HEMŞİN DERGİSİ 12. SAYI (2016) (İstanbul Hemşin Eğitim ve Kültür Derneği)

Page 1

Fotoğraf: SELEN ÖZER GÜNDAY

Ahmet İlker Akın: Hemşin bana yaşam gücü verdi

Hemşin Halk Eğitim’de çorap kursuna ilgi büyük

Aysun Gültekin: Ben müzik icracısıyım

HAKAN GÜNDAY

İsmail Günaçar: İdolüm Aziz Sancar

Hemşin’de bir yazar evi olmalı ki; hikâyeleri, havasının tadı anlatılsın

Ekranların örnek çifti: Ece Üner - Deniz Bayramoğlu


Son teknoloji ile profesyonel hizmet alabileceğiniz bir deneyim yaşamak isterseniz sizi Musluoğlu’na bekleriz... MUSLUOĞLU SİGORTA ARACILIK HİZMETLERİ YETKİLİ SERVİSİ

YETKİLİ SERVİSİ

0216 494 0808

0216 494 5750

0216 494 04 79

Aydıntepe Mah. Karayolu Üzeri No: 2 Tuzla / İstanbul www.musluogluotomotiv.com /musluogluotomotiv /BMWMusluoglu /musluogluoto



YIL 2016 / SAYI 12

İmtiyaz sahibi: Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği adına HASAN BASRİ KADIOĞLU Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: HIZIR CANBAZ Katkıda bulunanlar: ESRA AÇIKGÖZ DENİZ ÜLKÜTEKİN Görsel Yönetmen: AYNUR ÇOLAK Fotoğraf: GARBİS ÖZATAY Reklam Grafik: LİBART Dağıtım: TEMEL AVADAN HAMDİ ÖZÇELİK Yayımlayan: Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği İdare Merkezi: Rasimpaşa Mahallesi, Beydağı Sokak No: 42 Kadıköy / İstanbul Tel: (0216) 418 40 80 www.hemsinlilerdernegi.com.tr

Baskı: Hat Baskı Sanatları Litros Yolu 2 Matbaacılar Sitesi A Blok No: ZA 5 Topkapı / İstanbul Tel: (0212) 567 77 66 (0212) 674 58 56 Not: Dergimizde yayımlanan yazılar izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Dergi ücretsizdir. Yönetim Kurulu: Hasan Basri Kadıoğlu, Hızır Canbaz, Mehmet Kobal, Mehmet Ataman, Murat Akçay, Mustafa Gökay Ferah, Erdal Yağcıoğlu, Teoman Özkan, Asiye Kobal Yavuz.

MERHABA Heyecanla başladığımız Hemşin dergisinin 12. sayısını da sizler için hazırladık. Doğamızdan olan ve hazla okuyacağınız konuları seçmeye çalıştık ve ilgili dostlarımızın gayreti ile de harmanladık. Yayınına 1967’de dernek sevdalılarının emekleri ile başlayan Hemşin Dergisi’nin ve derneğimizin geçmişini, bu sevdalılarının ve derneğimiz kurucularından Dr. Hüsamettin Çamlıhemşin’e gitmemle Kutlu’nun anılarını dinleyerek sizleri o tarihte bir bütün yolculuklarımın ilk yolculuğa çıkaralım istedik. Sonra bugüne geldik, bölümü başladı / Sayfa 8 namı yurtdışında da duyulmuş yazarlarımızdan Hakan Günday’la edebiyatı ve köklerinin uzandığı Hemşin’i konuştuk. Doğasını, havasını, yerçekimiyle mücadele eden insanını anlattığı Hemşin’le ilgili bir de hayalini paylaştı Günday bizle; dünyanın dört bir yanından gelip topraklarımızın hikâyelerini sanata dökecek isimlerin konaklayacağı bir yazar evi kurmu fikrini. Bu kadarla bitmedi, endemik bitkiler ve doğamızla ilgili yüksek ziraat mühendisi Bahattin Bozkurt, Amerika’da eğitimi ile bizi gururlandıran İsmail Günaçar, spordaki başarılarıyla İlker Akın, müzik ve sanattaki izleriyle rahmetli Sadettin Kaynak, Halk müziğinin önemli sesi Aysun Gültekin, film müziklerini seyirciye orkestrayla taşıyan Damla Aydın ve Hemşin’in kültürünü yaşatmak için gençlerin kurduğu Qshw Action grubu da konuğumuz oldu. Ekranların sevilen çifti, Ece ve Deniz’le şairane söyleşi dergimize renk kattı. ODTÜ’nün Hemşinli Hemşin’in sadece güzelliğe değil, birçok spora da rektörü / Sayfa 49 evsahipliği eden dağlarında, çağlayan sularında gezip sizin için yapılabilecek sporları da konu ettik bu sayımıza. Yeşil Yol hakkında insanlarımızın düşüncesini; sevdaların, acıların ilmiğe döküldüğü çorap kültürümüzü, atalarımızdan kalma hava tahmin yollarını da sayfalarımıza taşıdık. Hemşin’de eğitim dendi mi akan sular duruyor, öyle ki çocuklarının eğitimi için uzun yolları aşan onlarca insan var. Ancak bu emekler boşa değil, bu topraklardan Türkiye eğitim tarihinde kendine yer bulmuş isimler çıkıyor. ODTÜ’nün eski rektörlerinden Prof. Dr. Mustafa Parlar da bu isimlerden biri. Onun Hemşin’den ODTÜ’ye uzanan hikâyesini sizinle paylaşırken, Türkiye bilim tarihinde bıraktığı izleri de birlikte sürelim istedik. Saymakla bitmez biliyoruz, ancak Ankara’dan İstanbul’daki Avrasya Maratonu’na gelip bizleri ziyaret eden arkadaşlar adına Metin Gültan, Güngör Oflu ve tulumu ile katılan Hüseyin Hemşinliler Boğaz’da Reyhan’a teşekkür ediyoruz. Hemşin tarihi ile ilgili buluştu / Sayfa 56 yardım talebimizi kırmayıp konu ile ilgili çalışmalar yapan Serdar Bekar’ı da unutmadık, yazılarına bu sayıda yer veremedik ancak yeni sayıda kapsamlı bir şekilde yayımlayacağız. Dergimize konuk olan, yazı ve fotoğraf desteği sunan, sponsor ve reklam veren, dağıtım da yardımcı olan tüm dostlarımıza Derneğimiz Yönetim Kurulu adına teşekkür ediyorum. HIZIR CANBAZ



27.pdf 1 05.03.2015 14:12:11

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K


Çamlıhemşin’e gitmemle bütün yolculuklarımın ilk bölümü başladı Hakan Günday, yazdığı sekiz kitapta da hep anlam veremediği duyguların, olayların peşinden gitti. Çünkü onun için yazmak bir anlama çabası. Yolculuklara da bu gözle bakıyor. O yüzden de ata memleketi Çamlıhemşin’e gitmeyi hep erteledi, birbirlerine denk düşecekleri zamanı bekledi. Gittikten sonrası mı? Bunu ve yazma serüvenini Günday anlatıyor. Fotoğraflar: SELEN ÖZER GÜNDAY

ESRA AÇIKGÖZ

K

inyas ve Kayra, Malafa, Piç, Az, Daha… Hakan Günday, sekizinci kitabını çıkarmış bir yazar. Son kitabı “Daha” ile geçen aylarda Fransa’nın saygın roman ödülü Prix Medicis’nin, 2015 En İyi Yabancı Roman Ödülü’nü aldı. Ancak onun için yazmanın verdiği ödül daha büyük, çünkü kendini ve dolayısıyla insanlığı, dünyayı anlamanın yolu ondan geçiyor. Onu masabaşında günlerce tutan da bu ihtiyaç. Dehşete düştüğü, şaşırdığı, korktuğu hikâyeleri yazması da. İşin aslı, her seferinde tek soruyla çıktığı yolculuklardan elinde daha çok soruyla dönse de, şikâyeti yok. Attığı her adımla yolunun uzadığını, her sorunun önüne başkalarını getirdiğini kabullenmiş. “Yani bu öyle bir maraton ki, bitmeyecek. Onu kabulleniyor ve dolayısıyla önemli olanın maratonu nasıl koştuğunuzun olduğunu anlıyorsunuz. Mesele, bitirip bitirmemek değil, o yolda adımlarınızı iyi atıp atmadığınız” diyor. O attığı adımlardan biri Günday’ı baba memleketi Çamlıhemşin’e getirdi. “Bundan sonra gideceğim bütün yolculukların aslında ilk bölümü oldu o”

8

diyor Günday bu yolculuğu anlatırken, “Orayı görmem ve yaşamamla benim için yepyeni bir dünyanın kapısı açıldı. Çok etkileyiciydi. Sadece doğasından bahsetmiyorum. Bu oralı olmakla da ilgili”. Biz de Günday’la yazarlık hikâyesinden başlayıp, yerçekimi ve ayakta kalma kelimeleriyle betimlediği Çamlıhemşin’e varan yolculuğunu konuştuk.

KENDİNİ TANIMAK DÜNYAYI ANLAMAKTIR - Anlatmaktan bıkmışsınızdır, ancak sizin ağzınızdan dinlemek adına yine de soracağım, yazarlık hikâyeniz nasıl başladı? - Bu hayatta artık ne yapacağımı bilmediğim bir anda başladı. Ne yapacağımı o kadar bilmiyordum ki, oturup o anki gerçeklikten uzaklaşmak için yazılmış bir gerçekliğin içine girmek istedim. 23 yaşımdaydım, şu an hatırlamadığım kadar yıl üç üniversitede okula gidip gelmiştim. Üçüncüden de mezun olamayacağımı anladığım an, oturup yazmaya başladım. Öncesinde yazıyla böylesi bir ilişkim yoktu. Okumaya çalışıyordum ancak çok da içinde olduğum

bir iş değildi. Yazdıkça onun ne menem bir şey olduğunu anladım ve sonrasında bir ölüm kalım meselesine dönüştü. - İlk kitabınız Kinyas ve Kayra da böylece çıktı. Yayınlatmayı nasıl başardınız? - Yayınevine nasıl bir dosya teslim edilir bir fikrim yoktu. Metni yedi tane çoğalttım. Yedi yayınevine teslim ettim. Eğitim hayatınızda başarılar diliyoruz diye başlayıp yazmasanız da olur, mahiyetinde devam eden bazı mektuplar aldım. Ancak çok büyük şansım vardı ki, o sıralar Om Yayınevi’nin başında Nevzat Çelik vardı ve “Sen gel bakalım, bundan bir şey olabilir” deyip beni davet etti. Metne yeniden hayat verirken, büyük bir sabırla bana yol gösterdi. Kinyas ve Kayra 2000 yılında çıktı. Ondan sonra ben artık yazmaya devam ettim. - Eğer yedi yayınevinden yanıt gelmeseydi, şansınızı başka yerlerde tekrar dener miydiniz? - O dönem bunu yapacağımı kesinlikle sanmıyorum. O benim için sadece zaman geçirme, kendini dinleme biçimiydi. Ne zaman ki, yazmanın düşünmenin en iyi yolu olduğunu ve düşündüğünüz sürece de kendinizi tanıma ihtimaliniz bulunduğunu


anladım, o zaman artık benim için bırakılması mümkün olmayan bir şeye dönüştü. Yazı, aynada gördüğünüz kişiye doğru ilerlemenizi sağlayan bir araç. Ancak bunu kullanana kadar gücünün farkına varmıyorsunuz. İlla kurgulu metinden de bahsetmiyorum, anlamadığınız bir konu üzerine yazsanız, o yeterli kendinizi anlamanız açısından. Kendinizi anlamanızın da şu açıdan önemi var, onu başarırsanız, çevrenizdeki insanları da, dünyayı da anlamaya başlıyorsunuz. Kendinizin dünyadaki insanlardan farklı olmadığınızı ve sadece içinde doğduğunuz şartlardan dolayı farklı reflekslere sahip olduğunuzu görüyorsunuz. Yani eğer bendeki et ve kemik hakkında bir fikir edinirsem, o zaman insanlık hakkında da bir fikrim olur, diyorsunuz. Tabii hiçbir zaman tam olarak çözemiyorsunuz insanı. Ancak bu çaba 70-80 yıllık bir hayatta fena değil.

Hemşin’i en iyi yerçekimi kelimesi anlatır - Kökleriniz Çamlıhemşin’e dayanıyor. Siz de yakın zamanda görmeye gittiniz… Aileniz ne zaman ayrılmış Çamlıhemşin’den? - Büyük büyük amcam ilk Lazistan mebusu. Ancak 80-90 yıl önce çekirdek ailemin büyükleri, ekonomik nedenler ve çocukların eğitim alabilmesi için oradan ayrılmışlar. Bir kısmı İstanbul’a, bazısı da Eskişehir’e yerleşmiş. Ancak ilişiki, irtibat hep kalmış. Ailede hep anlatılan, yad edilen, anılan bir yer Çamlıhemşin. Bu bile o bölgenin kimliğinin nasıl güçlü olduğunu gösteriyor. Aynı soyadı paylaştığımız, uzak akrabalarımızın yaşadığı bir ev var Mollaveis köyünde. Ben ilk defa, geçen sene Metin Gültan’ın daveti üzerine Pastacılar Festivali vasıtasıyla gittim. Hem Çamlıhemşin Ortaokulu’nda söyleşi

Hakan Günday Çamlıhemşin’de.

- Anlamaya çalışmak yorucu bir eylem de, hele de insanların anlamayı bırakın dinlemekten bile kaçtığı bir dönemde yaşadığımız düşünülürse… - Mutlaka öyle ama bana kendimle bir yabancı olarak yaşamak daha yorucu geliyor. Algı, bir kas. Yazarak ve okuyarak açık tutulan bir şey. Bıraktığınız an gözeneklerinizi duvarlar kapatıyor. Onun için de etkilenme gücünüzü yitiriyorsunuz. Onu ayakta tutmak için sürekli uğraşmanız gerekiyor. Yoksa gazeteyi açarsınız, orada bir felaket haberi veya birkaç yüz kilometre ötede birbirini öldüren insanlar olduğunu okursunuz ama sizin tek amacınız bir an önce spor sayfasına varmak olur. Çünkü artık dış gerçeklik deriyi geçmiyordur. Bunu ayakta tutmanın yolu yazmak, okumak ve sanatın bütün disiplinlerinden beslenmekten geçiyor. Bu yüzden ➦

vermek hem de görmek için gittim eşimle. Bir süre kaldık. Benim için müthiş bir deneyim oldu. Bundan sonra gideceğim bütün yolculukların aslında ilk bölümü oldu o. Benim için yepyeni bir dünyanın kapısı açıldı orayı görmem ve yaşamamla. Çok etkileyiciydi. Sadece doğasından bahsetmiyorum. Bu oralı olmakla da ilgili. - Bu köklerinize geri dönüş yolculuğu gibi olmuştur kuşkusuz… - Mollaveis köyü, yaklaşık 3-5 evlik bir yer, onun yanındaki mezarlıkta, çimlerin arasında kaybolmuş onlarca mezar taşında herkesin soyadının Günday olduğunu fark ettiğinizde, - hele de ilk defa bu kadar Günday’ı bir arada gördüğünüz de düşünülürse-, o ana kadar hissetmediğiniz şeyleri hissetmeye başlıyorsunuz. O yüzden benim için çok duygusal bir deneyimdi. İlk gidiş nereye bakacağınızı ve neyi yaşayacağınızı şaşırmanızdan dolayı keşfetme sarhoşluğu içinde geçti, çünkü bakacağınız şeyler o

kadar çok ki. Onun için bundan sonraki yolculukları daha bilinçli, ne aradığını bilerek gitmekte fayda var. - Mesela kafanızda belli şeyler var mı? - İlk aklıma gelenlerden biri, dünyanın her yerinden yazarların gelebileceği bir yazar evi olması. Japonya’dan, Güney Amerika’dan, Ortadoğu’dan, dünyanın her yerinden yazarların 15 gün, bir ay orada kalabileceği, onlardan tek beklenilenin okullardaki öğrencilerle konuşmaları ve belki Çamlıhemşin’le ilgili bir öykü yazmaları olacağı bir sistem kurulabilir. Belki yazılanlar sene sonunda yayınlanabilir. Orası üretmeye o kadar müsait ve o kadar da bilinmesi gereken bir yer ki. Sadece yazarlar da değil, fotoğrafçılar, müzisyenler, sanatçılar olabilir. Anlatılmasını istediğiniz bir yer olduğunu adım attığınız an zaten hissediyorsunuz. Hem geçen hikâyeler hem teneffüs ettiğiniz havanın tadı anlatılmalı diye hissediyorsunuz. - Neden bu kadar beklediniz Çamlıhemşin’e gitmek için? - Fırsatım olmadı. Biraz da gitmedikçe uzaklaşan ve hayallerini kurduğum bir yere dönüştü. Gittikçe daha da duygusal bir mesele halini aldı. Galiba böyle gitmeler kitaplarla denk düşmek gibi. Bazen bir kitabı okur ve hiçbir şey hissetmezsiniz, bir sene sonra okuduğunuzda müthiş bir şey dersiniz. Bazı yerlere de erken giderseniz size sadece beton, ahşap ve orman olarak görünür. Vaktinde gittiyseniz, hiç görmediğiniz eviniz olarak gelir. - Ne öğretti o topraklar size? - Öncelikle beni ilk etkileyen şeylerden biri tabii ki mimari ve yerleşim biçimi olarak böylesine çetin şartlarda yaşama konusundaki ısrar, istek. İnsanın doğayla mücadelesine ve barışmasına tanık oluyorsunuz. Doğayla barışmanın ve ona karışmanın, onun bir parçası olmanın en iyi örneklerinden biri, belki de dünya üzerinde. O bölgenin tarihine baktığınızda kurulan hayat da öyle. Çok zor, ama zaten barışmak hep zordur. - Hemşin’le ilgili bir kitap yazsanız, en çok hangi kelimeler geçerdi? - Yerçekimi herhalde. Çünkü orada en başta yerçekimiyle bir mücadele var. Kitapta çok sarp yamaçlarda yaşayan ve dolayısıyla ayakta kalmaya adanmış evler ve hayatlarla ilgili bir hikâye anlatırdım. Diğer çok kullanılan kelime de ayakta kalmak olurdu. l

9


Hakan Günday, korktuğu, dehşete düştüğü, şaşırdığı şeyler üzerine yazıyor. Tek soruyla çıktığı yolu, bin soruyla bitirse de şikâyet etmiyor. ➥ de bana şimdilik dünya o kadar büyük görünmüyor. Bugün televizyonda gördüğüm şeyi yarın evimin camından göreceğimi biliyorum. - Yazarken de hissettiğiniz bu dış gerçekliklerden besleniyorsunuz. En çok da neyden? - Öncelikle okumak benim için çok önemli. Müzik, sinema, bütün sanat disiplinleriyle ilgileniyorum, anlamaya çalışıyorum. Bazen anlamanız da gerekmiyor, hissetmeniz bile kafi. Bir klasik müzik dinlerken tüylerinizin diken diken olması için orada çalanın hangi enstrüman olduğunu bilmenize gerek yok. Kendinizi bırakmanız gerekiyor. Günümüz dünyası çok fazla anlamaya endeksli olduğu için bence hissetme bölümü çok göz ardı ediliyor. Oysa her şey bir hisle başlıyor. Ya öfkeyle,

ya mutlulukla, ya paylaşma isteğiyle… Aldığımız nefesin oksijen oranından, kokladığımız havanın içeriğine kadar her şeyden besleniyorsunuz. Beslenme kaynağı sabit, o her şey. Akşam haberlerinde gördüğünüz her şey orada duruyor, ama siz onları ne kadar görüyor, ne kadar rahatsız oluyorsunuz. Denklemin bilinmeyeni o, etkilenme yeteneğinizi ayakta tutma dereceniz. Yazının en iyi düşünme yolu olduğunu anladığım an kendiliğimden bir karara vardım, neyi anlamıyorsam onu yazacaktım. O yüzden de karşısında dehşete düştüğüm, korktuğum, şaşırdığım ne varsa onları yazıyorum. Şiddeti anlamıyorum, birey toplum arasındaki garip ilişkiyi anlamıyorum. Bütün bunları anlamaya çalışırken de hikâyeleri kullanıyorum. Aslında burada amaç yanıt bulmak değil.

O da ayrı bir baskı çünkü. Amaç o konu hakkında olabildiğince düşünmek yani bir soru ile başlayıp bin soru ile bitirmek. - Kitabı paylaştığınızda da birlikte düşünme süreci başlıyor... - Harry Mulisch diye Hollandalı bir yazar var, o der ki, “Ben ne yazacağımı merak ettiğim için yazıyorum”. Bence bu durumu çok iyi özetliyor. Çok sevdiğim yazar Celine diyor ki, “Hikâye değildir esas mesele, çünkü hikâye istiyorsanız, gidersiniz acil servisin önünde durursunuz, istemediğiniz kadar hikâye dinlersiniz. Mesele o hikâye ile ne yaptığınız, onu yazarken sizi nereye götürdüğü ve nasıl anlattığınız.” Benim de yazmaya çalıştığım hikâyeler genel olarak insanlık denilen makinenin çalışmayan taraflarıyla ilgili oldu. Çalışan tarafı beni hiç ilgilendirmiyor. Onu yazmak, broşür yazmak gibi. ➦

Attığınız her adımda yolunuz uzuyor - Yazmanın sizin için anlamaya giden yol olduğu düşünülürse, geri dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz? - Uzun zaman önce istediğim kitabı hiçbir zaman yazamayacağımı, zihnimdekini alıp oraya koymanın en azından benim açımdan mümkün olmadığını anladım. Eski kitaplara, hatta son kitabım Daha’ya bile baktığımda bir sürü hata görüyorum. “Ah bunu keşke böyle yapmasaydım” diyorum. Ancak bu sonsuz ihtimali olan bir uğraş. Onun

10

için de o duygudan kurtulmanın en iyi yolu, yeni hatalar yapmaktan geçiyor. Yazdığınız hikâyeler, aynı düzlem üzerinde farklı yerlerde verdiğiniz molalardır. Bir yerde durursunuz orada Piç’i yazarsınız, devam edersiniz, yine mola verirsiniz bu sefer Malafa çıkar ortaya. Yolculuk eden sizsinizdir ama her attığınız adımda değişiyorsunuzdur. O yüzden hem birbirlerine çok benzer bu sekiz roman, hem de birçok açıdan hepsinin ayrı bir dünyası vardır.

- Peki ya yazmakla geçen yıllar hayatı anlamanıza ne kadar yardımcı oldu? Bir kere attığınız her adımla yolunuz uzuyor, bunu gördüm. Ne kadar soru sorarsanız önünüzdeki soruların sayısı o kadar fazlalaşıyor. Yani bu öyle bir maraton ki, bitmeyecek. Onu anlıyorsunuz ve dolayısıyla önemli olanın maratonu nasıl koştuğunuz olduğunu fark ediyorsunuz. Mesele, bitirip bitirmemek değil, o yolda adımlarınızı iyi atıp atmadığınız. l



Malafa’dan sonra yakında sahne Zargana’nın - Malafa kitabınız, DOT ile birlikte sahnede hayat buldu. - Bir yazar için, DOT’un sahnede yaptığı, benim kâğıt ve mürekkeple yapmaya çalıştığım şeyle aynı. Dolayısıyla onları gördüğüm anda birlikte ne yapabiliriz, diye çok düşündüm. Böylece Malafa’yı sahneleştirme süreci başladı. Hiç bildiğim bir teknik değildi. Tiyatro metninin nasıl olduğunu yaza yaza anlamaya başladım. Çok farklı bir yapısı var. Orada mürekkep ve kâğıt yok, renk var, hareket var, beden, diyalog var. Araçlar farklılaşınca hikâye de farklı hale geliyor. O süreçte öğrendiğim ilk şey, kitabı yırtıp tiyatro için sıfırdan yazmak gerektiği oldu. Öyle yapmaya çalıştım. Hemen hemen dört katmanlı bir iş o. Önce siz yazıyorsunuz, sonra yönetmen, sonra oyuncular ve her gece de seyirci kendi katmanını koyuyor. Sürekli hareket eden ve ilerleyen bir metne dönüşüyor. Onun için de çok etkleyici. - DOT’la çalışmanızın devamı gelecek mi? - Evet, şimdi Zargana üzerinde çalışıyoruz. - Ne zaman izleyeceğiz? - Metnin titizle hazırlanması gerekiyor. Henüz kesin tarih yok ama bu yıl içinde olabilecek mi, göreceğiz.

- Yeni kitap var mı görünürde? - Şimdilik yok. Hiçbir kitabım için önceden tasarladığım, belirlediğim bir tarih olmadı zaten. Disiplinli şekilde her gün yazamıyorum. Düşünüp, zaman içinde onun yavaş yavaş zihnimde birikmesini bekleyip hikayeyi anlatmadan uyuyamayacağım bir an geldiğinde de oturup yazıyorum. Onun için hiçbir zaman bilemedim sonraki kitap ne zaman çıkar diye. Hiç düşünmedim de. Yani yaklaşık on ay boş boş oturup tavana bakıyorum, iki ayda yazıyorum (gülüyor). - Ya aklıma yazacak bir şey gelmezse diye kaygı oluyor mu? - Her kitaba ilk defa yazıyormuş gibi hissederek başlarım. Öyle hissederim çünkü. Bu evvelden ne kadar çok kitap yazdığınızın hiçbir önemi olmadığı bir iş. Her kitapta sıfırdan başlıyorsunuz. Dolayısıyla her kitabı da son kitabınızmış gibi yazıyorsunuz ister istemez. Anlayacağınız, sonuç olarak böyle bir kaygım yok (gülüyor). Bırakın bir daha ne yazarımı, bir daha yazıp yazmayacağınızı bilmiyorsunuz. Tabii bu sadece benim için geçerli. Çünkü bu yazma işi de diğer bütün sanat disiplinlerinde olduğu gibi çok kişisel. Yazar kadar yanıtı var bu sorunuzun. l

Hakan Günday’ın “Malafa” kitabı DOT tarafından Rıza Kocaoğlu, Tuğrul Tülek, Cemil Büyükdöğerli gibi oyuncuların yer aldığı bir ekiple sahneye kondu.

12

Hakan Günday, geçen aylarda Fransa’nın saygın roman ödülü Prix Medicis’nin, 2015 En İyi Yabancı Roman Ödülü’nü aldı. ➥ - Geçen aylarda, “Daha” kitabınızla Fransa’nın saygın roman ödülü Prix Medicis’nin, 2015 En İyi Yabancı Roman Ödülü’nü aldınız. Ne hissettirdi bu size? - 2.5 yıl önce Türkçe çıkmış bir kitabın o kadar yıl sonra yolculuğuna Fransızca devam ederken böyle ilgi görmesi tabii ki mutluluk verici. Ancak ödülün etkisi öğrendiğiniz ve idrak ettiğiniz 20 saniye kadar. Çünkü biliyorsunuz ki, sonrasında koşulacak maraton var, oturup yazmaya devam ediyorsunuz. Ayrıca içerikle ilgili durumun, göçün değişmediğini hatta daha da kötüleştiğini görünce oturup yeniden düşünüyorsunuz. Daha çok “keşke” diyorsunuz. Gerçekliği yakalayamadığınıza hayıflanıyorsunuz ister istemez. O hikâyedeki göçle, göçmekle ilgili durum bugün katlanarak çoğaldı. Ben insanların birbirine çektirebileceklerini hayal ettiğimi düşünürken, hayat gösterdi ki, benim yazdıklarım gerçeklerin yanında bir çocuk masalı. Çünkü benim aklıma nasılsa müşteriyi bir daha görmeyeceğiz düşüncesiyle sahte can yeleği üretilebileceği gelmemişti. Bir ülkede, uzaydaki gibi her şeyi yutan bir karadeliğin açılacağı ve şiddetin oraya akıtılması için ülkelerin elele verebileceklerini, Suriye’yi şiddet vakumuna dönüştürebileceklerini düşünememiştim. Anlayacağınız yazarken ne kadar uğraşırsanız uğraşın gerçeklik acımasızlıkta daima önde. Yazılanlar sadece onun renksiz bir gölgesi. Çünkü gerçeklikte kan kırmızı. l



Fotoğraf: REMZİ ÖZKANCA

Çello, vücudumun bir parçası Hemen her iş kolunda değerli bir isim çıkaran Hemşin’i klasik müzikte temsil eden kişi ise, Damla Aydın. Sizi, İTÜ’de başlayan müzik yolculuğuna şimdi sıradışı müzik projeleriyle devam eden Damla Aydın’la tanıştıralım. DENİZ ÜLKÜTEKİN

14


Fotoğraf: YILMAZ ULUS

H

emşin’in Türkiye’ye hemen her alanda kazandırdığı önemli bir isim var. Damla Aydın da, onlardan biri. Hayatı çello ve klasik müzikle yoğrulmuş. Abisinden aldığı şevkle başladığı müzik yolculuğunda, Hemşin’i gururlandıracak işler yapmaya devam ediyor. Aydın’ın hikâyesini kendisinden dinledik. - Öncelikle kendinizden, müzik ve çello ile nasıl tanıştığınızdan bahsedebilir misiniz? Çevrenizde kimler etkili oldu bu enstrümana yönelmenizde? - 1985 Kadıköy doğumluyum, ama aslen Hemşinli’yim (Zuğa, Çamlıtepe köyü). Küçük yaşlardan beri müziğe ilgi duymam sebebi ile ortaokulda İTÜ Devlet Konservatuvarı’nın çello bölümüne girdim. Ortaokul, lise ve üniversiteyi konservatuvarda okuyarak tamamladım. Müzik okumak istememi sağlayan kişi ise abimdir, diyebilirim. Konservatuvar mezunu olan abimi örnek aldım, onu görerek heveslendim. Enstrüman seçimimde de yardımcı olan, beni çelloyla tanıştıran abimdir. - İstanbul Film Müzikleri Orkestrası (İFMO) gibi son derece sıradışı bir klasik müzik

projesinde yer alıyorsunuz. Bu orkestra nasıl kuruldu? - Şefimiz Kerem Esemen ile 2008 yılından beri tanışıyorum. Konservatuvarda okurken İTÜ Klasik Müzik Oda Orkestrası olarak çalışmalara başladık, daha sonra zamanla evrilerek, gelişerek İstanbul Film Müzikleri Orkestrası (İFMO) olarak bugüne geldik. - İFMO, birçok müziksever ve sinema takipçisinin kulağının aşina olduğu melodileri, orkestra formatında sahneye taşıyor. Bu durumun çok daha fazla sayıda insanı klasik müziğe çektiğini söyleyebilir misiniz? - Evet, kesinlikle söyleyebilirim. İFMO’nun kuruluş amacı da bir anlamda buydu. Klasik müziğin aslında heskes tarafından dinlenildiği ve sevildiği algısını fark ettirmek istedik. Bizim çaldığımız eserler, ortaya koyduğumuz müzik, çok farklı türlerde müzik dinleyen, farklı yaşam biçimleri olan insanların dinlediği ortak müzik aslında. Bu yüzden 7’den 70’e büyük bir kitleye hitap edebiliyoruz. Her şeyden önemlisi, dinleyicilerimiz “Klasik müzik çok güzelmiş” diye düşünüp konserlerimizden mutlulukla ayrılıyor.

İstanbul Film Müzikleri Orkestrası (İFMO), 2010’da orkestra şefi ve genel sanat yönetmeni Kerem Esemen tarafından film müzikleri bestelemek, kaydetmek ve canlı icra etmek amacıyla kurulan 70 kişilik bir senfoni orkestrası. Film karelerinde hayat bulan müziklerin yarattığı ortak heyecan çevresinde film müziği besteliyorlar. Sinema ve televizyon sektörüne hizmet veren İFMO; orijinal film müziklerinin yanı sıra filmlerde sıklıkla kullanılan klasik batı müziği eserlerine, unutulmaz Türk filmi müziklerinden günümüzün popüler bestelerine kadar geniş bir repertuvara sahip. Konserlerinde de hafızalardan silinmeyen filmlerin senfonik müziklerini, film sahnelerinden görüntüler ve çeşitli sürprizler eşliğinde seslendirerek seyircilerine unutulmaz deneyimler yaşatıyor.

- Çello, müzikle ilgilenmek isteyen çok sayıda insanın çalmak istediği ama gerçekte çok az insanın cesaret edip bunu başardığı bir enstrüman olarak bilinir. Nedir bu enstrümanda ustalaşmanın sırrı? - Evet, çello çok sayıda insanın çalmak istediği bir enstrüman. Bu işte ustalaşmanın sırrı, sabır, düzenli çalışma ve disiplin. Sadece çello değil, herhangi bir enstrümanı hakkını vererek çalmak istiyorsanız, istikrarlı olup sistematik bir şekilde onunla vakit geçirmeniz lazım. Vücudun bir parçası haline gelmeli o enstrüman. - Aynı zamanda müzik öğretmenisiniz. Yeteneğini başka insanlarla paylaşmak ve öğretmek bir müzisyene neler kazandırıyor? - Çello öğretmenliği yapıyorum. Her yaş grubundan öğrenci ile çalışıyorum. Özellikle çocuklarla birlikte çalışmak çok keyifli ve öğretici. Öğretmen olarak bir insanı şekillendiriyoruz, geleceğe hazırlıyoruz. Bu süreç içerisinde biz de öğrencilerimizden çok şey öğreniyoruz. İster öğrenci olun, ister öğretmen müzik insana sabırlı, anlayışlı, açık görüşlü ve hoşgörülü olmayı öğretiyor. l

YEŞİLLİK, ŞİRİNLER KÖYÜ GİBİ BİR KASABA, KIRMIZI YANAKLI HİPERAKTİF TEYZELER - Hemşin sizin hayatınızın neresinde, ne gibi bir öneme sahip? Ne sıklıkla gidiyorsunuz? Döndüğünüzde aklınızda kalanlar neler oluyor? En son, iki yıl önce yaz tatilinde Hemşin’e gittim. Her yıl yapamasam

da en az iki yılda bir gidip yaz tatillerimi Hemşin’de geçiriyorum. Döndüğüm zaman da, genellikle İstanbul’a dönmüş olmanın verdiği hüsranı yaşıyorum. Oradaki doğal güzelliği görüp sıcakkanlı, misafirperver, hiperaktif insanını bırakıp

İstanbul’da kaos içinde yaşamaya dönmek pek hoş olmuyor. Aklımda kalanlar ise tabii ki yeşillik, şirinler köyü gibi bir kasaba, oksijenden dolayı kırmızı yanaklı hiperaktif teyzeler oluyor. Ve muhlamaaaa!!! l

15


DERNEK SEVDALILARI Aidiyet, kültür, paylaşım, yokluk, birliktelik, dostluk hayatın akışında tutunduğumuz dallar. Bazen doğup büyüdüğün yerden başka şehre yerleştiğinde bu dallar kırılmaya başlıyor. O zaman da geriye köklerine tutunmak kalıyor. İşte Hemşinliler de bunun için gurbete gelince, unutmak istemedikleri kültürlerini ve dayanışmalarını kurdukları dernek çatısı altında devam ettirdiler, hâlâ da ettiriyorlar. 1910’da Şenyuva (Çinçiva) Çamlıhemşin’de başlayan dernekçilik faaliyetlerini, 1960’tan beri de İstanbul’da sürdürüyorlar. Söz dayanışma ve yardımlaşmanın yanı sıra kültür mirasını korumak için de çalışan derneğin çalışmalarına tanık olanlarda: Yusuf Kobal, Özcan Bayramoğlu, Dr. Yurdaer Kuyumcuoğlu, Osman Aktuğ, Gülsevim Cangöz Anar, Dr. Selçuk Günday, Mustafa Güney, İlhami Günday ve Mahmut Turan anlatıyor. en: Derley ANBAZ HIZIR C

Hemşin Yüksek Tahsil Talebe Cemiyeti. 1966-67 yılı İstanbul Fatih Camii avlusu. Oturanlar soldan sağa: Dr. Yurdaer Kuyumcuoğlu, Bülent Kuyumcu, Mustafa Pastırma, Oktay Sönmez. Ayaktakiler soldan sağa: Osman Aktuğ, Enver Esirgemez, Hüseyin Avni Kadıoğlu, Metin Numanoğlu, Özcan Bayramoğlu, Dr. Halil Kanatlı Demirci, Hasan Alpagül.

Güney Kıraathanesi’nde dernek toplantısı OSMAN AKTUĞ (Yüksek Makine Mühendisi) 1966 yılında İstanbul’da Gümüşsuyu Öğrenci Yurdu’nda kalıyordum. Bir gün müracaattan ziyaretçim olduğu anons edildi. Kapıya geldiğimde tanıdığım kimse yoktu. Görevliye “Beni kim aradı?” dedim, bana tanımadığım birini gösterdi. Bu kişi tıp fakültesi öğrencisi, Hemşinli Yurdaer Kuyumcuoğlu’ydu. İstanbul’daki Hemşinli öğrencileri buluyor ve bir araya getiriyordu. Sıcakkanlı, girişimci ve gayretli Dr. Yurdaer Kuyumcuoğlu’nun Hemşin Derneği’nin gelişmesinde önemli katkıları vardır.

16

Hemşin Derneği’nin ilk adı, Hemşin Yüksek Tahsil Talebe Cemiyeti’ydi. 1966 yılında yapılan genel kurulda arkadaşlarım beni başkan seçtiler. Derneğimizin ana hedefleri merkez binası almak, Hemşin Öğrenci Yurdu kurmak ve öğrencilerimize eğitim bursu vermekti. Dernek gelirlerimiz Hemşin gecelerinden ve Hemşin Dergisi reklamlarından elde ediliyordu. Hemşin gecesinden önce İstanbul’da firmalar ziyaret edilir, “eşantiyon” toplanır, bunlar gecede piyango ve açık artırmayla satılırdı.

Dergimize reklam toplamak için bütün yurda ulaşılmaya çalışılırdı. İşyeri sahiplerimiz bize destek olmak ve firmalarını tanıtmak için reklam verirlerdi. Yönetim toplantılarımızı yapacak odamız yoktu. Bazı toplantılarımızı, Sirkeci’deki Güney Kıraathanesi’nde bir masada yapardık. Komşu masalarda kâğıt oynayanlar, önlerinde karar defterleri olan bu gençlere garip garip bakarlardı. Şimdi dernek binamız var. Emek verenler, fedakârlıkta bulunanlar, sağ olsunlar. l


İlan almaya gittik, borç parayla dönebildik ÖZCAN BAYRAMOĞLU (Avukat) Yıl, 1961. Pazar Ortaokulu 3’üncü sınıf öğrencisiydim. Rahmetli ağabeyim gönderdiği mektuba Hemşin Yüksek Tahsil Talebe Cemiyeti’nin tüzüğünün bir fotokopisini de eklemişti. Sevinç ve heyecanla okudum. Dernek kurucuları arasında değerli ağabeylerim Gültekin Turan, Nazmi Paslı, Dursun ve Yaşar Orhun ile diğerlerinin yanında ağabeyimin ismini görmek de ayrı bir hazdı benim için. Dernek kurucularımızı 1963 yılında Şişli’de Mis Düğün Salonu’nda tertiplenen gecede tanıdım. Derneğe maddi ve manevi katkıları yanında “Dori” adı verilen Chevrolet Plymouth özel aracını da tahsis eden Pazar-Başköy’den Yusuf Kemal Paşalıoğlu’na gösterilen ilgi hâlâ dün gibi aklımda. Kuruculardan çoğu mezun olup görevleri nedeniyle muhtelif illere atanınca dernek başkanlığı, İstanbul’da serbest avukatlığa başlayan ağabeyim Orhan Bayramoğlu’na kaldı. Tertiplenen gecelere çok yoğun ilgi vardı. İstanbul’da üniversiteye başlayanların

sayısı artmış, değerli arkadaşım Dr. Yurdaer Kuyumcuoğlu öncülüğünde dernekte artık gençlerin söz sahibi olması gündeme getirilmişti. İlk kongrede hatırladığım kadarıyla Yurdaer Kuyumcuoğlu, Osman Aktuğ, Metin Numanoğlu, Kemal Atalay, Halil Kanatlı Demirci, H. Avni Kadıoğlu, Lütfü İnce vardı. Yönetim kurulu görev taksimi için hararetli ve çekişmeli bir seçim sonucunda adaylardan Osman Aktuğ başkanlığa seçildi. Unutamadığım anılardan biri, Eyüp Musluoğlu başkanımızın tertiplediği bir geceydi. Rahmetli Şekip Musluoğlu da gece için davet ettiğimiz kişilerdendi. O da, zamanın İstanbul Valisi Niyazi Akı’yı davet etmiş, biz de önlerdeki bir masayı vali bey için, protokol diye yazıp ayırmıştık. Ancak hemşerilerimizden biri bu masayı kimseye danışmadan işgal edince, onu oradan kaldırmak mümkün olmadı, ayakta kalan vali beye zar zor bir masa ayarlayabilmiştik. Aynı gece bilet kontrolü için kapıda nöbetçiydim. O esnada tanımadığım bir beyin selam verip hızla merdivenlerden çıktığını

gördüm. Kendisinden bilet sordum. Daha sonra o beyfendinin Ankara milletvekilliği de yapan Hasan Tez olduğunu öğrendiğimde kendisinden özür diledim. Düşündükçe daha çok anı geliyor insanın aklına, ancak bu anlatıyı İstanbul’dan İzmir’e destek toplamaya gidip de dönüş paramız olmadan ortada kalışımızı anlatmadan bitirmek olmaz. Şöyle ki; Yurdaer ve yönetimdeki arkadaşların öngörüsü ile Hemşin dergisi çıkarmaya, masraflarını karşılamak için de iş sahiplerimizden reklam toplamaya karar verilmişti. İlk sene İzmir’e gidilmiş ve oldukça yüklü reklam parası toplanmıştı. İkinci sene de Halil Kanatlı ile İzmir’e gittik. Arkadaşlarımız bizlere ilgi gösterdiler. Ancak kendileri de İzmir’de gece tertipleyeceklerini, reklam toplama işine yardımcı olmayacaklarını söylediler. Üzerimizde İstanbul’a dönecek bilet paramız dahi yoktu. Baba dostumuz rahmetli Sabri Günaçar amcadan 100 TL alabildik. İstanbul Sirkeci’ye döndüğümüzde elimizde bir kuruşumuz dahi kalmamıştı. l


Erzurumlular barı bırakıp bizi seyre daldılar YURDAER KUYUMCUOĞLU (Doktor) Anlatacak o kadar çok hikâye var ki, birkaçını paylaşayım. Makrevisli bir arkadaşın rehberliğinde Ankara’da esnafları gezmeye başladık. Bulvar Palas’tan rahmetli Haydar Ertan en büyük parasal yardımı yaptı. Diğer esnaf ve şahıslardan 5 bin TL toplayıp 25 Mart 1967’de Hemşin gecesi için Cihan Palas Ulus Salonları’nı kiraladık. Gecemiz çok

kalabalık ve çoşkulu oldu. Rahmetli İrfan Gültan şarkıcı Emel Sayın’ı getirtmişti. Horonlu, türkülü, şarkılı ve danslı unutulmaz güzel bir geceydi. Aynı yıl Çamlıca Hemşin pikniği için Karaköy İskele’de buluştuk. Doluştuk gemiye, geldik piknik alanına. Aynı yerde Erzurum pikniği de var, aileler karışık oturdu. Remzi Bekar önümüzde tulum çalarak, bizler de

Soldan sağa: Yusuf Kobal, Dr. Yurdaer Kuyumcuoğlu, tulumcu Osman Turan, Yunus Yıldırım, Memiş Mamus ve Ömer Çakır. Yıl 1967.

arkasında türkü söyleyerek hemşerilerimizi bir araya topladık. Önce Hemşin folklor ekibi, sonra da herkesin katılımıyla çok geniş halkalı bir horon başladı. Diğer tarafta da altı kişilik Erzurum bar ekibi gösteri yapıyordu. Bizim kalabalığımız ve coşkumuz karşısında kısa sürede bar ekibine ilgi azaldı. Böyle olunca onlar da oyunu bırakıp bizi seyre daldılar. Çok mutlu olduk. 1971’de kışın Erzurum’da sahneye tahta bir pist yaparak Hemşin gecesi düzenledik. Hemşerilerimiz, üniversiteden arkadaşımız merhum Günkut Özçelik başta olmak üzere herkes harekete geçmişti. Gelenler çok kalabalık olan gecede tahta pistin temposu ve coşkusuyla kurtlarını döküp horon ve türküye doydular. Baharda eski Hasankale yolu üzerinde Nebihanı Köyü’nde yeşil, ağaçlık ve sulak bir alanda piknik düzenledik. Yaşlı Hemşinliler “Burası Erzurum, siz karma horon oynayıp yiyip içeceksiniz, köylüler sizi taşlar” dediler. Bundan biraz korkmakla birlikte piknikten vazgeçmedik. Üstelik katılım da çok yüksekti. Çoğu hemşerimiz Hemşin kıyafetleriyle pikniğe gelmişti. Yer sofraları kuruldu, horon başladı. Korkulan olmadı. Neşemizden, müziğimizden, coşkumuzdan köylüler de etkilendi ve çok memnun kaldı. l

Gece yarısı Uludağ gezisi GÜLSEVİM CANGÖZ ANAR ( Emekli Bankacı) Ben Hemşin sevdasını, gümrük muhafaza kasım amiri olan babam Fahri Cingöz’ün İstanbul’a tayin oluşuyla, Hemşin Derneği’nin düzenlediği gece ve pikniklerden öğrendim. O dönem ben bankada çalışıyordum. Yusuf Kobal’ın başkanlığında kurulan Hemşin folklor ekibimizde ablam ve ben de ilk seçilenler arasında yerimizi aldık. Hocamız Yusuf Kobal’la birlikte folklor çalışmalarımızı Karaköy’deki Memiş Mamus’un fotoğrafçı dükkânında ya da o civarda boş olan mekânlarda devam ettiriyorduk. Çok zevkli ve de eğlenceli bu süreçte Hemşin gecesine büyük bir özveriyle hazırlanıyorduk. Gecede inanılmaz bir horon gösterisi sunmuştuk. Şimdi bile tulum sesini duyduğumda hâlâ o disiplinle horona katılırım. Çünkü ben babamın kızıyım. Babam horoncu başı olarak horonu bir kumandan edasıyla ciddiyetle oynatırdı.

18

Beyazıt’ta Rüya Düğün Salonu’nda yapılan Hemşin gecesinde oryantal yarışması düzenlenmişti. O yarışmaya Avukat Hüseyin Avni Kadıoğlu ile birlikte katılıp birinci olmuştum, ama size o geceye dair gösterebileceğim bir resmimin olmayışı üzücü. Bir gece Hemşinli akrabalarımız Deniz restorandan Refik Bokurt, kızkardeşi, o zamanlar öğrenci olan doktor Halil Kanatlı, merhum avukat Avni Kadıoğlu, abim merhum Sedat Cangöz, eniştem merhum Kemal Atalay, ablam Gülderen Cangöz Atalay bizim evde toplanmış sohbet ediyorduk. Refik Abi aniden “Haydi kalkın Uludağ’a gidiyoruz” dedi. Biz inanamadık, “Bu saatte ne Uludağ’ı” diye yanıt verdik ama yine de giyinip, Refik Abi’nin büyük minibüsüyle yola koyulduk. Sabaha karşı Bursa teleferiğindeydik. Henüz teleferik bile çalışmaya başlamamıştı. Uykusuz, perişan bir şekilde teleferiğin çalışmasını

Gülsevim Cangöz Anar, kızkardeşi Gülderen Cangöz Atalay’la Uludağ’da... bekledik. Teleferik çalışınca kendimizi birinci bölüme attık, oradan ikinci bölüme yürüyerek çıkma teklifi gelince kabul ettik. Tabii gençlik ve macera hevesi var ya başladık tırmanmaya. Dere, tepe canımız çıktı. Üst baş sırılsıklam bir vaziyette zirveye vardık. O gün çok güzel bir gün geçirmiştik. l


YILDIZLAR ELEKTRONİK Hizmet ve Teknolojinin Yükselen Yıldızı

TURKCELL İletişim Merkezi TURKCELL İletişim Merkezi S. Cedit Kadıköy

: 0216 302 98 13 (Pbx)

TURKCELL İletişim Merkezi Kartal

: 0216 389 66 66 (pbx)

TURKCELL İletişim Merkezi Dudullu Ümraniye

: 0216 527 57 05 (Pbx)

TURKCELL İletişim Merkezi Sultanbeyli

: 0216 496 69 40 (Pbx)

TURKCELL İletişim Merkezi Sultanbeyli 2 : 0216 419 50 96 (Pbx) TURKCELL İletişim Merkezi Metro Garden AVM Çekmeköy : 0216 349 79 80 (Pbx) : 0216 349 79 79 Merkez: Sahrayıcedit / Kadıköy


Hemşin futbol takımı ve folklor ekibi. Küçük Çamlıca 2. Hemşin Mezre pikniği, 01.06.1969.

İstanbul’daki ilk Hemşin futbol takımı ve ekibi YUSUF KOBAL 1968 yılı mayıs ayında yönetim kurulu arkadaşım İzzettin Kobal ile her yıl çıkardığımız Hemşin dergisi için reklam toplamak üzere İzmir’e gittik. İzmir’de bizi Hemşinli üniversite öğrencileri karşıladı. Sağ olsunlar çok yardımcı oldular. Oldular da topladığımız paranın yüzde 25’ini de aldılar. Orada hangi kapıya gittiysek bizi hep güler yüzle ve büyük bir hoşgörü ile karşıladılar. O zamanlar Ajda Pekkan’ın sahne aldığı Reyhan Müzikholu, Reyhan Pastaneleri, Gamgam Pastaneleri,

Pelit Pastaneleri, Fuar Pastaneleri ve Mış Mış Kuruyemişçisi gibi İzmir’in en gözde işyerlerinin Hemşinlilerin olması da bizim için bir gurur vesilesi olmuştu. Rahmetli ünlü boksör Ali Melek ve rahmetli fırıncı Mehmet Ali Yolgörmez ağabeylerimizle de röportajlar yapmıştık. M. Ali Yolgörmez ağabeyin ilginç bir hayat öyküsü vardı. İlkokulu bitirmeden İzmir’e kaçıp fırında çıraklıktan başlayıp İzmir’in fırıncılar krallığına ve fırıncılar federasyon

Taksim Belediye Gazinosu. Yıl 1971. Sol taraf sırasıyla: Şadiye Yazıcı, Dr. Yurdaer Kuyumcuoğlu, Abdurrahman Odabaş, Prof. Dr. Hayri Bayraktaroğlu, savcı Ali Yağcıoğlu (ayaktaki). Sağ taraf sırasıyla: Günkut Özçelik, Ali Kemal Turan, Yusuf Kobal, Müjgan Bayraktaroğlu ve Şahper Abdurrahman Bozkurt (Ali Kemal Turan’ın arkasındaki)

20

başkanlığına yükselme hikâyesi, gerçekten çok ilginçti. 1969 yılında Dr. Yurdaer Kuyumcuoğlu, Noter Özcan Bayramoğlu, Dr. Halil Kanatlı Demirci, fotoğrafçı Memiş Mamus ve daha birçok arkadaşla İstanbul’daki ilk Hemşin folklor ekibi ve Hemşin futbol takımını kurduk. Ondan sonra da yönetim kuruluna müracaat ederek bizi derneğin bünyesine almalarını rica ettik. Kısıtlı bütçe nedeniyle önerimiz yönetim kurulunda kabul görmedi. Biz yine de özel kıyafetlerimizle Çamlıca pikniğine katıldık, yine kabul görmedik. Bu sefer Beykoz çayırındaki pikniğe elimizde pankartlarla katıldık ve pikniğe gelen bütün Hemşinliler ile yönetim kurulunu açık oturuma davet ettik. Oturum sonrası yönetim kurulu bizi bünyesine almayı kabul etti. Fakat o gün bugündür orada rahmetli Prof. Hayri Bayraktaroğlu, rahmetli savcı Haydar Memişoğlu ve rahmetli Ahmet Liman gibi naif insanlara karşı pankart açmanın üzüntüsünü yaşıyorum. Rahmetli Dr. Eyüp Musluoğlu’nun başkanlığı döneminde Hemşin’de tavşan yetiştiriciliğinin geliştirilmesi için bir proje başlatmıştık. Çıkardığımız dergi ve ilk bilimsel yayınımız olan kitapla birlikte bir yazı kalem alıp Hemşin’deki bütün muhtarlara, imamlar ve köy öğretmenlerine göndermiştik. Birçok yerden olumlu eleştiriler alırken Senozlu Meşhur Dehri Hoca bizi adam akıllı haşlamıştı. Ne dinimiz kalmıştı ne de imanımız. l



Horonun ortasında “gençlik sevdası” SELÇUK GÜNDAY (Doktor) Yıl 1991, Haziran ayı. Geleneksel Uludağ pikniğindeyiz. İstanbul’dan, Ankara’dan, Erzurum’dan, Eskişehir’den ve daha birçok ilden binin üzerinde Hemşinli toplanmış; piknik yapıyorlar, horon oynuyorlar, türkü söylüyorlar, hasret gideriyorlar, velhasıl gönüllerince eğleniyorlar. İki gün iki gece süren bu etkinlikte tabii ki horon ve türkü var. Rahmetli Ziya amcamla gece otelin salonunda horon oynuyoruz. Yüzün üzerinde horoncu halka yapmış, halkanın ortasında yaşlı kadınlar oturuyor, hem horonu seyrediyor, hem dedikodu yapıyor, hem de hasret gideriyorlar. Horon tüm heyecanıyla devam ederken fora verildi. Amcam hemen başladı: “Bu dağın ardı Bursa / Bu gençlik burda dursa / Eskiden sevdiğim yar / Arayıp beni bulsa.” Ayakları titriyordu, şaşırdım. Bir fora daha geldi, bu sefer “Bugün cuma ertesi / Yarın pazar değil mi? / Ne kadar güzel olsan / Sonun mezar değil mi?” dörtlüğünü söyleyip ağlaya ağlaya horonu terk etti. Ben de arkasında gittim. Ağlamaya devam ediyordu. Amcama

Bir Hemşin gecesinden alışılmış bir görüntü... Coşku ve eğlence bir arada. Soldan sağa: Servet Yıldız, Dursun Yanmış, Dr. Selçuk Günday ve Mustafa Yağcıoğlu. “Ne oluyor, neyin var?” diye sorduğumda 40 yıl sonra horonun ortasında gençlik sevdasını gördüğünü ve çok duygulandığını öğrendim. Horona geri döndüğümde ise ortada bir halanın da ağlamakta olduğunu gördüm. Bu anı benim için derneklerin var oluşunun bir özeti gibi.

Bana göre derneklerin en önemli özelliği (eğer siyasi ve ekonomik çıkar amaçlı kullanılmıyorsa) tanıştırıcı, birleştirici, kaynaştırıcı olması, dayanışma ve yardımlaşmaya ön ayak olması, yörenin insanına, çevresine sahip çıkması ve yöre kültürünü, geleneklerini yaşatmaya yönelik çalışmalar yapması. l

Uludağ’da otel odasında “muhlama” İLHAMİ GÜNDAY (Serbest) Derneğimizin etkinlikleri arasında geleneksel Hemşin piknikleri var. Bunlardan biri de her yaz yapılan Uludağ pikniğimiz. Yönetimden bir arkadaşımız gider, Uludağ otellerinden birisi ile görüşür ve anlaşırdı. Otel anlaşmamızda odalarda kesinlikle herhangi bir şey pişirilmeyecek şartı vardı. Bizler de bunu pikniğimize katılan hemşerilerimize özellikle söylüyorduk. Yine bir pikniğimizde, yanlış hatırlamıyorsam 1992-1993 yıllarındakindeydi, herkese bu durumu anlattık. Cumartesi gündüz Kirazlıyayla’da piknik yaptık, akşam da Alkoçlar Otel’de kalacaktık. Herkes odalarına çekildi. Bir saat dinlendikten sonra aşağıda horon başlayacak, diye anons yaptık. Ben de herkese odalarının yerini gösterdikten sonra bizim odaya çıktım. Bir odada 5-6 kişi kalınabiliyordu, bizim aile ve komşular, tüpü yakmış muhlama ediyorlardı. Tüm katı yanık tereyağı kokusu sarmıştı. “Ne yapı-

22

yorsunuz” diye bağırdım. “Otel odasında muhlama, şaşırdınız mı” diye çıkışınca; “Ne olacak otel ise, bizim karnımız acıktı” dediler. “Yapabileceğiniz en iyi şey de muhlama mıydı” deyince de “Muhlama zaten yapılmış, ne diye bağırıyorsun, camları açtık” diye yanıtladılar l

Yıl 1989. Samsun feribotunda yapılan (Turkish Maritime Lines) derneğin güz yemeğinden bir görüntü. İlhami Günday, Haydar Memişoğlu, Hüsamettin Kutlu, Ali Kemal Turan, Ahmet Liman, Mehmet Güney ve Burhan Coşkun’la birlikte...



Hâlâ meşhur olamayan ayak seslerimiz MUSTAFA GÜNEY ( Elektrik Mühendisi) 80 ihtilalinden sonraki yıllardayız. Derneğimizin o zamanki ismi “Hemşin Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği” idi. 12 Eylül’de bütün sivil toplum kuruluşları kapatılmış ve incelemeye alınmıştı. Bu, tam da Yusuf Kobal ağabeyimizin Dernek Başkanı, benim de Başkan Yardımcılığı yaptığım dönemlerdeydi. Derneği yeniden faaliyete geçirmek için çok çaba sarf ettik ve başardık. Kadıköy merkezde bir çoğumuzun hatırladığı yeni binamızı kiralamış ve taşınmıştık. Yeni heves hemen folklor ekibimizi kurduk. Her sene mutlaka bir “Hemşin Gecesi” düzenliyorduk. Yaz pikniklerimiz çok kalabalık geçiyordu. Özellikle “Abant Pikniği”miz gurur kaynağımızdı. Folklor ekibimiz pikniklerde ve gecelerde gösteri yapıyordu. Zaman zaman başka düğün ve gecelere de ekip olarak çıkıyor, derneğimize sembolik de olsa para kazandırıyorduk. Bu çok hareketli yıllarda tulum sanatçımız Remzi Bekar ağabeyim bana bir gün; “Haydi bir kaset yapacağız ve çok ses getirecek, hazırlanın bakalım” dedi. “Remzi abi, kaset için bize ihtiyacın yok ki, kaydeleri sıralayla çalarsın, sen bu işin zaten uzmanısın, bize ne gerek var ki” dedim. “Öyle değil, sen horon oynatacaksın, folklor ekibimiz oynayacak, tulumun arka fonunda hem türkü olacak, hem de Hemşin’deki gibi; hayattaki ayak sesleri de olacak, ben böyle istiyorum” dedi. “Abi bu çok zor, bu iş için en az 10 kişilik bir ekip lazım, prova yapmalıyız, bu işi hiç hata yapmadan doğaçlama yapmamız lazım, en küçük hata emeklerimizi boşa çıkarır” dedim. “Tamamdır, bu iş olacak, ne yap et, bu işe hazırlan” dedi. Şöyle bir düşündüm, biz, gecelerden ve pikniklerden zaten

Ayaktakiler soldan sağa: Cemal Hoşer, Mustafa Güney, Cemil Yüksel, Ali Güney, Tulumcu Ahmet Çakır, Memiş Mamus, Yusuf Kobal Oturanlar: Nilgün Atay, Halenur Çolakoğlu, Esma Günday, Arzu Liman. idmanlıydık. Neden olmasın ki… Hem horon oynayacağız, hem türkü söyleyeceğiz, hem eğleneceğiz ve hem de en önemlisi meşhur olacağız… Hemen harekete geçtik, biz bir yandan hangi parçalarda hangi türküleri söyleceğimizi yazıyorduk, öte yandan Remzi Ağabey de kasetteki parçaları hangi sıra ile çalacağını düzenliyordu. Artık son canlı provamızı yapıp ertesi gün stüdyoya kayda gidecektik. Fakat prova yapmak için hem sessiz, hem de kimseyi rahatsız etmeyeceğimiz bir ortama ihtiyacımız vardı. O zamanlar biz Koşuyolu’nda iki katlı müstakil bir evde

Hemşin kültürünün tanıtılmasında Hemşin Derneği’nin katkısı büyük MAHMUT TURAN (Tulum Sanatçısı) Hemşin Derneği’nde yaptığım bütün çalışmaların benim hayatıma ve geleceğime yön vermek açısından büyük önemi var. 1983 yılından 1989’a kadar yetiştirdiğim Hemşin ekibiyle İstanbul’da birçok önemli organizasyonda sahne almamız, Hemşin’i ve Hemşin oyunlarını tanıtmak, Hemşin Derneği ve bizim açımızdan

24

önemliydi. Şu anda Hemşin kültürünün, Hemşin folklorunun dünya üzerinde bilinmesi ve yaygınlaşmasındaki en büyük katkı şüphesiz Hemşin Derneği’nin bu konudaki duyarlılığıdır. Katkılarından dolayı derneğimizin ilk kuruluşundan bugüne kadar emeği geçen herkese sonsuz saygı, sevgi ve şükranlarımı sunarım. l

oturuyorduk. Evimizin alt katındaki salon bu iş için uygun bir yer olabilirdi. Çünkü zemin hakiki ahşap lambri ile kaplıydı. Ayak sesi güzel çıkacaktı, bize de lazım olan fondaki ayak sesleri idi. Ekibim hazırdı. Hepsini yakın çevremden seçmiştim, çok sevdiğim kardeşlerim, amcamın ve dayımın çocukları ve çok yakın arkadaşlarımız... Yarım saat içinde salondaki tüm eşyaları boşalttık ve çalışmaya hazır hale getirdik. Provamız başarılı geçti, özgüvenimiz artmıştı. Prova sırasında tahtalardan birini de kırmıştık. Allah’tan kırık bölüm koltukların altında kalmıştı da evden fırça yemeden konuyu kapatmıştık. Yine de hepimiz heyecenlıydık… Meşhur olacağız ya… Tek provayla, ertesi gün stüdyonun yolunu tuttuk… Tulum şişti… Oynattım, oynadık… Söyledim, söyledik… Kollar çubuk, ayak sesi, sallan, ballan… Kayıt tamamlandı. Hepimiz çok muyluyduk… Meşhur olacağız ya… Kaset o dönemde oldukça ses getirmişti. Çünkü tulum ve canlı horon sentezinin ilk profesyonel örneklerinden biriydi. Bu kasetten sonra benzeri birçok kaset yapıldı, ama bana göre en lezzetlisi bu olmuştu. Perde açılır; stüdyo ekibi, kardeşlerim: Cemil Yüksel, Halenur Çolakoğlu, Nilgün Atay, Esma Günday, Firdevs Günaçar, Ali Güney. Aramızdan ebediyyen ayrılmış Fuat Çolak ve Ayhan Eren can kardeşlerimiz… Perde kapanır; o gün, bugün aradan 30 küsur sene geçer. Ayak seslerimizle birlikte, bizler halen meşhur olmayı bekliyoruz… l



Fotoğraflar: NECATİ SAVAŞ

Ayder dönüşünde yaşanan bir kaza onun hayatını değiştirdi. O günün acı anılarından sıyrılan Ahmet İlker Akın, artık 2016’da Rio’daki Paralimpik Oyunlarda madalya hedefleyen A Milli Takım yardımcı antrenörü. Tam bir Hemşinli!

HEMŞİN BANA YAŞAM GÜCÜ VERDİ


DENİZ ÜLKÜTEKİN

H

emşin sert. Hemşin hırçın. Kimi zaman kendi kâhrını çeken insanına karşı bile acımasız olabiliyor. Ancak insanları da Hemşin gibi. Karşısına çıkan engellerden yılmayan ve her zorluğa karşın hayata olumlu bakan bir topluluk. Ahmet İlker Akın, yörenin tüm bu özelliklerinin vücut bulmuş hali. Hikâyesi Ayder Yaylası’nın dönüş yolundaki acı bir olayla başlıyor. Devamını kendisinden dinleyelim... - Öncelikle sizin fiziksel engelinizin nasıl ortaya çıktığını sorarak başlayabilir miyim? - 1992 yılında lise dönemindeyken bir grup arkadaş Ayder yaylasına gezmeye gitmiştik. Dönüş yolunda trafik kazası geçirdik, iki arkadaşımızı kaybettik, iki kişi de benim gibi halen tekerlekli sandalyede hayatını idame ettiriyor. - Tekerlekli sandalye basketboluyla ilgilenmeye nasıl başladınız? - Tesadüf eseri tekerlekli sandalye basketbolu ile tanıştım. Kaza sonrası sıkıntılı bir süreç yaşadım. Bu süreçte ailemin büyük desteğini aldım. Ailem gazetede “Tekerlekli sandalye basketbolcuları aranıyor” diye bir haber görmüş. Bana ondan bahsettiler, önce olumlu bakmadım sonra bir şekilde beni ikna edip spor salonuna antrenman izlemeye götürdüler ve o gün bugündür tekerlekli sandalye basketbolunun içindeyim. - Milli Takım ile yollarınız nasıl kesişti? Geleceğe yönelik hedefleriniz nedir? Nasıl bir çalışma ortamınız var? - 1994 yılında başladığım tekerlekli sandalye basketboluna yaklaşık 10 yıl boyunca oyuncu olarak hizmet ettim. Bu süreçte 40 kez A milli formayı giyip 3 Avrupa Şampiyonası oynadım. Ayrıca Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu Antrenörlük Bölümü’nü bitirdim. Sporculuk yaşantımdan sonra antrenörlük hayatım başladı. Çankaya Belediyesi Spor Kulübü, Çankaya Belediyesi Hoy-Tur Spor Kulübü, Büyükşehir Belediyesi Ankara Spor Kulübü ve Keçiören Belediyesi Eller Gücü Spor Kulübü’nde antrenörlük yaptıktan sonra Nisan 2015’te Tekerlekli Sandalye Basketbol A Milli Takımı’nda yardımcı antrenör olmam teklif edildi. Milli takımda ikinci serüvenim böylece başlamış oldu. Milli Takım olarak 28 Ağustos-7 Eylül tarihlerinde İngiltere’de yapılan Avrupa Şampiyonası’nda ikinci olduk ve 2016’da Brezilya’nın Rio şehrinde

düzenlenecek Paralimpik oyunlarına gitme hakkı elde ettik. Rio’da yapılacak Paralimpik oyunlarda hedefimiz ülkemizi en iyi şekilde temsil edip altın madalya ile dönmek. Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu çatısı altında 18 branş bulunmasına rağmen lokomotif branş her daim Tekerlekli Sandalye Basketbolu olmuştur. Bu noktada gerek Gençlik ve Spor Bakanlığı, gerekse Bedensel Engelliler Spor Federasyonu kamp, malzeme, araç-gereç ve uluslararası temaslar için yeterli desteği veriyor ve uygun çalışma ortamını yaratıyor. - Özel sporcuları çalıştırmak mutlaka özel zorlukları da beraberinde getiriyordur. Bunlardan bahseder misiniz? Takımda nasıl bir ortam var? Sporcuların sosyal hayatta yaşadığı problemleri aşmalarına nasıl yardımcı oluyorsunuz?

tamamını yarışmacı olması için değil, sosyal hayatta kendilerine yetebilir hale gelmeleri için rehabilite etmeye çalışıyoruz. Spor yapan engelli bireyle spor yapmayan engelli bireyler arasında çok büyük farklılıklar olduğunu, hayata bakış açılarının nasıl değiştiğini, tüketen değil üreten bireyler haline geldiklerini zaman içinde görüyor ve gözlemliyoruz. Çoğu oyuncu aynı takımda ya da genç milli takımdan itibaren beraber oynuyorlar. Biz de bu olumlu noktayı pekiştirip takımı kolej havasına büründürdük. Sadece sahada değil sosyal hayatta da beraber olmalarını sağlayarak takım bağlarını güçlendirdik. Bu bize müsabakalarda oyuncuların birbirine kenetlenmelerini ve mücadele gücünü arttırmamızı sağladı. Doğru bir antrenman planlaması da Avrupa ikinciliğini getirdi.

Akın, sporcu ve antrenör olarak engelli basketboluna önemli hizmetlerde bulundu. - Engelli sporları dünyada İkinci Dünya Savaşı sonrası yaralanan asker ve sivillerin rehabilitasyonu için bazı sportif faaliyetler şeklinde başlamış. Ülkemizde de 1990’lı yıllarda engelli sporları öncelikle rehabilitasyon amacı ile başlamışken, günümüze gelindiğinde dünya ile yarışır duruma geldik. Maalesef ülkemizde engelli bireyler sosyal hayata katılımlarında büyük zorluklar yaşıyor. En önemli sebeplerinden biri de eğitim sistemimizin yeterli olmaması. Karma sınıflarda eğitim göremeyen engelli çocuklarımız ilerleyen yaşlarında gerek sosyal gerek iş hayatlarında zorluklarla karşılaşıyor, bir de bunlara fiziki şartlar eklendiğinde hayat içerisinde kendilerine yön çizmekte zorlanıyorlar. Biz bunları sporla çözmeye çalışıyoruz. Spora başlayan engelli bireylerin

- Biraz da Hemşin’den bahsedelim. Hemşin de zor karakteri olan, engellerle dolu bir yöre. Buradan yetişmek, bu bölgeye ait olmak size ne kattı? Hayattaki engellerle mücadele etmenizde Hemşin’in rolü nedir? - Bir kayanın üzerinde zorluklarla büyüyüp yeşermeye çalışan çam ağacı gibi hayatımızı da şekillendiren Hemşin. Karadeniz’in hırçınlığından bahsedilirken asıl Hemşin’in hırçın doğasından ve sert mizacından bahsetmek lazım. Hırçın doğası aslında yöre insanının karakterine de yansıyor. Çalışkanlıklarını da bu zor doğa şartlarından almıyorlar mı? Yokluklar içerisinde daima üretmeye çalışan Hemşin insanı her ne kadar sert mizaçlı görünse de aslında içinde küçük bir çocuğun sevgisi vardır, sofrasındaki ekmeğini bölüşen misafirperver ve ➦

27


Ahmet İlker Akın, Milli takım ile Rio’da gelecek yıl düzenlenecek Paralimpik Oyunlarda madalya kazanmayı hedefliyor. ➥ sıcakkanlı biridir. Çocukluğumdan itibaren hayat mücadelesini, dağlarındaki hırçınlığında oyun oynarken mutlu olmayı, karar verme anlarımda doğruyu bulmayı öğretti bana. Sisli dağların ardında güneşi özlemle beklerken farkında olmadan hayatta nasıl sabretmem gerektiğini göstermiş mesela. Aslında zor olan doğası, hayatımı şekillendirirken şu anki engelimle nasıl baş edeceğimi farkında

olmadan öğretiyormuş. Hemşin dünyanın neresinde olursam olayım her zaman özlediğim, çocukluğum, gençliğim, geçmişim. - Yöredeki engelli gençlerin şartlarının iyileştirilmesi adına neler yapılmalı? - Yöredeki engelli bireylerin rehabilitasyonu için gerek yerel STK’lar gerekse yerel yöneticilerin daha duyarlı olmaları ve yöredeki zor olan fiziki

koşulları engelli bireylerin sosyal hayata katılmaları için tekrar gözden geçirmeleri gerekir. Özellikle yerel yönetimlerin yöremizdeki engelli bireylerin hayat standartlarını yükseltecek projeleri hayata geçirmelerini diliyorum. Bu noktada hem Tekerlekli Sandalye Basketbol Milli Takımı hem de şahsım adıma yapacağımız en ufak bir katkı bizleri mutlu edecektir. l



Yeşil Yol’un sonu nereye varacak? Yazı: ESRA AÇIKGÖZ Fotoğraflar: FIRTINA İNİSİYATİFİ

Karadeniz’de sekiz ilin yaylalarının 2 bin 600 kilometrelik yolla birbirine bağlanmasını amaçlayan “Yeşil Yol Projesi” yöre halkı arasında tartışmalara neden oldu. Yörenin doğasının bozulacağını söyleyenler de vardı, yola ihtiyaç olduğunu düşünenler de. Son etapta proje mahkemeler tarafından da durduruldu. Ancak nihai karar henüz verilmedi. Biz de Yeşil Yol Projesi’nin çıkışını, yöre insanının tepkilerini sizin için derledik.

“N

e mahkemesi? Aha dedelerimiz burda yatmış. Mahkeme nedir? Mahkeme biziz. Devlet kimdir yav? Devlet bizim sayemizde devlettir. Mahkeme, mahkeme… Yaylaların yolu birleşmeyecek. Kesinlikle istemiyoruz. Vali bize çapulcu diyor. Biz çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. Ben halkım ve buradayım. Yaylaları birbirine birleştireceksiniz ama amacınız nedir? Her yaylanın yolu var. Herkes birbirine gelip, gider. İş makinelerini alıp gidin buradan.” Türkiye onu, bu laflarıyla tanıdı. Karadeniz’in cesur kadını Rabia Özcan ya da nam-ı diğer Havva Ana, yılların izi düşmüş yüzü, bir kayanın üzerine oturmuş, elindeki bastonuyla işte böyle haykırıyordu. Onun bu isyanı; sekiz ilin yaylalarını birbirine bağlayacak “Yeşil Yol Projesi”neydi. Samsun, Bayburt, Giresun, Gümüşhane, Ordu, Rize, Trabzon ve Artvin’i içine alan sekiz ilin yaylalarını turizmi geliştirme kapsamında 2 bin 600 kilometrelik yolla birbirine bağlayacak

30

proje, yöre halkını ikiye böldü. Havva Ana gibi, projenin doğayı bozacağını düşünen köylüler, hayatlarında ilk defa “eylem”le tanıştı, iş makinelerini durdurdu. Yaylasında doğasıyla yaşayan insanları medya karşısında görmeye başladığımız, o günleri

hatırlıyorsunuzdur. Hani şu, iş makinelerine karşı direnen Karadenizli kadınların sahneye çıktığı ve “Biz muğlema yiyen bir neslin torunlarıyız, 2 dozer 1 kamyonu ekmeksuz yeruz”, “Yol yeşilne geri dönün”, “Gittiğiniz yol yol değil” pankartlarının gözüktüğü günleri. Onların yanı sıra, turizmin gelişmesi ve hayatın kolaylaşacağı gerekçesiyle yolun yapılması gerektiğini düşünenler de vardı.

KARARI DANIŞTAY VERECEK Proje, açılan davalar sonucunda durduruldu. En son 14 Ocak 2016’da idari davalara bakan en üst yargı heyeti olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından da projenin durdurulmasına karar verildi. Böylece planda ön görülen “Yeşil Yol” dâhil pek çok projenin askıya alınması gündeme geldi. Ancak her şey henüz bitmedi. Çünkü 26 Ocak 2014’te davaya bakan ve TEMA Vakfı’nın taleplerinin bir bölümüyle ilgili ➦


GÜNDAY SİGORTA ACENTELİĞİ

İlhan Ayten GÜNDAY Necati GÜNDAY Modüler Sağlık, DASK, Yangın, Yuvam, Trafik, İşyeri Sigortası, Mesleki Sorumluluk Sigortası Kasko ve her türlü sigorta hizmeti yapılır. Bizimkent Sitesi D-30 Blok No:1 Beylikdüzü / İSTANBUL Tel: 0212 871 24 84 Faks: 0212 871 23 07 Gsm: 0532 334 99 48 necatigunday@yahoo.com


Yeşil Yol projesine karşı çıkan insanlar, yaylalarda oturma eylemi yapmıştı.

➥ “yürütmenin durdurulması” kararı veren Danıştay 6. Dairesi, tekrar kendisine gelecek olan davayla ilgili nihai kararı verecek. Eğer Daire, iptal kararı verirse proje uygulanmayacak. Ancak biz şimdi bu yargı kargaşasından çıkıp “Yeşil Yol”un hikâyesine gidelim, o yeşil yaylaların gerçek ev sahiplerinin yaşadıklarına.

VADİYE ONARILAMAZ ZARAR VERİR Aslında “Yeşil Yol Projesi”, 7 Aralık 2011’de kabul edildi. Ancak geçen yıl iş makineleri sahneye çıkınca anladı yöre halkı neler olacağını. Daha sonraki zamanlarda verdikleri röportajlarda

da belirttikleri gibi, insanları en çok bu kızdırmıştı. Yıllarını verdikleri, hayatlarıyla bir tuttukları doğalarıyla ilgili yapılması planlananların kendileriyle paylaşılmaması. O günlerde, Fırtına İnisiyatifi Sözcüsü Bülent Bekar, verdiği bir röportajda bu durumu şöyle anlatıyordu: “Bir yıl önce konuşulmaya başlanan projenin amacı yöre halkı ile paylaşılmadı. Projeye ilişkin çalışma mevcut yolların genişletilmesiyle başladı. Yöre halkı, ilk başta memnun kaldı. Bakım onarıma ihtiyacı olan yolların onarımı insanların hoşuna gitti ama zamanla yol genişliği 12 metreye çıktı. Büyük uçurumlar oluşurken mera ikiye bölünmeye başlandı. Yol yapımında çıkan hafriyat yamaçlara

atıldı. Mera, taş altında kalınca şikayetçi olmaya başladık. İnsanların ister istemez müdahalesi başladı. Etüdü de öğrenince isyanları arttı. Yapılacak yolla insanlar korunması gereken yerlere daha çok sürüklenmiş olacak, hem de yol evlerinin üzerinden geçtiği için evlere tahribat verecek. Can ve mal güvenliği tehlikeye atılmış olacak. Yollar yapıldıktan sonra 2 binli rakımlarda kimlerin geldiği gittiği, ne amaca hizmet ettiği takip edilemeyecek. Yöre insanında güvenlik nedeniyle kaygı var.” Yine Fırtına İnsiyatifi adına konuşan Deniz Demirci, Fırtına Vadisi’nin ülkenin en büyük doğal SİT alanı ve Milli Park ➦

PROJEYİ DESTEKLEYENLER NE DİYOR? Ekrem Yüce (DOKAP Başkanı): DOĞAYA ZARAR VERMEYECEK Proje DOKAP’ın 2012’de kurulmasıyla start aldı. Yeşil Yol Projesi; Doğu Karadeniz Bölgesi’nin sahip olduğu kaynakları değerlendirerek, yörede yaşayan insanların gelir düzeyi ve yaşam kalitesini yükseltmek, bölgelerarası farklılığı gidermek amacıyla bölgesel kalkınma projesi olarak ortaya çıktı. Yolun standartlarını yerel idareler belirliyor. Proje kapsamında tek bir ağaç kesilmeyeceği gibi, tünel açma veya otoban gibi bir durum da söz konusu değil.

32

Projenin geçeceği güzergâhta hali hazırda 40 turizm merkezi bulunuyor. Bu alanlarda çevre düzeni ile planlamaları yapılacak ve doğayla bütünleşmiş ahşap konaklama tesisleri hayata geçirilecek. Dengeyi bozacak betonarme yapılaşmaya izin verilmeyecek. Bölgedeki tıbbi, endemik bitki türlerini destekleme ve yaygınlaştırma projemiz var. Flora ve fuananın bozulmasına asla müsaade edilmeyecek. Yaylalarda çirkin yapılaşma ve mülkiyet sorunları var. Kaçak yapılaşma ve yöresel mimari olmadığını herkes biliyor. Plansız programsız yerleşime son verecek bir proje hayata geçecek. l

Şaban Aziz Karamehmetoğlu (Rize Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı): TURİZM CANLILIĞINA İHTİYAÇ VAR Yayla ve yeşil alanların asla tahrip olmasını istemeyiz. Ancak, proje adından da anlaşılacağı gibi Yeşil Yol. Bölgenin turizm canlılığına ihtiyacı var. Yayların birbirine bağlanması doğru bir yatırım. Bölgedeki ticaret odaları olarak Yeşil Yol Projesi’nin hayata geçirilmesinden yanayız. l


PROJEYE KARŞI ÇIKANLAR

Fotoğraf: VEDAT ARIK

Devlet kimdir, devlet benim!

S

amistal Yaylası’nda iş makineleri önündeki jandarmaya “Devlet kimdir, devlet benim” derken tanıdık Rabia Özcan’ı. Çamlıhemşin’in üstündeki Sırt Mahallesi’nde yaşayan 58 yaşındaki bu kadın, o gün Yeşil Yol mücadelesinde bir sembol olacağını bilmiyordu kuşkusuz. Onun derdi, yıllarını verdiği, alınterini döktüğü toprağını, doğasını korumaktı. O cümleleri kurduktan sonra verdiği bir röportajda yaşadıklarını şöyle anlatacaktı Özcan: “Kavrun yaylasında başladılar. O gün gidemedim. Samistal’a makineler gidince bekleyin, ben de gideceğim, dedim. Çıktık ki yarı olmadan yolu kapatmışlar iş makinesiyle. Anladık ki bu bir tuzak, makinenin bozulduğu yok. Şoförünü getirttik, kaldır dedik, bozulmuş dedi, bozulmuş, bozulmamış iddialaştık. Yayan gitmek imkânsız, beş, altı saat sürer. Yolun ortasına çapraz olarak makineyi bırakmışlar. Bir tekerleğin geçeceği yer var, diğerine yok. Alt taraftan taş taşıyarak, çocuğu genci yaşlısı, yol yaptık. Dört saat ellerimizle çalıştık. Arabayı geçirdik ama öyle duygulandık ki… Samistal’a çıktık ki jandarma dolu. 30-40 jandarma. Jandarmaya, ‘Oğlum siz nerden geldiniz

Havva Ana dozerin önüne geçtiğinde bu direnişin sembolü olacağını bilmiyordu. buraya?’ dedim, ‘Sizinle niye karşılaştık burada, siz bizim evladımızsınız. Biz jandarmaya kötülük düşünmeyiz. Makine buradan inecek. Bu makinenin görevlisini gösterin.’ Müteahhidi gösterdiler. Dedi ki; validen emir almışız. Vali gelsin buraya, bekliyoruz, dedim. Şimdi normal anlatıyorum ama o zaman isyanlardayız. Vali gelmedi. Direndik. Bende sigortalar attı. Hakim de, hükümet de, vali de, kaymakam da kim? Yaylamızın her şeyi biziz. Bu doğayı şimdiye dek sen mi korudun ki, bugün gelip sahip çıkarsın? Bir de gelmiş yeşil yol. Yolun yeşili olur

mu? Biz burada armut toplamazık. Kafa yok mu bizde? Ayrı ayrı her yaylanın yolu var. Her yaylamızın yolu olacak, yola karşı değiliz ama yaylalarımız birbirine kavuşmayacak. Niye kavuşsun? Yeşilliğimiz gidecek. Doğamız batıp gidecek. O yaylalar birbirine kavuştuğu zaman yeşillikler hep gidecek. Kaç seneye yeşillikler bir daha kendini alır. Yaylada zor alır kendini. Orada ağaç yok. Bir güzel yerimiz yaylamız kalmış. Yaylaya çıktılar, öbürünü görmek isterlerse Çamlıhemşin’e insin oradan diğerine çıksın, her yaylanın yolu var.” l

Danıştay’ın kararı önemli, yaylalar korunmalı

T

EMA Vakfı, 2011 yılının Aralık ayında projeyle ilgili Danıştay’a dava açtı. Bilirkişi raporundaki tespitler netti: “Çevre Düzeni Planı bölgedeki önemli doğa koruma alanlarını, su havzalarını, tarım alanlarını korumuyor. Plan, merkezine yaşam önceliğini ve bunun sürdürülebilirliğini koyması gerekirken, sadece insanı esas alan bir yaklaşımla hazırlanmış. Ayrıca bölgede korunması gereken doğal varlıklar, ‘Doğal kaynak’ olarak görülmekle, ticarileştirilmesinin yolu açılıyor.” Danıştay İdari Dava Daireleri, bilirkişi raporlarına dayanarak 6 ilin Çevre Düzeni Planının yürütmesini durdurma kararı verdi. TEMA Vakfı Rize Temsilcisi Nevzat

Özer, bu kararın önemini şöyle anlatıyordu: “Planın iptali talep edilen bölümlerinden biri de Yeşil Yol Projesi ile ilgiliydi. Planda, ‘Yayla turizminin geliştirilmesi için yaylalar arası entegrasyon’ olarak yer verilen Yeşil Yol Projesi’nin, bölgenin doğal ve kültürel yapısını bozacağı gerekçesi ile iptalini talep ettik. Bölgede yapılan mahkeme keşfinde, bilirkişi heyeti de, ‘Yaylaların karayolu ile birbirlerine bağlanması halinde araç trafiğinin denetlenmesinin zor biçimde artacağı, yaylalardaki geleneksel yaşam tarzını sürdürmenin zorlaşacağı, yaylaları yapılaşma için cazip hale getireceği, bu durumun, yaylaların doğal yapısını olumsuz etkileyeceği’ yönünde görüş bildirdi.

Yine raporda, yaylaların entegrasyonu amacıyla yeni yolların açılması ile ilgili olarak, ‘Bölgenin topografik yapısının oluşturduğu denize dik ve derin vadilerin denize paralel yollarla birbirine bağlanması durumunda büyük bir çevre tahribatına neden olunacağı, böylesine bir tahribata neden olmak yerine, bugünkü gibi her yaylaya mevcut güzergahlardan erişilmesinin doğru bir yaklaşım olacağı’ belirtildi. Bilirkişi heyeti raporunda da belirtildiği gibi, yol inşaatlarıyla çok özgün doğal özellikleri olan vadilerin ve doğal çevrenin tahribatı söz konusu olacak. Yeşil Yol projesi, Karadeniz bölgesinin sahip olduğu eşsiz güzelliklere telafisi güç zararlar vermeden durdurulmalı.” l

33


Kimi yaylacılar ise, turizmi canlandıracağı, yaylada kalanların hayatını kolaylaştıracağı için projeyi destekliyor.

Fotoğraf: GAMZE ŞİŞMAN

➥ olduğunu hatırlatarak, “Yeni açılacak yollara araç trafiğini artıracağı ve doğal ekosistemi parçalayacağı için karşıyız. Dağda, Milli Park’ta, doğal SİT alanlarında, 3 bin metrede çift şeritli yol olmaz. Vadide daha fazla yol, bağlantı yolları ve yol genişletmeleri Fırtına Vadisi’ne onarılmaz zararlar verecektir. Arazi vitesli araçlarla tozu dumanı katarak giden ve günde 5 yayla gören turisti, mangal ateşi ile çöpleri, meraları ele geçirmiş otelcileri yaylalarımızda ve meralarımızda, yani yaşam alanlarımızda kesinlikle görmek istemiyoruz” diyordu.

YAYLACILARIN YOLA İHTİYACI VAR Peki, Yeşil Yol’un hayata geçirilmesini isteyenler, yaylalarla ilgili yapılması gerekenler yok mu? Tabii ki ulaşımın kolaylaşacağı için projeyi destekleyenler de var. Örneğin Hemşin Derneği’nin bu konuda aldığı bir karar bulunuyor. Fırtına’da HES’lerle ilgili çalışmalar başladığında Hemşin Derneği 1999’da Pendik Kurdoğlu Tesisleri’nde konu ile ilgili bir toplantı yaptı. Toplantı sonucunda da HES’lerin doğamıza zarar vereceği, yerine turizmle ilgili doğaya uygun projelerin gerçekleştirilmesinin bölge ekonomisine daha uygun olduğu noktasında fikir birliğine varıldı. Dernek hâlâ aynı düşüncede, turizmin gelişebilmesi için Yeşil Yol projesinin doğaya zarar vermeden hayata geçirilmesini istiyor. İşte bu konudaki kararları: “Geçen yıl Haziran’da derneğimizde yaptığımız toplantıda, ‘Yeşil

34

Yol projesinin doğayı tahrip etmeden bölgenin kalkınmasına, turizmde acil ihtiyaç olan doğaya uygun tesislerin yapılmasına ve istihdam için sivil toplum örgütleriyle birlikte projenin değerlendirilip, bölgeye fayda sağlamasına katkıda bulunması gerektiğine’ karar verildi. Turizm haricinde amaçlanan projelerin mutlak suretle doğayı tahrip edeceği ve bu projelerden uzak durulması gerektiği değerlendirildi.” Ayrıca projenin uygulanması için imza kampanyası başlatan bir grup yaylacı da oldu. Bunlardan biri de, İsmail Tüysüz’dü, “İnsanların barınma hakkını hiç kimse elinden alamaz. Barınma hakkı olan yerlere de devletin yol ve elektrik getirme şartı vardır” diyerek projeyi neden istediklerini anlatıyordu Tüysüz. Ağusor Yaylası Kültür ve Yardımlaşma Derneği

Başkanı Adem Alinoğlu ise, projenin bir ihtiyaç olduğunu belirterek, bunun bölge halkını rahatlatacağını düşünüyordu. Çayırdüzü köyü muhtarı Mustafa Kahan ise Yeşil Yol’u “olmazsa olmaz” olarak tanımlayarak şunları söylüyordu: “Yaylalara göç yapacağız ve vatandaşların yolunun düzeltilmesini bekliyoruz. Yol, medeniyettir ve yaylacıların buna ihtiyacı var.” Kavrun Yaylası’ndaki yaylacılardan Gülten Gündoğdu da doğaya zarar vermediği sürece projenin hayata geçirilmesini istediğini, “Evlerimize, çevreye bir zararı olmadıktan sonra yol geçsin. Karda çok zorlanıyoruz. Buralara çok kar yağıyor. Yol işimizi kolaylaştıracak. Yolla ulaşım kolaylaşacak ve olumsuzluklar aza inecek” diyerek anlatıyordu. Şimdi gözler yargı kararında, son sözü o söyleyecek. l

ÜÇ BİN METREDE ŞEHİRLER KURACAKLAR

P

rojenin iptali için hukuki mücadeleyi veren avukatlardan Yakup Okumuşoğlu’na göre bu proje ile üç bin metrede şehirler kurulmak isteniyor. Dolayısıyla yaylalardaki doğal yaşamı bitirecek. “Akdeniz’de, Ege’de ‘Mavi turlar’ vardır ya. Karadeniz’de de ‘Yeşil turlar’ yapmak istiyorlar” diyerek anlatıyor projeyi Okumuşoğlu, “İnsanları kesintisiz biçimde dağlarda dolaştıracaklar. 40 yaylada 40 turizm merkezi planlıyorlar. Ayder’in, Uzun

Göl’ün başına gelenleri biliyoruz. Betonlaşmış, doğal özelliklerini kaybeden iki alan oldular. İşte bu yaylalar da öyle olacak. 3 bin metrede şehirler kuracaklar. Bu yolların yapılması için hiçbir neden yok. Zaten yaylaların kendi yolları var. Bu yollar yaylaları yol kenarındaki benzin istasyonlarına benzetecek. Turizm adı altındaki bu proje bir süre sonra dağlardan yöre insanının yaylalarını terk etmek zorunda bırakılmasına da neden olacak.” l


PROJEYE KARŞI ÇIKANLAR

Buraları perişan edince bizi mahpusa atmış olacaklar

Gönül Gülay, projeye karşı çünkü “yaylalarımıza parayla çıkartacaklar, yaşadığımız dağlara dürbünle bakacağız” diyor.

Y

ol yapımını durdurmak için, dozerin önüne oturduğunda, kollarından tutulup sürükleneceğini bilmiyordu Gönül Gülay. Daha önce hiç eylem nedir bilmemişti ki. O günü bakın nasıl anlatıyor: “Jandarma beni yerlerde sürüklediği sırada hiç korkmadım. Jandarmalara ‘Buyurun beni tutuklayın, kelepçeniz varsa hepimizi tutuklayın, götürün nereye götürecekseniz. Ben ne mahpustan korkarım, ne de başka bir şeyden. Yaylalarımız yıkılıyor. Mahpustan mı korkacağız?’ dedim. 70 yaşında bir insanı götürüp mahpusa atmışsın, ne olacak? Buraları perişan edince zaten bizi mahpusa atmış olacaksınız. Yaylamızda, o yolları, çirkin binaları görürsek ölmeden ölürüz, ölürüz… Bu yol, yol değil ki. Kavrun’da girdiler, durdurduk. Şimdi Samistal’dan

Fotoğraf: VEDAT ARIK girecekler. Onu da durduracağız. İnşallah bu bela başımızdan defolup gidecek. 3 bin metrede 7 katlı apartman yapmak istiyorlar. Bu büyük bir doğa katliamı. Bizim oranın florası çok kıymetli. Bunların yok olmasına insan olanın gönlü razı olmaz. Biz yaşlandık ama çocuklarımıza, torunlarımıza bir şey bırakmak istiyoruz. Zaten ormanlar bitmiş, bir bizim oralar kalmış. Bizim vadimiz oksijende en iyi yerlerden. Projeyi hayata geçirmeyi kolaylaştırmak için söylenen bir şey

daha var; turizm. Köy gelişecekmiş. Bu kandırmaca. Yaylada kalınabilen süre iki aydır. İki ay sonra kardan kimsenin kalmasına mümkün olmaz. İki ayda kim kalır burada? Ev, otel yapacaklar. Kimler gelecek? Biz buraya kimse gelmesin demiyoruz. Evlerimize gelsinler, gitsinler, soframıza buyursunlar, misafirimiz olsunlar. Buna dediğimiz hiçbir şey yok. Yaylalarımıza parayla çıkartacaklar, yaşadığımız dağlara, yaylalara dürbünle bakacağız, öyle uzaktan…” l


Bastığınız yerde bir miras yatıyor, FARK EDİN! Doğada kimi bitkiler sadece bir yere özgü olabiliyor ve başka hiçbir yerde yetişmiyor. Bilim onları endemik bitki diye tanımlıyor, hayattaki karşılığı ise, onların gelecek nesillere aktarılması gereken birer “miras” olduğu. Bunu size neden mi anlatıyoruz? Çünkü dünyada sadece 13 bin endemik bitki türü var ve bunların 9 bini Türkiye’de yetişiyor. Özellikle de Fırtına Vadisi bölgesinde! AYNUR ÇOLAK

K

itikipa (mahevik), üvez, havaciva kökü, ekşi üzüm, dağ eriği… Eğer Hemşin’in yerlisiyseniz, muhtemelen bu bitkileri, sıradan bir yayla gezisi sırasında görüp umursamadan yanından geçmişsinizdir. Çünkü onlar sizin için, her tarafı doğanın farklı renklerine kesmiş bir yolda hep olması gerektiği gibi, olması gerektiği yerdedir. Ancak o yanından geçtikleriniz aslında bir “insanlık mirası” ya da bilimsel tabiriyle sadece bulunduğu bölgede yetişen, dünyanın başka hiçbir yerinde olmayan endemik bitkiler. Dünyada 13 bin endemik bitki türü var ve bunlardan 9 bini Türkiye’de yetişiyor. Şimdi sıkı durun, çünkü onların da büyük kısmı Doğu Karadeniz özellikle Fırtına Vadisi’nde bulunuyor. Peki o bitkilerle tanışıp çocukluğunuzdan beri yaylalarını

36

arşınladığınız Çamlıhemşin’i bir de konunun uzmanından dinleyerek, yeni bir yüzüyle tanışmak ister misiniz? Öyleyse Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müşaviri, Çamlıhemşinli ziraat yüksek mühendisi Bahattin Bozkurt’a kulak verin. - Önce endemik bitki denildiğinde tam olarak ne anlaşılmalı, bu tanımlamayla başlayalım?

Ziraat yüksek mühendisi Bahattin Bozkurt

- Sadece doğal ortamında yetişen, o yöreye adapte olmuş, çevre şartlarına uyum sağlamış, bitkiler diyebiliriz. Bu kabil bitkilerin üretilmesi ve kültüre alınıp çoğaltılması zor ve bazı türlerde mümkün olmadığından, mutlak suretle korunması gerekiyor. Çünkü bunlar bize atalarımızdan kalmış bir miras değil, Yaradan’ın tüm insanlığa bahşettiği bitkiler. Tüm dünyada bu kabil bitkilerin korunması için yasal düzenlemeler ve özel uygulamalar yapılıyor. Bununla ilgili 1992’de Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi imzalandı, genetik kaynakların kullanılmasından doğacak faydaların adil kullanılması konularında önemli bir adım atıldı. Bu sözleşmeyle biyolojik çeşitliliğin etik, ekonomik yarar ve insanların geleceği açısından korunması gerektiği kabul edildi. Türkiye bu sözleşmeye 1996’da taraf oldu. Bugün itibarıyla yaklaşık 200 ülke onu kabul ederek


kendi ülkelerinin Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmelerini hazırladı. Yine ülkeler arası yabani hayat ile canlı bitki ticaretinin bir sektör haline gelmesi, pek çok bitkinin yok olmasına veya sayılarının azalmasına neden oldu. Bununla ilgili olarak da 3 Mart 1973’te nesli tehlike altındaki türlerin ticaretini düzenleyen CİTES Sözleşmesi imzalandı, ülkemiz bu sözleşmeye 22 Aralık 1996’da taraf oldu. Bu sözleşmeyle her ülke kendi sınırları içerisinde yetişen doğal endemik bitki türlerini tespit ederek bunların popülasyonlarını takip ediyor, belli miktar ve şartlarda sökülüp ticaretinin yapılmasına izin veriyor. RESMİ TÜRKİYE FLORASI - Gelelim Çamlıhemşin’e, yöreyi doğal bitki zenginliği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? - Dünyada 13 bin endemik bitki türünün mevcut olduğu, bunlardan 9 bininin ülkemizde yetiştiği ve bunun da büyük kısmının Doğu Karadeniz’de özellikle Fırtına Vadisi’nde bulunduğunu söylersem, bölgemizin bu bitkiler için ne kadar önemli bir konuma haiz olduğu anlaşılır, herhalde. Bilimsel olarak ülkemizde bu türlerin tespiti ile ilgili çalışmalar 1885-1888 yılları arasında İsveçli bir botanikçi tarafından yayımlandı. Latince yazılan “Flora Orientalis” adlı kitaptan 100 yıl sonra 1965-1988 yıllarında “Flora of Turkey” adlı eser yayımlandı. Bu eserin ikinci cildi Prof. Dr. Adil Güner hocamızın katkılarıyla 2000’de tamamlandı. Ancak bu kitap yeterli olmayınca, botanikçilerin yaptığı bir çalışmayla “Resmi Türkiye Florası” adlı 21 ciltlik eser, hemşerimiz Prof. Dr. Adil Güner editörlüğünde hazırlanmaya başlanıldı. Bu eser, 2023’e, Cumhuriyet’imizin 100. yılına, yetiştirilmeye çalışılıyor. Bu konuda bilimsel alanda ne yazık ki biraz gerideyiz. - Hâlâ keşfedilmemiş bitki türleri olabilir mi? - Bölgemiz için özel çalışmalar yapılmış ama bunlar bir araya getirilip bilim insanlarının hizmetine sunulamamış. Yöremizin sahip olduğu ekoloji belki de yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olacak. Bu konuda hocamız Prof. Dr. Güner’den çok şeyler bekliyoruz. Hocamızın “Türkiye Damarlı Bitkiler Listesi” kitabı mutlaka okunmalı. ➦

ONLARI ACİLEN KORUMAMIZ LAZIM! ÜVEZ

KİTİKAPA Bakın size endemik bitki çeşitliliğini anlatmak için kendi yaylamdan, Kale Köyü’nden örnek vereyim. Büyüklerimiz, Köylük Sırtı mevkiine oynamaya giden çocukların dönüşlerinde yüzlerini siyaha boyayıp eve gelmelerinin merak konusu olduğunu anlatırdı, bir bakmışlar ki orası ve etrafı doğal meyvelik. Bugün bilimsel adı Blueberry (mavi yemiş) kitikapanın doğal yetiştiği ortamlar. Tüm dünyada antioksidan olarak kullanılan, bizlerin de çocukluğumuzda yüzlerimizi boyadığımız bu bitkiler araştırmacılar için büyük bir gen kaynağı. Kale yaylasındaki Köylük Sırtı ve Oluklar Bölgesi koruma alanı ilan edilmeli. Son yıllarda keçi sürülerinin baskısı altında yok olmaya başladılar çünkü.

Yöremizde bence diğer bir önemli endemik bitki üvez dediğimiz, meyveleri yenen bitki. Üvez (Sorbus domestrica) meyveleri C vitaminince zengin. Özellikle şeker hastaları için doğal tatlandırıcı. Ayrıca idrar söktürmesi, kabızlık giderici ve tansiyon düşürücü etkisi var. Bu bitkide giderek yok oluyor. Sadece Kala ve Varoş Ğanger Bölgesi’nde tek tük ağaççıklar kaldı.

HAVACİVA KÖKÜ Bir diğer endemik bitkimiz de havacıva kökü (Alkonna tinctoria) grubu. Yöremizde bu bitki çalı formunda olup, hemen hemen yok oluyor. Büyüklerimiz boğazımız ağrıdığında tereyağında eritip, kıpkırmızı suyunu bizlere içirdiklerinde ne boğaz ağrısı çekerdik, ne grip, ne de nezle olurduk. Bunun bilincinde olan insanlar maalesef bu bitkiyi tüketti. Bitkinin kökleri kullanıldığından gelecek seneye bir şey kalmıyor. Dere kenarlarında kalan birkaç bitki özel olarak, çok acilen koruma altına alınmalı. Bu en değerli türlerden ve şifalı bitkilerden.

FRENK ÜZÜMÜ Yöremizde yine kaybolmaya yüz tutmuş önemli bir tür de kırmızı frenk üzümü (Ribes ridrum), yöresel adı ile ekşi üzüm. Ateş düşürücü, idrar söktürücü, kanamayı önleyici gibi birçok özelliği var. Bilerek veya bilmeyerek fidanların sökülerek sahile indirilmesi sonucunda, dere kenarlarında yetişen ve boyu 1-1.5 metreyi bulan bu bitkileri göremez olduk.

37


➥ - Hemşin’de kaç endemik bitki türü bulunuyor? - Yine Prof. Dr. Güner hocamızın bir çalışmasına göre, Doğu Karadeniz, ülkemizin endemik bitkilerinin yüzde 30’una ev sahipliği yapıyor. Fırtına Vadisi Türkiye’nin endemik türlerinin yüzde 30’unu barındırıyor. Bu önemli bir rakam. Araştırma yapılsa belki yeni türler bile ortaya çıkabilir. Bu konuda Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı projelere, özellikle Fırtına Vadisi’nin sahip olduğu biyolojik çeşitliliğe ve endemik bitki türlerinin tespiti ve korunmasına yönelik projelere destek vermeli. Prof. Dr. Güner hocamızın çalışmaları desteklenmeli ve teşvik edilmeli. - Bu bitkilerin korunması için neler yapılıyor? - Hiçbir şey! Aksine yok olması için elimizden geleni yapıyoruz. Tabiata yapılan baskılar, teknoloji, belki bilerek veya bilmeyerek tabiatın insanlığa sunduğu bu değerli nimetleri yok ediyor, gelecek nesillere kötü bir miras bırakıyoruz. Bugün yöremizde 300’e yakın bitki türünün ilaç sanayiinde kullanıldığını ve bazılarının kaçak sökümlerle ticaretinin yapıldığını biliyoruz. Allah’ın (C.C) tüm

Fotoğraf: SÖNMEZ TUMAY

insanlık için bahşettiği bu türleri korumak ve kollamak her kesimin görevi. Sorumlu kamu kuruluşları yerel halkı bu konuda bilinçlendirmeli. Sivil toplum örgütlerine de büyük görev düşüyor. - Peki yöre halkı bu doğa mirasını korumuyor mu? - Yöre halkı olarak da sahip olduğumuz bu değerleri bilmiyoruz. Belki de bizlere ve yöre halkına kimse bu konuları anlatamadı. Bölgeyi bekleyen en büyük tehlikelerden biri de, mevcut çayır ve

meralarımızda hayvan izlerinin yok olması, çünkü onlar biterse bu bitkiler de yok olacak. Geçmişte doğal ortamı besleyen bunlardı. Şu anda besleyen kalmadı. Tabiatta bitkiler doğal ortamında beslenemezlerse, yabani, istenmeyen türler hakim duruma geçer ve var olan türler zamanla kaybolur. Ayrıca son yıllarda turizm adı altında yapılan yatırım ve baskılar da bu çeşitliliğe yönelik tehdit oluşturuyor. Gelişme, çevreye duyarlılık ve onu korumakla olur. Belki de atalarımızın ahını alıyoruz. Onların zor şartlarda yaşam mücadelesi sürdürdüğü, madden yoksul ama manevi olarak zengin ve huzurlu bir şekilde yaşadıkları, tarım yaptıkları bu yöreleri, şimdi turizm adı altında yok etmeye çalışmak, geçmişe ihanet. Bütün problem yaylalarımız. Turizm yeri mi yoksa tarım mı olsun? Bence ikisini beraber yapalım. Turizmi geliştirirken geleneksel tarım ve hayvancılığı canlandıralım. Önümüzde İsviçre örneği var. Alp dağlarında yaylalarda gelenek ile teknolojiyi nasıl kaynaştırdıklarına bakalım. Meralarımızda koyun, inek ve atların ayak izlerinin yerini araba lastik izleri alırsa, gelecek nesillere bırakacak bir şeyimiz kalmayacak. l



Televizyona çıkıyorsunuz ünlü sanıyorlar Deniz Bayramoğlu ve Ece Üner, sabah-akşam ekranlarımıza konuk olsalar da mahremlerini korumaya çalışan bir çift. Elbette ki basın dünyasının acımasız çarklarında bunu yapmak zor. Ancak ikisi de ilişkilerini özel kılan değerlerden vazgeçmiyor. Bir başka vazgeçilmezleri daha var; o da Hemşin. Neden mi? Mikrofonlarımız Bayramoğlu ve Üner’de... DENİZ ÜLKÜTEKİN


B

asın dünyasının en bilindik çiftlerinden biri, Deniz Bayramoğlu ve Ece Üner. Sıra dışı bir şekilde başlayan ve farklı bir hikâyeyle nikâh masasına uzanan ilişkileri basın dünyasına örnek gösteriliyor. Oysa onlar bu övgülerin bile farkında olmadan hayatlarını sürdürüyorlar. Bu hayatlarına bir günlüğüne bizi de dâhil ettiler ve kendileriyle hem evliliklerini hem işlerini hem de ister istemez Hemşin’i konuştuk... - Televizyoncu bir ailesiniz. Güne sizinle başlayıp, Ece hanımın sunduğu haberlerle kapatıyoruz diyebiliriz. Böyle bir konumda ve hemen her gün Türkiye’nin gözü önünde olmak nasıl bir his. Evliliğinizi nasıl etkiliyor? Deniz Bayramoğlu: Pek iyi bir his diyemem… Yaptığım işle hayata bakışım arasında derin bir uçurum var desem yeridir. Ben daha küçük bir çevrede, tanıdığım, bildiğim insanlarla yaşamayı seviyorum. Hayatımın mahrem alanlarını da sonuna kadar koruma taraftarıyım. Fakat söylediğiniz gibi işim dolayısıyla hep göz önündeyim. Büyük bir çelişki değil mi? Normal bir ülkede olsaydık, bir haberci açısından kendi mahremini korumak pek büyük bir dert olmazdı ama

yurdumuzda durum farklı. Ülkemizde televizyon ekranında görünen herkese “ünlü” muamelesi yapmak gibi bir alışkanlık var. Dahası ekranda görünen hemen herkesin de böyle bir beklentisi bulunuyor. Bu karşılıklı beklenti hali günümüzde –hele de sosyal medya marifetiyle- tuhaf bir “röntgenci-teşhirci” buluşması oluşturmaya başladı. Yediğimiz yemekle başlayan ve bedenimize kadar uzanan bir mahremiyet aşınması sürecindeyiz. Ve akıl almaz bir biçimde “kariyer gelişimi açısından” bu süreç destekleniyor… Sürekli olarak neden Instagram’da, Facebook’ta, Twitter’da olmadığınız sorgulanıyor. Bu mecralarda muhakkak yer almanız gerektiği telkin ediliyor vs… Böyle bir ortamda benim gibi “mahremiyetini” kendi kontrol etmek isteyen insanların işi çok zor. Allah hepimizi eksikliklerimizle sınıyor ya, benim sınavım da bu sanırım. Ama işin bir de sorumluluk boyutu var tabii ki. İsteseniz de istemeseniz de insanlar sizi bir yere koyuyorlar. Hiç unutmam trafik ihlali yapan bir gazeteci arkadaşıma, polis “Siz gazetecisiniz, sizin özellikle yapmamanız lazım” demişti. O bahsettiğim beklentiyi çok iyi anlatan bir örnek bu bence.

Yazık ki bugün gazetecilik, eski itibarlı günlerinden çok uzakta. Hatta bu kelime bile iyimser kalıyor içinde bulunduğumuz hali anlatmaya. Bu durum bizi de etkiledi elbette. Tepemizden aşağı bir asit yağmuru dökülüyor ve biz de ister istemez bu yağmur altında eriyor ve kirleniyoruz.

CANLI YAYINDA EVLİLİK - Ece hanımla evleneceğinizi canlı yayında açıklamıştınız. Bu olayı anlatır mısınız? Nasıl gelişmişti? D. Bayramoğlu: Aslında pek taraftar olmadığım bir şeydi. Ama hem çevremin hem de o dönemki program ortağı arkadaşımın ısrarlarına sonunda teslim oldum. Televizyoncu olunca ister istemez, evlilik gibi büyük bir olayın televizyondan duyurulması beklentisi oluşuyor. Bir de o derece heyecanlanacağımı pek tahmin etmemiştim. Konuşurken dilim ayaklarıma dolandı adeta. Neyse sonuçta taraftar olmasam da hayatımız ve evliliğimiz için güzel, hoş bir anı oldu. Ece Üner: En son ben duydum. Dalga dalga yayılmış haber. Eko yapa yapa geldi bana. Yankısı kuvvetli oldu tabii. İçindeki çocuğu kaybetmeyen insana hayranım. ➦

İhracat Ürünleri Boya, Antipas, Selulozik, Sentetik Tiner, Universal Tiner Baskılı Baskısız Ambalaj Filmleri Opp, Cpp, Pet, Pe, Al, Dubleks Ve Tripleksler Kuşe+Pe, Sülfit+Pe, Kraft+Al+Pe, Pet+Pe, Kuşe+Al+Pe Flekso Tifdruk Baskı Ürünleri Mürekkepler, Solventler, Laklar Tutkallar, Flekso Bıçakları Islak Mendil Ürünleri 7x12, 7x10, 8x6 Mendiller, Mendil İç Ve Diş Kağıtları M. Sinan Mh. YEDPA Ticaret Merkezi F. Cad. No: 227 - 228 / Ataşehir / İSTANBUL Tel: 0216 471 84 17 Faks: 0216 471 84 17 Gsm: 0533 627 49 49 hizircanbaz@hotmail.com


Hemşinli olmaktan gurur duyduğunu söyleyen Bayramoğlu, Hemşin türkülerinden oluşan bir albüm yapmaya hazırlanıyor.

➥ Çünkü bir tek içimizdeki çocuk düştüğümüzde “Acımadı ki haydi kalk ayağa” der. O çocuk Deniz bende. Deniz benim içimdeki çocuk aynı zamanda. Onun o saf, olduğu gibi, katıksız hali çok hoşuma gidiyor. Bayılıyorum. O yayında da “olduğu gibi” Deniz’di işte. Deniz’in ta kendisiydi. O çocuk hali benim gibi melankolik, devamlı kendini düştü zanneden birini de kaldırıp oyuna dahil ediyor. - Ece hanımın babası Dinç bey aynı zamanda sizin müdürünüz. Kendisine durumu anlatmak zor oldu mu? D. Bayramoğlu: Zor oldu, fakat genelde düşünülen açılardan dolayı değil. Birincisi ben Dinç beyi Ece’den önce tanımıştım ve

bir hukukumuz oluşmuştu. Öncelikle bu hukuka halel getirme endişesi vardı. Sonra Ece’nin CNN Türk’te çalışmasına taraftar değildi Dinç bey. İlişkimizin ona yönetimsel sorunlar çıkarabileceği endişesi vardı Ece’de de, bende de… O yüzden uzun bir süre ilişkimizi şirket sınırlarında gizli tuttuk. Ece’nin Habertürk’e geçmesinden kısa bir süre önce de Dinç beye durumu anlatıp rızasını istedim. Kolay bir süreç değildi ama yine de çocuksu bir masumiyeti ve heyecanı vardı. - “Kadın erkeği daha az sevmeli, daha çok anlamalı, erkek ise kadını daha çok sevmeli, anlamaya çalışmamalı” diye bir sözünüz var. Bu sözü biraz

Hemşin türküleriyle albüm - Müzisyen yönünüz de var. Ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Hemşin’e dair müzikal çalışmalarınız da var mı? D. Bayramoğlu: Daha çok bağlama ve kopuz üzerine çalışıyorum son bir iki senedir. Ama genelde Karadeniz, özelde ise Hemşin türküleri hep hayatımın orta yerinde. Bir dönem daha aktif çalışıp derlemeler de

42

yaptım. Hâlâ gün yüzüne çıkarmayı umduğum bir kaç çok güzel ezgi var mesela. Ama hem profesyonel olarak başka bir iş yapıyor olmam hem de müziği bireysel değil bir ekip işi olarak düşünmem bugüne kadar bu çalışmaları albüm haline getirmeme engel oldu. İnşallah bu seneden sonra yeni bir ivme ile tekrar başlayacağım.

açar mısınız? Pek çok erkek, uzun vadeli bir ilişkide kadınla uyum içinde olmanın sırrını merak ediyordur. Bu sır, söylediğiniz sözde gizli olabilir mi? E. Üner: Adem ile Havva’dan beri esrarına varamadığımız bir sır. Önceleri yatakları ayırıyorduk, en son Mars’tan Venüs’ten diye gezegenleri de ayırdık. Dolayısıyla benim gibi bir fani bu denli baki bir gizemi çözemez. Ancak şunu söyleyebilirim, tecrübe ettiğim kadarıyla erkekler yaşlanıyor, kadınlarsa değişiyor. Yani erkek büyümüyor sadece “yaş alıyor” kadınsa değişiyor. Öncelikleri, tercihleri, duygu durumları sürekli değişken kadınların. Kadın, “Ben nasıl olsa bu adamı değiştiririm” diye saçıyla, başıyla, huyuyla oynayıp bir ego projesi haline getiriyor erkeği. Oysa hayır! Erkek değişmiyor, değişmek de istemiyor, kadının bu yöndeki ısrarı ve beyhude gayreti hem sonuçsuz kalıyor, hem sevgi ve saygıyı öldürüyor. Erkekse kadının med-cezirlerini çözmeye çalışmaktan yoruluyor, sıkılıyor, bıkıyor. Sonuç; kadın değiştikçe şefkati, sevgiyi, aşkı değişik formlarda hissetmek ister. Özetle anlaşılmak değil, sevilmek ister. Güzel sevilmek ister. Erkekse anlaşılmak ister. Anladığım budur, şimdilik.


Deniz Bayramoğlu ile tanımış Hemşin’i Ece Üner, ama yöreyle doğuştan gelen bir uyumu varmışcasına sevmiş.

- Basın camiasında, televizyoncu çift gibi bir algı var mı hakkınızda? Birlikteliğiniz iş anlamında sizi nasıl etkiliyor? E. Üner: Algısını bilemem ama televizyoncu bir çift olduğumuz gerçeği var. Birlikteliğimizi özetleyecek olursak; birbirimizin bardağına sürekli su koyarız ancak aynı bardaktan su içmeyiz. Devamlı besliyoruz birbirimizi ama varlık ve kimliğimize dair saygı sınırları dâhilinde. - Her ikinizin de çok yoğun ve gündeme ilişkin bir mesleği var. Akşam bir araya geldiğinizde gündemle ve televizyon dünyasıyla ilgili konuşmalar devam ediyor mu? Yoksa tamamen kapının dışında mı bırakılıyor bu konular? D. Bayramoğlu: Gazetecilik, yazılı basında olsun, görsel basında olsun, bir meslekten çok bir yaşam biçimidir aslında. Dolayısıyla hayatınızın her anında her şeye haber gibi bakmanızı gerektirir bu meslek. Evli iki gazetecinin gündemi tartışmaması abes olurdu. Elbette konuşuyoruz. Olayları yorumluyoruz, geleceğe dair öngörüler yapmaya çalışıyoruz. Ama onunla da kalmıyor, daha derin tartışmalarımız da oluyor. Hem fikir teatisi hem tartışma… Siyaset, felsefe, din, hayat, sosyoloji… Bu konularla alakalı okuyoruz, birbirimizi

besliyoruz, birbirimizi eleştiriyoruz… Tabii böyle anlatınca çok sıkıcı akademik bir hayat gibi gelmesin size. Biz birbirimizin en iyi arkadaşıyız aynı zamanda. Dolayısıyla gülüp eğlendiğimiz zamanlar bu tür ciddi işlerden kat be kat fazla…

KURTLAR SOFRASI KADINLARIN! - Pek çok kimse tarafından, bu dalgalı ve gergin sektördeki örnek çift olarak gösteriliyorsunuz. Nedir bunun sırrı? D. Bayramoğlu: Allah Allah! Bundan haberim yoktu. Çok memnun oldum bunu duyduğuma. Duyan herkesten de istirhamım bir “maşallah” demeleri… Pek bir sır yok aslında. İkimiz de “sahici” insanlar olmaya gayret eden, bir takım değerlere sahip olan ve bu değerleri her vakit el üstünde tutmaya çalışan, kim ve ne olduğunu bilen, bilmeye çalışan, insanları seven, iki bireyiz. İlişkimizin temelini derin bir aşk ve sonsuz bir saygı oluşturuyor. Mutluluk ve huzurumuz bizim için meslekten ve para kazanma gailesinden önde geliyor. Mütevazı insanlarız demek istemiyorum, çünkü bu bana biraz yukardan bakan bir kavram gibi geliyor. Tabii ki tevazu önemli bir ahlaki değer bunu tartışmıyorum. Fakat böyle bir sıfatı kendime yakıştırmak bana

biraz kibir kokan bir hareket gibi geliyor. O yüzden basit ve sıradan insanlarız demeyi tercih ediyorum. Dünyadaki 7 milyar insandan sadece ikisiyiz. Birbirimizi sevdiğimiz için kıymetliyiz. Eğer bu işin bir sırrı varsa budur benim açımdan… - Televizyon dünyasında bir kadın olmanın artıları ve eksileri neler? E. Üner: Artıları; 20-35 yaş arası güzellik avantajını kullanabilir olmak. Sezgi, sabır, dayanıklılık gibi kadınların yapıları itibariyle daha avantajlı olduğu yanlarının işe yaraması. Çözüm üretimi, problem çözme, işine duygusunu da katma konularında avantaj. Eksileri ise; Türkiye’de genelde 35 yaşından sonra raf ömrünü doldurduğu algısı, medyada bilinenin aksine ‘Kurtlar Sofrası’nın da kadınlardan oluşması, ve kadının yine kadının en büyük kurdu olması. Tavsiyelerim ise şöyle; Sinirlerini sağlam tutsunlar. Yapabiliyorlarsa hem beden hem ruh sağlıklarını muhafaza etmek için spor yapsınlar. Okusunlar da okusunlar. Yaratıcı dehaları (annelikten gelen) onların en güçlü silahları, o silahı doğru yerde, doğru şekilde kullansınlar. Sabırlı olsunlar ama amatör heyecanlarını asla kaybetmesinler. Çok çalışsınlar. Hep denesinler, yenilseler bile denemekten vazgeçmesinler. Hiçbir şey olmasa da en azından daha güzel yenilirler. l

43


Ece Üner ve Deniz Bayramoğlu’nun ilişkisi de biraz Hemşin’e benziyor. Hemşin’deki zıtlıkların yarattığı bütünlük, ikisinin ilişkisini de anlamlı kılan farkların yarattığı bütünlüğü andırıyor.

- Hemşin’in hayatınızdaki yeri nedir? En son nişanlıyken gittiniz oralara sanırım. Neler kaldı aklınızda? D. Bayramoğlu: Hayır evlendikten sonra da gittim. Sadece geçen yıl nasip olmadı. Şimdi şöyle bir durum var; kim olduğumuz veya nerde doğduğumuz bize bağlı değil. Dolayısıyla var olmasında payım bulunan bir şey değil Hemşinli olmak. Yozgatlı da olabilirdim, Cizreli de… Dolayısıyla Hemşinli olmak bir olgu. Ama bir taraftan da bu olgu aynı zamanda sizin hayatınızın belirleyicisi. Yani siz Hemşinlisiniz ve Hemşin kültürünün bir ürünüsünüz… Burada başka bir bakış açısı koymak gerekti benim için. Kişi kendisini ancak başka bir insanda sınayabilir deriz ya, aynısı kültürler için de geçerli. Dolayısıyla Hemşinli olmanın ne demek olduğunu ancak başka kültürlerle karşılaşınca anladım. Ve ancak o zaman bir parçası olduğum bu kültürün gerçekten gözüm gibi korunması ve gurur duyulması gereken bir kültür olduğunu anladım. Kadın erkek eşitliğinde alınan mesafe, bilgiye, eğitime verilen kıymet, dünyanın neresinde olursa olsun Hemşin’le hiç kopmayan bağ, sımsıkı, barışçıl, kapsayıcı

44

ve diğerkâm bir toplum anlayışı… Bunlarla gurur duymayıp da ne yapacaksınız. Aklımda kalanlara gelirsek… Aklımdan çıkmıyor ki! Tüm Fırtına Vadisi’ni iyi bildiğimi iddia edemem. Ama bizim köy tarafını yani Varoş’u ve Başyayla civarını baya iyi bilirim. Hemşin’in hayatımdaki yerini şöyle anlatayım: Eskiden yaylaya çıkış bambaşka bir şeymiş ya hani... Bir taraftan bayram ama bir taraftan da büyük bir iş. Hayvanlar sürülecek, yayan iki bazen üç günde o zorlu yollardan aşılarak, sırtlar geçilerek, yaylaya varılacak. Gece yollardaki hanlarda konaklanacak. Babam o yolculuğu yapan Hemşinlilerden biri doğal olarak. Dağlarda çobanlık da yapmış elbette. İşte yıllar önce bir gün babamla bu yolculuğu birlikte yaptık. Elbette arabayla aldık yolun önemli bir kısmını. Ama su içtikleri her pınarı, dinlendikleri her ağaç altını, sığındıkları her bir çatı altını, her bir kaya kovuğunu tek tek ziyaret ederek ve bir hayli de yürüyerek tamamladık yolculuğu. Babam bana, yürüdüğü yolları çobanlık yaptığı yerleri, yüzdüğü gölleri gösterdi. Benim şahsi “hacım” gibi bir şey oldu. Aslında o gün gerçekten anladım babamı ve Hemşin’i. l

Ece Üner’in Hemşin’i

Deniz Bayramoğlu’nun Hemşin’i

-Hemşin’i sanırım Deniz beyle birlikte tanıdınız. Tekrar gidecek olsanız yapamadığım dediğiniz neleri yapmak isterdiniz? E. Üner: Tırmanmıştım, daha çok tırmanırım, öyle bir tırmanırım ki dağ keçileri bile beni kıskanır. Yeşil Deniz’ine doyamadım. Doymak da istemem ama bol bol beslenmek isterim o yeşille! Yetmedi. Ruhum orada ilk defa bir başka

huzur bulmuştu. En küçük bir çaba harcamadan ve mükemmel bir kusursuzlukla en basit maddeden son derece farklı şeyler yaratmış orada tabiat ana. Hepsinin üzerine de ince bir tül örtmüş üşümesinler diye. Yarattığı her bir parçanın kendine has özelliği, her bir durumun ve an’ın ayrı mucizesi var ama sonuçta hepsi birlikte bir bütünü oluşturuyor ve o bütün benim ruh bütünlüğüm. l



Fotoğraflar: SÖNMEZ TUMAY

Hava durumu pusulası: YILDIZ, ÇEKİRGE, KIZILLIK HIZIR CANBAZ

D

oğa hiçbirimize ihtiyaç duymadan akıp giderken Hemşin’de, insanın hayatı onun kalbini duyabildiğinde başka bir anlam kazanıyor. Yeşil ve mavinin arasında o zaman başka bir huzura bulanıyor. Doğanın kalbini duymak da ne mi? Mesela gece gökyüzünün yıldız kaynadığını görüp ertesi gün havanın dumanlı olacağını

bilmek, bunlardan biri. Ya da akşam üstü çekirgelerin birbiri ardına ötüşünü duyup, “Anlaşıldı, hava yarın dumanlı” demek de. Akşam üstü bulutlarda kızarıklık mı var, öyleyse açık bir güne hazır olmalı. Yok eğer sabahtan bulutlar kızarıksa yağmurda ıslanmamak için şemsiyenizi yanınıza almanızda fayda var… Havanın nasıl olacağını merak eden yaşlıları belki hatırlarsınız. Kimisi göğe yıldıza, kimisi dumana, kimisi de köy

hesabı günlere bakardı hani. Kuşun ötüşü, rüzgârın esişi de hava durumu için bilgi taşırdı onlara. Komşular arasında tecrübeli olanlar birbirilerini uyarır, çığın düşeceğini, tipinin geleceğini, havanın nasıl olacağını tahmin edenler etrafındakileri bilgilendirirdi. O günler çok eskilerde kaldı çoğumuz için. Yine de aranızda bu bilgilere hâlâ sahip olanlar vardır, belki. Ama bunları bilip de şehir yaşamına gömüldükçe unutanların

Eskiler gökteki yıldızlara, çekirge seslerine bakıp ertesi gün havanın nasıl olacağını bilirdi. Çığ mı düşecek, tipi mi gelecek, anlardı. Şehir insanı için bunlar unutulsa da, Hemşin gibi bir cennet parçasıyla bağ kurduysanız eğer, bu bilgileri yeniden hatırlamanız gerek. Çünkü Hemşin’in güzelliğini, onu gerçekten hissettiğinizde göreceksiniz. 46


HAVAYA, SUYA VE TOPRAĞA DÜŞEN CEMRE Baharın müjdecisi cemre hala hayatlarımızda olan ender tabiat bilgilerinden biri aslında. İşte düşen üç cemre ve anlamı: 1. Cemre: 20 Şubat. Birinci cemre havaya düşer. Havalar ısınmaya başlar. 2. Cemre: 27 şubat. İkinci cemre suya düşer. Sular ısınmaya başlar. 3. Cemre: 6 Mart. Üçüncü cemre toprağa düşer. Toprak ısınmaya başlar. l sayısının onlardan daha fazla olacağı kesin. Daha da acı olansa, çoğunluğun bunları ilk defa duyması. Havanın akıbeti artık şehir insanı için, televizyon karşısında ya da internet başında öğrenilecek bir “bilgi”den ibaret. Oysa Hemşin’i öğrenmek isteyen birinin, onu cennetten bir parça yapan en büyük etkenin havası olduğunu bilmesi gerekir. Yağmuru, güneşi, karı, rüzgârı, ama ille de dumanı ve sisi. Hani o dağların doruklarını çevreleyerek sanki orada ikinci bir dünya yaratan dumanı ve sisi. Şimdi gelin, bilmeyenler için bu yazı bir başlangıç, unutanlar için bir hatırlatma notu olsun ve hep birlikte Hemşin’de gökyüzüne bakıp havanın nasıl olacağını birlikte söyleyelim.

Hazırsanız işte Dursune Bozkurt, Turan Yıldız ve İlyas Canbaz’ın dimağında kalan bilgilerle size bir hava tahmini raporu: l Eğer gece çok yıldız varsa ertesi gün hava bozuk, dumanlı olur. Akşam üstü çekirgeler çok öterse yine ertesi gün hava dumanlıdır. Akşam üstü bulutlarda kızarıklık varsa ertesi gün hava açık ama sabahtan bulutlar kızarıksa o gün hava yağışlı demektir. l Köy hesabı Mart 12’sinde (26 Mart) kurt dereye girip çıktığında kurursa, o yıl havalar açık. Kurumaz ise havalar bozuk geçermiş. l Mart’ın 1’i (14 Mart) o ayın göstergesi sayılır. Yani o gün hava nasıl ise mart ayı öyle geçecek, demektir.

Mart’ın 2'si ise Nisan ayının göstergesidir. O günkü hava nisan ayının nasıl geçeceğinin gösterir. Bu böyle uzar gider: Mart’ın 3’ü mayısı, 4’ü haziranı, 5’i temmuzu, 6’sı ağustosu gösterir... l Güzün hava dağ tarafından (güneyden) bozuksa, yağış yok, iyi olur. Aşağıdan dere boyunca gelen duman var ise bozuk olur. l Güzün kuşlar yere konmaya başlayınca kar geliyor, demektir. l Beyaz gelincik çıkınca havanın bozulacağına veya kar yağacağına, kırmızı gelincik ise havanın açılacağına işarettir. l Fırtınalar; Kocakarı soğukları (11-17 Mart), gün dönümü (22 Haziran), kestane karası (25 Eylül), koç katımı (3 Ekim).

EN AYIRAN ÖKÜZÜ EŞİND İL 5 FIRTINA: ABR iş, tam

zor geçirm Adamın biri kışı diğinde Abril bahara erdim de ’da üzde 17 Nisan 5’e yani günüm Fırtınası’na yaşanan Kuğu rlayı sürdüğü 2 yakalanmış. Ta i satıp diğerine öküzünden birin , a kışın kışından bakmış. “Korkm r ırı ay ü üz şinden, ök kork abrilin be iş. l eşinden” dem

Fotoğraflar: D. ALİ AKPINAR

47


ODTÜ’nün Hemşinli rektörü Hemşin’in Yayla köyünde (Elevit) başlayan, Ankara bozkırının ortasındaki Türk eğitim mucizesi ODTÜ’de şekillenen ve zaman içinde TBMM sıralarına varan bir hikâye bu. Prof. Dr. Mustafa Parlar, Hemşin’in akademik alandaki en saygıdeğer isimlerinden biri olmayı, ölümünden 35 yıl sonra da sürdürüyor.

Mustafa Parlar, İndira Gandhi ile bir resepsiyonda. (1960’lı yıllar)

DENİZ ÜLKÜTEKİN

H

emşin, küçücük coğrafyasıyla Türkiye’nin eğitim haritasında çok önemli yer tutuyor. Cumhuriyet’in ilanından itibaren, hatta daha öncesinde Hemşin’den çıkan gençler, gittikleri şehirlerde, yüksekokulların ilk öğrencileri arasında yer almış. Bu gençlerden bazıları ise akademik kariyerlerini devam ettirerek, yükseköğrenim alanının kayda değer isimleri arasına adını yazdırmış. Prof. Dr. Mustafa Parlar, bahsettiğimiz eğitim sevdalısı Hemşin kuşağının önde gelenlerinden. Bir süre Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ÖDTÜ) Rektörlüğü görevinde bulunan Prof. Dr. Parlar’ın eğitimdeki başarıları bununla sınırlı değil elbet. Gelin bunlara ve Parlar’ın hayatına birlikte göz atalım. Hikâyemiz, henüz yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Rize şehrinde, Hemşin ilçesinde, olanaklar açısından oldukça mütevazi köyü Elevit’te başlıyor. Yıl 1925. Her Hemşinli gibi, çocukluğu uçsuz bucaksız dağlar, yaylalar, zorlu ve bir o kadar da güzel doğanın arasında geçen

48

Parlar, Erdal ve Sevinç İnönü ile birlikte bir davette. Parlar, bir süre sonra memleketine veda etmek zorunda kalıyor. İlkokulu Erzincan Sakarya İlkokulu’nda, orta ve liseyi Erzurum’da okuyor. Eğitim hayatındaki başarılarıyla, kısa sürede dikkat çeken bu genç Hemşinli’nin yolu henüz daha 25 yaşındayken, o zaman parlak öğrencilerin çoğu gibi ABD’ye düşüyor. Hem de ülkenin en prestijli üniversitelerinden birine, Chicago’daki Illinois Üniversitesi’ne. 1949 yılında Illinois Teknoloji Enstitüsü’nde

lisans, 1950 yılında Nortwestern Üniversitesi’nde yüksek lisans ve 1954’te Brooklyn Politeknik Enstitüsü’nde doktora dereceleri alan Parlar, ayrıca ABD’de bulunduğu sürede Brooklyn Politeknik Enstitüsü’nde 4 yıl araştırma mühendisi ve Clarkson College of Technology’de bir yıl yardımcı profesör olarak görev yapıyor. Artık memlekete dönme zamanı gelince ise, ilk durağı Elektrik İşleri Etüd İdaresi oluyor. Ancak böylesi başarılı genç için oldukça sönük bir mecra


1

2

3

1. Mustafa Parlar, anne (Gencal Mehmet’in kızı Rukiye) ve babasıyla (Şirinali Tevfik) birlikte. 2. 1949 yılında Chicago’daki İllinois Üniversitesi’nden mezuniyet fotoğrafı. 3. Eşi Firdevs Parlar’la (1960’lı yıllar) bir davette. sayılabilecek devlet memurluğu görevi kısa sürüyor. Bir süre Genel Kurmay Başkanlığı İlmi İstişare Kurulu’nda harekât araştırma subayı olarak görev alıyor, askerlik görevinden sonra ise yıllarca ayrılmayacağı, adının hep birlikte anılacağı ODTÜ ile yolları kesişiyor. 1957 yılında Eğitim Direktörlüğü, 1958’de Elektrik Mühendisliği Bölüm Başkanlığı,

1960-1970 yılları arasında da Mühendislik Fakültesi Dekanlığı görevlerinde bulunuyor. Bu sırada unvanlar da ardı ardına geliyor, 1964’te Assosye Profesörlüğe, 1969’da Profesörlüğe terfi ediyor. 1970’te ise unvanların belki de en kıdemlisi olan ÖDTÜ Rektörlüğü makamında yer buluyor kendine. 70’ler

üniversitenin öğrenci hareketleriyle adının anıldığı, ODTÜ’nün hedefte olduğu yıllar. Bilime sevdalı Parlar için de, ortada siyasetin kol gezmesi bu görevin kısa sürmesine sebep oluyor ve tekrar beyaz önlüğünü giyerek laboratuvarın yolunu tutuyor. Ancak makamlar ve unvanlar peşini bırakmıyor. Rektörlükle birlikte devraldığı Türkiye Elektrik ➦

Tüketen toplumun üreten insanları olmak için, sağlıklı bir gelecek için “ Özel Atlas ASML’ye ” bekliyoruz !... Kurucu Müdür Mehmet SANDIKÇI

(0216) 527 1 844

www.atlasegitim.net


Mustafa Parlar (soldan üçüncü), İsmail Akay (sağdan birinci), Rize Valisi İlhan Sözgen (sağdan ikinci, Sözgen 1975-1978 yılları arasında Rize’de valilik yaptı) ve isimlerine ulaşamadığımız arkadaşlarıyla Elevit yolunda. ➥ Mühendisleri Odası Başkanlığı görevinin ardından, bu kez Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yolu görünüyor Parlar’a. BİR DÖNEM VEKİLLİK 1973-1977 arasında bir dönem milletvekili yaparak, Türkiye’nin hem ekonomik hem de siyasi açıdan sancılı yıllarında elini taşın altına koyan Parlar, 1977’de ise öldüğü güne kadar ayrılmamak üzere ODTÜ’ye dönüyor ve ODTÜ İçel Mühendislik Bilimleri Fakültesi Kurucu Dekanı olarak görev yapıyor.

Son olarak TÜBİTAK Güneş Enerjisi Destekleme Araştırma Ünitesi Başkanlığı, TÜBİTAK Türkiye Enerji Komisyonu Başkanlığı ve ODTÜ Enerji Koordinasyon Kurulu Başkanlığı görevlerini de yürüten Parlar, 1980 yılında, henüz daha Türkiye’ye birikimlerinin çok azını aktarabilmişken 55 yaşında hayata gözlerini yumuyor. Elbette bu kısacık biyografik hikâye Parlar’ın Türkiye’ye kazandırdığı değerleri anlatmak için yeterli değil. Öncelikle Türkiye’nin gereksinimlerini göz önünde tutan Parlar, enerji

sorunlarından haberleşmeye kadar farklı dallarda ODTÜ’de araştırmalar başlatıyor. Yönetsel ve akademik görevleri yanında kamu kuruluşlarının ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin danışmanlık hizmetlerinde bulunuyor. Endüstrileşme sorunları, ağır elektronik sanayii ve elektronik sanayiinin kurulması için önemli katkılarda bulunuyor. Üniversiteendüstri işbirliğinin gerçekleşmesi, üniversitelerin ülkenin teknik sorunlarının çözümüne en çok katkıyı sunabilmesi için girişimlerde bulunuyor. Elektroteknik ve elektronik dalında bazı teknolojik ➦

Oğlu NAHİT NURİ PARLAR anlatıyor:

Babam, bizi severdi, ülkesine bizden de fazla düşkündü

M

Mustafa Parlar çocuklarıyla. 1958 yılında Anıtkabir’de.

50

ustafa Parlar’ı aile reisi ve ülkesine olan katkıları açısından iki kategoride değerlendirebilirim. Ailesine son derece düşkün, ülkesine olan katkısı ise bunun çok üstünde olan, sürekli ülkesi için çalışan, onun için yaşamını, en verimli çağında ve genç sayılabilecek yaşta kaybeden önemli bir değerdi. Öz kimliğini hiç kaybetmedi. Yani doğduğu, büyüdüğü yerlerden yaşamı boyunca kopmadı ve bundan büyük bir haz alarak her zaman dile getirdi. Bu özelliklere sahip bir kişinin meslek

hayatında başarılı olma yüzdesi yüksek. Eğitimini yurtdışında alması da kişilik yapılanmasına olumlu katkılarda bulundu ve yurda döndükten sonra ‘Ülkeme borcumu ödememin zamanıdır’ diyerek, ülkemizin en büyük üniversitelerinden biri olan ODTÜ’nün kuruluş aşamasında katkılarda bulundu. Çok kısa süren rektörlük görevi ise zamanın öğrenci hareketleri içinde değerlendirebilecek bir süreç olmasına karşın, kendisine karşı olan grupların ona yönelik algıları, zaman içinde daha iyi anlaşılması ile değişti. l


Ziya Gündoğdu

Pastacılık Lokantacılık ve Ekmekçilik Gıda Sanayi

1951’den Bu Güne Rize Çamlihemşin Ülkü Köyü Bağrından Çıkan Ünlü Marka

Teşvikiye Pastane Maçka Cad. No: 1/B Teşvikiye İstanbul T: 0212 240 57 70 - 240 59 09

Çağlayan Pastane - Cafe - Restorant Kağıthane Cad. No 35/1 Kağıthane - Çağlayan T: 0212 221 19 12 - 221 19 13

Kınalıada Pastacılık Cafe Unlu Mamülleri Ali Boran Meydanı 2 / A Kınalıada T: 0216 381 44 20

Pastacılık ve Ekmekçilik Genel Üretim Merkezi Kağıthane Cad. No 35 / 2 Kağıthane - Çağlayan T: 0212 221 19 07 - 296 26 36 F: 0212 241 22 41


PARLAR VAKFI

P

rof. Dr. Mustafa Parlar adına kurulmuş bir vakıf da bulunuyor. Üniversiteendüstri ilişkilerini geliştirmeyi, bilimsel araştırmalara ve araştırmacılara destek olmayı, ODTÜ’ye teknik donanım ve gereç sağlamayı, öğrencilerine burs vermeyi, öğretim elemanlarına maddi destek sağlamayı amaçlıyor vakıf. Aynı zamanda bilim ve endüstride yapılan araştırma çalışmalarını ve hizmetlerini değerlendirmek, yetişmekte olan kuşakları özendirmek ve teşvik etmek amacıyla her yıl “Onur, Bilim, Hizmet ve Araştırma, Teknolojiyi Teşvik Ödülleri” veriyor. Ayrıca vakıfın ODTÜ bünyesinde doktora ve yüksek lisans öğrencilerine yönelik “ODTÜ Yılın Tezi Ödülleri” ve öğretim elemanları için de “ODTÜ Yılın Eğitimcisi Ödülleri” bulunuyor. l

➥ transferlerin başarılı bir biçimde sonuçlanmasında öncülük ediyor. Türkiye’nin enerji sorununun çözümü için örgütlenmede büyük katkıları oluyor. Akademik alanda ise yurtiçinde ve yurtdışında yayınlanmış 25 makalesi ile öne çıkıyor Parlar. Yazılarında, toplumun ve sanayinin gelişimine, problemlerine sırt çeviren bir bilim anlayışının verimli olamayacağını her fırsatta dile getiriyor. Zekâları ve yetenekleri

köreltebilecek engeller karşısında yenilmeyen, tam tersine gücü bu zorluklarla adeta bilenen ve ülkesini daha yüksek bir teknoloji ile kalkındırma azmini savunan bir bilim anlayışı için mücadele veriyor. ODTÜ’nün ayrı bir yeri var Parlar’ın hayatında. Üniversitenin, kuruluşu ve gelişimi onun akademik kariyeriyle örtüşüyor adeta. 1950’lerde henüz barakalar halinde kurulmaya başlayan ODTÜ’de Parlar, çok yönlü kişiliği ve uygulamaya yönelmiş düşünceleri ile yeni bir bilim-endüstri ilişkisi kurarak çağdaş bir eğitim anlayışı yaratıyor. ODTÜ de Parlar’ın bu çabalarını karşılıksız bırakmıyor. Anısını ve ideallerini yaşatmak amacıyla 12 Ocak 1981’de ODTÜ Prof. Dr. Mustafa N. Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı kuruluyor. l Mustafa Parlar, 1961-69 yılları arasında ODTÜ’de rektör olan Kemal Kurdaş’la kendi evinde...



İDOLÜM AZİZ SANCAR İsmail Günaçar, 17 yaşında Cincinnati Üniversitesi bio-kimya bölümünden mezun olacak kadar zeki bir genç. Ancak ona göre bunun altında sadece “yaşıtlarından biraz daha hırslı olması ve düzenli çalışması” yatıyor. Yine de Aziz Sancar gibi Nobel Ödüllü bir bilim insanı olmayı isteyecek kadar büyük hedefler koymayı ihmal etmiyor. İşte karşınızda İsmail Günaçar’ın Hemşin’den başlayıp Amerika’ya uzanan hikâyesi.

17 yaşında üniversiteden mezun olan çılgın Türk İsmail Günaçar

AYNUR ÇOLAK

H

enüz 17 yaşında Cincinnati Üniversitesi’nden bio-kimya diploması alan İsmail Günaçar, küçükken Türkiye’den ABD’ye göç etmiş bir ailenin çocuğu. Eğitim hayatı oldukça sıradışı bir yönde ilerlese de, kendisi, sıradışı veya özel biri olduğunu düşünmüyor. Ona göre bu halinin tanımı, “yaşıtlarından biraz daha hırslı” olmak. Aynı zamanda bir Hemşinli olan ve yörenin ünü yurtdışına taşan isimlerinden biri haline daha bu yaşında gelen Günaçar’ın hedefi net: Nobel Ödüllü Türk bilim insanı Aziz Sancar gibi olmak. Haşiloğlu Hacı Sabri Günaçar’ın torunu, Dr. Recep Turgay Günaçar’ın oğlu olan İsmail’in hikâyesini kendisinden dinleyelim. BAŞARIMI BABAMA BORÇLUYUM İsmail Günaçar anne ve babasıyla. - Özel birisi olduğunuzu nasıl fark ettiniz? - Açıkçası, özel birisi olduğumu düşünmüyorum. Planlı çalıştım. Annemin ve babamın desteği azımsanmayacak kadar faydalı oldu. Bende süper zekâ

54

ya da dahilik diye bir şey yok, sadece arkadaşlarımdan biraz daha fazla ve düzenli çalıstım, biraz daha hırslıyım ve daha fazla azmim var. - Üniversiteden böyle erken yaşta mezun olmanız, hem sizin başarınız, hem de ABD’deki eğitimin buna olanak tanımasıyla ilgili sanırım. Bu süreç nasıl işledi? - ABD’de gerçekten de, Türkiye’den daha fazla eğitim fırsatı var. Ancak ben öncelikle başarılarımı, babama borçluyum. Babam biz küçükken, beş parasız ABD’ye göç etti. Sırf bizim eğitimimiz için. Bana küçük yaştan beri okumanın ne kadar önemli olduğunu anlattı.

- Babanız ne iş yapıyordu? - Türkiye’de diş hekimiydi, ABD’de de mesleğini devam ettirmeyi başardı. Babam Recep Turgay Günaçar Amerika’da uzun yıllardır diş hekimliği yapıyor. Bundan dolayı çocukluğum boyunca önümde hep iyi bir örnek vardı. Çocukken, 3. sınıfı atladım, 2’den direkt 4’e geçtim. Bitirdiğim programı, şimdi erkek ve kız kardeşim de uyguluyor ve onlar da benim gibi erken mezun olacaklar. - Üniversiteler sizi nasıl keşfetti? - ABD’deki liselerde başarılı öğrencilere üniversiteden ders alma fırsatı veriliyor ve devlet burs olarak bu dersleri karşılıyor. Normalde bu program lise son sınıf


İsmail Günaçar “Başarılarımı ona borçluyum” dediği babası Dr. Recep Turgay Günaçar’la... öğrencileri için, ama ben lise bir öğrencisi olarak başlayan ilk öğrenciydim. Böylece çok daha fazla ders alabildim. 12 yaşında, liseye kayıtlı olduğum halde Cincinnati Üniversitesi’ne gidip ders aldım. Yani ben 12-13 yaşındayken, sınıf arkadaşlarım 18-20’sindeydi. - Hocalar nasıl tepki veriyordu? - Profesörlerim çok şaşırıyor, ama destekliyorlardı. Lise öğretmenlerim ise maalesef iyi karşılamadılar. Üniversiteden aldığım dersler, lise mezuniyetim için sayıldı ve liseyi “High Honors” (yüksek onur) ile bitirdim. Sonra üniversiteye başvurunca, aldığım bütün dersler sayıldı ve sadece birkaç ders alarak üniversiteden 17 yaşımda mezun oldum. Dört senelik bio-kimya bölümünü bitirdim. ABD’de “Bachelors of Science” denilen “BS” diplomam var. - Peki sosyal hayat? - Sosyal hayatımın fazla etkilendiğini sanmıyorum. Sosyal medyaya fazla zamanım ve merakım yoktu zaten. Her yaş gurubuyla çok rahat iletişime

girebiliyorum. Üniversiteye ilk başladığım zaman yaşım belli oluyordu, ama sınıf arkadaşlarım çok iyi karşıladılar. 15-16 yaşıma geldiğim zaman, zaten yaşımın küçüklüğü belli olmuyordu. BİYO-KİMYADA BİRKAÇ BULUŞUM OLDU - Neden bio-kimyayı tercih ettiniz? - Son senemde çok sevdiğim bir profesörümün altında bio-kimya araştırması yaptım ve birkaç da buluşum oldu. Aynı anda University of Cincinnati Honor’s Programı’ndan 5 “Honors Experience” (onur tecrübesi) almayı başardım. Bunlar liderlik, bilim, sanat dallarında özel tecrübelerim için verildi. - Hangi alanda uzmanlaşmak istiyorsunuz? İlerleyen yıllarda kariyeriniz nasıl şekillenecek? - Bio-kimyayı çok seviyorum. Tam olarak nerede uzmanlaşacağımı bilmiyorum, ama endocrinologi (hormon doktorluğu) ilgimi çekiyor. Amerika’daki tıp fakülteleri

genelde 22 yaş üstü öğrencileri alıyor ve bundan dolayı, şu an yaşımı küçük görüyorlar. Ben de bu zaman aralığında, büyük ihtimalle yüksek lisans yapıp biokimya araştırmalarıma devam edeceğim. Sonuç olarak kariyerime yeni başladım, sadece bilim insanı veya doktor olarak kalmak istemiyorum. Çok daha büyük şeyler başarmak ve dünyaya büyük yenilikler getirmek istiyorum. Örnek aldığım kişiler ise Aziz Sancar, Elon Musk ve Oliver Sacks. Bir gün onlar gibi olmak istiyorum. l

HEMŞİN ÇOK GÜZEL BİR YER, FIRSAT BULDUKÇA GİDİYORUM - Hemşin’le ilgili neler söyleyeceksiniz? Hiç gitme şansınız oldu mu? Bağlantınız ne boyutta? - Ben kendimi zaten hep Rizeli olarak gördüm. Babamların memleketidir Rize.

Türkiye’ye fırsat oldukça gidiyorum, hatta geçen mayıs, mezun olduktan sonra ziyarete gittim. Hemşin çok güzel bir yer. Rize dışında Erzurum, İzmir, Bursa, Buldan ve İstanbul’da da akrabalarım var. l

55


Hemşinliler Boğaz’da buluştu Soldan sağa: Mehmet Ataman, Metin Gültan ve Güngör Oflu.

DENİZ ÜLKÜTEKİN

H

emşin, doğasıyla, zorluklarıyla öyle bir coğrafya ki, insanları kaynaşmaya, bir arada yaşamaya, birbirlerine destek olmaya adeta zorluyor. Hemşinliler için, imece günlük hayatın bir parçası. Böyle olunca, gurbette de alışkanlıklar kolay terk edilmiyor. Ankara ve İstanbul Hemşin derneklerinin birlikte organize ettiği Boğaz turu da işte bu alışkanlığın bir sonucu. Derneklerin ikinci buluşma etkinliği, geniş katılımla yapıldı.

Qshw Action bu yılki Avrasya Maratonu’na tam kadro katıldı.

56

Ertesi gün de Avrasya Maratonu’na bir arada katılan İstanbul Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği adına Mehmet Ataman’la ve Ankara Çamlıhemşin Eğitim ve Kültür Derneği’nden Güngör Oflu ve Metin Gültan ile bu büyük buluşmanın anlamına dair konuştuk. - Ankara ve İstanbul'daki Hemşin derneklerinin bir araya gelmesinin arkasındaki misyon nedir? Güngör Oflu: Bu buluşma, ortaklaşa düzenlediğimiz organizasyonların ikincisi. Türkiye’nin dört bir yanında


İstanbul ve Ankara’daki Hemşin derneklerinin ortaklaşa düzenlediği gece, geçen kasımda yapıldı. Farklı şehirlerden gelen Hemşinliler, anıları yad etti, kaynaştı ve tabii ki tulumun sesi, horonun ateşi eksik değildi. Ertesi gün de Avrasya Maratonu’na katılıp yine şarkılar ve horonlar eşliğinde Boğaz’ı birlikte geçtiler. Hemşinliler yaşıyor. Bu insanların ortak duyguları, özlemleri ve anıları var. Bu yüzden bu insanları bir araya getirmek için çabalıyoruz. Metin Gültan: Hemşin yapısı itibariyle göç veren bir bölge, dolayısıyla bölgenin insanları farklı şehirlerde, farklı meslekler yaparak yaşamlarını sürdürüyor. Ancak çoğunun Hemşin’le bağı kopmamış. Bizim organizasyonumuz da insanları bu bağlar doğrultusunda bir araya getiriyor. - Bu bağlardan bahsederseniz ne söylersiniz? Mehmet Ataman: Hemşin’in en önemli ortak değerlerinden biri horon ve tulum sesi. Hemşinliler de nereden gelmiş olurlarsa olsunlar o sesi duyduklarında hemen kaynaşıyorlar. Bu bizim özümüzde olan bir şey. - Organizasyonu teknede Boğaz gezisinde yapıyorsunuz... M. Gültan: Evet, burda da Hemşinliler kaynaşacak, eski hatıralar yad edilecek ve tabii horon oynanacak, tulum çalınacak.

- Ankara’daki derneğin çalışmalarından bahsedersek ne söylersiniz? Ne gibi faaliyetleriniz var? G. Oflu: Ankara farklı bir boyut tabii. Oradaki ve çevre şehirlerdeki hemşehrilerimizle bir araya gelmeye çalışıyoruz sık sık. Zaten dernekçilik bir sevgi işi. Dayanışma için sürekli bir iletişim ortamı oluşturmaya çalışıyoruz. GENÇLERİN İLGİSİ BÜYÜK - Hemşinli genç kuşakların derneğe ve bu tip organizasyonlara ilgisi nasıl? G. Oflu: Çok güzel bir ilgileri var. Biz de onların bu dayanışma geleneğini devam ettirmeleri için elimizden geleni yapıyoruz. Bu kültürü genç kuşaklara aktarmak için çalışıyoruz. Gençlerin bazıları, Hemşin'e belki hiç gitmemiş, bazıları da birkaç kez gidebilmişler, ama aramıza katıldıklarında hiç yabancılık çekmiyorlar. Bizim istediğimiz de bu. Birbirleriyle yardımlaşmaları, iletişim

kurmaları adına önemli bir katkımız oluyor. Bu bayrağı bizden alıp devam ettirecek olan onlar. Zaten bu ortak organizasyonu ilk uygulayan, bizim gençlerimizin kurduğu Qshw Action (Küşüve Köyü Gençlik Grubu). Onların isteğiyle bir araya geldik, diyebiliriz. Zaten gençlere bu aşkı bir kere verdikten sonra, kolay kolay vazgeçmeleri mümkün değil. Burada da birçok genç Hemşinli yer alıyor. Yarın yürüyüşe de gelecekler. - Peki gençleri bir araya gelmek için motive eden şey nedir? M. Ataman: Öncelikle birlikte olma isteği, arzusu, doğuştan gelen yakınlık. Bizim amacımız da bu bağlardan kopan, yoksun olanları tekrar birleştirmek. - Hemşinliler bir araya gelince mönü de Hemşin’e özgü oluyordur mutlaka. M. Gültan: Mütevazi bir soframız var. Tabii ki, hamsi ve muhlamamız eksik olmayacak. İlerleyen buluşmalarımızda Hemşin'e özgü lezzetleri daha fazla soframıza taşımak istiyoruz. l

Y

I

AĞCIOĞULLAR ALÜMİNYUM DOĞRAMA SAN. TİC. LTD. ŞTİ.

www.yagciogullari.com Ferhatpaşa Mh. Gazipaşa Cd. No:68 Ataşehir - İSTANBUL Tel: 0216 313 69 88 Fax: 0216 313 69 87

Kıbrıs Er. İr Sineklik Ltd. Şti. Alayköy Organize Sanayi Bölgesi 7. Cad No, 42 KIBRIS

Gsm: 0532 212 89 30 Gsm: 0537 404 37 87 erdal.yagci1959@gmail.com


Hemşin’de ŞOV zamanı AYNUR ÇOLAK

H

emşin oluşumları içinde belki de yaş ortalaması en düşük olanı Qshw Action. Küşüveli gençler tarafından kurulan oluşumu, kimi zaman rafting yaparken, kimi zaman da Avrasya Maratonu’unda horon teperken görebilirsiniz. Qshw Action’un hikâyesini, kurucusu Sinan Akgün ve dönem başkanı Bahadır Duman’dan dinledik. - Qshw Action nasıl başladı? Kısaca hikâyesini anlatır mısınız?

Sinan Akgün: 2013 yılında grup üyelerimizden Ali Akgün’ün önerisiyle başladı. Ankara ve diğer illerdeki Küşüveliler olarak, sürekli iletişim halinde olduğumuz için gezi ve piknik buluşmaları yapılırdı. Bir oluşum kurma fikrinin ortaya atılmasının ardından da bir buluşma düzenledik ve kurmaya karar verdik. Böylece Qshw Action başladı. Bahadır Duman: Kuruluş amacımız, daha fazla bir araya gelerek özlem gidermek. Birbirini tanımayan köylülerimizi bir araya getirerek daha

fazla kaynaşmasını sağlamak ve yeni nesillere nereden geldiklerini, nereye ait olduklarını anlatmak. - Ne tür aktiviteler yaptınız? S. Akgün: İlk aktivitemiz koçiyaluktu (ev buluşmaları). Ardından Melen Çayı’nda bir gece konaklamalı rafting, Çayyolu’nda paintball, Kavrun yaylası ve Mecovit (öküz yatağı), Haçivanak, Pokut, Sal yaylası doğa yürüyüşleri yaptık. 2014 İstanbul Avrasya Maratonu, 2015 Çamlıhemşin Pastacılar Festivali, 2015 Avrasya Maratonu’na katılmak ➦

Hemşin’in en hareketli ve en genç oluşumlarından biri Oshw Action. Kuruluş amaçları en az enerjileri kadar samimi, bir araya gelerek özlem gidermek. Onlarla zaman zaman rafting heyecanını birlikte yaşarken, zaman zaman da kol kola horon teperken karşılaşabilirsiniz. 58


Ereğli’de lezzetin adresi

foga pasta & cafe

Bağlık Mh. Suphi Konak Cad No.2 Kdz. Ereğli Tel: 0372 333 00 53 - 54 - 55


➥ ve Ankara’daki 2015-2016 yılbaşı organizasyonu diğer etkinliklerimizdi. B. Duran: Melen Çayı raftingi, grubumuzun ilk hareketli faaliyetiydi. Melen’in en hareketli dönemi olan Nisan ayında yapıldı. Etkinliğe birçok ilden misafirlerimiz ve köylülerimizden katılım oldu. Her ne kadar Fırtına Vadisi gibi zorlu olmasa da ilk katılıma göre, güzel ve kazasız bir etkinlik oldu. Geceyi Düzce Cumayeri’nde şarkılı, türkülü ve horonlu geçirdikten sonra sabah dönüş yoluna düşmüştük. 2014 Avrasya Maratonu’na ise bizim için en özel etkinlik diyebiliriz. Uluslararası bir etkinlikte hem köyümüzün adını duyuracaktık, hem de sosyal mesajlar verecektik. Avrasya Maratonu bizim için bir yarışa katılmaktan ziyade halk arasında insanlarla iç içe, tulumumuzdan çıkan ezgileri, içine sakladığımız sosyal mesajların bulunduğu manilerimizi aktardığımız bir yürüyüş oldu. Yeri geldi Bogaziçi Köprüsü’nde horon oynadık, yeri geldi türkü söyledik. Maraton etkinliğimizin bir başka önemli kolu da maratondan bir önceki gece değerli hemşerilerimizle aynı teknede buluşmak. Güzel bir boğaz turuyla beraber horonlar oynarız ve en güzel türküleri söyleriz.

Qshw Action geçen yıl Çamlıhemşin Pastacılar Festivali’ne de katıldı. - Daha çok gençlerden oluşan bir grupsunuz. Nasıl tepkiler alıyorsunuz? S. Akgün: Çok güzel tepkiler alıyoruz ve oluşumumuza katılım her geçen gün artıyor. Çeşitli illerde yaşayan köylülerimiz ve yöre insanlarımız oluşuma katkıda bulunup etkinliklerimize destek veriyor. - İleriye dönük planlarınız neler? B. Duran: Qshw Action kendi kabuğunu aştı ve birçok yerde adını

duyurmaya başladı. Kurduğumuz beyin takımıyla ileriye dönük güzel projelerle sürdürülebilirliğimizi arttırmak istiyoruz. Dernekleşerek daha güzel bir Küşüve için çalışmayı planlıyoruz. Bununla birlikte başka köylere de örnek olarak etkileşimde bulunmayı hedefliyoruz. Bunlar için öncelikle değerli köy büyüklerinin takdir ve desteklerini aldık. Bu sayede grubumuzu ve yapacağımız işleri daha da ileriye götürebiliriz. l


®

KOZİZOĞLU

GIDA İNŞAAT SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ.

Çavuşoğlu Mah. Yakacık Cad. No: 106 / 1 Kartal - İSTANBUL Tel: 0216 306 81 41 Faks: 0216 306 48 42 Gsm: 0532 541 14 44 kozizoglu@msn.com


Aysun Gültekin sesiyle 34 yıldır hayatlarımızda. Adını bilmeyen, yüzünü hatırlamayanlar bile, birçok Türk halk müziği parçasını onun güçlü sesinden dinlemiştir. Biz de kendisiyle müzik yolculuğunu ve Çamlıhemşin’le olan bağlantısını konuştuk.

Fotoğraflar: GARBİS ÖZATAY

Ben müzik icracısıyım ESRA AÇIKGÖZ

B

elki ismini ilk söylediğimde çıkaramayacaksınız ancak aslında hemen hepimizin hayatına sesiyle dokunmuş bir sanatçı o. Bir Türk Halk Müziği sanatçısı. Huma Kuşu, Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını, Değirmen Başında Vurdular Beni, Bir Ay Doğar İlk Akşamdan Geceden, Şafak Söktü, Baba Beni ve daha sayabileceğim onlarca parçayı güçlü, duru sesiyle taşıdı bizlere. Gönlüne, zihnine uyan konserlere katılmayı kabul ederek hâlâ da taşıyor. 34 yıldır hayatlarımızda olan Aysun Gültekin’le müziğini ve hayatı konuştuk. - Önce ilk ağızdan duyalım istiyorum hikâyenizi, sizi tanıyabilir miyiz? - Erzurum’un İspir ilçesine bağlı Çamlıkaya beldesinde dünyaya geldim. Şimdi mahalle oldu orası. Babam öğretmen. Dört kardeşiz.

62

Altı yaşıma kadar Çamlıkaya’da yaşadım, sonra Karayazı’ya gittik babamın tayini oradaki yatılı okula çıktığı için. Sonra tekrar İspir’e döndük. İlkokulu ve orta birinci sınıfı İspir’de bitirdim. Sonra tekrar Çamlıkaya’ya gittik. Orta iki ve üçüncü sınıfları da orada tamamladım. Bu zaman zarfında okul gecelerinde yer alıyordum. - Müzik hayatınıza o zamanlarda girmişti yani? - Olur mu, çok daha öncesinde vardı müzik hayatımın içinde. Aile içerisinde girmişti. Babam cümbüş çalıyordu, annemin ve ablalarımın sesi çok güzeldi. Daha küçüklükten itibaren kulak dolgunluğum oldu onlar sayesinde. Lisede, Ağrı Kız Meslek Lisesi’nde yatılı okumaya başladım. Halk eğitim merkezi ve bizim okulumuz birbirine çok yakındı. O zamanlar koroda yer almaya başladım. Bir gün, Erzurum Radyosu’nda

Ağrı ile ilgili bir program yapılıyordu, ben de bir Ağrı türküsü okudum. O gün Erzurum Radyosu’ndaki şube müdürü, “Kızımızın sesi çok güzel, imtihan açılacak, muhakkak girsin” dedi. Ben çok istekli değildim, aslında bu babamın arzusuydu. Babam imtihan günü gelince beni aldı, götürdü. Şahsen müraacat gerekiyormuş, bölge müdürü problem çıkardı. Oradan çıkarken şube müdürünü gördük, hemen kolumdan tuttuğu gibi heyetin karşısına çıkardı beni. Orada da çok önemli isimler vardı. Ben de o zaman hiçbir şey bilmiyorum, daha küçüğüm. Sınava, 81’de girdim. Göreve 82’de başladım. On yıl Erzurum Radyosu’nda görev yaptıktan sonra 92’de İstanbul Radyosu’na tayin oldum. 20 küsür yıl da, İstanbul’da görev yaptıktan sonra “Artık özgür olmak istiyorum” dedim. Emekli oldum. Ancak hala müzikle meşgulum. Programlarda yer alıyorum.


- Müziği bırakamadınız yani? - Aslında beni bırakmıyorlar. Bırakmak istiyorum, ben de bırakamıyorum, sevenler de yakamızı bırakmıyor. - Babanızın arzusuyla başladığınız bu müzik hayatı ne zaman sizin için de böyle bırakılması imkansız bir hale geldi? Ben bu işi yapacağım artık, dediğiniz anı hatırlıyor musunuz? - Radyoya girdiğim zaman karar verdim. Artık ben bundan ekmek yiyeceğim, dedim. Ya yapacağım ya da başka şansım yok. İyi ki de olmuş.

ANNEM ÇAT KÖYÜ DERECİ SÜLALESİNDEN

ANADOLU NİNNİLERİ - TRT stüdyolarında gerçekleştirdiğiniz bazı türkü kayıtları Bala Sarhoş adıyla TRT tarafından albüm olarak yayımlandı. Bir de, 2008’de Anadolu Ninnileri isimli albüm projesinde yer aldınız. Ancak bunlar dışında 30 yılı aşkın süredir müzikle uğraştığınız halde bir albüm yapmadınız, neden? - Ben biraz idealistim. Gönlüme göre bir iş olmayacağını düşündüğüm için albüm işlerine girmedim. İstanbul’a ilk geldiğimde hocalarım beni birkaç firmaya gönderdi. Arabesk albüm çıkarmak istediler. Ben o zaman gençtim ama yine de akıllıymışım,

Restaurant & Pasta Cafe

Eşref Bitlis Bulvarı No:124 Sultanbeyli / İSTANBUL Tel: 0216 378 83 53 - 487 53 53 - 487 02 32

Gültekin, annesi ve kızkardeşiyle.

düşünmedim. İyi ki de olmamış. Sonra da birkaç teklif geldi, ancak piyasa benim hep gözümü korkutuyor. Bana zarar verecek düşüncesiyle kaset çalışması yapmadım. Sadece, İskender Ulus’un bir külliyat albüm fikri vardı, en az 100, belki daha fazla türkünün yer alacağı bir şey düşünmüştü. Ancak o da benim şanssızlığım, parası bitti. Durumu kötüye gidince kaldı.

Annem Çamlıhemşin’in Çat köyünden. Dereci sülalesinden. Annem, hep övünürdü, benim ailem Derebeyi derdi. Eskiden beyler varmış ya hani, işte Dereci de, soylu anlamında... Rize’de bulundum ama Çamlıhemşin’e gitmedim. Annemin babası Erzurum’un Güzelyayla köyüne gelmiş, annem orada doğmuş, o yüzden o da bilmiyordu Çamlıhemşin’i. Ancak yaylalarımız birbirine çok yakındır. Oraların etkisi vardı bizim orada da. l

- İTÜ Konservatuvar Fakültesi’nde bir dönem ders de verdiniz. Neden bıraktınız? - Erol Parlak çok ısrar etti, emekli olunca arayıp, “Aysun kaçamazsın artık” dedi. Erzurumluyum ya, yöremle ilgili dersler vermek için çağırdı. Ama uzun süreli olmadı, dört ders gidebildim. Ben çok yorulmuştum zaten. Bir de öğretmenlik bana göre değil, başka bir şey. Ben icracıyım. ➦


KONSERLER DEVAM EDİYOR - En son Aralık sonunda Cemal Reşit Rey’de konseriniz vardı. Yakında sizi yeniden dinleyebileceğimiz bir konser var mı? - Almanya’ya gittim, geldim. Menajerle çalışmadığım için kesin bir şey diyemiyorum, bir de seçiyorum, her yerde yer almak istemiyorum. Kendime yakışan ortamlarda bulunmaktan yanayım. 13 ya da 27 Şubat’ta Ankara’da olacak, tarih kesinleşmedi ama henüz. İstanbul’da da kültür merkezlerinde oluyor. 20’sinde bir ihtimal olacak ama biraz tereddütlüyüm. l

➥ - Dizilerde de türküler seslendirdiniz. En son Kurtlar Vadisi Pusu’da duyduk sizi. Nasıl oldu bu süreç? - Aslında ilk kez TRT’de Hülya Koçyiğit’in yer aldığı bir dizide türkü okudum. Sadettin Kaynak’ın eserlerini seslendirmiştim. Vatan Yarası diye bir filmde rolüm oldu. Birkaç eser okudum. O da bir müzikaldi. Sonra Yabancı Damat’ta okudum. Kurtlar Vadisi filminde de söyledim. Birlikte çalıştığımız enstrüman çalan arkadaşlar, bazen dışarıda yapılan kaset çalışmalarında da yer alıyordu. O arkadaşlardan biri Gökhan Kırdar’a beni söylemiş. Beni aradı Gökhan bey, “Okur musunuz?” dedi. O zaman yasaklarımız vardı. “Önce izin almamız gerekiyor”, diye yanıt verdim. O da “Siz okuyun, izin alırsak kullanırız, yoksa kalır” dedi. İki türkü okudum, bir kırık hava, bir uzun havaydı. İzin aldılar, yayınlandı. Aslında Gökhan Kırdar bir film yapacaktı. Ben de anne rolünde olacaktım. Ancak kaldı. l

yasa mühendislik

Yasemin YANMIŞ Y. İçmimar

Salim YANMIŞ İnşaat Mühendisi

Merdivenköy Mah. Yekta Sk. Paksa Metroport C Blok D.4 Göztepe, Kadıköy / İstanbul Tel: 0216 350 53 00 Faks: 0216 350 53 00 GSM: 0532 666 69 69 salim@yasamuhendislik.com / tatimbara@yahoo.com.tr


www.kackaryapi.com.tr

Firmamız hakkına detaylı bilgi için; www.kackaryapi.com.tr


Müzik yüklü bir hayat: SADETTİN KAYNAK Mezar taşına yazılmasını vasiyet ettiği kendi anlatımıyla “Sultanselim Cami Şerifi Başimamı ve Sultanahmet Cami Şerifi İkinci İmamı ve Hatibi Meşhur Bestekâr”. Bizim onu tanıyacağımız anlatımıyla ise, Çile Bülbülüm Çile, Ben Güzele Güzel Demem, Gönlüm Seher Yeli Gibi, Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece gibi zihinlere kazınmış parçaların bestecisi. İhtimal ki kökleri Hemşin’e dayanan ve tüm Türkiye’ye sesini duyurmuş Sadettin Kaynak’ın hayatında bir geziye ne dersiniz? MÜZEYYEN SARAN

G

önül Nedir Bilene Gönül Veresim Gelir, Leyla Bir Özge Candır, Çile Bülbülüm Çile, Ben Güzele Güzel Demem, Gönlüm Seher Yeli Gibi, Benim Yârim Gelişinden Bellidir, Tel Tel Taradım Zülfünü, Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece, İncecikten Bir Kar Yağar, Yanık Ömer… Hepsini yazsak sayfalara sığmaz.

Dile kolay, Nihavend makamından Uşşak’a, Hicaz’a, Mahur’a, 42 ayrı makamda yazılmış 330 eser bıraktı ardında. İlahiden marşa, film müziğinden türküye kadar birçok alanda eserler verdi. Atatürk’ün huzurunda Kuran okudu. Kökü Rize’ye, ihtimal ki Çat Köyü’ne dayanan Sadettin Kaynak’ı gelin ölümünün 55. yılında birlikte yad edelim. Ama bunun için önce hikâyenin başına, 1895’e, geri dönelim:

Fatih Camii müderrislerinden ya da günümüz anlatımıyla ders veren kişilerinden Ali Alâaddin Efendi ve Havva Hanım’ın oğlu olarak açıyor gözlerini dünyaya. Yıl, 1895. Yer, İstanbul’un Taşkasap semti. Ancak ailesinin kökeni Rize’ye dayanıyor. Büyük ihtimalle de Hemşin, Çat’a. Sesinin güzelliği nedeniyle daha 10 yaşındayken hafız olan Sadettin Kaynak, yine o yaşlarda baba kaybetmenin acısıyla tanışıyor. KENDİ BAŞINA NOTA ÖĞRENİP, BESTE YAPIYOR Müzik hayatına şekil veren isimler birçok farklı daldan, Hafız Melek Efendi, Kasımpaşa Küçükpiyale Cami İmamı Hafız Cemal Efendi, Neyzen Emin Dede ve Muallim Kâzım Uz… O yıllarını, “Hoş Sadâ (Son Asır Türk Musikişinasları)” yazarı İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın kitabında yayınlanması için yolladığı mektubunda, “Hafız Melek Efendi beni tatmin etmiyordu. Kasımpaşa’da Küçükpiyale Camii imamı olan Hafız Cemal Efendi’ye devama başladım. Bu zattan da çeşitli duraklar, ilahiler ve dört beş fasıl meşk ettim. İlk geçtiği eser Tab’i Mustafa Efendi’nin Beyati Semaisi ‘Çıkmaz deruni dilden efendim mehabbetin’dir. Bu zat da beni tatmin etmemeye başladı. Zekai Dede’nin çıraklarından Darüşşafakalı Kazım Bey’e intisap ettim ve bu zatla çok nadide eserler meşk ettim. İlk meşk ettiğim eser sâbâ kâr-ı natığıdır” diyerek anlatıyor Kaynak. Aldığı yoğun dini eğitim sonunda hafız oluyor ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitiriyor. Sultanselim Camii başimamlığına atanınca hocalardan ders almak için vakit bulması zorlaştığı için, kendi kendine nota öğrenmeye başlıyor. Önce bildiği eserler üzerinden deniyor bunu, sonra bilmediklerinin de notası

66


çözmeye başlıyor. Kendi bestelediği eserlerin notasını yazmaya kadar vardırıyor işi. Osmanlı’nın savaşlarla çalkalanmaya başladığı yıllarda bile sanatından uzak durmuyor. Balkan Savaşı’nın çıktığı yıllarda “İlâhiyat Zabiti” olarak askerlik görevini yapmak üzere Diyarbakır’a gönderiliyor. Bu sırada Elazığ, Harput, Malatya, Mardin gibi illeri dolaşırken müzik de hep hayatında oluyor. Yıllar sonra o zamanları, “Buralarda halk musikisini esas kaynaklarından tetkik ettim” diyerek anlatması boşa değil. Çeşitli nedenlerle gittiği Milano, Viyana ve Paris seyahatleri ise onu Batı musikisiyle tanıştırıyor. Dinî ve dini olmayan müziği birlikte götürüyor Kaynak. ARKASINDA 330 ESER BIRAKIYOR İlk bestesini 1926’da yapıyor: “Hicran-ı Elem”. Onu onlarcası takip ediyor. Öyle ki, sadece 1940-1950 yılları arasında seksenin üzerinde film müziğinin bestesinde onun imzası var. Nihavend makamından Uşşak’a, Hicaz’a, Mahur’a, 42 ayrı makamda yazılmış 330 eser bırakıyor ardında. Gönül Nedir Bilene Gönül Veresim Gelir, Leyla Bir Özge Candır, Niçin Baktın Bana Öyle, Yadeller Aldı Beni, Çile Bülbülüm Çile, Ben Güzele Güzel Demem, Gönlüm Seher Yeli Gibi, Benim Yârim Gelişinden Bellidir, Tel Tel Taradım Zülfünü, Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece, Dertliyim Ruhuma Hicranını, İncecikten Bir Kar Yağar, Ela Gözlerine Kurban Olduğum, Yanık Ömer, Bahar Bitti Güz Bitti… Ama durun bu kadar ilerlemeden biz yine ilk bestesine dönelim, çünkü onun da ilginç bir hikâyesi var. ➦

Müziğinde Çat’ın dağ ve ırmaklarının ilhamı mı var?

D

Ladik’e göçmüş. Yine söylentiye göre umanlı Dağlar, Kara Bulutlar, Sadettin Kaynak’ın ‘Çoban Asiye’ Keder Bastı Dereleri, Coştu diye bir opereti varmış. Bunu Arev’in Yine Fırtına, Gölgeli Dere, Sevdalı Asiye için yapmış. Ben 1970’li yıllarda Dağlar… “Çat Köyü / Kuzey Doğu Ladik’e gittiğimde Arev’in Asiye bana Anadolu’daki Dağ Köyleri (Kırsal sorardı: ‘Ola oğul o Sadettin ne oldi, Hayattan Bir Kesit)” kitabının yazarı ecebe sağ midu?’ Ben de ‘Asiye avukat Nihat Sel’e göre Kaynak’ın hala sen Sadettin Kaynak’tan mı bu parçalarında Çat köyünün bahsediyorsun?’ diye sorardım. O da çevresindeki dağ ve ırmakların bana ‘Ben Kaynağını falan bilmem, etkisinin olması yüksek ihtimal. yalnız Çelen’in uşakları ile gelirdi. Bile Yöreyi araştırarak kaleme aldığı çobanlık ederduk, çok iyi arkadaş kitapta Kaynak’la ilgili şu anıya da yer iduk. Ben ötesini bilemem, sonra veriyor Sel: da büyük adam olmuş, onu “Ünlü bestekar Sadettin da bilmem’ derdi. Sadettin Kaynak’ın babası İstanbul’da Kaynak Rize’lidir. Rize’ye Fatih Camisi’nde imammış. Çatlı gelince babasının arkadaşı Çele’nin Hafız’la arkadaşmış. Çelen’in Hafız’ın evine Çele’nin Hafız da aynı yerde de gelirmiş. Bunu imammış. Sadettin Asiye’den başka Kaynak yazın Çat’a tanıyan da yoktur. gelirmiş. Babasının Doğruluk derecesini arkadaşı Çele de tam olarak Hafız’ın evinde bilemiyorum. Ancak misafir kalırmış. Çatlı Asiye Sadettin Kaynak’ın Yine söylentiye göre birçok bestesinin Çat çocuklarla köy Köyü çevresindeki dağ civarında çobanlık ve ırmaklardan ilham ederlermiş. Bu alarak yazıldığını tahmin arada yine etmekteyiz. Örneğin; Çatlı Arev’in Dumanlı Dağlar, Kara Asiye halayla Bulutlar, Keder Bastı samimi Dereleri, Coştu Yine Fırtına, arkadaşmış. Gölgeli Dere, Sevdalı Sadettin Kaynak Dağlar gibi besteleri köye gelmeyince repertuvara geçmiştir.” l Asiye hala da

“Allah’tan diliyorum ki, bu sene öleyim” K aynak’ın ölümünden 12 gün sonra yayınlanan 16 Şubat 1961 tarihli Hayat Mecmuası’nda Orhan Tahsin, Sadettin Kaynak’ın 16 Aralık 1958’de hazırladığı vasiyetini açıklıyor. Vasiyetin son bölümünde şunları yazıyor Kaynak: “Peygamber 63 sene yaşadı. Ben de 63 yaşındayım. Allah’tan diliyorum ki bu sene öleyim. Tam altı yıl oldu, felç geleli. Bu senenin sonunda altı sene dolacak”. O sene değil, ama vasiyeti hazırladıktan üç sene sonra bu dileği gerçek oluyor. Vasiyet bundan ibaret değil, mezar

taşında yazacaklardan gömülmek istediği mezarlığa kadar her şeyi bir bir anlatıyor Kaynak, kimseye yük olmaz istemezcesine: “Bu evde benim bir pardösüm, iki kat elbisem, bir bavulum, bir radyom, bir buzdolabım var. Bunları Gülfiye’ye (birlikte yaşamaya başladığı bakıcısı) bırakıyorum. Benim evimde birikmiş param yoktur. Emri hak vaki olduğu zaman Sıraselviler’deki apartmanımın 1, 3, 9 numaralı dairelerinden kiralar alınıp cenazemin teçhiz ve tekfinine (kefenleme işlemi) sarf edilsin. Cenaze namazım

Nuruosmaniye Cami Şerifi’nde kılınsın. Merkezefendi’de kabrim hazırdır. Kabir taşımı Gülfiye yaptırır. Yazılacak şey şudur: Sultanselim Cami Şerifi Başimamı ve Sultanahmet Cami Şerifi İkinci İmamı ve Hatibi Meşhur Bestekâr Hacı Hafız Sadettin Kaynak’ın ruhuna fatiha.” Vasiyetinde sözü geçen Sıraselviler’deki apartman içinde bir hikâyeyi daha saklıyor. O da ne mi? Kaynak’ın bu apartmanı varlık vergisiyle zor duruma düşen bir Rum’dan satın aldığı ve ölünceye kadar evde oturan eski sahibinden hiç kira almadığı söyleniyor. l

67


➥ Bakın, İbnülemin’e yolladığı mektupta bunu nasıl anlatıyor: “1926’da Berlin’e gittim. Yolda avukat Ali Şevket namında bir zata rastladım. Bana kendisine ait olan ‘Hicranı elem sinei pürhunumu dağlar’ mısraiyle başlayan güfteyi verdi. Bunu aynı yolculuk sırasında Hüzzam makamında besteledim. Pathe, Columbia, Odeon firmalarına plak doldurdum.” Yine bu yılda, 1926’da, başka bir heyecanı daha yaşıyor Kaynak, Sultan Selim Camii’nin eski imamının kızı Zehra ile evleniyor. Bir yıl sonra aileye yeni biri katılıyor: İlk çocukları Emine Cavidan. İki yıl sonra Ali Yavuz, 1931’de Ömer Feyyaz ve 1938’de Mustafa Günaydın’ın katılımıyla daha da genişliyor aile. Tabii müzik çalışmaları ne olursa olsun hiç aksamıyor. Türkiye’de de plaklar dolduruyor. 1930’da Paris’te konser veriyor.

İstanbul’a döndüğünde bu sefer film musikisi bestelemeye heves ediyor. Başarıyor da. Mısır’dan getirilen 85 filme musiki müziğiyle ruh katıyor. SADETTİN KAYNAK, ATATÜRK’ÜN HUZURUNDA KUR’AN OKUYOR “Her filmde 10 ila 20 eser mevcuttu” diyor o günleri anlatırken, “Beş sene müddetle İpekçi Kardeşler film şirketine bağlı kaldım. Bu esnada yerli filmler için eserler de besteledim. Yerli filmlerden Allahın Cenneti’nde, Arap filmlerinden Leyla İle Mecnun’da film sahasında ilk bestelerimi verdim. Bu esnada rahmetli Atatürk beni çağırttı. Bir Kur’anı Kerim verdi. İmzasını koydu. Kur’anı Kerim’de savaşa dair ayetlerin tercümelerini tesbit ederek, ordu kumandanlarına bir nutuk vermemi emretti. Hazırlandım. Atatürk’ün karşısında, ordu kumandanlarının hazır bulunduğu bir mecliste bu emri yerine getirdim. Atatürk ‘Yahu, Kur’an’da neler varmış da bizim haberimiz yok’ dedi. Birçok vesileleyle Atatürk’ün huzuruna kabul olundum.”

1953’te Sultanahmet Camii’ye ikinci imam olarak tayin ediliyor. Ondan iki yıl sonra, Feridun Fazıl Tülbentçi’nin yaptığı Yavuz Sultan Selim Ağlıyor filminin bestesi esnasında beyin kanaması geçirip felç olana kadar bu yoğun çalışması devam ediyor. Bundan sonrası uzun ve yorucu bir süreç oluyor Kaynak için. Son yıllarını Kadıköy Koşuyolu’nda bulunan iki katlı evinde geçiriyor. Ancak hiçbir zaman müzikten uzak durmuyor. Nota defterini her musiki severin yararlanması için herkese açıyor. Mûsıkîşinas dost ve arkadaşlarının ziyaretinden mutluluk duysa da, en yakın arkadaşlarının aramamasından yakındığı da oluyor. Hastalığı ağırlaşınca Haydarpaşa Numûne Hastahanesi’ne kaldırılıyor. 1895’te İstanbul’un Taşkasap semtinde başlayan hayat yolculuğu, 3 Şubat 1961’de Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde son buluyor. Ertesi gün, ilahiler eşliğinde, vasiyeti yerine getirilerek Topkapı Merkezefendi Mezarlığı’nda toprağa veriliyor. Bedeni toprağa karışıyor, ancak yürekleri etkileyen besteleriyle adından hâlâ söz ettirmeye devam ediyor. Ölümünün üzerinden 55 yıl geçmişken, besteleri dilden dile dolanıyor. l

Sağlıklı ve lezzetli piliç eti ve hindi eti ürünlerinin toptan satışıyla hizmetinizdeyiz... İkitelli O.S.B Dersan Koop. San. Sit. s-6 C-blok No:112-115 Başakşehir / İstanbul T: 0212 671 62 80 / 81 F: 0212 671 62 83 M: 0535 873 69 92 www.kobalgida.com

İstanbul Bayisi



Hemşin’de spor doğayla buluşuyor Hemşin’in doğası sadece insanı kendine hayran bırakan güzelliğiyle değil, aynı zamanda insan bedenini zorlayan, geliştiren spor etkinliklerine imkân vermesiyle de övgüyü hak ediyor. Rafting, zirve tırmanışı, helikopterli kayak, dağ bisikleti… Şimdiye kadar altyapı eksikliği yüzünden yeterli ilgiyi göremeyen Hemşin’in bu talihi yakın zamanda değişecek. Hazır imkânımız varken, gelin bu dağlarda, derelerde önce biz bir spor macerasına atılalım. ESRA AÇIKGÖZ

Fotoğraf: D. ALİ AKPINAR


Rafting meraklıları için Fırtına Deresi tam bir cennet.

Y

eşilin tüm tonlarından sonbaharın rengârenkliğine, kışın insanı kendine getiren soğuğundan derelerin yaşam sevinci vererek çağıldayan sesinden fazlası var Hemşin’de. Daha ne olabilir ki, demeden önce dinleyin. Bu cennet parçası, tabiat harikası yer, aynı zamanda doğa sporları için de tam bir merkez. Dağcılık, rafting, kayak, dağ kayağı, yamaç paraşütü, dağ bisikleti, jeep safari, kanyoning, oryantiring… Ancak henüz altyapı bakımından hazır olmadığından çok

ünü duyulmadı. Bu durum çok yakında değişecek; çok kalabalıklaşmadan gelin önce biz, bu güzel doğada spor yapmanın tadını çıkaralım! Hazırsanız işe önce dağlara tırmanarak başlayalım: BULUTLARIN ARASINDAKİ DAĞLARA TIRMANIN Dağcılık anlamında iyi bir konuma sahip olan Çamlıhemşin Türkiye’nin dördüncü büyük zirvesini sınırları içerisinde barındırıyor. Çamlıhemşin

Doğa Sporları İhtisas Kulübü, 2008 yılından beri Kardan Adam Şenlikleri’nin organizatörlüğünü yaparak, bu zirveyi insanlara tanıtıyor. Çamlıhemşin’in gerek yaylaları ve gerekse dağları bakımından turizm potansiyeli oldukça geniş. Büyük bölümü Çamlıhemşin sınırları içinde olan Kaçkar Dağı Milli Parkı'nı düşünseniz bile bu potansiyeli anlamanıza yeter. Özellikle yaz ve kış gezgincilerinin amatör ya da profesyonel bir şekilde zirve tırmanışlarını gerçekleştirdikleri bir hedef. Sadece zirve tırmanışı mı? Dağ bisikletçiliği, kuş gözlemciliği, doğa fotoğrafçılığı, doğa yürüşü ve daha pek çok aktiviteye ev sahipliği yapıyor. KAR ÜZERİNDE BİR YOLCULUK Kayak da bunlardan biri. Özellikle son birkaç yıldır, helikopterli kayak denilen heliski ve dağ kayağı yapanların sayısı daha da artıyor. Dünyanın en heyecanlı doğa sporlarından biri olan heliski, yakın zamana kadar sadece İsviçre Alplerinde, Himalayalarda ve Kanada ➦

GÖKYÜZÜNDEN DAĞLARA SÜZÜLÜN Çamlıhemşin’i tepeden görmeye ne dersiniz? Öyleyse yamaç paraşütü için kemerleri bağlayın. Pokut Yaylası tam da yamaç paraşütü yapılabilecek doğal yapıya sahip mekânlardan biri. Yamaç paraşütü için uygun başka bir parkur da Çamlıhemşin-PokutHazindak hattı. Kendinizi rüzgâra bırakmış, gökyüzünde süzülürken altınızda serili orman denizi akıp gidecek. l

71


Ankara merkezli Güneydoğu Havacılık, her ocak ve martta, dünyanın birçok ülkesinden gelen amatör veya profesyonel kayakçıları Kaçkar Dağları’nın güzelliği ile buluşturuyor. Kayakçılar, rehber eşliğinde Rize, Trabzon, Artvin bölgesinde heliski / helikayak sporu yaparak heyecanın doruklarına ulaşıyor.

➥ dağlarında yapılıyordu. 2004’ten beri Avrupalı kayak tutkunları için Kaçkar Dağları’na turlar düzenlenmeye başlandı. Ayder Yaylası’nda konaklayan kayakçılar ve snowboardcular helikopterle Kaçkar Dağları’nın sarp tepelerine ulaşıyor ve dağların eteklerine doğru serbest stilde iniş yapıyor. Yalnızca profesyonel kayakçılar tarafından yapılan bu spor, özel malzemeler ve tecrübe gerektiriyor. Her yıl Ocak-Nisan aylarında yapılan heliski, Kaçkarların eteklerinde, Ayder, İkizdere, Ovit ve diğer yüksek rakımlı bölgelerde kayak tutkunlarını buluşturuyor. Kaçkar Dağı Milli Parkı’nın Türkiye’nin en fazla kar

yağışı olan yörelerinden biri olduğu, 1200 metreden yüksekte kalan kesimlerin normal kış koşullarında 2-4 metre kar yağışı aldığını düşününce, bu sayının yakın zamanda daha da artacağı kesin. Şimdiye kadar yeterli altyapı çalışması gerçekleştirilmemiş olsa da, buralar, uluslararası önem taşıyan olimpik özelliklerde kayak alanlarına sahip. Ve misafirlerin çoğalması için, uzun vadede Çamlıhemşin Kavrun ve Fırtına Vadileri için bir “pilot turizm projesi” düşünülüyor. Bunun için Aşağı ve Yukarı Kavrun yaylaları ile Elevit yaylasının, uluslararası özelliklere sahip kayak merkezleri olarak ele alınması planlanıyor. Ancak

DOĞANIN İÇİNDE AKIP GİDİN: JEEP SAFARİ Eğer, bisiklet gibi yoğun efor harcayacağınız bir spor bana göre değil diyorsanız, sizin için farklı bir seçenek daha var: Jeep Safari. Özellikle son yıllarda ilginin arttığı bu turizm türü, Karadeniz’in insanı kendine çeken ve hayran bırakan ancak hırçın doğası için de birebir. Kendinizi, Çamlıhemşin yaylalarının eşsiz manzarası eşliğinde, yılan gibi kıvrılan yollara vurup, derelerin kenarından süzülürken bir düşleyin. Şelalelerin serinleten sesiyle

72

ormanlardaki göğe uzanmış ağaçların arasında macera dolu bir keşif sizi bekliyor. Çat’tan Hemşin Üçparaköy vadisine, Çayeli’ne, Rize’ye, Ambarlı’ya, Verçenik yaylasına; Kale vadisiden Kale-i Bala’ya, Köylüksırtı’na, Başyayla’ya; Elevit Vadisi’nden Haçivanak’a, Trovit’e, Palovit’e, Hapivanak’a, Amlakit’e; Hemşin’den Zuğa’ya, Kito’ya; Çinçiva’dan Sal’a, Pokut’a, Hazindak’a; Çamlıhemşin Ayder’den Kaçkar’a, Kavrun’a, Avusor’a geniş bir safari rotası sizi bekliyor. l

bunun getirdiği tehlikeler de yok değil. Heliskinin, bölgedeki yaban hayat ve canlılar üzerinde olumsuz etkileri de var. Doğa severler, geyikler başta olmak üzere yaban hayvanlarının doğum ve gebelik dönemine denk gelmesi ve düşüklere neden olması nedeniyle heliskiyi desteklemiyor. RÜZGÂRI YÜZÜNÜZDE HİSSEDİN Kaçkar Dağları ve Çamlıhemşin’deki hemen tüm yayla yolları dağ bisikleti sporu için de uygun imkânlar sunuyor. Her yıl dünyanın farklı yerlerinden onlarca insan, yaylaların güzelliklerini ➦


Zafer Savaş KESER 0532 511 44 44 İçerenköy Üsküdar Yolu Mezarlık Sk. No: 24 A İçerenköy - Ataşehir / İSTANBUL Tel: 0216 577 77 53 Faks: 0216 577 77 54 zafer@kaleyapiinsaat.com

Aksaray Ticaret Lisesi Yapım İşi

Maltepe Fındıklı Mah İ.Ö.O ve spor salonu yapım işi

Taahhüt, Betonarme inşaat ve Proje Bazı Referanslarımız KADIKÖY BELEDİYESİ

AKSARAY İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ

İSTANBUL İL ÖZEL İDARESİ

İstanbul ili Kadıköy İlçesi 2015 yılı belediye

Aksaray ili merkez ticaret lisesi 16 derslik yapım işi

Kartal emniyet müdürlüğü yapım işi

hizmet binaları ve okulların büyük onarım işi

Aksaray ili eskil ilçesi çok programlı lise yapım işi

Maltepe ilçesi Fındıklı mahallesi 48 derslik i.ö.okulu yapım işi

Sultan vahaettin av köşkü resterasyonu işi

Ümraniye ilçesi Mehmet Akif orta okulu 40 derslik yapım işi

Kalkedon fenerbahçe tesisleri onarım işi

AKSARAY İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ

Tarihi başkanlık köşkü resterasyon işi

Diş hastahanesi yapım işi

Altunizade polis lojmanları İstinad duvarı yapım işi Rize Pazar Hamidiye polis lojmanları mantolama veonarım işi

Kadıköy halk eğitim merkezi onarım yapım işi Kadıköy belediye başkanlık binası onarım yapım işi

İSTANBUL İBB TESİSLER BAKIM ONARIM MÜDÜRLÜĞÜ

Maltepe 3 edet İ.Ö.O. mantolama yapım işi ve genel onarım işi

Kadıköy Faik Reşit Unat i.ö.okulu onarım yapım işi

İstanbul tesisler, hizmet binaları ve okullar onarım yapım işi

Üskudar Cumhuriyet Lisesi genel onarım çatı yapım işi

Kadıköy Mustafa Aykın i.ö.okulu onarım yapım işi

Kartal ek ibb ek binası tarafik müdürlüğü onarım yapım işi

Beykoz Güzelce Hisar İ.Ö.O. pvs kaplama işi

Kadıköy Erenköy ilk okulu onarım yapım işi

Bülent Ecevit kültür merkezi onarım yapım işi

Kadıköy Mustafa karamancı i.ö.okulu onarım yapım işi

Kurtköy itfaiye binası onarım yapım işi

Kadıköy moda i.ö.okulu onarım yapım işi

Sinan Erdem spor salonı bakım onarım yapım işi

Bostancı orta okulu onarım yapım işi

Haliç tersaneleri 20.000 m2 yeniden çatı yapim işi


Buralara yolunuzu, Hemşin Belediyesi tarafından organize edilen ve Hemşin Deresi üzerinde oluşturulan yapay gölde düzenlenen “Maha Yüzme Yarışması” zamanında düşürürseniz, farklı etkinliklere de katılma şansınız olur.

➥ iki tekerleğin keyfiyle birleştirmek için bu dağların yolunu tutuyor. Özellikle Haziran-Eylül ayları arasını kapsayan geniş sezonda, her mevsimin kendine özgü farklı güzelliklerinin keşfedileceği bir gezi gerçekleştirmek mümkün.

Fotoğraflar: D. ALİ AKPINAR

ÇAĞLAYAN NEHİRLERLE BOĞUŞMAYA HAZIR MISINIZ? Rafting, “raft” adı verilen botlarla, akış hızı yüksek nehirler üzerinde yapılan bir spor. Böyle bir çırpıda söylendiğine bakmayın, altınızda bir dere çağlarken içinde bulunduğunuz botu devrilmeden; kürekle yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçirmek pek de öyle kolay bir iş değil. Ancak zor olduğu kadar keyifli olduğu da kesin. Bir beceri ya da fiziksel kondisyon gerektirmeden sağlıklı herkes tarafından yapılabiliyor. Tabii önce 45 dakikalık güvenlik önlemleri eğitiminden geçmeniz gerekiyor. Raftingin zorluk derecelerini nehrin akış hızı, kayaların çokluğu gibi etkenlerin belirlediğini düşünürseniz, bu işin gerçekten hakkını vermek için Karadeniz'in tam bir cennet olduğu daha iyi anlaşılır. Akarsu sporları meraklılarını buluşturan en ideal yer Fırtına Deresi. Taşlıdere ve İkizdere (İyidere) de diğer alternatifler olarak öne çıkıyor. Kaçkar Dağları’nın Karadeniz’e bakan yamaçlarından çağlayan

74

derelerin birleşmesiyle oluşan Fırtına Deresi, size sadece adrenalin patlaması yaşatmayacak, aynı zamanda içinden geçtiğiniz çay ve meyve bahçeleri kokusuyla, altından geçtiğiniz tarihi taş köprünün yüzyıllara meydan okumuş dokusuyla da başınızı döndürecek. Bu yolculuğa Çamlıhemşin’in yaklaşık 1 kilometre güneyinden başlamanızda fayda var. Yaklaşık 23 kilometre sürecek bir parkur sizi bekliyor. Eğer yolunuzu, Hemşin Belediyesi tarafından 2014’ten beri organize edilen ve Hemşin Deresi üzerinde oluşturulan yapay gölde düzenlenen "Maha Yüzme Yarışması” zamanında buralara düşürürseniz, farklı

etkinliklere de katılma şansınız olur. Bu yarışmaya daha iyi isim bulunamazdı, zira Maha Kızılderililerin dilinde “Akıntıya Karşı Yüzen Adam” anlamına geliyor! Yarışma boyunca kano gösterilerini izlerken belki birinin içinde olmaya da karar verirsiniz. Hemşin’de su sporları yarışmalarının heyecanına tanık olmak için tek şansınız Maha değil, birkaç yıldır düzenlenen Organik Hemşin Çayı ve Su Sporları Şenliği de var. Para ödüllü bir yüzme yarışının da yapıldığı şenlikte, kano, rafting, yelken, en hızlı organik çay içme yarışı, tulum çalma yarışması gibi birçok renkli yarışma yer alıyor. l


G CAMP ORGANIZATIONS TRAINING CAMP ORGANIZATIONS TRAINING CAMP ORGANIZATIONS

RECEP ŞAMİL YAŞACAN General Director

REFERANSLARIMIZ Her sene çeşitli ülkelerden yaklaşık olarak 100 profesyonel futbol takımını misafir ediyor ve 500’e yakın hazırlık maçı organize ediyoruz.

www.endasports.com

••••••••


Hemşin’in gizli dernekçisi HIZIR CANBAZ

Fotoğraf: GARBİS ÖZATAY

H

üsamettin Kutlu 1959’da kurulan İstanbul Hemşin Derneği’nin kurucu üyeleri arasında. Dernek ilk adımlarını atarken, hep orada bulunmuş. Ancak onun ismine resmi kayıtlarda rastlamak zor. Bunun sebebini ve tıp alanında şekillenen hayatından kesitleri kendisiyle konuştuk. - Siz derneği kuranlar arasındasınız ancak kurucular listesinde isminiz geçmiyor. Neden? - O zaman Askeri Tıbbiye’de okuyordum. Bu yüzden derneklere üye olmam yasaktı. Kurucular arasında Gültekin Turan, Nazmi Balcı, Dursun Orhon vardı. 11 kişiydik. Ben de içlerindeydim. Gün yapardık, hepsinde çalıştım. Erzincanlı esnaftan yardım toplardım. - Herkes genç yaşlardaydı sanırım. Nasıl bir ortam vardı? - Hepsi fakültede öğrenciydi. Tıbbiye’de bir ben vardım. Hatta ben eşimle tanıştığımda onların sınıf arkadaşı oldum diyebilirim, devamlı onların derslerindeydim. Yıldırım Akbulut Erzincan’dan sınıf arkadaşım. Eşi de hukukçu, benim eşim de. Birgün bizi davet ettiler. Yıldırım beni dışişleri bakanına “sınıf arkadaşım” diye tanıştırdı.

ERZİNCAN GÜNLERİ - Okul bitince Erzincan’a mı döndünüz? - Evet, dernekten koptum biraz, ama orasıyla ilgili bir şey olduğunda yine beni bulurlardı. Erzincan’dayken hep faaldim zaten. 16 yaşımdayken, Atatürk’ün Etnoğrafya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakli sırasında, Erzincan toprağını ben götürdüm. Hatta dediler ki, “Ya, nasıl olur da bir Karadenizli, bizim şehrin toprağını götürür.” - Nasıl seçildiniz? - Liseden birisini seçeceklerdi. Çalışkan ve aktiftim. Hocalar beni severdi. Bir de izci oymak başıydım. Seçtiler işte... Toprağı verdiler, Erzincan’ın içinden toplamışlar. Ankara’da bize zaten program hazırlamışlardı. Her ilden bir kişi geliyordu. 63 il vardı o zaman, 62’sinden gelmişti insanlar, birinden gelen olmadı, ama hangisi hatırlamıyorum. Etnoğrafya Müzesi’nde naaşını gösterdiler. Açtılar naaşı. - Adnan Menderes de sizinle birlikte mi girdi odaya? - Onlar ayrıca girdi. Menderes’le ilgili efsaneler vardır, “Yüzüne bakamadı, odadan kaçtı” diye. Vallahi ben de pek bakamadım. Ertesi gün, grupla beraber cenazeyi Anıtkabir’e taşıdık. Ulus’tan kabre kadar inanılmaz bir kalabalık vardı. Mozolenin yanına götürdüler. Oradan merdivenlerden aşağıya indik, mezarın üzerine toprağı döktük. Böyle bir anıydı. - Neden tıp okudunuz?

76

İstanbul Hemşin Derneği kurucuları arasında ayrı bir yere sahip Hüsamettin Kutlu. Erzincan-İstanbul hattında şekillenen tıp kariyerinin yanında her engele karşın dernekle ilişkisini koparmamayı başarmış. Gerisini kendisinden dinleyelim. - İki isteğim vardı. Biri elektrik mühendisliği, diğeri tıp. Elektrik için İstanbul Teknik Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde sınav vardı. Diğerlerine sınavsız giriliyordu. İkisinin sınavına da girdim, ama kazanamadım. Tıbbiyeye girdim. Beyazıt’ta bir ev tuttuk, Erzincanlı bir arkadaşla. O zaman da tıp kazananları yalvararak askeriyeye almaya çalışıyorlardı. Ben de iyi dereceyle girmişim. Kabul ettim. Ancak sonradan işin askeri tarafını yapamayacağımı fark ettim. Bir albay vardı, ona gidip söyledim. Bir ders bırakmıştım, mezun olmamak için. Adam zorla derse gönderiyordu. Çünkü me-

zun olduktan sonra vazgeçme şansım yok. Hanımla nikâh yaptık, bu yüzden ayrıldım. Öbür sebeplerin hiçbirini önemsemediler. Ancak talebeyken nikâh yapamıyormuşsun. - Dernekteki diğer kurucularla nasıl temasa geçtiniz? - Daha önceden tanışıyorduk zaten. Çoğu İstanbul’daydı. Arada bir görüşüyorduk. “Neden dernek yok?” diye konuşmalar oluyordu. Çalışmalar başladı, dernek kuruldu. Orhan Bayramoğlu, Gültekin Turan ve Nazmi Balcı ön plandaydı. Zaten hukukçu oldukları için kolayca organize ettiler.


- İstanbul’a döndükten sonra dernekle ilgili neler yaptınız? - Dernek yönetim kurulu değişti, beni de denetleme kuruluna seçtiler. Dernek faaliyetleriyle ilgili elimden geldiğince yardımcı oldum. 1979’da PTT Hastanesi Başhekimliği’ne getirildim. Rahmetli Orhan Bayramoğlu gecelerden önce bana 200 bilet getirir, “Bunları satacaksın, parasını getireceksin” derdi. Ben başhekim olunca, müteahhitlerle filan iletişimim oldu. 50 birine, 50 diğerine, derken biletleri bitiriyordum. Rahmetli de “Sen bu parayı bana veriyorsun, ama cidden satıyor musun yoksa cebinden mi veriyorsun” derdi. Kurucusu olduğum derneğin ileri yaşıma rağmen hâlâ yaptıkları faaliyetlerine katılıyorum, eskisi kadar olmasa da dernek gecelerine bilet satmaya devam ediyorum.

HEMŞİN HASTANESİ - Başhekimliğiniz süresince pek çok insana emeğiniz geçmiş. Sizi hatırla ananlar çok... Hatta PTT Hastanesi için Hemşin Hastanesi diye espri bile yapılırmış… - O konuda tabii birşey söyleyemem, insanların düşüncesi, teşekkür ederim.

PTT Hastanesi’nde 21 sene başhekimlik ve dahiliye klinik şefliği yaptım. Hem de atanarak değil. Ankara’da altı kişinin huzurunda sınava girdim. Kazandım. Hemen ardından bütün branşları eğitime aldık. Olmayan branşlar için üniversitelerden profesörler getirttim. Bütün branşların şeflerini tayin ettim. O dönemde hastanenin adı sadece Hemşin değil Karadeniz Hastanesi’ne çıkmıştı. Oysa ben yurdun her yerinden gelen vatandaşa hizmet vermeyi hepsini bir tutmayı amaçlamıştım. Bunların içinde elbette hemşerilerim de vardı. - Ne şartlarda çalışıyordunuz? - Bizim zamanımızda muayenehane açma hakkı vardı. Maaş çok azdı. Ben de açtım. Ancak prensip sahibiydim. Benden önce hastane sadece PTT’li hastalara bakıyordu. Onu da değiştirdim. Öyle şey olur mu? Hasta gelecek, “Yok sen PTT’li değilsin” diye bakmayacak mıyız? Cüzi bir ücretle hasta bakmaya başladık. Hasta sayısı artınca bir bina daha yaptırdık. Şu an var olan tüm binalar benim zamanımda yapıldı. 2001’de yaş haddinden emekli oldum. Aslında askeriyedeyken, çıkartsınlar diye yaşımı iki yaş büyütmüştüm. O yüzden emekliliğim de erken geldi. O devirlerde, yaş büyütmek kolaydı. l

Asiye hemşire çok çalışkan bir kızdı - İstanbul’daki Hemşinliler arasında sevilen, hastanenin Başhemşiresi Asiye Bozkurt’la da birlikte çalıştınız. Ondan da bahseder misiniz? - Onu hastaneye ben aldım. O zaman Florence Nightingale’in yüksek hemşirelik okulunda okuyordu. 25 yıl benim yanımda çalıştı, başhemşireliğimi yaptı. - Neden başhemşire yaptınız? - Dört senelik hemşire okulunu bitirenler çok azdı. Zaten o niyetle aldım. Çok çalışkan bir kızdı. Biraz fazla bağırıyordu ama bu idarecilerin kaderidir. O da benden almıştı bu huyunu zaten. Ben ayrıldıktan sonra yeni başhekimle anlaşamadı. Sonra Tuzla Belediyesi’nde Çevre ve Temizlik İşleri Müdürü oldu. l Not: Asiye Bozkurt’la yaşadığı sağlık problemleri nedeniyle yüzyüze görüşemedik. Kendisine acil şifa diliyoruz.


Fotoğraf: D. ALİ AKPINAR

HEMŞİN’İN GENÇLERİ BU MERKEZDE Hemşin çorabının köklü kültürel geçmişinin ve kendine has örme tekniğinin yörenin gençlerine aktarıldığı belki de en kapsamlı kursları veriyor Hemşin Halk Eğitim Merkezi. Ancak bu mekânın faaliyetleri çorapla sınırlı değil. Diğer çalışmaları, merkezin müdürü Dursun Ali Sinanoğlu’nda dinleyelim: “Hemşin Halk Eğitim Merkezi olarak, gençlerin boş zamanlarını değerlendirmeleri ve zararlı alışkanlıklardan korunmaları için her türlü sosyal ve kültürel kursların açılmasında öncülük ettik. İlçemizde bu bağlamda Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü bünyesinde, bir Müzik Evi kurduk. Müzik Evi’nde ilk aşamada tulum, ney, bağlama ve gitar kurslarını faaliyete geçirdik. Müziğin dışında sportif faaliyetlere yatkın gençlerimiz için açtığımız iki kurstan, “Bocce”de bir öğrencimiz Türkiye 6.’sı oldu. Üç ayrı kategoride katıldığımız Türkiye Şampiyonası’nda ise Türkiye 12.’si olmayı başardık. Yine “taekwondo” da minikler ve yıldızlarda, iki farklı kategoride bu sene Nisan ayında Konya’da düzenlenecek Türkiye Şampiyonası’na katılıyoruz. Usta öğretici ve kursiyerlerimizin yaptıkları el emeği göz nuru eserlerinin sergilenmesi için tanıtım reyonunu ilçemize kazandırdık. Hemşin Halk Eğitim Merkezi olarak 2014-2015 öğretim yılında 32 sosyal, kültürel, mesleki ve teknik içerikli kurs açtık ve 397 kursiyerimize çeşitli eğitimler verdik.” l Tel: (0464) 641 27 35

78

Hemşin Halk Eğitim Merkezi müdürü Dursun Ali Sinanoğlu, müdür yardımcısı Hızır Hatırnaz ve her yaşta kursiyere çorap örmeyi öğreten Reyhane Bozkurt.

Tokudumda bitmedi çorabumun bi teki HIZIR CANBAZ

S

evdanın renklerini seçersin telde, bir nakış kurarsın aklında, yüreğinde. Beş cağla başlarsın o nakışı sabırla işlemeye. Taa parmak ucundan kemere. Her daim, her mevsim öremezsin; bazen başlarsın bitiremezsin. Hemşin çorabı sadece insanın ayağını sıcak tutmasıyla değil, anlattığı hikâyeleriyle de meşhurdur. Birçok türküye konu olması bundan. Çoğu dörtlüğün onunla başlaması da. Hepsi de sevdaya kadar uzanır gider: Alaca çurabunun / Kim kurdi nakişini / Hangi mektep öğretur / Sevdaluğun işini. Dışarıya çıkılamayan yağmurlu bir havada, ev işleri de bittiği bir anda ilk akla, o gelir. Gurbette olan eşini, oğlunu,

kızını veya çeyizini hazırladığı sevdasını hatırlatır işleyene. Onlar andıkça cağlar işler, nakışlar ortaya çıkar. Hayaller birbiri ardına uzar gider. Hatıralar birbirini takip ederek yüreklerden çoraba akar. Sitemler, özlemler dile gelir. Havanın kasvetine karşı ilaç olur. Çünkü bir yandan da terapi gibidir, derdini dökmek çoraba: Tokudumda bitmedi / Çorabumun bi teki / Şimdiya evlenurdum / Bela oldi evdeki. Bölgeye giden turistlerin Hemşin çorabına gösterdiği ilgi boşa değil yani, çünkü o çorap ki emek verenin göz nurunu, kalbinin hissini taşır. Biz de işte bu hikâye anlatıcılarıyla hem çorapların üretim sürecini konuştuk, hem de bölgeye sağladığı yararı. Söz onlarda... l

Hemşin’in bir de çorabı vardır. Sırf yün işlenmez o çoraba, anılar, özlemler, dertler de ortak olur her örneğe. Sonunda ortaya öyle desenler çıkar ki, tüm Hemşin coğrafyasının sözünü söyleyiverir.


Reyhane Bozkurt

Fotoğraf: SÖNMEZ TUMAY

Doğanın rengi çoraba yansıyor R

eyhane Bozkurt, ilk şişi eline aldığında henüz 13 yaşındaymış. İlk çorabını da o zaman örmüş. 25 yıllık çorap üreticisi. Artık ilçenin Halk Eğitim Merkezi’nde, her yaştan insana Hemşin çorabı kültürünü öğretiyor. İşin inceliklerini Bozkurt’tan dinleyelim... “Halk Eğitim Merkezi’nde kursiyerlere yerel motifleri içeren her çeşit çorabın yapımını öğretiyoruz. Bu çorap, fabrikasyon ürünlerden çok farklı. Yapımı, desenden dikime kadar farklı süreler tutuyor. Ortalama bir hafta diyebiliriz, ama üç günde bitiren de çıkabilir. Desenlerin ilham kaynağı, Hemşin kültürü; eski Hemşin evlerindeki işlemeli tahtalar, ev süslemeleri, yöresel giysi işlemeleri. Tabii ki Hemşin’in doğasından gelen renkleri de kullanıyoruz. Çam ağacı motifleri, eğreti otu motifleri var. Bir çiçek, doğada hangi renk ve tondaysa, o renk ve tonun çoraba yansıtılmasına özen gösterilir. Her yaşta kursiyerimiz var. 18 yaşında olan da var, 70’inde de. Geçenlerde 74 yaşında bir teyze geldi, hiçbirimizin bilmediği bir motifi bize gösterdi. Bu çorabın çıkışı, tamamen doğa şartlarıyla ilgili. Eskiden tabii fabrikasyon ürün yok. Kalın çorap ihtiyacını insanlar, koyun yünüyle karşılıyor. Zamanla üstüne de Hemşin’i yansıtan motifler işleniyor. Artık fabrikasyon iplikler daha sık kullanılsa da, halen koyun yünüyle ören de var.” l

Fatoş

Akın

Zeki Müren göbeği Ç

BANA DESENİNİ SÖYLE... Hemşin yöresinde sık kullanılan bu desenlerin isimleri, aslında çorapta göreceğiniz şekle dair bir fikir veriyor: Möner (çam ağacı), kareli, 15 telli, 17 telli desen, laleli, altmış akıl (grup halinde yapılan desen çalışması), kılıç deseni, keroç, gelin yanağı, arenka gülü, beşli desen, örümcek, darmadağın, pilonç, nar çiçeği, civan kaşı, aşk merdiveni, kaytan bıyığı, sarmaşık, kiraz çiçeği, çay yolu, kibele deseni, gökkuşağı, çilek bahçesi, cennet kuşu, saç örgüsü, yumurta yüreği, sıçan dişi, tokmuşabak, koç boynuzu, kordon, minareli, beşli. l

orap üreticisi Fatoş Akın, yıllardır bu işi yapıyor. Sırf yapım değil, aynı zamanda alım-satım kısmında da Hemşin çorabının erbablarından. Çamlıhemşin’deki Küçük Ev Market’in sahibi Akın, bize işin inceliklerine dair bakın neler anlattı: “Çorap Hemşin’de çok eski bir kültürdür. Ben 60 yaşındayım. Benim nenem anlatırdı. Bir 60 senesi daha vardır en az. Eskiden alım satımını da yapardım. Fakat bu kış daha çok ben yaptım çorapları. Burada, 35 yıl önce yaptırdığımız apartmanın zemin katında restoranımız vardı. Orda bu işin ticaretini yaparak bir birikim oluşturduk. Bence bu işten herkes geçinebilir, ama şimdiki gençler pek uğraşmak istemiyor. Öte yandan, geçen yıl buraya bir dizi ekibi (Sevdaluk dizisi) geldi, onlar çoraplara çok ilgi göstermişlerdi. Uzun çorap çok daha az örüyoruz artık. Onlar taytların üstüne uzun çorapları giyiyorlardı. Ekip döndükten sonra, İstanbul’da da anlatmışlar, bir sürü isteyen oldu. Restoranımız mevcutken, turistler de fazla sayıda geliyordu ve onlar çok da büyük paralar vererek çorapları alıyorlardı. Çoraplar beyaz ve desenli olarak ikiye ayrılır. Desenli çoraplarda, her desenin bir adı vardır. Mesela biri Zeki Müren Göbeği. Valla ismi nereden geliyor bilmiyorum. Eskiden yün kullanırdık ancak şimdilerde fabrika yünü kullanılıyor. Tabii sağlık açısından kötü, ama fabrikasyon malzeme çorabı daha güzel gösteriyor. Tabii herkes de o kadar iyi dikemiyor. O yüzden fabrikasyon malzemeyi tercih ediyorlar.” l (Tel: 0464 651 70 79)

79


İran Şahı’nın pastanesi: Petek AYNUR ÇOLAK

H

emşin’in en bilindik meslek grupları arasında pastacılık ve fırıncılık yer alır. Bunun sebebi, bölgenin zorlu doğası sebebiyle yaşanan göç. Daha Cumhuriyet öncesinden Karadeniz’in kuzeyine göç edip, Rusya’da fırıncılık yapmaya başlamış Hemşinliler. Alpagül ailesi de bu yolculuğa çıkanlardan biri. Üç kuşağın emeğini taşıyor Petek Pastanesi. Rusya’dan İran’a, oradan da İskenderun’a uzanan Petek Pastanesi’nin öyküsünü Bayram Alpagül anlatıyor. - Alpagül ailesinde pastacılık nasıl başladı?

- Hemşin’de tarıma elverişli arazilerin çok az olması, yöre halkının ekonomik sıkıntı yaşamasına sebep olmuş. Bu sebeple birçok Hemşinli 19’uncu yüzyılın başlarında ekmek parası uğruna Rusya’ya giderek pastacılık ve fırıncılık mesleğini öğrenmişler. Hemşinliler ellerindeki tüm eşyaları satıp Rusya’ya gitmişler. Ürettikleri mamuller iyi olsun diye günün 24 saati çalışmışlar, orada tüm hayatlarını mesleği öğrenmeye adamışlar. Hatta Rus ustalardan bile fazla çalıştıkları biliniyormuş. Bu süreçte de maddi sıkıntılar sebebiyle gurbette sürekli zorlu koşullarda çalışmışlar. - Alpagül ailesi de bu rotanın takipçilerinden ancak sizin yolculuğunuzun bir de İran ayağı

Ünü Rusya’dan İran’a kadar yayılan bir lezzet yolculuğunun son durağı, Petek Pastanesi. Halen İskenderun’da hizmet veren pastanenin hikâyesi, ülke sınırlarını da aşıyor. Bayram Alpagül, dedesinin kurduğu, kendisinin yedi yaşından beri emek verdiği pastanenin öyküsünü, yaptıklarını ve yapacaklarını anlatıyor. 80

var. İran’da Alpagül ailesinin şöhreti dönemin şahı Pehlevi’nin kulağına kadar gitmiş. O döneme ait ne gibi bilgileriniz var? Size anlatılan anıların birkaçından bahsedebilir misiniz? - Hasan Usta, oğlu Tevfik’i de Rusya’da iyi bir pasta ve ekmek ustası olarak yetiştirmiş. Hasan Usta vefat ettikten sonra, dedem Tevfik Usta o dönemler modern bir şehir olan İran’ın başkenti Tahran’a gitmiş ve orada pastane açmış. Dedemin ürünleri kısa zamanda Tahran’da da herkesin aradığı lezzet haline gelmiş ve hatta bu lezzet saraya kadar ulaşmış. Şah Pehlevi’ye hizmet ettiği bilinirmiş. - Ardından da Türkiye’ye taşınıyor aile. Neden İskenderun tercih edilmiş?


İkinci kuşak: Tevfik Usta

Birinci kuşak: Hasan Usta

- Tevfik Usta, Rusya’nın zorlu kış hayatından sonra memlekette en sıcak hava koşullarının olduğu yerleri araştırıyor ve Atatürk’ün hayattayken gösterdiği büyük çabaların sonuç vermesiyle 1938 yılında Fransızlardan kurtulup bağımsızlığını ilan eden İskenderun’a göç etmeye karar veriyor. İskenderun’da Şehit Pamir Caddesi’nde Hemşin Fırını’nı açıyor. Burası, 1942 yılında Hemşin Fırını ve Pastanesi olarak hizmet vermeye başlıyor. Tevfik Usta’nın oğulları Hasan ve babam Necati Alpagül de geleneksel aile mesleğini sürdürdü ve Hemşin Pastanesi ve Fırını’nı Petek Pastanesi’ne dönüştürdü. - Siz pastaneciliğe nasıl adım attınız? - Çocukluğumda, babam yoğun ve yorucu iş koşullarında pastanemizde çalışırdı, ben de henüz 7 yaşımdayken babama yardımcı olmak için pastaneye gelirdim. Ve böylece bu sektöre çok erken yaşta girmiş oldum. Çocuk yaşta pastanenin üretim bölümünde çalışmaya başladım. Tabii o yaşlarda ve gençlik dönemlerimde bu zorlu işi öğrenmek için çok uykusuz kaldığım günler oldu ancak işimi severek yapıyordum, bu sebeple baba mesleğini sürdürmeye karar verdim. KÜNEFE, BAKLAVA VE YAŞ PASTA - Petek Pastanesi’ndeki en bilinen pasta çeşitleri ve diğer ürünler neler? Müşterileriniz özellikle hangi ürünleri çok seviyor? - Ürün portföyümüz çok geniş; her gün yaklaşık 300 çeşit ürün üretimi yapılıyor. Her müşterinin damak zevki farklı olduğu için beğendiği bir lezzeti mutlaka bulabiliyor. Ürün grupları olarak bakarsak

Üçüncü kuşak: Hasan Alpagül ve Necati Alpagül

en çok tercih edilenler; künefe, baklava ve yaş pasta çeşitleri. - Evet, künefe ve baklavalarınız çok meşhur. Bu yapımı çok zor iki tatlıda tutturduğunuz başarının sırrı nedir? Ne gibi mutfak prensipleriniz var? - Başarının arkasında birçok sebep var. Bunların başında kaliteli hammadde kullanmak, ürün standartını sağlamak ve hijyenik koşullarda üretim yapmak geliyor. Künefedeki sade yağ ve peynirin iyi kalitede olması ve bu hammaddelerin ürüne has özellikleri taşıması önemli. Baklava da aynı şekilde; kullanılan sade yağ ve fıstığın kalitesi iyi ise başarılı olmanın ilk şartını sağlamış oluyorsunuz. İkinci şart da; ürünün standart kalitede çıkmasını başarmak. Tüm ürünlerimizin bir reçetesi var. Örneğin; künefe reçetesinde kullanılan kadayıfın, peynirin

gramajları belirtilmiş ve üretimde bunlar uygulanıyor. Baklava da dahil üretilen tüm ürünlerde aynı kurallar geçerli. Pastanemizde ISO 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi uygulanıyor ve konu ile ilgili gıda mühendislerimiz sürekli denetim sistemiyle ürünlerin hammaddelerinin kalitelerini kontrol edip, hijyenik koşullarda üretilip, aynı koşullarla misafirlerimize ulaştırılmasını sağlıyor. Tabii bu sektörün en önemli hususlarından biri de, işçilik. İşçiliğin iyi olmadığı bir yerde diğer detayların da pek bir önemi kalmıyor. Petek Pastanesi olarak amacımız; yaklaşık 75 yıllık tecrübeye her daim yenilikler katarak, misafirlerimize unutamayacakları tatları, unutamayacakları bir hizmet eşliğinde sunmak. l

81


YEMEK

Soğan yatağında patlıcan dolma Hemşin mutfağı zengin bir kültür, ancak Karadeniz kadını için yemek yapmak sadece yöresinin yemekleriyle sınırlı değildir. Bunu bildiğimizden size bu sefer farklı bir mutfaktan bir lezzet sunalım istedik. Bu seferki tarifimiz, sınırın öte yanından Lübnan’dan. Ancak denediğinizde damak tadınıza hiç de uzak olmadığını göreceksiniz. İşte karşınızda yemek yazarımız Firdevs Günaçar’ın kaleminden soğan yatağında patlıcan dolma! MALZEMELER - 5 patlıcan - 1/2 kg. kıyma - 1 büyük soğan (küçükse 2 adet) - 1 büyük kırmızı dolmalık biber - 1 paket dolmalık fıstık - 1 tatlı kaşığı tuz (isteğe bağlı) - 1 tatlı kaşığı karabiber (isteğe bağlı) - 1 tatlı kaşığı pul biber (isteğe bağlı)

YAPILIŞI: Soğanı ve kırmızı biberi minik minik doğrayıp dolmalık fıstıklarla birlikte kavurun. Kıymayı ilave ederek kavurmaya devam edin. Baharatlarını (tuz, karabiber, pul biber) ekleyip, altını kapatın. Diğer tarafta patlıcanları üçe bölüp, içlerini boşaltın ve ayçiçek yağında çok az kızartıp kavrulan kıyma ile içlerini doldurun. Pişirmek için soğanları ay şeklinde doğrayıp zeytinyağında çevirip, domateslerini ve sarımsağı ekleyin. İki taşım kaynatıp altını kapatın. İsteğinize bağlı olarak tuz ekleyebilirsiniz. Doldurduğunuz patlıcanları soğan yatağına dizin ve 15 dakika pişirin. SERVİS: Önce pideleri küçük küçük kesin ve fırında ısıtın. Isıtılan pideleri servis tabağına alın. Üzerine soğan yatağını koyup, patlıcanları da onun üzerine dizin. Servis sırasında dilerseniz süzme yoğurt da dahil edip iki kaşık tahin katıp, dolmaların üzerine koyun. Afiyet olsun! l

82

SOSU İÇİN - 2 büyük soğan - 2 büyük domates - 2 diş sarımsak

ÜZERİ İÇİN - Süzme yoğurt - Tahin - Pide




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.