HEMŞİN DERGİSİ 10. SAYI (2014) (İstanbul Hemşin Eğitim ve Kültür Derneği)

Page 1

Meğer ben Çinçivalı’ymışım

Nihat İleri: Sahneye çıkmak manifestodur

Prof. Dr. Ali Ertuğrul’dan tıbba adanmış bir hayat

İsmail Hakkı Demircioğlu ve memleket

Tarık Daşgün: Antrenörlük bana daha uygun

Bulutların ötesine yolculuk etmek ister misiniz?

Şevval Sam: Bir Karadeniz sevdalısı



k i n a g r r O Çayla


Son teknoloji ile profesyonel hizmet

alabileceğiniz bir deneyim yaşamak isterseniz sizi Musluoğlu’na bekleriz... YETKİLİ SERVİSİ

YETKİLİ SERVİSİ

0216 494 0808

0216 494 5750

Aydıntepe Mah. Karayolu Üzeri No: 2 Tuzla / İstanbul www.musluogluotomotiv.com /musluogluotomotiv /BMWMusluoglu


YIL 2014 / SAYI 10

İmtiyaz sahibi: Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği adına HASAN BASRİ KADIOĞLU Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: HIZIR CANBAZ Katkıda bulunanlar: ESRA AÇIKGÖZ DENİZ ÜLKÜTEKİN Fotoğraflar: GARBİS ÖZATAY Görsel Yönetmen: MAVİ CANBAZ Reklam Grafik: LİBART Dağıtım: HAMDİ ÖZÇELİK TEMEL AVADAN Yayımlayan: Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği İdare Merkezi: Rasimpaşa Mahallesi, Beydağı Sokak No: 42 Kadıköy / İstanbul Tel: (0216) 418 40 80 www.hemsinlilerdernegi.com.tr

Baskı: Hat Baskı Sanatları Litros Yolu 2 Matbaacılar Sitesi A Blok No: ZA 5 Topkapı / İstanbul Tel: (0212) 567 77 66 (0212) 674 58 56 Not: Dergimizde yayımlanan yazılar izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Dergi ücretsizdir.

MERHABA

Brejnev Hemşin’i bilir mi? Hemşin’den çıkan ve dünya tıp literatürüne mal olmuş isimlerden biri Prof Dr. Ali Ertuğrul. Yaptığı çalışmalarla akademik alanda ölmüsüz bir çınar desek abartmış olmayız. Hacettepe Hastanesi ve Üniversitesi’nin kuruluşu ve gelişiminde yaptığı çalışmalarla, burada uyguladığı yönetim biçimiyle Türk sağlık sektörünün bugün “hasta ihrac eden” konuma gelmesinde de büyük payı olan Prof. Dr. Ertuğrul, aynı zamanda bir Hemşin aşığı. Hatta, elde etiği her başarıyı Hemşin’e borçlu olduğunu söyleyecek kadar seviyor oraları.

Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği, bizim ikinci P yuvamız. Samimiyetin, dayanışmanın, dostluğun, hatta Brejnev Hemşin’i kardeşliğin, kısacası hayatımızdaki güzel duyguların yuvası. Bu derneğin çatısı altında neler yaptığımızı bilir mi? hatırlamak için, 1967-1972 yıllarında çıkarılan dergilere Sayfa 24 göz atarken, neden yeni sayısını yapmıyoruz, dedik. Hemen, Yönetim Kurulu olarak durum değerlendirmesi yaptık ve yola düşmek için her şeyin var olduğunu görünce çalışmaya koyulduk. İstedik ki bu dergi sadece bizi bize anlatmakla kalmasın, başkalarını da bize katsın. Niyet öyle olunca, yöre dergiciliğinin aksine daha güncel ve haber değeri olan bir dergi çıktı ortaya. Ama pusulamız hep Hemşin’di. Yola 1967 yılı Hemşin Dergisi’nin ilk sayısında da yer alan Prof. Dr. Ali Ertuğrul’la çıktık. Onun Hemşin’den Amerika’ya uzanan hayat hikâyesini, Hacettepe Üniversitesi ve Hastanesi’ni kuruluşunu anlatmasını dinledikçe heyecanlandık. Bu toprakların çıkardığı tek değer o değildi tabii ki, Hemşin’deki gün yüzüne çıkmamış hikâyeleri de bulup sizlere sunmaya çalıştık. Çaldur Sakine’nin hayatını araştırırken duyduklarım, hele oğlu için yazdığı Şahper destanını ilk okuduğumdaki ruh halimi anlatamam. Sizi de bu yiğit kadınla ve sanatıyla tanıştıralım istedik... Malum, Hemşin hayatın gürül gürül aktığı bir bölge, misafir ya da yolcu olarak geleni bile kendine hayran bırakıp, memleketinden çok sevdirecek kadar hem de. Çamlıhemşin’de Geçen ay çekimleri biten “Sevdaluk” dizisinin bütün oyuncuları o yüzden yurdu belledi Hemşin’i, hatta ev sekiz ay almaya girişenler bile oldu. Sayfa 30 Bulutsuzluk Özlemi grubunun solisti Nejat Yavaşoğulları’nın kızı Deniz de bu ekipteydi. İş için geldiği Hemşin önce doğasıyla hayran bıraktı kendine, sonra da köklerinin aslında o topraklara kadar uzandığını, anne tarafından Hemşinli olduğunu öğrendi ve işte bu hikâyeyi, Hemşin’i yazdı bizim için. Hemşin toprağından çıkıp kendi alanlarında zirveye Bir Karadeniz çıkan dostlarımız oyuncu Nihat İleri, müzisyen İsmail sevdalısı: Şevval Sam Hakkı Demircioğlu, futbolcu Tarık Daşgün de bize katıldı bu yolculukta. Hayatlarını, memleket sevdalarını açtılar. Osmanlı arşivlerindeki Hemşin’den bizi haberdar eden İshak Güven Güvelioğlu, Karadenizli olmayıp Karadeniz’i Bir Karadeniz bizim kadar seven Şevval Sam’ı da sayfalarımıza konuk sevdalısı ettik. Sayfa 46 Yolculuğumuzda oldukça ilginç raslantılarla buluştuk. Mesela, bulutların ülkesi Pokut’un güzelliğini çoğumuz biliyorduk, ama bir terapi merkezi olarak değerini hiçbirimiz düşünmemiştik. Oysa ünlü psikiyatr Leyla Navaro, geçen ay Pokut’a terapi yürüyüşü yaptı ve bizimle bunu paylaştı. Anlayacağınız Hemşinliler olarak yolumuz, Hemşin’e aşkı, özlemi olanlarla da birleşince dergimiz ortaya çıktı. Seveceğinizi ve ilgi ile okuyacağınızı umuyoruz... DENİZ ÜLKÜTEKİN

rof. Dr. Ali Ertuğrul’a yapacağımız ziyaret öncesi oldukça heyecanlıydık. Biraz da endişeli. O kadar dolu bir hayatı olmuştu ki, acaba her detayını hatırlayabilecek miydi? Detaylar ve yaşadıkları bizim bildiklerimizden kat kat fazlaydı ve hepsini şu an yaşıyormuşcasına hatırlıyordu. Kalp alanında dünyanın ilk uzman doktorları arasında yer alan isimlerden biri Prof. Dr. Ali Ertuğrul. Pek çok buluşu tıp

literatürüne girmiş. Katkıları bundan ibaret de değil, Hacettepe Üniversitesi Kardiyoloji Bölümü’nü kurarak, daha 50’li yıllarda en önemli tıp merkezlerinden birine imza atmış, İhsan Doğramacı’yla yaptığı çalışmalarla Türk tıbbının kaderini değiştirmiş. Ve anılar... Anılar, yaşanmış hikayeler olmadan bunların hiçbir önemi olmazdı belki de. İşte bu boşlukta kalan parçaları doldurmak için Ali Ertuğrul’la başbaşa verdik ve ortaya çok keyifli bir sohbet çıktı. -İlk hatırladığınız Hemşin size ne çağrıştırıyor?

- Zaten orada doğdum ve doğduğumda ot biçme zamanıydı. Salihoğulları’nın evinde yangın çıktı. O yıllarda herkes evinde silah bulundurmak zorunda. Çocuklar nasıl yaptılarsa, bombaları patlatmışlar, o yanınca bize, bizden öbürüne... Gitti herşey, ama neyseki can kaybı olmadı. Annem de hamile, camiye gitmişler, böylece camide doğdum. Annem doğum yapıyor, babam da Sarıkamış’ta asker. “Oğlunun adını Ali koy, koyarsan çok büyük bir adam olacak” gibi bir rüya görüyor. Adım da Ali oluyor.

24

Şevval Sam, ilk defa “Gülbeyaz” dizisi için Karadeniz’in havasını soludu. Sonra kopamadı oralardan. Üçüncü albümü “Karadeniz” de işte bu aşkın ürünü. Karadeniz’in ağlatacak ya da horon oynatacak 16 parçasını pek çok insanla buluşturdu Sam. Hâlâ da konserlerinde buluşturmaya devam ediyor. ESRA AÇIKGÖZ

HIZIR CANBAZ


Dayanışma ve kültürel paylaşım bu çatı altında Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği, Hemşin kültürünü yaşatmak, gençlere aktarmak, dayanışmak için faaliyet gösteriyor. Yeldeğirmeni’ndeki orijinal binasıyla sıcak bir yuva burası. Düğünlerin mutluluğu, cenazelerin acısı paylaşılıyor. Sadece şehirdekilerin birbirleriyle kurdukları bir dayanışma değil sözünü ettiğimiz, köydekiler de derneği bir adres olarak görüyor. ESRA AÇIKGÖZ

B

irlikteler. Öyle çıkar ilişkisi için değil, aksine kimin ihtiyacı olsa el uzatmak, dayanışmak için. Biri mi hasta oldu? Hemen aralarında toplanıp moral ziyaretine gidiyorlar. Çocuğunu okutmakta zorlanan mı var? Zengin olmasalar da fark etmez, aralarında bulup buluşturup sınırlı da olsa burs veriyorlar. Düğünde, ölümde, zor günde, mutlulukta ve acıda birbirlerine destek oluyorlar. Onları 60’lardan beri bir arada tutan da bu. İşte bu yüzden Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği, Türkiye’deki en köklü derneklerden biri. Yıllardır müziğiyle, türküleriyle, horonuyla ünlü Hemşin’in kültürel değerlerini yaşatmak ve tanıtmak, genç kuşakların yöreyle, dünle, bugünle bağlantılarını güçlendirmek için çalışıyorlar. Şu anki yönetim kurulu da işte bu öğretiyle yetişmiş; Başkan Hasan Basrı Kadıoğlu, Başkan Yardımcıları Hızır Canbaz ve Mehmet Kobal, Genel Sekreter Mustafa Gökay Ferah, sayman üye Mehmet Ataman

ve üyeler Murat Akçay, Mahmut Günday, Göktuğ Eşitmez, Umut Yılmaz, Rıdvan Yılmaz, Hamdi Özçelik, Temel Avadan. Gelin hep birlikte onlara kulak verelim... - Epey bir baştan olacak ama önce “Hemşinli olmayı” tanımlamakla başlayalım mı? - Hemşinliler, Çayeli’nden başlayıp Pazar, Çamlıhemşin,Hemşin,Ardeşen, Fındıklı derken taa Arhavi ve Hopa’ya kadar uzanan bölgede yaşayan bir gruptur. Bu aşağı yukarı 60 köyü kapsar. Hemşin bir kültürdür. - Peki Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği’nin kuruluş hikâyesi ne zaman, neden, nasıl başlıyor? - Derneğimizin ilk kuruluşu, 1960 yılıdır. Ancak daha geriye doğru gidebiliriz, 1910 yılında Çamlıheşin’in şimdiki ismi Şenyuva, eski ismi Çinçiva köyünde Necati Memişoğlu ve arkadaşları tarafından “Hemşin Terakki ve Teâli Cemiyeti” kurulması için başvurulmuş ve 1912’de kuruluşu tamamlanmıştır. Bu Hemşin Terakki ve Teâli Cemiyeti, o yörenin eğitim ve kültürüyle ilgili olarak kurulmuş.

Necati Memişoğlu aynı zamanda Erzurum Kongresi’nin çağrıcılarından. Atatürk’le birlikte o kongreyi organize edenlerden biri. Meclis kayıtlarında var. Kurucu meclis üyesi, meclis mebusu. Aynı zamanda ordunun imamı. Prof. Fahrettin Kırzıoğlu’ndan aldığımız bilgilere göre, üç askerle Yunan mevzilerini basıp, savaş teçhizatlarını alıp Türk ordusuna veren değerli bir büyüğümüz. İşte o, bu cemiyeti kuruyor. Hemşinliler de dernekçilik o kadar eski yıllara uzanıyor yani. Bizim derneğin kuruluşuna gelince; 1960’ta, daha üniversite öğrencisiyken Orhan Bayramoğlu, Gültekin Turan, Güner Yazıcı, Dursun Orhun, Yaşar Orhun, Nazmi Paslı ve Nazmi Balcı Hemşin öğrencilerinin o zamanki yurt sorununu çözmek için Hemşin Talebe Cemiyeti’ni kurdular. Kurucular, hiçbir siyasal olguya karışmadan derneği yaşatmışlar ve biz de bugünlere kadar onu devam ettirdik. Gençliğimizden beri dernekteyiz. Lise yıllarımızda pikniklerine, gecelerine, sosyal faaliyetlere katılıyorduk, ama faal görev almıyorduk. Artık yönetimdeyiz.

Yönetim Kurulu dernek binasının önünde...

6


- Hemşin’de ta 1912’de bir derneğin kurulması oldukça ilginç gerçekten. Nasıl olmuş bu? - Çünkü daha o yıllarda, Hemşinlilerin eğitim ve hayata bakışları Türkiye standartlarının çok ileri safhasındaymış. Onun nedeni de Hemşinlilerin yurtdışı iletişimleri ve yurtdışıyla, özellikle Polonya, Rusya, İran, civar ülkelerle ticaret yapmaları. Eğitimin insana neler kattığı böylece öğrenilmiş. Ve bunu öğrenen insanlar, asla Hemşin’den kopmamışlar. En eğitimlisi de dahil. Hemşin bölgesinde eğitim olayının yeterli seviyede olmadığını gören, ekonomileri de biraz uygun olan, ileri derecede düşünebilecek kapasitedeki bu kişiler, bir medrese ve bu eğitimi verebilecek düzenekleri kurmuşlar. 1965’te Şükrü Duman bu durumu “Hemşin Güzellemesi” şiirinde “Hemşin’de Rüştiye’yi kuranlardanız” diye anlatıyor. Hemşinli ailelerde erkek mutlaka okumalıdır, birisi zaten mutlaka okumalıdır. 1900’lerin başında o eğitimi alan nesil, Hemşin’de dernekçiliği başlatıyor. - Dernek binanız Karadeniz mimarisine uygun yapılmış, İstanbul’un merkezi yerlerinden birinde. Nasıl yapıldı bu bina? - 1960’larda kendi binasını yapmayı hedefleyen büyüklerimiz bunu yıllar içerisinde yeni yönetimde görev alan üyelere anlattı. Sonunda çevremizdeki Hemşinli bağışseverlerin katkılarıyla 20-25 senedir para toplayıp bu binayı yaptık. Derneğe desteğini hiç esirgemeyen, bu ahşap Hemşin binasının yapılmasında önderlik yapan, eski başkanımız Dr. Selçuk Günday’a da buradan teşekkür etmek isteriz. Aslında bu bina dayanışma için çok iyi bir örnektir. Önce kendi ekonomik altyapımızı oluşturalım ki, sonra herkese faydalı olalım diye düşündük. - İstanbul’da bir Hemşinli derneği olması neden önemli? - O yıllarda insanlar hep gurbette yaşıyor, şimdiki gibi ulaşım, teknoloji gelişmediği için köyünden uzakta kalıyorlardı. Ve özlemler çoktu. O özlemler burada yaşatılmaya çalışıldı, bunu yaşatmak için de bu dernek çatısı altında

toplanıldı. O zamanlar her 15 günde bir piknik yapılırdı. Türkiye’nin değişik yerlerinden Hemşinliler’in bir araya toplandığı büyük pikniklerimiz de olurdu. Kültürümüzü yaşatmak için pek çok çalışma yapıldı dernekte. Derneğin en büyük faydası da kültürümüzün korunmasını sağlaması oldu. - Nasıl bir kültür bu? - Hemşin kültürü, eğitime, bilime önem verir. Ezgileri, şiirleri yoğundur. Hemşinliler yöredeki diğer toplumlara öncülük etmiştir, eğitimiyle, kültürüyle. Kimse kadın-erkek horon oynamazken bizim toplumumuz elele kadınlarla horon oynamıştır, hiçbir art niyet düşünmeden. Yani yüz yıl öncesinde bile Hemşin’de modern bir hayat yaşanıyordu. O bölge, aynı zamanda İpek Yolu vadisidir. Onun getirdiği ticaretten doğan zenginlikler ve kültürel farklılıklar var. İpek Yolu’nun farklılıklarını orada, o dokuda hissedebiliyorsunuz. Hemşinliler 1800’lerden sonra Rusya’ya gidip pastacılık, fırıncılık, restoran işletmeciliği yapmış. Oradan kazanılanlarla Rus yapılarına benzeyen Hemşin konakları yapılmış. Bu yörenin önemli mimari eserlerinden biridir. - Derneğin kaç üyesi var? - Şu anda kayıtlı 681 üye var. Ancak Hemşin Derneği’ne gönül vermiş, içerisinde bulunmuş, şu anda dernekte

olmayıp da gene bu faaliyetlerine devam eden arkadaşlarımız da var. … - Peki üyeleriniz arasında gençlerin oranı ne? Dernekçilik genellikle yaşlı kuşağın işi gibi görülür, ancak sizin derneğinizde genç oranı yüksek duruyor. - Derneğin en büyük amacı gençleri motive etmek. Çünkü buralarda yetişen nesiller, yörelerine çok bağlı değiller. Burada doğmuşlar, burada büyümüşler, buranın kültürü içinde oldukları için onların orada anıları, yaşanmışlıkları yok, dolayısıyla bizim kadar bağlı değiller. Derneğin amacı gençlerimize o sevgiyi, kültürü aşılamak. Eğer dernek onu yapabilirse en büyük başarıyı sağlamış olur. Derneğin yönetim kurulunda Orhan Bayramoğlu, Haydar Memişoğlu gibi çok değerli büyüklerimizin yanı sıra mutlaka birkaç genç oldu hep. Orhan abi daha gençken bizi yönetime aldı. Biz de ondan öğrendiğimiz gibi bunu devam ettiriyoruz. Aslında tulum ve yöre ezgilerine ilgi gençlikte yüksek, siz de konserlere gittiğinizde görüyorsunuzdur. Kazım Koyuncu bu anlamda Karadeniz müziğine en çok ivme kazandıran isimlerden biri oldu. Volkan Konak’ın 2-3 klibinde Hemşin Derneği’nin horon ekibi yer aldı. Hemşinlilerin şöyle bir olayı var, biz kendimizi kimseye gösterme hevesinde değiliz. Tanıtma hevesindeyiz. - Dernekte ne gibi etkinlikler yapıyorsunuz? - Bölgenin ezgilerini, edebiyatını, yemek kültürünü koruyor, başkalarına aktarıyoruz. Hemşin Derneği, tuluma ve bölgesel ezgilere dair çok iyi bir kaynak ve adres. Dernekçiliğimizin de en büyük hizmetlerinden biri bu. Yaşlı Hemşinlileri dinleyerek, eski hikayeleri, türküleri topluyoruz. Mesela Cuma akşamları müzikle yaptığımız dörtlükleri ➦

7


Hemşinli üstat Ziya Küçük D

ernek olarak önemli çalışmalarımızdan biri de, bizim için çok kıymetli olan, bölgemiz şairlerinden Ziya Küçük’ün kitaplarını çıkarmamızdır. Ziya Küçük, çok mütevazi; 74 yaşında, hiç evlenmemiş, aşkı çok üst düzeyde yaşamış, hep Hemşin’de kalmış bir insan. Bizim Fahri başkanımız Orhan Bayramoğlu, -kendisi de iyi bir şairdi, Hemşin’in doğasını anlatan çok

güzel şiirleri var- kendisiyle bir şekilde tanışıyor, kitaplarını çıkarmayı teklif ediyor. Ziya Küçük, “Şiirler benim evladlarım, bunu kimseye vermek istemem, ancak sana veririm. Sen nasıl uygun görürsen öyle yap” diyor. Orhan amcanın mütevaziliğini biliyordu çünkü. Orhan abi pankreas kanseri oldu, ölmeden bir sene önce doktorlar, “Sekiz ayın var” dedi. O da geldi bize, “Çocuklar doktorlar sekiz ayın var, dedi. Şu kitabı çıkaralım, bana bir yardımcı olun”, dedi. Kendisi bilgisayarı pek iyi bilmiyordu. Tek tek tuşları arayarak sekiz ayda Ziya Küçük’ün şiirlerini word haline getirdi. Sponsor bulabilir miyiz, diye konuştuk. Burada ekonomisi iyi olan arkadaşlar sponsor oldu. Orhan abi, kitabı hazırladı. “Güz Yeşili” ve “Sessizliğin Sesi” diye o bölgenin dokusunu anlatan iki şiir kitabı yayımladık. Gerçekten altı ay sonra vefat etti Orhan abi; Bütün emeğini bu kitaba vererek. Şair de ondan altı ay sonra vefat etti. Ziya Küçük, kitapların telif hakkını önce Orhan abiye, sonra da derneğe bıraktı. Şimdi derneğe aittir kitapların geliri. l

8

➥ sanatçı arkadaşlarımız dinliyor, kullanıyor, kültürü böylece paylaşıyorlar. Bir çok üniversiteden gelen tez veya bitirme ödevi yapan arkadaşa yardımcı olduk. Ayrıca tulum kursumuz var. Halk oyunları için talep var, onun için de kurs açacağız. Çok kısıtlı olsa da burslarımız var. Öğrencilere bütçe yaratmaya çalışıyoruz. Oluşturduğumuz bir SMS grubu var, birbirimizle cenazemizi, bayramımızı, sağlık haberlerimizi paylaşıyoruz. Birinin hastası var mesela, doktor lazım, diyor. Doktor arkadaşlarımızı arıyoruz hem. Kan lazım mesela, hemen derneğe haber veriyoruz. Ya da bir hastamız var, gidip ona moral veriyoruz. Bir araya gelerek dayanışıyoruz. Bazen işlerimizden dolayı bizi başka vakıfların, odaların yönetim kuruluna istiyorlar, ancak yer almak içimizden gelmiyor oralarda. Ama Hemşin Derneği’nde seve seve çalışıyoruz. Burada çok samimi bir ortam var. Kimileri dernek işlerini siyaset için kullanır. Ama burada kimsenin, kimseden bir çıkarı, beklentisi yok. Yürekle, samimiyetle çalışıyoruz. Kendi işimize bile derneğinkilere koştuğumuz gibi koşmayız. Bu başka bir şey. Kent yaşamının

Yönetim Kurulu insanlarda yarattığı yalnızlığı, huzursuzluğu biz bu dernekle kırıyoruz. İşsiz olan arkadaşlarımıza tanıdıklarımız üzerinden iş bulmaya çalışıyoruz... - Ne sıklıkta toplanıyor peki Hemşinliler? - Yılda birkaç kez Hemşin gecesi düzenleriz. O gecede

Hemşinliler bir araya gelerek eğlenirler. İstanbul içinde ve dışında (Uludağ, Bolu, İzmit) Piknikler düzenleriz. Sadece İstanbul’da değil, aslında Hemşin’de yaşayanların hayatına da dokunan bir dayanışma var burada. Şöyle ki, yaylada yağını yapmış ama pazarlayamayan

Hemşinli gençlere rehber ve örnekti Orhan Bayramoğlu, kurduğu bu dernekle bize dayanışma ruhunu bıraktı. “Sen ve Tulum”, “Anama” şiiri ile Hemşin’e sevdasını anlattı. Biz de onu hep rahmetle anıyoruz...


Derneğin hedefi net; “İnsanın daha huzurlu, mutlu ve sosyal yaşayabilmesi için ihtiyacı olan arkadaşlığı, dostluğu, dayanışmayı Hemşin kültürüyle birlikte devam ettirmek”. Tıpkı horonda herkesin elele ritme uyduğu gibi. Üstelik kapısı herkese açık, isteyenler bu birlikteliğe ortak olabilirler...

Dernek haziran başında bir geziye daha ev sahipliği yaptı. Katılanlar arasında oyuncular Timur Acar ve Didem Balçın da vardı.

bir Hemşinli burada bu işi yapabilecek Mehmet Kobal’ı arıyor. O da bize, yağ, peynir var, alır mısınız, diye soruyor. Ya da bal geliyor. Eskiden Osmanlı sarayının balı Hemşin’den gelirdi. Bugün kestane balında Hemşin üst sıra kalitede. Üstelik sahte

mi, gerçek mi, diye endişe etmeden alıyoruz biz de, çünkü bildiğimiz kişilerden geliyor. Hemşinliler burayı adres olarak görüyor. İki kere köyde yangın çıktı, bize başvurdular. Aramızda para topladık, verdik. Ayrıca Hemşin’e belli geziler düzenliyoruz.

- Dışarıya açık mı geziler? - Misafirlerimiz oluyor tabii ki. Kültürü tanımak isteyenler; Nerede kalınabilir, nasıl gidilebilir diye gelip soranlar olabiliyor. Onlara yardımcı oluyoruz. Mesela Cerrahpaşa Mezunları’nın bir talebi oldu, “Sizinle gelmek istiyoruz”,

dediler. Biz de tabii ki, dedik. Hemşin, Çamlıhemşin rotası içinde 3-4 gün konaklayıp, 5 gün içinde geri dönüyoruz. Ayrıca dönemsel olarak Hemşin’de 2-3 kere festival düzenledik, 1994 ve 1995’te. Sonrasında bıraktık, çünkü çok kapsamlı bir iş. Ama insanların bir hevesi var. - Dernek olarak hedefiniz nedir? - İnsanın daha huzurlu, mutlu ve sosyal yaşayabilmesinde etkili olan dayanışmayı, arkadaşlığı, dostluğu Hemşin kültürüyle devam ettirmek. Nasıl ki horonu herkes elele kalkıp oynuyor, biz çalışırken de beraber çalışıyoruz, eğlenirken de beraber eğleniyoruz, horonun mantığı da budur zaten, birliktelik. Geçmişte büyüklerimizden aldığımız dernek bayrağını bugüne kadar getirdik, onu daha iyi bir şekilde yeni nesillere aktarmayı, çekilip gençleri buraya yerleştirmeyi ve görevi onlara devretmeyi amaçlıyoruz. l




Eğitim yuvası Hemşin Tarihi arşivlerde yapılacak kısa bir yolculuk bile, hem Osmanlı, hem Cumhuriyet dönemlerinde Hemşinliler’in devletin üst kademelerinde ne kadar önemli rol oynadığını göstermeye yetecektir. Bu bir tesadüf değil elbette. Tarih boyunca Hemşinliler’in eğitim için gösterdikleri çabaları ve bunun sonuçlarını araştırmacı-yazar İshak Güven Güvelioğlu’yla konuştuk. DENİZ ÜLKÜTEKİN

H

emşin’i yerlilerinin gözünde böylesi değerli yapan sırf eşsiz doğası değil. Aynı zamanda dünyanın neresinde olursa olsun hemen hiç bir Hemşinli’nin gönlünden silmediği bir “Hemşinlilik” olgusu ve kültürü de bu yöreyi özel kılıyor. Bu olgunun miras kalması için tarih boyunca pek çok Hemşinli seferber olmuş. Bu seferberliklerin sonucu olarak da pek çok Hemşin derneği faaliyete geçmiş. İlki de bölgede hayata geçen ve bir okul işlevi gören “Hemşin Terakki ve Teâli Cemiyeti.” Bu oluşumun ve sonrasında gelen miras-kültür yuvalarının hikayelerini en iyi anlatabilecek kişi, kuşkusuz kendisi de bir Hemşinli olan araştırmacıyazar İshak Güven Güvelioğlu. Hemşin’le ilgili pek çok araştırması bulunan Güvelioğlu ile Cumhuriyet öncesinde yörede başlayan eğitim faaliyetlerine ve derneklere göz attık.

Derneğin kuruluşu için Necati Efendi tarafından mutasarrıflığa verilen dilekçe.

12

- Söze, tarihte kurulan ilk Hemşin Derneği’nin hikâyesiyle başlayalım. Bildiğim kadarıyla Osmanlı’nın son yıllarına kadar uzanan bir tarihi var ve bir Mektep olarak kuruluyor. O yıllarda oldukça ilerici bir adım olduğunu görüyoruz. Bu oluşuma kimler önayak olmuş? - Bu dernekle ve kuruluş aşamasıyla ilgili Başbakanlık

bu maksadın gerçekleşmesi için milletin mizâcını yüce fikirler ile aydınlatmak, ahlâk seviyelerini yükseltmek, Hemşin’in her köşesini eğitim nurlarıyla ziyadâr etmek…” Yine aynı beyannameden anladığımıza göre bu oluşuma önayak olan kişilerin her ikisi de hukukçu olan Memişoğlu Necati Efendi ile Naiboğlu Hüseyin Avni efendilerdir. 1911 yılında kuruluşu onaylanan

caminin hocası olan kişidir. Zaten mektepler genelde camilerin bünyesinde bulunan bir-iki dershanede faaliyet gösterirlerdi. Genel ve yaygın olan bu usulün dışında özel olarak inşa edilmiş mektep binaları da bulunurdu. Hemşin Terakki ve Teâli Cemiyeti tarafından inşa ettirilen mektep de Çinçiva (Şenyuva) köyünde inşa ettirilmiş, böye bir bina idi. Burada öğretmenlik yapan

Osmanlı Arşivi’nde beş adet dosya bulunmaktadır. Dosyaların içerisinde de 100 civarında belge var. Derneğin tam adı “Hemşin Terakki ve Teâli Cemiyeti”dir. Günümüz Türkçesi’yle söyleyecek olursam “Hemşin İlerleme ve Yükselme Derneği”. Kuruluş beyannamesinde derneğin kuruluş gayesi açıklanırken şöyle deniliyor: “Kalkınmak için gerekli olan eğitime hizmet,

dernek, köyde bir mektep inşa ettirmiş, ayrıca geliri mektebe bırakılmak üzere bir fırın açmıştı. - Burada kimler öğretmenlik yapıyordu? Ülkenin başka bölgelerinden gelip mektebe destek olan başka Hemşinliler de var mı? - Mektepler, şimdiki ilkokulun karşılığı olan ilk eğitim kurumlarıdır ve buraların öğretmenleri de en yakın

kişilerle ilgili dosyalarda bir bilgi bulunmaması, öğretmenliğin köy imamı tarafından yürütüldüğünü gösteriyor. Mektebin kuruluşuna destek olan kişiler, bizzat derneğin kurucularıydı. 18 kişi olan bu gayretli Hemşinlilerden on biri tüccar-esnaf, altısı ulema, hacegân ve müderris unvanı taşıyan din adamı, biri de ketebe olarak vazifeli bir memurdu. ➦


Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Hemşinliler - Hem Osmanlı hem Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca devletin üst kademelerinde veya eğitim öğretim seviyesinin üst kısımlarında yer alan Hemşinliler kimlerdir? - Bu çok geniş bir konu. Gerek Osmanlı, gerek Cumhuriyet devrinde mülkiye, ilmiye ve askeriyede devlet-millet hizmetinde bulunmuş çok sayıda Hemşinli var. Bunların sadece isim listesi bile birkaç sayfa tutar. Biyografileri ise bir kitap hacmine ulaşır. Bunlardan bir kaçını sayacak olursak, başta Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşa (solda) hem saraya damat olmuş, hem de 6 defa Kaptan-ı Deryalık ve Sadrazamlık yapmış bir hemşerimizdir. Bunun oğlu Ethem Paşa da Refia Sultan ile evlenip saraya damat olmuş bir paşadır. - Eğitimci olarak kimden bahsederiz. - İlmiye sınıfı dediğimiz din adamları arasında da çok sayıda Hemşinli vardır.

İshak ALBAY Adil Mah. Beykoz Cad. Hemşin Sokak. No : 5/A Sultanbeyli / İstanbul Tel: 0 216 592 63 63 Gsm: 0 532 241 57 54 hemsinodunekmek.com.tr

Abdullah Efendi tarafından 1731’de yazılmış bir risalenin ilk sayfası. Özellikle 1700 yılı başında doğmuş Abdullah Efendi, İstanbul medreselerinde hocalık yapan, kitap ve risale olarak 11 adet eser yazmış bir Hemşinlidir. Ramazan aylarında sarayda tertip edilen ve çok seçkin alimlerin davet sonucu iştirak edebildiği Huzur derslerine

katılarak Huzûr-u Humâyûn hocası payesini almış kişiler arasında da Hemşinliler vardır. Milli Mücadele ve Cumhuriyet devrine gelecek olursak ,sarıklı mücahit olarak anılan Necati Efendi ve Kumbasarzade Süleyman Sırrı Efendi’yi özellikle kaydetmek lazım. Birinci dönemden itibaren Rize milletvekilleri arasında da hep Hemşinliler bulunmuştur. 1950-1960 arası hükümetlerde bakan olarak hizmet eden Tevfik İleri (solda), hizmetleri ve hitabetiyle tarihe geçmiş, Samsun Milletvekili olan bir Hemşinlidir. Yine siyasi tarihimizin yakın dönemine iz bırakan başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın da eski bir Hemşin köyü olan Çataldere’den olduğunu hatırlatalım. l


- Sonraki yıllarda kurulan Hemşin Dernekleri hakkında neler söyleyebilirsiniz? Yurt çapındaki Hemşinlileri bir araya getirmek için ne gibi oluşumlar hayata geçirilmiş? - Hemşinliler dernek ve cemiyetçilik konusunda tecrübeli insanlardır. Cumhuriyet döneminde ilki 1949 yılında Ankara’da Hemşin Kültür Derneği kurulmuş ve 1950 yılında “Hemşin” adıyla bir dergi çıkarmaya başlamışlardır. Daha Her sonra 1962 yılında İstanbul’da Hemşin yer Yüksek Tahsil Talebe Hemşin, Cemiyeti, 1968 her yer yılında yine Ankara’da dernek Hemşin Kültür ve Kalkındırma Derneği, 1969 yılında Makrevis Mahallesi Yardımlaşma ve Kalkındırma Derneği, 1970 yılında Hala Yardımlaşma ve Geliştirme Derneği, 1975 yılında Ankara Kale Derneği, 1977 yılında Ortayol (Meleskür) Köyü Kalkındırma Güzelleştirme ve Kültür Derneği gibi gönüllü teşekküller dergi ve mecmualar yayınlamış, Hemşinliler arasında diyalog ve dayanışmayı temin etmişlerdir. l

Tarih boyunca Hemşinlilerin iki şeye dikkat ettiğini görüyoruz: Eğitim ve dernekçilik. Hem birbirlerinden kopmamak için gösterdikleri çaba hem de eğitime olan inançları Hemşinlileri bulundukları yerde hep bir adım öne çıkarmış. İshak Güven Güvelioğlu da tarih boyu ismini duyurmuş Hemşinlilerin değil bu yazıya, bir kitaba bile sığmayacağını söylüyor. ➥ - Mektepte nasıl bir eğitim veriliyordu? - Günümüzde olduğu gibi o dönemde de mekteplerdeki eğitim sistemi ve dersler merkezden belirlenirdi. Elimizde o dönemde bölgemizdeki mekteplerde okutulan dersleri gösteren listeler bulunmaktadır. Bu listelerde dersler şu şekilde sıralanmış; Kur’an-ı Kerim, din dersleri, alfabe, kıraat, imlâ, sarf (gramer), yazı, ezber, Türkçe, tarih, coğrafya, hesap, hendese (geometri), ziraat, resim, el işleri, ev idaresi, aşçılık. - Mektep ile padişahlık makamı ya da Osmanlı Sarayı arasında herhangi bir yazışmaya rastlıyor muyuz? Nasıl bir iletişim söz konusuydu? - Derneğe ait dosyalarda doğrudan sarayla ilgili değil de çeşitli kurumlarla

ilgili yazışmalar var. Bu makamlar Trabzon Valiliği, Şûrây-ı Devlet (Danıştay), Dâhiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) ve Sadrazamlık gibi makamlardır. Bu kurumlarla yapılan yazışmalar cemiyetin kuruluşu aşamasında yapılmış periyordik yazışmalardır. - Son olarak Hemşin yöresi hakkında ne söylemek istersiniz? - Uzun yıllar Hemşin Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği başkanlığını yürüten, geçen yıl kaybettiğimiz Orhan Bayramoğlu’nu rahmetle yad etmek istiyorum. Kendisini zaman zaman ziyeret eder, Hemşin üzerine sohbetler ederdik. Kendisi tam bir Hemşin sevdalısıydı ve bu durumu “Hemşin benim evladım gibidir” sözüyle ifade ederdi. l



Y

Tulum kültürünü geliştireceğiz Tulum, Karadeniz’in en önemli kültürel değerlerinden biri. Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği kursu bu değere sahip çıkıyor. Tulum icracısı Mustafa Gökay Ferah’ın öğretmenlik yaptığı kursta, farklı yaş gruplarından, farklı şehirlerden, kültürlerden sahip insanlara eğitim veriliyor. 16

eldeğirmeni’nde orijinal Karadeniz yapısına sadık kalınarak inşa edilmiş kahverengi ahşap binadan davetkâr ve hareketli sesler yükseliyor. Karadeniz’in yaylalarında, rüzgâra takılıp ev ev dolanarak, insanları oyuna, horona davet eden tulumun sesi bu. Ama bugün uzaktan değil, Kadıköy’den yükseliyor. Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği’nin merkezinden. İşte bu merkezde, Hemşin denince ilk akla değerden biri olan tulum; nasıl çalınır, kültürü nedir, bunlar öğretiliyor. 13 yılını tuluma vermiş; Ezmoce, Karayel, Entu, Feluka, Gökhan Birben, Bayar Şahin, Marsis gibi isimlerle çalışmış Mustafa Gökay Ferah'ın öğretmenliğinde gerçekleştiriliyor kurs. Bu sekizinci yılı. Şimdiye kadar onlarca öğrenci yetiştirmiş. Hatta yetiştirdikleri arasında şu anda sahnelerde tulumu icra edenler de var. Sadece Hemşinlilerin değil, Diyarbakır’dan, Van’dan, Eskişehir’den, Türkiye’nin dört bir yanından ilginin olduğu kursla ilgili hocası Mustafa Gökay Ferah’la ve öğrencilerle konuştuk. Söz önce Ferah’ta: - Önce sizi tanıyarak başlayalım mı? - 17 Mayıs 1986’da Rize’nin Pazar ilçesinde doğdum. Hemşin’de büyüdüm. Öğretmen çocuğuyum. Tuluma 2001’de başladım. - Tuluma nasıl başladınız? - Babam bir sömestr tatilinde, gece bir sipsi getirdi eve. İşte o günden beri tulum çalıyorum. Yaklaşık 13 yıl olmuş. - Evet, ama neden tulum çalmak istediniz, yani babanız sipsi getirdi diye yıllarınızı bir enstrümana vermiş olamazsınız. Nedir sizi yıllardır tuluma bağlayan? - O dönemde Türkiye’de yeni yeni revaçta olmaya başlıyordu tulum; Kazım Koyuncu, Gökhan Birben’le. Açıkçası onları çok tanımıyordum o dönemde. Ama yöremde bolca tulum olduğu için bu istek ister istemez insanda oluşuyor. Hemşin’de tulum çok aktif çalınan bir enstrüman. Düğünde, sünnette, aklınıza gelebilecek tüm eğlencelerde hep tulum çalınır. Ben bu kültürle büyüdüm. Müziğe de eğilimli birisiydim. Tulumu çok fazla seviyordum, sesi çok hoşuma gidiyordu. Böylece çalmaya başladım. Folklor, halk oyunları ekiplerinde çalıyordum. Ama tulumla ilgili ideallerim nerede gelişmeye başladı, diye soruyorsanız; 2002 veya 2003 olması lazım, yörede Ezmoce adında bir grup oluşturduk ve müzik yapmaya başladık. İnsanlar bizi tanıdıkça işin yelpazesi büyüdü. O dönem Gelişim TV, Çay TV, Kaçkar TV gibi yöresel pek çok kanala çıktım. Zamanla tulumun birçok müzik dalında kullanılabileceğini fark ettim ve bunu daha da geliştirmek istedim. Aklımda


hep müzik olduğu için diğer şeyler ikinci planda kalıyordu. Dolayısıyla uzun zaman üniversiteyi kazanamadım. Tulum üzerine daha da yoğunlaşınca, “Neden tulum icra eden birisi olarak konservatuvarda eğitim almayayım” diye düşünmeye başladım. 2006’da İstanbul’a geldim. Hem konservatuvara hazırlandım hem de müzikal çalışmalarıma devam ettim. 2006’da İstanbul’a geldikten sonra Entu, Feluka, Gökhan Birben, Bayar Şahin ile çalışmaya başladım.Yine aynı dönemde daha önceden de tanıdığım arkadaşlarımla “Marsis” grubunu oluşturduk. 2009’da “Marsis Dağı” adıyla Kalan Müzik’ten bir albüm çıkardık. 2012’de ikinci albümü yaptık. Bundan 3-4 ay sonra kariyerim, eğitimim ve solo yapacağım işlerden kaynaklı gruptan ayrıldım. Kalan Müzik’le anlaştım. 1.5-2 yıldır solo albüm hazırlığı içerisindeyim. Yakın zamanlarda albümüm raflarda yeri alacak nasipse. - Ya üniversite ne oldu? - Bir yıllık hazırlıktan sonra aynı anda iki üniversiteyi kazandım. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Müzikoloji ve Yıldız Teknik Üniversitesi Güzel Sanatlar bölümünü. İTÜ’yü tercih ettim. 2012’de mezun oldum. Bitirme ödevimin konu başlığı,

Remzi Bekar, TRT radyosunun sözleşmeli sanatçısı. Tulumu televizyonda ilk icra eden kişi. Türkiye’de tulum üzerine ilk plağı da o yapıyor hatta ve o dönemlerde plakları 90 bin satıyor.

“Remzi Bekar ve Tulum İcracılığı”ydı. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Müzikoloji bölümü yüksek lisans programını kazandım. Öğrencilik hayatım da ve kariyer çalışmalarım da bir taraftan devam ediyor. - Öyleyse gelelim tulum kültürüne… - Tulum sadece Rize’yle sınırlı değil. Gayda, bagpipe gibi tulum ailesinin diğer üyesi olan enstrümanlar başka yerlerde de kullanılıyor. Örneğin Türkiye’de tulum;

Artvin, Kars, Erzurum İspir, Sivas’ın Su Şehri, Van, Edirne ve Hatay’da… Tulum ailesinin türlerinden olan bagpipe ve gayda ise İngiltere, İskoçya, İspanya, Kuzey İrlanda, Portekiz, İsveç, Bulgaristan, Yunanistan, Afganistan, Hindistan, Cezayir, Libya, Mısır, Tunus gibi ülkelerde kullanılıyor. Ancak bugün Türkiye’de hakim olan tulum kültürü en eski, en gerçekçi, en orijinal haliyle Hemşin ve Çamlıhemşin dolaylarında yaşanıyor. ➦


➥ - Çok kısaca Türkiye’de tulum icracılığının biraz geçmişinden bahsedelim mi? Teziniz de Remzi Bekar ve Tulum İcracılığı üzerine olduğu için bize ilk elden bilgi verebilir misiniz? - Tulum gerçekten çok enteresan ve çalışılmamış bir alan. Tulum icracılığı ve tulumu geliştirmek için çalışmış çok önemli isimler, ustalar var. 1970’lerde Remzi Bekar tulumu nasıl geliştirebilirim, TRT’de Yurttan Sesler Korosu’na nasıl çalabilirim, tulumu daha çok insana nasıl duyurabilirim, kaygısıyla Etem Ruhi Üngör, Nida Tüfekçi gibi dönemin önemli müzik otoriteleriyle görüşüyor. Bekar, o dönemde TRT radyosunun sözleşmeli sanatçısı ve tulumu televizyonda ilk icra eden kişidir. Türkiye’de tulum üzerine ilk plağı da o yapıyor o dönemlerde plakları 90 bin satıyor. İlk karar ses tulumu da yine o buluyor. Şükrü Parlak’ın yapımcılığında altılı tulumu da o buluyor. Diğer önemli isim ise, Sebahattin Gangal. O da Selim Bölükbaşı’yla önemli çalışmalar yapıyor. Birçok tonda tulum yapıyor. Makamsal

Tulum bir tutkudur Gizem Misoğlu: 23 yaşındayım. Üniversite mezunuyum. Gıda sektöründe çalışıyorum. Başka bir tulum kursuna giderken tesadüfen Mustafa hocayı buldum. Mustafa hocanın ve bu kursun, benim hayatımdaki değeri çok büyüktür. İyi ki bulmuşum. 2.5 senedir buradayım. Tuluma aşığım. Kültürümüzü tanıtmak bizim için çok önemli. Annem Hopalı, babam Bulgaristan göçmeni. Hopa’da bayan tanınmış tulumcu yok. Bunun öncülüğünü ben yapmak istiyorum. Hatta konservatuvar eğitimi almak istiyorum. Sahneye çıkmak da en büyük hayallerimden biri. Onu da bir gün gerçekleştireceğime inanıyorum. Tuğba Önal: 22 yaşındayım. Üniversite öğrencisiyim. Rize Ardeşenliyim. Yıllarca müziğe ilgi duydum, fakat tulum çalmak

18

yenilikler getiriyor, Nihavent, Hicaz, Buselik gibi makam dizilerinde de tulumlar yapıyor. Tuluma yeni misyon katıyor. Kazım abinin (Koyuncu) yaptığı müzik önemliydi, ancak Bekar ve Gangal’ın tulumda yaptıkları teknik yeniliklerin, Karadeniz müziği ve sanatçıların bu icrayı sahnelerine taşıması açısından çok önemli. Hatta Karadeniz müziği açısından bu yenilikler bir devrim niteliği taşır. - Sizin de çalışmalarınız var mı? - Başladığımdan beri tulumu nasıl geliştirebiliriz, tulumla ilgili neler yapabiliriz, makamsal olarak nasıl daha geniş bir hale getirebiliriz, teknik açıdan neler katabilir diye düşünenlerden birisiydim. Marsis bir Rock grubuydu. Rock müziği içerisinde tulumu icra etmeye başladım. Otantik müzikal durumlarda, folk, Türk halk müziği içinde icrasını yaygınlaştırdık. Tulumu hem teknik hem de icra olarak geliştirme çabasındayım. Dört mühendis arkadaşla üzerinde çalıştığım elektro tulum projemiz var. Tulum icracılığına eskiden beri önem vermemin sebebi; gerek devlet erkanında,

gerek sosyal alandaki müzik otoriteleri çevresinde tulum repertuvarından çok fazla türkü kullanılmadı. Hep aynı parçaları duyuyorduk. Bu çalışmalar bu durumu değiştirebilir. Kursta; Diyarbakır Lorkesi’ni, Azeri bir türküyü, Al Yazmalımı tuluma adapte ediyoruz. Tulumun repertuvarını genişletiyoruz. Cahit Berkay’la Al Yazmalı eserini aynı sahnede tulumla icra eden ilk müzisyenim. Bu anlamda da bu benzer yaptığımız birçok çalışma mevcuttur. - Bunların arasında bir de tulum kursu veriyorsunuz. Böyle bir kurs açma fikri nereden çıktı? - O da 2006’da İstanbul’a gelmemle başladı. 2006 benim için birçok şeyin başlangıç tarihiydi. İstanbul’a geldikten bir hafta sonra Hemşin Derneği’ne geldim. Onlarla tanışmayı, buluşmayı çok istiyordum. Kimseyi tanımıyordum, ama çok sıcak bir ortam vardı. “Merhaba”, dedim, “ben Mustafa, tulumun da yer aldığı bir Hemşin korosu düşünüyorum”. O şekilde derneğe girdim. Bir koro oluşturduk, iki konser verdik. 2006’da tulum ➦

aklımda yoktu. Evimde gitar, keman ve tulum vardı. Kuzenimin tulum kursuna başlaması, beni de bu derneğe yönlendirdi. 2,5 senedir burdayım. Bırakmaya da niyetim yok (gülüyor) Ben memleketimi çok seviyorum, kültürüme de çok bağlıyım. İstanbul’da doğup büyüdüm, burada yaşıyorum, ama her yaz memlekete gitmezsem kendimde eksikliğini hissediyorum. Tulum dinlemeyi ve horon oynamayı çok seviyorum. Bu kadar sevince, neden olmasın, neden ben de çalmayayım, dedim. Tulumu çalmak da ayrı bir haz. Zor bir enstrüman olmasına rağmen çalışınca üstesinden geliyorsun. Benim pek sahne hayalim yok, aileme, arkadaşlarıma çalayım yeter. Serhat Yılmaz: 24 yaşındayım. Rize Çayeli’nde doğdum. Üç yaşımdayken Kayseri’ye yerleşmiştik. O nedenle tulumun sesini canlı duymamıştım. Sadece teypten

dinliyordum. Ama bir gün çalabilmeyi çok istiyordum. Altı yıldır İstanbul’dayım. İnternetten Mustafa hocanın kursunu buldum. Bilgi almak için geldim. Sonra Mustafa hoca elime bir sipsi tutuşturdu, öyle başladım. 15 aydır kursa geliyorum. Tulum çalmak biraz zor. Çok emek istiyor. İyi bir seviyeye gelmek için her gün düzenli çalışmak gerekiyor. Ayrıca 1.5-2 aydır kurs arkadaşım Tuğcan Altay’la tulumu geliştirmeye çalışıyoruz. Amatör bir uğraş, ama öğrenmeden bırakmayacağız. Tulumları satın aldığımız ustamız Sebahattin amcayla da görüştük, o da bize yardımcı olacak. Hedefim, sahnede tulum çalmak değil, ama düğünde tulum çalanlar kadar iyi çalabilmek. Ben tulumcu olmak istiyorum, sahnede tulum çalmak gibi bir amacım yok. Öğrenmek uzun yıllar alsa da bırakmayacağım. l


Atalar Mah Gamze Sok. No: 13/4 kartal / İSTANBUL Tel.: 0216 306 5953 Faks: 0216 306 4952

Metin ALTEKİN 0533 203 05 28

metinaltekin53@hotmail.com

Murat ÖZTEKİNCİ 0533 203 05 29

muratoztekinci@hotmail.com

Bazı Projelerimiz: Yukarı Dudullu Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu yapım işi

Zafer Savaş KESER 0532 511 44 44

koseoglu_zafer@hotmail.com

Üsküdar Burhan Felek kapalı yüzme havuzu güçlendirme işi yeniden yapımı Eyüp Göktürk muhtarlık binası yapım işi Çekmeköy Hamidiye Mahallesi muhtarlık binası yapım işi İstanbul Mediniyet Universitesi kuzey kampüsü tıp fakültesi yapım işi Kadıköy Moda kız teknik ve meslek lisesi anaokulu yapım işi Esenyurt rehabilitasyon özürlü asansorü ve özurlu rampası çelik işi yapımı

Betonarme inşaat, Proje ve Taahhüt


Yediden yetmişe tulum merakı

➥ kursuna da başladık. İlk öğrencilerimi 2007’nin sonunda mezun ettim. Onlar arasında hâlâ tulum icra eden birçok öğrencim var. Kimileri de bayan. Bunlardan bazıları: Firdevs Zararsız, Aygün Akçiçek, Ezgi Mete, Yağmur Sakarya, Gizem Misoğlu, Tuğba Önal, Gonca Polat. - Gördüğüm kadarıyla bu yılki kursta da azımsanmayacak kadar bayan öğrenci var. Öğrenci profili hakkında neler söyleyebilirsiniz? - Evet, bayanların ilgisi yoğun. Kursum başladığından beri öğrencilerin yaşları, memleketleri enteresan bir çizgide ilerliyor, çok değişik profiller var. Rize dışındaki illerden, kültürlerden katılanlar oluyor; Diyarbakırlı, Vanlı, Tuncelili, İzmirli, Antalyalı, Kastamonulu, Zonguldaklı, Sinoplu… Yaş ortalaması da 9 yaşından 50 yaşına kadar geniş bir yelpazede. - Peki amacınız nedir? - Tulum icracılığını Türkiye’de daha fazla yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Bunun aynı zamanda devlet erkanında, Kültür Bakanlığı’nda ve müzikal sahada daha geniş bir yere uzanmasını istiyoruz. Geçen ay Fransa’dan Sikana TV’den geldiler mesela, kursumu ve eğitimimi çektiler, tulum kültürünü ve icracılığını anlattım. Tulumu dünyaya duyurmak istiyoruz. l

Erol İnce: 50 yaşındayım. Aile hekimi olarak çalışıyorum. Aslen Çamlıhemşinliyim, ama Erzurum’da doğup büyüdüm. İlk defa iki sene önce Çamlıhemşin’e gittim. Ondan sonra da tulum ve horon öğrenmeye karar verdim. İnsanın yaşı ilerledikçe, niye bir şeyler yapmadım ki diye düşünüyor. Çalışma tempom yoğun olsa da, kişinin istediği her şeye zaman bulabileceğine inanıyorum. Hayatta sevdiğim iki enstrüman var, bağlama ve tulum. Önceliği tuluma verdim. Mustafa hocayla tanıştım. Selam verdim, veriş o veriş (gülüyor). Burada tulumun da ötesinde, çok hoş, güzel bir ortam var. Tulum müzikal olarak çok ilkel bir çalgı, güzelliği de bu, tamamen doğal bir ses veriyor. Türkiye’nin bugün en çok ihtiyacı olan şey, barış biz tulumla yedi bölgenin parçalarını çalarak barışa da katkı yapıyoruz. Beş-altı ay sonra kursum biter ama ben Mustafa

hocayı kolay kolay bırakmam. Sanatçı olma hedefim yok. Ama güzel çalarsam hiç affetmem, sahneye de çıkarım. Ayrıca Arel Üniversitesi’nde öğretmenlik de yapıyorum. Öğrencilerime tulumu sevdirmek için derslerimde tulum çalıyorum. Onların da ilgisini çekiyor. Serhat Çelik: On yaşımdayım. Tulum kursuna bir yıldır geliyorum. Bir gün Kadıköy’de tulum çalanları dinledim. Sesini çok sevdim. Nasıl çalınır, diye merak da ediyordum. Çalan abiye “Eğitim veriyor musunuz”, deyince derneği anlattı. Mustafa hoca tulum kursunu Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneğ’inde verdiğini söyledi. Burayı buldum ve kursa başladım. İlerlemeye devam ediyorum. Arkadaşlarım şaşırıyorlar, “Nasıl çalıyorsun onu” diye soruyorlar. Zor bir iş, ama seviyorum. l

Tüketen toplumun üreten insanları olmak için, sağlıklı bir gelecek için “ Özel Atlas ASML’ye ” bekliyoruz !... Kurucu Müdür Mehmet SANDIKÇI

(0216) 527 1 844

www.atlasegitim.net


YAPI MÜHENDİSLİK İNŞAAT SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ.

*Kal'a; Osmanlıca'da büyük merkezlerin ve şehirlerin bulunduğu etrafı duvarlarla çevrili ve düşmanın hücumundan muhafaza edilen yüksek yerlerde inşa edilmiş yapı olarak belirtilir. *Kala; Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde "şehir" anlamında kullanılır. *Kala; Rize ili Çamlıhemşin ilçesi Kale Köyü'nde, tarihi Kale-i Bala Kalesi, tarihi cami, şehitlik, yıllardır kutsal bilinerek korunan ormanı ve nice değerli anıları içinde barındıran, yeryüzündeki en nadide yerlerden bir yerdir. Kala İnşaat, kutsal bildiği bu ismi, işi ile yüceltmeyi gaye edinmiştir.


1887 / 1977

Hemşin’in namlı şairi Çaldur Sakine Araştırma / Derleme: HIZIR CANBAZ

O

n dört yaşında gelin olur, birkaç yıl sonra ana, sonra kötürüm bir kocanın bakıcısı, evlatlarının hem anası, hem babası... Önce iki kızını kaybeder, büyük oğlu depremde engelli olur, sonra 15-16 Haziran İşçi Yürüyüşü’nde oğlunu... Bütün acılarını, neşelerini, öfkesini türkülerine döker Çaldur Sakine. Ama durun hikayeye en başından başlayalım. Zira Hemşin’in kültür tarihinde bir yolculuk yapıp da onun adını anmamak olmaz. İşte karşınızda Çaldur Sakine... Hemşin’de, 1887’de gözlerini açar dünyaya Sakine. O zamanlar adının başında Çaldur yok daha, Sakine diye anılır. Kendisi Ezizlerden olup İslamlara evlenmiştir. Çaldur Sakine; Kaleibalanın namlı şairlerinden. Günümüze gelmiş bir çok atma türkü ve taşlamaları var. Daha evlenmeden bile kaynatasına türkü atacak kadar da cesaretiyle bilinir. 14-15’inde Çaldur Sakine yaşça büyük olan İslamlardan Mustafa ile evlendirilir. Düğün hediyesi beşi bir yerdelerini çaldırınca altınlarının gittiğine üzülen eşinin “çaldur sakine çaldur’’ demesi, Sakine’ye ömür boyu anılacağı bir lakabı getirir: ÇALDUR SAKİNE. Üç kız ve üç

22

erkek evladı olur. Kocası Mustafa yatalak olunca hayatın bütün yükünü omuzlar. Küçük olan çocukları, bozulan düzeni nedeniyle yüklendiği geçim sıkıntısı, çocuklarını büyütme telaşesiyle hayat sürüp gider. Bütün bunları türkülerine yansıtır Çaldur Sakine. Mesela, bir gün Murtazlardan birisi bozulan düzenine laf deyince; atma türkü ile cevap verir; “Altun gene altundur, Kırk yıl dursa batağa Evel hizmetkar idi Bütün Murtazlar bağa Büyür küçük takolar Gene olururum ağa.” Altının bataklıkta da olsa değerinden bir şey kaybetmediğini, çocuklarının büyüyüp gene eski günleri göreceğini işte bu dizeleriyle anlatır. Lakin söz hayata her zaman uymaz. Çaldur Sakine’nin çilesi de geçim sıkıntısıyla kalmaz ne yazık ki. Önce 16 yaşına gelen kızını kaybeder. Daha sonra Çatta Derecilere gelin gitmeye hazırlanan nişanlı kızı Zehra’ya Meşe’ye oduna gittiklerinde taş gelir ve gözleri önünde parçalanır Zehra. Onu da mezara bu haliyle koyar. Büyük oğlu askerdeyken deprem olur ve enkaz altından güçlükle

çıkarılır, engelli kalır. İki oğlu daha vardır. Birisi çok küçük olan Ali, diğeri hem oğlum hem kardaşum dediği, 1918’de gözlerini dünyaya açan Abdurrahman (Şahper). Vaziyet böyle olunca, genç yaşta İstanbul’a gurbete yollar onu. İşler kurar Şahper; Lokanta, kahve. Başarılı da olur, tam rahata erdiği, anasını, ailesini rahata erdireceği bir dönemde; İstanbul kaynar. Tarih, 16 Haziran 1970, günlerden Çarşamba’dır. İstanbul Kadıköy’de işçi eylemleri başlar. Lokantasının yanı başında başlayan olaylar sırasında dört kez ortağı Hasan Yanmış dikkatli olması için uyarır Şahper’i, beşincisinde... Lokantanın garsonu vurulduğunu görür ve koşup Hasan Yanmış’a haber verir. Hemen yanına koşan Hasan Yanmış yerden kaldırmaya çalışırken kurşunun boynundan girip çıktığını görür. Hemen Numune Hastanesi’ne kaldırılır Şahper, ancak yetişemeden, yolda ölür. Otopside kurşunun şah damarını parçaladığı görülür. Çaldur Sakine, evladını İstanbul’da bıraktırmaz, vatanına ister. Cenaze RizePazar’a geldiğinde acısını yine en iyi bildiği şekilde dillendirir, destan düzer:


Çaldur Sakine, Hemşin’in namlı şairlerinden biri. Hazır cevaplılığıyla acılarını, neşelerini, hüzünlerini, öfkesini türkülerine dökmüş. Neler yaşamamış ki? 14 yaşında gelin olmuş, birkaç yıla ana, sonra felçli bir kocanın bakıcısı; üç çocuğunu toprağa gömmenin acısını taşımış ölene kadar yüreğinde. Gelin, size Hemşin’in önemli kültürel değerlerinden Çaldur Sakine’yi tanıştıralım... 25 Yaşinde sizi bekledum Kesileni birbirina ekledum Kuşlar gibi dört biyandan topladum Kıyamete kadar ağlasun Çaldur

Bilmaki Refiğum beni unutti Yetum yavrilara babaluk etti Bizum gemi yeni limanda bati Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur

Yaylanun başinde yayilur mallar Çaldur Şahperini gurbete yollar 18 nüfusla yoluni kollar Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Günlük ettum oğul sizi büyüttüm Sonra zenginlenduk dünyayı tuttum Şimdi gene hepisini unuttum Kıyamete kadar ağlasun Çaldur.

Bilmezukki tez alalum kanuyin Olmaduk kurşuna verdun canuyin Neden sonra sarduk dörtbir yanuyin Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Küçük yaştan beri çilen durmadi Bi canuyin bile Allah almadi Biricik Mustafan dedesuz kaldi Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Eller atli gezer ben gezdum yaya Seksen sene emek verdum dünyaya Yüreğumi yakti kurşunle, kaya Kıyamate kadar ağlasun Çaldur.

Çattan gelur çiçeklinun dumani Daha beklemem ben kestum gümani Aydabir gelurdi gurbetcim hani Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Kırkuyin almadan ihtiyar oldun Kiraz çiçeğinden sarardun soldun Rahata erdunki dünyadan oldun Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Pazarlarda kurumadi izlerum Kör oldi gözlerum,durdi dizlerum Şimdi artuk ezraili gözlerum Kıyamete kadar ağlasun Çaldur.

Deniz lokantasi mekanun yurdun Fikirtepede konaği kurdun Kıyamete kadar tükenmez derdun Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Abril ayı olur kuzular meler Neler çektun oğul gurbette neler Felek canlarumi elekte eler Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Dükkanun öninde döküldi kanun Numuneye kadar sürmedi canun Günlükçi anayi etmişdun hanum Kıyamete kadar ağlasun Çaldur

Geldun gezdun bahçeleri bostani Ağlayarak yazdum ben bu destani Ne erken bağladun oğul bohçani Kıyamete kadar ağlasun Çaldur

Daha ne edeyim dünya malini Oğlum kodi gitti variyetini Bir kariş toprakla aldi hakkini Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Çiçekli yaylanun düzinden geçtun İslamlarun puğarinden da içtun Bi gece yatupda Kaleden göçtün Kıyamete kadar ağlasun çaldur

Yaram çok derindu her zaman sızlar Toplanur gelurler babasuz kızlar Hiç aklumden çıkmaz deduğun sözler Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Her köye giderken gittun havadan Bu son yolciluği yaptun karadan Kaderuni böyle yazmiş yaradan Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Küçük yaştan beri yetumdu başum Hem evladum idun hemda kardaşum Kimden geldi sana o hain kurşun Kıyamete kadar ağlasun Çaldur

Mayıs gelur millet çıkar dağlara Seyrederler bahçelere bağlara Mektup yazdum sağlarada sollara Dünyada arasa bulamaz Çaldur.

Sana yara bana kara bağladi Haberi alanlar doldi ağladi 16 Haziran ocağum yandi Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Yaylanun duzinden dağlara bakti Tandurda zor ile bir saat yatti Sabah namazinde kıratı tutti Kıyamete kadar ağlasun Çaldur

Babası kırkında sarardı soldi Refik birtaneden üçtane oldi Bu yalan dünyanun soni mi geldi Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

...

Her yolunda teyyarede olurdun Haberun gelmeden kendun gelurdun Hiç bilmezdum böyle birden elurdun Kıyamete kadar ağlasun çaldur

Yirmi yaşunde gittun askere Bi kazasuz ondan aldun tezkere Yedun bu kurşuni nafile yere Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Kahpe felek neya geldun peşumden Biri taştan gitti biri kurşunden Erken bezdum yalan dünya işinden Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur

Dayma dumanlidur yaylanun başi Verane bulebun çöl olsun taşi Oğul direnmiştun dünyaya karşi Kıyamete kadar Ağlasun Çaldur.

Kaynak; Kale Köyü, Emine Bozkurt, Zehra Bozkurt, Hasan Canbaz

Abdurrahman Bozkurt (Şahper).

23


Brejnev Hemşin’i bilir mi? Hemşin’den çıkan ve dünya tıp literatürüne mal olmuş isimlerden biri Prof Dr. Ali Ertuğrul. Yaptığı çalışmalarla akademik alanda ölmüsüz bir çınar desek abartmış olmayız. Hacettepe Hastanesi ve Üniversitesi’nin kuruluşu ve gelişiminde yaptığı çalışmalarla, burada uyguladığı yönetim biçimiyle Türk sağlık sektörünün bugün “hasta ihrac eden” konuma gelmesinde de büyük payı olan Prof. Dr. Ertuğrul, aynı zamanda bir Hemşin aşığı. Hatta, elde etiği her başarıyı Hemşin’e borçlu olduğunu söyleyecek kadar seviyor oraları. DENİZ ÜLKÜTEKİN

P

rof. Dr. Ali Ertuğrul’a yapacağımız ziyaret öncesi oldukça heyecanlıydık. Biraz da endişeli. O kadar dolu bir hayatı olmuştu ki, acaba her detayını hatırlayabilecek miydi? Detaylar ve yaşadıkları bizim bildiklerimizden kat kat fazlaydı ve hepsini şu an yaşıyormuşcasına hatırlıyordu. Kalp alanında dünyanın ilk uzman doktorları arasında yer alan isimlerden biri Prof. Dr. Ali Ertuğrul. Pek çok buluşu tıp

24

literatürüne girmiş. Katkıları bundan ibaret de değil, Hacettepe Üniversitesi Kardiyoloji Bölümü’nü kurarak, daha 50’li yıllarda en önemli tıp merkezlerinden birine imza atmış, İhsan Doğramacı’yla yaptığı çalışmalarla Türk tıbbının kaderini değiştirmiş. Ve anılar... Anılar, yaşanmış hikayeler olmadan bunların hiçbir önemi olmazdı belki de. İşte bu boşlukta kalan parçaları doldurmak için Ali Ertuğrul’la başbaşa verdik ve ortaya çok keyifli bir sohbet çıktı. -İlk hatırladığınız Hemşin size ne çağrıştırıyor?

- Zaten orada doğdum ve doğduğumda ot biçme zamanıydı. Salihoğulları’nın evinde yangın çıktı. O yıllarda herkes evinde silah bulundurmak zorunda. Çocuklar nasıl yaptılarsa, bombaları patlatmışlar, o yanınca bize, bizden öbürüne... Gitti herşey, ama neyseki can kaybı olmadı. Annem de hamile, camiye gitmişler, böylece camide doğdum. Annem doğum yapıyor, babam da Sarıkamış’ta asker. “Oğlunun adını Ali koy, koyarsan çok büyük bir adam olacak” gibi bir rüya görüyor. Adım da Ali oluyor.


- Çocukluğunuzda Hemşin’de nasıl vakit geçirirdiniz? - Komşularımız vardı, köyün yarısı akrabamızdı zaten. İsmi Meydan Köyü’ydü. Ben ilk çocuğum, sonradan altı kardeş olduk. Okul yok tabii, babam bile biraz okur-yazar olan Hoca Mollaoğlu Ahmet Efendi’ye gönderilmiş. Tatilleri de erzağa göreymiş, erzak bitince tekrar köye gönderiyorlarmış. Adam hoca ama, Kuran’ı öğretmiyor. Peki ne öğretiyor? Ne biliyorsa; okuma-yazma, dağlar, dereler, coğrafya... Sonra ortaokulu Rize’de bitiriyor. Beş yaşındayım, evin ilk erkek çocuğu olarak mutlaka okumam lazım. - O dönem çocuk okutmak pek de yaygın değil. - Hayır, yaygın ama şartlar el vermiyor. Yıl 1930. Ali Ertuğrul Rize’deki İstiklal İlkokulu’nda. Babamın halası Rize’deydi. Çocuğu yok. Dedelerimin Rize’de fırını var. Beni hem orada çalışıyor, hem de Numune’de bir okul vardı, adı Kurtuluş. Sonra ikinci de halama göndermeye karar verdiler. İdare Memuru oluyor. İlk ben gittim bir okul açıldı, İstiklal diye, ben de ona Dedem aldı aşağıda bir dere var, beni yanına, devlet de metruk arazileri satışa başladım. İstiklal’de öğrencilerin yarısı bir katırın sırtına oturttu. Aşağıya Pazar’a çıkarmış. Babam alıyor bazılarını. Hasan kız. Öğretmenimiz, başı açık ve manto indik. Motor bakmaya gitti. Bana da iki adlı bir arkadaşıyla kalıyordu o dönem, bir giyiyor. Bütün öğretmenler öyleydi. simit aldı, koluma geçirdi. Lazca birşeyler de ben gittim, olduk üç. Rize’de kemençe ve tulumdan başka konuşuyor, anlamadım, korktum. “Beni - İlk defa babanızla uzun zaman şey bilmiyoruz. Bir öğretmen bize keman bırakma” dedim. Motoru bulduk, Rize’ye geçirdiniz... gösterdi. gidiyoruz. Dalgalar beni - Öyle ya, kimse yok. Babam çok - Sonra Erzurum’a tuttu, simitler kolumdan enteresan bir insandı. Mesela, iki canbazı gittiniz babanızın yanına düştü, üstlerine istifra ettim. vardı, hayvan komisyoncusu yani. değil mi? O döneme kadar Nasıl üzülüyorum... Altı Mart, nisan aylarında hayvan pazarına pek görüşmemiştiniz sene orada kaldım. Önce gidip, hayvan alırlar. Celep yapardık. herhalde? din mektebine verdiler. Çobanlarımız da hep Kürttü, çok iyi - Bazen izin alıp Hemşin’e Hafızaba diye bir kadın; insanlardı, dürüst, çalışkan, efendi... gelirdi, o kadar. İstanbul’da ellerimde siğil vardı. Yanlış - Tıp merakınız ne zaman başladı? İzzet Akçal’la birliktelermiş. okudukça, sivri tahtasını - Daha ilkokulda... Sıtma olmuştum. Babam Hukuk Fakültesi’ne, siğilime sokuyor. Olacak Babası Mustafa Tedavi için nar ağacı altına filan o Mülkiye’ye yazılıyor. gibi değil, ağlayıp “Daha Ertuğrul (1936). götürdüler, muska açtılar. Hiç biri fayda Yazın tatilde Hemşin’e gitmem oraya” dedim. Dedem de “Al ekmek götür ona her gün” dedi. Bir iki gün durdu, ama sonra devam etti. Ben de daha gitmedim. Sonra ilkokula başladım. Başlarken de önce yaşım küçük diye almadılar. Bunun üzerine hakime gittik, hakim de Hemşinli’ydi. “Kaç yaşındasın” diye sordu. Dedemin de ahbabıydı. “Yedi yaşındayım”, dedim. “Yemin eder misin?” “Ederim” dedim, böylece başladım. Fakat iyi bir öğrenci değildim. Rize’de tek

gitmeye karar veriyorlar. İzzet Bey de “Ben de fırında çalışıp para kazanırım” diyor. 1919 sanırım. Vapura bilet alıyorlar, şube “Yollamayız, siz asker çağındasınız” diyor. Böylece ikisi de tahsillerinden olup askere gidiyorlar. Bunları, beraber Sarıkamış’a veriyorlar. Bunlar da orada matbaa kurmak istiyorlar. Ordu Erzurum’da olduğu için “Erzurum’da kurun” diyorlar. Askerlik bitiyor, yine matbaa ihtiyacı var. Babam

etmedi. Onun üzerine dedem aldı beni, Doktor Hüseyin Bey’e götürdü. Odası çok güzel, etkilendim. Önce hap verdi, içmedim, sonra iğne yaptı. Ne sıtma kaldı ne bir şey. Ancak doktor ve evi aklımdan çıkmadı. Dedim ki, “Büyüyünce doktor olacağım.” İstanbul’a giderken de aklımda doktorluk vardı. Puanım da tutuyor. Tahtakale’de bir Rum kadının evine yerleştik. Babam da Mülkiye’nin sınavlarını takip ediyor. ➦

Çocuklarla yaylada - Son dönemlerde yaylaya gittiniz mi? - Çocuklar çok küçüktü. O zaman yol yok. 1962’de bir Mercedes arabam vardı. Almanya’da özel yaptırtmıştım; “Öyle yapacaksınız ki, hiç yol olmayan yerlerde altı delinmeden gidecek şekilde” diyerek.

Öyle yaptılar. Altı boydan boya çelik kaplıydı. O arabayla Dumlu Dağları’na bile gittim. Bir kızım, bir oğlum, bir de hanım köye çıktık. - Çocukluğunuzda yaylada hangi oyunları oynardınız?

- Taşlı gumbir, met. Taşlı gumbir yayla oyunudur, aşağıda oynanmaz. Bir taş dikilir, belli bir mesafeden taş atıp devireceksin. Bir de saklanbaç oynardık, taşların kayaların arasında. Hayvanlarla çobanlığa giderdik. l

25


Ali Ertuğrul’un ellilerin başındaki durağı Amerika’ydı. Dünyanın sayılı kalp uzmanlarından biri olmaya doğru ilerliyordu. Ta ki, postaneye gelen gizemli bir zarfa kadar. Bu zarf sırf Ertuğrul’un değil, Türk tıbbının da kaderini değiştirecek, yeni dünyada kariyer planları yerini Ankara’da bir hastane inşaatı manzarasına bırakacaktı.

-İlk horonu ne zaman oynadınız? Hemşin demek zaten yayla demek. Gittiğimde hiç aşağıda olmazdık. Yaylaya da herkes çıkmaz, hele erkek çok azdır. Kadın, çocuklar ve bir kaç çoban olurdu. Oyunlarımız daha ziyade kadınlara özgüydü. Babra Bubrik vardı mesela. Bu kelimeler Türkçe değil, bizim oralar için iki teori var. Bir tanesi, Ermenilikle ilgili. Doğru olabilir çünkü Ermenice’ye benzeyen çok isim var. Fakat Ermenice olmayan da çok. Babamın nenesi Kemer Köyü’ndendi. Dağın sağ tarafı Lazca, solu Türkçe konuşuyor, o da şimdi Türkçe, önceden Rumca konuşurdu. Ermenice yok oralarda. Lazca eskiden beri var, ama şu da var, Çinçiva, Amukta, bunların tamamı Latin isimleri. - Horon’a dönersek, horon sizce nedir? Babra Bubrik dedik ya... Tulum çalınırdı, o kadar. Köyde pek kalmadım. Beceremezdim zaten Rize horonunu. l

26

Hemşin demek yayla demek

➥ Bana telgraf çekiyor. Hiç birine girmedim. En son tıp sınavı. Giremezsem Erzurum’a döneceğim. Sınavı kazandım, iyi puan da tutturdum. Devlet yurduna aldılar. 1926 yıllarında, doktor gibi mühendis de az. Atatürk diyor ki, “Öyle bir teşkilat kurun ki 100 tıbba, 100 mühendisliğe talebe alıp her türlü konforu sağlayın.” - Üniversiteden sonra mesleğe nasıl adım attınız? - Çankaya’da... Doktor oldum, askerliğin sırası geldi. En kısa askerlik yapanlardanım. Sekiz ay yaptım. Askeri doktordum. Hava alayına verdiler önce. Kartal’da askeri bir okul vardı. Orada başladım. Sabah gidiyorsun, zaten kimsenin birşeyi yok. Gün geçmiyor, “Ne yapacağım” diye düşünüyorum. Derken Arifiye’ye havaalanı yapılacağını duydum. Orada Köy Ensitüsü de var. Doktoru da yokmuş. Oranın doktoru oldum. Köy Enstitüleri’nin ne olduğunu öğrendim. Dünyada eşi olmayan bir girişimdi. Askerlik bitince Erzurum’a döndüm. Dört sene mecburi hizmetim vardı. Kura çekiyorlar. Ben gitmedim. Radyodan dinliyoruz. “Ali Ertuğrul, Çankaya” duydum. “Oooo ne şanslısın” dediler, “bize yemek ısmarlayacaksın”. Sonra eczacının çırağı geldi. “Ya ne diyorsunuz, Şenkaya’dır o” dedi. “Ne Şenkaya’sı” dedik. Erzurum’un kazası. Erzurum’da kimse bilmiyor, meğerse o sene orayı kaza yapmışlar. Allah-u Ekber Dağları’nda. Oraya gittim doktor olarak. - Hacettepe Kardiyoloji Bölümü’nü nasıl kurdunuz? - Kalp uzmanı ’55’ten sonra çoğalmaya başladı. Çünkü bir genel cerrah, romatizma hastasını tedavi etmeyi başardı. Ondan sonra herkes ilgilenmeye başladı. Daha Türkiye’ye gelmeden önce Doğramacı araştırma yapmış. Harvard’lı Macar bir cerrahla iyi arkadaş.


Ona diyor ki, “hastane kuruyorum, kardiyoloji bölümü nasıl kurulur, sen bana çiz yolla. Bir de bu işi yapacak Türklerden birini bana öner.” O da çiziyor, yolluyor, isim olarak da beni söylüyor. Mazhar Osman’ın oğlu da o sırada Harvard Noroloji bölümü başkanı, Macar da onu iyi tanıyor. Beni yemeğe çağırdı ve “sana sürprizim var” dedi. Gittim, “sürpriz maalesef gerçekleşmiyor” dedi. Lenfoması varmış, nöbeti gelmiş. “Yemekte beraber olacaktık, seninle tanıştıracaktık” dedi. Birkaç gün sona da öldü. Neyse Doğramacı’ya benim ismimi vermiş. Doğramacı bana planları yolluyor. Bir gün bankaya gittim, koca bir zarf. Ozalite çekiliyordu o zaman çizimler. Ben de kendi yapmış zannnettim, “Vay canına nasıl yapmış” diyorum. Biz de yeni bir alet alacağız o zaman, İsveç’te geliştirilmiş, daha dört tane satmışlar. Beşinciyi Doğramacı almış. Önce İsveç’e gittim, aleti incelemek için. Baktım ki benim yapacağım iş değil, “bir teknisyen yollayın” diye mektup yazdım ve Ankara’ya gittim. - Amerika’dan niye döndünüz? - Bir gün bankada para çıktı bana. Kim gönderdi bilmiyorum. “Babamdır” diye

Hacettepe Tıp Fakültesi’nin yangından sonraki ilk açılış töreni. 14 Ekim 1963 düşündüm. Meğerse Doğramacı yollamış. Bir kaç ay sonra bir mektup geldi. “Tayininiz yapıldı, harcırahınız gönderildi, ne zaman geleceğinizi bildirmeniz...” Aslında dönmek istiyordum, ama bu beni daha çok motive etti. Bir mektup yazdım, hemen cevap geldi, “Gel beraber yapalım.” O şekilde başladık, 1958’den seksenlere kadar çalıştım. Fakülteye, sonra üniversiteye çevirdik. Kadromuzu

genişletmek zorunda kaldık. Geçen yıl Türkiye’ye binden fazla hasta dışardan geldi. Türk doktorları, bulundukları her kurulda yönetim kurulundadır. Bunların hepsi Hacettepe’de kurduğumuz sistem sayesinde oldu. Buna karşı çok direndiler, ama bazılarnı da Doğramacı’nın cinliğiyle atlattık. 17 tıp fakültesi kurduk, verdiğimiz eğitimde hepsi üç aşağı beş yukarı aynıydı. ➦

Sağlıklı ve lezzetli piliç eti ve hindi eti ürünlerinin toptan satışıyla hizmetinizdeyiz... İkitelli O.S.B Dersan Koop. San. Sit. s-6 C-blok No:112-115 Başakşehir / İstanbul T: 0212 671 62 80 / 81 F: 0212 671 62 83 M: 0535 873 69 92 www.kobalgida.com

İstanbul Bayisi


Ertuğrul’la üç saati aşan sohbetimizde, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık.

➥ - Sisteminiz nasıldı? - Çok basit. Doktor, asistanı alıyor. Zaten tıbbı kazanan zeki çocuktur. Bir de asistanlık sınavını kazanmış. Kabiliyetiyle uğraşmayıp, ona öğretmeye başlayacaksın, daha girdiği gün. Öğrendikçe de yetki vereceksin. İstanbul’da ancak hoca yatırır, hoca çıkarır. Bizim sistemde asistan karar veriyor. Mesele budur. - Siz fakülteyi kurduktan sonra dönemin SSCB Başkanı Brejnev de fakülteyi ziyarete gelmiş, değil mi? - 70’lerin başında Türkiye’ye ziyarete gelmişti. Bizim Oflu Cevdet Sunay da Cumhurbaşkanı. Brejnev’in kızı da göz doktoru. Programı öyle yaptılar ki, Sunay

Brejnev’i gezdirecek, ben de kızını. Zaten Rusya’da da bulunmuşum, iyi biliyorum oraları. Bir asker geldi, ben kızı dolaştırırken, “Efendim, Brejnev ısrar etti, programda yok ama, o da Hacettepe’yi görmek istiyormuş” dedi. Geldi, generaller, bakanlar filan hep yanında. Başladım fakülteyi anlatmaya, durdu, “Sen nerelisin” dedi. Düşündüm 15 bin kilometre batıdan doğu, 10 bin kilometre yukarıdan aşağıya. Binlerce şehir var, ben ne diyeyim. “Sizin sınıra yakın bir yer” dedim. “Neresi” diye ısrar etti. “Rize mi desem, belki Trabzon’u bilebilir” derken, “Hemşin” çıktı ağzımdan. Hiç düşünmedim. Elini koydu omuzuma. “Biliyor musun, ben

Moskova’da öğrenciyken, komşumuz, Hemşinli bir fırıncı vardı, her gün gider üç somon ekmek alırdım, eve gidene kadar da birinin kafasını koparır yerdim” dedi. Bütün bakanlar filan şaşırdı. Ziyaret bittikten sonra hemen odama doldular. “Sen bunu nereden biliyordun?” “Ya bildiğim yok, ama bizim Hemşinliler’in orayla ilişkisini biliyorum.” Doğru da çıktı. Bir şey daha anlatayım. Bizim kayınpeder, 19 yaşında. Harbiye’den alıyorlar, Allah-u Ekber dağlarında savaşa. Sarıkamış’ta Ruslara yeniliyoruz. Bu da genç. Onlar da bunu, Vladivostok’a sürüyor. Taa Japonya’nın karşısında. 120 bin kişilik bir esir kampı. Çoğu da Alman, Avusturya, Macar filan. Birkaç da Türk var. Bir kaç sene geçip, Komünizm ihtilali olunca, askerler kampı terk ediyor, ama subaylar duruyor. Almanlar da başlıyor kaçmaya. Bizim kayınpeder de düşünüyor, “ya ben nasıl giderim, burdan Kırım’a” diye. Hemşinli fırıncılar çıkıyor birden karşısına, “Sen kaç, biz seni görtürürüz” diyorlar. Altı atın çektiği çuvallarla un taşıyorlar. Bunu çuvalların arasına koyuyorlar. Fırına gelince çıkarıyorlar. Oradan yenisine götürüyorlar. Öyle, öyle bir buçuk senede Rostov’a geliyor. Orda bir takaya koyuyorlar, İnebolu’ya. Orada diyor ki, “Ben Teğmen Hasan.” Sakarya savaşı da yeni bitmiş. Çok subay ölmüş. Hemen bunu alıyorlar. Fahrettin Altay’ın süvari alayına. Büyük Taaruz başladığında, İzmir’e ilk giden, bunun kıtası. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk harbinde yakalanıyor, dönüp İstiklal Savaşı’nın son harbinde mührü koyuyor. l

Layka’yı dünyaya dinletti - Bir çok kurumda imzanız var, nasıl böyle bir idealist yaklaşım edindiniz? - Benim asıl sevdiğim iş doktorluk. İdari işlerin hepsi zoraki olmuştur. İkna edilmişimdir. Eğitimin bununla ilgisi yok. Benim eğitimim doktorluk üzerine ve bu alanda dünya çapında bir adamım. Bir çok hastalığı bulmuşum. Sırf o da değil. Bugün kalp romatizması diye bir hastalık yok. Bunu ilk söyleyen, eşimle benim. - Sizin tasarladığınız bir mikrofonu, Ruslar uzaya giden köpek Layka’ya takmışlar. Bu nasıl bir hikâyeydi? - Tırnağımın dörtte biri kadar bir mikrofondu. Yapan Wallace diye bir mühendis, yaptırtan da benim. ABD’nin en önemli Bahriye üslerinden birisinde çalışıyordu. Buluştuğumda, ekrana bakarak sinyallerle ne kadar uzaktan

28

bir geminin geldiğini söylüyordu. “Bunu nasıl söylüyorsun” diye sordum. “Denizin dibinde mikrofonum var, onun titreşimleriyle hesaplıyorum” dedi. Sudan ses almak hiç aklıma gelmemişti. Ben de kalp araştırmaları yapıyorum, biraz da ünlü olmuşum. O zamanlar kalp hastalığı teşhisini el yordamıyla yapıyorduk. Kalp uzmanı da yoktu zaten dünyada. “Bu mikrofonun küçüğünü yapabilir misin, ben de kalbe boru sokuyorum, ordan ses alayım” dedim. “Teorik olarak mümkün” dedi. “Ne yapacaksın” diye sordu. “Biz dışardan dinliyoruz, içerden ses alırsak belki daha doğru teşhis koyarız” diye cevap verdim. “Patentini ben alırım” dedi.” Tamam benim patentle ilgim yok, sen bana mikrofonu ver” diye cevap verdim. Üç ay sonra yaptı bir tane, “yüz

hastanın kalbinin içinden alınan seslerle kalp hastalığının ayrımı” diye bir makale yazdık -İhsan Doğramacı da beni böyle buldu zaten-. Aradan bir sene geçti, Rus Profesör Malenkov imzasıyla bir yazı geldi; Mikrofon hakkında detaylı bilgi istiyor. Bizim patrona koştum hemen, o da, -Eizenhover enfaktüs olmuş- devamlı Washington’a gidip geliyor. Durumu anlattım. “Aman, bir şey yazma önce Beyaz Saray’a soralım” dedi. Sordular. Dallas isimli Dışişleri Bakanı vardı. Kardeşi de 40 yıl boyunca CIA’nın başkanlığını yapmıştır. Herkesin sırrı onda var. Birini beğenmedi mi hemen yolluyor, öyle bir adam. Sorduk, “Sakınca yoktur, verin” dedi. Bir süre sonra Bahriye’deki mühendis aradı, “Buraya gel” dedi, “Layka’nın seslerini dinliyoruz.” l



Çamlıhemşin’de sekiz ay DENİZ YAVAŞOĞULLARI

G

eçen yıl, Yüksel Aksu’yla bir film projesi için iletişim halindeydim. Bir gün başka bir konu için aradı; “Bir dizi var, ama Karadeniz’de geçecek, çalışmayı düşünür müsün?” dedi. İşte macera bu soruya gayri ihtiyarı “evet” dememle başladı. Dizinin ne olduğunu, nerede geçeceğini, ne kadar süreceğini ve bu süreçte neyle karşılacağımı bilmiyordum, ama görüşmeye gittim, ne de olsa “olur” demiştim. Adının “Sevdaluk” olduğunu, Çamlıhemşin’de

geçtiğini, uzun süre İstanbul’a dönmeden orada yaşayacağımızı o sırada yardımcı yönetmen olan Aslı Kahraman’la yaptığım bu ilk görüşmede öğredim. Gerçeği söylemek gerekirse, daha önce hiç böyle bir iş yapmamış olduğum için, içten içe bu görüşmeden olumlu sonuç alamayacağımı düşünerek, “Tabii, olur, olur” deyip duruyordum. Ancak durum beklediğim gibi olmadı, bir hafta sonra kabul edildiğimi öğredim. O anda ilk adımım, Google’dan Çamlıhemşin’i

araştırmak oldu. Taş köprüleri, Fırtına Deresi’ni, vadileri ve yaylaları gördüğümde, her şey değişmişti. Adeta “Game of Thrones” ambiansındaki Çamlıhemşin’e gitmek için bayağı heyecanlanmıştım. Yine de neyle karşılaşacağımın, ne yaşayacığımın yarısını bile hayal edememişim... Sevdaluk için istanbul’da geçen yaklaşık üç haftalık bir ön çalışma süreci sonunda, 7 Ekim’de Çamlıhemşin’e ve oradaki evim Dere Otel’e vardım. İlk günlerde kıyafet provalarımız ve her akşam

yapılan horon çalışmaları rutinimiz olmuştu. O zaman hala, tulumun Çamlıhemşin’in arka fon müziği olduğunu keşfedememiştim. Sonraki günlerimiz hep tulum eşliğinde geçecekti ve Karadeniz’e ait apayrı bir kültüre tanık olacaktık. Aslı Kahraman, Serap Aydoğan, Özlem Ayçiçek, Mehmet Özer ve ben, reji ekibi olarak oradaydık artık. Özlem yerel cast çalışmalarına yardım etmek için hepimizden iki hafta önce Çamlıhemşin’e gelmiş, sonradan diziyle ünlenecek

Sevdaluk dizisinin set ekibindeydi sekiz ay boyunca Gazeteci Deniz Yavaşoğulları. Bizim için Çamlıhemşin’de geçen sekiz ayı kaleme aldı. Neler yaşanmamıştı ki? Başta zorlu bir engel olan doğası, sekiz ay sonunda en büyük huzur kaynağı oldu set ekibinin. Belki hiç karşılaşmadıkları tipler, asla unutamayacakları dostlar haline geldi. Yörenin nefis yemekleriyse zorla verilen kilolara dönüştü. Üstelik bir de aile ağacında bir yolculuğa çıkardı Hemşin macerası, Deniz Yavaşoğlluarı’nı; Yavaşoğlulları orada anne tarafından akrabalarını buldu yıllar sonra... 30


daha farklı oldu, bir nevi oralı olduğum ortaya çıktı; buranın anne tarafımdan dedemin babasının köyü olduğunu öğrendim! Nasıl mı? Bu soruya yanıt bulmam mümkün değil. Bugüne kadar bilmiyor olmam mı ilginç, bir iş bulup İstanbul’dan kilometrelerce uzağa gelip, oranın bir nebze memleketim olduğunu öğrenmem mi... Ancak doğrusu bu, hiç bilmiyordum, duymamıştım. Tek bildiğim, annemin soyadının Kibaroğlu olduğuydu. Olay ortaya çıktığında aileden birileriyle tanışacağımı, herkesin beni “bizim kız” olarak anacağını da düşünemezdim. Halil amca, kahvede pek çok akrabamla tanıştırdı beni, aileden aşina olduğum pek çok isimden söz edildi. Ben çok küçük yaştayken vefat eden Remzi dedemle ilgili anılar anlatıldı. Gerçekten çok ilginçti... Sevdaluk için yardımcı oyuncu olarak gelen Kadriye abla, bana Çinçiva’da dedemin evi olduğunu söyledi. Buraya dönmeden birkaç gün önce zorlu bir yolculuk yaparak evi ziyaret ettim. Komşulardan, hiç tanımadığım annemin dedesini dinledim, çok tuhaf bir duyguydu... ➦

Yağcıoğlu Since 1970

Hürriyet Cd No:12 Cennet Mh., 34500 Küçükçekmece / İstanbul info@yagcioglupastanesi.com.tr www.yagcioglupastanesi.com.tr Merkez: (0212) 624 65 27 Cennet Şb: (0212) 579 11 01 Sefaköy Şb: (0212) 580 62 58 İncirli Şb: (0212) 571 08 56

Köyün köpekleri

nineleri keşfetmiş ve o günden son güne dek şive danışmanımız ve arkadaşımız olarak yanı başımızda yer alacak Erdem Akın’la tanışmıştı. İbo Dayı’da kahvaltı etmek, kara lastik ve el örgüsü çorap satılan marketlerde kendimizi kaybetmek, ilk günlerde sıkça yaptığımız şeyler arasındaydı. Sonrasında Erdem ve arkadaşı Serkan Akay sayesinde pek çok yer gezdik, Ayder’de Yaşar Kurt ve tulum eşliğinde geçirdiğimiz bir gece de ilk günlerimizden aklımızda kalanlar arasında. Ben o sırada reji içinde farklı bir pozisyonda çalışıyordum ve ekip ikiye ayrılana dek de sete fazla uğramamıştım. Kasım başından itbaren maratona ben de dahil oldum. İlk olarak birinci ekipte çalışmaya başladım. Köy meydanı, kahve, muhtar ev, çayluk ve çevresi yani Şenyuva/ Çinçiva her gün uğradığımız bir yer halini almıştı. Çinçiva Kahve’de Resime ablanın yaptığı sıcak poğaçalar, altıda uyandığımız buz gibi günlerde içimizi ısıtıyordu, maalesef o günlerde aldığım kiloları daha yeni yeni verebiliyorum! Benim için Çinçiva o zaman sadece set mekanıydı, kısa bir süre sonra anlamı

Toni, Mimi ve Gladio’nun başını çektiği, bir dolu köpeği anmasak olmaz. Setin ilk günlerinden son günlerine kadar yanımızda olan, bir oraya bir buraya koşturan Şenyuva’nın köpekleri çok ilginçlerdi... Gladio, sahibinin anlattığına göre, her sabah beşte uyanıp bizim servisleri bekliyormuş. Bu köpekler o günkü set yerimizi bulmak ve tam saatinde orada bulunmak konusunda ekip elemanlarından bile istikrarlılardı! Çok defa Sevdaluk dizisinde yer de aldılar. Kahvenin köpeği Toni geldiğimizde yavruydu, gözümüzün önünde büyüdü. Karda, kışta, iyi günde, kötü günde sonsuz sadakatla yanımızda oldular, onları da çok sevdik. l


Sevdaluk kadrosu içinde yöre halkıyla en çok kaynaşan isimdi Cengiz Bozkurt. Çekimler süresince ailesini de Çamlıhemşin’e getirmiş, zaman içinde esnafla sohbet etmeden sokakta yürüyemez olmuştu. ➥ Çamlıhemşin, birkaç ay içinde artık oralılar kadar bizim de evimiz olmuştu. Oyuncular başta Pazar’daki Suada Otel’de kalırken, ilerleyen zamanda peş peşe Çamlıhemşin’deki TOKİ konutlarına taşınıp yerleşik hayata geçtiler. Demet Akbağ, Hakan Salınmış, Cengiz Bozkurt, Görkem Şarkan, Devin Özgür Çınar, Muharrem Bayrak, Aykut İspir, Gözde Çetiner, Nilay Erdönmez, Nihan Büyükağaç... Bahar aylarında, Aslı Kahraman’ın dairesinde, Fırtına Deresi’ne karşı yaptığımız, temiz hava eşliğindeki inanılmaz güzel kahvaltılar sırasında karşı balkondan çamaşır asan Gözde Çetiner’le laflaşır, yoldan bisikletle geçen Cengiz Bozkurt’a el sallardık. Herkes Çamlıhemşin’e adapte olmuş, ilginç yaşamlar kurmuştu. Zafer Çıka, artık bölgenin olmazsa olmaz simalarındandı, yönetmen Taner Akvardar da herkesi tanıyor ve herkes tarafından tanınıyordu. Hayati

32

karakterini canlandıran Hakan Salınmış kimi zaman Pazar’da voleybol maçına giderdi, kimi zaman onu, içinden “kovaladıkça kaçan ateş böceğim misin?” gibi nostaljik şarkıların yankılandığı, Station marka arabasının arkasında ağaç kavuklarını şekillendirirken görürdük. En son bir de köpek sahiplendi. Adeta Çamlıhemşinli olan bir diğer isim de Cengiz Bozkurt’tu. Ailesiyle birlikte Çamlıhemşin’de kalıyordu, tanışmadığı, arkadaşlık kurmadığı tek bir esnaf veya

Çamlıhemşinli kalmamıştı. Cengiz abiyle bir sokağın başından ucuna gitmek bir saat sürerdi, çünkü herkes onunla fotoğraf çektirmek isterdi, o da kimseyi kırmaz ya da geçiştirmezdi. Eminim ki bir yıl içinde bölgede her dükkanda, lokantada evde resmi yer alacak. Günde ortalama 15-17 saat süren set dışında bize kalan ufak sosyal hayatımız ise, Felamur, Sini Kafe, Şuşe ve Moyy üzerinden şekilleniyordu. Yoğun ve soğuk geçen kıştan sonra, sosyal

Deniz Yavaşoğulları sekiz ay boyunca Hemşin’deydi.

hayatımız da renklenmeye başladı. Bahar aylarında Şuşe’nin önü ekibin paydos etmesiyle dolmaya başlıyordu. İzin günlerinde Sini Kafe’de kahvaltıya gidip, ekipten başka gruplarla karşılaşmamak, “Aa siz de mi buradaydınız, niye söylemediniz” gibi muhabbetlere girmemek mümkün değildi. Her mekanda, hatta dağda bayırda illa ki ekipten birileriyle karşılaşılırdı zaten. İlk zamanlarımızın uğrak mekanı İbo Dayı’nın biz bırakırken el değiştirmiş olması ise üzücüydü... Çalışma hayatımız, yani set de bir nevi sosyal hayattı aslında. Meydan, kahve, Adalet pansiyon gibi standart mekanlarımız dışında çekimler sayesinde pek çok köye gitme, köy evlerini ve dağları gezme fırsatı buluyorduk. Son zamanlarda ise, orman bizim ekip yani ikinci ekip için favori mekandı. Eskiden rahatsız edici gelen orman, sabah akşam fark etmez, artık huzur veriyordu bize. ➦


Serüven Fırtına Deresinin Çamlıhemşin İlçesinde şirin Zilkale (eski adı Koluna) köyünden başlar. Dünyanın tabiatıyla en zengin yerlerinden biri olan bölgemizin en önemli sorunu olan işsizlik ve geçim sıkıntısı gurbetçiliği zorunlu kılmıştır. Dedelerimiz o dönemde yıllarca açlık dünyasında fırıncılık mesleğini idame ettirmişler, yıllarca fırınlarda çalışıp köylerine para getirmişlerdir. Dede Yusuf Bostancıdan öğrendikleri mesleklerini Çamlıhemşinin Pazar ilçesinde ve Ordu’da uzun yıllar devam ettiren Şevki ve Şemi Bostancı kardeşler için İstanbul'la kucaklaşma uzun çabalar zorlu bir süreç sonucunda gerçekleşmiştir. Hemşeri ve köylüsü olan Bilal Pişki’ne ait Anadolu Hisarı Göksu deresi kenarındaki fırında uzun yıllar hamurlar pişirici ve tezgahtar olarak çalışmışlardır. Ekmeğin karneyle satıldığı o yıllarda işsizlik ve yokluk korkulu bir rüya gibiydi. Anadolu Hisarı, İstinye ve Emirgandaki fırınlarda uzun yıllar hem imalat hemde idareci olarak çalışmışlar. Artık kendi işlerini kurma zamanı geldiğinde ilk deneyimlerinide Yeniköy’de gerçekleştirmişlerdi. İki yıl süren bu deneyim talihsiz bir istimlak kararıyla son buldu. Kısa bir ara verildi ve 1957 yılında KİREÇBURNU FIRINI zorluklarla faaliyete başladı. Az miktarlarda yapılan odun ateşiyle kara fırında pişirilen sandwiç, pide, poğaça ve börekler kısa zamanda tüm İstanbul’un ağız tadı,damak zevki oldu. Zaman içinde Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımızın öneri, desteği ve yönlendirmeleri ile çesitli çay kurabiyeleri, kırık kıraklar, paskalya çörekleri , börek ve baklavalar kendine has lezzeti ile herkesin ve her kesimin beğenisini topladı. Artık insanlar uzak yakın demeden o yıllarda şehrin bir köşesi sayılan Kireçburnu’na Meşhur Kireçburnu Fırının’dan alışveriş yapmaya geliyorlardı. 1970-1980'li yıllarda Meşhur Kireburnu Fırınının Adı İstanbul’un sınırlarını çoktan aşmış bulunuyordu. Bügüne kadar süre gelen bu başarılı çalışmanın elbetteki bazı önemli nedenleri diğer bir tabirle işin sırrı sayılabilecek çok önemli kişisel katılım söz konusuydu. Bunlardan en önemlisi Dürüstlüktü. Gerek çalışanlarına ve gerekse müşterilerine bügüne kadar süre gelen dürüstlük başarının en önemli unsuru olmuştur. Kullanılan malzemenin varolan hammaddeler içindeki en kalitesini oluşturması bir diğer önemli noktadır. Odun ateşiyle kara fırında pişirilen Poğaçalar, Börekler, Kurabiyeler bir başka oluyordu. Bazen ustanın aceleyle veya dalgınlıkla eksik malzemeyle yoğurduğu hamuru fırını adeta derler toparlar eksiklerini giderir fıstık gibi pişirirdi. Bügün halen ustabaşı sayılan çalışanlarımız o günlerde çalışan ustaların yetişdirdiği çıraklardır. Ustalık elden ele süregelmiştir. Kardeşlerden Şevki Bostancı (Şevki Usta)1988, Şemun Bostancı’ da 2011 yılında Hakkın Rahmetine kavuşmuşlardır. Osman Bostancı babalarından aldığı bu misyonu, bu bayrağı oğulları Yusuf ve Yiğit Bostancı ile birlikte baba ve dedelerinden aldıkları dürüstlük ve yüksek kaliteli imalat anlayışını ilerici ve çağdaş bir yönetim anlayışı ile harmanlayarak gelecek nesillere taşıyabilmek için Hemşinli bir ailenin evlatları olmanın ayrıcalıklı bilinci ve gururu ile işinin başında çalışmalarına devam etmektedir.


Sevdaluk ekibinde, Demet Akbağ ve diğer kadınların en büyük hobisi örgüydü. Başta biraz acemilik çekseler de, yörenin kadınlarının yardımıyla zamanla bu işte de ustalaştılar. ➥ Demet Akbağ başta olmak üzere oyunculardan rejiye tüm ekibi kendine tutsak etti örgü. Beş şiş örgü örebilmek için, her şeyi deneyen ekip, köylü kadınların yardımıyla sonunda başardı. İkinci yönetmen Aslı Kahraman ve rejinin Çamlıhemşin çevresindeki en popüler ismi Serap Aydoğan

bile tüm çalışma yoğunluğuna rağmen beş şişle çorap örmeyi başardı, üstelik işin en zor kısmını yani topuğunu ve ucunu da örebildiler! Erkekler ise, havanın güzelleşmesiyle balık tutmaya başlamıştı. Özellikle kamera grubu bunu adeta takıntı haline getirdi. Kameraman Barboros Engin’i

ufak, uzun her arada, dere kenarında oltayla görür olduk. Sona yaklaştıkça Çamlıhemşin’i daha da sevdik, tabii bunda Çamlıhemşinlilerle ilişkimizin her geçen gün daha da güçlenmesinin de payı vardı. Kimi oralı da artık bizim ekipten olmuştu zaten. Şive

danışmanlarımız; Tülay, Özay, Erdem, prodüksiyon ekibine katılan Yasin, Tahsin, yardımcı oyunculuk da yapan Ufuk abla, Osman ve Ömer abilerimiz, Alican, Dayı Osman, Adem abi, Resime abla, Halil abi, Kadir abi, Büşra, Susem, Serkan Akay, Ali Biryol, muhtar.. Her ihtiyacımız olduğunda anında olay mevkiinde beliren süper taksici Selçuk... Dere Otel’den Özgür, Hatice... Ve tabii Ayşe/ Emine nineler, Ahmet amca, vatandaş Mustafa ve Behice köylüleri, diğer yardımcı oyuncularımız... Şu an bu yazıyı yazarken İstanbul’da, evimdeyim. Çamlıhemşin’den döneli beş gün oldu. Diğer arkadaşlarımla da konuşuyoruz, İstanbul’a yeniden alışmak hepimize zor geliyor. Bir tarafımız hâlâ orada, bu geçirdiğimiz sekiz ayı asla unutmayacağımızın ve daha önemlisi Çamlıhemşin’den kopmayacağımızın bilicindeyiz. Her sene uğrayacağız, inşalllah! l

Ankara Cad. No: 286 / 1 Kurtköy - Pendik / İSTANBUL Tel: 0216 378 83 53 - 378 04 85 Eşref Bitlis Bulvarı No: 124 / A Sultanbeyli / İSTANBUL Tel: 0216 487 53 53 - 487 02 32 - 487 02 55 Baklava - Börek İmalatı M.Akif Mah. Gün Cad. No: 24 / A Sultanbeyli / İSTANBUL Tel.: 419 68 65 Faks: 0216 419 83 79



NİHAT İLERİ Tiyatro kurmak delilik


Türk tiyatrosunun kilometre taşlarından Nihat İleri, ama sanmayın ki köşesine çekilmiş. Sarmaşıklara bürünmüş dev bir çınar o. Her an kendini buduyor, her gün yeni bir adım atıyor geleceğe doğru. Bu da belli ki onu her daim genç tutuyor. BARAN BORAN

N

ihat İleri tiyatro camiası içinde bambaşka bir karakter. Onu tanımlayacak en iyi kelime “bağımsız” olurdu herhalde. Hem de her şeyden bağımsız. Devlet Tiyatrosu’nda emeklilik günlerini beklemek yerine kurduğu Bitiyatro’yla hem kendi kişisel kariyeri, hem de Türk tiyatrosu için önemli bir adım attı. Sırf sahnelenen oyunlardan ibaret bir mekân değil burası. Aynı zamanda söyleyecek sözü olanların yeri... Bir Hemşin aşığı İleri. Her ne kadar kendini şehre yakıştırsa da Hemşin’le ilgili anıları bitmek bilmiyor. Bu anıları ve güncelle ilgili söylediklerini dinlemeye de doyum olmuyor. İşte size bir Nihat İleri portresi. - Aileniz mi sizi tiyatroya yönlendirdi? Ben sokak çocuğuydum, hâlâ öyleyim. Sokaklarda yürürken karşıma tiyatro çıktı. O güne kadar hiç düşünmemiştim. Sevdim. O gün bugündür takılıyorum. Ressam olmak istemiştim. Çizgi yeteneğim vardı, hoşuma da gidiyordu,

ama tiyatro çok güzel ortammış. Aradan yıllar geçip, şimdi biraz işi öğrendikçe, bizim okulun çok iyi olduğunu düşünmeye başladım. Aslında eleştirel biriyim. Okurken, ukalalık ettiğim de oldu. Tiyatro için eleştirel olmak lazım zaten. Yorumdur çünkü, bir şeyi seçtikten sonra gerisi kolay. Ancak o seçime giden yoldur önemli olan. - Siz bu yolda ne aşamalardan geçtiniz? - Bilmiyorum, onu şimdi anlatmak zor, ama -klasik bir laftır- “ben oldum” diyen oyuncu ölür. Her an kendinizi yenilemeniz, çevrenizde olan bitenleri değerlendirmeniz gerekir. Bir örnek vereyim, Gezi olayını yaşadık. Bence etkileri daha da pek çıkmadı ortaya. Dünya dönüyor çünkü. Sırf bugün için konuşmuyorum, mesela 1960 darbesi Türk demokrasisine vurulan en büyük darbedir. Ben içinde de oldum. Bizim ailemiz Demokrat Partili’dir. - O dönemle bu dönem çok karşılaştırılıyor.

- Bu ülkedeki bütün darbelerin Amerikan işi olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de herkes her şeyi biliyor. Alimler cenneti, ama yanlış şeyler söylüyorlar. Şimdi unutturuluyor her şey, 70’lerde öyle bir tezgâha düştük ki. Şimdi de benzer şeyler oluyor. Buna karşı benim sözüm; “Birey olmaktan daha etkili bir şey yok.” Gezi’nin temelinde “Ben bireyim” lafı var. Çok net ve kararlı. Gezi’nin en önemli etkisi de, mizah patladı ve kadınlar çıktı. - Bitiyatro’yu anlatır mısınız? Tiyatro kurmak çok zor olsa gerek... - Delilik; Cesaret anlamında, yoksa herkese öneririm. Ben ve ortağım Laçin Ceylan, Devlet Tiyatrosu oyuncusuyuz. Epey de iş yaptık. Bir noktaya geldik, yaptığım iş bana yetmemeye başladı. Bu aklın söylediği şey değil. Birden bire, “Hadi Nihat kalk, git, konuşacağımız kadar konuştuk, fotoğraflar da çekildi” diye içimden geçirmem gibi. Kendimi orada iyi hissetmedim. Hâlâ iş ➦


Adam vursalar horon durmaz Hemşin’de - “Keşke orada kalsaydım” diye düşündünüz mü? - Ben metropol insanıyım ya, ama çok kaldım oralarda. Yaşantısını bilirim. Son gittiğimizde “ne istersin” dediler. “Köy ekmeği” dedim. Yok! Nasıl olmaz köy ekmeği? Dünyanın en güzel ekmeğidir o. Hemşin’e ilk gittiğimde 13 yaşımdaydım. İhtiyarlar konuşuyor: “Ne yaptın bugün?”, “Atina’ya indim”. Bunlar beni mi işletiyor, diye aklıma geldi. Sonradan anladım, Pazar’ın ismi aslında Atina. Niye değiştirirsin ki? Benim babamın köyünün ismi Gomno. 12 Eylül’de yapmışlar Yaltkaya. - Hemşin’deki horon geleneğini bilir misiniz? - Oynadım, ama şimdi oynayamam, unuttum. Çok güzel günler geçirdim orada. Gerçekten hatırladığım günlerdir. Oralar dağ, orada sert olmadan olmaz. Hemşin’in Hemşin olduğu zamanı yaşadım. Tamam, Ankara’daydım, ama bir gidiyordum, üç ay kalıyordum. Bir ara liseyi bıraktım, baktım olmuyor. Vurdum kendimi, gittim. Kaç ay kaldım hatırlamıyorum... Horonla ilgili bir hikâye; Biraz flu ama... Araya giriyordum ben, ama fena da değildim. Birden silah patladı. “Kiminki patladı” filan diye soruyorlar. Neyse yok bir şey, devam ettik oynamaya. Çıktık oradan sonra, biri sekmeye başladı. “Ne oldu” filan, “ya oraya bir şey gelmiş” dedi. İşte horonda nasıl bir enerji oluyorsa artık hissetmemiş adam. Vurulmuş. Bir keresinde de Yayla’ya gidiyoruz, Fırtına Deresi’nin gözüne doğru. Katırlar filan. Dediler ki, “Hadi balık tutalım.” Ya olta yok. Kovalar çıktı. Dere akıyor, bir yere geliyor, önünde 10 metrelik bir adacık var. Bir tarafına ibtidai bir baraj kurdular. O taraf kurudu, elleriyle topladılar alabalıkları. Bilim kurgu gibiydi. Hayatımda yediğim en lezzetli balıktı. Sonra atışma geldi. Ben kenarda dinliyorum. Bunlar delikanlılar. Rakılarını içiyorlar. O yaşlarımda heralde, işin tadını aldım. Ne var orada biliyor musun? Birbirlerine geçiriyorlar. Küfür yok, ama küfürden beter imalar var. Geriliyoruz. Niye yapıyor insalar bunu? Mizah. Türkiye’de yok edilmek istenen bu. - Ama her yerden de patlıyor. - Çünkü, dolu. Malzemen bu senin. İnsanın hamurunda mizah duruyor. Siyasetten konuşmayı sevmem, ama öyle günler yaşıyoruz ki, insan dilini de bundan geri alamıyor. Türkiye bu dönemi yaşamak zorunda. Ben sana ne talihsiz adamım, desem yeridir. Ömrüm diktayla geçti. Biraz daha canımız yanacak. Türkiye’de artık bunu söylemek bile abes. Buna karşı yapılacak şey birey olmak. Çünkü amacı zaten bireyi yok etmek. l

38

➥ verdiklerinde gidip oynuyorum, yakında emekli olacağım, ama ne yapacağız? Bir yer kurduk... Düşünce ve projelerimizi gerçekleştirebileceğimiz bir yer yaptık. Kendi fikrin varsa, antitezin varsa, getir bakalım. “Ben yazdım”la olmuyor. Göstereceksin... Bu bir serüven, hiç bir sponsorumuz yok, devletten bir kuruş para almadık, bundan sonra da istemeyeceğiz. - “Bu akşam kaç bilet satıldı” kaygısını yaşamak nasıl? - Gayet tabii. Daha yeni devlet tiyatrolarından dışarı çıktım. 22 yaşımda girdiğimde, giydirici vardı. Hayatımda öyle bir şey yapmadım. Kendim

- İlk projeniz Küçük Prens. Oyunun içeriğine baktığımda, sanki mitleşmiş bir karakteri değiştiriyorsunuz. Bu keyif verici de olmalı. - Oynarken çok keyif alıyorum. Sevdiğim tiyatro yapısı böyle zaten. Oyun durağan değildir. En son cuma günü oynadık, o günden beri oyunu düşünüp yeni şeyler arıyorum. Bu, bir oyuna giderek nufüs etmek gibi. - Bir karakterin birinci sahnelenilişi ve otuzuncusu arasında fark olur mu? - Büyük farklar olmaz, ama büyük değişim olur. Anlamak kolay değil ki. Diyelim ki ben sizi oynayacağım. Nasıl oynayacağım? Bunun imkanı var mı? Ruhunu tanıyabilir mi insan birinin?

giyindim, ama vardı. O zaman insanların gişe kaygısı yoktu. Zaten dolu tiyatro, ama seni ilgilendirmiyor. Burada ilgilendiriyor. - Bu durum insanın rolüne.dört elle sarılmasına sebep oluyor mu? - Yok, olmaz öyle şey. Genel olarak soruyorsan, o işler başka. Oralara girmeyelim. Her şeyi orada öğrendim, çok büyük oyuncularla oynadım. Hâlâ da oynuyorum. Onlar asla öyle bir rehavet içinde olmaz. Ancak dediğiniz gibi oyuncularla da oynadım. Ne yapalım, daha fazla iş düşüyor, onun yerine de oynamak zorunda kalıyorsun.

Nefreti mesela, var mıdır, ne boyuttadır? Herkes kendini oynar aslında. Makyaj, saç bilmem ne, tamam, hepsi olmalı, ama son noktada bu böyledir. Kendini oynarken, yorum nerede, burada? Yorum yapabilmek için bir şeyleri değiştirmek gerekir. Yorucu ve sert bir yolculuk. Çünkü sonuçta eleştirdiğin sensin. Palyaço; sadece kendiyle alay eder. Kimseyle alay etmez. Küçük Prens aslında palyaçovari bir oyun. Burnumuzu boyamıyoruz ama rejisörün kurgusu öyle zaten. Tiyatroda biraz bundan yanayım. Kişisel tercih olarak söylüyorum. Bire bir palyaço çok zor çünkü.

Ruhunu tanıyabilir mi insan birinin? Nefreti mesela, var mıdır, ne boyuttadır? Herkes kendini oynar aslında.


- Devletin kurumları üzerine çok tartışılıyor. Burada niyet ne? Önemli olan o. Siyasetçiler çok net birşey söylüyor, “Benim istediğim gibi tiyatro yaparsan sana para veririm.” Nedir senin istediğin tiyatro? Sanatta sansür yoktur, imkansız, sahneye çıktığımda özgürüm. Kimse orada bana dokunamaz. Ancak oto sansürü getiriyor. Seni kendi içinden kırıyor. Tehlike orada, çünkü siyasetçi

- Tiyatro manifestodur, diyorsunuz. - Evet, tavrıyla manifestodur tiyatro. Bir tiyatro kuruyoruz. Sözünü dinlediğim dostlarım da “bir manifesto yazalım” dediler. Çok çekici. Benim de böyle laflarım var. Beş cümle filan yazarım, ama bu değil ki. Birden bire ortaya çıkıyorsan, manifesto budur. Tabii tavrın varsa. Niye tiyatro kuruyorsun? Bir derdin, söylemek istediğin

Siyasetçiler çok net birşey söylüyor, “Benim istediğim gibi tiyatro yaparsan, sana para veririm.” bir şey var. Tiyatro, harekettir. Kendinize soğuk, zor bir biçimde bakmanız gerekiyor. O bakıştır aktörün tavrı. O varsa, dinamiktir. Kendinle yüzleş; “Hadi bakalım orada ne yapıyorsun?” - Oynadığınız her rolde bu yüzleşmeyi yaşadınız mı? - Ben böyle oynuyorum. Her oyuncunun kendi yöntemi vardır. - Ortama baktığınızda, tiyatro sözünü söyleyebiliyor mu?

bunu açık olarak söylüyor. Ne yapacağız, ağlayacak mıyız? İşini yapacaksın. Başka yolun yok ki. Bu anlamda, geleceğin tiyatrosunu çok beğeniyorum. Yeni bir estetik çıkacaktır buradan. Ben mesela, laptop kullanamıyorum. Çevirmeli telefona doğdum, onlar klavyeye. Bilgi değil ki, musluğu açmak gibi bir şey. Benden daha şanslılar, ama ben peşini bırakmam... l

GÜNDAY SİGORTA ACENTELİĞİ İlhan Ayten GÜNDAY - Necati GÜNDAY

Sağlık, DASK,Yangın, Yuvam, Trafik, Kasko ve her türlü sigorta hizmeti yapılır. Bizimkent Sitesi D-30 Blok No:1 Beylikdüzü / İSTANBUL Tel: 0212 871 24 84 Faks: 0212 871 23 07 Gsm: 0532 334 99 48 necatigunday@yahoo.com


Bizim kişiliğimizi o topraklar Bizim oluşturdu kişiliğimizi o topraklar oluşturdu Halk müziğinin önemli isimlerinden biri, İsmail Hakkı Demircioğlu. Hemşinli. Bütün zorluklarına rağmen, imece usulu yapılan evlerin, geceleri bir evde toplanıp anlatılan hikâyelerin, derede balık tutmanın, saatlerce çay toplamanın keyfi hâlâ yüreğinde. Tüm bu yaşadıkları müziğinde de yer buluyor. BARAN BORAN

İ

smail Hakkı Demircioğlu, sahnede bağlamasına daldığı zaman ezginin içinde yolculuğa çıkan sanatçılardan. Tabii ki dinleyenini de mahrum bırakmıyor bu yolculuktan. 1998’den beri Erkan Oğur’la birlikte çalışıyor. Konserlere çıkıyor. Bağlamadan bas gitara dek çeşitli enstrümanları çalıyor... Yeşilin, mavinin hakkını verdiği toprakların insanı İsmail Hakkı Demircioğlu. İnsanların birbirine omuz verdiği bir dönemde büyüyor, öyle ki evi yıkılanın sadece acısına değil, yeni evinin inşasına da aynı derecede ortak olan insanların yaşadığı bir dönem bu. Şimdi de seviyor memleketini. Yeşilini, deresini, insanını... İstanbul’da yaşarken bile kendini o

40

topraklarda hissetmesi bundan. Biz de kendisiyle Hemşin’den düne, müzikten çaya uzanan bir sohbet gerçekleştirdik. - 1957’de Hemşin bölgesinde doğmuş ve 25 yaşınıza kadar orada yaşamışsınız... - Evet, Rize Pazar’da doğdum. Zua diye bir yer var, Hemşin Bölgesi’nde, babamın dedesi ya da dedesinin babası, Zua’dan Elmalık köyüne geliyor. Sülalede demirci var, baş demirci var. Soyadımız oradan geliyor, önce Başdemir’di, sonra Demirci olmuş. Atatürk zamanında soyadı kanuyla Demircioğlu’nu seçmişler. Ben hiç kopmadım oralardan. İşimiz gücümüz burada belki, ama hala orada yaşıyor gibiyim. Öyle hissediyorum. 43 yaşıma kadar bilfiil evin, ailenin yükümlülüğü de benim üzerimdeydi. Biz

iki kardeşiz, abim mimar, çok küçükken, ortaokuldan sonra, İstanbul’a geldi. O pek gitmez köye. Ben hayatın akışı gereği orada kalmak zorunda kaldım. Çocukluğumdan 43 yaşıma kadar odunundan tutun da tarla ekimine, çaya kadar, ne iş olursa köyde işte, hem organize ettim, hem kendim çalıştım. - Elmalık köyü nasıl bir yer? - Pazar’a sekiz kilometre mesafede. Orada zaten bütün köyler güzel. Tepeler köy oluyor. Aralarından dereler akar. Hiç bozulmamış bir ortamda büyüdüğümüzü sonradan anladık. İçindeyken anlamıyorsunuz. Mesela evimizde elektrik yoktu. Hatta suyumuzu kuyudan alırdık. Yol yoktu. Radyo, televizyon yoktu. 10 yaşlarımda radyo geldi. Dedemin, annemin babasının radyosu vardı. Bütün köy ona

haberleri dinlemeye giderdi. - Neler hatırlıyorsunuz çocukluk yıllarınıza dair? - Belki de dünyanın en güzel çocukluğuydu. İnsanlarda başka türlü bir insanlık vardı. Her şey neredeyse ortaktı. Mesela ev yapılırken bütün köy yardım ederdi. Ben o ortamlarda büyüdüm. Evimiz de çok enteresandı. Dededen kalma eski bir evdi, alt kısmı ahırdı. En az on ineğimiz vardı. Evin üst kısmının yarısı toprak, yarısı ahşaptı. Toprak olan kısmında evin yarısı ikiye bölünmüştü. Yarısında üç kardeş amcamlar kalıyordu, yarısında babamların amcaoğlu. Herkes birbirini görüyordu. İki açık ateş yanıyordu içinde. Yemekler orada pişiyordu. Ama çok keyifliydi. - Zorlukları da vardır ama öyle bir evde yaşamanın...


- Zordu tabii, en çok da kadınlara. Ama insan alıştığı zaman bu işler zor gelmiyor, keyife dönüşüyor. Daha çay çıkmamışken bütün tarlalar mısırdı. Bir de fındık. Halkın geliri bunlardan gelirdi. Demir elması denilen yöresel bir elma vardı her yerde. Köyün adı da oradan geliyor. İnsanlar mısırı ektikten sonra yemeğini yiyip bizim eve gelirdi. Bütün mahalle, sabahlara kadar hikayeler anlatırdı. Mısır hasadı zamanı ev tepeleme mısır dolardı. Neredeyse oturacak yer kalmazdı. Gaz lambasıyla asıldığı yere kadar mısır dolardı. Lambaya yakın olayım diye mısırların üzerine oturur, orada ders çalışırdım. Öyle hikayeler anlatırlardı ki, çok severdik o ortamı, yatmak istemezdik. Annem zorlayınca, bari odanın kapısı açık olsun da, oradan duyalım, derdik. Amcamla tatlı su balığı yaklamaya giderdik. Kendi ağını örerdi. Günlerce, aylarca uğraşırdı. O zaman derelerde alabalık çoktu, tertemizdi sular, şimdi rezalet. Bizim oradaki bir çok derenin her taşını bilirim, nereden nasıl akar, neresi tehlikelidir. - Ya okul zamanları? - İlkokulu köyde okudum. Şimdi yıkılmak üzere okul. Ortaokul, Pazar’da vardı. O zaman adet şuydu, köyden okumak için giden bir kaç arkadaş bir araya gelip Pazar’da bir oda tutardı. Üç odası varsa evin, on kişi kalır, yurt gibi yaşardın. Böyle bir hayatım oldu. Haftasonları köye geliyordum. Annem bize haftalık azık hazırlardı; tereyağı, peynir. O zaman hayvan vardı evde. Besin kaynağımız zaten hayvancılıktı. Hep kendi yetiştirdiklerimizi yiyerek yaşadık. Bahçede pancar, patates, meyve. Et az yenirdi. Balık, hamsi çoktu. Annem bir haftalık azık yapardı. Bağlaç deriz biz, onla yoğurt verirdi. O ekşirdi birkaç gün sonra, ama biz yerdik. Biraz harçlığımız olurdu, ekmeği de pazardan alırdık. O zamanki ekonomik şartlar da çok iyi değildi, ama çok mutlu bir hayat, ileriye dönük insanların aydınlık

düşünceleri vardı. Bazen karda arabalar gidemezdi, biz 8 kilometreyi yaya giderdik erzak almamız gerektiğinden. Ama keyifliydi. Liseye de Pazar’da devam ettim. Lise bitince ilk sınavda üniversiteyi kazanamadım. Askere gittim. Yalnız askere gitmeden bir konservatuvar müracaatım oldu. Gittim okula, senin yaşın büyük dediler. Oradaki kadın beni yanlış anladı sanırım. Askerlik dönüşünce, bir ilan gördüm, memurluk sınavı gibi bir sınavla halk korosuna alacaklarmış. Başvurmaya gittim yine, nota bilmeyeni almıyoruz, dediler. Dönecekken biri okula gir,

amcam; Zeki Müren’in en güzel yılları, 65’ler filan, Neriman Tüfekçi’nin plakları vardı. Onlardan, radyodan filan müziğe bir ilgim oluştu. Kendi kendime saz çalmaya başladım. Ortaokulda, lisede devam etti. Sonra da İstanbul’a geldim. - Çekirdek Sanat Evi’nden de geçmiş yolunuz... - Fikret Kızılok’la okul sonrası arkadaş olduk. 84-85’te tanıdım Fikret’i. Erkan’la aynı sınıftaydık. - Sizi konserlerde birlikte görüyoruz, ama bu birlikteliğin nasıl başladığını, ne zaman tanıştığınızı bilmiyoruz. - Erkan, Türkiye’de fizik okuyor, 73’te Almanya’ya

- İstanbul’da yaşamak zor. Neticede annem-babam köyde çayı olan, başka bir şeyi olmayan insanlar. Ama eskiden on dönüm çay tarlası olanın geçim düzeyi baya iyiydi. Çayın ilk çıktığı yıllarda, 70’lerde neredeyse her sene çay parasıyla bir daire alınabiliyordu. O zaman, siz hiç para vermeyin seneki çay parasına size daire verelim, derlerdi. Babam küçük bir daire almıştı, uzun yıllar orada kaldık. Annem bizi çaylarla okuttu. Çay olmasaydı okuyamazdık. O yöredeki kimse okuyamazdı. Abim mimar oldu, ben konservatuvar okudum.

Sahnede hep yanyana görmeye alıştığımız iki isim, İsmail Hakkı Demircioğlu ve Erkan Oğur. Tam 34 yıldır birlikteler.

dedi. Askerlik öncesi almadılar beni dedim, yok şu bölümlere girebilirsin dediler. Onun üzerine İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı Temel Bilimler bölümünü kazandım. Ondan sonra İstanbul’a geldim. - Hızlı geçtiniz biraz, müzik hayatınıza hikâyenin neresinde girdi, onu da öğrenelim. - Daha ilkokulda filanken. Amcaoğlu İstanbul’da yaşıyordu. Verem olunca hava değişimi için köye geldi, 5-6 ay kaldı. Amcam ona bağlama almıştı. Sonra o geri döndü, bağlamayı köyde bıraktı. Böylece bağlamayla ilişkim başladı. Bir de pikap getirmişti

gidiyor. Orada Türkiye’de okuduğu üç yılı kabul etmiyorlar, tekrar sınava girip yine fizike başlıyor, üç yıl daha okuyor. Fakat onun da müzik merakı var. Bırakıyor okulu, müziğe dönüyor. Türkiye’de ihtilal olmadan bir süre önce bizim okulun açıldığını duyuyor. Aslında klasik gitar çalışıyor o sırada, ama Türk müziğine de ilgisi var. Annesi de çok özlemiş, bir gel deyince geliyor. Bir ay sonra ihtilal olunca gümrük kapanıyor. Dönemiyor. “Ya” diyor, “bari okula gireyim”. Aynı sınıfa denk düşüyoruz. Beraberliğimizin 34. yılı oldu. - İstanbul’da hayat sizin için nasıl gelişti peki?

- İstanbul dışından gelmiş biri olarak müzik piyasasına girmekte zorlandınız mı, o zamanlar da zor muydu bu işler? - Zordu tabi, ne olacağın bilinmezdi. Ben 40’ımdan sonra müzik sektöründe bilinir hale geldim. Ondan önce de çalıyordum, ama hayatımı kazanamıyordum müzikten. Her sene çaya gidiyordum, Rize’ye. Çay olayı hem keyiflidir, hem de çok zordur. Bilhassa da kadınlar açısından. Bizim orada kadınlar çok ezilir. Biz ve bir kaç aile hariç genellikle erkekler çay toplamaz, sepeti arkasına almayı ayıpsar. Bizde o yoktu. Babam da çalışırdı. Coğrafya ➦

41


➥ çok engebelidir, yağmurlu havalarda toprak çok kaygan olur, sırtında 50 kiloluk sepetle bir o tarafa kaykılırsın, bir bu tarafa. - Zorluklara rağmen çok güzel anlatıyorsunuz... Oralar sizin için ne ifade ediyor? - Bizim kişiliğimizin oluşmasında en büyük etken oralar. Oradaki insanların kendi aralarındaki ilişkileri, yardımlaşmaları, tabiat şartlarıyla mücadeleleri bize şekil verdi. Bizim orada kopuk derler, toprak kayması, çok olur, evi gider insanların, uğraşıp yaptığı tarlası gider. Ama herkes bir destek çıkar o kişiye. Biz de terbiyemizi oradan aldık. Ama o zamanki hayat yok tabii şimdi. - Yaşadığınız topraklar müziğinizi nasıl etkiledi? - Pop müziği yapsaydım belki başka malzemeler gerekirdi, bilmiyorum, ama ben halkın içinden biri olduğum için, olumlu etkilediğini düşünüyorum.

İnsanların acılarını, sorunlarını, mutluluklarını, her şeylerini anlatan bir müzik yapıyorum. - Tulum çalmayı biliyor musunuz? - Yok, ben söylemek istiyordum çünkü. Ama kemençe çalmayı isterdim. Babam çalıyormuş. - Hâlâ köyünüze gidiyor musunuz sık sık? - Eskisi kadar çok gidemiyorum. Çayın da bir değeri kalmadı. Babamı geçen kış kaybettim. Yüz yaşındaydı. Annem de 87 yaşında. Bütün çay bahçelerini yapan annemdir. Kışın bana gelip dört ay kalıyor, ama çok sıkılıyor, Mart sonu gibi gidiyor. İki sene önce kalçası kırıldı. Ameliyat oldu. Doktor, kasları açarken zorlandık, böyle kaslı bir kadın görmedik, dedi. Çünkü ömrü çalışmakla geçti. Annemin günlük taşıması bir ton filandır. Hala da o vaziyette yine durmuyormuş, -bir kadın yardımcı tuttum, ondan haber alıyorum-, tarlada yabani ot ➦

yasa mühendislik

Yasemin YANMIŞ Y. İçmimar

Salim YANMIŞ İnşaat Mühendisi

Merdivenköy Mah. Yekta Sk. Paksa Metroport C Blok D.4 Göztepe, Kadıköy / İstanbul Tel: 0216 350 53 00 Faks: 0216 350 53 00 GSM: 0532 666 69 69 salim@yasamuhendislik.com / tatimbara@yahoo.com.tr



İsmail Hakkı Demircioğlu eşi ve çocuğuyla... ➥ temizliyormuş. Ben kızıyorum, ama yine de gidiyormuş. Karadeniz bölgesi büyük bir göç veriyor. Bir kuşak daha gittiğinde bitecek oralar. Çok üzücü. Bir de barajlar konusu bir felaket. Davayı kazanıyor halk, yürütmeyi durdurma kararı çıkıyor, ama adamlar devam ediyor. Karadeniz bölgesi belki de iklim değiştirecek. Bir dereye 17 baraj yapılacak. Hemşin gibi güzel bir bölgede böyle bir şey yapılır mı? - Karadeniz müziğinin geldiği durumu nasıl değerlendiriyorsunuz; sizce yeterince araştırılıyor mu, biliniyor mu? - Karadeniz müziği aslında uzun yıllar TRT tarafından anlanılmak istenilmedi. Tulumu, kemençesi vır vır diye bakılan, çok yüzeysel bir

bakışla, hep espri şeklinde algılanan bir tutumla sunuldu. Sansürlü bir yaklaşımla Karadeniz’in her bölgesini de söylemediler, mesela Lazca. O parçaların üzerine başka türlü sözler oturttular. Son yıllarda Karadeniz müziği kurcalanmaya başlandı, ama bu ne kadar sağlıklı onu ölçmek lazım. Arkadaşlarımız, mesela Birol Topaloğlu Lazca ve Türkçe güzel derlemeler yaptı. Onun arkasından başka Karadenizliler çıkmaya başladı. Mesela Kazım Koyuncu. Gökhan Birben’in bulduğu türküler güzel. Kendisi de o yörenin insanı, orada yaşamış. Selçuk Balcı da iyi çalıyor. Bunlar tabi biraz daha, nasıl söylesem, bugünki anlayışla ortaya çıkarılmış Karadeniz müzikleri. Çok otantik olmayan,

arasında batı sazlarının da olduğu orkestrasyonlarla icra edilen anlayışlar. Şu an tulumla, kemençeyle söylenen bir şeyi insanlar tercih etmiyor hale geldi. Öyle bir şey yaratıldı. O bakımdan biraz kaygılıyım. Artık her önüne gelen neredeyse Karadeniz müziği yapar hale geldi. - Peki sizin parçaları daha orijinal bir şekilde, özüne uygun sunacağınız bir Karadeniz çalışmanız var mı? - Bir ara bir Karadeniz albümü yapsam mı diye düşünüyordum. Gideyim Karadeniz’i araştırayım, yaşlılarla konuşayım, yeni bir şeyler bulayım, diyordum. Biraz gezdim de. Ama mesela kaynak diye önerilen birine gidiyorsunuz, adam söylemek istemiyor. Amca, diyorum, olay nedir? Daha önceden pek çok

İsmail Hakkı Demircioğlu’na göre Karadeniz müziği son yıllarda tanınır oldu, ancak o bunun ne kadar sağlıklı olduğundan emin değil. Çünkü popüler olan her şeyde olduğu gibi Karadeniz müziğinin de orjinalliği bozuluyor. 44

insan gitmiş, topladıklarını bu türkü benim diye MESAM’a kaydettirmiş. Ondan para kazanıyorlarmış. Böyle çok olay yaşandığı için söylemek istemiyorlar. Bir güvensizlik oluşmuş. - Evet, ama siz o yörenin insanısınız, ruhunu daha iyi anlayarak, temiz bir müzik çıkarabilirsiniz? - Bilmiyorum, belki zamanla. Bu albümleri 1950’lerdeki insanlar yapsaydı daha değerli bir şey çıkacaktı. Kendi yarattıkları kültürü en iyi icra edebilecek olan, onlardı. Biz hepimiz bozuluyoruz yaşadığımız hayat itibariyle. Ağzımızda bir arabesk oluyor. Belli bölgeler için yapılan şeyler istismar edilmemeli. Mesela ben, “Uyan Osman Uyan” diye bir parça okumuştum. Onu Hemşin’de Servet amca diye biri vardı. Hemşin’e balık tutmaya giderdim, o da kahvede oyun oynarken filan mırıldanırdı, öyle duymuştum. “Nasibolsa” albümünde var parça. Bir kadın, bu parçayı okumak için aradı beni. Dedim, “Okuyun. Parça benim değil ki. Halkın”. Ücret filan sordu, “Ben bu gibi şeylerde ücret alınması taraftarı değilim”, dedim. Böyle özel bölgelerin kültürel değerleri için, mesela Hemşin Derneği’ne bir şey verilmeli. Bölgenin ürünü olduğu için, telif olacaksa Hemşin’e ait bir yere gitmesi daha doğru... Şu an için benim bir Karadeniz albümü yapmaya zamanım yok. Biz Erkan’la kendi albümümüzü yapamıyoruz, zaman olmadığından, 14 yıl oldu. - Şu an bir proje var mı? - Birlikte bir şey yapma niyetimiz var, ama biliyorsunuz bir albüm için 10-14 parça yapmak gerekiyor. “Öyle yapmayalım da”, diyor Erkan da, “internet üzerinden de yayınlıyorlar ya. Her ay bir parça yapıyorsun, bir yıl sonra bir albümün oluyor. Öyle yapalım”. Kafamda çok proje var, ama zaman yok. Daha çok Erkan’a ihtiyacım olduğu için kayıt anlamında, onun hiç zamanı yok. Başka insanlarla da çalışıyor, hiç zamanı kalmıyor. l


®

KOZİZOĞLU

GIDA İNŞAAT SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ.

Çavuşoğlu Mah. Yakacık Cad. No: 106 / 1 Kartal - İSTANBUL Tel: 0216 306 81 41 Faks: 0216 306 48 42 Gsm: 0532 541 14 44 kozizoglu@msn.com


Şevval Sam, ilk defa “Gülbeyaz” dizisi için Karadeniz’in havasını soludu. Sonra kopamadı oralardan. Üçüncü albümü “Karadeniz” de işte bu aşkın ürünü. Karadeniz’in ağlatacak ya da horon oynatacak 16 parçasını pek çok insanla buluşturdu Sam. Hâlâ da konserlerinde buluşturmaya devam ediyor. ESRA AÇIKGÖZ

Bir Karadeniz sevdalısı: Şevval Sam


O

, bir Karadenizli değil belki, ama Karadeniz müziğini sevdiren ve dinleten isimlerin başında yer alıyor. Karadeniz’le yolu, yıllar önce oynadığı bir diziyle kesiştiğinde muhtemelen o toprakların ruhunda, hayatında bu kadar iz bırakacağını bilmiyordu. Sonra yeşille, maviyle, Karadeniz’in hırçın ama hayran bırakan doğasıyla, yardımsever insanıyla tanıştı. O insanlardan biri vardı ki, dünyadan erken ayrılsa da hayatındaki önemli isimler arasında yerini aldı. Kazım Koyuncu’yla Karadeniz’e, hayata dair çok şey öğrendiğini her defasında tekrarlamaktan kaçınmadı o nedenle. O diziye, o yıllara “hayatımın miadı” demesi boşa değil yani. Kimden mi bahsediyoruz? Bu hikâyenin kahramanı Şevval Sam. Gelin onun tarihinde bir yolculuğa çıkalım, Karadeniz’in bir insan üzerinde neler yapabildiğine

Geleneksel Lezzetler... Koca Mustafa Paşa Cad. No: 16 Cerrahpaşa / İST. Tel: 0212 530 15 98 0212 529 95 48

birlikte tanıklık edelim diyerek... Şehir, İstanbul. Yıl, 1973. Söylemeye gerek var mı? Annesi Leman Sam, babası Selim Sam. Çocukluğunun ilk yıllarını Yeşilköy’de geçiriyor. Beş yaşındaki halini hatırlıyor. Komşusunun çocuğu elindeki iri taşı kafasına atıyor. Her yanı kan. Annesi telaşla banyoya sokup yıkıyor. Bu sahne daha sonraları da tekrarlanacak. Tırmanmayı sevdiği ağaçlardan düştüğünde, koşarken yere serildiğinde yaralarını temizlemek yine annesinin işi. Ateşten yanarak geçirdiği gecelerde başında bekleyen de, her gün Çapa’ya hastaneye götüren de, kan aldırmaktan artık hissetmediği koluna iğneler battığında onun yerine ağlayan da hep annesi. O altı yaşındayken babası evden ayrılıyor. Şevval’e göre tam bir amazon annesi. O karışık, zorlu yıllarda tek başına, iki çocukla ayakta

kalmayı başarabilecek kadar hem de. Annesi gece şarkı söylemek için gittiğinde, ondan iki yaş büyük ablası Şehnaz bakıyor Şevval’e. Zincirlikuyu Yapı Meslek Lisesi Restorasyon bölümünü bitirdikten sonra üniversiteyi Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik bölümünde okuyor. 14 yaşında fanatik bir Beşiktaşlı olarak okul gazetesi için Metin Tekin’le röportaj yapmaya gidiyor. Metin röportajdaki bir soru üzerine evlenmeyi düşünmediğini söylüyor. O zaman üç sene sonra Şevval’le evleneceğinden haberi yok tabii. 1993-1998 yılları arasında televizyon ekranlarında oynayan “Süper Baba” adlı dizideki rolüyle büyük beğeni topluyor Şam. Bu koşturmaca arasında, 1997’de bir telaşı daha yaşıyor, oğlu Tarık Emir dünyaya geliyor. O iki yaşındayken, 1999’da yollarını

ayırıyor Metin Tekin’le Şevval Sam. Ancak hep oğullarının hayatında oluyorlar. “Süper Baba” dizisinin ardından sinema filmlerinde de rol almaya başlıyor, ancak hepsinin arasında çocukluğundan beri hep içinde olan bir tutkusu var asıl; müzik. Kalan Müzik’in kapısını ona çaldıran da işte bu tutku. Aslanda, on beş yaşından beri şarkı söylüyor. Milliyet gazetesinin liselerarası müzik yarışmalarında yer alıyor. Reklam cıngılları yapıyor. Uzun bir süre reklam müzikleri derken 2006’da ilk albümü “Sek” çıkıyor. Türk Sanat Müziği söylediği bu albümde, duru ses rengiyle ilgi çekiyor Sam. Bir sene sonra, modern etnik ritimli parçaların yer aldığı “İstanbul’s Secrets” adlı ikinci albüm raflarda yerini alıyor. Kansere yenik düşen Karadenizli sanatçı Kazım Koyuncu’nun sevilen parçası “Ben Seni Sevduğumi” ➦


Şevval Sam, “Gülbeyaz” dizisinin ardından Karadeniz albümü yapması için çok ısrar aldı. Ancak o, diziye sırtını yaslamak istemedi, bekledi. “Karadeniz” albümünü 2008’de çıkardığında herkes beklendiğine değdiğini anladı. ➥ türküsünü hip hop tarzı düzenlemesi albümün hit parçası oluyor. Karadeniz camiasının Şevval Sam’a kapılarını açması ilk bu parçayla olsa da, Sam’ın Karadeniz’e tutkusu bu kadarla kalmıyor. Ertesi sene sadece Karadeniz ezgilerinin yer aldığı bir albüm çıkarıyor; “Karadeniz”. Ama durun, bunun daha öncesi var. Gelin oradan başlayalım: Oyunculuk Sam’ın yolunu, Karadeniz’in yeşille mavinin dans ettiği doğasıyla buluşturduğunda tarih, 2002. Başrollerinde Şevval Sam, Nejat İşler, Meral Çetinkaya ve Kamran Usluer’in olduğu, Kanal D’de yayınlanan “Gülbeyaz” dizisi, Karadenizli insanların yaşamını konu alıyor. Haliyle müzikleri de Karadeniz’in önemli seslerinden Kazım Koyuncu ve Gökhan Birben yapıyor. Şeval Sam’ın Kazım Koyuncu ile birlikte söylediği “Ben Seni Sevdiğumi” dillere dolanıyor. “İlk olarak o dizide Karadeniz türkülerine sıcaklık hissetmeye başladım” diyor, “Kazım’la tanıştıktan sonra Karadeniz türküleri benim için anlam kazandı.” Dizinin ardından herkes bir Karadeniz albümü bekliyor Sam’dan. Ancak o yapmıyor, nedenini bakın nasıl anlatıyor: “Diziden sonra hemen yapsam diziye sırtımı dayamak gibi gelecekti. Bir şey tutuyorsa suyunu çıkaralım gibi bir yaklaşım var insanlarda. Bende tam tersi işliyor, bana etik de gelmiyor bu. Daha önce çıkarsaydım ticari anlamda daha çok karşılığı olan bir iş olabilirdi, fakat benim derdim şarkı söylemek, müzik yapmak. Alaturka çok ters köşe bir durumdu, sonraki işlerime de bir temel oluşturdu. Karadeniz olsaydı, ortadan başlamış olacaktım.” Gözyaşı dökmeye de, horona durmaya da bire bir

48

Karadeniz şarkılarını çok geniş kitlelerle buluşuruyor böylece Sam. Kendisini Karadenizli sananlar bile oluyor. Öyle ki, yolda onu durduran insanlar, şiveli konuşmadığını görünce çok şaşırıyor. “Bir ara ben de kendimi Karadenizli zannetmeye başlamıştım. ‘Ne deysun?’ filan” diye anlatırken o günleri gülüyor Sam, “Üstelik bütün Karadeniz dizileri bana gelmeye başladı.” Peki kökende Karadenizlilik var mı? “Bir kıyısından var, Kırım’dan. Biraz da Kürtlük ve Selaniklilik”.

KAYBETTİĞİMİZ DOSTLARA, EN ÇOK DA KAZIM’A Albümde 16 parçaya ses veriyor Sam; Hey Gidi Karadeniz, Ander Sevdaluk, Bu Dünya Bir Pencere, Sırlarumi Söyledum, Dertliyim, Kederliyim, Çayeli’nden Öteye, Ahmedum, Potbori, Alim, Trabzon, Karardi Karadeniz, Giresun Kayıkları, Oy benum Sevduceğum, Ben Seni Sevduğumi, Gelevera Deresi, O Vay Beni Ağlarum. Üçü Maçkalı Hasan Tunç’a ait. O, Karadeniz müziğinin orijinalliğine sadık kalarak, sadece kemençeyle söylüyor tabii. Nokta Hala’nın “Ahmedum” türküsü de var albümde. Kocasını erken kaybeden ve evin son erkeğini 16’sında Kırım’a gurbete yollayan, 20’sinde de toprağa koyan bir ana, Nokta Hala. “Ahmedum” da oğul için yazılan bir ağıt. “Farklı dillerde okumak istemiştim aslında ama birçok etnik dil var Karadeniz’de” diyor, “İki CD’lik bir albüm yapmak gerekirdi belki o zaman. Bilinen Türkçe şarkıları tercih ettik. Ama konserlerde okuyorum bazen. Kâzım’la Açıkhava’da verdiğimiz ‘Hey Gidi Karadeniz’ konserinde bölgenin türkülerini okumuştum. İlk defa 5 bin kişinin karşısına çıkıp nutkumun tutulduğu bir konserdi”. Kazım; Kazım Koyuncu. Karadeniz müziğini çok geniş kesimlere, gençlere sevdiren en önemli isimlerden kuşkusuz. Sam için bundan da ötesi, bir dost. ➦

500 metre geride En sevdiğiniz Laz fıkrası? Fıkraları pek sevmem aslında, yaşanmış hikâyeleri severim. Şuna çok gülmüştüm, Karadeniz’de bir yerde, gidiyorsun, gidiyorsun, bir tabela çıkıyor karşına: “Köy kahvaltısı 500 metre geride!” (Gülüyor)


YILDIZLAR ELEKTRONİK Hizmet ve Teknolojinin Yükselen Yıldızı

TÜRKCELL İletişim Merkezi TURKCELL İletişim Merkezi S. Cedit Kadıköy

: 0216 302 98 13 (Pbx)

TURKCELL İletişim Merkezi Davutpaşa Topkapı

: 0212 613 23 43 (Pbx)

TURKCELL İletişim Merkezi Dudullu Ümraniye

: 0216 527 57 05 (Pbx)

TURKCELL İletişim Merkezi Sultanbeyli

: 0216 496 69 40 (Pbx)

TURKCELL İletişim Merkezi Sultanbeyli 2 : 0216 419 50 96 (Pbx) TURKCELL İletişim Merkezi Metro Garden AVM Çekmeköy : 0216 349 79 80 (Pbx) : 0216 349 79 79 Merkez: Sahrayıcedit / Kadıköy


➥ Albümde “kaybettiğimiz tüm dostlara, en çok da Kâzım’a” diye yazması bundan: “Karadeniz müziğini bize yıllarca abuk subuk isimlerle kakaladılar. Altta vıttırı vıttırı tekno ritim, ne dediği anlaşılmayan birtakım mafyöz tipler... Ama bir gün Kâzım çıktı, başka bir müziğin olduğunu gösterdi... Kâzım, bir şeyleri değiştirmek için bedene ihtiyaç duymayan bir adam olduğunu öldükten sonra da gösterdi. Onun için kültür merkezi açıldı, hâlâ şarkıları dinleniyor, fikirleri tartışılıyor. Çevrenin neden korunması gerektiğini, dostluğun ne anlama geldiğini, böyle bir çok şeyi bir tepsi içinde sundu, ‘Artık bundan da bir şey çıkarın’ deyip gitti gibi geliyor bana. Ben gidenin ardından kalana ağlarım genelde. Gidilen yer belki iyi bir yerdir, bilmiyorum ama bizim daha paylaşacak çok şeyimiz vardı. ‘Sahnede devleşmek’ klasik bir tabir ama o hakikaten devleşirdi. O zayıf, hafif kambur Karadeniz çocuğunun sahnede büyüyüşü görülmeye değerdi. O gitti, ama ben bize ağlıyorum”. Karadeniz albümünden sonra Sam, müzik hayatına devam ediyor; 2010’da 70’lerin arabesk şarkılarını kendine

Şevval Sam’a gerçek Karadeniz müziğini tanıtan ve sevdiren, Kazım Koyuncu... has tarzıyla yorumladığı “Has Arabesk” albümünü, 2012’de Klasik Türk sanat müziği eserlerinin yer aldığı “II Tek”i, 2013’te Türkiye ve dünyadan harmanlanan modern ve klasik Tango’ların yanı sıra yeni bestelere de sıcak sesiyle hayat veren “Tango”yu çıkarıyor. Karadeniz ezgilerinden arabeske, buğulu sesiyle okuduğu her parçayı kendine yakıştıran Şevval Sam’ı daha çok göreceğiz, güzel işlerde göreceğiz. Belki yine bir Karadeniz dizisinde, belki bir Karadeniz albümüyle, çünkü: “İnsan olmanın ne anlama geldiğini sorgulayan biriyim. Şu an bu hayatta sadece ‘olma’ halim var. Üzerime düşen görevler var. Sanat da bana verilmiş bir hediye ve bunu en saf, en masum, en duru halde açığa çıkarmam lazım. Çünkü benim titreşimlerimden etkilenecek insanlar var. Tıpkı benim başka titreşimlerden etkilendiğim gibi”. l


Pastacılık Lokantacılık ve Ekmekçilik Gıda Sanayi

RİZE ÇAMLI HEMŞİN ÜLKÜ KÖYÜ BAĞRINDAN ÇIKAN ÜNLÜ MARKA

Teşvikiye Pastane Maçka Cad. No: 1/B Teşvikiye İstanbul T: 0212 240 57 70 - 240 59 09

Çağlayan Pastane - Cafe - Restorant Kağıthane Cad. No 35/1 Kağıthane - Çağlayan T: 0212 221 19 12 - 221 19 13

Kınalıada Pastane - Cafe - Restorant Pastacılık ve Ekmekçilik Genel Üretim Merkezi Kağıthane Cad. No 35 / 2 Kağıthane - Çağlayan Ali Boran Meydanı 2 / A Kınalıada T: 0212 221 19 07 - 296 26 36 T: 0216 381 44 20 F: 0212 241 22 41


Antrenörlük bana daha uygun DENİZ ÜLKÜTEKİN

T Pek çok önemli insan çıkaran Hemşin’in belki de en popüler isimleri arasında Tarık Daşgün. Fenerbahçe’ye de uğrayan futbolculuk yaşantısının ardından, şimdi futbol adamı olarak yeşil sahalarda yer alıyor. Böylesi önemli bir geçmişe karşın hedefleri bitmiş değil.

arık Daşgün, tüm inişleri ve çıkışlarıyla, futbolumuza dair en güzel öykülerden biri. Belki de son yirmi yılda yeşil sahaların gördüğü en yetenekli futbolcu. Dönemi için inanılmaz bir rakama Fenerbahçeli olmuştu. Şimdilerde antrenör. O günlerden aldığı pek çok ders de var. Bu dersleri artık genç futbolculara aktarıyor. En büyük motivasyon kaynağı ise futbolculuk yıllarında eksik kalanları tamamlama arzusu. - Fenerbahçe’ye transfer hikâyenizi anlatır mısınız? - Gençlerbirliği’nin spor okulunda futbola başladım, oradan A takıma kadar yükseldim. O süreçte Ümit Milli takımda oynamaya başladım, A takıma çıkışımın altıncı ayında da Fenerbahçe’yle anlaşmıştım zaten. Üç büyük takım hatta Trabzonspor da beni istemişti, ama Fenerbahçe’yle anlaştım. Açıkçası çocukken de Fenerbahçeli olduğum için, onlarla yaptığım görüşmeler daha sıcak geçmişti. Son maçı oynamadan da yöneticilerle buluştum. Malum o dönem futbolcu kaçırmak modaydı. Ben de bu şekilde Fenerbahçeli oldum. - Çok yüksek bir bedelle transfer oldunuz. Bu sizi etkiledi mi? - O dönem transfer bedeli ödemeden futbolcu satın almak mümkün değildi, bu yüzden o ücret tamamen kulübüme verilmişti. Bana hiç yansımadı. Elbette Fenerbahçe’ye gelince kazancım arttı. Ben Ankara’nın merkezindeki bir okulda ➦


Pastacılık ve Edt sektöründe Gebze Şubemizde pastacılık ürün ve ekipman çeşitlerimiz ile hizmet vermekteyiz. Toptan ve perakende olarak satışlarımız mevcuttur. Toplu siparişlerinizde adres teslimi hizmeti verilir. Osman Yılmaz Mh. Yeni Bağdat Cd. No: 336 Gebze / Kocaeli Tel: 0262 644 05 53 gebze@asgurgida.com.tr www.asgurgida.com.tr


➥ okudum, yani çok küçük bir yerden gelmemiştim, ona rağmen İstanbul’a gittiğimde çok büyük uyum sorunu yaşadım. Bütün şartlarım değişti. Kendime yeterince bakamadım, özel hayatıma çok dikkat etmedim. İlkokuldan beri uyku problemim vardı, erken yatamazdım. Yeni yeni düzelmeye başladı. Gece hayatına bağladılar. Bu açığımı diğer zamanlarda telafi edebilirdim, ama onu yapmadım. Fiziksel gelişimimi tamamlayamadan gitmiştim zaten. Yalnızlığı cidden yaşadım, beni yönlendiren de olmadı. Gençlerbirliği’nde bir aile ortamı içinde büyümüştüm. Bana karşı inanç çok yüksekti. Fenerbahçe’de bunları bulamadım. - Bir de Gençlerbirliği’nde on numara pozisyonunda

oynarken, Fenerbahçe’de bu pozisyondan farklı pozisyonlarda oynamak zorunda kaldınız? - Sergen’in Beşiktaş’ta bulduğu rahatlığı Fener’de bulamadım. Alex’in pozisyonunda oynuyordum Gençlerbirliği’nde. Fenerbahçe’de Jay Jay Okocha gibi kilit transferler yaptılar. Ben de alışık olmadığım bölgelerde oynadım. Yine de yaptıklarımın çok daha iyisini yapabilirdim. Bugün bile bazen halı sahada oynadığımızda, arkadaşlarım “Nasıl bırakırsın hâlâ oynarsın” diyorlar. Tabii bu işin şakası. Benim için apayrı iki dünya var, futbolculuk ve antrenörlük. Futbolculuk dönemimde yaşadıklarımı, antrenörlük hayatımın başında iyi etüd ettiğimi düşünüyorum. Hem saha içinde hem saha

dışında genç futbolculara müthiş yardımlarım oluyor. Antrenörlüğümle ilgili konuşayım; bu dönemim şöyle başlar, kısa dönem askerliğimi yaptım, diplomamı önceden almıştım zaten. Şapkamı önüme koyup düşünmem için bir süreçti askerlik. Geçmişimden dolayı iyi bir diploma aldım, planlarım doğrultusunda Gençlerbirliği’ne döndüm. Futbolu orada öğrenmiştim, antrenörlüğü de mutfağından öğrenmek istiyordum. Yaklaşık beş yıl altyapıda u17, u18 ve A2 takımlarını çalıştırdıktan sonra kulübün pilot takımı Hacettepe’ye geçtim. Orada bütün transferleri gönderip altyapıdaki çocukları oynatmaya başladık. İlk iki yıl finalden döndük. Üçüncüsünde ben orada olmasam bile

çocuklarım çıkmayı başardılar. Benim de bunda payım vardır. Çünkü oradaki bütün futbolcular benim dönemimde oynamaya başlamıştı. Uğur Ciftçi, sol bek oynamaya başladı Gençlerbirilği’nde. Diğer futbolcularda 1. Lig’deki takımlarda yavaş yavaş kendilerini gösteriyorlar. Benim artım antrenör olarak altyapıda çalışmam. Bir örnek vereyim, Guardiola da Barcelona’da altyapıda başladı. Ben de benzer bir modeli uygulamak istedim. Ancak Gençlerbirliği’nden ayrılmak zorunda kaldım. Nedenini de açıklamak isterim. Türkiye’de yöneticiler antrenörlerin işlerine çok karışıyorlar. Bu da planlarımızı uygulamamıza engel oluyor. Dolayısıyla hedeflerime bir virgül koymam gerekti, ama ekibimle hala görevdeymiş gibi çalışıyoruz. Ne yapabileceğimizi araştırıyoruz. Birçok kulüple görüştüm, ama bana uygun birini bulamadığım için bir yıldır görev almıyorum. - Futbolculuğunuzda yapamadıklarınız sizin için ayrı bir motivasyon oluyor mu? - Elbette, apayrı bir motivasyon. Futbol benim hayat felsefem. İlginç olan şu ki, antrenörlük bana daha uygun. Dediğim gibi bazen oynarken ve izlerken içim gitmiyor değil, ama zaman içinde antrenörlüğün bana daha uygun olduğunu gördüm. - Bence Sergen’den sonra son zamanlarda yetişmiş en yetenekli futbolcuydunuz. Siz kendinizi nereye koyarsınız? - Ben o kadar büyük konuşmayayım, ama kime sorsanız beni bu listede ilk on, on beş kişi arasına koyar diyebilirim. l

- Hemşin’e en son ne zaman gittiniz? - Liseyi bitirene kadar her yaz üç ay boyunca oradaydım. Sonra kamplar, maçlar, deplasmanlar derken

gidiş sıklığım azaldı. Hatta profesyonel olduğum dönemde Trabzon’da maçlarımız olduğunda, çocuklar uyuduktan sonra gidip anneannemin elini öpmüşümdür. l

Türk futbolu Karadeniz’den sorulur - Rize’den çok futbolcu çıkıyor. Bunun sırrı nedir? - Trabzon’dan bizim tarafa kadar, tüm sahil şeridinde bu işe yatkınlık var. Genlerimizde de var. Öyle ki, maçları

54

babaannelerimiz de izler, hatta yorum da yapar. Son yıllarda Türk futbolunun belki yüzde yetmişini, Karadeniz insanı oluşturuyor. Benim sülalemde bile dört, beş futbolcu vardır.


Zafer Savaş KESER 0532 511 44 44

Mahmut KESER 0531 223 53 53

M. Sinan Mh. YEDPA Ticaret Merkezi F. Cad. No: 227 - 228 / Ataşehir / İSTANBUL Tel: 0216 471 84 17 Faks: 0216 471 84 17 koseoglu_zafer@hotmail.com / mahmutkeser53@hotmail.com

Kale Yapı

Maltepe Fındıklı Mah İ.Ö.O ve spor salonu

Taahhüt, Betonarme inşaat ve Proje Bazı Referanslarımız Altunizade polis lojmanları İstinad duvarı yapım işi Rize Pazar Hamidiye polis lojmanları mantolama ve genel onarım işi Maltepe 3 edet İ.Ö.O. mantolama yapım işi ve genel onarım işi Üskudar Cumhuriyet Lisesi genel onarım çatı yapım işi Beykoz Güzelce Hisar İ.Ö.O. pvs kaplama işi


Çay üniversiteli oldu Hemen hepimiz çayı tüketiyoruz. Peki bu eşsiz bitkinin evlerimize nasıl girdiğini biliyor muyuz? İşte çayın öyküsünü anlatmak için gerçekleştirilen “Kampüste Çay Vakti” organizasyonu, çayın hasat mevsimi olan mayıs ayı boyunca üniversiteli gençlere çayın kültürel yolculuğunu Tuluyhan Uğurlu’nun notalarını buluşturarak anlatıyor. Çay, Türkiye’nin her kesiminde olduğu gibi, üniversite gençliğinin de favori içecekleri arasında. Elbette çay bu topraklarda yarattığı kültürden bağımsız düşünülemez. İşte bu kültür ve geleneği gençlere bir kez daha hatırlatmak adına, sektörün lider kuruluşlarından ÇAYKUR “Kampüste Çay Molası” isimli bir organizasyon düzenledi. İlk durağı, 28 Nisan’da Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi olan etkinlikte, ünlü piyanist Tuluyhan Uğurlu da bir dizi

konser verdi. Besteleriyle çay hasadı mevsimi olan mayısın coşkusunu da yansıtan Uğurlu, Isparta’nın ardından, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Marmara Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nde sahneye çıktı. Konserlerini görsel sunum eşliğinde veren Uğurlu, Cumhuriyet’le birlikte Doğu Karadeniz ve Rize’nin kaderini değiştiren çay ekiminin

hikayesini, Karadeniz halkının çayla değişen serüvenini gençlere anlatma olanağı yakaladı. Konserlerde fotoğraflarla yeşilin her tonunu taşıyan Karadeniz’in dağları ve yaylaları gösterildi; çay bahçelerinin hasat

Mesihpaşa Mahallesi Mustafa Kemal Paşa Cad. No: 26/a Aksaray / Fatih - İstanbul Tel: 0212 6389398 facebook/ahmetaraspatisserie/restaurant

zamanından başlayarak bitimine kadar olan değişim ekranlarda paylaşıldı. Böylece çayı evlerimize kadar getiren muazzam süreç, müziğin eşsiz ritmiyle buluşturulup, görsel açıdan da bütünlenerek izleyicilere yansıtıldı. l



Diyalizde dünya kalitesindeyiz İstanbul’un Batı yakasında, Beylikdüzü ve Büyükçekmece ilçelerinde faaliyet gösteren ve istikrarlı bir şekilde her geçen yıl hizmet alanını büyüten Koç Diyaliz Merkezleri’nin İstanbul bölgesi kurucusu ve yöneticisi olan, Mahmut Akın, Çamlıhemşin Kaleli hemşehrimizdir. Kendisiyle diyaliz merkezlerini gezerek verilen hizmetleri yerinde değerlendirme fırsatı bulduk ve güzel bir sohbet yaptık. - Diyaliz denilince akla ne geliyor? - Son dönem kronik böbrek yetmezliği nedeniyle, böbrekleri işlev görmeyen hastalarımızın vücuttaki zararlı maddelerin ve sıvıların uzaklaştırılması amacıyla geliştirilen yapay bir kan temizleme makinesine bağlanarak kanın temizlenmesi işlemine

Beylikdüzü Koç Diyaliz ve Büyükçekmece Koç Diyaliz (altta).

Böbrek hastaları ömürleri boyunca sürdürdükleri zorlu ve zaman alan diyaliz tedavilerinde, en çok konfor ve iyi tedaviye ihtiyaç duyuyor. İstanbul’daki Koç Diyaliz Merkezleri, bu talepleri karşılayabilecek standartlara sahip. Merkezin yöneticisi Mahmut Akın, sırf Türkiye değil, dünyanın her yerinden hastalara hizmet veren Koç Diyaliz Merkezi’ni anlattı. hemodiyaliz denir. Hastalar, haftada üç gün, dörder saat bu cihazlara bağlanarak hemodiyaliz tedavisi görürler. Ömür boyu bu tedavileri devam eder. Diyalizde kesin tedavi şekli organ naklidir. - Ülkemizde Diyaliz nasıl bir seyir izlemekte ve gelişme göstermektedir? - Son verilere göre ülkemizde, 58 bin civarında kronik diyaliz hastası bulunmakta. Sağlık Bakanlığı, üniversiteler ve özel sektör olarak ülkenin tamamında tüm il ve ilçelerimizde yaygın olarak faaliyet gösteren yaklaşık 850 diyaliz merkezi bu hastalarımıza hizmet veriyor. Ülkemiz, sağlık alanındaki diğer hizmetlerde olduğu gibi diyalizde de dünyada gelişen en son teknoloji ve tedavi yöntemlerini anında hastaların hizmetine sunabilmektedir. - Böyle bir hizmeti vermek nereden aklınıza geldi? - Bildiğiniz gibi uzun yıllar Başkent Üniversitesi’nin çeşitli kademelerinde yöneticilik yaptım. Diyaliz hizmetini ve devamında kesin tedavi şekli olan Organ Naklini Türkiye’de ilk başlatan ve yaygınlaştıran Başkent Üniversitesi kurucusu sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal ve ekibidir.

58

Üniversiteden ayrıldıktan sonra Ankara İl Sağlık Müdürleri’nden ve ülkemizin değişik bölgelerinde hizmet veren Koç Diyaliz merkezlerinin kurucusu Dr. Ali Koç, İstanbul bölgesini kurma ve yönetme fikrini tarafıma teklif edince kabul ettim ve İstanbul’a geldim. “YAŞAM KALİTENİZ BİZİMLE YÜKSELSİN” sloganı ile yola çıkılarak, 10 diyaliz makinesi, bir hasta ve beş personelle Beylikdüzü’nde başlattığımız yüksek kalitede hizmet anlayışını, Büyükçekmece Diyaliz

Mahmut Akın kızıyla Hemşin’de.

Merkezi’ni de bünyemize dahil ederek halen 73 diyaliz makinesi, 350 hasta ve 60 kişilik personel kadrosuyla gelişen teknoloji kalitesinde sürekli kılmak istiyoruz. - Son yıllarda sıkça sözü edilen Sağlık Turizmi konusunda çalışmalarınız var mı? - Daha önce bahsetmiştim. Sağlık Bakanlığı’mızın teşvik ve sıkı denetimleriyle diyaliz sektöründe dünyada geliştirilen en son teknoloji ve tedavi yöntemlerini uygulamaktayız. Özel Diyaliz sektörünün büyük bölümü yabancı sermaye gruplarının elinde. Takdir edersiniz ki rekabet edebilmek ancak iyi kalitede hizmetle mümkün. Şüphesiz en az onlar kadar iyi ve kaliteli hizmeti verdiğimizin göstergesi de hasta sayılarımızla yurtiçi ve yurtdışından gelen hastaların merkezlerimizi tercih etmeleridir. Her iki merkezimiz de başta Avrupa olmak üzere Arap ülkelerinden ve sınır komşularımızdan hastalarımız tedavi edilmektedir. Avrupa ülkelerinde sürekli olarak tedavi görmekte olan bazı hastalar, yaz tatillerinde ülkemize gelmekte ve merkezlerimizin gerek fiziki, gerekse tıbbi anlamda kalitesinin Avrupa standartlarının üzerinde olduğunu beyan etmektedir. l


Sanayi Ticaret Limited Şirketi Asgür Gıda 2010 yılından beri pastacılık sektöründe önde gelen firmaların bayiliklerini yaparak, her geçen gün daha büyüyerek sektörde ismini duyurmaktadır. Pastane, pide, börekçiler, baklava ve tatlı imalatçılarına yönelik ürünleri hem hesaplı hem kaliteli bir şekilde sağlamaktadır. Yönetim kurulunda bulunan Bedrettin Gür ve Mustafa Bektaş 10 yıldır sektöre hizmet vermektedir. Bayiliklerimiz; Alfa, Turyağ, Aymar Ova un, Alpa un, Hekimoğlu un, Teksin un, Özmen Un , Sinangil un PNS Pendik nişasta Katsan ovalette, Fo, Vizyon Furisan, Gesaş, Ayvansaray , Efes, Hopla, Decor up İmalat; Kuruyemiş , Pudra Şekeri İmalatımız Bulunmaktadır.

www.asgurgida.com.tr

Battal Gazi Mah. Şark Cad. Aytop Gıda Sitesi 1. Blok NO: 37 Sultanbeyli /İSTANBUL Tel: 0216 419 01 53 Fax:0216 498 60 02 bilgi@asgurgida.com.tr


Fotoğraf: METİN ODABAŞ

Pokut Yaylası’na terapi yürüyüşü LEYLA NAVARO

Y

apmakta olduğumuz, aslında bir kişisel gelişim çalışması, ancak sağladığı yararlar içinde tabii ki terapi de söz konusu. Grubun özellikleri, kendini yeni deneyimlere açma hevesi, keşif ve heyecan, tanımadığı, görmediği bir yeri keşfetme ve doğanın ruhu özgürleştiren enerjisiyle harmanlanarak kendini anlama ve keşfetme isteği. Bu tür ekopsikoloji, yani doğa ve çevreyi içine alan kişisel gelişim psikoloji çalışmalarını 25 yıldır yapıyoruz. Gittiğimiz yerin doğasını keşfediyoruz. Bu aynı zamanda, insanın kendi ruhu ve zihninin yankı ve yansımalarını da dinleyen, doğanın iyileştirici gücüne kendini açıp farkındalık

60

geliştiren bir çalışma. Bu açıdan, mekânın etkisi çok önemli! Seçtiğimiz yerlerin doğal ve çevreye saygılı olmasına özen gösteriyoruz. Doğasının kişiyi kucaklayıcı, uyarıcı, yaratıcılığı destekleyici, saygılı olması önemli. Kaldığımız mekânın çevreye, çevrenin kültürel ve tarihsel özelliklerine saygı ve sadakati önemli bir seçki. Hemşin’e daha önce gelmiş ve çevresine bayılmıştım. Mehmet Demirci’nin mihmandarlığında Hemşin’den Pokut’a dek yürümüş, eski İpek Yolu üzerinden bulutları seyretmiş, önümüze çıkan yaylalara hayran kalmıştık. Bizim için unutulmaz bir geziydi. Karadeniz halkını çok seviyorum. Dolaysız, dobra,

sıcak kanlı, misafirperver, kadınları çok çalışkan ve güleryüzlü, birlikte gülmeyi ve dalga geçmeyi çok seviyorlar Yöreye gelirken Karadeniz’in hırçınlığı, doğanın derin yeşili, Fırtına Deresi’nin durulmazlığı, suyun sesiyle birebir yaşamak çok çekici, ziyaret ettiğimiz yaylalar, Elevit, Amlakit, Pokut çok çarpıcı. Insanın yüreğiyle dimağını besliyor. Bir önceki çalışmamız Arhavi’de Birol Topaloğlu’nun Ezmoce köy evindeydi. Refika ile Birol’un sıcak misafirperverliği, Birol’un kızkardeşi Güler’in leziz yemekleri, Nuri’nin odun ateşinde çay kaynatıp, kazanda taze süt hazırlaması, şöminenin odun kokusu, yanıbaşınızda durmamacasına

yağan yağmur, bu dolaysızlık bizim gibi büyükşehirden gelip çayı poşette, sütü kutudan içen ambalajlı hayatlar için çok çarpıcı. Çay tarlaları, fındık bahçeleri, kivi ağaçları ve ulu çamların içinde geçirdiğimiz birkaç gün, odun ateşinde kaynamış taze süt, sıcak pide, vazgeçilmez mıhlama, Birol’un yürek tellerini titreten müziği ve durmamacasına yağan yağmur insanın yaşamakta olduğu hayatı ele alıp sorgulamasına neden oluyor. Bu kez gideceğimiz yer ise Çamlıhemşin’in Şenyuva köyündeki Fırtına Pansiyon. Eski bir okuldan devşirilmiş bir mekân, Fırtına Deresi’nin yanında, doğa sever, çevreye saygılı olduğunu bildiğimiz Selçuk Bey’in yeri.


Uzman Danışman Psikolog Leyla Navaro’nun doğanın iyileştirici yönlerini kullandığı terapi yolculuklarının bu seferki durağı Hemşin’di. Navaro ve grubunun hedefi dokuz saatlik bir yürüyüş ardından Pokut Yaylası’nın zirvesine ulaşmaktı. 29 Mayıs’ta başladıkları bu yolculuk sonrası Navaro bize neden Hemşin’i tercih ettiklerini, önceki deneyimlerini de ekleyerek kaleme aldı. Mekânın Fırtına Deresi’ne komşuluğu, doğal bir yapıda ve yöreye saygılı duruşu, grup çalışmalarına müsait iç mekanlarının mevcudiyeti önemli etkenler. Selçuk Bey’in yöreyi iyi tanıması ve bizi yönlendirmesi seçimimizde önemli faktörler. Kaldığımız yerin mutlaka yöreyle uyumlu ve çevre kültürünü yansıtıyor olması ön koşulumuz. Yıllardır uygulamakta olduğumuz bu çalışmaları çoğunlukla Ege ve Akdeniz yörelerinde yaptık. Geleneksel olarak uyanmakta olan baharı karşılamak üzere Nisan veya Mayıs aylarını tercih ediyoruz. Katılımcılarımızdan gelen talep üzerine zaman zaman sonbaharı

da ekledik. Yaz aylarının kalabalığını tercih etmiyoruz. Baharlarda Karadeniz’in iklimi daha zorlayıcı, sürekli yağan yağmur ve serin hava çevre ve doğayı doya doya tatmamıza engel olabiliyor, ancak Arhavi’deki çalışmada dört gün boyunca yağmur yağdı ve bizler yağmur metaforunu da (yağmurun sesi, damlaları, suyun bereketi) çalışmamıza dahil ederek zamanın ve mekanın tadını çıkardık. Bu gibi grup çalışmalarına izin veren özgün iç mekanlar Karadeniz’de daha ender, -ki klasik büyük otellerde kalmayı zaten tercih etmiyoruz.Tabii ki katılımcılarımız bu seçiciliğimizi iyi biliyor ve

bu keyifli, özgün macerayı birlikte yaşamayı talep ediyorlar. Ben de bir doğa düşkünü olarak, yeni yerler keşfetmeye ve bunları ekibimiz ve grubumuzla paylaşmaya bayılıyorum zaten. Kaldı ki her gittiğimiz yerin özelliklerini içeren bir temayı tasarlamak ve bu temayı uygulamaya dönüştürmek çok yaratıcı ve çok keyifli bir süreç. Örneğin bu yılki temamız: “Bulutların Üstünde.” Yaylalardan bulutlara bakış, bulutların yaşamımızdaki yeri, hayatımızdaki bulutlu ve bulutsuz zamanlar misali, günlük yaşamın içine aldığımız bulut metaforlarını çalışacağız. Bu çalışmalarımızda sözel ifadeyi zenginleştiren ve

Y

metaforları resimleyen sanat malzemeleri, boya, çizim, kolaj, kil gibi materyelleri de kullanıyoruz. Umarım hava müsait olur ve Pokut’a kadar çıkabiliriz, zira Pokut yaylası, dokuz saatlik bir yürüyüşten sonra zirvesine vardığımızda ulvi güzelliğiyle zihnime çakılmış kalmıştı. l

I

AĞCIOĞULLAR ALÜMİNYUM DOĞRAMA SAN. TİC. LTD. ŞTİ.

www.yagciogullari.com Ferhatpaşa Mh. Gazipaşa Cd. No:68 Ataşehir - İSTANBUL Tel: 0216 313 69 88 Fax: 0216 313 69 87

Kıbrıs Er. İr Sineklik Ltd. Şti. Alayköy Organize Sanayi Bölgesi 7. Cad No, 42 KIBRIS

Gsm: 0532 212 89 30 Gsm: 0537 404 37 87 erdal.yagci1959@gmail.com


Bimeks İcra Kurulu üyesi Mustafa Selçuk, teknolojinin yükselen değeri Bimeks’i anlattı. Küçük bir mağazada başlayan teknoloji yolculuğunun bugün sektörün en önemli markalarından birine dönüşmesinde pay sahibi olan Selçuk, aynı zamanda bir Hemşin aşığı. Eş durumundan Hemşinli olsa da ilk gördüğü gün aşık olmuş oralara...

62

ŞİRKET BÜYÜR; EGOLAR ASLA DENİZ ÜLKÜTEKİN

B

imeks İcra Kurulu üyesi Mustafa Selçuk, finans kökenli bir gazeteci, bu sıradışı CV’si, teknoloji dünyasının sıradışı markası Bimeks’le fazlasıyla örtüşmüş. Selçuk’la Bimeks’teki yolculuğunu ve Hemşin sevdasını konuştuk.

- Bimeks İcra Kurulu’ndaki görevinizden ve Bimeks’in kurumsal yapısından biraz bahseder misiniz? - Bimeks’te İcra Kurulu üyesi olarak görev yapıyorum. Bimeks, Türkiye’nin ilk teknoloji perakendecisi olarak 25 yıl önce kurulmuş, bugün

52 şehirde 135 mağaza ve 1.600 personelle faaliyet gösteren, Türkiye’nin ikinci büyük teknoloji perakende zinciri. Bimeks, Kadıköy Mühürdar’da 100 metrekarelik bir dükkanda doğdu ve bugün 120.000 metrekare satış alanında, bir milyonu aşkın ürünü raflarında bulunduran, yılda 20 milyon ziyaretçiyi mağazalarında ağırlayan bir perakende devi haline geldi. Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akgiray olan Bimeks’in çoğunluk hissesi Akgiray ailesine ait. - Deneyimli bir gazeteci olmanın böylesi bir görevde avantaj ve dezavantajları nelerdir? - Ben esasen meslek olarak gazeteci değil, finans kökenli olduğum için, Bimeks’e katıldıktan sonra, şirketin inovatif iş modeline uyum sağlamam zor olmadı. Yatay bir hiyerarşide çalışan şirketin, içinde bulunduğu sektörün dinamik ve rekabetçi yapısına uygun bir iş modeli geliştirmiş olduğunu görmek beni mutlu etti açıkçası... Tabii gazete ve televizyon geçmişimin, bilhassa şirket içi iletişimde bana fayda sağladığını söyleyebilirim. Hakkari’den Çorlu’ya kadar ülkenin her yerine yayılmış bir mağaza zinciri, bünyesinde farklı kültür ve yaşam tarzlarına sahip insanları da barındırıyor haliyle. Bimeks’teki çok renkli, çok kültürlü kozmopolit yapının, beni sevindirdiğini söyleyebilirim. Gerçekten ilginç bir şirket içi kültür gelişmiş burada. Yıllarca televizyon programı yapmış, yazı yazmış bir insan olarak bu renkli, hoşgörülü yapıdan zihinsel olarak beslendiğimi söyleyebilirim.


- Perakende teknoloji sektöründe büyük bir rekabet olduğu gözleniyor. Bu rekabette Bimeks’in nasıl bir konumu olduğunu düşünüyorsunuz? - Perakende, doğası gereği nihai tüketiciyle muhatap olan bir iş. Haliyle rekabetin en sert ve hareketli olduğu sektör. Bimeks de 25 yıldır bu rekabetle büyüyen bir şirket. Dolayısıyla rakipten ve rekabetten çekinmeyen ama işini ve hedeflerini de rakibe göre değil, kendi iş modeline göre kurgulayan bir şirket. Şirketin sahibi Murat Akgiray’ın bütün çalışanlara hep söylediği şu söz, Bimeks’in rekabeti nasıl yorumladığına güzel bir örnek aslında: “Biz kendimizi rakibimize göre değil, müşterimizin ihtiyaçlarına göre geliştireceğiz. Bizi bugünlere getiren ve geleceğe taşıyacak olan yol, fiyat rekabetinden değil, tutarlı ve dürüst bir şirket olmaktan geçiyor”. Bimeks, son bir yılda iki dev teknoloji şirketini bünyesine kattı. İngiliz Electroworld ve Fransız Darty mağazaları artık Bimeks olarak devam ediyorlar. Dünya devi olan iki şirketin, dünya ölçeğinde kendilerinden daha küçük olan Bimeks tarafından satın alınması, Bimeks’in rekabet

Hemşin ülkesini de, Hemşin milletini de seviyorum

vizyonunun doğruluğunu teyid ediyor. Bimeks, müşterinin değişen tüketim ve davranış kalıplarını iyi tahlil ediyor. Ben şirkete katıldığımda, sektörde yeni yeni konuşulan çoklu kanal stratejisi, e-ticaret gibi konularda, Bimeks’in 5-6 yıl

bir emeğin olduğunu Bimeks bana bir kere daha hatırlattı. Şunu da eklemeliyim: Bimeks, rekabet gücünün böbürlenmek ve kendini büyük görmekle değil, tevazu ve gerçekçi olmakla ortaya çıktığının bir örneği. Şirket ne kadar

Robinson Crusoe olmak gerekir modern zamanlarda. Yemek yiyor, giyiniyor, eğleniyor, seyahat ediyor, sevdiklerinizle konuşuyorsanız, teknolojiyle ilişkiniz çoktan başlamış demektir. “Teknoloji ile aram iyi değil” demek

öncesinden başlayan stratejileri olduğunu fark edince çok şaşırmıştım. Küçük bir şirketin bugün Türkiye’nin perakende devlerinden biri haline gelmesinin hiçbir şekilde şansla, tesadüfle izah edilemeyeceğini, her başarının arkasında çok sabırlı ve ince ince planlanmış

büyürse büyüsün, patronların ve yöneticilerin egolarının büyümediğine şahit olmak ilginç bir deneyim oldu benim için. - Bu görev öncesinde teknolojiyle ilişkiniz nasıldı? - Teknolojiyle ilişkinin olmaması için herhalde

esasen gündelik hayatla ilişkim yok demek gibi bir şey. Hayatımızı kolaylaştırdığı kesin ama, teknolojinin gelişmesinin, hayatı daha bireysel fakat daha karmaşık bir hale getirdiğini düşünüyorum. Teknolojisiz bir hayatın ise artık bir ütopya olduğunu söyleyebilirim. l

- Aynı zamanda bir Hemşin aşığı olduğunuzu biliyoruz. Oralarda sizi çeken nedir? - Ben eş durumundan Çamlıhemşinliyim aslında... Evleninceye kadar eşimden dinlediğim yayla güzellemelerine “Herkes memleketini över tabii” diye bakıyordum doğrusu. Fırtına Vadisi’ne ilk girdiğim ve Elevit yaylasıyla ilk karşılaştığım andaki duygumu anlatamam. “Fatma yeterince anlatamamış bile, böyle bir yer olabilir mi yeryüzünde” dedim kendi kendime. Kestane ağacından yapılmış bir evde uyumak, sabah derenin çağıltısıyla uyanıp pencerede bir inekle burun buruna gelmek,

önümde sanki bir Bob Ross tablosu gibi uzanan muhteşem tabiat manzarasını seyretmek... “Heidi çizgi filmlerinde masal diyarı zannettiğimiz İsviçre Alpleri meğer kendi ülkemdeymiş” diye mırıldandığımı hatırlıyorum. Çamlıhemşin sadece çarpıcı tabiatıyla, olağanüstü ağaçlarıyla, kaç çeşit olduğunu hala sayamadığım çiçeğiyle, balıyla, yaylasıyla değil, dereleri gibi coşkun, neşesi de öfkesi de sahici insanların ülkesi olduğu için güzel. Hemşin insanının sahiciliğini çok seviyorum. Bizlerin “olmaz” dediğimize “neden olmasın” diyen insandır

Hemşinli... Düşündüğüyle söylediği aynı olan, berrak insandır. Her ortam ve şartta horon oynayabilen, içinden geldiği anda türkü atabilen, coşkunun, bir anda parlayıp çabucak sönen öfkenin insanıdır. Ben bir Çamlıhemşin eniştesi olmaktan çok mutluyum doğrusu... Nâzım Hikmet’in; “ Dümende ve baş altlarında insanlar vardı ki / Bunlar uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki” diye başlayan epik şiirindeki “konuşmayı şehvetle seven” insanlar da güzelleştiriyor Hemşin’i... Bu yüzden seviyorum, Hemşin ülkesini de, Hemşin milletini de... l

63


Hemşin’den Denizbank’a bir başarı hikâyesi Hemşin, Türkiye siyaset ve ekonomi hayatına yön veren isimlerin de memleketi. Mustafa Özel de iş dünyasındaki önemli kişilerden biri. Denizbank Şube Operasyonları ve Merkezi Operasyonlardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı. Biz de kendisiyle memleketini, hayat yolculuğunu konuştuk. ESRA AÇIKGÖZ

M

ustafa Özel, Hemşin’in iş dünyasına kazandırdığı önemli isimlerden biri. Denizbank Şube Operasyonları ve Merkezi Operasyonlardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı. Bantaş’ta yönetim kurulu üyesi ve başkan vekili olarak görev yapıyor ayrıca. Bu başarılara ulaşması kolay olmamış. Ancak Karadeniz’in hırçın, zorlu doğasıyla baş etmeyi öğrenen her Karadeniz insanı gibi önüne çıkan diğer engellere karşı da kararlı, dayanıklı olmuş. Lafı uzatmadan sahibine bırakalım. - Nasıl bir çocukluktu sizinki? - Her Hemşinli gibi benim de çocukluğum doğayla iç içe geçti. Şehirlerdeki çocuklar gibi güzel oyuncaklarımızın yokluğunu çok hissetmedik, doğanın her objesi bizim için bir oyuncaktı, kendi oyuncağını yaratma, doğayı bir oyun alanına çevirme konusunda çok becerikliydik. Dik yamaçlarda bulabildiğimiz küçük düz alanlarda top oynamak, yayla evlerinin arasındaki taş döşeli kaldırımlarda, alanlarda Met (Çelik-çomak) oynamak,

64

nadir de olsa güneşi bol günlerde derelerde, kendi yaptığımız göletlerde yüzmek, mevsimine göre olgunlaşan ilk meyveyi dalından toplamak çocukluğumun hatırladığım lezzetli anlarıdır. - Karadeniz’de her mevsimin ayrı bir güzelliği vardır, zorluğu da. Sizin çocukluğunuza en çok hangi mevsimin tadı sindi? - Yazın yayladaki arkadaşlıklar, oyunlar, yayla güneşiyle içimiz keyif dolarken çimenlere uzanıp kusursuz gökyüzünü, bulutları izlemek, kilometrelerce yürüyerek

yaylaya gitmek, ama bundan büyük bir haz almak, Vartevor zamanı ot biçimlerindeki şenlik havası ve akşamları horon, tulum sesiyle şenlenen vadiler, büyüklerimizin şiveleriyle nükteli çatma (atışma) türküleri paha biçilmez ve tekrar yaşanma şansı olmayan anılar, çocukluğuma dair. Bir de babamla ailecek balık tutmaya gittiğimiz zamanları hatırladığımda kontrol edilemez bir gülümseme yansıyor yüzüme. Bana göre Karadeniz’in en güzel, yumuşak mevsimi sonbahar; yaprakların, ormanların yeşilden turuncu,

sarı ve bir çok tona dönmesini izlemek müthiş bir güzellikti. Lazutların (mısırların) toplanması, peçkhuş (ayıklanma) ve değirmende öğütülmesi, ormanlarda tizoç (odun yığınlarının) yapılması ve bunların köye taşınması için yapılan komşuluk ve dayanışmanın en güzel örneği olan meciliklerin (imece) yapılması; bunların neşesi sonbaharın hüznünü tamamen siliyordu. - Hemşin’den Ankara’ya okumaya gittiğinizde hemen alışabildiniz mi şehir hayatına, neler garip geldi?


- Yeni okula, mahalleye, beton bir evde yaşamaya, asfalt yolda yürümeye, sokakta top oynamaya alışmak zaman aldı. Köy okulumda başarılı bir öğrenciydim. Kendi sınıfım 3 olmasına karşın 4 ve 5’inci sınıfların derslerini, kitaplarını da okuyordum, güçlü bir öz güvenim vardı. Ankara’da gerek müfredatın farklı işlenmesi, öğretmenlerin farklılığı, yeni arkadaşlarıma sosyal ve dil olarak alışmak -belirgin Hemşin lehçesini onların Türkçe’sine yakın bir hale getirmek-, yerel kültüre ait bazı şeyleri değiştirmek ve eğitimimde başarıyı yakalamak biraz zaman aldı. Dil konusu aslında en komiğiydi. Mesela Hemşin’de ağaçtan yeşil yaprak toplama işine mol etmek deriz, önce bunun kimyada bir kavram olduğunu ve benim bildiğim mol ile alakalı olmadığını öğrenmek enteresandı. Köy öğretmenimizin öğretmediği fiillerin çatısı konusunda

Ankara’daki öğretmenimin sorusuna “hocam fiilin çatısı olmaz, evin olur” yanıtı verince; hocamızın da geldiğim yeri dikkate almadan, empati kurmadan “Sen git memleketinde çobanlık yap” demesini hala çok net hatırlayabiliyorum. Hürriyet gazetesinde yer alan küçük ilanlar sayfası bile bir sorundu benim için, bizim orada yılana yerel ağızla bazen “ilon”, bazen “ilan” derlerdi. Neden küçük yılanlar başlığı altında ev ve araba sattıklarını anlamayıp babama sormuş, anladığımda da kendime çok gülmüştüm. Aslında yaşadığım bu ufak tefek sorunlar, farklılıklar, beni çok da yıldırmadı, sadece bir miktar farklı olduğumu, ayrı bir kültürden geldiğimi hızlı anlamama sebep oldu, öğrenme merakım ve hevesim sayesinde yoluma devam ettim. - Hacettepe’de Kamu Yönetimi okumaya nasıl karar

verdiniz, neden seçtiniz o bölümü? - Kaymakam ya da inşaat mühendisi olmak konusunda bir fikir oluşmuştu o yıllarda, birinde bir alanı, ilçeyi yönetiyor, diğerinde gözle görülür faydalı bir yapı inşaa ediyordun. Üniversite sınavında matematik, fen yerine eşit ağırlıklı dalda iyi puan alınca Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünü kazandım. Üniversite yıllarında çok net anladım ki, yönetim ve hukuk konularıyla uğraşmaktan keyif alıyordum. Okulun son yılında İş Bankası’nın Cebeci’deki Bankacılık kursuna devam ettim akşamları ve sertifika alarak bankacılık sektörüne doğru yol aldım. - Hemşin’den çıkıp Ankara’da eğitim alıp şimdi Denizbank gibi bir bankanın Genel Müdür Yardımcılığı’na yükselmişsiniz. Bu başarının sırrı ne? - Bana göre bir tek sırrı yok.

Bir çok faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyor, ancak temel malzeme sizin elinizde yani kendiniz, onu nasıl yontacağınız, nasıl şekillendireceğiniz, başarı ya da başarısızlığa ortam hazırlıyor. İş hayatında en önemli başarı unsuru adanmışlık bence, başkaları için değil kendiniz için bir şeyler yapmak, yaptığınız işe gönül vermek, kısa vadeli çıkarlardan çok uzun soluklu hedeflere odaklanmak ve bunları gerçekleştirmek için sabırlı, objektif olmak. Özellikle kurumsal yapılarda iyi bir takım oyuncusu olmak, ast ve üst ekip üyelerine karşılıklı saygı, güven içinde davranmak. Her şeyden şikayet etmekten, mızmızlanmaktan, kadercilikten, sorunları başkasında aramaktan vazgeçip, kendimizi iyi tanımak başarı için yola çıkış noktalarımız olmalı. Kendini her an geliştirmek, değişen zaman ve koşulları anlayabilmek, ➦

İhracat Ürünleri Boya, Antipas, Selulozik, Sentetik Tiner, Universal Tiner Baskılı Baskısız Ambalaj Filmleri Opp, Cpp, Pet, Pe, Al, Dubleks Ve Tripleksler Kuşe+Pe, Sülfit+Pe, Kraft+Al+Pe, Pet+Pe, Kuşe+Al+Pe Flekso Tifdruk Baskı Ürünleri Mürekkepler, Solventler, Laklar Tutkallar, Flekso Bıçakları Islak Mendil Ürünleri 7x12, 7x10, 8x6 Mendiller, Mendil İç Ve Diş Kağıtları M. Sinan Mh. YEDPA Ticaret Merkezi F. Cad. No: 227 - 228 / Ataşehir / İSTANBUL Tel: 0216 471 84 17 Faks: 0216 471 84 17 Gsm: 0533 627 49 49 hizircanbaz@hotmail.com

3


➥ ona uygun yapılanmaları sağlamak, bir iş olmaz demeden önce olabilirliği hakkında tüm olasılıkları gözden geçirmek; bence başarının yolu burada. Felsefem şudur; “Herhangi bir konuda elinden geleni yap, içinden keşke şunu da yapsaydım, demeyecek kadar en üst çabayı göster, oluyorsa başarılısın, olmuyorsa gönlün rahat olur, önemli olan iyi niyetli tüm enerjini kullanmaktır”. Başta kendine, geçmişine, ailene, kardeşlerine,

almak, yerimize aday olmak üzere sektöre yabancı dil bilen, analitik yeteneği yüksek, iyi yönetici hasletlerini içinde taşıyan ekip üyelerini bankaya kazandırmak ve geleceğin yöneticilerinin yetişmesinde katkıda bulunmak. - Hemşin Eğitim ve Kültür Derneği’nin etkinliklerine, günlerine katılıyorsunuz. Ne ifade ediyor dernek ve bu etkinlikler sizin için? - Zaman yetersizliğinden aslında son zamanlarda sadece bir yemeğine katılabildim. Dernekle en sık ilişkim genç

- Hemşin’e hala gidip geldiğinizi duyduk. Neden kopamadınız oralardan? - Buna yöreye özgü cevap vereyim; neden kopayım ki? Tam anlamıyla Hemşin benim yurdum; evin 5 metre yanında aile büyüklerimin huzur içinde yattığı, çocukluğumun geçtiği, ailemle ortak anılarımın bulunduğu, beni ben yapan yer Hemşin, orada olmak beni mutlu ediyor. Doğası, insanı, farklı kültürü, geçmişi ve geleceğiyle farklı bir yer ve hep öyle olacak. Ve en önemlisi o topraklarda soluk almayı

Mustafa Özel, Türkiye ekonomi ve siyasetine yön veren pek çok Hemşinli olduğunu söylüyor. Mesut Yılmaz, Murat Karayalçın, Mehmet Haberal, İbrahim Tez, Alper Taş, Tevfik İleri bunlardan sadece birkaçı. arkadaşlarına, kurumuna, işine, yurduna sahip çıkmak, sahip olduklarının kıymetini bilmek, adil olmak, geleceğe hep pozitif bakıp, işine enerjiyle sarılmak başarılı olup olmadığımıza bakmaksızın kendimizi iyi hissettirecek şeylerdir, ki bundan daha değerlisi yoktur. Başarı, vs. her şey kendimizi daha iyi hissetmek için bir araç değil mi? - Hedefiniz nedir? - Bu aşamadan sonra hedefim mevcut kurumumda hizmet, kurum başarısına katkı vermeye devam etmek, inşallah ilerde yönetim kurulunda yer

66

sanatçı arkadaşımız Mustafa Gökay Ferah sayesinde oluyor, çok zaman ayırmama, pratik yapmaktaki tembelliğime rağmen sabırla bana tulum çalmayı öğretiyor. Hemşin kültürünün vazgeçilmez ve tek müzik aletini kullanmayı öğrenmemde katkılarından dolayı genç hocama ve derneğe müteşekkirim. Ayrıca Hemşin kültürünü yaşatmak, dayanışmayı sürdürmek için derneği kuran ve sürdüren tüm dernek yöneticilerine çamlı, çamsız ayırmadan tüm Hemşinliler adına teşekkür ediyorum.

seviyorum, kendimi Hemşin dağlarında bulunduğum kadar özgür hissedebileceğim başka bir yer olsa kopardım çoktan. - Gittiğinizde ne kadar kalıyorsunuz, nasıl geçiyor? - Her sene olmasa bile, iki sende bir en az bir hafta gitmeye çalışırım. Oraya gidince Hemşin-Tepanda yeşile, doğaya bir iki alışma günü geçirdikten sonra mutlaka Kaçkarlara yakın olabilecek aktiviteler yaparım. Fırtına boyunca yürürüm, yaylalara, dağlara çıkarım, dağ göllerine giderim, fotoğraflarını çekerim, yürürüm kilometrelerce, ateş

yakar gecenin sessizliğinde yanan odun çıtırtılarını dinlerim. Gençlere kötü örnek olacak ama güzel bir çay demlerim bir puro tüttürürüm çayın yanına. - Ne yapmadan dönmem Hemşin’den dersiniz mesela? - Terovit yaylasında Garmesar (Kırmızıçakıl) denilen tepeye mutlaka çıkarım. Burada manzaranın büyüleyiciliği karşısında nerdeyse soluk almadan bir saat otururum. Dağlardan kıyıya kadar göz alabildiğine Hemşin (Çamlıhemşin) vadisini görürsünüz buradan, ormanlar, yaylalar, ayaklarınızın altındadır, bir de denizden vadiye doğru sis gelir, evler, yaylalar görünmez olur, kayalıkların üzerinde bir siz kalırsınız, bir de ayağınızın altında bir bulut denizi. Muhteşemdir o manzara, gizemlidir, içiniz ürperir, gerçek olamayacak kadar her şeyden özgür hissedersiniz. - Rize Bürokrat ve İşadamları Derneği üyesisiniz. Rize Türkiye’de ekonomiye ve siyasete yön verme anlamında nasıl bir yerde duruyor? - Rize insanı yaşadığı doğanın, coğrafyanın zorluklarını aşarak hayatta kalma konusunda mücadelesini kazanarak büyük şehirlere geldiği için her ortamda futbol deyimiyle maça 1-0 önde başlar. Tutkulu insanlardır Karadenizliler, biraz da gözü kara; bu iki özellikleri bir araya gelince Türkiye’nin geçmişinde olduğu gibi geleceğinde de mutlaka çok önemli roller almaya devam edeceklerdir. Kimler var mesela? Hemşin / Rizeliler; Mesut Yılmaz, Murat Karayalçın, Mehmet Haberal, İbrahim Tez, Alper Taş, Tevfik İleri. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hayati Yazıcı, Köksal Toptan, Ali Topuz, Aytekin Kotil, Besim Tibuk, Fuat Sirmen, Hüseyin Avni Mutlu, Temel Kotil, İsmail Kahraman, işadamı Abdürrahim Albayrak ve isimlerini çok ön plana çıkarmayan bir çok denizcilik şirketi sahibi, iş adamı ve bir çok inşaat firması sahibi Rizeli bulunuyor. l



Teknolojinin yıldızı Hemşin’in en önemli özelliklerinden biri de her daim başarı hikâyelerine imza atan gözüpek ve girişimci gençleri. Servet Yıldız da bu misyonun genç kuşaktaki temsilcilerinden. Kale-i Bala köyünde başlayan hikâyesi, İstanbul’da Yıldızlar Elektronik’in sahibi olarak devam ediyor. BARAN BORAN

S

ekiz mağazasıyla İstanbul’daki en geniş telefon satış zincirlerinden birine sahip olan Yıldızlar Elektronik’in sahibi Servet Yıldız, kendine özgü bir başarı hikâyesine sahip. Çamlıhemşin’n Kale-i Bala köyünde başlayan bu yolculuk, türlü engellere karşın, İstanbul’a kadar taşınmış ve bugün sektörün en verimli firmalarından birinin oluşmasıyla sonuçlanmış. İsterseniz bu hikâyenin detaylarını Servet Yıldız’dan dinleyelim. - Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? - Rize Pazar doğumluyum. İlk ve ortaokulu Pazar’da okudum. Ortaokul sonuna kadar hep yürüyerek okula giderdik. Seksenlerde Kenan Evren’in meşhur meslek lisesi furyasına biz de kapıldık, hasbelkader

68

bir sınava girdik, Motor Meslek Lisesi’ni kazandık. Liseyi Rize merkezde okudum. O sırada çevremden uzak kaldım. Sabah erken gidip, gecenin geç saati geri dönüyordum. Sırf erkeklerin olduğu bir okul eğitimiydi, meslek lisesi. Benim için son derece yanlış bir tercihdi. Sonuçtan geriye doğru baktığımızda eğitimsiz ve hedefsiz. Ebeveynlerin çocuklarını doğru yönlendiremediklerini söyleyebiliriz. - Sizin hedefiniz neydi? - O dönem ailemle gelecekle ilgili çok tartışmalar yapardım, ama bu vizyon meselesi, yokluktan gelmiş, hep mücadele etmiş insanlar. Bu yüzden bakış açıları aynı değildi. Ülke, beklentiler çok hızlı değişiyordu. Biz de okuldan aldıklarımızla, televizyondan ve çevreden gördüklerimizle farklı hedeflere yöneldik. Yanlış bir lise eğitimine rağmen, kafamda

mutlak suretle üniversite okuma isteği doğdu. Sonuçta bizim lisedeki 500 kişi içinden üniversite kazanan iki kişiden biri oldum. - Üniversiteye girerken, böyle bir işletme sahibi olmayı hayal ediyor muydunuz? - O kadar vizyonum yoktu. “İyi bir eğitim olursa, iyi bir işe girerim” diye düşünüyordum. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde İşletme okudum, üniversite çok hızlı geçti. Bir de çok çabuk olgunlaştım. Küçüklükten beri aileme yardımcı olurum. Köy çocuğuyum ben. Yazları zamanımın büyük bir kısmını yaylalarda geçirir, aileme yardım ederdim. Yirmili yaşlardaki insanların yaptıklarını 13 yaşımda yapıyordum. Bazen ailem yaylaya gittiğinde, yazın tek başıma Pazar’daki evimizde kalıp çayları biçip satıyordum. Bu yüzden çok

çabuk sorumluluk aldığımı söyleyebilirim. Hayatımın her dönemini planlayarak yaşadım. Askerlik için bir sene beklemem gerekirken, çalışma hayatına girmeden önce vatani görevimi yerine getireyim diye dilekçe vererek, altı ay erken askere gittim. Sonrasında hayata atılmaya hazırdım. Telekomünikasyon sektörüne atılmam da aynı zamanda gerçekleşti. Mahalleden arkadaşım ve akrabam olan, Mevlüt Yıldız, Başarı Elektronik’te çalışıyordu. Sağ olsunlar bana da bir yer açtılar ve muhasebe departmanında işe başladım. - O dönem sektör ne durumdaydı? - Bu kadar gelişmemişti. Daha çok araç telefonları ve çağrı cihazları kullanılıyordu. Cep telefonları daha yeni çıkıyordu. İlk ve tek profesyonel çalışma tecrübemdir. Sekiz ay sonra, baktım ki şirket bana


dar geliyor. Bir an önce yükselmek ve sorumluluk almak istiyordum. En sevdiğim özelliğim çabuk karar vermemdir. Konuşup istifa ettim ve kuzenlerimle ortak firmamız Yıldızlar Elektronik’i kurdum. İlk mağazamızı açtık. 1996 Mart ayıydı. Tüccar bir aileden gelmiyordum. Çok tecrübemizin olmadığı, kurallarını bilmediğimiz bir oyuna dahil olmaya çalışıyorduk. Cesaretimiz vardı ama sermayemiz yoktu. O dönem sektörde ticaret yapan insanların işletme sermayesi ya çok zayıftı ya da yoktu. Daha çok güvene dayalı bir ticaret yapılıyordu. - Siz işi büyütürken piyasa da büyüdü öyle mi? - Tabii, beraber büyüdük. Çok hızlı gelişti sektör. Kendi hedeflerimizi veya iş ortaklarımızın sektörle, bir sene sonrayla ilgili ortaya koydukları hedefleri gördüğümüzde, “nasıl gerçekleşecek” derdik, fakat gerçekleşenler hep onları da aşardı. Zamanla devlet tekelindeki sistem özel sektöre açıldı. Temsilcilik anlaşmaları başladı. Biz o zaman operatör bayiisi olduk. “Ben Turkcell bayiisiyim, Telsim Bayiisiyim” dönemi başladı. Biz de 1999 yılında Fenerbahçe’deki mağazamızla Turkcell bayiiliğine geçtik. 2001 krizinden etkilendik,

ani kur artışı dengeleri bozdu, fakat sektör çabuk toparlandı. Çünkü teknolojiye müthiş bir talep vardı. Biz de yatırımlarımıza devam ettik ve üçüncü mağazayı Davutpaşa’da açtık. - Askerden İstabul’a gelene kadar teknlojiyle ilişkiniz nasıldı? - Çok iyi değildi. Çünkü teknolojiye dokunabilecek imkânlarımız yoktu. Sonuçta bizim dönemimizde bilgisayar teknolojisi ülkemize yeni geliyordu. Üniversitede bile bir tane bilgisayar vardı. Bilgisayarımı işimle birlikte geliştirdim. Üniversite mezunuyduk ama bilgisayarı çok iyi kullanamıyorduk. Ülkenin gelişmesiyle bizim

de teknolojiye yakınlığımız arttı. Ben zaten meraklı bir insanım, o zaman bile telefonu müşteriye en iyi şekilde anlatmaya çalışırdım. Her özelliğini öğrenmek isterdim. İlk günden beri fark yaratamazsam kalıcı olamayacağımızı biliyordum. Mağazaya gelen bütün müşterilerin sorunlarına çözüm bulmayı hedef olarak belirlemiştik. Perakendeciliğin yeni yeni başladığı 1998’de kurumsal satış yapmaya başladım. Philip Morris, Roche, Demirdöküm gibi firmalara toplu telefon sattım. O zaman kimse bu işi yapmıyordu, ama burada ciddi bir pazar vardı. Bizzat kendim gidip görüşüyordum, Servet Yıldız mağazalarında, gelen her müşterinin sorununu çözmeyi prensip olarak belirlemiş.

evet, bir firmamız vardı fakat yanımda sadece iki kişi çalıştırıyordum. Mağazalar artınca çalışan sayımız da arttı. Turkcell’le birlikte eğitimli personel çalıştırmaya başladık. 2008’de sektör tekrar konsolide oldu ve perakende satışa geçtik. Sultanbeyli ve Dudullu’da mağazalar açtık, devam eden süreçte, altıncı mağazamızı açtık. 50 kişiye iş imkânı sunduk. Bu sektörde yatırımlarımıza devam etmeyi düşünüyoruz. - Bir de Kale-i Bala Derneği’nin başkanlığını yürütüyorsunuz. - Dernekçiliği abilerimizden gördük. Memleket sevdalısı abilerimiz vardı. Biz de doğduğumuz yeri hiç unutmadık ve oradan duygu olarak hiç kopmadık. Boş zamanlarımızın çoğunu orada geçiriyoruz. O yüzden dernekçiliğin, yozlaşan toplumumuzda önemli olduğunu düşünüyorum. Yakın zamana kadar hiç yönetimde değildim, ama hep içinde olduk. Her etkinliğine katıldım. Daha çok köye odaklanan, Hemşin Derneği içinde faaliyet gösteren bir dernek. Birkaç ay önce yeniden canlandırmaya karar verdik. Köyümüzün doğasını korumak, kalesinin restorasyonunu sağlamak ve yollarını yapmak, köyümüzde okuyan genç ve başarılı arkadaşlarımıza burs vermek gibi amaçlarımız var. l

69


Çat Köprüsü

YEŞİLİN MAVİYE DOYDUĞU YER: ÇAMLIHEMŞİN Yeşilin maviye doyduğu, insanın doğayla büyük imtihanına şahit olunan bir mekan Çamlıhemşin. Yaylaları, kendine has mimarisi, tulumun ev ev dolaşan davetkâr sesi, dayanışma ve kardeşliğin dansı horonuyla dikkatleri üzerine çekiyor. Gelişen yayla turizmiyle binlerce konuğu ağırlıyor her yıl. Biz de bu yolculuğa dahil olduk. Yazı: BARAN BORAN Fotoğraflar: METİN ODABAŞ 70

B

ir yol gidiyor döne döne. Dağın yamacından yukarı yukarı çıkıyoruz. Çınlayan kulaklarımız, her şeyi içimize sindirsin diye iyice açtığımız gözlerimizle... Hemşin yaylalarındayız. Zirve tırmanışı, dağcılık eğitim kampları, doğa fotoğrafçılığı, yaban hayat gözlemleri, kuş gözlemciliği, kampçılık, dağ yürüyüşü, yamaç paraşütü, dağ bisikleti... Bu topraklarda olmak için herkesin bir nedeni var. Rengârenk kır çiçekleri, dağ çayırları, ladin, köknar, sarıçam, sedir, kayın, meşe, ıhlamur, karaağaç, gürgen, kızılağaç, yabani fındık gibi ağaçlarla kaplı bir doğanın ortasında yapılabilecek öyle çok şey var ki. Nemin ve sisin arasında kendini gösteren bitki örtüsü, fotoğraf çekimleri için müthiş bir manzara sunuyor

izleyicisine. Yeşilin envai çeşidinin ayaklarımız altına serildiği, bulutların üstüne çıkacağınız dağ başlarında mola vereceğimiz bir yolculuk bu. Unutmadan söyleyelim, yazın en sıcak günlerinde bile Karadeniz yaylasında üşümek mümkün. Hele de aniden bastıran Karadeniz

Metin Odabaş

yağmurlarını unutmayın. Dolayısıyla bu geziye çıkarken yanınıza çorabınızı, polarınızı, yağmurluğunuzu, kapalı ayakkabınızı almayı ihmal etmeyin. Tamamsanız, haydi yolculuğa başlayalım: 27 Haziran 1957’de yürürlüğe giren 7033 sayılı kanun ile Çamlıhemşin adını alarak ilçe haline getirilen bu bölge, Karadeniz’in en güzel köşesi kuşkusuz. Pazar, Ardeşen, Çayeli, Hemşin, İspir, İkizdere ve Yusufeli ilçeleri ile sınırları olan Çamlıhemşin, Doğu Karadeniz Bölümü’nde; Rize’nin ilçe merkezlerinden biri. Kıyıdan içeride Fırtına Deresi vadisi 41.8 kuzey enlemi ile 41.01 doğu boylamının kesinleştiği noktada. Peki, toplamda 885 kilometrekarelik bir alanı kaplayan bu ilçe nasıl oluyor da Türkiye’de yeşil denince akla ilk gelen yer


Koboş oluyor? Çünkü Çamlıhemşin’in yüzde 80’i ormanla kaplı. Doğu-Batı doğrultusunda kavis çizen, 2.000-4.000 metre yüksekliğiyle, heybetli bir şekilde uzanan Kaçkar Dağları ile çevrili. Derelerin, engebeli araziyle dansa geçtiği bir doğa harikası; Çamlıhemşin. İlçe merkezinden geçen Fırtına Deresi; Kaçkar ve Verçenik vadilerinden gelen Elevit Deresi ve Palovit Deresi’nin birleşimi olan büyük dereyle, Hala Deresi’nin (Ayder Deresi) birleşmesinden oluşuyor.

Pazar, Ardeşen sınırından Karadeniz’e dökülüyor. İnsanlığın ilk varoluşundan beri yaptığı gibi suyu takip edecek olursak; Hala Deresi boyunca dağlarda uzanan Ayder, Kavrun, Çeymakçur, Paakçur, Huser ve Avusor gibi yaylalara düşer yolumuz. Ama yok, yönümüzü Fırtına Vadisi’ne çevirirsek Çat, Elevit, Haçivanak, Karunç, Trovit, Palovit, Apevanak gibi yaylalardayız, demektir. Üstelik daha görülmesi gereken öyle çok güzellik var ki, insanın ➦

Gelintülü Şelelesi/Ayder


➥aklını başından alacak yükseltilerde kurulmuş yerleşkeler mesela; Başhemşin, Başyayla, Kale, Varoş, Çiçekli, Köylüksırtı... Tüm Karadeniz’i ayaklarınızın altına seren manzarasıyla Sal ve Pokut, yayla içinde ilkel su kanalı sistemi olan tek yayla Hazindak, en görkemli Vartevor festivallerinden birine sahip olan Hamlakit, taş evleriyle farklı bir yayla tipi sunan Samistal… İsim isim saymak yaylaların, köylerin ruhuna haksızlık olacak. Zira bu isimlerin hiçbiri size, asırlık çam ve gürgen ağaçlarının gölgesinde dinleneceğiniz, buz gibi pınar sularını kaynağından tadacağınız, sisin kapattığı köyleri tepeden izleyeceğiniz, bulutlara tırmanacağınız bir yolculuğu anlatmaya yetmiyor. Biraz daha yaklaşalım… Çat köyündeyiz. Bölgenin en güzel köylerinden biri Çat; sessiz sakin ortamı, Karadeniz’e has yarı taş, yarı ahşap mimarideki evleri, taştan yapılmış camisi, etrafını kaplayan yaylaların göz dolduran yeşili, nefes aldıkça mutluluk yaratan bol oksijeni, meyveye durmuş ağaçlarının davetkârlığıyla tam bir cennet.

Burayı bırakmak kolay olmasa da yola devam etmeli, zira Hemşin’in her köşesi ayrı bir mutluluk taşıyor insana. Çat’ı geçip biraz daha devam edince varacağınız Palovit, Elevit ve Verçenik yaylaları da öyle. Tipik yayla evlerini görebileceğiniz Elevit 1800 metre yükseklikte.

yapılan ot biçimi, günümüz dünyasında yerini bir eğlenceye bırakmış. Eğlencenin olmazsa olmazıysa tabii ki, saatlerce süren, birlik ve dayanışmanın dansı olan horon. Rüzgârı yüzünüzde hissederken kendinizi ritme bırakmaktan geri duramayacaksınız. Ancak

arasında Haçivanak. Oradan çıkınca sol kol üzerinden Karmik yaylasına, sağ kol üzerinden de diğer yaylalara geçit yapılabilir. Kimi yaylalarda pansiyon bulunuyor, ama şanslıysanız bir yayla evine de misafir olabilirsiniz. Zira Çamlıhemşin insanı hâlâ Anadolu’nun değerlerini yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyor. Misafirperverler.

Fırtına Vadisi’ne hoşgeldiniz

Elevit / Çat Vadisi Çoğunlukla büyük kente göçmüş yöre insanları yaz sezonunda iki-üç aylığına bölgeye geliyor. Elevit yaylası Çamlıhemşin’e bağlı Küşüve, Mollaveyis, Omokta ve Goluna vb. köyleri tarafından kullanılan, gelenekselin yanında modern evlerin de bulunduğu, gelenleri “Rakım: 1800, Nüfus: Belirsiz” diye karşılayan bir yayla. Her Ağustos’un 15’inden sonra

her an gelebilecek atma türkülere hazırlıklı olmanızı öneririz... Konaklama imkânı bulanan Elevit’ten üç saatlik bir yürüyüş sizi Haçivanak yaylasına ulaştırıyor. Üç saat mi, diye düşünmeyin. Bulutların ayaklarınızın altında kaldığı yollar size zaman algınızı unutturacak. Doğallığı bakımından en bakir yaylalar

Fırtına Vadisi, adını son yıllarda dağ ve yayla turizmiyle duyuran, dünyanın korumada öncelikli 100 bölgesinden biri. O vadiye adını veren Dere boyunca yürüdükçe buranın neden öncelikli koruma alanı ilan edildiğini daha kolay anlıyorsunuz. Yürümeyi ve kamp yapmayı sevenler için tam bir cennet. Fırtına’yı besleyen kollardan birini takip ederek Meydan Mezrası’na ulaşacağız. Yalnız biraz yorulmaya hazır olun, zira yaklaşık 2.5-3 saat sürecek yürüyüş orman içinden olacak. Dereler, patikalar, şelaleler... Meydan Mezrası orman içindeki düzlüklere kurulmuş 10-15 hanesiyle huzuru taşıyacak ➦

Kale-i Bala köyü.


ÖZEL KAÇKARLAR İ.Ö.O. ve ANAOKULU İNŞAATI PAZAR / RİZE

Betonarmenin Gücü Bazı Referanslarımız PLASCAM A.Ş. 3.600 m2 Fabrika İnşaatı – Pelitli Köyü Gebze / KOCAELİ YILMAZLAR KABLO 15.600 m2 Fabrika ve İdari Bina projeleri – Pelitli Köyü Gebze / KOCAELİ RAMATEKS Metal A.Ş. 7.100 m2 Fabrika ve İdari Bina projeleri ve müşavirlik hizm. İTOSB Tuzla / İSTANBUL EMES Makina A.Ş. 7.990 m2 Fabrika ve İdari Bina projeleri – Orhanlı Tuzla / İSTANBUL İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Rektörlük Ek Binası statik ve betonarme projeleri - Maslak / İSTANBUL ÖZLER KABLO 11.800 m2 Fabrika ve İdari Bina projeleri – Pelitli Köyü Gebze / KOCAELİ YAPI ÜRETİM ORG. A.Ş. 17 katlı Otel İnşaatı statik betonarme ve çelik projeleri – Erbil / IRAK GOLDEN CROWN HOTEL 10 katlı Otel İnşaatı statik betonarme ve çelik projeleri – Tripoli / LİBYA

Atalar Mah Gamze Sok. No: 13/4 kartal / İSTANBUL Tel.: 0216 306 5953 Faks: 0216 306 4952 armemimarlik@hotmail.com

Metin ALTEKİN 0533 203 05 28

metinaltekin53@hotmail.com

Murat ÖZTEKİNCİ 0533 203 05 29

muratoztekinci@hotmail.com


Çevig’den Elevit ve Trovit Vadisi.

➥içinize. Fırtına Vadisi’nin ana aksından ilerleyip, Zilkale’ye varacağız, ama önce yol üstünde karşılaşacağımız Koboş köprüsünü anlatayım size. Filmlere mekân olan masalsı bir yapı bu. Adını köprünün yukarısında yer alan Koboş köyünden alıyor. Tek sıra halinde yamaca dizilmiş evleri insanlığın doğayla imtihanı üzerine düşündürtüyor izleyeni. Yola devam edip, Küşüve köyüne vardığınızda bu duygu daha da artacak. Yüzyıllık kesme taş ve ahşap konakların ağırlıkta olduğu, Fırtına Vadisi’nin belki de en güzel köyü Küşüve. Tabii bu dört mahalleden oluşan, Cami ve Üsküt mahalleleriyle göz dolduran, Çamlıhemşin’in en geniş köylerinden biri olan Mollaveyis’e ve nice yaşamlara,

Haçivanak

mutluluklara, ayrılıklara, kavuşmalara şahitlik etmiş asırlık evleri, derenin iki yakasını 500 yıldır birleştiren köprüsüyle Çinçiva köyüne haksızlık etmek olmayacaksa. Ortan, ana vadinin bir başka güzel köyü. Ortan’a varıp en son evin yanından yukarılara doğru orman patikalarından tırmanıyoruz, aman dikkat bu tırmanış nefes kesici olabilir, hem manzara, hem de kondisyon açısından. Ama görebileceklerinizi hesaba katarsanız, yorulduğunuza değecek masalsı bir yolculuk…

Yaylada günbatımı keyfi Fırtına Vadisi’nin önemli güzergâhlarından biri SalPokut-Hazindak-Samistal Yaylaları. Çinçiva Köyü’nden

bir saatlik araç yoluyla ulaşmak mümkün. Geleneksel ahşap evlerin ortada bırakılan geniş bir düzlüğün etrafında sıralandığı Sal Yaylası, geniş bir Karadeniz manzarası sunuyor ayaklarınızın altına. Hem tüm enginliğiyle uzanan Karadeniz’i, hem doğanın arasına serpiştirilmiş bölge köylerini, hem heybetli Kaçkarlar’a sırtını dayamış yaylaları görmek mümkün. Burada güneşi batırmanın keyfi de başka kuşkusuz; gökyüzünün yıldızlara kestiği, dağları mesken edinmiş evlerin ışıklarının masalsı bir hava kattığı bir akşama kim hayır diyebilir ki? Sal Yaylası’nı doyasıya izlediyseniz Pokut’a yollanalım. Zira onun manzarası da Sal’ı aratmayacak. Sal Yaylası ile Pokut’un arası 15 dakika. Pokut, 2100 metre

yükseklikte bir yayla. Sal ve Pokut’tan Kaçkar zirvesiyle beraber Kito, Hazindak, Hamlakit, Marsis, Altıparmak, Meğo Meşesi, Huser, Kemerli Kaçkar, Ayder… gibi birçok yerleşkeyi izlemek, eski limanı görmek mümkün. Genellikle ladin ya da kestane ağacından yapılan ahşap evleriyle de bölgenin ruhunu en iyi yansıtan yerlerden bu iki yayla. Alt katında ahırların yer aldığı, en fazla üç odası bulunan yayla evlerinin sıcaklığını taşıyor. Pokut’a kadar gelmişken yarım saat mesafedeki Pilunçut Hanı’na göz atmadan geçmeyelim. Pilunçut Hanı, çok eskilerden kalma ve bir zamanlar neredeyse Palovit Vadisi’ndeki yaylalara giden 20’ye yakın köyün uğradığı bir yolgeçen hanı. ➦


Kır Düğün Salonları

Aşk, yepyeni kalabilen eski bir masaldır, bu masalı sizlerle paylaşmak dileğiyle Bir Ömür Boyu "AŞK OLSUN"...

Bir Ömür Boyu "AŞK OLSUN"...

Buca Gölet’in ana giriş kapısı karşısında, doğayla bütünleşen eşsiz Kır Düğünlerinin mekanıdır "AŞK OLSUN"... 4 mevsim boyunca 5 Salonumuzda (1 Kapalı Salon + 4 kır düğünü) toplam 3200 kişilik kapasitesiyle istediğiniz özelliklerde organizasyonunuzu gerçekleştirebileceğiniz mekandır "AŞK OLSUN"... Buca Gölet Ana Giriş Kapısı Karşısı | Kaynaklar - Buca / İzmir Tel: 0232 443 03 20 Gsm: 0555 361 77 11 www.askolsundugun.com / askolsundugun@hotmail.com


Karmik yaylası.

➥ Şimdi, Çamlıhemşin’in yeşil ormanlarının arasında yer alan yaylalardan farklı bir yere götüreceğim sizi; Samistal Yaylası’na. 2600 metre yükseklikte, etrafında numunelik bir tek ağacın olmadığı, çok taşlık bir alanda kurulmuş, değişik bir yayla bu.

Kaçkarlar’a karşı; geçitlerin, kayaların görkeminin arasında. Evleri alçak tavanlı ve tamamen kesme taştan yapılmış. Üstelik yüz yıllara meydan okuyacak kadar yaşlılar. Anlayacağınız diğer yaylalardan oldukça farklı bir yapısı var Samistal’ın. Hatta havası da. Karadeniz’in

tipik sisli, kapalı seyreden yaz aylarının aksine, burada her gün güneşle yıkanıyor. Samistal’ı gezmek için en iyi zamansa, Vartevor şenliği! Genellikle Ağustos’un ikinci haftası kutlanan, kadınların şay-şifonsuz/hemşin puşisiz gelmediği, rüzgara takılı

Süleyman YURTSEVEN Merkez: Koşuyolu Tel: 0216 339 66 52 - 339 66 53

tulum ezgilerinin davetine uyan insanların bulutların arasında yan yana sıralanıp el ele tutuşarak, Kaçkarlar’a karşı dokunaklı türküler eşliğinde horon teptiği bir yayla şenliği bu. Bölge insanları kendi imkânlarıyla bu geleneği yaşatmaya devam ediyor. İşin aslı bu şenliklerin en meşhurlarından biri de Samistal’a bir-iki saatlik yürüyüş mesafesinde olan, şırıl şırıl akan deresi, etrafını çeviren ladin ormanları ve tepelerindeki kayalıklarla boy gösteren Hamlakit yaylasında yapılıyor. Ayrıca, Ayder, Yukarı Kavrun, Elevit gibi yaylalarda da coşkulu Vartevor’lara tanıklık edebilirsiniz. Buraya kadar gelmişken, kaplıcalarıyla ünlü Ayder’i de görmeden gitmek olmaz. Öyleyse Ayder’deyiz. Buraya artık yayla demek pek mümkün değil, zira Çamlıhemşin’in en çok otel, pansiyon yer alan turistik köşesi durumunda Ayder. Kaçkar Dağları’na ➦



Sal. Fotoğraf: D. Ali Akpınar

Yapmadan dönme! - Muhlama yemeden; - Kadınların başlarına örttüğü renkli örtü puşilerden almadan, - Fırtına deresinde rafting yapmadan, - Tulumun rüzgârda dolanımına şahit olmadan, - Horonu kendi mekanında izlemeden, - Sisin çöktüğü köyleri görmeden, - Hancacelik çiçeğini koklamadan, - Bulutların üstünde olacağın yaylalarda birkaç gün kalmadan, - Seslerin eko yaptığı dağlara bağırmadan, - Orijinal bir yayla evinde demleme çay içmeden, - Zil Kale’yi, Kale-i Bala’yı görmeden, - Ayder’de kaplıcaya girmeden, - Pazar simiti yemeden, - Dünyaca ünlü Hemşin balını tatmadan, - Kaymaklı kete yemeden, - Kırmızı pullu alabalık yemeden, - Hemşin kavurması ve kaymağı yemeden, - Çam sakızı almadan, - Uzunoluk’tan (Elevit) su içmeden, - Közde mısır yemeden, Dönmeyin!

78

➥ kuzeyden çıkmak isteyenlerin uğramadan geçmedikleri önemli bir durak. Osmanlı döneminden beri şifalı suyuyla ilgi odağı. Romatizmal, kadın, iç ve cilt hastalıklarına şifa verdiği iddia edilen, 260 metre derinlikten gelen 50 derece sıcaklığındaki kaplıcalarının namı her yıl binlerce turisti çekiyor. Tabii ki tek sebep kaplıcalar değil. Zira Fırtına Deresi’nin bir sağda, bir solda; yanınızdan hiç ayrılmadan aktığı vadide yol üzerinde bile gezilecek öyle çok yer var ki, sadece köprüler için bir gezi programı yapmak bile mümkün. Yemyeşil

Ayder Yaylası’na vardığınızda büyüleyici manzaradan kendinizi alamıyorsunuz, kulaklarınızda ise hiç dinmeyen şelalenin tınıları... Ayder Yaylası’nın rengarenk doğası arasında akan, Kaçkar Dağları’nın eteklerinden Kavrun Deresi’ne sularını bırakan, tabiatın insana sunduğu en benzersiz manzaralardan birini oluşturan Gelintülü Şelalesi… Heybetiyle ünlü, adeta bir masala ait görüntüsüyle Zil Kalesi... Buraya tekrar tekrar gelmeniz için sayabileceğim sadece birkaç neden. Çamlıhemşin’i bir gezi yazısında anlatmak kolay değil, hani ne söylense, ne gösterilse eksik kalan yerler vardır ya; çünkü mekânın ruhu ne yazıya sığabilir, ne fotoğrafa; işte öyle bir yer Çamlıhemşin. Çiçeğinin, ağacının, sis sinmiş dağlarının, horon tepilen köylerinin, hepsinin derin bir ruhu var. Dolayısıyla o ruhu hissetmek için bu yaz yolunuzu oralara bir düşürün deriz, pişman olmayacaksınız… l Kaynak: Uğur Biryol ve Bukla Tur


www.kackaryapi.com.tr

Firmamız hakkına detaylı bilgi için; www.kackaryapi.com.tr


Ali Baba Özlem Restoran, Kadıköy’de 40 yıla sahip geçmişiyle hizmet veriyor. 30 meze, 7 salata, 15 tava işi ve mevsime göre sunulan taze balık çeşitleriyle karşılıyor misafirlerini. Samimi ve ferah bir ortam sunuyor. Ekmek parası için Hemşin’den yola çıkan Ali Yıldırım’ın hayat verdiği mekânı şimdi oğlu Tolunay Yıldırım devam ettiriyor.

Hadi gelin Ali Baba’ya gidelim

K

adıköy Çarşı’da dört katlı bir dükkan. Samimi, ama ferah bir ortam. Taze balık kokusu yayıyor çevresine. Sofralara dizili mezeler çeşit çeşit; humus, şakşuka, haydari, közlenmiş patlıcan salatası, kırmızı biber, fava... Ali Baba Özlem Restoran’dayız. 1974’ten beri hizmet veren bir marka bu mekan. 30 çeşit mezesi, 7 çeşit salatası, 15’e yakın tava işleri, mevsime göre taze balıklarıyla hizmet veriyor. Bunun yanında özellikle yabancı müşterilerin yoğunluklu olarak tercih ettiği et ürünleri de var. Şimdi sıkı durun, bu mekanın özellikle tatmanız gereken bir lezzeti de, Karadeniz cacığı. O da ne mi? “Mesela bir bildiğimiz cacık vardır, bir Adana cacığı diye bir cacık vardır, bir de bizim cacığımız var; fasulye turşusu, salatalık turşusu ve süzme yoğurtla yapılır.” Evet, anlayacağınız gibi bir Karadenizli’nin mekanı burası. Hemşin’den Ankara’ya, sonra İstanbul’a uzanan bir yolculuğun sonucunda ortaya çıkıyor Ali Baba Özlem Restoran. Kurucusu Ali Yıldırım, 1922 Çamlıhemşin’in eski adıyla Mollaveis, yeni ismi Ülkü Köyü’nden. 13 yaşında ekmek parasının peşinde

80

gurbete çıkıyor, önce Ağrı’da bir lokantada işe başlıyor. Sonra Erzurum’da. Dört senelik askerliğini İstanbul’da yapıp memlekete dönüyor. Sonra yine ekmek peşinde bu sefer Ankara’nın yolunu tutuyor. Orada zamanın en önemli otellerinden birinin açılışını yapıyor. 1. sınıf ustalık

mekan olarak Kadıköy Rıhtım Caddesi’ni seçiyor. Sonra da Kadıköy Çarşı’daki yerini alıyor. Şimdi babasından devraldığı bayrağı devam ettiriyor Tolunay Yıldırım. 1964 Ankara doğumlu.1966’da İstanbul Kadıköy’e geldiklerinde o daha iki yaşında. Ortaokulu bitirdiğinden beri babasıyla

belgesi alıyor. Ankara’da birkaç yerde çalıştıktan sonra kendi dükkanını açıyor. İlk dükkanı döner-pilav üzerine. Hayat onu 1966’da İstanbul’a getirdiğinde dönemin önemli mekanlarında çalışıyor; Moda Deniz Kulübü, Park Restoran, Fıçı Restoran... Edindiği deneyimleri kendi mekanında sürdürme kararı alıyor 1974’te. O zamanlar kendine

birlikte çalışıyor. “Biz dört erkek kardeşiz” diyor, “Hepimiz zaman içinde dükkanda çalıştık, annem de dahil. Ailecek bir dükkan çalıştırdık, diyeyim. Annemle, babam sabahtan gidiyordu, annem öğlene doğru dönüyordu. Sonra biz okuldan çıkıyor yardıma gidiyorduk. Biraz da sert bir adamdı. Yetiştirdi bizi. Biz varsak da babamızın

sayesinde varız. 13 yaşımdan beri burada çalışıyorum. Şu anda 50 yaşımdayım ve hala baba mesleğini sürdürüyorum”. Babası 1991’de vefat edene kadar mekanın adı, Özlem Restoran’mış. Babasının ardından Ali Baba’yı da ila etmişler tabelaya. “Çünkü” diyor Yıldırım, “kimse Özlem adını kullanmıyordu. Nereye gidiyorsun, diye sorulanlar hep, Ali Baba’ya derdi. Babam, Kadıköy’de tanınan bir insandı. Ben babamın yanında yetiştim, mutfakta. Ondan aldığım terbiyeyle, esnaflıkla dükkanı işletmeye devam ediyorum.” O terbiye içinde neler mi var? “Ben kimseyi kandırmayı sevmem. Burada hemen her mekanda çift menü vardır, birini turistlere verirler, diğerini yerlilere. Bizde öyle bir şey kesinlikle olmaz. Mezelerin, yiyeceklerin taze olmasına kesinlikle dikkat ederim. Personelimle arkadaş gibiyiz, elimden geldiğince özel hayatlarındaki zorluklarda onlara yardımcı olurum. Bunları hep babamdan öğrendim. Bir de meze çeşidinin önemini bilirim. Babam bana şunu derdi; biri sana ben 100 çeşit meze yaparım derse, ben 101 yaparım, de. O, 101’i yapıyorsa, sen 102 yap. Bizim mekanda meze önemlidir”.


Tolunay Yıldırım, yöre yemeklerinden isteyen olursa onu da yapıyor. Lahana çorbası ya da sarması, muhlama gibi. “Hemşehrilerimiz gelir, muhlama yap, derler bazen. Eşleri bilmiyordur, gelir burada bana derler. Ya da bizim oralardan kişilerin bir grup toplantısı olur, onlar için lahana sararız bir tencere, mısır ekmeği, muhlama yaparız. Öyle talepler de geliyor, ama sıkça değil” diyor. Eskisi kadar sık olmasa da hala köyüyle bağını koruyor, “Devamlı gitmek istiyorum, ama hem artık gençlik kalmadı, hem orada insan yok pek. Eskiden çok kalabalıktı, İzmir, İstanbul, Bursa, Erzurum, nerede ne kadar hemşehri varsa toplanırdı köyde. Ot biçimi derler bizde yaylaya çıkmaya, ona giderdik. Her akşam eğlence olurdu. Horon oynanırdı. Her fuar ya da su kenarında mutlaka birilerini bulurdunuz tulum çalan, içki içen. Grup gruptur herkes. Mesela akşam kör karanlıkta

Ali Baba, Hemşin’in esintilerini de mekânına taşıdı.

bir yerden tulum sesi gelir, sesi takip ederek bulursunuz onları. Kaçkar’ın eteği Haçıvanak yaylasına çıkardık. Oğlumun da görmesini isterdim, ama pek insan kalmadı artık.” Yıldırım, babasından aldığı bayrağı devam ettirmek çok önemli. Burası sadece bir mekan değil çünkü onun için iki kuşağın hayat verdiği bir yuva aynı zamanda. “İnşallah

çocuklarım da devam ettirir” diyor, “Bir kızım var, 15 yaşında o. Bir de oğlum var, aslında bilgisayarcı, ancak kalp krizi geçirip ameliyat olduğumda yardım için geldi, kaldı. Şu anda biz iki kat çalışıyoruz, teras ve ilk giriş kat, oysa burası mutfak da dahil edilirse beş katlı bir mekan. Ara iki katı bir türlü hizmete sokamadık, gelecek için planım orayı

da canlandırmak. Önceden insanlar radyo ya da TRT 1 ile vakit geçiriyorlardı, daha çok sohbet ediyorlardı mekandayken. Şimdi mecbursunuz Digitürk almaya. Şimdi pek sohbet yok. Genelde maç, politika. Zaman içinde her şey değişiyor, eski şeyler kayboluyor yavaş yavaş. Biz de ona ayak uydurmaya çalışıyoruz”. l

Süleyman Kanberoğlu

KANBEROĞLU

İNŞAAT MAKİNA

Tıbbiye Cd. Mezarlık Kapısı Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları 1. Bölge Baş Müdürlüğü Haydarpaşa - Kadıköy / İSTANBUL 0532 720 59 59


ÇOROC Karadeniz’in gizli lezzeti Firdevs Günaçar, oldukça maharetli bir Hemşinli. Yörenin gizemli lezzetlerinden biri olan çoroc (sebzeli mısır ekmeği) tarifiyle, Keyveni Yemek Yarışması’nda ödül kazandı. Şimdi bu tarifi size de sunuyor. Bu özel yemek, onun ellerinden çıkan sayısız lezzetten sadece biri. Hikâyesiyse oldukça ilginç...

İç malzemesi için: - 1 kg. pırasa - 2 bağ pazı - 3 tane kuru soğan - Bir bağ taze soğan - Bir bağ maydanoz - İki dolu kaşık tereyağı - 250 gr. kavurma Hamuru için: - 1 kg. mısır unu - 250 gr. kaymak (bulamazsanız 200 gr. tereyağı) - tuz

82

Fotoğraf: Alparslan Demirbağ

“Karadeniz yaylalarında genelde sebze çok olmadığı için derelerin kenarlarında yetişen otlar toplanırdı ve çoroc yapılırdı. Tabii ki çorocun yapılışı, şehirlere taşınınca karışımın içine

konulan sebzeler de çeşitlendi. Ben çorocu babamın teyzesinden yani benim canım İke’mden (Sıdıka Çolak) öğrendim. Tabii ki malzemenin daha kolay erişilebilir olmasıyla ben

biraz daha fazla iç malzemesi kullanmaya başladım. Dolayısıyla lezzet daha da artı. Ama emin olun ki çocukluğumdaki çorocun tadı benim için hâlâ bambaşka...”

Yapılışı: Pırasaları uzunluğuna ikiye bölüp, küçük küçük doğrayıp tuzla ovarak suyunu çıkarın. Pazıları haşlayın, iyice sıkarak onun da suyunu çıkarın. Soğanları küp şeklinde doğrayın ve tereyağında kavurun. Suyunu sıktığınız pırasaları ekleyin. Pırasaların diriliği gidene kadar kavurun. Pazıyı ekleyin, kavurmaya devam edin. Kavurmayı ince ince doğrayıp bu karışıma ilave edin. İnce ince doğranmış taze soğanı ilave edin. İyice kavurun. Hiç suyu kalmasın. Altını kapattıktan sonra bir bağ maydanozu

incecik doğrayıp karışıma ekleyin ve elle karıştırın. Hamuru hazıramak için kaymağı ya da tereyağını bir su bardağı suyla kaynatın. Bir kasenin içine bir kilo mısır ununu koyun. Üzerine tuz

ekleyin. (Kendine göre) Bir su bardağıyla kaynattığınız tereyağını veya kaymağı üstüne koyun. Bu su yeterli olmayacaktır. Kek kıvamından biraz koyu olacak şekilde mısır ununun üzerine kaynar su ekleyerek yoğurun. Teflon tepsiye hamurun yarısını koyun ve yayın. Üzerine hazırlamış olduğunuz harcı ilave edin. Harç fazla gelebilir. İsteğe göre harcınızı koyabilirsiniz. Harcın üstünü de kalan hamurla iyice kapatın. Önceden ısınmış fırında 180 derecede bir buçuk saat pişirin. Afiyet olsun l



Bimeks her vatandağmzn hakk!

Türkiye Teknoloji yolunda Bimeks’le büyüyor. Geniğleyen maßaza aßyla Bimeks son teknolojiyi Türkiye’nin dört bir yanna götürüyor. EDİRNE

SİNOP

KIRKLARELİ

BARTIN KASTAMONU

İSTANBUL

ARTVİN

ZONGULDAK

SAMSUN

TEKİRDAĞ KOCAELİ SAKARYA

YALOVA

KARABÜK

DÜZCE

ÇANAKKALE

ÇORUM

ÇANKIRI

BOLU

KARS

TRABZON

AMASYA GÜMÜŞHANE

TOKAT

BİLECİK

BURSA

ARDAHAN

RİZE ORDU

IĞDIR

ERZURUM

BAYBURT

ANKARA KIRIKKALE

BALIKESİR

AĞRI

YOZGAT

ERZİNCAN

SİVAS

ESKİŞEHİR KÜTAHYA

KIRŞEHİR

TUNCELİ

BİNGÖL

MUŞ

MANİSA AFYON

NEVŞEHİR

UŞAK

İZMİR

KAYSERİ

BİTLİS

ELAZIĞ

MALATYA

AKSARAY

SİİRT

DİYARBAKIR KONYA

AYDIN DENİZLİ

MUĞLA

ADIYAMAN

KAHRAMANMARAŞ

NİĞDE

ISPARTA

BATMAN

HAKKARİ ŞIRNAK

BURDUR

ANTALYA

VAN

ADANA

KARAMAN

OSMANİYE

MARDİN GAZİANTEP ŞANLIURFA

MERSİN

KİLİS HATAY

Uygun fiyat, Güvenilir ürünü, 7yi hizmeti saŒlayan En iddial marka. Teknolojinin nabzn tutmak isteyenler! Herkes duysun. Teknolojinin Kalbi Burada Atyor.

bmeks.com.tr ADANA • AKÇAY • AKHĀSAR • AKSARAY • ALANYA • ANKARA • ANTALYA • AYDIN • BAFRA • BATMAN • BURSA • BODRUM • BOLU • ÇANAKKALE • ÇANKIRI • ÇORUM • DENĀZLĀ • DĀYARBAKIR • DĀDĀM • DÜZCE • EDĀRNE • ELAZIþ • ERZĀNCAN • ESKĀĔEHĀR • FATSA • FETHĀYE • GAZĀANTEP • HATAY • HAKKARĀ • ĀSTANBUL • ĀSKENDERUN • ĀZMĀR • KAHRAMANMARAĔ • KASTAMONU • KOCAELĀ • KAYSERĀ • KUĔADASI • KÜTAHYA • KONYA • MALATYA • MANAVGAT • MANĀSA • MERSĀN • MUþLA • MUĔ • NEVĔEHĀR • ORDU • OSMANĀYE • SAMSUN • SAKARYA • SĀĀRT • SĀVAS • SÖKE • ĔANLIURFA • ĔARKÖY • TAVĔANLI • TRABZON • UĔAK • VAN


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.