MEDİTASYONLAR Özet Daha önce kesin olduğunu zannettiği şeylerin aslında öyle olmadığını fark ediyor, daha önce sahip olduğu bütün ön-kavramsallaştırmaları (pre-conceptions) terk edip bilgisini temelden yeniden kurmaya/inşa etmeye girişiyor ve sadece mutlak kesin olanları doğru kabul etmeye karar veriyor. Daha önce sahip olduğu her şey (tüm bilgisi) ona duyulardan gelmişti. Yöntemsel şüphe ile duyusal bilginin tümünü rafa kaldırıyor. Herhangi bir anda rüya görüyor olabileceği veya duyularının Tanrı ya da kötü bir cin tarafından yanıltılıyor olabileceği için duyularına hiçbir konuda güvenemeyeceği sonucuna varıyor. Ama kendi varlığından şüphe edemediğini fark ediyor, şüphe varsa şüphe eden de vardır. Kendi varlığı düşünüyor olmasından çıktığına göre, hiç değilse kendisinin düşünen bir şey olduğunu bildiği sonucuna ulaşıyor. Ve bu gerçeği zihnini kullanarak keşfettiği için de zihnin bedenden çok daha iyi bilinebileceğine hükmediyor. Var olduğuna dair kesinliğe, açık ve seçik bir algı yoluyla ulaşmıştı. Bu kesin yöntemle başka neler bilinebilir? Bu açık ve seçik algıların şüpheden arınmış olduğundan emin olmak için önce Tanrının varlığını ve kendisini aldatmadığını kabul etmesi gerekiyor. Zihnindeki Tanrı idesini ben yaratmış olamam, çünkü benden çok daha mükemmeldir. Bu mükemmel ideye ancak Tanrı sebep olmuş olabilir. Öyleyse Tanrı var ve kusursuz olduğu için aldatmaz. Yanılmaların sebebi aldatma değil, iradenin çoğu kez, sınırlı zihnin açık ve seçik anlamadığı bazı konularda yargı gücünün önüne geçmesidir. Açık ve seçik algıları Tanrının garantisi altında olduğuna göre, artık maddesel şeyleri araştırmaya girişiyor. Açık ve seçik olarak biliyor ki bedenin birincil (primary) özniteliği (attribute) yayılımdır (extension) ve birincil nitelikleri de büyüklük, şekil, genişlik, en vs. dir. Tanrının varlığına dair ikinci bir kanıt da, bedenlerin özsel olarak yayılmış şeyler oldukları yerde, Tanrının özsel olarak var-olan olmasıdır. Var olmayan bir Tanrı en az yayılmamış bir beden kadar kavranamazdır. Bedenin özü yayılım ve zihnin özü düşünce olduğu için, ikisi tamamen farklı ve ayrıdır. Maddesel şeylerin birincil niteliklerini açık ve seçik olarak algıladığı halde ikincil niteliklere dair ancak karışık ve bulanık bir algıya sahip olduğuna karar veriyor. Bunun sebebi, duyular bize dünyada hareket etmemize yardım etmek içindirler, bizi hakikate yöneltmek için değil. Bağlam Eserin yayımlanma tarihi 1641. Galile ve diğerlerinin geliştirdiği yeni bir fiziğin doğuş çağında. Bu yeni fizik, doğanın matematikselleştirilmesini içeriyor. Evrendeki hareket ve değişim süreçleri az sayıdaki matematiksel ilişkilerde formülleştirildi. Evren çok az sayıdaki basit, soyut matematiksel ilkelere göre işlemekte/yönetilmektedir. Meditasyonlar bu yeni fiziğe bir destek ve katkı olmak için yazıldı. Descartes kendi akıl-temelli ve matematiksel karakterli metafiziğinin, kendi fiziksel ilkelerini geliştirmek için gereken bütün temelleri sağladığını gördü. Katolik felsefenin büyük ve derin bir Aristotelesçi etki altında olduğu bir dönemde yaşıyor Descartes. Kendisi Cizvit gelenek içinde yetişti ve bu eserle Loyola’lı Aziz İgnatius’un eseri (St. Ignatius of Loyola) “Ruhsal Tecrübeler” (Spiritual Exercises) arasında çok benzerlik var. Kendi eserini bu esere benzeterek yazmış ki, hem kilisenin tepkisini azaltsın hem de Cizvitler arasında çok okunsun. Kendi eseri de bu eserle aynı aşamaları içeriyor: temizlenme/arınma
(şüpheci yöntem), aydınlanma (benliğin ve Tanrının varlığının kanıtları) ve birlik ( bu bilginin maddesel dünyayla bağlantılandırılması), yine aynı şekilde hem kendi kitabı hem de İgnatius’un eseri meditasyon tarzında altı bölüm içeriyor vb. Karakterler Meditatör – meditasyon yapan, derin düşünen kişi. Cinsiyetsiz, erkek veya kadın değil. Genel analiz ve temalar Bu eser Modern Batı Felsefesinin incili (başlangıcı) kabul edilir. Bu eserde pek çok Aristotelesçi öğretiler baş aşağı çevriliyor (alaşağı ediliyor, tam tersi görüşler ispatlanıyor) ve günümüzde bile hala tartışılmaya devam eden sorunlar ortaya atılıyor. “Bütün bilgi duyulardan gelir ve zihinsel haller ilgili oldukları şeylere bir bakımdan benzerdirler” şeklindeki Aristotelesçi kuram çökertiliyor. Böyle yapmakla zihin, madde, ideler ve başka şeylere dair tamamen yeni bir kavrayış getirmiş oluyor. Şüphecilik: herhangi bir şey kesin olarak bilebilir miyiz? Duyular ve hayal gücünün de birer zihinsel yeti olarak alındığı yeni bir zihin kavrayışı geliştiriyor. Şüphecilik ve zihin-beden düalizmi, bu ikisi birlikte alındığında zihni bedenin içine kilitlenmiş ve dünyanın geri kalanından ayıran bir anlayışa varılıyor. Descartes kendisini empiristlere (Aristoteles ve Locke) karşı rasyonalist kamp içine yerleştiriyor. Zihnin açık ve seçik algıları, bilgiyi güvenceye almanın en emin yoludur ve duyular bize bilgi sağlamak için verilmemiştir, dünyada hareket edebilmek içindir. Ayrıca Kartezyen Daire, Mum Kanıtı ve ideler, beden ve algıya dair geliştirilen kavramlar da önemli, Bu eserde modern dünya görüşü ortaya çıkmaya başlıyor. Özet ve Analiz: Birinci Meditasyon Tek tek her şeyden şüphe etmek yerine bu bilgilerin kaynaklandığı temeller ve temel ilkelere şüphe getirilebiliyor muyuz bunu incelemeli. Duyular bazen yanıltıcı olabiliyor ama sadece nesneler çok küçük veya çok uzak olduklarında, bunu dışında bütününde alındığında duyusal bilgi çok sağlamdır. Deliler daha çok yanıltılırlar ama ben açıkça deli değilim. Peki her şey bir rüya olabilir mi? Rüya olsa bile, rüyada görülenler bile uyanıkken gördüklerimiz içinden seçilirler, rüya onların dışında bir şey içeremez, mesela denizkızı bilinen iki şeyin birleşimi: balık ve kadın. En acayip uydurma resimler bile hiç değilse bildiğimiz renkleri taşımak zorunda.
Yani bileşik şeylerden şüphe edilebilse bile basit şeylerden (şekil, nicelik, büyüklük, zaman, vb.) edilemez. Bileşik şeyleri inceleyen bilimlerden (tıp, astronomi, fizik gibi) şüphe edilebilir ama basit şeyleri inceleyen bilimlerden (aritmetik ve geometri gibi) şüphe edilemez. Ama aslında belki de basit şeylerden bile şüphe edilebilir, çünkü Tanrı bizi yanıltabilir. Tanrı mutlak iyidir, yanıltmaz denecek olursa, o zaman hiçbir durumda yanıltmaması gerekirdi, oysa böyle olmadığı açık. Üstelik eğer Tanrı yoksa ya da Tanrıya inanmıyorsak, durum daha da kötü demektir, çünkü duyularımız kusursuz bir varlık tarafından yaratılmış olmuyorlar o zaman. Alışık olduğumuz adet üzere inandığımız her şeyden mesafeli durabilmek ve böyle bir şüphe araştırmasında dengeyi koruyabilmek için kötü cin varsayımına başvuruluyor. Descartes bu eserde bütün bilginin duyulardan geldiğini belirtmekle Aristotelesçi bir giriş yapmış oluyor ve döneminin düşünürlerince dikkate alınmaya çalışıyor. Rüya Kanıtı evrensel bir rüya hali içinde bulunma olarak alınırsa, Kötü Cin Kanıtından ayrıdır, çünkü sadece duyulara olan güveni sarsıyor, oysa Kötü Cin Kanıtı daha ileri gidiyor ve bütün bildiklerimiz yanlış olabilir demeye getiriyor. Daha başlangıçta sergilenen bu radikal şüphe kendi metafiziğine ilişkin sonradan oluşacak şüpheleri bertaraf etmiş oluyor, yani bir tür hazırlık aşaması gibi. Modern şüpheciliğin en derin kaynaklarından biri bu meditasyondur. Sorun bu şüphelerin doğru olmaları değil, hiçbir biçimde ortadan kaldırılamamalarıdır. Burada dile getirilenler en aşırı versiyonunda, rasyonelliğin kendisine bile bir meydan okuma olarak görülebilir. Descartes’ın şüphesi rasyonel ve yöntemsel bir şüphedir. Bu yüzden deli olma ihtimalini devre dışı bırakıyor, çünkü böyle bir şey, şüpheyi sürdüren itici etken olarak rasyonaliteyi ortadan kaldırmış olur. Şüpheyi akılcı bir çerçeve içinde temellendiriyor. Özet ve Analiz: İkinci Meditasyon – Kısım 1 : Cogito ergo sum ve sum res cogitans (düşünen şeyim) Küçük bir şüphe yüzünden bile inandığı her şeyden vazgeçiyor: gördüğü şeyler var olmayabilir, bellek (bütün hatırladıkları ) yanlış olabilir, duyuları ve bedeni gerçek olmayabilir, yayılım, hareket ve yer kavramları yanlış olabilir, vs. belki kesin olan tek şey hiçbir şeyin kesin olmadığıdır. Arşimed’in dünyayı yerinden oynatacak destek noktası olarak şunu tespit ediyor: onu dile getirdiğim ya da zihnimde tasarladığım sürece “ben varım” önermesi zorunlu olarak doğrudur. Peki bu “ben” ne? Ben bir ruha sahibim (ki bununla hareket eder, duyumsar ve düşünürüm) bir de bedene sahibim. Bütün bunlardan şüphe edilebilir, düşündüğüm hariç. Diğerleri olmadığında var olduğumu yine de düşünebilirim, ama düşünme olmadığında var olamam. Öyleyse ben düşünen bir şeyim. “Düşünüyorum öyleyse varım” formülasyonu sadece Metod Üzerine Konuşma’da geçiyor, Meditasyonlarda geçmiyor ve “öyleyse” ifadesinin yokluğu onu bir çıkarım olmaktan kurtarıyor ki Descartes da bir çıkarım olarak görmüyor bunu. Çıkarım olsaydı biçimi şöyle olurdu:
(1) Bir şey düşünüyorsa vardır. (2) Ben düşünüyorum. (3) O halde varım.
(2) ifadesi sadece şimdiki zamanda ve söylendiği anda doğrudur (performative utterance). Oysa (1) önermesi hep şüpheli olacaktır ki onun şüpheden bağışık olmasını gerektirecek bir sebep gösterilemez. Ayrıca, buradaki prensip gereği, çıkarımların kendisinden de şüphe edilebilir. Descartes “ben”in içine sadece “düşünen şey”i sokuyor, bedeni sokmuyor, çünkü düşündüğümü biliyorum ama beden sahibi olduğumu bilmiyorum, ikisi de aynı şey olsaydı ikisini de bilirdim veya bilmezdim. Demek ki bunlar birbirinden ayrı ve farklı şeyler ve düşünen bir şey olduğumu biliyorum, o halde bir beden değilim. Ama burada “yönelimsellikten kaynaklı hata” (intentional fallacy) var. Süpermen ve Clark Kent’i aynı şekilde bilmem ama bu, ikisinin bir ve aynı olmadığını göstermez. Duyum, hayal gücü, irade vd. zihnin öz-nitelikleri olarak dâhil ediliyorlar. Özet ve Analiz: İkinci Meditasyon – Kısım 2: Balmumu Kanıtı Bu “ben”in ne olduğunu araştırmaya devam ediyor. Bunun içine düşünme, anlama, isteme, hayal gücü ve duyular da giriyor. Çünkü rüya durumunda bile veya kötü cin tarafından aldatılma halinde bile hayal edebiliyor ve duyumsayabiliyor. Bunu, yani bu “ben”i nasıl bildiğini incelemek için balmumu örneğini kullanıyor. Bir parça balmumunu duyular yoluyla bilirim: tadı, kokusu, rengi, şekli, büyüklüğü, sertliği vs. vardır. Ama ateşe tutulup eritildiğinde bütün bu nitelikler değişir. Mesela önceden sert iken şimdi yumuşak olur. Kuşkusuz aynı balmumu parçasıdır her ikisi de. Katı haldeki balmumu parçası ile erimiş haldeki balmumu parçasının aynı olduklarını belirten bilgi duyulardan geliyor olamaz, zira duyusal özellikler değişmiştir. Her iki durumda ortak olup da bildiği şey nedir? Cevap: onun yayılımlı olduğunu, esnek ve değişebilir olduğunu. Ama bu bilgiyi duyular yoluyla edinmiş olamaz ve aynı zamanda hayal gücü yoluyla da edinmiş olamaz, çünkü balmumu sonsuz sayıda şekil alabilir ve bu, hayal gücünün sınırlarını aşar. Öyleyse balmumunu sırf zihni yoluyla biliyor demektir. Balmumuna ilişkin zihinsel algısı ya kusurlu ve karışıktır ki bu durumda bu algı duyular ve hayal gücünden gelir, ya da açık ve seçik bir algıdır ki bu durumda ise bu algıya özenli bir zihinsel inceleme-tahkik uygulanır. Bu konularda yanıltılmak ne kadar kolaydır, diyor. Çünkü “balmumunu görüyorum” dediğimde onun rengine ve şekline göndermede bulunmuyor olabilirim ama zihnin onu algıladığı haline gönderme yapıyorum olabilir. Bu şuna benzer: yoldan geçen insanları gördüğümü söylediğimde aslında sadece paltolar ve şapkalar görüyorum. Bunların palto ve şapka giymiş otomatlar değil de insan olduklarına hükmeden, gözlerimiz değildir, zihnimizdir (anlama yetimiz). Demek ki zihin bedenden çok daha iyi bilebilir ve kişi zihnini başka her şeyden daha iyi bilir. Çünkü balmumunu algıladığında bu bir rüya veya yanılsama olabilirdi, ama algılıyor olduğu konusunda ve bunun bir balmumu olduğuna hükmettiği konusunda şüphe yoktur ve bu iki düşünme edimi kendisinin var olduğunu kanıtlar.
Yani dış dünyaya dair her düşünce ancak şüpheli bir biçimde doğru olabilirken, benim var olduğum konusundaki her düşünce kesinlikle doğrudur ve bu, zihnimizin doğasını ortaya koyar. Demek ki varım, bunu kesinlikle bilebilirim, düşünen bir şeyim, zihnimi bedenimden daha iyi bilirim, bütün açık ve seçik algılar zihinden gelir, duyular ve hayal gücünden değil. Aristotelesçi zihin anlayışında, zihin sadece düşünme ve anlamayı içeriyor. Duyular, hayal gücü, isteme ve diğerleri duyusal dünyaya veya dış dünyaya aitler, zihinden ayrılar, çünkü zihni dünyaya bağlıyorlar. Düşünme ve anlama ise ölümden sonra var olmaya devam ederler, ruha aittirler. Oysa Descartes’ın zihin anlayışında duyular ve hayal gücü de zihne dahildir, çünkü rüyalarda veya bedensiz zihinlerde bulunmaya devam ederler. Öbür taraftan zihin ve dünya arasında keskin bir ayrım vardır. Dünyadaki şeyler tamamen ayrı ve farklıdır. Gördüğüm nesneye ilişkin görme duyuları zihnime aittir ama nesnenin kendisi dünyaya aittir ve bunları birbirine bağlayanın ne olduğunu belirlemek zordur. Balmumu Kanıtında Descartes şeyler/nesneleri duyular yoluyla değil de zihnimiz yoluyla bildiğimizi ve zihni başka her şeyden daha iyi bildiğimizi kesin olarak ispatladığını düşünmektedir. Yine bütün bilginin duyulardan geldiğini söyleyen Aristoteles’e bir karşı çıkış var burada. Duyular bizi dünya hakkında bilgilendirse de bu bilgi bir düzene sokulmamıştır, zihin olmadan neyi algıladığımızı bilemezdik, demek ki kendisini empiristlerin karşısında ve rasyonalistlerin içine yerleştiriyor.