkestrası” Rochester’daki bir öğrenci orkestrasıydı. Amacımız insanlarla özellikle de çocuklarla ve sosyal haklardan yoksun, müzik hakkında pek fazla bilgisi olmayan insanlarla müziği paylaşmaktı.

17


BİR DÜNYA MEKAN

Kapıdan girdikten sonra artık mekânı gezme ve keşfetme isteği uyanır içinizde. Son derece geniş ve bütün mekâna hâkim olan sahnede birkaç dakika gezdikten sonra seyircilerin oturdukları basamaklardan tırmanmaya başlarsınız. Kaçınılmaz olarak ilk fark ettiğiniz şey yapının inanılmaz akustiğidir.

T arihi Eser em

H

Konser Mekânı

Türkiye’deki Açık Hava Tiyatroları

Antik Tiyatrolar tarihi yapılar içerisinde yer alan, kültür-sanat anlamında birçok etkinliğe ev sahipliği yapan mekânlardandır. Bu etkinliklerin büyük bölümünü ise konserler ve festivaller oluşturur. Bu mekânlar, insanlara açık havada inanılmaz bir atmosfer sunar ve muhteşem akustiğiyle de farkını ortaya koyar. Mekânları konu edindiğimiz bu sayımızda ülkemizde yer alan Antik tiyatroların inanılmaz atmosferini işi bilenlerle konuşup, zamanın ötesine geçen bu büyülü dünyanın ev sahipleriyle sizi tanıştırmak istedik… Dünya Miras’ına ait bir Antik Tiyatro “DENİZLİ-HİERAPOLİS” Hazırlayan: Ümit DİRİCAN Denizli iline bağlı Pamukkale “Hierapolis” antik kenti, ar-

18

keoloji literatüründe “Holy City” yani “Kutsal Kent” olarak adlandırılmakta ve bu ismi, kentte bilinen birçok tapınak ve diğer dinsel yapının varlığından aldığı düşünülür. Antik coğrafyacılardan; Strabon ile Ptolemaios aktardıkları bilgilerde, Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis kentlerine yakınlığı ile Hierapolis’in bir Frigya kenti olduğunu ileri sürerler. Kentin kuruluşu hakkında bilgilerin kısıtlı olmasına karşın; Bergama Kralı 2. Eumenes tarafından, MÖ. 2. YY. başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephosun karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan dolayı, Hierapolis adını aldığı bilinir. Hierapolis’in, MS. 60’ta Roma İmparatoru Neron döneminde gerçekleşen büyük depreme kadar Hellenistik kentleşme türüne ait özgün dokusunu sürdürdüğü ve 12. yüzyıl sonlarına doğru da Türklerin eline geçtiği söylenir. Hiera-


AÇIK HAVA TİYATROLARI ların önünde 10 adet sütun yer alır. Hierapolis Antik Tiyatro sütunlarının arası, heykellerle süslenmiş olup, tiyatroda yer alan kabartmalı frizlerde, Apollon ve Artemis’in doğuşu, dini ayin sahneleri, Dionysos, Satyr ve Menad’lardan oluşan eğlence sahneleri, Marsyas ve Apollon arasında geçen müzik yarışması, tanrılar ile devler arasındaki savaşlar, yer altı tanrısı Hades’in tanrıça Persephone’yi yer altına kaçırması gibi mitolojik konular ile Hierapolis kenti için yapılan sportif yarış sahneleri, arşitravın kral kapısı üstünde İmparator Septimus Severus’un taç giyme merasimi tasvir edilir. Pamukkale Hierapolis Antik Tiyatro’da başlayan restorasyon çalışmaları, 2013 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ödenekleriyle tamamlanmış ve Pamukkale Antik Tiyatro yeniden her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği, konser, festival gibi sanatsal faaliyetlere ev sahipliği yapacak bir duruma gelmiştir. Pamukkale ve yanındaki Hierapolis Antik Kenti’ne her yıl ortalama 2 milyona yakın ziyaretçi geliyor. Burada yaz döneminde sürekli aktiviteler yapılarak, Pamukkale travertenlerine ve Hierapolis Antik Kenti’ne gelen ziyaretçilere daha farklı alternatifler sunulmak isteniyor. Burası akustik yapısı ile konser ve tiyatro çalışmaları için de çok uygun bir mekân. 2013 yılında Pamukkale travertenleri ve Hierapolis Antik Kentinin Unesco Dünya Miras Listesine alınışının 25. yıl dönümü, konserler ve görkemli etkinliklerle kutlanmıştı. Mekân, TRT’de geçmiş yıllarda yapılan Türkçevizyon yarışmalarına ev sahipliği yapmış, bunun yanı sıra Ajda Pekkan ve İtalyan müzik topluluğu Caffè İtaliano da antik tiyatro sahnesinde dinleyicilere konserler sunmuştu.

polis Antik Kenti 2500 yıllık geçmişe sahip. Kayıtlara göre yapımı 148 yıl süren ve geçirdiği sayısız depremlere karşı dimdik ayakta kalan yapı da 1800 yıllık bir tiyatro ve arkasındaki sahne ile Akdeniz Bölgesindeki en iddialı sahnelerden bir tanesi... Bu muhteşem antik kent, aynı zamanda muazzam sahnesiyle nice temsillere yer vermiştir. Grek tiyatrosu tipinde yamaca yaslanmış 91 metre ve tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. M.S 60 yılında olan büyük bir depremin ardından M.S 62 yılında inşasına başlanmıştır. Yapı Severuslar döneminde M.S 206 yılında tamamlanmıştır. Cavea’da 50 oturma sırası bulunur. Bu oturma sıraları 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Cavea’nın ortasında yer alan krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 3.66 metre yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve altı niş bulunur, bun-

ASPENDOS ANTİK TİYATRO Hazırlayan: Tayfun YÖNLÜ Sahne sanatlarını izlemek insanoğluna keyif verir. Ancak bazı mekânlar vardır ki o etkinliği izlemek mi yoksa o mekânda bulunuyor olmak mı daha keyiflidir karar veremezsiniz. İşte bu yazıda sizleri öyle bir mekâna götüreceğiz: Aspendos Antik Tiyatrosu’na… “Aspendos kralının bir zamanlar herkesin evlenmek istediği çok güzel bir kızı vardır. Kral kızını kime vereceğini bilemediği için halka, “Kim halkımız ve kentimiz için en yararlı şeyi yaparsa kızımı ona vereceğim” diye duyurur. Bunun üzerine iki kardeş iki büyük yapı yaparlar. Biri kente çok uzaklardan, karmaşık yolları ve birçok zorluğu geçerek su getiren kemerleri; öteki ortasında yere metal para atıldığında üst sıralardan bile sesinin rahatlıkla duyulduğu dünyanın akustik olarak en iyi tiyatrosudur. Kral su kemerlerini gördükten sonra kızını bunu yapana vermek ister. Bunun üzerine tiyatronun mimarı Zenon krala bir oyun oynar. Kral tiyatronun üst sıralarında gezerken bir fısıltı duyar: “Kral kızını bana vermeli.” Akustiğe hayran kalan kral kızını büyük bir kılıçla ikiye ayırır ve kardeşlere verir…”

17


BİR DÜNYA MEKAN

Antalya’dan doğuya, Alanya’ya doğru yola çıkıp 44. kilometreden sola, kuzeye doğru döndüğünüzde yaklaşık 4 kilometre sonra sizi bütün görkemiyle, tarihi dokusuyla ve yaşanmışlıklarıyla karşılar Aspendos. Sadece Anadolu’nun değil, tüm Akdeniz havzasının da en iyi korunmuş Roma dönemi tiyatrosundasınız artık. Yakınındaki nehir ve bereketli topraklarıyla Aspendos şehri sadece antik tiyatroya değil aynı zamanda tiyatronun sırtını yasladığı tepenin düzlüklerindeki diğer antik yapılara da ev sahipliği yapar. Tiyatronun kapısından içeri ilk adımınızı attığınızda yüzlerce yıla meydan okuyan ve bugün hala dimdik ayakta olan tarihi sütunlar ve kirişlerin adeta kokusunu alırsınız... Yirmi bin kişiyi içine sığdırabilen mekânın M.S. 161 -180 yılları arasında nasıl inşa edildiğini, mekânı oluşturan o büyük ve ağır taşların nasıl üst üste konabildiğini düşünürken bulursunuz kendinizi ilk anda. “Demek ki…” dersiniz kendi kendinize, “…dönemin ufak ölçekteki bu kenti Akdeniz’in en geçerli parasını bastığına göre, ekonomisi de o nispette güçlüydü. Böyle büyük ve görkemli bir yapı güçlü bir ekonominin sonucu olsa gerek…” Kafanızı kaldırıp yapıyı dikkatle incelediğinizde yapının sadece Roma İmparatorluğu döneminin izlerini taşımadığını görürsünüz. Bizans ve Selçuklu döneminde de varlı-

20

ğını sürdüren bölgede o dönemlerde yapılmış tadilatlar bir anıtsal kapı ve cephesindeki koyu kırmızı geometrik desenli sıva kaplamasıyla gösterir kendini. Şehrin bugün bu ölçüde sağlam şekilde ayakta kalabilmesi, Selçukluların onarım ve korumacılığına bağlanır. Atatürk de 1930 yılında burayı ziyaret ettiğinde mekânın harap olduğunu görerek onarılıp yeniden kullanılması yönünde direktif vermiştir. Kapıdan girdikten sonra artık mekânı gezme ve keşfetme isteği uyanır içinizde. Son derece geniş ve bütün mekâna hâkim olan sahnede birkaç dakika gezdikten sonra seyircilerin oturdukları basamaklardan tırmanmaya başlarsınız. Kaçınılmaz olarak ilk fark ettiğiniz şey yapının inanılmaz akustiğidir. En üst basamaklara tırmanıp o uzaklığa rağmen sahnedeki kişilerin fısıltılarını net biçimde duyduğunuzda, bu akustiğin bugünkü teknolojiye rağmen günümüz tiyatro binalarında neden başarılamadığına hayıflanırsınız. Oldukça dik biçimde tırmanan yüksek konumlu yapının en üstünde yapıyı yuvarlak bir taç gibi saran koridor sistemi, bugün hala stadyum inşaatlarında uygulananlarla aynıdır. Bu, insan sirkülasyonunu kolaylaştıran ve çevreye fazla rahatsızlık vermeden yapı içinde rahat hareket etmeyi sağlayan bir sistemdir.


AÇIK HAVA TİYATROLARI İnşa edildiği dönemde tiyatro oyunları için kullanılan mekân hiçbir zaman kanlı gladyatör kapışmalarına sahne olmamıştır. Yapıldığı dönem ve sonrası gibi günümüzde de kültür organizasyonları için kullanılmaya devam edilmektedir. Kültür Bakanlığı Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün düzenlediği “Uluslararası Aspendos Opera Ve Bale Festivali” 22 yıldır bu mekânda gerçekleştirilen en önemli etkinliklerden biridir. Son derece görkemli ve canlı geçen bu festival bu yıl 3 -15 Eylül tarihleri arasında yeniden Opera ve Bale severlerle buluşacak. Antalya Büyükşehir Belediyesi’nce gerçekleştirilen iki önemli etkinlik olan Uluslararası Antalya Piyano Festivali ve Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin prestij gecelerine yine Aspendos ev sahipliği yapar. Bütün bunların dışında zaman zaman senfoni orkestraları ve önemli virtüöz ve solistlerin konserleri de Aspendos Antik Tiyatro’da yapılabilmektedir. Ancak günümüz ses ve ışık teknolojilerinin yapıya zarar vermemesi için mekânın günlük kirası yüksek tutulmakta ve bazı organizasyonların burada yapılmasına izin verilmemektedir. Yapılan teknik açıklamada mekânda oluşacak ses düzeyinin 110 desibeli aşmaması gerektiği öngörülmektedir. Zarar gördüğü için 2008 yılında bir süre organizasyonlara kapatılan Aspendos, yapılan restorasyonun ardından 2015 yazında yeniden etkinliklere açılmıştı. Kaba bir hesapla 1800 yıldır ayakta duran tiyatronun varlığına gelecek nesiller tarafın-

dan da şahitlik edilebilmesi için iyi korunması gerektiği açıktır. Bugün inşa ettiğimiz herhangi bir yapının 3800 yılında hala ayakta olduğunu düşünsenize… KONYAALTI AÇIK HAVA TİYATROSU Röportaj: Tayfun YÖNLÜ Ülkemizde konser verilebilecek, gösteri yapılabilecek mekânların sayısı hızla artıyor. Sanatçılar artık büyük mekânlar ve organizasyonlarda yılın belli dönemlerinde konser vermek yerine daha küçük mekânlarda daha sık sahne almayı tercih ediyorlar. Bahar ve yaz aylarında ise açık hava konserleri veya gösterilerinin sayısı artıyor. Bu yazıda sizleri sadece Antalya’nın değil, ülkemizin en tanınan ve sevilen açık hava gösteri merkezlerinden bir olan Konyaaltı Açık hava Tiyatrosu’nda bir gezintiye çıkaracağız. Bu gezinti Konyaaltı Açık hava Tiyatrosu’nun uzun yıllardır işletmecisi olan Hedef Sanat Production’ın sahibi Hüseyin Demirtaş’ın anlatımı ile sayfamızda… Konyaaltı Açık hava Tiyatrosu’nun öyküsü nasıl başladı? Burası 1985 yılında Akdeniz Müzik Festivali’nin sahnelenebilmesi için doğan ihtiyaçtan ortaya çıkmış. O zaman bölgede etkinliğin sahnelenebileceği bir yer yokmuş. Bir tek Aspendos varmış. Dönemin belediye başkanı rahmetli Yener Ulusoy yaptırmış burayı. Ben 1987 yılında üniversite öğrencisiyken ilk kez Ferhan Şensoy’la beraber geldim bu-

21


BİR DÜNYA MEKAN

raya. O zaman tamamen ahşaptı. Sonra 1992 yılında Hasan Subaşı’nın başkanlığı döneminde revize edildi. Hiç unutmam Kayahan’ın verdiği bir konser sırasında sahnenin tam karşısındaki seyirci bölümü gümbür gümbür çöktü. Seyirciler bir anda 1,5 – 2 metre birden aşağı inivermişlerdi. Bir gün de Coşkun Sabah’ın verdiği bir konser sırasında yangın çıkmıştı arka tarafta. Biz buranın işletmeciliğini 1996 yılında aldık, 2002 yılında da Büyükşehir Belediyesi ile anlaşarak tamamen yıktık ve yeniden yaptık burayı. Alanın mülkiyeti kime ait? Büyükşehir Belediyesi burayı Milli Emlak’tan kiralamış. Biz de bugün kira karşılığı işletmeciliğini yapıyoruz. Burayı devralıp konserler yapmaya başladıktan sonra buradaki insan yapısı da değişti. Hemen yan tarafta falezlerin içindeki mağaralarda insanlar kalır, yaşarlardı. Burada sirkülasyon arttıkça onlar da uzaklaşmaya başladılar. Havası değişti yani buranın. Neler gördü Konyaaltı Açık hava Tiyatrosu? Kimler sahne aldı burada? Burası uzun yıllar boyunca Antalya’nın epey bir ağırlığını çekti. Burada yapmadığımız iş, getirmediğimiz sanatçı kalmadı. Saymaya kalksak sabaha kadar konuşuruz. Yurt

22

dışından da çok gelen oldu. Örnek hangi birini vereyim? Klasik müzik konserlerinden rock festivallerine kadar çok iş oldu. Eskiden burada yılda 40 – 50 organizasyon yapıyorduk. Saymak, olacak gibi değil. Sadece bu mekânda olmuş işler de var. Mesela Şener Şen, Uğur Yücel’le beraber burada bir müzikal sahneye koydu. 7 temsil yapıldı ve o oyun Türkiye’de sadece burada oynandı. Biz burayı yeniden inşa ederken esas Anadolu Ateşi’ne göre yapmış, inşa etmiştik. Anadolu Ateşi burada yüzlerce kez sahnelendi. 2002 – 2003 yılı civarında bir yıl boyunca sadece burada oynandı Anadolu Ateşi. Eğer burası olmasaydı Aspendos Antik Tiyatrosu belki de yıkılırdı şimdiye kadar. Çünkü oranın yükünü de zaman içinde burası aldı. Orada konser vermek artık dayanıklılığını sınamak oluyor. Burası sayesinde orası da korunmuş oldu. Teknik özelliklerinden biraz bahseder misiniz? Eski dönemde kulis yok, tuvalet yok… İdareten yapılmış bir yerdi burası. Biz yeniden inşa ettikten sonra Türkiye’nin en iyi Açık hava mekânlarından biri oldu. 500 metrekare alanı, sahnesi, kulisleri ile altyapısı yeterli bir mekândır. 3200 seyirci kapasitesi var. Kulislerinde 50 kişi aynı anda


AÇIK HAVA TİYATROLARI makyaj yapabilir. Duşları, tuvaletleri yeterlidir. Starların kullanabileceği özel odalar var. Antalya’ya çok hizmeti oldu buranın. Yeri çok güzel ve merkezi. Meltem Mahallesi’nin güneyinde, Cam Piramit’in hemen altında, varyantın indiği ve Konyaaltı plajlarının başladığı noktanın tam üstünde burası. Falez yapının içine gömülü olduğu için üst taraftaki yoldan gelen gürültü tiyatronun üzerinden geçip gider, duymazsınız. Şehrin içinde olmasına rağmen sessizdir. Buranın sesi de şehri hiç rahatsız etmez. Saklıdır biraz. Akustiği çok güzeldir. Yukarı bakarsanız buranın doğal yapısını, taşları ve ağaçları bozmadığımızı görürsünüz. Oradaki yapı aynı zamanda sesin de sağlıklı ve güzel çıkmasını sağlıyor. Ses çok düzgündür. Bu sene bayramdan sonra kimler gelecek? Hangi konserler yapılacak burada? Sibel Can, Funda Arar, Sıla, Ata Demirer, Volkan Konak, Koray planladığımız etkinliklerden bazıları. Başka konserler

Efes harabelerinin en güzel yapılarından biri olan tiyatro, oldukça sağlam kalmış ve bir süre öncesine kadar Efes Festivali gibi şenliklerde ve çeşitli kültür-sanat etkinliklerinde rahatlıkla kullanılabilmiştir. Ancak aşırı kullanımdan kaynaklanan kaymalar nedeniyle tekrar restorasyon çalışmaları başlamış ve korumaya alınmıştır.

de çıkar. Sene sonuna kadar 20 – 30 organizasyon yaparız. ARTIK KORUMA ALTINDA BİR MEKÂN: EFES Hazırlayan: Ümit DİRİCAN Efes harabelerinin en güzel yapılarından biri olan tiyatro, oldukça sağlam kalmış ve bir süre öncesine kadar Efes Festivali gibi şenliklerde ve çeşitli kültür-sanat etkinliklerinde rahatlıkla kullanılabilmiştir. Ancak aşırı kullanımdan kaynaklanan kaymalar nedeniyle tekrar restorasyon çalışmaları başlamış ve korumaya alınmıştır. 25000 kişilik tiyatronun ilk kez Hellenistik dönemde yapıldığı bilinmekte ise de bugüne kadar gelen tiyatronun İmparator Cladius zamanında yeniden inşasına başlandığı, İmparator Trianus M.S. 98-117 döneminde tamamlandığı bilinmektedir. Sahne binası 18m. yüksekliğindedir. Rivayete göre M.S.54 yıllarında St.Paul’un bu tiyatrodan Efeslilere seslenmiş ve büyük tepkiyle karşılanmıştır.

23


BİR DÜNYA SOHBET Röportaj: Figen GÖKTAŞ Okul yıllarında müzik dersinden kalan bir öğrenciyken sevgili annesinin ısrarlarıyla Ankara Devlet Konservatuarına girer Hakan Aysev. 1988 yılında mezuniyetinden sonra Viyana’ya giden sanatçımızın Avusturya yolculuğu, Viyana Devlet Operası’nda kadrolu sanatçı olana dek sürdü. Aynı zamanda Luciano Pavarotti’nin öğrencisiydi. 1991 yılında Almanya’da Koblenz Devlet Operasına katıldı ve birçok eserde rol aldı. 1995-1997 yılları arasında Darmstadt Devlet Operasında majör rolleri üstlendi. 1997’nin Mart ayında Norveç’te Rigoletto, Ağustos’ta Fransa’da Carmen Operalarında sahneye çıktı. Hakan Aysev bugüne kadar Düsseldorf, Texas, Basel, Bern, Heilderberg operalarında da misafir sanatçı olarak yer aldı. Ayrıca 1997 yılında Verdi/Requiem’in CD kaydını yaptı. 1998 yılında Bulutsuzluk Özlemi ile gerçekleştirdiği rock-opera konserini bugünkü gibi hatırlıyorum pek çoğunuz gibi. Tadına doyulmaz bir müzik şöleniydi. 2005 yılında Buenos Aires Teatro Colon’da König Kandaules operasında başrol oynadı. Barcelona Senfoni Orkestrası eşliğinde Ludwig van Beethoven’ın 9. Senfoni’sini seslendirdi. Bitmedi elbette… Hakan Aysev muhteşem ve güçlü sesiyle kulaklarımızda ve dahi söylediği mekânlarda silinmez izler bıraktı. Değerli sanatçımız, bu ayki konumuz olan mekânları, yorumcu-mekân ilişkisi cephesinden değerlendirdi. Konser mekânlarının fiziki koşulları sanatçının performansını nasıl etkiler? Özellikle akustiği çok çok önemli konser verdiğiniz mekânın, ondan sonra seyirci faktörü giriyor devreye, konumu, şehrin neresinde olduğu… Ben bu konuda çok şanslıydım; hayatım boyunca Viyana Devlet Operası, Bastil Paris, Tiyatro Colon Buenos Aires, Düseldorf Operası, Teksas Austin Operası gibi sayabileceğim pek çok yerde konser verdim, şarkı söyledim. Bunların içinde çok klasik binalar da var çok modern binalar da var. Mesela Viyana

24

Sınırları Aşan, Yürekleri Titreten Güçlü Ses…

Hakan sev


HAKAN AYSEV

Devlet Operası’nın o klasik hali ve kusursuz akustiği beni ne kadar etkilediyse, Bastil Operası’nın modern mimarisi ve harikulade akustiği, muhteşem atmosferi de bir o kadar etkilemiştir. Düşünün o kadar mükemmel ki Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand Bastil Operası için “Benim en değerli yapıtım” der. Klasik ya da modern yapılar, bir eseri yorumlarken farklılık yaratıyor mu? Gerçekten farklı farklı hissiyatlar uyandırıyor. Sonuçta opera sanatçıları mikrofonsuz 70- 80 kişilik orkestrayı aşıp, 1500-2000 kişiye sesini duyurması çok önemli olduğu için yine akustik öncelikli olgu. Ancak tabii ki karşınızda Barok yapıda yapılmış 5 katlı bir bina ve

“Viyana Devlet Operası’nın o klasik hali ve kusursuz akustiği beni ne kadar etkilediyse, Bastil Operasının modern mimarisi ve harikulade akustiği, muhteşem atmosferi de bir o kadar etkilemiştir.”

ellerinde notalarla sizi takip eden bir seyirci olunca bambaşka oluyor. Mekâna ruh katan biraz da seyircisi sanırım. Bu anlamda seyirci profili, sayısı, kalitesi gibi unsurlar sanatçıyı nasıl etkiliyor? Elbette çok çok önemli ama tabii seyirci algıları değişebilir. Beş bin kişilik bir salondaki seyirci algısı bazen düşük olabilir, bunların yüzde 70’i sizi algılamaz. Ama bin kişilik bir salondaki yüzde 70 çok çok farklı olabilir, o da zaten sanatçının performansında oldukça etkili rol oynuyor. Dünya çapında tenorlar ki birebir konuştum, Placido Domingo, rahmetli Luciano Pavarotti, Jose Carreras, ünlü bariton Piero Cappuccilli gibi, bu sanatçılar paradan ya da büyük prodüksiyon olmasından önce hangi binada söyleyeceklerine bakarlar, ilgilenirler. Repertuarınızı konser vereceğiniz mekâna göre hazırladığınız olur mu? Tabii ki. Tek çıkacağım konserlerde mekâna göre repertuar yaptığım çok olmuştur. Daha klasik, tarihi dokusu olan mekânlarda ona göre daha klasik eserler, daha modern merkezlerde, salonlarda daha farklı eserlerden bir seçki yapıyorum. Ona göre dengeliyorum, konserden konsere değişiyor gerçekten. “Ah keşke burada da konser verebilseydim” dediğiniz bir konser mekânı var mı? Var olmaz mı? La Scala Opera Binasında henüz söylemedim, çok isterim. Benim için çok ulaşılmaz ve inanılmaz bir sahnedir. Tabii bu binaların bir de yaşanmışlıkları var. O sahnede Tito Gobbi’den Maria Callas’a, Leyla Gencer’den Domingo, Pavorotti’ye birçok sanatçının performansları var, bu çok önemli. Ben konserden önce boş sahneye çıkarım ve daha önceki seslere, mekâna kulak veririm, dinlemeye çalışırım kendimce… Değerli insanlar şarkı söylemiştir, onları duymaya çalışırım. Bunlar bu tür mekânları daha da zenginleştiren olgulardır. Çünkü o sesler bu evrende kalıyor ve o tiyatronun içinde de kalıyor diye düşünüyorum.

25


Müziğin Mekânı-Mekânın Müziği

BİR DÜNYA MEKAN

Tiyatro salonu, konser, konferans salonu, oditoryum gibi kültürel faaliyetlerin yapılabilmesine olanak sağlayan yapıların zengin oluşu, bir toplumun kültür düzeyinin yüksekliğinin göstergelerinden birisidir. Mekânın fonksiyonuna ve kullanım amacına uygun olarak seslerin dinleyicilerce net ve anlaşılabilir şekilde algılanması ise akustik konfor seviyesini belirlemektedir. Mekânın akustik konforu kadar, ergonomisi ve yarattığı atmosfer de çok büyük önem taşımaktadır. Türkiye’de ses getiren büyük ve profesyonel organizasyonlarıyla, adeta dünyayı ayağınıza getiren müzik mekânları, kaliteden ödün vermeksizin, her geçen gün yeni etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Bu özel mekânları araştırma ve söyleşilerimiz eşliğinde tanımaya ne dersiniz? Ankara’nın Dünya’ya Açılan Kapısı Congresium Hazırlayan: Figen GÖKTAŞ Mekânların ihtişamından, mimarisinden ya da etkileyici hikâyelerinden bahsediyoruz bu sayıda… Bu anlamda Ankara ayağında iki mekânı ziyaret ettik sizler için. “Alt tarafı bir konser izleyeceğiz, koltuğum rahat olsun yeter” kanaati artık geçerli değil. Değişen ve gelişen dünyada hayatla birlikte sanatı da yaşamak isteyenler için beklentiler

26

yüksek ve değişken. Doğrusu mekân işletenlerin de işi zor… Biz de müziği bir ucundan tutmuş yüklenen, bunu iş edinmiş vizyonu geniş insanlarla konuşup hizmete sundukları bu mekânları tanıtmak istedik. Çünkü farklı organizasyonlara aynı mekânda ev sahipliği yapmak bir de izleyiciye bunların en iyi şekilde sunumunu sağlamak başka bir ustalık, bazende sihirbazlık gerektirir sanırım. İşte bunlardan biri de Congresium… Pazarlama Direktörü Şafak Aksöyek Toros bize bu etkileyici mekânı tanıttı. GL events 5 kıta ve 17 ülkede 3.500’den fazla profesyonel çalışanı ile hizmet veriyor. GL events Dünya çapında yılda 250’den fazla uluslararası fuar, sergi, kongre, toplantı, kültür ve spor faaliyeti, siyasi organizasyon ve gösteri düzenliyor. Congresium Ankara, GL events’in yönettiği Ankara’nın en büyük gösteri merkezi. Congresium Ankara fuar, konser, tanıtım, toplantı ve kongre organizasyonları başta olmak üzere, bugüne kadar birçok etkinlik ve organizasyona başarıyla ev sahipliği yaptı. Ulusal ve uluslararası organizasyonları gerçekleştirerek Ankara’nın bir kültür şehri olarak anılmasını da sağlayan Congresium, şehrimizi bir çekim merkezi haline getirmeyi hedefliyor. Congresium Ankara sadece mimarisiyle değil, gelişmiş teknolojik altyapısı ve çözümleriyle de tercih nok-


CONGRESSIUM-JOLLY JOKER

tası olmaktadır. 3.107 kişi kapasiteli Gordion Oditoryum salonu gösteri, şov ve konser denildiğinde Ankara’da akla gelen ilk isim oluyor. Atmosferiyle misafirleri büyüleyen salon, bilgiyi, eğlenceyi ve dinamizmi bir arada sunabilmek amacıyla tasarlanmış. Kapasitesi, teknolojik altyapısı ve görsel estetiğiyle Avrupa’da 4. sırada yer alan Gordion Oditoryum, kurumsal etkinliklerde verimliliği en üst noktaya taşıyabilir ya da performans gösterilerinde konuklara eşsiz bir görsel şölen sunabilmektedir. Maksimum konfor, üst düzey ve yüksek kalite standardıyla Gordion Oditoryum hem uluslararası hem de ulusal olmak üzere birçok konser ve gösteriye ev sahipliği yaparak başkentlileri akıllardan silinmeyecek organizasyonlarla buluşturdu ve buluşturmaya devam ediyor. Ayrıca, Congresium’ un 4.700 ve 650 m² Panoramik Ankara Manzaralı, aktivitelere ve organizasyonlara uygun Açık Hava Terası, Ankara’nın yaz aylarında gösteri ve konserler için de vazgeçilmez mekânlarından biridir. Yeşilin ve Ankara manzarasının buluştuğu Açık Hava Terası, konser ve gösteriler için misafirlerine büyüleyici bir atmosfer sunuyor. Görkemli sunumuyla Congresium, 2012 yılından itibaren ulusal ve uluslararası birbirinden farklı ve özel organizasyona ev sahipliği yaptı. Bubble Show, Madagascar Live, Beauty&The Beast, Stomp, David HELFGOTT, Farid FARJAD, Buika, Pink MARTINI, Goran BREGOVIC, Sezen Aksu, Sıla ve Cem Yılmaz bu isimlerden sadece bir kaçıdır.

Başkentin Eğlence Hayatına Yön Veren Mekân JOLLY JOKER Klasik, modern, popüler müzik türleri gibi artık bu müziklerin icrasının yapıldığı mekânlar da değişiklik gösteriyor. Gençlerin tabiri caizse takıldığı, orta yaşın rağbet ettiği, caz severlerin, pop severlerin tercih ettiği gibi ayrımlar söz konusu günümüzde… Bütün bunların ayrımına profesyonel bir bakışla ve ticari bir zekâyla yaklaşan mekân sahipleri her türlü zevke hitap ediyor. Hem sanatçı tarafından tercih edilmek, hem de izleyenleri mekâna çekmek, rekabetin arena tadında yaşandığı günümüzde oldukça çetin bir iş. İşte bunlardan biri de Jolly Joker olarak bildiğimiz konser salonları zinciri. Bu mekânı da sizler için Etkinlik ve Müzik Direktörü Yusuf Torun anlatıyor… Jolly Joker Türkiye, 2005 yılında Antalya’da pub olarak hizmete başlamıştır. Mekânımız, 2006 yılında yine Antalya’nın Konyaaltı bölgesinde Jolly Joker XL markasıyla birçok yerli ve yabancı sanatçıyı ağırladı. 2008 Eylül’de Beyoğlu’nda Jolly Joker İstanbul hizmete açıldı ve açıldığından bu yana 1000’in üzerinde yerli yabancı ünlü müzisyen sahne aldı. Yıl 2011 olduğunda, Jolly Joker tarihinin en ihtişamlı ve en büyük konser salonu 2000 kişilik kapasitesiyle Ankara’da açıldı. Birçok kıtadan ve yerli sanatçıların sahne aldığı bu mekân, Avrupa’nın en iyi kapalı konser salonlarından biri olarak gösterildi. Açıldığı günden bu yana 500’ün üzerinde canlı performans sergilendi.

27


BİR DÜNYA MEKAN

Kavaklıdere’de bulunan Jolly Joker Ankara, ağırladığı birbirinden ünlü yerli ve yabancı isimle Ankara’nın eğlence hayatına yön veriyor. Wishbone Ash, Smokie, Paul Gilbert, Archive, Epica & Katatonia ve Pentgram gibi dünyaca ünlü isimleri ağırlayan Jolly Joker Ankara, aynı zamanda Halil Sezai, Gökhan Türkmen, Fettah Can, Yaşar, Soner Sarıkabadayı, Duman, Nev, Hüsnü Şenlendirici, Emre Aydın, Model, Karmate, MFÖ, Gripin, Göksel, Pinhani ve daha birçok sevilen sanatçıyı Başkentliler ile buluşturdu. Antalya’da bir dönem konserlerine ara veren Jolly Joker, 2013 yılında Lara bölgesinde Concert Hall konseptinde 1500 kişi kapasiteli yeni bir konser salonu açtı. 2014’ün son çeyreğinde Jolly Joker Bursa 1700 kişilik kapasitesiyle Bursa gece ve konser hayatına yön vererek açılışını yaptı. Halen devam etmekte olan konser salonları yılda 500 binin üzerinde kişiyi ve yerli yabancı birçok ünlü ismi ağırlamaya devam ediyor. MAVİ VE YEŞİL’İN BULUŞTUĞU SANAT NOKTASI ARENA-İZMİR Röportaj: Ümit DİRİCAN İzmir’de bulunan çok amaçlı bir kültür-sanat ve eğlence noktası İzmir Arena... Bayraklı Turan Eğlence Merkezi alanı içerisinde yer alan mekân, 305 mt deniz cepheli, 16000 m2 açık, 2200 m2 kapalı alan üzerine kurulmuş, yaklaşık 35.000 kişiyi misafir edecek, 16.000 metrekarelik genişlikte ve denize sıfır bir konumda bulunuyor. Bir önemli özelliği de İzmir’in göbeğinde, mavi ve yeşilin birleştiği bir noktada yer alması olabilir. Birçok konser ve festivale ev sahipliği yapan işletmenin sahibi, Umut Ertuğrul. Biz de bu güzel mekânı sizlere tanıtmak, özelliklerinden bahsetmek istedik ve İzmir Arena Kurumsal İletişim Pazarlama Müdürü Gamze Senger Öztürk keyifli bir söyleşide, sorularımızı yanıtladı.

28

Çok geniş bir alan üzerine kurulan İzmir ARENA; kurumsal, kültürel sanat etkinlikleri için İzmir’de en önemli adreslerden biri haline geldi. Aynı zamanda 2011 yılında T.C. Turizm ve Kültür Bakanlığınca “En iyi Eğlence Mekânı” ödülüne de layık görülmüştür. Arena nasıl kaygılarla kuruldu ve gösterdiği başarının sırrı nedir? Öncelikli olarak İzmir Arena, İzmir eğlence hayatına farklı bir soluk getirmek için, İzmir’ in konum olarak en iyi bölgelerinden birinde kurulmuştur. Yaz aylarında denize sıfır bir konumda; konser festival gibi aktiviteler ile katılımcılara eşsiz bir deneyim sunmaktadır. Başarının sırrına gelince hizmet sektöründeki her başarılı firma gibi, hizmet kalitesini üst düzeye çıkarıp gelen konukları buradan eşsiz bir deneyim yaşatarak uğurlamak en büyük amacımız olmuştur. Bir mekân için sadece geniş bir alana sahip olması başlı başına yeterli midir? Yoksa mekânın tercih edilmesi için farklı koşulların da bulunması önemli midir? İzmir Arena; İzmir’in tam ortasında, İzmir’in kalbinin attığı yerde, lokasyan olarak her bölgeye yakın, denize sıfır, eşsiz körfez manzarası ve güzel atmosferi ile geniş bir alanda, kaliteli hizmet vermesi sebebiyle konser etkinlik ve organizasyonlara ev sahipliği yapıyor. Özellikle müzik organizasyonlarının yapıldığı mekânların akustiği çok önemlidir. Bu akustiği sağlarken neler yapılıyor? Mekânlar için akustiğin yanında görsellik de önemli oluyor mu? Kapalı alanımız denize sıfır olan konumumuzdan dolayı ön cephesi komple panoramik cam şeklinde dizayn edilmiştir. Sizin de belirttiğiniz gibi konserlerde akustik büyük önem taşımakta İzmir Arena olarak hem akustiği sağlama, hem de mekânın dizaynından ödün vermemek adına cam olan kısımları dekoratif perdeler ve yalıtım malzemeleri ile akustik anlamında maksimum verim alabileceğimiz şekilde tasarlanmıştır.


ARENA-İZMİR

Konser ve festivalleri katılımcılar için daha keyifli hale getirebilmek adına, konser öncesinde ve sonrasında yan aktiviteler oluşturmaktayız. Aynı zamanda tesisimizin en önemli özelliklerinden biri olan konumundan faydalanarak katılımcılara alternatif alanlar yaratmaktayız. Konser, festival gibi etkinliklere katılacak izleyicilere, mekânı daha ilgi çekici ve uygun hale getirmek için neler yapıyorsunuz? Ya da bu konuda neler yapılmalıdır? Konser ve festivalleri katılımcılar için daha keyifli hale getirebilmek adına, konser öncesinde ve sonrasında yan aktiviteler oluşturmaktayız. Aynı zamanda tesisimizin en önemli özelliklerinden biri olan konumundan faydalanarak katılımcılara alternatif alanlar yaratmaktayız. Bunların haricinde aktivitenin hitap ettiği izleyici kitlesine göre sponsorluk destekleri ile farklı projeler geliştirmekteyiz. Konserler veya çeşitli kültürel etkinlikler düzenlenirken izleyici profili önemli midir? Katılacak izleyicilere göre konser ve mekân seçimleri yapılıyor mu? Konseri gerçekleşen sanatçının dinleyici kitlesine ait beklentilerin, mekânın konsepti ile örtüşüyor olması çok önemli bir konu. Izmir Arena, hizmet vermeye başladığı tarihten itibaren birçok farklı tarzda etkinliğe ev sahipliği yaparak gerçekleşen projelerin hedef kitlelerine uyum

sağlamış ve bu sayede geniş bir yelpazede faaliyet göstermiştir. Bu yıl İzmir Arena’da gerçekleşecek büyük projeler görebilecek miyiz? 28 Mayıs 2016 tarihinde bugüne kadar İzmir’de gerçekleşen en büyük projelerden birine ev sahipliği yapıyor olacağız. Dünya’nın en renkli partisi Life In Color Kingdom, İstanbul’da gerçekleşen ve çok beğenilen Unleash ve Big Bang Tour şovlarının ardından bu kez İzmir’de binlerce elektronik müziksevere unutulmaz bir şov yaşatmaya geliyor. Dünyaca ünlü Dj’lerin performanslarıyla gerçekleşecek Life In Color’da rengarenk bir gün yepyeni bir prodüksiyon ve çok daha fazlası katılımcıları bekliyor olacak. Aynı zamanda Olten Filarmoni ve Izmir Arena ev sahipliğiyle 1970 yılında kurulmuş ve tüm Dünya’da albümleri 300 milyondan fazla satmış İngiliz Rock grubu olan Queen ’in eserlerini yorumlayan dünyaca ünlü ‘’ MerQury Queen Classical ‘’ Izmir Arena’nın müthiş atmosferi ile İzmirli din-

29


BİR DÜNYA MEKAN

leyicilerle buluşacak. Life In Color ve MerQury Queen Classical’ın yanı sıra Türk pop müziğinin en önemli temsilcilerinden Sıla’nın yeni albümünün ilk konseri de 3 Haziran’da Izmir Arena’da gerçekleşecek. “SANATIN BULUŞMA ADRESİ” Zorlu Performans Sanatları Merkezi… 3 yıl önce, dünyaca ünlü Broadway müzikali “Cats” ile kapılarını açan Zorlu Performans Sanatları Merkezi (PSM), sadece içinde yer aldığı Zorlu Center yaşam merkezi ve İstanbul’a değil, tüm Türkiye’ye değer katacak bir kültür-sanat merkezi olma iddiasıyla yola koyulmuştu. “Bu üç sezon içinde hedeflerine ulaştı mı?” derseniz; müzikallerden, konserlere, birbirinden ünlü gruplara ve isimlere ev sahipliği yapan etkinlikleriyle “evet” diyebiliriz. Zenginleştirilmiş akustik özelliğe sahip 2242 kişi kapasiteli ana tiyatro ve doğal akustik donanımla tasarlanan 717 kişi kapasiteli drama sahnesi ile İstanbul’u dünyaca ünlü eserlerle buluşturuyor. Sanatın çeşitli dallarına ev sahipliği yapmak üzere, çok amaçlı sanat merkezi olarak tasarlanan Zorlu PSM’de aynı zamanda, Londra - West End, New York - Broadway’de gösterimi gerçekleşen müzikallerin ve oyunların da dünya prömiyerleri sergileniyor. Toplam 50.000 m² kapalı alana sahip olan Performans Sanatları Merkezi; farklı katlarda her türlü ihtiyaca yönelik 5.200 m² fuaye alanına, görsel ve çağdaş sanat eserlerinin sergilenmesi için galeri alanlarına ve sanat ile kendini ifade etmek isteyen herkese kapıları açık olan, son teknoloji ile donanımlı Şehir Sahnesi’ne de ev sahipliği yapıyor. Ayrıca butik gösteriler, akustik konserler ve diğer etkinlikler için kara-kutu tiyatrosu olarak da kullanılan, Avrupa’nın en büyük ve en donanımlı, son teknoloji bir kayıt stüdyosunu da bünyesinde bulunduruyor. Aslında sadece bu özel salonlar bile, İstanbul gibi, Avrupa’nın kültür-sanat merkezi olma iddiasında bir kent için büyük bir fırsat… Tüm

30

bu hedeflerin hayata geçirilmesinde büyük payı olan, Zorlu PSM Genel Müdürü Murat Abbas ile hem Zorlu PSM’yi, hem de “Müzik Mekânları”nın özelliklerine dair ayrıntıları konuştuk… Zorlu PSM ne zaman faaliyete başladı ve ne kadar bir süredir böyle büyük konser organizasyonları veriyor? Zorlu Performans Sanatları Merkezi, Ekim 2013’te faaliyete geçti. Şimdi, üçüncü sezonumuzu geride bırakıyoruz. Yeni sezonumuz için çalışmalarımız çoktan başladı. Zorlu PSM’yi tek bir koldan değerlendirmek pek doğru olmaz. Büyük konserler düzenlediğimiz gibi, dev müzikalleri, ful prodüksiyonları da getirmeye devam ediyoruz. “Yoldan Çıkan Oyun” gibi kendi prodüksiyonumuz olan oyunun yanı sıra, pek çok tiyatroya da ev sahipliği yaptık. Salı konserlerimizle, her hafta Türkiye’den sanatçılarla izleyicilerimizi buluşturduk. Bu sezon 2 farklı sergiyi de bünyemizde sanatseverlerle buluşturduk. Digital Revolution sergisi 12 Haziran’a kadar, SkyLounge’da, futbol dünyasından objeler içeren Goal Sergisi ise 5 Haziran’a kadar Meydan Fuaye ’de devam ediyor. Bu sezon hayata geçirdiğimiz bir başka yenilik ise yabancı ve alternatif sanatçıları sahnelerimizde ağırlamak oldu. Müzik dünyasında heyecanla beklenen pek çok ismi bu yaz sahnelerimizde ağırlıyoruz. Dolayısıyla sorunuza yanıtımı şöyle özetleyebilirim; ilk sezonumuzdan bu yana gerçekleştirdiğimiz etkinliklerin kalitesi değişmeden sürdü. Bu süre zarfında da katlanarak, çeşitliliğimizi artırdık. Bu yolda devam etmeyi hedefliyoruz. Bir mekânda konser organizasyonları düzenleyebilmek için gerekli ortam ve koşullar neler olmalıdır? Ortamın akustiğinin önemini ve daha farklı koşulları değerlendirebilir misiniz? Misafirin bir organizasyondan memnun ayrılması için yaşayacağı deneyim; bulunduğu son mekândan çıkışıyla


ZORLU PSM başlar, organizasyon sonrası varacağı son noktaya ulaşmasıyla sona erer. Dolayısıyla bir mekânın “iyi” bir mekân olabilmesi için; o mekâna ulaşım, araçla gelindiyse park imkânları, mekâna girişler, mekânın aydınlatması, havalandırması, mekânda sizi karşılayan görevliler, biletinizi teslim almanız, yiyecek-içecek ihtiyaçlarını gidermeniz için sağlanan imkânlar da en az bir konser izlerken oturacağınız koltuğun rahatlığı, duyacağınız sesin kalitesi, sahnenin aydınlatması kadar önemlidir. Zorlu Performans Sanatları Merkezi olarak tüm bu olanakları, ulaşım kolaylığımız, konforumuz, çalışan kalitemiz ve teknik imkânlarımızla karşılayabiliyoruz. Bir mekânı gelecek izleyici ve katılımcılara daha ilgi çekici ve uygun hale getirmek için neler yapıyorsunuz? Veya neler yapılmalıdır? Hizmet sektörü dünyada en hızlı gelişen sektörlerden biri. Ölçümlemesi çok kolay olmasa da sürekli tercih edilmek, size doğru yolda olduğunuzu gösteriyor. Öncelikle içerik ve içeriğin doğru anlatılması, tanıtılması, aktarılması çok önemli. İçerikle birlikte bu sektörde konforun önemi de her geçen gün artıyor. Buraya gelen sanatseverlerin mekânda daha güzel ve kaliteli zaman geçirebilmeleri için kendimizi her gün geliştirmeye dikkat ediyoruz, bu konu üzerinde titizlikle duruyoruz. Konserlerde veya etkinliklerde izleyici profili de önemli midir? Bir konserin enerjisini, sanatçı ya da gruplar olduğu kadar seyirci de yaratır. Elbette izleyici profili konserlerde çok önemli. Onları iyi anlayıp, sevdikleri sanatçı ya da sanatçıları nasıl izlemek isteyebileceklerine odaklanıyoruz. Örneğin; yiyecek ve içeceğini yanına alarak izlemek isteyebilir, ayakta, hareket halinde olmak isteyebilir, yerine göre salondan hiç ses çıkmasın isteyebilir... Çok farklı kriter ve deneyim şe-

killeri belirleyebilirsiniz. Bazı durumlarda biz de seyirciye, onun aklına gelmeyen bir deneyim şekli de sunabiliyoruz. İşimiz gereği, konserden memnun ve mutlu ayrılacağına emin olmamız gerekiyor. “Sahne Üstü Ayakta Konser” adında yepyeni bir sahne planınız var. Bu yenilikle ilgili neler söylemek istersiniz? Ne gibi amaçlarla bu projeyi geliştirdiniz? Zorlu PSM’de göreve geldiğimde, gördüğüm en önemli eksikliklerden birisi “ayakta” konser ve etkinliklerin yapılamıyor olmasıydı. Buna da çareyi, Ana Tiyatro’muzdaki sahnenin bizzat kendisini kullanarak bulduk. Ana Tiyatro’ muzda müzikallerin ve diğer tüm etkinliklerin gerçekleştiği sahne 1.750 metrekarelik çok geniş bir alan. 30 metre tavan yüksekliği ve muhteşem bir akustiği var. Bu alanda yaklaşık 3.000-3.200 kişi ayakta konser seyredebiliyor. Bunu kâğıt üzerinde anlatması çok kolay değil, çünkü insanların aklında halen “Zorlu PSM’de ayakta konser nasıl olacak?” sorusu var. Bu soruya en güzel cevap, bu “ayakta” etkinliklere katılmak ve deneyimlemek olacak. Merak edenler, 8 Haziran’da PJ Harvey ve 11 Haziran’da da Sigur Ros konserlerimizde nasıl bir ortam yarattığımızı deneyimleyebilir. Dünyaca ünlü isimleri Türkiye’ye getirip büyük konser organizasyonlarına imza atıyorsunuz. Bu isimlerin konserleri için tercih ettiği mekân özellikleri nelerdir? Bir mekânı neden tercih ederler? Çok yazılı çizili değil gibi gözükse de sanatçıların mekân tercihleri için önemli kriterler vardır. Bunların başında profesyonel yaklaşım gelir. Eğer siz mekânınızı teknik anlamda doğru bir biçimde yarattıysanız ve bu sistemi profesyonelce yönetip, ilgilileriyle aynı şekilde iletişim kurabiliyorsanız, sanatçılar da sizinle çalışmaktan memnun oluyor, siz de sektörde iyi bir yer edinebiliyorsunuz. Dolayısıyla tercih edilebilmek için “doğru, güvenilir, profesyonel” bir mekân olmak gerekiyor. Biz de bu kriterlere uyum sağlayabildiğimiz için tercih ediliyoruz diye düşünüyorum.

31


BİR DÜNYA MEKAN

Müzik, Sanat ve İhtişamı buluşturan iç mekan

Hazırlayan: Pelin AKAN

Opera

İç mekanı göz alıcılıkla bütünleştiren opera binaları gerek barındırdığı mimari detaylarıyla gerekse de sahnelediği sanatsal etkinliklerle, izleyicilere uzun yıllar hafızalarından silinmeyecek izler bırakır. Opera dendiğinde akla ilk Avrupa opera binaları gelir ki, bunlardan bazıları (Paris, Milano, Napoli) şehrin sembolleri arasında yer alır. Dünyanın en ünlü opera binası dendiğinde ise akla ilk gelen Paris Palais Garnier’dir. Yapımı 1875 yılında biten, 1979 koltuklu opera binası Gaston

32

Leroux’nun 1910 yılında kaleme aldığı ve sonrasında Andrew Lloyd Webber tarafından müzikali de yapılan ‘Operadaki Hayalet’ isimli yapıta da ilham kaynağı olmuştur. Fakat, Palais Garnier ihtişamının etkisi altında kalan tek eser ‘Operadaki Hayalet’ değildir. Mimarisi ile Krakow Juliusz Slowacki Tiyatrosu, Varşova Filarmoni Orkestrası Binası, Hanoi Opera Binası, Rio de Janeiro Opera Binası, Lviv Tiyatrosu, Manaus Amazon Tiyatrosu gibi dünyanın bir çok önemli tiyatro ve opera binalarına da ilham kaynağı olmuştur.


OPERA

Milano’da 1778 yılında sanatseverlerle buluşan İtalya’nın en önemli operası ‘La Scala’ dünya çapında da büyük bir üne sahiptir. İsmini taşıyan koro, bale ve orkestrasının dışında müzik ve dans alanında profesyonel eğitim veren Akademisi bulunmaktadır. Dünyanın en önemli opera sanatçılarının ve müzisyenlerinin sahne aldığı La Scala’nın yeri elbette biz Türkler için ayrıdır. Leyla Gencer’in yıllarını verdiği bu önemli opera, Türk sopranonun emeğini karşılıksız bırakmayıp onun ismini her yıl daha da ileriye taşımaya devam ediyor. ‘Leyla Gencer Ses Yarışması’ birçok önemli opera sesinin müzik dünyasında sağlam bir yere sahip olmasına yardımcı olmakla beraber İstanbul Süreyya Operasını da dünyaya tanıtıyor. Der Rosenkavalier(Pembe Şövalye), L’enfant et les sortilèges (Çocuk ve Büyüler), Simon Boccanegra ve Swan Lake (Kuğu Gölü) Haziran ayında sanatseverleri La Scala’da bekleyen eserlerdir. Moskova’da bulunan dünyanın en eski ve en tanınmış opera ve balelerinden biri olan Bolshoi; Mussorgsky, Glinka ve Rimsky-Korsakov’un Rus opera klasiklerinden Rossini, Verdi, Puccini gibi önemli İtalyan bestecilerin eserlerine kadar dünyaca ünlü bir çok başyapıta sahne olmuştur. 1990’ların ortalarına kadar Bolshoi operasında sahnelenen eserler yalnızca Rus dilinde sahnelenmekteydi fakat günümüzde İtalyanca başta olmak üzere diğer yabancı diller Rusça’dan daha çok duyulmakta. Bolshoi orkestrası ise belirli zamanlarda hem Bolshoi operasında hem yurtdışında senfoni müzik konserleri vermektedir. Bolshoi operasının geçmiş müzik direktörleri arasında Samuil Samosud, Gennady Rozhdestvensky, Ariy Pazovsky, Alexander Lazarev, Peter Ferenec, Mark Ermler, Alexander Vedernikov ve

Vassily Sinaisky isimleri göze çarpar. 20 Ocak 2014 tarihinden beri bu önemli görevi Tugan Sokhiev yürütmektedir. Rusya’nın dünyaca ünlü bir diğer operası ise Saint Petersburg’de bulunan Mariinsky’dir. 1860 yılında açılan ve son dönem XIX. yy. Rusyasının en seçkin müzik tiyatrosu Mariinsky; Tchaikovsky, Mussorgsky, Rimsky-Korsakov’un önemli eserlerinin galasına ev sahipliği yapmıştır. Beyaz

33


OPERA

Opera dendiğinde akla ilk Avrupa opera binaları gelir ki, bunlardan bazıları şehrin sembolleri arasında yer alır.

geceleriyle ünlü Saint Petersburg ‘Beyaz Geceler Festivali’ ile bu ününü dünyaya duyurmayı başarmıştır. Mayıs ayında başlayıp temmuz ayında son bulan bu festival, Mariinsky’de gerçekleşen ‘Beyaz Gecelerin Yıldızları’ etkinliği ile açılışını yapar. 1993 yılından itibaren her yıl gerçekleşen bu etkinlikte sahne alan müzisyenler arasında Placido Domingo, James Conlon, Carlo Maria Giulini, Anna Netrebko, Gidon Kremer, Alexander Toradze, Deborah Voigt, Alfred Brendel ve Olga Borodina da görmekteyiz. Yoğun geçen sezonlarıyla dikkat çeken Londra Kraliyet Operası ise eylül-temmuz arası ortalama 150 performansa ev sahipliği yaparak dikkatleri çekmeyi başarmaktadır.

34

Dünyanın en önemli müzisyenleri arasında gösterilen Joseph Calleja, Sarah Connolly, Placido Domingo, Juan Diego Florez, Vittorio Grigolo, Anna Netrebko, Bryn Terfel, Thomas Allen, Anna Caterina’nın da sahne aldığı Londra Kraliyet Operası, izleyici kitlesini geliştirmesinde izlediği yenilikçi yöntemlerle de sanatseverlerin takdirini almaya devam ediyor. Sinema, televizyon ve radyo yayınından sonra YouTube’daki ücretsiz yayınlarıyla da izleyici kitlesini İngiltere dışına taşımaktadır. Stockholm’ün kalbinde yer alan, Kraliyet Sarayı’na yürüme mesafesinde bulunan İsveç Kraliyet Opera Binası müzeyi aratmayan iç dekoruyla görenleri kelimenin tam anlamıyla büyülemektedir. Ünlü İsveçli müzisyen Birgit Nilsson’un da büstünün bulunduğu ‘Altın Koridor’ ve neo klasik detayları barındıran melek fresklerle süslü 1200 koltuk kapasiteli sahne Jussi Björling, Gösta Winbergh, Nicolai Gedda, Peter Mattei, Jenny Lind, Birgit Nilsson, Elisabeth Söderström, Anne Sofie von Otter, Katarina Dalayman ve Nina Stemme gibi bir çok ünlü sanatçıyı ağırlamıştır. İzleyicileri bu ay bekleyen eserler ise Romeo & Juliet, Madame Butterfly, Turandot ve La Bohème’dir.


ANKARA RADYOSU

Tarihi Radyo Binalarında Müziğin Yankıları TRT Radyoları kurulduğu yıllardan itibaren sanatın ve müziğin öncüsü olmuş, yetiştirdiği nice değerli sanatçılar ve korolarıyla ülkenin müzik kültürüne büyük katkılar sunmuştur. Aynı zamanda müzik icra edilen binalarıyla da özel bir yeri vardır TRT Radyolarının. Çünkü bir müzik tarihi saklıdır o binalarda, daha ilk adımınızı attığınız anda dahi hissedersiniz o duyguyu. Müzik ve mekânlardan bahsediyorsak TRT’nin radyo binalarını anmamak olmaz. Seyircinin ve dinleyicinin kulaklarında ve kalplerinde çok önemli bir yer taşır TRT Radyoları... İçinde bir tarih yatan TRT Ankara Radyosu ve İstanbul Mesud Cemil Stüdyoları’na şöyle bir uzanalım... BİR TARİH SAKLI MEKÂN: ANKARA RADYOSU Ankara Radyosu, 1927 yılının Kasım ayında Türk Telsiz Telefon Anonim

Şirketi tarafından devreye sokulmuş ve ilk defa 1554 metre üzerinden 5 kW gücündeki vericiyle yayın hayatına başlamıştır. Daha sonra uzun dalga 182 kHz frekansında 120 kW gücüyle yayın yapmaya başlayan radyo, birçok defa yayın binasını değiştirmiş, 28 Ekim 1938’de Ankara Sıhhıye’de özel olarak yapılmış bugünkü binasına taşınmıştır. Bu bina Almanlar tarafından kayanın içi oyularak yapılmış ve çok özel bir akustiğe sahiptir. İçerisinde barındırdığı birçok radyo stüdyosu ve bir büyük konser stüdyosuyla müziğin Ankara’daki okulu olmaya devam etmektedir. Nice sanatçılara ve konserlere ev sahipliği yapmış ve hâlâ Ankara’nın en önemli müzik mabedidir diyebiliriz. Muzaffer Sarısözenler, Nida Tüfekçiler, Yurttan Sesler, Beraber ve Solo Şarkılar hâlâ Ankara Radyosu duvarlarında yankılanır...

35


BİR DÜNYA MEKAN

‘‘Mesud Cemil’de Konser’’

Hazırlayan: Osman Nuri BOYACI İstanbul Radyosu-Prodüktör

36

Türk Müziği’nin zirve isimlerinden Tamburi Cemil Bey’in 1902 yılının Aralık ayında bir çocuğu dünyaya gelir. Çocuğa Mesud adı verilir. Müzik icrasında neredeyse erişilmez bir mertebeye erişen Tamburi Cemil Bey’in bir özelliği de olağanüstü besteleridir. Çocukluk yılları, babasının müzik çevrelerinde geçen ve ondan birkaç ders alan Mesud Cemil, daha sonra Batı müziği eğitimine ilgi duyar. Mesud Cemil, babasının ölümünden sonra, onun yetiştirdiği sanatçılardan Kadı Fuat Efendi ve Refik Fersan’dan tambur dersleri alır. On yedi yaşına geldiğinde artık bir tamburi olarak tanınmaya başlar. Müzik eğitimini Almanya’da sürdürür. Türkiye’de radyo yayıncılığı, 1927’de kurulan Türk Telsiz ve Telefon Şirketi’yle sesini duyurmaya başlar. 6. Mayıs 1927’de Sirkeci’deki Büyük Postane binasında başlayan radyo yayını, dinleyicilerine zengin bir birikimi taşır. Büyük Postane ’nin ardından Radyo, İstanbul’da önce Ambassador Oteli ve ardından Galatasaray Postanesi’nde yayınına devam eder. 1949’da Harbiye’deki yeni binasına taşınan radyonun en görkemli stüdyosu o dönemki adıyla A Stüdyosu’dur. Canlı konserler, eğlence programlarıyla; İstanbul halkının çok sevdiği sanatçıları, yazarları ağırlayan bu stüdyo, radyonun canlı damarlarından biri haline gelir. O dönemin İstanbul eğlence ve kültür hayatının kalbi burada atar. Safiye Ayla, Münir Nureddin Selçuk, Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Âşık Veysel ve nice sanatçı A Stüdyosu’nda konser verir. Dönemin kültür, sanat ve tiyatro insanları bu stüdyoda dinleyiciyle buluşur. Daha da eskiye gidersek, İstanbul Radyosu’nun ilk sanatçı kadrosunda; Neyzen Tevfik, Ruşen Ferid Kam, Refik Fersan, Veciha Daryal, Cevdet Çağla ve Tamburi Cemil Bey isimleri öne çıkar. Mesud Cemil, Türk radyo tarihinin en başında yer almış, sembol bir kişiydi. 1927‘de İstanbul Radyosu’nda görev almış; spiker, programcı, idareci ve sanatçı olarak radyo yayınlarına damgasını vurmuştu. Ankara Radyosu’nda ilk Klasik koroyu kuran Mesud Cemil, İstanbul’da birçok yeniliğin de sahibiydi. 1953 yılında İstanbul Radyosu Klasik Koroyu yönetmeye başlayan sanatçı, halk müziği çalışmalarında Muzaffer Sarısözen ve Ahmet Yamacı’ya görev verir. Cemal Reşit Rey ise Batı müziğinin her türünü ve rengini yayına taşır. 1950‘li yıllarda İstanbul Radyosu A Stüdyosu’nda pek çok orkestra, dinleyici huzurunda konser verir, eğlence dünyamızın vazgeçilmez bir mekânı olur. Radyo Salon Orkestrası, Semih Argeşo, yönetiminde, Küçük Orkestra Orhan Borar yönetiminde radyo


MESUD CEMİL

konserlerine devam eder. İstanbul Radyosu’nun bu muhteşem stüdyosu, pek çok orkestra ve topluluğu dinleyicilerle buluşturarak dinleyicilerin müzik kültürünü geliştirirken, birçok sanatçıyı da tanınır hale getirir. Bu orkestra ve toplulukların sayısının, kimi kaynaklarca otuza yakın olduğu aktarılmaktadır. Dönemin bazı isimlerini ve topluluklarını hatırlayalım; Sabahattin Volkan yönetiminde Hafif Müzik Orkestrası, Cemal Özgen Topluluğu, Şevket Yücesaz Orkestrası, Misak Perler Hafif Müzik Orkestrası, Coni yönetimindeki Gitar Topluluğu. Ayrıca Fehmi Ege Tango Orkestrası, Edward Aris Topluluğu, Faruk Akel Topluğu da A Stüdyosu ses kayıtlarının ve konserlerinin vazgeçilmez topluluklarıdır. Türk radyoculuğunun çok önemli bir ismi olan Mesud Cemil, 31 Ekim 1963 tarihinde aramızdan ayrılır. Mesud Cemil, sanatçı, idareci ve programcı olarak yaptığı hizmetlerde İstanbul Radyosu’nda sembol bir isim olarak görülür. 1964 yılında, İstanbul Radyosu’ndan dinleyicilere akseden hayatın sesleri artık Mesud Cemil ‘in ismiyle bir aradadır. O günlerden bugüne dinleyicinin katılımıyla gerçekleşen konserler, adı artık Mesud Cemil Stüdyosu olarak değişen bu büyülü mekândan yayınlanır. Tamburi Refik Fersan, Mesud Cemil için: “Bir ayna küreye benzer; her taraftan başka görülür” der, onun radyo dünyamızdaki hali de böyleydi. O, spiker, program yapımcısı, yönetici yazar, koro şefi, bestekâr ve döneminin sanatçılarını yönlendiren, eğiten biri olmuştur. 1964 yılından bugüne İstanbul Radyosu bünyesinde çalışmalarını sürdüren koro ve topluluklar, Türk müziğinin seçkin örneklerini dinleyiciyle buluşturmaya devam ediyor. Türk Sanat ve Halk Müziği sanatçılarının konserleri, yine benzeri

1950 ‘li yıllarda İstanbul Radyosu A Stüdyosu’nda pek çok orkestra dinleyici huzurunda konser verir , eğlence dünyamızın vazgeçilmez bir mekanı olur. Radyo Salon Orkestrası Semih Argeşo, yönetiminde , Küçük Orkestra Orhan Borar yönetiminde radyo konserlerine devam eder. olmayan güzelliklerin sesi oluyor. Ülkemizin tek Hafif Müzik ve Caz Orkestrası her ay Mesud Cemil’den sesini duyuruyor. Radyo sanatçılarımızın söylediği şarkı ve türküler bu stüdyoda yeniden anlam kazanıyor. Ve bu konserler her zaman “Mesud Cemil Stüdyosu’na hoş geldiniz” sözüyle başlıyor ve “Mesud Cemil’de Konser “sözüyle bitiyor.

37


BİR DÜNYA SOHBET

Kaf Dağının Sultanı Sinema En Güzel Onun Gözlerinde İzlenir Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN

Orta halli bir ailenin üç kızından biriydi. Merak edip komşularının kızıyla birlikte gittiği film setinde Türker İnanoğlu ondaki sinema ışığını fark etti. Öylesine güzel, alımlı ve yetenekliydi ki 16 yaşında adım attığı Yeşilçam’ın “Sultanı” oldu. Sinemasal açıdan çok çekici görüntüsü, star ışığı, yeteneği, sıcacık kişiliği ve tevazuu hem sinemamızdaki hem de gönüllerdeki tahtını daha da kuvvetlendirmesini sağladı. Zengin, yoksul, kentli, köylü, her sınıftan kadını, hem güldürü hem de dramlarda büyük başarıyla canlandıran Türk sinemasının Sultanı, toplumsal olaylara hassasiyeti ile de bilinir. Başta film festivalleri olmak üzere eğitime, kadına, sinemaya katkısı olan her organizasyona gönülden destek verir. Onlarca sinema ödülünün sahibi, UNICEF Türkiye iyi niyet elçisi, oyuncu, senarist, yönetmen, sinemamızın Sultanı Türkan Şoray’la Ankara’da sinemadan müziğe çok keyifli bir sohbet yaptık. Yılanı Öldürseler filminden otuz dört yıl sonra sizi kamera arkasına geçiren motivasyon neydi? Kızım. Ben cesaret edemiyordum yeniden yönetmen koltuğuna oturmaya. Kızım bir yapım şirketi kurdu ve “anne ben seni istiyorum yönetmen olarak” dedi. Genç bir yapımcı olarak bana güvenmesi beni çok gururlandırdı. Ben de “evet” dedim. Filmde çok güzel bir Yeşilçam kokusu var. Ben Yeşilçam’dan geldiğim için, o dönem sinemacısı ol-

38

duğum için o koku benim genlerime işlemiş. Yeşilçam’ın ayrı bir tadı vardı. İnsani değerleri ön planda tutan sıcacık bir havası vardı. Biz de o ruhla bütünleştik. Bu ruh ister istemez, yaptığınız filme de yansıyor. Bugün çok başarılı filmlere imza atan yönetmenlerimizin de, doğdukları günden itibaren ruhlarına işlemiştir Türk filmleri. O dönemden beslenmişlerdir. O dönemden ışık almışlardır. O dönemi devralarak bugüne geldiler. Atıf Yılmazlar, Halit Refiğler, Lütfi Akadlar, Metin Erksanlar’dan aldıkları mirasla bugün çok güzel işler yapıyorlar. Bir yandan Yeşilçam döneminin sona erdiği söyleniyor. Fakat bir yandan da sinemamızda hâlâ Yeşilçam’ın izlerini görüyoruz. Toplum değiştikçe bu sinemaya yansıyor. Televizyonun yaygın olmadığı dönemde halkın en büyük eğlencesi sinemaydı. İnsan ilişkilerinin daha sıcak olduğu bir dönemdi. Sinema aynasıdır toplumun. Yeşilçam da toplumdan beslenmiştir. Bu birliktelik bugün de devam etmektedir. Bir dönem Amerikan filmlerinin etkisiyle geride kalsa da daha sonra Türk sineması yine seyircisiyle buluşmuştur. Yeni yönetmenler kendi sinema dillerini geliştirdiler. Karakter üzerine yoğunlaştılar, karakterler derinleşti. Anlatım tarzı değişti. Sinema dünyaya açıldı. Bu anlamda Yeşilçam bitmedi sadece anlatım teknikleri değişti. Bugünkü başarıların altında Yeşilçam vardır. Mutlaka Atıf Yılmaz’ın, Metin


TÜRKAN ŞORAY Erksan’ın, Vesikalı Yarim’in etkileri vardır. Bugün çok izlenen dizilerde dahi Yeşilçam sinemasını görebilirsiniz. Benim oynadığım pek çok filmin uyarlaması yapıldı. Hanımın Çiftliği, Dilâ Hanım, Selvi Boylum… Yeşilçam hikâyelerinden kopamıyorlar. Yeşilçam Türk sinemasında bir şekilde devam ediyor diyebilir miyiz? Bugünün sinemacıları bayrağı çok iyi devralmış diyorum. Çağdaş bakışla film yapıyorlar. Özgürce yazıp çekiyorlar. Yurt dışı ile bağlar oluşturuyorlar. Türk sineması mükemmel bir yerde. Filminiz, erkek egemen bir sektöre kadın damgası vuruyor. Senaryoya katkınız oldu mu? Bu benim projem. Hazır bir senaryo üzerinden filmi yapmadık. Gerçek bir olaydan yola çıkıldı. Atıf Yılmaz’la yapacaktık bu filmi onu kaybetmeden önce. Yıllarca benim kafamda gelişti proje. Zor şartlarda çalışan ve ön yargıyla mücadele etmek zorunda kalan kadınların hayatına mercek tutmak istedim. Bu isteğimi senariste anlattım ve “bu hikâyeden bu netice çıksın istiyorum” dedim. Onur Ünlü yazdı senaryoyu ancak maalesef yarısına kadar yazabildi. Bütünü yazamadı. O bizim için biraz şanssızlık oldu. Ve bu duygularla bu filmi yaptım. Kadın filmidir. Filminizde müzik düzenlemesi ve müzik kullanımı da çok başarılı. Dünyaca ünlü bir isimle, Rahman Altın’la çalıştınız. Dünya çapında bir isim. Çok önemli başarılara imza atmış bir müzik insanı. Filmde de onunla çalışmaktan çok keyif aldım. Filme gerçekten çok büyük katkısı oldu. Çok isabetli bir tercih oldu bizim açımızdan. Yeşilçam, müziği çok kullanırdı. Sizin filminizde de müzik filmin önemli bir karakteri. Filme ruh katan önemli bir enstrüman müzik. Duygularımız hemen harekete geçiyor müzikle. Günlük hayatımızda da öyle. Bir de görüntüyle birleşince etkisi artıyor. Yeşilçam’da müzik çok önemli bir parçasıdır işin. Dönem dönem etkisi artıp azalsa da filmin ana unsurlarından biri olarak görüldü hep. Yeşilçam’da çok önemli müzisyenlerle çalıştım. Cahit Berkay bu isimlerden biridir. O bir Selvi Boylum yaptı… Film de müzik de ölümsüzleşti. Müthiş bir müzik. Bu filmde de Rahman Altın çok önemli işler yaptı. Filme çok büyük katkısı oldu. Filmde kısa bir süre uzaklardan da olsa sizi görüyoruz. Yeşilçam filmleri severlere bir göz kırpıyorsunuz sanki. Aaa şöyle bir görünüyorum evet. Ama kendimi hiç beğenmedim. Montaj masasında “ne olur Türkan Hanım kesmeyin” dediler ama kestim kendimi. Benim önümde ya makas. Çok daha uzun süre görünüyordum ama kestim. Yağmur yalvardı “ne olur anneciğim kesme” diye. Oldukça tartışmalı oldu o süreç. Ama kendimi beğenmediğim için sadece bir saniyelik bir görüntümü bıraktım. Hem oynamak hem yönetmek tam bir çılgınlık.

39


SESLİ KÜTÜPHANE

Radyo-3 mutfağından ‘‘Müzik Ataşesi’’ ’’Gençlerle’’ Hazırlayan: Neşe Tartanoğlu

2000 yılından itibaren “Gençlere” programında yine 7’den 77’ye sanatçılarımız canlı olarak stüdyomuzda yer aldılar. 16 yıl boyunca kimler gelmedi ki… Uzun yıllardır bütün dünyanın tanıdığı yıldızlarımız da konuğumuz oldu, kariyerlerinin çok başındaki genç yeteneklerimiz de... Programın olmazsa olmazı olan, dinleyici istekleriyle de çok sıcak ilişkiler kuruldu yıllar boyu dinleyicilerimizle… Radyo-3 Sesli Kütüphane’mizin müzik dolu “raflarından” her ay bir program alıp, programı ve program yapımcılarını sizlerle buluşturmaya çalışıyoruz. Bu ay da bu güzel programlardan ikisiyle daha tanışmaya ne dersiniz? Radyo-3’ün sevilen ve takip edilen programları “Müzik Ataşesi” ve “Gençlere” . Programların yapımcılığını Neşe Tartanoğlu üstleniyor. Yapımcı; “Beyaz Perdeden”, “Şimdi Klasik Müzik” “Yorumcularımız”, “Genç Solistler” ve “Gizli Notalar” gibi Radyo-3’te yayınlanan ve çok beğenilen programlara da imza atmış. Aynı zamanda, “Yorumcularımız” ve “Şimdi Klasik Müzik” programlarıyla da, Mavi Nota Müzik ve Sanat Dergisi tarafından verilen, “Radyo Nitelikli Müzik Programcılığı Ödülü ”’nün de sahibi.

40


Bugüne kadar Finlandiya, Avusturya, Hollanda, Macaristan, Azerbaycan, Avustralya, Şili, İspanya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kore ve Kolombiyalı konuklarımız oldu stüdyomuzda. Bu ay sıra (Haziran) İtalya, Venezuela ve Arjantin’de.

1989 yılından beri Ankara Radyosu Çoksesli Müzikler Müdürlüğü’nde Klasik Batı Müziği programları hazırlıyorum. Ülkemizde bu alanda çalışmaları olan sanatçılarımızla, “Yorumcularımız” adlı programımla başladı bağım. 2000 yılından itibaren de “Gençlere” programında yine 7’den 77’ye sanatçılarımız canlı olarak stüdyomuzda yer aldılar. 16 yıl boyunca kimler gelmedi ki… Uzun yıllardır bütün dünyanın tanıdığı yıldızlarımız da konuğumuz oldu, kariyerlerinin çok başındaki genç yeteneklerimiz de. Onların konser ve resitallerini, katıldıkları festivalleri de yerinde izleyerek röportajlarla duyurduk dinleyicilerimize. Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesinin bir dönem gerçekleştirdiği Anadolu Festivalleri, Ankara, İstanbul, İzmir ve Mersin Festivallerindeki birbirinden önemli konserler ve izlenimler bugün en değerli anılarım arasında. Programın olmazsa olmazı olan, dinleyici istekleriyle de çok sıcak ilişkiler kuruldu yıllar boyu dinleyicilerimizle… Yayın süresince telefonla, son yıllarda sosyal medya aracılığıyla çok rahat ulaşıyorlar bize. Her hafta her şartta bizi arayan, konuştuğumuz dinleyicilerimiz var. Bu mutluluk veren öyle bir bağ ki sözlerle anlatılamaz.

RADYO-3

Mutluluğum bu yıl bir kat daha arttı. Pazartesi günleri 14.00’de canlı olarak yayınlanan “Müzik Ataşesi” adlı programımla, Ankara’da konuk ettiğimiz Büyükelçileri ve Kültür Ataşelerini tanıyarak, dinleyicilerimizle tanıştırarak müzik ve radyo aracılığıyla dünyayla dostluk bağları kuruyoruz artık. Programa konuk olmaları için konuştuğum her Kültür Ataşesi, önce ilgiyle kabul etti teklifimi, sonra büyükelçilerine de iletmeleri gerektiğini söyledi. Görüşmelerinden çok güzel bir sonuç çıktı. Artık ülkelerin önce büyükelçileri geliyor programa… Bir saat boyunca onları ve ülkelerinin müzik yaşamını, müzik eğitimlerini, bestecilerini, solistlerini tanıyıp, birlikte seçtiğimiz müziklerini sunuyoruz. Bunlardan birinden söz etmeden geçemeyeceğim. Avustralya Büyükelçisi Sayın James Larsen, 18 Mart’ta 101. yılını kutladığımız Çanakkale Zaferi’nden sonraki hafta geldi stüdyomuza ve Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan 11 bestecinin, zaferin 100. yıl dönümü anısına hazırladığı Gelibolu Senfonisi kaydını getirdi. Büyük bir heyecanla bölümlerin öykülerini anlattı ve birlikte dinledik bu müzikleri. Sadece müzikler değil; ünlü yazarlar, Nobel ödülü alan isimler ve öne çıkarmak istedikleri konular da yer alıyor. O ülkeyle ilgili ikinci bir programı Kültür Ataşeleri ile yapmak üzere tarih belirliyoruz. Bugüne kadar Finlandiya, Avusturya, Hollanda, Macaristan, Azerbaycan, Avustralya, Şili, İspanya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kore ve Kolombiya’lı konuklarımız oldu stüdyomuzda. Bu ay sıra (Haziran) İtalya, Venezuela ve Arjantin’de. Bu yıl 16. yaşını kutlayan “Gençlere”yi ve kendisine henüz düşünce halindeyken söz ettiğim “Müzik Ataşesi”ni, adını verecek kadar destekleyen Ankara Radyosu Çoksesli Müzikler Müdürü Elif Gökalp’e çok teşekkür ediyorum. Bir teşekkür de elbette hem 2009 yılından beri “Gençlere”yi hem de “Müzik Ataşesi”ni birlikte sunduğumuz programlarıma canla, başla, heyecanla katılan ve çok şeyler katan sevgili arkadaşım Selvi Karakoç’a…

41


KENT HİKAYELERİ

ZAMAN- MEKAN Reşit SARAÇOĞLU kenthikayeleriankara@gmail.com

ABD’li psikolog Abraham Maslow, 1943 yılında ortaya attığı ve genellikle bir piramit çizimiyle anlatılan “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” teorisinde insanın önce yeme içme gibi fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamanın peşine düştüğünü söyler. Bu ihtiyacını gören, karnı tok, sırtı pek hale gelen insanoğlu bu kez gözünü hiyerarşinin bir sonraki basamağına diker ve güvenlik kaygılarını gidermeye uğraşır. Güvenliğin en temel bileşeni doğal olarak barınmadır. İnsan başını sokacak bir mekân, kendisini koruyacak bir dört duvar arar ahir ömründe. Mekân önemlidir insanoğlunun hayatında ve Maslow yerinde bir tespitle bu duruma işaret eder. Neden önemlidir mekân? Sadece güvenliğimizi sağladığı için mi? Bizi gecenin ayazından, karanlığın korkularından koruduğu için mi önemlidir? Bu ve daha fazlasıdır aslında olan. İnşa etme becerisi, en önemli özelliktir belki de insanoğlunu doğadaki diğer canlılardan ayıran. İnsanoğlu inşa eder, yaratır. Öncesinde kocaman bir boşluktan ibaret olan alanlar insanoğlunun elinde mekânlarla dolar taşar. Küçük yerleşim birimleri çıkar ortaya önce. Köy-

42

İnsanoğlu kendisini bir yere, bir ortama, bir mekâna ait hissetmek ister içgüdüsel olarak ve geçmişini merak eder. Tam da bu yüzden geçmişin mekânları ister mütevazı ister görkemli olsun büyük ilgi çeker ve mekânlar adeta bir zaman makinesi gibi çalışır. ler, kasabalar… Sonra iş büyür, dev yerleşim bölgeleri oluşur. Milyonlarca insanın aynı mekânlarda, aynı ortamlarda bir arada yaşadığı kocaman yaşam alanları. Mekânları aynı, mekânlara dercedilen hatıraları tamamen farklı dev tiyatro sahneleri. Gariptir yaşanan. Bir yandan, aynen tiyatro sanatında oldu-


ZAMAN-MEKAN ğu gibi sahne önemsizdir zira mekânı anlamlandıran insandır. A binasının yapılışı o bina hiç kimse tarafından kullanılmasa tamamen manasız bir eylem olacakken, insanoğlunun varlığı ve harcına kattığı anılar, binayı canlandırır. Öte yandan, çok önemlidir sahne zira mekân, bonkör bir hatıra defteri gibi kendisine dokunan tüm insanların anılarını saklar. Ve her mekân, kendi özelliklerini biraz biraz insanına da katar. Bu bağlamda, bir toplumun gelişmişlik seviyesinin en güzel tezahürü galiba mekânlarıyla ilişkisinde gözlenir. Yaşam kalitesinde, eğitimde, hayatın algılanmasında ileri seviyeye gelmiş toplumlar mekânlarını anlamlandırır, anlamlı buldukları mekânları ölesiye korurlar. Böyle toplumlarda, örneğin bir binanın yapımının 200 yıl sürmesi Ayasofya Müzesi’ne ne tip kıyafetler giydiğini merak edersinormal kabul edilir. Hatta daha da anlamlı bulunur. Öyle ya da böyle daha geri niz. Yaşamının nasıl olduğunu, ailesini, gittiğinizde ve kalmış toplumların övündüğü şey ise gearkadaşlarını öğrenme dürtüsü kaplar nelde sürattir. Bir mekânın güzel, doğru, üst katta bir Viking’in, içinizi. Ve içten içe gülersiniz. Aradan kaliteli ve estetik olması yerine hızlı inşa geçen yüzlerce yılın insan doğasında bir bildiğiniz Viking’in şey değiştirmediğini, beklemekten canı edilmiş olması yeterli kabul edilir. Henüz doğru düzgün hatıra bile biriktiremeyen sıkılan birinin o zaman da sağa sola bir taşa kazıdığı eski mekânlardan çabucak kurtulur bu şeyler kazımaktan geri durmadığını fark tip toplumlar ve yerine süratle “modern” “Halvdan buradaydı” eder, gülersiniz. Aslında kızılacak, ayıplamekânlar kurar. Kalıcılık ve geleceğe nacak bir harekettir mekânların taşlarına yazısını gördüğünüzde uzanma, inşa edenlerin ya da ettirenlerin bir şeyler kazımak ama o paralı asker, can kaygıları arasında yer almaz. garip bir duygu kaplar sıkıntısından Ayasofya’nın taşını kazımakKalıcılık ve geleceğe uzanma, insanın la kalmamış, tarihin ötesine kazımıştır yolculuğundaki en önemli yapıtaşların- benliğinizi. Tam orada adını. Haşmetli Ayasofya’nın, bir Viking’in dandır hâlbuki. İnsanoğlu kendisini bir mütevazı dokunuşunu zamanın ötesine durmaktasınızdır. yere, bir ortama, bir mekâna ait hissettaşıyabilmesine saygı duyar, derin dümek ister içgüdüsel olarak ve geçmişini Sizden yaklaşık 1200 yıl şüncelere dalarsınız. merak eder. Tam da bu yüzden geçmişin Böyledir mekânlar. Derin düşüncelere önce o yazıyı o taşa mekânları ister mütevazı ister görkemdaldırır insanı. Şurada harika bir konser li olsun büyük ilgi çeker ve mekânlar izlemişsinizdir. Orada sevdiceğinizle en kazıyan Viking’in adeta bir zaman makinesi gibi çalışır. derin hayallere dalmışsınızdır. Hayatınızın Örneğin, İstanbul’da Ayasofya Müzesi’ne durduğu noktada. en sevinçli haberini, hayatınızın en üzügittiğinizde ve üst katta bir Viking’in, bilcü haberini burada almışsınızdır. Tam da diğiniz Viking’in taşa kazıdığı “Halvdan buradaydı” yazısını o noktada sevilmediğiniz söylenmiştir size. Tam da şu nokgördüğünüzde garip bir duygu kaplar benliğinizi. Tam ora- tada aşk gözlerinizi kör etmiştir. Tam da burada hayatınız da durmaktasınızdır. Sizden yaklaşık 1200 yıl önce o yazıyı başlamış, tam da burada hayatınız sona ermiştir. o taşa kazıyan Viking’in durduğu noktada. Muhtemelen bir İnsan önce karnını doyurmaya bakar hayatta. Sonra, başını paralı asker olan ve gene muhtemelen canı çok sıkıldığı için sokacak bir mekân arar. Ve insan, ilmik ilmik örer mekânlataşa o yazıyı kazıyan o paralı askeri merak edersiniz. Onca rında hayatı. Hatıralarını harcına karıştırır gittiği her mekânın yolu aşıp Avrupa’nın kuzeyinden İstanbul’a neden geldiği- ve o mekân artık onun olur. İnsan mekânla, mekân insanla ni merak edersiniz. Fiziksel görünümünün nasıl olduğunu, anlam bulur.

43


MÜZİK KUTUSU

ACIDAN GEÇMEYEN ŞARKILAR BİRAZ EKSİKTİR Rahmi Mert ÖZCAN rahmimertozcan@gmail.com

“Eskiden çok kolaydı tekrar aşık olmak. Ama zor keşfettim ve bu acıya yönelten bir yol. Aşkın sadece bir oyundan daha fazlası olduğunu buldum. Kazanmak için oynuyorsun ama aynı şekilde kaybediyorsun.” ( Gary Moore - Still got the Blues ) Hayat tek kelime zorlu bir yolculuk… Mantık ve duygular arasında labirentleşen, gördüklerin ve yaşadıkların arasında tepkimeye giren, önce kendinle birleşen bazen çelişen, herkese göre tanımı farklı ama yaşanması gereken en büyük tecrübe. Bence bu hayat yolculuğunda bizi zorlayan en önemli etkenlerden birisi duygularımız. İfade etmesinin zor olduğu, hatta ifade etseniz de anlaşılmasının da yine bir o kadar zor olduğu duygularımız... İşte bu büyülü, manevi ruh yolculuğunda sihirli tek bir kelime dokunabiliyor tüm duygulara ve bazen de hayatımızın tam merkezine bırakıyor kendisini. Söyleyemediklerimize, kuramadığımız cümlelere, anlatamadıklarımıza, anlamadıklarımıza kısacası pek çok sorumuza cevap verebiliyor bu sihirli sözcük. Tek kelime, MÜZİK... “Artık giderek yaşlandığımı hissediyorum... Ve söylediğim şarkılar uzaklarda yankılanıyor. Tıpkı dönüp duran bir yel değirmeninin sesi gibi. Sanırım ben hep bir ganimet avcısı olarak kalacağım.” ( Deep Purple - Soldier of Fortune )

44

Müzik uçsuz bucaksız kocaman bir sonsuz… İçinde kaybolma garantili. Yüzyılları takip edip her dönemden, her yöreden bir şeyler keşfetmek mümkün. Bir insan düşünün ki önüne sunulmuş bir dolu alternatif var ve bir o kadar da duygulara tercüman olmuş ve olmaya devam eden sanatçılar ve müzisyenler topluluğu var. Bunların içinden herhangi birisinin tadını alıp onu keşfetmeye doğru yürüdüğünüzde önünüze açılacak bir dünya yeni kapılara da hazır olmanız gerektiğinin heyecanını yaşayacaksınız. Geri dönüşü olmayan yola hoş geldiniz. Geri dönüşü olmayan bu yolda duygulara tercüman en güzel formlardan birisi kesinlikle


şarkılardır. En başında da söylediğim gibi tüm duygulara tercüman olan, bizi anlatan, bizim sevdiğimiz, bize özgü ve sadece bizi yaşayan şarkılar. Mutluluğu, acıyı, huzuru, imkânsızlığı, çaresizliği, düzeni, birliği, dirliği ve çok daha fazlasını anlatan sihirli notalar topluluğu ve o notaları anlamlandıran, şarkıları unutulmaz kılan sihirli müzisyenler. “Benimle usulca konuş, gözlerinde bir şey var. Başını acı içinde eğme ve lütfen ağlama. İçinde nasıl hissettiğini biliyorum. Daha önce oradaydım...” ( Guns’N Roses - Don’t Cry ) BİR DÜNYA ACI Sanırım şarkılardan duygu olarak en büyük beklentimiz acılarımıza dair. İnsanlığın melankolik yapısını ve kaçınılmaz yalnızlığını da düşündüğümüzde buna çok da fazla şaşırmamalı. Aşk, ölüm, yalnızlık, mutsuzluk, ayrılık, dünya meseleleri vb. gibi durumlar bize acı getiren başlıca duygular. Bu duygularla yoğrulmuş ve bizimle kavrulmuş bu şarkılar olmazsa olmazlarımız. Ya açar hemen dinleriz o şarkıyı veya sesimizin nasıl olduğunun bir önemi olmadan haykırırız onu boşluğa ya da yapmayı en çok sevdiğimiz olan, açar armağan ederiz şarkıyı, duygularımıza tercüman olan. Hem kendimizi anlatırız, hem acının verdiği o tuhaf mutluluk hissini tadarız. En çok da o zaman yakınlaşırız şarkının sahibine. Kısacası acının, dozunda, güzel bir his olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Zaten Sezen Aksu da tam da öyle dememiş mi “ Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir. “ diye? “Nerede olduğunu merak ediyorum ve ne yaptığını. Bir yerde kendini yalnız mı hissediyorsun?

Ya da birileri seni sevmiyor mu? Bana kalbini nasıl kazanacağımı anlat. Çünkü hiç bir fikrim yok...” ( Lionel Richie - Hello ) Bir de bir zamanlar huzur verip şimdilerde ise acı veren şarkılar vardır. Veya tam tersi… Zamanında yaşadıklarımız, zamanın nelere kadir olduğu veya zaman aşımı gibi. Tıpkı her yaşın bir acısı, her acının bir yaşı ya da tüm hayatın en az tek acısı olduğu gibi. Bu durumları açıklayacak, bu durumu özetleyecek bir dünya şarkı da var tabii ki. Gary Moore-Still Got The Blues, Deep Purple-Soldier of Fortune ve Radiohead-Street Spirit parçaları acının farklı tonlarını bize gösterirken; Judas Priest-Before The Down, Megadeth-Promises ve Dream Theatre-Space Dye West yapıtları ise net olarak acının en sert vurgusunu bizlere ulaştıracaktır. “Birbiriyle konuşmaması gereken iki kalp… Bir hapishane odası gibi bir kasabada, Birbirine yaklaşıyor. Sokaklarda insanlar sessiz tonlarda adımızı konuşuyor. Anlatacakları hikâyeler... Ah! Birileri dinleseydi...” ( Megadeth - Promises) Hayat için en büyük tecrübe, müzik için geri dönüşü olmayan yol ve şarkılar içinse duygulara tercüman en güzel form deyip, üç büyük kalpten bahsettik birbiriyle konuşması gereken. Kocaman sonsuzlukta birbirine daha da yaklaşan ve duygularımıza sessiz sessiz adını işleyen bu kalplerin hikâyesi, işte bazen acının ta kendisi. Hepsi aslında hepimizin hikâyesi… Ah keşke birileri dinleseydi...

45


BİR DÜNYA İNSAN

Kazım Koyuncu Murat ÖREM murat.orem@trt.net.tr

Yeryüzünden Hakiki Şarkılarla Türkülerle Geçen Adam… “Kötü şeyler gördük... Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük... Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anne babalar, tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük... Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.” Bu cümleler bugüne ait değil... Bu cümleler, tam 11 yıl önce yine bir Haziran gününde yalnızca 34 yaşındayken aramızdan ayrılan Kazım Koyuncu ’ya ait... Yeryüzünde, duruşu olan şarkılar türküler ve cümleler söyledi Kazım Koyuncu. Ve öyle geçip gitti aramızda. Uzun süren hastalığının son günlerinde… “İşte gidiyorum bir şey demeden arkamı dönmeden şikayet etmeden hiçbir şey almadan bir şey vermeden yol ayrılmış görmeden gidiyorum... Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde yürüyorum senin yanında sesin uzaklaşır her bir adımda ayak izin kalmadan gidiyorum.” Dedi.

46

Ama şarkısındaki cümlelere inat geride kalanlara hem bir şeyler vererek gitti hem de ayak izini bırakarak. Kazım Koyuncu öldüğünde tarih 25 Haziran 2005’ti...11 yıl geçmiş aradan ve bilenler bilir çok yakın zaman önce babası da evladı Kazım Koyuncu’nun yanına gitti. Kazım Koyuncu’nun ömür yolculuğu 1971 yılının Kasım ayında başladı. Koyuncu’nun da en büyük talihsizliği, ilk gençlik günlerini geçirdiği zamanlarda yaşanan Çernobil faciası oldu… 1986 yılının baharında yaşanan Çernobil faciası yalnızca bulunduğu coğrafyaya değil bütün dünyaya kanser ve ölüm taşıdı çünkü radyoaktif bulutlarla… Kazım Koyuncu’nun ölümü de kanserden oldu. Çernobil, adeta çöküşün ve yıkılışın işaret fişeğiydi Sovyetler Birliği için de... Çernobil’deki patlamanın ardından ülkemiz de ve özellikle Doğu Karadeniz bölgesi de payına düşeni aldı, ölümcül radyasyon bulutu yağmurundan, günler haftalar aylar ve yıllar boyu... Gerçi dönemin yetkili isimleri radyasyon bulutlarının Türkiye’ye gelmediğini kanıtlamak için (!) kameralar karşısında bardak bardak çayları, sütleri içtiler ama aradan geçen yıllarda o melun hastalık özellikle Doğu Karadeniz’de deyim yerindeyse patladı. Radyasyon bulutları rüzgârla taşınmış ve özellikle bahar yağmurlarıyla da toprağa sızmıştı çünkü. Ota, süte, ete, çaya... Sızmıştı çünkü. Arsız bir misafir gibi, gitmeye de hiç niyeti yoktu. Ve radyasyonun yarı ömrü bile daha onlarca yıl sürecekti... Hala da sürüyor. Kazım Koyuncu da o Çernobil günlerinde, hücrelerin kendini yoğun olarak yenilediği ilk gençlik yıllarındaydı... Kanserin en sevdiği şeydi gençlik dönemindeki hızlı hücre


KAZIM KOYUNCU yazıyla anarken, Koyuncu’nun ölümüyenilenmelerinde kendine daha kolay nün hemen arkasından abisi, hemyer bulmak. Bütün vücudu arsızca ele “İşte gidiyorum şehrisi Volkan Konak’ın yazıp söylediği geçirmek... Gardaş isimli yakıcı şarkının sözlerine bir şey demeden Kâzım Koyuncu 35’e bile gelemeyen de bir bakın isteriz… Volkan Konak da hayatında yeni ve içten şeyler söylearkamı dönmeden Kazım Koyuncu’nun ölümünün çok di. İyi müzik yaptı bir yandan da çevre öncesinde canını kaybetmişti yine konusunda duruşu olan cümleler kurşikayet etmeden kanserden. Unutulmaz Cerrahpaşa du. Bu duruşunu politik hayatında da hiçbir şey almadan ağıtı da o günlerde yazılmıştı. sürdürdü ama kimseleri kamplaştırmaKazım Koyuncu’nun ardından da şu dan… Kendisiyle özdeşleşen sözüne bir şey vermeden cümleleri yazıp söyledi Volkan Konak atıf yaparak ve bir kez daha hatırlataonun için; rak söylersek “Şarkılarla ve iz bırakarak yol ayrılmış “Gökten bir yıldız kaydı Karadeniz’e geçti aramızdan Kazım Koyuncu…” Lazca müzik konusunda da çalışmaları görmeden gidiyorum... düştü Aman gardaş yaralıyım olan Kazım Koyuncu, geleneksel Laz Ne küslük var Onu sevenlerinin yürekleri tutuştu halk müziğini rock tabanlı olarak yoSusun kuşlar susun kara karalıyım... rumladı, son günlerine dek de ayakta ne pişmanlık kalbimde Bu amansız hastalık tatlı canını aldı kaldı, konserler verdi. Yıllardır sessiz yürüyorum senin yanında Kemençesi duvarda gitarı nerde kaldı sedasız emek emek belgesellere imza atan Ümit Kıvanç, Kazım Koyuncu’nun sesin uzaklaşır her bir Kalksın dağların karı kervanım yürüyecek ölümünden sonra onu anlatan “Şaradımda O güzelim saçları toprakta çürüyecek kılarla Geçtim Aranızdan” belgeselini Gene geldi yaz başı şenlenir yüksek de yaptı kadir kıymet bilirlikle... ”Kazım ayak izin kalmadan dağlar Koyuncu, tam da bu memleketin en Aman aman gardaş yara yaralıyım çok ihtiyaç duyduğu insanlardandı. gidiyorum.” Demedi mi Azrail, var sevgilisi ağlar Memleket bunu ne kadar fark etti, biSusun kuşlar susun kara karalıyım lemiyoruz. Ama ben öyle düşündüm...” demişti Ümit Kıvanç, belgesel için emeklerini ortaya koy- Aman aman gardaş yara yaralıyım...” Şarkılarla aramızdan geçen yakışıklı ve adam gibi adamın, duktan sonraki cümlelerinde. Kazım Koyuncu’yu ölümünün 11. yıldönümünde şu kısa Kazım Koyuncu’nun anısı önünde saygıyla…

47


BİR DÜNYA CAZ

Cazın Mekânları Feridun ERTAŞKAN Cazkolik.com

beş-otuz yıl önce yurtdışından bir ünlü sanatçı gelse nerede konser verdireceğimizi şaşırırdık. Geçen gün Antalya EXPO 2016 kapsamında 6.500 kişilik salonda arka arkaya konserler verildiği haberini duyunca ancak bu kadar büyük bir salonun varlığından haberdar olduk. İnsanoğlu her zaman sahip olduğunun daha büyüğünü, daha modernini ister ama müzikler bulunduğu mekânlarla kaimdir. Caz müziği küçük, basık, sıkış tepiş, sağlıksız ama insanların içinde olmaktan mutlu olduğu kulüpGeçtiğimiz haftalarda sessiz sedasız yüzyılın en önemli mimarlarından birinin öldüğü haberi geldi. Türkiye’de gündem çok hızlı değiştiği için gazete köşelerinde küçük bir haber olarak yayınlandı gitti, oysa, Zaha Hadid, Frank Gehry gibi bir ismin ardından müzik mekanları, konser salonları, kültür merkezleri mimarisi konusunda dünyanın en önemli isimlerinden biriydi, çok yaşlı değildi, altmışların ortasındaydı ve Irak doğumlu bir Müslüman kadın olarak 20. yüzyıl mimarisinin en önemli isimlerinden biriydi. Yazıya Zaha Hadid ile başladık zira Hadid tıpkı Gehry gibi konser mekânları konusunda dünyanın en iddialı yapıtlarına imza atmıştı. Konumuz Hadid ya da bir başka mimar değil ama onların imzasını attığı yapıtlar bulundukları şehrin simgelerine dönüşüyor. Belki farkında değiliz ama içlerinde icra edilen müziği de etkiliyor. Müziğin mimarisi değişiyor Son yıllarda dünyanın her yıl birbiriyle yarışarak modernleşen iki kitlesel eğlence türü var; Spor ve Müzik. Bu iki türün yarıştığı ortak alan ise her yıl dünyanın bir yerinde giderek ‘bir öncekinden daha modern’ merkezlerin açılması. Eskiden ancak devletlerin altından kalkabildiği bu tarz büyük yatırımları artık belediyeler, özel şirketler hatta vakıflar, sivil toplum kuruluşları dahi yapabiliyor. Oysa, çok değil, bundan yirmi

48

lerde büyüdü. Opera, insan sesinin en baskın formu olduğu için her zaman büyük ve süslü salonlara ihtiyaç duydu. Avrupa, daha 16-17. yüzyıllarda bile görkemli salonlara sahipti. Geceleri ışıkların ve müziğin etkisiyle büyüleyici gelen pek çok rock barına gündüz gözüyle bakın gözlerinize inanamazsınız ama bir sonraki gece yine aynı yerde yepyeni bir müzikle karşılaşabileceğiniz gerçeğini değiştirmez. Modernleşme eskiyi muhafaza etmekle yeninin şekillenmesi arasında kendine yeni yollar bulmaya ve müzik türleri üzerinden hayat tarzlarını belirlemeye çalışırken bu yönlendirmeyi yapan en önemli etken müziğin değişen, çeşitlenen ve endüstrileşen türleriydi. Dok-


sanlara kadar süren sağlıksız müzik mekânları sigaranın yasaklanmasıyla tarihe karıştı. Zaman müzik gibi mekânları da değiştirdi. Küçük bohem mekânlardan büyük, ‘modern cultural centre’lara... O eski, basık ve küçük müzik mekânları hâlâ var ve hâlâ gözdeler, hiç bir zaman da gözden düşmeyecekler, onların ihtiyaç alanları farklı ama iki binli yıllarda müzikle modern mimarinin iç içe geçtiği büyük ya-

pılar yeniden dünyayı sarmaya başladı. Barok opera binaları yerlerini bilimkurgu filmlerinde uzay gemilerine benzeyen yepyeni yapılara bırakmaya başladı. Bir yandan bu gelişmeler olurken bir yandan müziğin açıldığı sosyal alanlar her ülkenin kendi koşullarına göre artmaya ve çeşitlenmeye başladı. Bugün, bir yandan Zaha Hadid gibi büyük formların mimarlarının aklı zorlayan tasarımları sınırları belirlerken bir yandan tarihi şehirlerin eski semtlerinin en küçük alanları dahi birer konser mekânına dönüşmeye başladı. Günümüzde konser mekânları hangi yöne evriliyor? Günümüz insanı dinlediği müziği mekânıyla birlikte algılamayı ve yaşamayı seviyor. Eskiden imkânsız olan dini mekanlarda müzik konserleri artık bildik bir hâl aldı. Kiliseler, sinagoglar notaların yayıldığı mekânlar oldu. İstanbul’un en mutena semtlerinde konuşlanmış muhteşem manzaralara sahip elçilikler artık bi-

nalarını konserlere açmaktan çekinmiyor. Bu sayede daha düne kadar üç-beş konser mekânımız bile yok-

ken artık onlarca eşsiz muhitte, inanılmaz manzaralara bakarak müzik dinleyebiliyorsunuz. Yanı sıra, müzikseverler büyük kültürel aktivitelerin gerçekleştiği sürrealist merkezlerin de içinde gezinmek, aynı anda sahneye bakan binlerce koltuktan birinde oturmak istiyor. Yani, şehrin hem geçmişini, hem geleceğini yaşayabilmeyi istiyor. Dinlediğiniz müziği mekânıyla bütünleştirmek Son yılların trendlerinden biri de eski sanayi tesislerini konser mekânlarına çevirmek. Özellikle daha avangart müzikler için müziğin doğal mekânı haline dönüşebilen böylesi yerler şehrin doğal ortamı olarak müziğin dokusuna erişebiliyor ve dinleyiciler de müziği klasik bir konser salonundansa böyle yerlerde daha rahat içselleştirebiliyor. Dijitalleşen müzik kendi mekânlarını üretiyor Dijital müzik diğer müzik türleri gibi orijinal bir mimarinin peşinde koşmaktansa sersemletici ışık ve sahneden başlayıp her yere yansıyan görsel şovların peşinde. Yeni mekân üretmektense bulunduğu mekânı kendi estetiğine dönüştüren bir müzik türü olarak konser alanları için belirleyici yeni kavramlar üretiyor. 49


BİR DÜNYA ALBÜM

Gecenin İçinde Tango Tango in the Night

Murat EKŞİ tarumiske@yahoo.com

Yıl 1987. Aylardan Nisan. Günlerden ise 13’ü. 20 küsur yıl öncesinde blues-rock grubu olarak yola çıkmış grubun yeni albümü piyasaya çıkıyor. Albüm, grubun son zamanlarının tavrını sürdürecek şekilde pop-rock bir ambalajda sunuluyor. Grubun kadrosu ise çoğunlukla grubun pop-rock tarafını sevenler için en iyi konumunda bulunuyor: Lindsey Buckingham, Stevie Nicks, Christine McVie, John McVie ve Mick Fleetwood.

50

“Tango in the Night” özellikle Lindsay Buckingham’ın vurucu ve keskin pop tarafının Stevie Nicks gibi büyük bir ses ile buluştuğu, Christine McVie gibi bir sakinliğin derininde ironi yarattığı bir pop-rock/soft-rock şaheseri. Hemen her şarkıda başrolü bir başka ismin aldığı, ağırlığın başka bir tarza kaydığı, bestelerin sözle uyum içinde dans ettiği bir komple albüm.


FLEETWOOD MAC “Big Love”, klasik bir Lindsay Buckingham bestesi. Seri, çekici, akılda kalıcı. Albümün ruhu için iyi bir imza olabilir. “Seven Wonders”, Stewie Nicks’in yazarlar içinde olduğu ve onun ses rengine çok uyan bir parça; hafiften Amerikan kokan ve rock soundu tatlı bir hüzün içeren bu şarkı tam da Nicks’in duruşunun bir resmi adeta. “Everywhere”de sahne alan C. McVie şarkıyı seslendiren ve yazan konumunda. Bu sefer Fleetwood Mac’in sakinlik ile güzel imtihanını görüyoruz. Ve “Tango in the Night”. Albüme ismini veren şarkı Buckingham’ın rock tarafını ortaya koyduğu, gitarların öne çıktığı bir görkemli şarkı denemesi. Denemenin

başarılı olduğunu söylemek mümkün. “Little Lies” plak formatında basılan albümlerin B kısmına denk düşen ilk parça. Harika bir beste ve akılda kalıcılığı çok üst düzeyde bir nakarattan oluşan şarkı, albümün en çok bilinen şarkılarından biri. “Family Man”, Lindsay Buckingham’ın seri ve akılda kalıcı pop üstatlığının bir ürünü, harika bir akıcılık ve groove içeriyor. “Isn’t It Midnight” tam bir 80’ler pop’u tınısında bir şarkı. 80’ler B-movie’lerinin kahramanlık sahnelerine koyun, su gibi aksın gitsin, o derece. “You and I, Part II”, Buckingham’ın sanki yılbaşı için gitarlı sessiz sakin yazdığı bir şarkının hızlandırılmış hali gibi. İçinde

bir iyimserlik, bir olumlu şeyler var ve sıcak. Ve elbette Buckingham’ın tarzı gereği hızlı bir şarkı. “Tango in the Night”, Fleetwood Mac’in ilk blues zamanlarını sevip, ona gönül verenler için fazla anlam içermeyen ama benim gibi grubun blues sonrası zamanlarını çok sevenler için bulunmaz bir hint kumaşı. Temiz ve özenli kaydı, akıp giden yakalayıcı besteleri, pop’un kaliteden taviz bölgesindeki merkezi yaklaşımı ve her yerde bulunmayacak grup içi rol dağıtımı ile çok özel bir albüm. Gecenin içinde tango yapmanızı belki sağlamaz ama gecenizi bir harika yapar, bizden söylemesi.

Albümdeki şarkılar ise şu şekilde sıralanıyor: 1 – Big Love 3 – Everywhere 5 – Tango in the Night 7 – Little Lies 9 – Welcome to the Room... Sara 11 – When I See You Again

2 – Seven Wonders 4 – Caroline 6 – Mystified 8 – Family Man 10-Isn’t It Midnight 12- You and I, Part II

51


BİR DÜNYA ALBÜM Murat EKŞİ tarumiske@yahoo.com

Jakuzi – Fantezi Müzik Adına aldanıp bir fantezi müzik albümü sanmayın diyerek uyarımızı yapalım öncelikle. Jakuzi, Kutay Soyocak ve Taner Yücel’den müteşekkil bir grup, bir proje grubu. Peygamber Vitesi’nden tanıdığımız Kutay Soyocak ve Domuz Records’un ta kendisi Taner Yücel’in Jakuzi projesi açıkçası yılın en güzel sürprizlerinden. Synthpop, dreampop ve new wave arasında gidip gelen, üzerinde düşünülmüş beste ve sözleriyle dikkat çeken bir albüm “Fantezi Müzik”. Etkileyici ve buralar için şaşırtıcı kalitedeki “Koca Bir Saçmalık” şarkısı ile tanıtılan albüm, bu ülkenin müzik üretimleri arasında adeta mücevher gibi parlıyor. Sıradan ve vasıfsız pop üretimlerine derinliği ve ustalığı ile adeta ders veren Jakuzi’nin “Fantezi Müzik”i tartışmasız ve açık ara yılın şu ana dek çıkan en iyi yerli albümü. Kendilerini büyük sanatçı zanneden bir takım “şarkıcı”ların ders almaları dileklerimizle.

Yıldız Tilbe – Oynat Yıldız Tilbe’nin Türkiye pop müzik tarihindeki yeri, öyle ya da böyle, yadsınamaz durumda. Ülke sahnelerinde ve ekranlarında yer almaya başladığı andan itibaren kendine has üslubu ile kendine özgü bir hayran kitlesi edinen sanatçının yeni albümü huzurlarınızda. “Oynat”ta 10 adet şarkı var ve bu şarkıların tamamının söz ve bestesi sanatçının kendisine ait. Albümün tamamında alışılagelmiş Tilbe vokal, söz ve beste üçlüsünü bulabiliyorsunuz. Buna karşın Tilbe kendi geçmişine bu albümle bir şey ekleyebilmiş mi sorusunun cevabı ise net bir hayır oluyor. Üstüne üstlük “patlayabilecek”, her yerde çalınacak bir şarkı var mı sorusunun cevabı da net değil. Tilbe ve Türk pop müzik hayranları için beklendik bir üretim “Oynat”. Yılın en iyilerinden mi? Hayır.

Serdar Ortaç – Gıybet Serdar Ortaç’ın 18. (evet 18.) albümü “Gıybet” müzik marketlerdeki yerini aldı. 10 adet şarkıdan oluşan albümde 7 şarkıda sanatçının imzasını söz ve/veya bestede görmekteyiz. Ortaç’ın bütün diğer albümleri gibi bu albümde aynı tarz basit, tek düze vokal bestesi, sabit ve sıkıcı bir ritm üzerine kurgulanmış şarkılardan oluşuyor. Uzatmaya gerek yok: Müzikalite olarak diplerde dolaşan, dinleyene hemen hiçbir şey veremeyen/vaat edemeyen, sanat adına en küçük olumlu bir ayrıntı içermeyen bir albüm “Gıybet”.

52


ALBÜM EKŞİSİ

ANOHNI – Hopelessness Şu bileşime bakınız: Antony ve Hudson Mohawke! Romantizm, elektronik tarafın keskin yüzeylerine taşınıyor! Antony and The Johnsons’ın Antony’si artık ANOHNI adını aldı ve yeni albümünde duygularını ve düşüncelerini yeni beat kuşağının en önemli dâhilerinden Hudson Mohawke’ın ritimleri üzerine bırakıyor. Orta tempoda dans edilebilecek hassas melodiler ve eşsiz bir vokal için, yeni zamanların elektronik harikası “Hopelessness”e buyurunuz.

Radiohead – A Moon Shaped Pool Son yılların en sabırsızlıkla beklenen albümlerinden biri oldu “A Moon Shaped Pool”. İngiliz grubun 9. stüdyo albümü bu ve grubun brit-alternatif/rock’dan başlayıp deneysel/elektronik/psikedelik yönlere evrilen müzikal tarihinin son noktasını oluşturuyor. Albüm hakkında çok olumlu yazılıp çizilenlerden ve konuşulanlardan dolayı umutluysanız size kötü bir haberimiz var ve bu haber tek bir kelime: Vasat. “A Moon Shaped Pool”, overrated (gereğinden fazla abartılmış) albümler tarihindeki yerine layığıyla yerleşiyor.

Kristin Kontrol X-Communicate Dum Dum Girls’ün Dee Dee Penny’si, aslen Kristin Welchez, yeni alter-ego’su Kristin Kontrol ile karşımızda. Dum Dum Girls’ün eskiye öykünen garaj soundundan çok farklı bir noktada “X-Communicate”; içinde rock tadı olan power-pop’dan evrilmiş bir synth-pop. Kontrol bunu yaparken 80’lerin karanlık pop tadına yaklaşmış ve o zamanların kadın seslerine de -Siouxsie Sioux gibi- bir nevi öykünmüş. Synth tabanlı kaliteli pop dinlemek isteyenlerin, 80’leri yad etmek isteyenlerin ve bunları yaparken de bugünden elini çekmek istemeyenlerin bu yılki hediyesi “X-Communicate”.

53


Cahit CESUR cahit.cesur@trt.net.tr

14 Haziran 2008

Avni Anıl hayatını kaybetti.

“TRT Kurumu henüz yoktu. Ankara, İstanbul, İzmir Radyoları vardı. İstanbul Radyosu’nun müdürü Mesut Cemil’di ve Nevzat Atlığ’da onun muaviniydi. Üsküdar Musiki Cemiyeti’ndeki arkadaşlarının Arif Sami Toker, ney üstadı Niyazi Sayın, kemençe üstadı Cüneyd Orhon (1943 yılında polis enstitüsünü bitiren ve emniyet amiri olarak emekli olan İbrahim Hilmi Orhon’un oğludur) radyoya girmişler, benim için de “ne işi var onun emniyette” diye radyo yetkililerine söylemişler. Bunu duyan Enstitü hocamız Kemal Kestelli tepki göstermiş, benim ertesi yıl Polis Enstitüsünün yüksek bölümüne gidebileceğimi söylemiş. O zaman Enstitüde iki yıl daha okunup komiser, müdür olunuyordu. Öte yandan Haşim Aytural beni arayarak Kriminoloji eğitimi için Almanya’ya gideceğimi bildirdi. Ama bunlardan hiç biri olmadı. Gönlümü emniyette bırakıp musikiye gittim. İki yıllık polislik serüvenim sona erdi. 1954 yılında kadrom, Başbakanlık Basın Yayın Umum Müdürlüğüne aktarıldı.” Avni Anıl, kendisiyle yapılan bir söyleşide, Adana’da polislik yaptığı dönemde başından geçenleri böyle anlatıyor. Türk Sanat Müziği’nin ünlü bestekârı, unutulmaz eserleriyle tanınan devlet sanatçısı Avni Anıl, 1928 yılının 23 Nisan’ında doğdu. Bulgaristan’ın Varna kentinden Türkiye’ye gelmiş ve Edirne’ye yerleşmiş olan ailesi daha sonra Biga’nın Kozçeşme nahiyesine göç etmişler. Eşi Mine ile 45 yıllık evliliğinden iki kızı ve keman virtüözü olan Ezgi Anıl adında 28 yaşında bir oğlu vardır. Kız kardeşi Berhayat Anıl, konservatuar mezunu ve Radyodan emekli oldu. Çocukluğu, Üsküdar’da geçti. 1942 yılında Paşakapısı Ortaokulunu bitirdi. Haydarpaşa Lisesine kaydını yaptırdı. Ara vermek zorunda kaldığı lise eğitimini, 1966 yılında açılan olgunluk sınav sonucunda tamamladı. 1949 yılında askerlik görevine İstanbul’da başladı. 1952 yılında, babasının kara sarılık hastalığına yakalanmasından sonra aile bütçesine katkıda bulunmak için polislik sınavlarına girdi. Sınavı birincilikle kazandı ve görev yeri İzmir Fuarı oldu. Daha sonra Ankara Polis Okulunda eğitimini tamamlayarak İstanbul’a döndü ve ilk ataması Adana Emniyet Müdürlüğü oldu. Polislik mesleğini bırakarak İstanbul Radyosu’nda çalışmaya başladı. Konya Selçuk Üniversitesinin fahri doktorluk unvanıyla onurlandırıldı. Musikiye çocukluk yıllarında Üsküdar Halkevinde başladı. O zamanlar Ord. Prof. Reşat Kaynar, Üsküdar Halkevinin başkanıydı. Müziğin ilk öğelerini Üsküdar Halkevinde öğrendi. 1943-1946 yılları arasında cumartesi ve pazar günleri müzik

54

öğretmeni Kemal Beyle Çamlıca Kısıklı’daki aile çay bahçesinde program yapıyorlardı. Öğretmeni akordeon, Hacettepe Üniversitesinden emekli olan Orhan Andaç piyano, Anıl ise bateri çalıyordu. 1950 yılında Üsküdar Musiki Cemiyetinde Emin Ongan ‘la tanıştı ve ders almaya başladı. Orada 7 yıl süreyle Türk müziğinin ne olduğunu öğrendi. Beste, şarkı formu, günün şarkılarını meşk yoluyla öğrendi. İlk beste denemelerine Üsküdar Musiki Derneğinde başladı. Arif Sami Toker vasıtasıyla notalarını Emin Ongan’a götürdü. Emin Ongan notaları inceledikten sonra: “Aman Avni, bunlar ne güzel şeyler” dedi. İlk eseri “Sordular Mecnun’a Leyla’nın Saadethanesin” güfteli rast makamından olan şarkısıdır. Hüzzam makamındaki “Ağla Çeşmem, Eski Lezzet Kalmamış” adlı bestesini Adana ‘da polisken yaptı. 1972 yılında İzmir Radyosunda 10 yıl süre ile müzik yayın şefliği yaptı. 1982 yılında İzmir Radyosundan emekliye ayrıldı. 1990 yılında Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Devlet Türk Sanat Musikisi topluluklarının sınavlarını yapmak için uzman sanatçı kadrosu ile yeniden memurluğa başladı. 1993 yılına kadar Elazığ, Diyarbakır, Samsun, Konya ve Bursa’da koroların kurulması çalışmalarında bulundu. 1955 yılında, Akşam gazetesinde “Türk Musikisi ve Radyolarımız” başlığıyla yazılar yazdı. Münir Nurettin, Sadettin Kaynak gibi ünlü müzisyenlerle röportaj yaptı. Dünya gazetesinde 7 yıl çalıştı. 1969 yılından itibaren 36 sayı ve üç cilt olarak yayımlanan “Musiki ve Nota” adlı dergiyi çıkardı. Emekli olduktan sonra, 1983 yılında Alsancak’ta “Avni Anıl Yayınevi’ni kurdu. Önceki yıllarda yayımlanan “Musiki ve Nota” dergisini bu defa Yeni Dizi Sayı 1 diyerek yeniden çıkarmaya başladı. Ayrıca “Anılar ve Belgelerle Musikimiz”, “Bestecilerimizden Ezgiler” adlı nota fasikülleri ve kitaplar yayınladı. Musikimizden Portreler isimli belgeseli ile televizyona başladı. Radyolarda da “Sazdan Söze” ve “Dizelerden Ezgi Bahçesine” isimli programlara imza attı. 1998 yılında Kültür Bakanlığınca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı. 14 Haziran 2008 yılında solunum yetmezliğine yol açan kronik bir akciğer hastalığı olan akciğer amfizemi nedeniyle İzmir’deki evinde, seksen yaşında vefat etti. Sanat yaşamı boyunca yüzden fazla şarkı besteleyen sanatçı, yirmiyi aşkın filmin de müziğini yapmıştır.


ZAMAN TÜNELİ

8 Haziran 1671

İtalyan Besteci Tomaso Albinoni doğdu. 80 civarında opera bestesi olan Tomaso Albinoni Venedik’te dünyaya geldi. Eserlerinin çoğunun notaları 1945 Dresden bombardımanında yok oldu. Aynı zamanda ünlü bir keman sanatçısı olan Albinoni, varlıklı bir aileden gelmesi sebebiyle müzikle maddi sıkıntılar olmaksızın ilgilenme şansı bulmuştur. 1720 yıllarında operaları İtalya dışında Münih’te tanıtılmıştır. Başlıca eserleri: “Op. 1: 12 Suonate a tre”, “Op. 3: 12 Baletti a tre”, “Op. 5: 12 Concerti a cinque”, “Op. 8: 6 Balletti e 6 Sonate a tre”, “Op. 10: 12 Concerti a cinque pour 3 violons, alto, violoncelle”

21 Haziran 1940

24 Haziran 1941

Devlet operası ilk temsilini verdi: Mozart’tan “Bastien ile Bastienne”.

Mozart, ilk opera eserlerinden birisi olan Bastien ile Bastienne operasını daha 12 yaşındayken yazmıştır. Mozart bu operayı 1768’de, Viyana’da o zaman çok tanınmış hipnotizmacı Doktor Anton Mesmer’in siparişi üzerine yazmış ve o yıl Viyana’da Mesmer’in bahçesinde bulunan tiyatrosunda sahnelenmişti. 1890’a dek sahnelenmeyerek unutulmuş olan bu eserin, 2 Ekim 1890’da Berlin Architektenhaus’da prömiyeri yapılmıştı. Devlet operası ilk temsilinde Mozart’tan “Bastien ile Bastienne” adlı operasını sahnelemişti.

Rock Müziğimizin Yaşayan En Büyük İsmi Erkin Koray dünyaya geldi.

Rock müziğimizin yaşayan efsanesi Erkin Koray Kadıköy İstanbul’da dünyaya geldi. Türk Halk ve Türk Sanat Müziği formundaki parçaları rock formunda yorumlayarak unutulmaz eserler verdi. “Cemalım”, “Köprüden Geçti Gelin”, “Çiçekdağı”, “Nihansın Dideden”, “Kıskanırım” bu formda yorumladığı eserlerinden bazılarıdır. 1960’lı yılların sonunda, bağlama sesini rock müziğinde de kullanabilmek için elektro bağlamayı icat etti. Diğer unutulmaz eserleri şunlardır: “Şaşkın”, “Fesuphanallah”, “Çöpçüler”, “Ankara Rüzgarı”, “Anma Arkadaş”, “Öyle Bir Geçer”, “Hay Yam Yam”.

21 Haziran 1948

Columbia Records plak şirketi, ilk Uzunçalar (Long Play - LP) müzik albümünün tanıtımını New York’ta Waldorf-Astoria Oteli’nde geçekleştirdi.

Uzunçalar, bir müzik albümünün tamamından ya da içinden seçme 8-10 parçasından oluşan plaklara verilen alt isimdir. Bu plaklar 33 1/3 devir olarak kaydedilirler. Çapları ortalama 30 santimetredir. Plastik malzemeden yapılan uzunçalar plakların bir yüzüne ortalama 23 dakikalık şarkı kaydedilebilir. Plak üzerine kayıtlar, günümüz kayıtlarının aksine dijital değil analog olarak yapılmaktadır. Tarihte birçok yeniliğe öncülük etmiş, tarih süreçleri boyunca yeni çalışmalar üzerinde durmuş bir müzik şirketi olan Columbia Records plak şirketi, ilk müzik albümünün tanıtımını New York’ta Waldorf-Astoria Oteli’nde geçekleştirdi. 1980’li yıllarda kasetler, plakların yerini almaya başlamış ve daha sonra CD’ler de kasetlerin yerini almıştı.

55


01 Haziran 1967

13 Haziran 1964

10 Haziran 1949

Bütün zamanların en iyi albümü kabul edilen The Beatles grubunun Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band adlı rock albümleri piyasaya sürüldü.

Klasik Türk Müziği Bestecisi ve Müzikbilimci Refik Fersan öldü.

Devlet Tiyatro ve Operası TBMM’de kabul edilen yasayla kuruldu.

The Beatles grubunun 1967 yılında piyasaya sürdüğü Sgt. Peppers Lonely Hearts Club Band uzunçaları gelmiş geçmiş en iyi albüm olarak kabul edilir. The Beatles’ın bir grup olarak uyumlu bir biçimde yaptıkları bu son albüm ile grup kariyerinin zirvesine ulaştırmıştır. İlk konsept albümleridir.

O zamana kadar yapılan albümlerde, şarkılar birbiri ile alakasız, uyumlu olmayan parçalardan oluşurken, Sgt. Peppers Lonely Hearts Club Band, küçük çocuklardan huzurevindeki yaşlılara, gençlerden uyuşturucu müptelası hippilere kadar herkese hitap eden, melodik, şiirsel, mizahi ve renkli bir albümdür. Albüm 13 parçadan oluşur.

26 Haziran 1977

20. yüzyıl Türk Musikisi bestekârlarının en önemlilerinden biri olan Refik Fersan, özellikle saz eserleri açısından gerçekten kuvvetli bir bestekârdır. 1924-1927 yılları arasında “Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyeti Şefi” olarak çalışan Fersan daha sonraki yıllarda konser ve plak çalışmalarına ağırlık vermiştir. İstanbul ve Ankara Radyosu’nda birçok hizmetlerde bulunmuştur. Hamparsum notası bilgisi bulunduğundan, bu nota ile yazılmış eski külliyatlardan birçok eseri batı notasına çevirmiştir. Başlıca eserleri: “Bekliyorum günlerdir gelmiyorsun sen a güzel”, “Bir neşe yarat hasta gönül, sen de biraz gül”, “Dün yine günümüz geçti beraber”, “Herkes gitti yalnız kaldım meyhanede”, “Rüzgâr uyumuş ay dalıyor, her taraf ıssız”, “Düştü enginlere bir ince hüzün”.

Elvis Presley son konserini verdi.

1977 yılı şubatı ile birlikte yeni turnelere çıkan Elvis, o dönemde yapılması planlanan yeni albüm çalışmasını gerçekleştirmedi. Mart, Nisan, Mayıs ayları birbiri ardına verilen konserlerle geçti. Yeni çalışma yapılmayınca RCA, 1976 yılı kayıtlarının yanı sıra ve konser şarkılarını da içeren albümü ‘Moody Blue’yu yayınladı. Bu arada 1 Haziran’da Elvis’in CBS Televizyonu’nda yeni bir şovunun yayınlanacağı ilan edildi. Bu program Elvis’in haziran turnesinden görüntüler içerecekti. Çekimler 19 ve 21 Haziran tarihlerinde yapıldı. 26 Haziran 1977’de Indianapolis’te kariyerinin son konserine çıktı.

56

Türk tiyatrosunun batılı anlamda kurucusu olarak kabul edilen Muhsin Ertuğrul, sinema alanında da Türkiye’de ilk önemli katkıları gerçekleştirmiş; 1922-1939 yılları arasında Türkiye’de film yapan tek kişi olarak kalmıştır. Devlet Tiyatroları 1947’den 1949 yılına kadar olan geçiş döneminin ardından 10 Haziran 1949 yılında Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi’nin Kuruluş Kanunu resmen çıkmış, Tatbikat Sahnesi tarihe karışmıştır. Muhsin Ertuğrul ise Devlet Tiyatro ve Operası Genel Müdürlüğü’ne getirilmiştir. Ertuğrul’un 1949 – 1951 yılları arasındaki Genel Müdürlüğü süresince tiyatro, opera ve çocuk gösterileri sürdürülmüş. Ankara Devlet Operası’nın kuruluşunda önemle yer alması gereken opera orkestrası, korosu ve balesi de 1950–52 yıllarından itibaren organize edilmelerine başlanmıştır.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.